You are on page 1of 205

GİZEMCİ CİNSELLİK

SEVGİ, ESRİME VE GİZEMCİ DENEYİM

LOUIS WILLIAM MELDMAN

Türkçesi

ŞENOL ENSARİ
© Pegasus Ajans

GİZEMCİ CİNSELLİK
SEVGİ, ESRİME VE GİZEMCİ DENEYİM
LOUIS WILLIAM MELDMAN
Türkçesi : Şenol ENSARİ
Yayına Hazırlayan : Nil GÜN
Kapak : Nare ÖZTÜRI<
Kapak Resim Edvard MUNCH
/

Kuraldışı Yayınlan 1996 İstanbul


ISBN 975 71 46
- - 38 2
-

Yazışma Adresi: Musadayı Sok. Özer İşhanı Kat: 2


80310 Mecidiyeköy/İSTANBUL
Tel: <o 212) 212 59 57 - 212 59 78
Fax:· . (O 216) 345 39 84

Ofset Hazırlık, Kapak Baskı, İç Baskı ve Cilt:


ÇİZGE Matbaacılık Ltd. Şti.
Tel.: (0212) 647 34 93

Pegasus Ajans Yayıncılık Ltd.


Büyükhendek Cad. No: 79 Kat: 4 Beyoğlu/İSTANBUL
İÇİNDEKİLER

GİRİŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • • . . . . . . . . . . 7

BÖLÜMt
Gizemcilik, Gizemci Deneyim
ve Gizemci Cinsellik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25

BÖLÜM2
Gizemci Cinsellikte Tutulmuş Birleşme . . . . . . . . . . . 67

BÖLÜM3
Meditasyon Olarak Gizemci Cinsellik . . . . . . . . . . . . 107

BÖLÜM4
Gizemci Cinsellik ve Kendiliğindenlik . . . . . . . . . . . 135

BÖLÜMS
Gizemci Evlilik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 167

5
6
GİRİŞ

Tıbbi Dogmalardan Anlamlı ve


İleri Bir Cinsellik Anlayışına Doğru

Erkeklerin belki de dörtte üçü, cinsel ilişkinin başlamasın­


dan sonraki iki dakika içinde orgazm olmakta ve bunların
önemsiz sayılamayacak bir bölümü de... eşinin cinsel organı­
na girdikten on veya yirmi saniye sonra boşalmaktadır.

Erkeğin Cinsel Davranıştan


ALFRED KINSEY

Erken boşalma sorunu, etkili ve kalıcı bir şekilde çözüle­


bilir.

insanın Cinsel Yetersizlikleri


MASTERS VE JOHNSON

7
1970'lerin Amerika'sı, "savaşma, seviş" çağrısını yürek­
ten benimsemişti. Bir yandan ordularımız Vietnam'dan çe­
kiliyor, öte yandan da toplumumuzda cinsel sevgiye yönelik
yeni ve açık bir yaklaşım yaygınlaşıyordu. Medyada, edebi­
yatta, okullarda ve insanların özel yaşamlarında, herkesi o
ya da bu şekilde etkisi albna alan bir cinsel. devrim yaşan­
maktaydı. Ben, 1974'te Michigan Üniversitesi'nde okuyor­
dum. Okulun golf takımında oynuyor, öğrenci birliğinde gö­
rev alıyor, üniversite gazetesi için film eleştirileri yazıyor,
Sigma Chi öğrenci kulübünün sosyal başkanlığını yapıyor ve
bütün bu işlerin arasında sevgilimle birlikte çılgınca günler
geçiriyordum. Yani kısacası üniversite yaşamının olabildi­
ğince tadını çıkarmaya çalışıyordum.
Dördüncü sınıfta, beni on beş yıldan uzun bir yolculuğa
çıkaracak ve gizemci (mystical) cinsellik hakkında bu kitabı
yazmaya kadar götürecek olan iki ders aldım. Bunların ilki,
genel olarak insan cinselliği konusunu işliyordu. Eğitim Fa­
kültesi'nde okutulan ve adı "Öğretme Makineleri" olan diğe­
ri ise, programlı ve öz-komutlu (self-directed) öğrenme hak­
kındaydı.
İnsan Cinselliği dersinde, "erken boşalma" denilen erkek­
lere özgü işlev bozukluğunun en yaygın olan ve en kolay iyi­
leştirilebilen cinsel sorun olduğunu öğrendik. (Kinsey, er­
keklerin dörte üçünün eşinin içine girdikten sonra ilk iki da­
kika içinde boşaldığını söylüyordu. Masters ve Johnson ise
buna karşılık yüzde doksan sekizlik bir iyileşme oranı vaat
ediyordu.)
Öğretme Makineleri dersindeyse, kendini geliştirme ki­
tapçıkların nasıl oluşturulduğunu öğreniyorduk. Böylece
herhangi bir görev, öğretmene gereksinim olmadan ve önce­
den kaydedilmiş komutlar aracılığıyla öğretilebiliyordu.
Kısa bir süre sonra beynimde ünlem işaretleri ve tomar

8
tomar paralar uçuşmaya başlamışh.Ama tabii ki! Erken bo­
şalma sorununu yüzde doksan sekiz başarı oranıyla çözen
tedaviyi temel alan bir kendini geliştirme programı hazırla­
yacak, böylece erkek nüfusunun dörtte üçü ile bunların şans­
sız eşlerinin acılarını dindirecektim. Bu peynir ekmek gibi sa­
tar, diyordum kendi kendime. Başarının ve şöhretin anahta­
rını bulmuştum sonunda: televizyon programlan ... filmler
...Nobel ödülü . .. ah, ne saflık!
Bu yeniyetme hayalleri o denli başımı döndürdü ki, psi­
koloji doktorası yapmaya başladım.Böylece kendini geliştir­
me kitabımı hazırlamak ve test etmek için gerekli klinik de­
neyimi kazanacak ve kitabımı pazarlamamı kolaylaşhracak
ünvanlan elde edecektim.
Doktoramın ilk yıllarında çeşitli uzmanlık eğitim prog­
ramları arasında mekik dokuyordum: Alfred Kinsey'in lndi­
c.na Üniversitesi'nde kurduğu Cinsellik Araşhrma Enstitüsü;
St.Louis'te, eskiden Üreme Biyolojisi Araştırma Kurumu di­
ye adlandırılan Masters ve Johnson Enstitüsü; Kalifomi­
ya'da, o zamanlar meslek çevrelerinde Bah'nın Masters ve
Johnson'ı olarak tanınan Bill Hartman ve Marilyn Fithian'ın
yönettiği Evlilik ve Cinsellik Çalışmaları Merkezi; Amerika
Cinsel Eğitimciler, Danışmanlar ve Terapistler Birliği ve Bi­
limsel Cinsellik Araşhrmaları Topluluğu gibi örgütlerin dü­
zenlediği konferanslar. Aynca, Michigan Üniversitesi öğren­
ci Sağlığı Merkezi'nde gebelikten korunma danışmanı olarak
çalışıyor, Kampüs Yayın Ağı'nda "Cinselliğin Psikolojisi"
adındaki radyo programımı yönetiyor ve sunuyor, Tıp Oku­
lu'nun insan cinselliği programının oluşturulmasına yardım
ediyor ve üniversitenin bölümlerarası Cinsellik ve Sağlık Ba­
kımı Kurulu'nda üye olarak görev yapıyordum. Yani kısaca­
sı, tam anlamıyla havaya girmiştim!
O yıllar, cinsel terapi ve araştırmaların altın yıllarıydı.

9
1970 ve 1974 yılları arasında cinsel davranış değiştirme yön­
temlerinin durumu üzerine dört önemli özet ve yorum ya­
yımlanmışb: Masters ve Johnson'ınki, Hartman ve Fithi­
an'ınki, Helen Singer Kaplan'ınki ve Jack Annon'ınki. Dok­
torlar ve psikologlar tarafından yazılıp belgelenmiş bu araş:­
tırmalar inanılmaz derecede ikna ediciydi. Bütün bunlar yet­
mezmiş gibi, insan cinselliğini konu alan dört akademik der­
gi de yayımlanıyordu: Cinsel Davranış Arşivleri, Cinsel Araş­
tırma Dergisi, Cinsel Eğitim ve Terapi Dergisi ve İnsan Cinselli­
ğinin Tıbbi Yönleri. Böylesi bir ortamda, tıp biliminin cinsel
konulara el atışını simgeleyen "cinsellikbilim" teriminin ye­
ni bir sözcük ve kavram olduğunu gözden kaçırmak işten bi­
le değildi.
Cinsel terapi, "modem" davranış terapistleri ile "gelenek­
sel" psikoanalizciler arasındaki topyekün savaşın �n ön saf­
larında yer alması nedeniyle altın çağını yaşıyordu. Davranış
terapistleri, Masters ve Johnson ile daha başka cinsel tera­
pistlerin çarpıcı bulgularını kullanarak, psikoanalizin hantal
ve çağdışı kaldığını kanıtlamaya çalışıyordu. Onlara göre
psikoanaliz, "patlak bir lastiği değiştirmek için kocaman bir
garaj inşa etmeye" benziyordu. Psikoterapi alanında çalışan
çok sayıda pratisyen, davranışçı cinsel terapiye güveniyor ve
bunu uyguluyordu.
Davranışçılar, 1920'lerden beri, psikolojik sorunların öğ­
renilmiş alışkanlıklar olduğunu kabul ediyor ve hastaya be­
lirli duyusuzlaştırma veya yeniden koşullandırma çalışmala­
rı yaptırarak bunları tedavi ediyorlardı. Benim kendini geliş­
tirme kitapçığı şekline dönüştürmeyi düşündüğüm ve dok­
tora tezimin bir parçası olarak test ettiğim tedavi yöntemi de,
erkeğin cinsel heyecanını kontrol etmeyi öğrenmesini sağla­
yacak bir yeniden öğrenme ve koşullandırma çalışmasını te­
mel alıyordu.

ıo
Ve nasıl da bomba gibi bir kitapçık olacaktı bu! 1978'e ge­
lindiğinde, dört yıllık bir çalışmanın sonunda şu sözcükler
kağıda dökülmüştü:

. .. Bu kitapta, uzvunuzun şişkin kalma süresini


uzatmak için uygun bir yöntemler birleşimi su­
nulmaktadır. Bu birincil tedavi programı, eski
günlerinizdeki zayıf performansınıza fazlasıyla
değerli bulacağınız bir erteleme gücü katacaktır.

135 sayfalık kitapçık, her açıdan tatlı bir isteriyi andırıyor­


du. Ortam nedeniyle "cinselliğin bu kötü şakasından bir tür­
lü kurtulamayan" erkeklere "Boşalma Kontrolü için Beş Çev­
resel Koruma Yardımcısı" öneriliyordu. Aşırı heyecanlanan
kocasını tedavi yöntemlerini uygulamaya ikna edemeyen ka­
dı.n ("Sperm bankasında çalışan veznedar gibi mi hissediyor­
sunuz kendinizi?") için bile "Erken Boşalan Eşinizi Programı
Uygulamaya İkna Etmek için Üç Aşamalı Plan" vardı. Psiki­
yatrinin cinselliği bakışını alaya alan karneden James Thur­
ber şöyle gözlemlemişti: "Vakur yazarlar, seksi yere indir­
mişti ve onun kolunu kırmakla meşguldu." Açıkçası, ben de
ters yönde fazla ilerlemiştim.
1976 yılında bazı meslektaşlarımla bir araya gelerek, Det­
roit'in dış mahallelerinden birihde bir psikiyatrik bakım kli­
niği açtık. Amacımız, burayı bir cinsel eğitim, terapi ve araş­
tırma merkezine dönüştürmekti. Michigan'ın Mavi Haç/Ma­
vi Kalkan'ı, bize her kırk beş dakikalık davranışçı tedavi için

ı
elli dolar ödüyordu. Bu tedavilerde cinsel işlev bozuklukla-
rını ve "psikofizyolojik jenituriner düzensizlikler"i (ki bunla(
rın her birinin Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması'nda ay
bir tanısı vardı) iyileştirmeye çalışıyorduk. O yıl, ben, akad
mik yayınlar ve ders kitaplarında makaleler yayımlamaya v

11
Avrupa ile Amerika'da önemli konferanslara resmi konuş­
macı olarak kahlmaya başladım. 1976'nın Ağustos'unda,
Stockholm'daki Uluslararası Sempozyum'da, Erkek Cinsel
Davranışını Değiştirmek için Komutsa[ Dizgeler başlıklı bir ma­
kale sunmuştum. (Stockholm belediye başkanı, Nobel ödül-
. lerinin açıklandığı Şehir Konağı'nda katılımcılara bir öğle ye­
meği vermişti.)
Psikoloji ve cinsellikbilim literatürü üzerinde gerçekleştir­
diğim bu dizgesel araşhrmarun kendi alanımda yeni bir çığır
açacağını düşünüyordum. Örneğin, yüzyılın başlarında
Amerika'da toplumsal reformcuların erken boşalma tedavisi
olarak Masters ve Johnson'ın temel cinsel terapi tekniğinin
bir benzerini önerdiklerini öğrenmiştim. Cinsel konular hak­
kında pek konuşulmayan bir dö!lemde kadının cinsel tepki­
sinin varlığını kabul eden reformcular, bu tekniği daha çok
bir doğum kontrol aracı olarak kullanmışlardı. Ayrıca, aynı
tedavi işleminden Çin ve Hindistan'ın eski "ezoterik" edebi­
yatında da yaygın bir şekilde söz edildiğini fark etmiştim. Bu
ilginç yazılar, kozmos ile "gizemci bir birliğe" ulaşmayı ve
farklı bir bilinç düzeyine yükselmek için uzatılmış sevişmeyi
öneriyordu.
Akira Ishihara ve Howard Levy'nin Cinselliğin Tao'su ad­
lı yapıtında Masters ve Johnson'un erken boşalma tedavisi­
nin ayrıntılı bir betimlemesiyle karşılaşmışhm. Bu teknik,
Masters ve Johnson'un İnsanın Cinsel Yetersizlikleri adlı kita­
bında anlatılmamış; ama daha sonra 1974'te St. Louis'te ka­
tıldığım bir eğitim programında sunulmuştu.
En ileri tıbbi bilgilerin ikinci yüzyıldan kalma Çin yazıla­
rında ne işi vardı? O yıllarda bu durumu, modern cinsel te­
rapi tekniklerinin zamanın meydan okumasına dayanmış ol­
duklarının bir kanıtı olarak görmüştüm yalnızca. Ama daha
da önemlisi, dünyanın dinsel yazınının önemli bir bölümüy-

12
le tanışma fırsatı da bulmuştum.
. Biraz da şans eseri, daha üniversiteye başlamadan önce,
Doğu ve Batı'nın gizemci psikolojisini ve "dünyevi" dinlerle
felsefeleri öğrenmeye başlamıştım. Detroit'in avant-garde
radyo istasyonlarından biri, ''kamu hizmeti" asgari yayın ge­
reklerini yerine getirmek için, her pazar sabahı Alan Watts'ın
felsefe, psikoloji, Zen ve karşılaştırmalı dinbilime ilişkin eğ­
lenceli söyleşilerini yayınlıyordu. Bu öğretici programlar be­
ni tam anlamıyla büyülerdi ve bunların sayesinde üniversite
yaşamım boyunca dinlerin tarihini incelemeyi sürdürdüm.
Dünya dinlerine duyduğum ilgi, kaçınılmaz olarak, insan
cinselliği hakkındaki eğitimime paralel olarak devam ediyor­
du: Bir yandan, akademik bir bakış açısıyla psikoloji bilimini
öğreniyor ve ailevi, cinsel ve daha başka kişis�l sorunları te­
davi etme konusunda klinik deneyim kazanıyordum. Diğer
yandansa, Doğu ile Batı'nın ilginç ve esrarengiz edebi yapıt­
larını araştırıyor ve bunların modern yaşam içindeki anlam­
larını anlamaya çalışıyordum. Bu iki çatallı yol, psikolojik
açıdan iki çeşit dinsel oluşumun var olduğunu (gizemcilik ve
yaygın dinler) ve bunların insan beyninin iki yansı ile bağ­
lantılı olan iki düşünme şekline dayandığını ortaya çıkara­
caktı çok daha sonra.
Beynin sağ yarısı, beş duyu organının ve sezgiye dayalı
"altıncı duyunun" doğrudan deneyimleri ile ilişkilidir. Sol
yan ise, "aklın gözü" ile görülen resimler ve dil gibi kavram­
lar ve imgelemimizle bağlantılıdır. Kısaca söylemek gerekir­
se, gizemcilik sağ yarının bilincini, yaygın dinler ise sözel
kavramları vurgulayan sol yarıyı temel alır.
Dinler arasındaki bu temel farklılık, gizemciliğin her tür­
lü duyusal deneyimi teşvik etmesinin ve yaygın dinlerin du­
yusal hisleri bastırmasının nedenini de açıklar. Dinler arasın­
daki farklılık, hiçbir konuda cinselliğe ilişkin karşıt görüşle-

13
rinde olduğu kadar belirgin değildir.
Yirminci yüzyıl boyunca gizemci dini konu alan çok sayı­
da çalı:şma kaleme alındı. Ama bu yapıtlar çoğu insan tara­
fından fark edilmemiştir. Böylesi konularla ilgili olduğunu
öne süren Yeni Çağ (New Age) hareketi bile bu çalışmaların
büyük bir kısmını görmezlikten gelmiştir. Tıp ve psikoloji
alanında çalışan önemli biliminsanlarının çoğu da, "bilim­
sel" olmadığı için bu gizemci yazını incelemeye değer bul­
mamışhr.
Halbuki, hbbın cinselliğe yaklaşımı da pek o kadar bilim­
sel değildir. Geriye dönüp baktığımda, akademik yazın ve
araşhrmaların eksik ve yanlış bilgilerle dolu olduğunu görü­
yorum. Önde gelen uzmanların kullandığı yöntemler bile ye­
tersiz ve baştan savma olabiliyor. Açığa çıkan şu ki, aslında
çok az erkek, erken boşalmayı bir sorun c larak algılıyor; et­
ken boşalma sorunu olan erkeklerin çoğu, evli bile olsa, bu
konuda eşinden herhangi bir yardım göremiyor; erken boşal­
ma sorununu çözen çoğu erkek, eşiyle arasındaki sorunların,
buna bağlı olarak, sona ermediğini bildiriyor. Bundan başka,
akademik kitaplarda ve eğitim seminerlerinde betimlenen
davranışsa! yöntemlerde ciddi eksiklikler bulunduğu gözü­
me çarpıyor. Örneğin, bu tür vakalara ilişkin çoğu klinik bil­
diri, hastanın fiziksel, toplumsal ve psikolojik niteliklerinden
ve aile ilişkilerinden, sanki bunlar gereksiz verilermiş gibi,
neredeyse hiç söz etmez. Erken boşalmanın herkes tarafın­
dan kabul edilen bir tanımı bile daha yapılamamışhr.
Davranışçı cinsel terapistler, Masters ve Johnson'ın İnsa­
nın Cinsel YetersizÜkleri adlı araşhrmalannda belirttikleri gibi,
yüzde 98'lik bir başarı oranı vaat ediyor ve Helen Singer
Kaplan'ın Yeni Cinsellik Terapisi adlı kitabında yazdığı gibi,
erken boşalmanın "kısa süreli tedavi süreçlerine neredeyse
her zaman boyun eğdiğini" açıklıyordu. Ama bu uzmanlar,

14
aslında, tedavinin ancak eşler programı harfiyen uygulandı­
ğında bu denli başarılı olacağını anlatmak istiyorlardı. Ama
çoğu erkeğin terapi programını uygulamadığını belirtmeye
gerek duymuyorlardı. Daha da önemlisi, hiç kimse, bu er­
kel<lerin programı neden uygulamadığını açıklamaya çalışmı­
yordu.
Bir çiftin bazı basit komutları uygulamamasının nedenle­
rini, güdülerinde, bashrdıkları duygularda, duygusal savun­
ma düzeneklerinde ya da daha başka ruhsal ve kişilerarası
sorunlarda aramalıyız. ,Bu bireysel ve karmaşık sorunlar;
geçmiş deneyimler; ana babayla olan ilişki; ilkgençlik �ağın­
da alınan cinsel etkiler; cinsel deneyimler; öğrenilmiş ailevi,
toplumsal ve kültürel tutumlar; cinsellik, sevgi ve kadın-er­
kek ilişkileri üzerine alman eğitim; cinselliğe ve yakın olma­
ya yüklenen anlamlar; eşler arasındaki iletişim ve eşlerin be­
densel ve zihinsel kimyası ile ilişkilidir. Elbette! Ne de olsa,
Nietzsche'nin dile getirdiği gibi, "İnsanın cinselliğinin dere­
cesi ve şekli, ruhunun ulaşılmaz zirvesine erişir."
Ve böylece, tamamladığım kitapçığım ve doktora tezimin
pek de iç açıcı görünmediğini fark etmiştim. Cinsellik terapi­
si ve araşbrmaları, beni tam anlamıyla düş kırıklığına uğrat­
mıştı. Artık insanoğlurtun erkekliğini kurtarmak ya da para
ve şöhret sahibi olmak gibi dertlerim yoktu. Bunun nedeni,
cinsel işlev bozukluğunun anlamsız ya da kendini geliştime
yönteminin işe yaramaz olduğunu düşünmem değildi. Tıb­
bın ve psikiyattjnin cinselliğe olan yaklaşımının (ki Thomas
Szasz buna Cinselliğin Reçetesi adını verir) cinselliğin gerçek
anlamını ve sorunlarını, en azından beni ilgilendiren kısım­
larını, ıskaladığını sonunda görebilmiştim. Hepsinden
önemlisi, cinselliğin tinsel (ruhsal) yanının, cinselliği sağlıklı
ya da işlevsel yönden sorunlu olma diye açıklayan tıp ya da
psikiyatri ile hiçbir ilgisinin bulunmadığının farkına varmış-

15
tım.
Peki tinsellik tam olarak ne anlama geliyor? Yaygın dinle­
rin tinsel dünyası o denli düşsel, soyut ve yapaydır ki, bu
dünyanın içinde var olan tek boynuzlu atlar, periler, Noel
Babalar, cadılar, şeytanlar, tanrılar ve tanrıçalar, insanda
kendilerine özgü bir gerçeklik duygusu uyandırırlar. Bu düş­
sel dünya, beynin sağ yarısının kavramlar evreninin bir par­
çasıdır. Bu dünyayı imgelemin dışına taşındığınızda, onun
boşinanca dönüştüğünü görürsünüz. Yaygın dinler, insanı
imgeleminin içine hapsetmiş ve insanın fiziksel dünya ile
olan duyusal bağlantısını sınırlamaya çalışmışlardır. Yaygın
dinlerin cinselliği kararlı bir şekilde yasaklamalarının nedeni
işte budur.
Kilise, "insanın en çok cinsellikten sakınması gerektiğini"
söyleyen Aziz Augustine'in açtığı yolda ilerliyordu. Evlilik
içinde bile cinsellikten uzak durmak, tüm Hıristiyanlık dün-.
yasının benimsediği tinsel bir kural olmuştu. Cinsel birleş­
meye yalnızca dölleme amacıyla izin veriliyordu; ama bu
durumda bile tutku ve heyecan eşler için birer tabuydu. Aziz
Augustine, Tann'nın Şehri adlı eserinde, erkeğin "menisini
dişilik organından rahmin içine, adet akıntısının dışarı aktığı
masumluk ile zerk etmesi" ge'rektiğini söylüyordu. Protestan
John Calvin ise, bir kadının, kocasının bedeninin "görüntü
ve dokunuşundan tüm iffetli kadınların doğal olarak kaçına­
cağı" o parçasını eliyle kavramasının affedilemez bir günah
olduğunu anımsatıyordu.
Kilisenin Kutsal Engizisyon'unun neredeyse üç yüzyıl bo­
yunca cadıları ortaya çıkarırken ve işkence ederek öldürür­
ken kılavuz olarak kullandığı Malleus Maleficarum, "Cadılık,
doyumsuz kadınların bedensel arzularından kaynaklanır,"
yorumunu yapıyordu.
Asya'nın yaygın dinleri de, cinselliği bastırma konusunda

16
Batı'dan geri kalmamıştı. Budacılık ve Konfüçyusçuluk, son
derece bağnazdı. Hinduizm'deyse, Swami Prabhupada'nın
Olduğu Gibi Bhagavad-Gita adlı kitabında anlattığı gibi, insan,
döllemenin dışında:

. .. . cinsel yaşamdan tamamıyla uzak durmaya


özen göstermelidir. . . Kişi, aklını denetlemeye
ve başta cinsellik olmak üzere, her türlü duyusal
hazdan kaçınmaya çalışmalıdır.

Yaygın dinler, tinsel cinselliği hiç cinselUk yaşamamak


şeklinde yorumlar; cinselliğe paranoyak ve düşmanca bir ta­
vırla yaklaşırlar. Günümüzde bu tavra katlanılabilmesinin
tek nedeni, bunun artık hiç kimse tarafından ciddiye alınmı­
yor olmasıdır. Cinselliği ondan uzak durarak dışavurmak:
Düşünüldüğünde kulağa bir tuhaf geliyor!
Peki, yaygın dinler, cinsellikle neden bu kadar ilgiliydi­
ler? Halkın üreme, zevk, değerler ve aşka ilişkin inanışlarını
denetlemek gibi politik bir öğeyi göz ardı edemeyiz, tabii ki.
Psikiyatri içerisindeki mücadelede cinselliğin bu kadar öne
çıkarılmasının da bir nedeni işte budur. İnsanların cinsel ya­
şamları, kitleleri o ya da bu yöne sürüklemek için kullanıla­
cak kültürel bir denetim aracı olabilir. Şayet din dünyanın
uyuşturucusu ve kitlelerin afyonuysa eğer, bu durumda cin­
sellik de, bu ilacın en etkin katkı maddelerinden biridir. İn­
sanların cinselliğini denetleme çabası, yaygın dinlerin insan­
ların bilincini beynin duyusal sağ yansından kavramsal sol
yarısına kaydırma uğraşısının yalnızca bir örneğidir.
Günümüzde, yaygın dinlerin cinselliğe karşı tinsel yakla­
şımlarının fazlasıyla kullanışsız olduğu, neredeyse herkes ta­
rafından kabul ediliyor. Toplumumuz, cinsel sorunlarının
doktorlar tarafından çözülmesini bekliyor artık. Ama doktor-
17
lar cinsellik hakkında neler biliyor? İzin verin, anlatayım.
1970'den önce tıp okullarında cinsellik ile ilgili neredeyse
hiç ders verilmezdi. 1973'te Pennsylvania Üniversitesi'nin
tıp öğrencilerinin katıldığı bir ankete göre, katılımcıların
yüzde yirmi ikisi, mastürbasyonun ruhsal hastalıklarda yar­
dımcı bir etken olduğunu söylemişti. Şükürler olsun ki, on
·
yıl gibi kısa bir sürede bütün tıp okullarının programlarına
"İnsan Cinselliği" adında bir ders eklendi. Bu ders, her türlü
cinsel eylem, işlev, işlev bozukluğu, sapma, norm ve ayırtıyı
ele alan oturum ve sunuşlardan oluşuyor. Ders içinde bir eş­
cinsellik yandaşları toplantısı, tarihsel ve karşılaştırmalı cin­
sel alışkanlık verileri ve haftasonu boyunca süren "Cinsel
Tutum Yeniden Değerlendirmesi" yer alabiliyor. Bu CTYD
günleri; tıp öğrencilerinin duygularını dile getirdikleri, soru­
lar sorduk.lan, diğerlerinin yanıtlarını dinledikleri ve uzman­
ların görüşlerini özümsedikleri küçük grup toplantılarıyla
renklenen uzun konferans ve film gösterimlerinden (bu film­
leri bazıları eğitici, bazıları da pornografik bulur) oluşur.
Doktorların böyle bir eğitim görmesine karşı değilim ve
derslerde anlatılanlara da genelde katılıyorum. Bu program­
ların fazlasıyla yararlı olduğunu da düşünüyorum. Ama bu
derslerin ne anlama geldiğini görebilmek gerekiyor: psiki­
yatrinin o sıralar moda olan cinsel dogmalarını, ki bunlara
psikiyatrinin cinsel duygu ve davranışlar üzerinde kurduğu
sözde egemenlik (kimse bunu pek sorgulamaz) ve insan ya­
şamının diğer alanlarıyla karşılaştırdığınızda cinselliğe ver­
diği aşırı önem dahildir, genç doktorlara aşılamak.
Doktorlara cinsellik hakkında öğretilen bütün o bilgiler,
cinselliğin kişi ötesi işlevinden hiç söz etmez. Böylece, dok­
torlar, cinselliğin belki de en önemli yanı (insan deneyiminin
zirvesine erişiyor olanı) hakkında bir çift laf bile edemezler.
Başka aÇılardan odukça iyi hazırlanmış olan ders kitapları,

18
dergiler, programlar ve konferanslar, cinselliğin tinsel yönü­
nü de hiç ele almazlar.
Tıp, cinselliği yasaklamaz, ama kontrol etmeye çalışır. Psiki­
yatrinin cinsellik dogmaları, cinsel davranışı katı bir kurallar
yığınının içine hapseder. Psikiyatri, cinselliği açık bir şekilde
yasaklamaz ya da alaya almaz. Cinselliğe izin veriyor, hatta
onu teşvik ediyor görünür. Bununla da yetinmeyip daha ile­
ri gider ve cinsellik üzerinde ısrar eder. Sevişmek istemiyor­
sanız, psikiyatristler size "cinsel arzu bozukluğu" tanısını
koyuverirler hemen (Kaplan'ın bu isimle yayımlanmış bir ki­
tabı bile vardır). Doruğa ulaşmakta zorlanan kadınlar, kilise­
ninkini andıran katı ve duygusuz tavırla, anorgazmi tanısına
mahkum edilir. Bu insanlara koyulan tanılar, onların günah­
larıdır adeta. Amerikan Psikiyatri Birliği'nin Tanısal ve İstatis­
tiksel Kılaı1uz' u, ''boşalma refleksini istençli olarak kontrol
edemeyen" erkeğin bir erken boşalmacı olduğunu belirtir.
Refleksin, tanımı gereği, istençdışı bir eylem olmasına karşın,
günahkar erkek, Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması'ndan
alınan bir ruhsal bozukluk kod numarası ile dağlanır.
Aziz Augustine, on altı yüzyıl önce şöyle buyurmuştur:
"Cinsel uzuvlar, aynen diğer uzuvlar gibi, iradenin gücü ile
hareket ettirilmelidir... İrade, �nlara doğru yolu gösterecek­
tir." Sözü edilen "doğru yol" kilisenin onayladığı yoldur.
Ama arbk kimse cinsel zevke karşı çıkmıyor. Cinsellik
çok iyi bir şey. Hatta sağlıklı da. Uyku ve beslenme gibi. Dr.
Szasz, günümüzün cinsel işlev bozukluğu tedavilerinden bi­
riyle "kamışa sağlık koşusu yaptırmak" diye dalga geçer.
Psikiyatrinin yaklaşımı, soyun devamı için cinselliğe ge­
reksinim duyan antik evlilik anlayışının ötesine geçer; cinsel
arzu ve zevk üzerinde ısrar eder. Ama eğer siz Amerikan Psi­
kiyatri Birliği'nin önerilerine uygun hareket etmiyorsanız,
tanım gereği, ''hasta"sınızdır. Sakın endişelenmeyin; sağlık

19
sigortanız "tedavi" giderlerinizi ödeyecektir. APB'nin kutsal
el kitabı, erken boşalmadan doruğa geç ulaşmaya ve cinsel
duygu ya da arzu eksikliğine değin her türlü olası sorunu en
ince ayrınhsına dek ele alır. Bu kılavuzu okuyarak, kabul
edilebilir ve yeterli (yani akla, mantığa uygun) cinselliğin sı­
nırlarını çizebilirsiniz. Hem erkek, hem de kadın, cinsel ilgi
ve arzu hissetmeye, cinsel açıdan uyarılmaya ve fazla hızlı ya
da yavaş olmamaya özen göstererek doruğa ulaşmaya mec­
burdur! Kurallara uymadığınız takdirde, uygun devlet daire­
si tarafından gerekli ruhsatları almış olması "gereken" (cin­
sellik terapisi "törebilimi"nin uzmanları böyle buyurur) bir
psikiyatrist, psikolog ya da başka bir cinsellik polisi tarafın­
dan cinsel hastalığımızı itiraf etmeye zorlanırız. Sonra da,
eğer şansımız varsa, psikiyatrik normaller krallığının gizli
kapılarını bizlere aralayan ve cinselliğin kötü cinlerini defe­
den sihirli "tedavi" komutlarını öğreniriz.
Sağlıklı cinselliği savunmak, "sizin için iyi" olsa bile, cin­
selliği hbbın ele geçirmeyi hedeflediği politik bir soruna dö­
nüştürür.
Doktorların, psikologların ve diğer sağlık uzmanlarının
cinsel davranışa nasıl böylesine merak sardığını öğrenmek
ister misiniz? Cinsellik, psikiyatrinin en yüz kızarhcı sırların­
dan birinin merkezindedir: 1900'lerde duygusal sorunları te­
davi etmek için kullanılan başlıca iki yöntem, manyetizma
(hipnoz) ve elektroterapiydi. Elektroterapi, şikayetin ne ol­
duğuna bağlı olmaksızın, hastanın cinsel organının elektrik­
le uyarılmasını gerektirirdi.
Bunlar, sahte ya da şarlatan tedavi yöntemleri değildi. Bü­
tün doktorlar, bu yöntemleri kullanmayı yeğliyordu. Dr.
Szasz'ın Psikoterapi Söyleni adlı önemli kitabında kaydettiği
gibi, F�ud, hekimliğe bir sinir manyetizmacısı ve zührevi
elektrikçi ol('l.rak başlamıştır. 1948'de bile, Dr. Walker ve Dr.

20
Strauss, Erkeğin Cinsel Bozuklukları adlı ders kitaplarında,
hastanın erbezlerine elektrik vermek için tasarladıkları özel
koltuğu anlatır ve tavsiye ederler.
Freud, daha sonraları, elektroterapinin hastalan kandır­
mak için kullandığı "uydurma" bir tedavi, hastalarıyla "iliş­
kide kalabilmesine" olanak tanıyan "sihirli" bir sağaltım ol­
duğunu açıklamıştı. Sözlü terapiyi yeğleyerek elektoterapiyi
bıraktıysa da, Freud, istisnasız bütün nevrozların cinsel so­
runlara dayandığı iddiasından hiçbir zaman vazgeçmemiş­
tir.
Günümüzde elektroterapinin modası tamamıyla geçti.
Yaşasın! Ama bunun yerini ilaç kullanımına dayanan ve se­
lefi gibi tuhaf ve güvensiz olan kemoterapi aldı. Örneğin, sa­
vaş sonrası dönemin önde gelen ve iyi niyetli cinsellikbilim­
cileri, erken boşalma adlı verilen psikiyatrik "hastalığın" te­
da visinde, sakinleştirici, antidepresan, kadınlık hormonu, iş­
tah kesici ve lokal anestezi kullanılmasını önermişlerdir.
1949'da Üroloji Dergisi'nde çıkan bir makale, birleşme öncesi
penisin başına kokain zerk edilmesini teklif edecek kadar ile­
ri gidebilmiştir!
Şimdi kulağa gülünç geliyor; ama 1976 yılında, önde ge­
len cinsellikbilim dergilerinin betimlediği lokal anestezi te­
davisini kendim üzerinde denemeye karar vermiş ve piyasa­
daki sayısız merhem, krem ve sprey çeşidinden biri olan bir
tüp Ultra-Staylong'u (yüzde üç benzocaine) cinsel uzvumun
üzerine boca etmiştim. (Benzocaine ve novocaine gibi aneste­
zik kimyasallar, ameliyatlarda bedenin belli bir bölgesinin
algısal hissini felç etmek için kullanılır.Başka bir deyişle, ila­
cın uygulandığı bölge ... yok olur! Ama bu yok oluş, cinsel
açıdan hiç de keyifli bir deneyim değildi ve bu araştırma, ta­
bii ki, bir daha tekrarlanmadı.) Gerçeküstünün sınırlarında
dolaşan açık bir zihinle, tıbbın cinselliğe yönelik garipötesi

21
tavrını sonunda kendi bedenimde hissedebilmiştim (daha
doğrusu, hissedememiştim). Bu tavır, cinsel sevgiyi, her ne
pahasına olursa olsun, tıbbın denetimi altına sokmayı (ilaç­
larla "tedavi" ederek ya da başka yöntemlerle) amaçlıyordu.
Belki de tüm zamanların en tuhaf tıbbi ahmaklığı, şizofre­
ninin tedavisinde kullanılan ve eczanelerde Thorazine ve
Mellaril adlarıyla satılan thioridizine adındaki çok güçlü bir
antipsikotik ilaan 1960'ların başlarında erken boşalmayı te­
davi etmek için kullanılmaya başlanmasıdır. Bu ilacın bir yan
etkisi, erkeğin "kuru" ve sözde gecikmeli bir şekilde boşal­
masıydı. Boşalmanın "kuru" olmasının nedeni, meninin dı­
şarı çıkmak yerine sidik torbasının içine akmasıydı. Dr. J. Ko­
lin ve meslektaşları, 1976'da yaptıkları oldukça dürüst bir
araştırmada, thioridizine'i kendi Üzerlerinde denemişler ve
bu ilacın hem boşalma süresi üzerinde herhangi bir etkisi ol­
madığını, hem de iktidarsızlık ve acılı orgazm gibi oldukça
ciddi cinsel işlev bozukluklarına yol açtığını göstermişlerdi.
Günümüzde erken boşalmanın tedavisinde ilaç kullanıl­
mıyor. Ama geçmişteki ilaç tedavilerin yaygınlığı ve ısrarcı­
lığı, psikiyatrinin sevişmeyi tıbbi bir deneyime dönüştürme­
deki inatçılığını gözler önüne sermektedir.
Ne yaygın dinler, ne de tıp, cinselliği daha yüksek ve an­
lamlı bir şekilde anlamamızı sağlayabilmiştir. Belki de bu ne­
denle, toplumumuzun iç sorunlarının ve anlaşmazlıklarının
çoğu cinselliğe dayanıyor: pornografi, cinsel taciz, evlilik içi
taciz, tecavüz, kürtaj, gebelikten korunma, cinsel eğitim,
AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar, eşcinsellik, ev­
lilik dışı cinsellik, evlilik öncesi cinsellik ve çocuk anneler.
Çağımız, tıbbın cinselliği açığa çıkarma çabası ile birlikte,
dünyanın ..gizemcilik alanındaki en önemli düşünürlerinin
(örneğin, Alan Watts ve Julius Evola ve daha, yakın zaman­
larda Mircea Eliade ve Joseph Campbell) ölÜ.müne de tanık

22
olmuştur. Bu yazarlar, gizemci geleneklerin tarihini inceye­
rek, çevirerek ve yorumlayarak, cinselliğin kişi içi ve kişi öte­
�i yönlerine sızmayı başarmış bilgelerdi.
Peki, gizemci bir bakış açısından tinselliğin anlamı nedir?
Gizemciliğin tinsel dünyası, sağ yarı bilincinin sezgisi ve du­
yulan ile doğrudan algılayabildiğimiz enerji ve madde dün­
yası ya da, başka bir deyişle, fiziksel kozmostur. Gizemcilik,
kozmosla aramızdaki fiziksel bağı güçlendirmemizi, doğal
dünyayı duyumsamızı ve çevre, yani "ben olmayan" ile, bü­
tünleşmemizi teşvik eder. Sevgililerin cinsel birliği, insanın
evrenle bir olmasının en gözde örneğidir. Yaygın dinler cin­
selliği nasıl yasaklıyorsa, gizemcilik de o şekilde teşvik eder.
Gizemci yazın, yakınlığın ve kendiliğinden (spontaneous)
yarahcılığın sınırlarını zorlayan özel bir yaklaşımı ayrınhla­
rıyla dile getirir. Bu yaklaşım, cinselliği, döllemenin ve salt
zevkin ötesine, "gizemci deneyim"e taşır. Bütün gizemci ge­
leneklerin bu ortak cinsellik düşünü sergilemek için, bu ki­
tap, gizemciliği tanımlayarak açıklayacak, gizemciliğin se­
vişmeye yaklaşımını ele alacak ve gizemci cinsellik ile tekeş­
li aşk arasındaki bağı gözler önüne serecek.
Uygarlığın doruklarından geçen kutsal ve büyülü bir yol­
culuğa çıkmaya hazırlaıun. Zaman zaman Kuzey ve Güney'i,
Doğu ve Bah'yı birleştiren; zaman zaman da halkları ve kül­
türleri acımasızca yakıp yıkan güçleri keşfedeceğiz tarihin
derinliklerinde. Yolculuğumuz, binlerce yıl önce var olmuş
olan anaerkil kültürlerden başlayacak, antik Çin ve Hindis­
tan'ın saray ve tapınaklarından, yan Hıristiyan OrtaÇağ Av­
rupa'sının şatolarından geçecek ve geleceğe uzanarak, 2000
yılında cinselliğin anlamının ne olacağını keşfehneye çalı�a­
cak. Bu yolculuk boyunca cinselliğin ötesine bakacağız ve gi­
zemci cinselliğin bilim, din, politika ve dili birbirine bağlayı·
şına tanık olacağız.

23

1

Gizemcilik, Gizemci Deneyim


ve Gizemci Cinsellik

Gerçekten de sözcüklerle ifade edilemeyecek bazı şeyler


vardır. Bunlar kendilerini belli eder ve gösterirler. İşte bun­
lar gizemcidir.
Tractacus Logico-Philosophicus
LUDWIG WITIGENSTEIN

Sanahn ve kültürün olgunlaşhğı dönemler, her zaman


erotik ve gizemci bir dirilişle bağlantılı olmuştur.
Şiva ve Diyonisus
ALAIN DANIELOU

25
Ne şimdi, ne de başka bir zaman, üzeri çarpıa astrolojik
sembollerle süslü bir büyücü kukuletası takmadım. Aynca,
benim kullandığım şekliyle, gizemcilik sözcüğünün büyüy­
le, aldatmacayla veya gerçekdışı, gösterişli ve sahte hiçbir
şeyle bağlanhsı yoktur. Gizemci sıfahnı da, bazen konuşma
dilinde yapıldığı gibi, yalnızca anlaşılmaz olanı veya esra­
rengiz görüneni anlatmak için kullanmıyorum.
Gizemcilik hakkında bu denli yanlış anlaşılan şeyin bu­
lunması nedeniyle kitabın bu bölümü; gizemciliği, bunun
felsefesini ve uzun tarihini, "gizemci deneyim"e ya da y\ik­
. sek bir bilinç düzeyine ulaşmak için gizemciliğin cinsel sev-
giyi kullanmasını dikkatlice tanımlamayı ve kısaca anlatma­
yı amaçlamaktadır. Bu bölümde beynin iki yarısı ile bunların
düşünme "mod"larıru açıklayan kuramı ele alacağız. Bu iki
düşünme şekli; doğaya, topluma ve bireye yaklaşımları fark­
lı olan iki dinsel oluşumu (gizemcilik ve yaygın dinler) açık­
lar. Bunun yanında, gizemci deneyimi ve gizemciliğin cinsel­
liğe yaklaşımı aracılığıyla bu deneyime nasıl ulaşılabileceği­
ni de araşhracağız. Gizemci deneyim; zamansızlığı, kendili­
ğindenliği ve düşünceden arınmış (meditative) bir bilinç du­
rumunu vurgulamaktadır.
Gizemcilik ve gizemci cinsellik ne kadar ilgi çekid kav­
ramlar olsa da, benim amacım, gizemciliğin daha iyi bir din
oluşumu olduğunu veya gizemci cinselliğin en doğru seviş­
me şekli olduğunu ileri sürmek veya kanıtlamak değil. Ama
yine de, kişinin kendi fikirlerinin ötesini görebilmesinin ve
cinsel sevgi yoluyla betimlenemeyeni, yani gizemci olanı du­
yumsayabilmesinin gerçek bir olasılık olduğunu göstermek
istiyorum. �

İki Çeşit Düşünme, İki Çeşit Din


Beyin ve düşünme düzeneğine ilişkin modern tıbbi ve bi-

26
timsel bilgimiz oldukça sınırlı kalmaktadır. Gerçeği söyle­
mek gerekirse, insan beyni ile ilgili pek de çok şey bilmiyo­
ruz. Kafatası ve beyin yaralanmalarının etkilerinin incelen­
mesi ile başka fizyolojik ve psikolojik deneyler sonucunda,
son yıllarda, iki farklı düşünme modu ile beynin sağ ve sol
yarılarına özgü iki farklı düşünme biçemi bulunduğunu öne­
ren yeni bir kuram ortaya çıkmıştır.
Bu kurama göre, beynin sağ yansı, beş duyu organınJ.n ve
sezgiye dayalı "altıncı duyunun" doğrudan deneyimleri ile
ilişkilidir. Bu deneyimler, duyu algılamasında veya kendili­
ğinden ortaya çıkan yaratıcılıkta olduğu gibi, kişinin dış çev­
reyle karşılıklı etkileşime girmesi sonucunda belirebilir. Ya
da kişinin genelde duygular ve farklılaşmış bilinç düzeyleri
ile ilgili olan kendi iç durumlarına bir tepki olabilir.
Buna karşın beynin sol yarısı değişik şekillerdeki kavram­
sallaştırma süreçleri ile ilişkilidir. Bu süreçler; simgesel düş
gücünü ve dil ile bağlantılı işlevleri (ad koyma, sınıflandır­
ma, sözel kurallara uyma ve de genel anlamda kurallara uy­
ma) içerir. Beynin sol yansı, bü.ijin kavramların ve hesapla­
maların yansıyıp akıl tarafından algılandığı bir bilgisayar ek­
ranına benzetilebilir.
Bu iki düşünme biçemi, dünyanın başlıca tarihsel ve kül­
türlerarası dinsel hareketlerinin karşılaştırılabileceği bir yel­
pazenin iki karşıt ucu olarak da görülebilir. Sağ yarının du­
yusal düşünme modu üzerinde yoğunlaşan dinler gizemci
geleneklerdir; soyut ve düşsel sol modu vurgulayanlar ise
yaygın dinlerdir.
Yaygın dinlere örnek olarak Çin'in Konfüçyusçuluk'u,
Hindistan'ın Hinduizm ve Budacılık'ı, Batı dünyasının Ya­
hudilik, Hıristiyanlık, İslam ve Greko-Roman çoktanncılığı
gösterilebilir. Gizemci gelenekler ise; Çin'in Taoculuk'u,
Hindistan'ın Tantrizm'i ve Akdeniz dünyasının Gnosti-
27
sizm'ini (ki bundan daha sonra Simya, Kabbalacılık ve Şöval­
yelik türemiştir) içermektedir.
Dinsel-kültürel hareketlerin organik olarak insan bilinci­
nin iki farklı şeklini yansıtıyor oluşu gerçeği, dünya dinleri
arasındaki çeşitli tarihsel benzerlikleri ve farklılıktan da açık­
lamaktadır. Örneğin, duyuya dönük gizemci gelenekler, fi­
ziksel hazzı ve gala (şenlik) deneyimini teşvik eder. Buna kar­
şın, kavramlan temel alan yaygın dinler, duyusal deneyimle­
ri yasaklayarak belirli öykü ve simgelerin düşlenmesini veya
bunlara inanılmasını ön plana çıkarır.
Gizemcilik, tinselliği fiziksel kozmosla özdeşleştirir ve in­
sanları doğal çevreleriyle fiziksel birliklerini duyumsamaya·
yönlendirir. Gizemci dinler cinselliği önerirler; çünkü bu,
kozmosla, yani ''ben olmayaıi."la bir olmanın en doğal yolla­
rından biridir.
Kişinin dış dünyayla arasındaki bu fiziksel birlik, yaygın
dinlerin (Hıristiyanlık gibi) cinselliğe karşı aşın derecede pa­
ranoyak yaklaşımlar sergilemelerinin de nedenidir aynı za­
manda. Cinsellikle birlikte, ister danstan, alkolden veya mü­
zikten, ister başka bir yarahcı veya doğrudan duyumsama­
dan kaynaklansın, her türlü farklılaşmış bilinç durumu da bu
yaklaşımdan nasibini alır.
Buna karşın, yaygın dinler, tinselliği çeşitli kavramsal ya­
pılara (imgeler, simgeler ve sözcükler) özdeş kılar. Bu dinle­
rin inananlan, o imgeleri öylesine açık ve gerçekçi bir şekil­
de resmetmeye zorlanırlar ki, sonunda bu kavramsallaştır­
malarının kendi imgelemlerinin dışında da var olduğuna
inanmaya başlarlar. İşte bu nedenle Hıristiyanlık'ın ana so­
runu, in�arun İsa'ya inanıp inanmamasıdır. Aslında burada
söz konusu olan, kilisenin İsa görüşünün doğruluğudur:
İsa'nın Tanrı'nın Oğlu olduğu, günahların affedilmesi için
ölmüş olması vb.

28
Her yaygın dinin, insanların inanmasını istediği bir öykü­
sü ve kahramanları vardır. Ancak bu simgeler; hem yaygın
dinlerin, hem de sol yarının düşünme modunun temelini
oluşturan kavramsallaşhrma, düşleme ve inandırma eylem­
lerinden daha az önem taşır.
Beynin sol ve sağ yanlarının düşünme modları arasında­
ki farklılık, yaygın dinlerin dinsel otoriteyi neden kutsal ki­
taplara ve bu kitapları yorumlayan düzenli dinadamı sınıfla­
rına verdiğini de açıklamaktadır. Gizemci geleneklerdeyse,
dinsel otorite, kişisel gözleın ve sezgi temel alınarak tek tek
bireylere dağıhlır. Kişisel gözleme verilen bu önem, çoğu in­
sanın düşündüğünün aksine, bütün önemli bilimsel gelişme­
lerin gizemcilikle bağlantılı olmasının da nedenidir. Günü­
müzün modem bilimi, doğrudan Newton ve Paraselsus gibi
Avrupa Rönesansı simyacılanndan türemiştir. Bu simyacıla­
rın deneysel araştırma yöntemleri ise daha eski gizemci gele-
neklerden miras kalmışhr onlara. ..
Romanya doğumlu din tarihçisi Mircea Eliade, Demirci
Ocağı ve Pota adlı kitabında, tarih öncesi madencilikten mo­
dern kimyaya değin simyanın evrimini gözler önüne ser­
mektedir; simyayı kültürden kültüre ve toplumdan topluma
her zaman gizemci gelenekler taşımışhr.

Her yerde simyayı buluruz; her zaman bir "gi­


zemci" geleneğin parçası olmuştur bu: Çin'de
Taoculuk, Hindistan'da Yoga ve Tantrizm, Mısır
Helenizmi'nde Gnostisizm, Müslüman ülkeler­
de hermetik ve ezoterik gizemci öğretiler, Bah
Ortaçağı'nda ve Rönesans'ta Hermetisizm, Hı­
ristiyan ile mezhepçi gizemcilik ve Kabbala.

Bilimsel ilerlemenin yanında her türlü yaratıcılık da gi-

29
zemciliğin tarihsel bir ürünüdür. Hindistan dininin en
önemli yaşayan yorumlayıcısı olan Alain Danielou'nun Şiva
ve Diyonisus adlı aydınlahcı yapıhnda belirttiği gibi, "Sanatın
ve kültürün olgunlaştığı dönemler, her zaman erotik ve gi­
zemci bir dirilişle bağlanhlı olmuştur." Bu bir rastlanh değil­
dir; her türlü yaratıcılık, beynin sağ yarısının düşünme mo­
dunun duyusallığırun bir ürünüdür.
O zaman, yaygın dinlerin bilimsel ilerlemelere ve buluş­
lara gözü kapalı bir şekilde karşı çıkmış olmaları ve bunların
yerine yerleşik ayinlerin törensel tekrarlarını ve değişmez
kutsal anlahmları yeğlemeleri hiç de şaşırhcı değildir. Hıris­
tiyan kilisesi, İncil'in giriş cümleleri hareketsiz ve yassı bir
yeryüzü coğrafyasını temel aldığı için, Yeryüzü'nün yassı ol­
madığını öne süren Galileo gibi biliminsanlarını hapse atıp
idam edebilmiştir. Bütün yaygın dinlerde Kitap'a (ister İncil
olsun, ister Kur'an) ve kutsal sözlere doğal kozmosun kendi­
sinden daha çok inanılıp güvenilmektedir.
Tabü ki kuramlar, söylenler (myth), fabllar, masallar, ra­
kamlar, müzik notaları ve diğer bütün kavramsallaştırmalar
yerine göre eğitici ve eğlendirici olabilir. Ama bunlar somut
birer varlığa dönüştükleri anda bahl oluverirler. Joseph
Campbell'in Söylenin Gücü adlı kitabında açıkladığı gibi:

Sanki gerçekten de öyleymiş gibi anlatıyorlardı


bunu. Birisinin dünyayı yaratmış olduğu sanısı.
İşte yapaycılık olarak bilinen şeydir bu. Çocu­
ğun düşünme şeklinin hpatıp aynısı: Masa ya­
pılmıştır; o zaman birisi o masayı yapmıştır.
Dünya burada, o zaman birisi onu yaratmış ol­
malı.

