You are on page 1of 171

Gichin Funakoshi

KARATE-DO
YAŞAM YOLUM

Çeviri: Güneş Tokcan

O!:!�:
Tel : (0532) 377 11 45 • Faks : (0532) 379 00 44
------ İÇİNDEKİLER

Çevirenin ÖnsözQ _____________ 7


Önsö z _____________ --- 11
GIRiş ______ 17
YOLA GiRİŞ 2t
Tepe Perçeminin Kesilmesi 2t
Boş Laftan Ayırt Etmek 29
Öğretmen 33
SİLAH KULLANMADAN 45
Önemli Bir Ders 45
Kaydedilmemiş Tarih 54

Çin Elinden Boş Ele 58


Karate-do Tektir 63
Eşimin Karatesi 65
Gizliliğin Sona Ermesi 69
HAYAITA KALMAK İÇİN ÇALIŞMAK --- 73
Tayfunla Mücadele Etmek ------ ---- 73
Bir Engerekle Karşılaşmak 75
Kaybederek Kazanmak ---- ------ 77
Gururun Tehlikesi 84

içinde Merhamet Bulunmayan Yumuşaklık 87


Arabuluculuk 90
Alçakgönüllü Bir insan 93
Oyunun Ruhu 97
Karate Hayatımı Kurtanyor 99
KABUL EDİLME 103
Zor Günler ------ 103
Halkın ilgisi 109
ilk Kitabım -- 112
Arkadaşlar ve Tanıdıklar 116
Shoto-Kan 118
127
Büyük Kayıplar ------ ------ 127
Gerçek Karatenin Anlaşılması 132
Hergün 138
Nezaket 145
ÖNEMLİ NOKTALAR ------ 149
Altı Kural ------- ---- ----- 149
Bir Kuralın Bozulması 156
Herkes için Karate 159
GEÇMİŞ- GEL ECEK 163
Çok Sayıda Silah 163
Çocukluk Anılan 170
Karate Uluslararası Oluyor 173
------- ÇEVİRENiN ÖNSÖZÜ

Batı Dünyası ' nın, Uzakdoğu kültürleri ve halkları


ile olan ilişkileri yüzyıllara dayanmasına rağmen ,
Uzakdoğu' nun hemen her bölgesinde kend ine özgü
bir şekilde gelişti rilm iş olan savaş sanatları , Batı
Dünyası 'nda özellikle il. Dünya Savaşı sonrası nda
tan ı n m aya başla n d ı . G ü n üm ü zd e i se Tü rk
okuyucusunun da gayet yakından bildiği gibi savaş
sanatları n ı çalışan büyük b i r k i tle oluş m u ş
durumdadır. Bunda d a , özellikle 1 960' Iardan sonra
bolca yapılmaya başlanan Hollywood ve Hong Kong
kökenli filmler büyük bir rol oynam ışlardır. Fakat bu
filmlerin hemen hepsinde bedensel becerilerin ve bu
becerilerin sergilenmesine neden olan öfke, nefret,
intikam alma, kendini gösterme ya da kanıtlama gibi
i nsanı olumsuz yönde etkileyen unsurların ön plana
çıktığı dikkati çekmektedir. Batı' da ve bizi daha
yakı ndan ilgilendire n Tü rkiye'de genellikle savaş
sanatları n ı n beden gücünü ve bazı bedensel
becerileri arttırıcı yönleri gözönüne alınmakta, ruhsal
yönlerinin üzerinde ise yeterince durulmamaktadır.
B u kitapta , modern Karate-do' nun kurucusu
sayılan , Karate-do'yu günümüzde olduğu şekilde
sistemleştiren ve bu şekilde tüm dünyaya tanıtılması­
nı sağlayan Üstat Funakoshi'nin bir "yaşam yolu"

7
olarak benimsediği Karate-do isimli savaş sanatı
h akkıdaki düşüce l e ri n i o k uyacaksı n ı z . Ü stat
Funakosh i , Karate-do' nun tan ıtılıp yaygın laştırılması
içi n verdiği mücadelelerin dışında, bir karatekaya
örnek olab i lecek , çeşitli h i kayelerle süslen m iş
önerilerde bulunmakta v e kendi dünya görüşünü
yansıtmaktadır. "Şiddet sevgisi" ya da "şiddete eğilim
göstermenin" kesinlikle yer almadığı , insanın kendi iç
dünyası ile barışık olmas ı n ı n önem kazandığı ,
kendine, dolayısıyla da diğer i nsanlara karşı içten
gelerek ve doğal bir şekilde saygı, sevgi ve hoşgörü
gösterilmesi ni n bir savaş sanatçısının ilkesi olması
gerektiği ş e k l i nde özetlenebil ecek bu d ü nya
görüşünün , savaş sanatları ile uğraşanlarca ne kadar
benimsendiği ve uygulandığının değerlendirmesi n i
ise okuyucuya bırakmak istiyorum .
Ki t abı o kuya n ı n d a fa rkede ceğ i g i b i ,
Funakoshi'n i n ulaşmış olduğu ustalık seviyesi onun
çevresine karşı olabildiğince saygılı ve hoşgörülü
davranmasını sağlamaktadır. Uzun lafın kısası mecbur
olduğu için değil doğasında var olan iyiliği gösterdiği
içi n iyidir. Bedensel becerilerin i diğer i nsanlarla olan
farklı lığını göstermek i çi n kullanmamakta, hayatı
kutsal kabul etmektedir. Savaş sanatlarında belli bir
usta l ığa u laşm ış her i n sa n gibi al çakgö n i l l ü
davranmaktan asla vazgeçmemekte, diğer i nsanlara
karşılığ ı nda kendisine iyi davransınlar diye değil ,
karşılık beklemeden , doğru olduğuna inandığı için iyi
davranmıştır. Bu, iç dünyasında zayıf olan kişilere
oldukça garip ya da yabancı gelebilecek bir durum­
dur.
Funakoshi'nin de üzerine basa basa belirttiği

8
gibi , günlük hayat akışı i çinde iyi gorunen fakat
fırsatını bulduğunda ya da yeterince güçlendiğine
inandığında kendinde kötü olma hakkını bulan kişler
g erçek b i r savaş sanatçısı olmaktan oldukça
uzaktırlar. İyi bir dövüşçü labilmek ise tamamen farklı
bir kavramdı r , bunun için asl ı nda kişinin savaş
sanatları çalışmasına gerek yoktu r. Kısaca, savaşçı
olmak isteyen birinin asıl mücadelesi kend is iyledir,
kendi iç dünyası ndaki zayıfıklarla, kendisini durduran
etkenlerledi r , bunun i çi n de kendi kend isiyle
yüzleşmeyi bilmelidir. Bunu gerçekleştirmek çoğu
zaman insana korkutucu ya da zor gel ir. Hayatında
ters giden şeylerin esas sorumlusu olarak diğer
i nsanlar yerine kendini görmek aslında oldukça
cesaret ister. Diğer insanlarla yarışıp onları yenmek
ya da yenilmek ise, kişinin kendi iç barışını sağlaması ,
daha da iddialı konuşursak giderek aydınlanması
yanında değersiz kalan şeylerdir.
Bu kitabın, savaş sanatları ile ilgilensin ya da
ilgilenmesin, okuyan herkeste sadece Karate-do ile
ilgili değil ayrıca savaş sanatlarının gerçek anlamı ile
ilgili çeşitli sorular doğuracağını ve belki de bu
sayede, genel olarak "Uzakdoğu sporları " veya
" Kendini savunma sanatı" gibi isimlerce anılan savaş
sanatları hakkında toplumun büyük kes i m i nde
varolduğuna inandığım yanlış imajda da bazı değişik­
likler yaratacağını ümit ediyorum .
Kanımca "şiddet" , her ne kadar bizde olumsuz
duygular uyandırsa da, diğer tüm duygular gibi
hayatımızdan soyutlanamayacak bir kavramdır. Yok
edilemese bile dönüştürülebilir veya dengelenebilir.
Savaş sanatları da, bunu başarmanın tek yolu olmasa

9
bile en iyi yollarından biridir. Diyebilirim ki, dünyamız,
insanlığın başlangıcından beri nefret ve hoşgörüsüzlük­
ten ileri gelen şiddetten fazlasıyla çekmiş ve halen de
çekmektedir. Dünyayı düzeltmek g i bi bir i ddiada
bulunmamakla beraber kişisel iç barışımızı sağlamanın
hayatımızı büyük ölçüde kolaylaştıracağına gönülden
inanmaktayım . Bu nedenle bu kitabın , okuyucunun
zih n inde zaten varolan bu yöndeki düşüncelere de
sesleneceğini sanmaktayım .
Sözlerime son verirken , bu kitbın Türkçe'ye yapılan
ilk çevirisinin, savaş sanatları ile uğraşan herkese yararlı
olmasını dilerim. Barış içinde kalın.

Güneş Tokcan
Ekim 1996, lstanbul

10
------- ÖNSÖZ

japonya'da, büyük karate ustası Gich i n Funakoshi


hakkında pek çok yayın yapıldı, fakat otobiyografisi ilk
kez ıngilizce'ye çevriliyor. Doksan yaşında ölmeden
kısa bir süre önce yazdığı bu kitapta , hayatının bir
özetini vermekte (Okinawa'da geçen çocukluğu ve
gençl iği , karate sanatı n ı mükemmelleşti rmek ve
popüler hale getirmek için verdiği mücadele, uzun bir
·öm ür sürmek içi n öğütler gibi) ve kendine özgü
kişiliğini, kendisine , dünyasına ve sanatına biraz eski
moda olan bakış açısını sergilemektedir.
Karate-do ' n un izdeşi olan bir kişi , bu kitabı
okudukça, ustanın kendi hayat yolu ve düşüncesini
daha iy i kavrayacak ve bu n un sonucunda da
mükemmel bir seviyeye ulaştırdığı bu kendini koruma
sanatını daha net bir şekilde anlayacaktır. Funakoshi' nin
bu hatıralarını sadece Karate-do çal ışan ya da çalışmayı
düşünenlere değil ayn ı zamanda Doğu kültürü ve
düşün cesiyle i lgilenen herkese gönülden tavsiye
etmekteyim.
Karatenin kökleri anlaşılmaz b i r biçimde efsanelerin

11
gizleri arkasında saklı kalmışsa da elimizde bazı bilgiler
de vardır; kökleri , gen iş ölçüde çalışı ldığı Doğu
Asya'ya uzanır, buradaki i nsanlar Budacılık, ıslamiyet,
H i nduculuk, Brahmancılık ve Taoculuk gibi çeşitli
inan ışlara bağlıdırlar. ınsanlık tarihinin akışı boyu nca ,
Doğu Asya' daki çeşitli bölgelerde farklı ke ndini
koruma sanatları izdeşlerini kazanmıştır, ancak temelde
aralarında benzerlikler vardır. Bu nedenle, karate her
ne kadar en çok çalışılan kendini koruma sanatı olsa da
(sanırım bunu söylemek doğru olacaktır) her hangi bir
yolla başka bir Doğu savaş sanatıyla ilişkilidir.
Pek çok Budacı deyiş gibi kendi kendisiyle açıkça
çelişen fakat bir karateka içi n teknik çalışmasında özel
bir anlama sahip bir deyiş vardır. Tercüme edildiğinde
şu anlama gelir, " Hareket hareketsizlikti r, hareketsizlik
de harekettir". Bu düşünce günümüz japonya'sında bile
eğitimciler tarafı ndan kabu l edilmekte , öze l l i kle
alışıldık bir kavram olması nedeniyle bu deyiş kısaltılıp
dilimizde sıfat gibi kullanılmaktadır.
Aydın lanmayı ken d i ne amaç edinmiş bir J apon
"kamını çalıştırdığını" (hara wo neru) söyleyecektir. Her
ne kadar bu deyimin geniş anlamları olsa da kökü karın
kaslarını sertleştirme i htiyacına dayanmaktadır. Bu
karate çalışmasının ön şartı olmasını yanısıra bir döğüş
tekniğidir. Bir karateka 1 karın kaslarını mükemmel dü­
zeye getirerek sadece ellerinin ve ayaklarının hareket­
lerini değil, aynı zamanda nefesini de kontrol etmeyi

1 Karate-do çalışan kişi (Ç. N.)

12
başarır. Karate, neredeyse kendini, doğanın düşman
güçlerine, vahşi hayvanlara ve düşman hemcinslerine
karşı silahsız savaşmak zorunda bulan i nsan kadar eski
olmalıdır. ı nsan kısa sü re içi n de zayıf bir yaratık
olduğunu öğrendi, doğal güçlerle olan ilşkisinde uyum
sağlamak m ü cadele etmekten dah a akı l cıyd ı .
Hemcinsiyle olan kaçınılmaz düşmanlıkla daha düzenli
olarak yüzleştikçe kendisini koruyabilmek ve eğer
şanslıysa düşm a n ı n ı yenebilmek i ç i n tekn ikler
geliştirmek zorunda kaldı. Bunu yaparken de güçlü ve
sağlıklı bir bedene sahip olması gerektiğini öğrendi . Bu
amaçla geliştirmeğe başladığı teknikler (bu teknikler
sonunda Karate-do'da bi rleştirildi) vahşi bir döğüş
sanatin ın olduğu kadar çok önemli olan kendini
koruma sanatının da unsurlarıydılar.
Japonya'da sumo kelimesine, ülkenin en eski şiir
antolojisi olan Man'yoshu ' da rastlanır. Bu dönemin
( s e k i zi n c i y ü zy ı l ) s u m o s u , sadece g ü n ü m üz
sumosunda olan te k n i k l e r i deği l , judo ve
karatedek il e ri de içermekteyd i , rah i pler karateyi
aydınlanma yolunda hareket dizisinden oluşan bir araç
olarak kullandığından beri de Budacılığın gücüyle
karate daha da gelişti . Yedinci ve sekizinci yüzyıllarda,
Japon Budacıları , Sui ve Tang saraylarına2 gittiler,
2 Sui Hanedanlığı, M.S.589'da Çin'i tekrar birleştinniş ve M.S.

618'e kadar hüküm sürmüştür. T'ang Hanedanlığı ise M.S.618-


907 yılları arasında Çin'i idare etmiştir. Japon elçileri Çin'e ilk kez
M.S.607'de gitmişlerdir, T'ang Hanedanlığının ilk dönemlerinde

13
buralarda bu sanatın Çin' deki uygulamasını gördüler ve
tekniklerinden bazı larını Japonya'ya getirdiler. Uzun
yıllar boyunca , J aponya'da karate kal ı n ta p ı nak
duvarlarının , özellikle de Zen Budist tapı naklarının
duvarlarının arkasında kapalı kaldı , samurailer tapınak
sınırları içinde antrenman yapmaya başlayıp bu sanatın
varlığını öğrenene kadar da başka kişilerce çalışılmadı.
Bugün bilinen karate , son yarım yüzyıl içinde Gichin
Funakoshi tarafından mükemmel hale getirildi.
Bu olağanüstü adam hakkı nda sayısız hoş olay
vardır, kendisi bunların bir kısm ını ilerideki sayfalarda
anlatm ıştı r. Belki bu h i kayelerden bazıları efsane
boyutuna vardırılmıştır, bazısını da Funakoshi anlatma
zahmetine girmemiştir, çünkü yaşam yolunun öylesine
içindedirler ki bunların farkında bile olmam ıştır. Asla
kendi yaşam yolundan yani samurai nin yolundan
ayrılmamıştır. Belki de Funakosh i yabancı okuyucu için
olduğu kadar savaş sonrasının genç Japonları için de
garip biri gibi görünecekti r, fakat o sadece atalarının
dini ve ahlaki prensiplerin i , Okinawa' n ı n tarihinin
yazılmasından bile önce var olan ilkeleri izlemekteydi .
Yaşlı kuşakça tabu kabul edilen şeylere dikkat
ederdi. Ö rneğin kendi sınıfından bir erkek için mutfak
yasak bölgeydi , sonradan öğrendiğime göre Funakoshi
bu yasağı asla çiğnememiştir. Çorap ya da tuvalet
kağıdı gibi dünyevi şeylerin adını ağzı na almaya
tenezzül bile etmezdi: bir kez daha komik bir şekilde

de Japon elçilerinin gönderilmesine d evam edilmiştir (Ç. N.)

14
izlediği prensipler - çünkü bunlar kirli ya da kaba şeyler
olarak kabul edilmekteydi .
Kendisinin yanında eğtim gören bizler için büyük ve
saygıdeğer bir ustaydı , fakat korkarım küçük torunu
Ichiro için (şimdi Hava Kuvvetlerinde albaydır) sadece
inatçı bir ihtiyardı. Funakosh i' nin yerde duran bir çift
çorabı farkettiği bir olayı gayet iyi hatı rlamaktayım ;
lchıro'ya doğru bir hareket yaparak " Kaldır şunları"
dedi.
lchiro ise tam anlamıyla masum bir ifadeyle, " Fakat
anlamıyorum "Şunlar" derken neyi kastediyorsun ?"
dedi.
" Evet" dedi Funakoshi , "bu, şun lar!"
" Bu , şunlar" diye karşılık verdi lch i ro . "Şunlar için
kullanılan kelimeyi bilmiyor musun?"
"Şunları hemen kaldırmanı söyledim" diye tekrarladı
Funakoshi ve lchıro da teslim olmayı kabul etmek
zorunda kaldı. Küçük tuzağı boşa çıkmıştı , büyükbabası
tüm hayatı boyunca yaptığı gibi çorap kelimesi ni
söylemeyi inatla reddetmişti .
Fu n akosh i , bu k itab ı n akışı i çi n de gü n l ü k
al ışkanlıklarından bazıların ı an latmaktadı r . Ö rneğin
sabah kalktıktan sonra yaptığı ilk şey saçını fırçalamak
ve taramaktır ki bu işlem bazen tüm bir saati
almaktadır. Bir samurainin her zaman iyi görünmesi
gerektiğini söylerdi. Kendi bakımını yaptıktan sonra
ı m paratorluk sarayına dönüp yere eği lerek selam
verird i , daha sonra Okinawa yönüne dönerek ayn ı

15
selam ı tekrarlardı. Ancak bu törenler tamamlandıktan
sonra sabah çayını yudumlayabilmekteydi.
Evet, benim amacım burada hikayesin i onun yerine
anlatmak değil kısaca onu tanıtmak. Bunu yapmaktan
dolayı çok mutlu ve gururluyum . Üstat Funakoshi Meiji
D ö n e m i ' n i n başında doğm uş , k e n d i s ı n ı fı n ı n
mükemmel bir örneğidir ve şimdi japonya'da benzeri
ilkeleri izlediğini söyleyebileceğimiz çok az sayıda
insan kalm ıştı r. Onun öğrencilerinden biri olmaktan
dolayı çok mutluyum ve artık bizi m l e beraber
olmamasını sadece üzüntüyle karşılayabiliyorum .
Genshin Hironishi, Japon
Karate-do Shoto-kai Başkanı .

16
--
----�--�--� GİRİŞ

Bundan yaklaşık kırk yıl önce, ne kadar iddialı


ol d u ğu n u şi m d i an l ad ı ğ ı m bir prog ramı
gerçekleştirmeğe giriştim: Japon halkı na, Karate-do,
"Karate'nin Yolu" diye adlandırılan o karışık Okinawa
sanatını ya da sporunu tanıtmak . Bu kırk yıl çalkantılı
geçti, seçtiğim hedef ise kolay olmaktan uzaktı; şimdi
geriye dönüp baktığımda, bu çaba içinde karşıma çıkan
en mütevazi başarıya ulaşabilmeme şaşırıyorum .
U s ta l a r ı m , m eslektaşları m , arkadaşlarım ve
öğrencilerim sayesinde artık karate-do ulus lararası
tanınmış bir spor olarak dünyadaki yeri ni ald ı , her biri
de bu k e n d i n i korum a s a n atı n ı n b u g ü n k ü
mükemmellik seviyesine ulaştırılması hedefinde sınırsız
zaman ve güç harcadılar. Benim rolüme gelince;
san ı rı m bir başlatıcıdan fazlası değildim , tören ve
ko n uşmada usta olan, zaman ı n ve şansı n doğru
anlarda görünmem için kutsadığı birisiydim .
Neredeyse hayatımın doksan yılının Karate-do'ya
adandığı n ı söylemek abartılı kaçmaz. Hastalıklı bir
bebek ve zayıf bir çocuktum; bu engelleri aşmak için

17
karate öğren meye başl amak zorunda kaldığımda
oldukça küçük bir yaştaydım. ılk başlarda karateye olan
ilgim pek fazla değildi . Gene de ilkokul dönemine
rastlayan ilk yarım yıl boyunca sağlığım dikkate değer
bir şekilde düzelmeğe başlayınca karateye olan ilgim
de arttı . Kısa sürede üzerimde büyüleyici bir etki
yaratmıştı . Bu konuda ustalaşma hedefinde kendimi
zihin ve beden , kalp ve ruh açısından şekil lendirdim .
Zayıf, kararsız, içine kapan ık bir çocuktum ; zamanla bir
erkek olmaya başladıkça kendimi güçl ü , dinç ve
dışadönük hissettim .
H ayatı m ı n doksan y ı l ı n a dö n ü p baktıkça -
ço cuklu ktan g e n çl i ğ e , o l g u n l uktan yaş l ı l ı ğ a
(kullanmaktan hiç hoşlanmadığım bir kelimedir) - bir
kez bile doktor kon trolünden geçmemiş olmam ı
kendimi Karate-do'ya adamaya borçlu olduğumu
anlıyorum . Hayatım boyunca hiç ilaç almadım ; ne h ap ,
n e şuru p , ne d e b i r iğne. B i r kaç sene evv e l
arkadaşlarım beni ölümsüz olmakla suçlamışlardı; b u
şakaya karşılık verdiğim samimi fakat basit cevap ise
vücudumun tüm hastalık ve rahatsızlıkları defedecek
kadar iyi çalıştırılmış olduğuydu .
Kanımca, insanın başına bela olan üç çeşit rahatsızlık
vardır; ateşe yol açan hastalıklar, gastro-entestin al
sistem in kötü işlemesi ve bedensel yaralanmalar.
Neredeyse değişmez bir kural olarak, kuvvetsizliğin
nedeni zararlı bir hayat tarzına, düzensiz alışkan lıklara
ve zayıf kan dolaşımına bağlanmaktadır. Ateşi olan bir
insan karate çalıştığında vücudundan çok miktarda ter

18
boşanır, kısa sürede ateşinin normale indiğini , bu
hastal ığı n ı n iyil eştiğ i n i h issedecektir. Gastrik bir
rahatsızlığı ol an bir kişi de aynı şeyi yaparsa kanının
daha rah at dolaşmasına ve böylece sıkıntısı n ı n
hafi fl em esi ne y o l açacakt ı r . Tab ii ki bede nsel
yaralanmalar başka bir konudur, fakat yeterli dikkati
gösteren ve önlem alan iyi antrenmanlı bir kişi bu
yaralanmaların bir çoğundan uzak kalabilir. Karate-do
sadece vurmayı ve tekme atmayı öğreten bir spor
değil , ayn ı zamanda hastalığa ve rahatsızl ıklara karşı
bir savunmadır.
Karate, oldukça kısa bir süre önce uluslararası bir
alanda tanı ndı , fakat karate eğitmenleri bu popülerliği
büyük bir dikkatle teşvik etmeli ve kullanmalıdı rlar.
Genç bey ve hanımların ve hatta çocukların bile sadece
kendi ülkemde değil tüm dünyada bu sporu büyük bir
istekle yaptıklarını görmek benim için çok sevindirici.
Kuşkusuz, Sangyo Keizai Shimbun'un (Ticaret ve
Endüstri Gazetesi) benden Karate-do hakkında bir kitap
yazmamı istemesinin nedenlerinden biri de buydu. ılk
başta yaşlı ve söyleyecek fazla sözü olmayan sıradan
bir vatandaş olduğumu söyledim. Gene de doğruyu
söylemek gerekirse tüm h ayat ı m ı Karate-do'ya
adad ı m , bu yüzden yayı n cı ları n bana bir tür
otobiyografi yazma izni vermesi koşuluyla gazetenin
önerisini kabul ettim.
Bu hedefi gerçekleştirmeğe giriştiğimde çoğunl ukla
s ı kıcı o l d uğum u düşün m ü ş ü m d ü r , bu yüzden
okucularımın bazı önemsiz olaylardan bahsettiğimde

19
beni affetmelerini rica ediyorum . Kitabımı çok yaşlı bir
adamın boş sözlerinin biraz fazlası olarak görmelerini
isterim . Ben kendi payıma tüm gücümü , şu yaşlı
kem ikle rimi harekete geçi rip okuyucuları m ı n da
yardımıyla, ü lke nin v e gelecek nesil lerin yararı n a ,
cennet ve yeryüzünün yüce kan ununun kapağ ı n ı
kaldırmaya adayacağım. B u emeğin sarfedilmesinde
okuyucularımın gönülden yardım ve işbirliklerin i rica
ediyorum .
Burada, editörlük yardımların dan dolayı Sankei
Dergisi ' nden H iroshi l rikata'ya ve k itabın (Japonca
baskısının) düzenlenmesindeki emeğinden dolayı da
aynı dergiden Toyohiko N ish imura'ya minnettarlığmı
bildirmeyi bir borç bilmekteyim.
Gichin Funakoshi
Tokyo, Eylül 1 956.

20
------ YOLA GİRİŞ

Tepe Perçeminin Kesilmesi

1868, Meij i iktidarı n ı n ilk yılı ve benim de


doğduğum yıl. İ mparator. şimdi Tokyo diye bilinen.
Shogun 'u n idari başkenti Edo'da günün ışımas ı n ı
izl iyordu . Ben ise, Oki nawa'nın görkemli başkenti
Shuri'nin Yamakawacho bölgesinde doğmuşum. Resmi
kayıtları karıştırma zahmetine katlanan biri , Meij i'lerin
iktidarı n ı n ü çü n cü y ı l ı n d a (1870) doğduğ um u
öğrenebilir, fakat gerçek, doğum tarihimin iktidarın ilk
yılına rastlaması ve Tokyo tıp okulunun giriş sınavlarına
kabul edilebilmem için resmi kayıtlarda değişiklik
yapmış olmamdır.
O se ne , sadece 1870 yılı nda veya daha son ra
doğanlar sınavlara kabul edilmekteydi , bu yüzden
re sm i kayı tlarla oyn am aktan başka seçeneğim
kalmamıştı . bu on ları tekrar düzenlemekten daha
kolayd ı , çünkü şimdi garip görünse bile o zaman lar
kayıt olmak bugünkü kadar zor değildi .

21
Böylece doğum tarih i m i değişti rerek sınav la ra
girdim ve kazandım, fakat daha hala Tokyo tıp okuluna
kaydolmuş değilim.
Sanırım bunun nedeni o günlerde mantıklı kabul
edi lse de günümüz de ay n ı derecede mantı k l ı
görülmeyebilir. Genç Meij i h ükümeti nin i l k yirmi yılı
içinde yaptığı pek çok reformdan biri de tepe
perçem inin yasaklanmasıdır; tepe perçemi herhangi
b i ri n i n hatırlayabileceğinden daha uzun bir süredir
Japon hayatının geleneksel bir parçası olan erkek saç
stilidir. Özel l ikle Okinawa'da, tepe perçemi sadece
olgunluğun ve erkekliğin değil aynı zamanda insan
olmanın da simgesi olarak kabul edilir. Böylesine saygı
duyulan tepe perçem i n i n tüm b i r m i llete yasak
edilmesi emredi ldiği zaman ülke çapı nda bu emre
karşı gelindi ve san ı rım başka h i ç bi r yerde bu
m ücadelenin hatları Oki nawa'da olduğu kadar katı
değildi.
Oki nawa'da , Japonya' n ı n geleceği n i n Bat ı ' n ı n
düşünceleri n i kabul etmekte yattığına i nananlar ile
bunun karşısında olanlar, hükümetin yaptığı her reform
hakkında tam bir kavga halindeydiler. Gene de hiç bir
şey Oki nawa' l ı l arı tepe pe rçem i n i n kal d ı rı l m ası
k o n u s u n da o l d uğu kadar coş k uy l a h a rekete
geçirmemiştir. Shizoku (seçkin ler) sınıfına bağlı olanlar
inatla karşı koymakta, heimin (sıradan halk) sınıfında
doğanlar ve bir kaç sh izoku ise bu yasaklama emrini
desteklemekteydiler. Bu sonuncu grup Kaiko-to
("Aydınlanma Partisi " ) diye diğer grup ise Gangko-to

22
(ke l imenin tam anlamıyla " Dik Kafalı Parti ") olarak
adlandırılmaktaydı .
Ailem nesillerdir küçük derecede bir memuriyeti
sürdürmekteydi ve tüm ai le tam bir birlik halinde ve
kesin olarak tepe perçemi n i n kesi lmesine karşıydı .
Böyle bir kanun ai lemin tüm üyelerinde nefret
uyandırm ıştı , bense herhangi bir yolu seçm ekte
kendimi yeterince güçlü hissetm iyordum . Sonuçta aile
baskısına boyun eğmiş ve tıp okulu geleneksel saç
biçiminde ısrar eden öğrencileri kabul etmediği için de
çalımsı bir tepe perçemi gibi yüzeysel bir nedenden
dolayı hayatımın bundan sonraki tüm akışı etkilenmişti .

Tabii ki , diğer herkes gibi ben de sonunda bu emre


itaat etmiştim, fakat bunun nasıl olduğuna gelmeden
önce bahsettiği m y ı l ların b i r kaç sene öncesine
gitmeliyim. Babam Gisu küçük bir memurdu ve ben de
onun tek oğluydum . Prematüre doğduğum için sık sık
hastalan bir çocuktum ve ailen i n büyükleri uzun
yaşayamayacağımı düşündüklerinden bana karşı sürekli
olarak özel b i r i htimam gösteri rlerdi . Özell ikle
büyük b a b al a rı m v e b üy ü ka n n e le r i m üze r i m e
titremekte v e beni şımartmaktaydı lar. Doğumumdan
kısa b i r süre son ra annnem i n ailesi i le yaşamaya
başlamıştı m , böylece büyükbababam bana aslında
Shizo ku s ı n ı fı ndan çocuklara öğreti len Dört Çin
Kl(siği'ni ve Beş Çin Klasiğini öğretti .
Büyükbabamlarda kaldığım yıl lar i çinde i lkokula
başladım ve bir süre sonra da sınıfımdaki çocuklardan

23
biriyle yakın arkadaş oldum. Bu arkadaşlık hayatımın
tüm akışını değiştirdi (hem de tepe perçemi nden daha
esaslı bir şekilde) , çünkü sı nıf arkadaşım Okinawa' nın
karate sanatındaki en büyük ustalarından biri olan
Yasutsune Azato'nun oğluydu.
Ü stat Azato , Okinawa'daki Shizoku ailelerinin en
yüksek sınıflarından birine bağlıydı : En yüksek sınıf
Udon 'Iardı ve Okinawadışı ndaki züm reler içinde
daimyolara3 eşit kabul edi liyorlardı , Tonosh i' ler ise
kasaba ve köylerin miras yoluyla başkanıydılar. Azato
bu ikinci gruba aitti , ailesi Shuri ve Naha arasında
bulunan Azato köyünde bu soylu konumunu
sürdürmekteyd i . Saygınl ıkları öylesine büyüktü ki ,
Okinawa'nın asıl yöneticileri Azato'ları sadece tebaları
gibi görmekten çok kendileriyle aynı mevkide bulunan
yakın arkadaşları olarak kabul ederlerdi . Üstat Azato ,
karatede tüm Okinawa'nın en iyisi olması yanında
binicilik, Japon kılıç dövüşü sanatı (kendo) ve okçulukta
da mükemmeldi. Hepsinden de önemlisi parlak bir
eğitm endi . Kendisinin dikkati ni çekmem ve tabii ki
ilk karate derslerimi onun harikulade ellerinde
almam benim için büyük bir şanstır. O zamanlar, karate
çalışmak hükümet tarafından yasaklanmıştı , bu yüzden
de gizl i ol arak çal ışılıyordu , eğitmenler gözde
öğrenci lerine bu sanatı öğrendikleri n i başkalarına
söylemelerini yasaklamaktaydı. Bu konuya daha sonra
değineceğim , şimdilik sadece, karatenin geceleri

3 Japonya'da, derebeyi ya da vali. (Ç. N.)

24
gizlice çalışılabildiğini söylemek yeterli olacaktır.
Azato'nun evi, o sırada hala yaşamakta olduğum
büyükbabamın evine oldukça uzaktı, fakat bu sanatı
öğrenmek için o kadar hevesliydim ki gece vakti
yaptığım yürüyüşleri hiç de uzun bulmazdım. İki, üç yıl
çalışma sonrasında sağlığımda çok büyük gelişmeler
olmuştu, artık o zayıf çocuk değildim. Karateyi
seviyordum, ama bunun da ötesinde mutluluğumu
arttırdığı için bu sanata karşı kendimi borçlu
hissetmekteydim ve işte bu dönemde ciddi olarak
Karate-do'yu bir hayat tarzı olarak benimsemeye
başladım.
Gene de eğitmen liği bir meslek olarak
düşünmüyordum, ancak çalımsı tepe perçemi
tartışması tıp alanında bir kariyer yapmamı
engellediğinde seçeneklerimi düşünmeye başladım.
Çocukluğumdan beri hem büyükbabam hem de Azato
tarafından Çin klasikleri ile büyütüldüğüm için bu
bilgiyi bir okul öğretmeni olarak kullanmaya karar
verdim. Seviye sınavlarına girdim ve bir ilkokulda
öğretmen yardımcısı oldum. ılk kez 1888'de yirmi
yaşımdayken bir sınıfta görev aldım.
Fakat tepe perçemi hala kaldırılmaya çalışılmaktaydı
ve bir öğretmen olarak görev alabilmem için de tepe
perçemimi kesmek zorundaydım. Bu sebep bana
oldukça geçerli göründü. Japonya büyük bir karışıklığın
eşiğindeydi; her yerde, hayatın her alanında büyük
değişiklikler oluyordu. Bir öğretmen olarak, günün
birinde ülkemizin kaderini yönlendirecek, eski ve yeni

25
Japonya arasındaki gittikçe büyüyen geniş uçurumda
bir köprü kuracak geç neslimize yardım etme
zorunluluğunda olduğumu düşünüyordum. Resmi
bildirideki, tepe perçeminin artık geçmişte kalan bir anı
olduğu yolundaki görüşe ise katılmıyordum. Gene de
ailemin yaşlı üyelerinin ne diyeceklerini düşündükçe
titremeden edemiyordum.
O zamanlar, okul öğretmenleri resmi üniformalar
giymekteydiler (bu üniformalar son savaştan önce
Asiller Okulu öğrencilerinin giydiklerine benzemezdi);
boyuna dek düğmeli koyu bir ceket, hoş bir çiçek süslü
pirinç düğmeler ve gene üzerinde çiçek motifli hoş bir
nişan olan kasket. Bu üniformayı giymiş ve tepe
perçemini kesmiş olarak bir ilkokulda öğretmen
yardımcısı göreviyle işe başladığımı söylemek için
ailemi ziyarete gittim.
Babam gözlerine inanamadı. "Ne yaptın kendine
böyle?" diye öfkeyle bağırdı, "Sen, bir samurainin
oğlu!". Annem ondan da çok kızmıştı, benimle
konuşmayı reddetti. Arkasını dönüp arka kapıdan evi
terketti ve ailesinin evine kaçtı. Tüm bu karmaşının
günümüz gençliğine inanılmaz derecede komik
geldiğini tahmin edebilmekteyim.
Gene de iş işten geçmişti. Ailemin hararetle karşı
koymasına rağmen bundan sonraki otuz yıl boyunca
yürüteceğim mesleğime başladım. Gündüzleri okulda
öğretmenlik yapıyor ve sonra da karate için koyulan
yasak halen geçerli olduğu için geceleri gizli yolumda
ilerliyor, ay olmadığı zamanlarda da ışığı zayıf bir fener

26
taşıyarak Üstat Azato'nun evine gidiyordum. Bir süre
sonra her gece çıkıp da gün ağarmadan eve
döndüğümü gören komşular nereye gittiğim ve ne
yaptığım hakkında kendi aralarında tartışmaya
başladılar. Bazıları da bu bilmecenin tek cevabının
genelev olduğuna karar verdiler.
Gerçek ise tamamen farklıydı. Her gece Azato'nun
evinin arka bahçesinde ve ustamın gözetiminde, bir
katayı4 haftalar hatta aylar boyunca hocamı tatmin
edecek derecede ustalaşıncaya kadar defalarca
tekrarlardım. Bir tek katanın bu kadar çok tekrarlanması
benim için yorucuydu, hatta insanı öfkelendirir ve bir
bakıma da utandırırdı. Kimi zaman Azato'nun evinin
arka bahçesindeki dojonun zemini üzerinde bitkinlikten
yığılır kalırdım. Fakat eğitim zorluydu, Azato çalıştığım
katayı yeterince anladığıma kanaat getirinceye dek bir
başka kataya geçmeme izin verilmiyordu.
Yıllar geçip de gözle görülür biçimde ilerlediğimiz
halde biz dışarıda çalışırken o, balkonda hakamasını 5
giymiş, bir sopa gibi dimdik otururdu. Çoğunlukla
yorgunluktan bitkin bir halde, kendimi feneri bile
söndüremeyecek kadar güçsüz hissederdim.

