You are on page 1of 88

Paul Strathern

0 dakikada

ARİSTOTELES

g endaş
Paul Strath ern bu kitab ın d a A ristoteles felsefesini
a n a b allarıy la e le alm ıştır.
Paul S trath ern A ristoteles'in d o ğ d u ğ u keııti yana
yak ın a aram ıştır. S o n u n d a b ir A k d e n iz fırtın ası
e sn a sın d a , y ağ m u r a ltın d a , k u rd u n k u şu n
u ğ ra m a d ığ ı h a ra b e lik te O 'n u n izini b u lm u ştu r.
Burası S la g ir a ’dır. Paul S tra th e r n ’e g ö re A ristoteles
“Staıgiritli'V lir. Ö yle ya, batı felsefesin i lıenı ku ran ,
h em d e yıkan ad am b a şk a n e re li o la b ilir!?
B u kitab ın k u rg u su n d a -A ristoteles’ in d o ğ d u ğ u -
h ir k en tin a r a ııış öy kü sü a k ıp gid er. B u a r a d a , bu
“b ü tü n z a m a n la rın en b ü y ü k fılo z o fu "n u n yaşam
öy kü sü d e an latılır.
B izle re felsefeyi öy k ü selliği iç in d e an latm ayı
h e d e fle m iş y azar A risto te le s'in fe lse fe sin i d e an a
b atlarıy la ciziverir.
90 DAKİKADA ARİSTOTELES

PAUL STRATHERN
90 D ak ik ad a A ristoteles
Yeni Seri: 15
90 D ak ik ad a Filozoflar: 1

A lm an ca’dan Çeviren: M ehm et U kşul

Tanıtım am açlı k ı s a alın tılar dışın da yayıncının


yazılı izni olm aksızın hiçbir yolla çoğaltılam az.

© G en daş A .Ş.

B irinci B asım
O cak 1998

IS B N 975-7809-34-9

D irektör
H a şa n Ö ztoprak

E ditör
A dnan Özer

K a p a k T asarım ı
M u rat B ozkurt

Dizgi
E r a (512 36 76)

