You are on page 1of 151

---------------------------- ----------------------------------------------------- — — — — '

Onuncu Asırda Türkistan’da Bir Islâm Seyyahı


I
in Fazlan Seyahatnâmesi
'

Hazırlayan
RAM AZAN ŞEŞEN

Eledin Y ayınevi

ı P>/

I
S E Y A H A T N A M E L E R
--------________ N0_ J ---------- *—

O nuncu A sırda T ü rkistan’da


bir İslâm Seyyahı

İbn Fazlan
Seyahatnâmesi
Tercümesi
HAZIRLAYAN :

Ramazan Şeşen

İba Fazlan Seyahainâmesi’nden başka» Ebû


Diilef’in «Risalesi» nin Türklerle ilgili bölümü
ile, Mervezî’nm eserinim Türklerle ilgili kıs-
Iîîibmi tercümeleri esere ilâve edilmiş, ay rı­
ca açıklayıcı mâhiyette notlar komılmaştor.
£r-------------------------------------------------------------------------

BEDİR YAYINEVİ
P. K. 1060 - İSTANBUL

19 7 5
'5 £ } - ^JİŞftsIr^
,A'»J,\.■£j *3/<\ v \lk£ ’f S ft ) ^ *
v ■V’ ‘,. . ' ',,, * .* 't u u u
1
''■..'■ ,„ ,Ö
W $*'' ^
- İ . A ’ / ' « İ %|V#v
? V* * ^ . ‘t \ Sş î^j. S* *
' .‘^'-'v' -
öi v » c j^ >'-^•>^4 t e b ş ir ’t
i ■d

u <•<*' i b O & t $ 9

' : ı , . :/« , .».i . /« / l -I - r - ’L â


: ;'.i7J Ü &
* t* ^ l î / ^D- ^
v- ...

— l^ «
> ,l s ,
B ‘ --.'um !:,
£
. ,7ı- , j :j h 1 " X \ ♦w» ♦ ‘ |

tluı Fazlan’uı Seyahatnamesinin yegâne c ly a n a a


nüshasından bir sabite. Ihı yazma, merhum Profe­
sör Zcîîi Velidi Togaıı tarafından UKÎS’de Meşhed
Küttbıh&nesinde buhmnnı.ştur. Prof. To^ııa* eserin
arapga metnini ve alnmııca tercümesini 1939’da
Ia*ipzig’de bastırtımıştır.
ÖNSÖZ

Hicrî 308 (920-921 m.) yılı dolaylarında İslâmiyet’i yeni


kabul etmiş olan Etil (Volga) Bulgarları hükümdarı İlteber
Abmış, Abbasî halifesi Muktedir-biliâh’a, Abdullah b. Baştû el-
Hazarî adında birini elçi göndermişti. Bulgar hükümdarı bu el­
çi ile gönderdiği bir mektupta, halifeden hükümdarlığının meş­
ruiyetinin tanınmasını, Bulgarlara İslâmiyet’i öğrctcc/ k "ekili­
ler ve muallimler gönderilmesini, Hazarlara karşı müdafaada,
kullanılacak bir kalenin inşaatında harcanmak için para yardı­
mımla bulunulmasını istemekleydi. Bunun üzerine halife, Bul­
gar hükümdarına istediği şeyleri götürecek cevabî bir elçi he­
yetinin gönderilmesini kararlaştırdı. Elçilik heyetinin tertiplen­
mesi ve gönderilmesi için Saray Ağası Nezîr el-Haramı görev­
lendirildi. Nezîr el-Haramî gerekli hazırlıkları yaptıktan sonra
elçilik vazifesine kendi azadlısı Sevsen el-Rassî’yi tâyin etti.
Onun maiyyetine, elçilik heyetinin gideceği ülkeleri iyi tanıyan
Teğîn el-Türkî ve Bâris el-Saklâbî adlannda, hilâfet sarayında
bulunan iki vazifeliyi verdi.
Bulgarlara giden bu elçilik heyetinde, halife ve veziri adı­
na gönderilen mektupları okumakla, hediyeleri vermekle, fakih-
lere ve muallimlere başkanlık etmekle görevli Ahmed b. Faz­
lan adında bir divan kâtibi de bulunmaktaydı., Hayatı hakkında
eserinde verilen bilgilerden başka herhangi bir malûmata sahip
bulunmadığımız bu kâtibin elçilik heyetindeki mevkii Sevsen
el-Rassî’den de mühimdi. Bu sefaret esnasında birinci derecede
rol oynamış olan bu kâtip (İbn Fazlân) geçtikleri yerlerde gör­
düklerini ve başlarına gelenleri kaydetmiş, Bağdad’a döndük­
ten sonra sefaretin cereyanını, elçilik heyetinin geçtiği ülkele-
10 ÖNSÖZ

l<ti ibnesini, yukarıda bahsedilen çalışmalardan ve başka kay-


nü Ulardan faydalanarak, hasırlamaya çalıştık.
Hacrimizin daha sonraki sahifelerinde Ebû Diilef Mis’ar b.
Mulmllıil’in Türk, Çin ve Hind ülkelerine yaptığı seyahate dâir
i n|ı ı ıı> <1 İdi; ,1 Risâle’sinin Türk ülkeleriyle ilgili kısrnmm ter-
>e...... verilmektedir. X. asırda Horasan ve İran hükümdarla-
ı unu rmrııyl.ınnıln yaşayan gezginci bir Arap şâiri olduğu di­
mi la. Iıııvalı lııılıkiml.*ı bir şey bilmediğimiz bu müellifin ver­
diği 1111,•il<' " ı ılılıy.ıl la lıabııl edilmesi gerekmektedir. Kendisi­
nin dn II.nte elliği üzere, lObfı Diilef 331 (942-943 m.) yılında
‘ Temni imı ıı ...... gelen lıiı Çiıı elçi heyetiyle beraber yola çık-
iimIm Ilıtlınni.Mii.il Çin'e giden bn heyetin normal yoldan, sağa
■>la nııpııuulnn, giderken geçeceği yerler bellidir. Bu yol Türk
ülkelerinden, sır asiyle, Oğuzların, Kartukların, Karahanlılann,
Toktız-Üğuzlarm ve Hitâyların memleketlerinden geçmekteydi.
Halbuki Ebû Diilef, bize, bu yol üzerinden oldukça uzakta ya­
slayan Peçenekîer, Tibetliler ve Kırgızların ülkelerine de uğra­
dıklarım söylemektedir. Bu hususu iki şekilde izah etmek müm­
kündür: ya elçi heyeti Çin’e dönerken ana yolun sağ ve so­
lunda bulunan bazı ülkelere uğramış, veyahut Ebû Diilef bu
ülkelere dâir verdiği bilgileri çeşitli kaynaklardan elde ederek,
kendi müşahedeleri olduğu intibaını vermek istemiştir. Bun­
dan başka elçilik heyetinin uğradığı kabilelerin yerlerinin yan­
lış verilmesi, farkına varılmadan bazı tekrarlarda bulunulması
kitabın tahrif edilmiş olduğu veya yazarın kitabını seyahatin­
den epeyce ıpnra hafızasında kalan hâtıralarına ılnyıınnrak ka­
leme aldığı kuşkularını akla getiriyor. Meselâ, Kimilin.nlılardan
bahsederken önce onları el~irargA.li (Onlu lıeııt Ksağar)
adıyla, daha sonra Bıığrâe kablluııl inini yİ»- İlil ayrı yenle zik­
retmektedir. Bu isimlerden lıiı inelul •ıiıhmiı İm nehri, İkincisi
ise sülâlelerinin adıdır Itlllfln İ m i elmllılılıleı hu- ı ;ı•,111(■11 X. as­
rın ilk yarısında ılıığıııln vuiimvmii Tliılı lıııvhnlerhııleu bahse­
den bir kaynak olmanı dolnviMh I im Dnı, ı m •■Merinin Türk
ülkelerine dıiır kinininin ı ...... ......... ' ' ■ı m. »,*i ıı\uııın bulduk.
ÖNSÖZ 11

Bu eser ilk defa Kurd de Schloezer tarafından Yâkfıt’un


Tıfu’cem el-Büldân’mda, Kazvînî’nin Asâr el-Mlâd. ve arâ’ih
el-Mahlûkât adlı kitaplarında nakledilen parçaları bir ara­
ya getirilmek suretiyle, Lâtince tercümesi ve notlarıyla
birlikte, 1845 yılında Berlin’de yayınlanmıştır. Daha sonra,
Y. Ferrand, Grigorieff ve Wüstenfeld bu kitap hakkında ça­
lışmalar yapmışlardır. 1923 yılında Z. V. Togan tarafından
Meşhed nüshası bulununca A. von Rohr-Sauer daha önceki
çalışmalara ve bu yeni nüshaya dayanarak eserin açıklamalı
Almanca tercümesini neşretmişim. Bu son çalışma K. de Schlo­
ezer neşriyle Meşhed nüshası arasında fazla fark olmadığını
göstermiştir. Biz bu tercümemizde K. de Schloezer neşrinin
H. Jütler tarafından tashih edilen bir nüshasiyle von Rohr-
Sauer neşrine dayandık.
Elimizdeki bu kitabımızda daha sonra Şeref el-Zamân el
Mervezî’nin 51.4- (1120 m.) yıllarında, Sultan Scncer zamanın­
da kaleme aldığı Talmi’ cl~hayavân adlı kitabının Tiirkler hak-
kmdaki IX. babının tercümesi verilmiştir. Mervczî bu babı ya­
zarken başta Ceyhânî, îbn el-Fakîlı’in eserleriyle Iludûd el-
âlem olmak üzere çeşitli kaynaklardan faydalanmış, bu arada
kendi zamanına yakın olaylardan bahsetmeyi de ihmal etme­
miştir. Onun Türkler hakkında verdiği bilgilerin sağlamlığı çe­
şitli kaynaklarla desteklenmektedir. Ancak, eskiden beri Türk
olmadıkları bilinen Ruslar ve îslâvları Türklerden saymasının
sebebini anlamak güçtür. Onu böyle bir neticeye vardıran husus
eski Rus idâri teşkilâtının Türklerinkine benzemesi olabilir. Bu
babın tercümesinde, V. Minorslcy tarafından İndia Office ve
British Museum’da bulunan nüshalara dayanılarak İngilizce
tercümesi ve notlariyle birlikte 1942 yılında Londra’da neşre­
dilen Çin, Türk ve Hir,d ülkelerinden bahseden bâbları ihtiva
eden çalışmaya dayamlmıştır. Ibn Fazlâıı’m eserinin tercüme­
sinde olduğu gibi, Ebû Dülef’in ve Mervezî’nin eserlerinden
tercümesi verüen kısımlarda da açıklanması gereken yerler
çeşitli çalışmalara ve kaynaklara müracaat edilerek notlan-
Î B N F A Z L A N

S E Y A H A T N A M E S İ

T E R C Ü M E S İ

[ M U K A D D İ M E ]

(197a) Bu kitap Muhammed b. Süleyman’ın mevlâsı ( C l i­


ent) ve Halife el-Muktedir’in Bulgar (Sakâlibe) i hükümdarına
elçilik vazifesi ile gönderdiği Ahmed b. Fazlan b. el-Abbâs
b . Râşid b. Hammâd’m eseridir. Müellif bu eserde Türk, Ha­
zar, Rus, Bulgar (Sakâlibe), Başgırt v.s. kavimlerinin ülkele­
rinde gördüğü dinî ayrılıklardan, hükümdarlarına dâir haber­
lerden ve yaşayışları hakkmdaki müşahedelerinden bahseder.
Ahmed b. Fazlan şöyle der:

1 S akâlibe : İbn Fazları burada B ulgarları S akâlib e lls lâ v la r) diye adlan­


d ırır. Daha aşağıda B ulgarlar bahsinde ise hüküm darın adının hutbede «Bul
g a r hüküm darı» şeklinde zik re d ild iğ i g ö rü le c e k tir. O rta ç a ğ ’daki İslâm m ü e llif­
leri sâdece B ulgarları değil, bütün K uzey ve Doğu A vrupa kavim lerin i, C erm en-
le ri ve İslâvları S akâlibe olarak kabul e d e rle rd i. Islâm A n s ik lo p e d is in d e k i
S akâlib e m addesinde bahsedilen islâvların u m u m iyetle C e rm e n le r reya Viking-
le r olm aları m u h tem eld ir.
20 ÎBN FAZLAN

Bulgar (Sakâlibe) hükümdarı Almuş b. Şilkî Yıltıvâr’mz


l'lnıîr el-Mii’minîn (Halife) el-Muktedir’e îslâm dinini anlata­
cak, şeriatın hükümlerini öğretecek, ülkesinde ve bütün mem­
leketinde kendi adına hutbe okunması için minber ve cami ya,-
pacak bir heyet göndermesini ve düşman hükümdarlardan ko-
runabilmek için bir kale yaptırmasını isteyen mektubu geldi­
ğinde, bu konudaki isteği kabul edildi.
Bu konuda aracı Nezir el-Haramî idi.3 Ben ise hüküm­
dara, Halife’nin mektubunu okumakla, gönderilen hediyeleri tes­
lim etmekle, fakihlere ve öğretmenlere nezaret etmekle görev­
lendirildim. Yapılacak kalenin inşasında harcanmak, fakihlere
ve öğretmenlere verilmek için hükümdara götürülecek para îbn
el-Furât’ın* çiftliklerinden Harezm’deki Artahuşmîsen2 56
4
37 çiftli­
ğinden tahsis edildi.
Bulgar (Sakâlibe) hükümdarı tarafından Halife el-Mukte­
dir’e gönderilen elçi Abdullah b. Baştû el-Hazerî idiA Halife
tarafından gönderilen cevâbî elçi ise beraberinde Tegîn el-Tür-
kî7 ve Bâris el-Sakîâbl’nin8 de bulunduğu Nezir el-Haramî’niıı

2 A lm ış vs Ş ilk î adları bu gün Ç u v a ş ç a ’da g ö rü lm e k te d ir, llte b e r’in


başka b ir te lâ ffu z şekli olan Y ıltıv a r (B ıltıv a r) unvanının bazı T ü rk ie r a rasın­
da hüküm dar veya prens m anâsında ku llanıldığı görü lm ekted ir.
3 N e zîr e l-H a ra m î : Tarih k itaplarınd a bir kaç notta zik re d ile n N e zîr
el-H aram î H a life M u k te d ir'in sarayın da bulunan nüfuzlu bir hadım d ı. E lçilik
heyetini te rtip le y e n odur. Elçi S evsen el-R assî onun a zadlısıdır.
4 îbn el-F u rât : H a life M u itte d ir zam anında 296-312 (908-924 m .) y ılla ­
rın arasında üç d e fa v e z â re t m akam ına g e tirilm iş , 312 yılın d a M u k te d ir in
e m riy le öldürülm üştür.
5 A rtah u şm îsen : Bugünkü H îv e ’nln kuzey - doğusunda bulunan b ir ka­
sabaydı.
6 A bdullâh b. Baştû e!-H azarî : Bu adam belki de H azar m üslüm anların.
lem 8ll eden siyâsî b ir m ülteci idi. Bulgar hüküm darı tarafın d an e lç iliğ e onun
seçilm iş olm ası, B ulgarların M u k te d ir e g ö nd erdikleri e lç ilik heyetin in H azar
H akânı'na karşı yö n e ltild iğ in i g ö steriyo r.
7 Tegîn el-Türkî : Bu şahıs M u k te d ir’in yakın adam larından Tegîn el-H âs-
su o lm alıd ır. D aha önce B ulgar ülkesin d e oturduğu İçin N e zîr e l-H a ra m î’ye Bul­
gar hüküm darından bahseden de odur. E lçilik heyetin in te rtip le n m e s in d e onun
m ühim rolü olduğu a n laşılm aktad ır.
SEYAHATNAMESİ 21

mevlâsı Sevsen el-Rassîs idi. Bahsettiğim gibi, ben de onlarla


beraberdim. Yanıma hükümdara, karısına, çocuklarına ve ku­
mandanlarına verilmek üzere gönderilen hediyeleri, hükümdarın
Nezir el-Haramî’den istediği ilâçları da almıştım.

[IR A N ve H O R A S A N ]

11 Safer 309 (21 Haziran 921) Perşembe günü Bağdad (Me-


dînet el-Selâm)’tan hareket ettik. Bir gün Nehravân’da kal­
dıktan sonra yolumuza hızla devam ederek Deskere’ye var­
dık. Üç gün orada ikamet ettikten sonra tekrar yola çıktık.
Hiçbir yerde duraklamadan doğruca Hulvân’a” vardık.
İki gün bu şehirde kaldık. Oradan Karmîsîn’e12 hareket
ettik. Karmîsîn’de iki gün kaldıktan sonra yolumuza devamla
Hemedan’a ulaştık. Hemedan’da üç gün kaldık. Sonra, yolu­
muza devamla Sâve’yeia vardık. Burada da iki gün kaldıktan
sonra yürüyüşümüze devam ederek Rey’ei4 vâsıl olduk. Ora­
da, Su’lûk’ünis kardeşi Ahmed b. Alî’yim beklemek için on
bir gün oturduk. Zira, Ahmed bu sırada Huvâr el-Rey’de” bu-87
6
5
4
3
2
0
1
9

8 Bâris el-S aklâbî : Bu şahıs daha önce S am ân îlerd en A hm ed b. Ism âîl'in


hâcibi iken, b ir anlaşm azlık ü zerine B ağdad’a kaçm ış, orada h alîfenin hizm e­
tin e g irm iş tir. Onun «Saklâbî» nisbesini ta ş ım a s ı ve adının Bâris (B oris, Pars)
olm ası Bulgar m enşeli olm ası ih tim alin i düşündürüyor.
9 S evsen el-R assî : Bu şahıs el-S âbî tarafın d an zikredilen S evsen
el-H âcib olm alıd ır.
10 D e s k e re : Bagdad’ın kuzey - doğusunda, aynı adı taşıyan kanal üze­
rinde kurulm uş bir şehirdir.
11 H ulvan : C ibâl s ın ırında, D iyâle ırm ağının kollarından biri üzerinde
kurulm uş bir şehirdi.
12 K arm îsîn : Bu günkü K irm anşah şehri.
13 S âve : H em edân ile Rey yolunun ortasında bir şehirdi.
14 Rey : Tahran yakın ın d a b ir şehirdi.
15 S u'lûk : M uh am m ed b. A lî e l-D e y le m î’nin lâkabıdır.
16 A hm ed b. A lî : S u ’lûk'ün kardeşi olup 311 (923-924 m .) y ılın da Y ûsuf
b A biT-S âc tşrafından öldürülm üştür.
17 H uvâr el-Rey : Tahran'ın doğusunda Kûm is v ilâ y e tin d e b ir şehirdi.
22 ÎBN FAZLAN

lunuyordu. Oradan Huvâr el-Rey’e hareket ettik. Orada da üç


gün kaldık.
Huvâr el-Rey’den Sinınân’a,181 6oradan da Dâmeğân’a geç­
5
4
3
0
2
9
tik. Orada Dâ’î’nini» adamı olan îbn Kârin’eao rastladık. Ka­
filede kıyafet değiştirerek, cebrî yürüyüşle yolumuza devam et­
tik. Nihayet., Nîşâbûr’a vardık. Bu sırada Leylâ b. Nu’mâB*ı
öldürülmüştü. Orada, Horasan ordusu kumandanı Hammûya
Kûsâ’yı bulduk.
(197b) Nîsâbûr’dan Serahs’a, Serahs’tan Merv’e geçtik.
Merv’den Âmul çölünün kıyısında bulunan Kuşmahân’a^z var­
dık. Kuşmahân’da, çöle girmeden önce develeri dinlendirmek
için üç gün kaldık. Sonra, Âmul’e23 kadar çölü katettik.
[MAVERÂÜNNEHR]
Ceyhun nehri’ni geçerek Tâhir b. Alînin ribatı Âfirabr’a24
ulaştık. Oradan Beykend’ess hareket ettik. Beykend’ten hare­
ketle Buhara’ya girdik. Horasan hükümdarının kâtibi (veziri)
el-Ceyhânî’nin2s yanma vardık. Ceyhânî, Horasan’da el-Şeyh

18 S im nân : Eiburuz dağlarının e te ğ in d e , H uvâr el-R e y ’in kuzey doğu­


sunda bir şehir. D âm egân : S im nân'ın kuzey - doğusunda b ir şeh ir.
19 E l-D â’î : Burada bahsedilen e l-D a ’î el-S agîr el-H asan b. K asım olup
316 (928 m .) yılın da A s fa r e l-C îlî ta ra fın d a n öldürülm üştür.
20 ibn Kârin : Ş ervîn b. Rüştüm b. K â rin ’dir.
21 Leylâ b. N u ’m ân : D e y le m île rd e n olup el-U truş ve el-H asan b. K â s ım in
g e n e ra lid ir. 309 (921 m .) yılın d a S am ânî kum andanı H am m ûya Kûsâ ta ra fın ­
dan te v k if edilip öldürülm üştür. Leylâ 308 (920 m .) yılında el-H asan b. K ts ım
tarafın d an N isâbûr'a tâyin ed ilm iş ti.
22 K uşm ahân : M e rv ile  m ul yolu üzerinde ve  m ul çölünün kıyısında
bir köydü.
23  m ul : Burada bahsedilen  m ul H orasan'ın kuzey - doğusunda olan
 m ul-i C eyhûn olup bu günkü adı Ş a rc u i’dir.
24 Â fîre b r veya F ire b r : A ynı zam anda Ribât-ı Tâhir b. A lî ve Tahiriyye
adlarıyla da ta n ın ır. Burası H arzem hududunun başlangıcıdır.
25 Beykend : Buhara ile C eyhun arasında, Buhara'ya bir konak m e s a fe d e
büyük b ir şehirdi. Bugün harabe halinded ir.
26 El-C eyhânî : M e ş h u r S âm ânî v e ziri, Abu A bdullâh M uh am m ed b. A hm ed
el-C eyhânî olup K itâb el-m em âlik ve'l-m e s â lik adında kaybolm uş bir e s e rin
m ü ellifid ir.
SEYAHATNAMESİ 28

el Amîd diye tanınır. Hemen İDİze bir ev tahsis edilmesini em­


retti. ihtiyaçlarımızı temin edecek, istediğimiz hususlarda ya­
ralarımıza merhem olacak bir adamı görevlendirdi. Bu şekilde
günlerce kaldık.
Sonra, Sâmânî hükümdarı Nasr b. Ahmed’in27 huzûruna
girmek için vezir bize izin aldı. Yanma girdiğimizde kendimizi
sakalı bitmemiş bir çocuğun karşısında bulduk. Ona emirlik
selâmı verdik. Oturmamızı emretti. Bizimle ilk sözü, «Efendim
Emir el-Mü’minîn’i (Halife) nasıl bıraktınız? Allah, ona, adam­
larına ve dostlarına selâmet ve uzun ömürler versin.» şeklin­
de oldu. Biz, «Afiyetle bıraktık.» dedik. O da «Allah afiyetini
arttırsın.» dedi.
Sonra, Halife’nin, — Ibn el-Furât’m kâhyası el-Fazl b. Mû-
sâ el-Nasrânî’den28 Artahuşmîsan çiftliğinin teslim alınıp Ah-
med b. Müsâ el-Harezmî’ye29 verilmesini, Harezm’deki vâlisine,
elçilik vazifesinde bize mani olunmaması ve Bâb el-Türk'te­
ki®» (Türk Kapısı) kumandanına, bizim maiyetimize bir birlik
vermesi ve yolculuğumuza engel olmaması için mektuplar yaz­
masını emreden— mektubu ona okundu.
Bunun üzerine, «Ahmed b. Mûsâ nerede?» dedi. «Bizden
beş gün sonra yola çıkmak üzere onu Bağdad ( Medînet el-
Selâm)’ta bıraktık.» dedik. O, «Allah uzun ömürler versin,
Efendim Emîr el-Müminîn’in (Halife) emrinin başım üstünde
yeri var.» dedi.
Ibn Fazlân der ki:2
0
3
9
8
7

27 N asr b. A hm ed b. N a s r : H ic rî 301-331 (914-943 m .) y ılla rı arasında


S am ânî hüküm darlığı ya p m ış tır.
28 Faz! b. M usa e l-N asrânî : H akkında başka bilgiye rastlanm ayan bu
harezm li hıristiyan belki de bir nastûrî idi. Barthold ise H arezın h ıristlyanla-
rının m elkî (o rtodoks) olduğunu iddia eder.
29 A hm ed b. M usa e l-H a re zm î : H akkında başka bir kayda rastlanam ayan
bu şahsın halifenin sarayında bir va zife li olm ası m u h tem eld ir.
30 Bâb el-Türk : Türk Kapısı m anâsına gelen bu yer, ile rid e Rlbât-ı Zem cân
adıyla te k ra r g eçe c e k tir Burası doğrudan doğruya S am â n île re bağlı b ir hudut
karakolu o lm alıdır.
24 ÎBN FAZLAN

Ibn el-Furât’ın kâhyası el-Fazl b. Mûsâ el-Nasrânî’ye


Çiftliğin kendisinden ahnıp Ahmed b. Mûsâ’ya verileceği ha­
beri ulaştı. Bunun üzerine Ahmed b. Mûsâ hakkında hileye baş­
vurdu. Cund Serahs’ten Beykend’e kadar Horasan yolu üze­
rinde bulunan emniyet âmirlerine, «Hanlarda (kervansaray­
larda) ve karakollarda Ahmed b. Mûsâ’yı yakalamak için göz­
cüler çıkarın. O, şu vasıflara sahip bir adamdır. Onu kim ya­
kalarsa bu hususta ne yapılacağına dâir mektubumuz gelin­
ceye kadar tevkif etsin.» diye mektup yazdı. Ahmed, Merv’de
yakalandı ve tevkif edildi.
Buhara’da yirmi sekiz gün bekledik. El-Fazl b. Mûsâ, ar­
kadaşlarımızdan Abdullâh b. Baştû ve başka bazı kimselerle
anlaşmıştı. Bunlar, «Daha fazla kalırsak kış basar, Harezm’e
girmek fırsatı kaçar. Ahmed b. Mûsâ yetişince bize katılır.»
demeye başladılar.
İbn Fazlân şöyle der:
Buhara’da çeşitli paralar (dirhemler) gördüm. Bunların
arasında «el-ğitrîfiyye»3i denen ve bakırdan, tunçtan ve sarı
bakırdan basılmış (198») bir çeşit para vardı. Bunlar tartılma­
dan alınır, satılır. 100 tanesi bir gümüş dirhemedir. Buhara hal­
kının kadınların başlığı (mihri) meselesindeki şartları «Fa­
lan oğlu falan, falan’m kızı ile şu kadar bin ğitrîfî dirheme ev­
lendi.» şeklindedir. Gayr-i menkul ve köle alım satımında da
aynı usulü kullanırlar. Birim olarak bundan başka dirhemin
admı zikretmezler. Sadece sarıdan basılmış başka bir çeşit
dirhemleri de vardır. Bunun 40 tanesi bir dânektir. Ayrıca, yi­
ne sarıdan mamul olup «el-semerkandiyye» deneıı başka bir
çeşit dirhemleri de vardır. Bunun 6 tanesi bir dânektir.31

31 E l-Ğ ıtrîfiyye : Hârûn el-Reş?d devrinde H orasan valisi olan Ğ ıtrif b.


A ttö b tarafından b astırılan d irh e m le re v e rile n isim dir. Bu şahsın kardeşi M ü-
soyyeb tarafın d an b astırılan d irh e m le re ise, «m üseyyebiyye» denir. M averâün -
n eh r'd e kullanılan ve «rraıham m ecîiyye» adını taşıyan d irh e m le r de İslâm dev­
rinde basılm ışlardı. S em erkandî d irh e m le ri için S au vaire ta fs ilâ tlı bilgi v e r­
m ekted ir.
SEYAHATNAMESİ 25

[ H A B E Z M j 32

Abdullâh b. Baştû ve diğerlerinin kışın bastıracağına dâir


beni ikaz eden sözlerini işitince Bulıara’dan geriye, Ceyhun
nehrine doğru yola çıktık. Harzm’e gitmek için bir gemi kira­
ladık. Gemiyi kiraladığımız yerden Harezm’e kadar olan me­
safe 200 fersahtan fazladır. Soğuğun şiddetinden bütün gün
yolculuğumuza devam edemiyor, ancak gündüzün bir kısmında
yol alabiliyorduk. Nihayet, Harezm’e vardık. Oranın valisi (emî-
ri) Muhammed b. Irâk Harezmşâh’m33 yanma girdik. Bize ik­
ram ve kabul gösterip bir evde misafir etti.
Üç gün sonra bizi hüzûruna çağırdı. Türk ülkelerine gir­
mek hususunda bizimle fikir teatisinde bulundu. Ve «Bu ko­
nuda size izin veremem. Kanınızı heder etmeniz için sizi bı­
rakmam doğru olmaz» dedi. Tegîn’e işaret ederek, «Ben bili­
yorum. Bu iş, bu çocuğun (gulâmın) uydurduğu bir hiledir. Zi­
ra o, bizim yanımızda demirciydi.34 Kâfir ülkelerinde demir ti­
câreti yapmayı öğrendi. Nezîr’i aldatan, onu Emir el-Mü’minîn
(Halife) ile konuşmaya ve Bulgar (Sakâlibe) hükümdarının
mektubunu Halife’ye ulaştırmaya sevkeden odıır.» dedi. Hora­
san Emîri’ni (Sâmânî Hükümdârı’nı) kastederek «Bir imkânı­
nı bulsaydı, Büyük Emir,35 Türk ülkelerinde Halife adına hut-3 *
5
4
2

32 H arezm : Burada H arezm k e lim e siy le ülke d e ğ il, H a re zm ’in o zam anki
m erkezi K ât şehri k as te d ilm e k te d ir. Kât şehrinin bu günkü adı Şabbâz (Ş eyh
A bbas V e lî) dır. Eskiden K â t’a Ş ehristarı da denirdi.
33 H arezm şah M uham rned. b. Irak A frig île r hanedanındandı.
34 D em irci : Tegîn'in eskiden H arezm 'd e d e m irc ilik le m eşgul olduğu anla­
şılıyo r. Eski Tü rkler arasında d em ircinin â le tle ri de Ş am a n ’ın â le tle ri gibi
m ukaddesti. K aşg ârî’ye göre, K ırgızlar, Y ab g u lu iar ve .Kıpçaklar dem iri takdis
e d e rle r ve dem irle and iç e rle rd i. A yrıca, O rta ç a ğ ’da M a v e râ ü n n e h r ve H arezm -
le Türk ü lkeleri arasında geniş b ir d e m ir tic â re tin in m evcut olduğu bilin m ek­
te d ir.
35 Büyük Em îr : Bu ifâde ile S âm ânî hüküm darı k a s te d ilm e k te d ir. S âm ânî
hüküm darı İbn Fazlan zam anında halifenin Horasan hüküm darıydı. H a re zm ş a h ’ın
buradaki sözlerinden anlaşıldığına göre o, h alifenin kuzey ülkelerin in işlerin e
k a rışm asın ı arzu etm iyo rd u .
26 İBN FAZLAN

be okutmaya, dinin neşri işiyle uğraşmaya daha fazla hak sa­


hibi olurdu. Üstelik, sizinle bahsettiğiniz bu memleket arasın­
da binlerce kâfir kabilesi var. Halife bu konuda kandırılmıştır.
Ben size doğruyu tavsiye ediyorum. Sultan’a (Halife’ye) yaza­
rak meseleyi danışması için Büyük Emîr’e (Sâmânî Hükümdâ-
rı’na) mektup yazmak gerekiyor. Siz, cevap gelinceye kadar
beklersiniz.» diye ilâve etti.
Bunun üzerine huzûruııdan ayrıldık. Aynı gün tekrar ya­
nma girdik. Dâima, ona karşı nezaketli davranıp, razı etmeye
çalışıyor, «îşte, Halife’nin emri ve mektubu. Tekrar bu konu­
da müracaatın ne lüzumu var.» diyorduk. Nihayet, yolculuğu­
muza devam etmeye izin verdi.
Bunun üzerine Harezm’den Cürcâniyye’ye36 doğru indik.
Cürcâniyye ile Harezm arasında nehir yoluyla 50 fersahlık bir
mesafe vardır.
Harezm dirhemlerinin bir kısmı kalptır: kurşundan, karı­
şık madenden ve san bakırdan mamuldür. Onlar dirheme «tâ-
zice» derler. Ağırlığı 4,5 dânektir. Sarrafları tavla zarı (küçük
hanekler), topaç ve dirhem satarlar.
(198b) Harezmliler dil ve tabiat bakımından en ibtidâî
kimselerdir. Konuşmaları sığırcık kuşlarının seslerine çok ben­
zer. Orada, şehre bir günlük mesafede Ardakû37 adında bir köy
vardır. Halkına «Kerdelîler» derler. Konuşmaları kurbağaların

33 C ürcâniyye : Bu günkü K ürıye-Ü rgenç şehrinin eski adıdır. İbn Fazlar?


d evrin d e C ürcâniyye M arezm ’in tic â re t m erkezi olup, K ât'tan daha önem liydi.
Pek az sonra da, ülkenin başşehri olm uştur. Burası Türk ü lk e le riy le İslâm
dünyası arasında çok büyük bir tic â re t m erkeziyd i. Buradan Oğuz, H azar, Bul­
gar, H orasan M âverâü n n eh r, h attâ Kuzey ve O rta A vrupa ü lk e le rin e , Ç in v e
H in d ’e tic â re t kervanıtarı ve g e m ile r kalkardı. Böylece kuzey ü lk e le riy le tro p i­
kal ülkelerin m alları için bir m übadele m erkezi v azifesin i görürdü. 37

37 Erdekû : C ürcâniyye'ye bir konak m e s a fe d e, güneye doğru giden yol


üzerinde bulunan bir köydür. K e rd e lîle r hakkında kesin b ir bilgi elde e d ile ­
m e m iş tir. K erd elilerin nam azlardan sonra A lî b. Ebî T'âlib'i la n e tle m e le ri onla­
rın koyu m u ’te z ilî olduklarını g ö steriyo r.
SEYAHATNAMESİ 27

vakvaklarına çok benzer. Her namazdan sonra Emîr el-Mü’mi-


nîn Alî b. Ebî Tâlib’e lanet ederler.
Cürcâniyye’de günlerce kaldık. Ceyhun nehri baştan başa
dondu. Buzun kalınlığı on yedi karıştı. Atlar, katırlar, eşekler
ve arabalar yoldan geçer gibi buzun üzerinden geçiyorlar. Buz
tabakası olduğu gibi kalıyor, yerinden bile oynamıyordu. Buz,
İm şekilde üç ay kaldı. Cehennem soğuğundan üzerimize bir ka­
pı açıldığını zannettiğimiz bir ülke gördük. Orada kar yağmaya
başlayınca mutlaka şiddetli bir fırtına ve rüzgâr çıkar. Oranın
halkından biri arkadaşına bir ikramda bulunmak ve iyilik et­
mek isterse, ona, «Bana gel, konuşalım. Zira, evimde iyi ateş
var.» der. Bunu da çok fazla iyilik etmek ve yakınlık göster­
mek istediği zaman yapar. Yalnız, Allah onlara acımış, bol
odun vermiştir. Tağss ağacı (saksavul) odununun bir arabası
onların dirhemiyle iki dirhemedir. Bir araba odun ise aşağı
yukarı 3 000 rıtl ağırlığmdadır.
Cürcâniyye’de dilenciler evlerin kapılarında beklemez. Doğ­
rudan doğruya içeriye girerek ısınmak için ateşin karşısında
biraz oturur. Sonra «Pekend!» yâni «ekmek!» der. Bir şey ve­
rirlerse alır, aksi halde çıkar gider.
Cürcâniyye’de ikametimiz uzadı. Receb’in bir kısmı ile Şa­
ban, Ramazan ve Şevval aylarını (Aralık - Şubat) orada geçir­
dik. Şiddetli soğuklar hüküm sürdüğü için burada fazla kalma­
mız gerekmişti. Orada duyduğuma göre, iki kişi, on iki deve
ile ormandan odun getirmek için gitmişler, yanlarına çakmak
taşı ve kav almayı unutmuşlar, ateş yakamadan geceyi geçir­
mişler. Kendileri ve develeri şiddetli soğuktan dolayı donup
ölmüşler.
Orada soğuğun şiddetinden çarşıların ve caddelerin bomboş
olduğunu gördüm. O kadar ki, insan çarşıların ve caddelerin
çoğunu dolaşır, fakat hiçbir kimseyi bulamaz, herhangi bir kim­
se ile karşılaşmaz. Hamamdan çıkar eve girerdim. Eve girdi-3 8

38 Tâğ : Türkçe bir k elim e olup Kâmûs m ütercim i bunun seksek ağacı
olduğunu söyler.
28 ÎBN FAZLAN

ğimde soğuktan sakalımın donduğunu görür, buzunu ateşin kar­


şısında eritirdim. Bir evin içinde bulunan ikinci bir evin için­
de uyurdum. İçteki evin içinde ise keçe ile kaplı bir «Türk Ça­
dırı» vardı. Ben bu çadırın içinde kürklere ve abalara sarın­
mış olarak uyuduğum halde çok defa soğuktan yanağım yas­
tığa yapışırdı.
( 199a) Orada küplerin, patlamasın ve yarılmasın diye, ko­
yun derisinden postlarla sarıldıklarını, fakat bunun hiçbir fay­
dası olmadığını gördüm. Soğuğun şiddetinden yerlerde büyük
yarıklar açıldığını, büyük ve eski bir ağacın ikiye yarıldığım da
gördüm.

l'Tt’IItK ÜLKELERİNE GİRİŞİ


Hicrî 309 yılı Şevval ayının ortalarında (16 Şubat 922)
havalar ısınmaya başladı. Ceyhun nehrinin buzlan çözüldü.
Yolculuk için ihtiyacımız olan şeyleri tedarik ettik. Türk de­
veleri satın aldık. Türk ülkelerinde geçmemiz gereken nehirler­
den geçebilmek için deve derisinden kelekler yaptık. Üç ay ye­
tecek kadar ekmek, darı ve tuzlu et kurutması tedarik edip
azığımızı düzdük.
Oranın halkından tanıdıklarımız ihtiyat fazla elbise alma­
mızı tavsiye ettiler. Meseleyi büyütüp vaziyetin korkunç oldu­
ğunu söylediler. Sonra gerçeği gözlerimizle görünce bize anla­
tılanlardan kat kat beter olduğu anlaşıldı. Her birimizin üze­
rinde bir hırka, bunun üzerinde bir kaftan, onun üzerinde bir
post, postun üzerinde ise bir kepenek, kepeneğin ise bir başlığı
vardı. Başlıktan sadece gözlerimiz görünüyordu. Ayrıca, vücu­
dumuzun alt kısmına yalın bir şalvar, bunun üzerine astarlı
başka bir şalvar, ayağımıza tozluk gibi bir çizme, kîmaht mes­
ti, bu mestin üzerine başka bir mest giymiştik. O kadar ki,
içimizden biri deveye binse üzerindeki elbiselerin fazlalığından
kımıldanamıyordu.
Bağdad’tan (Medînet el-Selâm) bizimle beraber yola çıkan
fakîh, muallim ve vazifeliler bu ülkeye girmekten korktukları
SEYAHATNAMESİ 29

için Cürcâniyye’de kaldılar. Ben, elçi, elçinin bacanağı, iki gö­


revli Tegîn ile Bâris, yolumuza devam ettik.
Yola çıkacağımız gün yanımdakilere «Arkadaşlar! Yanınız­
da Bulgar hükümdarının elçisi var. Her şeyinizi bilyor. Ayrıca,
beraberinizde Halife’nin mektupları bulunuyor. Şüphesiz mek­
tuplarda hükümdara 4000 «müseyyebî»39 altınının gönderildi­
ğinden bahsedilyordur. Yabancı bir hükümdarın yanma gidi­
yorsunuz. Sizden bu parayı mutlaka istiyecektir.» dedim. On­
lar, «Bundan korkma! Parayı bizden istemez.» dediler. Onları
tekdir ederek «Biliyorum! Hükümdar parayı mutlaka istiye­
cektir.» dediysem de sözümü dinlemediler.
Kafilenin hazırlıkları tamamlandı. Cürcâniyye halkından
«Kıiavus» denen bir delil kiraladık. Sonra, Allah’a tevekkül
edip, işimizi ona havale ederek yola çıktık.
2 Zülkâde 309 (4 Mart 922) Pazartesi günü Ciircâniyye’-
den hareket ettik. (199b) Zamcân*o adındaki bir ribftta (hana)
vardık. Burası Türk Kapısı denen yerdedir. Ertesi günü oradan
hareketle Cît« denen başka bir yere indik. Burada kar bas­
tırdı. O kadar ki, develer dizlerine kadar kar içinde yürüyor­
lardı. Burada iki gün kaldıktan sonra boş ve dağsız bir boz­
kırda, hiçbir kimse üe karşılaşmadan, cebrî yürüyüşle Türk
ülkeleri içine daldık. On gün bozkırda yürüdük. Bu esnada
çok eziyet ve zahmet çektik. Şiddetli soğuklar olduğunu ve de­
vamlı kar yağdığını gördük. O kadar ki, Harczm’in soğuğu
bunun yananda yaz gibiydi. Başımızdan geçen bütün sıkıntıla­
rı unutup mahvolacak raddeye geldik.
. Bir gün çok şiddetli bir soğuğa yakalandık. Bu arada Te-3 1
*4

3S M ü s e y y e b î : D aha örtce bahsedilen Ğ ıtrîf b. A ttâ b ’ın kardeşi M ü seyyeb


tarafın d an b a s tırıla n paralara v e rile n isim dir.
4 9 Ribât-ı Zetncân : Bu kervansaray H azar D enizi İle A ral Gölü arasında
Ü st-Y u rt plât03U üzerind eki yokuşta bulunuyordu. Burası aynı zam anda «Türk
K apısı» dîye de tanınıyordu. B uranın S âm â n île re bağlı b ir hudut karakolu oldu­
ğundan daha önce bahsedildi.
41 C ît : ibn H avkal v b Is ta h rî tarafın d an K ît şeklin d e kaydedilen bu m ev­
te O ğuz ü lk e le rin in m e dhaliydi.
:ıo İBN FAZLAN

K Î..İM'iıln. İr beraber gidiyor, yanında bulunan bir Türk onunla


Tin lı<;r konuluyordu. Bir ara Tegîn güldü. Ve bana. «Bu Türk:
Kahinim/. bizden ne istiyor. Bizi soğuktan öldürecek. Ah ne is­
tediğini bilsek de yerine getirsek, diyor» dedi. Ben, Tegîn’e,
«Ona, Allah sizden «Lâ ilâhe illâ Allah» demenizi istiyor, de.»
dedim. Türk buna güldü, «Bilsek söylerdik.» dedi.
Yolumuza devamla «tağ» odununun bol olduğu bir yere
vardık. Orada konakladık. Kafiledekiler ateş yakıp ısındılar.
Elbiselerini çıkarıp, ateşin karşısında sererek kuruttular.
Sonra oradan hareket ettik. Her gün gece yarısından ikin­
di vaktine veya öğleye kadar cebrî yürüyüşle yürüyor, sonra
konaklıyorduk. On beş gün yürüdükten sonra çok taşlık, pı­
narlar çıkan ve derelerinde bol sular olan büyük bir dağa var­
dık.

[ O Ğ U Z L A R ] ®

Bu dağdan geçtikten sonra Oğuzlar diye bilinen bir Türk


kabilesinin bulunduğu yere ulaştık. Onlar, kıl çadırlarda otu­
ran ve konup göçen yörüklerdi. Göçebelerde âdet olduğu gibi,
sık sık yer değiştirdikleri için yer yer onlara ait çadırlar gö­
rülüyordu. Çok güç şartlar altında yaşıyorlardı. Bunlar yolunu
kaybetmiş eşekler gibidirler. Bir dine inanmazlar, işlerinde
akıllarına başvururlar. Hiç bir şeye ibâdet etmezler. Aksine
büyüklerine rab^s derler. İçlerinden biri reisine bir şey danışır­
sa, ona «Ey rabbim, şu hususta ne yapayım?» der. Aralarında­
ki işleri meşveretle hallederler. Bununla beraber bir şeyde it­
tifak edip onu yapmaya karar verirlerse, içlerinden en aşağı
ve en değersiz olan biri gelip ittifaklarını bozabilir. Allah’a4 3
2

42 O ğuzlar için sondaki açıklam alara bak.


43 Rabb : Eski İran lIla rın b ü yüklerin e «lıüdft» d edikleri gibi Türlder arasın­
da büyüklere A llah m anâsına gelen te rlin le lıltA bodlIlnlI, Ilın Fazları ta ra fın ­
dan dinsiz oldukları söylenen bu O ğuzlar şıım nnkıtllloi'. Daha aşağıda şam anist
Ilım lar hakkında da aynı ifâ d e le r k u lla n ıla c a k la . O ğ tızlııım işlerin i d an ıştıkları
b ü yü kler arasında şam anlar da vardı.
SEYAHATNAMESİ 31

inandıkları için değil de, sırf yurtlarından geçen müslümanlara


yaranmak için aralarında «Lâ ilâha illâ Allâh» diyenleri gör­
düm. (200a) İçlerinden biri zulme uğrar veya sevmediği bir şey
görürse başını semaya kaldırıp «Bir Tanrı!» der. Bu Türkçe «Bir
Allah» demektir. Zira, Türkçe’de «bir» vâhid ve «Tengrı» ise
Allah demektir. Küçük ve büyük abdestten sonra temizlen­
mezler. Cenabetten ve diğer hususlardan dolayı yıkanmazlar.
Bilhassa kışın su ile hiç bir ilişkileri yoktur.44 Kadınları yerli
ve yabancı erkeklerden kaçmazlar. Aynı şekilde, kadın, vücu­
dunun hiçbir yerini insanlardan gizlemez.45
Bir gün bir adamın evine misafir olmuştuk. Adam ve ka­
risiyle beraber oturuyorduk. Kadın bizimle konuşurken bir
aralık gözümüzün önünde avret yerini (fercini) açıp kaşımaya
başladı. Biz utancımızdan yüzlerimizi kapayıp «Estağfirullah!»
dedik. Kocası güldü. Tercümana, «Onlara söyle: Bu kadın onu
sizin huzûrunuzda açıyor. Siz onu görüyor ve koruyorsunuz.
Sizden ona hiçbir zarar gelmiyor. Bu hareket, kadının onu ör­
tüp de başkalarına müsâade etmesinden daha iyidir.» dedi.
Zina diye birşey bilmezler. Böyle bir suç işleyen birini or­
taya çıkarırlarsa onu iki parçaya bölerler. Şöyle ki: Bu kim­
seyi iki ağacın dallarını bir yere yaklaştırarak bağlarlar. Soiı-
ra, bu dalları bırakırlar. Dalların eski durumuna gelmesi ne­
ticesi, o kimse iki parçaya bölünür.
içlerinden biri, «Bana Kur’ân oku.» dedi. Okuyunca hoşu­
na gitti. Tercümana dönerek, «Ona, susmamasını söyle.» dedi.
Bir gün bu adam tercüman vasıtasilye bana, «Bu Arab’a sor.
Rabbımızm karısı var mı?» dedi. Ben ise onun bu sözünü büyük
bir günah telâkki ederek tövbe ve istiğfarda bulundum. O da,4 5

44 O ğuzların ve şam anist Türklerin yıkanm am alarından ve onlardaki su


kültünden sondaki açıklam alarda «C ezalar» m addesinde b ahsedilecek.
45 O ğuz kadınlarının yabancı erkeklerd en kaçm adıklarına d a ir söylenen
â d et zam anım ıza kadar Anadolu köylüleri ve Türkm enler arasında y aşam ıştır.
C â h iliy e D evri araçların d a da durum aynıydı. Bununla b e raber Türk kadınla­
rının çok iffe tli olduklarından çe ş itli m ü e llifle r b a h s e tm e kte d irle r.
32 ÎBN FAZLAN

benim gibi tövbe etti ve «estağfurullah.» dedi. Türk’ün âdeti


böyledir. Bir müslümanm teşbih ve tehlike getirdiğini duyarsa
onun söylediğini tekrarlar.
Evlenme âdetleri şöyledir:
içlerinden biri diğerinin kızını, kız kardeşini veya velâyeti
altında bulunan bir kadını şu kadar Harezm kumaşı karşılı­
ğında ister. Başlığı velîye verdikten sonra kızı alır, evine (ça­
dırına) götürür. Çok kere başlık (mihr) deve, hayvan veya
başka bir şey olabilir. Velîsi ile anlaştığı başlığı (mihri) öde­
meden hiç bir kimse kadınla evlenemcz.47 Bu meblâğı ödeyince
çekinmeden gelir, kadının bulunduğu eve (çadıra) girer. Ba­
basının, anasının ve kardeşlerinin huzûrunda onu alıp götürür.
Onlar da buna mani olmazlar. Bir adam ölür, arkasında karısı
ve çocukları kalırsa, öz anası olmamak şartıyla, büyük oğlu
babasının dul karisiyle evlenir.48
(200b) Tüccarlar ve diğer yabancılar onların yanında cü-
nüplükten yıkanamazlar. Sâdece, geceleyin onların gözünden
uzak olarak yıkanabilirler. Zira, onlar böyle bir harekette bu­
lunan birini görürlerse kızarlar ve «Bu adam bize sihir yapmak
istiyor. Çünkü, suya giriniyor.» derler. Ondan bu hareketine
karşılık tazminat alırlar.
Herhangi bir müslüman, misafir olacak bir dost edinme­
den, Islâm ülkesinden bu dostuna bir elbise ve karışma bir
başörtüsü, bir miktar kara biber, dan, kuru üzüm ve ceviz
hediye götürmeden onların ülkesinden geçemez. Müslüman, bu
şeküde Türk arkadaşının yamna gelince, arkadaşı onun için
kubbeli bir çadır kurar, imkânı elverdiği nisbette ona koyun4 8
7
6

46 Teşbih ve te h lîl : «Sübhânallâh» ve «Lâ ilâha illallâh » ifâ d e le rin e v e ri­


len kısa ad.
47 M fh r ; B aşlık m anâsınadır. Burada kız kaçırm anın k a lın tıla rı görülm ek­
te d ir. G eniş bilgi İçin sondaki açıklam alardan « E v le n m e le r* m addesine bak.
48 Dul : Büyük oğulun, öz anası olm am ak ş a rtıy la , babasından dul kalan
kadınla evlen m esinden sondaki açıklam alardan «E vlenm eler» m addesin de
uzun uzadıya bahsedilecek.
SEYAHATNAMESİ 33

takdim eder. Müslüman bunları keser. Zira, Türkler hayvanla­


rı kesmezler. Koyunları başlarına Anırmak suretiyle öldürür­
ler.^
Misafir olan müslüman yoluna devam etmek isteyince,
hayvanlarından yola tahammül edemeyecekler bulunur veya
bir şeye ihtiyacı olursa, yola tahammül edemeyecek hayvanlan
Türk arkadaşının yanında bırakır, onun develerinden, hayvan­
larından ve malından ihtiyacı olanı alıp yoluna devam eder.
Gittiği yerden döndüğü zaman ona mallarını, develerini ve hay-
vanlannı iade eder.
Aynı şekilde, bir Türkün yurdundan, tanımadığı bir kimse
geçip ona «Ben senin misafirinim. Develerinden, hayvanların­
dan ve parandan (dirhemlerinden) şu miktara ihtiyacım var.»
derse, Türk istediklerini ona verir. Eğer tacir bu yolculuğu es­
nasında ölür ve kafile geri dönerse, Türk, kafiledekilere, «Be­
nim misafirim nerede?» diye sorar. «Öldü» derlerse kafilenin
yüklerini indirtir. İçlerinde en akıllı tanıdığı tacire vararak
yüklerini onun gözü önünde çözer. Bir zerre fazlasız, ölen ta­
cire verdiği kadar, bu tacirin paralarından alır. Aynı şekilde,
bu tacirin develerinden ve hayvanlarından, verdiği miktarı da
alır. Bu tacire, «O, senin amcanın oğlu (yakının). Onun bor­
cunu senin ödemen en münasibidir.» der. Kendisinden emânet
alan adam firar ederse de aynı hareketi yapar. Emâneti geri
aldığı tâcire «O da senin gibi müslümandı. Sen bu miktarı on­
dan al.» der. Eğer Türk, müslüman misafirine kervan yolu
üzerinde dönerken rastlayamazsa onun nereye gittiğini sorar,
«O, nerede?» der. Gittiği yer hakkında bilgi edinirse, onu bu­
luncaya, ona verdiklerini ve hediye ettiklerini geri alıncaya ka­
dar arar.
Şu da Türklerin âdetlerindendir:

49 Eski Türkîerd e hayvanların bo ğ a zla n m a k s a m , kanlan y e re a k ıtılm a k s ı-


zın öldürüldüğünden ve kurban edildiğin den y in e aynı kısım da ta fs ilâ tlı olarak
bahsedilecek.
F. 3
ÎBN FAZLAN

Bir Türk, Cürcâniyye’ye girince misafir ettiğ müslümamn


nerede olduğunu sorar. Onu bulunca geri dönüneeye kadar
evinde misafir kalır. Bir Türk, müslüman arkadaşının yanında
misafir iken ölür, bu müslümamn bulunduğu kafile ölen Türk’­
ün kabilesinin bulunduğu yerden geçerse onun kabilesi bu müs-
lümanı öldürürler. Ona, «Sen, onu hapsedip öldürdün. (201»)
Hapsetmesen, o ölmezdi.» derler. Aynı şekilde, bir müslüman,
bir Tiirke nebîz (şarap) içirir ve bunun neticesi Türk damdan
düşerek ölürse, ona nebîz (şarap) içiren müslümanı öldürürler.
Eğer o müslüman kafilesinde bulunmazsa, kafilede bulunan en
büyük kimseyi yakalayıp onun yerine öldürürler.
Oğlancılık onlar arasında çok büyük suçtur.so Bir defasın­
da, Türk hükümdarının (Yabgû’nun) vekili Kûzerkîn’insı oyma­
ğına Harezmli biri gelmiş. Koyun 3atm almak maksadiyle, da­
ha önce misafir ettiği bir Türkün evinde bir müddet misafir
kalmıştı. Bu Türkün, henüz yüzünde tüy bitmemiş bir oğlu
vardı. Harezmli, oğlanı durmadan kandırmaya ve isteğine râm
etmeye çalışıyordu. Nihâyet, çocuk onun isteğini kabul etti.
Türk de gelip onları suçüstü yakaladı. Hemen meseleyi Kûzer-
kîn’e götürdü. Kûzerkîn ona «Türkleri topla.» dedi. O da top­
ladı. Türkler toplanınca çocuğun babası olan Türke: «Doğru
karar vermemi mi? Yoksa yanlış (sahte) karar vermemi mi
istersin?» diye sordu. Türk, «Doğru karar vermeni isterim.»
dedi. Kûzerkîn, «Öyleyse oğlunu getir.» dedi. Türk de getirdi.
Kûzerkîn, «Her ikisinin de öldürülmesi gerekir.» dedi. Türk bu­
na razı olmadı. «Oğlumu teslim etmem.» dedi. Bunun üzerine
Kûzerkîn, «Tacir fidye vererek canını kurtarır.» cevabını ver­
di. Tacir, oğluna yaptığı hareketten dolayı Türke bir miktar,
Kûzerkin’e ise 400 koyun verdikten sonra Türklerin ülkesini
terketti.5
1
0

50 O ğ lan cılık : Bu suçu işleyen, M oğ o llard a da ölüm e m ahkûm e d ilird i.


51 K ûzerkîn : Biraz aşağıda, bizzat, Ibn Fazlân tarafın d an v e rile n izahata
göre, yabgûnun v e k ilin e bu ünvan v e rilird i. Bu kelim enin kadırhân veya Kül-er-
kîn ile ilgili olm ası m u h tem eld ir.
SEYAHATNAMESİ 35

