Professional Documents
Culture Documents
Türkçesi
ŞENOL ENSARİ
© Pegasus Ajans
GİZEMCİ CİNSELLİK
SEVGİ, ESRİME VE GİZEMCİ DENEYİM
LOUIS WILLIAM MELDMAN
Türkçesi : Şenol ENSARİ
Yayına Hazırlayan : Nil GÜN
Kapak : Nare ÖZTÜRI<
Kapak Resim Edvard MUNCH
/
GİRİŞ . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . • • . . . . . . . . . . 7
BÖLÜMt
Gizemcilik, Gizemci Deneyim
ve Gizemci Cinsellik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 25
BÖLÜM2
Gizemci Cinsellikte Tutulmuş Birleşme . . . . . . . . . . . 67
BÖLÜM3
Meditasyon Olarak Gizemci Cinsellik . . . . . . . . . . . . 107
BÖLÜM4
Gizemci Cinsellik ve Kendiliğindenlik . . . . . . . . . . . 135
BÖLÜMS
Gizemci Evlilik . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . . 167
5
6
GİRİŞ
7
1970'lerin Amerika'sı, "savaşma, seviş" çağrısını yürek
ten benimsemişti. Bir yandan ordularımız Vietnam'dan çe
kiliyor, öte yandan da toplumumuzda cinsel sevgiye yönelik
yeni ve açık bir yaklaşım yaygınlaşıyordu. Medyada, edebi
yatta, okullarda ve insanların özel yaşamlarında, herkesi o
ya da bu şekilde etkisi albna alan bir cinsel. devrim yaşan
maktaydı. Ben, 1974'te Michigan Üniversitesi'nde okuyor
dum. Okulun golf takımında oynuyor, öğrenci birliğinde gö
rev alıyor, üniversite gazetesi için film eleştirileri yazıyor,
Sigma Chi öğrenci kulübünün sosyal başkanlığını yapıyor ve
bütün bu işlerin arasında sevgilimle birlikte çılgınca günler
geçiriyordum. Yani kısacası üniversite yaşamının olabildi
ğince tadını çıkarmaya çalışıyordum.
Dördüncü sınıfta, beni on beş yıldan uzun bir yolculuğa
çıkaracak ve gizemci (mystical) cinsellik hakkında bu kitabı
yazmaya kadar götürecek olan iki ders aldım. Bunların ilki,
genel olarak insan cinselliği konusunu işliyordu. Eğitim Fa
kültesi'nde okutulan ve adı "Öğretme Makineleri" olan diğe
ri ise, programlı ve öz-komutlu (self-directed) öğrenme hak
kındaydı.
İnsan Cinselliği dersinde, "erken boşalma" denilen erkek
lere özgü işlev bozukluğunun en yaygın olan ve en kolay iyi
leştirilebilen cinsel sorun olduğunu öğrendik. (Kinsey, er
keklerin dörte üçünün eşinin içine girdikten sonra ilk iki da
kika içinde boşaldığını söylüyordu. Masters ve Johnson ise
buna karşılık yüzde doksan sekizlik bir iyileşme oranı vaat
ediyordu.)
Öğretme Makineleri dersindeyse, kendini geliştirme ki
tapçıkların nasıl oluşturulduğunu öğreniyorduk. Böylece
herhangi bir görev, öğretmene gereksinim olmadan ve önce
den kaydedilmiş komutlar aracılığıyla öğretilebiliyordu.
Kısa bir süre sonra beynimde ünlem işaretleri ve tomar
8
tomar paralar uçuşmaya başlamışh.Ama tabii ki! Erken bo
şalma sorununu yüzde doksan sekiz başarı oranıyla çözen
tedaviyi temel alan bir kendini geliştirme programı hazırla
yacak, böylece erkek nüfusunun dörtte üçü ile bunların şans
sız eşlerinin acılarını dindirecektim. Bu peynir ekmek gibi sa
tar, diyordum kendi kendime. Başarının ve şöhretin anahta
rını bulmuştum sonunda: televizyon programlan ... filmler
...Nobel ödülü . .. ah, ne saflık!
Bu yeniyetme hayalleri o denli başımı döndürdü ki, psi
koloji doktorası yapmaya başladım.Böylece kendini geliştir
me kitabımı hazırlamak ve test etmek için gerekli klinik de
neyimi kazanacak ve kitabımı pazarlamamı kolaylaşhracak
ünvanlan elde edecektim.
Doktoramın ilk yıllarında çeşitli uzmanlık eğitim prog
ramları arasında mekik dokuyordum: Alfred Kinsey'in lndi
c.na Üniversitesi'nde kurduğu Cinsellik Araşhrma Enstitüsü;
St.Louis'te, eskiden Üreme Biyolojisi Araştırma Kurumu di
ye adlandırılan Masters ve Johnson Enstitüsü; Kalifomi
ya'da, o zamanlar meslek çevrelerinde Bah'nın Masters ve
Johnson'ı olarak tanınan Bill Hartman ve Marilyn Fithian'ın
yönettiği Evlilik ve Cinsellik Çalışmaları Merkezi; Amerika
Cinsel Eğitimciler, Danışmanlar ve Terapistler Birliği ve Bi
limsel Cinsellik Araşhrmaları Topluluğu gibi örgütlerin dü
zenlediği konferanslar. Aynca, Michigan Üniversitesi öğren
ci Sağlığı Merkezi'nde gebelikten korunma danışmanı olarak
çalışıyor, Kampüs Yayın Ağı'nda "Cinselliğin Psikolojisi"
adındaki radyo programımı yönetiyor ve sunuyor, Tıp Oku
lu'nun insan cinselliği programının oluşturulmasına yardım
ediyor ve üniversitenin bölümlerarası Cinsellik ve Sağlık Ba
kımı Kurulu'nda üye olarak görev yapıyordum. Yani kısaca
sı, tam anlamıyla havaya girmiştim!
O yıllar, cinsel terapi ve araştırmaların altın yıllarıydı.
9
1970 ve 1974 yılları arasında cinsel davranış değiştirme yön
temlerinin durumu üzerine dört önemli özet ve yorum ya
yımlanmışb: Masters ve Johnson'ınki, Hartman ve Fithi
an'ınki, Helen Singer Kaplan'ınki ve Jack Annon'ınki. Dok
torlar ve psikologlar tarafından yazılıp belgelenmiş bu araş:
tırmalar inanılmaz derecede ikna ediciydi. Bütün bunlar yet
mezmiş gibi, insan cinselliğini konu alan dört akademik der
gi de yayımlanıyordu: Cinsel Davranış Arşivleri, Cinsel Araş
tırma Dergisi, Cinsel Eğitim ve Terapi Dergisi ve İnsan Cinselli
ğinin Tıbbi Yönleri. Böylesi bir ortamda, tıp biliminin cinsel
konulara el atışını simgeleyen "cinsellikbilim" teriminin ye
ni bir sözcük ve kavram olduğunu gözden kaçırmak işten bi
le değildi.
Cinsel terapi, "modem" davranış terapistleri ile "gelenek
sel" psikoanalizciler arasındaki topyekün savaşın �n ön saf
larında yer alması nedeniyle altın çağını yaşıyordu. Davranış
terapistleri, Masters ve Johnson ile daha başka cinsel tera
pistlerin çarpıcı bulgularını kullanarak, psikoanalizin hantal
ve çağdışı kaldığını kanıtlamaya çalışıyordu. Onlara göre
psikoanaliz, "patlak bir lastiği değiştirmek için kocaman bir
garaj inşa etmeye" benziyordu. Psikoterapi alanında çalışan
çok sayıda pratisyen, davranışçı cinsel terapiye güveniyor ve
bunu uyguluyordu.
Davranışçılar, 1920'lerden beri, psikolojik sorunların öğ
renilmiş alışkanlıklar olduğunu kabul ediyor ve hastaya be
lirli duyusuzlaştırma veya yeniden koşullandırma çalışmala
rı yaptırarak bunları tedavi ediyorlardı. Benim kendini geliş
tirme kitapçığı şekline dönüştürmeyi düşündüğüm ve dok
tora tezimin bir parçası olarak test ettiğim tedavi yöntemi de,
erkeğin cinsel heyecanını kontrol etmeyi öğrenmesini sağla
yacak bir yeniden öğrenme ve koşullandırma çalışmasını te
mel alıyordu.
ıo
Ve nasıl da bomba gibi bir kitapçık olacaktı bu! 1978'e ge
lindiğinde, dört yıllık bir çalışmanın sonunda şu sözcükler
kağıda dökülmüştü:
ı
elli dolar ödüyordu. Bu tedavilerde cinsel işlev bozuklukla-
rını ve "psikofizyolojik jenituriner düzensizlikler"i (ki bunla(
rın her birinin Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması'nda ay
bir tanısı vardı) iyileştirmeye çalışıyorduk. O yıl, ben, akad
mik yayınlar ve ders kitaplarında makaleler yayımlamaya v
11
Avrupa ile Amerika'da önemli konferanslara resmi konuş
macı olarak kahlmaya başladım. 1976'nın Ağustos'unda,
Stockholm'daki Uluslararası Sempozyum'da, Erkek Cinsel
Davranışını Değiştirmek için Komutsa[ Dizgeler başlıklı bir ma
kale sunmuştum. (Stockholm belediye başkanı, Nobel ödül-
. lerinin açıklandığı Şehir Konağı'nda katılımcılara bir öğle ye
meği vermişti.)
Psikoloji ve cinsellikbilim literatürü üzerinde gerçekleştir
diğim bu dizgesel araşhrmarun kendi alanımda yeni bir çığır
açacağını düşünüyordum. Örneğin, yüzyılın başlarında
Amerika'da toplumsal reformcuların erken boşalma tedavisi
olarak Masters ve Johnson'ın temel cinsel terapi tekniğinin
bir benzerini önerdiklerini öğrenmiştim. Cinsel konular hak
kında pek konuşulmayan bir dö!lemde kadının cinsel tepki
sinin varlığını kabul eden reformcular, bu tekniği daha çok
bir doğum kontrol aracı olarak kullanmışlardı. Ayrıca, aynı
tedavi işleminden Çin ve Hindistan'ın eski "ezoterik" edebi
yatında da yaygın bir şekilde söz edildiğini fark etmiştim. Bu
ilginç yazılar, kozmos ile "gizemci bir birliğe" ulaşmayı ve
farklı bir bilinç düzeyine yükselmek için uzatılmış sevişmeyi
öneriyordu.
Akira Ishihara ve Howard Levy'nin Cinselliğin Tao'su ad
lı yapıtında Masters ve Johnson'un erken boşalma tedavisi
nin ayrıntılı bir betimlemesiyle karşılaşmışhm. Bu teknik,
Masters ve Johnson'un İnsanın Cinsel Yetersizlikleri adlı kita
bında anlatılmamış; ama daha sonra 1974'te St. Louis'te ka
tıldığım bir eğitim programında sunulmuştu.
En ileri tıbbi bilgilerin ikinci yüzyıldan kalma Çin yazıla
rında ne işi vardı? O yıllarda bu durumu, modern cinsel te
rapi tekniklerinin zamanın meydan okumasına dayanmış ol
duklarının bir kanıtı olarak görmüştüm yalnızca. Ama daha
da önemlisi, dünyanın dinsel yazınının önemli bir bölümüy-
12
le tanışma fırsatı da bulmuştum.
. Biraz da şans eseri, daha üniversiteye başlamadan önce,
Doğu ve Batı'nın gizemci psikolojisini ve "dünyevi" dinlerle
felsefeleri öğrenmeye başlamıştım. Detroit'in avant-garde
radyo istasyonlarından biri, ''kamu hizmeti" asgari yayın ge
reklerini yerine getirmek için, her pazar sabahı Alan Watts'ın
felsefe, psikoloji, Zen ve karşılaştırmalı dinbilime ilişkin eğ
lenceli söyleşilerini yayınlıyordu. Bu öğretici programlar be
ni tam anlamıyla büyülerdi ve bunların sayesinde üniversite
yaşamım boyunca dinlerin tarihini incelemeyi sürdürdüm.
Dünya dinlerine duyduğum ilgi, kaçınılmaz olarak, insan
cinselliği hakkındaki eğitimime paralel olarak devam ediyor
du: Bir yandan, akademik bir bakış açısıyla psikoloji bilimini
öğreniyor ve ailevi, cinsel ve daha başka kişis�l sorunları te
davi etme konusunda klinik deneyim kazanıyordum. Diğer
yandansa, Doğu ile Batı'nın ilginç ve esrarengiz edebi yapıt
larını araştırıyor ve bunların modern yaşam içindeki anlam
larını anlamaya çalışıyordum. Bu iki çatallı yol, psikolojik
açıdan iki çeşit dinsel oluşumun var olduğunu (gizemcilik ve
yaygın dinler) ve bunların insan beyninin iki yansı ile bağ
lantılı olan iki düşünme şekline dayandığını ortaya çıkara
caktı çok daha sonra.
Beynin sağ yarısı, beş duyu organının ve sezgiye dayalı
"altıncı duyunun" doğrudan deneyimleri ile ilişkilidir. Sol
yan ise, "aklın gözü" ile görülen resimler ve dil gibi kavram
lar ve imgelemimizle bağlantılıdır. Kısaca söylemek gerekir
se, gizemcilik sağ yarının bilincini, yaygın dinler ise sözel
kavramları vurgulayan sol yarıyı temel alır.
Dinler arasındaki bu temel farklılık, gizemciliğin her tür
lü duyusal deneyimi teşvik etmesinin ve yaygın dinlerin du
yusal hisleri bastırmasının nedenini de açıklar. Dinler arasın
daki farklılık, hiçbir konuda cinselliğe ilişkin karşıt görüşle-
13
rinde olduğu kadar belirgin değildir.
Yirminci yüzyıl boyunca gizemci dini konu alan çok sayı
da çalı:şma kaleme alındı. Ama bu yapıtlar çoğu insan tara
fından fark edilmemiştir. Böylesi konularla ilgili olduğunu
öne süren Yeni Çağ (New Age) hareketi bile bu çalışmaların
büyük bir kısmını görmezlikten gelmiştir. Tıp ve psikoloji
alanında çalışan önemli biliminsanlarının çoğu da, "bilim
sel" olmadığı için bu gizemci yazını incelemeye değer bul
mamışhr.
Halbuki, hbbın cinselliğe yaklaşımı da pek o kadar bilim
sel değildir. Geriye dönüp baktığımda, akademik yazın ve
araşhrmaların eksik ve yanlış bilgilerle dolu olduğunu görü
yorum. Önde gelen uzmanların kullandığı yöntemler bile ye
tersiz ve baştan savma olabiliyor. Açığa çıkan şu ki, aslında
çok az erkek, erken boşalmayı bir sorun c larak algılıyor; et
ken boşalma sorunu olan erkeklerin çoğu, evli bile olsa, bu
konuda eşinden herhangi bir yardım göremiyor; erken boşal
ma sorununu çözen çoğu erkek, eşiyle arasındaki sorunların,
buna bağlı olarak, sona ermediğini bildiriyor. Bundan başka,
akademik kitaplarda ve eğitim seminerlerinde betimlenen
davranışsa! yöntemlerde ciddi eksiklikler bulunduğu gözü
me çarpıyor. Örneğin, bu tür vakalara ilişkin çoğu klinik bil
diri, hastanın fiziksel, toplumsal ve psikolojik niteliklerinden
ve aile ilişkilerinden, sanki bunlar gereksiz verilermiş gibi,
neredeyse hiç söz etmez. Erken boşalmanın herkes tarafın
dan kabul edilen bir tanımı bile daha yapılamamışhr.
Davranışçı cinsel terapistler, Masters ve Johnson'ın İnsa
nın Cinsel YetersizÜkleri adlı araşhrmalannda belirttikleri gibi,
yüzde 98'lik bir başarı oranı vaat ediyor ve Helen Singer
Kaplan'ın Yeni Cinsellik Terapisi adlı kitabında yazdığı gibi,
erken boşalmanın "kısa süreli tedavi süreçlerine neredeyse
her zaman boyun eğdiğini" açıklıyordu. Ama bu uzmanlar,
14
aslında, tedavinin ancak eşler programı harfiyen uygulandı
ğında bu denli başarılı olacağını anlatmak istiyorlardı. Ama
çoğu erkeğin terapi programını uygulamadığını belirtmeye
gerek duymuyorlardı. Daha da önemlisi, hiç kimse, bu er
kel<lerin programı neden uygulamadığını açıklamaya çalışmı
yordu.
Bir çiftin bazı basit komutları uygulamamasının nedenle
rini, güdülerinde, bashrdıkları duygularda, duygusal savun
ma düzeneklerinde ya da daha başka ruhsal ve kişilerarası
sorunlarda aramalıyız. ,Bu bireysel ve karmaşık sorunlar;
geçmiş deneyimler; ana babayla olan ilişki; ilkgençlik �ağın
da alınan cinsel etkiler; cinsel deneyimler; öğrenilmiş ailevi,
toplumsal ve kültürel tutumlar; cinsellik, sevgi ve kadın-er
kek ilişkileri üzerine alman eğitim; cinselliğe ve yakın olma
ya yüklenen anlamlar; eşler arasındaki iletişim ve eşlerin be
densel ve zihinsel kimyası ile ilişkilidir. Elbette! Ne de olsa,
Nietzsche'nin dile getirdiği gibi, "İnsanın cinselliğinin dere
cesi ve şekli, ruhunun ulaşılmaz zirvesine erişir."
Ve böylece, tamamladığım kitapçığım ve doktora tezimin
pek de iç açıcı görünmediğini fark etmiştim. Cinsellik terapi
si ve araşbrmaları, beni tam anlamıyla düş kırıklığına uğrat
mıştı. Artık insanoğlurtun erkekliğini kurtarmak ya da para
ve şöhret sahibi olmak gibi dertlerim yoktu. Bunun nedeni,
cinsel işlev bozukluğunun anlamsız ya da kendini geliştime
yönteminin işe yaramaz olduğunu düşünmem değildi. Tıb
bın ve psikiyattjnin cinselliğe olan yaklaşımının (ki Thomas
Szasz buna Cinselliğin Reçetesi adını verir) cinselliğin gerçek
anlamını ve sorunlarını, en azından beni ilgilendiren kısım
larını, ıskaladığını sonunda görebilmiştim. Hepsinden
önemlisi, cinselliğin tinsel (ruhsal) yanının, cinselliği sağlıklı
ya da işlevsel yönden sorunlu olma diye açıklayan tıp ya da
psikiyatri ile hiçbir ilgisinin bulunmadığının farkına varmış-
15
tım.
Peki tinsellik tam olarak ne anlama geliyor? Yaygın dinle
rin tinsel dünyası o denli düşsel, soyut ve yapaydır ki, bu
dünyanın içinde var olan tek boynuzlu atlar, periler, Noel
Babalar, cadılar, şeytanlar, tanrılar ve tanrıçalar, insanda
kendilerine özgü bir gerçeklik duygusu uyandırırlar. Bu düş
sel dünya, beynin sağ yarısının kavramlar evreninin bir par
çasıdır. Bu dünyayı imgelemin dışına taşındığınızda, onun
boşinanca dönüştüğünü görürsünüz. Yaygın dinler, insanı
imgeleminin içine hapsetmiş ve insanın fiziksel dünya ile
olan duyusal bağlantısını sınırlamaya çalışmışlardır. Yaygın
dinlerin cinselliği kararlı bir şekilde yasaklamalarının nedeni
işte budur.
Kilise, "insanın en çok cinsellikten sakınması gerektiğini"
söyleyen Aziz Augustine'in açtığı yolda ilerliyordu. Evlilik
içinde bile cinsellikten uzak durmak, tüm Hıristiyanlık dün-.
yasının benimsediği tinsel bir kural olmuştu. Cinsel birleş
meye yalnızca dölleme amacıyla izin veriliyordu; ama bu
durumda bile tutku ve heyecan eşler için birer tabuydu. Aziz
Augustine, Tann'nın Şehri adlı eserinde, erkeğin "menisini
dişilik organından rahmin içine, adet akıntısının dışarı aktığı
masumluk ile zerk etmesi" ge'rektiğini söylüyordu. Protestan
John Calvin ise, bir kadının, kocasının bedeninin "görüntü
ve dokunuşundan tüm iffetli kadınların doğal olarak kaçına
cağı" o parçasını eliyle kavramasının affedilemez bir günah
olduğunu anımsatıyordu.
Kilisenin Kutsal Engizisyon'unun neredeyse üç yüzyıl bo
yunca cadıları ortaya çıkarırken ve işkence ederek öldürür
ken kılavuz olarak kullandığı Malleus Maleficarum, "Cadılık,
doyumsuz kadınların bedensel arzularından kaynaklanır,"
yorumunu yapıyordu.
Asya'nın yaygın dinleri de, cinselliği bastırma konusunda
16
Batı'dan geri kalmamıştı. Budacılık ve Konfüçyusçuluk, son
derece bağnazdı. Hinduizm'deyse, Swami Prabhupada'nın
Olduğu Gibi Bhagavad-Gita adlı kitabında anlattığı gibi, insan,
döllemenin dışında:
18
dergiler, programlar ve konferanslar, cinselliğin tinsel yönü
nü de hiç ele almazlar.
Tıp, cinselliği yasaklamaz, ama kontrol etmeye çalışır. Psiki
yatrinin cinsellik dogmaları, cinsel davranışı katı bir kurallar
yığınının içine hapseder. Psikiyatri, cinselliği açık bir şekilde
yasaklamaz ya da alaya almaz. Cinselliğe izin veriyor, hatta
onu teşvik ediyor görünür. Bununla da yetinmeyip daha ile
ri gider ve cinsellik üzerinde ısrar eder. Sevişmek istemiyor
sanız, psikiyatristler size "cinsel arzu bozukluğu" tanısını
koyuverirler hemen (Kaplan'ın bu isimle yayımlanmış bir ki
tabı bile vardır). Doruğa ulaşmakta zorlanan kadınlar, kilise
ninkini andıran katı ve duygusuz tavırla, anorgazmi tanısına
mahkum edilir. Bu insanlara koyulan tanılar, onların günah
larıdır adeta. Amerikan Psikiyatri Birliği'nin Tanısal ve İstatis
tiksel Kılaı1uz' u, ''boşalma refleksini istençli olarak kontrol
edemeyen" erkeğin bir erken boşalmacı olduğunu belirtir.
Refleksin, tanımı gereği, istençdışı bir eylem olmasına karşın,
günahkar erkek, Uluslararası Hastalıklar Sınıflandırması'ndan
alınan bir ruhsal bozukluk kod numarası ile dağlanır.
Aziz Augustine, on altı yüzyıl önce şöyle buyurmuştur:
"Cinsel uzuvlar, aynen diğer uzuvlar gibi, iradenin gücü ile
hareket ettirilmelidir... İrade, �nlara doğru yolu gösterecek
tir." Sözü edilen "doğru yol" kilisenin onayladığı yoldur.
Ama arbk kimse cinsel zevke karşı çıkmıyor. Cinsellik
çok iyi bir şey. Hatta sağlıklı da. Uyku ve beslenme gibi. Dr.
Szasz, günümüzün cinsel işlev bozukluğu tedavilerinden bi
riyle "kamışa sağlık koşusu yaptırmak" diye dalga geçer.
Psikiyatrinin yaklaşımı, soyun devamı için cinselliğe ge
reksinim duyan antik evlilik anlayışının ötesine geçer; cinsel
arzu ve zevk üzerinde ısrar eder. Ama eğer siz Amerikan Psi
kiyatri Birliği'nin önerilerine uygun hareket etmiyorsanız,
tanım gereği, ''hasta"sınızdır. Sakın endişelenmeyin; sağlık
19
sigortanız "tedavi" giderlerinizi ödeyecektir. APB'nin kutsal
el kitabı, erken boşalmadan doruğa geç ulaşmaya ve cinsel
duygu ya da arzu eksikliğine değin her türlü olası sorunu en
ince ayrınhsına dek ele alır. Bu kılavuzu okuyarak, kabul
edilebilir ve yeterli (yani akla, mantığa uygun) cinselliğin sı
nırlarını çizebilirsiniz. Hem erkek, hem de kadın, cinsel ilgi
ve arzu hissetmeye, cinsel açıdan uyarılmaya ve fazla hızlı ya
da yavaş olmamaya özen göstererek doruğa ulaşmaya mec
burdur! Kurallara uymadığınız takdirde, uygun devlet daire
si tarafından gerekli ruhsatları almış olması "gereken" (cin
sellik terapisi "törebilimi"nin uzmanları böyle buyurur) bir
psikiyatrist, psikolog ya da başka bir cinsellik polisi tarafın
dan cinsel hastalığımızı itiraf etmeye zorlanırız. Sonra da,
eğer şansımız varsa, psikiyatrik normaller krallığının gizli
kapılarını bizlere aralayan ve cinselliğin kötü cinlerini defe
den sihirli "tedavi" komutlarını öğreniriz.
Sağlıklı cinselliği savunmak, "sizin için iyi" olsa bile, cin
selliği hbbın ele geçirmeyi hedeflediği politik bir soruna dö
nüştürür.
Doktorların, psikologların ve diğer sağlık uzmanlarının
cinsel davranışa nasıl böylesine merak sardığını öğrenmek
ister misiniz? Cinsellik, psikiyatrinin en yüz kızarhcı sırların
dan birinin merkezindedir: 1900'lerde duygusal sorunları te
davi etmek için kullanılan başlıca iki yöntem, manyetizma
(hipnoz) ve elektroterapiydi. Elektroterapi, şikayetin ne ol
duğuna bağlı olmaksızın, hastanın cinsel organının elektrik
le uyarılmasını gerektirirdi.
Bunlar, sahte ya da şarlatan tedavi yöntemleri değildi. Bü
tün doktorlar, bu yöntemleri kullanmayı yeğliyordu. Dr.
Szasz'ın Psikoterapi Söyleni adlı önemli kitabında kaydettiği
gibi, F�ud, hekimliğe bir sinir manyetizmacısı ve zührevi
elektrikçi ol('l.rak başlamıştır. 1948'de bile, Dr. Walker ve Dr.
20
Strauss, Erkeğin Cinsel Bozuklukları adlı ders kitaplarında,
hastanın erbezlerine elektrik vermek için tasarladıkları özel
koltuğu anlatır ve tavsiye ederler.
Freud, daha sonraları, elektroterapinin hastalan kandır
mak için kullandığı "uydurma" bir tedavi, hastalarıyla "iliş
kide kalabilmesine" olanak tanıyan "sihirli" bir sağaltım ol
duğunu açıklamıştı. Sözlü terapiyi yeğleyerek elektoterapiyi
bıraktıysa da, Freud, istisnasız bütün nevrozların cinsel so
runlara dayandığı iddiasından hiçbir zaman vazgeçmemiş
tir.
Günümüzde elektroterapinin modası tamamıyla geçti.
Yaşasın! Ama bunun yerini ilaç kullanımına dayanan ve se
lefi gibi tuhaf ve güvensiz olan kemoterapi aldı. Örneğin, sa
vaş sonrası dönemin önde gelen ve iyi niyetli cinsellikbilim
cileri, erken boşalma adlı verilen psikiyatrik "hastalığın" te
da visinde, sakinleştirici, antidepresan, kadınlık hormonu, iş
tah kesici ve lokal anestezi kullanılmasını önermişlerdir.
1949'da Üroloji Dergisi'nde çıkan bir makale, birleşme öncesi
penisin başına kokain zerk edilmesini teklif edecek kadar ile
ri gidebilmiştir!
Şimdi kulağa gülünç geliyor; ama 1976 yılında, önde ge
len cinsellikbilim dergilerinin betimlediği lokal anestezi te
davisini kendim üzerinde denemeye karar vermiş ve piyasa
daki sayısız merhem, krem ve sprey çeşidinden biri olan bir
tüp Ultra-Staylong'u (yüzde üç benzocaine) cinsel uzvumun
üzerine boca etmiştim. (Benzocaine ve novocaine gibi aneste
zik kimyasallar, ameliyatlarda bedenin belli bir bölgesinin
algısal hissini felç etmek için kullanılır.Başka bir deyişle, ila
cın uygulandığı bölge ... yok olur! Ama bu yok oluş, cinsel
açıdan hiç de keyifli bir deneyim değildi ve bu araştırma, ta
bii ki, bir daha tekrarlanmadı.) Gerçeküstünün sınırlarında
dolaşan açık bir zihinle, tıbbın cinselliğe yönelik garipötesi
21
tavrını sonunda kendi bedenimde hissedebilmiştim (daha
doğrusu, hissedememiştim). Bu tavır, cinsel sevgiyi, her ne
pahasına olursa olsun, tıbbın denetimi altına sokmayı (ilaç
larla "tedavi" ederek ya da başka yöntemlerle) amaçlıyordu.
Belki de tüm zamanların en tuhaf tıbbi ahmaklığı, şizofre
ninin tedavisinde kullanılan ve eczanelerde Thorazine ve
Mellaril adlarıyla satılan thioridizine adındaki çok güçlü bir
antipsikotik ilaan 1960'ların başlarında erken boşalmayı te
davi etmek için kullanılmaya başlanmasıdır. Bu ilacın bir yan
etkisi, erkeğin "kuru" ve sözde gecikmeli bir şekilde boşal
masıydı. Boşalmanın "kuru" olmasının nedeni, meninin dı
şarı çıkmak yerine sidik torbasının içine akmasıydı. Dr. J. Ko
lin ve meslektaşları, 1976'da yaptıkları oldukça dürüst bir
araştırmada, thioridizine'i kendi Üzerlerinde denemişler ve
bu ilacın hem boşalma süresi üzerinde herhangi bir etkisi ol
madığını, hem de iktidarsızlık ve acılı orgazm gibi oldukça
ciddi cinsel işlev bozukluklarına yol açtığını göstermişlerdi.
Günümüzde erken boşalmanın tedavisinde ilaç kullanıl
mıyor. Ama geçmişteki ilaç tedavilerin yaygınlığı ve ısrarcı
lığı, psikiyatrinin sevişmeyi tıbbi bir deneyime dönüştürme
deki inatçılığını gözler önüne sermektedir.
Ne yaygın dinler, ne de tıp, cinselliği daha yüksek ve an
lamlı bir şekilde anlamamızı sağlayabilmiştir. Belki de bu ne
denle, toplumumuzun iç sorunlarının ve anlaşmazlıklarının
çoğu cinselliğe dayanıyor: pornografi, cinsel taciz, evlilik içi
taciz, tecavüz, kürtaj, gebelikten korunma, cinsel eğitim,
AIDS ve diğer cinsel yolla bulaşan hastalıklar, eşcinsellik, ev
lilik dışı cinsellik, evlilik öncesi cinsellik ve çocuk anneler.
Çağımız, tıbbın cinselliği açığa çıkarma çabası ile birlikte,
dünyanın ..gizemcilik alanındaki en önemli düşünürlerinin
(örneğin, Alan Watts ve Julius Evola ve daha, yakın zaman
larda Mircea Eliade ve Joseph Campbell) ölÜ.müne de tanık
22
olmuştur. Bu yazarlar, gizemci geleneklerin tarihini inceye
rek, çevirerek ve yorumlayarak, cinselliğin kişi içi ve kişi öte
�i yönlerine sızmayı başarmış bilgelerdi.
Peki, gizemci bir bakış açısından tinselliğin anlamı nedir?
Gizemciliğin tinsel dünyası, sağ yarı bilincinin sezgisi ve du
yulan ile doğrudan algılayabildiğimiz enerji ve madde dün
yası ya da, başka bir deyişle, fiziksel kozmostur. Gizemcilik,
kozmosla aramızdaki fiziksel bağı güçlendirmemizi, doğal
dünyayı duyumsamızı ve çevre, yani "ben olmayan" ile, bü
tünleşmemizi teşvik eder. Sevgililerin cinsel birliği, insanın
evrenle bir olmasının en gözde örneğidir. Yaygın dinler cin
selliği nasıl yasaklıyorsa, gizemcilik de o şekilde teşvik eder.
Gizemci yazın, yakınlığın ve kendiliğinden (spontaneous)
yarahcılığın sınırlarını zorlayan özel bir yaklaşımı ayrınhla
rıyla dile getirir. Bu yaklaşım, cinselliği, döllemenin ve salt
zevkin ötesine, "gizemci deneyim"e taşır. Bütün gizemci ge
leneklerin bu ortak cinsellik düşünü sergilemek için, bu ki
tap, gizemciliği tanımlayarak açıklayacak, gizemciliğin se
vişmeye yaklaşımını ele alacak ve gizemci cinsellik ile tekeş
li aşk arasındaki bağı gözler önüne serecek.
Uygarlığın doruklarından geçen kutsal ve büyülü bir yol
culuğa çıkmaya hazırlaıun. Zaman zaman Kuzey ve Güney'i,
Doğu ve Bah'yı birleştiren; zaman zaman da halkları ve kül
türleri acımasızca yakıp yıkan güçleri keşfedeceğiz tarihin
derinliklerinde. Yolculuğumuz, binlerce yıl önce var olmuş
olan anaerkil kültürlerden başlayacak, antik Çin ve Hindis
tan'ın saray ve tapınaklarından, yan Hıristiyan OrtaÇağ Av
rupa'sının şatolarından geçecek ve geleceğe uzanarak, 2000
yılında cinselliğin anlamının ne olacağını keşfehneye çalı�a
cak. Bu yolculuk boyunca cinselliğin ötesine bakacağız ve gi
zemci cinselliğin bilim, din, politika ve dili birbirine bağlayı·
şına tanık olacağız.
23
•
1
25
Ne şimdi, ne de başka bir zaman, üzeri çarpıa astrolojik
sembollerle süslü bir büyücü kukuletası takmadım. Aynca,
benim kullandığım şekliyle, gizemcilik sözcüğünün büyüy
le, aldatmacayla veya gerçekdışı, gösterişli ve sahte hiçbir
şeyle bağlanhsı yoktur. Gizemci sıfahnı da, bazen konuşma
dilinde yapıldığı gibi, yalnızca anlaşılmaz olanı veya esra
rengiz görüneni anlatmak için kullanmıyorum.
Gizemcilik hakkında bu denli yanlış anlaşılan şeyin bu
lunması nedeniyle kitabın bu bölümü; gizemciliği, bunun
felsefesini ve uzun tarihini, "gizemci deneyim"e ya da y\ik
. sek bir bilinç düzeyine ulaşmak için gizemciliğin cinsel sev-
giyi kullanmasını dikkatlice tanımlamayı ve kısaca anlatma
yı amaçlamaktadır. Bu bölümde beynin iki yarısı ile bunların
düşünme "mod"larıru açıklayan kuramı ele alacağız. Bu iki
düşünme şekli; doğaya, topluma ve bireye yaklaşımları fark
lı olan iki dinsel oluşumu (gizemcilik ve yaygın dinler) açık
lar. Bunun yanında, gizemci deneyimi ve gizemciliğin cinsel
liğe yaklaşımı aracılığıyla bu deneyime nasıl ulaşılabileceği
ni de araşhracağız. Gizemci deneyim; zamansızlığı, kendili
ğindenliği ve düşünceden arınmış (meditative) bir bilinç du
rumunu vurgulamaktadır.
Gizemcilik ve gizemci cinsellik ne kadar ilgi çekid kav
ramlar olsa da, benim amacım, gizemciliğin daha iyi bir din
oluşumu olduğunu veya gizemci cinselliğin en doğru seviş
me şekli olduğunu ileri sürmek veya kanıtlamak değil. Ama
yine de, kişinin kendi fikirlerinin ötesini görebilmesinin ve
cinsel sevgi yoluyla betimlenemeyeni, yani gizemci olanı du
yumsayabilmesinin gerçek bir olasılık olduğunu göstermek
istiyorum. �
26
timsel bilgimiz oldukça sınırlı kalmaktadır. Gerçeği söyle
mek gerekirse, insan beyni ile ilgili pek de çok şey bilmiyo
ruz. Kafatası ve beyin yaralanmalarının etkilerinin incelen
mesi ile başka fizyolojik ve psikolojik deneyler sonucunda,
son yıllarda, iki farklı düşünme modu ile beynin sağ ve sol
yarılarına özgü iki farklı düşünme biçemi bulunduğunu öne
ren yeni bir kuram ortaya çıkmıştır.
Bu kurama göre, beynin sağ yansı, beş duyu organınJ.n ve
sezgiye dayalı "altıncı duyunun" doğrudan deneyimleri ile
ilişkilidir. Bu deneyimler, duyu algılamasında veya kendili
ğinden ortaya çıkan yaratıcılıkta olduğu gibi, kişinin dış çev
reyle karşılıklı etkileşime girmesi sonucunda belirebilir. Ya
da kişinin genelde duygular ve farklılaşmış bilinç düzeyleri
ile ilgili olan kendi iç durumlarına bir tepki olabilir.
Buna karşın beynin sol yarısı değişik şekillerdeki kavram
sallaştırma süreçleri ile ilişkilidir. Bu süreçler; simgesel düş
gücünü ve dil ile bağlantılı işlevleri (ad koyma, sınıflandır
ma, sözel kurallara uyma ve de genel anlamda kurallara uy
ma) içerir. Beynin sol yansı, bü.ijin kavramların ve hesapla
maların yansıyıp akıl tarafından algılandığı bir bilgisayar ek
ranına benzetilebilir.
Bu iki düşünme biçemi, dünyanın başlıca tarihsel ve kül
türlerarası dinsel hareketlerinin karşılaştırılabileceği bir yel
pazenin iki karşıt ucu olarak da görülebilir. Sağ yarının du
yusal düşünme modu üzerinde yoğunlaşan dinler gizemci
geleneklerdir; soyut ve düşsel sol modu vurgulayanlar ise
yaygın dinlerdir.
Yaygın dinlere örnek olarak Çin'in Konfüçyusçuluk'u,
Hindistan'ın Hinduizm ve Budacılık'ı, Batı dünyasının Ya
hudilik, Hıristiyanlık, İslam ve Greko-Roman çoktanncılığı
gösterilebilir. Gizemci gelenekler ise; Çin'in Taoculuk'u,
Hindistan'ın Tantrizm'i ve Akdeniz dünyasının Gnosti-
27
sizm'ini (ki bundan daha sonra Simya, Kabbalacılık ve Şöval
yelik türemiştir) içermektedir.
Dinsel-kültürel hareketlerin organik olarak insan bilinci
nin iki farklı şeklini yansıtıyor oluşu gerçeği, dünya dinleri
arasındaki çeşitli tarihsel benzerlikleri ve farklılıktan da açık
lamaktadır. Örneğin, duyuya dönük gizemci gelenekler, fi
ziksel hazzı ve gala (şenlik) deneyimini teşvik eder. Buna kar
şın, kavramlan temel alan yaygın dinler, duyusal deneyimle
ri yasaklayarak belirli öykü ve simgelerin düşlenmesini veya
bunlara inanılmasını ön plana çıkarır.