4 Önceden düzenlenmiş bir seri savaş tekniği. Savaş sanatçısı­


nın sanatında ulaşmış olduğu ustalık düzeyi genellikle kata'yı uy­
gulayış biçiminden anlaşılır (Ç.N.).

5 Eteğe benzeyen bir tür pantalon (Ç.N.).

27
Bir katayı bitirdikten sonra onun yargısını duymak
istiyordum. Bu ise her zaman kısa ve özdü.
Tekniğimden memnun kalmazsa mırıldanır ve 'Tekrar
yap" ya da "Biraz daha!" derdi. Biraz daha, biraz daha,
hep biraz daha, terden sırılsıklam olana kadar: Bu,
onun bana, hala öğrenecek ve ustalaşacak bir şeyler
olduğunu söyleme yoluydu. ılerlememi tatmin edici
bulduğundaysa düşüncesini tek bir kelimeyle
belirtirdi: "Güzel!". Bu tek kelime onun en büyük
övgüsüydü. Bu kelimeyi bir kaç kere duyana kadar
kendisinden yeni bir kata öğretmesini istemeye asla
cesaret edemezdim.
Fakat çalışmamız günün erken saatlerinde sona
ediğinde çok değişik türde bir eğitmen olurdu.
Karatenin özü üzerine teorik dersler verir ya da dikkatli
bir ebeveyn gibi bir ilkokul öğretmeni olarak hayatımın
nasıl olduğunu sorardı. Gece sona ererken fenerimi alır
ve komşularımın şüpheli bakışları altında, geçirdiğim
günden memnun olarak eve dönerdim.
Burada, Azato'nun yakın arkadaşı olan, Okinawa'lı
bir Shizoku ailesine bağlı ve karatede Azato kadar usta
sayılan bir kişiden de bahsetmeden geçemeyeceğim.
Bazen, aynı anda iki ustanın, Azato ve ltosu'nun
gözetimi altında çalışırdım. Bu durumda ikisi arasındaki
konuşmaları dikkatle dinlerdim, böylece bu sanatın
bedensel olduğu kadar düşünsel yanları hakkında da
pek çok şey öğrenmekteydim.
Bu iki büyük usta olmasaydı bu gün çok farklı bir
insan olurdum. Hayatımın seksen yılı boyunca bana

28
mutluluk veren bu yolda beni yönlendirdiği için
kendilerine olan minnettarlığımı ifade edecek söz
bulamıyorum.

Boş Laflan Ayırt Etmek

Burada söze başlarken öncelikle karatenin ne


olmadığı hakkında kısa bir yorum yapmanın gerekli
olduğuna inanıyorum, çünkü son yıllarda bu konuda
çok fazla saçmalık yapıldı. Daha sonra, gerekli olan
yerde, karatenin gerçekte ne olduğunu anlatacağım.
Fakat daha ileri gitmeden, bu sanatın asıl doğasını
karanlıkta bırakmaya devam eden bazı yanlış
anlamaları düzeltmek istiyorum.
Örneğin bir keresinde, uzman olduğunu iddia eden
birinin, kendisini şaşkınlık içinde izleyenlere "karatede,
nukite adında bir katamız var" dediğini duymuştum. Bu
sözde uzman kişi, "Bir adam, bir elinin beş parmağını
kullanarak rakibinin göğüs kafesini delebilir, kemiklerini
tutup vücudundan dışarı çıkarabilir: Tabii ki bu,
öğrenilmesi çok zor bir katadır. " diye de sözlerine
devam etmiştir; "bunun için öncelikle, her gün, saatler
boyu, binlerce kez parmaklar fasulye dolu bir kaba
daldırılmalıdır. ılk başta, parmaklar bu egzersiz
yüzünden yaralanıp kanayacaktır. Sonraları zamanla
kan pıhtılaşacak, el acayip bir şekilde form
değiştirecektir.

29
"Elbette ki zamanla acı hissi kaybolacaktır. Sonra,
kap içindeki fasulyelerin yerini kum almalıdır, kum
daha sert olduğu için parmaklar daha büyük bir
dirençle karşılaşacaklardır. Gene de çalışmalar
ilerledikçe, parmaklar kolaylıkla kumu geçip kabın
dibine ulaşabilecektir. Kumlardan sonra sıra çakıl
taşlarına gelir, bunda başarılı olabilmek için uzun bir
çalışma süresi gerekmektedir. Son olarak kurşun
saçmalar kullanılır. Uzun ve ağır çalışma döneminden
sonra, sonunda, parmaklar sadece kalın bir kereste ya
da tahta levhayı parçalayacak kadar değil, ayrıca az bir
zorlukla ağır bir taşı ezecek ya da bir aygırın bile
derisini delebilecek kadar güçlü hale gelir. " diye de
yöntemi açıklamıştır.
Kuşkusuz, bu garip açıklamayı duyanların birçoğu
buna inanmışlardır. Birçok karate öğrencisi, şu veya bu
şekilde çeşitli mitler yaratma yoluna gitmektedirler.
Örneğin bu sanata tamamıyla uzak biri bir ustaya şöyle
bir soru yöneltebilmektedir: "Sizin karate çalıştığınızı
biliyorum. Söyleyin, gerçekten de parmaklarınızla
büyük bir kayayı parçalayabilir misiniz? Parmaklarınızla
bir insanın karnını delebilir misiniz?" Usta, her iki olayın
da imkansız olduğunu söylemeli, gerçeği tüm
çıplaklığıyla ortaya koymalıdır. Gene de bazı ustalar, ya
da ustalık taslayanlar, umarsamazca omuz silkmekte ve
"Eee, bazen ben ... " diye mırıldanmaktadırlar. Sonuç
olarak, soruyu soran kişi tamamıyla yanlış ve kendisini
bu sanattan soğutan bir fikir edinir; biraz da korku ile
ustanın insanüstü güçleri olup olmadığını merak eder.

30
Gerçekte ise bu hünerli konuşmacı karate şevki ile
abartmakta ve bu sanatın özünü saptırmaktadır.
Kuşkusuz kendisini dinleyenleri büyülemeyi ve onları
karatenin müthiş bir şey olduğuna inandırmayı
başaracaktır. Fakat söyledikleri tamamıyla gerçek
dışıdır ve bunu kendisi de bilmektedir. Kendisine
bunları neden anlattığı sorulduğunda ise, "Kulağa hoş
geliyor" diye cevaplamaktadır.
Belki de, uzak geçmişte, bu tür mucizevi hünerleri
olan karate uzmanları vardı. Bunu ispat edemem, fakat
oldukça geniş bilgime dayanarak okuyucularıma, ne
kadar uğraşırsa uğraşsın, insanın doğal kemik gücünü
aşabilmiş yaşayan biri olmadığını garanti ederim.
Gene de, daha başka şeyler iddia eden bazı ustalar,
"Karatede güçlü ellere sahip olmak esastır. Bunun için
saatler boyu çalışmak gerekir. Bunun en iyi yolu, her iki
elin de parmak uçlarını kullanarak, tercihen kum gibi
bir şeyle dolu ağır kovaları kaldırmak ve bunları kendi
çevrelerinde bir çok kez döndürmektir. Bu yolla ellerini
en üst düzeyde güçlendiren kişi, rakibinin etini
kolaylıkla şeritler halinde kesebilir" iddiasındadır.
Ne saçmalık! Birgün böyle bir adam benim dojoma
geldi ve bana insan etini şeritler halinde kesmenin
sırrını öğretmek istedi. Kendisinden bunu benim
üzerimde göstermesini rica ettim, fakat sonunda tek
bir morluk bile bırakamadan sadece etimi biraz
acıtabilmeyi başaabildiğinde gülünç duruma düştü.
Gene de, güçlü bir elin karateci için büyük bir avantaj
olduğunu söylemek yanlış olmaz. Okinawa'daki evinin

31
saçaklarına asılarak dolaşan bir adam duymuştum.
Büyük bir beceri sayılmaz, Okinawa evlerini bilen
herkes bunu yapabilir. Üstat ltosu'nun kalın bir bambu
ağacı gövdesini eliyle parçaladığını gözlerimle
gördüm. Bu, büyük bir şey gibi görülebilir, fakat bence
elinin olağanüstü gücünü sadece çalışmayla elde
etmemişti, doğuştan sahip olduğu bu gücü çalışarak
arttırmıştı. Herhangi biri, yeterli çalışma sonrasında
güce dayalı olağanüstü başarılar gösterebilir, ama öyle
bir noktaya gelir ki artık buradan daha ileri gidemez.
ınsanın bedensel gücünün de kimsenin geçemediği bir
sınırı vardır.
Karate uzmanlarının, ellerinin bir vuruşu ile kalın bir
tahtayı ya da bir kaç kiremiti birden kırabildikleri
doğrudur, fakat okuyucularıma herhangi birinin de
yeterli derecede antrenman yaptıktan sonra aynı şeyi
yapabileceğini garanti ederim. Bu hiç de olağanüstü
bir başarı değildir.
Karatenin gerçek ruhu ile de ilgisi yoktur; bu,
sadece, çalışma sonucu bir insanın erişebileceği gücün
bir gösterimidir. Hiçbir gizemli yanı yoktur. Karateye
yabancı olan insanlar bana sık sık, bir ustanın
derecesinin bir el darbesiyle kırabildiği kiremit ya da
tahta sayısına bağlı olup olmadığını sormaktadırlar.
Tabii ki bu ikisinin arasında hiçbir bağlantı yoktur.
Karate, savaş sanatları içinde en seçkin olanlardan birisi
olmasına rağmen, çıplak elle kırabildiği kiremit ya da
tahta sayısıyla övünen, insan etini şeritler halinde
kesebildiğini iddia eden karate ustalarının gerçekte

32
karatenin ne olduğu hakkında çok az fikirleri vardır.

Öğretmen

Akademik kariyerime başladığım zamanlarda,


ilkokul öğretmenleri arasında dört ayrı sınıflama vardı;
yeni başlayan öğrencilere gidenler, daha yüksek
derecedeki sınıflarda öğretmenlik yapanlar, özel
kurslarda görev alanlar ve asistanlık yapanlar. O
sıralarda, dört yıllık ilk öğretim zorunluydu. ılk
kategorideki öğretmenler birinci ve ikinci sınıfları
alırken, daha üst kategorideki öğretmenler zorunlu
olan son iki sınıfta ders verirlerdi, üçüncü ve dördüncü
kategoridekiler ise zorunlu olmayan daha üst sınıflara
(beşten sekize kadar) giderlerdi. Önceleri, bir asistan
olarak ücrete bağlanmama rağmen kısa bir süre sonra
bir üst düzeyde öğretmenlik yapmamı sağlayan
sınavları geçtim. Böylece, Okinawa Eyaleti'nin idari
merkezi Naha'ya atandım. Aslında bir terfi olan bu
atama, bence karate çalışmak için daha fazla zaman ve
daha fazla fırsat demekti; kendimi çok şanslı
hissediyordum. Daha sonraları daha üst sınıflara
öğretmenlik yapmakla da yetkili kılındım. Gene de, bir
öğretmen yetiştirme okulundan mezun değildim ve
Okinawa eğitim sisteminde bu tür okullardan mezun
olmuş bir çok kişi vardı; bundan sonraki terfimin daha
uzun sürede olacağını anlamıştım.En sonunda, okul

33
müdürüm bir üst seviyeye geçmemi önerdi. Bu özel
atamayı göz ardı ettim, çünkü bunu kabul etmek sınır
dışı bölgelere ya da açık denizdeki uzak adalara
gitmem ve dolayısıyla da karate hocalarımdan ayrı
kalmam demekti. Bunu kabul etmem
olanaksızdı.Aslında, üstlerimin Naha'da kalmama izin
vermesinin başka bir nedeni daha vardı ki bu bizi gene
tepe perçemi hakkındaki tartışmaya götürür.
Öğrencilerimden bir çoğunun ailesi Dik Kafalı Parti'nin
sadık destekleyicisiydiler ve Meiji ıktidarı'nın
yirmidördüncü ya da yirmibeşinci yılında olmamıza
rağmen ( 189 1 veya 1892) hükümetin tepe perçemini
yasaklayan emri Okinawa'da etkili olmamıştı. Madem
ki benim ailem Dik Kafalı Parti'yi desteklemekteydi,
ben de hükümetin emrine karşı gelmeyi kışkırtan bu
heyecanı paylaşmalıydım. Aynı zamanda, gerçekten
de Japon yaşam tarzının her alanında değişiklikler
yaratan büyük reformların farkında olduğum için bu
konunun o kadar da önemli o lmadığını
düşünmekteydim.
Eğitim Bakanlığı ise olayları aynı sekilde
değerlendirmiyordu. Okinawa'da kendi arzusuna karşı
oluşan direnişten çekinerek, adadaki her öğrencinin
tepe perçemini kesmesini emretti. Bu sanıldığı kadar
kolay değildi, tepe perçemini kesmemekte direnen
birçok. çocuğun ilkokula girişleri olabildiğince
ertelenmekteydi. Sonuçta, çok geçmeden bu inatçı
çocukların, makas kullanan öğretmenleri için kolay
birer rakip olmadıkları ortaya çıktı. Bu çocukların çoğu

34
Okinawa'da hala gizlice yapılan karate ile
uğraşmaktaydılar. Bu çocuklara isteklerini kabul
ettirmeye çalışan ilkokul öğretmenlerinin ellerindeki
makasın tamamen yararsız olduğu durumlar
olmaktaydı.
Bu sebeple, karateye y abancı olmayan
öğretmenlere karatede usta olan ve tepe perçemini
kesmemekte direnen öğrencilerle başa çıkma görevi
verilmişti. Sıkı bir itişme sonrasında, gözlerinde
yaşlarla ve bu insanlık simgesini yağmalayanları
yoketmekten başka birşey yapmak istemezcesine
yumrukları sıkılmış bir biçimde nefret ettikleri makasa
teslim edilmiş öğrencilerin görüntüsü hala
hatırımdadır. Kısa bir süre içinde çocuklarımızın
hepsinin kafaları traşlandı. Böylece tepeperçemi
tartışmasının heyecanı da ebediyen yok oldu.
Ben de bu arada, çeşitli hocaların eğitimi altında, hiç
durmaksızın karate çalışmaya devam ediyordum;
çıplak elle yaş bir ağacın kabuğunu soyabilen Üstat
Kiyuna; adada Konfiçyus öğretisini en iyi bilenlerden
ı:.biri olan Naha'lı Üstat Toono; sağduyusu beni derinden

etkilemiş olan Üstat Niigaki; daha sonra kendisinden


bahsedeceğim en büyük karetekalardan biri olan Üstat
Matsumura. Tabii ki, ilk iki ustamı da ihmal ettiğimi
söylemiyorum. Tersine, onlarla olabildiğince çok
zaman geçiriyordum ve onlardan karatenin haricindeki
başka pek çok şey öğreniyordum.
Örneğin, Üstat Azato, politik olayları çok akıllıca
değerlendiren biriydi. Bir gün bana; "Funakoshi, Trans-

35
Sibirya demiryolu tamamlandıktan sonra, Japonya ve
Rusya arasındaki savaş kaçınılmaz olacaktır." dediğini
hatırlıyorum. Bu sözleri, iki ülke arasındaki savaşın
1904'te patlamasından yıllarca önce söylemişti. Bir
zamanlar olası gördüğü şey gerçekleşmişti, savaş
patlak verdiğinde ise Azato'nun politik konulardaki
kavrayışı ve uzak görüşlülüğü b eni derinden
etkilemişti. Meiji iktidarı döneminde, Okinawa valisine
yeni kurulan hükümetle tam bir işbirliği içinde olmayı
öneren de gene oydu ve tepe perçemi için konan
yasak resmen açıklandığında da buna ilk itaat edenler
arasındaydı.
Azato, Jigen kendo okulunun en büyük kılıç
ustalarından biriydi. Yersiz hiçbir övünmeye
başvurmaya gerek duymadan kılıç kullanmaktaki
yeteneğinden son derece emindi. Bir keresinde "İlkede
benimle ölümüne bir düello yapmak isteyen herhangi
birine yenilmeye razı olacağımdan oldukça şüpheliyim"
dediğini duymuştum. Azato, kendisine olan bu
güvenini daha sonraları, Okinawa'nın en ünlü kılıçla
dövüş ustalarından Yorim Kanna ile karşılaştığında
oldukça iyi bir şekilde kanıtlamıştı.
Kanna, son derece gelişmiş kol ve omuzlara sahip,
olağanüstü derecede kaslı bir adamdı; hatta halk
arasında omuz kaslarının iki adet efsanevi tepe olduğu
söylenirdi. Yiğit ve son derece korkusuz biriydi, savaş
sanatlarındaki ününü gerçekten haketmekteydi. Ayrıca
çok da bilgili bir adamdı, kendi kendine Japon ve Çin
klasiklerini öğrenmişti. Açıkçası, Azato için büyük bir

36
lokma olduğu düşünülebilirdi.
Neyse; Kanna, o meşhur karşılaşmada Azato'ya
keskin bir bıçakla saldırdı, fakat silahsız rakibinin
becerikli bir el darbesiyle hem bıçaklanmaktan kurtulup
hem de kendisini dizleri üzerine çökerterek saldırıyı
boşa çıkardığını görünce büyük bir süprizle karşılaşmış
oldu. Azato'ya o sırada ne olduğunu sorduğumda ise,
Kanna'yı, yenilmez ve korkusuz olmasından gelen ünü
sayesinde rakibini daha karşılaşma başlamadan
korkutabilen ve böylece rakibini çabucak öldürebilen
gerçekten de usta bir kılıç dövüşçüsü olarak tanımladı.
Fakat, rakibi korkmayı reddeder, soğuk kanlı kalır ve
Kanna'nın savunmasındaki açıkları ararsa zafere
ulaşmasının da çok zor olmadığını söyledi. Azato'nun
diğer tüm rehberlikleri gibi bu öğütün de benim için
olan büyük önemi ileride kanıtlanacaktı.
Özdeyişlerden biri de "Karate çalıştığın sırada
kollarını ve bacaklarını bir kılıç gibi düşün" idi.
Gerçekten de Azato'nun karate gösterileri bu felsefenin
örnekleri ile doluydu. Bir keresinde, bir adam ona
ippon-ken (tek ve düz bir yumruk)'in anlamını ve
uygulanışını sormuştu. Azato sakince, "bana vurmayı
dene" diye cevap verdi. Adam denileni yaptı, fakat göz
açıp kapayıncaya kadar darbe bertaraf edildi ve
Azato'nun yumruğu adamın karın bölgesine doğru
uzanıp, neredeyse bir kağıt kalınlığı mesafede durdu.
Bütün bu hareketin hızı inanılmaz ölçüdeydi. Soruyu
soran kişi, bu yumruk gerçekte karın boşluğuna
çarptığı taktirde kendisini öldüreceğini anlamadan

37
önce gözlerini dahi kırpmaya vakit bulamamıştı.
Azato, o sıralar Okinawa'da yaşayan tüm karate
uzmanları hakkında ayrıntılı bilgiye sahipti, bunlar
arasında isim ve adres gibi bilgiler haricinde, bu
ustaların yetenekleri, kendilerine özgü teknikleri ve
hangi yanlarının güçlü, hangi yanlarının güçsüz olduğu
gibi bilgiler de vardı. Bana, rakibinin yeteneği ve teknik
ustalığı hakkında bilgi edinmenin dövüşün yarısı
olduğunu söyler ve eski bir Çin atasözünü aktarırdı;
"Zaferin sırrı hem kendini hem de düşmanını tanımakta
yatar."
Hem Azato hem de yakın dostu Itosu en azından,
yüce bir niteliği paylaşmaktaydılar; diğer ustalar
hakkında en ufak bir kıskançlık bile duymazlardı. Beni,
tanıdıkları hocalarla tanıştırırlar ve o hocanın sevdiği
her tekniği öğrenmemde ısrar ederlerdi.
Deneyimlerine göre, sıradan karate hocaları,
öğrencilerinin diğer okulların karate hocalarından ders
almalarına izin vermeye pek istekli değildirler, fakat bu
davranış, Azato ve Itosu'ya tamamiyle uzaktı.
Bana hiçbir şey öğretmediyseler en azından, bir
insan olarak her hareketlerinde gösterdikleri alçak
gönüllülük örneklerinden yararlanabildim. Kendileri
hakkında anlatılan ve karateyle ilgili "kahramanca"
işlerini hiç de hoş bir şekilde anmazlar, bunları
gençliklerinden kalmış "vahşice işler" olarak niteler ve
bir kenara iterlerdi.
Bu iki adamın paylaştıkları özelliklerin en

38
ilginçlerinden biri de aynı ön ada sahip olmalarıydı:
Yasutsune. Fakat felsefi olarak karateye bakış açıları
oldukça değişikti ve bedensel özellikleri de
birbirlerinden farklıydı. Usta Azato, uzun bir boya,
geniş omuzlara, keskin gözlere ve eski samurailere
benzer bir çehreye sahipken, Usta !tosu orta boyda,
bira fıçısı gibi büyük ve yuvarlak bir göğüs kafesine
sahip biriydi. Uzun bıyıklarına rağmen daha çok iyi
huylu bir çocuk görünümü vardı. Bu aslında, kolları ve
ellerindeki olağanüstü gücü belli etmeyen bir
görünümdü. Ne zaman Azato ile Okinawa tarzı bilek
güreşi yapmaya kalksalar hep galip gelirdi. Bu özel
spor biçiminde iki rakip yumruklarını sıkar ve bileklerini
birbirlerine çaprazlamasına dayarlardı; bilek güreşinin
Tokya'da yapılan biçiminde olduğu gibi birbirlerinin
ellerini kavramazlardı. Azato, gücü tamamen
tükendiğinde, acı acı iki elini kullansa bile Itosu'yu asla
yenemeyeceğini mırıldanırdı.
Gerçekten de, !tosu, tüm vücudunu neredeyse
yenilmez olacak biçimde, çok iyi çalıştırmıştı. Bir
keresinde, Naha eğlence merkezindeki bir lokantaya
tam gireceği sırada güçlü kuvvetli bir genç kendisine
arkadan saldırmış ve vücuduna sert bir darbe vurmaya
yeltenmiş. Fakat, !tosu, vücudunu bile çevirmeden,
karın kaslarını öyle bir sıkmış ki darbe vücudundan geri
sekmiş ve aynı anda da sağ eli saldırganın sağ bileğini
kavrayı vermiş. Kafasını bile çevirmeden, adamı
sakince lokantadan içeri sürüklemiş.
İçeride, korkuyla kendisine bakan garson kızdan

39
yiyecek ve şarap getirmesini istemiş. Hala adamın sağ
bileğini tutarak sol elindeki bardağından bir yudum
şarap almış, sonra saldırganı yanından önüne doğru
çekmiş ve ona ilk kez göz atmış. Bir süre sonra da
gülümseyip "Bana karşı ne garezinin olduğunu
bilmiyorum, fakat beraber birşeyler içebiliriz. " demiş.
Bu davranışı karşısında genç adamın içine düştüğü
şaşkınlık hayal etmek zor olmasa gerek.
Itosu'nun, gene bir Okinawa karate okulunda hocalık
yapan atılgan ve genç bir adam ile olan ünlü bir
karşılaşması daha vardır. Doğuştan kavgacı ve
gücünden çok emin olan bu gencin, kuytu köşelerde
gizlenmek ve yalnız başına dolaşan birini gördü mü de
bu zavallı adama sataşmak gibi kötü bir huyu vardı. Bu
özgüveni onu sonunda, Üstat Itosu'nun tüm gücüne
rağmen beklemediği bir anda saldırdığı takdirde
Itosu'yu yenebileceğine inandırıp kendisiyle
karşılaşmaya dek götürdü. Bir gece, Itosu'yu sokakta
takip edip gizlice yaklaştıktan sonra ustamın arkasından
en kuvvetli yumruğunu vurmaya kalkışmış. Bunun
hiçbir etki yaratmadığını görüp şaşıran genç kabadayı
dengesini kaybetmiş ve aynı anda da sağ bileğinin
mengene kadar güçlü bir pençe tarafından
kavrandığını hissetmiş. Genç adam diğer eliyle kendini
kurtarmaya kalktıysa da tabii ki başaramamış. ltosu'nun
ellerinin kuvveti Okinawa'da çok ünlüydü; daha
önceden de söylediğim gibi tek eliyle kalın bir bambu
sapını parçalayabilirdi.
!tosu, arkaya bakmaya zahmet bile etmeden genç

40
adamı tutarak yürümüş. Tamamen yenildiğini anlayan
genç ise ustadan bağışlanmasını dilemiş. "Fakat sen
kimsin?" diye sormuş yavaşça Itosu.
"Ben Goro'yum" demiş genç. Bu kez Itosu, ona ilk
kez bakmış.
"Ah!" diye mırıldanmış, "Benim gibi yaşlı bir adama
böyle oyunlar oynamaya kalkışmamalısın" demiş ve
böylece onu bırakıp uzaklamış.
Bu iki hocamı ve karate hakkındaki farklı felsefelerini
düşündükçe, zihnimde canlı resimler cirit atmakta.
Azato bana "Kollarını ve bacaklarını kılıç gibi gör"
derken, ltosu, vücudumu, ne kadar güçlü olursa olsun
her türlü darbeye dayanacak şekilde çalıştırmamı
önerdi. Tabii ki, demek istediği, sadece vücumu bir çivi
kadar sert olana dek çalıştırmam gerektiği değildi,
ayrıca her gün çeşitli karate tekniklerini de
tekrarlamalıydım.
Itosu'nun bir grup gencin saldırısına uğradığı,
oldukça bilindik bir olayı hatırladım şimdi, kısa bir süre
içinde serserilerin hepsi de kendilerinden geçmiş bir
vaziyette yere serilmişdi. Itosu'nun tehlikede
olmadığını gören bir görgü tanığı da hemen koşup
olayı Azato'ya anlattı. Adamın sözünü kesen Azato ise
"Ve alçakların hepsi de kendilerinden geçmiş olarak,
yüzüstü yere serildiler, değil mi?" dedi. Şaşıran tanık,
bunun doğru olduğunu kabul etti, fakat Azato'nun
bunu nasıl bildiğini öğrenmek istedi.
"Çok basit. Hiçbir karate ustası arkadan saldıracak

41
kadar korkak olamaz. Ve karateye yabancı biri önden
saldıracak olursa, sonuçta arka üstü yere düşer, fakat
ltosu'yu tanırım; yumrukları saldırganları yüz üstü
devirir. Onlardan biri yaşıyorsa oldukça şaşırırım." diye
cevapladı üstat.
Bir gece ise, !tosu, bahçe kapısından gelen bazı
şüpheli gürültüler duyarak uyanmış. Sezsizce,
gürültünün geldiği tarafa doğru gidince, birinin
kapısının kilidini zorlamaya çalıştığını anlamış. Bir an
bile beklemeden tek bir yumrukta kapının tahta
perdesini parçalamış. Hemen ardından elini delikten
içeri daldırıp bu olası hırsızın bileğini kavramış.
Normalde, ortalama bir karateka yumruğuyla kalın
tahta perdede bir delik açsaydı, delik çentikli olur ve
tahta da bir yöne doğru yarılıp parçalanırdı. Bu özel
durumda ise kapıda sadece yuvarlak bir delik açılmıştı,
bunun doğruluğundan eminim çünkü olayı bana
Azato'nun kendisi anlattı.
Bu iki ustamın bana yaptıkları iltifatın her zaman
bilincinde oldum. Dönüşte, sadece onların değil, bana
eğitmenlik yapan tüm hocalarım onuruna bir tören
yaptım, bu töreni her karate öğrencisine tavsiye
ederim: Her hocam için ayrı hazırlanmış Budacı
sunakta bir tütsü yakarım ve eğitimli vücudumu kötü
bir amaç uğruna kullanmamak için kendi kendime
yemin ederim. Sanırım, bu yemin sayesindedir ki
evlenip çoluk çocuk sahibi olduktan sonra bile
ailelerinden biri sayıldım ve büyük onur duyduğum bu
durum iki yaşlı adamın ölümüne kadar sürdü.

42
Çocuklarımı sık sık evlerine götürürdüm, böyle
zamanlarda çocuklara bazı katalar gösterirler ve onları
da aynı şekilde eğitirlerdi. ıki usta, çocuklarıma,
bütçemin almama izin vennediği türde tatlılar ikram
ederlerdi (o zamanlar yapabildiğim en iyi şey ara sıra
tatlı patatesti!). Ustalarım gençleri severlerdi ve onlara
kendi çocuklarına davrandıkları gibi davranırlardı. Kısa
sürede, tıpkı benim çocukken yaptığım gibi gençler
de kendili başlarına onları ziyaret etmeye başlardı. Ve,
benim gibi onlar da karateyi severlerdi.
Şimdi, geriye dönüp baktığımda, benim ve
çocuklarımın, her iki neslin de, bu iki ustanın
öğrettiklerinden olağanüstü derecede yararlandığımızı
görüyorum. Duyduğum minnettarlığı açıklayacak
sözleıi nasıl bulabiliıim ki?

43
------- SİLAH KULLANMADAN

Önemli Bir Ders

Zaman zaman ders aldığım Okinawa'lı ustalardan


biri olan. Üstat Matsumura hakkında anlatılan ünlü bir
hikayede, kendisinin bir müsabaka sırasında bir başka
karate ustasını nasıl tek bir darbe bile vurmadan
yendiği konu edilmektedir. Bu hikaye öylesine ünlüdür
ki neredeyse bir efsane haline gelmiştir, ancak
karatenin gerçek anlamını benzersiz bir biçimde
açıkladığı için bu hikayeyi burada tekrar anlatmam
gerektiğine inanıyorum.
Bu hikayeye, günlük kullanım eşyaları üzerine
bezemeler kazıyarak hayatını kazanan Naha'lı bir
adamın mütevazi dükkanından başlamaken doğrusu
olacaktır. Bu adam, kırkıncı yaş gününü geride
bırakmasına rağmen hala gücünün doruğundadır;
boynu bir boğanınki kadar kalındır. Kimonosunun kısa
kolları altında kasları şişip oynamaktadır ve dolgun
yanaklı yüzü bronzlaşmıştır. Açıkçası alçakgönüllü bir

45
zanaatkar olmakla beraber, dikkat çekici biridir.
Bir gün dükkanına, tamamıyla faklı bir vücut
yapısına sahip olmasına rağmen büyük bir dövüşçü
ruhuna sahip olduğu anlaşılabilen bir adam girer.
Yontucudan daha gençtir, yirmili yaşlarının sonundadır,
fakat kesinlikle otuzunda değildir, vücut yapısı yontucu
kadar iri olmamakla beraber oldukça etkileyicidir.
Oldukça uzun boyludur, en azından 1 . 80 m
boyundadır, fakat en çarpıcı yanı gözleridir; tıpkı bir
kartalınkiler gibi keskin ve delici bakmaktadırlar.
Yontucunun küçük dükkanına girdiğinde ise solgun ve
kederli görünmektedir.
Yumuşak bir sesle, yontucuya, uzun saplı piposunun
pirinçten ucuna kazıma bir bezek istediğini söyler.
Yontucu, pipoyu eline aldığında, ziyaretçisinden
daha alt bir sınıfa ait olduğundan dolayı oldukça kibar
ifadeyle şöyle der "Özür dilerim efendim, fakat siz
karate hocası Matsumura değil misiniz?"
"Evet" diye kısa bir cevap gelir. "Neden sordun?"
"Ah! Yanılmadığımı biliyordum! Uzun zamandır
sizinle karate çalışabilmeyi umut ediyordum." Fakat
genç adamın cevabı kısadır; "Özür dilerim, artık hocalık
yapmıyorum". Yontucu ise israr eder; "Klanın başkanına
karate öğretiyorsunuz değil mi?" diye sorar. " Herkes
ülkedeki en iyi karate eğitmeni olduğunuzu söylüyor".
"Gerçekten de onu eğitiyordum" diye acı acı cevap
verir genç ziyaretçi; "Fakat başka kimseyi eğitmiyorum.
Aslında artık klan başkanına da karate öğretmiyorum."

46
Doğruyu söylemek gerekirse, artık karateden usanmış
durumdayım!" diye patlayı verir.
"Bu söylediğiniz inanılmaz bir şey" diye bağırır
yontucu; "sizin çapınızda bir insan karateden nasıl
bıkabilir? Bunun sebebini bana söylemek inceliğinde
bulunur musunuz?"
Genç adam, "Başka hiçbir yerde Klan başkanına
karate öğretirken harcadığım çabadan fazlasını
harcayamazdım Gerçekte, ona karate öğretmeye
çalışırken işimi kaybettim" diye mırıldanır.
"Anlamıyorum" der yontucu. "Herkes yaşayan en iyi
eğitmen olduğunuzu biliyor ve artık hocalığını
yapmadığınıza göre onu kim eğitecek ki? Kuşkusuz
kimse yerinizi alamaz".
"Aslında" diye cevap verir Matsumura. "Ünüm
sayesinde klan başkanına eğitmenlik yapmakla
görevlendirildim. Fakat kendisi çok farklı bir öğrenci.
Tüm çabalarıma rağmen, oldukça acemice yaptığı
teknikleri mükemmelleştirmeyi ihmal ediyordu.
ısteseydim bu şekilde devam etmesine izin
verebilirdim, fakat bunun ona hiçbir faydası olmazdı,
bunun yerine kendisine hatasını belirttim ve tüm
gücüyle bana saldırmasını söyledim. Birdenbire bir çift
tekmeyle (nidan-geri) harekete geçti. Sizi temin
ederim ki, bu yeterince ustaca bir tekmeydi, fakat
sadece bu işe yeni başlayan biri, bir rakiple
karşılaştığında bir çift tekmeyle harekete geçer, o ise
bu seviyeden daha ileri bir aşamadaydı.

