You are on page 1of 270

NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Cafer Iyânî Bey


Nûr-nâme
Varlığın İncisi

1
CAFER IYÂNÎ BEY

CAFER IYÂNÎ: Kaynaklara göre, 1587’de Budin’de, 1591-92’de Peçuy’da


kadı nâibliği, sonra da maliye bürokratı olarak görev yapmış bir müelliftir.
Tiryaki Hasan Paşa’nın yanında divan baş defterdarı olmuş, Budin beyler-
beyliği maliye tezkireciliği ve tezkire eminliği, Rumeli Eyaleti defter emin-
liği görevlerini yapmış ve 1593’te Budin beylerbeyi Koca Sinan Paşazâde
Mehmed Paşa’nın maiyetinde Bosna’ya gitmiştir. 1593-94’de Rumeli Eyaleti
defter emini olarak Sadrazam Koca Sinan Paşa’nın Yanıkkale’yi fethinde bu-
lunan Cafer Iyânî’ye, seferin sonunda hizmetine karşılık olmak üzere vazife-
sine ilâveten divan müteferrikalığı verilmiştir. 1595’te bu görevini bırakarak
hac farizasını yerine getirmek üzere önce Mısır’a, oradan da Hicaz’a gitmiş-
tir. Mekke’de Şeyh Ahmed Sâdık’ın tesiriyle Nakşibendî tarikatına girmiş ve
oradan San’a’ya, Yemen Beylerbeyi Hasan Paşa’nın yanına giderek Zübdetü’n-
Nesâyih ve Umdetü’t-Tevârîh adlı eserini ona ithaf etmiştir. 1602-1603 yılla-
rında yazdığı Nur-nâme’de Tımışvar’da hazine defterdarı olduğunu kayde-
den Cafer Iyânî’nin ölüm tarihi için Bağdatlı İsmail Paşa 1611 yılını, Fehmi
Ethem Karatay ise Zübdetü’n-Nesâih’in istinsah tarihinden hareketle 1614
sonrasını vermektedirler. ESERLERİ: Tevârih-i Cedîd-i Vilâyet-i Öngürüs,
Zübdetü’n-Nesâih ve Umdetü’t-Tevârîh, Nurnâme, Cihâdnâme-i Hasan Paşa,
Nesâihu’l-Mülûk
TURAN AÇIK: 1981 yılında Nevşehir’de doğdu. İlk ve Orta öğrenimi
Nevşehir’de tamamladıktan sonra 2003’te Akdeniz Üniversitesi Fen-
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl KTÜ Sosyal Bi-
limler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalında yüksek lisans programına, 2005’te
de araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek lisans programından
Şer‘iye Sicillerine Göre Trabzon’da Mülk Satışları (1747-1757) başlıklı tezi
ile mezun oldu. Aynı yıl KTÜ Sosyal Bilimler Enstitüsünde başladığı dokto-
ra eğitimini 2012 yılında “Gelenek ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şeh-
ri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da Siyaset” başlıklı tezi ile tamamladı.
Amasya Üniversitesi Fen-Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi
olan ve Osmanlı tarihi hakkında yayınlanmış çeşitli makale ve bildirileri olan
Turan Açık, bu alandaki çalışmalarını sürdürmektedir.
MÜCAHİT KAÇAR: 1980 yılında Batman’da doğdu. İlk ve Orta
öğrenimini Bitlis’te tamamladıktan sonra 2003’te KTÜ Fen-Edebiyat Fakül-
tesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu ve bu bölümde Araştır-
ma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek Lisans programından “Fuzûlî
ve Şeyh Gâlib’in İslâmi Kaynaklı Sözler Bakımından Karşılaştırılması” isimli
teziyle 2006’da mezun oldu. Aynı yıl İstanbul Üniversitesi Edebiyat Fakül-
tesi Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda başladığı doktora eğitimini 2010’da
“İbni Kemâl Dîvânı’nın İncelenmesi (Nazım Bilgisi – Belâgat – Üslûp ve Dil
Özellikleri - Muhtevâ)” isimli teziyle tamamladı. KTÜ Edebiyat Fakültesin-
de öğretim üyesi olan ve Eski Türk Edebiyatı alanında yayımlanmış çeşitli
makale ve bildirileri ile Hadîkâtü’l-Fünûn, Gurretü’l-Beyzâ, Örnek Metinler,
Şerîfî Dîvânı (Sadık Yazar’la birlikte) ve Fetih-nâme-i Sigetvâr (Ahmet
Arslantürk’le birlikte) isimli kitapları bulunan Mücahit Kaçar, evli
ve iki kız babasıdır.

2
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Cafer Iyânî Bey


Nûr-nâme
Varlığın İncisi
Hazırlayan
Turan Açık
Mücahit Kaçar

3
CAFER IYÂNÎ BEY

Büyüyenay Yayınları: 40

Cafer Iyânî Bey


Nûr-nâme
Varlığın İncisi
Hazırlayan
Turan Açık
Mücahit Kaçar
Özgün Adı
Nûr-nâme
Yayın Yönetmeni
Mustafa Kirenci
Kapak Tasarımı
Davut Köse
Mizanpaj
Zeyd Onur Sönmez
Baskı-Cilt
Alioğlu Matbaacılık
Orta Mh. Fatin Rüştü S. 1-3A
Bayrampaşa/İSTANBUL
Tel: 0212 612 95 59
Matbaa Sertifika No: 11946
1. Baskı
Büyüyenay Yayınları, İstanbul, Temmuz 2013
ISBN: 978-605-5166- 25-0
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 23494
© Bütün yayın hakları “Büyüyenay Yayınları”na aittir.
Kaynak gösterilerek tanıtım amacıyla ve
araştırma için yapılacak kısa alıntılar dışında,
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde
kopya edilemez, elektronik ve mekanik yolla
çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

BÜYÜYENAY YAYINLARI
İskenderpaşa Mah. Kıztaşı Cd. Elif Han.
No:13, Kat:2 34080 Fatih - İSTANBUL
Tel. - Faks: 0212 533 18 11
buyuyenay.com.tr
info@buyuyenayyayinlari.com.tr

4
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Şefkat ve merhamet Peygamberi


hakkındaki bu eseri, şefkat kahramanları
olan annelerimiz Emine ve Çiçek
hanımlara ithaf ediyoruz.

5
CAFER IYÂNÎ BEY

6
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İçindekiler
Önsöz ................................................................................ 9
Giriş.......................................................................................
1. Nûr-nâme ve Yazarı Hakkında ........................... 11
2. Nûr-ı Muhammedî İnancı................................... 17
3. Peygamber Sevgisinin ve Nûr-ı Muhammedî İnan-
cının Osmanlı Edebiyatındaki Yansımaları............. 20
4. Bir Osmanlı Bürokratı Niçin Nûr-nâme Yazar?..... 31
Kaynaklar ........................................................................ 43
Nûr-nâme / Varlığın İncisi
Günümüz Türkçesiyle
Birinci Bölüm
[Sebeb-i Te’lif ] ...............................................................51
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Nûrunun Ruhlar Âleminde
Olan Aslını ve Derecelerini Belirtmek ve Bütün Yara-
dılmışlardan Önceliği ve Her Şeyden Faziletli Olduğu
Hakkındadır...55
İkinci Bölüm
Hz. Peygamber’in tertemiz ruhunun peygamberlerin
ve diğer yüce kimselerin ruhlarıyla olan münasebeti ve
o şerefli nûrun hürmetine Yüce Allah’ın Hz. Âdem ile

7
CAFER IYÂNÎ BEY

Havvâ’yı yaratması, Serendip Dağı’na indirilmelerine


kadar nail oldukları nimetler ve dünyaya gönderilme-
leri ................................................................................. ..65

Üçüncü Bölüm
Hz. Âdem’in peygamberliğinden Hz. Şît’in halifeliği-
ne kadar geçen sürede Hz. Âdem ile Havvâ’nın durum-
ları ve Hz. Muhammed’in nûrunun kendisine ulaşın-
caya kadar hangi silsileyle kimlerde bulunduğu ........79
Dördüncü Bölüm
Hz. Peygamber’in mübarek nûrunun yerini bulma-
sı; âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’in dünyayı
şereflendireceğine dair mucizelerin ortaya çıkması ve
peygamberlik nûru ........................................................89
Kitabın Sonu ................................................................106
Nûr-nâme
Metin
Metin .............................................................................113
Nûr-nâme
Tıpkıbasım
Tıpkıbasım ....................................................................189

8
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Önsöz
Hz. Muhammed’in hayatı ve mucizeleri yanında
her şeyden önce yaratıldığı ve bütün faziletlerin kayna-
ğı olduğu hususu Osmanlı’da dînî-tasavvufî eserlerde
ele alınan temel konulardan biri olduğu gibi doğru-
dan bu konuyla alakalı olmayan edebî eserlerde de bu
hususa çok sık değinilmektedir. 16. yüzyıl bürokrat
müelliflerinden biri olan Cafer Iyânî Bey de tasavvufî
düşüncede Hz. Peygamber’in manevî şahsiyetinin de-
recesini ifade etmek için kullanılan Nûr-ı Muhammedî
kavramını elinizdeki eserine konu edinmiş, kitabına da
bunu çağrıştıran Nûr-nâme ismini vermiştir.
Hicrî 1013 (M. 1603) tarihinde kaleme alınan
Nûr-nâme, Cafer Iyânî Bey’in Hz. Peygamber’in par-
lak nurunun ve tertemiz ruhunun yaratılmış her şeyden
daha faziletli olduğuna dair rivayetleri muteber kitap-
lardan bir araya getirerek meydana getirdiği bir eserdir.
Sultan I. Ahmed nâmına yazılan bu eserin elimizde bi-
risi yurtdışında olmak üzere 10 nüshası bulunmaktadır.
Eserin Süleymâniye Kütüphanesi Nurosmaniye 4998
numaralı nüshası Cafer Iyânî tarafından kaleme alındı-
ğı için çalışmamızda bu nüsha esas alınmıştır.

9
ÖNSÖZ

Bu çalışmada, öncelikle, dört bölümden oluşan eser


ve yazarı hakkında bilgiler verilerek Nûr-ı Muhammedî
düşüncesinin Osmanlı edebiyatı ve düşünce sistemi
içindeki yerine değinilmiş, bir Osmanlı bürokratının
böyle bir eser kaleme almasının sebepleri hakkındaki
mülahazalarımız sunulmuştur. Ardından eserin günü-
müz Türkçesiyle sadeleştirilmiş metni ve transkripsi-
yonlu olarak yeni harflere çevrilmiş şekli sunulmuştur.
Çalışmanın sonuna da müellifin kendi el yazısı olan
nüshanın tıpkıbasımı eklenmiştir.
Hazret-i Peygamber hakkında kaleme alınmış bir
eseri okuyucularla buluşturma ve Osmanlıyı daha iyi
anlama gayesiyle takdirinize sunmuş olduğumuz bu
çalışma, elbette kulların elinden çıkan her şey gibi ek-
siklik ve kusurlarla maluldür. Bu hususun iyi niyetimize
hamledilmesini, tespit edilecek eksiklik ve hataların ta-
rafımıza iletilmesini istirham ederiz.
Bu eserin meydana gelmesinde değerli dostumuz
Doç. Dr. Sadık Yazar’ın yardım ve destekleri ile Büyü-
yenay Yayınlarından Mustafa Kirenci Bey’in gayret ve
teşviklerinin büyük payı vardır. Her ikisine de teşek-
kürlerimizi sunarız.
Turan Açık
Mücahit Kaçar
Haziran 2013

10
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Giriş
1. Nûr-nâme ve Yazarı Hakkında

Cafer Iyânî Bey, kadı nâibliğinden sonra maliye bü-


rokratı olarak görev yapmış bir müelliftir. Kaynaklara
göre,1 1587’de Budin’de, 1591-92’de de vatanı olarak
kabul ettiği Peçuy’da kadı nâibliği yapmıştır. Ardından
Tiryaki Hasan Paşa’nın yanında divan başdefterdarı ol-
muştur. Budin beylerbeyliği maliye tezkireciliği ve tezki-
re eminliği vazifelerinde iken İstanbul’a gitmiştir. Orada
kendisine Rumeli Eyaleti defter eminliği görevi verilmiş
ve 16 Ramazan 1001 (16 Haziran 1593) tarihinde Bu-
din Beylerbeyi Koca Sinan Paşazâde Mehmed Paşa’nın
maiyetinde Bosna’ya gitmiştir. 1002’de (1593-94) Ru-
meli Eyaleti defter emini olarak Sadrazam Koca Sinan
Paşa’nın Yanıkkale’yi fethinde bulunan Cafer Iyânî’ye,
seferin sonunda hizmetine karşılık olmak üzere vazifesi-
ne ilâveten divan müteferrikalığı verilmiştir. 1595’te bu
1
Cafer Iyânî hakkındaki bilgiler için bkz: Mehmet Kirişçioğlu,
“Cafer Iyâni”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
(DİA), C. 6. İstanbul, 1992, s. 551-552.; Mehmed Tâhir, Os-
manlı Müellifleri, C. III. Bizim Büro Yayınları, Ankara, 2000,
s. 41.

11
GİRİŞ

görevini bırakarak hac farizasını yerine getirmek üzere


önce Mısır’a, oradan da Hicaz’a gitmiştir. Mekke’de Şeyh
Ahmed Sâdık’ın tesiriyle Nakşibendî tarikatına girmiş ve
oradan San’a’ya, Yemen Beylerbeyi Hasan Paşa’nın yanı-
na giderek Zübdetü’n-Nesâyih ve Umdetü’t-Tevârîh adlı
eserini ona ithaf etmiştir. 1602-1603 yıllarında yazdığı
Nur-nâme adlı eserinde Tımışvar’da hazine defterdarı
olduğunu kaydeden Cafer Iyânî’nin ölüm tarihi için Bağ-
datlı İsmail Paşa 1020 (1611) yılını, Fehmi Ethem Kara-
tay ise Zübdetü’n-nesâih’in istinsah tarihinden hareketle
1023’ten (1614) sonrasını vermektedirler. Cafer Iyânî’nin,
Tevârih-i Cedîd-i Vilâyet-i Öngürüs,2 Zübdetü’n-Nesâih ve
Umdetü’t-Tevârîh, Nûrnâme, Cihâdnâme-i Hasan Paşa
ve Nesâihu’l-Mülûk olmak üzere 5 adet eser kaleme al-
dığı görülmektedir. Dolayısıyla Gelibolulu Mustafa Âlî3
kadar velud bir Osmanlı bürokrat-yazarı olmasa bile yine
de iyi addedilebilecek bir yazım potansiyeli olduğu görül-
mektedir. Böylece eserleri neşredilmesi gereken bir tarihî
şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hicrî 1013 (M. 1603) tarihinde kaleme alınan Nûr-
nâme, Cafer Iyânî Bey’in de eserin sebeb-i te’lîf kısmında
belirttiği gibi Tımışvar’daki bazı âlim ve fakîh dostlarının
Hz. Peygamber’in parlak nuru ve tertemiz ruhunun hangi
sebeplerden dolayı her şeyden evvel yaratıldığına ve diğer
peygamberlerden daha üstün olduğuna dair menkıbeleri
Arapça eserlerden Türkçeye tercüme etmesini istemeleri
2
Mehmet Kirişçioğlu, Tevârih-i Cedîd-i Vilâyet-i Öngürüs:
(Osmanlı - Macar Mücadelesi Tarihi, 1585-1595), stanbul:
Kitabevi Yayınları, stanbul, Tarih
3
Hakkında bkz. Cornel H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Ali: Bir
Osmanlı Aydını ve Bürokratı (Çev. Ayla Ortaç), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul 2008.

12
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

üzerine bu konuda yazılmış eserlerdeki bilgileri Türkçeye


aktarmasıyla meydana getirilmiştir.
Kaynaklarda her ne kadar bu eserin Gazalî tarafından
yazılan Mişkatü’l-Envâr isimli eserin tercümesi olduğu zik-
rediliyorsa da, gerek eserde buna dair bir ifade geçmemesi
gerekse de yazarın bunun aksini gösteren sözleri sebebiyle
bu bilgiye şüpheyle yaklaşmak gerekmektedir. Zira Cafer
Iyânî, eserin sebeb-i te’lîf bölümünde geçen “rivāyāt-ı
śarįĥa ve kütüb-i śaĥįĥadan ol Ĥażret-i şāh-ı eyvān-ı
risāletüň menāķıb-ı Ǿālįleri lisān-ı ǾArabįden zebān-ı
Türkįye terceme olınmaġa mübāşeret ķılınub” ifade-
sinde bulunan “rivāyāt-ı śarįĥa ve kütüb-i śaĥįĥa”4
ibaresinden de anlaşılacağı üzere, bu eseri, farklı kitaplar-
daki bilgileri bir araya getirerek oluşturmuştur. Nitekim
Cafer Iyânî, eserin bölüm başlarında, anlatacağı konuyu
hangi kaynaklardan aldığını zikreder. Buna göre Nur-
nâme’yi Mişkâtü’l-Envâr, Dekâyiku’l-Ahbâr, Şevâhidü’n-
Nübüvve, Behcetü’t-Tevârîh, Câmi’ü’t-Tevârîh, Firdevsü’l-
Ahbâr, Evâil-i Süyûtî, Bostânü’l-Ârifîn ve Tefsir-i Salebî
gibi eserler ile ismi verilmeyen bazı tefsir, hadis ve tarih
kitaplarında yer alan Hz. Peygamber hakkındaki bilgiler-
den oluşturmuştur.
Cafer Iyânî, bu eseri “Ĥażret-i Sulŧān-ı Ǿālį-cenāb
ve ħāķān-i rifǾat-meāb mihr-i sipihr-i cihān-bānį
ħülāśa-i dūd-mān-i ǾOŝmānį Sulŧānü’l- ġuzāt ve’l-
mücāhidįn Sulŧān Aĥmed Ħān-ı Ġāzį ibn-i Sulŧān
4
Hz. Allah’ın yüce yardımını umarak; din sultanı ve âlemlere
rahmet olan Hz. Peygamber’in bereketli mucizelerini vesile ede-
rek peygamberlik sarayının padişahı olan Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) aşikâr rivayetlerde ve doğru kitaplarda bulunan yüce
menkıbelerini Arapçadan Türkçeye tercüme etmeğe giriştim ve
bu kitaba Nūr-nāme ismini verdim.

13
GİRİŞ

Muhammed Ħān” şeklinde övdüğü Sultan I. Ahmed


nâmına yazdığını belirtmektedir.
Nûr-nâme’nin birisi yurtdışında olmak üzere 10
nüshası bulunmaktadır.5 Süleymâniye Kütüphanesi Nu-
rosmaniye 4998 numaralı nüsha, eserin sonuna eklenen
“ketebehû ‘abd-i ….. bi-‘inâyeti’l-Meliki’l-Ġafûr
Ca‘fer b. Ĥasan el-musannifu’l-mezbûr sene 1013”
6
ibaresinden de anlaşılacağı üzere, Cafer Iyânî tarafından
kaleme alınmıştır. Bu ibârede geçen “musannif-i mezbûr”
tanımlaması yazarın kendisini müellif olarak görmediği-
ni; bu eseri başka eserlerdeki bilgileri tercüme ve tasnif
ederek oluşturduğunu vurgulamaya çalıştığını göster-
mektedir. Nestalik bir hatla yazılmış olan bu nüsha 37
varaktan oluşmaktadır. Eserin [1a] sayfasında bu nüsha-
nın Sultan III. Osman tarafından vakfedildiğine dair bir
kayıt ve padişahın mührü bulunmaktadır.
Nûr-nâme, yukarıda da belirtildiği üzere bir sebeb-i
te’lîf bölümüyle başlar. Bu bölümde yazar, böyle bir ese-
rin kendisinden istendiğini ve bütün eksiklerine rağmen
bu işe giriştiğini anlattıktan sonra, eseri I. Ahmed adına
yazdığını ifade eder.
Eser, dört bâbdan oluşmaktadır. Birinci Bâbda, Hz.
Peygamber’in mübârek nurunun herşeyden önce ya-
5
Süleymâniye Kütüphanesi Âtıf Efendi 1746/1; Nurosmaniye
4998; Beyazıt Devlet Ktp. Veliyyüddîn Efendi 3205; Kayseri
Ra id Efendi Ktp. 1158; Atatürk Kitaplı ı OE 400/1; Yapı Kre-
di Bankası Sermet Çifter Ktp. 927/1; Türk Tarih Kurumu nr.
537/1; stanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY, nr. 7388 ve 806;
ngiltere Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları Or. 11046.
6
Bu risale, yüce gönüllü, sığınağımız, gökyüzünün güneşi ve
Osmanlı hanedanının özü, gazi ve mücahidlerin sultanı olan
Sultan Mehmed Han oğlu Gazi Sultan Ahmed Han’ın –Allah
hilafetini devranın bitişine kadar dâim etsin- saadet veren isim-
lerinin himmetiyle tamamlandı.

14
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ratıldığına ve bütün mahlûkattan üstün olduğuna dair


rivayetler aktarılmaktadır. Bu bölümde Allah’ın Hz.
Peygamber’in nurunu yaratması, ona nazar etmesi ve o
nurdan bütün mahlûkatı yaratması hadiseleri ayrıntılı bir
şekilde anlatılmaktadır. İkinci Bâbda, Hz. Peygamber’in
nurundan yaratılan enbiyâ, evliyâ ve diğer bütün insanla-
rın ona tabi olmaları ve üstünlüğünü kabul etmeleri vur-
gulanmaktadır. Ardından da Hz. Âdem ile Hz. Havvâ’nın
yaratılmaları, şeytanın Allah’a isyan etmesi ve Hz. Âdem
ile Hz.Havvâ’yı kandırması üzerine onların cennetten
çıkarılmaları hadisesi anlatılmaktadır. Üçüncü Bâbda ise
yeryüzüne indirilen Hz. Âdem ile Hz. Havvâ’nın durum-
ları, tevbelerinin kabulü ve ardından yeryüzünü imar et-
meleri konu edilmiştir. Yine Hz. Peygamber’in nurunun
Hz. Âdem’de görünmesi ve ondan da Hz. Şit’e geçerek
mübârek bir silsile ile Hz. Peygamber’e ulaşması anlatıl-
maktadır. Bu bölümde A’râf Sûresi 172. âyette de geçen
Allah’ın Hz. Muhammed’in nurunu ve bütün kâinatı ya-
ratmasından sonra bütün ruhları huzuruna alarak “ben
sizin rabbiniz değil miyim?” diye sorması ve ruhların
da “evet, sen bizim rabbimizsin” demeleri hadisesi de
zikredilmektedir. Dördüncü Bâbda ise Ebrehe’nin Hz.
Peygamber’in doğumundan önce gerçekleşen Kâbe’yi
yıkma teşebbüsü, doğumu anında görülen olağanüstü
olaylar, Rahip Buhayrâ’nın Hz. Peygamber’le olan hadi-
sesi ve Hz. Peygamber’in eşlerinin ve çocuklarının isim-
leri hakkında bilgi verilmektedir. Bu bölümde ayrıca Hz.
Peygamber’in savaşları, aşere-i mübeşşere, sahabelerin
sayısı, sahabelerin faziletleri gibi konularda açıklamalar
bulunmaktadır. Nûr-nâme’nin sonunda “Hâtimetü’l-
Kitâb” isimli bir bölüm yer almaktadır. Bu bölümde bazı
kısas-ı enbiya eserlerinde geçen ve Allah’ın azametini an-

15
GİRİŞ

latan bir rivayet ile Hz. Mûsâ’nın Allah’a yönelttiği, “Hz.


Âdem’den önce kimler dünyada yaşadı” şeklindeki soruya
verilen cevap sunularak okuyucuya nasihat edilmektedir.
Nûr-nâme’nin muhtevasına bakıldığında kâinâtın ya-
ratılışı, Hz. Âdem’in cennetten çıkarılışı ve Allah’ın aza-
meti hakkındaki bölümlerin İsrâiliyat kaynaklı olduğu
söylenen bazı kısas-ı enbiyâlarla örtüştüğü görülmektedir.
Bilindiği üzere, ehl-i kitaba ait bilgiler, daha sahabe asrın-
dan başlayarak Müslümanlar arasında yayılmaya başlamış
ve sonraki dönemlerde halk arasında iyice yaygınlaşan bu
rivayetler birçok önemli tefsir, hadis ve tarih kitabında da
nakledilmiştir. Böylece yalnızca peygamberlerin hayatları
ve kıssaları değil, kâinatın ve insanoğlunun yaratılışının
da anlatıldığı Kısas-ı Enbiyâ türü eserlerde, Kur’ân kay-
naklı bilgilerin yanında İsrâiliyât kaynaklı rivayetler de
sonraki nesillere aktarılmıştır.
İslâmî Edebiyatta kısas-ı enbiyâ yazan en önemli mü-
elliflerden biri kısaca Salebî olarak bilinen Ebû İshâk Ah-
med bin Muhammed es-Salebî’dir. Salebî, Kitâbu Arâisi’l-
Mecâlis fî Kasasi’l-Enbiyâ7 isimli eserinde peygamberlerle
ilgili kıssaları aktarırken birtakım hurafeleri ve Kitâb-ı
Mukaddes ve onun dışındaki kaynaklarda mevcut bazı
7
Bu eser ve Türkçe tercümeleri hakkında bkz. Emine Yıl-
maz-Nurettin Demir, “Bir Salebî Çevirisi (Kısas-ı Enbiyâ:
TDK Nüshası)”, International Journal of Central Asian
Studies, X/1, (2005), s.1-8; Emine Yılmaz-Nurettin Demir,
“Sa’lebî’nin Kitâbu Arâ’isi’l-mecâlis fî Kısasi’l-Enbiyâ’sının
Anadolu Sahasında Yapılmı Çevirileri”, Journal of Turkish
Studies /Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi (Cem Dil-
çin Armağanı), XXXIII/II, (2009), s. 359-61; Günay Tümer,
“Arâisü’l-Mecâlis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansik-
lopedisi (DİA), 1991, C. 3., III, s. 265-266; Meriç Ökten,
Salebî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sının XIV. Yüzyılda Türkçe Ter-
cümesi, (Yayınlanmamı Doktora Tezi), stanbul Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü stanbul, 2000.

16
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

bilgileri de aktarmış olduğu halde, eseri Müslüman top-


lumlar arasında büyük bir şöhret kazanmıştır. Eski Ana-
dolu Türkçesi döneminde meydana getirilmiş kısas-ı
enbiyâlar da genelde Salebî’nin eserinin tercümeleridir.8
Cafer Iyânî de Nûr-nâme’de Sa’lebî’nin eserinden ter-
cüme yaptığını ifade etmiştir. Dolayısıyla okuyucuların
Nûr-nâme’de bulunan bazı bölümlerin İsrâiliyât kaynaklı
olabilme ihtimâllerini de göz önünde bulundurmaları ge-
rekmektedir.
2. Nûr-ı Muhammedî İnancı9

Nûr-ı Muhammedî terimi, dînî-tasavvufî eserlerde


Hz. Peygamber’in manevî şahsiyetini ifade etmek için
kullanılıp bazen de hakîkat-i Muhammediyye şeklinde
ifade edilmektedir. Bu iki terim de Hz. Muhammed’in
her şeyden önce yaratıldığını, kâinatın da ondan yaratıl-
dığını ve dolayısıyla Hz. Muhammed’in bütün faziletle-
rin kaynağı olduğunu ifade etmek üzere kullanılır.
Nûr-ı Muhammedî fikrine ilk olarak Sehl b. Ab-
dullah et-Tüsterî’de (ö. 283/896) rastlanır. Allah’ın Hz.
8
Türkiye kütüphanelerinde bulunan kısas-ı enbiya tercümeleri
için bkz. Sadık Yazar, Anadolu Sahası Klasik Türk Edebi-
yatında Tercüme ve Şerh Geleneği, (Yayınlanmamı Doktora
Tezi), stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, stan-
bul, 2011, s. 949-956.
9
Bu konu Mehmet Demirci tarafından kaynakları da verile-
rek ayrıntılı bir şekilde iki farklı yazıda ele alındığı için çalış-
mamızda “Nûr-ı Muhammedî” hakkında söyleyeceklerimiz
genel olarak kendisinin aşağıda verdiğimiz bu çalışmalarına
dayanmaktadır. Bu bölümde kaynaklara ayrıca işaret edilme-
yecektir. Okuyucular bu iki yazıyı okuyarak konuyla ilgili çok
daha ayrıntılı bilgiye sahip olabilirler. Mehmet Demirci, “Nûr-ı
Muhammedî”, DEÜ İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. I, (1983),
s.239-257; “Hakîkat-i Muhammediyye”, Türkiye Diyanet
Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 15, İstanbul, 1997,
s.179-180.

17
GİRİŞ

Muhammed’i kendi nurundan yarattığını ileri süren


Tüsterî, bunu herhangi bir kavramla ifade etmediği gibi
bu hususun bir yaratma sebebi olduğunu da söylememiş-
tir. Bu görüş daha sonra Hallâc-ı Mansûr, Aynülkudât
Hemedânî, Rûzbihân-ı Baklî gibi mutasavvıflar ta-
rafından geliştirilmiştir. Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve
Abdülkerîm el-Cîlî tarafından açıklanan terim, zaman
içinde bugünkü anlamında kullanılır hale gelmiştir.
Nûr-ı Muhammedî kavramı şu şekilde özetlenebi-
lir: Hz. Peygamber’in altmış üç senelik zamanla sınırlı
cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Bu
görüşe göre, Allah’tan başka hiçbir şey yok iken ilk defa
hakîkat-i Muhammediyye var olmuş, bütün yaratıklar bu
hakikatten ve onun için halkedilmiştir. Âlemin var olma
sebebi, maddesi ve gayesi bu hakikattir. Bu husus, muta-
savvıfların eserlerinde çok sık kullanılan ve kudsî hadis
olarak da rivayet edilen “Sen olmasaydın ben kâinatı ya-
ratmazdım” cümlesiyle ifade edilir. Hz. Muhammed’in
nuru, bütün insanlardan hatta meleklerden önce var
olduğundan, Hz. Âdem’in insanların maddeten babası
(ebü’l-beşer) olması gibi Hz. Peygamber de ruhların ba-
basıdır (ebü’l-ervâh). “Allah ilk defa benim nurumu ya-
rattı”; “Âdem toprakla su arasında iken ben peygamber
idim” mealindeki hadislerle de bu hususa işaret edilmiş-
tir. Nûr-ı Muhammedî düşüncesine göre Hz. Âdem’de
tecelli edip daha sonra öbür peygamberlere intikal eden,
Hz. Muhammed beden olarak dünyaya gelince ona inti-
kal edip onda karar kılan nur, vefatından sonra da devam
etmekte ve bu sayede kâinât varlığını sürdürebilmektedir.
Bu nur ölümsüz ve ebedî olduğundan mutasavvıflar Hz.
Peygamber için “öldü” ifadesini kullanmazlar.

18
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İbnü’l-Arabî, hakîkat-i Muhammediyye’yi vücûd-ı


mutlakın yaratılış sahasındaki ilk ve en mükemmel
mazharı olarak görür. Cenâb-ı Hakk’ın her isminin bir
mazharı vardır. En kapsamlı isim olan ve bundan dola-
yı İsm-i a’zam denilen Allah isminin mazharı hakîkat-i
Muhammediyye’dir. Bilgi ve ilham bakımından ele alı-
nınca hakîkat-i Muhammediyye bütün peygamberlerin
ve velîlerin ledünnî ve bâtınî bilgileri aldıkları kaynaktır.
Abdülkerîm el-Cîlî, Allah’ın en mükemmel şekil-
de yarattığı Hz. Muhammed’i cemal ve celâl sıfatlarına
mazhar kıldığını, cennetle cehennemin onun iki veçhesi
olduğunu söyler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, hakîkat-i
Muhammediyye’yi anlattıktan sonra, Hz. Peygamber’in
Cebrail karşısındaki büyüklüğünü ifade etmek için “Ah-
med eğer o ulu kanadını açsaydı Cebrail ebede kadar deh-
şet içinde kalırdı” der.
“Sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım”; “Ben
gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bunun için âlemi
yarattım” gibi tasavvuf düşüncesinin temelini oluşturan
cümleler, hakîkat-i Muhammediyye’nin özlü ifadeleridir.
Hakîkat-i Muhammediyye fikri, yaratılışı sevgi ve aşk un-
suruna bağladığı için tasavvuf edebiyatının gelişmesine
önemli katkılar sağlamış ve birçok şaire ilham kaynağı
olmuştur.
Nûr-ı Muhammedî anlayışı, Osmanlı’da geniş halk
tabakaları tarafından okunan temel İslâmî kitaplarda da
daha basit ve anlaşılır şekillerde ele alınmıştır. Dolayı-
sıyla bu anlayış sadece İbnü’l-Arabî gibi mutasavvıfların
eserlerinde kalmamış avam tarafından da kabul edilen
yaygın bir inanç haline gelmiştir.10 Ayrıca birçok şair Hz.
10
Bu anlayışın Osmanlı’da halk tarafından çokça okunan

19
GİRİŞ

Muhammed’i övmek amacıyla kaleme aldıkları şiirlerin-


de bu anlayışı beyitlerine yansıtmışlardır. Aşağıdaki bö-
lümde bu konu daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.

3. Peygamber Sevgisinin ve Nûr-ı Muhammedî


İnancının Osmanlı Edebiyatındaki Yansımaları

İslâmî Türk Edebiyatının önemli bir kolu olan Divan


edebiyatında hangi amaçla yazılmış olursa olsun eserlerin
başında Allah’a övgüden sonra Hz. Muhammed’e salât ve
selâm getirilmiş, Hz. Peygamber, çeşitli güzel yönleri ve
sıfatlarıyla anılmıştır. Bu husus, Müslüman toplumların
edebiyatlarında görülen ortak bir temadır. Dolayısıyla
edebî ürünlerde Hz. Muhammed kadar övülen başka bir
kişiye rastlanmamıştır. Divan edebiyatında manzum ve
mensur şekilde Hz. Peygamber’in hayatını, mucizelerini
ve manevî şahsiyetini ele alan birçok eser bulunmaktadır.
Hz. Peygamber, siyer, hilye, mi’raciye, naat ve kırk hadis
türündeki eserlerde müstakil olarak anlatıldığı gibi başka
konularda yazılan eserlerin hem baş tarafında hem de bir
vesileyle değişik bölümlerinde övülmüştür. 11
Türk Edebiyatında Hz. Muhammed’i konu alan bel-
li başlı müstakil eserler içinde özellikle miraç-nâmeler,
Marifetnâme, Vesîletü’n-Necât, Muhammediyye, Envârü’l-
Âşıkîn vb. daha birçok eserde ele alınma şekilleri ve Nûr-ı
Muhammedî inancının Osmanlı’da da temel bir İslâm inancı
olarak kabul edilmesi hakkında bkz. Hatice Kelpetin Arpaguş,
Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları,
Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2001, s.119-147.
11
Bu konunun ayrıntılı ve bol örnekli olarak ele alındığı bir ça-
lışma için, Mahmut Kaplan’ın bizim de kitabımızın bu bölü-
münü hazırlarken çokça yararlandığımız şu eseri incelenebilir:
Klasik Türk Şiirinde Hz. Muhammed, Etkileşim Yayınları,
İstanbul, 2010.

20
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

mevlidler ve hilyeler öne çıkmaktadır. Bu türler, öne çı-


kan örneklerine göre şu şekilde sıralanabilir:
Hz. Muhammed’in miracı hem müstakil olarak hem
de divanlarda ve mesnevilerde bir bölüm olarak ele alın-
mıştır. Türk Edebiyatında yazılmış müstakil manzum
miraç-namelerin öne çıkanları şunlardır: İsa: Mi’râc-
nâme; Abdülvasi Çelebi: Mi’râc-nâme-i Seyyidü’l-Beşer
Hazret-i Resulullâh Aleyhi Efdalü’s-salavât; İsmail Hak-
kı Bursevî (öl. 1724): Mi’râciyye; Nayi Osman Dede (öl.
1729): Mi’râcü’n-nebî Aleyhi’s-selâm; Süleyman Nahifî
(öl. 1738): Mi’râcü’n-Nebî; Hafız Ömer (Yenişehir-i
Fenarî, XVIII, yy): Mi’râciyye; Abdülbâkî Arif (öl.
1810): Mi’râciyye; Seyyidî (XIX. yy): Der Beyân-ı Kıssa-i
Mi’râc; Muhammed Fevzî (öl. 1820): Kudsiyyü’s-Sirâc
fi Nazmi’l-Mi’râc; Receb Vahyî (XIX. yy): Minhâcü’l-
Mi’râc.12
Hz. Muhammed’in doğumunu ve hayatını ele alan ve
Türk edebiyatında bilinen ilk örneğini Ahmedî’nin ver-
diği mevlid türü eserler içinde Süleyman Çelebi’nin yine
Mevlid ismiyle meşhur olan Vesiletü’n-Necât adlı eserinin
ayrı bir yeri vardır. Türk edebiyatında yüzden fazla mev-
lid yazılmış olup Ahmedî ve Süleyman Çelebi’nin mev-
lidleri dışında en meşhur olanları şunlardır: Hamdullah
Hamdî: Ahmediyye (yazılışı:900/1484); Emirî: Mev-
lid (yazılışı: XVI. yy.); Hevayî: Mevlid-i Hayr-ı Enbiyâ
(Kanûnî devri); Visâlî Ali Çelebi: Mevlid (Kânûnî dev-
ri); Şâhidî: Mevlid (XV-XVI. yy); Necibî: Mevlid (XVI.
12
Bu eserlerin ayrıntılı tanıtımları için bkz. Metin Akar, Türk
Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler, Ankara, 1987, s.
155-202.

21
GİRİŞ

yy); Selâmî Şeyh Mustafa: Mevlid-i Şerif (XVII. yy);


Nahifî: Mevlid (XVIII. yy).13
Hz. Muhammed, Türk edebiyatında bu temel türler
dışında başka müstakil eserlerde de ele alınmıştır. Hz.
Peygamber’in “Ümmetimden kim, Allah rızası ve ahire-
ti için kırk hadis öğrenirse, Allah-u Teala kıyamet günü
onu peygamberler, şehidler, salihler ve sıddıklarla (sadık
kullarla) haşr eder ve onlar ne güzel arkadaştırlar!” şek-
lindeki hadisine dayanarak diğer İslam edebiyatlarında
olduğu gibi Türk edebiyatında da Kırk hadis, yüz hadis ve
bin hadis yazıp açıklama geleneği oluşmuştur. Türk ede-
biyatında bilinen ilk kırk hadis Kemal-i Ümmî’nin (öl.
880/1475) Kırk Armağan adlı eseridir.14 Hatiboğlu’nun
altı bin küsur beyitlik Ferah-nâme’si de yüz hadislere ör-
nek gösterilebilir. Divan şairleri divan ve mesnevilerinde
Allah’ı övdükleri Tevhid ve münacat bölümlerinden sonra
Peygamber Efendimizi naat başlıklı şiirlerde övmüşlerdir.
Divanlarda değişik ifade ve sıfatlarla süslenen naat baş-
lıkları genel olarak “na’t-ı şerîf, medh-i Resûl, medhü’n-
Nebî, na’tü’n-Nebî, na’tü’r-Resûl, na’t-ı Peygamber” bi-
çimlerinde yazılır. Türk edebiyatında naatlarıyla meşhur
olan Yahya Nazim’ (öl. 1727)’in bütün nazım şekilleriyle
toplam 297 na’t kaleme aldığı bilinmektedir.15
Divan şairleri yukarıda kısaca tanıtmaya ve ge-
nel çerçevesini çizmeye çalıştığımız şiir türlerinde Hz.
13
Amil Çelebioğlu, Türk Edebiyatında Manzum Dinî Eserler,
Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, 1998, s. 358; ay-
rıca bkz. Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatında Mevlid Yazan
Şairler”, Türkoloji Dergisi, C. VI. S. 1. Ankara, 1974, s. 31-62.
14
Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Abdülkadir Karahan,
İslâm Türk Edebiyatında Kırk Hadis, İstanbul, 1991.
15
Naat konusu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Emine Yeniterzi,
Divan Şiirinde Na’t, Ankara, 1993.

22
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Muhammed’e duydukları sevgiyi kaleme aldıkları gibi


sadece beyitler düzeyinde de yeri geldikçe peygamber-
lerine duydukları aşkı dile getirmiş, her vesileyle Hz.
Peygamber’den şefaat dilemişlerdir. Örneğin XVI. asır
şairlerinden olan Hayreti, Hz. Peygamber’e duyduğu mu-
habbetten dolayı ismi Mustafa olan kişileri de sevdiğini
şöyle ifade eder:
Sen Mustafa’ya şol kadar oldı mahabbetüm
Canum sever kimün ki ola adı Mustafa16
Divan şairleri Hz. Peygamber’e duydukları muhab-
beti anlatırlarken nûr-ı Muhammedî düşüncesini de sık
sık dile getirirler. Bu düşünce eserlerde müstakil bölümler
halinde ele alındığı gibi beyitler düzeyinde de dile geti-
rilmiştir. Örneğin Şeref Hanım’ın aşağıdaki beytinde bu
düşünce oldukça sade bir şekilde dile getirilmiştir:
On sekiz biñ âlemi îcâddan maksûd-ı Hak
Nâsa ancak arz-ı ân u i’tibâruñdur senüñ
Şeref Hanım’ın beytinde Cenâb-ı Hakk’ın on sekiz
bin âlemi yaratmasının sebebi Hz. Peygamber’in kendisi
yanındaki şan ve itibarını insanlara göstermektir. Yani bü-
tün insanlar bu itibare şahitlik etmek üzere yaratılmışlar-
dır. Bu beyitte bütün âlemin Hz. Peygamber’in şerefine
yaratıldığı düşüncesi gayet sade bir şekilde sunulmakta-
dır. “Sen olmasaydın felekleri yaratmazdım” şeklindeki
hadis-i kudsî’ye dayanan bu düşünce, Divan şiirinde bir-
çok şair tarafından levlâk/Sen olmasaydın kelimesi vur-
gulanarak dile getirilir. Bunlardan biri aşağıda sunulmuş-
tur:
16
Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri, Hayretî Divanı, İstanbul,
1981, s. 6.

23
GİRİŞ

Sensin ol mazhar-ı teşrif-i hitâb-ı Levlâk


Ki vücudundur olan illet-i halk u tekvin (Rüşdî)

“Levlâke şerefli hitabının mazharı sensin. Halkın ya-


ratılış sebebi senin vücudundur.”17
Nûr-ı Muhammedî düşüncesi birçok mesnevîde ve
divanda ayrı başlıklar açılarak da ele alınmıştır. Burada
dikkati çeken husus, bu konuya değinen bazı mesnevi-
lerin dînî bir muhtevaya da sahip olmamasıdır. Örneğin
Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinin baş tarafında Hz.
Peygamber’i övdüğü bölümde konuyu nûr-ı Muhammedî
düşüncesine getirmekte ve şu beyitleri söylemektedir:
Çü rahmetden yaratdı enbiyâyı
Güzîn itdi bulardan Mustafâyı
Ol üç yüz on üç ahyârun imâmı
Bu bin bin âlemün ah-ı hümâmı
Nübüvvet tahtınun sâhib-külâhı
Vilâyet çarhınun mihr ile mâhı
Emânet gencinün âh-ı emîni
mâmet bahrinün dürr-i yetîmi
Emîr-i er‘ ü sultan-ı tarîkat
Delîl-i Hakk ü bürhân-ı hakîkat
Keremde ekremi kavm-i kirâmun
erefde a‘zamı cümle izâmun
mâm ü pi vası enbiyânun
Hümâm ü muktedâsı asfiyânun
17
Konunun beyit düzeyinde ele alındığı bir çalışma için bkz. Sel-
çuk Eraydın, “Hakîkat-ı Muhammediyye ve İlgili Beyitler”, Di-
yanet Dergisi, XXV/4, Ankara, 1989, s. 131-143.

24
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Safâ meydânınun çâpük-süvârı


Vefâ bûstânınun ebr-i bahârı
lâhî mahzenün fethine miftâh
Melâhî zulmetin def‘ine misbâh
Tozı âlem gözinün tûtiyâsı
Dili adem gilinün kimyâsı
Muhammed kim Çalapdandur müeyyed
Müebbed dîni vü er‘i muhalled
Hamîdün Ahmed ü Mahmûdı oldur
Cihânun maksad ü maksûdı oldur
Hakîkat halka bu minnet hemindür
Ki Hakdan rahmeten li’l-âlemîndür
Beli anunla buldı âlem adı
Cihandan Hakkun ol cândur murâdı
Sipeh-salâr-ı dîndür halk hayli
Murad oldur ki âlem tufeyli
Bu ‘ar ü fer ü ins ü cinn ü eflâk
Buyurur Hak ki olmazidi levlâk
Ön anı kıldı mevcûdâtı andan
Anı halk itdi mahlâkâtı andan
Zuhûra evvel eren sırr-ı gaybî
Anun nûrudur etme ekk ü reybi
Vücûda geldi çün ol nûr-ı a‘zem
Sücâda vardı Hallâkına ol dem
Pes ol ‘alemde bir ‘âlî ‘alemdür
Ki adı gâh ‘akl ü geh kalemdür
Dü ‘âlem bir rakamdür ol kalemden

25
GİRİŞ

Hem Âdem dahı bir dem ol kıdemden


Yetürgen Âdemi âbı vü hâki
Nebî olmı dı anun cân-ı pâki
Vücûda geldi çün ol nûr-ı a‘zem
Sücûda vardı Hallâkına ol dem
Kalur çok karn ol hazretde sâcid
Olur yıllar rükû içinde hâmid
Delim müddet kıyâm eyler hemân ol
Tahiyyat ü te ehhüd çok zamân ol
Ana Kıbleydi Hak zâtı cihetsüz
Ne fehm itsün bu sözü ma‘rifetsüz
Hem âsârından oldı ol niyâzun
Bugün farziyyeti bize namâzun
Pes açdı Hak hakîkat bahrine râh
Ki bu nûr oldu Hak sırrından âgâh
Bu bahre kar ı cû itdi tarebden
Yedi kez devr kıldı ol sebebden
Yidi pergârı çerhun oldı zâhir
Vücûda geldi pes bir bir mezâhir
Bu nûra her nazar k’iderdi Yezdân
Olurdı her biri bir necm-i tâbân
Pes ârâm idüp ol nûr-ı cemâli
Günitdi kürsi düzdi ar -ı âlî
Vücud-ı ar ü kürsi aks-i zâtı
Feri teler anun ba‘zı sıfatı
Nefesler kim ururdı ol güher-bâr
Olurdı âlem-i ervâh envâr

26
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ale’t-tafsîl anunla oldı bu cem


Cihân pervânedür rûhı anun em‘
Anunçün külle meb‘ûs oldı ol âh
Ki cüz’i külli andan kıldı Allah
Çün oldı asl-ı mevcûdat zâtı
N’ola olsa hâkim-i her zât zâtı18
“Cenâb-ı Hak, rahmetiyle peygamberleri yarat-
tığında Hazret-i Muhammed’i onların seçkini kıl-
dı. Peygamberlerin ve bütün âlemlerin sultanı olan
Hazret-i Muhammed, peygamberlik tahtının sahibi
olduğu gibi Allah’ın da sevgili kuludur. Kutsal ema-
netin güvenilir emanetçisi, insanların önderliği deni-
zinin eşsiz incisidir. Şeriat, tarikat ve hakikat yolları-
nın doğruluklarının ispat ve delili olduğu gibi iyilik
sahibi insanların en cömerdi ve herkesten daha şerefli
olan da yine Hazret-i Muhammed’dir. Peygamberlerin
ve âlimlerin reisi olan o yüce peygamber mutluluk ve
huzurun da kaynağıdır. İlâhî hazinelerin anahtarı ve
kötülükler karanlığını yok eden lamba olan Hazret-i
Muhammed’in ayağının tozu gözlerin sürmesi ve gön-
lü de yokluğu ortadan kaldıran bir tılsımdır. Herkesin
övdüğü ve bütün cihânın istediği kişi olan Hazret-i
Muhammed, Allah tarafından desteklendiği için dini
ve şeriati ebedîdir.
Gerçek şudur ki Allâh’ın âlemlere rahmeti
Hazret-i Muhammed’dir. Onun sayesinde bu âlem var
oldu. Allâh’ın bu cihanı yaratmaktaki amacı Hazret-i
Muhammed’dir. Gökyüzü, yeryüzü, insanlar, cinler ve
bütün her şey O’nun hürmetine yaratılmıştır. Allâhu
18
Faruk Kadri Timurtaş, Şeyhî ve Hüsrev ü Şîrîn’i, İ.Ü. Edebiyat
Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1980, s. 17 (Metin Kısmı).