Gizemcilik, tinselliği fiziksel kozmosla özdeşleştirir ve in
sanları doğal çevreleriyle fiziksel birliklerini duyumsamaya·
yönlendirir. Gizemci dinler cinselliği önerirler; çünkü bu,
kozmosla, yani ''ben olmayaıi."la bir olmanın en doğal yolla
rından biridir.
Kişinin dış dünyayla arasındaki bu fiziksel birlik, yaygın
dinlerin (Hıristiyanlık gibi) cinselliğe karşı aşın derecede pa
ranoyak yaklaşımlar sergilemelerinin de nedenidir aynı za
manda. Cinsellikle birlikte, ister danstan, alkolden veya mü
zikten, ister başka bir yarahcı veya doğrudan duyumsama
dan kaynaklansın, her türlü farklılaşmış bilinç durumu da bu
yaklaşımdan nasibini alır.
Buna karşın, yaygın dinler, tinselliği çeşitli kavramsal ya
pılara (imgeler, simgeler ve sözcükler) özdeş kılar. Bu dinle
rin inananlan, o imgeleri öylesine açık ve gerçekçi bir şekil
de resmetmeye zorlanırlar ki, sonunda bu kavramsallaştır
malarının kendi imgelemlerinin dışında da var olduğuna
inanmaya başlarlar. İşte bu nedenle Hıristiyanlık'ın ana so
runu, in�arun İsa'ya inanıp inanmamasıdır. Aslında burada
söz konusu olan, kilisenin İsa görüşünün doğruluğudur:
İsa'nın Tanrı'nın Oğlu olduğu, günahların affedilmesi için
ölmüş olması vb.
28
Her yaygın dinin, insanların inanmasını istediği bir öykü
sü ve kahramanları vardır. Ancak bu simgeler; hem yaygın
dinlerin, hem de sol yarının düşünme modunun temelini
oluşturan kavramsallaşhrma, düşleme ve inandırma eylem
lerinden daha az önem taşır.
Beynin sol ve sağ yanlarının düşünme modları arasında
ki farklılık, yaygın dinlerin dinsel otoriteyi neden kutsal ki
taplara ve bu kitapları yorumlayan düzenli dinadamı sınıfla
rına verdiğini de açıklamaktadır. Gizemci geleneklerdeyse,
dinsel otorite, kişisel gözleın ve sezgi temel alınarak tek tek
bireylere dağıhlır. Kişisel gözleme verilen bu önem, çoğu in
sanın düşündüğünün aksine, bütün önemli bilimsel gelişme
lerin gizemcilikle bağlantılı olmasının da nedenidir. Günü
müzün modem bilimi, doğrudan Newton ve Paraselsus gibi
Avrupa Rönesansı simyacılanndan türemiştir. Bu simyacıla
rın deneysel araştırma yöntemleri ise daha eski gizemci gele-
neklerden miras kalmışhr onlara. ..
Romanya doğumlu din tarihçisi Mircea Eliade, Demirci
Ocağı ve Pota adlı kitabında, tarih öncesi madencilikten mo
dern kimyaya değin simyanın evrimini gözler önüne ser
mektedir; simyayı kültürden kültüre ve toplumdan topluma
her zaman gizemci gelenekler taşımışhr.
29
zemciliğin tarihsel bir ürünüdür. Hindistan dininin en
önemli yaşayan yorumlayıcısı olan Alain Danielou'nun Şiva
ve Diyonisus adlı aydınlahcı yapıhnda belirttiği gibi, "Sanatın
ve kültürün olgunlaştığı dönemler, her zaman erotik ve gi
zemci bir dirilişle bağlanhlı olmuştur." Bu bir rastlanh değil
dir; her türlü yaratıcılık, beynin sağ yarısının düşünme mo
dunun duyusallığırun bir ürünüdür.
O zaman, yaygın dinlerin bilimsel ilerlemelere ve buluş
lara gözü kapalı bir şekilde karşı çıkmış olmaları ve bunların
yerine yerleşik ayinlerin törensel tekrarlarını ve değişmez
kutsal anlahmları yeğlemeleri hiç de şaşırhcı değildir. Hıris
tiyan kilisesi, İncil'in giriş cümleleri hareketsiz ve yassı bir
yeryüzü coğrafyasını temel aldığı için, Yeryüzü'nün yassı ol
madığını öne süren Galileo gibi biliminsanlarını hapse atıp
idam edebilmiştir. Bütün yaygın dinlerde Kitap'a (ister İncil
olsun, ister Kur'an) ve kutsal sözlere doğal kozmosun kendi
sinden daha çok inanılıp güvenilmektedir.
Tabü ki kuramlar, söylenler (myth), fabllar, masallar, ra
kamlar, müzik notaları ve diğer bütün kavramsallaştırmalar
yerine göre eğitici ve eğlendirici olabilir. Ama bunlar somut
birer varlığa dönüştükleri anda bahl oluverirler. Joseph
Campbell'in Söylenin Gücü adlı kitabında açıkladığı gibi:
30
Tablo 1
Bilinç Modlan
Kavramsallaştırma Duyumsama/algılama
Kuramsal düş gücü Fiziksel temas
Düşünmek. Hissetmek
Mantık Sezgi
Tören Yarahcılık
Rolünü oynamak Kendiliğindenlik
Töre (Ahlak) Şefkat
Dogma Deneyselcilik:
doğanın doğrudan
gözlemlenmesi
Doğaüstü olan Doğal olan
Boşinanç Bilim
Tekar/takıntı Evrim
Teknoloji Ekoloji
Çilecilik (asceticism): Kutlama
duyu yoksunluğu
Monarşi/totalitercilik Demokrasi
Yaygın dinler Gizemcilik
31
da, birlikte var olabilmiştir. Bir insanın iki düşünme modu
da, oldukça benzer bir biçimde, zihin içerisinde her zaman
uyumlu bir şekilde işlemez. Bu durum, birçok akıl hastalığı
nın temelinde bulunan dengesizliğin kaynağı da olabilmek
tedir.
Eğer iki dinsel oluşumu bünyesinde banndıran kültürel
hareketleri incelersek, iki düşünme şeklinin bu dinsel olu
şumlarca nasıl . sergilendiğini gösterebiliriz. öyleyse, çeşitli
gizemci geleneklerden bazılarının ortaya çıkhğı tarihsel bağ
lamlan kısaca anlatmaya çalışalım. İnsanoğlunun ilk uygar
hklannın gizemci olduğunu, yani sağ yarıyı temel aldığını;
toplumsal düzenleri sağ yarı ağırlıklı olan ataerkil atalarımı
zın bu gizemci uygarlıkları yok ettiğini ve sonra da gizemci
liğin kültürel ilerlemelerin yaşandığı çağlarda yeniden can
landığını göreceğiz.
32
memiş olan ilerlemeler kaydetmişti.
Birbirlerine su yoluyla bağlı olan bu halklar, ya Britanya,
Malta ve Girit gibi büyük adalara, ya da İndüs, Dicle, Fırat ve
Nil gibi önemli nehirlerin okyanuslara döküldüğü deltalara
yerleşmişti.
Bu kültürel çağın halkları tıpatıp birbirlerine benzemiyor
lardı; ama yine de birçok ortak yönleri vardı. Hayvancılık ve
tarımları gelişmişti. Çin, Mısır ve Britanya Adaları'nda, kar
maşık genel ilkeleri ifade etmek için uzun bir süreden beri
ayrıntılı bir konuşma dili, rakam dizgeleri ve ideografik yazı
kullanılıyordu. Oldukça ileri metal eritme, dökme ve başka
metal biçimlendirme teknikleri yaygındı ve bilindiği kada
rıyla bakıra, alhna, kalaya, kurşuna, çinkoya, karbona, kü
kürte, civaya ve daha sonraları demire uygulanıyordu bu
yöntemler.
İnsanlığın ilk uygarlığının Atlantik'ten Hint Okyanusu' na
dek her yöresinde, devasa tiyatrolara, piramitlere ve geomet
rik ve astronomik düzenlere sahip başka yapılara dönüşen
taş veya megalit anıtlar inşa edilmişti. Stonehenge ve Pira,
mitler bu kültürün en ünlü kalıntılarıdır; ama bunların dışın
da insanlığın ilk uygarlığından günümüze kalmış başka ya
pılar da bulunmaktadır. Yalnızca Britanya Adaları'nda bile
bu döneme ait bin iki yüz megalit vardır.
Taştan inşa edilmiş bu devasa zaman kapsülleri, bizi ina
nılmaz ölçüde ileri bir uygarlığı fark etmeye zorlayan yadsı
namayacak kanıtlar oluşturuyorlar. Bu uygarlığın matema
tiksel, astronomik ve felsefi temaları, uygarlığımızın onların
düzeylerine ulaşabildiği modern zamanlara dek anlaşılama
mıştı. Megalitlerin sırrı ise hala tam olarak çözülebilmiş de
ğildir.
Bu gelişen kültürlerin ortak bir dini vardı. Daha sonra or
taya çıkan bütün gizemci gelenekler bu prototip dinden türe-
33
miştir. Bu din, Tanrı'ya veya başka bir varlığa bizim anladı
ğımız şekilde "tapmıyordu." Bunun yerine, doğayı sevmeye,
kişiselleştirilmiş ve genelde Baküs (Bacchus) adı verilen doğa
ilkelerini incelemeye ağırlık veriyordu. Baküs doğanın birli
ğini temsil ediyordu: yukarısı ve aşağısı, erkek ve kadın,
Hermes ve Afrodit. Hindistan'dan Atlantik'e dek her ülke
nin bu doğa ilkeleri dizgesine verdiği özel bir ad vardı: Hin
distan'da Şiva, Mısır'da Osiris, Girit'te Diyonisus, Yunanis
tan'da Baküs ve Çin'de kişisizleştirilmiş Tao. Ama bunların
yalnızca isimleri farklıydı. Bu ülkelerin dinleri; ortak bir sim
geciliği, kuramı ve yaşam tarzını paylaşıyordu. Danielou, şu
sonuca varmıştır: "Şiva'nın Bakta'lan ve Diyonisus'un Ba
kant'ları arasında kavramsal ve pratik açıdan hiçbir fark yok
tur."
Baküs'ün kültüre genel yaklaşımı birkaç temaya dayana
rak özetlenebilir. Bunlardan üçüne kutlama, şövalyelik ile sa
natta ve bilimde yaratıcılık adını vereceğiz. Bu üç ilke, tarih
boyunca yeniden ortaya çıkan gizemci hareketlere de yansı
mışhr. İnsanlığın ilk büyük kültürünü ve bu uygarlığa daya
nan daha sonraki gizemci gelenekleri daha iyi anlamak için
şimdi bu üç ilkeyi kısaca inceleyeceğiz. Daha çok Avrasya
geleneklerine yoğunlaşıyormuş gibi görünsek de, bunun ne
deni, onlardan kalma daha fazla eser, yapı ve yazılı belge bu
lunmuş olmasıdır. Dünyanın başka bölgelerinde de onlara
benzer kültürler vc>.r olmuş olabilir.
Kutlama
Genelde Baküs, şarap ve sarhoşluk tanrısı olarak bilinir,
ki bu doğrudur. Ama bu kişileştirme, her çeşit farklılaşmış
bilinç d'üzeyine duyulan büyük bir ilginin yalnızca küçük bir
parçasıdır. Baküs'ün kutlayıcıları (Yunanistan'da Baküsçü
ler, Hindistan'da baktalar) yükseltilmiş gala bilinci düzeyle-
34
rine değişik yollarla ulaşıyorlardı: Müzik eşliğinde şarkı söy
leyerek dans ediyor, bazen bir şenlik alayıyla tepelere yöne
liyor, yiyip içerek keyifleniyor, mutluluğun peşinden koşu
yoı:lardı. Baküsçü kutlayıcılar, günümüzün gençleri gibi top
luluklar halinde, belirli bir eşe bağlı olmadan ve müziğin hız
lı ritmine uyarak dans ederlerdi. Müziğin içinde yiterek ya
şanan yoğun deneyimin hissedildiği coşkun ve doğaçlama
bir dans edişti bu. Euripides'in Bakkhalar (Bacchae) adlı oyu
nunda yazdığı gibi, "Fınl fınl dönen ayaklar, hayvan postun
dan yapılma davulun kah temposuna ve flütün ağlamaklı
haykırışlarına uyarak hızla hareket ediyordu."
Baküsçü kutlama; şarap, dans, müzik ve şarkının yanında
aşk ve gizemci cinsellik şeklini de alabilirdi. Gizemci cinsel
lik kavramı baküsçü kutlamadan türemiştir. Bu bağlamda
cinsellik, arzuları doyurmayı değil, sevgiliyle aşkın (transcen
dental) bir birliğe ve bunun sonucunda yüksek bir bilinç dü
zeyine ulaşmayı amaçlar.
Çoğu tarihçi, topluluk dansları ve gizemci cinsellik gibi
baküsçü kutlama çeşitlerini bahl doğurganlık törenleri ola
rak yorumlama hatasına düşmüş ve bunları doğanın büyüsel
doğurganlık güçlerini elde etmek için yapılan sapkın tören�
!er olarak görmüştür. Ancak Eliade'ın Dinsel İnançlar ve Fikir-
ler adlı yapıhnda yazdığı gibi:
35
herhangi bir konuda törenler, büyüler, dualar ya da doğaüs
tü varlıklarla yapılan başka ikili anlaşmalar yoluyla kişisel çı
kar, başarı ya da korunma elde etıne girişimleri, genelde yay
gın dinlerde görülmekte ve gizemciliğin temel ilkeleriyle ke
sinlikle uyuşmamaktadır.
Baküsçü törenlerin amacı, yüksek bir bilinç düzeyine
ulaşmak ve doğayla bütünleşerek onu kutlamakh. Kozmosla
insan arasındaki bu duyusal ve fiziksel bütünleşmede bey
nin sağ yarı modunun zihinsel eylemlerinin vurgulandığını
görebiliriz. Bu, evrenle gizemci bir şekilde bütünleşme ya da
bir olma ilkesini anlamanın bir yoludur aynı zamanda. Ba
küsçü kutlama, dünyayı sözde otoriter ölçü ve betimlemele
re dayanarak kurgulamak yerine, duyu algılaması yoluyla
onu fiziksel olarak du�samaya olanak sağlıyordu.
Şövalyelik
Baküs'ün temsil ettiği ikinci tema, erkeklerle kadınların
politik, dinsel ve yasal eşitliğiydi. Bu temayı ben şövalyelik
olarak adlandıracağım.
Avrupa Ortaçağı'nın Şövalyelik adı verilen ve gizemci il
kelerin dirilişinin bir parçası olan toplumsal hareketi ve aynı
isimle anılan romantik aşk kavramını hepimiz az çok biliriz.
Romantik edebiyat ve şiirde şövalyelik, ataerkil bir toplum
düzeni içerisinde kadınların korunmasını, sevilmesini ve
hatta onlara tapılmasını temsil eder. Ancak asıl şövalyelik
çok daha köklüdür. Temelini erkek ile kadının aynlamazlığı
nın ve birbirlerine karşı duydukları eşit gereksinimin tanın
ması oluşturur. Dodds, Euripides'in Bakkhalan adlı yapıhnda,
''Diyonisus demokratik bir tanrıdır," sonucuna varabilmek
tedir,
Baküsçü kültürde cinslerin karşılıklı gereksinimi ve ayn
lam�lığı, androjeni ve hermafrodit ilkeleriyle ortaya konu-
36
yordu. Androjeninin temelinde, her kadının ve erkeğin kişi
liğinin bir dişi ve bir de erkeksi yönünün bulunduğu düşün
cesi yatar. Hermafrodit kavramı ise, kadın ile erkeğin yalnız
ca yarım insanlar olduğu ve bunların ancak bir eş ile tam bir
insana dönüşebileceği düşüncesini simgeleştirir. O halde
hermafrodit, bireyin bir parçası olduğu kadın-erkek birliği
nin makrokozmik simgesiyken, androjeni, her bireyin içinde
var olan birliğin mikrokozmik bir yansımasıdır. Baküsçü
kültür ve onu izleyen gizemci geleneklerin bir amacı, kadın
lar ile erkekler ve de her insanın içindeki erkeksi ve dişi özel
likler arasında denge, uyum ve birlik oluşturmakhr.
Bu nedenle baküsçü kültürün tanrısı, yalnızca bir erkek
ya da kadın olmak yerine, yeryüzünde hem erkek (andro),
hem kadın (gyne); cennetteyse hem Hermes, hem de Afro
dit'ti. Tahmin edebileceğiniz gibi günümüzde kullanılan
androjeni ve hermafrodit sözcükleri buradan türemiştir. Ka
dınların erkeklerle eşit sayılıyor oluşu gerçeği, istilacı ataer
kil boyların gizemci kültürlerde kadınların egemen olduğu
nu düşünmesine neden olmuştur. Böylece tarihte bu kültür
lerin anaerkil olduğu sonucuna varılmışhr. Fakat bunlar, ka
dınların erkekleri yönettiği toplumlar değil, erkeklerle ka
dınların uyum içinde bir arada yaşayabildiği kültürlerdi.
Tabii ki androjeni ve hermafrodit, hepimizin bildiği gibi,
psikolojik dl.ırumlardır. Yetişkinler olarak hepimizin içinde
erkek ve kadın hormonlarının bulunması; ana rahmine düş
tüğümüzde genetik malzememizin her iki cinsten geliyor ol
ması; anatomik ve fizyolojik açıdan erkeklerin meme başları
nın ve kadınların klitorislerinin bulunması gibi biyokimya
sal gerçeklerin üzerinde ve ötesinde var olur bu psikolojik
durumlar.
Ancak androjen ve hermafrodit, birçok anaerkil gizemci
simge gibi, yozlaşarak anlamsız ve rastlanhsal hayal ürünle-
37
rine dönüşmüş ve gizemcilikle ilgisi bulunmayan bazı kav
ramlarla birleştirilmiştir. Bu çarpıtma, Eliade'ın Mefistofeles ve
Androjen adlı kitabında ele alınmaktadır:
38
bu erkeksi ve kadınsı ilkelerin tam olarak ne olduğunu açık
lamaya kalkıştığımızda, bunlan tanımlamakta oldukça güç
lük çekeriz. Onları tanımlamaya çabalarken, onların biyolo
jiyle, cinsellikle, hatta kadınlar ve erkeklerle hiçbir ilgilerinin
bulunmadığını bile görürüz.
Gizemci yazın, kadınsı ilkenin kişiliğimizin sezgisel, yara
tıcı, yakın, arkadaş canlısı, duyusal ve yönlerine karşılık gel
diğini anlatır. Erkeksi ilke ise; mantıklı, adlandıncı, kuram
sal, yasacı, sınırlann bilincinde, kurallara uyan, görevlerine
sıkı sıkıya bağlı, rekabetçi bir yaklaşım yansıtır. İnsan özel
liklerinin bu sınıflandırması, biyofiziksel cinsiyet nitelikle
rinden çok, her birimizin içindeki sağ ve sol modların psiko
lojik işlevlerine dayanmaktadır.
Yaratıcılık
Anaerkil kültürün burada inceleyeceğimiz son öğesi, da
ha sonraki bütün gizemci dirilişlere yansımış bir tema olan
bilimsel ve sanatsal yaratıcılık olacak.
Bizim düşündüğümüz şekliyle bilim, baküsçü kültür için
de ortaya çıkmıştır. Önyargıların sisinden sıyrılarak nesnele
ri doğrudan ve duyusal bir şekilde algılamak, deneyselcili
ğin ve bilimsel nesnelliğin de temelini oluşturur. Bilime du
yulan bu ilgi; dolaylı, duygusal ve belirsiz olmanın yerine
açık ve kesindir. Örneğin, eski Mısır'daki bilimsel inceleme
lerin genelde üç evresi ya da söylem düzeyi olurdu: kuram
sal ülkü, gerçek yaşamdan alınmış belirli bir örnek ve her iki
sini de açıklayan bilimsel ilke. Yalnızca bazı megalitlerin dü
zeni bile, anaerkil kültie matematik, geometri ve astrono
minin ne denli ilerlemiş olduğunu gözler önüne serebilir. Bu
megalitler; üçgen, daire ve başka geometrik şekilleri ve bazı
astronomik ilkeleri temel alarak düzenlenmiştir. Platon ve
Pisagor'un yaşadığı dönemden en azından on yüzyıl önce in-
39
şa edilmiş olan bu yapıtlarda küçüklü büyüklü taş nesnelere
ana platonik cisimlerin şekli verilmiş ve bunlar Pisagor kura
mının oranhlarına uygun bir şekilde plana yerleştirilmiştir.
Anaerkil mimarlıkta dairenin çevresi ile alanını bulmanın
anahtarı olan pi sayısı ve geometrinin "alhn oranı"ndan da
sıkça yararlanılmışhr.
Sayılar, bizim doğayı indirgemek, çözmek, aktarmak ve
kavramak için kullandığımız bir dile benzer. Buckminster
Fuller, "düşünmenin geometrisi"ni betimlerken, doğanın is
tisnasız bütün ilişkilendirmelerini tam ve rasyonel sayılarla
yapıyor göründüğüne dikkat çekmiştir.
Daha sonraki gizemci geleneklerin evrenin kaynağına iliş-
• kin sayısal bir söyleni paylaşıyor olması pek de şaşırho de
ğildir. Bu simgeci söylene gi;>re kozmos iki parçaya aynlmış
hr. Sonsuz kozm�s küçülünce, geride yalnızca boşluk, yani
sıfır kalır. Buna karşın diğer her şey bir' dir. Eski Mısır uygar
lığı uzmanı Schwaller de Lubicz'in çalışmalarını temel alan
iki özlü yapıt, Robert Lawlor'un Kutsal Geometri'si ile Andre
Vandenbroeck'ün Felsefi Geometri'si, kutsal geometrinin bü
tünlüğü ikiye bölerek "tanrısal öz kavrayışı"na olanak tanı
dığını anlatmaktadır. Tobias Dantzig, matematik tarihini
özetleyen Sayı: B.ilimin Dili adlı kitabında, on sekizinci yüzyı
lın başlarında Gottfried Leibniz'in, geleneksel gizemci for
mülü izleyerek, nasıl ikili sayı dizgesini geliştirdiğini betim
lemektedir. Günümüzün bilgisayar teknolojisinin de temeli
ni oluşturan bu ikili dizgede bütün sayılar yalnızca O ve 1 ra
kamları kullanılarak gösterilir.
Şimdi durup şunu soralım: Kozmosun bu sayısal kaynağı
ve bütünün iki parçaya bölünmesi kavramı, zihnin kendini
sağ ve sol düşünme modlanna ayırması ile bağlanhlı değil
midir? Ne de olsa, beynin iki yansı arasında anatomik açıdan
hiçbir farklılık yoktur ve insan doğuştan iki düşünme modu-
40
na sahip değildir. Dünyanın sayısal kaynağını açıklayan gi
zemci söylen, çocuk psikologlarının zihinsel gelişime ilişkin
anlathkları ile büyük benzerlikler taşır: Yeni doğan bebek,
yaşama sağ modun duyusallığı ile adım atar. Böylece dış
dünyayı bile benliğinin sonsuz bir uzantısı olarak algılar. Ço
cuğun bilinci, sol modun sınırlama yeteneğinin artmasıyla
gelişir. Çocuk, önce kendisi ile çevresi arasında zihinsel bir
sınır çizer. Nasıl bir göz kendini doğrudan göremez ve bir
kulak kendini işitemezse, bilincin sağ modu da kendini doğ
rudan duyumsayamaz. Ancak kendinin bir yansımasını gö
rebilir: kuramsal imgelemin, yani düşünmenin sol yan mo
dunun ''bilgisayar ekranı"nındaki kavramsal, bilişsel ve sö
zel bir yansıma. Ne yazık ki, çoğu insan, bu kavramsal yan
sımayla gerçek benliğini karıştırmaya meyillidir; gizemcili
ğin amaçlarından biri de, kişinin kavramsallaştırmasının ba
kış açısını düzeltmek ve benlikle dış dünya arasındaki algısal
birliği yeniden kurmaktır.
Bilim, sabit bir bilgi birikimi olmanın ötesinde, yaşama ve
kozmosa karşı bir yaklaşım tarzı, aralıksız yenilenen bir ev
rim süreci ve kendisi de her an değişmekte olan geçici ve ta
nımlanamaz bir doğanın keşfediliş macerasıdır.
Anaerkil kültürde sanat ve güzellik kavramı, bilimsel ve
doğal ilkelerle yakından ilişkilidir. Örneğin güzel sanatlar ve
mimarlık, genelde matematiksel ve geometrik orantıları te
mel alır. Müziğin sayısal yapısının bilimle sanat arasında bir
bağ kurduğu düşünülmüştür; çünkü armonik dizi ve bile
şimlerin matematiksel ilkeleri, hiç düşünmeden de kolaylık
la duyumsanabilir. Müzik dinleyicisi; oktavların, ses dalgala
rının ve titreşim frekanslarının matematiksel özeµiklerini bil
mese bile, armonik dizilerin matematiksel uyumunu doğru
dan algılayabilir. Bununla birlikte, müziksel sesi sözcüklerle
açıklamak veya betimlemek olanaksızdır. Ses, ancak duyusal
41
olarak algılanabilir. Bu nedenle, hem kendiliğinden müzik
yaratma ve yapma eylemi, hem de müzik dinleme duygusu,
bilinçliliğin sağ yarı moduyla bağlantılıdır. Daha sonra göre
ceğimiz gibi, cinsel sevişmede de yaratıcı ve kendiliğinden
bir yaklaşım sergilenebilmektedir.
Müzik, dans ve sevişmenin sanatsal yarahlış ve duyum
sanışı, bizi baküsçü kutlamanın gala coşkunluğuna geri ge
tirmektedir. Anaerkil kültürün bu üç özelliğinin (kutlama,
şövalyelik ve yaratıcılık) pek çok ortak yönü vardır. Bunun
ana nedeni, hem kadınlarda, hem de erkeklerde bulunan du
yusal ve yaratıcı sağ yarı modu ile bu üç özelliğin arasında
organik bağların bulunmasıdır.
Şunu yeniden belirtmek gerekiyor ki, anaerkil halklar ara
sında belirli farklılıklar da vardı. Bazı toplumlar sanatlarda
daha yaratıcıyken, bazılarındaysa bilim claha fazla gelişmiş
ti. Bazıları denizlere yelken açıyor, bazıları göz kamaşhran
yapıtlar inşa ediyor, bazıları da şövalyeliğe ağırlık veriyor
du. Bununla birlikte, antik çağdan bize kalan'bilim ve sanat
eserleri ile denizcilik ve madencilik örneklerinin tamamı
anaerkil döneme ait değildir. Ama gelişmiş insan toplulukla
rının aynı dönemde ortaya çıkıp yüzyıllar boyunca araların
daki iletişimi sürdürmüş olmaları gerçeği, geleceğin gizemci
geleneklerine de yansıyacak olan özellikleri sergilemiş kesin
tisiz bir kültürden söz etmemize olanak tanımaktadır yine
de.
Fakat gizemci-anaerkil kültüre ne oldu? Şimdi anaerkil
toplumları ezen ataerkil boyları ele alacağız ve dili, dini, top
lumsal yapısı ve yaşama karşı yaklaşımı günümüz uygarlığı
nın temelini oluşturan bir uygarlığın nasıl ortaya çıkhğını
göreceğiz. Daha sonraki tarihsel çağlar, gizemciliğin bu kül
türel fonda yeniden doğuşuna tanık olacaktır.
42
Uygarlığın Yıkılışı
Anaerkil kültür, M.Ö. 2800 ile M.Ö. 1800 arasında kalan
on yüzyıl boyunca en parlak çağını yaşamıştır. Bu dönemin
sonuna doğru çeşitli şehirler ve bölgeler iki grubun istilasına
uğramaya başlamıştı: kuzeyden gelen Hint-Avrupalılar ve
güneydoğudan gelen Samiler.
Hint-Avrupalı istilacıların arasında Hititler, Persler, Yu
nanlılar, Romalılar, Keltler ve daha birçok boy vardı. Bu gö
çebe grupların ortak bir ataerkil dini ve katmanlaşmış bir
toplumsal yapılan vardı ve konuştukları diller Hint-Avrupa
dil ailesini oluşturuyordu.
Güneyden ve doğudan gelen Sami boylan ise; Asurlular,
Babilliler, Fenikeliler, İbraniler, Aramiler ve daha başka boy
lan içeriyordu. Bu göçebe ataerkil boylar, Sami dil ailesinden
gelen diller konuşuyorlardı. Bu halklardan bize Hammura
bi'nin kanunları ve İncil gibi yazılı belgeler kalmıştır.
"Homer" e atfedilen kahramanlık öykülerin ana amacı,
Güneydoğu Avrupa'nın uğradığı Hint-Avrupa istilasını yü
celtmektir. Erken Yunanlılar'dan kalma bu tarihsel yazılar
yaklaşık iki yüz yıl içinde derlenmiştir. Homer'in toplu eser
lerinin dört katı uzunluğunda olan Mahabbarata söylencesi
(destan) de Hindistan'ı fetheden Hint-Avrupalılar için hemen
hemen aynı işlevi görmektedir: güneyin fethini yüceltmek.
Yaygın olarak anlatıldığı şekliyle "tarih" de tesadüfen bu
dönemde başlar. Bu noktadan sonra, daha önce var olmuş
olan anaerkil kültürler, istilacılarının toplumsal ve dinsel
sahnesinde önemsiz ve hatta söylense} oyunculara dönüş
müşlerdir.
Bu göçebe boylar, eskiden uygar olan yörelere yerleşmiş
ve bu yeni yerleşik yaşam biçimine uyum sağlayıp yerli top
lulukları ve kendi halklarını yönetmeye koyulmuşlardır. Kı
sa sürede anaerkil kültürün yazı ve madencilik gibi teknolo-
43
jik bilgi birikimlerini ele geçirmiş, özümsemiş ve daha da ge
liştirmişlerdir.
Ataerkil boylar özellikle kötü veya ilkel değillerdi; ama
toplum biçimlerinin üç özelliği, baküsçü ve daha sonraki gi
zemci gelenekle çarpıcı bir karşıtlık sergiliyordu. Anaerkil
kültürün kutlama, şövalyelik ve bilim ile sanatta yarahcılığı
vurgulamasına karşın, ataerkil kültür; duyu yoksunluğunu,
yani çileciliği, kurumsal bir sınıf yapısını, kadınların erkekle
rin boyunduruğuna girmesini ve devlet amaçlan doğrultu
sunda dinsel boşinançlann kullanılmasını tercih ediyordu.
Birincisi, göçebe ataerkil topluluklar, yaşama karşı çileci
ve acıya dönük bir yaklaşım benimsemişlerdi; yani duyusal
yoğunluğu, zevki ve farklılaşmış bilinci yadsıyorlardı. Bu
nun sonucunda, uyuşturucu· ve içkiyi, dans etmeyi, şarkı
sÜylemeyi, müziği ve özellikle de (üreme amaçlı olmayan
her türlü) cinselliği yasaklamaya meyilliydiler.
Ataerkil boylar, yerli halklann baküsçü kutlamalarıyla
karşılaşhklarında dehşete düşmüşlerdir. Bu kutlamalar, ta
rih kitaplannda hala okuduğumuz gibi, çılgınlık, şehvet ve
sefahatin birbirine kanşhğı tehlikeli törenler olarak betimle
niyordu. Baküsçü Hindistan'ı fetheden Hint-Avrupalı
lar' dan kalma en eski yazılarda, Hindistan halklarının Şi
va' yı ve "uyuşturucu bağımlısı şehvet düşkünleri" ofarak
anlahlan "fallus-tapanlan"ru izlemekten vazgeçmesi için du
alar edilir. Ve Homer, gala kutlamalanrun yüksek bilinç dü
zeyini delilikle kanşbrarak, Diyonisus'tan "iyilerin reddetti
ği bir çılgın" diye söz eder.
İmparatorluk Roma'sının töresel açıdan çökmüş olduğu
düşünülür genelde. Ama Roma toplumu aslında oldukça tu
tucu bir yapıya sahipti ve bu yapı ancak son dönemlerinde
yozlaşmışh. Ve o zaman bile, imparatorluğun en büyük ya
zarları ve yergicileri, bu töresel çöküşe ağıtlar yakmışh. Bu-
44
nun ötesinde, Roma hamamlarında yaşandığı bilinen tuhaf
ve sapkın cinsel deneylerin gizemci cinsellikle hiçbir ilgisi
yoktur.
İkincisi, kadın, ataerkil toplumda resmi olarak erkeğe ita"
ate mahkum edilmişti. Erkek kadına şefkat gösterebilir, hat
ta aşık olabilirdi; ama sonuçta kadın, yasal olarak erkeğin ta
şınır malıydı. (Bu durum, İncil'in Yarahlış bölümünde bildi
rilen ilk kurallardan biridir.) Kadın, babasınca satılıp koca
sınca sahn alınırdı. Böylece onun ve kızlannın yaşayıp yaşa
mamasına karar verme hakkı babadan kocaya geçerdi. Evli
lik sözleşmesi adı verilen sahş antlaşmasının özünü işte bu
oluşturur. Evlenen kadına bazen çeyiz de eşlik ederdi; çünkü
kadın, anaerkil kültürün aksine, kendi yaşamı boyunca mi
ras alamaz ve mülk edinemezdi.
Kadınlar, birçok bağlamda daha erkeklere boyun eğmek
zorunda kalmışlardı. Örneğin savaş sırasında düşman tara
fın savunmasız kadınlanna tecavüz etmek, beklenen ve hat
ta neredeyse olağan karşılanılan bir davranış olmuştu. Başka
bir düzeyde ise, kadınlar, dinsel ve politik kurumlardan gi
derek uzaklaşhnlıyor ve hatta bazı durumlarda tapınaklar
dan tamamıyla dışlanıyorlardı. Tannçalar da, ya dinsel
önemlerini yitirmiş, ya da yerlerini tannlara bırakmışlardı.
Ve kadınlar, ancak yaklaşık yarım yüzyıl önce, yani ataerkil
atalanmızın baküsçü halkları egemenlikleri alhna almalann
dan tam kırk yüzyıl sonra, Amerika Birleşik Devletleri'nde
oy verme hakkını kazanabilmişlerdir!
· Kadının yasal köleliğinin kurumsallaştırılmasının yanın
da, bütün insanlar, kah bir şekilde uygulanan resmi toplum
sal katmanlara hapsedilmişti. Avrupa' daki feodal sınıflann,
Hindistan' daki kastların ve Konfüçyusçu öğretide kişilerara
sı ilişkileri düzenleyen kurallar yığınının temelini bu kat
manlar oluşturmaktadır.
45
Kozmosa yönelen anaerkil halklar, yaratıcı bir yaklaşımla
doğayı anlamayı ve ona yardım etmeye çalışırdı. Buna karşın
ataerkil kültür, evrenin merkezine insanı koymaktaydı. İşte
bu insanmerkezci bakış açısı, ataerkil toplumların üçüncü
ana özelliğini oluşturmaktadır. Hindistan ve Yunanistan'da
halklar monarşik panteonlara tapınaktaydı. Bu sahte yöneti
ci sınıfı oluşturan ölumsüz tanrılar, ne kadar doğaüstü güç
lere sahip olsa da, birçok açıdan insanları andırıyordu.
Çin'de ise benzer bir şekilde atalara tapınma yaygındı.
Tabii bugün böylesi kişileştirmelere ancak çizgi romanlar
da rastlayabiliriz: Süpermen, Süperkadın ve Süperçocuk.
Panteonların görkemli tanrıları, şüphesiz örümcekadam ve
Pamuk Prenses'den çok daha ilginç, karmaşık ve yönlendiri
cilerdi; fakat bu insan-tanrılar; bizim ölçülerimize göre hiç de
gerçekçi değildi. Ama yine de bu söylensel öyküler, yazıya
dökülürken, daha mantıklı ve dizgesel bir yapıya kavuşuyor
ve sonunda Hindu ve Greko-Roman dinlerine dönüşüyorlar
dı. Bu panteonlar, yeryüzündeki toplumsal katmanlaşmayı
gerekçelendiren birer modeldi aynı zamanda.
Baküs karakteri, kötü niteliklere sahip bir tanrı olarak
panteonlara dahil edilmişti. Hindistan'ın Şiva'sı, bir ölüm ve
yıkım tanrısına dönüştürülmüştü. Yunanistan' daysa Diyoni
sus, alkolik ve çılgın bir tanrı bozuntusu olarak betimleniyor
du.
Tanrıların hemen ardından, mucizeler gerçekleştiren ve
doğaüstü yiğitlikler sergileyen yarıtanrı kahramanlar geli
yordu. Yarıtanrısal kökenden gelen ve adları çoğu kez tanrı
larla birlikte anılan bu kahramanlar, kendilerine çok sayıda
dinsel taraftar topluyordu. Hatta bazı ataerkil boylarda bu
kahramanlar, ölümlerinden birkaç yüzyıl sonra dinsel sim
gelere dönüşmüştür: Hindistan'da Buda, Roma' da İsa ve
Arabistan'da Muhammet gibi. Bu tanrısal kurtarıcıları daha
46
sonra yeniden ele alacağız.
Zaman geçerken, genişleyen ve birbirlerine yakınlaşan
Sami ve Hint-Avrupalı boylar, özellikle Orta ve Yakındo
ğu' da kendi aralannda mücadele etmeye başlamışlardı. Bu
savaşlar, Hint-Avrupalı boyların zaferleriyle sonuçlanmış ve
yaklaşık M.Ö. 500 ile M.S. 500 yılları arasında ardı ardına
Pers, Helen ve Roma İmparatorlukları kurulmuştu. İşte bu
dönemde gizemci düşüncenin dirilişine tanıklık edecekti
dünya.
47
dir." Batı Felsefesinin Tarihi adlı etkileyici yapılında böyle dil
döker iyi niyetli bir Bertrand Russell. Yunanistan' da anaerkil
tutumların kuşaktan kuşağa gizlice aktarımı, uzun erginle
me (initiation) törenleri aracılığıyla gerçekleşiyordu. Bu tö
renler, gizemler olarak bilinirdi. Gizemcilik sözcüğü de bura
dan türemiştir. Gizemci ilkeler, yeryüzünün başka bölgele
rinde de yeniden yaygınlık kazanmış ve bunun sonucunda
Çin' de Taoculuk ve Hindistan'da Tantrizm ortaya çıkmışh.
Bu dinsel geleneklerin her biri; kişisel özerkliği, kadınların
haklarını, sanat ve bilimin gelişmesini ve gizemci cinsellik de
dahil olmak üzere duyusal yaşamın kutlanmasını savunu
yordu.