K a p a k ve İç B a sk ı
K a y a M atb acılık

Cilt
İtim a t M ü cellith an esi

G en daş A.Ş.
Ç atalçeşm e Sk . No: 19
C ağaloğlu -İstan b u l
Tel-Fax: (0212) 520 82 12 - 527 10 20
Kuzey Y unanistan’da, H alkidikya
Yarım Adası’nın köylerinden biri olan
Stagira’dan yükselen yamaçların tepe­
sinde, pek de etkileyici olmayan bir
Aristoteles heykeli bulunur. Filozofun
ifadesiz yüzü çam ağaçlarıyla kaplı te­
pelerin üzerinden uzaklara, Ege deni­
zinin mavi sularına bakar. Beyaz mer­
merden yapılm ış heykel, güneşin kız­
gın ışınları altında parlar. Aristoteles’i
omuzlarından açık bir elbiseyle tasvir
eden heykelin sol elinde hafiften tahrip
edilmiş bir yazı rulosu vardır. (Söyle­
nenlere bakılırsa bu tahribat hediyelik
eşya düşkünü, Arjantinli bir profesö­
rün eseridir.) Heykeli taşıyan temel ta ­
şın üzerine Yunanca şu kelimeler işlen­
miştir: “Stagiralı Aristoteles”
Aristoteles dünyaya gözlerini I.O.
384 yılında açtı. Ancak burada bulu­
nan heykelin aksine, Aristoteles’in do­
ğum yeri modern Stagira değil, - elim­
deki rehbere göre - kalıntıları günümü­
ze dek ulaşan ve buradan pek uzak ol­
mayan aynı isimde antik bir köydür.
Mermer Aristoteles’le hayal kırıcı bu­
luşm amdan sonra, kalıntıların bulun­
duğu köye doğru yola koyuldum. Okul­
dan az önce çıkmış bir Batm an, siyah
plastik peleriniyle dönüp kıyıyı işaret
ederken, bana o antik köyün, çok ya­
kında, kıyıya doğru uzanan yolun biraz
aşağısında bulunduğunu anlattı.
Denize doğru inen bu bozuk yolda,
kavurucu sıcağın altında bir saat k a­
dar yürüdüm. Kayalık tepelerin üze­
rinde deli gibi gürleyen gök, şiddetli bir
fırtınanın habercisiydi. Sonunda bir
sürücü beni arabasıyla terk edilmiş
sayfiye yeri ile madenci barınakları
arasında ürkünç bir karışım olan Stra-
tonion köyüne kadar götürdü. Issız sa ­
hilde kapalı olan bir cafe’yi onaran ma­
rangozdan, antik Stagira’nın kuzey yö­
nüne uzanan eski bir yolun biraz uza­
ğında bir yerlerde olduğunu öğrendim.
Demek ki yürümeye devam ede­
cektim, çünkü beni arabasına alan yar­
dımsever sürücü arabasıyla şimdiye
dek yedi tepeyi aşm ıştı bile ve yakında
uzakta başka hiçbir araç görünmüyor­
du. Sonbahar yağmurlarının, ülkenin
bu bölümünde inanılmaz derecede şid­
detli olabileceğini öğrenmem uzun sür­
medi. B ana sonsuzmuş gibi gelen bir
süre boyunca küçük bir kaya çıkıntısı-
mn altında bekleyip durdum; bu arada
tufan misali seller ağaçsız tepelerden
aşığıya doğru akıyordu. K aranlıkta et­
rafımı saran şimşekler çakıyor, gök gü­
rültüsü ise ortalığı inletiyordu. Doğa­
nın bu hokuspokusu sona erdiğinde ne
aradığım kalıntıları, ne de beni geri gö­
türecek bir araç bulabildim. îliklerime
kadar ıslanm ış ve beni yanıltarak yan­
lış Stagira’ya getiren Aristoteles heyke­
li yüzünden kızgın bir haldeydim. Bu
apaçık dolandırıcılıktı. Modern Stagi-
ra ’nm, sırf aynı ismi taşıyor diye, ken­
disini Aristoteles’in doğum yeri olarak
sunm aya hakkı yoktu. O zam an pekâlâ
New Orleans’e de Orleanlı Azize Ja n
D ark’ın heykeli dikilebilirdi. Bu geziye
harcadığım parayı güzel bir Aristoteles
kitabına yatırabilirdim...
Aristoteles, Makedonya’nın Yuna­
nistan’a ait bölümünde bulunan bir
köyde, antik Stagira’da dünyaya geldi.
Günümüzde Yunanlılar Türklere ne
kadar sem pati besliyorlarsa, İ.Ö. 4.
yüzyılda da Makedonya’ya karşı o ka­
dar sem patiyle bakıyorlardı. Ancak
Stagira anavatandan kopuk değildi;
K iklad ad alar grubuna bağlı And-
ros’tan kalkıp o yöreye yerleşen bir Yu­
nan kolonisiydi.
Aristoteles’in babası Nikomakhos,
Büyük İskender'in büyükbabası olan
Makedonya kralı Amyntas’ın özel heki­
miydi. Daha sonra derin bir dostluğa
dönüşen bu ilişki, görünüşe bakılırsa
Nikomakhos’a hatırı sayılır bir servet
sağlam ıştı. Stagira civarında ve Yuna­
nistan’ın bazı diğer bölgelerinde gayrı-
menkuller edinmişti. Genç Aristoteles
eğitimli hekimlerce belirlenen bir at­
mosferde büyüdü, ancak babasını çok
erken yaşta kaybetti. Bunun üzerine,
Anadolu’da bir Yunan kenti olan Atar-
neus’a gönderilerek, dayısı Proxe-
nos’un himayesine verildi ( .Ç.n. Beh-
ram kale ).
Birçok genç mirasçının yaptığı gi­
bi, Aristoteles de, hiçbir rahatsızlık
duymadan, kendisine miras kalan ser­
veti har vurup harman savurm akta ge­
cikmedi. Eski ve güvenilir olmayan ak­
tarım lara göre Aristoteles elindekileri
şarap, kadın ve eğlenceye yatırm ış,
hatta, sonunda para sıkıntısına düştü­
ğü için, belirli bir süre orduya katılm ak
zorunda kalmış. Ardından S tag ira’ya
dönüp hekim olmuş. Otuz yaşına geldi­
ğinde memleketi olan kente tekrar sır­
tını dönüp Platon’un akademisinde öğ­
renim görmek üzere Atina’ya gitmiş.
Burada tam sekiz yıl kalmış.
Ortaçağın kutsal kaynaklar araştı­
ran ve Aristoteles’i de bir aziz olarak
ilan etmeye kararlı olan bilginleri bu
tür kaynakları görmezlikten geldi. B i­
yografilerine, onun adını kötüye çıkar­
tabilecek bu tür unsurları ya hiç dahil
etmediler ya da doğrudan doğruya ya­
lanladılar. Ancak Aristoteles’in gençlik
yılları ile ilgili ikinci bir antik rivayet
vardır. Çok daha sıradan ve sıkıcı
(ama, doğrusunu söylemek gerekirse,
daha inandırıcı) olan bu kaynağa göre,
Aristoteles on yedi yaşındayken akade­
miye girmiş. Ne var ki hayat hikâyesiy­
le ilgili bu versiyonda da genç filozofun
bir çeşit “Coşkunluk Akımı” sürecinden
ancak belli belirsiz bir şekilde bahsedi­
lebilir.
Her neyse; Aristoteles akademide
k ısa sürede dinginleşti ve kendini
bütünüyle öğrenimine verdi. Yaşıtları
içerisinde en akıllı kişi olarak ün yap­
m ası ve Planton’un öğrenciliğinden,
onun meslek arkadaşı konumuna yük­
selmesi uzun sürmedi. Görünüşe göre,
Aristoteles Platon’a başlangıçta adeta
tapıyordu. H atta onun başlangıçta yüz­
de yüz elli oranında Platon öğretisi ta ­
raftarı olduğundan oldukça eminiz.
Felsefesi Platon’un ilkelerini esas al­
maktadır. Ama Aristoteles, adı Platon
da olsa, bir ustanın peşinden gideme­
yecek denli başına buyruk biriydi. Ken­
disine örnek aldığı Platon’un eserlerin­
de ne zaman bir çelişkiye rastlasa (ve­
ya, tanrı korusun, bir hataya), bunları
Platon’a bildirmeyi görev sayıyordu, ki
bu da zam anla ustasının sinirine doku­
nuyordu. Görünüşe göre, dönemlerinin
bu en büyük iki şahsiyeti, gerçekte
hiçbir zaman kavga etmemiş olmakla
beraber, aralarına belirli bir mesafe
koymayı isabetli bulm uşlardı. Pla-
ton’un Aristoteles’i “ayaklı akıl” ve evi­
ni “sah af dükkanı” olarak nitelendirdi­
ğini biliyoruz. Bu nitelendirmeler Aris­
toteles’in meşhur koleksiyonuna taş at­
mak içindi. Her şeye karşı doyumsuz
bir merak duyan geleceğin yıldız adayı,
sahip olabileceği tüm nadir yazıları sa ­
tın alıyordu ve böylece dünyada kendi
özel kütüphanesine sahip olan ilk kişi
oldu.
Genç akademisyen ya kendisine
m iras kalan gayrımenkuller ya da da­
ha sonra elde ettiği serveti sayesinde
hatırı sayılır bir gelire sahipti. K ısa bir
süre içerisinde kültürlü davranışları ve
buna uygun yaşam biçimiyle (ki bu ya­
şam tarzı tam da bilginliğine uygundu)
tüm Atina’da ün yapmıştı. Günümüze
aktarılan bilgilere göre Aristoteles pel­
tek peltek konuşan, cılız bacaklı, çelim­
siz biriydi. Süslü şeyler giymiş olması
beki de cılız görünüşünü telafi etmek
içindi. Sandaletleri ve giysileri daima
son modaya uygundu ve parm akları
değerli taşlarla kaplı yüzüklerle sü s­
lüydü. Yoksul biri sayılam ayacak P la­
ton bile Aristoteles’i kütüphanesi nede­
niyle kıskanıyordu. Yaşadığı rahat h a­
yata rağmen Aristoteles’in erken dö­
nem eserleri (kaybolanlar) genelde va­
roluşun anlamsızlığını ve ölümden son­
raki yaşam ın sevinçlerini irdeleyen di­
yaloglardan oluşuyordu.
Zamanla Aristoteles, yaşam ın te­
orik ve pratik yanlarına karşı duyduğu
bilgi açlığını bastıram az oldu. Bu ne­
denle Platon’un öğretisini artan bir
oranda gerçeklerle karşılaştırdı. Pla­
ton, algıladığımız dünyanın sadece gö­
rüntülerden oluştuğunu düşünüyordu.
Ona göre, gerçek olan şeyler aslında al­
gıladığımız dünyanın ardında duran,
şekillere veya ideallere benzeyen ide-
alardır. Görüntüler dünyasının nesne­
leri ancak, esas olan idealar dünyasına
katıldıkları oranda gerçektirler. Ona
göre, benim şu anda sokaktan aşağıya
yürümekte olduğunu gördüğüm kahve­
rengi köpek, köpeklik ideasına (ya da
şekline) katıldığı için bir köpektir. Bu­
nunla birlikte, kahverengi olmasının
nedeni, onun kahverengililik ideasının
(veya idealinin) bir parçası olmasın­
dandır. Asıl gerçek, algılanabilir dün­
yanın ardında, idealar dünyasındadır.
Platon, dünyayı sonuç olarak din­
sel esaslardan yola çıkarak yorumlar­
ken, Aristoteles gerçeğe bilimsel bir
açıdan yaklaşm a eğilimi içerisindeydi.
Bu nedenle dünyayı basitçe gerçekdışı
olarak nitelendirmek ona ters geliyor­
du. Ne var ki seçtiği düşünsel yol, düz
bir yol değildi. Öncelikle olgu ve nesne­
leri Birincil ve ikincil tözlere ayırdı.
Aristoteles’e göre birincil tözler elbette
dünyaya ait şeylerdi, ikincil olanlar da
idealar ve şekiller. Başlangıçta bu töz­
lerden hangilerinin gerçek olduğu ko­
nusunda kararsızdı. Kararsızlığını et­
kileyen unsurlardan biri de, kuşkusuz
Platon’a duyduğu saygıydı (ne de olsa
Platon, onun, bu fikirleri ilk olarak or­
taya atan yaşlı öğretmeniydi). Ama
içinde yaşadığı dünyanın gerçek oldu­
ğu görüşü Aristoteles’te gitgide ağırlık
kazandı. Böylece Aristoteles, Platon’un
öğretilerinden uzaklaşm aya başladı.
M etafizik ile ilgili öğretilerinde
Platon’a belirgin bir şekilde bağlı kal­
mış olmasına rağmen, zaman içerisin­
de onun felsefesini ters yüz ettiği bile
söylenebilir. Platon şekilleri idea ola­
rak görürken, Aristoteles şekilleri (ya
da kendi deyişiyle “genel geçerlileri”)
dünyanın tözlerine dahil olan, tek baş­
larına var olmayan hakikatlar olarak
gördü. Aristoteles, Platon’un idealar
öğretisine karşı bir çok yıkıcı argüm an
geliştirdi. Ne var ki, eleştirilerinin, pe­
kâlâ kendisinin geliştirdiği genel ge-
çerliler kuramı için de geçerli olduğunu
anlam am ış olsa gerek. Tarih içerisinde
