You are on page 1of 387

NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Cafer Iyânî Bey


Nûr-nâme
Varlığın İncisi

1
CAFER IYÂNÎ BEY
CAFER IYÂNÎ: Kaynaklara göre, 1587’de Budin’de, 1591-92’de
Peçuy’da kadı nâibliği, sonra da maliye bürokratı olarak görev yapmış bir
müellifuir. Tiryaki Hasan Paşa’nın yanında divan baş defuerdarı olmuş,
Budin beyler- beyliği maliye tezkireciliği ve tezkire eminliği, Rumeli
Eyaleti defuer emin- liği görevlerini yapmış ve 1593’te Budin beylerbeyi
Koca Sinan Paşazâde Mehmed Paşa’nın maiyetinde Bosna’ya gitmiştir.
1593-94’de Rumeli Eyaleti defuer emini olarak Sadrazam Koca Sinan
Paşa’nın Yanıkkale’yi fethinde bu- lunan Cafer Iyânî’ye, seferin sonunda
hizmetine karşılık olmak üzere vazife- sine ilâveten divan müteferrikalığı
verilmiştir. 1595’te bu görevini bırakarak hac farizasını yerine getirmek
üzere önce Mısır’a, oradan da Hicaz’a gitmiş- tir. Mekke’de Şeyh Ahmed
Sâdık’ın tesiriyle Nakşibendî tarikatına girmiş ve oradan San’a’ya, Yemen
Beylerbeyi Hasan Paşa’nın yanına giderek Zübdetü’n- Nesâyih ve Umdetü’t-
Tevârîh adlı eserini ona ithaf etmiştir. 1602-1603 yılla- rında yazdığı Nur-
nâme’de Tımışvar’da hazine defuerdarı olduğunu kayde- den Cafer
Iyânî’nin ölüm tarihi için Bağdatlı İsmail Paşa 1611 yılını, Fehmi Ethem
Karatay ise Zübdetü’n-Nesâih’in istinsah tarihinden hareketle 1614
sonrasını vermektedirler. ESERLERİ: Tevârih-i Cedîd-i Vilâyet-i
Öngürüs, Zübdetü’n-Nesâih ve Umdetü’t-Tevârîh, Nurnâme, Cihâdnâme-i
Hasan Paşa, Nesâihu’l-Mülûk
TURAN AÇIK: 1981 yılında Nevşehir’de doğdu. İlk ve Orta öğrenimi
Nevşehir’de tamamladıktan sonra 2003’te Akdeniz Üniversitesi
Fen- Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümü’nden mezun oldu. Aynı yıl KTÜ
Sosyal Bi- limler Enstitüsü Tarih Anabilim Dalında yüksek lisans
programına, 2005’te de araştırma görevlisi olarak çalışmaya başladı.
Yüksek lisans programından Şer‘iye Sicillerine Göre Trabzon’da Mülk
Satışları (1747-1757) başlıklı tezi ile mezun oldu. Aynı yıl KTÜ Sosyal
Bilimler Enstitüsünde başladığı dokto- ra eğitimini 2012 yılında “Gelenek
ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şeh- ri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında
Trabzon’da Siyaset” başlıklı tezi ile tamamladı. Amasya Üniversitesi Fen-
Edebiyat Fakültesi Tarih Bölümünde öğretim üyesi olan ve Osmanlı tarihi
hakkında yayınlanmış çeşitli makale ve bildirileri olan Turan Açık, bu
alandaki çalışmalarını sürdürmektedir.
MÜCAHİT KAÇAR: 1980 yılında Batman’da doğdu. İlk ve Orta
öğrenimini Bitlis’te tamamladıktan sonra 2003’te KTÜ Fen-Edebiyat
Fakül- tesi Türk Dili ve Edebiyatı Bölümü’nden mezun oldu ve bu bölümde
Araştır- ma Görevlisi olarak çalışmaya başladı. Yüksek Lisans
programından “Fuzûlî ve Şeyh Gâlib’in İslâmi Kaynaklı Sözler Bakımından
Karşılaştırılması” isimli teziyle 2006’da mezun oldu. Aynı yıl İstanbul
Üniversitesi Edebiyat Fakül- tesi Eski Türk Edebiyatı Bilim Dalı’nda
başladığı doktora eğitimini 2010’da “İbni Kemâl Dîvânı’nın İncelenmesi
(Nazım Bilgisi – Belâgat – Üslûp ve Dil Özellikleri - Muhtevâ)” isimli
teziyle tamamladı. KTÜ Edebiyat Fakültesin- de öğretim üyesi olan ve
Eski Türk Edebiyatı alanında yayımlanmış çeşitli makale ve bildirileri ile
Hadîkâtü’l-Fünûn, Gurretü’l-Beyzâ, Örnek Metinler, Şerîfî Dîvânı (Sadık
Yazar’la birlikte) ve Fetih-nâme-i Sigetvâr (Ahmet Arslantürk’le
birlikte) isimli kitapları bulunan Mücahit Kaçar, evli
ve iki kız babasıdır.
2
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Cafer Iyânî Bey


Nûr-nâme
Varlığın İncisi
Hazırlayan
Turan Açık
Mücahit Kaçar

3
CAFER IYÂNÎ BEY

Büyüyenay Yayınları: 40

Cafer Iyânî Bey


Nûr-nâme
Varlığın İncisi
Hazırlayan
Turan Açık
Mücahit
Kaçar
Özgün Adı
Nûr-nâme
Yayın Yönetmeni
Mustafa Kirenci
Kapak Tasarımı
Davut Köse
Mizanpaj
Zeyd Onur Sönmez
Baskı-Cilt
Alioğlu Matbaacılık
Orta Mh. Fatin Rüştü S. 1-
3A Bayrampaşa/İSTANBUL
Tel: 0212 612 95 59
Matbaa Sertifika No: 11946
1. Baskı
Büyüyenay Yayınları, İstanbul, Temmuz
2013 ISBN: 978-605-5166- 25-0
T.C. Kültür ve Turizm Bakanlığı Sertifika No: 23494
© Bütün yayın hakları “Büyüyenay Yayınları”na
aittir. Kaynak gösterilerek tanıtım amacıyla ve
araştırma için yapılacak kısa alıntılar dışında,
yayıncının yazılı izni olmaksızın hiçbir şekilde
kopya edilemez, elektronik ve mekanik yolla
çoğaltılamaz, yayımlanamaz ve dağıtılamaz.

BÜYÜYENAY YAYINLARI
İskenderpaşa Mah. Kıztaşı Cd. Elif
Han. No:13, Kat:2 34080 Fatih -
İSTANBUL Tel. - Faks: 0212 533 18
11 buyuyenay.com.tr
info@buyuyenayyayinlari.com.tr

4
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Şeflat ve merhamet Peygamberi


hakkındaki bu eseri, şeflat kahramanları
olan annelerimiz Emine ve Çiçek
hanımlara ithaf ediyoruz.

5
CAFER IYÂNÎ BEY

6
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İçindekiler
Önsöz................................................................................ 9
Giriş.......................................................................................
1. Nûr-nâme ve Yazarı Hakkında...........................11
2. Nûr-ı Muhammedî İnancı...................................17
3. Peygamber Sevgisinin ve Nûr-ı Muhammedî İnan-
cının Osmanlı Edebiyatındaki Yansımaları.............20
4. Bir Osmanlı Bürokratı Niçin Nûr-nâme Yazar?.....31
Kaynaklar ........................................................................43
Nûr-nâme / Varlığın İncisi
Günümüz Türkçesiyle
Birinci Bölüm

[Sebeb-i Te’lif] ...............................................................51


Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Nûrunun Ruhlar Âleminde
Olan Aslını ve Derecelerini Belirtmek ve Bütün
Yara- dılmışlardan Önceliği ve Her Şeyden Faziletli
Olduğu Hakkındadır...55
İkinci Bölüm

Hz. Peygamber’in tertemiz ruhunun peygamberlerin


ve diğer yüce kimselerin ruhlarıyla olan münasebeti
ve o şerefmi nûrun hürmetine Yüce Allah’ın Hz.
Âdem ile

7
CAFER IYÂNÎ BEY

Havvâ’yı yaratması, Serendip Dağı’na indirilmelerine


kadar nail oldukları nimetler ve dünyaya gönderilme-
leri ................................................................................. ..65

Üçüncü Bölüm

Hz. Âdem’in peygamberliğinden Hz. Şît’in halifeliği-


ne kadar geçen sürede Hz. Âdem ile Havvâ’nın
durum- ları ve Hz. Muhammed’in nûrunun kendisine
ulaşın- caya kadar hangi silsileyle kimlerde
bulunduğu........79
Dördüncü Bölüm

Hz. Peygamber’in mübarek nûrunun yerini bulma-


sı; âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’in dünyayı
şerefmendireceğine dair mucizelerin ortaya çıkması ve
peygamberlik nûru ........................................................89
Kitabın Sonu ................................................................106
Nûr-nâme
Metin
Metin .............................................................................113
Nûr-nâme
Tıpkıbasım
Tıpkıbasım....................................................................189

8
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Önsöz
Hz. Muhammed’in hayatı ve mucizeleri yanında
her şeyden önce yaratıldığı ve bütün faziletlerin
kayna- ğı olduğu hususu Osmanlı’da dînî-tasavvufî
eserlerde ele alınan temel konulardan biri olduğu
gibi doğru- dan bu konuyla alakalı olmayan edebî
eserlerde de bu hususa çok sık değinilmektedir. 16.
yüzyıl bürokrat müellifmerinden biri olan Cafer Iyânî
Bey de tasavvufî düşüncede Hz. Peygamber’in
manevî şahsiyetinin de- recesini ifade etmek için
kullanılan Nûr-ı Muhammedî kavramını elinizdeki
eserine konu edinmiş, kitabına da bunu çağrıştıran
Nûr-nâme ismini vermiştir.
Hicrî 1013 (M. 1603) tarihinde kaleme alınan
Nûr-nâme, Cafer Iyânî Bey’in Hz. Peygamber’in par-
lak nurunun ve tertemiz ruhunun yaratılmış her
şeyden daha faziletli olduğuna dair rivayetleri
muteber kitap- lardan bir araya getirerek meydana
getirdiği bir eserdir. Sultan I. Ahmed nâmına yazılan
bu eserin elimizde bi- risi yurtdışında olmak üzere 10
nüshası bulunmaktadır. Eserin Süleymâniye
Kütüphanesi Nurosmaniye 4998 numaralı nüshası
Cafer Iyânî tarafından kaleme alındı- ğı için
çalışmamızda bu nüsha esas alınmıştır.
9
ÖNSÖZ

Bu çalışmada, öncelikle, dört bölümden oluşan


eser ve yazarı hakkında bilgiler verilerek Nûr-ı
Muhammedî düşüncesinin Osmanlı edebiyatı ve
düşünce sistemi içindeki yerine değinilmiş, bir
Osmanlı bürokratının böyle bir eser kaleme
almasının sebepleri hakkındaki mülahazalarımız
sunulmuştur. Ardından eserin günü- müz Türkçesiyle
sadeleştirilmiş metni ve transkripsi- yonlu olarak yeni
harfmere çevrilmiş şekli sunulmuştur. Çalışmanın
sonuna da müellifin kendi el yazısı olan nüshanın
tıpkıbasımı eklenmiştir.
Hazret-i Peygamber hakkında kaleme alınmış bir
eseri okuyucularla buluşturma ve Osmanlıyı daha iyi
anlama gayesiyle takdirinize sunmuş olduğumuz bu
çalışma, elbette kulların elinden çıkan her şey gibi
ek- siklik ve kusurlarla maluldür. Bu hususun iyi
niyetimize hamledilmesini, tespit edilecek eksiklik ve
hataların ta- rafımıza iletilmesini istirham ederiz.
Bu eserin meydana gelmesinde değerli dostumuz
Doç. Dr. Sadık Yazar’ın yardım ve destekleri ile
Büyü- yenay Yayınlarından Mustafa Kirenci Bey’in
gayret ve teşviklerinin büyük payı vardır. Her ikisine
de teşek- kürlerimizi sunarız.
Turan
Açık Mücahit
Kaçar
Haziran 2013
10
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Giriş
1. Nûr-nâme ve Yazarı Hakkında

Cafer Iyânî Bey, kadı nâibliğinden sonra maliye bü-


rokratı olarak görev yapmış bir müellifuir. Kaynaklara
göre,1 1587’de Budin’de, 1591-92’de de vatanı
olarak kabul ettiği Peçuy’da kadı nâibliği yapmıştır.
Ardından Tiryaki Hasan Paşa’nın yanında divan
başdefuerdarı ol- muştur. Budin beylerbeyliği maliye
tezkireciliği ve tezki- re eminliği vazifelerinde iken
İstanbul’a gitmiştir. Orada kendisine Rumeli Eyaleti
defuer eminliği görevi verilmiş ve 16 Ramazan 1001
(16 Haziran 1593) tarihinde Bu- din Beylerbeyi Koca
Sinan Paşazâde Mehmed Paşa’nın maiyetinde
Bosna’ya gitmiştir. 1002’de (1593-94) Ru- meli
Eyaleti defuer emini olarak Sadrazam Koca Sinan
Paşa’nın Yanıkkale’yi fethinde bulunan Cafer Iyânî’ye,
seferin sonunda hizmetine karşılık olmak üzere
vazifesi- ne ilâveten divan müteferrikalığı verilmiştir.
1595’te bu
1 Cafer Iyânî hakkındaki bilgiler için bkz: Mehmet Kirişçioğlu,
“Cafer Iyâni”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi
(DİA), C. 6. İstanbul, 1992, s. 551-552.; Mehmed Tâhir,
Os- manlı Müellifmeri, C. III. Bizim Büro Yayınları, Ankara,
2000, s. 41.
11
GİRİŞ

görevini bırakarak hac farizasını yerine getirmek üzere


önce Mısır’a, oradan da Hicaz’a gitmiştir. Mekke’de
Şeyh Ahmed Sâdık’ın tesiriyle Nakşibendî tarikatına
girmiş ve oradan San’a’ya, Yemen Beylerbeyi Hasan
Paşa’nın yanı- na giderek Zübdetü’n-Nesâyih ve
Umdetü’t-Tevârîh adlı eserini ona ithaf etmiştir. 1602-
1603 yıllarında yazdığı Nur-nâme adlı eserinde
Tımışvar’da hazine defuerdarı olduğunu kaydeden
Cafer Iyânî’nin ölüm tarihi için Bağ- datlı İsmail Paşa
1020 (1611) yılını, Fehmi Ethem Kara- tay ise
Zübdetü’n-nesâih’in istinsah tarihinden hareketle
1023’ten (1614) sonrasını vermektedirler. Cafer
Iyânî’nin, Tevârih-i Cedîd-i Vilâyet-i Öngürüs,2
Zübdetü’n-Nesâih ve Umdetü’t-Tevârîh, Nûrnâme,
Cihâdnâme-i Hasan Paşa ve Nesâihu’l-Mülûk olmak
üzere 5 adet eser kaleme al- dığı görülmektedir.
Dolayısıyla Gelibolulu Mustafa Âlî3 kadar velud bir
Osmanlı bürokrat-yazarı olmasa bile yine de iyi
addedilebilecek bir yazım potansiyeli olduğu görül-
mektedir. Böylece eserleri neşredilmesi gereken bir
tarihî şahsiyet olarak karşımıza çıkmaktadır.
Hicrî 1013 (M. 1603) tarihinde kaleme alınan Nûr-
nâme, Cafer Iyânî Bey’in de eserin sebeb-i te’lîf
kısmında belirttiği gibi Tımışvar’daki bazı âlim ve fakîh
dostlarının Hz. Peygamber’in parlak nuru ve tertemiz
ruhunun hangi sebeplerden dolayı her şeyden evvel
yaratıldığına ve diğer peygamberlerden daha üstün
olduğuna dair menkıbeleri Arapça eserlerden Türkçeye
tercüme etmesini istemeleri

2 Mehmet Kirişçioğlu, Tevârih-i Cedîd-i Vilâyet-i Öngürüs:


(Osmanlı - Macar Mücadelesi Tarihi, 1585-1595), stanbul:
Kitabevi Yayınları, stanbul, Tarih
3 Hakkında bkz. Cornel H. Fleischer, Tarihçi Mustafa Ali: Bir
Osmanlı Aydını ve Bürokratı (Çev. Ayla Ortaç), Tarih Vakfı
Yurt Yayınları, İstanbul 2008.
12
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

üzerine bu konuda yazılmış eserlerdeki bilgileri


Türkçeye aktarmasıyla meydana getirilmiştir.
Kaynaklarda her ne kadar bu eserin Gazalî
tarafından yazılan Mişkatü’l-Envâr isimli eserin tercümesi
olduğu zik- rediliyorsa da, gerek eserde buna dair bir
ifade geçmemesi gerekse de yazarın bunun aksini
gösteren sözleri sebebiyle bu bilgiye şüpheyle yaklaşmak
gerekmektedir. Zira Cafer Iyânî, eserin sebeb-i te’lîf
bölümünde geçen “rivāyāt-ı śarįĥa ve kütüb-i
śaĥįĥadan ol Ĥażret-i şāh-ı eyvān-ı risāletüň
menāķıb-ı Ǿālįleri lisān-ı ǾArabįden zebān-ı Türkįye
terceme olınmaġa mübāşeret ķılınub” ifade- sinde
bulunan “rivāyāt-ı śarįĥa ve kütüb-i śaĥįĥa” 4
ibaresinden de anlaşılacağı üzere, bu eseri, farklı
kitaplar- daki bilgileri bir araya getirerek oluşturmuştur.
Nitekim Cafer Iyânî, eserin bölüm başlarında,
anlatacağı konuyu hangi kaynaklardan aldığını
zikreder. Buna göre Nur- nâme’yi Mişkâtü’l-Envâr,
Dekâyiku’l-Ahbâr, Şevâhidü’n- Nübüvve, Behcetü’t-
Tevârîh, Câmi’ü’t-Tevârîh, Firdevsü’l- Ahbâr, Evâil-i
Süyûtî, Bostânü’l-Ârifîn ve Tefsir-i Salebî gibi eserler
ile ismi verilmeyen bazı tefsir, hadis ve tarih
kitaplarında yer alan Hz. Peygamber hakkındaki
bilgiler- den oluşturmuştur.
Cafer Iyânî, bu eseri “Ĥażret-i Sulŧān-ı Ǿālį-
cenāb ve ħāķān-i rifǾat-meāb mihr-i sipihr-i
cihān-bānį ħülāśa-i dūd-mān-i ǾOŝmānį Sulŧānü’l-
ġuzāt ve’l- mücāhidįn Sulŧān Aĥmed Ħān-ı Ġāzį
ibn-i Sulŧān

4 Hz. Allah’ın yüce yardımını umarak; din sultanı ve âlemlere


rahmet olan Hz. Peygamber’in bereketli mucizelerini vesile
ede- rek peygamberlik sarayının padişahı olan Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) aşikâr rivayetlerde ve doğru
kitaplarda bulunan yüce menkıbelerini Arapçadan Türkçeye
tercüme etmeğe giriştim ve bu kitaba Nūr-nāme ismini
verdim.

13
GİRİŞ

Muhammed Ħān” şeklinde övdüğü Sultan I. Ahmed


nâmına yazdığını belirtmektedir.
Nûr-nâme’nin birisi yurtdışında olmak üzere 10
nüshası bulunmaktadır.5 Süleymâniye Kütüphanesi Nu-
rosmaniye 4998 numaralı nüsha, eserin sonuna eklenen
“ketebehû ‘abd-i ….. bi-‘inâyeti’l-Meliki’l-Ġafûr
Ca‘fer b. Ĥasan el-musannifu’l-mezbûr sene 1013”
6ibaresinden de anlaşılacağı üzere, Cafer Iyânî

tarafından kaleme alınmıştır. Bu ibârede geçen


“musannif-i mezbûr” tanımlaması yazarın kendisini
müellif olarak görmediği- ni; bu eseri başka eserlerdeki
bilgileri tercüme ve tasnif ederek oluşturduğunu
vurgulamaya çalıştığını göster- mektedir. Nestalik bir
hatla yazılmış olan bu nüsha 37 varaktan
oluşmaktadır. Eserin [1a] sayfasında bu nüsha- nın
Sultan III. Osman tarafından vakfedildiğine dair bir
kayıt ve padişahın mührü bulunmaktadır.
Nûr-nâme, yukarıda da belirtildiği üzere bir sebeb-i
te’lîf bölümüyle başlar. Bu bölümde yazar, böyle bir
ese- rin kendisinden istendiğini ve bütün eksiklerine
rağmen bu işe giriştiğini anlattıktan sonra, eseri I.
Ahmed adına yazdığını ifade eder.
Eser, dört bâbdan oluşmaktadır. Birinci Bâbda, Hz.
Peygamber’in mübârek nurunun herşeyden önce ya-
5 Süleymâniye Kütüphanesi Âtıf Efendi 1746/1; Nurosmaniye
4998; Beyazıt Devlet Ktp. Veliyyüddîn Efendi 3205; Kayseri
Ra id Efendi Ktp. 1158; Atatürk Kitaplı ı OE 400/1; Yapı
Kre- di Bankası Sermet Çifter Ktp. 927/1; Türk Tarih
Kurumu nr. 537/1; stanbul Üniversitesi Kütüphanesi TY, nr.
7388 ve 806; ngiltere Milli Kütüphanesi Türkçe Yazmaları
Or. 11046.
6 Bu risale, yüce gönüllü, sığınağımız, gökyüzünün güneşi ve
Osmanlı hanedanının özü, gazi ve mücahidlerin sultanı olan
Sultan Mehmed Han oğlu Gazi Sultan Ahmed Han’ın –
Allah hilafetini devranın bitişine kadar dâim etsin- saadet
veren isim- lerinin himmetiyle tamamlandı.
14
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ratıldığına ve bütün mahlûkattan üstün olduğuna dair


rivayetler aktarılmaktadır. Bu bölümde Allah’ın Hz.
Peygamber’in nurunu yaratması, ona nazar etmesi ve o
nurdan bütün mahlûkatı yaratması hadiseleri ayrıntılı bir
şekilde anlatılmaktadır. İkinci Bâbda, Hz. Peygamber’in
nurundan yaratılan enbiyâ, evliyâ ve diğer bütün
insanla- rın ona tabi olmaları ve üstünlüğünü kabul
etmeleri vur- gulanmaktadır. Ardından da Hz. Âdem ile
Hz. Havvâ’nın yaratılmaları, şeytanın Allah’a isyan
etmesi ve Hz. Âdem ile Hz.Havvâ’yı kandırması
üzerine onların cennetten çıkarılmaları hadisesi
anlatılmaktadır. Üçüncü Bâbda ise yeryüzüne indirilen
Hz. Âdem ile Hz. Havvâ’nın durum- ları, tevbelerinin
kabulü ve ardından yeryüzünü imar et- meleri konu
edilmiştir. Yine Hz. Peygamber’in nurunun Hz.
Âdem’de görünmesi ve ondan da Hz. Şit’e geçerek
mübârek bir silsile ile Hz. Peygamber’e ulaşması
anlatıl- maktadır. Bu bölümde A’râf Sûresi 172. âyette
de geçen Allah’ın Hz. Muhammed’in nurunu ve bütün
kâinatı ya- ratmasından sonra bütün ruhları huzuruna
alarak “ben sizin rabbiniz değil miyim?” diye
sorması ve ruhların da “evet, sen bizim rabbimizsin”
demeleri hadisesi de zikredilmektedir. Dördüncü
Bâbda ise Ebrehe’nin Hz. Peygamber’in doğumundan
önce gerçekleşen Kâbe’yi yıkma teşebbüsü, doğumu
anında görülen olağanüstü olaylar, Rahip Buhayrâ’nın
Hz. Peygamber’le olan hadi- sesi ve Hz. Peygamber’in
eşlerinin ve çocuklarının isim- leri hakkında bilgi
verilmektedir. Bu bölümde ayrıca Hz. Peygamber’in
savaşları, aşere-i mübeşşere, sahabelerin sayısı,
sahabelerin faziletleri gibi konularda açıklamalar
bulunmaktadır. Nûr-nâme’nin sonunda “Hâtimetü’l-
Kitâb” isimli bir bölüm yer almaktadır. Bu bölümde
bazı kısas-ı enbiya eserlerinde geçen ve Allah’ın
azametini an-
15
GİRİŞ

latan bir rivayet ile Hz. Mûsâ’nın Allah’a yönelttiği,


“Hz. Âdem’den önce kimler dünyada yaşadı” şeklindeki
soruya verilen cevap sunularak okuyucuya nasihat
edilmektedir.
Nûr-nâme’nin muhtevasına bakıldığında kâinâtın ya-
ratılışı, Hz. Âdem’in cennetten çıkarılışı ve Allah’ın
aza- meti hakkındaki bölümlerin İsrâiliyat kaynaklı
olduğu söylenen bazı kısas-ı enbiyâlarla örtüştüğü
görülmektedir. Bilindiği üzere, ehl-i kitaba ait bilgiler,
daha sahabe asrın- dan başlayarak Müslümanlar arasında
yayılmaya başlamış ve sonraki dönemlerde halk arasında
iyice yaygınlaşan bu rivayetler birçok önemli tefsir,
hadis ve tarih kitabında da nakledilmiştir. Böylece
yalnızca peygamberlerin hayatları ve kıssaları değil,
kâinatın ve insanoğlunun yaratılışının da anlatıldığı
Kısas-ı Enbiyâ türü eserlerde, Kur’ân kay- naklı
bilgilerin yanında İsrâiliyât kaynaklı rivayetler de
sonraki nesillere aktarılmıştır.
İslâmî Edebiyatta kısas-ı enbiyâ yazan en önemli
mü- ellifmerden biri kısaca Salebî olarak bilinen Ebû
İshâk Ah- med bin Muhammed es-Salebî’dir. Salebî,
Kitâbu Arâisi’l- Mecâlis fî Kasasi’l-Enbiyâ7 isimli
eserinde peygamberlerle ilgili kıssaları aktarırken
birtakım hurafeleri ve Kitâb-ı Mukaddes ve onun
dışındaki kaynaklarda mevcut bazı
7 Bu eser ve Türkçe tercümeleri hakkında bkz. Emine Yıl-
maz-Nurettin Demir, “Bir Salebî Çevirisi (Kısas-ı Enbiyâ:
TDK Nüshası)”, International Journal of Central Asian
Studies, X/1, (2005), s.1-8; Emine Yılmaz-Nurettin Demir,
“Sa’lebî’nin Kitâbu Arâ’isi’l-mecâlis fî Kısasi’l-Enbiyâ’sının
Anadolu Sahasında Yapılmı Çevirileri”, Journal of Turkish
Studies /Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi (Cem Dil-
çin Armağanı), XXXIII/II, (2009), s. 359-61; Günay
Tümer, “Arâisü’l-Mecâlis”, Türkiye Diyanet Vakfı İslam
Ansik- lopedisi (DİA) , 1991, C. 3., III, s. 265-266; Meriç
Ökten, Salebî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sının XIV. Yüzyılda
Türkçe Ter- cümesi, (Yayınlanmamı Doktora Tezi),
stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü stanbul, 2000.
16
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

bilgileri de aktarmış olduğu halde, eseri Müslüman top-


lumlar arasında büyük bir şöhret kazanmıştır. Eski
Ana- dolu Türkçesi döneminde meydana getirilmiş
kısas-ı enbiyâlar da genelde Salebî’nin eserinin
tercümeleridir.8 Cafer Iyânî de Nûr-nâme’de
Sa’lebî’nin eserinden ter- cüme yaptığını ifade
etmiştir. Dolayısıyla okuyucuların Nûr-nâme’de
bulunan bazı bölümlerin İsrâiliyât kaynaklı olabilme
ihtimâllerini de göz önünde bulundurmaları ge-
rekmektedir.
2. Nûr-ı Muhammedî İnancı 9

Nûr-ı Muhammedî terimi, dînî-tasavvufî eserlerde


Hz. Peygamber’in manevî şahsiyetini ifade etmek için
kullanılıp bazen de hakîkat-i Muhammediyye şeklinde
ifade edilmektedir. Bu iki terim de Hz. Muhammed’in
her şeyden önce yaratıldığını, kâinatın da ondan yaratıl-
dığını ve dolayısıyla Hz. Muhammed’in bütün faziletle-
rin kaynağı olduğunu ifade etmek üzere kullanılır.
Nûr-ı Muhammedî fikrine ilk olarak Sehl b. Ab-
dullah et-Tüsterî’de (ö. 283/896) rastlanır. Allah’ın Hz.
8 Türkiye kütüphanelerinde bulunan kısas-ı enbiya tercümeleri
için bkz. Sadık Yazar, Anadolu Sahası Klasik Türk Edebi-
yatında Tercüme ve Şerh Geleneği, (Yayınlanmamı Doktora
Tezi), stanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü, stan-
bul, 2011, s. 949-956.
9 Bu konu Mehmet Demirci tarafından kaynakları da verile-
rek ayrıntılı bir şekilde iki farklı yazıda ele alındığı için
çalış- mamızda “Nûr-ı Muhammedî” hakkında
söyleyeceklerimiz genel olarak kendisinin aşağıda
verdiğimiz bu çalışmalarına dayanmaktadır. Bu bölümde
kaynaklara ayrıca işaret edilme- yecektir. Okuyucular bu iki
yazıyı okuyarak konuyla ilgili çok daha ayrıntılı bilgiye sahip
olabilirler. Mehmet Demirci, “Nûr-ı Muhammedî”, DEÜ
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. I, (1983), s.239-257;
“Hakîkat-i Muhammediyye”, Türkiye Diyanet Vakfı
İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 15, İstanbul, 1997, s.179-
180.
17
GİRİŞ

Muhammed’i kendi nurundan yarattığını ileri


süren Tüsterî, bunu herhangi bir kavramla ifade
etmediği gibi bu hususun bir yaratma sebebi olduğunu
da söylememiş- tir. Bu görüş daha sonra Hallâc-ı
Mansûr, Aynülkudât Hemedânî, Rûzbihân-ı Baklî
gibi mutasavvıfmar ta- rafından geliştirilmiştir.
Muhyiddin İbnü’l-Arabî ve Abdülkerîm el-Cîlî
tarafından açıklanan terim, zaman içinde bugünkü
anlamında kullanılır hale gelmiştir.
Nûr-ı Muhammedî kavramı şu şekilde özetlenebi-
lir: Hz. Peygamber’in altmış üç senelik zamanla sınırlı
cismanî hayatından ayrı bir varlığı daha mevcuttur. Bu
görüşe göre, Allah’tan başka hiçbir şey yok iken ilk
defa hakîkat-i Muhammediyye var olmuş, bütün
yaratıklar bu hakikatten ve onun için halkedilmiştir.
Âlemin var olma sebebi, maddesi ve gayesi bu
hakikattir. Bu husus, muta- savvıfmarın eserlerinde çok
sık kullanılan ve kudsî hadis olarak da rivayet edilen
“Sen olmasaydın ben kâinatı ya- ratmazdım”
cümlesiyle ifade edilir. Hz. Muhammed’in nuru,
bütün insanlardan hatta meleklerden önce var
olduğundan, Hz. Âdem’in insanların maddeten babası
(ebü’l-beşer) olması gibi Hz. Peygamber de ruhların
ba- basıdır (ebü’l-ervâh). “Allah ilk defa benim nurumu
ya- rattı”; “Âdem toprakla su arasında iken ben
peygamber idim” mealindeki hadislerle de bu hususa
işaret edilmiş- tir. Nûr-ı Muhammedî düşüncesine göre
Hz. Âdem’de tecelli edip daha sonra öbür
peygamberlere intikal eden, Hz. Muhammed beden
olarak dünyaya gelince ona inti- kal edip onda karar
kılan nur, vefatından sonra da devam etmekte ve bu
sayede kâinât varlığını sürdürebilmektedir. Bu nur
ölümsüz ve ebedî olduğundan mutasavvıfmar Hz.
Peygamber için “öldü” ifadesini kullanmazlar.
18
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İbnü’l-Arabî, hakîkat-i Muhammediyye’yi vücûd-ı


mutlakın yaratılış sahasındaki ilk ve en
mükemmel mazharı olarak görür. Cenâb-ı Hakk’ın
her isminin bir mazharı vardır. En kapsamlı isim olan
ve bundan dola- yı İsm-i a’zam denilen Allah isminin
mazharı hakîkat-i Muhammediyye’dir. Bilgi ve ilham
bakımından ele alı- nınca hakîkat-i Muhammediyye
bütün peygamberlerin ve velîlerin ledünnî ve bâtınî
bilgileri aldıkları kaynaktır.
Abdülkerîm el-Cîlî, Allah’ın en mükemmel şekil-
de yarattığı Hz. Muhammed’i cemal ve celâl sıfatlarına
mazhar kıldığını, cennetle cehennemin onun iki veçhesi
olduğunu söyler. Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî, hakîkat-i
Muhammediyye’yi anlattıktan sonra, Hz. Peygamber’in
Cebrail karşısındaki büyüklüğünü ifade etmek için “Ah-
med eğer o ulu kanadını açsaydı Cebrail ebede kadar
deh- şet içinde kalırdı” der.
“Sen olmasaydın ben kâinatı yaratmazdım”; “Ben
gizli bir hazine idim, bilinmek istedim, bunun için
âlemi yarattım” gibi tasavvuf düşüncesinin temelini
oluşturan cümleler, hakîkat-i Muhammediyye’nin özlü
ifadeleridir. Hakîkat-i Muhammediyye fikri, yaratılışı
sevgi ve aşk un- suruna bağladığı için tasavvuf
edebiyatının gelişmesine önemli katkılar sağlamış ve
birçok şaire ilham kaynağı olmuştur.
Nûr-ı Muhammedî anlayışı, Osmanlı’da geniş halk
tabakaları tarafından okunan temel İslâmî kitaplarda da
daha basit ve anlaşılır şekillerde ele alınmıştır. Dolayı-
sıyla bu anlayış sadece İbnü’l-Arabî gibi
mutasavvıfmarın eserlerinde kalmamış avam tarafından
da kabul edilen yaygın bir inanç haline gelmiştir.10
Ayrıca birçok şair Hz.