47
Bu hatayı tekrarlamaması için ona gerekli olan bir
ders vermeye kara verdim. Sizin de bildiğiniz gibi,
karate maçı bir ölüm kalım durumudur, bir kere ciddi
bir hata yaparsanız bunun bedelini ödersiniz. Hatayı
telafi etmek imkansızdır. Bunu siz de gayet iyi
bilirsiniz. Fakat o bunu bilmiyor olmalıydı, böylece
kendisine doğruyu göstermek için önce elimin keskin
tarafıyla çift tekmesini durdurdum ve onu boylu
boyunca yere uzatıverdim. Fakat yere çarpmadan önce
vücudumla onunkine vurdum. Sonuçta en az altı yarda
uzaklıktaki bir yığına doğru uçtu."
"Kötü mü yaralandı" diye sorar yontucu.
"Omuzu, eli, bacağı, elimin çarptığı her yer siyah ve
mavi bir renk aldı." Genç adam uzun bir süre sessiz
kaldıktan sonra devam eder:. "Uzun bir süre yerden bile
kalkamadı".
"Ne kötü" diye bağırır yontucu. 'Tabii ki siz de işten
çıkanldınız."
"Elbette. Bir an önce orayı terketmem ve sonraki bir
çağırıya kadar da tekrar gelmemem emredildi."
Yontucu, düşünceli bir şekilde, "Anlıyorum" der.
"Fakat, eminim ki sizi affedeceklerdir."
" Sanmıyorum. Olayın meydana gelmesinin
üzerinden yüz günden fazla zaman geçmesine
rağmen, kendisinden başka haber alamadım. Bana hala
çok kızgın olduğunu ve benim çok kibirli olduğumu
söylediğini biliyorum. Hayır, beni affedeceği
konusunda çok şüpheliyim. " diye mırıldanır Üstat,

48
eğitmiyorsunuz etmiyorsunuz, benimle bir karşılaşma
yapmak için onun iznini almanıza da gerek yok. Ayrıca,
bacaklarıma ve omuzlarıma ondan daha fazla dikkat
edeceğime de garanti verebilirim". Yontucunun bu
sıradaki ses tonu nasıl olursa olsun, sözlerinin
gerçekten de küstahça olarak değerlendirilebilirdi.
"Ne kadar iyi olduğunuz hakkında bir fikrim olmasa
da karatede iyi olduğunuzu biliyorum" der Matsumura.
"Fakat çok ileri gittiğinizi düşünmüyor musunuz? Bu,
bir can yanması veya yanmaması meselesinden çok bir
ölüm kalım meselesi olacaktır. Ölüme bu kadar meraklı
mısınız?"
"Ölmeyi neredeyse arzuluyorum" diye cevaplar
yontucu.
"Öyleyse sizi zorlamaktan mutluluk duyacağım" der
Matsumura da. Tabii ki hiç kimse geleceği önceden
göremez, fakat eski bir deyiş vardır : ıki kaplan
dövüştüğünde, biri yaralanmaya diğeri ölmeye hazır
olmalıdır. Yani, kazansanız da kaybetsenizde, eve zarar
görmemiş bir vücutla dönemeyeceğinize emin olun.
Karşılaşmamızın yeri ve zamanının seçimini size
bırakıyorum" diye de bitirir.
Yontucu, karşılaşmanın ertesi sabah saat beşte yapıl­
masını ister ve Matsumura da buna razı olur. Yer ise
Tamo Sarayı mezarlığıdır..
Saat tam beşte, iki adam, birbirlerine yaklaşık yirmi
yarda uzaklıkta karşılıklı olarak dururlar. ılk hareketi
yontucu yapar, aradaki mesafeyi yarıya i ndirir, bu

49
noktada gedan pozisyonunda durarak sol yumruğunu
ileri doğru uzatır ve sağ yumruğunu da sağ kalçasında
tutar.
Matsumura ise oturduğu kayanın üzerinden kayarak
rakibinin karşısına doğal duruşta (shigen tai) dikilir, başı
sağ omuzuna doğru dönüktür.
Aldığı bu duruş rakibini şaşırtır, yontucu, rakibinin
aklını kaçırdığını zannetmektedir. Bu dövüş duruşunda
hiç bir savunma durumu görülmemektedir. Ve yontucu
saldırısını başlatmaya hazırlanır. Tam b u sırada
Matsumura gözlerini kocaman açar ve diğerinin
gözlerinin ta içine dek bakar. Yontucu, yıldırım
çarpmasını anımsatan bir güçle geriye düşer.
Matsumura ise tek bir kasını bile oynatmamıştır; daha
önceden durduğu yerde hareketsiz durmaktadır.
Yontucunun yüzü ter içinde ve koltukaltları da
sırılsıklamdır, kalbinin alışılmadık bir hızla çarptığını
hissetmektedir. Yakınındaki bir kayanın dibine oturur.
Matsumura da aynısını yapmıştır. Yontucu kendi
kendine.. "Ne oluyor? Neden bu kadar çok terledim7
Neden kalbim bu kadar hızlı çarpıyor?" diye
mırıldanmaktadır.
Birden Matsumura'nın sesini duyar; "Hey! Haydi!
Güneş yükseliyor. Başlayalım artık!".
iki adam ayağa kalkarlar ve Matsumura biraz önce
aldığı doğal duruşu tekrar alır. Yontucu ise bu sefer
saldırısını tamamlamaya kararlıdır, rakibine doğru
ilerler - yirmi yardadan ona, sonra sekiz . . . altı ... dört.

50
Ve bu mesafede çakılı kalır, daha ileriye gitmeyi
başaramadan Matsumura'nın gözlerinden çıkan elle
tutulmaz güçle hareketsiz kalmıştır. Kendi gözlerindeki
o hırslı ifade kaybolmuştur ve Matsumura'nın
gözlerinden çıkan gücün etkisi altına girmiştir. Aynı
zamanda da bakışlarını rakibinden ayıramamaktadır, ta
derinlerde bir yerde bunu yaparsa korkunç bir şeyin
olabileceğini hissetmektedir.
Kendisini bu durumdan nasıl kurtarabilirdi?
Birdenbire, "Yeah!" şeklinde duyulan ve mezarlıkta
gürleyip arkadaki tepelerde yankılanan büyük bir ses,
bir kiai bağırışı yapar. Fakat Matsumura hala hareketsiz
durmaktadır. Yontucu ise ürkmüş ve cesareti kırılmış
bir şekilde geriye sıçrar.
Üstat Matsumura gülümseyerek "Ne oluyor? Neden
saldırmıyorsun? Sadece bağırarak k arşı laşma
kazanamazsın!" diye sorar.
"Anlamıyorum, daha önce hiç bir karşılaşmayı
kaybetmemiştim. Fakat, şimdi. . . " diye cevap verir
yontucu. Kısa bir an sessiz kaldıktan sonra yüzünü
kaldırır ve Matsumura'ya seslenir "Evet, devam edelim!
Bu karşılaşmanın sonucu önceden belli oldu, bunu
biliyorum, ama bitirelim. Bunu yapmazsam onurumu
yitireceğim, bunun yerine ölmeyi tercih ederim. Sizi
uyarıyorum, bir sutemi saldırısı yapacağım" (bu sözle
sonuna dek dövüşmek istediğini belirtmektedir).
"Güzel!" der Matsumura, "Haydi!"
"Beni bağışlayın" diye karşılık verir yontucu

51
sald ı r ı s ı n a başl arke n , fakat tam bu s ı rada
Matsumura' n ı n boğ azı ndan , yontucuya tıpkı bir
yıldırım gibi gelen bir çığlık kurtulur. Matsumura' n ın
gözlerindeki güç nasıl onu hareketsiz bıraktıysa , bu
sefer d e sesi ndeki g ö k g ür l e m e s i ayn ı etkiy i
yaratmıştı r. Yontucu hareket edemediğin i farkeder;
yenilmiş bir şekilde yere yığılmadan önce son ve zayıf
bir saldırı daha yapar. Bir kaç metre ötede ise
Matsumura ' n ı n başı doğm akta o l a n g ü n e ş l e
süslenmektedir; yere uzanmış durumdaki yontucuya
ise şeytanları ve canavarları öldüren eski tan rısal
krallardan biri gibi görünmektedir.
Zavallı yontucu "Vazgeçiyorum, vazgeçiyorum! " diye
bağırır.
" Ne ! " de r Matsum ura da , "Bir usta b öy l e
konuşmamalı!"
"Size meydan okuduğum için deli olmalıyım" diye
cevap veri r yontucu ayağa kalkarken . "Sonuç e n
başından belliydi. Çok utanıyorum. Benim ustalığım ile
sizinki karşılaştırılamaz bile" .
"Yanılıyosunuz" der Matsumura kibarca. " Dövüş
ruhunuz mükemmel ve oldukça usta olduğunuza da
eminim . Gerçekten dövüşseydik yenilebilirdim bile".
"Benim gururumu okşuyorsunuz. Gerçekte ise, size
baktığımda kendi m i tamamen güçsüz hissettim .
Gözlerinizden o kadar korktum ki , dövüşmek için tüm
cesaretimi yitirdim" der yontucu da.
Matsumura'nın sesi yumuşaktır. " Belki . Fakat şunu

52
biliyorum ki, siz kazanmaya niyetliydiniz bense, eğer
kaybetseydim ölmeye n iyetl iydim . ışte ikim izin
arasındaki fark bu" .
" Di n leyi n " diye devam ede r. " Dün dükkan ın ıza
geldiğimde klan başkanı tarafından hakarete uğradığım
için çok mutsuzdum. Bana meydan okuduğunuz sırada
da aklımda bu vardı, fakat karşılaşma yapmaya karar
verd iğim izde tüm sıkı ntı larım an iden kayboldu .
Asl ı nda zihnimi oldukça küçük şeylerle meşgul
ettiğimi anladım . Tekniğin doğru olmas ı , öğretmedeki
ustalık, klan başkanı nı n ruhunu okşamak. Durumumu
tekrar ele almaya karar verdim .
"Bugün , düne oranla daha bilge bir adamım . Ben bir
insanım ve insan incinebili r bir varlıktır, hiç bir zaman
kusursuz olamaz. Öldükten sonra elementlere dönüşür
-toprağa , suya, ateşe , rüzgara, havaya. Gerisi boştur.
Kibirdir. Biz, üzüm salkımları ya da ormandaki ağaçlar
gibi evrenin, evren ruhunun yaratıklarıyız, evrenin ruhu
ise ne doğmuştur ne de ölecekti r. Gurur, hayatta
sadece bir engeldir".
Böyle deyip susar. Yo ntucu ise sessizdir, zih n i ,
aldığı paha biçilmez dersle meşguldür. Yı l lar sonra,
yon tucu , arkadaşlarına bu o laydan bahsederken ,
hararetli sözlerle bu eski rakibini gerçek bir yüceliğe
sahip biri olarak anlatmayı da asla ihmal etmemiştir.
Matsumura ise, klan başkanının özel karate hocası
olarak eski işine geri dönmüştür.

53
Kaydedilmemiş Tarih

Elim izde karatenin eski tarihine ait yazılı bir kaynak


olmadığı i çi n , ne karateyi kimin bulduğu n u v e
gel iştirdiği n i ne de nerede çıktığı n ı v e n ereden
yayıldığı n ı bilememekteyiz. Sadece kulaktan kulağa
sözlü olarak bize ulaşan bazı eski efsanelerden bir
şeyler çıkarabilmekteyiz, bir çok efsane gibi bunlar da
hayali ve olasılıkla da yanlıştır.
Daha ö n ce d e n de söyl ediğim g ib i , ben i m
çocukluğumda , Meiji Hanedanlığı' n ı n i lk yıllarında,
karate, hükümet tarafından yasaklanmıştı . Yasal olarak
çalışılmıyordu ve tabii ki karate dojoları da yoktu .
Profesyon e l o l a rak çal ı şan karate h ocaları d a
'
bulunmuyordu. Uzman olarak tan ınan kişile r, gizlilik
içinde bi rkaç öğrenci kabul edebi l iyorlard ı , fakat
hayatları n ı karate i l e ilgisi ol mayan işler yaparak
kazan maktaydılar. Başlangıçta, ö rneğ i n ben Ü stat
Azato' nun tek öğrencisi ve Ü stat ltosu'dan ders alan bir
kaç kişiden de biriydim. Bu kişiler profesyonel eğitmen
değil lerdi, yazılı tekniklerde ise çok az açıklık vardı ve
hayatımı Karate-Do'nun tanıtılmasına adamış ben im
gibi kişilerin eksikliği derinden h issedilmekteydi. Her
ne kadar b u eksikliği giderebildiğimi düşünmesem de,
Oki n awa'da anlatı l an ve ben i m d e h ocalarımdan
duyduğum efsaneleri , hatı rladığım kadarıy la size

54
aktarma lıy ı m . Maa l e sef, hafızama h e r zam an
güvenilemeyeceği ni b i l iyorum ve eminim ki bazı
hatalarım olacaktır. Gene de, karate' n i n kaynağı ve
Okinawa'daki gelişimi hakkında bildiklerimi burada en .
iyi şekilde aktarmak için elimden geleni yapacağım.
Napoleon, Uzak Doğu'da bir yerde, insanların tek bir
si laha bile sah i p ol madığı küçük bir kral l ı ktan
bahsetmiştir. Büyük bir olasıl ıkla, şimdi Oki nawa
Eyaleti adını taşıyan Ryu Kyu Adaları 'n ı kastediyordu,
karate ise, kanunlarla silah taşıma yasaklandığı için
adalar halkı tarafından bulunmuş , geliştirilmiş ve
yaygın hale getirilmiş olmalıdır.
Aslında daha önceden ilan edilmiş, bu türde iki
resmi yasak emri daha vardır; biri yaklaşık beşyüz yıl
önce , ikincisi de bu birinci yasaktan iki yüzyıl kadar
son radır. İ lk resmi yasaktan önce Ryukyu Adaları üç
ayrı krallığa ayrı lmıştı : Chuza n , Nanzan ve Hokuzan .
Chuzan hükümdarı , S h o Hashi , b u üç krallığı da
birleştirmeyi başardı ve tüm Ryukyululara, eski paslı
kılıçlar da dahil olmak üzere silah sahibi olmayı yasak
etti. Diğer krallıktaki ünlü bilgin ve devlet adamların ı ,
kendi başkenti S huri'ye davet etti ; burada kurmuş
olduğu merkezi hükümet ise sonraki iki yüzyıl boyunca
varlığını sürdürdü.
1609 yıl ında, h anedan ı yöneten kral , Satsuma
(şimdiki Kagosh ima Eyaleti) daimyosu Shimozu
tarafı ndan adalara düzenlenen b i r saldırıyı geri
püskürtmek için bir ordu toplamak zorunda kaldı . Yeni
silahlara sahip Ryukyu'lu savaşçılar, Satsuma klanının

55
askerlerine karşı büyük b i r cesaretle ve atakl ıkla
·
savaştı lar, h al buki Satsumalı askerler tüm ü lkede
savaştaki ustalıkları ile tanınır ve korkuturlardı , yapılan
bir kaç meydan muharebesi nde Ryukyu' nun başarılı
olmasına rağmen , Shimoyu'nun kuvvetlerin i n yaptığı
sürpriz kara çıkartması , adaların ve teslim olmak
zorunda kalan kralın kaderini belirledi.
Shimoyu, resmi bir emirle silah sahibi olmayı tekrar
yasaklayınca , bi rçok Ryukyu' lu (bunları n b i r çoğu
Shizoku sın ıfına dahildi) silah olarak sadece eller ve
ayaklar kul lan ıldığı bir kend i n i savunma formunu
gizlice çal ışmaya başladı. Bugün , tah m i n ler sonucu
edi n ilen bilgi bu yöndedir. Her neyse, Okinawa' n ın
yüzyıllardır Güney Çi n 'deki Fukien Bölgesi ile ticari
ilişkileri olduğu bilinmektedir, olasılıkla bu sayede Çin
Kemposu (boksu) adalarda tanınmıştır.
Günümüzde yaptığımız karate de bu kempodan
geliştirilmiştir. İ lk önce "Okinawate" olarak biliniyordu ,
çocukluğumda, büyüklerimin hem "Okinawate" hem
de " Karate" den k o n uştukları n ı d uyduğ u m u
hatırlıyorum . (bu durumda "kara" kelimesi i le Çin'e
gönderme yap ı l ıyordu) . Böylece , Okinawate ' n i n
Oki nawa' nın yerli bir dövüş sanatı v e karatenin de
(.. i n ' e özgü bir boks form u olduğunu düşünmeye
başlamıştım. Her durumda da ikisi arasındaki açık farkı
anlayabiliyordum.
Silah yasağının olduğu yıllar boyunca, yasağa tam
olarak uyulmasını sağlamak içi n , Satsuma'dan adalara
yöneticiler gönderilmişti , bu sebeple karaten in (bir

56
i nsanı silah kul l anmadan öldürebi lmeyi mümkün
kılacak kadar gelişmişti) sadece gizlice çalışılabilmesi
ve öğretilebilmesi bile oldukça şaşırtıcıdır. Daha önce
de söylediğim gibi , bu gizlilik durumu Meij i ' n i n ilk
yı l ları boyunca da sürd ü, çünkü eskiden konulan
yasaklamalar insanların hafızasında yer etmişlerdi .
Kendi gözlemlerime göre, Oki nawa halk dansında
da karatedekine benzer bazı hareketler kullanı lmakta­
dır, bu yüzden de bu savaş sanatı çalışan ustaların,
yöneticileri daha fazla şaşırtmak amacıyla hareketleri
dans larla bi rleştiğine inan maktayı m . Okinawa halk
danslarını dikkatlice inceleyen herkesin (günümüzde
bu danslar büyük şehirlerde de oldukça tanınmaktadır) ,
diğer Japon adalarını n güzel dansl arı ndan önem li
ölçüde değişiklik gösterdiğini fark edeceğine eminim.
Erkek olsun , kadın olsun, Okinawalı dansçılar, ellerini
ve ayakları nı çok daha canlı bir biçimde kul lanırlar,
dans alan ı na girişleri ise . tıpkı buradan çıkışları gibi
herhangi bir karate katasının başlangıcını ve sonunu
hatırlatır.
Gerçekte , karate sanatı n ı n esası şu sözlerde
toplanmıştır: "Karate nezaket ile başlar ve sona erer".
Okinawa halkı , yüzyı l lar boyunca, ülkelerini saygı ku­
ra l la r ı n ı n çok ciddiye a l ı n d ı ğ ı b i r yer ol arak
görmüşlerdir.
Shuri Kalesi 'nin cephesindeki ünlü kapı , Shurei no
Mon "Nezaket Kapısı" ismini taşır. Meiji hükümeti başa
geçtikten ve Okinawa bir eyalet olduktan sonra, kaleye
geçit veren Shurei no Mon , milli kültür varlığı olarak

57
kabul edilmiştir. Maalesef, Shurei no Mo n , artık
yeri nde bulun mam aktadı r, İ k i n ci D ü nya S avaş ı
sırasında Okinawa için yapılan muharebede tamamıyla
tah rip edilmiştir. Bir zamanlar barışı simgeleyen eden
bu kapının bulunduğu yerin hemen yakın ı nda şimdi
Amerikan askeri üssünün bulunması ise oldukça ironik
bir durumdur. (Bu kitap yazıldıktan sonra, Shurei no
Mon kendi orijinal hali ile tekrar yapılmıştır) .

Çin Elinden Boş Ele

Japonca, her zaman olması gerektiği kadar açık


olmadığı için öğrenilmesi ko lay bir dil değildir; farklı
harf karakterleri aynı şekilde telaffuz edilebilir ve tek bir
karakterin kul lanımı n a bağlı ol arak değişen farkl ı
telaffuz biçimleri olabilir. Karate kelimesi de buna çok
iyi bir örnek teşkil eder. "Te" yeterince kolaydır "el(ler)"
anlamına gelir. Fakat " Kara" olarak telaffuz edilen iki
değişik harf karakteri bulunmaktadı r ; biri "boş"
anlamına gelir, diğeri ise Tang Hanedanlığı sırasında
kullanılan ve "Çin(li)" olarak tercüme edilebilecek Çince
bir karakterdir.
Bu da, savaş sanatının "boş el (eller)" şeklinde m i
yoksa "Çin e l i (elleri)" anlamına gelebilecek şekilde m i
yazılması gerektiği sorusunu akla getirir. Burada gene ,
tahmin dünyasının gölgeleri arasına girmekteyiz, fakat
ben 1 920' leri n başı nda Tokyo'ya gelmeden ö nce ,

58
karate yazarken "boş" tan çok "Çin(li)" anlam ına gelen
karakter kull an maktaydı , ama tabii ki b u, "Çin ( l i ) "
a n l a m ı n a g e l e n "kara" nın kul lanılmas ı n ı n doğru
olduğunu göstermez.
Doğru, Okinawa'da karate kelimesini kullanıyorduk,
fakat bu sanata çoğunlukla kısaca "te" ya da "bushi no
te" , "savaşçının eli(elleri) diyorduk. Böylece, te çalışan
ya da bushi no te'de deneyimi olan bir kişiden
bahsetmiş oluyorduk. Okinawa'da te'nin ne zaman
karate haline geldiği konusuna gelince , herhangi bir
tahminde bulunmaktan kaçınmak gerekir, çünkü çok
üstü kapalı bile olsa, kullanılan harf karakterlerinin
"Çin(li)" mi yoksa "boş" anlamına mı geldiğine dair bize
bilgi verecek yazıl ı bir kaynak bulunmamaktadır. Büyük
olaslıkla, Okinawa uzun bir süre Çin'in etkisinde kaldığı
ve Çin ' den ne ithal edilirse edilşin kaliteli ve moda
kabul edildiği içi n , "Çin(li)" an lamına gelen kara "boş"
anlamına gelen kara'dan daha fazla kullanılmıştı, fakat
dediğim gibi , bu sadece bir tahminden ibarettir.
Asl ı nda, Oki nawa'da bu lunan iki farklı karate
okulunda öğretilen ve çalışılan iki karate türü, Shurite
ve Nawate olarak adlandırılmaktaydı . Fakat. "Çin Eli
(elleri)"n i n , yüzyıl lar boyunca geliştirilen Oki nawa
karatesini tanımlamak için doğru bir terim olduğuna
inanmakta zorluk çekiyorum . Bu nedenle de, Tokyo'ya
geldikten birkaç yıl son ra, bu geleneksel yazı tarzı ıla
olan fikir ayrılığını belirtme fırsatı buldum . Bu olay,
Keio i n iversitesi ' nde bir karate araştırma grubunun
kurulduğu döneme denk gelir. Bu sanatın Dai Nippon

59
Kempo-Karate-do (Büyük Japon Yumruk Metodu Boş
El Yolu) olarak adlandırılmasını ve "Çin(li)" an lamından
çok "boş" anlam ı na gelen karakterin kullanılması n ı
önermeyi başardım.
Ö nerim ilk başta hem T.:>kyo hem de Oki nawa'dan
gelen sert tepki ve eleştirilere yol açtı , fakat ben bu
değişikliğe inanıyordum ve yıl lar geçtikçe de bu fikre
daha çok bağlandım . O zamandan beri , bu değişiklik o
kadar kabul gördü ki , artık karate kelimesi, "Çin ( l i )"
anlamına gelen "kara" karakteri ile yazı ldığında bize
garip gözükmektedir.
Asl ı nda "boş" an lamı ndaki "kara" daha uygun
düşmektedir. Bunun bir nedeni de, bu kelimenin bu
kendini koruma sanatında çıplak el ve ayaklar dışında
hiçbir silah kul lanılmaması gerçeğini simgelemesidir.
Bunun ötesinde, Karate-do öğrencilerinin hedefi seçkin
sanatları nı sadece mükemmel bir şekilde uygulamak
değil ayn ı zamanda kalpleri n i ve zi h i n lerini de tüm
dünyasal zevk ve gösterişlerden uzak tutmaktır. Budacı
metinleri okuduğumuzda iki ifade ile karşılaşırız; "Shiki­
soku-ze-ku" ve "Ku-soku-zeshiki " , bu deyim ler "önemli
olmak boştur" ve "her şey gösteriştir" anlamlarını taşır.
Her iki öğütte de görülen "ku" karakteri ise "hakikat"
anlamını gelmektedir.
Pek çok savaş sanatı ve judo , kılıç kullanma,
okçuluk, mızrak dövüşü , sopa dövüşü gibi değişik
formlar olsa da bunl arın ulaşmak istediği n ihai hedef
karateninkiyle aynıdır. Ben de, tıpkı Budacılar gibi
boşluğun , yokluğun tüm olayların ve gerçekte tüm

60
yaratıkların kalbinde bulunduğuna i nandığım i çi n ,
hayatımı adadığım b u savaş sanatı n ı n , adlandırdığı
özel karakterle tan ımlanması konusunda sebatla ısrar
ettim . A s l ı n d a , " boşluk" a n l am ındaki "kara" n ı n
kullanılması hakkında daha pek çok söyleyeceklerim
var, fakat yer sınırlı olduğu ve bu felsefi sorunların
burada pek yeri olmadığından bu konu üzerinde fazla
durmaktan kaçınmalıyım. Bu konu , diğer kitaplarımdan
biri olan Karate-do Kyohan: Ustanın Metni' nde daha
ayrıntılı olarak yeralmıştır.
"Çi n " elleri yeri ne "boş" e llere geçilmesin i kabul
ettirmeyi başardıktan sonra, kendimi diğer görevlerim
o l a n ka retey i y e n i d e n gözden geçi rm e ve
basitleştirmeye verdim . Devlet okullarımızın beden
eğitimi dersleri n i n kapsamına gireceğine umarak
katayı olabildiğince kolay hale gelecek şekilde tekrar
düzen ledim . Zaman değişiyor, dünya değişiyor ve
tabii ki savaş sanatları da değişmek zorunda. Bugün
yüksek okul öğrencilerinin çal ıştığı karate bile on yıl
önceki çal ışılan karate değ i l d i r ve Oki nawa ' da
çocukken öğrendiğim karate ile aralarında epey bir fark
bulunmaktadır.
Her ne kadar, ne şimdi ne de geçmişte yapı lan
çeşitli katalarda sert ve h ızlı ku ral lar olmasa da.
kataların sadece zaman içerisinde değil eğitmenden
eğitmene de değişiklik gösterdiğini farketmek oldukça
şaşırtıcıdır. Asıl önemli olan ise, beden eğitiminde bir
spor formu olarak kullanılan karatenin, genç veya yaşlı ,
oğlan veya kız, erkek veya kadın herkes tarafından

61
yersiz bir zorlanma olmadan çalışılabilecek kadar basit
olmasıdır.
Gerçekleştirilmesi için çaba gösterdiğim bir başka
reform da y e n i l eşti rm e konusundaydı. 1 922' de
Tokyo'ya geldikten sonra, Bukyosha Şirketi yazm ış
olduğum " Ryukyu Kem posu: Karate" isimli kitabı
yayınladı . Bu dönemde, bu kelime halen "Çin e lleri"
olarak yazılıyordu ve kitabımda bahsettiğim tüm kata
isimleri Okinawa kökenliydi : Pinan , Naifanchi , Chi nto,
Bassai , Seishan , j itte , jion , Sanch i n ve diğerle ri .
Asl ı nda bun l ar uzun yıllar önce kendi hocalarımdan
öğrendiğim isimlerdi.
Günümüzde olduğu gibi , hiç kimse bunları nasıl
oluştuğu hakkında bir fikre sah i p değildi , halk kata
öğrenmeyi zor buluyordu. "Çin E lleri " n i , " Boş E ller"e
dönüştürdükten sonra , katalara Japon halkına daha
kolay gelen isimler vemeye başladım ; Ten no Kata, Chi
no Kata, Hito no Kata, Empi , Gonkaku , Hangetsu ,
Meikyo , Hakko, Kiu n , Shoto, Shoin , Hotaku, Shokyo
ve bu şeki lde giden katalar artık tüm dünyada
tan ınmaktadırlar. Son olarak okuyucuya, seçtiğim
isimlerin değişmez ve ebedi oldukları gibi yan lış bir
düşün ce ile çaba sarfetmediğ i m i b e l i rtm e l iy i m .
Gelecekte, zaman içinde katalara tekrar tekrar yeni
isimler verileceğinden hiç kuşkum yok ve aslında böyle
olması da gerekmektedir.

62
Karate-Do Tektir

Bence , günümüz Karate-do'sunu kuşatan tek ciddi


problem , birbirinden fikirce ayrılan okulların hüküm
sürme isteğidir. Bu durumun, bu sanatın gelecekteki
gelişiminde zararlı bir etkisi olacağına inanıyorum .
Bildiğimiz kadarıyla, eski zamanlarda Okinawa'da
iki okul vard ı , Nawate ve Shurite , bunların da Yuan ,
Ming, Chin hanedanlıkları döneminde gelişen Wu Tang
ve Shorinji Kempo isimli iki Çin boksu okuluna bağlı
oldukları düşü nülm ektedi r . Wu Tan g okulunun
kuruluşu Chang San-Feng 6 isim l i b i r kişiye mal
edilmektedir, Shorinji okulunun kurucusunun ise Zen­
Budizm'in de kurucusu olan Daruma (Bodhidharma)'nın
kendisi olduğu düşünülmektedir. Kayıtlara göre her iki
okul da oldukça tanınmışlardı ve bu okulların izdeşleri
sık sık halka gösteriler yapmaktaydılar.
Efsaneye göre, Wu Tang okulu ismini, ilk çalışıldığı
yer olan Çin'deki bir dağdan almaktadır, Shorinj i ise
Daruma' nın, Buddha'nın yolunu anlattığı yer
olan Hunan Bölgesi'ndeki Shaolin Tapınağı'nın Japonca
söyleniş biçimidir. Hikayenin bir anlatımına göre, iz­
deşleri onun istediği çalışmanı n sıkılığına dayanamayıp

6 Chang San Feng. aynı zamanda gölge boksu olarak da bili­


nen T'ai Chi Ch'uan'ın yaratıası olan Taocu bir rahiptir (Ç. N.).

63
baygı n düşerle rm i ş , o da e rte si sabah tekrar
gelmelerini ve zihinleri ile bedenleri Buddha'nın yolunu
kabul edip izleyecek kadar gelişene dek bedenlerin i
çalıştı rmaları nı emrederm iş. Çal ışma m etodu da,
Shori nj i Kempo diye bili nen boks fonnudur. Her ne
kadar, tarihi gerçekler olarak kabul ettiklerimizin çoğu
efsanelere dayansa da, Çin boksunun , den izi aşıp
Oki nawa'ya geldiği ve burada yere l bir Okinawa
yum ruk dövüşü ile karışarak, günümüzde karate
ismiyle tanıdığımız formun tem e l i n i oluşturduğu
hakkında pek az şüphe vardır.
Bu iki Çin boksu okulu, ö nceleri Okinawa'daki
Shorin-ryu ve Shorei-ryu isimli iki okul i le birleşmişti ,
fakat tabi i ki , aralarındaki ilişkinin de gösterdiği gibi ,
pek çok şey zamanın sisleri içinde kaybolmuştur. Aynı
şey Shurite ve Nawate oku lları içinde söz konusu
olmuştur.
Bildiğimiz, Shorei okulunda uygulanan tekniklerin iri
yapılı i nsanlar i çi n uygun olduğu , Sh ori n okulu
tekniklerinin ise daha ufak tefek ve çok güçlü olmayan
kişiler için uygun olduğudur. Her iki okulun da avantaj
ve dezavantaj ları vardır. Örneği Shorei daha etkin bir
ke n d i n i koruma fo rmu öğreti rdi fakat Sho r i n ' i n
hareketl i l iği karşısında yetersiz kalırdı . Günümüzdeki
karate teknikl eri ise her iki okulun da en iyi yanlarını
uyarlamıştır.
Tekrar söyleme gereğini duyuyorum . Günümüzde
Karate-do'da farklı okullara yer yoktur. Bilindiği kada­
rıyl a bazı eğ i tm e n l e r yeni ve yarars ız katalar

64
keşfettiklerin i iddia etmekte, böylece kendilerinde kim i
"okul ların" yaratıcısı olarak adland ı rılma hakk ın ı
bulmaktadırlar. Aslı nda, ben v e benim beraberimdeki
arkadaşlarımdan Shoto-kan okulu olarak bahsedildiğin i
duymuştum fakat bu tür sınıflandırma teşebbüslerine
şiddetle karşıyım . İ nancıma göre, tüm bu "okullar" tek
bir isim altında toplanmal ı 7 ve böylece Karate-do
insanlığın geleceği nde düze n l i ve yararl ı bir yol
izleyebilmelidir.

Eşimin Karatesl

Datta önce ailemin Sh izoku sınıfı n dan geldiğin i


söylem işti m . Babam tarafından büyükbabam olan
Gifuku , tanınmış bir Kon füçyüsçü bilgindi ve çoğu
bilgin gibi de para ko nusuna canını pek sıkmazdı
çünkü endişeleneceği çok az parası vardı . Gene de
hanshu (klan başkanı) ile çok iyi il işkiler içi ndeydi ve
kend isine hansh unun dul kızları n ı Ko n füçyüsçü
geleneklere göre eğitme görevi ve onuru verilmişti . Bu

7
Karate-do'nun sistematl kleşti rilip bir çatı altına toplanmaya
çalışıldığı o dönemde bu iddia geçerli kabul edilebilir.Karate'nin
zenginliği, diğer savaş sanatlarında da olduğu gibi , farklı stillerin
varlığı ile sağlanabilir. Bu nedenle kişisel düşüncem karate do'da
farklı stiller olmasının, onun birliğini bozmayacağı tersine onu
zenginleştireceği yolundadır (Ç.N.).

65
özel dersler, hanımların yaşadığı ve ayn ı zamanda
hanshunun atalarına adanmış bir türbenin de bulundu­
ğu bir saray olan Kuntoku Daikon Goten'de yapılmak­
taydı . Tabii ki , hanımların sarayına girmek erkeklere
yasaklandığından Gifuku için bir ayrıcalık yapılıyordu.
Öğretmenlik yapamayacak kadar yaşlanınca görevi­
ni bırakmış ve h ansh u tarafı n dan Tei ra-mach i ' de ,
sarayın yanında bulunan bir evle ödüllendirilmişti ;
Meiji Dönemi sırasında da kendisine oldukça dolgun
bir para bağlanm ıştı. Maalesef, büyükbabam öldükten
sonra, babama bıraktığı tüm m ülk ve para yavaş fakat
kesin bir şekilde israf edildi .
Be nden farkl ı ol arak babam uzun b oy l u v e
yakışıklıydı. Sopa döğüşünde (bojitsu) uzmandı ve
seçkin bir şarkıcı ve dansçıydı , fakat maalesef bir
kusuru vardı. Çok içiyordu v e sanırım bu d a Gifuku' nun
mirasının ailemizin elinden neden ve nasıl yavaş yavaş
çıktığını açıklamaktadır. Benim çocukluğumda bile
oturduğumuz ev kiralıktı .
Yoksul olduğumuz için yirmi yaşını geçene kadar
evlenemedim, bu o günlerde Okinawa'da evl il ik için
ileri kabul edilen bir yaştı . ı lkokul öğretmeni olarak
maaşım sadece üç yen idi ve bu parayla kendim
d ı ş ı m d a a i l e lifl i ve a n n e a n n e m l e dede m i d e
geçindirmek zclru ndaydım; okul öğretmenleri nin bir
başka i şte datia çalışmasına da izi n veri l m iyordu .
Bunun dışında, bana bir sen bile kazandırmamasına
rağmen, hala çok sevdiğim karateyi çok sıkı bir şekilde
çalışmaktaydım.

66
Sonuç olarak ayda üç yenle geçinmeye çalışan on
kişilik bir aileydik. Gerçekte, bunu tamam ıyle karımın
gayreti sayesinde başarabilmekteydik. Ö rneğin, gece
geç vakite kadar kasuri adlı bir tür yerel kumaşı yıkıyor
ve karşılığında da kumaşın topuna altı sen alıyordu.
Sabahları ise şafakla beraber kalkıyor ve bir milden
fazla yürüyerek ailenin sebzelerinin yetiştiği küçük bir
tarlaya gidiyordu. Bazen ben de ona katıl mak
istiyordum , fakat o günlerde bir okul öğretmeninin
karısıyla beraber çalışırken görülmesi yakışıksız kabul
edi lmekteydi . Bu yüzden , onunla yeteri kadar sık
gidemiyordum , gitsem bile, tan ı nmamak için büyük,
geniş kenarlı bir şapka takarak çalışıyordum.
Uyuyacak zam an n a s ı l b u l d uğu n u m e rak
ediyordum , ama ağzından bir kere bile bir şikayet
çıktığını sözü duymadım. Boş bulduğum her vakitte
karate çalışmam yerine daha yaralı işlerle vaktimi
geçirm em konusunda da hiç i mada bulunmadı .
Aksine, beni bu konuda cesaretlendi rdi ve sık sık
çalışmalarımı izleyerek karate ile ilgilendi. Kendisini
çok yorgun hissettiği zamanlarda ise , çoğu kadın ın
yapacağı gibi uzan ı p çocuklarıncian birinin omuz ve
kollarına masaj yapmasını istemedi. Hayı r, bu benim
karıma göre değildi! Onun yaptığı, bitkin vücudunu
kaldırarak dışarı çıkmak ve karate katası çalışmaktı, bir
süre sonra, o kadar ilerledi ki hareketleri bir uzmanınki
kadar ustalaştı .
Azato ve Itosu ' nu n kesk i n gözl e ri altında
çalışmadığım günlerde, bahçemizde kendi kendime

67
çalışmaktaydım . Komşularımız arasında beni gören bir
kaç genç bir gün bana geldi ve kendi lerine karate
öğretmem i istedi ; bu da ben i çok mutlu etti tabii ki .
B aze n , okuldan geç geldiğim durum larda, eve
döndüğümde bu genç adam ları kendi başları na
çalışırken ve karımı da onları cesaretlendirip yaptıkları
hataları düzeltirken buluyordum . Sadece beni çalışırken
seyrederek ve çalışarak bu sanat hakkında çok şey
öğrenmişti .
Evimiz için ayda yirmi beş sen kira ödüyorduk, bu o
günlerde büyük bir m iktardı. Komşularımız çoğunlukla
küçük tüccarlar ya da jinrikshalardı . Kimi ev terlikleri ,
kim i tarak gibi aletleri , kim i de tofu dediğim iz soya
peyniri satıyordu. Kim olurlarsa olsun , i çtikten sonra
çoğunlukla kavgacı insanlar haline gelmekteydiler.
Böyle durumlarda, çoğunlukla araya giren ve barışı
sağlayan ise karımdı. Kavga, yumruk döğüşü haline
dönüşüp iş ilerledinde bile barışı sağlamayı başarırdı ,
bu iş güçlü bir adam için bile kolay değildir. Tabii
oynadığı arabulucu rol ü sebebiyle kaba kuvvete
başvurmuyordu , tamamıyla ikna gücüne bağım l ıydı .
B u nedenle, evde çal ışkan l ığı v e tutumluluğu ile
hayranlık toplamış olan eşim, komşular arasında da bir
karate ustası ve beceri k l i bir arab u lucu o l a rak
tanınmaktaydı.