bunu fark etmeyen sadece kendisi ol­
madı. Bu durum sa düşün tarihinde
önemli sonuçlara neden oldu. P la­
ton’un kuram ları, Aristoteles’in deği-
sikliklere uğratılm ış öğretileri şeklin­
de, ortaçağ felsefesi üzerinde çok etkili
oldu. Eserlerin bol m iktarda karanlık
noktaya sahip olması ve belirgin çeliş­
kiler içermesi bir şanstı, zira kuram la­
rı hakkında geliştirilen birbirinden
farklı yorumlar ortaçağ bilginleri ara­
sında sonu gelmez tartışm alara neden
oldu. Yanılgılar, kilisenin öğretilerin­
den sapan fikirler, ayrılıkçı öğretiler ve
şeytan tarafından kulaklara fısıldanan
yanlış yorumlar hakkm daki bu tartış­
m alar sayesinde, en azından belirli bir
felsefe yapma eylemi tarih boyunca
ayakta kalmayı başardı. Bazı ciddiye
alınm ası gereken bilginlere göre söz
konusu tartışm aların bir kısmı sadece
bir takım yazım hataları üzerineydi ve
bu hatalar yazılı eserleri çoğaltan orta­
çağ yazıcılarının, zaman içerisinde yıp­
ranan parşömenlerde okunamayan ke­
limeleri bazen kendi kafalarına göre
tam lam alarından kaynaklanıyordu.
Platon 347’de öldü ve Akade-
mia’nın yönetici m akam ı boşaldı. Pla-
ton’un en çalışkan öğrencilerinden ya­
rım düzine kadarı bu saygıdeğer m aka­
mın ancak tek bir adam tarafından dol­
durulabileceği inanandaydı. Ne var ki,
hepsi de birbirinden farklı bir kişiyi
düşünüyorlardı (genelde kendilerini).
Aristoteles de bu noktada bir istisna
değildi. Platon’un dayısı olan Speusip-
pos’un bu m akam a getirilmesini nef­
retle kabullendi. Speusippos’un morali
hep bozuk biri olduğu söylenir; hatta
bir keresinde, ders sırasında havladı
diye bir köpeği kuyuya attığı anlatılır.
Söylentiye göre, en belirgin hizmetle­
rinden biri, fırınlara atılacak odunların
taşınm asını kolaylaştıran bir aygıtın
icadıdır. O dönemde akademinin say­
gınlığını sağlayacak kişinin Speusip-
pos olması bir talihsizlikti. Speusip-
pos’un sonu da hüzünlü oldu. Kinik Di-
ogenes’le (Kinizm; İ.Ö. 400 yıllarında
Anthisthenes tarafından geliştirilen
felsefe: Kinikler, gerçek mutluluğun
maddi olanaklar, politik güç ya da sağ­
lıklılık gibi dış özelliklerden oluşmadı­
ğını vurgularlar. Diogenes Anthisthe-
nes’in öğrencisiydi .Ç.n.) Atina’nın ago­
rasında giriştiği bir tartışm a sonunda
tüm insanların gözü önünde rezil olun­
ca, utancından intihar etti. Speusip-
pos, öğretileri iki bin yıl boyunca düşün
dünyasının temelini oluşturan Aristo­
teles’le tinsel olarak yarışabilecek dü­
zeyde değildi. Akademinin başına onun
getirilmiş olması ise, Platon’la olan ak­
rabalığından kaynaklanıyordu. Atama
kararı açıklandığında haksızlığa uğra­
dığı hissine kapılan Aristoteles, Ati­
na’yı terk etti ve kendisi gibi haksızlığa
uğradığını düşünen arkadaşı Ksenok-
rates de peşinden gitti.
Aristoteles Ege denizini aşarak ,
gençliğini geçirdiği A tarneus’a gitti.
Anadolu’nun bu köşesi o dönemde Yu­
nanlı paralı asker Hadım Herm ias’ın
egemenliği altındaydı. Hermias, Ati­
na’ya yaptığı bir yolculuk sırasında zi­
yaret ettiği akademiden oldukça etki­
lenmiş biriydi ve bu nedenle Aristote­
les’e kucak açtı. Hermias Atarneus’u
Yunan kültürünün merkezi yapmak is­
tiyordu; metropolden gelen bu tanın­
mış entellektüel de kendisine bunu na­
sıl başaracağı konusunda fikir verebi­
lirdi.
Aristoteles’in politik felsefesi ço­
ğunlukla, değişik tipteki devletlerin;
yani monarşinin, tiranlığın, oligarşinin
ve demokrasinin ve bunların en iyi
hangi şekilde yönetilebileceğinin anali­
zinden oluşuyor. Aristoteles politika­
dan iyi anlayan biriydi. Bu nedenle,
Platon’un idealistik dayanakların ın
aksine, pragm atik bir durum alış savu­
nuyordu. Platon Devlet adlı eserinde fi­
lozof kralın ütopik devletini nasıl yö­
netmesi gerektiğini anlatır (ki bu dev­
let idaresi, tüm ütopyalarda olduğu gi­
bi oldukça dayanılmaz bir diktatörlük­
te son buluyordu). Aristoteles ise ger­
çekten var olan bir devletin nasıl idare
edilebileceğini ortaya koyuyor. Biyoloji
alanına dek varan gözlemlerine göre
devlet topluluğu doğal bir oluşumdur.
Önerdiği önlemler ise çoğu kez Machi-
avelli’yi hatırlatır. Aristoteles, politika­
nın nasıl işlediğini biliyordu. Aynı za­
manda politikanın, bir işe yarayabil­
mesi için, efektif olması gerektiğini de
biliyordu. Bu, onun ideallere sahip ol­
madığı anlamına gelmemelidir. Bir bü­
tün olarak bakıldığında, Aristoteles’e
göre, aklı başında bir devletin anlam
ve amacı, kendisi gibi eğitimli insan­
lardan oluşan bir zümreyi ortaya çıkar­
m ak ve onları koruyup kollamaktır.
Ancak bunun her zaman mümkün ol­
madığını da kabul ediyordu. Aristote­
les’e göre başarılı bir tiranlığın gerçek
bir tirana ihtiyacı vardır. Ancak bir po­
lis devletinde eğitimli bir elit tabakaya
yer yoktur. Aristoteles, bir yerde tiran-
lığın alternatif bir biçimine de değinir.
Buna göre tiran, kabul edilebilir, ılımlı
şartların koşullarını yaratabilm ek için
dindar olduğu izlenimini verebilir.
Aristoteles’in, bir tiran olan Herm ias’ı
eğitmeye çalışırken muhtemelen kolay
ve çabuk yolu seçtiği iddia edilir. Ama
bana kalırsa bunu yapmış olması pek
akla yatkın değil. Bununla, Aristote­
les’in; tek tip insan yaratm a, halkın te-
rörize edilmesi ve soyulması, insanla­
rın büyük kamu yapılarının in şaatla­
rında çalıştırılm aları ve uyuklamayıp,
büyük bir lidere ihtiyaç duyduklarını
hatırlam aları için; ara sıra küçük bir
savaşın başlatılm ası gibi, gerçek bir ti-
ranlığın varlığını sürdürebilmesi için;
vazgeçilmez ve tipik olan önlemler için
u ğraştığın ı söylemek istem iyorum .
(Aristoteles’in bu analizi daha çok Pla-
ton’un filozof kralının, hem de, örneğin
Saddam Hüseyin’in politikasına uyu­
yor.)
Aristoteles politik felsefesini ta sar­
ladığında artık genç bir insan değildi.
Herm ias’ı kanatlarının altına aldığın­
da henüz Platon’un Devlet ‘ine bağlı bi­
riydi. Ancak bu şartlar altında bile,
Platon’un filozof kral ile ilgili öğretisini
mevcut koşu llara uyarlam ış olması
mümkündür. Ona göre bir tiran olan
Hadım H erm ias’ın filozof olmasına ge­
rek yoktu, yeter ki, bir filozofun tavsi­
yelerine kulak vereceğini garanti etsin-
di. Aristoteles, herhangi modern bir si­
yaset bilimcisinin tarafsızlığıyla deği­
şik devlet biçimlerine yönelik tehditle­
ri inceleyerek, örneğin hangi şartların
bir ihtilale neden olabileceğini araştır­
dı ve monarşilerin, aristokrasilerin, de­
mokrasilerin ve Uranlıkların varlıkla­
rını nasıl koruyabileceklerine dair ön­
lemler içeren kataloglar geliştirdi.
A ristoteles, olgunluk çağlarına
y aklaştığın da halen bir dandy idi
(Dandy: Modaya aşırı derecede düşkün
olan, abartılı giyinmeyi seven .Ç.n.),
am a buna rağmen oldukça sadeydi.
(Sade bir elbise ve sandaletlerle sınırlı
tuttuğu giyimine bakılacak olursa sa ­
dece ölçülü bir şekilde modaya olan
düşkünlüğünü tatm in edebiliyordu.)
Sonra birden, onu yakından tanıyan
herkesi şa şırta ra k , aşık oldu. Adı
Pythias’tı ve H erm ias’ın sarayında ya­
şıyordu. Kimine göre Pythias Hermi-
a s’ın kızkardeşiydi, kimine göre evlat­
lığı. Bazı (genelde güvenilir olan) kay­
naklara göreyse, aslında H erm ias’ın
metresiydi. (Herm ias’ın fizyolojik enge­
li göz önünde bulundurulursa bu iş
Pythias için oldukça keyifli bir meslek
olmuş olmalı.) Söylentilerdeki çelişki­
ler Pythias’m bir çeşit saray metresi ol­
duğu varsayım ına olanak tanıyor. Bu
durumda Aristoteles acaba Profesör
Unrat ve onun “mavi meleğinin” erken
bir örneği mi? (Yazar burada Heinrich
Mann’ın, 1871-1950 Professor Unrat
adlı kitabına değiniyor. Kitabın kahra­
manı olan profesör, çevresinde saygın
ve ciddi biri olarak tanınan, ancak bir
genelev kadınıyla ilişkisi bulunan bir
adamdır. Kitap daha sonra “Mavi Me­
lek” adıyla sinemaya uyarlandı. Mavi
meleği Marlene Dietrich canlandırdı.)
Her neyse; Pythias Aristoteles’in
eşi olduğunda bakire bir kadın değildi.
Bunu Aristoteles’in şu notundan çıkar­
tabiliyoruz: “Bir erkeğin karısından
başka bir kadınla ve bir kadının koca­
sından başka bir erkekle olan cinsel
münasebetine gelince, sıfatlarım ız karı
koca olduğu sürece bahsi geçen müna­
sebette bulunmak kesinlikle ve her
şart altında yasak olmalıdır.”
Bundan çıkartılabilecek sonuç, o
dönemlerde evlilik öncesi cinsel ilişki­
lerin pekâlâ normal karşılanan bir şey
olduğudur. Yukardaki tümce Aristote­
les’in evlilik kurumunun zedelenmesi
ile ilgili düşüncelerinde yer alır. Aristo­
teles ile ilgili olarak, insanlar arasın ­
daki ilişkiler söz konusu olduğunda,
muhtemelen oldukça sınırlı olan kişisel
tecrübelerini genelleştirdiği izlenimi
vardır. Örneğin, en uygun evlenme ya­
şının erkeklerde 37, kadınlarda ise 18
olduğunu belirtir. Bu yaşlar tam tam ı­
na kendisinin ve Pythias’ın evlilik tari­
hindeki yaşlarına denktir. K işisel ola­
rak Aristoteles, hitabet ve tartışm a
alanlarında da parlak biri olmuş olabi­
lir, am a hayal gücü onun pek de yete­
nekli yanlarından biri değildi.
Hayal gücü zayıf ve üstelik kuru
bir ciddiyete sahip olan Aristoteles’in,
yazdığı Poetika‘sıyla şimdiye dek ede­
biyat üzerine yazılan eserlerin en etki­
leyicisini yazmış olması elbette ironik
bir durumdur. Buna karşın, bir şair
olarak tüm filozofların tartışm asız en
yeteneklisi olan Platon, tanrı ve kahra­
man methiyeleri haricinde tüm şairane
eserlerin y asak edilmesi gerektiğini
söylüyordu. (İnsan, “Platon bizi neler­
den mahrum bırakmak istiyordu” diye'
sormadan edemiyor.) Aristoteles ise şi­
ir sanatına fazlasıyla önem veriyor ve
onu, felsefeye daha yakın olduğu için,
tarihten daha önemli buluyordu. Aris­
toteles’e göre tarih, salt tekil olaylarla
ilgilenirken, şiir sanatı evrenselliğe da­
ha yakın durmaktadır. İşte tam bu
noktada kendisiyle çelişiyor ve Pla-
ton’un dünya görüşünü aktarıyor olma­
lı. Aristoteles’in, “Tragedya, ruh uyarıl­
sın diye acıma duygusu ve korku uyan­
dırıyor” şeklindeki meşhur tümcesi te­
mel bir görüştür. Kendisi de oldukça
derin düşünceli ve genelde ciddi bir in­
san olduğu için tragedyanın analizi ko­