10 Bu anlayışın Osmanlı’da halk tarafından çokça okunan


19
GİRİŞ

Muhammed’i övmek amacıyla kaleme aldıkları şiirlerin-


de bu anlayışı beyitlerine yansıtmışlardır. Aşağıdaki bö-
lümde bu konu daha ayrıntılı olarak ele alınmıştır.
3. Peygamber Sevgisinin ve Nûr-ı Muhammedî
İnancının Osmanlı Edebiyatındaki Yansımaları

İslâmî Türk Edebiyatının önemli bir kolu olan


Divan edebiyatında hangi amaçla yazılmış olursa olsun
eserlerin başında Allah’a övgüden sonra Hz.
Muhammed’e salât ve selâm getirilmiş, Hz. Peygamber,
çeşitli güzel yönleri ve sıfatlarıyla anılmıştır. Bu husus,
Müslüman toplumların edebiyatlarında görülen ortak
bir temadır. Dolayısıyla edebî ürünlerde Hz.
Muhammed kadar övülen başka bir kişiye
rastlanmamıştır. Divan edebiyatında manzum ve
mensur şekilde Hz. Peygamber’in hayatını, mucizelerini
ve manevî şahsiyetini ele alan birçok eser
bulunmaktadır. Hz. Peygamber, siyer, hilye, mi’raciye,
naat ve kırk hadis türündeki eserlerde müstakil olarak
anlatıldığı gibi başka konularda yazılan eserlerin hem
baş tarafında hem de bir vesileyle değişik bölümlerinde
övülmüştür. 11
Türk Edebiyatında Hz. Muhammed’i konu alan bel-
li başlı müstakil eserler içinde özellikle miraç-nâmeler,
Marifetnâme, Vesîletü’n-Necât, Muhammediyye, Envârü’l-
Âşıkîn vb. daha birçok eserde ele alınma şekilleri ve Nûr-ı
Muhammedî inancının Osmanlı’da da temel bir İslâm inancı
olarak kabul edilmesi hakkında bkz. Hatice Kelpetin
Arpaguş, Osmanlı Halkının Geleneksel İslâm Anlayışı ve
Kaynakları, Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2001, s.119-147.
11 Bu konunun ayrıntılı ve bol örnekli olarak ele alındığı bir
ça- lışma için, Mahmut Kaplan’ın bizim de kitabımızın bu
bölü- münü hazırlarken çokça yararlandığımız şu eseri
incelenebilir: Klasik Türk Şiirinde Hz. Muhammed,
Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2010.
20
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

mevlidler ve hilyeler öne çıkmaktadır. Bu türler, öne


çı- kan örneklerine göre şu şekilde sıralanabilir:
Hz. Muhammed’in miracı hem müstakil olarak hem
de divanlarda ve mesnevilerde bir bölüm olarak ele
alın- mıştır. Türk Edebiyatında yazılmış müstakil
manzum miraç-namelerin öne çıkanları şunlardır:
İsa: Mi’râc- nâme; Abdülvasi Çelebi: Mi’râc-nâme-i
Seyyidü’l-Beşer Hazret-i Resulullâh Aleyhi Efdalü’s-
salavât; İsmail Hak- kı Bursevî (öl. 1724): Mi’râciyye;
Nayi Osman Dede (öl. 1729): Mi’râcü’n-nebî Aleyhi’s-
selâm; Süleyman Nahifî (öl. 1738): Mi’râcü’n-Nebî;
Hafız Ömer (Yenişehir-i Fenarî, XVIII, yy):
Mi’râciyye; Abdülbâkî Arif (öl. 1810): Mi’râciyye;
Seyyidî (XIX. yy): Der Beyân-ı Kıssa-i Mi’râc;
Muhammed Fevzî (öl. 1820): Kudsiyyü’s-Sirâc fi
Nazmi’l-Mi’râc; Receb Vahyî (XIX. yy): Minhâcü’l-
Mi’râc.12
Hz. Muhammed’in doğumunu ve hayatını ele alan
ve Türk edebiyatında bilinen ilk örneğini Ahmedî’nin
ver- diği mevlid türü eserler içinde Süleyman Çelebi’nin
yine Mevlid ismiyle meşhur olan Vesiletü’n-Necât adlı
eserinin ayrı bir yeri vardır. Türk edebiyatında yüzden
fazla mev- lid yazılmış olup Ahmedî ve Süleyman
Çelebi’nin mev- lidleri dışında en meşhur olanları
şunlardır: Hamdullah Hamdî: Ahmediyye
(yazılışı:900/1484); Emirî: Mev- lid (yazılışı: XVI.
yy.); Hevayî: Mevlid-i Hayr-ı Enbiyâ (Kanûnî devri);
Visâlî Ali Çelebi: Mevlid (Kânûnî dev- ri); Şâhidî:
Mevlid (XV-XVI. yy); Necibî: Mevlid (XVI.

12 Bueserlerin ayrıntılı tanıtımları için bkz. Metin Akar,


Türk Edebiyatında Manzum Mi’râc-nâmeler, Ankara,
1987, s. 155-202.
21
GİRİŞ

yy); Selâmî Şeyh Mustafa: Mevlid-i Şerif (XVII.


yy); Nahifî: Mevlid (XVIII. yy).13
Hz. Muhammed, Türk edebiyatında bu temel türler
dışında başka müstakil eserlerde de ele alınmıştır.
Hz. Peygamber’in “Ümmetimden kim, Allah rızası ve
ahire- ti için kırk hadis öğrenirse, Allah-u Teala
kıyamet günü onu peygamberler, şehidler, salihler ve
sıddıklarla (sadık kullarla) haşr eder ve onlar ne güzel
arkadaştırlar!” şek- lindeki hadisine dayanarak diğer
İslam edebiyatlarında olduğu gibi Türk edebiyatında da
Kırk hadis, yüz hadis ve bin hadis yazıp açıklama
geleneği oluşmuştur. Türk ede- biyatında bilinen ilk
kırk hadis Kemal-i Ümmî’nin (öl. 880/1475) Kırk
Armağan adlı eseridir.14 Hatiboğlu’nun altı bin küsur
beyitlik Ferah-nâme’si de yüz hadislere ör- nek
gösterilebilir. Divan şairleri divan ve mesnevilerinde
Allah’ı övdükleri Tevhid ve münacat bölümlerinden
sonra Peygamber Efendimizi naat başlıklı şiirlerde
övmüşlerdir. Divanlarda değişik ifade ve sıfatlarla
süslenen naat baş- lıkları genel olarak “na’t-ı şerîf,
medh-i Resûl, medhü’n- Nebî, na’tü’n-Nebî, na’tü’r-
Resûl, na’t-ı Peygamber” bi- çimlerinde yazılır. Türk
edebiyatında naatlarıyla meşhur olan Yahya Nazim’ (öl.
1727)’in bütün nazım şekilleriyle toplam 297 na’t
kaleme aldığı bilinmektedir.15
Divan şairleri yukarıda kısaca tanıtmaya ve ge-
nel çerçevesini çizmeye çalıştığımız şiir türlerinde Hz.
13 Amil Çelebioğlu, Türk Edebiyatında Manzum Dinî
Eserler, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları, İstanbul, 1998, s.
358; ay- rıca bkz. Hasibe Mazıoğlu, “Türk Edebiyatında
Mevlid Yazan Şairler”, Türkoloji Dergisi, C. VI. S. 1. Ankara,
1974, s. 31-62.
14 Konu ile ilgili ayrıntılı bilgi için bkz. Abdülkadir Karahan,
İslâm Türk Edebiyatında Kırk Hadis, İstanbul, 1991.
15 Naat konusu hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Emine Yeniterzi,
Divan Şiirinde Na’t, Ankara, 1993.
22
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Muhammed’e duydukları sevgiyi kaleme aldıkları gibi


sadece beyitler düzeyinde de yeri geldikçe peygamber-
lerine duydukları aşkı dile getirmiş, her vesileyle Hz.
Peygamber’den şefaat dilemişlerdir. Örneğin XVI. asır
şairlerinden olan Hayreti, Hz. Peygamber’e duyduğu
mu- habbetten dolayı ismi Mustafa olan kişileri de
sevdiğini şöyle ifade eder:
Sen Mustafa’ya şol kadar oldı
mahabbetüm Canum sever kimün ki ola
adı Mustafa16
Divan şairleri Hz. Peygamber’e duydukları muhab-
beti anlatırlarken nûr-ı Muhammedî düşüncesini de sık
sık dile getirirler. Bu düşünce eserlerde müstakil
bölümler halinde ele alındığı gibi beyitler düzeyinde de
dile geti- rilmiştir. Örneğin Şeref Hanım’ın aşağıdaki
beytinde bu düşünce oldukça sade bir şekilde dile
getirilmiştir:
On sekiz biñ âlemi îcâddan maksûd-ı Hak
Nâsa ancak arz-ı ân u i’tibâruñdur senüñ

Şeref Hanım’ın beytinde Cenâb-ı Hakk’ın on sekiz


bin âlemi yaratmasının sebebi Hz. Peygamber’in
kendisi yanındaki şan ve itibarını insanlara göstermektir.
Yani bü- tün insanlar bu itibare şahitlik etmek üzere
yaratılmışlar- dır. Bu beyitte bütün âlemin Hz.
Peygamber’in şerefine yaratıldığı düşüncesi gayet sade
bir şekilde sunulmakta- dır. “Sen olmasaydın felekleri
yaratmazdım” şeklindeki hadis-i kudsî’ye dayanan bu
düşünce, Divan şiirinde bir- çok şair tarafından
levlâk/Sen olmasaydın kelimesi vur- gulanarak dile
getirilir. Bunlardan biri aşağıda sunulmuş- tur:

16 Mehmed Çavuşoğlu-M. Ali Tanyeri, Hayretî Divanı, İstanbul,


1981, s. 6.
23
GİRİŞ

Sensin ol mazhar-ı teşrif-i hitâb-ı Levlâk


Ki vücudundur olan illet-i halk u tekvin (Rüşdî)

“Levlâke şerefmi hitabının mazharı sensin. Halkın ya-


ratılış sebebi senin vücudundur.”17
Nûr-ı Muhammedî düşüncesi birçok mesnevîde ve
divanda ayrı başlıklar açılarak da ele alınmıştır. Burada
dikkati çeken husus, bu konuya değinen bazı mesnevi-
lerin dînî bir muhtevaya da sahip olmamasıdır. Örneğin
Şeyhî, Hüsrev ü Şîrîn mesnevisinin baş tarafında Hz.
Peygamber’i övdüğü bölümde konuyu nûr-ı
Muhammedî düşüncesine getirmekte ve şu beyitleri
söylemektedir:
Çü rahmetden yaratdı enbiyâyı
Güzîn itdi bulardan Mustafâyı
Ol üç yüz on üç ahyârun
imâmı
Bu bin bin âlemün ah-ı hümâmı
Nübüvvet tahtınun sâhib-külâhı
Vilâyet çarhınun mihr ile mâhı
Emânet gencinün âh-ı emîni
mâmet bahrinün dürr-i
yetîmi
Emîr-i er‘ ü sultan-ı tarîkat
Delîl-i Hakk ü bürhân-ı
hakîkat
Keremde ekremi kavm-i kirâmun
erefde a‘zamı cümle izâmun
mâm ü pi vası enbiyânun
Hümâm ü muktedâsı
asfjyânun
17 Konunun beyit düzeyinde ele alındığı bir çalışma için bkz.
Sel- çuk Eraydın, “Hakîkat-ı Muhammediyye ve İlgili
Beyitler”, Di- yanet Dergisi, XXV/4, Ankara, 1989, s. 131-
143.

24
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Safâ meydânınun çâpük-süvârı


Vefâ bûstânınun ebr-i bahârı
lâhî mahzenün fethine miftâh
Melâhî zulmetin def‘ine misbâh
Tozı âlem gözinün tûtiyâsı
Dili adem gilinün kimyâsı
Muhammed kim Çalapdandur müeyyed
Müebbed dîni vü er‘i muhalled
Hamîdün Ahmed ü Mahmûdı oldur
Cihânun maksad ü maksûdı oldur
Hakîkat halka bu minnet hemindür
Ki Hakdan rahmeten li’l-âlemîndür
Beli anunla buldı âlem adı
Cihandan Hakkun ol cândur murâdı
Sipeh-salâr-ı dîndür halk hayli
Murad oldur ki âlem tufeyli
Bu ‘ar ü fer ü ins ü cinn ü
efmâk Buyurur Hak ki olmazidi
levlâk
Ön anı kıldı mevcûdâtı andan
Anı halk itdi mahlâkâtı andan
Zuhûra evvel eren sırr-ı gaybî
Anun nûrudur etme ekk ü
reybi
Vücûda geldi çün ol nûr-ı a‘zem
Sücâda vardı Hallâkına ol dem
Pes ol ‘alemde bir ‘âlî ‘alemdür
Ki adı gâh ‘akl ü geh kalemdür
Dü ‘âlem bir rakamdür ol kalemden
25
GİRİŞ

Hem Âdem dahı bir dem ol kıdemden


Yetürgen Âdemi âbı vü hâki
Nebî olmı dı anun cân-ı
pâki
Vücûda geldi çün ol nûr-ı a‘zem
Sücûda vardı Hallâkına ol dem
Kalur çok karn ol hazretde sâcid
Olur yıllar rükû içinde hâmid
Delim müddet kıyâm eyler hemân ol
Tahiyyat ü te ehhüd çok zamân ol
Ana Kıbleydi Hak zâtı cihetsüz
Ne fehm itsün bu sözü
ma‘rifetsüz
Hem âsârından oldı ol niyâzun
Bugün farziyyeti bize namâzun
Pes açdı Hak hakîkat bahrine râh
Ki bu nûr oldu Hak sırrından
âgâh
Bu bahre kar ı cû itdi tarebden
Yedi kez devr kıldı ol
sebebden
Yidi pergârı çerhun oldı zâhir
Vücûda geldi pes bir bir
mezâhir
Bu nûra her nazar k’iderdi Yezdân
Olurdı her biri bir necm-i tâbân
Pes ârâm idüp ol nûr-ı cemâli
Günitdi kürsi düzdi ar -ı âlî
Vücud-ı ar ü kürsi aks-i zâtı
Feri teler anun ba‘zı sıfatı
Nefesler kim ururdı ol güher-bâr
Olurdı âlem-i ervâh envâr

26
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ale’t-tafsîl anunla oldı bu cem


Cihân pervânedür rûhı anun em‘
Anunçün külle meb‘ûs oldı ol âh
Ki cüz’i külli andan kıldı Allah
Çün oldı asl-ı mevcûdat zâtı
N’ola olsa hâkim-i her zât
zâtı18
“Cenâb-ı Hak, rahmetiyle peygamberleri yarat-
tığında Hazret-i Muhammed’i onların seçkini kıl-
dı. Peygamberlerin ve bütün âlemlerin sultanı olan
Hazret-i Muhammed, peygamberlik tahtının sahibi
olduğu gibi Allah’ın da sevgili kuludur. Kutsal ema-
netin güvenilir emanetçisi, insanların önderliği deni-
zinin eşsiz incisidir. Şeriat, tarikat ve hakikat yolları-
nın doğruluklarının ispat ve delili olduğu gibi iyilik
sahibi insanların en cömerdi ve herkesten daha
şerefmi olan da yine Hazret-i Muhammed’dir.
Peygamberlerin ve âlimlerin reisi olan o yüce
peygamber mutluluk ve huzurun da kaynağıdır. İlâhî
hazinelerin anahtarı ve kötülükler karanlığını yok
eden lamba olan Hazret-i Muhammed’in ayağının
tozu gözlerin sürmesi ve gön- lü de yokluğu ortadan
kaldıran bir tılsımdır. Herkesin övdüğü ve bütün
cihânın istediği kişi olan Hazret-i Muhammed,
Allah tarafından desteklendiği için dini ve şeriati
ebedîdir.
Gerçek şudur ki Allâh’ın âlemlere rahmeti
Hazret-i Muhammed’dir. Onun sayesinde bu âlem
var oldu. Allâh’ın bu cihanı yaratmaktaki amacı
Hazret-i Muhammed’dir. Gökyüzü, yeryüzü, insanlar,
cinler ve bütün her şey O’nun hürmetine
yaratılmıştır. Allâhu

18 FarukKadri Timurtaş, Şeyhî ve Hüsrev ü Şîrîn’i, İ.Ü. Edebiyat


Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1980, s. 17 (Metin Kısmı).
27
GİRİŞ

Teâlâ önce onu sonra da diğer varlıkları yarattı. Her


şeyden önce yaratılan şeyin Hazret-i Muhammed’in
nûru olduğu konusunda şüpheye düşme. Ona bazen
akıl bazen de kalem derler ki iki âlem ondan yaratıl-
mıştır. Hattâ Âdem aleyhisselâm bile ondan sonra
ya- ratılmıştır. Hazret-i Âdem, su ve toprak arası bir
bal- çık iken Hazret-i Muhammed peygamber
kılınmıştı. O’nun yüce nûru yaratıldığında hemen o
anda secde yaptı. Çok uzun bir müddet boyunca
secde, rükû ve ta- hiyyatta kalan Hazret-i
Muhammed’in nûru, Cenâb-ı Hakk’a herhangi bir
yöne dönmeden ibâdet etti. Mari- fet sahibi
olmayanlar bu sırrı anlayamazlar. Bu niyazın bir eseri
olarak bize de namaz farz olmuştur. Cenâb-ı Hak
hakikat yolunu açınca bu nûr, Allâh’ın sırrından
haberdar oldu ve utancından terleyerek köpürdü. Bu
sayede felekler ve diğer her şey meydana geldi.
Cenâb-ı Hak bu nûra her baktığında parlak bir yıldız
meyda- na gelirdi. O’nun güzelliğinden arş, kürsi ve
melekler yaratıldı. O mübârek nûr, her nefes
aldığında ruhlar âlemi parlardı. Velhâsıl-ı kelâm o
nûr sayesinde her şey vücût buldu.
Hazret-i Muhammed’in rûhu bir mum, cihân
da onun etrafında dönen kelebektir. Allâh, küçük
büyük, az çok her şeyi ondan yarattı. Her şeyin aslı o
olduğuna göre bu âlemdeki her şeyin ve herkesin en
faziletlisi ve en üstünü Hazret-i Muhammed olsa
buna şaşılır mı?”
`
Osmanlı’da nûr-ı Muhammedî düşüncesinin hangi
boyutlarda olduğunu gösteren metinlerden biri de Bağ-
datlı Rûhî’nin meşhur terkîb-i bendidir. Bağdatlı Rûhî,
toplam on yedi bendden oluşan eserinde Osmanlı
top-
28
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

lumundaki sosyal tipleri ve grupları, bunlar arasındaki


aksaklık ve çarpıklıkları eleştirmiştir.19 Bu terkîb-i
bendin beşinci bendi ise tamamen nûr-ı Muhammedî
düşüncesi- ne ayrılmış ve Hz. Muhammed’in manevî
değeri vurgu- lanmıştır.
Ol gevher-i yek-tâ ki bulınmaz ana hem-tâ
Gelmez sadef-i kevne bir öyle dür-i yektâ
Ol zât-ı erîfe yara ur da’vi-i himmet
Kim oldı ne dünyâ ana maksûd ne
‘ukbâ
Kim derk ider anı ki ola zâtına ma’lûm
Remz-i kütüb-i medrese-i ‘âlem-i bâlâ
Ol zâhidün aglar yir ü gök hâline yarın
Kim içmeye destinden anun câm-ı
musaffâ
Bir noktadadır sırrı didi çâr kitâbın
Ol çârdadur sırr-ı kütüp-hâne-i e yâ
Ol nokta benem didi dönüp remzini seyr it
Ya’ni ki benem cümle-i esmâya müsemmâ
Çün hisse imi kıssadan ehl-i dile maksûd
Maksûd nedür anla bil ey ‘arif-i dânâ
Hep maglata vü laklakadur bâtın u zâhir
Bir nokta imi asl-ı sühan evvel ü âhir

“O eşsiz bir incidir ki onun benzeri bulunmaz. Öyle


bir incinin benzeri hiçbir sadefe gelmemiştir.
Himmet davası, o şerefmi kişiye yaraşır. Çünkü o ne
dünyayı ne de ahireti isterdi. Onu anlayan kimse, bu
yüce âlemin
19 Bağdatlı Rûhî’nin terkîb-i bendinde topluma yöneltilen
eleştir- lerin analizi için bkz. Zülfi Güler, “Bağdatlı Ruhi’nin
Meşhur Terkib-i Bendine Sosyal Psikoloji Açısından Bir
Bakış”, Turkish Language and Literature, C. 3, S. 1, (2008), s.
28-43.

29
GİRİŞ

medreselerinin kitaplarının işaretlerini tamamen an-


lar. Onun elinden tertemiz şarap içmeyen zâhide
yarın yer ve gök ağlar. Dört kitabın tüm sırrı bir
noktada- dır” dedi. Varlık kütüphanesinin sırrı da o
dört kitap- tadır. “O nokta benim, dönüp işareti izle.
Yani bütün her şeyin ismi benim” dedi. Gönül
sahibleri için amaç, kıssadan hisse almaktır. Ey irfan
sahibi, kastedilen ne- dir onu bil ve anla! Her şeyin
içi dışı boş ve manasız- dır. Başlangıçta ve sonda
sözün aslı bir noktadır.”
`
Bağdatlı Rûhî’ye göre bu dünya bir sadefdir ve
onda da eşsiz olan tek bir inci vardır, o da kâinatın
incisi Efen- dimiz Hz. Muhammed’tir. Şaire göre Hz.
Muhammed’i tanıyıp anlayanlar, bu kâinatın sırlarını
çözmüşlerdir. Medreselerde yazılıp okunan kitapların
tek bir amacı vardır: Bu âlemin hikmetini, içyüzünü
anlamak ve anlat- mak. Şaire göre Hz. Muhammed bu
âlemin sırrını çöz- müştür. Dolayısıyla onu seven ve
anlayan müminler de bu kitapların sırlarına vakıf
olmuşlardır. Şair, Peygamber Efendimizin bir hadisini
aktarmaktadır: “Kâinatın sırrı- nı saklayan dört kitabın
sırrı tek bir noktadadır. O nok- ta da benim”. Bağdatlı
Rûhî tasavvufî düşüncede önemli bir yeri olan ve
bizim de yukarıdan beri özetlediğimiz nûr-ı
Muhammedî düşüncesini, yani bütün kâinatın Hz.
Muhammed’in nurundan var olduğu düşüncesini vurgu-
lamaktadır. Şaire göre, gönül sahipleri için önemli olan
kıssadan hisse almaktır ve ârif olmanın yolu kitabî
bilgiyi aşmaktan geçer. Şair, bendin sonunda ârifmere
seslenmekte ve “kâinatın özü ve hikmeti hakkında
konuşan ve kitaplar yazan herkesin aslında sözü
uzattığını ve dediklerinin bir dedikodudan ibaret
olduğunu, işin özünün net bir şekilde ortada olduğunu,
bu kâinatın özünün nûr-ı Muhammedî hakikati
olduğunu söylemektedir. Şâire göre bütün âlem
30
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

bu nûrdan yaratılmıştır ve ârif olmanın yolu bunu anla-


maktan geçmektedir.
Yukarıda da vurguladığımız gibi Bağdatlı Rûhî, bu
terkîb-i bendde toplumun farklı kesimlerini eleştirerek
her defasında doğru olanın ne olduğuna işaret etmekte-
dir. Bu bendde de dört kutsal kitabı okuyarak, medrese
tahsili görerek kâinatın özü ve mahiyeti hakkında bilgi
sahibi olmayı eleştirmekte ve nûr-ı Muhammedî düşün-
cesine sahip olmadan, bu hakikati anlamanın mümkün
olmayacağını, bu düşünceyi özümsemeden kâinatın hik-
meti üzerinde konuşup yazmanın boş ve faydasız
olduğu- nu ifade etmektedir.
Bu bölümde Hz. Peygamber’in Divan edebiyatın-
da nasıl ele alındığı ve nûr-ı Muhammedî düşüncesinin
izlerine sadece dînî-tasavvufî muhtevaya sahip eserlerde
değil, herhangi bir edebî eserin satırları arasında da
rast- landığını göstermeye çalıştık. Denizden bir katre
bile ol- mayan bu örnekler de göstermektedir ki Divan
edebiya- tında Hz. Muhammed her yönüyle ele alınmış,
özellikle kâinâtın onun hatırına yaratıldığı düşüncesi
Osmanlı’da avam ve havassın gönülden kabul ettiği bir
iman esası hü- viyeti kazanmıştır.
4. Bir Osmanlı Bürokratı Niçin “Nûr-nâme” Yazar?

Osmanlı düşüncesinin anlaşılması noktasında henüz


başlangıç safiasında olduğumuz malumdur.20 Moder-
20 Bunun iki önemli sebebinden biri Tahsin Görgün’ün biraz
da karikatürize ederek belirttiği gibi “Türk Düşüncesi”nden
veya özelde “Osmanlı Düşüncesi”nden bahsetmenin çoğu ki-
şiye mevcut olmayan daha doğrusu “mümkün olmayan” bir
şey olarak gelmesidir. Türkler, tıpkı Moğallar gibi gelmişler,
savaş- mışlar, devletler kurmuşlar, kendilerinden güçlü biri
karşılarına çıkınca da yenilerek tarih sahnesinden
çekilmişlerdir. Dolayı- sıyla bu düşünüş biçimine göre
Türklerin insanlık kültürüne ve düşüncesine kalıcı herhangi
bir katkıları olmamıştır. (Tahsin

31
GİRİŞ

nizmin disipliner bilim algısı üzerinden baktığı bilgiyle


müşahhas modern araştırmacının ise geleneksel Osmanlı
düşüncesinin anlaşılmasında bir takım metodolojik so-
runları bulunmaktadır.21 Nitekim neşrini gerçekleştirdi-
ğimiz, nûr-ı Muhammedî literatürü içerisindeki küçük
bir numune olan Nûr-nâme metninin yazarı Cafer Iyânî
Bey’in bir maliye bürokratı olması, disipliner bilgi
bakışı açısından bir sorun olarak durmaktadır. Yani bir
maliye bürokratının, bilhassa tasavvufua oldukça yaygın
olan bir kavrayış şeklini konu alan bir metni kaleme
alması, Os- manlı düşünüş biçiminin disipliner bilgi
anlayışı açısın- dan kavranamayacağı gerçeğini gözler
önüne sermektedir. Bu nedenle, İhsan Fazlıoğlu’nun
söylediği gibi, geleneksel Osmanlı düşüncesine ve bilgi
anlayışına “…ondalık tasnifmi kütüphane sistemi
içerisinden değil, Taşköprülüzâde’nin (ö. 1561)
Mifuâhu’s-Sa‘âde ve Misbâhu’s-Siyâde adlı ese-
Görgün, “Osmanlı Düşüncesi Nasıl Anlaşılabilir?-Osmanlı
Düşüncesinin Anlaşılmasında Karşılaşılan Bazı Zorluklar
Üze- rine-“, Türklük Araştırmaları Dergisi, 13-14, 2003, s. 30).
İkinci sebep ise uzun zamandır Osmanlı tarih yazımında
hâkim olan sosyo-ekonomik yazım tarzıdır. Osmanlı
tarihçiliği açısından muhakkak oldukça önemli gelişmeler
kaydedilmesini sağlayan bu yazım tarzı, tarihçiliğimizin uzun
zamandır hareket nokta- sını teşkil ederek başka tarih yazım
tarzlarının da tarihçiliğimi- ze dâhil olmasını elinde olmadan
engellemiştir. Yine arşivdeki belge külliyatının
tarihçilerimizin önüne açtığı fırsat, sosyo- ekonomik tarih
yazımının bilhassa arşiv belgeleri üzerinden ya- pılmasına yol
açmıştır. Osmanlı tarihi alanında elbette önemli bir gelişme
kaydedilmesini sağlayan bu sürecin istemeden kü- tüphane
kaynaklarını göz ardı ettiği görülmüştür. Zihin tarihi
açısından ilk elden önem arzeden yazma eserlerin, tabir
yerinde ise unutulmaya terk edilmesi ise Türk/Osmanlı
düşüncesinin ortaya çıkarılmasındaki engellerden birini teşkil
etmiştir.
21 B. Gencer, sosyal bilimlerdeki aşırı uzmanlaşmanın getirdiği
parçalanmanın Weber gibi öncü sosyologların temsil ettiği
bü- tüncül bakış açısının kaybolmasına neden olduğunu ve
bunun da geleneğe vukûf imkânını pek bırakmadığını ifade
etmek- tedir. Bedri Gencer, İslam’da Modernleşme 1839-
1939, Lotus Yayınları, Ankara, 2008, s. 103.
32
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rinde serimlenen ontolojik bilgi tasnifi çerçevesinden


bakmak…” gerekmektedir.22 Bu nedenle, Osmanlı
düşün- cesinin anlaşılması için onun içerisinde
bulunduğu bilgi anlayışına elden geldiğince vakıf olmak
elzemdir.

Hz. Peygamber’in nuru ve yaradılış arasındaki bağı


konu edinen nûr-ı Muhammedî düşüncesi, Osmanlı’da
toplumun hemen bütün katmanlarının paylaştığı ortak
bir temele işaret ediyordu. Nitekim Ekrem Demirli’nin
Füsûsu’l-Hikem’e yazdığı şerhte belirttiği gibi,
arada- ki üslup farklılıklarını bir yana bıraktığımızda
İbnü’l- Arabî’nin Füsûsu’l-Hikem’iyle Konevî’nin
Mifuâhü’l- Gayb’ı ya da Abdülkerim el-Cîlî’nin İnsan-ı
Kâmil’i veya Muhammed Bican Efendi’nin
Muhammediyye’si ve Sü- leyman Çelebi’nin Mevlid-i
Şerif’i insan-ı kâmili anlatan ayrı üsluplardaki fakat aynı
kapsamdaki eserlerdir.23
Dolayısıyla Osmanlı’da gerek havassın gerekse
avamın kozmogoni algısı ortak bir noktadan hareket
etmektey- di. Yani varlığı algılayış biçimleri birdi.
Bilindiği üzere geleneksel dönemde ontoloji ve
epistemoloji arasında bir ayrım bulunmamaktaydı.
Söz konusu ayrım modern metafiziksel/fiziksel ayrım
ile ortaya çıkmıştı. Yani ge- leneksel dünya görüşü
bilgiyi varlığın yansıması olarak almaktaydı.24 Bilhassa
sufiler için var olma tarzıyla bilgi ilişkisi özdeşti.25 Bu
nedenle nûr-ı Muhammedî algısını
22 Tafsilatiçin bkz. İhsan Fazlıoğlu, “Osmanlı Dönemi Türk
Fel- sefe-Bilim Hayatının Çerçevesi,”
http://www.ihsanfazlioglu. net/yayinlar/makaleler/
23 İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, (çev. ve şerh: Ekrem Demirli),
Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008, s. 260.
24 Gencer, İslam’da Modernleşme, s. 604.

25 İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, s. 256.


33
GİRİŞ

Osmanlı insanının bilgisini temellendirdiği çıkış nok-


tası olarak nitelendirmek mümkündür. Böylece nûr-ı
Muhammedî düşüncesi geleneksel Osmanlı insanının
en önemli referans noktalarından birini teşkil ediyordu.
Nitekim Cafer Iyânî Bey de, nûr-ı Muhammedî üzerine
yazdığı eseri Nûr-nâme’yi I. Ahmed’e (1603-1617) sun-
muştu. Elimizdeki müellif nüshasının en son sahibi
olan padişah ise III. Osman (1754-1757) olarak
göründüğüne göre eser hanedan içerisinde okunmuştu.
Cafer Iyânî Bey bağlamında bir başka mesele daha
gündeme gelmektedir. Bilindiği üzere Nakşibendî
tarikatı genelde Osmanlı ilmiyesinin mensup olduğu bir
tarikat- tır. Osmanlı bürokrasisi ise büyük oranda
Mevlevîdir.26 Yüksek ihtimalle Cafer Iyânî Bey’in kadı
nâibliği arka planından kaynaklanan bu Nakşibendî
ilişkisi, acaba, bir maliye bürokratı olarak onun
Osmanlı bürokrasisi içerisindeki konumuna nasıl bir
tesir yapmaktaydı? Bu sorunun ışığında ise Osmanlı
bilgi anlayışı ile Osmanlı bürokrasisi arasındaki bağ
gündeme gelmekte ve bu nok- tadan hareketle eserin
yazıldığı dönem olan 17. yüzyılın Osmanlı tarihi
açısından önemi bakımından bir diğer mesele daha
kendini göstermektedir.
Osmanlı İmparatorluğu’nun bilhassa 17. yüzyıldaki
bürokratik mekanizmasının karmaşık karakteri henüz
Osmanlı tarihçiliği tarafından çözülmüş değildir. Hi-
zip çatışmaları ile karakterize edilmiş olan bu dönemin
ise Osmanlı İmparatorluğu’nun “gerileme” veya “kriz
ve dönüşüm” şeklinde nitelendirilen en önemli tarih
aralık- larından birini ifade etmesi, söz konusu
bürokratik meka-
26 Bedri Gencer, “Osmanlı’da Meşruiyet Tabakalaşmasının
Olu- şumu”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi
Dergisi, S.30, (2004), s. 83.
34
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

nizmanın derinlemesine incelenmesini zorunlu kılmak-


tadır. Aslında bu dönemin anlaşılması için bürokratların
yazdığı eserlerin dökümlerinin çıkarılması ve bunların
tetkikli neşirlerinin yapılması gerekmektedir. Yine eser,
yazarı ve içerisinde bulunduğu hizbin politik tutumu
bağlamında eşleştirmeler yaparak metinler ve bağlamları
ekseninde bir takım yorumlara gidilmelidir. Bu şekilde
söz konusu kritik dönemde yazılmış eserlerin muhteva
ve işlevlerinin ortaya çıkması temin edilerek daha
sağlam bir temelde “gerileme” veya “kriz ve dönüşüm”
gibi bakış açı- larını değerlendirmek imkânı elde
edilebilecektir.
Neşretmiş olduğumuz Nûr-nâme’nin muhteva-
sı ise yukarıda zikrettiğimiz hususları tam olarak açığa
kavuşturma olanağı temin etmemektedir. Zira eserde
söylem analizi açısından ele alabileceğimiz tek husus;
Cafer Iyânî Bey’in eserinin yazılış sebebi olarak
gös- terdiği iyi niyetli nedendir: “…Ammā baǾd
vilāyet-i Ŧımaşvār-i celįlü’l-aķŧāruň taĥśįl-i māl ü
menāli bu bende-i śadāķat-kāruň cereyān-i ķalem-
i bį-ķarārı ile ber-ķarār ve tekmįl-i meśāliĥ-i aĥvāl-i
ümenā vü Ǿammāli bu Ǿabd-i bį-miķdāruň iķtibās-ı
reǿy-i rūşen- efkārları ile pür-envār iken vilāyet-i
mezbūrenüň Ǿulemā vü fuķaĥāsından baǾżı yārān-i
śafā ve iħvān-ı vefā bu Ǿabd-i bį-riyādan recā vü
istidǾā eylediler ki ol Ĥażret-i ħayrü’l-beşer ve
şefįǾ-i rūz-i maĥşer śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň
nūr-ı tāb-nāki ve rūĥ-ı pāki cemįǾ eşyādan ne
vechile aķdem ü efđal ve sāǿir enbiyāǿ-iǾižām
Ǿaleyhimüsselāmdan ekmel olduġı ol Ĥażret-i risālet
ve şems-i fażįletüň menāķıb-i Ǿālį- menziletlerin
lisān-ı ǾArabįden [2a] zebān-ı Türkįye getürüb bir
risāle-i şerįfe ve maķāle-i laŧįfe teǿlįf ü taśnįf eyle
kim senden śoňra ħayrü’l-ħalefüň ve
35
GİRİŞ

netįce-i şerįfüň ola…”27 Bunun dışında metnin içerisin-


de Cafer Iyâni Bey’in dâhil olduğu bürokratik mekaniz-
ma ve bunun esere yansıma biçimi ile siyasal
zemindeki karşılığına dair herhangi bir bilgi bulmak
zordur. Fakat biz, Cafer Iyânî’den böyle bir istekte
bulunulması mesele- si üzerinden bir takım tespitler
yaparak en azından eserin yazılış sebebine dair 17.
yüzyılın bağlamında küçük de olsa bir takım
çıkarımlarda bulunmak istiyoruz.
Bunun için öncelikle “vilāyet-i mezbūrenüň
Ǿulemā vü fuķaĥāsından baǾżı yārān-i śafā ve iħvān-ı
vefā”nın28 böyle bir ricada bulunmasının, Nûr-nâme
gibi bir esere bu dönemde ihtiyaç olduğu gerekçesinden
kaynaklandığı düşünülecektir. Bundan sonra ise nûr-ı
Muhammedî düşüncesinin “hayat” verdiği tasavvuf
eksen kabul edilerek 17. yüzyılda bu hususta yaşanan
önemli bir çekişme referans alınacak ve bu şekilde bir
takım tespitler yapmak mümkün olacaktır.
Vilâyetin ulemâ ve fukahâsının isteği bu dönem-
de tasavvufî literatürün kaynağını teşkil eden nûr-ı
Muhammedî düşüncesinin eskisine nazaran azalan bir
27 Her yönüyle yüce olan Temeşvar vilâyetinin mal ve gelirleri
bu sadık kulun kararsız akan kalemiyle kaydedilirken ve
idareci- lerin halleriyle ilgili işler bu aciz kuldan alınan parlak
fikirlerle kemale erdirilirken bu vilâyetin âlimleri ve
fakihlerinden bazı gönül dostları ve vefalı kardeşler bu
riyasız kuldan bir ricada bulunarak şöyle dediler: İnsanların
en hayırlısı ve kıyamet gü- nünün şefaatçisi olan Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) parlak nûru ve temiz ruhunun her
şeyden önce yaratılıp en faziletli oluşu; diğer büyük
peygamberlerden (a.s.) daha kâmil olmasının nasıl olduğunu
ve dair fazilet güneşi olan Hz. Peygamber’in yüce
mertebesini anlatan menkıbeleri Arapçadan Türkçeye tercüme
edip bunları sınıfmandırarak bir araya getirip bir kitap yaz ki
senden sonra hayırlı anılmanı sağlasın ve hayatının şerefmi
bir neticesi olsun.
28 Temeşvar şehrinin ileri gelen âlimlerinin kendisinden böyle bir
ricada bulunmasının,