Türklerin hükümdarları ve reisleri arasında ük gördüğü­


müz Küçük Ymâl (Yinâl el-Sağîr) idi.52 Daha önce müslüman
olmuş, fakat kabilesi, «Müslüman olursan bize reislik edemez­
sin.» demişler. Bunun üzerine müslümanlıktan vazgeçmiş. Onun
bulunduğu yere varınca «Sizin geçmenize müsâade etmem. Zi­
ra, biz hiçbir zaman böyle birşey duymadık. Olacağını da ta­
savvur etmedik.» dedi. Yumuşaklıkla hareket edip nihayet, on
dirhem değerindeki bir Cürcân kaftanı, bir parça pây-bâf ku­
maşı,53 birkaç somun, bir avuç kuru üzüm, yüz ceviz54 vererek
onu razı ettik. Bunları verince bize secde etti.ss
Bu, Türklerin âdetidir. Bir adam diğerine iyilikte bulunur­
sa, iyilik gören adam, iyilik edene secde eder. Yinâl bu ikra­
mımız üzerine «Evlerim (çadırlarım) uzakta olmasa size ko­
yun ve hediye getirirdim.» dedi. Ve yanımızdan ayrılıp gitti.
Biz de hareket ettik.
Ertesi günü yolda giderken çirkin, üstü başı perişan, gö­
rünüşü pis ve kalbi kötü bir Türk karşımıza çıktı. Şiddetli bir
yağmura da tutulmuştuk. Bu adam «Durun!» diye bağırdı. Uç
bin kadar hayvan, beş bin kadar insandan meydana gelen ko­
ca kafile durdu. Sonra, «Hiç biriniz geçemezsiniz.» dedi. Onun
emri üzerine durup «Biz, Kûzerkîn’in dostlarıyız.» dedik. (201b)
O, gülmeye başladı. Ve, «Kûzerkîn kim oluyor? Ben Kûzerkîn’-
in sakalına pisîiyeyim!» dedi. Sonra, Harezm diliyle «pekend!»
yâni ekmek dedi. Ona birkaç somun verdim. Onları almca,
«Haydi gidin. Size acıdım.» dedi.5
4
3
2

52 Küçük Y inâl : Bu k e lim e yabgûnun v e lia h d in e v e rile n b ir unvandır.


D aha sonraları O ğuzların h e r reis in e bu ünvan v e rilm e y e b aşlan m ıştır.
53 Pây-bâf : A yakla ç a lış tırıla n b ir â ie tle dokunm uş kum aş. A y rıc a dibâc
k e lim e s in in m u h arrefi ola b ilir. Tabâtâbâ’î bu ke lim e n in Türkçe'd eki bay keli­
m esi ile Farsça'daki b â ft kelim esin d en m eydana geldiğini söyler.
54 C eviz : O rtaçağ m ü e llifle ri H arezm v e kuzey ü lk e le rin d e ceviz ağa­
cın ın bulunm adığım yazarlar.
55 S ecd e : B ulgarlar ve H azarlarda da görülen te ş e k k ü r secdesi b ir put­
p e re s t â d etid ir. H udûd el-âlem. O ğuzların büyücü d o ktorları (ş a m a n la rı) önün­
de secde e ttik le rin i kaydeder.
36 ÎBN FAZLAN

îbni Fazlan şöylde der:


Oğuzlardan biri hastalanınca, o kimsenin câriyeleri ve kö­
leleri kendisine hizmet ederler. Ev halkından, başka hiçbir
kimse ona yaklaşamaz. Çadır evlerinden uzakta onun için bir
çadır kurarlar. Ölünceye veya iyi oluncaya kadar onu çadırda
bırakırlar. Eğer, bu kimse fakir veya köle olursa onu sahraya
atıp giderler.56
Aralarından biri ölürse onun için ev gibi büyük bir çukur
kazarlar. Bundan sonra cesedini alıp hırkasını (elbisesini)
giydirir, kuşağını ve yayını kuşandırırlar. Eline, içinde nebîz
olan ağaçtan bir badeh verip, önüne içinde nebîz bulunan ağaç­
tan bir kap koyarlar. Sonra bütün şahsî eşyasını getirip onunla
birlikte bu oda gibi çukura koyarlar. Daha sonra ölüyü çukur­
da oturtup üzerini tavanla örterler. Mezarının üzerinde çamur­
dan kubbe gibi bir tümsek yaparlar.57 Bundan sonra ölünün
hayvanlarının yanma varıp miktarına göre, birden yüze veya
ikiyüze kadarını kurban olarak öldürürler. Onların etlerini yer­
ler. Başlarını, ayaklarını ve derilerini ve kuyruklarını bir tara­
fa ayırıp, bunları kesilmiş ağaçlar üzerine kabrinin başma asar­
lar. Bunlar «Ölünün Cennet’e giderken bineceği hayvanlardır.»
derler. Eğer ölen kimse, sağlığında insan öldürmüş kahraman
biriyse öldürdüğü insanların sayıları kadar, ağaçtan sûret yon­
tup bunları kabrinin üzerine dikerler. «Bunlar onun hizmetçi­
leridir. Cennet’te ona hizmet edecekler.» derler.sa
Bazan hayvanları kurban etmeyi bir - iki gün geciktirirler.
Bunun üzerine, aralarındaki büyüklerden bir ihtiyar (şaman)
onları, kurbanları çabuk öldürmeye teşvik eder, «ölüyü rüyam­
da gördüm. Bana: Görüyorsun, arkadaşlarım beni geçtiler. On­
ları takib etmekten ayaklarımın altı yara oldu. Onlara yeti­
şemiyorum. îşte, tek başıma kaldım, dedi.» der. Bunun üzeri­

se H astaların ted avisin d en , ö lü le rin göm ülm esinden ve m ezarlardan son­


daki açıklam alarda ta fs ilâ tlı bir ş e k ild e bahsedilecek.
57 Z ikred ile n kısım daki «göm m e ş e k ille ri» m addesine bak.
58 Z ikred ile n kısım daki «B alballar» m addesine bak.
SEYAHATNAMESİ 37

ne ölünün hayvanlarına varıp bir miktarını öldürürler ve kab­


rinin yanma asarlar. Bir veya iki gün geçtikten sonra ihtiyar
tekrar onlara gelir. «Falaııı (ölüyü) rüyamda gördüm. Bana:
Aileme ve arkadaşlarıma haber ver. Beni geçenlere yetiştim.
Yorgunluğum geçti, dedi.» der.59
îbn Fazlân şöyle der:
Bütün Türkler sakallarını yolup bıyıklarını bırakırlar, Ba-
zan, onlar arasında sakalını yolmuş, çenesinin altında birkaç
tüy bırakmış, sırtına post almış ihtiyar bir adam görürsün.
Uzaktan ona bakınca keçi olduğunda tereddüt etmezsin.
(202a) Oğuz Türklerinin hükümdarına Yabgu denir.60
Bu kelime hükümdarın unvanıdır. Bu kabileye hükümdar olan
herkes bu ismi alır. Onun vekiline ise «Kûzerkîn» denir. Aynı
şekilde, bir reisin vekili olan herkese Kûzerkîn denir.
Bunların yanından ayrıldıktan sonra ordu kumandanları­
nın (Subaşı)G1 yanma vardık. Ona el-Katağan oğkı Etrak der­
ler. Etrak bizim için «Türk çadırları» kurdurdu.62 Bizi onlarda
misafir etti. Onun büyük bir ailesi, kalabalık maiyyeti ve pek
çok evleri vardı. Kesmemiz için koyun, binmemiz için hayvan5 2
1
*6
9

59 Burada ölü için kurban kesm eye te ş v ik eden şüphesiz sam andır. Türk-
lerd e ö lü le re takdim ed ile n kurbanlardan aşağıda bahsedilecek.
69 Yabgû : O ğuz hüküm darına v e K arlûk hüküm darlarına v e rile n bu unvan
ceb b û ye, cebğûye şe k ille rin d e de geçer. Bu ünvan bazen cebğûye-hâkân
şeklin d e b irleşik olarak k u lla n ılır. Bazı y e rle rd e ise hâkânın oğullarına, erkek
k ard eşlerin e ve yakın akrabasına da yabgû denir.
61 Subaşı : O ğuzların ordu kum andanına v e rile n bir Unvandır. M e tin d e n
anlaşıldığına göre, bu subaşm ın O ğuzlar üzerindeki o to rite s i yabgûdan daha
kuvvetliydi. Z e k î V e lîd î Toğan, burada zik re d ile n şubaşının S elçu kların ataları
olm ası ih tim alin e değ in ir. İbn e l-Â d în ı’in bir kaydı da bunu d e s te k le r m ahiyet­
tedir.
62 K ubbeli çad ır : Türk ça d ırla rı kubbe ş eklinde oluyordu. O rta -ç a ğ ’da
Türk çad ırları sadece T ü rk le r ta ra fın d a n d eğ il, d iğ e r kom şuları tarafın d an da
k u llan ılm aktayd ı. H a ttâ , P eygam ber devrinde A ra b is ta n ’da Türk ç adırlarının
k u llanıldığın a dair kayıtla ra sahip bulunm aktayız. Bu ça d ırla r e v gibi olup
ağaç d ilm elerd en inşâ ed ile n b ir is k e le t üzerine keçe kaplam ak s u re tiy le inşâ
e d ilirle rd i.
38 IBN FAZLAN

getirtti. Ailesinden ve yakınlarından büyük bir kalabalığı dar


vet ederek onların yemeleri için pek çok koyun öldürttü.
Ona elbise, kuru üzüm, ceviz, kara biber, darı gibi hediye»
ler verdik. Kansrnı gördüm. Daha önce babasının karısıymış.
Bu kadın bir miktar et ve süt ile E trak’e verdiğimiz hediye­
lerden bir kısmını alarak çadır evlerinin bulunduğu yerden çı­
kıp kıra gitti. Bir çukur kazıp getirdiği şeyleri bu çukura göm­
dü. Birşeyler söyledi. Tercümana «N e diyor?» diye sordum.
Tercüman, «Bu, Arapların E trak’in babası el-Katağân’a ver­
dikleri hediyedir diyor.» dedi.

Gece olunca tercümanla beraber E trak’in yanma girdim.


Kubbeli çadırında oturuyordu. Yanımızda Nezir el-Haramî’nin
ona yazdığı mektup vardı. Nezir bu mektubunda onu müslü-
manlığa dâvet ve teşvik ediyordu. Ayrıca, ona içinde müsey-
yebî altınları da bulunan elli altınla, üç miskal misk, tabaklan­
mış deriler, kendisi için iki hırka kestiğimiz Merv kumaşları,
tabaklanmış deriden bir çift ayakkabı, bir kat dîbâc (brocart)
elbise ve beş kat ipekli elbise göndermişti. Bu hediyelerin hep­
sini ona verdik. Karısına da bir baş örtüsü ile bir yüzük hedi­
ye ettik.
Bundan sonra mektubu ona okudum. Tercümana, «Siz ge­
ri dönünceye kadar bir şey söylemeyeceğim. Neye karar ve­
receğimi Sultan’a (Halife’ye) yazanm .» dedi. Hediye ettiğimiz
hilâtlan (şeref elbisesi) giymek için üzerindeki dîbâctan m a-
mûl elbiseyi çıkardı. Bu elbisenin altındaki hırkanın (kurta-
km ) kirden parça parça olduğunu gördüm. Zira, onların âde­
tine göre bir adam, üzerine giydiği iç elbisesini parça parça
olup dökülmedikçe çıkarmaz.63 Etrak ise sakal ve bıyıklarının
hepsini yolmuş, hadım kılığına girmişti. Türkler onun, arala­
rında en iyi süvari olduğunu söylüyorlar. Bir gün atına bin-6
3

63 Ş am anist T ürklerdeki su kültünden, e lb is e le ri v e vücudu y ık a m a n ın


yasaklığından sondaki açıklam alardan «cezalar» m addesin de bahsedilecek.
Bu husus Batı H ünlarında ve Is k itle rd e de m evcuttu.
SEYAHATNAMESİ 39

m iş, bizimle beraber gidiyordu. Bu sırada üzerimizden uçarak


bir ördek geçti. Etrak hemen yayını gerdi, atını onun altına
doğru sürdü. Sonra, onu okla vurup yere düşürdü.
Birkaç gün geçtikten sonra adam gönderip kendisinden;
sonra gelen kumandanları çağırttı. Bunlar, Tarhân, Yuıal, bun­
ların kardeşinin oğlu llguz idiler. (202b) Tarhan, bunlar ara­
sında en akıllı olan ve en ileri gelen kimseydi. Hem topal, hem
kör, hem çolak biriydi. Etrak onlara, «Bunlar, Arap hükümda­
rının, sihrim (damad, kaym-baba)64 Alm uş b. Şilkî’ye gönder­
diği elçilerdir. Size danışmadan onları bırakmak istemedim.»
dedi. Tarhân,65 «Bu, bizim görmediğimiz ve duymadığımız bir
şey. Bizim ve babalarımızın zamanında buralardan hiçbir hü­
kümdarın elçisi geçmedi. Bana öyle geliyor ki, Sultan (Halife)
bir hile kurup, bizim üzerimize saldırtmak için bunları Hazar-
lar’a göndermiş olabilir. En iyisi bu elçilerin her birini iki par­
çaya ayırıp, yanlarındaki eşyaları ve diğer malları alalım.»
dedi.
Başka biri, «Hayır, yanlarındaki eşyayı alıp bunları çırıl­
çıplak, geldikleri yere geri gönderelim.» dedi. Başka biri ise,
«Hayır, bizim, Hazar hükümdarı yanında esir adamlarımız
var. Bunları gönderir, onlarla değiştiririz.» dedi. Yedi gün bu6
*
5
4

64 S ih r : Bu kelim e dam ad, kayın baba, v e kayın b irad er m anâlarına ge­


lir. M üslüm an olan Bulgar hüküm darıyla O ğuz şubaşısının s ıh riy e t kurm uş
olm ası biraz şü phelid ir. Belki de, k e lim e burada m ü tte fik m anâsına kullanıl­
m ış olab ilir. H erhalde, o d evird e ortak düşm anlan H azarlara karşı O ğuzlarla
B ulgarlar arasında sıkı iliş k ile r v ardı. Bunu iyi bilen Bağdad hüküm eti O ğuz­
larla B ulgarlar arasındaki bu iliş k ile ri daha da k u v v e tle n d irm e k ve onları
İs lâ m iy e t’e kazanm ak istiyordu. Bununla berab er, O ğuzlar arasında yın alın tu tu ­
m unda olduğu gibi İs lâ m iy e t'e karşı ş id detli m u h a le fe t v a rd ı. M üslüm an olan
K ûzerkîne O ğuzların «M üslüm an olursan bize re is lik edem ezsin.» d e m e le ri bu
m u h alefeti gö steriyo r. E trek de bunu hesaba katm aya m ecburdu. Is lâ m ’ı kabûi
•tm e s i için yapılan d âv e te oyalayıcı cevap v e rm e s i belki de bundan ile ri
geliyordu.
65 Tarhân : Şubaşıdan sonra gelen v e a sillerd en üstün olan beye bu
ünvan v e rilird i. E m evîler devrinde M âve râ ü n n e h r'd e k i m üstakil be y lik leri idare
eden b e y le re de tarh ân de n ilird i.
40 ÎBN FAZLAN

gıkları birbirleri ile münakaşa edip durdular. Biz ise korku­


muzdan ölmek üzereydik. Nihayet, bizi serbest bırakıp geçme­
mize müsaade etmeye karar verdiler. Bunun üzerine Tarhân’a
bir Merv kaftanı, iki parça pây-bâf, adamlarına birer hırka
(iç elbisesi) hediye ettik. Yinâl’a da Tarhân’a verdiğimiz he­
diyelerin aynını verdik. Ayrıca, onlara kara biber, dan, birkaç
somun verdikten sonra başımızdan savuşup gittiler.
Buradan hareketle Yagindî (Tchagan) nehrine vardık.
Kafiledekiler, deve derisinden yapılmış keleklerini66 çıkararak
yaydılar. Yuvarlak olan eşyalarım Türk develerinin üzerinden
alarak kelekler açılsın diye içlerini bunlarla doldurdular. Sonra
elbiselerini ve diğer eşyalarını da bunlara koydular. Bundan
sonra her keleğin üzerine dörder, beşer, altışar, daha az yeya
daha çok kişilik gruplar halinde bindiler. Ellerine kayın ağacri?
parçaları alarak bunları kürek gibi kullandılar. Durmadan kü­
rek çekiyorlar, daire şeklindeki keleği su götürüyordu. Niha­
yet nehri geçtik. Develer ve hayvanlara bağırıyorlar, onlar da
yüzerek ırmağı geçiyorlardı. Kafile geçerken Başgırtlann bas­
kın yapmasından korkulduğu için evvelâ öncü olarak silâhlı bir
muharip grubun geçmesi zarurî idi. Hakikaten öyle yapıldı.
Yagindî nehrini bu şekilde geçtikten sonra, yine kelekler­
le Câm (Emba), Cahş (Sagiz), Uzil (Oyil), Erden (Zagsibay),

66 K elek : M e tin d e «sufrâ» şeklinde geçen bu v a s ıta la rın İçine eşyalar


konup ağzı büzülerek kapandıktan sonra nehri g eçm ek için sahibi bunun üze­
rine oturuyor ve bir hayvana bağlı olan bıı kelek hayvanla b irlik te nehri
geçerd i. Bazen bu kele k le r, burada olduğu gibi, b eşer ve a ltış a r kişilik
büyüklükteydi. 67

67 Kayın ağacı : T ü rk le rin m ukaddes ağacı kayın ağacı (h û ş) Türk ülke­


lerin d e hâlâ bol m iktarda m e v c u ttu r. Şam anın yupası, davulu da bu ağaçtan
im âl e d ilir. Ş am anlst Tü rkler arasında kayın ağacının altına göm ülm enin veya
cesedin bu ağacın üzerinde te ş h irin in m akbul olduğundan daha aşağıda bah­
sed ild i. Birçok ç e ş itle ri olan kayın ağacı, koruyucu v e m e rh a m e tli ana ta n rı
U m ay ile Ü lgen tarafın d an y e re in d irilm iş ... A lta y lıla rın dualarınd a daim a
«bay kayın» ın adı a n ılır. T ürklerde bazı fe tiş le r de kayın ağacı kabuğundan
ya p ılır, kayın ağacına kurban v e y iy e c e k takdim e dilirdi.
SEYAHATNAMESİ 41

Varş (Wahş), Ahtî (Büyük Ankati), Vabnâ (Küçük Ankatî)


nehirlerini de sırasiyle geçtik. Bunlarm hepsi büyük nehirlerdir.

[ P E Ç E N E K L E R ]68
Bundan sonra Peçeneklerin ülkesine vardık. Bunlar, denize
benzer, akmayan bir suyun (büyük bir gölün) kenarında ko­
naklamışlar. Çok esmerler. (203a) Hepsi de sakallarını tıraş et­
mişler. Oğuzların aksine çok fakir kimseler. Zira, Oğuzlardan
on bin baş hayvana, yüz bin baş koyuna sahip olan kimseler
gördüm. Koyunlar ekserî karlar arasından tırnaklariyle eşeli-
yerek kuru ot ararlar. Onu da bulamazlarsa kar yerler. Buna
rağmen gayet semiz olurlar. Yaz gelip yaş ot yeyince zayıflar­
lar.
Peçeneklerin yanında bir gün kaldıktan sonra yolumuza
devam ederek Cayih (Yayık = Ural) nehrine vardık.69 Bu,
şimdiye kadar gördüğümüz en büyük, suyu en bol olan, en
hızlı akan nehirdi. Bu nehirden geçerken bir keleğin ters çev­
rildiğini, içindekilerin nehirde battığını, pek çok insanın telef ol­
duğunu, bazı develerin ve hayvanların boğulduğunu gördüm.
Nihayet, binbir güçlükle nehri geçtik. Günlerce yürüdükten,6 9
8

68 P eçen ekler : P eçen eklerin ası! y u rtla n hakkında kesin bilgi yoktur.
Ibn Fazlan onlara Y ay ık nehrinin kuzeyinde ra s tla m ış tır. Ebû D ü le f ise, daha
doğuda P eçen eklerden b ir grupu gördüğünü söyler. P eçen eklerin büyük kıs­
m ı IX. asırda H azarların ve O ğuzların tazyiki altında V o lg a ’nın batısına geç­
m işlerd ir. B unlar 88 9 ’da M a c a rla rı daha batıya ç e k ilm e y e zorlayarak Tuna’ya
kadar uzanan güney Rusya b o zkırların da y a y ıld ıla r. İslâm co ğ rafyacıları daha
çek bu batıya giden P eçen eklerden b a hsederler. B unlar X . asrın sonunda
Tuna'yı g eçerek Balkanlara y a y ıld ıla r. B izans’ın başına büyük b ir g a ile oldu­
lar. N ih âyet, X II. asrın başında A !exio s tarafın d an im ha e d ile re k ka lın tıla rı
Bizans İm paratorluğu h izm e tin e a lın d ı. İbn Fazlân ve id rîs î onların sakalsız
ve b ıyıksız olduklarını s ö y le rle r. Ebû D ü le f ise doğudaki P eçen eklerin uzun
sakallı ve bıyıklı olduklarını kadınlarla alen en m ü n a s e b e tte bulunduklarını
söyler.
69 Y ayık : U ra! nehrinin Türkçe adı. Ş am an ist Tü rklerd eki koruyucu ilâh­
lardan birinin adı Y a y ık 'tır. Bunun U ral N e h ri’nin m ukaddesliğiyle alâkalı ol­
m ası m u h tem eld ir.
42 ÎBN FAZLAN

sırasiyle Câhâ (Çağan), Erhaz (îrgiz = T alvoka), Bâcâg


(M atchka), Samûr (Şam ara), Kinâl (K inel), Sûh (S ok ), Kon-
culu (Kundurtcha) ırmaklarım geçtikten sonra Türklerden
Başgırtların ülkesine varınca durduk.

[ B A Ş G I R T L A R ]70
Başgırtlardan çok korkuyorduk. Zira, onlar Türklerin en za­
rarlıları, muharipleri ve insan öldürmeye en düşkün olanlarıdır.
Onlardan biri bir adama rastlarsa onun boynunu vurur, vücudu­
nu bırakarak başım alıp götürür. Onlar sakallarım tıraş ederler
ve bitleri yerler. Hırkalarının (iç elbiselerinin) dikiş yerlerini
araştırıp buldukları bitleri dişleriyle ısırarak yerler. Yanımızda
onlardan bize hizmet eden müslüman olmuş biri vardı. Bir gün
onu gördüm ; elbisesinden bir bit aldı. Tırnaklan ile onu ezdik­
ten sonra yaladı. Benim, kendisine baktığımı görünce «Çok tat­
lı.» dedi.
Her biri bir ağaç parçasım zeker (erkeklik uzvu) şeklin­
de yontup üzerine asar. Bir yolculuğa çıkacak veya bir düş­
manla karşılaşacak olursa onu öper ve önünde secde eder. « E y
rabbim ! Benim için şöyle şöyle yap.» der. Tercümana, «İçle­
rinden birine sor. Bu konudaki delilleri nedir? Niçin onu (tenâ-

70 B aş k ırtla r : B aşkırt ke lim e si eski arap m ü e llifle rin in e s e rle rin d e bura­
da z ikred ilen B aşgırtları olduğu kadar M a c a rla rı da İfâde ed er. İbn H avkaf
«B aşg ırtlar iki s ın ıftır. Bir kısm ı O ğuzlarla B ulgarlar arasın da otu ru rlar, Bun­
lar orm an lar arasında yaşayan v e Bulgar hüküm darına bağlı olan 2.000 kişf
kadar b ir to p lu lu ktu r. B a şgırtların ası! büyük kısm ı P eç e n e k le re kom şu ola­
rak güney R usya'da o tururlar.» d e r. Is ta h rî de be n ze r m ü tâleada bulunur.
B aşgırt v e M a c a r k e lim e le ri h e r ne kadar birb irle rin d e n fa rk lı g örün üyorlarsa
da yapılan çalış m ala rla eski B aşg ırtlarla M a c a rla rın d ille rin in aynı olduğu
isb at e d ilm iş tir. R ubrouck'e göre X III. asırda B aş k ırtla rın dili M a c a rla rın d ilin »
benziyordu. Bugünkü B aşgırt C u m h u riy e ti İbn Fazlân'ın gördüğü B a ş g ırtla rın
yurdunda bulunm aktadır. Bunlar ba tıy a göçen M a c a rla rın g e rid e kalan artıklar?
e lm a lıd ır. İbn Fazlan, burada B aşg ırtları doğru olarak Türk kabul ed er. A y rıç *,
burada b ir kafatası kültünden de b ahsedilm iş o lm a lıd ır. Fallus (E rk e k lik
uevu) 'a ib ad etten v e on iki ilâhtan ise sondaki a ç ıklam alard a «Şam anizm *-
m addesinde bahsedilecek.
SEYAHATNAMESİ 43

sül uzvunu) yaratan tanıyorlar?» dedim. Sorulan kimse ceva­


ben, «Zira, ben onun benzerinden çıktım. Ondan başka beni ya­
ratan bir şey tanımıyorum.» dedi.
Aralarından bazıları, on iki tane ilâhları olduğunu, kışm,
yazın, yağmurun, rüzgârın, ağaçların, insanların, hayvanların,
suyun, gecenin, gündüzün, ölümün ve hayatın, yerin ayrı ayn
ilâhları olduğunu söylerler. Gökte olan ilâh ise hepsinin en bü­
yüğüdür. Fakat o, diğerleri ile anlaşarak hareket eder. Bunlar­
dan her biri diğerinin yaptığına razı olur. «Allah, kâfirlerin
zannettiklerinden bambaşkadır.»
içlerinde yılanlara tapanları, balıklara tapanları gördük.
Bir (203b) kısmı turna kuşuna tapıyorlar. Bana anlattıklarına
göre, turna kuşuna tapanlar, bir gün düşmanlarından bir ka­
vimle harbederken mağlûp olmuşlar. Bu sırada düşmanlarının
arkasından turnalar bağırmaya başlamış, onlar da bundan deh­
şete düşüp galip durumda iken kaçıp mağlûp olmuşlar. Bunun
üzerine, turnalara ibâdet etmeye başlamışlar. «Bunlar bizim
ilâhlanmızdır. işte yaptıkları meydanda. Düşmanlarımızı m ağ­
lûp ettiler.» demişler, işte, turnalara ibâdet etmelerinin sebebi
bu imiş.
Bunların ülkesinden hareket ettikten sonra Cirimsân, Uran,
Ürem, Bâynâh (M ayna), V atîg (U tk a ), Niyasnâ, Câvşîz (A g -
tay) ırmaklarını geçtik. Saydığımız bu ırmaklar arasında iki­
şer, üçer ve dörder günlük, daha az veya daha çok mesafeler
var.

[ B U L G A E L A R ] 712
7

Elçilik vazifesiyle gitmekte olduğumuz Bulgar (Sakâlibe)


hükümdarının memleketine bir gün ve bir gecelik mesafe ka­
lınca, hükümdar idaresi altındaki dört beyi?2 , kardeşlerini ve

71 B ulgarlar hakkında ta fs ilâ tlı bilgi için sondaki açık la m a la r kısm ına bak.
72 D ö rt bey : T ü rkle r ve M o ğ ollardaki dö rt hüküm dar s is te m i im parator­
luğun d ö rt kabilesin i veya d ö rt kısm ını te m s il e d e r. C e n g iz -H a n in d ö rt büyük
ordusunda görüldüğü gibi, bu husus d ört esas nokta v e dünya hâk im iy e ti
44 ÎBN FAZLAN

gocuklarını bizi karşılamak için gönderdi. Bunlar, yanlarmda


ekmek, et ve darı?3 olduğu halde bizi karşıladılar. Bizimle be­
raber yürüdüler. Hükümdarın bulunduğu yere iki fersah ka­
lınca, bizzat onun tarafından karşılandık. Bizi görünce, Allah’a
şükürler olsun diye secdeye kapandı. Yeninde sakladığı gümüş
paraları (darâhim) üzerimize saçtı.74 Bizim için kubbeli çadır­
lar kurdurdu. Bu çadırlara indik.
Hükümdarın yanına 12 Muharrem 310 (12 Mayıs 922) Pa­
zar günü vardık. Cürcâniyye’den onun ülkesine kadar yetmiş
günlük mesafe tuttu. Pazar, Pazartesi, Sah, Çarşamba günleri
çadırlarda oturduk. Bu arada hükümdar, Halife’nin mektubu
okunurken hazır bulunmaları için beylerini, kumandanlarım ve
ailesi fertlerini topladı. Perşembe günü hepsi toplanınca yanı­
mızda getirdiğimiz iki bayrağı açtık. Halife tarafından bizimle
gönderilen eğerle hükümdarın atını eğerledik. Kendisine siyah
hiîâtlar giydirdik. Sarığını sardık.75 Bundan sonra Halife’nin
mektubunu çıkardım. Hükümdara, «Halife’nin mektubu oku­
nurken oturmamız doğru olmaz.» dedim. Bunun üzerine, o ve
memleketinin ileri gelenleri ayağa kalktılar. Hükümdar çok
şişman ve göbekli idi.
Mektubu okumaya başladım. Giriş kısmını okuyup,« Sana

te lâ k k ile riy le alâk a lıd ır. A şağıda görüleceği üzere, ibn Fazlân bu d ö rt kabi­
leden sadece üçünün adını v e rm e k te d ir. D ördüncü kabile is e ibn H avkal
tarafın d an bahsedilen Bursûlâ olm alıd ır.
73 Ekm ek, e t v e darı : E lçilik heyetin in karşılanm ası esnasında k a rş ı­
layan ların yanlarında ta ş ıd ığ ı bu m a h s u lle r h e d iy e lik eşya veya Bulgarların
kendi m ahsûlleri o lm a lıd ır. A şağıda Rus tü c c a rla rın ın ilâ h la rın a e t, s ü t, soğan
ve ekm ek ta k d im e ttik le ri g ö rü le c e k tir. B erke H an'ın v e ziri M ıs ır e lç ile rin in
yaklaşm ası ü zerine on lara e t, balık, s ü t v.s. gö n d e rm iş tir.
74 Saçı âdeti : B ilhassa ev le n m e ve ş e n lik le rd e ta tb ik e d ile n saçı çok
yaygındı. S açı her kabilenin kendi e m e ğ iy le eld e e ttiğ i m ahsullerden y a p ılırd ı.
Ö lü le re ve ilâhlara takdim ediien saçıdan sondaki açıklam alardan «K urbanlar
v e adaklar» m addesinde bahsedilecek.
75 Bayrak, h ilât, e ğ e r, s a rık : H a life ta ra fın d a n g ö nd erilen bu eşya hü­
küm darlık a lâ m e tle rid ir. H a life le r İslâm ülkelesin deki b ir hüküm darın m eşrû îliğ i-
ni tan ıd ıkları zam an ona bayrak, eğ er, h ilâ t v e sarık gön d erirlerd i.
SEYAHATNAMESİ

selâm olsun. Seninle beraber, kendisinden başka ilâh olmayan


Allah’a hamdederim.» cümlesine gelince «Emîr el-Mü’minîn
(Halife) nin selâmmı al (iâde et).» dedim. O ve yanmdakiler
hep birlikte selâmı aldılar. Ben mektubu okuyorum, tercüman
harfi harfine tercüme ediyordu. Mektubun okunmasını bitirin­
ce, oradakiler hep bir ağızdan tekbir getirdiler. Yerler sarsıldı.
Sonra, hükümdar ayakta iken vezîr Hâmid b.el-Abbâs’ın?8
mektubunu da okudum. Oturmasını emrettim. Nezir el-Hara-
mî’nin mektubu okunurken oturdu. (204a) Bu mektubun okun­
ması tamamlanınca, adamları hükümdarın üzerine çok miktar­
da gümüş para saçtılar. Bundan sonra ona ve karısına getirdi­
ğimiz ıtr, elbise, inci gibi kıymetli hediyeleri çıkardım. Bunla­
rı birer birer ona ve karısına takdim ediyordum. Nihayet, bu
işi de bitirince halkın huzûrunda, hükümdarın karısına hilât
giydirdim. Hâtûn77 hükümdârm yanında oturuyordu. Bu onla­
rın âdetidir. Hâtûna hilât giydirince, kadınlar onun üzerine gü­
müş paralar saçtılar. Biz de çadırlarımıza döndük.
Biraz vakit geçtikten sonra bize adam gönderip çağırttı.
Yanma girdik. Kubbeli çadırında idi. Çocukları ise önünde otu­
ruyorlardı. Kendisi tek başına, Rum dîbâcıyla örtülü tahtı üze­
rinde oturuyordu. Herkes toplandıktan sonra, sofranın getiril­
mesini istedi. Üzerinde sâdece kızartılmış et bulunan sofrayı
getirip önüne koydular. Bir bıçak aldı. Bir lokma kesip yedi,
ikinci ve üçüncü defa da aynı şeyi tekrarladı. Sonra bir parça
kesti. Elçi Sevsen’e verdi. Sevsen bunu alınca ona küçük bir
sofra geldi. Önüne kondu.
Âdetleri böyledir. Hükümdar, kendisine bir lokma verme-7 *
6

76 H âm id b. e!-A bbâs : H ic rî 306-311 (918-923 m .) y ılla rı arasın da H a life


M u k te d irin vezirliğ in i y a p m ış tır.
77 H âtûn : K adının um um î m e ra s im le re katılm ası eski Türk le rd e â d e tti.
Bu husus A rap lara yabancıydı. Bunun için, İbn Fazlân «Bu onların â detidir.»
d em ekted ir. Türklerdeki bu â d e t M oğ o llard a da g ö rü lm e k te d ir. İbn B attûta,
Ö zbek-H an'ın yanında k a rıla rın ın oturm alarına v e başları örtüsüz başkalarına
görü n m elerin e h ayret eder.
40 ÎBN FAZLAN

dikçe hiç bir kimse yemeğe elini uzatmaz. Hükümdarın verdiği


lokmayı alana bir sofra gelir.ra
Sonra, bana bir lokma verdi. Bana da bir sofra geldi. Bir
parça daha kesip sağındaki beye verdi. Ona da bir sofra geldi.
Sonra, ikinci beye bir lokma verdi. Ona da bir sofra geldi. Son­
ra üçüncü beye bir lokma kesip verdi. Ona da bir sofra geldi.
Sonra, dördüncü beye bir lokma verdi. Ona da bir sofra geldi.
Sonra, çocuklarına birer parça verdi. Onlara da sofralar geldi.
Her birimiz kendi sofrasından yemek yiyor, başkasının sofra­
sına el uzatmıyordu. Ve yemeğini yeyince sofrasından arta
kalanı kendi evine (çadırına) götürüyordu.
Yemeğimizi yedikten sonra, hükümdar bir gün ve bir ge­
ce (24 saat) önce yapılmış bal şerbeti istedi. Onlar buna «sü-
cüvv»79 diyorlar. O ve biz bundan birer kadeh içtik. Sonra aya­
ğa kalkıp «Allah, Efendim Emir el-Mü’minîn’e uzun ömürler
versin. Bu, ona olan memnuniyetimin nişanesidir.» dedi. Onun
ayağa kalkması üzerine sağındaki dört bey ve çocukları da aya­
ğa kalktılar. Biz de ayağa kalktık. Hükümdar bu hareketi üç
defa tekrarladı. Sonra yanından ayrıldık.
Ben gelmeden önce hükümdarın camisinin minberinde onun
adma. hutbe «Ey Allah’ım, Bulgarların hükümdarı Yütivâr’ı İs­
lah et.» şeklinde okunuyormuş. Ona, «Hükümdar sadece Allah’­
tır. Minberde Allah’tan başkası bu adla anılamaz. Efendim Emir
el-Miı’minîn (Halife) bile doğuda ve batıdaki minberlerde ken­
disine «E y Allah’ım! Kulun ve halifen Emir el-Mü’minîn Ca’fer
el-îmâm el-Muktedir bi Allâh’ı islâh et.» denilmesiyle yetinir.
Ondan önceki halife ataları da aynı şekille yetinirlerdi. (204b)
Hazret-i Peygamber ise, «Hıristiyanların Meryem oğlu Isa’yı

78 İbn B attûta v e M a rc o Polo’nun v e rd ik le ri m alû m ata göre M oğ ollarda


da hanın m eclisin d e bulunan herkesin ayrı b ir m asası v e so frası vardı. 79

79 Sücüv, Sücü : Burada sarhoş edici bir içkiden ziyad e b ir nebîzden


(şırad an ) b ahsedilm iş o lm a lıd ır. Bal v e darı içk is i, h a fifle tilm iş kım ız eski
m üslüm an Tü rkler tarafın d an nebîz gibi te lâ k k i e d ilird i. H a zre ti Ö m e r de
S u riy e lile re bal ş ırası içm eyi m üsâade e tm iş tir.
SEYAHATNAMESİ 47
■ ~~ ■■■—1 "."4IW.|
'"»- ı ıı Jı'f ■.

övdükleri gibi, beni aşın derecede övmeyin. Ben sadece bir ku­
lum. Bunun için, Allah’ın kulu ve resûlü deyiniz.» buyurmuş­
tur.» dedim.
Bunun üzerine, «Benim adıma nasıl hutbe okunması câiz
olur?» dedi. Ben de «Senin ve babanın adı ile.» dedim. Hüküm­
dar «Babam kâfirdi. Onun adının minberde söylenmesini iste­
mem. Benim adımı da bir kâfir verdiğine göre, adımın da hut­
bede zikredilmesini arzu etmem. Acaba, efendim Emir el-Mü’-
minîn’in adı nedir?» dedi. Ben, «Ca’fer» dedim. Hükümdar «Be­
nim, onun adını almam doğru olur mu?» dedi. Ben de «Evet,
olur» dedim. Bunun üzerine, «Kendi adımı Ca’fer, babamın adı­
nı Abdullah şeklinde değiştirdim.» dedi. Hatibe, hutbeyi bu
isimle okumasını emretti. O da bu emri yerine getirdi. Bundan
sonra, onun adına hutbe «Ey Allah’ım! Emir ei-Mü’minîn’in
mevlâsı ve kulun Bulgar hükümdarı Ca’fer b. Abdullâh’ı islâh
et.» şeklinde okunuyordu.

Mektubun okunmasından ve hediyelerin verilmesinden üç


gün sonra, hükümdar bana adam gönderip huzuruna çağırdı.
Halife’nin gönderdiği dört bin altın meselesini ve bunların ge­
cikmesine sebep olan hıristiyan el-Fazl b. Mûsâ’nm yaptığı hi­
leyi öğrenmişti. Zira, mektupta altınlardan bahsediliyordu. Ya­
nma girince oturmamı emretti. Oturdum. Halife’nin mektubu­
nu önüme atarak «Bu mektubu kim getirdi?» dedi. «Ben.» de­
dim. Sonra, vezirin gönderdiği mektubu attı. «Ya bunu?» dedi.
Yine «Ben.» dedim. «Her iki mektupta zikredilen paralar ne
oldu?» dedi. Ben, «Toplanamadı. Vakit daraldığından buraya
gelmek fırsatını kaçırırız diye arkadan bize yetişmesi için ge­
ride bıraktık.» dedim.
Hükümdar, «Siz hep beraber geldiniz. Beni esaret altına
sokan (kul edinen) yahudîlere karşı koruyacak bir kale^o yapı­
mında sarfedilecek bu parayı getirmeniz için efendim size bu8 0

80 Y ah u d ilere karşı koruyacak kale : Burada ifade edilen Y ah u d ile r ha­


kim lim ve id areci s ın ıfı m ûsevî olan H azarlard ır.
48 ÎBN FAZLAN

kadar masrafta bulundu. Hediyeyi ise benim gönderdiğim elçi


dahi getirebilirdi.» dedi. Ben, «Evet, doğru. Biz elimizden ge­
leni yaptık. Ne yapalım. Netice böyle oldu.» dedim. Bunun üze­
rine tercümana, «Ona de ki; ben bunları tanımıyorum. Sadece
seni tanıyorum. Zira, onlar cahil insanlardır. Eğer vezir senin
yaptığın şeyi onların yapacağına kanâat getirseydi, hukukuma
riâyet etmen, mektubu bana okuman ve cevabını dinlemen için
seni buralara göndermezdi. Senden başkasından bir dirhem da­
hi istemem. Parayı çıkar. Bu senin için daha hayırlıdır.» dedi.

Bunun üzerine, yanından üzgün ve korku içinde ayrıldım,


insana tesir eder görünüşlü, heybetli, cüsseli ve şişman vücut­
lu bir adamdı. Sanki bir küp içinden konuşuyordu. Yanından
çıktıktan sonra arkadaşlarımı topladım. (205») Benimle onun
arasında geçen bu hadiseyi anlattım. Onlara «Bu adamdan,
korkmaya başladım.» dedim.

Hükümdarın müezzini kâmet ederken ezanın ifâdelerini


(formüllerini) ikişer defa söylüyordu. Hükümdara, «Efendim
Emir el-Mü’minîn kendi sarayında kametin ifâdelerini birer de­
fa. söyletiyor.» dedim. Bunun üzerine müezzinine «Sana söyle­
diğini yap. Sakın muhalefet etme.» dedi. Müezzin günlerce bir
şekilde kâmet etti. Bu arada hükümdar bana paranın ne oldu­
ğunu soruyor, bu konuda benimle münakaşada bulunuyordu.
Ben ise paradan ümidini kestirmeye ve kendimi savunmaya ça­
lışıyordum. Paradan ümidini kesince, müezzine kâmetin ifâde­
lerini (formüllerini) ikişer defa söylemesini emretti. O da em­
rini yerine getirdi. Bunu yaptırmakla benimle münakaşaya yol
açmak istiyordu. Müezzinin kâmetin ifâdelerini (formüllerini)
yine tekrarladığım duyunca, onu bu hareketten menettim. Ve
bağırdım. Hükümdar bunu öğrenince beni ve arkadaşlarımı ça­
ğırttı. Hepimiz toplanınca, bana işâret ederek tercümana, «Ona
söyle: İki müezzin var. Biri kâmetin ifâdelerini birer defa, bi­
ri ikişer defa söylüyor. Sonra, her ikisi de aynı cemâatle na­
maz kılıyorlar. Namaz câiz midir, değil midir? Bu hususta ne
SEYAHATNAMESİ 49

der?» dedi. Cevâben «Namaz eâizdir» dedim. «îcmâ (ittifak)


ile mi? Yoksa ihtilâf ile mi?» dedi. «îcmâ ile» dedim.81
Bundan sonra tercümana, «Ona sor. Muhasara altında bu­
lunan, köle haline getirilmek istenen zayıf kavimlere yardım
etmek maksadiyle, bir adam bazı kimselerle para gönderse, on­
lar da emânete ihanet etseler, bu kimselerin hareketi hakkında
ne der?» dedi. Ben «Bu caiz değildir. Bunu yapanlar kötü kim­
selerdir.» dedim. «îcmâ ile mi? Yoksa ihtilâf ile mi?» dedi. Ben
Îcmâ ile» dedim. Sonra tercümana, «Ona sor. Halife üzerime
bir ordu gönderse hakkımdan gelebilir mi?» dedi. Ceva­
ben «Hayır» dedim. «Ya Horasan hükümdarı?» dedi. Yine «Ha­
yır.» dedim. Hükümdar, «Buna sebep mesafenin uzaklığı ve
aramızdaki kâfir kabilelerin çokluğu değü mi?» dedi. Ben,
«Evet.» dedim. Bunun üzerine tercümana, «Ona söyle, vallahi
ben, bu kadar uzak yerde iken efendim Emir el-Mü’minîn’den
korkuyorum. Beğenmediği bir hareketimi duyar, aramızdaki bu
kadar memleketlere rağmen, hakkımda beddua eder de beni ol­
duğum yerde mahveder diye korkuyorum. Siz ise, onun ekme­
ğini yediğiniz, verdiği elbiseleri giydiğiniz, her zaman kendisini
gördüğünüz halde, sizi bana yâni zayıf bir kavme gönderdiği
elcilik vazifesi gibi kısa bir zamanda ona ve Müslümanlara iha­
net ettiniz. Sözlerinde bana gerçeği söyleyen biri gelmedikçe
sizden duyduğum hiçbir dînî hususu kabul etmem. Bu şekilde
bir insan gelirse onun dediğini tutarım.» dedi. Bu sözler üzerine
bizi haptetti. Verecek cevap bulamadık. Yanından ayrıldık.

81 Ezân : Burada ikâm etin ifa d e le rin in te k ra rla n ıp tekrarlan m ayacağ ın a


d,ılr hüküm dar ile ibn Fazlân arasında yapılan m ünakaşa aslında bu bölgede
H anefî ve Ş â fiî m ezh ep lerin in nüfuz y arışm asın ın b ir te zahü rüdür. İs lâ m iy e t’i
M üverâü nnehr ve H arezm yoluyla kabul eden B ulgarların H a n e fî M e zh e b i'n e
uygun olarak ikam etin ifâ d e le rin i te k ra rla m a la rı ta b iî idi. Ş â fiî M ezh eb in d e
ulun İbn Fazlân ise, kendi b enim sed iği m ezhebe uygun olarak ikâm etin ifâ-
dnlorinln tekrarlan m asın d a ıs ra r ediyor. İşin m ahiyetin i önce kavrayam ayan
hüküm dar m üezzinine ikam eti İbn Fazlân’ın istediği şekild e okum asını em re­
diyor, Sonra h an efl fa k ih ie rin in m üdahelesi n eticesi y a ptığı hatanın farkına
v n ııy o r vo m üezzinine ikâm etin ifa d e le rin i yine te k ra rla m a s ın ı e m rediyor.
F. 4
50 ÎBN FAZLAN
at:

İbn Fazlan der ki: Bu konuşmadan sonra, hükümdar ar­


kadaşlarıma itibar göstermediğ halde, beni başkalarına tercih
eder, yanından ayırmaz ve bana «Ebû Bekr el-Sıddîk» derdi.
(205b) Bulgar hükümdarının ülkesinde sayılamıyacak ka­
dar çok acâip şeyler gördüm. Bunlardan biri şudur:
Onun ülkesinde ilk kaldığımız gece güneş batmadan tam
bir saat önce semanın iyice kızardığını gördüm. Gökten şiddet­
li sesler ve büyük bir gürültü geldiğini işittim. Başımı kaldır­
dım. Yakınımda ateş gibi kırmızı bir bulut vardı. Bu gürültü
ve sesler ondan geliyordu. Dikkatle baktım. Bulutun içinde in­
sana ve hayvana benzeyen hayaller, bunların ellerinde yaylar,
mızraklar ve küıçlar bulunuyordu. Bu karaltılara dikkatle ba­
kıyor, iyice farketmeye çalışıyordum. Tam bu sırada, bu bulu­
ta benzer başka bir bulut ortaya çıktı. Onda da insanlar, hay­
vanlar ve silâhlar görünüyordu. Bir süvari birliğinin diğerine
hücum ettiği gibi bu birliklerden biri, diğerinin üzerine saldır­
maya başladı. Biz, bu durumdan çok korktuk. Allah’a yalvar­
maya ve dua etmeye başladık. Yerliler ise bize gülüyorlar ve
bu halimize hayret ediyorlardı.»2
İbn Fazlan der ki: Biz, bir birliğin diğerine hücumuna ba­
kıyorduk. İki birlik birbirlerine giriyorlar, bir müddet sonra
ayrılıyorlardı. Bu hal gecenin epey bir kısmında devam etti. Son­
ra her iki birlik de kayboldular. Hükümdara bunun ne oldu­
ğunu sorduk. Cevâben, atalarının «Bunlar cinlerin mü’minleri

82 Kuzey şafağı : Burada güneş batm azdan biraz önce nem anın kızardığın­
dan ve kırm ızı bulutlar içinde c in le rin çarpıştığın dan b a h s e d ilm e k te d ir. Bu
husus güneşin yüksekliğinin m aksim um d e re c e y e vardığı zam an vukubulan
b ir kuzey şafağından başka bir şey d e ğ ild ir. Estonya d estanın da ve kuzey
e fs an elerin d e kuzey şafağı gökteki orduların m u harebesin e b e n ze tilm e k te d ir.
Bu husus cerm en efs a n e le rin d e pek yaygın bir te m a d ır. Burada m uharebenin
m ü'm in ve k â fir c in le r arasında g e ç tiğ i s ö ylen m ekle olay is lâ m île ş tirlim e k
te d ir. Bu tem aya biraz d e ğ iş ik olarak B lnbir G e c e M a s a lla rın d a k i B ûlûkıyye
v e Şâh-m ârân m asallarında da ra s tla n m a k ta d ır. Bu m asallarda büyük bir- toz
bulutu içinde b ir vâdide m ü'm in ve k â fir cin lerd en m eydana gelen iki ordu­
nun çarp ıştığ ı görülür.
SEYAHATNAMESİ 51

ile kâfirleridir.» dediklerini, çok eski zamanlardan beri her ak­


şam bu şekilde çarpıştıklarını söyledi.
İbn Fazlan şöyle der:
Sonra, hükümdarın aslen Bağdad’tan olup tesadüfen bu
taraflara gelmiş olan terzisi ile konuşmak için kubbeli çadırı­
ma girdik. Kur’ân’dan yarım sübu (1/14) okuyacak kadar za­
man geçmemişti. Konuşuyor, yatsı ezanının okunmasını bekli­
yorduk. Ezanın okunduğunu duyduk. Çadırdan çıktık. Bir de
ne göreyim. Sabah olmuş. Bunun üzerine müezzine «Sen ne eza­
nı okudun?» dedim. Müezzin «Sabah ezanı.» dedi. «Yatsı eza­
nı ne oldu?» dedim. «Onu akşam namazının arkasından kıla­
rız.» dedi. «Ya gece ne oldu?» diye sordum. Cevâben, «Gördü­
ğün gibi. Sen gelmeden önce bundan daha kısaydı. Bu günler­
de uzamaya başladı» dedi. Ayrıca, sabah namazını kaçırırım
korkusuyla bir aydır geceleyin uyumadığını söyledi, öyle ki, ak­
şamleyin tencereyi ateşe koyan bir kimse, tencerenin içindeki
yemek pişmeden sabah namazını kılar.
îbn Fazlan şöyle der:
Onların ülkesinde gündüzlerin çok uzun olduğunu gördüm.
Senenin bir kısmında gündüzler çok uzar, geceler çok kısalır.
Sonra geceler çok uzar, gündüzler çok kısalır. Vardığımın ikinci
gecesi kubbeli çadırımın dışında oturup semayı seyrettim.
(206a) Pek az yıldız görebildim. Zannederim şurada burada on
beş kadar yıldız vardı. Akşamdan önceki kırmızı şafak hiç
kaybolmuyor. Gece ise pek karanlık değil. Geceleyin insan, bir
ok atımlık mesafeden daha uzaktaki adamı tanıyabiliyor.
îbıı Fazlân der ki: Aya baktım. Göğün ortasına gelmiyor.
Aksine bir müddet semanın ufka yakın kesiminde göründük­
ten sonra sabah olup gözden kayboluyor. Hükümdar, ülkesinin
yaya yürüyüşüyle üç aylık kuzeyinde Vîsûsfl denen bir kavim

84 V isû : Bunlar Ladoga gölünün doğusunda Beyaz göl civarında oturan


Itus am alistlerin d en V ie s k a bilesid ir. B ulgarlar V îsû ve Y ura ü lkesine kızak­
larla elb ise, tuz, işlen m iş eşya g ö tü rü rle r, B unları k ü rk le rle d e ğ iş irle rd i. Bu
tlc ö ro t b ir sessiz ve m uğâyebe ile değişim ta rzındaydı. S essiz değişim za-
52 ÎBN FAZLAN
r~ ~

bulunduğunu, onların ülkesinde gecenin bir saatten daha kısa


olduğunu söyledi.
Ibn Fazlân şöyle der:
Orada, güneş doğarken her yer, dağlar ve gözün görebil­
diği her şey kızıl bir renk alıyor. Güneş ise büyük bir bulut ha­
linde doğuyor. Göğün ortasına gelinceye kadar kızıllık devam
ediyor. Memleket halkı bana, «Kışın burada geceler gündüzler
kadar uzar, gündüzler de geceler kadar kısalır. Hattâ, bizden
bir adam bir fersahtan daha az mesafede bulunan Etil nehrine
gitmek için sabahleyin yola çıksa, oraya varmadan akşam ka­
ranlığı basar, bütün yıldızlar doğup gökyüzünü kaplar.» dediler.
Biz oradan ayrıldığımızda ise geceler uzamış, gündüzler kısal-
mıştı.
Onlar köpeklerin havlamasını çok uğurlu sayarlar. Böyle
bir şey duyunca sevinirler, O senenin bolluk, bereket ve sulh
senesi olacağmı söylerler.
ağacın bir
dalına on veya daha çok yüan dolanır. Bununla beraber yılan­
ları öldürmezler. Yılanlar da onlara bir sev yapmaz. O kadar ı
ki, bir yerde hemen hemen yüz zirâdan daha uzun, vere yıkıl­
mış bir ağaç gördürm Gövdesi de gavet kalındı. Ayakta dur­
muş ona bakıyordum. Bir aralık ağacın gövdesi hareket, etme­
ye başladı, irkildim. Dikkatle baktım. Bir de ne göreyim, üze-
rinde hemen hemen ağacın kalınlığına ve uzunluğuna vakın
büyüklükte bir yılan var. Beni görünce ağacın üzerinden yere,
inip ormanın içinde kayboldu. Dehşet içinde dönüp, hadiseyi
hükümdara ve meclisindekilere anlattım. Buna aldırış bile et-
mediler. Hükümdar, «Korkma, sana birşey yapmaz?» dedi
Bir gun hükümdar ile bir yere indik. Ben ve arkadaşla­
rım; Tegîn, Sevsen, Bâris ve yanımızda bulunan hükümdarın

m ananızdaki ib tid âî k a b ile lerd e olduğu gibi, M e rv e z î’ye göre, eskiden zenci
lerd e, Ç in ve Hind adalarında, S ibirya kavim lerin d e m evcu ttu . A ynı m ü e llif
K im âkların b ir züm resi arasında da sessiz değişim in hakim olduğunu kaydet­
m ekted ir.
SEYAHATNAMESİ 83

adamlarından biriyle ağaçlar araşma girdik. İğ kadar ince ve


daha uzun, yeşil ve küçük bir ağaç gördük. İçinde yeşil bir da
mar, bu damarın ucunda geniş ve yere yayılmış, âdeta yerde
bitmiş gibi bir"yaprak, bunun içinde taneler var. Bu taneden
yiyen kimse onun «emlîsî narı» olduğunda tereddüt hile etmez.
(206*») Bundan yedik. Tadı cok güzeldi. Durmadan ondan ara-
yıp yiyorduk.
Önlarm, çok yeşil, şarap sirkesinden daha ekşi bir çeşit
elmaları var. Bu elmayı kızlar yer. Yeyince semizleşirler. ^On-
larm ülkesinde fındık ağacından daha çok ağaç görmedim.ss
Ö' TadaTFlöT 4ÜXjTTTersah genişliğinde fmdık ormanları gör-
düm. _
Orada adını bilmediğim bir ağaç daha gördüm. Çok yük­
sek olup gövdesi yapraksızdı. Başı hurma ağacının başı gibi,
yapraklan ise ince hurma yaprağına benzer, fakat toplu bir
haldeydi. Onlar bu ağacın gövdesinin bir yerini delip, hu kıs­
mın altına bir kap yerleştiriyorlar. Bu delikten kabın içine bal­
dan daha tatlı bir mâyi akıyor. İnsan bundan cok miktarda
içerse şarap gibi sarhoş ediyor.
.Buğday ve arpanın bol olmasına rağmen en cok dan ve
at eti yerler. Bir kimse bir şev ekerse onu kendisi için lıasad
eder. Hükümdarın bundan hissesi yoktur. Y alnız, her cv sene­
de bir, hükümdara bir samur kürk verir. Hükümdar askerle­
rini herhangi bir yere akın yapmak için gönderir ve askerleri
ganimet elde ederlerse bundan muayyen bir hisse alır. Düğün
yapan veya davet tertip eden herkesin, verdiği ziyafete göre,
hükümdara bir hisse ayırması, bir sâhrecse bal nebizi ve bîr