68
Glzllllğln Sona Ennesl

Yan lış hatırlamıyorsam , Kagosh ima Eyal eti'ndeki


okullardan sorumlu olan Shitaro Ogawa okulumuzu
ziyaret ettiği nde bu yüzyı l ı n birinci ya da iki nci
yılındaydık. Kendisi i çin h azırlanan çeşitli gösteriler
arasında karate de vardı. Bu gösteriden çok etkilenmiş
göründü , daha sonradan Okinawa'dan ayrıldığında,
Eğitim Bakan l ığ ı ' na bu sanatı öven sözlerle dolu
ayrı n t ıl ı bir rapor ve riğ i n i öğre n di m . Kareete ,
Ogawa' nın raporunun sayesinde, Eyalet Daiichi Orta
Okulu ve Erkekler Normal Okulu'nda ders programının
bir parçası haline geldi. Çok zayıf olduğum zamanlarda
gizl ilik içinde çalıştığım bu savaş sanatı sonında kıyıda
köşede k a l m aktan kurtul m u ş , h a tta E ğ it im
Bakanlığı' nın bile onayını almıştı. Ogawa'ya olan derin
minnettarlığımı nasıl ifade edeceğimi bilm iyordum ,
fakat ayırabileceğim tüm zaman ve emeği bu sanatın
tanıtılmasına adamaya karar verdim.
Oku l ları n ders programına karate n i n de dahil
edilmesine karar verildikten sonra , karateyi her
kesimden kişin i n gözünde çekici kılma işi başladı .
Sadece ortaokullar değil , gençlik organizasyonları ve
hatta ilkokullar bile bu etkili kendini koruma sanatını
beden eğitimlerinin bir parçası hal ine getird i , pek çok
insan da öğüt ve eğitim almak için bana başvurdu.

69
Hem Azato , hem de Itosu'dan izin aldıktan sonra, ilk
aşamadan itibaren öğrenci yetiştireceğimi ilan ettim ,
ilk karate sınıfıma girm eden önceki sevincim hala
hatırımdadır.
Bundan bir yıl sonra, eğitim gemisini yakınlardaki bir
limana geti rmiş o l an Amiral Rokuro Yoshiro (o
zamanlar kaptandı) . ziyareti sırasında , bir gün benim
ilkokul öğrencilerimi n yaptıkları b i r karate katası
gösterisi ni izlemeye geld i . Bu gösteriden öylesine
etkilendi ki , hemen emrindeki subay ve adaml arına
gösterileri izlemeleri n i ve sonra d a b u sanatı
öğrenmelerini emretti . Sanırım den iz kuvvetleri n i n
şahit olduğu ilk karate gösterisi buydu.
1 9 1 2'de, Amiral Dewa' nın kumandasında bulunan
ım paratorluk gem isi First Fleet, Chujo Körfezi' n e
demirled i , gem i mürettabatı n dan on iki kişiye de
Eyalet Daiichi Ortaokulu'nun yurdunda bir hafta kalıp
karateyi inceleme ve çalışma emri verildi . Bu sebeple,
Kaptan Yash iro ve Amiral Dewa'ya, Tokyo'da karate
hakkın daki ilk tartışma ortamını sağladıkları i çi n
teşekkür edilmelidir, fakat henüz karate h akkında çok
az şey b i l i n m ekteydi . Yan l ı ş h atı rlamıyorsam ,
karatecilerin Okinawa'dan Tokyo'ya giderek bu sanatı
tanıtmaları ve öğretmelerine kadar on y ı l daha
geçmesi gerekecekti . 1 92 1 yılında, şimdi ımparator
olan (yıl 1 956) vel iaht prens, Avrupa'yı ziyarete
giderken Okinawa'ya da davet edildi . Prensin yolculuk
ettiği destroyere komuta eden Kaptan Norikazu Kanna
Okinawa'da doğmuştu ve sanı rım prensin bir karate

70
gösterisi izleme önerisi de kendisinden gelmişti. Shori
Kalesi'nin Büyük Salonu'nda yapılacak bu gösterinin
hazırlanması onuru da bana verildi . O günden bu yana
pek çok yıl geçti , fakat hala nasıl bir korku hissettiğimi
canlı bir şekilde hatırlamaktayım . Daha sonradan bana,
prensin Okinawa'daki üç şeyden çok etkilendiği iletildi;
hayran olunacak bir çevre, Shuri Kalesi' ndeki Sihirl i
Çeşme' nin Ejderha şekilli çörteni v e karate.
Prensin Okinawa'yı ziyaretinden kısa bir süre önce
okul öğretmenl iği işimden istifa etmiştim. Ne kadar
gariptir ki , istifamı n nedeni de bir terfi idi , üstlerim ,
açık denizdeki uzak bir adada bulunan bir ilkokula
müdür olmamı istemişlerdi. Annem yaşl ı ve yorgundu
ve tek oğlu olan ben de onu bırakamazdım , bu yüzden
istifa etmekten başka çare bulamadım . Hayatımın, okul
öğretmeni olarak geçen otuz senelik bir dönemi sona
ermişti , fakat Okinawa eğitim sistemi ile tüm ilişkimi
kesmediğimi b i l d i rmekten do layı da mutluluk
duymaktayım . Okinawa Eyalet Kütüphanesi Başkanı
Shoko Makai na ve Oki nawa Times ' ı n başeditörü
Bakumonto Sueyoshi i le görüştükten sonra Okinawa
Öğrencileri Destekleme Derneği'ni organize ettim ve
daha sonra da bu derneğin müdürü oldum . Aynı
zam a n da da arkadaş ları m ı n yard ı m ıy l a , Savaş
Sanatların ı n Ruhu ıçin Okinawa B irliği' ni kurdum,
bunun ası l nedeni ise Karate-do'da bir birleşme
sağlamaktı.

71
HAYATTA KALMAK
------- iÇİN ÇALIŞMAK

Tayfunla Mücadele Etmek

İ nsan ı n gen çl iğinde başardıkları n ı anlatmayı


kendisinin yerine bir başkasına bırakması belki de
daha alçakgönüllü bir hareket olurdu. Fakat sonunda
utanç duygumu sineye çekerek , burada an latılan
olayın doğru o l duğu konusunda okuyucularıma
garanti vermek d ışında başka h iç bir sorumlu luk
al madan yazar Yukio Togawa' n ı n sözl e r i n i
aktarıyorum . Okuyucu bunu çılgınca görebilir, fakat
pişman değilim.
Bay Tagawa şöyle yazıyor: "Yukarıda gökyüzü
siyahtı ve dışarıdan önüne çıkan herşeyi harap ederek
uluyan rüzgarın sesi geliyordu. Kalın dallar sanki ince
sürgünlermişçesine büyük ağaçlardan kopuyorlar ve
havadaki toz ve çakıl taşları insanın yüzüne batacak
hızda uçuşuyorlardıi.
"Okinawa, tayfun lar adası olarak bilinir, tropik
fı rtınaların vahşetini anlatmaya ise kelimeler yetmez.
Her sene , fırtına mevsiminde düzenli olarak adayı
harabeye çeviren rüzgarların saldırısını an lamayanlar
için Okinawa'da, evlerin oldukça alçak ve dayan ıklı
yapı ldıkları söy l e n eb i l i r , çevreleri yüksek taş
duvarlarla çev rilidir ve çatılardaki yassı kiremitler

73
harçla tutturulmuşlardır. Fakat rüzgarl ar o kadar
güçlüdürler ki (bazen saatte yüz mil hıza erişirler) tüm
önlemlere rağmen evlere zarar verirler.
"Özel l ikle hatırladığım bir tayfun sırasında , tüm
Shuri halkı evlerini n içi n e saklanmıştı ve tayfunun
fazla zarar vermeden geçi p gitmesi i ç in dua
ediyorlardı . Asl ında tüm Shuri halkın ı n evlerine
saklandıklarını söylemek pek doğru olmazd ; genç bir
adam Yamakawa-cho'daki evinin çatısında tayfun la
mücadele e diyordu" .
"Tek başına duran bu adamı gören herkes, onun
kesin l ikle aklı nı kaybettiği sonucuna varırdı . Sadece
bir peştemal giymiş olarak, çatı nın kaygan kiremitleri
üzerinde duruyor ve her iki eliyle de kendisini uluyan
rüzgardan koruyacak kadar sert bir tatami h asırı
tutuyordu . Zaman zaman çatıdan aşağı düşüyor
olmalıydı ki çıplak vücudu neredeyse baştan aşağı
çamurla kaplıydı".
"Genç adam yirmi yaşlarında ya da belki daha
gen ç görünüyordu . Ufak tefekti , beş ayaktan ( 1 , 50
m . ) biraz daha uzundu, fakat omuzları geniş ve kol
kasları gelişkindi . Saçı , shizoku sınıfına ait olduğunu
belirtecek biçimde, tıpkı bir sumo güreşçisininki gibi
tepe perçemi halinde toplanmış ve küçük, gümüş bir
iğne ile tutturulmuştu."
"Fakat bunlardan hiç biri fazla önem li değil . Ası l
önem l i olan yüzündeki i fadeydi : Gari p b i r ışıkla
parlayan büyük gözler, geniş bir alın , bronz bir ten .
Dişlerini sanki rüzgar kendisi n i koparacakmışçasına
sıkmıştı, olağanüstü güçte bir aura alanı vardı. Deva
krallannın koruyucularından biri olduğu sanılabilirdi .
" Ş i md i , çatıdaki g e n ç duruşun u daha d a

74
alçaltmıştı , hasırını kudurmuş rüzgara karşı kaldırmış,
tutuyordu. Aldığı duruş daha da etkileyiciydi , tıpkı
ata biner gibi duruyordu . Karate bilen herkes, tüm
karate duruşları nın en dengelisi olan ata binme
duruşuna geçtiğini an layabil irdi , yaptığı ise uluyan
tayfunu, tek n iğ i n i mükemmelleştirmek ve hem
vücudunu hem de zihnini daha güçlü hale getirmek
için kullanmaktı. Rüzgar tüm gücüyle hasıra ve gence
çarp ıyord u , a m a o yeri n i ko ruyor ve h i ç
kaçınmıyordu" .

Bir Engerekle Karşllaşmak

Okinawa'da habu denilen çok zeh irli bir çayır


engereği vardır. Neyse ki, artık ısırığı çok korkulacak
bir şey olmaktan çıkmıştır, gençliğimde ise eli veya.
ayağından sokulan birinin hayatı nı kurtarmanın tek
çaresi hemen bu yılanın ısırdığı uzvun kesilmesiydi.
Günümüzde etkil i bir serum geliştirilm iştir , fakat
ı sı r ı ldıktan so n ra o l ab i l diğince çabuk enjekte
edilmelidir. Okinawa habusu, altı ya da yedi ayak
( 1 ,80 2, 1 O m) uzunluğa dek erişebilir ve sakınılması
-

gereken bir hayvandır.


Serumun geliştirilmesinden uzun yıl lar önceydi,
bir gece karate çalışmak için Ü stat Azato'nun evine
gidiyordum. Evleneli yıllar olmuştu, ilkokulda okuyan
büyük oğlumdan bana eşlik e d i p gece vakti
yolum uzu aydı n latacak küçük fen e ri tutmasını
istemiştim .
Naha v e Shuri arasındaki Sakashita'da yürürken ,
modern japonya'da Kannon olarak adlandırılan, eski

75
ve çok saygı duyulan Bolluk Tanrıçası'na adanmış eski
tapınağın yakınından geçiyorduk. Tapınağı geçtikçe
hemen sonra yo lun ortası nda ilk önce at gü bresi
sandığım bir nesne gördüm , fakat daha yaklaştıkça
baktığım şeyin can lı olduğunu, canl ı olmakla kalmayı p
vurmak üzere çöreklendiğini ve davetsiz misafire
kızgınca dik dik baktığını da farkettim .
Küçük oğlum, geceleyin parlayan b u iki delici gözü
ve fenerin ışığında içeri dışarı h ızlı hareketlerle girip
çıkan keskin kırmızı dili görünce korkuyla çığlık attı ve
bana yaklaşarak bacaklarıma sarı ldı . On u , çabucak
arkama çektim , elinden feneri aldım ve sağdan sola
yavaşça sal lamaya başladım , gözlerimi de e ngereğin
gözlerine dikmiş ayırmıyordum . Bu durumun ne kadar
sürdüğünü bilmiyorum , fakat sonunda yılan bana dik
dik bakarak yandaki bir patates tarlasının karanlığına
doğru süründü. Ancak o zaman , bu habunun ne kadar
uzun ve kalın olduğunu farkedebildim.
Doğal olarak daha önce de habu görmüştüm , fakat
o g eceye kadar vurmaya hazır haldebekleyen ,
çöreklenmiş bir tanesiyle karşılaşmamıştım. Neredeyse
her Okinawa' l ı kadar kötü huyların ı bildiğim i çin ,
engereğin hiç bir saldırıda bulunmadan boyun eğerek
uzaklaşmış olduğundan oldukça kuşkuluydum . Bu
düşünce aklıma geldikçe ürperiyordum , feneri önümde
tutarak tarlanın içinde yılana bakındım.
Kısa süre sonra, fenerin ışığında parlayarak kötü
kötü bakan o iki gözü gördüm ve h abunun ben i
beklediğini anladım. Pusuya yatmış ve saldırmak içi n

76
bekliyordu. Neyse ki , beni ve sallanan feneri görünce,
saldırısından vazgeçti ve bu sefer gerçekten tarlanın
içinde kayboldu.
E ngerekten önemli bir ders aldığıma i nanıyordum.
Azato'n un evi ne doğru yolumuza devam ederken ise
oğluma şunları söyledim: "Hepimiz habunun inatçılığını
biliriz. Fakat bu seferlik tehlike kal m adı . Rastladığımız
habu karate taktiklerini bil iyor olmalı , tarlanın içine
süründüğünde bizden kaçmıyordu. Bir saldırı için
hazırlan ıyord u. Bu habu karatenin ruhunu çok iyi
kavramış olmalı" .

Kaybederek Kazanmak

Okuyucularıma, Karate-do' nun esasını anlamalarını


sağlayacağına i nandığım iki olayı anlatmak istiyorum.
Her iki olay da uzun yıllar önce Okinawa'da kırsal
arazide meydana gelmiştir ve her ikisi de bir adamın
kaybeder g i b i görü n d üğ ü halde as l ı nda nasıl
kazandığını göstermektedi r.
İ lk olay, Shuri Kales i 'n i n güneybatısında, Ochoyo
Goten denilen eski vali konağına giden yolda meydana
gel d i . Kon ağ ı n arazisi içinde , eski Nara Modası
son rasında yapılmış bir çay evi bulunuyordu ve
Pasifik'e haki m bir manzaraya sahi pti . Val i , karısı ve
çocuğuyla yoğun çalışma günleri sonrasında buraya
dinlemeye gelirdi.

77
Shuri'ye bir milden biraz daha fazla uzaklıktaydı , taş
döşeli yolun iki yanında uzun ve görkeml i çam ağaçları
bulunmaktaydı . Val i ni n özel mülkiyetin i n üzeri n den
fazla uzu n zam a n geçmeden v i l lan ı n h a l ka
açılmasından sonraydı , bir gece Ü stat !tosu ve yarım
düzine karateka i le birlikte bir ay izleme partisi içi n
buraya girmi ştik . Neşel i bir gruptu k, karateden
konuşup , şiir okurken zamanı n nasıl geçtiğini bile
anlamadık ve oldukça geç bir vakte kaldık.
Sonunda eve dönme zaman ı n ı n geldiğ i ne karar
vererek iki yanı ağaçlıklı olan yoldan Shuri'ye doğru
yola koyulduk. Ay kal ın bir duman ile kaplanmıştı, en
genç olan lar ustam ızın yolunu aydı n latmak için
fenerleri taşımaktaydı . Birdenbire , gruba liderlik eden
kişi hepimizi n fene rlerim izi söndürmem izi söyled i .
Bunu sadece , saldırıya uğrayacağımızı anladığımızda
yapardık. Saldırganların sayısı grubumuzdaki i nsan
sayısı ile aynı gibi görünüyordu, bu açıdan bakarsak
durum eşitti , fakat sal d ı rganlar karate u stas ı
olmadıklarından alçakça bir saldırıya da kalkışabilirlerdi.
O kadar karanlıktı ki hiçbirinin yüzünü göremiyorduk.
Danışmak için ltosu'ya doğru döndüm , fakat tüm
söylediği; "Ayı arkana alarak dur! Ayı arkana al ! " oldu.
Oldukça şaşırmıştı m , çünkü ustamızı n bize, karate
uygulama şansı tanıyacağını san ıyordum ve tabi i ki
hepimiz de buna bu zorbalar çetesine oranla daha fazla
hazırdık. Halbuki ltosu bize sadece , s ı rtım ızı aya
vermemizi söylemişti! Hiç bir anlam veremiyordum .
B i rkaç dakika sonra kulağıma şöyle fı sı ldad ı ,

78
"Funakoshi , neden gidip onlarla konuşmuyorsun? Belki
de gerçekte kötü insanlar değillerdir. Ve belki de
benim de grubun için de bulunduğumu söylersen bu
herşeyi değiştirebilir" .
Veri len öğüde uydum ve bizi bekleyen çeteye
doğru ilerledim . Birinin "Aralarından b iri geliyor" diye
bağırd ığı nı işittim . "Aralarından biri gel iyor! Hazır
olun ! " . Ş i m d i atmosfe r , b i r kavganın h e m e n
öncesindeki gibiydi.
O n lara yaklaştıkça , bizi m sözde sal d ı rgan l arın
yüzleri n i n örtülü o lduğunu gördüm , yan i onları
tanımamız imkansızdı. Dendiği gibi , onlara nezaketle
Ü stat l tosu' nun da aaramızda bulunduğunu ve
hepimizi n onun öğre ncisi olduğumuzu söyled i m .
"Belki d e " , b u b i r yanlış anlama nedenidir" diye de
ekledim.
Çeteden birisi "!tosu mu? O da kim?" diye söylendi.
"Adını hiç duymadım! " .
N e kadar kısa boylu olduğumu gören b i r diğeri
bağırdı : "Hey, sen daha bir çocuksun ! Erkeklerin işine
burnunu sokarak ne yaptığını sanıyorsun? Çekil git
buradan! " . Sonra da beni göğüsümden itmeye kalktı.
Kalçalarım ı alçaltarak bir karate duruşuna geçtim .
Fakat bu sırada Itosu' nun sesini duydum : "Dövüşmek
yok Funakoshi ! Ne söylediklerini dinle. Konuş onlarla."
"Peki" dedim , adamlara, "Bizimle alıp veremediğiniz
nedir? Haydi , duyalım ! "
Kimsenin cevaplamasına fırsat kalmadan , biraz içkili

79
olan ve gürültülü bir şekilde şarkı söyleyerek evlerine
giden bir grup adam bize katı ldı . B i r kapışman ı n
meydana gelmek üzere olduğunu anlayacak kadar
yaklaştıklarında kan l ı bir kavga görme umuduyla
sevinçle haykırdı lar. Fakat aralarından biri liderim izi
tanıdı.
"Siz Ü stat !tosu değil m isin iz?" diye bağırdı. Elbette
Osunuz. ! Şu dünyanın işine bak!" Sonra bize saldırmak
isteyen çeteye doğru döndü. " Beyler siz deli m isiniz?"
dedi . "Bu insanların kim olduğunu biliyor musunuz?
Bunlar, karate ustası !tosu ve öğrencileri. Sizlerden on,
hatta yirmisi bile gerçek bir kavgada onları yenemez.
En iyisi özür dileyin ve bunda da acele edi n ! " .
Doğrusu özür dilenmedi, fakat çetedekiler aralarında
bir süre mırıldandı lar sonra da gecenin içinde gözden
kayboldular. !tosu, hepimizi n garip bulduğu başka bir
öneride daha bulundu . Yolumuza devam etmek yerine
geri dönüp Shuri'y e giden daha uzun yolu seçmemizi
isted i . Evi ne vard ığımızda, olay hakkı nda tek bir
kelime daha etmedi , bize de bundan bahsetmeme
sözü verdird i. "Bu gece hepiniz iyi birer iş yaptınız
çocuklar" dedi . "Hepinizin birinci sınıf birer kareteka
olacağından kuşkum yok . Fakat bu gece olanlar
hakkında kimseye tek bir kelime dahi etmeyin! Hiç
kimseye, anlıyor musunuz? Daha sonra, ç�te üyelerinin
utanç içinde Itosu' dan özür dilemek üzere evine
geldiklerini öğrendirv . Zorba ya da h ı rsız san ılan bu
adamların , aslında sanka yani çok sert bir Okinawa
likörü olan awamori'nin damıtılan bir köyün sakinleri

80
oldukları ortaya çıktı. Bunlar kabadayı , kural tanımaz,
bedensel güçleriyle övünen insanlardı ve o gece bizi ,
cesaretleri n i denemek için uygun kişiler olarak
görmüşlerdi. Ancak o zaman, ustanın Shuri'ye başka
bir yo ldan dönmem izi isteyerek bir başka kavga
olasılığını yokettiğini ve ne kadar akıllıca davran dığını
anladım. Bence bu davranışın içinde karatenin anlamı
yatmaktadır. Sadece ltosu için, karate çalışmam ış
i nsanlara karşı ustal ığımı ve gücümü ku l lanmak
istediğimden dolayı yüzüm kızannıştı .
Benzer bir şekilde gel işen ikinci olay ise daha
tatmi n kar bir sonuca vardı. Ö ncelikle eşimin ailesi
hakkında bir kaç söz söylemeliyim. Uzun yıllar boyunca
tatlı patates tarlalarında daha ıslah edilmiş bir tür
yetiştirmek için uğraşmışlardı. Bunda da az çok başarılı
oldular. fakat 1 868'de gelen Meiji Dönemi ile birlikte
zor günler geçirmeye başladı lar ve Mawash i adl ı .
Naha' n ı n iki buçuk m i l uzağındaki küçük b i r çiftçi
köyüne taşındı lar. Eşimin babası ınatçı Parti' nin ateşli
bir taraftarıydı , tuhaf bir insan haline gelmişti . Hava iyi
olunca tarlada çal ışıyor. hava kötü olunca da evinde
kalıyor ve okuyordu, tüm yaptığı buydu.
Eşi m , babasına çok düşkündü ve bir bayram günü
erkenden uzun ve güzel bir ziyaret yapmak için
çocuklarla beraber yola çıktı. Ben de, o öğleden sonra,
geç vakitte , karımın ve çocukları m ı n karanlıkta tek
baş l a r ı n a eve dönmeleri d ü ş ü n ce s i n d e n
hoşlanmadığım için köyden dışan çıktım .
Mawashi'ye giden tek yol kalı n çam ağaçlarından

81
oluşan bir korunun içinden geçiyordu ve akşam
üz erı n ı n z ay ı fl ay a n gün ışığı nda k a ra n l ı k
bastırmaktaydı , bu yüzden ağaçların arasından önüme
birdenbire iki adam atlayıp da yolumu kestikleri zaman
şaşırdım . Bunlar da, tıpkı öteki saldırgan lar g ibi
yüzlerini örtmüşlerdi . Dürüstçe b i r kavgaya g i rişmek
gibi bir niyetleri olmadığı çok açıktı .
Aralarından biri çok küstah bir tonla " Pekala! " diye
bağırdı . "Sağı r değil se n o rada öyl e durma. Ne
istediğimizi bil iyorsun . Konuş! ıyi akşamlar e fendi m ,
de. N e güzel bir gün olduğunu söyle bize. Zamanım ızı
boşa harcama ufaklık yoksa pişman olursun. Bu konuda
sana söz verebilirim !"
Onlar öfkel i , ben ise sakindim . B enimle konuşanı n
sıkılı duran yumruğundan bir karateci o lm adığını
söyleyebil iri m, ağır bir sopa taşıyan diğerinin ise bir
amatör olduğu açıktı . Yavaşça, "Beni b i r başkası ile
karıştırmış olmayasınız? Kesin l ikle b i r yanlış anlama
olmalı. Sanırım bu konuda konuşursak . . . " diye cevap
verecek oldum .
Benimle konuşan adam, "Kes sesini bastıbacak! " diye
hırladı. "Ne sanıyorsun sen bizi?"
Ardından iki adam biraz daha yaklaştılar, fakat bu
beni endişelendirmedi . "Görülüyor ki" dedim , "sonunda .
sizinle kavga etmek zorunda kalacağım , fakat açıkçası
bunda israr etmemenizi öneriri m . Bunun sizin için iyi
olacağını sanmıyorum , çünkü . . . "
Adamlardan ikincisi şimdi taşıdığı ağı r sopayı

82
kaldırmıştı.
"... çünkü" diye devam ettim, "kazanacağımdan emin
değilsem dövüşmek istemem. Yenileceğimi biliyorum.
Öyleyse neden dövüşeyim ki? Bunun anlamı var mı?"
Bu sözlerle ikisi de biraz sakinleşir gibi oldu. "ıyi"
dedi aralarından biri, "belli ki pek kavga etmek
istemiyorsun. Öyleyse paranı ver."
Onlara boş ceplerimi göstererek "Hiç param yok"
dedim.
"Biraz tütün o zaman!"
'Tütün kullanmıyorum"
Aslında yanımda olan tek şey eşımın babasının
evindeki sunak için aldığım monju yani kekti. "ışte"
dedim adamlara, "bunları alın"
"Sadece monju!" S eslerinden hayal kırıklığı
okunuyordu. "Eh, hiç yoktan iyidir". Kekleri aldıktan
sonra adamlardan biri "ıyisi mi git buradan ufaklık. Ve
dikkatli ol, bu yol tehlikelidir" dedi. Sonra da ağaçların
arasında kayboldular.
Bir kaç gün sonra Azato ve Itosu ile beraberdim,
konuşmanın akışı içinde bu olaydan bahsettim. Beni ilk
tebrik eden Itosu oldu. Çok doğru bir şekilde hareket
ettiğimi ve bana karate öğretirken harcadığı saatlerin
boşa gitmediğini şimdi anladığını söyledi.
Azato ise, "Fakat, hiç manjun kalmadığına göre
kayın babanın sunağına ne sundun?" diye sordu
gülerek.

83
"Elimde h içbi r şey kal madığı içi n içten bir dua
sundum" diye cevap verdim.
"Güze l , güzel! " diye bağırdı Azato. "ıyi olmuş! ışte
karaten i n gerçek ruhu . Artık ne anlama geldiğin i
kavrıyorsun".
Hissettiğim övüncü saklamaya çalıştım . Her iki usta
da çalışmalarımız sırasında yaptığım tek bir kata için
dahi bir tek bir iyi kelime dahi etmemişken şimdi beni
tebrik ediyor ve iftahar ile sakin bir sevinç duygusunu
birbirine katıyorlardı .

Gururun Tehllkesl

Yirmisini henüz geçmiştim, bir akşamüstü Naha'dan


Shuri'y e yürüyerek geri dönüyordum. Yol ıssızdı ve
Sogenj i Tapınağ ı n ' dan sonra daha da ı ssızlaşarak
devam ediyordu . Sağ taraf boyunca b i r mezarlık
uzanmakta ve yakında da uzun yıllar önce savaşçıların
atlarına su sağladıkları büyük bir göl bulunmaktaydı .
Gölün kıyısında ortasında taş bir platform olan çayırlık
bir arazi vardı ; Okinawa'lı gençler burada bilek güreşi
yaparak güçlerinin sınırlarını denemekteydiler.
Daha önce de belirttiğin gibi, Okinawa bilek güreşi ,
japonya'nın diğer yerlerinde yapılandan biraz farklıdır.
Bu spora çok meraklıydım ve (itiraf etmeliyim ki) bu
konuda kendime güveniyordum . Durdum ve bir süre

84
izledim .
Birdenbire aralarından biri bana bağırd ı . "Hey sen!
Hadi gel de bir dene! Tabi i korkmuyorsan" .
" Doğru ! " diye bağ ı rdı b i r d iğeri . " O rada öyle
seyredip durma. Bu uygun bir davranış değil!"
Başımı gerçekten de belaya sokmak istemiyordum ,
b u yüzden d e "Kusura bakmayın lütfen , fakat artık
gitmeliyim" diyerek yoluma koyuldum.
"Yo , hayır gidemezsin ! " diyerek bir grup genç bana
doğru koştu.
"Kaçıyor musun?" diye sataştı biri.
Bir diğeri de "Yapacak başka bir işin m i var?" diye
sordu.
ıkisi beraberce, beni gömleğimden çekerek taş
platforma doğru sürükledi . Burada hakem olduğunu
sandığım daha yaşlı bir adam oturuyordu -ve olasılıkla
da grup içindeki en güçlü bilek güreşçisiydi . Kuşkusuz
kazandığım becerilerimi kul lan ı p kolayca oradan
uzaklaşab i l i rd i m , fakat bunun yerine bu 5pora
katılmaya karar verdim. ılk karşılaşmayı, bana az bi r
şans verilse de kolayca kazandım . ıkinci genç de kolay
bir zafer oldu. Ve ardından üçüncü, dördüncü ve
beşinci geldi.
Ş imdi sadece iki adam kalmıştı , bun lardan b i ri
hakemdi ve her ikisi de güçlü rakiplere benziyorlardı.
Hakem olan diğerine ikna edici bir baş hareketi
yaparak, " Pekala" ded i , "sı ra sende. Bu yabancıyla

85
karşılaşmaya hazır mısın?"
" Korkarım ben deği l i m " diyerek araya g i rdi m .
"Yeteri nce karşılaşma yaptım v e em i n im k i artık
kazanamam . Lütfen beni mazur görün".
Fakat adamlar ısrarcıydılar. Bir son raki rakibim
tehtitkar bir ifade ile elim yakaladı , mücadeleyi kabul
etmekten başka seçeneğim yoktu. Bu karşılaşma da
kesin ve kısa oldu. "Artık gerçekten gitmeliyim" dedim .
'Teşekkürler. Lütfen beni affedin" .
Görünüşe göre bu sefer özürlerim kabul edilmişti.
Fakat Shuri'ye doğru yürümeye başlarken içimde bu
gün ü n olaysız geçm eyeceğ i n i yolunda b i r h i s
doğmuştu. Bunda d a haklıydım , çünkü arkamdan
sesler gelmekteydi .
Şanslıydım k i , sabah erkenden Naha'ya doğru yola
çıktığım sırada yağmur yağdığı için yanıma bir şemsiye
almıştı m . Şimdi yağmur durmuştu , şemsiyeyi de bir
yü rüyüş sopası olarak kul lan ıyordum , ayrıca b i r
savunma aracı olarak d a kul lanı l abilirdi , şemsiyeyi
çabucak açtım ve arkamdan gelen darbeyi bertaraf
etmek için başımın arkasına doğru tuttum.
H ikayeyi daha fazla uzatmayayım . Yedi ya da sekiz
kişilik bir grup olmasına rağmen bana vurmaya
kalktıkları tüm darbeleri , daha yaşlı olan adamın , "Kim
bu çocuk? Karate biliyor o lmalı" diyen sesini duyana
dek savuşturmayı başardım .
Saldırı kesildi . Adamlar bana öfkeli bakışlar fırlatarak
geri lediler, bundan sonra başka bir darbe ya da

86
herhangi bir şekilde durdurma girişimi olmad ı , ben de
yeniden yoluma koyuldum. Yürürken kendi kendime
en sevdiğim şiirlerden birini söylüyor ve aynı zamanda
da sinsi hareket sesleri dinliyordum , fakat hiç ses
duymadım.
Shuri'ye vardığım vakit, vicdan azabıyla doluydum.
Neden bu bilek güreşi yarışına g i rm iştim ? Sadece
meraktan mı? diye soruyordum kendi kendime. Fakat
doğru cevabı zi hnimde biliyordum ; gücüme fazla
güvenmek. Tek kelimeyle gurur. Karate-do' nun ruhuna
aykırı bir şeydi ve utanç duygusu hissetmekteydi m .
Şimdi b u h ikayeyi anlattığımda dah i , aradan yıllar
geçmesine rağmen hala derin bir utanç hissederim.

içinde Merhamet Bulunmayan Yumuşakhk

Büyükbabanın evinin yakınında, yüksek bir tepede


Bengadake isimli bir orman vardı. Bu ormanın içinde,
saygısını sunmaya gelenlere iyi şans sağlamasıyla ünlü
olan kutsal bir mezar bulunmaktaydı (hem Naha hem
de Shuri' den pek çok kişi bunun için burayı ziyaret
ederdi). Bu orman , Chujo Koyu'na gelen ziyaretçilerce
de görülebilmekteydi.
B i r akşam üzeri , yürüyerek Nishihara köyünden
gelirken Bengadake'nin ağaçlık tepesindeki patikadan
geçmekteydim, birdenbire son hızla bana doğru koşan
bir adam farketti m . Çabucak yana kaçmasaydım

87
çarpışacaktık ve oldukça karanlık olmasına rağme n ,
adam ı n hareketleri nden kendini sav u n m a san atı
hakkında bir bilgisi olmadığını anlamıştım.
Adam şeker kamışı tarlasına daldı ve uzun bitki
sapları arası nda kendini tamam ıyl a kaybettird i .
Şekerkamışı tarlasından h i ç ses gelmemeye başlayınca
tökezleyip kafasını bir taşa. çarptığından ve kendisini
kaybettiği nden kuşkulandım . Sonunda, ken d i s i n i
tarlada, karanlığın izin verdiği ölçüde aradıysam da, hiç
bir iz bulamadım. Genel çöplüğün olduğu küçük çukur
yönünde i l e rl erken bu du rumun o ldukça garip
olduğunu düşünmekteydim .
Görüntü çok tiksindiriciydi, bu sebeple aniden pislik
yığını içinde yüzen ve koyu renkli bir kavuna benzeyen
bir şey görmeseydim oradan olabildiği nce çabuk
uzaklaşıcaktım . Bu nesne hiç kuşku yok ki, bir insan
başıyd ı , büyük olasıl ıkla da tepeden aşağıya koşan
adam ın başıydı . Manzaranın kötül üğüne rağm en ,
pisliğin i çinden çıkması için ona elimi uzattım . B i r
teşekkür bile etmeden gidebildiği kadar hızla tepeden
;>ağı ındi.
Tam bu sırada aksi yönden bir ıslık sesi geldi ve
karanlığın içinde siyah mantolu üç figür beliriverdi. Tek
bir keli me etmeme bile meydan vermeden ben i
yakalad ılar. " Durun yanlış kişiyi yakaladı n ız! " diye
bağırdım, çünkü bu andan itibaren üçünün de polis
memuru oldukları bell i olmuştu . Kendileri de polis
olduklarını söyleyerek beni bağlamak için ip çıkardılar.
ışte o zaman pisliğin içine düşen adamı n peşi nde

88
olduklarını anladım.
"Durun bir dakika" diye ye n i l edim . " B ir hata
yapıyorsunuz" .
Memurlardan biri sertçe "Bize yalan söyleme" dedi.
"Ve başka bela da çıkarma" .
Ü çü de aradıkları adamın ben olduğumdan oldukça
emin görünüyorl ardı , fakat ben itirazlarımda
ısrarlıydım . Sabırla, kovaladıkları kişinin biraz önce
çöplüğün içine düştüğünü ve ben çıkmasına yardım
ettikten sonra da kaçtığını açıkladım .
İ lk başta söylediklerime kuşkuyla yaklaştılar fakat
h ikayemi tekrar ettikten sonra ban a i nanmaya
başlad ı l ar. Sonra da bana adamı n kaç yaşında
olduğunu ve nasıl göründüğünü sordular. İ nsan
gözünün güvenilir bir şahit olarak kabul edilebilmesi
için çok karan lık olduğunu ve olanlar göz ön üne
alındığında hiç kimsenin koku duyusunun bu kişinin
kimliği konusunda yanlış yapmayacağını söyledim.
Bunun üzerine, dördümüz de adamın gittiği yönde
tepeden aşağı indik. Tepenin eteğine indiğim izde,
yerde yüzü koyun yatan birini bulduğunu haykıran bir
adamı duyduk. Belli ki aynı suçluyu arayan bir polis
grubu daha vardı ve onu patates tarlasının ortasında
bulmuşlardı. Bilinçsizdi ya da öyle görünüyordu ve
kutsal cennete yükselmişti . Polis memurlarının aradığı
adam olduğuna kuşku yoktu.
Ö n ce o n u b i raz tem i zl e m e leri g e rektiğ i n i
söy le d i ğ i m d e , bağ l ay ı p araba i l e götürmek

89
üzereydiler.
Aralarından biri ters bir sesle "Tamam da, nerede? "
diye sordu.
"Benim evime getirin" dedim. "Polis karakolunun
yolu üzerindedir" .
Böyle de yaptık. Kirli elbiselerini soyduk ve kuyunun
yan ı nda onu yıkadık, ancak o zaman adama n e
olduğunu görme şansım oldu. Sağ uyluğundan aşağısı
kan olmuştu, sol uyluğu ise siyah ve mordu. Çöplüğe
düştüğü sırada yaralanmış olmalıydı, vuruştan dolayı
oluşan morluğun nedeni ise tepeden aşağı doğru hızla
atı ldığı sırada ondan kurtulmak i çin döndüğümde
istemeden attığım tekmeydi .
Memurlar bana, adamı n uzun b i r sabıka kaydına
sahip, hırsızlık, soygun ve teeavüzden suçlu kaçak bir
mahkum olduğunu söyleyene kadar onun için derin bir
acıma duygusu hissettim. Bunları işittiğimde ise acıma
duygum kayboldu.