36
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

öneme sahip olduğunu düşündürmektedir. Zira böyle bir


kitabın yazılması talebini başka türlü anlamlandırmak
zordur. Bu düşünceyi en sofistike biçimde
temellendiren ve Osmanlı entelektüel muhitinde
oldukça önemli bir konuma sahip olan İbnü’l Arabî’nin
Fususü’l-hikem’i gibi eserler var iken Cafer Iyâni’den
böyle bir talebin olması- nı, ayrıca Nûr-nâme’nin bir tür
el kitabı gibi söz konusu nûr-ı Muhammedî düşüncesini
özet bir şekilde sunması- nı başka türlü anlamlandırmak
zordur. Eserin I. Ahmed’e sunulmuş olması ise örtük
de olsa vilâyetin ulemâ ve fukahâsının isteğinin bu
doğrultuda olduğunu çağrış- tırmaktadır. Yani eserin
yazılmasının örtük amacı eseri padişaha
ulaştırabilmektir. Zaten geleneksel dönemi iti- bariyle
hükümdarın elde etmiş olduğu mutlak konum,29
29 H. İnalcık’ın bu bağlamdaki birkaç çalışması için bkz.
Halil İnalcık, “Osmanlı Padişahı”, Ankara Üniversitesi
Siyasal Bil- giler Fakültesi Dergisi, C. 13, S. 4, (1958), s.
68-79; Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600),
(Çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004;
Fatih Devri Üzerine Tet- kikler ve Vesikalar, T.T.K. Yayınları,
Ankara, 1995. (H. İnalcık, Çandarlı’nın tasfiyesi ile Osmanlı
tarihinin ilk büyük devrinin kapandığını; bunun akabinde
otoritesi fevkalede artan Fatih’in, tam ve mutlak kudret
sahibi bir hükümdar olarak, çok daha merkeziyetçi
imparatorluğunu kurmak için seferlere giriştiğini
söylemektedir. s. 133); “State, Sovereignty and Law During
the Reign of Süleymân”, Süleymân the Second and His Time,
s. 59- 92; “Osmanlılar’da Saltanat Verâseti Usûlü ve Türk
Hakimiyet Telâkkisiyle İlgisi”, Ankara Üniversitesi Siyasal
Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 14, No: 1, (1959), s. 68-94.
(H. İnalcık, 15. yüz- yılda mutlak, bölünmez bir hakimiyet
telâkkisinin yerleştiğini, devletin artık hanedanın ortak bir
mirası olarak düşünülmedi- ğini, padişahın mutlak ve
mücerred bir hâkim haline geldiğini vurgulamaktadır. s. 94).
Bu noktada H. İnalcık’ın bulgularını teyid eder mahiyette
Gülru Necipoğlu’nun Topkapı Sayayı’nın mimarî
organizasyonu ve hükümdarın mutlak iktidarı arasın- da
kurmuş olduğu bağ bilhassa önemlidir. H. İnalcık’ın İm-
paratorluğun asıl kurucusu olarak addettiği Fatih, sarayı, G.
Necipoğlu’nun kaleminden “görkemli resmî teşrifat
alanlarıyla boş zamanlarını geçirebileceği dinlenme ve
eğlenme alanlarını yapısında birleştiren (otium ve
negotium), bir hükümdar
37
GİRİŞ

ister istemez belli konulardaki boşlukların kapatılması


is- teğinin hükümdarla bağlantılı olması gerektiğini
göster- mektedir. Zira yapılacak herhangi bir icraatın
hükümdar- dan bağımsız bir zemininin olması en
azından zihinlerde oldukça zordur.
Son zamanlarda “devlet” kavramının geleneksel Os-
manlı metinlerindeki anlam yükleri hakkında yapılan
tes- pitler, kavramın doğrudan hükümdarın iktidarına
gön- derme yaptığını ve bu kavramı en iyi
karşılayabilecek bir diğer kavramın ise “kut” olduğunu
göstermiştir.30 Devlet kavramının geleneksel anlamda
hükümdarın iktidarı ile olan sıkı bağı üzerinden “din ü
devlet” ikizliği düşünülür- se, hükümdarın din ile
kurmuş olduğu münasebetin siya- sal zeminde bir takım
karşılıklarının olduğu anlaşılabilir. Bu bağlamda “din ü
devlet” şeklinde formülleştirilen ge- leneksel siyaset
algısında bu ikizlik, padişahın iktidarına ve dindarlığına
gönderme yapan bir anlam yüküne sahip- tir. Nitekim
Gazâlî, Osmanlı literatüründe oldukça meş- hur eseri
Nesâyihü’l-Mülûk’da, “melik ile din tev’emândır
konutu ve hükümet merkezi olarak yaptırmıştır (…) Bu
saray sadece Osmanlı devletinin mutlak gücünü yansıtan bir
mekân değildir, mimarî yapısıyla imparatorluğun söylem ve
kavramsal yorumuna kuşaklar boyunca yön vermiştir.” Gülru
Necipoğlu,
15. ve 16. Yüzyılda Topkapı Sarayı: Mimarî, Tören ve
İktidar, (çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul
2007, s. 304.
30 Christoph K. Neumann, “Devletin Adı Yok-Bir Amblemin
Okunması”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı, S. 19, (1999), s.
269-280; Bedri Gencer, “Osmanlı Siyasî Felsefe ve Rejimi:
Ku- ruluşun 700. Yıldönümü Münasebetiyle Bir İcmal”,
Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 4-5, (2000), s. 107; Baki
Tezcan, “Tarih Üzerinden Siyaset: Erken Modern Osmanlı
Tarih Yazımı”, Er- ken Modern Osmanlılar: İmparatorluğun
Yeniden Yazımı, (Ed. Virgina H. Aksan-Daniel Gofgman),
Timaş Yayınları, İstanbul, 2011, s. 250; Turan Açık, Gelenek
ve Modernlik Arasında Bir Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk
Yarısında Trabzon’da Siyaset, (Yayınlanmamış Doktora Tezi)
Karadeniz Teknik Üniversitesi, Sosyal Bilimler Enstitüsü,
Trabzon, 2012, s. 30-57.
38
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ya‘ni melik ile din ikisi bir karından toğmış


kardaşlardur biri birinden ayrılmağa imkân yokdur”
demektedir.31 Bu
31 Muhammed bin Muhammed el-Gazâlî, Nesâyihü’l-Mülûk
(İnceleme-Metin-Dizin), (Haz. Turgut Tok), Bilgeoğuz Ya-
yınları, İstanbul 2009, s. 150. Buradaki dini, aynı zamanda
hü- kümdarın dinle olan uyumu şeklinde okumak da
mümkündür. Bu ise hükümdarın dine karşı tavrı, ona yakın
veya uzak oluşu şeklinde dile getirilebilir. Yani onun
dindarlığına gönderme yapmaktadır. Nitekim I. Ahmed
döneminde yeniçeri kanun- namesini derleyen kişi,
kanunnamenin girişinde kendisinin ye- niçeri ocağı
hizmetinde olup “du‘a-i dîn ü devlet-i pâdişâhî evrâdına
cân ü baş ile müdâvim ve mülâzım” olduğunu ifade
etmektedir. (Ahmed Akgündüz, Osmanlı Kanunâmeleri ve
Hukukî Tahlilleri, 9/1. Kitap-9/2. Kitap, Osmanlı Araştır-
maları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996, s. 131). Açıkça din-i
padişahî ve devlet-i padişahî için dua ettiğini söylemektedir.
Nitekim padişahların dindarlıklarını kamu nazarında meş-
rulaştırmak için selâtin vakıfmarından ve geçit
alaylarından faydalandıklarını ve bu konuya oldukça önem
verdiklerini de biliyoruz. (Bu doğrultuda Madaline C.
Zilfi’nin “dindarlık siyaseti” kavramından hareketle bu
konuyu irdeleyen bir yazı için bkz. Suraiya Faroqhi, Yeni Bir
Hükümdar Aynası: Osman- lı Padişahlarının Kamusal İmgesi
ve Bu İmgenin Algılanması, (Çev. Gül Çağalı Güven) Alfa
Yayınları, İstanbul, 2011, s. 55-92). Bu nedenle Kınalızâde
Ali Çelebi’nin “Ve zıllullâh ve halîfetullâh dedikleri bu
sâhib-i devlettir, zîrâ zıll, sâhib-i zılle mutâbık ve cemî‘-i
hey’ât ü mekâdîrde ana muvâfıkdır” ifade- sinde görüldüğü
üzere sahib-i devlet olan hükümdar, sahib-i zıll olan Allah’a
uydukça meşru olabilmektedir. Bu durum yine Kınalızâde’de
açıkça hükümdarların “Tehallekû bi-ahlâkillâhi (Allah’ın
ahlâkını örnek alın) mazmunuyla âmil ise zıllullâh fi’l-arz
telkînine lâyık ve hilâfet-i hakîkate fazileti ile muttasıf u
fâyik” olacakları şeklinde ifade edilmektedir. (Kınalızâde Ali
Çelebi, Ahlâk-ı Alâî, (haz. Mustafa Koç), Klasik Yayınları,
İs- tanbul 2007, s. 415). Bunun yanında aşağıda Trabzon
Şer’iye Sicillerinden (T.Ş.S.) verdiğimiz örneklerden
anlaşılacağı gibi camilere atanan en‘am-hanların tayin
beratlarında özellikle vur- gulanan husus, “devam-ı ömr ü
devletim içün”dür. Padişah’ın devletinin devamı için de
Kur‘an-ı Kerim okuyan bu kişilerin doğrudan padişah
tarafından atanmaları da manidardır. (T.Ş.S., 1828, 107/2).
Bunun yanında padişah tarafından atanan İsken- der Paşa
Vakfı’nın mütevellisine de “devam-ı devletim içün du- aya
muavenet göstere” denilerek bir başka vazifesi hatırlatılmış- tır.
(T.Ş.S., 1824, 38/1). Ayrıca İskender Paşa Darü’l-kurrasına
“ta‘lim-i Kur‘an” için 10 akçe yevmiye ile doğrudan padişah
tarafından atanan Mevlana Ali’nin bir vazifesi de, Padişah’ın
39
GİRİŞ

bağlamda “din ü devlet”teki din kavramı da devlet kav-


ramında olduğu gibi hükümdar ile iç içe geçmiş bir
yapı arzetmektedir.32
İşte bu noktada hükümdarın dini algılayış biçimi as-
lında onun devletini/kutunu kullanma biçimini de belir-
lemektedir. Yani padişahın dindarlığının istikameti, din
ve devletin ikiz kardeş olmaları hasebiyle siyasal alanın
istikametini ve yapısını belirlemektedir. İşte bu nokta-
da Cafer Iyânî Bey’in eseri, hükümdarın, dini algılayış
biçimine yapacağı etki ölçüsünde işlevsel olabilecektir.
Elbette I. Ahmed’e sunulduğunu ve III. Osman’a kadar
da hanedan içinde kaldığını bildiğimiz Nûr-nâme’nin
bu bağlamda ne gibi işlevsel bir yapıya
kavuştuğunu
“devam-ı devlet”i için dua etmektir. (T.Ş.S., 1821, 44/2).
İsken- der Paşa Vakfı’nın bir diğer mütevellisinin vazifeleri
arasında, vâkıfın ruhu ve padişahın ifadesiyle “benim
devâm-ı ömr ü devletim” için dua etmek bulunmaktadır.
(T.Ş.S., 1830, 86/8). Cami-i Atik yakınında Hacı Hasan
Mektebi’nde günlük 1 akçe ile muallim olan hafız vefat
etmiş ve yerine Hafız Ali günlük
1 akçe ile tayin edilmiştir. Vazifesi de talimhanede muallim-
lik yapıp padişahın “devam-ı ömr ü devlet”i için dua
etmektir. (T.Ş.S., 1821, 45/2). Bütün bunların yanında
vazifeleri padi- şahın “devam-ı devlet”i için dua etmek olan
birçok duagûyân bulunmaktaydı. (T.Ş.S., 1821, 42/2).
Ayrıca beylerbeyilere gönderilen hükümlerde, padişah,
“Trabzon yalıları muhafaza- sı umur-ı mühimme ehemm-i
mühimmât-ı din ü devletimden olmağla” demektedir.
(T.Ş.S., 1830, 88/3). Doğrudan hüküm- dar tarafından atanan
hatipler, devr-hânlar, en‘am-hânlar, fetih- hânlar vb.’nin
tayinleri hakkında daha fazla örnek için bkz. T.Ş.S., 1821-
4, 128/2, 131/6; T.Ş.S., 1824, 77/1; T.Ş.S., 1828, 105/4;
T.Ş.S., 1830, 86/7; T.Ş.S., 1831, 80/3, 83/5, 84/7.
32 Nizâmü’l-Mülk de Siyâset-nâme’sinde din ve devletin ikiz
kar- deş olduğunu belirtmektedir. “Padişaha lazım olan en
iyi şey dürüst dindir. Zira din ve padişahlık kardeş
gibidirler. Mem- leketinde her ne zaman bir karışıklık olsa,
dinde de bozukluk olur; kötü din sahipleri ve müfsidler baş
gösterirler; her ne zaman ki, din bozulur, memleket karışır;
müfsidler, kuvvetle- nirler, padişahı güçsüz kılarlar.” Aktaran,
Fahri Unan, İdeal Ce- miyet İdeal Devlet İdeal Hükümdar,
Lotus Yayınları, Ankara, 2004, s. 39-40.
40
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

tam olarak bilmiyoruz; fakat I. Ahmed’in saltanatının


sonrasında bilhassa IV. Murad’ın saltanatı
zamanında Kadızâdelilerle birlikte bozulan tarikat ve
şer‘iat dengesi, bize, bu konuda ve eserin yazılma sebebi
hakkında bir ta- kım yorumlar yapma imkânı
vermektedir.
Bilindiği üzere Gazâlî, şeri‘at ile tarikat arasında
opti- mal bir uyum tesis etmişti. İslâm’da hak yolculuğu
şer‘iat, tarikat, marifet, hakikat olarak dört kapıyla
temsil olun- muştu. Bunlar şekilden öze doğru
kademeli olarak açı- lan dört kapıyı
simgelemekteydiler. Dolayısıyla Gazâlî İslâm’ın zahirî
ve batınî boyutları arasındaki dengenin kurulmasına
örnek olmuştu. İslâm tarihinin bundan sonraki
safiası da onun izinde şeriat/fıkıh ve tarikat/ tasavvuf
arasındaki bu dengeyi bulma arayışıyla geçti.33 Osmanlı
bağlamında örneğin Davûd-ı Kayserî, ilim ve aşk
ikiliğini terkip etmeye çalışan önemli bir sima olarak
karşımıza çıkmaktaydı.34 İşte kurulmuş olan bu optimal
denge Kadızâdeli hareketinden sonra bozulmuştu. Bu
bozulma ise bugün dahi izlerine rastlanan bir ikiliğe se-
bebiyet vermişti.
IV. Murad (saltanatı: 1623-1640) zamanında meyda-
na gelen bu çekişmenin başlangıcını ise kısmen
Mehmed Birgivî’ye (ö. 1573) kadar geri götürmek
mümkündü. Bilhassa Ebussuud Efendi (ö. 1574) ile
girmiş olduğu tar- tışmalar münasebetiyle yakından
tanıdığımız Mehmed Birgivî, tarikatların zikir ve sema
gibi bir takım uygula- malarına karşı çıkıyordu.35
Dolayısıyla Kadızâdelilerden

33 Gencer, İslam’da Modernleşme, s. 153-154.


34 Bu konuda tafsilat için bkz. İhsan Fazlıoğlu, Işk imiş her ne
var Âlem’de İlim bir kîl ü kâl imiş ancak: Fuzulî ne demek
istedi?, Klasik Yayınları, İstanbul 2011, s. 39-42.
35 Halil İnalcık, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik Çağ (1300-1600),
41
GİRİŞ

önce kısmî bir çekişme söz konusu idi. İşte Cafer Iyânî
Bey’in Nûr-nâmesi’ni de bu bağlama yerleştirmek
müm- kündür. Yani kendi zamanında (Kadızâdeliler
hareketi arifesinde) bu çekişmenin artmış olma ihtimali
mevcut- tur ve Cafer Iyâni Bey’in de -tarikat ve şer‘iat
tarafuarlarını iki hizip olarak değerlendirirsek- tarikat
hizbinde olması kuvvetle muhtemeldir.36 Zira daha önce
de ifade edildiği gibi kendisi Nakşibendîye tarikatına
mensuptu. Bu mü- nasebetle dozu gittikçe artan şeri‘at
ve tarikat çekişme- sinde I. Ahmed’i tarikat hizbinin
haklılığına dâhil etmek için bir el kitabı mahiyetindeki
Nûr-nâme’yi yazmış ve sunmuş olması muhtemeldir.
Eserin işlevsel bir zemine taşınması noktası ise daha
sonra Kadızâdeliler hareketi döneminde tarikat
hizbinin temsilciliğini yapacak olan Sivasî Efendi’nin
I. Ahmed tarafından Sultan Ahmed Camii’ne vaiz
olarak atanması37 olmuş olabilir.
Elbette bu tespitler farazî mülahazalar olarak kal-
makta ve şimdilik bu konuda kesin bir şey söylemek
mümkün olmamaktadır. Fakat yapılan tespitlerin, nûr-ı
Muhammedî konulu bir eserin niçin 17. yüzyılın
başında yazıldığı ve I. Ahmed’e sunulduğu noktasında
bir pers- pektif sunmasıyla manidar olduğu
kanaatindeyiz.

(çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2004, s. 192.,


36 Ahmet Yaşar Ocak, Kadızâdeliler hareketini saf bir dinde
tasfi- ye hareketi olmaktan ziyade bazı dinî çevrelerin nüfûz ve
iktidar mücadelesine katılması şeklinde değerlendirmek
gerektiğini ifade etmektedir. Ahmet Yaşar Ocak, Yeniçağlar
Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri: Osmanlı Dönemi,
Makaleler-Araştırmalar, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012. s. 232.
37 Ocak, Yeniçağlar Anadolu’sunda İslam’ın Ayak İzleri, s. 235.
42
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Kaynaklar

AÇIK, Turan, Gelenek ve Modernlik Arasında Bir


Osmanlı Şehri: 17. Yüzyılın İlk Yarısında
Trabzon’da Siyaset, (Yayınlanmamış Doktora
Tezi),Karadeniz Tek- nik Üniversitesi Sosyal
Bilimler Enstitüsü, Trabzon, 2012.
AKAR, Metin, Türk Edebiyatında Manzum
Mi’râc- nâmeler, Ankara, 1987, 155-202.
AKGÜNDÜZ, Ahmed, Osmanlı Kanunâmeleri ve
Hukukî Tahlilleri, 9/1. Kitap-9/2. Kitap, Osmanlı
Araş- tırmaları Vakfı Yayınları, İstanbul, 1996.
ÇAVUŞOĞLU, Mehmed -M. Ali TANYERİ,
Hayretî Divanı, İstanbul, 1981.
ÇELEBİOĞLU, Amil, Türk Edebiyatında Manzum
Dinî Eserler, Eski Türk Edebiyatı Araştırmaları,
İstan- bul, 1998.
DEMİRCİ, Mehmet “Hakîkat-i Muhammediyye”,
Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA),
C.15, İstanbul, 1997, s.179-180.
DEMİRCİ, Mehmet, “Nûr-ı Muhammedî”, DEÜ
İlâhiyat Fakültesi Dergisi, C. I, (1983), s. 239-257.

43
KAYNAKLAR

ERAYDIN, Selçuk, “Hakîkat-ı Muhammediyye ve


İl- gili Beyitler”, Diyanet Dergisi, XXV/4, Ankara,
(1989), s. 131-143.
FAROQHİ, Suraiya, Yeni Bir Hükümdar Aynası:
Osmanlı Padişahlarının Kamusal İmgesi ve Bu
İmge- nin Algılanması, (Çev. Gül Çağalı Güven), Alfa
Yayın- ları, İstanbul, 2011.
FAZLIOĞLU, İhsan “Osmanlı Dönemi Türk Felsefe-
Bilim Hayatının Çerçevesi, ”http://www.ihsanfazlioglu.
net/yayinlar/makaleler/
FAZLIOĞLU, İhsan, Işk imiş her ne var Âlem’de
İlim bir kîl ü kâl imiş ancak: Fuzulî ne demek
istedi?, Klasik Yayınları, İstanbul, 2011.
FLEİSCHER, Cornel H. Tarihçi Mustafa Âli: Bir
Osmanlı Aydın ve Bürokratı, (çev. Ayla Ortaç), Tarih
Vakfı Yurt Yayınları, İstanbul, 2008.
GENCER, Bedri, “Osmanlı Siyasî Felsefe ve Rejimi:
Kuruluşun 700. Yıldönümü Münasebetiyle Bir İcmal”,
Akademik Araştırmalar Dergisi, S. 4-5, 2000, 103-
151.
GENCER, Bedri, “Osmanlı’da Meşruiyet Tabakalaş-
masının Oluşumu”, İstanbul Üniversitesi Siyasal Bilgiler
Fakültesi Dergisi, S. 30, (2004), s. 65-100.
GENCER, Bedri, İslam’da Modernleşme 1839-1939,
Lotus Yayınları, Ankara, 2008.
GÖRGÜN, Tahsin “Osmanlı Düşüncesi Nasıl
Anlaşılabilir?-Osmanlı Düşüncesinin Anlaşılmasında
Karşılaşılan Bazı Zorluklar Üzerine-“, Türklük Araştır-
maları Dergisi, S. 13-14, (2003), s. 29-46.
GÜLER Zülfi, “Bağdatlı Ruhi’nin Meşhur Terkib-i
Bendine Sosyal Psikoloji Açısından Bir Bakış”,
Turkish
44
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Language and Literature, C.3, S. 1, (2008), s. 28-43.


İbnü’l-Arabî, Fusûsu’l-Hikem, (çev. ve şerh: Ekrem
Demirli), Kabalcı Yayınevi, İstanbul, 2008.
İNALCIK, Halil, “Osmanlı Padişahı”, Ankara Üni-
versitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 13, S.
4, (1958), s. 68-79.
İNALCIK, Halil, “Osmanlılar’da Saltanat Verâseti
Usûlü ve Türk Hakimiyet Telâkkisiyle İlgisi”, Ankara
Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi Dergisi, C. 14,
No: 1, (1959), s. 68-94.
İNALCIK, Halil, “State, Sovereignty and Law
During the Reign of Süleymân”, Süleymân the Second
and His Time, (ed. Halil İnalcık-Cemal Kafadar), Isis
Press, İstan- bul, 1993, s. 59-92.
İNALCIK, Halil, Fatih Devri Üzerine Tetkikler ve
Vesikalar, T.T.K. Yayınları, Ankara, 1995.
İNALCIK, Halil, Osmanlı İmparatorluğu Klâsik
Çağ (1300-1600), (çev. Ruşen Sezer), Yapı Kredi
Yayın- ları, İstanbul, 2004.
KAPLAN, Mahmut, Klasik Türk Şiirinde Hz. Mu-
hammed, Etkileşim Yayınları, İstanbul, 2010.
KARAHAN, Abdülkadir, İslâm Türk Edebiyatında
Kırk Hadis, İstanbul, 1991.
KELPETİN ARPAGUŞ, Hatice, Osmanlı Halkı-
nın Geleneksel İslâm Anlayışı ve Kaynakları,
Çamlıca Yayınları, İstanbul, 2001.
Kınalızâde Ali Çelebi, Ahlâk-ı Alâî, (haz.
Mustafa Koç), Klasik Yayınları, İstanbul, 2007.
KİRİŞÇİOĞLU, Mehmet “Cafer Iyâni”, Türkiye Di-
yanet Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 6., İstanbul,

45
KAYNAKLAR

1992, s. 551-552.
Mehmed Tâhir, Osmanlı Müellifmeri, Bizim Büro Ya-
yınları, Ankara, 2000.
MAZIOĞLU, Hasibe, “Türk Edebiyatında Mevlid
Yazan Şairler”, Türkoloji Dergisi, C. VI. S. 1,
Ankara, 1974, s. 31-62.
Muhammed bin Muhammed el-Gazâlî, Nesâyihü’l-
Mülûk (İnceleme-Metin-Dizin), (haz. Turgut Tok), Bil-
geoğuz Yayınları, İstanbul, 2009.
NECİPOĞLU, Gülru, 15. ve 16. Yüzyılda Topkapı
Sarayı: Mimarî, Tören ve İktidar, (çev. Ruşen
Sezer), Yapı Kredi Yayınları, İstanbul, 2007.
NEUMANN, Christoph K., “Devletin Adı Yok-Bir
Amblemin Okunması”, Cogito Osmanlılar Özel Sayısı,
S. 19, (1999), s. 269-280.
OCAK, Ahmet Yaşar, Yeniçağlar Anadolu’sunda
İslam’ın Ayak İzleri: Osmanlı Dönemi, Makaleler-
Araştırmalar, Kitap Yayınevi, İstanbul, 2012.
ÖKTEN, Meriç, Salebî’nin Kısasü’l-Enbiyâ’sının
XIV. Yüzyılda Türkçe Tercümesi, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Ens- titüsü, İstanbul, 2000.
TEZCAN, Baki, “Tarih Üzerinden Siyaset: Erken
Modern Osmanlı Tarih Yazımı”, Erken Modern
Osman- lılar: İmparatorluğun Yeniden Yazımı, (Ed.
Virgina
H. Aksan-Daniel Gofgman), İstanbul: Timaş Yayınları,
2011, s. 223-266.
TİMURTAŞ, Faruk Kadri, Şeyhî ve Hüsrev ü
Şîrîn’i, İÜ Edebiyat Fakültesi Basımevi, İstanbul, 1980,
TÜMER, Günay “Arâisü’l-Mecâlis”, Türkiye Diyanet

46
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Vakfı İslam Ansiklopedisi (DİA), C. 3, 1991, s.


265- 266.
UNAN, Fahri, İdeal Cemiyet İdeal Devlet İdeal
Hükümdar, Lotus Yayınları, Ankara, 2004.
YAZAR, Sadık Anadolu Sahası Klasik Türk Ede-
biyatında Tercüme ve Şerh Geleneği, (Yayınlanmamış
Doktora Tezi), İstanbul Üniversitesi Sosyal Bilimler
Ens- titüsü, İstanbul, 2011.
YENİTERZİ, Emine, Divan Şiirinde Na’t, Ankara,
1993.
YILMAZ, Emine-DEMİR, Nûrettin, “Bir Salebî Çe-
virisi (Kısas-ı Enbiyâ: TDK Nüshası)”, International
Jo- urnal of Central Asian Studies, X/1, (2005) , s.1-
8.
YILMAZ, Emine-DEMİR, Nûrettin, “Sa’lebî’nin
Kitâbu Arâ’isi’l-mecâlis fî Kısasi’l-Enbiyâ’sının Anadolu
Sahasında Yapılmış Çevirileri”, Journal of Turkish
Stu- dies /Türklük Bilgisi Araştırmaları Dergisi
(Cem Dil- çin Armağanı), XXXIII/II, (2009), s. 357-
370.
http://www.kuranmeali.org/
47
CAFER IYÂNÎ BEY

48
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-Nâme
Varlığın İncisi
Nûr-nâme’nin hazırlanışında Süleyma-
niye Kütüphanesi Nuruosmaniye Bölü-
mü 4998 numarada kayıtlı olan müellif
nüshası esas alınmış, metnin silinmiş,
nemlenmiş ve yırtılmış kısımlarında,
Atıf Efendi Bölümü 1746/1’de yer
alan nüshasından da yararlanılmıştır.
Günümüz Türkçesiyle

49
CAFER IYÂNÎ BEY

50
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

[Sebeb-i Te’lif]

Sonsuz övgü ve şükür, mahlûkatı yoktan ve


benzer- siz bir şekilde yaradan; insanları akıl ve irade
ile diğer mahlûkattan üstün kılan Allah’a aittir. Ve
sonsuz övgü, insanların çalışma yeri olan dünyadaki
şekilleri tasvir eden ve asıl yaşam yeri olan ahiretteki
hallerin önceden tedbirini yapan, düzenleyen;
peygamberleri bütün in- sanlar arasından seçerek
üstün kılan ve onları manevî yardımlarıyla
şerefmendiren Allah’a aittir. Manevî dua, selâm ve
hediyeler varlıkların en şerefmisi ve kâinatın efendisi
olup kabiliyet cevherleri diğer peygamberler- den
daha üstün olan Hz. Muhammed’e -en faziletli
dualar onun üzerine olsun- aittir. Bütün hayır dualar
ve selâmlar Peygamber’in meclisindeki sohbete kabul
edilen ve ona itaat ederek en hayırlı ameli işlemiş
olan arkadaşları ve dostları sahabeler üzerine olsun –
Allah onların hepsinden kıyamete kadar razı olsun-
Her yönüyle yüce olan Temeşvar vilâyetinin mal
ve gelirleri bu sadık kulun kararsız akan kalemiyle
kay- dedilirken ve idarecilerin halleriyle ilgili işler
bu aciz kuldan alınan parlak fikirlerle kemale
erdirilirken bu vilâyetin âlimleri ve fakihlerinden
bazı gönül dostları
51
CAFER IYÂNÎ BEY

ve vefalı kardeşler bu riyasız kuldan bir ricada


buluna- rak şöyle dediler: İnsanların en hayırlısı ve
kıyamet gü- nünün şefaatçisi olan Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) parlak nûru ve temiz ruhunun her şeyden önce
yaratılıp en fa- ziletli oluşu; diğer büyük
peygamberlerden (a.s.) daha kâmil olmasının nasıl
olduğunu ve dair fazilet güneşi olan Hz.
Peygamber’in yüce mertebesini anlatan men- kıbeleri
Arapçadan Türkçeye tercüme edip bunları sı-
nıfmandırarak bir araya getirip bir kitap yaz ki
senden sonra hayırlı anılmanı sağlasın ve hayatının
şerefmi bir neticesi olsun.
Şiir

Kişinin ardında hayırlı bir halef


kalmayınca Boş yere telef olan o ömre
yazıklar olsun
diyerek çok ısrar ettiler. Bunun üzerine ben, zayıf ve
hüzünlü Cafer, bahsi geçen akıllı kimselerin ısrar ve
ricalarını kabul ettim ve Hz. Peygamber’in şerefmi
men- kıbelerini yazmayı akla uygun gördüm.
Kusurlardan münezzeh olan Hz. Allah’ın yüce
yardımını umarak; din sultanı ve âlemlere rahmet
olan Hz. Peygamber’in bereketli mucizelerini vesile
ederek peygamberlik sara- yının padişahı olan Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) aşikâr rivayetlerde ve doğru
kitaplarda bulunan yüce menkı- belerini Arapçadan
Türkçeye tercüme etmeğe giriştim ve bu kitaba Nūr-
nāme ismini verdim. Böylece Arapça kelimeleri
anlamayan sadık kardeşler için okunması ko- lay olup
din padişahı ve günahkârların şefaatçisi olan Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz ruhlarını seçkin
dualarla yad ve kulların en fakiri olan bu Cafer’i
birer fatiha ile yad etmeye ciddi gayret göstersinler.
52
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Müellifin Şiiri

Yüce Allah’ın sevgilisine dua eden


Mahşer gününde huzura erişir
Burada (dünyada) bir dua edenler
Allah’ın rahmet ve lütfunu
bulurlar
Elinden hiçbir şey gelmeyen bu güçsüz kulun,
kâinatın Efendisi olan Hz. Muhammed’in –duaların
en faziletlisi onun üzerine olsun- mübârek nûrunun
men- kıbelerinin zerresini beyan etmeye yeterliliği
ve gücü yoktur. Yüce Allah’ın sevgilisi olup bizzat
O’nun tara- fından övülen Hz. Muhammed’in (s.a.v.)
şerefmi zatını tarif edip vasıfmarını anlatmaya zayıf
bir insanın gücü yeter mi? Bilhassa, şanı yüce olan
sultanın yüce menkı- belerini anlatmak konusunda ve
fazilet güneşinin yüce mucizelerini beyan etmekte
büyük âlimler –Allah on- ların derecelerini kıyamet
gününe kadar yüceltsin- bu kadar mevlid-i serif
kaleme alıp O’nun latif mucizeleri- ni birçok değerli
kitapta yazmışlardır. Fakat ayıpları ve günahları çok,
fakirler fakiri, âlimlerin ayaklarının tozu olan bu
riyasız kul Cafer, Yüce Allah’ın Peygamber’inin –
sabah ve akşam, Allah’ın selâmı onun üzerine olsun-
şefaatini kazanmak ümidiyle gücüm yettiği ölçüde o
tertemiz nûrlu padişahın ve “sen olmasaydın, sen ol-
masaydın âlemleri yaratmazdım” hitabının sahibi olan
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mutluluk veren nûrundan
İnşallah beyan edeyim. Belagat ve fesahat ehli
olanların iyilik ve himmetlerinden bu şerefmi risaleye
ve bu latif makaleye rıza ve doğruluk gözüyle bakıp
kelime ve yazı hataları olursa bunu düzeltmekten
imtina etmemele- rini ve sahip oldukları belagat
denizinden bazı fazilet damlalarını bu hususa
sarfetmelerini beklerim.
53
CAFER IYÂNÎ BEY

Bu risale, yüce gönüllü, sığınağımız, gökyüzünün


güneşi ve Osmanlı hanedanının özü, gazi ve
mücahid- lerin sultanı olan Sultan Mehmed Han oğlu
Gazi Sul- tan Ahmed Han’ın –Allah hilafetini
devranın bitişine kadar dâim etsin- saadet veren
isimlerinin himmetiyle tamamlandı.

54
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Birinci Bölüm
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) Nûrunun Ruhlar
Âleminde Olan Aslını ve Derecelerini Be-
lirtmek ve Bütün Yaradılmışlardan Önceli-
ği ve Her Şeyden Faziletli Olduğu Hakkın-
dadır.