Tablo 1, beynin sol ve sağ yarılarının bilinç modları ara-

30
Tablo 1
Bilinç Modlan

Sol Yarının Bilinç Modu Sağ Yarının Bilinç Modu

Kavramsallaştırma Duyumsama/algılama
Kuramsal düş gücü Fiziksel temas
Düşünmek. Hissetmek
Mantık Sezgi
Tören Yarahcılık
Rolünü oynamak Kendiliğindenlik
Töre (Ahlak) Şefkat
Dogma Deneyselcilik:
doğanın doğrudan
gözlemlenmesi
Doğaüstü olan Doğal olan
Boşinanç Bilim
Tekar/takıntı Evrim
Teknoloji Ekoloji
Çilecilik (asceticism): Kutlama
duyu yoksunluğu
Monarşi/totalitercilik Demokrasi
Yaygın dinler Gizemcilik

sındaki farkları sıralamaktadır. Bunlar, aynı zamanda yaygın


dinlerle gizemcilik arasındaki farkları da yansıhr.
Sıralanan bu karşıt kavramlar, geniş bir olasılıklar yelpa­
zesinin iki aşırı ucunu temsil etmektedir; ancak bu sıralama
yine de iki dinsel oluşum arasındaki özsel ve organik karşıt­
lığı gözler önüne sermektedir. Toplumsal kargaşanın hüküm
sürdüğü bazı dönemler dışında, bu iki dinsel oluşum, belirli
bir kültür içerisinde, her zaman uyumlu bir şekilde olmasa

31
da, birlikte var olabilmiştir. Bir insanın iki düşünme modu
da, oldukça benzer bir biçimde, zihin içerisinde her zaman
uyumlu bir şekilde işlemez. Bu durum, birçok akıl hastalığı­
nın temelinde bulunan dengesizliğin kaynağı da olabilmek­
tedir.
Eğer iki dinsel oluşumu bünyesinde banndıran kültürel
hareketleri incelersek, iki düşünme şeklinin bu dinsel olu­
şumlarca nasıl . sergilendiğini gösterebiliriz. öyleyse, çeşitli
gizemci geleneklerden bazılarının ortaya çıkhğı tarihsel bağ­
lamlan kısaca anlatmaya çalışalım. İnsanoğlunun ilk uygar­
hklannın gizemci olduğunu, yani sağ yarıyı temel aldığını;
toplumsal düzenleri sağ yarı ağırlıklı olan ataerkil atalarımı­
zın bu gizemci uygarlıkları yok ettiğini ve sonra da gizemci­
liğin kültürel ilerlemelerin yaşandığı çağlarda yeniden can­
landığını göreceğiz.

Gizemciliğin Erken Tarihi


Daha bu yüzyılın başında bile, Tanrı'nın yeryüzü, insan
ve diğer her şeyi bazı dinbilimcilerin öne sürdüğü gibi M.Ö.
4963'te mi, yoksa başka bilginlerin önerdiği M.Ö. 4004 tari­
hinde mi yarathğı, hala yaygın bir şekilde tarhşıhyordu.
Açık geçersizliğine karşın, bu tartışmaya yalnızca yüz yıldan
biraz uzun bir süre önce Darwin karşı çıkabilmiştir.
Gerçekteyse, İsa ile Romalılar'dan, Platon, Buda ve Kon­
füçyus'tan, Homer, Nuh ve İbrahim'den çok önce, M.Ö.
500de bile, yüzyıllarla ölçülebilecek uzun bir geçmişe sa­
hipti insan uygarlığı. İsa'nın yaşamından iki bin beş yüz yıl
önce, yani tam kırk beş yüzyıl önce, aralannda gevşek bağlar
bulunan :Ralklardan oluşan bir kültür, Çin ve Hindistan'dan
Atlantik Okyanusu'na dek yayılmışh. Geçmiş iki bin yılda
bu toplumlar; tarım, madencilik, astronomi ve matematik
alanında, günümüzden birkaç yüzyıl öncesine değin geçile-

32
memiş olan ilerlemeler kaydetmişti.
Birbirlerine su yoluyla bağlı olan bu halklar, ya Britanya,
Malta ve Girit gibi büyük adalara, ya da İndüs, Dicle, Fırat ve
Nil gibi önemli nehirlerin okyanuslara döküldüğü deltalara
yerleşmişti.
Bu kültürel çağın halkları tıpatıp birbirlerine benzemiyor­
lardı; ama yine de birçok ortak yönleri vardı. Hayvancılık ve
tarımları gelişmişti. Çin, Mısır ve Britanya Adaları'nda, kar­
maşık genel ilkeleri ifade etmek için uzun bir süreden beri
ayrıntılı bir konuşma dili, rakam dizgeleri ve ideografik yazı
kullanılıyordu. Oldukça ileri metal eritme, dökme ve başka
metal biçimlendirme teknikleri yaygındı ve bilindiği kada­
rıyla bakıra, alhna, kalaya, kurşuna, çinkoya, karbona, kü­
kürte, civaya ve daha sonraları demire uygulanıyordu bu
yöntemler.
İnsanlığın ilk uygarlığının Atlantik'ten Hint Okyanusu' na
dek her yöresinde, devasa tiyatrolara, piramitlere ve geomet­
rik ve astronomik düzenlere sahip başka yapılara dönüşen
taş veya megalit anıtlar inşa edilmişti. Stonehenge ve Pira,­
mitler bu kültürün en ünlü kalıntılarıdır; ama bunların dışın­
da insanlığın ilk uygarlığından günümüze kalmış başka ya­
pılar da bulunmaktadır. Yalnızca Britanya Adaları'nda bile
bu döneme ait bin iki yüz megalit vardır.
Taştan inşa edilmiş bu devasa zaman kapsülleri, bizi ina­
nılmaz ölçüde ileri bir uygarlığı fark etmeye zorlayan yadsı­
namayacak kanıtlar oluşturuyorlar. Bu uygarlığın matema­
tiksel, astronomik ve felsefi temaları, uygarlığımızın onların
düzeylerine ulaşabildiği modern zamanlara dek anlaşılama­
mıştı. Megalitlerin sırrı ise hala tam olarak çözülebilmiş de­
ğildir.
Bu gelişen kültürlerin ortak bir dini vardı. Daha sonra or­
taya çıkan bütün gizemci gelenekler bu prototip dinden türe-

33
miştir. Bu din, Tanrı'ya veya başka bir varlığa bizim anladı­
ğımız şekilde "tapmıyordu." Bunun yerine, doğayı sevmeye,
kişiselleştirilmiş ve genelde Baküs (Bacchus) adı verilen doğa
ilkelerini incelemeye ağırlık veriyordu. Baküs doğanın birli­
ğini temsil ediyordu: yukarısı ve aşağısı, erkek ve kadın,
Hermes ve Afrodit. Hindistan'dan Atlantik'e dek her ülke­
nin bu doğa ilkeleri dizgesine verdiği özel bir ad vardı: Hin­
distan'da Şiva, Mısır'da Osiris, Girit'te Diyonisus, Yunanis­
tan'da Baküs ve Çin'de kişisizleştirilmiş Tao. Ama bunların
yalnızca isimleri farklıydı. Bu ülkelerin dinleri; ortak bir sim­
geciliği, kuramı ve yaşam tarzını paylaşıyordu. Danielou, şu
sonuca varmıştır: "Şiva'nın Bakta'lan ve Diyonisus'un Ba­
kant'ları arasında kavramsal ve pratik açıdan hiçbir fark yok­
tur."
Baküs'ün kültüre genel yaklaşımı birkaç temaya dayana­
rak özetlenebilir. Bunlardan üçüne kutlama, şövalyelik ile sa­
natta ve bilimde yaratıcılık adını vereceğiz. Bu üç ilke, tarih
boyunca yeniden ortaya çıkan gizemci hareketlere de yansı­
mışhr. İnsanlığın ilk büyük kültürünü ve bu uygarlığa daya­
nan daha sonraki gizemci gelenekleri daha iyi anlamak için
şimdi bu üç ilkeyi kısaca inceleyeceğiz. Daha çok Avrasya
geleneklerine yoğunlaşıyormuş gibi görünsek de, bunun ne­
deni, onlardan kalma daha fazla eser, yapı ve yazılı belge bu­
lunmuş olmasıdır. Dünyanın başka bölgelerinde de onlara
benzer kültürler vc>.r olmuş olabilir.

Kutlama
Genelde Baküs, şarap ve sarhoşluk tanrısı olarak bilinir,
ki bu doğrudur. Ama bu kişileştirme, her çeşit farklılaşmış
bilinç d'üzeyine duyulan büyük bir ilginin yalnızca küçük bir
parçasıdır. Baküs'ün kutlayıcıları (Yunanistan'da Baküsçü­
ler, Hindistan'da baktalar) yükseltilmiş gala bilinci düzeyle-

34
rine değişik yollarla ulaşıyorlardı: Müzik eşliğinde şarkı söy­
leyerek dans ediyor, bazen bir şenlik alayıyla tepelere yöne­
liyor, yiyip içerek keyifleniyor, mutluluğun peşinden koşu­
yoı:lardı. Baküsçü kutlayıcılar, günümüzün gençleri gibi top­
luluklar halinde, belirli bir eşe bağlı olmadan ve müziğin hız­
lı ritmine uyarak dans ederlerdi. Müziğin içinde yiterek ya­
şanan yoğun deneyimin hissedildiği coşkun ve doğaçlama
bir dans edişti bu. Euripides'in Bakkhalar (Bacchae) adlı oyu­
nunda yazdığı gibi, "Fınl fınl dönen ayaklar, hayvan postun­
dan yapılma davulun kah temposuna ve flütün ağlamaklı
haykırışlarına uyarak hızla hareket ediyordu."
Baküsçü kutlama; şarap, dans, müzik ve şarkının yanında
aşk ve gizemci cinsellik şeklini de alabilirdi. Gizemci cinsel­
lik kavramı baküsçü kutlamadan türemiştir. Bu bağlamda
cinsellik, arzuları doyurmayı değil, sevgiliyle aşkın (transcen­
dental) bir birliğe ve bunun sonucunda yüksek bir bilinç dü­
zeyine ulaşmayı amaçlar.
Çoğu tarihçi, topluluk dansları ve gizemci cinsellik gibi
baküsçü kutlama çeşitlerini bahl doğurganlık törenleri ola­
rak yorumlama hatasına düşmüş ve bunları doğanın büyüsel
doğurganlık güçlerini elde etmek için yapılan sapkın tören�
!er olarak görmüştür. Ancak Eliade'ın Dinsel İnançlar ve Fikir-
ler adlı yapıhnda yazdığı gibi:

Afrodit, hiçbir zaman mükemmel bir doğurganlık


'
tanrısı olmayacakhr. Onun savunduğu ve yü-
celttiği, fiziksel sevgi ve bedensel birleşmedir.. .
Uçan bir tanrıçanın kimliği altında en derin din­
sel deneyimlerden biri gizlidir: cinselliğin aşkın­
lık ve gizem olarak sunuluşu.

Bunun ötesinde, doğurganlık, hava koşulları ya da başka

35
herhangi bir konuda törenler, büyüler, dualar ya da doğaüs­
tü varlıklarla yapılan başka ikili anlaşmalar yoluyla kişisel çı­
kar, başarı ya da korunma elde etıne girişimleri, genelde yay­
gın dinlerde görülmekte ve gizemciliğin temel ilkeleriyle ke­
sinlikle uyuşmamaktadır.
Baküsçü törenlerin amacı, yüksek bir bilinç düzeyine
ulaşmak ve doğayla bütünleşerek onu kutlamakh. Kozmosla
insan arasındaki bu duyusal ve fiziksel bütünleşmede bey­
nin sağ yarı modunun zihinsel eylemlerinin vurgulandığını
görebiliriz. Bu, evrenle gizemci bir şekilde bütünleşme ya da
bir olma ilkesini anlamanın bir yoludur aynı zamanda. Ba­
küsçü kutlama, dünyayı sözde otoriter ölçü ve betimlemele­
re dayanarak kurgulamak yerine, duyu algılaması yoluyla
onu fiziksel olarak du�samaya olanak sağlıyordu.

Şövalyelik
Baküs'ün temsil ettiği ikinci tema, erkeklerle kadınların
politik, dinsel ve yasal eşitliğiydi. Bu temayı ben şövalyelik
olarak adlandıracağım.
Avrupa Ortaçağı'nın Şövalyelik adı verilen ve gizemci il­
kelerin dirilişinin bir parçası olan toplumsal hareketi ve aynı
isimle anılan romantik aşk kavramını hepimiz az çok biliriz.
Romantik edebiyat ve şiirde şövalyelik, ataerkil bir toplum
düzeni içerisinde kadınların korunmasını, sevilmesini ve
hatta onlara tapılmasını temsil eder. Ancak asıl şövalyelik
çok daha köklüdür. Temelini erkek ile kadının aynlamazlığı­
nın ve birbirlerine karşı duydukları eşit gereksinimin tanın­
ması oluşturur. Dodds, Euripides'in Bakkhalan adlı yapıhnda,
''Diyonisus demokratik bir tanrıdır," sonucuna varabilmek­
tedir,
Baküsçü kültürde cinslerin karşılıklı gereksinimi ve ayn­
lam�lığı, androjeni ve hermafrodit ilkeleriyle ortaya konu-

36
yordu. Androjeninin temelinde, her kadının ve erkeğin kişi­
liğinin bir dişi ve bir de erkeksi yönünün bulunduğu düşün­
cesi yatar. Hermafrodit kavramı ise, kadın ile erkeğin yalnız­
ca yarım insanlar olduğu ve bunların ancak bir eş ile tam bir
insana dönüşebileceği düşüncesini simgeleştirir. O halde
hermafrodit, bireyin bir parçası olduğu kadın-erkek birliği­
nin makrokozmik simgesiyken, androjeni, her bireyin içinde
var olan birliğin mikrokozmik bir yansımasıdır. Baküsçü
kültür ve onu izleyen gizemci geleneklerin bir amacı, kadın­
lar ile erkekler ve de her insanın içindeki erkeksi ve dişi özel­
likler arasında denge, uyum ve birlik oluşturmakhr.
Bu nedenle baküsçü kültürün tanrısı, yalnızca bir erkek
ya da kadın olmak yerine, yeryüzünde hem erkek (andro),
hem kadın (gyne); cennetteyse hem Hermes, hem de Afro­
dit'ti. Tahmin edebileceğiniz gibi günümüzde kullanılan
androjeni ve hermafrodit sözcükleri buradan türemiştir. Ka­
dınların erkeklerle eşit sayılıyor oluşu gerçeği, istilacı ataer­
kil boyların gizemci kültürlerde kadınların egemen olduğu­
nu düşünmesine neden olmuştur. Böylece tarihte bu kültür­
lerin anaerkil olduğu sonucuna varılmışhr. Fakat bunlar, ka­
dınların erkekleri yönettiği toplumlar değil, erkeklerle ka­
dınların uyum içinde bir arada yaşayabildiği kültürlerdi.
Tabii ki androjeni ve hermafrodit, hepimizin bildiği gibi,
psikolojik dl.ırumlardır. Yetişkinler olarak hepimizin içinde
erkek ve kadın hormonlarının bulunması; ana rahmine düş­
tüğümüzde genetik malzememizin her iki cinsten geliyor ol­
ması; anatomik ve fizyolojik açıdan erkeklerin meme başları­
nın ve kadınların klitorislerinin bulunması gibi biyokimya­
sal gerçeklerin üzerinde ve ötesinde var olur bu psikolojik
durumlar.
Ancak androjen ve hermafrodit, birçok anaerkil gizemci
simge gibi, yozlaşarak anlamsız ve rastlanhsal hayal ürünle-

37
rine dönüşmüş ve gizemcilikle ilgisi bulunmayan bazı kav­
ramlarla birleştirilmiştir. Bu çarpıtma, Eliade'ın Mefistofeles ve
Androjen adlı kitabında ele alınmaktadır:

Androjen, bazı cahil yazarlar için, her iki cinsi de


anatomik ve fizyolojik olarak bünyesinde barın­
dıran bir hermafroditten öte bir anlam taşıma­
maktadır. Bunlar, cinslerin birleşmesinden do­
ğan bütünlük yerine erotik olasılıklar bolluğu ile
ilgilenirler. Bunların öznesi, cinslerin birleşme­
sinden doğan kutuplaşmamış bir bilince ulaşan
yeni bir insanlığın ortaya çıkışı değil, her iki cin­
sin bir insanda bir arada bulunmasından kay­
naklanan kendine özgü duyusal kusursuzluk­
tur. . . .
Bu bilgisiz yazarlar, hermafroditin antik çağda
erkeklerin taklitçi törenler yoluyla tinsel olarak
ulaşmaya çabaladıkları kusursuz bir durumu
temsil ettiğini; ancak yeni doğan bir çocuğun
hermafrodit olduğundan şüphelenildiğinde,
onun kendi ebeveynleri tarafından öldürüldü­
ğünü bilmiyorlardı. Başka bir deyişle, gerçek
anatomik hermafrodit, doğanın bir hatası ya da
tanrıların öfkesinin bir işareti olarak görülüyor
ve hemen yok ediliyordu. Yalnızca törensel and­
rojen bir model oluşturabiliyordu; çünkü bu, iki
cinsin anatomik organların bir arada var oluşu­
nu değil, iki cinse ait olan büyüsel ve dinsel güç­
lerin simgesel olarak birleşmesini anlatıyordu.

Hepimizin hem erkeksi, hem dişi yönlerinin bulunduğu


kavramını kabul etmek pek de o kadar zor değildir. Ancak
,

38
bu erkeksi ve kadınsı ilkelerin tam olarak ne olduğunu açık­
lamaya kalkıştığımızda, bunlan tanımlamakta oldukça güç­
lük çekeriz. Onları tanımlamaya çabalarken, onların biyolo­
jiyle, cinsellikle, hatta kadınlar ve erkeklerle hiçbir ilgilerinin
bulunmadığını bile görürüz.
Gizemci yazın, kadınsı ilkenin kişiliğimizin sezgisel, yara­
tıcı, yakın, arkadaş canlısı, duyusal ve yönlerine karşılık gel­
diğini anlatır. Erkeksi ilke ise; mantıklı, adlandıncı, kuram­
sal, yasacı, sınırlann bilincinde, kurallara uyan, görevlerine
sıkı sıkıya bağlı, rekabetçi bir yaklaşım yansıtır. İnsan özel­
liklerinin bu sınıflandırması, biyofiziksel cinsiyet nitelikle­
rinden çok, her birimizin içindeki sağ ve sol modların psiko­
lojik işlevlerine dayanmaktadır.

Yaratıcılık
Anaerkil kültürün burada inceleyeceğimiz son öğesi, da­
ha sonraki bütün gizemci dirilişlere yansımış bir tema olan
bilimsel ve sanatsal yaratıcılık olacak.
Bizim düşündüğümüz şekliyle bilim, baküsçü kültür için­
de ortaya çıkmıştır. Önyargıların sisinden sıyrılarak nesnele­
ri doğrudan ve duyusal bir şekilde algılamak, deneyselcili­
ğin ve bilimsel nesnelliğin de temelini oluşturur. Bilime du­
yulan bu ilgi; dolaylı, duygusal ve belirsiz olmanın yerine
açık ve kesindir. Örneğin, eski Mısır'daki bilimsel inceleme­
lerin genelde üç evresi ya da söylem düzeyi olurdu: kuram­
sal ülkü, gerçek yaşamdan alınmış belirli bir örnek ve her iki­
sini de açıklayan bilimsel ilke. Yalnızca bazı megalitlerin dü­
zeni bile, anaerkil kültie matematik, geometri ve astrono­
minin ne denli ilerlemiş olduğunu gözler önüne serebilir. Bu
megalitler; üçgen, daire ve başka geometrik şekilleri ve bazı
astronomik ilkeleri temel alarak düzenlenmiştir. Platon ve
Pisagor'un yaşadığı dönemden en azından on yüzyıl önce in-

39
şa edilmiş olan bu yapıtlarda küçüklü büyüklü taş nesnelere
ana platonik cisimlerin şekli verilmiş ve bunlar Pisagor kura­
mının oranhlarına uygun bir şekilde plana yerleştirilmiştir.
Anaerkil mimarlıkta dairenin çevresi ile alanını bulmanın
anahtarı olan pi sayısı ve geometrinin "alhn oranı"ndan da
sıkça yararlanılmışhr.
Sayılar, bizim doğayı indirgemek, çözmek, aktarmak ve
kavramak için kullandığımız bir dile benzer. Buckminster
Fuller, "düşünmenin geometrisi"ni betimlerken, doğanın is­
tisnasız bütün ilişkilendirmelerini tam ve rasyonel sayılarla
yapıyor göründüğüne dikkat çekmiştir.
Daha sonraki gizemci geleneklerin evrenin kaynağına iliş-
• kin sayısal bir söyleni paylaşıyor olması pek de şaşırho de­
ğildir. Bu simgeci söylene gi;>re kozmos iki parçaya aynlmış­
hr. Sonsuz kozm�s küçülünce, geride yalnızca boşluk, yani
sıfır kalır. Buna karşın diğer her şey bir' dir. Eski Mısır uygar­
lığı uzmanı Schwaller de Lubicz'in çalışmalarını temel alan
iki özlü yapıt, Robert Lawlor'un Kutsal Geometri'si ile Andre
Vandenbroeck'ün Felsefi Geometri'si, kutsal geometrinin bü­
tünlüğü ikiye bölerek "tanrısal öz kavrayışı"na olanak tanı­
dığını anlatmaktadır. Tobias Dantzig, matematik tarihini
özetleyen Sayı: B.ilimin Dili adlı kitabında, on sekizinci yüzyı­
lın başlarında Gottfried Leibniz'in, geleneksel gizemci for­
mülü izleyerek, nasıl ikili sayı dizgesini geliştirdiğini betim­
lemektedir. Günümüzün bilgisayar teknolojisinin de temeli­
ni oluşturan bu ikili dizgede bütün sayılar yalnızca O ve 1 ra­
kamları kullanılarak gösterilir.
Şimdi durup şunu soralım: Kozmosun bu sayısal kaynağı
ve bütünün iki parçaya bölünmesi kavramı, zihnin kendini
sağ ve sol düşünme modlanna ayırması ile bağlanhlı değil
midir? Ne de olsa, beynin iki yansı arasında anatomik açıdan
hiçbir farklılık yoktur ve insan doğuştan iki düşünme modu-

40
na sahip değildir. Dünyanın sayısal kaynağını açıklayan gi­
zemci söylen, çocuk psikologlarının zihinsel gelişime ilişkin
anlathkları ile büyük benzerlikler taşır: Yeni doğan bebek,
yaşama sağ modun duyusallığı ile adım atar. Böylece dış
dünyayı bile benliğinin sonsuz bir uzantısı olarak algılar. Ço­
cuğun bilinci, sol modun sınırlama yeteneğinin artmasıyla
gelişir. Çocuk, önce kendisi ile çevresi arasında zihinsel bir
sınır çizer. Nasıl bir göz kendini doğrudan göremez ve bir
kulak kendini işitemezse, bilincin sağ modu da kendini doğ­
rudan duyumsayamaz. Ancak kendinin bir yansımasını gö­
rebilir: kuramsal imgelemin, yani düşünmenin sol yan mo­
dunun ''bilgisayar ekranı"nındaki kavramsal, bilişsel ve sö­
zel bir yansıma. Ne yazık ki, çoğu insan, bu kavramsal yan­
sımayla gerçek benliğini karıştırmaya meyillidir; gizemcili­
ğin amaçlarından biri de, kişinin kavramsallaştırmasının ba­
kış açısını düzeltmek ve benlikle dış dünya arasındaki algısal
birliği yeniden kurmaktır.
Bilim, sabit bir bilgi birikimi olmanın ötesinde, yaşama ve
kozmosa karşı bir yaklaşım tarzı, aralıksız yenilenen bir ev­
rim süreci ve kendisi de her an değişmekte olan geçici ve ta­
nımlanamaz bir doğanın keşfediliş macerasıdır.
Anaerkil kültürde sanat ve güzellik kavramı, bilimsel ve
doğal ilkelerle yakından ilişkilidir. Örneğin güzel sanatlar ve
mimarlık, genelde matematiksel ve geometrik orantıları te­
mel alır. Müziğin sayısal yapısının bilimle sanat arasında bir
bağ kurduğu düşünülmüştür; çünkü armonik dizi ve bile­
şimlerin matematiksel ilkeleri, hiç düşünmeden de kolaylık­
la duyumsanabilir. Müzik dinleyicisi; oktavların, ses dalgala­
rının ve titreşim frekanslarının matematiksel özeµiklerini bil­
mese bile, armonik dizilerin matematiksel uyumunu doğru­
dan algılayabilir. Bununla birlikte, müziksel sesi sözcüklerle
açıklamak veya betimlemek olanaksızdır. Ses, ancak duyusal

41
olarak algılanabilir. Bu nedenle, hem kendiliğinden müzik
yaratma ve yapma eylemi, hem de müzik dinleme duygusu,
bilinçliliğin sağ yarı moduyla bağlantılıdır. Daha sonra göre­
ceğimiz gibi, cinsel sevişmede de yaratıcı ve kendiliğinden
bir yaklaşım sergilenebilmektedir.
Müzik, dans ve sevişmenin sanatsal yarahlış ve duyum­
sanışı, bizi baküsçü kutlamanın gala coşkunluğuna geri ge­
tirmektedir. Anaerkil kültürün bu üç özelliğinin (kutlama,
şövalyelik ve yaratıcılık) pek çok ortak yönü vardır. Bunun
ana nedeni, hem kadınlarda, hem de erkeklerde bulunan du­
yusal ve yaratıcı sağ yarı modu ile bu üç özelliğin arasında
organik bağların bulunmasıdır.
Şunu yeniden belirtmek gerekiyor ki, anaerkil halklar ara­
sında belirli farklılıklar da vardı. Bazı toplumlar sanatlarda
daha yaratıcıyken, bazılarındaysa bilim claha fazla gelişmiş­
ti. Bazıları denizlere yelken açıyor, bazıları göz kamaşhran
yapıtlar inşa ediyor, bazıları da şövalyeliğe ağırlık veriyor­
du. Bununla birlikte, antik çağdan bize kalan'bilim ve sanat
eserleri ile denizcilik ve madencilik örneklerinin tamamı
anaerkil döneme ait değildir. Ama gelişmiş insan toplulukla­
rının aynı dönemde ortaya çıkıp yüzyıllar boyunca araların­
daki iletişimi sürdürmüş olmaları gerçeği, geleceğin gizemci
geleneklerine de yansıyacak olan özellikleri sergilemiş kesin­
tisiz bir kültürden söz etmemize olanak tanımaktadır yine
de.
Fakat gizemci-anaerkil kültüre ne oldu? Şimdi anaerkil
toplumları ezen ataerkil boyları ele alacağız ve dili, dini, top­
lumsal yapısı ve yaşama karşı yaklaşımı günümüz uygarlığı­
nın temelini oluşturan bir uygarlığın nasıl ortaya çıkhğını
göreceğiz. Daha sonraki tarihsel çağlar, gizemciliğin bu kül­
türel fonda yeniden doğuşuna tanık olacaktır.

42
Uygarlığın Yıkılışı
Anaerkil kültür, M.Ö. 2800 ile M.Ö. 1800 arasında kalan
on yüzyıl boyunca en parlak çağını yaşamıştır. Bu dönemin
sonuna doğru çeşitli şehirler ve bölgeler iki grubun istilasına
uğramaya başlamıştı: kuzeyden gelen Hint-Avrupalılar ve
güneydoğudan gelen Samiler.
Hint-Avrupalı istilacıların arasında Hititler, Persler, Yu­
nanlılar, Romalılar, Keltler ve daha birçok boy vardı. Bu gö­
çebe grupların ortak bir ataerkil dini ve katmanlaşmış bir
toplumsal yapılan vardı ve konuştukları diller Hint-Avrupa
dil ailesini oluşturuyordu.
Güneyden ve doğudan gelen Sami boylan ise; Asurlular,
Babilliler, Fenikeliler, İbraniler, Aramiler ve daha başka boy­
lan içeriyordu. Bu göçebe ataerkil boylar, Sami dil ailesinden
gelen diller konuşuyorlardı. Bu halklardan bize Hammura­
bi'nin kanunları ve İncil gibi yazılı belgeler kalmıştır.
"Homer" e atfedilen kahramanlık öykülerin ana amacı,
Güneydoğu Avrupa'nın uğradığı Hint-Avrupa istilasını yü­
celtmektir. Erken Yunanlılar'dan kalma bu tarihsel yazılar
yaklaşık iki yüz yıl içinde derlenmiştir. Homer'in toplu eser­
lerinin dört katı uzunluğunda olan Mahabbarata söylencesi
(destan) de Hindistan'ı fetheden Hint-Avrupalılar için hemen
hemen aynı işlevi görmektedir: güneyin fethini yüceltmek.
Yaygın olarak anlatıldığı şekliyle "tarih" de tesadüfen bu
dönemde başlar. Bu noktadan sonra, daha önce var olmuş
olan anaerkil kültürler, istilacılarının toplumsal ve dinsel
sahnesinde önemsiz ve hatta söylense} oyunculara dönüş­
müşlerdir.
Bu göçebe boylar, eskiden uygar olan yörelere yerleşmiş
ve bu yeni yerleşik yaşam biçimine uyum sağlayıp yerli top­
lulukları ve kendi halklarını yönetmeye koyulmuşlardır. Kı­
sa sürede anaerkil kültürün yazı ve madencilik gibi teknolo-

43
jik bilgi birikimlerini ele geçirmiş, özümsemiş ve daha da ge­
liştirmişlerdir.
Ataerkil boylar özellikle kötü veya ilkel değillerdi; ama
toplum biçimlerinin üç özelliği, baküsçü ve daha sonraki gi­
zemci gelenekle çarpıcı bir karşıtlık sergiliyordu. Anaerkil
kültürün kutlama, şövalyelik ve bilim ile sanatta yarahcılığı
vurgulamasına karşın, ataerkil kültür; duyu yoksunluğunu,
yani çileciliği, kurumsal bir sınıf yapısını, kadınların erkekle­
rin boyunduruğuna girmesini ve devlet amaçlan doğrultu­
sunda dinsel boşinançlann kullanılmasını tercih ediyordu.
Birincisi, göçebe ataerkil topluluklar, yaşama karşı çileci
ve acıya dönük bir yaklaşım benimsemişlerdi; yani duyusal
yoğunluğu, zevki ve farklılaşmış bilinci yadsıyorlardı. Bu­
nun sonucunda, uyuşturucu· ve içkiyi, dans etmeyi, şarkı
sÜylemeyi, müziği ve özellikle de (üreme amaçlı olmayan
her türlü) cinselliği yasaklamaya meyilliydiler.
Ataerkil boylar, yerli halklann baküsçü kutlamalarıyla
karşılaşhklarında dehşete düşmüşlerdir. Bu kutlamalar, ta­
rih kitaplannda hala okuduğumuz gibi, çılgınlık, şehvet ve
sefahatin birbirine kanşhğı tehlikeli törenler olarak betimle­
niyordu. Baküsçü Hindistan'ı fetheden Hint-Avrupalı­
lar' dan kalma en eski yazılarda, Hindistan halklarının Şi­
va' yı ve "uyuşturucu bağımlısı şehvet düşkünleri" ofarak
anlahlan "fallus-tapanlan"ru izlemekten vazgeçmesi için du­
alar edilir. Ve Homer, gala kutlamalanrun yüksek bilinç dü­
zeyini delilikle kanşbrarak, Diyonisus'tan "iyilerin reddetti­
ği bir çılgın" diye söz eder.
İmparatorluk Roma'sının töresel açıdan çökmüş olduğu
düşünülür genelde. Ama Roma toplumu aslında oldukça tu­
tucu bir yapıya sahipti ve bu yapı ancak son dönemlerinde
yozlaşmışh. Ve o zaman bile, imparatorluğun en büyük ya­
zarları ve yergicileri, bu töresel çöküşe ağıtlar yakmışh. Bu-

44
nun ötesinde, Roma hamamlarında yaşandığı bilinen tuhaf
ve sapkın cinsel deneylerin gizemci cinsellikle hiçbir ilgisi
yoktur.
İkincisi, kadın, ataerkil toplumda resmi olarak erkeğe ita"­
ate mahkum edilmişti. Erkek kadına şefkat gösterebilir, hat­
ta aşık olabilirdi; ama sonuçta kadın, yasal olarak erkeğin ta­
şınır malıydı. (Bu durum, İncil'in Yarahlış bölümünde bildi­
rilen ilk kurallardan biridir.) Kadın, babasınca satılıp koca­
sınca sahn alınırdı. Böylece onun ve kızlannın yaşayıp yaşa­
mamasına karar verme hakkı babadan kocaya geçerdi. Evli­
lik sözleşmesi adı verilen sahş antlaşmasının özünü işte bu
oluşturur. Evlenen kadına bazen çeyiz de eşlik ederdi; çünkü
kadın, anaerkil kültürün aksine, kendi yaşamı boyunca mi­
ras alamaz ve mülk edinemezdi.
Kadınlar, birçok bağlamda daha erkeklere boyun eğmek
zorunda kalmışlardı. Örneğin savaş sırasında düşman tara­
fın savunmasız kadınlanna tecavüz etmek, beklenen ve hat­
ta neredeyse olağan karşılanılan bir davranış olmuştu. Başka
bir düzeyde ise, kadınlar, dinsel ve politik kurumlardan gi­
derek uzaklaşhnlıyor ve hatta bazı durumlarda tapınaklar­
dan tamamıyla dışlanıyorlardı. Tannçalar da, ya dinsel
önemlerini yitirmiş, ya da yerlerini tannlara bırakmışlardı.
Ve kadınlar, ancak yaklaşık yarım yüzyıl önce, yani ataerkil
atalanmızın baküsçü halkları egemenlikleri alhna almalann­
dan tam kırk yüzyıl sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nde
oy verme hakkını kazanabilmişlerdir!
· Kadının yasal köleliğinin kurumsallaştırılmasının yanın­
da, bütün insanlar, kah bir şekilde uygulanan resmi toplum­
sal katmanlara hapsedilmişti. Avrupa' daki feodal sınıflann,
Hindistan' daki kastların ve Konfüçyusçu öğretide kişilerara­
sı ilişkileri düzenleyen kurallar yığınının temelini bu kat­
manlar oluşturmaktadır.

45
Kozmosa yönelen anaerkil halklar, yaratıcı bir yaklaşımla
doğayı anlamayı ve ona yardım etmeye çalışırdı. Buna karşın
ataerkil kültür, evrenin merkezine insanı koymaktaydı. İşte
bu insanmerkezci bakış açısı, ataerkil toplumların üçüncü
ana özelliğini oluşturmaktadır. Hindistan ve Yunanistan'da
halklar monarşik panteonlara tapınaktaydı. Bu sahte yöneti­
ci sınıfı oluşturan ölumsüz tanrılar, ne kadar doğaüstü güç­
lere sahip olsa da, birçok açıdan insanları andırıyordu.
Çin'de ise benzer bir şekilde atalara tapınma yaygındı.
Tabii bugün böylesi kişileştirmelere ancak çizgi romanlar­
da rastlayabiliriz: Süpermen, Süperkadın ve Süperçocuk.
Panteonların görkemli tanrıları, şüphesiz örümcekadam ve
Pamuk Prenses'den çok daha ilginç, karmaşık ve yönlendiri­
cilerdi; fakat bu insan-tanrılar; bizim ölçülerimize göre hiç de
gerçekçi değildi. Ama yine de bu söylensel öyküler, yazıya
dökülürken, daha mantıklı ve dizgesel bir yapıya kavuşuyor
ve sonunda Hindu ve Greko-Roman dinlerine dönüşüyorlar­
dı. Bu panteonlar, yeryüzündeki toplumsal katmanlaşmayı
gerekçelendiren birer modeldi aynı zamanda.
Baküs karakteri, kötü niteliklere sahip bir tanrı olarak
panteonlara dahil edilmişti. Hindistan'ın Şiva'sı, bir ölüm ve
yıkım tanrısına dönüştürülmüştü. Yunanistan' daysa Diyoni­
sus, alkolik ve çılgın bir tanrı bozuntusu olarak betimleniyor­
du.
Tanrıların hemen ardından, mucizeler gerçekleştiren ve
doğaüstü yiğitlikler sergileyen yarıtanrı kahramanlar geli­
yordu. Yarıtanrısal kökenden gelen ve adları çoğu kez tanrı­
larla birlikte anılan bu kahramanlar, kendilerine çok sayıda
dinsel taraftar topluyordu. Hatta bazı ataerkil boylarda bu
kahramanlar, ölümlerinden birkaç yüzyıl sonra dinsel sim­
gelere dönüşmüştür: Hindistan'da Buda, Roma' da İsa ve
Arabistan'da Muhammet gibi. Bu tanrısal kurtarıcıları daha

46
sonra yeniden ele alacağız.
Zaman geçerken, genişleyen ve birbirlerine yakınlaşan
Sami ve Hint-Avrupalı boylar, özellikle Orta ve Yakındo­
ğu' da kendi aralannda mücadele etmeye başlamışlardı. Bu
savaşlar, Hint-Avrupalı boyların zaferleriyle sonuçlanmış ve
yaklaşık M.Ö. 500 ile M.S. 500 yılları arasında ardı ardına
Pers, Helen ve Roma İmparatorlukları kurulmuştu. İşte bu
dönemde gizemci düşüncenin dirilişine tanıklık edecekti
dünya.

Anaerkil Gizemci Kültürün Yeniden Ortaya Çıkış�


Dünyanın anaerkil uygarlıkları çöktükten sonra, gizlice
"örgütlenen bazı cemiyetler, yok olan bu uygarlıkların kılgı,
tutum ve bilgilerini yüzyıllar boyunca koruyabilmiştir. Bu
nedenle günümüzde gizemcilik kavramını çoğu kez ezoterik
ve gizli olan ile ilişkilendiririz. Zaten gizemci sözcüğünün ilk
anlamı da "kapalı"dır.
Ancak ataerkil toplumlar uygarlaştıkça, yaratıcılık, şöval­
yelik ve kutlama ile ilgili gizemci düşünceler de yeniden or­
taya çıkabilmiş ve yaklaşık M.Ö. 500'ten sonra dünyadaki
ana kültürlerde önemli bir rol oynamaya başlamıştır.
Klasik Yunanistan'ın Altın Çağı'nda anaerkil tutumlar ye­
niden canlanırken, sanat, bilim, ve felsefe görkemli bir şekil­
de tarih sahnesine çıkmıştır. Platon gibi bazı Yunanlı düşü­
nür ve sanatçılar, klasik Yunan uygarlığının temelini oluştu­
ran daha eski bir altın çağdan açık bir şekilde söz etmişlerdir
yazılarında. Ama daha sonraki tarihçiler, bu anlatılanlan,
ge�işe duyulan duygusal ve söylensel bir özlem olarak ni­
telendirmişlerdir. Geçmişin anaerkil uygarlığının bu şekilde
yok sayılması, "klasik yanılsama" olarak bilinmektedir.
"Tarih biliminde hiçbir şey, aniden ortaya çıkmış Yunan
uygarlığını açıklamaya çalışmak kadar şaşırtıcı ve zor değil-

47
dir." Batı Felsefesinin Tarihi adlı etkileyici yapılında böyle dil
döker iyi niyetli bir Bertrand Russell. Yunanistan' da anaerkil
tutumların kuşaktan kuşağa gizlice aktarımı, uzun erginle­
me (initiation) törenleri aracılığıyla gerçekleşiyordu. Bu tö­
renler, gizemler olarak bilinirdi. Gizemcilik sözcüğü de bura­
dan türemiştir. Gizemci ilkeler, yeryüzünün başka bölgele­
rinde de yeniden yaygınlık kazanmış ve bunun sonucunda
Çin' de Taoculuk ve Hindistan'da Tantrizm ortaya çıkmışh.
Bu dinsel geleneklerin her biri; kişisel özerkliği, kadınların
haklarını, sanat ve bilimin gelişmesini ve gizemci cinsellik de
dahil olmak üzere duyusal yaşamın kutlanmasını savunu­
yordu.
Gizemci cinselliği konu alan Taocu ve Tantrik yazılar bir�
çok açıdan özdeştirler. Her ikisi de üç bölümden oluşur: za­
mansızlık, kendiliğindenlik ve düşünceden arınmış bir bilinç
durumu. Gizemci cinsellik, bu kitabın ikinci, üçüncü ve dör­
düncü bölümlerinde bu düzen ve de Bah'daki benzerlerin­
den daha iyi korunmuş olan Taocu ve Tantrik yapıtlar temel
alınarak açıklanacakhr.
Gizemci düşüncelerin dirilişinden temel ilkelerin birkaç
bireşimi doğmuştur. Akdeniz dünyasında bu şekilde gelişen
bir gizemci gelenek, Gnostisizm adı verilen Hıristiyanlık gi­
zemciliğiydi. İsa'nın gizemci düşünceler benimseyip benim­
semediği tartışma konusu olmuştur. İncil Ansklopedisi der ki,
"İkinci ve bir ölçüye kadar üçüncü yüzyılda, kilise, Gnostik­
ler'e karşı tam bir ölüm kalım mücadelesi veriyordu." Hıris­
tiyanlık ile genelde Gnostisizm adıyla anılan Batılı gizemci
gelenek arasındaki bu ölümcül çahşma, gizemci temaların
dışavurumlarına bir tepki olarak ortaya çıkmışhr.
Gizemci diriliş, M.Ö. 300 civarlarında Büyük İskender'in
fetihleriyle doruk noktasına ulaşmışh. Büyük İskender, fet­
hettiği ülkelere klasik Yunanistan'ın düşüncelerini taşımışh.

48
Bu nedenle, başarısının büyük bir kısmını, Mısır, İran ve
Hindistan' daki halklar tarafından bir kurtarıcı olarak karşı­
lanmasına borçluydu.
Gizemci ilkeler toplumun her katmanına hızla yayılmış;
öte yandan, tanrısal panteonlara ve atalara tapınmaya daya­
nan yaygın dinler etkilerini büyük bir ölçüde yitirmişti. Fa­
kat İskender'in ölümünden bir süre sonra, yerel yönetimler,
kademeli ve bilinçli olarak halklarını bilimsel birikimlerden
uzaklaştınp bu bilgileri saklamaya başlamışlardı.
Örneğin, M.Ö. 200 civarında Çin'deki yönetim, teknik kı­
lavuzlar dışında bütün kitapların yakılmasını emretmişti;
klasikler daha sonra Konfüçyusçu bilgeler tarafından yeni­
den yazılacaktı. Yaklaşık aynı dönemde Batı'da, yüzyıllar­
dan beri astronomi biliminde kaydedilmiş olan ilerlemelere
karşın, yeryüzünü yassı olarak betimleyen Batlamyus harita­
sı kullanılmaya başlanmıştı. Kütüphaneler yakılıyor ve üni­
versiteler kapatılıyordu. Gizemci düşünceyi bastırmayı he­
defleyen güç odakları, fetih ve işgal için seferber olmuştu.
Krallar, yaygın dinlerin süperkahraman modeline dört elle
sarılmışlardı. Böylece, mucizeler gerçekleştiren, yarıtanrı kö­
kenli kurtarıcı/koruyucu ve ona eşlik eden kutsal kitap ile
dinadamı sınıfı; öğretileştirme, inanç ve itaatin odağını oluş­
turmaktaydı. Onyıllar ve hatta yüzyıllar önce ölmüş olan ye­
rel kahramanla� ve bu dinsel simgelerin çevresinde toplanan
kalabalık mürit toplulukları, politik çalkantıların yaşandığı
dönemlerde yönetici sınıfın imdadına yetişiyordu. M.Ö.
200' de Çin'de Konfüçyusçuluk ve Hindistan' da Budacılık,
M.S. 300'de Roma dünyasında Hıristiyanlık ve son olarak
M.S. 600 civarında Arabistan' da İslam, bu şekilde devlet dini
kimliği kazanmıştır.
Yeryüzü, bu dinler ile onlardan yararlanan politik güçle­
rin yükselişinden sonra, Avrupa'da Karanlık Çağlar olarak

49
bilinen ve yüzyıllarca sürecek olan bir gerileme dönemine
girmişti. Kişisel özgürlükler yitirilirken, boşinançlar, toplu­
mu her yandan sarıyordu. Avrupa' da bu dehşet verici dö­
nem, gizemci ilkelerin M.S. lOOO'den sonra bir kez daha orta­
ya çıkmasıyla sona ermiŞtir. Birbiriyle yakından bağlantılı
olan Simya, Şövalyelik ve Kabbalacılık hareketleri giderek
güç kazanıyordu. Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman topluluk­
ların gizemci bir kültür içerisinde bir arada yaşadıkları İs­
panya ile Fransa'nın güneyinde başlayan tinsel devrim, nere­
deyse tam üç yüzyıl boyunca tüm Avrupa'yı etkisi altına al­
mıştır.
Avrupa'nın her yöresinde sanatsal yaratıcılık serpilip ge­
lişmeye başlamıştı. Şehirlerde görkemli katedraller inşa edi­
liyor, gezgin ozanlar (troybador) içten aşk şarkıları besteliyor­
du. Bu ozanlar, duygusal şarkılarında kadınlara duydukları
tanrısal aşktan söz ediyor; böylece bizim romantik aşk olarak
bildiğimiz duygunun edebi temaları ilk kez edebiyatta kulla­
nılıyordu. Şövalyeliğin günümüzde yaşayan en önemli yo­
rumcu5u olarak görülen Rene Nelli'nin Gezgin Ozanların Ero­
tizmi adlı kitabında belirttiği gibi, bu ozanlar şiirlerinde aynı
zamanda gizemci cinsellik düşüncesini de işliyordu.
Bilimsel ve felsefi yaratıalık da, Simya ve Kabbalacılık
aracılığıyla ön plana çıkıyordu. Geleneksel gizemci ilkeleri
benimseyen birçok grup, Avrupa'da bu dönemde bir araya
gelmeye başlamıştı. Çoğu kez birbirlerini karşılıklı olarak
destekleyen bu gruplar, sayısız yöre ve şehirde halk kitleleri­
nin bağlılığını kazanabilmişti. Bunların arasında Özgür
Ruh'un Kardeşleri, Kusursuzlukçular, Adamitler, Beguinler,
Anabaptistler, Masonlar ve daha başka birçok örgüt ve mez­
hep vardı.
Hıristiyan kilisesi,. bu hareketleri bastırmak için, gizemci
(sapkın) düşüncenin başlıca merkezlerine katliam seferleri

50
düzenlemeye başlamıştı. Bu soykırım seferlerinde kitaplar,
binalar ateşe veriliyor, insanlar öldürülüyor, şehirler yok
ediliyordu. Örneğin 1 209'da Papa' Innocent 111, Fransa'mn
güneyindeki Albijens kültürünü hedef alan bir şefere çıkmış­
tı; Denis de Rougemont, romantik aşkın tarihini ve psikoloji­
sini ele' aldığı Batı Diinyasın�a Aşk adh kitabında, Papa'nın bu
seferinden, "Bizim 'Hıristiyan' tarihimizin kayda geçirdiği
ilk soykırım ya da sistematik katliamdı bu," diye söz etmek­
tedir.Hıristiyanlık; bilimi, kadınları ve duyusallığı �askı altı­
na almıştı. Yüz binlerce 'dinden çıkmış'ı ölümle cezalandıran
Engizisyon, yani kilisenin gizli polisi, tüm Avrupa'ya dehşet
saçıyordu. Engizisyonun kılavuz kitabı olan Malle11s Malefi­
carum, "büyücülüğün kaynağında doyumsuz kadınların be­
densel arzularının yattığını" ilan etmekteydi. Kilise, acıma­
sızca gerçeği ve özgürlüğü bastırmaya çabalıyordu; halk di­
linde yazılmış olan kitapların basılması, hatta böyle kitapla­
ra sahip olunması bile yasaklanmıştı. Fakat bir süre sonra in­
sanlar yeniden okumaya başlamışlardı. Dünya' nın yuvarlak
olduğu düşüncesi halk arasında yayıldıkça kilisenin gücü
azalıyordu. Ve böylece, Aydınlanma'nın da habercisi olan gi­
zemci toplumsal ilkeler, 1700 civarında son bir kez daha di­
rilmişlerdir.
Modern bilim, sanatlar, demokrasi, kadın hakları ve
."mutluluğun peşinden gidilmesi", yavaş yavaş tarihin sah­
nesine çıkıyordu. Bunlar, önce Amerika ve Fransa' da doğdu
ve Napolyon ile George Washington'un özgürlükçü askeri
harekatları bunlara güç kazandırdı. On dokuzuncu yüzyılın
başlarında yaşamış olan şair W�lt Whitman'ın "Birinin Ken­
disinin Şarkısını Söylüyorum" adlı şiiri; özgürlük, doğa ve
duyusallığa yönelik o geleneksel gizemci tutumları yansıt­
maktadır:

51
Birinin Kendisinin Şarkısını Söylüyorum, basit
ve ayrı bir kişi,
Ve Demokratik sözcüğü dudaklarımdan dökü­
lüyor, o her şeyi anlatan sözcük.

Tepeden hrnağa bedenin şarkısını söylüyorum,


Ama ne dış görünüş, ne de akıl tek başına
Bu Esin'e layık değil. Ben derim ki,
İkisi bir arada çok daha değerli,
Kadın Erkek'e eşit bir şekilde, diye şarkı söylü­
yorum.
Tutku, devinim ve güç dolu yaşamı ile,
Neşe dolu, özgürlüğünü
Tanrısal yasaların koruduğu
Modern İnsan'ın şarkısını söylüyorum.

On dokuzuncu yüzyıl, gizemciliğe yönelen düşüncelerde


çarpıcı bir patlamaya tanık olmuştur. Erle Thurin, cinselliğin
metafiziğini incelediği Çoban Tanrısı'nın Rahibi Olarak Emer­
son adlı çalışmasında, bu dönemde kişisel özerklik ve kendi­
ne yeterliliğe verilen önemi betimlemektedir. Bu düşünceler,
Avrupa' daki demokratik hareketleri ve Amerika' daki anıtsal
kadın haklan devrimini derinden etkilemişti. Bu devrimin
sonucunda Amerika'da kadınlar oy kullanma hakkını kazan­
mışlardı. Bilim, gerçeğin sözcülüğünü kiliseden devralmak­
taydı. Gizemci yaklaşımlar, Darwin'den Einstein' a değin tam
bir rönesans yaşıyor ve Fritjof Capra'run Fiziğin Tao'su adlı
ünlü klasiğinde verdiği bir örnekteki gibi, modem yaşama
yeniden uygulanıyorlardı.
Ve şu anda işte bu aşamadayız biz. Kendi kültürümüzde
ve dünyanın daha birçok başka yerinde, gizemciliğin ve yay­
gın dinlerin güçleri birbirleriyle çarpışıyor. Çin ve Rusya' da

52
halk kitleleri demokrasi için mücadele ediyor. Amerika'da
ise insanlar, yasal sorumluluk ile farklılaşmış bilinç düzeyle­
rini yaşama ve kutlama özgürlükleri arasında bir denge kur­
maya çabalıyor; herhalde bunun en güncel örneği "uyuştu­
rucu sorunu" dur.
Günümüzde bile bilimin ve boş inancın kuvvetleri arasın­
da kalabilmekteyiz. Örneğin bazı Hıristiyan liderler, okullar­
da çocuklanmıza, bilimsel kurama bir alternatif olarak, koz­
mosun yarahlışına ilişkin Babil söyleninin (bu söylen daha
sonra İbraniler tarafından da benimsenmiştir) öğretilmesini
istemektedir. Hatta bu durumda, coğrafyaya alternatif ola­
rak yeryüzünün yassı olduğu; üreme anatomisi ve fizyoloji­
ye alternatif olarak da leylek kuramı öğretilmelidir herhalde!
Bu kuvvetler arasındaki çatışmanın sonucunda halk kitleleri
yanlış veya yetersiz bilgilendirilmekte ve boşinançlar gide­
rek yaygınlaşmaktadır. 1 988' de Ulusal Bilim Kurumu on se­
kiz yaşın üzerinde olan 2041 Amerikalı'ya bir anket düzenle­
mişti. Dünya'nın Güneş'in çevresinde mi, yoksa Güneş'in mi
Dünya'nın çevresinde döndüğü sorusuna, yanıtlayanlann
yüzde 21'i yanlış yanıt vermiş, yüzde 7'si ise bilmediğini
söylemişti.
Cinsellik, bu kültür içinde bir odak noktası olmayı sür­
dürmektedir. Kürtaj, pomo yay'ınlar, gebelikten korunma,
cinsel yolla bulaşan hastalıklar, cinsel taciz, eşcinsellik, okul•
larda cinsel eğitim, evlilik öncesi cinsellik, tecavüz ve daha
başka konular hakkında şiddetli tarhşmalar ulusal gündemi
meşgul etmeye devam etmektedir. Ancak, kurumsallaşmış
psikiyatri ile kilisenin cinsel yaşamlarımız üzerindeki bu yet­
ki mücadelesi sırasında gizemci tutum neredeyse hiç dışavu­
rulmamaktadır. Sevişmenin amacı; üremek, gerginlikten
kurtulmak, sağlığını korumak ya da yalnızca zevk almak de­
ğil; aşkın bir bilinç düzeyine ulaşarak kozmos ile bireyin ara-

53
sındaki bağı duyumsayabilmek ve böylece gizemci deneyimi
yaşamaktır.