85 Fındık : M e rv e z î «Bulgar ülkesindeki hadenk (kayınağacı) ağaçları


arasında fın d ık çoktur.» der. Volga kıyılarından O rta A sya'ya golen fın d ıklara
«bulgar» d en ilird i. Gövdesinden., ta tlı b ir m avi elde edilen şğgç şüphesiz
çekeri! kayın ağacından başka bir şev değildir—
86 S âhrec : Bu kelim e T ü rk ç e ’deki «sağrak» kelim esinin değişik şeklid ir.
Ibn Rusteh «H üküm dar her düğünden verg i olarak bir a t alır.» der. Buna
göre, vak tiy le a t şeklinde alınan bir vergiden b a hsedilm elidir. K elim e «sâh-
rıılı» şeklin d e de okunabilir.
54 ÎBN FAZLAN

miktar bozulmuş buğday vermesi mecburîdir.87 Z i r a , onların


ülkesi rutubetli ve havası ağırdır.ss Yiyeceklerini saklayacak
yerleri de yoktur. Ancak, yerde kuyular kazıp yiyeceklerini
bunlara koyabilirler. O da birkaç gün geçtikten sonra kokar ve
bozulur. İstifâde edilemeyecek hale gelir.
Zeytinyağı, susamvağı ve tereyağı kullanmazlar. Bütün
bunların verine balıkvağı kullanırlar.^ Bu sebeple, kullandıF-
lan bütün eşya fena kokar. Arpadan"*bir çeşit çorba yaparlar.
BûnüTgenc erkekler ve kızlar içerler.JBazan arpayı etle pişi­
rirler. Erkekler bunun etini, kızlar ise arpasını yerler. Yalnız,
çorba teke basivle pişirilirse bunun etinden kızlar da yerler./
Hepsi kalpak giyerler.®» Hükümdar ata seyissiz, tek ba­
şına biner. Gezerken yanında muhafız bulunmaz. Sokaklardan
ve çarşıdan geçerken herkes ayağa kalkar. Kalpaklarını çıka­
rıp koltuklarının altına alırlar. (207a) Hükümdar geçince tek­
rar başlarına giyerler. Aynı şekilde, hükümdarın huzûruna gi­
ren herkes; küçük ve büyük, hattâ çocukları ve kardeşleri bi­
le, onu gördükleri zaman kalpaklarım çıkarıp koltuklarının al­
tına alırlar. Sonra, başlariyle selâm verip otururlar. Daha sonra
kalkıp, hükümdar oturmayı emredinceye kadar ayakta durur­
lar. Onun önünde oturan herkes diz çökerek oturur. Kalpağım
koltuğundan çıkarmaz. Huzûrundan çıkıncaya kadar saklar.
Yanından ayrıldıktan sonra tekrar giyer.91

87 Bozulm uş buğday : Burada buğdayın kendisinden değil, buğdaydan


im âl edilen b ir içkiden bah s e d ilm e k te d ir.
88 R utubetli v e a ğ ır hava : Tercüm an S ellâm 'ın seyahatinin hikâyesinde
ve E b u l-F id â ’nın es e rin d e aynı ifa d e (p is kokulu to p ra k ) kullan ılır.
89 Balık yağı : Bulgar çağına a lt balık o lta la rın ın çok bulunuşu balık
avcılığ ının revaçta olduğunu g ö steriyo r.
90 Kalpak : M e tin d e «kalansuva» şeklinde geçen bu k elim e «keçeden
m âm ul yü ksek külâh, Türk ha lk la rın ın giyd ikleri şapka» şeklin d e izah edil­
m e k te d ir. Ibn Rusteh «O nların e lb is e le ri M üslü m an ların e lb is e le rin e benzer»
der. M e rv e z î, kalansuva v e kabayı Türk e lb is e le ri olarak kaydeder.
91 Şapkayı çıkarm a : Bazı halle rd e baştaki şapkayı çıkarm ak â d e ti,
T ü rk le r arasında câri idi. Bu â deti İslâm ülk e le rin e asker olarak gelen Türkler-
de ve M oğ o llard a da gö rm ekteyiz.
SEYAHATNAMESİ 55

Hepsi kubbeli çadırlarda otururlar.92 Yalnız, hükümdarın


çadırı çok büyüktür. Bin ve daha fazla insan alabilir. İçi Er­
meni kumaşlariyle döşenmiş olup ortasında Rum dibaeıyla
(broeart) örtülü bir taht vardır.
Onların âdetlerine göre, bir kimsenin oğlunun erkek çocu­
ğu doğarsa, onu babası değil, dedesi alır. «Bunu, adam olun­
caya kadar bakmaya babasından daha lâyıkım.» der.93 Bir
adam ölünce ona çocukları değil, kardeşleri mirasçı olurlar.®*
Hükümdara, İslâmiyet’e göre bunun eâiz olmadığını söyledim.
Mirasın nasıl intikal edeceğini iyice anlayıncaya kadar izalı et­
tim.
Onların ülkesinde en çok gördüğüm şeylerden biri de yıl­
dırımdı. Bir eve (çadıra) yıldırım düşünce ona yaklaşmayıp,
içinde bulunan insan, eşya ve diğer şeylerle kendi haline bıra­
kırlar. Bunlar zamanla mahvolurlar. Ve «Bu ev sakinleri Al­
lah’ın gazabına uğramış kimselerdir» derler.95

92 K ubbeli çad ır (Türk ç a d ırı) : Ibn Fazlân’ın s e fâ ro tl sırasında Bulgar­


ların henüz ş e h irleri yoktu. O n la r ç adırlarda o tu ruyorlardı. Bu ça d ırla r «kub­
be» veya «beyt» k e lim e le riy le ifad e e d ilm e k te d ir. Kubbo k elim esi esas iti­
bariyle yu varlak yurdu, keçe ile kaplı kubbeli çadırı ifad e odor. Bu y u rtla rın
en d e ğ e rlile ri zirved e birle ş e n uzun ağaç d ilm e le rle İnşâ e d ilip , iistto n duma-.
ııın çıkm ası için b ir d e lik bıra k ıla n la rd ı. Ibn B attûta tarafından ta v s if edilen
ç ad ır b ilm e lid ir. Bu büyük çad ırla rı ifâd e için «hargâlı» ke lim e si do kullanı­
lır. ibn B attûta bize Ö zbek-H an’ın çadırını ta fs ilâ tlı olarak ta v s if e tm e k te d ir.
K ubbet ei-Zeheb denen bu ç a d ır altın levh alarla kaplı d ilm e le rd e n İnşâ edil­
m iş olup, ortasınd a yin e altın levh alarla kaplı b ir ta h t v a rd ı... B erke H an’ın
çadırı 500 süvari alab iliyordu. Beyaz keçe ve ipek halılarla kaplıydı.
93 Bu gün dahi, K ırgızlarda b ir adam ın e rk e k çocuğu doğarsa onu dedesi
büyütür.
94 K ardeşlerin v e ra s e ti : Bîr adam ölünce orıa çocuklarının d eğil, kardeş­
lerinin varis elm ası âdeti anaerkil aile düzeninden g e lm e k te d ir. Bu âdet
T ü rklerd e, M o ğ o llard a , B e rb e rlie rd e ve çeş itli kaviın lerd e görülür. Bu v e râ s e t
prensibi siyasî v e râ s e t hususunda da geçerjid ir.
95 Y ıld ırım : Türk le rd e olduğu gibi, M o ğ ollarda da y ıld ırım isab et eden
eşya, hayvanlar, insanlar, hülâsa he rş e y bir m üddet büyük hanın ordugâhından
uzakta tu tu lu rd u . Bazı ş a m a n is iie rin y ıld ırım tan rısın a ib âdet ettiğ in d en bah­
sed ilecek. O nlara göre bu ta n rı yerdeki kötü ruhları takib ed er. U ygurlar is e
y ıld ırım ı uğurlu sayarlard ı.
pl

56 İBN FAZLAN

Bir adam-diğerini kasten öldürürse, suçuna karşılık kısas


olarak onu da öldürürler. Hatâ ile öldürürse, öldüren için kaynı
ağacından bir sandık yaparlar. Katili bunun içine koyup, yanı-
na uç anmun^ bir testi su bıraktıktan ve üzerini çiviledikten
sonra, deve havudunun ağaçlarına benzer üç ağaç dikerek suç­
luyu bunların arasına asarlar. «Biz, onu yer ile gök arasında
bırakıyoruz. Giines ve. vağm uramaruz kalsın. Belki Allah acır
_da kurlulur^-derler^ZamanlA çürüvünceve ve rüzgârlar götü-
rünceye kadar bu şekilde asılı kalır.96 ,
Cevval zekâlı ve bilgili bir adam gördüler mi «Bunun rab-
bımıza hizmet etmesi gerekir» derler. Onu yakalayın boynuna
birj p geçirdikten sonra ağaca asarlar. Parça parça olug^yere
düşünceye kadar bu şekilde kalır.9? _
Hükümdarın tercümanı bana şunu anlattı:
«Sindli bir adam tesadüfen buralara geldi. Bir müddet hü­
kümdarın hizmetinde çalıştı. Kâbiliyetli ve zeki biri idi. Bir ara
yerli halktan bazıları ticâret için bir yere gitmek istediler.
(207*») Sindli onlarla beraber gitmek için hükümdardan izin
istedi. Hükümdar önce buna razı olmadı. Fakat, Sindlinin İs­
rarı üzerine gitmesine izin verdi. Ganidekiler onun cevvâl ze­
kâlı, akıllı bir adam olduğunu görünce birbirleri ile konuşup
«Bu rabbımızm hizmetine lâyıktır. Ona gönderelim.» dediler.
Yolları üzerindeki bir ormandan geçerken adamı gemiden in­
dirip boynuna bir ip geçirdiler. Adamı, bu şekilde yüksek bir
ağacın başına astıktan sonra bırakıp gittiler.
Yolda yürürlerken içlerinden biri idrarını yapmak ister ve
silâhı üzerindeyken idrarını yaparsa onu soyarlar. Üzerindeki
silâhını, elbisesini ve her şeyini alırlar. Bu hareketini onun câ-
hü ve kâbihyetsîz’biFTomse olmasına yorarlar. Bu. nn1a.r a.ra-

SS H ata ile birini öldüren kim seyi Ruslar da aynı şekild e c e z a la n d ırır­
lardı faş. b k .). Bu şekild e c ezalandırm a ölüm e m ahkûm edilen kim senin
te s a d ü fle r sebebiyle kurtulm ası veya açlığın, susuzluğun, soğuğun sıcağın
te s iriy le ölm esi içindir.
97 Sondaki açıklam alardan »insan kurbanları» m addesine bak.
SEYAHATNAMESİ

smda âdettir, Eğer, bir kimse silâhlarını çıkanp bir kıyıya koy­
duktan sonra idrarını yaparsa bu hareketini kabiliyetine ve bil­
gisine yorarlar. Ona dokunmazlar.
Kadınlar ve erkekler hep beraber ..nehre girip çırılçıplak
yıkanırlar. iBirbiHerinden kaçmazlar, ffiınunla beraber, herhan­
gi bir şekilde zina etmezler. Zina onlara göre en büyük _sıac=
bardandır, İçlerinden biri zina ederse, kim olursa olsun, dört
kazık çakıp zina edenin el ve ayaklarım bunlara bağlarlat,__Son-
ra onu, boynundan uyluklarına kadar balta ile, vararak iki par-
çaya ayırırlar. jKadma da avm cezavı tatbik ederler. {Kadın ve
erkeği ikiye ayırdıktan sonra vücutlarının parçalarından her
birini bir ağaca asarlar.

tıysam da muvaffak olamadım.


Hırsızı da zina yapan gibi öldürürler.
Ormanlarındaki arı yuvalarında bol miktarda bal bulunur.
Onlar, bu yuvaları tanırlar, ballarını almak için ormana girer­
ler. Bazan, bu esnada düşmanlarının baskınına uğrayıp, oniar
tarafından öldürüldükleri de olur.
Aralarında pek çok tüccar vardır. Bu tüccarlar Türk ül­
kelerine gidip koyun, Vîsû ülkesine gidip samur ve siyah tilki
kürkü satın alırlar.
Bulgarlar arasında beş bin kadın ve erkekten müteşekkil,
Barancer diye tanınan büyük bir aile gördük. Hepsi de müslü­
man olmuşlar ve namaz kılacak ahşap bir cami yapmışlardı.
Fakat, Kur’ân okumasını bilmiyorlardı. İçlerinden bir kısmına
namaz kılacak kadar Kur’ân öğrettim.
Benim elimle Tâlût adında biri müslüman oldu. Ona Ab­
dullah adım verdim. Bunun üzerine, «Bana, senin kendi adını
vermeni istiyorum» dedi. Adım hemen Muhammed olarak de­
ğiştirdim. Bu adamın karısı, anası ve çocukları müslüman olup
hepsi de Muhammed adım aldılar. Ona, «El-Hamdu lillâh...» ve
«Kul huvallâh ahad...» surelerini öğrettim. Bu iki sureyi öğ­
renmekten dolayı duyduğu sevinç, Bulgar hükümdarı olsa du­
yacağı sevinçten daha fazla idi.
58 ÎBN FAZLAN

(208a) Hükümdarın yanma vardığımızda onu Hailece


(Khelletche)98 denen bir suyun yanında ordugâh kurmuş ola­
rak bulduk. Bu su üç gölden meydana gelir. Bunlardan ikisi
büyük, biri küçüktür. Fakat, her üçü de çok derindir. Burası
ile Hazar Denizi’ne dökülen Etil nehri arasında bir fersah ka-
darlık bir mesafe vardır. Bu nehir kıyısında sık sık kurulan ve
pek çok değerli şeyler satılan bir çarşı (panayır) bulunur.99
Daha önce. Tegîn bana hükümdarın ülkesinde gayet iri ya-
pılı bir adam bulunduğunu söylemişti. Oraya varınca hüküm-
clârabu adamı sordum. Hükümdar, «Evet. Ülkemizde böyle _bir
adam yardı. Fakat öldü. Bu adam memleket halkından ve nor-
~TFTal insanlardan değildi. Onun hikâyesi sövledir: j
S e r zaman olduğu gibi, bazı yerli tüccarlar buraya bir
günlük mesafede olan Etil^ nehrine gitmişlerdi. Bu sırada nehrin
suları kabarmış y e taşmıştı. Bir g ü n ü mden bir grup tüccar
—gplip «Ey hükümdar! Nehrin sulan içinde şöyle bir adam dur-
muş; Eğer, y akınımızdaki bir millete mensup ise bu diyarda
Jkalmanıız imkânsız7~1ferimizi değiştirmekten başka çare vok»
dediler^-»
Bunun üzerine, hayvanıma binip onlarla beraber nehre git­
tim. Bir de ne göreyim! Benim zirâmla oııiki zira uzunluğunda
boyu, kocaman bir kazan kadar bası, bir karıştan daha büyük
Trnrnu, ikl büyük gözü ve birer kanştan daha uzun parmaklan
olan bir adam! Manzarası beni dehşete dûsürdü.~Onlarm içine
düşen korku benim içime de düştü. Ona bir şeyler söylemeye
başladık. Fakat',' hrçbTr~cevap vermiyor, sadece yüzümüze ba­
kıyordu. Onu alıp getirdim. Bizden üç aylık mesafede bulunan
Vîsû halkına mektup yazarak onun hakkında b7İgT~ıstedım.
Mektupla şu bilgiyi verdiler:.

98 H allâce : V o ig a ’nın K am a ile b irle ş tiğ i ye rin yakınında bulunan bu üç


gölün adı Ç uvaşça olup kışlak m anâsınadır.
99 Etil nehri kıyısında kurulan bu panayırın ye rin d e daha sonraları B ulgar
şehri teşekkü l ed e c e k tir.
SEYAHATNAMESİ BU

«Bu adam Ye’cûc ve Me’cûc havmindendir.ıoo Onlar, bizden


üg aylık mesafede olup çıplaktırlar. Bizimle onlar arasında de­
niz v a r d ı r . Onlar denizin öbür kıyısında yaşarlar. Hayvan aibi
birbirleri ile çiftleşirler. Her gün, Allah onlar için denizden bir
balık çıkarır. Her biri gelip bu balıktan, bıçakla kendisine ve
ailesine yetecek kadar bir parça keser. Eğer lüzumundan faz­
l a et alırsa~önun ve ailesinin karınlan ağrır, .Bazan adam ve
ailesi hepsi ölürler. Herkes -balıktan ihtivadan olan eti aldık-
tan sonra balık tekrar denize döner. Her gün bu şekilde ge­
çinirler. Bizimle onlar arasında deniz vardır. ( 2 0 8 b ) Diğer ta­
raflardan ise dağlarla çevrilidirler. Eskiden dışarı çıkmakta ol­
dukları kapı ile aralarında bugün Ye’cûc ve Me’cûc Şeddi bu-
lunmaktadır._Aflah onların meskûn ülkelere çıkmalarını isterse
şeddin açılması için bir sebep ortaya çıkarır. Aramızdaki deniz
Icurur ve balıklarm~gelmesi kesilir.»

100 Y e ’cOc ve M e ’cûc : K u ra n v ş T e v ra t'ta ,-da rn r.p n hu kavm in k im le r


olduğu ve yurdu hakkında ç e ş itli rlvfiv e tlo r bulunm aktadır. H a d is le re ve ilk
isiâm kaynaklarına göre, bu kavim T ürkler ve M o ö o lla rd ır. H ad islerd e bu
kavm e dair v e rile n fizyonom i Türk - M oğ ol fizyonom isinden başka b ir şey
d eğildir. T ü rkler m üsiüm an o!n a y a başladıktan sonra, Y ecûc v e M e 'c û c h ik T
kındaki te la k k ile r d eğ iş m iş tir. Bundan sonra. Y e 'c ûc ve M e ’cûcTin Türkleşin
doğusundaki ve kuzeyindeki ka v im ler olduğu iddia e d ilm iş tir. H azar v e Bul­
gar m e n ş e li rivâ v e tlc re nüre ise, Y e'c û c v e M e 'c û c Isiâviarın kuzeyinde
yaşayan İskan d in avyalIlard ır. Eski A ra olar tarafın d an Y e ’cûc v e M e ’cûc'ün
küçük boylu, yassı burunlu, yu v arlak yüzlü kav im ie re b e n z e tilm e s ine mükaBÎTT
kuzey m e n ş e ’li riva y e tle rd e bu kavim uzun boylu, m avi gözlü, sarışın İskan­
dinavyalIlara b e n ze tilm e k te d ir. A rap ve İran m ense'li riv a y e tle rd e bu kavim in
bir şeddin arkasında yaşadığı, kuzey m enşeli riv a y e tle rd e ise, bir adada
yasadığı ve balıkla geçindiği b e lirtilm e k te d ir. Bulgar ülkesindeki insan
azm anının Y e'cûc ve M e 'c û c 'd e n olduğuna inanılm ası bu te lâ kkiye bağlanrpar*
Tidir. Ebû H âm id el-Endelüsî, de Bulgar ülkesinde Ad kavm in d e r T T iiı^ jdfiy
gördüğünü sövier.
Y e ’cûc ve M e ’cûc şeddi b ık k ın d a k i k a n a a tle r de aynı şekild e değişm ek­
te d ir. Bazıları bu şeddi D erbend, bazıları D em irkap ı, bazıları ise, Çin şeddi
peklinde te fs ir e tm e k te d ir. M en şei T e v ra t olan bu te lâ k k in in S akalar hüküm­
darı flok ile alâkalı olm asına bakarak, bahsedilen şeddin D erbend olduğu soy-
j.ûnflhilîr-/
'80 İBN FAZLAN

îbn Fazlan şöyle der:


Bu adamın ne olduğunu hükümdara sordum. Cevaben «Bir
müddet yanımızda oturdu. Fakat, onu gören her gocuk ölüyor,
her hamile kadın çocuğunu düşürüyordu. Bir inşam yakalarsa
<onu öldürünceve kadar sıkıyordu. Bu hareketlerini görünce onu
yüksek bir ağaca astım, orada öldü. Eğer, kemiklerini ve ha­
fim görmek istiyorsan, gel beraber gidelim, gör.» dedi. «Valla-
Mrlformeyi arzu ediyorum.» dedim. Beraberce ata bihefelTltffi
tlâmarTağaçlar bulunan büyük bir ormana gittik. Beni bir ağa-
TfîîTâlfma götürdü. Adamın kemikleri ve kafatası ağacın dibirT-
~~deydi. Başına baktım, kocaman bir kazan (an kovam) gibiydi.
TTaburga kemikleri ise büyük hurma dallan kadardı. Kol ve
bacak~kemiklen de aynı nîsbette büyüktü. Hayret içinde kal­
dım ve geri döndüm, t
îbn Fazlân şöyle der:
Sonra hükümdar, Hailece suyu başından Cavşîzioı nehri
kıyısına gitti. İki ay kadar burada oturduktan sonra göçmek
isteyince Suvâri«2 denilen bir kavme adam göndererek kendi­
siyle birlikte gelmelerini emretti. Onlar, hükümdarın emrini .
kabul etmediler, Taunlar iki kısma ayrılmışlardı. Bir kısmı hal-
m^ayak>-takımından biri ile beraberdi. A/’îrağ adındaki bu
adam onların başına zorla bey olmuştu. Hükümdar onlara
bir adam göndererek «Allah, beni İslâmiyet’e ve Halife’nin dev­
letine mensubiyetle takviye etti. Ben, Halife’nin hizmetkârı­
yım. Bu millet, hükümdarlığı bana tevcih etti. Kim sözümü tut­
mazsa onun karşısına kılıçla çıkarım.» dedi. Diğer kısım ise Es-

101 C evşîz : Kam a nehrinin bir koludur. B ulgar şehrinin kuzeyine düşü­
yordu.
102 S uvar : Zeki V e lid î Toğan bu ism in Ç uvaş kabilesin in eski adı olduğu­
nu söyler. Bu isim , daha sonra Bulgar şehrinin yakın ında kurulan bir şehrin
adı o lacaktır. Ş ehrin bir cum a m escidi vardı, ibn Havkal «Suvar şehrinde
h atip olan biri bana, bu iki şehrin (B u lgar, Ş uvâr) nüfusunun 10.000 kadar
olduğunu, binalarının ahşap inşâ ed ild iğ in i, halkının kışın şehirde evlerd e,
yazın ise kırlarda çadırlarda o turduklarını söyledi.» der.
SEYAHATNAMESİ 61

kilios beyi diye tanınan bir bey ile beraberdi. Henüz müslüman
olmamış olan bu bey, Bulgar hükümdarına bağlı idi.
Hükümdar yukarıdaki haberi gönderince her iki kısım kor­
kup onunla beraber Cavşîz nehri kıyısına göçtüler. Bu nehir
beş zira kadar genişliğinde ve sulan göbeğe kadar çıkan bir
ırmaktır. Bazı yerleri ise köprücük kemiklerine kadar çıkar.
Pek çok yerinde ise boyu aşar. Etrafında çok miktarda kayın
ağacı ve diğer cins ağaçlar vardır.
Bu nehrin yakınında geniş bir bozkır vardır. Söyledikleri­
ne göre orada deveden küçük, öküzden büyük, başı deve ba­
sma. kuyruğu öküz kuyruğuna, (209a) gövdesi katır gövdesine,
tırnaklan öküz tırnağına benzeyen ve başının ortasında kaim
ve* y u v a r l a k , f a k a t . ııcıına d n p - m gittikçe incelen, nihayet ka­
lınlığı mızrak ucu kadar kalan, tek bir boynuzu olan bir çeşit
hayvan v a .rrm s .iQ 4 Bu hayvanın boynuzunun uzunluğu iiç ilâ
beş zira, daha az veya daha çok olup kendisi çok yeşil ağar
yapraklan yermiş. Bir süvari görürse üzerine hücum edermiş.
Hücuma uğrayan kimsenin altında ivi koşan bir at bulunursa

103 Eskil : D ö rt bulgar kabilesinden birinin adı olup ibn Rusteh v e Hudûd.,
e!-â!em 'da z ik red ilm ekte d ir.
104 Biraz sonra, burada bahsedilen havyanın halenç (akçaağaç) a ğ a ç la rı*
arasında yaşadığı s ö yle n e c e k tir. Bu ağaç lüğat k itaplarınd a «beyaz ile siyah,
kırm ızı ile sarı re n k le r karışım ı bir ağaç» şeklinde ta rif e d ilir. G üveynî, bu
ağacın, Ç in, Rus ve Bulgar ü lk e le rin d e büyük boylu olduğunu, ondan vazo­
lar, ta b a k la r ve oklar yapıldığın ı ilâve e d e r. Eî-Bîrûnî «H alene ç izgili yollu,
dam arlı ve benekli bir ağaçtır. Bu ağaçtan Türk ü lkelerin d e m asalar, bardak­
lar, su ve içki içm ek için kadehler, le k e le ri ince o-iunca bıçak, sapı veya
B ulgarların H orasan’a ve H a re zm ’e ihraç e ttik le ri han çerlerin sapları yapı­
lır.» der. A yrıca, bu ağaçtan yapılan çanaklara, tab aklara v e vazolara da
halene denirdi. A rapça e s e rle rd e E m evîler devrinden itibaren şâirle rin ve-
yazarların e s e rle rin d e halençten m âm ü! eşyadan b ahsedilir. Kayın ağacı
(h ad en k) gibi, bu ağaçtan oklar, yay s apları, k u n ta riy e le r de im âl ediliyordu.
Kayın ağacı ile, akçaağaçtan aynı eşya yapıldığı için kitaplarda hadenk ve
halenç k e lim e le ri birb irin e k a rış tırılm ış tır.
Bahsedilen hayvanın kergedan olup olm adığında, ibn Fazlân zam anında
yaşayıp yaşam adığında te re d d ü t e d ilm e k te d ir. Z e k î V e lîd î Toğan, bu hayvanın
gerçekten kergedan olduğunu söy le m e k te , bu konuda İbn el-F akîh ’e dayan-
62 ÎBN FAZLAN

güç belâ, kurtulabilirmiş. Aksi takdirde yetişip boynuzuyla onu


atının üzerinden alarak havaya atar, agağıya düşerken tekrar
boynuzuyla vakalarmış. V e adamı öldürlinceye kadar bu hare­
keti tekrarlarmış. Fakat, kativven adamın atma dokunmazmış. _
Oranın halkı bozkırlarda ve ormanlarda bu hayvanı arayıp av­
larlar. Şöyle ki; hayvanın bulunduğu yerdeki apaşlar üzerine
yanlarında zehirli oklar bulunan birkag okçu gık ar. HayvarT
bunların ortasına geldiği zaman ağır bir geiklde yaralaymcaya
ve öldürünceye kadar üzerine ok atarlâr.
Hükümdarın yanında Yemen akîkine benzer bir şevden ma-
mûl üç büyük tepsi gördüm. "Sorduğumda, bunların o havvamn
boynuzundan yapıldığını bildirdi. Oranın halkından biri bana.,
bahsedilen bu hayvanın kerkeden olduğunu söyledi.
îbn Fazlan şöyle der:
Onlar arasmda kırmızı yüzlü (benzi kanlı) hiçbir kimse
görmedim Aksine, çoğu hastalıklı idi. Birçokları karın sancı-
snuİHrı ölüyorlar, Hattâ, bu hastalık, süt gocuklarında dahi var-_
dır. Yanlarında bulunan bir müslüman veva Harezmli biri
ölürse müslümanlarm ölülerini yıkadıkları gibi onu yıkarlar
Sonra, cenazesini önünde bir bayrak bulunan bir arabaya ko-
yup gömecekleri yere götürürler. Oraya varınca cenazeyi ara-
badan alıp yere koyarlar7~BumîH etrafına bıF çizgi çizerler.
Sonra cenâzeyi çizginin dışına alırlar. Bundan sonra, bu çiz­
ginin içinde ölünün kabrini kazıp ona bir lâhid yaparlar ve ce-
nâzesini gömerler. Kendi ölülerini de aynı şekilde gömerler. ıos

m aktad ır. K ovalevsky ise, bu hayvanın ta rih î d e v irle rd e yaşam ad ığını, Ebû
H âm id el-E ndelüsî’ye dayanarak bu hayvanın olduğu söylenen boynuzun ta rih
öncesi d e v irlerd e yaşam ış olan m am utun fo s ille ri olabileceğini sö y le m e k te ­
d ir. K endisinden k e m e r, ta ra k , ta b a k ve ç e ş itli eşya yapılan bu m addeye
«hutûvv» den ir. M o rze v î, hutüvvden im âl edilen eşyanın Ç in 'd e, H ind'de ve
Türk ü lkelerin d e yapıldığın ı k a y d e tm e k te d ir.

105 Ö lüyü göm m e : B ulgarlar m üslüm an olduktan sonra ölü le rin i bu şe­
kilde g öm m eye başlam ışlard ır. P u tp erest B ulgarlar ise ö lü le rin i oturm uş
olarak göm üyorlardı.
SEYAHATNAMESİ 63

Ölünün arkasından kadınlar değil, aksine erkekler ağlar.


Şöyle ki; bir adam öldüğü gün erkekler gelip ölenin kubbeli
çadırının kapısında dururlar. En çirkin, en vahşî bir şekilde
bağırarak ağlamaya başlarlar. Bu ağlayanlar hür adamlardır.
Onların ağlaması bittikten sonra, ellerinde deriden örülmüş kır­
baçlar bulunduğu halde köleler gelirler. Devamlı surette ağ­
layıp^ ellerindeki deriden örme kırbaçlarla yanlarına ve çıplak
yerlerine vururlar. O kadar ki, kırbaçla vurulan yerlerde mor
izler kalır. (209bj Ayrıca, ölenin çadırının kapısı üzerine mu-
hakkak bir bayrak dikmek gerekir. Bundan sonra, ölenin si­
lâhlarını getirip kabrinin etrafma koyarlar. İki sene müddetle _
m a te m devam e d e r ...

İki sene dolunca çadırın kapısı üzerindeki bayrağı indirip


saçlarını keserler THSş~oIûHârT7 Ölünün akrabaları bir davet
hazırlarlar. Bu ziyafetle matemden çıktıkları anlaşılır. Ölenin
dul kalan kan sı varsa bundan sonra evlenir. Bu şekildeki ce-
nâze merasimleri reislere yapılır. Halk ise ölülerine sâdece bu
merâMmlenîrTjir^smmı yapar.
' Bulgar hükümdarı her sene, ülkesindeki her ev başına,
Hazar hükümdarına bir samur kürk vergi vermek mecburiye­
tindedir.
Hazarlar ülkesinden Bulgar (Sakâlibe) ülkesine bir ticaret
gemisi gelirse,., hükümdar gemiye girip içindeki eşyaları savar.
onda birini (ügr) gümrük vergisi olarak alır.
'Ttuslara. ve diğer milletlere mensup tüccarlar
le getirirlerse, hükümdar her on köleden hirini kendi hissesi
olarak alır.ıo<L

106 G üm rük resm i : B ulgar ü lkesin e gelen bu g e m ile r V olga v e kolla­


rından Bulgar şehrinin kurulduğu yerdeki panayıra g e lirle rd i. H üküm dar bura­
y a gelen yabancı g e m ile rd e k i m allardan istisnasız öşür a lırd ı. K uzeyden
g e le n g e m ile r ekseri köle, sam ur, siyah, tilk i, sincap v e kakum kürkleri,
güneyden g e le n le r ise işlenm iş m ad d eler v e zira î m a h s û lle r g e tirirle rd i. Şu
noktaya da iş â re t e tm e k g e re k ir ki, bu sırada H azarlar ve kuzeylerindeki,
k a v im le r para ye rin e sincap derisi ku llan ırlard ı, ibn Rusteh, «O nlar arasında
64 ÎBN FAZLAN

Bulgar (Sakâlibe) hükümdarının oğlu Hazar hükümdarı-


nın yanında rehindir. Bir gün Hazar hükümdarı, Bulgar (§5?
RSEbe) hükümdarının qn)r güzel bir kızı olduğunu duymuş. Bu­
nun üzerine, kızı istemek iğin adam göndermiş. (Hükümdar bm
nun imkânı olmadığına dâir delillerini söyleyip onun isteğini
reddedince, kız müslüman, kendisi yahudî olmasına rağmen
Hazar hükümdarı kızı zorla almış. Kız onun nikâhı altında iken
ölmüş. Bunun üzerine, hükümdara elçi göndererek başka bir
kızını istemiş. Hükümdar bu haberi duyunca, bu kızı da zorla
almasından korkarak hemen kendisine bağlı olan Eskil.beyi ile
evlendirmiş. Bulgar (Sâkalîbe) hükümdarım Halife’ye (Sul­
tan) mektup yazmaya ve ondan bir kale inşa ettirmesini isle­
meye sevkeden husus da Hazarhükümdarmdan korkusu oT-
muştur.__f
Ibn Fazlân der k i: Bir gün hükümdara «Memleketin geniş,
malların fazla, aldığın vergiler çok. Niçin Halife’den (Sultan)
ehemmiyetsiz miktarda para gönderip bir kale yaptırmasını
istedin?» dedim. Cevap olarak «Halifelerin devletinin bahtı
açık olduğunu, vergüerinin helâlinden alındığını gördüğüm için
bu teşebbüste bulundum. Ben kendi mallarımla altından veya
gümüşten bir kale yaptırmak istesem bir güçlük çekmem. Ha-
life’nin malının uğur getirmesini arzu ettiğim için ondan bu
parayı istedim» dedi.
[ K U Ş L A R ]107

İbn Fazlân şöyle der:


Ticaret için Etil nehri kıvısındaki^panavıra .Cearsıva) t08

b îr sincap derisi iki buçuk dirhem y e rin e g e ç e r. Y u varlak beyaz d irh e m le r


ise İslâm ü lkelerinden gelir.» der.
107 Ruslar hakkında geniş bilgi için sondaki açıklam alara bak.
108 Rusların g e m ile rle tic a re t için g e ld ik le ri bu çarşı Bulgar ş ehrinin
bulunduğu yerdeki panayırdan başka bir y e r de ğ ild ir. Rusya'dan gelen bu
tü c c a rla r u m u m iyetle V a re g le rd i. O n la r tic a re t için bazan kara yoluyla Bağ-
dad'a kadar g e lirle rd i, ibn Rusteh de Rusların gürbüz ve güzel m anzaralı
olduklarını sö yler. M a rc o Polo «O nlar çok g ü zeld ir. H epsi de beyaz vücudiu
SEYAHATNAMESİ 65

gelen Rusları gördüm. Onlardan daha bovlu postlu insanlar


görmemiştim. Her biri birer hurma ağacı gibi yüksek, sarışın
ve gürbüz insanlar. Ne hırka (iç elbisesi) ne de kaftan giyer­
ler. Erkekleri vücutlarının bir kısmını tamaıniyle örten ve el­
lerinden biri dışarıda kalan bir çeşit elbise giyerler.ios H e r ,
(210a) biri yanında bir balta, bir kılıç ve bir bıçak taşır.üo Hiç
bir zaman bunları yanından ayırmaz^ Kılıçlan geniş yüzlü ve
yivli olup, frank kılıçlan cinsindendir. Tırnaklarının ucundan
boyunlanna kadar bütün vücutları ağaç yeşili dövmelerle v e "
diğer şekillerle doludurAü
Kadınlardan her birinin memesi üzerine, kocasının zengin­
liğine ve mevkiine göre, demirden, gümüşten, bakırdan veya al­
tından bir hukka bağlıdır. Her hukkanm içinde bir halka, hal­
kanın içinde memeye Dağlı bir bıçak vardır.112 Ayrıca, boyıın-

v e sarışm olduklarından e rk e k le ri kadınları gibi güzeldir.» der. M e s 'û d î, Leon


D iacre v e P rocoplus'ıın kayıtlarından anlaşıldığına göre, Rus k e lim e siy le
Yunanca'daki rousios (k ırm ız ı, kızı!) k e lim e le ri arasındaki b en zerlikten dolayı
B izanslIlar Rusiara «kırm ızılar» d e rle rd i. B izzat Ruslar da kendi is im le riy le
açık kestan e rengi m anâsına gelen rusyj s ıfa tı arasında bir kelim e oyunu ya­
parlar. M e s ’ûdî ve K azvînî’ye göre, Rusların b ir kısm ı s akallarını tıra ş ed e r­
ler, b ir kısm ı bu rarlar, b ir kısm ı ise ö re rle r.
1G3 Ibn Faziân tara fın d a n Rusların e lb is e le ri hakkında v e rile n m alûm at
ibn Rusteh ve ibn H av k a l’in v e rd ik le ri ile tezad te ş k il e d e r. A nlaşılan önce­
leri ibn F azlân’ın kayd ettiğ i şekild e giyinen R uslar sonradan hırka, kaftan
gibi e lb is e le r giym eye başla m ış la rd ır, ibn R usteh, «O nlar iyi giyinen cesur
kim selerd ir.» der.
110 B alta, kılıç : ibn M is k e v e y h de Rus m u harip lerinin hem k ılıç, hem bal­
ta , te s te re , çekiç ve balyoz ta ş ıd ık la rın ı söyler. Z e k î V e lîd î Togan, Rus ve
Frank kılıçların dan Z D M G , X C , 29 daki b ir m akalesin de ta fs ilâ tlı olarak bah­
s e tm e k te d ir.
111 D övm e : Fîuslar gibi is k itle r de vü cu tların ı baştan aşağı hayvan v e
eşya m o tifle rin in d ö v m e le riy le doldururlardı, is k itle rd e n kalm a m um yalanm ış
ces e d ierd e bu husus açık ola ra k g ö rü lm ekted ir. Bu d ö v m e le r belki de onları
kö tülü klerden koruyacak fe tiş le rin s u re tle rid ir.
112 H ukka : G ö ğ ü sler ü zerine bağlanan bu hukkalar kadınların göğüsleri
form u n d a kalm ası ve fa zla büyüm em esi için ku llan ılırd ı. Z e k î V e lîd î, Vikign-
le r arasın da kullanılan hukkalardan, oval biçim indeki çengel ve bıçaklardan
bahseder.
F. 5
66 ÎBN FAZLAN

larında altın veya gümüşten gerdanlıklar taşırlar. Zira, Kuşlar­


dan hc* adam 10 000 dirheme sahip olunca karısına bir gerdan­
lık yapar. 20 000 dirheme sahip olunca iki gerdanlık yapar.
Aynı şekilde, kazandığı her 10 000 dirhem için bir gerdanlık
ilâve eder.ııs Bazen bir kadının boynunda pek çok gerdanlık
bulunur.
En çok değer verdikleri ziynet eşyası gemüerin üzerinde
satılan seramik eşyanın çamurundan yapılan yeşil ve mavi bon­
cuklardır. Bunun için çok para harcarlar. Erkekleri bu bon­
cukların tanesini birer dirheme satın alıp kanlarına bundan
gerdanlık yaparlar.
^Ruslar, Allah’ın en pis mahlûklarıdır. Büyük ve küçük ab-
destten sonra temizlenmezler.^Ciinüplükten dolayı yıkanmazlar.
Yemek yedikten sonra ellerini yıkamazlar. Âdeta, yolunu şa­
şırmış eşekler gibidirler. Memleketlerinden gelince, büyük bir
nehir olan Etil nehrinde gemilerini demirlerler. Ve nehrin kı­
yısına ahşap büyük evler yaparlar. Her evde onar, yirmişer ki-

113 D irhem : R ııslar tarafın d an kullanılan d irh e m le r İslâm ü lkelerinden


gelen p aralardı. B ulgarlar gibi onlar da para ve rin e sincap ve sam ur derisi
ku llan ırlard ı. Bu d erilerd en bir kısm ı e k s ilirs e para ye rin e geçm ezdi. Bu
p aralar taşın m ıy o r, fa k a t yabancı tü c c a rla rla m al k arşılığ ı d e ğ iş tiriliy o rd u .
D e rile rin Volga B ulvarlarında para y e rin e kullanıldığım İbn R usteh, Islâvlard a
para ye rin e kullanıldığın ı ise Ebû H âm id el-E nde!iisî zik re d e r. M a rc o Polo,
R usların küçük paralarının sam ur kürklerin in baş kısm ı olduğunu kaydeder.
N izam î'ye göre, İsken d er Rusları y e n d ik te n sonra, onların para y e rin e sin­
cap d e rile ri kullanm alarına h ayret e tm iş tir. Emîn el-R âzî’ye göre, Rusların
a ğ ırlık v e ölçü b irim le ri yoktur. M e s ’Cıdî, Rusların O ğuzlar gibi hiç bir dirıî
kâid eye riâyet etm e d ik le rin i, yani şam anist olduklarını söyler.

İbn R usteh’e göre, eski R uslar z ira a t ve sanatla m eşgul o lm azlar, geçim ­
lerin i savaş, tic a re t ve İslavlardan k açırd ıkları k öleleri satm akla ve kürkleri
k ıy m e tli hayvanlan avlam akla te m in e d e rle rd i. İbn H urdâdbih «Rus tü c c a r­
ları g e m ile rle İslâm ü lk e le rin e k ıy m e tli k ü rk le r v e k ılıç la r g e tirirle r. Bunlar­
dan b ir kısm ı A k d e n iz’e g e ç e rle r. Bir kısm ı Volga v e H azar denizi yoluyla
C ü rc a n ’a kadar g e lirle r. Bazan C ü rc a n ’dan m alların ı d e v e le re yü kleyip Bağ-
dad'a g eld ikleri olur.» der. Burada bahsedilen R uslar da denizci bir kavim
olan V ik in g le r o lm alıdır.
SEYAHATNAMESİ 67

si, daha az veya daha çok gruplar halinde toplanırlar. Her bi-
rinin üzerine oturduğu bir divanı vardır. Satmak için getirdik­
leri güzel carivelerle bunlar üzerine otururlar. Baz an, içlerin­
den biri arkadaşının gözü önünde cariyesiyle cinsî münasebet­
te bulunur. Çok defa, bir~ğrup birbirlerinin yanında câriyele-
rjyle cinsî münâsebette bulunurlar. Bazan, içlerinden birinden
câriye satın almak için yabancı bir tacir onların yanına girer.
Q adamı_ eârıypsiylp. cinsî münâsebet yaparken bulur. Fakat,
adam gelene aldırış etmeden işine devam eder. Ancak, iğini
bitirdikten sonra câriyenin üzerinden kalkar. 1
Her gün bir defa yüzlerini ve başlarını en pis ve en fena
su ile yıkamaları âdettir. Şöyle ki, her sabah bir câriye (kız)
büyük bir kap içinde su getirir. Bunu efendisinin önüne kovam.
Efendisi bu kabın içindejülni, yüzünü, başını yıkar ve saçlarını
târarr Söhrârsüya sümüğünü ve tükürüğünü atar. Hülâsa, su­
yun İçine" atmadığı pislik kalmaz. ( 2 1 Qb)_ tgini bitirince câriye
sîTkabını alıp onun yamndakine götürür. Bu adam da arkadaşı
gibi yapar. Câriye bu şekilde kabı birinin önünden alıp diğeri­
nin önüne götürür. Evdeki herkesin önünde dolaştırır. Bunlar-’
dan herbiri kabın içinde elini, yüzünü, saçlarını yıkar, içine
sümkürür ve tükürür.
Gemileri bahsedilen iskeleye gelince herbiri elinde bir mik­
tar ekmek, et, soğan, süt ve nebîz (şarap)” * ile gemiden ka­
raya çıkar. Sonra, insan yüzüne benzeyen kocaman yüzü olan,
etrafında küçük suretler ve bu sûretlerin arkasında uzun kü-

114 Ekm ek, et, süt, soğan, ve nebîz : Burada Bulgar şehrinin bulunduğu
y e rd e k i çarşıda huşlara â if bir ş am anist m âbedinden b ah s e d ilm e k te d ir. C ahi-
îiy e D evri araplarının p utlarının bulundukları y e rle re benzeyen bu m evkidekl
p u tlara onların saçı v e rd ik le ri görülüyor. Daha önce de b a h s e ttiğ im iz gibi,
m ezarlara ve putlara saçı yapılan bu y iy e c e k le r çok kıy m e tli sayılan eşyadan
veya bir kavm in kendi e ld e e ttiğ i m ahsûllerden olurdu. Ibn Fazlan zam anın­
da şam an ist olan R uslar aynı asrın sonlarınd a (375 hicri yılından sonra)
B izan slIların te s iriy le h ıris tiy a n lığ ı kabul e tm iş le rd ir.
N ebîz : Burada, buğdaydan yapılan ve «m erz» denilen içkiden bahse­
d ilm e k te d ir.
68 İBN FAZLAN

tükler bulunan, yere dikili uzun bir kütüğün önüne gelir. Bu


büyük suretin önünde secde eder. Sonra, «Ey rabbim! Ben uzak
bir ülkeden geldim. Yanımda şu kadar baş câriye, şu kadar
adet samur kürkü var.» der. Getirdiği bütün ticâret mallarını
saydıktan sonra, «Sana hediye getirdim.» deyip yanındaki he­
diyeleri (yiyecekleri) bu suretin önüne koyar. «Senden düeğim,
istediğim fiyata benden bu mallan alacak, söylediğime itiraz
etmeyecek, altın ve gümüş parası bol bir tüccar nasîb etmen­
dir.» der. Sonra, çekip gider.
Eğer malını satması güçleşir ve ikâmeti uzarsa ikinci bir
hediye, yine olmazsa üçüncü bir hediye getirir. Bu sefer de
satamazsa, küçük suretlerden her birine bir hediye takdim eder,
onlardan şefâat dilenir. «Bunlar, rabbimin karıları, kızlan ve
oğullandır.» der. Her suretin önüne gelip ondan şefâat diler
ve ona yalvanr. Bazen bu halde malını satmak imkânı çıkar.
Ve satar. «Rabbim isteğimi yerine getirdi. Onu mükâfatlandır­
mam lâzım.» der. Bir miktar koyun ve öküz kurban eder. Et­
lerinin bir kısmını sadaka olarak dağıttıktan sonra geri kala­
nını götürüp büyük kütükle etrafındaki küçük kütüklerin ön­
lerine atar, öküzlerin ve koyunlarm başlarım, yere dikilmiş
olan bu kütükler üzerine asar.ns Gece olunca köpekler gelip
^BîLfitlerin hepsini yerler. Bunun üzerlne~ kurbanları takdim
eden şahıs «Rabbim benden razı oldu. Hediyemi yedi.» der.
İçlerinden biri hastalanınca, onun için, oturdukları yerden
uzakta bir çadır kurarlar. Hastayı bu çadırın içine atarlar.
Yanma biraz ekmek ile su verirler. Ona yaklaşmazlar ve onun­
la konuşmazlar. Hattâ, hasta olduğu bütün günlerde onunla
ilgilenmezler.us Bilhassa kimsesiz ve köle biri olursa onu ta-

115 Kurban edilen hayvanların d e rile rin in başlarıyla b irlik te k ü tü klere ve


kazıklara asılm a sı, aşağıda bahsedileceği gibi, bir şa m a n ls t âd etin d en başka
bir şey d eğildir. Kurban edilen hayvanların e tle rin in p u tla r ta ra fın d a n y e n ild i­
ği inancı ise H in d is ta n ’da dahi m evcuttu.
116 H astaların te d â v is i konusunda R uslar tarafın d an ta tb ik edilen bu
usûl, O ğuzlardaki ş am anist te d â v i ş e k lin d e n başka b ir şey d e ğ ild ir. Şama-
SEYAHATNAMESİ 69

mamiyle kendi haline bırakırlar. Hasta kendi kendisine iyile­


şip geri dönerse ne âlâ. ( 2 1 1 ») îyileşmeyip ölürse cesedini ya­
karlardı? ölen kimse köle ise cesedini kendi haline bırakırlar.
Köpekler ve yırtıcı kuşlar gelip leşini yerler.
Hırsızlık ve soygun yaparken birini yakalarlarsa, onu uzun
ve kalın bir ağacın yanına getirirler. Boynuna sağlam bir ip bağ­
ladıktan sonra ağaca asarlar. Zamanla, rüzgârlar ve yağmurlar
sebebiyle ip kopuncaya kadar ağaçta asılı kalır.
Bana, Rusların büyükleri öldüğü zaman en basiti ölüvü
y akmaTTolan pek çok merasim yaptıklarını söylerlerdi. Bunu
görmeyi çok arzu ediyordum. Nihâyet. onlardan büvtik bir
adâmm"ol3u^ğımir^gü^dumTölünce onu kabire kovup üzerini
tavanla örttüler. Elbiselerini kesip dikinceye kadar bu şekilde
on gün kaldı.
ölen adam fakirse onun için bir kayık yapıp bunun için­
de yakarlarJJ,8 Zengin ise mallarım toplayıp üç kısma ayırır­
lar. Üçte birini âilesine bırakırlar. Üçte biri ile ona elbise di­
kerler. Kalan üçte biriyle de nebîz (şarap) alıp ölünün câriye-
sinin kendi kendisini öldürdüğü ve efendisiyle yakıldım günde
içerler. Ruslar nebîze (şaraba) çok düşkündürler. Gece gündüz
durmadan içerler. Bazen, aralarından elinde kadeh olduğu hal­
de ölenler olur.H9 ReîsîenndeîTbiri ölünce, onun âilesi câriye-

n is tie re göre h astalıktan aşağıda bahsedilecek. H e rü lle r am am da İse hasta­


la r öldürülürdü.
117 R uslarda ö lülerin yakılm ası m ilâdî X I. asra kadar devam e tm iş tir.
M ilâ tta n sonra ilk bin yıl zarfında Ruslarda ölüleri yakm a v e göm m e âd e tle ri
b e ra b e r yaş a m ış tır. X III. asra â it b ir Farsça m etindo huşlardan bir kısm ının
ö lü le ri ayakta m ezara g öm dükleri b e lirtiliy o r. R uslarda görülen bu göm m e
ş e k ille ri, T ürklerde olduğu gibi, bir şam anist âdetind en başka bir şey de­
ğild ir.
118 Ölü kayıkları ve g em ile ri : Ö lüm den sonraki hayatında ölünün e m rine
kayık veya gem i verm e âd eti Fin, İskandinav ve U ral - A lta y kavim lerinde
g ö rü lm ekted ir. Bu husustan M ıs ır efsânesinde de bahsedilir.
119 Rusların içkiye düşkünlükleri zam anım ızda dahi m eşhurdur. Eski Rus­
lard a yapılan o rtak içki âle m le rin d e n M a rc o Polo da ba h s e tm e kte d ir. Eski
is v e ç lile rd e bu â le m le re m üziğin re fa k a t e ttiğ in e dair pek çok m isal v a rd ır.
70 İBN FAZLAN"

lerine ve kölelerine «Onunla hanginiz ölmek ister?» diye sorar­


lar. İçlerinden biri «Ben.» der. O, bunu söyleyince artık vaz­
geçmesi imkânsızdır. Vazgeçmek istese de bırakmazlar. Çok
defa efendileriyle yakılmayı isteyenler eâriyelerdir.120
Bahsedilen adam ölünce, câriyelerine «Onunla hanginiz
ölmek ister?» diye sordular. İçlerinden biri «Ben.» dedi. Onu
korumak ve nereye giderse yanında bulunmak için iki genç kı­
zı görevlendirdiler. O kadar ki, bu kızlar bazen elleriyle onun
ayaklarını bile yıkıyorlardı.121 Bu arada cenaze merasimi için
hazırlıklar yapılıyor. Bir taraftan ölünün elbiseleri dikiliyordu.
Câriye (kız) ise her gün içiyor, neşeli ve sevinçli bir halde şar­
kı söylüyordu.*•

!bn R usieh ölü yakıldığı zam an, rabbi tarafın d an onun bağışlanm asını kut­
lam ak için eski islâvlarm m üzik â le m le ri y a p tık la rın ı söyler. A tillâ ’nın cenaze
m erasim i sonunda H u n la r da aynı şeyi yap m ışlard ır.
120 K ız kurbanı : E fen d ilerin in v e y a hüküm darların ölüm ü ü zerine, zo rla
veya istekle genç kızların kurban ed ilm esin in b ir çok ö rn e k le ri vard ır. Bu
husustan aşağıda m ufassal olarak b ahsedilecek. Burada bahsedilen genç
kız b ir cariy e veya hür b ir kız o la b ilir. Z irâ A ra p ç a ’da c â riy e ke lim e si hür
genç kızlar için d e kullan ılır. İbn R usteh bu konuda şö y le der :
• Bir adam ölünce onu ve k adınlarını a te ş te y akarlar. A ralarından biri
ölünce bıçakla e lle rin i v e yüzlerini k e s e rle r. Ölünün cesedi yakıldıktan sonra,
e rte s i günü sabahleyin varıp y akıldığı yerden küllerini a lırla r. Bunları b ir
to p rak vazoya (kaba) koyup bir te p e c ik (höyük) üzerinde saklarlar. Ö lüm den
b ir sene sonra 20 küp civarında bal alıp höyüğün yanına g ö tü rü rle r. Ö lü n ü n
ailesi fe rtle ri m ezarın başında toplan ıp balı ve diğer şey le ri yiyip iç e rle r.
Ve sonra çekip g id e rle r. Eğer ölünün üç karısı varsa v e bunlardan biri onu
daha çok sevdiğini iddia ede rs e , m ezarın yanına iki ağaç dilm e s i götürüp
bunları toprağa diker. Sonra üçüncü b ir ağaç parçasını yatay olarak bu iki
d ilm enin başları arasına y e rle ş tirir. Bu ağacın o rtasına bir ip bağlar. İp in
d iğ e r ucunu da boynuna bağlar. Bu sırada b ir sandalyenin üzerinde ayaktadır
Kadın işlerin i b itirin c e altın d aki sandalye alın ır. Boğulup ölünceye kadar bu
şekild e asılı kalır. Ö lü n ce alıp a te ş e a ta rla r ve yakarlar.».
Y in e aynı m ü e llif, R uslarda dul kalan kadının kocasıyla berab er diri diri
m ezara göm üldüğünü söyler. Bu â detin Is k itle rd e , M oğ o llard a yaygın olduğun­
dan aşağıda bahsedilecek.
121 Y akıla c a k n la n -Joza hizm et- -»den—ik j--a e n c kız câ riy e d eğil. ...D e rid e
bahsedileceği gibi, « ö lüm M e le ğ i» adını v e rd ikleri ih tiy a r kadının k ızla rıd ır .
SEYAHATNAMESİ 71.