nusunda başarılı biriydi. Ne var ki, şen
oyunlarda, yani komedyada, Aristote­
les’in benzer bir analiz başarısından
söz etmek mümkün değildir. Ona göre,
komedyada kötü insanların taklitleri
yapılır ve gülünç olan, çirkinliğin ko­
mik biçimde tebdil-i kıyafetidir. En da­
hiyane estetik bile san at tarafından
yaratılan karm aşıklığı yok etme konu­
sunda ancak küçük bir adım atabilir.
Ancak, komedyayı temeline dek analiz
etmek isteyen kişi, sonunda muz kabu­
ğuna basıp düşen biri olur.
Aristoteles, evlenişinden kısa bir
süre sonra A ssos’ta bir okul kurdu. Üç
yıl sonra da Midilli A dası’nda bulunan
Mytilene’ye yerleşti ve burada da bir
okul kurdu. Aristoteles’in o devirlerde
bitkilerin ve hayvanların sınıflandırıl­
masıyla ilgilendiği bilinmektedir. N u­
munelerini en çok, etrafı neredeyse ta­
mamen dağlarla çevrili Geras Körfezi’-
nin sahilinde aram ayı severdi. Bu kör­
fezin mavi suları, Midilli Adası Olim-
pos’unun yam açları dibinde yer alır ve
günümüzde bile, muhtemelen tıpkı o
devirlerde olduğu gibi, halen muhte­
şem bir görünüme sahiptirler. Yamaç­
lar bahar aylarında birer çiçek tarlası
gibidir; Aristoteles’in zamanında bura­
larda kurtlar, yaban domuzları, vaşak ­
lar ve hatta dağlarında ayılar yaşardı.
Dünyanın ilk doğa kaşifi için bulun­
maz bir cennet. Doğa hakındaki eserle­
rinde Aristoteles bir sınıflar ve türler
hiyerarşisi oluşturm aya çalışıyor, an­
cak var olan malzemenin zenginliği
karşısında kalkıştığı işin altından kal­
kamaz oluyordu. Doğanın bir am aca ve
her ayrıntının bir işleve sahip olduğun­
dan emindi. Doğada her şeyin bir anla­
mı bulunduğunu iddia ediyordu. Biyo­
lojinin Darwin’in evrim kuramı saye­
sinde bu bulgulardan bir adım öteye gi­
debilmesi için iki bin yılı aşkın bir za­
manın geçmesi gerekti.
A ristoteles’in en büyük başarısı
m antık alanındadır. D aha doğrusu
onun mucididir. Ona göre mantık, tüm
öğrenme olgusunun temeliydi. Platon,
diyalektik metod sayesinde (soru-cevap
şeklinde gelişen tartışm a) bilgi edinile­
bileceğini keşfetmişti. Ancak Aristote­
les bu metodu kendi buluşu olan tüm­
dengelim ile geliştirdi ve şekillendirdi.
Belirli gerçeklerin saptanm ası sırasın­
da, keşfedilen gerçeğin ötesinde, zorun­
lu olarak bir şeylerin daha ortaya çıktı­
ğı görülmektedir. Örnek olarak aşağı­
daki şu iki ifadeyi ele alalım:
“Tüm insanlar ölümlüdür.”
“Tüm Yunanlılar insandır.”
O halde bundan şu sonucu çıkartabi­
liriz:
“Tüm Yunanlılar ölümlüdür.”
Bu sonuç m antıksal olarak kaçınıl­
maz ve aksi iddia edilemez bir şeydir.
Aristoteles mantığını “çözüp ayır­
m ak” anlamına gelen “Analytika” ola­
rak isimlendirmiştir. Ona göre her bi­
lim ve her bilgi alanı prensiplerden ve­
ya mutlak doğrulardan (genel geçerli­
likten) yola çıkmalıdır. Mantık sayesin­
de ise bunlardan gerçekler ortaya çı-
kartılabilir (veya analiz edilebilir). Ge­
nel geçerliliği olan şeyler ise bilimlerin
veya bilgilerin etki alanlarını tanım ­
larlar ve bu alanları önemsiz veya ko­
nuyla ilgisiz elementlerden ayırırlar.
Örnek olarak biyoloji ve şiir, kendileri­
ni karşılıklı olarak konu dışında bıra­
kan önermelerle hareket ederler. Aris­
toteles’e göre mitolojik hayvanlar biyo­
lojinin konusu olmadıkları gibi, biyolo­
jik metinleri de manzumeler şeklinde
yazmanın bir anlamı yoktu. Bu man­
tıksal hareket noktası yeni bilgi alanla­
rının doğmasına ve bunlar da yeni ger­
çekler keşfetmesini sağlayan potansi­
yellerin açığa vurulm asına neden oldu.
Geliştirilen tanım lar yeni yeni ortaya
çıkan doğa bilimlerinin gelişimini en­
geller derecede dar gelmeye başlayın­
caya kadar iki bin yıl gibi bir sürenin
geçmesi gerekti.
Aristoteles, henüz hayatta olduğu
zam anlarda bile Yunan dünyasının en
büyük tini olarak olarak kabul edili­
yordu. Bu arada MakedonyalI Philipp
Yunanistan’ı yenmiş ve birbirleriyle
sürekli sürtüşm e halinde olan kent
devletlerini tek bir devlet çatısı altında
kendi monarşik egemenliği altına al­
mıştı. Philipp, Aristoteles’e dikkafalı
oğlu İskender’in özel öğretmeni olma
önerisini getirdi. Ne de olsa Aristoteles,
daha önceden babası da Philipp’in ba­
basının özel hekimi olduğu için aileden
sayılırdı. Böylece, çok isteyerek olm asa
da, kendisini sorumlu hissettiği için bu
kraliyet önerisini kabul etti. İstemeye
istemeye Makedonya’nın başkenti Pel-
la’ya doğru yola koyuldu.
Pella günümüzde yarım düzine sü ­
tundan ve çakıl taşı mozayiklerinden
ibaret bir harabedir. Bu harabeler Se­
lanik’ten Yunanistan’ın batı sınırına
doğru uzanan işlek otoyol üzerinde bir
yerlerde bulunuyor. Buralarda Antik
Yunan’m ilk başkentinin bulunduğu
düşünülecek olursa, yöre şaşılacak
denli ifadesiz. H atta Pella, Büyük İs­
kender’in tüm dünyayı fethetmek üze­
re giriştiği o megaloman seferinden
sonra eski dünyanın ilk (ve aynı za­
manda son) başkenti bile olmuştu.
İşte burada, İ.Ö. 342 yılında, antik
dünyanın en büyük düşünürü, zamanı­
nın en büyük megalomanını eğitmeye
çalışıyordu. Aristoteles 42, İskender ise
13 yaşındaydı. Buna rağmen dizginle­
rin İskender’in elinde bulunduğunu
duymak kimi şaşırtır ki? Bu dikkafalı
genç öğrenci, öğretmeniyle birlikte ge­
çirdiği üç yıl içersinde hemen hemen
hiçbir şey öğrenemedi. Buna rağmen
A ristoteles’in düşünceleri İskender
üzerinde şaşılacak derecede etkili oldu.
Örnek olarak, büyük usta Aristoteles,
Yunanlıların bilinen tüm halklardan
fazlasıyla üstün oldukları şeklinde sar­
sılmaz bir kanıya sahipti. Ona göre Yu­
nanlıların en iyi lideri, Homeros’un
destan kahram anı Akileus gibi ve aynı
zamanda Yunan uygarlılığın en son ke­
şiflerine vakıf olan biri olmalıydı. Aris­
toteles’in, bu tür bir adamın tüm dün­
yayı fethedebileceğine dair inancı tam ­
dı. İskender, Aristoteles’in olmasını ar­
zuladığı bir şahsiyete erişmemesine
rağmen, adı geçen bu ideal kahram an
ile öğrencisi arasındaki ürkünç benzer­
lik inkâr edilemez. Gerçekte tarihin bu
iki büyük şahsiyetinin k arşılaşm ası
üzerine ancak varsayım larda buluna­
biliriz, zira bu konuda gümümüze ula­
şan çok az bilgi mevcuttur.
Ancak Aristoteles’in, vermiş oldu­
ğu hizmetin karşılığında Philipp’ten
doğduğu kent olan Stagira’nm yeniden
inşa edilmesini istediği bilinmektedir.
Kent, Philipp’ın, H alkidikya Yarım
Adası üzerinde giriştiği bir fetih seferi
sırasında yanlışlıkla yerle bir edilmiş­
ti. Ve görünüşe göre Büyük İskender,
çıktığı büyük fetih seferi sırasında top­
lattığı bir dizi bilinmeyen bitki ve egzo­
tik hayvanı sınıflam ası için eski hoca­
sına gönderdi. Bahçe yapımı ile ilgili
bir efsaneye göre Orta A sya’dan Avru­
pa’ya bu sayede ilk Rhododendron (Alp
Gülü) gelmiş. Eğer bu gerçekse Aristo­
teles yanılmış olmalı, zira eski Grek­
çe’de Rhododendron gül ağacı anlamı­
na gelmektedir.
336’da MakedonyalI Philipp cina­
yete kurban gitti ve on altı yaşındaki
genç İskender tahta geçti. Vakit kay­
betmeden tüm taht isteklilerini idam
ettikten sonra Makedonya, Arnavut­
luk, Bulgaristan ve Tuna kıyılarına
dek uzanan fetih seferlerine girişti. Ar­
dından güneye yöneldi ve Yunanlılara
buralarda kimin borusunun öttüğünü
bir kez daha hatırlattı. (Bu arada Ati­
na’nın kuzey batısında bulunan Tep
kentini dumanı tüten bir enkaz haline
getirdi.) Ardından eski dünya olarak
bilinen yerlerin, yani Kuzey Afrika ve
Taşkent ile Kuzey Hindistan’a dek uza­
nan Asya topraklarının fethine başladı.
İyi ki Aristoteles, İskender’e verdiği
coğrafya derslerinde ondan Çin’in var­
lığını gizlemişti. Çin’in varlığı, döne­
min Batı dünyası tarafından henüz bi­
linmiyordu.
Artık İskender’in kafasında başka
şeyler vardı ve Aristoteles’e daha fazla
ihtiyaç duymuyordu. Bu nedenle Stagi-
ra’ya dönmesine izin verildi. Aristote­
les Pella’dan ayrılmadan önce sarayın
entellektüel kişisi olarak dayısı Kallis-
tenes’i tavsiye etti. Ancak bu cömert
jest neredeyse hayatına mal olacaktı,
çünkü Kallistenes çenesi düşük biriydi
ve bu durum onu tehlikeye sokabiliyor­
du. Aristoteles ayrılmadan önce dayısı­
nı çenesine hakim olması konusunda
uyardı. İskender dünyanın fethine so­
yunduğunda Kallistenes yetkili saray
tarihçisi olarak ona eşlik etti. Ne var
ki, genç Makedonya kralı, Pers hüküm­
ranlığı altında bulunan topraklardan
geçen yolu çarpışarak açmaya çalıştığı
sıralarda Kallistenes kendisine um ar­
sız eleştirileri yüzünden birçok düş­
man edinmiş olmalı. Bu iş kötü bir şe­
kilde son buldu; bazıları K allistenes’i
komploculukla suçladılar. Bunun üze­
rine İskender onu taşınabilir bir kafese
kapattırdı. Yolculuk sırasında K alliste­
nes çölün kavurucu sıcağı altında telef
oldu. Yaralar içerisinde bulunan türlü
böcek kaplı bedeni öyle iğrenç bir hal
aldı ki, sonunda İskender onu bir a sla­
na yem yaptı. Bütün başarılı megalo­
m anlar gibi İskender'de de paranoyak
yanlar vardı: Kallistenes’in sözde iha­
netinden Aristoteles’i sorumlu tuttu.
Aristoteles’in ölüm emrini neredeyse
imzaladığı, ancak Hindistan seferinin
hazırlıkları nedeniyle bunu unuttuğu
söylenir.
Beş yıl Stagira’da yaşadıktan son­
ra A ristoteles A tina’ya geri döndü.
339’da Speusippos öldü ve akademinin
yönetici makamı tekrar boş kaldı. M a­
kamın başına bu sefer de, bir zam anlar
şarap içme yarışında (Syrakus’da her
yıl Diyonisos’un sarayında düzenlenen
düzenlenen şenlikler .Ç.n.) taçı kazan­
mış olmasına rağmen çevresinde disip­
linli ve saygın biri olarak tanınan ve
Aristoteles’in eski bir arkadaşı olan
Ksenokrates geçti. (Yirmi yıl sonra bir
gece su fıçısına düşerek boğuldu.)
Aristoteles kendisini nasırına ba­
sılmış gibi hissetti, öyle ki, kendisine
ait bir okul kurm aya karar verdi ve
onu kentin surları dışında, Likabe-
tos’un yamaçları dibinde bulunan bü­
yük bir spor salonunda kurdu. Bu sa­
lon yakınındaki Apollon Lykeios tapı­
nağına aitti. (Yunanca Lykos kelimesi
kurt anlamına gelir ve Apollon’un sıfat­
larından biriydi.) Bu nedenle Aristote­
les’in okulu Lykeion olarak anıldı. Bu
ad günümüze dek ulaşm ış ve Almanca
Lyzeum, Fransızca lycée olarak varlığı­