Gizemci Deneyimin Betimlemeleri


Amerikalı filozof William J a�es, Dinsel Deneyim Çeşitleri
adlı ünlü yapıtında, "Bütün gizemciliklerin anahtar özelliği,
bilinç yükselişinin iletilemezliğidir," diye yazar. Gerçekten
de, yüksek bilinç düzeyi ya da gizemci deneyim kesin bir şe­
kilde betimlenemez.
Gizemci deneyimler, kavramsal bir bilgi ya da inanıştan
çok aşkın bir duyguyu amaçlar. Örneğin, Marvin Meyer'in
Antik Gizemler' de açıkladığı gibi, "Aristo, gizemlere kabul
edilen gençlerin bir şey öğrenmekten çok, bir deneyim yaşa­
dıklarını ve belirli bir bilinç durumuna ulaştıklarını belirt­
mektedir . . . Bunlara geleneksel anlamda herhangi bir komut
verilmiyor ya da doktrin öğretilmiyordu."
Gizemci deneyimin özünde bile, tam olarak betimleneme­
yeceğinin kabulü vardır. Gizemci düşünme yapısını kazan­
mak, kavramsallaştırmanın yetersizlik�erini ve yanlışlarını
görmeye yardımcı olur; çünkü gizemci deneyim, düşünme­
nin sol madunun tanımlamalarının, betimlemelerinin ve sı­
nıflandırmalarının ötesinde yaşanır.
Gizemci deneyimin iletilemezliği, gizemcilikteki gizliliğin
temel anlamını da gözler önüne serer. Bu gizlilik, gizemcili­
ğin tarih boyunca çeşitli baskılar karşısında yeraltma inmek
zorunda kalmış olmasıyla bağlantılı değildir yalnızca. Söz
konusu olan, temel öğretilerin gizli ve anlaşılmaz olması da
değildir; çünkü gizemcilikte değişmeyen hiçbir öğreti yok-
'
tur. Bir Taocu özdeyiş şöyle der: "Konuşulan, kalıcı ·olan de-
ğildir." Böylece kişi daha bilgece bir bakış açısı benimser ve
doğaya daha fazla uyum sağlayabilir. Sözel tanımlar ve kav­
ramsal yapılar yerlerini duygu ve sezgiye bırakmıştır.

54
Bu nedenle, gizemci deneyimin kesin bir tanımını vere­
mediğimi söylerken, şu ana dek kimsenin gizemci deneyimi
tanımlamak için yeterince çaba ve zaman harcamamış oldu­
ğunu ya da bu konunun özetlenemeyecek kadar karmaşık ol­
duğunu ima etmek istemiyorum. Nasıl müziği sözel olarak
betimlemek o sesleri gerçekten duymanın yerini alamazsa,
gizemci deneyim de yalnızca doğrudan ve algı yoluyla du­
yumsanabilir.
Ama yine de, gizemci bilinç durumunu dolaylı olarak an­
latmaya yarayan bazı geleneksel yollar vardır: onun ne olma­
dığını ortaya koymak; onu başka fiziksel duyurnsamalarla
karşılaştırmak; uzamsal ve zamansal açılardan ya da bağlan­
tı ve özgürlük olarak onun özelliklerini sergilemek; dinsel
kavramlar kullanarak ya da "aşık olma" kavramı aracılığıyla
onu tanımlamaya çalışmak. Şunu yine belirtmek gerekir ki,
bu yöntemler, gizemci deneyimin ana hatlarını çizmekten
çok, onun ne olduğuna ilişkin bir ipucu verebilmeyi amaçlar.
Şimdi, gizemci felsefenin değişik ana temalarını yansıtan bu
yöntemleri daha yakından inceleyeceğiz.

Gizemci Deneyimin Ne Olmadığı


İlkin, gizemci deneyim, bazen ne olmadığının anlatılması
yoluyla betimlenmiştir. Bu dolaylı tanımlara göre, gizemci
deneyim, normal bilinç durumlarından biri değildir. Böylesi
tanımlar, -ötesi, -:-dışı ve -üstü gibi soneklerin insan varlığının
ortak ulamlarına eklenmesi yoluyla üretilmektedir. Bu yön­
temle gizemci deneyim; somutöte olma durumu, normaldışı
bir zihin düzeyi ya da fiziküstü bir bilinç alanı olarak adlan­
dırılabilir. Tırnak işaretlerinin ya da sıfatların kullanılması
da yaklaşık aynı etkiyi doğurur: Örneğin, "gizli düzlem" ya
da "gerçek özgürlük." Bu yöntemle vurgulanan nokta, gi­
zemci deneyimin normalde bildiğimiz sıradan duyguların

55
, dışında gerçekleştiğidir.
Gizemci bir bilinç durumuna aracılık eden cinsellik; basit,
''bayağı" ve duyusal cinsellikle karşılaşhrılır hep. Gizemci
deneyim, cinsel ilişki sırasında ulaşılan bir şey olsa da, nö­
betsel orgazm duygusundan ya da daha başka herhangi bir
bedensel spazmdan (ne kadar zevk verirse versin) oldukça
farklıdır. Üreme dürtüsü ya da cinsel arzuyla da bağlantılı
değildir. Kinsey'in ''boşalma" ya da Freud'un "libido" ve
gerginlikten kurtulma kavramlarından da uzaktır. Bu son
saydıklarım, kişi öte olmaktan çok, açlık duyumu ve bağır­
sak rahatlaması gibi kişi altıdır.
Erotik itki, çiftleşme travması ve orgazm krizi, ne denli
duyumsansa da, normal ve uyanık bilinçliliğin birer parçası­
dır. Taocu görüşe göre boşalma, özellikle de kontrolsüz bo­
şalma, tıbbi kaynakların, kitle iletişim araçlarının ve kültürel
sağduyunun tekrar tekrar varsaydıklarının aksine, en esrik
an değildir.
Buna karşın, sevişme aracılığıyla yaşanan gizemci dene­
yim, ne çoğu insanın ulaşamayacağı kadar belirsiz ve geçici
bir şey, ne de herkesin o ya da bu şekilde yaşadığı bir dene­
yime verilmiş değişik bir addır. "Duyumlara değer veren ki­
şi, kendinden habersiz bir gizemcidir" deyişi, cinsel eşlerine
karşı sevgi dolu ve açık bir yaklaşımları olan kişilerin gizem­
ci cinselliğin ne olduğunu sezgisel olarak bilebileceklerini
ima eder. Bu söz, "erotizm hastası, kendinden habersiz bir
gizemcidir" olarak da söylenmiştir. Fakat bu son söyleyiş
şekli amacını biraz ıskalamakta ve tutulmuş birleşmenin (co­
itus reservatus) zamansızlığı ile "seks hastası"nın doyumsuz
cinsel yaşamını birbirine kanşhrmaktadır.
Belki de bu noktada şunu vurgulamalıyız ki, cinsellik
yüksek bir bilinç düzeyine ulaşmanın tek yolu değildir. Za­
mansız, düşünceden arınmış ve kendiliğinden bütün eylem-

56
ler, sonuçta aynı amaca hizmet eder; ama yine de çoğu gi­
zemci gelenek, cinsel sevginin gizemci deneyimi yaşamanın
en kolay, hızlı ve doğal yolu olduğunu öne sürer.
Buna karşın, cinsel sevgide ulaşılan yüksek bilinç düzeyi,
yaygın dinler için cinselliğin en dehşet verici ve karşı çıkıl­
ması gereken yönlerinden biridir. Örneğin, Hıristiyanlık'ın
ülküsel cinselliği, tamamıyla duygu ve heyecandan arınmış­
tır. Aziz Augustine'in klasik betimlemesine göre, "Koca, ka­
rısının bedenine sarılırken, tutkunun kışkırtıcı dürtülerinden
uzak durmalı ve sakin kalabilmelidir."

Gizemci Deneyime Fiziksel Benzerlikler


Gizemci deneyimi anlatmanın bir ikinci yolu da, onu baş­
ka fiziksel durumlarla karşılaştırmaktır. Gizemci deneyim,
değişik yazarlarca, boşlukta çakırkeyif bir halde süzülmeye;
bir uyuşturucunun veya aşk iksirinin büyüleyici etkisi altın­
da olmaya; göz kamaştırıa bir baş dönmesine; akıcı ve açık
zihinli bir esrimeye; okyanus gibi, rüyamsı, kendinden geç­
miş bir titreşim ya da manyetik atmosfere benzetilmiştir. Ta­
bii, gizemci deneyimi "rüyamsı" olarak betimleyen yazar,
uyuyakaldığını anlatmaya çalışmamakta, gizemci deneyim
ile o diğer duyu ya da bilinç durumu arasında bazı benzer­
likler fark ettiğini belirtmektedir. Fransız edebiyatçı Balzac,
Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabında bu şekilde derin düşüncele­
re dalmaktadır. "Sonsuz baygınlığımın içinde yitip, bede­
nimden ayrılan ruhum göğe doğru yükseldiğinde, o zevkle­
rin maddeyi yok saymak ve ruhu zincirlerinden kurtarmak
için bir araç olduğunu düşünüyordum." Simya yazınından
alınmış olan Şekil 1 'deki resimde iki sevgilinin cinsel olarak
birleşmiş olduğunu görüyoruz. Sevgililerin ortak kanatları,
uçma duygusunu anımsatıyor. Erkeğin suda yüzüyor olma­
sı ise, boşlukta amaçsızca sürüklenmeyi çağrıştırıyor. Bu iki

57
Şekil 1
58
duygu da gizemci deneyimi betimlemeyi amaçlamaktadır.
Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi de, Akış adlı bilgilendirici
kitabında benzer ve bağlanhh bir duygudan söz etmiştir.

Uzamsal ve Zamansal Benzetmeler


.

Gizemci deneyim, normal bilinç düzlemine bir yükseklik


veya derinlik boyutunun eklenmesi ile, zamansal ve uzamsal
açılardan da anlahlabilir. Engin, öte, saklı ve hatta astral far­
kındalık gibi terimler sıkça · kullanılmaktadır. Tabii gizemci
deneyimin yükseklik, derinlik veya genişlik gibi gerçek fizik­
sel boyutlarla hiçbir özel ilgisi yoktur. Açıklanan şey, gizemci
deneyimin olağan günlük farkındalığın ötesinde olmasıdır.
Birçok kişi, gizemcilerin, örneğin ölümsüzlük gibi söz­
cükleri kullanarak, aslında sonsuza dek yaşamayı arzuladı­
ğına inanma hatasına düşmüştür. Gerçekteyse, gizemci bi­
linç düzlemine yapılan bu tip bir kinaye, "sonsuz şimdi"nin
akıcı durumunda zamanın durma noktasına geldiğini ve ge­
leceğin önemsizleşip yok olduğunu vurgular. Şimdiki za­
manda kavramsallaştırmak yerine duyumsarız ve kendisi de
zaten bir kavram olan zamanın dışına çıkarız. İşte bu neden­
le, sevgililer, çoğu kez zamanın nasıl akıp gittiğinin farkına
bile varamazlar.
Modern şair Octavio Paz, Güneştaşı'nda bu kinayeden
(cinsel sevgide ölümsüzlük) yararlanmıştır:

iki beden, çıplak ve birbirine dolanmış,


zamanın üzerinden atlayıp ölümsüzleşirler,
hiçbir şey onlara dokunamaz, kaynağa geri dönünce,
artık sen yoksundur, ben yokumdur, yarın yoktur,
dün de yoktur, adlar da, bir bedende birleşen
iki kişinin gerçeği, tek bir ruh,
ah varlığın ta kendisi . . .
Özgürlük ya da Bağlantı Olarak Gizemci Deneyim
Gizemci deneyim, sınırlar ve bağlantılar aracılığıyla, ba­
zen bütünlük, bazen de özgürlük olarak betimlenmiştir. De­
ğişik kaynaklar, gizemci deneyimi içe dönüşe, bütüne teslim
olmaya, evrenle (ya da Tanrı'yla) bir olmaya, gerçek bir bir­
leşmeye, kozmik bilince ulaşmaya, "memeyi ağzına alan bir
yavru" ya da "fincan ve dudak" gibi bağlantılı olmaya ben­
zetmişlerdir. Ya da bu benzetmelerin yerine, özgürleşmiş, sı­
nırlanmamış, bağsız, benliksiz ve bütün şartlardan annmış
gibi sıfatlar kullanılmıştır. Fransız romancı Stendhal, "Korku
duyduğum daha yüksek bir kuvvet, beni benliğimden ve
mantığımdan ayırdı," diye yazmıştır. (Esrime sözcüğünün
gerçek anlamı, bedeninin "dışında" durmaktır.) Olağan sı­
nırlan yıkan birleştirici bir kuvvet olan gizemci deneyim, ba­
zen, "göz kamaştıran belirsizlik" deyişindeki gibi, karşıt ni-
·

telikler birleştirilerek betimlenir.


İtalya'nın gizemcilik alanında en önde gelen yazarların­
dan biri olan Julius Evola, Cinselliğin Metafiziği adlı yapıtın­
da, "Cinselliğin metafiziğinin anahtarı işte budur: çiftten ge­
çerek birliğe ulaşma," diye yazmışhr. Karşıtların birleşmesi,
gizemciliğin en önemli temalarından birini oluşturmaktadır.
Bütün karşıtlar, ''ben" ve "sen" bile, birleşir ve bütünleşirler.
Nesneleri ayıran zihinsel .farklılıklar, kişi aşkın bir duruma
ulaşıp düşünmek ve değerlendirmekten vazgeçtiğinde, belir­
sizleşip yok olurlar. Cinsel eşler, sevişmenin o en dolaysız al­
gılaması yoluyla, yadsınamaz bir şekilde birbirleriyle bütün­
leşirler. Bu bütünleşme, kişinin evrenle birliğinin simgesi ol­
manın yanında, gerçeğin de ta kendisidir. Kozmosla bir ol­
duğumuzun farkına varmaya adeta zorlanırız. Erich
Fromm'un Sevme Sanatı'nda aÇıkladığı gibi, "Erotik sevgi,
ayrı olmakla başlasa da, bir olmakla son bulur."

60
Dinsel Olarak Gizemci Deneyim
Gizemci deneyim, normalde din ile ilgili olduğunu dü­
şündüğümüz kavramlar aracılığıyla da ifade edilmiştir: kut­
sal ve yüce bir an, astral bir ışık, Tanrı'yla paylaşılan bir duy­
gu, mutlakın dışavurumu, bir tapınma veya dua. Psikolog
Abraham Maslow, Dinler, Deneyler ve Doruk Deneyimler adlı
kitabında, ''Ne denli doğalcı olsalar da, doruk deneyimleri
dinsel olaylar başlığı alhnda incelemek gerekebilir. Hatta
geçmişte bunlar, yalnızca dinsel deneyim olarak kabul edil­
miştir." Bu açıdan bakıldığında, gizemci cinsellik, sevgi dolu
dinsel bir deneyimdir.
Bu betimleme, dinin yalnızca bashrılmış cinsellik olduğu­
nu öne süren Freud'cu görüşlere ters düşer. 1 960'ların Ame­
rikalı filozofu Alan Watts'ın sözleriyle, ''Mitoloji cinsel değil­
dir, ama cinsellik mitolojiktir. Erkekle kadının birleşmesi, in­
san deneyimini özneye ve nesneye ayıran o ikiliğin ötesine
taşır bizi."

Gizemci Deneyim ve Sevgi


Gizemci deneyim, sevgi aracılığıyla da anlahlabilir. Aşık
olma duygusunu betimlemek için kullanılan sözcükler, çoğu
kez gizemci deneyimi de anlatmak için kullanılmışhr. Aşık
olduğumuzda, adeta "bulutların üstünde uçarız." Benliğin
sınırlan çözülür; iki sevgili, sanki cennetteymişçesine, ruhla­
rının ve bedenlerinin birleştiğini hisseder. Bilinçleri, günlük
yaşamlarını sürdüren insanların duyumsadıklarınkinden
çok daha farklı bir düzeydedir. "Bazıları bunu delilik olarak
görür," demiştir Plutarch. Platon içinse aşık olmak "tanrısal
bir çılgınlıkhr." Bununla birlikte, aşık olmanın neredeyse her
zaman cinsel bir yönü de vardır. Psikiyatrist ve yazar M.
Scott Peck, Daha Gidilmemiş Yol adlı kitabında şöyle yazmış­
tır: "Aşık olma deneyimi, doğrudan cinsellikle bağlantılı ero-

61
tik bir deneyimdir . . . Cinsellik, bilinçli veya bilinçdışı bir şe­
kilde bu deneyimi güdüler."
Aşık olan insanlar şöyle iddia ederler: Sana aşığım. Sanki
beni büyüledin. Seninle birleşmek, sana sahip olmak, seni sa­
rıp sarmalamak istiyorum. Sonsuza dek. Ne denli romantik!
Ortaçağ Fransa'sının güneyinde gezgin ozanların başlattığı
romantik edebiyatın, geleneksel gizemci temaları benimse­
yen neo-Gnostik gizemciliği yansıtması rastlantı eseri değil­
dir.
Öyleyse şimdilik denilebilir ki, sevgililer, gizemci cinsel­
likte, en azından geçici olarak, birbirlerine aşık olurlar. Seviş­
meden önce veya seviştikten sonra birbirlerine sevmeyebilir­
ler. Hatta belki de birbirlerini çok az tanıyorlardır. Ama bir­
likte gizemci deneyime ulaşırlarken, en azından o an (veya o
saat) için, sevgi duygusunu olabildiğince paylaşırlar.
Gizemci cinsellik ile aşık olmak arasında tabii ki bazı fark­
lar vardır. Birbirine aşık olan bir çiftin cinsel yaşamı ortala­
ma olabilir. Veya gizemci cinselliği paylaşan bir çift, birbiri­
ne aŞ1k olmayabilir. Bunun ötesinde, denetlenemez bir şekil­
de ve durmaksızın aşık olmak, duygusal bir sorunun belirti­
si bile olabilir. Gizemci olsun ya da olmasın, cinsel doyum­
suzluk da, insanın bir sorunu olduğunu gösterir. Ancak yine
de, aşık olmakla gizemci cinsellik arasındaki bağlantı, geçici
bile olsa, fazlasıyl.1 derindir ve bir ilişki için çok önemli so­
nuçlar doğurabilir.
Son olarak şu söylenebilir ki, bütün bu kategoriler, gizem­
ci deneyimi açıklamaya çalışırken bir arada kullanılabilir. Gi­
zemci deneyimi yaşayan kişinin "sınırlamalardan kurtuldu­
ğunu", "fizikselin ötesine geçtiğini" ve "derin bir esrime bo­
yutuna ulaştığını" söyleyebiliriz. Giulano Kremmerz, Intro­
duzione alla Magia adlı yapıtında, gizemci deneyimi cinsel
sevgiye uyarlarken çeşitli betimlemeler kullanmıştır:

62
Birbirini sevip arzulamak . . . sürekli bir şekilde
. . . kendini kaybetme korkusundan uzak bir he­
yecanla. Gerçek bir bütünleşme duyumsayacak­
sınız; eşinizi kendi bedeninizin içinde hissede­
ceksiniz. Kanınız, bir zehirmişçesine onun kanı­
na karışacak. Sonunda esrimenin eşiğinde bula­
caksınız kendinizi.

Gizemci deneyim, cinsel heyecan gibi, çeşitli duygulara


karşılık gelmektedir. Bize her seferinde farklı bir görüntü su­
nar gizemci deneyim. Ama onu nesnel olarak gözlemleyip
ölçmeyi daha yeni öğreniyor olmamıza karşın, onun, her bi­
rimiz için, yadsınamayacak kişisel bir gerçekliği vardır. Bu
bilinç düzeyine yükselmek kesinlikle olanaksız değildir ve
çoğu gizemci gelenek bunun için cinsel yakınlığı önerir.
Fakat gizemci cinsellik tam olarak nedir? Gizemci dene­
yim adı verilen yüksek bilinç düzeyine sevişerek nasıl ulaşı­
rız? Müziğin hiçbir betimlemesi, gerçek sesleri duymamızı
sağlayamaz; ama belirli komutlar (müzik notaları), seslerin
yeniden yarahlmasına olanak tanıyabilir. Böylece o sesleri
duyabiliriz. Aynı şekilde, gizemci deneyimin hiçbir betimle­
mesi, asıl duyguyu anlatamaz. Buna karşın, gizemci yazın,
aşkın duyguların ortaya çıkmasına yardımcı olacak üç temel
komut sunmaktadır bize: "menini kontrol et, düşünceni
kontrol et ve soluğunu kontrol et." Zamansızlık, düşünceden
arınmış bir bilinç durumu ve kendiliğindenliğe karşılık gelen
bu üç öğüt ve cinsel sevgi aracılığıyla gizemci deneyimi du­
yumsamamıza olanak tanıyacak olan komutlar, kitabın bun­
dan sonraki üç bölümünün ·ana konularıdır.

Gizemci Cinselliğin Üç Özelliği


M.S 200 ile M.S. 900 arasındaki dönemden kalma, Çin'in
Taocu ve Hindistan'ın Tantrik yazınının büyük bir bölümü

63
ile Tibetli ve başka gizemci yazılar; meniyi, düşünceyi ve so­
luğu durdurmaya adanmışhr. Durdurma ya da kontrol etme
düşüncesi, gizemci geleneğin üç ana temasını simgeler. Bu
nedenle, meninin, düşüncenin ve soluğun tutulması, cinsel­
lik dışında başka konulara da uygulanabilir. Genel olarak
konuşursak, bu yaklaşım, herhangi bir eylem sırasında bey­
nin iki düşünme modunu dengelemeye yardımcı bir kılavuz
olarak kullanılabilir. Bu, özellikle gizemci cinselliğin yorum­
lanmasında mükemel bir temel oluşturmaktadır. Bu düzene
göre, gizemci cinselliğin üç özelliğinin olduğu düşünülebilir:
Birincisi, bir tür boşalmayı geciktirme yöntemi (meniyi tut)
olarak zamansızlığı ön plana çıkarır. İkincisi, düşünceden
arınmış belirli bir zihin çerçevesiyle (düşünceyi durdur) bağ­
lanhlıdır. Üçüncüsüyse, her eylemin kendiliğinden bir şekilde
olması gerektiğini vurgular-. Nasıl soluk alıp verirken hiçbir
çaba harcamıyorsak, gizemci cinsellikte de hiçbir şeyi düşüne­
rek yapmamız gerekmez. Kitabın ikinci, üçüncü ve dördüncü
bölümleri, gizemci cinselliğin bu üç yönünü anlatacak.
İkinci bölüm, tutulmuş birleşmeyi ele almaktadır. Bu, gi­
zemci cinselliğin fizyolojik boyutu olarak görülebilir. Tutul­
muş birleşme, iki bakımdan zamansızdır. Birincisi, sevgililer,
herhangi bir zaman kısıtlaması olmadan, diledikleri süre bo­
yunca sevişmeyi sürdürebilirler. Meniyi kontrol etmenin ne­
deni işte budur. Ama eşlerin orgazm olmayacağı anlamına
da gelmemektedir bu geciktirme. Eşler kendilerini hazır his­
settikleri sürece, boşalmanın herhangi "kötü" bir yanı yok­
tur. İkincisi, sevgililer tamamıyla şimdinin içinde kendilerini
yitirdiklerinden dolayı, tutulm�ş birleşme, zamanın sürekli­
liğinin, yani geçmişin ve geleceğin dışında kalır. O anda du­
yumsadıklarımızın dışına çıkamıyor olmamız, cinsel heyeca­
nımızı kontrol albnda tutmaya ve zamanın sınırlarını kaldır­
maya olanak tanır. Bu nedenle ikinci bölüm, sevgililerin
(özellikle de erkeklerin) cinsel birleşmeyi nasıl istedikleri ka-

64
dar uzatabilecekleri konusunu ele alacak. Gizemci yazında
ayrıntılı bir şekilde betimlenmiş olan bu geciktirme yöntem­
leri, modern cinsellik terapistlerinin kullandıklarının da ta­
mamıyla aynısıdır.
Tutulmuş birleşmenin en kolay ve doğal sevişme şekli ol­
duğunu göstereceğiz. Gizemci yazın, boşalmayı geciktirme­
yi, duyumsanan zevki uzattığı için değil, sevgililer arasında­
ki yakınlığı ve birliği arttırdığı için önermektedir. Sonuçta
amaç, gizemci deneyimi yaşayabilmektir.
Üçüncü bölüm, gizemci cinselliği düşünceden annmış ol­
mak açısından betimleyecek. Bu, bir bakıma gizemci cinselli­
ğin zihinsel boyutudur. Gizemci yazında sözü edilen düşün­
ceden arınmış bilinç durumu, fiziksel duyumun doğrudan
deneyimini gerektirir. Bu, düşünmenin (daha doğrusu, dü­
şünmemenin) sağ yan moduyla bağlantılıdır. İşte "düşünce­
ni kontrol et" komutunun anlamı budur.
Bu komut, boş bir zihinle, neler olup bittiğinin farkında
olmadan sevişmek gerektiğini öğütleme{lektedir. Aslında
anlamı bunun neredeyse tam tersidir. Eğer zihnimizi belirsiz
öz-konuşmalardan arındırabilirsek, yaşadıklarımızın daha
çok farkına varabilir ve deneyimi daha derinden duyumsa­
yabiliriz. Üçüncü bölüm, gizemci geleneklerin bu zihinsel
yaklaşımı nasıl önermiş olduklarını gözler önüne serecek ve
sevişme sırasında insanların akıllarından geçen bazı düşün­
ce biçimlerini ele alacak. Bu düşünce biçimlerine örnek ola­
rak psikopatik cinselliği, cinsel işlev bozukluğunu ve psiki­
yatrinin "sağlıklı" cinsellik olarak adlandırdığı şeyi sayabili­
riz. Bölümün sonunda da, hem gizemci, hem de modern psi­
koterapi yöntemlerine dayanarak, cinsellik sırasında düşün­
mekten nasıl "kaçınılabileceğinin" ayrıntılı bir betimlemesi
yer alacak.
Dördüncü bölüm, gizemci cinselliğin kendiliğindenliğini
ele alacak. Bunu gizemci sevişmenin davranışsa! boyutu ola-

65
rak görebilirsiniz. Antik dünyada soluk sözcüğü, asıl anlamı­
nın yanında, isteyerek yapılan eyleme de karşılık geliyordu.
Gizemci yazının soluk almayı kesmeyi önermesinin temelin­
de kendiliğindenlik kavramı yatar. Nasıl soluk alırken hiçbir
özel çaba harcamamız gerekmiyorsa, gizemci deneyimde de
bir çaba göstermeden ve kendiliğinden bir şekilde hareket et­
memiz beklenir. Bu nedenle cinsel öğütler çoğu zaman ama­
cına ulaşamaz: cinsel davranışımızı belli komutlara uygun
olarak yönlendirmek, sezgilerimize göre sevişmemize engel
olur. Böyle öğütlerin örneklerine Kama Sutra'da, Kokulu Bah­
çe'de, eski Çin cinsellik kılavuzlarında ve modem cinsellik
terapisi kaynaklarında rastlayabiliriz.
Kendiliğindenlik; resim çizmek, yemek pişirmek, müzik
yapmak ve sevişmek gibi bütün sanatsal yarahmlann da te­
mel öğesidir. Cinsel kendillğindenliğin yöntemi, bütün sanat
dallarında olduğu gibi, bazı komutları uygulamaktan çok,
duyumsama ve fark etmeye dayanır. Bir bisikletin üzerinde
yokuş aşağı yol almaya benzetilmiştir bu: Tekerlekler üzerin­
de aşağı doğru süzülen bisikletçinin eyl�mi tüm bedeninde
duyumsamaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur.
Dördüncü bölüm, son olarak, gizemci cinselliğin üç özel­
liğinin nasıl birlikte sağ yarı yönelimini yansıthğını ve bu üç
öğenin nasıl gizemci deneyim denilen yüksek bilinç düzeyi­
ni ortaya çıkardığını ele alacak.
Beşinci bölüm, gizemci tutumları ve gizemci cinselliği ka­
dın-erkek ilişkilerine uygulamanın yollarını araştıracak. Bu
bölümde gizemciliğin evlilik, iletişim ve töreye yaklaşımını
inceleyeceğiz. Gizemciliğin, çiftlerin bilinçli veya bilinçdışı
bir şekilde uydukları aile rollerinden çok, kadın-erkek birlik­
teliğinin görünür yönleriyle ilgilendiğini; hukuk, din ve ge­
leneklerin tanımladığı evlilik kavramının ötesine geçtiğini
göreceğiz.

66
2
Gizemci Cinsellikte Tutulmuş
Birleşme

Kabbala'nın "en derinlerde gizlenmiş sırlan", büyücü


akımlann "büyülü" öğeleridir: erotik-gizemcilik ve yoga de­
nilen kılgılar grubu. Kabbala'ya inananlar için en temel din- .
sel tören, dikkatli bir şekilde düzenlenmiş olan ve kusursuz
aşkınlığı temsil eden cinsel birleşmedir.
A.E. Waite'i� Kutsal Kabbala'sının "Giriş" Bölümü
KENNETH REXROTH

Eski Çinliler, boşal11lanın (özellikle de kontrolsüz boşal­


manın) sevişmenin doruğu olmadığına inanırdı.
Sevginin ve Cinselliğin Tao'su
JOLAN CHANG

Yoga, belirli amaçlara ulaşmayı hedefleyen süreçleri kont­


rol etmeye yarayan yöntemlerin bilimidir. . . . Dönüşümün
gizemine başka gizli geleneklerde de rastlanabilir. Taoculuk
çoğu kez bundan söz eder ve Doğu ile Batı'nın Simya'sı da
bunun yöntemlerini ortaya koyar. Boşalmayı durdurmak, bi­
lincin dönüşümünün ve, son aşamada, aşkınlığın nedeninin
ta kendisidir.
Cinselliğin Metafiziği
JULIUS EVOLA

67
Kierkcgaard, "çoğu insanın, soluk soluğa bir telaşla zev­
kin peşinde koşarken, onu fark edemeyip ıskaladığını" göz­
lemlemiştir. Ünlü filozofun bu gözlemi, cinsel sevgi için de
geçerliliğini korur. Bu nedenle, tutulmuş birleşme (erkeğin
hemen doruğa ulaşmasıyla yarıda kalmayan cinsellik), bü­
tün gizemci kültürlerde cinselliğin en çok üzerinde durulan
özelliğidir. Gizemci yazında tutulmuş birleşme betimlenir­
ken, "meni boşaltılmadan" sevişilmesi öğütlenir; meninin tu­
tulması, kontrol edilmesi, durdurulması veya sabitlenmesi
önerilir; cinselliğin zamansız ve sonsuz bir deneyim olduğu
vurgulanır.
Tutulmuş birleşmede, erkek rastlanhsal bir şekilde boşal­
madığı için, sevişme sona ermek zorunda değildir. Bu ne­
denle, sevişme, sevgililere telaşsız bir cinsel evren sunar. Be­
denleri uyum içinde bir arada hareket ederken, sevgililer, o
anın sonsuzluğunu ruhlarının derinliklerinde duyumsayabi­
lirler.
Sevgililer, "sonsuz" gizemci cinsellik sırasında farklı bir
bilinç düzeyine yükselirler. Bunun nedeni, onca dakikadan
beri sevişiyor olmaları ya da bedenlerinin arasındaki elektri­
ğin artmış olması değil, süre konusunun arhk bir sorun ol­
maktan çıkmış olmasıdır. Gizemcilikteki tutulmuş birleşme,
bu nedenle belirli bir zaman aralığına değil, ama sevişenlerin
o eşsiz bilinç durumuna karşılık gelmektedir. Sevişmenin ya­
şandığı an, arhk kendi başına bir amaç değildir. Cinsel duy­
guların kendiliğinden akışı, sevgilileri de beraberinde sürük­
leyerek sonsuzluğa taşır.
Buna karşın, eğer sevişme "olgunlaşmadan" sona ermiş­
se, zihinsel yoğunluk ve kendiliğindenlik anlamlarını yitirir­
ler. Sevişmenin ansızın son bulacağından endişeleniyorsak,
şimdiye yoğunlaşmak ve o anı duyumsamak olanaksızlaşır.
O halde, tutulmuş birleşme, gizemci cinselliğin temel çerçe-

68
vesidir. Bu çerçevenin içinde, aklımızı düşüncelerden arın­
dırmayı ve kendiliğinden, özgür ve doğal bir şekilde seviş­
meyi öğrenme olanağını elde ederiz.

Zamansızlık
Tutulmuş birleşme, iki bakımdan zamansızdır. Sevişme,
herhangi bir zaman sınırlamasından ya da tedirginlik duy­
gusundan uzakta, eşlerin arzuladığı kadar sürebilir. Ve ta­
mamıyla şimdiye yoğunlaşan sevgililer, akıp giden zamanın,
yani geçmişin ve geleceğin dışına çıkarlar. Zihin ve beden,
yaşanan anın yakınlığına ve sürekliliğine yoğunlaşarak gi­
zemci deneyime ulaşır. Bilincin yaşadığı bu dönüşüm, birkaç
kısa dakika da sürebilir, uzun saatler de.
Başka bir deyişle, cinselliğin sınırsız bir şekilde sürmesine
olanak tanımanın nedeni, her sanat dalında olduğu gibi gi­
zemci cinsellikte de, şimdiyi yaşamanın dışında başka hiçbir
amacın bulunmamasıdır. Örneğin, dans ederken, pisti sınır­
layan hiçbir başlangıç veya son işareti yoktur. Varılacak nok­
ta da belli değildir. Önemli olan, olayı yaşamaktır. Müzik
yapmak da benzer bir deneyimdir. Alan Watts'ın sözleriyle,
''Müzik yaparken, belirli bir noktaya, örneğin bestenin sc;mu­
na ulaşmayı düşünmeyiz. Eğer müziğin amacı bu olsaydı, en
hızlı müzisyenler en iyileri sayılırdı."
Her şeyin ötesinde, sonu belirsiz tutulmuş birleşme, iki
sevgilinin arasındaki yakınlığı en yüksek düzeye çıkarır ve
bu yakınlığa süreklilik kazandırır. Hatta böylesi bir sevişme­
nin sevgilileri yakın olmaya zorladığını bile söyleyebiliriz.
Tutulmuş birleşme, yani sevişmenin zamansızlığı, bu yakın­
lık ve bütünlüğün sayesinde insanın olağan bilinç düzeyin­
den sıyrılmasına olanak tanıyarak onu gizemci "yüksekli­
ğin" deneyimine taşır.
Gizemci deneyim, erkeğin orgazm olmamasına bağlı de-

69
ğildir. Başka bir deyişle, gizemci cinsellik, yalnızca orgazm
yoksunluğu anlamına gelmez. Gizemci cinsellik, sevişmenin
zamansız bir şekilde sona ermesine neden olmadığı sürece,
sevgililerin doruğa ulaşmasını kısıtlamaz. Tam tersine, sev­
gililer, istedikleri kadar çok sayıda orgazm olabilirler. Ama
önemli olan, iki tarafın da arzuladığı bir sona varılmasıdır.
Beklenmedik, ani ve rastlantısal olan boşalmalar, çoğu kez
sevişen eşlerden birinin (hatta bazen ikisinin de) bu sona ha­
zırlıksız yakalanmasına neden olacaktır.
Genelde gebeliği önleyici bir teknik olarak yalnızca erkek­
lerce kullanılmış olsa da, tutulmuş boşalma yönteminden ka­
dınlar da kolaylıkla yararlanabilir. Sevişirken, erkeklere öz­
gü olduğu düşünülen bir şekilde tepki veren kadınlar da var­
dır. Bu kadınlar, birkaç dakika içinde orgazm olur ve bu nok­
tadan sonra cinsel birleşme rahatsız edici olmaya başlar.
Böylece sevgililer, sevişmeye en azından bir süre ara vermek
zorunda kalır.
Günümüz toplumu, kadının orgazmını cinselliğin en
önemli amacı olarak görmektedir. Kadının doruğa ulaşması,
erkeğin iyi bir sevgili olduğunun ve kadının zevk alabild�­
nin ·tartışılmaz bir işareti olmuştur! Örneğin, bazı kadınlar,
cinsel birleşme sırasında hiç boşalmazken, bazıları birkaç
kez, daha başkaları da neredeyse sınırsız sayıda orgazm olur.
Sonuçta, kadının da "erken boşalabileceği" çoğu kez gözden
kaçmıştır. Hatta birçok önemli akademik yayın, böyle bir du­
rumun var olmadığını öne sürecek kadar ileri gidebilmiştir.
Erkekler genelde kadınlardar. daha kolay bir şekilde do­
ruk noktasına ulaşırlar. Kadının da hızlı bir şekilde orgazm
olduğu durumlarda, ki bunlar hiç de az sayıda değildir, er­
kek eşiyle uyumlu bir şekilde boşalmakta güçlük çekmez.
Bu, tıp biliminin de onayladığı bir senaryodur. Kadın ve er­
keğin birlikte boşalması, ne de gurur verici bir başarı tablo-

70
su! Ancak cinsellik, sona ermesi gerektiği ölçüde, gizemci de­
neyimin yaşanmasına engel olur. Kimin daha önce geldiği
değil, sonun kaçınılmaz olması önemlidir burada. Sonuçta
tutulmuş birleşme, gizemci cinselliğin zamansızlığına olanak
tanıyan bir araç olarak, hem erkeklerin, hem de kadınların
etkili bir şekilde yararlanabileceği bir yöntemdir.
Hem, aynı anda orgazm olmak için yapılan bu yarış (ken­
dinden geçmiş, düzenli, rastlanhsal, sabırlı veya her ne şekil­
de olursa olsun), ne denli zevkli olsa da, birbirinin bedenin­
den yararlanarak yapılan karşılıklı bir mastürbasyon eylemi­
ne dönüşebilir. Bu sırada yitirilen şey ise, telaşsız bir seviş­
menin getireceği sonsuz yakınlık duygusudur.
Tabii, fazla hızlı bir şekilde boşalmak, genelde erkeklerin
yaşadığı bir sorundur. Yanlışlıkla "sınırı aşmamak" için cin­
sel heyecanın nasıl kontrol edileceğini betimleyen yöntemler
hep erkeklere yönelik hazırlanmışhr. Gizemci geleneğin ya­
zınında olduğu gibi, on dokuzuncu yüzyılın doğum kontrol
kitapları ve modem cinsel terapi de, birleşmeyi uzatmak için
hep aynı yöntemi önerir.
Orgazm olduktan sonra sevişmekten rahatsız olmayan ve
zevk almayı sürdürebilen kadınların fiziksel doruğa ulaşma­
larında hiçbir sakınca yoktur. Bazı erkekler de (özellikle genç
olanları), boşaldıktan sonra sevişmeyi sürdürüp bir kez daha
orgazm olabilirler. Sonuçta her iki taraf için de aynı ilke ge­
çerlidir: Boşalmak, kendi başına bir sorun değildir; ancak se­
vişmeyi arzulanmayan bir şekilde sona erdirdiğinde bir kı­
sıtlamaya dönüşür.

Gizemci Yazında Tutulmuş Birleşme


"Meni boşaltmadan seviş." Gizemci yazılarda en sık tek­
rarlanan öğütlerden biridir bu. Şimdi, Tantrizm, Arap gi­
zemciliği, Taoculuk, Gnostisizm ve Şövalyelik'i konu alan

71
yn:t.ından birkaç örneğe kısaca göz atalım.
Tantrik yoga konusunda dünyanın belki de bir numaralı
uzmanı sayılabilecek merhum Mircea Eliade, Techniques de
Yoga adlı kitabında şöyle yazar:

Tantrizm, ne kadar gizemciliğin metafizik bir


şekli olsa da, her şeyden önce bir yöntemdir. . . .
Her insanın içinde saklı olan büyülü güçleri
"uyandırır" ve bunlar, bir kez uyanınca, insan
bedenini gizemci bir bedene dönüştürürler. . . .
Sonu gelmeyen doğum ve ölüm zincirlerini be­
lirleyen en temel insan işlevi, insanı tanrısallaşb­
ran ve evrenle birliğe taşıyan bir araçbr cinsellik
. . . Bir bilinç durumq, gizli ve belirsiz bir dilin
erotik tanımlarıyla açıklanmaktadır. . . . Ve zev­
kin değil de fiziksel etkisinin (erkeğin orgazmı)
durdurulmasıyla ulaşılan bu erotik mutluluk,
Nirvanacı duruma geçmeyi olanaklı kılan bir de­
neyime dönüşürdü çoğu kez. Bu nedenle Tant­
rizm, her türlü çileci gelenekte günahı ve ölümü
simgeleyen bir eylemle, yani kısacası meninin
durdurulmasıyla insan bedenini dönüştürmeye
kalkışma "yeniliği"ni de içerir. . . Cinsel eylem
ve duyusal zevkin Nirvanacı mutluluğa ve du­
yuların boyunduruk albna alınmasına olanak ta­
nıyacak tek deneyim olduğu kabul edilir.

Julius Evola'nın Cinselliğin Metafiziği ne göre Arap gizem·


'

ciliğinde şöyle anlablır:

Kural, kadınla birleşme eyleminin normal bir so­


na ulaşılmayacak bir şekilde gerçekleştirilmesi-

72
dir. Yani tohum kesinlikle boşalhlmamalıdır . . . .
Arzulara direnç göstermenin ötesinde bir irade
gerekir. Arap gizemciliğinde, kadınla yaşanan
bedensel birleşmenin bütün fiziksel ve tinsel
şartları kabul edilir. Bedende uyanan duygulan
bashrmayı salık veren bir öğüt de bulunmamak­
tadır. Ama tek istisna, tohumun boşaltılmasının
kontrol edilmesi ve önlenmesi kuralıdır.

Gizemci sevişmede tutulmuş birleşmenin anlamını ve ro­


lünü kavradığımızda, Taocu yazının büyük bir bölümünün,
çiftleri uzahlmış sevişmeye yönlendiren, hatta zorlayan ve
kandıran şekillerde sunulduğunu görebiliriz. Örneğin, erke­
ğin boşalmaksızm ard arda sevişmesinin sevgililere büyülü
nimetler getireceği ve tanrılarla konuşmanın yolunu açacağı
önerilir. Bu iddialı öneriyi, çiftleri rastlanhsal doruklardan
kaçınmayı öğrenmeyi teşvik etmeye yönelik bir çaba olarak
görebiliriz. Ishihara ve Levy'nin Taocu Cinsellik çevirisinde
yazdığı gibi:

San İmparator dedi ki: "Menimi boşaltmadan


sevişmenin etkisini duymak istiyorum." Halk
Kadını şu yanıh verdi: "Eğer hareket edip boşal-
. mazsan, yaşam kuvvetin ve dayanıklılığın artar.
Ve eğer yeniden hareket edip boşalmazsan, ku­
lakların ve gözlerin keskinleşir. Eğer üçüncü kez
hareket edip boşalmazsan, bütün hastalıkların
yok olur. Eğer dördüncü kez hareket edip boşal­
mazsan, beş iç organın (karaciğer, yürek, dalak,
akciğerler ve böbrekler) temizlenir. Eğer beşinci
kez hareket edip boşalmazsan, kanın ve damar­
ların bollaşır. Eğer altıncı kez hareket edip boşal-

73
mazsan, belin ve sırhn güçlenir. Eğer yedinci kez
hareket edip boşalmazsan, kalçaların ve bacak
kasların kuvvetle dolar. Eğer sekizinci kez hare­
ket edip boşalmazsan, bedenin ışımaya başlar.
Eğer dokuzuncu kez hareket edip boşalmazsan,
ömrün uzar. Eğer onuncu kez hareket edip bo­
şalmazsan, artık tanrılarla konuşabilirsin."

Bu çeviri, }olan Chang'ın Taocu Cinsellik' inden biraz fark­


lıdır. Ve bu büyülü sonuçların vaadi, hem Çinliler'in şakacı
abarhcıhğına, hem de Taoculuk'un daha sonraları bir sağlık
mezhebine dönüşmesinin de bir örneğidir. Ama her şeyin
ötesinde, böylesi yorumlar, çiftlere ilerleyebilecekleri bir yön
göstermiştir; yolculuğun süreci, gizemci deneyimin anahta­
rıydı: tutulmuş birleşme.
Taocular, açık bir şekilde cinsel birleşmeyi onaylar ve teş­
vik ederlerdi. Ama erkeklerin "boşalmadan nüfuz etmeleri­
ni" sağlamak için çeşitli ikna edici öğüt ve hilelere (örneğin,
yanaktaki dil uyarısı) başvururlardı. Taoculuk konusunda
uzman olan Henri Maspero, Le Taoism adlı yapıhnda şöyle
yazar:

Çılgın adam, bedeninin en değerli sıvısını gem


vurulmamış zevkleri için boş yere harcar ve me­
nisinin enerjisini nasıl koruyacağını bilmez.
San İmparator, 1200 kadınla yatmış ve ölümsüz­
leşmişti; halk insanlarının ise yalnızca birer ka­
dını vardı ve bu zavallılar kendi yaşamlarını her
geçen gün tüketiyorlardı.

Taocu yazın, şu ana dek aşılamamış olan bir açıklıkla cin­


sel heyecanın nasıl kontrol edilebileceğini sözcüklere döker.

74
Kısa bir süre sonra göreceğimiz gibi, bu yöntem, modern cin­
sellik terapistlerinin önerdikleri teknikler ile neredeyse öz­
deştir.
Platonik aşk ve arkadaşlığın cinsellikten uzak olduğu sa­
nılır hep. Arthur Evans, Esrimenin Tanrısı adlı kitabında şuna
dikkat çeker: "Platon'un temel tutumu, cinselliğin, eğer de­
ğerli bir şekilde duyumsanacaksa, daha saf bir düzeye yük­
seltilmesi gerektiğiydi. Böylece sevgililer, fiziksel dünyanın
ötesine geçebilirlerdi. Platon' un düşünce dizgesinde bu saflı­
ğa ulaşmanın en iyi yolu, orgazmdan uzak durmakh."
Gnostisizm'in yazarı Benjamin Walker'a göre, Akdeniz­
Avrupa gizemci geleneğinde, "normal heteroseksüel cinsel­
likte, tutulmuş birleşme, yani boşalmadan sevişme savunu­
lurdu. Zevk almanın bu saf şeklinde, Düşüş öncesindeki
Adem ile Havva'nın yüce erotizmine ulaşmak amaçlanırdı.
Böylesi bir sevişme, tinsel bir yokuşa benzetilmekteydi."
Walker, Gnostikler'in kuvvetlendiricilik olarak adlandır­
dıkları tutulmuş birleşmeyi şöyle betimler:

Karşı cinsle yakın olunduğunda doruğa yenik


düşmemek gerekir. . . . bir erkek, bir kadınla bir­
likteyken, duyumsadığı o heyecan ile kendini sı­
nayabilir. . . . kadının içine girer, ama orgazmın
getireceği rahatlama duygusundan uzak durur
. . . Saklanan spermin erkeğin dağılan gücünü
yeniden toparladığı düşünülür. Ve bunu gerçek­
leştirmenin de en iyi yolu tutulmuş birleşmedir.

Aynı tema, Ortaçağ'ın sonraki Gnostik geleneklerinde de


önemini korumuştur. Ozanları "saf ve lekesiz" aşkı yücelten
Şövalyelik hareketi de bu geleneklerden biridir. Denis de Ro­
ugement, Batı Dünyasında Aşk adlı kitabında, bazı yazarların

75
cinsd l i kd ışı olduğuna inandığı şövalye saflığının aslında tu­
tulmuş birleşmeye karşılık geldiğini açıklamaktadır: '"Saflık'
böylece sevişmeden aşk yapmak ve gizemci mutluluğu ara­
mak anlamını almaktaydı . . . Bir anlık bir boş bulunma, ya­
şanan yüce deneyimi basit bir dölleme eylemine dönüştüre­
bilirdi."
Rougemont, Tantrizm ve Saygı adlı kitabının sonuna, Orta­
çağ ozanlarının tutulmuş birleşme yoluyla "arzunun mutlu­
luğu" içinde aşkınlığı arayışlarını gözler önüne seren bir bö­
lüm eklemiştir. "Mutluluk, kusursuz bir erotik oyuna dönü­
şür . . . Amor imperfectus (kusurlu aşk), başka bir deyişle döl­
lenmesiz zevk, 'saf' mutluluğun bir şartı olur artık."
Aydınlanma sırasında yeniden ortaya çıkan gizemci
akımlar da tutulmuş birleşmeyi önerir. Bu akımlar, Ameri­
ka'daki toplumsal reform hareketiyle ittifak etmişlerdir. On
dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında, tutul­
muş birleşme, gebelik önleyici bir teknik olarak benimsen­
miş ve kadınların cinsel ve politik eşitliğinin bir simgesi ol­
muştur. Tutulmuş birleşme; karezza, diyanizm ve serafik
öpüşme gibi değişik adlatla anılmışhr. Erkeğin kendine ha­
kim olmasını temel alan cinsel terapi yöntemleri, bu dönem­
de insan cinselliğine ilişkin yazılmış olan tıbbi ve yantıbbi
yazılardan türemiştir.
Cinsellik araştırmacısı R.L. Dickinson'ın 1 931'de basılan
Gebeligi Kontrol Etme adlı çalışması, cinsel-terapi-öncesi yazı­
nına iyi bir örnektir. Şekil 2, bu kitaptan alınmıştır. Bu çizel­
ge, dört olası cinsel senaryoda hem kadının, hem de erkeğin
cinsel heyecanını grafiklerle anlatmaktadır: "Ortalama nor­
mal birleşme, Kadın Orgazm Olmadan Çabuk Boşalma, Geri
Çekme (Coitus lnterruptus) ve Tu�ulmuş Birleşme (Coitus Re­
servatus)."

76
15

� �···
Hnta+;on
S
. .. . .
sm

far
. ....

ınt�rru
•••a

. .

. . ....

·.

...

...

•••

Şekil 2

77
Tutulmuş Birleşmeye İlişkin Yanlış Anlamalar
Gizemci yazın, tarih boyunca tutulmuş birleşmeyi açık ve
anlaşılır bir şekilde anlatmış ve önermiştir. Fakat yüzyılımı­
zın başından beri, cinsellikbilim alanında çalışan bazı tanın­
mış çevirmen ve yazarlar, tutulmuş birleşmeyi ne yazık ki
hatalı bir şekilde açıklamıştır. En tanınmış biliminsanlarımız
bile, yakın zamana değin kültürümüzün genel cinsel bilgisiz­
liği ve saflığından sıyrılamamıştır. Yüzyılın başında dünya­
nın en önde gelen cinsellikbilimcisi olan Havelock Ellis'in bi­
yografisinden, onun yaşamı boyunca erken boşalma soru­
nundan kurtulamadığını biliyoruz. Ve Hollandalı jinekolog
Theodoor van de Veldt, 1926'da kaleme aldığı ve dünyada şu
ana dek en çok satan cinsellik kılavuzu olan İdeal Evlilik' te
şöyle yazar:

Sevişmeyi uzatmaya kalkışmak, bazı suiistimal


ve aşırılıklara yol açabilir. . . . Bunu alışkanlık
haline getirmenin sayısız zararı vardır . . . . ve Ba­
tılı beyaz ırkın erkekleri için böyle bir şey kesin­
likle söz konusu değildir. . . . Fizyolojik açıdan
gerçek bir suiistimal sayılabilir bu. . . . Bu neden­
le sizi Karezza'ya (tutulmuş birleşme) karşı uyar­
ma gereksinimi duyuyorum.

Bu yazarlar, birçok açıdan oldukça duyarlı, düşünceli, bil­


gili ve yenilikçi insanlardı. Ama Batı toplumunun cinsel bi­
linçsizliği nedeniyle yetişkinlerin büyük bir bölümü, istenil­
diği kadar uzatılacak bir sevişmeyi olası bile görmüyordu.
Dickinson, 1931 yılında 362 erkek üzerinde gerçekleştirdiği
bir araştırmada, bu erkeklerin yüzde 1 2'sinin vajinaya gir­
dikten hemen sonra, yüzde 28'inin üç dakika içinde, diğer bir
yüzde 33'ünün de beş veya on dakika arasında boşaldığını

78
bulmuştu. Ve daha da önemlisi, erkeklerin yalnızca yüzde
3'ü, heyecanını yeterli bir şekilde kontrol edebildiğini ve is­
tediği zaman doruğa ulaşabildiğini söylüyordu. Alfred Kin­
sey'in Erkeğin Cinsel Davranışı adlı 1 948 bildirisi daha da ün­
lüdür. Bu çalışma şu gerçekleri gözler önüne serer:

Düşük eğitim düzeylerinde, jenital birleşme son­


rası erkeğin olabildiğince kısa bir sürede orgaz­
ma ulaşmaya çalışması olağandır. Daha yüksek
düzeylerdeki erkeklerin ise orgazmı geciktirme­
ye çabaladığını görüyoruz. Erkeklerin belki de
dörtte üçü, cinsel ilişkinin başlamasından sonra­
ki iki dakika içinde orgazm olmakta ve bunların
önemsiz sayılamayacak bir bölümü de eşinin
cinsel organına girdikten on veya yirmi saniye
sonra boşalmaktadır.