Nihayet, ölünün ve câriyesinin yakılacağı gün geldi, ölü­


nün içinde yakılacağı geminin bulunduğu nehire gittim. Bir de
ııe göreyim! Gemi nehirden çıkarılmış. Onun için kayın ağacın­
dan ve diğer ağaçîardâ£T'dort' Büyük sütun dikilmiş, bunların
etrafına ağaçtan büyük bir iskeleye benzer bir şey yapılmıştı.
Gemiyi bu sütunların ve iskelenin üzerine çektiler. Sonra, gi­
dip gelmeye, anlamadığım bazı şeyler söylemeye başladılar.
Ölüyü hâlâ kabrinden çıkarmamışlardı. Bundan sonra bir taht
getirip onu kubbeli çadırın içine koydular Üzerine Rum dîbU~
cmdan döşekler ve yastıklar koydular. Bundan sonra «Ölüm
Meleği» dedikleri ihtiyar bir (211b) kadın geldi.122 Bahsedilen
döşekleri ve yastıkları tahtın üzerine serdir Ölü için dikilen"
elblieierihazırlavan. efendileri ile yakılacak câriyeleri öldüren
Ku kadındır. Enerjik, gürbüz, atlet vücutlu ve ciddî yüzlü bir
kadındı....-
Bundan sonra julünün kabrine vardılar. Üzerindeki toprak-
lan ve ağaçları atıp adamı, içinde öldüğü elbise ile çıkardılar.
Ülkenin soğukluğu sebebiyle cesedinin mosmor olduğunu gör­
düm. OnıınM heraber kabrine nebYzT hıeyVe ve bir tanınır koy-~
'muşlardı. Bunlann hepsini de mezarından çıkardılar. Ccsed ha­
lâ kokmamış, renginden başka hiçbir değişikliğe uğramamıştı.
Bundan sonra ölüye şalvar, tozluk Tveya çizme) , mest,
hırka (iç elbisesi) ve dîbâc kaftan giydirdiler. Kaftanın altın-
dalTllugmeleri vardı. Başına samur kürkkiıplı, dîbâctan bir
kalpak geçirdikten sonra cesedi götürüp gemideki kubbeli ça­
dırın içine soktular. Tahtın üzerindeki döşeğin üzerine oturttu­
lar. Yastıklara dayadılar. Nebîz (şarap), meyveve çiçeîTğetfrip*
yanına koydular. Avrica. ekmek, et ve soğan ğetirdiier.123 Bun-~

122 Ö lüm M e le ğ i denen ih tiy a r kadın şüphesiz C erm en ölüm ilâlıesi H el'in
şah ıslan d ırılm ış şeklinden başka birşey değildir.
123 Ö lü y e takdim edilen kurbanlar : Burada ölüye ekm ek, e t v e soğan saçı
yapıldığın dan ve onun için hayvanlar kurban edildiğin den bahsediliyor. Rus-
larda ö lü lere ç e ş itli hayvanlar v e insanlar kurban ediliyordu. Bunlar arasında
sü t çocuklarının, horozların v e köpeklerin kurban e d ilm esi de dikkati çek-
72 ÎBN FAZLAN

Ja n onun önüne attılar. Sonra, bir köpek getirdiler. Onu da


ikiye bölap-gemive-attılar. Daha sonra, ölünün bütün silâhla-

Bunlan terletinceye kadar koşturdular. Sonra, kılıçla kesip et­


lerini gemiye attılar. Daha sonra iki inek getirdiler. Onları da
kılıçla parça parça kestikten-sonra gemiye attılar. Ondan sonra
bir horoz ile bir tavuk getirdiler. Onları da öldürdükten sonra*
gemiyeattila
öldürülecek olan câriye (kız) gidip geliyor, sırasiyle kub-
beli çadırlara giriyor, gadırın~üthibi onurdâ cmsî~münasebette~'
bulunduktan sonra, ona «Efendine^söyle! Bunu, seni sevdiğim
için yaptım.» diyordu.»'» ,
Nihâyet, Cuma günü ikindi vakti olunca câriyeyi kapı çer­
çevesine benzer şekilde imâl ettikleri bir seyin._yn.nin a. getirdi-'
ler.»25 Câriye, ayaklariyle adamlann avuçlarına basarak yuka-
rıdan bu çerçevenin içine eğildi. Bir şeyler söyledi. Sonra onu
yere indirip tekrar avuçlarının üzerine çıkardılar. Birinci de-
fada yaptıklarını tekrarladı. Sonra vine indirip üçüncü defa

m e k te d ir. Leon D ia c re 'a ‘o ö re , F ıs la r D orysto lon m uh areb esin d en sonra. Tuna’-


da süt çocuklarını ve horozları b o zm ak s u re tlv le kurban e tm iş le rd ir. Konstan-
tin Porphvrogenetus'a n fim FVıstar K arad en iz’e doğru sevab,etlerinde h o ıre ta r
kurban e d e rle rd i. Bulgar kıralı Kurum im p a ra to r V. Leon’la m ü zakereleri e s n a ­
sında A ltın K apı'm n önünde köpekler, insanlar, davarlar v e dom uzlar kurban
e tm iş tir.
124 Bu çadırlardaki ad am lar ölünün vakın akrab a la rıd ır. Kurban e d ile c e k
câriye ile ölünün akrab alıkların ın cin sî m ü n a s e b e tte bulunm ası, burada b ir ölü
düğününün bahis konusu olduğunu g ö s te rm e k te d ir. M e 3 'û d î Ruslardaki bu ölü
düğünleri âdetini biliyordu. M oğ o llard a da bunun b ir cok örneğine rastian-
m aktad ır. K ovalevsky'ye göre, burada gurup halinde ev le n m e âdetinin bir
k a lın tıs ı da g ö rü lm ekted ir. A y rıc a burada, y e ğ e n le ri ve vakın akrabaları da
iç in e alan kard eşler çoklu evle n m e s in in bir çeşidinin olduğu da düşün ülebilir.
125 Kapı çerçeve s in e b enzer şey kurban e d ile c e k câriven in gideceği öbür
dünyanın kapısının senbolü olm a lı. Kızın söylediği sözler, onun ölüm den
sonra gideceğini tahayyül e ttiğ i âlem i ge rç e k te n gördüğünü zannettiğin i ifâde
e d iy o rla r. Y aşad ığı m uhit, sarhoşluk ve daha önce duyduğu h ik â y e le r onu bu
hayali görm eye h azırla m ış tır. Bu ç e rç e v e fik ri öbür dünyaya bakılan sih irli
pen cere fik riy le de alâkalı olm alıd ır.
SEYAHATNAMESİ

avuçlarının üzerine çıkardılar. Yine aynı şeyleri yaptı. Bun-


dan sonra, ona bir tavuk verdiler. Tavuğun basını kesip attı.
Adamlar tavuğu onun elinden alıp geminin içine attılar.
""Tercümana câriyenin ne yaptığını sordum. Cevaben «Bi­
rinci defa kaldırdıklarında, «İşte, anamı ve babamı görüyo-
rum.» dedi. İkinci defasında, «İşte, ölmüş olan bütün akraba­
larımın Oturduklarım görüyorum . »126 dedi. Ucüncü defasmdşı..
«İşte^ efendimi Cennet’te otururken görüyorum. Cennet yeşil­
likler içinde, güzel bir ver. 127 Efendimin yanında adamlar ve
erkek hizmetçiler var. Beni vanma çağırıyor. 1212a) Beni onun
yanma götürün.» divor» dedi. J
Bundan sonra, câriyeyi gemiye doğru götürdüler. Kolla­
rındaki iki bileziği çıkarıp kendisini öldürecek olan Ölüm Me-
Teği’ne verdi. Ayaklarındaki iki halhali da çıkarıp kendisine
hizmet eden iki kıza verdi. Bu iki kız ölüm Meleği dive tanı-
nan kadının kızlarıdır. Sonra^câriyeyi gemiye çıkardılar. Fa­
kat, kubbeli çadıra sokmadılar. Bu sırada, ellerinde sopalar~ve,
kalkanlar bulunan bazı adamlar gelip câriyeye bir kadeh ncbîz
(şara,p)' sündülar. Bunu eline alarak şarkı söyledikten sonra
içti. Tercüman bana, «Bununla arkadaşlarına vedâ ediyor.»*28
dedi. ^onrâ7~onar~‘5îf~~£âdeh daha verdiler. Kadidi i eline aldı.
Bu s'eFerirşarkıvf'lIzâtti. thtiyârkadın (ölüm Meleği 1 on11 k a -^
dehteki içkiyi içmeye ve efendisinin bulunduğu kubbeli çadıra
girmeye teşvik ediyordu. Câriyerün7~kendînden geçmiş, şaşkın

126 «İşte, ölm üş olan bütün a k ra b a la rım ...» ifadesi burada özel bir mânâ
taşım aktad ır. K ovalevsky’ye göre, genç kız efendisinin akrabalarıyla cinsî
m ünasebet yapm akla gerç e k te n efendisinin m eşru karısı olm uştur. Böyiece,
h ür b ir kadına e ş it olm aktadır.
127 «C en n et y e ş illik le r içinde, güzel bir yer,» : C e n n e tin yeşil b ir y e r
•şeklinde tasviri um um î bir te lâ k k id ir.
, 128 K ızın arkadaşlarına veda etm e s i evle n m e y e de, ölm eye de uygun
d ü şer. Y en i kocasıyla evlen d iğ i için arkadaşlarından ayrılıyo r. Ve başka bit
m u h ite gidiyor. Emîn el-R âzı, burada «Kocasının konm uş olduğu ç a d ırın ...»
ifa d e s in i ku llanm aktad ır. Bu ifad e öiü düğününden bahsedildiğini açıkça
■gösteriyor.
I

74 İBN FAZLAN

bir vaziyette olduğunu gördüm. Çadıra girmek istedi. Başını


çadırla gemi arasına soktu. İhtiyar kadın hemen başından tu­
tarak onu çadıra soktu. Kendisi de~câriyeyle beraber işeri gir-

Bunun üzerine, cârivenin bağırmaları duyulup da diğer


câri veler korkmasınlar ve bundan sonra efendileriyle ölmekten
çekinmesinler diye adamlar ellerindeki sopalarla kalkanlara
vurmaya başladılar. 12ü Sonra, çadıra altTadim girdi. Hepsi de-
câriye ile cinsî münasebet yaptıktan sonra onu efendisinin ya-
nına yatırdılar. Bunlardan ikisi câriyenin bacaklarını, ikisi kol-
larım tuttu, öhım Meleği denen ihtiyar kadın, uçları iki ayrı
yöne gelmek üzere câriyenin.. boynuna b irlet geçirdi. Bu uçla­
rı çekmeleri için, kalan iki adama verdi. Sonra, geniş yüzlü;
bir hançer aldı. Bunu câriyenin kaburga kemikleri arasına so­
kup çıkarmaya başladı. \Bir taraftan da adamlar ipin uçlarını
çekerek onu boğuyorlardı. Nihâyet câriye öldü. ?
Sonra, ölünün en yakın erkek akrabası^ gelip eline bir
odun aldı. Bunu ateşle tutuşturdu. Sonra g erisin geri gemiye
doğru yürüdü. Sırtı gemiye, yüzü insanlara dönüktü. Bir eliy-
îe yanan odunu tutuyor, diğer eliyle de çıplak olduğu irin dü-
bürünii kapatıyordu. Nihâyet, öldürülen câriye efendisinin ya­
nına konduktan sonra geminin altında hazırlanan odunları tu­
tuşturdu. Daha sonra, insanlar, ellerinde uçları tutuşturulmuş
birer sopa olduğu halde, odun ve kütük getirip geminin altına
atmaya başladüar. Önce odunlar, sonra gemi, daha sonra kub­
beli ^çaduy^dam_ye^âriye, herşey tutuşup yanmaya başladı.
Arkasından şiddetli bir rüzgâr esince ateş alevlendi ve iyice tu-
tuştu. Yanımda, Ruşlardan bir adam .vardı. (212h) Beraberjm-

120 K alkanlara v urulm asının s e b e b i; c a n lıla r e tra fın d a dolaşm aya g e le c e k


ölünün ruhunu kovm ak, daha doğrusu ev le n m e icrâ edile c e k ve ölünün huzu­
runda yapılacak ç iftle ş m e m erasim in i k a rıştırm aya g e le b ile c e k olan bütür»;
ruhları korkutm ak içindir,
130 Burada ölünün en yakın erk e k akrabası diye zikredilen kim se, şüphe­
siz, cariyeyle m ü n âseb ette bulunan akrabalardan biridir.
SEYAHATNAMESİ 75

deki tercümana bir şeyler söylediğini işittim. Tercümana, ne


dediğini sordum. Tercüman «Siz Araplar ahmaksınız diyor.»
'dedr'^NiçiîTT.r dedim. Rus, «Siz, en çok sevdiğiniz ve en fazla
değer verdiğiniz bir adamı alıp toprağa atıyorsunuz. Onu top­
rak, haşerat ve kurtlar yiyor. Biz ise, böyle bir kimseyi bir
anda yakıyoruz. Hemen anmda Cermet’e giriyor.» dedi. fSonra.
kahkaha ile gülmeye başladı. Niçin güldüğünü sordum. Ceva­
ben «Rabbı onu çok sevdiğinden, ânında yanma almak için rüz­
gâr gönderdi.»131 dedi. Hakikaten bir saat geçmeden gemi.
odunlar, câriye ve efendisi. hepsi kül ve toz oldular, l
Bundan sonra, nehirden çıkardıkları geminin yerine topar­
lak tepeye benzer birşey yaptılar. Ortasına kayın ağacından bü­
yük bir direk dikip üzerine ölen adamın ve Rus hükümdarının,
adlarını yazdıktan sonra çekip gittiler. 1
Ibn Fazlân şöyle der:
Rus hükümdarının âdetlerinden biri kahraman ve itimad
ettiği adamlarından dört yiiz kişiyi sarayında bulundurmaktır.
Bunlar..onunla birlikte ölmekten, uğrunda canlarım fedâ etmek­
ten çekinmezler. H er birinin hizmetini gören, başını yıkayan,
yiyeceğini ve içeceğini hazırlayan bir câri yeni, ayrıca einsîih-
tfyacmı tatmin eden başka bir cârivesi vardır. Jlıı dört yüz ki­
lli hükümdarın tahtının altında otururlar. Tahtı kocaman olup
gâyet değerli mücevherlerle süslüdür. Tahtın üzerinde, hüküm­
darla beraber odalığı olan, kırk câriye oturur. Hükümdar ba­
zen, bunlardan biriyle tahtının üzerinde, bahsedilen adamian-
'rniThuzûrunda cinsî münasebette bulunur. Tabiî ihtiyacmı g ö l;
mek isterse, bir leğen getirirler.mnundeine vapur. Atma bin-
mekJaterse, atı tahtın yanma getirilir, ona tahtının üzerinden.
.JîUlfiiml Hayvandan inmek isterse hayvanı tahtın yanma çe­
kilir. Onun üzerinden tahtın üzerine iner. Hükümdarın, ordu-

131 Eski T ürklerde, kuzey Ç e m e n le rin d e ve H intlûlarda da yakılan ölü­


nün C e n n e t’e kabulünün alâm eti »şiddetli rüzgârın ateşi tu tu ştu rm ası ve y akı­
lan odunların dum anının çok yükselm esidir.
76 ÎBN FAZLAN
SEziz:-' . ' ■ ? f i ..y-v.Ir'r-.r' — .'-Zrrr. -~rES r —1— — ::-rrrrzr:r.4-—

yu idare eden, düşmanlariyle muharebe eden ve devlet işle­


rinde kendisine vekâlet eden bir halifesi (vekili) vardır. 132
[ H A Z A R L A R ]133

Hazarların hükümdarına Hâkân denir. Gezinti için an­


cak dört ayda bir dışarı çık ar. 134 Buna Büyük Hâkân, veki­
line ise H âkân Beli derler.135 Orduyu kumanda ve sevkeden,
memleketin işlerini yürüten, halk arasına çıkan ve harbe giden
Hâkân Beh’dir. Etraftaki hükümdarlar bağlılıklarım ona ar-
zederler. (*) Her gün mütevâzî, sakin ve mahcup, yalın ayak
bir vaziyette, elinde bir sopa olduğu halde Büyük Hâkân’ın
huzuruna çıkar. îçeri girip selâm verince önünde bu sopayı ya­
kar. Bunu yaktıktan sonra Hâkân’ın sağma tahtın üzerine otu-

{ * ) Meşhed nüshası burada sona erm ektedir. Eseri neşreden-


ler bundan sonraki kısm ı Y âkû t’un H azar maddesinden
alm ışlardır.

132 Rus hüküm darı hakkında burada s ö ylen en ler M e rv e z î’nin eski O ğuzların
hâkân! Tokuz-oğuz-hâkân hakkında v e rd iğ i b ilg ile re çok b e n ze m ek te d ir. A n la ­
şılan burada bahsedilen hüküm dar Rus hakanıdır. B uslarda d e v le t işlerin i
asıl idare eden bu hâkânın v e k iliy d i. R ıırada bahsedilen 400 k işilik m uhafız
b irliğ i Tokuz-oğuz hâkârı’ın m uhafız b irliğini ve V nreg lerin dı-ujinasın! düşün­
dürüyor. Rus kiralın ın g evşekliği hakkında v e rile n b ilg ile r de Rus hâkânına
a it o lm alıd ır. Rus hâkânının h alifesi hakkında v e rile n m alû m at da H azarlar­
d a k i H âkânbek hakkında v e rile n b ilg ile re çok b en zem ekted ir.
133 H azarlar hakkında ta fs ilâ tlı bilgi için sondaki açıklam alara bak.
134 Burada H azar hâkânı hakkında v e rile n b ilg ile r bazı coğrafya kitapla­
rın d a U ygur hâkânı ve eski O ğuzların hâkânına d a ir v e rile n b ilg ile re çok
b en zem ekted ir. O n la r da, ancak, dö rt ayda b ir halk içine çık a rla rd ı. H azar
hakanını gören Türklerin v e kom şu m ille tle rin onunla ha rb e tm e m e s i Türklerde
hâkânın gök m e n ş e ’li o lm asıyla izah e d ile b ilir.
135 H âkân-B ek ve y a îşâ hakkında geniş bilgi için sondaki açıklam alara
bak.
136 Kündür H âkân : B ir ünvan olan bu k elim enin M a c a r k iralın ın unvanı
e la n Kündü veya Künde ile aynı kelim e olm ası m uh te m e ld ir, ishak b. Kündâ-
c ik ’in babasının adı (v e y a unvanı) bu kelim e n in küçültm e sığ asıd ır. Zajackovv-
ski bu kelim enin hâkim (k a d ı) m anâsına geldiğini söyler.
SEYAHATNAMESİ 77

rur. Hâkân Beh’e de Kündür Hâkâni36 denen biri vekâlet eder.


Kündür Hakan’a ise Câvşîgiri37 denen bir adam vekâlet eder.
Büyük Hâkân’ın âdeti halk için meclis tertip etmemek, on­
larla konuşmamaktır. Bahsettiğimiz kimselerden başkası onun
huzûruna giremez. Anlaşmalar ve tâyinler yapmak, cezalar ver­
mek, memleketin idâresiyle meşgul olmak Hâkân Beh’in vazi­
fesidir.
Âdet olduğu üzere Büyük Hâkân ölünce onun için, içinde
yirmi oda bulunan büyük bir saray yapılır. Odalardan her bi­
rinde onun için bir mezar kazılır. Bundan sonra taşlar sürme
tozu haline getirilinceye kadar kırılır. Kabrinin içi bununla dö­
şenir. Bunun üzerine de sönmemiş kireç atılır. Evin altından
akan büyük bir nehir vardır.i3B Nehri bu kabirin üzerinden ge­
çecek şekilde düzenlerler. Böylece «Şeytan, insan, kurt ve ha-
şerât ona dokunanlasın» derler.
Hâkân gömüldükten sonra, kabirin hangi odada olduğu bi-_
linmesin diye cenâzesini gömen kimselerin boynunu vururlar*.
Onun mezarına «Cennet» derler. Mezarına gömülünce «Cen­
netle girdi.» derler. Ayrıca, bütün odalar altınla, karışık dokun-
muş dîbâc ile döşenir. ~~
Hazar Hâkân’ının âdetlerinden biri de sarayında dâima
yirmi beş tâne kadm bulundurmaktır. Bunların her biri, kom-
şü^Tükeler hükümdarlarından birinin kızıdır. Kimini rıza ile, ki- _
mini zoria îü m ış t^ olarak gâvet güzel altmış
carıyesi vardır. Hür ve câriye olan bu kadınlardan her hirin in .
ayrı bir köşkü, sâc ağaciyle kaplı kubbeli bir cadın vardırH Ier

137 C âvşîg îr : Bu unvan hakkında ta tm in edici bilgi v e rilm e m iş tir. Farsça


bit k e lim e elan «çâşnigîr» ve y a Türkçe «çavuş» ile Farsça «gîr» kelim esinden
m ürekkeb bir k elim e o labilir.
138 Burada H azar hakanının yatağına göm üldüğü söylenen n eh ir Etti
(V o lg a) n ehridir. V izig o t kıralı A la rik 'in v e A tillâ 'n ın m ezarları da nehir yatak­
larında inşâ e d ilm işti. O ğuzların bir kısm ının ö lülerini C eyhun nehrine göm ­
d ü klerini ise el-B irûnî haber v e rm e k te d ir. H azar hâkânının m ezarını inşâ
ed e n le r ve onu g ö m en ler öldürüldüğü gibi, A tillâ ve A la rik 'in m ezarların ı inşâ
e d en ler ve onları g ö m e n le r de ö ld ürülm üşlerdir.
78 İBN FAZLAN

âdî çadır vardır. Bunlardan


her câriyenin muhafızlığını yapan bir hadım bulunur.
Hâkân bu câriyelerden biri ile cinsî münâsebette bulunmak is-
terse, onun muhafızlığını yapan lıâdnnT haber gönderir, _Göz
açıp kapayıncaya kadar hadım, câriyeyi Hâkân’ın döşeğine ge­
tirir. Kubbeli çadırının kapısı önünde bekler. Hâkân işini bi­
tirince, câriyenin elinden tutup hemen acele olarak kubbeli ça­
dırına götürür.
Büyük Hâkân atına binip maiyyeti ile bir yere hareket
ederse, diğer askerler de hayvanlarına binip onunla birlikte
hareket ederler. Yürüyüşü esnasında, onunla birlikleri arasında
bir millik mesafe bulunur. Tabaâsından onu gören herkes he-
men öpünde secdeye kapanır. O geçinceye kadar secdeden ba­
şını kaldırmaz^.
Hakanların hükümdarlık müddeti en fazla kırk senedir.
Hükümdarlığı, bu müddeti bir gün dahi aşarsa tabaası v£_ma-
iyyeti orm öldürürler. «Bu bunadı ve beyni sulandı.» _xlerlerJ39
Hâkân bir yere asker g önderirse, bu askerler herhangi bir
şekilde ve h i ç b i r sebeple muharebeden kaçmazlar. Mağlûp olur­
larsa, dönenlerin .hepsi öldürülürler..-Qnun kumandanları ve ve­
kili (Hâkân Beh) mağlûp olup geri dönerlerse, onları, kadınla­
rını ve çocuklarını huzuruna getirtir. Onların gözleri önünde ka­
dınlarını ve çocuklarını başkalarına hibe eder. Aynı şekilde.
hayvanlarını, silâhlarım ve eylerini de başkalarına verir_.Bazen,
onları ikişer narcava bölerek cesedlerini çarmıha gerer. Bazen

139 H azar hakanının teb aası ta ra fın d a n öld ü rü lm esiyle ilgili kısım da Emin
« l-R â zî şöyle der :
«H azar ülkesi dahi Türk ü lkelerin d en birid ir. Burada o turanlar son de re ­
ce güzel ve sevim li k im s e lerd ir. H üküm darlarının hâkim iyeti kırk yılı aşarsa
onu azled erler. D in le ri ise, gündüze, g eceye, rüzgâra, toprağa, göğe, ve t e r
şeye bir ulû h iyet a tfe tm e k te n ib a re ttir. Fakat göğün ta n rıs ı d iğ er tanrılardan
daha büyüktür.» Bu parça e s e rin m ü e llifi ta ra fın d a n eski kitaplardan alınm ış
o lm alıd ır. Burada p u tp e re s t H azarların din leri hakkında v e rile n bilgi İbn
Fazlan tarafın d an B aşgırtların dinine dair v e rile n bilgiye b e n ze m ek te d ir. V e
$am an izm d ir.
SEYAHATNAMESİ 79

de, boyunlarından ağaca astırır. Nadiren affederek onları se-


vis yapar. no
Hazar Hâkâm’mn Etil nehrinin iki tarafında kurulu büyük
bir şehri vardır. Nehrin bir tarafında müslümanlar, diğer ta­
rafında Hâkân ve taraftarları oturur.m Müslümanların başın­
da Tîakân’m vazifelilerinden Hazz^z adını taşıyan bir müslü-
rnan vardır. Hazar ülkesinde oturan ve ticâret için buraya ge­
lip giden müslümanların hukukî işleri bu müslüman vazifeliye
havale edilmiştir. Ondan başkası Müslümanların işlerine baka-
maz ve ar alarmdaki anlaşmazlıklarda hüküm veremez.
Bu şehirde, Müslümanların namaz kıldıkları.-ve..CuTna gün-
leri toplandıkları bir camileri vardır. 1 43 Bu caminin yüksek bir
minaresi, birkaç müezzini bulunur. Hazar Hakanı hicrî gm

140 H azar hâkânının siyasî ik tid a riy le ilgili olarak Z e k i V elid i Togan şöyle
der :

«H akiki iktidardan tam am lylo m ahrum olan bu hâkân aynı zam anda tam a-
m iy le gerçek bir iktidara sahiptir. Bu da m utlak b ir hâkim in ik tid a rıd ır. Onun
k ıra liığ ı, şam ânî göçebe k ab ilelerd e olduğu gibi, m ukaddes bir karaktere
sahiptir. Bu kab ilelerd e kıral ta m a m iy le halktan a y rılm ış tır. Onun k a ra rla n ,
ilâhı m en şe’li b ir hüküm dar olduğu için, itirazsız ve m utlak bir ita a tle kabul
e d ilir. Bu h ususiyet Türk - M oğol kavim ierinin ta b ia tın d a m evcuttur.»

141 Etil şehri hakkında geniş bilgi için sondaki açıklam alara bak.

142 Hazz : Bu kelim en in e tim o lo jik izahı y a p ılm a m ış tır. Fakat, Etil şeh­
rin d eki M üslü m an ların hukukî işlerin e bakan b ir m üslüm an kadıdan bahse­
dildiği aşikârd ır. Bu husus ibn Fazlan zam anında Etil şehrindeki m üslüm an-
ların hukuken ayrı bir statükoya tâbi olduklarını g ö s te rm e k te d ir. Is ta h rî ve
İbrı H avkal zam anında is e Etil şehrinde ikisi M iislü m an lara, ikisi Y ah u d ilere,
ikisi H ıristiyan lara ve biri ş a m a n is tle re a it olm ak üzere yedi kadı vardı.
M üslü m an ların siyâsî ve İç tim a î durum u daha da ku v v e tle n m iş ti. A y rıc a , bu
h â k im le rle hâkârı-bey arasında a ra c ılık yapan biri v ardı. Bazı m e s e le le rd e hâ­
k im le r bu aracı v a sıtasıy la HSkân-bey'e danışırlard ı, ih tilâ ftı m ühim konular
için hüküm dar ayrı oturum te rtip ederdi.

143 C âm l : ibn Fazlân zam anında bir tan e olan cam i âdedi M e s udî zam a­
nında otuza yükselm iştir.
80 IBN FAZLAN

(922-923) yılında. Müslümanların Dâr el-Bâbûnec’de1** bir hav-


rayı yıktıklarını duyunca bu caminin minaresinin yıkılmasını
ve~müezzinlerinin öldürülmesini emretti. V e «İslâm ülkelerin­
deki bütün havraların yıktırılmasından korkmasam camiyi de
yıktınrdım» dedi.
«.Hazarlar vp habânlan vaJınrjMir Bnlgarlnr (Rakâlibe) ve
Jbütün komşuları-Hazar-Hâkânı’na tâbidirler. Ona bağlılıklayım
ildirirler., ona itâat. ederler. f

144 D â r el-B âbûnec : Bu yerin de n e re d e olduğu tâ y in e d ile m e m iş tir. Ha­


zarların H ârun el-R eşîd devrinde M u s e v îliğ i kabûl e ttik le rin d e n yu kan d a
b ah sed ilm işti. Ibn Fazlân zam anında H azar ü lkesinde azın lık ta olan M ü s lü -
m aniar Ibn R usteh ve İbn H avkal zam anlarınd a çoğunluk durum una g e ç m iş ti.
E til, S em en d er, H anbalığ ve S arığşen şe h irle rin d e kalab alık m üslüm an ce m a a t­
leri te şekkü l e tm iş ti. M û s jp m a n la r Y a h u d lle re n is b e tle daha kalab a lık tı. Fak a t
bütün bunlara rağm en halk şam anî â d e tle rin i henüz bıra k m a m ış la rd ı.
İkinci Kısım

EBÜ D Ü L E P ’İN

« RİSALE » SİNDEN

Türk Ülkeleriyle
İlgili Kısmın

Tercümesi
EBÜ DÜLEF’ÎN
RİSALESİNDEN

TÜRK ÜLKELERİYLE
İLGİLİ

KISMIN

TERCÜMESİ

(s. 6) Ebû Dülef Mis’ar b. Mühelhil şöyle der:


Bu eserde Türk ülkelerinden, onların çeşitli kabilelerinden.
idarelerinin farklılığından, mâbedlerinden, hükümdarlarının
azametinden, idarecilerinin derecelerinden bahsedilmektedir..
Bunların bilinmesi kişinin görüş ufkunu genişletir. Allah «Yer­
yüzünde dolaşmadılar mı, kendilerinden öncekilerin âkibetleri­
lli görsünler. »145 demekle akıl sahiplerine, ibret alanlara ve. uya­
nık insanlara bu hususta teşvikte bulunmaktadır. *
Hükümdar Nasr b. Ahmed b. İsmail cl-Sâmânî’nin huzûru-
na vardığımda yanında Çin hükümdarı Kâlîıı b. el-Şahîr’ini 46
elçilerini gördüm. Onlar Nasr ile sıhriyet kurmayı arzu ediyor­
lar, ondan kızını istiyorlardı. Nasr kızının kâfir bir hükümdar
ile evlenmesinin dinen, mahzurlu olması sebebiyle onların.-is-

145 K ur'ân IX. 30, X II, 109, X X I, 4 0 ...


146 Bu hüküm darın kim olduğu kesin olarak te s b it e d ile m iy o r. Bunun bir
Ç in İm paratoru olduğu kabul e d ilirs e , 907 - 960 ta rih le ri arasında T ’ang
sülâlesin in y ıkılış ın ı takib ed en beş sü lâleden birin e m ensup olduğu veya
A paoki tarafın d an kurulan H ita i sü lâlesin e m ensup olduğu d üşün ülebilir. Bu
şahısın Ç in im paratoru d eğ il, Ç in 'in ç e ş itli y e rle rin d e hüküm süren tâ b î
hüküm darlardan biri veya b ir e y â le t valisi olduğu da düşün ülebilir.
SEYAHATNAMESİ 83

teklerini kabul etmedi. Elçiler bundan ümitlerini kesince Nasr’-


ın oğullarından biriyle Çin hükümdarının kızının evlenmesini
teklif ettiler. Nasr bunu kabul etti, Çinli elçilerle birlikte Çin
hükümdarına bir elçi heyeti gönderdi. Bunun üzerine, Çin ve
Türk kabilelerini öğrenmek fırsatım ganimet bilerek Allah'ın
yardımına sığındım ve heyetle beraber yola çıktım.
(s. 7) Horasan ve Mâverâünnehr’i geçtikten sonra İslâm ül­
kelerinden vardığımız ilk kabile el-Hargahu? denilen ülkeydi.
Buğday ve arpa yiyerek bu ülkeyi bir ayda katettikten sonra
Tahtalıi48 denilen bir şehre vardık. Orada arpa, darı, çeşitli et­
ler ve sebzeler yedik. Bu ülkede emniyet ve rahatlık içinde yir­
mi gün yürüdük. Bu ülkenin halkı müslüman olduklarından ve
İslâm ülkesine komşu bulunduklarından dolayı el-Hargâh ül­
kesine bağlıydılar. Onlara vergi vermekteydüer. Bunlar müslü­
man olduklarından, çoğu zaman el-Hargâh ülkesi halkıyla itti­
fak ederek, daha doğuda Çin hükümdarına bağlı olan müşrik­
lere karşı gazâ yapıyorlardı.
Sonra, Necâ denilen bir kabilenin ülkesine vardık. Orada
dan,^mercimek, nohut yiyerek vaktimizi geçirdik.149 Necâlar
arasında emniyet içinde bir ay yürüdük. Bunlar müşrik olup
Tahtâh şehri hükümdanna haraç verirler. Buranın halkı hü­
kümdarlarına secde edip öküzü mukaddes tanırlar.ıso Bundan
dolayı onların ülkesinde öküz bulunmaz ve öküz edinmezler.
Onların ülkesinde üzüm, indr ve muşmula çoktur. Orada ateş-

147 Bu kelim e ile K arahanlıların başşehri O rdu-kent (K aşğar) kastedilm iş


o lm alıd ır. Biraz sonra K arahanlılard an Buğraç kabilesi adı ile te k ra r bahsedi­
lecektir.
148 Bu şehri tâyin e tm e k m üm kün olm adı.
149 Bu kabile kaynaklarda g e ç m e m e k te d ir. Bu ism in G e rd îzî'd e Ç in yolu
üzerind e olduğu b ahsedilen Kuca şehri ile ilgisi olup olm adığı düşünülebilir.
A ncak, Ebû D ü le f bu kabilenin öküzü m ukaddes ta n ıd ığ ın ı, orada in cir y e tiş ­
tiğ in i sö y le m e k te d ir. Buna g ö re , kabile halkının hindû olduğu, Ebû Dülef'ir*
b u ra d a b ir k a rışıklık y a ptığı düşün ülebilir.
150 Öküzün m ukaddes bir hayvan kabul ed ilm e s i günüm üzde dahi H indli-
le r arasında m evcuttur.
84 EBÜ DÜLEF

te vanmıvan bir çeşit ağaç vardır. Bu ağaçtan putlar yapmış­


lardır. Hıristiyan yolcular bu ağacın îsa)nm~çarmıha gerildiği
ağacın cinsinden olduğunu söylerler, (s. 8) Bu sebeple, bu ağag-
" f â n yanlarına hâtıra olarak parçalar alırlar.
'•"'"'Bu kabileden sonra Pegeneklerin yanına vardık. Onlar
uzun sakallı ve bıyıklı kimselerdir. Birbirlerine karşı yağma
akmları yaparlar. Sadece dan yerler. Y o f ortasında kadınlarla
çiîîTeşırler. Peçenekİer arasında on iki gün yürüdük. Bize, bun-
"'Tarm ülkesinin kuzeyde Sgkâlibe ’nin fîslâvlarl ülkesine bitişik
olduğunu söylediler. Peçenekİer müstakil olup hiçbir yere ha­
raç vermezlerJ5t—
Onlardan sonra Çiğil kabilesinin ülkesine vardık.152 Bun-
lar sadece arpa, fasulye ve kovun eti yerler. Deve kesmezler.
Ülkelerinde öküz yetiştirmezler ve etini yemezler. So f ve kürk­
ten ~başkir~bîr~jey giymezleK Âralarmda'az miktarda hıristi-
yalT vardır. Çiğiller güzel yüzlüdürler. İçlerinden herhangi bi­
ri kız kardeşi veya diğer bir mahremiyle evlenebilir. .Mecûsf
değillerdir. Fakat evlenme konusundaki âdetleri bövledir. Sü­
heyl, Zühal, İkizler, Büyükayı, Küçükayı ve Oğlak-B u m ı vık
hzlarına taparlar. Çoban Yıldızına «rablarm rabbı - tanrıla­
rın tanrısı» derler. Çiğilleî^^^l^^seIerdTr. l Cötülük yapmak-

ve ele geçirmek isterler. Onların ülkesinde kelkân denilen tat-

151 Ebû D file f P eçen ekleri Ibn Fazlân'ın tam te rs in e zengin ve uzun
sakallı, bıyıklı olarak ta v s if ed er. O nların ülkesi hakkında v erdiği izah doğ­
rudur. P eçen ekİer Çin yoluna çok uzak m ırıtakada o turduklarına göre m ü e lli­
fin onların ülkesinden geçtiği düşün ülem ez. Y alnız, Ç in yolu üzerind e bir
P eçenek gurubunun yaşadığı akla g e le b ilir.
152 Hudûd el-âlem 'd eki haritada Ç iğ ille r K arlukların v e T uhsilerin doğu­
sunda g ö s te rilir. K aşgarî Talaş yakınındaki Ç iğ il ş ehrinde, K aşgar yakınındaki
Ç iğ il köyünde o turanlarla Kuyaş şehri yakın ında yaşayan göçebe Ç iğ ille rd e ti
bahseder. A yrıca , C eyhun ile Y ukarı Ç in arasındaki T ü rk le re O ğuzların Çiği!
adını ve rd ik le rin i söyler. K a rahanlıların ordusunun esasın ı Ç iğ ille r te ş k il e d i­
yordu. M e rv e z î’nin dediği gibi, Ç iğ ille r K arluklarin boylarınd andır. Eski İran
Edebiyatı'nda çiğil güzelleri m eşhurdur.
SEYAHATNAMESİ 85

lı bir nebat vardır.j Bu nebatı etle pişirirler. Orada bczoari ma­


deni (s. 9) ve hayat. el-hp.nek-xlau«n bir çeşit nebat vardır. Kan
ile buğday birasının karışımından yapılmış olan ve cok sarhoş
eden bir çeşit içkileri vardır. Evleri ahşan ve kildendir. Belli
başlı bir hükümdarları yoktur. Emniyet jve bolluk içinde on-
lârın ülkesinde kırk gün yürüdük.,
Çiğillerden sonra Buğran153 kabilesinin ülkesine vardık. Bu
kabile mensuplarının sakalları tıraş edilmiş olup bıyıklan bulu- .
nur. Bunların kudretli hükümdarları vardır. Bu hükümdarların ,
Alevî olduğunu ve Ya.hyâ. b 7.eyd’in154 nflalindea-^^üiğirıL-siöy^
lerler' Önlann yanında tezhipli bir mushaf vardır. Bu mushafın
üzerinde Zeyd « ş için yazılan mersiyelerden bazı beyitler bu-
lûnur. Buğraclar bu mushafa ihâdet ederler Onlara göre, Zeyd,
Araplann hükümdarı, Alî b. Ebi Tâlib ise ilâhıdır. Başlarına
ancak bu Alevinin sülâlesinden gelen birini tâyin ederler. Bu
kabile mensuplan göğe baktıklan zaman ağızlarım açarlar,
gözleri dışarı fırlar. «Arapların hükümdarı oradan iner, ora­
ya çıkar.» derler. Zeyd sülâlesinden gelen hükümdarlar, kendi­
lerine has alâmet olarak, sakallıdırlar. Bu kabilenin burunları
düzgün, gözleri büyüktür. Askerleri kahraman kimselerdir.
Silâh imali ile meşgul olup çok güzel silâh yaparlar. Darı ve
erkek koyun eti yerler. Ülkelerinde öküz ve keçi bulunmaz.

153 Buğraç kab ilesiyle K arahanlılar k a s te d ilm e k te d ir. Ebû D ü le f’in seyahati
A bdülkerim S atu k Bıığra-hân zam anına rastlar. Bu zam anda K arahanlılar müs-
lüm andılar. Fakat, zannedildiği gibi alevi değil sünnî v e h an efî id ile r. Ebû
D ü lef onların1 A li b. Ebî Tâlib neslinden geldiğini söylüyor. A ynı konuya S atuk
Uuğra-hân destanında da te m a s e d ilir. Fakat, bu iddianın g e rç e k le alâkası
yoktur.
154 Y ahyâ b. Z eyd, babasıyla b irlik te E m evilere karşı isyan e tm iş . 122
(740 m .) yılın d a babasının K û fe ’de ş eh id ed ilm esi ü zerine H orasan'a kaçm ış­
tır. O rada E m evilere karşı m üc a d e le le ri esnasında 125 (743 m .)'d e C û zecân ’da
öldürülm üştür.
155 Zeyd b. A li b. el-H üseyn b. A li b. Ebî Tâlib, Ş îa ’nın Z e y d iy y e koli*
nun kurucusudur. E m evilere karşı isyan e tm iş , hicrî 122 (740 m .) yılında
E m evilerin Irak valisi tarafın d a n K û fe ’de öldürülm üştür. Bundan önceki notta
bahsedilen Y ah y â ’nın babası olup m ezhebi bu gün Y e m e n ’de resm i m e zh e p tir.
86 EBÜ DÜLEF

Sadece keçeden yapılan elbise giyerler. Bir ay bu kabile (s. 10)


arasında korkiLve.dehseild^^ olan şey-

Sonra, Tibet’e vardık. Tibetliler arasında kırk gün buğday,


arpa, sebze, et, üzüm ve meyve yiyerek emniyet içinde gittik.
Bunlar her çeşit kumaştan yapümış elbise giyerler. Kamıştan
yapılmış büyük bir şehirleri vardır. Bu şehirde yağlı öküz deri-
.leriyle kaplı bir mâbed vardır. Bu mâbedde kergedan ve öküz
boynuzundan yapılmış putlar bulunur. Burada Müslümanlar, Ya-
hudîler^JEfeistivanlaruBindûlar, Mapiheistlgr ve Mecûsîler otu- J
rurlaXj Tihetlüer Buğraç_Aleyî hükümdarınavergi öderler. Baş­
larına geçecek hükümdarı kur’a ile seçerler. (İçlerindeki müc­
rimleri ve suçluları muhakeme eden özel meclisleri vardır. Na­
mazlarını Kâbe’ye doğru kılarlar.ıss
.Tihet’toa^-Kimâ.k kabilesinin ülkesine vardık.157 Onların ev­
leri hayvan derileriyle kaplıydı. Nohut, sebze, erkek koyun ve
keçi eti yerler. Bu hayvanların dişilerini kesmeyi doğru bulmaz-
lar. Onların iilkesinde t anesinin yansı siyah, yarısı beyaz olan
bir çeşit üzüm vardır. .Onlar arasında yağmuru çeken bir tas

156 Ebû D ü le f’in T ib e t dediği bu y e r M faverâünner - Çin yolu üzerind e b ir


v â d î o lab ilir. Z ira , ç e ş itli d in le r bu yol civarında y a y ılm ış la rd ı. Fakat, bundan
sonraki p arag rafta Kırnaklardan bahsederken T ib e tlile re â it â d e tle rd e n bah­
setm esi m ü e llifin T ib e t’i ta n ım ış olm ası ih tim a lin i a rtırıy o r.

157 D iğ e r m ü e llfle re göre K im a k la r daha kuzeyde yaşam aktaydı. Kim ak-


lar b ir fed erasyo n te ş k il edip yed i kabileye a y rılıy o rla rd ı : İki, İm ak, T atar.
Bayundur, Kıpçak, N ilgaz ve Eclad. M a rq u a rt'a göre, kim ak ke lim e si İld ile
im ak'm kısaltm ası olup fe derasyonun ilk iki k abilesin in adlarının b ile ş im id ir.
K im akların y e rin i kesin olarak tâ y in m üm kün d e ğ ild ir. K aynaklar o n la rın
göçebe olup kışın k ışlaklara, yazın y aylaklara g ittik le rin i v e y e r d e ğ iş tir­
diklerin i b e lirtirle r. A nlaşılan K ırg ızla rın b atısın d ayd ılar. A v fî ise onları K ır­
gızların kuzeyinde g ö s te rir. A n la ş ıla n on lar O b i’den irtiş 'e kadar uzanan
sahada yaşam aktayd ılar. N ite k im , G e rd îzî'y e göre K im aklar irtiş nehrine
tap arlard ı. Bunların re is in e tu tu k den ird i. Y âk û t ise onların Ç in hududunda
yaşadıkların ı b e lirtir. M a rq u a rt, Ebû D ü le f’in K im aklar hakkında yazd ık la rın ın
daha çok T ib e tlile re uygun düştüğünü söyler.
SEYAHATNAMESİ 87

vardır. B u taşla istedikleri zam an y ağm u r- vağdınrlar.ıss K i-


n ıâk lan n iilkesIn3eTl)ir düzlükte altın m adeni vardır. B u m a­
dende parçalar halinde altın bulunur. Onların ülkesinde selle­
r in orta y a çıkardığı parça halinde elm aslar da bulunur, (s . 1 1 )
" " beyince insanı uyu tan v e taneleri yu varlak olan ta tlı bir ne­
b a t vardır. K im âk larm belli başlı hüküm darları ve mabedleri
yoktu r. K endilerine h as bir alfabeleri bulunur. On lar seksen
riren v e bunam ayan suçsuz yaşlılara ibâdet e d e rle r ./
Kim âklar-^ r asm d a otu z bes g ün gittikten sonra, O ğuzla-
rıni59 yanma vardık B u O ğuzların tagitm, ağ a çtan v e kam ıs-
tan insâ - edilm iş yapılara sah ip olan bir şehirleri v ardır.] Bun­
ların, içinde putlar bulunm ayan bir m âbedleri vardır. B ü yük
bir hüküm darları bulunur. H indistan v e Ç in’le ticaret yapar-
lar. Sadece buğday, koyun v e keçi etT yerler. K eten kum aştan
v e y a kürkten mamûl-nlüigeleg---pfiyerlpr S n f giym ezler. Onların
ülkesinde karın sancısına, iyi gelen hevaz bir ta ş vardır.) A y r ı­
ca kılıcın yüzüne sürülünce onu hiçbir şeyi kesm ez hale getiren
bir ta ş da bulunur. O nlar arasında, em niyet ve selâm etle bir.
a y gittik ten sonra T ok uz-O ğuzlarm ülkesine vard ık .11»

158 Y ağ m u r yağ d ırm ak için ku llan ılan bu taş yada ta ş ı o lm a lıd ır. Bu ta ş ­
tan Y âkû t v e K aşgarî de bahseder. Bu taş bu kabileye m ahsus d e ğ il, Şam a-
n is t T ü rk le r arasında yaygındı.
159 Burada bahsedilen O ğu zlar doğu O ğ uzlarıydı. B unlar batı O ğuzlarına
n isb etle daha m ed en î id ile r. Y oksa, Ebû D ü le f burada Tokuz--Oğuzlardan bah­
s e tm iş o lam az. Z ira , hem en peşinde onlardan bahsodocoktlr. N ite k im , Ger-
d îzî’d e «O ğuzlar Ç in lile rin kom şularıdır.» d en ilm e k ted ir.
160 Tokuz - O ğuzlar. O rhun âb id elerin d e bu tâ b ir g ö çm ekted ir. Fakat,
İslâm m ü e llifle ri Tokuz - O ğuzlarla um u m iy e tle Boş - balık U ygurlarını kas­
te d e rle r. E lb ette bu U yg u rla r arasında Tokuz - O ğuzlar v a rd ı. Fakat, hâkim
s ın ıfı U yg u rlar te ş k il e tm e k te y d i. U ygurların ülkesi vo oradaki ç e ş itli din­
le r hakkında İslâm co ğ rafyacıları ep eyce m alû m at v e rirle r. C âhız, ö n celeri
TOkuz - O ğuzların K arlukları y e n e rle rk en , M â n î dinini kabul e tm e le ri üzerine
kahram an lıkların ın söndüğünü, K arluklara m ağlûp olm aya b aşladıklarını be lir­
tir. Ebû D ü le f'in burada Tokuz - O ğ u zlar diye bahsettiği kavm in U yg u rlar
olduğu âşikard ır. U yg u rlar Türk M e d e n iy e ti ta rih in d e m ühim rol oynam ışlar,
ancak M o ğ o lla r devrinde ortadan k a ld ırılm ış la rd ır. O nların M oğ ol kültürü
88 EBÜ DÜLEF

Tokuz-Oğuzlar kesilmiş ve kesilmemiş hayvan etini yerler.


Pamuklu kumaştan ve keçeden mamul elbise giyerler. Belli
başlı mâbedleri yoktur. Onlar ata çok değer verirler, Çok iyi
'aPyiH sÎM ri^-. Onların ülkesinde hurnu kanavan bir kimse
üzerine takıldığı zaman kanın akmasını dindiren bir çeşit tas
vardır. Gök_ kuşağı (.kava-i kıızah 1 göründüğü zaman onlar
genlik yaparlar, İbâdetlerini güneşin battığı tarafa yönelerek
yaparlar. Büyük bir hükümdarları vardır, (s. 12) Bu hükümda­
rın altından bir köşk üzerine kurulmuş olan, yüz kişiyi alabi­
len ve on fersah öteden görünen bir çadırı vardır. Onların bay­
rakları siyahtır. Tokuz-Oğuzlar ininde yirmi gün büyük korku
içinde gittikten sonra Kırgızisı denilen bir kabüenin ülkesine
v a r d ık ^
CEirgızlac dan, pirinç, deve hariç öküz, koyun, keçi v.s.
hayvanların etini yerler. Deve etini yemezler. Mâbedleri ve yazı
yazmak için kullandıktan alfabeleri vardır. Kendüerine has ka-
nunlan ve merasimleri de vardır. Lâmbalann içindeki madde
bitip de kendi kendine sönmeden ışığını söndürmezler. Ih&det
ederken okuduklan manzum duaları ve İlâhileri vardır. Onların
ülkesinde az miktarda misk de bulunur. Senede üç defa bayram
yaparlar. Bayrakları yeşildir. Güneye dönerek, ibâdet ederler.

ü zerind eki etkisi çok k u vvetlid ir. T tirk le r arasında h ayvanlan boğazlam adan,
darbe vu rm ak s u re tiy le kurban etm e n in ve hayvanların e tle rin i bu şekilde
ö ld ü rerek yem en in yaygın olduğundan aşağıda bahsedecek.
161 İlk d efa m. ö. 201 yılın d a Ç in kaynaklarında bahsedilen K ırg ızla r
Y ukarı Y e n is e y ’deki Sayan dağlarının kuzeyinde ya ş ıy o rla rd ı. İslâm kaynak­
larının ve Ç in lile rin ta v s ifle rin e göre K ırg ızla r m avi gözlü, sarı sa ç lı, beyaz
te n lid irle r. Buna göre, tü rk le ş m iş Y en is e y O s tiy a k la rı o lm a lıd ır. 750 yılın da
U yg u rların hâkim iyeti a ltın a g irm iş le r, fa k a t 840 ta isyan e d e re k U ygurları
ve Tokuz - O ğuzları M o ğ o lis ta n ’dan kovm uşlardır. O n la r ta ra fın d a n kurulan
bu yeni d e v le t 917 yılın d a H ita y la r ta ra fın d a n ortadan k a ld ırılm ış tır. Islâm kay­
naklarına göre, K ırgız ülkesi m eskun olm ayan kuzey ü lk e le rin e v e Büyük Ok-
yanus'a kadar uzanıyordu. Batıda b ir dağ onları K im aklardan ayırm a k ta y d ı.
Y âni Tokuz - O ğuzların ku zeyin d eyd iler. K ırg ızla r daha sonra M o ğ o lla rın is tilâ
sın a uğram ışlard ır. Bu gün S .S.C .B . ne bağlı bir K ırgızistan C u m h u riyeti
vardır.
MKYAHATNÂMESI 89

filimi vc Zühre yıldızlarını uğurlu, Merih yıldızım uğursuz sa-


vıı rl; ir. Kırgızların ülkesinde yırticTlıayvanlar çoktur. Orada,
ı ı ■ricri etrafım aydınlatan bir çeşit taş vardır. Lâmba yerine
eliHerî bu taşı kullanırlar. Bu taş başka yerde kullanılamaz. İş­
lerini idare eden, tâbî oldukları hükümdarları vardır. Bu hü­
kümdarın huzûrunda ancak kırk yaşını geçenler oturabilir.
Kımızlar arasında bir ay emniyet ve huzûr içinde gittikten
«nuru Kartukların ülkesine vardık.162 ,

162 K arluklar 745 yılın da G ö k tö rk le ri y ıkm ak için U ygurlara yardım etm iş­
lerd i. H icrî 133 (751 m .) y ılın d a M ü slü m an larla Ç in lile r arasında m eydana
flıılorı Talaş m u harebesin de onları M ü s lü m a n la r ta ra fın d a görüyoruz. O nlar bu
m uharebede M ü slü m an lara ya rd ım e tm e k le İs lâ m iy e t’in O rta A sya'da, hattâ
Ç in'de yayılm asına yardım e tm iş le rd ir. Bunun hem en arkasından onların, 766
yılında Suyâb v e Talas'ı işgâl e ttik le rin i görüyoruz. B iraz önce b e lirttiğ im iz
»eklide C âhız onların uygurlara galip g e lm e le rin e iş a re t e tm e k te d ir. G erd îzî
K orluklarla Y ab g u lu lar (y in e K arluklardan b ir gurup o lm a lı) arasındaki müna-
nobetlere tem as ed er. A v fî onların Tûlis dağında oturd u kların ı, önceleri Tokuz-
O fjıızların tabaası old u kların ı, onlara karşı isyan e d e re k T ü rk is ta n ’ın b ir kıs­
m ını ele g eçird iklerin i b e lirtir v e şöyle devam ed e r. «O nların b n /ıln rı İslâm
diyarına bile geldi. M âv e râ ü n n e h r'd e k i bazı ş e h irle rd e onlar otu ru yo rlard ı. Kar-
lu klar dokuz boydur: üçünü Ç iğ il, üçünü H eski, d iğ e rle rin i ise Bed-
v«, K ivalin v e Tuhsin boylan m eydana g e tirir. K arah an lılar K orluklarla
Ç lğ illerin elinde olan Çû havzasına hücum e tm iş le rd ir. K orlukların bir diğer
yurubu Y ab gulu ların em ri altında Y ukarı T o h a ris ta n ’da C eyhun'un güneyinde
yaşıyo rlardı. X . asırda İs fîc â b 'ta n Issık - g ö l’ün güneyine kadar kİ sahada Kar-
luklara rastlam ak m üm kündü.
Ebû D ü le f burada K arlukları çok doğuda g ö s te rm e k te d ir. Burada Karluk
kadınları hakkında ileri sürülen id diaların onların bazı boylarına has olm ası
m üm kündür. O rta A sya kavim leri hakkında buna benzer İd dialara rastlan-
ıııaktad ır. ibn el-Fakîh Sukub şehri halkı, M a rc o Polo Doğu Türkistan'daki Cu-
ıııul ve Ç in'in Ç ayındı e y â le ti sakin leri için de aynı m a h iy e tte İfa d e le r kulla­
n ırlar. N ite k im , ibn Faziân R uslar hakkında da b enzer İfa d e le r k u llanm ıştır.

K ariuk hüküm darlarına Yabgu de n ilm e k tey d i. T abarî v e d iğ e r İslam kay­


nakları E m eviler zam anında M üslü m an larla O rta A sya vo H orasan'daki hüküm ­
d arlar arasında yapılan savaşlarda K arluk Yabgusu'ndan bah sed erler. Buna
flöre, g erek Toharistan g erek Seyhun nehri kıyısına K arltıkların oldukça
erken g elm iş olm aları lâzım g e lir. Y a ’kûbî T â rih ’inde K arluk Y abgusu'nun
daha H alife M eh d i devrinde İs la m iy e t’i kabul e tm iş olduğunu s ö y le m e k te d ir.
90 EBÜİDÜLEF

Kartuklar nohut ve mercimek yerler. Darıdan bir çeşit iç­


ki yaparlar. Ancak, tuzlanmış etleri yerler, (s. 13) Yünlü kumag
giyerler. Duvarlarında ileri gelen hükümdarlarının resimleri
bulunan bir mabedleri vardır. Evleri ateşte yanmayan bir çe­
şit ağaçtan inşa edilmiştir. Bu ağaç, onların ülkesinde bol mik-
târ3a bulunmaktadır. Onlar arasında taşkınlık ve zulüm vay-
gın haldedir. Birbirlerini yağmalarlar. Karlukîar arasında zi­
na yasak değildir. Onlar kumarbaz insanlardır. Kıimar meclisin­
de biri diğerinin karısını, kız kardeşini, kızını veya anasını üte-
. HîIirAtTfulen kişi kumarm eclisi sona ermeden fidye ile kurta-,
rılabilir. Fakat, meclis dağıldıktan sonra kazanan kişi üttükle- .
rini tüccarlara istediği şekilde satabilir.. Kartukların kadınları
güzsl-ve iffetsizdir. Onlar karılarını çok az kıskanırlar .^Onların
reisinin karısı, kızı veva kızkardesi yabancı bir kafile, gelince
kafilenin yanma, gider. Hoşuna giden bir adam görürse, onu
evine götürür ve ona ihsanda bulunur, misafir eder. Kadının
kocası, çocukları ve kardeşleri kadının ihtiyaçlarını temin eder­
ler. ^Misafir evde kaldıkça kadının kocası karısına yaklasamaz-_ /
Ancaj j kadınm bir ihtiyacı olduğu zaman ona yaklaşabilir. ^
Onların ülkesinde cıva ile karışık gümüş madeni çıkarılır^ Kar-
luklarınJilkesinde helîle ağacı yerine kullanılan, gövdesi dik bir
ağaç vardır. Bu ağacın usaresi bedendeki ateşli şişler üzerine
sürülürse anîden iyileştirir. ı Karlukların ülkesinde, mukaddes
tanıdıkları, dibinde anlaşmazlıkları hallettikleri ve kurban kes­
tikleri bir taş vardır, (s. 14) Bu taş yeşildir, Onlarm ipekli elbi­
seler giydikleri bir bayramları vardır. Bu bayramda ipekli el­
bise giyemeyenler, elbiselerine bir parça ipekli kumaş yamar­
lar. Karlukîar arasında yirmi beş gün emniyetle gittikten sonra
Kutlukların iükesine^vardlkTîM j

164 K utluk T ü ık le ri hakkında kaynaklarda başka b ir b ilg iye rastlıya-


m adık. Ebû D ü le f onların kahram an b ir kabile olduğunu b e lirtm e k te d ir. O n­
ların e v le n m e v e ceza kanunları ile ilg ili ola ra k burada v e rile n b ilg ile r doğ­
ru o lab ilir. Z ira , eski ka v im ler arasında bu gibi a d e tle r çoktu. A y rıc a bk.
sondaki açıklam alar kısm ı.
SIOYAHATNÂMESt 91

j4- Kutlııklar sadece buğday ve kesilmemiş hayvan eti yerler.