Arabuluculuk

Oki n aw a ' n ı n kuzey b ö l üm ü n de k i Ko k uryo


bölgesinde , Motobe isim l i bir sah il köyü i le onun
yakın ında gene sahilde, Shaka isimli ufak bir köy
bulunur. Shaka, Meiji Dönemi son rasında, Tokyo'daki
yeni rejimden hoşnut olmayan Okinawa orta sınıfınca

90
iskan edilmişti ve yıllar geçtikçe de Kokuıyo bölgesini
sarstığı görülen neredeyse sonsuz sayıdaki kavgaların
ana kaynağı haline gelmişti.
Ş i mdi a n l atacağım o lay , benim öğretm e n l iğe
başlamamdan on beş y ı l kadar so n ra meydana
gelmiştir ve Shaka ile komşu bir köy arasındaki kavgayı
konu edinmektedir. Yerel polis hiç sakinleşme belirtisi
göstermeyen tartışmayı yatıştırmakta yetersiz kal ınca
Naha polisinden yardım istemişti. Kavganın asıl nedeni
politik olduğu için de şehi r meclisi üyeleri , eyalet
meclisi ve hatta eyalet hükümet erkanı bile yardıma
çağrılmıştı . Garip olan ise bu hakeml ik yapma partisine
benim de çağrılmamdı . O zaman olduğu gibi şimdi de
bunun n ed e n i h ak k ı n d a hiç bir fi k r i m
bulunmamaktadır.
Chuto Bölgesindeki Senno Koyu yakınında küçük bir
okulda öğretim görevl isiydim ve bir süredir karate
çalışmam için daha uygun olan Naha'nın merkezindeki
bir okula gönderilmeyi umuyordum , fakat bu transfer
henüz gerçekleşmemişti. Aslında, hakemlerden biri
olmam ın bu kadar şiddetle i stenmesine yol açan
nedenin karate bilgim mi olduğunu merak ediyordum ,
tabii ki benden olayları yumruk yumruğa bir kavgaya
çevirmem beklenmiyordu, fakat tartışanların çoğunun
karate ustası ol m ası sebebiy le varl ığıma saygı
gösterecekleri umuluyordu.
Sebebi n e o l u rsa o l s u n reddem eyeceği m i
düşünerek okul müdüründen bir izin kağıdı rica ettim.
O günlerde Okinawa'da, otomobil yoktu ve bir sabah

91
erkenden atl ı araba ile yola koyulduk. Hatırladığım
kadarıyla Naha ile Shaka arasındaki elli millik mesafede
iki kez at değiştirmek zorunda kaldık.
Vardığımızda, iki köy arasında kuvvetli bir kuşku ve
düşman l ık havası o l duğunu gördük, bu hava n ı n
kavgaya yaklaşıp tam bir savaş haline dönüşmesinden
korkuyorduk. Olayları tam anlam ıyla kontrol altına
alabi lmek için çok hassa bir şekilde hareket etmeye
karar verdik.
B irden , çok garip bir şey oldu . Her iki köyün de
sakin leri , aralarında biz olduğumuz halde , birbirlerine
öfkeli bakışlar fırlatarak tarafsız bölgede toplandılar, bu
sırada neredeyse eşzamanlı olarak, birdenbire her iki
rakip gruptan da birer kişi yaklaşarak aynı sözlerle beni
selam ladı . " Funakosh i , seni bu raya ne geti rd i ? "
dediklerini duydum .
B u şe k i l d e s e l a m l an d ı ğ ı m ı gören h a k e m
arkadaşlarım bu kavgayı tek başıma yatıştı rmam ı
istedi ler. Kuşkusuz, her iki köyden de arkadaşlarım
olduğu için bu tartışmaya kolayca ve çabucak son
verebileceğimi düşünmüşlerdi, fakat ben kendi payıma
bu kadar iyimser değildim ve tek bir yan lış sözün
yumrukların uçuşmasına neden olacağını ve uzak
gözüken barışı daha da uzaklaştıracağını biliyordum .
Gene de bu görevi üstlendim. Olabildiğince saygılı
ve tarafsız olmaya karar vererek her iki tarafı n da
sözlerini dinledim. Tek yaptığım buydu, fakat o gün ve
sonraki gün içinde neredeyse önce bir köyün sonra da

92
diğer köyün öfkel i saki n leri tarafı n dan saldı rıya
uğruyordum. Neyse ki kendimi tutup sabırlı davrandım
ve h i ç bir öfkeli harakette bulunmadım , böylece
tehditkar durumdaki şiddet somut bir hale dönüşmedi .
Sonuçta, iki gün boyunca dinledikten sonra her iki
tarafça da kabul gören bir çözüm önerdim. Sağlanan
barış sayesinde, Shaka ilkokulunda bu mutlu olayı
kutlamak için bir tören düzen lend i . Daha sonra da
hakemler atlı arabalarına binip Naha'ya geri döndüler.
Bir ay sonra, Okinawa Eyaleti Valiliği Eğitim ışleri
B ö l ü m ü ta rafı n da n çağ rı l d ı m , bu rada N a ha
merkezindeki bir ilkokula tayin edildiğimi öğrendim .
Uzun zaman önce yaptığım başvuru sonunda kabul
edil m işt i , kendimi arabuluculuk çabalarımda çok
yararın ı gördüğüm karate çalışmalarıma verebilirdim
artık.

Alçak.gönüllü Bir insan

Naha'daki bir il kokulda yard ı m cı öğretme n l i k


yaptığım zamanlarda eşimle birlikte, eşimin ailesinin
Shuri'de bulunan evi nde oturduğumuz için günde iki
kez iki buçuk m i l yürümek zorunda kal ıyordum . Bir
gün , oldukça uzun süren bir öğretmenler toplantısı
yüzünden geç bir saate eve dönüyordum, kısa bir süre
sonra yağmur yağmaya başladı . Bir kereliğe mahsus
olmak üzere müsrif olmaya karar verdim ve bir

93
jinriksha 8 kiraladım.
Zaman ilerlec!ikçe jinriksha sürücü ile konuşmaya
başladım ve biraz da şaşırarak, sorularıma oldukça kısa
cevaplar -verdiğini farkettim. Genelde jinriksha
sürücüleri en az berberler kadar konuşkandırlar. Dahası
ses tonu çok kibar ve konuşması da iyi eğitilmiş bir
insanınki gibiydi. O zamanlar Okinawa'da iki tür
jinriksha vardı; hiruguruma {gündüz jinrikshaları) ve
yoruguruma {gece jinrikshaları) ve gece çalışan
jinriksha sürücülerinin de kendilerini dünya işlerinden
çekmiş orta sınıf kişiler olduklarını biliyordum.
Acaba beni Shuri'ye dek yol boyunca çeken bu
adamı tanıyor muydum? Eğer tanıyorsam nezaket
kurajları çiğnenmiş deme,ıs.ti , Her neyse, geriye bunu
ortaya çıkarma soru �ordu, bu da hiç kolay
değildi çünkü ad®"t geniş kenarlı bir şapka giymişti ve
bununla da yüzünü benden gizlemeyi başarıyordu.
Bu yüzden, onun kim olduğunu görmemi
sağlayacağını düşündüğüm bir oyun hazırladım. Bir
süre için jinrikshayı durdurmasını istedim, böylece
doğanın çağrısına cevap verebilecektim. Arabalarının
oklarını yere bırakınca sıradan bir jinriksha sürücüsü
olmadığı yolundaki hislerim kuvvetlendi, fakat yere
atlayıp da yüzüne bir göz atmak istediğim anda başını
çeviriverdi. Uzun, ince vücudunun duruşundaki bir şey
hala çok tanıdık geliyordu.

8 Uzakdoğu'da taşımaalıkta kullanılan, iki tekerlekli ve bir sü­


rücü tarafından çekilen araba; çekçek (Ç.N.).

94
Bu sırada yağmur dindi ve bulutların arasında soluk bir
ay göründü. ışimi bitirince j inrikshaya geri döndüm ,
tekrar adamı n yüzüne bakmayı deneyip tekrar
başarısızl ığa uğrad ı m . B eceriksizliğimden dolayı
sıkılarak, yürüyeceğine inandığım başka bir plana göre
hareket etmeye karar verdim. "Az bir yolumuz kaldı"
dedim , "siz de yorulmuş olmalısınız. Güzel bir akşam
üzeri , neden biraz yürümüyoruz? " .
Adam kabul etti a m a gene başarısız olmuştum
çünkü yanımda yürümeye yanaşmıyordu. Hep bir ya
da iki adım gerideydi . B i rdenbire yoldaki bir
dönemeçte geri dönüp ji n rikshanın oklarından birini
kaptım ve aynı anda da onun yüzüne bir göz atmayı
denedim. Hızlı davranmış olsam da adam daha hızlıydı
ve şapkasın ı aşağıya yüzünün üstüne çekiverd i .
Hareketi o kadar hızl ıydı k i onun sıradan b i r jinriksha
sürücüsü olmadığından kesinlikle emindim artık.
Aslında onun kim olduğunu da biliyordum . Şapkamı
çıkardım ve "Sorduğum için bağışlayın , fakat siz Bay
Sueyoshi değil misiniz?" dedim.
Şaşırmasına rağmen kibarca cevap verdi, "Değilim " .
Bunun üzerine tıpkı b i r resimdeymişçesine bir an
için hareketsiz kaldık, ben jinriksha'yı tutuyordum o ise
gözl e r i n i yere dikmişti , g e n i ş şapkası yüzü n ü
gizlemekteydi . Sonra ani bir kararla şapkasını çıkardı ve
dizlerine doğru eğildi. Yanı lmamıştım. Gerçekten de
Sueyoshi idi . Doğrulmasına yardım etmek için elimi
uzattım ve ben de dizlerime doğru eğilerek adımı

95
söyledim, münasebetsiz merakım için de özür diledim .
Bi ldiğim k�darıyla çok tan ınmış üst s ı n ı f bir savaşçı
ailesinden geliyordu ve karate-do'da benim üstümdü.
Dahası sopa dövüşünde ünlü bir uzmandı ve daha
sonra da kendi bojitsu okulunu kurdu.
Tabi i ki bu andan i tibare n , ben otururken onun
j i nrikshayı çekmesi söz konusu olamazd ı . Yanyana
Shuri'ye doğru yürürken karate ve sopa dövüşü sanatı
hakkında çok zevkli bir konuşma yaptık . Kimliğ i n i
öğrenmek için o kadar istekli olmamdan sıkılması na
rağmen benden j i nriksha sürücüsü olarak çalıştığını
kimseye söylememi isted i . Anlattığına göre yatağa
düşmüş hasta bir eşi vard ı , hem o n u hem de
kendinisi n i geçindirmek ve e şi i çin gerekli ilaçları
alabilmek için gündüz çiftçi olarak çalışıyor ve gece de
jinriksha sürücülüğü yapıyordu.
Ü n ve paraya kavuşmayı istemiyor muydu, bunları
kesinlikle elde edeb i lirdi fakat olas ı l ıkla ken d i n i
çal ışmaya vererek kendin i h arcamayı soyluluğuna
yakıştıramıyordu. Çalışırken bile tepeden tırnağa bir
samurai idi j i n rikshayı her kavrayışında gösterdiği
b e ce r i k l i l i k savaş san atla r ı ndaki u s t a l ığ ı n ı
açığavurmaktaydı . Her ne kadar ben Tokyo'ya gittikten
kısa bir süre sonra ölmüş olsa da onunla geçirdiğim o
akşamı hi ç unutmadım . O benim için , her zama n
samurai ruhunun mükemmel b i r biçimde bedenlenmiş
hali olarak kaldı.

96
Oyunun Ruhu

H alat çekme oyun u adamızda çok sevilen bir


spordur, genellikle festivallerimizde oynanır. Bizim
halat çekme oyunumuz diğer bölgelerde yapılanlardan
biraz farklıdır. Bunun nedeni de, Okinawa halat çekme
yarışın ı seyreden herkesin de kabul edeceği gibi daha
dinamik bir oyun olmasıdır. Okuyucularıma kesinlikle
çocuklara göre bir spor olmadığını temin edebilirim.
ıki i p parçası , neredeyse büyük bir ağaç gövdesi
kadar kalın tek bir halat oluşturacak şekilde bağlanır.
Her iki halatın da uçlarında kalın bir ilmek bulunur ve
bir ilmekten diğerine kadar olan yer kaygandır, her iki
parçayı da bir arada tutmak için kal ı n bir meşe dal ı
kullanılır. Esas halata bir sürü küçük halat bağlıdır, bu
görüntü büyük bir kırk ayağı andırır; bu küçük halatlara
mezuna (dişi halatlar) denir. Meşe dal ı n ı ilmeğin
arasına geçirmek ise hakemin görevidir. Bu, her ne
kadar teh likeli bir görev olsa da bir Okinawa halat
çekme yarışında asla vazgeçilemeyecek bir törendir.
Hakemi n , halatın ortasının iki yan ı nda bulunan rakip
grupların başın daki adamlara dokunmasıyla oyun
başlar. Sonra tüm rakipler küçük dişi halatları yakalarlar
ve davul ve gongların eşliğinde çekmeye başlarlar.
Taraftarlar ise tuttukları takım l eh ine tezahürat yapıp,
bayrak sallayarak ve olabildiğince gürültü yaparak

97
onları cesaretlendirirler.
Her ne kadar bu bir spor ve oyun olsa da ayn ı
zamanda bir savaş taklididir v e bazen (hakemin kararı
beğenilmezse) gerçek dövüşler olur. Halat çekme
yarışı sonrasında yaralanan pek çok Okinawa'lı vardır.
Bu nedenle hakem , her iki tarafın da saydığı biri
olmalıdır, aynı zamanda hem hakemlik ve hem de
çıkabilecek bir kavgada arabuluculuk yapabilecek biri
olması gerekir.
H alat çekme yarışı Shuri kraliyet başkentinde
yüzyıllar boyunca popüler bir spor olmuştur. Naha ,
Meiji Dönemi i le birlikte, Okinawa' nın başkenti haline
geldi ve yaşlı kızkardeşinden daha fazla gelişti .
Naha'daki okul öğretmenliği yıllarımda sık sık halat
çekme yarışlarında h akeml i k yapmam i ste n i rd i ,
hakemlik yaptığım hiç bir yarışmada kanl ı bir kavga
çıkmadığını söylemekten mutluluk duymaktayım . Bu
halat çekme yarışlarını izlerken , sadece kazanma hırsı
içinde olan takım ı n bu nu başaramadığı nı halbuki
kazanmak ya d a kaybetmek h a kkı n d a faz l a
endişelenmeden spor yoluyla eğlenmek amacıyla
yarışan takımın sıklıkla zafere ulaştığını öğrendim . Bu
gözlem , halat çekme yarışı i çin o lduğu kadar karate
karşılaşmaları için de geçerlidir.

98
Karate Hayatımı Kurtanyor

Anlatmak istediğim bir başka karate h ikayesi de


Okinawa Eyal eti' n i n en önemli limanı o lan Naha
limanı nda meydana geld i . Büyük gemiler, çok sığ
olduğu için yanaşamadıkları ndan , limanın ortasına
demi rl emek ve yolcu l arı küçük teknelerle kıyıya
çıkatmak zorunda kalmaktadırlar.
Okinawa'dan Tokyo'ya gittiğm gün hava çok rüzgarlı
ve dalgalar da oldukça yüksekti. Diğer yolculardan
oluşan bir grupla beraber, başkente gidecek olan yolcu
gemisi nden y o l l a n m ış küçük bir t e k n eye
binmekteydi m . Limana vardığımız sırada deniz bir
süreliğine sakinleşti ve bir kaç yolcu, küçük tekneden
gem i n i güvertesine uzatı l m ı ş olan tahta iskele
üzerinden kolaylıkla geçtiler. Sallanan tekneden atlama
sırası bana geldiğinde ise birdenbire büyük bir dalga
çarptı ve ben de doğal o l arak d e n i z tekrar
sakinleşinceye kadar bekledim .
Deniz tekrar sakin l eştiği n de b i r ayağ ı m ı tahta
iskelenin üzerine koydum , fakat tam bu sı rada bir
başka büyük dalga daha geldi ve feribot hızla
sallanmaya başlad ı . Ben ise kol l arımda iki tane
kocam a n , ağır bavul i l e , bir ayağım iskelede, bir
ayağım hala feribotta olacak şekilde durmaktaydı m .
Altımda i s e d e n i z vard ı . Daha d a kötüsü , itiraf

99
etmeliyim ki , bir adalı olmama rağmen , dağ kasabası
Shuri'de yetiştiğim ve deniz kıyısını nadiren ziyaret
ettiğim için hiç yüzme öğrenememiştim.
Orada öyle bacaklarım ı açmış, denizin üzeri nde
dururken , büyük gem i n i n mürettebatının bağırarak
bana öğütler verdiğini duyabiliyordum , fakat öğüt, tek
başına bir işe yaramıyordu. Hiç d üşünmeden sol
elimde tuttuğum bavulu sağ elime geçirdim ve ayn ı
anda d a sağ elimde bulunan v e daha ağır olan çantayı
da tahta iskeleye bırakıverdim. Bu hızlı hareket, beni
iskelenin güvencesi altına soktu. Bir an daha tereddüt
etseydim , kesi nl ikle den ize düşecek ve belki de
boğulacaktım. Kurtarılsaydım bile midem tuzlu su ile
dolu olacaktı . Tahta iskeleyi tırmanırken biraz evvelki
kurtuluşumdan dolayı Karate-do'ya teşekkür kelimeleri
mırıldanmaktaydım.
Bi r kaç yıl sonra, Okinawa'ya yaptığım b i r ziyarette
doğal olarak, Ü stat Azato'ya saygımı sunmaya gittim .
"Hoşgeldin" diye bağırd ı . "Hakikaten ! O gün ne kadar
korkmuştuk ! " . O da ailesi ile birlikte , rıhtıma beni
uğ u r l a m aya g e l m i ş t i v e ş i m d i d e başı m a
gelebi l eceklerden dolayı n e kadar korktukları n ı
an latıyorlard ı. " Hızına v e becerileri ne ne kadar d a
hayran kalmış v e nasıl d a rahatlamıştık!" diye ekledi.
Tabi ki, bir i nsanı bu çeşit olağanüstü ustalıklar
göstermesini sağlayacak şekilde sadece yetiştiren tek
savaş sanatı karate değildir. Örneğin , Judo uzmanları ,
neredeyse hiç yaralanmada kalkacak şekilde düşmeyi
öğrenirler, hepsi de bu becerilerini judo antremanlarına

1 00
'

borçludurlar . Önemli olan nokta, herhangi bir savaş


sanatının her gün çal ışılmasının insana acil durumlarda
son derece değerli olma yeteneği kazandırdığıdır.

101
------ KABUL EDİLME

Zor Günler

Hatırladığım kadarıyla, 1 92 1 yılının sonuna doğru,


Eğitim Bakanlığı , Kadınlar Yüksek Normal Okulu'nda (o
zamanlar Tokyo'da Okhanom izu'da bulunuyordu} , eski
Japon savaş sanatları hakkında bir gösteri yapılacağını
duyurmuştu . Okinawa Eyaleti 'nin de bu gösteriye
katılması istenm işti ve Eğitim Bölümü de, benden ,
yerel karate sanatım ı zı J aponya ' n ı n başkenti nde
tanıtmamı istedi . Tabii ki hemen kabul ettim ve planlar
yapmaya başladım .
O zam a n l a r karate , Oki n awa d ı şı nda pek
tanınmadığı ve gösteriye davet edilen halkın da bu
konudaki bilgisi pek fazla olmadığı için tanıtım
amacıyla oldukça dramatik bir şey yapmaya karar
verdim . Çeşitli duruş , kata, el ve ayak hareketlerinin
fotoğraflarını çekerek bu fotoğrafları üç uzun tomarda
topladım. Bu resimleri baş kente götürdüm . Gösteri
büyük bir başarı kazandı ve san ırım Toi<yo halkına

1 03
Okinawa karate sanatının gerçek anlamda tanıtılması
da bu gösteri sayesinde oldu.
Gösterinin hemen sonrasında doğduğum adaya geri
dönmeyi planlamıştım , fakat Kodokan judo başkanı
Sayın Jigoro Kano benden karate sanatı hakkın da kısa
bir konferans vermemi isteyince dönüşümü erteledim .
İ lk başta tereddüt ettim , çünkü kendi m i yeterli
görmüyordum, fakat Kano 'nun çok istek l i o lması
sebebiyle onun hatırına bir kaç kata gösterm eyi kabul
ettim. Yer Kodokan'dı ve gösterim sırasında sadece
salonun kıdemli öğretim kadrosundan oluşan küçük bir
grubun hazır bulunacağını düşünmekteydim . Oraya
vardığımda ise büyük bir şaşkın l ıkla, yüzd en fazla
izleyic i n i n beni beklediğ i n i gördüm . Gösterideki
partn e r i m o l a rak , o s ı rada Tokyo S h ok a
Daigaku' {şimdiki Hitotsubashi Ü niversitesi) da öğrenim
gören Shinkin G i ma ' y ı s e çm i şt i m . Gima,
Okinawa' dayken çok sıkı karate çal ışan b i rin ci
dereceden bir kareteka idi. Çok etkilenen Kano ,
gösterdiğimiz katada ustalaşmak için ne kadar süre
gerektiğini sordu.
"En az bir yıl" diye cevap verdim .
"Ah , bu çok uzun bir süre , bana sadece temel
olanlardan birkaçını öğretebilir misiniz?" dedi.
Basit bir eyalet okulu öğretmeni olarak, Jigaro Kano
gibi büyük bir j udo ustasından g e l e n bu teklif
karşısında fazlasıyla onur duydum ve tabii ki kabul
ettim.

104
Bir süre sonra , gene Oki nawa'ya dönüş hazırlıkları
yaptığı m sı rada , bir sabah ressam Hoan Kosugi
tarafı ndan davet edildim . B i r süre önce bir resim
sergisi için Okinawa'yı ziyaret ettiğini ve bu ziyareti
sırasında gördüğü karateden çok etki lendiğini , bu
sanatı öğrenmek istediğin i fakat Tokyo'da ne bir hoca
ne de bir eğitim kitabı bulamadığın ı söyledi . Acaba,
Tokyo'da bir süre daha kal mayı ve kendisine özel
dersler vermeyi kabul eder miydim?
Böylece , g i d işimi b i r kez daha erte l edim ve
Kosugi' n i n başkanl ığı n ı yaptığı Tabata Kavakağacı
Klubü adl ı bir ressamlar grubunun üyelerine ders
vermeye başladım. Bir kaç ders sonra ise , Karate­
D o ' nun tüm Ja p o n h a l k ı na tan ı tı l m as ı işi n i n
gerçekleştirilmesi için uygu n kişi o lduğumu ve
Tokyo'nun da bir başlangıç noktası olduğunu anladım .
Bunun üzerine bu konudaki fikirlerini almak için Azato
ve Itosu'ya yazdı m , her iki usta da cesaret verici
mektuplarla cevap verirken aynı zamanda da zor bir
dönem içine girebileceğim konusunda beni uyardılar.
Bu . uyarı n ı n doğrudan da öte ol duğu ortaya
çıkacaktı. Oki nawa'dan gelen öğrencilerin kaldığı bir
yurt olan Meisei juku'ya h areket ettim (Tokyo'da
S uidobota sem t i n de b u l u n uyordu ) , öğre n ci l e r
kullanmadığı zamanlarda yurdun konferans salonunu
dojo9 olarak kullanmama izin vermişlerdi. Gene de,
9 Kelime anlamı: Yol Mekanı". Savaş sanatlarının çalışıldığı
"

mekan (Ç. N.).

1 05
para ciddi bir problemdi , yanımda hiç para yoktu ve
Oki naw a ' d a bu l u n a n a i l e m de ba n a para
gönderemezdi, o zaman karate henüz hiç tanı nmadığı
için bir sponsor da bulamıyordum . Yattığım ufacık
odan ın kirası n ı ve rebilmek için yurtta, bekçi l i k ,
bahçıvanlık, hatta odaları süpürmek gibi her türlü ayak
işini yapıyordum . O zamanlar çok az sayıda öğrencim
vard ı, bu yüzden de bana ödenen ücret geçinmeme
yetm iyordu. Yeterli yiyecek bulabilme sorununu
çözebilmek içi n yurdun ahçı başısı n ı karate dersleri
almaya ikna ettim , o da bunun karşılığında aylık yemek
giderlerimde i ndirim yapmayı kabul etti. Oldukça zor
bir hayattı , fakat y ı ll ar son ra ge riye d ö n üp de
baktığımda aynı zamanda güzel de o lduğunu
görebiliyorum.
Ayrıca hoş anlar da yaşanm ıyor değildi. O günlerde,
gazete ve dergiler kişisel röportajlara pek fazla yer
vermiyorlardı, fakat bir gün bir gazate muhabiri yurtta
beliriverdi. Bana doğru yaklaştığı sırada bahçe yolunu
süpürmekteydim ve o da doğal olarak beni bir hizmetli
sandı .
"Karate hocası Bay Funakoshi 'yi nerede bulabil irim? "
diye sordu.
" B i r dakika bayım" diye cevapl ay ı p çabucak
uzaklaştı m . He me n odama g itti m , g e l e n �ksel
kimonomu g iydim ve gazetecin i n beklediği giriş
yoluna indim. "Nasılsınız?" dedim . "Ben Funakoshi'yim".
Bahçıvan ve karate hocası n ı n ayn ı kişi oldukları n ı
anladığı nda gazetecin i n yüzünde bel iren şaşkı n l ı k

1 06
ifadesini asla unutamayacağım!
Bir başka gün de , yurdumuzun kapı komşusu olan
Baron Yasuo Matsudai ra' n ın evi n deki üst rütbeli
hizmetlilerden biri tarafından çağırıldım. Matsudoiro'lar
çok önemli b i r aileyd i , baron ve karısı Prenses
Chichibu'yu evlerinde yetiştirmişlerdi.
"Her sabah kapımızın önünü süpüren yaşlıca beye
teşekkür etmek için geldim " dedi hizmetli . " Efendim
m i n nettarl ığı n ı belirtmek için bu küçük hatırayı
gönderdi" diyerek bana bir tatlı kutusu verdi.
H ikayeni n geri kalanı ise, bir kaç yıl sonra ayn ı
hizmetli ben i "yerleri süpüren yaşlıca bey" olarak
çağırdığı içi n özür dilemek amacıyla tekrar ziyaret
ettiğinde meydana geldi . Bu hizmetli "O sırada, sizin
büyük karate üstadı Gich i n Funakosh i ol duğunuz
hakkında h i çbir fikrim iz yoktu" diyerek özü rlerin i
belirtti .
Çocuklar sık sık oynamaya geldikleri için yurdun
yerleri gerçekten de büyük özen gerektiriyordu .
Çocukların ardından temizledikten sonra bazen onları
azarl ıyor ve hepsin in bah çede oynamaya hakları
olduğunu fakat bunun yerleri kirletmeye hakları olduğu
anlamına gelmediğini söylüyordum.
Bir gün çocuklardan biri, keskin dilli küçük şeytan ,
bana korasu-uri (su yılanı) ismini taktı ve öteki çocuklar
da bunu hep bir ağızdan söylemeye başladılar. Bu söz
bana oldukça garip geldi, o akşam aynaya bakıp da
benzerliği görerek gülmeye başlayıncaya dek neden

1 07
bir su yılanına benzetildiğimi anlayamadım . Her ne
kadar alkol kullanmıyor olsam da görünüşüm oldukça
kırmızı ve ci ldim de oldukça pürüzsüz olduğu içi n ,
küçük çocuğun zihninde, neden olgunlaşınca parlak
turuncu bir renk alan bir kavun gibi göründüğümü
anlayabiliyordum .
Yani , öğrencilerim için ben bir karate ustasıydım
fakat Matsudaira'ların ev halkı için sadece ihtiyar bir
temizlikçiydim, bahçede oynayan çocuklar içinse bir su
yılanıydım . Tüm bunları oldukça eğlenceli bulmuştum ;
o kadar eğlenceli bulamadığım ise yeterli paramın
olmadığı fakirlik günlerimdi.
Bir gün , bir şeyleri rehine bı rakmam gerektiğini
farkettim , ama bu ne olabilirdi? Rehine bırakmak i çin
bile bir şeyim yoktu . Sonunda Okinawa'da giydiğim bir
şapka ve elde dokunmuş bir Oki nawa kim onosu
buldum . Bunları öze n l e paketledim ve yu rttaki
öğrenci lerin hiçbirinin bu durumu öğrenmemesi için
epeyce yürüyerek uzaktaki bir reh i nci d ükkan ın a
gittim.
Aslı nda, her iki eşya da eskimiş ve yıpranmış ve
korkarım oldukça da değersiz oldukları için bunları
reh i n ci dükkanındaki tezgahtara göstermeye bile
utanıyordum . Gene de tezgahtar bunları dükkanın arka
tarafındaki bir odaya götürdü, burada iki adamın fısıltı
ile konuştuklarını duydum (olasıl ıkla diğeri dükkanın
sah i biyd i ) . B i r kaç dakika son ra tezgahtar tekrar
beliriverdi ve şaşılacak derecede büyük bir para ödedi.

1 08
Son rada n , tezgahtarı n küçük kardeşinin karate
öğrencilerimden biri olduğunu öğrenince şaşkınlığım
daha da arttı . Gerçekten de, seneler sonra dönüp de
geçmişe baktığımda hayır sah ibi bazı iyi insanları
hatırlayabilmekteyim , bu kişilerin aras ında Hoan
Kosugi ve Tabata Kavak Ağacı Kl übü' nün üyesi olan
diğer ressamlar da bulunmaktadır, hepsi için de tarifi
imkansız şükran duyguları beslemekteyim.

Halkın hgtsl

Zaman geçtikçe durumum düzelmeye başlad ı .


Bunun nedeni de, artık oldukça büyük sayıda
öğrenciye eğitim veriyor olmamdı. Bu öğrencilerin bir
çoğu iş günü sonrasında dojoma gel i p iki saatlerini
çalışmaya ayı ran ve soylu sınıftan kişilerdi. Karate
b i l g i l e ri n i a r t ı r m ay a ve ustal ıkları n ı
mükemmelleştirmeye çok istekli olduklarından son
derece hevesl e çalışıyorlardı , karate sanatın ı n her
meslek grubundan insana daha iyi tanıtılmasındaki
katkılarından dolayı onlara da çok teşekkür borçluyum.
Ü niversiteler bile karate ile ilgilenmeye başlamıştı ,
bunun da öncülüğünü Keiko yaptı. Bir gün , Alman dili
ve edebiyatı bölümünden Profesör Shin'yo Keio
Fakültesi' nden iki öğretim üyesi ve karate öğrenmeye
istekli birkaç öğrenci ile birlikte dojoma geldi . Kısa bir
s üre s o n ra da, ü n ivers ite öğreti m üye l e ri ve

1 09
öğrencilerden oluşan bir karate eğitim grubunu kurdu;
bu, o zamana dek Tokyo İ n iversitesi' nde kurulmuş bu
türdeki ilk gruptu. Böylece, kendi dojomdaki eğitime
ek olarak, bu sanat hakkında ders vermek için Keio
Kampüsü' ne düze n l i ziyaretlere başlad ı m . Kısa
zamanda , yurttan pek de uzak olmayan bir başka
üniversiteden , Takushoku'dan öğrenciler geldi , böylece
insanlar eğitim almak için akın etmeye başladılar.
ışlerin i nsanı ezecek kadar yoğun olduğu günlerden
birinde yurda, yanında öğrenci üniformalı bir genç olan
ve çok şık giyinmiş bir beyefendi geldi. Kısa bir karate
gösterisi yapmam istendi ve bu gösteri sonrasında da
genç adam , heyecanlı bir ifadeyle karate öğrenmeye
ne kadar istekli olduğunu belirtti . Kendisinin, 2. Dünya
Savaşı sonrası nda üyelerinden bazılarının m i ll etvekili
olan aristokrat bir aileye mensup Kichi nosuke olduğu
ortaya çıktı.
Hatırladığım kadarıyla, bu genç adam aynı zamanda
Rahipler Okulu' nda da öğrenciydi . Buna rağmen karate
çalışmaya olabildiğince uzun zaman ayırmak istediği
için dojomun yakınında bulunan Togo-kan i s i m l i
pansiyonunda b i r oda kiralamıştı , Togo-kan'ın sahibine
aristokrat bir kiracısı olduğunu söylediğimde oldukça
şaşırdı ve heme n , bir soylunun oğlu için daha temiz ve
rahat olduğunu söyleyerek genç adama Myogadani ' de
başka bir pansiyon ayarlad ı . Genç adam , yıllarca ,
hergün bu pansiyondan Rahipler Okulu'na ve sonra da
benim dojoma gelip gitti .
Keio ve ardından Takushoku'nun gösterdiği ilgiden

1 10
s o n ra Tokyo ' d a k i çe ş i t l i ok u l l a rd a n gelen
öğrenci l erimi n sayısı büyük b i r h ızla arttı . Diğer
öğrencilerim in arasında, Waseda, Hesei, Nippon Tıp
Kolej i , ılk Yüksek Okul, Tokyo İ n iversitesi ve Tokyo
Ziraat İ n iversites i ' nden gelen gençler olduğunu
hatırlamaktayım. Pek çok yüksek öğretim kurumunda
karate öğrenim grupları kurulmuştu. Bun lardan biri de
Nikaido Beden Eğitim Koleji' ndeydi, hem kara hem de
deniz akademilerinde karate dersi vermek üzere davet
edildim. Ayrıca , benden karate öğrenen çocukların
ailelerinin ziyaretlerinden de son derece mem nun
olduğumu eklemeliyi m . Oğulları n ı n güçlü ve sağlıklı
bir hale geldiklerini gördükçe, karate dersleri için bana
teşekkür etmeye geliyorlardı.
Tabii ki, artık odaları ve bahçeyi süpürmeye ayıracak
çok az vaktim oluyordu, zaten buna pek de ihtiyacım
yoktu . Günün birinde , bir zamanlar fazlasıyla cömert
davranmış olan rehinci dükkanının sahibi beni görmeye
geldi, gide rken tam ol arak şun ları söyledi; "Uzun
zam a n d ı r dükka n ı ma uğram ıyorsu nuz,
hastalanmanızdan endişeleniyordum . Sizi böylesine
dinç ve sağlıklı gördüğümde ise rahatladım " .
Tüm b u süre boyunca, karım Okinawa'da kalm ıştı ,
en büyük oğlum Tokyo'ya benden önce gelmişti, Diğer
iki oğ l um ise benden sonra geldiler. Görevim
tamaml anana dek Okinawa'ya dönmemeye karar
ve rmiştim ve zorluklara rağmen ailemi Tokyo'ya
g e t i r e b i l e ce ğ i m e i n a n m aktayd ı m . Fakat bu
gerçekleşmedi. Eşime bana katılması için yazdım , o ise

l11
kibarca reddetti.
Okinawa dininde, atalara tapınım çok önemli bir
unsurdur ve dindar bir Budacı olan eşim atalarım ızın
mezarının bil i nmedik bir yere taşınması düşüncesini
kabul edemiyordu . Ricama cevap o l arak yazdığı
mektupta, dini sorumlulukların ı yerine getirmek içi n
Ok i n aw a ' d a ka l m as ı n ı n g ö rev i olduğunu
bel i rtmekteydi . Fikrin i değişti rmenin h i ç bir yol u
olmadığını görünce , her ne kadar yıllar boyu sürecek
bir ayrılık an lamı na geliyor olsa da eşimin isteği n e
uydum.

ilk Kitabım

Tokyo'ya gelmemin üzerinden pek de uzun bir süre


geçmeden , ressam Hoan Kosugi , Karate-do hakkında
bilgi veren bir kitap yazmam i çi n ben i sıkıştırmaya
başladı. Daha önce de söylediğim gibi, bu hiç de kolay
bir görev değildi, çünkü ne Tokyo'da ne de doğrusu
Okinawa'da yazılı bir kaynak elde edilemiyordu. Bunun
üzerine Ü stat Azato ve Ü stat ltosu i le Okinawa'daki
diğer arkadaş ve meslektaşlarıma yazarak, Karate-Do
sanatı h akkında ne kadar bilgi ve düşün ceye
sahiplerse bana yollamaların ı istedim . Fakat tabii ki , bu
kitabı yazarken büyük ölçüde Okinawa'da antrenman
yapıp çalıştığım günler boyunca edindiğim kişisel
deneyimlerime güvenmeliydim .