Gizemci cinselliği konu alan Taocu ve Tantrik yazılar bir�
çok açıdan özdeştirler. Her ikisi de üç bölümden oluşur: za
mansızlık, kendiliğindenlik ve düşünceden arınmış bir bilinç
durumu. Gizemci cinsellik, bu kitabın ikinci, üçüncü ve dör
düncü bölümlerinde bu düzen ve de Bah'daki benzerlerin
den daha iyi korunmuş olan Taocu ve Tantrik yapıtlar temel
alınarak açıklanacakhr.
Gizemci düşüncelerin dirilişinden temel ilkelerin birkaç
bireşimi doğmuştur. Akdeniz dünyasında bu şekilde gelişen
bir gizemci gelenek, Gnostisizm adı verilen Hıristiyanlık gi
zemciliğiydi. İsa'nın gizemci düşünceler benimseyip benim
semediği tartışma konusu olmuştur. İncil Ansklopedisi der ki,
"İkinci ve bir ölçüye kadar üçüncü yüzyılda, kilise, Gnostik
ler'e karşı tam bir ölüm kalım mücadelesi veriyordu." Hıris
tiyanlık ile genelde Gnostisizm adıyla anılan Batılı gizemci
gelenek arasındaki bu ölümcül çahşma, gizemci temaların
dışavurumlarına bir tepki olarak ortaya çıkmışhr.
Gizemci diriliş, M.Ö. 300 civarlarında Büyük İskender'in
fetihleriyle doruk noktasına ulaşmışh. Büyük İskender, fet
hettiği ülkelere klasik Yunanistan'ın düşüncelerini taşımışh.
48
Bu nedenle, başarısının büyük bir kısmını, Mısır, İran ve
Hindistan' daki halklar tarafından bir kurtarıcı olarak karşı
lanmasına borçluydu.
Gizemci ilkeler toplumun her katmanına hızla yayılmış;
öte yandan, tanrısal panteonlara ve atalara tapınmaya daya
nan yaygın dinler etkilerini büyük bir ölçüde yitirmişti. Fa
kat İskender'in ölümünden bir süre sonra, yerel yönetimler,
kademeli ve bilinçli olarak halklarını bilimsel birikimlerden
uzaklaştınp bu bilgileri saklamaya başlamışlardı.
Örneğin, M.Ö. 200 civarında Çin'deki yönetim, teknik kı
lavuzlar dışında bütün kitapların yakılmasını emretmişti;
klasikler daha sonra Konfüçyusçu bilgeler tarafından yeni
den yazılacaktı. Yaklaşık aynı dönemde Batı'da, yüzyıllar
dan beri astronomi biliminde kaydedilmiş olan ilerlemelere
karşın, yeryüzünü yassı olarak betimleyen Batlamyus harita
sı kullanılmaya başlanmıştı. Kütüphaneler yakılıyor ve üni
versiteler kapatılıyordu. Gizemci düşünceyi bastırmayı he
defleyen güç odakları, fetih ve işgal için seferber olmuştu.
Krallar, yaygın dinlerin süperkahraman modeline dört elle
sarılmışlardı. Böylece, mucizeler gerçekleştiren, yarıtanrı kö
kenli kurtarıcı/koruyucu ve ona eşlik eden kutsal kitap ile
dinadamı sınıfı; öğretileştirme, inanç ve itaatin odağını oluş
turmaktaydı. Onyıllar ve hatta yüzyıllar önce ölmüş olan ye
rel kahramanla� ve bu dinsel simgelerin çevresinde toplanan
kalabalık mürit toplulukları, politik çalkantıların yaşandığı
dönemlerde yönetici sınıfın imdadına yetişiyordu. M.Ö.
200' de Çin'de Konfüçyusçuluk ve Hindistan' da Budacılık,
M.S. 300'de Roma dünyasında Hıristiyanlık ve son olarak
M.S. 600 civarında Arabistan' da İslam, bu şekilde devlet dini
kimliği kazanmıştır.
Yeryüzü, bu dinler ile onlardan yararlanan politik güçle
rin yükselişinden sonra, Avrupa'da Karanlık Çağlar olarak
49
bilinen ve yüzyıllarca sürecek olan bir gerileme dönemine
girmişti. Kişisel özgürlükler yitirilirken, boşinançlar, toplu
mu her yandan sarıyordu. Avrupa' da bu dehşet verici dö
nem, gizemci ilkelerin M.S. lOOO'den sonra bir kez daha orta
ya çıkmasıyla sona ermiŞtir. Birbiriyle yakından bağlantılı
olan Simya, Şövalyelik ve Kabbalacılık hareketleri giderek
güç kazanıyordu. Hıristiyan, Yahudi ve Müslüman topluluk
ların gizemci bir kültür içerisinde bir arada yaşadıkları İs
panya ile Fransa'nın güneyinde başlayan tinsel devrim, nere
deyse tam üç yüzyıl boyunca tüm Avrupa'yı etkisi altına al
mıştır.
Avrupa'nın her yöresinde sanatsal yaratıcılık serpilip ge
lişmeye başlamıştı. Şehirlerde görkemli katedraller inşa edi
liyor, gezgin ozanlar (troybador) içten aşk şarkıları besteliyor
du. Bu ozanlar, duygusal şarkılarında kadınlara duydukları
tanrısal aşktan söz ediyor; böylece bizim romantik aşk olarak
bildiğimiz duygunun edebi temaları ilk kez edebiyatta kulla
nılıyordu. Şövalyeliğin günümüzde yaşayan en önemli yo
rumcu5u olarak görülen Rene Nelli'nin Gezgin Ozanların Ero
tizmi adlı kitabında belirttiği gibi, bu ozanlar şiirlerinde aynı
zamanda gizemci cinsellik düşüncesini de işliyordu.
Bilimsel ve felsefi yaratıalık da, Simya ve Kabbalacılık
aracılığıyla ön plana çıkıyordu. Geleneksel gizemci ilkeleri
benimseyen birçok grup, Avrupa'da bu dönemde bir araya
gelmeye başlamıştı. Çoğu kez birbirlerini karşılıklı olarak
destekleyen bu gruplar, sayısız yöre ve şehirde halk kitleleri
nin bağlılığını kazanabilmişti. Bunların arasında Özgür
Ruh'un Kardeşleri, Kusursuzlukçular, Adamitler, Beguinler,
Anabaptistler, Masonlar ve daha başka birçok örgüt ve mez
hep vardı.
Hıristiyan kilisesi,. bu hareketleri bastırmak için, gizemci
(sapkın) düşüncenin başlıca merkezlerine katliam seferleri
50
düzenlemeye başlamıştı. Bu soykırım seferlerinde kitaplar,
binalar ateşe veriliyor, insanlar öldürülüyor, şehirler yok
ediliyordu. Örneğin 1 209'da Papa' Innocent 111, Fransa'mn
güneyindeki Albijens kültürünü hedef alan bir şefere çıkmış
tı; Denis de Rougemont, romantik aşkın tarihini ve psikoloji
sini ele' aldığı Batı Diinyasın�a Aşk adh kitabında, Papa'nın bu
seferinden, "Bizim 'Hıristiyan' tarihimizin kayda geçirdiği
ilk soykırım ya da sistematik katliamdı bu," diye söz etmek
tedir.Hıristiyanlık; bilimi, kadınları ve duyusallığı �askı altı
na almıştı. Yüz binlerce 'dinden çıkmış'ı ölümle cezalandıran
Engizisyon, yani kilisenin gizli polisi, tüm Avrupa'ya dehşet
saçıyordu. Engizisyonun kılavuz kitabı olan Malle11s Malefi
carum, "büyücülüğün kaynağında doyumsuz kadınların be
densel arzularının yattığını" ilan etmekteydi. Kilise, acıma
sızca gerçeği ve özgürlüğü bastırmaya çabalıyordu; halk di
linde yazılmış olan kitapların basılması, hatta böyle kitapla
ra sahip olunması bile yasaklanmıştı. Fakat bir süre sonra in
sanlar yeniden okumaya başlamışlardı. Dünya' nın yuvarlak
olduğu düşüncesi halk arasında yayıldıkça kilisenin gücü
azalıyordu. Ve böylece, Aydınlanma'nın da habercisi olan gi
zemci toplumsal ilkeler, 1700 civarında son bir kez daha di
rilmişlerdir.
Modern bilim, sanatlar, demokrasi, kadın hakları ve
."mutluluğun peşinden gidilmesi", yavaş yavaş tarihin sah
nesine çıkıyordu. Bunlar, önce Amerika ve Fransa' da doğdu
ve Napolyon ile George Washington'un özgürlükçü askeri
harekatları bunlara güç kazandırdı. On dokuzuncu yüzyılın
başlarında yaşamış olan şair W�lt Whitman'ın "Birinin Ken
disinin Şarkısını Söylüyorum" adlı şiiri; özgürlük, doğa ve
duyusallığa yönelik o geleneksel gizemci tutumları yansıt
maktadır:
51
Birinin Kendisinin Şarkısını Söylüyorum, basit
ve ayrı bir kişi,
Ve Demokratik sözcüğü dudaklarımdan dökü
lüyor, o her şeyi anlatan sözcük.
52
halk kitleleri demokrasi için mücadele ediyor. Amerika'da
ise insanlar, yasal sorumluluk ile farklılaşmış bilinç düzeyle
rini yaşama ve kutlama özgürlükleri arasında bir denge kur
maya çabalıyor; herhalde bunun en güncel örneği "uyuştu
rucu sorunu" dur.
Günümüzde bile bilimin ve boş inancın kuvvetleri arasın
da kalabilmekteyiz. Örneğin bazı Hıristiyan liderler, okullar
da çocuklanmıza, bilimsel kurama bir alternatif olarak, koz
mosun yarahlışına ilişkin Babil söyleninin (bu söylen daha
sonra İbraniler tarafından da benimsenmiştir) öğretilmesini
istemektedir. Hatta bu durumda, coğrafyaya alternatif ola
rak yeryüzünün yassı olduğu; üreme anatomisi ve fizyoloji
ye alternatif olarak da leylek kuramı öğretilmelidir herhalde!
Bu kuvvetler arasındaki çatışmanın sonucunda halk kitleleri
yanlış veya yetersiz bilgilendirilmekte ve boşinançlar gide
rek yaygınlaşmaktadır. 1 988' de Ulusal Bilim Kurumu on se
kiz yaşın üzerinde olan 2041 Amerikalı'ya bir anket düzenle
mişti. Dünya'nın Güneş'in çevresinde mi, yoksa Güneş'in mi
Dünya'nın çevresinde döndüğü sorusuna, yanıtlayanlann
yüzde 21'i yanlış yanıt vermiş, yüzde 7'si ise bilmediğini
söylemişti.
Cinsellik, bu kültür içinde bir odak noktası olmayı sür
dürmektedir. Kürtaj, pomo yay'ınlar, gebelikten korunma,
cinsel yolla bulaşan hastalıklar, cinsel taciz, eşcinsellik, okul•
larda cinsel eğitim, evlilik öncesi cinsellik, tecavüz ve daha
başka konular hakkında şiddetli tarhşmalar ulusal gündemi
meşgul etmeye devam etmektedir. Ancak, kurumsallaşmış
psikiyatri ile kilisenin cinsel yaşamlarımız üzerindeki bu yet
ki mücadelesi sırasında gizemci tutum neredeyse hiç dışavu
rulmamaktadır. Sevişmenin amacı; üremek, gerginlikten
kurtulmak, sağlığını korumak ya da yalnızca zevk almak de
ğil; aşkın bir bilinç düzeyine ulaşarak kozmos ile bireyin ara-
53
sındaki bağı duyumsayabilmek ve böylece gizemci deneyimi
yaşamaktır.
54
Bu nedenle, gizemci deneyimin kesin bir tanımını vere
mediğimi söylerken, şu ana dek kimsenin gizemci deneyimi
tanımlamak için yeterince çaba ve zaman harcamamış oldu
ğunu ya da bu konunun özetlenemeyecek kadar karmaşık ol
duğunu ima etmek istemiyorum. Nasıl müziği sözel olarak
betimlemek o sesleri gerçekten duymanın yerini alamazsa,
gizemci deneyim de yalnızca doğrudan ve algı yoluyla du
yumsanabilir.
Ama yine de, gizemci bilinç durumunu dolaylı olarak an
latmaya yarayan bazı geleneksel yollar vardır: onun ne olma
dığını ortaya koymak; onu başka fiziksel duyurnsamalarla
karşılaştırmak; uzamsal ve zamansal açılardan ya da bağlan
tı ve özgürlük olarak onun özelliklerini sergilemek; dinsel
kavramlar kullanarak ya da "aşık olma" kavramı aracılığıyla
onu tanımlamaya çalışmak. Şunu yine belirtmek gerekir ki,
bu yöntemler, gizemci deneyimin ana hatlarını çizmekten
çok, onun ne olduğuna ilişkin bir ipucu verebilmeyi amaçlar.
Şimdi, gizemci felsefenin değişik ana temalarını yansıtan bu
yöntemleri daha yakından inceleyeceğiz.
55
, dışında gerçekleştiğidir.
Gizemci bir bilinç durumuna aracılık eden cinsellik; basit,
''bayağı" ve duyusal cinsellikle karşılaşhrılır hep. Gizemci
deneyim, cinsel ilişki sırasında ulaşılan bir şey olsa da, nö
betsel orgazm duygusundan ya da daha başka herhangi bir
bedensel spazmdan (ne kadar zevk verirse versin) oldukça
farklıdır. Üreme dürtüsü ya da cinsel arzuyla da bağlantılı
değildir. Kinsey'in ''boşalma" ya da Freud'un "libido" ve
gerginlikten kurtulma kavramlarından da uzaktır. Bu son
saydıklarım, kişi öte olmaktan çok, açlık duyumu ve bağır
sak rahatlaması gibi kişi altıdır.
Erotik itki, çiftleşme travması ve orgazm krizi, ne denli
duyumsansa da, normal ve uyanık bilinçliliğin birer parçası
dır. Taocu görüşe göre boşalma, özellikle de kontrolsüz bo
şalma, tıbbi kaynakların, kitle iletişim araçlarının ve kültürel
sağduyunun tekrar tekrar varsaydıklarının aksine, en esrik
an değildir.
Buna karşın, sevişme aracılığıyla yaşanan gizemci dene
yim, ne çoğu insanın ulaşamayacağı kadar belirsiz ve geçici
bir şey, ne de herkesin o ya da bu şekilde yaşadığı bir dene
yime verilmiş değişik bir addır. "Duyumlara değer veren ki
şi, kendinden habersiz bir gizemcidir" deyişi, cinsel eşlerine
karşı sevgi dolu ve açık bir yaklaşımları olan kişilerin gizem
ci cinselliğin ne olduğunu sezgisel olarak bilebileceklerini
ima eder. Bu söz, "erotizm hastası, kendinden habersiz bir
gizemcidir" olarak da söylenmiştir. Fakat bu son söyleyiş
şekli amacını biraz ıskalamakta ve tutulmuş birleşmenin (co
itus reservatus) zamansızlığı ile "seks hastası"nın doyumsuz
cinsel yaşamını birbirine kanşhrmaktadır.
Belki de bu noktada şunu vurgulamalıyız ki, cinsellik
yüksek bir bilinç düzeyine ulaşmanın tek yolu değildir. Za
mansız, düşünceden arınmış ve kendiliğinden bütün eylem-
56
ler, sonuçta aynı amaca hizmet eder; ama yine de çoğu gi
zemci gelenek, cinsel sevginin gizemci deneyimi yaşamanın
en kolay, hızlı ve doğal yolu olduğunu öne sürer.
Buna karşın, cinsel sevgide ulaşılan yüksek bilinç düzeyi,
yaygın dinler için cinselliğin en dehşet verici ve karşı çıkıl
ması gereken yönlerinden biridir. Örneğin, Hıristiyanlık'ın
ülküsel cinselliği, tamamıyla duygu ve heyecandan arınmış
tır. Aziz Augustine'in klasik betimlemesine göre, "Koca, ka
rısının bedenine sarılırken, tutkunun kışkırtıcı dürtülerinden
uzak durmalı ve sakin kalabilmelidir."
57
Şekil 1
58
duygu da gizemci deneyimi betimlemeyi amaçlamaktadır.
Psikolog Mihaly Csikszentmihalyi de, Akış adlı bilgilendirici
kitabında benzer ve bağlanhh bir duygudan söz etmiştir.
60
Dinsel Olarak Gizemci Deneyim
Gizemci deneyim, normalde din ile ilgili olduğunu dü
şündüğümüz kavramlar aracılığıyla da ifade edilmiştir: kut
sal ve yüce bir an, astral bir ışık, Tanrı'yla paylaşılan bir duy
gu, mutlakın dışavurumu, bir tapınma veya dua. Psikolog
Abraham Maslow, Dinler, Deneyler ve Doruk Deneyimler adlı
kitabında, ''Ne denli doğalcı olsalar da, doruk deneyimleri
dinsel olaylar başlığı alhnda incelemek gerekebilir. Hatta
geçmişte bunlar, yalnızca dinsel deneyim olarak kabul edil
miştir." Bu açıdan bakıldığında, gizemci cinsellik, sevgi dolu
dinsel bir deneyimdir.
Bu betimleme, dinin yalnızca bashrılmış cinsellik olduğu
nu öne süren Freud'cu görüşlere ters düşer. 1 960'ların Ame
rikalı filozofu Alan Watts'ın sözleriyle, ''Mitoloji cinsel değil
dir, ama cinsellik mitolojiktir. Erkekle kadının birleşmesi, in
san deneyimini özneye ve nesneye ayıran o ikiliğin ötesine
taşır bizi."
61
tik bir deneyimdir . . . Cinsellik, bilinçli veya bilinçdışı bir şe
kilde bu deneyimi güdüler."
Aşık olan insanlar şöyle iddia ederler: Sana aşığım. Sanki
beni büyüledin. Seninle birleşmek, sana sahip olmak, seni sa
rıp sarmalamak istiyorum. Sonsuza dek. Ne denli romantik!
Ortaçağ Fransa'sının güneyinde gezgin ozanların başlattığı
romantik edebiyatın, geleneksel gizemci temaları benimse
yen neo-Gnostik gizemciliği yansıtması rastlantı eseri değil
dir.
Öyleyse şimdilik denilebilir ki, sevgililer, gizemci cinsel
likte, en azından geçici olarak, birbirlerine aşık olurlar. Seviş
meden önce veya seviştikten sonra birbirlerine sevmeyebilir
ler. Hatta belki de birbirlerini çok az tanıyorlardır. Ama bir
likte gizemci deneyime ulaşırlarken, en azından o an (veya o
saat) için, sevgi duygusunu olabildiğince paylaşırlar.
Gizemci cinsellik ile aşık olmak arasında tabii ki bazı fark
lar vardır. Birbirine aşık olan bir çiftin cinsel yaşamı ortala
ma olabilir. Veya gizemci cinselliği paylaşan bir çift, birbiri
ne aŞ1k olmayabilir. Bunun ötesinde, denetlenemez bir şekil
de ve durmaksızın aşık olmak, duygusal bir sorunun belirti
si bile olabilir. Gizemci olsun ya da olmasın, cinsel doyum
suzluk da, insanın bir sorunu olduğunu gösterir. Ancak yine
de, aşık olmakla gizemci cinsellik arasındaki bağlantı, geçici
bile olsa, fazlasıyl.1 derindir ve bir ilişki için çok önemli so
nuçlar doğurabilir.
Son olarak şu söylenebilir ki, bütün bu kategoriler, gizem
ci deneyimi açıklamaya çalışırken bir arada kullanılabilir. Gi
zemci deneyimi yaşayan kişinin "sınırlamalardan kurtuldu
ğunu", "fizikselin ötesine geçtiğini" ve "derin bir esrime bo
yutuna ulaştığını" söyleyebiliriz. Giulano Kremmerz, Intro
duzione alla Magia adlı yapıtında, gizemci deneyimi cinsel
sevgiye uyarlarken çeşitli betimlemeler kullanmıştır:
62
Birbirini sevip arzulamak . . . sürekli bir şekilde
. . . kendini kaybetme korkusundan uzak bir he
yecanla. Gerçek bir bütünleşme duyumsayacak
sınız; eşinizi kendi bedeninizin içinde hissede
ceksiniz. Kanınız, bir zehirmişçesine onun kanı
na karışacak. Sonunda esrimenin eşiğinde bula
caksınız kendinizi.
63
ile Tibetli ve başka gizemci yazılar; meniyi, düşünceyi ve so
luğu durdurmaya adanmışhr. Durdurma ya da kontrol etme
düşüncesi, gizemci geleneğin üç ana temasını simgeler. Bu
nedenle, meninin, düşüncenin ve soluğun tutulması, cinsel
lik dışında başka konulara da uygulanabilir. Genel olarak
konuşursak, bu yaklaşım, herhangi bir eylem sırasında bey
nin iki düşünme modunu dengelemeye yardımcı bir kılavuz
olarak kullanılabilir. Bu, özellikle gizemci cinselliğin yorum
lanmasında mükemel bir temel oluşturmaktadır. Bu düzene
göre, gizemci cinselliğin üç özelliğinin olduğu düşünülebilir:
Birincisi, bir tür boşalmayı geciktirme yöntemi (meniyi tut)
olarak zamansızlığı ön plana çıkarır. İkincisi, düşünceden
arınmış belirli bir zihin çerçevesiyle (düşünceyi durdur) bağ
lanhlıdır. Üçüncüsüyse, her eylemin kendiliğinden bir şekilde
olması gerektiğini vurgular-. Nasıl soluk alıp verirken hiçbir
çaba harcamıyorsak, gizemci cinsellikte de hiçbir şeyi düşüne
rek yapmamız gerekmez. Kitabın ikinci, üçüncü ve dördüncü
bölümleri, gizemci cinselliğin bu üç yönünü anlatacak.
İkinci bölüm, tutulmuş birleşmeyi ele almaktadır. Bu, gi
zemci cinselliğin fizyolojik boyutu olarak görülebilir. Tutul
muş birleşme, iki bakımdan zamansızdır. Birincisi, sevgililer,
herhangi bir zaman kısıtlaması olmadan, diledikleri süre bo
yunca sevişmeyi sürdürebilirler. Meniyi kontrol etmenin ne
deni işte budur. Ama eşlerin orgazm olmayacağı anlamına
da gelmemektedir bu geciktirme. Eşler kendilerini hazır his
settikleri sürece, boşalmanın herhangi "kötü" bir yanı yok
tur. İkincisi, sevgililer tamamıyla şimdinin içinde kendilerini
yitirdiklerinden dolayı, tutulm�ş birleşme, zamanın sürekli
liğinin, yani geçmişin ve geleceğin dışında kalır. O anda du
yumsadıklarımızın dışına çıkamıyor olmamız, cinsel heyeca
nımızı kontrol albnda tutmaya ve zamanın sınırlarını kaldır
maya olanak tanır. Bu nedenle ikinci bölüm, sevgililerin
(özellikle de erkeklerin) cinsel birleşmeyi nasıl istedikleri ka-
64
dar uzatabilecekleri konusunu ele alacak. Gizemci yazında
ayrıntılı bir şekilde betimlenmiş olan bu geciktirme yöntem
leri, modern cinsellik terapistlerinin kullandıklarının da ta
mamıyla aynısıdır.
Tutulmuş birleşmenin en kolay ve doğal sevişme şekli ol
duğunu göstereceğiz. Gizemci yazın, boşalmayı geciktirme
yi, duyumsanan zevki uzattığı için değil, sevgililer arasında
ki yakınlığı ve birliği arttırdığı için önermektedir. Sonuçta
amaç, gizemci deneyimi yaşayabilmektir.
Üçüncü bölüm, gizemci cinselliği düşünceden annmış ol
mak açısından betimleyecek. Bu, bir bakıma gizemci cinselli
ğin zihinsel boyutudur. Gizemci yazında sözü edilen düşün
ceden arınmış bilinç durumu, fiziksel duyumun doğrudan
deneyimini gerektirir. Bu, düşünmenin (daha doğrusu, dü
şünmemenin) sağ yan moduyla bağlantılıdır. İşte "düşünce
ni kontrol et" komutunun anlamı budur.
Bu komut, boş bir zihinle, neler olup bittiğinin farkında
olmadan sevişmek gerektiğini öğütleme{lektedir. Aslında
anlamı bunun neredeyse tam tersidir. Eğer zihnimizi belirsiz
öz-konuşmalardan arındırabilirsek, yaşadıklarımızın daha
çok farkına varabilir ve deneyimi daha derinden duyumsa
yabiliriz. Üçüncü bölüm, gizemci geleneklerin bu zihinsel
yaklaşımı nasıl önermiş olduklarını gözler önüne serecek ve
sevişme sırasında insanların akıllarından geçen bazı düşün
ce biçimlerini ele alacak. Bu düşünce biçimlerine örnek ola
rak psikopatik cinselliği, cinsel işlev bozukluğunu ve psiki
yatrinin "sağlıklı" cinsellik olarak adlandırdığı şeyi sayabili
riz. Bölümün sonunda da, hem gizemci, hem de modern psi
koterapi yöntemlerine dayanarak, cinsellik sırasında düşün
mekten nasıl "kaçınılabileceğinin" ayrıntılı bir betimlemesi
yer alacak.
Dördüncü bölüm, gizemci cinselliğin kendiliğindenliğini
ele alacak. Bunu gizemci sevişmenin davranışsa! boyutu ola-
65
rak görebilirsiniz. Antik dünyada soluk sözcüğü, asıl anlamı
nın yanında, isteyerek yapılan eyleme de karşılık geliyordu.
Gizemci yazının soluk almayı kesmeyi önermesinin temelin
de kendiliğindenlik kavramı yatar. Nasıl soluk alırken hiçbir
özel çaba harcamamız gerekmiyorsa, gizemci deneyimde de
bir çaba göstermeden ve kendiliğinden bir şekilde hareket et
memiz beklenir. Bu nedenle cinsel öğütler çoğu zaman ama
cına ulaşamaz: cinsel davranışımızı belli komutlara uygun
olarak yönlendirmek, sezgilerimize göre sevişmemize engel
olur. Böyle öğütlerin örneklerine Kama Sutra'da, Kokulu Bah
çe'de, eski Çin cinsellik kılavuzlarında ve modem cinsellik
terapisi kaynaklarında rastlayabiliriz.
Kendiliğindenlik; resim çizmek, yemek pişirmek, müzik
yapmak ve sevişmek gibi bütün sanatsal yarahmlann da te
mel öğesidir. Cinsel kendillğindenliğin yöntemi, bütün sanat
dallarında olduğu gibi, bazı komutları uygulamaktan çok,
duyumsama ve fark etmeye dayanır. Bir bisikletin üzerinde
yokuş aşağı yol almaya benzetilmiştir bu: Tekerlekler üzerin
de aşağı doğru süzülen bisikletçinin eyl�mi tüm bedeninde
duyumsamaktan başka yapacağı pek bir şey yoktur.
Dördüncü bölüm, son olarak, gizemci cinselliğin üç özel
liğinin nasıl birlikte sağ yarı yönelimini yansıthğını ve bu üç
öğenin nasıl gizemci deneyim denilen yüksek bilinç düzeyi
ni ortaya çıkardığını ele alacak.
Beşinci bölüm, gizemci tutumları ve gizemci cinselliği ka
dın-erkek ilişkilerine uygulamanın yollarını araştıracak. Bu
bölümde gizemciliğin evlilik, iletişim ve töreye yaklaşımını
inceleyeceğiz. Gizemciliğin, çiftlerin bilinçli veya bilinçdışı
bir şekilde uydukları aile rollerinden çok, kadın-erkek birlik
teliğinin görünür yönleriyle ilgilendiğini; hukuk, din ve ge
leneklerin tanımladığı evlilik kavramının ötesine geçtiğini
göreceğiz.
66
2
Gizemci Cinsellikte Tutulmuş
Birleşme
67
Kierkcgaard, "çoğu insanın, soluk soluğa bir telaşla zev
kin peşinde koşarken, onu fark edemeyip ıskaladığını" göz
lemlemiştir. Ünlü filozofun bu gözlemi, cinsel sevgi için de
geçerliliğini korur. Bu nedenle, tutulmuş birleşme (erkeğin
hemen doruğa ulaşmasıyla yarıda kalmayan cinsellik), bü
tün gizemci kültürlerde cinselliğin en çok üzerinde durulan
özelliğidir. Gizemci yazında tutulmuş birleşme betimlenir
ken, "meni boşaltılmadan" sevişilmesi öğütlenir; meninin tu
tulması, kontrol edilmesi, durdurulması veya sabitlenmesi
önerilir; cinselliğin zamansız ve sonsuz bir deneyim olduğu
vurgulanır.
Tutulmuş birleşmede, erkek rastlanhsal bir şekilde boşal
madığı için, sevişme sona ermek zorunda değildir. Bu ne
denle, sevişme, sevgililere telaşsız bir cinsel evren sunar. Be
denleri uyum içinde bir arada hareket ederken, sevgililer, o
anın sonsuzluğunu ruhlarının derinliklerinde duyumsayabi
lirler.
Sevgililer, "sonsuz" gizemci cinsellik sırasında farklı bir
bilinç düzeyine yükselirler. Bunun nedeni, onca dakikadan
beri sevişiyor olmaları ya da bedenlerinin arasındaki elektri
ğin artmış olması değil, süre konusunun arhk bir sorun ol
maktan çıkmış olmasıdır. Gizemcilikteki tutulmuş birleşme,
bu nedenle belirli bir zaman aralığına değil, ama sevişenlerin
o eşsiz bilinç durumuna karşılık gelmektedir. Sevişmenin ya
şandığı an, arhk kendi başına bir amaç değildir. Cinsel duy
guların kendiliğinden akışı, sevgilileri de beraberinde sürük
leyerek sonsuzluğa taşır.
Buna karşın, eğer sevişme "olgunlaşmadan" sona ermiş
se, zihinsel yoğunluk ve kendiliğindenlik anlamlarını yitirir
ler. Sevişmenin ansızın son bulacağından endişeleniyorsak,
şimdiye yoğunlaşmak ve o anı duyumsamak olanaksızlaşır.
O halde, tutulmuş birleşme, gizemci cinselliğin temel çerçe-
68
vesidir. Bu çerçevenin içinde, aklımızı düşüncelerden arın
dırmayı ve kendiliğinden, özgür ve doğal bir şekilde seviş
meyi öğrenme olanağını elde ederiz.
Zamansızlık
Tutulmuş birleşme, iki bakımdan zamansızdır. Sevişme,
herhangi bir zaman sınırlamasından ya da tedirginlik duy
gusundan uzakta, eşlerin arzuladığı kadar sürebilir. Ve ta
mamıyla şimdiye yoğunlaşan sevgililer, akıp giden zamanın,
yani geçmişin ve geleceğin dışına çıkarlar. Zihin ve beden,
yaşanan anın yakınlığına ve sürekliliğine yoğunlaşarak gi
zemci deneyime ulaşır. Bilincin yaşadığı bu dönüşüm, birkaç
kısa dakika da sürebilir, uzun saatler de.
Başka bir deyişle, cinselliğin sınırsız bir şekilde sürmesine
olanak tanımanın nedeni, her sanat dalında olduğu gibi gi
zemci cinsellikte de, şimdiyi yaşamanın dışında başka hiçbir
amacın bulunmamasıdır. Örneğin, dans ederken, pisti sınır
layan hiçbir başlangıç veya son işareti yoktur. Varılacak nok
ta da belli değildir. Önemli olan, olayı yaşamaktır. Müzik
yapmak da benzer bir deneyimdir. Alan Watts'ın sözleriyle,
''Müzik yaparken, belirli bir noktaya, örneğin bestenin sc;mu
na ulaşmayı düşünmeyiz. Eğer müziğin amacı bu olsaydı, en
hızlı müzisyenler en iyileri sayılırdı."
Her şeyin ötesinde, sonu belirsiz tutulmuş birleşme, iki
sevgilinin arasındaki yakınlığı en yüksek düzeye çıkarır ve
bu yakınlığa süreklilik kazandırır. Hatta böylesi bir sevişme
nin sevgilileri yakın olmaya zorladığını bile söyleyebiliriz.
Tutulmuş birleşme, yani sevişmenin zamansızlığı, bu yakın
lık ve bütünlüğün sayesinde insanın olağan bilinç düzeyin
den sıyrılmasına olanak tanıyarak onu gizemci "yüksekli
ğin" deneyimine taşır.
Gizemci deneyim, erkeğin orgazm olmamasına bağlı de-
69
ğildir. Başka bir deyişle, gizemci cinsellik, yalnızca orgazm
yoksunluğu anlamına gelmez. Gizemci cinsellik, sevişmenin
zamansız bir şekilde sona ermesine neden olmadığı sürece,
sevgililerin doruğa ulaşmasını kısıtlamaz. Tam tersine, sev
gililer, istedikleri kadar çok sayıda orgazm olabilirler. Ama
önemli olan, iki tarafın da arzuladığı bir sona varılmasıdır.
Beklenmedik, ani ve rastlantısal olan boşalmalar, çoğu kez
sevişen eşlerden birinin (hatta bazen ikisinin de) bu sona ha
zırlıksız yakalanmasına neden olacaktır.
Genelde gebeliği önleyici bir teknik olarak yalnızca erkek
lerce kullanılmış olsa da, tutulmuş boşalma yönteminden ka
dınlar da kolaylıkla yararlanabilir. Sevişirken, erkeklere öz
gü olduğu düşünülen bir şekilde tepki veren kadınlar da var
dır. Bu kadınlar, birkaç dakika içinde orgazm olur ve bu nok
tadan sonra cinsel birleşme rahatsız edici olmaya başlar.
Böylece sevgililer, sevişmeye en azından bir süre ara vermek
zorunda kalır.
Günümüz toplumu, kadının orgazmını cinselliğin en
önemli amacı olarak görmektedir. Kadının doruğa ulaşması,
erkeğin iyi bir sevgili olduğunun ve kadının zevk alabild�
nin ·tartışılmaz bir işareti olmuştur! Örneğin, bazı kadınlar,
cinsel birleşme sırasında hiç boşalmazken, bazıları birkaç
kez, daha başkaları da neredeyse sınırsız sayıda orgazm olur.
Sonuçta, kadının da "erken boşalabileceği" çoğu kez gözden
kaçmıştır. Hatta birçok önemli akademik yayın, böyle bir du
rumun var olmadığını öne sürecek kadar ileri gidebilmiştir.
Erkekler genelde kadınlardar. daha kolay bir şekilde do
ruk noktasına ulaşırlar. Kadının da hızlı bir şekilde orgazm
olduğu durumlarda, ki bunlar hiç de az sayıda değildir, er
kek eşiyle uyumlu bir şekilde boşalmakta güçlük çekmez.
Bu, tıp biliminin de onayladığı bir senaryodur. Kadın ve er
keğin birlikte boşalması, ne de gurur verici bir başarı tablo-
70
su! Ancak cinsellik, sona ermesi gerektiği ölçüde, gizemci de
neyimin yaşanmasına engel olur. Kimin daha önce geldiği
değil, sonun kaçınılmaz olması önemlidir burada. Sonuçta
tutulmuş birleşme, gizemci cinselliğin zamansızlığına olanak
tanıyan bir araç olarak, hem erkeklerin, hem de kadınların
etkili bir şekilde yararlanabileceği bir yöntemdir.
Hem, aynı anda orgazm olmak için yapılan bu yarış (ken
dinden geçmiş, düzenli, rastlanhsal, sabırlı veya her ne şekil
de olursa olsun), ne denli zevkli olsa da, birbirinin bedenin
den yararlanarak yapılan karşılıklı bir mastürbasyon eylemi
ne dönüşebilir. Bu sırada yitirilen şey ise, telaşsız bir seviş
menin getireceği sonsuz yakınlık duygusudur.
Tabii, fazla hızlı bir şekilde boşalmak, genelde erkeklerin
yaşadığı bir sorundur. Yanlışlıkla "sınırı aşmamak" için cin
sel heyecanın nasıl kontrol edileceğini betimleyen yöntemler
hep erkeklere yönelik hazırlanmışhr. Gizemci geleneğin ya
zınında olduğu gibi, on dokuzuncu yüzyılın doğum kontrol
kitapları ve modem cinsel terapi de, birleşmeyi uzatmak için
hep aynı yöntemi önerir.
Orgazm olduktan sonra sevişmekten rahatsız olmayan ve
zevk almayı sürdürebilen kadınların fiziksel doruğa ulaşma
larında hiçbir sakınca yoktur. Bazı erkekler de (özellikle genç
olanları), boşaldıktan sonra sevişmeyi sürdürüp bir kez daha
orgazm olabilirler. Sonuçta her iki taraf için de aynı ilke ge
çerlidir: Boşalmak, kendi başına bir sorun değildir; ancak se
vişmeyi arzulanmayan bir şekilde sona erdirdiğinde bir kı
sıtlamaya dönüşür.
71
yn:t.ından birkaç örneğe kısaca göz atalım.
Tantrik yoga konusunda dünyanın belki de bir numaralı
uzmanı sayılabilecek merhum Mircea Eliade, Techniques de
Yoga adlı kitabında şöyle yazar:
72
dir. Yani tohum kesinlikle boşalhlmamalıdır . . . .
Arzulara direnç göstermenin ötesinde bir irade
gerekir. Arap gizemciliğinde, kadınla yaşanan
bedensel birleşmenin bütün fiziksel ve tinsel
şartları kabul edilir. Bedende uyanan duygulan
bashrmayı salık veren bir öğüt de bulunmamak
tadır. Ama tek istisna, tohumun boşaltılmasının
kontrol edilmesi ve önlenmesi kuralıdır.
73
mazsan, belin ve sırhn güçlenir. Eğer yedinci kez
hareket edip boşalmazsan, kalçaların ve bacak
kasların kuvvetle dolar. Eğer sekizinci kez hare
ket edip boşalmazsan, bedenin ışımaya başlar.
Eğer dokuzuncu kez hareket edip boşalmazsan,
ömrün uzar. Eğer onuncu kez hareket edip bo
şalmazsan, artık tanrılarla konuşabilirsin."
74
Kısa bir süre sonra göreceğimiz gibi, bu yöntem, modern cin
sellik terapistlerinin önerdikleri teknikler ile neredeyse öz
deştir.
Platonik aşk ve arkadaşlığın cinsellikten uzak olduğu sa
nılır hep. Arthur Evans, Esrimenin Tanrısı adlı kitabında şuna
dikkat çeker: "Platon'un temel tutumu, cinselliğin, eğer de
ğerli bir şekilde duyumsanacaksa, daha saf bir düzeye yük
seltilmesi gerektiğiydi. Böylece sevgililer, fiziksel dünyanın
ötesine geçebilirlerdi. Platon' un düşünce dizgesinde bu saflı
ğa ulaşmanın en iyi yolu, orgazmdan uzak durmakh."