27
GİRİŞ

Teâlâ önce onu sonra da diğer varlıkları yarattı. Her


şeyden önce yaratılan şeyin Hazret-i Muhammed’in
nûru olduğu konusunda şüpheye düşme. Ona bazen
akıl bazen de kalem derler ki iki âlem ondan yaratıl-
mıştır. Hattâ Âdem aleyhisselâm bile ondan sonra ya-
ratılmıştır. Hazret-i Âdem, su ve toprak arası bir bal-
çık iken Hazret-i Muhammed peygamber kılınmıştı.
O’nun yüce nûru yaratıldığında hemen o anda secde
yaptı. Çok uzun bir müddet boyunca secde, rükû ve ta-
hiyyatta kalan Hazret-i Muhammed’in nûru, Cenâb-ı
Hakk’a herhangi bir yöne dönmeden ibâdet etti. Mari-
fet sahibi olmayanlar bu sırrı anlayamazlar. Bu niyazın
bir eseri olarak bize de namaz farz olmuştur. Cenâb-ı
Hak hakikat yolunu açınca bu nûr, Allâh’ın sırrından
haberdar oldu ve utancından terleyerek köpürdü. Bu
sayede felekler ve diğer her şey meydana geldi. Cenâb-ı
Hak bu nûra her baktığında parlak bir yıldız meyda-
na gelirdi. O’nun güzelliğinden arş, kürsi ve melekler
yaratıldı. O mübârek nûr, her nefes aldığında ruhlar
âlemi parlardı. Velhâsıl-ı kelâm o nûr sayesinde her şey
vücût buldu.
Hazret-i Muhammed’in rûhu bir mum, cihân da
onun etrafında dönen kelebektir. Allâh, küçük büyük,
az çok her şeyi ondan yarattı. Her şeyin aslı o olduğuna
göre bu âlemdeki her şeyin ve herkesin en faziletlisi ve
en üstünü Hazret-i Muhammed olsa buna şaşılır mı?”
`
Osmanlı’da nûr-ı Muhammedî düşüncesinin hangi
boyutlarda olduğunu gösteren metinlerden biri de Bağ-
datlı Rûhî’nin meşhur terkîb-i bendidir. Bağdatlı Rûhî,
toplam on yedi bendden oluşan eserinde Osmanlı top-

28
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

lumundaki sosyal tipleri ve grupları, bunlar arasındaki


aksaklık ve çarpıklıkları eleştirmiştir.19 Bu terkîb-i bendin
beşinci bendi ise tamamen nûr-ı Muhammedî düşüncesi-
ne ayrılmış ve Hz. Muhammed’in manevî değeri vurgu-
lanmıştır.
Ol gevher-i yek-tâ ki bulınmaz ana hem-tâ
Gelmez sadef-i kevne bir öyle dür-i yektâ
Ol zât-ı erîfe yara ur da’vi-i himmet
Kim oldı ne dünyâ ana maksûd ne ‘ukbâ
Kim derk ider anı ki ola zâtına ma’lûm
Remz-i kütüb-i medrese-i ‘âlem-i bâlâ
Ol zâhidün aglar yir ü gök hâline yarın
Kim içmeye destinden anun câm-ı musaffâ
Bir noktadadır sırrı didi çâr kitâbın
Ol çârdadur sırr-ı kütüp-hâne-i e yâ
Ol nokta benem didi dönüp remzini seyr it
Ya’ni ki benem cümle-i esmâya müsemmâ
Çün hisse imi kıssadan ehl-i dile maksûd
Maksûd nedür anla bil ey ‘arif-i dânâ
Hep maglata vü laklakadur bâtın u zâhir
Bir nokta imi asl-ı sühan evvel ü âhir
“O eşsiz bir incidir ki onun benzeri bulunmaz. Öyle
bir incinin benzeri hiçbir sadefe gelmemiştir. Himmet
davası, o şerefli kişiye yaraşır. Çünkü o ne dünyayı ne
de ahireti isterdi. Onu anlayan kimse, bu yüce âlemin
19
Bağdatlı Rûhî’nin terkîb-i bendinde topluma yöneltilen eleştir-
lerin analizi için bkz. Zülfi Güler, “Bağdatlı Ruhi’nin Meşhur
Terkib-i Bendine Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış”, Turkish
Language and Literature, C. 3, S. 1, (2008), s. 28-43.

29
GİRİŞ

medreselerinin kitaplarının işaretlerini tamamen an-


lar. Onun elinden tertemiz şarap içmeyen zâhide yarın
yer ve gök ağlar. Dört kitabın tüm sırrı bir noktada-
dır” dedi. Varlık kütüphanesinin sırrı da o dört kitap-
tadır. “O nokta benim, dönüp işareti izle. Yani bütün
her şeyin ismi benim” dedi. Gönül sahibleri için amaç,
kıssadan hisse almaktır. Ey irfan sahibi, kastedilen ne-
dir onu bil ve anla! Her şeyin içi dışı boş ve manasız-
dır. Başlangıçta ve sonda sözün aslı bir noktadır.”
`
Bağdatlı Rûhî’ye göre bu dünya bir sadefdir ve onda
da eşsiz olan tek bir inci vardır, o da kâinatın incisi Efen-
dimiz Hz. Muhammed’tir. Şaire göre Hz. Muhammed’i
tanıyıp anlayanlar, bu kâinatın sırlarını çözmüşlerdir.
Medreselerde yazılıp okunan kitapların tek bir amacı
vardır: Bu âlemin hikmetini, içyüzünü anlamak ve anlat-
mak. Şaire göre Hz. Muhammed bu âlemin sırrını çöz-
müştür. Dolayısıyla onu seven ve anlayan müminler de
bu kitapların sırlarına vakıf olmuşlardır. Şair, Peygamber
Efendimizin bir hadisini aktarmaktadır: “Kâinatın sırrı-
nı saklayan dört kitabın sırrı tek bir noktadadır. O nok-
ta da benim”. Bağdatlı Rûhî tasavvufî düşüncede önemli
bir yeri olan ve bizim de yukarıdan beri özetlediğimiz
nûr-ı Muhammedî düşüncesini, yani bütün kâinatın Hz.
Muhammed’in nurundan var olduğu düşüncesini vurgu-
lamaktadır. Şaire göre, gönül sahipleri için önemli olan
kıssadan hisse almaktır ve ârif olmanın yolu kitabî bilgiyi
aşmaktan geçer. Şair, bendin sonunda âriflere seslenmekte
ve “kâinatın özü ve hikmeti hakkında konuşan ve kitaplar
yazan herkesin aslında sözü uzattığını ve dediklerinin bir
dedikodudan ibaret olduğunu, işin özünün net bir şekilde
ortada olduğunu, bu kâinatın özünün nûr-ı Muhammedî
hakikati olduğunu söylemektedir. Şâire göre bütün âlem

30
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

bu nûrdan yaratılmıştır ve ârif olmanın yolu bunu anla-


maktan geçmektedir.
Yukarıda da vurguladığımız gibi Bağdatlı Rûhî, bu
terkîb-i bendde toplumun farklı kesimlerini eleştirerek
her defasında doğru olanın ne olduğuna işaret etmekte-
dir. Bu bendde de dört kutsal kitabı okuyarak, medrese
tahsili görerek kâinatın özü ve mahiyeti hakkında bilgi
sahibi olmayı eleştirmekte ve nûr-ı Muhammedî düşün-
cesine sahip olmadan, bu hakikati anlamanın mümkün
olmayacağını, bu düşünceyi özümsemeden kâinatın hik-
meti üzerinde konuşup yazmanın boş ve faydasız olduğu-
nu ifade etmektedir.
Bu bölümde Hz. Peygamber’in Divan edebiyatın-
da nasıl ele alındığı ve nûr-ı Muhammedî düşüncesinin
izlerine sadece dînî-tasavvufî muhtevaya sahip eserlerde
değil, herhangi bir edebî eserin satırları arasında da rast-
landığını göstermeye çalıştık. Denizden bir katre bile ol-
mayan bu örnekler de göstermektedir ki Divan edebiya-
tında Hz. Muhammed her yönüyle ele alınmış, özellikle
kâinâtın onun hatırına yaratıldığı düşüncesi Osmanlı’da
avam ve havassın gönülden kabul ettiği bir iman esası hü-
viyeti kazanmıştır.
4. Bir Osmanlı Bürokratı Niçin “Nûr-nâme” Yazar?
Osmanlı düşüncesinin anlaşılması noktasında henüz
başlangıç safhasında olduğumuz malumdur.20 Moder-
20
Bunun iki önemli sebebinden biri Tahsin Görgün’ün biraz
da karikatürize ederek belirttiği gibi “Türk Düşüncesi”nden
veya özelde “Osmanlı Düşüncesi”nden bahsetmenin çoğu ki-
şiye mevcut olmayan daha doğrusu “mümkün olmayan” bir şey
olarak gelmesidir. Türkler, tıpkı Moğallar gibi gelmişler, savaş-
mışlar, devletler kurmuşlar, kendilerinden güçlü biri karşılarına
çıkınca da yenilerek tarih sahnesinden çekilmişlerdir. Dolayı-
sıyla bu düşünüş biçimine göre Türklerin insanlık kültürüne ve
düşüncesine kalıcı herhangi bir katkıları olmamıştır. (Tahsin

31
GİRİŞ

nizmin disipliner bilim algısı üzerinden baktığı bilgiyle


müşahhas modern araştırmacının ise geleneksel Osmanlı
düşüncesinin anlaşılmasında bir takım metodolojik so-
runları bulunmaktadır.21 Nitekim neşrini gerçekleştirdi-
ğimiz, nûr-ı Muhammedî literatürü içerisindeki küçük
bir numune olan Nûr-nâme metninin yazarı Cafer Iyânî
Bey’in bir maliye bürokratı olması, disipliner bilgi bakışı
açısından bir sorun olarak durmaktadır. Yani bir maliye
bürokratının, bilhassa tasavvufta oldukça yaygın olan bir
kavrayış şeklini konu alan bir metni kaleme alması, Os-
manlı düşünüş biçiminin disipliner bilgi anlayışı açısın-
dan kavranamayacağı gerçeğini gözler önüne sermektedir.
Bu nedenle, İhsan Fazlıoğlu’nun söylediği gibi, geleneksel
Osmanlı düşüncesine ve bilgi anlayışına “…ondalık tasnifli
kütüphane sistemi içerisinden değil, Taşköprülüzâde’nin
(ö. 1561) Miftâhu’s-Sa‘âde ve Misbâhu’s-Siyâde adlı ese-
Görgün, “Osmanlı Düşüncesi Nasıl Anlaşılabilir?-Osmanlı
Düşüncesinin Anlaşılmasında Karşılaşılan Bazı Zorluklar Üze-
rine-“, Türklük Araştırmaları Dergisi, 13-14, 2003, s. 30). İkinci
sebep ise uzun zamandır Osmanlı tarih yazımında hâkim olan
sosyo-ekonomik yazım tarzıdır. Osmanlı tarihçiliği açısından
muhakkak oldukça önemli gelişmeler kaydedilmesini sağlayan
bu yazım tarzı, tarihçiliğimizin uzun zamandır hareket nokta-
sını teşkil ederek başka tarih yazım tarzlarının da tarihçiliğimi-
ze dâhil olmasını elinde olmadan engellemiştir. Yine arşivdeki
belge külliyatının tarihçilerimizin önüne açtığı fırsat, sosyo-
ekonomik tarih yazımının bilhassa arşiv belgeleri üzerinden ya-
pılmasına yol açmıştır. Osmanlı tarihi alanında elbette önemli
bir gelişme kaydedilmesini sağlayan bu sürecin istemeden kü-
tüphane kaynaklarını göz ardı ettiği görülmüştür. Zihin tarihi
açısından ilk elden önem arzeden yazma eserlerin, tabir yerinde
ise unutulmaya terk edilmesi ise Türk/Osmanlı düşüncesinin
ortaya çıkarılmasındaki engellerden birini teşkil etmiştir.
21
B. Gencer, sosyal bilimlerdeki aşırı uzmanlaşmanın getirdiği
parçalanmanın Weber gibi öncü sosyologların temsil ettiği bü-
tüncül bakış açısının kaybolmasına neden olduğunu ve bunun
da geleneğe vukûf imkânını pek bırakmadığını ifade etmek-
tedir. Bedri Gencer, İslam’da Modernleşme 1839-1939, Lotus
Yayınları, Ankara, 2008, s. 103.

32
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rinde serimlenen ontolojik bilgi tasnifi çerçevesinden


bakmak…” gerekmektedir.22 Bu nedenle, Osmanlı düşün-
cesinin anlaşılması için onun içerisinde bulunduğu bilgi
anlayışına elden geldiğince vakıf olmak elzemdir.

Hz. Peygamber’in nuru ve yaradılış arasındaki bağı


konu edinen nûr-ı Muhammedî düşüncesi, Osmanlı’da
toplumun hemen bütün katmanlarının paylaştığı ortak
bir temele işaret ediyordu. Nitekim Ekrem Demirli’nin
Füsûsu’l-Hikem’e yazdığı şerhte belirttiği gibi, arada-
ki üslup farklılıklarını bir yana bıraktığımızda İbnü’l-
Arabî’nin Füsûsu’l-Hikem’iyle Konevî’nin Miftâhü’l-
Gayb’ı ya da Abdülkerim el-Cîlî’nin İnsan-ı Kâmil’i veya
Muhammed Bican Efendi’nin Muhammediyye’si ve Sü-
leyman Çelebi’nin Mevlid-i Şerif’i insan-ı kâmili anlatan
ayrı üsluplardaki fakat aynı kapsamdaki eserlerdir.23
Dolayısıyla Osmanlı’da gerek havassın gerekse avamın
kozmogoni algısı ortak bir noktadan hareket etmektey-
di. Yani varlığı algılayış biçimleri birdi. Bilindiği üzere
geleneksel dönemde ontoloji ve epistemoloji arasında
bir ayrım bulunmamaktaydı. Söz konusu ayrım modern
metafiziksel/fiziksel ayrım ile ortaya çıkmıştı. Yani ge-
leneksel dünya görüşü bilgiyi varlığın yansıması olarak
almaktaydı.24 Bilhassa sufiler için var olma tarzıyla bilgi
ilişkisi özdeşti.25 Bu nedenle nûr-ı Muhammedî algısını
22
Tafsilat için bkz. İhsan Fazlıoğlu, “Osmanlı Dönemi Türk Fel-
sefe-Bilim Hayatının Çerçevesi,” http://www.ihsanfazlioglu.
net/yayinlar/makaleler/
23
İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, (çev. ve şerh: Ekrem Demirli),
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 260.
24
Gencer, İslam’da Modernleşme, s. 604.
25
İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, s. 256.

33
GİRİŞ

Osmanlı insanının bilgisini temellendirdiği çıkış nok-


tası olarak nitelendirmek mümkündür. Böylece nûr-ı
Muhammedî düşüncesi geleneksel Osmanlı insanının
en önemli referans noktalarından birini teşkil ediyordu.
Nitekim Cafer Iyânî Bey de, nûr-ı Muhammedî üzerine
yazdığı eseri Nûr-nâme’yi I. Ahmed’e (1603-1617) sun-
muştu. Elimizdeki müellif nüshasının en son sahibi olan
padişah ise III. Osman (1754-1757) olarak göründüğüne
göre eser hanedan içerisinde okunmuştu.
Cafer Iyânî Bey bağlamında bir başka mesele daha
gündeme gelmektedir. Bilindiği üzere Nakşibendî tarikatı
genelde Osmanlı ilmiyesinin mensup olduğu bir tarikat-
tır. Osmanlı bürokrasisi ise büyük oranda Mevlevîdir.26
Yüksek ihtimalle Cafer Iyânî Bey’in kadı nâibliği arka
planından kaynaklanan bu Nakşibendî ilişkisi, acaba,
bir maliye bürokratı olarak onun Osmanlı bürokrasisi
içerisindeki konumuna nasıl bir tesir yapmaktaydı? Bu
sorunun ışığında ise Osmanlı bilgi anlayışı ile Osmanlı
bürokrasisi arasındaki bağ gündeme gelmekte ve bu nok-
tadan hareketle eserin yazıldığı dönem olan 17. yüzyılın
Osmanlı tarihi açısından önemi bakımından bir diğer
mesele daha kendini göstermektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun bilhassa 17. yüzyıldaki
bürokratik mekanizmasının karmaşık karakteri henüz
Osmanlı tarihçiliği tarafından çözülmüş değildir. Hi-
zip çatışmaları ile karakterize edilmiş olan bu dönemin
ise Osmanlı İmparatorluğu’nun “gerileme” veya “kriz ve
dönüşüm” şeklinde nitelendirilen en önemli tarih aralık-
larından birini ifade etmesi, söz konusu bürokratik meka-
26
Bedri Gencer, “Osmanlı’da Meşruiyet Tabakalaşmasının Olu-
şumu”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi,
S.30, (2004), s. 83.

34
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

nizmanın derinlemesine incelenmesini zorunlu kılmak-


tadır. Aslında bu dönemin anlaşılması için bürokratların
yazdığı eserlerin dökümlerinin çıkarılması ve bunların
tetkikli neşirlerinin yapılması gerekmektedir. Yine eser,
yazarı ve içerisinde bulunduğu hizbin politik tutumu
bağlamında eşleştirmeler yaparak metinler ve bağlamları
ekseninde bir takım yorumlara gidilmelidir. Bu şekilde
söz konusu kritik dönemde yazılmış eserlerin muhteva ve
işlevlerinin ortaya çıkması temin edilerek daha sağlam bir
temelde “gerileme” veya “kriz ve dönüşüm” gibi bakış açı-
larını değerlendirmek imkânı elde edilebilecektir.
Neşretmiş olduğumuz Nûr-nâme’nin muhteva-
sı ise yukarıda zikrettiğimiz hususları tam olarak açığa
kavuşturma olanağı temin etmemektedir. Zira eserde
söylem analizi açısından ele alabileceğimiz tek husus;
Cafer Iyânî Bey’in eserinin yazılış sebebi olarak gös-
terdiği iyi niyetli nedendir: “…Ammā baǾd vilāyet-i
Ŧımaşvār-i celįlü’l-aķŧāruň taĥśįl-i māl ü menāli bu
bende-i śadāķat-kāruň cereyān-i ķalem-i bį-ķarārı
ile ber-ķarār ve tekmįl-i meśāliĥ-i aĥvāl-i ümenā vü
Ǿammāli bu Ǿabd-i bį-miķdāruň iķtibās-ı reǿy-i rūşen-
efkārları ile pür-envār iken vilāyet-i mezbūrenüň
Ǿulemā vü fuķaĥāsından baǾżı yārān-i śafā ve iħvān-ı
vefā bu Ǿabd-i bį-riyādan recā vü istidǾā eylediler
ki ol Ĥażret-i ħayrü’l-beşer ve şefįǾ-i rūz-i maĥşer
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň nūr-ı tāb-nāki ve rūĥ-ı
pāki cemįǾ eşyādan ne vechile aķdem ü efđal ve sāǿir
enbiyāǿ-iǾižām Ǿaleyhimüsselāmdan ekmel olduġı ol
Ĥażret-i risālet ve şems-i fażįletüň menāķıb-i Ǿālį-
menziletlerin lisān-ı ǾArabįden [2a] zebān-ı Türkįye
getürüb bir risāle-i şerįfe ve maķāle-i laŧįfe teǿlįf ü
taśnįf eyle kim senden śoňra ħayrü’l-ħalefüň ve

35
GİRİŞ

netįce-i şerįfüň ola…”27 Bunun dışında metnin içerisin-


de Cafer Iyâni Bey’in dâhil olduğu bürokratik mekaniz-
ma ve bunun esere yansıma biçimi ile siyasal zemindeki
karşılığına dair herhangi bir bilgi bulmak zordur. Fakat
biz, Cafer Iyânî’den böyle bir istekte bulunulması mesele-
si üzerinden bir takım tespitler yaparak en azından eserin
yazılış sebebine dair 17. yüzyılın bağlamında küçük de
olsa bir takım çıkarımlarda bulunmak istiyoruz.
Bunun için öncelikle “vilāyet-i mezbūrenüň
Ǿulemā vü fuķaĥāsından baǾżı yārān-i śafā ve iħvān-ı
vefā”nın28 böyle bir ricada bulunmasının, Nûr-nâme
gibi bir esere bu dönemde ihtiyaç olduğu gerekçesinden
kaynaklandığı düşünülecektir. Bundan sonra ise nûr-ı
Muhammedî düşüncesinin “hayat” verdiği tasavvuf eksen
kabul edilerek 17. yüzyılda bu hususta yaşanan önemli bir
çekişme referans alınacak ve bu şekilde bir takım tespitler
yapmak mümkün olacaktır.
Vilâyetin ulemâ ve fukahâsının isteği bu dönem-
de tasavvufî literatürün kaynağını teşkil eden nûr-ı
Muhammedî düşüncesinin eskisine nazaran azalan bir
27
Her yönüyle yüce olan Temeşvar vilâyetinin mal ve gelirleri bu
sadık kulun kararsız akan kalemiyle kaydedilirken ve idareci-
lerin halleriyle ilgili işler bu aciz kuldan alınan parlak fikirlerle
kemale erdirilirken bu vilâyetin âlimleri ve fakihlerinden bazı
gönül dostları ve vefalı kardeşler bu riyasız kuldan bir ricada
bulunarak şöyle dediler: İnsanların en hayırlısı ve kıyamet gü-
nünün şefaatçisi olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) parlak nûru
ve temiz ruhunun her şeyden önce yaratılıp en faziletli oluşu;
diğer büyük peygamberlerden (a.s.) daha kâmil olmasının nasıl
olduğunu ve dair fazilet güneşi olan Hz. Peygamber’in yüce
mertebesini anlatan menkıbeleri Arapçadan Türkçeye tercüme
edip bunları sınıflandırarak bir araya getirip bir kitap yaz ki
senden sonra hayırlı anılmanı sağlasın ve hayatının şerefli bir
neticesi olsun.
28
Temeşvar şehrinin ileri gelen âlimlerinin kendisinden böyle bir
ricada bulunmasının,

36
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

öneme sahip olduğunu düşündürmektedir. Zira böyle bir


kitabın yazılması talebini başka türlü anlamlandırmak
zordur. Bu düşünceyi en sofistike biçimde temellendiren
ve Osmanlı entelektüel muhitinde oldukça önemli bir
konuma sahip olan İbnü’l Arabî’nin Fususü’l-hikem’i gibi
eserler var iken Cafer Iyâni’den böyle bir talebin olması-
nı, ayrıca Nûr-nâme’nin bir tür el kitabı gibi söz konusu
nûr-ı Muhammedî düşüncesini özet bir şekilde sunması-
nı başka türlü anlamlandırmak zordur. Eserin I. Ahmed’e
sunulmuş olması ise örtük de olsa vilâyetin ulemâ ve
fukahâsının isteğinin bu doğrultuda olduğunu çağrış-
tırmaktadır. Yani eserin yazılmasının örtük amacı eseri
padişaha ulaştırabilmektir. Zaten geleneksel dönemi iti-
bariyle hükümdarın elde etmiş olduğu mutlak konum,29
29
H. İnalcık’ın bu bağlamdaki birkaç çalışması için bkz. Halil
İnalcık, “Osmanlı Padişahı”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bil-
giler Fakültesi Dergisi, C. 13, S. 4, (1958), s. 68-79; Osmanlı
İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600), (Çev. Ruşen Sezer),
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004; Fatih Devri Üzerine Tet-
kikler ve Vesikalar, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1995. (H. İnalcık,
Çandarlı’nın tasfiyesi ile Osmanlı tarihinin ilk büyük devrinin
kapandığını; bunun akabinde otoritesi fevkalede artan Fatih’in,
tam ve mutlak kudret sahibi bir hükümdar olarak, çok daha
merkeziyetçi imparatorluğunu kurmak için seferlere giriştiğini
söylemektedir. s. 133); “State, Sovereignty and Law During the
Reign of Süleymân”, Süleymân the Second and His Time, s. 59-
92; “Osmanlılar’da Saltanat Verâseti Usûlü ve Türk Hakimiyet
Telâkkisiyle İlgisi”, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, C. 14, No: 1, (1959), s. 68-94. (H. İnalcık, 15. yüz-
yılda mutlak, bölünmez bir hakimiyet telâkkisinin yerleştiğini,
devletin artık hanedanın ortak bir mirası olarak düşünülmedi-
ğini, padişahın mutlak ve mücerred bir hâkim haline geldiğini
vurgulamaktadır. s. 94). Bu noktada H. İnalcık’ın bulgularını
teyid eder mahiyette Gülru Necipoğlu’nun Topkapı Sayayı’nın
mimarî organizasyonu ve hükümdarın mutlak iktidarı arasın-
da kurmuş olduğu bağ bilhassa önemlidir. H. İnalcık’ın İm-
paratorluğun asıl kurucusu olarak addettiği Fatih, sarayı, G.
Necipoğlu’nun kaleminden “görkemli resmî teşrifat alanlarıyla
boş zamanlarını geçirebileceği dinlenme ve eğlenme alanlarını
yapısında birleştiren (otium ve negotium), bir hükümdar

37
GİRİŞ

ister istemez belli konulardaki boşlukların kapatılması is-


teğinin hükümdarla bağlantılı olması gerektiğini göster-
mektedir. Zira yapılacak herhangi bir icraatın hükümdar-
dan bağımsız bir zemininin olması en azından zihinlerde
oldukça zordur.
Son zamanlarda “devlet” kavramının geleneksel Os-
manlı metinlerindeki anlam yükleri hakkında yapılan tes-
pitler, kavramın doğrudan hükümdarın iktidarına gön-
derme yaptığını ve bu kavramı en iyi karşılayabilecek bir
diğer kavramın ise “kut” olduğunu göstermiştir.30 Devlet
kavramının geleneksel anlamda hükümdarın iktidarı ile
olan sıkı bağı üzerinden “din ü devlet” ikizliği düşünülür-
se, hükümdarın din ile kurmuş olduğu münasebetin siya-
sal zeminde bir takım karşılıklarının olduğu anlaşılabilir.
Bu bağlamda “din ü devlet” şeklinde formülleştirilen ge-
leneksel siyaset algısında bu ikizlik, padişahın iktidarına
ve dindarlığına gönderme yapan bir anlam yüküne sahip-
tir. Nitekim Gazâlî, Osmanlı literatüründe oldukça meş-
hur eseri Nesâyihü’l-Mülûk’da, “melik ile din tev’emândır
konutu ve hükümet merkezi olarak yaptırmıştır (…) Bu saray
sadece Osmanlı devletinin mutlak gücünü yansıtan bir mekân
değildir, mimarî yapısıyla imparatorluğun söylem ve kavramsal
yorumuna kuşaklar boyunca yön vermiştir.” Gülru Necipoğlu,
15. ve 16. Yüzyılda Topkapı Sarayı: Mimarî, Tören ve İktidar,
(çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul 2007, s. 304.
30
Christoph K. Neumann, “Devletin Adı Yok-Bir Amblemin
Okunması”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı, S. 19, (1999), s.
269-280; Bedri Gencer, “Osmanlı Siyasî Felsefe ve Rejimi: Ku-
ruluşun 700. Yıldönümü Münasebetiyle Bir İcmal”, Akademik
Araştırmalar Dergisi, S. 4-5, (2000), s. 107; Baki Tezcan, “Tarih
Üzerinden Siyaset: Erken Modern Osmanlı Tarih Yazımı”, Er-
ken Modern Osmanlılar: İmparatorluğun Yeniden Yazımı, (Ed.
Virgina H. Aksan-Daniel Goffman), Timaş Yayınları, İstanbul,
2011, s. 250; Turan Açık, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir
Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da Siyaset,
(Yayınlanmamış Doktora Tezi) Karadeniz Teknik Üniversitesi,
Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon, 2012, s. 30-57.

38
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ya‘ni melik ile din ikisi bir karından toğmış kardaşlardur


biri birinden ayrılmağa imkân yokdur” demektedir.31 Bu
31
Muhammed bin Muhammed el-Gazâlî, Nesâyihü’l-Mülûk
(İnceleme-Metin-Dizin), (Haz. Turgut Tok), Bilgeoğuz Ya-
yınları, İstanbul 2009, s. 150. Buradaki dini, aynı zamanda hü-
kümdarın dinle olan uyumu şeklinde okumak da mümkündür.
Bu ise hükümdarın dine karşı tavrı, ona yakın veya uzak oluşu
şeklinde dile getirilebilir. Yani onun dindarlığına gönderme
yapmaktadır. Nitekim I. Ahmed döneminde yeniçeri kanun-
namesini derleyen kişi, kanunnamenin girişinde kendisinin ye-
niçeri ocağı hizmetinde olup “du‘a-i dîn ü devlet-i pâdişâhî
evrâdına cân ü baş ile müdâvim ve mülâzım” olduğunu ifade
etmektedir. (Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunâmeleri ve
Hukukî Tahlilleri, 9/1. Kitap-9/2. Kitap, Osmanlı Araştır-
maları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s. 131). Açıkça din-i
padişahî ve devlet-i padişahî için dua ettiğini söylemektedir.
Nitekim padişahların dindarlıklarını kamu nazarında meş-
rulaştırmak için selâtin vakıflarından ve geçit alaylarından
faydalandıklarını ve bu konuya oldukça önem verdiklerini de
biliyoruz. (Bu doğrultuda Madaline C. Zilfi’nin “dindarlık
siyaseti” kavramından hareketle bu konuyu irdeleyen bir yazı
için bkz. Suraiya Faroqhi, Yeni Bir Hükümdar Aynası: Osman-
lı Padişahlarının Kamusal İmgesi ve Bu İmgenin Algılanması,
(Çev. Gül Çağalı Güven) Alfa Yayınları, İstanbul, 2011, s.
55-92). Bu nedenle Kınalızâde Ali Çelebi’nin “Ve zıllullâh ve
halîfetullâh dedikleri bu sâhib-i devlettir, zîrâ zıll, sâhib-i zılle
mutâbık ve cemî‘-i hey’ât ü mekâdîrde ana muvâfıkdır” ifade-
sinde görüldüğü üzere sahib-i devlet olan hükümdar, sahib-i
zıll olan Allah’a uydukça meşru olabilmektedir. Bu durum yine
Kınalızâde’de açıkça hükümdarların “Tehallekû bi-ahlâkillâhi
(Allah’ın ahlâkını örnek alın) mazmunuyla âmil ise zıllullâh
fi’l-arz telkînine lâyık ve hilâfet-i hakîkate fazileti ile muttasıf
u fâyik” olacakları şeklinde ifade edilmektedir. (Kınalızâde Ali
Çelebi, Ahlâk-ı Alâî, (haz. Mustafa Koç), Klasik Yayınları, İs-
tanbul 2007, s. 415). Bunun yanında aşağıda Trabzon Şer’iye
Sicillerinden (T.Ş.S.) verdiğimiz örneklerden anlaşılacağı gibi
camilere atanan en‘am-hanların tayin beratlarında özellikle vur-
gulanan husus, “devam-ı ömr ü devletim içün”dür. Padişah’ın
devletinin devamı için de Kur‘an-ı Kerim okuyan bu kişilerin
doğrudan padişah tarafından atanmaları da manidardır. (T.Ş.S.,
1828, 107/2). Bunun yanında padişah tarafından atanan İsken-
der Paşa Vakfı’nın mütevellisine de “devam-ı devletim içün du-
aya muavenet göstere” denilerek bir başka vazifesi hatırlatılmış-
tır. (T.Ş.S., 1824, 38/1). Ayrıca İskender Paşa Darü’l-kurrasına
“ta‘lim-i Kur‘an” için 10 akçe yevmiye ile doğrudan padişah
tarafından atanan Mevlana Ali’nin bir vazifesi de, Padişah’ın

39
GİRİŞ

bağlamda “din ü devlet”teki din kavramı da devlet kav-


ramında olduğu gibi hükümdar ile iç içe geçmiş bir yapı
arzetmektedir.32
İşte bu noktada hükümdarın dini algılayış biçimi as-
lında onun devletini/kutunu kullanma biçimini de belir-
lemektedir. Yani padişahın dindarlığının istikameti, din
ve devletin ikiz kardeş olmaları hasebiyle siyasal alanın
istikametini ve yapısını belirlemektedir. İşte bu nokta-
da Cafer Iyânî Bey’in eseri, hükümdarın, dini algılayış
biçimine yapacağı etki ölçüsünde işlevsel olabilecektir.
Elbette I. Ahmed’e sunulduğunu ve III. Osman’a kadar
da hanedan içinde kaldığını bildiğimiz Nûr-nâme’nin
bu bağlamda ne gibi işlevsel bir yapıya kavuştuğunu
“devam-ı devlet”i için dua etmektir. (T.Ş.S., 1821, 44/2). İsken-
der Paşa Vakfı’nın bir diğer mütevellisinin vazifeleri arasında,
vâkıfın ruhu ve padişahın ifadesiyle “benim devâm-ı ömr ü
devletim” için dua etmek bulunmaktadır. (T.Ş.S., 1830, 86/8).
Cami-i Atik yakınında Hacı Hasan Mektebi’nde günlük 1 akçe
ile muallim olan hafız vefat etmiş ve yerine Hafız Ali günlük
1 akçe ile tayin edilmiştir. Vazifesi de talimhanede muallim-
lik yapıp padişahın “devam-ı ömr ü devlet”i için dua etmektir.
(T.Ş.S., 1821, 45/2). Bütün bunların yanında vazifeleri padi-
şahın “devam-ı devlet”i için dua etmek olan birçok duagûyân
bulunmaktaydı. (T.Ş.S., 1821, 42/2). Ayrıca beylerbeyilere
gönderilen hükümlerde, padişah, “Trabzon yalıları muhafaza-
sı umur-ı mühimme ehemm-i mühimmât-ı din ü devletimden
olmağla” demektedir. (T.Ş.S., 1830, 88/3). Doğrudan hüküm-
dar tarafından atanan hatipler, devr-hânlar, en‘am-hânlar, fetih-
hânlar vb.’nin tayinleri hakkında daha fazla örnek için bkz.
T.Ş.S., 1821-4, 128/2, 131/6; T.Ş.S., 1824, 77/1; T.Ş.S., 1828,
105/4; T.Ş.S., 1830, 86/7; T.Ş.S., 1831, 80/3, 83/5, 84/7.
32
Nizâmü’l-Mülk de Siyâset-nâme’sinde din ve devletin ikiz kar-
deş olduğunu belirtmektedir. “Padişaha lazım olan en iyi şey
dürüst dindir. Zira din ve padişahlık kardeş gibidirler. Mem-
leketinde her ne zaman bir karışıklık olsa, dinde de bozukluk
olur; kötü din sahipleri ve müfsidler baş gösterirler; her ne
zaman ki, din bozulur, memleket karışır; müfsidler, kuvvetle-
nirler, padişahı güçsüz kılarlar.” Aktaran, Fahri Unan, İdeal Ce-
miyet İdeal Devlet İdeal Hükümdar, Lotus Yayınları, Ankara,
2004, s. 39-40.

40
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

tam olarak bilmiyoruz; fakat I. Ahmed’in saltanatının


sonrasında bilhassa IV. Murad’ın saltanatı zamanında
Kadızâdelilerle birlikte bozulan tarikat ve şer‘iat dengesi,
bize, bu konuda ve eserin yazılma sebebi hakkında bir ta-
kım yorumlar yapma imkânı vermektedir.
Bilindiği üzere Gazâlî, şeri‘at ile tarikat arasında opti-
mal bir uyum tesis etmişti. İslâm’da hak yolculuğu şer‘iat,
tarikat, marifet, hakikat olarak dört kapıyla temsil olun-
muştu. Bunlar şekilden öze doğru kademeli olarak açı-
lan dört kapıyı simgelemekteydiler. Dolayısıyla Gazâlî
İslâm’ın zahirî ve batınî boyutları arasındaki dengenin
kurulmasına örnek olmuştu. İslâm tarihinin bundan
sonraki safhası da onun izinde şeriat/fıkıh ve tarikat/
tasavvuf arasındaki bu dengeyi bulma arayışıyla geçti.33
Osmanlı bağlamında örneğin Davûd-ı Kayserî, ilim ve
aşk ikiliğini terkip etmeye çalışan önemli bir sima olarak
karşımıza çıkmaktaydı.34 İşte kurulmuş olan bu optimal
denge Kadızâdeli hareketinden sonra bozulmuştu. Bu
bozulma ise bugün dahi izlerine rastlanan bir ikiliğe se-
bebiyet vermişti.
IV. Murad (saltanatı: 1623-1640) zamanında meyda-
na gelen bu çekişmenin başlangıcını ise kısmen Mehmed
Birgivî’ye (ö. 1573) kadar geri götürmek mümkündü.
Bilhassa Ebussuud Efendi (ö. 1574) ile girmiş olduğu tar-
tışmalar münasebetiyle yakından tanıdığımız Mehmed
Birgivî, tarikatların zikir ve sema gibi bir takım uygula-
malarına karşı çıkıyordu.35 Dolayısıyla Kadızâdelilerden
33
Gencer, İslam’da Modernleşme, s. 153-154.
34
Bu konuda tafsilat için bkz. İhsan Fazlıoğlu, Işk imiş her ne var
Âlem’de İlim bir kîl ü kâl imiş ancak: Fuzulî ne demek istedi?,
Klasik Yayınları, İstanbul 2011, s. 39-42.
35
Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600),

41
GİRİŞ

önce kısmî bir çekişme söz konusu idi. İşte Cafer Iyânî
Bey’in Nûr-nâmesi’ni de bu bağlama yerleştirmek müm-
kündür. Yani kendi zamanında (Kadızâdeliler hareketi
arifesinde) bu çekişmenin artmış olma ihtimali mevcut-
tur ve Cafer Iyâni Bey’in de -tarikat ve şer‘iat taraftarlarını
iki hizip olarak değerlendirirsek- tarikat hizbinde olması
kuvvetle muhtemeldir.36 Zira daha önce de ifade edildiği
gibi kendisi Nakşibendîye tarikatına mensuptu. Bu mü-
nasebetle dozu gittikçe artan şeri‘at ve tarikat çekişme-
sinde I. Ahmed’i tarikat hizbinin haklılığına dâhil etmek
için bir el kitabı mahiyetindeki Nûr-nâme’yi yazmış ve
sunmuş olması muhtemeldir. Eserin işlevsel bir zemine
taşınması noktası ise daha sonra Kadızâdeliler hareketi
döneminde tarikat hizbinin temsilciliğini yapacak olan
Sivasî Efendi’nin I. Ahmed tarafından Sultan Ahmed
Camii’ne vaiz olarak atanması37 olmuş olabilir.
Elbette bu tespitler farazî mülahazalar olarak kal-
makta ve şimdilik bu konuda kesin bir şey söylemek
mümkün olmamaktadır. Fakat yapılan tespitlerin, nûr-ı
Muhammedî konulu bir eserin niçin 17. yüzyılın başında
yazıldığı ve I. Ahmed’e sunulduğu noktasında bir pers-
pektif sunmasıyla manidar olduğu kanaatindeyiz.

(çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 192.,


36
Ahmet Yaşar Ocak, Kadızâdeliler hareketini saf bir dinde tasfi-
ye hareketi olmaktan ziyade bazı dinî çevrelerin nüfûz ve iktidar
mücadelesine katılması şeklinde değerlendirmek gerektiğini
ifade etmektedir. Ahmet Yaşar Ocak, Yeniçağlar Anadolu’sunda
İslam’ın Ayak İzleri: Osmanlı Dönemi, Makaleler-Araştırmalar,
Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012. s. 232.
37
Ocak, Yeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri, s. 235.

42
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Kaynaklar

AÇIK, Turan, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir


Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında Trabzon’da
Siyaset, (Yayınlanmamış Doktora Tezi),Karadeniz Tek-
nik Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, Trabzon,
2012.
AKAR, Metin, Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-
nâmeler, Ankara, 1987, 155-202.
AKGÜNDÜZ, Ahmed, Osmanlı Kanunâmeleri ve
Hukukî Tahlilleri, 9/1. Kitap-9/2. Kitap, Osmanlı Araş-
tırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmed -M. Ali TANYERİ,
Hayretî Divanı, İstanbul, 1981.
ÇELEBİOĞLU, Amil, Türk Edebiyatında Manzum
Dinî Eserler, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstan-
bul, 1998.
DEMİRCİ, Mehmet “Hakîkat-i Muhammediyye”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA),
C.15, İstanbul, 1997, s.179-180.
DEMİRCİ, Mehmet, “Nûr-ı Muhammedî”, DEÜ
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. I, (1983), s. 239-257.

43
KAYNAKLAR

ERAYDIN, Selçuk, “Hakîkat-ı Muhammediyye ve İl-


gili Beyitler”, Diyanet Dergisi, XXV/4, Ankara, (1989),
s. 131-143.
FAROQHİ, Suraiya, Yeni Bir Hükümdar Aynası:
Osmanlı Padişahlarının Kamusal İmgesi ve Bu İmge-
nin Algılanması, (Çev. Gül Çağalı Güven), Alfa Yayın-
ları, İstanbul, 2011.
FAZLIOĞLU, İhsan “Osmanlı Dönemi Türk Felsefe-
Bilim Hayatının Çerçevesi, ”http://www.ihsanfazlioglu.
net/yayinlar/makaleler/
FAZLIOĞLU, İhsan, Işk imiş her ne var Âlem’de
İlim bir kîl ü kâl imiş ancak: Fuzulî ne demek istedi?,
Klasik Yayınları, İstanbul, 2011.
FLEİSCHER, Cornel H. Tarihçi Mustafa Âli: Bir
Osmanlı Aydın ve Bürokratı, (çev. Ayla Ortaç), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2008.
GENCER, Bedri, “Osmanlı Siyasî Felsefe ve Rejimi:
Kuruluşun 700. Yıldönümü Münasebetiyle Bir İcmal”,
Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 4-5, 2000, 103-151.
GENCER, Bedri, “Osmanlı’da Meşruiyet Tabakalaş-
masının Oluşumu”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, S. 30, (2004), s. 65-100.
GENCER, Bedri, İslam’da Modernleşme 1839-1939,
Lotus Yayınları, Ankara, 2008.
GÖRGÜN, Tahsin “Osmanlı Düşüncesi Nasıl
Anlaşılabilir?-Osmanlı Düşüncesinin Anlaşılmasında
Karşılaşılan Bazı Zorluklar Üzerine-“, Türklük Araştır-
maları Dergisi, S. 13-14, (2003), s. 29-46.
GÜLER Zülfi, “Bağdatlı Ruhi’nin Meşhur Terkib-i
Bendine Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış”, Turkish

44
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Language and Literature, C.3, S. 1, (2008), s. 28-43.


İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, (çev. ve şerh: Ekrem
Demirli), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008.
İNALCIK, Halil, “Osmanlı Padişahı”, Ankara Üni-
versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 13, S. 4,
(1958), s. 68-79.
İNALCIK, Halil, “Osmanlılar’da Saltanat Verâseti
Usûlü ve Türk Hakimiyet Telâkkisiyle İlgisi”, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 14,
No: 1, (1959), s. 68-94.
İNALCIK, Halil, “State, Sovereignty and Law During
the Reign of Süleymân”, Süleymân the Second and His
Time, (ed. Halil İnalcık-Cemal Kafadar), Isis Press, İstan-
bul, 1993, s. 59-92.
İNALCIK, Halil, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve
Vesikalar, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1995.
İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik
Çağ (1300-1600), (çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayın-
ları, İstanbul, 2004.
KAPLAN, Mahmut, Klasik Türk Şiirinde Hz. Mu-
hammed, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2010.
KARAHAN, Abdülkadir, İslâm Türk Edebiyatında
Kırk Hadis, İstanbul, 1991.
KELPETİN ARPAGUŞ, Hatice, Osmanlı Halkı-
nın Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları, Çamlıca
Yayınları, İstanbul, 2001.
Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alâî, (haz. Mustafa
Koç), Klasik Yayınları, İstanbul, 2007.
KİRİŞÇİOĞLU, Mehmet “Cafer Iyâni”, Türkiye Di-
yanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 6., İstanbul,

45
KAYNAKLAR

1992, s. 551-552.
Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifleri, Bizim Büro Ya-
yınları, Ankara, 2000.
MAZIOĞLU, Hasibe, “Türk Edebiyatında Mevlid
Yazan Şairler”, Türkoloji Dergisi, C. VI. S. 1, Ankara,
1974, s. 31-62.
Muhammed bin Muhammed el-Gazâlî, Nesâyihü’l-
Mülûk (İnceleme-Metin-Dizin), (haz. Turgut Tok), Bil-
geoğuz Yayınları, İstanbul, 2009.
NECİPOĞLU, Gülru, 15. ve 16. Yüzyılda Topkapı
Sarayı: Mimarî, Tören ve İktidar, (çev. Ruşen Sezer),
Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
NEUMANN, Christoph K., “Devletin Adı Yok-Bir
Amblemin Okunması”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı,
S. 19, (1999), s. 269-280.
OCAK, Ahmet Yaşar, Yeniçağlar Anadolu’sunda
İslam’ın Ayak İzleri: Osmanlı Dönemi, Makaleler-
Araştırmalar, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012.
ÖKTEN, Meriç, Salebî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sının
XIV. Yüzyılda Türkçe Tercümesi, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens-
titüsü, İstanbul, 2000.
TEZCAN, Baki, “Tarih Üzerinden Siyaset: Erken
Modern Osmanlı Tarih Yazımı”, Erken Modern Osman-
lılar: İmparatorluğun Yeniden Yazımı, (Ed. Virgina
H. Aksan-Daniel Goffman), İstanbul: Timaş Yayınları,
2011, s. 223-266.
TİMURTAŞ, Faruk Kadri, Şeyhî ve Hüsrev ü Şîrîn’i,
İÜ Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1980,
TÜMER, Günay “Arâisü’l-Mecâlis”, Türkiye Diyanet

46
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 3, 1991, s. 265-


266.
UNAN, Fahri, İdeal Cemiyet İdeal Devlet İdeal
Hükümdar, Lotus Yayınları, Ankara, 2004.
YAZAR, Sadık Anadolu Sahası Klasik Türk Ede-
biyatında Tercüme ve Şerh Geleneği, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Ens-
titüsü, İstanbul, 2011.
YENİTERZİ, Emine, Divan Şiirinde Na’t, Ankara,
1993.
YILMAZ, Emine-DEMİR, Nûrettin, “Bir Salebî Çe-
virisi (Kısas-ı Enbiyâ: TDK Nüshası)”, International Jo-
urnal of Central Asian Studies, X/1, (2005) , s.1-8.
YILMAZ, Emine-DEMİR, Nûrettin, “Sa’lebî’nin
Kitâbu Arâ’isi’l-mecâlis fî Kısasi’l-Enbiyâ’sının Anadolu
Sahasında Yapılmış Çevirileri”, Journal of Turkish Stu-
dies /Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi (Cem Dil-
çin Armağanı), XXXIII/II, (2009), s. 357-370.
http://www.kuranmeali.org/

47
CAFER IYÂNÎ BEY

48
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-Nâme
Varlığın İncisi
Nûr-nâme’nin hazırlanışında Süleyma-
niye Kütüphanesi Nuruosmaniye Bölü-
mü 4998 numarada kayıtlı olan müellif
nüshası esas alınmış, metnin silinmiş,
nemlenmiş ve yırtılmış kısımlarında,
Atıf Efendi Bölümü 1746/1’de yer
alan nüshasından da yararlanılmıştır.
Günümüz Türkçesiyle

49
CAFER IYÂNÎ BEY

50
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

[Sebeb-i Te’lif]
Sonsuz övgü ve şükür, mahlûkatı yoktan ve benzer-
siz bir şekilde yaradan; insanları akıl ve irade ile diğer
mahlûkattan üstün kılan Allah’a aittir. Ve sonsuz övgü,
insanların çalışma yeri olan dünyadaki şekilleri tasvir
eden ve asıl yaşam yeri olan ahiretteki hallerin önceden
tedbirini yapan, düzenleyen; peygamberleri bütün in-
sanlar arasından seçerek üstün kılan ve onları manevî
yardımlarıyla şereflendiren Allah’a aittir. Manevî dua,
selâm ve hediyeler varlıkların en şereflisi ve kâinatın
efendisi olup kabiliyet cevherleri diğer peygamberler-
den daha üstün olan Hz. Muhammed’e -en faziletli
dualar onun üzerine olsun- aittir. Bütün hayır dualar
ve selâmlar Peygamber’in meclisindeki sohbete kabul
edilen ve ona itaat ederek en hayırlı ameli işlemiş olan
arkadaşları ve dostları sahabeler üzerine olsun –Allah
onların hepsinden kıyamete kadar razı olsun-
Her yönüyle yüce olan Temeşvar vilâyetinin mal ve
gelirleri bu sadık kulun kararsız akan kalemiyle kay-
dedilirken ve idarecilerin halleriyle ilgili işler bu aciz
kuldan alınan parlak fikirlerle kemale erdirilirken bu
vilâyetin âlimleri ve fakihlerinden bazı gönül dostları

51
CAFER IYÂNÎ BEY

ve vefalı kardeşler bu riyasız kuldan bir ricada buluna-


rak şöyle dediler: İnsanların en hayırlısı ve kıyamet gü-
nünün şefaatçisi olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) parlak
nûru ve temiz ruhunun her şeyden önce yaratılıp en fa-
ziletli oluşu; diğer büyük peygamberlerden (a.s.) daha
kâmil olmasının nasıl olduğunu ve dair fazilet güneşi
olan Hz. Peygamber’in yüce mertebesini anlatan men-
kıbeleri Arapçadan Türkçeye tercüme edip bunları sı-
nıflandırarak bir araya getirip bir kitap yaz ki senden
sonra hayırlı anılmanı sağlasın ve hayatının şerefli bir
neticesi olsun.
Şiir

Kişinin ardında hayırlı bir halef kalmayınca


Boş yere telef olan o ömre yazıklar olsun
diyerek çok ısrar ettiler. Bunun üzerine ben, zayıf ve
hüzünlü Cafer, bahsi geçen akıllı kimselerin ısrar ve
ricalarını kabul ettim ve Hz. Peygamber’in şerefli men-
kıbelerini yazmayı akla uygun gördüm. Kusurlardan
münezzeh olan Hz. Allah’ın yüce yardımını umarak;
din sultanı ve âlemlere rahmet olan Hz. Peygamber’in
bereketli mucizelerini vesile ederek peygamberlik sara-
yının padişahı olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) aşikâr
rivayetlerde ve doğru kitaplarda bulunan yüce menkı-
belerini Arapçadan Türkçeye tercüme etmeğe giriştim
ve bu kitaba Nūr-nāme ismini verdim. Böylece Arapça
kelimeleri anlamayan sadık kardeşler için okunması ko-
lay olup din padişahı ve günahkârların şefaatçisi olan
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz ruhlarını seçkin
dualarla yad ve kulların en fakiri olan bu Cafer’i birer
fatiha ile yad etmeye ciddi gayret göstersinler.