Bütün Türk kabileleri arasında onlardan daha kahraman olanı
yoktur .t Etraflarındaki bütün bavlara saldınrLve onları mağlûp
liderler. Kız kardeşleriyle evlenirler.ıKadmları ömürleri boyun-
ca sadece bir erkekle evlenirJKocası ölen kadrnlıir dahn_evie-_
nomez. (Kutluklar idareci ve kendilerine has kanunları olan bir
boydur. İğlerinde zina eden kadm veya erkeği yakarlar. Onlar
arasında boşanma yoktur. Evlenen bir erkek bütün malını mihr
(başlık) olarak verdiği gibi, kızın velisine bir sene hizmet eder.
Katil için kısas tatbik ederler. Yaralama olaylarında ise taz­
minat ödenir.,. Yaralanan tazminat aldıktan sonra ölürse kanı
heder olur. Hükümdarları zulmü, kötülüğü tasvib etmez ve ev­
lim emez.^vtenirse^dürürler.ıgs K ^ u k T ü r îd e ri arasında on
gün yürüdükten sonra Kitayân (Hitay) denilen kabilenin ül­
kesine vardık.
Kitâyânlar (Hitaylar) 166 arpa, fasulye ve sadece kesilmiş
hayvan eti yerler. Şartlarına uygun bir şekilde evlenirler. Jda-
rede tatbik ettikleri ahkâm, aklî hükümlerdir. Onlnçj n belli baş­
lı sultanları yoktur. Onlardan her on kişi anlaşmazlıklarda akıl
ve (s. 15) fikir sahibi bir ihtiyara müracaat ederler. Aralarında
onu hakem yaparlar. Hitâyâalar ülkelerinden geçen yabancıla­
ra zulüm ve kalleşlik yapmazlarT«Hîtayâîfların hepsinin senede

165 O rta A sya T ü rklerl arasında hüküm darın ev le n m e s in in yasak olduğu


başka b ir kab ileye ras tla n m ıy o r. A k s in e , eski knvlınlordo hüküm darların çok
kadınla evlen m esi â d e tti. K utluklar bu konuda b ir İstisna te ş k il e tm e k te d ir,
166 Burada H itâyân şe k lin d e geçen kavim Ç in kaynaklarının K 'Ita n ,
eski tü rk k itab elerin in Q y ta i v e daha sonraki Islâm kaynaklarının K ara - H i-
ta y la r dediğt k a b iled ir. B unlar U ygurların doğusunda otu ru yo rlard ı. Başka
kaynakların K itâyân lar hakkında verd iğ i b ilg ile rle Ebû D ille f'ln verd iğ i bilgi­
ler b irb irin e uym uyor. Ebû D ü le f’e göre K itâyânların hüküm darı yoktur. Sulh
s e v e rd irle r. Ç in kaynaklar ise X. asırda A paoki ile K lta n ’ın anlaştığın ı v e
924 t e K ırg ızların başşehri K arabalgasun'u za p te ttik le rin i, hem en hem en bü­
tün M o ğ o lis ta n ’a hakim o lduklarını bild irir.
Ebû D ü le f eserin d e K itâyânların ülkesinden Ç in 'e g e ç tik le rin i söyler.
Buna göre, K itâyân lar Ç in 'in batıdaki İlk kom şusuydu.
9* EBÜ DÜLEF

bir ay itikâfa şekildikleri bir mâbedleri vardır.\Bovalı hiçbir


şey giymezler. Onlann ülkesinde çok kokan Jhir-çeşit misk var-
dır. Başka ülkeye götürülürse bu miskin kokusu kaybolur. Hi-
tffiûnlar çok ıyisebze y j& s to lr le n Rivâyete göre, onlarrn ül­
kesinde, bakan kimseleri öldüren yılanlar Vardır. «Yalnız bu yı-
lanlar bir dağda olup, aslâ oradan dışarı çıkmazlar. Onların ül­
kesinde sıtmayı kesen bir çeşit taş vardır. Fq.kat bu taş başka
yerde tesirH^almaz. Orada_yeşil damarlı çok değerli bezoari
taşı bulunur. Hitâyânlar arasında yirmi gün gittikten sonra
Behî ülkesine vardık...
Üçüncü Kısım

M E R V E Z Î’ NİN

Eserinin Türklerle
İlgili Bâbmm
Tercümesi
M E R V E Z Î ’ NİN
E S E R İ N İ N
T Ü R K L E R L E
İ L G İ L İ
B A B I N I N
T E R C Ü M E S 1

(s.17) DOKUZUNCU BÂB TÜRKLER HAKKINDADIR


Türkler pek şok cinslere, kabilelere, oymaklara ayrıları bü­
yük bir millettir.JBir kısmı şehirlerde ve köylerde, bir kısmı boz­
kırlarda ve çöllerde otururlar.i67

167 M e rv e z î burada T iirk le rin ç e ş itli k a b ile lere ve oym aklara ayrılan
bir m îlle t olduğunu b e lirtm e k te d ir. Bu gün olduğu gibi o sırada T ü rk le r M an-
çurya'dan M a c a ris ta n ’a kadarki sahada ç e ş itli siyasî te ş e k k ü lle r halinde ya­
şayan bir m ille tti. Ü s te lik dünyanın h akim m ille tiy d i. T ürk k a b ile lerin i ke-
ıılıı olarak tayin e tm e k m üm kün de ğ ild ir. k a şg arî T ürkleri batı Tıirk le ri vs
doğu Türkleri olm ak üzere iki kısm a avırır.
1. Batı T ürkleri : P eçen ekler, K ıpçaklar, O ğuzlar, Y im a k la r, B asm iller,
«Aylar, Y ab gulu lar (K a rlu k la r), T atarlar, K ırg ızlar, B aşgırtlar.
2. Doğu T ürkleri : Ç iğ ille r, Tuhsiler, Y ağ m alar, Iğ ra k la r, Ç aruklar, Cu-
ıııııllar, U ygurlar, Tangutlar, H ita y la r (Ç in ), Tavgaçlar (M â ç in ).
Burada görüldüğü ü zere, K aşgarî Türk ka b ile leri arasın a B ulgarlarıÇ jHazar-
lıırı alm a m ış tır. H attâ, ese rin in bazı y e rle rin d e burada m üstakil gösterdiği
İ k iz i kab ileleri başka bir kabilenin bir boyu olarak zik re tm iş tir. Başka m üel­
lifle r ise, onun m üstakil kabul e ttiğ i bazı ka b ile leri yine bir kabilenin kolu
şeklinde kabul e tm iş le rd ir. ,B u c ih e tle Türk kab ilerln in kesin s a y ıla rın i—v a .
illile rini v e rm e k m iim knn d e ğ ild ir M e rv e zî de eserin de T ü rk le r hakkında ayrı
lılr ta s n if yapm ış, h a tta R uslar, Is lâ v la r gibi Türk olm ad ıkları ka tî olan bazı
kııvlm leri Türk olarak kabul e tm iş tir.
Şu noktaya iş a re t e tm e k g e re k ir ki, m ü e llif haklı olarak Tü rkleri m edenî
96 M E R V E Z Î :

(s. 18) Türklerin büyük kabilelerinden biri Oğuzlar’dır. Oğuz­


lar oniki kabileye ayrılırlar. Bir kısmına Toguz-ğuz, bir kısmına
Uy-gur, bir kısmına Üç-ğuz (Üç-ok) ıss denir. Hükümdarlarma
ise Tokuz-lıâkân denir.169 Tokuz-hâkân’m büyük bir ordusu
vardır. Onlann.Mikümdarlarımıı eskid.en.bin muhafızn dörfe^vüg__
cârivesi jvardı. Bu muhafızlar her gün hükümdarla üç defa ye-
İnek yerler. Yemekten sonra üçer üçer içki içerlerdi. Hüküm­
darları ancak senede bir defa halk arasına çıkardı. Oğuzların
siyâset hususunda vazettikleri güzel merasim ve kanunları
vardır. Bir kısmı şehirlerde ve evlerde, bir kısmı kırlarda ve
sahralarda çadırlarda ve hargâhlarda otururlar. Oğuzların boz­
kırlarının bir kısmı Mâverâünnehr, bir kısmı Harezm ile hu­
duttur. Oğuzlar İslâm hudutlarına gelince bir kısmı müslüman
oldu. Türkmen âdını aldılârT Bu Türkmenlerle müslüman olma-
van Oğuzlar arasında muharebeler oldtft Daha sonra, onlardan
; müslüman olanlar çoğaldı. Makbul müslümanlar oldular. Bun­
lar kâfir soydaşlanma galip ^elip, onlan kovdular. B1ırmrı üze-
rine, müslürnan_olmayan Oğuzlar Harezm’den uzaklaşıp Pg-

ve göçebe olm ak üzere J k i-k ıa ıg L o la ra k kabul e d e ri B öylece, T ü rk le rin büyük


b ir kısm ını m edenî m ille tle rd e n sayar. O nun bu görüşü T ü rk le ri göçebe
m ille tle rd e n kabul e d e n le re karşı v e rile c e k en kesin c e v a p tır.
168 M e rv e z î Tokuz - O ğuzlarla U y gurları b irbirinden a y ırır. B unların h e r
ikisinin de O ğuzların kollarından olduğunu söyler. U y - ğur ke lim e sin in ikinci
hecesi Guz k e lim e siy le yakın b ir ben zerlik a rze tm e k te d îr. K aşgarî U ygurları
ayrı b ir kabile kabul ed er. Reşîdüddîn ise M e rv e z î gibi U ygurları O ğuzlardan
sayar. Buna göre Tokuz - O ğuzlar U yg u rların akrab a la rıd ır. Bu y a k ın lık İslâm
co ğ rafyacıların ın U ygurları Tokuz - O ğuz kabul e tm e le rin i b ir d e re c e y e kadar
haklı g ö sterir.
Oç - ğuz m e tin d e Ü ç - ğur şeklin d e geçer. Bu k e lim e de ğ ur ile ğuz k e li­
m elerin in aslında aynı olduğunu g ö s te rm e k te d ir.
169 Tokuz - hâkân veya Tokuz - oğuz - hâkân unvanı g e rç e k te TDr%
hüküm darlarına has bir unvandır. Bu isim gele n e k s e l olarak O rhun âbidelerin»
de ve başka y e rle rd e g e ç e r. Burada bahsedilen hâkânın Tokuz - O ğ u zla rın
(U yg u rların ) hâkânı olm ası m u h te m e ld ir. Bu hakanın 400 m uhafızınd an bah­
sederken şâ k îrl ke lim e si ku lla n ılm a k ta d ır. Bu k e lim e Farsça'daki çS»
ker kelim esin in arapçalaşm ış ş e k lid ir. A b b as lle rd e b ir as k e rî sın ıfa ve Ö rtü
A sya hüküm darlarının m u h a fızla rın a bu isim v e rilird i.
TÛRKLER HAKKINDA 97

<•öneklerin ülkesine gittiler. Müslüman olanlar (Tlirkırıönler)


ise ialâm ülkelerine darıldılar. Oralarda iyi bir Biyftsd. takib
oderek İslâm topraklarının çoğunu ele geçirip oraların hiikli ıa-
■Itırları ve sultanları ol<hıla.r.l70_*
Türklerden diğer bir kısmına Kun (Hun)i7i denir. Bunlar
Nastur mezhebindedir. Kitây (Hitay) Hâkânı’ndan korktuk­
tun ve merâları dar geldiği için Kitây ülkesinden aynldılar.
Harezmşah Ekinci b. Koçkar (ölm. 491 h. = 1097 m.) onlar-
<İtindir. Kunları daha kalabalık, daha kuvvetli olan Raylar ta-

170 Burada S elçu klu lar ve onlarla b e ra b e r İslâm dünyasına gelen T ü rk le rle
K ıpçakların önünden kaçarak K aradeniz'in kuzeyine ve oradan B alkanlara
<ııdon O ğuzlara iş a re t e d ilm e k te d ir.
Türkm en te rim i ilk d efa X . asrın sonlarında M a k d is î tarafın d an kullanıl­
m ıştır. Bu kelim enin ortaya çıkm ası O ğuzların İs lâm laşm asıyla aynı zam ana
M ia tla r. P ratikte tü rkm en ke lim e si daha sonraları oğuz y e rin e ku lla n ılm ış tır.
Knşgarî Türkm enlerin O ğu zlar olduğunu söyler. Bu konuda efs a n e v î bir
İzahta bulunur. Başka bir yerd o K artuklardan b a hsederken onların O ğuzlar-
ılfiı ayrı b ir kabile olduğunu v e onlara da T ü rk m e n le r denildiğini b e lirtir.

171 K unlar, bu kabilenin adını taşıyan Hun İm paratorluğu m. ö. III. asrın


sonlarında O rta A s y a ’da kurulm uştu. Bu d e v le tin yıkılm asın dan sonra H un­
ini (K u nlar) ’ın bir kısm ı Doğu A v rupa'ya v e M a c a ris ta n 'a göç e tm lş lo r, orada
Patı H unları d e v le tin i kurm uşlard ı. M e rv e z î tarafından bahsedilen H unlar
ı ".kİ H unların O rta A s y a ’daki k a lın tıla rı o lm a lıd ır. B unlar « a y la rın batısın-
ılaydılar. M ü e llifim iz batıya doğru, K itaylardan korktukları vo otlakları dar
geldiği için kaçan bu kabilenin N a s tû rî olduğunu s ö y le m e k te d ir. Bu müm-
kılııdür. Z ira , İran yoluyla O rta A sya'da H ıris tiy a n lığ ın bu m ezhebi yayılm ış­
ın H unların Ş âriye'yI (Ş â rîle r — S arı U ygurlar) sürdükleri yor U ygurların
(ilkesi o lm a lıd ır. Zira, Ş â riy e T ürkm enleri T ü rk m e n le r O ğuzları tazyik e tm iş ­
lerdir. Burada bahsedilen Tü rkm en ler K arluklar o lm a lıd ır. M o rvo zî'd en baş-
l .ı U rfalı M a tiu s da «u n la rın bu h areketind en bahsedor. M e tin d e n H unların
U zakdoğu’yu K itayların kuvvetli olduğu devrede to rk o ttlk lo rl a n laşılıyor. Buna
pöro X I. asırda olm alıd ır.
Ekinci b. K oçkar, C ü v e y n î’y e göre Sultan S en cer'ln m em lûkü (a za d lıs ı)
İdi. Ibn el-Esîr ise onun B erkiyâru k’un azadlılarındnn olduğunu söyler. Berki-
y/truk 487 (1093 m .) yılın da sultan olduğuna göre, E klncl'nin H arezm şah
olarak tâyin i 490 (1096) s e n e le rin e rastlam alıdır.
F. 7
98 M E R V E Z î :

kib etti. 172 Onları meralarından attılar. Bunun üzerine, Şârîle-


rin (Sarı Uygurlar) ire memleketine geldiler. Sâriler ise Türk-
' rnefflenn^üTkesine geldiler. ..Türkmenler de Oğuzların doğu ül-
I c ^ r n ^ ^ d i l ^ rOğuzlar ise Ermenivye denizi^ sahili yakı­
nındaki Peçeneklerin ülkesine gittiler.175 [

172 K itayların K ırgızları M oğ olistan 'dan attk ıla r.n d a n yukarıda bahsedildi.
O n la r ilk d efa IV. asırda güneybatı M ançu rya'da g ö rün ürler. Â d e tle ri Mo-ho-
lara ve T ürklere benzer. A ta la rın a kurban k e s e rle r. X . asırda M o ğ o lis ta n ’ı ele
g eçird ikten sonra bu hanedan ku v v e tle n m iş ti. 1027 ta rih in d e gelen K itay
e lç is i e!-B îrûnî’ye göre, K âylardan ve K ltaylardan b a h s e tm iş tir. Bu iki kabile
b ahsedilen ta rih te K ırgızların güney - doğusundaydı. A n la ş ıla n bu büyük göç
1027 tarih in d en sonra b a ş la m ış tır. Ekinci b. K oçkar bu göçün son safhalarına
ş a h it o lm uştur. M a rq u a rt bu göçün 1013 - 1050 ta rih le ri arasında o labileceğini
ta h m in ed erse de, kanâatim ize göre daha uzun bir m üddet devam etm iş
o lm a lıd ır.
173 S ârile r (Ş â riy e ). bu kelim en in A v fî'd e k i S âri (S a rı) ile aynı olm ası
m u h tem eld ir. Ş ansuların on beş günlük doğusunda yaşayan bu kabilenin m üs-
lüm an olm am ak için doğuya doğru ka ç tık ları sö y le n m e k te d ir. Bunların K ansu’
nun S arı U yg u rlarıyla alâkalı olduğu görülüyor. B arthold bu ism i Kıpçak ism i
ile m ukayese eder. K ıpçaklar ç e ş itli kab ilelerd en m eydana gelen bir fe d e ra s ­
yon olduğuna göre Sarı U ygurlar onların b ir parçası o labilir.
174 Erm eniyye D enizi ifad esi, U rm iye ve V an g ö llerinden başka bir şey
için k u llan ılm a m ış tır. Bunu Bıritıs D enizi (K arad en iz) Ş eklin d e d e ğ iş tirm e k
g e re k m e k te d ir. Z ira , P eçen eklerin M a c a rla rı, O ğuzların P eçen ekleri K arade­
niz'in kuzeyinden a ttık la rı m aiûm dur.

175 X I. asrın ilk yarısında K itayların batıya doğru g en işlem esi K ayları
tazyik e tm e y e başladı. K aytar cfa b atıların d aki H unları ta zy ik e tm e y e başladı­
lar. K âylar tarafından ta zy ik ed ile n v e m era la rı az gelen H u nlar Ş â rîle rin
y u rtla rın a doğru g e ld ile r. Doğudan ta zy ik e d ile n S â rile r Türk m e n le rin (K ar-
lu kların ) ü lkesine, Tü rkm en ler de O ğuzların ülkesine, O ğuzlar K aradeniz’in
kuzeyindeki P eçen eklerin ü lkesine g e ld ile r. B arthold, O ğuzları K aradeniz’in
kuzeyine atm a la rın a bakarak Ş ârîle rin K ıpçaklar olduğu k a nâatind ed ir. M e r-
v e zî, göç eden bu kab ile lerin d aim î batıya doğru h a re k e t halinde o lduklarını
b e lirtm e k için «ittebea» fiilin i kullanm aktad ır.
M ançu rya'dan K aradeniz’in kuzeyine kadarki sahada m eydana gelen bu
ka v im ler göçü birkaç y ıllık b ir zam anda m eydana g e lm e m iş , bir asra yakın
b ir d evre devam e tm iş tir. K itay, Kây, Kun, Ş ârîy e , Türkm en, Guz v e Peçe-
nek g ö çleri, iki yönde h a re k e t e d e re k M â v e râ ü n n e h r, H areem , K aradeniz'in
kuzeyi ve Balkanlarda d üğü m lenm iştir.
TOltKLER HAKKINDA 99

TUrklcrden bir kısmı da Kmrızlar’dır, kalnhnlık


bir boydur. Ülkeleri yazlık olan doğu ülkesi ile kuzey ülkesi
tırusındadlE-Kuzeylerinde Kimâklar, batılarında Yağma1™ ve
Kartuklar vardır. Kucâ ve Erkleri77 ise kışlak olan batı ile gü­
ney arasındadır. Ky-gızlarm âdetlerinden biri de ölülerini yak­
malarıdır. Onlar ateşin ölüleri temizlediğini ve günâhlardan
arıttığını sanırlar^ Bu yakma âdeti onlar arasında eskiden
vardı, (s. 19) Fakat Müslümanlarla komşu olduktan sonra ölü­
lerini gömmeve~başladılar.178 Kırgızlar arasında halktan fağî-
nflh (şaman olmalı) denen bir adam vardır.179 Her sene belli
bir günde bu adam getirilip başına şarkıcılar, çalgıcılar ve bun­
lara benzer insanlar toplanır. Bunlar içip eğlenmeye başlarlar.
Meclis hoş bir hâl alınca bahsedilen adam bayılır. Sar’O u tm ü ş
bir kimse gibi yere düşer. Bu halde iken yeni senede olacak
olaylar sorulur. O da senenin bolluk mu yoksa kıtlık mı, yağ­
murlu mu, yoksa kuraklık mı, hülâsa yeni senede neler ola­
caksa haber verir. Onlar, bu kimsenin söylediklerinin doğru
•olduğuna inanırlar.

175 Y ağ m alar : G e rd îz î’nin nakline göre Tokuz - O ğuzların b ir kısm ıyla


K arluklar b irleşm işlerd i. K arluklaria birleşen bu Tokuz - O ğuzların reisinin
adı Y ağ m a idi. Hudûd e l-â le m 'd e Y ağ m a'yı Tiyen - şa n ’da v e Ç in Türkis-
tanı'n da dolaşan bir şahıs olarak görüyoruz. A ynı eserd eki h aritada Y ağ m a­
lar K arlukların güneyinde g ö s te rilm e k te d ir. K aşgarî, İli nehri üzerinde Y ağ­
m a, Tuhsi ve Ç iği! kab ilelerin i zikred er. Bundan G erd îzî'n in b ah settiğ i Yağ­
m aların ikiye ayrıld ığ ı a n la ş ılıy o r. B unların m ühim gurubu K aşgar'ın kuzeyin­
de toplan m ış bulunuyordu. Y ağ m aların hüküm darına Buğrahân denirdi. Bu
ifad e Ebû D ü le f tarafından iki yerd e bahsedilen K arahanlılara uygun düşm ek­
te d ir. K arahanlıların hüküm dar a ilesin in bu kabileden olduğunda ise şüphe
yoktur. M e rv e z î, Y ağ m alarla K arlukları K ırgızların batısında olarak g ö s te rir.
Bu ifadeyi güney - batı şeklinde tashih e tm e k m üm kündür.
177 Kucâ ve E rkler hakkında bir kayda rastlanam adı.
178 Sondaki açıkla m a la r kısm ına bak.
179 Fağînûn şeklin d e kaydedilen bu şahsın b ir şam an olduğunda şüphe
yoktur.
180 K öprülü ktph. nr. 1623 (210 a) de aynı şeylerin Tokuz - O ğ u zlar ara­
sın da da olduğu söylenir. Bu şahsın sara tu tm u ş gibi vecd halinde bulunm ası
•onun şam an olduğunu Isb atlam aktad ır.
100 ME R V E Z î :

Kırgızların ülkesinde derin vâdiler ve dağlar arasından


akan büyük bir nehre dökülen dört dere akar...
Türklerden bir kısmını da Karluldar teşkil eder. Onlar es­
kiden TÛ1İSİ81 dağında oturuyorlardı. Bu dağ Altın Dağı’dır.
Karluklar, adı geçen dağda otururken Tokuz-Oğuzlarm esirle­
riydiler. Onlardan kurtulmak için Türgişlerin ülkelerine gidip
sultanlarını mağlûb ederek orasını fethettiler. Sonra, oradan
da İslâm ülkelerine geldiler. Karluklar dokuz kısma ayrılır, ü ç
grubunu Çiğiller, üç grubunu Askelîler, bir grubunu Buiâklar,
bir grubunu Güğerginler,i82 bir grubunu Tuhsîleri83 teşkil eder.
Türk kabilelerinden biri de Kırnaklardır. Bu hovun kövie-
ri ve evleri yoktur, (s. 20) Bunlar bataklıklarda, koruluklarda,
otlaklarda yaşarlar. Çok miktarda sığır ve koyun beslerler.
Bu kabüe deve beslemez. Zira, onların ülkesinde deve bir seno-
den fazla yaşamaz. Onların ülkesinda-tuz da bulunmaz. Çoğu
,*defe~'ta(Merjmların ülkesine tuz-götüriir. Tuzun bir batmanım
c birliarffiiK^urkp değişirler. Kimâklar, yazın kîsrak_...siitüyle,~
kışın ise^ güneşte kurutulmuş etle geçinirler. Onların ülkesine
çok miktarda kar yağar" Çok defa kar bir mızrak boyuna çı-

181 M in o rsky, Tûliş dağının Tiyen - şan dağları olduğunu söyler. M s rv e -


z î’nfn ifadesi bu hususu d o ğru lam aktadır. O nlar burada iken Tokuz - O ğuz­
ların em ri altın d ayd ılar. C â h ız in dediği gibi, daha sonra Tokuz - O ğuzları
ın ağlûb ederek batıya g e lm iş le r, bu sırada za y ıfla m ış olan T ürgişleri ortadan
kald ırarak onların yu rtların d a y e rle ş m iş le rd ir.
182 K arluklardan daha önce bahsedildi. Burada A s k e lîle r şeklin d e geçen
kelim e A v fî'd e k i H e s k île r, B ulâklar ş eklin d eki k e lim e de A v fî’deki Bedvâ ol­
m alıd ır. H udüd e î-â ie m ’de ikinci kabile Y ağ m aların bir kolu olarak g e ç m e k te d ir.
G ö ğ e rc in ler ise A v fî'd e k i K ivâlîn o lm a lıd ır.
183 T uhsîler : H udûd e l-â îe m ’deki haritada Tuhsîler Çö havzasının kuze­
yin d e g ö s te rilm iş tir. K uzey - doğularında Ç iğ ille r, g üneylerin de K arluklar,
b atıların d a K ırgızlardan bir gurup bulunm aktadır. Tuhsîler büyük Türgiş fe d e ­
rasyonunun ka lın tıla rı o lm a lıd ır. G e rd îzî, bunların Ç û vadisinde o tu rd u k la rın ı,
Türgiş m enşeli iki dihkanın İd aresinde olduklarını b o lirtir, «K astek ve Kurday
geçidinin doğusunda Tuhsîlern yaşadığı Türgiş m e m le k e ti uzanır.» der. Kaş-
g arî, T tıhsîlerin Ç iğ ille rin b ir kolu olduğunu, yani M e rv e z î'n in dediği gibi Kor­
lu kların b ir boyu olduğunu sö y le r.
TÜRKLER HAKKINDA 101

lm Kur bu şekilde fazla yağarsa Kimâklar hayvanlarını Oğuz­


lu nn ülkesine doğru götürürler. Zira, Oğuzlarla onlar arasın-
<İM sulh vardır. Kimâklarm, kışın şiddetli soğuklarda oturduk­
la n dehlizleri bulunur, pnlardan biri samur ve kâkum avla- >
mamı, çıkınca uzunluğu üc zira’, genişliği b i r ^ y ış, iki
ı)uı <'a^ı-4rhr. ^Btt_ağacların birer ucu geminin önü gibi kalkık-
tır. Ihı ağaçlan ayağına bağlar. Sonra, bu ağaçlara dayanarak
|Uınn iigpr-indp geminin suda gittiği gibi gider (kayaktan bah-
m'divor.). __
Kimâklarm sağında (kuzeyinde) ateşe ve sulara tapan üç
kabile yardır. 184 Bunlar yabancılarla karşılıklı olarak konuş­
madan, sâdece işaretle alış-veriş yaparlar. Şöyle ki, yabancı sa­
tacağı malı bir tahta üzerinde getirir, bırakır. Sonra, Kimâk-
Iardan olan da alacağı malın karşılığını getirir. Diğer kimse­
nin malının yanma koyar. Eğer malını değiştirmeye razı ise
öbür malı alır, kendi malını diğer kimsenin tahtası üzerine bı­
rakır. Razı değilse diğer kimsenin malını olduğu gibi bırakır.
Onlar, ekseri satın almak için sarıdan mamûl taşlar ve kırmızı
testiler ararlar. Senede bir gün oruç tutarlar, ölülerini vakar­
lar. ölülerin ardasından ağlamazlar. ^Allah’ın takdirine razıyız
d erler.___ ~~'— “
Kimâklarm kıble tarafında Nasriye (?)iss denen bir kabi­
le vardır. Bunların dâimi reisleri bulunur. Bunlar yaz ve kış
ağaçlıklarda ve koruluklarda otururlar.
Peçenekler göçebe bir kavimdir.1^ Dâima yağmurlu ve
otlu bir yer ararlar. Onların ülkesi uzunlamasına ve genişliğine
otuzar günlük yol tutar. Etraflarında pek çok kabileler yaşar.

184 Daha önce K im âklarm İrtiş nehrine ta p tık la rın ı söy le m iş tik . Burada
bahsedilen üç kabilenin K irnâklardan olup olm adığı b e lirtilm iy o r.

185 N asriyye adındaki bu kabile hakkında başka b ir kayda rastlanam adı.

186 M e rv e z î, P eçenekleri zengin ve te ş k ilâ tlı bir kabile olarak ta fs if


e tm e k te d ir. Bu ta v s if Ebû D ü le f'in ta fs ilin e uygun düşer. Onun burada bah­
s e ttiğ i P eçen ekierin bulundukları yer ibn Fazlân’ııı gördüğü ve çok gü,
ş a rtla r altında yaşadıklarını söylediği Peçenekierin y erid ir.
102 M ERVEZÎr
ı===amss===== ■ ■..--------- ------------------------:------- ==a----

Kuzeylerinde Kıpçaklar,ıB7 Güney-Batılarmda Hazarlar, Güney-


Doğularında Oğuzlar, (s. 21) Batılarında Bulgarlar (Sakâlibe)
yaşarlar. Bütün bu komşu kavimler onların ülkesine, onlar bu
komşularının ülkelerine akmlar yaparlar. Peçenekler zengin
olup çok miktarda hayvana, koyuna, eşyaya, altına, gümüşe,
bayraklara ve tarradelere sahiptirler. Peçenekler ise Hazarla­
rın arası bozkırlar ve ağaçlıklar arasından on günlük yol tu­
tar. Bu iki kabileler grubu arasında belli başlı bir yol yoktur.
Aralarındaki mesafeyi^ yıldızlara, alâmetlere bakarak^JiO-lah-
- r n in ln r
Hazarların ülkesi ise geniştir. Onların ülkesinin bir tara­
fı büyük bir dağa bitişir. Bu dağın tepesinde Türklerden Tûlâs
ve Tjıvar’laria* bulunur. Bu dağ Tiflis topraklarına kadar uza­
nır. Hazarların başşehri Sarığşen’dir. Onların Hanbalığ1®*
nen diğer bir şehirleri daha vardır. Hazarlar kışın bu iki şe­
hirde otururlar. Bahar geldiğinde bozkırlara çıkarlar. Bütün
yaz oralarda kalırlar. Hükümdarları bir tarafa giderse on bin
İrişi ile beraber yola çıkar. Onların âdetlerinden biri de şudur;
askerler bir sefere çıktıkları zaman, her biri yanında ılgın
ağacından ikişer arşın boyunda kazık bulundurur. Bir yerde
konaklamak için inince her biri bu kazıkları kendi hizasında

187 ö n c e le ri K lm ak federasyonuna bağlı olan K ıpçaklar IX. asrın sonunda


federasyondan ayrılarak O ğuzların kuzey kom şusu o lm uşlardır. C eyfıânî v e
K aşgarî K ıpçakların bazı â d e tle rin in ve leh çelerin in O ğuzlara benzediğini
b e lirtirle r. Bundan sonra, K ıpçaklara yeni boyların k atılm ası ve nüfu sların ın
artm asıyla X . asrın sonlarında K ıpçaklar O ğuzları güneye v e batıya doğru
tazy ik e başladılar. O ğuzların göçlerind e m ühim rol oynadılar. K ıpçakların
büyük kısm ı X I. asırda batıya giden O ğuzlan ta k ib e d e re k K aradeniz'in kuze­
yinde y e rle ş tile r. K ıpçaklardan bir kısm ı O ğuzlarla berab er H azar denizi ile
A ral gölü arasında kaln ıışlard ı. A lp A rs la n 'ın M a n g ış lak s e fe ri do la y ls iy le
O ğuzların ve K ıpçakların bu m ıntakada b e ra b e r yaşadıkları b e lirtilm e k te d ir.
188 Burada bahsedilen dağ Kafkas dağları o lm a lıd ır. Tûlâs ve Lav’a ria r
hakkında b ir bilgiye rastlayam adık.
189 S arığşen v e H anbalığ, Etil şehrinin doğu ve batı k ısım larına v e rile n
is im lerd ir. Ş ehrin batı yakasına S arığşen (E til), doğu yakasına ise H anbalığ
(H azârân ) denirdi.
TflItKLER HAKKINDA 103

yero çakar. Sonra, kalkanlar bunlara dayanır. Böylece bir sa­


tıl tcıı daha az bir zamanda karargâhın etrafı bir sur gibi
çevrilmiş olur. Hiç bir kimse onlara baskın yapamaz.
Türklerden bir kabile de Burdâslardır.i90 Burdâs ülkesi
I lazar ülkesinden sayılır. Onlarla Hazarlar arasında on beş gün­
lük bir mesâfe vardır. Onlar Hazar Hâkâm’na bağlıdırlar. Bur-
I Itlslar 10 000 kişilik bir süvari kuvveti çıkarırlar. Onları zapt u
i'abt altına alan ve idâre eden bir hükümdarları yoktur. Her
mahallede hakemliğine baş vurdukları bir büyük vardır. Arala­
rındaki anlaşmazlıklarda ona baş vururlar. Ülkeleri geniştir.
<)rmanlıklarda otururlar. Burdâslar, Bulgarların ve Peçerıekle-
rin ülkelerine yağma akınlarmda bulunurlar. Onlar güze! yüz­
lü, hoş manzaralı ve cüsseli kimselerdir. Onlardan bir k ı z bii-
litğa erince babasının itâatinden çıkarak^ evlenmek maksadiy-
!<■ istetmesi için, arzu ettiği erkeklerden birini seçer. Onlar do­
muz ve sığır beslerler. Mallarının çoğu sincap derisidir. Bur­
dâslar iki sınıfa ayrılır. Bir kısmı ölülerini yakarlar. Diğer kıs­
ım ise gömerler. Ağaçlık olmakla beraber ülkeleri düzlük­
tür. (s. 22) Ülkelerindeki ormanların çoğu kayın ağacıdır. Ayrı­
ca geniş ovalara da sahiptirler. Ülkelerinin uzunluğu ve geniş­
liği on yedişer günlük yol tutar. Orada meyve bulunmaz. İç­
kileri ise baldır.
_ Macarlar da Türklerderıdir.ısı Onların memleketi yüz fer­
s a h uzunluğa yüz fersah genişliğe sahip olan büyük bir ülkedir.

190 b lâ m co ğ rafyacıları tarafından bahsedilen bu kabile Etil vadisinde


H azarlara bağlı olarak yaşam aktaydı. B unların Türk olduğu çok şüphelid ir.
O n lar M o rtv a n s la r diye de ta n ın ır. B urdaslar arasında e v le n e ce k kızlar eşle rin i
kendileri s e ç e rle rd i. I'bn H avkal «B urtâslar Etil vâdisisln de d ağınık halde
yaşarlar. Evleri ahşap olup kalabalık v s dağ ın ıktırlar.» der. G örüldüğü gibi,
M e rv e z î de aynı şeyi söyler. Burada onların m alı olarak bahsedilen şey para­
dan başka b ir şey d eğildir. Ö lü le ri yakm a âdeti belki de onlara Ruslardarr
geçm işti.
131 M a c a rla r önceleri Kuzey K afkasya’da Kuban nehri civarında H azarlara
bağlı olarak yaşıyo rlard ı. O nların d e v le t te ş k ilâ tın d a H azar te s iri görülm ek­
te d ir. 860 yılların d a P eçen ekler geldiği sırada M ac a rla rın başında A rpad bulu-
104 ME R V E Z î :

Hükümdarları 20 000 kişilik bir süvari kuvvetine sahip olup


Künde (Kündür) adını taşır. Bu isim hükümdarın unvanıdır. On­
lar çadırlarda oturur, yağmura ve ot durumuna göre konar - gö­
çerler. Onlarm ülkesinin bir tarafı Rum denizine (Karadeniz) bi­
tişir. Burada adı geçen denize dökülen iki nehir vardır. Bu ne­
hirlerden biri Ceyhun’dan daha büyüktür. Macarların yurtları
bu iki nehir arasındadır. Bunlardan birine Duna, diğerine Ejıl
denir. Macarların topraklan ormanlıktır. Ayrıca, zirâat yapı­
lacak sahalara da sahiptirler. Onlar etraflanndaki İslavlara,
Ruslara galip gelirler. Onlardan aldıkları esirleri, Rumlara ge­
tirip satarlar. Macarlar güzel yüzlü, gösterişli, cüsseli, çok ti­
câret yaptıklan için servet ve mülk sahibi kimselerdir.
İslâv'lar ise birçok kabilclere^ayrılır. Onların ülkesiyle Pe-
çeneklerin ülkesi arasındaki uzaklık bozkırlardan, ağaçlık ve
sulak yerlerden geçen on günlük yoldur. Onlar bahsedilen or­
manlarda otururlar. Bağları yoktur. Üzüm yerine bol miktar­
da bal istihsal ederler. Onlar çok miktarda domuz yetiştirirler.
Ateşe, taptık1aq_id3XJÖlüİ£rini vakarlar. En çok darı yetiştirir­
ler. İçkileri baldan yapılır. Pek-cok cesit müzik âletlerine sa­
hiptirler. İki zira boyunda nefesli bir çalgı âletleri vardır. Ud-
ları ise düz olup üzerinde sekiz tel bulunur. Udlarınm telleri­
nin bağlanacak ayar yerlerinin boncuklan yoktur. Bükülen yer­
leri düzdür. Onlar müreffeh bir hayata da sahip değillerdir.
Silâh olarak mızrak, harbe ve mükemmel kalkan kullanırlar.
Onlarm en büyük reisine Şuvit (?) denir. Onun Şârîc (? ) 192
nuyordu. P eçen eklerin baskısı üzerine M a c a ria r 890 yılların d a K iev'in güne­
yinden g eçerek bu giinkü M a c a ris ta n ’a g e lm iş le rd ir. M a c a rla rın b ir kclu ise,
daha önce B ulgarların b ir kısm ı ile Y u karı V olga bölgesine giderek bu
günkü B aşgırtların yurdunda y e rle ş tile r. M e rv e z î burada B aşgırtlarla M acar-
lerı b erab erce bahsetm iş o lm a lıd ır. Zira , onların m e m le k e tle rin in Etil ve Tuna
n eh irleri arasındaki sahada olduğunu sö y le m e k te d ir. Burada bahsedilen İslâv'­
ların C e rm e n le ri de şüm ulü içine alm ası m üm kündür. Künde (K ündür) unvanı
H azarlard a dahi g ö rü lm ekted ir.
192 Ş uvit ve Ş arîc unvanları hakkında bir açıklam aya ra stlanam adı. M e r­
vezî, İslâvları Türklerden kabul e tm e k te , onların yaşayışını biraz T ürklere
b en zetm ekted ir.
rORKLER HAKKINDA 105

denen bir de vekili vardır. Hükümdarın hususî beygirleri var­


dır. Yiyecekleri bu kısrakların sütünden temin edilir. Hüküm­
darın bulunduğu şehre Hajerât (?) 193 denir. Bu şehirde üç ay­
da bir panayır kurulur. îslâvlarm ülkesi çok soğuktur. Bunun
için derin sirdaplar kaap-Jizerlerini ağaçla kapatırlar. Kısın bu
nirdn.pl arı tezek ve odunla ısıtırlar ve buralarda otururlar. Kı-
şın Macarlar onlar üzerine akınlar yaparlar, (s. 23) İslâvlar bir-
|lirlerim yağmaladıkları için ellerinde bol miktarda esir bulu­
nur.
Kuşlar ise, deniz ortasında, genişliği ve uzunluğu üçer
günlük yol olan bir adada otururlarda Orada ormanlıklar ve
koruluklar bulunur. Bu adanın etrafı denizle çevrilidir. Ruslar
kalabalıktır. Hayatlarını ve kazançlarını kılıçla temin ederler.
J hıbırdan kızları ve oğulları bulunan bir adam ölürse, ma hm
kızlarına verirler. Oğullarını kılıçlariyle başbaşa bırakırlar.
«Babanız malını kılıcıyla kazanırdı. Ona uyunuz ve onun ha­
lefleri olunuz.» derler. Hicrî 300 (912-913 m.) yılı aylarında
hıristivan oluncaya kadftFTmîann yaşayış tarzları bu şekiîdey-
_ di. Nihâvet- hıristivan lığı kahııl edince djnleri onların kılıcını
- kuılanna-soktu. Kazanç kapıları kapandı. Zarar ve iflâsa düş­
tüler. Hayatları güçleşti. Bunun üzerine gaza ve muharebenin
mübah olması, eskisi gibi gaza yaparak vaziyetlerini düzelt­
mek için Islâm dinine girmek istediler. Hükümdarlarının yakın_
adamlarından dört kisivi elci sıfativie Harezm’e gönderdiler.
Onların müstakil ve Vladimiri94 unvanını taşıyan bir hüîdîrm'

133 Bu şeh ir hakkında bir kayda rastlanam adı.


194 M e rv e z î, Rusları Terklerd en kabul e tm e k te d ir. O nların ülkesi oldu­
ğunu söylediği y e r İskandinavya olm alıd ır. Buna göre, onun Rus diye anlattığ ı
k im s e le r V ikin g lerd ir.
194 V la d im ir unvanı m ese le s in e gelince, bu kelim enin unvan olduğu
b ira z şüphelid ir. İlk d efa bu isim de ta n ıd ığ ım ız hüküm dar X. asırda Bizans­
lI la r ın te s iriy le H ıris tiy a n lığ ı resm en kabul eden V la d im lr’dir. Bu hüküm dar
İs lâ m iy e t hakkında bilgi alm ak için V olga B ulgarlarına da b ir elçi gönder­
m iş tir. M in o rsky «H akikaten Ruslarda ta h ta geçen p renslerin bu unvanı
a ld ığ ı görülür.» der.
106 M ERVEZÎ :
rr-r:3«8E

darları bulunur. Nitekim, aynı şekilde Türk hükümdarı Hâ-


kân, Bulgar hükümdarı da Bıltıvâr (îltabâr) unvanım taşır.
Rusların elçileri Harezm hükümdarına gelip durumu bildirdi­
ler. Onlar Islâm'a, girmek ifitedikleaJ^ım-^Hhregmsa.h çok sevm­
edi. Bunun üzerine, onlara,Jtslâmiveti öğretecek adamlar gön­
derdir Onlar da müslüman oldular. Ruslar kuvvetli ve mukavim
kimselerdin Muharebe yapmak için çok uzak yerlere yaya gi­
derler. Ayrıca, Hazar denizine gemilerle sefer yaparak, oralar­
daki gemileri gasbedeler ve insanların mallarım yağmalarlar.
Karadeniz yolu ile İstanbul’a da (Kostantiniyye) sefer yapıp
Haliç’in ağzında zincir bulunduğu halde yağmada bulunurlar.
Bir defasında. Hazar denizine sefer yaparak bir müddet Bar.-
da’a’vL istilâ ettiler. Onların kahramanlığı meşhurdur. .Hattâ
.onlardan bir kişi diğer milletlerden birkaç kişiye bedeldir. Eğer
at besleyip süvari olurlarsa insanların başına belâ kesilirler./
gurava kadar_Türklerin cinsleri ve halleri hakkında bili­
nenleri fazla tafsilâta ve özete kaçmadan anlattık.» Zira, onla­
rın ...cmsleri^-geşitleri, hareketleri, merasimleri ve âdetleri an-
latılamıyacak kadar çoktur.
(s. 24) Hipokrat ve Galinos’un onlar hakkında söyledikle­
rinden bir kısmını buraya alıyoruz ;i as
Hipokrat şöyle der:
«Arûfî (Avrupa) ülkesinde Türk kavimlerinden biri ya-
şarJ96 Bu kavmin halkı birbirlerine benzerler. Fakat, başkala­
rına benzemezler. Aynı şekilde, Mısır halkı da birbirlerine ben­
zerler. Bunun sebebi, Mısır halkının çok sıcakta, Türklerin
çok soğukta yetişmiş olmalarıdır.»

195 M e rv e zî, H ip o krat ve G alinus'un e s e rle rin in arapça te rc ü m e le rin d e n


faydalanm ış o lm a lıd ır. N ite k im , Y a'kû b î K itâb el-Büldân v e Târîh'in de bu iki
Yunan m ü ellifin in arapça te rc ü m e le rin d e n fa y d a la n m ış tır. M e rv e z î’nin fay­
dalandığı bu e s e rle r insanlar ve hayvanların ta b ia tla rın ı konu alm ış o lm a lıd ır.
196 Bu Türk kavm i İs k itle r ola b ilir.
TORKLER HAKKINDA 107
3 H E & ■ ~ ~ z ^ = = £ L ." -~z=r. ' 1 '‘ ' ü r t l ııF -..... -r : ' ~ : . 7r^minK :=aa=-- -------------- = ■ ; ^= zJ t

Halinoa «Sûrmâta dengaJnsanlar küçük gözlü olup uzak-.


ıni'Miıfoyi göpirlfir.» dftg.197

Hipokrat «Türklerin gıdaları ve âdetleri birbirine benzer.


1-îunun iğin, onlar birbirlerine benzer. Başkalarına benzeniezler.
Onlar şekil ve âdet bakımından başka milletlerden ayrılırlar.*
der. Diğer bir yerde «Bunun için onlar şişmandırlar. Mafsal­
ları görülmez. Bedenleri yumuşak ve kuvvetsizdir...» der, t
(s. 2 5 ) Hipokrat,-h^gka bir yerde «Bu şişmanlıklarından do­
layı Türklerin çoğu hadım gibidirler... Bu husus, Türklerden
köylerde ve şehirlerde oturanlarda görülür. jFakat, bozkırlar­
da ve sahralarda ötürüp kişın ve yazın konup göçen Türkler
insanların en kahramanları v e j nuharebede en f azla sebat gös­
terenleridir. Bu göçebeler iki kısma ayrılırlar. Bir kısmının
bağlı bulundukları reisleri ve hükümdarları vardır. _ Onların
emirlerine göre hareket ederler. Bir kısmı ise başı boştur. Hiç
bir kimseye bağlı değillerdir. Hiçbir kimse onları hakimiyetle­
ri altına alamaz. Bu sonuncular daha cesur ve kahramandır.»
der. Efoska bir verde. «Asya halkından bir cins vardır ki, onlar
hiçbir kimseye bağlı değülerdir. Yunanlılar ve Tiirkler gibi,
başka milletler onlara hâkim olamaz. Zira, onlar kendi ken-
dilerinin hakimi olan kimselerdir. Başkalarını kendi başlarına
hükümdar yapmazlar. Başkaları için değil, sâdece kendileri
için çalışır ve uğraşırlar. Bunlar diğer insanlardan daha atıl­
gan ve daha cesurdur. Kendileriyle muharebe edenlere karşı
sebat gösterdiklerinden aldıkları ganimeti miisftvî olarak pay­
laşırlar» der.

197 «Küçük gözlü» ifadesi eski arap m ü e llifle rin in T ü rk le r hakkında kul­
landıkları ifad eleri h a tırla tıy o r. Doğu ülk e le rin e gidon Rlzans e lç ile rin in
raporlarını toplayan M e n a n d e r P rotector Tü rk le re önc e le ri Saka dendiğini söy­
ler. H atây - nâm e T urlarla T e rk le ri aynı sayar. Flrdevsl do aynı kan â a tte d ir.
İbn el- Fakîh « İskîtiyy e » ifa d e s iy le Erm enistan, H orasan, H azar ve Türk ülke­
lerin i kasted er. M e rv e z î de Yunan yazarlarının Is k itle rln i Tü rkler olarak kabul
eder.
ju r

108 ME R V E Z î :

(rfllinna «Ru son kavmin kadınları erkekleri erihi muhare-


be ederler. Bu kadınlar kuvvetleri kollarında toplansın, vücut-
ları çevik olsun da atlar üzerine sıçrayarak binmek mümkün
~oIsun diye memelerinden bir tânesini keserler!»- der. {
(s. 26) Hipokrat eserlerinden birinde bu kadmlardan bahse-
der ve onlara "A m azonlar derjss Bu kelimenin mânâsı tek
memeli demektir. Zira, diğer memelerini kesmişlerdir. Onları
memelerinin bmni bırakmaya sevkeden husus, çocuklarım em­
zirmek ve nesli devam ettirmek kaygusudur. Onlar memelerin-
dcn birini, at üzerinde ok atmaya mani olmasın dive keserler.»
Türklerden hükümdarları ve liderleri olanlar pek çok kabi-
lelere ayrılır. Bunlardan yukarıda bahsettik t

198 M e rv e z î tarafından A m azonlar hakkında verile n bu b ilg ile r ve etirno


lo jik izah doğrudur. A m azonlar hakkında v e rile n bu b ilg ile r h itit kita b e le rin d e
ve Yunan efsanesinde v e rile n m alûm atla m utab akat halinded ir. H ititle rin ve
Y u nanlıların kadın d edikleri bu s avaşçıların bazı ta rih ç ile r tarafın d an uzun
saçlı İskit m uharip leri olduğu da d ü şün ülm ekted ir
D ördüncü K ısım

Eseri Tamamlayıcı

NOTLAR
(Alfabetik Sırayla)

Hazırhyan :
Ramazan Şeşen
NOTLAR 111

BALBALLAR ;
Lski T ürkler ölen bir kim senin m ezarının üzerine o kim senin hayatta
Ikon öldürdüğü d üşm anlan te m s iie n ağaçlardan veya taşlardan yapılm ış kaba
h eykeller dikerler, bunlara balbal d e rle rd i. O nlar, bu balbalların te m s il e ttik
lorl kişilerin ölüm den sonraki hayatta ölüye h izm e t e d e c e k le rin e in anırlardı.
Ilıılb alların sayısı m ezardaki ölünün, hayatta iken öldürdüğü düşm anlarının
ııııyısına göre değişir, bazan b inleri bulurdu. Bu konuda ibn Fazlân'ın Oğuz-
hıı için verdiği m alûm at d iğ er ta rih ç ile r ve seyy a h la r tarafın d an doğrulanm ak-
lııd ır. Fiübrouck, balbalların iyi y ontulm am ış ve iyi şekil v e rilm e m iş olduklarını
söyler. K aşgarî balbal kelim esinden ve ifade e ttiğ i m anâdan bahseder.

BULGARLAR :
J3u e s erd e S akâbile adı ile zik re d ile n B ulgarlar Türk kavim ierin d en d ir. Bazı
m ü e llifle r ise onları İslâvlardan sayarlar. M e s ’û dî'nin bir nakline göre, H alife
M u k te d ir z a m anında hacca gelen B ulgarlar kendilerinin S lâvlar ile Türklerin
karışanı b ir_ ırk o lduklarını s ö y le m iş le rd ir fS akâlibe kelim esin in geniş m anâ-
nından yukarıda bahsedildi!
JVUİâdî V . asırda Tarih s ah n esine çıkan B ulgarlar, ö n celeri Volga ile Din-
yeş te r nehirlerT~afâsın d a o tu ran ve Batı H unlarınııı doğu kanadını teşkil öden
b ir Hun - Tûrk kavm idir. BJ ig ir la r daha sonra t ekrar, batıda K u trlgurlar, doğu­
da U tig u ıla r olm ak üzere Don nehri ile b irbirinden ayrılan iki gruba ayrıldı-
lar. V e~B Tzans'ın seb ep olduğu kardeş~~1<avğaTaı ı n e tîcosfndıTB ulgTrrlar A y a r­
ların h âkim iyeti altına g ird ile r. 626"” yılın da Is ta n b u f onöndcT m a ğ lû b iy e tle ri
'ıreficesi~~A varTirın çoKm esmclen sonra, E u I g a T Ia r K u b ratTıı I d a r o :sı altında
K ııb im 'd a if D on'a kadar uzanan sahada yenid'on" Büyük” B ulgaristan denilen blr~
B u lq £ i^ rra llıq ın<ûrduTar. büyük b ir~ ıîtti)lıa le gö m , bu kıralllk VJTtTiğTnı Hun
Bulgar gurup larının doğudan gelen O nog ürlarla kaynaşm asına b u rç lu d "-
kat, bu kıraTTik pek yaşamadi7~642 yılında TCubrat'ın ölüm ünden sonra,
arasında parçalandı. Bu parçalardan biri Kuban vo K afkusyu'ııın kuzeyinde
doğudan batıya doğru ile rle y e n H azarların hâkim iyeti altına girdi. O nların
İçinde erid i. K u b rat’ın oğullarından başka biri l’ anonyayu g e ç e re k A varlara
tâbi oldu.. D iğ e r biri A sparuh ise Tuna'yı goçorek, Tunu veya Balkan Bulgar
kırallığ ın ı kurdu. D ördüncüsü de kuzey - doğuyu doğru yönelip O rta V olga
üzerinde Volga B ulgarları kırallığ ın ı kurdu. İlk d efa IS27 sonesinde BizanslI­
ların m ü tte fik i olarak ta rih sahnesinde görülen H azarlar da Türk m enşeli olup
B ulgarlara akraba id ile r. D iğ e r m ü e llifle rin a k s lu n ,' Istahri H azarların dilirfiTT
B ulgarların d ilin e benzediğini söyler. Bu dil eski lis â n iy et köklerinden
l i r i n e m ensup olup bu kökten bir ta ra fta n Ib tidaî Türkçe d iğ er ta ra fta n V oloa
B ulgarların ın vârisi tahm in edilen b ir kavim tarafın d an kullam üm ___Ç-ımasc»^
ç rk m ış tır,
ibn Fazlân'ın S efâ re tn â m e si'n d e n ve Islâm coğ rafyacıların ın eserle rin d e n
112 NOTLAR

an laşıldığı üzere, Voiga B ulgarları hicri IV. asrın başında İslâm dünyasıyla
m ü n aseb ette id ile r. O nlar şekien S âm â n île re bağlı olan H a re zm le , hattâ
bizzat S âm â n îie le rle nehir v e kara yoluyla tic a rî m ü n a s e b e tle rin e devam
ed iyo rlard ı. Bu yolla İs lâ m iy e t onlar arasında y a y ılm a y a . başlam ış, kırai ve
ailesin in d iğ er fe rtle ri m üslüm an o lm uşlardı. Bulgar hüküm darı h alifenin sara­
yında bulunan bazı şahıslarla ilgi kurm uştu. İş te , bu ş a rtla r içinde, hüküm dar
h a life y e halkına İslâm dinini ö ğ re te c e k ö ğ re tm e n le r v e fa k ih le r gönd erm esini,
düşm anlarına karşı kendini v e teb aasın ı m üdafaa e tm e k te kullanacağı bir
kalenin inşasına yardım etm e s i için yardım yollam asını isteyen b ir m ektup
gönderdi. Bu yardım isteği kabul olundu. H ilâ fe t sarayı ibn Fazlân’ın da
bulunduğu bir e lç i heyetini Bulgar kiralına gönderdi.
Ç e ş itli kaynakların İfâdesine göre, B ulgarlar bu sırada çobanlık ve zira a t-
le m eşguld üler. Y avaş yavaş y e rle ş ik hayata g e çm eye başlam ışlard ı. İbn
Fazlân’ın s e fa re ti esnasında henüz teşekkül e tm e m iş olan Bulgar şehri
bundan otuz sene kadar sonra M e s ’ûdî devrinde te ş e k k ü l e tm iş bulunuyordu.
İbn Fazlan g ittiğ i sırada B ulgarlar, H azar hâkânına yarı bağlı bir durum daydı­
lar. İs lâ m iy e t aralarında oldukça- y a y ılm ış tı. 385 yılın da Rusların taarruzu
neticesi H azarların çökm esinden sonra da v a rlık la rın ı devam e ttire n B ulgarlar
M o ğ o lların g e liş in e kadar ya ş a m ış la rd ır. M o ğ o lla rın gelişinden sonra Bulgar
D e v le ti çökm üş, onun y e rin d e A ltın - O rdu D e v le ti kurulm u ştur.