1 12
1 922'de Bukyosha tarafından yayınlanan kitap
Ryokyu Kempo : Karate ismini taşıyordu , tanıtımı
içinse kimi önemli kişilerin yazdığı önsözlerin
eklenmesini onuruna eriştim. Bu kişilerin arasında
Okinawa'nın eski valisi Marki Hisamosa, Amiral Rokuro
Yashiro, Oramiral Chosei Ogasawara, Kont Shimpei
Goto , Tuğgeneral Chiyomatsu Oka , Tuğam ira·
Norikoyu Kanna, Profesör Norihiro Toonno ve Okinawa
Times'dan Bakumonto Sueyoshi'yi sayabilirim.
Bu gün ( 1 956'da) bu kitabı tekrar okuduğumda,
yazının amatörce kalitesi nedeniyle oldukça utanç
duymaktayım. Fakat anlatımının iyi olabilmesi için tüm
gücümü sarfettim ve çeşitli yayınlarım arasında en
iyilerinden birisi olduğuna inanıyorum. Hoan Kosugi
tarafından da çok güzel bir şekilde resimlendirilmiştir.
"Karate Nedir?", "Karatenin Değeri", "Karate Çalışmak
ve Öğretmek" , "Karatenin Organizasyonu" ve "Katanın
Teme l l er i " baş l ı k ları altında beş bölümden
oluşmaktadır. Kitaba yaptığım ekte de, bir karatekanın
bu sanatı çalışırken alması gereken önlemler
hakkındaki fikirlerimi belirtti m. Okuyucuya, o dönemde
karate için ne hissettiğim hakkında bir fikir verebilmek
amacıyla izninizle burada ilk kitabıma yazdığım kısa
girişi yeniden vermek istiyorum:
"Tıpkı açık havanın hemen ardından yağmur ve
yıldırımı n gelmesi gibi, insanoğlunun kültürünün
gölgeleri n i n deri nl iklerinde yıkı m ı n tohumları
yatmaktadır. Tarih, milletlerin yükseliş ve düşüşünden
ibarettir. Değişiklik cennet ve yeryüzünün düzenidir;

1 13
kılıç ve kalem bir arabanın iki tekerleği gibi birbirinden
ayrılamaz. Bunun için bir insan başarılı bir kişi olarak
tan ı n mak istiyorsa her iki alanda da ken d i n i
göstermelidir, açık havanın sonsuza dek süreceğine
inanarak herşeyden memnun yaşamaya devam ederse
günün biri nde korkunç sel ve fırtınalar karşısında
hazırlıksız yakalanacaktır. Yani bizim için hergün
beklenmedik acil bir duruma karşı hazırlanmak esas
olmalıdır.
"Barış günlerinde de zor günler hatırlanmalı ve
Japon halkının ruh ve karakteri rehber alınarak beden
ve zihin sürekli çalıştırılmalıdır.
"Günümüzde barışın tadını çıkarmaktayız ve ülkemiz
her alanda ileri doğru büyük adımlar atmaktadır. Artık
kılıç ve mızraklar kullanışsız, onları dolaplarımıza
kaldırdık. Fakat şimdi, karate isimli kendini koruma
sanatı gittikçe daha da yaygınlaşmakta ve insanlar
bana her fırsatta, bilgi edi nebilecek iyi bir kitap
bulamad ıkları n ı söylemektedirler. Hatta, uzak
yerlerdeki meraklılar bile bana yazıp böyle bir kitap
istiyorlar. Dahası , askeri h izmet için bedensel
s ı n av l ardan geçen gençlerimizin sağ l ı k ve
kuvvetlerin i n yıl lar geçtikçe daha zayıfladığı
görülmektedir. Tüm bunları dikkate alarak, sporun tüm
ülkede yaygınlaşması ve halkımızın hem zihnen hem
de bedenen kendini eğitebilmesi için karate hakkında
bir kitap hazırlamaya karar verdim. Bu ilk cılız teşebbüs
de tabii ki pek çok kusurla doludur".
Bu kitap oldukça geniş bir alanda tanındı ve dört yıl

1 14
sonra tekrar gözden geçirilip, ismi de Renten Goshın
Karate-jıtsu (Karate Teknikleri Sayesinde ırade Gücünün
Arttırılması ve Kend ini Koruma Sanatı ) olarak
değiştirilerek Kobundo tarafından tekrar yayınlandı.
Esas olarak çeşitli kata türlerini içeren Karate-do
Kyohan isimli bir sonraki kitabım ise 1 935'te yayınlandı
(Bu kitap da Hoan Kosugi tarafından resimlendi).
Böylece bir çok haftalık ve aylık dergi karate ile
ilgilenmeye başladı, kimi yazarlar Karate-do hakkında
gerçek tanımlamalar yapma yoluna giderken kimileri
de heyecan verici bir tanıtım yapmayı tercih
ediyorlardı. ılk kitabıma ek olarak Tokyo gazetelerinin
birinde yayınlanmış bir makaleden aldığım bir bölümü
vermiştim, yazar şöyle demekteydi:
"Karatenin amacı güçlü bir beden yaratmaktır.
Bunun dışında kendini koruma sanatıdır. ı leri
seviyedeki bir karatecin i n oturur durumdayken
zıplayarak tek bir tekmede oda n ı n tavan ı n ı
parçalayabildiği, bir bambu ağacının gövdesini tek elle
kırabildiği, tek bir yumruk darbesiyle iki ya da üç kalın
tahtayı parçalayabileceği , gene bir vuruşta kalın bir
halatı koparabileceği, yumruğuyla bir kayayı unufak
edebildiği ve insanüstü güç gerektiren pek çok işi
yapabildiği söylenmekte. Bunları tanımlayabilecek tek
kelime - Mucizevi - olmalı.".
Gördüğümüz gibi bu tür hareketlerin hiç biri de
insan gücünün ötesinde değildir ve bunları "mucize"
olarak nitelendirmek de saçmadır. Bunu söylediğim
için üzgünüm fakat karatenin tanıtıldığı ilk günlerde

1 15
pek çok insan karateye bu şekilde bakmaktaydı.

Arkadaşlar ve Tanıdıklar

Silahlı kuwetlerimizde karatenin değerini kavrayan


ilk subaylardan biri, Rusya ile yapılan savaşta dikkate
değer bir ün kazanan amiral Rokuro Yoshiro idi .
Okuyucunun da hatı rlayacağı gibi, Okinawa'ya
çağrılmış ve karate gösterilerinden çok etkilenerek
komutasındaki subay ve erlere karate çalışmalarını
emretmişti.
Amiral Yoshi ro'nun Tokyo'da olduğumu nasıl
öğrendiği hakkında hiç bir fikrim yok, fakat öğrenmişti
ve beni bir gün , Koishikawa Hora-machi'deki evine
davet etti. Okinawa'da öğrendiği herşeyi hatırlıyordu,
bana kendisi ile oğulları ve torunlarının karate
öğrenmek istediklerini söyledi, ben de kendilerine bu
sanatı öğretmek için haftada bir evlerini ziyaret etmeyi
kabul ettim.
Çalışma günü geldiğinde, beni evinin bahçesinde
bizzat kendisi karşıladı, resmi bir kimono giymişti ve
çalışmamız sona erince de beni gene kendisi uğurladı.
Çalışma öncesi ve sonrasında sık sık konuşurduk, bu
sayede kendisinin geniş deneyiminden büyük ölçüde
yararlanma imkanını buldum . Amiral, gerçekten de
hayran kalınacak bir insan<iı. Çok değerli şeyler
öğrendiğim bir başka denizci ise, daha sonra amiral
1 16
rütbesine erişen lsamu Takeshita oldu.
Biraz garip gelebilir ama, sumo güreşçilerinin
arası nda da tan ıd ı klarım ve öğ rencilerim
bulunmaktadır. Örneğin , bugün belki de genç nesilin
ismini bile hatırlamadığı, zamanının büyük şampiyonu
Uichiro Onishiki. Kimi zaman , Meisei Juko'daki
dojoma, kendi çalıştığı salondaki diğer güreşçileri de
getirirdi, fakat dojom oldukça küçük olduğu ve sumo
güreşçileri de pek ufak tefek olmadıkları içi n ,
Onishiki'nin Ryugoku'daki salonunda kata göstermeyi
tercih ederdim. Uzun süre ders verdiğim bir başka
sumo güreşçisi de, iyi temizlenmemiş bir su yılanı
yediği için zamansız ölen Fukuyanagi adında bir
şam piyond u . Güreşçi ler dersler sı rasında çok
dikkatliydiler, şimdi olduğu gibi sık sık tüm ülkede
turlara çıkıyorlardı. Fakat başkente döndükleri zaman
benim dojoma da uğrayıp bu turlar hakkında bilgi
veriyorlardı.
Hiç unutmam, bir gün büyük şampiyon Onishiki ile
birlikte, Koishikowa'daki ıshikiri köprüsünün yakınında
geziniyorduk, bu sırada yağmur başladı. Her nasılsa
benim yanımda şemsiye yoktu, fakat Onishiki hemen
kendininkini açarak başımızın üzerinde tuttu. Ama,
Onishiki'nin boyu altı ayağın (- 1 ,85 m kadar) üzerinde
ve benim boyumsa beş ayaktan(- 1 ,55 m) biraz fazla
olduğu için şemsiyesi pek işime yaramıyordu. Bunu
görünce "Lütfen, siz buyurun" sözleriyle şemsiyeyi
benim almamda ısrar etti. Kendisi ise başının üstüne
bir el havlusu örttü ve bu şekilde yürümeğe devam

117
ettik.
Onishiki , emekli olduktan sonra, Tsukiji'de bir
lokanta açtı , beni de bir akşam burada yemeğe davet
etti. Oturmam için bana minder verirken kendisi
doğrudan hasıra oturdu, böylece hoca ve öğrencisi
arasındaki seviye farkına kesin olarak bağ l ı
kalmaktaydı. Buna uymamış olsam bile, eski büyük
şampiyonun güçlü, geleneklere uyma hissinden derin
bir şekilde etkilenmiştim.
Onishiki ve Fukuyanagi'nin haricinde, benimle
birlikte karate çalışan yarım düzine güreşçi daha
bulunmaktadır, onlara eğitmenlik yapan ben olsam
bile aslında onların bana daha çok şey öğrettiğinin
farkındayım. Sonunda karate ve sumonun n Lhai
hedeflerinin aynı olduğu sonucuna vardım ; hem vücut
hem de zihnin eğitilmesi.

Shoto-Kan

1 923 Eylül'ünün ilk gününde Tokyo'yu vuran


felaketin büyüklüğünü önceden görmek m ümkün
değildi. Bu, Büyük Konto depreminin olduğu gündü.
Neredeyse tüm binalar ahşaptandı ve depremin
ardından çıkan yangının yayılmasıyla koca başkent
harabeye dönmüştü. Şans eseri dojom yıkımdan
kurtulmuştu, fakat öğrencilerimden bir çoğu yıkılan ve
yanan binalann altında kaybolmuştu.
1 18
Hayatta kalan bizler ise bu korkunç felaketi izleyen
günlerde, yaralı ve evsizlerin imdadına yetişebilmek
için herşeyi yaptık. Sakatlanmamış ya da ölmemiş
öğrencilerimle birlikte ben de, muhtaç olanlara yiyecek
sağlamak, yıkıntıları temizlemek ve ölülerin gömülmesi
görevinde yer almak için diğer gönüllülere katıldım.
Tabii ki , bu sırada , karate öğretme görevi
ertelenmek zorunda kaldı, fakat hayat kurtarmak
sonraya bırakılamayacak bir işti. Kısa bir süre sonra,
aramızdan otuz kadar kişi, kalıp imal eden Daichi Sogo
Bankası'nda iş buldu. Bize ne kadar ödendiğini ya da
bu işte ne kadar kaldığımızı hatırlamıyorum , tek
hatırladığım Suidobata'daki dojodan , Kyobashi'deki
bankaya gitmenin sonsuz bir zaman dilimi gibi
geldiğiydi.
Hergün yaptığımız yolculuk sırasında meydana
gelen bir olayı hatırlıyorum . O günlerde, japonya'da,
sokaklarda çok az kişi ayakkabı giyerdi; herkes sandalet
ya da geta ismi verilen tahta takunyalar giymekteydi .
B u sonuncusunun hoba n o geta diye bilinen ve
oldukça uzun iki ve hatta bazen tek dişi olan bir tipi
vardır, ben de ayak kaslarımı güçlendirmek için hep
bundan giyerdim.
Gençliğimde Okinawa'da da aynı şeyi giyiyordum
ve şimdi bankada çalışıyor olmama rağmen bunu
değiştirmek için bir neden görmemekteydim .
Giydiğim tek dişli geta oldukça ağır bir tahtadan
yapılmıştı ve tıpkı şimdi bazı karate çal ışanlarının
giydiği metal getalar gibi her adımda yüksek sesli bir
takırtı çıkarmaktaydı. Sokaktan geçenlerin bana bıyık
altından gülerek, benim yaşımdaki bir adamın onların
boyuna erişmek isteyecek kadar kibirli olduğun u
düşünüp eğlendiklerinden h i ç şüphem yok. O sırada
elli yaşımı çoktan geride bırakmıştım . Gene de ,
okuyucularıma bu hareketimi n nedeni n i n kibir
olmadığını garanti ederim : tek dişli getamı günlük
çalışmanın bir şartı olarak kabul ediyordum.
Haftalar ve aylar geçtikçe Tokyo kendini tekrar inşa
etmeye başardı ve sonunda bizim de, dojomuzun
ciddi bir onarımdan geçmesi gerektiğin i anladığımız
bir zaman geldi. Meisei juku 1 9 1 2- 1 91 3 civarında inşa
edilmişti ve uzun zamandır da burası için hiç bir şey
yapılmamıştı. Neyse ki, Okinawa Eyaleti Valiliği ve
Okinawa Eğitim Vakfı gerekli olan tamiratın büyük
bölümünün yapılması için bize biraz para yardımında
bulundu.
Fakat tabii ki, Meisei Juku tadilattan geçtiği sırada
başka bir yer bulunması da gerekliydi. Çalışmak için bir
yer ihtiyacı içinde olduğumu duyan büyük kılıç ustası
ve gerçek dost Hiromichi Nakayama, kılıç çalışmaları
ıçın kullanılmadığı zamanlarda kendi dojosunu
kullanmamı önerdi . Hemen , Nakayama'nın evi nin
yakınında küçük bir ev kiraladım ve kısa bir süre sonra
da öğrencilerimin çalışabileceği daha büyük bir ev ve
daha büyük bir avlu kiralamayı başardım.
Bir zaman sonra, bu düzen de yetersiz kalmaya
başladı. Öğrencilerimin sayısı artmıştı , fakat bu
öğrencilerin bir bölümü aynı zamanda kılıç dersleri de

1 20
almaktaydı . Bunun sonucunda, bana iyilik yapan kişi
karşısında uygunsuz bir durum içine düşmüştüm .
Maalesef parasal durumum hala zayıftı ve açıkça arzu
edileni yani sadece karate çalışılan bir dojo oluşturmayı
gerçekleştiremiyordum.
1 935 yıllarında, yurtçapında karate sevenler birliği
japonya'da kurulacak ilk karate dojosu için yeterli
parayı sağlayabildi. 1 936 kışında, yüzümdeki gurur
ifadesine engel olamadan, yeni dojoya ilk adımı attım.
Zoshigoyo'da, Toshima Semti'ndeki dojonun kapısının
üzerinde dojonun yeni ismini gördüm : Shoto-kan.
Birlik bu ismi önceden kararlaştırmıştı; gençliğimde
yazdığım Çince şiirlerin altına attığım takma adımı
seçtiklerinden hiç haberim yoktu.
Azato ve ltosu'nun da gelip, bu yeni dojoda tüm
ustaların arasında ders vermelerini arzu ettiğim için
kederliydim . Maalesef, artık ikisi de bu dünyada
değillerdi, bu sebeple yeni dojonun resmen açıldığı
gün odamda tütsü yakıp ruhları için dua ettim .
Gözümün önüne bu iki büyük ustan ı n bana
gülümseyerek şöyle dediklerini geliyordu: "iyi iş
Funakoshi , iyi iş! Fakat sakın hata edip de kendini
bırakma, çünkü daha yapacak çok şeyin var. Bugün
Funakoshi, sadece bir başlangıç!"
Başlangıç mı? Neredeyse yetmiş yaşındaydım. Hala
yapılması gerekenler için zaman ve gücü nereden
bulacaktım? Neyse ki ne yaşımı düşünüp ne ôe yaşımı
hissederek, ustalarımın istediği gibi vazgeçmemeye
karar verdim. Bana, yapılması gereken daha çok iş

121
olduğunu söylemişlerdi. Şöyle veya böyle, bunu
başarmalıydım.
Yeni dojonun bitirilmesiyle birlikte, ilk yapmam
gerekenlerden biri, bir öğretim programı oluşturacak
şekilde izlenecek kuralların beli rlenmesiydi . Ayrıca
derece ve sınıflarda (dan ve kyu) ilerlemek için gerekli
olanları da düzenledim . Gün geçtikçe öğrencilerimin
sayıları artıyordu, başlangıçta ihtiyacımızdan fazlasına
yeteceğini sandığımız dojomuz giderek daha küçük
gelmeye başlamıştı .
Söylediğim gibi , yaşımı hissetmiyor olsam bile ,
sırada bekleyen ve yapılması gereken tüm görevleri
tamamlamanın da imkansız olduğunu biliyordum .
Yapılması gereken tek iş sadece bir dojoyu idare
etmek değildi, artık Tokyo Üniversiteleri de beden
eğitimi bölümlerinde karate grupları oluşturuyorlardı
ve bu grupların da eğitmene ihtiyaçları vardı. Tek bir
kişin i n dojoyu idare etmesi ve üniversiteden
üniversiteye gezmesi imkansızdı , bu nedenle ileri
seviyedeki öğrencileri kendi üniversitelerinde benim
yerime ders vermekle görevlendirdim . Ben ise hem
onların hem de üniversitedekilerin eğitimini kontrol
ederken , üçüncü oğlumu asistan olarak alarak
kendisine dojoyu yürütmek için yerine getirmesi
gereken günlük görevleri bildirdim.
Etkin liklerim izin Tokyo i le sınırlı kalmadığını
belirtmeliyim. Dojomdan yetişmiş pek çok öğrenci ve
ün iversitedeki karatekalar taşradaki şeh i r ve
kasabalarda iş buldular, bunun sonucunda karate tüm

1 22
ülkede tanınrnya başladı ve pek çok dojo inşa edildi.
Bu da bana yeni bir görev daha yükledi, çünkü karate
yayı ldıkça , çeşitl i yerlere seyahat etmemi ve
kendilerine konferans verip gösteri yapmamı isteyen
yerel gruplarca neredeyse kuşatılmıştım. Dojonun
idaresini de, ileri seviyedeki öğrencilerimin güvenilir
ellerine bırakıyordum.
Bana sık sık, yeni dojonun da ismi olan Shoto takma
adını nasıl seçtiğim sorulmuştur. Japonca'da "Shoto"
kelimesi "sallanan çam ağaçları" dernektir ve çok da
gizemli bir anlamı yoktur, fakat gene de neden bu ismi
seçtiğimi anlatmak beni memnun edecek.
Doğduğum kasaba olan Shuri, Ryukyu çamları ve
subtropikal bitkilerden oluşan ormanlarla kaplı
tepelerle çevrilidir, bunların arasında Torao Dağı, Baron
Chosuke le'ye aitti (kendisi ayrıca Tokyo' daki ilk
patronlarımdan biri olmuştur). "Torao" kelimesi "kaplan
kuyruğu" anlam ına gelir, dağ oldukça dar ve sık
ormanlık olduğu ve uzaktan bakıldığında bir kaplan
kuyruğuna benzediği için bu adı almıştır. Zaman
buldukça bazı geceler, dolunay olduğunda ya da insan
kendini yıldızlardan bir kubbe altındaymış gibi sanacak
kadar gökyüzü açıkken, Torao Dağı boyunca yürümeyi
alışkanlık edinmiştim. Kimi zaman, bir parça rüzgar
estiğinde, insan çamların hışırdadığını duyabilir ve tüm
hayatın köklerine dek yayılan derin, anlaşılmaz gizemi
hissedebilirdi. Benim için bu fısıltı bir tür göksel
müzikti.
Dünya üzerindeki tüm şai rler, ağaçların ve

123
ormanların içinde yayılan derin gizem i anlatan
şarkılarını söylerdi ve ben de simgeledikleri bu büyülü
yanlızlığın cazibesine kapılırdım. Belki de doğa
sevgimin şiddeti biraz fazlaydı , çünkü tek başına genç
ve çelimsiz bir çocuktum, fakat sanırım kendimi bir
"kimsesiz" olarak nitelendirmek te biraz abartılı
olacaktır. Bununla beraber, başka hiç bir şey şevkle
yapılan bir karate çalışması sonrasında, buraya gelip
yalnızlık içinde dolaşmak kadar hoşuma gitmiyordu.

Daha sonraları , yirmili yaşlarımda Naha'da okul


öğretmenliği yaptığım sıralarda, sık sık, koyun içinde
bulunan ve kocaman çam ağaçları ve büyük bir lotüs
bahçesinin olduğu Okuyonama adlı çok güzel bir
doğal parkla ünlenmiş bir adaya gitmeye başladım .
Adadaki tek bina bir Zen tapınağı idi. Buraya gelip
ağaçları n arası nda tek başına yürümeyi adet
edinmiştim.
Yıllar boyunca karate çalışıp da bu sanat hakkında
daha fazla şey öğrendikçe onun ruhsal doğasını da
kavramaya başladım. Çam ağaçlarının arasında ıslık
çalan rüzgarı dinleyerek yalnızlığımı eğlenceli hale
getirmek, karatenin istediği zihinsel barışa ulaşmanın
mükemmel bir yolu gibi görünüyordu. Bu da,
çocukluğumdan beri hayat tarzımın bir parçası olduğu
için, yazdığım şiirlerin altına Shoto'dan daha uygun bir
imza atamayacağıma karar verdim. Sanırım, yıllar
geçtikçe bu isim, doğduğumda ailemin bana koyduğu
isimden daha tanınır hale geldi , sıklıkla Funakoshi ile

1 24
birlikte Shoto ismini kullanmadığım takdirde insanların
b e n i m k i m o l d u ğ u m u b i l e m eyecek l e r i n i
farketmişimdir.

1 25
------- TEK HAYAT

Büyük Kayıplar

Mancurya ve Moğolistan' ı n bulunduğu uzak


ufuklarda savaş bulutları toplanmaktaydı , fakat
japonya'nın üzerindeki gökyüzü henüz mavi ve
barışçıldı. Hayat her zaman olduğu gibi devam ediyor,
imparator pek çok resmi görevi başarıyla yerine
getiriyordu. Her yıl düzenlenen karate gösterilerinde
i m pa ratoru n da b u l u n ması b e n i d e r i n d e n
etkilemekteydi, çünkü daha önce bir kez onun önünde
gösteri yapanlardan biri olma şerefine erişmiştim.
Hala, yarım düzine öğrencimle beraber imparatorun
önünde karate katası yaptığım o günün her anını canlı
bir şekilde hatırlamaktayım. Her akşam , hocasının
evine igtmek için miller boyunca yürüyen Okinawa'lı
hevesli genç, karate kariyerinde ulaşabileceği böyle
yüce bir noktayı rüyalarında bile zor görebilirdi .
Nihayet bu noktaya ulaşılmıştı ve şimdi elli yaşımı
aşmış olmama rağmen kendisine tahta geçişinden
önce de bir kata gösterisi yapmış olmam nedeniyle
1 27
benim için bu onur daha da artmaktaydı.
Yıllar önce , ımparator, henüz veliaht prensken
Avrupa'ya yaptığı bir gezi yapmış ve bu sırada
Okinawa'ya davet edilmişti , ben de saray erkanı
önünde bir gösteri yapmıştım. Fakat o zamanlar durum
çok farklıydı. O dönemde karate, savaş sanatları
arasında en az bilineniydi; aslında Ryukyu Adaları
dışında çok az tanındığı söylemek daha gerçekçi olur.
Fakat artık, diğer geleneksel savaş sanatları ile birlikte
yerini almıştı ve Okinawa'da kalan o uzak gün ile
Tokyo'da yaşanan bu gün arasındaki dehşetli farka
baktığımda heyecanımı yatıştırmam çok zor oluyordu.
Gösterin i n ardından , sonradan imparatorun baş
mabeyincisi olan Suteki Chinda tarafından b i r
toplantıya davet edildim. Bana, Majesteleri'nin, Shuri
kalesindeki gösteriyi gayet iyi hatırladığını ve orada
lider konumunda bulunan kişinin, şimdi Tokyo'daki
ımparatorluk Sarayı'nda gösteri yapan adamla aynı kişi
olup olmadığını sorduğunu söyledi. Okuyucu, bu
sözleri duyduğumda neler hissettiğimi gayet iyi
tahmin edecektir.
Barış dolu günlerimizin sonuna yaklaşıyorduk.
Mançurya Olayı' nın amacı ortaya çıktıkça, Japonya
topyekün bir savaş için hazırlıklara başlıyordu. Artık
dojoma gelen öğrencilerin sayısı her zamankinden
fazlaydı; Çin ile düşmanlığın patlaması ve kısa süre
sonra bunu izleyen Pasifik Savaşı sonrasında dojom,
çalışmak isteyen gençlerin sayısını kaldıramayacak hale
gel m işti . Avl uda ve h atta dışarıda , sokakta

1 28
çalıştıklarından, saman dolu minderlerin 1 0 takılı olduğu
desteklere attıkları yumrukların sesinin komşuları
rahatsız etmesinden endişeleniyordum.
Sık sık, önümde diz çöküp "Sensei 1 1 askerden çağrı
,

geldi , vatanıma ve imparatoruma hizmet etmek için


gidiyorum" diyen bir gencin sesini duymaktaydım. Her
gün , gittikçe daha fazla sayıda öğrencim bu şekilde
bana bu sözleri söylemeye başladı . Günler boyunca
tanımadıkları bir düşmanla çıplak elle döğüşmeye
hazırlanmak için kendilerini paralarcasına karate
çalışmışlardı ve hazır olduklarına inanıyorlardı .
Gerçekten de, bazı subaylar, askerleri bir tüfek ya da
kılıçları olmadıkları takdirde, düşmanlarına çıplak elle
saldıracak şekilde eğitiyorlardı. Bu da "karate saldırısı"
olarak bilinmeye başlandı.
Tabii ki öğrencilerimden pek çoğu savaşta öldü.
Maalesef o kadar çoklar ki sayılarını bile unuttum .
ıstikbali parlak bu kadar çok gencin ölümünü bildiren
raporları aldıkça kalbimin paramparça olduğunu
hissediyordum. Sessiz dojoda tek başıma kalıyor ve
istekle karate çalıştıkları günleri hatırlayarak ölen
öğrencilerimin ruhları için dua ediyordum.
Ve tabii ki, diğer pek çok insan gibi ailem ve ben de
kendi felaketlerimizi yaşadık, Pasifik Savaşı'nın

1O Makiwara, bkz. s. 65
1

1 1Kelime anlamı : "önce doğan". Herhangi bir sanatta ustalığa


ulaşmış kişiye verilen ad; öğretmen {Ç.N.).

1 29
Japonya'nın yenilgisi ile bitmesiyle bu felaketler daha
da kötü bir hal aldı. 1 945 kışında üçüncü oğlum Gigo
rahatsızlanıp hastaneye kaldırılmak zorunda kalınınca,
ben de en büyük oğlumla birlikte Koishikawa'ya
hareket ettim. Orada yaşadığım süre içinde meydana
gelen bir hava hücumu sonucu dojom tamamen
yıkıldı.
Bu yerin, Karate-do'ya gönül verenlerce nasıl sevgi
ve yücegönüllülükle inşa edilmiş olduğunu düşündüm.
Bu yer, onların bu sanata olan bağlılıklarının maddeye
dönüşmesi ve benim içi nse hayatta yaptığım en
harikulade şeydi. Şimdi ise bir anda yok oluvennişti.
Kısa bir süre sonra dayanılması çok zor bir felaket
daha meydana geldi: ımparator yenilgiyi kabul eden
kararı imzalamıştı. Bunun üzerine, Tokyo'da hayat tam
bir kaos haline geldi ve bu benim taşıyabileceğimden
daha fazlaydı, eşimin, Okinawa için yapılan kanlı savaş
başlayınca kaçtığı Kyushu' daki Oita'ya gittim .
Sanıyordum ki hiç olmazsa onunla birlikte orada
sakince yaşayabilir ve yarı aç yarı tok yaşanan
metropolistekinden daha fazla yiyecek bulma şansım
olurdu. Fakat Kyushu'da hayat, beklediğim kadar kolay
değildi. Bunun nedeni Okinawa'dan Oita'ya çok büyük
bir göçün olması ve ne eşimin ne de benim mülteci
göçüyle bir ilgimizin olmamasıydı. Fazla yiyecek de
yoktu: kendi yetiştirdiğimiz biraz sebze ve kıyıdan
topladığımız yosun. Eşim yaşlanmış olmasına rağmen,
yılmaz ruhunu koruyordu, fakat bu fazla uzun
sünneyecek ve kederim daha da arttıcaktı.

1 30
Bir gün aniden hastalandı. Astımdan hep çekmişti
ve şimdi de hastalığı nefes almasını zorlayacak kadar
ilerlemişti. Bir akşam, onun yanında otururken harap
vücudunu doğrulttuğunu ve yüzünü Tokyo yönüne
döndürdüğünü gördüm. Dudaklarının sessiz bir dua ile
kımıldamasını izledim. Sonra, bu sefer Okinawa'ya
doğru döndü, titreyen ellerini tuttu ve başka bir sessiz
dua daha okudu. Aklından neler geçirdiğini
biliyordum: Tokyo'ya doğru baktığında İmparatoru ve
imparatorluk Sarayı' n ı , çocuğunu ve torununu
düşünmüştü; Okinawa yönüne baktığında ise onlara
katılmadan evvel atalarının ruhu için son duasını
adamıştı.
Ve karım öldü, uzun yıllar boyunca bana yardım
etmek ve karateye olan bağlılığımda bana cesaret
vermek için mümkün olan herşeyi yapmıştı. Ellili
yaşlarımda Tokyo'ya gittiğimden beri ondan ayrıydım
ve y ı l lar son ra Okinawa'da tekrar beraber
olduğumuzda hayatı kolay olmaktan çok uzaktı .
Öylesine yoksulduk ki, ikimiz de, orta halli bir çiftin te­
sellisi olan hayatın pek çok normal zevkinden mahrum
kalmıştık. Tüm hayatını kocasına, karateye duyduğu
sevgiye ve çocuklarına adamıştı.
Olağanüstü özelliklerinin Oita halkı tarafından da
bilindiğine inanıyorum , çünkü kendisi içi n , uzun
yıllardır süregelen gömü adetlerinde hiç alışılmadık bir
istisna yaptılar. Şehrin mezarlığının sadece Oita'da
doğan kişilerin ölülerine ayrılmış olması ilginçtir.
Yabancıların ölüleri ise, Usuki'de, ölüler için ayrılmış

131
yere gönderilirdi. Fakat şehrin ileri gelenleri, eşimin
yerel cenaze evinde yakılmasını ayarladılar, sanırım
şehrin tarihinde ilk kez bu türde bir istisna yapılmıştı.
Bu, onun anısına ve onun özel insani değerine duyulan
saygıdan ileri gelen ve insanı duygulandıran bir
taktirdi.
Zaman, 1 947 sonbaharı sonuydu. Bir kaç gün sonra,
elimde içinde eşimin külleri olan bir kap ile Tokyo'ya
hareket ettim . Bir süreliğine, en büyük oğlumun
evinde kalacaktım . Eski, savaş yıllarında kullanılan tren
yavaşça Tokyo'ya doğru ilerlerken bir çok istasyonda
durdu. Büyük bir şaşkınlık içerisinde, her istasyonda,
ben i selamlamaya ve başsağlığı dileklerini sunmaya
gelen eski öğrencilerimin olduğunu gördüm. Nasıl
olup da trende olduğumu ve karımın ölümünü nasıl
öğrendiklerini bilmiyorum, fakat ilgilerinden dolayı
oldukça duygulanmıştım. Tıpkı yaşadığı gibi soylu bir
biçimde öldüğünü anlayana dek tutulmuş olan
gözyaşlarım yanaklarımdan süzülmeye başlamıştı.

Gerçek Karatenin Anlaşdması

Bir kaç yıldır, gittikçe daha fazla kişinin "karate


sonnen-goroshi" ya da "karate gonen goroshi" dediğini
duymaktayım , bu kelimeler, karate darbesi yemiş
birinin bu darbeden üç ya da beş yıl sonra ölebileceğini
ifade etmektedir. Bu, kulağa oldukça vahşi gelen ve

1 32
tabii ki insanda acıma duyguları uyandıran bir
durumdur, fakat içinde biraz da olsa gerçek payı
bulunduğu için burada kısaca bahsetmet istiyorum.
Bir rakibe belli bir şekilde vurduktan sonraki üç veya
beş yıllık bir süre içinde rakibinizin ölmeye mahkum
olduğunun kaçınılmaz olduğunu söylemek tamamen
yanlıştır. Fakat, böyle bir darbe almış birinin kendine
vurulduğu sırada ölmese bile, bu darbenin sonucu
olarak bir kaç yıl sonra ölebileceği doğrudur. "Bazı
karate vuruşları kurbanın hayatını kısaltırlar" cümlesi
içinde bu tür şeylerin söylemesine yol açan az
miktarda gerçek bulunmaktadır.
Peki bu nasıl mümkün olmaktadır? Kuşkusuz,
okuyucularım, çıplak elle yapılmış tek bir darbeyle
tahta ya da kiremit kıran karatekaların fotoğraflarını
görmüşlerdir. Genellikle en üstteki tahta ya da kiremit
sağlam kalırken altta olanlar kırılmaktadırlar; bu sırada
darbeyi yiyen zeminde hiç vuruş iyi görülmez.
Aynı durum , insan bedenine yapılan bir vuruş için
de geçerli olabilir; beden yüzeyinde hiç bir şey
görülmese de içerisi ciddi bir şekilde hasar görmüş
olabilir. Hepim iz, kendisine bir şey tarafından
çarptığında canı çok az yanan ya da hiç acı duymadan
olayı atlatan kişilerden bahsedildiğini duymuşuzdur.
Sonra, zaman geçtikçe - belki yıllar - acı kendini belli
edebilir ve artabilir. Fakat tıpkı tahta ya da kiremit
kırmak gibi bu tür vuruşlar yapabilmek de, Karate­
do'nun gerçek anlamından oldukça uzaktadırlar.