Müellifin Şiiri

Ey can bülbülü, gel uçmaya


başla Yine bir gülü vasf etmeye
başla
Ne gülü, iki âlemin gül bahçesidir
Cihandaki gül bahçelerinin en
parlağıdır
Bu cihanda gül ve bülbül
yokken Mekânsızlık bağında o
gül vardı
Bağ ve bostan vücuda gelmeden
önce O, mekânsızlık bağında gezerdi
Onun zatının nûru, bize nasıl nakl
edilmişse O şekilde anlat ki sıfatı işitilsin
55
CAFER IYÂNÎ BEY

O en yüce nûr öyle bir kaynaktandır ki


Onun ışığından bütün âlem görünür olmuştur
Onun şerefmi vasfını beyan
eyle Onun latif nûrunu aşikâr
eyle
Aşk sarhoşu olan beni ayık
eyle Dilimi onun methine layık
eyle

Mişkatü’l-Envâr ve Dekâyiku’l-Ahbâr’da ve
diğer birçok muteber kitapta yazılmıştır ki hilafet
sırrı- nın mührü ve velayet denizinin çeşmesi ve
garip hal- lere mazhar olan Hz. Ali (r.a.) rivayet
eder: Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) ezeli iradesi, kudretinin
mükemmel de- recesini göstermeyi ve bütün âlemleri
var edip acayip ve garip varlıkları aşikâr eylemeyi
diledi. Yüce Allah (c.c.); yer, gök, kürsî, kalem,
güneş, ay, cennet, cehen- nem ve on sekiz bin âlemi
yaratmadan üçyüz yirmi dört bin yıl önce kendi
kudretinin ve yüceliğinin nûrundan bir nûr alıp şeriat
ve hakikat bahçelerinin bülbülü olan Hz. Muhammed
Mustafa’nın (s.a.v.) nûrunu yaradıp o tertemiz
nûrdan onun tertemiz ruhunu dünyadaki sûreti
üzere yarattı. Peygamberlik tacını ve hidayet el-
bisesini onun boynuna koyup tertemiz ruhunu ve
par- lak nûrunu ezelden habîb ismiyle adlandırdı.
Cenâb-ı Hakk (c.c.) bundan sonra on iki perde yarattı.
Her per- denin genişliği ve büyüklüğü Hz. Allah’ın
(c.c.) ezelî ilmine malumdur.
Birinci perde kudret perdesidir. Yaradılmışların
en şerefmisi olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) mübarek
nûru ve tertemiz ruhu kudret perdesinde on iki bin
yıl “Subhâne Rabbiye’l-a’lâ” tespihiyle meşgul olup
Hz. Allah’a (c.c.) ibadet etti. İkinci perde yücelik
perdesi-

56
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

dir. O yüce makamda on bin yıl “Subhâne’l-Âlimü’l-


Hâkim” tesbihiyle meşgul oldu. Üçüncü perde
min- nettir. O şerefmi makamda da on bin yıl
“Sübhâne men huve dâimun lâ yefnâ” tespihiyle
meşgul oldu. Dördün- cü perde rahmet perdesidir. O
bağışlama makamında dokuz bin yıl “Sübhâne
Refi’ü’l-a’lâ” tespihine devam etti. Beşinci perde,
saadettir. Onda da sekiz bin yıl “Sübhâne men hüve
kâimun” tespihiyle ibadet eyledi. Altıncı perde
kerâmet perdesidir. Orada da yedi bin yıl “Sübhâne
men hüve Ganiyyu lâ yefuekiru” tespihine devam
etti. Yedinci perde menzilet perdesidir. Onda da altı
bin yıl “Sübhâne Hâliku’n-Nûr” tespihiyle meş- gul
oldu. Sekizinci perde hidâyet perdesidir. Beş bin yıl
durup “Sübhâne men Yezâl ve lâ Yezûl” tespihiyle
meşgul oldu. Dokuzuncu perde nübüvvettir. Orada
da Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz ruhu, dört bin
yıl durup “Sübhâne men teazzaret bi’l-kudreti ve’l-
bekâ” tespihiyle meşgul oldu. Onuncu perde yücelik
perdesidir. Üç bin yıl durup “Sübhâne zi’l-arşi ammâ
yesifûn” tespihine devam etti. On birinci perde nûr
perdesidir. Orada iki bin yıl durup “Sübhâne zi’l-
mülki ve’l-melekût” tespihine devâm etti. On ikinci
perde şifâ perdesidir. Burada bin yıl “Sübhâne
rabbiye’l-azîm” tespihine devam etti. Daha sonra
Cenâb-ı Hak (c.c.) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) şerefmi
ruhlarına tekrar ken- di sonsuz büyüklüğü ve yüceliği
makamında ibadet ey- lemesini buyurdu. Bunun
üzerine Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz ruhu
şükür makâmında namaza durup birinci rekâtta yedi
bin yıl ayakta ve yedi bin yıl rükûda ve yedi bin yıl
mübarek başını secdeden kaldırmadı. İkinci rekâtta
da her rükû ve secde ile kıyam ve ta- hiyyatta
yedişer bin yıl durdu. Böylece yaratılmışların
57
CAFER IYÂNÎ BEY

efendisi olan Hz. Muhammed (s.a.v.), iki rekât


namazı kırk dokuz bin yılda tamamladı. Bundan sonra
Cenâb-ı Hak (c.c.) nebi ve resûllerin ruhlarıyla bütün
melekle- re Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhuna
itaatkâr ve bağlı olmalarını ve tam bir kabulle onun
hizmetinde dur- malarını buyurdu. Ve sevgilisi olan
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhuna bütün
yaradılmışlara merhametli ve şef- katli olması için
merhamet ve rahmeti bolca verdi. Bu manaya “Ey
Muhammed biz seni ancak âlemlere rah- met olarak
gönderdik (Enbiyâ: 107)” âyet-i kerimesi sağlam bir
delildir. Ve Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhu- nu güzel
ahlâkın ve yüce sıfatların çeşitleriyle süsleyip tertip
eyledi. Bu iddiaya “sen elbette yüce bir ahlâk üze-
resin (Kalem: 4)” âyeti ezelî ve sağlam bir delildir.
Hz. Muhammed’in (s.a.v.) tertemiz nûru ve yüce
ruhu bu kadar yüce dereceler kat ederek “sen
olmasaydın, sen olmasaydın âlemleri yaratmazdım”
makamının sahibi olmaya lâyık ve müstehak oldu.
Eşi ve benzeri olma- yan Cenâb-ı Hak (c.c.) sevgilisi
olan Hz. Muhammed’i (s.a.v.) kâinatın fâtihi ve
yaradılmışların esası eyleyerek nûrundan bütün kâinatı
ve varlıkları yaratmayı diledi. Bunun üzerine Yüce
Allah (c.c.), Hz. Muhammed’in (s.a.v.) nûrundan,
önce parlak bir cevher yarattı. O mübârek cevhere
bir kere nazar edince o tertemiz cev- her, Cenâb-ı
Hakk’ın heybetinden iki parçaya bölün- dü. Birinci
parça, Cenâb-ı Hakk’ın heybetli nazarının
dehşetinden titreyerek su olup eridi. Tâ kıyamete
kadar akıp gitmektedir. Cenâb-ı Hak (c.c.), o cevherin
ikinci parçasına da merhamet nazarıyla bakınca ondan
on şey yarattı:
58
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

1. Arş
2. Kürsî
3. Kalem
4. Levh
5. Cennet
6. Güneş
7. Ay
8. Yıldızlar
9. Hûriler
10. Melekler
Hz. Allah (c.c.) kalemi ve levh-i mahfuzu
yaratın- ca kaleme de heybet nazarıyla baktığı gibi
Allah’ın (c.c.) nazarının heybetinden kalem iki parça
olup ilâhî emre uyduğunda Cenâb-ı Hak (c.c.) kaleme
“ey kalem benim şerefmi ismim ile habibim ve
resûlüm olan Hz. Muhammed’in (s.a.v.) güzel
ismini Lâ İlâhe İllallâh Muhammedun Resûlullâh
şeklinde yazdıktan sonra kıyamete kadar
olacakların tümünü de yaz” diye bu- yurduğunda
kalem secdeye varıp bin yıl sonra başını kaldırıp
dedi ki: Allah’ım senin güzel ismini bildim fa- kat
senin isminin yanında olan Muhammed ismi hangi
şükredici ve afga nail olmuş kulunun ismidir? Kalem
böyle deyince Cenâb-ı Hakk’ın (c.c.) dergâhından
cevap geldi: “Ey kalem benim izzetim ve celâlime
an- dolsun ki Muhammed’i (s.a.v.) yaratmasaydım
arşı ve kürsüyü, yerleri ve gökleri, cenneti ve
cehennemi yarat- mazdım. Bütün yarattıklarımı onun
yüzü suyu hürme- tine yarattım.”

59
CAFER IYÂNÎ BEY

Şiir

Âlemin gül bahçesinden eser yokken


Vuslat bahçesinde sadece o gül
yetişirdi
Onun sözleri, ezelî gül bahçesinin bülbülüdür
Mekânsızlık bağının nazik bedenli gülü odur
Yer ve gök, arşla kürsü, kalem, levh ve
zaman Yaratılmışlar olmazdı, o olmasaydı
eğer
Ondan sonra Cenâb-ı Hak (c.c.), Hz.
Peygamber’in (s.a.v) nûrundan yarattığı cevherin
kalan kısmından dört budaklı bir ağaç yarattı ve o
ağaca “şecer-i yakîn” ismini verdi. Ondan sonra
âlemlerin sultanı olan Hz. Muhammed’in tertemiz
ruhlarını en güzel şekilde su- retlendirerek ona
şecer-i yakînin budaklarında kalıp Hz. Allah’ın
dergâhına tespihte bulunmasını buyurdu. Behcetü’t-
Tevārih’te ve bazı muteber kitaplarda, Cenâb-ı
Hakk’ın Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhunu süslü
ve nûranî bir tavus şeklinde yarattığı ve O’nun da
tavusun ağacın dallarında ve budaklarında yedi bin
yıl tespihte bulunduğu yazılıdır. Ondan sonra o şecer-i
yakînin kar- şısısında parlak bir ayna yaratıp ismini
Mir’atü’l-Hayât (Hayat Aynası) olarak takdir etti.
Yüce Allah, o tavusa o parlak aynaya bakmasını
emretti. Hz. Muhammed’in (s.a.v.) ruhu, kendisinin
süslü ve eşsiz güzellikteki şekli- ni o aynada
tamamiyle gördüğünde sonsuz derecedeki utancından
dolayı bu nimete şükretmek için beş kere secde
eyledi. O beş secdesi, beş vakit namaz olarak ken-
disine ve ümmetine farz oldu. Ondan sonra Hz.
Allah (c.c.) nûrlu bir kandil yaratıp Hz. Muhammed’in
(s.a.v.) ruhu gökyüzü durdukça orayı mekân eyleyip
tespih ve övgüde bulunsun diye o kandili yüce arşın
altında asılı

60
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

tuttu. Böylece Hz. Peygamber’in (s.a.v.) ruhu, o


nûrlu kandil içinde Cenâb-ı Hakk’ın doksan dokuz
güzel esma-i hüsnasının her birinin tespihine biner yıl
devam etti. Rahman ismine eriştiğinde Hz.
Muhammed’in (s.a.v.) ruhuna Cenâb-ı Hak
merhamet nazarıyla bak- tı. Hz. Peygamber’in
(s.a.v.) ruhu, Hz. Allah’tan o ka- dar utandı ki bu
utangaçlığın şiddetinden terledi. Hz. Peygamber’in
(s.a.v.) mübarek yüzünden ortaya çıkan her damladan
bir peygamberin tertemiz ruhunu yarat- tı. Göğsünün
terinden mümin ve müslüman olanlarla şehitleri ve
salih kimseleri yarattı. Sırtının terinden de Kabe’yi,
Kudüs mescidini ve diğer mescitleri yarattı. Hz.
Muhammed’in ruhu Cenâb-ı Hakk’ın Kahhâr is-
miyle meşgul olduğunda Allah’ın ezelî güzelliği
karşı- sında hissettiği hayret, onu öyle sonsuz bir
denize dal- dırdı ki aklı şaşakalıp perişan oldu.
Cenâb-ı Hakk’ın heybeti karşısında Allah’ın o nûru
tekrar terledi ve o terin damlaları sayısınca
müminler ve cehennem ehli olacak kâfirler yaratıldı.
Sonra Yüce Allah, ezelî hik- meti gereğince bütün
peygamberlerin, şehitlerin, diğer müminlerin ve
kâfirlerin dünyadaki suretlerini yaratıp Hz.
Muhammed’in nûru karşısında durup ona yaklaş-
malarını ve bakmalarını istedi. Allah’ın bu emri üze-
rine bütün ruhlar, Hz. Muhammed’in nûrlu bir tavus
şeklinde olan nûruna baktılar. İki âlemin sultanı olan
o yüce Peygamber’in mübarek başını gören ruhlar
dün- yada saltanat ve yöneticilik mertebesine layık
oldular. Mübarek gözlerini görenler Kurân-ı Kerîm’i
okumakta maharetli oldular. Yüzünün güzelliğini
görenler güzel sıfatlarla donanıp insanların ve ileri
gelen kimselerin sevgilerini kazandılar. Mübarek
parmaklarını görenler kâmil kimselerden olup her
türlü yazıyı güzelce yazan
61
CAFER IYÂNÎ BEY

kâtiplerden oldular. Peygamber, evliya, şehit ve salih


olan kimselerin ruhları Şanı yüce olan Allah’ın
emriy- le ortaya çıktıktan sonra, Cenâb-ı Hak bütün
ruhlara Hz. Peygamber’in ruhunun etrafında
toplanmalarını emretti. Ruhlar dört saf oldular.
Birinci safua peygam- berlerin ruhları, ikinci safua
evliyaların ve şehitlerin ruhları, üçüncü safua dindar
kimselerin ve müminlerin ruhları ve dördüncü safua
da kâfirlerin, Yahudilerin ve Hristiyanların ruhları
peygamberlerin önderi olan Hz. Muhammed’in
ruhunun etrafını sarıp Allah’ın istediği şekilde
durdular. Velhasıl-ı kelam, Hz. Âdem insanların maddî
bedenlerinin anahtarı ve başlangıcı olduğu gibi Hz.
Muhammed’in ruhu da kâinat ağacının çekirdeği ve
yaratılmışların özü ve ruhların babası olup bu onun
apaçık bir mucizesi ve akıllı insanlar için gün gibi
or- tada olan bir hakikattir. Hz. Peygamber, Allah’ın
nûru ve kâinatın başlangıcı olduğu halde şerefmi
vücudunun peygamberlerin sonuncusu olarak
dünyaya gelmesi, Allah’ın sonsuz hikmetlerine işaret
etmektedir. Zavallı ve yeteneksiz olan ben garip, söz
fazla uzamasın diye kısaca işaret ederek yazdım.
Cömertlik kaynağı ve Hz. Peygamber’in “Ali’den
başka yiğit yoktur” sözüne mazhar olmuş olan Hz.
Ali, şöyle rivayet etmiştir: Cenâb-ı Hak yerleri ve
yer- yüzündeki acayip dağları yarattığında yerler
Cenâb-ı Hakk’a secde edip ağladı ve “Allah’ım,
gökyüzü ehli “arş, kürsî güneş, ay, seçkin varlıklar,
levh-i mahfuz, kalem ve melekler bizdedir ve
Allah’ın vahyi de biz- den nazil olur” diyerek
seviniyorlar ve bana üstün- lük iddiasında
bulunuyorlar. Bana da böyle nimetler verdin ve
beni türlü türlü bitkiler, ağaçlar ve çeşitli
62
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

meyvelerle süsleyip üzerimde Kevsere benzer nehirler


akıttın. Allah’ım bu kadar çok nimeti kimin için
yarat- tın? Şimdi benim üzerimde sana ibadet edecek
kimse yoktur” diyerek mahzun olduğunda Cenâb-ı
Hak’tan şöyle bir nidâ geldi: “Ey yeryüzü, sana
müjdeler olsun ki ben senden yaratılmışların en
şerefmisini yaratacağım ve ondan da bütün
peygamberler ve evliyalar vücuda gelip senin
üzerinde ibâdet eyleyecekler. Özellikle ha- bibim
Muhammed Mustafa’yı yaratıp peygamberlerin
sonuncusu kılacağım. Seni onun ayağının toprağı ol-
makla şerefmendireceğim ve onun ümmeti doğudan
ba- tıya kadar her yerde senin üzerinde mescitler,
camiler, medreseler ve ibadet yerleri bina edecekler.
Seni böyle süsleyeceğim.” Cenâb-ı Hak’tan bu
şekilde cevap alan yeryüzü hemen sakinleşti ve
âlemlere rahmet olacak olan o Peygamber’in teşrif
edeceğini duyduğu için mutlu olarak Allah’a hamd
ü senada bulundu. Herşe- yin yaratıcısı ve rızık
vericisi olan Yüce Allah, yeryüzü- nü ve zamanı
yarattıktan sonra cinleri ateşten ve zehirli dumandan
yaratarak onlara ibadet etmelerini emretti- ğinde
cinler isyan edip dünyayı zulümleriyle viraneye
çevirdiler. Cenâb-ı Hak, cinlerin doğru yola gelmeleri
ve günahlarından tevbe etmeleri için sekiz yüz
peygam- ber gönderdi. Fakat bütün peygamberlerini
haksız yere öldürüp dünyayı fitne ve fesada verdikleri
için Cenâb-ı Hak, cin kavmini yok edip dünyayı da
viran bıraktı. Cin kavminden geriye kalan fertler
dağlara ve adala- ra dağılıp perişan oldular. Lanetli
şeytanın o zamanki ismi Hadis’ti. Cinlerin
dindarlarından birisi olup çok ibadet ederek birinci
göğe kadar yükselmiş ve melek şekline girip onların
arasına karışmıştı. Cenâb-ı Hak, cin kavmini yok
edip yeryüzünü onların şerrinden te-
63
CAFER IYÂNÎ BEY

mizlediğinde meleklerden oluşan askerlerini gönderip


yeryüzünü tekrar üzerinde yaşayacak bir hale getirtti.
Yeryüzünü meleklere vatan yaptı ve Şeytan’ı (Azâzîl)
da meleklere reis olarak atayarak yeryüzünün beyliği-
ni ona verdi. Sapkın Şeytan, Cenâb-ı Hakk’a o kadar
çok ibadet ediyordu ki bazen yüce cennetlerde
Rıdvan aleyhisselâmla yaşar, bazen de yeryüzünde
beylik sürer ve bazen de gökyüzünde ibadet ederdi.
Yüce Allah, la- netli Şeytan’a bu kadar ikramda ve
iltifatta bulunarak birinci göğe çıkarıp bin yıl
boyunca meleklerle ibadet ettirdikten sonra Şeytan
bin yıl da ikinci gökte ibadet etti. Bu şekilde yedinci
göğe varıncaya kadar her gökte biner yıl samimi
ibadette bulunarak meleklerin reisi ve dostu olduğu
için gönlüne yaptığı ibadetlerin ve reis- liğinin
gururu düştü. Bu kadar çok ibadet ettiği için
ameliyle gururlandı ve sevinerek “Cenâb-ı Hak
benden daha faziletli birini yaratsaydı beni aşağı
âlemlerden yukarıya çıkarıp bütün meleklerden
üstün ve bütün yaratılmışlardan şerefmi kılmazdı.”
diyerek isyan yoluna girdi.

64
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İkinci Bölüm
Bu bölümde Hz. Peygamber’in tertemiz
ruhunun peygamberlerin ve diğer yüce
kimselerin ruhlarıyla olan münasebeti ve
o şerefli nûrun hürmetine Yüce Allah’ın
Hz. Âdem ile Havvâ’yı yaratması, Serendip
Dağı’na indirilmelerine kadar nail oldukları
nimetler ve dünyaya gönderilmeleri anla-
tılmaktadır.
Geçmişe dair haberleri ve sırları aktaranlar sahih
kitaplarda şöyle rivayet etmişlerdir: Âlemlerin sahibi
olan Yüce Allah, Hz. Muhammed’in nûrundan arş,
yeryüzü, levh-i mahfuz, kalem, güneş, ay, cennet ve
cehhennemi yarattı. Sonra da sonsuz gücünü ve garip
hikmetlerini ortaya çıkarmayı, gizli hazinelerini ve
ya- rattığı güzellikleri göstermeyi ve Hz. Âdem’in
neslin- den peygamberler ve evliyalar yaratıp
bunlara da Hz. Muhammed’in parlak nûrunu son
peygamber olarak önder yapmayı diledi. Bunun için
Azrail aleyhisselâma Hz. Âdem’in toprağını
Kâbe’den, göğüs ve sırt top- rağını Kudüs’ten,
butlarını Yemen’den, baldırlarını

65
CAFER IYÂNÎ BEY

Hicaz’dan, sağ elini Doğu’dan ve sol elini de


Batı’dan alıp getirmesini emretti. Azrail
aleyhisselâm, Hz. Âdem’in toprağını Allah’ın
emrine uyarak aldıktan sonra Cenâb-ı Hak bu
toprağa acı ve tatlı su katıp Hz. Âdem’in balçığını
oluşturdu. İnsanların ahlâkının fark- lı olup birbirine
benzememesini istedi. Cenâb-ı Hak, kudret eliyle o
balçığı iki parça edip yarısını cennete ve diğer
yarısını da cehenneme bıraktı ve “birini cennet için
diğerini de yanması için yarattım” dedi. Sonra Hz.
Muhammed’in mübarek cismini yaratmak için Cebrâil
aleyhisselâmı yetmiş bin melekle birlikte yeryüzüne
gidip Hz. Peygamber’in mübarek toprağını getirmek-
le görevlendirdiğinde Cebrâil aleyhisselâm yetmiş
bin melekle yeryüzüne inip Medine’de şu anda Hz.
Peygamber’in kabrinin olduğu yerden bir avuç toprak
alıp Selsebil ve Kevser suyuyla yıkamak için cennete
götürdü. Cebrâil aleyhisselâm, âlemlerin sultanı Yüce
Allah’ın emriyle bu toprağı cennete götürüp Selsebil
ve Kevser suyu katarak ve cennetin bütün nehirlerine
batırarak bembeyaz inci gibi parlattıktan sonra bütün
meleklerin Hz. Peygamber’in mübarek toprağını gö-
rüp tanımaları ve üstünlüğünü kabul etmeleri için
Hz. Peygamber’in mübarek toprağını alıp bütün
yerleri ve gökleri gezdirdi. Çünkü Hz. Peygamber’in
şerefmi vü- cudu henüz tasvir edilip dünyaya
gelmeden önce yerde ve gökte ne kadar melek varsa
Kâinatın Efendisi’nin ge- leceğini Allah’ın emriyle
bilir ve birbirlerine geleceğini haber verirlerdi.

66
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Müellifin Şiiri

Allah’ın Yüce Resûlü’nün nasıl bir sultan olduğunu


gör. Manevî bilgilerin kaynağı ve peygamberlerin
seçkinidir.
İnsanlar ve cinler yaratılmadan önce
Mekânsızlık göğünün şahıydı.
Nûru apaçık bir şekilde ortadaydı, O sağlam bir
delildi. İnsanlara iyiliği ortadaydı, vicdan kaynağıydı.
“Küntü kenzen” hadisinin sırrına mazhar idi
Onun kim olduğunun sırrına vâkıf ol, bu hakikati gör.

Cenâb-ı Hak, Resûlullâh’ın mübarek toprağını


Âdem aleyhisselâmın toprağına katıp kırk sabah kud-
ret eliyle ve hikmet ilmiyle yoğurdu. Hz.
Peygamber’in balçığı Hz. Âdem’in balçığına
karışdığında Âdem aleyhisselâmın balçığı Hz.
Muhammed’in nûru ile güneşden de parlak bir
hâle geldi. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’e sonsuz hikmeti
ve gücüyle şekil verdikten sonra Tâif ile Mekke
arasında kırk yıl boyunca ibadet etmek üzere ayakta
bekletti. Velhasıl-ı kelâm yüce ruhlar ile sı- radan
ruhlar Hz. Muhammed’in çevresinde durdukla- rında
Cenâb-ı Hak, Hz. Muhammed’e ruhları Allah’ın
birliğine ve kendisinin peygamberliğine iman etmeye
davet etmesini vahyetti. İnsanların ruhları da üç bölü-
ğe ayrıldılar. Bir kısmı avâm bir kısmı has bir kısmı
da hassın hassı oldular. Avâm olanlar dünyayı, has
olanlar cenneti ve hasların hası olanlar da Cenâb-ı
Hakk’ı sev- diler. Derin bir bilgiye sahip olan
âlimlerin rivayetine göre vahiy üç türlüdür: biri açık
vahiy, diğeri gizli vahiy üçüncüsü de sırlı vahiydir.
Cenâb-ı Hakk’ın yardımı- na nail olan ruhlar orada
hidayet buldular. Bahsi geçen
67
CAFER IYÂNÎ BEY

makam ruhlar makamıdır, âlemlere rahmet olan Hz.


Peygamber şöyle demiştir: “Âdem henüz su ile
balçık arasındayken ben peygamberdim.” Yani “Hz.
Âdem’in ismi bile yokken ben peygamberdim”
demiştir.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâmı en güzel
şekilde yaratıp Tâif ile Mekke’nin yanına koydu.
Melekler ge- lip Hz. Âdem’i ziyaret ettiler ve Allah’a
şöyle seslendi- ler: “Rabbimiz yeryüzünde fesat
çıkarıp kan dökecek bir kimseyi mi yarattın?” Cenâb-
ı Hak, meleklere şöyle hitap etti: “Benim yüce ilmime
ve hikmetimin mükem- melliğine sizin akıl ve
anlayışınız yetişmez. Benim ya- rattıklarımın tümü
hikmetimin ve gücümün mükem- melliğini ortaya
koymak içindir.
Şiir

İşime hâkimim ve bunda herhangi bir çekişme


yoktur. Benim ilmimden de kimsenin haberi yoktur

Cenâb-ı Hak meleklere bu şekilde cevap


verdiğinde melekler Allah’ın korkusundan arşı
kuşatıp yedi kere tavaf ettiler. Kâbe’nin yedi kere
tavaf edilmesi buradan çıkmıştır.
Lanetli Şeytan, Hz. Âdem’in henüz ruh üfmenme-
miş kalıbına rastladı ve kendi kendine “bu muhakakk
ki bir şey için yaratılmıştır” diye kötü düşüncelere
dal- dı ve Hz. Âdem’in mübarek kalıbını ayağıyla
tepti. Bu kalıbın sırlı olduğunu ve bundan binlerce
peygamber ve evliyanın özelikle de Hz.
Muhammed’in geleceğini bilmedi. Sonra eliyle bu
kalıba vurdu, bunun, içi boş bir şey olduğunu gördü.
Ağzından girip aşağıdan çıktı. Yanındakilere “bu boş
bir şeydir, daimi olamaz. Fakat
68
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Cenâb-ı Hak bunu hepimizden faziletli kılarsa ne ya-


parsınız?” dedi. Bu sözleri işiten meleklerin tümü
“Biz Rabbimize itaat ederiz ve emirlerine boyun
eğeriz.” dedi. Lanetli şeytan bu cevabı işitince kendi
kendine “Eğer Cenâb-ı Hak bunu benden faziletli
kılarsa ben Rabbime isyan ederim ve bunu da yok
ederim” diye dü- şündü.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâmın kalıbına rûh
üfmemeyi dilediğinde “Ey rûh zorla ve zahmetle bu
ka- lıba gir ve yine türlü türlü sıkıntılarla çık” diye
emretti. Bunun üzerine rûh Hz. Âdem’in kafasına
girip aksırdı. İki yüzyıl geçtiği halde Hz. Âdem’in
vücuduna gireme- di. Yine Allah’tan “Âdem’in
vücuduna gir” emri geldi. Rûh başlangıçta Hz.
Âdem’in gözlerine ve ağzına ve di- line girdi. Büyük
âlimler ittifakla şunu söylemişlerdir: “Rûhun ilk önce
Hz. Âdem’in gözlerine inmesinden murad edilen
şudur: Âdem önce kendi vücuduna ba- kıp altın mı
yoksa gümüş veya mücevher mi olduğu- nu görsün
ve daha sonra şerefmi bir konuma geldiğinde azmasın
ve Yüce Allah’a bu nimetlerden dolayı şük- retsin.
Âdem aleyhisselâm ayağa kalktığında mübarek
ayakları henüz topraktı. Hz. Âdem vücudunun toprak
olduğunu gördüğünde “elhamdulillâh” diyerek şükret-
ti. Hz. Âdem’in bu şükrü ve hamdetmesinden dolayı
Cenâb-ı Hak, yüce bir bayrak yaratıp adını “hamd
bay- rağı” koydu. Daha sonra Hz. Âdem’in
vücuduna cân, et, kemik ve kan yayıldı ve Cenâb-ı
Hak, Hz. Âdem’i anlayış ve îmân ile parlatıp
“Andolsun, biz insanoğlunu şerefmi kıldık (İsrâ-70).”
âyet-i kerimesinin de işaret etti- ği gibi türlü türlü
nimetlerle şerefmendirdiğinden başka ona bütün
isimlerini ve ilmi öğretti. Nitekim Kur’ân-ı
69
CAFER IYÂNÎ BEY

Kerîm’de bu hususa şu âyetle işaret edilmiştir:


“Allah, Âdem’e bütün varlıkların isimlerini
öğretti. Sonra onları meleklere göstererek, eğer
doğru söyleyenler iseniz, haydi bana bunların
isimlerini bildirin” dedi (Bakara-31).” Ayrıca
cennetten süslü elbiseler giydirip mübarek başına da
mücevherlerle dolu bir tac koyup Hz. Muhammed’in
nûrunu Âdem aleyhisselâmın alnı- na koydu. O
mübarek nûr Hz. Âdem’in yüzünde öyle parladı ki
meleklerin gözleri kamaşıp bu nûrdan dolayı onun
yüzüne bakamaz hale geldiler.
Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâma hitap etmek ve
böylece ilmini ve isimlerini meleklere öğretmek ama-
cıyla bütün meleklere ve gök ehline toplanmalarını
emretti. Böylece gök ehli toplandı ve yirmi bin
safuan oluşan melekler ordusu Âdem aleyhisselâmın
nasihat- lerini dinlemek üzere ayakta bekledi. Hz.
Âdem için yedi ayaklı keramet minberi kuruldu ve
vücuduna da yeşil ipekli elbiseler giydirildi. Mübarek
başına cennet- ten getirilen süslü bir taç takıldı ve
mübarek saçları da yakut ve elmasla süslendi. Âdem
aleyhisselâm minbere çıkıp sağ ve sol safmarda duran
meleklere güzel bir şekil- de selâm verdi. Melekler de
Hz. Âdem’in selâmını say- gıyla alıp güzelliğinin
karşısında hayran kaldılar. Âdem aleyhisselâm
minbere çıkıp güzel bir sesle hutbeye baş- ladı.
Cenâb-ı Hakk’ın bütün isimlerini ve ilmini bütün
meleklere güzelce anlattı. Cenâb-ı Hak, meleklere hi-
tap ederek “Ey meleklerim hikmetimin mükemmelliği
ile Âdem’i yarattığım zaman “yeryüzünde kan döküp
bozgunluk çıkaracak bir insan olacak” demiştiniz.
Be- nim hikmetli yaratışımın mükemmelliğini
gördünüz mü” dedi. Melekler de zayıfmıklarını kabul
ederek “Yâ
70
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rabbi sen her türlü kusurdan münezzeh olan bir padi-


şahsın. Biz sana dediklerimizden geri döndük. Senin
bize lutfedip bildirdiklerinden başka bir ilmimiz yok-
tur. Ancak bize öğrettiklerini biliriz.” deyip binlerce
tevbe ile Hz. Âdem’in faziletini kabul ettiler.
Nitekim Kur’ân-ı Kerîm’in şu âyeti bu duruma işaret
etmekte- dir: “Melekler, “Seni bütün eksikliklerden
uzak tuta- rız. Senin bize öğrettiklerinden başka
bizim hiçbir bil- gimiz yoktur (Bakara-32).”
Orada Cenâb-ı Hak, meleklere Hz. Âdem’e secde
etmelerini emretti. Bütün melekler Hz. Âdem’e secde
ettiler. Bir bölük melek secde etmediği için Cenâb-
ı Hak bir ateş gönderip bunları yakarak yok etti.
Tekrar meleklere Hz. Âdem’e secde etmelerini
emretti. Bunun üzerine bütün melekler secde ettiği
halde Şeytan sec- de etmedi. Nitekim bu durum
Kur’ân-ı Kerîm’de şöyle anlatılmaktadır: “Hani
meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik de
İblis hariç bütün melekler hemen saygı ile eğilmişler,
İblis (bundan) kaçınmış, büyüklük taslamış ve
kâfirlerden olmuştu (Bakara-34).” Şeytan, Cenâb-ı
Allah’a isyan ederek secde emrine uymadı. Cenâb-
ı Hak, niçin emrine karşı geldiğini sorunca “sen
beni ateşten onu ise balçıktan yarattın. Ateşte nûr
olduğu için balçıktan üstündür. Dolayısıyla ben de
Âdem’den üstünüm” dedi. Cenâb-ı Hak da bu cevap
üzerine onu lanetliyerek huzurundan ve cennetlerin-
den kovdu.
Hz. Âdem, Allah’ın isimlerini ve ilmini meleklere
bildirdikten sonra Cebrâil aleyhisselâm ona
cennet- ten bir salkım üzüm getirdi. Hz. Âdem
bunu yiyince “elhamdulillâh” dedi. Bunun üzerine
Cenâb-ı Hak,
71
CAFER IYÂNÎ BEY

“Ey Âdem ben seni hamd etmen çocuklarını da


ibadet etmeleri için yarattım” dedi ve ona cennetten
yakutla süslendirilmiş bir taht gönderdi. Meleklere de
bu tahtı omuzlarına alıp Hz. Âdem’i göklerde
gezdirmelerini ve ona garip ve hayret verici
sanatlarını göstermelerini emretti. Meleklerin hepsi
“İşittik ve itaat ettik.” diyerek bu tahtı omuzladılar ve
Hz. Âdem’in tahtını yüz yıl bo- yunca omuzlarında
gezdirdiler.
Sahih rivayetlerde şöyle denilmiştir: Cenâb-ı Hak,
Hz. Âdem’e buraka benzer güzel bir at gönderdi. Bu
atın teni miskten, kanatları zümrütten ve eğeri de ya-
kuttan yapılmıştı. Hz. Âdem bu ata binince Cebrâil
aleyhisselâm yularını tuttu, sağında ve solunda Hz.
Mikâil, İsrafil ve daha nice büyük melekler durdular.
Ardından bu atın sırtında olduğu halde Hz.
Âdem’e Cenâb-ı Hakk’ın göklerin içinde ve dışında
bulunan sanatlarını gösterdiler.
Şiir

Hazret-i Âdem’in bulduğu bunca izzet ve


şeref Hep Hazret-i Muhammed’in
hürmetineydi.
İnsanların en şerefmilerinden biri olan Hz. Abbâs
şöyle rivayet etmiştir. Hz. Âdem göklerde bulunan
acayip ve garip sanatlarını görüp seyrettikten sonra
Cenâb-ı Hak onu cennete koydu ve “Dedik ki: “Ey
Âdem! Sen ve eşin cennete yerleşin. Orada
dilediğiniz gibi bol bol yiyin, ama şu ağaca
yaklaşmayın, yoksa za- limlerden olursunuz.
(Bakara-35)” âyetinin de işaret ettiği üzere ona ve eşi
Hz. Havvâ’ya sonsuz nimetler ve- rerek ebediyet
ağacından uzak durmalarını, aksi halde isyan etmiş
olacaklarını haber verdi.
72
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Hz. Âdem cennette yalnız kaldığı için Cenâb-ı


Hak, Âdem aleyhisselâm uyurken onun sol kürek ke-
miğinden Hz. Havvâ’yı yarattı. Bu olurken Âdem
aleyhisselâm zerre kadar bile acı ve sıkıntı hissetme-
di. Rivayete göre Âdem aleyhisselâm sıkıntı görseydi
dünyada hiç kimse kadınlara yanaşmaz, onlara sevgi
hissetmezdi. Cenâb-ı Hak, Hz. Havvâ’yı yaratınca
ona cennetten ipek elbiseler giydirdi ve başına da
bir taç koydu. Hz. Havvâ o kadar güzeldi ki onu
gören kişi- nin aklı başından giderdi. Hz. Âdem
uyanınca yanıba- şında duran Hz. Havvâ’yı gördü ve
güzelliğine hayran olarak sevincinden ona sarılmak
istedi. Melekler buna engel oldular ve “mehrini ver”
dediler. Hz. Âdem “bu- nun mehri nedir?” dedi.
Melekler “Hz. Muhammed’e salâvat getirmendir”
dediler. Hz. Âdem “Bu Muham- med dediğiniz kişi
nasıl biridir ve mertebesi nedir?” dedi. Melekler
şöyle cevap verdiler:
Şiir

Dediler ki insanlar senden çoğalacaktır


O da senin neslinden gelecektir
Muhammed senin neslinden gelecektir
Yüce Allah’ın sevgilisi olacaktır
Senin yaratılmanın sebebi de Muhammed’dir
O olmasaydı sen cihana gelmezdin
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’le Havvâ’yı cennete
koya- rak onları cennette mutlu etti. İblis, Allah’ın
huzurun- dan kovulduğu için gece gündüz ağlıyordu.
Kendisine tâbi olanlara “madem ki ben Âdem’den
dolayı cennet- ten çıkarıldım ve lanetlendim, o halde
ben de onu cen-
73
CAFER IYÂNÎ BEY

netten çıkartmalıyım ki benim gibi ağlayıp üzülsün.”