Tutulmuş birleşmeye yönelik bu talihsiz yaklaşım, yalnız­


ca bilimsel çalışmalarla sınırlı olmanın ötesinde, Bah'nın kül­
türel bilinçliliğinin de temel bir parçasıydı. D.H. Lawrence,
1928'de yazdığı ünlü klasiği Leydi Chatterly'niri Aşığı'nda
şunları anlatır:

Connie, erkek kendi işini bitirmeden önce doru­


ğuna ulaşamıyordu bir türlü. Erkek, küçük bir
oğlan çocuğununkini andıran çıplaklığı ve yu­
muşaklığı ile, onda şiddetli bir arzu uyandırı­
yordu. Erkeğin işi bittiğinde, Connie'nin devam
etmesi gerekiyordu. Kalçaları, kahraman bir şe­
kilde dikliğini koruyan erkeğin bedeninin üze­
rinde vahşice hareket ediyordu. Erkek tüm var­
lığını ona sunarken, Connie de, küçük garip çığ-

79
lıklarla kendi doruğuna ulaşıyordu.
Erkek, Connie'nin içinden çıkarken, acı, hatta
neredeyse alaycı bir ses tonuyla konuşmaya baş­
ladı:
"Bir erkekle aynı anda gelemezsin hiç, değil mi?
Gösteriyi hep senin yönetmen gerekiyor!"
Bu küçük konuşma, o anda, Connie'nin yaşamı­
nın en büyük şoklarından biri oldu. Halbuki er­
keğin bedenini Connie'ye teslim etmek dışında
bir seçeneği yoktu.
"Ne demek istiyorsun?" dedi Connie. . . .
Sözcüklerin ötesinde bir mutluluk ve sevgiyle
kıvrandığı sırada erkeğin sergilemiş olduğu bu
acımasızlık Connie'yi şaşkına çevirmişti. Hem,
bu erkek de, diğer bütün modem erkekler gibi,
işini neredeyse başlamadan önce bitirmemiş
miydi? Ve bu da kadını dizginleri ele almaya
mecbur bırakıyordu. . . .
Sevişmek ile bir içki kokteyli: İkisi de yaklaşık
aynı sürede bitiyor, aynı etkiyi gösteriyor ve
yaklaşık aynı şeye karşılık geliyordu.

1 960'lann cinsel bilinçlilik devriminden önce çalışmış


olan yazarlarla çevirmenler, sonu olmayan cinselliği gerçek­
çi bir olasılık olarak görmemişlerdir. 1965'te bile, tanınmış
psikiyatrist ve yazar Alexander Lowen, Sevgi ve Orgazm adlı
kitabında şu uyarıda bulunmuştur: "Heyecanı arttırmak için
sevişmeyi uzatmaya çalışmanın da kendine özgü tehlikeleri
vardır."
Evola ve Rougemont gibi yazarlar, cinsel gizemciliğin aş­
kınlığı hakkında etkileyici (hatta olağanüstü) kitaplar yaza­
biliyorlardı; ama bu yazarlar bile, tutulmuş birleşmeyi pek

80
ciddiye almamışlardır. Evola, Cinselliğin Metafiz iği nde açık
'

bir şekilde "meni boşalmasının durdurulmasının bilinci de­


ğiştirdiğini" belirtse de, birkaç satır sonra şunları yazmakta­
dır: "Hindu Tantrik yazılarıyla Çinli Taocu kitaplara ihtiyat­
la yaklaşılmalıdır. . . . Erotik uyanmlardan kendini tamamıy­
la dışlamadan ve sevişmeyi yavan bir yetenek gösterisine dö­
nüştürmeden, bir erkeğin böyle bir şeyi başarması pek de
olası görünmemektedir. . ." Evola'nın verdiği mesaj şudur:
Bütün bunlar kağıt üzerinde güzel duruyor; ama bir erkeğin
sevişmeyi istediği gibi uzatması aslında mümkün değildir.
Hatta Evola'nın kitabında, başlığı "Tantrik Cinsel Kılgılar ve
Bunların Tehlikeleri" olan bir bölüm bile vardır.
Rougemont, tutulmuş birleşmeden, "anlaşılması güç psi­
ko-fizyolojik bir teknik" ve "kahramanca bir çaba" olarak söz
etmektedir. Ve modern akademik yazarların çoğunun, gi­
zemciliğin cinsel yönleri üzerine yorum yaparken, gizemci
yazıların tuhaf, merak uyandırıcı ya da tutarsız bir "cinsel
baskı ve şehvet aşırılığı" karışımı önerdiğini düşündüğü or­
taya çıkar. İncil Ansiklopedisi' nin Gnostisizm' e ilişkin makale­
sinde, "çileciliğin bazen vahşi bir sefahate dönüştüğü" bir
cinsel yaklaşımdan söz edilir. Herrlee Creel, Taoculuk üzeri­
ne yazarken, "aşırı serbestliği ilginç bir şekilde yasaklarla
birleştiren bir cinsellikten" bahseder. Fakat bu aslında bir ka­
rışım değildi; gizemci yazının açık bir şekilde savunduğu ve
önerdiği şey tutulmuş birleşmeydi: erkeğin rastlantısal bo­
şalmasıyla kesilmeyen (bu yanlış bir şekilde çilecilik/yasak­
çılık diye adlandırılmıştır) uzun süreli sevişme (bu da aşırı
serbestlik/ sefahat olarak eleştirilmiştir).

Sevişmenin En Doğal Yolu: Tutulmuş Birleşme


Michigan Üniversitesi Tıp Okulu'nda ders verdiğim yıl­
larda ve değişik ülkelerde katıldığım profesyonel konferans-

81
!arda, en iyi e�itimi almış doktorların ve cinsel sağlık pratis­
yenlerinin bile, kişinin cinsel heyecanını kontrol edebileceği
ve sevişmenin süresini arzuladığı kadar uzatabileceği dü­
şüncesine kuşkuyla baktıklarına şahit olmuştum. Tutulmuş
birleşmeye ilişkin bu yanlış anlamalar, bir bakıma, cinsellik
hakkındaki daha büyük bir kültürel söylenden kaynaklan­
maktaydı: Bu yaygın inanışa göre, eğer insanın bedeni ken­
diliğinden hareket etme ve sevişmenin parçası olan yoğun
duygulan yaşama olanağı bulursa, o insan (özellikle de er­
kek) ister istemez doruğa ulaşacaktır. Başka bir deyişle, or­
gazmlı bir sona ulaşmak, süresiz bir şekilde sevişmekten da­
ha kolay ve doğaldır. Böylece, tutulmuş birleşme, sevgililerin
sevişmelerini uzatmak için bu doğal güce karşı verdikleri
amansız bir mücadeleye dqnüşüyordu.
Cinsel doruğa ulaşmanın ulaşmamaktan daha kolay ve
doğal olduğu imgesinin temelinde toplumumuzun en etkili
dinsel ve tıbbi kuramlarından bazıları yatmaktadır. Ancak
bu söylenleri inceleyerek ve çözümleyerek, onların aslında
pek de anlamlı olmadıklarını gözler önüne serebiliriz.
Bunların ilki, cinselliğin tek amacının üremek olduğunu
öne süren Hıristiyan düşüncesidir. Hıristiyanlık'ın ülküsel
cinsel birleşme eylemi, rahmin hızlı ve heyecansız bir şekilde
döllenmesinden ibarettir. Aziz Augustin'in sözleriyle:

Bedenin cinsel parçalan da, tüm diğer parçalar


gibi, iradenin komutuyla hareket ederler. Arzu­
nun kışkırtıcı dürtülerinden uzak duran erkek,
sakin bir zihinle kansının bacakları arasına girer.
Bedenin masumiyeti bozulmamıştır . . . . Çünkü
tutkunun vahşi sıcaklığının etkilenmeyen bede­
nin bu parçaları, belirli bir amaca hizmet etmek­
tedir o anda.

82
Bundan başka bir nedenle yaşanan cinselliğin doğaya ay­
kın olduğu kabul ediliyordu. Çabuk boşalmak sevişmenin
tek doğal yoluydu. Bu nedenle mastürbasyon tecavüzden
daha ağır bir suçtu; çünkü tecavüze uğrayan kadının en azın­
dan hamile kalma olasılığı vardı.
Hıristiyanlık'ın cinselliğe bakışı, cinselliğin tek gerçek
zevkinin orgazm olduğunu savunan Freud'un yaklaşımı an­
dınr; insan, doğanın "zevk ilkesi" ile uyum içinde olmak için
bir an önce doruğa ulaşmak zorunda hisseder kendini. Phil­
lip Reiff, Freud: Törecinin Zihni adlı kitabında, Freud'un cin­
sellik imgesinin temelde aşağılayıa ve kirli olduğunu ortaya
koymuştur. Freud, cinsel gerginliği sıkışmış bir insanın işe­
me isteğine benzetir:

Freud, Cinsellik Üzerine Üç Makale'sinin üçüncü­


sünde, bir tür gerginlik olduğu için, cinsel heye­
canın "zevk vermeyen bir duygu olarak sayıl­
ması" gerektiğini vurgulamışhr: Yalnızca ger­
ginliğin sona ermesinin gerçek bir zevk olduğu­
nu kab�l eder. Karşılıklı okşamalar, orgazmın
habercisi oldukları için sevgililere başta hoş ge­
lebilir. Ama "ön sevişme" uzadığı takdirde ra­
hatsız edici olmaya başlar.

Freud, orgazmı basınç alhndaki buharın serbest kalışına


benzetir. ·Başka cinsellik araşhrmacıları da Freud'un bu hid­
rolik modelini benimserler. Kinsey, yazılarında ve çizelgele­
rinde orgazma "çıkış" (outlet) adını vermiştir. Masters ve
Johnson ise, orgazmı "menisel yoğunluğun ani düşüşü" ola­
rak betimlerler.
Fakat Freud'un cinselliği uzatmanın zevk ilkesi dediği �e­
ye aykırı olduğu iddiası gerçekleri yansıtıtı.amaktadır. Or-

83
gazmdan lince yaşanan duyguların da sevişenlere zevk ver­
diği açıktır ve bu zevk, yarıda kesilmediği takdirde, sevişen
çifti gizemci deneyime taşıyabilir. Sevişme sona erdiğinde,
deneyim, yakınlık ve zevk de sona erer; bu nedenle, eğer Fre­
ud'un kendi mantığını kullanırsak, sevişmenin sona ermesi
zevk ilkesine ters düşmektedir. Bu durumda, sevişmeyi sür­
dürmek, sona erdirmekten daha kolay ve doğal görünmekte­
dir.
Tabii bu arada, uzatılan sevişmenin yalnızca zevki uzattı­
ğı için iyi olduğu düşüncesine temkinli yaklaşmalıyız. Böyle
bir tutum, Evola'nın da belirttiği gibi, "cinsel zevki ruhun
acılarını dindirecek bir uyuşturucu olarak görmeyi" teşvik
edecektir.
Kinsey, anketine katıl�n erkeklerin dörtte üçünün iki da-.
kika içinde doruğa ulaştığını ortaya çıkardıktan sonra, bir
dipnotla bu erkeklerden özür dilemiş ve böylesi hızlı bir cin­
sel tepkinin insanlığın evrimsel gelişiminin doğal bir sonucu
olduğunu belirtmekten geri kalmamıştır. Ancak hızlı bir bo­
şalmanın doğurganlık açısından evrimsel bir avantaj oldu­
ğunu öne sürmek, yamyamlığın da beslenmemiz için evrim­
sel bir araç olduğunu iddia etmek kadar abartılı ve gerçekdı­
şıdır. Hatta. tam tersine, telaşsız bir şekilde sevişmenin ev­
rimsel bir avantajı olduğunu söyleyebiliriz: Bir mağara kadı­
nı bile, sevişmekten anlayan bir Neandertal erkeğiyle birlik­
te olmayı yeğleyecektir! Doğaya en iyi uyum sağlayabilenle­
rin hayatta kalabileceğini ortaya koyan evrimci mantığa gö­
re, binlerce yıllık insan gelişiminde sevişmeyi uzatabilen er­
keklerin soylarını devam ettirmiş olması daha olası gözük­
mektedir.
Psikiyatrist ve cinsel terapist Helen Singer Kaplan bile, er­
ken boşalmanın en dikkat çekici özelliğinin ''boşalma reflek­
sinin istençli bir şekilde kontrol edilememesi" olduğunu öne

84
sürmüştür. Bu, yalnızca bir tutarsız bir anlahm (refleks, ta­
nım gereği, istençdışı olan bir tepkidir) olmakla kalmayıp,
Aziz Augustin'in bedenin cinsel parçalarının "iradenin ko­
mutuyla hareket etmesi" gerektiği öğüdünü de bir anlamda
yinelemektedir. Böylece, kontrol edilmediği takdirde seviş­
menin otomatik ve istençdışı bir orgazmla son bulacağı söy­
lenine geri dönmüş oluyoruz.
Erkeklerin cinsel terapi "teknikleri" ile boşalma refleksle­
rini kontrol etmeleri gerektiği iddiasının tamamıyla düzme­
ce olduğunu biraz sonra göreceğiz. Erkeklerin yüzde 98'inin
(kronik olarak erken boşalanların bile) sevişmeyi süresiz ola­
rak uzatabilmeyi öğrenebilmelerinin gerçek nedeni, tutul­
muş birleşmenin aceleyle bitirilmiş cinsellikten çok daha ko­
lay ve doğal bir sevişme yolu olmasıdır.
Gizemci yazına göre, gizemci cinselliğin, zamansız olma­
nın yanında iki ana niteliği daha vardır: kendiliğindenlik ve
zihinsel yoğunlaşma. Kısacası, eğer duygularımızın dolaysız
algılanması üzerine yoğunlaşırken bedenimizin serbestçe ha­
reket etmesine olanak tanırsak, tutulmuş birleşme tamamıy­
la doğal bir şekilde gerçekleşecektir. Ya da tam tersine, nasıl
sevişmemiz gerektiğini tanımlayan kavramsal bir düşünceye
uygun bir şekilde hareket etmeye kalkışırsak, ani bir cinsel
doruk kaçınılmaz olacaktır. Erken boşalmayı tedavi etmek
ve tutulmuş birleşmenin sonsuzluğuna ulaşmak için, arzu­
lanmayan o doruğa neden olan eylemlere son vermemiz ge­
rekir. Şimdi bu basit ve neredeyse her zaman başarılı olan
yönteme bir göz atalım.

Tutulmuş Birleşme Nasıl Yaşanır?


Sevgilileri sonu olmayan bir sevişmeye taşıyan davranış­
.
ların belirli bir formülü yoktur. Tutulmuş birleşme, gizemci
cinselliğin zamansızlık boyutuna karşılık gelmektedir. Zihin-

85
sel yo�unlaşma ve davranışsal kendiliğindenlik konularını
daha sonraki iki bölümde ele alacağız. Ama yine de, sevgili­
lerin cinsel yakınlığın istedikleri ölçüde sürmesini sağlaya­
bilmeleri, gizemci cinselliğin ilk gereklerinden biridir.
Bazı erkekler sevişmeyi istediği kadar uzatabilir ve bazı
erkekler de bunu yapamaz. Şimdi tutulmuş sevişmenin nasıl
öğrenilebileceğini ele alacağız.
Zamansız bir şekilde sevişebilme becerisini öğrenmek, as­
lında son derece basit bir sürece dayanır. Yalnızca bir ana ko­
muta uymamız gerekmektedir. Bu temel cinsel reçeteye gö­
re, düşük bir uyarım ve heyecan düzeyinde sevişmeli, aşırı
heyecanlandığımızda durmalı ya da yavaşlamalı ve sakinleş­
.tikten sonra yeniden sevişmeye başlamalıyız. Yalnızca bu
yaklaşımı izlesek bile, eninde sonunda cinsel heyecanımızı
arttırıp azaltma becerisini kazanarak istemeden doruğa ulaş­
tığımız o noktadan uzak durmayı öğrenebiliriz. Böylece sev­
gililer, cinsel birleşmeyi arzuladıkları kadar uzatabilir ve ya­
şadıkları sonsuz yakınlığın tadını çıkartabilirler.
Bu "plan"a farklı dönem ve kültürlerden kalma belgeler­
de rastlayabiliriz: eski Çin'in Taoculuk'unda, on dokuzuncu
yüzyıl Amerika'sının toplumsal reform hareketinde ve mo­
dern cinsel terapide. Bu farklı yazıları karşılaştırırsak, tutul­
muş birleşmenin amacının her grup için farklı olmasına kar­
şın, betimlenen komutların temelde özdeş olduğunu görebi­
liriz. Tutulmuş birleşme, cinsellik terapisi için psikiyatrik bo­
zuklukları tedavi etmeye yönelik bir araç; Amerika'daki top­
lumsal reform hareketi için erkekle kadın arasında toplumsal
bir çekim yaratan ve gebeliği önleme amacıyla kullanılan bir
yöntem; Taoculuk ve diğer gizemci gelenekler için ise gizem­
ci cinselliğin ve dolayısıyla gizemci deneyimin kapılarını
aralayan bir anahtardır.
Jolan Chang, Sevginin ve Cinselliğin Tao'su adlı kitabında
86
bu planın ikinci yüzyıl Taocu uyarlamasını Çevirmiştir:

Yeni başlayanın aşın derecede heyecana kapıl­


maması ve arzularına yenik düşmemesi gerekir
. . . Başta, üç hafif ve bir derin nüfuz yöntemini
denemelidir . . . ve bu nüfuz etme setlerini sek­
sen bir kez tekrarlamalıdır. . . . Eğer heyecanlan­
dığını hissederse, nüfuz etme eylemine hemen
son vermeli ve sakinleşene kadar beklemelidir.
Sonra yeniden nüfuz etmeye başlamalıdır. . . .
aynı üç hafif ve bir derin yöntemiyle. . . . Sonun­
da dokuz hafif ve bir derin nüfuzu deneyebilir.
Boşalmayı kontrol etmeyi öğrenirken sabırsız ol­
maktan kaçınılmalıdır. . . . Önemli olan, fazla he­
yecanlanıldığında geri çekilmek gerektiğini
anımsamakhr. . . . Erken geri çekilmek, geç kal­
mış olmaktan her zaman daha iyidir.

On dokuzuncu yüzyılda yaşamış olan Amerikalı John


Humphrey Noyes, Erkeğin Ölçülülüğü adlı eserinde, erkeğin
orgazm olmadan az önce durarak da sevişmenin zevkine va­
rabileceğini öğütlemiştir.

Cinsel birleşme eyleminin çözümlemesiyle başlı­


yoruz. Bu eylemin bir başlangıcı, bir ortası ve bir
sonu vardır. Başlangıçta erkek organı hareketsiz
bir şekilde kadının içindedir. Bunu daha sonra
bir dizi karşılıklı hareket izler. Bu hareketler, bir
süre sonra sinirsel bir tepkiyle, yani tohumun dı­
şarı atılmasına neden olan boşalma kriziyle son
bulur. Biz, boşalma anına dek devam eden bu
sürecin istençli olduğunda ısrar ediyoruz. Seviş-

87
me ey lemi, tamamıyla insan bilincinin kontro­
lü ndedir ve istenildiği :zaman durdurulabilir. Başka
bir deyişle, kadının içine giriş ve bunu izleyen
hareketler, isteğe göre sürdürülebilir ya da dur­
durulabilir. Tek otomatik olan ve kontrol edile­
meyen an, sonda yaşanan boşalma krizidir. . . .
Farz edin ki, erkek . . . . kadının içine girerek ha­
reket etmeye, ama·boşalmadan az önce durmaya
karar verdi. . . . Gücünün ve sınırfannın farkında
olan bir erkek, orgazm krizine yaklaşmamalıdır
bile . . . . Bunun mümkün, hatta kolay olduğunu
biliyorum . . . .
Bu durum, üzerinde bir şelale bulunan bir ırma­
ğa benzetilebilir. Becerikli kayıkçı, durgun sular­
da kalmayı ya da şelaleye doğru yönelmeyi seçe­
bilir. Ancak şelaleye fazla yaklaşırsa teknenin
üzerindeki kontrolünü tamamıyla yitirebilir.
Eğer şelaleyi aşmayı amaçlamıyorsa, deneyimle­
ri, ona ırmağın durgun sulannda kalmayı öğre­
tecektir.

Günümüz psikiyatristlerinden Helen Kaplan, Yeni Cinsel­


lik Terapisi adlı kitabında yirminci yüzyılın standart hbbi
yaklaşımını betimler:

Hastaya uyarılmış penisinden aldığı erotik du­


yumlar üzerine tüm dikkatini odaklaması söyle­
nir. . . Nüfuz etme, orgazm öncesi duyum dü­
.

zeyine ulaşıldığında durur. Bu noktada penis,


duyum yok olana dek vajinanın içinde hareket­
siz bir şekilde bekler. Daha sonra nüfuz etme ey­
lemi yeniden başlar.
Zamanın meydanın okumasına dayanmış bu teknik o
denli basit bir yapıya sahiptir ki, bunu bir teknik olarak ad­
landırmak bile hayli güçtür. Bu yöntemin temel öğüdü, bize
heyecanımızı doğrudan kontrol etme yeteneğini öğretmek
yerine, bu yeteneğimizi ortaya çıkarıp geliştirebilmemiz için
sevişmenin yeterince sürmesine olanak tanır.
Sevişmeyi "doğal" olarak uzatabilen erkeklerle yapılan
konuşmalar, bu erkeklerin gençlik yıllarında bu tekniği sez­
gisel bir şekilde kullanmış olduklarını gözler önüne sermiş­
tir. Bu gerçek, kontrol etmeyi öğrenme sürecinin doğal ve
kendiliğinden bir şekilde de gelişebileceğinin en açık kanıh-
·

dır.
Psikoterapist Martha Stein, fahişelik üzerine yaptığı bir
araştırmada, fahişelere giden erkeklerin yüksek bir yüzdesi­
nin bunu erken boşalma sorunundan kurtulmak için yaptığı­
nı ortaya çıkarmıştır. Cinsel yönden deneyimli bu kadınlar,
bu erkeklere biraz önce betimlediğimiz başla-dur yöntemini
kullanarak yardımcı olmuşlardır.
Temel plan, kendi hastalarıma da betimlediğim şekliyle,
şu komutlara dayanır:

+ Tek başınıza ya da eşinizle birlikte, istediğiniz şeyi yap­


makla başlayabilirsiniz (ön sevişme, cinsel birleşme ya da
kendini uyarma olabilir). Ama HAREKETLERİ NİZİN YA­
VAŞ OLMASINA DİKKAT EDİ N. Yavaşça soluk alıp verin.
Yavaşça öpüşün. Cinsel deneyimi öylesine yavaşça yaşayın
ki, deneyimin sonuna yaklaşmanız söz konusu bile olmasın.
+ Kontrolünüzü yitirmemek için gerektiğinde durun. Do­
ruğa yaklaştığınızı duyumsadığınızda, yaphğınız hareketi
yavaşlatın ya da durdurun. (Önemli olan, son anda durmak
değil, orgazma ulaşmadan olabildiğince önce durabilmek­
tir.)

M9
• Yavaşladı�ınızda veya durdurduğunuzda, derin soluk­
lar alın, gevşeyin ve sakinleşene dek bekleyin. Tamamıyla
gevşediğinizden emin olana dek bekleyin. İ lk denemeleriniz­
de, zamanınızın çoğunu hareketsiz bir şekilde yatarak geçir­
mek zorunda kalabilirsiniz.
• Rahatlayıp gevşediğinizde, yavaş olmaya daha fazla
özen göstererek, yaptığınız harekete yeniden başlayın. Du­
yumsadığınınız heyecanın tamamıyla kontrolünüz alhnda
olduğundan eminseniz, hızınızı kademeli olarak arthrabilir­
siniz. Hareketi ya da uyarımı, kontrolünüzü yitirmemeye
dikkat ederek, yavaşça arthrın. Eğer yeniden çok fazla heye­
canlandığınızı hissederseniz, tereddüt etmeden durun.
• Gerektiğinde durup yeniden başlamayı sürdürün. Hiç
durmanızı gerektirmeyecek bir hız yakalamaya çalışın; ama
dönüşü olmayan bir noktaya yaklaştığınızı hissettiğiniz anda
durmaktan kaçınmayın.
• Bu planı sabırlı ve ısrarlı bir şekilde uygulayın. Giderek
daha fazla deneyim kazandığınızı hissedeceksiniz. Bu çalış­
mayı, altı hafta boyunca, haftada üç ve beş gün arasında,
günde yaklaşık yarım saat kadar, tek başınıza ya da eşinizle
birlikte (ön sevişme ya da birleşme sırasında) uygulayın. Bir­
çok erkek, çok daha kısa sürede kendini kontrol etmeyi öğre­
necektir,

Şekil 3, Temel Plan'ı özetlemektedir. Bu plan, George Mil­


ler ve meslektaşlarının Davranış Yapısında Planlar adındaki
çalışmalarında önerdikleri "dene-sürdür-dene-çık" modeli
temel alınarak oluşturulmuştur.
Tutulmuş birleşmeyi uygulamayı öğrenen erkek ve ka­
dınların aklını karıştıran üç önemli konu vardır. En iyi niyet­
li psikolog ve yazarların bile çoğu zaman gözden kaçırdıkla­
rı bu üç konu şunlardır: (1) Cinsel bir deneyim yaşadığımız

90
sürece, hangi cinsel davranışı sergilediğimizin hiçbir önemi
yoktur; (2) doruğa ulaşmadan çok önce (son anda değil) ya­
vaşlamalı veya durmalıyız; (3) doruğumuzu doğrudan kont­
rol etmeyi değil, ama doruğun istençdışı bir şekilde gerçek­
leşeceği noktaya ulaşmamak için heyecan düzeyimizi kont­
rol etmeyi öğreniriz. Şimdi bu üç noktayı daha ayrıntılı bir
şekilde ele alalım.

ÇOK FAZLA MI

EVET HA IR
Biraz heyecanlandım Rahatım ve her şey
ve giderek daha fazla kontrolüm altında.
heyecanlanıyorum.

DUR DEVAM ET
ya da yavaşla. Sakin­ Ama çok fazla heye­
leşene dek bekle. canlanmamaya özen
göster.

Şekil 3

Her Şey Uyar


Dediğimiz gibi, tutulmuş birleşmeyi öğrenirken hangi
cinsel davranışı sergilediğimizin hiçbir önemi yoktur. Bu cin­
sel davranış; ön sevişme, hirleşme ya da kendini uyarma ola­
.bilir. Hem, cinselliğin bir başlangıcı, ortası ve sonu olduğu
düşüncesinden uzak durmanın bize oldukça yardımı doku­
nabilir.

91
Bütün cinsel deneyimleri, yeniden şartlanma ya da yeni­
den öğrenme fırsatları olarak görebiliriz. Gerçekten de, her
cinsel deneyim, o ya da bu şekilde cinsel yaşamımızın gele­
ceğini etkiler. Örneğin, bir erkek bir an önce orgazm olmayı
hedefleyerek acele ile mastürbasyon yaparsa, bu yaklaşım, o
erkeğin daha sonra sevgilisiyle sevişirken daha hızlı uyarıl­
masına neden olacaktır. Aynı nedenden dolayı, çoğu erkeğin
düşündüğünün aksine, ön sevişme ne kadar uzun tutulursa,
cinsel birleşme de o denli uzayacaktır.
Günümüzün en tanınmış cinsel psikoloji kitaplarından
bazıları, sayısız adımdan oluşan ve tamamlanması haftalar,
hatta aylar sürebilen cinsel yeniden şartlanma dizileri öner­
mektedir. Kendini kontrol etmeyi öğrenmek isteyen erkek,
daha kolay olan ya da daha az _endişe uyandıran cinsel dav­
ranışlarla başlayarak, cinsel birleşmeye doğru adım adım
ilerler (sanki cinsel birleşme, en "zor" cinsel eylemmiş gibi).
Bu çalışma dizisi, genelde eşlerin birbirine cinsel olmayan
beden masajı yapmasıyla başlar: Masters ve Johnson bunu
"duyusal odaklanma" olarak adlandınr; Hartman ve Fithian
ise buna "okşama" çalışması adını verir. Eşler, yeniden bir
araya geldiklerinde, cinsel bir masaja geçerler; ama herhangi
bir yağ kullanmazlar. Bir sonraki seferdeyse, çifte, alerjik ol­
mayan bir yağ kullanarak masaj yapmaları öğütlenir. Sevgi­
liler, daha sonra başka bazı ara aşamaları daha tamamlaya­
rak, cinsel birleşmeye doğru ilerlerler. İlk cinsel birleşmede
kadın üstte olmalıdır; çünkü bunun daha az stresli olduğu
varsayılır!
Hartman ve Fithian, Cinsel Bozukluğun Tedavisi adlı kitap­
larında, sevgililere tedavi sürecine birbirlerinin ayaklarına
masaj yaparak başlamalarını önermişlerdir.

Erken boşalma ve aceleci bir ayak okşaması ara-

92
sında artı bir korelasyon gözlemliyoruz . . . YA­
VAŞ-YAVAŞ-YAVAŞ, yapmamız gereken ana
önerilerden biri. . . . Eğer okşama size iyi geliyor­
sa, hiç acele etmeyin . . . . Ayak Okşaması'nı ta­
mamlamak genelde yaklaşık bir veya bir buçuk
saat sürebilir. . . . Eşlerden birinin veya ikisinin
bu aşamada zorlanması, özellikle birbirine do­
kunmanın aylarca veya yıllarca tabu olduğu du­
rumlarda, doğal karşılanmalıdır.
'

Ayak masajına veya başka herhangi bir ön sevişme şekli­


ne karşı değilim. Hatta, sevgilileri cinsel birleşmeye ve/ya
bir doruğa yönlendirsinler ya da yönlendirmesinler, bunla­
rın hepsini size şiddetle öneririm. Ama erkeğin sevişmeye bu
cinsel posizyon ve davranışlarla başlaması, bunlardan kaçın­
ması veya bunlara doğru ilerlemesi zorunlu değildir. Tek
önemli şart, sevgililerin cinsel bağlamın içinde kalmalarıdır.
Bununla birlikte, aşırı derecede tanımlanmış cinsellik ko­
mutları, öğrenme sürecini oldukça hantallaştırır. Erkek, yere
işaretlenmiş ayak izlerine basarak dans etmeyi öğrenmeyi
çalışan bir aceminin durumuna düşebilir. Terapist Bemie
Zilbergeld, diğer yönlerden oldukça başarılı olan Erkek Cin­
selliği adlı kitabında, bir diktatör edasıyla okuyucularının nu­
maralı çalışmaları uygulamasını beklemektedir:

Çalışmaları, sunuldukları sıraya göre uygulayın


. . . Eğer bir sonraki çalışma çok sorun çıkarırsa
ve durumunuz birkaç denemeden sonra bile dü­
zelmezse, kendinizi daha rahat hissedene dek
bir önceki çalışmaya geçin . . . . ÇALIŞMA 1 5-1:
MASTÜ RBASYONA BAŞLA-DUR. Birinci Adım:
Kuru bir el ile (herhangi bir kayganlaştırıcı mad-

93
de kullanılmayacak) . . . . ÇALIŞMA 15-2: BAZI
KÜÇÜK DEG İŞİKLİKLERLE MASTÜRBAS­
YON YAPMAK. . . . Çoğu erkek . . . eşiyle seviş­
meye geçmek ister; ama önce bu dizideki son ça­
lışmayı (15-5) da tamamlamaları gerekir. . . . 15.
Bölüm'deki çalışmalarda ustalaşmış olmanız
son derece önemlidir. . . . ÇALIŞMA 1 6-3: PENİS
HAREKETSİZ BİR ŞEKİLDE VAJİNANIN İÇİN­
DE . . . . ÇALIŞMA 1 6-5: BİRLEŞME İÇİN DEG İ­
ŞİK POZİSYONLAR KULLANMAK. . . .

Öğrenme eylemini birbirini izleyen aşamalara bölme eği­


limi, 1950'lerde ve 1960'larda son derece gözde olan davranış
terapisinin bize bırakhğı bilimsel bir mirastır. Davranış tera­
pisinin içinde özel bir alan olan cinsellik terapisi, zamanla o
denli gelişmiş ve önem kazanmıştır ki, 1 970'lerin başlarında
bağımsız bir araşhrma alanına dönüşmüştür. Davranış tera­
pisinin araşhrma yöntemlerinden uzaklaşan cinsellik tera­
pistleri, duyumsuzlaştırmaya yönelik sıradüzensel bir yakla­
şım sergilemenin gereksiz olduğunu gözler önüne seren bir
yığın araşhrma ile de bağlanhlannı yitirmişlerdir. Dizgesel
duyumsuzlaşhrmanın doğumu, yaşamı ve ölümü, geçerli bir
kuram olarak, aslında 1970'lerin başlarında bile oldukça ay­
rınhlı bir şekilde betimlenmişti. Ama cinsellik terapisi, biraz
da bilinçdışı bir şekilde, tedavi komutlarını tasarlama aşama­
sında, davranış terapisinin hastayı "adım adım" mutlu sona
taşıyan basit ve ilkel yaklaşımından bir türlü sıyrılamamışhr.
Bu bcişinançtan etkilenerek yazdığım kendi kitapçığım
da, erken boşalmanın tedavisini ön dört güne bölüyordu.
Her gün için, birbirinden farklı çalışmalar belirlenmiş ve ay­
rıntılı bir şekilde açıklanmıştı. Bu çalışmaların sırasına harfi
harfine uyulması gerekiyordu. Program, anatomik bir kendi-

94
ni inceleme; cinsel tepkinin dört evresinin tanımı; erkeğin
cinsel tepkisinin çeşitli yönleri ve olasılıklarının açıklanması
(penisin elle sıkılması, başla-dur çalışması, cinsel kaslar,
Cowper bezi salgılaması ve parçalı /sıralı "çoklu" boşalma­
lar) ile başlıyordu. Daha sonra -da eş çalışmaları,
ayak/yüz/beden/cinsellik masajları ve çeşitli birleşme po­
zisyonları ve şekilleri ele alınıyordu. Aman Tanrım!
Programın basamaklarını klinik olarak test ettikten sonra
(yani erken boşalmadan şikayet eden hastalara bu programı
uyguladıktan sonra), önemli olan tek şeyin, erkeği heyecanı­
nı kontrol etmeyi öğrenmeye yönlendiren temel komut oldu­
ğunu fark ettim. Cinselliği ne şekilde yaşadığının ise tedavi­
nin başarısında hiçb.ir etkisi yoktu. O fazlasıyla düzenli teda­
vi sırasının gereksiz olduğunu kanıtlayınca, günümüz uz­
manlarının farkında olmadan benimsedikleri verimsiz yakla­
şıma ihtiyacımız olmadığını açıkça görebiliyordum. ·

Cinsel heyecanını kontrol etmeyi öğrenmek isteyen erkek


ya da kadının bir dizi kah davranış kalıbına bağlı kalmak zo­
runda olmaması, sevgilisi bulunmayan veya ilişkisi düzensiz
olan birçok insan için rahatlahcı bir haber olsa gerek. Aynı
şekilde, mastürbasyona karşı olan kişiler de bu habere sevin­
mişlerdir herhalde (anımsıyorsanız, birçok uzman mastür­
basyonu tedavinin ilk basamağı olarak görmekteydi). Erken
boşalma sorunu olan sevgililerine yardımcı olmak isteyen,
ama geleneksel tedavinin gerektirdiği bazı cinsel davranış­
lardan rahatsızlık duyan eşleri de, bu davranışları uygula­
mak zorunda olmayışları gerçeği rahatlatmıştır sanırım .


Acele Etmeyen Kazanır
Tutulmuş birleşme, en rahat düşük bir heyecan düzeyin­
de öğrenilir; çünkü heyecanın düşük bir düzeyde kontrol
edilmesi çok daha kolaydır. Bu nedenle, sevişme sırasında

95
durup bekleyerek ya da uyguladığımız hareketi değiştirerek,
doruğa yaklaşmadan çok önce, duyumsadığımız cinsel uya­
rımı azaltabiliriz. Böylece uyarım, "dönüşü olmayan nokta­
dan" çok önce düşürülmüş olur. Masters ve Johnson, bu nok­
taya ''boşalmanın kaçınılmazlığı" duygusu adını vermişler­
dir. Erkeklerin bu duyumuna, meninin, boşalma öncesi, me­
ni keseleri ve prostat bezinden penis kökündeki idrar yoluna
akışı eşlik eder.
Eğer erkek, yüksek bir uyarılma düzeyinde sevişmekte ıs­
rar ederse, cinsel tepki kalıplarını yeniden şartlandırmada ve
kendini kontrol etmeyi öğrenmede oldukça güçlük çekecek­
tir. Çok sayıda erkek, yüksek bir cinsel heyecan düzeyine
ulaştıktan sonra cinsel ilişkiye ara verip sakinleşmeyi bekle­
yebildiğini, ama tekrar seyişmeye başlayınca o yüksek ve
kontrol edilemez heyecan düzeyine çok kısa sürede yeniden
ulaştığını bildirmektedir. Buna karşın, eğer heyecanımızı dü­
şük bir düzeydeyken kontrol etmeyi öğrenirsek, zamanla bu
düzeyi, deneyimimiz el verdiği ölçüde yükseltebiliriz.
Yavaş devinimleri vurgulayan düşük-�eyecan-düzeyi
yaklaşımını yalnızca geçici olarak benimsenmesi yeterlidir.
Bu yöntem, en yüksek heyecan düzeylerinde bile heyecanı
kontrol etme yeteneğini kazanmanın en iyi yoludur. Yüzyı­
lın başındaki cinsellik araştırmacıları, yanlış bir yorum sonu­
cunda, tutulmuş birleşmenin bir tür hareketsiz cinsellik ol­
duğu sonucuna varmışlardı. Aslında, bu yazarlar, kendili­
ğinden bir şekilde sevişmeyi öğrenme süreci ile tutulmuş bir­
leşmeyi karıştırmışlardır.
Bununla birlikte, bir erkek, cinselliğini kontrol etmeyi

yüksek bir uyarım düzeyinde öğrenmeye kalkışırsa, yaşadı-
ğı deneyimin bir kaza orgazmıyla yanda kalması tehlikesiy­
le karşı karşıya kalabilir. Her erkek, boşalma anında duygu­
larını kontrol edemeyeceğini bilir. Bu nedenle, ne kadar er-

96
ken durursa veya yavaşlarsa, o kadar iyidir. Taocular'ın
öğütlediği gibi, "Erken olsun da geç olmasın."
Bu arada şunu da belirtmek gerek ki, cinsel deneyim, er­
keğin doruğa ulaşmasıyla son bulmak zorunda da değildir.
Sevgililer, orgazm sonrasında birbirlerini okşamayı sürdüre-
. bilir, beden temasını arttırabilir ve yakın olmanın verdiği
mutluluğun tadına varabilirler. Ya da eşi, erkeğin kendisini
başka bir yoldan daha çok tatmi� etmesini isteyebilir. Her­
halde sevişme sonrasında yapabileceğimiz en hatalı şey, he­
men odadan ayrılmak ya ·da sırtını dönüp uyumak olurdu.
Çoğu erkek, sevişme eylemini yavaşlatarak veya durdu­
rarak heyecanını dizginlemeyi başarabilir. Fakat bazı erkek­
ler, yavaşladıklarında daha da fazla uyarıldıklarını bildir­
miştir. Başka bir deyişle, bu erkekler, yavaşladıklarında
kontrollerini iyice yitirirler. Benzer bir şekilde, tamamıyla
durmanın da bazen uyarıcı bir etkisinin olduğu görülmekte­
dir. Böylesi durumlarda yapılabilecek tek şey; sevişme pozis·
yonunu, cinsel uyarımın şeklini, bedenlerin birbirlerine der
kunuşunu, sevişme deviniminin ritmiı)i veya başka bir etke­
ni değiştirmektir. Bunlar, oldukça kişisel ve bireysel konular­
dır. Erkek, kendisi ve eşi için en iyi olan şeyi, ancak yavaş bir
şekilde ilerlerse ve duygularını baştan sona dek gözünün
·

önünden ayırmazsa keşfedebilir ancak.


Günümüzde psikolog(ımn erken boşalmayı tedavi eder­
ken yaptığı en büyük yanlış, bu konu (yani erkeğin dönüşü
olmayan noktadan çok önce uyarımı düşürmesi gerektiği) ile
ilişkilidir: cinsel heyecanlarını kontrol etmeyi öğrenen erkek­
leri orgazma yaklaşmaya teşvik etmek. Bu talihsiz hatanın
ı
böylesine yaygın olmasının kaynağında, Masters ve j'ohnson
ile başlayarak, çoğu psikiyatrik otoritenin, James Semans
adındaki bir üroloğun oluşturduğuna inandıkları temel teda­
vi komutlarından esinlenmeleri yatmaktadır. Bu ürolog,

97
19Ş6'da Güney Tıp Dergisi'ne "Erken Boşalma: Yeni Bir Yak­
laşım" başlıklı bir makale yazmıştır. Yazar, bu makal�e, er­
keklere "boşalma öncesi sezgisi"ni duyumsadıklarında dur­
malarını öğütler.
"Boşalma öncesi sezgisi"ni beklemek, gereğinden fazla
beklemek demektir. Ama bu hatalı görüş, ne yazık ki bu ko­
nu üzerine gerçekleştirilmiş daha sonraki çalışmalara da
yansımıştır. Örneğin Kaplan, şu ana dek yazılmış en önemli
cinsel terapi yapıtı olarak kabul edilen Yeni Cinsellik Terapi­
si'nde, gerekli hazırlık adımlarını önerir ve ardından, "or­
gazm öncesi" heyecan düzeyinde durmayı öğütleyen ko­
mutlarını (Kaplan, bu komutların Semans'ınkilerin bir uyar­
laması olduğunu belirtmiştir) sıralar.
P�ki neden bu temel yöntemin yaratıcısının Semans oldu­
ğu düşünülmektedir? Semans, makalesinin kaynakçasında
tek bir kitap adı vermektedir. Bu da, Edwin Hirsch'in 1934'te
basılan SetJginin Gücü adlı kitabıdır. Bu eser, on dokuzuncu
yüzyildan beri yayımlanan sayısız yarı tıbbi çalışmadan yal­
nızca biridir. Bu çalışmaların neredeyse tamamı, cinsellik te­
rapisinin temel komut planını o ya da bu şekilde betimler.
Antik Taocular ile on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sının
reformcularının anlattıkları temel işlem, orgazma mümkün
olabildiğince yaklaşmayı önerme hatasına düşmez. Bunun
yerine, çok fazla heyecanlanmamayı ve "şelaleye çok fazla
yakınlaşmak" yerine ''kürek çekmenin kolay olduğu durgun
sularda" kalmayı öğütler.
Bu noktayı belirttikten sonra şunu da eklemeliyim ki, or­
gazm öncesi bir uyarım düzeyinde sevişmenin kesinlikle kö­
tü bir yanı yoktur. Sevgililer, istençdışı kasılmalar başlaya­
cak kadar doruğa yaklaştıktan sonra sevişmeye ara vererek
oyun bile oynayabilirler. Veya erkek daha da ileri gidip, bir
parçalı boşalma bile yaşayabilir. Hartman ve Fithian, bu par-

98
çalı boşalmaların art arda birkaç kez tekrarlanmasını çoklu
erkek orgazmı olarak adlandırmışlardır. Hatta bu araşhrma­
cılar, bir çoklu boşalmayı filme alarak belgelemişlerdir. Ben
bile, erken boşalmayı araşhrmaya başladığım yıllarda böyle­
si garip teknikleri öneriyordum. Aslında bu tekniklerin hiç­
bir zaran yoktur; ama bunlar, erkeğin tutulmuş birleşmeyi
öğrenmesine de en ufak bir katkısı yoktur.
Yoğun cinsel uyarım düzeylerinin de (uyarımın kaynağı
sürtme, basınç, kayganlaşhrıcı madde, hızlı hareket ya da
başka fiziksel ve zihinsel etkenler olabilir) hiçbir "kötü" yanı
yoktur. Bunlara da kesinlikle karşı değilim. Ama bu yoğun
uyarımlar cinsel deneyimin çabucak ve kontrolsüz bir şekil­
de sona ermesine neden oluyorsa, erkeğin kendini yoğun bir
şekilde uyarması pek de manhklı görünmemektedir. D.H.
Lawrence'ın da dediği gibi, "eğer bir erkeğin, işini neredey­
se başlamadan önce bitirmek dışında başka hiçbir seçeneği
yoksa", bu acınacak bir durum değil midir? O halde, bazı er­
keklerin, cinselliklerini kontrol etmeyi öğrenirken, diktikleri­
ni korumak için yalnızca düşük uyarımlar kullanması gerek­
lidir.
Yavaş hareket etme veya hiç hareket etmeme önerisi, yal­
nızca erken boşalan erkekler için geçerli değildir. Bu öneri,
sevgililerin zorlama kalıpların dışına çıkhğı ve bedenlerinin
özgürleşerek kendiliğindenliğin sınırsızlığı içinde hareket et­
tiği bir cinselliğin parçasıdır. Aslında, hiçbir şey yapmadığı­
mız zaman (yani kalıplara bağlı kalmayarak bilincimizi se­
vişmenin duyumlanna teslim ettiğimizde), bedenimiz, doğal
ve kendiliğinden bir şekilde hareket etmeye başlayacakhr.
Bu doğallık, bizi istençdışı bir şekilde doruğa ulaşhğımız o
noktaya yaklaşmaktan da alıkoyacakhr. Genelde istençli ha­
reketler ("sıkı bir şekilde düzüşmek" ya da bunun bir uyar­
laması) kontrolsüz boşalmalar ile sonuçlanır.

99
Günümüz psikoterapistlerinin erken boşalma tedavisinin
altı ay ile bir yıl arasında uygulanması gerektiğini düşünme­
lerinin temelinde, bu konuya yeterli önemi vermemiş olma­
ları yatar. Aslında bir erkek, birkaç hafta içerisinde bile, cin­
sel tepkilerini yeniden şartlayarak cinsel heyecanını kontrol
etmesini öğrenebilir. Antik Taocular, bunun on günde yapı­
labileceğini söylüyorlardı. Benim tahminime göreyse, çoğu
erkek için toplam yirmi dört saat bile fazlasıyla yeterlidir: ör­
neğin altı hafta boyunca haftada dört saat, sekiz hafta boyun­
ca haftada üç saat ve saire.

Bin Kilometrelik Yolculuk


Tutulmuş birleşmeyi öğrenirken dikkat edeceğimiz üçün­
cü nokta, boşalmanın kendisini değil, ama cinsel heyecanı­
mızın genel düzeyini kontrol etmeyi öğrendiğimizdir. Ne ka­
dar uyarıldığımıza dikkat ederek boşalma refleksinin yaşan­
dığı o noktadan uzak dururuz; ama o noktaya ulaştığımızda
boşalmayı engelleyecek sihirli bir yöntem aramayız.
Heyecanımızı arttırıp azaltma beterisini kazandığımızda,
bunu sezgilerimizle otomatik olarak yapmaya başlarız. Bu
yetenek, aynen bisiklete binmek gibi, doğamızın bir parçası
olur. Sevişmenin hassas bütünlüğünü korumayı kendimizi
"şelaleden aşağı itmekten" daha kolay buluruz artık.
Tutulmuş birleşmeyi uygulama becerisi, duygularımızı
bastırarak, engelleyerek ve göz ardı ederek değil, tam tersine
onların farkına vararak kazanılır · o halde. Bu nokta, Marc
Fasteau'nun Erkek Makinesi adlı değerli kitabında bulunan şu
öyküde güzel bir şekilde dile getirilmiştir:

Daha yalnızca üç dakika geçmişti ve bütün iyi


niyetine karşın sevişme sona ermişti. Orgazmı
(kendisininkini, sevgilisininkini, zamanlamayı)

1 00
düşünmekten duygularını yaşayamadığını fark
edene dek bu konuda hiçbir şey yapamadı. Bu
duyguların yalnızca ara istasyonlar değil de,
başlı başına tadına varılacak deneyimler olduğu­
nu düşünmeyat>aşladığında, iki önemli değişik­
lik oldu: Bu duyguların farkında olmak, erken
bir doruğa yaklaştığı anlarda, uyarılma hızını gt!­
çici olarak yavaşlatmasına ve cinsel heyecan düzeyini
azaltmasına olanak tanıdı. Bununla birlikte, bu
duygulara, aralarındaki küçük farklılıklara ve
bunlara eşlik eden tepkilere odaklanarak, eski­
den ruhunu kemiren telaş duygusunu tamamıy­
la dağıttı. İnsan davranışlarının temel bir para­
doksunu keşfetmişti: Duyguları göz ardı etmek ve­
ya "fethetmeye'! kalkışmak, insanın kendini kontrol
etme yeteneğini ve özgürlüğünü arttırmıyor, tam ter­
sine yok ediyordu.

Sevişmenin ortaya çıkardığı duyguları ne denli içimizde


hissedersek, tutulmuş birleşmeyi de o denli kolay uygulaya­
biliriz. Ne zaman yavaşlayıp ne zaman da hızlanacağımızı
daha iyi anlarız. Ve bunu başarmamıza olanak tanıyan şey
de, o anda hissettiğimiz duyumların kendiliğindenliğidir.
Bu konu, öğrenme işleminin psikologlar tarafından en
yanlış anlaşılan yönüdür. Bu araştırmacılar, erkeğin boşalma
refleksini doğrudan kontrol etmeyi öğrenmesi gerektiğini
öne sürmüşlerdir. Buna karşın, sevişmeye ara vererek sakin­
leşmenin, cinsel heyecan üzerinde istençli bir kontrol kazan­
mak ile, cinsel öğrenme deneyiminin sona ermesine engel ol­
mak dışında, özel bir bağlantısı bile yoktur. Kaplan gibi bazı
yazarlar, öğrenme işlemini uygulayan erkeğin boşalmadan
öne� dört kez ara vermesi gerektiğini belirtmiştir. Zilbergeld

101
gibi başka yazarlara göreyse, bu sayı üç olmalıdır. Ama ger­
çeği söylemek gerekirse, ister az, ister çok olsun, verilen ara­
ların sayısının aslında hiçbir önemi yoktur.
Daha da aldaha olan, bazı başka manevraların ya da sı­
kışbrma tekniklerinin erkeğe kendini kontrol etme becerisini
kazandırdığına ilişkin hbbi iddiadır; bu yöntemlerin kesin­
likle böyle bir etkisi yoktur. Erkeğin ya da eşinin sevişme sı­
rasında uygulayacağı sıkışbrmalann, manevraların ya da
bunun gibi yöntemlerin "kötü" olduğunu düşünmüyorum
ve bunlara karşı da değilim. Bu yöntemler sayesinde eşler, bir­
birlerinin cinselliklerini keşfedebilir, cinsel tepkilerini öğre­
'nebilir, eğlenebilir, birbirlerini kızdırıp şaşırtabilir, güven ka­
zanabilir ya da aralarındaki yakınlığı ve iletişimi arthrabilir­
ler. Fakat bu tekniklerin de, erkeğin tutulmuş birleşmeyi öğ­
renmesine en ufak bir katkisı yoktur.

Temel Plan Neden İşe Yarar


Temel işlem, erkek ve kadının tutulmuş birleşmeyi uygu­
lamasına birkaç farklı yoldan olanak tanır. Bu düzeneklerin
bazılarını açıklamak oldukça kolaydır; bazılarınınsa anlaşıl­
ması biraz zordur. Örneğin, uzun bir süre cinsel bir durum
içinde bulunmanın tamamıyla fizyolojik bir düzeyde sevgili­
lerin kendilerini kontrol etme becerilerini artbracağını gör­
mek pek de yoğun bir çaba gerektirmez. Cinsel deneyimin
uzaması, cinsel endişelerle sinirsel gerginlikleri de hafifletir.
Buna ek olarak, erkeğin fiziksel ve zihinsel duyumlara du­
yarlığı (daha doğrusu tepkiselliği) azalır ve boşalma refleksi­
nin gerçekleştiği 2Şik düzeyi yükselir. Böylece doruksa! ref­
leksin gerçekleşmesi için çok daha fazla cinsel uyanma ge­
reksinim olur. Bu düşürülmüş tepkiselliğin başlıca nedeni,
cinsel deneyimin daha uzun bir süre yaşanmasından başka
bir şey değildir.