Gnostisizm'in yazarı Benjamin Walker'a göre, Akdeniz
Avrupa gizemci geleneğinde, "normal heteroseksüel cinsel
likte, tutulmuş birleşme, yani boşalmadan sevişme savunu
lurdu. Zevk almanın bu saf şeklinde, Düşüş öncesindeki
Adem ile Havva'nın yüce erotizmine ulaşmak amaçlanırdı.
Böylesi bir sevişme, tinsel bir yokuşa benzetilmekteydi."
Walker, Gnostikler'in kuvvetlendiricilik olarak adlandır
dıkları tutulmuş birleşmeyi şöyle betimler:
75
cinsd l i kd ışı olduğuna inandığı şövalye saflığının aslında tu
tulmuş birleşmeye karşılık geldiğini açıklamaktadır: '"Saflık'
böylece sevişmeden aşk yapmak ve gizemci mutluluğu ara
mak anlamını almaktaydı . . . Bir anlık bir boş bulunma, ya
şanan yüce deneyimi basit bir dölleme eylemine dönüştüre
bilirdi."
Rougemont, Tantrizm ve Saygı adlı kitabının sonuna, Orta
çağ ozanlarının tutulmuş birleşme yoluyla "arzunun mutlu
luğu" içinde aşkınlığı arayışlarını gözler önüne seren bir bö
lüm eklemiştir. "Mutluluk, kusursuz bir erotik oyuna dönü
şür . . . Amor imperfectus (kusurlu aşk), başka bir deyişle döl
lenmesiz zevk, 'saf' mutluluğun bir şartı olur artık."
Aydınlanma sırasında yeniden ortaya çıkan gizemci
akımlar da tutulmuş birleşmeyi önerir. Bu akımlar, Ameri
ka'daki toplumsal reform hareketiyle ittifak etmişlerdir. On
dokuzuncu yüzyılda ve yirminci yüzyılın başlarında, tutul
muş birleşme, gebelik önleyici bir teknik olarak benimsen
miş ve kadınların cinsel ve politik eşitliğinin bir simgesi ol
muştur. Tutulmuş birleşme; karezza, diyanizm ve serafik
öpüşme gibi değişik adlatla anılmışhr. Erkeğin kendine ha
kim olmasını temel alan cinsel terapi yöntemleri, bu dönem
de insan cinselliğine ilişkin yazılmış olan tıbbi ve yantıbbi
yazılardan türemiştir.
Cinsellik araştırmacısı R.L. Dickinson'ın 1 931'de basılan
Gebeligi Kontrol Etme adlı çalışması, cinsel-terapi-öncesi yazı
nına iyi bir örnektir. Şekil 2, bu kitaptan alınmıştır. Bu çizel
ge, dört olası cinsel senaryoda hem kadının, hem de erkeğin
cinsel heyecanını grafiklerle anlatmaktadır: "Ortalama nor
mal birleşme, Kadın Orgazm Olmadan Çabuk Boşalma, Geri
Çekme (Coitus lnterruptus) ve Tu�ulmuş Birleşme (Coitus Re
servatus)."
76
15
� �···
Hnta+;on
S
. .. . .
sm
far
. ....
ınt�rru
•••a
. .
. . ....
·.
...
...
•••
Şekil 2
77
Tutulmuş Birleşmeye İlişkin Yanlış Anlamalar
Gizemci yazın, tarih boyunca tutulmuş birleşmeyi açık ve
anlaşılır bir şekilde anlatmış ve önermiştir. Fakat yüzyılımı
zın başından beri, cinsellikbilim alanında çalışan bazı tanın
mış çevirmen ve yazarlar, tutulmuş birleşmeyi ne yazık ki
hatalı bir şekilde açıklamıştır. En tanınmış biliminsanlarımız
bile, yakın zamana değin kültürümüzün genel cinsel bilgisiz
liği ve saflığından sıyrılamamıştır. Yüzyılın başında dünya
nın en önde gelen cinsellikbilimcisi olan Havelock Ellis'in bi
yografisinden, onun yaşamı boyunca erken boşalma soru
nundan kurtulamadığını biliyoruz. Ve Hollandalı jinekolog
Theodoor van de Veldt, 1926'da kaleme aldığı ve dünyada şu
ana dek en çok satan cinsellik kılavuzu olan İdeal Evlilik' te
şöyle yazar:
78
bulmuştu. Ve daha da önemlisi, erkeklerin yalnızca yüzde
3'ü, heyecanını yeterli bir şekilde kontrol edebildiğini ve is
tediği zaman doruğa ulaşabildiğini söylüyordu. Alfred Kin
sey'in Erkeğin Cinsel Davranışı adlı 1 948 bildirisi daha da ün
lüdür. Bu çalışma şu gerçekleri gözler önüne serer:
79
lıklarla kendi doruğuna ulaşıyordu.
Erkek, Connie'nin içinden çıkarken, acı, hatta
neredeyse alaycı bir ses tonuyla konuşmaya baş
ladı:
"Bir erkekle aynı anda gelemezsin hiç, değil mi?
Gösteriyi hep senin yönetmen gerekiyor!"
Bu küçük konuşma, o anda, Connie'nin yaşamı
nın en büyük şoklarından biri oldu. Halbuki er
keğin bedenini Connie'ye teslim etmek dışında
bir seçeneği yoktu.
"Ne demek istiyorsun?" dedi Connie. . . .
Sözcüklerin ötesinde bir mutluluk ve sevgiyle
kıvrandığı sırada erkeğin sergilemiş olduğu bu
acımasızlık Connie'yi şaşkına çevirmişti. Hem,
bu erkek de, diğer bütün modem erkekler gibi,
işini neredeyse başlamadan önce bitirmemiş
miydi? Ve bu da kadını dizginleri ele almaya
mecbur bırakıyordu. . . .
Sevişmek ile bir içki kokteyli: İkisi de yaklaşık
aynı sürede bitiyor, aynı etkiyi gösteriyor ve
yaklaşık aynı şeye karşılık geliyordu.
80
ciddiye almamışlardır. Evola, Cinselliğin Metafiz iği nde açık
'
81
!arda, en iyi e�itimi almış doktorların ve cinsel sağlık pratis
yenlerinin bile, kişinin cinsel heyecanını kontrol edebileceği
ve sevişmenin süresini arzuladığı kadar uzatabileceği dü
şüncesine kuşkuyla baktıklarına şahit olmuştum. Tutulmuş
birleşmeye ilişkin bu yanlış anlamalar, bir bakıma, cinsellik
hakkındaki daha büyük bir kültürel söylenden kaynaklan
maktaydı: Bu yaygın inanışa göre, eğer insanın bedeni ken
diliğinden hareket etme ve sevişmenin parçası olan yoğun
duygulan yaşama olanağı bulursa, o insan (özellikle de er
kek) ister istemez doruğa ulaşacaktır. Başka bir deyişle, or
gazmlı bir sona ulaşmak, süresiz bir şekilde sevişmekten da
ha kolay ve doğaldır. Böylece, tutulmuş birleşme, sevgililerin
sevişmelerini uzatmak için bu doğal güce karşı verdikleri
amansız bir mücadeleye dqnüşüyordu.
Cinsel doruğa ulaşmanın ulaşmamaktan daha kolay ve
doğal olduğu imgesinin temelinde toplumumuzun en etkili
dinsel ve tıbbi kuramlarından bazıları yatmaktadır. Ancak
bu söylenleri inceleyerek ve çözümleyerek, onların aslında
pek de anlamlı olmadıklarını gözler önüne serebiliriz.
Bunların ilki, cinselliğin tek amacının üremek olduğunu
öne süren Hıristiyan düşüncesidir. Hıristiyanlık'ın ülküsel
cinsel birleşme eylemi, rahmin hızlı ve heyecansız bir şekilde
döllenmesinden ibarettir. Aziz Augustin'in sözleriyle:
82
Bundan başka bir nedenle yaşanan cinselliğin doğaya ay
kın olduğu kabul ediliyordu. Çabuk boşalmak sevişmenin
tek doğal yoluydu. Bu nedenle mastürbasyon tecavüzden
daha ağır bir suçtu; çünkü tecavüze uğrayan kadının en azın
dan hamile kalma olasılığı vardı.
Hıristiyanlık'ın cinselliğe bakışı, cinselliğin tek gerçek
zevkinin orgazm olduğunu savunan Freud'un yaklaşımı an
dınr; insan, doğanın "zevk ilkesi" ile uyum içinde olmak için
bir an önce doruğa ulaşmak zorunda hisseder kendini. Phil
lip Reiff, Freud: Törecinin Zihni adlı kitabında, Freud'un cin
sellik imgesinin temelde aşağılayıa ve kirli olduğunu ortaya
koymuştur. Freud, cinsel gerginliği sıkışmış bir insanın işe
me isteğine benzetir:
83
gazmdan lince yaşanan duyguların da sevişenlere zevk ver
diği açıktır ve bu zevk, yarıda kesilmediği takdirde, sevişen
çifti gizemci deneyime taşıyabilir. Sevişme sona erdiğinde,
deneyim, yakınlık ve zevk de sona erer; bu nedenle, eğer Fre
ud'un kendi mantığını kullanırsak, sevişmenin sona ermesi
zevk ilkesine ters düşmektedir. Bu durumda, sevişmeyi sür
dürmek, sona erdirmekten daha kolay ve doğal görünmekte
dir.
Tabii bu arada, uzatılan sevişmenin yalnızca zevki uzattı
ğı için iyi olduğu düşüncesine temkinli yaklaşmalıyız. Böyle
bir tutum, Evola'nın da belirttiği gibi, "cinsel zevki ruhun
acılarını dindirecek bir uyuşturucu olarak görmeyi" teşvik
edecektir.
Kinsey, anketine katıl�n erkeklerin dörtte üçünün iki da-.
kika içinde doruğa ulaştığını ortaya çıkardıktan sonra, bir
dipnotla bu erkeklerden özür dilemiş ve böylesi hızlı bir cin
sel tepkinin insanlığın evrimsel gelişiminin doğal bir sonucu
olduğunu belirtmekten geri kalmamıştır. Ancak hızlı bir bo
şalmanın doğurganlık açısından evrimsel bir avantaj oldu
ğunu öne sürmek, yamyamlığın da beslenmemiz için evrim
sel bir araç olduğunu iddia etmek kadar abartılı ve gerçekdı
şıdır. Hatta. tam tersine, telaşsız bir şekilde sevişmenin ev
rimsel bir avantajı olduğunu söyleyebiliriz: Bir mağara kadı
nı bile, sevişmekten anlayan bir Neandertal erkeğiyle birlik
te olmayı yeğleyecektir! Doğaya en iyi uyum sağlayabilenle
rin hayatta kalabileceğini ortaya koyan evrimci mantığa gö
re, binlerce yıllık insan gelişiminde sevişmeyi uzatabilen er
keklerin soylarını devam ettirmiş olması daha olası gözük
mektedir.
Psikiyatrist ve cinsel terapist Helen Singer Kaplan bile, er
ken boşalmanın en dikkat çekici özelliğinin ''boşalma reflek
sinin istençli bir şekilde kontrol edilememesi" olduğunu öne
84
sürmüştür. Bu, yalnızca bir tutarsız bir anlahm (refleks, ta
nım gereği, istençdışı olan bir tepkidir) olmakla kalmayıp,
Aziz Augustin'in bedenin cinsel parçalarının "iradenin ko
mutuyla hareket etmesi" gerektiği öğüdünü de bir anlamda
yinelemektedir. Böylece, kontrol edilmediği takdirde seviş
menin otomatik ve istençdışı bir orgazmla son bulacağı söy
lenine geri dönmüş oluyoruz.
Erkeklerin cinsel terapi "teknikleri" ile boşalma refleksle
rini kontrol etmeleri gerektiği iddiasının tamamıyla düzme
ce olduğunu biraz sonra göreceğiz. Erkeklerin yüzde 98'inin
(kronik olarak erken boşalanların bile) sevişmeyi süresiz ola
rak uzatabilmeyi öğrenebilmelerinin gerçek nedeni, tutul
muş birleşmenin aceleyle bitirilmiş cinsellikten çok daha ko
lay ve doğal bir sevişme yolu olmasıdır.
Gizemci yazına göre, gizemci cinselliğin, zamansız olma
nın yanında iki ana niteliği daha vardır: kendiliğindenlik ve
zihinsel yoğunlaşma. Kısacası, eğer duygularımızın dolaysız
algılanması üzerine yoğunlaşırken bedenimizin serbestçe ha
reket etmesine olanak tanırsak, tutulmuş birleşme tamamıy
la doğal bir şekilde gerçekleşecektir. Ya da tam tersine, nasıl
sevişmemiz gerektiğini tanımlayan kavramsal bir düşünceye
uygun bir şekilde hareket etmeye kalkışırsak, ani bir cinsel
doruk kaçınılmaz olacaktır. Erken boşalmayı tedavi etmek
ve tutulmuş birleşmenin sonsuzluğuna ulaşmak için, arzu
lanmayan o doruğa neden olan eylemlere son vermemiz ge
rekir. Şimdi bu basit ve neredeyse her zaman başarılı olan
yönteme bir göz atalım.
85
sel yo�unlaşma ve davranışsal kendiliğindenlik konularını
daha sonraki iki bölümde ele alacağız. Ama yine de, sevgili
lerin cinsel yakınlığın istedikleri ölçüde sürmesini sağlaya
bilmeleri, gizemci cinselliğin ilk gereklerinden biridir.
Bazı erkekler sevişmeyi istediği kadar uzatabilir ve bazı
erkekler de bunu yapamaz. Şimdi tutulmuş sevişmenin nasıl
öğrenilebileceğini ele alacağız.
Zamansız bir şekilde sevişebilme becerisini öğrenmek, as
lında son derece basit bir sürece dayanır. Yalnızca bir ana ko
muta uymamız gerekmektedir. Bu temel cinsel reçeteye gö
re, düşük bir uyarım ve heyecan düzeyinde sevişmeli, aşırı
heyecanlandığımızda durmalı ya da yavaşlamalı ve sakinleş
.tikten sonra yeniden sevişmeye başlamalıyız. Yalnızca bu
yaklaşımı izlesek bile, eninde sonunda cinsel heyecanımızı
arttırıp azaltma becerisini kazanarak istemeden doruğa ulaş
tığımız o noktadan uzak durmayı öğrenebiliriz. Böylece sev
gililer, cinsel birleşmeyi arzuladıkları kadar uzatabilir ve ya
şadıkları sonsuz yakınlığın tadını çıkartabilirler.
Bu "plan"a farklı dönem ve kültürlerden kalma belgeler
de rastlayabiliriz: eski Çin'in Taoculuk'unda, on dokuzuncu
yüzyıl Amerika'sının toplumsal reform hareketinde ve mo
dern cinsel terapide. Bu farklı yazıları karşılaştırırsak, tutul
muş birleşmenin amacının her grup için farklı olmasına kar
şın, betimlenen komutların temelde özdeş olduğunu görebi
liriz. Tutulmuş birleşme, cinsellik terapisi için psikiyatrik bo
zuklukları tedavi etmeye yönelik bir araç; Amerika'daki top
lumsal reform hareketi için erkekle kadın arasında toplumsal
bir çekim yaratan ve gebeliği önleme amacıyla kullanılan bir
yöntem; Taoculuk ve diğer gizemci gelenekler için ise gizem
ci cinselliğin ve dolayısıyla gizemci deneyimin kapılarını
aralayan bir anahtardır.
Jolan Chang, Sevginin ve Cinselliğin Tao'su adlı kitabında
86
bu planın ikinci yüzyıl Taocu uyarlamasını Çevirmiştir:
87
me ey lemi, tamamıyla insan bilincinin kontro
lü ndedir ve istenildiği :zaman durdurulabilir. Başka
bir deyişle, kadının içine giriş ve bunu izleyen
hareketler, isteğe göre sürdürülebilir ya da dur
durulabilir. Tek otomatik olan ve kontrol edile
meyen an, sonda yaşanan boşalma krizidir. . . .
Farz edin ki, erkek . . . . kadının içine girerek ha
reket etmeye, ama·boşalmadan az önce durmaya
karar verdi. . . . Gücünün ve sınırfannın farkında
olan bir erkek, orgazm krizine yaklaşmamalıdır
bile . . . . Bunun mümkün, hatta kolay olduğunu
biliyorum . . . .
Bu durum, üzerinde bir şelale bulunan bir ırma
ğa benzetilebilir. Becerikli kayıkçı, durgun sular
da kalmayı ya da şelaleye doğru yönelmeyi seçe
bilir. Ancak şelaleye fazla yaklaşırsa teknenin
üzerindeki kontrolünü tamamıyla yitirebilir.
Eğer şelaleyi aşmayı amaçlamıyorsa, deneyimle
ri, ona ırmağın durgun sulannda kalmayı öğre
tecektir.
dır.
Psikoterapist Martha Stein, fahişelik üzerine yaptığı bir
araştırmada, fahişelere giden erkeklerin yüksek bir yüzdesi
nin bunu erken boşalma sorunundan kurtulmak için yaptığı
nı ortaya çıkarmıştır. Cinsel yönden deneyimli bu kadınlar,
bu erkeklere biraz önce betimlediğimiz başla-dur yöntemini
kullanarak yardımcı olmuşlardır.
Temel plan, kendi hastalarıma da betimlediğim şekliyle,
şu komutlara dayanır:
M9
• Yavaşladı�ınızda veya durdurduğunuzda, derin soluk
lar alın, gevşeyin ve sakinleşene dek bekleyin. Tamamıyla
gevşediğinizden emin olana dek bekleyin. İ lk denemeleriniz
de, zamanınızın çoğunu hareketsiz bir şekilde yatarak geçir
mek zorunda kalabilirsiniz.
• Rahatlayıp gevşediğinizde, yavaş olmaya daha fazla
özen göstererek, yaptığınız harekete yeniden başlayın. Du
yumsadığınınız heyecanın tamamıyla kontrolünüz alhnda
olduğundan eminseniz, hızınızı kademeli olarak arthrabilir
siniz. Hareketi ya da uyarımı, kontrolünüzü yitirmemeye
dikkat ederek, yavaşça arthrın. Eğer yeniden çok fazla heye
canlandığınızı hissederseniz, tereddüt etmeden durun.
• Gerektiğinde durup yeniden başlamayı sürdürün. Hiç
durmanızı gerektirmeyecek bir hız yakalamaya çalışın; ama
dönüşü olmayan bir noktaya yaklaştığınızı hissettiğiniz anda
durmaktan kaçınmayın.
• Bu planı sabırlı ve ısrarlı bir şekilde uygulayın. Giderek
daha fazla deneyim kazandığınızı hissedeceksiniz. Bu çalış
mayı, altı hafta boyunca, haftada üç ve beş gün arasında,
günde yaklaşık yarım saat kadar, tek başınıza ya da eşinizle
birlikte (ön sevişme ya da birleşme sırasında) uygulayın. Bir
çok erkek, çok daha kısa sürede kendini kontrol etmeyi öğre
necektir,
90
sürece, hangi cinsel davranışı sergilediğimizin hiçbir önemi
yoktur; (2) doruğa ulaşmadan çok önce (son anda değil) ya
vaşlamalı veya durmalıyız; (3) doruğumuzu doğrudan kont
rol etmeyi değil, ama doruğun istençdışı bir şekilde gerçek
leşeceği noktaya ulaşmamak için heyecan düzeyimizi kont
rol etmeyi öğreniriz. Şimdi bu üç noktayı daha ayrıntılı bir
şekilde ele alalım.
ÇOK FAZLA MI
EVET HA IR
Biraz heyecanlandım Rahatım ve her şey
ve giderek daha fazla kontrolüm altında.
heyecanlanıyorum.
DUR DEVAM ET
ya da yavaşla. Sakin Ama çok fazla heye
leşene dek bekle. canlanmamaya özen
göster.
Şekil 3
91
Bütün cinsel deneyimleri, yeniden şartlanma ya da yeni
den öğrenme fırsatları olarak görebiliriz. Gerçekten de, her
cinsel deneyim, o ya da bu şekilde cinsel yaşamımızın gele
ceğini etkiler. Örneğin, bir erkek bir an önce orgazm olmayı
hedefleyerek acele ile mastürbasyon yaparsa, bu yaklaşım, o
erkeğin daha sonra sevgilisiyle sevişirken daha hızlı uyarıl
masına neden olacaktır. Aynı nedenden dolayı, çoğu erkeğin
düşündüğünün aksine, ön sevişme ne kadar uzun tutulursa,
cinsel birleşme de o denli uzayacaktır.
Günümüzün en tanınmış cinsel psikoloji kitaplarından
bazıları, sayısız adımdan oluşan ve tamamlanması haftalar,
hatta aylar sürebilen cinsel yeniden şartlanma dizileri öner
mektedir. Kendini kontrol etmeyi öğrenmek isteyen erkek,
daha kolay olan ya da daha az _endişe uyandıran cinsel dav
ranışlarla başlayarak, cinsel birleşmeye doğru adım adım
ilerler (sanki cinsel birleşme, en "zor" cinsel eylemmiş gibi).
Bu çalışma dizisi, genelde eşlerin birbirine cinsel olmayan
beden masajı yapmasıyla başlar: Masters ve Johnson bunu
"duyusal odaklanma" olarak adlandınr; Hartman ve Fithian
ise buna "okşama" çalışması adını verir. Eşler, yeniden bir
araya geldiklerinde, cinsel bir masaja geçerler; ama herhangi
bir yağ kullanmazlar. Bir sonraki seferdeyse, çifte, alerjik ol
mayan bir yağ kullanarak masaj yapmaları öğütlenir. Sevgi
liler, daha sonra başka bazı ara aşamaları daha tamamlaya
rak, cinsel birleşmeye doğru ilerlerler. İlk cinsel birleşmede
kadın üstte olmalıdır; çünkü bunun daha az stresli olduğu
varsayılır!
Hartman ve Fithian, Cinsel Bozukluğun Tedavisi adlı kitap
larında, sevgililere tedavi sürecine birbirlerinin ayaklarına
masaj yaparak başlamalarını önermişlerdir.
92
sında artı bir korelasyon gözlemliyoruz . . . YA
VAŞ-YAVAŞ-YAVAŞ, yapmamız gereken ana
önerilerden biri. . . . Eğer okşama size iyi geliyor
sa, hiç acele etmeyin . . . . Ayak Okşaması'nı ta
mamlamak genelde yaklaşık bir veya bir buçuk
saat sürebilir. . . . Eşlerden birinin veya ikisinin
bu aşamada zorlanması, özellikle birbirine do
kunmanın aylarca veya yıllarca tabu olduğu du
rumlarda, doğal karşılanmalıdır.
'
93
de kullanılmayacak) . . . . ÇALIŞMA 15-2: BAZI
KÜÇÜK DEG İŞİKLİKLERLE MASTÜRBAS
YON YAPMAK. . . . Çoğu erkek . . . eşiyle seviş
meye geçmek ister; ama önce bu dizideki son ça
lışmayı (15-5) da tamamlamaları gerekir. . . . 15.
Bölüm'deki çalışmalarda ustalaşmış olmanız
son derece önemlidir. . . . ÇALIŞMA 1 6-3: PENİS
HAREKETSİZ BİR ŞEKİLDE VAJİNANIN İÇİN
DE . . . . ÇALIŞMA 1 6-5: BİRLEŞME İÇİN DEG İ
ŞİK POZİSYONLAR KULLANMAK. . . .
94
ni inceleme; cinsel tepkinin dört evresinin tanımı; erkeğin
cinsel tepkisinin çeşitli yönleri ve olasılıklarının açıklanması
(penisin elle sıkılması, başla-dur çalışması, cinsel kaslar,
Cowper bezi salgılaması ve parçalı /sıralı "çoklu" boşalma
lar) ile başlıyordu. Daha sonra -da eş çalışmaları,
ayak/yüz/beden/cinsellik masajları ve çeşitli birleşme po
zisyonları ve şekilleri ele alınıyordu. Aman Tanrım!
Programın basamaklarını klinik olarak test ettikten sonra
(yani erken boşalmadan şikayet eden hastalara bu programı
uyguladıktan sonra), önemli olan tek şeyin, erkeği heyecanı
nı kontrol etmeyi öğrenmeye yönlendiren temel komut oldu
ğunu fark ettim. Cinselliği ne şekilde yaşadığının ise tedavi
nin başarısında hiçb.ir etkisi yoktu. O fazlasıyla düzenli teda
vi sırasının gereksiz olduğunu kanıtlayınca, günümüz uz
manlarının farkında olmadan benimsedikleri verimsiz yakla
şıma ihtiyacımız olmadığını açıkça görebiliyordum. ·
•
Acele Etmeyen Kazanır
Tutulmuş birleşme, en rahat düşük bir heyecan düzeyin
de öğrenilir; çünkü heyecanın düşük bir düzeyde kontrol
edilmesi çok daha kolaydır. Bu nedenle, sevişme sırasında
95
durup bekleyerek ya da uyguladığımız hareketi değiştirerek,
doruğa yaklaşmadan çok önce, duyumsadığımız cinsel uya
rımı azaltabiliriz. Böylece uyarım, "dönüşü olmayan nokta
dan" çok önce düşürülmüş olur. Masters ve Johnson, bu nok
taya ''boşalmanın kaçınılmazlığı" duygusu adını vermişler
dir. Erkeklerin bu duyumuna, meninin, boşalma öncesi, me
ni keseleri ve prostat bezinden penis kökündeki idrar yoluna
akışı eşlik eder.
Eğer erkek, yüksek bir uyarılma düzeyinde sevişmekte ıs
rar ederse, cinsel tepki kalıplarını yeniden şartlandırmada ve
kendini kontrol etmeyi öğrenmede oldukça güçlük çekecek
tir. Çok sayıda erkek, yüksek bir cinsel heyecan düzeyine
ulaştıktan sonra cinsel ilişkiye ara verip sakinleşmeyi bekle
yebildiğini, ama tekrar seyişmeye başlayınca o yüksek ve
kontrol edilemez heyecan düzeyine çok kısa sürede yeniden
ulaştığını bildirmektedir. Buna karşın, eğer heyecanımızı dü
şük bir düzeydeyken kontrol etmeyi öğrenirsek, zamanla bu
düzeyi, deneyimimiz el verdiği ölçüde yükseltebiliriz.
Yavaş devinimleri vurgulayan düşük-�eyecan-düzeyi
yaklaşımını yalnızca geçici olarak benimsenmesi yeterlidir.
Bu yöntem, en yüksek heyecan düzeylerinde bile heyecanı
kontrol etme yeteneğini kazanmanın en iyi yoludur. Yüzyı
lın başındaki cinsellik araştırmacıları, yanlış bir yorum sonu
cunda, tutulmuş birleşmenin bir tür hareketsiz cinsellik ol
duğu sonucuna varmışlardı. Aslında, bu yazarlar, kendili
ğinden bir şekilde sevişmeyi öğrenme süreci ile tutulmuş bir
leşmeyi karıştırmışlardır.
Bununla birlikte, bir erkek, cinselliğini kontrol etmeyi
•
yüksek bir uyarım düzeyinde öğrenmeye kalkışırsa, yaşadı-
ğı deneyimin bir kaza orgazmıyla yanda kalması tehlikesiy
le karşı karşıya kalabilir. Her erkek, boşalma anında duygu
larını kontrol edemeyeceğini bilir. Bu nedenle, ne kadar er-
96
ken durursa veya yavaşlarsa, o kadar iyidir. Taocular'ın
öğütlediği gibi, "Erken olsun da geç olmasın."
Bu arada şunu da belirtmek gerek ki, cinsel deneyim, er
keğin doruğa ulaşmasıyla son bulmak zorunda da değildir.
Sevgililer, orgazm sonrasında birbirlerini okşamayı sürdüre-
. bilir, beden temasını arttırabilir ve yakın olmanın verdiği
mutluluğun tadına varabilirler. Ya da eşi, erkeğin kendisini
başka bir yoldan daha çok tatmi� etmesini isteyebilir. Her
halde sevişme sonrasında yapabileceğimiz en hatalı şey, he
men odadan ayrılmak ya ·da sırtını dönüp uyumak olurdu.
Çoğu erkek, sevişme eylemini yavaşlatarak veya durdu
rarak heyecanını dizginlemeyi başarabilir. Fakat bazı erkek
ler, yavaşladıklarında daha da fazla uyarıldıklarını bildir
miştir. Başka bir deyişle, bu erkekler, yavaşladıklarında
kontrollerini iyice yitirirler. Benzer bir şekilde, tamamıyla
durmanın da bazen uyarıcı bir etkisinin olduğu görülmekte
dir. Böylesi durumlarda yapılabilecek tek şey; sevişme pozis·
yonunu, cinsel uyarımın şeklini, bedenlerin birbirlerine der
kunuşunu, sevişme deviniminin ritmiı)i veya başka bir etke
ni değiştirmektir. Bunlar, oldukça kişisel ve bireysel konular
dır. Erkek, kendisi ve eşi için en iyi olan şeyi, ancak yavaş bir
şekilde ilerlerse ve duygularını baştan sona dek gözünün
·
97
19Ş6'da Güney Tıp Dergisi'ne "Erken Boşalma: Yeni Bir Yak
laşım" başlıklı bir makale yazmıştır. Yazar, bu makal�e, er
keklere "boşalma öncesi sezgisi"ni duyumsadıklarında dur
malarını öğütler.
"Boşalma öncesi sezgisi"ni beklemek, gereğinden fazla
beklemek demektir. Ama bu hatalı görüş, ne yazık ki bu ko
nu üzerine gerçekleştirilmiş daha sonraki çalışmalara da
yansımıştır. Örneğin Kaplan, şu ana dek yazılmış en önemli
cinsel terapi yapıtı olarak kabul edilen Yeni Cinsellik Terapi
si'nde, gerekli hazırlık adımlarını önerir ve ardından, "or
gazm öncesi" heyecan düzeyinde durmayı öğütleyen ko
mutlarını (Kaplan, bu komutların Semans'ınkilerin bir uyar
laması olduğunu belirtmiştir) sıralar.
P�ki neden bu temel yöntemin yaratıcısının Semans oldu
ğu düşünülmektedir? Semans, makalesinin kaynakçasında
tek bir kitap adı vermektedir. Bu da, Edwin Hirsch'in 1934'te
basılan SetJginin Gücü adlı kitabıdır. Bu eser, on dokuzuncu
yüzyildan beri yayımlanan sayısız yarı tıbbi çalışmadan yal
nızca biridir. Bu çalışmaların neredeyse tamamı, cinsellik te
rapisinin temel komut planını o ya da bu şekilde betimler.
Antik Taocular ile on dokuzuncu yüzyıl Amerika'sının
reformcularının anlattıkları temel işlem, orgazma mümkün
olabildiğince yaklaşmayı önerme hatasına düşmez. Bunun
yerine, çok fazla heyecanlanmamayı ve "şelaleye çok fazla
yakınlaşmak" yerine ''kürek çekmenin kolay olduğu durgun
sularda" kalmayı öğütler.
Bu noktayı belirttikten sonra şunu da eklemeliyim ki, or
gazm öncesi bir uyarım düzeyinde sevişmenin kesinlikle kö
tü bir yanı yoktur. Sevgililer, istençdışı kasılmalar başlaya
cak kadar doruğa yaklaştıktan sonra sevişmeye ara vererek
oyun bile oynayabilirler. Veya erkek daha da ileri gidip, bir
parçalı boşalma bile yaşayabilir. Hartman ve Fithian, bu par-
98
çalı boşalmaların art arda birkaç kez tekrarlanmasını çoklu
erkek orgazmı olarak adlandırmışlardır. Hatta bu araşhrma
cılar, bir çoklu boşalmayı filme alarak belgelemişlerdir. Ben
bile, erken boşalmayı araşhrmaya başladığım yıllarda böyle
si garip teknikleri öneriyordum. Aslında bu tekniklerin hiç
bir zaran yoktur; ama bunlar, erkeğin tutulmuş birleşmeyi
öğrenmesine de en ufak bir katkısı yoktur.
Yoğun cinsel uyarım düzeylerinin de (uyarımın kaynağı
sürtme, basınç, kayganlaşhrıcı madde, hızlı hareket ya da
başka fiziksel ve zihinsel etkenler olabilir) hiçbir "kötü" yanı
yoktur. Bunlara da kesinlikle karşı değilim. Ama bu yoğun
uyarımlar cinsel deneyimin çabucak ve kontrolsüz bir şekil
de sona ermesine neden oluyorsa, erkeğin kendini yoğun bir
şekilde uyarması pek de manhklı görünmemektedir. D.H.
Lawrence'ın da dediği gibi, "eğer bir erkeğin, işini neredey
se başlamadan önce bitirmek dışında başka hiçbir seçeneği
yoksa", bu acınacak bir durum değil midir? O halde, bazı er
keklerin, cinselliklerini kontrol etmeyi öğrenirken, diktikleri
ni korumak için yalnızca düşük uyarımlar kullanması gerek
lidir.
Yavaş hareket etme veya hiç hareket etmeme önerisi, yal
nızca erken boşalan erkekler için geçerli değildir. Bu öneri,
sevgililerin zorlama kalıpların dışına çıkhğı ve bedenlerinin
özgürleşerek kendiliğindenliğin sınırsızlığı içinde hareket et
tiği bir cinselliğin parçasıdır. Aslında, hiçbir şey yapmadığı
mız zaman (yani kalıplara bağlı kalmayarak bilincimizi se
vişmenin duyumlanna teslim ettiğimizde), bedenimiz, doğal
ve kendiliğinden bir şekilde hareket etmeye başlayacakhr.
Bu doğallık, bizi istençdışı bir şekilde doruğa ulaşhğımız o
noktaya yaklaşmaktan da alıkoyacakhr. Genelde istençli ha
reketler ("sıkı bir şekilde düzüşmek" ya da bunun bir uyar
laması) kontrolsüz boşalmalar ile sonuçlanır.
99
Günümüz psikoterapistlerinin erken boşalma tedavisinin
altı ay ile bir yıl arasında uygulanması gerektiğini düşünme
lerinin temelinde, bu konuya yeterli önemi vermemiş olma
ları yatar. Aslında bir erkek, birkaç hafta içerisinde bile, cin
sel tepkilerini yeniden şartlayarak cinsel heyecanını kontrol
etmesini öğrenebilir. Antik Taocular, bunun on günde yapı
labileceğini söylüyorlardı. Benim tahminime göreyse, çoğu
erkek için toplam yirmi dört saat bile fazlasıyla yeterlidir: ör
neğin altı hafta boyunca haftada dört saat, sekiz hafta boyun
ca haftada üç saat ve saire.
1 00
düşünmekten duygularını yaşayamadığını fark
edene dek bu konuda hiçbir şey yapamadı. Bu
duyguların yalnızca ara istasyonlar değil de,
başlı başına tadına varılacak deneyimler olduğu
nu düşünmeyat>aşladığında, iki önemli değişik
lik oldu: Bu duyguların farkında olmak, erken
bir doruğa yaklaştığı anlarda, uyarılma hızını gt!
çici olarak yavaşlatmasına ve cinsel heyecan düzeyini
azaltmasına olanak tanıdı. Bununla birlikte, bu
duygulara, aralarındaki küçük farklılıklara ve
bunlara eşlik eden tepkilere odaklanarak, eski
den ruhunu kemiren telaş duygusunu tamamıy
la dağıttı. İnsan davranışlarının temel bir para
doksunu keşfetmişti: Duyguları göz ardı etmek ve
ya "fethetmeye'! kalkışmak, insanın kendini kontrol
etme yeteneğini ve özgürlüğünü arttırmıyor, tam ter
sine yok ediyordu.
101
gibi başka yazarlara göreyse, bu sayı üç olmalıdır. Ama ger
çeği söylemek gerekirse, ister az, ister çok olsun, verilen ara
ların sayısının aslında hiçbir önemi yoktur.
Daha da aldaha olan, bazı başka manevraların ya da sı
kışbrma tekniklerinin erkeğe kendini kontrol etme becerisini
kazandırdığına ilişkin hbbi iddiadır; bu yöntemlerin kesin
likle böyle bir etkisi yoktur. Erkeğin ya da eşinin sevişme sı
rasında uygulayacağı sıkışbrmalann, manevraların ya da
bunun gibi yöntemlerin "kötü" olduğunu düşünmüyorum
ve bunlara karşı da değilim. Bu yöntemler sayesinde eşler, bir
birlerinin cinselliklerini keşfedebilir, cinsel tepkilerini öğre
'nebilir, eğlenebilir, birbirlerini kızdırıp şaşırtabilir, güven ka
zanabilir ya da aralarındaki yakınlığı ve iletişimi arthrabilir
ler. Fakat bu tekniklerin de, erkeğin tutulmuş birleşmeyi öğ
renmesine en ufak bir katkisı yoktur.
1 02
Ancak erkek ve kadının uygulayabileceği cinsel kontro
lün gerçek nedenlerini izah etmek son derece güçtür. Akade
mik yazın bu konuyu açıklamaya dahi kalkışmaz. Dr. Steven
Levine, İnsan Cinselliğinin Tıbbi Yönleri adlı dergide yayımla
nan bir yazısında, erkeğin öğrendiği cinsel kontrol becerisi
nin "mucizevi" bir şekilde geliştiğini belirtmiştir.
Kadınlar ve erkekler, heyecanlarını arthnp azaltabilseler
de, bunu bilinçli olarak nasıl yaphklannı anlatmayı tam ola
rak başaramazlar. Bu, herkesin cinsel deneyimler sonucunda
o ya da bu şekilde geliştireceği bir beceri gibi görünmektedir.
Bu nedenle erken boşalma tedavilerin ana amacı, her şeyden
önce, sevgilileri bir kaza orgazmı nedeniyle cinsel deneyim
lerinin sona erdirmekten kaçınmaya yöneltmektir. Eğer bir
erkek sevişmeyi sürdürürse, eninde sonunda cinsel heyeca
nını kontrol etmeyi öğrenecektir. Bunu nasıl başardığını
açıklayamasa da!
İnsClJlların cinsel heyecanlarını nasıl kontrol ettiklerine
ilişkin çoğu betimleme, belirsiz işaretlerden söz eder. Bu işa
retler, kişiye ve duruma göre farklılık gösterir. İnsanın cinsel
heyecanını nasıl kontrol ettiğini tam olarak anlatamaması, is
tençdışı olduğu düşünülen bedensel durumlarını biyogeri
besleme (biofedback) araçlan kullanarak düzenleyen kişileri
anımsatmaktadır. Örneğin, kan akışı, öz-farkındalığı ile bü
yük ölçüde kontrol edilebilir. Eğer bir kişi parmaklarının sı
caklığını (bir biyogeribesleme makinesinin yardımı olmaksı
zın) bilebilirse, parmaklarına doğru ya da onlardan dışanya
kan akmasını sağlayarak onlann sıcaklığını arthrıp azaltabi
lir. Ama bunu tam olarak nasıl yaphğını dile getiremez. An
cak bazı belirsiz ve anlahmı olanaksız işaretlerden söz eder.