nı sürdürmektedir (Türkçe’de lise ola­
rak .Ç.n.).
Lykeion bir üniversiteye Platon’un
akademisinden çok daha fazla benzi­
yordu. Her on günde bir öğrenciler ku­
rulu yeni bir yönetici seçerdi. Fakülte­
ler başarılı öğrencileri kapm ak için ya­
rışırlardı ve bir kaç kez bir ders saati
planının uygulam aya sokulm ası bile
denendi. Lykeion değişik bilim sel
alanlarda araştırm alar yürütüyor ve
sonuçları öğrencilere bildiriyordu. Pla­
ton’un Akademia’sı öğrencilerine siya­
set ve hukuk konularında temel bilgi­
ler aktarm aya özen gösterirdi: Öğren­
ciler, mevcut yönetici sınıfın gelecekte­
ki temsilcileri olacaktı. Bu açıdan ba­
kıldığında akademi bu yüzyılın b aşla­
rındaki Oxford veya Heidelberg Üni­
versiteleri ile karşılaştırılabilir. Buna
karşın Lykeion bir anlam da zamanının
M assach u setts Institute of Techno-
logy‘si (kısa adı M.I.T) olarak görülebi­
lir.
Bu iki eğitim kurumu arasındaki
farklılıklar, Aristoteles ile Platon’un
felsefeleri arasındaki farklılıkları yan­
sıtıyor: Platon Devlet adlı eserinde üto­
pik bir toplum’un tasarım ını yaparken,
Aristoteles, mevcut Yunan kent devlet­
lerine ait anayasaların kopyalarını bi­
riktirmeyi ve her birinden en iyi nokta­
lan seçmeyi tercih ediyordu. Yeni bir
anayasa oluşturmak isteyen kent dev­
letleri Lykeion’a başvururdu. Buna
karşın hiç kimse, Platon’un devletini
kurm aya kalkışmadı. Ne yazık ki, Aris­
toteles’in aynntılı politika araştırm ala­
rı bir parça gereksiz olmuştu ve gerek­
siz olmalarını sağlayan kişi de, Aristo­
teles’in “en kötü öğrencim” dediği kişi­
den başkası değildi. Yeryüzünün şekli
şem ali topyekün değişmeye yüz tutu­
yordu: Büyük İskender’in im paratorlu­
ğu egemen kent devletlerinin sonu an­
lamına geliyordu, tıpkı günümüzde bir
kıta üzerinde gerçekleştirilen çeşitli
birlik ve birleşmelerin bazı ulusların
bağımsızlığına son verebildiği gibi. Ne
var ki, görünüşe göre, ne Aristoteles,
ne de Atina’nın okullarında bir araya
gelen diğer büyük düşünürler bu dev
tarihi değişikliği algılayamadı. Tıpkı
Marx’tan Nietzsche’ye uzanan 19. yüz­
yıl düşünürlerinin ufukta görünmeye
yüz tutan Amerika hakimiyetini göre­
medikleri gibi.
Aristoteles öğrencilerine, onlarla
bir ileri bir geri gezinirken ders anlatı­
yordu “peripatos” Okul binaları a ra­
sında üzeri kapalı bir avlunun adı
.Ç.n.) Bu nedenle Aristoteles’in taraf­
tarlarına ve öğrencilerine Peripatetik-
ler adı verilir.
Aristoteles, tüm evrensel dahilerin
ilki ve belki de en büyüğü idi. Deniz k a­
buklarının şekillerinden sterilliğe k a­
dar her şey hakkında bilgi edinir ve ko­
nuşurdu. Söylenenlere bakılırsa, A ris­
toteles, ilgi gösterip üzerine eğildiği
her bilgi alanını (Akademia’nın im tiya­
zı olan m atem atik hariç) değişikliğe
uğratmıştır. Mantığın mucidi olarak
kabul edilir. (Ona benzer nitelikte bir
mantıkçının ortaya çıkması için iki bin
yılı aşkın bir zamanın geçmesi gerekti.)
Bir metafizikçi olarak hemen hemen
Platon’a eşdeğer nitelikteydi ve u stası­
na ahlak ve bilgi kuramı konusunda
fark bile atıyordu. (Buna rağmen daha
ilginç olan düşünür Platon’dur. Aristo­
teles, bir çok sorunun cevabını bulmuş
olabilir, am a temel soru ve sorunların
hangileri olduğunu ilk belirleyen kişi
Platon’dur.)
Yüzyıllar boyunca Aristoteles eşit
felsefe demekti. Ortaçağda öğretileri
bir çeşit kutsal doktrin olarak görüldü
ve bu nedenle her türlü gelişime engel
oldu. Ancak Aristoteles, ortaçağ düşün
binasının mimarı olsa bile, bu binanın
sonuçta bir hapishaneye dönüşmesi
onun suçu değildi.
A ristoteles’in kendisi buna asla
izin vermezdi. Eserleri çelişkilerle do­
ludur ve onun daima sorgulayıcı ve
ilerleme yolunda sürükleyici olan aklı­
nı yansıtırlar. Dünyaya dair varsayım ­
larla boğuşm aktansa onu araştırm ayı
tercih ederdi. Yanılgılarından bile bir
takım şiirsel tespitler türetildi: “Sinir
ve öfke kalbin çevresindeki kanın kay­
nam asıdır”, “Gözü mavi yapan gökyü­
zünün aksıdır” Gerçek Yunan gelene­
ğine uygun olarak insanoğlunun gele­
ceğini ve gelişimini eğitimde görüyor­
du. Aristoteles’e göre eğitimliler ile eği­
timsizler arasındaki fark, yaşayanlar
ile ölüler arasındaki fark gibidir. Buna
rağmen eğitim konusunda sa f bir iyim­
ser değildi: “Eğitim iyi zam anlarda bir
güzellik, zor zam anlarda ise bir sığı­
naktır.” Yaşamının sonlarına doğru bi­
raz kibirli biri olmuş olabilir, am a eser­
lerinden, insani acılara yabancı olma­
dığı anlaşılmaktadır. Tüm yaşam ı bo­
yunca bir öğretmen olarak kalm ış ve
hiçbir zaman bir kam u görevinde çalış­
ma arzusunda bulunmamıştır. Buna
rağmen tarihte hiçbir insan dünyanın
üzerinde Aristoteles kadar büyük bir
etki bırakmadı ve bırakm ayacaktır da
diğebiliriz - tabii eğer kötü adamın teki
günün birinde yine de nükleer başlıklı
bir roketin düğmesine basm azsa.
Şanslıyız, zira görünüşe göre Aris­
toteles iyi bir insandı. Ona göre insa­
noğlunun nihai hedefi mutluluğun ara­
yışı olmalıdır. M utluluksa, insanın, ya­
pabileceğinin en iyisini yapm asıdır.
Ama acaba yapabileceğimizin en iyisi
nedir ? Aristoteles’in inancına göre in­
sanoğlunun sahip olduğu en değerli şey
aklıdır ve her kim olabildiğince çok za­
manını aklın sa f kullanımı sayesinde
kuram üretmekle geçirirse, en mutlu
ve iyi insan odur. Bu ifade hedonizmin
(hazcılık .Ç.n.) m asum ane ve bilgiç
oyun tarzıdır. (En büyük ve en uzun sü ­
reli hazzı ne yaparak elde ederim?)
Kuşkusuz, Aristoteles’in öğrencisi İs­
kender de kendi yapabileceğinin en iyi­
sini yapm aya çalışıyordu ve sayısız in­
sana acı ve ölüm getirdi. Yine de, bu
durumdan öğretmeninin sorumlu oldu­
ğu şeklindeki suçlam aya karşılık vere­
rek, Aristoteles’in bu tür ahlaki taşkın­
lıkları ünlü Altın Denge öğretisiyle diz­
ginlemeye çalıştığı söylenebilir. Bu öğ­
retiye göre her erdem, iki aşırı uç ara­
sındaki orta noktadır. Ne yazık ki bu
durum bizleri ya orta kararlılığın övgü­
süne ya da kılı kırk yarm aya sürükle­
mektedir. Eğer hakikati yalan ile doğ­
ru olmayan bir şeyin doğallaştırılm ası
arasındaki çizginin ortasına yerleşti­
rirseniz bu tinsel olarak bir fikir olabi­
lir am a mantık ve ahlak açısından ta­
mamen değersizdir. (Aristoteles bunu
iddia etmedi am a argüm anlarındaki
boşlukları doldurmak için benzer bir
şeyi söylemek zorunda olurdu herhal­
de.)
Hayatının son dönemlerinde Pythi­
as öldü. Aristoteles kendisini evli bir
erkek olarak oldukça iyi hissetm iş ol­
malı, zira bir süre sonra, ilk oğlu Niko-
makhos’un annesi olacak hizmetçisi
Herpyllis ile evlendi. 323 yılında Ati­
na’da İskender’in öldüğü haberi yayıl­
dı. İskender Babil’de generalleriyle içki
alemi yaparken ölmüştü. Atina halkı
kültürsüz MakedonyalIların egemenli­
ğine karşı uzun zamandır kin besliyor­
du ve İskender’in ölümüyle birlikte
duygularını açığa vurdu. Aristoteles
Makedonya’da doğduğu ve onun en bü­
yük evladının eğitim iyle ilgilendiği
için o da Makedonya karşıtı havanın
bir kurbanı oldu. B aşk a dayanaklar
bulunamadığı için onu kısaca tanrıta­
nımazlıkla suçladılar. Davacı Euryme-
don suçlam asını Aristoteles’in yirmi yıl
önce destekleyicisi olan A tarneuslu
H erm ias’in ölümü nedeniyle yazdığı
methiyeye dayandırdı. Atina’nın ayak
takımı kan görmek istiyordu ve eğer
Aristoteles Sokrates’den farklı biri ol­
m asaydı kuşkusuz ölüme mahkum edi­
lirdi. Aristoteles’in kahram an olmak
gibi bir niyeti yoktu. Kendi deyişiyle
“Atina’ yı felsefeye karşı ikinci kez bir
günah işleme durumundan uzak tut­
mak için” çekip gidecek kadar akıllı bi­
riydi.
Atina’dan ayrılma kararı Aristote­
les için hiç de kolay alınmış bir karar
değildi. Ne de olsa bu karar aynı za­
manda okulundan, Lykeion’dan ayrıl­
mak anlamına geliyordu. Sevdiği kü­
tüphanesinden ve araştırm a notlarını
içeren arşivine ulaşm a olanağından
mahrum bırakılan yaşlı filozof, Khal-
kis’te, babasından m iras kalan bir çift­
liğe çekildi. Khalkis, Atina’nın kuze­
yinde, yaklaşık 50 km uzaklıkta, kıyıya
paralel bir şekilde uzanan Euböa ada­
sında, ada ile an akara arasında dar bir
boğazın bulunduğu yerdedir. Bu boğaz­
daki suların açıklanam ayan bir özelliği
vardır. Ege’de gelgit olayına rastlan ­
m am asına rağm en bu boğazdaki güçlü
akıntı herhangi bir anlaşılabilir neden
olmadan günde birkaç kez yönünü de­
ğiştirmektedir. Buranın yerli insanları
arasın d a şöyle bir efsane anlatılır:
Aristoteles birçok gününü bu doğa ola­
yını açıklamaya çalışm akla geçirmiş ve
bunda başarılı olamayıp, hayatında ilk
kez bir yenilgiyle tanışınca suya atla­
yıp boğulmuş.
Daha güvenilir kaynaklara göre
Aristoteles, K halkis’e göçmesinden bir
yıl sonra, 63 yaşındayken, 322 yılında
bir mide rahatsızlığından ölmüştür.
Bir diğer aktarım a göreyse boğanotun-
dan elde edilen ve akonit içeren bir
özütü içerek intihar etmiştir. Söz konu­
su özüt o dönemlerde ilaç olarak kulla­
nılıyordu. Bu nedenle Aristoteles’in a s­
lında intihar etmek gibi bir niyet içer­
sinde olmadığını ve kendi kendine re­
çete olarak yazdığı bu ilacın dozajını iyi
ayarlayam adığım tahmin etmekteyim.
Buna rağmen, Lykeion’un kaybı onu
hayatı anlamsız bulduğu bir noktaya
sürüklemiş olması pekâlâ mümkündür.
Aristoteles’in vasiyeti şu ölümsüz
sözlerle başlar:”Umarım her şey yolun­
da gider, ancak olurda bir aksilik çıkar­
sa...” Devamında çocuklarının nasıl ba­
kılacağını anlatır ve kölelerinin serbest
bırakılm asını ister. Ardından vasiyeti­
ni uygulayacak kişiye, eğer Herpyllis
tekrar evlenmek isterse, onun layık
olan bir adam a verilmesini buyurur.
Vasiyetnamesi Aristoteles’in, karakte­
ri, bir deha olmuş olması dolayısıyla
bozulmayan, yavan, am a nam uslu ve
terbiyeli bir adam olduğu izlenimini
veriyor. Vasiyetnamesini, parasının bir
bölümüyle Stagira’da gerçek boyutla­
rında bir Zeus bir de Athena heykelinin
yapılmasını isteyerek bitirir. Terk edil­
miş kalıntılar arasında bn heykellerin
tek bir izine dahi rastlanmıyor artık.
K üçük
A ristoteles
A lıntılar
H âzinesi
Erdem : Doğru Ölçü