1 02
Ancak erkek ve kadının uygulayabileceği cinsel kontro­
lün gerçek nedenlerini izah etmek son derece güçtür. Akade­
mik yazın bu konuyu açıklamaya dahi kalkışmaz. Dr. Steven
Levine, İnsan Cinselliğinin Tıbbi Yönleri adlı dergide yayımla­
nan bir yazısında, erkeğin öğrendiği cinsel kontrol becerisi­
nin "mucizevi" bir şekilde geliştiğini belirtmiştir.
Kadınlar ve erkekler, heyecanlarını arthnp azaltabilseler
de, bunu bilinçli olarak nasıl yaphklannı anlatmayı tam ola­
rak başaramazlar. Bu, herkesin cinsel deneyimler sonucunda
o ya da bu şekilde geliştireceği bir beceri gibi görünmektedir.
Bu nedenle erken boşalma tedavilerin ana amacı, her şeyden
önce, sevgilileri bir kaza orgazmı nedeniyle cinsel deneyim­
lerinin sona erdirmekten kaçınmaya yöneltmektir. Eğer bir
erkek sevişmeyi sürdürürse, eninde sonunda cinsel heyeca­
nını kontrol etmeyi öğrenecektir. Bunu nasıl başardığını
açıklayamasa da!
İnsClJlların cinsel heyecanlarını nasıl kontrol ettiklerine
ilişkin çoğu betimleme, belirsiz işaretlerden söz eder. Bu işa­
retler, kişiye ve duruma göre farklılık gösterir. İnsanın cinsel
heyecanını nasıl kontrol ettiğini tam olarak anlatamaması, is­
tençdışı olduğu düşünülen bedensel durumlarını biyogeri­
besleme (biofedback) araçlan kullanarak düzenleyen kişileri
anımsatmaktadır. Örneğin, kan akışı, öz-farkındalığı ile bü­
yük ölçüde kontrol edilebilir. Eğer bir kişi parmaklarının sı­
caklığını (bir biyogeribesleme makinesinin yardımı olmaksı­
zın) bilebilirse, parmaklarına doğru ya da onlardan dışanya
kan akmasını sağlayarak onlann sıcaklığını arthrıp azaltabi­
lir. Ama bunu tam olarak nasıl yaphğını dile getiremez. An­
cak bazı belirsiz ve anlahmı olanaksız işaretlerden söz eder.
Tabii ki, cinsel heyecan, cinsel organın içindeki kan akı­
şından çok daha karmaşık bir olgudur. Cinsel heyecan, bede­
nin tamamını etkisi alhna alan bir duygudur her şeyden ön-

1 03
ce. Ama yine de, cinsel heycanın düzeyimizin farkında ola­
rak bir cinsel deneyim yaşadığımızda, o heyecanı arttırıp
azaltmanın yolunu eninde sonunda buluruz.
Bunun nasıl gerçekleştiğini anlatamıyor olmamız, kontrol
becerisinin tamamıyla istençli olmadığını gözler önüne serer.
Bir an, Noyes'in sözcükleriyle, "durgun sularda kürek çek­
meyi" andırabilir; başka bir an ise, Taocu anlatımın sözcük­
leriyle, "di;zginleri çürümüş bir ab sürmeye�' benzeyebilir.
Ama kendini kontrol etme becerisinin böylesine çeşitlilik
göstermesi ve kusursuz olmaması üzülünecek bir nokta de­
ğildir. Bu durum, cinsel yaşamımıza aytı bir tat bile kataçak­
br.
Her atakta gol atabilsek, her vuruşumuzda golf topunu
deliğe sokabilsek veya rulet Çarkında gelen her sayıyı tahmin
edebilsek, bu, ne denli eğlenceli ve heyecan verici olurdu ki?
Benzer bir şekilde, dı;neyimlerimizi de kusursuz bir şekilde
kontrol edebilseydik, cins.ellik, bütün doğallığını ve Jıeyeca­
nını yitirirdi herhalde. Her insan . eyleminin temelinde, ken­
diliğindenliğin ve iradenin karışımının ortaya çıkardığı çeşit­
li sürprizler vardır. Cinsel heyecanımızı istençli olarak kont­
rol etmeyi öğrendikten sonra bile, zaman zaman durup sa­
kinleşmemiz gerekebilir yine; hatta bazen fazlasıyla heye­
canlandığımızı fark etmekte biraz gecikebilir ve arzulamadı­
ğımız bir doruğa ulaşabiliriz. Kontrolümüz hiçbir zaman ku­
sursuzlaşmayacaktır. Heyecanımızı kontrol etme becerisi, bir
bilim olmanın ötesinde, daha çok bir sanattır.
Heyecanımızı istençli olarak artbrıp azaltamıyor olma­
mız, belki de tutulmuş birleşmeyi sevişmenin en doğal yolu
olarak gören gizemci açıklamaya işaret etmektedir. Cinsel
kontrolün kendiliğindenliği, kendimizi aceleci orgazmlara it­
medikçe, tutulmuş birleşmenin doğal bir şek.ilde gerçekleşe­
ceğini gösterir. Bu gerçek, uzatılmış sevişmeyi öğrenirken

1 04
uyduğumuz komutların neden boşalma tepkisine neden ola­
cak hareketleri engellemeye ağırlık verdiğini de açıklar. Or­
gazmdan uzak durduğumuz sürece tutulmuş birleşme dene­
yimi doğal olarak gerçekleşecektir.
Tutulmuş birleşmenin kendiliğinden bir şekilde gerçek­
leştiği ve boşalmanın istençli ve bilinçli bir çabanın sonucu
olduğu düşüncesi, belki Shere Hite'in mülakatlarını da açık­
lamaktadır. Bu mülakatlar, cinsel birleşme sırasında kolayca
orgazm olabilen kadınlann bunu kendi çabalarıyla başardık­
larını gözler önüne sermiştir. Bu kadınlar, eşlerinin kendile­
rine orgazm "vermesini" veya hiçbir çaba göstermeden bu­
nun olmasını beklemek yerine, sevişme pozisyonlarını, hare­
ketlerini veya zamanlamalannı ayarlayarak doruğa ulaş­
maktadırlar.
O halde sormamız gereken aslı soru, NTutulmuş birleşme
nasıl olur?" değil, "Sevgililerin hangi hareketleri sonucunda,
cinselliğin, aralarındaki yakın sevginin sonsuz bir dışavuru­
mu olması engellenir?" olmalıdır.

105
106
3

Meditasyon Olarak Gizemci


Cinsellik

İsa, yarını düşünmemekten söz eder. Burada sözü edilen


"düşünmemek," Zen Budacılık'taki wu-nien'e karşılık gel­
mektedir. Ben, bunu gizemci sessizlik olarak adlandırıyo­
rum. Bu sessjzlik, bizi kavramların ve tasavvurların ötesine
taşır. Arhk yalnızca ''burada" ve "şimdi" olanın farkına van­
rız.

Benim Kendi Yolum


ALAN WATIS

1 07
Gizemci yazın, sevişme sırasında gizemci deneyime ulaş­
�k için, insana düşüncesini sabitlemesini, tutmasını, dur­
durmasını ve dengelemesini önerir. Gizemcilik, insanın cin­
selliğe boş ve ıssız bir zihinle, hatta zihinsiz bir şekilde yak­
laşması gerektiğini öne sürer. "Düşüncelerine ara ver" öğü­
dü, birçok kez hatalı bir şekilde yorumlanmıştır. Bu öğüdün
gerçek anlamını anlayamayan birçok yazar, gizemcilerin her
türlü zihinsel etkinlikten kaçındığını ve bunun yerine boş, bi­
linçsiz, uyuşmuş ve· işlevsiz bir zihinsel durumu yeğleyerek
kendilerini dünyadan ve yaşamdan soyutladığını düşün­
müştür.
Aslında gizemcilerin önerdiği şey, yalnızca belirli bir dü­
şünme şeklinin durdurulmasıdır. Bu; sözel, kavramsal, ku­
ramsal ve doğrusal olan; tem.sil etmeye, değerlendirmeye ve
ya'rgı bildirmeye dayanan; insanın içinde durmadan konu­
şan bir sesi andıran bir düşünme biçimidir. Bu düşünme bi­
çimi zihniınize egemen olduğunda, deneyimlerimizi, algıla­
malarım1zı ve duyumlarımızı sözcüklere döker, onlara
olumlu ya da olumsuz felsefi bir değer verir, onları belirli bir
kurama göre açıklama gereksinimi duyar, bir isimle etiketler
ve manhk denilen bir sözel kw'allar dizgesini kullanarak baş­
ka kavramlarla il_işkilendiririz. · � :
·

İnsan beyninin sol yarısı ile ilişkili olan bu düşünme mo­


du, genelde içsel bir monolog ya da diyalog şeklini alır. Gi­
zemcilik, yalnızca bu tarz düşünmeyi reddeder. Beynimizin
sağ ve sol yarıları arasında bir denge kurabilmemiz için, bu
düşünme şeklini en aza indirmemiz gereklidir.
Gizemci cinsellikte sözel düşüncelerden uzaklaşsak da
neler olup bittiğinin tamamıyla farkındayızdır. Gizemcilik,
cinselliği "yaşam çeşmesinden içiyormuşçasına" yaşamamı­
zı ve ona etken ve yaratıcı bir şekilde katılmamızı önerir.
Sevgililer, tamamıyla uyanık, farkında, ilgili ve yoğunlaşmış-

1 08
tır. Ancak yaşanan deneyim sözcüklerle betimlenmez. Sevgi­
lilerin zihinleri daha açıktır. Sevişen çift, zihinlerini sözel dü­
şüncelerden arındırdıkları için yoğunlaşarak deneyimin için­
de adeta yiterler. Sevgililerin doğrudan duyumsadığı algılar,
içsel bir konuşmanın süzgecinden geçmez.
Her türlü üst düzey bütünleştirme (bilim, sanat ya da eği­
timde parıldayan yaratıcı dehanın ta kendisi), zihnin, doğru­
sal ve parçalı bir bakış açısının ötesinde, çokboyutlu bir yak­
laşım sergilemesini gerektirir. Gizemci cinsellik, diğer medi­
tasyon yöntemleri gibi, deneyimin dolaysız, sezgisel ve yara­
tıcı bir şekilde duyumsanmasını benimser. Her duyumu içi­
mizde betimlemek ve "Oh, ne harikaydı!" gibi şeyler düşün­
mek yerine, dışımızda meydana gelen fiziksel duyumları
hissederiz yalnızca. Erkek ve kadın, duyumu hisseder, ama
değerlendirmez; yaşar, ama betimlemez. Değerlendirici dü­
şünmenin ortaya çıkması engellenir ve zihin, çevresinde
olup bitenleri hiçbir çaba göstermeden ve otomatik bir şekil­
de algılayarak kavrar.

Meditasyon ve Cinsellik
Gizemci cinselliğin bir çeşit yoga veya meditasyon oldu­
ğunu söylerken, tam olarak anlatmak istediğim şudur: Gi­
zemci cinsellik, hem zihnin cinsel deneyimin içinde yitmesi­
ne, hem de yaratıcı ve etkin bir ilgiye (ama düşünmek değil­
dir bu) karşılık gelir. Sevişirken insanın kendi içinde konuş­
maması, gizemci geleneklerin düşünmeyi durdurmayı öğüt­
lerken anlatmaya çalıştıkları şeyin ta kendisidir.
Bu açıdan yaklaşıldığında, arınmış bir zihne dayanan gi­
zemci cinsellik ile doğru bir şekilde anlaşılmış ve yapılmış
yoga ya da meditasyonun arasında hiçbir fark yoktur. Hatta
bu yaklaşımı neredeyse her türlü etkinliğe uyarlayabiliriz:
yemek yemek, uyumak, soluk almak, marangozluk yapmak,

1 09
ok atmak, çadır kurmak, motorsiklet bakımı yapmak, küçük
bir balık pişirmek, önemli bir devleti yönetmek, çay servisi
yapmak ve sevişmek. Doğru bir şekilde yapıldığı sü�ece, ne­
redeyse her şey bizi gizemci deneyime taşıyabilir. Meditas­
yona dayalı bu yaklaşım, aynı zamanda çok daha iyi sonuç­
lar almamızı da sağlar. Beyzbol dehası Yogi Berra'nın, "Ay­
nı anda hem düşünüp, hem de vuruş yapamazsın," derken
anlatmak istediği budur (Yani sorun Yogi'nin zekasının yete­
rince yüksek olmayışı değildi!).
Tabii sözel düşünme, yerine göre, örneğin komut verir­
ken, plan yaparken ya da eğlendirirken, oldukça işe yaraya­
bilir. Her birimiz, bir dereceye kada� zihnimizde sözel yo­
rumlarda bulunuruz. Bazılarımız bunu göreli olarak daha
ender yapsa da, bazılarımızın ayaklı bir daktilodan hiçbir
farkı yoktur. Herhangi bir odaya girdiğimiz anda her ayrınh
kayda geçirmeye koyuluruz: "İşte şurada hoş bir mor san-
dalye var . . . . Şu resim eğri duruyor. . . . Şimdi ne yapmam
gerek? . . . Bu bitkinin suya ihtiyacı var. . . . Herkes nerede
acaba? . . . Bütün şu kitaplara bir bak. . . . Bu masa hoşuma
gitti; meşeden yapılmış." Birçok kişi, sözel bazı değerlendir­
melerde bulunmadan yerinde rahat duramaz.
Sözel düşünmek, çoğu durumda "normaldışı" bir davra­
nış değildir. Ama gizemci cinsellikte bunun en aza indirmek
son derece önemlidir. Sözel düşüncelerin gizemci cinselliğin
duygusal yakınlığını bölmesine engel olunmalıdır.
Öte yandan, dil ve sözel iletişime "düşünmeyen" bir zi­
hinsel durumla da yaklaşabiliriz. Konuşma, dinleme, oku­
ma, yazma ve hatta içsel konuşma; kendiliğinden, özgür ve
sorunsuz olabilir. Entellektüel ya da jhana yoga dizgesi (ki
Zen sözcüğü bu bilişsel meditasyon yönteminden türemiş­
tir), dili kendiliğinden ve doğal bir şekilde kullanmasını öğ­
retir. Kendimizi amaçsızmışçasına dilin içinde yitirebiliriz.

1 10
Örneğin, bir insanın konuşmasını dinlerken, yalnızca sesleri
duyumsayarak da karşımızdakini anlayabiliriz. Aslında, her
cümleden sonra zihnimizde kendimize sözel bir açıklama
yapmazsak söylenenleri daha iyi bile kavrayabiliriz.
Bu ilke, okumaya da uygulanabilir. Yazılı sözcüklerin her
birini zihnimizde yinelemek zorunda değilsiniz; onları yal­
nızca görmeye çalışın. Hızlı okumanın temelinde bu kuram
vardır. Böylece çok daha hızlı okuyabilir ve okuduklarımızı
çok daha iyi anlayabiliriz. Burada önemli olan nokta, "dü­
şünmeme" yaklaşımını insan yaşamının her alanında sergile-
. yebileceğimizdir.
Saçma ve komik şeylere bile tutulmuş bir zihin ile (reser­
vatus mentis) yaklaşabiliriz. Yoga ve meditasyon ustaları, ço­
ğu kez tüm dikkatlerini göğüs boşluklarına, büyülü seslere,
sözde gizli deyişlere ya da tuhaf beden duruşlarına yöneltir­
ler. Bu hareketler, insanın sakinleşip $evşemesini sağlar ve
zihnini açmasına yardıma olur. Stresten şikayetçi olan ve sol
beyin etkinliği ağır basan insanlar için kusursuz birer çalış­
madır bunlar. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki, dwmaksızın
bazı gizli sözcükleri mırıldanmak, özellikle de sevişmekle
karşılaşhnldığında, göreli olarak sıkıadır. Peki sıkıcı olma­
yan ne vardır? Tabii ki güzel olan şeyler! Gizemci cinselliğin
insanı gizemci deneyime taşıyan en hızlı, en kolay ve en do­
ğal kılgı olduğu düşüncesi, yaygın bir şekilde kabul görmek­
tedir.
Alan Watts, Batı ve Doğu'da Psikoterapi adlı kitabında, yo­
ganın, doğru bir şekilde uygulandığı takdirde, bizim psiko­
terapi kavramımızla bazı temel benzerlikler gösterdiğini
gözler önüne sermiştir. Cinsel terapide kullanılan çoğu zi­
hinsel tekniğin aslında cinselliğe uyarlanmış yoga ilkeleri ol­
duğunu göreceğiz biraz sonra.
Ancak, yoganın ya da terapinin amaçlarına ulaşmak için

111
kullanılan tekniklerin belirli davranışların (tutulmuş birleş­
me, düşünceyi durdurmak ve saire) sonucu olduğundan söz
ederken, Watts'ın da belirttiği gibi, daha derin bir noktayı
gözden kaçırabiliriz:

Cinsel yogayı bir yanlış anlamanın tutsaklığın­


dan kurtarmak gerekmektedir. Yoga, tinsel bir
"kılgı" ya da "çalışma" değildir. Bu yanlış seçil­
miş sözcükler, yoganın insanı adım adım bazı
sonuçlara taşıyan bir yöntem olduğu izlenimini
vermektedir; ama bu doğru değildir.

Yani gizemci deneyim, sevgililerin zihinlerinin cinsel et­


kinliğin her anının içinde yoğunlaşması ve yitmesi ile oluşur.
Geleceğe ilişkin hedef ve amaçlar ise (cinsel yeterlilikle ilgili
endişeler ve aşkın bilinçliliğin deneyimi de buna dahildir);
bu etkinliğin tamamıyla dışında kalır.
Gizemci gelenekler, düşünceyi sabitlemekten söz ederken
oldukça açık bir anlahm sergilerler. Ve bu yaklaşımı oldukça
değişik yollarla ifade etmektedirler. Henri Maspero'nun da
belirttiği gibi, Taocular, yüreği bilgelik ve ruhun organı ola­
rak görür. Beyin ise; dil, kuram ve inanışın organıdır. Beynin
rolü, her ne denli kullanışlı olsa da, bayağıdır. Tabii, onlar
da, günümüzde bizim bildiğimiz gibi, işlevler arasındaki bu
karşıtlığın aslında beyne ve yüreğe değil, iki düşünme mo­
duna karşılık geldiğini biliyorlardı.
Tantrizm'in ana özelliği, Eliade'a göre, "karşı-çileci ve
karşı-kurgucu yaklaşımı"dır. İnsan, bir yandan tüm varlığı
ile duyumlar hisseder; ama öte yandan neler duyumsadığını
düşünmekle zaman yitirmez. Tantra, insanı "Maya'nın tutsak­
lığından kurtaran" şeydir. Maya; sözcüklerin, dilin, kavram­
ların ve sözel kuramların yanılsaması; gerçek ile gerçeğin be-

112
timlemesinin, arazi ile haritanın, yenen yemek ile menünün
birbirine karıştırılmasıdır. Menünün belli bir işlevi vardır;
ama yine de kendi başına pek de besleyici değildir. Sözcük­
lere böylesi bir güç veren ve yaygın dinlerle ideolojilerin kit­
lelere böylesine egemen olmasına olanak tanıyan şey; Ma­
ya'nın yanılsaması, somutlaşhrma ve soyut düşüncelerin do­
kunulabilir bir gerçekliklerinin olduğu sanısıdır.
Sevişirken gizemci anlamda düşünmeyi kestiğimizde çok
ilginç bir şey meydana gelir: Tamamıyla o ana ve o an çevre­
mizde olup bitenlere yoğunlaşabilir ve geçmişin zihnimizi
kemiren tortuları ile geleceğin hedef ve amaçlarından sıyrıla­
biliriz. Zihinlerini sevişmeye veren aşıklar, o an gerçekleşen
bir şeyi duyumsarlar: bir birleşme, simgesel olmanın ötesin-
·

de gerçek bir paylaşma.


Düşüncelerimizi durdurabilmek için sevişme sırasında
zihnimize egemen olan düşünme kalıplarının farkında olma­
mız gerekir. Birkaç kendi kendine konuşma kalıbını tanıya­
rak ilk adımı atabiliriz. Bu kalıpların arasında psikopatik cin­
sellik, cinsel işlev bozukluğu ve "sağlıklı" cinsellik vardır:

Cinsellik Sırasında Düşünme Biçemleri


ı Gizemci cinselliği yaşayan erkekler ve kadınlar, düşünce­
lerini durdurduklarının farkındadırlar. Sözel düşüncelerden
uzaklaşırlar ve tüm varlıklarının sevişmenin duyguları ile
birlikte sürüklenmesine izin verirler.
Diğer yandan, gizemci cinselliği yaşamayan birçok insan,
sevişmeye eşlik eden zihinsel etkinliklerin farkında değildir
ya da bunları tam olarak açıklayam�z. Gizemci cinsellik ile
uyuşmayan birçok düşunme kalıbı veya biçemi bulunur. Bir
insanın sevişme sırasındaki zihinsel etkinliği, tutarlı bir dü­
zen izleyebilir ya da insanın ruh haline ve eşine göre farklı­
lık gösterebilir. Bu zihinsel etkinlik, bilinçliliğin eşiğinde ger-

113
çekleşebilir ya da diğer her şeye baskın çıkarak, çiftin seviş­
mesine bile engel olabilir.
Sevişirken kendimiz hakkında çok şey öğrenebiliriz.
Özellikle hemen sona ermeyen telaşsız bir sevişme sırasında
(önce ya da sonra da olabilir) aklımıza gelen düşünce ve im­
geleri inceleyebiliriz. Cinsellik sırasında zihnimiz, belirli bir
imgenin işgaline uğrayabilir; hatta fanteziler, korkular, anı­
lar ve rollerden oluşan bir duygu ve düşünce dalgasına kapı­
labilir. Bütün bunların farklı kaynaklan bulunabilir: ego, bi­
linç ya da bilinçalhmız (ortak ya da kişisel). Diğer yandan,
cinsellikle ilgili düşüncelerimiz, cinselliğin nasıl yaşanması
gerektiğine ilişkin bazı belirsiz imgelerden de meydana geli­
yor olabilir.
Bazılarımız, cinsellik sır�sında zihnini meşgul eden dü­
şüncelerin daha derin bir inceleme (hatta bir uzmanın incele­
mesini) gerektirdiğini düşünür. Başkaları, belki de uzun bir
zamandan beri, hepsini açık bir şekilde anladığını öne sürer.
Ve daha da başkaları, zihinsel etkinliğinin şöyle bir farkına
vardıktatı. sonra, bazı ufak notlar tutmayı arzular.
Ama şundan emin olabilirsiniz ki, kendinin farkında ol­
mak, gizemci yazının uzaklaşmamızı öğütlediği bilinç duru­
munun ta kendisidir. Ama yine de bu farkındalık, bilincimi­
zi ele geçiren ve gizemci deneyime engel olan iç konuşmayı
durdurmaya yönelik ahlmış bir adım sayılabilir. Çiftler, se­
vişmelerinin bu yönünü kavramakta pek de zorluk çekmez­
ler.
Sevişme sırasında zihni meşgul eden düşüncelerin cinsel­
lik ile hiçbir ilgisi bulunmayabilir. Hatta bu düşüncelerin
hangi amaca hizmet ettiği bile açık bir şekilde anlaşılamaya­
bilir. Durmaksızın kendi kendine konuşmak, bir kişinin zi­
hinsel etkinliğinin genel akışının bir yansıması da olabilir,
yalnızca o anda belirmiş rastlanhsal ve geçici bir ürperti de.

1 14
Bu sorun, erkekleri ve kadınlan aynı oranda ıneşgul eder.
Birçok insan, cinsiyeti ne olursa olsun, sözel düşünce dizile­
rinin zihnini ve bilincinin farkındalığım işgal etmesine ve se­
vişme eyleminin duygusal dengesini bozmasına engel olma­
ya çabalar, ama bunu başaramaz.
Bazı ortak cinsel dışavurum biçemleri ya da kalıpları, be­
lirli zihinsel içerik qiçimleri ile ilişkilendirilebilir. Şimdi bun­
lardan birkaçını kısaca betimleyeceğiz.

Kendi Kendine Konuşma Hastalığı


Cinsellik sırasında ortaya çıkan ve bireyin içinde çökelen
yarı-hastalıksal bir durum ile ilişkilendirilen bir zihinsel dü­
şünme biçimi vardır. Bu, örneğin, kişinin cinselliğe, karşı
cinsle yakınlığa, kendi bedenine ya da duygusal ve fiziksel
kontrolüne karşı sorunlu bir yaklaşımı yansıtabilir. Henry
Miller, Yengeç Dönencesi adlı romanında şöyle yazar:

'Her türlü şeyi deniyorum,' diye açıklıyor bana.


'Hatta bazen sayıyorum ya da felsefi bir sorun
hakkındı; düşünmeye başlıyorum; ama hiçbir işe
yaramıyor. Sanki ben iki kişiden oluşuyorum ve
bunlardan biri hep beni izliyor. Bazen o denli
hiddetleniyorum ki, kendimi öldürecek gibi olu­
yorum. Zaten her boşaldığımda bunu bir bakı­
ma yapıyorum da. O bir saniye içinde kendimi
tam anlamıyla yok ediyorum. O an içimde bir ki­
şi bile kalmıyor. Her şey yitiyor, am bile. Dinsel
bir tören gibi. Dürüst, demek istiyorum. Daha
sonraki birkaç saniye boyunca ruhumun ışıdığı­
nı hissediyorum. Bu ışıma belki de sonsuza dek
sürebilir (nasıl bilebilirsin ki?). Ama ne yazık ki
yanımda uzanmış yatan kadın, duşun akan su-

1 15
yu, bütün o küçük ayrıntılar bilincimi uyandırıp
beni çaresiz bir yalnızlığa sürüklüyor. Ve o tek
özgür anımda bir sürü aşk zırvasına kulak ver­
mek zorunda kalıyorum. Bu bazen çıldırtıyor
beni. O zaman kadınları kapıdan dışarı tekmele­
mek geliyor içimden. Hatta ara sıra yapıyorum
da bunu. Ama bu bile onları uzak tutmaya yet­
miyor. Hatta bundan hoşlanıyorlar. Onları ne
kadar çok görmezden gelirsen, o kadar çok peşi­
ne takılıyorlar. Kadınların tuhaf bir yanları var.
Hepsi yüreklerinin derinliğinde birer mazoşist.'
'Peki o zaman kadınlardan ne istiyorsun?' diye
sordum.

Bu alıntı, bir erkeğin kadınlara karşı bilinçdışı sadist yak­


laşımını gözler önüne seriyor. Bu tavrın temelinde s�vmek­
ten ve sevilmekten korku duyma, cinsellik sırasında ve son-.
rasında yakınlık kuramama gibi sorunlar yatmaktadır. Mil­
ler'ın bu karakteri, kurguladığı senaryoya kendini öylesine
kaptırmış ki, "iki kişiden oluştuğuna" kendisi bile inanmaya
başlamış. Bu kişilerden biri bedeninin hareketlerini yönlen­
dirirken, diğeri de onu "dışardan" izliyor. Ve bu erkek, bilin­
cindeki ikiliğin farkında olmasına karşın, kendini sevişmeye
veremediği için kadınlan suçlamaktan geri kalmıyor.
Bu örnek, sevişme sırasındaki düşüncelerimizin cinsel
performans ve deneyimimizi ne denli etkileyebileceğini gös­
teriyor. Belki de Miller'ın bu karakteri, gizemci cinsellikte so­
runlarına biraz olsun çare bulabilirdi. Böylece, felsefe, sayılar
ya da başka hayal ürünü şeyler hakkında düşünmekten ken­
dini alıkoyabilir ve bunun yerine eşiyle arasındaki yakınlığın
gerçekliğini algılayabilirdi. Belki de, birkaç saniye süren
"dinsel tören"in yerine, kendiliğinden ve düşünceden arın-

1 16
mış olan tutulmuş birleşmenin sonu gelmeyen hazzını du­
yumsardı.
Marquis ae Sade'ın on sekizinci yüzyıl sonu yazılan, ne­
redeyse her türlü sapkın cinsel davranışı betimler. Ne Krafft­
Ebing'in Psychopathia Sexualis'i, ne de Amerikan Psikiyatri
Birliği'nin Tanısal ve İstatistiksel Kılavuz'u, Marquis de Sade'ın
yazılarındaki bu çeşitliliğe ulaşabilmiştir. Sadizm (ki bu söz­
cük onun adından türetilmiştir), Sade'ın yücelttiği sapkın
davranış sınıflarından yalnızca biridir. Buna karşın, Sade, ka­
rakterlerinin zihinsel etkinlikleri ve dile getirilmeyen bilişsel
işleyişleri hakkında bize neredeyse hiçbir ipucu vermemiştir.
Bunun yerine, inanılmaz derecede kaba ve vahşi betimleme­
lerinin yarattığı şok hafifler hafiflemez, öykülerinin derinlik
ve tadını modem tıp kitaplannın sıkıcı ağırlığına indirgemiş­
tir.
Yukarıdaki Henry Miller alıntısının, "hatta bazen sayıyo­
rum ya da felsefi bir sorun hakkında düşünmeye başlıyo­
rum" kısmı, çok sayıda erkeğin cinsel heyecamnı kontrol et­
me ve erken boşalmayı önleme çabasında bir kocakarı (ve
kocamış doktor) formülünü uygulamasını anımsatıyor: "Se­
vişirken başka şeyler düşünün." Bu düşünceler; felsefi bir so­
run, borsa, bir matematik tablosu, bir sp� .,
karşılaşması, kor-
kutucu bir deneyim ya da pis ve aşağılayıcı bir olay hakkın-
da olabilir.
Yıllar önce, Woody Allen, stand-up şovlarından birinde
böylesi bir strateji ile dalga geçiyordu:

Saat sabahın ikisi ve çıktığım kızı eve getirdim.


Bizden başka kimse yok ve her şey yolunda.
Bunu çok dikkatli bir şekilde anlatmam gereke­
cek; çünkü oldukça hassas bir konu:
Ben, oldukça tutkulu ve duyarlı bir erkeğim.

1 17
Duygularımın doruğa çıktığı anlar beni fazlasıy­
la etkiler. Ve ruhumun bulutların üstüne yüksel­
diği o anları biraz olsun uzatabilmek için . . . .
beyzbol oyuncularını düşünürüm. Evet, artık
gerçeği biliyorsunuz.
Çılgınca sevişiyoruz ve kız beni tam anlamıyla
paralıyor. Sanının artık bir beyzol maçı hayal et­
menin zamanı geldi. Durum doktıZuncuda bir
ve sıra da Giants'ta.
Mays, sağa doğru tek bir koşu yaptı. Mükemmel
bir vuruş ve ikinci koşu da geliyor.
Kız, tımaklannı sırtıma bahrıyor şimdi. Sanının
McCovey vurmaya geldi. Alou fırladı. Holland
tekliyor. Mays üçte. Bir ve üç dolu, iki dışanda.
Giants, bir koşu geride. Şimdi kim vurmaya ge­
lecek, bir türlü karar veremiyorum. . . .
Kız on dakikadan beri duşta . . . .
Size daha fazlasını anlatamayacağım. Fazla kişi­
sel konular, bilirsiniz. . . .
Tamam, tamam, işte söylüyorum sonucu: Giants
kazandı!

Gerçeği söylemek gerekirse, sevişirken başka şeyler dü­


şünmek; cinsel heyecanı kontrol etmek ya da gizemci dene­
yime ulaşmak için pek de doğru bir yol değildir. Tam tersi­
ne, İkinci bölümde gördüğümüz gibi, düşüncelerden uzak
bir farkındalık ve duyarlılık, iki eş de istediği sürece, seviş­
meyi öğrenmek için en uygun zihinsel etkinlik durumudur.
Bizi yaşadığımız deneyimden uzaklaştıran iç konuşmalar ol­
madan cinsel heyecanımızı doğrudan duyumsamamız, hem
zamansız bir orgazmdan kaçınmamız için ne zaman yavaşla­
mamız veya durmamız gerektiğini otomatik olarak bilmemi-

118
ze olanak tanır, hem de kendiliğinden bir şekilde heyecanı­
mızı düşürmenin ya da artbrmanın duyusal anahtannı bize
verir. Başka şeyler düşünmek (yani sözel düşüncelere dal­
mak) ise, kendimizi kontrol etme becerimizi olumsuz etkile­
menin yanında, sevişmeyi romantik olmayan, sıkıcı bir dene­
yime dönüştürür. Aslında, zihinsel konuşmalar, cinsel işlev
bozukluklarını önlemekten çok, bunlara neden olurlar.

İşlev Bozukluğu Olarak Kendi Kendine Konuşma


Başka bir zihinsel içerik çeşidi de, bazı cinsel işlev bozuk­
luğu kalıpları ile ilişkilendirilmiştir. Bu işlev bozukluklannın
en yaygın olanlan, kadının orgazma ulaşmada zorlanması ve
erkeğin penisini dikleştirmede ve bu dikliği korumada güç­
lük çekmesidir. Bu cinsel işlev bozuklukları, bir çiftin ilk cin­
sel deneyimi sırasında, kişisel ya da kişilerarası bir travma­
nın sonucunda ya da durumsal stres nedeniyle ortaya çıkabi­
lir. Bu cinsel işlev bozukluklanna, kadında ve erkekte, ortak
bir düşünme kalıbı eşlik eder. Cinsel terapistler, uzun yıllar
önce cinsellik sırasında zihne hakim olan bazı düşünceler ile
cinsel bozukluklar arasındaki bağlanbyı fark etmişler ve cin­
sel işlev ile heyecanı engelleyen duyguları (örneğin suçluluk,
korku, tedirginlik veya endişe) yaratan birkaç düşünce çeşi­
dini belirlemişlerdir.
Örneğin, seviştiğimiz için bir şekilde cezalandınlacağımı­
zı düşünerek korku duyabiliriz. Zihnimizde cehennem ateş­
leri ve zebanilerin görüntüsü ya da bizi azarlayan ebeveyn­
lerimizin ve dinadamlannın anısı canlanabilir. Ya da gerçek
bir tehlikeden dolayı endişe duyabiliriz. Örneğin, bu tehlike,
sevgilimizin bir başkası ile evli qlması ya da korumasız sevi­
şiyor olmamız olabilir.
Cinsel tedirginliğe ve işlev bozukluğuna yol açan düşün­
celere, kişinin cinselliğinin yeterli olup olmadığını sorgula-

1 19
yan bir iç konuşma eşlik eder. Bu iç konuşma, insanın fizyo­
lojisi, bedeni ya da bedeninin verdiği tepkilere ilişkin besle­
diği kuşkulara dayanabilir. Ya da bu konuşmanın temelinde
ne yapacağını bilememe veya yeterince iyi olamama korku­
su bulunabilir. İnsan, kendi cinsel performasına ilişkin bu te­
dirgin edici düşünceleri zihninden uzaklaşhramazsa, kork­
tuğu şeyler gerçekten başına gelebilir. Başarısızlık ve redde­
dilme korkuları, sonradan yaşanan gerçek başarısızlıkların
asıl nedenidir.
Erkek ve kadının özgürlüğü üzerine sayısız konferans
vermiş olan yazar Warren Farrell, Erkekler Neden Oldukları
Gibidirler adlı kitabında, betimlediğimiz bu düşünme şeklini
şöyle anlahr:

İktidarsızlık sözcüğü, erkeğin gücünün penisin­


den kaynaklandığını ima ederek, erkeğin dikka­
tini penisine yöneltmesine neden olur ve böyle­
ce olası bir soruna zemin hazırlar: öz bilinçliliği.
Erkek gruplarıyla yaphğım çalışmalarda, "ikti­
darsızlık" vakalanrun yaklaşık yüzde 98'inin te­
melinde öz bilinçliliği ve başarısızlık korkusu­
nun bir birleşiminin ya da zihinsel dağınıklığın
yathğını bulmuştum. Bir organımızın şeklini de­
ğiştirmesi beklentisi içinde olduğumuz bir anda
bu tedirgin edici duygu ve düşünceler zihnimizi
işgal ederse, bedenimizin o organı konsantre
olamaz. Öz bilinçliliği, sevme bilinçliliğine ulaş­
mamıza önler.

Tabü ki, öz bilinçliliği, daha yüksek ve gizemci bir bilinç­


liliğe ulaşmamıza da önler.
Kendi Kendine Konuşma Dikkati Dağıtır

1 20
Cinsel işlevlerimize engel olan üçüncü bir düşünce sınıfı
da, zihnimizi bir noktada toplamamızı önleyen dış etkenler­
le ilgilidir. Çocukların bizi duymasından ya da yatak odası­
na girmesinden endişelenebilir; işe zamanında yetişemeye­
ceğimizin telaşına kapılabilir; telefonun çaldığında kimin
aradığınının merakıyla kıvranabilir; hatta odanın tavanının
boya gerektirip gerektirmediğini durup dururken kafaya ta­
kabiliriz (!). Yaşamımızla ilgili bazı genel düşünceler ve so­
runlar da, sevişme sırasında zihnimizi meşgul edebilir. İşsiz­
lik, sevdiğimiz bir insanın ölümü, bir hastalık ya da bunlara
benzer başka bir kriz, bizi strese ve depresyona sürükleyerek
sevişme sırasında zihinimizi meşgul edebilir. Birçok hastam,
stresli olduğunda iştahının kaçabileceğini, uyku düzeninin
bozulabileceğini ve dikkatini bir konu üzerinde toplamada
güçlük çekebileceğini kabul etmekte; ama aynı nedenden do­
layı ortaya çıkan cinsel sorunlar karşısında tam anlamıyla
şaşkınlığa düşmekte ve paniğe kapılmaktadır. Yıllar boyun­
ca rastlantısal ve bilinçdışı bir şekilde biriken ' bazı daha
önemsiz görünen sorunlar da, benzer cinsel sorunlara neden
olabilir.
Cinsel işlev bozuklukları ile ilişkilendirilen bir başka dü­
şünce sınıfı da, çiftin ilişkisi üzerine odaklanmaktadır. Birçok
erkek ve kadın, ilişkilerinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle,
dikkatlerini yeterince sevişmeye veremezler. Seyrnore Fis­
her'ın Kadın Orgazmı adlı geniş kapsamlı anket araştırması­
nın da ortaya koyduğu gibi, kadının zorlanmadan orgazma
ulaşabilmesi için her şeyden önce iyi bir ilişkisinin olması ge­
rekmektedir. Fakat bu yalnızca kadınlara özgü bir sorun de­
ğildir. Hem kadınlar, hem de erkekler, şiddetli bir tartışma­
dan sonra eşlerinin sevişmek istemesi karşısında şaşkınlığa
düşebilir. Ben, bir tarbşmanın tam ortasındayken eşinize se­
vişmeyi teklif etmenizi önermem. Daha önce eşinizle konuş-

121
malı ve aranızdaki sorunları çözmelisiniz: İster yarım saat
süren duyarlı bir konuşma yapın, ister aylar ya da yıllar sü­
recek olan bir evlilik terapisine başlayın. Sözel düşünme mo-
- du, böyle bir durumda oldukça işinize yarayacakhr.
Sözünü ettiğimiz bu düşünceler, insanın zihnini meşgul
eder, aklının karışmasına ve mutsuz olmasına yol açar ve
cinsel yaşamını olumsuz yönde etkiler.

Yeterli Cinsel Performans


Bazı düşünme kalıpları, düzenli ve "sağlıklı" bir cinsel
yaşamla da ilişkilendirilir. Erkekler ve kadınlar, cinsel ya­
şamlarından memnun olduklarında bile, cins�lliğin başın­
dan sonuna dek nasıl olması gerektiğini tanımlayan bir l<ur­
guya inanırlar. Sevişmenin nasıl ilerleyeceğini betimleyen bu
kurgu, sevişme sırasında bu insanların zihinsel etkinliğine
egemen olur. Biraz ön sevişme. . . . sonra asıl birleşmeye ge­
çiş. . . . bir veya iki zekice tasarlanmış pozisyon değişikliği
. . . sonra da orgazm (çoklu, aynı anda, nasıl arzularsanız o
şekilde) . . . . her adımı tasarlanmış bir final. . . . ara sıra yapı­
lan bazı ufak değişiklikler de yaşama ayn bir renk katar.
Bu senaryonun kötü bir yanı yok, değil mi? Ama bir çift,
sevişmeyi önceden tasarlanmış bir plan olarak algıladığı sü­
rece, birleşme anını tam anlamıyla duyumsayamayacak ve
gizemci bir bilince ulaşamayacakhr. Başka bir deyişle, sevgi­
liler, cinsel yaşamları tatmin edici gözükse de, çoğu kez için­
de bulundukları anı yaşamak yerine gelecekteki bir varış
noktasına doğru yarışırcasına ilerlerleyecektir. Bu noktaya
ulaştıklarında kendilerini mutlu hissedebilirler; ama bu, on- ·

lan gizemci deneyimin fazlasıyla uzağına taşır.


Bir planı, senaryoyu ya da yatakta yapılacak çarpıcı ve
müstehcen hareketleri tanımlayan klişeleri izlememiz gerek­
mez. Bedenimizin sevişmenin kendiliğindenliği içinde sü-

1 22
rüklenmesine olanak tanımak dışında yapmamız gereken
hiçbir şey yoktur.
Cinsellikte çeşitliliğe karşı değilim. Ancak bu çeşitlilik;
doğal ya da yapay, kendiliğinden ya da zorlama, gerçek ya
da sahte olabilir. Cinselliğimiz, bedenimizin istediğini yap­
masına izin verdiğimiz zaman yenilikçi, yaratıcı ve şaşırtıo.
bir görünüm kazanabilir. Sahte cinsel çeşitliliğin temelindey­
se, bir yerlerde okuduğumuz, duyduğumuz ya da gördüğü­
müz pozisyon, teknik ve sevişme sahnelerini kendi yaşamı­
mıza uyarlamaya çalışmamız yatar. El ele tutuşurken, oral
seks yaparken ya da "çılgınca düzüşürken," amaç, doğru
adımlan zihnimizde gözden geçirip sonra da bunlan sadık
bir şekilde uygulamak değildir. Cinsel bir senaryo olmadan
çok daha iyisini yapabiliriz.
Masters ve Johnson'un yeterli cinsel tepki için gerekli gör­
dükleri dört evreyi harfiyen uygulayan ve böylece normal ya
da, teknik olarak ifade etmek gerekirse, "işlevleri yeterli" ol­
maya hak kazanan bir insan, yine de fazlasıyla sıkıcı ve başa­
rısız bir sevgili olabilir. Sorun, cinselliğin nasıl olması gerek­
tiğini betimleyen bir planın izlenilmeye çalışılmasında yat­
maktadır. Uygulanan bu senaryo ne denli esnek ve yenilikçi
olursa olsun, cinsellik, eninde sonunda yorucu ve sıkıcı bir
uğraşıya dönüşecektir.
Cinsellikte yenilik arayışı, insanı durmadan daha yeni,
daha seksi, daha çılgınca ve daha erotik şeyler denemeye,
hatta yeni eşler bulmaya yöneltir. Ama bu yorucu çabaların
bir sonu yoktur. Cinsellik; bir haritası, senaryosu ya da ama­
cı olduğunda heyecan vermez. Oldukça erotik bir şekilde
başlayan birçok ilişki, bu yüzden zamanla sıkıcı bir nitelik
alır. İlk cinsel deneyimler, birçok çift için en heyecanlı olan­
larıdır. Yeni bir bedeni keşfetmenin verdiği yoğun duyum ve
haz, sevgililerin adeta başını döndürür ve ilişkinin her anını

1 23
doyasıya ve sorunsuzca yaşamalarına olanak tanır. Ancak ilk
günlerin heyecanı unutuldukça, çiftlerin dikkatleri de başka
yönlere kaymaya başlar; zihinlerini cinsellikten ve duyumsa­
dıkları andan uzaklaştıran çeşitli düşünceler ortaya çıkar; ya­
şanan deneyim değersizleşir. Böylece işlevsel çiftlerin cinsel
yaşamları giderek duygusallığını yitirir.
Bu vakaların çoğunda, eşinin bedenini yakından tanıyan
ve onu nasıl uyaracağını çok iyi bilen sevgililer; sevişir, heye­
canlanır, doruğa ulaşır, ama kendini yaşadığı deneyimden
ve eşinden fazlasıyla uzakta hisseder. Sevişme, bir tür karşı­
lıklı mastürbasyona dönüşmüştür. Daha da kötüsü, sevgilile­
rin bilinçlerini işgal eden düşünceler, sevişmeyi sıkıcı ve ra­
hatsız edici bir boyuta taşıyabilir. Hatta sonunda eşlerin biri,
dişlerini gıcırdatarak, diğerinden açıkça "acele etmesini ve
işini çabucak bitirmesini" bile isteyebilir. Böylece, eşlerin cin­
sel yaşamlarını sona erdirmesi de daha kolaylaşacaktır.
Bu değişim, ilişkilerin bir süre sonra yavanlaştığı varsayı­
mı ile bağlantılıdır. Ama bu her zaman doğru değildir. Sev­
gililerin birbirlerine karşı hissettikleri cinsel çekim ve heye­
can, zamanla yok olmak zorunda değildir ve bu duygular
yok olsa bile tekrar geri kazanılabilir. Hatta ilk tanıştıkların­
da birbirlerine karşı hiçbir cinsel çekim hissetmeyen eşler
arasında bile bu duygu sonradan canlandırılabilir.
Çiftlerin cinsel duygularını yitirmelerinin nedeni zaman
ya da aşinalık değildir. Eğer diğer yönlerden mutlu olan bir
çiftin cinsel heyecanı ve istekliliği yok olmuşsa, ortada somut
bir sorun var demektir: cinsellik sırasında düşünmek ve cin­
selliğin nasıl olması gerektiğini tanımlayan kalıplara tutsak
olmak. Bu kalıplar (içerikleri ne olursa olsun), gizemci gele­
neklerin uzak durmayı öğütledikleri düşüncelere örnek gös­
terilebilir. Yoksa, gizemci birliğe ve yüksek bir bilinçliliğe
ulaşamaz sevgililer.
Normal bir sevişmenin nasıl ilerleyeceğini betimleyen

124
)
kavramsal kurgular, bir pornografik film olarak da zihinde
canlandırılabilir; ama bunlar çoğu zaman belirsiz ve bilinçdı­
şıdır.Bu kitabın İkinci bölümünde, Aziz Augustine, Freud,
Kinsey ile Masters ve Johnson'ın (hepsi farklı nedenlerle) na­
sıl orgazmı cinsel tepkinin ana amacı ve en çarpıcı zevki ola­
rak resmettiklerini gördük. Buna karşın, gizemci cinselliğin
amacı, telaşsız ve açık bir yakınlığın aracılığıyla farklılaşmış
bir bilinç düzeyine yükselmektir. Herhangi bir son, ister ger­
çek olsun, ister hayal ürünü, bu amacın gerçekleşmesine en­
gel olacaktır.
Tablo 2, sevgililerin cinsel yaşamlarına hakim olan sayısız
cinsel plandan birkaçını göstermektedir. Bu planlar, cinselli­
ğin neyi amaçladığına, bu amacın ardında hangi güdünün
yattığına ve cinselliğin kimin için sahnelendiğine uygun bir
şekilde düzenlenmiştir.

Sevişme Sırasında Düşüncelere Hakim Olmak


Bazı kadın ve erkekler, sevişme sırasında kolaylıkla zihin­
lerini düşüncelerden arındırabilirler. Böylece, bütün iç mo­
nologlardan uzakta, cinselliğin zevkini ve yakınlığını doğru­
dan duyumsarlar. Başkaları içinse, bu yaklaşım o denli yeni­
dir ki, bunu pek de gerçekçi ve olası bulmazlar. Neyse ki, bu
o kadar da zor bir şey değil. Şimdi, sevişme sırasında zihin­
sel etkinliğinizi nasıl kontrol edebileceğinizi göreceksiniz.
Böylece düşünceler, gizemci deneyime ulaşmanıza engel ol­
mayacak.
Sol beyin düşüncelerini kontrol etmenin basit sayılabile­
cek bir yolu vardır. Bütün meditasyon ve yoga dizgelerinde,
hatta birçok modern psikoterapi yönteminde (cinsellik tera­
pisi de dahil olmak üzere) kullanılan bu yaklaşım, insanın bi­
lincini ve dikkatini yaşadığı an üzerinde toplamasına daya­
nır. Cinselliğe uyarlandığında, sevgililer, zihinlerini seviş-

1 25
Tablo 2
Sevişmeyi Yönlendiren Cinsel Yaklaşımlar

Cinselliğin Amacı Güdü Cinsellik Planı Seyirci

"iyi" bir sevgili olmak Gurur Cinsel çeşitlilik ve yenilikleri sergileme İnsanın egosu
Günah işlemekten kaçınmak Su�uluk Nevrotik bekaret takınhsı ya da cinsellikten kaçınma İnsanın bilinci
Gevşemek Gerginlik � ya da eşini kulnarak mastürbason yapma İnsanın bedeni '°

�ini bitirmek Görev Eşi orgazm olana dek kendini tubna Odanın tavanı
Var olan durumu korumak Denge, alışkanlık Her uman yapbğını tekrarlama İlişki
Normal olmak Utanç Yayımlanan akımlan yakından izleme Sosyolog / psikiyabist
yakmlıkta kaçınmak Şizofrenik korku Kısa ve rasgele ilişkilere girme Yabanalar
Çoaık sahibi olmak Türün Devamı Doğurgan olma Gametler
Cinsellikten zevk almak Yakınlık, sevgi Sevişme Eş, sevgili, arkadaş
Yüksek bir bilinç diizeyine ulaşmak Sevgi, birlik Yok Kozmos
menin her anı üzerinde yoğunlaştırmalı ve tüm dikkatlerini
cinsel duyumlann doğrudan algılanması üzerine çevirmeli­
dir.
Maspero'nun Taoculuk'ta belirttiği gibi:

"Doruksa! meditasyon" olarak çevirdiğim Cunsi


ifadesi, iki anlama gelir: "düşüncelerini sıkıca
bir şeye sabitlemek" ve "düşüncelerini bir şeye
uygulamak." Böylece bu ifadeden Taocu tanıma
ulaşırız: "Cunsi sırasında gözlerini kapa ve dü­
şüncelerine ara ver."

Dikkatimizi cinsellik sırasında olup biteni doğrudan du­


yumsamaya yönelttiğimizde, düşünce ve değerlendirmeleri- .
mizi de duyumlar olarak yaşamaya başlanz. Düşünceleri öz­
gürce algılayabilir ve onlann zihnimizden akıp gitmesine
olanak tanıyabiliriz. Önemli olan, düşüncelere takılıp kalma­
mamız ve tüm dikkatimizi beynimizin sol yarısına ve iç ko­
nuşmalara vermememizdir. Sevişmenin doğrudan duyusal
algılamalarına odaklandıkça, "ben o düşüncelerden oluşuyo­
ı:um" yerine "o düşünceler benim içimde oluşuyor" demeye
başlarız. Böylece o düşünceler, farkındalığımızın içinden ser­
bestçe akıp gider.
Zihnimizdeki düşüncelerin tamamını dizginlememiz şart
değildir. Onlara yalnızca yakınlık deneyimini engellemeye­
cek ölçüde hakim olmamız yeterlidir. Başka bir deyişle, gi­
zemci deneyime ulaşmak için, beynimizin sol yan etkinliğini
tamamıyla saf dışı bırakmak yerine, beynin sol ve sağ işlev­
leri arasında uyumlu bir denge kurmalıyız. Bazı insanların
bu dengeyi kurmak için sevişme sırasında düşünceleriyle
mücadele etmesi gerekirken, bazıları da, sevişme deneyimi­
ni yaşarken sözel düşüncelerini çoktan sabitlemiştir.

1 27
Düşünceyi Durdurmak
Düşünce kontrolü ya da düşünce durdurma, davranış te­
rapisinin en eski yöntemlerinden biridir. Bu yöntem, ilk
1920'lerde, takıntıları (yinelenen bir konuya ya da zihinsel
görüntüye ilişkin kontrol edilemeyen düşünceler) tedavi et­
mek için kullanılmıştır. 1970'lere gelindiğindeyse, bu yön­
tem, davranış terapistlerinin en popüler silahlarından biri
haline gelmişti ve daha yavaş, dolaylı, ama belki de daha
kapsamlı olan psikoanalitik tekniğin aksine, takınhsal dü­
şünmeyi dolaysız ve etkin bir şekilde tedavi etmek için kul­
lanılıyordu. Ancak ne yazık ki, her iki yaklaşım da çok fazla
etkili değildir. Takıntısal· bozukluklar, bütün psikoterapi
yöntemJ,erine fazlasıyla direnç gösterir. Fakat kişinin dikkati­
ni ve algılamasını yönlendirebileceği ve böylece bilişsel işle­
vini bir ölçü de olsa kontrol edebileceği fikri cinsel davranış
değiştirme terapilerine uygulandığında, özellikle de cinsel
işlev bozuklugunun sevişme sırasında zihne egemen olan bir
düşünce kalıbından kaynaklandığı durumlarda, bu yaklaşı­
mın fazlasıyla yararlı olduğu ortaya çıkmış r.
..