Tabii ki, cinsel heyecan, cinsel organın içindeki kan akı
şından çok daha karmaşık bir olgudur. Cinsel heyecan, bede
nin tamamını etkisi alhna alan bir duygudur her şeyden ön-
1 03
ce. Ama yine de, cinsel heycanın düzeyimizin farkında ola
rak bir cinsel deneyim yaşadığımızda, o heyecanı arttırıp
azaltmanın yolunu eninde sonunda buluruz.
Bunun nasıl gerçekleştiğini anlatamıyor olmamız, kontrol
becerisinin tamamıyla istençli olmadığını gözler önüne serer.
Bir an, Noyes'in sözcükleriyle, "durgun sularda kürek çek
meyi" andırabilir; başka bir an ise, Taocu anlatımın sözcük
leriyle, "di;zginleri çürümüş bir ab sürmeye�' benzeyebilir.
Ama kendini kontrol etme becerisinin böylesine çeşitlilik
göstermesi ve kusursuz olmaması üzülünecek bir nokta de
ğildir. Bu durum, cinsel yaşamımıza aytı bir tat bile kataçak
br.
Her atakta gol atabilsek, her vuruşumuzda golf topunu
deliğe sokabilsek veya rulet Çarkında gelen her sayıyı tahmin
edebilsek, bu, ne denli eğlenceli ve heyecan verici olurdu ki?
Benzer bir şekilde, dı;neyimlerimizi de kusursuz bir şekilde
kontrol edebilseydik, cins.ellik, bütün doğallığını ve Jıeyeca
nını yitirirdi herhalde. Her insan . eyleminin temelinde, ken
diliğindenliğin ve iradenin karışımının ortaya çıkardığı çeşit
li sürprizler vardır. Cinsel heyecanımızı istençli olarak kont
rol etmeyi öğrendikten sonra bile, zaman zaman durup sa
kinleşmemiz gerekebilir yine; hatta bazen fazlasıyla heye
canlandığımızı fark etmekte biraz gecikebilir ve arzulamadı
ğımız bir doruğa ulaşabiliriz. Kontrolümüz hiçbir zaman ku
sursuzlaşmayacaktır. Heyecanımızı kontrol etme becerisi, bir
bilim olmanın ötesinde, daha çok bir sanattır.
Heyecanımızı istençli olarak artbrıp azaltamıyor olma
mız, belki de tutulmuş birleşmeyi sevişmenin en doğal yolu
olarak gören gizemci açıklamaya işaret etmektedir. Cinsel
kontrolün kendiliğindenliği, kendimizi aceleci orgazmlara it
medikçe, tutulmuş birleşmenin doğal bir şek.ilde gerçekleşe
ceğini gösterir. Bu gerçek, uzatılmış sevişmeyi öğrenirken
1 04
uyduğumuz komutların neden boşalma tepkisine neden ola
cak hareketleri engellemeye ağırlık verdiğini de açıklar. Or
gazmdan uzak durduğumuz sürece tutulmuş birleşme dene
yimi doğal olarak gerçekleşecektir.
Tutulmuş birleşmenin kendiliğinden bir şekilde gerçek
leştiği ve boşalmanın istençli ve bilinçli bir çabanın sonucu
olduğu düşüncesi, belki Shere Hite'in mülakatlarını da açık
lamaktadır. Bu mülakatlar, cinsel birleşme sırasında kolayca
orgazm olabilen kadınlann bunu kendi çabalarıyla başardık
larını gözler önüne sermiştir. Bu kadınlar, eşlerinin kendile
rine orgazm "vermesini" veya hiçbir çaba göstermeden bu
nun olmasını beklemek yerine, sevişme pozisyonlarını, hare
ketlerini veya zamanlamalannı ayarlayarak doruğa ulaş
maktadırlar.
O halde sormamız gereken aslı soru, NTutulmuş birleşme
nasıl olur?" değil, "Sevgililerin hangi hareketleri sonucunda,
cinselliğin, aralarındaki yakın sevginin sonsuz bir dışavuru
mu olması engellenir?" olmalıdır.
105
106
3
1 07
Gizemci yazın, sevişme sırasında gizemci deneyime ulaş
�k için, insana düşüncesini sabitlemesini, tutmasını, dur
durmasını ve dengelemesini önerir. Gizemcilik, insanın cin
selliğe boş ve ıssız bir zihinle, hatta zihinsiz bir şekilde yak
laşması gerektiğini öne sürer. "Düşüncelerine ara ver" öğü
dü, birçok kez hatalı bir şekilde yorumlanmıştır. Bu öğüdün
gerçek anlamını anlayamayan birçok yazar, gizemcilerin her
türlü zihinsel etkinlikten kaçındığını ve bunun yerine boş, bi
linçsiz, uyuşmuş ve· işlevsiz bir zihinsel durumu yeğleyerek
kendilerini dünyadan ve yaşamdan soyutladığını düşün
müştür.
Aslında gizemcilerin önerdiği şey, yalnızca belirli bir dü
şünme şeklinin durdurulmasıdır. Bu; sözel, kavramsal, ku
ramsal ve doğrusal olan; tem.sil etmeye, değerlendirmeye ve
ya'rgı bildirmeye dayanan; insanın içinde durmadan konu
şan bir sesi andıran bir düşünme biçimidir. Bu düşünme bi
çimi zihniınize egemen olduğunda, deneyimlerimizi, algıla
malarım1zı ve duyumlarımızı sözcüklere döker, onlara
olumlu ya da olumsuz felsefi bir değer verir, onları belirli bir
kurama göre açıklama gereksinimi duyar, bir isimle etiketler
ve manhk denilen bir sözel kw'allar dizgesini kullanarak baş
ka kavramlarla il_işkilendiririz. · � :
·
1 08
tır. Ancak yaşanan deneyim sözcüklerle betimlenmez. Sevgi
lilerin zihinleri daha açıktır. Sevişen çift, zihinlerini sözel dü
şüncelerden arındırdıkları için yoğunlaşarak deneyimin için
de adeta yiterler. Sevgililerin doğrudan duyumsadığı algılar,
içsel bir konuşmanın süzgecinden geçmez.
Her türlü üst düzey bütünleştirme (bilim, sanat ya da eği
timde parıldayan yaratıcı dehanın ta kendisi), zihnin, doğru
sal ve parçalı bir bakış açısının ötesinde, çokboyutlu bir yak
laşım sergilemesini gerektirir. Gizemci cinsellik, diğer medi
tasyon yöntemleri gibi, deneyimin dolaysız, sezgisel ve yara
tıcı bir şekilde duyumsanmasını benimser. Her duyumu içi
mizde betimlemek ve "Oh, ne harikaydı!" gibi şeyler düşün
mek yerine, dışımızda meydana gelen fiziksel duyumları
hissederiz yalnızca. Erkek ve kadın, duyumu hisseder, ama
değerlendirmez; yaşar, ama betimlemez. Değerlendirici dü
şünmenin ortaya çıkması engellenir ve zihin, çevresinde
olup bitenleri hiçbir çaba göstermeden ve otomatik bir şekil
de algılayarak kavrar.
Meditasyon ve Cinsellik
Gizemci cinselliğin bir çeşit yoga veya meditasyon oldu
ğunu söylerken, tam olarak anlatmak istediğim şudur: Gi
zemci cinsellik, hem zihnin cinsel deneyimin içinde yitmesi
ne, hem de yaratıcı ve etkin bir ilgiye (ama düşünmek değil
dir bu) karşılık gelir. Sevişirken insanın kendi içinde konuş
maması, gizemci geleneklerin düşünmeyi durdurmayı öğüt
lerken anlatmaya çalıştıkları şeyin ta kendisidir.
Bu açıdan yaklaşıldığında, arınmış bir zihne dayanan gi
zemci cinsellik ile doğru bir şekilde anlaşılmış ve yapılmış
yoga ya da meditasyonun arasında hiçbir fark yoktur. Hatta
bu yaklaşımı neredeyse her türlü etkinliğe uyarlayabiliriz:
yemek yemek, uyumak, soluk almak, marangozluk yapmak,
1 09
ok atmak, çadır kurmak, motorsiklet bakımı yapmak, küçük
bir balık pişirmek, önemli bir devleti yönetmek, çay servisi
yapmak ve sevişmek. Doğru bir şekilde yapıldığı sü�ece, ne
redeyse her şey bizi gizemci deneyime taşıyabilir. Meditas
yona dayalı bu yaklaşım, aynı zamanda çok daha iyi sonuç
lar almamızı da sağlar. Beyzbol dehası Yogi Berra'nın, "Ay
nı anda hem düşünüp, hem de vuruş yapamazsın," derken
anlatmak istediği budur (Yani sorun Yogi'nin zekasının yete
rince yüksek olmayışı değildi!).
Tabii sözel düşünme, yerine göre, örneğin komut verir
ken, plan yaparken ya da eğlendirirken, oldukça işe yaraya
bilir. Her birimiz, bir dereceye kada� zihnimizde sözel yo
rumlarda bulunuruz. Bazılarımız bunu göreli olarak daha
ender yapsa da, bazılarımızın ayaklı bir daktilodan hiçbir
farkı yoktur. Herhangi bir odaya girdiğimiz anda her ayrınh
kayda geçirmeye koyuluruz: "İşte şurada hoş bir mor san-
dalye var . . . . Şu resim eğri duruyor. . . . Şimdi ne yapmam
gerek? . . . Bu bitkinin suya ihtiyacı var. . . . Herkes nerede
acaba? . . . Bütün şu kitaplara bir bak. . . . Bu masa hoşuma
gitti; meşeden yapılmış." Birçok kişi, sözel bazı değerlendir
melerde bulunmadan yerinde rahat duramaz.
Sözel düşünmek, çoğu durumda "normaldışı" bir davra
nış değildir. Ama gizemci cinsellikte bunun en aza indirmek
son derece önemlidir. Sözel düşüncelerin gizemci cinselliğin
duygusal yakınlığını bölmesine engel olunmalıdır.
Öte yandan, dil ve sözel iletişime "düşünmeyen" bir zi
hinsel durumla da yaklaşabiliriz. Konuşma, dinleme, oku
ma, yazma ve hatta içsel konuşma; kendiliğinden, özgür ve
sorunsuz olabilir. Entellektüel ya da jhana yoga dizgesi (ki
Zen sözcüğü bu bilişsel meditasyon yönteminden türemiş
tir), dili kendiliğinden ve doğal bir şekilde kullanmasını öğ
retir. Kendimizi amaçsızmışçasına dilin içinde yitirebiliriz.
1 10
Örneğin, bir insanın konuşmasını dinlerken, yalnızca sesleri
duyumsayarak da karşımızdakini anlayabiliriz. Aslında, her
cümleden sonra zihnimizde kendimize sözel bir açıklama
yapmazsak söylenenleri daha iyi bile kavrayabiliriz.
Bu ilke, okumaya da uygulanabilir. Yazılı sözcüklerin her
birini zihnimizde yinelemek zorunda değilsiniz; onları yal
nızca görmeye çalışın. Hızlı okumanın temelinde bu kuram
vardır. Böylece çok daha hızlı okuyabilir ve okuduklarımızı
çok daha iyi anlayabiliriz. Burada önemli olan nokta, "dü
şünmeme" yaklaşımını insan yaşamının her alanında sergile-
. yebileceğimizdir.
Saçma ve komik şeylere bile tutulmuş bir zihin ile (reser
vatus mentis) yaklaşabiliriz. Yoga ve meditasyon ustaları, ço
ğu kez tüm dikkatlerini göğüs boşluklarına, büyülü seslere,
sözde gizli deyişlere ya da tuhaf beden duruşlarına yöneltir
ler. Bu hareketler, insanın sakinleşip $evşemesini sağlar ve
zihnini açmasına yardıma olur. Stresten şikayetçi olan ve sol
beyin etkinliği ağır basan insanlar için kusursuz birer çalış
madır bunlar. Ama şunu da kabul etmeliyiz ki, dwmaksızın
bazı gizli sözcükleri mırıldanmak, özellikle de sevişmekle
karşılaşhnldığında, göreli olarak sıkıadır. Peki sıkıcı olma
yan ne vardır? Tabii ki güzel olan şeyler! Gizemci cinselliğin
insanı gizemci deneyime taşıyan en hızlı, en kolay ve en do
ğal kılgı olduğu düşüncesi, yaygın bir şekilde kabul görmek
tedir.
Alan Watts, Batı ve Doğu'da Psikoterapi adlı kitabında, yo
ganın, doğru bir şekilde uygulandığı takdirde, bizim psiko
terapi kavramımızla bazı temel benzerlikler gösterdiğini
gözler önüne sermiştir. Cinsel terapide kullanılan çoğu zi
hinsel tekniğin aslında cinselliğe uyarlanmış yoga ilkeleri ol
duğunu göreceğiz biraz sonra.
Ancak, yoganın ya da terapinin amaçlarına ulaşmak için
111
kullanılan tekniklerin belirli davranışların (tutulmuş birleş
me, düşünceyi durdurmak ve saire) sonucu olduğundan söz
ederken, Watts'ın da belirttiği gibi, daha derin bir noktayı
gözden kaçırabiliriz:
112
timlemesinin, arazi ile haritanın, yenen yemek ile menünün
birbirine karıştırılmasıdır. Menünün belli bir işlevi vardır;
ama yine de kendi başına pek de besleyici değildir. Sözcük
lere böylesi bir güç veren ve yaygın dinlerle ideolojilerin kit
lelere böylesine egemen olmasına olanak tanıyan şey; Ma
ya'nın yanılsaması, somutlaşhrma ve soyut düşüncelerin do
kunulabilir bir gerçekliklerinin olduğu sanısıdır.
Sevişirken gizemci anlamda düşünmeyi kestiğimizde çok
ilginç bir şey meydana gelir: Tamamıyla o ana ve o an çevre
mizde olup bitenlere yoğunlaşabilir ve geçmişin zihnimizi
kemiren tortuları ile geleceğin hedef ve amaçlarından sıyrıla
biliriz. Zihinlerini sevişmeye veren aşıklar, o an gerçekleşen
bir şeyi duyumsarlar: bir birleşme, simgesel olmanın ötesin-
·
113
çekleşebilir ya da diğer her şeye baskın çıkarak, çiftin seviş
mesine bile engel olabilir.
Sevişirken kendimiz hakkında çok şey öğrenebiliriz.
Özellikle hemen sona ermeyen telaşsız bir sevişme sırasında
(önce ya da sonra da olabilir) aklımıza gelen düşünce ve im
geleri inceleyebiliriz. Cinsellik sırasında zihnimiz, belirli bir
imgenin işgaline uğrayabilir; hatta fanteziler, korkular, anı
lar ve rollerden oluşan bir duygu ve düşünce dalgasına kapı
labilir. Bütün bunların farklı kaynaklan bulunabilir: ego, bi
linç ya da bilinçalhmız (ortak ya da kişisel). Diğer yandan,
cinsellikle ilgili düşüncelerimiz, cinselliğin nasıl yaşanması
gerektiğine ilişkin bazı belirsiz imgelerden de meydana geli
yor olabilir.
Bazılarımız, cinsellik sır�sında zihnini meşgul eden dü
şüncelerin daha derin bir inceleme (hatta bir uzmanın incele
mesini) gerektirdiğini düşünür. Başkaları, belki de uzun bir
zamandan beri, hepsini açık bir şekilde anladığını öne sürer.
Ve daha da başkaları, zihinsel etkinliğinin şöyle bir farkına
vardıktatı. sonra, bazı ufak notlar tutmayı arzular.
Ama şundan emin olabilirsiniz ki, kendinin farkında ol
mak, gizemci yazının uzaklaşmamızı öğütlediği bilinç duru
munun ta kendisidir. Ama yine de bu farkındalık, bilincimi
zi ele geçiren ve gizemci deneyime engel olan iç konuşmayı
durdurmaya yönelik ahlmış bir adım sayılabilir. Çiftler, se
vişmelerinin bu yönünü kavramakta pek de zorluk çekmez
ler.
Sevişme sırasında zihni meşgul eden düşüncelerin cinsel
lik ile hiçbir ilgisi bulunmayabilir. Hatta bu düşüncelerin
hangi amaca hizmet ettiği bile açık bir şekilde anlaşılamaya
bilir. Durmaksızın kendi kendine konuşmak, bir kişinin zi
hinsel etkinliğinin genel akışının bir yansıması da olabilir,
yalnızca o anda belirmiş rastlanhsal ve geçici bir ürperti de.
1 14
Bu sorun, erkekleri ve kadınlan aynı oranda ıneşgul eder.
Birçok insan, cinsiyeti ne olursa olsun, sözel düşünce dizile
rinin zihnini ve bilincinin farkındalığım işgal etmesine ve se
vişme eyleminin duygusal dengesini bozmasına engel olma
ya çabalar, ama bunu başaramaz.
Bazı ortak cinsel dışavurum biçemleri ya da kalıpları, be
lirli zihinsel içerik qiçimleri ile ilişkilendirilebilir. Şimdi bun
lardan birkaçını kısaca betimleyeceğiz.
1 15
yu, bütün o küçük ayrıntılar bilincimi uyandırıp
beni çaresiz bir yalnızlığa sürüklüyor. Ve o tek
özgür anımda bir sürü aşk zırvasına kulak ver
mek zorunda kalıyorum. Bu bazen çıldırtıyor
beni. O zaman kadınları kapıdan dışarı tekmele
mek geliyor içimden. Hatta ara sıra yapıyorum
da bunu. Ama bu bile onları uzak tutmaya yet
miyor. Hatta bundan hoşlanıyorlar. Onları ne
kadar çok görmezden gelirsen, o kadar çok peşi
ne takılıyorlar. Kadınların tuhaf bir yanları var.
Hepsi yüreklerinin derinliğinde birer mazoşist.'
'Peki o zaman kadınlardan ne istiyorsun?' diye
sordum.
1 16
mış olan tutulmuş birleşmenin sonu gelmeyen hazzını du
yumsardı.
Marquis ae Sade'ın on sekizinci yüzyıl sonu yazılan, ne
redeyse her türlü sapkın cinsel davranışı betimler. Ne Krafft
Ebing'in Psychopathia Sexualis'i, ne de Amerikan Psikiyatri
Birliği'nin Tanısal ve İstatistiksel Kılavuz'u, Marquis de Sade'ın
yazılarındaki bu çeşitliliğe ulaşabilmiştir. Sadizm (ki bu söz
cük onun adından türetilmiştir), Sade'ın yücelttiği sapkın
davranış sınıflarından yalnızca biridir. Buna karşın, Sade, ka
rakterlerinin zihinsel etkinlikleri ve dile getirilmeyen bilişsel
işleyişleri hakkında bize neredeyse hiçbir ipucu vermemiştir.
Bunun yerine, inanılmaz derecede kaba ve vahşi betimleme
lerinin yarattığı şok hafifler hafiflemez, öykülerinin derinlik
ve tadını modem tıp kitaplannın sıkıcı ağırlığına indirgemiş
tir.
Yukarıdaki Henry Miller alıntısının, "hatta bazen sayıyo
rum ya da felsefi bir sorun hakkında düşünmeye başlıyo
rum" kısmı, çok sayıda erkeğin cinsel heyecamnı kontrol et
me ve erken boşalmayı önleme çabasında bir kocakarı (ve
kocamış doktor) formülünü uygulamasını anımsatıyor: "Se
vişirken başka şeyler düşünün." Bu düşünceler; felsefi bir so
run, borsa, bir matematik tablosu, bir sp� .,
karşılaşması, kor-
kutucu bir deneyim ya da pis ve aşağılayıcı bir olay hakkın-
da olabilir.
Yıllar önce, Woody Allen, stand-up şovlarından birinde
böylesi bir strateji ile dalga geçiyordu:
1 17
Duygularımın doruğa çıktığı anlar beni fazlasıy
la etkiler. Ve ruhumun bulutların üstüne yüksel
diği o anları biraz olsun uzatabilmek için . . . .
beyzbol oyuncularını düşünürüm. Evet, artık
gerçeği biliyorsunuz.
Çılgınca sevişiyoruz ve kız beni tam anlamıyla
paralıyor. Sanının artık bir beyzol maçı hayal et
menin zamanı geldi. Durum doktıZuncuda bir
ve sıra da Giants'ta.
Mays, sağa doğru tek bir koşu yaptı. Mükemmel
bir vuruş ve ikinci koşu da geliyor.
Kız, tımaklannı sırtıma bahrıyor şimdi. Sanının
McCovey vurmaya geldi. Alou fırladı. Holland
tekliyor. Mays üçte. Bir ve üç dolu, iki dışanda.
Giants, bir koşu geride. Şimdi kim vurmaya ge
lecek, bir türlü karar veremiyorum. . . .
Kız on dakikadan beri duşta . . . .
Size daha fazlasını anlatamayacağım. Fazla kişi
sel konular, bilirsiniz. . . .
Tamam, tamam, işte söylüyorum sonucu: Giants
kazandı!
118
ze olanak tanır, hem de kendiliğinden bir şekilde heyecanı
mızı düşürmenin ya da artbrmanın duyusal anahtannı bize
verir. Başka şeyler düşünmek (yani sözel düşüncelere dal
mak) ise, kendimizi kontrol etme becerimizi olumsuz etkile
menin yanında, sevişmeyi romantik olmayan, sıkıcı bir dene
yime dönüştürür. Aslında, zihinsel konuşmalar, cinsel işlev
bozukluklarını önlemekten çok, bunlara neden olurlar.
1 19
yan bir iç konuşma eşlik eder. Bu iç konuşma, insanın fizyo
lojisi, bedeni ya da bedeninin verdiği tepkilere ilişkin besle
diği kuşkulara dayanabilir. Ya da bu konuşmanın temelinde
ne yapacağını bilememe veya yeterince iyi olamama korku
su bulunabilir. İnsan, kendi cinsel performasına ilişkin bu te
dirgin edici düşünceleri zihninden uzaklaşhramazsa, kork
tuğu şeyler gerçekten başına gelebilir. Başarısızlık ve redde
dilme korkuları, sonradan yaşanan gerçek başarısızlıkların
asıl nedenidir.
Erkek ve kadının özgürlüğü üzerine sayısız konferans
vermiş olan yazar Warren Farrell, Erkekler Neden Oldukları
Gibidirler adlı kitabında, betimlediğimiz bu düşünme şeklini
şöyle anlahr:
1 20
Cinsel işlevlerimize engel olan üçüncü bir düşünce sınıfı
da, zihnimizi bir noktada toplamamızı önleyen dış etkenler
le ilgilidir. Çocukların bizi duymasından ya da yatak odası
na girmesinden endişelenebilir; işe zamanında yetişemeye
ceğimizin telaşına kapılabilir; telefonun çaldığında kimin
aradığınının merakıyla kıvranabilir; hatta odanın tavanının
boya gerektirip gerektirmediğini durup dururken kafaya ta
kabiliriz (!). Yaşamımızla ilgili bazı genel düşünceler ve so
runlar da, sevişme sırasında zihnimizi meşgul edebilir. İşsiz
lik, sevdiğimiz bir insanın ölümü, bir hastalık ya da bunlara
benzer başka bir kriz, bizi strese ve depresyona sürükleyerek
sevişme sırasında zihinimizi meşgul edebilir. Birçok hastam,
stresli olduğunda iştahının kaçabileceğini, uyku düzeninin
bozulabileceğini ve dikkatini bir konu üzerinde toplamada
güçlük çekebileceğini kabul etmekte; ama aynı nedenden do
layı ortaya çıkan cinsel sorunlar karşısında tam anlamıyla
şaşkınlığa düşmekte ve paniğe kapılmaktadır. Yıllar boyun
ca rastlantısal ve bilinçdışı bir şekilde biriken ' bazı daha
önemsiz görünen sorunlar da, benzer cinsel sorunlara neden
olabilir.
Cinsel işlev bozuklukları ile ilişkilendirilen bir başka dü
şünce sınıfı da, çiftin ilişkisi üzerine odaklanmaktadır. Birçok
erkek ve kadın, ilişkilerinde yaşadıkları sorunlar nedeniyle,
dikkatlerini yeterince sevişmeye veremezler. Seyrnore Fis
her'ın Kadın Orgazmı adlı geniş kapsamlı anket araştırması
nın da ortaya koyduğu gibi, kadının zorlanmadan orgazma
ulaşabilmesi için her şeyden önce iyi bir ilişkisinin olması ge
rekmektedir. Fakat bu yalnızca kadınlara özgü bir sorun de
ğildir. Hem kadınlar, hem de erkekler, şiddetli bir tartışma
dan sonra eşlerinin sevişmek istemesi karşısında şaşkınlığa
düşebilir. Ben, bir tarbşmanın tam ortasındayken eşinize se
vişmeyi teklif etmenizi önermem. Daha önce eşinizle konuş-
121
malı ve aranızdaki sorunları çözmelisiniz: İster yarım saat
süren duyarlı bir konuşma yapın, ister aylar ya da yıllar sü
recek olan bir evlilik terapisine başlayın. Sözel düşünme mo-
- du, böyle bir durumda oldukça işinize yarayacakhr.
Sözünü ettiğimiz bu düşünceler, insanın zihnini meşgul
eder, aklının karışmasına ve mutsuz olmasına yol açar ve
cinsel yaşamını olumsuz yönde etkiler.
1 22
rüklenmesine olanak tanımak dışında yapmamız gereken
hiçbir şey yoktur.
Cinsellikte çeşitliliğe karşı değilim. Ancak bu çeşitlilik;
doğal ya da yapay, kendiliğinden ya da zorlama, gerçek ya
da sahte olabilir. Cinselliğimiz, bedenimizin istediğini yap
masına izin verdiğimiz zaman yenilikçi, yaratıcı ve şaşırtıo.
bir görünüm kazanabilir. Sahte cinsel çeşitliliğin temelindey
se, bir yerlerde okuduğumuz, duyduğumuz ya da gördüğü
müz pozisyon, teknik ve sevişme sahnelerini kendi yaşamı
mıza uyarlamaya çalışmamız yatar. El ele tutuşurken, oral
seks yaparken ya da "çılgınca düzüşürken," amaç, doğru
adımlan zihnimizde gözden geçirip sonra da bunlan sadık
bir şekilde uygulamak değildir. Cinsel bir senaryo olmadan
çok daha iyisini yapabiliriz.
Masters ve Johnson'un yeterli cinsel tepki için gerekli gör
dükleri dört evreyi harfiyen uygulayan ve böylece normal ya
da, teknik olarak ifade etmek gerekirse, "işlevleri yeterli" ol
maya hak kazanan bir insan, yine de fazlasıyla sıkıcı ve başa
rısız bir sevgili olabilir. Sorun, cinselliğin nasıl olması gerek
tiğini betimleyen bir planın izlenilmeye çalışılmasında yat
maktadır. Uygulanan bu senaryo ne denli esnek ve yenilikçi
olursa olsun, cinsellik, eninde sonunda yorucu ve sıkıcı bir
uğraşıya dönüşecektir.
Cinsellikte yenilik arayışı, insanı durmadan daha yeni,
daha seksi, daha çılgınca ve daha erotik şeyler denemeye,
hatta yeni eşler bulmaya yöneltir. Ama bu yorucu çabaların
bir sonu yoktur. Cinsellik; bir haritası, senaryosu ya da ama
cı olduğunda heyecan vermez. Oldukça erotik bir şekilde
başlayan birçok ilişki, bu yüzden zamanla sıkıcı bir nitelik
alır. İlk cinsel deneyimler, birçok çift için en heyecanlı olan
larıdır. Yeni bir bedeni keşfetmenin verdiği yoğun duyum ve
haz, sevgililerin adeta başını döndürür ve ilişkinin her anını
1 23
doyasıya ve sorunsuzca yaşamalarına olanak tanır. Ancak ilk
günlerin heyecanı unutuldukça, çiftlerin dikkatleri de başka
yönlere kaymaya başlar; zihinlerini cinsellikten ve duyumsa
dıkları andan uzaklaştıran çeşitli düşünceler ortaya çıkar; ya
şanan deneyim değersizleşir. Böylece işlevsel çiftlerin cinsel
yaşamları giderek duygusallığını yitirir.
Bu vakaların çoğunda, eşinin bedenini yakından tanıyan
ve onu nasıl uyaracağını çok iyi bilen sevgililer; sevişir, heye
canlanır, doruğa ulaşır, ama kendini yaşadığı deneyimden
ve eşinden fazlasıyla uzakta hisseder. Sevişme, bir tür karşı
lıklı mastürbasyona dönüşmüştür. Daha da kötüsü, sevgilile
rin bilinçlerini işgal eden düşünceler, sevişmeyi sıkıcı ve ra
hatsız edici bir boyuta taşıyabilir. Hatta sonunda eşlerin biri,
dişlerini gıcırdatarak, diğerinden açıkça "acele etmesini ve
işini çabucak bitirmesini" bile isteyebilir. Böylece, eşlerin cin
sel yaşamlarını sona erdirmesi de daha kolaylaşacaktır.
Bu değişim, ilişkilerin bir süre sonra yavanlaştığı varsayı
mı ile bağlantılıdır. Ama bu her zaman doğru değildir. Sev
gililerin birbirlerine karşı hissettikleri cinsel çekim ve heye
can, zamanla yok olmak zorunda değildir ve bu duygular
yok olsa bile tekrar geri kazanılabilir. Hatta ilk tanıştıkların
da birbirlerine karşı hiçbir cinsel çekim hissetmeyen eşler
arasında bile bu duygu sonradan canlandırılabilir.
Çiftlerin cinsel duygularını yitirmelerinin nedeni zaman
ya da aşinalık değildir. Eğer diğer yönlerden mutlu olan bir
çiftin cinsel heyecanı ve istekliliği yok olmuşsa, ortada somut
bir sorun var demektir: cinsellik sırasında düşünmek ve cin
selliğin nasıl olması gerektiğini tanımlayan kalıplara tutsak
olmak. Bu kalıplar (içerikleri ne olursa olsun), gizemci gele
neklerin uzak durmayı öğütledikleri düşüncelere örnek gös
terilebilir. Yoksa, gizemci birliğe ve yüksek bir bilinçliliğe
ulaşamaz sevgililer.
Normal bir sevişmenin nasıl ilerleyeceğini betimleyen
124
)
kavramsal kurgular, bir pornografik film olarak da zihinde
canlandırılabilir; ama bunlar çoğu zaman belirsiz ve bilinçdı
şıdır.Bu kitabın İkinci bölümünde, Aziz Augustine, Freud,
Kinsey ile Masters ve Johnson'ın (hepsi farklı nedenlerle) na
sıl orgazmı cinsel tepkinin ana amacı ve en çarpıcı zevki ola
rak resmettiklerini gördük. Buna karşın, gizemci cinselliğin
amacı, telaşsız ve açık bir yakınlığın aracılığıyla farklılaşmış
bir bilinç düzeyine yükselmektir. Herhangi bir son, ister ger
çek olsun, ister hayal ürünü, bu amacın gerçekleşmesine en
gel olacaktır.
Tablo 2, sevgililerin cinsel yaşamlarına hakim olan sayısız
cinsel plandan birkaçını göstermektedir. Bu planlar, cinselli
ğin neyi amaçladığına, bu amacın ardında hangi güdünün
yattığına ve cinselliğin kimin için sahnelendiğine uygun bir
şekilde düzenlenmiştir.
1 25
Tablo 2
Sevişmeyi Yönlendiren Cinsel Yaklaşımlar
"iyi" bir sevgili olmak Gurur Cinsel çeşitlilik ve yenilikleri sergileme İnsanın egosu
Günah işlemekten kaçınmak Su�uluk Nevrotik bekaret takınhsı ya da cinsellikten kaçınma İnsanın bilinci
Gevşemek Gerginlik � ya da eşini kulnarak mastürbason yapma İnsanın bedeni '°
�ini bitirmek Görev Eşi orgazm olana dek kendini tubna Odanın tavanı
Var olan durumu korumak Denge, alışkanlık Her uman yapbğını tekrarlama İlişki
Normal olmak Utanç Yayımlanan akımlan yakından izleme Sosyolog / psikiyabist
yakmlıkta kaçınmak Şizofrenik korku Kısa ve rasgele ilişkilere girme Yabanalar
Çoaık sahibi olmak Türün Devamı Doğurgan olma Gametler
Cinsellikten zevk almak Yakınlık, sevgi Sevişme Eş, sevgili, arkadaş
Yüksek bir bilinç diizeyine ulaşmak Sevgi, birlik Yok Kozmos
menin her anı üzerinde yoğunlaştırmalı ve tüm dikkatlerini
cinsel duyumlann doğrudan algılanması üzerine çevirmeli
dir.
Maspero'nun Taoculuk'ta belirttiği gibi:
1 27
Düşünceyi Durdurmak
Düşünce kontrolü ya da düşünce durdurma, davranış te
rapisinin en eski yöntemlerinden biridir. Bu yöntem, ilk
1920'lerde, takıntıları (yinelenen bir konuya ya da zihinsel
görüntüye ilişkin kontrol edilemeyen düşünceler) tedavi et
mek için kullanılmıştır. 1970'lere gelindiğindeyse, bu yön
tem, davranış terapistlerinin en popüler silahlarından biri
haline gelmişti ve daha yavaş, dolaylı, ama belki de daha
kapsamlı olan psikoanalitik tekniğin aksine, takınhsal dü
şünmeyi dolaysız ve etkin bir şekilde tedavi etmek için kul
lanılıyordu. Ancak ne yazık ki, her iki yaklaşım da çok fazla
etkili değildir. Takıntısal· bozukluklar, bütün psikoterapi
yöntemJ,erine fazlasıyla direnç gösterir. Fakat kişinin dikkati
ni ve algılamasını yönlendirebileceği ve böylece bilişsel işle
vini bir ölçü de olsa kontrol edebileceği fikri cinsel davranış
değiştirme terapilerine uygulandığında, özellikle de cinsel
işlev bozuklugunun sevişme sırasında zihne egemen olan bir
düşünce kalıbından kaynaklandığı durumlarda, bu yaklaşı
mın fazlasıyla yararlı olduğu ortaya çıkmış r.
..
Duyusal Konsantrasyon
Masters ve Johnson, 1970'lerde, duyusal odaklanma adını
verdikleri yöntemi yaygınlaştırmışlardır. Bu yöntem, insa
nın, zihnin başka yönlere kaymasına izin vermeden, dikkati
ni sevişmenin duyumlarına odaklamasına dayanır. Masters
128
ve Johnson, bu yöntemi çeşitli cinsel işlev bozuklularının te
davisinde kullanmışhr. Kaplan, duyusal odaklanmadan "de
ğerli ve dahice bir araç" olarak söz eder. Yeni Cinsellik Terapi
si adlı kitabında, bu çalışmayı hastalarına nasıl betimlediğini
şöyle anlatmaktadır:
1 29
de yoğunlaştırmamıza olanak tanıyan bir araç olarak görül
melidir.
Zihnimizi cinsel sevginin çeşitli yönleri üzerinde topla
mak isteyebiliriz. Böylece benliğimiz, düşüncelerden uzakla
şarak gizemci bilinçliliğin belirsiz düzlemine yükselebilir.
Cinselliğin bu yönleri, etken ya da edilgen, genel ya da özel
olabilir; dokunuşu, duyumsamayı ya da her ikisini aynı an
da kapsayabilir.
Örneğin, cinsel terapinin sona erdiği yerden başlayabilir
siniz. Eşinizin bedenine dokunurken ve onu yavaşça ve sev
giyle (ya da hoşunuza giden herhangi bir şekilde) okşarken
hissettiklerinize konsantre olabilirsiniz. Ya da bedenlerinizi
birbirine bashrarak, eşinizin bedenini kendi bedeninizle bir
likte duyumsamaya çalışabilirsiniz. Duyumların dolaysız bir
şekilde algılanmasına konsantre olduğunuzda, bedenizden
ışıyan çok sayıda duyumu aynı anda hissetmeniz kolaylaşı:.
Bir dokunuşun etkin duyumlarını ve bu dokunuşun ken
di bedeninizdeki yansımasını aynı anda hissetmeyi öğren
mek pek de zor değildir. Eşinize dokunduğl.1".luz her nokta
da o da aynı anda size dokunur. Sevgilinizin bedenine doku
nurken onu duyumsayabilir ve duyumları kendi elinizin
içinde ya da bedenizin başka bölgelerinde algılayabilirsiniz.
Dikkatimizi dokunmaya ve duyumsamaya ayrı ayn çevire
bilir ya da her ikisini birlikte algılamaya çalışabiliriz. Zaten
bu iki duygu aslında özdeştir. Sevgilinizin bedenini duyum
samanızın ona dokunurken elinizde hissettiklerinizden pek
de bir farkı yoktur.
Önemli olan, "biraz ıslak" ya da "ne kadar pürüzsüz" gi
bi şeyler demeye gerek kalmadan, duygulan dolaysız bir şe
kilde yaşamakhr. Zihnimizdeki sözel düşünceler, duyumları
belirsizleştirmemeli ve çarpıtmamalıdır. Bu yoğunlaşma, do
kunma duyusunun dışında diğer duyular için de geçerlidir.
1 30
Tatma duyusu, dokunma duyusuna nasıl da eşlik eder, değil
mi? Bir bedende ne çeşitlilik ama!
·
131
ra ve duygulara sabitledikçe, bütün o duyumları aynı anda
�lgılamaya başlayacaksınız. Zahmetsiz ve doğal bir uyum
içinde olan bu deneyim senfonisi tüm benliğinizi saracak. Bu
beceriye aslında daha önce de sahiptiniz; fakat bilincinize
egemen olan iç konuşma, duyularınızın farkındalığının tam
olarak ortaya çıkmasını önlüyordu. Zihninizin yöneliminde
ki değişimler nedeniyle, duyumlarınızı öznel ya da nesnel
olarak yorumlayabilirsiniz. O nesne şöyle gözüküyor ya da
göz retinamda şöyle bir duyum var. Şöyle bir ses duydum ya
da kulak zarlanmda şöyle bir titreşim var. Eşimin parfümü
nü kokluyorum ya da burnumdaki koku duyulan uyarıldı.
Dolaysız algılamaya sözel bir değerlendirme eşlik etmediği
zaman saf öznellik saf nesnelliğe dönüşür.