Şeytan, yaşlı bir insan kılığına girip eline de bir asa
aldı. Beli bükülmüş bir şekilde ağlayarak cennet
kapısına geldi. O zamanlar cennetin kapıcısı tavus ile
yılan olup isimleri de Rıdvân’dı. Hz. Abbâs der ki:
Yılan cennet- teyken dört ayaklı bir deve şeklindeydi
ve tavus da gü- zelliği ile hayran bırakan bir kuştu.
Cennette uçmaya başladığında nûru bir aylık
mesafeden bile görülürdü. İblis yaşlı bir adam
kılığında cennet kapısına geldiğin- de ellerini
titreterek tavusa selâm verdi. Tavus da ona bu halinin
ve ağlamasının sebebini sordu. İblis de “ben nasıl
ağlamayayım? Bu eşsiz güzelliğinle yok olup gi-
deceksin.” Rıdvan ona, “ölüm nasıl birşeydir, biz
onu bilmiyoruz” dedi. Şeytan “canın ölmesidir, yani
can bu vücuttan çıkınca bu kalıbın yere düşer ve
toprağa dönüşür” dedi. Rıdvan, “buna çare yok
mudur?” dedi. İblis de, “elbette vardır. Cennette bir
ağaç görmüştüm. O ağaç ölümün çaresidir.” Tavus
hemen yılanın yanına gidip bu olayı ve ölümün
varlığını anlattı. Bunun üzeri- ne yılan da ölüme çare
olan ağacın meyvesini getirme- si için İblis’in
cennete girmesine izin verdi, fakat onu hangi yoldan
cennete sokacağını bilemedi. Bunun üze- rine İblis
yılana dedi ki, “ağzını aç, içine gireyim. Kimse
farketmeden cennetten o meyveyi getirip geleyim.”
Şeytan bu şekilde cennete girdi ve Hz. Âdem
ile Havvâ’nın yüce bir ağacın altında zevk içinde
otur- duklarını gördü. Onların karşısına geçip
ibadetle meşgulmüş gibi yaparak onları izledi. Hz.
Âdem, “âh bu cennet ne güzel bir yerdir, ebedi
olsaydı bunun hiç benzeri olmazdı” dedi. Bunu
işiten Şeytan sevinçle yanlarına geldi ve onların
yanında ağlamaya başladı. Âdem aleyhisselâm niçin
ağladığını sorunca da, “bu
74
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

güzel şeklinizin son bulup yok olmasına


ağlıyorum. Keşke bu cennette ebedî kalsaydınız”
dedi. Hz. Âdem ile Havvâ ölüm haberini duyunca
çok üzüldüler. Bu- nun üzerine İblis, “Ey Âdem
cennette bir ebedîlik ağacı var. Onun meyvesinden
yersen cennette ebedî kalırsın” dedi. Bunu duyan Hz.
Havvâ Âdem aleyhisselâma bu meyveyi yemek için
ısrarda bulundu. Hz. Âdem, “ben Rabbime karşı gelip
isyan etmem” deyince Hz. Havvâ o buğday
ağacından bir parça koparıp yedi. “Bak, Allah’ın
gazabı bana dokunmadı, hadi sen de ye” dedi. Âdem
aleyhisselâm mecbur kalıp o meyveden yedi ve o anda
vücudunu bir titreme aldı. Cebrâil aleyhisselâm
başındaki tacı aldı ve Mikâil aleyhisselâm elbiselerini
çıkarıp onları çıplak bıraktı. Hz. Âdem o anda korku
ve utancından köşe bucak kaçmaya başladı. Gökten,
“Ey Âdem benden mi kaçıyorsun?” sesi geldi. Hz.
Âdem de, “Yâ Rabbi işlediğim günahın utancından
kaçıyo- rum” dedi. Melekler Hz. Âdem’in
günahına şaşırıp şöyle dediler:
Müellifin Şiiri

Böyle şeref ve izzet bulmuşken


Âdem’in isyan etmesi uygun
mudur?
Yüce Allah’ı böyle iyi tanırken
Yine de isyan etmesi nasıl
olur?
Cenâb-ı Hak, “Ey Âdem niçin emrime karşı gelip
ebediyet ağacından yedin?” dedi. Âdem aleyhisselâm
Hz. Havvâ’yı gösterdi. Cenâb-ı Hak, Havvâ’ya, “ni-
çin meyveyi verdin” diye kızınca Havvâ yılanı
göster- di. Yılan da İblis’i gösterince Cenâb-ı Hak,
Âdem ile Havvâ’yı cennetten çıkarıp birini Serendip
Dağı‘na di-

75
CAFER IYÂNÎ BEY

ğerini de Cidde’ye indirdi. Yılanın ayaklarını kırıp


kar- nı üzerinde zahmet çekerek yürümesine ve
tavusun da rengini değiştirmesine karar verdi. Tavus o
günden beri feryat etmektedir. İblis’e de cenneti
ebedîyen yasaklaya- rak onu lanetledi.
Hz. Âdem ile Havvâ’nın yanında üç şey dünyaya
gönderildi: İblis, yılan ve tavus. Âdem aleyhisselâm
yeryüzüne indirilince hemen feryad etmeye ve
ağlama- ya başlayarak, “Allahım yarattıklarının en
şerefmisinin hatırına beni bağışla” dedi. Cenâb-ı Hak
da, “Ey Âdem yarattıklarımın en hayırlısı kimdir?”
diye sordu. Âdem aleyhisselâm, “Hz. Muhammed
Mustafâ’dır” deyince Allahu Teâlâ “nerden bildin”
diye sordu:
Mellifin Şiiri

Bu adın senin adınla birlikte


Cennette yazılı olduğunu
gördüm
Yerden arşa baktığımda bu güzel
ismin Arşta yazıldığını gördüm
Onun adının yazıldığı zaman
Cihan hâlâ yokluk
âlemindeydi
Anladım ki o insanların hayırlısıdır
Bütün kullarından muteberdir
Peygamberlerin en iyisidir
O olmasaydı felekler yaratılmazdı
Ne kadar yüce bir makam ve bahttır
bu Bunu ona Allah nasip etmiştir
Allah’ım bizi de ondan mahrum kılma
O’nun yüzü suyu hürmetine bize de merhamet et
76
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nasihat

Sahih hadislerde ve rivayetlerde şöyle bir hikâye


an- latılır: Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem ile Havvâ’yı
cennetten çıkarıp yeryüzüne indirince Hz. Cebrâil ve
Mikail ağ- lamaya başladılar. Cenâb-ı Hak onlara
bunun sebebini sorunca da, “Yâ Rabbi Hz. Âdem
senin en şerefmi ve yüce varlığın, Azazil de sana
yakın bir kulun oldukları halde birer küçük günah
işledikleri için onları huzu- rundan kovdun, senin
gazabından korktuğumuz için ağlarız” dediler.
Müellifin Şiiri

Cenâb-ı Hak şöyle buyurmuştur


“Benim azabımdan emin
olmayın”
Bize korku olarak bu yeter:
Hz. Âdem cennette bu kadar yüce bir makam
bulmuşken
Bir buğday tanesini yanlışlıkla
yedi Ve cennet hayatı sona erdi
Kul Allah’ın gazabından korkmalı
Ki Cenâb-ı Hak ondan razı olsun.
Velhâsıl-ı kelâm Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’in
balçığı- nı kendi kudret eliyle yoğurup feleklerde
bütün melek- lere secde ettirerek ona büyük bir şeref
verdiği ve Azazil de yerde ve gökte bin yıl Allah’a
ibadet ettiği halde bir kez emirlerini yerine
getirmedikleri için huzurundan kovuldular. Bu ibretli
durum akıl sahipleri için bir na- sihat değil midir?

77
CAFER IYÂNÎ BEY

Şiir
Niçin Allah’tan korkmasınlar iman ehli
olanlar Müslüman olamaz Allah’tan
korkmayanlar

78
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Üçünci Bölüm

Bu bölümde Hz. Âdem’in peygamberliğin-


den Hz. Şît’in halifeliğine kadar geçen sü-
rede Hz. Âdem ile Havvâ’nın durumları an-
latılmakta ve Hz. Muhammed’in nûrunun
kendisine ulaşıncaya kadar hangi silsileyle
kimlerde bulunduğu açıklanmaktadır.

Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’i Serendip Dağı’na ve


Hz. Havvâ’yı da Cidde sahillerine indirdi. Hz. Âdem
fer- yat etmeye ve gece gündüz ağlamaya başladı.
Kur’ân-ı Kerîm’de “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm
ettik. Eğer bizi bağışlamaz ve bize acımazsan mutlaka
ziyan eden- lerden oluruz. (A’râf-23)” şeklinde geçtiği
gibi ağlaya- rak iki yüz yıl geçirdi. O kadar yüksek
sesle ağlıyordu ki gökteki melekler sesinden rahatsız
oldular. Cenâb-ı Hakk’a şikâyet ederek, “Yâ Rabbi
Âdem’in ağlamasın- dan ve feryadından dolayı
hizmetlerimizi ve tespihi- mizi yapamıyoruz,
ibadetlerimiz azaldı” dediler. Hz. Âdem’in boyunun
uzunluğu hakkında bilgi veren gü- venilir ve sağlam
kitaplara göre Hz. Âdem bir yerden

79
CAFER IYÂNÎ BEY

bir yere hızlı yürüdüğünde üç günlük yolu bir


adımda alırdı. Mübarek boyu göğe ulaşacak kadar
uzun olduğu için meleklerle konuşabilirdi. Cenâb-ı
Hak, hem Âdem aleyhisselâmın vücudunun rahat
etmesi hem de melek- lerin rahatsız olmaması için
mübarek boyunu altmış arşın (40 metre) yaptı.
Tefsir âlimlerinin rivayetlerine göre Hz. Âdem üç
yüz yıl boyunca gökyüzüne bakmaya utanıp sürekli
fer- yat etti. Hz. Muhammed’in ismini şefaatçi
yaparak tev- be etti. Cenâb-ı Hak da Hz. Âdem’in
alnında bulunan mübarek nûrun hatırına günahını
bağışladı. Meleklere ve cennet hazinesini
bekleyenlere Hz. Âdem’i ziyaret etmelerini ve
üzerine mücevher dökmelerini emretti. Cebrâil
aleyhisselâm Allah’ın emri üzerine cennetten ipekli
elbiseler ve süslü tac getirip Hz. Âdem’e giydir- di ve
böylece Hz. Âdem Allah’ın katında öncekinden daha
yüksek bir mertebeye sahip olup tevbesi kabul
edildi. Cenâb-ı Hak Kur’ân’da bu hususu şöyle
belirtir: “Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabb’inden
birtakım kelimeler aldı, (onlarla amel edip Rabb’ine
yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini kabul etti.
Şüphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok
bağışlayandır (Baka- ra-37).” Hz. Havvâ’ya da bir
haberci gönderilerek Hz. Âdem’le yakında
kavuşacakları müjdesi verildi. Mikâil aleyhisselâm
feryat figan ederek ağlayan Hz. Havvâ’ya bu müjdeyi
getirdi ve türlü türlü mücevherler ile süs- lenmiş
cennet elbiselerini vererek onu sevindirdi.
Daha sonra insanların ve cinlerin Rabbi olan
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’e şöyle buyurdu: “Ey
Âdem, senden ve çocuklarından söz almak ve
onlara birli- ğimi göstermek istiyorum” dedi.
Tefsir âlimleri Hz.
80
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Abbâs’dan şöyle rivâyet ederler: Cenâb-ı Hak, insan-


larla olan sözleşmesini Serendip Dağı’nda yaptı. Ba-
zıları bu sözleşmenin Ummân bölgesinde
olduğunu söylerken başka bir kısım tefsirciler de bu
sözün Hz. Âdem gökten dünyaya inmeden önce
alındığını söy- lemiştir. Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’e
bu şekilde hitap edince bütün melekler Âdem
aleyhisselâmın çevresini kapladılar. Âdem
aleyhisselâm bu durumdan korkup titremeye
başladı. O anda Cebrâil aleyhisselâm gele- rek Hz.
Âdem’in göğsüne bastı ve yüzünü öperek, “Ey Âdem,
Yüce Allah sana selâm gönderdi ve korkmamanı
istedi. Seni yeryüzüne halife yapacağını iletmemi em-
retti” diyerek onu sakinleştirdi. Cenâb-ı Hak, kudret
eliyle Âdem aleyhisselâmın sırtını sıvadı ve,
“Âdem’in kıyamete kadar gelecek olan soyu
sırtından çıkıp or- taya gelsin” dedi. Âdem’in
sırtından ilk önce Hz. Muhammed’in ruhu çıktı.
Ondan sonra peygamber- lerin ruhları çıkıp Hz.
Âdem’in sağında durdular. Hz. Muhammed’in ruhu
ortaya çıktıktan sonra sabah ak- şam “Lebbeyk”
diyerek Cenâb-ı Hakk’a niyaz etti.
Müellifin Şiiri
Gönlü kırık olan ve ağlayan kul
benim Senin birliğine iman ettim
Senden başka Kahhâr olan bir sultan
yok Allah sensin, buna şehâdet ederim
Ve yine şehâdet ederim ki ben senin
kulunum Ve sırlar sahibi seçkin
Peygamberim
Bundan sonra yüzleri ak olan bütün müminlerin
ruhları Hz. Muhammed’in huzuruna çıktı. Cenâb-ı
Hak, bir kez daha Âdem aleyhisselâmın belini
sıvayın-

81
CAFER IYÂNÎ BEY

ca oğlu Kâbil’in soyundan gelecek olan kötü


ruhlar, yüzleri kara bir şekilde çıkıp Hz. Âdem’in sol
tarafında saf tuttular. Cenâb-ı Hak tarafından “Ey
Âdem, nesline bak ve nasıl olduklarını gör” nidası
geldi. Hz. Âdem sa- ğına baktığında parlak yüzlü
evlatlarını görüp sevindi ve “elhamdulillâh” diyerek
şükretti. Sol tarafına bakın- ca da kara yüzlü
çocuklarını görüp ağladı.
Hz. Ömer, Peygamber efendimizden şöyle rivâyet
etmiştir: Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’in sırtını sıvazlayıp
gelecek nesilleri oradan çıkardıktan sonra “sağ
olanla- rı cennet ehli ve sol olanları cehennem ehli
yarattım” dedi.
Ebî Ka’b hazretleri şöyle rivayet etmiştir: Cenâb-ı
Hak, Hz. Âdem’in neslini dünyaya gelecek
şekilleriyle sırtından çıkardı.
İmâm Fahreddîn’den şöyle rivâyet edilmiştir: Ruh-
lar âlemi denilen âlem bu âlemdir.
Cenâb-ı Hak, Hz. Âdem’in nesli olacak olan ruh-
lara “Ben sizin rabbiniz değil miyim? Benden başka
ilâh yoktur ve Muhammed benim resûlümdür. Bana
ve Resûlüme îmân getirenleri cennet ehli ve isyan
eden- leri ateş ehli yapacağım. Ben ne dediysem onu
tasdik edin” dedi. Allah’ın yardımıyla bunu kabul
eden ruhlar söz verip “evet, biz senin birliğine ve
Resûlüne şehâdet ederiz. Senden başka ilâh yoktur ve
Muhammed senin peygamberindir.” Bu sözleşmeyi
tasvir ederek kıyame- te kadar korunmak üzere
Hacerü’l-Esved’in içine koy- dular. Cenâb-ı Hak,
bütün ruhlara yine Hz. Âdem’in sırtına girmelerini
emretti. Ruhlar da Hz. Âdem’in sır- tına geri
döndüler. Cenâb-ı Hak, Cebrâil aleyhisselâmı Firdevs
cennetine gönderdi. İki öküz, buğday ve demir
82
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

aleti ile cehennemden ateşi çıkardı. Bu ateşi cennet


ne- hirlerine batırıp yıkadı, ateş elinde durmadı yedi
kere denize düştü, buna rağmen Cebrâil aleyhisselâm
bunu yere koyduğunda yedi kat yeri yakıp yine
cehenneme gidip aslına ulaştı.
Cenâb-ı Hak, “Biz, gerçekten insanı en güzel
bir biçimde yarattık (Tîn-4).” âyetinin de işaret ettiği
gibi Hz. Âdem’e nimetler verdi. Hz. Muhammed’in
nûrunu Âdem aleyhisselâmın alnına emanet olarak
koydu ve “Ey Âdem, bu, habîbim Muhammed
Mustafâ’nın par- lak nûrudur.” dedi. Hz. Âdem bu
nûru bizzat görmek isteyince Cenâb-ı Hak, Hz.
Peygamber’in nûrunu Âdem aleyhisselâmın
başparmağının tırnağına indirip gösterdi. Bunun
üzerine Hz. Âdem şükretti ve tırna- ğındaki
mübarek nûru gözlerine sürüp, “benim göz- lerimin
nûru” diyerek öptü. Ardından mübarek nûr yine
Âdem aleyhisselâmın alnına geri dönüp orada ka- rar
kıldı. Şimdi bile Kâinatın Efendisi’nin şerefmi ismi
anıldığında insanların ellerinin parmaklarını öpüp,
“kurretü’l-aynî/gözlerimin nûru” diyerek gözlerine sür-
meleri Hz. Âdem’in bu hareketinin eseridir.
Hikmet sahiplerinden şöyle işitilmiştir: Hz.
Peygamber’in ismini duyan kişi salavât getirdikten
sonra ellerinin başparmaklarını öpüp “kurretü’l-aynî/
gözlerimin nûru” diye gözlerine sürerse Allah’ın
izniyle o kişi asla göz ağrısı çekmez. Bu sadece
kitaplarda yazılı değil, tecrübeyle de sabittir. Nitekim
Firdevsü’l-Ahbâr isimli eserde şöyle yazılıdır: Bir gün
Hz. Ebûbekir ezan- dan önce mescitte oturmuş, namaz
vaktini bekliyordu. Bilâl-i Habeşî hazretleri ezân
okumaya başlayıp Hz. Muhammed’in ismini
söylediğinde bunu duyan Hz.
83
CAFER IYÂNÎ BEY

Ebûbekir iki elinin başparmaklarını öpüp gözlerine


sürdü ve “kurretü’l-aynî yâ habîbî/gözlerimin nûrusun
ey sevgili” diyerek saygı gösterdiğinde Hz.
Peygamber onun bu güzel hareketini gördü ve “Ey
Ebûbekir kim bu hareketi yaparsa o kişi bu dünyada
ve öbür dünyada kör olmasın” dedi.
Cenâb-ı Hak, Cebrâil aleyhisselâmı Hz. Âdem’in
yanına gönderdi ve “Ey Âdem, arşımın dünyadaki
karşı- lığı olan Hicâz bölgesinde bir ev yaptırdım.
Gidip o evi ziyaret et ve bana orada ibadette bulun.
Sana Havvâ’yı nasip edeceğim” dedi. Ayrıca Hz.
Âdem’e yol gösterme- si için bir melek gönderdi. Hz.
Âdem, Cenâb-ı Hak’tan gelen haber üzerine
Hindistân’dan yola çıkıp Kâbe’nin olduğu yere geldi
ve la’l, yakut gibi değerli taşlardan yapılmış büyük
bir ev gördü. Bu evin yukarısından göğe doğru
nûrlu bir direğin salındığını ve meleklerin bu evin
etrafında tavaf yaptıklarını gördü. Hz. Âdem, Cenâb-
ı Hakk’ın kastettiği evin bu olduğunu anladı.
Hemen yedi kez Kâbe’yi tavaf etti ve Zilhicce ayının
onuncu günü Arafat’a ulaştı. Hz. Havvâ ile
buluşup hasret giderdiler ve beraberce hac yaparak
Hindistan’a döndüler.
Hz. Mukâtil tefsirinde şöyle der: Âdem
aleyhisselâm ömründe kırk kere haccetmiş ve Hz.
Havvâ’dan bin ço- cuğu doğmuştur. Bazıları cennet
ehli bazıları da cehen- nem ehli olmuştur. Büyük
oğlu Kâbil, ikinci oğlu da Hâbil’di. Fakat Hâbil,
Kâbil’e göre daha güzel ve akıllıy- dı. Kâbil, Hâbil’i
öldürdüğünde bütün hayvanlar birbi- rine saldırıp
kavgaya başladılar. Bu musibetten dolayı denizler
tatlı iken acılaştı. Hz. Âdem ve Havvâ kırk gün yas
tutup ağladılar. Cenâb-ı Hak, Âdem aleyhisselâma
84
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kendisine Hâbil’in güzelliğine sahip bir oğul


vereceğini ve bütün peygamberlerin bu çocuğun
soyundan gelece- ğini haber verdi. Hz. Havvâ, Şît
aleyhisselâmı doğurdu- ğunda güzellik ve ahlâk
bakımından Hâbil’e benzemesi yanında Hz.
Muhammed’in nûrunun da onun alnına geçtiği
görüldü. Hz. Âdem, bin yıl ömür sürüp bu fânî
dünyadan ebedî hayata göçtüğünde onun yerine oğlu
Hz. Şît, o nûrun şerefiyle Cenâb-ı Hak tarafından
pey- gamberlikle görevlendirildi ve kendisine
insanoğlunu doğru yola davet etmesi için elli
sayfadan oluşan vahiy metni verildi.
Hz. Şît, bin şehir bina etti ve her şehirde
minare- ler çıkartıp “Eşhedu En Lâ İlâhe İllallâh ve
Eşhedu Enne Muhammedun Resûlullâh” cümlesini
söylet- ti. Yedi yüzyıldan sonra cennete göçerek
alnındaki nûru, ondan sonra, oğlu Kitânun ve
Mihâilün ve İd- ris aleyhisselâmın alnına geçti. İdris
aleyhisselâm da dedesi gibi güzel yüzlü ve akıllı
olup benzersizdi. İlk defa yazıyı o yazmış, terzilik
sanatını da o icat etmiştir. Süyûtî’nin tefsirinde şöyle
yazılıdır: Hz. İdris’e gelene kadar insanlar hayvan
derisi giyerlerdi. İdris peygamber ise koyun derisinden
elbiseler dikme yolunu icat etti.
İdris aleyhisselâm’ın alnında bulunan mutluluk
nûrunun şerefine, Allah tarafından peygamberlikle gö-
revlendirilip kendisine insanoğlunu sapkınlıktan kur-
tarıp hidayete ulaştırması için otuz sayfalık vahiy
metni verildi. İdris peygamber de üç yüz yıl
peygamberlik ya- pıp insanları doğru yola ilettikten
sonra cennete göçtü. O’nun ardından bu nûr sırasıyla
Nûh, Hûd, Sâlih ve İb- rahim Hâlil peygamberlerin
alnında durdu ve onun ha- tırına hepsi peygamberlik
şerefine nail oldular. Cenâb-ı
85
CAFER IYÂNÎ BEY

Hakk’ın bu peygamberlere verdiği nimetler muteber


kitaplarda yazılıdır. Hz. İbrahim kırk yaşına
geldiğinde Nemrûd belâsıyla karşılaştı.
Hikâye
Mişkâtü’l-Envâr’da şöyle yazılıdır: Cenâb-ı Hak,
bir gün Hz. İbrahim’e bütün ümmetleri gösterdiğinde
yüzleri çok parlak olup bazıları rükûda bazıları
secdede olan bir ümmet gördü. İbrahim aleyhisselâm,
Cenâb-ı Hakk’a bunların hangi peygamberin ümmeti
olduğu- nu sorduğunda Yüce Allah katından “bunlar
habîbim Muhammed Mustafâ’nın ümmetidir. Ben
zaman ve mekânı yaratmadan önce ona resûlüm
ve habîbim demişim” cevabını verdi. Bu cevap
üzerine “Hz. İb- rahim “Yâ rabbi bu peygamber
hangi temiz nesilden gelecektir” diye sordu. Cenâb-ı
Hak, “Ey dost, o senin oğlun İsmail’in soyundan
gelecektir.” dedi. İbrahim aleyhisselâm Cenâb-ı
Hakk’a yalvarıp “Yâ rabbim, yüce sıfatlarının ve
isimlerinin hakkı için beni de o sultanın ümmetinden
eyle” dedi.
`
Ey zayıf insan, Cenâb-ı Hakk’ın yüce bir
pey- gamberi bile âlemlere rahmet olarak
gönderilen Hz. Muhammed’in ümmeti olmak için
yalvarırken bizle- rin onun ümmeti olmamızın
şükrü hiç eda edilebilir mi? Velhâsıl-ı kelâm Hz.
Muhammed’in nûru İbrahim aleyhisselâmdan sonra
oğlu İsmail, İshak, Yakup, Yusuf, Eyyûb, Şuayb,
Harun ve Musa peygamberlerin alnında devam etti.
Musa aleyhisselâm, Cenâb-ı Hakk’ın dergâhına
dua ederek “Yâ Rabbi Tevrât’ta bahsi geçen bir
ümmet gördüm. Bunlar dağları ve sahraları
dolduracak ve se-
86
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

nin mübarek kitabını tasdik edecekler. Onların abdest


sayesinde yüzleri ayın ondördü gibi parlak olacak ve
melekler gibi namaz için saf tutacaklar. Mescitlerde
arı gibi zikredecekler ve her birinin dilinde Allah’ın
övgü- sü ve şükrü olacak. Allah’ım o kavmi bana
ümmet eyle” dedi. Bunun üzerine Yüce Allah’tan
şöyle bir vahiy gel- di: “Ey Musa, o gördüğün kavim
habîbim ve resûlüm olan Muhammed Mustafâ’nın
ümmeti olacaktır.” Hz. Musa, “Yâ Rabbi bana
Muhammed Mustafâ’yı gös- ter, onu göreyim ve
ayağının toprağına yüz sürüp ona sevgimi sunayım”
dedi. Cenâb-ı Hak, “Ey Musa, onu görmek sana
nasip değil. Fakat sana ümmetinin sesi- ni
dinleteyim” dediğinde Hz. Muhammed’in ümmeti
bir kez “Lebbeyk, Allahümme Lebbeyk! Vahdeke lâ
Şerike lek!” dedi. Bunun üzerine Cenâb-ı Hak’tan
“Ey Muhammed’in ümmeti hepinizi bağışlayıp
cennetime ebedî olarak koydum.” hitabı geldi.
Daha sonra o nûr Hz. Peygamber’e İlyas, Dâvud,
Süleyman, Hud, Sâlih, Hızır, Uzeyr, Yûnus,
Şuayb, Urmiyâ, Zekeriyâ, Yahyâ ve Îsâ
peygambelerin alnında özellikle de Hz. İsmail’in
neslinden silsile halinde gele- rek Adnan ve Kenan’a
ve böylece Kureyş kabilesine ve Hâşim oğullarına
geldi. Onlar içinde de o nûr Abdül- muttalib ve oğlu
Abdullah’ta ortaya çıkıp ondan da Hz. Peygamber’in
annesi Emine Hatun’a nakledildiğinde yerini bulup
karar kıldı.
Şiir
Peygamberlik sarayının güneşi, vefâ göğünün
dolunayı Şefaat incisinin madeni, doğruluk
kaynağı
Şeriat hazinesinin hazinecisi, dinî eserlerin
mazharı Ebediyet mülkünün önderi yani
Muhammed Mustafâ

87
CAFER IYÂNÎ BEY

İslâm âlimlerinin bazıları Hz. Muhammed’in ter-


temiz soyunun kırk dokuzuncu atada Hz. Âdem’e
ulaştığını söylemiş, bazıları da buna karşı
çıkmışlardır. Şeriat bostanının ve hakikatin gül
bahçesinin bülbülü olan Hz. Muhammed’in
tertemiz soyu, yani dedele- rinin isimleri şöyledir:
Hz. Muhammed b. Abdullah
b. Abdülmuttalib b. Hâşim b. Abdimenâf b. Kusayy
b. Kilâb b. Mürre b. Ka’b b. Lüey b. Gâlib b. Kahr
b. Mâlik b. Nusayr b. Kınâne b. Huzeyme b.
Müdrike
b. İlyâs b. Muzır b. Nizâr b. Sa’d b. Adnân b. Udun
b. Udud b. Elyesa b. Hümye b. Selâmân b. Bent b.
Haml
b. Kaydân b. İsmâil b. İbrâhim b. Târeh b. Nâhur
b. Şârû b. Ergavâ b. Fâliğ b. Gâbir b. Şâmih b.
Kinân b. Erfahşad b. Sâm b. Nûh b. Mâlik b.
Menûşâh b. Ahnûh yani İdris aleyhisselâm b. Mehlâil
b. Kanyân b. Enûş b. Şit b. Âdem.
88
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Dördünci Bölüm

Bu bölümde Hz. Peygamber’in mübarek


nûrunun yerini bulması; âlemlere rahmet
olan Hz. Muhammed’in dünyayı şereflen-
direceğine dair mucizelerin ortaya çıkması
ve peygamberlik nûru açıklanmaktadır.