52
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Müellifin Şiiri

Yüce Allah’ın sevgilisine dua eden


Mahşer gününde huzura erişir
Burada (dünyada) bir dua edenler
Allah’ın rahmet ve lütfunu bulurlar
Elinden hiçbir şey gelmeyen bu güçsüz kulun,
kâinatın Efendisi olan Hz. Muhammed’in –duaların en
faziletlisi onun üzerine olsun- mübârek nûrunun men-
kıbelerinin zerresini beyan etmeye yeterliliği ve gücü
yoktur. Yüce Allah’ın sevgilisi olup bizzat O’nun tara-
fından övülen Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şerefli zatını
tarif edip vasıflarını anlatmaya zayıf bir insanın gücü
yeter mi? Bilhassa, şanı yüce olan sultanın yüce menkı-
belerini anlatmak konusunda ve fazilet güneşinin yüce
mucizelerini beyan etmekte büyük âlimler –Allah on-
ların derecelerini kıyamet gününe kadar yüceltsin- bu
kadar mevlid-i serif kaleme alıp O’nun latif mucizeleri-
ni birçok değerli kitapta yazmışlardır. Fakat ayıpları ve
günahları çok, fakirler fakiri, âlimlerin ayaklarının tozu
olan bu riyasız kul Cafer, Yüce Allah’ın Peygamber’inin
– sabah ve akşam, Allah’ın selâmı onun üzerine olsun-
şefaatini kazanmak ümidiyle gücüm yettiği ölçüde o
tertemiz nûrlu padişahın ve “sen olmasaydın, sen ol-
masaydın âlemleri yaratmazdım” hitabının sahibi olan
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mutluluk veren nûrundan
İnşallah beyan edeyim. Belagat ve fesahat ehli olanların
iyilik ve himmetlerinden bu şerefli risaleye ve bu latif
makaleye rıza ve doğruluk gözüyle bakıp kelime ve yazı
hataları olursa bunu düzeltmekten imtina etmemele-
rini ve sahip oldukları belagat denizinden bazı fazilet
damlalarını bu hususa sarfetmelerini beklerim.

53
CAFER IYÂNÎ BEY

Bu risale, yüce gönüllü, sığınağımız, gökyüzünün


güneşi ve Osmanlı hanedanının özü, gazi ve mücahid-
lerin sultanı olan Sultan Mehmed Han oğlu Gazi Sul-
tan Ahmed Han’ın –Allah hilafetini devranın bitişine
kadar dâim etsin- saadet veren isimlerinin himmetiyle
tamamlandı.

54
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Birinci Bölüm
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Nûrunun Ruhlar
Âleminde Olan Aslını ve Derecelerini Be-
lirtmek ve Bütün Yaradılmışlardan Önceli-
ği ve Her Şeyden Faziletli Olduğu Hakkın-
dadır.

Müellifin Şiiri

Ey can bülbülü, gel uçmaya başla


Yine bir gülü vasf etmeye başla
Ne gülü, iki âlemin gül bahçesidir
Cihandaki gül bahçelerinin en parlağıdır
Bu cihanda gül ve bülbül yokken
Mekânsızlık bağında o gül vardı
Bağ ve bostan vücuda gelmeden önce
O, mekânsızlık bağında gezerdi
Onun zatının nûru, bize nasıl nakl edilmişse
O şekilde anlat ki sıfatı işitilsin

55
CAFER IYÂNÎ BEY

O en yüce nûr öyle bir kaynaktandır ki


Onun ışığından bütün âlem görünür olmuştur
Onun şerefli vasfını beyan eyle
Onun latif nûrunu aşikâr eyle
Aşk sarhoşu olan beni ayık eyle
Dilimi onun methine layık eyle

Mişkatü’l-Envâr ve Dekâyiku’l-Ahbâr’da ve diğer


birçok muteber kitapta yazılmıştır ki hilafet sırrı-
nın mührü ve velayet denizinin çeşmesi ve garip hal-
lere mazhar olan Hz. Ali (r.a.) rivayet eder: Cenâb-ı
Hakk’ın (c.c.) ezeli iradesi, kudretinin mükemmel de-
recesini göstermeyi ve bütün âlemleri var edip acayip
ve garip varlıkları aşikâr eylemeyi diledi. Yüce Allah
(c.c.); yer, gök, kürsî, kalem, güneş, ay, cennet, cehen-
nem ve on sekiz bin âlemi yaratmadan üçyüz yirmi dört
bin yıl önce kendi kudretinin ve yüceliğinin nûrundan
bir nûr alıp şeriat ve hakikat bahçelerinin bülbülü olan
Hz. Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) nûrunu yaradıp
o tertemiz nûrdan onun tertemiz ruhunu dünyadaki
sûreti üzere yarattı. Peygamberlik tacını ve hidayet el-
bisesini onun boynuna koyup tertemiz ruhunu ve par-
lak nûrunu ezelden habîb ismiyle adlandırdı. Cenâb-ı
Hakk (c.c.) bundan sonra on iki perde yarattı. Her per-
denin genişliği ve büyüklüğü Hz. Allah’ın (c.c.) ezelî
ilmine malumdur.
Birinci perde kudret perdesidir. Yaradılmışların
en şereflisi olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mübarek
nûru ve tertemiz ruhu kudret perdesinde on iki bin yıl
“Subhâne Rabbiye’l-a’lâ” tespihiyle meşgul olup Hz.
Allah’a (c.c.) ibadet etti. İkinci perde yücelik perdesi-

56
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

dir. O yüce makamda on bin yıl “Subhâne’l-Âlimü’l-


Hâkim” tesbihiyle meşgul oldu. Üçüncü perde min-
nettir. O şerefli makamda da on bin yıl “Sübhâne men
huve dâimun lâ yefnâ” tespihiyle meşgul oldu. Dördün-
cü perde rahmet perdesidir. O bağışlama makamında
dokuz bin yıl “Sübhâne Refi’ü’l-a’lâ” tespihine devam
etti. Beşinci perde, saadettir. Onda da sekiz bin yıl
“Sübhâne men hüve kâimun” tespihiyle ibadet eyledi.
Altıncı perde kerâmet perdesidir. Orada da yedi bin yıl
“Sübhâne men hüve Ganiyyu lâ yeftekiru” tespihine
devam etti. Yedinci perde menzilet perdesidir. Onda
da altı bin yıl “Sübhâne Hâliku’n-Nûr” tespihiyle meş-
gul oldu. Sekizinci perde hidâyet perdesidir. Beş bin
yıl durup “Sübhâne men Yezâl ve lâ Yezûl” tespihiyle
meşgul oldu. Dokuzuncu perde nübüvvettir. Orada
da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz ruhu, dört bin
yıl durup “Sübhâne men teazzaret bi’l-kudreti ve’l-
bekâ” tespihiyle meşgul oldu. Onuncu perde yücelik
perdesidir. Üç bin yıl durup “Sübhâne zi’l-arşi ammâ
yesifûn” tespihine devam etti. On birinci perde nûr
perdesidir. Orada iki bin yıl durup “Sübhâne zi’l-mülki
ve’l-melekût” tespihine devâm etti. On ikinci perde şifâ
perdesidir. Burada bin yıl “Sübhâne rabbiye’l-azîm”
tespihine devam etti. Daha sonra Cenâb-ı Hak (c.c.)
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şerefli ruhlarına tekrar ken-
di sonsuz büyüklüğü ve yüceliği makamında ibadet ey-
lemesini buyurdu. Bunun üzerine Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) tertemiz ruhu şükür makâmında namaza durup
birinci rekâtta yedi bin yıl ayakta ve yedi bin yıl rükûda
ve yedi bin yıl mübarek başını secdeden kaldırmadı.
İkinci rekâtta da her rükû ve secde ile kıyam ve ta-
hiyyatta yedişer bin yıl durdu. Böylece yaratılmışların

57
CAFER IYÂNÎ BEY

efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.), iki rekât namazı


kırk dokuz bin yılda tamamladı. Bundan sonra Cenâb-ı
Hak (c.c.) nebi ve resûllerin ruhlarıyla bütün melekle-
re Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhuna itaatkâr ve bağlı
olmalarını ve tam bir kabulle onun hizmetinde dur-
malarını buyurdu. Ve sevgilisi olan Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) ruhuna bütün yaradılmışlara merhametli ve şef-
katli olması için merhamet ve rahmeti bolca verdi. Bu
manaya “Ey Muhammed biz seni ancak âlemlere rah-
met olarak gönderdik (Enbiyâ: 107)” âyet-i kerimesi
sağlam bir delildir. Ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhu-
nu güzel ahlâkın ve yüce sıfatların çeşitleriyle süsleyip
tertip eyledi. Bu iddiaya “sen elbette yüce bir ahlâk üze-
resin (Kalem: 4)” âyeti ezelî ve sağlam bir delildir. Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz nûru ve yüce ruhu bu
kadar yüce dereceler kat ederek “sen olmasaydın, sen
olmasaydın âlemleri yaratmazdım” makamının sahibi
olmaya lâyık ve müstehak oldu. Eşi ve benzeri olma-
yan Cenâb-ı Hak (c.c.) sevgilisi olan Hz. Muhammed’i
(s.a.v.) kâinatın fâtihi ve yaradılmışların esası eyleyerek
nûrundan bütün kâinatı ve varlıkları yaratmayı diledi.
Bunun üzerine Yüce Allah (c.c.), Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) nûrundan, önce parlak bir cevher yarattı. O
mübârek cevhere bir kere nazar edince o tertemiz cev-
her, Cenâb-ı Hakk’ın heybetinden iki parçaya bölün-
dü. Birinci parça, Cenâb-ı Hakk’ın heybetli nazarının
dehşetinden titreyerek su olup eridi. Tâ kıyamete kadar
akıp gitmektedir. Cenâb-ı Hak (c.c.), o cevherin ikinci
parçasına da merhamet nazarıyla bakınca ondan on şey
yarattı:

58
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

1. Arş
2. Kürsî
3. Kalem
4. Levh
5. Cennet
6. Güneş
7. Ay
8. Yıldızlar
9. Hûriler
10. Melekler
Hz. Allah (c.c.) kalemi ve levh-i mahfuzu yaratın-
ca kaleme de heybet nazarıyla baktığı gibi Allah’ın
(c.c.) nazarının heybetinden kalem iki parça olup ilâhî
emre uyduğunda Cenâb-ı Hak (c.c.) kaleme “ey kalem
benim şerefli ismim ile habibim ve resûlüm olan Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) güzel ismini Lâ İlâhe İllallâh
Muhammedun Resûlullâh şeklinde yazdıktan sonra
kıyamete kadar olacakların tümünü de yaz” diye bu-
yurduğunda kalem secdeye varıp bin yıl sonra başını
kaldırıp dedi ki: Allah’ım senin güzel ismini bildim fa-
kat senin isminin yanında olan Muhammed ismi hangi
şükredici ve affa nail olmuş kulunun ismidir? Kalem
böyle deyince Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) dergâhından
cevap geldi: “Ey kalem benim izzetim ve celâlime an-
dolsun ki Muhammed’i (s.a.v.) yaratmasaydım arşı ve
kürsüyü, yerleri ve gökleri, cenneti ve cehennemi yarat-
mazdım. Bütün yarattıklarımı onun yüzü suyu hürme-
tine yarattım.”

59
CAFER IYÂNÎ BEY

Şiir

Âlemin gül bahçesinden eser yokken


Vuslat bahçesinde sadece o gül yetişirdi
Onun sözleri, ezelî gül bahçesinin bülbülüdür
Mekânsızlık bağının nazik bedenli gülü odur
Yer ve gök, arşla kürsü, kalem, levh ve zaman
Yaratılmışlar olmazdı, o olmasaydı eğer
Ondan sonra Cenâb-ı Hak (c.c.), Hz. Peygamber’in
(s.a.v) nûrundan yarattığı cevherin kalan kısmından
dört budaklı bir ağaç yarattı ve o ağaca “şecer-i yakîn”
ismini verdi. Ondan sonra âlemlerin sultanı olan Hz.
Muhammed’in tertemiz ruhlarını en güzel şekilde su-
retlendirerek ona şecer-i yakînin budaklarında kalıp
Hz. Allah’ın dergâhına tespihte bulunmasını buyurdu.
Behcetü’t-Tevārih’te ve bazı muteber kitaplarda, Cenâb-ı
Hakk’ın Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhunu süslü ve
nûranî bir tavus şeklinde yarattığı ve O’nun da tavusun
ağacın dallarında ve budaklarında yedi bin yıl tespihte
bulunduğu yazılıdır. Ondan sonra o şecer-i yakînin kar-
şısısında parlak bir ayna yaratıp ismini Mir’atü’l-Hayât
(Hayat Aynası) olarak takdir etti. Yüce Allah, o tavusa
o parlak aynaya bakmasını emretti. Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) ruhu, kendisinin süslü ve eşsiz güzellikteki şekli-
ni o aynada tamamiyle gördüğünde sonsuz derecedeki
utancından dolayı bu nimete şükretmek için beş kere
secde eyledi. O beş secdesi, beş vakit namaz olarak ken-
disine ve ümmetine farz oldu. Ondan sonra Hz. Allah
(c.c.) nûrlu bir kandil yaratıp Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
ruhu gökyüzü durdukça orayı mekân eyleyip tespih ve
övgüde bulunsun diye o kandili yüce arşın altında asılı

60
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

tuttu. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ruhu, o nûrlu


kandil içinde Cenâb-ı Hakk’ın doksan dokuz güzel
esma-i hüsnasının her birinin tespihine biner yıl devam
etti. Rahman ismine eriştiğinde Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) ruhuna Cenâb-ı Hak merhamet nazarıyla bak-
tı. Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ruhu, Hz. Allah’tan o ka-
dar utandı ki bu utangaçlığın şiddetinden terledi. Hz.
Peygamber’in (s.a.v.) mübarek yüzünden ortaya çıkan
her damladan bir peygamberin tertemiz ruhunu yarat-
tı. Göğsünün terinden mümin ve müslüman olanlarla
şehitleri ve salih kimseleri yarattı. Sırtının terinden de
Kabe’yi, Kudüs mescidini ve diğer mescitleri yarattı.
Hz. Muhammed’in ruhu Cenâb-ı Hakk’ın Kahhâr is-
miyle meşgul olduğunda Allah’ın ezelî güzelliği karşı-
sında hissettiği hayret, onu öyle sonsuz bir denize dal-
dırdı ki aklı şaşakalıp perişan oldu. Cenâb-ı Hakk’ın
heybeti karşısında Allah’ın o nûru tekrar terledi ve o
terin damlaları sayısınca müminler ve cehennem ehli
olacak kâfirler yaratıldı. Sonra Yüce Allah, ezelî hik-
meti gereğince bütün peygamberlerin, şehitlerin, diğer
müminlerin ve kâfirlerin dünyadaki suretlerini yaratıp
Hz. Muhammed’in nûru karşısında durup ona yaklaş-
malarını ve bakmalarını istedi. Allah’ın bu emri üze-
rine bütün ruhlar, Hz. Muhammed’in nûrlu bir tavus
şeklinde olan nûruna baktılar. İki âlemin sultanı olan o
yüce Peygamber’in mübarek başını gören ruhlar dün-
yada saltanat ve yöneticilik mertebesine layık oldular.
Mübarek gözlerini görenler Kurân-ı Kerîm’i okumakta
maharetli oldular. Yüzünün güzelliğini görenler güzel
sıfatlarla donanıp insanların ve ileri gelen kimselerin
sevgilerini kazandılar. Mübarek parmaklarını görenler
kâmil kimselerden olup her türlü yazıyı güzelce yazan

61
CAFER IYÂNÎ BEY

kâtiplerden oldular. Peygamber, evliya, şehit ve salih


olan kimselerin ruhları Şanı yüce olan Allah’ın emriy-
le ortaya çıktıktan sonra, Cenâb-ı Hak bütün ruhlara
Hz. Peygamber’in ruhunun etrafında toplanmalarını
emretti. Ruhlar dört saf oldular. Birinci safta peygam-
berlerin ruhları, ikinci safta evliyaların ve şehitlerin
ruhları, üçüncü safta dindar kimselerin ve müminlerin
ruhları ve dördüncü safta da kâfirlerin, Yahudilerin ve
Hristiyanların ruhları peygamberlerin önderi olan Hz.
Muhammed’in ruhunun etrafını sarıp Allah’ın istediği
şekilde durdular. Velhasıl-ı kelam, Hz. Âdem insanların
maddî bedenlerinin anahtarı ve başlangıcı olduğu gibi
Hz. Muhammed’in ruhu da kâinat ağacının çekirdeği
ve yaratılmışların özü ve ruhların babası olup bu onun
apaçık bir mucizesi ve akıllı insanlar için gün gibi or-
tada olan bir hakikattir. Hz. Peygamber, Allah’ın nûru
ve kâinatın başlangıcı olduğu halde şerefli vücudunun
peygamberlerin sonuncusu olarak dünyaya gelmesi,
Allah’ın sonsuz hikmetlerine işaret etmektedir. Zavallı
ve yeteneksiz olan ben garip, söz fazla uzamasın diye
kısaca işaret ederek yazdım.
Cömertlik kaynağı ve Hz. Peygamber’in “Ali’den
başka yiğit yoktur” sözüne mazhar olmuş olan Hz.
Ali, şöyle rivayet etmiştir: Cenâb-ı Hak yerleri ve yer-
yüzündeki acayip dağları yarattığında yerler Cenâb-ı
Hakk’a secde edip ağladı ve “Allah’ım, gökyüzü ehli
“arş, kürsî güneş, ay, seçkin varlıklar, levh-i mahfuz,
kalem ve melekler bizdedir ve Allah’ın vahyi de biz-
den nazil olur” diyerek seviniyorlar ve bana üstün-
lük iddiasında bulunuyorlar. Bana da böyle nimetler
verdin ve beni türlü türlü bitkiler, ağaçlar ve çeşitli

62
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

meyvelerle süsleyip üzerimde Kevsere benzer nehirler


akıttın. Allah’ım bu kadar çok nimeti kimin için yarat-
tın? Şimdi benim üzerimde sana ibadet edecek kimse
yoktur” diyerek mahzun olduğunda Cenâb-ı Hak’tan
şöyle bir nidâ geldi: “Ey yeryüzü, sana müjdeler olsun
ki ben senden yaratılmışların en şereflisini yaratacağım
ve ondan da bütün peygamberler ve evliyalar vücuda
gelip senin üzerinde ibâdet eyleyecekler. Özellikle ha-
bibim Muhammed Mustafa’yı yaratıp peygamberlerin
sonuncusu kılacağım. Seni onun ayağının toprağı ol-
makla şereflendireceğim ve onun ümmeti doğudan ba-
tıya kadar her yerde senin üzerinde mescitler, camiler,
medreseler ve ibadet yerleri bina edecekler. Seni böyle
süsleyeceğim.” Cenâb-ı Hak’tan bu şekilde cevap alan
yeryüzü hemen sakinleşti ve âlemlere rahmet olacak
olan o Peygamber’in teşrif edeceğini duyduğu için
mutlu olarak Allah’a hamd ü senada bulundu. Herşe-
yin yaratıcısı ve rızık vericisi olan Yüce Allah, yeryüzü-
nü ve zamanı yarattıktan sonra cinleri ateşten ve zehirli
dumandan yaratarak onlara ibadet etmelerini emretti-
ğinde cinler isyan edip dünyayı zulümleriyle viraneye
çevirdiler. Cenâb-ı Hak, cinlerin doğru yola gelmeleri
ve günahlarından tevbe etmeleri için sekiz yüz peygam-
ber gönderdi. Fakat bütün peygamberlerini haksız yere
öldürüp dünyayı fitne ve fesada verdikleri için Cenâb-ı
Hak, cin kavmini yok edip dünyayı da viran bıraktı.
Cin kavminden geriye kalan fertler dağlara ve adala-
ra dağılıp perişan oldular. Lanetli şeytanın o zamanki
ismi Hadis’ti. Cinlerin dindarlarından birisi olup çok
ibadet ederek birinci göğe kadar yükselmiş ve melek
şekline girip onların arasına karışmıştı. Cenâb-ı Hak,
cin kavmini yok edip yeryüzünü onların şerrinden te-

63
CAFER IYÂNÎ BEY

mizlediğinde meleklerden oluşan askerlerini gönderip


yeryüzünü tekrar üzerinde yaşayacak bir hale getirtti.
Yeryüzünü meleklere vatan yaptı ve Şeytan’ı (Azâzîl)
da meleklere reis olarak atayarak yeryüzünün beyliği-
ni ona verdi. Sapkın Şeytan, Cenâb-ı Hakk’a o kadar
çok ibadet ediyordu ki bazen yüce cennetlerde Rıdvan
aleyhisselâmla yaşar, bazen de yeryüzünde beylik sürer
ve bazen de gökyüzünde ibadet ederdi. Yüce Allah, la-
netli Şeytan’a bu kadar ikramda ve iltifatta bulunarak
birinci göğe çıkarıp bin yıl boyunca meleklerle ibadet
ettirdikten sonra Şeytan bin yıl da ikinci gökte ibadet
etti. Bu şekilde yedinci göğe varıncaya kadar her gökte
biner yıl samimi ibadette bulunarak meleklerin reisi ve
dostu olduğu için gönlüne yaptığı ibadetlerin ve reis-
liğinin gururu düştü. Bu kadar çok ibadet ettiği için
ameliyle gururlandı ve sevinerek “Cenâb-ı Hak benden
daha faziletli birini yaratsaydı beni aşağı âlemlerden
yukarıya çıkarıp bütün meleklerden üstün ve bütün
yaratılmışlardan şerefli kılmazdı.” diyerek isyan yoluna
girdi.

64
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İkinci Bölüm

Bu bölümde Hz. Peygamber’in tertemiz


ruhunun peygamberlerin ve diğer yüce
kimselerin ruhlarıyla olan münasebeti ve
o şerefli nûrun hürmetine Yüce Allah’ın
Hz. Âdem ile Havvâ’yı yaratması, Serendip
Dağı’na indirilmelerine kadar nail oldukları
nimetler ve dünyaya gönderilmeleri anla-
tılmaktadır.
Geçmişe dair haberleri ve sırları aktaranlar sahih
kitaplarda şöyle rivayet etmişlerdir: Âlemlerin sahibi
olan Yüce Allah, Hz. Muhammed’in nûrundan arş,
yeryüzü, levh-i mahfuz, kalem, güneş, ay, cennet ve
cehhennemi yarattı. Sonra da sonsuz gücünü ve garip
hikmetlerini ortaya çıkarmayı, gizli hazinelerini ve ya-
rattığı güzellikleri göstermeyi ve Hz. Âdem’in neslin-
den peygamberler ve evliyalar yaratıp bunlara da Hz.
Muhammed’in parlak nûrunu son peygamber olarak
önder yapmayı diledi. Bunun için Azrail aleyhisselâma
Hz. Âdem’in toprağını Kâbe’den, göğüs ve sırt top-
rağını Kudüs’ten, butlarını Yemen’den, baldırlarını

65
CAFER IYÂNÎ BEY

Hicaz’dan, sağ elini Doğu’dan ve sol elini de Batı’dan


alıp getirmesini emretti. Azrail aleyhisselâm, Hz.
Âdem’in toprağını Allah’ın emrine uyarak aldıktan
sonra Cenâb-ı Hak bu toprağa acı ve tatlı su katıp Hz.
Âdem’in balçığını oluşturdu. İnsanların ahlâkının fark-
lı olup birbirine benzememesini istedi. Cenâb-ı Hak,
kudret eliyle o balçığı iki parça edip yarısını cennete ve
diğer yarısını da cehenneme bıraktı ve “birini cennet
için diğerini de yanması için yarattım” dedi. Sonra Hz.
Muhammed’in mübarek cismini yaratmak için Cebrâil
aleyhisselâmı yetmiş bin melekle birlikte yeryüzüne
gidip Hz. Peygamber’in mübarek toprağını getirmek-
le görevlendirdiğinde Cebrâil aleyhisselâm yetmiş
bin melekle yeryüzüne inip Medine’de şu anda Hz.
Peygamber’in kabrinin olduğu yerden bir avuç toprak
alıp Selsebil ve Kevser suyuyla yıkamak için cennete
götürdü. Cebrâil aleyhisselâm, âlemlerin sultanı Yüce
Allah’ın emriyle bu toprağı cennete götürüp Selsebil
ve Kevser suyu katarak ve cennetin bütün nehirlerine
batırarak bembeyaz inci gibi parlattıktan sonra bütün
meleklerin Hz. Peygamber’in mübarek toprağını gö-
rüp tanımaları ve üstünlüğünü kabul etmeleri için Hz.
Peygamber’in mübarek toprağını alıp bütün yerleri ve
gökleri gezdirdi. Çünkü Hz. Peygamber’in şerefli vü-
cudu henüz tasvir edilip dünyaya gelmeden önce yerde
ve gökte ne kadar melek varsa Kâinatın Efendisi’nin ge-
leceğini Allah’ın emriyle bilir ve birbirlerine geleceğini
haber verirlerdi.

66
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Müellifin Şiiri

Allah’ın Yüce Resûlü’nün nasıl bir sultan olduğunu gör.


Manevî bilgilerin kaynağı ve peygamberlerin seçkinidir.
İnsanlar ve cinler yaratılmadan önce
Mekânsızlık göğünün şahıydı.
Nûru apaçık bir şekilde ortadaydı, O sağlam bir delildi.
İnsanlara iyiliği ortadaydı, vicdan kaynağıydı.
“Küntü kenzen” hadisinin sırrına mazhar idi
Onun kim olduğunun sırrına vâkıf ol, bu hakikati gör.

Cenâb-ı Hak, Resûlullâh’ın mübarek toprağını


Âdem aleyhisselâmın toprağına katıp kırk sabah kud-
ret eliyle ve hikmet ilmiyle yoğurdu. Hz. Peygamber’in
balçığı Hz. Âdem’in balçığına karışdığında Âdem
aleyhisselâmın balçığı Hz. Muhammed’in nûru ile
güneşden de parlak bir hâle geldi. Cenâb-ı Hak, Hz.
Âdem’e sonsuz hikmeti ve gücüyle şekil verdikten sonra
Tâif ile Mekke arasında kırk yıl boyunca ibadet etmek
üzere ayakta bekletti. Velhasıl-ı kelâm yüce ruhlar ile sı-
radan ruhlar Hz. Muhammed’in çevresinde durdukla-
rında Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed’e ruhları Allah’ın
birliğine ve kendisinin peygamberliğine iman etmeye
davet etmesini vahyetti. İnsanların ruhları da üç bölü-
ğe ayrıldılar. Bir kısmı avâm bir kısmı has bir kısmı da
hassın hassı oldular. Avâm olanlar dünyayı, has olanlar
cenneti ve hasların hası olanlar da Cenâb-ı Hakk’ı sev-
diler. Derin bir bilgiye sahip olan âlimlerin rivayetine
göre vahiy üç türlüdür: biri açık vahiy, diğeri gizli vahiy
üçüncüsü de sırlı vahiydir. Cenâb-ı Hakk’ın yardımı-
na nail olan ruhlar orada hidayet buldular. Bahsi geçen

67
CAFER IYÂNÎ BEY

makam ruhlar makamıdır, âlemlere rahmet olan Hz.


Peygamber şöyle demiştir: “Âdem henüz su ile balçık
arasındayken ben peygamberdim.” Yani “Hz. Âdem’in
ismi bile yokken ben peygamberdim” demiştir.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâmı en güzel şekilde
yaratıp Tâif ile Mekke’nin yanına koydu. Melekler ge-
lip Hz. Âdem’i ziyaret ettiler ve Allah’a şöyle seslendi-
ler: “Rabbimiz yeryüzünde fesat çıkarıp kan dökecek
bir kimseyi mi yarattın?” Cenâb-ı Hak, meleklere şöyle
hitap etti: “Benim yüce ilmime ve hikmetimin mükem-
melliğine sizin akıl ve anlayışınız yetişmez. Benim ya-
rattıklarımın tümü hikmetimin ve gücümün mükem-
melliğini ortaya koymak içindir.
Şiir

İşime hâkimim ve bunda herhangi bir çekişme yoktur.


Benim ilmimden de kimsenin haberi yoktur

Cenâb-ı Hak meleklere bu şekilde cevap verdiğinde


melekler Allah’ın korkusundan arşı kuşatıp yedi kere
tavaf ettiler. Kâbe’nin yedi kere tavaf edilmesi buradan
çıkmıştır.
Lanetli Şeytan, Hz. Âdem’in henüz ruh üflenme-
miş kalıbına rastladı ve kendi kendine “bu muhakakk
ki bir şey için yaratılmıştır” diye kötü düşüncelere dal-
dı ve Hz. Âdem’in mübarek kalıbını ayağıyla tepti. Bu
kalıbın sırlı olduğunu ve bundan binlerce peygamber
ve evliyanın özelikle de Hz. Muhammed’in geleceğini
bilmedi. Sonra eliyle bu kalıba vurdu, bunun, içi boş
bir şey olduğunu gördü. Ağzından girip aşağıdan çıktı.
Yanındakilere “bu boş bir şeydir, daimi olamaz. Fakat

68
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Cenâb-ı Hak bunu hepimizden faziletli kılarsa ne ya-


parsınız?” dedi. Bu sözleri işiten meleklerin tümü “Biz
Rabbimize itaat ederiz ve emirlerine boyun eğeriz.”
dedi. Lanetli şeytan bu cevabı işitince kendi kendine
“Eğer Cenâb-ı Hak bunu benden faziletli kılarsa ben
Rabbime isyan ederim ve bunu da yok ederim” diye dü-
şündü.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâmın kalıbına rûh
üflemeyi dilediğinde “Ey rûh zorla ve zahmetle bu ka-
lıba gir ve yine türlü türlü sıkıntılarla çık” diye emretti.
Bunun üzerine rûh Hz. Âdem’in kafasına girip aksırdı.
İki yüzyıl geçtiği halde Hz. Âdem’in vücuduna gireme-
di. Yine Allah’tan “Âdem’in vücuduna gir” emri geldi.
Rûh başlangıçta Hz. Âdem’in gözlerine ve ağzına ve di-
line girdi. Büyük âlimler ittifakla şunu söylemişlerdir:
“Rûhun ilk önce Hz. Âdem’in gözlerine inmesinden
murad edilen şudur: Âdem önce kendi vücuduna ba-
kıp altın mı yoksa gümüş veya mücevher mi olduğu-
nu görsün ve daha sonra şerefli bir konuma geldiğinde
azmasın ve Yüce Allah’a bu nimetlerden dolayı şük-
retsin. Âdem aleyhisselâm ayağa kalktığında mübarek
ayakları henüz topraktı. Hz. Âdem vücudunun toprak
olduğunu gördüğünde “elhamdulillâh” diyerek şükret-
ti. Hz. Âdem’in bu şükrü ve hamdetmesinden dolayı
Cenâb-ı Hak, yüce bir bayrak yaratıp adını “hamd bay-
rağı” koydu. Daha sonra Hz. Âdem’in vücuduna cân,
et, kemik ve kan yayıldı ve Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i
anlayış ve îmân ile parlatıp “Andolsun, biz insanoğlunu
şerefli kıldık (İsrâ-70).” âyet-i kerimesinin de işaret etti-
ği gibi türlü türlü nimetlerle şereflendirdiğinden başka
ona bütün isimlerini ve ilmi öğretti. Nitekim Kur’ân-ı

69
CAFER IYÂNÎ BEY

Kerîm’de bu hususa şu âyetle işaret edilmiştir: “Allah,


Âdem’e bütün varlıkların isimlerini öğretti. Sonra
onları meleklere göstererek, eğer doğru söyleyenler
iseniz, haydi bana bunların isimlerini bildirin” dedi
(Bakara-31).” Ayrıca cennetten süslü elbiseler giydirip
mübarek başına da mücevherlerle dolu bir tac koyup
Hz. Muhammed’in nûrunu Âdem aleyhisselâmın alnı-
na koydu. O mübarek nûr Hz. Âdem’in yüzünde öyle
parladı ki meleklerin gözleri kamaşıp bu nûrdan dolayı
onun yüzüne bakamaz hale geldiler.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâma hitap etmek ve
böylece ilmini ve isimlerini meleklere öğretmek ama-
cıyla bütün meleklere ve gök ehline toplanmalarını
emretti. Böylece gök ehli toplandı ve yirmi bin saftan
oluşan melekler ordusu Âdem aleyhisselâmın nasihat-
lerini dinlemek üzere ayakta bekledi. Hz. Âdem için
yedi ayaklı keramet minberi kuruldu ve vücuduna da
yeşil ipekli elbiseler giydirildi. Mübarek başına cennet-
ten getirilen süslü bir taç takıldı ve mübarek saçları da
yakut ve elmasla süslendi. Âdem aleyhisselâm minbere
çıkıp sağ ve sol saflarda duran meleklere güzel bir şekil-
de selâm verdi. Melekler de Hz. Âdem’in selâmını say-
gıyla alıp güzelliğinin karşısında hayran kaldılar. Âdem
aleyhisselâm minbere çıkıp güzel bir sesle hutbeye baş-
ladı. Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimlerini ve ilmini bütün
meleklere güzelce anlattı. Cenâb-ı Hak, meleklere hi-
tap ederek “Ey meleklerim hikmetimin mükemmelliği
ile Âdem’i yarattığım zaman “yeryüzünde kan döküp
bozgunluk çıkaracak bir insan olacak” demiştiniz. Be-
nim hikmetli yaratışımın mükemmelliğini gördünüz
mü” dedi. Melekler de zayıflıklarını kabul ederek “Yâ

70
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rabbi sen her türlü kusurdan münezzeh olan bir padi-


şahsın. Biz sana dediklerimizden geri döndük. Senin
bize lutfedip bildirdiklerinden başka bir ilmimiz yok-
tur. Ancak bize öğrettiklerini biliriz.” deyip binlerce
tevbe ile Hz. Âdem’in faziletini kabul ettiler. Nitekim
Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyeti bu duruma işaret etmekte-
dir: “Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tuta-
rız. Senin bize öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bil-
gimiz yoktur (Bakara-32).”
Orada Cenâb-ı Hak, meleklere Hz. Âdem’e secde
etmelerini emretti. Bütün melekler Hz. Âdem’e secde
ettiler. Bir bölük melek secde etmediği için Cenâb-ı
Hak bir ateş gönderip bunları yakarak yok etti. Tekrar
meleklere Hz. Âdem’e secde etmelerini emretti. Bunun
üzerine bütün melekler secde ettiği halde Şeytan sec-
de etmedi. Nitekim bu durum Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle
anlatılmaktadır: “Hani meleklere, “Âdem için saygı ile
eğilin” demiştik de İblis hariç bütün melekler hemen
saygı ile eğilmişler, İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük
taslamış ve kâfirlerden olmuştu (Bakara-34).” Şeytan,
Cenâb-ı Allah’a isyan ederek secde emrine uymadı.
Cenâb-ı Hak, niçin emrine karşı geldiğini sorunca
“sen beni ateşten onu ise balçıktan yarattın. Ateşte nûr
olduğu için balçıktan üstündür. Dolayısıyla ben de
Âdem’den üstünüm” dedi. Cenâb-ı Hak da bu cevap
üzerine onu lanetliyerek huzurundan ve cennetlerin-
den kovdu.
Hz. Âdem, Allah’ın isimlerini ve ilmini meleklere
bildirdikten sonra Cebrâil aleyhisselâm ona cennet-
ten bir salkım üzüm getirdi. Hz. Âdem bunu yiyince
“elhamdulillâh” dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak,

71
CAFER IYÂNÎ BEY

“Ey Âdem ben seni hamd etmen çocuklarını da ibadet


etmeleri için yarattım” dedi ve ona cennetten yakutla
süslendirilmiş bir taht gönderdi. Meleklere de bu tahtı
omuzlarına alıp Hz. Âdem’i göklerde gezdirmelerini
ve ona garip ve hayret verici sanatlarını göstermelerini
emretti. Meleklerin hepsi “İşittik ve itaat ettik.” diyerek
bu tahtı omuzladılar ve Hz. Âdem’in tahtını yüz yıl bo-
yunca omuzlarında gezdirdiler.
Sahih rivayetlerde şöyle denilmiştir: Cenâb-ı Hak,
Hz. Âdem’e buraka benzer güzel bir at gönderdi. Bu
atın teni miskten, kanatları zümrütten ve eğeri de ya-
kuttan yapılmıştı. Hz. Âdem bu ata binince Cebrâil
aleyhisselâm yularını tuttu, sağında ve solunda Hz.
Mikâil, İsrafil ve daha nice büyük melekler durdular.
Ardından bu atın sırtında olduğu halde Hz. Âdem’e
Cenâb-ı Hakk’ın göklerin içinde ve dışında bulunan
sanatlarını gösterdiler.
Şiir

Hazret-i Âdem’in bulduğu bunca izzet ve şeref


Hep Hazret-i Muhammed’in hürmetineydi.
İnsanların en şereflilerinden biri olan Hz. Abbâs
şöyle rivayet etmiştir. Hz. Âdem göklerde bulunan
acayip ve garip sanatlarını görüp seyrettikten sonra
Cenâb-ı Hak onu cennete koydu ve “Dedik ki: “Ey
Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada dilediğiniz
gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca yaklaşmayın, yoksa za-
limlerden olursunuz. (Bakara-35)” âyetinin de işaret
ettiği üzere ona ve eşi Hz. Havvâ’ya sonsuz nimetler ve-
rerek ebediyet ağacından uzak durmalarını, aksi halde
isyan etmiş olacaklarını haber verdi.

72
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Hz. Âdem cennette yalnız kaldığı için Cenâb-ı


Hak, Âdem aleyhisselâm uyurken onun sol kürek ke-
miğinden Hz. Havvâ’yı yarattı. Bu olurken Âdem
aleyhisselâm zerre kadar bile acı ve sıkıntı hissetme-
di. Rivayete göre Âdem aleyhisselâm sıkıntı görseydi
dünyada hiç kimse kadınlara yanaşmaz, onlara sevgi
hissetmezdi. Cenâb-ı Hak, Hz. Havvâ’yı yaratınca ona
cennetten ipek elbiseler giydirdi ve başına da bir taç
koydu. Hz. Havvâ o kadar güzeldi ki onu gören kişi-
nin aklı başından giderdi. Hz. Âdem uyanınca yanıba-
şında duran Hz. Havvâ’yı gördü ve güzelliğine hayran
olarak sevincinden ona sarılmak istedi. Melekler buna
engel oldular ve “mehrini ver” dediler. Hz. Âdem “bu-
nun mehri nedir?” dedi. Melekler “Hz. Muhammed’e
salâvat getirmendir” dediler. Hz. Âdem “Bu Muham-
med dediğiniz kişi nasıl biridir ve mertebesi nedir?”
dedi. Melekler şöyle cevap verdiler:
Şiir

Dediler ki insanlar senden çoğalacaktır


O da senin neslinden gelecektir
Muhammed senin neslinden gelecektir
Yüce Allah’ın sevgilisi olacaktır
Senin yaratılmanın sebebi de Muhammed’dir
O olmasaydı sen cihana gelmezdin
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’le Havvâ’yı cennete koya-
rak onları cennette mutlu etti. İblis, Allah’ın huzurun-
dan kovulduğu için gece gündüz ağlıyordu. Kendisine
tâbi olanlara “madem ki ben Âdem’den dolayı cennet-
ten çıkarıldım ve lanetlendim, o halde ben de onu cen-

73
CAFER IYÂNÎ BEY

netten çıkartmalıyım ki benim gibi ağlayıp üzülsün.”


Şeytan, yaşlı bir insan kılığına girip eline de bir asa aldı.
Beli bükülmüş bir şekilde ağlayarak cennet kapısına
geldi. O zamanlar cennetin kapıcısı tavus ile yılan olup
isimleri de Rıdvân’dı. Hz. Abbâs der ki: Yılan cennet-
teyken dört ayaklı bir deve şeklindeydi ve tavus da gü-
zelliği ile hayran bırakan bir kuştu. Cennette uçmaya
başladığında nûru bir aylık mesafeden bile görülürdü.
İblis yaşlı bir adam kılığında cennet kapısına geldiğin-
de ellerini titreterek tavusa selâm verdi. Tavus da ona
bu halinin ve ağlamasının sebebini sordu. İblis de “ben
nasıl ağlamayayım? Bu eşsiz güzelliğinle yok olup gi-
deceksin.” Rıdvan ona, “ölüm nasıl birşeydir, biz onu
bilmiyoruz” dedi. Şeytan “canın ölmesidir, yani can
bu vücuttan çıkınca bu kalıbın yere düşer ve toprağa
dönüşür” dedi. Rıdvan, “buna çare yok mudur?” dedi.
İblis de, “elbette vardır. Cennette bir ağaç görmüştüm.
O ağaç ölümün çaresidir.” Tavus hemen yılanın yanına
gidip bu olayı ve ölümün varlığını anlattı. Bunun üzeri-
ne yılan da ölüme çare olan ağacın meyvesini getirme-
si için İblis’in cennete girmesine izin verdi, fakat onu
hangi yoldan cennete sokacağını bilemedi. Bunun üze-
rine İblis yılana dedi ki, “ağzını aç, içine gireyim. Kimse
farketmeden cennetten o meyveyi getirip geleyim.”
Şeytan bu şekilde cennete girdi ve Hz. Âdem ile
Havvâ’nın yüce bir ağacın altında zevk içinde otur-
duklarını gördü. Onların karşısına geçip ibadetle
meşgulmüş gibi yaparak onları izledi. Hz. Âdem, “âh
bu cennet ne güzel bir yerdir, ebedi olsaydı bunun hiç
benzeri olmazdı” dedi. Bunu işiten Şeytan sevinçle
yanlarına geldi ve onların yanında ağlamaya başladı.
Âdem aleyhisselâm niçin ağladığını sorunca da, “bu

74
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

güzel şeklinizin son bulup yok olmasına ağlıyorum.


Keşke bu cennette ebedî kalsaydınız” dedi. Hz. Âdem
ile Havvâ ölüm haberini duyunca çok üzüldüler. Bu-
nun üzerine İblis, “Ey Âdem cennette bir ebedîlik ağacı
var. Onun meyvesinden yersen cennette ebedî kalırsın”
dedi. Bunu duyan Hz. Havvâ Âdem aleyhisselâma bu
meyveyi yemek için ısrarda bulundu. Hz. Âdem, “ben
Rabbime karşı gelip isyan etmem” deyince Hz. Havvâ
o buğday ağacından bir parça koparıp yedi. “Bak,
Allah’ın gazabı bana dokunmadı, hadi sen de ye” dedi.
Âdem aleyhisselâm mecbur kalıp o meyveden yedi ve o
anda vücudunu bir titreme aldı. Cebrâil aleyhisselâm
başındaki tacı aldı ve Mikâil aleyhisselâm elbiselerini
çıkarıp onları çıplak bıraktı. Hz. Âdem o anda korku ve
utancından köşe bucak kaçmaya başladı. Gökten, “Ey
Âdem benden mi kaçıyorsun?” sesi geldi. Hz. Âdem
de, “Yâ Rabbi işlediğim günahın utancından kaçıyo-
rum” dedi. Melekler Hz. Âdem’in günahına şaşırıp
şöyle dediler:
Müellifin Şiiri

Böyle şeref ve izzet bulmuşken


Âdem’in isyan etmesi uygun mudur?
Yüce Allah’ı böyle iyi tanırken
Yine de isyan etmesi nasıl olur?
Cenâb-ı Hak, “Ey Âdem niçin emrime karşı gelip
ebediyet ağacından yedin?” dedi. Âdem aleyhisselâm
Hz. Havvâ’yı gösterdi. Cenâb-ı Hak, Havvâ’ya, “ni-
çin meyveyi verdin” diye kızınca Havvâ yılanı göster-
di. Yılan da İblis’i gösterince Cenâb-ı Hak, Âdem ile
Havvâ’yı cennetten çıkarıp birini Serendip Dağı‘na di-

75
CAFER IYÂNÎ BEY

ğerini de Cidde’ye indirdi. Yılanın ayaklarını kırıp kar-


nı üzerinde zahmet çekerek yürümesine ve tavusun da
rengini değiştirmesine karar verdi. Tavus o günden beri
feryat etmektedir. İblis’e de cenneti ebedîyen yasaklaya-
rak onu lanetledi.
Hz. Âdem ile Havvâ’nın yanında üç şey dünyaya
gönderildi: İblis, yılan ve tavus. Âdem aleyhisselâm
yeryüzüne indirilince hemen feryad etmeye ve ağlama-
ya başlayarak, “Allahım yarattıklarının en şereflisinin
hatırına beni bağışla” dedi. Cenâb-ı Hak da, “Ey Âdem
yarattıklarımın en hayırlısı kimdir?” diye sordu. Âdem
aleyhisselâm, “Hz. Muhammed Mustafâ’dır” deyince
Allahu Teâlâ “nerden bildin” diye sordu:
Mellifin Şiiri

Bu adın senin adınla birlikte


Cennette yazılı olduğunu gördüm
Yerden arşa baktığımda bu güzel ismin
Arşta yazıldığını gördüm
Onun adının yazıldığı zaman
Cihan hâlâ yokluk âlemindeydi
Anladım ki o insanların hayırlısıdır
Bütün kullarından muteberdir
Peygamberlerin en iyisidir
O olmasaydı felekler yaratılmazdı
Ne kadar yüce bir makam ve bahttır bu
Bunu ona Allah nasip etmiştir
Allah’ım bizi de ondan mahrum kılma
O’nun yüzü suyu hürmetine bize de merhamet et

76
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nasihat

Sahih hadislerde ve rivayetlerde şöyle bir hikâye an-


latılır: Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem ile Havvâ’yı cennetten
çıkarıp yeryüzüne indirince Hz. Cebrâil ve Mikail ağ-
lamaya başladılar. Cenâb-ı Hak onlara bunun sebebini
sorunca da, “Yâ Rabbi Hz. Âdem senin en şerefli ve
yüce varlığın, Azazil de sana yakın bir kulun oldukları
halde birer küçük günah işledikleri için onları huzu-
rundan kovdun, senin gazabından korktuğumuz için
ağlarız” dediler.
Müellifin Şiiri

Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur


“Benim azabımdan emin olmayın”
Bize korku olarak bu yeter:
Hz. Âdem cennette bu kadar yüce bir makam
bulmuşken
Bir buğday tanesini yanlışlıkla yedi
Ve cennet hayatı sona erdi
Kul Allah’ın gazabından korkmalı
Ki Cenâb-ı Hak ondan razı olsun.
Velhâsıl-ı kelâm Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’in balçığı-
nı kendi kudret eliyle yoğurup feleklerde bütün melek-
lere secde ettirerek ona büyük bir şeref verdiği ve Azazil
de yerde ve gökte bin yıl Allah’a ibadet ettiği halde bir
kez emirlerini yerine getirmedikleri için huzurundan
kovuldular. Bu ibretli durum akıl sahipleri için bir na-
sihat değil midir?

77
CAFER IYÂNÎ BEY

Şiir
Niçin Allah’tan korkmasınlar iman ehli olanlar
Müslüman olamaz Allah’tan korkmayanlar

78
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Üçünci Bölüm

Bu bölümde Hz. Âdem’in peygamberliğin-


den Hz. Şît’in halifeliğine kadar geçen sü-
rede Hz. Âdem ile Havvâ’nın durumları an-
latılmakta ve Hz. Muhammed’in nûrunun
kendisine ulaşıncaya kadar hangi silsileyle
kimlerde bulunduğu açıklanmaktadır.

Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i Serendip Dağı’na ve Hz.


Havvâ’yı da Cidde sahillerine indirdi. Hz. Âdem fer-
yat etmeye ve gece gündüz ağlamaya başladı. Kur’ân-ı
Kerîm’de “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. Eğer
bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka ziyan eden-
lerden oluruz. (A’râf-23)” şeklinde geçtiği gibi ağlaya-
rak iki yüz yıl geçirdi. O kadar yüksek sesle ağlıyordu
ki gökteki melekler sesinden rahatsız oldular. Cenâb-ı
Hakk’a şikâyet ederek, “Yâ Rabbi Âdem’in ağlamasın-
dan ve feryadından dolayı hizmetlerimizi ve tespihi-
mizi yapamıyoruz, ibadetlerimiz azaldı” dediler. Hz.
Âdem’in boyunun uzunluğu hakkında bilgi veren gü-
venilir ve sağlam kitaplara göre Hz. Âdem bir yerden

79
CAFER IYÂNÎ BEY

bir yere hızlı yürüdüğünde üç günlük yolu bir adımda


alırdı. Mübarek boyu göğe ulaşacak kadar uzun olduğu
için meleklerle konuşabilirdi. Cenâb-ı Hak, hem Âdem
aleyhisselâmın vücudunun rahat etmesi hem de melek-
lerin rahatsız olmaması için mübarek boyunu altmış
arşın (40 metre) yaptı.
Tefsir âlimlerinin rivayetlerine göre Hz. Âdem üç
yüz yıl boyunca gökyüzüne bakmaya utanıp sürekli fer-
yat etti. Hz. Muhammed’in ismini şefaatçi yaparak tev-
be etti. Cenâb-ı Hak da Hz. Âdem’in alnında bulunan
mübarek nûrun hatırına günahını bağışladı. Meleklere
ve cennet hazinesini bekleyenlere Hz. Âdem’i ziyaret
etmelerini ve üzerine mücevher dökmelerini emretti.
Cebrâil aleyhisselâm Allah’ın emri üzerine cennetten
ipekli elbiseler ve süslü tac getirip Hz. Âdem’e giydir-
di ve böylece Hz. Âdem Allah’ın katında öncekinden
daha yüksek bir mertebeye sahip olup tevbesi kabul
edildi. Cenâb-ı Hak Kur’ân’da bu hususu şöyle belirtir:
“Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabb’inden birtakım
kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı.
O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti. Şüphesiz O,
tövbeleri çok kabul edendir, çok bağışlayandır (Baka-
ra-37).” Hz. Havvâ’ya da bir haberci gönderilerek Hz.
Âdem’le yakında kavuşacakları müjdesi verildi. Mikâil
aleyhisselâm feryat figan ederek ağlayan Hz. Havvâ’ya
bu müjdeyi getirdi ve türlü türlü mücevherler ile süs-
lenmiş cennet elbiselerini vererek onu sevindirdi.
Daha sonra insanların ve cinlerin Rabbi olan
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’e şöyle buyurdu: “Ey Âdem,
senden ve çocuklarından söz almak ve onlara birli-
ğimi göstermek istiyorum” dedi. Tefsir âlimleri Hz.