Günümüzde, meditasyon ile düşünce d\lrdurma; hiper­


tansiyon ve depresyon gibi psikolojik nedenleri bulunan b�
lirtilerin tedavisinde çarpıcı sonuçlar vermektedir. Buna kar­
şın birçok doktor, hala bu belirtileri ilaçla tedavi etmeyi sür­
dürmektedir. Cinsel belirtilerin tedavisinde de, yoga-medi­
tasyon tekniklerinin ortaya çıkışından önce genellikle ilaçla­
ra başvurulurdu.

Duyusal Konsantrasyon
Masters ve Johnson, 1970'lerde, duyusal odaklanma adını
verdikleri yöntemi yaygınlaştırmışlardır. Bu yöntem, insa­
nın, zihnin başka yönlere kaymasına izin vermeden, dikkati­
ni sevişmenin duyumlarına odaklamasına dayanır. Masters

128
ve Johnson, bu yöntemi çeşitli cinsel işlev bozuklularının te­
davisinde kullanmışhr. Kaplan, duyusal odaklanmadan "de­
ğerli ve dahice bir araç" olarak söz eder. Yeni Cinsellik Terapi­
si adlı kitabında, bu çalışmayı hastalarına nasıl betimlediğini
şöyle anlatmaktadır:

İkinizin de yatağa girmeye hazırlanmasını isti­


yorum. Elbiselerinizi çıkartın, bir duş alın ve
gevşeyin. Senin (kadın) yatağa yüzüstü uzanma­
m istiyorum. Sonra sen (erkek) onun sırtını ola­
bildiğince yumuşak ve duyarlı bir şekilde okşa­
yacaksın . . . . Onun bedenine ve tenine dokunur­
ken hissettiğin duygulara konsantre ol. Bu ara­
da, senin de (kadın) tüın dikkatini bedeninin his­
settiği duyumlar üzerinde top1amanı istiyorum.
ZiJ:ninin başka yönlere kaymamasına çalış. Baş­
ka hiçbir şey düşünme. Onun yorulduğunu ya
da yeterince zevk almadığını düşünüp endişe­
lenme. Yalnızca bedenini duyumsamaya çalış.

Daha sonra, Dr. Kaplan, o dönemin psikiyatri modasına


uyarak, tedavi sürecini adım adım betimlemeye koyulur:
"gerginleşmediyseniz ve hala sevişmenin heyecanını içiniz­
de duyumsuyorsanız, deneyimler, bu sefer cinsel organlar
uyarılarak yinelenir. (Bu evreyi 'duyusal odaklanma il' diye
adlandıracağız.)"
Aslında, sevişmede zihni düşüncelerden arınmayı öğren­
mek için belirli sıradüzensel evrelere uymak gerekmez. Ne­
ye konsantre olduğumuzun pek bir önemi yoktu-. Hem, bu
yaklaşım, bir hedefe (cinsel yeterlilik, gize-nci deneyim ya da
başka herhangi pir şey) ulaştıran bir çalışma ya da yöntem
olarak değil, varlığımızı o an yaşanan ve duyumsananın için-

1 29
de yoğunlaştırmamıza olanak tanıyan bir araç olarak görül­
melidir.
Zihnimizi cinsel sevginin çeşitli yönleri üzerinde topla­
mak isteyebiliriz. Böylece benliğimiz, düşüncelerden uzakla­
şarak gizemci bilinçliliğin belirsiz düzlemine yükselebilir.
Cinselliğin bu yönleri, etken ya da edilgen, genel ya da özel
olabilir; dokunuşu, duyumsamayı ya da her ikisini aynı an­
da kapsayabilir.
Örneğin, cinsel terapinin sona erdiği yerden başlayabilir­
siniz. Eşinizin bedenine dokunurken ve onu yavaşça ve sev­
giyle (ya da hoşunuza giden herhangi bir şekilde) okşarken
hissettiklerinize konsantre olabilirsiniz. Ya da bedenlerinizi
birbirine bashrarak, eşinizin bedenini kendi bedeninizle bir­
likte duyumsamaya çalışabilirsiniz. Duyumların dolaysız bir
şekilde algılanmasına konsantre olduğunuzda, bedenizden
ışıyan çok sayıda duyumu aynı anda hissetmeniz kolaylaşı:.
Bir dokunuşun etkin duyumlarını ve bu dokunuşun ken­
di bedeninizdeki yansımasını aynı anda hissetmeyi öğren­
mek pek de zor değildir. Eşinize dokunduğl.1".luz her nokta­
da o da aynı anda size dokunur. Sevgilinizin bedenine doku­
nurken onu duyumsayabilir ve duyumları kendi elinizin
içinde ya da bedenizin başka bölgelerinde algılayabilirsiniz.
Dikkatimizi dokunmaya ve duyumsamaya ayrı ayn çevire­
bilir ya da her ikisini birlikte algılamaya çalışabiliriz. Zaten
bu iki duygu aslında özdeştir. Sevgilinizin bedenini duyum­
samanızın ona dokunurken elinizde hissettiklerinizden pek
de bir farkı yoktur.
Önemli olan, "biraz ıslak" ya da "ne kadar pürüzsüz" gi­
bi şeyler demeye gerek kalmadan, duygulan dolaysız bir şe­
kilde yaşamakhr. Zihnimizdeki sözel düşünceler, duyumları
belirsizleştirmemeli ve çarpıtmamalıdır. Bu yoğunlaşma, do­
kunma duyusunun dışında diğer duyular için de geçerlidir.

1 30
Tatma duyusu, dokunma duyusuna nasıl da eşlik eder, değil
mi? Bir bedende ne çeşitlilik ama!
·

Ve koku duyusu . . . Kendinizi, eşinizi ya da her ikisini


birden koklayabilirsiniz. Doğal ten kokusunun yanında eşi­
nizin sürdüğü parfümün (ve şampuanının, makyajının, de­
odoranhnın ve saç spreyinin) kokusunu duyumsarsınız. So­
luğunuzun ılık kokusu ya da odanın içini dolduran tütsünün
kokusu beyninizi uyanr. Yaratabileceklerinizin bir sınırı
yoktur. Bunların her biri; tepkilere, duyumlara ve sözcükler­
le ifade edilmesine gerek olmayan duygulara neden olur.
Ve soluk soluğa kalmış bedenlerin tutkulu sesleri, inleme­
ler, kahkahalar, sevgi dolu fısılhların, konuşmaların ve çığ­
lıkların müziği andıran tınısı. Bu kışkırtıcı seslerle birlikte,
uyum içinde ışımaya başlayan bedenlerinizin sessiz titreşi­
mini de duyarsınız. Duyduğunuz bu seslerin, onlara hiçbir
anlam ve yorum katmadan, saf ses olarak zihninize sızması­
na izin vermeye çalışın. Bu sesler bütününün kulaklarınıza
"düşmesine" olanak tanıyın ve bunlan algılarken hiçbir şey
düşünmeyin.
Ve görüntülerin büyülü dünyası, gözün karanlıkta bile al­
gılayabildiği o narin duyumlar. . . Renkler, şekiller ve desen­
ler, parlak ya da loş, bedenlerinizin görüntülerinin geçirdiği
o ince ve belirsiz değişimler. Görüntülerin de, sesler gibi, zih­
ninize zahmetsizce sızmasına izin verin. Görebildiğiniz her
şeyi, nesneleri ve parçalan teker teker tanımaya çalışmadan,
görmeye çalışın. Gözleriniz, diledikleri yere odaklansın. Bak­
mayın, ama görün. Yeter ki bu eşsiz manzaralar karışımına
gözlerinizi yummayın. Ya da daha derine ve daha yakına ba­
kın. Gözlerinizi bir noktaya odaklayın. Sonra gözlerinizi baş­
ka bir yere çevirmeden boşluğa· dalın. Algıladığınız iki gö­
rüntü temelde özdeştir.
Zihninizi, onlar hakkında düşünmeksizin, tekil duyumla-

131
ra ve duygulara sabitledikçe, bütün o duyumları aynı anda
�lgılamaya başlayacaksınız. Zahmetsiz ve doğal bir uyum
içinde olan bu deneyim senfonisi tüm benliğinizi saracak. Bu
beceriye aslında daha önce de sahiptiniz; fakat bilincinize
egemen olan iç konuşma, duyularınızın farkındalığının tam
olarak ortaya çıkmasını önlüyordu. Zihninizin yöneliminde­
ki değişimler nedeniyle, duyumlarınızı öznel ya da nesnel
olarak yorumlayabilirsiniz. O nesne şöyle gözüküyor ya da
göz retinamda şöyle bir duyum var. Şöyle bir ses duydum ya
da kulak zarlanmda şöyle bir titreşim var. Eşimin parfümü­
nü kokluyorum ya da burnumdaki koku duyulan uyarıldı.
Dolaysız algılamaya sözel bir değerlendirme eşlik etmediği
zaman saf öznellik saf nesnelliğe dönüşür.

Gizemci Farkmdalık
Dikkatimizi bir bütün olmanın duygusu üzerinde de top­
layabiliriz. Sevgililer, hem etkin, hem de alıcıdır. Bu, beş du­
yunun tamamının farkında olmanın ötesindedir. Eşinizle se­
viştiğinizde, nasıl sevişirseniz sevişin, bedeninizin bir bütün
olarak tepki vermeye başladığını hissedersiniz. Bu, yalnızca
fiziksel bir heyecan değil, daha çok bir duygusal var olma
durumudur. Ancak neler hissettiğımizi kendi kendimize an­
latmaya çalışmazsak, bu durumu dolaysız bir şekilde algıla­
yabiliriz.
Bununla birlikte, eşinizi de bir bütün olarak algılayabilir­
siniz. Bu da, eşinizin sizin içinizde yarattığı görsel, kokusal,
işitsel, dokunsal ve tatsal tepkilerin basit bir toplamının çok
ötesindedir. Eşinizin heyecanı, duyguları, eylemleri, tepkile­
ri ve özellikle de orada "bulunuşu," nasıl sizin orada bulunu­
şunuz içsel deneyiminizi dışavuruyorsa, size bir şeyler anla­
hr. Bir yandan, eşinizin tam olarak neler hissettiğini bilemez­
siniz; ama diğer yandan, eşinizden aldığınız her duyum,

132
onun kendi içinde hissettiği heyecanın doğasını ve yoğunlu­
ğunu açığa vurur.
Dikkatinizi eşinizin duyguları üzerinde toplayarak da dü­
şüncelerinizi sabitlemeye çalışabilirsiniz. Hem sevişme sıra­
sında zihninizi meşgul edebilecek bundan daha güzel bir şey
var mıdır? Aranızda duyguların algısal iletişimini yaşamak
için telepatiye de inanmanıza gerek yok. Bu dolaysız iletişim,
sözcüklere değil, dürüst, kendiliğinden, sevecen, içten ve fi­
ziksel ilişkinize dayanır. Sözcükler, yalnızca mesajın önemi­
ni yitirmesine neden olabilir.
Ya da dikkatinizi aynı anda hem kendinize, hem de eşini­
ze yönlendirebilirsiniz. Böylece, eylem ve tepkilerinizin bir­
birinizi karşılıklı olarak nasıl etkilediğinin ve sizin varlığını­
zın büyük bir bölümünün eşinizin algıladıkları ve duyumsa­
dıklarının bir parçası olduğunun farkına varabilirsiniz.
· Sonra da, zihninizi, cinselliğin sizi ve eşinizi fiziksel ola­
rak birleştirdiği gerçeği üzerine odaklamak isteyebilirsiniz.
Nasıl bedeninizi bir bütün olarak duyumsamak, beş duyuyu
aynı anda hissetmenin toplamından daha fazlaysa, bu birleş­
meye odaklanmak da, ikiniz üzerinde aynı anda yoğunlaş­
manın ötesindedir.
Kadın ve erkeğin bu birleşmesini, sevgililerin ''ben olma­
yan" ile de, yani evrenin geri kalanıyla bütünleşmesi izler.
Tamamıyla yaşadığınız ana yoğunlaşırsınız. Ulaşmanız gere­
ken hiçbir hedef kalmamışhr. Artık, dışınızdaki bütünden
ayrı olan bir varlık olmaktan çok, onun bir parçası olduğu­
nuzu hissedersiniz.
Bu bütünlük, düşlenmesi ya da varmış gibi davranılması
gereken bir şey değildir. Bu, dürüst ve dolaysız bir şekilde al­
gılayabileceğiniz bir gerçektir. Zihninizin eşinizle aranızdaki
fiziksel ve duygusal birliği duyumsamasına olanak tanıdığı­
nızda, ruhunuzu evrenin geri kalanından yapay bir şekilde

1 33
ayıran ego sınırlarının çökmeye başladığının farkına varırsı­
nız. Doğanın güçleri sizi o sınırların tutsaklığından kurtardı­
ğında, ruhunuz, uzaklara, evrenin derinliklerine sürüklen­
meye başlar.
Her şeyin ötesinde, gizemci deneyime yaklaşmaya başla­
dığınızı fark edersiniz. Var oluşun derinliklerine doğru sü­
zülürken, "bir şey yapıyorum" ile "bana bir şey oluyor" ve
"sen" ile "ben" arasındaki sınır giderek belirsizleşir. Böylece
gizemci cinelliğin amaçsız, çabasız ve J<endiliğinden doğası­
nın da farkına varırız. Erkek ve kadın, sevişerek düşünceler­
den uzaklaşhğında, geçmiş ve gelecekten, sorunlardan, amaç
ve hedeflerden, ayrılık ve farklılıklardan da uzaklaşmış olur.
Sevgililer, önceden planlanmış bir hedefleri kalmadığında,
yapmaları ya da başarmaları "gereken" şeylere de boş verir­
ler ve bedenlerinin doğal ve kendiliğinden bir şekilde hare­
ket etmesine olanak tanırlar. Kendiliğindenlik, gizemci cin­
selliğin üçüncü özelliğidir.

1 34
4

Gizemci Cinsellik ve
Kendiliğindenlik

İkisi de (Taoculuk ve Tantrizm) "soluğa hükmetmeye" ça­


lışır . . . . Bu iki geleneğin soluğa karşı yaklaşımları, onların
cinselliğe karşı yaklaşımlarını anlamanın ana anahtarların­
dan bfridir.
Bazı yazılara göre, insan, soluk alıp verme ritmini tama­
mıyla durdurduğunda, kusursuz bir ustalığa ulaşmış sayıla­
bilir. Bu ifade, tabii ki sözcüğü sözcüğüne gerçekleri yansıt­
mamaktadır. Aslında, "soluğa hükmetmek," herhangi bir
güç harcamaksızın, soluğun istediği gibi gelip gitmesine ola­
nak tanımak anlamına gelmektedir.

Doğa, Erkek ve Kadın


ALAN WATI'S

135
Tanrı, Adem'i yarahrken ve onun bedenine yaşam üfler­
ken, ona tabii ki suni teneffüs yapmıyordu. "Soluk" kavramı­
nın bu çift anlamına, antik İbrani dilinin dışında, Çince,
Sanskritçe ve Yunanca'da da rastlayabiliriz. Bütün klasik
kültürler, "soluk" sözcüğünü yaşam gücü, ruh ve öz gibi
'kavramları anlatmak için kullanırlar. Soluğun daha modern
ve bahlı bir yorumu ise (ki gizemci yazında bu anlam kulla­
nılmıştır); ego, irade gücü ya da istençli eylemi ifade eder.
Bu nedenle, mistikler, cinsellik sırasında soluğu durdur­
mayı ya da tutmayı önerirken, solunumdan aslında pek de
söz etmemektedirler. Çiftlere öğütledikleri şey, kendiliğin­
den ve doğal bir şekilde sevişmektir. Nasıl herhangi bir şey
düşünmeden ve çaba harcamadan soluk alıp veriyorsak, cin­
selliği de doğal ve akıcı bir şekilde yaşamalıyız.
Hiçbir şey yapmadan sevişme önerisi, yatakta sessiz, don­
muş ve tutkusuz bir şekilde uzanıp kalmamız gerektiği anla­
mına gelmez; bu, doğal cinsel dışavurumun etkin ve istençli
bir şekilde bastırılması olurdu. Kendiliğindenlik; bedenimizi
yönlendirmeden, zorlamadan ya da engellemeden, onun is­
tediğini yapmasına izin vermemizdir. Böylece bedenimiz,
daha önce hiç tatmadığı bir özgürlüğe kavuşacakhr. Başka
bir deyişle, kendiliğindenlik, sevgililerin bedenlerinin oto­
matik ve sezgisel bir şekilde birbirine karşılık vermesini an­
latır. Sevgililer, yapmaları gerektiğini düşündükleri şeyleri
bilinçli bir şekilde ve daha önceden tasarlanarak düzenlen­
miş bir plana göre uygulamaya çalışmaktan vazgeçtiklerin­
de, bedenlerinin uyumlu bir şekilde hareket etmeye başladı­
ğını fark edeceklerdir.
Gizemci cinsellikte sevgililerin nüfuz etmek, pompala­
mak, üzerine çıkmak, hoplamak, zıplamak, titremek, ezmek,
sürtmek, kıvranmak, sallanmak ya da debelenmek gibi bir
dertleri yoktur. Sallan, dön, bashr, it, dal, çek, vram, bam,

136
slam, tango, fandango, mambo, hula, bugalu, ça-ça-ça! Eğer
içinizdeki doğal ve sezgisel bilginin size yol' göstermesine
izin verirseniz, bütün bu hareketleri yapmaktan kurtulursu­
nuz. Böylece "olağan ve bayağı düzüşme"nin ötesine geçebi­
lirsiniz. Sağ olun, bayan! Kaldırmak, indirmek, içeri, dışarı,
üst üste, alt alta, döne döne, yan yana, ata biner gibi, dizgin­
lere asılarak. "Sizi kendime biraz daha yakın tutarsam, kötü
bir şeyler meydana gelebilir," demişti Groucho Marx. İleri ve
geri, doğrusal, dairesel, parabolik, kıyıya vuran dalgalar gi­
bi, sekiz figürü çizerek, bir yılan gibi kıvrılarak, bir topaç gi­
bi dönerek ya da şarkıcı Warren Zevon'un deyişiyle, "bir Wa­
ring blender'i gibi." Bilinçli olarak böylesi hareketleri yaphğı­
mız ve uyguladığımız sürece, olağan cinselliğin ötesine geçe­
meyiz. Gizemci deneyimin farklılaşmış duygusal düzlemine
ulaşmamızı engelleyen şey; çabalamanın, istemenin, şu ve şu
şekilde sevişmeye çalışmanın ta kendisidir.
Bu nedenle, antik, modern, uzaksıl, havalı ya da aydın­
lanmış bütün cinsel öneriler, asıl hedefi ıskalar. Bu önerileri
uygulamak, yüreğimizin ve ruhumuzun derinliklerinde du­
yumsayarak, sezgisel bir şekilde sevmemize engel olur. İster
Masters ve Johnson, Xaviera Hollander ya da Kama Sut­
ra'dan, ister sokaktan, soyunma odasından, klasik bir roman­
dan ya da bir porno filmden gelsin, bazı komutlan izlemeye
çalışhğımız sürece, kendiliğinden sevişme, doğal bir şekilde
gerçekleşemeyecektir. Bir porno film, "cinselliği" açık bir şe­
kilde sergilese bile (açık sözcüğüyle abarhlı ve bayağı olma­
yı kastediyorum), sevişmenin yakın, içten, duyarlı ve gerçek­
ten seksi yönlerini hiçbir şekilde ekrana yansıtamaz. Zarif
balo dansları, hatta "yatay bir niyetin dikey ifadesi" olarak
nitelenen Latin dansları, bu durumu belki daha da iyi bir şe­
kilde gözler önüne serecektir.
Gizemci cinselliği yaşamak için herhangi bir istençli çaba

1 37
göstermenin bir gereği yoktur. İki kişinin arasında sonu ol­
mayan bir bağ varsa ve bu kişiler herhangi bir şey düşün­
meksizin birbirlerini hissedebiliyorsa, bedenlerinin, soluk
alıp verircesine, kutsal bir dansa başladığını fark ederler.
Kendiliğindenliğin sonsuzluğa uzanan ve giderek büyüyen
dalgası, sevgilileri esrime eşiğinin ötesine, gizemci deneyi­
min ince düzlemine taşır.
Kendiliğinden cinsellik herhangi bir çaba gerektirmez.
Hem bu yalnızca cinsel birleşme için geçerli değildir. Bütün
dokunuşlar, öpüşmeler, sanlışlar, okşamalar, kucaklamalar,
sokulmalar, ısırışlar, sıkışhrmalar, yalamalar, soluk alıp ver­
meler, üflemeler, kızdırmalar, cilveleşmeler, bütün hareket­
ler ve duygular, kısacası sevgililerin arasındaki bütün bağ­
lantılar, işi kendiliğinden bir şekilde halleder. Sevişme, du­
yusal ve çabasız bir uyum sergiler; her şey, sevgililerin bir
şey yapmasına gerek kalmaksızın, otomatik bir şekilde ger­
çekleşir!
Kitabın bu bölümü, sevişmede kendiliğindenlik ile ne an­
lahlmaya çalışıldığını gözler önüne sermeye çalışacak ve sev­
gililerin cinsel kendiliğindeliği gerçekleştirmek için içlerin­
deki doğal yeteneği nasıl uyandırabileceklerine ilişkin bazı
öneriler iletecek. Gizemci cinsellik üzerine yazı yazmış ya­
zarların büyük bir çoğunluğunun kendiliğindenliği nasıl
yanlış yorumladığına bakacağız şimdi. İşte başlıyoruz.

"Soluk Almamaya" İlişkin Yanılgılar


Kendiliğindenlik, gizemcilikte hem felsefi, hem de cinsel
açıdan merkezi bir temadır. Gizemci yazın, kendiliğindenlik
kavramırµ soluğu durdurma, sabitleme, hapsetme ya da tut­
ma önerisi ile sunmuştur bazen.
Soluğu tutma öğüdü, gizemci cinselliğin üç özelliğinin çe­
virmenler ve yorumcular tarafından en yanlış anlaşılmış ola-

138
nıdır. Birçok yazar, mistiklerin bir şekilde havaya gereksi­
nimleri olmadığı izlenimine kapılarak, "soluğunu tut" öğü­
dünü yaşama geçirmeye kalkışmıştır. Bu yazarlar, oksijen­
sizliğin gizemcilik ya da gizemci cinsellik ile bir ilgisi oldu­
ğunu, mistiklerin soluk almaya gerek duymadıklarını ya da
soluğun tutulmasının aşkınlığın kapısını araladığını düşün­
müşlerdir. Bütün bu fikirler, gerçekdışı ve saçma olmanın
yanında, yaygın dinlerin ana özelliklerinden biri olan muci­
ze ve büyüsel güç savlarına da kusursuz bir örnek de teşkil
etmektedirler. Gizemci gelenekler, böylesi iddiaları tama­
mıyla reddederler.
Cinsellik üzerine Androjeni ve Sevgi Enerjisi adlı iki kitap
yazmış olan Jung'cu çözümleyici June Singer, mistiklerin
"soluk almamasının" aşkın ve gizemci deneyimle bağlantılı
olduğunu göstermeye çalışmıştır: "Dünyevi var oluşu aştık­
larından dolayı, solumaları neredeyse durma noktasına ge­
lir. . . . Soluğu hapsettiklerinde gizemci deneyime daha da
yaklaşmış olurlar." Bu yorum,· gizemciliği konu olan yazar­
ların önerdiği duygusal ve yan-rasyonel açıklamaların tipik
bir örneğidir. Ama bu, bir açıklama olmaktan çok, bir yanlış
anlamadan kaynaklanan hatalı bir ifadedir. Soluğu tutma
öğüdünün gerçek anlamı aslında şudur: Bütün eylemlerinin
soluğun kadar doğal olmasına olanak tanı.
Soluk almamaya ilişkin daha belirsiz ama yaygın bir hata
da, cinselliğin ihtimamlı soluk alma çalışmaları gerektirdiği
düşüncesidir. Okuyuculara şunlar öğütlenir: Hızlı soluma­
maya özen göster. , . . Diyaframını kullanarak . . . . yavaşça so­
luk alıp ver. . . . Hava, burnundan ve ağzından geçsin. . . . Ya­
vaşça "Om" diye mırıldan. . . . şöyle bir oran ile: içeri al, tut,
dışarı ver. . . . Soluğunun ritmini keşfet. . . . ve en önemlisi,
çalış, çalış ve çalış!
Soluma biçemleri, örüntüleri, eşzamanlamaları ve çözüm-

1 39
lemeleri üzerine yazılmış sayısız makale vardır. Fakat bunla­
rın hepsi önemli bir noktayı ıskalar: Soluma, "kendiliğinden
olan, istençli olandan daha iyidir" diyen gizemci hükmün iyi
bir örneğidir yalnızca. Soluğumuzu o ya da bu şekilde etki­
lemeye ya da engellemeye çalışmamalıyız. Gevşeyerek zihni­
mizi soluğumuz üzerinde topladığımızda solumamız doğal
bir sürekliliğe kavuşacaktır. Cinsellik ile yaşamımızdaki di­
ğer tüm etkinlikler için de bu ilke geçerlidir.
Solumaya ilişkin yöntem ve öneriler, cinsellik önerileri ile
temelde aynı sorunu paylaşırlar. Soluma önerilerini uygula­
maya çalıştığımızda, kendiliğindenliği dışlamış oluruz. Ya­
şanan an, yürekten (ya da bu örnekte ciğerlerden) gelen do­
ğallığını yitirir.
Yaşam, insanlığı var oluşun özüne doğru taşıyan bir neh­
ri andırır. Bazı insanlar bu akıntıya karşı yüzmeye çalışırken,
bazılan da ona direnmemeyi seçer. Kendiliğindenlik, içimiz­
de var olan bu akıntının yönünde yüzmektir. Kendimizi ne
denli zorlarsak zorlayalım, yine de solumayı sürdürürüz. Ne
denli az istençli eylemde bulunursak, o denli iyidir.
En iyi soluma ya da sevişme yönteminin sezgilerimize
teslim olmak olduğunu ve bu sezgilerin bize yol göstereceği­
ni anladığımızda, bütün o çarpıcı öğütleri sıralayan ustalan
farklı bir şekilde görmeye başlanz. Bu kişiler, zaten sezgisel
olara� gerçekleşecek olanı dışsal ve resmi komutlarla yön­
lendiriyor gözükmeye çalışmakta ve insanlara bildikleri şey­
leri öğretmeye kalkışmaktadırlar. Bu yanılsamayı kabul ettir­
me çabalan, politik bir girişim ve kitles� bir davranış kont­
rol yöntemidir. Bu yaklaşım, aynı zamanda yaygın dinlerin
temel işlevlerinden de biridir.
Solumamaya ilişkin bu hatalarla bağlantılı olarak, mantra
adı verilen çeşitli hece, ses, ve titreşimlerin söylense} bir gü­
cü olduğuna yaygın bir şekilde inanılır. Müziksel sesin doğa-

1 40
sı; aritmetik, geometrik ve armonik oranların arasındaki ya­
kın ilişki nedeniyle, geleneksel gizemciliğin ilgisini çekmiş­
tir. Gizemci mimarlıkta da benzer bir ilgiyle karşılaşırız. (Go­
ethe, bu nedenle geometriyi "donmuş müzik" olarak adlan­
dırmıştır.) Fakat gizemciliğin sese ve uyuma gösterdiği bu il­
gi de, çoğu kez yanlış bir şekilde yorumlanmıştır. Bazı özel
ses, sözcük ya da cümleler söyleyerek büyülü güçler elde
edilebileceği inanışı, aslında yaygın dinlerin abartılı ve yap­
macık sihir merakının bir yansımasıdır. Gizemci gelenekler,
böylesi boş inanışları tamamıyla reddederler.
Mantraların bu kullanımı, bazen soluma çalışmaları ve
soluğu kontrol etme yöntemleri ile ilişkilendirilir. Hint felse­
fesi ve dini uzmanı S.B. Dasgupta bile şunları kağıda dök­
müştür: "Mantra, yalnızca bazı ses ve hecelerin söylenmesi
ya da mırıldanması değildir. Mantra-yoga öğretisine ,göre,
bu eylem, mantraların yardımı ile yaşam yelini (soluk) kont­
rol etmeye olanak tanıyan yogacı bir süreçtir." Fakat bu bağ­
lamda sözü edilen soluğun aslında soluma ile hiçbir özel il­
gisi yoktur. Bu nedenle, sözcüklerin ya da seslerin büyü ola­
rak kullanılması, aldatıcı bir boşinançtır ve gizemciliğin yan­
lış yorumlanmasına katkıda bulunmuştur.
Bir mantra, şarkı, arya, tekerleme, şiir ya da dua söyleme­
nin ya da mırıldanmanın birçok iyi nedeni vardır. Sakinleş­
mek, gevşemek, neşelenmek ya da eğlenmek için; öylesine ya
da hiç nedensiz şarkı söyleyebiliriz. Ve yaşamımızda çeşitli
soluma çalışmalarına da yer vardır. Bu soluma çalışmalarını
yaparken daha iyi şarkı söyleyebilmeyi, zayıflamayı, gergin­
liğimizi azaltmayı, farklılaşmış bir bilinçliliğe ulaşmayı ya da
akciğer kapasitemizi arttımayı amaçlıyor olabiliriz. Bütün bu
bedensel çalışmaları size tüm kalbime öneririm. Ama sesle­
rin ya da soluk alıp vermenin gizemci cinsellik ya da farklı­
laşmış bir bilinç durumuyla hiçbir özel ilgisi yoktur.

141
Gizemci Yazında Kendiliğindenlik
Kendiliğindenlik, gizemci cinsellik ve gizemci felsefenin
en temel kavramlardan biridir. Gizemcilik, karar verirken
de, sevişirken de, kendiliğinden bir şekilde davranmamızı,
beden ve zihnimizin dilediğini yapmasına olanak tanımamı­
zı öğütler. Duygu ve sezgilerimizin gösterdiği yolun doğru
olduğuna güvenmeli, özgürlüğümüzü ve yarahcılığımızı
hiçbir şekilde kısıtlamamalıyız.
Gizemci yazılar, kısaca "soluğunu durdur" diyerek, doğal
ve kendiliğinden davranışı önerirler. Ama daha aynnhlı söy­
lemlerde, kendiliğinden davranış, daha farklı şekillerde anla­
tılır. Örneğin, kendiliğinden davranış; amaçsız, çabasız, ke­
sintisiz, özgür, sınırsız, bağsız, yarahcı, et;odışı, benliksiz, ar­
zusuz, tokgözlü, tereddütsüz ve doğaldır. Bu nitelemeler, ilk
bakışta öiraz belirsiz, edilgen, hatta çelişkili görünebilir.
Ama bunların gizemci cinsellikle aralannda ortak bir bağ
vardır.
Kendiliğindenliği niteleyen bu sıfatlar, temelde beynin
sağ yarısından kaynaklanan eylemleri anlahrlar. Varlığımı­
zın yakın, birleştirici, duygulu, sezgisel ve algılayıcı bölümü
kendiliğinden davranışı �ışavurur.
Sözel dü şünen ve kavramsallaştıran sol yan, zihinsel dü­
zeyde sözel-çözümleyicidir. Davranışsa! düzeydeyse, verilen
komutlan uygular, planları ve hedefleri gerçekleştirir, istenç­
li olarak yapar ya da engeller ve ego işlevlerini yerine getirir.
Sol yarının bu istençli eylem ve engellemeleri, sağ yarının
kendiliğindenliği ile çahşır.
Gizemci yazının kendiliğinden eylemi ifade etme şekille­
ri (amaçsız, egodışı, sınırsız, arzusuz, benliksiz ve saire), ken­
diliğindenliği engelleyen ya da bununla çatışan sağ yan iş­
levlerinin niteliklerinin karşıtlarını vererek elde edilmiştir.
Gizemci yazıların bu yönteme başvurmasının nedeni, kendi-

1 42
liğinden olmanın hiçbir olumlu ve istençli şeklinin bulunma­
masıdır. İstençli bfr şekilde doğal davranmaya çalışamayız.
İstençlilik, kendiliğindenliğin en büyük engelleyecisidir.
Ama herhangi bir engel olmazsa, kendiliğindenlik, doğal ve
otomatik bir şekilde gerçekleşecektir. Buna ulaşmak için, ona
engel olan, onunla çatışanı durdurmalı, hapsetmeli, tutmalı
ve etkisiz hale getirmeliyiz.
Örneğin, mistikler, bağsız olmaktan söz ederken, her şey­
den tamamıyla uzaklaşmamız gerektiğini anlatmak isteme­
mezler. Tam tersine, gizemci deneyimin anahtarı, zihinsel ve
davranışsa} olarak yaşananın tamamıyla içine girmek ve ona
yoğunlaşmaktır. Önerilen bağsızlık, içimizdeki çözümleyen,
komut uygulayan ve hedefler belirleyen parçamıza bağlı ol­
mamayı anlatır.
Bu öneri, bütün sağ yarı etkinliğinin gizemci deneyime
zararlı olduğunu ima etmemektedir. "Düşünme�e" öğü­
dünde olduğu gibi, "soluk almama" öğüdü de, bir denge ve
bütünlük kurulmasını ister. Böylece rasyonel ve kontrol edi­
ci sağ yan etkinliği sınırlanır ve kendiliğindenlik ile gizemci
deneyimin önündeki engeller ortadan kalkar. Bu dengeyi
kurmak için bazılarının "soluklarını durdurmaları" gereke­
bilirken, bazıları zaten yaşama kendiliğinden bir şekilde yak­
laşıyordur.
Kendiliğindenlik, yokuş aşağı bisiklet sürmeye benzetil­
miştir. Bedenimiz, hareket ile birlikte "akar." Ara sıra sağa
veya sola hafifçe ağırlık vermek dışında pek bir çaba göster­
memiz gerekmez. Çocuklar, bisiklete binmeyi öğrenirken
zorlanırlar hep. Hareketin akışına uyrri.ak dışında özel bir şey
yapmaları gerektiğini sanırlar. Ama bir kere öğrendikten
sonra bisiklete binmek ne denli kolaydır! O kadar kendiliğin­
dendir ki, bisiklete binmeyi bir daha unutmayız.
Ve cinsellik, bisiklete binmekten çok daha doğaldır. Bu

143
nedenle, sevişmek, kendiliğinden bir şekilde yapabileceği­
miz en kolay şeydir. İşte bu kendiliğinden akma duygusu
içinde zihnimizin iki bölümü dengede bulunur. Sevgililerin
bu uyumundan olağanüstü güzellikte kozmik bir titreşim
yayılacakhr.

Kendiliğinden Yaratıcılık
Cinsellik dışında başka etkinliklere de beynin yaratıcı ve
kendiliğinden yarısı ile yaklaşabiliriz. Düşünmeksizin her
türlü şeyi yapabileceğimizi görmüştük. Benzer bir şekilde,
"soluk almadan" da her türlü etkinliğe girişebiliriz.
Sanat, içimizdeki yaratıcılık ve sezgilerden doğar. Bu ne­
denle, bir kişiye nasıl sanatçı olabileceğini anlatamayız. Buna
karşın, Betty Edwards, Beynin Sağ Yanında Resim Çizmek adlı
çok önemli kitabında, okuyucularına içlerindeki sanatsal ye­
teneği nasıl keşfedebileceklerini göstermektedir.
Edwards'ın ortaya koyduğu gibi, gerçekçi portreler çiz­
menin koordinasyon, ustalık ya da el becerisi ile pek bir ilgi­
si yoktur. Önemli olan, sanatçının gördüğü gibi görebilmek­
tir. Öğrenciler, beynin sezgisel ve kendiğinden yansından
görmeyi öğrendikleri birkaç dersten sonra, bir sanatçının dü­
zeyinde resim yapabilirler. Gerçekten gördüğümüzü görebil­
diğimizde, sol yanmn görsel kalıplarından V-.e iç konuşmalar­
dan sıynlınz ve böylece resim çizmek göreli olarak kolaylaşır.
Zihnin çözümleyici ve komut uygulayan yarısının üretti­
ği yapay sanahn en kusursuz örneği, "sayılara bölünmüş re­
sim"lerdir. Önceden hazırlanmış bu resimlerde yapmamız
gereken tek şey, çeşitli bölgeleri içlerinde bulunan sayılara
göre bir renge boyamaktır. Bu, içten gelen bir eylem değildir.
Ressam, çizdiği manzarayı görmez, yalnızca belirli kavram­
ları (sayılar, renkler) tanıyarak kendisine verilen komutları
yerine getirir.

1 44
Görsel dünyayı gerçekten olduğu gibi algıladığımızda,
kendimize sessizce bir şeyler söylemeye gerek duymaksızın,
neler çizececeğimizi tam olarak biliriz. Elimiz, beynimizin
sol yarısının sözel komutlarına ya da önceden çizilmiş şekil­
lere gereksinim duymadan, nasıl çizeceğini bilir.
Yemek pişirmek, yalnızca yemek tarifini harfi harfine uy­
gulamak değil; şarkı söylemek, yalnızca doğru notaları ses­
lendirmek değil; dans etmek de, yalnızca doğru adımlan za­
manında atmak değildir. Aradaki farkı yaratan, eylemin ken­
diliğindenliğidir. Eugene Herrigel'in yazdığı Okçuluk Sanatı
ve Zen, sporun zihinsel yoğunlaşma ve kendiliğindenlik yo­
luyla nasıl bir sanata dönüşebildiğinin klasik örneğidir. Şunu
söyleyebiliriz ki, doğru yaklaşım benimsendiği takdirde her
şey bir sanat olabilir.
Yaklaşımımıza bağlı olarak, normal ve gündelik etkinlik­
ler bile sanatsal, hatta kutsal birer törene dönüşebilir. Örne­
ğin, Japon çay seremonisi, özel bir törensel hareketler dizisi
değildir. Çayın demlenişindeki tek fark, çayı demleyenin iç­
sel bilinç durumudur; zihnin kendiliğinden yaklaşımı, çay
demlemek gibi basit ve rutin bir etkinliği bir sanatsal törene
dönüştürür. Bu nedenle, Japon gelenekleri, çay sahn alama­
yacak kadar yoksul olan ailelerin bu seremoniyi su kaynata­
rak gerçekleştirmelerini emreder.
Soluk alma eylemine bile, "soluk almadan," yalnızca ci­
ğerlerimizin doluşunu ve boşalışını duyumsayarak yaklaşa­
biliriz. Bakış açımızı yavaşça "ben soluk alıyorum" ile "ciğe­
rim beni soluyor" arasında kaydırmak, iki bakış açısını aynı
anda yaşamak, sonra da onu herhangi bir şekilde adlandır­
maya çalışmadan soluğumuzu hissetmek, büyüleyici ve eği­
tici bir deneyimdir.
Komutları uygulamaya dayanan sözel etkinliklere bile
kendiliğinden bir şekilde yaklaşılabilir. Günlük yaşamda

1 45
sergilediğimiz roller, kendimizi tamamıyla ve kendiliğinden
bir şekilde rolümüze verdiğimizde, kendimizi o rolün karak­
teriyle özdeşleştirdiğimizde, birer sanatsal oyuna dönüşür­
ler. Metod oyunu diye adlandırılan tiyatro türünün temelin­
de bu vardır. Buna karşın, çoğu insan, toplumun kendisine
sunduğu rolleri mekanik ve itaatkar bir şekilde oynayarak
yaşamını geçirir.
Sözcükleri kağıda geçirmek gibi tamamıyla sözel bir et­
kinlik, yazarın içinden kendiliğinden bir şekilde doğuyorsa,
edebiyat sanahna dönüşür. Aksi halde yazı yazmak, yapma­
cık ve zorlama olur. Truman Capote, böylesi yapıtlan şöyle
yorumlamışhr: "Bunlann yaphğı, yazmak değil, yalnızca
daktilo kullanmak."
Hiçbir şey yapmamak bile, kendiliğinden bir şekilde yak­
laşhğımızda, sanatsal bir düzeye yükselebilir. Ahmakça bir
yoga pozisyonunda durmak ya da ön verandada sessizce
oturmak, eğer gizlice bir şeyler başarmaya çalışmıyorsak, de­
rin ve aşkın bir deneyime dönüşebilir. Aksi takdirde, sakin
bir şekilde oturmak ve bunun tadına varmak olanaksızlaşır;
bazı insanlann "gevşeyememelerinin" nedeni işte budur.
Uykusuzluk sorunu çeken milyonlarca insanın da benzer bir
sorunu vardır. Zihinde konuşmayı sürdürmek ya da istençli
bir şekilde uyumaya çalışmak, insanın uykuya dalmasını en­
geller.

Cinsel Kendiliğindenlik
Bisiklete binmek, resim çizmek, yemek pişirmek, şarkı
söylemek, dans etmek, ok atmak, çay demlemek, rol oyna­
mak, yazı yazmak, soluk almak ve uyumaktan çok daha ko­
lay ve doğal bir etkinlik olan cinsellik de, kendiliğinden bir
yaklaşım sergilendiğinde, kutsal bir sanata dönüşebilir.
Gizemci yazılar, sayısız kez gizemci cinsellik ile bayağı

146
cinselliği karşılaştırmıştır. Sözü edilen bayağı cinsellik; kirli,
yasadışı ya da normaldışı cinsellik demek değildir. Tam ter­
sine, bayağı cinsellik; "normal," ortalama ve olağan olandır.
Masters ve Johnson'ın dört evreli tepki modelinin betimledi­
ği cinsellik, bunun kusursuz bir örneğidir. Bayağı cinsellik,
tabii ki sevgililere zevk verebilir; ama onları gizemci deneyi­
me taşımaz. Bayağı cinsellikte sevişmeye kendiliğinden ve
içten bir şekilde yaklaşılmaz. Sevişme eylemi, önceden tasar­
lanmış ve kararlaştırılmış bir senaryoya indirgenmiştir. Bu,
sayılara bölünmüş resimlerin cinsel eşdeğeridir. Yenilikçi
psikiyatrist Thomas Szasz'ın Cinselliğin Reçetesi adlı kitabının
adı da bayağı cinselliğe atıfta bulunmaktadır.
Çoğu cinsel öğütlerin tinsel ve pratik sorunu, bir cinsel
komutlar dizisini uygulamaya çalışan kişinin kendiliğinden­
likten uzaklaşmasıdır. Böylesi yapmacık, zorlama ve yapay
kurallar, insanın sevişmeyi bilmediğini varsaymaktadır. As­
lında bilişsel olarak sevişmeyi gerçekten de bilmeyiz; ama be­
denlerimiz sezgisel olarak ne yapacaklarını bilir ve olanak ta­
nındığında buna uygun hareket eder.
Cinsel öğütlerin kendiliğindenliği engellemesi, günümü­
zün cinsellik terapilerinde olduğu gibi, antik çağın cinsellik
kılavuzlarında da önemli bir sorundu. Hıristiyan dönemin
ilk yüzyıllarında yeryüzündeki bütün büyük kültürlerde be­
lirli bir cinsel yazın biçemi belirmişti: Hindistan' da Kama Sut­
ra, Arap ülkelerinde Güzel Kokulu Bahçe, Çin'de T'ung Hsuan
Tzu. Bütün bu yapıtlar birbirlerine fazlasıyla benziyordu. As­
lında bu kitaplar, günümüz dergilerinin danışman köşeleri
gibi, cinsel sorunları olan insanlara basit ve sıradan cinsel
öğütler veriyordu. Cinsel organların anatomisi (G noktası gi­
bi ezoterik kuşaklar da buna dahildi), erkek ve dişi cinsel or­
ganların boyutları, cinsel birleşme için çeşitli pozisyonlar,
oral seks teknikleri, cinsel güdülerdeki farklılıklar, öpüşme

1 47
biçimleri, nüfuz etme yöntemleri, flört etme ve aşk hakkında
bilgiler ve hangi tip eşlerin sadık olmayacağına ilişkin öğüt­
ler gibi çeşitli konuları ele alıyordu bu kitaplar.
Bütün bunlar, oldukça ilginç ve önemli konulardır. Kim
böyles�raştırmalara karşı çıkabilir ki? Fakat bu öğüt kırıntı­
larının, kişinin zihinsel durumunu kendiliğinden sevişme
aracılığıyla yükseltmeyi amaçlayan gizemci cinsellik ile pek
bir ilgisi yoktur.
Bu tarz antik cinsel öğütlerle bağlantılı olan erotik bir sa­
nat dalı da ortaya çıkmıştı. Bu sanat dalı da, yanlış bir "şekil­
de gizemci geleneklerin cinselÜğiyle ilişkilendirilir. Örneğin,
N.N. Bhattacharyya'nın Tantrik Dinin Tarihi adlı kitabında
gözler önüne serdiği gibi:

M.S. 900'den sonra, dinsel binaların iç ve dış yü­


zeylerinde tam bir erotik dışavurum patlaması
yaşanmıştır. Bu açık saçık duvar illüstrasyonları
sayısız birleşme pozisyonu betimliyordu. . . . Bu
yaratıcı tekniklerin Hathayoga ve Yogacı amaç­
larla hiçbir ilgisi yoktur. . . . Bütün bu resimlerin
ardındaki esin kaynağı, soylu sınıf ile zengin şe­
hirlileri eğlendirmeyi hedefleyen Kamashastra
yazınıydı.

Yunan ve Çin erotik sanatı da benzer bir yanlış anlamaya


yol açmıştır. Günümüzde Taoculuk ve Tantrizm'i anlatan
popüler kitaplardaki çoğu illüstrasyon, bu kültürlerin erotik
sanatlarına dayanır. Bu çubuk figürler, tahta kalıp baskılar,
renkli duvar ve vazo resimleri ve görkemli heykeller, değişik
sevişme şekillerini ve pozisyonlarını betimler. Fakat bu po­
zisyonların gizemci cinsellik ve bilinçliliğin yükselmesi ile
hiçbir özel ilgisi yoktur.

1 48
Cinsel işlevlerini kusursuz bir şekilde yerine getiren çoğu
insanın bile, sevişme sırasında nasıl hareket etmesi gerektiği­
ne ilişkin, kesin ya da hayal meyal, bir zihinsel tablosu var­
dır. Bedenler, bu önceden tasarlanmış imgeye göre oradan
oraya hareket eder ve sevişmenin her anını "mükemmelleş­
tirmeye" çabalar. Ama sonuçta kendiliğindenlik feda edilmiş
olur.

Nasıl bir Cinsel Kendiliğindenlik?


Kendiliğindenliğin kurallan açıklanamaz; çünkü belirli
kurallara uyarak kendiliğinden olmak olanaksızdır.
Nasıl daha iyi resim çizmek için koordinasyonumuzu, us­
talığımızı ya da el becerimizi geliştirmemiz gerekmiyorsa,
kendiliğinden sevişme de "olağan cinsellik"ten daha zor bir
uğraş değildir. Bu, geliştirmemiz gereken bir beceri değildir.
Kendiliğindenlik, her insanın içinde gizlenmiş olan bir güç­
tür.
Nasıl sanatsal kendiliğindenlik nesneleri olduklan gibi
görmeyi gerektiriyorsa, kendiliğinden sevişmenin temelinde
de duyumsama sorunu yatar. Bedenin ve zihnin dolaysız de­
neyimi, duygular ve algısal duyumlar, sevgililere sevişme sı­
rasında yol gösterir. Sevgililer, tek bir varlık olarak, çabasız
ve doğal bir şekilde tepki verirler. Bu, gizemciliğin düşünce­
lerden ve kavramsal iç konuşmalardan uzakta ve dolaysız al­
gılamaya bu kadar önem vermesinin ana nedenidir.
Kitabın bu bölümünün kalan kısmında duygularımıza
daha doğal, akıa ve kendiliğinden bir şekilde tepki verme­
mizi olanak tanıyan birkaç öneriyi ele alacağız. Bu önerilerin
birer kural ya da yöntem olmadığını unutmayın. Nasıl bisik­
lete binmeyi öğrenen çocuğa bir yakını hafifçe arkadan des­
tek olarak yardıma olabilirse, bu öneriler de, gerekli durum­
larda sevgililere doğru yolu gösterebilir. Hem, bütün öneri-

1 49
ler ve komutlar, bir kez serbest kaiınca içimizden dışarı taşa­
cak olan sınırsız yaratıcılığımızın (şair Lord Byron'ın deyi­
şiyle, "on binlerce narin buluş") yanında oldukça küçük ve
önemsiz kalmaktadır.
Şimdi sevişmenin üç yaygın evresine (öpüşme, dokunma
ve birleşme) göz atalım ve soluğun nasıl durdurulacağını ve
kendiliğindenliğin önündeki engellerin nasıl aşılacağını gö­
relim.

Öpüşme
Eşinizle yalnızca dillerinizin uçlarını birbirine dokundu­
rarak sevişmeye başlamak isteyebiliriniz. Öpüşürken yap­
manız gereken tek şey duyumsamak ve izlemektir. Algı ve
duyumların, sevgilinize verdiğiniz tepkinin ve içinizdeki iti­
ci kuvvetin farkında olmaya çalışın. Dilinizi herhangi bir şe­
kilde hareket etmeye zorlamadan ya da onu istençli olarak
sabit tutmadan eşinizin diline dokunun.
Başka bir deyişle, dilinizin istediği gibi hareket etmesine
olanak tanıyın. Gevşek ve duyarlı bir şekilde, duyumsasın,
tat alsın, yalasın, dönsün, bükülsün, araştırsın, itsin ve girsin.
Yalnızca olmasına izin verin. Eylemi, bırakın, sizin yerinize
diliniz yapsın ya da yapmasın.
Kısa bir süre sonra, dilinizin ne yapması gerektiğini fazla­
sıyla bildiğini fark edeceksiniz. Sizin yapmanız gereken tek
şey, dilinizin duyumsadığı şeyi onunla birlikte duyumsa­
makhr. Dolaysız ve dürüst bir şekilde hissettiğiniz ve algıla­
dığınız şeyi doyasıya yaşayın. Tadın yanında tenin ve solu­
ğun sıcaklığını, ıslaklığını ve dokunuşunu duyumsayın. Eşi­
nizin dilinin dokunuşunun neden olduğu anlık değişimleri
içinizde hissedin.
İster birkaç saniye sürsün, ister birkaç saat, sevgilinizin
dilinin dışında, dudaklarının, ağzının ve bedeninin başka bö-

1 50
lümlerinin de tadına bakabilirsiniz. Dudaklarınızın ve dilini­
zin arzularını bashrmanız için hiçbir neden yoktur. Birbirini­
zi daha doğrudan bir şekilde tanımanın bu kutsal yakınlık­
tan daha iyi bir yolu var mıdır?
Oral seksin de bir tür öpüşme olduğunu söyleyebiliriz.
Belirli bir hareketler dizisi sergilememeli, ağzımızın istediği­
ni doğal bir şekilde yapmasına izin vermeli ve sezgisel duy­
gularımıza güvenmeliyiz. Orijinal ve kenarları yaldızlı Kama
Sutra' da ya da günümüzün en ateşli cinsellik kitaplarında
bulabileceğiniz ve "önce bunu, daha sonra da bunu yap" di­
ye emirler yağdıran oral seks komutlarının en küçük bir an­
lamı bile yoktur.
Böylesi komutlar, oral seksi duygusuz ve tekdüze bir ya­
lama, emme ve höpürdetme dizisine alçaltır. Sevgililer, ken­
diliğindenliğin dört boyutlu ve rengarenk duygu patlaması­
nı yaşamak için dudaklarının doğal ve dolaysız arzularına
teslim olmalıdır.

Dokunma
Aynı ilke, doğal olarak, elin dokunması için de geçerlidir.
Sevgi dolu ve kendiliğinden bir okşamanın elin tanrısal öpü­
cüğü olduğunu söyleyebiliriz.
Elin dokunuşu da, aynen dudakların, ağzın ve dilin doku­
nuşu gibi, özel ve sıradışı bir deneyime dönüşebilir. Honore
de Balzac'ın Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabında dile getirdiği
gibi:

El, insanoğlunun tüm gücünü görünür kılan bir


araçtır. Güçlü bir zekaya sahip insanların nere­
deyse her zaman güzel elleri olmuştur: Kusur­
suz eller, sıradışı bir zekanın gö3tergesidir. İsa
Peygamber, bütün mucizelerini kutsal elleri ara-

151
cılığıyla gerçekleştirmiştir. Yaşam, ellerin göze­
neklerinden geçer. Eller, her neye dokunsalar,
onun üzerinde sihirli bir gücün izini bırakır. Ve
sevginin o harikulade hazlarında da elin bir pa­
yı vardır.
. . . Elin duyarlı olduğu sıcaklık değişimleri o
denli küçüktür ki, bazı dikkatsiz insanların ta­
mamıyla gözünden kaçar bunlar. Ama elin yaşa­
ma ilişkin duygularının anatomisini şöyle ya da
böyle incelemiş olan herhangi bir insan bunları
kolayca ayırt edebilir. El; kuru, nemli, sıcak, buz
gibi, yumuşak, nasırlı, pürüzsüz ya da yağlı ola­
bilir. Kısacası, "ruhun vücut bulması" olarak ad­
landırmaktan kendimi �ıkoyamadığım anlaşıla­
maz bir mucizedir el.