Gizemci Farkmdalık
Dikkatimizi bir bütün olmanın duygusu üzerinde de top
layabiliriz. Sevgililer, hem etkin, hem de alıcıdır. Bu, beş du
yunun tamamının farkında olmanın ötesindedir. Eşinizle se
viştiğinizde, nasıl sevişirseniz sevişin, bedeninizin bir bütün
olarak tepki vermeye başladığını hissedersiniz. Bu, yalnızca
fiziksel bir heyecan değil, daha çok bir duygusal var olma
durumudur. Ancak neler hissettiğımizi kendi kendimize an
latmaya çalışmazsak, bu durumu dolaysız bir şekilde algıla
yabiliriz.
Bununla birlikte, eşinizi de bir bütün olarak algılayabilir
siniz. Bu da, eşinizin sizin içinizde yarattığı görsel, kokusal,
işitsel, dokunsal ve tatsal tepkilerin basit bir toplamının çok
ötesindedir. Eşinizin heyecanı, duyguları, eylemleri, tepkile
ri ve özellikle de orada "bulunuşu," nasıl sizin orada bulunu
şunuz içsel deneyiminizi dışavuruyorsa, size bir şeyler anla
hr. Bir yandan, eşinizin tam olarak neler hissettiğini bilemez
siniz; ama diğer yandan, eşinizden aldığınız her duyum,
132
onun kendi içinde hissettiği heyecanın doğasını ve yoğunlu
ğunu açığa vurur.
Dikkatinizi eşinizin duyguları üzerinde toplayarak da dü
şüncelerinizi sabitlemeye çalışabilirsiniz. Hem sevişme sıra
sında zihninizi meşgul edebilecek bundan daha güzel bir şey
var mıdır? Aranızda duyguların algısal iletişimini yaşamak
için telepatiye de inanmanıza gerek yok. Bu dolaysız iletişim,
sözcüklere değil, dürüst, kendiliğinden, sevecen, içten ve fi
ziksel ilişkinize dayanır. Sözcükler, yalnızca mesajın önemi
ni yitirmesine neden olabilir.
Ya da dikkatinizi aynı anda hem kendinize, hem de eşini
ze yönlendirebilirsiniz. Böylece, eylem ve tepkilerinizin bir
birinizi karşılıklı olarak nasıl etkilediğinin ve sizin varlığını
zın büyük bir bölümünün eşinizin algıladıkları ve duyumsa
dıklarının bir parçası olduğunun farkına varabilirsiniz.
· Sonra da, zihninizi, cinselliğin sizi ve eşinizi fiziksel ola
rak birleştirdiği gerçeği üzerine odaklamak isteyebilirsiniz.
Nasıl bedeninizi bir bütün olarak duyumsamak, beş duyuyu
aynı anda hissetmenin toplamından daha fazlaysa, bu birleş
meye odaklanmak da, ikiniz üzerinde aynı anda yoğunlaş
manın ötesindedir.
Kadın ve erkeğin bu birleşmesini, sevgililerin ''ben olma
yan" ile de, yani evrenin geri kalanıyla bütünleşmesi izler.
Tamamıyla yaşadığınız ana yoğunlaşırsınız. Ulaşmanız gere
ken hiçbir hedef kalmamışhr. Artık, dışınızdaki bütünden
ayrı olan bir varlık olmaktan çok, onun bir parçası olduğu
nuzu hissedersiniz.
Bu bütünlük, düşlenmesi ya da varmış gibi davranılması
gereken bir şey değildir. Bu, dürüst ve dolaysız bir şekilde al
gılayabileceğiniz bir gerçektir. Zihninizin eşinizle aranızdaki
fiziksel ve duygusal birliği duyumsamasına olanak tanıdığı
nızda, ruhunuzu evrenin geri kalanından yapay bir şekilde
1 33
ayıran ego sınırlarının çökmeye başladığının farkına varırsı
nız. Doğanın güçleri sizi o sınırların tutsaklığından kurtardı
ğında, ruhunuz, uzaklara, evrenin derinliklerine sürüklen
meye başlar.
Her şeyin ötesinde, gizemci deneyime yaklaşmaya başla
dığınızı fark edersiniz. Var oluşun derinliklerine doğru sü
zülürken, "bir şey yapıyorum" ile "bana bir şey oluyor" ve
"sen" ile "ben" arasındaki sınır giderek belirsizleşir. Böylece
gizemci cinelliğin amaçsız, çabasız ve J<endiliğinden doğası
nın da farkına varırız. Erkek ve kadın, sevişerek düşünceler
den uzaklaşhğında, geçmiş ve gelecekten, sorunlardan, amaç
ve hedeflerden, ayrılık ve farklılıklardan da uzaklaşmış olur.
Sevgililer, önceden planlanmış bir hedefleri kalmadığında,
yapmaları ya da başarmaları "gereken" şeylere de boş verir
ler ve bedenlerinin doğal ve kendiliğinden bir şekilde hare
ket etmesine olanak tanırlar. Kendiliğindenlik, gizemci cin
selliğin üçüncü özelliğidir.
1 34
4
Gizemci Cinsellik ve
Kendiliğindenlik
135
Tanrı, Adem'i yarahrken ve onun bedenine yaşam üfler
ken, ona tabii ki suni teneffüs yapmıyordu. "Soluk" kavramı
nın bu çift anlamına, antik İbrani dilinin dışında, Çince,
Sanskritçe ve Yunanca'da da rastlayabiliriz. Bütün klasik
kültürler, "soluk" sözcüğünü yaşam gücü, ruh ve öz gibi
'kavramları anlatmak için kullanırlar. Soluğun daha modern
ve bahlı bir yorumu ise (ki gizemci yazında bu anlam kulla
nılmıştır); ego, irade gücü ya da istençli eylemi ifade eder.
Bu nedenle, mistikler, cinsellik sırasında soluğu durdur
mayı ya da tutmayı önerirken, solunumdan aslında pek de
söz etmemektedirler. Çiftlere öğütledikleri şey, kendiliğin
den ve doğal bir şekilde sevişmektir. Nasıl herhangi bir şey
düşünmeden ve çaba harcamadan soluk alıp veriyorsak, cin
selliği de doğal ve akıcı bir şekilde yaşamalıyız.
Hiçbir şey yapmadan sevişme önerisi, yatakta sessiz, don
muş ve tutkusuz bir şekilde uzanıp kalmamız gerektiği anla
mına gelmez; bu, doğal cinsel dışavurumun etkin ve istençli
bir şekilde bastırılması olurdu. Kendiliğindenlik; bedenimizi
yönlendirmeden, zorlamadan ya da engellemeden, onun is
tediğini yapmasına izin vermemizdir. Böylece bedenimiz,
daha önce hiç tatmadığı bir özgürlüğe kavuşacakhr. Başka
bir deyişle, kendiliğindenlik, sevgililerin bedenlerinin oto
matik ve sezgisel bir şekilde birbirine karşılık vermesini an
latır. Sevgililer, yapmaları gerektiğini düşündükleri şeyleri
bilinçli bir şekilde ve daha önceden tasarlanarak düzenlen
miş bir plana göre uygulamaya çalışmaktan vazgeçtiklerin
de, bedenlerinin uyumlu bir şekilde hareket etmeye başladı
ğını fark edeceklerdir.
Gizemci cinsellikte sevgililerin nüfuz etmek, pompala
mak, üzerine çıkmak, hoplamak, zıplamak, titremek, ezmek,
sürtmek, kıvranmak, sallanmak ya da debelenmek gibi bir
dertleri yoktur. Sallan, dön, bashr, it, dal, çek, vram, bam,
136
slam, tango, fandango, mambo, hula, bugalu, ça-ça-ça! Eğer
içinizdeki doğal ve sezgisel bilginin size yol' göstermesine
izin verirseniz, bütün bu hareketleri yapmaktan kurtulursu
nuz. Böylece "olağan ve bayağı düzüşme"nin ötesine geçebi
lirsiniz. Sağ olun, bayan! Kaldırmak, indirmek, içeri, dışarı,
üst üste, alt alta, döne döne, yan yana, ata biner gibi, dizgin
lere asılarak. "Sizi kendime biraz daha yakın tutarsam, kötü
bir şeyler meydana gelebilir," demişti Groucho Marx. İleri ve
geri, doğrusal, dairesel, parabolik, kıyıya vuran dalgalar gi
bi, sekiz figürü çizerek, bir yılan gibi kıvrılarak, bir topaç gi
bi dönerek ya da şarkıcı Warren Zevon'un deyişiyle, "bir Wa
ring blender'i gibi." Bilinçli olarak böylesi hareketleri yaphğı
mız ve uyguladığımız sürece, olağan cinselliğin ötesine geçe
meyiz. Gizemci deneyimin farklılaşmış duygusal düzlemine
ulaşmamızı engelleyen şey; çabalamanın, istemenin, şu ve şu
şekilde sevişmeye çalışmanın ta kendisidir.
Bu nedenle, antik, modern, uzaksıl, havalı ya da aydın
lanmış bütün cinsel öneriler, asıl hedefi ıskalar. Bu önerileri
uygulamak, yüreğimizin ve ruhumuzun derinliklerinde du
yumsayarak, sezgisel bir şekilde sevmemize engel olur. İster
Masters ve Johnson, Xaviera Hollander ya da Kama Sut
ra'dan, ister sokaktan, soyunma odasından, klasik bir roman
dan ya da bir porno filmden gelsin, bazı komutlan izlemeye
çalışhğımız sürece, kendiliğinden sevişme, doğal bir şekilde
gerçekleşemeyecektir. Bir porno film, "cinselliği" açık bir şe
kilde sergilese bile (açık sözcüğüyle abarhlı ve bayağı olma
yı kastediyorum), sevişmenin yakın, içten, duyarlı ve gerçek
ten seksi yönlerini hiçbir şekilde ekrana yansıtamaz. Zarif
balo dansları, hatta "yatay bir niyetin dikey ifadesi" olarak
nitelenen Latin dansları, bu durumu belki daha da iyi bir şe
kilde gözler önüne serecektir.
Gizemci cinselliği yaşamak için herhangi bir istençli çaba
1 37
göstermenin bir gereği yoktur. İki kişinin arasında sonu ol
mayan bir bağ varsa ve bu kişiler herhangi bir şey düşün
meksizin birbirlerini hissedebiliyorsa, bedenlerinin, soluk
alıp verircesine, kutsal bir dansa başladığını fark ederler.
Kendiliğindenliğin sonsuzluğa uzanan ve giderek büyüyen
dalgası, sevgilileri esrime eşiğinin ötesine, gizemci deneyi
min ince düzlemine taşır.
Kendiliğinden cinsellik herhangi bir çaba gerektirmez.
Hem bu yalnızca cinsel birleşme için geçerli değildir. Bütün
dokunuşlar, öpüşmeler, sanlışlar, okşamalar, kucaklamalar,
sokulmalar, ısırışlar, sıkışhrmalar, yalamalar, soluk alıp ver
meler, üflemeler, kızdırmalar, cilveleşmeler, bütün hareket
ler ve duygular, kısacası sevgililerin arasındaki bütün bağ
lantılar, işi kendiliğinden bir şekilde halleder. Sevişme, du
yusal ve çabasız bir uyum sergiler; her şey, sevgililerin bir
şey yapmasına gerek kalmaksızın, otomatik bir şekilde ger
çekleşir!
Kitabın bu bölümü, sevişmede kendiliğindenlik ile ne an
lahlmaya çalışıldığını gözler önüne sermeye çalışacak ve sev
gililerin cinsel kendiliğindeliği gerçekleştirmek için içlerin
deki doğal yeteneği nasıl uyandırabileceklerine ilişkin bazı
öneriler iletecek. Gizemci cinsellik üzerine yazı yazmış ya
zarların büyük bir çoğunluğunun kendiliğindenliği nasıl
yanlış yorumladığına bakacağız şimdi. İşte başlıyoruz.
138
nıdır. Birçok yazar, mistiklerin bir şekilde havaya gereksi
nimleri olmadığı izlenimine kapılarak, "soluğunu tut" öğü
dünü yaşama geçirmeye kalkışmıştır. Bu yazarlar, oksijen
sizliğin gizemcilik ya da gizemci cinsellik ile bir ilgisi oldu
ğunu, mistiklerin soluk almaya gerek duymadıklarını ya da
soluğun tutulmasının aşkınlığın kapısını araladığını düşün
müşlerdir. Bütün bu fikirler, gerçekdışı ve saçma olmanın
yanında, yaygın dinlerin ana özelliklerinden biri olan muci
ze ve büyüsel güç savlarına da kusursuz bir örnek de teşkil
etmektedirler. Gizemci gelenekler, böylesi iddiaları tama
mıyla reddederler.
Cinsellik üzerine Androjeni ve Sevgi Enerjisi adlı iki kitap
yazmış olan Jung'cu çözümleyici June Singer, mistiklerin
"soluk almamasının" aşkın ve gizemci deneyimle bağlantılı
olduğunu göstermeye çalışmıştır: "Dünyevi var oluşu aştık
larından dolayı, solumaları neredeyse durma noktasına ge
lir. . . . Soluğu hapsettiklerinde gizemci deneyime daha da
yaklaşmış olurlar." Bu yorum,· gizemciliği konu olan yazar
ların önerdiği duygusal ve yan-rasyonel açıklamaların tipik
bir örneğidir. Ama bu, bir açıklama olmaktan çok, bir yanlış
anlamadan kaynaklanan hatalı bir ifadedir. Soluğu tutma
öğüdünün gerçek anlamı aslında şudur: Bütün eylemlerinin
soluğun kadar doğal olmasına olanak tanı.
Soluk almamaya ilişkin daha belirsiz ama yaygın bir hata
da, cinselliğin ihtimamlı soluk alma çalışmaları gerektirdiği
düşüncesidir. Okuyuculara şunlar öğütlenir: Hızlı soluma
maya özen göster. , . . Diyaframını kullanarak . . . . yavaşça so
luk alıp ver. . . . Hava, burnundan ve ağzından geçsin. . . . Ya
vaşça "Om" diye mırıldan. . . . şöyle bir oran ile: içeri al, tut,
dışarı ver. . . . Soluğunun ritmini keşfet. . . . ve en önemlisi,
çalış, çalış ve çalış!
Soluma biçemleri, örüntüleri, eşzamanlamaları ve çözüm-
1 39
lemeleri üzerine yazılmış sayısız makale vardır. Fakat bunla
rın hepsi önemli bir noktayı ıskalar: Soluma, "kendiliğinden
olan, istençli olandan daha iyidir" diyen gizemci hükmün iyi
bir örneğidir yalnızca. Soluğumuzu o ya da bu şekilde etki
lemeye ya da engellemeye çalışmamalıyız. Gevşeyerek zihni
mizi soluğumuz üzerinde topladığımızda solumamız doğal
bir sürekliliğe kavuşacaktır. Cinsellik ile yaşamımızdaki di
ğer tüm etkinlikler için de bu ilke geçerlidir.
Solumaya ilişkin yöntem ve öneriler, cinsellik önerileri ile
temelde aynı sorunu paylaşırlar. Soluma önerilerini uygula
maya çalıştığımızda, kendiliğindenliği dışlamış oluruz. Ya
şanan an, yürekten (ya da bu örnekte ciğerlerden) gelen do
ğallığını yitirir.
Yaşam, insanlığı var oluşun özüne doğru taşıyan bir neh
ri andırır. Bazı insanlar bu akıntıya karşı yüzmeye çalışırken,
bazılan da ona direnmemeyi seçer. Kendiliğindenlik, içimiz
de var olan bu akıntının yönünde yüzmektir. Kendimizi ne
denli zorlarsak zorlayalım, yine de solumayı sürdürürüz. Ne
denli az istençli eylemde bulunursak, o denli iyidir.
En iyi soluma ya da sevişme yönteminin sezgilerimize
teslim olmak olduğunu ve bu sezgilerin bize yol göstereceği
ni anladığımızda, bütün o çarpıcı öğütleri sıralayan ustalan
farklı bir şekilde görmeye başlanz. Bu kişiler, zaten sezgisel
olara� gerçekleşecek olanı dışsal ve resmi komutlarla yön
lendiriyor gözükmeye çalışmakta ve insanlara bildikleri şey
leri öğretmeye kalkışmaktadırlar. Bu yanılsamayı kabul ettir
me çabalan, politik bir girişim ve kitles� bir davranış kont
rol yöntemidir. Bu yaklaşım, aynı zamanda yaygın dinlerin
temel işlevlerinden de biridir.
Solumamaya ilişkin bu hatalarla bağlantılı olarak, mantra
adı verilen çeşitli hece, ses, ve titreşimlerin söylense} bir gü
cü olduğuna yaygın bir şekilde inanılır. Müziksel sesin doğa-
1 40
sı; aritmetik, geometrik ve armonik oranların arasındaki ya
kın ilişki nedeniyle, geleneksel gizemciliğin ilgisini çekmiş
tir. Gizemci mimarlıkta da benzer bir ilgiyle karşılaşırız. (Go
ethe, bu nedenle geometriyi "donmuş müzik" olarak adlan
dırmıştır.) Fakat gizemciliğin sese ve uyuma gösterdiği bu il
gi de, çoğu kez yanlış bir şekilde yorumlanmıştır. Bazı özel
ses, sözcük ya da cümleler söyleyerek büyülü güçler elde
edilebileceği inanışı, aslında yaygın dinlerin abartılı ve yap
macık sihir merakının bir yansımasıdır. Gizemci gelenekler,
böylesi boş inanışları tamamıyla reddederler.
Mantraların bu kullanımı, bazen soluma çalışmaları ve
soluğu kontrol etme yöntemleri ile ilişkilendirilir. Hint felse
fesi ve dini uzmanı S.B. Dasgupta bile şunları kağıda dök
müştür: "Mantra, yalnızca bazı ses ve hecelerin söylenmesi
ya da mırıldanması değildir. Mantra-yoga öğretisine ,göre,
bu eylem, mantraların yardımı ile yaşam yelini (soluk) kont
rol etmeye olanak tanıyan yogacı bir süreçtir." Fakat bu bağ
lamda sözü edilen soluğun aslında soluma ile hiçbir özel il
gisi yoktur. Bu nedenle, sözcüklerin ya da seslerin büyü ola
rak kullanılması, aldatıcı bir boşinançtır ve gizemciliğin yan
lış yorumlanmasına katkıda bulunmuştur.
Bir mantra, şarkı, arya, tekerleme, şiir ya da dua söyleme
nin ya da mırıldanmanın birçok iyi nedeni vardır. Sakinleş
mek, gevşemek, neşelenmek ya da eğlenmek için; öylesine ya
da hiç nedensiz şarkı söyleyebiliriz. Ve yaşamımızda çeşitli
soluma çalışmalarına da yer vardır. Bu soluma çalışmalarını
yaparken daha iyi şarkı söyleyebilmeyi, zayıflamayı, gergin
liğimizi azaltmayı, farklılaşmış bir bilinçliliğe ulaşmayı ya da
akciğer kapasitemizi arttımayı amaçlıyor olabiliriz. Bütün bu
bedensel çalışmaları size tüm kalbime öneririm. Ama sesle
rin ya da soluk alıp vermenin gizemci cinsellik ya da farklı
laşmış bir bilinç durumuyla hiçbir özel ilgisi yoktur.
141
Gizemci Yazında Kendiliğindenlik
Kendiliğindenlik, gizemci cinsellik ve gizemci felsefenin
en temel kavramlardan biridir. Gizemcilik, karar verirken
de, sevişirken de, kendiliğinden bir şekilde davranmamızı,
beden ve zihnimizin dilediğini yapmasına olanak tanımamı
zı öğütler. Duygu ve sezgilerimizin gösterdiği yolun doğru
olduğuna güvenmeli, özgürlüğümüzü ve yarahcılığımızı
hiçbir şekilde kısıtlamamalıyız.
Gizemci yazılar, kısaca "soluğunu durdur" diyerek, doğal
ve kendiliğinden davranışı önerirler. Ama daha aynnhlı söy
lemlerde, kendiliğinden davranış, daha farklı şekillerde anla
tılır. Örneğin, kendiliğinden davranış; amaçsız, çabasız, ke
sintisiz, özgür, sınırsız, bağsız, yarahcı, et;odışı, benliksiz, ar
zusuz, tokgözlü, tereddütsüz ve doğaldır. Bu nitelemeler, ilk
bakışta öiraz belirsiz, edilgen, hatta çelişkili görünebilir.
Ama bunların gizemci cinsellikle aralannda ortak bir bağ
vardır.
Kendiliğindenliği niteleyen bu sıfatlar, temelde beynin
sağ yarısından kaynaklanan eylemleri anlahrlar. Varlığımı
zın yakın, birleştirici, duygulu, sezgisel ve algılayıcı bölümü
kendiliğinden davranışı �ışavurur.
Sözel dü şünen ve kavramsallaştıran sol yan, zihinsel dü
zeyde sözel-çözümleyicidir. Davranışsa! düzeydeyse, verilen
komutlan uygular, planları ve hedefleri gerçekleştirir, istenç
li olarak yapar ya da engeller ve ego işlevlerini yerine getirir.
Sol yarının bu istençli eylem ve engellemeleri, sağ yarının
kendiliğindenliği ile çahşır.
Gizemci yazının kendiliğinden eylemi ifade etme şekille
ri (amaçsız, egodışı, sınırsız, arzusuz, benliksiz ve saire), ken
diliğindenliği engelleyen ya da bununla çatışan sağ yan iş
levlerinin niteliklerinin karşıtlarını vererek elde edilmiştir.
Gizemci yazıların bu yönteme başvurmasının nedeni, kendi-
1 42
liğinden olmanın hiçbir olumlu ve istençli şeklinin bulunma
masıdır. İstençli bfr şekilde doğal davranmaya çalışamayız.
İstençlilik, kendiliğindenliğin en büyük engelleyecisidir.
Ama herhangi bir engel olmazsa, kendiliğindenlik, doğal ve
otomatik bir şekilde gerçekleşecektir. Buna ulaşmak için, ona
engel olan, onunla çatışanı durdurmalı, hapsetmeli, tutmalı
ve etkisiz hale getirmeliyiz.
Örneğin, mistikler, bağsız olmaktan söz ederken, her şey
den tamamıyla uzaklaşmamız gerektiğini anlatmak isteme
mezler. Tam tersine, gizemci deneyimin anahtarı, zihinsel ve
davranışsa} olarak yaşananın tamamıyla içine girmek ve ona
yoğunlaşmaktır. Önerilen bağsızlık, içimizdeki çözümleyen,
komut uygulayan ve hedefler belirleyen parçamıza bağlı ol
mamayı anlatır.
Bu öneri, bütün sağ yarı etkinliğinin gizemci deneyime
zararlı olduğunu ima etmemektedir. "Düşünme�e" öğü
dünde olduğu gibi, "soluk almama" öğüdü de, bir denge ve
bütünlük kurulmasını ister. Böylece rasyonel ve kontrol edi
ci sağ yan etkinliği sınırlanır ve kendiliğindenlik ile gizemci
deneyimin önündeki engeller ortadan kalkar. Bu dengeyi
kurmak için bazılarının "soluklarını durdurmaları" gereke
bilirken, bazıları zaten yaşama kendiliğinden bir şekilde yak
laşıyordur.
Kendiliğindenlik, yokuş aşağı bisiklet sürmeye benzetil
miştir. Bedenimiz, hareket ile birlikte "akar." Ara sıra sağa
veya sola hafifçe ağırlık vermek dışında pek bir çaba göster
memiz gerekmez. Çocuklar, bisiklete binmeyi öğrenirken
zorlanırlar hep. Hareketin akışına uyrri.ak dışında özel bir şey
yapmaları gerektiğini sanırlar. Ama bir kere öğrendikten
sonra bisiklete binmek ne denli kolaydır! O kadar kendiliğin
dendir ki, bisiklete binmeyi bir daha unutmayız.
Ve cinsellik, bisiklete binmekten çok daha doğaldır. Bu
143
nedenle, sevişmek, kendiliğinden bir şekilde yapabileceği
miz en kolay şeydir. İşte bu kendiliğinden akma duygusu
içinde zihnimizin iki bölümü dengede bulunur. Sevgililerin
bu uyumundan olağanüstü güzellikte kozmik bir titreşim
yayılacakhr.
Kendiliğinden Yaratıcılık
Cinsellik dışında başka etkinliklere de beynin yaratıcı ve
kendiliğinden yarısı ile yaklaşabiliriz. Düşünmeksizin her
türlü şeyi yapabileceğimizi görmüştük. Benzer bir şekilde,
"soluk almadan" da her türlü etkinliğe girişebiliriz.
Sanat, içimizdeki yaratıcılık ve sezgilerden doğar. Bu ne
denle, bir kişiye nasıl sanatçı olabileceğini anlatamayız. Buna
karşın, Betty Edwards, Beynin Sağ Yanında Resim Çizmek adlı
çok önemli kitabında, okuyucularına içlerindeki sanatsal ye
teneği nasıl keşfedebileceklerini göstermektedir.
Edwards'ın ortaya koyduğu gibi, gerçekçi portreler çiz
menin koordinasyon, ustalık ya da el becerisi ile pek bir ilgi
si yoktur. Önemli olan, sanatçının gördüğü gibi görebilmek
tir. Öğrenciler, beynin sezgisel ve kendiğinden yansından
görmeyi öğrendikleri birkaç dersten sonra, bir sanatçının dü
zeyinde resim yapabilirler. Gerçekten gördüğümüzü görebil
diğimizde, sol yanmn görsel kalıplarından V-.e iç konuşmalar
dan sıynlınz ve böylece resim çizmek göreli olarak kolaylaşır.
Zihnin çözümleyici ve komut uygulayan yarısının üretti
ği yapay sanahn en kusursuz örneği, "sayılara bölünmüş re
sim"lerdir. Önceden hazırlanmış bu resimlerde yapmamız
gereken tek şey, çeşitli bölgeleri içlerinde bulunan sayılara
göre bir renge boyamaktır. Bu, içten gelen bir eylem değildir.
Ressam, çizdiği manzarayı görmez, yalnızca belirli kavram
ları (sayılar, renkler) tanıyarak kendisine verilen komutları
yerine getirir.
1 44
Görsel dünyayı gerçekten olduğu gibi algıladığımızda,
kendimize sessizce bir şeyler söylemeye gerek duymaksızın,
neler çizececeğimizi tam olarak biliriz. Elimiz, beynimizin
sol yarısının sözel komutlarına ya da önceden çizilmiş şekil
lere gereksinim duymadan, nasıl çizeceğini bilir.
Yemek pişirmek, yalnızca yemek tarifini harfi harfine uy
gulamak değil; şarkı söylemek, yalnızca doğru notaları ses
lendirmek değil; dans etmek de, yalnızca doğru adımlan za
manında atmak değildir. Aradaki farkı yaratan, eylemin ken
diliğindenliğidir. Eugene Herrigel'in yazdığı Okçuluk Sanatı
ve Zen, sporun zihinsel yoğunlaşma ve kendiliğindenlik yo
luyla nasıl bir sanata dönüşebildiğinin klasik örneğidir. Şunu
söyleyebiliriz ki, doğru yaklaşım benimsendiği takdirde her
şey bir sanat olabilir.
Yaklaşımımıza bağlı olarak, normal ve gündelik etkinlik
ler bile sanatsal, hatta kutsal birer törene dönüşebilir. Örne
ğin, Japon çay seremonisi, özel bir törensel hareketler dizisi
değildir. Çayın demlenişindeki tek fark, çayı demleyenin iç
sel bilinç durumudur; zihnin kendiliğinden yaklaşımı, çay
demlemek gibi basit ve rutin bir etkinliği bir sanatsal törene
dönüştürür. Bu nedenle, Japon gelenekleri, çay sahn alama
yacak kadar yoksul olan ailelerin bu seremoniyi su kaynata
rak gerçekleştirmelerini emreder.
Soluk alma eylemine bile, "soluk almadan," yalnızca ci
ğerlerimizin doluşunu ve boşalışını duyumsayarak yaklaşa
biliriz. Bakış açımızı yavaşça "ben soluk alıyorum" ile "ciğe
rim beni soluyor" arasında kaydırmak, iki bakış açısını aynı
anda yaşamak, sonra da onu herhangi bir şekilde adlandır
maya çalışmadan soluğumuzu hissetmek, büyüleyici ve eği
tici bir deneyimdir.
Komutları uygulamaya dayanan sözel etkinliklere bile
kendiliğinden bir şekilde yaklaşılabilir. Günlük yaşamda
1 45
sergilediğimiz roller, kendimizi tamamıyla ve kendiliğinden
bir şekilde rolümüze verdiğimizde, kendimizi o rolün karak
teriyle özdeşleştirdiğimizde, birer sanatsal oyuna dönüşür
ler. Metod oyunu diye adlandırılan tiyatro türünün temelin
de bu vardır. Buna karşın, çoğu insan, toplumun kendisine
sunduğu rolleri mekanik ve itaatkar bir şekilde oynayarak
yaşamını geçirir.
Sözcükleri kağıda geçirmek gibi tamamıyla sözel bir et
kinlik, yazarın içinden kendiliğinden bir şekilde doğuyorsa,
edebiyat sanahna dönüşür. Aksi halde yazı yazmak, yapma
cık ve zorlama olur. Truman Capote, böylesi yapıtlan şöyle
yorumlamışhr: "Bunlann yaphğı, yazmak değil, yalnızca
daktilo kullanmak."
Hiçbir şey yapmamak bile, kendiliğinden bir şekilde yak
laşhğımızda, sanatsal bir düzeye yükselebilir. Ahmakça bir
yoga pozisyonunda durmak ya da ön verandada sessizce
oturmak, eğer gizlice bir şeyler başarmaya çalışmıyorsak, de
rin ve aşkın bir deneyime dönüşebilir. Aksi takdirde, sakin
bir şekilde oturmak ve bunun tadına varmak olanaksızlaşır;
bazı insanlann "gevşeyememelerinin" nedeni işte budur.
Uykusuzluk sorunu çeken milyonlarca insanın da benzer bir
sorunu vardır. Zihinde konuşmayı sürdürmek ya da istençli
bir şekilde uyumaya çalışmak, insanın uykuya dalmasını en
geller.
Cinsel Kendiliğindenlik
Bisiklete binmek, resim çizmek, yemek pişirmek, şarkı
söylemek, dans etmek, ok atmak, çay demlemek, rol oyna
mak, yazı yazmak, soluk almak ve uyumaktan çok daha ko
lay ve doğal bir etkinlik olan cinsellik de, kendiliğinden bir
yaklaşım sergilendiğinde, kutsal bir sanata dönüşebilir.
Gizemci yazılar, sayısız kez gizemci cinsellik ile bayağı
146
cinselliği karşılaştırmıştır. Sözü edilen bayağı cinsellik; kirli,
yasadışı ya da normaldışı cinsellik demek değildir. Tam ter
sine, bayağı cinsellik; "normal," ortalama ve olağan olandır.
Masters ve Johnson'ın dört evreli tepki modelinin betimledi
ği cinsellik, bunun kusursuz bir örneğidir. Bayağı cinsellik,
tabii ki sevgililere zevk verebilir; ama onları gizemci deneyi
me taşımaz. Bayağı cinsellikte sevişmeye kendiliğinden ve
içten bir şekilde yaklaşılmaz. Sevişme eylemi, önceden tasar
lanmış ve kararlaştırılmış bir senaryoya indirgenmiştir. Bu,
sayılara bölünmüş resimlerin cinsel eşdeğeridir. Yenilikçi
psikiyatrist Thomas Szasz'ın Cinselliğin Reçetesi adlı kitabının
adı da bayağı cinselliğe atıfta bulunmaktadır.
Çoğu cinsel öğütlerin tinsel ve pratik sorunu, bir cinsel
komutlar dizisini uygulamaya çalışan kişinin kendiliğinden
likten uzaklaşmasıdır. Böylesi yapmacık, zorlama ve yapay
kurallar, insanın sevişmeyi bilmediğini varsaymaktadır. As
lında bilişsel olarak sevişmeyi gerçekten de bilmeyiz; ama be
denlerimiz sezgisel olarak ne yapacaklarını bilir ve olanak ta
nındığında buna uygun hareket eder.
Cinsel öğütlerin kendiliğindenliği engellemesi, günümü
zün cinsellik terapilerinde olduğu gibi, antik çağın cinsellik
kılavuzlarında da önemli bir sorundu. Hıristiyan dönemin
ilk yüzyıllarında yeryüzündeki bütün büyük kültürlerde be
lirli bir cinsel yazın biçemi belirmişti: Hindistan' da Kama Sut
ra, Arap ülkelerinde Güzel Kokulu Bahçe, Çin'de T'ung Hsuan
Tzu. Bütün bu yapıtlar birbirlerine fazlasıyla benziyordu. As
lında bu kitaplar, günümüz dergilerinin danışman köşeleri
gibi, cinsel sorunları olan insanlara basit ve sıradan cinsel
öğütler veriyordu. Cinsel organların anatomisi (G noktası gi
bi ezoterik kuşaklar da buna dahildi), erkek ve dişi cinsel or
ganların boyutları, cinsel birleşme için çeşitli pozisyonlar,
oral seks teknikleri, cinsel güdülerdeki farklılıklar, öpüşme
1 47
biçimleri, nüfuz etme yöntemleri, flört etme ve aşk hakkında
bilgiler ve hangi tip eşlerin sadık olmayacağına ilişkin öğüt
ler gibi çeşitli konuları ele alıyordu bu kitaplar.
Bütün bunlar, oldukça ilginç ve önemli konulardır. Kim
böyles�raştırmalara karşı çıkabilir ki? Fakat bu öğüt kırıntı
larının, kişinin zihinsel durumunu kendiliğinden sevişme
aracılığıyla yükseltmeyi amaçlayan gizemci cinsellik ile pek
bir ilgisi yoktur.
Bu tarz antik cinsel öğütlerle bağlantılı olan erotik bir sa
nat dalı da ortaya çıkmıştı. Bu sanat dalı da, yanlış bir "şekil
de gizemci geleneklerin cinselÜğiyle ilişkilendirilir. Örneğin,
N.N. Bhattacharyya'nın Tantrik Dinin Tarihi adlı kitabında
gözler önüne serdiği gibi:
1 48
Cinsel işlevlerini kusursuz bir şekilde yerine getiren çoğu
insanın bile, sevişme sırasında nasıl hareket etmesi gerektiği
ne ilişkin, kesin ya da hayal meyal, bir zihinsel tablosu var
dır. Bedenler, bu önceden tasarlanmış imgeye göre oradan
oraya hareket eder ve sevişmenin her anını "mükemmelleş
tirmeye" çabalar. Ama sonuçta kendiliğindenlik feda edilmiş
olur.
1 49
ler ve komutlar, bir kez serbest kaiınca içimizden dışarı taşa
cak olan sınırsız yaratıcılığımızın (şair Lord Byron'ın deyi
şiyle, "on binlerce narin buluş") yanında oldukça küçük ve
önemsiz kalmaktadır.
Şimdi sevişmenin üç yaygın evresine (öpüşme, dokunma
ve birleşme) göz atalım ve soluğun nasıl durdurulacağını ve
kendiliğindenliğin önündeki engellerin nasıl aşılacağını gö
relim.
Öpüşme
Eşinizle yalnızca dillerinizin uçlarını birbirine dokundu
rarak sevişmeye başlamak isteyebiliriniz. Öpüşürken yap
manız gereken tek şey duyumsamak ve izlemektir. Algı ve
duyumların, sevgilinize verdiğiniz tepkinin ve içinizdeki iti
ci kuvvetin farkında olmaya çalışın. Dilinizi herhangi bir şe
kilde hareket etmeye zorlamadan ya da onu istençli olarak
sabit tutmadan eşinizin diline dokunun.
Başka bir deyişle, dilinizin istediği gibi hareket etmesine
olanak tanıyın. Gevşek ve duyarlı bir şekilde, duyumsasın,
tat alsın, yalasın, dönsün, bükülsün, araştırsın, itsin ve girsin.
Yalnızca olmasına izin verin. Eylemi, bırakın, sizin yerinize
diliniz yapsın ya da yapmasın.
Kısa bir süre sonra, dilinizin ne yapması gerektiğini fazla
sıyla bildiğini fark edeceksiniz. Sizin yapmanız gereken tek
şey, dilinizin duyumsadığı şeyi onunla birlikte duyumsa
makhr. Dolaysız ve dürüst bir şekilde hissettiğiniz ve algıla
dığınız şeyi doyasıya yaşayın. Tadın yanında tenin ve solu
ğun sıcaklığını, ıslaklığını ve dokunuşunu duyumsayın. Eşi
nizin dilinin dokunuşunun neden olduğu anlık değişimleri
içinizde hissedin.
İster birkaç saniye sürsün, ister birkaç saat, sevgilinizin
dilinin dışında, dudaklarının, ağzının ve bedeninin başka bö-
1 50
lümlerinin de tadına bakabilirsiniz. Dudaklarınızın ve dilini
zin arzularını bashrmanız için hiçbir neden yoktur. Birbirini
zi daha doğrudan bir şekilde tanımanın bu kutsal yakınlık
tan daha iyi bir yolu var mıdır?
Oral seksin de bir tür öpüşme olduğunu söyleyebiliriz.
Belirli bir hareketler dizisi sergilememeli, ağzımızın istediği
ni doğal bir şekilde yapmasına izin vermeli ve sezgisel duy
gularımıza güvenmeliyiz. Orijinal ve kenarları yaldızlı Kama
Sutra' da ya da günümüzün en ateşli cinsellik kitaplarında
bulabileceğiniz ve "önce bunu, daha sonra da bunu yap" di
ye emirler yağdıran oral seks komutlarının en küçük bir an
lamı bile yoktur.
Böylesi komutlar, oral seksi duygusuz ve tekdüze bir ya
lama, emme ve höpürdetme dizisine alçaltır. Sevgililer, ken
diliğindenliğin dört boyutlu ve rengarenk duygu patlaması
nı yaşamak için dudaklarının doğal ve dolaysız arzularına
teslim olmalıdır.
Dokunma
Aynı ilke, doğal olarak, elin dokunması için de geçerlidir.
Sevgi dolu ve kendiliğinden bir okşamanın elin tanrısal öpü
cüğü olduğunu söyleyebiliriz.
Elin dokunuşu da, aynen dudakların, ağzın ve dilin doku
nuşu gibi, özel ve sıradışı bir deneyime dönüşebilir. Honore
de Balzac'ın Evliliğin Fizyolojisi adlı kitabında dile getirdiği
gibi:
151
cılığıyla gerçekleştirmiştir. Yaşam, ellerin göze
neklerinden geçer. Eller, her neye dokunsalar,
onun üzerinde sihirli bir gücün izini bırakır. Ve
sevginin o harikulade hazlarında da elin bir pa
yı vardır.