80
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Abbâs’dan şöyle rivâyet ederler: Cenâb-ı Hak, insan-


larla olan sözleşmesini Serendip Dağı’nda yaptı. Ba-
zıları bu sözleşmenin Ummân bölgesinde olduğunu
söylerken başka bir kısım tefsirciler de bu sözün Hz.
Âdem gökten dünyaya inmeden önce alındığını söy-
lemiştir. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’e bu şekilde hitap
edince bütün melekler Âdem aleyhisselâmın çevresini
kapladılar. Âdem aleyhisselâm bu durumdan korkup
titremeye başladı. O anda Cebrâil aleyhisselâm gele-
rek Hz. Âdem’in göğsüne bastı ve yüzünü öperek, “Ey
Âdem, Yüce Allah sana selâm gönderdi ve korkmamanı
istedi. Seni yeryüzüne halife yapacağını iletmemi em-
retti” diyerek onu sakinleştirdi. Cenâb-ı Hak, kudret
eliyle Âdem aleyhisselâmın sırtını sıvadı ve, “Âdem’in
kıyamete kadar gelecek olan soyu sırtından çıkıp or-
taya gelsin” dedi. Âdem’in sırtından ilk önce Hz.
Muhammed’in ruhu çıktı. Ondan sonra peygamber-
lerin ruhları çıkıp Hz. Âdem’in sağında durdular. Hz.
Muhammed’in ruhu ortaya çıktıktan sonra sabah ak-
şam “Lebbeyk” diyerek Cenâb-ı Hakk’a niyaz etti.
Müellifin Şiiri
Gönlü kırık olan ve ağlayan kul benim
Senin birliğine iman ettim
Senden başka Kahhâr olan bir sultan yok
Allah sensin, buna şehâdet ederim
Ve yine şehâdet ederim ki ben senin kulunum
Ve sırlar sahibi seçkin Peygamberim
Bundan sonra yüzleri ak olan bütün müminlerin
ruhları Hz. Muhammed’in huzuruna çıktı. Cenâb-ı
Hak, bir kez daha Âdem aleyhisselâmın belini sıvayın-

81
CAFER IYÂNÎ BEY

ca oğlu Kâbil’in soyundan gelecek olan kötü ruhlar,


yüzleri kara bir şekilde çıkıp Hz. Âdem’in sol tarafında
saf tuttular. Cenâb-ı Hak tarafından “Ey Âdem, nesline
bak ve nasıl olduklarını gör” nidası geldi. Hz. Âdem sa-
ğına baktığında parlak yüzlü evlatlarını görüp sevindi
ve “elhamdulillâh” diyerek şükretti. Sol tarafına bakın-
ca da kara yüzlü çocuklarını görüp ağladı.
Hz. Ömer, Peygamber efendimizden şöyle rivâyet
etmiştir: Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’in sırtını sıvazlayıp
gelecek nesilleri oradan çıkardıktan sonra “sağ olanla-
rı cennet ehli ve sol olanları cehennem ehli yarattım”
dedi.
Ebî Ka’b hazretleri şöyle rivayet etmiştir: Cenâb-ı
Hak, Hz. Âdem’in neslini dünyaya gelecek şekilleriyle
sırtından çıkardı.
İmâm Fahreddîn’den şöyle rivâyet edilmiştir: Ruh-
lar âlemi denilen âlem bu âlemdir.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’in nesli olacak olan ruh-
lara “Ben sizin rabbiniz değil miyim? Benden başka
ilâh yoktur ve Muhammed benim resûlümdür. Bana ve
Resûlüme îmân getirenleri cennet ehli ve isyan eden-
leri ateş ehli yapacağım. Ben ne dediysem onu tasdik
edin” dedi. Allah’ın yardımıyla bunu kabul eden ruhlar
söz verip “evet, biz senin birliğine ve Resûlüne şehâdet
ederiz. Senden başka ilâh yoktur ve Muhammed senin
peygamberindir.” Bu sözleşmeyi tasvir ederek kıyame-
te kadar korunmak üzere Hacerü’l-Esved’in içine koy-
dular. Cenâb-ı Hak, bütün ruhlara yine Hz. Âdem’in
sırtına girmelerini emretti. Ruhlar da Hz. Âdem’in sır-
tına geri döndüler. Cenâb-ı Hak, Cebrâil aleyhisselâmı
Firdevs cennetine gönderdi. İki öküz, buğday ve demir

82
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

aleti ile cehennemden ateşi çıkardı. Bu ateşi cennet ne-


hirlerine batırıp yıkadı, ateş elinde durmadı yedi kere
denize düştü, buna rağmen Cebrâil aleyhisselâm bunu
yere koyduğunda yedi kat yeri yakıp yine cehenneme
gidip aslına ulaştı.
Cenâb-ı Hak, “Biz, gerçekten insanı en güzel bir
biçimde yarattık (Tîn-4).” âyetinin de işaret ettiği gibi
Hz. Âdem’e nimetler verdi. Hz. Muhammed’in nûrunu
Âdem aleyhisselâmın alnına emanet olarak koydu ve
“Ey Âdem, bu, habîbim Muhammed Mustafâ’nın par-
lak nûrudur.” dedi. Hz. Âdem bu nûru bizzat görmek
isteyince Cenâb-ı Hak, Hz. Peygamber’in nûrunu
Âdem aleyhisselâmın başparmağının tırnağına indirip
gösterdi. Bunun üzerine Hz. Âdem şükretti ve tırna-
ğındaki mübarek nûru gözlerine sürüp, “benim göz-
lerimin nûru” diyerek öptü. Ardından mübarek nûr
yine Âdem aleyhisselâmın alnına geri dönüp orada ka-
rar kıldı. Şimdi bile Kâinatın Efendisi’nin şerefli ismi
anıldığında insanların ellerinin parmaklarını öpüp,
“kurretü’l-aynî/gözlerimin nûru” diyerek gözlerine sür-
meleri Hz. Âdem’in bu hareketinin eseridir.
Hikmet sahiplerinden şöyle işitilmiştir: Hz.
Peygamber’in ismini duyan kişi salavât getirdikten
sonra ellerinin başparmaklarını öpüp “kurretü’l-aynî/
gözlerimin nûru” diye gözlerine sürerse Allah’ın izniyle
o kişi asla göz ağrısı çekmez. Bu sadece kitaplarda yazılı
değil, tecrübeyle de sabittir. Nitekim Firdevsü’l-Ahbâr
isimli eserde şöyle yazılıdır: Bir gün Hz. Ebûbekir ezan-
dan önce mescitte oturmuş, namaz vaktini bekliyordu.
Bilâl-i Habeşî hazretleri ezân okumaya başlayıp Hz.
Muhammed’in ismini söylediğinde bunu duyan Hz.

83
CAFER IYÂNÎ BEY

Ebûbekir iki elinin başparmaklarını öpüp gözlerine


sürdü ve “kurretü’l-aynî yâ habîbî/gözlerimin nûrusun
ey sevgili” diyerek saygı gösterdiğinde Hz. Peygamber
onun bu güzel hareketini gördü ve “Ey Ebûbekir kim
bu hareketi yaparsa o kişi bu dünyada ve öbür dünyada
kör olmasın” dedi.
Cenâb-ı Hak, Cebrâil aleyhisselâmı Hz. Âdem’in
yanına gönderdi ve “Ey Âdem, arşımın dünyadaki karşı-
lığı olan Hicâz bölgesinde bir ev yaptırdım. Gidip o evi
ziyaret et ve bana orada ibadette bulun. Sana Havvâ’yı
nasip edeceğim” dedi. Ayrıca Hz. Âdem’e yol gösterme-
si için bir melek gönderdi. Hz. Âdem, Cenâb-ı Hak’tan
gelen haber üzerine Hindistân’dan yola çıkıp Kâbe’nin
olduğu yere geldi ve la’l, yakut gibi değerli taşlardan
yapılmış büyük bir ev gördü. Bu evin yukarısından
göğe doğru nûrlu bir direğin salındığını ve meleklerin
bu evin etrafında tavaf yaptıklarını gördü. Hz. Âdem,
Cenâb-ı Hakk’ın kastettiği evin bu olduğunu anladı.
Hemen yedi kez Kâbe’yi tavaf etti ve Zilhicce ayının
onuncu günü Arafat’a ulaştı. Hz. Havvâ ile buluşup
hasret giderdiler ve beraberce hac yaparak Hindistan’a
döndüler.
Hz. Mukâtil tefsirinde şöyle der: Âdem aleyhisselâm
ömründe kırk kere haccetmiş ve Hz. Havvâ’dan bin ço-
cuğu doğmuştur. Bazıları cennet ehli bazıları da cehen-
nem ehli olmuştur. Büyük oğlu Kâbil, ikinci oğlu da
Hâbil’di. Fakat Hâbil, Kâbil’e göre daha güzel ve akıllıy-
dı. Kâbil, Hâbil’i öldürdüğünde bütün hayvanlar birbi-
rine saldırıp kavgaya başladılar. Bu musibetten dolayı
denizler tatlı iken acılaştı. Hz. Âdem ve Havvâ kırk gün
yas tutup ağladılar. Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâma

84
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kendisine Hâbil’in güzelliğine sahip bir oğul vereceğini


ve bütün peygamberlerin bu çocuğun soyundan gelece-
ğini haber verdi. Hz. Havvâ, Şît aleyhisselâmı doğurdu-
ğunda güzellik ve ahlâk bakımından Hâbil’e benzemesi
yanında Hz. Muhammed’in nûrunun da onun alnına
geçtiği görüldü. Hz. Âdem, bin yıl ömür sürüp bu fânî
dünyadan ebedî hayata göçtüğünde onun yerine oğlu
Hz. Şît, o nûrun şerefiyle Cenâb-ı Hak tarafından pey-
gamberlikle görevlendirildi ve kendisine insanoğlunu
doğru yola davet etmesi için elli sayfadan oluşan vahiy
metni verildi.
Hz. Şît, bin şehir bina etti ve her şehirde minare-
ler çıkartıp “Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh ve Eşhedu
Enne Muhammedun Resûlullâh” cümlesini söylet-
ti. Yedi yüzyıldan sonra cennete göçerek alnındaki
nûru, ondan sonra, oğlu Kitânun ve Mihâilün ve İd-
ris aleyhisselâmın alnına geçti. İdris aleyhisselâm da
dedesi gibi güzel yüzlü ve akıllı olup benzersizdi. İlk
defa yazıyı o yazmış, terzilik sanatını da o icat etmiştir.
Süyûtî’nin tefsirinde şöyle yazılıdır: Hz. İdris’e gelene
kadar insanlar hayvan derisi giyerlerdi. İdris peygamber
ise koyun derisinden elbiseler dikme yolunu icat etti.
İdris aleyhisselâm’ın alnında bulunan mutluluk
nûrunun şerefine, Allah tarafından peygamberlikle gö-
revlendirilip kendisine insanoğlunu sapkınlıktan kur-
tarıp hidayete ulaştırması için otuz sayfalık vahiy metni
verildi. İdris peygamber de üç yüz yıl peygamberlik ya-
pıp insanları doğru yola ilettikten sonra cennete göçtü.
O’nun ardından bu nûr sırasıyla Nûh, Hûd, Sâlih ve İb-
rahim Hâlil peygamberlerin alnında durdu ve onun ha-
tırına hepsi peygamberlik şerefine nail oldular. Cenâb-ı

85
CAFER IYÂNÎ BEY

Hakk’ın bu peygamberlere verdiği nimetler muteber


kitaplarda yazılıdır. Hz. İbrahim kırk yaşına geldiğinde
Nemrûd belâsıyla karşılaştı.
Hikâye
Mişkâtü’l-Envâr’da şöyle yazılıdır: Cenâb-ı Hak,
bir gün Hz. İbrahim’e bütün ümmetleri gösterdiğinde
yüzleri çok parlak olup bazıları rükûda bazıları secdede
olan bir ümmet gördü. İbrahim aleyhisselâm, Cenâb-ı
Hakk’a bunların hangi peygamberin ümmeti olduğu-
nu sorduğunda Yüce Allah katından “bunlar habîbim
Muhammed Mustafâ’nın ümmetidir. Ben zaman ve
mekânı yaratmadan önce ona resûlüm ve habîbim
demişim” cevabını verdi. Bu cevap üzerine “Hz. İb-
rahim “Yâ rabbi bu peygamber hangi temiz nesilden
gelecektir” diye sordu. Cenâb-ı Hak, “Ey dost, o senin
oğlun İsmail’in soyundan gelecektir.” dedi. İbrahim
aleyhisselâm Cenâb-ı Hakk’a yalvarıp “Yâ rabbim, yüce
sıfatlarının ve isimlerinin hakkı için beni de o sultanın
ümmetinden eyle” dedi.
`
Ey zayıf insan, Cenâb-ı Hakk’ın yüce bir pey-
gamberi bile âlemlere rahmet olarak gönderilen Hz.
Muhammed’in ümmeti olmak için yalvarırken bizle-
rin onun ümmeti olmamızın şükrü hiç eda edilebilir
mi? Velhâsıl-ı kelâm Hz. Muhammed’in nûru İbrahim
aleyhisselâmdan sonra oğlu İsmail, İshak, Yakup, Yusuf,
Eyyûb, Şuayb, Harun ve Musa peygamberlerin alnında
devam etti.
Musa aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına
dua ederek “Yâ Rabbi Tevrât’ta bahsi geçen bir ümmet
gördüm. Bunlar dağları ve sahraları dolduracak ve se-

86
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

nin mübarek kitabını tasdik edecekler. Onların abdest


sayesinde yüzleri ayın ondördü gibi parlak olacak ve
melekler gibi namaz için saf tutacaklar. Mescitlerde arı
gibi zikredecekler ve her birinin dilinde Allah’ın övgü-
sü ve şükrü olacak. Allah’ım o kavmi bana ümmet eyle”
dedi. Bunun üzerine Yüce Allah’tan şöyle bir vahiy gel-
di: “Ey Musa, o gördüğün kavim habîbim ve resûlüm
olan Muhammed Mustafâ’nın ümmeti olacaktır.” Hz.
Musa, “Yâ Rabbi bana Muhammed Mustafâ’yı gös-
ter, onu göreyim ve ayağının toprağına yüz sürüp ona
sevgimi sunayım” dedi. Cenâb-ı Hak, “Ey Musa, onu
görmek sana nasip değil. Fakat sana ümmetinin sesi-
ni dinleteyim” dediğinde Hz. Muhammed’in ümmeti
bir kez “Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk! Vahdeke lâ
Şerike lek!” dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak’tan “Ey
Muhammed’in ümmeti hepinizi bağışlayıp cennetime
ebedî olarak koydum.” hitabı geldi.
Daha sonra o nûr Hz. Peygamber’e İlyas, Dâvud,
Süleyman, Hud, Sâlih, Hızır, Uzeyr, Yûnus, Şuayb,
Urmiyâ, Zekeriyâ, Yahyâ ve Îsâ peygambelerin alnında
özellikle de Hz. İsmail’in neslinden silsile halinde gele-
rek Adnan ve Kenan’a ve böylece Kureyş kabilesine ve
Hâşim oğullarına geldi. Onlar içinde de o nûr Abdül-
muttalib ve oğlu Abdullah’ta ortaya çıkıp ondan da Hz.
Peygamber’in annesi Emine Hatun’a nakledildiğinde
yerini bulup karar kıldı.
Şiir
Peygamberlik sarayının güneşi, vefâ göğünün dolunayı
Şefaat incisinin madeni, doğruluk kaynağı
Şeriat hazinesinin hazinecisi, dinî eserlerin mazharı
Ebediyet mülkünün önderi yani Muhammed Mustafâ

87
CAFER IYÂNÎ BEY

İslâm âlimlerinin bazıları Hz. Muhammed’in ter-


temiz soyunun kırk dokuzuncu atada Hz. Âdem’e
ulaştığını söylemiş, bazıları da buna karşı çıkmışlardır.
Şeriat bostanının ve hakikatin gül bahçesinin bülbülü
olan Hz. Muhammed’in tertemiz soyu, yani dedele-
rinin isimleri şöyledir: Hz. Muhammed b. Abdullah
b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf b. Kusayy
b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib b. Kahr b.
Mâlik b. Nusayr b. Kınâne b. Huzeyme b. Müdrike
b. İlyâs b. Muzır b. Nizâr b. Sa’d b. Adnân b. Udun b.
Udud b. Elyesa b. Hümye b. Selâmân b. Bent b. Haml
b. Kaydân b. İsmâil b. İbrâhim b. Târeh b. Nâhur b.
Şârû b. Ergavâ b. Fâliğ b. Gâbir b. Şâmih b. Kinân b.
Erfahşad b. Sâm b. Nûh b. Mâlik b. Menûşâh b. Ahnûh
yani İdris aleyhisselâm b. Mehlâil b. Kanyân b. Enûş b.
Şit b. Âdem.

88
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Dördünci Bölüm

Bu bölümde Hz. Peygamber’in mübarek


nûrunun yerini bulması; âlemlere rahmet
olan Hz. Muhammed’in dünyayı şereflen-
direceğine dair mucizelerin ortaya çıkması
ve peygamberlik nûru açıklanmaktadır.

Hz. Muhammed’in nûru babası Abdullah’tan an-


nesi Emine Hatun’a ulaştığında Allah’ın emriyle an-
nesi Emine hamile kaldı. Hz. Peygamber’in doğumu
yaklaştığında birçok mucize ortaya çıkmıştı. Bu mu-
cizelerden bir tanesi Fil vakasıdır. Habeş kralı Necâşî,
Ebrehe isimli bir valiyi Yemen’de görevlendirmişti.
Ebrehe birçok mücevher harcayarak San’an şehrinde
büyük bir kilise yaptırmıştı. Bu kilisenin kapılarına ve
duvarlarına mücevherlerle süslemeler yaptırmış ve her
tarafa Kâbe’ye gitmemeleri, bu kiliseye gelip tavafta
bulunmaları için haber göndermişti. Bunun üzerine
Mekkeli bir adam San’an şehrine gelerek bu kilisenin
kapılarına ve duvarlarına pislik sürerek tekrar Mekke’ye
kaçmıştı. Ebrehe’ye bu durum haber verildiğinde ken-

89
CAFER IYÂNÎ BEY

disi avdaydı ve bindiği filden inmeden, sarayına dön-


meden Kâbe’yi yıkacağına dair yemin etti. Seksen
bin asker ve oniki bin fil ile birlikte Yemen’den kalkıp
Mekke’nin etrafını sardılar. Kuşatma esnasında Mekke-
lilerin develerine de el koydular. Olayın olduğu zaman-
larda Mekke’nin en önde gelen kişisi Hz. Peygamber’in
dedesi Abdülmuttalib’ti. Ebrehe’nin çadırına gelerek
kendisinin ve Mekkelilerin develerini geri istedi. Eb-
rehe kahkahayla güldü ve “ne gariptir ki Kâbe’yi değil
develerini istiyorsun” dedi. Abdülmuttalib de “bizler
derviş insanlarız, develerimizin sahibi olduğumuz için
onları istiyorum. O evin de bir sahibi vardır ve kendi
evini korumaya gücü yeter” dedi. Bu söz üzerine Ebre-
he hiddetlendi ve devesine binerek askerlerine de de-
velerine binmelerini ve Kâbe’nin duvarlarını yıkıp par-
çalamalarını emretti. Mekkeliler Kâbe’nin halkalarına
yapışarak ağlaştılar ve “Yâ Rabbi azgın Ebrehe senin
evini yıkmaya geldi. Bizim gücümüz onu engellemeye
yetmiyor. Sen güç sahibisin” diyerek dağlara kaçtılar.
Hz. Peygamber’in amcası Ebû Tâlib olayın devamı-
nı şöyle anlatır: Askerler fillere binip onları Kâbe’ye
doğru sürdüklerinde filler Kâbe’nin karşısında secde-
ye kapandılar ve asla ileriye doğru adım atmadılar. O
anda Cenâb-ı Hak, ebabil kuşlarına cehennemden üçer
tane taş almalarını ve bunları havadan kâfirlerin üze-
rine bırakarak onları yok etmelerini emretti. Buna en
sağlam delil Kur’ân-ı Kerîm’de bu olayın anlatıldığı Fîl
Sûresi’dir.
Hikmet ehli olan insanlar için bu olayda çok büyük
ibretler vardır. Çünkü Cenâb-ı Hak, diğer insanlarla
bu azgınları yok edebilecekken zayıf ve güçsüz yaratık-

90
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

larıyla bu kadar güç sahibi olan bir orduyu yok ederek


sonsuz gücünü göstermiştir. İmam Fahreddin-i Râzî
her taşın üzerinde bir kâfirin isminin yazılı olduğunu
söylemiştir. Bu kuşların her iki ayağındaki pençelerin-
de birer taş olduğu ve bu taşların kafirlerin başlarından
vücutlarına girip arkalarından çıktığı ve yeri de delerek
asıllarına ulaştıkları söylenmiştir. İslâm âlimleri bunun
Hz. Peygamber’in bir mucizesi olduğunu, çünkü Hz.
Muhammed’in fil olayının olduğu sene doğduğunu
söylemişledir. Bu olay, Hz. Peygamber’in mucizeleri-
nin güneşinden bir zerre ve denizden bir damladır.
Hz. Muhammed’in mucizelerinin yazılması gerek-
se dünyadaki bütün yazı yazan insanlar ve kalemler bir
araya gelse bile kıyamete kadar bu mucizelerin binde
birini yazmaya güç yetiremezler.
Âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’in muh-
terem annesi Emine b. Vehb şöyle rivayet etmektedir:
Gözlerimin nûru olan oğlumun doğumu yaklaştığında
evimden sütun gibi bir nûr ortaya çıktı ve göğe yüksel-
di. Bu nûrun sevinciyle hayret içinde kaldım. Melekler
saflar halinde gelerek her biri Hz. Muhammed’in öv-
güsünü dile getirip onun doğumunu birbirine müjde-
ledi. Melekler “bu gece insanların en hayırlısı ve âhiret
günü şefaat edecek olan Muhammed Mustafâ doğacak
diye sevinçle evimin üzerinde uçuyorlardı. Rebiülevvel
ayının onikinci gecesinde ansızın sağ tarafıma bak-
tığımda evin duvarının iki parça olduğunu, üç hatu-
nun sayısız huriyle birlikte saygıyla selâm verdiklerini
gördüm. Yanıma oturup merhamet kaynağı olan Hz.
Muhammed’in geleceğini haber verip şöyle dediler:

91
CAFER IYÂNÎ BEY

Müellifin Şiiri
Ey mutluğun kaynağı olan talihli insan
Âlemin dolunayı Muhammed Mustafâ senden doğacaktır
Kâbe’yi günahlardan temizleyen ve
Putların yakasını parçalayan O olacaktır
Hem de müşrikler onun ellerinde yok olacak
Din ehli de onunla güç bulacaktır
Bundan sonra iki melek cennetten döşek getirip
güzel bir şekilde döşeğimi döşediler ve bana sevgi gös-
terdiler. Ardından Allah’ın sevgilisi doğup güzelliğiyle
dünyayı aydınlattı.
Şiir
O’nun güzelliğinin ışığıyla aydınlandı cihan
O’na kavuşmanın sevinciyle şeref buldu zaman
Şevâhidü’n-Nübüvve’de ve diğer bazı sahih kitap-
larda Hz. Peygamber’in annesi Emine Hatun’un şöyle
dediği rivayet edilir: Oğlum Muhammed Mustafâ dün-
yaya ayak bastığı anda yüzünü yere koyarak secde etti
ve mübarek dudaklarını titreterek konuşmaya başladı.
Sözlerini anlamayıp inci saçan sözlerine kulak verdim
ve o anda ne söylediğini anladım.
Şiir
Dünya evine ayak bastığı anda
Yüzünü yere vurarak secde etti
Annesi Emine “Resûlün sözlerine kulak tuttum
Ve ne dediğini işittim” dedi
Âlemin övüncü olan Hz. Peygamber
Bebekken bile Ümmetine hayır dua ederdi

92
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ne güzel şefaat sahibi bir peygamberdir ki


Ümmetini ebedî cennetlere çekti
Allahım, Kıyamet gününde
Ben aciz kuluna şefaat etmesini umuyorum
Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib şöyle ri-
vayet eder: Hz.Muhammed dünyaya geldiği anda ben
Kâbe’nin içindeydim. Ansızın putlar yere düşüp secde
etti ve Kâbe eğilip secde ederek yüksek sesle “Allah’a
hamd olsun, Allah’ın peygamberi geldi ve beni putlar-
dan kurtarıp temizleyecek. Hak dini getirip müşrikleri
yok edecek” dedi ve tekrar bir taşı bile düşmeden kalk-
tı. Bunu diğer insanlar da gördü. Abdülmuttalib der ki
“Kâbe’nin bu şekilde secde edip seslendiğini işittiğim
anda bir peygamberin doğduğunu ve âlemi aydınlata-
cağını anladım.” Muteber kitaplarda, Kâbe’nin müş-
riklerin elinde bin yıl puthane olarak kaldığı yazılıdır.
Abdülmuttalib Kâbe’deki bu olaya şahit olunca evine
döndü ve kendisine Hz. Muhammed’in doğum haberi
verildi. Bu habere çok sevinerek “elhamdulillâh” diye-
rek şükretti. İlim ve fazilet sahibi kimseler özellikle de
Muhammediye’nin yazarı kitabında Hz. Muhammed’in
dedesi Abdülmuttalib hakkında “iman ehlidir” demiş-
lerdir.
Şiir
Din ehli olan kimseler,
Abdülmuttalib’in mümin olduğunu söyler
Peygamber’in doğduğunu işitti ve sevindi
“Elhamdulillâh o nûr doğdu” dedi

93
CAFER IYÂNÎ BEY

Kabileler tamamen toplanıp geldiler


Allah’ın nûru doğdu dediler.
Yüce Allah’ın bütün peygamberlerden
O’dur üstün kıldığı kişi
Tevrat ve İncil haber vermişti
Allah onu herkesten üstün kılmıştı.
O’na son derece saygı gösterdiler
Küçük büyük herkes O’nunla övünürdü
Yeryüzündekilerin O’nunla övünmesi garip mi?
O’nunla gökteki melekler iftihar eder
İnsanoğlu O’nunla övünür
Bütün âlem O’nunla övünür
Sadece âlem değil, Allah O’nunla övünür
Bu yüzden O’nu bütün yarattıklarının
en üstünü yaptı.
Hz. Enes b. Mâlik’in şöyle dediği rivayet edilmiştir:
Hz. Muhammed’in doğduğu gece bütün şeytanlar gök-
ten kovulup, taşlandılar. Çünkü Hz. Peygamber’den
önce şeytanlar gökyüzüne çıkarak meleklerin seslerini
ve tespihlerini dinler ve ardından da yeryüzüne inip
doğuya ve batıya dağılır, olacak olaylardan yani gelecek-
ten haber verirlerdi. Hz. Peygamber dünyaya geldiğin-
de Cenâb-ı Hak meleklere hitap ederek şeytanlara ateş
fırlatmalarını ve göğe çıkmalarını engellemelerini em-
retti. Şeytanın çocukları göğe çıkıp meleklerden haber
dinlemeyi istediklerinde atılan ateşlerle yanıp kül oldu-
lar ve bir yerde toplanıp babaları Azazil’e yani Şeytan’a
bu durumu haber verdiler. Bunun üzerine büyük şeytan
çocuklarını dünyanın her tarafına gönderip Allah’ın

94
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kendilerine böyle azap vermesine sebep olan olayı öğ-


renmelerini istedi. Allah’ın düşmanı olan Şeytan’ın ev-
latları dünyanın her tarafını gezdiler ve Kâbe’nin oldu-
ğu bölgeye geldiklerinde Hz. Muhammed’in babasının
evinden yükselerek cihanı aydınlatan nûru ve melek-
lerin bölük bölük gelerek bu evi tavaf ettiklerini, Hz.
Muhammed’in doğumunu birbirlerine müjdeledikleri-
ni gördüler. Bu durumu babaları olan büyük Şeytan’a
söylediler. İblis, bu haberi işittiğinde ellerini yüzüne
vurarak feryat etti ve şöyle dedi:
Şiir

Gözlerin nûru vücuda geldi mi?


İman ehlinin şefaatçisi geldi mi?
Odur bizi Allah’tan uzaklaştıran.
Odur gökten kovulmamıza sebep.
Lanetlenmiş Şeytan’ın üzülmesi dışında, âlemlerin
sultanının doğduğu gece İran şâhı Kisrâ’nın sarayı iki
parça olup kâfirlerin ne kadar kilisesi ve ibadethanesi
varsa hepsinin kubbeleri yıkılmıştır. Nitekim câmi veya
mescide dönmüş olan birçok ibadethanenin bu olaya
dair izleri günümüzde de görülmektedir.
Şiir

Bu âleme senden daha mükemmel biri gelmedi.


Senin vücudundan daha şerefli bir vücudu kimse
görmedi.
Hz. Peygamber’in nûru, günde bir aylık kadar kuv-
vetlenerek hergün giderek parladı ve Hz. Muhammed’in
yüzü güneşten de parlak oldu. Hz.Abbas ve Ka’bu’l-

95
CAFER IYÂNÎ BEY

Ahbâr şöyle rivâyet etmişlerdir: Hz. Muhammed ihti-


yaç giderse, yer yarılarak bunu yutardı. Çocukluğundan
büyük yaşlarına kadar kimse onun ihtiyaç giderdiğini
görmemiştir. Mübarek başı üzerinde her zaman gölge
yapan bir bulut bulunûrdu.
Hz. Peygamber iki yıl dört aylıkken babası Ab-
dullah vefat eti. Altı yaşına geldiğinde de muhterem
annesi dünyadan göç edince dedesi Abdülmuttalib’e
çocuğuna bakmasını vasiyet etti. Abdülmuttalib o ye-
tim inciyi kötü gözlerden ve belâlardan korudu. Hz.
Peygamber’in yetim kaldığının delili şu hadisi şerîftir:
“Yetimlere ve gariblere şefkat ve merhamet edin. Çün-
kü ben küçükken yetim ve büyüdüğümde de gariptim”
Resûlullâh Efendimiz sekiz yıl iki aylıkken dedesi Ab-
dülmuttalib de bu fânî dünyadan bekâ âlemine göçtü.
Amcası Ebû Tâlib’e Hz. Muhammed’i koruması ve
ona hizmet etmesi vasiyetinde bulundu. Ebû Tâlib de
canla başla bu hizmeti kabul etti ve ona gözünün nûru
gibi dikkat etti. İlim ve fazilet sahipleri ittifakla şunu
söylemişlerdir: Cenâb-ı Hakk’ın Peygamber Efendimi-
zi küçükken yetim bırakmasının hikmeti babasına hiz-
met ve muhabbet etmeden sadece Yüce Allah’ın zatına
ibadet etmesiydi. Muhterem annesine hizmet etme-
mesinin hikmeti de merhamet ve şefkatini ümmetine
duyması içindi.
Hz. Peygamber, Ebû Tâlib’in yanında on iki yaşına
eriştiği zamanlarda Ebû Tâlib Şâm’a ticaret için gitme-
ye niyetlendi ve onu da Şam’a götürdü. Mekke ile Şâm
arasında Tûr Dağı denilen meşhur yere geldiler. Ora-
da Hristiyan âlimlerinden Buhayrâ isimli birisi bulun-
maktaydı. Uzun zaman nefsini terbiye eden ve mağara-

96
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

da ibadet eden Buhayrâ, Tevrât ve İncîl’de Mekke’den


Muhammed isimli bir peygamberin çıkacağına dair ri-
vayetleri okumuştu. Bu kitaplarda son peygamberin bu
mekâna geleceği; uzun zamandan beri burada bulunan
kuru bir havuzun suyla dolacağı; meyvesiz bir zeytin
ağacının meyve vereceği; başı üzerinde nereye giderse
onu takip eden bir bulut bulunacağı ve o peygamber
küçük bir kapıdan geçerse zahmet çekmemesi ve eğil-
memesi için o kapının genişleyeceği yazılıydı. Buhayrâ,
bu alametleri görünce o peygamberin toprağına can
vermeye niyetlendi. Kendisi hem Hristiyanların hem
de Yahudilerin övündüğü bir kimse olduğu için bura-
dan geçen kervanlar, ona uğrayıp hayır duasını alma-
dan geçmemeyi adet haline getirmişlerdi. Ebû Tâlib de
kervanıyla bu bölgeden geçerken Buhayrâ’nın kaldığı
yere yakın bir yerde konakladı. O anda o kuru havuz
suyla doldu ve meyvesiz ağaç taze yapraklarla doldu.
Buhayrâ bunu görünce kervanın konakladığı yere gel-
di ve bir bulutun kervan üzerinde durduğunu fark etti.
Bunları görünce son peygamberin geldiğini ve bulutun
da ona gölge yaptığını anladı. Buhayrâ, peygamberi gö-
rerek ayağının toprağına yüzünü sürmeye niyetlendi ve
kervanda bulunanları küçük bir kapıdan geçecekleri şe-
kilde ziyafete davet etti. Gelenlerden hangisi peygam-
berdir diye dikkatle gözlemeye başladı. Kervandakiler
Ebû Tâlib’le birlikte Buhayrâ’nın huzuruna geldiler ve
ellerini öperek dua istediler. Buhayrâ, kapıda değişiklik
olmadığını fark edince şaşırdı ve kervandakilere geride
kimsenin kalıp kalmadığını sordu. Onlar da Muham-
med isimli bir yetimden başka kimsenin kalmadığını,
onun da malları korumak için geride bırakıldığını söy-
lediler. Buhayrâ onu da getirmelerini ısrarla istedi. Ebû

97
CAFER IYÂNÎ BEY

Tâlib kalktı ve onu da meclise getirdi. Hz. Peygamber


kapıdan girdiği anda Allah’ın kudretiyle o küçük kapı
genişleyip uzadı. Mecliste bulunan herkes bu duruma
şahit oldu. Buhayrâ, beklediği peygamberin bu yetim
çocuk olduğunu anladı ve hemen Hz. Muhammed’in
ellerini ellerine alıp mübarek ayaklarının toprağına yü-
zünü sürüp “ey benim gözlerimin nûru, sen ahir zaman
peygamberi olacaksın. Senin ümmetin dünyayı doğu-
da ve batıda dolduracaktır.” diyerek Hz. Muhammed’e
peygamberlik haberini ve müjdesini verdi. Hz. Pey-
gamber, büyük bir edeple “ben zayıf ve yetim birisiyim,
peygamberliğe liyakatim yoktur” deyince Buhayrâ,
“sen elbette son peygamber olacaksın. Ben senin pey-
gamberliğine yetişirsem senin dinine ilk önce ben gi-
receğim. Fakat senden beni unutmamanı ve bana bir
izin belgesi vermeni istiyorum. Senin ümmetin çoğalıp
güçlendiğinde burada yaşayanları rencide etmesinler
ve Hristiyan âlimlere ve rahiplere rahatsızlık vemesin-
ler. Buhayrâ, bir parça deri üzerine izin verildiğine dair
ifadeler yazınca Hz. Peygamber mübarek sağ elini saf-
rana batırıp belgenin arkasını mühürledi. Günümüzde
bile Hristiyanların İslâm ülkelerinde diğer kâfirlere
göre belli vergilerden muaf olmaları bu izin belgesinin
eseridir. Hz. Muhammed, peygamber olduğunda bu
izin belgesinin gereğini yerine getirmiştir. Hatta tarih
kitaplarında şöyle bir rivayet mevcuttur: Hz. Peygam-
ber miraca çıkarken Tur Dağı’na uğradı ve Cebrâil
aleyhisselâma “kardeşim, Buhayrâ, bu mübarek ma-
kamda bana ilk peygamberlik haberini vermişti. Şimdi
bu makamda bizim de eserimiz kalsın” diyerek burakın
ayağını Tûr Dağı’nın taşına hamura batırır gibi batırdı.
O işaret, günümüzde bile Tûr Dağı’nda görülmektedir.

98
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Velhasıl-ı kelâm o zaman Buhayrâ’nın meclisinde


bulunan Mekkeliler şaşırıp “bu nasıl bir sırdır? Böyle
bir yetimin peygamber olması mümkün mü” dediler.
Fakat Ebû Tâlib, Hz. Muhammed’in birçok mucizesine
şahit olduğu için onu çok sever ve canla hizmet ederdi.
Buhayrâ “bu önderin koruyucusu kimdir” diye sordu.
“Mekkeli Ebû Tâlib’dir” dediler. Buhayrâ da “bunu iyi-
ce koruyup saklayın. Çünkü Yahudiler ona zarar verebi-
lirler. Mutlaka bilin ki yakında Cenâb-ı Hak tarafından
kendisine peygamberlik elbisesi giydirilecektir” dedi.
Mekkeliler “Bunu nasıl biliyorsun?” dediler. Buhayrâ
da gördüğü alametleri ve bulutu gösterip “Bunlar an-
cak bir peygambere nasip olur” dedi. Hz. Ebû Bekir de
o zaman onunlaydı. Ebû Tâlib bu sözler üzerine Ebû
Bekir ile Bilâl-i Habeşî’yi Hz. Peygamber’in yanına ve-
rip onları Mekke’ye gönderdi ve kendisi Şam’a gitti.
Hz. Muhammed, giderek doğruluğu ile meşhur
oluyor ve kabilesi içinde dindarlığı ve güvenilirliği ile
Muhammed-i Emîn ismiyle anılıyordu. Dindarlıkta da
eşi ve benzeri yoktu. Peygamberlik nûru da mübarek
yüzünde gayet açık ve parlak bir şekilde görünüyordu.
Şiir

Peygamberdi, kendisine ilham nûru gelirdi


Fakat henüz İslâm ortaya çıkmamıştı.
Hz. Peygamber, yirmi beş yaşına geldiğinde Hz.
Hatice ile evlendi. Kâsım, Zeyneb, Rukiyye, Ümm-i
Gülsüm ve Fâtıma peygamberlikten önce doğmuşlar-
dır. Peygamberliğinden sonra Hz. Hatice’den Abdul-
lah ve Mâriye annemizden de İbrahim doğmuştur.

99
CAFER IYÂNÎ BEY

Hz. Peygamber kırk yaşına geldiğinde peygamber-


lik tacını giydi ve kadınlar içinde de Hz. Hatice iman
eden ilk insan oldu. Erkekler içinde de Peygamber
Efendimize ticarette ve gurbette her zaman yoldaşlık
eden Hz. Ebûbekir ilk Müslüman olmuştu. Nasıl iman
getirdiğine dair şöyle bir rivayet vardır: Hz. Ebû Bekir
ticaret amacıyla Şam’a gittiği bir zaman, geceleyin rü-
yasında gökyüzünden ay ve güneşin düşerek kendisinin
önüne konduğunu görür. Akıllı bir râhibe bu rüyayı
tabir ettirdi. O râhip, Hz. Ebû Bekir’in yüzüne bakıp
“nerelisin ve hangi kabiledensin” dedi. Hz. Ebû Bekir
“Mekkeliyim ve Hâşimoğulları kabilesindenim” deyin-
ce râhip “Sana müjdeler olsun. Muhammed Mustafâ
isimli bir peygamber gelecek ve sen de onun yerine ha-
life olacaksın” dedi ve şöyle devam etti:
Şiir

Azizim dinle de sana birkaç sır vereyim


Ve başımdan geçenleri sana anlatayım.
Zebur, Tevrat ve Kur’ân içinde
O’nun mübarek ismini görmüştüm.
O yüce önderin övgüsünü görmüş ve
Peygamberlerin sonuncusu olacağını bilmiştim.
Onun peygamberliğine içtenlikle iman getirdim
Fakat Hristiyanlar duymasın diye bunu gizlerdim.
Râhip rüyayı bu şekilde tabir ettikten sonra Hz. Ebû
Bekir Şâm’dan Mekke’ye döndü ve Hz. Peygamber’in
de bulunduğu bir meclise girdi. O anda Peygamber
Efendimiz kendisini iman etmeye davet ederek “Ey
Ebû Bekir gel Müslüman ol ve ateşin azabından kendi-

100
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ni emniyete al” dedi. Hz. Ebû Bekir, “Ey Muhammed


bana mucize göster, sana iman getireyim” dediğinde
Kâinatın Efendisi de, “Ey Ebû Bekir Şam yolu üzerinde
râhibe tabir ettirdiğin rüya sana yetmez mi? O râhip
sana benim peygambeliğimi haber vermedi mi?” dedi.
Bunu duyan Hz. Ebûbekir o yüce Sultanın önünde
kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.
Cenâb-ı Hak, “Ey Muhammed! Seni ancak âlemlere
rahmet olarak gönderdik (Enbiya-107).” âyetinin de
işaretiyle âlemlere rahmet olarak gönderdiği ve Kâbe’de
“Ey insanlar ben size gönderilmiş bir peygamberim” di-
yerek davetini açıktan açığa herkese yönlendiren Hz.
Peygamber’e Cebrâil aleyhisselâmı gönderip ona selâm
söyledi ve “Ey sevgili, ben yerleri, gökleri ve bütün yara-
tılmışları senin şerefin için yarattım.” diyerek yanındaki
değerini belirtti. Bunun üzerine Hz. Peygamber, yüce
Allah’a “Yâ Rabbi senden her zaman istediğim şey be-
nim âciz ve zayıf ümmetimdir. Hata yaparak günahkâr
ve isyankâr olmalarından, cehenneme girmelerinden
korkarım” diye seslendi. Cenâb-ı Hak da, “Ey Muham-
med bir avuç toprak için niçin bu minneti ediyorsun?
Sen benim sevgilim olduğun için bütün varlığım senin
olmaz mı? Ey Muhammed, ümmetinden kimin dağlar
kadar günahı olsa ve samimi tevbe etse ben günahını
affedip onu cennet ehli yapacağım. Senin ümmetin
cennete girmeden diğer ümmetlere cennetlerimi ha-
ram edeceğim” buyurdu.
“Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde
öldürün (Tevbe-5).” âyeti indikten sonra Hz. Pey-
gamber kâfirler üzerine gazâ yapmaya başladı. Ebû’l-
Leys Semerkandî Bostânü’l-Ârifîn isimli eserinde Hz.

101
CAFER IYÂNÎ BEY

Peygamber’in otuz altı gazâda bulunduğunu söylerken


bazı muteber kitaplarda da kırk gazâda bulunduğu ve
on sekiz tanesine de bizzat katıldığı yazılıdır. Behcetü’t-
Tevârîh’te de Hz. Peygamber’in kâfirler üzerine 23 se-
fer düzenlediği ve dokuzuna da katıldığı yazılıdır. İlk
gazâsı peygamberliğinin üzerinden on iki ay geçince
vuku bulmuştur. Hz. Peygamber, Vüddân isimli yerde
bulunan kâfirler üzerine sahabelerden ve Kureyşliler-
den oluşturduğu ve Ubeyde b. Hâris hazretlerini ko-
mutan yaptığı bir ordu göndermiş ve bu ordu savaşarak
geri dönmüştü. “Ey Peygamber, Rabbinden sana indiri-
leni tebliğ et (Mâide: 67)” âyet-i kerîmesi indiğinde Hz.
Peygamber Mekke’de on üç yıl boyunca açıktan davette
bulunup birçok mucize gösterdikten sonra Medine’ye
hicret etti. Hz. Peygamber, Medine’ye göç ettikten son-
ra Uhud gazâsında binlerce mucize gösterdi ve on yıl
boyunca Medine’de insanları dine davet etti.
Allah’ın yüce peygamberi İslâm dinini tamamen
ortaya koyduğu müddet boyunca kırk binden fazla
insanı imanla şereflendirdi. Ebî Bezre’a hazretlerinin
rivayetine göre sahabelerin sayısı hesaplanamaz. Hz.
Peygamber’in son haccı olan Vedâ Haccı’nda sahabele-
rin sayısı kırk binken Tebük gazâsında yetmiş bin saha-
be bulunmaktaydı. Ebû Ömer hazretlerinin rivayetine
göre Hz. Peygamber’in vefatı anında sahabelerin sayısı
yüz kırk bin civarındaydı.
Hz. Muhammed’in inci gibi sözlerini işitip bunları
hadis olarak nakledenler yedi kişidir: Bunlar Hz. Ebû
Hüreyre, Hz. İbn-i Ömer, Hz. Âyişe, Hz. Câbir, Hz.
İbn-i Abbâs, Hz. Enes, Hz. Abdullâh b. Ömer ve Hz.
İbnü’l-Âs’dır. Cennetle müjdelenen ve aşere-i mübeş-

102
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

şere denilen sahabeler de on kişidir: Bunlar Hz. Ebû


Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmân, Hz. Alî, Hz. Talha, Hz.
Zübeyr, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkâs, Hz. Sa’d b. Zeyd, Hz.
Abdurrahmân b. Avf ve Hz. Ubeyde ibnü’l-Cerrâh’dır.
Hz. Talha Uhud savaşında yetmiş yerden yaralan-
mış ve elini kullanamaz duruma gelmişti. Hz. Pey-
gamber onun hakkında “şehit görmek isteyen Talha’ya
baksın” buyurmuştur. Hicrî 36 senesinde altmış dört
yaşındayken Mervân b. Hakem tarafından şehit edildi.
Bazıları boğazına ok saplanarak şehit olduğunu söyle-
miştir. Basra’da defnedilmiştir.
Hz. Zübeyr de oldukça cesur birisiydi. Medine’ye
ve Habeşistan’a yapılan göçlerde ve gazâlarda yer aldı.
Arayiz gazâsında Hz. Resûlullâh, Zübeyr hakkında
“anam babam senin yoluna fedâ olsun” buyurmuştur.
Hicrî otuz altı senesinde altmış üç yaşındayken Cemel
savaşında şehit olmuştur. Bazıları Basra’da şehit oldu-
ğunu söylemiştir.
Hz. Sa’d b. Ebî Vakkâs gazâlarda Hz. Peygamber’den
ayrılmamıştır. On yedi yaşındayken Müslüman olmuş-
tur. Ata binmekte yetenekli olan Sa’d b. Ebî Vakkâs
Uhud gazâsında tam bin ok atmıştır. Hz. Peygamber
Uhud savaşında Zübeyr’e dediği gibi Sa’d hazretlerine
de “anam babam senin yoluna fedâ olsun” buyurmuş-
tur. Arap kabileleri arasında birisi güzel bir iş yaptığın-
da “anam babam senin yoluna fedâ olsun” denilmesi
adettir. Sa’d b. Ebî Vakkâs, Hz. Ömer’in halifeliği za-
manında birçok fetihte bulunmuştur. Hicrî 55 sene-
sinde yaşı yetmişten fazlayken Akîk’te şehit olmuş ve
Medine’de defnedilmiştir.