1 33
Diyelim ki, karatede ustalaşmış bir kişi , tek bir
vuruşta beş kadar tahtayı kırabilmektedir. Karate
hakkında hiç bir şey bilmeyen ortalama bir insan da
yeterli çalışma sonunda, olasılıkla üç ya da dört tahtayı
kırabilecek hale gelecektir. Fakat bunu yapabildiği için
onun karatenin gerçek anlamını kavradığını söylemek
de yanlış olacaktır. Elde ettiği beceriyi, başkalarına
saldırarak kullanmaya kalktığı nda, büyük olasıl ıkla
dövüşü kaybedecektir; çünkü ellerinin doğasını
anlamayı başaramamıştır.
Başkent'teki Polis Teşkilatı'nün, karatenin bir saldırı
silah ı olarak kullan ı l abileceğinden korktuğunu
hatırlamaktayım (Tokyo'ya ilk geldiğim zamanlardı).
Sanırım, artık insanlar bu kadar deli değil. Bir kaç yıl
sonra, yüksek rütbeli bir memur bana şöyle demişti;
"Biliyorsunuz, tabanca ya da kılıç taşırken yakalanan bir
kişi kanunsuz silah bulundurmaktan tutuklanır, fakat
karate sayesinde eller ve ayaklar da silah haline geldi
ve insanları bunları taşıdıkları için tutuklamamız
oldukça zor. Bu sebeple, sizden, dojonuzda çalışırken
genç i n sanların becerileri n i kanundışı i şlerde
kullanmalarını engellemenizi istemeliyim. Günümüzde,
ülkede çok fazla sayıda sokak çetesi var!"
Anladım ki, bütün gayretlerime rağmen bu tür
çeteler karate öğrenip de bunu insanları yaralamak ve
hatta öldürmek için kullandıkları takdirde adım sonsuza
dek lekenecekti. Dojomda karate sanatını öğrenen ve
çalışan onbinlerce kişiden hiçbiri nin, becerisi n i
kanunsuzca kullandığı tek bir olay bile olmaması ile

1 34
gurur duymaktayım.
Eğitim sırası nda sürekli olarak, karatenin bir
savunma aracı olduğu ve asla saldırı amacıyla
kullanılmaması gerektiğini üstüne basa basa söylerim.
ılk kitaplarımdan birinde şöyle yazmıştım, "Söylediğiniz
sözlere dikkat edin, çünkü kendinizle çok övünürseniz
pek çok büyük düşman kazanırsınız. Güçlü bir rüzgarın
koca bir ağacı yıkabileceği fakat rüzgar estiğinde
sazların eğildiği ve rüzgarın üstlerinden geçtiğini
söyleyen o eski deyişi sakın unutmayın. Karatenin en
büyük faziletleri akıl ve alçakgönüllüktür."
ışte bu nedenle, öğrencilerime her zaman tetikte
olmalarını fakat karatedeki ustalıklarının saldırgan
davran ışlarda bulunmalarına neden olmaması nı
öğretirim , yeni gelen öğrencilerime hiç bir şart altında
yumrukların ı , kişisel farklılıklarını ortaya koymak
amcıyla kullanmalarına izin vermeyeceğimi belirtirim.
ıtiraf etmeliyim ki, bazı gençler benimle aynı fikri
paylaşmazlar; bana, şartlar gerçekten gerektirdiğinde
karatenin pekala kullanılabileceğini söylerler.
Bunun , karatenin gerçek anlamının tamamıyla yanlış
anlaşılmasından kaynaklandığını açıklamayı çalışayım;
karate işin içine bir kez girdi mi olay bir ölüm kalım
meselesi haline gelir. Ve, nasıl olur da dünyada geçen
şu kısa ömrümüz sırasında kendimizin böyle bir hayat
ve ölüm yüzleştirmesi içine girmemize izin verebiliriz
ki?
Şartlar ne olursa olsun karate saldırı amacıyla

1 35
kul lanı l mamalıdır. Dediğimi akl ı n ızda daha iyi
canlandırabilmek için Meise Juko'daki dojoda kısa bir
süre çalışan genç bir adamın örnek verebilirim, birgün
tekmesin i komşumuz olan Matsudaira'Iarın evini
bekleyen köpek üstünde denemeye karar verdi . Fakat,
genç adamın tekmesi boşa gitti ve kendisi de köpek
tarafından kötü bir şekilde ısırıldı . Demek istediğim
karate çalışanlar becerilerini karatenin anlamına ters
gelecek bir şekilde kullanmamaları gerektiğin i
bilmelidirler.
Burada, hakkında yorum yapmak istediğim bir başka
kelime de güreşte kullanılan, sözde karate vuruşudur.
Aslında, profesyonel güreş, hakkında çok az şey
bildiğim ya da hiçbir şey bilmediğim için konuşmaya
pek de hakkım olmayan bir konu, kalabalığın .içine
girmekten hoşlanmadığım için, televizyon dışında hiç
maç izlemedim.
Bu "karate vuruşu", bugün Japonya' da profesyonel
güreşin popüler hale getirilmesinde en büyük paya
sahip olan saygıdeğer Rikido-zan'ın uyguladığı bir
silahtı. Karateyi nerede öğrendiğini merak ettim ve
bana bir sumo güreşçisi iken , eskiden dojomda
çalışmış olan Yukiyo Togawa'nın yanında öğrendiğini
söylediler. Rikido-zan'ın profesyonel güreşe geçmeden
önce karate çalışmış olması , geleneğinin tüm
ustalıklarını öğrenmeye ne kadar istekli olduğunu
belirten bir gerçektir.
Televizyonda, onun ünlü "karate vuruşunu" görünce,
bunun karatedeki Shuto vuruşunun bir çeşitlemesinden

1 36
başka birşey olmadığını anladım. Shuto kelimesi "kılıç
el" anlamına gelir, dört parmak ve baş parmağın
uzatılıp, beraberce yarı kapalı halde tutularak elin bir
kılıç ya da bıçak gibi kullanılmasını belirtir.
Görünüşte benzer olmalarına rağmen , "karate
vuruşu" ve shuto oldukça farklı iki şeydir. Rikido-zan'ı
televizyonda izlediğimde ellerini tıpkı çocukları n ,
bambudan yapılmış kılıçları sallamaları gibi kullandığını
gördüm. Aslında, bizim kullandığımız shuto daha çok,
öldürücü bir silahtır, keskin , çelik bir kılıç gibidir.
Rakibin boynuna yapılacak bir shuto vuruşu onu anında
öldürebilir. Kürek kemiğine gelirse kürek kemiğini
parçalar ve kemik tıpkı bir bıçağın sırtı gibi rakibin
bedenini deler. Bazen tahta ya da kiremit kırmak için
kullanılan da aynı shuto vuruşudur.
"Karate vuruşu"nun shutodan türetilmiş olması
doğru olsa da, deneyimli bir karateci pek çok farklılık
görecektir. Örneğin , karatede, her ne kadar yeni
başlayanlara hareketlerinin daha serbest olabilmesi için
kata çalışırken böyle yapmaları söyleniyor olsa da, kol,
nadiren başın yukarısına dek kaldırılır. Fakat usta birisi,
asla güreşçinin "karate vuruşu"nda yaptığı gibi kollarını
kaldırmaz.
Dahası, "karate vuruşu" neredeyse tamamen
uzatılmış bir kolla yapılırken , shuto vuruşu dirseğin
kırılması ile serbest bırakılır. Vücudun yan tarafı
açılmadan yapıldığı için, gerekli olan fiziksel hareket
"karete vuruşu" ile karşılaştırıldığında daha küçüktür,
fakat tabii ki sonuçta daha öldürücüdür.

137
Her Gün

Gazeteciler (ve hatta tıp mesleğinin üyeleri)


tarafından bana sık sık, yaşlı insanların cevaplamaya
alışkın oldukları şu soru sorulur. Herkes bilmek
istemektedir, acaba uzun yaşamamı neye borçluyum?
Beni m samimi cevabım ise gizli b i r reçetem
olmadığıdır, sadece aşırılığa gitmem. Doksan yaşımda
olmama rağmen, sanki bugün benim için yeni bir
hayatın başlangıcı olsa hiç şaşırmayacakmışım gibi
kendimi sağlıklı ve iyi bir ruh halinde hissederim!
Evet, aşırılığa kaçmamak. Bununla beraber, belki de,
uzun hayatım süresinde edindiğim alışkanlıklarımdan
bahsedersem, okuyucularım ileri yaşta bile böylesine
zinde ve etkin yaşayabi lmem i n nasıl mümkün
olduğunu daha açıkça anlayacaklardır. Bu kitabın ilk
başında da anlattığım gibi ailem bile, üç yıldan fazla
yaşayacağımı ummuyormuş. Şimdi ise, doksan yıl
sonra, hala karate öğretiyor ve kitap yazıyorum ve
zihnim şimdiki yaşımın yarısındaymışçasına yen i
etkinliklerle dolu.
Bir an için şu önemli beslenme konusuna bir göz
atalım. Asla midemi tam olarak doldurmam, kararınca
yerim. Sebzeler, diyetimdeki en başta gelen
unsurlardır, et ve balığa düşkün olmama rağmen her
ikisini de sakınarak yerim. Tek bir tabak yemek ve bir

1 38
kase çorbadan fazlasını almamayı kural hal ine
getirmişimdir. Sanırım, mükemmel sağlığımı borçlu
olduğum en başta gelen nedenlerden biri , yemek
konusunda ölçülü olmaktır. Ayrıca, yazın sıcak şeyler,
kışın da soğuk şeyler yemenin alışkanlığım olduğunu
ve hep olageldiğini de belirtmeliyim. Örneğin , çoğu
kişinin yaptığı gibi sıcak havada dondurma yemem
veya şerbet içmem.
Giysi olarak ise, kalın elbiseleri sevmem. Tabii ki,
Okinawa, yılın büyük bir bölümünde, oldukça sıcak
olduğu için kalın elbiselere çok az ihtiyaç duyulur, fakat
şimdi bile, Tokyo kışlarında olabi ldiği nce ince
giyinmekteyim. Ne, hibachi dediğimiz mangal kömürü
ya da kömür sobası (kotatsu) gibi şeyleri kullanma
alışkanlığım oldu, ne de sıcak su şişesi gibi nesnelerle
kendime sıkıntı verdim.
Yılın tüm mevsimleri boyunca, tek, ince bir hasır ve
tahta veya hint kamışından bir yastık kulanırım ve kışın
en soğuk zamanlarında bile üzerime tek bir yorgan
örterim. Asla ayrıca bir battaniye almam , Ailem yoksul
olduğu için, bu şekilde bir sadeliğe alışarak büyüdüm
ve hayat tarzımı değiştirmek için geçerli bir neden de
h i ç görmedim . Bugün bile kiralık bir evde
oturmaktayım ve dahası, üst kattaki odada oturmakta
ısrar etmekteyim . Bunu bilerek yapıyorum , çünkü
merdiven tırmanmanın bacak kasları için mükemmel
bir antrenman olduğuna inanmaktayım. Bu alışkanlık
da, sağlıklı ve uzun bir hayat sürmemde önemli bir
etken olabilir.

1 39
Her zaman erken kalkarım. ışlerinin, kendileri yerine
başkaları tarafından yapılmasına alışmış olan gen ç
okuyucularım garip bulabilir, fakat kalktığım anda
battaniyemi toplar ve dolabıma kaldırırım. Okinawa'da
yaşadığım sırada bu işi benim yerime eşimin
yapmasına asla izin vermedim, şimdi de çocuklarımın
ve torunlarımın yapmasına fırsat bırakmıyorum. Odamı
süpürmek, battaniyemi havalandırmak, kitaplarımın
tozunu almak gibi işlerimi kendim yapmayı adet
edinmişimdir. Temizliğimle ilgili işleri yapmakta da
hep alışkanlığım olagelmiştir.
Kalktıktan sonra, oğlum tarafından bana verilmiş
olan ımparator Meij i ' n i n saray giysileri içindeki
portresini ya da Meiji Dönemi devlet adamı ve asker
Takamori Saigo'nun portresi üzerine konmuş tozları
silerim. Bu ikinci portre, bana torunu Kichinosuke
Soigo tarafından hediye edilmişti. Bu işler yapıldıktan
sonra odamı süpürür, biraz kata çalışır, ellerimi ve
yüzümü yıkar ve sonra da sade kahvaltımı ederim.
Artık, daha gençken kabul etmediğim bir alışkanlığı
kendime hoş görmekteyim: bazen öğle yemeğinden
sonra kısa bir şekerleme yaparım. Öğleden sonralarım
çoğun lukla kall igrafi veya okumaya ayrılmıştır.
Kalligrafiyi, genellikle üniversiteden mezun olmuş,
uzak yerlerde işe girmiş ve kendileri için bir tür kitabe
yazmamı isteyen öğrencilerin ricası üzerine
yapmaktayım.
Kaligrafiyi çocukluğumdan beri çalışırım, fakat asla,
benim için bir başkasının mürekkebi hazırlamasına ve

140
yapması n a ızı n vermed i m , hala da böyle
yapmaktayım . Okuyucularımın bilebilecekleri gibi ,
Japon kalligraflar, içi su dolu bir kapta yuvarlayınca
mürekkebe dönüşen sert boya çubukları kullanırlar. Bu,
yavaş süregelen bir işlemdir, bu yüzden sık sık, eski
öğrencilerimden gelen ricaları tam olarak yerine
getirmekte aylarca geç kalı rım . Umarı m , bu
geçikmenin sebebinin yaşım olmadığını anlıyorlardır!
Kalligrafi yaparken gözlüğe ihtiyacım olmadığını
fakat kalın ve mürekkepli yazılan harfleri okumaya
gelince gözlük kullanmam gerektiğinin farkındayım.
ışitme duyum hala yeterince keskin, fakat dişlerimin
takma olduklarını itiraf etmeliyim. Yemek yerken
kendileriyle bir sorunum yok, fakat bazen bir konuşma
sırasında yerlerinden oynuyorlar ve ağzımdan
düşmelerinden korkuyorum , bu yüzden on ları
parmağımla diş etlerime doğru bastırıyorum bu da her
dediğimin anlaşılmasına yardımcı olmuyor elbette.
Sanırım bugünlerde kendime yeni ve daha iyi bir set
almalıyım.
Herşeye rağme n , insan benim yaşıma, diğer
insanları uyarmadan biraz zor ulaşabiliyor. Bazen, en
büyük oğlumun karısına "Şehirde dolaşırken dikkatli
olmasını söyle, yollarda çok fazla araba ve otobüs var
ve kocan da giderek gençleşmiyor!" diyerek takılırım.
O da, "Peki ya siz kaç yaşında olduğunuzu
sanıyorsunuz, büyükbaba?" diye ters ters cevap verir.
Hiç edinmediğim iki alışkanlık tütün ve içki içmektir.

141
Henüz genç bir delikanlıyken, karate hocalarım beni
ikisine karşı da uyardı lar, ben de öğütlerine sadık
kaldım. Bir hocam şöyle demişti "On, yirmi, ya da elli
arkadaşınla birlikteyken, sarhoş olduklarında hepsinin
düşmana dönüşeceklerin i sakın unutma. ıçmen
gerekirse aklında hep bu olsun".
Uzun yaşamakla ilgili olarak edindiğim bir başka
alışkanlık da hergün banyo almaktır, fakat ülkemdeki
çoğu arkadaşımın tersine, çok sıcak su yerine ılık suyu
tercih ederim . Suda çok uzun süre kalmayı da
sevmem. Geçmişte, halk hamamlarına gittiğimde ,
tellaklar bana masaj yapmayı önerirdi, fakat masaj beni
her seferinde gıdıkladığı için kısa süre sonra
durmalarını isterdim. Şimdi de, ailemdeki genç
insanlar bana masaj yapmayı teklif ettiklerinde, yaşlı
olsam bile kaslarımın mükemmel durumda olduğunu
söyleyerek tekliflerini reddediyorum.
Beni sokakta yürürken gören yabancıların böyle
düşünmediklerini biliyorum, çünkü gençliğimde moda
olan ve suriachi dediğimiz kayar gibi bir yürüyüşüm
vardır. Bu eski moda geleneğe alışkın olmayan genç
nesil de, dizlerimden rahatsız olduğumu sanabilir, fakat
bunda yanılmaktalar.
Yaln ız dolaşırım , örneğin sık sık Kamakura'ya
giderim. Trene binerken veya inerken yardıma ihtiyaç
duymam ve öğrencilere kon ferans vermeğe
gittiğimde, sürekli olarak üniversitelerin benim için
araba yollamalarına gerçekten üzülmekteyim. Diğer bir
üzücü şey de, yaln ız yaptığım geziler sırasında, bir

1 42
zamanlar yanımda çalışmış birisine rastladığımda, bu
kişinin gereksiz yere, bana eşlik etmek içi n ısrar
etmesidir. Bu tabii ki çok büyük bir incelik, fakat her ne
kadar saçlarım beyazlamış ve yüz yaşıma sadece on
sene kalmış olsa da kimsenin yardımına ihtiyaam yok.
Tek üzüntüm , hafızamın eskisi kadar keskin
olmaması. Bazen unutkanlığım tutar ve örneğin yanlış
tren istasyonunda inmek gibi kötü hatalar yaparım ,
fakat sanırım daha genç insanlar bile benzeri hatalara
düşmektedir, bu yüzden bunu bunaklığın bir ispatı
olarak kabul etmeyi redediyorum.
Bu unutkanlık, çeşitli ü n iversitelerin karate
bölümlerindeki öğrencileri de kapsar. O kadar çoklar
ki! Hatta bazen sadece isimlerini değ i l , hangi
üniversiteye bağlı olduklarını bile unutmaktayım.
Henüz öğrenci oldukları ve, öğrenci üniforması
giydikleri sıralarda onları hatırlamak daha kolaydı, fakat
mezun olduktan ve normal kıyafetler giymeye
başladıktan sonra kendi leri n i hatırlamam daha
zorlaşmakta.
Kimi zaman, yıllar önce eğitmiş olduğum kişiler,
Tokyo'ya geldiklerinde beni de ziyaret ederler. Tabii ki
onların benim hakkımdaki hatıraları çok daha canlıdır,
fakat eski öğrencilerimin sayısı onbinlere ulaşmakta.
Çok sık olarak, kendilerini nasıl çağırmam gerektiğini
bilemiyor ve şu alışılageldik cümleye başvurmak
zorunda kalıyorum: "Ne kadar da büyümüşsün!".
Sonra da ailemin en gençleri beni dürtüp, şöyle

1 43
fısıldaşıyorlar, "Büyükbaba, misafirin yakışıklı ve başarılı
bir beyefendi. Onun büyüdüğünü söylemek biraz
nezaketsizl ik olmuyor mu? " Fakat kendilerini
anımsamakta zorluk çeksem de, eski öğrencilerimin
ziyaretleri hep mutluluk duymuşumdur ve Karate­
do'nun yaygınlaştırılmasındaki yardımlarından dolayı
omlara müteşekkirim.
Şimdiki en büyük zevklerimden biri de genç karate
severlerin arasında olmak. dört ya da beş yıl önce,
böyle bir grup tarafından lzu'daki Shimoda'ya davet
edilmiştim . lto'ya giden trene sonra da otobüse
b i n d i m , s a n ı r ı m g e n ç refakatçi l e r i m b e n i
karşıladıklarında, yorgunluktan ölmüş bir halde
olacağımı düşünüyorlardı.
Benim i çi n bir otelin zemin katında bir oda
tutmuşlardı ve büyük bir ihtimam göstererek beni bu
otele götürdüler. Müdürden , bu odanın yerine yukarı
katlarda bulunan bir odada kalmak istediğimi
söyledim , çünkü kendisine de dediğim gibi ,
uyandığımda göreceğim manzara kendimi daha iyi
hissetmemi sağlayacaktı . Bu isteğimi yerine
getirmekten memnunluk duyacaktı, fakat bunu duyan
genç refakatçilerim ve otel çalışanları oldukça
endişelendiler, hepsi de yukarı inip çıkarken
sendeleyip düşmemden korkuyorlardı. Bunun üzerine,
onlara doksanındaki bir adamın hala merdivenleri inip
çıkabildiğini göstermem gerekti.
Öğrendiğime göre , şehrin sakinleri , gerçekte
olduğumdan en az yirmi yaş daha genç olduğumu

1 44
sanmışlar. Shimodo'ya yapılan gezının bütünü ise
oldukça zevkliydi. Refakatçilerim de en az benim kadar
eğlenmişe benziyorlardı. Tüm geri dönüş yolu boyunca
gözümün önünde olan, gülümseyen yüzlerinin hatırası,
hayatımda yapacağım işlerin sona ermekten uzak
olduğumu anlamımı sağladı . Her ne kadar Karate-do
büyük aşama yapmış görünse de henüz istediğim
ölçüde yaygınlaşmamıştı . Bu sebeple, yerine
getirmekten büyük zevk aldığım bu görevin
tamamlandığını gönnek için daha çok, çok uzun süre
yaşamaya devam etmem gerektiğini hissettim.

Nezaket

Kimi genç karate meraklıları, karate öğreniminin


sadece, dojoda, eğitmenlerin öğrettikleriyle sınırlı
olduğuna inanırlar, fakat bu insanlar tekniği iyi olan
kişilerdir, gerçek bir karateka değillerdir. "Her yer dojo
olabilir" diyen eski bir Budacı söz vardır, karate yolunu
izlemek isteyen bir kişinin asla unutmaması gereken bir
deyiştir bu. Karate-do sadece bel li savunma
beceri leri n i n kazanılması değildir, bu sanatta
ustalaşmak aynı zamanda toplumun iyi ve dürüst bir
üyesi olmak demektir.
Arkadaşlarımızı "günaydın" veya " iyi akşamlar"
diyerek selamlar ve havadan sudan bahsederiz. Bu
oldukça alışılageldiktir ve bu konuda pek düşünmeyiz,

145
fakat çok daha önemli olan birşeyi de düşünmemiz
gerekmez mi?
Günümüzdeki liberalizm ve demokrasi devrinde,
komşularımıza ve tanıdıklarım ıza gösterdiğimiz
nezaketin aynı zamanda ailemizin üyelerine dek
uzanması gerektiğini söylersem, kuşkusuz tutuculuk ve
gericilikle şuçlanmam. Benim inancım bu yönde, anne
ve babamız, büyükanne ve büyükbabamız, erkek ye
kızkardeşlerimiz için daha özen göstermeliyiz.
Bir genç, özellikle ailesine daha fazla önem
vermelidir ve bu konu , sadece karate çalışmaya
gönüllü birisi için değil, insan ırkının tüm üyeleri için
de önemli olmalıdır. Bir karatekanın zihni, dikkati
bedenine ve tekniğinin mükemmelleştirilmesine
vermeden önce bu önemli konuyu iyice emmelidir.
Karate sevgisi, kendini sevmek, aile ve arkadaş sevgisi;
bunların hepsi de vatan sevgisi ne öncülük eder.
Karatenin gerçek anlamı sadece böyle bir sevgi yoluyla
anlaşılabilir.
izin verirseniz örnek olarak, hergün yerine getirilen
en geleneksel alışkanlıklardan birini, halk hamamlarına
gitmeyi ele alalım. Diyebilirim ki , hiç kimse ,
kullanacağı maşrapa ya da tahta küveti yarıya. kadar
k i r l i suy l a b u l m a d e n eyi m i n i yaşam aktan
kurtulamamıştır, bu da yıkanmadan önce, başkasının
kirini temizlemesi anlamına gelir. Kendisinden önce
gelen kişi temizlenmiş, fakat normal terbiyeden yoksun
biridir. Bazı insanlar el havlularını, ortak kullanılan
banyo küvetine getirir ve işi diğer insanların içine

1 46
girdikleri suda havlularını yıkamaya dek götürürler.
Traş olmak isteyen kimi i nsanlar ise , aynanın
kullanılmış olduklarını gördüklerinde, ayna kuruyana
kadar beklemektense ne yaptıklarını açıkça görmeden
traş olmanın tehlikelrdeneyimini yaşarlar. Normal bir
nezakete sahip herhangi bi_ri , giyindikten sonra, içine
elbiselerini koyduğu sepeti yedne kaldırmayı görevliye
bırakmak yerine üç ya da dört basamak çıkarak sepeti
yerine koyacaktır. Halk hamamı , insan ı n , günlük
hayatın ı n akı şı içinde gerçekte ne olduğunu
göstermesi bakımından dünyadaki en elverişli
yerlerden biridir.
Kodansha' n ı n (halk hamamı ) kurucusu olan
saygıdeğer Seiji Noma'nın otobiyografisini ne zaman
okuduğumu hatırl amıyorum , fakat kitabı h i ç
unutmadım ve bir hayli şey öğrendim.
Beni özellikle bir bölümü etkilemişti. "Her akşam
halk hamamına giderim" diye yazmaktadır. "ıçeri
girdiğimde görevli beni "Hoşgeldiniz diyerek selamlar
ve ayrılırken de "Çok teşekkürler" derdi. Uzun bir süre
boyunca selamlarına cevap verme zah metine
girmedim, fakat birdenbire bunu yapmanın bir nezaket
icabı olduğunu anladım."
Bu tür selamların her zaman cevaplanması
gerektiğinin altını çizmekteydi , ben de bu öğüdü
tutmaya ve her gün uygulamaya karar verdim.
Hamama girdiğimde, bir hoşgeldin sözü duyar ve
gülümseyerek " ıyi akşaml ar" derd i m . B e n i m
alışılagelmedik cevabım karşısında hafifçe şaşıran

147
görevli ise gülümsememi bana iade ederdi . Çıkarken
de onun "Çok teşekkürler" sözüne cevap olarak "ıyi
geceler" diyordum. Daha sonra, görevliyle oldukça iyi
arkadaş olduk. ılk başlarda biraz baştan savma çıkan
ses tonu giderek daha sıcak ve daha samimi hale geldi
ve benim İçin, halk hamamına yaptığım ziyaret günlük
bir alışkanlığın ötesine geçti.
Yeni öğrencilerime sürekli söylediğim şeylerden biri
de, sadece kendisin i düşünen ve diğer i nsanları
saymayan kişilerin Karate-do'yu öğrenmek için uygun
olmadıklarıdır. Farkettim ki , bu sanatın ciddi izdeşi
olanlar her zaman diğer insanlara fazlasıyla saygı
göstermektedi rler. Ayrıca amaçları doğrultusunda
sebatla ilerlemektedirler, ki bu, uzun süre boyunca
karate çalışmak istiyorsanız önde gelen şartlardan
biridir.
Her yılın Nisan ayında, üniversitelerin beden eğitimi
bölümlerinin karate sınıflarına çok sayıda yeni öğrenci
kaydolmaktadır, neyse ki bunlardan bir çoğu bedensel
güçlerini olduğu kadar ruhsal güçlerini de geliştirmeyi
amaçlamaktadırlar. Gene de, sadece dövüşmek için
karate öğrenmek isteyen ler bulunmaktadır. Böyleleri
genellikle, altı ay sonra kurstan ayrılırlar, çünkü bu
kadar aptalca bir amacı olan herhangi bir genç insan
için karateye uzun süre devam etmek neredeyse
imkansızdır. Sadece , daha yüksek idealleri olanlar,
karateyi gerektirdiği kadar özen ve sebat gerektirecek
kadar ilginç bulurlar. Bu kişiler daha sıkı çalıştıkça bu
sanatın daha çekici bir hale geldiğini göreceklerdir.

1 48
------ ÖNEMLi NOKTALAR

Altı Kural

Bilinmelidir ki , Karate-do'yu anlamanın en iyi yolu


sadece kata çalişmak değil, fakat aynı zamanda çeşitli
kataların her biri n i n doğasında bulunan anlamı
değerlendirmeyi de bilmektir. Gene de, Karate-do
Kyokan isimli kitabımda çeşitli uzunluktaki her katayı
tartışmış olduğum ve bu kitabın konusu dahilinde
olmadıkları için, burada sadece, bu sanatın doğrusunu
kavramaya istekli her insan için kesinlikle esas olan ve
sağlam bir gözleme dayanan altı kural veriyorum. (Her
ne kadar Üstat Funakoshi "altı kuraldan bahsetse de, üç
numaralı kural anlaşılmaz bir şekilde kayıptır.)
1 - Çalışma sırasında ölümcül bir şekilde ciddi
olmalısınız. Bu sözlerimle, makul derecede çalışkan ya
da orta derecede istekli olmanız gerektiğini
kastetmiyorum. Demek istediğim, rakibinizin sürekli
olarak zihninizde var olmasıdır, oturduğunuz ya da
kollarınızı kaldırdığınızda rakibinizin zihninizle sürekli

149
olarak var olması gerektiğidir.
Bir dövüş sırasında bir karate vuruşu yapmanız
gerektiğinde, ne olursa olsun tek bir darbenin her şeyi
bel irleyeceğinden kuşkunuz olmamalıdır. Bir hata
yaparsanız, yenilen siz olursunuz. Böyle bir olasılığa
karşı her zaman hazırlıklı olmalısınız.
Uzun, çok uzun bir zaman boyunca çalışmalısın ız,
fakat sadece- ellerinizi ve ayaklannızı hareket ettirir ve
bir kukla gibi aşağı yukarı zıplarsanız karate
öğrenmenin dans etmeyi öğrenmekten pek farkı
kalmaz. Olayın kalbine asla ulaşamaz, Karate-do'nun
özünü yakalayamazsınız. Bunun ötesinde, ölümcül
derecede ciddi olmak sadece bir Karate-do izdeşinin
değil ayn ı zamanda her insanın günlük hayatında
kullanacağı bir ilkedir, çünkü hayatın kendisi, yaşamak
için verilen bir savaştır. Bir yanlış sonrasında başka bir
fırsatı olacağına inanac.ik kadar rahat olan biri, hayatta
nadiren başanlı olur.
2- Teori hakkında endişelenmeden kalbiniz ve
ruhunuzla çalışın. Ölümcül bir ciddiyetle çalışma
i lkesine sahip olmayan her insan sık sık işin teori
kısmına sığınır. Belli bir katayı iki ay boyunca çalışan ve
sonra da "Ne kadar sıkı çalıştığım hiç farketmiyor, bu
katada ustalaşamıyorum. Ne yapmalıyım?" diyen bir
kişiyi örnek alalım. iki ay!iki ay içinde bir katada nasıl
ustalaşılabilir ki?
Örneğin , kibadachi (ata binme duruşu) oldukça
kolay gözükür, fakat gerçekte tüm bir yıl her gün

1 50
çalışılsa bile, ayağı bir kurşun gibi ağırlaşmadığı sürece
kimse bu duruşta ustalaşamaz. iki aylık çalışma
sonrasında katada ustalaşamamaktan şikayet etmek ne
kadar da anlamsız!
Gerçek çalışma sözlerle değil tüm vücutla yapılır.
Başkaları sizin çalıştığınız katada ustalaştılar. Siz neden
başaramayasınız ki? Sizin bir eksiğiniz mi var?
Kendinize bu soruları sormalısınız; sonra da soluksuz
kalana dek çalışmalı ve kısa bir süre bekleyip aynı sıkı
düzen içinde devam etmelisiniz. Başkalarından
duyarak öğrendiğinizi çabucak unutursunuz, tüm
bedeninizle öğrendiklerinizi ise hayatın ızın geri kalanı
boyunca hatırlarsınız.
Karate-do, bir insanın kısa b i r süre içinde
özümseyemeyeceğr kadar çok kata, temel duruş ve
tekniklerden olmaktadır. Dahası , ne kadar çalışmış
olursanız olun , her teknik ve katanın anlamını
kavramadan , çeşitl i duruş ve teknikleri asla
hatırlayamazsınız. Hepsi de birbiriyle bağlantılıdırlar ve
her birini tam olarak anlamazsanız bu uzun yolda
tökezlersiniz.
Fakat bir teknikte bir kez ustalaştınız mı diğer
benzeri teknikleri de anlayabilirsiniz. Bir başka deyişle,
yirmiden fazla katanın hepsinin özünün esas olan bir
kaç tanesinde olduğunu kavrayabilirsiniz. Bu sebeple,
bir katada ustalaştıktan sonra, diğer kataları sadece
yapılırken ya da bir eğitim sırasında öğretilirken
izleyerek kavramayı başarabilirsiniz.

151
Bu konuyu iyi açıklayacağına inandığım eski bir
hikayeyi anlatacağım. Bu hikaye, çok ünlü bir balad­
drama anlatıcısı hakkındadır, gençliğinde, bu sanatı
öğrenirken çok katı bir hocaya sahipmiş. Genç adama,
günlerce, haftalarca, aylarca hatta yıllar boyunca, hiç
ilerlemesine izin verilmeden Taikoko'den (Toyotomi
Hideyoshi'nin hikayesi) aynı bölüm ezbere söyletilmiş.
Yanlış hatırlamıyorsam , günün birinde ünlü üstat
Koshiji olacak bu genç adam , sonunda ümitsizliğe
kapılmış . Kendini bu mesleğe uygun olmadığına
inandırarak, bir gece ustasının evinden kaçmış,
shogunun 1 2 başkenti Edo'ya giderek başka bir işle
uğraşmaya karar vermiş.
Koshiji, Tokaido yolunu izlerken bir gece Shiyuoka
Eyaleti'nde bir handa durmuş, şans eseri olarak burada
her gece ezbere hikaye anlatım yarışması
düzen lenmekteymiş. Kaybedecek hiç bir şeyi
olamayan Kosh ij i yarışmaya katılmış ve tabii ki
Taikoki'den çok iyi bildiği o bölümü okumuş.
Bitirdiğinde, yarışmanın düzenleyicisi hayranlıkla, "Bu
olağanüstüydü!" diye haykırmış. "Bana kim olduğunuzu
söyler misiniz, sizin çok ünlü bir üstat olduğunuza
eminim".
Genç Koshiji bu övgü dolu sözlerden hoşlansa da
bir acemi olduğunu itiraf etmek zorunda kalmış.

l2 1 7 . yüzyılda Ieyasu Tokugawa ile 2 . kez başlayan ve dağı­


nık haldeki derebeylerinin bağlı olduğu askeri yönetici (Ç.N.).

1 52
Kendisini dinleyen adam ise şaşırarak şöyle
cevap vermiş; "Buna inanmak oldukça zor. Bu akşam
ünlü bir üstat gibi yarıştın ız. Kim i n yanı nda
çalışıyorsunuz?"
Bunun üzerine, Koshiji, ustası çok ısrarcı olduğu için
nasıl kaçtığını anlatmış.
"Ne kadar da büyük bir hata yapmışsınız! " diye
bağırmış yarışmayı düzenleyen . "Sadece bir kaç sene
çalıştığınız halde kesinlikle hocanızın ısrarı sayesinde
bu akşam başarılı oldunuz. Benim sözümü dinlerseniz
tekrar geri dönün, kendisinden özür dileyin ve ondan
eğitiminize devam etmesini rica edin."
Genç Koshiji de böyle yapmış ve yaşadığı süre
içinde döneminin en ünlü ustası olmış. Tabii ki bu
hikayeyi, ne sadece ballad-drama anlatıcılarına ne de
Karate-do'nun gönüllü izdeşlerine ilham vermek için
anlatmadım ; bunu anlattım çünkü gerçek olaylara
dayansın veya dayanmasın pek çok hikayeden alınan
ders gibi bu hikaye de hayatın ke �disine uygulanabilir.
4- Kendini beğenmeden ve sabit fikirlilikten uzak
durun. ınsanları veya kabadayıları yere sermekle
övünen bir kişi, bunu yapmış olsa ve karate veya bir
başka savaş sanatında çok usta olsa bile asla gerçek bir
saygı kazanamayacaktır. Bunu yapamayacak bu şekilde
konuştuğunu duymak ise daha da saçmadır. Karateye
yeni başlayanlar, genellikle kendilerini övme ya da
gösteriş yapmanın çekiciliğine direnemezler; böyle
davranarak sadece kendilerini değil, seçtikleri sanatı da

1 53
küçültmektedirler.
·
5- Kendinizi gerçekte olduğunuz gibi görmeğe ve
diğer insanların yaptığı işlerdeki saygıdeğer şeyleri
kabul etmeğe çalışın. Elbette bir karateka olarak, sık sık
baŞkaları nı çalışırken izlersiniz. Bunu yaparke n ,
başkalarındaki kuvvetli yanları gördüğünüzde bunları
kendi tekniğinize de uygulamaya çalışı n . Aynı
zamanda, izlediğiniz kişi gerçekte olduğu kadar iyi
çalışmıyor gibi görünüyorsa, kendinize, sizin de istekle
çalışmayı başarıp başaramadığınızı sorun. Her birimizin
iyi ve kötü özellikleri vardır; akıllı kişi diğer insanlarda
gördüğü iyi şeyleri taklit etmenin ve kötü olandan
sakınmanın yollarını araştırır.
6- Günlük hayatınızda , genel ya da özel ahlak
kurallarına uyun. Bu kesinlikle uyulması gereken bir
ilkedir. Savaş sanatlarında, özellikle de Karate-do'da,
yeni başlayan pek çok kişi , kaçınılmaz olarak büyük
aşama kayded e r l e r ve s o n u n d a bazı l arı ,
eğitmenlerinden daha iyi birer karateka olurlar. Sık sık,
eğitmenlerin öğrencilerinden , oshiego (öğrenci} ,
montei (izdeş) , deshi (mürit) veya kohai (genç) diye
bahsettiklerini duyarım . Zamanla, izdeş eğitmenini
geçtikçe bu tür terimlerin kul lanılamayacağını
düşünmekteyim . Bu durumda, eğitmen bu tür
deyimler kullanarak, kendini beğenme riski altına ve
neredeyse küçümseyerek söz ettiği genç adamın
günün birinde sadece onu yakalamakla kalmayıp
karate sanatı veya diğer insani çaba alanlarında ondan
daha da ileriye gideceğini unutma tehlikesinin altına

1 54
girer. Kaplumbağa ve tavşan öyküsü sadece çocuklara
anlatılmamıştır. Genç meslektaşlarıma, sık sık, Karate­
do'nun her şeyin ötesinde, bir din , bir yaşam tarzı
olduğunu anlayana dek kimsenin Karate-do'da
mükemmelliğe erişemeyeceğini söylerim.