CEZA LA R :

Eski Ş am an ist T ürklerde ta b u la ra tecavüz ed e n le r c e za la n d ırılırla rd ı. Tabu


ile alâkası olm ayan a nlaşm azlıklarda â d e tle re v e re ’ye göre karar v e rilird i.
İnsanın hayatına, nam usuna, m alına ve tabu sayılan ş e y le re te c â v ü z e d e n le r,
şid d etle ceza la n d ırılırd ı. Bu suçları iş le y e n le rin h a re k e tle n d in kasdî olup
olm am asına da dikkat e d ilird i. M e s e lâ , kasden adam ö ldürene kısas ta tb ik
ed ilir, yâni o kim se öldürülürdü. H atâ ile ölüm e sebep olanlar hakkında ç e ş it­
li cezalar v e rilird i, ibn Fazlân'ın nakline göre, Volga B ulgarları hata ile bir
kim seyi öldüreni bir sandık içinde ağaca asarak kaderine te rk e d e rle rd i. A dam
ya orada ölür, yahut da b ir seb ep le düşer kurtulurdu. Buna be n ze r, â d e tle re
eski Ruslar arasında da rastla n m a k ta d ır. Y aralam alard a u m u m iy e tle kısas
ta tb ik edilirdi.
Ç in kaynaklarına göre, H iyong-nular evli b ir kadını k irle te n b ir kim seyi
ölüm e m ahkûm e d e rle r, genç bir kızı iğfal edeni ise büyük b ir fid y e v e rm e ğ e
ve hem en o kızla e v le n m e y e z o rla ria rd ı. Tu-kiyularda bir kadına te c a v ü z eden
önce iğdiş e d ilir, sonra da iki parçaya bölünürdü. İbn Fazlân, O ğuzların zina
’ ed en leri, e rk e k olsun kadın olsun, iki parçaya böldüklerini söyler. Ebû D ü le f’e
göre, K utluklar zina edeni yakarak c e za la n d ırırla rd ı. Y âkû t, «K artuklar zfnâ
edeni odun kesm eye m ahkûm e d e rle r» d e r. M o ğ o lla r ise zina ed en leri öldü­
rü rlerd i. Fakat, bütün bu k a v lm lere göre düşm anlarla aynı h a re k e ti yapm ak
suç sayılm azdı.
NOTLAR 113

A lln y kavim leri h ırsızlık yapanlara bıiyük c e za la r v e rirle rd i. Ibn Fazlân,


llıılfiarln rın hırsıza ölüm cezası v e rd ik le rin i söyler. Tuyu-huenlere göre a t
ı.ıılınıık büyük bir suçtu. Rubrouck, koyun çalan bir kim senin dayak cezasına
çarp tırıld ığ ın ı kaydeder.
H aram sayılan y e rle re v e eşyaya hü rm etsizlik de büyük cezayı g erekti-
t İn il. Plan C arpin tarafın d an nakledilen günahlar lis te sin d e bıçağı ate ş e
koym ak, ten ceren in içindeki e tte n bıçakla alm ak, b ir çadıra işem ek, odunu
ılı :ıin yanında tu tm ak, dizginle ata vurm ak gibi ş e y le r s ıra la n ır. B ir kim se
İm suçları kasden işlerse ölüm e m ahkûm e d ilird i. K asden işle m e zs e kendini
tem izlem esi, çadırı ve çadırda bulunan ş e y le ri iki ateşin arasından g eçirm esi
Içlıı şam ana büyük b ir ta zm in a t ödem esi g e re k ird i.
Eski O ğuzlarda, C ü cen lerd e v e M o ğ o ila rd a su da tabu idi. O nu k irle t­
m em ek g erekird i. Bu sebeple vücudu v e e lb is e le ri su ile yıkam ak ya s a k tı.
Böyle b ir h a re k e tte bulunan kim seyi «büyü yapıyor» diye ce za la n d ırırla rd ı.
O ğuzlar ve M o ğ o llara göre, yıkan m a kötü ruhları c e lb e d e r, şim şeklerin ve
yıld ırım ların boşanm asına sebep olurdu. Suyun y e re dökülm esi suçtu. M a k rîzî
■•Cengiz H an ’ın yasasında hiç bir kim senin elini suya b a tıram ayacağı, fa k a t
bir kap ile elinin ve yüzünün üzerine suyu dökebileceğinin» de bulunduğunu
kaydeder. Suyun tabu olm asının sebebi, kan gibi onda da hayatî ve sih ri
kuvvetlerin olduğuna in an ılm asıyd ı. Bunun için eski ş am anist kavim ler e lb i­
selerini yıkam azlar, giyeb ild ik le ri kadar g iy e rle rd i. Elbisenin yıkan m am ası
île re d o t'a göre İs k itle rd e , A m m ian us M a rc e llin u s 'a göre Batı Hunlarında- da
m evcuttu.

ETİL :

H azarların başşehri önceleri S em e n d e r şeh riyd i. E m e v île r devrinde


Süleym ân b. Fv'abîat ei-B âhilî S e m e n d e n fe th e d in c e başşehir Etil oldu. Etil
şehri V olga tarafın d an üç kısm a a y rılıyo rdu. Doğu ta ra fta M ü s lü m a n la r ve
şam anist H azarlar, batıda yahudî ve hıristiyan H azarlar, nehrin ortasındaki
adada ise hâkân oturuyordu.. İbn Fazlân zam anında b ir tic â re t m erkezi olan
doğu kısım da 10.000 kadar m üslüm an oturuyordu. Bunlar tic â re tle uğraş­
m aktaydılar.
M e s ’û dî Etil şehri hakkında şu m alûm atı v e rm e k te d ir: «H azarların baş­
şehri önceleri S em en d er idi. S üleym ân b. R'abîat al-B âhilî orasını fe th e d in c e
başşehir Etil şehri oldu. Bu gün H azar hüküm darının oturduğu Etil Türk
ülkelerin in uzaklarından gelen büyük b ir nehir tarafın d an üç kısm a a y rılır.
Bu nehirden B ulgar ü lkesine doğru k ollar a y rılır... Bu nehrin ortasında bir
ada v a rd ır... H üküm darın sarayı bu adanın b ir kıyısald ad ır. A dadan her iki
tarafa gem ilerd en yapılm ış b ir köprü bulunm aktadır.
Etil şehrinde M üslü m an lar, H ıris tiy a n la r, Y ah u d ile r ve cahiliye d in lerin e
m ensup in sanlar o turur. H üküm dar ve e tra fın d a k le r yahudi v e gerç e k Hazar-
F. 8
114 NOTLAR
SüEt

fardır. H azar hüküm darı H ârün e!-Reşîd devrinde yahudi olm uştur. Bunun
üzerine İslâm ş e h irle rin d e n ve B izans'tan pek çok yahud' gelip onun hizm e­
tin e g irm iş tir. Zam anım ızda yani 322 yılın da Rum im paratoru olan Romanos
ülkesindeki y ahudileri zorla h ırs tiy a n la ş tırm ış ... Bunun üzerine, Bizans ülke­
sindeki b ir çok yahudi hazar ü lkesine g itm iş tir. H azar hâkânının yahudi olm a­
sı hakkında daha başka ha b e rle r de vard ır. Bunlardan daha önceki kitapla­
rım ızda bahsettik.
Etil halkının çoğunluğu m üslüm andır. Z irâ onlar hüküm darın ordusunu
te ş k il ed e r ve bu ülkede E rîsiyye diye ta n ın ırla r. O nlar H arezm tarafın d an
g e lm iş le rd ir. İs lâ m ’ın zuhurundan sonra ülkelerin d e harp v e veba olm uş,
bunun ü zerine H azar ü lkesin e g itm iş le rd ir. Bunlar kahram an kim s e lerd ir.
H arp esnasında H azar ülkesini onlar korurlar. H azar hakanıyla yap tıkları an­
laşm anın şartların a uygun olarak E til'de otu ru rlar. D in lerin i açıklam ak, cam i
yapm ak, ezan okum ak ve hâkemin vezirliğ in i yapm ak bu şartla rd a n d ır. Zam a­
n ım ızd a H azar v e ziri onlardan A li b. K üye'dir. H azar hüküm darı m üslüm an-
larla harbederse bu a s k e rle r h a rb e tm e zle r. H âkânın yanındaki kâ fir aske rle r
h a rb ed erler. Bu m üslüm an askerlerin d en bu gün 7.000 kadar zırhlı asker
hüküm darla berab er harbe gider. M ü s lü m a n la r arasında olduğu gibi, bunlar
arasında m ızraklı s ü v a rile r de vard ır.
Ş ark hüküm darları arasında bu m ıntıkad a H azar hüküm darından başka
hiçbir hüküm darın m aaşlı askeri yoktur. Bu ülkede bulunan bütün m üslüm an­
lar E rîsiyye adıyla a n ılırla r. C ah iliy e d in lerin e m ensup olduğunu söylediğim iz
R uslar va S akâlibe hüküm darın askeri ve k ö le le rid ir. Onun ülkesinde E rîsiyye-
den başka tüccar v e sanatkâr m üslüm anlar da vard ır. Bu m ü siüm anlar onun
ad aleti ve em n iyeti do layısiyle ü lkesine g e lm iş le rd ir. O nların bir cum a m es­
cidi vard ır. M in a re s i hüküm darın sarayına yukarıdan bakar. Buradaki, rnüs-
iü m anların başka c a m ile ri de vard ır. Bu cam ile rd e m e k te p le r bulunur. O ra ­
larda çocuklar K u r’an okur. E til'deki m üslüm anlarla lııris tiy a n la r ittifa k ed e r­
se hâkân onlara b ir şey yapam az.».
İs ta h rî ise şunları Söyler: «Etil şehrinde 10.000 den fazla m üslüm an yaşar.
Bu m üsiüm arıların otuz kadar c a m ile ri v a rd ır... H azarlar, M ü slü m an lar, H ıris-
tiy a n ia r, Y ah u d iler ve P u tp e re s tle r olm ak üzere ç e ş itli d in le re m ensupturlar.
Bunlar arasından en azını y ahudiler, en çoğunu M ü s lü m a n la r v e H ıris tiy a n la r
te ş k il ed er. Y aln ız, hüküm dar ve yakın ları ya h u d id irle r. Â d e tle ri daha çok put­
p e re s t â d etle rin e benzer. H ü rm et e tm e k için b irb irle rin e secde e d e rle r. İslâ­
m iy e t'e , Y ah u d iliğ ’e ve H ıris tiy a n lığ ’a aykırı olarak eski â d e tle re s a h ip tirle r.
T üccarların, m üslüm aniarın ve tic a re th a n e le rin büyük çoğunluğu E tii'in
doğu kısm ında bulunur.».
M akd isî d e şöyle d e r : «Etil şehrinde m üslüm anlar çoktur. H üküm darları
yahudidir. H âkânın M üslüm anlardan , Y ah u d ilerd en , H ıris tiy a n la rd an , p u tp e re s t­
lerd en ç e şitli hâkim leri v a rd ır. M e ’m ûn'un C ürcânyye'den onlara s e fe r yap­
tığ ın ı, hâkânı yakalayıp onu İslâm 'a davet e ttiğ in i, daha sonra, Rusların onla-
m M ito r yap tıkların ı ve ülkelerin i ele g e ç ird ik le rin i d u y d u m ... H azarlar şim di
ım n ıılo ketlerin e dönm üşler. Y ah udiliğ i bırakarak m üslüm an olm uşlardır.».
Ilın l-lavkal şunları kaydeder : «Etil şehri iki parçadan m eydana g e lir. Bir
İtinim nehrin batısında, bir kısm ı doğıısundadır. Batı kısm a H azârân d en ir ve
hüküm dar burada o turur. Doğu kısm ına ise Etil den ir. Ş eh rin her iki parça-
•uııııı birden uzunluğu b ir fe rs a h kadardır. E trafında yayvan y apılm ış bir sur
vardır. Binaları hârgâh şeklin d e ağaçtan y ap ılm ış olup üstleri keçe ile ö rtiil-
nıüşliir. Bazı e v le r ise k erp içten inşâ e d ilm iş tir. Ş eh rin çarş ıla rı ve ham am ­
lını vardır. A y rıc a , şehirde 10.000 den fazla m üslüm an oturur. 30 kadar m escid
vardır. H âkânın sarayı nehirden uzakta olup tuğladan inşâ e d ilm iş tir. H üküm ­
dardan başkasının evini tuğladan yapm asına, m üsâade e d ilm e m iş tir. Ş ehrin
•.urunun d ört kapısı v a rd ır. .Bunlardan biri nehir ta ra fın d a , d iğ er biri de şah­
ın tarafın d ad ır. Bu şeh re bağlı pek fa zla köy yo ktu r. Ş eh ir halkı yazın şehrin
itirafındaki ovalarda zira a t yaparlar.
H azarların bundan başka bir de D erbend yakınında S em e n d e r adlı b ir
şehirleri v ard ır. Burası çok m am ur olup m üslüm anlar dahil ç e ş itli d in le re
m ensup in sanlar otururlar.».

EVLENMELER :

Eski Türklerde e v len m e â d e tle ri ç e ş itli m ıntakalara v e boylara göre deği­


şirdi. K aynakların b e lirttik le rin e göre, eski T ü rk le r u m u m iy e tle , öz anaları,
k ızları, kız kard eşleri babalarının kızları hariç her kadınla, babaları ölünce
üz anaları olm am ak şartıy la , onun bıraktığı dullarla e v le n e b ilirle rd i. Ebû Dü-
lol «Ç iğ illerd en herhangi biri kızı, kızkardeşi veya d iğ e r b ir m ah rem iyle e v le ­
nebilir. M e c û s î d eğ iller, fa k a t ev ie n m e konusundaki â d e tle ri budur.» der.
I e h'ecueil des V oyages adlı e s e rd e A s y a ’nın kuzeyindeki p u tp e re s tle r hak­
kında «O nlar, Öz anaları hariç, e v le n m e le rd e hiç b ir kan bağına riâ y e t e tm e z ­
im » denir. K alm uklar ve M o ğ o lla rd a b ir adam ın has k ızıyla e vlen m esi hâlâ
norm aldir. Plan C arpin «O n lar u m u m iy e tle , öz a naları, kızları, kız kardeşleri
lıoriç her kadınla, h a ttâ babaları ölünce onun b ıra k tığ ı dulla e v le n e b ilirle r.
Kardeşi veya ağabeyisi ölünce, hayattaki kardeşi onun dul karısıyla e vlen e­
bilir. K ocalarının ölüm ü ü zerine kadınlar kolayca te k ra r e v le n e m e zle r. S adece,
b ilin in üvey anasını veya yengesini alm ası hariç» der.
Eski T ürklerdeki e v le n m e le r arasında en çok göze çarpan husus ölen
adam ın dul karısıyla, a ile d e onun y e rin e geçen oğlunun e v le n m e s id ir. Bu
konuda en eski b ilg ile r Ç in kaynaklarında v e rilm e k te d ir. H lyong-nular devrin­
de baba ölünce oğlu, öz anası olm am ak şa rtıy la , babasının dul kalan karı­
sıyla gerçek m anâda e v le n e b ilird i. N ite k im , hüküm dar H ouhaıı-ya öldüğünde
onun yerin e geçen b irinci hatunun oğlu babasından dul kalan çlnli prenses
Tchao-kium ile e v le n m iş tir. Bu hususa Tu-kiyularda, Ibn Fazlân’ın b e lirttiğ i
gibi O ğuzlarda da rastlan ır.
H ero d o t bu âdetin Iskitlerde mevcut olduğunu kaydeder. Bu âdete C ahi-
I İÜ NOTLAR

llyo D evri arap lan n d a da ras tla n ır. O nlar bu türlü e v liliğ e «zevâc ül-m akt»
d e rle rd i. Benû Kays b. S a 'le b e ’de bazı kardeşlerin babalarının bıra k tığ ı d u lla
nö b etleşe e v le n d ik le ri riva y e t e d ilir.
Eski T ürklerde bazı k a b ile le r hariç dul kadınlara rastlanm azd ı. O n la r
sadece üvey analarını d eğ il, k ardeşlerinin ve y a diğer y akın larının dul k a rı­
larıyla da e v le n irle rd i. Y akın zam ana kadar A nadolu T ü rkleri arasın da da y a ­
kın ların nikâh düşen dul k a rıla rıy la e v le n m e k â d e tti. Z irâ , evle n m e y e n dul
perişan olurdu. O nunla evle n m e k h e r şeyden önce a ile arasındaki b ir daya­
nışm a borcuydu. D ulların ev le n m e m e s i Türk ka b ile leri arasında s ad ece
K utluklarda g ö rü lm e k te d ir. Ebû D ü le f «K utluklar arasında b ir kadının kocası
öldükten sonra ev le n m e d iğ in i, daim a ölen kocasına a it kaldığını kaydeder.
D e G uignes aynı âd etin bir S ibirya kabilesin de de v a r olduğunu söyler.
U m u m iy e tle , kocası öldükten sonra b aşkalarıyla evlen en dulların ö bür
dünyada birinci kocalarına dön e c e k le rin e in a nılırdı. Bunun için, sadece b ir
dulla evlen enin öbür dünyada eşsiz kalacağı zannolunuyordu. Bir dulla e v le ­
nenin m u tla k a başka bir bakire ile e vlen m esi g erekird i. H iç evlen m eden ölen
eb ed î b ir bkârlığa m ahkûm dü. Bu m ahzurun önüne g eçm ek için onlar b ir ç a re
düşünm üşler, ölü düğünlerini icad e tm iş le rd ir. Ölü düğünleri Tü rkler ve
M oğ o llard an başka İs k itle r, Ruslar ve C e rm e n le r arasında da m evcu ttu . Ö lü
düğünlerinin en güzel örneği İbn Fazlan tarafın d an Rusların b ir cenaze m era­
sim i m ü n aseb etiyle v e rilm e k te d ir. M e s 'û d î de aynı konuya tem as e d e re k
«H azar ülkesindeki Ruslar arasında biri bekâr olarak ölürse öldükten sonra
e v le n d irilir» der. Baliğ olm adan ölen çocuklar için de aynı şey y a p ılırd ı. Bunun
İçin baliğ olm adan ölen e rk e k le r v e kızla r bülûğ çağına g e lin c e e v le n d irilird i.
Bu tü rlü e v le n m e le rd e kız ve erkeğin yakın ları onlar h ayattaym ış gibi birbir-
le riy le akraba olu rlard ı. Bu konuda en ta fs ilâ tlı m alûm at M a rc o Polo ta ra fın ­
dan v e rilm e k te d ir. Ç in kaynaklarına göre, E fta litle rd e kard e ş le rin m ü ş te re k
te k b ir karısı vard ı. S pecht bunun için E fta litle rd e adınların çok az olduğunu
söyler.
E vlenm elerin ş e k ille ri hakkında da bazı b ilg ile re sahibiz. İbn Fazlân, O ğ u z­
lar arasında e v le n e ce k adam ın kızın v e lis iy le anlaşıp m ihri (b a ş lığ ı) ödedik
ten sonra, kızın bulunduğu eve g e le re k onu alıp götürdüğünü kaydeder. T a b iî
bunda kızın rızası da a lın ırd ı. A b d ü lk a d ir İnan'ın dediği gibi bunda bir nevi
m ed en ileşm iş kız kaçırm a âdeti v a rd ır. Y âk û t, T ü rk le r arasın da, kızlar bülûğa
e rd ikten sonra kocalarını ken d ile rin in s e ç tiğ in i söyler. D iğ e r b ir y e rd e ise,
«Türkler arasında k ızların başları a ç ık tır. İçlerin d en biri b ir kızla e v le n m e k
is terse onun başına bir örtü ata r, bundan sonra o kız onun olur.» d e r. K azvînî
bu ta tb ik a tım V olga B ulgariarında olduğunu b e lirtir.
D iğ er m ühim nokta, eski T ü rk le r arasında te k kadınla e vlen m en in â d e t
olduğuna d â ir ile ri sürülen id diaların doğruluğu m e s e le s id ir. K anâatim ize göre
ileri sürülen bu iddia h a ta lıd ır. Z ira , eski T ürklerde, u m u m iy e tle , kadınlar e r­
k eklere n isb etle çoktu. E vlenm eyen k ızları v e dulları korum ak, hayatta onla-
NOTLAR 117

m ı m esu liyetin i üzerlerin e alm ak için bir kadının yakın ların ın onunla evlen-
ıııııı.ı g erekird i. Eğer sadece te k bir kadınla evle n m e k za ru re ti olsaydı, böyle
Inıılıııların hayatta dayanaksız kalm a te h lik e s i ortaya çıka c a k tı.

G Ö M M E ŞEKİLLERİ :

Eski T ürklerde ölü leri göm m e ş e k ille ri çok ç e ş itlilik arze d e r. M e ş h u r bü­
yük d in lere g ire n le r o d inlerdeki â d e tle re göre ö lülerini g ö m e rle rd i. Ş am anist
lıiıld e rd e ise başlıca göm m e, te ş h ir ve yakm a ş e k ille ri g ö rü lm e k te d ir. Bu
tekillerden h e r birinde ç e ş itli fa rk lılık la r görülür. B unlardan en e s k ile ri göm -
ıııo ve te ş h ir olm alıd ır. Y akm a şeklinin ise bunlara göre daha sonradan o rta ­
ya çıktığı görülüyor. A y rıc a , bir kabilede ve y a k a b ile ler gurubunda zam ana
vo m ekana bağlı olarak bu göm m e ş e k ille rin in h e r biri g ö rü lm e k te d ir. M e s e ­
lâ, kaynaklar K ırg rd ar bakında «O nlar ö lülerini g ö m erler». «O nlar ee s e d ieri
iu ş lıir ed erler». «O nlar ö lülerini yakarlar.» gibi çeş itli ha b e rle r v e rirle r. Bun­
lardan başka O rta A sya kavim lerin d e ces e d lerin vahşî hayvanlara y e d irilm e s i
şekli de v ard ır. Bu âdetin Tü rkler tarafın d an ta tb ik e dilip ed ilm ed iğ i şüpheli­
dir, Ç e ş itli y azılı kaynaklardan ve ark e o lo jik kazılardan eld e edilen b ilg ile re
göre eski Türklerdeki göm m e ş e k ille rin i başlıca üç gurupta to p lam ak m üm ­
kündür :
a — . C esed in to p rağ a göm ülm esi : Bu â d e t Eski Tü rkler arasında en yay­
gın göm m e ş e k lid ir. M . Ö . 3,000 yıllarından kalm a kurganlarda göm m e âde-
tlne rastlan m aktad ır. Bu âd et daha sonra, G ö ktü rklerd e, O ğuzlarda, H unlarda,
llulgarlarda, H azarlarda, K ırg ızla ıd a , K arluklarda v e daha b ir çok Türk kabi­
lelerin d e görülen yaygın b ir göm m e şeklid ir. G öm m e esnasında ölü m ezara
y elm iş olarak, O ğuzlarda olduğu gibi y e re veya b ir sandalyenin üzerinde otur­
m uş, U ygurlard a olduğu gibi ayakta durur b ir halde y e rle ş tirilird i. O ğuzlarda
vo U ygurlard a cesed m ezar içine konurken e lb is e leri g iy d irilir s ilâ h la rı ku-
şa n d ırılırd ı. İs k itle rd e ve bazı O rta A sya ka b ile lerin d e şeklini m uhafaza ed e­
bilm esi için, büyüklerin c e s e tle rin in m um yalandığı g ö rü lm e k te d ir. Pazırık'taki
kurganlarda m um yalanm ış c e s e tle re ra s tla n m ış tır.
M ezarlard an bahsederken bazı Türk hüküm darlarının nehir yataklarına
göm üldüğünü söylem iştik. El-Bîrûnî’nin yazdığına göre, eski O ğuzların bir kısm ı
ölülerini C eyhun nehrine gö m e rle r, böylece günahlardan te m izle n d iğ in e ina­
n lıla rd ı. Bazan cesedi uzak m e s a fe le re g ötürm ek g erekince, kem ik lerin bıçak­
la e tle rd e n te m izle n e re k götürülüp göm üldüğü görü lm ekted ir. Bu konuya kan
ve kem iklerden bahsederken te k ra r te m a s e d ile c e k tir.

b — C esed in te ş h iri : Eski Tü rkler arasında en yaygın göm m e ş e k ille ­


rin den biri de cesed lerin ağaçlar üzerind e te ş h irid ir. Bu â d e te bu günkü
A vu stralya y e rlile rin d e , K uzey A m e rik a ’da da rastlanm aktad ır. Bu â d e tte ce­
sed b ir tabutun içinde ağaçlar üze rin e asılm aktad ır. C esed havada çürüyüp
tabut y e re düştükten sonra ölünün k em ikleri ya g öm ülm ekte, ya yakılm akta
118 NOTLAR
: .,•* » . ........ --------------------' « M u ÎZ 3 = 3

veyahut ta bir y e rd e m uhafaza e d ilm e k te d ir. Bu âd et S pencer ve G ille n ’in


A vu stralya y e rlile rin d e gördüğü iki zam anlı cenaze m erasim inden başka b ir
şey değ ild ir. Bu â d e te T ü rk le r arasında Tonguzlarda, H itanlard a, Y aku tlard a,
T atarlard a, K ırg ızlard a, Bulgarlarda v e başka bazı boylarda rastla n m a k ta d ır.
M in u sin sk Ta ta rla rı «Ben ölünce beni toprağa göm m e. D okuz karaçam ı baş­
larından bağla. Tabutu onların başına ko y.* d e rle r.

c — C e s e d in -yakılm ası : Y akm a adetine M . Ö . 1.200 yılların d an itib a re n


ç e ş itli O rta A sya ka v im lerin d e ra s tla n ır. C e s e d in yakılm asının en büyük
seb eb i, ateşin her şeyi te m izle d iğ in e v e kötü ruhları kovduğuna dair eski
T ü rk le r arasın da yaygın olan inanç o lm a lıd ır. Bu âdete G ö ktü rklerd e, H azar­
larda, K ırgızlarda, Kom anlarda, Tuna B ulgarlarında, Tönguzlarda, H itanlard a,
M o ğ o llard a ve B urtaslarda ra s tla n m a k ta d ır. U yg u rlar da ih tiy a rla rın ve sa­
m anların ce s e d lerin i yak a rla rd ı.
C e s e tle r y akıld ıktan sonra k e m ik ler ya göm ülür veya bir ırm ağın iç in e
a tılır, veya rüzgârda savrulurdu. K ırg ızla r ö lülerin c e s e tle rin i y a k tık ta n sonra
kem ik k a lın tıla rın ı g ö m e rle rd i. Sdrîsî m üm kün olduğu ta k d ird e küllerin M e n k -
hoz ırm ağına a tıld ığ ın ı, uzak m ın tıkalard a olanların is e k ü lle r i. rüzgârda sa­
vu rdukların ı kaydeder.
C e s e tle ri vahşî hayvanlara y e d irm e âdetinin Lam aizm in e tk is iy le g irm iş
olm ası m u h te m e ld ir. A z görülen bu âdete M oğ o llard a v e V u -k ie le rd e rastlan-
m a k ta d ır. Pei-che, V u -k ie le r hakkında «O nlardan biri sonbahar v e y a kışta ölür­
se cesedi sam u rların y em esi için m eydanda b ıra k ılır.» der. G ib e rt aynı âd e ­
tin V I. - V II. a sırlard a M o-holarda bulunduğunu, bunun k e m ik leri te m izle m e k
için yapıldığın ı söyler. İs k e le t ise ilkbahar gelince göm ülürdü.
G öm m e konusunda bahsedilen bu ş e k ille ri ş e m a tik olarak şöyle hülâsa
e tm e k m üm kündür.

a —•Cesedin toprağa gömülmesi : ya mumyasız, ya mumyalanmış, yahut


da iskelet etlerden temizlenmiş olarak gömülür.
b — < C esedin ağaçlar üzerinde te ş h iri : İs k e le t ya saklan ır, ya göm ülür,
veya yakılıp k ülleri göm ülür.

c — < C e s e d in yakılm ası : K ü lle r ve k a lın tıla r ya m uhafaza e d ilit, ya sav­


rulur, ya göm ülür.

d — • C e s e d le rin vahşi hayvanlara y e d irilm e s i : K e m ik le r ya olduğu gibf


te rk e d flîr, ya to plan ıp g ö m ü lü r...
Bütün bunlardan başka, bir de süt çocuklarının analarının c e s e tle rin in ya ­
nına diri diri bırakıld ığ ı da g ö rü lm e k te d ir. Bunun b eslenm e s ık ın tıs ı n eticesi’
ta tb ik edildiği a n laşılıyor. P roben’e göre, eski orm an k avim leri s ü t çocuğu
varken ölen b ir kadını tabuta koyup d ö rt direk ü zerine y e rle ş tirirle r v e çocu­
ğunu da yanına b ıra k ırla rd ı. Bu â d e te B e ltirle rd e ve K uzey A m e rik a y e rlile rin -
NOTLAR 119

do do rastlan m aktad ır. Son zam anlarda A ngora ırm ağı kıyılarında yapılan
kazılarda, taş devri S u re tle rin e a it m ezarlarda bu âdetin izle rin e ra s tla n m ış tır.

H Â K Â N ve H Ü K Ü M D A R :

Eski Türklerde hâkân gök m enşeli olup cihanşüm ul bir d e ğ e re sahiptir.


11,'ikân gök tarafın d an y a ra tılm ış tır. C engiz H an'ın m e n ş e i de G ökten gelen
l'.ozkurt B örte - Çine'ye dayanır. Bunun için bütün Türk le rd e hakanlar aynı
m enşeden gelm iş o lm alıd ır. N e s e p le ri bu m e n ş e ’e dayanm ayan k im s e le r bâ-
kân olam azdı. H âkânın bütün T ü rk le r üzerinde m u tla k b ir o to rite s i v ardı. Onun
lâdeti bütün m ille tin e sa ad et g e tirir, onun uğursuzluğu m ille tin e uğursuzluk
g e tirird i. Büyük fe lâ k e tle r gök ile hâkân arasındaki an laşm azlıktan doğardı.
Islâm coğrafyacılarının b e lirttik le rin e göre, H azar hakanı da aynı şekild e kabul
e dilirdi. Bütün T iirk le r üzerinde m utlak bir o to rite y e sah ip ti. Onun bulunduğu
orduya karşı diğer Türkler h a rb e tm e zle rd i. H azarlar başların a b ir fe lâ k e t ge­
lince, bunun hâkân ile gök arasındaki an laşm azlıktan ile ri geldiğine in anırlar
ve hâkânı öld ü rü rlerd i. H azarlar m u sevî olduktan sonra da aynı â deti ta tb ik
e tm iş le rd ir. Bu âd eti Tu-kiyularda da g ö rm ekteyiz. Y aln ız, hâkân ve ailesi kut­
sal b ir m enşeden geld ikleri için idam e d ilirk e n kanlarının akıtdm am asına ih ti­
mam ed ilird i. Bu seb ep le O rta A sya Türk ka v im ierin d e hüküm dara,' çok defa
İran lIlarda olduğu gibi, A llah m anâsına gelen te rim le h ita b e d ilird i. Ibn Fazlan,
O ğuzların büyüklerin e «rabb» ded ik le rin i söyler. T a b a rî’ye göre, M u ’ta s ım 'ın
A fşin 'i ith am ları arasında, onun kendisine U sruşene dilinde « A llahların A lla h ’ı»
şeklinde h ita b e ttirm e s i de v a rd ır. A y rıc a , A lta y ka v im ierin d e hüküm darın elçi­
leri de hüküm darlığın m ukaddes ik tid a rın a b ürün m üşlerdir. O n ların öldürül­
m eleri m utlaka intikam g e re k tirird i. Bunun için K aşgarl «yaş ot kesilm ez, elçi
öldürülm ez.» der.

H Â K Â N - BEY :

Burada H azar hâkânı'nın v ekilin den bah s e d ilm e k te d ir. H âkân - bekten eski
İslâm ve G rek kaynakları ta fs ilâ tlı bir şekilde bahs e d e rle r. H âkân adına hü­
küm darlık s e lâh iyetin i kullanan ve orduları kum anda eden odur. H âkân ise,
bütün o to rite y i elin d e bulundurm asına rağm en p a s if durum dadır. H âkân - bek
d e v le t işlerin d e sadece hâkânâ karşı sorum ludur, ic râ â tın ın m uhasebesini ona
v e rm eye m ecburdur. Onun ta ra fın d a n seç ilir. H âkân - bekin seçim i ve selâ-
h iyetleri hakkında İstah rî, İbn H avkal ve M e s ’ûdî ta fs ilâ tlı bilgi v e rm e k te d ir­
ler. M e s ’ûdî, M ü rû c el-ze h e b ’te bu konuda şu bilgiyi v e rir :

«H azar ülkesin d e hâkân vard ır. Bu hâkân başka bir m elikin elinde ve onun
evin dedir. Hâkân b ir sarayın içindedir. H ayvanına binm ez. İle ri g e le n le r ve
halle için dışarı çıkm az. O nunla b eraber evinden harem i de çıkm az. E m ir v e
neyh etm ez. H azar devletin in , hâkân evinde ve sarayında bulunm adıkça, hü­
küm dar tarafın d an id aresi m üm kün d eğildir. H azar ülkesinde kuraklık, â fe t
120 NOTLAR
E s rrrv :

o lur, düşm anları onları m ağlûb e d e r ve yahut başlarına b ir facia g e lirs e ileri
g e le n le r ve halk H azar m e lik in e koşar. Ona «Bu hâkânı ve günlerini uğursuz
buluyoruz, ya onu öldür veya bize te s lim e t. Biz öldürelim .» d e rle r Bazan ha­
kanı onlara te s lim ed er, bazan onu öldürm eyi kendisi üzerine alır. Bazan da
hâkâna acır, suçsuz olduğu için onu m üdafaa ed er. Bunun eski zam anda m ı,
şim di mi olduğunu bilm iyoru m . Bu hâkân onların ileri gelen a ile le rin d e n birin-
dendir. Bu ailenin eskiden beri hüküm dar ailesi olduğunu tah m in ediyorum .».
ibn H avkal ise şu bilgiyi v e rir : « H a za rla r ekseri pirinç v e balık y e rle r.
H azarlar ülkesinden g e tirile n bal, m um v e kü rk le r Bulgar ve Rus ü lkelerinden
g e tirilir. H e r ta ra fa sevk edilen hazz d e rile ri Bulgar, Rus ve Kuyâba
(K ie v ) tarafların d a k i kuzey nehirlerin d en v e e tra fla rın d a n elde e d ilir. Ende-
lü s’te k i bu d e rile r de B altık denizi tarafından g e tirilir. Rus ü lkelerin d e bulu­
nan bu d e rilerin çoğu oraya Y e ’cûc ve M e ’cûc ülkesinden g e tirilir. Bazan bu
d e rile r B ulgar ü lk e le rin d e de s a tılır. FVuslar 358'de B ulgar v e H a zâ râ n ’ı ta h rip
ed in ceye kadar durum böyle idi. H a re zm lile r Bulgar v e S akâlib e ülk e le rin e
çok g irip ç ık tık la rı, oralara gazâ ya p tık la rı v e yağm aladıkları için bazan hazz
v e k ıy m e tli kü rk le r H a re zm ’den de ihraç e d ilir. H azarların dili T ü rk le rin , Fars-
ların v e d iğ er m ille tle rin d ille rin e benzem ez.
H a zarlar Tü rk le re benzem ez. Z ira hepsi de siyah saç lıd ırla r. V e iki kısm a
a y rılır. Kara H a za rla r ki H in tlile r gibi e s m e rd irle r. D iğ e rle ri b e yazdırlar. Ha­
zarların p u tp e re s tle ri çocuklarını köle olarak sata rla r. G iyd ik le ri eşy a la rın ku­
m aşların ı C ürcân, Taberistan , A zerb aycan , B izans'tan v e m e d e n î kom şuların­
dan g e tirirle r.
H azarların en büyük idarecisi hakandır. H âkân hazar m elikinden daha
y ü k s e k tir... M e lik i seçen de odur. H üküm darları (m e lik le ri) ölünce y e rin e yeni
b ir hüküm dar (hâkân bek) seçm ek is te rle rs e hâkân ge lir. N a m ze t olan adam a
A lla h 'ın huzurundaki m e s u liy e tin i h a tırla tır. N a s ih a t ed er. Ü ze rin e düşen
d e v le t hukukunu v e işlerin i b ild irir. V azife s in d e kusur ede rs e veya üzerine
düşm eyen bir şey yapar v e verdiği hüküm lerde doğruluktan a y rılırs a gireceği
günahı bild irir. Bazan, hüküm dar yapm ak is te d ik le ri kim se hâkândan bu söz­
leri işitin ce dindarlık, zühd do layısiyle ve başına g e le b ile c e ğ in i iş ittiğ i şey­
lerd en çekin ere k id areciliğ i b ıra k ır, bu va zife y i kabul e tm e k te zaaf göste­
rir ve başka biri onun y e rin e va zife y i kabul ed e r. H üküm darlığı kabul ed e r­
se, onu m akam ına o tu rtm a k ve idareyi te s lim için g e tird ik le ri zam an
hâkân bir ip ekle boğazını s ıkar. Bu sırada boğulm ak üzere oldu­
ğu zam an «H üküm darlığının ne kadar m üddet olm asını istersin?»
d e rle r O da «şu kadar sene.» der. Bu m üddet dolm adan ölürse kendi e ceii ile
ölür. Kendi d iliy le ifade e ttiğ i m üddetten daha fazla yaşayacak olursa öldü­
rülür. A ncak belli bir âileden g e le n le r hâkân o la b ilirle r. H akanın e m ir v e m e­
netm ek selâh iy e ti yoktur. Y alnız, hüküm dar dâhil herkes ona h ü rm e t eder.
H uzuruna girince secde ed er, işi olm ayan onun huzuruna g ire m e z. Fakat,
g irin ce yüzünü y e rle re sürüp secde ed er. Sonra ayağa kalkar. O tu rm asın a izin
NOTLAR 121

verin ceye kadar ayakta kalır. B aşlarına büyük bir belâ g e lir veya harp olursa
lırtkûn dışarı çıkar. Türklerden ve gayri m ü sİim lerd en H azarlara kom şu olan-
lıır onu görünce ona h ü rm e tte n dolayı onunla h a rb e tm e zle r. H em en önünden
ı ek ilirle r. Hâkân ölüp göm ülürse, kabrinin yanından geçen herkes hayvanın­
dım yere in er v e secde ed e r. Kabri gözünden kaybolm adıkça hayvanına bin­
im iz. H azarların hüküm darlarına hürm eti o d e re c e d e d ir ki, bazan birine ölüm
cezası v e rilir, fa k a t bu kim se hüküm darın yanında itib a rlı b ir kim se olur ve
hüküm dar onun alenen idam e d ilm esini is te m e zs e o adam a kendi kendini
öldürm esini e m red er. O da ev in e gidip in tih ar eder.
Biraz önce hakanlığın belli b ir aile d e olduğunu, onlardan başkalarına
göçm ediğini söyledim . Bu aile içinde ze n g in le r de, fa k irle r de v a rd ır. Hâkân-
lık sırası kim e g e lirse zengin veya fa k ir olsun o hâkân olur. İtlm ad e ttiğ im
tılri bana şunu söyledi : Eti! çarşısında e k m e k satan b ir gene gördüm : O n la r
lı/ıkûn ölürse onun ye rin e g eçm ek için bu g e n ç te n daha m ünasibi olm adığını
söylüyorlardı. Bununla b eraber, bu genç bir m üslüm andı. Y ah u d î d e ğildi. Sa­
dece hâkân için kurulan altın çadırda b ir ta h t bulunur. B ir harp veya b ir olay
zam anında ordu s e fe re çıkınca hâkânın çadırları hüküm darın çadırlarından
dnha yü ksekted ir. Etil şehrindeki hâkânın sarayı da hüküm darın sarayından
dıılıa yü ksekted ir. Hakana herkes tarafın d an ödenen özel v e rg ile r vard ır.

H A S TA LIK VE T E D A V İS İ :

Ş am anist T ürklerin h astalık karşısındaki tu tu m la rı bizim m antığım ızdan


bam başka b ir yöndeydi. O nlar b ir insan hasta olm akla ruhunun vücudunu te r-
ko ttiğ in e, vücudun içine kötü bir ruhun veya cism in girdiğine in anırlardı. Bu
bakım dan şam anist b ir c e m iy e tte h astalık ile ölüm karşısında aynı tepki gös­
te rilird i. A yrıca, şam an ist kavim lerde ih tiy a rlık da bir h astalık, hattâ tedavi
kabul etm eyen bir h asta lık tı. Bu seb ep le bazı S ibirya ka b ile lerin d e ih tiyarla­
ra: öldürüldüğü g ö rü lm ekted ir. H a za rla r hâkânları ih tiyarlayacak olursa onu
ö ldürürlerdi. Bazı kab ile lerd e ise ih tiy a rla r azizler arasına girerd i. G öktürk-
lorde ih tiyar v e zir Tonyukuk aziz s a y ılırd ı. Ebû D u le f’in ifad esin e göre, Ki-
ıııa k le r arasında seksen yaşına g ire n le re ib âdet ed ilird i.
H astalık esnasında bedene giren kötü ruhu veya cism i düşm an b ir ruhun
veya b ir büyücünün soktuğuna in a n ılırd ı. Fakat, büyücü veya benzeri olan bu
düşm anla şam anı k a rış tırm a m a lıd ır. Şam an aksine, hastalığı te d a v i e d e b ile ­
cek yegâne kişidir. Onun en büyük sosyal va zife s i hastaların ted avisi idi.
Bunun için, eski A rap co ğ rafyacıları O ğuzların ve Rusların din adam larına
«onların ta b ib le ri» d e rle rd i. Bu sebeple T ü rk ç e ’de ilâç m anâsına gelen «kem »
kelim esiyle şam an m anâsına gelen «kam » kelim esi arasında bir yakın lık vardır.
Eski T ürklerde tıb b ın en önem li kısm ını İlâhî sayılan çeş itli k u vvetlerden yar­
dım istem e te ş k il ed er. Şam an davula değneğiyle vurarak, ç e ş itli h a re k e tle r
yaparak, İlâ h ile r okuyarak vücuttan kaçan ruhu yakalayıp te k ra r vücuda sokm a­
ya ve vü cu ttaki kötü ruhu kovm aya çalışırd ı.
122 NOTLAR

Ibn Fazlan, O ğuzların hastayı nasıl te d a v i e ttik le ri hakkında bilgi v e rm i­


yor. b ad ece onların h a s ta la rı kırlarda te c rid e ttik le rin i, ancak kölelerin has­
utlarla m eşgul olduğunu b e lirtir. «Eğer hasta kim sesiz b iri, ve y a bir köle
ise onu evlerd en uzak bir y e re koyarlar. O rada ya ölür veya kendi kendine
iyileşip döner gelir» der. Rusiar hakkında da aynı şeyi söyler. El-Bîrünî’ye
göre, eski HincMiler de hastaları dağlara veya kırlara götürüp b ıra k ırla rd ı.
Burada, b ir kendi kendini korum adan bahsedildiğinde şüphe yoktur.
H asta buluiıan çadıra da kim se yaklaşam azdı. içinde hasta olduğunu be­
lirtm e k için çadırın yanına b ir m ızrak veya bayrak d ik ilird i. Plan C arpirr
«Biri hastalanınca evinin (ç a d ırın ın ) önüne bir m ızrak dik ilir» der. Rubrouck
da «Biri hastalanınca yatağına y a ta r. Ç adırın içerisin d e hasta bulunduğunu
ve.- girm enin yasak olduğunu b e lirtm e k için bir a lâ m e t konur. B öylece, hasta­
yı bakandan başkası çadırın piçine g ire m e z. O rdug âhta biri hastalanınca ordu­
gâha kim senin girm e m e s i için e tra fa n ö b e tç ile r konur» der.
Ruha pusu kuran, onu hasta yapan ruhları te s k in e tm e k için insan !<urbar>
e tm e âdeti H iyong-nular devrinden beri m evcu t olan b ir şe y d ir. H astaların
ted avisi için ölüm ta n rıs ın a kurban kesm e din s osyolojisinin b e lirttiğ i gib i,
eski p u tp e re s t k avim lerd e g ö rü lm e k te d ir. Eski T ilrk le rd e m evcu t olan ö lü m
tan rısı E rklik ve B aşgırtlarda m evcu t olan ölüm ta n rıs ı için de h a s ta la n
ölüm den ku rtarm ak için insan kurbanı y ap ılm ış o lm a lıd ır.

H A Z A R LA R :

Türkçe'd e S âb ir (S ib îr), Farsça’da H azârân ve A ra p ç a ’da e!-H azar d e n ile n


H azarlar Türk kavlm lerinden olup önceleri G ö k tü rk im paratorluğuna bağlı idi­
ler. M ilâ d i V I. asrın sonlarına doğru K afkasya'ya g e le re k orada d e v le tle rin i
kurdular. H azarların de v le ti ta rih te ilk d efa 627 yılın da İran lıla ra karşı B izans’
ir; m ü ttefik! olarak z ik re d ilir. H azarların de v le ti zam anla kom şuları a leyh in e
g e liş ti. H eraldius devrinde Bizans ile yap tıkları ittifa k n eticesin d e A ze rb a y ­
can'da Iran aleyh ine g e n iş le d ile r. Fakat, onların güneydeki bu h â k im iy e tle ri
M üslüm anların gelişi neticesi g e rile m e k zorunda kaldı. H attâ, E m e v île r dev­
rinde b aşşeh irleri olan S em e n d e r M üs lü m a n la rın e lin e geçince kuzeye ç e k il­
m ek zorunda kald ılar. V o lg a ’nın H azar denizine döküldüğü y erde Etil şehrini
kurarak burasını m erkez ed in d iler. Bununla berab er H azarlar kuzey, batı v e
doğuda hâkim iy e tle rin i g e n iş le tm ek im kânını b u lm u şlardır. V III. - IX. asırlarda
ve X. asrın ilk yarısında doğuda K azakistan bölgesindeki O ğ u zla n , kuzeyde
B ulgarları, batıda K ırım ’a kadarki sahayı h â k im iy e tle ri altına a lm ış la rd ır.
O kadar ki, bir aralık K iev prensliği onlara vergi ödem ek zorunda k a lm ış ­
tı. H azarların bu h â k im iy e tle ri, X . asrın o rta la rın a kadar devam e tti. Bundan
sonra, Türk kavim ierinin v e N orm an m en şe'li Rusların hücum ları n e tic e s i,
X . asrın ikinci yarısından itibaren H azar D e v le ti yavaş yavaş y ık ıld ı.
H azarlar yarı göçebe yarı y e rle ş ik tile r. K ışın belli başlı y e rle ş m e y e rle rin ­
de, yazın bozkırlarda çadırlarda o tu ru rla rd ı. A yrıca, onlar K ara H azarlar v e
f

NOTLAR 123

Beyaz H azarlar olm ak üzere ikiye a y rılırla rd ı. Bazı İslâm c oğrafyacıları H azar­
ım ın dillerin in ve fizyo n o m ilerin in Tü rk le re benzem ed iğini iddia e d e rle rs e
do, M e s 'û d î ve İstah rî onların Türklerden olduklarını ve d ille rin in Bulgarların
d illerin e benzediğini kaydederler. H azarların Türk olduğunun en büyük delif
onların id âre şeklid ir. H azar hüküm darına hâkân de n ilird i. H âkân adına d e v le ti
lılöre eden ise H âkân - bey idi. H âkân belli b ir sü lâleden seçildiği halde.
Hâkân - bey idarede tem ayüz e tm iş k im s e le r arasından se ç ilird i.

H azarlar önceleri sam anist id iler. II, M e rv â n zam anında M ü s lü m a n la rın


ııiıfuzu ile İs lâ m iy e t’i kabul e ttile r. Fakat, H ârûn el-R eşîd devrinde B izans'tan
I ıçan M ü s a v ile rin e tk is iy le idareci s ın ıf ın û s e v île ş ti. Bunun n eticesi ibrânî
alfabesi kullanılm aya başlandı. A sıl halkın çoğunluğu eski Ş am anist din lerin ­
de ka lm aya devam e ttile r. A y rıca, Etil, S em ender, H an b alığ gibi H azar ş e h ir­
le r i n d e k a l a b a h j^ an la r v e T d e -îs tiy a n îa r ^ ^
l ün bu d in le rin m ensupları a y rıs ta tü k o y a s a h ip tile r. D inî işlerin d e s e rb e s tti­
ler. Kendi aralarındaki anlaşm azlıkları halleden kaza - te ş k ilâ tla rı v ardı. Hazar-
ların bu d in î durum u X. asrın ikinci yarısına kadar devam e tm iş , bu sırada
huşların tecavüzün e karşı M üslüm anların y a rdım ını te m in e tm e k için toptan
hılAm iy e p kabili e tm iş le rd ir
H azar hâkânının ü cre tli d aim î bir ordusu vardı. Bu ordunun e k s e riy e tin i
M ü siü m an lar te ş k il ediyordu. Bundan başka, H azarların başşehri E til’de tic a rî
hayat M üslü m an ların elindeydi. H a re zm lile r burada tic a rî b ir koloni kurm uş­
lardı. H a zarlar g eçim lerin i tic â re t ve çobanlıkla te m in e d e rle rd i. O n la r kuzey
kavim leriyle güney kavim leri m edeni dünyası arasında bir aracı id iler.

HEYKELLER :

Bazan m ezarın üzerine ölen kim senin heykeli y a p ılırd ı. Bu h e y k e lle r


oldukça m ükem m el olup bunları b alballarla k a rış tırm a m a k ge re k ir. Bu h eykel­
ler ölüyü te m s il e ttiğ i halde, balballar ölünün hayatta iken öldürdüğü insan­
ilin tem sil ed er. U m u m iy e tle bu h e y k e lle rin biri kocayı, biri karıyı te m s il e t­
m ek üzere ikişer tan e yapıldığı görülür. Bu ç e ş it h e y k e lle re V III. a s ır m ezar­
larında çok rastlanır. K itanlarda, d e v le tle rin i kuran kiralın altından b ir heykel»
ile sekiz oğlunun heykelle ri yapılarak M ııy e dağında bulunan ö lü le rle ilgili
bir m abede konm uştur. Y âkû t, K arlukların taştan yapılm ış b ir m âbede sahip
olduklarını bunun duvarlarında eski kıralların m re s im le rin in bulunduğunu
kaydeder.

İN S A N KUR B AN LA R ] :

Eski kavim ierde ölen büyüklere, ölüm den sonraki hayatlarında hizm et
etm esi m aksadıyla, insan kurban etm e k yaygın b ir â d e tti. Türkler arasında
rlf bu âd ete rastian m aktad ır. Zirâ , şam anist T ü rklerin inançlarına göre bura­
dan öbür dünyaya hizm etçi götürm eyen şahıs orada h izm etçislz kalacaktı.
124 NOTLAR
t

MdkcJlsî «Türklerden bazı k a b ile ler ölü ile b e raber diri diri h izm e tç ile rin i ve
kö lelerin i m ezara gö m erler.» der. Bir rus prensinin ölüm ü ü zerin e, onun için
biî kızın kurban e dilm esi m ü n âseb etiyle, İbn Fazlân tarafın d an v e rile n m alû­
m a t bu konuda bize kadar gelen en ta fs ilâ tlı bilg id ir. Ö lü için en çok kurban
e d ile n le r onun erk e k ve kadın h izm e tç ile rid ir. H erodot'un nakline göre, İskit-
le rd e kralın en iyi 50 hizm etçisin in kurban ed ild ikten sonra içine sam an dol­
durulm uş 50 atın üzerine b in d irile re k g ö m ülm üşlerdir. Eski Tuna B ulgarlarında
bazı şah ıslar ö lü le rle b e ra b e r yakıld ığ ı gibi, ölenin kadınları v e h izm e tç ile ri
ölü ile b erab e r diri diri m ezara konup ölüm e te rk e d iliy o rla rd ı. Procopus'un
n aklin e göre, E fta litle rd e efendi ölünce bütün k öleleri onunla b irlik te m ezara
g iriy o rla rd ı. Hiyong-nularda cenaze m erasim i esnasında bir çok m ahkûm un
başları kesilird i. Tu-kiyulardan Tour-hauth’ıın, babasının ruhu için e lle rin e
b ir m ektup v e re re k dö rt esiri kurban e ttiğ i g ö rü lm e k te d ir. 710 yılın da bir
H azar1 tuoununun ölm esi ü zerine, 300 Rum esiri ona h izm et e tm e k için kurban
e d ilm iş le rd ir. P eçen ekler ise ölü ile yakm ak için yab ancıları yakalam aya ç a lı­
ş ırla rd ı.
M o ğ o llard a bir hanın ölüm ü ge rç e k te n b ir insan kıyım ına yol açardı. O n ­
la r da hüküm dar için öldürü len lerin ölüm den sonraki hayatta ona h izm e t ede­
c e k le rin e in anırlardı. R eşîdüddîn’in k a y d e ttiğ in e göre, C engiz-hân’ın ölüm ü
ü zerin e, ye rin e geçen oğlu büyük kabilelerden 40 güzel kız s e ç tirip , bunları
süsledikten sonra babasına h izm e t e tm e le ri için öbür dünyaya g ö n d e rm iş tir.
C enazeyi g ö tü re n le r yo lları üzerind e rastla d ık la rı insanları de ölüye hizm et
e tm e le ri için ö ldürürlerdi. M a rc o Polo bu konuda şöyle der : «Bu büyük han­
la rın cen azele ri bu dağlara g ö türülürken cenazeyi ta ş ıy a n la r yo lları üzerinde
rastlad ıkları herkesi kılıçtan g e ç irirle r.» «E fendim ize h izm et e tm e k için öbür
dünyaya gidin» derlerd i... Beşinci kağan M eng û öldüğü zam an cenazeyi ta ş ı­
yan lar yolları üzerinde rastla d ık la rı 20.000 den fazla insanı ö ld ü rm üşlerdir.».
V assâf, Hülâgû göm ülürken onunla b e ra b e r çok güzel ve süslü genç kızların
diri diri göm üldüklerini yazar, ibn B attûta'nın bu konuda verd iğ i m alû m at daha
ta fs ilâ tlıd ır. O , «Ö len kaanla b e raber yeğe n le rin d e n , yakınlarından ve sevdiği
kadınlardan öldürülen 100 k adar insan ile çok asil d ört genç kız, a ltı köle
m ezara konur. Sonra, m ezarın kapısı duvarla örülür.» der. Pei-lon-fong-son
«Ö lüm günü o n lar ölenin kö le le rin i, gözde c a riy e le rin i ve en iyi atını öldü­
rürler.» d em e k te d ir. Le P. M a rtin i X V II. asırda Ç uşanlar arasında ölü ile
b erab er kö lelerin in ve h izm e tç ile rin in y a kıldığını b e lirtir. Ruslar S ib iry a ’ya
g ird iklerin d e y e rlile ri, büyüklerin ö lü le riy le b e ra b e r sadık hizm etçilerin d en
b azılarım diri diri m ezara göm m ekten m e n e tm iş le rd ir. G m elin , bu konuya te ­
m asla, Rusların gelişi ü zerine onların ölen büyüklerle berab er, h izm e tç ile ri
içinde onu en çok sevenin onun c e s e d iyle b eraber kendisini yakm ası âd e ­
tin in yasaklanm aya ça lış ıld ığ ın ı kaydeder.
Eski Türkler arasında kocaları ölen dulların kocalarıyla b e ra b e r göm ül
düğü ve yakıldığı çok g ö rü lm e k te d ir. Zirâ , A lta y ka v im ierin e göre insan ölün-
NOTLAR 125

<;<> uğradığı en büyük kayıp k arısını kaybetm e d e rdiydi. Bunun için onu b era­
berinde g ötürm eliydi. Bu konuya biraz önce oldukça te m a s edildi. İlâve ola­
rak şunları da z ikred e b iliriz. Tuna B ulgarları H ıris tiy a n lığ 'ı kabul etm eden
önce kadın ölen kocasıyla b e ra b e r diri diri m ezara g irm e y e m ahkûm du. Pa-
zırık'takl m ezarlardan eld e edilen b ilg ile r de dulun kocasıyla berab er göm ül­
m esinin çok eski d e v irle rd e varlığ ın ı isb atlam aktadır. Bu â d e t Hiyong-nular
devrinde İş k ille rd e n alın m ış o lm a lıd ır. A y n î’nin nakline göre, H üdâbendâ’nın
ölüm ü ü zerine yerin e geçen oğlu Ebü Saîd tarafın d an babasının zevcesi öldü­
rülüp onunla b irlik te m ezara göm ülm üştür.
Bir de hüküm darın m ezarını yapanların ve onu g öm enlerin öldürüldüğü
g örülm ektedir. Bunda m ezarın gizli kalm ası düşüncesi yanında öld ü rü le n le rin
öbür dünyada ölüye h izm et e tm e le ri düşüncesi de e tk ilid ir. Bu âdete H azar
vo M oğol hakanlarının, A ttilâ ’nın ve V izig o t kıralı A la rik 'in göm ülm esinde
rastlanm aktad ır. A yrıc a , zekî v e çabuk kavrayışlı in sanların T a n rıy a kurban
olarak takdim edildiği görülür, ibn Fazlan Volga B ulgarlarının z e k î v e çabuk
kavrayışlı b ir adam görünce «Bu adam ın rabbam ıza h izm et e tm e s i gerekir.»
ded iklerin i, onu tutup b ir ağaca a s tık la rın ı, parça parça olup y e re düşünceye
kadar bu şekild e asılı kaldığını söy le r. Tului «Sen kulunu g üzelliğ i v e liyakati
sebebiyle kendine ça ğ ırm a k istiyorsan ben ona daha lâyıkım ,» dom ektedir.
Bu ifade ilâhların iyi kim s e leri k en d ilerin e ç e k tik le rin e dair yaygın olan
inançla ilg ilid ir. İbn Rusteh «R usların ta b iile rin in onlar üzerind e m utlak oto­
ritesi v ard ır. İs ted ikle ri kim seyi Tanrı için kurban e d e b ilirle r.» der. Burada
tabib diye zikred ilen k im s e lerin şam anlar olduğunda şiıpho yoktur.