103
CAFER IYÂNÎ BEY

Hz. Sa’d b. Zeyd, Hz. Peygamber’in hizmetinden


hiç ayrılmayıp bütün gazâlara katılmıştır. Akîk isimli
yerde, yetmiş yaşını aşmışken Hicrî 51 senesinde vefat
etmiş ve Medine’ye getirilip defnedilmiştir.
Hz. Abdurrahmân b. Avf, Medineye hicret et-
miş ve Bedir gazâsı da dâhil bütün gazâlarda Hz.
Peygamber’in yanında bulunmuştur. Zengin sahabe-
lerden olup Uhud gazâsında yirmi yerinden yaralan-
mıştır. Kendisi hakkında birçok hikâye mevcuttur. Hz.
Peygamber, onun hakkında “Abdurahmân yerlerde ve
göklerde güvenilir olan birisidir” buyurmuştur. Yetmiş
beş yaşındayken Hicrî 32 senesinde vefat etmiştir.
Ubeyde b. Cerrâh hazretleri, Habeşistan’a hicret
edenler arasında bulunup bütün gazâlara da katılmış-
tır. Onun hakkında Hz. Resûlullâh, “ümmetimin gü-
venilir kişisi” buyurmuştur. Uhud gazâsında birçok
kahramanlıklar yapmıştır. Resûlullâh sallallâhu aleyhi
ve sellemin mübarek yüzüne demir parçası batmıştı.
Ubeyde b. Cerrâh hazretleri, bunu çıkarıp yüzü teda-
vi etmişti. Bedir gazâsında kâfir olan babası kendisine
esir olmuştu. İslâm dinini kabul etmediği için babası-
nı öldürmekten çekinmemişti. Sahabe hazretleri İslâm
dini uğrunda böyle çalışırlardı. Din yolunda oğullarını,
babalarını ve kendi nefislerini fedâ etmek yanlarında
zerre kadar değer taşımıyordu. Allah hepsinden razı ol-
sun. Ubeyde b. Cerrâh hazretleri, elli sekiz yaşında iken
Hicrî 18 yılında vefat etmiştir.
Behcetü’t-Tevârîh’te Hz. Peygamber’in hizmetkâr ve
câriyelerinin sayısının altmışa yakın olduğu yazılıdır.
Bazıları da kırk yedi olduğunu söylemiştir. Bazıları da
azat ettiği kölelerinin kırk üç, cariyelerinin on bir ve

104
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

hizmetkârlarının da altı kişi olduğunu bununla birlikte


kendi hizmetinden bir an ve bir saat ayrı kalmadığını
söylemişlerdir. Esmâ b. Mâlik ve Rebîa b. Âmir hazret-
leri katırlarına bakarlardı. İbn-i Mes’ûd hazretleri de
mübârek ayakkabılarını koynuna koyub saklardı. Oku-
ma yazma bilen ve güzel yazı yazmakla meşhur olan sa-
habe sayısı yirmi yedidir. Zeyd b. Sâbit ve Muâviye b.
Süfyân hazretleri Peygamber’in kapısından bir an uzak
kalmazlardı.
Hz. Peygamber’in sekiz kılıcı, dört mızrağı, üç zır-
hı, dört yayı, bir kalkanı, siyah ve beyaz renkli iki san-
cağı, bir tolgası, yedi atı, dört katırı, bir merkebi, dört
devesi ve yüzden fazla koyunu vardı.
Hz. Peygamber’in on iki eşi vardı. Birincisi mümin-
lerin annesi Hz. Ayişe’dir. Hz. Peygamber onu bakire
olarak almıştır. İkincisi Hz. Hatice olup ondan yedi
çocuğu olduğu yukarıda söylenmişti. Bunlar Kâsım,
Tayyib, Tâhir, Fâtıma, Ümm-i Gülsüm, Rukiyye ve
Zeyneb’dir. Kızı Zeyneb’i sahabelerden Ebu’l-Âs haz-
retlerine nikâhlamıştır. Kızları Rukiye’yi ve Ümm-i
Gülsüm’ü amcası Ebû Leheb’in oğulları ile nikahla-
mış, fakat aralarında halvet olmadan Tebbet Sûresi
indiği için onları boşamıştı. Rukiye’yi Hz. Osmân’la
nikâhlamış ve Rukiye’nin vefât etmesinden üç yıl sonra
da Ümm-i Gülsüm’ü Hz. Osman’la nikâhlamıştır. Hz.
Fâtıma’yı da Hz. Ali’yle nikâhlamıştır. Hz. Fâtıma’nın
bu evlilikten altı çocuğu olmuştur. Bunların isimleri
Hasan, Hüseyin, Muhsin, Zeynep, Ümm-i Gülsüm ve
Rukiye’dir.
Hz. Peygamber’in üçüncü eşi Sevde, dördüncüsü
Ümm-i Seleme, beşincisi Zeyneb bint-i Cahş, altıncısı

105
CAFER IYÂNÎ BEY

Hafsa bint-i Ömer, yedincisi Ümm-i Cüveyriye, sekizin-


cisi Zeyneb bint-i Hüzeyme, dokuzuncusu Meymûne,
onuncusu Safiyye, on birincisi Ümm-i Habîbe, on ikin-
cisi Reyhâne bint-i Zeyd’dir. Resûl-i Ekrem sallallâhu
aleyhi ve sellem hayattayken Hz. Hatice ve Zeyneb
bint-i Hüzeyme vefât etmiştir.
Hz. Peygamber, bunlardan başka on sekiz kadına
daha nikâh kıymış fakat halvet olmadan her birini bir
sebeple boşamıştır. Ayrıca dört câriyesi bulunup bun-
lardan birisi kendisine Mısır sultanı tarafından gönde-
rilen ve Hz. Peygamber’in son çocuğu İbrahim’in de
annesi olan Mariye bint-i Şem’ûn’dur. İkincisi Reyhâne
bint-i Zeyd’dir. Birini de eşi Zeyneb bint-i Cahş kendi-
sine hibe etmiştir. Birini de bir gazâda ele geçirmiştir.
Allah, bütün eşlerinden ve cariyelerinden razı olsun.
Kitabın Sonu

Bu kitapta mahşer gününün şefaatçisi, insanların


en hayırlısı, kâinatın özü ve peygamberlerin sonuncusu
olan Hz. Muhammed’in makamını anlatmaya ve garip
mucizelerini dile getirmeye çalıştık. Kitabın sonunda
da Müslümanların şükretmesine vesile olmak amacıyla
Cenâb-ı Hakk’ın kudret ve hikmetine dair bazı ibretli
hadiseleri anlatmak uygun olur. Belki bu sayede insan-
ların en zayıfı ve duaya muhtaç olan bu Cafer’i de hayır
duayla yâd ederler.
Hikâye

Tefsirciler ve hadis ilmiyle uğraşanlar, özellikle de


meşhur Salebî tefsirinde Numan b. Âmir ve Cafer b.
Muhammed babalarından, onlar da dedelerinden şöyle

106
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rivayet etmişlerdir: Cenâb-ı Hak, mükemmel kudreti


ve hikmetiyle arşı yarattığında Harakyail isimli bir me-
lek de yarattı. Bu meleğe on sekiz bin kanat verdi ve her
bir kanadı beş yüz yıllık mesafe genişliğindeydi. Bu me-
leğin başı yüce arşta ayağı da yedi kat yerden aşağıday-
dı. Bu melek, secdeye vararak “Allahım bana bu kadar
büyüklük ve güç verdin. Senin arşının sonunu görmek
isterim” dedi. Hz. Allah, o meleğe “gücün yettiğince,
dilediğin gibi arşımın sonuna kadar uç” dedi. Bunun
üzerine bu melek bunca güçlü kanatlarıyla yirmi bin yıl
durmadan uçtuktan sonra dörtte birine bile ulaşamadı.
Cenâb-ı Hak, o meleğin kanatlarını bir o kadar daha
artırıp güçlendirdi. O melek her biri biner yıl mesafe
genişliğinde olan otuz altı bin kanatla uçmaya başladı.
Otuz bin yıl uçtuğu halde arşın yarısına bile erişmedi.
Cenâb-ı Hak, o meleğe “bu güçlü kanatlarla kıyamete
kadar uçsan yine de arşın sonuna erişmen imkânsızdır”
deyince o melek, Allah’ın azameti ve gücü karşısın-
da “Subhâne Rabbiye’l-a’lâ” diye tespih etti. Cenâb-ı
Hakk’ın “Yüce Rabbinin adını tespih et (A’lâ-1)” âyeti
inince Hz. Peygamber de “Subhâne Rabbiye’l-a’lâ” du-
asını secdelerde okuyun” diye emretti.
`
Ka’bü’l-Ahbâr’dan şöyle rivayet edilmiştir: Cenâb-ı
Hak, arşı bu kadar geniş ve büyük bir şekilde yarattı-
ğında arş kendisiyle gururlanıp “Benim gibi güçlü ve
büyük birşey yaratılmamıştır” deyince Cenâb-ı Hak
sonsuz gücüyle yetmiş bin kanatlı, her kılında yetmiş
bin kıl, her kılında yetmiş bin baş ve her başta yetmiş
bin dil olan büyük bir yılan yarattı. Bu yılan her gün
Allah’a dünyadaki denizlerin damlaları, ağaç ve bitki-

107
CAFER IYÂNÎ BEY

lerin, bütün meleklerin ve dünyada var olan bütün her-


şeyin sayısınca tespihte bulunur. Yüce Allah, bu yılana
dokuz kat halka olarak arşı kuşatmasını emretti. Bunun
üzerine o koca yılan, yüce arşı dokuz kere baştan başa
dolanıp kuşattığı halde arş o yılanın yarısına bile gel-
medi. Yüce arş, Cenâb-ı Hakk’a hamd ü senâda bulu-
nup aczini itiraf etti.
`
Hz. Câbir, Peygamberimiz Muhammed Mustafâ’dan
şöyle rivayet etmiştir: Arşı taşıyan melekler dört tane-
dir. Her birinin omuzlarından boyunlarına kadar olan
mesafe yedi yüz yıllıktır. Ayakları yedi kat yerden aşa-
ğıda ve başları da arşdan yukarıdadır. Bunların tespih
ederken çıkardıkları sesi insanlar ve diğer yaratıklar
işitseler helâk olurlardı. Arşın etrafında da yüzbin me-
lek bulunmaktadır. Herbirinin büyüklüğüne insan aklı
yetişmez. Bu meleklerin hepsi zikir ve tespihle meşgul
olup bir an bile boş kalmazlar. Her birinin ayağının
bastığı yer yedi bin yıllıktır. Cenâb-ı Hakk’ın bu aza-
meti akıl sahiplerine nasihat olarak yeterlidir.
Hikâye

Câmiü’t-Tevârîh’te tefsircilerin ve hadisçilerin şöy-


le dediği rivayet edilir: Hz. Mûsâ, Tûr dağına giderken
Cenâb-ı Hakk’a Hz. Âdem’den önce ne tür âlemleri ve
kimleri yarattığını sormayı aklından geçirdi. Dağa çıkıp
yüce Allah’la konuştuğunda mahcubiyet ve haya ile yü-
zünü yere koyup “Yâ Rabbi, Hz. Âdem’den önce dünya
ve içindekiler var mıydı? Ondan önce dünyada kimle-
rin yaşadığını ve ne tür canlılar yarattığını bana kerem
edip söyler misin?” deyince Allah tarafından bir nidâ

108
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

geldi: “Ey Musa, benim hikmetime, yüceliğime, yarat-


ma şeklime ve ilmime insan aklı yetişmez. Fakat madem
ki benden buna cevap vermemi istedin ve benim yüce-
liğimi bilmek istedin sana bunu anlatayım” dedi ve şöy-
le anlattı: “Ey Mûsa, ezelî irademle kâinatı ve âlemleri
yaratmayı dilediğimde ilk önce habîbim Muhammed
Mustafâ’nın tertemiz nûrunu yarattım. Ondan sonra
dedeniz Âdem’den önce bin âlem yarattım. Her âlemin
müddetini elli bin yıl olarak belirledim. Bu âlemlerden
de biri harap olup üzerinden bin yıl geçmeyince diğer
âlemi yaratmazdım. Bu şekilde âlemlerin tümünü ya-
rattım. Ondan sonra dünyayı ve hiçbir ferdinin diğe-
rine benzemediği bir taifeyi yarattım. Bu taife de elli
bin yıl hayatta kalıp bu misafirhanede yüce yüce bina-
lar yaparak bu dünyayı imar etmeye çalıştılar. Sonunda
bu taife bana isyan ettiği için onları yok edip dünyayı
elli bin yıl harap şekilde bıraktım ve bin yıl boyunca da
dünyayı baştan başa suyla dolu bıraktım. Dünya suy-
la dolu olduğu halde insanlardan ve hayvanlardan bir
damla içecek kimse yoktu. Bin yıl sonra çok büyük bir
su sığırı yarattım. O denizi bir defada hiçbir damlası
kalmayacak şekilde tamamen içti. Ondan sonra da bal
arısından küçük sinekten de büyük olan bir taife yarat-
tım. O koca sığırı da onlara doyasıya yemeleri için gıda
yaptım. O taife de o sığırı elli bin yıl gıda edinip ondan
iz kalmayıncaya kadar yediler. Sonunda o taife de onla-
ra verdiğim nimetleri unutup bana asi oldu. Bunları da
helâk ettim ve yeryüzü elli bin yıl boş kaldı. Sonra son-
suz gücüm ve hikmetimle elli bin şehir yarattım ve her
bir şehrin içinde de saf altından elli bin saray yaptım.
O şehirlerin saraylarını şekerden daha tatlı olan hardal
taneleriyle doldurdum. Ardından da akılların büyük-

109
CAFER IYÂNÎ BEY

lüğüne erişemeyeceği bir kuş yarattım. Bu şehirleri ve


sarayları içindeki hardalları yemesi için o kuşa teslim
ettim. O kuşun ömrünün de hardal tanelerinin bittiği
güne kadar sürmesini takdir ettim. O büyük kuş, ölüm
korkusundan günde sadece bir hardal tanesi yediği hal-
de bütün hardal taneleri bitti ve kuşun da ömrü sona
erdi. Onun ölümünden sonra dünya yetmiş bin yıl boş
kaldıktan sonra gücümü ve hikmetimi göstermek için
yetmiş bin türlü canavar yarattım. Her türlü canavarın
ömrünü yetmiş bin yıl takdir ettim. Bu canavarlardan
biri ölüp üzerinden bin yıl geçmeyince başka bir cana-
var taifesi yaratmazdım. Nihayet bunları da helâk ettim
ve ondan sonra âlemi boş bırakmadan onbin adamlık
bir taife yarattım. Her birinin neslini birbirinden ayıra-
rak kendilerine onar bin yıllık ömür verdim. Bunlar da
yetmiş bin yıl bu viranelikte yaşadılar ve sonunda isyan
ederek birbirileriyle savaşmaya başladılar. Bunun üze-
rine onları da helâk ederek boş kalan yeryüzünü me-
leklere bıraktım. Onlar da bin yıl boyunca yeryüzünde
gezip uçtular. Yeyüzünde bana ibadet edecek hiç kimse
yoktu. Bundan sonra senin deden Âdem’i ve çocukları-
nı yarattım. “Andolsun, biz insanoğlunu şerefli kıldık
(İsrâ-70)” ve “O, insana bilmediğini öğretendir (Alak-
5)” âyetlerinde görüldüğü gibi insanı şerefli kıldım.”
Hz. Musa, Yüce Allah’dan bunu işitince Cenâb-ı
Hakk’ın gücü ve hikmeti karşısında hayranlığını göste-
rerek şükretti. Yâ Rabbi bu nasıl bir hikmet ve güçtür
ki bunu bilmekte peygamberlerin ve evliyaların akılları
bile yetersiz kalıyor. Senin ilmini ve yaratmadaki gücü-
nü bilmekte bütün yarattıklarının akılları yetersiz kalır.

110
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Allah’ım, Âlemlerin Efendisi’nin nûru hürmetine


benim yani aciz ve zayıf Cafer’in isyanını bağışla, ke-
remin ve lutfunla ona şefkat ve mağfirette bulunarak
ona iki dünyanın da saadetini nasip eyle. Allah’ım
günahkârların şefaatçisi olan Hz. Muhammed’in ve
yüce makamının hürmetine ne kadar günahkâr ümme-
ti varsa hepsini cehennem azabından azat ederek onları
dünyada ve âhirette mutlu kıl.
Müellifin Şiiri

Allahım bana yardım et


Merhamet kılarak bana hidayet ver.
Hz. Muhammed’in ümmetiyle beni dirilt
Ve beni O’na kavuşturarak mutlu et.
Günah işleyerek azaba layık olduysam ne olmuş ki?
Kul günahkâr ise Efendisi affedicidir.
Günahımızın hadsiz olduğunu,
Haşre dek yazılsa bile bitmeyeceğini biliriz.
Vaktimiz böyle günahlarla geçiyor,
Nasıl inkâr edelim, Allah biliyor.
Ne zaman âhiret yoluna meyletsem,
Dünya sevgisi benim yolumu kesiyor.
Alçak nefsim yükselmemi istemiyor.
Durmadan beni aşağı makamlara çeker durur.
Umudum Allah’ın beni nefsimden kurtarması
Benim gibi yolunu şaşırmış birini kulluğa layık
görmesidir.
Yâ Rabbi bir bahane ile
Günahkâr Cafer’e rahmet et.

111
CAFER IYÂNÎ BEY

Allah’ın bizi böyle kötü bir duruma düşmekten


Ve rahmetinden uzaklaşmaktan korumasını dileriz
Bu kitap bağışlanma sebebi olsun
Ve her bölümü cennetin dereceleri olsun.
`

112
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-nâme
Metin

113
CAFER IYÂNÎ BEY

114
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

[1b] Ĥamd-i bį-ĥad ol mebdeǿ-i eşyāǿ ve


muħteriǾ-i māsivāya ki nevǾ-i insānı Ǿaķl u iħtiyār ile
sāǿir maħlūķdan mümtāz itmiş. Ve ŝenāǿ-i lā-buǾd
ol muśavvir-i eşkāl-i kār-ħane-i dünyā ve müdebbir-i
aĥvāl-i dārü’l-ķarār-i Ǿuķbāya ki cemįǾ nevǾ-i insāndan
fırķa-i enbiyāya tevfįķ u tefevvuķ virüb eşref-i imtiyāz
ile ser-efrāz itmiş. Ve dürūd-i taĥiyyāt ol server-i
kāǿināt ve eşref-i mevcūdāt Ǿaleyhi efđalü’ś-śalavāta
ki fırķa-i enbiyādan cevāhir-i istiǾdādı eşref ü aǾlādur.
Ve cünūd-i teslįmāt ol zümre-i aĥbāb ve fırķa-i aśĥāba
ki ķabūl-i śoĥbet-i śadr-i risālet bulub aňa iŧāǾatleri
cemįǾ Ǿamelden evlādur rıđvānullāhi teǾālā Ǿaleyhim
ecmaǾįn ilā yevmi’d-dįn. Ammā baǾd vilāyet-i
Ŧımaşvār-i celįlü’l-aķŧāruň taĥśįl-i māl ü menāli bu
bende-i śadāķat-kāruň cereyān-i ķalem-i bį-ķarārı
ile ber-ķarār ve tekmįl-i meśāliĥ-i aĥvāl-i ümenā vü
Ǿammāli bu Ǿabd-i bį-miķdāruň iķtibās-ı reǿy-i rūşen-
efkārları ile pür-envār iken vilāyet-i mezbūrenüň
Ǿulemā vü fuķaĥāsından baǾżı yārān-i śafā ve iħvān-ı

115
CAFER IYÂNÎ BEY

vefā bu Ǿabd-i bį-riyādan recā vü istidǾā38 eylediler39


ki ol Ĥażret-i ħayrü’l-beşer ve şefįǾ-i rūz-i maĥşer
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň nūr-ı tāb-nāki40 ve
rūĥ-ı pāki cemįǾ eşyādan ne vechile aķdem ü efđal
ve sāǿir enbiyāǿ-i41 Ǿižām Ǿaleyhimüsselāmdan ek-
mel olduġı ol Ĥażret-i risālet42 ve şems-i fażįletüň
menāķıb-i Ǿālį-menziletlerin lisān-ı ǾArabįden [2a]
zebān-ı Türkįye getürüb bir risāle-i şerįfe ve maķāle-i
laŧįfe teǿlįf ü taśnįf eyle kim senden śoňra ħayrü’l-
ħalefüň ve netįce-i şerįfüň ola.
Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Ķalmayıcaķ kişinüň śoňunda bir ħayrü’l-ħalef
Ĥayf ola ol Ǿömre kim olur Ǿabes yere telef
Neŝr diyü ilĥāĥ u ibrām eylediler. Pes bu żaǾįf u
melūl meźkūr olan źevi’l-Ǿuķūlüň ilĥāĥ u iltimāsların
ķabūl ve Ĥażret-i Resūl-i śāĥib-uŝūlüň menāķıb-ı
şerįflerin taĥrįr itmegi maǾķūl görüb Ĥaķ subĥānehu
ve teǾālā celle celāluhu ve Ǿamme nevāluhu
ĥażretlerinüň Ǿulüvv-i Ǿināyetine tevekkül ve Ĥażret-i
Sulŧān-ı dįn ve raĥmeten lil-Ǿālemįnüň muǾcizāt-ı
fāyiżü’l-berekātına tevessül idüb rivāyāt-ı śarįĥa ve
38
Müellif nüshasında kelime istid dan eklindedir. Âtıf Efendi nüsha-
sındaki kelime esas alınmı tır.
39
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.
40
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.
41
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.
42
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.

116
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kütüb-i śaĥįĥadan ol Ĥażret-i şāh-ı eyvān-ı risāletüň


menāķıb-ı Ǿālįleri lisān-ı ǾArabįden zebān-ı Türkįye
terceme olınmaġa mübāşeret ķılınub Nūr-nāme is-
miyle mevsūm ķılındı. Tā kim elfāž-ı ǾArabįden
ħaberdār olmayan iħvān-ı śadāķat-Ǿunvāna ķırāǿati
āsān olub Ĥażret-i Şāh-ı dįn ve Şefįǿ-i müžnibįnüň
rūĥ-ı ŧayyiblerin śalavāt-ı güzįn ile yād ve bu efķar-ı
Ǿibādı birer fātiĥā-i şerįfe ile yād itmegi himmet ü
mürüvvet ideler.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Śalāt iden ĥabįb-i kibriyāya
İrişür rūz-i maĥşerde śafāya
İdenler bu maĥalde bir duǾāyı
Bulurlar raĥmet ü luŧf-ı Ħudāyı
Neŝr Egerçi bu Ǿabd-i bį-ŧāķat ve bende-i bį-
Ǿilletde ol ķadar vüsǾat ü ķudret yoķdur ki ol Ĥażret-i
seyyidü’l-kāināt Ǿaleyhi efđalü’ś-śalavātuň nūr-ı
mübāreki menāķıbınuň źerresin beyān eyleye.
Anuň kim meddāĥı Ħudā ve maĥbūb-i Kibriyā ola
insān-ı żaǾįf ol źāt-ı şerįfüň taǾrįf ü tavśįfin itme-
ge hiç ķādir olur mı. [2b] Ĥuŝūsan ol sulŧān-ı Ǿālį-
şānuň menāķıb-ı ħurşįd-menziletleri beyānında ve ol
şems-i fażįletüň muǾcizāt-ı Ǿālį-rütbetleri Ǿıyānında
Ǿulemāǿ-i Ǿižām Ǿazzemallāhu teǾālā derecātuhum
ilā yevmü’l-ķıyām bunca mevlid-i şerįflerin taĥrįr ü
beyān ve niçe niçe kitāb-ı müstetābların muǾcizāt-i
laŧįfelerin yazub Ǿıyān eylemişlerdür. Lākin bu Ǿabd-i
pür-Ǿuyūb ve keŝįrü’ź-źünūb efķarü’l-fuķarā turāb-ı
akdāmü’l-Ǿulemā CaǾfer-i Ǿabd-i bį-riyā Ĥażret-i
Resūl-i Kibriyā śalavātullāhi Ǿaleyhi fį’ś-śubhi ve’l-

117
CAFER IYÂNÎ BEY

mesānuň şefāǾati ümįdine ŧāķatüm yitdükçe ve vüsǾat


el virdükçe ol pādişāh-ı nūr-ı pāk ve sulŧān-ı śāĥib-i
levlāk ĥażretlerinüň nūr-ı pür-sürūrlarından beyān u
Ǿıyān eyleyem inşāǿallāhu teǾālā. Fe-emmā erbāb-ı
belāġat ve aśĥāb-ı feśāĥatüň elŧāf u himem ve aǾŧāf
u keremlerinden meǿmūldür ki işbu risāle-i şerįfeye
Ǿayn-i rıżā ve bu maķāle-i laŧįfeye śıdķ u śafā ile nažar
idüb sehv-i raķam ve ħaŧāǿ-i ķalem olan maĥalline
himmet-i ıślāĥı dirįġ eylemeyüb biĥār-i belāġatden
ķaŧarāt-ı fażįlet maśrūf olunmaġa ĥüsn-i himmet
ideler. Bā-vücūd-i Ĥażret-i Sulŧān-ı Ǿālį-cenāb ve
ħāķān-i rifǾat-meāb mihr-i sipihr-i cihānbānį ħülāśa-i
dūd-mān-i ǾOŝmānį Sulŧānü’l-ġuzāt ve’l-mücāhidįn
Sulŧān Aĥmed Ħān-ı Ġāzį ibn-i Sulŧān Muhammed
Ħān ħalledallāĥu ħilāfetehu ilā inķırāżi’d-devrān
ĥażretlerinüň nām-i saǾādet-encāmları himmeti ile
itmām ve silk-i beyāna irüb iħtitām bulmuşdur.
Bāb-ı Evvel
Ĥażret-i Resūl-i Ekmel Śallallāhu ǾAleyhi
ve Sellemüň Nūr-ı SaǾādet-āŝārınuň ǾĀlem-i
Ervāĥda VāķiǾ Olan Aśl u Derecātın ǾIyān ve
CemįǾ Maħlūķātdan Aķdem ü Efđal Olduġunuň
Beyānındadur.43
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
[3a] Gel ey cān bülbüli gel eyle pervaz
Yine ķıl bir gülüň vaśfın ser-āġāz
Niçe gül bu dü Ǿālem gülşenidür
Cihān gülşenlerinüň rūşenidür
43
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.

118
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Gül ü bülbül yoġiken bu cihānda


O gül varidi bāġ-ı lā-mekānda
Vücūda gelmeden bāġ ile būstān
İderdi lā-mekān bāġında seyran
Nice naķl eylemişdür nūr-ı źātı
Beyān eyle işidülsün śıfātı
Ne kāndandur Ǿaceb ol nūr-ı aǾžem
Hüveydā pertevinden cümle Ǿālem
Beyān eyle anuň vaśf-ı şerįfin
ǾIyān eyle anuň nūr-ı laŧįfin
Beni kim mest-i Ǿaşķum ayıķ eyle
Dilüm medĥine yā Rabb lāyıķ eyle
Neŝr Mişkātü’l-Envārda ve Deķāyiķu’l-Aħbārda
mesŧūr ve sāǿir kütüb-i muǾteberātda meźkūrdur
ol ħātem-i sırr-i ħilāfet çeşme-i baĥr-i vilāyet …..
mažharü’l-Ǿacāyib Ĥażret-i İmām ǾAlį ibn-i Ebį
Ŧālib rađıyallāhu Ǿanh rivāyet ve ĥikāyet ider ķaçan
kim Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā celle źikruhu kemāl-i
ķudretin ižhār ve dügeli Ǿālemleri var idüb Ǿacāyib ü
ġarāyib mevcūdātın āşikār eylemek irādet-i ezeliyye-
si taǾalluķ eyledi. Henüz Ǿarş u ferş ve kürsį vü levĥ ü
ķalemi ve şems ü ķamer ve cennet ü cehennem ve on
sekiz biň Ǿālemi ħalķ eylemeden üçyüz yigirmi dört
biň yıl muķaddem Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā kendü
ķudret ü Ǿažameti nūrından bir nūr aħź idüb ol bülbül-i
būstān-i şeriǾat ve Ǿandelįb-i gülistān-ı ĥaķįķat şāh-ı
śuffe-i śafā ve māh-ı rūy-i ve’đ-Đuĥā aǾnį Ĥażret-i
Muĥammed Muśŧafā śallalāhu Ǿaleyhi ve sellemüň

119
CAFER IYÂNÎ BEY

nūr-ı mübārekin yaradub ol nūr-ı pākden yine Ĥażret-i


risālet ve kān-i mürüvvetüň rūĥ-ı ŧayyibelerin
dünyādaolan śūret-i rūĥāniyyeti üzere [3b] ħalķ
eyledi. Ve mübārek başına tāc-ı risālet ve envāǾ-ı
kerāmet ve mübārek boynına ridāǿ-i hidāyet ķoyub
rūĥ-ı pākin ve nūr-ı tāb-nākin ezelden Ĥabįb ismiyle
mevsūm eyledi. Bundan śoňra Ĥażret-i Ĥaķ āmennā
ve śaddaķ on iki ĥicāb yaratdı. Her ĥicābuň vüsǾat ü
Ǿažameti yine Ĥażret-i rabbü’l-Ǿizzetüň Ǿilm-i ezeliy-
yesine maǾlūmdur. Evvelki ĥicāb ĥicāb-i ķudretdür.
Ve Ĥażret-i server-i kāyināt ve eşref-i mevcūdātuň
nūr-ı mübāreki ve rūĥ-ı pāki ķudret ĥicābında on iki
biň yıl subĥāne rabbiye’l-aǾlā tesbįĥine meşġūl olub
Ĥażret-i cenāb-ı Ǿİzzete Ǿibādet ü ŧāǾat eyledi. İkinci
ĥicāb ĥicāb-i Ǿažametdür. Ve onbir biň yıl ol maķām-ı
Ǿālįde daħi subĥāne’l-ǾĀlimü’l-Ĥāķim tesbįĥine
meşġūl oldı. Üçünci ĥicāb minnetdür. Ol maķām-i
şerįfde daħi on biň yıl sübĥāne men huve dāǿimun lâ
yefnā tesbįĥine meşġūl oldı. Dördünci ĥicāb ĥicāb-i
raĥmetdür. Ol maķām-i maġfiret-encāmda daħi ŧoķuz
biň yıl sübĥāne RefįǾü’l-aǾlā tesbįĥinde dāyim ü
ķāyim oldı. Beşinci ĥicāb saǾādetdür. Anda daħi se-
kiz biň yıl sübĥāne men huve ķāyimün lā ….. tesbįĥi
ile Ǿibādet eyledi. Altıncı ĥicāb ĥicāb-i kerāmetdür.
Anda daħi yedi bin yıl sübĥāne men huve Ġaniyyü
lā yefteķiru tesbįĥine müdāvemet eyledi. Yedinci
ĥicāb menziletdür. Anda daħi altı biň yıl sübĥāne
Ħalıķu’n-Nūr tesbįĥine meşġūl oldı. Sekizinci ĥicāb
hidāyetdür. Anda daħi beş biň yıl durub sübĥāne men
lā yezāl ve lā yezl tesbįĥine meşgūl oldı. Ŧoķuzuncı
ĥicāb ĥicāb-ı nübüvvetdür. Anda daħi ol ĥażretüň

120
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rūĥ-ı pāki dört biň yıl durub sübĥāne men teǾazzeret


bi’l-ķudreti ve’l-beķāǿ
[4a] tesbįĥ-i şerįfine iştiġāl gösterdi. Onuncı ĥicāb
rifǾatdür. Anda daħi üç biň yıl durub sübĥāne źi’l-Ǿarşi
Ǿammā yeśifūn tesbįĥįne mülāzemet eyledi. Onbirin-
ci ĥicāb nūrdur. Anda daħi iki biň yıl durub sübĥāne
źi’l-mülki ve’l-melekūt tesbįĥine müdāvemet eyledi.
Onikinci ĥicāb şifādur. Anda daħi biň yıl sübĥāne
rabbiye’l-Ǿažįm tesbįĥine meşġūl olduķdan śoňra
Ĥażret-i Ĥaķ ol Resūl-i muŧlaķ ĥażretlerinüň rūĥ-ı
şerįflerine fermān eyledi ki girü kendü Ǿažamet-i
kibriyāsı mābeyninde Ǿibādet ü ŧāǾat eyleye. Pes
Resūl-i śāĥib-uśūl Ǿaleyhiśśalātu vesselāmuň rūĥ-ı
ŧayyibesi maķām-ı şükürde nemāza ķıyām idüb yedi
biň yıl rekǾat-ievvelde ayaķ üzere ŧurub ve yedi biň
yıl keźālik rükūǾda ve yedi biň yıl mübārek başın sec-
deden ķaldırmayub rekǾat-i ŝānįde daħi her rükūǾ u
sücūdunda ve ķıyām u ķuǾūdunda yedişer biň yıl du-
rub Ĥażret-i seyyidü’l-enām Ǿaleyhiśśalātu vesselām
iki rekǾat nemāzı ķırķ ŧoķuz biň yılda temām eyledi.
Bundan śoňra Hažret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā rūĥ-ı enbiyā
vü mürselįn Ǿaleyhimüsselāmı ve cemįǾ melāǿike-i
kirāmı rūĥ-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāma muŧįǾ ü rām
ve envāǾ-ı teźellül birle ħiźmetinde ĥüsn-i ķıyām
itmege fermān idüb cemįǾ maħlūķāta merĥametlü
ve şefķatlü olmaġiçün rūĥ-ı ĥabįbine merĥamet
ü raĥmet lāyıķ u erzānį eyledi. Bu maǾnāya delįl-i
metįn 44 āyet-i kerįmesi
vāķiǾ olmuşdur.Ve envāǾ-ı aħlāķ-ı kerįme ve aśnāf-ı
44
Ey Muhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olasın diye
gönderdik. (Enbiyâ:107)

121
CAFER IYÂNÎ BEY

śıfat-i cesįme ile müzeyyen ü müretteb eyledi.Bu


müddeǾaya bürhān-ı ķadįm 45 [4b]
naśś-ı şerįfi vārid olmuşdur.Çün Ĥažret-i Resūlullāh
śallallāhu Ǿaleyhi ve Ǿalā ālihi’l-muķarrebįn ledeyh
ĥażretlerinüň nūr-ı ŧayyibe vürūĥ-ı Ǿaliyyeleri bu
deňlü maķāmāt-ı celiyye ķaŧǾ idüb ol nūr-ı tāb-nāk
śāĥib-i levlāk olmaġa lāyıķ u müsteĥaķ oldı.Ĥażret-i
sulŧān-ı MüteǾāl celle Ǿani’ş-şebįh ve’l-miśāl diledi
kim ol śadr-i bedr-i ĥaremi ve ĥabįb-i Ǿālį-himemi
fātiĥ-i kāyināt ve mebdeǿ-i mevcūdāt eyleyüb ol
Ĥażret-i risāletüň nūrından cemįǾ kāyinātı ve Ǿāmme-i
mevcūdātı ħalķ eyleye. Pes Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā
celle celāluhu nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmdan
ibtidā bir cevher-i mücellā ħalķ eyledi. Ol cevher-i
mübāreke bir kerre nažar-ı heybet ile nazar eyleyicek
Ĥaķ celle ve Ǿalānuň nažarı heybetinden ol cevher-i
pāk iki şıķķ olub yarıldı. Şıķķ-ı evveline yine nažar-ı
heybet ile nažar eyleyicek Ĥaķ teǾālānuň heybet ve
dehşetinden ditreyüb śu olub eridi. Tā ķıyāmete dek
cereyān ve aķub revān olmaķdadur. Yine ol cevherüň
şıķķ-ı ŝānįsine nažar-ı merĥamet ile nažar eyleyicek
Ĥażret-i Ĥaķ ol cevherüň şıķķından on şeyǿ ħalķ ey-
ledi.Evvel Ǿarşı ikinci kürsi üçünci ķalemi dördünci
levĥi beşinci cenneti altıncı şemsi yedinci ķameri se-
kizinci kevākibi ŧoķuzuncı ħūrįleri onuncı melekleri
yaratdı.Çün Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet ķalemi ve levĥ-i
maĥfūžı ħalķ eyledi. Ķaleme daħi nažar-i heybet ile
nažar itdügi gibi Ĥaķ teǾālānuň heybetinden ķalem
iki şıķķ olub emr-i ilāhįye imtiŝāl göstericek Ĥaķ
teǾālā ķaleme emr eyledi kim yā ķalem ibtidā benüm
nām-ı şerįfüm ile ĥabįbüm ve resūlümüň nām-ı laŧįfin
45
Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin! (Kalem:4)

122
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Lā İlāhe İllallāh Muĥammedun Resūlullāh kelimesi


üzere yazub tasŧįr eyle ve ķıyāmete dek ne olur ve ne
olacaķdur [5a] cümle olacaķ aĥvāli taĥrįr eyle diyü
fermān eyledügi gibi ķalem secdeye varub biň yıl
temām secdede aġladı. Biň yıldan śoňra başın ķaldırub
ilāĥį senüň ism-i aǾžamuň ve nām-ı ekremüňi bildüm
lākin senüň ism-i şerįfüňe muķārin olan Muĥammed
ismi ķanġı Ǿabd-i şekūruň ve bende-i maġfūruň ismi-
dür diyicek Ĥaķ celle ve Ǿalā dergāhından nidā geldi
kim yā ķalem ve Ǿizzetį ve celālį ve mecdį ve cemālį
lev-lā Muĥammed le-mā ħalaķtu Ǿarşen ve lā kursiy-
yen ve lā semāǿen ve lā arđan ve lā cenneten ve lā
nāren yaǾnį yā ķalem benüm Ǿizzetüm ve celālüm ve
mecd ü cemālüm ĥaķķiçün Muĥammedi ħalķ eyle-
mesem Ǿarşı ve kürsi ve yirleri ve gökleri ve cennet ü
cehennemi yaratmazdum. Cümle varluġum anuň āb-i
rūyı ĥürmetine ve Ǿizzetine yaratmışum diyü buyurdı.
Nažm
[feǾilātün feǾilātün feǾilün]
Daħi ol dem yoġidi gülşen-i Ǿālemden ħaber
Bāġ-ı vuślat güli idi açılub ol gül-i ter
Bülbül-i gülşen-i ķudsde ezelįdür süħanı
Lā-mekān bāġınuň oldur gül-i nāzük-bedeni
Olmayaydı ol eger olmaz idi kevn ü mekān
Yir ü gök Ǿarşile kürsį ķalem ü levĥ ü zemān
Neŝr andan śoňra Ĥaķcelle ve Ǿalā ol nūr-ı
Muĥammedįden ħalķ eyledügi cevherüň
baķiyyesinden dört budaķlu bir aġac yaradub ol
aġacuň ismin şecer-i yaķįn diyü ad virdi. Andan ol
sulŧān-ı Ǿālem gevher-i tāc-ı Ādem Ĥażret-i Resūl-i
Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň rūĥ-ı

123
CAFER IYÂNÎ BEY

ŧayyibelerin aĥsen-i śūret üzere taśvįr idüb emr eyledi


ki ol şecer-i yaķįnüň budaķlarında ķarār idüb Ĥażret-i
Melikü’l-Ġaffār dergāhına tesbįĥ-i bisyār eyleye.
Behcetü’t-Tevārįhde ve baǾżı kütüb-i muǾteberede
meźkūr ve mesŧūrdur ki Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā
rūĥ-ı Muĥammedi Ǿaleyhisselām bir zįbā nūrānį ŧāvus
şeklinde ħalķ idüb ol aġacuň dallarında budaķlarında
[5b] yedi biň yıl tamām tesbįĥ u tehlįl idüb ķarār ey-
ledi. Andan ol şecer-i yaķįnüň muķābelesinde bir
mücellā āyįne ħalķ idüb ismin Mirǿātü’l-Ĥayāt ile
mevsūm eyledi ve ol Melik-i Ķuddūs ŧāvusa emr ey-
ledi ki ol mücellā āyįneye nažar eyleye. Ķaçan kim
rūĥ-ı Muĥammed Ǿaleyhiśśalātu vesselām kendünüň
aĥsen-i śūret-i zįbāsın ve şekl ü heyǿet-i bį-hemtāsın
ol āyįnede müşāhede eyledi ġāyet ĥicābından şükrān-i
niǾmet46 içün beş kerre secde eyledi. Ol beş kerre sec-
de beş vaķt üzere kendüye ve ümmetine farż oldı.
Andan śoňra ol Sulŧān-ı Celįl nūrdan bir ķandįl ħalķ
idüb Ǿarş-i aǾlānuň taħtında muǾallaķ eyledi ki rūĥ-ı
Muĥammed Muśŧafā śalavātullāhi Ǿaleyhi mā-
dāmeti’s-semāǿ maķarr u meǿvā eyleyüb tesbįĥ ü
śenā eyleye.Pes ol ķandįl-i nūrānį içinde rūĥ-ı Resūl-i
śāĥib-uśūl Ǿaleyhiśśalātu vesselām Ĥaķ teǾālā
ĥażretlerinüň ŧoķsan ŧoķuz esmāǿ-i ĥüsnāsına
müdāvemet ve her ism-i şerįfe biňer yıl mülāzemet
eyledi.Ķaçan kim Raĥman ismine irişdi rūĥ-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāma Ĥaźret-i Ĥaķ ve Feyyāż-i
muŧlaķ nažar-i merĥamet ile nažar eyledi. Rūĥ-ı
resūl-i Ħudā Ĥażret-icenāb-ı Kibriyādan ĥicāb idüb
kemāl-i ĥicābından mübārek cemāli Ǿaraķ-rįz olub ol
46
Metinde “şükrāne niǾmet” şeklinde yazılmı tır.

124
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ĥażretüň mübārek cemāl-i cemįllerinden žuhūr eyle-


yen her ķaŧresinden bir peyġamberüň rūĥ-ı
ŧayyibelerin ħalķ eyledi. Ve mübārek sįnesi Ǿaraķından
ervāĥ-ı erbāb-ı įmānı veaśĥāb-ıehl-i İslāmı ve ervāĥ-ı
śuleĥā ve şühedā ve Ǿāmme-iervāĥ-ı süǾedāyı ħalķ
eyledi ve mübārek arķası derinden beytü’l-maǾmūrı
ve ķuds-i şerįf ve sāǿir mesācidi yaratdı. Vaķŧā kim
rūĥ-ı Muĥammed Muśŧafā esmāǿ-i ĥüsnādan Ķahhār
ismine meşġūl oldı [6a]ĥayret-i cemāl-i ezelį anı bir
deryā-yı bį-pāyāna ġavś itdürdi kim Ǿaķl u hūşı
perįşān ü vālih ĥayrān idicek Ĥaźret-i cenāb-ı Rabb-i
Ǿİzzetüň heybet ü saŧvetinden tekrār ol nū[r]-ı Kird-
gār terleyüb her ķaŧresi Ǿadedince ervāĥ-ı müǿminįni
ve ervāĥ-ı küffār-ı dūzaħ-ķarįni ħalķ itdükden śoňra
Ĥażret-icenāb-ı kibriyā cemįǾ ervāĥ-ı enbiyā ve
şühedā ve sāǿir ervāĥ-ı müǿminįn ve eşķiyāya emr
eyledi ki dünyāya gelecek şekl ü heybetleri ile
ĥikmet-i kāmile ve meşiyyet-i şāmilesi üzere ħalķ
olub nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāma ķarşu durub
ıraķ ve yaķın olanlar ol nūr-ımübāreke nažar eyleye.
Pes irādet-i Ħudā ile ervāĥ ol ŧāvus-ı nūrānį şeklinde
olan nūr-ı Muĥammedį Ǿaleyhisselāma nažar itdiler.
Ol sulŧān-ı kevneynüň mübārek başların gören ervāĥ
Ǿālem-i žāhirde salŧanat ve riyāset mertebesine lāyıķ
oldılar ve mübārek gözlerin müşāhede idenler
Ķurǿān-ı ǾAžįmüň tilāvetine ve Furķān-ı Kerįmüň
ķırāǿatine māhir ü ķādir oldılar ve cemāl-i cemįllerin
görenler anlar evśāf-ı Ǿažįme ve elŧāf-i cesįme ile
maĥbūb-ı nāś ve merġūb-ı ħavāś oldılar ve mübārek
barmaķların müşāhede idenler kātib ü kāmil ve
envāǾ-ı ĥuŧūŧuň taĥrįrine mālik oldılar. Çünki ervāĥ-ı
enbiyā vü evliyā ve ervāĥ-ı şühedā vü süǾedā emr-i

125
CAFER IYÂNÎ BEY

Ħudā ve irādet-i kibriyā ile žuhūr eyledi Ĥaķ celle ve


Ǿalā cemįǾ ervāĥa emr eyledi ki rūĥ-ı Muĥammed
Muśŧafā śalavātullāhi Ǿaleyhi fi’ś-śubĥi ve’l-mesānuň
çevre yanında durub ķarār eyleyeler. Ervāĥ daħi dört
śaf oldılar. Śaff-i evvelde ervāĥ-ı enbiyā śaff-i ŝānįde
ervāĥ-ı evliyā vü şüheda [6b] śaff-i ŝāliŝde ervāĥ-ı
müǿminįn ü zühhāđ ve śaff-i rābiǾde ervāh-ı küffār u
Yehūdā vü Naśāra-i bed-nihād rūĥ-ı şerįf-i hażret-i
server-i enbiyā Ǿaleyhisselāmı çepçevre alub ilā
māşāǿallāh ayaġ üzere durub ķarār eylediler. Elĥāśıl-ı
kelām Ādem Ǿaleyhisselām menşeǿ-i miftāĥ-ı ebdān-ı
insān olduġı gibi rūĥ-ı Muĥammed Muśtafā śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellem şecere-i kāyināt ve ĥaķāyıķ-i
mükevvenāt olub ebü’l-ervāĥ olduġı meźkūr olan
āŝār-i beyyināt cümle kendü muǾcizāt-i saǾādet-āyātı
idügi Ǿāķil ü kāmil olanlara rūşen ü mübeyyendür.
Pes bu ķadar nūr-ı źāt ve mebdeǿ-i mevcūdāt iken
vücud-i şerįfleri ħātemü’l-enbiyā olduġı ĥużūr-i
Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzetüň nice ĥikmet ü Ǿažametine
delālet ü işāretdür. Bu Ǿabd-i bį-miķdār taŧvįl-i kelām
olmasun içün iħtiśār üzere taĥrįr ü işǾār eyledüm.Ol
menbaǾ-i seħā ve mažhar-i lā-fetā Esedullāhü’l-ġālib
Ĥażret-i İmām ǾAli ibn-i Ebį Ŧālib kerremallāhu vec-
hehu rivāyet ve ĥikāyet eyler.Ĥaķ celleve Ǿalā yirleri
ve yiryüzünde Ǿacāyib ŧaġları ħalķ idüb çünki ķarār
ŧutdı.Yirler daħi Ĥaķ teǾālā ĥażretlerine secde idüb
aġladı ve eyitdi ilāhį seyyidį ve mevlāyį şimdi cemįǾ
ehl-i āsümān benüm üzerime rücĥān getürürler ki
Ǿarş u kürsį ve şems ü ķamer ve mevcūdāt-ı güzįn ve
levĥ u ķalem ve melāike-i muķarrebįn bizdedür ve
vaĥy-i rabbānį bizden nāzil olur diyü mesrūr olub
faħr iderler. Baňa daħi bu deňlü niǾmetler [7a] virdüň

126
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ve beni envāǾ-ı nebātāt ve eşcār-ı laŧįfeve eŝmār-ı


muħtelife ile müzeyyen idüb üzerimde kevŝer-
mānend ırmaķlar ve āb-ırevānlar aķıtduň. İlāhį47bu
ķadar niǾmet-i bį-Ǿilletüňi kimüň içün ħalķ eyledüň.
Şimdi benüm üzerimde Ǿibādet ve cenāb-ı ĥażretüňe
ŧāǾat eyler kimesne yoķdur diyü maĥzūn u melūl
olıcaķ Ĥażret-i cenāb-ı kibriyādan bir nidā geldi kim
yā zemįn sākin ol saňa muştuluk olsun kim senden
bir eşref-i maħlūķāt ħalķ eyleyem ki anlardan nice
enbiyā vü evliyā žuhūra gelüb senüň üzerinde Ǿibādet
eyleyeler. Ħuśūśan ĥabįbüm Muĥammed Muśŧafā
Ǿaleyhisselāmı vücūda getürüb ħatemü’l-enbiyā idi-
serem. Seni anuň ħāk-i pāy-i şerįfi ile müşerref
ķılısaram ve anuň ümmeti şarķan ve ġarben dobŧolu
olub senüň üzerinde mesācid ü cevāmiǾ ve medāris ü
śavāmiǾ binā idüb seni anlar ile müzeyyen itsem ge-
rekdür diyü cenāb-ı Vehhāb ķıbelinden işbu ħiŧāb-i
müsteŧāb yiryüzine irişicek ol dem zemįn kendüyi
emįn bilüb ol raĥmeten lil-Ǿālemįnüň ķudūm-i
saǾādet-rüsūmları teşrįfinden śafā ve dergāh-ı Ħudāya
ĥamd u ŝenā eyleyüb sākin olduķdan śoňra Ĥażret-I
Ħālıķ-ı kevn ü mekān ve Rāzık-ı ins ü cān zemįn ü
zemānı ħalķ itdügi zemān nār-ı semūmdan cān ibn-i
cān ķavmini yaratdı. Bunları ateşden ve ateş içinde
rūĥların ħalķ idüb bunlara Ǿibādet ü ŧāǾat emr eyleyi-
cek cān ķavmi Ǿiśyān idüb žulmle dünyāyı vįrān ey-
lediler. Ĥaķ celle ve Ǿalā cān ķavmine sekiz yüz
peyġamber gönderdi ki bunları cādde-i ĥaķķa daǾvet
idüb eyledükleri meǾāśįden tevbe vü inābet eyleyeler.
Pes cümle peyġamberlerin [7b] nā-ĥaķ yere ķatl idüb
47
Metinde “alub” yazılmı tır. Fakat anlamı tamamlaması yönünden
Atıf Efendi nüshasındaki “il h ” kelimesi tercih edilmi tir.