Sevgililer, içlerinde gizli olan kendiliğindenliği keşfetme­


ye parmak uçlarını birbirine dokundurarak başlayabilirler.
Hiçbir şey "yapmadan" ve içlerindeki arzuya engel olma­
dan, parmaklarının ve ellerinin dilediği şekilde hareket et­
mesine izin verirler. Böylece gerçekten hissettikleri şeylerin
farkına varırlar.
Her bir parmağınızın size kılavuzluk eden bir zekasının
olduğunu duyumsayabilirsiniz. Eğer dilediği gibi hareket et­
mesine olanak tanırsanız, parmaklarınız, eşinizin bedeni ile
eşzamanlı bir şekilde davranacak ve çevrelerine doğal bir
sevgi yayacakhr. Dokunuşlarınız; sıcak, yavaş, nazik, hafif,
güçlü (hafifçe dok\.ınmak güç gerektirir) ve sevgi dolu olabi­
lir. Eşinizin bedeninin dokunuşlannıza verdiği tepkilerin
farkına varmaya çalışın ve sevgilinizin bedenini tanımayı öğ­
renin.
Herhangi istençli bir çaba göstermeksizin, elinizin sayısız
şekillerde dokunmaya başlamasına şahit olabilirsiniz: par-

152
mak uçlarıyla ya da elin tamamıyla, kuvvetli ya da hafif bir
şekilde, avuçlan birleştirerek, elin içi ya da dışıyla, şefkatle,
mıncıklayarak, parmaklar açık ya da kapalı_ bir şekilde, uzun
okşayışlarla ya da gıdıklarcasına. Elinizin bütün bu hareket­
leri yeterli ölçüde, doğru zamanda ve doğru yerde yapaca­
ğından şüpheniz olmasın.
Nasıl bir piyanist bir müzik parçası çalarken parmakları­
nı tuşlara basmaları için teker teker yönlendiremezse, sevgi­
liler de, parmaklarını o ya da bu noktayı, düğmeyi ya da ana­
tomik şalteri etkilemek için yönlendiremezler. Neyse ki, baş­
kasının yazmış olduğu bir müzik parçasını çalmaktan farklı
olarak, elleriniz, çalacakları notaları eşinizin bedenini hisse­
derek ve sevgi dolu bir şekilde nasıl dışavuracaklannı sezgi­
leriyle keşfederler. Duygularınız, sonsuz bir kreşendo, armo­
ni, ritm, melodi, ses ve güfte dizisi içinde kabarırken, kendi­
nizin ve eşinizin tepkilerini tüm bedeninizde hissedebilirsi­
niz.
Bir ya da iki el birden ve/ya öpüşmek. Bunların hepsi bi­
rer dokunuştur. Cinsel birleşme de öyledir; ön sevişme ile
cinsel birleşmenin çok sayıda ortak noktası vardır. Sevgililer
kendiliğinden bir yaklaşım benimsediklerinde, sarılma,
öpüşme, ön sevişme ve cinsel birleşme, kendiliğinden ve
sonsuz bir sevgi bağlanhsının içinde eriyerek yiter, her şey
uzun bir şiire dönüşür.
T'ai ehi adındaki yavaş devinimli Çin meditasyon dansın­
da (geleneklere göre bu dansı Sung hanedanı döneminde ya­
şamış bir Taocu yaratmışhr) çiftler, ellerle itmek adı verilen
bir hareket çalışırlar. Eşler, önce birbirlerine hafifçe dokunur;
sonra da duyumsadıkları şeylere kendiliğinden tepkiler ve­
rirler.
Bu sezgisel tepkilere, yönlendirme ve takip etmenin
adımlardan ya da müziğin ritminden daha önemli olduğu

1 53
bütün eşli danslarda rastlayabilirsiniz. Adımlar, eşlerin bir­
birlerinin işaretlerini hissederek hareket etmeye başlamaları­
na yardımcı olan belirsiz yol göstericilerdir yalnızca.

Cinsel Birleşme
Kendiliğindenlik, cinsel birleşme için de geçerlidir. Ancak
toplumsal danslarda hareketleri genelde erkek idare eder­
ken, sevişmenin o kutsal ve büyülü dansında her iki eş de, et­
kin ya da edilgen, yönlendirici ya da takip edici olabilir. Tek
önemli adım, sevgililerin sevişmeye kendiliğinden bir sez­
giyle kahlmaları ve varlıklarını bedenlerinin yakıcı arzuları­
na teslim etmeleridir. Böylece sevgililerin bedenleri doğal bir
şekilde hareket etmeye başlar_ ve içlerinde kabaran duygula­
ra otomatik bir şekilde yanıt verir.
Sevişme sırasında uygulayabileceğiniz farklı kalça (veya
başka türlü) hareketlerinden söz etmek fazlasıyla anlamsız
olurdu. Sevgililer bu hareketleri birlikte keşfederler. Böylece
bedenleriyle birlikte benlikleri de birleşir ve sevişmeye tek
bir varlık olarak tepki vermeye başlarlar.
Gizemci cinsellik, ne boşlukta gerçekleşen bir çaba, ne de
karanlıkta ahlan rastlanhsal bir adımdır. Gizemci cinsellik,
bir eşin diğerine, diğeri için, diğerinin içine, hatta diğeri ile
birlikte bir şey yapması değil, eşlerin yarahcı ve kendiliğin­
den bir şekilde birbirine tepki vermesi ve bir bütün olarak
hareket etmesidir.
Uzamda betimlenen devinimler sınırsızdır ve bütün olası
hareketleri içerir. Ne de olsa, kendiliğinden cinsellik, insan
aklının yarahcı, bütünleştirici ve sanatsal yanının bir ürünü­
dür. İşte bu nedenle, eşler, hiçbir şey düşünmediklerinde çok
daha yarahcı bir şekilde sevişebilirler. Kendiliğindenlik, gi­
zemci cinselliğin sıkıcı bir hal almasına da engel olur; kendi­
liğindelik; saf, sürekli ve durmaksızın yenilenen yarahcılığın

1 54
ta kendisidir. Heyecan veren olgu; hareketlerin biçimi, bü­
yüklüğü, hızı ya da kuvveti değil, sevgililerin arasındaki ya­
kınlık, bağlanh ve onların birlikteliğidir. İki sevgili, böylece
bir bütün olarak hisseden, tepki veren ve davranan tek bir
varlığa dönüşür.
Eğer sevgililer, belirli ve istençli bir biçimde hareket etme­
ye, davranmaya ya da düzüşmeye kalkışmayarak içlerindeki
gerçek arzulan bastırmazlarsa, bedenlerinin kısa bir süre
sonra akıcı, sonu olmayan, çabasız ve hafif bir dalga ile
doğal bir şekilde hareket etmeye başladığını fark edecek­
ler ve herhangi bir çaba harcamaksızın, "ben yapıyorum"
yerine "bana oluyor" duygusu ile kendilerinden geçecek­
lerdir.
Bu duygu, başlarda bazılarına şaşırtıcı, hatta korkutucu
gelebilir. Bu kutsal dalga, gizemci deneyime açılan bir kapı­
dır. Bu kapıdan geçtiğinizde, cinsel heyecanın hazlarını tat­
manın ötesinde farklı bir bilinç durumu sezer ve sizinle koz­
mosun tamamı arasındaki ilişki hakkında anlatımı olanaksız 1
bir duygu ve farkındalık duyumsarsınız. Bu zihinsel duru­
mu sözcükler betimleyemez. Başka bir deyişle, gerçek kendi­
liğindenliktir bu.
Kendiliğindenliğin ve gizemci cinselliğin en iyi yanı, onu
engellemediğimiz takdirde, doğal, otomatik ve çabasız bir
şekilde gerçekleşmesidir. Daha önce uyumsuz, duyarsız, te­
dirgin, titiz, kaba ve korkak olan eş bile; sevecen, sabırlı, yu­
muşak, erotik ve her şeyin ötesinde doğal bir şekilde temas
kurabilme yeteneğinin olduğunun farkına varacakhr. Gi­
zemci cinsellik, olağan cinsellikten daha zor bir uğraşı, üze­
rinde çalışmamız gereken bir beceri değil, herkesin doğuştan
sahip olduğu bir yetenek, bir farkındalıkhr. Sevişmenin ger­
çekleşmesine kendiliğinden bir şekilde olanak tanımayı öğ­
renebilirsiniz.

1 55
Gizemci Cinselliğin Üç Öğesini Birleştirmek
Gizemciliği inceleyen çevirmen ve yazarlar, gizemci cin­
selliğin şu üç özelliğini hiçbir zaman açık bir şekilde birbiri­
ne bağlayamamışlardır: zamansızlık, düşünceden arınmış
bir bilinç durumu ve kendiliğindenlik. Bu yazarların bu üç
öğeden en az birini yanlış yorumlamış olduğunu tahmin
edebiliriz. Örneğin tutulmuş birleşme, çoğu kez orgazm ol­
mamakla karışhrılmış; "düşünmemek" bomboş bir zihne sa­
hip olmak olarak yorumlanmış; "soluğu tutma"nın ise bir
akciğer çalışması olduğu sanılmışhr.
Mircea Eliade, Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük adlı eserinde,
''Temel fikir; aynı anda soluk, düşünce ve meniyi 'hareket­
sizleştirme' gereksinimiydi," diye yazmışhr. Ama bunların
arasındaki ilişkinin şeklini ve nedenini açıklamamaktadır.
Benzer bir şekilde, Goraksa Samhita adındaki eski Tantrik ki­
tap da şunları dile getirir: "Soluk hareket halinde olduğu sü­
rece meni de hareket edecektir. Soluk durduğunda meni de
· hareketsizleşir. . . . Soluk hareket ettiğinde zihin de hareket
eder; soluk durduğunda zihin de hareketsizleşir." Ama, yi­
ne, gizemci cinselliğin bu özelliklerinin neden veya nasıl bir­
biriyle etkileştiklerinin tutarlı bir açıklaması verilmemekte­
dir.
Bazı yazarlar, bağlantının duygusal, belirsiz ya da simge­
sel olduğunu ima eder. Başkaları ise, bu üç özellikten birinin
bir diğerinin parçası ya da altkümesi olduğunu önerir. Örne­
ğin, soluğu kontrol etmenin tutulmuş birleşmeyi uygulama­
nın bir parçası ya da yöntemi, bir tür yardıma teknik oldu­
ğundan söz ederler. Bu olduğunu yaygın bir hatadır.
Ama eğer üç öğenin her birini ayn ayrı anlarsanız, arala­
rındaki ilişkileri daha açık bir şekilde görebilirsiniz. Zaman­
sızlık, zihinsel yoğunlaşma ve kendiliğindenliğin gizemci
cinsellikte nasıl bir arada var olduklarını bir ölçü de olsa gö-

156
rebilmeniz için, bu üç öğenin arasındaki bağlanhlardan bir­
kaçını sıralamaya çalışacağım şimdi. Bu bağlantılar, farklı
düzeylerde (örneğin, biyolojik, işlevsel ve zamansal düzlem­
ler) oluşmaktadır.
Biyolojik bi� düzeyde, gizemci cinselliğin özelliklerinin
arasında organik bir bağ vardır. Her üç özellik de, beynin sağ
yarısı ile ilişkilidir. Gizemci cinsellik, zihnin sağ yanı ile se­
vişmektir.
İşlevsel bir düzeydeyse, sol yarı ile ilişkili olan etkinlikle­
rin (kavramsal, sözel düşünme ve istençli, hedef-yönelimli
davranışlar) etkisi altında kalmadığımız sürece, doğal bir şe­
kilde beynin sağ yarısından sevişiriz. Gizemci cinselliğin
özellikleri, sözel düzeyde çoğu kez o sol yarı işlevleri yadsı­
narak tanımlanmıştır.
Zamansal bir düzeyde, gizemci cinselliğin her üç öğesi
de, sevgililerin tamamıyla yaşadıkları an üzerinde yoğunlaş­
masını gerektirir. Şimdiyi duyularımızın dolaysız farkındalı­
ğı ile yaşarız. Algılarımız, şimdinin ta kendisidir. Kendiliğin­
denlik ise, şimdiye duraksamaksızın verdiğimiz bir tepki,
düşlediklerimizden çok gerçekten çevremizde olup bitenlere
duyduğumuz eşzamanlı ilgidir. Bu açıdan baktığımızda,
hem kendiliğindenlik, hem de dolaysız farkındalık, tutulmuş
birleşmenin zamansızlığına karşılık gelir.
Tutulmuş birleşmede şimdinin içinde yiterek, ki bu duyu­
larımızın dolaysız farkındalığıdır, zamanın dışına çıkarız.
Aynı farkındalık, sevişmeyi sürdürmemizi mümkün kılan
duyusal geribeslemeyi sağlar. Böylece cinsellik, sonu olma­
yan ve sınırsız bir deneyime dönüşür. Ya da diyebiliriz ki,
dolaysız algılama kendiliğinden devinimi mümkün kılar ve
şimdinin içinde benliklerini yitiren sevgililer, herhangi bir
sonu düşünmeksizin sevişmeye başlar. Şimdinin içinde yit­
mek, dolaysız algılamanın ta kendisidir. İşte böylece başladı­
ğımız noktaya geri dönmüş oluruz.

1 57
Kendi kuyruğumuzu kovaladığımızın farkına varmaya
başlamış olmalısınız. Daha farklı bağlantılar da tanımlayabi­
liriz; çünkü gizemci cinselliğin sözünü ettiğimiz üç öğesi ya
da (.',zelliği aslında aynı halkanın parçasıdır. Bunlar, farklı
varlıklar olmaktan çok, gizemci cinsellik deneyimini anlat­
manın farklı yollarıdır. Bu nedenle, biri olmadan diğeri de
var olamaz. Biri birinin nedeni değildir. Bu öğeler, güneşin
ısısı, ışığı ve çekim kuvveti gibi, daha büyük bir görüntünün
birbirini tamamlayan parçaları olarak birlikte ve karşılıklı or­
taya çıkarlar.

Gizemci Cinsellik Nasıl Gizemci Deneyime "Neden


Olur"?
Gizemci cinsellikte başka bir öğe daha doğal bir şekilde
ortaya çıkar: deneyimin belirsiz ve kişilerarası düzleminde
bilincin yükselişi.
Daha önce, farklı yazarların gizemci deneyim adı verilen
ve betimlenmesi hayli güç olan yüksek bilinç durumunu an­
latma çabalarından sizlere çeşitli örnekler aktarmışhm. Bu
zihinsel durum, normalötesi bilinçlilik olarak adlandırılmış;
rüya görme ve boşlukta sürüklenme gibi başka durumlara
benzetilmiş; zamansız, hatta dinsel bir deneyim boyutu ola­
rak betimlenmişti. Aşk ve aşık olma duygularıyla bu bilinç
durumunun arasında birçok yakınlıklar vardır.
Ama gizemci deneyimin ortaya çıkmasına neden olan ne­
dir? Bu soru, şu ana dek ya mikrokozmik ve kişi alh ya da
makrokozmik ve kişi ötesi kavramlar kullanılarak yanıtlan­
mışhr. İnsan doğasının hem mikrokozmik, hem de makro­
kozmik düzeylerdeki (yani insanı oluşturan daha küçük öğe­
lerin ya da insanı kapsayan bağlamın bakış açısından yapıl­
mış olan) simgesel açıklamaları, gizemci cinselliğin orana
verdiği önemi gözler önüne serer. Bu çift yönlü yaklaşım,

158
"Nasıl yukandaysa, öyle aşağıda," diyen gizemci atasözü­
nün de özgün bir örneğidir. Gizemci felsefe, neden ve sonuç­
lardan söz etmektense, her görüngünün bir mikrokozmik,
bir de makrokozmik bir karşılığını sıralar. Şimdi gizemci de­
neyimin ortaya çıkışını açıklayan bu iki yaklaşıma bir göz
atalım.

Mikrokozmik Bakış Açısı


Tıp, cinsel duyguları hormonlar, mıknahslık ve elektrik
gibi çeşitli kişi alh, yani biyokimyasal ya da biyoelektrik
madde ve enerjilere atfetmiştir.
Psikiyatrist Wilhelm Reich, cinsel duygulann özünde or­
gone adını verdiği gizemli bir sıvı gücün bulunduğunu öne
sürerdi. Yüzyılın başında yaşamış olan birkaç hp bilgini ve
yazar, Margaret Sanger'in Doğum Kontrolde Mıknatıslama
Yöntemleri adlı kitabında olduğu gibi, hayvansı ya da top­
lumsal mıknatıslıktan söz ediyordu. Günümüzün Yoga uz­
manları ise, omurganın içinde bulunan ve cinsellik sırasında
harekete geçen bir "cinsellik özü"nün bulunduğu kuramını
geliştirmiştir. Dr. Rudolph von Urban, erkek ile kadının, cin­
sel olarak birleştiklerinde, bir mıknahsın ya da elektrik batar­
yasının iki kutbunu andıran bir karşıtlık yarathklannı ve bu
elektriksel kuvvet alanının iki bedenin arasında biyoelektrik
bir enerji akışına neden olduğunu ön sürmüştür.
Sözünü ettiğimiz bu kuramsal iddialann geçerlilikleri da­
ha deneysel olarak test edilmemiştir.
Dr. Michael Leibowitz ise, Aşkın Kimyası adlı kitabında,
kalisteniks ve jogging sırasında içsalgı bezlerinin salgıladığı
doğal uyuşturucuyu örnek göstererek, sevişme sırasında du­
yumsanan mutluluk duygusunun nedeninin "amfetamin
benzeri doğal bir madde" ya da "iÇimizde bulunan başka bir
uyuşturucu" olabileceğini önerir. Benzer bir şekilde, Edward

1 59
ve Jeremy Brecker, cinsel uyarılmanın, orgazm ve hatta cin­
sel birleşme olmaksızın, kandaki testosteron gibi cinsel hor­
monların oranını önemli bir şekilde arthrdığını ortaya koyan
birkaç araştırmayı özetler. Ayrıca, çeşitli araşhrmacılar, or­
gazm öncesinde beynin sağ yarısındaki elektriksel etkinliğin
artış gösterdiğini bildirmiştir.
Bu bulguların bazıları oldukça anlamlı gözükse de, bun­
lar, neden farklılaşmış bir zihinsel durum duyumsadığımızı
tatminkar bir şekilde açıklamaktan çok, neler meydana gel­
diğini betimlemektedir. Tabii ki, zihinsel durumumuzdaki
değişimin bir tür biyolojik değişimle bağlanhlı olmasını bek­
leyebiliriz; bilincin yükselmesinin fiziksel bir karşılığı olma­
saydı, bu, şaşırtıcı, hatta gerçeği söylemek gerekirse şoke edi­
ci olurdu herhalde.
Gizemci gelenekler de, bilincin yükselmesinin simgesel
ve "nevrokimyasal" bir betimlemesini önermiştir. Doğu ve
Batı'nın bütün ana gizemci geleneklerinin paylaştığı ortak
açıklama, uyarılan bilincin bedendeki farklı düzlem ya da
düzeylerden geçerek yükselmesini, en sonunda bedenin dışı­
na çıkmasını ve başın üzerinde bulunan en yüksek düzleme
ulaşmasını betimler.
Taoculuk, Tantrizm, Gnostisizm, Simya ve Kabbalacılık,
gizemci deneyimin oluşumunu neredeyse aynı şekilde açık­
larlar. Şekil :4, Kabbalacılar ile Tantristler'in sözünü ettiğimiz
bu simgesel kişi altı evreleri nasıl resmettiklerini göstermek­
tedir. Taoculuk'ta öz yükselir, Tantrizm'de kundalini hrma­
nır, Gnostisizm'de Ürdün nehri tepenin yamacındaki kayna­
ğına doğru akar, Kabbalacılık'ta şimşek çakar, Doğu ile Ba­
tı'nın Simya'sında ise en değersiz metal olan kurşun altına
dönüşür. Böylesi resim ve açıklamalar, gizemci felsefenin
anahtar öğelerini simgelemek için de kullanılmıştır; yani
bunlar, en önemlilerinden biri karşıtların birlikteliği olan te-

1 60
mel gizemci fikirleri anımsamaya yardımcı olan araçlardır.
Ne yazık ki, yoga-meditasyon ile ilgilenen çok sayıda ya­
zar, yükselmiş bilincin bu gizemci simgeciliğini insan anato­
misi ve fizyolojisi üzerine bir tür tıbbi tez olarak görme hata­
sına düşmüştür. Bunun sonucunda, gerçekte var olmayan
çeşitli ''belirsiz" organ ve özleri betimlemiş ve tartışmışlardır
kendi aralarında. Milattan sonra üçüncü yüzyılda yaşamış
olan Taocu simyacı, '"Yapılmış altın' doğal altından daha iyi­
dir," derken yapay altının toprağın altından çıkarılmış altın­
'
dan daha saf olduğunu anlatmak istemiyordu; asıl söylemek
istediği şey, aşkın bir bilinç durumunun paradan daha
önemli olduğuydu.

Makrokozmik Bakış Açısı


Gizemci cinsellik sırasında aşkınlığa ulaşma süreci mak­
rokozmik ve kişi ötesi bir bakış açısıyla da açıklanabilir.
Bu görüşe göre, sevişen kadın ve erkek, yeni bir sinerjik
varlık oluştururlar. Bu yeni varlığın nitelikleri ile kozmik an­
lamını yalnızca iki sevgilinin özelliklerini bir araya getirerek
tahmin edemez, anlayamaz ve açıklayamayız. Bu durum, bir
molekülle onu oluşturan atomların birbirlerinden tamamıyla
farklı olmalarını anımsatmaktadır. Örneğin, suyu oluşturan
hidrojen ve oksijen elementleri, birleşmedikleri �ürece suyun
niteliklerine sahip değildir. Kadın ve erkeğin cinsel yönden
birleşmesinin bir yan· ürünü de, ki böyle öykülenir, gizemci
bilinçliliktir.
Yunan, İbrani, Hint ve Çin gizemci yazınının hermafrodit
söylenleri, gizemci deneyimi makrokozmik bir bakış açısıyla
açıklamaya çalışır. Hermafrodit; kadın ve erkek niteliklerini
bedeninde birleştiren varlık, kadın ve erkek bütünleşmesinin
evrensel simgesidir. Platon'un anlattığı şekliyle, hermafro­
ditler o denli güçlüdürler ki, tanrılar onları ikiye bölmeye ka-

161
Şekil 4

1 62
rar verir. Böylece, qaha önceki bütünlüğü hayal meyal anım­
sayan ve o bütünlüğü yeniden oluşturmak için yanıp tutuşan
kadın ve erkek ortaya çıkar. Yalnızca yarım birer insah olan
kadın ve erkek, ancak diğeriyle birleştiğinde bütünlüğe ula­
şır. Ariel Bension, Zohar adlı yapıtında bu ilkenin Kabbalacı
uyarlamasını şöyle nakleder:

"Yeryüzü," dedi Usta, "erkek ve kadının birliği


ilkesi üzerine kurulmuştur. Kadın ve erkek ilke­
lerini bir arada sergilemeyen biçim, ne tam, ne
de üstün bir biçimdir."
Bu dünyaya gelmeden önce, her ruh, tek bir var­
lıkta birleşmiş olan bir kadın ve bir erkekten
meydana gelir. Yeryüzüne indiğinde, bu iki ya­
rı, birbirinden ayrılarak farklı bedenlere hayat
vermeye gönderilir.

Karşıtların birliği temasının temelinde gizemci cinselliğin


'bu makrokozmik açıklaması yatar. �ihnimizin genelde
odaklandığı farklılık ve ayrılıklar önemini yitirir ve evren tek
bir bütüne dönüşür. İnsan cinselliği, kozmosun bir araya ge­
lişini ve karşıtların birleşmesiyle daha kapsamlı bir bütünün
oluşmasını simgeler. Eliade'ın Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük
adlı eserinde yazdığı gibi, "Karşıtların bir araya gelmesi, bü­
tün Tantrik törenlerin metafiziksel temelidir."
Taoculuk'ta yin ve yang kavramları ile erkek ve kadın il­
keleri de aynı yaklaşımı sergilemektedir: karşıtların, daha
doğrusu tümleçlerin karşılıklı bağımlılığı ve göreliği. Marvin
Meyer'in Antik Gizemleri'ne göre, "Gnostisizm'deki en önem­
li ayin gerdektir. Bu 'gerçek gizem' aracılığıyla Adem'i Hav­
va'dan, kadını erkekten ve tanrısal olanı insandan ayıran bö­
lünmelerin hepsi aşılır." Simya' da da karşıtların birleşmesin-

1 63
den söz edilir. Stanislaus de Rola, Simya adlı kitabında şöyle
yazar: "Birleşme ya da kusursuz çözüm: İki beden, akışkan
(gizemci) durumun içinde erir ve bir olur."
Şekil S'teki resim, kimyasal düğünü ya da simyacı evliliği
simgelemektedir. Sevgililer; kral ile kraliçenin, güneş ile
ayın, erkek ile dişinin ve karşıt olarak kabul edilen bütün
çiftlerin birliğini temsil etmektedir.
Aslında hepimiz, soluk alıp verişimizle, yemek yememiz­
le ağırlığımızla dışımızdaki kozmosa her an bağlıyızdır; ama
yine de kolaylıkla kendimizi evrenin geri kalanından soyut­
lanmış hissedebiliriz. Seviştiğimizdeyse, genelde ''ben olma­
yan" olarak algıladığımız dış dünya ile aramızda var olan
özötesi (transsubstantial) bağın farkına varırız yeniden. Hatta
pratik bir yaklaşımla, yakınl_ığın, fiziksel ve zihinsel bağlan­
manın zamansız ve kendiliğinden cinselliğin kaçınılmaz bir
sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Tutulmuş birleşme, sevgili­
leri her düzeyde yakınlaşmaya zorlar bir bakıma.
Cinsel sevgi, aslında bir bütünleşme ve yogadır (iki söz­
cük de aynı kökten gelir). Bunun aracılığıyla erkek ve kadın
birbirinin birer parçası olur. Sevgililer, işte bu "paradoksal
ve anlahlamayan deneyim" ile bütünlüğü ve en derin yakın­
lığı keşfeder ve psikolojik düzlemlerinin yükselişine tanık
olurlar.
Bu yakınlık, cinselliğin sınırlarını aşarak aşkın dünyasına
dek uzanabilir. Bu nedenle, bir erkek ve kadın birbirlerine
" aşık olduklarında, günlerini ve gecelerini günlük yaşamın
ötesinde bulunan masalsı bir düzlemde geçirirler. Eşler, psi­
kolojik ve kozmik bir düzeyde birbirlerine bağlanmışlardır
ve birlikte değilken bile, bir olduklarını hissederler.
Onu nasıl simgelersek simgeleyelim, gizemci deneyimin
makrokozmik yorumu, mikrokozmik olanı gibi, gizemci de­
neyimin nedenlerini açıklamaktan çok, nasıl meydana geldi-

ı o4
Şekil 5

1 65
ğini betimler. Gizemci felsefe, doğayı, bir kez daha, basit ne­
den-sonuç çizemleriyle açıklamayı reddetmektedir.

Gizemci cinselliğin gizemci deneyime nasıl neden oldu­


ğunu niçin sorarız? Ne de olsa, cinsel tepkinin dört resmi ev­
resine neyin neden olduğunu sormuyoruzdur. Yüzyılın baş­
larında Dr. Alber Moll ile başka biliminsanlarının betimledi­
ği ve 1966'da Masters ve Johnson'ın meşhur ettiği gibi, bun­
ların insan cinsel tepkisinin doğal evreleri olduğu varsayılır.
Masters ve Johnson, İnsanın Cinsel Tepkisi adlı çalışmaları­
nın giriş bölümünde, cinsel tepkiyi tanımlayarak betimler­
ken kullandıkları başlıca yöntemlerin doğrudan gözlem ve
fiziksel ölçüm olduğunu belirtir. Her değişimi neden-sonuç
ilişkilerine dayanarak çözümlemeye çalışmayarak, yalnızca
olan biteni anlatırlar (ki bu onların hanesine yazılabilecek ar­
tı bir puandır).
Ama tıbbın cinsel tepki betimlemesi gizemci deneyimi
içermez. Bu, bizi hangi olağandışı etkenlerin özel bir durum
olarak algılanan gizemci tepkiye neden olduğunu sormaya
iter. Gerçekteyse, gizemci deneyim, gizemci cinselliğin diğer
öğeleri gibi, cinselliğe yaklaşım şeklimiz engel olmadığı sü­
rece, sevişmenin doğal ve normal bir parçası olabilir.
Asıl soru, gizemci deneyime neyin neden olduğu değil,
ona neyin engel olduğu olmalıdır. Bu engelleri şu ana dek ta­
nımlamıştık: sözel kendi kendine konuşma, istençli ve hedef­
yönelimli davranışlar ve beynin sol yarısının aşın etkinliğiy­
le ilişkili başka etkenler. Gizemci deneyimin doğal olarak
gerçekleşmesi için bu engellerden kurtulmamız yeterlidir.

1 66
5

Gizemci Evlilik

"Karşı cinse çekici gelmek için karşı cinsin karşıtı olun."


Peki sorun ne? Karşıtlar birbirini çeker; ama bir arada yaşa­
yamaz. Cinsel rol eğitimi böylece boşanma eğitimine dönü­
şür.

Erkekler Neden Oldukları Gibidirler


WARREN FARREL

Ne biz, ne de sevdiklerimiz, geçen yılki insanlarızdır. Biz,


bir yandan değişirken, bir yandan da değişen başka bir insa­
nı sevmeyi sürdürebiliyorsak, bu yalnızca güzel bir rastlantı-
dır. ·
'

Özetle
W. SOMERSET MAUGHAM

167
Evlilik merasimi, rahiplerin çeşitli toplumsal kutlamaları
kutsamak için görevlendirildiği antik zamanlardan günümü­
ze miras kalmış geleneksel bir törendir. Antik çağda, olağan
hayvan kesimleri bile dinadamlarının bir kurban töreni dü­
zenlemesini gerektirirdi. Tanrılara sunulan bu sahte hediye­
ler ile topluluğun sadakati sergilenmiş ve totaliter kozmik
hükümdarların öfkesi yatıştırılmış olurdu.
Uygarlaşmış halklar artık kurban kesmemektedir. Bunun
nedeni, bu insanların kurban kesmeyi iğrenç ya da kötü bir
şey olarak görmeleri değil, ama bunu boş ve yararsız bir uğ­
raşı olduğunun farkına varmış olmalarıdır. Fakat evlilik ge­
leneği o denli derinlere kök salmıştır ki, kadın-erkek ilişkile­
ri hala törensel bir bağlamda değerlendirilmektedir.
Günümüzün evlilik ve. düğün kavramları; bazı tarihsel,
kültürel, politik ve dinbilimsel etkenlere dayanır. Cinsiyet
rolleri, cinsel davranış, töre ve aileye ilişkin tutumlarımızın
günümüzde hızla değiştiğim� tanık oluyoruz. Buna karşın,
antik çağın dinsel-yasal evliliğinden, şövalyelik geleneğinin
içinde doğan romantik aşktan ve günümüzün belirsiz ve ge­
nel �vlilik imgesini oluşturun geleneklerden gelen bazı ina­
nışlara hala sıkıca sarılıyoruz. Bu gelenekleri gizemci evlilik
kavramı ile karşılaştırdığımızda, bazı temel karşıtlıkların far­
kına varabiliriz.
Gizemcilik; kadın ve erkeğin birliği, eşitliği ve tekeşlilik
gibi kavramları doğal (insan yapımı ya da dinsel olmayan)
bir yasanın parçası olarak görür. Örneğin, androjini, Platonik
ve Kabbalacı hermafrodit ve simyacı evlilik gibi gizemci te­
malar bu yaklaşımı simgeler. Gizemci evlilik, iki bireyin er­
keksi ve dişi niteliklerinin doğal evliliğidir (aynı şekilde, su
da, hidrojen ve oksijenin gizemci "evliliği"nin ürünüdür). Bu
evlilik, toplumsal görenekler ile diğer simgesel tanım­
lamalardan tamamıyla bağımsız bir şekilde gerçekleşir. Ev-

1 68
lenen iki birey, doğal bir birliğin, daha kapsamlı bir ilişkinin
parçası olur. Bunun nedeni, resmi bir kağıt imzalamış ya da
bir dinadamınca kutsanmış olmaları değil, evliliğin en doğal
var oluş durumunu simgeliyor olmasıdır.
Eğer evlenen iki insan birbiriyle uyuşmuyorsa, hiçbir
yemin, bildiri ya da tören bir işe yaramayacaktır. Bu ilişki,
devam ettiği sürece, tehlikeli iniş çıkışlara sahne olacaktır.
Buna karşın, gizemci evlilik, kağıt üzerine yazılandan ya da
dinsel ve politik önderlerin sözel açıklamasından ayrı olarak,
erkek ve kadının birbirlerine karşı hissettikleri duyguların ve
sergiledikleri davranışların görünür gerçekliğine karşılık
gelir.
Gizemci evlilik, dinsel ve yasal evlilik kurumlarının dış­
tan dayattığı rollerin organik karşıtıdır. Başka bir deyişle,
gizemci evlilik derken, resmi evliliği değil, ama olağan ev­
lilik sınırları içinde ya da dışında süren tekeşli aşk ilişkisini
kastediyoruz. Gizemci evlilik, kitabın bu bölümü kadın-er­
kek birlikteliğini işliyor olsa da, eşcinsel ilişkileri bile içere­
bilir.
Gizemcilik, bir düşünme ve bilinçlilik modunu vur­
gulaması nedeniyle, bir aşk ilişkisine sayısız şekillerde uy­
gulanabilir. Eşler, birlikteliklerinin bütün boyutlarını, aklın
duyum ve yaratıcı kendiliğindenlik ile ilişkili olan gizemci
yanıyla yaşayabilirler. Şimdi, bir yandan tekeşli bir sevgi bir­
likteliğine . uygulanabilecek kapsamlı bir tutum benim­
semeye çalışırken, bir yandan da dikkatimizi gizemci iliş­
kinin birkaç niteliğinin üzerinde toplayacağız.
Toplumsal konuları işleyen bazı yazarlar, evliliğin zor­
luklarını göz önünde bulundurarak, nasıl bu kadar çok ev­
liliğin hala sürebildiğini sormuştur. Ama gizemci bakış
açısına göre, başarılı çift ve aileler, kadın ve erkek resmi
olarak evli olsun ya da olmasın, aynı şekilde birlikte olmayı

169
sürdürecektir. Hem, evlenmek üzere olan çiftlerin neredeyse
hepsinin ilişkilerinden hoşnut olduğunu, ama daha sonra
bunların yarısından fazlasının boşanmaya karar verdiğini
göz önünde bulundurursak, resmi evliliğin erkek ve kadının
birlikteliğini olumsuz bir şekilde etkilediğini bile söy­
leyebiliriz.
Yaygın dinler, toplumun simgesel evlilik bağı aracılığıyla
kadın ve erkeğin birlikteliğini sürdürmesine yardımcı olması
gerektiğini; aksi halde, çiftlerin bir süre sonra doğal olarak
ayrılacağını savunur. Bu çıkarımın mantıksal sonucu şudur:
Eğer evlilik öncesi cinselliğe, oral sekse, eşcinselliğe, zinaya,
teşhirciliğe ve enseste karşı kurallarımız ve. yasalarımız ol­
masaydı, insanlar doğal olarak "ahlaksızca" davranırdı. Bu
görüşe göre, eşler, ancak yasal ya da kozmik yaptırımlardan
korktuklarında tekeşliliği benimseyebilirler. Başka bir deyiş­
le, dinsel ve politik güçler, insan doğasının tekeşliliğe ve aile
birimine ters düştüğünü ve bu nedenle evlilik kurumunun
yardımına gereksinim olduğunu ima eder.
Gizemcilik, bu imgeyi reddeder ve yetişkin insanların an­
cak kadın ve erkek olarak birleştiklerinde (resmi ya da din­
sel-yasal evlenme durumu şart değil) doğalarına uyum sağ­
layabileceğini savunur. Dinsel ve politik güçler, evlilik kuru­
munun aileleri bir arada tuttuğunu öne sürerek, zaten ken­
diliğinden gerçekleşecek olan bir şeyi sanki kendileri müm­
kün kılmış gibi göstermeye çalışırlar.
İki insanın birlikteliği, kimyasal bir tepkimeyi andırır. Ör­
neğin, sodyum ve klorür elementleri, biz onların "evlen­
melerine" ya da "tuzlaşmalarına" izin vermesek, "ab­
rakadabra" demesek, resmi bir evrakı imzalamasak ya da
sözel ve simgesel düzeyde başka herhangi bir eylem yap­
masak da, birleşecek ve tuza dönüşecektir. Diğer yandan, su
ve yağ, önderler ya da kutsal kitaplar buyursa da, hiçbir
zaman birbirine karışmayacaktır.

1 70
Gizemci evlilikte, kendilerini ve birbirlerini anlamaya
çalışan eşler, birlikteliklerinin nasıl olacağına bilinçli bir
şekilde kendileri karar verirler. Bu birliktelik, eşitliğe ve
değişime açık olmaya dayanır. Evliliğin hedefi ve amacı eş­
lerin bireysel gelişmesidir.
Bireye ve kişisel karara verilen bu önem, sosyopolitik
düzeyde gizemcilik ile demokrasi ve bireysel özgürlük kav­
ramları arasındaki tarihsel yakınlığı da açıklar. Demokraside
hükümetin kimlerden oluşacağına halk, gizemci evlilikteyse
birlikteliğin nasıl olacağına çiftin kendisi karar verir. Sev­
gililer, özerk bireyler olarak yüreklerinden gelen sezgisel ve
ortak yaratıcılığı kullanarak, ilişkilerinin arzuladıkları çiz­
gide gelişmesi için uğraş verirler.
Tablo 3'te evliliğe yönelik dört yaklaşımı karşılaş­
tırabiliriz: dinsel-yasal evlilik, şövalyeliğin romantik aşk
klişesi, günümüzün yüzyılların geleneğine dayanan genel
evlilik anlayışı ve gizemci evlilik. Tablo, bu ilişki biçim­
lerinin kur yapma, yasal sözleşme, politik ilişki, mülk, roller,
cinsellik, aşk, evlilik hakkındaki inanışlar, tarihsel önemleri
ve düğün töreni gibi farklı niteliklerini gözler önüne sermek­
tedir.

Ayarlanmış Evlilik
Çoğu çift bir ilişkiden ne beklediği hakkında pek düşün­
mese de, Batı kültürü, gizemci bir yönde ilerlemiştir.
Günümüzde eşler birbirini seçebilmektedir. Halbuki geç­
mişin Batı dünyasında eşler aileler tarafından belirlenirdi. Bu
tarz ayarlanmış evliliklere Hindu ve Müslüman kültürlerin­
de hala yaygın bir şekilde rastlanmaktadır. Aslında, yakın
zamanlara değin, aşk (özellikle romantik aşk) ile evliliğin
tamamıyla farklı şeyler olduğu düşünülürdü.
Evlilik, çoğu kez kadının ailesinin mülkünden pay almak

171
Tablo 3
Gizemci Evliliğin Di�er İlişki Biçimleriyle Karşılaştırması
İLİŞKİ KUR YASAL POLİTİK GÜNLÜK
TÜRÜ YAPMA SÖZLEŞME İLİŞKİ ROL

DİNSEL Ailelerin Erkek kadını Kadın Kadın erkeğe


YASAL karanna satın alır erkeğin hizmet eder
EVLİLİK dayanır malıdır

ŞÖVALYECİ İlk görüşte Yok: Evlilik Kadın erkek- Erkek kadına


ROMANTİK aşk evlilik dışı ten üstündür hizmet eder
AŞK ilişkinin
yasallaşmış
bir şekli
kabul edilir

GELENEK- Erkek ve Evlilik yasası Erkek kadıt14 Erkek


SEL kadın roman- görmezden kol kar.:ıt dışanda,
YA DA tik bir oyun gelinir geren şefkatli kadın ve
GENEL döneminden ya da sorgu- bir.dik- çocuklar ise
EVLİLİK sonra bir- lamaksızın tatördür evde çalışır
birini s�r kabul edilir

GİZEMCİ Kendini ve Çütin kendisi Kadın ve Daha fazla


EVLİLİK eşini belirler erkek her sevgi ve
anlamayı öğ konuda eşit özerkliği
renirken haklara hedefleyen
kendiliğin- sahiptir kişisel
den dürüst- gelişme
lük

1 72
MÜLK CİNSELLİK AŞK İNANIŞLAR TARİHSEL DÜGÜN
ÖNEMİ TÖRENİ

Kadırun bü- Mirasçı Eğer varsa Doğaüstü Ataerkil Dinadamı


tün mülkü üretmek bile rast- güçler ilişki düzenin sihirli
yasal olarak için dölle- lanhsal; nin devam devamı sözcükler
erk�e ge- me; erk�in erk�in etmesini söyler
çer cinsel arzu- yaklaşımına sağlar
lannın do- bağlı
yurulması

Erkek iste- Ülküleştir Kadının Aşk ilişkinin Kadının Yok


yerek her me (idealiza- yaklaşımına devam et köleliğine
şeyini kadı- tion); gi- bağlı mesini sağ- ve kast diz-
na verir zemd cin- !ar gesine
sellik başkaldın

Kadın erke- Cinsellik Aşk zaman- Evlilik ilişki- Toplumsal Geleneksel


ğin geliri- evlilik ile la azalır; nin devam d�işim tören
nin yansı yasallaş- eşlerin etmesini gereksini-
üzerinde mışhr; evli- arasındaki sağlar mini
yasal hak lik dışında duygusal yadsıma
elde eder; yasal d�il- bağ gevşer
çalışmayı dir
bırakır

Eşlerin ikisi Aşk; gizem- Eşlerin Kendine, Doğa ile Çift


de kendine ci cinsellik gelişmesine eşine, ilişki- uyuma tarafından
yeter ol- dayanan bir ye ve koz- doğru belirlenir
mayı amaç- olma duy- mosa ilişkin toplumsal
lar gusu inanışlardan evrim
kaçınma
çabası

1 73
için, erkeğin ailesi tarafından ayarlanırdı. Çeyiz, bu kılgının
bir geleneğe dönüşmesiyle ortaya çıkmışhr. Aşk, genelde er­
keğin evlendikten sonraki tutumuna bağlıydı. Erkek ile
kadının evlenirken birbirini seviyor olması beklenmezdi.
Toplumsal göreneklere bağlılıkları ve boşanmanın fazlasıyla
güç ya da olanaksız oluşu, kadın ve erkeğin, evlilikleri ne
denli dayanılmaz olursa olsun, ayrılmasını önlerdi.
Ama ayarlanmış evliliklerde çiftleri bir arada tutan tek
şeyin boşanma yasasının sertliği olduğunu söyleyemeyiz.
Bunların çoğu; mutlu, sağlıklı, sevgi dolu ve başarılı evlilik­
lere dönüşürdü; bu değişim, zihinsel açıdan �ağlıklı kadın ve
erkeklerin birbirlerine uyum sağlamaya ne denli yatkın ol­
duğunu gözler önüne sermektedir.
Günümüzde evlenirken eşimizi biz seçiyoruz. Ama
genelde başarısız (belki de ailemizin yapmış olabileceğinden
daha başarısız) seçimler yapmış olduğumuzu anlıyoruz son­
radan. Aşık olduğumuz için evleniyor olsak da, çoğu kez aş­
kın ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz.

Şövalyelik ve Romantik Aşk


Şövalyelik, Ortaçağ'da evlilik kurumunun acımasız ve in­
sanlıkdışı yönlerine çeşitli yollarla karşı çıkmışhr. Gezgin
ozanların şarkılarını ve Arthur döneminin aşk söylencelerini
de içeren Avrupa Şövalyeliği yazını, yaygın olan evlilik an­
layışı ile bunun ilişki kalıplarını küçümsemiş ve bunların
yerine romantik aşk kavramını ön plana çıkarmışhr. Hindis­
tan ve İran' dan İspanya ve Fransa'ya yayılan şövalyeci aşk
görüşü, birkaç ana tema ile ifade edilmiştir. Örneğin, erkeğin
evli bir kadına aşık olması teması, aşk ve evliligin aynı şey ol­
madığını vurgularken kullanılmışhr.

1 74
Şövalyelik, bizlere aşk için evlenme geleneği ve gizemci
aşk ile birlikte, çiftlerin birbirini tanımasını zorlaşhran ve
gerçekçi olmayan bazı aşk söylenleri de miras bırakmıştır.
Şövalyelik, ulaşılması mümkün olmayan tanrısal kadına
uzaktan beslenen umutsuz aşkı betimler. Psikolojik açıdan,
eşlerin birbirlerini ülküleştirişlerinde, birbirlerinin aslında
var olmayan niteliklere sahip olduğunu düşleyişlerinde ve
birbirlerinin yaşadıkları sorunları görmezden gelişlerinde bu
şövalyeci tutumu hala sezinleyebiliriz. Sevgililer, birlikte
yaşarken, birbirlerini, sanki uzaktan, bir hayal perdesinin ar­
dından bakıyormuşçasına, görebilirler.
Şövalyelik, Rene Nelli'nin Erotique des Troubadours adlı
büyüleyici kitabında anlathğı gibi, sevişme ile döllemeyi öz­
deş kılan Hıristiyan cinselli� görüşünü reddetmiş ve sev­
gililere tutulmuş birleşme ile gizemci cinselliği önermiştir.
Ve de Rougemont şöyle açıklar:

Tutkulu aşk,' Avrupa'da Hıristiyanlık'a ve onun evli­


lik doktrinine bir tepki olarak ortaya çıkmıştır. . . .
Avrupa şiirinin on ikinci yüzyılda Langu­
edoc'tan çıkan gezgin ozanlarca yazılmış Pro­
vençal şiirinden geldiği arhk herkes tarafından
kabul ediliyor. . . .
Başka hiçbir Avrupa şiirinin, hem sözel ve hnısal
biçimiyle, hem de leys d'amor olarak yazıya geçi­
rilmiş olan sabit kurallar dizgesinden aldığı
esinle, bu denli yoğun ve karmaşık söz sanatları
kullandığı görülmemiştir. . . . Bu şiirin soylu
duygusallığı evlilik dışı aşka dayanır. Evlilik, fi­
ziksel birleşmenin dışında pek bir şey ifade et-

1 75
mezken, 'Amor' ya da ulu Eros, ruhun yükselişi­
ni ve yüreklerin gökte birleşmesini simgeler.

Bu ozanların aşk yasaları ya da anahtarları, sanatsal birer


motif olarak hala kullanılmaktadır. Opera, tiyatro ve sinema
yapıtları, pembe diziler, erkek ve kadın dergilerinde çıkan
öyküler ile aşk romanlarının (ki bunlar hep en çok satan
kitaplar arasındadır) konuları az çok şövalyeci temalara
dayanır. Serbest pazar ekonomimizin reklam psikolojisinin
özünde de romantik kadın ve erkek imgeleri vardır.
Şövalyelik Çağı'nın aşk mahkemelerinde kadın-erkek iliş­
kileri hakkında çeşitli konular tartışılırdı. Tartışmalar, J.
Huizinga'nın "zarif bir gizemciliğin ardına gizlenmiş müs­
tehcen sözler" olarak nitelediği nükteli söz oyunlarından
ibaretti. Aşk mahkemeleri, evliliği iuriata fornicatio diye ad­
landırırdı: yasallaşmış cinsellik ya da başka bir deyişle, din­
sel ve politik güçlerin kontrolü altında olan ve bu güçler
tarafından onaylanan cinsellik.
Şövalyelik'in kadın-erkek eşitliği teması; sabır, içtenlik,
sadakat, göz göze gelmek, konuşmak, dokunmak, öpüşmek
ve aşk gibi birçok sağduyusal öneriye yol verirdi. Ama şöval­
yelik ilkelerine dayanan bu romantik kur yapma yöntemleri,
birbirlerini dinsel-yasal bir evlilik yolunda kışkırtmak is­
teyen çiftler tarafından kötü niyetle kullanılmıştır çoğu kez.
Şövalyelik'in Avrupa'daki tarihsel ortaya çıkışı gizemci
bir hareketi temsil etse de, bu hareketin romantik aşk
klişesinin gizemci evliliği istençli ve yergisel bir şekilde
abarttığını unutmamamız gerekir. Bu klişe, ülküleştirilmiş
bir evlilik rolünü betimler bize. Erkek ya da kadın, eşinden
çok, kendinin ve eşinin ülküleştirilmiş imgesine aşıktır.

1 76
Günümüz kadını ve erkeği, "doğru" kişiyle evlendik­
lerini nasıl anlarlar? Önce aşk olduğunu varsaydıklan duy­
guyu hissederler. Aşkın ve farklılaşmış bir bilinç durumu ve
eşleri birbirine bağlayan bir bütünlük duyumsarlar. Sözünü
ettiğimiz bu bütünlük ve "aşık olma" duygulan, gizemci
deneyimi betimlemek için en sık kullanılan kinayelerden iki­
sidir.
Kadın ile erkek a�a;ında beliren bu aşkın duygular, eşle­
rin birbirini duygusal açıdan tamamlıyor olmasından da
kaynaklanabilir. Böyle bir durumda, eşlerin arasındaki
uyum; sevgi ve gizemci cinsellikten çok, bazı psikolojik ye­
tersizliklere dayanır. Yine de, aralannda oluşan bu nevrotik
bağ, evlenmeleri gerektiğini gösteren bir işaret olarak yo­
rumlanır.

Bağlılık
İki insan tanışıyor; yüreklerinde güçlü duygular
uyanıyor. Bir çekim, bütünlük ve birlikte olma arzusu hisset­
tiklerinin farkına vanyorlar. Olabildiğince romantik olabil­
mek için olağan davranışlannı terk ediyorlar. Benzer etkin­
liklere ilgi duyuyor ve boş zamanlannda aynı şeylerle uğ­
raşıyorlar. Böylece, birbirlerini sevdiklerini düşünüyor ve
sonunda evleniyorlar. Bu aslında çocukça ve acıklı bir senar­
yodur. Balzac'ın sözcükleriyle, "Bir kölenin özgürlükten söz
edişi gibi aşktan söz ediyorlar." Cinselliğe, ülküleştirmeye,
bireysel bir savunma güdüsüne, birbirini tamamlayan duy­
gusal sorunlara ya da gerçek aşka dayanan ve yüreklerini
mutlulukla dolduran aşkın bir bağ hisseden iki insanın ev­
lenmeye karar vermesi, o denli yaygın bir olgu olmasaydı
eğer, gülünç bile sayılabilirdi.

1 77
Böylesi bir "aşk", eşlerin birbirine bağlılığını olumsuz
yönde bile etkileyebilir. Örneğin, eşlerden biri, eşi dışında
birine de aynı sevgi dolu duygulan ve çekimi hissettiğini
fark edebilir ya da aşkı andıran o duyguları köreldiğinde
eşinden ayrılmayı arzulayabilir. On beş yıldır yaphğım ev­
lilik terapileri boyunca en sık duyduğum yorum şu olmuş­
tur: "Birbirimizi sevdiğimizi sanmışhk; ama aslında bir­
birimizi tanımıyormuşuz bile." Halbuki gizemci evlilikte, eş­
ler, birbirlerini bir yandan sever, bir yandan da tanımaya
çalışır.
Peki birbirlerine aşık olan bu eşler kimlerdir? Bir insanın
imgesi, başka bir insanın imgesine ve sergilediği role aşık ol­
muştur. Bu iki insanın ilişkisi, yasal ya da dinsel bir tören söz
konusu olsa bile, kavramsal ve düşsel bir evliliktir.
Evet, tabii öyle, der uzmanlar, sevgi zamanla solar. Eşler,
bağlılıklanndan dolayı birlikte yaşamayı sürdürür. Bu şekil­
de, günümüzün aşk evliliği, geçmişin toplumsal görenek­
lerinin koruduğu ayarlanmış evliliğe dönüşür. Özgür irade
ile kabul edilmiş olan evlilik, geri dönüp bakıldığında, biraz
önce sözünü ettiğimiz imgelerin ayarladığı görücü usulü bir
evliliği andırır adeta. Eşler, yıldan yıla (iyi ya da kötü yönde)
değişmiş olmanın ötesinde, evlenirken birbirlerini aslında
hiç tanımadıklarının farkına varırlar.
Bağlılık, hiç kuşkusuz, başarılı bir ilişkinin (ya da zah­
metine değecek herhangi bir etkinliğin) yaşamsal bir par­
çasıdır. Ama sevgiliye duyulan bağlılık ile kuramsal evlilik
kurumuna duyulan duygudan annmış ve zorunlu bağlılık
arasi.nda önemli farklar vardır. Birinde, eşler, işleri yoluna
koymaya kararlıdır. Diğerindeyse, çift, dinsel ve toplumsal
kurallar nedeniyle, birlikte yaşamaları gerektiğine inanmıştır.