Bir insan, bir işe başlarken, şevkle, bu işte başarılı


olacağına dair yemin eder. Dahası, başkalarının
yardımına ihtiyacı olduğunu da bilmektedir; başarı tek
başına elde edilmez. Kişi , Karate-do'da, başkalarına
yardım ederek ve onların yardımını kabul ederek, bu
sanatı bir din seviyesine yükseltme becerisini kazanır,
böylece hem bedenini hem de ruhunu mükemmel
hale getirir, sonuçta Karate-do'nun gerçek anlamını
kavrar.
Yanı lmış olmayı isterdim, fakat korkarım ki
yanılmıyorum, çünkü yakın bir zamandan beri genç
karate çalışanların ı n , jitsorjoku-gata (gerçek bir
yeteneğe sahip adam), sento-gata (dövüş adamı) veya
jıssen-gata (gerçek bir savaş adamı) gibi deyimler
kullandıkların ı sık sık duymaktayım . Bu terimler
tamamıyla çocukçadır ve Karate-do'nun anlamının
gerçekten de hiç bilinmediğinin açığa vurulmasıdır.
Karate - d o , v ücut kadar zih n i n de
mükemmelleştirilmesin i amaçladığından dolayı,
sadece fiziksel becerileri yücelten deyimlerin , asla
karate ile ilgili olarak kullanılmamalıdır. Budacı enniş
Nichiren'in gayet yerinde olarak söylediği gibi ,

1 55
Sutralan 13 çalışanlar bunları sadece kafasındaki
gözlerle değil ruhundakilerle de okumalıdır. Bu,
Karate-do çalışan birinin her zaman aklında tutması
gereken mükemmel bir öğüttür.

Bir Kuralın Bozulması

Burada, kuralları katı bir biçimde uygulamayı


bilmediğimi itiraf etmeliyim. Anlatacağım olay, birkaç
yıl önce, Pasifik Savaşı'nın sona ermesinden sonra
meydana geldi.
O sırada sadece seksen yaşında olduğum için, şimdi
olduğumdan daha hareketl iydim ve b i r gün
Tamagawa'daki bir şiir toplantısına gitmiştim. Bir hayli
içildiği için (bir doğum gününün kutlanmaktaydı)
toplantı oldukça geç bitti , neredeyse Tokyo'ya giden
son treni de kaçıracaktım.
O zamanlar, Japonya hala son savaşın karmaşası
içindeydi , arkadaşlarım beni geceleyin yal n ız
yürümenin tehlikeli olduğu konusunda uyardılar. Fakat
kimseni n benim gibi ihtiyar bir adamı rahatsız
etmeyeceğini düşündüm ve Otsuka ıstasyonu'nda
trenden indikten sonra eve doğru yürümeğe başladım .
Tokyo'nun bu bölümü yıkık ve boştu, biraz uzakta olan

1 3 Kutsal Budao metinler (Ç. N . ) .

1 56
oturduğum ev ise şans eseri bombalanmaktan
kurtulmuştu.
Yağmur başladığı için paltomun yakalarını kaldırdım,
şemsiyemi açtım ve yürümeye başladım. Anlatmak
üzere olduğum olay ise Otsuka ve Hikawashita
arasında bir yerlerde meydana geldi , siyah elbiseli
birinin bir telefon kulubesinin arkasından fırlamasıyla
başladı. Şemsiyeme doğru bir hareket yaptı ve "Hey,
Büyükbaba!" diye bağırdı.
Bir arkadaş ya da tanıdık biri olabileceğini düşünerek
nazikçe geriledim ve onu selamlar gibi şapkamı
eğdim.
Bu onu şaşırtmış olmalı . Bir an lık sessizl ik
son rasında, pek de güvenilir olmayan bir sesle ,
"Sigaran var mı, Büyükbaba?" dedi. O zaman onun bir
hırsız olduğunu anladım fakat sesinin tonundan
kendisinin oldukça amatör olduğunu söyleyebilirdim.
Bu yola yeni girmiş birisiydi , kendisinin sert biri
olduğuna inandınnaya çalışır gibi konuşmaktaydı.
"Sigara kullanmıyorum" diye cevap verdim . Hiç
cüzdan taşımadığımı söylemeliyim . O gece, elimde
bulunan tek şey düz, koyu renkli furoshikime sardığım,
artık boş olan yemek kabım ve bazı kitaplardı.
"Yalan söylemenin ne anlamı var, Büyükbaba? diye
sordu adam, "Furoshikinde birkaç sigaran vardır".
"Sigara içmediğimi biraz evvel söyledim. Şimdi
nazikçe, geçmeme izin verir misiniz?"
"Bunu aklına bile getirme!" diye bitirdi adam.
1 57
"Furoshikini çöz ve içinde ne varsa görmeme izin ver!".
"içinde çok değersiz şeyler var!" dedim.
"Sen böyle diyorsun! " diyerek, adam elimden
şemsiyeyt kaptı ve sanki bana vuracakmış gibi sert sert
baktı. .
Duruşu açıklarla doluydu. Şemsiyeyi bana doğru
salladığında kafamı eğdim ve sağ elimle erbezlerini
sıkıca kavradım. Hiç kuşkum yok, dayanılmaz bir acı
hissetti . Şemsiye yere düştü ve ani, keskin bir çığlığın
sonrasında adam az daha kendinden geçmek üzereydi.
Talih eseri, tam bu sırada devriye gezen bir polis
memuru sahneye çıktı ve saldırganı onun nezaretine
bıraktım.
Yoluma devam ederken, bu sözde soyguncunun,
büyük olasılıkla, uzak yerlerden yeni dönmüş kıdemli
bir asker olduğunu anladım. ışsiz olduğu için, o anda,
hiç düşünmeden beni soymaya karar vermişti ve ben
de o anda, hiç düşünmeden karate çalışmaya yeni
başlayan gençlere h iç yapmamalarını söylediğim bir
şeyi yapmıştım; saldırıya geçmiştim.
Kendimle pek de gurur duymuyordum.

1 58
Herkes için Karate

Karatenin en çarpıcı özelliklerinden birisi, genç veya


yaşlı, güçlü veya zayıf, erkek veya kadın herkese
uygun olmasıdır. Dahası, çalışmak için bir rakibe de
ihtiyaç yoktur. Tabii ki , bu sanatta i lerleyebilmek için,
dövüş (kumite) veya serbest dövüş (jizu kumite)
çalışabileceğiniz bir rakip şarttır, fakat başlangıçta
gerçek bir rakip gereksizdir. Özel olarak yapılmış bir
üniformaya da ihtiyaç yoktur. Hatta bir dojo bile
gereksizdir; bir kimse kendi avlusunda bile karate
çalışabilir. Elbette, herhangi bir katada ustalaşmak
isteyen biri bunu uygun bir dojoda yapmalıdır, fakat
sadece sağlıklı kalmak ve zihnini ve ruhunu geliştirmek
isteyenler bunu kendi başlarına karate çalışarak ta
yapabilir.
Tüm bu nedenlerden dolayı artık, eskiden
olduğundan daha fazla sayıda kadın bu sanatı
çalışmaktadır, bu da bence, hem kadınlar hem de
Karate-do açısından bir avantajdır. Fakat, karate çalışan
üniversiteli kızlar esas olanı insanlara yaymaktan
kaçındıkları takdirde, sanırım propagandadan sorumlu
olan bizlerin bu sanatın sadece erkeklerin çalışmasına
uygun olduğu fikrini teşvik etme sorumluluğunu da
yüklenmemiz gerekecektir.
Halk arasında, karate çalışan kadınlar hakkında iyi

1 59
düşünmeme eğilimi var, kadınlar da bu sanatı en az
erkekler kadar ilginç bulmaktadırlar. Sanırım, bunun bir
nedeni, kataların çeşitli dans türlerinde olmadığı kadar
göze hoş gelen hareketlere sah i p olmasıdır.
Günümüzde, televizyonda kadınlar için "güzel lik
egzersizleri" denen hareketleri görmekteyiz, ben de bu
programları izlerken karate katalarım ızı n , h e r yerde
çalışılabildikleri için oldukça etkili bir şekilde bu amaçla
kullanılabileceklerini düşündüm.
Bana sık sık, karate öğrenen bir kadının evlendikten
sonra kocasına hükmetmek isteyip istemeyeceğini
sorarlar. Bunun tersi daha olasıdır: karate çalışan bir eş
kocasına uymak için tüm çabayı gösterecektir, çünkü
karate nezaketle başlar ve nezaketle biter. Karate-do
izdeşi olan bir eş, kocasına hakim olmayı denemeyi
aklına bile getirmeyecektir.
Karatenin , kızların ve genç hanımların görünüşlerini
düzeltmede ne kadar yararlı olduğunu bilmekteyiz, bu
nedenle pek çok aile, bu sanatı öğretmem için
çocuklarını bana getirirler. Pek çok kereler, sadece altı
aylık veya daha kısa bir çalışma süresi sonrasında
sağlıklarının düzelmesini izlemek için hastalıklı kızları
öğrenci olarak kabul etmişimdir, fakat daha sonra
karate onlar içi n , bırakmak istemeyecekleri kadar
büyük bir anlam kazanmıştır.
Karatede belli bir deneyimi olan bir kadının ,
kendis i n i güçlü bir erkek saldırgana karşı
koruyabileceği tartışılmaz bir gerçektir. Gene de, bu
noktada, karatenin sadece kendini savunmanın vahşi

1 60
b i r fo rmu ol madığı n ı ve asla o lage l mediğ i n i
tekrarlamak istiyorum. Tersine, karatede gerçekten
ustalaşmış olan kişi (erkek veya kadın), tehlikeli yerlere
ya da durumlara girerek bu sanatı kullanmaya kendini
zorlamaz. Nasıl karate çalışan bir erkek kavga etmek
için zemi n aramazsa, karate çal ışan bir kadın da
ke ndi n i olası bir tecavüzcüyü safdışı etrr.ek için
becerisini kullanmak zorunda kalacağı bir duruma
sokmaz.
Genç öğrencilerim sık sık söylediğim bir söz
karşısında şaşınrlar. "Güçlü değil, kuwetsiz olmalısınız"
derim . Ne demek istediğimi öğrenmek isterler, çünkü
Karate-do çalışmayı seçmelerinin nedenlerinden biri de
kuvvetli o l maktı r. Zayı f olmak için çal ışman ı n
gerçekten gerekli olup olmadığını sorarlar. Ben de
söylediğim şeyin anlaş ı l ması n ı n ı n gerçekten zor
olduğunu söylerim. Onlara, "Cevabı kendi için izde
bulmanızı istiyorum . Size ne demek istediğimi doğru
olarak anlayacağınız zamanın geleceğine söz veririm"
diye cevap veri rim . Bunun olacağına inanmaktayım .
Gen ç insan ları n , karateyi tüm kalpleri ve ruhlarıyla
çalıştıkları taktirde sözlerimin anlamını kavrayacaklarına
eminim . Kendi güçsüzlüğünün farkında olan kimse her
durum karşısı nda kendini usta kılmak isteyecektir;
sadece gerçek bir zayıflık gerçek bir cesarete sahiptir.
Doğal olarak , gerçek bir karate ustas ı , çal ışarak
tekniğini mükemmelleştirmek zorundadır, fakat kendi
zayıflıklarını da sadece çalışarak öğrenebileceğini asla
unutmamalıdır.

161
------- GEÇMİŞ, GELECEK

Çok Sayıda Silah

Pek çok insan , karatede kul lanılan silah ların sadece


eller (açık veya kapalı) ve kollar, ayaklar ve bacaklardan
oluştuğu gibi yan l ış bir kanıya sahi ptir. Tepeden
tı r n ağa , v ücud u n h e r yer i n i n si l a h o l a rak
kul lanı labi leceği n i söylemek abartı ol maz. Ö rneğin
elbi leğinden aşağısında en az on adet potansiyel silah
vardır; seiken (düz yum ruk) , uraken (ters yumruk ) ,
shuken (el içi vuruş) , ippon-ken (tek nokta vuruşu) .
chukoken (bir diğer tek nokta vuruşu ) , tettsui (çekiç
yumruk) , shuto (kılıç e l ) , nukite (mızrak e l ) , ippon
nukite (tek parmakla m ızrak el) ve nihon n ukite (iki
parmakla mızrak e l ) . Ayak bileğinin aşağısında ise;
koshi (ayak parmaklarının kökü) . sokuto (kılıç ayak) ,
tsumasaki (parmak ucu), enju (topuk) ve sokko (ayağın
üst tarafı ) . Kol ve bacakların si lah olarak kullanı lan
diğer yerl eri ise bilekler, d i rsekler ve d izlerdir.
Vücudun silah olarak kullanılmayan hemen hiç bir yeri

1 63
yoktur.
Çok kısaca , bede n i n en çok hangi bölüm leri n
kul lanıldığını ve ne kadar etkili oldukların ı anlatmak
istiyorum . Sadece beden sağlığı için karate çalışanlar
ı çı n de, ça l ı ş m a yoluyla h a n g i kısım ları n
kuvvetlendirileceği hakkında kısa bir açıklama yapma
niyetindeyim .
Tabii ki , düz yumruk yani seikenle başlamal ıyız,
çünkü tüm karate silahlarının en temel olanı ve en sık
kullanılanıdır. Dört parmağınızı avucunuza doğru
bükerek ve sonra da başparmağınızı işaret ve orta
p a r m ağ ı n ı z ı n a ra l a r ı n a koya rak o l uşturu l u r .
Başparmağınızı n e kadar derine koyarsanız seikeni
vurduğunuzda o kadar ko lay yaralayabilirsin iz; bu
nedenle başparmağınızın orta parmaktan daha ileriye
gitmediğinden emin olmalısınız.
Oynak kemikler, dik bir açıdan çok bir sivri l i k
yaratırlar. Başlangıçta bu tür b i r yumruk oluşturmayı
zor bulacak ve kısa bir süre sonra da yorulacaksınız,
fakat sürekli çalışarak buna alışır ve yumruğunuzu daha
sıkı kav rarsı nız. Dahası oynak kemiklerde ol dukça
gelişecek ve parmakların alt kısmı en küçük dik açıyı
yaparken oynak kemikler tıpkı birer nasır gibi kalın bir
yumru o l uşturacaklardır. Ol dukça ileri seviyedeki
uzmanlarda, açılar sivri hale gelir.
Seiken yapmayı en iyi , banyo alırken çalışabilirsiniz.
Parmaklarınz kayganlaşıncaya dek ellerinizi sabun layın ,
so nra da parmaklarınızı yukarıda an latıl dığı şekli

1 64
vererek olabildiğince hızla sıkıp açın.
Acemi biri, seikenle itici bir yumruk oluşturmayı
denediğinde elinin bilekten büküldüğünü görecektir.
Bükük elle yapılmış itici bir yum ruk asla fazla etkili bir
vuruş olamaz. Dahası, bu tür bir darbe vuran aceminin
bileğini burkma tehlikesi vardır.
Se iken doğru olarak atıldığında, orta parmağın
oynak kemiği , arkasındaki kolun tüm kuvveti ni de
alarak rakibe doğru bir darbe vurur. Seikenin, karatenin
kalbi olarak tanımlanması yerinde olacaktır, her gün ve
en üst düzeyde kusursuzlukla çalışılmalıdır. Tam olarak
etkili olmadıkça, tüm kata ve kumiteler de kötü olur.
Seiken çalışmanın en bilindik yolu, pirinç sapı kaplı
kalın bir destek olan makiwara kullanmaktır. Makiwara,
ayn ı zamanda, kılıç el vuruşu (shuto) , dirsek ve dizleri
sertleştirmek için de kullanı labil ir. Makiwara ile
çalı şmanın , güçl ü silahlar elde etmede bir kil ittaşı
olduğunu söylersem sanırım abartmış olmam .
Yaklaşık yedi ayak (2, 1 O m) yükseklikte ve altı inç
( 1 5 cm) kalı nlığı nda olan tahta m akiwara tepe kısmı
yaklaşık olarak çalışanı n omuzlarına gelene dek yere
sağlamca çakılır. Daha sonra, bu tahtanın üst kısmına
yaklaşık iki ya da iki buçuk inç (5 cm ) kalınlığında pirinç
sapı sarılır; hazı rlanan örgü ince i plerle tutturulur.
Acemi kişi , ilk başta, hasır yastıklı direğe vururken
yumruklarında dikkate değer bir acı deneyimleyecektir,
bu nedenle hasınn üstüne bir örtü sarılmasını öneririm.
Makiwara hazır olunca, çalışacak kişi bunun önünde

1 65
yarı cepheden duruşa (hanmi) geçer, kendisi ve direk
arasındaki mesafen i n , yumruğun hedefe varmas ı na
yetecek kadar kısa o lduğundan emin o l m a l ı d ı r .
Dizlerini büker v e kalçalarını alçakta tutar. Sıkılı olan sol
eli makiwaradan yaklaşık altı inç uzaklıkta tutulur, gene
sıkılı olan sağ el i ise avuç içi aşağı bakacak şekilde
kal ça seviyesinde bulunmaktadır. Gözleri makiwara
üzerinde sabitlenmiş ve gücü alt karın bölgesin de
(tanden) üzerinde toplanmıştır. Makiwaranın hasır kaplı
bölümü göğüs seviyesinde olmalıdır, çü nkü daha
yukarıda olursa vuruş yukarıya kaçacak ve böylece
gücü kaybolacaktır.
En önemli nota ise duruştur; bacakların sanki yere
kök saldığı düşünülmelidir. Şimdi s ıra vuruşun
kendisine geldi. Sıkılı olan ve vücudun yan tarafına
yakın tutulan sağ yumruk uzatılır; aynı anda sağ kalça
tüm güçle hedefe doğru çevril i rken bu sı rada
makiwaradan altı inç kadar uzakta olan sıkılı sol
yumruk da sol yana geri çekilir. Bu vuruş yapılırken ,
sağ yumruk hedefe tam dokunduğu sırada bir burgu
hareketiyle çabucak döndürülmelidir. Diğer bir deyişle,
bu bir burgu yumruğudur ve darbeyi etkil i kılan da
budur. Bu ustalaşması oldukça zor bir hareketti r, bu
yüzden öğrenci bu vuruşu tekrar tekrar çalışmalıdır.
Acemi öğrencinin önceleri makiwaraya güçsüz bir
şekilde vuracağını söylemeliyi m , zamanla gücü n ü
gittikçe arttırarak yumruğu güçlü bir vuruş yapmağa
al ışacaktır. Tabii ki , öğrenci tüm gücüyle vurmayı da
başaracaktır. Yeni başlayan öğrenci , makiwaraya çok

166
hafif vursa bile, gene de elinde acı ve ağrı hissedecek
ya da sadece üç ayak ( 1 metre) uzaklıkta dursa bile
hedefi n i sıyı racaktı r , bunun sonucunda da e l i
çürüyecek ve şişecektir. Şişme, eli buzlu suya sokarak
indirilebi lir, fakat deri nin yırtılması , yara iyi leşene dek
çalışmaya ara verilmesini gerektirir.
Seiken çal ı şması hakkın daki bazı n oktaları n
tekrarlanması gerekirse; duruş alçak olmal ı , kalçalar
h ızla ve kuvvetl ice döndürü l m e l i ve yum ruk
olabildiğince gövden in tüm gücünü aktarmalıdır. Bir
başka gözlem de, oynak kem ikleri nde nasırların
oluşmasıyla övünen b i r öğrenci n i n Karate-do' nun
anlamının henüz öğrenemediğidir. Aslında, karateyi bir
beden eğ itimi olarak çal ı şan birisi n i n makiwara
kul lanması na gerek yoktu r; tek b i r darbe b i l e
vurmadan çal ışab i l i r v e gerekli t ü m hareketleri
yapabilir.
Seikene ek olarak , diğer bir önemli vuruş da
yumruğun sı rtıyla (u raken) atı lan d ı r , bu vuruşta
öncelikle işaret ve orta parmakların oynak kemikleri
rakibe çarpar. Gene de, makiwara ile çalışan kişi dört
parmağının tüm ünün oynak kemikleri n de hedefe
vurmasına dikkat etm el idir. U rake n , yüze , koltuk
a l tları n ı n aşağısına ve önden sa l d ı ran rak i b i n
vücudunun yanlarına vurmak için oldukça etkili b i r
silahtır.
Sonra çekiç yumruk (tettsui) gelir. Seikende olduğu
gibi, gene baş parmak iki parmağın arasında kıvrıl ı r,
fakat yum ruğun vuruş yapan kısmı far�Iıdır. Burada,

1 67
avucun, serçe parmak altında uzanan yastığımsı kısmı
söz konusudur. Pek çok kişi bunun pek etkili bir vuruş
'
olmadığını iddia eder, fakat okuyucularıma, makiwara
i le çalışarak tam an lamıyla güçlendirilmiş bir tettsui nin
gerçekten de çok güçlü bir silah olduğunu garanti
edebilirim . Her ne kadar hedefe çarpan kısım oldukça
yumuşak olsa da, hedef ne kadar sert olursa olsun, bu
kısım asla büyük oranda yaralanmaz . Bu nede n l e ,
tettsui , rakibin bileğine ya d a diğer eklem yerlerine
vurmak için çok etkilidir.
Mızrak el , parmak uçları kullanılarak rakibe etki eden
bir silahtır. Shihon nukitede dört parmak da kul lanır,
nihon n ukitede iki , ippon nukitede ise bir parmak
kul lanır. Diğer parmaklar uzatılmış ve bir arada
tutulurken , baş parmak avucun içinde bükülür. Bu
vuruşa yabancı olan b i risi , rakibe vu rulduğunda
parmakları n ı n ciddi şeki lde zarar göre b i leceği n i
düşünebilir, fakat gerçekte yeterli çal ışma sonrasında
nukite hem yüze hem de karın boşluğuna vurmak için
oldukça kul lanışlı bir silahtır.
Daha önceden de kısaca tarif ettiğim shuto ya da
kılıç elin pek çok uygulaması vardır. Vuran bölgenin ,
avucun serçe parmak altındaki yumuşak kısmı
olmaması haricinde tıpkı shihon nukite gibi yaoılır .
Makiwara, bu silahın geliştirilmesi için çok uygundur.
Shuto , en etki li olarak , rakibin boynuna, vücudunun
yan taraflarına, kol ve bacaklarına uygulanabilir.
Empi, dirsek demektir, hem saldırı hem de savunma
için sık sık kul lanılır, örneğin rakibiniz size sarı l ı p

1 68
yakalamayı denediği nde, ya da hem yandan hem de
cepheden sal dırdığında veya savu nması n ı n içine
girmek için eğ i l diğimizde ya da onu yakın ı nıza
getirmek içi n rakibi kavradığı nızda başvurabileceğin iz
bir vuruştur. Rakibin yüzün e , başına, göğüsüne ,
vücudun yan taraflarına veya sırtına vurulan dirsek
vuruşları etkilidir. Ayn ı zamanda, göğsün üzü ve
vücudu nuzu n yan tarafl a r ı n ı korum ak i ç in de
kullanabilirsi niz, yere düştüğünüzde dirsekler, rakibin
bacaklarına vurmak içi n de elverişlidirler. Dirsek
kem ikleri oldukça güçlüdürler, bu yüzden yeterli
çalışma sonucu kadınlar ve çocuklar bile dirseklerin i
oldukça etkili bir şekilde kullanabilirler.
Yeteri n ce h ızl ı olmak şartıyla, ayak ve bacak
hareketleri karatenin en önem l i si lah ları dır, çünkü
sıklıkla rakibi şaşkınlığa düşürürler. Bacak hareketleri
esas olarak tekme atmaktan oluşmaktadır fakat bazen
ayak ve bacaklar blok almak için de kullanılabilir. Tabii
ki , bacaklar kol lardan daha kalın ve güçlüdürler, fakat
yeteri kadar çal ışma yapmadan etki l i bir şekilde
kullanılmaları zordur. Ciddi tehlikeleri de vardır; bir kişi
tekme attığında hedefini kaçırırsa, rakibinin kendisine
tekme atmasına imkan tan ıyan bir boşluk verecek ve
dengesini kaybedecektir.
Koshi kelimes i , karşıdan gelen bir rakibe vurmada
kullanılan ayak tabanının özel bir bölgesini ifade eder.
Oluşumu seiken'e benzemektedir, fakat ayak yeteri
kadar yukarı doğru dikilmediği ya da ayak bileğine
yeteri kadar güç verilmediğdi durumlarda kosh inin,

169
kul lanıcısı i çi n b i r teh l ike kaynağı olduğunu da
belirtmek gerekir. Topuk (enju) , arkadan saldıran ya da
vücudu arkadan kavramaya yeltenen bir rakibe karşı
kullanışlıdır.

Çocukluk Anılan

Karate-do ve kendim hakkında ol dukça rastgele


yazılmış tüm bu düşüncelere bir son vermeden önce ,
bir başka yerel Okinawa sporu hakkında da birkaç şey
söylemek istiyorum , bunun nedeni bu spor sayesinde
gençl iğimde sadece eğlence dolu saatle r yaşam ış
olmam değil aynı zamanda karatede oldukça gerekli
olan kas gücümü de geliştirdiğine inanmamdır.
Bahsettiğim spor güreştir. Tüm dünyada insanların
güreştiği n i söyleyebilirsiniz. Çocuklar, neredeyse her
şeyle oynayacak kadar büyüdüklerinde güreşmeye de
başlarlar. Doğru , ama Okinawa güreşin i n bazı kendine
has öze l likleri vardır. Karate gibi onun da kökleri
bilinmez ve pek çok Okinawa'lı ikisinin arasında bir tür
bağlantı olduğuna inanır.
Okinawa'da güreş stilimize verilen ad tegumi'dir ve
bu kelimeyi yazacak olursanız, karatedeki kumite'yi
yazmak için kull andığımız ayn ı iki Çin karakte rin i
kullanırsınız, sadece bu iki kelime ters biçimde yazılır.
Tabii ki, tegumi , karateye oranla daha basit ve ilkel bir
spordur. Aslı nda, bir kaç yasak dışında çok az kural

1 70
vard ı r ; örneg ı n raki be yum ruk atmak ya da
tekmelemek amacıyla bacak ve ayakları kullanmak
yasaktır. Rakipler birbirlerinin saçını çekemezler. Ayrıca
karatede kullanılan kılıç el ve dirsek vuruşu da yasaktır.
Diğer güreş tü rleri n i yapan l ar ı n üze r l e r i n e
giydiklerinden farkl ı olarak tegumi mücadelesine
girenler tamamiyle giyiniktirler. Dahası özel bir ring de
yoktur; mücadele her yerde yapılabilir; evi n içinde ya
da bir tarlan ı n kıyısında. Gençliğimde gen e l l ikle
açıkhavanın , tegumi mücadelelerine sahne olduğunu
söylemeliyim , çünkü böylesi daha rahattı ve ailelerimiz
kaymış kağıt kapılar ve zarar görmüş tatami 1 4 hasırları
görmek iste miyorlardı . Tabi i k i , açık arazide bir
m ücad e l e d ü ze n l e d iğ i m i z zam an , öncelikle
Okinawa'nın kırlarında fazlasıyla bulunan taş ve kayaları
kaldırmak zorun daydık. Mücadele, sumoda olduğu
gibi iki rakibin birbirini itmesi ile başlar. Daha sonra,
güreş i lerledikçe sarıl ma ve atma teknikleri uygulanır.
Bu tekniklerden iyi hatırladığım bir tanesi günümüzün
profesyone l g üreşi n de de ku llanı l an ebigatama'ya
(ayakla blok ve çeyrek Nelson) çok benziemektedir.
Bugünlerde televizyonda güre:;. : 71erken sık sık hatırıma
gençliğimdeki tegumi gelmektedir.
Hakemler, aynı zamanda rakipleri n de yardımcı ları
olan çocuklardır, esas görevleri , güreşenlerin ciddi şe­
kilde yaralanmasına ya da bilincini kaybetmesine

1 4 Pirinç saplarından yapılmış hasır minder. Aynca dojo'da


idman yapılan alana da mecazi olarak tatami denir (Ç. N.).

171
engel ol maktır. Yere düşen çocuğun , dövüşü
durdurmak için tek yapması gereken rakibin vücuduna
eliyle h afifçe vurmaktı r. Gene de bazı çocuklar
bayılıncaya dek mücadeleye devam edecek kadar
gözüpek olurlar. Böyle bir durumda bu tür bir şey
meydana gelmeden mücadeleyi durdurmaya çalışmak
hakemin görevidir.
Her Okinawalı oğlan gibi , ben de pek çok m utlu
saatim i tegum i güreşi yaparak ya da izleyerek
geçird i m , fakat karate ile ciddi olarak ilgilenmeye
başladıktan sonra teguminin antrenman için kendine
özgü bir fı rsat olduğunu anladım , m ücadelenin de
sadece iki güreşçiyle sın ı rlanması gerekmiyordu. Bir
kişi (genellikle daha büyük ve güçlü olan çocuk}, iki , üç
ya d a iste d i ğ i kadar çok s ay ı da raki p l e
karşılaşabilmekteydi .
B u türde mücadeleler, tek olan güreşçinin sırt üstü
yere uzanmasıyla başlar, rakipleri kol ve bacaklarına
bastırmaktadır. Bir karateka olmaya karar verince,
benden daha küçük olan dört ya da beş çocukla
güreşmeğe başladım , bu tür mücadelelerin kol ve
bacak kaslarım kadar karın ve kalça kaslarım ı da
güçlendirdiğinden eminim.
Ö rneği n , tek bir rakibi geri itmekte pek az zorluk
çekerdim , fakat rakiplerimin sayısı arttıkça zorluk
d e re ce s i de artmaktaydı . S o n ra , b i r raki be
saldırdığımda diğerleri bana saldırmak için bir boşluk
bulurlardı. Tek başına, birden fazla kişiye karşı kendi ni
savunmayı öğrenmek için bundan daha iyi bir yol

1 72
düşünmek zordur. Kulağa, sadece bir çocuk oyunu gibi
gelse de, bu dövüşü yapan bizlerin bunu oldukça
ciddiye aldığım ızı sizi temi n ederim . Duyduğuma
göre , Okinawa ' l ı çocuklar arası n da tegum i tekrar
popüler olmuş. Bunun düşünm ek beni pek mutlu
etmedi . Bunun nede n i ise, kendimize bir arena
oluşturmak için taş ve kayaları kaldırı p di kkatsizce
attığımız yerlerde, Okinawa'lı çocuklarının artık kanlı
Pasifik Savaş ı' ndan kalan mermi veya patlamamış
bombalarla karşılaşabilecek olmalarıdır. Bu, çok üzücü
bir olasılığı akla getirmekte.

Karate Uluslararası Oluyor

Savaştan önce , japon' Iar dışı nda , karate hakkında


birşeyler bilen ya da öğrenmek isteyen çok az kişi
vardı. Dojoma yolu düşenler, japon' ların karateye olan
i lgi s i n i duymuş gazeteci le r veya beden eğitimi
"hocalarıydı . Savaşın bitmesiyle işgal başladı ve pek çok
Amerikalı asker beni ziyaret edip karate öğrenmeyi
istemeğe başladılar. Nasıl olup da adımı duyduklarını
ise hiç bilmiyorum.
Bir gün , sayın Bunshiro Suyuki tarafından , Amerika'Iı
bir yayı n cı ile görüşmek için l m perial Hotel ' e
götürüldüm . O zamanlar, burada kalan Amerikalılar
davet etmedikçe, japonlar' ın lmperial'e girmelerine izin
verilmiyordu. Bu yüzden , görüşeceğimiz odaya girip

1 73
de , odanın katlanan perde ve bir ikebana öğrencisi
tarafından düzenlendiği açıkça belli olan çiçeklerle
Japon tarzında döşenm iş olduğunu görünce biraz
şaşırdım. Bu görüşmeden aklımda kalan en canlı hatıra,
Amerikalı bayın, benim oldukça ileri yaşımı görünce
düştüğü şaşkın lıktı r. Bana çev r i ldiği kadarıy l a ,
söylemek istediği , Karate-do'yu Japonya'da bir savaş
sanatından bir spora çevirdiğimiz taktirde, Amerika'da
da uzun b i r ö m ü r i ç i n b i r anahtar o l a rak
değerlendirilebileceği idi.
Amerika l ı l ara yaptığım ziyaret v e kabul l er l e
edindiğim pek çok deneyim sonrasında, kısa süre
içinde Karate Kyokai'de yabancı yüzler (hatta aralarında
b i r kaç d a kad ı n v a r d ı ) g ö rm eğe a l ı ştı m .
Tachikawa'daki A . B . D . Hava Kuvvetleri üssündeki
beden eğitimi subayına karate öğretmem ve kısa süre
sonra da Ch iba Eyaleti ' n deki Kisarazu üssü n ü n
komutanı için bir kata gösterisi yapmam istendi.
Dahası, kumandan her ne kadar karate hakkında çok
az şey bilse ya da hiç bir şey bilmese de , benden
gerçek J apon elbiseleri içinde gösteri yapmamı istedi .
Beni , çok içten karşı ladı, gösteriyi büyük bir saygıyla
izledi ve beni üssün dışına kadar kendisi uğurladı. Ama
daha ö nce ben i , üste bulunan ve savaş sırasında
öldürülmüş Japon havacı larına adanmış bir an ıta
götürdü.
Burada, Pasifik Okyanusu kıyısında yükselen genç
bir Japon havacısının bronz bir heykeli ile ayaklarının
dibinde kanatlarını açmış bir kartal bulunmaktaydı .

1 74
Hem anıtın kendisi hem de ön ünde uzanan torii 1 5
kusursuz bir durumdayd ı . Kumandan bana, her ne
kadar hayatlarını boşa verm iş olsalar da vatanları için
canların ı veren genç Japon pilotlarına olan saygısı
nedeniyle bunu kaldırmayacağını söyledi . Sonra da
eski öğrencilerim i n arasında savaş sırası n da pil ot
olanlar olup olmadığını sordu. Anıtın önünde eğilip de
selam verdiğimi görünce cevabımı an ladı ve kendisi
de selamladı . Orada, kendisinin gerçek bir beyefendi
olduğunu düşündüm , kendisine üssün kapısında veda
ederken gözlerimde yaşlar vardı .
J aponya ve B i rl eşik Dev l etler arasında barış
an l aşması imzalandıktan sonra, karate , Amerikan
Kıtası'nda da kendi barışçıl yolunu çizdi. Bu da, yüksek
rütbeli Amerikalı bir subay tarafından anayurttaki üslere
üç aylık bir tur yapıp, Amerikalı havacılara Karate-do
göstermem iste ndiği dönemde başlad ı . Kendime
yardımcı olarak l sao Obata (Keio Ü n iversitesi nden ) ,
Tos h i o Kamata (Waseda ' d a n ) v e Masatos h i
Nakayama'yı (Takushoku'dan) seçtim. B u tu ru yapmak
için bize ayrı lmış özel bir uçağımız vardı ve önceden
olduğu gibi küçük seyirci gruplarının önünde gösteri
yapmak yeri n e , çok sayıda ve i l g i l i Amerikalı
havacıları n önünde kata yapacaktık. Duyduğum zevki
tarif edemem .
Böylece, çocukluğumda gizli gizli yapılan bir Okina­
wa etkin liği olan Karate-do, kanatlanıp. Ameri ka'ya
ts
Yabani kuş (Ç. N.).

175
uçmadan önce bir Japon savaş sanatı haline gelmişti .
Şimdi ise . tüm dünyada tan ı nmaktadır. Bu satırları
yazd ığım sırada bile, her yerden bilgi ve eğitmen için
ricalar almaktayım . Karateyi duyan kişilerin sayısından
ötürü hala şaşkın bir halde , bu kitap bittiğinde yeni bir
yeni bir projeye başlamam gerektiğini anlamış bulun­
maktayım : Japon karate ustalarını yurtdışına yollamak.

1 76
YAYINLARIMIZ

1 79
TAOCU DÜSÜNCE 1

Taocu Sevişme Sırlan


Eık.eğln Cinsel Gücünü Geliştirme Yöntemlerl
Mantak Chla
Mlchael Wlnn

Bu kitapta anlatılan Taocu Sevişme Sırları, Batı Uygarlığı'na ilk


defa tanıtılmaktadır. Bu bilgiler, Doğu'da birlerce yıldır sır olarak
saklanmıştır. Bugün, genç bir usta, sahip olduğu bilgileri insan­
larla paylaşmaktadır.

Yaşayan dört büyük Taocu ustanın öğretilerinin bir bileşimi olan


bu kitapta, Erbezi Solunumu'ndan Güç Kilidine. Havanın Erbezi
Torbasına ltilmesi'nden Vadi Orgazmı'na kadar. Taocu Sevişme
ile ilgili tüm sırları bulabi leceksiniz. Bu yöntem ler hem erkeği,
hem de eşini, bedenin ve ruhun tümden orgazmına götüren bir
yol niteliğindedir. Taocuların binlerce yıldır üzerinde yürüdükleri
bu yolun ötesinde ise ruhsal aydınlanma bulunmaktadır.

Çiftlerin yanısıra, bekar ve yaşlı erkekler için olduğu kadar, pros­


tat rahatsızlığı, iktidarsızlık ve erken boşalma gibi sorunlan olan
erkekler için pekçok yararlı çalışmayı içeren bu kitap, sağlıklı bir
yaşam , uyumlu bir beraberlik ve ruhsal bir gelişim arayan tüm
erkekler için kesinlikle bir başucu kitabı olmaya adaydır.

Kitap Kodu: Ot

KirABIN 200. SAYFASINDAKİ SiPA-


Riş FORMUNU KULLANABb..iRsiNiz.

1 80

You might also like