127
CAFER IYÂNÎ BEY

ol ķavm-i bed-nihād dünyāyı fitne vü fesāda virdük-


leri eclden Ĥaķ celleve Ǿalā ķavm-i cānı helāk u bį-
nişān idüb bu cihānı vįrān ķoyub ķavm-i cān ibn-i
cānuň baķiyyesiŦaġlara ve cezįrelere daġılub perįşān
olıcaķ recįm-i leįmüň ol zamān adı ĥādiś idi. Cān
ibn-I cān ķavminüň Ǿābid ü zāhidlerinden olub Ǿibādet
ü ŧāǾat ile evvelki göge vāśıl ħuśūśan śūret-i melekiy-
yet ile ferişteler bölügine dāħil olmışidi. Çünki
Ĥażret-i Ĥaķ ķavm-icānibn-i cānı helāk ve anlaruň
şerrinden yiryüzini pāk eyledi melekler Ǿaskerini yir-
yüzine indirüb iskān virdi. Zemįni anlar ile ābādān
itdirüb evŧān itdürdi ve melāike gürūhuna ǾAzāzįli
ĥākim idüb yiryüzinüň begligin aňa virdi. Ol vaķt
ǾAzāzįl-i ehl-i đalālet Ĥażret-i Rabbü’l-Ǿİzzete
Ǿibādet ü ŧāǾatin şol mertebe eylemişdi ki gāh cennet-i
aǾlāda Rıđvān ile Ǿayş u Ǿişret ve gāh yiryüzinde
riyāset ü ĥükūmet ve gāh gökyüzinde Ǿubūdiyyet ey-
lerdi. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā ǾAzāzįl-i leįmi bu
ķadar taǾžįm ü tekrįm ile evvelki göge çıķarub biň yıl
tamām melāike-i kirām ile Ǿibādet-i tām andan śoňra
biň yıl daħi ikinci gökde Ǿibādet eyledi. Tā yedinci
göge varınca her gökde biňer yıl Ǿibādet-i ħāliśe ile
ŧāǾat idüb meleklerüň reįsi ve ferişteler bölügünüň
enįsi iken göňlüne Ǿucb u riyāset ve şevket ü Ǿažamet
getürüb bu ķadar Ǿibadet ü ŧāǾatine mağrur [8a] u
mesrūr olub Ĥażret-i Ĥaķ benden efđal ü ekmel
maħlūķ ħalķ ideydi beni Ǿālem-i süflįden Ǿālem-i
Ǿulvįye çıķarub cemįǾ melāike-i Rahmāndan rüchān
eylemezdi ve cemįǾ maħlūķdan beni eşref ü eşbeh
ķılmazdı diyü rāh-ı Ǿiśyāna sülūk eyledi.

128
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İkinci Bāb
Ol Resūl-i Ǿālį-cenāb śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellemüň rūh-i ŧayyibeleri ervāĥ-ı enbiyā vü aśfiyā
Ǿaleyhimüsselām ile Ǿālem-i ervāĥđa vāķiǿ olan
daǿvet ü münāsebetin ve ol Ǿālį-şānuň nūr-ı pür-
sürūrları ĥürmetine Ĥażret-iĦudā ādem ü Ĥavvāi
žuhūra getirüb kūh-ıSerendįbe vāśıl u nāzil oluncaya
dek Ǿizzet ü şevketlerin ve vāķiǾ olan ġurbetlerin bil-
dürür.
Müverriħān-ı aħbār-ı selef ve muǾarrifān-ı
esrār-ı Ǿaref kütüb-i śaĥįĥada źikr ü beyāň ey-
lemişlerdür.Ol ŚāniǾ melikü’l-Ǿallām çün nūr-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāmdan Ǿarş ü ferşi ve levĥ
ü ķalemi ve şems ü ķameri ve cennet ü cehenne-
mi ħalķ eyledi. Pes diledi kim Ǿacāyib-i ķudretlerin
ve ġarāyib-i ĥikmetlerin āşikār idüb bunca genc ve
nihān olan mevcūdātın ižhār eyleye ve nesl-i Ādem
Ǿaleyhisselāmdan nice enbiyā vü evliyā getürüb bu
cümleye pįşvā Ĥażret-i sulŧānü’l-aśfiyānuň nūr-ı tāb-
nākin ħātemü’l-enbiyā eyleye. Ĥaķ subĥānehu ve
teǾālā ǾAzrāǿįl Ǿaleyhisselāma emr eyledi ki Ĥażret-i
Ādemüň mübārek ŧopraġın KaǾbe-i muǾažžama yirin-
den ve śadrını ve žahrını Ķuds-i şerįfden ve mübārek
budların Yemenden ve incügin arż-ı Ĥicāzdan ve śaġ
elin maşrıķdan ve śol elin maġribden ķabż u aħź ey-
leye.Ĥażret-iǾAzrāįl Ǿaleyhisselām Ādem-i śafįnüň
ŧopraġın fermān-ı Ħudā-yı MüteǾāl ile aħź u ķabż
itdükden śoňra Ĥaķ celle ve Ǿalā acı ve datlu śu
ķatub Ādemüň balçıġın taħmįr [8b]eyledi ki aħlāķ-ı
insān iħtilāf üzere olub birbirlerine müşābih olma-
ya. Ĥażret-i Ĥaķ kendü ķudret eli ile ol balçıġı iki
şıķķ idüb nıśfuň cennete ve nıśf-ı āħerin nār-ı caĥįme

129
CAFER IYÂNÎ BEY

bıraġub birin uçmaġa ve birin yanmaķ içün yaratdum


diyü buyurdı. Andan Ĥażret-i Resūlullāh śallallāĥu
Ǿaleyhi ve sellemüň mübārek cism-i laŧįfüň yaratmaķ
içün Cebrāǿįl Ǿaleyhisselāmı yetmiş biň melāike-i
muķarrebįn ile yiryüzine gönderüb Ĥażret-i server-i
enbiyā Muĥammed Muśŧafā śallallāĥu Ǿaleyhi ve
sellemüň mübārek turābın getürmege emr eyleyicek
Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām yetmiş biň melāǿike-i kirām
ile rūy-i zemįne nāzil olub Medįne-i Münevverede
ĥālā Ĥażret-i Resūlullāh śallallāhu teǾālā Ǿaleyhi ve
sellemüň ķabr-i şerįfleri olduġı yerden bir avuc ħāk
alub cennete getürdi ki Selsebįl ve Kevŝer ķatub
cennetleri seyrān itdüre çün Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām
Ĥażret-i Melikü’l-ǾAllām fermānı ile turāb-i Resūli
cennete getürüb Selsebįl ü Kevŝer ķatub cennetüň
cemįǾ enhārına batırub ol turāb-ı pāki beyāż incü gibi
münevver ü tāb-nāk itdükden śoňra Cebrāǿįl-i Emįn
ol raĥmeten lil-Ǿālemįnüň mübārek ŧopraġın alub
cümle yirleri ve gökleri gezdirüb ŧayerān ü seyerān
itdürdi kim cemįǾ melekler Ĥażret-i Resūlullāh
śallallāhu Ǿaleyhisselāmuň mübārek ŧopraġın görüb
iķrār u iǾtirāf eyleyeler. Zįrā henüz Ĥażret-i Ĥabįb-i
Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem dünyāya gelme-
den vücūd-ı şerįfleri taśvįr olmadan yirde ve gökde
ne ķadar melekler var ise Ĥaźret-i server-i kāināt
Ǿaleyhi efđalü’t-teĥiyyātuň gelecegin bi-emrillāh-i
teǾālā bilürlerdi [9a] ve birbirlerine geleceginden
ħaber virirlerdi.
Li-müellifihi
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Gör ne sulŧāndur Resūl-i Kibriyā
Kān-i Ǿirfāňdur güzįn-i enbiyā

130
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ħalķ olınmazdan muķaddem ins ü cān


Olmış-idi şāh-ı evc-i lā-mekān

Nūrı bāhir sāŧıǾu’l-burhān idi


Luŧfı žāhir menbaǾ-ı vicdan idi

Mažhar idi küntü kenzen sırrına


Vāķıf ol gör kendü kimdür sırrına

Neŝr Ĥażret-i Ĥaķ Resūl-i muŧlaķuň mübārek


turābın Ādem Ǿaleyhisselāmuň ŧopraġına ķatub ol
Melik-i Fettāĥ ķırķ śabāĥ yed-i ķudreti ve Ǿilm-i
ĥikmeti ile yoġurub taħmįr eyledi. Ĥażret-i Resūl-i
śāĥib-uśūl Ǿaleyhisselāmuň balçıġı Ādem-i Śafįnüň
balçıġına ķarışub maħlūŧ olıcaķ Ādem Ǿaleyhisselāmuň
balçıġı nūr-ı Muĥammedį ile ġāyet münevver ve gü-
neşden enver oldı. Pes Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā şekl-i
Ādemi kemāl-i ĥikmeti ve aśnāf-i ķudreti ile taśvįr
itdükden śoňra Ŧāǿif ile Mekke-i Mükerremenüň
arasında ķırķ yıl tamām maķām-ı Ǿubūdiyetde ….
ķıyām itdürdi. El-ĥāśılu’l-kelām ervāĥ-ı ĥavāśś [u]
Ǿavām rūĥ-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmuň çevresin-
de dururken rūĥ-ı Muĥammed Muśŧafā śalavātullāhi
Ǿaleyhi vesselāma ervāĥ-ı ĥavāśś u Ǿavāmı vaĥy-i
sırr ileĤaķ teǾālānuň vaĥdāniyyetine ve kendünüň
risāletine iķrār itmegiçün daǾvet eyledi. Ervāĥ-ı be-
şer daħi üç bölük olub biri Ǿām ve biri ħāś ve biri
eħaś oldılar. ǾĀm olanlar dünyāya muĥabbet eyledi
ve ħāś olanlar cenneti sevdiler ve ħāślar ħāśı olan-
lar ol Ǿālį ĥażrete yaǾnį cenāb-ı rabbü’l-Ǿİzzete me-

131
CAFER IYÂNÎ BEY

veddet eyledi. ǾUlemā-i ehl-i taĥķįķden mervįdür


ki vaĥy üç ķısımdur. Biri vaĥy-i žāhir ve biri vaĥy-i
bāŧın48 üçünci vaĥy-i sırdur. Şol ervāĥa ki Ĥażret-i
Ĥaķķuň [9b] Ǿināyeti oldı anlar ol maĥalde mühtedį
olub hidāyet buldılar ve mežkūr olan maķām
maķām-i ervāĥđur. Bu maķāmda ol raĥmeten lil-
Ǿālemįn ĥadįŝ-i güzįn
buyurmışdur. YaǾnį ben peyġamber idüm henüz
Ādem Ǿaleyhisselām śu ile balçıķ mābeyninde iken.
YaǾnį Ādem-i Śafį Ǿaleyhisselāmuň nām u nişānı
yoġiken ben peyġamber idüm diyü buyurmışdur. Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā Ādem Ǿaleyhisselāmı aĥsen-i
taķvįm üzere ħalķ idüb çünki Ŧāǿif ile Mekke-i Mü-
kerreme yanında ķodı melekler gelüb Ādemi ziyāret
eyleyüb eyitdiler ey bizüm rabbimüz yaratduň mı şol
kimsei kim yiryüzinde ķanlar döküb nice fesādlar
eyleyiserlerdür. Ĥaķ celle ve Ǿalā meleklere ħiŧāb-ı
müsteŧāb eyledi ki benüm Ǿilm-i şerįfüme sizüň
Ǿaķluňuz yetişmez ve benüm kemāl-i ĥikmetüme
sizüň idrāküňüz irişmez. Benüm ħalķ itdügüm
maħlūķum cümlesi kemāl-i ĥikmetüm ve envāǾ-ı
ķudretüm ižhār itmek içündür.
Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
İşüme ĥākim benüm yoķdur nizāǾ
Ǿİlmüme hiç kimse itmez ıŧŧılāǾ
Neŝr diyü ħiŧāb u cevāb vārid olıcaķ cümle melek-
ler Ĥaķ teǾālānuň celāli ħāvfından Ǿarşı ķuşadub yedi
48
Kelime metinde “bâtul” eklinde yazılmı tır. Fakat anlamı tamam-
laması yönünden Atıf Efendi nüshasındaki “b tın” kelimesi tercih
edilmi tir.

132
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kerre ŧavāf eylediler. Yedi kerre ŧavāf-ı KaǾbe andan


sünnet olmışdur. İblįs Ǿaleyhi’l-laǾne Ādemüň ķālıb-ı
pākine rāst gelüb gördi kim Ādemüň ķalıb-i şerįfi
durur.Kendü kendüye eyitdi taĥķįķ bu bir şeyǿ içün
ħalķ olunmışdur diyü efkār-ı fāsideye düşüb Ĥażret-i
Ādemüň ķalıb-i pākini ayaġıyla depdi. Bilmedi kim
Ǿucūbe-i esrār olub andan bunca biň enbiyā vü evliyā
ħuśūśan Ĥażret-i Muĥammed Muśŧafā gelecekdür.
Pes eliyle anı đarb eyledi. Gördi kim [10a] bir mü-
cevvef nesnedür. Aġzından girüb aşaġasından çıķdı.
Aśĥāb u aĥbābına eyitdi bu bir mücevvef nesnedür
ŝābit u mālik olmaz. Lākin Ĥażret-i Ħudā Ǿazze ve
celle bunı cümlemizden efđal iderse nice idersiz didi.
ǾAzāzįlüň sözini istimāǾ eyleyen feriştehlerüň cümle-
si eyitdiler ki biz rabbimize muŧįǾ ve ĥükmüne rāmız.
İblįs-i pür-telbįs kendü kendüye eyitdi egerĤażret-i
Ĥaķ bunı benden efđal iderse ben rabbime Ǿāśį olub
bunı helāk iderüm diyü ol melǾūn ġāyet ĥased eyledi.
Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā Ādeme nefħ-i rūĥ eylemek
dileyüb rūĥa emr eyledi ki yā rūĥ zūr u zaĥmetle gir
yine envāǾ-ı miĥnet ü Ǿusretle çıķ.Pes ol dem rūĥ
Hażret-i Ādemüň dimāġına girüb aķśırdı.İki yüz yıl
devr eyleyüb cism-i Ādeme girmedi. Tekrār rūĥa emr-i
Perverdigār irişdi kim cism-i Ādeme girüb dāħil ola.
İbtidā rūĥ Ādemüň gözlerine ve aġzına ve lisānına
girüb dāħil oldı. ǾUlemāǿ-i Ǿižām ve fuķahāǿ-i kirām
ittifāķ eylemişlerdür ki ibtidā rūĥ Ādemüň gözlerine
inmekden murād oldur ki tā kim Ādem ibtidā kendü
vücūd-i pür-cūdın göre altun mıdur veyāħūd gümiş
midür veyāħūd cevāhir midür ne şeydür śoňra dev-
let ü Ǿizzete irişicek azmayub Ĥaķ teǾālā ĥażretlerine
şükrin edā eyleye. Zįrā Ādem Ǿaleyhisselām cülūs u

133
CAFER IYÂNÎ BEY

ķıyām itdükde henüz mübārek ayaķları ŧopraķ idi.


Çün Ādem Ǿaleyhisselām kendü vücūdın gördi kim
ŧopraķ imiş şükr eyleyüb elĥamdulillāh didi.Ĥażret-i
Ādem Ǿaleyhisselāmuň şükr ü ĥamdinden Ĥaķ teǾālā
bir livāǿ-i muǾallā yaradub adını livāǿu’l-ĥamd ķodı.
Andan [10b] Ādemüň cismine cān ü et ve sünüg ü
ķan münteşir olub Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā cel-
le celāluhu Ādemi Ǿaķl u idrāk ve nūr-ı įmānla
tāb-nāk idüb 49 āyet-i pür-beşāreti
mūcebince envāǾ-ı tekrįmāt-ı Yezdānį ve aśnāf-ı
teşrįfāt-ı sübĥānį ile mükerrem ü müşerref itdük-
den māǾadā Ĥażret-i cenāb-ı Kibriyā Ādem-iŚafįye
cemįǾ esmāsın ve Ǿilmin bildürdi. Nitekim Ķurǿān-ı
Ǿažįmde beyān buyurulmuşdur.
َ
50

Ve daħi cennet ĥullelerinden zįbā ĥulleler ve


mübārek başına tāc-i mücevher giydirüb nūr-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāmı Ĥażret-i Ādemüň al-
nında emānet vażǾ eyledi. Ol mübārek nūr vech-i
Ādemden şol ķadar žuhūr eylemiş idi ki meleklerüň
gözleri ķamaşub nūr-ı Muĥammedin vech-i Ādem
Ǿaleyhisselāma nažar itmege ŧāķat u kudret getürmez-
lerdi. Bundan śoňra Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā melek-
lere nidā eyledi kim cemįǾ melāik ve ehl-i semāvāt
cemǾ olub Ādem Ǿaleyhisselām ħiŧāb eyleye ve daħi
Ĥaķ teǾālānuň Ǿilmin ve esmāsın bunlara taǾlįm ey-
49
“Andolsun biz insanı şerefli kıldık!” (İsra:70)
50
Allah Âdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce melek-
lere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların isimleri-
ni bana bildirin, dedi.” (Bakara:31)

134
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

leye. Pes ehl-i semāvāt anda cemǾ olub yigirmi biň


śaf tamām melāike-i kirām Ādem Ǿaleyhisselāmun
kelām-ı naśįĥat-encāmın istimāǾ itmek içün durub
ķıyām eylediler. Ĥażret-i Ādem Ǿaleyhisselām yedi
ayaķlu kerāmet minberi ķurılub ve yeşil sündüs
libāslar ile melbūs idüb mübārek başına cennetden
bir muraśśaǾ tāc giydirüb zülf-i mübareklerin yāķūt
u elmās ile müzeyyen ü müretteb eyledi. Vaķtā kim
Ādem Ǿaleyhisselām minbere çıkub śaġ ve śol melek-
ler śaflarına iǾzāz u ikrāmla selām [11a] virdi. Me-
lekler daħi tevķįr u iĥtirām ile Ādem Ǿaleyhisselāmuň
selāmın alub her birine ĥüsnüne ķarşu nažar idüb
vālih u ĥayrān ķaldılar. Ādem Ǿaleyhisselām minbe-
re çıķub laŧįf āvāzile ĥuŧbeye āġāz idüb Ĥaķ celle ve
Ǿalā ĥażretlerinüň cemįǾ esmāsın ve Ǿilmin evvelįn
ü āħirįn gürūh-i melāike-i rabbü’l-Ǿālemįne taķrįr
eyledi. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā celle źikruhu me-
leklere ħiŧāb-i müsteŧāb ķılub buyurdı ki yā melek-
lerüm benüm kemāl-i ĥikmetüm ile Ādemi ħalķ it-
dügüm zamān yiryüzünde ķan döküb fesād u zįyān
idici insān olacaķdur dimişdiňüz. Benüm kemāl-i
śunǾ-i ĥikmetüm müşāhede eyledüňüz mi. Melek-
ler daħi Ǿarż-ı teźellül ile eyitdiler ki yā Rabbi sen
münezzeh pādişāhsın biz bu cevābda rücūǾ eyle-
dük. Bizüm Ǿilmimüz yoķ senüň luŧf u iĥsānuň
çoķ bize her ne taǾlįm itdüň ise ancaķ anı bilürüz.
CemįǾ Ǿālemlerüň Ǿilmin bilen sensin diyü hezār
istiġfār ile Ādemüň fażįletine iķrār eylediler.Nite-
kim Ķurǿān-ı Ǿažįmu’l-Ǿunvān bu ħuśūśda nāŧıķ u
şāhid ve śadıķdur. 51 Ol
51
“Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize
öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” dediler.

135
CAFER IYÂNÎ BEY

maĥalde Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā meleklere emr ey-


ledi ki Ādeme secde eyleyeler. Cümle melekler secde
eylediler illā bir bölük melekler secde eylemedükle-
ri sebebden Ĥaķ teǾālā celle celāluhu cehennemden
bir ateş gönderüb bunları yaķub helāk eyledi. Tekrār
ol dem Ĥażret-i Cebbār-i Ǿālem Ādem-iŚafįye sec-
de emr eyledi.Cümle melekler secde eyledi illā İblįs
secde eylemedi.Nitekim Ĥażret-i Melikü’l-Mubįn ol
raĥmeten lil-Ǿālemįn ĥażretlerine Ķurǿān-ı Ǿažįminde
beyān buyurmışdur.

52

Çün İblįs-i telbįs [11b] Ĥaķ teǾālā ĥażretlerine


Ǿāśį olub emr-i ilāhįye imtiŝāl eylemedi.Ĥażret-i
rabbü’l-Ǿizzet İblįse ħiŧāb-i Ǿitāb buyurdı kim yā İblįs
niçün emrüm üzere Ādeme secde eylemedüň. Ol
laǾįn-i cehennem-mekįn eyitdi benisen nārdan ħalķ
eyledüň Ādemi balçıķdan yaratduň. Ateşde ħūd nūr
olduġı mestūr degül meşhūddur. Nūr balçıķdan evlā
ve ben Ādemden aǾlā vü aĥrāyum diyü cevāb-ı nā-
śavāb eyleyicek Ĥaķ teǾālā ŧavķ-ı laǾneti boynuna
geçirüb dergāh-ı Kibriyāsından merdūd ve cennetle-
rinden maŧrūd eyledi.Ādem Ǿaleyhisselām Ĥażret-i
Melikü’l-ǾAllāmuň esmā vü śıfatın ve envāǾ-ı Ǿulūm
u ĥikmetin meleklere çün bi’t-temām taķrįr u iǾlām
eyledi.TaǾžįm u tekrįm ile minberden indügi dem
Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām cennetden bir beyāż śalķım
üzüm getürüb Ādem-iŚafįye virdikim ifŧār idüb şük-
“(Bakara:32)
52
“Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de,
İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis bundan
kaçınmıştı.” (Taha: 116)

136
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rin beyān eyleye. Ādem-i Śafįol üzümi ifŧār itdük-


den śoňra şükr idüb elĥamdulillāh didügi gibi ħiŧāb-ı
subĥāňį ve cevāb-ı Raĥmānį vārid oldı ki yā Ādem
seni ĥamd içün ve evlāduňı Ǿibādet ü ŧāǾat içün yarat-
dum diyü buyurdı.Ve bundan śoňra Ĥażret-i cenāb-ı
Ǿİzzet cennetden yāķūtuelmās ile bir muraśśaǾ u mü-
cevher taĥt Ādem-iŚafįye irsāl eyledi ki cemįǾ me-
lekler omuzları üzerine getürüb Ǿarş u kürsį ve levĥ
u ķalemi ve cennetleri seyrān itdüreler ve kendü
Ǿacāyib ü ġarāyib ħalķ eyledügi śanāyiǾ u ķudretlerin
ve envāǾ-ı ĥikmetlerin müşāhede eyleye. Meleklerüň
cümlesi 53 diyü ol yāķūtdan taĥtı
omuzları ile getürüb yüz yıl temām gökleri ŧavāf
itdürdiler.Aħbār-ı menķūle ve āŝār-ı maķbūleden
[12a] mervįdür ki Ĥaķ celleve Ǿalā Ĥażret-iĤabįb-i
Ekrem ve Resūl-i Ǿālį-himem śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellemüň nūr-ı mübāreki Ǿizzetine Ādem-iŚafįye bir
burāk-sįmā ve zįbā at irsāl eyledi ki anuň teni misk-i
aǾlādan ve ķanatları zümürrüdden ve egeri yāķūtdan
idi.Ol burāķ-sįmā vü śabā-peymā esb-i tįz-reftāre
Ādem Ǿaleyhisselām süvār olub licāmın Cebrāǿįl
ŧutub ve yemįn ü yesārında Mįkāǿįl ve İsrāfįl nice
biň melāike-i muķarrebįn ile delįl olub taǾžįm u
tekrįm ile cemįǾ semāvātuň için ve ŧaşrasın seyrān
u ŧayerān itdürdiler.Ve daħi Ǿacāyib u ġarāyib-i Ĥaķ
teǾālānuň ķudret ve ĥikmetlerin Ādeme temāşā itdür-
rüb müşāhede itdürdiler.
Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Bunca Ǿizzetler ki buldı anda ol
Hep Muĥammed ĥürmetine idi ol
53
Buyur, i ittik ve itaat ettik.

137
CAFER IYÂNÎ BEY

Neŝr ol eşref-i nās yaǾnį Ĥażret-i Abbās rađıyallāhu


Ǿanh rivāyet ider çün Ādem Ǿaleyhisselām Ǿacāyib
u ġarāyib-i Ĥażret-iRabbü’l-Ǿİzzetüň ķudretlerin
ve śanāyiǾ ü ĥikmetlerin görüb temāşā eyledi. Ĥaķ
teǾālā celle źikruhu Ādemi cennete ķoyub cinānı aňa
mekān ve cennetüň niǾmetlerin firāvāň idüb envāǾ-ı
riǾāyet ü Ǿizzet birle mesrūr u ħandān eyledi. Nitekim
Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā celle Ǿažametehu Ķurǿān-ı
Ǿažįminde beyān buyurmışdur.

54

Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā Ādem ve Ĥavvāǿı cen-


netde mekįn idüb lākin ħuld aġacına yaķın olmaň
zįrā baňa Ǿiśyān ve kendüňüze ziyān u ħusrān getü-
rürsiz diyü fermān eyledi. Pes Ādem Ǿaleyhisselām
cennetde yalňuz üns idinmeyüb vaĥşet eyledügi ecl-
den Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā Ādem-iŚafįye uyħu
ġalebe itdürüb[12b] uyħuda iken śol igüsinden
Havvā rađıyallāhu Ǿanhā ĥażretlerini ħalķ eyledi.
Źerre miķdārı Ādem-i ŚafįǾaleyhiśśalātu vesselām
taǾab u ālām görmedi. Rivāyet olunûr ki eger Ādem
ol zamān zaĥmet ü meşaķķat göreydi dünyāda hergiz
insān nisvāna meyl ü muĥabbet itmeyeydi. Ĥaķ celle
ve Ǿalā Ĥavvā rađıyallāhu Ǿanhāya rūĥ virüb ħulķ-ı
ĥüsnile mümtāz eyledi. Şöyle ki ĥüsnüne ķarşu nažar
idenler vālih u ĥayrān ve Ǿaķlı perįşān ķalur idi. Pes
Ĥażret-i Ĥavvāya daħi Ĥažret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā
cennetüň laŧįf libāslarından ĥarįr ħilǾatler ve başına
tāc-ı mücevher giydirüb envāǾ-ı niǾmetlerin iǾŧā ey-
54
Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve e in cennete yerle in. Orada diledi iniz
gibi bol bol yiyin, ama u a aca yakla mayın, yoksa zalimlerden olur-
sunuz. (Bakara-35)”

138
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ledügünden māǾadā bu śūret-i zįbā vü şekl-i bį-hemtā


ile cinānı seyr ü temāşā iderken Ādem Ǿaleyhisselām
uyħudan uyanub başı ucında Ĥavvāǿi gördi kim
müsteśnā bir maĥbūbe-i zįbā ve bir nāzenįn-i ġarrā
oturur. Ādem-i Śafįśalavātullāhi Ǿalā nebiyyinā ve
Ǿaleyhi şād u ħandān olub Ĥażret-i Ĥavvāya yapışmaķ
ve muĥabbet ü meveddet eylemek ķaśdın eyleyicek
melekler menǾ idüb eyitdiler yā Ādem Ĥavvānuň
mehrini edā itmeyince Ĥavvāya yapışmaķ[a] ruĥśat u
rıżā yoķdur. Ādem Ǿaleyhisselām eyitdi bunuň meh-
ri nedür. Melekler eyitdi Ĥażret-i sulŧānü’l-enbiyā
Muĥammed Muśŧafā śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň
rūĥ-ı ŧayyibelerine śalāvat virmekdür didiler. Ādem-i
Śafį meleklere eyitdi Muĥammed didügiňüz ne
maķūle kimsedür ve merātib ü ķadri ve derecāt u
śadrı nedür diyü suǿāl eyleyicek
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Didiler senden ola Ādemį-zād
Geliser śulbüňüzden nice evlād
Muĥammed kim Ĥabįbullāh olısar
Senüň nesl-i şerįfüňden geliser
Muĥammeddür vücūdından bahāne
Ol olmayaydı gelmezdüň cihāne
[13a] Neŝr Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet Ādem ve
Ĥavvāǿi çün cennete ķoyub dāħil eyledi cennetüň
niǾmetlerine anları vāśıl eyledi. İblįs-i telbįs dergāh-ı
Vedūd kıbelinden merdūd olduġına gice vü gündüz āh
u fiġān eylerdi ve kendü kendüye ve tevābiǾine eyitdi ki
çün ben Ādemüň sebebi ile dergāh-ıĦudādan merdūd
oldum lāyıķ oldur ki ben daħi Ādem’e bir iş ideyim

139
CAFER IYÂNÎ BEY

ki anlar daħi cennetden sürilüb āh u zār ve bencileyin


feryād-ı bisyār eyleyeler. Fi’l-ĥāl ol bed-fiǾāl bir pįr-i
Ǿazįz kişi şekline girüb elinde Ǿaśāsı ve boġazında
ridāsı beli hilāle ve vücūd-ı nā-bāki dāle dönüb cen-
net ķapusına aġlayurak çıķa geldi.Ol zamān cennetüň
ķapucısı ŧāvus ve yılan ve adları Rıdvān idi.Ĥażret-i
ǾAbbās rađıyallāhu Ǿanh rivāyet ider yılan cennetde
dört ayaķlu deve şeklinde idi ve ŧāvus ĥüsn-i zįbā ve
heykel-i ġarābeti ol derecede bį-hemtā idi kim ķaçan
kim ŧāvus cinānda seyrān veyāħūd cevlān u ŧayerān
eylese anuň reng-i zįbāsından žuhūr eyleyen nūr bir
aylıķ yoldan görinüb pür-nūr olurdı. Vaķtā kim İblįs-i
şerįr bir pįr şeklinde cennet ķapusına gelüb aġlayurak
ve ellerin ditrederek ŧāvusa selām virdi ŧāvusdaħi
anuň ĥasb-i ĥālinden ve seyl-i bükāsından suǿāl eyle-
di. İblįs Ǿaleyhi’l-laǾne eyitdi yā Rıđvān niçün feryād
u fiġan ve cigerüm büryān itmeyem ki bu ĥüsn-i
zįbā vü heykel-i ġarrā ile mevt acısın görüb şekl-i
bį-hemtāňuz fenā bulacaķdur.Rıđvān eyitdi mevt ne
maķūle nesnedür biz anı bilmezüz. İblįs eyitdi mevt-i
cāndur hemān ki cān bedenden çıķub ŧayerān eyle-
ye [13b] bir ķālıb-ı iftiħāruňuz yere düşüb ħarāb ve
maķāmuňuz zįr-i turāb olur didi. Rıđvāň eyitdi buňa
hiç çāre vü imkān ve bu derde dermān var mıdur.
İblįs eyitdi belį vardur.Cennetde bir aġac görmişem
ol mevte Ǿilāc-ı mücerrebdür didi.Ŧāvus ol zamān yı-
lana varub bu sırrı Ǿıyān ve mevt didükleri maraż-ı
şedįd cihānda nümāyān u bedįd olduġın beyān idicek
bevvāb-ı cinān olan Rıđvān İblįs-i bed-gümānı cen-
nete ķoymaġa rıżā vü ruħśat virdi.Lākin ol bed-fiǾāli
ne ŧarįķ ile içerüye idħāl idecegin bilmedi. Pes İblįs-i
bed-įmān yılana eyitdi aç aġzuňı gireyim kimsenüň

140
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ǿilmi lāĥıķ olmadın cennete girüb dermānuň ideyim


diyicek şeyŧān yılanuň aġzına girüb cennetüň içerüsi-
ne vāśıl u dāħil olduķda gördi kim Ādem ve Ĥavvā bir
şecer-i muǾallānuň taĥtında envāǾ-ı niǾmet-i Ħudāya
mažhar olub Ǿayş u Ǿişret ve źevķ u śoĥbet iderler.
İblįs-i laǾįn Ādem ve Ĥavvānuň muķābelesine geçüb
Ǿibādet ü ŧāǾat ile yaǾnį śūret-i śalāĥiyyet ile Ādem
ve Ĥavvānuň ĥüsn-i ĥālleri ve aĥsen-i maķālleri
müşāhedesinde iken Ādem Ǿaleyhisselām cennetüň
niǾmetlerin görüb eyitdi āh bu maķām-ı rāĥat-encām
ne zįbā mekāndur eger müebbed ķalaydı bunuň
hiç nažįri yoġididiyicek şeyŧān-ı nā-sezā Ādem ve
Ĥavvānuň kelām-ı dürer-bārların istimāǾ itdükde
ġāyet şādān u ħandān olub fi’l-ĥāl giryān u fiġāna
başladı. Ādem ve Ĥavvānuň İblįs-i laǾįnüň feryād
u fiġānın istimāǾ itdükleri gibi[14a] yā pįr niçün
aġlarsın diyü suǿāl eylediler.İblįs-i telbįs eyitdi sizüň
[içün] aġlayub cigerüm daġlarum ki bu ĥüsn-i zįbā
vü şekl-i bį-hemtāňuz ifnā bulub Ǿāķıbet vefāt idi-
sersiz. Ne olaydı bu mülk-i cinānda ebedį ħandān u
şādān ķalayduňuz didi. Ādem ve Ĥavvā mevt ħaberin
istimāǾ eyleyicek ġāyet melūl ü ġam-nāk oldılar.
İblįs eyitdi yā Ādem dilerseň cennetde muħallid ve
niǾmet-i rabbü’l-Ǿİzzetde müebbed ķalasın huld
aġacından tenāvül eyle ĥayāt-ı ebedį ve Ǿömr-i
sermedįye Ǿilāc-ı mücerrebdür didi.Ĥażret-i Ĥavvā
rađıyallāhu Ǿanhā Ādem-i Śafįye ibrām u iķdām ey-
ledi ki ħuld aġacından yiye ve ĥayāt-ı ebedįye ire.
Ādem eyitdi ben rabbime Ǿiśyān itmem ve nehy itdü-
gi yola gitmem didi.Ĥavvā ol dem buġdāy aġacınuň
bir ķalemin kesüb yidi. Baňa ĥışm-ı ilāhį irişmedi sen
daħi üşenme be-her ĥāl bundan tenāvül idüb ĥayāt-ı

141
CAFER IYÂNÎ BEY

ebedįye saǾy eyle diyü ibrām-ı tām eyledi. Ādem


Ǿaleyhisselām bi’ż-żarūr u nā-çār buġdāy aġacından
birin kesüb ifŧār eyledi.Hemān-dem aǾżāsın ditremek
ŧutdı ve Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām başından tācın ķapub
ve Mikāǿįl libāsın çıķarub Ǿüryān u nālān ķoyub git-
di. Ādem ol dem Ĥaķ celle ve Ǿalānuň ħavfından ve
meleklerüň ĥicābından gūşe-be-gūşe ķaçmaġa baş-
ladı. Cānib-i semādan bir nidā geldi kim yā Ādem
benden mi ķaçarsın Ādem eyitdi yā Rabbį günāh işle-
düm ĥicābumdan ķaçarum diyicek melekler Ādemüň
[14b] Ǿiśyānına taǾaccüb idüb eyitdiler ki
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Olurken böyle Ǿizzetle mükerrem
Revā mıdur ki Ǿāśį ola Ādem

Olurken Ĥaķķa böyle iħtiśāśı


Yine enfās-ı Ǿiśyāndan ura dem
Neŝr Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā Ādeme ħiŧāb idüb
buyurdı ki yā Ādem niçün benüm emrüm śıyub ħuld
aġacın yidüň. Ādem eyitdi baňa Ĥavvā virdi. Ĥaķ
teǾālā Ĥavvāya niçün virdüň diyü Ǿitāb eyledi. Ĥavvā
yılanı gösterdi yılan İblįsi işāret eyledi. Ĥaķ teǾālā
Ādem ve Ĥavvāǿi cennetden çıķarub birin Serendįb
ŧaġına ve birin Cidde’ye indürdi ve yılanuň ayaķlarını
ķırub ķıyāmete dek yüzi ve ķarnı üzere sürinüb zūr u
zaĥmet ve meşaķķat ile başın ĥurd ideler diyü taķdįr
eyledi ve ŧāvusuň rengin tebdįl idüb ikisin daħi cen-
netden maŧrūd eyledi. İle’l-ān ŧāvus-ı cinān feryād u
fiġān itmekdedür. İblįs-i laǾįne daħi müdām cennet-
lerin ĥarām idüb ŧavķ-ı laǾneti naśįb eyledi. Ādem ile

142
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

dünyāya hebūŧ iden üç nesnedür. Biri yılan ve biri İblįs


ve biri ŧāvusdur. Çün Ādem Ǿaleyhisselām Serendįb
ŧaġına nüzūl ve Ümmü’l-müǿminįn Ĥavvā ceddemizi
Cidde sevāĥiline indirdi. Ādem hemān-dem feryād u
fiġāna ve rūz u şeb giryān u nālāna başlayub eyitdi
ilāhį eşref-i maħlūķuň ĥürmetiçün cürm ü Ǿiśyānumı
baġışla. Ĥaķ teǾālā eyitdi yā Ādem eşref-i maħlūķum
kimdür. Eyitdi Ĥażret-i Muĥammed Muśŧafādur. Ĥaķ
teǾālā eyitdi neden bildüň.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Didi cennetde gördüm her bu adı
Yazılmış aduňile bile adı
Baķub nām-ı şerįfin Ǿarşa gördüm
Yazılmış nāmını tā ferşe gördüm
[15a] Anuň nāmı meger levĥ-i ķademde
Yazılmışdur cihāň daħi Ǿademde
Pes andan bildüm ol ħayrü’l-beşerdür
Ki cümle ķullaruňdan muǾteberdür
Nebįler ekremidür şāh-ı levlāk
Eger olmasa ol olmazdı eflāk
Zihį Ǿizz ü zihį devlet zihį cāh
Müyesser eylemişdür aňa Allāh
Bizi daħi ilāhį ķılma maĥrūm
Anuň yüzi śuyına eyle merĥūm
MevǾiža eĥādįs-i śaĥįĥa ve rivāyāt-ı śarįĥadan bu
ħaber-i āteş-efrūz vārid55 olmuşdur ki Ĥaķ subĥānehu
55
Metinde olmayan bu kelime anlamı tamamlaması ba lamında Atıf
Efendi Nüshasında geçti i için buraya alınmı tır.

143
CAFER IYÂNÎ BEY

ve teǾālā Ādem ve Ĥavvāǿi cennetden çıķarub çün-


ki śaĥn-ı dünyaya bıraġub merdūd itdi. Cebrāǿįl ve
Mikāǿįl Ǿaleyhimeśselām giryān u nālān olub śavt-ı
aǾlā ile feryād u fiġān itdiler. Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalā dergâhından ħiŧāb geldi kim yā meleklerüm niçün
aġlarsız melekler eyitdiler yā Rabbi ulu dergāhuňa
maǾlūm u rūşen ve cenāb-ı ĥażretüňe mübeyyendür
ki Ĥażret-i Ādem eşref-i maħlūķātuň iken ve ǾAzāzįl
bir muķarreb ķuluň iken birer günāh-ı śaġāyir işle-
dükleri içün anları merdūd itdüň. Senüň ġażabuň
ħavfından aġlaruz didiler.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Buyurmuşdur bu ķavli Ĥaķ teǾālā
Emįn olmaň benüm ķahrumdan aślā
Bize ħaşyet yiter cennetde Ādem
Taķārrub kesb idüb bulmışiken cā
Ki bir gendüm yedügiçün ħaŧāǿen
Anı bāġ-ı cināndan itdi inhā
Celālinden emįn olmaġa bende
Gerekdür k’andan ola rāżı mevlā

Neŝr el-ĥāśılu’l-kelām Ādem Ǿaleyhisselāmuň


taǾžįm ü ikrāmı ve tevķįr u iħtirāmı şol mertebe idi
ki Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā Ādemüň balçıġın ken-
dü yed-i kudretiyle yoġurub feleklerde cemįǾ me-
leklere secde [15b] itdürmişken ħuśūśan ǾAzāzįl bu
ķadar biň yıl yirde ve göklerde Ǿibādet idüb cennetde
meleklerüň reǿįsi iken Ĥażret-i Ĥaķķuň bir kez emr-i
şerįflerin śıduķları içün dergâh-ı kibriyāsındananları

144
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

merdūd itdi. Bu ĥālet-ipür-Ǿibret erbāb-ı ġayret ve


aśĥāb-ı basįret olanlara maĥż-ı naśįĥat degül midür.
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Niçün ķorķmaya Ĥaķdan ehl-i įmān
Ki Ĥaķdan ķorķmayan olmaz müselmān

Üçünci Bāb
Nübüvvet-i Ādem ǾAleyhisselāmdan Ħilāfet-i Şįte
Gelince Ādem ve Ĥavvānuň İcmāl Üzere Aĥvāllerin
Beyān ve Nūr-ı Ĥażret-i Sulŧān-ı Rüsul Aślına Varub
Vuśūl Bulunca Kimlerde Varub Müselsel ve Muttaśıl
Olduġın ǾIyān İder.
Çün Ĥaķ TeǾālā Ādem-iŚafįyi Serendįb ŧaġına ve
Ĥavvā ceddemizi Cidde sevāĥiline nüzūl itdürdi Ādem-
iŚafį śalavātullāhi Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyh feryād
u fiġān ve rūz u şeb giryāň u nālāna başlayub eyitdi

56
yaǾnį ey bizim rabbimüz nefsimüze žulm itdük
Eger sen bize maġfiret itmeyüb merhamet itmeye-
cek olursan biz ħāsirįnden olmamız57 muķarrerdür
diyü iki yüz yıl ağladı. Şöyle kim Ādem-i Śafįnüň
śavt u śadāsından ve ġāyet bükāsından gökde olan
melekler mutażaccır olub Ĥażret-i cenāb-ı Ǿİzzete
şikâyet itdüler ki yā Rabbi Ādemüň bükāsından ve
feryād u śadāsından ħiźmet ve tesbįhimizden ve
56
“Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. E er bizi ba ı lamaz ve bize
acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. (A’râf-23)”
57
Bu kelime metinde “olmamızız” eklindedir. Biz burada Atıf Efendi
Nüshasındaki ekli tercih ettik.

145
CAFER IYÂNÎ BEY

cenāb-ı ĥażretine Ǿubūdiyyetimizde taķśįr ider ol-


duk didiler. Zįrā Ĥażret-i Ādem-iŚafįnüň ķāmet-i
şerifleri beyānında aħbār-ı śaĥįĥa ve āŝār-ı śarįĥa ile
rivāyet olunûr ki bir yirden bir yire sürǾat-i aķdām
ile iķdām[16a] buyursalar üç günlük yolı bir adım-
da alurlardı. Aňa göre mübārek ķāmetleri āsümāna
irişüb melekler ile üns ŧutardı. Pes Ĥaķ subĥānehu
ve teǾālā Ādem-iŚafįnüň mübārek ķāmet-i şerįflerin
altmış arşun eyledi. Tā kim vücūd-i şerįfleri rāĥat
bulub melekler daħi mutażaccır olmaya. ǾUlemāǿ-i
müfessirįn ve fużalāǿ-i muĥaķķıķįn rivāyet iderler
ki Ādem Ǿaleyhisselām üç yüz yıl tamām gökyüzine
nažar itmege ĥicāb idüb dāǿimā feryād u fiġān eylerdi
ve tevbe idüb Ĥażret-i sulŧānü’l-enbiyā Muĥammed
Muśŧafā śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemi şefįǾ getür-
di. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā Ādem-iŚafįnüň al-
nında olan nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmuň āb-ı
rūy-ı Ǿizzetine günāhın baġışlayub cemįǾ melek-
lere ve cennet ħazįnedārlarına emr eyledi ki Ādem
Ǿaleyhisselāmı varub ziyāret ve üzerine cevāhir śaçub
taǾžįm u Ǿizzet eyleyeler. Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām emr-i
Ħudā-yı Melikü’l-ǾAllām ile cennetden ĥarįr ĥulleler
ve muraśśaǾ tāc-ı mücevher giydirüb evvelki merte-
besinden ziyāde Ǿindallāhi teǾālā Ǿizzet ü şevketle-
ri küşāde olub tevbesin ķabūl eyledi. Nitekim Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā Ķurǿān-ı Ǿažįmu’l-Ǿunvānda bu-
yurur
58
ُVe Ĥażret-i Ĥavvā rađıyallāhu Ǿanhāya daħi ol
58
Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı,
(onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini
kabul etti. üphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok ba ı layandır
(Bakara-37).

146
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Melik-i MüteǾāl Mįkāǿįli irsāl eyledi ki ħaber-i mü-


beşşere idüb Ādem-iŚafį ile Ǿan ķarįb mülāķat naśįb
olacaġın bildüre. Ĥażret-i Mikāǿįl Ǿaleyhisselām daħi
işbu mevhibe-i Ħudāǿı Ĥażret-i Ĥavvā’ya bildirüb
Ǿuryān u nālān ve fiġān u giryāň iken envāǾ-ı[16b]ce-
vahir ile müzeyyen ü ārāste cennet ħilǾatlerin giydi-
rüb şādān u ħandān eyledi. Ve bundan śoňra Ĥażret-i
Ħālıķ-ı ins ü cān Ādem-i Śafįye fermān eyledi ki yā
Ādem emrüm bunuň üzerine taǾalluķ eylemişdür ki
senüň belüňden ve evlāduňdan Ǿahd u emānet alam
ve anlara kendü vaĥdāniyyetüm müşāhede itdürem.
ǾUlemāǿ-i müfessirįn Ĥażret-iǾAbbāsdan rivāyet
iderler ki Ǿahd u mįŝāķ Serendįb ŧaġında alındı ve
baǾżılar mevżiǾ-i ǾUmmān’da ve baǾżılar daħi Ādem
Ǿaleyhisselām gökden inmedin alındı didiler. Ĥażret-i
rabbü’l-Ǿİzzet Ādem-i Śafįye bu vechile vaĥy eyleyi-
cek cemįǾ melekler Ādem-i Śafįnüň çevre yanın alub
kapladılar. Melekler keŝretinden ve çevre yanın alub
durduķlarından Ādem Ǿaleyhisselām ħavfa düşüb dit-
remege başladı. Fi’l-hāl peyk-i Ĥażret-i Celįl yaǾnį
Cebrāǿįl-i Emįn nāzil olub elin Ādemüň śadrına baśub
ve mübārek yüzin öpüp eyitdi yā Ādem Ĥaķ teǾālā
saňa selām eyledi ve buyurdı ki Ādem ħavf itme-
sün ben kemāl-i ķudretüm ile aňa envāǾ-ı ĥükmetüm
gösterüb yiryüzine anı ħalįfe idiserüm diyü Ādemüň
ħāŧır-ı mübāreklerin tesellį eyledi. Ĥaķ celle ve Ǿalā
kendü yed-i ķudretiyle Ādemüň arķasın śıġadı ve bu-
yurdı kim ķıyāmete degin gelicek zürriyyāt-ı Ādem
žuhūra gelüb Ādemüň žahrından çıķa. Pes ibtidā rūĥ-ı
Muĥammed Muśtafā śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem
žahr-ı Ādemden çıķub žuhūr eyledi. Andan ervāĥ-ı
enbiyā Ǿaleyhimüsselām çıķub rūĥ-ı Muĥammedi

147
CAFER IYÂNÎ BEY

çepçevre alub Ādem Ǿaleyhisselāmuň[17a] cānib-i


yemįnünde ŧurdılar. Rūĥ-ı Muĥammed Muśŧafā
śalavātullāhi Ǿaleyhi fi’ś-śubĥi ve’l-mesā žahr-ı Ādem
Ǿaleyhisselāmdan çıķduġı dem lebbeyk diyüdergāh-ı
Ħudāya nidā eyledi.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Didi ben ol ķulum zār u dil-figār
Ki vaĥdāniyyetüňe ķıldum iķrār
Şehādet iderüm sensin ol Allāh
Ki senden ġayri yoķ sulŧān-ı Ķahhār
Daħi ŧānıķ virürem ben ki Ǿabdüň
Resūl-i müctebā kim śāhib-i esrār
Neŝr bundan śoňra yüzleri aķ ve münevver ü
berrāķ müǿminlerüň ervāĥı çıķub cümlesi tevĥįd-i
Bārį ile rūĥ-ı Muĥammed Muśtafā Ǿaleyhisselāmuň
ķatına geldiler. Yine bir daħi ķudret eli ile śıġadı kim
ervāĥ-ı cįfe Ķābil-i ibn-i Ādem ve aňa tābiǾ olan
ehl-i cehennem ile çıķub ķamusınuň yüzleri ķara
Ādemüň śol cānibinde śaf baġlayub durdılar. Cānib-i
Ħudādan yine ħiŧāb-ı müsteŧāb irişdi kim yā Ādem
zürriyyātuňa nažar eyle kim eŧvār u edyānın bilesin.
Ĥażret-i Ādem Ǿaleyhisselām ol dem śaġ ŧarafına
baķıcaķ yüzleri aķ ve münevver ü berrāķ evladın
müşāhede itdükde tebessüm idüb elĥamdulillāh diyü
şükr eyledi.Śol ŧarafına baķıcaķ ķara evlādın gördük-
de aġladı. Ĥażret-i ǾÖmer rađıyallāhu Ǿanhu Resūl-i
Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemden rivāyet
ider çünki Ĥaķ celle ve Ǿalā žahr-ı Ādemi śıġayub
Ādemüň evlādın bu minvāl çıķarub žuhūr itdür-

148
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

di. yaǾnį śaġda


olanları ehl-i cennet ħalķ eyledüm ve śolda olanla-
rı ehl-i cehennem yaratdum diyü buyurdı. Ebį KaǾb
rađıyallāhu Ǿanhu rivāyet ider. Ĥaķ teǾālā zürriyyāt-ı
Ādemüň[17b]ervāhın žahr-ı Ādemden iħrāc eyleyi-
cek şekillerin daħi dünyāya gelicek heyǿetleri üzere
taśvįr eyledi didi. İmām Faħr-i Rāzį’ den mervįdür
ki Ǿālem-i ervāĥ didükleri Ǿālem bu Ǿālemdür. Ĥaķ
celle ve Ǿalā zürriyyāt-i Ādeme ħiŧāb ķılub Ķurǿān-ı
Ǿažįmde buyurdı yaǾnį rabbüňüz ben de-
gül miyem benden ġayri teňriyoķdur ve Muĥammed
resūlümdür baňa ve resūlüme įmān getürenleri
ehl-i cināň ve baňa ve resūlüme Ǿiśyān eyleyenleri
ehl-i nįrān idiserüm. Ben ne didümse anı taĥķįķ ve
resūlümi taśđįķ idün diyü buyurdı. Şunlar ki hidāyet
bulub Ǿināyetullāha mažhar oldılar anlaruň ervāĥı
ķabūl ü Ǿahd eyleyüb eyitdiler ilā āħiri’l-
āyet yaǾnį didiler ki belį biz senüň vaĥdāniyyetüňe ve
resūlüň risāletine şehādet iderüz. Senden ġayri Allāh
yoķdur ve Muĥammed Ĥaķ resūlüňdür. Bu Ǿahdi
tasvįr idüb Ĥacerü’l-Esved içine emānet ķodılar.
Ķıyāmete dek Ħacerü’l-Esvedde mahfuzdur. Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā cemįǾ ervāĥa yine emr eyledi
ki žahr-ı Ādeme girüb iǾāde eyleyeler. Ervāĥ daħi
Ādemüň žahrına girüb vāśıl ve beden-i Ādeme daħil
oldılar. Ĥaķ celle ve Ǿalā Cebrāǿįl Ǿaleyhisselāmı
Firdevs uçmaġına gönderdi kim iki öküz ve buġday
ve demür aletini çıķarub ve cehennemden ateş alub
yetmiş kerre enhār-ı cennete baturub yayķadı. Elin-
de durmadı.Yedi kerre deryāya düşdi yine çıķarub
Cebrāǿįl anı yire ķodıġı gibi yedi ķat yiri yaķub
yine cehenneme gidüb aślına ulaşdı. Vaķtā kim

149
CAFER IYÂNÎ BEY

Ĥażret-i ĥaķ celle ve Ǿalā[18a] Ādem Ǿaleyhisselām


59
ٍǾunvān-ı menşūr-ı
salŧanatı iĥsān itdi. Nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmı
Ādemüň alnında emānet ķoyub ħiŧāb-ı müsteŧāb
vārid oldı kim yā Ādem bu nūr ĥabįbüm Muĥammed
Muśŧafānuň nūr-ı tāb-nākidür. Pes Ādem-iŚafį
śalavātullāhi Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyh ol nūr-ı
mübāreki Ǿaynen müşāhede itmegi murād eyleyicek
Ĥaķ teǾālā nūr-ı Muĥammedi Ādemüň baş barmaķları
ŧırnaġına indirüb gösterdi. Fi’l-ĥāl Ādem-iŚafį ĥamd
u şükr idüb ŧırnaġında olan nūr-ı mübāreki gözlerine
sürüb benüm gözlerimüň nūrı diyü būs eyledi. An-
dan ol nūr-ı mübārek yine Ādemüň alnında varub
ķarār eyledi. Şimdi daħi Ĥażret-i server-i kāyināt ve
eşref-i mevcūdātuň ism-i şerįfleri aňulduķda ħalķ-ı
Ǿālem ellerinüň barmaķların būs idüb ķurretü’l-Ǿaynį
diyü gözlerine sürdükleri Ādem Ǿaleyhisselāmuň
sünnet-i seniyyeleri āŝārıdur. Ĥükemāǿ-iittibāǾ ve
ehl-i ticāret Ǿuķalādan istimāǾ olunmuşdur ki her
kim ki Ĥażret-isulŧān-ı dįn ve raĥmeten lil-Ǿālemįnüň
nām-ı şerįflerinde istimāǾ itdükde śalavāt-ı kāmile
ile śalavāt getürdükden śoňra ellerin baş barmaķların
būs idüb ķurretü’l-Ǿaynį diyü gözlerine sürse bi-
iźnillāhi teǾālā ol kişiye hergiz göz aġrısı Ǿārıż ol-
maya. Bu maǾnā mestūr degül meşhūrdur. Nitekim
Firdevsü’l-Aħbārda eydür bir gün ol ħalįfe-i Ǿatįķ
yaǾnį Ebūbekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu Ǿanh eźān-i
şerįfden evvelmescid-i münįfe ĥāżır ve eźān-ı laŧįfe
müteraķķıb u nāžır olmuşiken Ĥażret-i Bilāl-i Ĥabeşį
rađıyallāhu Ǿanh eźān-ışerife [18b] başlayub ol
59
Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık (Tîn-4).