Etik, erdem tutkular ve eylemlerle il­


gilenir; her ikisinde de aşırılık, eksiklik
ve denge vardır. Böylece insan az ya da
çok korku veya cesaret, hırs, öfke, mer­
hamet ve hatta sevinç ve acı hissedebi­
lir, üstelik her ikisini de doğru olmayan
bir biçimde; buna karşın, bunu, yapıl­
ması istenen zamanda ve şart altında
ve neye karşı ve niye ve nasıl yapmak,
dengedir ve en iyi olan, ki, bu da erde­
mi simgeleyen şeydir. Aynı zamanda
eylemlerde de aşırılık, eksiklik ve den­
ge vardır. Erdem, aşırısı hata, eksikliği
sövgüye değer ve dengelisi doğru olup
övülen tutku ve eylemlerle ilgilidir. İşte
bu iki şey erdemi tanımlar.

Nikomakhosçu Etik (N.E.),II


İnsan daha gençliğinde geometrisyen,
m atematikçi ve genelde böyle şeylerde bil­
ge olabilir, am a akıllı olamaz. Nedeni şu ­
dur ki, akıllılık kendini ayrıntıda gösterir
ve bu da ancak deneyim yoluyla ortaya çı­
kar. Ancak genç bir insan bu deneyimlere
sahip olamaz, zira bunlar uzun bir zaman
süreci içerisinde oluşurlar. Bir çocuğun
neden matematikçi olabileceği, am a bir
bilge kişi veya doğa filozofu olamayacağı
sorusu gündeme gelebilir. Çünkü birincisi
soyutluktan var olur, am a doğa felsefesi­
nin ilkeleri deneyimden çıkar. İşte bu hu­
su sta genç insanların fikirleri olamaz, ol­
sa olsa bu konuda konuşabilirler. Oysa
matem atiğin m alzemesi onlara yabancı ve
bilinmez değildir.
N.E., II
Mutlu Hayat I

Mutluluk salt bir davranış değildir.


Öyle olsaydı, hayatı boyunca uyuyan ve
bir bitki gibi yaşayan kişi de ona sahip
olabilirdi veya en büyük talihsizliklerle
karşılaşan bir insan. Bu bizi tatmin et­
meyip de, onu belirli bir eyleme dönüş­
türmek zorunda olduğumuzda ve bu­
nun ötesinde, eylemler gerek kaçınıl­
mazlıktan dolayı ve bir araç olarak, ge­
rekse salt eylem oldukları için arzula­
nır iseler, mutluluk muhtemelen salt
bir araç olduğu için arzulanır olan bir
eylemde değil, eylem olduğu için arzu­
lanır olan bir eylemde kavranabilir. Ne
de olsa mutluluk, başka bir şeye ihtiya­
cı olmayan, kendi kendine yeter bir
şeydir.
N.E., X
M u tlu H a y a t II

Bir canlı için doğal olan


şey, aynı zamanda onun için
en doğru ve en doyurucu
olan şeydir. İnsan için bu,
tinine uygun bir yaşam sür­
mektir, zira tin insanı insan
yapan şeydir. Öyleyse bu
yaşam aynı zamanda en
mutlu olanıdır.
N.E., X
Taklit O larak San at

Genel olarak, şiirselliği ortaya çıka­


ran iki tür doğal neden olmalı. Zira bi­
rincisi, insan doğuştan itibaren taklit
eden bir varlıktır (ki taklit etmeye en
yatkın olan ve öğrenme sürecine taklit
ile başlayan bir varlık olarak insan işte
bu noktada diğer canlılardan ayrılır),
İkincisi, insanlar taklit etmekten ve
taklit seyretmekten hoşlanırlar. Bunun
bir kanıtı da san at eserlerinde yaşadı­
ğımız şeydir. Zira gerçekte sadece acıy­
la izlediğimiz şeyleri, eğer gerçeğine en
yakın taklitleriyle karşı karşıya isek,
severek izliyoruz, örneğin itici hayvan­
ların veya ölü bedenlerin taklitlerinde
olduğu gibi.

Poetika
Tragedyanın Doğuşu

Tragedyanın kökeninde tuluat var­


dır (tıpkı Dithyrambos’ları söyleyenle­
rin tuluatlarıyla başlayan komedyada
ve günümüzde bile pek çok kentte kut­
lanan Phallus (Phallus: erkek cinsel
organı / Phallus Kültü .Ç.n.) şenlikle­
rindeki komedyada olduğu gibi), tra­
gedya yavaş yavaş gelişm iş ve gelişimi
bir son buluncaya, yani gerçek doğası­
na kavuşuncaya kadar birçok değişik­
lik geçirmiş ve her şeyi yavaşça birbiri
ardına günışığına çıkartmıştır. Önce
Aiskylos oyuncu sayısını birden ikiye
çıkardı ve aynı zam anda koroyu de ge­
riye çekerek, konuşulan replikleri oyu­
nun esas dayanağı haline getirdi. Sop­
hokles ise üçüncü oyuncuyu ve sahne­
ye dekoratif resm i getirdi. Tragedya-
mn başlangıçtaki küçük hikâyeleri za­
m anla yerini uzun ve büyük hikâyele­
re bıraktı ve konuşma dili başlangıçta
gülünç olduğu için (hiciv içeren oyun­
lardan doğduğundan) tragedya çok geç
vakur olmuştur.

Poetika
Yasa ve Hukuk

B ir toplu lu k dah ilin de y a şa y a m a ­


y an veya, kendi kendine y eter oldu­
ğu için, ona ih tiyaç du y m ay an k işi
devletin bir ü yesi değildir ve öyleyse
y a bir hayvan , y a d a bir tanrıdır. B u
nedenle in sa n la rın tü m ü n de böyle
b ir topluluk h alin de y a şa m a gü d ü sü
v ard ır ve ona ilk u la ş a n ad am , en
bü yü k edinim lerin h a k sah ibidir. Zi­
ra , n a sıl ki in san , y a ra d ılışı itib ariy ­
le can lıların en m ü kem m eli ise, ay ­
nı z am an d a y a s a ve h u k u k tan yok­
su n olm ası itib ariy le de can lıların
en kötüsüdür. E n k ö tü sü y se sila h ­
lan m ış ad a le tsiz lik tir ve in san,en-
tellek tü el ve ah lak i yeten eklerin in
sila h larıy la, b a şk a hiçbir d u ru m d a
bu denli çelişik bir şek ild e k u llan ı­
la m a y a c a k s ila h la r la , d o n a tılm ış
o la rak ay ak b a s a r v arlığın a. Ondan-
dır ki in san , ah la k ta n y o k su n sa,
v arlık ların en alçağı, en k a b a sı ve
cinsel tatm in ile d am ak zevki ta tm i­
ni bakım ın d an en kötüsüdür. A h la­
kın bir türevi olan a d a le t siy ase tin
konusudur. Z ira hukuk, bir devlet
top lu lu ğu n d a m evcut olan ve neyi
ad il old u ğu n a k a r a r veren dü zen ­
den b a şk a bir şey değildir.

Politika 2
K u ra m ın Y a ra rı Ü zerin e

H erk es neyi biliyor ve tan ıy o rsa


onu doğru o la ra k tan ım lar ve o ko­
n u d a iyi bir hakim dir. B ir nesne
h ak k ın d a y a rg ıd a bu lun m ak, o n e s­
ne k o n u su n d a bilgi ve eğitim i olan
k işin in işid ir; tü m n esn eler h ak k ın ­
d a y a rg ıd a b u lu n m ak sa, her konuda
bilgili ve eğitim li olan kişinin. B u
nedenle genç b ir in san siy a se t bili­
mi için iyi bir dinleyici değildir, zira
p ra tik h a y a t deneyim i yoktur. B u ­
nun ötesinde genç bir in sa n du ygu ­
ların ın belirlediği yöne gitm e eğili­
m indedir ve bu nedenle am açsız ve
y a ra rsız bir şekilde dinleyecektir,
z ira b u ra d a h ed ef bilgi değil eylem ­
dir. K ald ı ki, y a ş o larak genç olm ak
veya k işilik o la rak olgun olm am ak
a ra sın d a bir fark yoktur, z ira e k sik ­
lik zam an d an değil, tu tk u la rı y a ş a ­
yıp ay rın tıların peşin den gitm ek ten
k ay n ak lan m ak tad ır. Böyle in sa n la r
için bilgi tam am en y a ra rsız b ir şe y ­
dir, tıpkı hükm edilm eyenlerde oldu­
ğu gibi. K im ki a ra y ışla rın ı a k la yö­
n eltir ve o şekilde y a ş a r s a , onun için
bilgi sah ib i olm anın son suz y a r a r la ­
rı vardır.
Y a şa m T a s la k la r ı