Hz. Muhammed’in nûru babası Abdullah’tan an-


nesi Emine Hatun’a ulaştığında Allah’ın emriyle an-
nesi Emine hamile kaldı. Hz. Peygamber’in doğumu
yaklaştığında birçok mucize ortaya çıkmıştı. Bu mu-
cizelerden bir tanesi Fil vakasıdır. Habeş kralı
Necâşî, Ebrehe isimli bir valiyi Yemen’de
görevlendirmişti. Ebrehe birçok mücevher
harcayarak San’an şehrinde büyük bir kilise
yaptırmıştı. Bu kilisenin kapılarına ve duvarlarına
mücevherlerle süslemeler yaptırmış ve her tarafa
Kâbe’ye gitmemeleri, bu kiliseye gelip tavafua
bulunmaları için haber göndermişti. Bunun üzerine
Mekkeli bir adam San’an şehrine gelerek bu
kilisenin kapılarına ve duvarlarına pislik sürerek tekrar
Mekke’ye kaçmıştı. Ebrehe’ye bu durum haber
verildiğinde ken-
89
CAFER IYÂNÎ BEY

disi avdaydı ve bindiği filden inmeden, sarayına dön-


meden Kâbe’yi yıkacağına dair yemin etti. Seksen
bin asker ve oniki bin fil ile birlikte Yemen’den
kalkıp Mekke’nin etrafını sardılar. Kuşatma esnasında
Mekke- lilerin develerine de el koydular. Olayın
olduğu zaman- larda Mekke’nin en önde gelen kişisi
Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib’ti.
Ebrehe’nin çadırına gelerek kendisinin ve
Mekkelilerin develerini geri istedi. Eb- rehe
kahkahayla güldü ve “ne gariptir ki Kâbe’yi değil
develerini istiyorsun” dedi. Abdülmuttalib de “bizler
derviş insanlarız, develerimizin sahibi olduğumuz için
onları istiyorum. O evin de bir sahibi vardır ve kendi
evini korumaya gücü yeter” dedi. Bu söz üzerine
Ebre- he hiddetlendi ve devesine binerek askerlerine
de de- velerine binmelerini ve Kâbe’nin duvarlarını
yıkıp par- çalamalarını emretti. Mekkeliler Kâbe’nin
halkalarına yapışarak ağlaştılar ve “Yâ Rabbi azgın
Ebrehe senin evini yıkmaya geldi. Bizim gücümüz
onu engellemeye yetmiyor. Sen güç sahibisin”
diyerek dağlara kaçtılar. Hz. Peygamber’in amcası
Ebû Tâlib olayın devamı- nı şöyle anlatır: Askerler
fillere binip onları Kâbe’ye doğru sürdüklerinde
filler Kâbe’nin karşısında secde- ye kapandılar ve
asla ileriye doğru adım atmadılar. O anda Cenâb-ı
Hak, ebabil kuşlarına cehennemden üçer tane taş
almalarını ve bunları havadan kâfirlerin üze- rine
bırakarak onları yok etmelerini emretti. Buna en
sağlam delil Kur’ân-ı Kerîm’de bu olayın anlatıldığı
Fîl Sûresi’dir.
Hikmet ehli olan insanlar için bu olayda çok
büyük ibretler vardır. Çünkü Cenâb-ı Hak, diğer
insanlarla bu azgınları yok edebilecekken zayıf ve
güçsüz yaratık-
90
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

larıyla bu kadar güç sahibi olan bir orduyu yok


ederek sonsuz gücünü göstermiştir. İmam
Fahreddin-i Râzî her taşın üzerinde bir kâfirin
isminin yazılı olduğunu söylemiştir. Bu kuşların her
iki ayağındaki pençelerin- de birer taş olduğu ve bu
taşların kafirlerin başlarından vücutlarına girip
arkalarından çıktığı ve yeri de delerek asıllarına
ulaştıkları söylenmiştir. İslâm âlimleri bunun Hz.
Peygamber’in bir mucizesi olduğunu, çünkü Hz.
Muhammed’in fil olayının olduğu sene doğduğunu
söylemişledir. Bu olay, Hz. Peygamber’in mucizeleri-
nin güneşinden bir zerre ve denizden bir damladır.
Hz. Muhammed’in mucizelerinin yazılması gerek-
se dünyadaki bütün yazı yazan insanlar ve kalemler
bir araya gelse bile kıyamete kadar bu mucizelerin
binde birini yazmaya güç yetiremezler.
Âlemlere rahmet olan Hz. Muhammed’in muh-
terem annesi Emine b. Vehb şöyle rivayet
etmektedir: Gözlerimin nûru olan oğlumun doğumu
yaklaştığında evimden sütun gibi bir nûr ortaya çıktı
ve göğe yüksel- di. Bu nûrun sevinciyle hayret içinde
kaldım. Melekler safmar halinde gelerek her biri Hz.
Muhammed’in öv- güsünü dile getirip onun
doğumunu birbirine müjde- ledi. Melekler “bu gece
insanların en hayırlısı ve âhiret günü şefaat edecek
olan Muhammed Mustafâ doğacak diye sevinçle
evimin üzerinde uçuyorlardı. Rebiülevvel ayının
onikinci gecesinde ansızın sağ tarafıma bak-
tığımda evin duvarının iki parça olduğunu, üç
hatu- nun sayısız huriyle birlikte saygıyla selâm
verdiklerini gördüm. Yanıma oturup merhamet
kaynağı olan Hz. Muhammed’in geleceğini haber
verip şöyle dediler:
91
CAFER IYÂNÎ BEY

Müellifin Şiiri
Ey mutluğun kaynağı olan talihli insan
Âlemin dolunayı Muhammed Mustafâ senden doğacaktır
Kâbe’yi günahlardan temizleyen ve
Putların yakasını parçalayan O
olacaktır
Hem de müşrikler onun ellerinde yok
olacak Din ehli de onunla güç bulacaktır
Bundan sonra iki melek cennetten döşek getirip
güzel bir şekilde döşeğimi döşediler ve bana sevgi
gös- terdiler. Ardından Allah’ın sevgilisi doğup
güzelliğiyle dünyayı aydınlattı.
Şiir
O’nun güzelliğinin ışığıyla aydınlandı cihan
O’na kavuşmanın sevinciyle şeref buldu
zaman
Şevâhidü’n-Nübüvve’de ve diğer bazı sahih kitap-
larda Hz. Peygamber’in annesi Emine Hatun’un
şöyle dediği rivayet edilir: Oğlum Muhammed
Mustafâ dün- yaya ayak bastığı anda yüzünü yere
koyarak secde etti ve mübarek dudaklarını titreterek
konuşmaya başladı. Sözlerini anlamayıp inci saçan
sözlerine kulak verdim ve o anda ne söylediğini
anladım.
Şiir
Dünya evine ayak bastığı anda
Yüzünü yere vurarak secde
etti
Annesi Emine “Resûlün sözlerine kulak tuttum
Ve ne dediğini işittim” dedi
Âlemin övüncü olan Hz. Peygamber
Bebekken bile Ümmetine hayır dua
ederdi

92
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ne güzel şefaat sahibi bir peygamberdir


ki Ümmetini ebedî cennetlere çekti
Allahım, Kıyamet gününde
Ben aciz kuluna şefaat etmesini umuyorum

Hz. Peygamber’in dedesi Abdülmuttalib şöyle ri-


vayet eder: Hz.Muhammed dünyaya geldiği anda ben
Kâbe’nin içindeydim. Ansızın putlar yere düşüp
secde etti ve Kâbe eğilip secde ederek yüksek sesle
“Allah’a hamd olsun, Allah’ın peygamberi geldi ve
beni putlar- dan kurtarıp temizleyecek. Hak dini
getirip müşrikleri yok edecek” dedi ve tekrar bir taşı
bile düşmeden kalk- tı. Bunu diğer insanlar da gördü.
Abdülmuttalib der ki “Kâbe’nin bu şekilde secde
edip seslendiğini işittiğim anda bir peygamberin
doğduğunu ve âlemi aydınlata- cağını anladım.”
Muteber kitaplarda, Kâbe’nin müş- riklerin elinde
bin yıl puthane olarak kaldığı yazılıdır.
Abdülmuttalib Kâbe’deki bu olaya şahit olunca evine
döndü ve kendisine Hz. Muhammed’in doğum haberi
verildi. Bu habere çok sevinerek “elhamdulillâh”
diye- rek şükretti. İlim ve fazilet sahibi kimseler
özellikle de Muhammediye’nin yazarı kitabında Hz.
Muhammed’in dedesi Abdülmuttalib hakkında “iman
ehlidir” demiş- lerdir.
Şiir

Din ehli olan kimseler,


Abdülmuttalib’in mümin olduğunu söyler
Peygamber’in doğduğunu işitti ve sevindi
“Elhamdulillâh o nûr doğdu” dedi

93
CAFER IYÂNÎ BEY

Kabileler tamamen toplanıp geldiler


Allah’ın nûru doğdu dediler.
Yüce Allah’ın bütün peygamberlerden
O’dur üstün kıldığı kişi
Tevrat ve İncil haber vermişti
Allah onu herkesten üstün kılmıştı.
O’na son derece saygı gösterdiler
Küçük büyük herkes O’nunla övünürdü
Yeryüzündekilerin O’nunla övünmesi garip mi?
O’nunla gökteki melekler ifuihar eder
İnsanoğlu O’nunla övünür
Bütün âlem O’nunla
övünür
Sadece âlem değil, Allah O’nunla
övünür Bu yüzden O’nu bütün
yarattıklarının
en üstünü yaptı.
Hz. Enes b. Mâlik’in şöyle dediği rivayet
edilmiştir: Hz. Muhammed’in doğduğu gece bütün
şeytanlar gök- ten kovulup, taşlandılar. Çünkü Hz.
Peygamber’den önce şeytanlar gökyüzüne çıkarak
meleklerin seslerini ve tespihlerini dinler ve
ardından da yeryüzüne inip doğuya ve batıya dağılır,
olacak olaylardan yani gelecek- ten haber verirlerdi.
Hz. Peygamber dünyaya geldiğin- de Cenâb-ı Hak
meleklere hitap ederek şeytanlara ateş fırlatmalarını
ve göğe çıkmalarını engellemelerini em- retti.
Şeytanın çocukları göğe çıkıp meleklerden haber
dinlemeyi istediklerinde atılan ateşlerle yanıp kül
oldu- lar ve bir yerde toplanıp babaları Azazil’e yani
Şeytan’a bu durumu haber verdiler. Bunun üzerine
büyük şeytan çocuklarını dünyanın her tarafına
gönderip Allah’ın

94
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kendilerine böyle azap vermesine sebep olan olayı


öğ- renmelerini istedi. Allah’ın düşmanı olan
Şeytan’ın ev- latları dünyanın her tarafını gezdiler ve
Kâbe’nin oldu- ğu bölgeye geldiklerinde Hz.
Muhammed’in babasının evinden yükselerek cihanı
aydınlatan nûru ve melek- lerin bölük bölük gelerek
bu evi tavaf ettiklerini, Hz. Muhammed’in
doğumunu birbirlerine müjdeledikleri- ni gördüler.
Bu durumu babaları olan büyük Şeytan’a söylediler.
İblis, bu haberi işittiğinde ellerini yüzüne vurarak
feryat etti ve şöyle dedi:
Şiir

Gözlerin nûru vücuda geldi mi?


İman ehlinin şefaatçisi geldi
mi?
Odur bizi Allah’tan uzaklaştıran.
Odur gökten kovulmamıza
sebep.
Lanetlenmiş Şeytan’ın üzülmesi dışında, âlemlerin
sultanının doğduğu gece İran şâhı Kisrâ’nın sarayı
iki parça olup kâfirlerin ne kadar kilisesi ve
ibadethanesi varsa hepsinin kubbeleri yıkılmıştır.
Nitekim câmi veya mescide dönmüş olan birçok
ibadethanenin bu olaya dair izleri günümüzde de
görülmektedir.
Şiir

Bu âleme senden daha mükemmel biri


gelmedi. Senin vücudundan daha şerefmi bir
vücudu kimse
görmedi.
Hz. Peygamber’in nûru, günde bir aylık kadar
kuv- vetlenerekhergüngiderekparladıveHz.
Muhammed’in yüzü güneşten de parlak oldu.
Hz.Abbas ve Ka’bu’l-

95
CAFER IYÂNÎ BEY

Ahbâr şöyle rivâyet etmişlerdir: Hz. Muhammed ihti-


yaç giderse, yer yarılarak bunu yutardı.
Çocukluğundan büyük yaşlarına kadar kimse onun
ihtiyaç giderdiğini görmemiştir. Mübarek başı
üzerinde her zaman gölge yapan bir bulut bulunûrdu.
Hz. Peygamber iki yıl dört aylıkken babası Ab-
dullah vefat eti. Altı yaşına geldiğinde de muhterem
annesi dünyadan göç edince dedesi Abdülmuttalib’e
çocuğuna bakmasını vasiyet etti. Abdülmuttalib o ye-
tim inciyi kötü gözlerden ve belâlardan korudu.
Hz. Peygamber’in yetim kaldığının delili şu hadisi
şerîfuir: “Yetimlere ve gariblere şeflat ve merhamet
edin. Çün- kü ben küçükken yetim ve büyüdüğümde
de gariptim” Resûlullâh Efendimiz sekiz yıl iki
aylıkken dedesi Ab- dülmuttalib de bu fânî dünyadan
bekâ âlemine göçtü. Amcası Ebû Tâlib’e Hz.
Muhammed’i koruması ve ona hizmet etmesi
vasiyetinde bulundu. Ebû Tâlib de canla başla bu
hizmeti kabul etti ve ona gözünün nûru gibi dikkat
etti. İlim ve fazilet sahipleri ittifakla şunu
söylemişlerdir: Cenâb-ı Hakk’ın Peygamber Efendimi-
zi küçükken yetim bırakmasının hikmeti babasına
hiz- met ve muhabbet etmeden sadece Yüce Allah’ın
zatına ibadet etmesiydi. Muhterem annesine hizmet
etme- mesinin hikmeti de merhamet ve şeflatini
ümmetine duyması içindi.
Hz. Peygamber, Ebû Tâlib’in yanında on iki
yaşına eriştiği zamanlarda Ebû Tâlib Şâm’a ticaret
için gitme- ye niyetlendi ve onu da Şam’a götürdü.
Mekke ile Şâm arasında Tûr Dağı denilen meşhur
yere geldiler. Ora- da Hristiyan âlimlerinden Buhayrâ
isimli birisi bulun- maktaydı. Uzun zaman nefsini
terbiye eden ve mağara-
96
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

da ibadet eden Buhayrâ, Tevrât ve İncîl’de


Mekke’den Muhammed isimli bir peygamberin
çıkacağına dair ri- vayetleri okumuştu. Bu kitaplarda
son peygamberin bu mekâna geleceği; uzun
zamandan beri burada bulunan kuru bir havuzun
suyla dolacağı; meyvesiz bir zeytin ağacının meyve
vereceği; başı üzerinde nereye giderse onu takip eden
bir bulut bulunacağı ve o peygamber küçük bir
kapıdan geçerse zahmet çekmemesi ve eğil- memesi
için o kapının genişleyeceği yazılıydı. Buhayrâ, bu
alametleri görünce o peygamberin toprağına can
vermeye niyetlendi. Kendisi hem Hristiyanların hem
de Yahudilerin övündüğü bir kimse olduğu için bura-
dan geçen kervanlar, ona uğrayıp hayır duasını alma-
dan geçmemeyi adet haline getirmişlerdi. Ebû Tâlib
de kervanıyla bu bölgeden geçerken Buhayrâ’nın
kaldığı yere yakın bir yerde konakladı. O anda o
kuru havuz suyla doldu ve meyvesiz ağaç taze
yapraklarla doldu. Buhayrâ bunu görünce kervanın
konakladığı yere gel- di ve bir bulutun kervan
üzerinde durduğunu fark etti. Bunları görünce son
peygamberin geldiğini ve bulutun da ona gölge
yaptığını anladı. Buhayrâ, peygamberi gö- rerek
ayağının toprağına yüzünü sürmeye niyetlendi ve
kervanda bulunanları küçük bir kapıdan geçecekleri
şe- kilde ziyafete davet etti. Gelenlerden hangisi
peygam- berdir diye dikkatle gözlemeye başladı.
Kervandakiler Ebû Tâlib’le birlikte Buhayrâ’nın
huzuruna geldiler ve ellerini öperek dua istediler.
Buhayrâ, kapıda değişiklik olmadığını fark edince
şaşırdı ve kervandakilere geride kimsenin kalıp
kalmadığını sordu. Onlar da Muham- med isimli bir
yetimden başka kimsenin kalmadığını, onun da
malları korumak için geride bırakıldığını söy- lediler.
Buhayrâ onu da getirmelerini ısrarla istedi. Ebû
97
CAFER IYÂNÎ BEY

Tâlib kalktı ve onu da meclise getirdi. Hz.


Peygamber kapıdan girdiği anda Allah’ın kudretiyle
o küçük kapı genişleyip uzadı. Mecliste bulunan
herkes bu duruma şahit oldu. Buhayrâ, beklediği
peygamberin bu yetim çocuk olduğunu anladı ve
hemen Hz. Muhammed’in ellerini ellerine alıp
mübarek ayaklarının toprağına yü- zünü sürüp “ey
benim gözlerimin nûru, sen ahir zaman peygamberi
olacaksın. Senin ümmetin dünyayı doğu- da ve
batıda dolduracaktır.” diyerek Hz. Muhammed’e
peygamberlik haberini ve müjdesini verdi. Hz.
Pey- gamber, büyük bir edeple “ben zayıf ve yetim
birisiyim, peygamberliğe liyakatim yoktur” deyince
Buhayrâ, “sen elbette son peygamber olacaksın. Ben
senin pey- gamberliğine yetişirsem senin dinine ilk
önce ben gi- receğim. Fakat senden beni
unutmamanı ve bana bir izin belgesi vermeni
istiyorum. Senin ümmetin çoğalıp güçlendiğinde
burada yaşayanları rencide etmesinler ve Hristiyan
âlimlere ve rahiplere rahatsızlık vemesin- ler.
Buhayrâ, bir parça deri üzerine izin verildiğine dair
ifadeler yazınca Hz. Peygamber mübarek sağ elini
saf- rana batırıp belgenin arkasını mühürledi.
Günümüzde bile Hristiyanların İslâm ülkelerinde
diğer kâfirlere göre belli vergilerden muaf olmaları
bu izin belgesinin eseridir. Hz. Muhammed,
peygamber olduğunda bu izin belgesinin gereğini
yerine getirmiştir. Hatta tarih kitaplarında şöyle bir
rivayet mevcuttur: Hz. Peygam- ber miraca çıkarken
Tur Dağı’na uğradı ve Cebrâil aleyhisselâma
“kardeşim, Buhayrâ, bu mübarek ma- kamda bana
ilk peygamberlik haberini vermişti. Şimdi bu
makamda bizim de eserimiz kalsın” diyerek burakın
ayağını Tûr Dağı’nın taşına hamura batırır gibi
batırdı. O işaret, günümüzde bile Tûr Dağı’nda
görülmektedir.

98
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Velhasıl-ı kelâm o zaman Buhayrâ’nın meclisinde


bulunan Mekkeliler şaşırıp “bu nasıl bir sırdır? Böyle
bir yetimin peygamber olması mümkün mü” dediler.
Fakat Ebû Tâlib, Hz. Muhammed’in birçok
mucizesine şahit olduğu için onu çok sever ve canla
hizmet ederdi. Buhayrâ “bu önderin koruyucusu
kimdir” diye sordu. “Mekkeli Ebû Tâlib’dir” dediler.
Buhayrâ da “bunu iyi- ce koruyup saklayın. Çünkü
Yahudiler ona zarar verebi- lirler. Mutlaka bilin ki
yakında Cenâb-ı Hak tarafından kendisine
peygamberlik elbisesi giydirilecektir” dedi.
Mekkeliler “Bunu nasıl biliyorsun?” dediler. Buhayrâ
da gördüğü alametleri ve bulutu gösterip “Bunlar an-
cak bir peygambere nasip olur” dedi. Hz. Ebû Bekir
de o zaman onunlaydı. Ebû Tâlib bu sözler üzerine
Ebû Bekir ile Bilâl-i Habeşî’yi Hz. Peygamber’in
yanına ve- rip onları Mekke’ye gönderdi ve kendisi
Şam’a gitti.
Hz. Muhammed, giderek doğruluğu ile meşhur
oluyor ve kabilesi içinde dindarlığı ve güvenilirliği
ile Muhammed-i Emîn ismiyle anılıyordu.
Dindarlıkta da eşi ve benzeri yoktu. Peygamberlik
nûru da mübarek yüzünde gayet açık ve parlak bir
şekilde görünüyordu.
Şiir

Peygamberdi, kendisine ilham nûru gelirdi


Fakat henüz İslâm ortaya çıkmamıştı.
Hz. Peygamber, yirmi beş yaşına geldiğinde
Hz. Hatice ile evlendi. Kâsım, Zeyneb, Rukiyye,
Ümm-i Gülsüm ve Fâtıma peygamberlikten önce
doğmuşlar- dır. Peygamberliğinden sonra Hz.
Hatice’den Abdul- lah ve Mâriye annemizden de
İbrahim doğmuştur.

99
CAFER IYÂNÎ BEY

Hz. Peygamber kırk yaşına geldiğinde peygamber-


lik tacını giydi ve kadınlar içinde de Hz. Hatice
iman eden ilk insan oldu. Erkekler içinde de
Peygamber Efendimize ticarette ve gurbette her
zaman yoldaşlık eden Hz. Ebûbekir ilk Müslüman
olmuştu. Nasıl iman getirdiğine dair şöyle bir rivayet
vardır: Hz. Ebû Bekir ticaret amacıyla Şam’a gittiği
bir zaman, geceleyin rü- yasında gökyüzünden ay ve
güneşin düşerek kendisinin önüne konduğunu görür.
Akıllı bir râhibe bu rüyayı tabir ettirdi. O râhip, Hz.
Ebû Bekir’in yüzüne bakıp “nerelisin ve hangi
kabiledensin” dedi. Hz. Ebû Bekir “Mekkeliyim ve
Hâşimoğulları kabilesindenim” deyin- ce râhip “Sana
müjdeler olsun. Muhammed Mustafâ isimli bir
peygamber gelecek ve sen de onun yerine ha- life
olacaksın” dedi ve şöyle devam etti:
Şiir

Azizim dinle de sana birkaç sır


vereyim Ve başımdan geçenleri sana
anlatayım.
Zebur, Tevrat ve Kur’ân içinde
O’nun mübarek ismini
görmüştüm.
O yüce önderin övgüsünü görmüş ve
Peygamberlerin sonuncusu olacağını
bilmiştim.
Onun peygamberliğine içtenlikle iman getirdim
Fakat Hristiyanlar duymasın diye bunu
gizlerdim.
Râhip rüyayı bu şekilde tabir ettikten sonra Hz.
Ebû Bekir Şâm’dan Mekke’ye döndü ve Hz.
Peygamber’in de bulunduğu bir meclise girdi. O
anda Peygamber Efendimiz kendisini iman etmeye
davet ederek “Ey Ebû Bekir gel Müslüman ol ve
ateşin azabından kendi-

100
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ni emniyete al” dedi. Hz. Ebû Bekir, “Ey


Muhammed bana mucize göster, sana iman
getireyim” dediğinde Kâinatın Efendisi de, “Ey Ebû
Bekir Şam yolu üzerinde râhibe tabir ettirdiğin rüya
sana yetmez mi? O râhip sana benim
peygambeliğimi haber vermedi mi?” dedi. Bunu
duyan Hz. Ebûbekir o yüce Sultanın önünde
kelime-i şehâdet getirip Müslüman oldu.
Cenâb-ı Hak, “Ey Muhammed! Seni ancak
âlemlere rahmet olarak gönderdik (Enbiya-107).”
âyetinin de işaretiyle âlemlere rahmet olarak
gönderdiği ve Kâbe’de “Ey insanlar ben size
gönderilmiş bir peygamberim” di- yerek davetini
açıktan açığa herkese yönlendiren Hz. Peygamber’e
Cebrâil aleyhisselâmı gönderip ona selâm söyledi ve
“Ey sevgili, ben yerleri, gökleri ve bütün yara-
tılmışları senin şerefin için yarattım.” diyerek
yanındaki değerini belirtti. Bunun üzerine Hz.
Peygamber, yüce Allah’a “Yâ Rabbi senden her
zaman istediğim şey be- nim âciz ve zayıf
ümmetimdir. Hata yaparak günahkâr ve isyankâr
olmalarından, cehenneme girmelerinden korkarım”
diye seslendi. Cenâb-ı Hak da, “Ey Muham- med bir
avuç toprak için niçin bu minneti ediyorsun? Sen
benim sevgilim olduğun için bütün varlığım senin
olmaz mı? Ey Muhammed, ümmetinden kimin
dağlar kadar günahı olsa ve samimi tevbe etse ben
günahını afgedip onu cennet ehli yapacağım. Senin
ümmetin cennete girmeden diğer ümmetlere
cennetlerimi ha- ram edeceğim” buyurdu.
“Allah’a ortak koşanları artık bulduğunuz yerde
öldürün (Tevbe-5).” âyeti indikten sonra Hz. Pey-
gamber kâfirler üzerine gazâ yapmaya başladı. Ebû’l-
Leys Semerkandî Bostânü’l-Ârifîn isimli eserinde Hz.
101
CAFER IYÂNÎ BEY

Peygamber’in otuz altı gazâda bulunduğunu söylerken


bazı muteber kitaplarda da kırk gazâda bulunduğu ve
on sekiz tanesine de bizzat katıldığı yazılıdır.
Behcetü’t- Tevârîh’te de Hz. Peygamber’in kâfirler
üzerine 23 se- fer düzenlediği ve dokuzuna da
katıldığı yazılıdır. İlk gazâsı peygamberliğinin
üzerinden on iki ay geçince vuku bulmuştur. Hz.
Peygamber, Vüddân isimli yerde bulunan kâfirler
üzerine sahabelerden ve Kureyşliler- den
oluşturduğu ve Ubeyde b. Hâris hazretlerini ko-
mutan yaptığı bir ordu göndermiş ve bu ordu
savaşarak geri dönmüştü. “Ey Peygamber, Rabbinden
sana indiri- leni tebliğ et (Mâide: 67)” âyet-i kerîmesi
indiğinde Hz. Peygamber Mekke’de on üç yıl boyunca
açıktan davette bulunup birçok mucize gösterdikten
sonra Medine’ye hicret etti. Hz. Peygamber,
Medine’ye göç ettikten son- ra Uhud gazâsında
binlerce mucize gösterdi ve on yıl boyunca
Medine’de insanları dine davet etti.
Allah’ın yüce peygamberi İslâm dinini tamamen
ortaya koyduğu müddet boyunca kırk binden fazla
insanı imanla şerefmendirdi. Ebî Bezre’a hazretlerinin
rivayetine göre sahabelerin sayısı hesaplanamaz. Hz.
Peygamber’in son haccı olan Vedâ Haccı’nda
sahabele- rin sayısı kırk binken Tebük gazâsında
yetmiş bin saha- be bulunmaktaydı. Ebû Ömer
hazretlerinin rivayetine göre Hz. Peygamber’in vefatı
anında sahabelerin sayısı yüz kırk bin civarındaydı.
Hz. Muhammed’in inci gibi sözlerini işitip bunları
hadis olarak nakledenler yedi kişidir: Bunlar Hz. Ebû
Hüreyre, Hz. İbn-i Ömer, Hz. Âyişe, Hz. Câbir,
Hz. İbn-i Abbâs, Hz. Enes, Hz. Abdullâh b. Ömer
ve Hz. İbnü’l-Âs’dır. Cennetle müjdelenen ve aşere-i
mübeş-
102
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

şere denilen sahabeler de on kişidir: Bunlar Hz.


Ebû Bekir, Hz. Ömer, Hz. Osmân, Hz. Alî, Hz.
Talha, Hz. Zübeyr, Hz. Sa’d b. Ebî Vakkâs, Hz. Sa’d
b. Zeyd, Hz. Abdurrahmân b. Avf ve Hz. Ubeyde
ibnü’l-Cerrâh’dır.
Hz. Talha Uhud savaşında yetmiş yerden yaralan-
mış ve elini kullanamaz duruma gelmişti. Hz. Pey-
gamber onun hakkında “şehit görmek isteyen
Talha’ya baksın” buyurmuştur. Hicrî 36 senesinde
altmış dört yaşındayken Mervân b. Hakem tarafından
şehit edildi. Bazıları boğazına ok saplanarak şehit
olduğunu söyle- miştir. Basra’da defnedilmiştir.
Hz. Zübeyr de oldukça cesur birisiydi. Medine’ye
ve Habeşistan’a yapılan göçlerde ve gazâlarda yer
aldı. Arayiz gazâsında Hz. Resûlullâh, Zübeyr
hakkında “anam babam senin yoluna fedâ olsun”
buyurmuştur. Hicrî otuz altı senesinde altmış üç
yaşındayken Cemel savaşında şehit olmuştur. Bazıları
Basra’da şehit oldu- ğunu söylemiştir.
Hz. Sa’d b. Ebî Vakkâs gazâlarda Hz.
Peygamber’den ayrılmamıştır. On yedi yaşındayken
Müslüman olmuş- tur. Ata binmekte yetenekli olan
Sa’d b. Ebî Vakkâs Uhud gazâsında tam bin ok
atmıştır. Hz. Peygamber Uhud savaşında Zübeyr’e
dediği gibi Sa’d hazretlerine de “anam babam senin
yoluna fedâ olsun” buyurmuş- tur. Arap kabileleri
arasında birisi güzel bir iş yaptığın- da “anam babam
senin yoluna fedâ olsun” denilmesi adettir. Sa’d b.
Ebî Vakkâs, Hz. Ömer’in halifeliği za- manında
birçok fetihte bulunmuştur. Hicrî 55 sene- sinde
yaşı yetmişten fazlayken Akîk’te şehit olmuş ve
Medine’de defnedilmiştir.
103
CAFER IYÂNÎ BEY

Hz. Sa’d b. Zeyd, Hz. Peygamber’in hizmetinden


hiç ayrılmayıp bütün gazâlara katılmıştır. Akîk isimli
yerde, yetmiş yaşını aşmışken Hicrî 51 senesinde
vefat etmiş ve Medine’ye getirilip defnedilmiştir.
Hz. Abdurrahmân b. Avf, Medineye hicret
et- miş ve Bedir gazâsı da dâhil bütün gazâlarda
Hz. Peygamber’in yanında bulunmuştur. Zengin
sahabe- lerden olup Uhud gazâsında yirmi yerinden
yaralan- mıştır. Kendisi hakkında birçok hikâye
mevcuttur. Hz. Peygamber, onun hakkında
“Abdurahmân yerlerde ve göklerde güvenilir olan
birisidir” buyurmuştur. Yetmiş beş yaşındayken Hicrî
32 senesinde vefat etmiştir.
Ubeyde b. Cerrâh hazretleri, Habeşistan’a
hicret edenler arasında bulunup bütün gazâlara da
katılmış- tır. Onun hakkında Hz. Resûlullâh,
“ümmetimin gü- venilir kişisi” buyurmuştur. Uhud
gazâsında birçok kahramanlıklar yapmıştır.
Resûlullâh sallallâhu aleyhi ve sellemin mübarek
yüzüne demir parçası batmıştı. Ubeyde b. Cerrâh
hazretleri, bunu çıkarıp yüzü teda- vi etmişti. Bedir
gazâsında kâfir olan babası kendisine esir olmuştu.
İslâm dinini kabul etmediği için babası- nı
öldürmekten çekinmemişti. Sahabe hazretleri İslâm
dini uğrunda böyle çalışırlardı. Din yolunda
oğullarını, babalarını ve kendi nefislerini fedâ etmek
yanlarında zerre kadar değer taşımıyordu. Allah
hepsinden razı ol- sun. Ubeyde b. Cerrâh hazretleri,
elli sekiz yaşında iken Hicrî 18 yılında vefat etmiştir.
Behcetü’t-Tevârîh’te Hz. Peygamber’in hizmetkâr
ve câriyelerinin sayısının altmışa yakın olduğu
yazılıdır. Bazıları da kırk yedi olduğunu söylemiştir.
Bazıları da azat ettiği kölelerinin kırk üç,
cariyelerinin on bir ve
104
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

hizmetkârlarının da altı kişi olduğunu bununla


birlikte kendi hizmetinden bir an ve bir saat ayrı
kalmadığını söylemişlerdir. Esmâ b. Mâlik ve Rebîa
b. Âmir hazret- leri katırlarına bakarlardı. İbn-i
Mes’ûd hazretleri de mübârek ayakkabılarını
koynuna koyub saklardı. Oku- ma yazma bilen ve
güzel yazı yazmakla meşhur olan sa- habe sayısı yirmi
yedidir. Zeyd b. Sâbit ve Muâviye b. Süfyân
hazretleri Peygamber’in kapısından bir an uzak
kalmazlardı.
Hz. Peygamber’in sekiz kılıcı, dört mızrağı, üç
zır- hı, dört yayı, bir kalkanı, siyah ve beyaz renkli iki
san- cağı, bir tolgası, yedi atı, dört katırı, bir
merkebi, dört devesi ve yüzden fazla koyunu vardı.
Hz. Peygamber’in on iki eşi vardı. Birincisi
mümin- lerin annesi Hz. Ayişe’dir. Hz. Peygamber
onu bakire olarak almıştır. İkincisi Hz. Hatice olup
ondan yedi çocuğu olduğu yukarıda söylenmişti.
Bunlar Kâsım, Tayyib, Tâhir, Fâtıma, Ümm-i
Gülsüm, Rukiyye ve Zeyneb’dir. Kızı Zeyneb’i
sahabelerden Ebu’l-Âs haz- retlerine nikâhlamıştır.
Kızları Rukiye’yi ve Ümm-i Gülsüm’ü amcası Ebû
Leheb’in oğulları ile nikahla- mış, fakat aralarında
halvet olmadan Tebbet Sûresi indiği için onları
boşamıştı. Rukiye’yi Hz. Osmân’la nikâhlamış ve
Rukiye’nin vefât etmesinden üç yıl sonra da Ümm-i
Gülsüm’ü Hz. Osman’la nikâhlamıştır. Hz. Fâtıma’yı
da Hz. Ali’yle nikâhlamıştır. Hz. Fâtıma’nın bu
evlilikten altı çocuğu olmuştur. Bunların isimleri
Hasan, Hüseyin, Muhsin, Zeynep, Ümm-i Gülsüm ve
Rukiye’dir.
Hz. Peygamber’in üçüncü eşi Sevde, dördüncüsü
Ümm-i Seleme, beşincisi Zeyneb bint-i Cahş,
altıncısı
105
CAFER IYÂNÎ BEY

Hafsa bint-i Ömer, yedincisi Ümm-i Cüveyriye,


sekizin- cisi Zeyneb bint-i Hüzeyme, dokuzuncusu
Meymûne, onuncusu Safiyye, on birincisi Ümm-i
Habîbe, on ikin- cisi Reyhâne bint-i Zeyd’dir. Resûl-i
Ekrem sallallâhu aleyhi ve sellem hayattayken Hz.
Hatice ve Zeyneb bint-i Hüzeyme vefât etmiştir.
Hz. Peygamber, bunlardan başka on sekiz kadına
daha nikâh kıymış fakat halvet olmadan her birini bir
sebeple boşamıştır. Ayrıca dört câriyesi bulunup bun-
lardan birisi kendisine Mısır sultanı tarafından gönde-
rilen ve Hz. Peygamber’in son çocuğu İbrahim’in de
annesi olan Mariye bint-i Şem’ûn’dur. İkincisi
Reyhâne bint-i Zeyd’dir. Birini de eşi Zeyneb bint-i
Cahş kendi- sine hibe etmiştir. Birini de bir gazâda
ele geçirmiştir. Allah, bütün eşlerinden ve
cariyelerinden razı olsun.
Kitabın Sonu

Bu kitapta mahşer gününün şefaatçisi, insanların


en hayırlısı, kâinatın özü ve peygamberlerin
sonuncusu olan Hz. Muhammed’in makamını
anlatmaya ve garip mucizelerini dile getirmeye
çalıştık. Kitabın sonunda da Müslümanların
şükretmesine vesile olmak amacıyla Cenâb-ı Hakk’ın
kudret ve hikmetine dair bazı ibretli hadiseleri
anlatmak uygun olur. Belki bu sayede insan- ların en
zayıfı ve duaya muhtaç olan bu Cafer’i de hayır
duayla yâd ederler.
Hikâye

Tefsirciler ve hadis ilmiyle uğraşanlar, özellikle


de meşhur Salebî tefsirinde Numan b. Âmir ve
Cafer b. Muhammed babalarından, onlar da
dedelerinden şöyle
106
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rivayet etmişlerdir: Cenâb-ı Hak, mükemmel kudreti


ve hikmetiyle arşı yarattığında Harakyail isimli bir
me- lek de yarattı. Bu meleğe on sekiz bin kanat verdi
ve her bir kanadı beş yüz yıllık mesafe genişliğindeydi.
Bu me- leğin başı yüce arşta ayağı da yedi kat yerden
aşağıday- dı. Bu melek, secdeye vararak “Allahım
bana bu kadar büyüklük ve güç verdin. Senin arşının
sonunu görmek isterim” dedi. Hz. Allah, o meleğe
“gücün yettiğince, dilediğin gibi arşımın sonuna
kadar uç” dedi. Bunun üzerine bu melek bunca güçlü
kanatlarıyla yirmi bin yıl durmadan uçtuktan sonra
dörtte birine bile ulaşamadı. Cenâb-ı Hak, o meleğin
kanatlarını bir o kadar daha artırıp güçlendirdi. O
melek her biri biner yıl mesafe genişliğinde olan
otuz altı bin kanatla uçmaya başladı. Otuz bin yıl
uçtuğu halde arşın yarısına bile erişmedi. Cenâb-ı
Hak, o meleğe “bu güçlü kanatlarla kıyamete kadar
uçsan yine de arşın sonuna erişmen imkânsızdır”
deyince o melek, Allah’ın azameti ve gücü karşısın-
da “Subhâne Rabbiye’l-a’lâ” diye tespih etti. Cenâb-ı
Hakk’ın “Yüce Rabbinin adını tespih et (A’lâ-1)”
âyeti inince Hz. Peygamber de “Subhâne Rabbiye’l-
a’lâ” du- asını secdelerde okuyun” diye emretti.
`
Ka’bü’l-Ahbâr’dan şöyle rivayet edilmiştir: Cenâb-
ı Hak, arşı bu kadar geniş ve büyük bir şekilde
yarattı- ğında arş kendisiyle gururlanıp “Benim gibi
güçlü ve büyük birşey yaratılmamıştır” deyince
Cenâb-ı Hak sonsuz gücüyle yetmiş bin kanatlı, her
kılında yetmiş bin kıl, her kılında yetmiş bin baş ve
her başta yetmiş bin dil olan büyük bir yılan yarattı.
Bu yılan her gün Allah’a dünyadaki denizlerin
damlaları, ağaç ve bitki-
107
CAFER IYÂNÎ BEY

lerin, bütün meleklerin ve dünyada var olan bütün


her- şeyin sayısınca tespihte bulunur. Yüce Allah, bu
yılana dokuz kat halka olarak arşı kuşatmasını emretti.
Bunun üzerine o koca yılan, yüce arşı dokuz kere
baştan başa dolanıp kuşattığı halde arş o yılanın
yarısına bile gel- medi. Yüce arş, Cenâb-ı Hakk’a
hamd ü senâda bulu- nup aczini itiraf etti.
`
Hz.Câbir,PeygamberimizMuhammedMustafâ’dan
şöyle rivayet etmiştir: Arşı taşıyan melekler dört
tane- dir. Her birinin omuzlarından boyunlarına
kadar olan mesafe yedi yüz yıllıktır. Ayakları yedi kat
yerden aşa- ğıda ve başları da arşdan yukarıdadır.
Bunların tespih ederken çıkardıkları sesi insanlar ve
diğer yaratıklar işitseler helâk olurlardı. Arşın
etrafında da yüzbin me- lek bulunmaktadır.
Herbirinin büyüklüğüne insan aklı yetişmez. Bu
meleklerin hepsi zikir ve tespihle meşgul olup bir an
bile boş kalmazlar. Her birinin ayağının bastığı yer
yedi bin yıllıktır. Cenâb-ı Hakk’ın bu aza- meti akıl
sahiplerine nasihat olarak yeterlidir.
Hikâye

Câmiü’t-Tevârîh’te tefsircilerin ve hadisçilerin


şöy- le dediği rivayet edilir: Hz. Mûsâ, Tûr dağına
giderken Cenâb-ı Hakk’a Hz. Âdem’den önce ne tür
âlemleri ve kimleri yarattığını sormayı aklından
geçirdi. Dağa çıkıp yüce Allah’la konuştuğunda
mahcubiyet ve haya ile yü- zünü yere koyup “Yâ
Rabbi, Hz. Âdem’den önce dünya ve içindekiler var
mıydı? Ondan önce dünyada kimle- rin yaşadığını ve
ne tür canlılar yarattığını bana kerem edip söyler
misin?” deyince Allah tarafından bir nidâ
108
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

geldi: “Ey Musa, benim hikmetime, yüceliğime,


yarat- ma şeklime ve ilmime insan aklı yetişmez. Fakat
madem ki benden buna cevap vermemi istedin ve
benim yüce- liğimi bilmek istedin sana bunu
anlatayım” dedi ve şöy- le anlattı: “Ey Mûsa, ezelî
irademle kâinatı ve âlemleri yaratmayı dilediğimde
ilk önce habîbim Muhammed Mustafâ’nın tertemiz
nûrunu yarattım. Ondan sonra dedeniz Âdem’den
önce bin âlem yarattım. Her âlemin müddetini elli bin
yıl olarak belirledim. Bu âlemlerden de biri harap
olup üzerinden bin yıl geçmeyince diğer âlemi
yaratmazdım. Bu şekilde âlemlerin tümünü ya-
rattım. Ondan sonra dünyayı ve hiçbir ferdinin diğe-
rine benzemediği bir taifeyi yarattım. Bu taife de elli
bin yıl hayatta kalıp bu misafirhanede yüce yüce
bina- lar yaparak bu dünyayı imar etmeye çalıştılar.
Sonunda bu taife bana isyan ettiği için onları yok
edip dünyayı elli bin yıl harap şekilde bıraktım ve bin
yıl boyunca da dünyayı baştan başa suyla dolu
bıraktım. Dünya suy- la dolu olduğu halde
insanlardan ve hayvanlardan bir damla içecek kimse
yoktu. Bin yıl sonra çok büyük bir su sığırı yarattım.
O denizi bir defada hiçbir damlası kalmayacak
şekilde tamamen içti. Ondan sonra da bal arısından
küçük sinekten de büyük olan bir taife yarat- tım. O
koca sığırı da onlara doyasıya yemeleri için gıda
yaptım. O taife de o sığırı elli bin yıl gıda edinip
ondan iz kalmayıncaya kadar yediler. Sonunda o taife
de onla- ra verdiğim nimetleri unutup bana asi oldu.
Bunları da helâk ettim ve yeryüzü elli bin yıl boş
kaldı. Sonra son- suz gücüm ve hikmetimle elli bin
şehir yarattım ve her bir şehrin içinde de saf altından
elli bin saray yaptım. O şehirlerin saraylarını
şekerden daha tatlı olan hardal taneleriyle
doldurdum. Ardından da akılların büyük-
109
CAFER IYÂNÎ BEY

lüğüne erişemeyeceği bir kuş yarattım. Bu şehirleri ve


sarayları içindeki hardalları yemesi için o kuşa teslim
ettim. O kuşun ömrünün de hardal tanelerinin bittiği
güne kadar sürmesini takdir ettim. O büyük kuş, ölüm
korkusundan günde sadece bir hardal tanesi yediği hal-
de bütün hardal taneleri bitti ve kuşun da ömrü sona
erdi. Onun ölümünden sonra dünya yetmiş bin yıl boş
kaldıktan sonra gücümü ve hikmetimi göstermek için
yetmiş bin türlü canavar yarattım. Her türlü canavarın
ömrünü yetmiş bin yıl takdir ettim. Bu canavarlardan
biri ölüp üzerinden bin yıl geçmeyince başka bir cana-
var taifesi yaratmazdım. Nihayet bunları da helâk ettim
ve ondan sonra âlemi boş bırakmadan onbin adamlık
bir taife yarattım. Her birinin neslini birbirinden ayıra-
rak kendilerine onar bin yıllık ömür verdim. Bunlar da
yetmiş bin yıl bu viranelikte yaşadılar ve sonunda isyan
ederek birbirileriyle savaşmaya başladılar. Bunun üze-
rine onları da helâk ederek boş kalan yeryüzünü me-
leklere bıraktım. Onlar da bin yıl boyunca yeryüzünde
gezip uçtular. Yeyüzünde bana ibadet edecek hiç kimse
yoktu. Bundan sonra senin deden Âdem’i ve çocukları-
nı yarattım. “Andolsun, biz insanoğlunu şerefmi kıldık
(İsrâ-70)” ve “O, insana bilmediğini öğretendir (Alak-
5)” âyetlerinde görüldüğü gibi insanı şerefmi kıldım.”
Hz. Musa, Yüce Allah’dan bunu işitince Cenâb-ı
Hakk’ın gücü ve hikmeti karşısında hayranlığını
göste- rerek şükretti. Yâ Rabbi bu nasıl bir hikmet ve
güçtür ki bunu bilmekte peygamberlerin ve evliyaların
akılları bile yetersiz kalıyor. Senin ilmini ve
yaratmadaki gücü- nü bilmekte bütün yarattıklarının
akılları yetersiz kalır.