150
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ĥażret-i ol Ĥażret-i faħr-i Ǿālem śallallāhu Ǿaleyhi


ve sellemüň nām-ı saǾādet-encāmların istimāǾ itdük-
de iki ellerinüň baş barmaķların būs idüb ve gözle-
rine sürüb ķurretü’l-Ǿaynį yā ĥabįbįdiyü tevķįr u
iħtirām eyleyicek Ĥażret-i server-i kāyināt Ǿaleyhi
efđalü’ś-śalavāt ol maĥalde ĥāżır bulınub ve Ĥażret-i
Ebūbekrüň işbu fiǾl-i ĥasenesine nāžır olub müşāhede
eyleyicek buyurdılar ki
yaǾnį bir kimesne işbu sünnet-i şerįfei iĥyā vü icrā
eylese ol kimesne dünyāda ve āħiretde aǾmā olma-
ya diyü buyurdı. Bundan śoňra Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalā Cebrāǿįl-i Emįni Ādem-i Śafįye gönderdi ki yā
Ādem Ǿarşum muķābelesinde arż-ı Ĥicāzda bir ev
yapdırmışam varub ol beytü’l-maǾmūrı ĥac eyle ve
baňa Ǿibādet ü ŧāǾat eyle. Saňa Ĥavvāi naśįb u mü-
yesser eyleyim diyü buyurdı ve daħi Ĥaķ subĥānehu
ve teǾālā bir melek gönderdi kim Ādeme delįl olub
beytü’l-maǾmūrına sebįl ola. Çün Ādem-iŚafįye
vaĥy-i rabbānį vāśıl oldı Ādem Ǿaleyhisselām diyār-ı
Hindden KaǾbe-i muǾažžama olan maĥalle60 gelüb
gördi kim śāfį laǾl ü yāķūtdan bir şāhāne Ǿažįm ħāne
binā olunmış ve ol ħanenüň saķfından ta Ǿarşa varın-
ca nūrdan bir direk śalınmış ve melekler śaf śaf olub
ol ħāne-i pür-nūrı ŧavāf iderler. Ādem ol dem bildi
kim Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā buyurduġı beytü’l-
maǾmūr bu ħāne-imezbūrdur. Hemān dem Ādem-
iŚafį Ǿaleyhisselām yedi kez ŧavāf idüb źi’l-ĥicce
ayınuň onuncı güni ǾArafāta varub Ĥavvā rađıyallāhu
Ǿanhā[19a] ĥażretleri ile buluşub birbirlerine Ǿarż-ı
iştiyāķ ve ižhā[r]-ı muĥabbet-i tām eylediler ve
60
Atıf Efendi nüshasında bulunan bu kelime anlamı tamamlaması için
buraya alınmı tır.

151
CAFER IYÂNÎ BEY

vaķfiyyede ŧurub maǾan ĥac idüb yine diyār-ı Hin-


de teveccüh u Ǿažįmet eylediler.Muķātil rađıyallāhu
Ǿanh tefsįrinde eydür Ādem Ǿaleyhisselām Ǿömründe
ķırķ kerre ĥac idüb ĥaźret-iĤavvādan biň oġlan
vücūda geldi. Kimi ehl-i cinān ve baǾżısı ehl-i nįrān
olduķların beyāň eylemişlerdür. Ulu oġlı Ķābil ikinci
oġlı Hābil’dür. Lākin Hābil ġayet śāĥib-i cemāl ve
Ǿākil ü ehl-i kemāl kimesne idi. Çünki Ķābil Hābili
ķatl eyledi cemįǾ cibāl ü ….. vaķiǾ olan ĥayvanāt
birbirlerine ķaśd idüb ceng ü cidāl eylediler. Ve bu
muśįbet içün cümle deryālar şükkerden ŧatlu iken acı
vü şūr oldı. Ādem ve Ĥavvā ķırķ gün yas u mātem
ŧutub aġlaşdılar. Ĥaķ celle ve Ǿalā ǾĀdeme vaĥy irsāl
eyledi ki Hābil cemālinde saňa Şįt adlu bir oġıl vire-
yim ki cemįǾ enbiyā-yı Ǿižām Ǿaleyhimüsselām an-
dan gelecekdür. Çün Ĥavvādan Şįt ŧoġdı ġāyet śāĥib-i
cemāl ve ehl-i kemāl olub śūretde ve sįretde Hābile
müşābih olduġından maǾadā Ĥażret-i Muĥammed
Muśŧafā Ǿaleyhiśśalātu vesselāmuň nūrı anuň alnında
žuhūr eyledi. Ādem-iŚafį śalavātullāhi Ǿalā nebiyyinā
ve Ǿaleyh biň yıl Ǿömr sürüb cihan-ı fānįden serāy-i
bāķįye rıĥlet idicek anuň yirine oġlı Şįt gelüb ol nūr-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāmuň Ǿizzetine Ĥaķ celle ve
Ǿalā peyġamberlük ħilǾatin virüb aňa elli śuĥuf [19b]
gönderdi ki evlād-ı Ādemi irşād idüb ŧarįķ-i müstaķįme
daǾvet ü hidāyet eyleye. Şįt Ǿaleyhisselām biň şehr
temām bünyād idüb her şehrde mināreler çıķarub
kelimesin
icrā itdürdi. Yedi yüz yıldan śoňra cānib-i cennete
rıĥlet ve dār-ı āħirete hicret idüb nūr-ı Muĥammed
Ǿaleyhisselām anuň oġlı Ķitānuň ve Mihāǿilüň ve
İdrįs Ǿaleyhisselāmuň alnına naķl idüb žuhūr eyledi.

152
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İdrįs dedesi gibi Ǿaķl-ı evvel ve müşekkel ve ĥüsn-i


ħaśāǿil ile bį-bedel idi. İbtidā ħaŧŧı ol yazdı ve der-
zilük śanǾatin įcād eyledi. Evāil-i Süyūtįde eydür
Ĥażret-i İdrįsden gelen nās deriler giyüb libās idi-
nürler idi. İdrįs nebį Ǿaleyhisselām ķoyun derisinden
libās diküb tertįb eyledi. İdrįs Ǿaleyhisselāmuň al-
nında olan nūr-ı pür-sürūruň Ǿizzetine Ĥażret-i Ĥaķ61
aňa nübüvvet virüb otuz śuĥuf irsāl eyledi ki evlād-ı
ǾĀdemi rāh-ı đalāletden ķu[r]tarub ŧarįķ-i hidāyete
daǾvet eyleye.İdrįs nebį Ǿaleyhisselām üç yüz yıl nü-
büvvet ile daǾvet itdükden śoňra dārü’l-cināna rıĥlet
ü mürācaǾat buyurub ardınca Nūĥ ve Hūdve Śāliĥ
ve İbrāhįm Ħalįl Ǿaleyhimüsselām gelüb ol nūr-ı
mübārek bunlaruň alnında müddet be-müddet emānet
durub ol Ĥażret-i risālet ve şems-ifażįletüň nūr-ı tāb-
nāki ĥürmetine her birine Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet nūr-ı
nübüvvet ve baǾźısına tāc-ı risālet virüb ne Ǿizzet ü
şevket bulduķları kütüb-i muǾteberātda meźkūr [20a]
u mesŧūrdur. Ĥażret-i İbrāhįm Ǿaleyhisselām ķırķ ya-
şına irişicek Nemrūd vaķǾasına mübtelā oldı.
Ĥikāyet
Mişkātü’l-Envārda meźkūrdur ki bir gün Ĥażret-i
rabbü’l-Celįl İbrāhįm Ħalįl Ǿaleyhisselām[a] cemįǾ
ümmetleri Ǿarż idüb Ādem nebįye gösterdügi gibi
gösterüb Ǿarż idicek görür kim ħalķuň içinde bir
ümmet-i lāyıķ-ı raĥmetüň yüzleri güneşden enver
ve yüzlerinüň şuǾlesi cihānı62 münevver itmiş. Kimi
ķāyim kimi rākiǾ kimisi sācid olmış. Ĥażret-i Ħudā
61
Metinde “ a hazret” eklinde yazılmı tır.
62
Atıf Efendi Nüshasında bulunan bu kelime anlamı tamamladı ı için
buraya alınmı tır.

153
CAFER IYÂNÎ BEY

ķı belinden recā vü istidǾā eyledi ki yā Rabbi işbu


ümmet-i ehl-i maġfiret ne ŧāǿife-i ehl-i saǾādetdür
diyü suǿāl eyleyicek ħiŧāb-ı müsteŧāb vārid oldı kim
yā ħalįlüm bunlar ĥabįbüm ve resūlüm Muĥammed
Muśtafā’nuň ümmetleridür. Kevn ü mekān ve zemįn
ü Ǿāsumānı ħalķ eylemedin anuň adın yazub aňa
resūlüm dimişim diyü buyurdı. Ħalįlü’r-Raĥmān
Ǿaleyhiśśalātu vesselām eyitdi yā Rabbi ol neseb-i
ŧāhir ķanġı nesilden žāhir olısardur. Vaĥy-i rabbānį
vārid oldı kim ey benüm ħalįlüm ol senüň oġluň
İsmāǾįlüň neslinden geliserdür. İbrāhįm Ħalįl dergāh-ı
Rabb-i Celįle yüzin ŧutub tażarruǾ itdi kim ilāhį Ǿizz ü
celālüň ve mecd ü cemālüň ĥaķķiçün beni ol sulŧān-ı
Ǿālį-şānuň ümmetinden eyle diyü münācāt eyledi.
İmdi ey iħvān-ı bį-mecāl ve ey insān-ı naħįfü’l-maķāl
bu devlet ü Ǿizzet ne rifǾat ve saǾādetdür kiĤażret-i
rabbü’l-Ǿİzzetüň ħalįli ve muķarreb resūli ümmetin-
den olmaġa cānlar viren sulŧān-ı dįnüň ve raĥmeten
lil-Ǿālemįnüň ümmeti aǾdādından maǾdūd olan
hiç bu niǾmet-i bį-Ǿilletüň[20b] şükri edā vü ķażā
olınmaķ ķābil ü mümkin midür.El-ĥāśılu’l-kelām
nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhiśśalātu vesselām İbrāhįm
Ħalįlullāhdan śoňra oġlı İsmāǾįl ve İsĥaķ ve YaǾķūb
ve Yūsuf nebįnüň ve Eyyūb ve ŞuǾayb ve Hārūn ve
Mūsā Ǿaleyhimeśśalātu vesselāmuň alnında žāhir u
bāhir olıcaķ Ĥażret-i Mūsā śalavātullāhi Ǿaleyhi ve
Ǿalā nebiyyinā dergāh-ı kibriyāya münācāt u recā
eyledi ki ilāhį seyyidį ve mevlāyį Tevrāt içinde bir
ümmet gördüm ki ŧaġ u śaĥrā anlar ile ŧolısar ve anlar
senüň kitāb-ı müsteŧābuňı taśdįķ u taĥķįķ idiser ve
anlaruň vużūdan yüzleri ayuň on dördi gibi münevver
ve melekler gibi nemāza śaf śaf durmışlar mesācid

154
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

içre āvāzları aru āvāzı gibi istimāǾ ve her birinüň dil-


lerinde ĥamd-i Ħudā ve şükr-i Kibriyādur. Yā Rabbi
ol ķavmi baňa ümmet eyle diyü niyāz u iltimās itdügi
birle vaĥy-i rabbānį irişdi kim yā Mūsā ol gördügüň
ķavm ĥabįbüm ve resūlüm Muĥammed Muśŧafānuň
ümmetleri olısardur. Ĥażret-i Mūsā eyitdi yā Rabbi ol
Muĥammed Muśŧāfāǿi baňa göster göreyim ve ħāk-i
Ǿizzetine yüzüm sürüb Ǿarż-ı iştiyāķ ideyim didi.
Cānib-i Ħudādan yine bir nidā geldi kim yā Mūsā anuň
yüzin görmek saňa müyesser degül lākin ümmetinüň
śavt u śadāların saňa istimāǾ itdüreyim diyü emr eyle-
yicek ümmet-i Muĥammed Ǿaleyhisselām bi’t-temām
emr-iĤażret-i rabbü’l-enāma imtiŝāl gösterüb bir ke-
zin cümleten 63
didiler. Ĥaķ
teǾālā[dan] ümmet-i Muĥammede ħiŧāb irişdi kim yā
ümmet-i Muĥammed cümleňüzi[22a] maġfiret idüb
cennetlerümde muħālled eyledüm diyü buyurdı. An-
dan ol nūr-ıĤażret-i risālet-penāh śalavātullāhi Ǿaleyhi
ve selāma Ĥażret-i İlyās ve Dāvud ve Süleymān ve
Hūd nebįnüň ve Śāliĥ ve Ħıźr ve ǾUzeyr ve Yūnus
ve ŞuǾayb ve Urmiyā ve Źekeriyyā ve Yaĥyā ve ǾĮsā
Ǿaleyhimüsselāmuň alnında ħuśūśan nesl-i İsmāǾįlde
müselsel ve muttaśıl ol nūr-ı kāmil varduġınca žuhūr
eyleditā benį ǾAdnāna ve Kenāna ve Ķureyşe ve
benį Hāşime varınca.Andan ǾAbdülmuŧŧalibde ve
ǾAbdullahda ol nūr-ı mübārek žāhir olub Ĥażret-i
server-i kāyināt ve eşref-i mevcūdāt Ǿaleyhi efđalü’t-
taĥiyyatuň vālide-i mükerremeleri Emįne Ħātūna
naķl idince işbu vechle nūr-ı saǾādet-āŝārları yirin
bulub ķarār eyledi.
63
Buyur Allahım, emrindeyim. Sen birsin ve orta ın yoktur.

155
CAFER IYÂNÎ BEY

Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Şems-i eyvān-ı risālet māh-ı gerdūn-ı vefā
MaǾden-i dürr-i şefāǾat menbaǾ-i śıdķ u śafā

Ħāzin-i genc-i şerįǾat mažhar-ı āŝār-ı dįn


Server-i mülk-i beķā yaǾnį Muĥammed Muśtafā

Neŝrśallallāhu Ǿaleyhi ve sellem mā-dāmetü’l-


Ǿarżi ve’s-semā ĥażretlerinüň ecdād-ı saǾādet-
emcādları ķırķ ŧoķuzuncı atada Ĥażret-i Ādem
Ǿaleyhisselāma müntehį olur diyü Ǿulemā-i eşrāf
kimi ittifāķ ve kimi iħtilāf eylemişlerdür.Ol bülbül-i
būstān-ı şerįǾat Ǿandelįb-ı gülistān-ı ĥaķįķat Ĥażret-i
Muĥammed Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem ve
Ǿalā ālihi’l-muķarrebįn-i Ǿaleyh ĥażretlerinüň ecdād-ı
kirāmı bunlardur ki źikr ü beyān ķılınûr.Ĥażret-i
Muĥammed Resūlullah śallallāhu teǾālā Ǿaleyhi
ve sellem ibn-i ǾAbdullāh ibn-i ǾAbdülmuŧŧalib
ibn-i Hāşim ibn-i ǾAbdimenāf ibn-i Ķuśayy ibn-i
Kilāb[21b] ibn-i Mürre ibn-i KaǾb ibn-i Lüey ibn-i
Ġālib ibn-i Ķahr ibn-i Mālik ibn-i Nuśayr ibn-i
Kınāne ibn-i Ĥuzeyme ibn-i Müdrike ibn-i İlyās
ibn-i Mudar İbn-i Nizār ibn-i SaǾd ibn-i ǾAdnān ibn-i
Udun ibn-i Udud ibn-i ElyesaǾ ibn-i HümyeǾ ibn-i
Selāmān ibn-i Bent ibn-i Ĥaml ibn-i Ķaydān ibn-i
İsmāǾįl ibn-i İbrāhįm ibn-i Târeĥ ibn-i Nāhur ibn-i
ŞārūǾ ibn-i Erġavā ibn-i Fāliġ ibn-i Ġābir ibn-i Şāmiħ
ibn-i Ķįnān ibn-i Erfaħşad ibn-i Sām ibn-i Nūĥ ibn-i
Mālik ibn-i Menūşāh ibn-i Aħnūĥ ve huve İdrįs
Ǿaleyhisselām ibn-i Mehlāǿįl ibn-i Ķanyān ibn-i Enūş
ibn-i Şįt İbn-i Ādem Ǿaleyhisselām śalavātullāhi Ǿalā

156
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

nebiyyinā ve Ǿalā cemįǾü’l-enbiyāǿi ve’l-murselįn ilā


yevmi’d-dįn.
Dördünci Bāb
Ĥażret-i Ekrem sallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň nūr-ı
mübāreki yirin bulub ķarār ve muǾcizāt u beyyinātı
āşikār olub ķudūm-i saǾādet-āŝārları dünyāǿı pür-
envār eyledügin Ǿıyān ve ol sulŧān-ı dįn ve raĥmeten
li-Ǿālemįnüň nūr-ı nübüvvetinüň beyānundadur.
Ol nūr-ı Muĥammed Muśŧafā śalavātullāhi Ǿaleyhi
fi’ś-śubĥi ve’l-mesā ǾAbdullāhdan intiķāl ve Emįne
ħātūna ittiśāl bulıcaķ Ĥażret-i Cenāb-ı rabbü’l-Ǿİzzet
ol şems-i fażįlet ve risālet-i ħurşįd-menziletüň vücūd-i
şerįf ve Ǿunśur-ı laŧįflerin žuhūra getürüb ħatemü’l-
enbiyāǿ vü sulŧānü’l-aśfiyā eylemek emr-i şerįfleri
taǾalluķ eyleyicek ĥikmet-i Cebbār ve irādet-i Settār
ile ol nūr-ı saǾādet-āŝār Emįne ħātūnda yirin bu-
lub ķarār itmegin Emįne ħātūn müddet ü eyyām ile
ǾAbdullāhdan ĥāmile olub ol şāh-ı enbiyānuň vücūda
gelmesi ķarįb iken henüz žuhūra gelmedin niçe niçe
muǾcizāt-ı saǾādeti zāhir u bāhir olmışdı. [22a] Ol
cümle-i muǾcizāt-ı şerįfelerinden biri oldur ki Necāşį
ki bilād-i Ĥabeşüň sulŧānı ve Yemen iķlįminüň ħanı
idi. Ebrehe nām begin Yemen iķlimine vālį vü ĥākim
gönderüb ĥazāyin-i vāfire ve cevāhir-i fāħiresin beźl
idüb ŚanǾan şehrinde bir Ǿažįm kilisa bünyād ü įcād
eyledi ve der ü dįvārın laǾl ü cevāhir ile müzeyyen ü
ārāste ķılub cemįǾ eķālįm ü diyāre yesāġ eyledi kim
KaǾbe-i şerįfe kimse varmayub cemįǾ ümem ü eşrāf
bunuň kilisasına varub ŧavāf eyleyeler. Ehl-i Mekke-
den bir ǾArab-ı śāĥib-neseb ġayret ü ĥamiyyet idüb
Mekke-i Mükerremeden ķalķub ŚanǾan şehrine dek
teveccüh ü Ǿažįmet eyledi. Ve ol laǾl ü cevāhir ile

157
CAFER IYÂNÎ BEY

müzeyyen olan dįvārına ve kilisada olan putlarına


mühmilāt sürüb yine Mekke-i Mükerremeden yaňa
firār u ilġār eyledi. Ebreĥeye bu aĥvāl Ǿarż olunduķda
file süvār olub śayd u şikārda idi. Yemįn eyledi ki
filden inmeyem ve serāy-i sürūrıma dönmeyem tā
KaǾbeǿi yıķub vįrān ve ħākile yeksān itmeyince. Ve
bi’l-cümle seksen biň Ǿasker ve on iki biň fil ile Ye-
men iķlįminden ilġāridüb Mekke-i Mükerremenüň
eŧrāfına nüzūl idüb ehl-i KaǾbenüň develerin nehb
ü ġaret eylediler. Ol zamān ǾAbdülmuŧŧalib-i Mekkį
KaǾbenüň ulusı idi.Ehl-i Mekke ile ŧaşra çıķub
Ebreĥenüň ĥaymesine varub develerin ŧaleb eyle-
diler.Ebreĥe ķahķahā ile güldi ve eyitdi Ǿacebdür
ki KaǾbeňüzi dilek itmeyüb develeriňüzi recā ider-
süz.ǾAbdülmuŧŧalib eyitdi biz dervįş kişilerüz [22b]
deveciklerimüzüň śāĥibleriyüz develerimüz ŧaleb
iderüz.Ol evüň śāĥibi vardur.Kendü evin ķorumaġa
ķādirdür didiler. Ebreĥe ġażab u ĥiddete gelüb fi’l-
ĥāl bir beyāż file süvār olub ve ne deňlü mübālaġa
Ǿaskeri var ise fillerüň üzerine cengāller ve zencįrler
baġlayub taśnįf eylediler ki KaǾbe-i Mükerremenüň
ŧaşların birbirinden ayırub vįrān ve ħākile yeksān
eyleye. Ehl-i Mekke ol zemān KaǾbenüň ħalķasına
yapışub feryād u fiġān eylediler ki yā Rabbi senüň
eviň yaķmaġa Yemān-ı bāġį gelmişdür. Bizde kuv-
vet ü ķudret yoķdur.Ġayret ü ĥamiyyet senüňdür
diyü ŧaġlara ķaçub pinhān oldılar. Ebū Ŧālib rivāyet
ider ki ol zemān aśĥāb-i fil her ne ķadar fillere
iķdām u ibrām itdiler fāǿide itmeyüb filler ilerüye
gitmeyüb dizlerin çeküb KaǾbe-i Mükerremenüň
muķābelesinde secde eylediler. Ol maĥalde Ĥaķ celle
ve Ǿalā ebābįl ķuşların gönderüb emr eyledi ki siccįn

158
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ŧamusundan üçer dane ŧaş alub hevādan birer kāfirüň


üzerine bıraġub cümle aśĥāb-ı fįli helaķ eyleyeler. Bu
maǾnāya delįl-i ķavį ve bürhān-ı ķāŧıǾ Sūre-i Fįl vāķiǾ
olmuşdur.Erbāb-ı ĥikmet ve aśĥāb-ı ġayret olanlara
bu Ǿibret-i Ǿažįmedür ki cins-i beşerden sāǿir ķabāǿil
ü aķvām ile ol bed-encāmları ķatl u intiķām itdür-
mek ķābil ü münkin iken bir żaǾįf u naĥįf maħlūķı
ile bu deňlü ķuvvet ü ķudret ile gelen Ǿaskeri ķatl ü
helāk itdürdigine ĥikmet yine ķullarına kendü źāt-ı
kibriyāsınuň Ǿažamet ü ķudretin [23a] bildürmek
içündür.İmām Faħr-i Rāzį raĥmetullāhi Ǿaleyh rivāyet
ider her ŧaşuň üzerinde birer kāfir adı bile yazılmışi-
di. Ebābįl ķuşları ikişer ayaķlarında ve minķārlarında
birer ŧaş alub her biri birer kāfirüň başlarından urub
dübürlerinden >dübürlerinden< çıķdı. Yine ol ŧaşlar
siccįn ŧamusına varub aślına ulaşdı didi.Bu kerāmet
ol Ǿālį ĥażretüň muǾcize-i şerįfleridür.Zįrā Ǿulemā vü
fużelā ittifāķ eylemişlerdür ki Ĥażret-i Resūl-i Ekrem
śallallāhu teǾālā Ǿaleyhi ve sellem fîl vaķǾası sene-
sinde dünyāya gelüb cihānı münevver eylemişdür.
İşbu meźkūr olan muǾcize-i şerįfe güneşden źerre ve
deryādan ķaŧredür. Ol Ĥażret-i risālet-penāh sallallāhu
Ǿaleyhi ve sellemüň muǾcize-i şerįfeleri taķrįr u taĥrįr
olınmaķ lāzım gelse dünyāda olan insān-ı kātib ve
eşcār-ı eķlām serįǾü’l-iķdām olsa ilā yevmi’l-ķıyām
biňde birin ve Ǿöşr-i Ǿāşirin yazmaġa ŧāķat ü ķudret
getürmeyelerdi. Ol Ĥażret-i sulŧān-ı dįn ve raĥmeten
lil-Ǿālemįnüň vālide-i mükerremeleri Emįne bint-i
Vehb rivāyet ü ĥikāyet ider çünki gözlerüm nūrı
oġlum Muĥammed Muśtafā sallallāhu teǾālā Ǿaleyhi
ve sellem ķudūm-i şerįf-i şeref-efzāları ile dünyāǿi
müzeyyen ü müşerref itmegi yaķın oldı nāgehān

159
CAFER IYÂNÎ BEY

evimden direk gibi bir Ǿažįm nūr Ǿıyān ve āsümāna


revān olub ol nūr-ı pür-sürūruň şevķi beni vālih u
ĥayrān idüb Ǿaķlum niçe zemān perįşān idicek me-
lekler śaf śaf gelüb evimi ŧavāf [23b] iderken her biri
śavt u śadā ve medĥ-i Muśŧafāi nidā ķılub birbirlerine
muştulayub dirlerdi kim bu gice ol Ĥażret-i ħayrü’l-
beşer ve şefįǾ-i rūz-i mahşer geliser cümle dünyāǿi ol
ehl-i įmān idiser diyü şādān u ħandān ŧayerān eyle-
diklerinden maǾadā RebįǾü’l-evvel ayınuň on ikinci
iśneyn gicesinde nāgāh śaġıma baķub nigāh itdügüm
gibi ķudret-i Ĥaķ ile evimüň dįvārı yarılub iki şaķķ
olub üç ħātūn ile bį-pāyān ĥūrįler baňa Ǿıyān olub
tevķįr u iĥtirām ile selām virdiler ve çevre yanıma
oturub ol kān-ı mürüvvet yaǾnį ĥaźret-i risālet ve
Resūl-i ħurşįd-menziletüň gelmeginden ħaber virüb
eyitdiler ki
Li-müellifihi
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Şimdi senden ŧoġar ey kān-ı śafā
Bedr-i Ǿālem ol Muĥammed Muśŧafā
Ol olısar KaǾbeǿi pāk eyleyen
Ceyb-i aśnāmı çeküb çāk eyleyen
Hem helāk ola elinde müşrikįn
Bula ķuvvet anuňile ehl-i dįn
Neŝr bundan śoňra iki melek cennetden döşek
getürüb riǾāyet ü ikrām ile döşegüm döşeyüb baňa
ĥüsn-i muhabbet ü mülāŧefet gösterdikleri gibi fi’l-ĥāl
Ĥażret-i ĥabįb-i MüteǾāl ve nūr-ı źü’l-celāl vücūda
gelüb ol şāh-ı kerįm dünyā[yı] cemāl-i cemįlleri ile
dārü’n-naǾįm eyledi.

160
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nažm
[mefāǾilün feǾilātün mefāǾilün feǾilün]
Münevver oldı cihān pertev-i cemālinden
Müşerref oldı zemān devlet-i viśālinden
Neŝr Şevāhidü’n-Nübüvvede ve sāǿir kütüb-i
muǾteberede mesŧūr u meźkūrdur ki ol ĥabįb-i ek-
rem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň [24a] vālide-i
mükerremeleri Emįne ħātūn rivāyet ü ĥikāyet ider.
Çünki oġlum Muĥammed Muśŧafā śallallāhu Ǿaleyhi
ve sellem dünyāya ķadem baśub cihānı müşerref ü
münevver eyledi ol sāǾat yüzin yire urub secde eyledi
ve mübārek dudaķların depredüb tekellüme başladı.
Sözin aňlamayub kelām-i dürer-bārına ķulaķ ŧutdum.
Söyledügi dürr-i gevherin ol dem aňladum.
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Ķadem baśduġı dem dünyā evine
Ķılub secde yüzin urdı zemįne
Ķulaķ ŧutdum niyāzına resūlüň
Didi işitdüm anası Emįne
Daħi maǾśūm iken ol faħr-i Ǿālem
DuǾā-i ħayr iderdi ümmetine
Zihį peyġamber-i śāĥib-şefāǾat
Ki çekdi ümmetin ħuld-i berįne
Ilāhį umaram rūz-i cezāda
ŞefāǾat eyleye ben kemterine
Neŝr ǾAbdülmuŧŧalib-i Mekkį rivāyet ider ki
Ĥażret-i Resūl Ǿaleyhisselām dünyāya ķadem baśduġı

161
CAFER IYÂNÎ BEY

dem ben KaǾbe-i Mükerremenüň içinde idüm.Nāgāh


cemįǾ putlar yire düşüb secde eylediklerinden ġayri
KaǾbe-i muǾažžamanuň bināsı saķfından fevķine va-
rınca egilüb secde eyledi. Ve śavt-i aǾlā ile nidā idüb
eyitdi kim elĥamdulillāh şimdi ol peyġamber-i Ĥaķ
ve resūl-i muŧlaķ geldi kim beni putlardan ķurtarub
pāk eyler. Daħi dįn-i ĥaķķı ižhār idüb müşrikįni helāk
eyler. Yine bir ŧaş düşmeyüb ķalķub ķıyām itdügin
Ǿāmme-i nās Ǿaynen görüb śavt-i KaǾbeǿi istimāǾ
eyleyicek ǾAbdülmuŧŧalib eydür ol dem bildüm ki
bir peyġamber-i rūz-i maĥşer cemāl-i muǾteberi ile
dünyāyı rūşen ü münevver itse gerekdür. [24b] KaǾbe-i
Mükerreme biň yıl müşrikįn elinde putħāne olduġı
kütüb-i muǾteberede mesŧūrdur. Çün ol sulŧān-ı Ǿālį-
şānuň ceddi ǾAbdülmuŧŧalib KaǾbe-i MuǾažžamanuň
secde itdügin ve medĥ-i Muśŧafāǿi śavt-i aǾlā ile nidā
itdügin istimāǾ eyleyüb yine saǾādet-ħānelerine rücūǾ
eyledi. ǾAbdullāhuň śulb-i pākinden Emįne ħātūn
ittiśāli ile ol nūr-ı Ħudā yaǾnį Ĥażret-i Muĥammed
Muśtafā dünyāya gelüb žuhūr itdügin ħaber virdi-
ler. Şād u ħandān olub elĥamdulillāh diyü şükr ey-
ledi. ǾUlemāǿ-i muĥaķķikįn ve fużalāǿ-i ehl-i yaķįn
ħuśūśan śāĥib-i Muĥammediyye Ǿaleyhi efđalü’t-
taĥiyye kitāb-i müsteŧābınuň nažm-ı dürer-bārın[da]
ǾAbdülmuŧŧalib ĥaķķında ehl-i įmāň ve müǿmin u
müselmān idügin beyān eylemişdür.
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Bu sözde müttefiķdür ehl-i edyāň
Ki ǾAbdülmuŧŧalibdi ehl-i įmān

İşitdi doġduġını oldı mesrūr


Didi elĥamdulillāh doġdı ol nūr

162
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ķabāǿįl cemǾ olub geldi ke-māhį


Didiler doġdı ol nūr-ı ilāhį
Budur ol kim anı Allāhu aǾžem
CemįǾ enbiyādan itdi ekrem
Ħaber virmişidi Tevrāt u İncįl
Ki Ĥaķ anı ķamudan itdi tebcįl
Pes aňa itdiler ġāyetde iǾžām
İderdi faħr anuňla ĥāśıla Ǿām
ǾAceb mi ger olursa yirde mefħar
Anuňla faħr ider gökde melekler
Anuňla faħr ider evlād-ı Ādem
Anuňla faħr ider mecmūǾ-i Ǿālem
Ne Ǿālem belki Allāh faħr ider bil
Anuňçün ķıldı ħalķdan anı teclįl
Neŝr Ĥażret-i Enes ibn-i Mālik rađıyallāhu Ǿanh
rivāyet ider ol ĥażret ŧoġđuġı gice cemįǾ şeyāŧįn
merdūd olub gök yüzine çıķmaķdan menǾ olundı.
Zįrā ol ĥażretden evvel evlād-ı64[25a] şeyāŧįn gökyü-
zine çıķub meleklerüň āvāzın ve tesbįĥlerin istimāǾ
iderlerdi. Yine yiryüzine inüb şarķ u ġarba varub
baǾżı olıcaķ aĥvālden ħaber virürlerdi. Çünki ol şāh-ı
kevneyn ve māh-ı Ǿālemeyn dünyāya gelüb ķadem
baśdı ol gice Ĥaķ celle ve Ǿalā meleklere emr eyle-
di ki ateşden ĥarbeler ile rücūmen liş-şeyāŧįn idüb
göge çıķmaķdan menǾ ü nehy eyleyeler. Evlād-ı
şeyāŧįn her çend ki gök yüzine çıķub meleklerden
64
Müellif nüshasında üzeri kapandı ı için okunamayan bu cümle Atıf
Efendi nüshasından alınmı tır.

163
CAFER IYÂNÎ BEY

bir ħaber istimāǾ eylemek murād eyleseler āsümāna


śuǾūd eyleyen şeyāŧįni ateş-i Ǿaźāb ile merdūd idüb
yaķub yaķarlardı. Evlād-ı şeyāŧįn bu ĥāli göricek bir
yire cemǾ olub babaları ǾAzāzįl ķatına gelüb śūret-i
ĥāli bir bir taķrįr eylediler. Ķoca şeyŧān-ı bed-gümān
şarķ u ġarba evlādın gönderüb perįşān itdürdi kim
sürǾat ü iķdām üzere dünyāǿi geşt ü güźerāň ve cihāňı
deverān idüb bunlara ħışm-i Raĥmān neden irişüb
semāvātdan menǾ olındıķlarınuň sebebin arayub
ħaber getüreler. Evlād-ı şeyāŧįn-i Ǿadüvvüllāh dünyāǿ
başdan başa gezüb KaǾbetullāh maĥalline geldükleri
gibi gördi kim ǾAbdullāhuň saǾādet-ħānelerinden tā
Ǿarşa varınca nūr-ı aǾžam pertev śalub cümle-i cihānı
münevver eylemiş ve KaǾbe şehrinüň eŧrāfın melek-
ler bölük bölük ŧavāf idüb birbirlerine ol şems-i cihān
ve nūr-ı Raĥmānuň vücūda geldügin muştulayub
āsümān u zemįnde şādān ŧayerān eyledüklerin evlād-ı
İblįs Ǿaynen müşāhede eyledükleri eclden ataları olan
ķoca İblįse varub bir bir śūret-i ĥāli iǾlām itdiler.
İblįs-i [25b] bed-įmān bu sözi işidicek āh u fiġān ile
ellerin yüzine urub feryāda başladı ve eyitdi
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Vücūda geldi mi ol nūr-ı aǾyān
ŞefįǾ-i muķtedā-yı ehl-i įmān
Bizi matrūd iden oldur Ħudādan
Sebeb oldur bize recme semādan
Neŝr diyü ol melǾūn ġāyet maĥzūn u maķbūň
olduġından māǾadā ol sulŧān-ı dįn ŧoġduġı gice ŧāķ-ı
Kisrā iki şaķķ olub diyar-ı küffar-ı füccārda ne deňlü
deyr ü kilisa var ise ekŝerįnüň ķubbesi ol gice yıķılub

164
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

niçe biň ruhbān-ı bed-āyįn mihman-ħānesi siccįn


olduġı deyr ü kilisadan cevāmiǾ u mesācid olmış
niçe mevāżiǾde Ǿalāmetleri ilā hāźa’l-ān mübeyyen
ü muǾayyendür
Nažm
[mefāǾįlün feǾilātün mefāǾįlün feǾilün ]
Ne geldi Ǿāleme źātından ekmel ü elŧaf
Ne gördi kimse vücūdından aĥsen ü eşref

Neŝr ve bi’l-cümle ol nūr-ı ĥażret günde bir aylıķ


ķadar ķuvvet bulub günden güne mübārek cemāli
güneş gibi münevver ve āfitāb-ı Ǿālem-tābdan en-
ver olurdı. Ĥażret-i ibn-i ǾAbbās ve KaǾbu’l-Aħbār
rađıyallāhu Ǿanhumā rivāyet iderler ol Ĥażret-i
Resūl-i śāĥib-uśūlden taķāża-i ĥācet ve bevl lāzım
gelse fi’l-ĥāl yer yarılub yutardı. Ol ĥażretüň Ǿālem-i
ŧufūliyetinden zemān-ı recūliyetine gelince ķażā-i
ĥācetin ve bevlin hiçbir kes görmüş degüldür ve
mübārek başı üzere bir pāre beyāż buluŧ sayebān
olurdı. Ol nūr-ı ilāh yaǾnį Ĥażret-i risālet-penāh
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem iki yıl ve dört [26a] aylık
māh iken atası ǾAbdullāh vefāt idüb altı yaşına iriş-
dükde vālide-i mükerremeleri daħi dünyādan āħirete
rıħlet idicek dedesi ǾAbdülmuŧŧalibe vaśiyyet eyledi
ki ol ĥażrete ħiźmet ü riǾāyet eyleye. ǾAbdülmuŧŧalib
ol dürr-i yetimi śadef-i sįnesinde cānı gibi eser-i yel-
den yavuz gözden pinhān idüb65 ħiźmet ü riǾāyetin
cānına minnet bildi. Nitekim ol ĥażret yetįm u ġarįb
ķalduġına bu ĥadįŝ-i şerif delįldür
65
Müellif nüshasında olmayan bu kelime anlamı tamamlaması sebe-
biyle Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

165
CAFER IYÂNÎ BEY

yaǾnį yetįmlere ve ġarįblere siz raĥm u şefķat


ve riǾāyet u ĥimāyet idüň. Zįrā ben śaġįr iken
yetįm ve büyük iken ġarįb idüm diyü buyurur. Ol
Resūl-i kām-yāb çün sekiz yıl ve iki aylıķ āfitāb oldı
ǾAbdülmuŧŧalib daħi işbu fāňįden serāy-ı beķāya
rıĥlet idüb vaśiyyet eyledi ki Ǿammįsi Ebū Ŧālib
ĥıfž u ĥırāset ve ol ĥażrete ħiźmet eyleye. Ebū Ŧālib
cānile ĥabįb-i Ĥażret-i Ǿİzzetüň ħiźmetine ŧālib u
rāġıb olub nūr-ı çeşmi gibi ĥimāyet u riǾāyet eyler-
di.ǾUlemā-i dįn ve fużelā-i ehl-i yaķįn ittifāķ itmiş-
lerdür ki Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet ol şems-i fażįleti
śaġįr iken yetįm eylemekden Allāhu aǾlem irādet-i
şerįfeleri babalarına ħiźmet ve muĥabbet itmeyüb
Ǿubūdiyyeti kendü źāt-ı kibriyāsına olmaķ içün idi.
Ve vālide-i mükerremelerine meveddet ü ħiźmeti ol-
mayub merĥamet ü şefķati ümmetine olmaķ içün idi.
Çün ol ĥabįb Ebū Ŧālib-i Mekkį yanında [26b] on
ikinci yaşına irişdi.Ebū Ŧālib bir gün Şām-ı şerįfe
ticāret içün Ǿažįmet itmegi niyyet eyledi.Ve ol ĥażreti
Şām-ı cennet-meşām[a] bile alub götürdi. Mekke-i
Mükerreme ile Şām-ı şerįf mābeyninde Cebel-i Ŧūr
dimekle meşhūr olan mevżiǾ-i mübāreke geldiklerin-
de meger anda Naśārānuň Ǿulemā vü fuķahāsından
Buĥayrā nām rāhib nice müddet riyāżet ve Ŧūr
ŧaġında bir maġārada Ǿibādet idüb Tevrāt ve İncįlde
görür kim Mekke-i Mükerremeden Muĥammed adlu
bir peyġamber žuhūr itse gerekdür ve ol ħatemü’l-
enbiyā olub bu mekānı gelüb müşerref itse gerekdür
ve ol sulŧān-ı dįnüň žuhūrına Ǿalāmet ol mekānda nice

166
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rūzgārdan berü āb-ı revāndan ħālį bir ĥavż-ı Ǿālį için-


de māǿ-i cārįden eŝer ķalmamış ve bir zeytūn aġacı
devr-i ǾĮsā Ǿaleyhisselāmdan berü şecer-i bį-ŝemer
olub ol ķurumuş şecerüň ancaķ eŝeri ķalmışidi. Ol
şāh-ı cihān bu mekānı mihmān idinüb geldügi zemān
ķudret-i Raĥmān ile ol ĥavż-ı Ǿālįye āb-ı revān dol-
sa gerekdür ve ol bį-ŝemer olan şecer tāzelenüb yap-
rak virse gerekdür ve anuň mübārek başı üzere bir
pāre beyāż buluŧ sāyebān olub her ķanġı cānibe mü-
teveccih u seyrān itse bile revān olub gidiserdür ve
bir Ǿalāmeti daħi ol Ĥażret-i Resūl her ķanġı ķapuya
duħūl eylese śaġįr olan bāb ķudret-i Vehhāb ile vāśiǾ
u Ǿālį ola. Tā kim[27a] ol Ĥażret zūr u zaĥmet çek-
meye ve maĥall-i rükūǾa müşābih olmaya diyü ol
rāhib-i zāhid işbu Ǿalāmātı görüb bilmişidi ve anuň
ħāk-i Ǿİzzetine irsem diyü cān virmişidi. Ol rāhib
Naśārānuň ġāyet kibārından ve Musevįlerüň śāĥib-i
iftiħārlarından olmaġın ol mekān-ı mübāreke ge-
lüb mürūr iden kārbāndan bir kimse gelüb ol rāhibe
mülāķį olmayınca ve anuň ħayr duǾāsın almayın-
ca geçüb gitmezlerdi. Ebū Ŧālib-i Mekkį ol zemān
kārbān-ı Ĥicāz ile gelüb ol mekāňı mihmān idündük-
leri gibi fi’l-ĥāl bi-Ǿināyetillāhi’l-Melikü’l-MüteǾāl
ol ĥavż-ı Ǿālįye Selsebįl-i cinān gibi āb-ı revān
dolduġından maǾadā ol bį-śemer şecer tāze yapraķ
virdügin rāĥib-i zāhid göricek şād u ħandān kārbān
cānibine müteveccih u revān olub gördi kim kārbān
ħalķınuň üzerlerine bir ebr-i66 beyāż sāyebān olmuş
ŧurur. Bildi kim Ĥażret-i faħr-i Ǿālem śallallāhu Ǿaleyhi
ve sellemüň sāye-i hümā-āsāları ol mekānı müstežıl
66
Müellif nüshasında olmayan bu kelime anlamı tamamlaması sebe-
biyle Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

167
CAFER IYÂNÎ BEY

eylemişdür. Pes Buĥayrā rāhib ol ĥażretüň cemāl-i


bā-kemālin müşāhede eylemek ve ħāk-i Ǿizzetine
yüzin sürmek murād eyleyicek bir ķaśįr u śaġįr
ķapudan cemįǾ kārbān ħalķın żiyāfete daǾvet eyledi
ki Ǿināyet-i Vehhāb ķanġı źevi’l-elbāba fetĥ-i bāb ola
diyü cān gözi ile gözleridi. Ve āb-ı dįdesi dāǿim aķub
çaġlaridi.CemįǾ kārbān-ı Ĥicāž Ebū Ŧālib-i Mekkį
ile Buĥayrānuň ĥużūrına geldiler ve ol zāhidüň [27b]
elin būs idüb himmetin recā itdiler. Gördi kim ol
bāb-ı śaġįrde vüsǾat ü ĥareket yoķ. Vālih ü bį-mecāl
ķaldı.Buĥayrā zāhid Ebū Ŧālib-i Mekkįye suǿāl eyle-
di ki kārbān ħalķından hiç kimesne ķalmış mıdur ki
benüm meclis-i saǾādet-enįsüme gelüb daħil olmamış
ola. Eyitdiler hiç kimesne ķalmadı illā Muĥammed
adlu bir yetįm oġlan ġāyet bį-dermān olub meclis-i
Ǿālį-şānuňuza gelmege liyāķati olmaduġı sebeb-
den esbāb-ı aĥmālimüz ĥıfžına alıķomuşuz didiler.
Buĥayrā rāhib eyitdi be-her ĥāl ol dürr-i yetįmi daħi
getürüň diyü ibrām u iķdām eyledi. Ebū Ŧālib ķalkub
ol nūr-ı ilāhįǿi getürdi ve Buĥayrānuň ĥużūrına yi-
türdi. Ķapudan içerü dāħil olduġı gibi ķudret-i
Ħudā ve irādet-i Kibriyā ile ol bāb-ı śaġįr üç zirāǾ
miķdārı yuķaru çekilüb vāsiǾ u Ǿālį olduġın śıġār u
kibār Ǿaynen müşāhede eylediler. Buĥayrā rāhib
bildi kim ol maķśūd u murād idündügi vücūd-ı Ǿālį-
nihād budur. Buĥayrā rāhib fi’l-ĥāl ol nūr-ı Yezdān
ve gül-i ħandānuň elin eline alub mübārek ayaķları
turābına yüzin sürüb eyitdi ey benüm nūr-ı dįdem
sen āħir zemān peyġamberi olsaň gerekdür.Ve senüň
ümmetüň şarķan ve ġarben dopŧolu olsa gerekdür
diyü ol ĥaźrete nübüvvet müjdesin ve risālet ħaberin
viricek Ĥażret-i risālet-penāh śallallāhu Ǿaleyhi ve

168
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

sellem [28a]meskenet ü ādāb ile cevāb-ı müsteŧāb ey-


ledi ki ben bir żaǾįfü’l-ĥāl ve yetįm-i bį-mecāl Ǿabd-i
MüteǾālem.Nūr-ı nübüvvete liyāķatüm ve risālete
istiĥķāķum yoķdur buyurıcaķ Buĥayrā eyitdi elbette
sen Resūl-i Kibriyā ve Ħātemü’l-Enbiyā olsaň gerek-
dür.Ben senüň nūr-ı nübüvvetine yetişürsem ibtidā
dįn-i saǾādet-āyįnüňe girüb ümmet-ı lāyıķ-raĥmetüň
olısarum lākin cenāb-ı ĥażretüňden recā vü istidǾā
iderem ki beni duǾādan ferāmūş itmeyesinve baňa
bir ĥüccet iĥsān eyleyesin kim senüň ümmetüň keŝret
ü ķuvvet bulıcaķ bu mekānda mekįn olan mesākini
rencįde itmeyeler ve Naśārānuň Ǿulemā vü fuķahāsı
nāmında olan ruhbān-ı bį-dermānların tażyįķ u
āzürde itmeyeler. Buĥayrā rāhib bir cild-i ĥimāra
hüccet yazub Ĥażret-i Resūlullāh śallalāhu Ǿaleyhi
ve sellem mübārek śaġ elin zaǾferāna bulaşdurub ol
ĥüccetüň žahrına baśub taħattum eyledi. İlā ħāźe’l-
ān ruhbān-ı bed-gümān olanlar memālik-i İslāmiyede
olan tekālif-i Ǿörfiyeden muǾāfiyet daǾvāsın eyledük-
leri ol sulŧān-ı Ǿālį-nesebüň Ǿıtıķ-nāme-i şerįfeleri
āŝārıdur. Śoňra Ĥażret-iserver-i ķāyinat ve şefįǾ-i
mevcūdāŧa nübüvvet ü risālet ħilǾati geldükde ol
ĥüccetüň mażmūn-ı saǾādet-maķrūnın merǾį vü
muķarrer buyurmuşdur. Ĥattā kütüb-i tevārįħde
mesŧūr u meźkūrdur ki Ĥażret-i Resūlullāh śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellem miǾrāca Ǿurūc iderken cebel-i Ŧūra
uġrayub peyk-i Ĥażret-i Celįl yaǾnį Emįn-i Cibrįl
Ǿaleyhisselām[a] buyurdılar ki yā aħį Cebrāǿįl işbu
maķām-ı maġfiret-[28b]encāmda ibtidā baňa nübüv-
vetüm müjdesin ve risāletüm ħaberin viren Buĥayrā
rāhibdür. Imdi bu maķām-ı şerįfde bizüm daħi
eŝerimiz ķalsun diyü mübārek burāġuň ayaġı Ŧūr

169
CAFER IYÂNÎ BEY

ŧaġınuň ŧaşına ħamįre batar gibi batub ķalmışdur. İlā


hāźe’l-ān ol nişāň Ŧūr ŧaġında mübeyyen ü Ǿıyāňdur.
El-ĥāśılu’l-kelām ol zemān meclis-i Buĥayrāda olan
ehl-i Mekke taǾaccüb idüb eyitdiler ki bu ne sırr-ı
Ǿacįb ve ĥikmet-i ġarįbedür ki böyle bir yetįm-i bį-
dermān ve faķįr-i ħāŧır-perįşān insān hiç peyġamber
olmaķ ihtimāli var mıdur. Lākin Ebū Ŧālib ol
Ĥażret-i Ǿālį-menziletüň ġāyet keŝret-i muǾcize-i
şerįfelerin müşāhede itmekle cān ile ol Ĥażrete meyl
ü muĥabbet ve derūnen ħiźmet eylerdi. Buĥayrā eyit-
di bu serverüň żābiŧ u ĥāfıžı kimlerdür.Didiler Ebū
Ŧālib-i Mekkįdür.Buĥayrā eyitdi bunı siz ġāyet ĥıfž u
ĥırāset idüb śaķlaň.Mebādā ķavm-i yehūdā işbu nūr-ı
Ħudāya bir ĥaŧā irişdüreler.Bunı muĥaķķaķ bilüň Ǿan
ķarįb Ĥażret-i ĥaķķuň ĥabįbi olub risālet ü nübüvvet
ħilǾati naśįb olıcaķdur didi.Ol dem ehl-i Mekke eyit-
diler bunuň Ǿalāmetin neden bildüň. Buĥayrā gördügi
Ǿalāmātı ve ol serverüň mübārek başı üzere sāyebān
olan buluŧ pāresin bunlara gösterüb işbu Ǿalāmāt
muǾcizāt-ı enbiyāǿ-ı Ǿižāmdan ġayri kimseye mü-
yesser degüldür didi.Ol zemān Ebū Bekri’ś-Śıddįķ
rađıyallāhu Ǿanhu bile idi.Ebū Ŧālib Ebū Bekr ile
Bilāl-i Ĥabeşįǿi maǾan ķoşub yine Ĥażret-i Resūl-i
Ǿālį-himemi Mekke-i Mükerreme cānibine idħāl
[29a] ü irsāl idüb kendüleri Şam-ı şerįf yolına irtiĥāl
eylediler.Ĥaźret-i faħr-ı Ǿālem śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellem günden güne śadāķat ü istiķāmet ile maǾrūf ve
ķabāǿil mābeyninde dįn ü diyānet ile mevśūf olmaġın
nām-ı saǾādet-encāmına Muĥammed-i Emįn dirlerdi.
Emānetde ve diyānetde nažįri vü Ǿadįli yoġidi.Nūr-ı
nübüvvet cebhe-i şerįfelerinde ġāyet rūşen ü mübey-
yen idi.