İyi ve mutlu olanı yaşam biçimle­


rinden anlayabilmiş olmak üzerinde
durmak gerekir. İnsanların çoğu ve
en kabaları zevki tercih ediyor. Bu
nedenle zevkli yaşama değer verir­
ler.
Aslında belirgin olan üç tür ya­
şam biçimi vardır, birincisi şimdi
saydığım, diğerleri ise siyasi yaşam
ve gözlemleyici yaşam. Çoğunluk
köle zihniyetindedir, zira bir büyük­
baş hayvanın yaşamını tercih eder.
Eğitimli ve iddialı insanlar şerefi
seçerler. Bunu siyasi yaşamın hede­
fi sayabiliriz. Yine de aradığımız
şey, sanki daha derin bir hedef. Zira
şeref şereflendirilenden çok, şeref
veren kişinindir.
A ncak, iyinin, in sa n a özgü bir şey
olduğunu ve kolay kolay kaybola-
m ayacağın ı tah m in etm ekteyiz. B u ­
nun ötesinde bizler, şerefi san k i iyi
bir in sa n old uğu m u zu ken dim ize
k an ıtla m ak için ararız. Öyle ya, bizi
tan ıy an lar ve konuya v a k ıf olan lar
tara fın d an say gı görm ek ve onların
gözünde şerefli olm ak isteriz. B u
nedenle, siy a si y a şa m biçim inin ni­
h ai hedefi belki de çalışk an lık tır.
A m a b u n d a d a ek sik bir y an var. S i­
y a si y a şa m biçim i b a sire tsiz liğ i ve
en bü yü k talih sizlik leri getirebilir
b aşım ıza. Böyle y a şa y a n birine, id­
d iasın ı k a n ıtla m a k a y g ısı güden k i­
şi hariç, k im se m u tlu in sa n dem ez.
Ü çüncü y a şa m biçim i gözlem le­
yen k işin in y a şa m biçim idir. B u n u
d ah a so n ra inceleyeceğiz.
T icari y a şa m biçim inde kendine
h a s bir boyut v ard ır ve görü n ü şe gö­
re zenginlik, a ra n a n iyi değildir, zi­
r a sad ece a m ac a yönelik bir araç
o la rak işe y arar. B u nedenle h ed ef
o la rak d ah a çok y u k a rıd a say ılan
şeyler bellenir, z ira o hedefler dolay­
lı b a şk a bir şey yüzünden değil, biz­
z a t kendileri oldukları için say g ı gö­
rürler.
Sonsöz

Aristoteles İ.Ö. 323 yılında Atina’yı


terk etmek zorunda kaldığında, Lyke-
ion’u, Theophrast’ın himayesine bırak­
tı. Bir aktarım a göre Theophrast öğret­
menliğini üstlendiği sırada Aristote­
les’in oğluna aşık olmuştu. Ama Aristo­
teles, o devirlerde genel bir meslek ris­
ki olarak görülen bu olayı halefinin
elenmesini gerektirecek bir şey olarak
algılamadı. Kurucusunun Atina’yı terk
etmesinden sonra Theophrast okulun
geleceğini teminat altına aldı. Peripa-
tetik okul gerçekten de kısa bir süre
içersinde çok saygın bir hale geldi, çün­
kü öğrencileri tüm klasik dünyayı dola­
şıp Aristoteles felsefesini yayıyordu.
Buna rağmen Aristoteles’in eserleri
günümüzdeki halleriyle bizlere ulaşın­
caya dek üç yüz yılın geçmesi gerekti.
Eserleri iki gruba ayırabiliriz: Yayımla­
mak için öngörülen eserlerle Lykeion
için öngörülen notlar (ki bunlar sadece
özel kullanım içindi). Sanki tersi olmaz­
mış gibi birinciler tamamen kayıptır ve
ancak sonuncular, yani notlar günümü­
ze dek ulaşmıştır. Aslen parça parça ya­
zılmış bu notlar yüzlerce yazı rulosuna
dağıtılmış biçimdeydi. Lykeion’un son
yöneticisi olan Rodos’lu Andronikos
bunları çeşitli eserler dahilinde bir ara­
ya getirdi. Bu kapsam da “metafizik” ke­
lim esini de Andronikos’a borçluyuz.
Andronikos bu ismi, Aristoteles’in fizik
ile ilgili düşüncelerini takip eden bir di­
zi başlıksız çalışmaya vermiştir. Bu ne­
denle onlara kısaca eski Grekçe’de “fi­
zikten sonra” anlamına gelen “metafi­
zik” adım vermiştir. Gerçekte bu ismin
felsefeyle hiç bir ilgisi olmamasına kar­
şın, takip eden yüzyıllar boyunca insan­
lar felsefeyi kastederek metafizikten
bahsettiler.
Klasik dönemde Aristoteles, Sokra­
tes veya Platon gibi büyük Yunan filo­
zofları kategorisine girmiyordu. Roma
İmparatorluğu döneminde mantıkçı ola­
rak anılır ve sayılırdı, am a felsefesinin
geri kalanı bütünüyle Yeni Platonculu-
ğun gölgesinde duruyordu (veya onun
içinden doğuyordu) ve takip eden yüz­
yıllarda Yeni-Platonculuk da Hıristiyan­
lık tarafından ele alındı. Aristoteles
mantığı her iyi teolojik tartışmanın te­
melini oluşturuyordu. Etkileri gün geç­
tikçe artan m anastır entellektüelleri
akıllarını mantıkla keskinleştiriyorlar­
dı. Aristoteles’in gerçek değerini ilk keş­
feden Araplar oldu. Avrupa’nın “ortaçağ
karanlığına” düştüğü bir zamanda İs­
lâm dünyası tinsel gelişimini sürdürdü.
Araplardan devraldığımız zengin mira­
sın emareleri cebir, alkol ve simya gibi
kelimelerdir.
Aristoteles felsefesi iki büyük İs­
lâm bilgini tarafından geliştirildi. Abu
Ali el-Hüseyin ibn Abd Allah ibn Sina
(şükür ki bizde Avicenna adıyla anılır)
10. yüzyılın sonlarında İran’da dünya­
ya geldi. İslâm dünyasının en büyük fi­
lozoflarından ve bilim adam larından
biriydi. Avicenna’ının geniş kapsam lı
eserleri günümüze dek yazılmış tıp ki­
taplarının en iyileri arasında yer alır,
çünkü o tıbbı şarlatanlıklardan kurtar­
mak gibi kahram anca bir işe girişti.
H atta Aristoteles’in eserlerinden bile
buna benzer elementleri ayırmaya ça­
lıştı. Ayrıca Aristoteles’in, eserlerinde
fark edemediği pek çok problemi fark
etti. Avicenna tarafından getirilen öne­
riler pekala Aristoteles’in önerileri de
olabilirdi. Aristoteles’in düşüncelerini
sistem atik olarak düzenlemek yönün­
deki çabaları ustacadır ve pek çok nok­
tanın aydınlanmasına yardımcı olmuş­
tur. Ne var ki bu sayede Aristoteles’in
açık kalm asını istediği bir çok alan da
sınırlandırılmış oldu. Aristoteles, her
şeyi bilemeyeceğinin bilincindeydi; Avi­
cenna ise bu kadar mütevazı olamadı.
ikinci büyük Aristoteles yorumcu­
su ise Averroes’tir (İbni Rüşd .Ç.n.) 12.
yüzyılda Mağrip İspanya’sında yaşadı
ve Cordoba Halifesi’nin özel filozofu ve
hekimiydi. Averroes, felsefenin ve özel­
likle de Aristoteles felsefesinin, haki-
kata giden asıl yol olduğundan emindi.
Onu gözünde vahiyler tanrıya ulaşm a­
nın ancak ikinci iyi yoluydu ve akıl
inanca üstün geliyordu.
Günün birinde Cordoba Halifesi
dalıp giden Averroes’i bir soruyla sa rs­
tı. Halife gökkubbenin nasıl meydana
geldiğini merak ediyordu. Averroes’in
bu soruya verebileceği bir yanıtı yoktu.
(Ki, bu durum halifenin sarayında pek
hoş karşılanan bir şey değildi.) Halife
Averroes’ten cevabı Aristoteles’te ara ­
masını istedi. Böylece bu filozof takip
eden otuz yılını Aristoteles’in yorumuy­
la geçirdi. (Averroes, halifenin sorusu­
na hiçbir zaman bir cevap bulam aya­
cak kadar akıllıydı, çünkü halife kendi
bulduğu cevabı ilan etmişti bile.) B u­
nunla beraber Averroes Aristoteles’le
ilgili olarak kendi cevaplarını buldu ve
hatta kuram larını (Aristoteles’le ço­
ğunlukla çelişseler bile) desteklemek
için onun argüm anlarından faydalanı­
yordu.
Aslında Averroes, dini sapkınlara
karşı başlattıkları sürek avında orta­
çağ Hıristiyan bilginlerinin işine geli­
yordu. Aristoteles yorumlarının çeviri­
leri kısa sürede bilginliğin kenti olarak
kabul edilen P aris’e ulaştı. Ne var ki
Averroes yandaşları çok geçmeden so­
runlarla karşılaştı. Kilise Aristoteles’i
kabul ediyordu am a bu yeni öğretiler
şüpheli bir şekilde Ortodoks dışıydı.
İnanç ile akıl arasındaki tartışm ada
kimse inancın üstünlüğünü inkâr ede­
mezdi. Averroes’in havarileri kilisenin
öğretilerinden sapm akla suçlandılar ve
savunm a olarak ortaya koyabilecekleri
argüm anlar ise suçlanm alarına neden
olan bu kaynaktan geliyordu.
Şükür ki bu sorunu ortaçağın en
büyük bilgini olan Aquinolu Thomas
çözdü. Bir uzlaşı sağlam ayı başardı:
Akıl elbette kendi kanunlarına göre
hareket etme özgürlüğüne sahip olma­
lıydı, am a ancak inancın sınırları dahi­
linde. İnanç olmadan akıl bir hiçti.
Aquinolu Thom as, A ristoteles’e
hayran olmuş ve büyüklüğünü çok kısa
sürede keşfetmişti. Hayatının büyük
bir bölümünü Aristoteles’in felsefesini
katolik kilisesinin inançlarıyla barış­
tırm aya çalışarak geçirdi. A ristote­
les’in felsefesini Hıristiyan ilahiyatının
temeli yapm ayı başardı. Bu durum
Aristoteles felsefesinin hem kurtuluşu,
hem de batışı oldu. Katolik kilisesi
Aristoteles’in öğretilerini - elbette Aqu­
inolu Thomas’ın yorumuyla - gerçeğin
ta kendisi ilân etti ve yalanlanm aları­
nın kafirlikle eş anlamlı olacağını bil­
dirdi. (“Prensipte” bu günümüzde de
geçerli.) Aristoteles felsefesinin büyük
bir bölümü doğa ile ilgilenmekteydi ve
bu nedenle bilimin alanına giriyordu.
Ne var ki, bilimde ve felsefede, bilgi se­
viyemiz değiştikçe geçersiz olan bir çok
gerçek ilân edilir. Kilise Aristoteles’in
öğretilerini kutsal kitabı haline getire­
rek kendisini bir köşeye çekti (üstelik
bu, tepsi gibi düz olan bir dünyanın kö-
şesiydi). Bu nedenle kilise ile bilim ara­
sındaki sürtüşm e kaçınılmaz oldu.
Aristoteles, B atı’da ancak yirminci
yüzyılda barışçıl bir şekilde sona erdi-
rilebilen akıl ile inanç arasındaki bu
sürtüşm enin suçlusu değil. Ancak Aris­
toteles’in m irası, dünyanın evrenin
merkezi olduğuna daha fazla inanmak
istemeyen insanlar üzerinde de iz bı­
raktı. Aristoteles insani bilgiyi katego­
rilere ayırdığında, bizlere, dünyayı sis­
tem atik bir şekilde algılam a konusun­
da yardımcı oldu. Ancak yirminci yüz­
yılın başlarında bilgimiz o denli geniş
kapsam lı oldu ki, Aristoteles’in geliştir­
diği kategoriler dar gelmeye ve bizleri
engellemeye başladı. Aristoteles’in sis­
teminde bilgi ancak bir takım öngörül­
müş kulvarlarda ilerleyebiliyordu ve
bu kulvarların çoğu bilgi yoğunluğun­
da boğulma tehlikesiyle karşı karşıya
idi. Radikal bir değişim gerekli olmuş­
tu.
Aristoteles’in düşünce sınırlarını
zorlamamız için 2300 yılı aşkın bir za­
manın geçmesi gerekti ve bu da onun
benzersiz özgünlüğünü ortaya koyuyor.
H atta öğretilerinin gömülmesi bile bir
kez daha sayısız ilginç felsefe sorusu
doğurdu. Bu türde daha kaç sınırla­
m ayla k arşılaşacağız? D üşün h a­
talarımız ne denli tehlikeli sonuçlar
doğurabilir? Hangi bilgiyi engelliyor­
lar?
İrla n d a - İsk o ç k ö ken li Paul S lra th e rn , 1940'cla
d o ğ d u ve D u b lin 'd e k i T rin itv ( lo lla g e ’d e fe lse fe
ö ğ re n im i g ö r d ü . D en izcilik, b u laşık ç ılık ve şairlik
y aptı. A rlık y aşam ın ı dü n y a g e z g in i, ro m an c ı, g e /i
yazarı, ve filo z o f o la ra k sü rd ü rü y o r. B u gezileri
sır a sın d a İsta n b u l’a d a u ğ rad ı. S tra llıe rn b u ra d a
b o ş d u r m a d ı ve b ir "İstan b u l R e h b e ri" h azırlad ı.
P a ıırü n d ö n ü p d o la şıp g e ld iğ i tek yer L o n d r a ’dır.
C), için d e n çık ılam ay acak k o n u la r ü z erin e İskoç
a çık lığ ı ve İrla n d a b ıım o rıı ile o ld u k ç a ak ıcı bir
tarzda yazm aktadır. Bu netlik, espirili tarz, ve akıcılık,
felsefi a la n d a uzm an olm ayan ların lıile b u k o n u ları
o ld u k ç a rahat b ir şe k ild e a n la m a la rın a ve h alta bıı
k o n u la rd a k e n d i hayatlaı ın d a n p a y d alar
ç ık a r m a la r ın a y ardım e tm ek ted ir.
384 Aristoteles Chalkidike yarım adasın­
daki S tagira’da doğar. Babası, Make­
donya kralı Amyntas’m özel hekimi
olduğu için, o da bu nedenle başkent
Pella’yı oldukça sık ziyaret eder.