1 78
Geleneksel ya da Genel Evlilik
Günümüzde eşler, aşk ile evliliğin bir arada yürümesini
bekliyorlar. Peki ama bir aşk ilişkisinden tam olarak ne bek­
liyorlar? İnsanların bu soru üzerine ne kadar az kafa yor­
duğunu fark ettiğinizde şaşkına dönüyorsunuz. Bunun yer­
ine, evliliği çoğu kez okul gibi bir kurum olarak görüyorlar.
Herkes, bu kuruma belirli bir yaşta giriyor, işlerin nasıl git­
tiğine bakıyor ve buna göre ya devam ediyor, ya da
bırakıyor.
Çiftlerin tek bir düğün günü için yaptıkları planlar, olgun
ve sevgi dolu bir ilişki kurmanın, çocuk yetiştirmenin ve bir
birey olarak duygusal gelişimi sürdürmenin güçlüklerini
göğüslerken yaptıkları planlardan çok daha ayrıntılı ve
özenlidir. Maddi durumları iyi olmayan çiftler bile, "dün­
yaya evlendiklerini haykırdıkları bu şahane kutlama" ile
kaderlerinin değişeceğini sanarak, düğünleri için hiçbir mas­
raftan kaçınmazlar.
Evlilik, yüzyılların deneyimini kuşaktan kuşağa aktaran,
bir tarih ve devamlılık duygusu uyandıran ve törensel kut­
lamalara duyulan saygı ve hayranlığı pekiştiren köklü bir
gelenektir. Ama çoğu insan, toplumsal geleneklerle dinsel
tören geleneklerini birbirine karıştırır. Bu dinsel gelenekler,
evlenen çiftlerin bir düğün töreni düzenlemesini şart koşar.
Düğünü yöneten dinadamı, kalıplaşmış bir düzene dayanan
ve belirli sözcük ve hareketlerden oluşan törensel bir büyü
yapar. Neredeyse bütün yaygın dinler, çiftlerin, resmi olarak
evlendikleri sürece, mutlu bir evlilik yaşamlarının olacağını
ve uğursuz güçlerin kötülüklerinden korunacağını, evlen­
meyenlerin ise "günah içinde yaşayacağını" öne sürer.
Bir ilişkinin başarısını sevimli bir geleneğin özlemine ya

1 79
da dinsel bir törenin doğaüstü ve büyülü etkisine dayandır­
ma, gerçekleri ıskalamanın ötesinde, çiftlerde sahte ve belki
de sıkıcı bir rahatlık ve güven duygusu uyandırır. Bu yak­
laşım, eşleri ilişkilerinin yönünü tayin etmeye özendirmek
bir yana, onlan bilinçdışı bir şekilde güdülenen davranışlara
mahkum eder. Yüzyıllar öncesine dayanan evlilik gelenek­
lerinin eşlere yüklediği rolleri bu sözünü ettiğimiz davranış­
lara örnek gösterebiliriz.

Evlilik Rolleri
Eşlerin geleneksel evlilik rolleri birer kavramdır. Bu rol­
ler; din, hukuk, aile ve toplumun evliliğin nasıl olması gerek­
tiğini düşündüğünü gözler .önüne seren bazı düşsel görün­
tüleri ve sözel betimlemeleri yansıtabilir. Ya da kişinin ken­
disine ilişkin düşsel imgesine ya da eşinin olduğunu, ol­
madığını ya da olacağını düşündüğü düşsel ülküleştirmelere
dayanabilir. Sonuçta, bunlar, eşlerin davranışlarını bilinçdışı
kalıplara mahkum eder. Roller, kavramsal oldukları için,
beynin sol yansıyla ilişkili bir bilinçlilik modunu yansıhr.
Sanatsal bir şekilde resim çizmenin özneyi, onu kavram­
sallaşhrdığımız şekliyle değil de, gerçekten nasıl gözüküyor­
sa öyle görmemiz gerektirdiğinden; cinsellikte kendiliğin­
denliğin insanın, düşüncelerinin sisinden sıyrılarak, gerçek­
ten hissettiklerinin farkına varması ile ilgili olduğundan ve
bilimsel yaklaşımın sabit bir bilgi birikiminden çok doğanın
dolaysız gözlemlenmesine dayandığından daha önce söz et­
miştim. Benzer bir şekilde, gizemci evlilik de, eşler arasında
dürüst ve sezgisel bir kendiliğindenliğin oluşmasını ve eş­
lerin birbirlerini her geçen gün daha yakından tanımasını
gerektirir. Başka bir deyişle, eşler, birbirlerine bazı gizli ve iç-

1 80
sel senaryolara göre davranmaktan kaçınmaya çalışırlar. Bu
rolleri ve imgeleri tanımayı öğrenerek, onlardan kaçınmayı
da öğrenmiş olursunuz.
Roller, önceden programlanmış komutlar, gündemler
ve"insanların oynadığı oyunlar"ın temelinde, çoğu kez, dün­
yayı (ki buna aşk ilişkilerimiz de dahildir) ve kendimizi al­
gılayışımızı süzen ve çarpıtan çeşitli sol yan kavramları var­
dır. Roller ve bunların üzerimizdeki etkisi, beynimizin sol
yan bilincinin bilgisayar ekranlarındaki sözcük ve imgelerin
bileşimine göre farklılık gösterir. Bunlar, bireylerde gözlem­
lediğimiz psikolojik ya da duygusal sorunlarla bağlanhlı ola­
bilir. Çoğu, insanın eşinden; hatta bazıları, insanın kendin­
den bile gizlidir.
Bir kadın-erkek _rol oyunu, Warren Farrell'in Erkekler
Neden Olduklan Gibidirler adlı aydınlahcı kitabında ayrıntılı
olarak açıklanmaktadır. Farrell, kitabında, erkek ve dişi çeki­
ciliği birbirlerine ve evliliğe karşı güdüleyen kültürel kav­
ramları (bunlara birincil ve ikincil düşler adını verir) anlatır.
Farrell, erkeklerin birincil düşünün güzel kadınların cin­
selliklerini elde etmek olması nedeniyle kadınların hala
"seks objeleri" olduğunu dizgesel ve etkileyici bir şekilde
açıklar. Bununla birlikte, kadınların birincil düşü çalışmak
zorunda kalmadan parasal güvenceye (özellikle de bir ev ve
aile) kavuşmak olduğu için, erkekler de ''haşan objeleri" ol­
maktan kurtulamaz. "Bu, kadınların güzellik ve erkeklerin
de para ve güç takıntılarının nedenini ortaya koyuyor," diye
yazar Farell. Ogden Nash'ın da dediği gibi, "Erkek paralı ve
kadın da güzel olduğu sürece, biraz uyumsuzluğun evliliğe
hiçbir zararı yoktur." Ama burada belirtilmeyen gerçek, bu
düzenin sosyoekonomik bakımdan erkeğin üstünlüğünü
181
devam ettirmesine neden olduğudur.
Düşünceli erkek ve kadınlar, bu fikirleri bilinçli bir şekil­
de benimsemezler; ama yine de bunlar, çoğu bireyin içsel
düşünüşün, o ya da bu şekilde, birer parçasıdır. Bu güdü ve
roller, içeride saklanır ve bazen bütün bir evlilik yaşamı
boyunca gizlice sahneye konur. Ama sonunda ilişki yıpranır
ve eşler boşanmanın eşiğine gelir.
Kitle iletişim ve geleneksel kurumlar aracılığıyla ifade .
edilen toplumsal düş ve tabular, kadınların ve erkeklerin,
gerçek birer insan olarak birbirlerini değil de, sol yarı bilinç­
liliğinin imgeleminde oynadıkları rolleri ve gerçekleştirdik­
leri düşleri arzulamalarına yol açar. Böylece, Farrell'in de
uyardığı gibi, "cinsel rol _ eğitimi boşanma eğitimine
dönüşür."

Erkeğin Egemenliği
Tarihsel evliliğin günümüze bırakhğı bir başka miras ise,
evliliğin kadınları bir şekilde "koruduğunu" öne süren Vik­
torya çağı görüşüdür. Bu iddia, kölelik kurumunun kölelerin
gıda ve barınma gereksinimlerini karşıladığı ve böylece on­
lara kol kanat gerdiği iddiasının (ki bir zamanlar oldukça
yaygın olan ve içtenlikle inanılan bir fikirdi bu) kusursuz bir
kopyasıdır. Gerçekteyse, günümüzün toplumsal rolleri, bir­
çok kadını güçsüz ve bağımlı bir konuma tutsak eder.
Geleneksel evlilik, Collette Dowling'in Sinderella Kompleksi
adlı sürükleyici çalışmasında açıkladığı gibi, kadınların
kişisel özerklik ve kendine yeterlik sorunlarını çözmek şöyle
dursun, bunlara neden bile olur. Bu açıdan bakhğımızda,
toplumumuzun geriye doğru gittiğini bile söyleyebiliriz.
Örneğin, Birleşik Devletler yasaları, kadına, yıllar boyunca
1 82
eve ve çocuklara bakmış olmasına karşılık tazminat talep et­
me hakkını arhk tanımıyor.
- Gizemci gelenekler, tarihin her çağında, evlilik adı verilen
hukuksal sözleşmenin erkeğin kadın üzerindeki egemen­
liğini güçlendirdiğini, yasallaşhrdığmı ve zorunlu kıldığını
savunmuş ve bu nedenden dolayı bu sözleşmeye karşı çık­
mışlardır. Bu rol dizgesi, dört bin yıl önce gizemci uygarlık­
ları yıkan Hint-Avrupa ve Sami boylarının ataerkil kültür­
lerine dayanır.
İncil'in M.Ö. 500 civarının Sami yasalarını yansıtan ilk
bölümlerinden biri, Tanrı'hın erkeği ve kadını birbirine düş­
man kıldığını (Yaratılış 3:15) ve erkeğin karısına hük­
medeceğini (Yarahlış 3:16) bildirir. Bu yaklaşım, daha sonra,
kadının yaşam hakkını kocasına veren Roma hukukuna da
yansımışhr. Ve Katolik kilisesi, ancak on alhncı yüzyılda
kadının bir ruha sahip tam bir insan olduğunu kabul etmiş­
tir. Kadınlar, yasal açıdan kişi oldukları kabul edilmemiştir.
Kadınlar ve köleler, bu nedenle oy kullanamazlardı.
Hukukun gözünde, kadın, evlilik denilen bir sahş sözleş­
mesiyle babalan tarafından kocalarına satılan bir maldı; bu
nedenle, zina, erkeğin mülkiyet hakkının ihlali olarak değer­
lendirilirdi.
İnsanların şefkat ve acıma duygulan, evliliklerin fazla
dayanılmaz olmasını önlemiştir çoğu kez. Ve kadınlar, farklı
toplumlarda, o toplumun ulaşmış olduğu uygarlık düzeyine
bağlı olarak, farklı haklar elde edebilmişlerdir. Ama bu,
kadınlar için pel< de büyük bir teselli değildir.
Evliliğin sözünü ettiğimiz temel yasal anlamı, belirli
gizemci uyanışların yaşandığı dönemlerde (örneğin, klasik
Yunanistan, Şövalyelik Çağı ve Aydınlanma) kadınların

1 83
çeşitli haklar kazanmış olmasına karşın, yüzyılımızın başına
dek Batı kültüründeki yerini korumuştur.
Üç yüzyıl önce batan Aydınlanma güneşinin ışığı dün­
yamızı ısıtmaya devam ediyor. Bahlılaşmış dünyanın kadın­
lan, bugün eskisine göre çok daha iyi durumdalar. Ama
kadınların politik kurtuluşunun, yani oy verme hakkının
kendilerine "veriliş"inin üzerinden daha bir insan ömrü
kadar zaman bile geçmemiş olduğunu göz ardı edemeyiz. Bu
dönüm noktası, tarihsel açıdan bakıldığında, daha dün
yaşanmış gibidir. Bu nedenle, Batı'nın toplumsal bilincinin
yeniden yapılanma sürecinin daha yalnızca başında ol­
duğunu söyleyebiliriz. Doğrusu şu ki, dünyadaki erkeklerin
büyük bir çoğunluğu da, ülke�erinde hala oy kullanamıyor.
Bununla beraber, Batılı kadınların arhk kocalarının taşınır
malı olmadığı gerçeği, geçmiş dört bin yılın unutulması ya
da önemsenmemesi tehlikesini de içinde barındırıyor. Birçok
insan, geçmiş. ile birlikte, günümüzde dünyanın geri kalan
bölgelerinde yaşayart kadınlann kaderini de görmezden
geliyor. Dünyadaki kadınlann büyük bir bölümü, hala er­
keklerin yasal kölesi konumundadır. Müslüman ülkelerin
yasaları çokeşliliği onaylamaktadır. Hindu kültürü ise, Hin­
du yasalarının geri kalmışlığına rağmen, biraz daha iyi bir
konumdadır. Ve yasadışı olmasına karşın, Çin'in birçok
yöresinde köylüler hala eşlerini satın almaktadır. Bir
hükümet makalesi, köylülerin böylece "para ve zamandan
tasarruf yaphklannı" düşündüğünü yazıyor. Bir Nw York
Times haberine göreyse, son birkaç yılda elli binden fazla
kadın kaçırılarak evlerinden uzaklara götürüldü ve sahldı.
Bu kadınların kaçma şansı neredeyse yok denecek kadar az­
dır. Ve günümüzde inanılmaz çok sayıda Müslüman ve zen­
ci Afrikalı genç kız, büyüdüğünde kocasına daha iyi hizmet

1 84
etsin ve daha yumuşak başlı ve evcil olsun diye "sünnet"
ediliyor ya da başka bir deyişle, kızların klitorisleri ilkel bir
ameliyatla kesiliyor. Ormandaki Yaban'!'nın yazan Eric Hanseıı,
bu vakaların sayısının milyonları bulduğunu söylemektedir.

Kadın Nefretinin Erotikleştirilmesi


Günümüz Amerika' sında bile, Catherine MacKinnon'a
göre, en iyimser tahminlerle tüm kadınların dörtte birinden
fazlası, yaşamı boyunca en azından bir kez tecavüze uğruyor
ve/ya bir tecavüz teşebbüsüne maruz kalıyor ve/ya koca
dayağı nedeniyle ciddi bir şekilde yaralanıyor. Araşbrmaya
kablan kadınların yalnızca onda biri, yaşamları boyunca cin-
. sel tacize ya da tecavüze uğramadığını bildiriyor.
Eşlerimizi nasıl seçtiğimizi, erotik biçem ve heyecan an­
layışımızın nasıl geliştiğini ve bizi cinsel açıdan nelerin uyar­
dığını hiç kimse tam olarak bilemez. İnsanlar neden ayrıcin­
sel (heteroseksüel) ya da eşcinsel, tekeşli ya da çokeşli olmayı
ya da cinsellikten uzak durmayı seçiyor? Neden belirli
hareketler, nesneler ya da ilişkil,er bizi uyarıyor? Cinsel
yönelimi ya da erotik biçemi yansıtan ve kimilerince cinsel
kimya diye adlandırılan bir duygunun var olduğunu biliyo­
ruz. Bu duygu, biyokimyasal bir düzeyde işliyor görünse de,
insan ile onu uyaran şeyler arasında kurulan zihinsel ilişkiye
dayanıyor çoğu kez.
Böylesi bir erotik ilişki de, erkeğin kadın üzerinde güç ve
üstünlük dayatması temasına dayanır. Catherine MacKin­
non da dahil olmak üzere çeşitli yazarlar, bu ilişkinin kültü­
rümüzdeki en yaygın erotizm olduğunu ve pornografi, fu­
huş, tecavüz, iş yeri tacizi ve koca dayağının temelinde bu­
nun yattığını belirtmişlerdir. Bu tacizler, ki A.merika'daki her

1 85
kadın bunlardan o ya da bu şekilde etkilenmektedir, kültü­
rümüzün kadın nefretini (misogeny) nasıl erotikleştirdiğini
gözler önüne seriyor. Kadınlara karşı yapılan bu saldınlar,
erotik duygulara dayandığı için, kalıcı saplantılara dönüşü­
yor. Toplumsal saplantı kişisel olanı doğuruyor; kişisel olan
ise toplumsal olanı pekiştiriyor. MacKinnon şuna dikkat çe­
kiyor: ''Kadınlar, güçsüzlük şartlan altında cinselliklerini ya­
şayarak, güçsüzlüklerini cinselleştirmeyi öğreniyorlar."
Böylesi bir erotizm bozukluğunun (hem kişisel, hem de
kültürel düzeyde) tedavisini gizemci cinsellikte keşfetmeyi
" umabilirsiniz. İnsanın aşk ve heyecanını zamansız ve kendi­
liğinden yakınlıktan daha iyi hangi yolla yeniden koşullan­
dırabiliriz ki? Sevgilileri zama!lsız ve esrik bir birleşmeden .
daha iyi hangi şekilde birbirine yaklaştırabiliriz ki?
Kadınlar, ancak yeryüzündeki bütün kültürleri etkileye­
cek köklü değişimlerle gerçekten özgürleşebilir. Bu değişim­
ler, kozmos ile insanın arasında bir uyum kurmayı hedefle­
yen gizemci ilkelere dayanan toplumsal hareketlerin parçası
olabilir. Böylesi değişimler ile, dünyadaki örgütlü din ku­
rumlan ve "bilimsel" aldatmacalar ortadan kalkacak; geze­
genimizde demokratik bir yönetim şeklini benimsememiş
hiçbir ülke kalmayacak; teknoloji ile ekolojik evrim (ki insan
bilincinin evrimini de içerir bu) arasında bir denge kurulacak
. ve hepsinden önemlisi, kadınlar küresel düzeyde politik
haklarını elde edecektir. Her gizemci evlilik, insanlığın bin­
lerce yıl önce başlamış ve gelecek bin yıl da sürecek olan
uzun yolculuğunda atılmış bir adımdır.

Boşanma
Toplumumuz, günümüzde aile kurumunun çözülüşüne

1 86
tanık oluyor. Bu toplumsal kargaşanın nedenini, geleneksel
evlilik ve cinsiyet rollerinden çok, bizim bu kavramları yad­
sıyor olmamızda aramalıyız. Sayılar, gerçekleri gözler önüne
seriyor (daha doğrusu, yüzümüze haykırıyor). Evlilik, top­
lumsal bir kurum olarak tam anlamıyla bir felaket: Amerikan
toplumundaki evliliklerin yarısından çoğu boşanmayla so­
nuçlanıyor ve inanın, bu oran, eğer ekonomik şartlar el ver­
se, çok daha yüksek olur.
İlk evliliklerin yüzde ellisi, o denli dayanılmaz oluyor ki,
boşanmayla son buluyor. İkinci ve üçüncü evliliklerde bu
yüzde daha da artıyor. Genelde böyle evliliklerin başarısız
olduğunu söylüyoruz. Ama evliliğin başarısını yalnızca sona
ermiyor oluşuyla ölçebilir miyiz? Bunların kaçta kaçı mutlu
ve sağlıklı evliliklerdir? Eğer bir erkek eşini ve/ya çocukları­
nı dövüyor, duygusal yönden aşağılıyor ya da onlara teca­
vüz ediyor, ama bu evlilik boşanmayla sonuçlanmıyorsa, bu­
nun hala başarılı bir evlilik olduğunu söyleyebilir miyiz?
Eğer bir çift, eşlerden biri ya da diğeri yalnız başına yaşamı­
nı devam ettirmeye kalkıştığında yoksulluk, açlık, soğuk ve
başka zorluklar ile karşı karşıya kalacağı için birlikte yaşa­
mayı sürdürüyorsa, bu bir başarı mıdır?
Eşlerin birbirini aldattığı bir evlilik, sona ermediği sürece,
başarılı sayılabilir mi? Peki ya yıllardan beri birbiriyle hiç
sevişmeyen evli çiftler? Boşanma, evliliğin toplumsal bir
düzenleme olarak içten çöküşü ve yıkıo çözülüşünün yalnız­
ca dış işaretlerinden biridir.
Çiftleri ve aileri boşanma ayırmaz. Boşanma, devam et­
mesi mümkün olmayan evlilik ilişkisi durumuna verdiğimiz
addır yalnızca. Boşanma, başarısız bir evliliğin nedeni değil,
belirtisi ve sonucudur. Boşanma ya da boşanmama, başarı ya

1 87
da' başansızlık, evlilik kurumunun doğurduğu sonuçlardır.
Boşanmanın aile üzerindeki yıkıcı etkisi, eşlerin boşanmış ol­
malarından değil, ama geçmişte akılsızca evlenmeye karar
vermiş olmalarından ya da evliliklerini yürütmek için gerçek
ve duyusal bir düzeyde yeterince çaba göstermemiş ol­
malarından kaynaklanır.

Çocuklar
Bir çift, çocuklarını iyi bir şekilde yetiştirebiliyorsa, bunun
nedeni eşlerin evli olması değil, ama iyi birer ana baba ol­
masıdır. Eşler, ister evli olsunlar, ister olmasınlar, güçlü, ol­
gun, sevgi dolu ve uyumlu oldukları ölçüde, iyi ya da kötü
·

birer ana baba olacaklardır.


Ailenin parçalanması, kadın ve çocuk yoksulluğa sürük­
lenmeyecek olsa bile, çocuğu ciddi bir şek.ilde etkiler. Kuş­
kusuz, çoğu duruında, çocuklar, ana babalan ayrıldıktan
sonra daha rahat ederler. Buna karşın, parçalanmamış ve
uyumlu bir aile, çocukların ruhsal sağlığı ve gelişimi için
açıkçası daha iyidir.
Eşlerin ayrılması, çocukları için kendileri için olduğundan
daha zor bir deneyimdir. Ama çiftler, evlenmeden önce böy­
le konular hakkında pek sık düşünmezler. Evlilik öncesi çift­
ler, boşanma istatistiklerine meydan okurcasına, sonsuza
dek kan/ anne ve koca/baba olarak birlikte kalacaklarını
varsayarlar (ama çiftlerin en azından yansı için bu bir san­
rıdır).
Bazı çiftler daha da ileri gider ve çocukları olunca, oy­
namak zorunda oldukları ana baba rolleri ile mutsuz evlilik­
lerinin seyrinin değişeceğini umarlar. Birbirlerine duyduk­
ları sevgi, ilişkiye gerçekçi bir şekilde yaklaşmak yerine rol-

1 88
lerin kalıplarına sığındıkları için yok olmuştur halbuki.
Kötü bir aile ortamı, ister ana babanın çocuklarıyla ileti­
şim kuramamasından, ister daha başka bir duygusal bozuk­
luktan kaynaklansın, çocukların kişiliklerinin gelişimini
olumsuz yönde etkiler. Bu çocukların ilerde iyi ve dengeli bi­
rer eş ve ebeveyn olma şansları tehlikeye düşer. Bu ailevi so­
run, yaygın ve bilinçdışı örüntüleriyle toplumu baştan aşağı
şekillendirir. Bu kişilik ve evlilik sorunlarının oluşturduğu
döngü, bir kuşaktan bir sonrakine, büyük ölçüde evlilik ku­
rumu aracılığıyla, aktarılır.
Gizemci evlilikte, eşler, çocuklarına, çocukların yetiştiril­
mesine ve birer ana baba olarak sorumluluklarına ilişkin
olabildiğince bilinçli ve açık olmaya çalışmalı; hatta bir gün
birlikteliklerinin sona erebileceği olasılığını bile göz önünde
bulundurmalılar.

Gizemci Evlilik
Gizemci gelenekler, kendiliğinden birliği temel alan iliş­
kileri öne çıkararak, dinsel-yasal evliliğe tamamıyla karşıt bir
yol açmışlardır. Taoculuk, Tantrizm, Gnostisizm, Şövalyelik,
Kabbalacılık, Simya ve daha sonraki Aydınlanma hareket­
lerinin hepsi� bireyin özgürlüğünü ve kadın ile erkeğin eşit­
liğini savunmuştur. Örneğin, Van Gulik, "Çin ve Hindis­
tan'ın Cinsel Gizemciliği" adlı denemesinde şöyle açıklar:

Tantrizm, Taoculuk'un Çin'de yapbğı gibi, Hin­


distan' da kadınların konumlarını iyileştirmiştir.
Geleneksel Hinduizm' den farklı olarak, Tant­
rizm, kadınların erkeklerle eşit, hatta onlardan
üstün olduğunu kabul etmiştir. Tantristler, sut-

1 89
tee'ye, yani dul kalan kadınların yakılmasına
karşı çıkmışlardır .
. . . Tantrizm, dinsel ve toplumsal gelenekleri
küçümsemiş, kutsanmış bütün tabuları ayaklar
alhna almışhr. Kast sistemini tanımayı reddet­
miş ve kadınların erkeklere eşit olduğunu açık­
lamıştır.

Hıristiyanlık'ın ilk birkaç yüzyılında, Gnostik erkek ve


kadınlar, kilisenin karşı çıkmasına rağmen, bilinçli bir şekil­
de dinsel ya da yasal evliliğin biçimciliğinden kaçınmışlar ve
birlikte yaşayarak, uyuyarak, sevişerek ve yolculuk ederek,
evliliğin zulmüne isyan etmişlerdir. Bunun.aksiııe, kendileri­
ni gerçek sevgi duygusu ve tinsel evlilik dedikleri gizemci
birliğin bir araya getirdiğini düşünmüşlerdir. Geleneksel ka­
rı ve koca rollerini reddederek, kendilerini tinsel erkek ve
kızkardeşler olarak adlandırmışlardır. Gnostik eşlerin ara­
sındaki bağ; ailelerinin kararına, resmi bir kağıt parçasına ya
da dinsel bir törenin sihirli sözlerine değil, birbirlerine karşı
hissettikleri duygulara ve özgür bireyler olarak vermiş ol­
dukları birlikte olma kararına dayanıyordu.
Evliliğin salt bir arada yaşamaktan farklı olduğu ve erkek
ile kadın arasında güçlü bir bağlılık duygusu uyandırdığı sa­
vının manhklı bir dayanağı yoktur. Eşlerin sonsuza dek bir
çift olarak kalmak için gösterdiği çaba ve kararlılığın evli
olup olmamalarıyla hiçbir ilgisi yoktur. Resmi olarak evli ol­
madıklarında, erkek ve kadın, evlilik töreninin ya da bir baş­
kası tarafından "kan koca" ilan edilmiş olmanın değil d�,
kendi içlerinde bulunan kaynakların birlikteliklerinin başarı­
s�nı belirleyeceğini anlamak zorunda kalırlar. Bir erkek ve bir

1 90
kadın evli olduklarına kendi başlarına karar veremezler mi?
Evlilik bir dışavurumdur; peki ama neyin dışavurumu­
dur? Çift, insanlara her neyi duyurmak istiyorsa, bunu ev­
lenmeden de pekala yapabilir. Eşler, ortak yaşamlarını sevgi,
bağlılık, saygı, sadakat, dürüstlük, kişisel gelişim, paylaşma
ve/ya yakınlığın üzerine kurduklarını açıklayabilirler. Bü­
tün bunlar; cinsel kimya, duygusal sağlık, sermaye birikimi,
çocuk yetiştirilmesi ve mutluluk gibi, evlilik yaşamının için­
de de var olabilir, dışında da.

Gizemci Bir Evliliğe Doğru İlerlemek


Yasal bir ilişki olsun ya da olmasın, gizemci evlilik, eşlerin
birbirini tanıma ve birlikte büyüme çabasına dayanı-r. Kadın
ve erkek, eşi ile kendini keşfetmek ve tanımak için bir iç­
bakış, iletişim ve kişisel gelişim süreci yaşar.
Eğer ilişkinizi gizemci evlilik doğrultusunda geliştirmek
istiyorsanız, eşinizden.neler istediğinizi ve ona neleri verme­
ye hazır olduğunuzu ayrıntılı bir şekilde yazıya dökmekle
başlayabilirsiniz. Kim, hangi durum'Iarda, daha bağımsız, et­
kin, güçlü, egemen, ödüncü, baskın, sevgi dolu, açık ya da
anlayışlı olmalıdır? Siz ve eşiniz, sorunlara nasıl yaklaşmalı,
düş kırıklıkları ve anlaşmazlıklar karşısında nasıl tavır alma­
lısınız? Cinsel, kişisel, entellektüel ve töresel beklentilerini­
zin bir listesini çıkarhn. Siz ve eşiniz; mizahı, .temizliği, sağ­
lığı, görgü kurallarını, dış görüntüyü, tekeşliliği, mesleksel
başarıyı ve iş dışı etkinlikleri ne kadar önemsiyorsunuz?
Birlikteliğinizde bir iş bölümü var mı ya da olmalı mı? Pa­
ra, çocuklar, sevgi, dinlenme ve aileyi ilgilendiren kararlar
açısından bu iş bölümü tam olarak neler gerektirmeli? Han-

191
· gi durumlarda birbirinize yardımcı olmalı ve hangi sorumlu­
lukları paylaşmalısınız? Birbirinizle ne kadar konuşacaksı­
nız? Tarhşılmaması gereken herhangi bir şey var mı?
Bir ilişkide önemseyeceğiniz bütün konuları listenize ek­
lemeye çalışın. Hazır bu işe başlamışken, bu konulara ilişkin
görüşlerinizin nasıl oluştuğunu da anlamaya çalışın. Çeşitli
fikir ve varsayımlara nasıl vardığımızı keşfetmek büyüleyici
bir deneyimdir.
Sonra da geçmişteki önemli aşk ilişkilerinizi yazıya
dökün. Bunların aralarındaki benzerlikler ve farklılıklar ney­
di? Şimdiki ilişkinize hangi açılardan benziyorlardı? Bu iliş­
kiler nasıl başlamıştı? Yatak içinde ya da dışında, bir ilişkinin
hangi özelliklerini erotik, heyec�nlandıncı ve tc.tmin edici
bulurdunuz veya hala buluyorsunuz? Neleri görmek, duy­
mak ya da düşlemek sizi uyarırdı?
Evliliğin gizemciliği, başarılı bir ilişkinin saygı, yumuşak­
lık, yakınlık, içtenlik, cinsel kimya, sadakat, tekeşlilik ve tabii
ki aşk gibi duygusal ve somut öğelerini öne çıkarır. Resmi
evlilik kurumuyla özel bir ilgisi bulunmayan bu duygulara
her sağlıklı insan ilişkisinde rastlayabiliriz. Zaten bunların
nedenini gelenek, din ve evlilik yasasından çok sağduyu ve
insan doğasında aramamız gerekil:. Böylesi insan nitelikleri­
nin daha çok ruhsal sağlık ve duygusal uyumla ilgisi vardır.
Evlenen iki bireyin bir anda bu niteliklere kavuşacağını söy­
lemek gülünç bir iddiadır.
Sanının, ilişkilerde yaşanan sorunların eşlerin duygusal
sorunlarının birer sonucu olduğunu artık görebiliyorsunuz­
dur. Halbuki çoğu insan, kan koca kavgalarının para ve cin­
sellik gibi belirtisel sorunlara dayandığını düşünür. (Bir ko­
medyen, karısıyla hep para ve seks yüzünden kavga ettiğini
192
itiraf etmişti. Kansıyla sevişmek kendisine çok pahalıya pat­
lıyormuş!)
Sevgililerin birer birey olarak kişisel gelişimi ve özerkliği,
bir çift olarak hedefleyebilecekleri en iyi şeydir. Erkek ve ka­
dın, yaşam birlikteliklerini yaraha bir sevgi ve yakınlık kut­
laması olarak görürse, sevgililerin kişisel sınırlılıkları dışın­
da, o çiftin başarısının ve mutluluğunun önündeki bütün en­
geller kalkar.
Peki kişisel sınırlamalannızı nasıl aşabilirsiniz? Bu, hak­
kında kütüphaneler dolusu kitap yazılmış evrensel bir soru­
dur. Ama bu kitapların hiçbiri.bize tam bir yanıt sunama­
maktadır. Ama kişisel gelişimin ön evrelerinin taslağını şöy­
le böyle çizebiliriz. Bu evreleri, yeni bir ilişkiye hazırlığın ya
da devam eden bir ilişkiyi daha gerçek yapma sürecinin bir
parçası olarak görmeye çalışın.
Yalnızca başlamış olmak için, rahat bir koltuğa oturun ve
düş kınklıklarınız, yetersizlikleriniz, korkularınız, başarısız­
lıklannız, sizi öfkelendiren şeyler, en gizli sırlannız, en utan­
dığınız sorunlar ve kendinizle ilgili üzerinde çalışmanız ge­
reken başka konular hakkında olabildiğince düşünün. He­
deflerinizi, güçlü yanlannızı, size mutluluk veren ve sizi tat­
min eden şeyleri ve yaşamdan, aşktan, ailenizden, ülkeniz­
den ve kozmostan beklentilerinizi de gözden geçirmeye çalı­
şın. Bunlann hepsini yazıya dökün. Yaşam öykünüzü anlata­
cağınız bir günlük tutmaya başlayın. Çocukluğunuzu, ilk­
gençliğinizi, anne ve babanızı, sizinle (ve kardeşlerinizle)
olan ilişkilerini öyküleyin. Örneğin, size sevgilerini nasıl gös­
terirlerdi ve öfkelendiklerinde sizi nasıl cezalandırırlardı? Ve
kardeşleriniz şimdi neler yapıyor? Din, sanat, spor, çalışma,
iş yaşamı ve okula ilişkin deneyimlerinizi; ergenlik öncesi ve

193
sonrası edindiğiniz arkadaşları ve arkadaş gruplarını; alkol
ve uyuşiurucu deneyimlerinizi (kendinizin ya da sizin için
önemli olan başkalarının); bedeniniz ve kişiliğiniz hakkında­
ki duygularınızı yazıya dökün.
Geçmişinizi çözümlemeye başladıktan sonra, konuyla il­
gili kitaplar okumaya, konferans ve çalışma gruplarına katıl­
maya çalışın. Arkadaşlarla, bir terapist ya da başka bir danış­
manla ve en önemlisi, eşinizle konuşun. Hobilerinize, din­
lenmeye ve televizyona ayırdığınız zamanı bu işe de ayırın.
Bunu büyük bir projeye dönüştürün, yaşamınızın eseri yap­
maya çalışın. Gerçekten hiçbir kişisel sorununuz yok mu?
Bütün hepsi başkasının ya da eşinizin hatası mı? Kesinlikle bir
terapiste gitmenizi öneriyorum. Çalışmaya, büyümeye ve bir
insan olarak gelişmeye başlayİn. Evlilik, işte bu nedenle zor
bir iştir.
Psikoterapinin bir ana işlevi, bireyin bir başkasına, ama
en önemlisi kendine, başkalarından (ve çoğu zaman kendin­
den) gizlediği en derin sırlarını ve kişisel yetersizliklerini iti­
raf etmesine olanak tarumakhr. Bu önemli bir işlevdir; ama
terapi, insanın eşine güvenme gereksinimini dağıtmak için
kullanılmamalıdır.
Kendiniz hakkında öğrendiklerinizi eşinizle paylaşın. Eşi­
niz neler düşünecek ve yapacak? Siz, eşiniz hakkında daha
çok şey öğrenmeye başladığınızda, neler düşünecek ve yapa­
caksınız?
Bazen evlenmek insanların işine gelir. Çoğu kez evlilik,
dürüstlüğün eksikliğini gizlemeye yarar. Evlendiğimizde,
eşimizin (ya da kendimizin) sırlan, korkulan, kuşkulan ve
beklentileri ile uğraşmak zorunda kalmayacağımıza inanırız.
Ama böyle inanışlar kişisel gelişimi önler. Kişisel gelişme, iç

1 94
benlik ile dış dünya arasında bir uyum yakalamak için insa­
nın kendini ve deneyimlerini keşfetmesi; duygu ve bilgi, ira­
de ve kendiliğindenlik, sevgi ve özerklik, kutlama ve özveri,
ben ve diğerleri arasında bir denge kurmasıdır. Bu, gerçek­
ten de zor ve yıllar boyu sürecek bir çalışmadır. Başka bir de­
yişle, kendinizi ve eşinizi tanımak, yaşamınızın en büyük
eseri olacaktır. Ama ancak bu olumlu değişim ile, tekeşli ola­
nı sıkıcı ve monoton olana dönüşmekten alıkoyabiliriz.
Bu öz farkındalığı çalışmaları sizin için iyi bir başlangıç
noktası olabilir; ama kendinizi birkaç soru ile sınırlamamaya
çalışın. Tabii ki, verdiğiniz yanıtlar doğru ya da yanlış değil.
Önemli olan, kendinizin ve beklentilerinizin farkına var­
manız ve onları eşiniz ya da olası eşinizle paylaşmaya baş­
lamanızdır. İşte bu dürüstlük ve açıklık ile, sevgililer, zihin­
lerinde bazı imge, düş ya da varsayımlar oluşturmak yerine,
birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı elde ederler.

Gizemcilik ve Sözel İletişim


Gizemcilik, eşlerin birbiriyle daha iyi iletişim kurması için
bazı önerilerde bulunur. Etkili iletişimin belki de en önemli
ilkesi, sağ yan bilinci ile konuşmaktır. Bu yaklaşım; adlandır-_
ma, değerlendirme, kuramsallaştırma, sınıflandırma ve di­
ğer bilişsel-kavtamsal sol yan çözümlemeleri yerine, görüşü­
nüzü, bakış açınızı, tercih ve beğenilerinizi, duygularınızı ve
beklentilerinizi öne çıkarmanıza yardımcı olacaktır. Günü­
müzde evlilik danışmanların en çok önerdiği iletişim aracı- .

nın "duygu konuşması" olması ya da 1970'lerin ortalarında,


davranış terapisinin altın çağını yaşadığı yıllarda, etkinlik
alıştırması üzerine yayımlanan düzinelerce kitabın da sağ
yan bilinci ile konuşma yöntemini temel alması, tabii ki birer

1 95
rastlantı değildir.
Sağ yan bilinci ile konuşmak, yalnızca duygusal hassaslık
demek değildir. Modern filozof Charles Stevenson, Töre ve
Dil adlı ikna edici yapıtında, "bu iyi, şu da kötü" ifadesinin
mantıksal açıdan "ben, bunu sevdim, şundansa hoşlanma­
dım ve senin de bu fikirlerime katılmanı istiyorum!" anlamı­
na geldiğini ortaya koyar. İşte bu nedenle, sezgi ve şefkat,
hem gizemciliğin töresel yaklaşımının, hem de yakın bir bir­
liktelikte iyi bir sözel iletişimin anahtarlarıdır.
Sağ yan iletişimini temel alan gizemci felsefe, eşlerin bir­
birlerine, dışarıdan dayatılan töresel kurallar yerine, sezgisel
duyguları, şefkat ve insancıllık ile yaklaşmalarını önerir. İşte
bu nedenle, gizemcilik, törecllik taslamaya ya da doğru ve
yanlış davranışın kurallarını sıralamaya kalkışmaz.
Tantrizm, Bharati'ye göre, "tantrik olmayan geleneklerle
karşılaştırıldığında, değerlerden daha fazla arınmışhr; töreci­
lik ve bütün 'iyi ol' klişeleri, Tantrizm'de bir yana bırakılır."
"Taocu felsefe, töresel açıdan tam anlamıyla ilgisizdir," diye
açıklar Herrlee Creel. ."Her şey görelidir. 'Doğru' ve 'yanlış',
hangi parçasal bakış açısından baktığımıza bağlı olarak, aynı
olguları ifade edebilen sözcükler bile olabilir." Walker,
Gnosis'in "töreyle hiçbir ilgisinin olmadığını" söyler. ''Din­
sel, töresel ya da toplumsal yasaların hiçbir anlamı yoktur."
Ludwig Wittgenstein, Tractacus Logico-Philosophicus adlı
klasik yapıtında, töresel dizgenin sabit olmadığına, duyu ve
beğeniye dayandığına dikkat çeker:

6.4.2 . . . törenin önermelerinin bulunması


olanaksızdır.

1 96
6.4.21 . . töre sözcüklerle ifade edilemez. Töre
.

aşkındır. (Töre ve güzelduyu bir ve aynıdır.)

Törenin sözcüklere dökülememesi ve duygu ile şefkate


dayanması, gizemci evliliğin kurallannı sıralayamamızın te­
mel felsefi nedenidir. Çeşitli töre dizgelerinin çiftlere dayat­
tığı sabit kural ve roller yerine, gizemcilik, sevgililerin kendi
içlerindeki şefkat ve paylaşma duygulannı keşfetmelerini ve
davranıtlannı bunlann üzerine inşa etmelerini önerir.
Töre, diğer yandan, davranışlanmızı "iyi, kötü, doğru,
yanlış, haklı ve haksız" gibi soyut ve değer yüklü sözcüklere
göre değerlendirmemizi ister. Bu töresel terimler, ikna edici
ve taraflı tanımlar şeklinde sınıflandınlabilir. Bu nedenle,
bütün devlet dinleri (ve politikacılar ile reklamcılar) bir kitle
kontrol yöntemi olarak bunlardan yararlanmıştır. Töre, yay­
gın dinlerin sol yarı bilinçliliğini teşvik ederken kullandıkları
araçlardan biridir. İnsanlar, ne denli sözcükler düzeyinde
düşünürse, o denli sözel açıdan etki altında kalmaya açık
olurlar. Bu nedenle, bütün yaygın dinler, sayısız sözel tekrar­
lara başvurur ve sol yan bilinçliliğine karşı çıkarak, müziği,
dansı, içkiyi ve diğer duyusal uğraşılan ve hepsinden önem­
lisi, cinselliği, o ya da bu şekilde, yasaklar.
"İyi" ve "kötü" sözcüklerinin kendi başlarına bir anlamı
yoktur; bunlann anlamlan, onlan kullanan insanlann hedef,
değer ve güdülerine bağlı o�arak, tamamıyla görelidir. Kav­
ramsal olduklan için, bunlar, zihnin sol yansının imgelemin­
de var olan tasarımlardır yalnızca. İyiliği ya da kötülüğü eli­
mizle ölçüp biçemeyiz.

197
Gizemciliğin töreselciliğin reddedilmesi, her ne istiyorsak
onu yapabileceğimiz ya da hukuk ve düzeni tamamıyla terk
ettiğimiz anlamına gelmez. Bununla birlikte, çoğu insanın tö­
reselciliğe en ufak bir gereksinimi yoktur; "gereksini.mi"
olanlarsa, bunu kullanmayacak olaılıarın ta kendisidir. En
sorunlu bireyler, ya her türlü paylaşma duygusunu ve top­
lumsal bilinci yadsır, ya da zihinsel saplanhlannı ve dışa ba­
ğımlı kişiliklerini gizlemek için töreyi kuUanırİar. İşte bu ne­
denle, bir sevgi birlikteliğinin içinde ya da dışında, cehenne­
me giden yol, genellikle iyi ve töreci niyetlerden geçer. Sol
yarının töreci d�ğerlendirmeleri, bizi sevgiden ve içimizdeki
doğal şefkat duygusundan uzaklaştırır.
İletişim yöntemlerini, cinsel-yöntemlerde olduğu gibi, ku­
sursuz bir şekilde betimlemek mümkün değildir. Ama yine
de kendinize ve eşinize yardımcı olabilecek ipuçları ve öne­
riler aramayı sürdürün. Örneğin, etkinlik yazınının neredey­
se tamamı tepkili dinlemeyi önerir. Bu yönteme göre, fiziksel
ve duygusal açıdan tüm dikkatinizi konuşma üzerinde top­
lamalı, konuşan ile göz teması kurmalı, gereğinde başınızla
söylenenleri onaylamalı ve duygularınızı çeşitli şekilerde
sergileyerek, konuşulanları dinlediğinizi ve anladığınızı bel­
li etmelisiniz. Ve en önemlisi, eşinizin konuşmasına bir tepki
olarak içinizde beliren duyguların farkında olmalı ve sizin
içinizdeki neyin bu şekilde tepki vermenize neden olduğunu
anlamaya çalışmalı, sonra da bu duygu ve keşiflerinizi
eşinizle paylaşmalısınız.

1 98
Tekeşlilik
Gizemcilik, tinsel ve fiziksel bir bütünlüğün eşit yanlan
olan kadın ve erkeği!' tekeşli birlikteliğini teşvik eder. Bu,
gizemci cinselliğin ötesinde, yaşam boyu paylaşılan bir
deneyimi kapsar. Gizemci evlilikte eşlerin tam olarak nasıl
davranması gerektiğini tanımlayamayız; çünkü gizemci ev­
lilik, eşlerin sabit roller sergilemediği ve kendiliğinden
nitelikler taşıyan bir bilinç durumuna karşılık gelir.
Nasıl çiftler evlilik kurumu olmadan da birlikte yaşamayı
sürdürebiliyorlarsa, geleneklerin buyurduğu dinsel emirler
ya da roller olmadan da sevgi dolu ve mutlu bir ilişki
yürütebilirler. Birbirlerini birer insan olarak duyumsayabilir
ve sürekli bir duygu akışı içinde birbirlerine kendiliğinden
bir şekilde tepki verebilirler. Çiftler, dışandan dayahlan tör­
eye göre değil de, kendi duygulanna g�re hareket ederlerse,
birbirlerine karşı daha şefkatli, zeki, sevgi dolu ve hatta
gereğinde kahramanca davranabilirler.
Gizemciliğin töresel kurallan reddetmesi, eşlerin bir­
birine gizemci bir şekilde yaklaşmasının daha kolay olduğu
anlamına gelmez. Gizemcilik, sevgililerin yepyeni bir yak­
laşım benimsemesini gerektirir. İnsan, sorunlannı ve yeter­
sizliklerini gizlemeyecek kadar savunmasız, eşinin içsel
· deneyimini anlayacak ve buna saygı duyacak kadar şefkatli
ve içten olmalıdır. Bu, kolay olmanın çok ötesinde, cesur,
maceraa, güçlü ve dayanıklı olmayı gerektiren bir deneyimdir.
Alan Watts, Doğa, Erkek ve Kadın adlı kitabında "ken­
<iiliğindenliğin, her şeyden çok, içtenlik olduğunu" keşfeder.
Bu yola, gizemci evliliğin kendiliğindenliği, insanı, daha ön-

1 99
ce betimlemiş olduğumuz rollerden ve kavramsal tasarım­
lardan U;Zaklaşmaya ve dürüstçe kendini eşine sunmaya
yönlendirir.

Gizemci Cinselliğin Rolü


Gizemci cinsellik, kültürümüzün kadın nefretini erotik­
leştirmesinin tedavisinin bir parçası olsun ya da olmasın,
başarılı bir ilişki için özellikle gerekli değildir. Ama gizemci
cinselliğin sevgililere sağlayabileceği ve de sağladığı birçok
yarar vardır. Gizemci cinsellik, ilişkilerinde cinsel bir sorun
yaşayan çiftlerde mucizeler yaratabilir. İyi bir aşk hayah olan
çiftler için bile, gizemci cinselli�, her sevişme sonrasında eş­
lerin arasındaki bağı güçlendiren bir yakınlığın, zamansız bir
bütünlüğün ve duygusal bir deneyim doruğunun paylaşıl­
masıdır.
Gizemci cinsellik, sevgilileri, fiziksel ve duygusal olarak,
gerginliğin ve stresin tutsaklığından kurtanr. Eşlerin birbir­
lerine olan düşkünlük ve aşklarını yeniden alevlendirir.
Gizemci cinselliğin deneyimi, erkek ve kadını iş dünyasının
günlük koşuşturmasının olumsuz etkilerinden uzaklaştınr
bir süreliğine. Gizemci cinsellik; banş dolu bir sessizlik bah­
çesi, sevgililerin biten duygu pillerini yeniden yükleyen bir
enerji kaynağı, aynlık dönemlerinde yitirilen mutluluk cen­
netidir. Oraya ulaşhğınızda, zihin ve beden kavramlan
ötesine uzanan esrik bir yolculuğa çıkarız.
Gizemci cinsellik, insanın yakınlığa, dokunmaya ve sev­
giye duyduğu yaşamsal gereksinimden dolayı, duygusal ve
fiziksel düzeylerde (gizemcilik için ikisi aynı şeydir) bir

200
iyileşme sürecinin parçası olabilir. Sözünü ettiğimiz bu
gereksinim, organik, hatta cinsel olmak zorunda değildir; bu,
bebekliğimizden beri içimizde bulunan, yakın, yumuşak ve
sevgi dolu bir şekilde sanlma ve sarmalanma gereksinimidir.
Dr. Harry Harlow, modem psikolojinin klasik laboratu­
var deneylerinden birinde, yavru rhesus maymunlarının, an­
ne sıcaklığından uzakta büyütüldüğünde, normal bir şekilde
büyümüş maymunlarla ilişkiye girmekte güçlük çektiğini ve
insanlarınkine benzer ruhsal sorunlar sergilediğini göster­
mişti. Bu deney, insanlann bazı ruhsal sorunlarının nedenini .
ortaya koymakla kalmayıp, bu sorunların kuşaktan kuşağa
aktanlabileceğini de gözler önüne seriyordu: Duygusal yön­
den yetersiz olan ana babalar, aynı sorunun bebeklerinde de
ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu bebek, büyüyüp kendisi
de anne ya da baba olduğunda, aynı sorunu kendi çocuğuna
aktarır. Bu yaklnlık gereksinimi, çoğu erkeğin kötü bir şekil­
de seviştiği gerçeği ile birlikte düşünüldüğünde, kadınlann
çoğunun neden sevişmekten çok sanlmayı yeğlediğini açık­
layabilir. Neyse ki, gizemci cinsellik, iki temas şeklini (sarıl­
mak ve sevişmek) ve çok daha fazlasını aynı anda sunar sev­
gililere.
Dr. Andrew Weil, farklılaşmış bilinç durumları
yaşamanın doğal bir "insan gereksinimi olduğunu öne sür­
müştür. Bu gereksinimin yakışılç almayan bir dışavurumu,
Amerikan kültüründe gerçek bir salgına dönüşmüş olan al­
kol ve uyuşturucu sorunudur. Bu toplumsal bunalım, uyuş­
turucu kullanımının yakınlık deneyimini ve gizemci birliği
engellemesinden dolayı, başarısız evliliklerin sayısını da hız­
la hrmandırmaktadır. Gizemci cinselliğin farklılaşmış bilinç

201
durumu, belki de, bu gereksinimlerini uyuşturucu ve alkol
ile karşılamaya çalışan insanlara sağlıklı bir seçenek
·

sunabilecektir.
Bu arada şunu da belirtmek gerekiyor ki, gizemci
gelenekler, hiçbir zaman uyuşturucu ve alkole karşı çık­
mamıştır. Baküs, bira ve şarabın tanrısıydı; sarhoşluk, şarabı
ve böylece tanrısal olanı dolaysız bir şekilde algılamaya ve
bununla özötesi bir birliğe ulaşmaya olanak tanıyan bir bil­
inç durumuydu. Ama şarap, insanın kendini ve evreni al­
gılamasına ve anlamasına yardımcı olması amacıyla, yalnız­
ca özel günlerde içilirdi. Günümüzdeyse, insanlar, uyuş­
turucu ve alkol gibi zihni ve bilinci etkileyen maddeler ile
duyularını aldatıyor ya da köreltiyor, yaşamdan, insan iliş­
kilerinden ve gerçeklerden kaçıyorlar. Bu paranoyak yak­
laşım, gizemci geleneklerin önerdiği uyuşturucu kul­
lanımının amacına ve yöntemine tamamıyla ters düşmek­
tedir.
Gizemci cinsellik, yani gizemci deneyime neden olan
sevişme; kutlama, şövalyelik ve yaratıcılık ilkeleri üzerine
kurulmuş gizemci geleneklerin cinselliğe yönelik bakış
açısını yansıtır. Gizemcilik, evlilik kavramına ve kurumuna
karşı çıkmış; ama aynı zamanda, kadın ve erkeğin en doğal
var oluş şekli olan tekeşli birliği bağrına basmıştır.
Umarm, bu kitabı okurken, gizemciliğin o kadar da
garip, tuhaf ve gizemli olmadığını ve gizemci cinselliğin,
sihirden, debdebeli geleneklerden ve sahte vaatlerden uzak­
ta, anlaşılması ve yaşanması pek de o kadar zor olmayan bir
deneyim olduğunu görebildiniz. Gizemci cinsellik, kozmos

202
ile bütünleşme şansının ne denli yakınımızda olduğunun
farkına varmamıza olanak tanır. Bu; bir tavrın, bir bilinç
durumunun ve duyumsamaya (ve duyumsanan o şeyin,
böylece de gerçeğin, yaşamın ve insanın kendinin kabul edil­
mesine) dayanan bir bilginin ifadesidir.
"Sana armağan edilen cinselliğinle neler yapbn?" diye
sorar Kafka. "Bir başarısızlıkb, sonunda söyleyecekleri hep
bu kadardır. Ama başarmaları işten bile değildi. Al­
_
gılayamayacakları kadar küçük ve önemsiz bir aynnb, haşan
ya da başarısızlıklarını belirlemişti." Bu kitabın, sizin için,
başarı ve başarısızlık ya da salt başarı ile yaşamsal doyum
arasındaki farkı yaratan o küçük ve önemsiz aynnb olmasını
·

diliyorum.

203

You might also like