KAN VE KEMİKLER :

Eski A lta y kavim leri kana ve k e m ik lere büyük örj,om vo rlrlo r, ruhun kanda
ve kem ilerd e olduğuna in an ırlard ı. Kanda ha y a tiy e t hassası bulunduğu için
idam a m ahkûm edilen yü ksek kim s e lerin cezaların ı kan dökm odon İcra eder
lerd i. S adece hakaretle ö ldürülm ek is te n ile n le rin vo düşm anların kanı akıtı-
lab ilirdî. M arco Polo «onlar kendi adam larını bu şekild e c e za la n d ırırla r. Z ira ,
onlar arasında kan dökm ek is tenm ez. Ş am anlar İnsan kanını dökm enin fen a
olduğunu sö ylerler.» der. M ah m u d K aşgurî’dokl bir ş iir parçasına göre, vergi
ödem eyi reddeden b ir kim senin cezası kanının yoro n k ılılım is iy d i. K urbanla­
rın ve hayvanların kanını a kıtm ak da haram dı. O ğuzlar hayvanları ve kurban­
ları başlarına darbe vurm ak, M o ğ o lla r İse hayvanı kalbini sökm ek s u re tiy le
öld ü rü rlerd i. H ero d o t İş k ille rd e kurbanın kanı dökülm odon boğulm ak su re tiy ­
le öldürüldüğünü kaydeder. Bu â d e t bu gün O rta A sya ka b ile leri arasında
hâlâ yaşam aktadır.
Ruhun kandan başka ikinci ikâm etgâhı k e m ik lerd ir. Eski A lta y kavim ler!
insanın öbür dünyadaki hayatını devam e ttire b ilm e s i için vücudun olduğu
gibi m uhafazasına büyük önem v e rirle rd i. Bu m üm kün olm azsa ölünün kem ik­
leri veya kafatası m üm kün m e rte b e m uhafaza e d ilm eye ç a lış ılırd ı, is k e le t
126 NOTLAR

va s ıta s ıy la insanın hayata döneceği düşüncesi d in le r ta rih in in çok yakından


tan ıd ığ ı bir husustur. M irc e a Eliade -R u h kem ik lerd e d ir. Bunun için insan­
ların kem iklerd en d irile c e k le ri düşünülür.» der. Bu gün A nadolu’da yaygın
olan b ir inanca göre insanın kuyruk kem iği hiç çürüm ez. İnsan bu kem ikten
d irile c e k tir. Ö lünün kem iklerin in m uhafazasm a eski kavim lerd e çok önem
v e rilird i. Tabarî v e N e rşahî'n in ifa d e le rin e göre, Buharâ-hudâ’nın kem ikleri
bıçakla etle rin d e n te m izle n e re k s a k la n m ış tır. A ynı âdete O rtaçağ hırlstiyan-
iarın d a da ras tla n ır. İm âdeddîn el-K âtib e l-İs fa h â n î’nin kayd ettiğ in e göre,
F red erich e B arbarossa’nın ke m ik leri bıçakla e tle rin d e n ay rıla ra k K udüs’e gö­
tü rü lm e k is te n m iş tir. A y rıc a , S ibirya'da bazı kab ile lerin av hayvanlarının iske­
le tle rin i m uhafaza e ttik le ri ve te k ra r d irilm e le ri için gö lle re , akar sulara a ttık ­
ları b ilin m ekte d ir.
Ruhun ikam etgâhı olarak kabul edilen y erle rd e n biri de k a fa ta s ıd ır. Bu­
nun için eski kavim lerin b ir çoğunda kafatasının ih tim am la saklandığı g ö rül­
m e k te d ir. İbn R usteh O rta A s y a ’da kafatası ib âdetinin varlığından bahseder.
Ebû Ubeyd el-B ekrî b ir v â d î halkının b ir kafatasına ta p tık la rın ı söyler. H ere-
dot, İsed onların babalarının k afatasların ı bayram larda ib âdet konusu e ttik le ­
rin i kaydeder. Lam a m âbedlerinde bakırla veya güm üşle kaplanm ış kafatası
kültü vard ır.
D üşm anların ruhî k u vvetlerinin geçm esi için onların k afatasının saklan­
m ası v e bundan içki kadehi yapılm ası eski kavim lerde yaygın b ir â d e tti. He-
rodot İskitlerd e n bahsederken «O nlar gözlerin üstünden kes ilm iş kafatasını
d eri ile kaplayıp kadeh olarak k u llanırlar. Eğer adam zengin ise derinin üze­
rin e a ltın kaplar.» der. Bu husus eski Ç in lile rd e , M o rd avlard a, Buigarlarda
A nadolu kavim leriııd e ve İran lIlard a da görülür. Bulgar kıralı K urum 'un Bizans
im p aratoru I. N ik e fo ro s ’un kafatasın ı kadeh yapıp onunla içki içtiği m eşhur­
dur. Eski İran E debiyatı bunun ö rn e k le riy le doludur. İbn Fazlân « B aşg ırtlar bir
adam görü rlers e onu öldürüp başım alıp götü rü rler.» der. Bu â detin de bir
kafatası kültüyle ilgili olm ası m u h te m e ld ir

KEFEN :
Eski Türk'lerin bir kısm ında ö lü le r y ık a n ır ve k e fe n le n ird i. K efen e Orhun
â b id elerin d e ve K aşgarî’de ra s tla n m a k ta d ır. K aşgârî k e fen e «esük» der.

K UR BANLAR VE A D A K LA R :

Eski Türk d inlerinin en m ühim unsurlarından birini ö lü le re takdim edilen


kurb an lar teşk il ed er. Kurban insandan, hayvandan y iy e c e k ve içeceklerd en
yap ılab ilird i. Hayvan kurbanları içinde en yaygın olan at, koyun, öküz, deve
v e ren geyiği k u rbanlarıd ır. Kurban edilen hayvanların sayısı ö lenin v e a ile ­
sinin zengin liğine göre, bazan y ü zle ri, h attâ binleri bulurdu. K urbanları şam an­
lar v e kabilenin büyükleri idare e d e rle rd i. Bir kim se ölünce hem en ç a d ır.*
fiın yanında hayvan kurban e d ilird i. C enaze m e ra s m le rin d e v e ölüm ün dönüm
NOTLAR 127

dünlerin de, yıl dönüm üde kurbanlar takdim etm e k ise çok yaygındı. Bu gün
I hi kurbanlar, u m u m iyetle, ölüm den üç, yedi, yirm i veya kırk gün sonra, ölü­
mün yıl dönümü m ünasebetiyle icra e d ilm e k te d ir. Takdim edilen kurbanların
İki gayesi vardır: ölüden gelecek zararlardan kurtulm ak, ölüm den sonraki
hayatında ölüye lüzum lu şey le ri gönd erm ek. Ibn Fazlân, O ğuzların, ölüm den
sonraki hayatında yaya yürüm em esi için, ölüye a t kurbanı takdim e ttik le rin i
kayd etm ekted ir.
Kurban edilen hayvanlar arasında en çok y e r alan, ölünün hayatında bin­
diği a tıd ır. Bazı kab ilelerd e bu a t kurban edildiği halde bazılarında eğerli
bir halde diri diri m ezara konm aktadır. Plan C arpin «ölü ile b e ra b e r eğ e r­
lim m iş atı ve taylı bir kısrak da göm üldüler.» der. Ö lü yak ılın ca atı da yakı­
lırdı. İbn Fazlân ve Rubrouck kurban e d ile n atın başı v e ayakları hariç, e ti
yendikten sonra, derisinin ölünün m ezarının başındaki kazıklara g eçirildiğini
sö ylerler, ibn B attûta bu konuda şöyle d e r : « M e za rın yanına büyük bir direk
dikildi. Ona bu d ö rt at asıld ı. B unlar daha önce m ezarın e tra fın d a koştıirul-
«nuşlardı. H er biri kıçından sokulup ağzından çıkarılan b ir kazığa geç irili
yordu. H anın en yakın on .akrabasının m ezarları yanında, her biri İçin üçer
at, d iğ er akrabalarının m ezarları yanında ise b ire r a t çarm ıha gerildi veya
kazığa geçirild i.». Fı'iccid de M o n te C roce ise «O nlar iyi b ir at alıp üzerine
ölünün uşağını b in d irirle r. Sonra onu koştururlar. Daha sonra, başının üzerine
çok m akbul şarap d ö kerler. V e atı öldü rü rler. Bundan sonra, iç organlarım
b o şaltırlar. İçine sam an d oldururlar. D aha sonra bir kazılı alıp atı bu kazığa
g e ç irirle r.» der. Kurban edilen atların d e rile rin in m ezarın başında sırık la ra ge­
çirilm esi veya içlerin e sam an doldurulm ası bu günkü A lta y lıla r ve Y akutlarda
m erasim in m ühim bir kısm ını te ş k il eder. Y ak u tla r bu d e rile re ta b ık , A lta y lı-
lar ise haydara d erler. P azırık kazılarında, kurban edilen a tla rın kulaklarının
kesik olduğu görülm üştü r. C a h iiiy e D evri arapları da kurban e d ile c e k hayva­
nın kulağını k e serlerd i.
Ş üphesiz bu kurbanların ç e ş itli seb ep leri v ardı. Ö lüm den sonra bir sa­
vaş atının kurban ed ilm esi ölenin hem en öbür dünyaya yolculuk yapm ası için­
di. D iğ er ta ra fta n yuğ esnasında ve daha sonra kurban edilen a tla r vo hay­
vanlar, ölüm den sonraki hayatta ölünün atları ve sürüleri olm ası İçindi.
O rta ç a ğ 'da kurbanlar hakkında bilgi v e re n le r bu hususları b iliy o rla rd ı. Plan
C arpin «B unlar ölünün sürüsünü ve beyg irlerin i ço ğaltm ası, üzerine b inecek
o tlara sahip olm ası için yapılıyor.» der. G uiraa iso utları göm m enin, öbür
dünyada ölünün m u h areb elerd e binecek atlara sahip olm ası m aksadıyla y a p ıl­
dığını b e lirtir. Yuğ esnasında ve daha sonra kurban odilon hayvanlar, öbür
dünyada ölüyü takib ed e c e k v e onun kaderini paylaşacaktır.
Kurban edilen ve e ti yenen hayvanlar, O ğuzlarda vo K utluklarda olduğu
gibi, başlarına darbe vurulm ak s u re tiy le ö ld ü rürlürlerdl. Süleym an el-Tâcir'in
nakline göre, hayvanları bu şekild e öldürm e âdeti eski Ç in ve H lnd'de de
vardı. M o ğ o lla r ve B e ltirle r hayvanları kalbini sıkıp sökm ek s u re tiy le öldürür-
İ2 K NOTLAR
I

lordi. Hayvanı bu şekilde öldürm ek kandaki sih ri k u vvetlerin y e re d ü şm em esi


İçindir. Z ira , su gibi kanda da h a y a tiy e t vard ır. Ebû D ü le f ise K im aklar arar
sında hayvanları boğazlam anın yaygın olduğunu söyler.
Tü rkler arasında ta tb ik edilen kurbanlardan biri de ıd uklardır. Bunlar ruh­
lara b ağışlanarak başıboş s a lıv e rile n hayvanlardır. Iduk; Tanrı için se rb e s t
b ırakılm ış hayvan d e m e k tir. M ahm ud K aşgârî «Iduk; kutlu v e m übarek nesne,
tan rı için s e rb e s t bırakılan her hayvana bu ad v e rilir. Bu hayvana yük vurul­
m az, sütü sağılm az, yünü k ırkılm az. S ahibinin y a ptığı b ir adak için sakla­
nır.» der. Pekarski bu kelim eyi şöyle a çıklar : «K urbanlık ıduk hayvan hiç bir
zam an dövülm ez. Kuyruk v e y e le le ri kesilm ez.» M o ğ o lla r d evrin d e ıduk kur­
banı çok yaygındı. C a h iliy e D evri arapları bu tü rlü kurbana «sâibe» derlerd-i.

Ş am a n izm ’de m ühim y e r tutan dinî m e ra s im le rd e n biri de ö lü le re yiy e c e k


ve içece k ta k d im le rid ir. Fakat, A lta y dünyasıyla uğraşanlar y iy e c e k ta k d im le ri
üzerin d e insan ve hayvan kurbanlarına nazaran daha az m eşgul o lm uşlardır.
Bunun seb eb i, bu husustaki âyin lerin daha az şaşaalı oluşudur. D aha önce
de bah s e ttiğ im iz gibi ölünün y iy e c e k le r ve iç k ile rle berab er göm üldüğüne
dair ep eyce m alûm ata sahibiz. H iyorıg-nular hüküm darlarının cenaze m e ra s im i
esnasında nâşına şarap ve pirinç takdim e d e rle rd i. Plan C arpin M oğol m ezar­
larında ölünün karşısına, bir m asa üzerinde e t dolu tabak, kıs ra k sütü dolu
bir küp konulduğunu kaydeder. Rubrouck « Tatarlar, ölünün m ezarına içm esi
için kım ız v e yem esi için y iy e c e k koyarlar.» der. A y rıc a , İbn B attûta, «e lle ­
rinde içki dolu vazolar tutan d ö rt güzel kız ve a ltı köle ölü ile b irlik te göm ül­
düler.» d e m e k te d ir.
Y akın zam anlardaki B e ltirle rd e defnin yedinci günü oba halkı, kadın ve
erkek toplanıp m ezara g id e rle r. M e za rın sağ ta ra fın a büyük b ir ateş yakıp
g e tird ik le ri yem e k le rd e n v e içkilerd en ate ş e ata rla rd ı. Bundan başka, m eza­
rın ü zerine y e m e k atarak v e kade h le rle içki koyarak ölüye «Bû yem eği ye!
bu rakıyı iç! Bunlar sana yukarıdan v e rilm iş y em ek ve içkilerd ir.» d e rle rd i.
Bundan sorıra kendileri yiyip iç e rle rd i. O n la r arasında en büyük aş töreni
ölüm yıldönüm ü m ü nasebetiyle y a p ılır. Bütün akraba ve d o s tla r toplan ıp m e ­
zara gider, m ezarın ü zerine y e m e k ve içki koyup, sonra ken d ileri y e r ve
iç e rle r. Ö lünün dul karısı güneşin seyri yönünde m ezarı üç d efa do laşır ve
«Ben seni bırakıyorum .» der. Bundan sonra e v le n e b ilir.
Y iyecek ta k d im le ri ark e o lo jik kazılarla da isbat e d ilm iş tir. P azırık ’taki II.
nolu kurganda d ört ayaklı taş m asalar bulunm uştur. J e ttm a r’a göre bu m asa­
lar yakılan kurbanların ta k d im in e y a rıy o rla rd ı. O g la k ty ’de kafatası kâsesine
benzeyen ağaçtan y ap ılm ış d ö rt kâse bulunm uştur. D iğ e r ta ra fta n İs k itle rin
m ezarlara yağ ve şarap dolu küpler v e e t kazanları koyduklarını biliyoruz.
P azırık’ta ağaçtan halkalar ü zerine y e rle ş tirilm iş büyük küpler bulunm uştur.
A yrıca, ö lü le rle ilgili b ir çok Türk h e y k e lle ri e lle rin d e içki kadehleri tu tm a k ­
ta d ırla r.
NOTLA E 129

Şunu da ilâve ed elim ki, yab an cılar tarafın d an v e rile n h ediyelerden ölü­
ler için de bir hisse ayrıldığı g ö rü lm e k te d ir.. Ibn Fazlân'ın kaydettiğine göre,
I i.ılife tarafından O ğuz S u b a ş ı’sı E tre k 'e g önd erilen h ed iyelerd en bir kısm ı
karısı tarafından babası ei-K a ta ğ â n ’ın m ezarına ta k d im ed ilm iş, kadın bu he­
d iyeleri m ezarın ü zerine b ırakırken «B unlar A rap ların hüküm darının Etrek'in
babası el-K atağ ân’a h ediyesidir.» d e m iş tir. Bu yiy e c e k ta k d im le rin in , kurban­
lara benzem ekle berab er, aynı zam anda onlardan fa rk lıla ş tığ ı sosyologların
dikkatini ç e km iştir. O nlara göre y iy e c e k ta k d im in d e , özel d eyim le, bir kur­
ban m evzu bahis değildir. Bu y iy e c e k le rin takdim i ölüye ölüm den sonraki ha­
yatında yiyecek te m in e tm e k içindir.

K UR G A N LAR (M E Z A R L A R ) :

Eski T ü rkler m ezara kurgan veya gör d e rle rd i. M e za rla rın , daha çok,
kutsal sayılan yerle rd e , kabilenin te ş e k k ü l e ttiğ i to te m ik y u rtta , b ir dağ te p e
sinde, b ir o rm an lıkta, b ir nehir yatağında ve y a n eh ir kenarında inşâ edildiği
g ö rü lm ekted ir. M e za rla rın y e rle ri um u m iy e tle b ilin ir, y erin in kaybolm am ası
için üzerine tüm ülüs denen b ir te p e y a p ılırd ı. Buna m ukabil bazı hüküm dar­
ların m ezarları düşm anların tecavüzünden ve insanların yağm asından uzak
tutulm ak için gizlen ird i. M e z a rla rın inşasında ölenin sosyal durum u da göz
önüne alınırdı.. R eislerin m ezarlarının b ir ev gibi m uazzam b ir şekild e inşâ
ed ilm esin e m ukabil halkın m ezarları daha b a s itti. Ibn Fazlan, O ğuzların m ezar­
larını b ir ev e b en zetir. O n la rın m ezarlarından bahsederken ov kelim esini kul­
lan ır. İbn B attûta m ezarı y e r a ltın d a fe v k a lâ d e h a lıla rla döşenm iş bir eve ben­
zetir. M e z a rın inşâsı konusunda bize en İyi bilgiyi Plan C arpin v e rm e k te d ir.
Onun a n la ttığ ın a göre y ere bir çukur kazılır. Bu çukurun dibinden m ezara
açılan b ir g aleri y a p ılır. A s ıl m ezar bu galerinin nih ayetin d ed ir. B öylece ölü­
nün daim a b ir toprak tabakası altında kalm ası te m in e d ilir. Ç ukura in dirilen
ölü biraz karışık olan g alerid en asıl m ezarına götürülür. M e za ra y e rle ş tirild ik ­
ten sonra galeri kapanır. G iriş çukuru doldurulur. A rk e o lo g la r yaptıkları kazı­
larla bu konudaki ed eb î m a lzem eyi doğru lam ışlard ır. O n la r da m ezarın giriş
kısm ında b ir çukur olduğunu, buradan asıl m ezara giden bir koridor bulundu­
ğunu, asıl m ezarın b ir ev gibi geniş olduğunu, d u varlarının v e üstünün to m ­
rukla veya ta ş la ö rtü lü olduğunu görm üşlerdir. E fta litle r ölen adam fa k ir
olursa onu b ir çukura g öm m ekle y e tin irle rd i. Ö le n zengin is e m ezar ta ş la örü­
lürdü. Tu-kiyuiarda da durum aynı idi.

Bazen m ezarların halktan g izlendiği v e izle rin in s ilin diği görü lm ekted ir,
insanlardan gizlenm eyen m e za rla r üzerind e tü m ü lü s inşâ e d ildiği halde, gizli
m ezarların izleri iy ic e s ilin m e k te d ir. B unlar ya halktan uzak k ırlarda ve dağ­
larda veyah u t neh ir yata k la rın d a inşâ e d ilm e k te d ir. Bu m e za rla rın gizle n m e ­
sine sebep, onları düşm anların tecavüzünden ve aç gözlü lerin yağm asından
P. 9
130 N OT L A H
lk

korum ak düşüncesi olm alıd ır. Ibn Fazlân'ın anlattığ ına göre. H azarlar hakan­
larının m ezarların ı Etil nehrinin yatağında inşâ e d e rle r ve üzerinden nehrin
m ecrasın ı g e ç irirle rd i. A y rıc a , bu nehir altındaki m ezar insanları yanıltm ak
İçin bir çok h ü c re le re a y rılır, H âkân bunlardan birine göm ülür, göm enler ve
m ezarı inşâ e d e n le r öldürülürdü. A ynı usûl A ttilâ ile V izig o t kıralı A la rik ’in
m ezarların d a ve göm ülm elerinde de ta tb ik e d ilm iş tir.

M oğ ol hüküm darlarının m ezarları ise insanların gözlerinden çok uzak


bir dağda idi. O nların m ezarların ın y e rle ri ve izleri insanlardan ta m a m iy ie giz
len ird i. Plan C arpin, M oğol hüküm darlarının m ezarların ın inşâsı hakkında
şö yle d e r : «O nlar gizlice k ırlara g id e rle r, ölüyü g ö m ecekleri yerin çayırını
k ö kleriyle berab er kald ırarak orada bir m ezar a çarlar. Ö lüyü göm dükten son­
ra m ezarı iyice kaparlar. O radan , ald ıkları çayırları eskisi gibi y e rle rin e y e r­
le ş tirirle r. O şekild e ki, m ezarın yerin i sonra hiç bir ş e k ild e bulm ak m üm ­
kün olm asın». Bu m etin Y u an lar d evrin e a it biraz fa rk lı b ir ta v s ifle d e s te k ­
le n m ekted ir. « M e za rın yerin in bilin m em esi için cenaze m erasim i büyük bir
g izlilik içinde y a p ılır. M e z a r ö rtülü nce, y e ri bilinm em esi için, üzerinden bir
beyg ir sürüsü g e ç irilir. Sonra öien hanın m ezarı üzerinde, anasının gözü
önünde b ir deve dorum u kurban edilir. Kurban takdim edile c e ğ i zam an yav­
rusu kurban edilen deve s e rb e s t b ıra k ılır. O , yavrusunun kurban edildiği y e re
onu aram aya gider. M e za rın yeri böylece bulunur». Ç ok hücreli gizli m e za r­
lara S iyen p ile rd e de ras tla n ır. H a ttâ X ili. asırda Sarı S altuk'un m ezarının gizli
kalm ası m aksadıyla yedi ta n e kabir inşâ e d ilm iş tir.
En çok dikkati çeken m ezar ç e ş itle rin d e n biri de kabile veya kiân m ezar­
larıd ır. Bunlar çok geniş olup en çok M ançurya ve M o ğ o lis ta n 'd a , K um anlarda
g ö rü lm ekted ir.

M E ZA R TA ŞLAR I :

Eski TO rklerde bazan m ezarın üzerine şekil v e rilm e m iş b ir taşın veya


ağaç kütüğünün dikildiği de görünür. B unların balb allar veya h e y k e lle rle hiç­
bir ilişkisi yo k tu r. Bunlar m e za r ta ş la rı olup bazan üzerine ölünün m ezar kita­
besi de yazılm aktad ır. Bu ta ş la rın ölüm den sonra başkaları tarafın d an dikil­
diği an laşılm aktad ır. N ite k im , B iige Kağan 734 y ılın da öldüğü halde kitabesi
735 tarih in i ta ş ır. Bazan bu ta ş ın , Tonyukuk'un kitabesinde olduğu gibi, ölen
hayatta iken bizzat kendisi ta ra fın d a n hazırlandığı g ö rü lm e k te d ir. Y e n is e y Kır-
g ızlarınd a, Tu-kiyularda bu ç e ş it m e za r ta ş la rı çok k u lla n ılm ış tır. N a d ir ola­
rak m ezar taşı ü zerine ölünün m e ziy e tle rin i g österen re s im le r de ç iz ilm e k te ­
d ir. Kıpçak bozkırındaki ağaç m ezar taşların d an ve bunların çokluğundan N iza­
m î bah setm e kte d ir. A y rıc a Ç in lile r, Tü rkler arasında m ezarları b e lirtm e k için
s ırık la r dikildiğini k aydederler. A sya bozkırların da m e za rla r üzerind e ağaçlar
d ik ilir, veya öiü kutsal sayılan bir ağaç a ltın a göm ülürdü. Bu gün A nadolu'da
m ezarların üzerinde ot ve ağaç gibi ş e y le r y e tiş tirm e k m akbul sayılm ak ta d ır.
NOTLAR 131

O Ğ U ZLA R :

ibn Fazlan O ğuzlara Ü s t-Y u rt ile U ral nehri arasında, bu günkü K azakis­
tan'ın batısında ra s tla m ış tı. Bu sırada, onlar B ulgarlar ile b e ra b e r H azarlara
düşm andılar. O ğuzların İbn Fazlan zam anında oturdukları sahayı te s b it e tm e k
oldukça güçtür. Ebû D ü ie f O ğuzlardan b ir kısm ını M â v e râ ü n n e h r'd e n Ç in ’e
giderken görm üştür. N itek im , O ğuzların bir kolu olan Tokuz - O ğuzlar daha da
doğudaydılar. O nların bu kadar geniş sahaya yayılm asın ın sebebi ç e ş itli göç­
ler sebebiyle boylar gurup larının bir kısm ının y e r d e ğ iş tirm e sin e m ukabil, bir
kısm ının yu rtların d a kalm ış o lm a s ıd ır. O ğuzlar hakkında vârid olan bu dağı­
n ık lık d iğ e r Türk boylan için de v a rittir. Bu sebeple M e s 'û d î O ğuzları el-evâlî,
ei e v âsit ve el-esâfil olm ak üzere üç kıs m a a y ırır. İbn H avkal ve İs ta h rî O ğuz­
ların Horasan, M âverâü n n eh r, H arezm , H azarlar, B ulgarlar, K arluklar v e Kim âk-
lar arasındaki m ıntıkad a yaşad ıkların ı k ayd ed erler. Bu sahanın co ğ rafî hudut­
ları şu şekild e ç izile b ilir : Tabaristan v e C ürcân'ın kuzeyi, H azar denizinin
doğusu, Y ayık ve Kam a n e h irle rin in güneyi şim diki K azakistan'ın batısı ve
güney y a rıs ı, Taraz, Farab, Şâş, S üt-kent, Sernerkand, Buhara, ve l-larezm 'in
kuzeyi ve batısı. O ğuzlar doğuda K arluklarla k a rış ık tıla r. İs fîc â b ’tan Tabaris-
ta n ’a kadarki İslâm ü lkeleri «O ğuz C ephesi» s a y ılırd ı. O ğu zlar bu sırada
m üştekiI yapguluklara a y rılm ış lar, göçebe hayatı ya ş ıy o rla rd ı. Fakat, aynı asrın
sonlarında y e rle ş ik hayata alışm aya başladılar. Y en i-kent, C end, HuvAre, İsti -
yn-kent, Ş alaş, Ö z-ken t gibi O ğuz ş e h irle ri m eydana g eld i. X. asrın sonların­
da oğuz yapgusu kışın Y e n i-k e n t’te oturuyor, yazın bozkırlarda göçebe hayatı
sürüyordu. Ebû D ü lef'in gördüğü O ğuzların ise, « taştan , ağaçtan v e kam ıştan
inşâ edilm iş evleri olan bir ş e h irle ri» vardı.
İbn Fazlan zam anında O ğuzlar çobanlıkla ve tic â re tle u ğ raşıyo rlard ı. C ür-
câniyye, Ö z-ken t ve Taraz gibi Islâm ş e h irle rin e hayvan ve y a hayvan ürün­
leri g e tirip satarlar, buna m ukabil kendileri için lüzum lu eşyayı satın a lırla r­
dı. O ğuzlar en çok koyun, at ve deve b e s le rle rd i. A y rıc a oğuz ü lk e le rin e de
islâm tü ccarları g id erek alış - v e riş yaparlardı.
Bu sırada O ğuzlar keçeden ve İslâm ü lkelerinden ithâl edilen kum aşlar
dan yapılm ış e lb is e le r g iy e rle rd i. İslâm ü lkelerinden g e tirile n giyim eşyası,
ceviz, darı, ekm ek gibi ş e y le r o n lar arasında en m akbûi h ed iyelerd en d i. Ebü
D ü le f'in gördüğü O ğuzlar ise kürk ve keten e lb is e le r g iy m e k te y d ile r.
İbn Fazlan g eçtiği sırada O ğuzlar şam ânî id iler. B e llî başlı m abedleri
yoktu. Ç e ş itli ta b ia t ku v v e tle rin e ve ataların ın ruhlarına tapm akla b eraber,
bütün bunların üstünde G ök-Tanrı'ya in anm aktaydılar, iç lerin d e te k -tü k m üslü-
m an olanlara rastlanıyordu. Pek çoğu İslâm î ta b irle re alışıyo r, kelim e-i şeha-
d et g e tiriy o rla rd ı. Bundan biraz sonra, belki de ibn Fazlân s e fa re tte n döner­
ken O ğuz yabgusu İs lâ m iy e t’i kabul e tti. O ğuzlar toptan m üslüm an olm am ış­
lar, onların İs lâ m iy e t’e g irm e le ri Sultan S en c e r zam anına kadar devam e t­
m iştir.
132 NOTLAR
■ atm- ~~~ ~ ~ ■ -------- ------ —— = = .

ONGÖNLAR :

Ş am an ist Türklerden bazıları e v le rin d e ataların ın koyun derisinden , beyaz


d em ird en , keçeden v e ağaçtan yapılan heykellerin i bulundururlar. Bu h eykel­
lere ongon den ir. O nlar bu ongonları suyla yıkarlar, bakarlar, yem e k le rd e n
önce onun önüne y iy e c e k le ri ye m e k te n b ir lokm a koyarlar. Erm an, S ibirya
seyahatnam esinde «B ir adam ö lürse akrabaları yu rtların d a ağaçtan onu te m ­
sil eden büyük b ir s û re t y ap arlar. M u ayyen zam anlarda ona ta p a rla r. H e r
y e m e k te bu su re tin önüne y e d ik le ri y e m e k te n takdim koyarlar.» der. A ynı
ö z e llik le ri Rubrouck ve M a rc o Polo da ifade e d e rle r. O ngo nlara y e m e k v e ril­
dikten sonra b ir kısım pay y e re s e rp ilir. Plan C arpin ve A b d ü lk a d ir İnan bu
tm u d a ta fs ilâ tlı bilgi v e rm e k te d irle r.

ÖLÜ İLE BİRLİKTE M E ZA R A KONAN EŞYA :

Eski Türkler ölüm den sonra, insanın bu dünyadaki hayata be n ze r b ir ha­


y a t sü receğ in e, orada yiyip içeceğ in e, m u h a re b e ler yapacağına v e e ğ le n e c e ­
ğin e in an ırlard ı. İnsanın öldükten sonraki hayatında g e re k li ş e y le ri berab e­
rin d e g ötürm esi g e re k ird i. Buradan o raya götü rü lm eyen ş e y le r orada yo ktu .
Bunun için, ölü ile b e ra b e r öbür dünyada ona gere k li ş e y le rin göm ülm esi
veya sonradan kurban ola ra k g ö n d erilm esi icabediyordu. Plan C arpin «Ö lü
çad ırıyla b e ra b e r göm üldü. O n la r onun önüne b ir m asa, e t dolu b îr tabak
ve kısrak sütü dolu b ir küp k o y d u la r... O ş e k ild e ki, o ölüm d en sonraki ha­
yatında b ir e v e , kendisine süt v e re c e k b ir kısrağa sahip olsun. B eygir sürü­
lerin i çoğaltab ilsin ve ü zerine b in ecek a tla rı o ls u n ...» der. M ilâ d î 552 - 556
y ılla rı arasında yazılan Pien-yi-tien vekayinâm esi «ölünün a tı, elb is e s i, kullan­
dığı eşya ölü ile b irlik te yakıldı.» d e m e k te d ir. Tonguzlar ölü ile b e ra b e r yay­
lar, oklar ve ölüm den sonraki ha y a tta ölünün İşine yarayacak b ir kaç avadan­
lığı berab er g ö m e rle rd i. G m eiin, şam anın m ezara bütün s ih ir â le tle riy le süs­
lü olarak göm üldüğünü kaydeder. S e y fî, K alm u klan n ölü ile b e ra b e r eşyayı
gö m m ed iklerin i, m e za rın ü zerine koyduklarını haber v e rir. İbn B attûta, ölü
ila b irlik te halıların , silâ h la rın , sarayın a ltın v e güm üş kaplarının göm üldüğünü
b ild irir. Ç in lile r, U yg u rların ö lü le rin i a yakta, k ılıc ım kuşanm ış, b ir kolunun
üzerin d e m ızrak v e b ir e lin e yay bağlanm ış olarak g öm düklerini yazarlar,
ibn Fazlân, O ğuzların ölü le rin i silâhlı ola ra k , e lin d e içki kadehi tu ta r b ir hal­
d e göm düklerini, y an ın a ta n b u r koyduklarını haber v e rir. İş k ille rd e , ölü ile
b itlik te m ezara h izm e tç ile r, koşum lu v e b in m eye h a zır a tla r konurdu.

Ö lü ile b e ra b e r h izm e tç ile rin , kadınların v e g en ç k ızla rın göm ülm esi veya
yakılm ası ölüm den sonraki ha y a tta bunlara sahip olm ası içindi, ö lü için kur­
ban ed ilen a tla r da onun bin ecek ve m uharebe yapacak, hayvanlara sahip
olm ası gayesini taşıyordu .
NOTLAR 133

Ö LÜ M :

Eski kavim lerin çoğunda olduğu gibi, eski T ü rk le r iki tü rlü ölüm kabul
ı . iyo tlardı. E celiyle ölm ek, m u h a re b e lerd e düşm anla çarpışarak ö lm ek. On­
ların nazarında bir kim senin h astalanarak veya ih tiy a rlık sebe b iy le y atağ ın ­
da ölm esi yüz kızartıcı b ir ölüm dü. M u h a re b e le rd e düşm anla çarpışarak ölm ek
ise en ş e re fli bir şeydi. Türkçe eski m e tin le rd e m u h a re b e lerd e ö le n le r v e
yaralananlar ö vü lm ekted ir. Ç in lile rin ifa d e s in e g ö re , V uhuanlar m uharebede
ölm eyi en büyük ş e re f sayarlard ı. Tu-klyular ise « M u h a re b e d e ö lm e k le öğü-
nürler, yatakta ö lm ekten ise y üzleri kızarırd ı. Bu te lâ k k î C a h iliy e D evri arap-
lannda da görü lm ekted ir.
Eski T ü rkler ve d iğ er A lta y kavim leri u m u m iy e tle ölüm den v e ölülerden
korkuyorlardı. H asta bulunan çadıra y a klaşm ad ıkları gibi ölü bulunan çadıra
da y a k ış a m a z la rd ı. A ncak ş a m a n la r ö lü le rle uğ raşab ilird i. B ir çadırda ölü
bulunduğunu belli e tm e k için b ir bayrak d ik ilird i. Ö lünün ç a d ırı, ölürken y a ­
rımda bulunanlar v e eşyaları kirli s a y ılırd ı. Bunlar ancak iki ateşin arasından
geçirilm ek s u retiyle te m izle n irle rd i. Bir adam ölürken yanında sadece şam an
bulunabilirdi. M oğ ollarda bir adam ölürken yanında bulunanların m uayyen bir
m üddet c e m iy e tte n uzak kalm aları g e re k ird i. Bu konuda Plan C arpin «O, can
çekişm eye başlayınca yan ın d akilerin hepsi onu te rk e ttile r. Z ira , b ir kim se
ölürken yanında hazır bulunanlar yeni ay doğm adan orduya, kum andanın veya
hüküm darın çadırına g irem e zle rd i» d e r. Rubrouck da «Ben onun ölüm ünde ha­
zır bulunm ak istiyordum . Fakat, şam an buna m âni oldu. Z lrâ onun ölüm ü es­
nasında hazır bulunsaydım . S ene sonuna kadar M eng û K âan'ın yanına gire-
m iyecektim .» d e m ekted ir. T ü rk le r arasın da bir kim senin ölüm ü ü zerine yap ı­
lan m a tem lerd en ise ile rid e y uğiar m ünasebetiyle bah s e d ile c e k tir.
G erek T erklerd e, g erek M oğ o llard a ölüm karşısında tep ki gösterm eyen
kab ileler de görülür. O n lar ölüm ün ve hayatın G ök Tanrı'dan gelen b ir ta k d ir
olduğuna in anırlardı, M e rv e z î, K im aklardan bazı boyların ö lü le rin e ağlam adık-
Inrını ve «Biz A llah 'ın irâd esini kabûl ediyoruz.» de d ik le rin i kaydeder.
A yrıca, Eski T ü rklere göre, yaln ız şahıslar değil m ille tle r de ölü rler.
«Tengri öl te m iş erin ç türük budun öldü.» cüm lesinde bu husus ifâd e e d il­
m ektedir.

Ö LÜM DEN SONRASI :

Eski Ş am an ist T ürklerin inancına göre, ölüm den sonra insanları bu dün­
yadaki ne b enzer bir hayat bekliyordu. O nlar o âlem d e bu dünyadaki gibi yiyip
İçecekler, e ğ le n ecekler, eş le ri, h izm e tç ile ri, sürüleri olacak, d ü şm anlarıyla m u­
harebelere g iriş e c e k le rd ir. Bütün bunlar için gerekli ş e y le rin buradan m ezara
götürülm esi gerekliyd i. Bu dünyadan oraya götürülm eyen şeye ölüm den sonra­
ki hayatta sahip olunam ıyacaktı. Bunun için ölü ler k endileri için lüzum lu olan
hor şeyle b irlik te göm ülüyorlar veya yakılıy o rla rd ı, ö lü le r için yapılan kurban-
134 NOTLAR

lıırın m aksadı da ölüm den sonraki hayatta onlara yardım e tm e k , onların gazabı­
nı çekm e m e k içindi. Ö len b ir kim se hayatını m ezardan başka, bir balbalda ve y a
m ukaddes bir dağda da devam e ttire b ilird i. Plan C arpin A lta y ka v im lerin in
ölüm d en sonraki hayata d a ir görüşleri hakkında «Ebedî hayat konusunda on­
lar bir fik re sahip d e ğ ild irle r. Bununla b e ra b e r bu dünya hayatından sonra,
başka b ir dünyada y aşayacaklarına, orada s ürülerini çoğaltacaklarına, bu
dünyadaki gibi yiyip iç e c e k le rin e inanırlar,» der.

A lta y kavim lerin in b ir kısm ında ise iyi kim s e lerin ruhlarının göğe uçtu­
ğuna, kötü k im s e lerin ruhlarının ölüm ta n rıs ı E rklik’in ü lkesin e g ittiğ in e ina­
n ırlard ı. Bunun için iyi k im s e le r ölünce «öldü» k elim esi y e rin e «uçtu» k e li­
m esi de kulla n ılırd ı. Bu günkü bazı A lta y kabileleri « C e n n e t'i gökte kabûl
e d e rle r. O n la r C e n n e t'in s im e triğ in d e yerin altında üç, yedi ve y a dokuz k ath
b ir C ehennem olduğuna in anırlar. T ürkçe'd e C e n n e t m anâsına gelen «uçm ak»
kelim esi v e C ehennem m anâsına gelen «tam u» ke lim e si şam anizm m e n ş e li
o lm ayıp yabancı m enşeli din ler v a s ıta s ıy la S an s k ritç e ’den T ü rk ç e ’y e g eçm iş­
le rd ir. B uryatîar bir adam ın biri C e h e n n e m ’e giren, b iri yeryüzünde gezen,
biri de başka b ir v ü c u tta te k ra r dünyaya gelen üç ruha sahip olduğuna ina­
nırlar. Burada bir nevi tenasüh akid esi de g ö rü lm ekted ir.

KUŞLAR :

Ib n Fazlân'ın burada R uslar hakkında verd iğ i b ilg ile r Rus ta rih in in e n e s k i\


vesikalarınd an birid ir. Bunun için, İbn F azlân’ın e s e riy le u ğraşanlar en çok Rus
alim le rid ir. IX. ve X . as ır İslâm c o ğrafyacıları Ruslardan b a h s e d e rle r, ibn Hur-
dâdbih, «R uslar tü c c a r bir kavim olup S a k â iib e ’nin b ir cin sid ir.» d e r. v e onla­
rın ta k ib e ttiğ i n eh ir ve kara yolunu ta v s if eder. Fakat, d iğ er c o ğ ra fy a c ıla r on­
ları daim a S akâlib e (S lâ v la rd a n )’den a y ırırla r. O nların üç gruba ayrıld ığ ın ı kay­
d e d e rle r. İbn Rusteh «O nlar b ir gölün ortasınd a bulunan ve y ü rü ­
yü şle üç günlük g enişliği üç günlük uzunluğu olan b ir adada y e rle ş m iş ­
lerd ir. Rus hakanı d enilen b ir k ıra lla rı ve pek çok ş e h irle ri v ardır,» der. M i-
norsky'ye göre, bu parça Novgorod S lo ven leri m ın tıkasın d aki İskandinav ş e f­
lerinin y e rle ş m e s in e v e onların g e n iş le m e s in e îm â d ır. İs ta h rî'y e v e M e s 'û d î
ye göre R uslar üç kabileye a y rılırla r. Biri K ie v m ıntık a s ın d a d ır. İh tim ai bura­
da, N ovgorad’dan a y rılıp P o lian esler yanına K iev d e v le tin i kurm aya gidep.
İskandinavyalIlardan b ah s e d ilm e k te d ir. İkincisi N ovgorad m ıntıkasındaki S âle-
viyye yani S lo v e n le r, üçüncüsü ise b e lirtilm e y e n b ir m ıntıkad aki, yani K azan’ın
batısındaki E rsân iyye'dir. B unlar İskan d in avyalIlard ır. Tam an yarım adasındaki
Tm utarakan Rusları dahi Z e k i V e lîd î’ye göre H azarların yanında y e rle ş tik te
sonra, IX . asrın sonunda P eçen ekler ta ra fın d a n geri atılan İskan dinavyalIlar ol
m alıdır. İslâm c oğrafyacıları Endelüs’e yağm a v e ta la n d a bulunan V ik in g le r"
(İskan d in a v y a lIla ra ) de Rus d e rle r. D iğ e r ta ra fta n İskan dinav a s ıllı Rusları
Tabaristan v e C ürcan m ın tık a la rın a ya p tık la rı a kın lar m alûm dür.. Bu akın lar
NOTLAR 135

dan ikisi, İbn Fazlân'ın s e fa re tin d e n öncedir. Is ta h rî ise, F,'usları V olga Bulgar­
ları ile islâvlar arasına y e rte ş tirir.
ibn Fazlân’m bahsettiği R usların Volga yoluyla g e ld ik le ri a nlaşılıyor. Fa­
kat, onların n erede, o turduklarını tâyin e tm e k güçtür. Burada, İskan dinavyalI­
lardan m ı, yoksa islâviaşm a yolunda olan İskan dinavyalIlardan mı bahsedildiği
an laşılm ıyo r. Belki bunlar Volcıa He onun kolu olan O ka arasındaki bir Rus
hakanlığından gelm işlerd i. Zeki V e lîd î’ye göre İbn Fazlân’m bahsettiği Ruslar
İskan dinavyalIlar ve gerçe k V ik in g le rd ir. A y rıc a , Rus k e lim e sin in en m uhte­
m el etim o lo jisin in İskandinavca olduğu m alûm dur. Fîuslar ve onların m enşei
m e s e le s i çok karm aşık olup ç e ş itli m e k te p le re göre m u h te lif izahlar yapıl­
m ış tır: N orm an cılar, İsla v c ıia r. Rusların o rijinal ta rih i m e m le k e tte n bahse­
dince K iev e y âletin i zik re d e r. Fakat bu ta rih v e Bizans kaynakları adam lar­
dan bahsedince, İskan dinavyalIları bahis konusu e d e rle r. K onstantin Pcrphy-
ro g en eto s’un eserin d eki R usların dili isiâv dili değil İskandinav dilid ir. X .
asrın; başlarına â it Rus ves ik a la rın d a v e IX . aşıra â it yabancı vesikalard a R'us.
kelim esi bütün R'us to p ra k la rı içindeki halkları ifad e e tm e k te d ir. Thikom i-
rov Rus ve Rusya toprağı d eyim i Polenezya toprağı d eyim i gibi e tn ik ve
to p rağ a m ahsus b ir tâ b ird ir. K ie v d e v le tin m erkezi oldukça bu tâ b ir yayıldı.
V a re g le r vs S lo v e n le r de K ie v ’de y e rle ş tik le ri için Rus adını aldılar.» der.
Zira, İskandinavyalIlar IX. asrın birinci yarısından itibaren Fîusya’da görün­
m üşler, 882 tarih in d e K ie v ’de y e rle ş m iş le r, b ir as ır zarfın d a is lâ v la r ta ra ­
fından assim ile e d ilm iş le rd ir. Fakat onlar, ibn Fazlan zam anında henüz
İslâvlaşm am ışlard ı.

Ş A M A N İZ M :

Ş am an izm ’in başlıbaşına bir din olup olm adığı ve m ahiyeti hakkında pek-
çok şey y a z ılm ış tır. X IX . a s ır m ü e llifle ri Ş am anizm 'i b ir ruhî h astalık olarak
kabul ediyorlar, onun b ir din nevi olduğunda te re d d ü t ediyo rlard ı. Daha sonra,
dünyanın çeşitli y e rle rin d e yapılan a ra ş tırm a la rla Ş am anzm 'in dünya üzerinde
çok yaygın olan, ç e şitli m ın tık a la ra göre bazı fa rk lılık la r g ö s te rm e s in e rağ­
m en dayandığı m ü şterek esaslı noktalar bulunan bir din nevi olduğu a n la ş ıl­
m ış tır. Ş am an izm ’in en k a ra k te ris tik ta ra fı sih ir veya büyü ile te d a v i, vecd
v e istiğ rak halidir. Şam anın bir tabib ve ruhun kılavuzu olm ası bütün A sya'da,
H indu - A vru p âî kavim lerde, Kuzey A m e rik a ’da, O kyanusya’da g ö rü lm e k le d ir.
A ynı hususlar eski Yunan ve Kafkas dinlerinde de m evcuttur.

Bütün A s y a ’da, K uzey A m e rik a ’da, hattâ Endonezya'da şam an tabib ve


ş ifa veric i (ru k y e c i) vazifesin i görür. T eşh iste bulunur. H astanın kaçan ruhu­
nu arar, onu yakalar ve te rk e ttiğ i vücuda iade ed er. Ölünün ruhunu öbür
dünyaya ö götürür. Zirâ, sâdece şam anın ruhu bir zarar görm eksizin vücudunu
te rk e d ip çok uzaklara g idebilir. C e h e n n e m ’© gire r. Göğe çıkar. O , v e c d î te c ­
rü b e le riy le y e r ötesi ülkelerin yollarını bulabilir. Yasak m ın tıkalara giden
ı:m NOTLAR

yollur şam andan başkaları için te h lik e lid ir. Yapılan kurbanların ruhlarını öbür
dünyadaki ölünün yanına götüren de sam andır.
O rta ve K uzey A sya sam anının birinci v a zife s i s ih ir ve ruky© ile hastayı
İy ile ş tirm e k tir. Bu ü lk e le r halkları hastalığın sebebi hususunda b ir çok te lâ k ­
kile re sah ip tir. B unlar arasında «ruh kaçırm a» te lâ k k is i en yaygın olanıdır.
Buna göre, hastalığın sebebi ruhun yolunu ş aşırm ası veya ç a lın m a s ıd ır. Teda­
visi ise ruhu arayıp yakalam ak ve hastanın vücuduna iâde e tm e k le olur. A sya
nın bazı bölg elerin d e hastalığın seb eb i, belki de, s ih ri b ir şeyin vücuda g ir­
m esi veya vücudun fen a b ir ruh ta ra fın d a n işgal e d ilm e s id ir. Bu ta k d ird e ,
ted avi zararlı şeyi vücuttan dışarı atm a k ve y a ş eytan ları vücuttan kovm ak
şeklinde o labilir. Bazan hastalığın ç ift sebebi vard ır: ruhun çalın m ası, fena
ruhlar tarafın d an vücudun işg âli. Bu ta k d ird e şam anın tedavisi ruhu arayıp
bulm ak ve şeyta n la rı kovm ak şeklindedir.
Bir çok d e fa la r te d a v i kurban etm e y i de g e re k tirir. Bu kurbanları ve yuğ
esnasındaki kurbanları bizzat şam an icra e d e r. Bu, onun kurban e tm e vazi­
fesin i ifa eden b ir din adam ı olduğundan değil, hayvanın ruhunu yolculuğu
esnasında Bay Ü lg e n ’in yanına kadar götüreceğinden d o layıdır. A ita y T a ta r­
larında ise şam anın kurban m erasim in i icra eden bir din adam ı olduğu da
görülür. İrtiş havzasındaki kab ile lerin sam anları kurbanı bizzat yaparlar.

Türk - M oğol şam anizm inde kayın ağacının e h e m m iy e ti m alûm dur. K a­


yın ağacı, yedi veya dokuz ke rtik li d ire k fyupa) dünyanın m erkezin d e bulun­
duğu kabul edilen kozm ik ağacı s em bolize ed e r. Şam an onu m erdiven gibi
kullanarak göğün en yüksek noktasına, Bay Ü lgen'in önüne ç ık a r. A ynı sem ­
bolizm e B rahm anizm 'de de ra s tla n ır. Y upayı oduncu ile b e ra b e r orm ana giden
şam an seçer. O kesilirken ayin Icrfi eden din adam ı «B aşınla gökleri delm e,
m erkezin le atm osferi yaralam a!» der. Bu direk vas ıta s ıy la takdim edilen kur­
banlar dum anın deliğinden göğe u la ş tırılır. Ona bu esnada «Ey ağaç ilâhlara
doğru gitm esi için kurbanı bırak» denir.

Ş am an izm ’de ölüm den sonra insanların um u m iy e tle bu dünyadaki hayata


benzer bir hayat yaşayacaklarına in a n ılır. K uzey A sya'daki Ç a m a n is tle r öbür
dünyayı bu dünyanın te rs b ir im ajı olarak düşün ürler. O rada her şey burada-
Idnin te rs in e cereyan ed er. Y e r yüzünde gündüz olduğu zam an orada gecedir.
Bunun için ölülerin eğ le n c e le ri v e şam anist â yin leri güneş b a ttık ta n sonra
olur. G üneş batınca ö lü le r u y a n ırla r ve gü n lerin e b aşlarlar. C a n lıla r ülkesinin
yazı ölü ler ülkesinin kışına ra s tla r. Y eryü zün de avın ve balığın az olm ası
öbür dünyada çokluğuna d e lâ le t ed er. B e ttirle r şarap şişesini ölünün sol e lin e
v e rirle r. ZirS, ölünün so! e li bu dünyadaki sağ e linin k a rş ılığ ıd ır. C ehen-
n em ’de (Ö b ü r D ünya’da) n e h irle r kaynaklarına doğru akarlar. Dünyada te rs
olan her şey orada norm al b ir durum dadır. Bu, seb ep le kabirlerin içine v e üze­
rine eşya ters ve kırık olarak konur. Burada te rs olan orada düzgün, k ır A
olnıı ise m ü kem m eld ir.
NOTLAR 137

Bazı şam an istler arasında iyile rin ruhlarının nöğe, k ötülerin ruhlarının
yerin altına C eh en n em ’e gittiğ i kabul e d ilir Bir kısım ş a m a n is tle r c e s e tle ri
yakılan im tiyazlıların ruhlarının dum anla b e ra b e r nüde uçtu k la rın ı, orada bi­
zim bu dünyadaki hayatım ıza bnnzer b ir lınvnt y aşadıkların ı kabul ederle?'.
A teşin insana sem avî bir hnynl teinin e ttiğ i düşüncesi, bazı y e rle rd e , y ıld ı­
rım la ölen kişinin ruhunun göğe uçtuğuna İn an ılm asıyla da d e s te k le n m e k te d ir.
Aynı şekilde, kahram anlar vo bir şlddnt hoiui ftle ıılo r do göğe ç ıkarlar O n la ­
rın ölüm şekli göğe y ü k s e lm e le ri için bir kabul m ornsim l gibi te lâ k k i edil
m ış tir. Zira hastalık, kötü ruhlar ve ö lü le r tarafın d an , m eydana g e tirilm iş tir
Biri hasta olunca A lta y lıla r onun K erm es tarafın d an y e n ilm e k ü zere olduğu­
nu sö y le rle r. Ö len bir kim se için «O K erm es tarafın d an yenildi» derler.

Ş am an istlere göre, ölen k im s e yaşam ayı bırakm ak is te m e z. A k ra b a la rı­


nın yanına dönm ek is te r. Y en i ölen v e ö lü le r dünyasıyla henüz haşır - nesir
o lam am ış insan kendisiyle b e ra b e r a ile s in i, d o stların ı h attâ sürülerini g ötür­
m eye çalışır. O , aniden kesilen hayatını devam e ttirm e k , yani akrabalarının
arasında yaşam ak is te r. O nlar arasında ölünün te k ra r köye dönm esine m anî
olm ak için bütün te d b irle r a lın ır. M ezardan dönerken ölünün ruhunu şaşırt
inak için ayrı b ir yol tu tu lu r. M e z a r çok acele te rk e d ilir. Eve dönünco te m iz ­
le n ilir. Ölüyü taşırken kullanılan bütün eşya ta h rip e d ilir. N ih a y e t, m ezar­
dan döndükten sonra b ir kaç gece köye gelen bütün y o lla r korunur. Y o llar
üzerinde a te ş le r ya k ılır. G old e s le r yeni göm dükleri ölüden kendisiyle bera
b er dul karısını ve çocuklarını götürm em esini rica e d e rle r. S an Uygunlar ölü
ye «Ç ocuklarını b eraberinde alm a, hayvanlarını ve eşyalarını alm a!» d erler.
Eğer ölünün sağ kalan eşi, çocukları ve dostları biraz sonra ö lü rle rs e , T'eleut-
lar ölünün onları yanında götürdüğüne inanırlar.

Bunun n eticesi ölü ler karşısındaki h is le r te za tlıd ır. Bir ta ra fta n onlara
ta p ılır. O nlar z iy a fe tle re ç a ğ rılır. Zam anla onlara ailenin koruyucu ruhları
gözüyle b akılır. D iğ er ta ra fta n yukarıda b e lirttiğ im iz gibi, onlardan korkulur
C an lıların arasına d ö n m em eleri için bütün te d b irle r (ılınır Bundun şöyle bir
n e tic e ç ık a rılab ilir: Y en i hayatlarını k abullenm edikleri İçin yeni ölülerden
korkulur. Eski ö lü lere ise ibâdet e d ilir, onların him ayesi İs le n ir.
Y ukarıda zikred ilen bütün ih tiy a tla r vo te d b irle r ölünün ruhunun üç veya
yedi gün evin etrafın d a dolaşm asına m ani olam az. A ncak onun İçin yıığ v e r­
d ik te n sonra geri döner. Bu yuğ da ölüm den üç, yedi veya kırk gün sonra
v e rilir. Bu m ünasebetle, ocağa atm ak su re tiy le ruhlara yiyecek vo balık su­
nulur. M e z a rı z iy a re t v e ölenin gözde atı kurban e d ilir. I!ıı ıılııı eti m ezarın
yanında y e n ilir. H ayvanın başı m ezarın üzerine dikilen bir sırık üzerine a s ı­
lır. Bu m ünasebetle bir şam an v asıtasıyla ölüniirı ikÛınntgAhındn te m izlik ya­
pılır. M e ra s im d e, ayrıca ölenin ruhu aranır. Vo kntî olarak şam an tarafından
kovulur. Bazı A ltay sam anları C e h e n n e m ’e kadar ölünün ruhuna re fa k a t ed e r­
le r.
ı:$8 NOTLAR

G o ld esle r ölünün ruhunun zararlarından kurtulm ak için iki tü rlü cenaze


m erasim i yaparlar. N igm an adı v e rile n birinci m erasim ölüm den yedi gün
veya daha fazla zam an sonra ya p ılır. İkincisi K azatori, birincisind en biraz son­
ra yapılan ve ölünün ruhunun C e h e n n e m e kovulm ası ile sona eren büyük
m erasim d ir. N igm an m erasim i esnasında şam an tam bu ruyla berab er ölünün
evin e g irer. R'uhu arar v e yakalar. Bir ç e ş it yastığın (.fanca) içine sokar. Şa­
m anın ruhu yakalam asından sonra yuğ v e rilir. Bu yuğa ölünün bütün akraba­
ları ve dostları k a tılır. K azatori de aynı şekild e başlar. Şam an kocuğunu gi­
y e r. tam burunu a lır. Tam buru çalarak ölünün ruhunu aram ak için yurdun e tra ­
fın d a dolaşır. Bu esnada dans ed er. N ih a y e t, ruhu yakalayıp evin içindeki
yastığ a koyar. Şam an ölünün ruhunu akrabalarının yanına götürür. Ö lü baba­
sına rastlayınca babası «Bakın oğlum işte.» der. Bundan sonra, v e rile n ziya­
fe t gecenin geç v a k itle rin e kadar devam eder.