370’ler Anne babasının ölümünden sonra,


amca Proxenos, küçük Aristoteles’i
Lidyia sahilindeki Atarbeus köyüne
götürür.

367 Güvenilir kaynaklara göre 17 yaşın­


da, Atina’daki Platon Akademisi’ne
girer. Platon ise bu dönemlerde Sicil­
ya’da olduğundan, Aristoteles doğa
bilimcisi Eudoxos tarafından eğitilir.
B aşka kaynaklar ise, Aristoteles’in
otuz yaşına kadar m irasyedi olarak
serseri bir hayat yaşadığını ve kendi­
ni felsefeye daha sonra verdiğini be­
lirtmekte. (Biz yine de daha sağlam
olan ilkine güvenelim.)

347 Platon’un ölümünden sonra Xenokra-


tes ile birlikte Atina’ya göç. Anado­
lu’daki A tarneus’da Tiran Hermias’ın
yanında bir süre kalır. A ssos’da etra­
fında bir öğrenci grubu oluşur ve
bunlar daha sonra Theophrast’a mi­
ras kalır.

346 Aristoteles H erm ias’m “kızkardeşi”


(bazılarına göre üvey kızı) Pythias ile
evlenir ve daha sonra onunla beraber
Lesbos adasındaki Mytilene’ye yerle­
şir.

342 Makedonya kralı Philipp, Aristote­


les’i Pella’daki sarayına on üç yaşın­
daki velihat İskendePi eğitmesi için
getirtir.
336/35 İskender babasının ölümünden sonra
onun yerine geçer.

334 Aristoteles Atina’ya geri döner ve vali


Antipater’in yardımıyla kendi okulu
Lykeion’u kurar (lise). Bu okul öğre­
nim sırasındaki tartışm alarda, ileri
geri yüründüğünden (peripatio) bu
okulun adı da “Peripatektikter” ola­
rak kalmıştır.

326’lar K arısı Pythias’m ölümünden sonra,


Aristoteles hizmetçisi Herpyllis ile
evlenir.

323 İskender Babil’de ölür. Atina M ake­


donya egemenliğine karşı başkaldırın

322 Aristoteles kışkırtıcılık suçlam ası ile


karşı karşıya kalır ve “tanrı tanım az­
lık” da buna eklenince Atina’dan
Euböa’daki Chalkis’e kaçar. Orada
bir mide rahatsızlığından ölür. Ar­
kasında birinci karısından olma ve
onun adını alan Pythias ile ikinci ev­
liliğinden olma oğlu Nikomachos ol­
mak üzere iki evlat bırakır. Lise’deki
yerini ise Theophrast alır.
339 Sokrates tanrı tanımazlık suçlam asıyla infaz edilir.
396 Platon: Sokrates’in Apalogie’si (Savunması).

380 Sofistlerin önderi Leontinoi’li Gorgias 108 yaşında ölür.


372 Aristoteles’in m irasının yasal yöneticisi Lesboslu
Theophrast doğar.

366 Sokrates’in öğrencisi ve Kyniker okulunun kurucusu


Antisthenes ölür: Ahlâka bile gereksinimi olmayan
ihtiyaçsız bir yaşam ideali (“Kinizm”)
360 Felsefi atom öğretisinin kurucusu Abderalı Demokritos
ölür.

355 Sokrates’in öğrencisi ve felsefi hedonizmin kurucusu


Kyrene’li Aristippos ölür (zevk en önemli güdü; bütün bil­
gilerin kökeni duygulardır).

Kymeli Ephoros ilk genel dünya tarihini yazar.

354 Sokrates’in öğrencisi, tarihçi ve yazar Xenophon


(Anabasis, Sokrates anıları) ölür.

347 Platon ölür.


.'¡.'18 M akedonyalI Philipp, Yunan kent birliğinin liderini
Chaironeia’da yener. Korinth başkent olur. A tm alılara
yum uşak davranılır.
Atinalı büyük konuşmacı ve Makedonya partisi karşıtı
Isokrates ölür.
337 Sparta’mn dışındaki bütün Yunan kent birlikleri, Philipp
ile bir Korint birliğinde anlaşırlar.
336 Kral Philipp öldürülür. İskender tahta geçer. Stoa okulu­
nun kurucusu Kitionlu Zenon doğar
335 İskender Tebe’yi yıkar.
334 İskender, İran’a karşı fetih seferine başlar.
333 III. Darius kom utasındaki işgal kuvvetleri İranlıları
Issos’da yener.
332 İskender Anadolu, Suriye, Filistin ve MısıPı fetheder.
331 Gaugam ela’da Darius mağlup edilir. Mezopotamya
İskendePe kalır.
330 İskender Babil’i fetheder ve ünlü Babil kulesini yeniden
yaptırtm aya çalışır.
328 İskender prenses Roxana ile evlenir. Etrafm dakilerin
yoğun tepkisine rağmen Yunan kültürünü, Doğu kültürü
ile kaynaştırm aya çaba gösterir. Aristoteles’in öğrencisi
Kallisthenes, İskender tarafından kendisine ihanet ettiği
için ölüm cezasına çarptırılır. Bu nedenle Aristoteles de
zor durumda kalır.
326 İskender Hindistan seferine çıkar am a geri dönmeye zor­
lanır. Meydana getirdiği yeni dünya im paratorluğunda
yetmişten fazla kent kurdurmuştur.
323 İskender Babil’de ölür. Annesi Olympias, karısı Roxana’a
ve İskender'in oğlu daha sonraki çatışm alarda öldürülür­
ler. Kom utanlar im paratorluğu aralarında paylaşırlar: Yu­
nanistan AntipatePe, Trakya Lysimachos’a, Anadolu Anti-
gonos’a, M ısır Ptolemaios’a, Babil ise Seleukos’a verilir.
Bir fıçıda yaşayan Sinoplu Dieogenes ölür.
322 Yunan kentleri Makedonya’ya karşı ayaklanırlar. Özellik­
le buna önayak olan Atinalı Demosthenes dünyaca ünlü
konuşmasını yapar. Ayaklanma ise başarısızlıkla
sonuçlanır.
312 İskendePin geriye kalan bütün m irasçıları öldürülür.
308 Kitionlu Zenon, Atina’da Stoa felsefe okulunu kurar.
307 Demetrios Poliorketes Atina’yı fetheder ve böylece Atina
kesin özgürlüğüne kavuşur.
Felsefe u ğraşından A ristoteles’in eline hem en hem en hiçbir şey
geçm em iştir. A m a O, bütün Batı, hatta İslam uygarlığı felsefesinin
tem elini atmıştır. O 'n a rasyonel ve bilim sel bir dünya borçluyuz.
Felsefeyi işimize yarar hale getirm eye çalışan Paul Strathern,
Aristoteles felsefesini bütün akadem ik çalışm alardan uzak bir şekilde
bize sunm aktadır.
Yazara g ö re A ristoteles’in sistem atik m etodu ve kendi m antık
ilkelerini sunuşu bilim sel dü şü n cen in tem elini atmıştır. A m a bu
ilkeler aynı zam anda O rta Ç ağ da tin’in hapishanesi olmuştur. Fğer
kilise gü cü n ü elinde tııtabilseydi bu du ru m hiç değişm ezdi. Ve kim
bilir, bu gü çe karşı öyle bir hareket gelişirdi ki, her şey çok farklı
olabilirdi...
Bütün bu nlar gü n ü m ü zde A ristoteles’i tekrar istek ve m erakla
araştırm ak için yeterli olm alı...

ISBN: 975 - 7809 - 34 - 9


9789757809340

9 789757 809340

You might also like