110
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Allah’ım, Âlemlerin Efendisi’nin nûru hürmetine


benim yani aciz ve zayıf Cafer’in isyanını bağışla,
ke- remin ve lutfunla ona şeflat ve mağfirette
bulunarak ona iki dünyanın da saadetini nasip
eyle. Allah’ım günahkârların şefaatçisi olan Hz.
Muhammed’in ve yüce makamının hürmetine ne
kadar günahkâr ümme- ti varsa hepsini cehennem
azabından azat ederek onları dünyada ve âhirette
mutlu kıl.
Müellifin Şiiri

Allahım bana yardım et


Merhamet kılarak bana hidayet ver.
Hz. Muhammed’in ümmetiyle beni dirilt
Ve beni O’na kavuşturarak mutlu et.
Günah işleyerek azaba layık olduysam ne olmuş
ki? Kul günahkâr ise Efendisi afgedicidir.
Günahımızın hadsiz olduğunu,
Haşre dek yazılsa bile bitmeyeceğini biliriz.
Vaktimiz böyle günahlarla geçiyor,
Nasıl inkâr edelim, Allah biliyor.
Ne zaman âhiret yoluna meyletsem,
Dünya sevgisi benim yolumu
kesiyor.
Alçak nefsim yükselmemi istemiyor.
Durmadan beni aşağı makamlara çeker
durur.
Umudum Allah’ın beni nefsimden kurtarması
Benim gibi yolunu şaşırmış birini kulluğa
layık
görmesidir.
Yâ Rabbi bir bahane ile
Günahkâr Cafer’e rahmet
et.

111
CAFER IYÂNÎ BEY

Allah’ın bizi böyle kötü bir duruma düşmekten


Ve rahmetinden uzaklaşmaktan korumasını dileriz
Bu kitap bağışlanma sebebi olsun
Ve her bölümü cennetin dereceleri olsun.
`

112
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-nâme
Metin

113
CAFER IYÂNÎ BEY

114
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

[1b] Ĥamd-i bį-ĥad ol mebdeǿ-i eşyāǿ ve


muħteriǾ-i māsivāya ki nevǾ-i insānı Ǿaķl u iħtiyār ile
sāǿir maħlūķdan mümtāz itmiş. Ve ŝenāǿ-i lā-buǾd
ol muśavvir-i eşkāl-i kār-ħane-i dünyā ve müdebbir-i
aĥvāl-i dārü’l-ķarār-i Ǿuķbāya ki cemįǾ nevǾ-i
insāndan fırķa-i enbiyāya tevfįķ u tefevvuķ virüb eşref-
i imtiyāz ile ser-efrāz itmiş. Ve dürūd-i taĥiyyāt ol
server-i kāǿināt ve eşref-i mevcūdāt Ǿaleyhi
efđalü’ś-śalavāta ki fırķa-i enbiyādan cevāhir-i
istiǾdādı eşref ü aǾlādur. Ve cünūd-i teslįmāt ol
zümre-i aĥbāb ve fırķa-i aśĥāba ki ķabūl-i śoĥbet-i
śadr-i risālet bulub aňa iŧāǾatleri cemįǾ Ǿamelden
evlādur rıđvānullāhi teǾālā Ǿaleyhim ecmaǾįn ilā
yevmi’d-dįn. Ammā baǾd vilāyet-i Ŧımaşvār-i
celįlü’l-aķŧāruň taĥśįl-i māl ü menāli bu bende-i
śadāķat-kāruň cereyān-i ķalem-i bį-ķarārı ile ber-
ķarār ve tekmįl-i meśāliĥ-i aĥvāl-i ümenā vü
Ǿammāli bu Ǿabd-i bį-miķdāruň iķtibās-ı reǿy-i rūşen-
efkārları ile pür-envār iken vilāyet-i mezbūrenüň
Ǿulemā vü fuķaĥāsından baǾżı yārān-i śafā ve iħvān-ı

115
CAFER IYÂNÎ BEY

vefā bu Ǿabd-i bį-riyādan recā vü istidǾā38


eylediler39 ki ol Ĥażret-i ħayrü’l-beşer ve şefįǾ-i
rūz-i maĥşer śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň nūr-ı
tāb-nāki40 ve rūĥ-ı pāki cemįǾ eşyādan ne vechile
aķdem ü efđal ve sāǿir enbiyāǿ-i41 Ǿižām
Ǿaleyhimüsselāmdan ek- mel olduġı ol Ĥażret-i
risālet42 ve şems-i fażįletüň menāķıb-i Ǿālį-
menziletlerin lisān-ı ǾArabįden [2a] zebān-ı Türkįye
getürüb bir risāle-i şerįfe ve maķāle-i laŧįfe teǿlįf ü
taśnįf eyle kim senden śoňra ħayrü’l- ħalefüň ve
netįce-i şerįfüň ola.
Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Ķalmayıcaķ kişinüň śoňunda bir ħayrü’l-ħalef
Ĥayf ola ol Ǿömre kim olur Ǿabes yere telef
Neŝr diyü ilĥāĥ u ibrām eylediler. Pes bu żaǾįf u
melūl meźkūr olan źevi’l-Ǿuķūlüň ilĥāĥ u iltimāsların
ķabūl ve Ĥażret-i Resūl-i śāĥib-uŝūlüň menāķıb-ı
şerįflerin taĥrįr itmegi maǾķūl görüb Ĥaķ subĥānehu
ve teǾālā celle celāluhu ve Ǿamme nevāluhu
ĥażretlerinüň Ǿulüvv-i Ǿināyetine tevekkül ve Ĥażret-i
Sulŧān-ı dįn ve raĥmeten lil-Ǿālemįnüň muǾcizāt-ı
fāyiżü’l-berekātına tevessül idüb rivāyāt-ı śarįĥa ve
38 Müellif nüshasında kelime istid dan eklindedir. Âtıf Efendi nüsha-
sındaki kelime esas alınmı tır.
39
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.
40
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.
41
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.
42
Bu kelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf
Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.

116
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kütüb-i śaĥįĥadan ol Ĥażret-i şāh-ı eyvān-ı risāletüň


menāķıb-ı Ǿālįleri lisān-ı ǾArabįden zebān-ı Türkįye
terceme olınmaġa mübāşeret ķılınub Nūr-nāme is-
miyle mevsūm ķılındı. Tā kim elfāž-ı ǾArabįden
ħaberdār olmayan iħvān-ı śadāķat-Ǿunvāna ķırāǿati
āsān olub Ĥażret-i Şāh-ı dįn ve Şefįǿ-i müžnibįnüň
rūĥ-ı ŧayyiblerin śalavāt-ı güzįn ile yād ve bu efķar-ı
Ǿibādı birer fātiĥā-i şerįfe ile yād itmegi himmet ü
mürüvvet ideler.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Śalāt iden ĥabįb-i kibriyāya
İrişür rūz-i maĥşerde śafāya
İdenler bu maĥalde bir duǾāyı
Bulurlar raĥmet ü luŧf-ı Ħudāyı
Neŝr Egerçi bu Ǿabd-i bį-ŧāķat ve bende-i bį-
Ǿilletde ol ķadar vüsǾat ü ķudret yoķdur ki ol Ĥażret-i
seyyidü’l-kāināt Ǿaleyhi efđalü’ś-śalavātuň nūr-ı
mübāreki menāķıbınuň źerresin beyān eyleye.
Anuň kim meddāĥı Ħudā ve maĥbūb-i Kibriyā ola
insān-ı żaǾįf ol źāt-ı şerįfüň taǾrįf ü tavśįfin itme-
ge hiç ķādir olur mı. [2b] Ĥuŝūsan ol sulŧān-ı Ǿālį-
şānuň menāķıb-ı ħurşįd-menziletleri beyānında ve ol
şems-i fażįletüň muǾcizāt-ı Ǿālį-rütbetleri Ǿıyānında
Ǿulemāǿ-i Ǿižām Ǿazzemallāhu teǾālā derecātuhum
ilā yevmü’l-ķıyām bunca mevlid-i şerįflerin taĥrįr ü
beyān ve niçe niçe kitāb-ı müstetābların muǾcizāt-i
laŧįfelerin yazub Ǿıyān eylemişlerdür. Lākin bu Ǿabd-i
pür-Ǿuyūb ve keŝįrü’ź-źünūb efķarü’l-fuķarā turāb-ı
akdāmü’l-Ǿulemā CaǾfer-i Ǿabd-i bį-riyā Ĥażret-i
Resūl-i Kibriyā śalavātullāhi Ǿaleyhi fį’ś-śubhi ve’l-

117
CAFER IYÂNÎ BEY

mesānuň şefāǾati ümįdine ŧāķatüm yitdükçe ve vüsǾat


el virdükçe ol pādişāh-ı nūr-ı pāk ve sulŧān-ı śāĥib-i
levlāk ĥażretlerinüň nūr-ı pür-sürūrlarından beyān u
Ǿıyān eyleyem inşāǿallāhu teǾālā. Fe-emmā erbāb-ı
belāġat ve aśĥāb-ı feśāĥatüň elŧāf u himem ve aǾŧāf
u keremlerinden meǿmūldür ki işbu risāle-i şerįfeye
Ǿayn-i rıżā ve bu maķāle-i laŧįfeye śıdķ u śafā ile
nažar idüb sehv-i raķam ve ħaŧāǿ-i ķalem olan
maĥalline himmet-i ıślāĥı dirįġ eylemeyüb biĥār-i
belāġatden ķaŧarāt-ı fażįlet maśrūf olunmaġa
ĥüsn-i himmet ideler. Bā-vücūd-i Ĥażret-i Sulŧān-ı
Ǿālį-cenāb ve ħāķān-i rifǾat-meāb mihr-i sipihr-i
cihānbānį ħülāśa-i dūd-mān-i ǾOŝmānį Sulŧānü’l-
ġuzāt ve’l-mücāhidįn Sulŧān Aĥmed Ħān-ı Ġāzį
ibn-i Sulŧān Muhammed Ħān ħalledallāĥu
ħilāfetehu ilā inķırāżi’d-devrān ĥażretlerinüň nām-
i saǾādet-encāmları himmeti ile itmām ve silk-i
beyāna irüb iħtitām bulmuşdur.
Bāb-ı Evvel
Ĥażret-i Resūl-i Ekmel Śallallāhu ǾAleyhi
ve Sellemüň Nūr-ı SaǾādet-āŝārınuň ǾĀlem-i
Ervāĥda VāķiǾ Olan Aśl u Derecātın ǾIyān ve
CemįǾ Maħlūķātdan Aķdem ü Efđal Olduġunuň
Beyānındadur.43
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
[3a] Gel ey cān bülbüli gel eyle pervaz
Yine ķıl bir gülüň vaśfın ser-āġāz
Niçe gül bu dü Ǿālem gülşenidür
Cihān gülşenlerinüň rūşenidür

43 Bukelimenin oldu u bölüm müellif nüshasında koptu u için Atıf


Efendi nüshasındaki kelime alınmı tır.

118
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Gül ü bülbül yoġiken bu cihānda


O gül varidi bāġ-ı lā-mekānda
Vücūda gelmeden bāġ ile būstān
İderdi lā-mekān bāġında seyran
Nice naķl eylemişdür nūr-ı źātı
Beyān eyle işidülsün śıfātı
Ne kāndandur Ǿaceb ol nūr-ı aǾžem
Hüveydā pertevinden cümle Ǿālem
Beyān eyle anuň vaśf-ı şerįfin
ǾIyān eyle anuň nūr-ı laŧįfin
Beni kim mest-i Ǿaşķum ayıķ eyle
Dilüm medĥine yā Rabb lāyıķ eyle
Neŝr Mişkātü’l-Envārda ve Deķāyiķu’l-Aħbārda
mesŧūr ve sāǿir kütüb-i muǾteberātda meźkūrdur
ol ħātem-i sırr-i ħilāfet çeşme-i baĥr-i vilāyet …..
mažharü’l-Ǿacāyib Ĥażret-i İmām ǾAlį ibn-i Ebį
Ŧālib rađıyallāhu Ǿanh rivāyet ve ĥikāyet ider ķaçan
kim Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā celle źikruhu kemāl-i
ķudretin ižhār ve dügeli Ǿālemleri var idüb Ǿacāyib
ü ġarāyib mevcūdātın āşikār eylemek irādet-i
ezeliyye- si taǾalluķ eyledi. Henüz Ǿarş u ferş ve
kürsį vü levĥ ü ķalemi ve şems ü ķamer ve cennet ü
cehennem ve on sekiz biň Ǿālemi ħalķ eylemeden
üçyüz yigirmi dört biň yıl muķaddem Ĥażret-i Ĥaķ
celle ve Ǿalā kendü ķudret ü Ǿažameti nūrından bir
nūr aħź idüb ol bülbül-i būstān-i şeriǾat ve Ǿandelįb-
i gülistān-ı ĥaķįķat şāh-ı śuffe-i śafā ve māh-ı rūy-i
ve’đ-Đuĥā aǾnį Ĥażret-i Muĥammed Muśŧafā
śallalāhu Ǿaleyhi ve sellemüň

119
CAFER IYÂNÎ BEY

nūr-ı mübārekin yaradub ol nūr-ı pākden yine Ĥażret-i


risālet ve kān-i mürüvvetüň rūĥ-ı ŧayyibelerin
dünyādaolan śūret-i rūĥāniyyeti üzere [3b] ħalķ
eyledi. Ve mübārek başına tāc-ı risālet ve envāǾ-ı
kerāmet ve mübārek boynına ridāǿ-i hidāyet ķoyub
rūĥ-ı pākin ve nūr-ı tāb-nākin ezelden Ĥabįb ismiyle
mevsūm eyledi. Bundan śoňra Ĥażret-i Ĥaķ āmennā
ve śaddaķ on iki ĥicāb yaratdı. Her ĥicābuň vüsǾat ü
Ǿažameti yine Ĥażret-i rabbü’l-Ǿizzetüň Ǿilm-i ezeliy-
yesine maǾlūmdur. Evvelki ĥicāb ĥicāb-i ķudretdür.
Ve Ĥażret-i server-i kāyināt ve eşref-i mevcūdātuň
nūr-ı mübāreki ve rūĥ-ı pāki ķudret ĥicābında on iki
biň yıl subĥāne rabbiye’l-aǾlā tesbįĥine meşġūl olub
Ĥażret-i cenāb-ı Ǿİzzete Ǿibādet ü ŧāǾat eyledi. İkinci
ĥicāb ĥicāb-i Ǿažametdür. Ve onbir biň yıl ol maķām-ı
Ǿālįde daħi subĥāne’l-ǾĀlimü’l-Ĥāķim tesbįĥine
meşġūl oldı. Üçünci ĥicāb minnetdür. Ol maķām-i
şerįfde daħi on biň yıl sübĥāne men huve dāǿimun lâ
yefnā tesbįĥine meşġūl oldı. Dördünci ĥicāb ĥicāb-i
raĥmetdür. Ol maķām-i maġfiret-encāmda daħi ŧoķuz
biň yıl sübĥāne RefįǾü’l-aǾlā tesbįĥinde dāyim ü
ķāyim oldı. Beşinci ĥicāb saǾādetdür. Anda daħi se-
kiz biň yıl sübĥāne men huve ķāyimün lā ….. tesbįĥi
ile Ǿibādet eyledi. Altıncı ĥicāb ĥicāb-i kerāmetdür.
Anda daħi yedi bin yıl sübĥāne men huve Ġaniyyü
lā yefteķiru tesbįĥine müdāvemet eyledi. Yedinci
ĥicāb menziletdür. Anda daħi altı biň yıl sübĥāne
Ħalıķu’n-Nūr tesbįĥine meşġūl oldı. Sekizinci ĥicāb
hidāyetdür. Anda daħi beş biň yıl durub sübĥāne men
lā yezāl ve lā yezl tesbįĥine meşgūl oldı. Ŧoķuzuncı
ĥicāb ĥicāb-ı nübüvvetdür. Anda daħi ol ĥażretüň

120
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rūĥ-ı pāki dört biň yıl durub sübĥāne men teǾazzeret


bi’l-ķudreti ve’l-beķāǿ
[4a] tesbįĥ-i şerįfine iştiġāl gösterdi. Onuncı ĥicāb
rifǾatdür. Anda daħi üç biň yıl durub sübĥāne źi’l-
Ǿarşi Ǿammā yeśifūn tesbįĥįne mülāzemet eyledi.
Onbirin- ci ĥicāb nūrdur. Anda daħi iki biň yıl durub
sübĥāne źi’l-mülki ve’l-melekūt tesbįĥine
müdāvemet eyledi. Onikinci ĥicāb şifādur. Anda
daħi biň yıl sübĥāne rabbiye’l-Ǿažįm tesbįĥine
meşġūl olduķdan śoňra Ĥażret-i Ĥaķ ol Resūl-i
muŧlaķ ĥażretlerinüň rūĥ-ı şerįflerine fermān
eyledi ki girü kendü Ǿažamet-i kibriyāsı
mābeyninde Ǿibādet ü ŧāǾat eyleye. Pes Resūl-i
śāĥib-uśūl Ǿaleyhiśśalātu vesselāmuň rūĥ-ı
ŧayyibesi maķām-ı şükürde nemāza ķıyām idüb yedi
biň yıl rekǾat-ievvelde ayaķ üzere ŧurub ve yedi biň
yıl keźālik rükūǾda ve yedi biň yıl mübārek başın sec-
deden ķaldırmayub rekǾat-i ŝānįde daħi her rükūǾ u
sücūdunda ve ķıyām u ķuǾūdunda yedişer biň yıl
du- rub Ĥażret-i seyyidü’l-enām Ǿaleyhiśśalātu
vesselām iki rekǾat nemāzı ķırķ ŧoķuz biň yılda
temām eyledi. Bundan śoňra Hažret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalā rūĥ-ı enbiyā vü mürselįn Ǿaleyhimüsselāmı ve
cemįǾ melāǿike-i kirāmı rūĥ-ı Muĥammed
Ǿaleyhisselāma muŧįǾ ü rām ve envāǾ-ı teźellül
birle ħiźmetinde ĥüsn-i ķıyām itmege fermān idüb
cemįǾ maħlūķāta merĥametlü ve şefķatlü
olmaġiçün rūĥ-ı ĥabįbine merĥamet ü raĥmet
lāyıķ u erzānį eyledi. Bu maǾnāya delįl-i
metįn 44 āyet-i kerįmesi
vāķiǾ olmuşdur.Ve envāǾ-ı aħlāķ-ı kerįme ve aśnāf-ı

44 EyMuhammed!) Biz seni ancak âlemlere rahmet olasın diye


gönderdik. (Enbiyâ:107)
121
CAFER IYÂNÎ BEY

śıfat-i cesįme ile müzeyyen ü müretteb eyledi.Bu


müddeǾaya bürhān-ı ķadįm 45 [4b]
naśś-ı şerįfi vārid olmuşdur.Çün Ĥažret-i Resūlullāh
śallallāhu Ǿaleyhi ve Ǿalā ālihi’l-muķarrebįn ledeyh
ĥażretlerinüň nūr-ı ŧayyibe vürūĥ-ı Ǿaliyyeleri bu
deňlü maķāmāt-ı celiyye ķaŧǾ idüb ol nūr-ı tāb-nāk
śāĥib-i levlāk olmaġa lāyıķ u müsteĥaķ oldı.Ĥażret-i
sulŧān-ı MüteǾāl celle Ǿani’ş-şebįh ve’l-miśāl diledi
kim ol śadr-i bedr-i ĥaremi ve ĥabįb-i Ǿālį-himemi
fātiĥ-i kāyināt ve mebdeǿ-i mevcūdāt eyleyüb ol
Ĥażret-i risāletüň nūrından cemįǾ kāyinātı ve Ǿāmme-i
mevcūdātı ħalķ eyleye. Pes Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā
celle celāluhu nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmdan
ibtidā bir cevher-i mücellā ħalķ eyledi. Ol cevher-i
mübāreke bir kerre nažar-ı heybet ile nazar eyleyicek
Ĥaķ celle ve Ǿalānuň nažarı heybetinden ol cevher-i
pāk iki şıķķ olub yarıldı. Şıķķ-ı evveline yine nažar-ı
heybet ile nažar eyleyicek Ĥaķ teǾālānuň heybet ve
dehşetinden ditreyüb śu olub eridi. Tā ķıyāmete dek
cereyān ve aķub revān olmaķdadur. Yine ol cevherüň
şıķķ-ı ŝānįsine nažar-ı merĥamet ile nažar eyleyicek
Ĥażret-i Ĥaķ ol cevherüň şıķķından on şeyǿ ħalķ ey-
ledi.Evvel Ǿarşı ikinci kürsi üçünci ķalemi dördünci
levĥi beşinci cenneti altıncı şemsi yedinci ķameri se-
kizinci kevākibi ŧoķuzuncı ħūrįleri onuncı melekleri
yaratdı.Çün Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet ķalemi ve levĥ-i
maĥfūžı ħalķ eyledi. Ķaleme daħi nažar-i heybet ile
nažar itdügi gibi Ĥaķ teǾālānuň heybetinden ķalem
iki şıķķ olub emr-i ilāhįye imtiŝāl göstericek Ĥaķ
teǾālā ķaleme emr eyledi kim yā ķalem ibtidā
benüm nām-ı şerįfüm ile ĥabįbüm ve resūlümüň
nām-ı laŧįfin

45 Sen elbette yüce bir ahlâk üzeresin! (Kalem:4)

122
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Lā İlāhe İllallāh Muĥammedun Resūlullāh kelimesi


üzere yazub tasŧįr eyle ve ķıyāmete dek ne olur ve ne
olacaķdur [5a] cümle olacaķ aĥvāli taĥrįr eyle diyü
fermān eyledügi gibi ķalem secdeye varub biň yıl
temām secdede aġladı. Biň yıldan śoňra başın ķaldırub
ilāĥį senüň ism-i aǾžamuň ve nām-ı ekremüňi
bildüm lākin senüň ism-i şerįfüňe muķārin olan
Muĥammed ismi ķanġı Ǿabd-i şekūruň ve bende-i
maġfūruň ismi- dür diyicek Ĥaķ celle ve Ǿalā
dergāhından nidā geldi kim yā ķalem ve Ǿizzetį ve
celālį ve mecdį ve cemālį lev-lā Muĥammed le-mā
ħalaķtu Ǿarşen ve lā kursiy- yen ve lā semāǿen ve
lā arđan ve lā cenneten ve lā nāren yaǾnį yā ķalem
benüm Ǿizzetüm ve celālüm ve mecd ü cemālüm
ĥaķķiçün Muĥammedi ħalķ eyle- mesem Ǿarşı ve
kürsi ve yirleri ve gökleri ve cennet ü cehennemi
yaratmazdum. Cümle varluġum anuň āb-i rūyı
ĥürmetine ve Ǿizzetine yaratmışum diyü buyurdı.
Nažm
[feǾilātün feǾilātün feǾilün]
Daħi ol dem yoġidi gülşen-i Ǿālemden
ħaber Bāġ-ı vuślat güli idi açılub ol gül-i ter
Bülbül-i gülşen-i ķudsde ezelįdür süħanı Lā-
mekān bāġınuň oldur gül-i nāzük-bedeni
Olmayaydı ol eger olmaz idi kevn ü mekān
Yir ü gök Ǿarşile kürsį ķalem ü levĥ ü zemān
Neŝr andan śoňra Ĥaķcelle ve Ǿalā ol nūr-ı
Muĥammedįden ħalķ eyledügi cevherüň
baķiyyesinden dört budaķlu bir aġac yaradub ol
aġacuň ismin şecer-i yaķįn diyü ad virdi. Andan ol
sulŧān-ı Ǿālem gevher-i tāc-ı Ādem Ĥażret-i Resūl-i
Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň rūĥ-ı

123
CAFER IYÂNÎ BEY

ŧayyibelerin aĥsen-i śūret üzere taśvįr idüb emr


eyledi ki ol şecer-i yaķįnüň budaķlarında ķarār idüb
Ĥażret-i Melikü’l-Ġaffār dergāhına tesbįĥ-i bisyār
eyleye. Behcetü’t-Tevārįhde ve baǾżı kütüb-i
muǾteberede meźkūr ve mesŧūrdur ki Ĥażret-i Ĥaķ
celle ve Ǿalā rūĥ-ı Muĥammedi Ǿaleyhisselām bir
zįbā nūrānį ŧāvus şeklinde ħalķ idüb ol aġacuň
dallarında budaķlarında [5b] yedi biň yıl tamām
tesbįĥ u tehlįl idüb ķarār ey- ledi. Andan ol şecer-i
yaķįnüň muķābelesinde bir mücellā āyįne ħalķ
idüb ismin Mirǿātü’l-Ĥayāt ile mevsūm eyledi ve
ol Melik-i Ķuddūs ŧāvusa emr ey- ledi ki ol mücellā
āyįneye nažar eyleye. Ķaçan kim rūĥ-ı Muĥammed
Ǿaleyhiśśalātu vesselām kendünüň aĥsen-i śūret-i
zįbāsın ve şekl ü heyǿet-i bį-hemtāsın ol āyįnede
müşāhede eyledi ġāyet ĥicābından şükrān-i niǾmet46
içün beş kerre secde eyledi. Ol beş kerre sec- de beş
vaķt üzere kendüye ve ümmetine farż oldı. Andan
śoňra ol Sulŧān-ı Celįl nūrdan bir ķandįl ħalķ idüb
Ǿarş-i aǾlānuň taħtında muǾallaķ eyledi ki rūĥ-ı
Muĥammed Muśŧafā śalavātullāhi Ǿaleyhi mā-
dāmeti’s-semāǿ maķarr u meǿvā eyleyüb tesbįĥ ü
śenā eyleye.Pes ol ķandįl-i nūrānį içinde rūĥ-ı Resūl-
i śāĥib-uśūl Ǿaleyhiśśalātu vesselām Ĥaķ teǾālā
ĥażretlerinüň ŧoķsan ŧoķuz esmāǿ-i ĥüsnāsına
müdāvemet ve her ism-i şerįfe biňer yıl mülāzemet
eyledi.Ķaçan kim Raĥman ismine irişdi rūĥ-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāma Ĥaźret-i Ĥaķ ve Feyyāż-i
muŧlaķ nažar-i merĥamet ile nažar eyledi. Rūĥ-ı
resūl-i Ħudā Ĥażret-icenāb-ı Kibriyādan ĥicāb idüb
kemāl-i ĥicābından mübārek cemāli Ǿaraķ-rįz olub
ol

46 Metinde “şükrāne niǾmet” şeklinde yazılmı tır.


124
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ĥażretüň mübārek cemāl-i cemįllerinden žuhūr eyle-


yen her ķaŧresinden bir peyġamberüň rūĥ-ı
ŧayyibelerin ħalķ eyledi. Ve mübārek sįnesi Ǿaraķından
ervāĥ-ı erbāb-ı įmānı veaśĥāb-ıehl-i İslāmı ve ervāĥ-ı
śuleĥā ve şühedā ve Ǿāmme-iervāĥ-ı süǾedāyı ħalķ
eyledi ve mübārek arķası derinden beytü’l-maǾmūrı
ve ķuds-i şerįf ve sāǿir mesācidi yaratdı. Vaķŧā kim
rūĥ-ı Muĥammed Muśŧafā esmāǿ-i ĥüsnādan Ķahhār
ismine meşġūl oldı [6a]ĥayret-i cemāl-i ezelį anı bir
deryā-yı bį-pāyāna ġavś itdürdi kim Ǿaķl u hūşı
perįşān ü vālih ĥayrān idicek Ĥaźret-i cenāb-ı Rabb-i
Ǿİzzetüň heybet ü saŧvetinden tekrār ol nū[r]-ı Kird-
gār terleyüb her ķaŧresi Ǿadedince ervāĥ-ı
müǿminįni ve ervāĥ-ı küffār-ı dūzaħ-ķarįni ħalķ
itdükden śoňra Ĥażret-icenāb-ı kibriyā cemįǾ
ervāĥ-ı enbiyā ve şühedā ve sāǿir ervāĥ-ı
müǿminįn ve eşķiyāya emr eyledi ki dünyāya
gelecek şekl ü heybetleri ile ĥikmet-i kāmile ve
meşiyyet-i şāmilesi üzere ħalķ olub nūr-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāma ķarşu durub ıraķ ve
yaķın olanlar ol nūr-ımübāreke nažar eyleye. Pes
irādet-i Ħudā ile ervāĥ ol ŧāvus-ı nūrānį şeklinde
olan nūr-ı Muĥammedį Ǿaleyhisselāma nažar itdiler.
Ol sulŧān-ı kevneynüň mübārek başların gören ervāĥ
Ǿālem-i žāhirde salŧanat ve riyāset mertebesine lāyıķ
oldılar ve mübārek gözlerin müşāhede idenler
Ķurǿān-ı ǾAžįmüň tilāvetine ve Furķān-ı Kerįmüň
ķırāǿatine māhir ü ķādir oldılar ve cemāl-i cemįllerin
görenler anlar evśāf-ı Ǿažįme ve elŧāf-i cesįme ile
maĥbūb-ı nāś ve merġūb-ı ħavāś oldılar ve mübārek
barmaķların müşāhede idenler kātib ü kāmil ve
envāǾ-ı ĥuŧūŧuň taĥrįrine mālik oldılar. Çünki ervāĥ-
ı enbiyā vü evliyā ve ervāĥ-ı şühedā vü süǾedā emr-
i
125
CAFER IYÂNÎ BEY

Ħudā ve irādet-i kibriyā ile žuhūr eyledi Ĥaķ celle ve


Ǿalā cemįǾ ervāĥa emr eyledi ki rūĥ-ı Muĥammed
Muśŧafā śalavātullāhi Ǿaleyhi fi’ś-śubĥi ve’l-mesānuň
çevre yanında durub ķarār eyleyeler. Ervāĥ daħi dört
śaf oldılar. Śaff-i evvelde ervāĥ-ı enbiyā śaff-i ŝānįde
ervāĥ-ı evliyā vü şüheda [6b] śaff-i ŝāliŝde ervāĥ-ı
müǿminįn ü zühhāđ ve śaff-i rābiǾde ervāh-ı küffār
u Yehūdā vü Naśāra-i bed-nihād rūĥ-ı şerįf-i
hażret-i server-i enbiyā Ǿaleyhisselāmı çepçevre
alub ilā māşāǿallāh ayaġ üzere durub ķarār
eylediler. Elĥāśıl-ı kelām Ādem Ǿaleyhisselām
menşeǿ-i miftāĥ-ı ebdān-ı insān olduġı gibi rūĥ-ı
Muĥammed Muśtafā śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem
şecere-i kāyināt ve ĥaķāyıķ-i mükevvenāt olub
ebü’l-ervāĥ olduġı meźkūr olan āŝār-i beyyināt
cümle kendü muǾcizāt-i saǾādet-āyātı idügi Ǿāķil ü
kāmil olanlara rūşen ü mübeyyendür. Pes bu ķadar
nūr-ı źāt ve mebdeǿ-i mevcūdāt iken vücud-i
şerįfleri ħātemü’l-enbiyā olduġı ĥużūr-i Ĥażret-i
rabbü’l-Ǿİzzetüň nice ĥikmet ü Ǿažametine delālet
ü işāretdür. Bu Ǿabd-i bį-miķdār taŧvįl-i kelām
olmasun içün iħtiśār üzere taĥrįr ü işǾār eyledüm.Ol
menbaǾ-i seħā ve mažhar-i lā-fetā Esedullāhü’l-
ġālib Ĥażret-i İmām ǾAli ibn-i Ebį Ŧālib
kerremallāhu vec- hehu rivāyet ve ĥikāyet eyler.Ĥaķ
celleve Ǿalā yirleri ve yiryüzünde Ǿacāyib ŧaġları
ħalķ idüb çünki ķarār ŧutdı.Yirler daħi Ĥaķ teǾālā
ĥażretlerine secde idüb aġladı ve eyitdi ilāhį seyyidį
ve mevlāyį şimdi cemįǾ ehl-i āsümān benüm
üzerime rücĥān getürürler ki Ǿarş u kürsį ve şems
ü ķamer ve mevcūdāt-ı güzįn ve levĥ u ķalem ve
melāike-i muķarrebįn bizdedür ve vaĥy-i rabbānį
bizden nāzil olur diyü mesrūr olub faħr iderler.
Baňa daħi bu deňlü niǾmetler [7a] virdüň
126
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ve beni envāǾ-ı nebātāt ve eşcār-ı laŧįfeve eŝmār-ı


muħtelife ile müzeyyen idüb üzerimde kevŝer-
mānend ırmaķlar ve āb-ırevānlar aķıtduň. İlāhį47bu
ķadar niǾmet-i bį-Ǿilletüňi kimüň içün ħalķ eyledüň.
Şimdi benüm üzerimde Ǿibādet ve cenāb-ı ĥażretüňe
ŧāǾat eyler kimesne yoķdur diyü maĥzūn u melūl
olıcaķ Ĥażret-i cenāb-ı kibriyādan bir nidā geldi kim
yā zemįn sākin ol saňa muştuluk olsun kim senden
bir eşref-i maħlūķāt ħalķ eyleyem ki anlardan nice
enbiyā vü evliyā žuhūra gelüb senüň üzerinde Ǿibādet
eyleyeler. Ħuśūśan ĥabįbüm Muĥammed Muśŧafā
Ǿaleyhisselāmı vücūda getürüb ħatemü’l-enbiyā idi-
serem. Seni anuň ħāk-i pāy-i şerįfi ile müşerref
ķılısaram ve anuň ümmeti şarķan ve ġarben dobŧolu
olub senüň üzerinde mesācid ü cevāmiǾ ve medāris
ü śavāmiǾ binā idüb seni anlar ile müzeyyen itsem
ge- rekdür diyü cenāb-ı Vehhāb ķıbelinden işbu
ħiŧāb-i müsteŧāb yiryüzine irişicek ol dem zemįn
kendüyi emįn bilüb ol raĥmeten lil-Ǿālemįnüň
ķudūm-i saǾādet-rüsūmları teşrįfinden śafā ve dergāh-
ı Ħudāya ĥamd u ŝenā eyleyüb sākin olduķdan śoňra
Ĥażret-I Ħālıķ-ı kevn ü mekān ve Rāzık-ı ins ü cān
zemįn ü zemānı ħalķ itdügi zemān nār-ı semūmdan
cān ibn-i cān ķavmini yaratdı. Bunları ateşden ve
ateş içinde rūĥların ħalķ idüb bunlara Ǿibādet ü ŧāǾat
emr eyleyi- cek cān ķavmi Ǿiśyān idüb žulmle
dünyāyı vįrān ey- lediler. Ĥaķ celle ve Ǿalā cān
ķavmine sekiz yüz peyġamber gönderdi ki bunları
cādde-i ĥaķķa daǾvet idüb eyledükleri meǾāśįden
tevbe vü inābet eyleyeler. Pes cümle peyġamberlerin
[7b] nā-ĥaķ yere ķatl idüb

47
Metinde “alub” yazılmı tır. Fakat anlamı tamamlaması yönünden
Atıf Efendi nüshasındaki “il h ” kelimesi tercih edilmi tir.