. . . Elin duyarlı olduğu sıcaklık değişimleri o
denli küçüktür ki, bazı dikkatsiz insanların ta
mamıyla gözünden kaçar bunlar. Ama elin yaşa
ma ilişkin duygularının anatomisini şöyle ya da
böyle incelemiş olan herhangi bir insan bunları
kolayca ayırt edebilir. El; kuru, nemli, sıcak, buz
gibi, yumuşak, nasırlı, pürüzsüz ya da yağlı ola
bilir. Kısacası, "ruhun vücut bulması" olarak ad
landırmaktan kendimi �ıkoyamadığım anlaşıla
maz bir mucizedir el.
152
mak uçlarıyla ya da elin tamamıyla, kuvvetli ya da hafif bir
şekilde, avuçlan birleştirerek, elin içi ya da dışıyla, şefkatle,
mıncıklayarak, parmaklar açık ya da kapalı_ bir şekilde, uzun
okşayışlarla ya da gıdıklarcasına. Elinizin bütün bu hareket
leri yeterli ölçüde, doğru zamanda ve doğru yerde yapaca
ğından şüpheniz olmasın.
Nasıl bir piyanist bir müzik parçası çalarken parmakları
nı tuşlara basmaları için teker teker yönlendiremezse, sevgi
liler de, parmaklarını o ya da bu noktayı, düğmeyi ya da ana
tomik şalteri etkilemek için yönlendiremezler. Neyse ki, baş
kasının yazmış olduğu bir müzik parçasını çalmaktan farklı
olarak, elleriniz, çalacakları notaları eşinizin bedenini hisse
derek ve sevgi dolu bir şekilde nasıl dışavuracaklannı sezgi
leriyle keşfederler. Duygularınız, sonsuz bir kreşendo, armo
ni, ritm, melodi, ses ve güfte dizisi içinde kabarırken, kendi
nizin ve eşinizin tepkilerini tüm bedeninizde hissedebilirsi
niz.
Bir ya da iki el birden ve/ya öpüşmek. Bunların hepsi bi
rer dokunuştur. Cinsel birleşme de öyledir; ön sevişme ile
cinsel birleşmenin çok sayıda ortak noktası vardır. Sevgililer
kendiliğinden bir yaklaşım benimsediklerinde, sarılma,
öpüşme, ön sevişme ve cinsel birleşme, kendiliğinden ve
sonsuz bir sevgi bağlanhsının içinde eriyerek yiter, her şey
uzun bir şiire dönüşür.
T'ai ehi adındaki yavaş devinimli Çin meditasyon dansın
da (geleneklere göre bu dansı Sung hanedanı döneminde ya
şamış bir Taocu yaratmışhr) çiftler, ellerle itmek adı verilen
bir hareket çalışırlar. Eşler, önce birbirlerine hafifçe dokunur;
sonra da duyumsadıkları şeylere kendiliğinden tepkiler ve
rirler.
Bu sezgisel tepkilere, yönlendirme ve takip etmenin
adımlardan ya da müziğin ritminden daha önemli olduğu
1 53
bütün eşli danslarda rastlayabilirsiniz. Adımlar, eşlerin bir
birlerinin işaretlerini hissederek hareket etmeye başlamaları
na yardımcı olan belirsiz yol göstericilerdir yalnızca.
Cinsel Birleşme
Kendiliğindenlik, cinsel birleşme için de geçerlidir. Ancak
toplumsal danslarda hareketleri genelde erkek idare eder
ken, sevişmenin o kutsal ve büyülü dansında her iki eş de, et
kin ya da edilgen, yönlendirici ya da takip edici olabilir. Tek
önemli adım, sevgililerin sevişmeye kendiliğinden bir sez
giyle kahlmaları ve varlıklarını bedenlerinin yakıcı arzuları
na teslim etmeleridir. Böylece sevgililerin bedenleri doğal bir
şekilde hareket etmeye başlar_ ve içlerinde kabaran duygula
ra otomatik bir şekilde yanıt verir.
Sevişme sırasında uygulayabileceğiniz farklı kalça (veya
başka türlü) hareketlerinden söz etmek fazlasıyla anlamsız
olurdu. Sevgililer bu hareketleri birlikte keşfederler. Böylece
bedenleriyle birlikte benlikleri de birleşir ve sevişmeye tek
bir varlık olarak tepki vermeye başlarlar.
Gizemci cinsellik, ne boşlukta gerçekleşen bir çaba, ne de
karanlıkta ahlan rastlanhsal bir adımdır. Gizemci cinsellik,
bir eşin diğerine, diğeri için, diğerinin içine, hatta diğeri ile
birlikte bir şey yapması değil, eşlerin yarahcı ve kendiliğin
den bir şekilde birbirine tepki vermesi ve bir bütün olarak
hareket etmesidir.
Uzamda betimlenen devinimler sınırsızdır ve bütün olası
hareketleri içerir. Ne de olsa, kendiliğinden cinsellik, insan
aklının yarahcı, bütünleştirici ve sanatsal yanının bir ürünü
dür. İşte bu nedenle, eşler, hiçbir şey düşünmediklerinde çok
daha yarahcı bir şekilde sevişebilirler. Kendiliğindenlik, gi
zemci cinselliğin sıkıcı bir hal almasına da engel olur; kendi
liğindelik; saf, sürekli ve durmaksızın yenilenen yarahcılığın
1 54
ta kendisidir. Heyecan veren olgu; hareketlerin biçimi, bü
yüklüğü, hızı ya da kuvveti değil, sevgililerin arasındaki ya
kınlık, bağlanh ve onların birlikteliğidir. İki sevgili, böylece
bir bütün olarak hisseden, tepki veren ve davranan tek bir
varlığa dönüşür.
Eğer sevgililer, belirli ve istençli bir biçimde hareket etme
ye, davranmaya ya da düzüşmeye kalkışmayarak içlerindeki
gerçek arzulan bastırmazlarsa, bedenlerinin kısa bir süre
sonra akıcı, sonu olmayan, çabasız ve hafif bir dalga ile
doğal bir şekilde hareket etmeye başladığını fark edecek
ler ve herhangi bir çaba harcamaksızın, "ben yapıyorum"
yerine "bana oluyor" duygusu ile kendilerinden geçecek
lerdir.
Bu duygu, başlarda bazılarına şaşırtıcı, hatta korkutucu
gelebilir. Bu kutsal dalga, gizemci deneyime açılan bir kapı
dır. Bu kapıdan geçtiğinizde, cinsel heyecanın hazlarını tat
manın ötesinde farklı bir bilinç durumu sezer ve sizinle koz
mosun tamamı arasındaki ilişki hakkında anlatımı olanaksız 1
bir duygu ve farkındalık duyumsarsınız. Bu zihinsel duru
mu sözcükler betimleyemez. Başka bir deyişle, gerçek kendi
liğindenliktir bu.
Kendiliğindenliğin ve gizemci cinselliğin en iyi yanı, onu
engellemediğimiz takdirde, doğal, otomatik ve çabasız bir
şekilde gerçekleşmesidir. Daha önce uyumsuz, duyarsız, te
dirgin, titiz, kaba ve korkak olan eş bile; sevecen, sabırlı, yu
muşak, erotik ve her şeyin ötesinde doğal bir şekilde temas
kurabilme yeteneğinin olduğunun farkına varacakhr. Gi
zemci cinsellik, olağan cinsellikten daha zor bir uğraşı, üze
rinde çalışmamız gereken bir beceri değil, herkesin doğuştan
sahip olduğu bir yetenek, bir farkındalıkhr. Sevişmenin ger
çekleşmesine kendiliğinden bir şekilde olanak tanımayı öğ
renebilirsiniz.
1 55
Gizemci Cinselliğin Üç Öğesini Birleştirmek
Gizemciliği inceleyen çevirmen ve yazarlar, gizemci cin
selliğin şu üç özelliğini hiçbir zaman açık bir şekilde birbiri
ne bağlayamamışlardır: zamansızlık, düşünceden arınmış
bir bilinç durumu ve kendiliğindenlik. Bu yazarların bu üç
öğeden en az birini yanlış yorumlamış olduğunu tahmin
edebiliriz. Örneğin tutulmuş birleşme, çoğu kez orgazm ol
mamakla karışhrılmış; "düşünmemek" bomboş bir zihne sa
hip olmak olarak yorumlanmış; "soluğu tutma"nın ise bir
akciğer çalışması olduğu sanılmışhr.
Mircea Eliade, Yoga: Ölümsüzlük ve Özgürlük adlı eserinde,
''Temel fikir; aynı anda soluk, düşünce ve meniyi 'hareket
sizleştirme' gereksinimiydi," diye yazmışhr. Ama bunların
arasındaki ilişkinin şeklini ve nedenini açıklamamaktadır.
Benzer bir şekilde, Goraksa Samhita adındaki eski Tantrik ki
tap da şunları dile getirir: "Soluk hareket halinde olduğu sü
rece meni de hareket edecektir. Soluk durduğunda meni de
· hareketsizleşir. . . . Soluk hareket ettiğinde zihin de hareket
eder; soluk durduğunda zihin de hareketsizleşir." Ama, yi
ne, gizemci cinselliğin bu özelliklerinin neden veya nasıl bir
biriyle etkileştiklerinin tutarlı bir açıklaması verilmemekte
dir.
Bazı yazarlar, bağlantının duygusal, belirsiz ya da simge
sel olduğunu ima eder. Başkaları ise, bu üç özellikten birinin
bir diğerinin parçası ya da altkümesi olduğunu önerir. Örne
ğin, soluğu kontrol etmenin tutulmuş birleşmeyi uygulama
nın bir parçası ya da yöntemi, bir tür yardıma teknik oldu
ğundan söz ederler. Bu olduğunu yaygın bir hatadır.
Ama eğer üç öğenin her birini ayn ayrı anlarsanız, arala
rındaki ilişkileri daha açık bir şekilde görebilirsiniz. Zaman
sızlık, zihinsel yoğunlaşma ve kendiliğindenliğin gizemci
cinsellikte nasıl bir arada var olduklarını bir ölçü de olsa gö-
156
rebilmeniz için, bu üç öğenin arasındaki bağlanhlardan bir
kaçını sıralamaya çalışacağım şimdi. Bu bağlantılar, farklı
düzeylerde (örneğin, biyolojik, işlevsel ve zamansal düzlem
ler) oluşmaktadır.
Biyolojik bi� düzeyde, gizemci cinselliğin özelliklerinin
arasında organik bir bağ vardır. Her üç özellik de, beynin sağ
yarısı ile ilişkilidir. Gizemci cinsellik, zihnin sağ yanı ile se
vişmektir.
İşlevsel bir düzeydeyse, sol yarı ile ilişkili olan etkinlikle
rin (kavramsal, sözel düşünme ve istençli, hedef-yönelimli
davranışlar) etkisi altında kalmadığımız sürece, doğal bir şe
kilde beynin sağ yarısından sevişiriz. Gizemci cinselliğin
özellikleri, sözel düzeyde çoğu kez o sol yarı işlevleri yadsı
narak tanımlanmıştır.
Zamansal bir düzeyde, gizemci cinselliğin her üç öğesi
de, sevgililerin tamamıyla yaşadıkları an üzerinde yoğunlaş
masını gerektirir. Şimdiyi duyularımızın dolaysız farkındalı
ğı ile yaşarız. Algılarımız, şimdinin ta kendisidir. Kendiliğin
denlik ise, şimdiye duraksamaksızın verdiğimiz bir tepki,
düşlediklerimizden çok gerçekten çevremizde olup bitenlere
duyduğumuz eşzamanlı ilgidir. Bu açıdan baktığımızda,
hem kendiliğindenlik, hem de dolaysız farkındalık, tutulmuş
birleşmenin zamansızlığına karşılık gelir.
Tutulmuş birleşmede şimdinin içinde yiterek, ki bu duyu
larımızın dolaysız farkındalığıdır, zamanın dışına çıkarız.
Aynı farkındalık, sevişmeyi sürdürmemizi mümkün kılan
duyusal geribeslemeyi sağlar. Böylece cinsellik, sonu olma
yan ve sınırsız bir deneyime dönüşür. Ya da diyebiliriz ki,
dolaysız algılama kendiliğinden devinimi mümkün kılar ve
şimdinin içinde benliklerini yitiren sevgililer, herhangi bir
sonu düşünmeksizin sevişmeye başlar. Şimdinin içinde yit
mek, dolaysız algılamanın ta kendisidir. İşte böylece başladı
ğımız noktaya geri dönmüş oluruz.
1 57
Kendi kuyruğumuzu kovaladığımızın farkına varmaya
başlamış olmalısınız. Daha farklı bağlantılar da tanımlayabi
liriz; çünkü gizemci cinselliğin sözünü ettiğimiz üç öğesi ya
da (.',zelliği aslında aynı halkanın parçasıdır. Bunlar, farklı
varlıklar olmaktan çok, gizemci cinsellik deneyimini anlat
manın farklı yollarıdır. Bu nedenle, biri olmadan diğeri de
var olamaz. Biri birinin nedeni değildir. Bu öğeler, güneşin
ısısı, ışığı ve çekim kuvveti gibi, daha büyük bir görüntünün
birbirini tamamlayan parçaları olarak birlikte ve karşılıklı or
taya çıkarlar.
158
"Nasıl yukandaysa, öyle aşağıda," diyen gizemci atasözü
nün de özgün bir örneğidir. Gizemci felsefe, neden ve sonuç
lardan söz etmektense, her görüngünün bir mikrokozmik,
bir de makrokozmik bir karşılığını sıralar. Şimdi gizemci de
neyimin ortaya çıkışını açıklayan bu iki yaklaşıma bir göz
atalım.
1 59
ve Jeremy Brecker, cinsel uyarılmanın, orgazm ve hatta cin
sel birleşme olmaksızın, kandaki testosteron gibi cinsel hor
monların oranını önemli bir şekilde arthrdığını ortaya koyan
birkaç araştırmayı özetler. Ayrıca, çeşitli araşhrmacılar, or
gazm öncesinde beynin sağ yarısındaki elektriksel etkinliğin
artış gösterdiğini bildirmiştir.
Bu bulguların bazıları oldukça anlamlı gözükse de, bun
lar, neden farklılaşmış bir zihinsel durum duyumsadığımızı
tatminkar bir şekilde açıklamaktan çok, neler meydana gel
diğini betimlemektedir. Tabii ki, zihinsel durumumuzdaki
değişimin bir tür biyolojik değişimle bağlanhlı olmasını bek
leyebiliriz; bilincin yükselmesinin fiziksel bir karşılığı olma
saydı, bu, şaşırtıcı, hatta gerçeği söylemek gerekirse şoke edi
ci olurdu herhalde.
Gizemci gelenekler de, bilincin yükselmesinin simgesel
ve "nevrokimyasal" bir betimlemesini önermiştir. Doğu ve
Batı'nın bütün ana gizemci geleneklerinin paylaştığı ortak
açıklama, uyarılan bilincin bedendeki farklı düzlem ya da
düzeylerden geçerek yükselmesini, en sonunda bedenin dışı
na çıkmasını ve başın üzerinde bulunan en yüksek düzleme
ulaşmasını betimler.
Taoculuk, Tantrizm, Gnostisizm, Simya ve Kabbalacılık,
gizemci deneyimin oluşumunu neredeyse aynı şekilde açık
larlar. Şekil :4, Kabbalacılar ile Tantristler'in sözünü ettiğimiz
bu simgesel kişi altı evreleri nasıl resmettiklerini göstermek
tedir. Taoculuk'ta öz yükselir, Tantrizm'de kundalini hrma
nır, Gnostisizm'de Ürdün nehri tepenin yamacındaki kayna
ğına doğru akar, Kabbalacılık'ta şimşek çakar, Doğu ile Ba
tı'nın Simya'sında ise en değersiz metal olan kurşun altına
dönüşür. Böylesi resim ve açıklamalar, gizemci felsefenin
anahtar öğelerini simgelemek için de kullanılmıştır; yani
bunlar, en önemlilerinden biri karşıtların birlikteliği olan te-
1 60
mel gizemci fikirleri anımsamaya yardımcı olan araçlardır.
Ne yazık ki, yoga-meditasyon ile ilgilenen çok sayıda ya
zar, yükselmiş bilincin bu gizemci simgeciliğini insan anato
misi ve fizyolojisi üzerine bir tür tıbbi tez olarak görme hata
sına düşmüştür. Bunun sonucunda, gerçekte var olmayan
çeşitli ''belirsiz" organ ve özleri betimlemiş ve tartışmışlardır
kendi aralarında. Milattan sonra üçüncü yüzyılda yaşamış
olan Taocu simyacı, '"Yapılmış altın' doğal altından daha iyi
dir," derken yapay altının toprağın altından çıkarılmış altın
'
dan daha saf olduğunu anlatmak istemiyordu; asıl söylemek
istediği şey, aşkın bir bilinç durumunun paradan daha
önemli olduğuydu.
161
Şekil 4
1 62
rar verir. Böylece, qaha önceki bütünlüğü hayal meyal anım
sayan ve o bütünlüğü yeniden oluşturmak için yanıp tutuşan
kadın ve erkek ortaya çıkar. Yalnızca yarım birer insah olan
kadın ve erkek, ancak diğeriyle birleştiğinde bütünlüğe ula
şır. Ariel Bension, Zohar adlı yapıtında bu ilkenin Kabbalacı
uyarlamasını şöyle nakleder:
1 63
den söz edilir. Stanislaus de Rola, Simya adlı kitabında şöyle
yazar: "Birleşme ya da kusursuz çözüm: İki beden, akışkan
(gizemci) durumun içinde erir ve bir olur."
Şekil S'teki resim, kimyasal düğünü ya da simyacı evliliği
simgelemektedir. Sevgililer; kral ile kraliçenin, güneş ile
ayın, erkek ile dişinin ve karşıt olarak kabul edilen bütün
çiftlerin birliğini temsil etmektedir.
Aslında hepimiz, soluk alıp verişimizle, yemek yememiz
le ağırlığımızla dışımızdaki kozmosa her an bağlıyızdır; ama
yine de kolaylıkla kendimizi evrenin geri kalanından soyut
lanmış hissedebiliriz. Seviştiğimizdeyse, genelde ''ben olma
yan" olarak algıladığımız dış dünya ile aramızda var olan
özötesi (transsubstantial) bağın farkına varırız yeniden. Hatta
pratik bir yaklaşımla, yakınl_ığın, fiziksel ve zihinsel bağlan
manın zamansız ve kendiliğinden cinselliğin kaçınılmaz bir
sonucu olduğunu söyleyebiliriz. Tutulmuş birleşme, sevgili
leri her düzeyde yakınlaşmaya zorlar bir bakıma.
Cinsel sevgi, aslında bir bütünleşme ve yogadır (iki söz
cük de aynı kökten gelir). Bunun aracılığıyla erkek ve kadın
birbirinin birer parçası olur. Sevgililer, işte bu "paradoksal
ve anlahlamayan deneyim" ile bütünlüğü ve en derin yakın
lığı keşfeder ve psikolojik düzlemlerinin yükselişine tanık
olurlar.
Bu yakınlık, cinselliğin sınırlarını aşarak aşkın dünyasına
dek uzanabilir. Bu nedenle, bir erkek ve kadın birbirlerine
" aşık olduklarında, günlerini ve gecelerini günlük yaşamın
ötesinde bulunan masalsı bir düzlemde geçirirler. Eşler, psi
kolojik ve kozmik bir düzeyde birbirlerine bağlanmışlardır
ve birlikte değilken bile, bir olduklarını hissederler.
Onu nasıl simgelersek simgeleyelim, gizemci deneyimin
makrokozmik yorumu, mikrokozmik olanı gibi, gizemci de
neyimin nedenlerini açıklamaktan çok, nasıl meydana geldi-
ı o4
Şekil 5
1 65
ğini betimler. Gizemci felsefe, doğayı, bir kez daha, basit ne
den-sonuç çizemleriyle açıklamayı reddetmektedir.
1 66
5
Gizemci Evlilik
Özetle
W. SOMERSET MAUGHAM
167
Evlilik merasimi, rahiplerin çeşitli toplumsal kutlamaları
kutsamak için görevlendirildiği antik zamanlardan günümü
ze miras kalmış geleneksel bir törendir. Antik çağda, olağan
hayvan kesimleri bile dinadamlarının bir kurban töreni dü
zenlemesini gerektirirdi. Tanrılara sunulan bu sahte hediye
ler ile topluluğun sadakati sergilenmiş ve totaliter kozmik
hükümdarların öfkesi yatıştırılmış olurdu.
Uygarlaşmış halklar artık kurban kesmemektedir. Bunun
nedeni, bu insanların kurban kesmeyi iğrenç ya da kötü bir
şey olarak görmeleri değil, ama bunu boş ve yararsız bir uğ
raşı olduğunun farkına varmış olmalarıdır. Fakat evlilik ge
leneği o denli derinlere kök salmıştır ki, kadın-erkek ilişkile
ri hala törensel bir bağlamda değerlendirilmektedir.
Günümüzün evlilik ve. düğün kavramları; bazı tarihsel,
kültürel, politik ve dinbilimsel etkenlere dayanır. Cinsiyet
rolleri, cinsel davranış, töre ve aileye ilişkin tutumlarımızın
günümüzde hızla değiştiğim� tanık oluyoruz. Buna karşın,
antik çağın dinsel-yasal evliliğinden, şövalyelik geleneğinin
içinde doğan romantik aşktan ve günümüzün belirsiz ve ge
nel �vlilik imgesini oluşturun geleneklerden gelen bazı ina
nışlara hala sıkıca sarılıyoruz. Bu gelenekleri gizemci evlilik
kavramı ile karşılaştırdığımızda, bazı temel karşıtlıkların far
kına varabiliriz.
Gizemcilik; kadın ve erkeğin birliği, eşitliği ve tekeşlilik
gibi kavramları doğal (insan yapımı ya da dinsel olmayan)
bir yasanın parçası olarak görür. Örneğin, androjini, Platonik
ve Kabbalacı hermafrodit ve simyacı evlilik gibi gizemci te
malar bu yaklaşımı simgeler. Gizemci evlilik, iki bireyin er
keksi ve dişi niteliklerinin doğal evliliğidir (aynı şekilde, su
da, hidrojen ve oksijenin gizemci "evliliği"nin ürünüdür). Bu
evlilik, toplumsal görenekler ile diğer simgesel tanım
lamalardan tamamıyla bağımsız bir şekilde gerçekleşir. Ev-
1 68
lenen iki birey, doğal bir birliğin, daha kapsamlı bir ilişkinin
parçası olur. Bunun nedeni, resmi bir kağıt imzalamış ya da
bir dinadamınca kutsanmış olmaları değil, evliliğin en doğal
var oluş durumunu simgeliyor olmasıdır.
Eğer evlenen iki insan birbiriyle uyuşmuyorsa, hiçbir
yemin, bildiri ya da tören bir işe yaramayacaktır. Bu ilişki,
devam ettiği sürece, tehlikeli iniş çıkışlara sahne olacaktır.
Buna karşın, gizemci evlilik, kağıt üzerine yazılandan ya da
dinsel ve politik önderlerin sözel açıklamasından ayrı olarak,
erkek ve kadının birbirlerine karşı hissettikleri duyguların ve
sergiledikleri davranışların görünür gerçekliğine karşılık
gelir.
Gizemci evlilik, dinsel ve yasal evlilik kurumlarının dış
tan dayattığı rollerin organik karşıtıdır. Başka bir deyişle,
gizemci evlilik derken, resmi evliliği değil, ama olağan ev
lilik sınırları içinde ya da dışında süren tekeşli aşk ilişkisini
kastediyoruz. Gizemci evlilik, kitabın bu bölümü kadın-er
kek birlikteliğini işliyor olsa da, eşcinsel ilişkileri bile içere
bilir.
Gizemcilik, bir düşünme ve bilinçlilik modunu vur
gulaması nedeniyle, bir aşk ilişkisine sayısız şekillerde uy
gulanabilir. Eşler, birlikteliklerinin bütün boyutlarını, aklın
duyum ve yaratıcı kendiliğindenlik ile ilişkili olan gizemci
yanıyla yaşayabilirler. Şimdi, bir yandan tekeşli bir sevgi bir
likteliğine . uygulanabilecek kapsamlı bir tutum benim
semeye çalışırken, bir yandan da dikkatimizi gizemci iliş
kinin birkaç niteliğinin üzerinde toplayacağız.
Toplumsal konuları işleyen bazı yazarlar, evliliğin zor
luklarını göz önünde bulundurarak, nasıl bu kadar çok ev
liliğin hala sürebildiğini sormuştur. Ama gizemci bakış
açısına göre, başarılı çift ve aileler, kadın ve erkek resmi
olarak evli olsun ya da olmasın, aynı şekilde birlikte olmayı
169
sürdürecektir. Hem, evlenmek üzere olan çiftlerin neredeyse
hepsinin ilişkilerinden hoşnut olduğunu, ama daha sonra
bunların yarısından fazlasının boşanmaya karar verdiğini
göz önünde bulundurursak, resmi evliliğin erkek ve kadının
birlikteliğini olumsuz bir şekilde etkilediğini bile söy
leyebiliriz.
Yaygın dinler, toplumun simgesel evlilik bağı aracılığıyla
kadın ve erkeğin birlikteliğini sürdürmesine yardımcı olması
gerektiğini; aksi halde, çiftlerin bir süre sonra doğal olarak
ayrılacağını savunur. Bu çıkarımın mantıksal sonucu şudur:
Eğer evlilik öncesi cinselliğe, oral sekse, eşcinselliğe, zinaya,
teşhirciliğe ve enseste karşı kurallarımız ve. yasalarımız ol
masaydı, insanlar doğal olarak "ahlaksızca" davranırdı. Bu
görüşe göre, eşler, ancak yasal ya da kozmik yaptırımlardan
korktuklarında tekeşliliği benimseyebilirler. Başka bir deyiş
le, dinsel ve politik güçler, insan doğasının tekeşliliğe ve aile
birimine ters düştüğünü ve bu nedenle evlilik kurumunun
yardımına gereksinim olduğunu ima eder.
Gizemcilik, bu imgeyi reddeder ve yetişkin insanların an
cak kadın ve erkek olarak birleştiklerinde (resmi ya da din
sel-yasal evlenme durumu şart değil) doğalarına uyum sağ
layabileceğini savunur. Dinsel ve politik güçler, evlilik kuru
munun aileleri bir arada tuttuğunu öne sürerek, zaten ken
diliğinden gerçekleşecek olan bir şeyi sanki kendileri müm
kün kılmış gibi göstermeye çalışırlar.
İki insanın birlikteliği, kimyasal bir tepkimeyi andırır. Ör
neğin, sodyum ve klorür elementleri, biz onların "evlen
melerine" ya da "tuzlaşmalarına" izin vermesek, "ab
rakadabra" demesek, resmi bir evrakı imzalamasak ya da
sözel ve simgesel düzeyde başka herhangi bir eylem yap
masak da, birleşecek ve tuza dönüşecektir. Diğer yandan, su
ve yağ, önderler ya da kutsal kitaplar buyursa da, hiçbir
zaman birbirine karışmayacaktır.
1 70
Gizemci evlilikte, kendilerini ve birbirlerini anlamaya
çalışan eşler, birlikteliklerinin nasıl olacağına bilinçli bir
şekilde kendileri karar verirler. Bu birliktelik, eşitliğe ve
değişime açık olmaya dayanır. Evliliğin hedefi ve amacı eş
lerin bireysel gelişmesidir.
Bireye ve kişisel karara verilen bu önem, sosyopolitik
düzeyde gizemcilik ile demokrasi ve bireysel özgürlük kav
ramları arasındaki tarihsel yakınlığı da açıklar. Demokraside
hükümetin kimlerden oluşacağına halk, gizemci evlilikteyse
birlikteliğin nasıl olacağına çiftin kendisi karar verir. Sev
gililer, özerk bireyler olarak yüreklerinden gelen sezgisel ve
ortak yaratıcılığı kullanarak, ilişkilerinin arzuladıkları çiz
gide gelişmesi için uğraş verirler.
Tablo 3'te evliliğe yönelik dört yaklaşımı karşılaş
tırabiliriz: dinsel-yasal evlilik, şövalyeliğin romantik aşk
klişesi, günümüzün yüzyılların geleneğine dayanan genel
evlilik anlayışı ve gizemci evlilik. Tablo, bu ilişki biçim
lerinin kur yapma, yasal sözleşme, politik ilişki, mülk, roller,
cinsellik, aşk, evlilik hakkındaki inanışlar, tarihsel önemleri
ve düğün töreni gibi farklı niteliklerini gözler önüne sermek
tedir.
Ayarlanmış Evlilik
Çoğu çift bir ilişkiden ne beklediği hakkında pek düşün
mese de, Batı kültürü, gizemci bir yönde ilerlemiştir.
Günümüzde eşler birbirini seçebilmektedir. Halbuki geç
mişin Batı dünyasında eşler aileler tarafından belirlenirdi. Bu
tarz ayarlanmış evliliklere Hindu ve Müslüman kültürlerin
de hala yaygın bir şekilde rastlanmaktadır. Aslında, yakın
zamanlara değin, aşk (özellikle romantik aşk) ile evliliğin
tamamıyla farklı şeyler olduğu düşünülürdü.
Evlilik, çoğu kez kadının ailesinin mülkünden pay almak
171
Tablo 3
Gizemci Evliliğin Di�er İlişki Biçimleriyle Karşılaştırması
İLİŞKİ KUR YASAL POLİTİK GÜNLÜK
TÜRÜ YAPMA SÖZLEŞME İLİŞKİ ROL
1 72
MÜLK CİNSELLİK AŞK İNANIŞLAR TARİHSEL DÜGÜN
ÖNEMİ TÖRENİ
1 73
için, erkeğin ailesi tarafından ayarlanırdı. Çeyiz, bu kılgının
bir geleneğe dönüşmesiyle ortaya çıkmışhr. Aşk, genelde er
keğin evlendikten sonraki tutumuna bağlıydı. Erkek ile
kadının evlenirken birbirini seviyor olması beklenmezdi.
Toplumsal göreneklere bağlılıkları ve boşanmanın fazlasıyla
güç ya da olanaksız oluşu, kadın ve erkeğin, evlilikleri ne
denli dayanılmaz olursa olsun, ayrılmasını önlerdi.
Ama ayarlanmış evliliklerde çiftleri bir arada tutan tek
şeyin boşanma yasasının sertliği olduğunu söyleyemeyiz.
Bunların çoğu; mutlu, sağlıklı, sevgi dolu ve başarılı evlilik
lere dönüşürdü; bu değişim, zihinsel açıdan �ağlıklı kadın ve
erkeklerin birbirlerine uyum sağlamaya ne denli yatkın ol
duğunu gözler önüne sermektedir.
Günümüzde evlenirken eşimizi biz seçiyoruz. Ama
genelde başarısız (belki de ailemizin yapmış olabileceğinden
daha başarısız) seçimler yapmış olduğumuzu anlıyoruz son
radan. Aşık olduğumuz için evleniyor olsak da, çoğu kez aş
kın ne olduğunu tam olarak bilemiyoruz.
1 74
Şövalyelik, bizlere aşk için evlenme geleneği ve gizemci
aşk ile birlikte, çiftlerin birbirini tanımasını zorlaşhran ve
gerçekçi olmayan bazı aşk söylenleri de miras bırakmıştır.
Şövalyelik, ulaşılması mümkün olmayan tanrısal kadına
uzaktan beslenen umutsuz aşkı betimler. Psikolojik açıdan,
eşlerin birbirlerini ülküleştirişlerinde, birbirlerinin aslında
var olmayan niteliklere sahip olduğunu düşleyişlerinde ve
birbirlerinin yaşadıkları sorunları görmezden gelişlerinde bu
şövalyeci tutumu hala sezinleyebiliriz. Sevgililer, birlikte
yaşarken, birbirlerini, sanki uzaktan, bir hayal perdesinin ar
dından bakıyormuşçasına, görebilirler.
Şövalyelik, Rene Nelli'nin Erotique des Troubadours adlı
büyüleyici kitabında anlathğı gibi, sevişme ile döllemeyi öz
deş kılan Hıristiyan cinselli� görüşünü reddetmiş ve sev
gililere tutulmuş birleşme ile gizemci cinselliği önermiştir.
Ve de Rougemont şöyle açıklar:
1 75
mezken, 'Amor' ya da ulu Eros, ruhun yükselişi
ni ve yüreklerin gökte birleşmesini simgeler.
1 76
Günümüz kadını ve erkeği, "doğru" kişiyle evlendik
lerini nasıl anlarlar? Önce aşk olduğunu varsaydıklan duy
guyu hissederler. Aşkın ve farklılaşmış bir bilinç durumu ve
eşleri birbirine bağlayan bir bütünlük duyumsarlar. Sözünü
ettiğimiz bu bütünlük ve "aşık olma" duygulan, gizemci
deneyimi betimlemek için en sık kullanılan kinayelerden iki
sidir.
Kadın ile erkek a�a;ında beliren bu aşkın duygular, eşle
rin birbirini duygusal açıdan tamamlıyor olmasından da
kaynaklanabilir. Böyle bir durumda, eşlerin arasındaki
uyum; sevgi ve gizemci cinsellikten çok, bazı psikolojik ye
tersizliklere dayanır. Yine de, aralannda oluşan bu nevrotik
bağ, evlenmeleri gerektiğini gösteren bir işaret olarak yo
rumlanır.
Bağlılık
İki insan tanışıyor; yüreklerinde güçlü duygular
uyanıyor. Bir çekim, bütünlük ve birlikte olma arzusu hisset
tiklerinin farkına vanyorlar. Olabildiğince romantik olabil
mek için olağan davranışlannı terk ediyorlar. Benzer etkin
liklere ilgi duyuyor ve boş zamanlannda aynı şeylerle uğ
raşıyorlar. Böylece, birbirlerini sevdiklerini düşünüyor ve
sonunda evleniyorlar. Bu aslında çocukça ve acıklı bir senar
yodur. Balzac'ın sözcükleriyle, "Bir kölenin özgürlükten söz
edişi gibi aşktan söz ediyorlar." Cinselliğe, ülküleştirmeye,
bireysel bir savunma güdüsüne, birbirini tamamlayan duy
gusal sorunlara ya da gerçek aşka dayanan ve yüreklerini
mutlulukla dolduran aşkın bir bağ hisseden iki insanın ev
lenmeye karar vermesi, o denli yaygın bir olgu olmasaydı
eğer, gülünç bile sayılabilirdi.
1 77
Böylesi bir "aşk", eşlerin birbirine bağlılığını olumsuz
yönde bile etkileyebilir. Örneğin, eşlerden biri, eşi dışında
birine de aynı sevgi dolu duygulan ve çekimi hissettiğini
fark edebilir ya da aşkı andıran o duyguları köreldiğinde
eşinden ayrılmayı arzulayabilir. On beş yıldır yaphğım ev
lilik terapileri boyunca en sık duyduğum yorum şu olmuş
tur: "Birbirimizi sevdiğimizi sanmışhk; ama aslında bir
birimizi tanımıyormuşuz bile." Halbuki gizemci evlilikte, eş
ler, birbirlerini bir yandan sever, bir yandan da tanımaya
çalışır.
Peki birbirlerine aşık olan bu eşler kimlerdir? Bir insanın
imgesi, başka bir insanın imgesine ve sergilediği role aşık ol
muştur. Bu iki insanın ilişkisi, yasal ya da dinsel bir tören söz
konusu olsa bile, kavramsal ve düşsel bir evliliktir.
Evet, tabii öyle, der uzmanlar, sevgi zamanla solar. Eşler,
bağlılıklanndan dolayı birlikte yaşamayı sürdürür. Bu şekil
de, günümüzün aşk evliliği, geçmişin toplumsal görenek
lerinin koruduğu ayarlanmış evliliğe dönüşür. Özgür irade
ile kabul edilmiş olan evlilik, geri dönüp bakıldığında, biraz
önce sözünü ettiğimiz imgelerin ayarladığı görücü usulü bir
evliliği andırır adeta. Eşler, yıldan yıla (iyi ya da kötü yönde)
değişmiş olmanın ötesinde, evlenirken birbirlerini aslında
hiç tanımadıklarının farkına varırlar.
Bağlılık, hiç kuşkusuz, başarılı bir ilişkinin (ya da zah
metine değecek herhangi bir etkinliğin) yaşamsal bir par
çasıdır. Ama sevgiliye duyulan bağlılık ile kuramsal evlilik
kurumuna duyulan duygudan annmış ve zorunlu bağlılık
arasi.nda önemli farklar vardır. Birinde, eşler, işleri yoluna
koymaya kararlıdır. Diğerindeyse, çift, dinsel ve toplumsal
kurallar nedeniyle, birlikte yaşamaları gerektiğine inanmıştır.
1 78
Geleneksel ya da Genel Evlilik
Günümüzde eşler, aşk ile evliliğin bir arada yürümesini
bekliyorlar. Peki ama bir aşk ilişkisinden tam olarak ne bek
liyorlar? İnsanların bu soru üzerine ne kadar az kafa yor
duğunu fark ettiğinizde şaşkına dönüyorsunuz. Bunun yer
ine, evliliği çoğu kez okul gibi bir kurum olarak görüyorlar.
Herkes, bu kuruma belirli bir yaşta giriyor, işlerin nasıl git
tiğine bakıyor ve buna göre ya devam ediyor, ya da
bırakıyor.
Çiftlerin tek bir düğün günü için yaptıkları planlar, olgun
ve sevgi dolu bir ilişki kurmanın, çocuk yetiştirmenin ve bir
birey olarak duygusal gelişimi sürdürmenin güçlüklerini
göğüslerken yaptıkları planlardan çok daha ayrıntılı ve
özenlidir. Maddi durumları iyi olmayan çiftler bile, "dün
yaya evlendiklerini haykırdıkları bu şahane kutlama" ile
kaderlerinin değişeceğini sanarak, düğünleri için hiçbir mas
raftan kaçınmazlar.
Evlilik, yüzyılların deneyimini kuşaktan kuşağa aktaran,
bir tarih ve devamlılık duygusu uyandıran ve törensel kut
lamalara duyulan saygı ve hayranlığı pekiştiren köklü bir
gelenektir. Ama çoğu insan, toplumsal geleneklerle dinsel
tören geleneklerini birbirine karıştırır. Bu dinsel gelenekler,
evlenen çiftlerin bir düğün töreni düzenlemesini şart koşar.
Düğünü yöneten dinadamı, kalıplaşmış bir düzene dayanan
ve belirli sözcük ve hareketlerden oluşan törensel bir büyü
yapar. Neredeyse bütün yaygın dinler, çiftlerin, resmi olarak
evlendikleri sürece, mutlu bir evlilik yaşamlarının olacağını
ve uğursuz güçlerin kötülüklerinden korunacağını, evlen
meyenlerin ise "günah içinde yaşayacağını" öne sürer.