Bazı A sya ş a m a n is tle rin e göre, ö lü le r ölüm den sonraki hayatlarında dün­
yadaki hayatlarını devam e ttirirle r. Zengin zengin olm asına, fa k ir fa k ir o lm a­
sına devam ed er. Y aln ız, onlar yeniden g e n ç le ş e re k te k ra r yeryüzünde doğ­
m ak için hazırla n ırla r.
D iğ e r ib tid â î k a v im ler gibi bazı K uzey A sya kavim leri de b ir adam ın üçe,
h attâ yediye kadar ruha sahip olduğuna in a n ırla r, insanın ölüm ü üze rin e bu
ruhlardan biri m ezarda kalır. Biri k a ra n lık lar ü lkesin e in e r. Ü çüncüsü de
göğe çıkar. Bazı k a b ile lere göre bu üç ruhtan biri ölüm üze rin e kaybolabilir.
V eya şeytan la r ta ra fın d a n parçalanır. Bazan, ö lü le r dünyasına inen ruh dün­
yaya kaçm ak s u re tiy le h a s ta lık la rı c e lb e d e r. Böyle bir hastalığı ancak şam an
te d a v i ed eb ilir. Z irâ ruhları görebilen sadece odur. Ruhu sadece şam an ta ­
nır ve yakalayıp c esed e sokabilir.
K oryaklar, d iğ e r İlâh î k u v v e tle r yanında s em avî yüksek b ir varlığ a in anır­
lar. Bu varlık y ukarıdadır. O nlar bu sem avî varlığa köpekler kurban e d e rle r.
Fakat, bu ilâh pasif olduğu için onları K alan'ın tecavüzünden nadiren k u rta­
rır. Kalan, yüksek varlığa takdim edilen kurbanların yolunu kesm ekten hali
olm az. Ç ok d efa da bu te şebbüsünde m u vaffak olur. Tedavi esnasında şam an
yüksek varlığa bir köpek kurban eder. Bu sırada Kalan kurbanın yolunu ke­
serse hasta ölür. Eğer kurban göğe y ü k s e lirs e hasta iy ile ş ir. Kalan fe n a
büyücü, ölüm veya ilk ö le n d ir, insanların e tle rin i p arçalam ak ve c iğ e rle rin i
y e m e k su re tiy le onların ö lm e le rin e sebep olur.

K oryaklara göre, C e lıe n n e m ’in girişi köpekler ta ra fın d a n , korunur. C e h e n ­


nem dünya gibi, köylerden m eydana g e lm iş tir. H er ailenin ayrı b ir evi vard ır.
C e h e n n e m ’in yolu külhanın üzerinden g eçer. A ncak, ölünün geçm esi zaru rî
olduğu zam anlarda a çılır.
Şam anizm hakkında v e rile n bu kısa ve um um î bilgiden sonra, kitap taki
bazı m es e le le ri aydınlatacağını ü m it e ttiğ im iz için, eski Türk şam anizm ine-
ait bir kaç noktaya te m a s etm e n in faydalı olacağı kanâatindeyiz.
NOTLAR 139

Eski Türklerin dinlerinden bahseden m ü e llifle r onlardan kim inin m üslü-


man, kim inin hıristiyan , kim inin m ü sevî, kim inin budist, kim inin M â n î dininde
oldukların!, büyük bir kısm inin da belli başlı bir dinleri o lm adığını, çeş itli
ta b ia t ku vvetlerin e in andıklarını v s s ih irb azlıkla uğra ş tık la rın ı yazarlar. Bu
m ü e llifle rin ta b ia t ku v v e tle rin e p e re s tiş ve sih irb azlık dini d e d ik le ri dîn şaına-
nizm dir. O rta k h u susiyetleri olm akla berab er Şam anizm ç e ş itli m ın tıkalara
göre değişm ekted ir. Bu a y rılık la r eski m ü e llifle rin çoğunu y a n ılttığ ı için,
onlar bu dine belli bir isim v e re m iy o rla rd ı. M o d e rn devird eki d in le r ta rih ­
ç ileri ilkel kabilelerin m ensup olduğu bu din nevine, m ü ş te re k esaslı nokta­
lara sahip olduğu için Şam anizm adını v e rm iş le rd ir.
Eski şam anist Tü rkler ç e ş itli ta b ia t k u v v e tle rin e , ruhlara ta p a rla rd ı. O n la r
kendileri üzerinde etk i yapan her şeye ta n rı d e rle rd i. K aşgarlı M ahm ud'a göre
Ş am an ist Türkler büyük gördükleri b ir dağa, havyana, ağaca ve her şeye
tan rı d e rle r, onlara ta p a rla rd ı. İbn Fazlan, O ğuzların belli başlı bir inanca
sahip olm ad ıkların ı, b üyüklerin e rabb fta n rı) de d ik le rin i kaydeder. Bazı
Tü rklere göre, ç e ş itli ta b ia t k u v v e tle rin i id are eden ayrı ayrı ta n rıla r vard ır.
İbn F azlân’ın nakline göre B aşgırtlar kış, yaz, yağm ur, rüzgâr, ağaç, hayvan,
insan, su, gece, gündüz, ölüm , hayat, y e r ve gök ta n rıla rın a ta p a rla rd ı. Burada
zik re d ile n B aşgırtlar'a a it ta n rıla r onların on iki klan ının to te m i olm alıd ır.

Ş am an ist Tü rkler büyük akarsulara da ta n rı d e rle rd i. Bunun için Türk


Ş am an izm !’ndeki ta n rıla rın biri do Y ayık (U ra l n eh ri) ta n rıs ıd ır. Bazı şam a-
n ls tie r y ıld ırım ta n rıs ın a do ta p a rla r. N ite k im , U rerıhalar yıld ırım ta n rıs ın a s ü t
ve ayran takdim ed e rle r.
Ş am an ist Tü rkler arasında atalara ib âdet de yaygındı. O n la r bazı ruh­
ların kendilerini koruduğuna, bazılarının ise başlarına fe lâ k e tle r g e tird iğ in e
İn an ırlar ve onlara ta p a rla rd ı. O ngonlara ib âdet a ta la r kültünün açık b ir gö­
rüntüsüdür. Ebû D ü le f, K artukların yanrrtâyan ağaçtan y apılm ış bir m abedleri
olduğunu, burada eski hakanlarının resim le rin in bulunduğunu haber v e rir. Bu­
rada büyüklere tapm an ın İzleri görü lm ekted ir. Ş am anist T ü rk le r arasındaki
ilâhlardan biri de ö lü le r ülkesinin tan rısı E rklik’tir. Bu tanrı Y e n ls e y kita b e ­
lerin d e dahi g eçm ek te d ir. Şu noktaya da dikkat etm e k g e re k ir ki, çok tan­
rılı bütün d inlerde olduğu gibi onki Ş am anist Türkler de bütün ta n rıla rın üze­
rinde bir Gök Tanrı (Bay Ü lg e ri)y a İn anırlardı. Fakat, bu tanrı onlara göre
p a s iftir. İnsanın hayatı üzerinde asıl e tk ili olan diğer ta n rıla rd ır.

İbn Fazlan, B aşgırtların erkeğin cinsî organına da ta p tık la rın ı, ona rabb
(ta n rı) ded iklerin i yazar. Bu hususa başka Türklordo rastlanm az. İran'da,
A andolu ve dünyanın ç e ş itli y e rle rin d e görülen bu İnancın, Türk m enşeli m î,
İran m enşeli mi olduğu şüphelid ir. Bununla hcn ıb n r, Zolo'nln S ib iryalIların
hayvanların cinsî organlarını ta ş ıd ık la rın ı, ona hürm et e ttik le rin i bild irir. Ca-
hiliye D evri arap lan n ın kadının cinsî uzvuna ta p tık la rı ise m alûm dur. A y rıc a ,
som (um ay) kültü O rta A sya kavim leri arasında çok yaygındır. Z e le ’nin, Y a-
1-10 NOTLAR

kutlarda çocuk doğduktan sonra ruhun ikâm et e ttiğ i zannolunan som u ana ve
babanın yediklerin i zik re tm e k te d ir.

TÂ B UT :

Ç ok eski d e v irle rd e n b eri T ürklerin ö lülerini göm m ek için ta b u t u n la n d ık ­


ları görülüyor. G e re k toprağa göm m e, g e re k ate ş te yakm a, g e re k s e te ş h ir
usûlünde tab u t k u llan ılm aktayd ı. B üyüklerin ta b u tla rın ın k ıy m e tli m adenlerd en
de yapıldığı g ö rü lm e k te d ir. A ttilâ ’nın cesedi birincisi altın d an , onun d ış ın ­
daki güm üşten en dıştaki ise d e m irden olm ak üzere üç ta b u t içine konarak
göm ülm üştür. H iyong-nuların bir! iç, b iri dış olm ak üzere en az iki ta b u t kul­
lan dıkları k a tiyetle b ilin m e k te d ir. E fta litle rd e , Ttı-polarda halktan olan lar ağaç­
tan ta b u tla r içinde, hüküm darlar is e k ıy m e tli m adenlerd en ya p ılm ış ta b u tla r­
da g öm ülürlerdi. S e y fî, K ırgızlarda ölünün tab u ta konarak yü ksek ağaçlar üze­
rine asıld ığ ın ı söyler. M o d e rn seyy a h la r ta b u tta n b a h s e ttik leri gibi, ilke! A sya
kab ile lerin d e cesedin b ir kayığa y e rle ş tirile re k göm üldüğünü de k ayd ed erler.

TÜ M Ü LÜ SLE R :

M e za rın üzerine topraktan veya taştan yapılan tü m seğ e tüm ü iüs denir.
Tüm ülüs te p e m anâsına g e lm e lid ir. Bunun için M a k d is î «Türkler m ezara te p e
derler,» d em ekte d ir, ibn Fazlân, O ğuzların m e za rla r üzerinde çam urdan kub­
be şeklin d e tüm ü iüs inşa e ttik le rin i yazar. R ubrouck ve C odex C om anicus'a
göre K om anlar ölünün m ezarı üzerind e büyük bir tüm ü lüs inşa e d e rle rd i. Ba-
zan m ezar üzerindeki yapının daha m ü tekâm il olduğu görülüyor. Ç in lile r, Gök-
Tü rkler için «O n lar m ezarın ü zerine b ir ev inşâ e ttile r. D uvarlarına ölünün
hayatta iken katıldığı harpleri te m s il eden sahnelerin re s im le rin i ve ölünün
resm ini yaptılar.» d e rle r Y ine Çin kaynaklarının k a y d e ttik le rin e göre, Kül-
Tegîn için, heykelinin d ikileceğ i, duvarlarına onun m u h a re b e lerin e a it sah­
nelerin resim lerin in yapılacağı bir âbidenin inşası e m re d ilm iş tir. Rübrouck,
z en g in ler için sivri küçük ya p ıla r inşâ edild iğ in i, bazı y e rle rd e k ire m itle örtülü
büyük kuleler, e tra fta taş o lm am asına rağm en taş e v le r yapıldığın ı söyler.

Y U Ğ LA R (C E N A ZE TÖRENLERİ) :

T ü rk ç e ’de cenaze tö re n le rin in topuna birden yuğ denir. Eski T ürklerde


yuğlara çok önem v e rilir. Ö len in m e rte b e s in e v e ç e ş itli m ın tık a la ra göre
yuğlar az çok fa rk lılık g ö sterird i. Bir kim senin göm ülm em esl onun şahsına
yapılan en büyük h a k a re tti: A ncak, idam m ahkûm ları m e ra s im s iz göm ülürdü.
Sosyal bakım dan geri kalm ış c e m iy e tle rd e olduğu gibi, eski T ürklerde de
yuğlar tü y le r ürp ertici bir şekild e cereyan eder, y ü zle r dilin ir, burunlar ve
kulaklar kesilir, saçlar yolunurdu. Ş id d e tli ağlam alar esnasında a ğ ıtla r söy­
len irdi. Bu h a re k e tle r ölüm esnasında olduğu gibi cenaze m e rasim inde de
te k ra rla n ırd ı. Orhun âb id elerin d e K ül-Tegin’in cenaze m erasim i m ünasebetiy-
NOTLAR 141

İn ifade edilen «Bunca budun saçın, kulacın biçdi» Ib âresi bu hususu açık
olarak b e lirtm e k te d ir. Jordanes'e göre, E fta litle r yuğ esnasında yüzlerini ya­
la rla r, kulaklarını kes e rle rd i. Bazı h allerd e yabancılar da aynı şeyleri yapm aya
zorlanırdı. Çin kaynaklarının b ir kısm ı Tü rkler için «O nlar ölüm den sonra he­
m en ağlarlar. Fakat cenaze m e ra s im i esnasında m üzik â le tle ri çalar, şarkı
söyler ve dans ed erle r.» d e rle r. A ttilâ ’nın ölüm ü ü zerin e cenaze m e rasim ine
katılanlar yüzlerini y ırta ra k v e saçlarını yolarak m a te m yap tıktan sonra onun
m ezarı üzerinde büyük b ir eğ len ce te rtip e tm iş le r ve çok neşeli bir havaya
kap ılm ışlard ır. Bu eğ le n c e le r m atem den ç ık ıld ığ ın ı, norm al hayata dönüldüğü-
II!' g österird i.

Y u ğ lar esnasında, ölen kim se için kurbanlar kes ilir, şölen v e rilird i. Bu
m ünasebetle te rtip edilen ş ö le n le r dinî bir anlam ta ş ıy ıp kurbanların e tle rin ­
den yem ek sevap s a y ılırd ı. C enaze ş ö le n le ri eski bozkır kültürünün esasların-
dandı. H erodot, Issedonlarda ve M a s e g e tle rd e k i yuğları ve cenaze şölenlerini
bir b arbarlık âdeti olarak görür.

A rkeo lo jik kazıla r bu konudaki m alzem eyi isb atlam aktad ır. G rlakov yarı
bağım sız Volga A lm an C u m h u riy e ti topraklarında 1925 yılın d a o rtaya ç ık a rı­
lan A - 12 nolu kurganda ş ö le n le rin açık izlerini bulm u ştur. Onun Incolom esi
şölenin m ezarın üzerinde icra edildiği n e tic e s in e v a rd ırın ış tıı. C oıuıze m era­
sim leri esnasında yapılan kurbanlardan yukarıda bahsedildi.

Y u ğ lar esnasında a t koşuları da yap ılırd ı. Ç in kaynaklını İni koşuların


ölüm anında olduğu gibi conazo m erasim i esnasında da yapıldığın ı söylerler,
ibn B attûta : «C enaze toprağa konduktun sonra döı t at gol İrildi O n la r yorgun­
luktan duruncaya kadar sultanın m ezarı e tra fın d a koşturuldu» der. Bu gün do
K ırgız K azaklarında v,e Turfan Türklerind e ölüleri ıııtnuı ş e n lik lerin d e rıt koşu
lan te rtip e d ilm e k te d ir.

C en aze m erasim le rin in ölüm den ne kadar sonra yapıldığı hususunda çe­
ş itli m ü d d e tle r v e rilm e k te d ir. İh tim al bu m üddul tören İçin yapılacak hazır­
lıklara, d in î ş a rtla ra ve m e ra s im le re bağlıydı. IHiyük b ir hüküm dar ölünce
e tra fta n gelecek e lç ile ri vo m ezarın tnm om lıııııım nım bokhsııok g erekird i. Bil­
ge K ağan'm m ezarına göm ülm esi ölüm ünden en ny kadar s e m a olm uştur.
M o ğ o llard a bu m ü ddetin önce sekiz sene olduğu halde n e n in d in solüz güne
kadar indiği kayded ilm e k te d ir. K a ş g a ıi yuğun Ölümden (iç veya yedi gün
sonra yapıldığın ı kaydeder, Fakat, yuğ ölüm den e p e y c e geç yapılacaksa ölü
m uvakkaten b ir y e re göm ülür. V eya m um yalanır. Sonra, n ıe ra s lm la asıl kab­
rin e n akledilirdi.
M â te m a lâm etlerin d e n olan saç k esm e adetinin »ski Türklordo yaygın
olduğu görülüyor. Jordanes, A ttllâ 'y * yapılan cenaze m era s im in i an latırken
«O nlar kendi â d e tle rin e göre saçlarının b ir kısm ını k e s tile r. K endilerin i çirkin
yapacak şekild e yara la d ılar. O nlar bu büyük m uharibe kadınlar gibi göz yaşla-
M2 NOTLAR
*

rıylîi değil, kanlarıyla ağlam ak iste d ile r.» der. Ibn e!-C evzî, A lp A rslan için
llıığ d u t'ta yapılan m atem i anlatırken halifenin karısı olan kız kardeşi A rslan
Hntun'un yedi gün otu rarak m âtem tuttuğu nu, bu m atem esnasında c a riy e le ri-
tıin saçlarını kestird iğ in i, kendi saçını da kesm ek iste y in c e h alifenin buna
tııâni olduğunu kaydeder. Yas alâm eti olarak saç kesm e X IV . asırda A ydın-
o ğ ullarında da görülür. U m ur Bey babası için yas tu tark e n saçını k e s m iş tir.
Bu â d e tle r bu gün B e ltirle rd e , G oldlarda, O stiyaklard a, Kars bölgesindeki Ka­
ra k a v a k la rd a m evcu ttu r. Ebu Firâs e i-H a m d â n î’nin bir beytind en anlaşıldığı
na göre m âtem alâm eti olarak saç kesm e âdeti eski A rap lard a da v a rd ı. Ka­
n âatim ize göre, saç kesm e âdeti eski d e v irle rd e k i saç yolm a adetinin h a fifle ­
tilm iş şekli olm alıd ır. A rk e o lo jik kazılar saç kesm e âdetinin çok eski d e v ir
îerd e de m evcut olduğunu g ö s te rm e k te d ir. N oan-ula'da bulunan b ir Hiyong-nu
kabrinde ipek içinde yum ak y apılm ış 17 te le m bulunm uştur. P azırı’k'taki II ve
III. nolu kab irlerd e de te le m le r görülm üştü r. Bazan saç kesm e ye rin e saç
ö rgülerin in çözülm esiyle de y e tin ilrn iş tir. Bazan sakallar da m â te m alâm eti
olarak kesilird i. P azırık'taki II. nolu m ezarda c e s e tle rin üzerinde çürük sakal-
laı bulunm uştur.

C enaze m era s im le ri esnasında T ü ık ie r arasında ta tb ik edilen âd etlerd en


biri de ölünün m ezarı başında kılıç k ırm a k tır. A ynî, 25G hicrî 1870 m .) y ılın ­
da B a y ık tim â l’in defni esnasında T ürklerin, aralarında â d e t olduğu üzere, kab­
rinin başında 1000 k ılıç k ırd ıkların ı kaydeder.

T e z iy e le r de cenaze m erasim i esnasında y a p ılırd ı. Bütün bunlardan sonra


m âtem bir m üddet, h a ttâ V olga B ulgarların da olduğu gibi iki sene dahi d e ­
vam e d erd i. Bu m üddet sona erin c e kabrin başında bîr şölen te rtip e d ilird i.
Bu şölen esnasında ölenin dul karısı, evlen m esi â d etse, «Ben seni bırakıyo­
rum .» der, bundan sonra e v le n e b ilird i.
NOTLAR 143

ÜÇ İL A V E , B İK D Ü Z E L T M E :

Matem alâmeti olarak saç kesine âdeti Zengıler ve Eyyu-


bîler devirlerinde de görülmektedir. Irnâdeddîn cl-Kâtib el-ls-
fahâmnin kaydına göre, Nûreddîıı Mahmûd b. Zengî öldüğü
sırada oğlu el-Melik el-Sâlilı İsmail zülüflerini kestirmiştir.
Bundan başka, Makrizî son büyük Eyyubî sultanı el-Melik el-
Sâliiı Eyyûb’un nâşının türbesine ımııli sırasında memlukları-
mn matem alâmeti olarak beyazlar giydiklerim ve saçlarını
kestirdiklerini kaydetmektedir.

s. 39, not 64 deki «yınalın tutumunda» ifadesini «yınalın


durumunda» şeklinde, «Kuzerkine Oğuzların» ifadesini «yıııala
Oğuzların» şeklinde değiştirmek gerekir.

s. 46 - 47 de zikredilen hadis için bk. Buhârî, el-Sahîh, Ki-


tâb el-Enbiya 48.

s. 105 - 106 da müslüman oldukları bahsedilen Rusların


Orta Volga havzasında bulunan bir Rus prensliğinden olmala­
rı muhtemeldir.
YANLIŞ - DOGllU CETVELİ :

s anıış Doğru

s. 20, not 4 yılların yılları


s. 20, not 6 müslümanlarm müslümanlarnıı
s. 22, not 24 Harzem Harezm
s. 23, not 27 ... Alımed b. Nasr ... Ahmed b. İsmail
s. 25, str 4 Harzm JEiarezm
s. 29, str 4 bilyor biliyor
s. 35, not 53 Tabâtâbâî Tabâtabâî
s. 38, str 1 göylde göyie
s. 37, not 61 Seleuklar Selçuklular
s. 38, not 63 Hünlarmda Hünlarmda
s. 40, not 68 oturuyor oturur
s. 42, str 3 Kundıırtcha Kundurtcka
s. 49, not 81 tekrarlanmasında tekrarlanmamasında

s. 50, str 2 göstermediğ göstermediği


o 59, not 100 Hadislerde Hadislerde
s. 59, not 100 kana’atler kanâatler
i'.. 59, not 100 Gök Gok
s. 01, not 104 Giiveynî Cüveynî
s. 62, str 8 şeiklde şekilde
s. 62, not 104 Merzevî Mervezî
s. 65, not 108 rusyj rusjy
s. 88, not 157 müellfler müellifler
s. 89, not 162 Kivalin Kivâlin
s. 98, not 175 Harezm Harezm, önasya
s. 102, str 6 ise ile

s. 102, str 13 Lavar’lar Lav’arlar


s. 113, str 39 etrafmdakler etrafındakiler
s. 114, str 38 Cürcanyye Cürcaniyye
s. 123, str 4 delil delili
s. 124, str 9 Procopus P ’*ocopius
8. 124, str 22 de da
İNDEKS

A Arap, Araplar, s. 31, 38, 39,


45, 59, 85...
Abdülkerim Saltuk Buğra-
Ardakû, s. 26
hân, s. 85
Arpad, s. 103
Abdullah b. Baştû, s. 20, 24,
25 Arslan Hatun, s. 142
Âd kavmi, s. 59 Artahuşmîsen, s. 20, 23
Âfirabr, s. 22 Arûfî (Avrupa), s. 106
Afrigîler, s. 25 Asfâr el-Cîlî, s. 22
Afşin, s. 119 Askelîler, s. 100
Ahmed b. Ali el-Deylemî, s. Asparuh, s. 111
21 Attilâ,s. 70, 77, 125, 130, 14.0.
Ahmed b. İsmail el-Sâmânî, 141
s. 21 Avarlar, s. 111
Ahmed b. Mûsâ el-Harezmî, Avfî, s. 86, 89, 98, 100
s. 23, 24 Aynî, s. 125, 142
Ahtî (Büyük Antak'i), s. 41 B
Alarik, s. 77, 125, 130
Alexios, s. 41 Bâb el-Türk (Türk Kapısı),
Ali b. Ebî Tâlib, s. 26, 27, 85 s. 23
Ali b. Kûye, s. 114 Bâcâğ, s. 42
Almuş b. Şükî Yiltivâr, s. 20, Bağdad (Medînet el-Selâm),
39 s. 21, 23, 28, 39, 51, 64,
Alp Arslan, s. 102, 142 66, 142
Altın Dağı, s. 100 Balballar, s. 36, 111
Altın Kapı, s. 72 Barancer, s. 57
Amazonlar, s. 108 v Barda’a, s. 106
Ammianus Marcellinus, s. Bâris el-Saklâbî, s. 20, 21, 29,
113 Barthold, s. 23, 98
Âmul ;(Âmul-i ICeyhun), Basmiller, s. 95
s. 22 Başgırt, Başgırtlar, s. 19, 40,
Angora ırmağı, s. 119 42, 78, 95, 104, 122, 126,
Apaoki, s. 82, 91 139...
F. 10
140 İNDEKS

Bay Oglen (Ülgen), s. 136, Bûlûkiyye, s. 50


139 Burdâs, Burdaslar, s. 103,
baydara, s. 127 118
Bayıktimâl, s. 142 Bursûlâ, s. 44
Bâynâh (Mayna), s. 43 Buryatlar, 134
Bayunaur, s. 86 C
Bedvâ, s. 89, 100
Behî, s. 92 Ca’fer b. Abdullah (Almuş...)
Beltirler, s. 118, 127, 128, s. 47
136, 142 Câhâ, s. 41
Benû Kays b. Sa’lebe, s. 116 Câhız, s. 87, 89, 100
Berke-hân, s. 44, 45 Câhiliyye Devri, s. 31, 67,
Berkiyâruk, s. 97 116, 115, 127, 128, 133,
Beş-balık, s. 87 139
Beyaz Hazarlar, s. 123 Cahş (Sagiz), s. 40
Beykend, s. 22, 24 Câm (Emba), s. 40
bezoari madeni, s. 85 Câvşîgîr, s. 77
Bıltıvâr (İlteber, Yıltıvâr), Câvşîz, s. 43, 61
s. 106 Çayındı, s. 89
Cayih (Yayık, Ural nehri),
Bıntıs Denizi, s. 98
s. 41
Bilge Kağan, s. 130, 141
Binbir gece masalları, s. 50 Cebbûye, Cebğûye (Yabgû),
el-Bîrûnî, s. 61, 77, 98, 117, s. 37
122 Cend, s. 131
Börte-çine, s. 119 Cengiz-hân, s. 43, 113, 119,
Buğraç kabilesi, s. 83, 85 124
Buğra-hân, s. 99 el-Ceyhânî, M. b. Ahmed, s.
Buharâ-hudâ, s. 126 22, 102
Buhârî, s. 143 Ceyhun, s. 22, 25, 27, 28, 77,
Bulâklar, s. 100 84, 89, 104, 117
Bulgar, Blugarlar, s. 19, 20, Cibâl, s. 21
21, 25, 26, 35, 39, 42, 43, Cirimsân, s. 43
44, 46, 47 - 67, ... a t , s. 29
Bulgar şehri, s. 58, 63, 6 Codex Comanicus, s. 140
İNDEKS 147

Cumul, Cumullar, s. 89, 95 Ebû Dülef, s. 41, 82, 83 - 90,


Cund Serahs, s. 24 91, 99, 101, 112, 115, 116,
Cûzecân, s. 85 121, 128, 131, 139...
Cücenler, s. 113 Ebu’l-Fîdâ, s. 54
Cürcân, s. 35, 66, 120, 131, Ebû Firâs el-Hamdânî, s. 142
134 Ebû Hâmid el-Endelüsî, s.
Cürcâniyye, s. 26, 27, 29, 34, 59, 62, 66
44, 114
Ebû Sa’îd, s. 125
Cüveynî, s. 61, 97,
Ebû Ubeyd el-Bekrî, s. 126
Ç Eclâd, s. 86
Eftalitler, s. 116, 124, 129,
Çaruklar, s. 95
140, 141
•Çiğli, Çiğiller, s. 84, 89, 95,
99, 100, 115 Ekinci b. Koçkar, s. 97, 98
Eliade, Mircea, s. 126
Çiğil şehri ve köyii, h . 84
Emevîler, s. 39, 61, 85, 89,
Çin Şeddi, s. 59
113, 122
Çû havzası, s. 89, 100
Çuşanlar, s. 124 Emîn el-Râzî, s. 66, 73, 78
Çuvaş kabilesi, s. 60 Erden (Zagsibay), s. 40
Ergler, s. 99
I)
Erhaz (İrgiz), s. 42
Dâ’i el-Sağîr el-H. b. Kâsım, Erîsiyye, s. 114
s. 22 Erklik, s. 122, 134, 139
Dâmegân, s. 22 Erman, s. 132
Dâr el-Bâbûnec, s. 80
Ermeniyye denizi, a. 98
Demirkapı, s, 59
Ersâniyye, s. 134
Derbend, s. 59, 115
Eskil, s. 60, 61, 64
Deskere, s. 21
Estonya, s. 50
Diyâle, s. 21
Etil, s. 58, 64, (Kî, 77, 79, 80,
Dorystolon, s. 72
102, 103, 104, 113, 114, 115,
Duna (Tuna) ,s. 104
121, 123, 130
E
Etrak (el-Katağan oğlu Et-
Ebû Bekr el-Sıddîk, s. 50 rak), s. 37, 38, 39, 129
148 İNDEKS

F halenç, s. 61
Hailece (Khelletche), s. 58,
fagînûn, s. 99
60
fanca, s. 138
Hâmid b. el-Abbâs, s. 45
Fârâb, s. 131
Hammûya Kûsâ, s. 22
el-Fazl b. Mûsâ el-Nasrânî,
Hanbalığ, s. 80, 102, 123
s. 23, 24, 47
Harezm, Harezmliler, s. 20,
Firdevsî, s. 107
22, 23, 25, 26, 29, 32, 35,
Firebr, s, 22
49, 61, 96, 105, 112, 123,
Fredreiche Barbarossa, s. 126
131
G el-Hargâh, s. 83
Hârûn el-Reşîd, s. 24, 80, 114,
Galinos, s. 106, 107, 108
Gerdîzî, s. 83, 86, 87, 89, 99, 123
100 Hatây-nâne, s. 107
Gibert, s. 118 hayât el-henek otu, s. 85
Gitrîf b. Attâb, s. 24, 29 Hazar, Hazarlar, s. 19, 20,
el-ğitrîfiyye, s. 24 35, 39, 41, 46, 59, 63, 64,
Gmelin, s. 124, 132 76, 78, 80, 95, 102, 104,
Gok, s. 59 106, 111, 113, 116 - 123,
Goldesler, s. 137, 238, 142 131, 134...
(Goldlar) Hazar Hakanı, s. 20, 103
Göktürkler, s. 89, 117, 118, Hazârân, s. 102, 115, 120,
121, 122, 140 122
Griakov, s. 141 hazz, s. 79, 120
de Guignes, s. 116 Hel, s. 71
Guillen, s. 118 helîle ağacı, s. 90
Guiras, s. 127 Hemedan, s. 21
Guz, bk. Oğuz Heraklius, s. 122
Güğerginler, s. 100 Herodot, is. 113, 115, 124,
125, 126, 141
H
Herüller, s. 69
Hajerât, s. 105 Heskî, Heskelîler, s. 89, 100
Hâkân, s. 76, 77, 78, 79, 80, Hipokrat, s. 106, 107, 108
106, 120, 119, 121, 123 Hitaylar (Kitaylar), s. 91,
İNDEKS 149

92, 95, 97 111, - 116, 119...


Hîve, s. 20 İbn el-Furât, s. 20, 23, 24
Hiyong-nular, s. 112, 115, İbn Havkal, s. 29, 42, 44, 60,
122, 124, 125, 128, 140, 65, 79, 80, 103, 115, 117,
42 120, 119, 131
Houhan-ya, s. 115 İbn Hurdâdbih, s. 66, 134
Hudûd el-âlem, s. .25, 61, 84, İbn Kârin, Şervîn b. Rüştüm,
99, 100 s. 22
Hulvân, s. 21
İbn Miskeveyh, s. 65
Hun, Hunlar (Kim, Kunlar), İbn Rusteh, s. 53, 54, 61, 63,
s. 38, 70, 97, 98, 113, 117 64, 65, 66, 70, 80, 125, 126,
hûş (kayınağaeı) , a. 40
134
hutüvv, s. 62 Idrîsî, s. 41 ......
Huvâr el-Rey, a. 21, 22 İki, s. 86
Huvâre, s. Kil İlguz, s. 39
Hüdâbendâ, a. 125 İli nehri, s. 99
Hülâgû, s. 121 İlteber, s. 20
1 İmâdeddîn ci-Kâtib el-îsfahâ-
nî, a. 126, 143
ıduk, iduk, h. 128
İmak, a. 86
Iğraklar, s. 95
İnan, Abdülkadir, a. 116, 132
Isedonlar, s. 126, 14 I
îrtiş, a. 86, 101, 136
Issık-göl, s. 89
İMfîcftb, a. 89, 131
1 Imhak I». Küııdâeik, a. 76
İbn el-Adîm, s. 37 lakemler, a. 66
İbn Battûta, a. 45, 46, 55, laklt, lakllIrr, a. 38, 65, 70,
124, 127, 128, 129, 132, III 106, 107, 108, 113, 115 -
İbn el-Cevzî, s. 142 117, 125, 126, 132
İbn el-Esîr, s. 97 lakîl.iyye, a. 107
İbn el-Fakîh, s. 61, 89, 107 İslâm Ansiklopedisi, a. 19
İbn Fazlan, s. 19, 23 - 20, 30, İslâvlar (Sakâllbo), s. 19,
36, 37, 41 - 45, 49 - 55, 60 - 59, 66, 70, 84, 95, 104, 105,
65, 67, 78 - 80, 84, 101, 111
160 İn d e k s

ÎH ta h r î, s. 29, 42, 79, 111, 114, Kât, s. 25, 26


119, 123, 131, 134, 135 el-Katağan, s. 37, 129
lstiyâ - kent, s. 131 Kây, Kaylar, s. 97, 95, 98
îyâ (Hâkân-bek), s. 76 kayın ağacı, s. 40, 61
Kazan, s. 134
J
kazatori, s. 138
Jettmar, s. 28 Kazvînî, s. 65, 116
Jordanes, s. 141 kem, s. 121
Kerdelîler, s. 26
K
Kermes, s. 26
Kabe, s. 86 Kılâvus (kılavuz), s. 29
Kalan, s. 138 Kıpçak, Kıpçaklar, s. 25, 86,
kalansuva, s. 54 95, 97, 98, 102
Kâlîn b. el-Şahîr, s. 82 Kırgızlar, s. 25, 55, 86, 88,
Kalmuklar, s. 115, 132 91, 95, 98 - 100, 117, 118,
kam, s. 121 130, 140, 141
Kama, s. 58, 69, 131 Kimâk, Kırnaklar, s. 52, 86 -
Kansu, 98 88, 99, 100 - 102, 128, 131,
Kara Hazarlar, s. 120, 122 133
Karabalgasun, 91 Kinâl (Kine), s. 42
Karahanlılar, s. 83, 84, 85, 89, Kıt, s. 29
99 Kitâb el-Buldân, s. 106
Kara-hitaylar (Kitây), s. 91 Kitâb el-Memalik ve’l-Mesâ-
Karakalpaklar, s. 142 lik, s. 22
Karluk, Karluklar, s. 37, 84, Kitanlar, Kitay ve Kitâyân-
87, 89, 90, 95, 97, 99, 100, lar (Hitay), s. 91, 92, 97,
112, 117, 123, 131, 139 98, 118, 123
Karmîsîn (Kirmanşah), s. 21 Kivâlin, s. 89, 100
Kastek geçidi, s. 100 Komanlar (Kıpçaklar), s.
Kaşgar, s. 83, 84, 99 118, 140, 130
Kaşgarî, Mahmud, s. 25, 84, Konculu (Kundurtcka), 42
87, 95, 96, 97, 99, 100, 102, Konstantin Porphyrogenetus,
111, 119, 125, 126, 128, 72, 135
139, 141 Koryaklar, s. 138
İNDEKS 151
= — — -----------= > --y '■ -m

Kovalevsky, s. 62, 72, 73 Makdisî, s. 97, 114, 124, 140


Kubbet el-Zeheb, s. 55 Makrîzî, s. 113, 143
Kubrat, s. 111 Mangışlak, s. 102
Kucâ, s. 99, 83 Manî, s. 87, 139
Kûmis, s. 21 Marco Polo, s. 46, 64, 66, 69,
Kun, Kunlar (Hun...), s. 97 89, 116, 124, 125, 132
Kur’ân, s. 31, 51, 57, 59, 82, Marquart, s. 86, 98
114 Martini, Le P., s. 124
Kurday geçidi, s. 100 Masegetler, s. 141
Kurgan, s. 129 Mehdî (Halîfe), s. 89
Kurum (Bulgar kıralı), s. 72, el-Melik el-Sâlih Ismâîl, s.
126 143
Nikeforas I, s. 126 Me’mûn, s. 114
Kuşmahân, s. 22 Menander Protector, s. 107
Kutluk, Kutluklar, s. 90, 91, Mengû Kağan, s. 124, 133
Kutrigurlar, s. 111 Menkhoz ırmağı, s. 118
Kuyâba (Kiev), s. 120 Merv, s. 22, 24, 38, 40
Kûzerkîn (Kül-erkîn), s. 34, Mervân II, s. 123
35, 37, 39 Mervezî, Şerefüzzamân, s. 52,
Küçük Yınâl, s. 35 54, 62, 76, 84, 89, 95 - 98,
Küi-Tegin, s. 140 100, 101, 103 - 108, 133
Künde, Kündü, Kündür - Ha­ merz, s. 67
kan, s. 76, 77, 104 Mes’ûdî, s. 65, 66, 72, 79.
111 - 113, 116, 119, 123,
L
131, 134
Ladoga gölü, s. 51 Minorsky, V., s. 100, I05,
JLav’arlar, s. 102 134
Leon V, s. 72 Minusinsk, s. 118
Leon Diaere, s. 65, 72 Moğollar, s. 43, 45, 46, 54,
Leylâ b. Nu’mân, s. 22 55, 59, 72, 79
Mo-holar, h. 98, 118
M
Mondavslar, h. 126
Macar, Macarlar, s. 41, 42, MortvaıiHİar, h. 103
76, 98, 103 - 105 Muhammed b. Süleyman, s.
152 İNDEKS

19 onganlar, s. 139, 132


Muhammediyye, s. 24 Ordu - kent (Kasgar), s. 83
el-Muktedir-billâh, s. 19, 20, Orhun Âbideleri, s. 87, 96,
45, 46, 111 126
Mu’tasım-billâh, s. 119 Ostiyaklar, s. 88, 142
Mûye dağı, s. 123 Ö
Mürûc el-Zeheb, s. 119
Müseyyeb, s. 24, 29 Ölüm Meleği, s. 70, 71, 73, 74
Müseyyebiyye, s. 24, 29 Ömer b. el-Hattâb, s. 46
Özbek-han, s. 45, 55
N Öz-kent, s. 131
Nasr b. Alımed b. İsmail el- P
Sâmânî, s. 23, 82, 83
Nasriyye, s. 101 Panonya, s. 111
Nastur, s. 97 Pây-bâf, s. 35, 40
Pazınk, s. 117, 125, 137, 128,
Necâ, s. 83
142
Nehravân, s. 21
Peçenekler, s. 41, 42, 84, 95,
Nerşahî, s. 126
98, 101, 96, 97, 103, 104,
Nezir el-Haramî, s. 20, 21
124, 134
25, 38
Pei-che, s. 118
nigman, s. 138
Pei-lon-fong-son, s. 124
Nilgaz, s. 86
Pien-yi-tien, s, 132
Nîşâbûr, s. 22 Pekarski, s. 128
Niyasnâ, s. 43 Plan Carpin, s. 113, 115, 122,
Nizamî, s. 66, 130 127 - 134
Uoan-ula, s. 142 Polianesler, s. 134
Noan-ula, s. 142 Proben, s. 118
Nûreddîn Mahmûd b. Zengî, Procapius, s. 65, 124
s. 143
R
O
Le Recueil des Voyages, s.
Oglakty, s. 128 115
Oğuz, Oğuzlar, s. 26,29 - 31, ... Reşüdiddîn, s. 96, 124
Oğuz Cephesi, s. 131 Rey, s. 21
İNDEKS 153

Ribât-ı Tâhir b. Ali (Tâhi- Semerkand, s. 131


riyye), s. 22 Semerkandî, s. 24
Ribât-ı Zemcân (Bâb el- Sencer (Sultan), s. 97, 131
Türk), s. 23, 29 Serahs, s. 22
Rubrouck, s. 42, 111, 122, Sessiz değişim, s. 51, 101
127, 128, 132, 133, 140 Sevsen el-Rassî, s. 20, 21, 52
Rum denizi, s. 104 Seyfı, s. 132, 140
Rus, Ruslar, s. 19, 30, 44, Seyhun, s. 89
51, 56, 61, 64 - 76, 89, 95, Sibir, s. 122
103 ... Sibirya, s. 52, 116, 121, 124,
Rusya, s. 41, 42, 64 126, 132
Simnân, s. 22
S
Siyenpiler, 130
el-Sâ,bî, s. 21 Slovenler, s. 134, 135
Sâbir (Sibir), s. 122 Spencer, H., s. 118
Sâhrec, s. 53 Subaşı, s. 37, 39, 129
Sâibe, s. 128 Sufra, s. 40
Saka, Sakalar, s. 59, 107 Sfılı (sok), s. 42
Sakâlibe (İsiavlar), s. 19, 20, Hukııb, h, 89
25, 43, 63, 64 , 80, 84, 102, Hu’lflk, M. b. Ali, h. 21
111, 114, 120, 134 SurınAta, h. 107
Sâleviyye, s. 134 SuvAr, m. 60
Sâmânîler, s. 21, 23, 25, 26, Su vAr şolırl, h. 60
29, 112 SııyAb, m, 89
Samur (Şamara), s. 42 Sileli, Süellv, a. 46
Sarı Saltuk, s. 130 MllleymAn h. İlahîni <4 Bâlıilî,
San Uygurlar, s. 97, 98, 137 n. 113
Sanğşen, s. 80, 102 BiüeynıAu H TAelr, h . 127
Sauvaire, s. 24 Siit kent, a. 131
Sâve, s. 21
(4
Sayan dağları, s. 88
Selçuklular, s. 37, 97 Şâh-nıftrftn, u. 50
Semender, s. 80, 113, 114, Şâkirî, h. 96
122, 123 Şalaş, s. 131
154 İn d e k s

Şârîc, s. 104 Toharistan, s. 89


Sâriye, Şârîler, s. 97, 98 Tokuz - Oğuzlar, s. 87, 88,
Sâş (Taşkent), s. 131 89, 96, 99, 100, 131
Sebbâz, s. 25 Tonyukuk, s. 121, 130
Şehriştan, s. 25 Tonguzlar, s. 118, 132
Şuvit, s. 104 Tokuz - Oğuz - hâkân, To­
T kuz hâkân, s. 76, 96
Tour-hauth, s. 124
Tabarî, s. 89, 119, 126 tudun, s. 124
Tabaristan, s. 120, 131, 134 Tuhsiler, Tuhsin, s. 84, 89,
Tabâtabâî, s. 35 95„ 99, 100-
tabık, s. 127 Tu-kiyular, s. 112, 115, 119,
Tâğ, s. 30, 37 124, 129, 130, 133
Tahtalı, s. 83 Tûlâs kabilesi, s. 102
Talaş, s. 84, 89 Tûlis dağı, s. 89, 100
Taman Yarımadası, s. 134 Tului, s. 125
Tangutlar, s, 95 Tu-polar, 140
Taraz, s. 131 Turfan, s. 141
Tarhan, s. 39, 40 Tûrîar, s. 107
Tatar, Tatarlar, s. 86, 95, tutuk, s. 86
118 Tuyu-huenler, s. 113
Tavgaçlar, s. 95 tümülüsler, s. 140
tâzice, s. 26 Türgiş, Türgişler, s. 100
Tchao-kium, s. 115 Türk, Türkler, s. 19, 20, 30 -
Tegîn el-Türkî (Tegîn el- 40, 42, 43, 45, 46, 54, 55,
Hâssa), s. 20, 25, 29, 30, 59, 69, 75, 76. 79 .......
52
Türk Çadırı, s. 28, 29, 37, 55
Tercüman Sellâm, s. 54 Türk Kapısı, s. 29
Tevrat, s. 59 Türkmen, Türkmenler, s. 31,
Thikomirov, s. 13 5 96, 97, 98
Tibet, s. 86
Tiflis, s. 102 U

Tiyen-şan, s. 99, 100 Umay, s. 40, 139


Trmıtarakan Rusları, s. 134 Umur Bey, s. 142
İNDEKS 155

Ural (Yayık), s. 41, 131 Vu-kieler, s. 118


Uran, s. 43 Y
Ürem, s. 43 Yabgû, s. 34, 35, 37, 89
Urenhalar, s. 139 Yabgulular, s. 25, 89, 95
Urfalı Matius, a. 97 Yahya b. Zeyd, s. 85
Urmiye gölü, s. 98 Ya’kûbî, s. 89, 106
Usrûşene, s. 119 Yâkût, s. 76, 86, 87, 112, 116,
Utigurlar, s. 111. 123, 127
el-Utruş, s. 22 Yakutlar, s. 118, 140
Uygur, Uygurlar, s. 55, 76, Yayık nehri, s. 41, 131, 139
87, 88, 89, 95, 96, 97, 117, Ye’cûc ve Me’cûc, s. 59, 129
118, 132 Yeni-kent, s. 131
Uzil (Oyil), a. 40 yada taşı, s. 87
Ü Yenisey, s. 88, 130
Yıltıvâr (İlteber), s. 20, 46
Üç - ğuz, s. 96
Yunaklar (Kimâklar), s. 95
Ülgen (Bay Olgcn), a. 40
Ymal, s. 39, 40
Üst-yurt, s. 29, 131
Yuanlar, s. 130
V Yuğlar, s. 140 - 142
Vabnâ (Küçük Ankati), ö. 41 yupa, s. 40, 136
Van gölü, s. 98 Yura, s. 51
Varegler, s. 64, 76, 135 Yûsuf b. Ebi’l-Sâc, s. 21
Varş (Wahş), s. 41 Z
Vassaf, s. 124 Zajackoıvski, s. 76
Vatîğ (Utka), s. 43 Zamcân, s. 29
Vies (Vîsû), s. 51 Zeki Velîdî Toğan, a. 37, 60,
Vikingler, s. 19, 65, 66, 105, 61, 65, 79, 134, 135
135 Zeleniıı, s. 139
Vîrağ, s. 60 Yağındî (Tchagıııı), h . 40
Vîsû, s. 51, 57, 58 Yağma, Yağmalar, a. 95, 99,
Vladimir, s. 105 100
Volga, s. 4İ, 53, 58, 63, 66, Zevâc ül-makt, a. 116
77, 104, 111, 113 Zeyd b. Ali b. el-HUseyn, s.
Vuhuanlar, s. 133 85
û r l < L .

^ ^ ^ * * * J * c *L ^ ^
c * ^ .Ç >
^ u J , J j .1

^ ü t o - 1^ ' o t <>. * < _ > ti > i : ^ (1 9 6 „

< L )U J ! d lL J1 >câÜ ^ L -L . ^ jL ^
a / i ü l j U U J l j o 0 j) lj j J . \ } i ) ^ l J İ j L ^

Ü f * 1W > ( 197 “ ) r^ J tlâ A 4Ö M 3 .İ ' ^ ^


g r * jÂ
İr n . , , e ., , ^ N T * -» 1 (>
l^ - L - 2 / ] ^ j t t <_,\zü J - . J U.) : o ^ U ^ J ^ v <JV5>

v J^& \ j ^ ' J ' İJ U J İ dU * *


lx ^ ~ * i] c^L V I £ I ji 4İ^ _J ^o3\ J ^

a^ £ İ _ o jU iS İj »oL «-.>• j i i y t j J l 4_Jc .« j ^ - _ ^

10 - r r H ,4)^ W İ il^ll! aJ j ^ ö V ^. ^ ^ «- ^

^ ^ 1v - c ^ ' o ^ j <ii)i> ^ jL l.
‘ <OuUl> tLjü)! jıl^iVl>j <4J1 j ;jj<.\ U jJ lj ,
J Ltt s-LLİ aJ I J^>d\ JU.U dj ........ ^

> -^ ı>“ a»~J1 ^ ju L A t j *lgüi\

ö 5 U I :M (d > ^ :Y (c u -l : Y (b l^ 3 L j : Y (,
û l :Y J j i3 6 J IJ T (f ;M j j i-îıji-^ l U _ ; Y j \£~(e

<^L*1 £ * r 3, . j j , j
/—»■ -.M j j Y j I j f (h : Y j M (g
fU *l _^i :M (l * ‘ \JL' 1:1 û> - U : Y ^ o - c î ;M ( k *0 : Y (i

:M (nı

İbn Fazlan Seyahatnamesinin 1939’da Leipzig’-


te Z. Velidi Togan tarafından bastırılan arapça
metninden bir sahile.
La relation du voyage dlbn Facflâır
chez les BuSgares de la Volga
En l'a n n ı'e 92 1, İr g o u v c r n e m e n t d ıı c a l i f e ‘a b b â s i d e
M m jl a d ir ç u v a lın a u r o i d e s B u l g a r e s d e la V o lg a , q u i s ’i n -
li lııl a i l ı-oi ılc s t Ş a g â lib a » ( p r o p r c m c n t « d e s S l a v e s » ) (‘ ) ,
ıın e (tıu lm s s a d c dans la q u e lle se tr o ııv a it un s e c r e ta ir c
a pp cU A h ın e ı l ib ıı i'a d l a n , q u i n o u s a la is s e d u voyage
e f f e c i m 1 p a r e r i l e a ın b a s s a d e , u n e r e l a t i o n ex tr e m e m en t
i n l c r e s s ı ııı t r . C .'esl l ’ıın d e s t e x t e s l e s p l u s c a r i e u x d e l a l i t t e -
r a l u r r d e v a y ıı g e s c h e z l e s A r a b e s . E l l e n e f u t c o n n u e p e ı ı -
d a n l lo n g l e ı ı ı p s tıııe p a r la v e r s i o n i n c o m p l e t e q ı ı e ı ı o u s
a v ııi! c o ı ı s r r v ı 'c te D ic tio n n a ir e g e o g r a p lıiq u e de Y âgY ll
dans le s ıır lie le s İ li l ( A l i l ) , I la c h g ir d , B u lg h â r, K h azar,
K ilin d i iz n i, Itd s. ('.e lle v e r s i o n f u t p u b t i e e e t e t u d i d e d i s
1823 p a r E m e lin ('). En 1923, u n s ii-c le a p r e s , A h m e d Z e k i
V a liıli T o y ıııı d c c a u v r a i t e n V er s e., A M c .c h h e d , u n n u ın ııs -
erit e o n le n n n l ıın e p a rtic, d ıı Kitfllı al-BuldAn d 'l b ı ı a l-
Faı/llı, d e ıı.r rinrtlıı d 'A b d D ıı l a f M is 'a r b. ııl-M n h a l h il eI u n
t e r l e p lu s c o n ı y l e l ile la r e l a t i o n d ’ l b n E a ıfld n . E n 1939,
/ .e k i V a liıli ıltu ın ttll d e e e n o u v e n u le .r le ıın e M l l l o n a v e r
une t r a d ııc t io ıı tılle n ıa n ıle , p r e c t 't l f e d ’ ııııe iı d r o d t ı c l i o n
d e t a illı 'e e l s ilin le d e n o n ıb r e ıı.v e l c o p i c n r e .r eıır sııs ıl'ııııe
v a le ıt r in c s lin ıııld e sıır lo ı ıle s le s y ı ı c s t i o n s d ' o r d r e lin y ııis
t i q u e , c tl ın o g r ıı p l ıig ııc e l lı is lo r iıp ıc y ıı e p o s e e r i l e H e l a l i m i ;
c e t o u v r a g r e s i ıın e m in e e r l r a o r d i n a i r e d e r e n s e lg n e ın e n İ H

(1) Voir plim Inlıı (ıı. 97) mır lı* vıılrııı «İn oe ııinl «pil «'«ıppllıpiı* ımn
seulement ftux HIhvom priiproınonl «Ilı,. ıııııİm ^ plımlnıınt nıılrtnt |»mi|»|e« tin
mord et do I’ cnİ! de .l'ICımıiKi
(2) Sur len art,lcjen «nir> l'mıdııı y w onnmı ı.'ıt el len dlff^mıtoıı .Mııde»
postSrieures sur emile İtidalimi, vnlr llımlıelınnnn, I İM7, MıippL I 40flr
JII 1,207 ; Cf, autınİ lininin. dı..m l»n İninin, HHli ( III,ir»), »10 m«| 1( 1, II
«)9S<Ik>a Fadlân). L# letlo do Vânflıl «• U«»mv«' mnı»l «Iıııı» ffidppıl, Unum
normannicarum Jonit* trubU'l, İl» »7.

îbm Fazlan Seyaluıtııüıı u-hI’j11ıı Fransız* «a ter­


cümesinin önsözünden l>Ir sahile. ( llIftH’do Ce­
zayir'de bakılmıştır.)
iJ L î^ U ^ i» } _ jıij

^ o i i ) J ljj, a O l f ;3 NJ ı ^ j i l + ~ J 6< j j

O ? j-^J u -»j s_rL«r Ljj İ jjj î ^j *. 0 ^

pjJ ,j J j û L ->') '^_jj) i O ^

J-frJi>oî ÛjuOLj p^.;Ic L ) j_ r ? i 3JU^Jlj £ _^3

^ OJ ı_/0 J0 > O-*» *OJ k»J| Aj-O* JJj


c rV l Tît^*3^ O v ^.-g-^Lo ]-^ ^ nm. 0

Ok4 t>ar J ) ^ U I!U O i.^ ÜTL5 UO JU «o U ^


S.U^, i i i _^J ^ L c )O ^ O û -^ l < ] Z d a J j v^o'k'

< m *-lH iJO j 0 C j ]_J>j ) ^ j Uj ’- hS* «uj|

İ_J L r O ^_j t ■!_<!.» *^—0 ı -^j - -- %

C f ^ O^Olİ j'I «Cj Lc L. Lfl^S «L-JLa- O I t_JJ-« -J-AZİİ] J O " J

■*j 4Ltş*L-) j j c c_Oi L c~ £ i ’ UJj -alt û) J| afuij

İbn Fazlan Seyahatnamesi 1823’de St. Petersburg’


da arapça aslı ve almanca tercümesiyle birlikte
O. M. Frahn tarafından neşredilmiştir. Büyük bir
ranek mahsulü olan bu baskıdan bir sahifeyi yuka­
rıda görmektesiniz.
o
r c\ \ \ ~ -* \ M

d ^ L f ^ p j ı

•'•" •' M#hıı» Seyahatnamesinin 1959’da Şam’da l)r. Sami


.d hlmıı tarafından notlar ve açıklamalarla yapılan
baskısının kapak sahifcsi.
A.II.KoBAJIEBCKm
Aokmop HcmopmeckuK uayk,
npotpeccop

U6 H-<î)<d,<^jCdLRd,
O Ero nYTEUIECTBUH
ha BOAry

XAPfcfcOBCKOrO OPflEHA TPyflO BO ro KPACHOrO 3 HAMEHK


rocyflA PCTBEH H O ro yHHBEPCHTETA m eaa A. M . TOPbKOrO
X a p » i•* 19 5 #

Ib n Fazlan Seyahatnâmesi’nin
Kuşça tercümesinin kapak sah ifesi.
— S O N —
'firen

You might also like