170
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Resūl idi gelürdi nūr-ı ilhām
Ve lįkin žāhir olmamışdı İslām
Neŝr mübārek sinn-i şerįfleri yigirmi beşe irişicek
Ĥadįce-i Kübrā rađıyallahu Ǿanhā ĥażretlerin tezev-
vüc idüb Ĥadįceden Ķāsım ve Zeyneb ve Ruķiyye ve
Ümm-i Gülŝüm ve Fāŧıma nübüvvütden evvel vücūda
gelmişlerdür.ǾAbdullāh nübüvvetden śoňra Ĥażret-i
Ĥadįceden ve İbrāhįm Māriye-i Ķıbtįyyeden žuhūra
gelmişdür.Ĥażret-i Resūl-i Ǿādil ve sultān-ı kāmil
ķırķ yaşına vāśıl u dāħil oldukdan śoňra Ĥażret-i
Rabbü’l-Ǿİzzet tāc-ı risālet ve ħilǾat-i nübüvvet vi-
rüb vaĥy-i rabbānį nāzil olduġı gibi nisvāndan ibtidā
Ĥadįce rađıyallāhu teǾālā Ǿanhā Resūl-i kibriyāya
įmān getürüb müslįme oldı. Ricālden Ĥażret-i Ebū
Bekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu Ǿanh ticāretde ve ġurbetde
bile yāri ve yoldaşın olmaġın ibtidā Resūl-i śāĥib-
uśūlüň risāletine ve ol şems-i hidāyetüň nūr-ı nübüv-
vetine įmān getürüb müslümān oldı. Ĥażret-i Ebū
Bekri’ś-Śıddįķuň sebeb-i taśdįķın ve ehl-i įmāň u
müslümān olduġınuň taĥķįķin bu vechle beyān bu-
yurmuşlardur. Günlerde bir gün Ebū Bekri’ś-Śıddįķ
rađıyallāhu Ǿanhu Şām diyārına ticāret ile gitmiş-
di. Yolda bir gice düş gördi kim gökyüzinden ay ve
güneş yire düşüb[29b] Ebū Bekri’ś-Śıddįķuň öňine
ķonar. Bir Ǿāķil ü kāmil rāhibe varub gördügi düşin
taķrįr u taǾbįr itdirür.Ol rāhib Ebū Bekrüň yüzine
baķub eyitdi sen ne yirdensin ve ķanġı ķabįledensin.
Ebū Bekr eyitdi ben Mekke-i Mükerreme diyārından
ve ķabįle-i Benį Hāşimdenem. Rāhib eyitdi muştuluķ

171
CAFER IYÂNÎ BEY

olsun saňa zemānuňda Muĥammed Muśŧafā adlu bir


kimesne çıķub peyġamberlük daǾvāsın itse gerek-
dür. Ol kimesne peyġamber-i Ĥaķ ve Resūlullāh-ı
muŧlaķ olısardur ve sen anuň yirine ķayim-maķām ve
merciǾ-i ħāś u Ǿām olsaň gerekdür. Daħi eyitdi
Li-müellifihi
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Rāzdan birķaç sözüm vardur Ǿazįzüm diňle sen
Ser-güźeştüm saňa bir bir ideyüm taķrįr ben

Görmişidiüm nām-ı pākin nüsħa-i tenzįlde


Hem Zebūr içinde hem Tevrātda İncįlde

Bulmuşidüm vaśf-ı naǾt-ı pākini ol serverüň


Bilmişidüm ħātemi oldur ķamu peyġamberüň

Śıdķile įmān getürdüm lįk gözlerdüm anı


Duymasun ķavm-i Naśārā diyü gizlerdüm anı

Neŝr diyü düşin taǾbįr ve gördügi rüǿyānuň aślın


taķrįr eyledi.Çün Ebū Bekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu
Ǿanh Şāmdan Mekkeye Ǿavdet idüb meclis-i Resūl
Ǿaleyhisselām[a] dāħil oldı. Fi’l-ĥāl Resūl-i MüteǾāl
Ebū Bekri dįne daǾvet idüb eyitdi yā Ebū Bekr gel
müslįmān ol ve Ǿaźāb-ı nārdan emįn ol. Ebū Bekr
eyitdi yā Muĥammed baňa muǾcizāt göster saňa įmān
getüreyüm diyicek Ĥażret-i server-i kāyināt ve şefįǾ-i
ǾArāśāt buyurdı yā Ebā Bekr saňa muǾcizāt u beyyināt
Şām yolında rāhibe taķrįr eyledigüň düş yitmez mi
benüm nübüvvetümden ol rāhib saňa ħaber virmedi
mi diyü taķrįr buyurduġı birle[30a]Ĥażret-i sulŧān-ı
Ǿālį-şānuň öňinde kelime-i şehādet getürüb müslįmāň

172
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

oldı. Vaķtā kim‫و‬ 67


yaǾnį ol
sulŧān-ı dįn ve şefįǾan lil-müźnibįn Ǿālemlere raĥmet
ü hidāyet irsāl olundı. Ĥażret-i Ĥabįbullāh 68
diyü KaǾbe-i Mükerreme-
de daǾvet-i Ǿām itmege başlayub günden güne
muǾcizāt-ı Ǿaliyye ve beyyināt-ı celiyyeleri śudūr u
žuhūr itdüginden ġayri sāǾat be-sāǾat69 ol Ĥażret-i
risālet ve ħurşįd-menzilet ĥażretlerine Ĥaķ celleve
Ǿalā Cebrāǿįl-i Emįni gönderüb selām idüb buyurdı ki
ey benüm ĥabįbüm ve resūlüm ben zemįn u āsümānı
ve kevn ü mekānı senüň Ǿizzetüňe ħalķ eylemişüm.
Benüm cenāb-ı ĥażretümde ne maķśūd u murādum
varise cümle umūruň muĥaśśılu’l-merām itdüm diyü
ħiŧāb-ı Rabbü’l-Ǿİzzet vārid olıcaķ Ĥażret-i Resūl-i
kāyināt ve şefįǾ-i rūz-ı ǾAraśāt cenāb-ı ĥażrete yaǾnį
Ĥażret-i Rabbü’l-Ǿİzzete yüzin ŧutub dirdi kim yā
Rabbį cenāb-ı ĥażretüňden minnetüm ve dāǿimā him-
metüm ol żaǾįf-i ümmetümdür. Ķorķaram ki sehv ü
Ǿiśyān ve cürm ü ŧuġyān ile ehl-i nįrān olalar. Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā dergāh-ı aǾlāsından vaĥy-i mübįn
gelürdi kim yā Muĥammed bir avuç ħāk nedür kim
anuňçün minnet idesin. Sen benüm ĥabįbüm olıcaķ
cemįǾ varum senüň degül midür. Yā Muĥammed
günehkār-ı bį-miķdār ümmetüňden her kimüň kim
ŧaġlar ķadar günāhı olsa teb-i ĥarāret ve envāǾ-ı
ķaśāvet ile günāhından rücūǾ idüb bir kerre tevbe vü
inābet eylese ben anuň günāhından geçüb [30b]ehl-i
67
(Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (En-
biya-107).
68
Ey nsanlar ben size gönderilmi bir peygamberim!
69
Müellif nüshasında olmayan bu kelime anlamı tamamlamasısebebiy-
le Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

173
CAFER IYÂNÎ BEY

cennet eyleyem ve senüň ümmetüň cennete girme-


yince sāǿir ümmetlere cennetlerüm ħarām eyleyem
diyü buyurdı. Ķaçan kim
70
āyet-i kerįmesi nāzil oldıĤażret-i resūl-i Ħudā ve
maĥbūb-i Kibriyā küffār-ı bed-rāya ġazā itmege baş-
ladı. Ebū’l-Leyŝ Semerķandį raĥmetullāhi Ǿaleyh
Bostānü’l-ǾĀrifįnde eydür Ĥażret-i Resūlullāh
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem ĥażretlerinüň zemān-ı
saǾādetlerinde otuz altı ġazāsı ve baǾżı kütüb-i
muǾteberede ķırķ Ǿaded cihād u ġazāsı vāķiǾ olmuş-
dur dimişlerdür.On sekizinde bi’d-defaǾāt ol Ǿālį
ĥażret-i risālet teveccüh ü Ǿažįmet buyurmuşlardur.
Behcetü’t-Tevārįħde eydür ol sulŧān-ı dįn
ĥażretlerinüň yigirmi üç sefer-i žafer-eŝerleri vāķiǾ
olmuşdur.Ŧoķuzında bi’ź-źāt kendüleri ĥāżır olmuş-
lardur. İbtidā Ĥażret-i Resūl-i Kibriyā Ǿaleyhi
efđalü’t-teĥiyyāt baǾŝinden śoňra on iki ay geçicek
Vüddān nām maĥalle ǾUbeyde ibnü’l-Ĥāris
ĥażretlerin serdār idüb ķabįle-i Ķureyşi ve aśĥāb-
ıkirāmın gönderüb aǾrāb-ı bed-fiǾāl ile ķıtāl u cidāl
itdürüb fırśat u nuśretle aśĥāb-ı ĥażret Ǿavdet ü ricǾat
eylediler. Vaķtā kim 71
āyet-i kerįmesi nāzil oldıĤażret-i Resūl Ǿaleyhiśśalātu
ve vesselām Mekke-i Mükerremede baǾde’l-vaĥy on
üç yıl temām daǾvet-i Ǿāmmidüb nice muǾcizāt-ı
Ǿālįlerin ižhār idüb Ǿāķıbetü’l-emr Medįne-I Münev-
vereye muĥācirįn ile hicret eyledi. Medįne-i Münev-
vereye gelüb devlet ü Ǿizzetle dāħil olduķdan śoňra
Uĥud ġazāsı vāķiǾ [31a]olub anda daħi nice yüz biň
70
Allah’a ortak ko anları artık buldu unuz yerde öldürün (Tevbe-5).
71
“Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” (Mâide :
67)

174
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

muǾcizāt u beyyināt gösterüb on yıl Medįne-i Mü-


nevverede iķamet ve Ǿāmme-i ħalķı dįne daǾvet eyle-
di.ol server-i Ǿālį-tebār ve Resūl-i Kird-gār dįn ü
İslāmı temām āşikār idüb zemān-ı nübüvvet ve āvān-ı
risāletden ķırķ biňden ziyāde Ǿālį-nihāde muǾcizātın
gösterüb şeref-i įmān ile müşerref eyledi. Ebį BezreǾa
rađıyallāhu Ǿanh rivāyetinde aśĥāb-ı kirām ĥesāba
śıġmaz velįkin bu ķadar var ki haccetü’l-vedāǾ ki
Ĥażret-i risālet-penāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň
āħir ĥaccıdur. Ol vaķt śaĥābe ķırķ biň idi ve Tebük
ġazāsında yetmiş biň śaĥābe-i Ǿižām ĥażır u mevcūd
olmuşlar idi. Ebū ǾÖmer radıyallāhu Ǿanh rivāyetinde
Ĥażret-i sulŧān-ı dįn ve raĥmeten lil-Ǿālemįn serāy-ı
dünyādan dārü’l-beķāya intiķal üirtiĥāli zemānında
śaĥābe-i kirām yüz yigirmi dört biň olmuşlar idi diyü
beyān buyurmuşdur.Ĥażret-i Resūl-i Ekrem śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellemüň elfāž-ı dürer-bārından ĥadįŝ-i
şerįf istimāǾ idüb naķl idenler yedi nefer kimesneler-
dür.Ebū Hüreyre ve Ĥażret-i İbn-i ǾÖmer ve Ĥażret-i
ǾĀyişe-i Śıddįķa ve Ĥażret-i Cābir veĤażret-i İbn-i
ǾAbbās ve Ĥażret-i Enes ve Ĥażret-i ǾAbdullāh ibn-i
ǾÖmer ve İbnü’l-ǾĀśdur.Ve Ǿaşere-i mübeşşere on
nefer śaĥābe-i Ǿižāmdur.Ĥażret-i Ebū Bekri’ś-Śıddįķ
Ĥażret-i ǾÖmer Ĥażret-i ǾOŝmān Ĥażret-i ǾAlį
Ĥażret-i Ŧalĥa Ĥażret-i Zübeyr Ĥażret-i SaǾd ibn-i
Ebį Vaķķāś ve SaǾd ibn-i Zeyd Ĥażret-i Abdurrahmān
ibn-i Avf Ĥażret-i ǾUbeyde ibnü’l-Cerrāĥdur
rađıyallāhu teǾālā Ǿanhum ecmaǾįn. Ĥażret-i Ŧalĥa
Uĥud [31b]ġazāsında yetmiş yerde cerāĥat yiyüb
mübārek eli Ǿamelden ķalmış idi. Ĥażret-i Resūlullāh
Ǿaleyhiśśalātu vesselām bunuň ĥaķķında şehįd gör-
mek isteyen kimesneler Ŧalĥaǿi görsün diyü buyur-

175
CAFER IYÂNÎ BEY

muşlardur.Tārįħ-i Hicretüň otuz altısında altmış dört


yaşına irdükden śoňra Mervān ibnü’l-Ĥakem elinde
şehįd olundı. Ve baǾżılar mübarek boġazına oķ irişüb
şehįd oldı didiler. Baśrada medfūndur.Ĥażret-i Zü-
beyr ġāyet bahādır kişi idi.Medįne ve Ĥabeşe hicre-
tinde ve ġazālarda bile idi.ǾArayiż ġazāsında Ĥażret-i
Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem Zübeyrüň
ĥaķķında atam anam senüň yoluňa fedā olsun diyü
buyurmuşdur.Tārįħ-i hicretüň otuz altı senesinde
Ǿömr-i şerįfleri altmış üç yaşına irdükden śoňra ceng-i
Cemelde şehįd olmuşdur ve baǾżıları Baśra vilayetin-
de şehįd olduġın taśrįĥ eylemişler.Ĥażret-i SaǾd ibn-i
Ebį Vaķķās rađıyallāhu Ǿanhu cemįǾ ġazālarda
server-i enbiyā Ǿaleyhisselāmdan müfāraķat eyleme-
yüb ĥāżır bulunmuşlardur.On yedi yaşında įmāna
gelmişlerdür.Fāris-i İslāmdur. Uĥud ġazāsında temām
biň oķ atmışlardur. Bunlara daħi Uĥud gazāsında
Zübeyrebuyurduķları gibi oķ atariken
buyurmuşlardur. YaǾnį anam ve atam saňa fedā olsun
buyurdı. Zįrā ķabāǿil-i ǾArabda ķāǾide-i
muǾayyenedür ki birinden bir fiǾl-i ĥasene śādır olsa
taĥsįn maĥallinde atam anam saňa fedā olsun dirler.
Meşhūrdur SaǾd bin Vaķķāś ĥażretleri Ĥażret-i
ǾÖmer rađıyallāhu Ǿanh ħilāfeti zemānında ķatı çoķ
vilāyetler fetĥ eylemişdür. Hicretüň elli beşinci [32a]
tārįħinde Ǿömr-i şerįfleri yetmişden ziyāde idi.Aķįķde
şehįd olub Medįnede medfūndur.Ĥażret-i SaǾd ibn-i
Zeyd bunlar daħi ħiźmet-i şerįf-i Resūl
Ǿaleyhisselāmdan hergiz yüz döndürmeyüb her
ġazālarda bile idiler.Aķįķ nām maĥalde hicretüň elli
birinci yılında vefāt idüb Ǿömr-i şerįfleri yetmişden
ziyāde idi. Medįne-i Münevvereye getürüb defn itdi-

176
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ler.Ĥażret-i ǾAbdurraĥmān ibn-iǾAvf Medįneye hic-


retinde ve Bedr ġazāsından ġayri cemįǾ ġazālarda
Ĥażret-i Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem ile
bile idiler.Śaĥābenüň aġniyāsındandur.Uĥud
ġazāsında yigirmi yerde cerāĥat yiyüb bunlaruň
menāķıb-ı şerįfeleri ġāyet çokdur.Ĥażret-i risālet-
penāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem bunlaruň ĥaķķında
ǾAbduraĥmān yirlerde ve göklerde emįndür diyü bu-
yurmuşlardur.ǾÖmr-i şerįfleri yetmiş beşde iken
hicretüň otuz ikisinde vefāt eylemişlerdür.ǾUbeyde
ibnü’l-Cerrāĥ ĥażretleri cemįǾ ġazālarda ve Ĥabeşe
hicretinde bile idi.Bunlaruň ĥaķķında Ĥażret-i Resūl-i
Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem emįn-i hāźe’l-
ümmet diyü buyurmuşdur.Uĥud ġazāsında ġayet çok
dilāverlikler itmişdür.Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellemüň ŧolġa ħalķalarından iki ħalķa mübarek yüz-
lerine girüb batmış idi.Çıķarub timār itmişdür ve ba-
bası Bedr ġazāsında kāfir idi.Kendüye esįr oldı. Dįn-i
İslāmı ķabūl itmedügi eclden fi’l-ĥāl ķatl eyledi.
Aśĥāb-ı kirām dįn-i İslām uġurına böyle çalışurlardı.
Dįn-i saǾādet-āyįn ġayretine oġulların ve babaların
ve kendü nefs-i nefįslerin fedā eylemek yanlarında
miķdār-ı źerre degül idi rıđvānullāhi[32b] teǾālā
Ǿaleyhim ecmaǾįn.Elli sekiz yaşında iken hicretüň on
sekizinci yılında vefāt eylemişlerdür. Behcetü’t-
Tevārįħde eydür Ĥażret-i server-i enbiyā
Ǿaleyhisselāmuň ħiźmetkār ve cāriyeleri altmışa
ķarįbdür ve baǾżılar ķırķ yedidür didiler ve baǾżılar
āzād olmuş ķulları ķırķ üç ve cāriyeleri on birdür ve
ħiźmetkārları altı neferdür ķatǾā kendü ħiźmet-i
şerįflerinden bir an ve bir sāǾat cüdā olmazlardı. Biri-
si Esmā ibn-i Mālik ve RebįǾa bin ǾĀmir ĥażretleri

177
CAFER IYÂNÎ BEY

ķatırlarına tįmār iderdi. Ve İbn-i MesǾūd ĥażretleri


mübārek paşmaķlarını ķoynuna ķoyub śaķlardı ve
kitābet ile maǾrūf olan aśhāb-ı kirāmı yigirmi yedi-
dür. Zeyd ibn-i Ŝābit ve MuǾāviye ibn-i
Süfyānĥażretleri āsitāne-i nübüvvetden bir an ħālį ol-
mazlardı ve ālāt-ı ĥarbden ĥażret-i risālet-penāh
ĥażretlerinüň sekiz ķılıcı ve dört gönderi ve üç zırhı
ve dört yayları ve bir ķalķanları ve iki sancaķları ki
biri beyāż ve biri siyāh idi ve bir tolġaları ve yedi
Ǿaded atları ve dört ķatırları ve bir merkebleri ve dört
develeri ve yüzden ziyāde ķoyunları var idi.Ve ol
ĥażret-i sulŧān-ı dįnüň on iki serpūşįde ħatūnları var
idi.Evvelkisi ümmü’l-müǿminįn ǾĀyişe-i Śıddįķadur.
Ĥażret-i risālet ve kāň-ı Ǿadālet anları bākire almış-
lardur.İkincisi ĥażreti Ĥadįcedür.Anlardan yedi
evlād-ı pāķ-nihād vücūda geldügi bālāda źikr olun-
muşdur.Bir Ķāsım ve Ŧayyib ve Ŧāhir ve Fātıma ve
Ümm-i Gülŝüm ve Ruķiyye[33a] ve yedincisi Zey-
nebdür.Zeynebi ĥażret-i server-i kāyināt Ǿaleyhi
efđalü’ś-śalavāt Ebu’l-ǾĀś rađıyallāhu Ǿanh
ĥażretlerine nikāh ile virmişdür.Ve Ruķiyeǿi [ǾUtbe
ibn-i] Ebū Lehebe virmiş iken henüz ĥalvet olmadan
Tebbet Sūresi nāzil olmaġla ol sāǾat tefrįķ idüb
ĥażret-i ǾOŝmāna rađıyallāhu Ǿanh virmişdür. Ve
Ümm-i Gülŝümi daħi ǾUķbe ibn-i Ebį Lehebe virüb
nikāhı taĥtında iken ĥalvet olmadan bunı daħi
Ruķiyye ile maǾan tefrįķ idüb Ruķiyyenüň vefātından
üç yıl geçdikden śoňra anı daħi ǾOŝmān bin ǾAfvān
ĥażretlerine virmişdür.Fāŧımatü’z-Zehrā rađıyallāhu
Ǿanhā ĥażretlerini İmām ǾAlį ibn-i Ebį Ŧālib
kerremallāhu vechehu ĥażretlerine virüb Fāŧımadan
Ĥażret-i İmām ǾAlįnüň altı evlādı vücūda gelmişdür.

178
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ĥażret-iĤüseyin ve ĥażret-i İmām Ĥasan üçüncisi


Muĥsindür ve ünŝādan Zeyneb ve Ümm-i Gülŝüm ve
Ruķiyyedür.üçünci ħatunları Ĥażret-i Sevde dördün-
cisi Ümm-i Seleme beşincisi Zeyneb bint-iCaĥşdür.
Altıncısı Hafśa bint-i ǾÖmer yedincisi Ümm-i Cü-
veyriye sekizincisi Zeyneb bint-i Ĥüzeyme
ŧoķuzuncısı Meymūne onuncusı Śafiyye on birinci
Ümm-i Ĥabįbe on ikincisi Reyĥāne bint-i Zeyddür.
Resūl-i Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň zemān-ı
şerįflerinde ĥażret-iĤadįce ve Zeyneb bint-i Ĥüzeyme
vefāt eylemişlerdür.Ve bunlardan māǾadā on sekiz
ser-pūşįdeye nikāh idüb ĥalvet olmadan her birini bir
sebeb ile ıŧlāķ buyurmuşlardur.Ve dört cāriyeleri var-
dur.Birisi Mariye-i Ķibtiye bint-i ŞemǾūndur ki [33b]
anlardan Ĥażret-i İbrāhįm vücūda gelmişdür.Ol
Ĥażrete ve kāň-ı mürüvvete Mıśır sulŧānı göndermi-
şidi.Ikincisi Reyĥāne72 bint-i Zeyddür.Ve birin ol
Ĥażret-i sulŧān-ı Ǿālį-şāňuň Zeyneb bint-ı Caĥş nām
ħātūnı hibe eylemişdür.Ve birin ġazāda ele getürmüş-
lerdür rıđvānullāhi teǾālā Ǿaleyhim ecmaǾįn.
Ħātimetü’l-Kitāb
Ol Ĥażret-i ħayrü’l-beşer ve şefiǾ-i rūz-ı maĥşer
śallallāhu Ǿaleyhi vesellem mādāretü’ş-şemsi ve’l-
ķamer nūr-ı źāt ve mebdeǿ-i kāyināt iken nice ker-
re yüz biň Ǿālemi seyr idüb śūret-i beşerde ħātemü’l
enbiyâǿ olunca bunca maķāmāt-ı celiyyelerin çünkim
taĥrįr etdük ve bunca Ǿacāyib muǾcizāt-ı Ǿālį selāŧįn
bi-Ǿināyetillāhi’l-Melikü’l-Ķadįr tasŧįr itdük. Lāyıķ
oldur ki yine Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalānuň ķudret
ü ĥikmeti ve Ǿibret ü Ǿažameti beyānı ile bu kitāb-ı
72
Metinde “rey nedür” eklinde yazılmı tır.

179
CAFER IYÂNÎ BEY

saǾādet-encāmı itmām u iħtitām eyleyevüz. Tā kim


kāffe-i müǿminįn ve Ǿāmme-i muvaĥĥidįn Ĥażret-i
Rabbü’l-Ǿālemįnüň Ǿibret ü ĥikmetin ve kemāl-i
ķudretin bilüb şükr-i Ħudā eyleyeler. Bā-vücūd
bu turāb-ı aķdām ve eķallü’l-enām yaǾnį CaǾfer-i
Ǿabd-i müstehāmı daħi ħayr duǾā ile ber-devām ve
muĥaśśılu’l-merām itmege iĥsān-ı tām ideler.DuǾā-i
ħayra muĥtāc bir żaǾįfü’l-ĥāl ve naĥįfü’l-maķāl
Ǿabd-i bį-mecāldür.
Ĥikāyet
Müfessirįn ü muĥaddiŝįn olan muĥaķķiķįnden
mervįdür ĥuśūśan tefsįr-i ŜaǾlebįde Ĥaķ teǾālānuň
Ǿažamet ü kibriyāsı beyānında NuǾmān ibn-i ǾĀmir
ve CaǾfer ibn-i Muĥammed babalarından ve anlar
daħi ecdādından rivāyet ü ĥikāyet iderler ĥażret-i
[34a] Ĥaķ ve Feyyāż-ı muŧlaķ çünki Ǿarşı yaradub
kemāl-i ķudreti ve envāǾ-ı ĥikmeti üzere ķarār itdür-
di. Ĥaraķyāǿil adlu bir Ǿažįmü’ş-şemāǿil melek ħalķ
eyledi ve aňa on sekiz biň ķanad virdi ve her ķanaduň
bir ķanādına varınca beşer yüz yıllıķ yol Ǿažamet ü
vüsǾat virdüginden māǾadā başı Ǿarş-ı aǾlāda ve
ayaķları yedi ķat yirden aşaġı taĥte’ŝ-serāda idi. Ol
melek secdeye varub eyitdi ilāhį seyyidį ve mevlāyį
çün baňa bu deňlü Ǿažamet ü ķudret virdüň senüň
Ǿarş-ı aǾlāňı ibtidāsından intihāsına varınca görmek
dilerüm diyü recā eyledi. Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā ol
melege vaĥy eyledi ki murādınca varub ŧayerān ve
ķuvveti yetdükçe Ǿarşum intihāsına varunca cevelān
u seyerān eyleye. Pes ol melek bu deňlü ķuvvet ü
ķudret ile yigirmi biň yıl ķanād urup uçdı. Henüz
Ǿarş-ı aǾlānuň bir ķāyimesinüň rubǾına irişmedi.Ĥaķ
Subĥānehu ve teǾālā ol meleküň ķuvvetin ve

180
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ķanādların bir ol deňlü daħi ziyāde eyledi ki ķuvvet


ile uçub Ǿarş-ı aǾlānuň Ǿažametin müşāhede eyleye.
Yine ol melek otuz altı biň kanād ile her ķanādından
bir ķanādına varınca biňer yıllıķ yol vüsǾat ü Ǿažamet
ve bu deňlü ķuvvet ü ķudretiyle otuz biň yıl temām
yine uçub cevelān eyledi. Henüz Ǿarşuň nıśfına iriş-
medi. Yine Ĥażret-i Ĥaķ ol melege vaĥy eyledi ki yā
melek bu deňlü ķuvvet [34b] ü Ǿažamet birle eger
ķıyāmete deķ daħi uçarsaň Ǿarşımuň intihāsına iriş-
mek mecāle muĥaldür diyü buyurıcaķ ol melek Ĥaķ
teǾālā ĥażretlerinüň Ǿažamet ü ķudretine taǾaccüb
idüb 73 diyü nidā eyledi. Ĥaķ
Subĥānehu ve TeǾālā 74
āyetin inzāl
eyledi.Ĥażret-i Resūl-i Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellem yaǾnį ฀
tesbįĥin sücūduňuzda ķırāǿat idüň diyü buyurdı. Yine
KaǾb el-Aħbārdan mervįdür vaķtā kim ĥażret-i Ĥaķ
Ǿarşı bu deňlü rifǾat ü ķudret ve vüsǾat ü Ǿažamet bir-
le ħalķ eyledi Ǿarş kendünüň Ǿažamet ü vüsǾatine
maġrūr olub eyitdi bencileyin ķuvvet ü ķudretlü ve
Ǿažamet ü heybetlü Ĥaķ teǾālānuň bir daħi maħlūķı
yoķdur diyü maġrūr olıcaķ Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā
kemāl-i ķudret ve aśnāf-ı Ǿažameti birle bir Ǿažįm yı-
lan ħalķ eyleyüb emr eyledi ki Ǿarş-ı aǾlāyı ŧoķuz ķat
ħalķa olub ķuşada ve ol yılana Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalā yetmiş biň ķanād virdi ve her ķanādda yetmiş biň
rįşe yaǾnį yetmiş biň ķıl virdi. Ve her rįşeye yetmiş
biň baş ve her başa yetmiş biň dil virdi. Her gün
Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalāya dünyāda olan deryālaruň
73
Büyük Allah eksikliklerden münezzehtir(uzaktır).
74
Yüce Rabbinin adını tespih et (A’lâ-1).

181
CAFER IYÂNÎ BEY

ķaŧarātı ve eşcār u aĥcāruň miķdārı ve cemįǾ


melāikenüň ve dünyāda olan maħlūķātuň Ǿadedi
ķadar tesbįĥ u tehlįl ider. Pes ol Ǿažįm yılan Ǿarş-ı
[35a] Ǿažįmi ŧoķuz kerre başdan başa dolanub ķuşatdı
henüz Ǿarş ol yılanuň nıśfına irişmedi.ǾArş-ı aǾlā
Ĥażret-i Cenāb-ı Kibriyāya ĥamd ü ŝenā idüb ižhār-ı
teźellül eyledi.Ĥażret-i Cābir rađıyallāhu Ǿanh
Ĥażret-i server-i enbiyā Muĥammed Muśŧafā
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemden rivāyet ider ĥamele-i
Ǿarş olan melekler dört Ǿažįm melekdür.Her birinüň
omuzlarından boyunlarına varınca yedişer yüz yıllıķ
yoldur.Ve ayaķları yedi ķat yirden aşaġı taĥte’ŝ-
ŝerāda ve başları yedinci Ǿarşdan yuķarıdadur.Tesbįĥ
iderken bunlaruň āvāzın insān istimāǾ eylese āvāzları
heybetinden dügeli ħalāyıķ helāk olurlardı buyurur.
Ĥuśūśan Ǿarş-ı aǾlānuň eŧrāfında yüz biň śaf melāyike
vardur. Her birinüň Ǿažametine erbāb-ı Ǿuķūlüň
Ǿaķılları yetişmez.Cümlesi źikr ü tesbįĥe meşġūllerdür.
Eyyām u leyālįde bir an ħālį olmazlar. Her birinüň
ayaġı baśduġı yer yedi biň yıllıķ yoldur. Ĥażret-i
Rabbü’l-Ǿİzzetüň bu Ǿažamet ü Ǿibreti ehl-i baśįret
olanlara maĥż-ı naśįĥat ve ħaber-i ĥaķįķat kifāyet ey-
ler. Ĥikāyet CāmiǾü’t-Tevārįħde müfessirįn ü
muĥaddiŝįn rivāyet eyler Ĥażret-i Mūsā śalavātullāhi
Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyh Ŧūr ŧaġına giderken ħāŧırına
ħuŧūr eyledi ki ol nūr-ı kāyināt ve manžūr-ı bį-
cihātdan suǿāl ide kim Ebu’l-beşer Ĥażret-i Ādem
peyġamberden muķaddem ne Ǿālemler ħalķ idüb
kimleri yaratdı Ǿacāyib-i ķudretlerinden ħaber istimāǾ
itmegi murād eyleyicek pes biň şerm ü ĥayā ile Mūsā
Ǿaleyhisselām Ŧūr ŧaġında münācāt çāġında yüzin
yire urub [35b] eyitdi yā Rabbi Ĥażret-i Ādem-i

182
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Śafįden evvel hiç dünyā vü mā-fįhā var mıydı ve


dünyāya kimler iskān u evŧān itdürüb ne maķūle
Ǿālemler ħalķ eyledüň kemāl-i keremün ve Ǿuluvv-i
himemüňden baňa iǾlām eyle diyü niyāz u iltimās ey-
ledi. Fi’l-ĥāl cānib-i Ħudādan nidā geldi kim yā Mūsā
benüm ĥikmet ü Ǿažametüme insān-ı bį-dermān ŧāķat
ü ķudret getürimez ve benüm kemāl-i śunǾ u Ǿilmüm
bilmede erbāb-ı Ǿuķūlüň Ǿaķılları irişmez. Fe-emmā
çünkim benüm cenāb-ı kibriyāmdan suǿāl eyledüň ve
benüm ķudret u Ǿažametüm bilmegi murād eyledüň.
Yā Mūsā çün irādet-i ezeliyyem bu emr üzere müncer
oldı ki mecmūǾ-ı kāinātı yekser ve cemįǾ Ǿālemleri
berāber ķılam. Evvelā muĥaķķaķ bil kim ĥabįbüm
Muĥammed Muśŧafānuň nūr-ı pākin yaratdum. An-
dan śoňra atan Ādemden muķaddem biň Ǿālem ħalķ
eyledüm. Her Ǿālemüň Ǿömri müddetin elli biň yıl ey-
ledüm. Ve işbu Ǿālemlerden biri ħarāb olub elli biň yıl
geçmeyince Ǿālem daħi yaratmazdum. Bu üslūb üze-
re nihāyetine ve ġāyetine irişdi. Andan śoňra bir
ŧāǿife yaratdum ki bunlardan iki şekl birbirine
muvāfık u muŧābıķ degül idi. Bu ŧāǿife daħi elli biň
yıl ŝebāt u ĥayāt bulub bu mihmān-ħānede ve bu
vįrānede ulu Ǿimāretler yapup ġāyet maġrūr ve
dünyāyı maǾmūr idelüm diyü saǾy eylediler. ǾĀķıbet
bu ŧāǿife baňa Ǿāśi olduķları sebebden anları helāk
idüb yine dünyāǿi elli biň yıl temām ħakile yeksān ve
ħarāb u vįrān eyledüm. Dünyāǿi ser-cümle başdan
başa āb eyledüm. Biň yıl temām yiryüzin deryāya
ġarķ ve śuya müstaġraķ idüb [36a] her ŧarafa aķardı.
Cins-i İnsāndan ve ĥayvāndan kimse yoġidi kim ol
deryādan bir içim śu içeydi. Biň yıldan śoňra ķudret ü
Ǿažametüm ile bir Ǿažįm u mehįb śu śıġırın yaratdum.

183
CAFER IYÂNÎ BEY

Ol deryā-yı bį-pāyānı ve ol baĥr-i bį-kerānı bir dem-


de içdi. Şöyle kim ol deryā-yı bį-pāyāndan bir ķaŧre
śu ķalmadı. Andan śoňra bir ŧāǿife-i keŝįre daħi yarat-
dum ki cüŝŝede bal arusından küçürek ve siňekden
büyücek idi. Ve bu ŧāǿife-i keŝįreye ol mehįb ve Ǿacįb
Ǿažįm cāmūsı ġıdā itdürdüm ki doyunca yiyeler. Ol
ŧāǿife daħi źikr olınan cāmūsı elli biň yıl ġıdā idinüb
yidiler. Şöyle ki ol cāmūsuň eŝer-i laĥmı ķalmadı.
ǾĀķıbetü’l-emr ol ŧāǿife daħi niǾmetüm ferāmūş idüb
baňa Ǿāśį oldılar. Bunları daħi helāk idüb yine yiryüzi
elli biň yıl ħarāb u yebāb ķaldıķdan śoňra envāǾ-i
ĥikmetüm ve kemāl-i ķudretüm ile ħāliś beyāż gü-
mişden elli biň şehr yaratdum. Ve her şehrüň içinde
ħāliś altundan elli biň ķaśr-ı zįbā ħalķ eyledüm. Ve ol
şehrüň ķaśrlaruň içini sükkerden ŧatlı ħardal dānesiyle
mālāmāl ve ŧopŧolu eyledüm.Andan śoňra bir Ǿažįm u
mehįb ķuş ħalķ eyledüm ki anuň Ǿažamet ü mehābetine
Ǿaķıllar irişmezdi.Ol mürġ-i Ǿažįme źikr olınan şehr-
leri ve ķaśrları teslįm itdüm ki bu ĥardal dānelerin
yiyüb ġıdā idine. Ve ħardal dāneleri tükenüb
ķalmayıcaķ anuň Ǿömri daħi temām ola diyü taķrįr
eyledüm. Ol mürġ-i mehįb ölüm ħavfından günde bir
ħardal dānesin [36b] ġıdā idinüb yirdi.Āħirü’l-emr ol
dāneler temām olub ol ķuşuň daħi Ǿömri āħire irdi.
Andan śoňra yetmiş biň yıl yiryüzi ħālį ve ħarābe
ķalub maħlūķātımdan bir ferd dünyāda ķalmayıcaķ
yine ķudretüm ižhār ve ĥikmet ü Ǿažametüm āşikār
idüb yetmiş biň dürlü cānvarları yaratdum. Her dürlü
cānvarların Ǿömrini biňer yıl taķdįr eyledüm tā kim
bunlardan birisi helāk olub yetmiş biň yıl geçmeyince
ve yir yüzi ħarābe ķalmayınca bir ŧāǿife daħi ħalķ ey-
lemezdüm. Āħirü’l-emr bunları daħi helāk eyledüm.

184
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Andan Ǿālemi ħālį ķomayub on biň ādemi ħalķ eyle-


düm.Her ādemüň źürriyyātını birbirlerinden ayırub
her birinüň Ǿömrini onar biň yıl eyledüm. Bunlar daħi
temām yetmiş biň yıl bu vįrān-ı miĥnet-ābādda ĥayāt
bulub seyrān eylediler. ǾĀķıbet bunlar daħi Ǿāśį olub
birbirleriyle ceng ü cidāle başladılar. Bunları daħi
helāk idüb yiryüzi bi’t-temām ħālį ķalıcaķ feriştehler
Ǿaskerin yiryüzine gönderüb biň yıl yiryüzine feriş-
tehler ĥükm idüb seyerān u ŧayerān eylediler. Şöyle ki
yiryüzinde feriştehlerden ġayri benüm cenāb-ı
ĥażretüme Ǿibādet ider bir ferd yoġidi.Ve bunlardan
śoňra senüň ceddüň Ādem-i Śafįyi ħalķ idüb evlādını
sipeh-salār itdüm.Ve bunları 75
ile
tekrįm ve zįnet-i 76
ile tezyįn ü
taǾžįm itdüm diyü buyurdı. Çün Kelįm-i Ħudā
Ĥażret-i Mūsā śalavātullāhi [37a]Ǿalā nebiyyinā ve
Ǿaleyh cenāb-ı Rabbü’l-Ǿİzzetden bu ħiŧāb-ı müsteŧābı
ġūş eyledi Ĥaķ celle ve Ǿalānuň Ǿacāyib-i ķudretine
şükr idüb vālih u ħayrān ķalub bį-hūş oldı. Yā Rabbi
bu ne ĥikmet ü ķudretdür ki senüň kemāl-i ķudretüň
bilmekde Ǿaķl-ı enbiyā vü evliyā ĥayrān u perįşāndur.
Ve senüň Ǿilm ü śunǾuň bilüb fehm itmekde cemįǾ
erbāb-ı Ǿuķūlüň Ǿaķılları deryā-yı ĥayretde ser-
gerdāndur. İlāhį ol Resūl-i kāyinātuň ve Seyyid-i
mevcūdātuň nūr-ı saǾādet-āŝārı ĥürmetine bu Ǿabd-i
śadāķat-kāruň yaǾnį CaǾfer-i77 bį-miķdāruň cürm-i
Ǿiśyānına ķalem-i Ǿafv çeküb kemāl-i keremüň ve
elŧāf-ı himemüň ile şefķat u maġfiret idüb saǾādet-i
75
Andolsun, biz insano lunu erefli kıldık ( srâ-70).
76
O, insana bilmedi ini ö retendir (Alak-5).
77
Müellif nüshasında yeri bo bırakılan bu kelime anlamı tamamlama-
sı sebebiyle Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

185
CAFER IYÂNÎ BEY

dāreyn ile muĥaśśılü’l-merām eyle. İlāhį ol sulŧān-ı


dįn ve şefįǾan lil-müźnibįn ĥażretlerinüň Ǿālem-i
ervāĥda seyr itdügi maķāmāt-ı celįlenüň Ǿizzetine ne
deňlü günehkār-ı bį-miķdār ümmet-i Muĥammed
Ǿaleyhisselām varise cümlesin ol nūr-ı źātüň
ĥürmetine nār-ı dūzaħdan āzād idüb nūr-ı įmān ile
şād-kām eyle.

Li-müellifihi
[feǾilātün mefāǾįlün feǾilün]
Yā İlāhį Ǿināyet eyle baňa
Merĥamet ķıl hidāyet eyle baňa
Ĥaşr idüb ümmet-i Muĥammed ile
Eyle ĥürrem viśāl-i Aĥmed ile
Nola oldımise cürmile maķhūr
Ķul günehkār ise efendi Ġafūr
Bilürüz biz günāhımuz bį-ĥad
Olmaya ĥaşre dek yazılsa Ǿaded
Vaķtimüz böyle geçme de her bār
Ĥaķ bilür niçe idelüminkār
Rāh-ı ǾUķbāya meylüm olsa ķaçan
Ĥubb-i dünyā olur baňa rehzen
RifǾatüm istemez bu nefs-i denį
Çeker esfel maķāma durmabeni
Umaram kim ħalāś ide Allāh
Ķulluġa lāyıķ ola ben gümrāh
[37b] Eyleyüb bir bahāne-i Ǿillet
CaǾfer-i müźnibe ide raĥmet

186
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Dilerüz kim cenāb-ı Ǿİzzetden


Bizi ĥıfž eyleye meźelletden
Sebeb-i maġfiret ola bu kitāb
Derecāt-ı Bihişt ola her bāb

187
CAFER IYÂNÎ BEY

188
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-nâme
Tıpkıbasım

189
CAFER IYÂNÎ BEY

190
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

191
CAFER IYÂNÎ BEY

192
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

193
CAFER IYÂNÎ BEY

194
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

195
CAFER IYÂNÎ BEY

196
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

197
CAFER IYÂNÎ BEY

198
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

199
CAFER IYÂNÎ BEY

200
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

201
CAFER IYÂNÎ BEY

202
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

203
CAFER IYÂNÎ BEY

204
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

205
CAFER IYÂNÎ BEY

206
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

207
CAFER IYÂNÎ BEY

208
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

209
CAFER IYÂNÎ BEY

210
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

211
CAFER IYÂNÎ BEY

212
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

213
CAFER IYÂNÎ BEY

214
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

215
CAFER IYÂNÎ BEY

216
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

217
CAFER IYÂNÎ BEY

218
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

219
CAFER IYÂNÎ BEY

220
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

221
CAFER IYÂNÎ BEY

222
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

223
CAFER IYÂNÎ BEY

224
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

225
CAFER IYÂNÎ BEY

226
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

227
CAFER IYÂNÎ BEY

228
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

229
CAFER IYÂNÎ BEY

230
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

231
CAFER IYÂNÎ BEY

232
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

233
CAFER IYÂNÎ BEY

234
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

235
CAFER IYÂNÎ BEY

236
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

237
CAFER IYÂNÎ BEY

238
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

239
CAFER IYÂNÎ BEY

240
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

241
CAFER IYÂNÎ BEY

242
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

243
CAFER IYÂNÎ BEY

244
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

245
CAFER IYÂNÎ BEY

246
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

247
CAFER IYÂNÎ BEY

248
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

249
CAFER IYÂNÎ BEY

250
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

251
CAFER IYÂNÎ BEY

252
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

253
CAFER IYÂNÎ BEY

254
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

255
CAFER IYÂNÎ BEY

256
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

257
CAFER IYÂNÎ BEY

258
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

259
CAFER IYÂNÎ BEY

260
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

261
CAFER IYÂNÎ BEY

262
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

263
CAFER IYÂNÎ BEY

264
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

265
CAFER IYÂNÎ BEY

266
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

267
CAFER IYÂNÎ BEY

268
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-nâme
Tıpkıbasım

269

You might also like