Bir ilişkinin başarısını sevimli bir geleneğin özlemine ya
1 79
da dinsel bir törenin doğaüstü ve büyülü etkisine dayandır
ma, gerçekleri ıskalamanın ötesinde, çiftlerde sahte ve belki
de sıkıcı bir rahatlık ve güven duygusu uyandırır. Bu yak
laşım, eşleri ilişkilerinin yönünü tayin etmeye özendirmek
bir yana, onlan bilinçdışı bir şekilde güdülenen davranışlara
mahkum eder. Yüzyıllar öncesine dayanan evlilik gelenek
lerinin eşlere yüklediği rolleri bu sözünü ettiğimiz davranış
lara örnek gösterebiliriz.
Evlilik Rolleri
Eşlerin geleneksel evlilik rolleri birer kavramdır. Bu rol
ler; din, hukuk, aile ve toplumun evliliğin nasıl olması gerek
tiğini düşündüğünü gözler .önüne seren bazı düşsel görün
tüleri ve sözel betimlemeleri yansıtabilir. Ya da kişinin ken
disine ilişkin düşsel imgesine ya da eşinin olduğunu, ol
madığını ya da olacağını düşündüğü düşsel ülküleştirmelere
dayanabilir. Sonuçta, bunlar, eşlerin davranışlarını bilinçdışı
kalıplara mahkum eder. Roller, kavramsal oldukları için,
beynin sol yansıyla ilişkili bir bilinçlilik modunu yansıhr.
Sanatsal bir şekilde resim çizmenin özneyi, onu kavram
sallaşhrdığımız şekliyle değil de, gerçekten nasıl gözüküyor
sa öyle görmemiz gerektirdiğinden; cinsellikte kendiliğin
denliğin insanın, düşüncelerinin sisinden sıyrılarak, gerçek
ten hissettiklerinin farkına varması ile ilgili olduğundan ve
bilimsel yaklaşımın sabit bir bilgi birikiminden çok doğanın
dolaysız gözlemlenmesine dayandığından daha önce söz et
miştim. Benzer bir şekilde, gizemci evlilik de, eşler arasında
dürüst ve sezgisel bir kendiliğindenliğin oluşmasını ve eş
lerin birbirlerini her geçen gün daha yakından tanımasını
gerektirir. Başka bir deyişle, eşler, birbirlerine bazı gizli ve iç-
1 80
sel senaryolara göre davranmaktan kaçınmaya çalışırlar. Bu
rolleri ve imgeleri tanımayı öğrenerek, onlardan kaçınmayı
da öğrenmiş olursunuz.
Roller, önceden programlanmış komutlar, gündemler
ve"insanların oynadığı oyunlar"ın temelinde, çoğu kez, dün
yayı (ki buna aşk ilişkilerimiz de dahildir) ve kendimizi al
gılayışımızı süzen ve çarpıtan çeşitli sol yan kavramları var
dır. Roller ve bunların üzerimizdeki etkisi, beynimizin sol
yan bilincinin bilgisayar ekranlarındaki sözcük ve imgelerin
bileşimine göre farklılık gösterir. Bunlar, bireylerde gözlem
lediğimiz psikolojik ya da duygusal sorunlarla bağlanhlı ola
bilir. Çoğu, insanın eşinden; hatta bazıları, insanın kendin
den bile gizlidir.
Bir kadın-erkek _rol oyunu, Warren Farrell'in Erkekler
Neden Olduklan Gibidirler adlı aydınlahcı kitabında ayrıntılı
olarak açıklanmaktadır. Farrell, kitabında, erkek ve dişi çeki
ciliği birbirlerine ve evliliğe karşı güdüleyen kültürel kav
ramları (bunlara birincil ve ikincil düşler adını verir) anlatır.
Farrell, erkeklerin birincil düşünün güzel kadınların cin
selliklerini elde etmek olması nedeniyle kadınların hala
"seks objeleri" olduğunu dizgesel ve etkileyici bir şekilde
açıklar. Bununla birlikte, kadınların birincil düşü çalışmak
zorunda kalmadan parasal güvenceye (özellikle de bir ev ve
aile) kavuşmak olduğu için, erkekler de ''haşan objeleri" ol
maktan kurtulamaz. "Bu, kadınların güzellik ve erkeklerin
de para ve güç takıntılarının nedenini ortaya koyuyor," diye
yazar Farell. Ogden Nash'ın da dediği gibi, "Erkek paralı ve
kadın da güzel olduğu sürece, biraz uyumsuzluğun evliliğe
hiçbir zararı yoktur." Ama burada belirtilmeyen gerçek, bu
düzenin sosyoekonomik bakımdan erkeğin üstünlüğünü
181
devam ettirmesine neden olduğudur.
Düşünceli erkek ve kadınlar, bu fikirleri bilinçli bir şekil
de benimsemezler; ama yine de bunlar, çoğu bireyin içsel
düşünüşün, o ya da bu şekilde, birer parçasıdır. Bu güdü ve
roller, içeride saklanır ve bazen bütün bir evlilik yaşamı
boyunca gizlice sahneye konur. Ama sonunda ilişki yıpranır
ve eşler boşanmanın eşiğine gelir.
Kitle iletişim ve geleneksel kurumlar aracılığıyla ifade .
edilen toplumsal düş ve tabular, kadınların ve erkeklerin,
gerçek birer insan olarak birbirlerini değil de, sol yarı bilinç
liliğinin imgeleminde oynadıkları rolleri ve gerçekleştirdik
leri düşleri arzulamalarına yol açar. Böylece, Farrell'in de
uyardığı gibi, "cinsel rol _ eğitimi boşanma eğitimine
dönüşür."
Erkeğin Egemenliği
Tarihsel evliliğin günümüze bırakhğı bir başka miras ise,
evliliğin kadınları bir şekilde "koruduğunu" öne süren Vik
torya çağı görüşüdür. Bu iddia, kölelik kurumunun kölelerin
gıda ve barınma gereksinimlerini karşıladığı ve böylece on
lara kol kanat gerdiği iddiasının (ki bir zamanlar oldukça
yaygın olan ve içtenlikle inanılan bir fikirdi bu) kusursuz bir
kopyasıdır. Gerçekteyse, günümüzün toplumsal rolleri, bir
çok kadını güçsüz ve bağımlı bir konuma tutsak eder.
Geleneksel evlilik, Collette Dowling'in Sinderella Kompleksi
adlı sürükleyici çalışmasında açıkladığı gibi, kadınların
kişisel özerklik ve kendine yeterlik sorunlarını çözmek şöyle
dursun, bunlara neden bile olur. Bu açıdan bakhğımızda,
toplumumuzun geriye doğru gittiğini bile söyleyebiliriz.
Örneğin, Birleşik Devletler yasaları, kadına, yıllar boyunca
1 82
eve ve çocuklara bakmış olmasına karşılık tazminat talep et
me hakkını arhk tanımıyor.
- Gizemci gelenekler, tarihin her çağında, evlilik adı verilen
hukuksal sözleşmenin erkeğin kadın üzerindeki egemen
liğini güçlendirdiğini, yasallaşhrdığmı ve zorunlu kıldığını
savunmuş ve bu nedenden dolayı bu sözleşmeye karşı çık
mışlardır. Bu rol dizgesi, dört bin yıl önce gizemci uygarlık
ları yıkan Hint-Avrupa ve Sami boylarının ataerkil kültür
lerine dayanır.
İncil'in M.Ö. 500 civarının Sami yasalarını yansıtan ilk
bölümlerinden biri, Tanrı'hın erkeği ve kadını birbirine düş
man kıldığını (Yaratılış 3:15) ve erkeğin karısına hük
medeceğini (Yarahlış 3:16) bildirir. Bu yaklaşım, daha sonra,
kadının yaşam hakkını kocasına veren Roma hukukuna da
yansımışhr. Ve Katolik kilisesi, ancak on alhncı yüzyılda
kadının bir ruha sahip tam bir insan olduğunu kabul etmiş
tir. Kadınlar, yasal açıdan kişi oldukları kabul edilmemiştir.
Kadınlar ve köleler, bu nedenle oy kullanamazlardı.
Hukukun gözünde, kadın, evlilik denilen bir sahş sözleş
mesiyle babalan tarafından kocalarına satılan bir maldı; bu
nedenle, zina, erkeğin mülkiyet hakkının ihlali olarak değer
lendirilirdi.
İnsanların şefkat ve acıma duygulan, evliliklerin fazla
dayanılmaz olmasını önlemiştir çoğu kez. Ve kadınlar, farklı
toplumlarda, o toplumun ulaşmış olduğu uygarlık düzeyine
bağlı olarak, farklı haklar elde edebilmişlerdir. Ama bu,
kadınlar için pel< de büyük bir teselli değildir.
Evliliğin sözünü ettiğimiz temel yasal anlamı, belirli
gizemci uyanışların yaşandığı dönemlerde (örneğin, klasik
Yunanistan, Şövalyelik Çağı ve Aydınlanma) kadınların
1 83
çeşitli haklar kazanmış olmasına karşın, yüzyılımızın başına
dek Batı kültüründeki yerini korumuştur.
Üç yüzyıl önce batan Aydınlanma güneşinin ışığı dün
yamızı ısıtmaya devam ediyor. Bahlılaşmış dünyanın kadın
lan, bugün eskisine göre çok daha iyi durumdalar. Ama
kadınların politik kurtuluşunun, yani oy verme hakkının
kendilerine "veriliş"inin üzerinden daha bir insan ömrü
kadar zaman bile geçmemiş olduğunu göz ardı edemeyiz. Bu
dönüm noktası, tarihsel açıdan bakıldığında, daha dün
yaşanmış gibidir. Bu nedenle, Batı'nın toplumsal bilincinin
yeniden yapılanma sürecinin daha yalnızca başında ol
duğunu söyleyebiliriz. Doğrusu şu ki, dünyadaki erkeklerin
büyük bir çoğunluğu da, ülke�erinde hala oy kullanamıyor.
Bununla beraber, Batılı kadınların arhk kocalarının taşınır
malı olmadığı gerçeği, geçmiş dört bin yılın unutulması ya
da önemsenmemesi tehlikesini de içinde barındırıyor. Birçok
insan, geçmiş. ile birlikte, günümüzde dünyanın geri kalan
bölgelerinde yaşayart kadınlann kaderini de görmezden
geliyor. Dünyadaki kadınlann büyük bir bölümü, hala er
keklerin yasal kölesi konumundadır. Müslüman ülkelerin
yasaları çokeşliliği onaylamaktadır. Hindu kültürü ise, Hin
du yasalarının geri kalmışlığına rağmen, biraz daha iyi bir
konumdadır. Ve yasadışı olmasına karşın, Çin'in birçok
yöresinde köylüler hala eşlerini satın almaktadır. Bir
hükümet makalesi, köylülerin böylece "para ve zamandan
tasarruf yaphklannı" düşündüğünü yazıyor. Bir Nw York
Times haberine göreyse, son birkaç yılda elli binden fazla
kadın kaçırılarak evlerinden uzaklara götürüldü ve sahldı.
Bu kadınların kaçma şansı neredeyse yok denecek kadar az
dır. Ve günümüzde inanılmaz çok sayıda Müslüman ve zen
ci Afrikalı genç kız, büyüdüğünde kocasına daha iyi hizmet
1 84
etsin ve daha yumuşak başlı ve evcil olsun diye "sünnet"
ediliyor ya da başka bir deyişle, kızların klitorisleri ilkel bir
ameliyatla kesiliyor. Ormandaki Yaban'!'nın yazan Eric Hanseıı,
bu vakaların sayısının milyonları bulduğunu söylemektedir.
1 85
kadın bunlardan o ya da bu şekilde etkilenmektedir, kültü
rümüzün kadın nefretini (misogeny) nasıl erotikleştirdiğini
gözler önüne seriyor. Kadınlara karşı yapılan bu saldınlar,
erotik duygulara dayandığı için, kalıcı saplantılara dönüşü
yor. Toplumsal saplantı kişisel olanı doğuruyor; kişisel olan
ise toplumsal olanı pekiştiriyor. MacKinnon şuna dikkat çe
kiyor: ''Kadınlar, güçsüzlük şartlan altında cinselliklerini ya
şayarak, güçsüzlüklerini cinselleştirmeyi öğreniyorlar."
Böylesi bir erotizm bozukluğunun (hem kişisel, hem de
kültürel düzeyde) tedavisini gizemci cinsellikte keşfetmeyi
" umabilirsiniz. İnsanın aşk ve heyecanını zamansız ve kendi
liğinden yakınlıktan daha iyi hangi yolla yeniden koşullan
dırabiliriz ki? Sevgilileri zama!lsız ve esrik bir birleşmeden .
daha iyi hangi şekilde birbirine yaklaştırabiliriz ki?
Kadınlar, ancak yeryüzündeki bütün kültürleri etkileye
cek köklü değişimlerle gerçekten özgürleşebilir. Bu değişim
ler, kozmos ile insanın arasında bir uyum kurmayı hedefle
yen gizemci ilkelere dayanan toplumsal hareketlerin parçası
olabilir. Böylesi değişimler ile, dünyadaki örgütlü din ku
rumlan ve "bilimsel" aldatmacalar ortadan kalkacak; geze
genimizde demokratik bir yönetim şeklini benimsememiş
hiçbir ülke kalmayacak; teknoloji ile ekolojik evrim (ki insan
bilincinin evrimini de içerir bu) arasında bir denge kurulacak
. ve hepsinden önemlisi, kadınlar küresel düzeyde politik
haklarını elde edecektir. Her gizemci evlilik, insanlığın bin
lerce yıl önce başlamış ve gelecek bin yıl da sürecek olan
uzun yolculuğunda atılmış bir adımdır.
Boşanma
Toplumumuz, günümüzde aile kurumunun çözülüşüne
1 86
tanık oluyor. Bu toplumsal kargaşanın nedenini, geleneksel
evlilik ve cinsiyet rollerinden çok, bizim bu kavramları yad
sıyor olmamızda aramalıyız. Sayılar, gerçekleri gözler önüne
seriyor (daha doğrusu, yüzümüze haykırıyor). Evlilik, top
lumsal bir kurum olarak tam anlamıyla bir felaket: Amerikan
toplumundaki evliliklerin yarısından çoğu boşanmayla so
nuçlanıyor ve inanın, bu oran, eğer ekonomik şartlar el ver
se, çok daha yüksek olur.
İlk evliliklerin yüzde ellisi, o denli dayanılmaz oluyor ki,
boşanmayla son buluyor. İkinci ve üçüncü evliliklerde bu
yüzde daha da artıyor. Genelde böyle evliliklerin başarısız
olduğunu söylüyoruz. Ama evliliğin başarısını yalnızca sona
ermiyor oluşuyla ölçebilir miyiz? Bunların kaçta kaçı mutlu
ve sağlıklı evliliklerdir? Eğer bir erkek eşini ve/ya çocukları
nı dövüyor, duygusal yönden aşağılıyor ya da onlara teca
vüz ediyor, ama bu evlilik boşanmayla sonuçlanmıyorsa, bu
nun hala başarılı bir evlilik olduğunu söyleyebilir miyiz?
Eğer bir çift, eşlerden biri ya da diğeri yalnız başına yaşamı
nı devam ettirmeye kalkıştığında yoksulluk, açlık, soğuk ve
başka zorluklar ile karşı karşıya kalacağı için birlikte yaşa
mayı sürdürüyorsa, bu bir başarı mıdır?
Eşlerin birbirini aldattığı bir evlilik, sona ermediği sürece,
başarılı sayılabilir mi? Peki ya yıllardan beri birbiriyle hiç
sevişmeyen evli çiftler? Boşanma, evliliğin toplumsal bir
düzenleme olarak içten çöküşü ve yıkıo çözülüşünün yalnız
ca dış işaretlerinden biridir.
Çiftleri ve aileri boşanma ayırmaz. Boşanma, devam et
mesi mümkün olmayan evlilik ilişkisi durumuna verdiğimiz
addır yalnızca. Boşanma, başarısız bir evliliğin nedeni değil,
belirtisi ve sonucudur. Boşanma ya da boşanmama, başarı ya
1 87
da' başansızlık, evlilik kurumunun doğurduğu sonuçlardır.
Boşanmanın aile üzerindeki yıkıcı etkisi, eşlerin boşanmış ol
malarından değil, ama geçmişte akılsızca evlenmeye karar
vermiş olmalarından ya da evliliklerini yürütmek için gerçek
ve duyusal bir düzeyde yeterince çaba göstermemiş ol
malarından kaynaklanır.
Çocuklar
Bir çift, çocuklarını iyi bir şekilde yetiştirebiliyorsa, bunun
nedeni eşlerin evli olması değil, ama iyi birer ana baba ol
masıdır. Eşler, ister evli olsunlar, ister olmasınlar, güçlü, ol
gun, sevgi dolu ve uyumlu oldukları ölçüde, iyi ya da kötü
·
1 88
lerin kalıplarına sığındıkları için yok olmuştur halbuki.
Kötü bir aile ortamı, ister ana babanın çocuklarıyla ileti
şim kuramamasından, ister daha başka bir duygusal bozuk
luktan kaynaklansın, çocukların kişiliklerinin gelişimini
olumsuz yönde etkiler. Bu çocukların ilerde iyi ve dengeli bi
rer eş ve ebeveyn olma şansları tehlikeye düşer. Bu ailevi so
run, yaygın ve bilinçdışı örüntüleriyle toplumu baştan aşağı
şekillendirir. Bu kişilik ve evlilik sorunlarının oluşturduğu
döngü, bir kuşaktan bir sonrakine, büyük ölçüde evlilik ku
rumu aracılığıyla, aktarılır.
Gizemci evlilikte, eşler, çocuklarına, çocukların yetiştiril
mesine ve birer ana baba olarak sorumluluklarına ilişkin
olabildiğince bilinçli ve açık olmaya çalışmalı; hatta bir gün
birlikteliklerinin sona erebileceği olasılığını bile göz önünde
bulundurmalılar.
Gizemci Evlilik
Gizemci gelenekler, kendiliğinden birliği temel alan iliş
kileri öne çıkararak, dinsel-yasal evliliğe tamamıyla karşıt bir
yol açmışlardır. Taoculuk, Tantrizm, Gnostisizm, Şövalyelik,
Kabbalacılık, Simya ve daha sonraki Aydınlanma hareket
lerinin hepsi� bireyin özgürlüğünü ve kadın ile erkeğin eşit
liğini savunmuştur. Örneğin, Van Gulik, "Çin ve Hindis
tan'ın Cinsel Gizemciliği" adlı denemesinde şöyle açıklar:
1 89
tee'ye, yani dul kalan kadınların yakılmasına
karşı çıkmışlardır .
. . . Tantrizm, dinsel ve toplumsal gelenekleri
küçümsemiş, kutsanmış bütün tabuları ayaklar
alhna almışhr. Kast sistemini tanımayı reddet
miş ve kadınların erkeklere eşit olduğunu açık
lamıştır.
1 90
kadın evli olduklarına kendi başlarına karar veremezler mi?
Evlilik bir dışavurumdur; peki ama neyin dışavurumu
dur? Çift, insanlara her neyi duyurmak istiyorsa, bunu ev
lenmeden de pekala yapabilir. Eşler, ortak yaşamlarını sevgi,
bağlılık, saygı, sadakat, dürüstlük, kişisel gelişim, paylaşma
ve/ya yakınlığın üzerine kurduklarını açıklayabilirler. Bü
tün bunlar; cinsel kimya, duygusal sağlık, sermaye birikimi,
çocuk yetiştirilmesi ve mutluluk gibi, evlilik yaşamının için
de de var olabilir, dışında da.
191
· gi durumlarda birbirinize yardımcı olmalı ve hangi sorumlu
lukları paylaşmalısınız? Birbirinizle ne kadar konuşacaksı
nız? Tarhşılmaması gereken herhangi bir şey var mı?
Bir ilişkide önemseyeceğiniz bütün konuları listenize ek
lemeye çalışın. Hazır bu işe başlamışken, bu konulara ilişkin
görüşlerinizin nasıl oluştuğunu da anlamaya çalışın. Çeşitli
fikir ve varsayımlara nasıl vardığımızı keşfetmek büyüleyici
bir deneyimdir.
Sonra da geçmişteki önemli aşk ilişkilerinizi yazıya
dökün. Bunların aralarındaki benzerlikler ve farklılıklar ney
di? Şimdiki ilişkinize hangi açılardan benziyorlardı? Bu iliş
kiler nasıl başlamıştı? Yatak içinde ya da dışında, bir ilişkinin
hangi özelliklerini erotik, heyec�nlandıncı ve tc.tmin edici
bulurdunuz veya hala buluyorsunuz? Neleri görmek, duy
mak ya da düşlemek sizi uyarırdı?
Evliliğin gizemciliği, başarılı bir ilişkinin saygı, yumuşak
lık, yakınlık, içtenlik, cinsel kimya, sadakat, tekeşlilik ve tabii
ki aşk gibi duygusal ve somut öğelerini öne çıkarır. Resmi
evlilik kurumuyla özel bir ilgisi bulunmayan bu duygulara
her sağlıklı insan ilişkisinde rastlayabiliriz. Zaten bunların
nedenini gelenek, din ve evlilik yasasından çok sağduyu ve
insan doğasında aramamız gerekil:. Böylesi insan nitelikleri
nin daha çok ruhsal sağlık ve duygusal uyumla ilgisi vardır.
Evlenen iki bireyin bir anda bu niteliklere kavuşacağını söy
lemek gülünç bir iddiadır.
Sanının, ilişkilerde yaşanan sorunların eşlerin duygusal
sorunlarının birer sonucu olduğunu artık görebiliyorsunuz
dur. Halbuki çoğu insan, kan koca kavgalarının para ve cin
sellik gibi belirtisel sorunlara dayandığını düşünür. (Bir ko
medyen, karısıyla hep para ve seks yüzünden kavga ettiğini
192
itiraf etmişti. Kansıyla sevişmek kendisine çok pahalıya pat
lıyormuş!)
Sevgililerin birer birey olarak kişisel gelişimi ve özerkliği,
bir çift olarak hedefleyebilecekleri en iyi şeydir. Erkek ve ka
dın, yaşam birlikteliklerini yaraha bir sevgi ve yakınlık kut
laması olarak görürse, sevgililerin kişisel sınırlılıkları dışın
da, o çiftin başarısının ve mutluluğunun önündeki bütün en
geller kalkar.
Peki kişisel sınırlamalannızı nasıl aşabilirsiniz? Bu, hak
kında kütüphaneler dolusu kitap yazılmış evrensel bir soru
dur. Ama bu kitapların hiçbiri.bize tam bir yanıt sunama
maktadır. Ama kişisel gelişimin ön evrelerinin taslağını şöy
le böyle çizebiliriz. Bu evreleri, yeni bir ilişkiye hazırlığın ya
da devam eden bir ilişkiyi daha gerçek yapma sürecinin bir
parçası olarak görmeye çalışın.
Yalnızca başlamış olmak için, rahat bir koltuğa oturun ve
düş kınklıklarınız, yetersizlikleriniz, korkularınız, başarısız
lıklannız, sizi öfkelendiren şeyler, en gizli sırlannız, en utan
dığınız sorunlar ve kendinizle ilgili üzerinde çalışmanız ge
reken başka konular hakkında olabildiğince düşünün. He
deflerinizi, güçlü yanlannızı, size mutluluk veren ve sizi tat
min eden şeyleri ve yaşamdan, aşktan, ailenizden, ülkeniz
den ve kozmostan beklentilerinizi de gözden geçirmeye çalı
şın. Bunlann hepsini yazıya dökün. Yaşam öykünüzü anlata
cağınız bir günlük tutmaya başlayın. Çocukluğunuzu, ilk
gençliğinizi, anne ve babanızı, sizinle (ve kardeşlerinizle)
olan ilişkilerini öyküleyin. Örneğin, size sevgilerini nasıl gös
terirlerdi ve öfkelendiklerinde sizi nasıl cezalandırırlardı? Ve
kardeşleriniz şimdi neler yapıyor? Din, sanat, spor, çalışma,
iş yaşamı ve okula ilişkin deneyimlerinizi; ergenlik öncesi ve
193
sonrası edindiğiniz arkadaşları ve arkadaş gruplarını; alkol
ve uyuşiurucu deneyimlerinizi (kendinizin ya da sizin için
önemli olan başkalarının); bedeniniz ve kişiliğiniz hakkında
ki duygularınızı yazıya dökün.
Geçmişinizi çözümlemeye başladıktan sonra, konuyla il
gili kitaplar okumaya, konferans ve çalışma gruplarına katıl
maya çalışın. Arkadaşlarla, bir terapist ya da başka bir danış
manla ve en önemlisi, eşinizle konuşun. Hobilerinize, din
lenmeye ve televizyona ayırdığınız zamanı bu işe de ayırın.
Bunu büyük bir projeye dönüştürün, yaşamınızın eseri yap
maya çalışın. Gerçekten hiçbir kişisel sorununuz yok mu?
Bütün hepsi başkasının ya da eşinizin hatası mı? Kesinlikle bir
terapiste gitmenizi öneriyorum. Çalışmaya, büyümeye ve bir
insan olarak gelişmeye başlayİn. Evlilik, işte bu nedenle zor
bir iştir.
Psikoterapinin bir ana işlevi, bireyin bir başkasına, ama
en önemlisi kendine, başkalarından (ve çoğu zaman kendin
den) gizlediği en derin sırlarını ve kişisel yetersizliklerini iti
raf etmesine olanak tarumakhr. Bu önemli bir işlevdir; ama
terapi, insanın eşine güvenme gereksinimini dağıtmak için
kullanılmamalıdır.
Kendiniz hakkında öğrendiklerinizi eşinizle paylaşın. Eşi
niz neler düşünecek ve yapacak? Siz, eşiniz hakkında daha
çok şey öğrenmeye başladığınızda, neler düşünecek ve yapa
caksınız?
Bazen evlenmek insanların işine gelir. Çoğu kez evlilik,
dürüstlüğün eksikliğini gizlemeye yarar. Evlendiğimizde,
eşimizin (ya da kendimizin) sırlan, korkulan, kuşkulan ve
beklentileri ile uğraşmak zorunda kalmayacağımıza inanırız.
Ama böyle inanışlar kişisel gelişimi önler. Kişisel gelişme, iç
1 94
benlik ile dış dünya arasında bir uyum yakalamak için insa
nın kendini ve deneyimlerini keşfetmesi; duygu ve bilgi, ira
de ve kendiliğindenlik, sevgi ve özerklik, kutlama ve özveri,
ben ve diğerleri arasında bir denge kurmasıdır. Bu, gerçek
ten de zor ve yıllar boyu sürecek bir çalışmadır. Başka bir de
yişle, kendinizi ve eşinizi tanımak, yaşamınızın en büyük
eseri olacaktır. Ama ancak bu olumlu değişim ile, tekeşli ola
nı sıkıcı ve monoton olana dönüşmekten alıkoyabiliriz.
Bu öz farkındalığı çalışmaları sizin için iyi bir başlangıç
noktası olabilir; ama kendinizi birkaç soru ile sınırlamamaya
çalışın. Tabii ki, verdiğiniz yanıtlar doğru ya da yanlış değil.
Önemli olan, kendinizin ve beklentilerinizin farkına var
manız ve onları eşiniz ya da olası eşinizle paylaşmaya baş
lamanızdır. İşte bu dürüstlük ve açıklık ile, sevgililer, zihin
lerinde bazı imge, düş ya da varsayımlar oluşturmak yerine,
birbirlerini daha yakından tanıma fırsatı elde ederler.
1 95
rastlantı değildir.
Sağ yan bilinci ile konuşmak, yalnızca duygusal hassaslık
demek değildir. Modern filozof Charles Stevenson, Töre ve
Dil adlı ikna edici yapıtında, "bu iyi, şu da kötü" ifadesinin
mantıksal açıdan "ben, bunu sevdim, şundansa hoşlanma
dım ve senin de bu fikirlerime katılmanı istiyorum!" anlamı
na geldiğini ortaya koyar. İşte bu nedenle, sezgi ve şefkat,
hem gizemciliğin töresel yaklaşımının, hem de yakın bir bir
liktelikte iyi bir sözel iletişimin anahtarlarıdır.
Sağ yan iletişimini temel alan gizemci felsefe, eşlerin bir
birlerine, dışarıdan dayatılan töresel kurallar yerine, sezgisel
duyguları, şefkat ve insancıllık ile yaklaşmalarını önerir. İşte
bu nedenle, gizemcilik, törecllik taslamaya ya da doğru ve
yanlış davranışın kurallarını sıralamaya kalkışmaz.
Tantrizm, Bharati'ye göre, "tantrik olmayan geleneklerle
karşılaştırıldığında, değerlerden daha fazla arınmışhr; töreci
lik ve bütün 'iyi ol' klişeleri, Tantrizm'de bir yana bırakılır."
"Taocu felsefe, töresel açıdan tam anlamıyla ilgisizdir," diye
açıklar Herrlee Creel. ."Her şey görelidir. 'Doğru' ve 'yanlış',
hangi parçasal bakış açısından baktığımıza bağlı olarak, aynı
olguları ifade edebilen sözcükler bile olabilir." Walker,
Gnosis'in "töreyle hiçbir ilgisinin olmadığını" söyler. ''Din
sel, töresel ya da toplumsal yasaların hiçbir anlamı yoktur."
Ludwig Wittgenstein, Tractacus Logico-Philosophicus adlı
klasik yapıtında, töresel dizgenin sabit olmadığına, duyu ve
beğeniye dayandığına dikkat çeker:
1 96
6.4.21 . . töre sözcüklerle ifade edilemez. Töre
.
197
Gizemciliğin töreselciliğin reddedilmesi, her ne istiyorsak
onu yapabileceğimiz ya da hukuk ve düzeni tamamıyla terk
ettiğimiz anlamına gelmez. Bununla birlikte, çoğu insanın tö
reselciliğe en ufak bir gereksinimi yoktur; "gereksini.mi"
olanlarsa, bunu kullanmayacak olaılıarın ta kendisidir. En
sorunlu bireyler, ya her türlü paylaşma duygusunu ve top
lumsal bilinci yadsır, ya da zihinsel saplanhlannı ve dışa ba
ğımlı kişiliklerini gizlemek için töreyi kuUanırİar. İşte bu ne
denle, bir sevgi birlikteliğinin içinde ya da dışında, cehenne
me giden yol, genellikle iyi ve töreci niyetlerden geçer. Sol
yarının töreci d�ğerlendirmeleri, bizi sevgiden ve içimizdeki
doğal şefkat duygusundan uzaklaştırır.
İletişim yöntemlerini, cinsel-yöntemlerde olduğu gibi, ku
sursuz bir şekilde betimlemek mümkün değildir. Ama yine
de kendinize ve eşinize yardımcı olabilecek ipuçları ve öne
riler aramayı sürdürün. Örneğin, etkinlik yazınının neredey
se tamamı tepkili dinlemeyi önerir. Bu yönteme göre, fiziksel
ve duygusal açıdan tüm dikkatinizi konuşma üzerinde top
lamalı, konuşan ile göz teması kurmalı, gereğinde başınızla
söylenenleri onaylamalı ve duygularınızı çeşitli şekilerde
sergileyerek, konuşulanları dinlediğinizi ve anladığınızı bel
li etmelisiniz. Ve en önemlisi, eşinizin konuşmasına bir tepki
olarak içinizde beliren duyguların farkında olmalı ve sizin
içinizdeki neyin bu şekilde tepki vermenize neden olduğunu
anlamaya çalışmalı, sonra da bu duygu ve keşiflerinizi
eşinizle paylaşmalısınız.
1 98
Tekeşlilik
Gizemcilik, tinsel ve fiziksel bir bütünlüğün eşit yanlan
olan kadın ve erkeği!' tekeşli birlikteliğini teşvik eder. Bu,
gizemci cinselliğin ötesinde, yaşam boyu paylaşılan bir
deneyimi kapsar. Gizemci evlilikte eşlerin tam olarak nasıl
davranması gerektiğini tanımlayamayız; çünkü gizemci ev
lilik, eşlerin sabit roller sergilemediği ve kendiliğinden
nitelikler taşıyan bir bilinç durumuna karşılık gelir.
Nasıl çiftler evlilik kurumu olmadan da birlikte yaşamayı
sürdürebiliyorlarsa, geleneklerin buyurduğu dinsel emirler
ya da roller olmadan da sevgi dolu ve mutlu bir ilişki
yürütebilirler. Birbirlerini birer insan olarak duyumsayabilir
ve sürekli bir duygu akışı içinde birbirlerine kendiliğinden
bir şekilde tepki verebilirler. Çiftler, dışandan dayahlan tör
eye göre değil de, kendi duygulanna g�re hareket ederlerse,
birbirlerine karşı daha şefkatli, zeki, sevgi dolu ve hatta
gereğinde kahramanca davranabilirler.
Gizemciliğin töresel kurallan reddetmesi, eşlerin bir
birine gizemci bir şekilde yaklaşmasının daha kolay olduğu
anlamına gelmez. Gizemcilik, sevgililerin yepyeni bir yak
laşım benimsemesini gerektirir. İnsan, sorunlannı ve yeter
sizliklerini gizlemeyecek kadar savunmasız, eşinin içsel
· deneyimini anlayacak ve buna saygı duyacak kadar şefkatli
ve içten olmalıdır. Bu, kolay olmanın çok ötesinde, cesur,
maceraa, güçlü ve dayanıklı olmayı gerektiren bir deneyimdir.
Alan Watts, Doğa, Erkek ve Kadın adlı kitabında "ken
<iiliğindenliğin, her şeyden çok, içtenlik olduğunu" keşfeder.
Bu yola, gizemci evliliğin kendiliğindenliği, insanı, daha ön-
1 99
ce betimlemiş olduğumuz rollerden ve kavramsal tasarım
lardan U;Zaklaşmaya ve dürüstçe kendini eşine sunmaya
yönlendirir.
200
iyileşme sürecinin parçası olabilir. Sözünü ettiğimiz bu
gereksinim, organik, hatta cinsel olmak zorunda değildir; bu,
bebekliğimizden beri içimizde bulunan, yakın, yumuşak ve
sevgi dolu bir şekilde sanlma ve sarmalanma gereksinimidir.
Dr. Harry Harlow, modem psikolojinin klasik laboratu
var deneylerinden birinde, yavru rhesus maymunlarının, an
ne sıcaklığından uzakta büyütüldüğünde, normal bir şekilde
büyümüş maymunlarla ilişkiye girmekte güçlük çektiğini ve
insanlarınkine benzer ruhsal sorunlar sergilediğini göster
mişti. Bu deney, insanlann bazı ruhsal sorunlarının nedenini .
ortaya koymakla kalmayıp, bu sorunların kuşaktan kuşağa
aktanlabileceğini de gözler önüne seriyordu: Duygusal yön
den yetersiz olan ana babalar, aynı sorunun bebeklerinde de
ortaya çıkmasına neden olabilir. Bu bebek, büyüyüp kendisi
de anne ya da baba olduğunda, aynı sorunu kendi çocuğuna
aktarır. Bu yaklnlık gereksinimi, çoğu erkeğin kötü bir şekil
de seviştiği gerçeği ile birlikte düşünüldüğünde, kadınlann
çoğunun neden sevişmekten çok sanlmayı yeğlediğini açık
layabilir. Neyse ki, gizemci cinsellik, iki temas şeklini (sarıl
mak ve sevişmek) ve çok daha fazlasını aynı anda sunar sev
gililere.
Dr. Andrew Weil, farklılaşmış bilinç durumları
yaşamanın doğal bir "insan gereksinimi olduğunu öne sür
müştür. Bu gereksinimin yakışılç almayan bir dışavurumu,
Amerikan kültüründe gerçek bir salgına dönüşmüş olan al
kol ve uyuşturucu sorunudur. Bu toplumsal bunalım, uyuş
turucu kullanımının yakınlık deneyimini ve gizemci birliği
engellemesinden dolayı, başarısız evliliklerin sayısını da hız
la hrmandırmaktadır. Gizemci cinselliğin farklılaşmış bilinç
201
durumu, belki de, bu gereksinimlerini uyuşturucu ve alkol
ile karşılamaya çalışan insanlara sağlıklı bir seçenek
·
sunabilecektir.
Bu arada şunu da belirtmek gerekiyor ki, gizemci
gelenekler, hiçbir zaman uyuşturucu ve alkole karşı çık
mamıştır. Baküs, bira ve şarabın tanrısıydı; sarhoşluk, şarabı
ve böylece tanrısal olanı dolaysız bir şekilde algılamaya ve
bununla özötesi bir birliğe ulaşmaya olanak tanıyan bir bil
inç durumuydu. Ama şarap, insanın kendini ve evreni al
gılamasına ve anlamasına yardımcı olması amacıyla, yalnız
ca özel günlerde içilirdi. Günümüzdeyse, insanlar, uyuş
turucu ve alkol gibi zihni ve bilinci etkileyen maddeler ile
duyularını aldatıyor ya da köreltiyor, yaşamdan, insan iliş
kilerinden ve gerçeklerden kaçıyorlar. Bu paranoyak yak
laşım, gizemci geleneklerin önerdiği uyuşturucu kul
lanımının amacına ve yöntemine tamamıyla ters düşmek
tedir.
Gizemci cinsellik, yani gizemci deneyime neden olan
sevişme; kutlama, şövalyelik ve yaratıcılık ilkeleri üzerine
kurulmuş gizemci geleneklerin cinselliğe yönelik bakış
açısını yansıtır. Gizemcilik, evlilik kavramına ve kurumuna
karşı çıkmış; ama aynı zamanda, kadın ve erkeğin en doğal
var oluş şekli olan tekeşli birliği bağrına basmıştır.
Umarm, bu kitabı okurken, gizemciliğin o kadar da
garip, tuhaf ve gizemli olmadığını ve gizemci cinselliğin,
sihirden, debdebeli geleneklerden ve sahte vaatlerden uzak
ta, anlaşılması ve yaşanması pek de o kadar zor olmayan bir
deneyim olduğunu görebildiniz. Gizemci cinsellik, kozmos
202
ile bütünleşme şansının ne denli yakınımızda olduğunun
farkına varmamıza olanak tanır. Bu; bir tavrın, bir bilinç
durumunun ve duyumsamaya (ve duyumsanan o şeyin,
böylece de gerçeğin, yaşamın ve insanın kendinin kabul edil
mesine) dayanan bir bilginin ifadesidir.
"Sana armağan edilen cinselliğinle neler yapbn?" diye
sorar Kafka. "Bir başarısızlıkb, sonunda söyleyecekleri hep
bu kadardır. Ama başarmaları işten bile değildi. Al
_
gılayamayacakları kadar küçük ve önemsiz bir aynnb, haşan
ya da başarısızlıklarını belirlemişti." Bu kitabın, sizin için,
başarı ve başarısızlık ya da salt başarı ile yaşamsal doyum
arasındaki farkı yaratan o küçük ve önemsiz aynnb olmasını
·
diliyorum.
203