127
CAFER IYÂNÎ BEY

ol ķavm-i bed-nihād dünyāyı fitne vü fesāda virdük-


leri eclden Ĥaķ celleve Ǿalā ķavm-i cānı helāk u bį-
nişān idüb bu cihānı vįrān ķoyub ķavm-i cān ibn-i
cānuň baķiyyesiŦaġlara ve cezįrelere daġılub perįşān
olıcaķ recįm-i leįmüň ol zamān adı ĥādiś idi. Cān
ibn-I cān ķavminüň Ǿābid ü zāhidlerinden olub
Ǿibādet ü ŧāǾat ile evvelki göge vāśıl ħuśūśan śūret-i
melekiy- yet ile ferişteler bölügine dāħil
olmışidi. Çünki Ĥażret-i Ĥaķ ķavm-icānibn-i cānı
helāk ve anlaruň şerrinden yiryüzini pāk eyledi
melekler Ǿaskerini yir- yüzine indirüb iskān virdi.
Zemįni anlar ile ābādān itdirüb evŧān itdürdi ve
melāike gürūhuna ǾAzāzįli ĥākim idüb yiryüzinüň
begligin aňa virdi. Ol vaķt ǾAzāzįl-i ehl-i đalālet
Ĥażret-i Rabbü’l-Ǿİzzete Ǿibādet ü ŧāǾatin şol
mertebe eylemişdi ki gāh cennet-i aǾlāda Rıđvān ile
Ǿayş u Ǿişret ve gāh yiryüzinde riyāset ü ĥükūmet
ve gāh gökyüzinde Ǿubūdiyyet ey- lerdi. Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā ǾAzāzįl-i leįmi bu ķadar
taǾžįm ü tekrįm ile evvelki göge çıķarub biň yıl
tamām melāike-i kirām ile Ǿibādet-i tām andan śoňra
biň yıl daħi ikinci gökde Ǿibādet eyledi. Tā yedinci
göge varınca her gökde biňer yıl Ǿibādet-i ħāliśe ile
ŧāǾat idüb meleklerüň reįsi ve ferişteler bölügünüň
enįsi iken göňlüne Ǿucb u riyāset ve şevket ü Ǿažamet
getürüb bu ķadar Ǿibadet ü ŧāǾatine mağrur [8a] u
mesrūr olub Ĥażret-i Ĥaķ benden efđal ü ekmel
maħlūķ ħalķ ideydi beni Ǿālem-i süflįden Ǿālem-i
Ǿulvįye çıķarub cemįǾ melāike-i Rahmāndan rüchān
eylemezdi ve cemįǾ maħlūķdan beni eşref ü eşbeh
ķılmazdı diyü rāh-ı Ǿiśyāna sülūk eyledi.

128
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İkinci Bāb
Ol Resūl-i Ǿālį-cenāb śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellemüň rūh-i ŧayyibeleri ervāĥ-ı enbiyā vü aśfiyā
Ǿaleyhimüsselām ile Ǿālem-i ervāĥđa vāķiǿ olan
daǿvet ü münāsebetin ve ol Ǿālį-şānuň nūr-ı pür-
sürūrları ĥürmetine Ĥażret-iĦudā ādem ü Ĥavvāi
žuhūra getirüb kūh-ıSerendįbe vāśıl u nāzil oluncaya
dek Ǿizzet ü şevketlerin ve vāķiǾ olan ġurbetlerin bil-
dürür.
Müverriħān-ı aħbār-ı selef ve muǾarrifān-ı
esrār-ı Ǿaref kütüb-i śaĥįĥada źikr ü beyāň ey-
lemişlerdür.Ol ŚāniǾ melikü’l-Ǿallām çün nūr-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāmdan Ǿarş ü ferşi ve levĥ
ü ķalemi ve şems ü ķameri ve cennet ü cehenne-
mi ħalķ eyledi. Pes diledi kim Ǿacāyib-i ķudretlerin
ve ġarāyib-i ĥikmetlerin āşikār idüb bunca genc ve
nihān olan mevcūdātın ižhār eyleye ve nesl-i Ādem
Ǿaleyhisselāmdan nice enbiyā vü evliyā getürüb bu
cümleye pįşvā Ĥażret-i sulŧānü’l-aśfiyānuň nūr-ı tāb-
nākin ħātemü’l-enbiyā eyleye. Ĥaķ subĥānehu ve
teǾālā ǾAzrāǿįl Ǿaleyhisselāma emr eyledi ki Ĥażret-i
Ādemüň mübārek ŧopraġın KaǾbe-i muǾažžama yirin-
den ve śadrını ve žahrını Ķuds-i şerįfden ve mübārek
budların Yemenden ve incügin arż-ı Ĥicāzdan ve śaġ
elin maşrıķdan ve śol elin maġribden ķabż u aħź ey-
leye.Ĥażret-iǾAzrāįl Ǿaleyhisselām Ādem-i śafįnüň
ŧopraġın fermān-ı Ħudā-yı MüteǾāl ile aħź u ķabż
itdükden śoňra Ĥaķ celle ve Ǿalā acı ve datlu śu
ķatub Ādemüň balçıġın taħmįr [8b]eyledi ki aħlāķ-ı
insān iħtilāf üzere olub birbirlerine müşābih olma-
ya. Ĥażret-i Ĥaķ kendü ķudret eli ile ol balçıġı iki
şıķķ idüb nıśfuň cennete ve nıśf-ı āħerin nār-ı caĥįme

129
CAFER IYÂNÎ BEY

bıraġub birin uçmaġa ve birin yanmaķ içün yaratdum


diyü buyurdı. Andan Ĥażret-i Resūlullāh śallallāĥu
Ǿaleyhi ve sellemüň mübārek cism-i laŧįfüň
yaratmaķ içün Cebrāǿįl Ǿaleyhisselāmı yetmiş biň
melāike-i muķarrebįn ile yiryüzine gönderüb
Ĥażret-i server-i enbiyā Muĥammed Muśŧafā
śallallāĥu Ǿaleyhi ve sellemüň mübārek turābın
getürmege emr eyleyicek Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām
yetmiş biň melāǿike-i kirām ile rūy-i zemįne nāzil
olub Medįne-i Münevverede ĥālā Ĥażret-i
Resūlullāh śallallāhu teǾālā Ǿaleyhi ve sellemüň
ķabr-i şerįfleri olduġı yerden bir avuc ħāk alub
cennete getürdi ki Selsebįl ve Kevŝer ķatub
cennetleri seyrān itdüre çün Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām
Ĥażret-i Melikü’l-ǾAllām fermānı ile turāb-i Resūli
cennete getürüb Selsebįl ü Kevŝer ķatub cennetüň
cemįǾ enhārına batırub ol turāb-ı pāki beyāż incü
gibi münevver ü tāb-nāk itdükden śoňra Cebrāǿįl-i
Emįn ol raĥmeten lil-Ǿālemįnüň mübārek ŧopraġın
alub cümle yirleri ve gökleri gezdirüb ŧayerān ü
seyerān itdürdi kim cemįǾ melekler Ĥażret-i
Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhisselāmuň mübārek
ŧopraġın görüb iķrār u iǾtirāf eyleyeler. Zįrā henüz
Ĥażret-i Ĥabįb-i Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem
dünyāya gelme- den vücūd-ı şerįfleri taśvįr olmadan
yirde ve gökde ne ķadar melekler var ise Ĥaźret-i
server-i kāināt Ǿaleyhi efđalü’t-teĥiyyātuň
gelecegin bi-emrillāh-i teǾālā bilürlerdi [9a] ve
birbirlerine geleceginden ħaber virirlerdi.
Li-müellifihi
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Gör ne sulŧāndur Resūl-i Kibriyā
Kān-i Ǿirfāňdur güzįn-i enbiyā

130
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ħalķ olınmazdan muķaddem ins ü cān


Olmış-idi şāh-ı evc-i lā-mekān

Nūrı bāhir sāŧıǾu’l-burhān idi


Luŧfı žāhir menbaǾ-ı vicdan
idi

Mažhar idi küntü kenzen sırrına


Vāķıf ol gör kendü kimdür
sırrına

Neŝr Ĥażret-i Ĥaķ Resūl-i muŧlaķuň mübārek


turābın Ādem Ǿaleyhisselāmuň ŧopraġına ķatub ol
Melik-i Fettāĥ ķırķ śabāĥ yed-i ķudreti ve Ǿilm-i
ĥikmeti ile yoġurub taħmįr eyledi. Ĥażret-i Resūl-i
śāĥib-uśūl Ǿaleyhisselāmuň balçıġı Ādem-i Śafįnüň
balçıġınaķarışubmaħlūŧolıcaķĀdemǾaleyhisselāmuň
balçıġı nūr-ı Muĥammedį ile ġāyet münevver ve gü-
neşden enver oldı. Pes Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā şekl-i
Ādemi kemāl-i ĥikmeti ve aśnāf-i ķudreti ile taśvįr
itdükden śoňra Ŧāǿif ile Mekke-i Mükerremenüň
arasında ķırķ yıl tamām maķām-ı Ǿubūdiyetde ….
ķıyām itdürdi. El-ĥāśılu’l-kelām ervāĥ-ı ĥavāśś [u]
Ǿavām rūĥ-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmuň çevresin-
de dururken rūĥ-ı Muĥammed Muśŧafā śalavātullāhi
Ǿaleyhi vesselāma ervāĥ-ı ĥavāśś u Ǿavāmı vaĥy-i
sırr ileĤaķ teǾālānuň vaĥdāniyyetine ve kendünüň
risāletine iķrār itmegiçün daǾvet eyledi. Ervāĥ-ı be-
şer daħi üç bölük olub biri Ǿām ve biri ħāś ve biri
eħaś oldılar. ǾĀm olanlar dünyāya muĥabbet eyledi
ve ħāś olanlar cenneti sevdiler ve ħāślar ħāśı olan-
lar ol Ǿālį ĥażrete yaǾnį cenāb-ı rabbü’l-Ǿİzzete
me-
131
CAFER IYÂNÎ BEY

veddet eyledi. ǾUlemā-i ehl-i taĥķįķden mervįdür


ki vaĥy üç ķısımdur. Biri vaĥy-i žāhir ve biri vaĥy-i
bāŧın48 üçünci vaĥy-i sırdur. Şol ervāĥa ki Ĥażret-i
Ĥaķķuň [9b] Ǿināyeti oldı anlar ol maĥalde mühtedį
olub hidāyet buldılar ve mežkūr olan maķām
maķām-i ervāĥđur. Bu maķāmda ol raĥmeten lil-
Ǿālemįn ĥadįŝ-i güzįn
buyurmışdur. YaǾnį ben peyġamber idüm henüz
Ādem Ǿaleyhisselām śu ile balçıķ mābeyninde iken.
YaǾnį Ādem-i Śafį Ǿaleyhisselāmuň nām u
nişānı yoġiken ben peyġamber idüm diyü
buyurmışdur. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā Ādem
Ǿaleyhisselāmı aĥsen-i taķvįm üzere ħalķ idüb
çünki Ŧāǿif ile Mekke-i Mü- kerreme yanında ķodı
melekler gelüb Ādemi ziyāret eyleyüb eyitdiler ey
bizüm rabbimüz yaratduň mı şol kimsei kim
yiryüzinde ķanlar döküb nice fesādlar
eyleyiserlerdür. Ĥaķ celle ve Ǿalā meleklere ħiŧāb-ı
müsteŧāb eyledi ki benüm Ǿilm-i şerįfüme sizüň
Ǿaķluňuz yetişmez ve benüm kemāl-i ĥikmetüme
sizüň idrāküňüz irişmez. Benüm ħalķ itdügüm
maħlūķum cümlesi kemāl-i ĥikmetüm ve envāǾ-ı
ķudretüm ižhār itmek içündür.
Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
İşüme ĥākim benüm yoķdur nizāǾ
Ǿİlmüme hiç kimse itmez ıŧŧılāǾ
Neŝr diyü ħiŧāb u cevāb vārid olıcaķ cümle melek-
ler Ĥaķ teǾālānuň celāli ħāvfından Ǿarşı ķuşadub yedi

48 Kelime metinde “bâtul” eklinde yazılmı tır. Fakat anlamı tamam-


laması yönünden Atıf Efendi nüshasındaki “b tın” kelimesi tercih
edilmi tir.

132
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

kerre ŧavāf eylediler. Yedi kerre ŧavāf-ı KaǾbe andan


sünnet olmışdur. İblįs Ǿaleyhi’l-laǾne Ādemüň ķālıb-ı
pākine rāst gelüb gördi kim Ādemüň ķalıb-i şerįfi
durur.Kendü kendüye eyitdi taĥķįķ bu bir şeyǿ içün
ħalķ olunmışdur diyü efkār-ı fāsideye düşüb Ĥażret-i
Ādemüň ķalıb-i pākini ayaġıyla depdi. Bilmedi kim
Ǿucūbe-i esrār olub andan bunca biň enbiyā vü
evliyā ħuśūśan Ĥażret-i Muĥammed Muśŧafā
gelecekdür. Pes eliyle anı đarb eyledi. Gördi kim
[10a] bir mü- cevvef nesnedür. Aġzından girüb
aşaġasından çıķdı. Aśĥāb u aĥbābına eyitdi bu bir
mücevvef nesnedür ŝābit u mālik olmaz. Lākin
Ĥażret-i Ħudā Ǿazze ve celle bunı cümlemizden
efđal iderse nice idersiz didi. ǾAzāzįlüň sözini
istimāǾ eyleyen feriştehlerüň cümle- si eyitdiler ki biz
rabbimize muŧįǾ ve ĥükmüne rāmız. İblįs-i pür-telbįs
kendü kendüye eyitdi egerĤażret-i Ĥaķ bunı benden
efđal iderse ben rabbime Ǿāśį olub bunı helāk
iderüm diyü ol melǾūn ġāyet ĥased eyledi. Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā Ādeme nefħ-i rūĥ eylemek
dileyüb rūĥa emr eyledi ki yā rūĥ zūr u zaĥmetle gir
yine envāǾ-ı miĥnet ü Ǿusretle çıķ.Pes ol dem rūĥ
Hażret-i Ādemüň dimāġına girüb aķśırdı.İki yüz yıl
devr eyleyüb cism-i Ādeme girmedi. Tekrār rūĥa emr-i
Perverdigār irişdi kim cism-i Ādeme girüb dāħil ola.
İbtidā rūĥ Ādemüň gözlerine ve aġzına ve lisānına
girüb dāħil oldı. ǾUlemāǿ-i Ǿižām ve fuķahāǿ-i kirām
ittifāķ eylemişlerdür ki ibtidā rūĥ Ādemüň gözlerine
inmekden murād oldur ki tā kim Ādem ibtidā kendü
vücūd-i pür-cūdın göre altun mıdur veyāħūd gümiş
midür veyāħūd cevāhir midür ne şeydür śoňra dev-
let ü Ǿizzete irişicek azmayub Ĥaķ teǾālā ĥażretlerine
şükrin edā eyleye. Zįrā Ādem Ǿaleyhisselām cülūs u

133
CAFER IYÂNÎ BEY

ķıyām itdükde henüz mübārek ayaķları ŧopraķ idi.


Çün Ādem Ǿaleyhisselām kendü vücūdın gördi kim
ŧopraķ imiş şükr eyleyüb elĥamdulillāh didi.Ĥażret-i
Ādem Ǿaleyhisselāmuň şükr ü ĥamdinden Ĥaķ teǾālā
bir livāǿ-i muǾallā yaradub adını livāǿu’l-ĥamd
ķodı. Andan [10b] Ādemüň cismine cān ü et ve
sünüg ü ķan münteşir olub Ĥaķ subĥānehu ve
teǾālā cel- le celāluhu Ādemi Ǿaķl u idrāk ve
nūr-ı įmānla
tāb-nāk idüb 49 āyet-i pür-beşāreti
mūcebince envāǾ-ı tekrįmāt-ı Yezdānį ve aśnāf-ı
teşrįfāt-ı sübĥānį ile mükerrem ü müşerref itdük-
den māǾadā Ĥażret-i cenāb-ı Kibriyā Ādem-iŚafįye
cemįǾ esmāsın ve Ǿilmin bildürdi. Nitekim Ķurǿān-
ı Ǿažįmde beyān buyurulmuşdur.

50

Ve daħi cennet ĥullelerinden zįbā ĥulleler ve


mübārek başına tāc-i mücevher giydirüb nūr-ı
Muĥammed Ǿaleyhisselāmı Ĥażret-i Ādemüň al-
nında emānet vażǾ eyledi. Ol mübārek nūr vech-i
Ādemden şol ķadar žuhūr eylemiş idi ki meleklerüň
gözleri ķamaşub nūr-ı Muĥammedin vech-i Ādem
Ǿaleyhisselāma nažar itmege ŧāķat u kudret getürmez-
lerdi. Bundan śoňra Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā melek-
lere nidā eyledi kim cemįǾ melāik ve ehl-i semāvāt
cemǾ olub Ādem Ǿaleyhisselām ħiŧāb eyleye ve
daħi Ĥaķ teǾālānuň Ǿilmin ve esmāsın bunlara
taǾlįm ey-

49 “Andolsun biz insanı şerefmi kıldık!” (İsra:70)


50 AllahÂdem’e bütün isimleri, öğretti. Sonra onları önce
melek- lere arz edip: Eğer siz sözünüzde sadık iseniz, şunların
isimleri- ni bana bildirin, dedi.” (Bakara:31)
134
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

leye. Pes ehl-i semāvāt anda cemǾ olub yigirmi biň


śaf tamām melāike-i kirām Ādem Ǿaleyhisselāmun
kelām-ı naśįĥat-encāmın istimāǾ itmek içün durub
ķıyām eylediler. Ĥażret-i Ādem Ǿaleyhisselām yedi
ayaķlu kerāmet minberi ķurılub ve yeşil sündüs
libāslar ile melbūs idüb mübārek başına cennetden
bir muraśśaǾ tāc giydirüb zülf-i mübareklerin yāķūt
u elmās ile müzeyyen ü müretteb eyledi. Vaķtā kim
Ādem Ǿaleyhisselām minbere çıkub śaġ ve śol melek-
ler śaflarına iǾzāz u ikrāmla selām [11a] virdi. Me-
lekler daħi tevķįr u iĥtirām ile Ādem Ǿaleyhisselāmuň
selāmın alub her birine ĥüsnüne ķarşu nažar idüb
vālih u ĥayrān ķaldılar. Ādem Ǿaleyhisselām minbe-
re çıķub laŧįf āvāzile ĥuŧbeye āġāz idüb Ĥaķ celle ve
Ǿalā ĥażretlerinüň cemįǾ esmāsın ve Ǿilmin evvelįn
ü āħirįn gürūh-i melāike-i rabbü’l-Ǿālemįne taķrįr
eyledi. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā celle źikruhu me-
leklere ħiŧāb-i müsteŧāb ķılub buyurdı ki yā melek-
lerüm benüm kemāl-i ĥikmetüm ile Ādemi ħalķ it-
dügüm zamān yiryüzünde ķan döküb fesād u zįyān
idici insān olacaķdur dimişdiňüz. Benüm kemāl-i
śunǾ-i ĥikmetüm müşāhede eyledüňüz mi. Melek-
ler daħi Ǿarż-ı teźellül ile eyitdiler ki yā Rabbi sen
münezzeh pādişāhsın biz bu cevābda rücūǾ eyle-
dük. Bizüm Ǿilmimüz yoķ senüň luŧf u iĥsānuň
çoķ bize her ne taǾlįm itdüň ise ancaķ anı bilürüz.
CemįǾ Ǿālemlerüň Ǿilmin bilen sensin diyü
hezār istiġfār ile Ādemüň fażįletine iķrār
eylediler.Nite- kim Ķurǿān-ı Ǿažįmu’l-Ǿunvān bu
ħuśūśda nāŧıķ u
şāhid ve śadıķdur. 51 Ol

51 “Melekler, “Seni bütün eksikliklerden uzak tutarız. Senin bize


öğrettiklerinden başka bizim hiçbir bilgimiz yoktur.” dediler.

135
CAFER IYÂNÎ BEY

maĥalde Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā meleklere emr ey-


ledi ki Ādeme secde eyleyeler. Cümle melekler
secde eylediler illā bir bölük melekler secde
eylemedükle- ri sebebden Ĥaķ teǾālā celle celāluhu
cehennemden bir ateş gönderüb bunları yaķub helāk
eyledi. Tekrār ol dem Ĥażret-i Cebbār-i Ǿālem
Ādem-iŚafįye sec- de emr eyledi.Cümle melekler
secde eyledi illā İblįs secde eylemedi.Nitekim
Ĥażret-i Melikü’l-Mubįn ol raĥmeten lil-Ǿālemįn
ĥażretlerine Ķurǿān-ı Ǿažįminde beyān buyurmışdur.

52

Çün İblįs-i telbįs [11b] Ĥaķ teǾālā ĥażretlerine


Ǿāśį olub emr-i ilāhįye imtiŝāl eylemedi.Ĥażret-i
rabbü’l-Ǿizzet İblįse ħiŧāb-i Ǿitāb buyurdı kim yā İblįs
niçün emrüm üzere Ādeme secde eylemedüň. Ol
laǾįn-i cehennem-mekįn eyitdi benisen nārdan ħalķ
eyledüň Ādemi balçıķdan yaratduň. Ateşde ħūd nūr
olduġı mestūr degül meşhūddur. Nūr balçıķdan evlā
ve ben Ādemden aǾlā vü aĥrāyum diyü cevāb-ı nā-
śavāb eyleyicek Ĥaķ teǾālā ŧavķ-ı laǾneti boynuna
geçirüb dergāh-ı Kibriyāsından merdūd ve cennetle-
rinden maŧrūd eyledi.Ādem Ǿaleyhisselām Ĥażret-i
Melikü’l-ǾAllāmuň esmā vü śıfatın ve envāǾ-ı Ǿulūm
u ĥikmetin meleklere çün bi’t-temām taķrįr u iǾlām
eyledi.TaǾžįm u tekrįm ile minberden indügi dem
Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām cennetden bir beyāż śalķım
üzüm getürüb Ādem-iŚafįye virdikim ifŧār idüb şük-
“(Bakara:32)
52 “Hani meleklere, “Âdem için saygı ile eğilin” demiştik
de, İblis’ten başka melekler hemen saygı ile eğilmişler; İblis
bundan kaçınmıştı.” (Taha: 116)

136
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rin beyān eyleye. Ādem-i Śafįol üzümi ifŧār itdük-


den śoňra şükr idüb elĥamdulillāh didügi gibi ħiŧāb-ı
subĥāňį ve cevāb-ı Raĥmānį vārid oldı ki yā Ādem
seni ĥamd içün ve evlāduňı Ǿibādet ü ŧāǾat içün yarat-
dum diyü buyurdı.Ve bundan śoňra Ĥażret-i cenāb-ı
Ǿİzzet cennetden yāķūtuelmās ile bir muraśśaǾ u mü-
cevher taĥt Ādem-iŚafįye irsāl eyledi ki cemįǾ me-
lekler omuzları üzerine getürüb Ǿarş u kürsį ve levĥ
u ķalemi ve cennetleri seyrān itdüreler ve kendü
Ǿacāyib ü ġarāyib ħalķ eyledügi śanāyiǾ u ķudretlerin
ve envāǾ-ı ĥikmetlerin müşāhede eyleye.
Meleklerüň
cümlesi 53 diyü ol yāķūtdan taĥtı
omuzları ile getürüb yüz yıl temām gökleri ŧavāf
itdürdiler.Aħbār-ı menķūle ve āŝār-ı maķbūleden
[12a] mervįdür ki Ĥaķ celleve Ǿalā Ĥażret-iĤabįb-i
Ekrem ve Resūl-i Ǿālį-himem śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellemüň nūr-ı mübāreki Ǿizzetine Ādem-iŚafįye bir
burāk-sįmā ve zįbā at irsāl eyledi ki anuň teni misk-i
aǾlādan ve ķanatları zümürrüdden ve egeri yāķūtdan
idi.Ol burāķ-sįmā vü śabā-peymā esb-i tįz-reftāre
Ādem Ǿaleyhisselām süvār olub licāmın Cebrāǿįl
ŧutub ve yemįn ü yesārında Mįkāǿįl ve İsrāfįl nice
biň melāike-i muķarrebįn ile delįl olub taǾžįm u
tekrįm ile cemįǾ semāvātuň için ve ŧaşrasın seyrān
u ŧayerān itdürdiler.Ve daħi Ǿacāyib u ġarāyib-i Ĥaķ
teǾālānuň ķudret ve ĥikmetlerin Ādeme temāşā itdür-
rüb müşāhede itdürdiler.
Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Bunca Ǿizzetler ki buldı anda ol
Hep Muĥammed ĥürmetine idi ol

53 Buyur, i ittik ve itaat ettik.

137
CAFER IYÂNÎ BEY

Neŝr ol eşref-i nās yaǾnį Ĥażret-i Abbās


rađıyallāhu Ǿanh rivāyet ider çün Ādem
Ǿaleyhisselām Ǿacāyib u ġarāyib-i Ĥażret-
iRabbü’l-Ǿİzzetüň ķudretlerin ve śanāyiǾ ü
ĥikmetlerin görüb temāşā eyledi. Ĥaķ teǾālā celle
źikruhu Ādemi cennete ķoyub cinānı aňa mekān ve
cennetüň niǾmetlerin firāvāň idüb envāǾ-ı riǾāyet ü
Ǿizzet birle mesrūr u ħandān eyledi. Nitekim Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā celle Ǿažametehu Ķurǿān-ı
Ǿažįminde beyān buyurmışdur.

54

Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā Ādem ve Ĥavvāǿı


cen- netde mekįn idüb lākin ħuld aġacına yaķın
olmaň zįrā baňa Ǿiśyān ve kendüňüze ziyān u
ħusrān getü- rürsiz diyü fermān eyledi. Pes Ādem
Ǿaleyhisselām cennetde yalňuz üns idinmeyüb
vaĥşet eyledügi ecl- den Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā
Ādem-iŚafįye uyħu ġalebe itdürüb[12b] uyħuda
iken śol igüsinden Havvā rađıyallāhu Ǿanhā
ĥażretlerini ħalķ eyledi. Źerre miķdārı Ādem-i
ŚafįǾaleyhiśśalātu vesselām taǾab u ālām görmedi.
Rivāyet olunûr ki eger Ādem ol zamān zaĥmet ü
meşaķķat göreydi dünyāda hergiz insān nisvāna meyl
ü muĥabbet itmeyeydi. Ĥaķ celle ve Ǿalā Ĥavvā
rađıyallāhu Ǿanhāya rūĥ virüb ħulķ-ı ĥüsnile
mümtāz eyledi. Şöyle ki ĥüsnüne ķarşu nažar idenler
vālih u ĥayrān ve Ǿaķlı perįşān ķalur idi. Pes
Ĥażret-i Ĥavvāya daħi Ĥažret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā
cennetüň laŧįf libāslarından ĥarįr ħilǾatler ve başına
tāc-ı mücevher giydirüb envāǾ-ı niǾmetlerin iǾŧā ey-

54 Dedik ki: “Ey Âdem! Sen ve e in cennete yerle in. Orada diledi iniz
gibi bol bol yiyin, ama u a aca yakla mayın, yoksa zalimlerden olur-
sunuz. (Bakara-35)”
138
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ledügünden māǾadā bu śūret-i zįbā vü şekl-i bį-hemtā


ile cinānı seyr ü temāşā iderken Ādem
Ǿaleyhisselām uyħudan uyanub başı ucında
Ĥavvāǿi gördi kim müsteśnā bir maĥbūbe-i zįbā
ve bir nāzenįn-i ġarrā oturur. Ādem-i
Śafįśalavātullāhi Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyhi şād u
ħandān olub Ĥażret-i Ĥavvāya yapışmaķ ve muĥabbet
ü meveddet eylemek ķaśdın eyleyicek melekler
menǾ idüb eyitdiler yā Ādem Ĥavvānuň mehrini
edā itmeyince Ĥavvāya yapışmaķ[a] ruĥśat u rıżā
yoķdur. Ādem Ǿaleyhisselām eyitdi bunuň meh- ri
nedür. Melekler eyitdi Ĥażret-i sulŧānü’l-enbiyā
Muĥammed Muśŧafā śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň
rūĥ-ı ŧayyibelerine śalāvat virmekdür didiler. Ādem-i
Śafį meleklere eyitdi Muĥammed didügiňüz ne
maķūle kimsedür ve merātib ü ķadri ve derecāt u
śadrı nedür diyü suǿāl eyleyicek
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Didiler senden ola Ādemį-zād
Geliser śulbüňüzden nice evlād
Muĥammed kim Ĥabįbullāh olısar
Senüň nesl-i şerįfüňden geliser
Muĥammeddür vücūdından bahāne
Ol olmayaydı gelmezdüň cihāne
[13a] Neŝr Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet Ādem ve
Ĥavvāǿi çün cennete ķoyub dāħil eyledi cennetüň
niǾmetlerine anları vāśıl eyledi. İblįs-i telbįs dergāh-
ı Vedūd kıbelinden merdūd olduġına gice vü gündüz
āh u fiġān eylerdi ve kendü kendüye ve tevābiǾine
eyitdi ki çün ben Ādemüň sebebi ile dergāh-
ıĦudādan merdūd oldum lāyıķ oldur ki ben daħi
Ādem’e bir iş ideyim
139
CAFER IYÂNÎ BEY

ki anlar daħi cennetden sürilüb āh u zār ve bencileyin


feryād-ı bisyār eyleyeler. Fi’l-ĥāl ol bed-fiǾāl bir pįr-i
Ǿazįz kişi şekline girüb elinde Ǿaśāsı ve boġazında
ridāsı beli hilāle ve vücūd-ı nā-bāki dāle dönüb cen-
net ķapusına aġlayurak çıķa geldi.Ol zamān cennetüň
ķapucısı ŧāvus ve yılan ve adları Rıdvān idi.Ĥażret-i
ǾAbbās rađıyallāhu Ǿanh rivāyet ider yılan cennetde
dört ayaķlu deve şeklinde idi ve ŧāvus ĥüsn-i zįbā ve
heykel-i ġarābeti ol derecede bį-hemtā idi kim ķaçan
kim ŧāvus cinānda seyrān veyāħūd cevlān u ŧayerān
eylese anuň reng-i zįbāsından žuhūr eyleyen nūr bir
aylıķ yoldan görinüb pür-nūr olurdı. Vaķtā kim İblįs-
i şerįr bir pįr şeklinde cennet ķapusına gelüb
aġlayurak ve ellerin ditrederek ŧāvusa selām virdi
ŧāvusdaħi anuň ĥasb-i ĥālinden ve seyl-i bükāsından
suǿāl eyle- di. İblįs Ǿaleyhi’l-laǾne eyitdi yā Rıđvān
niçün feryād u fiġan ve cigerüm büryān itmeyem
ki bu ĥüsn-i zįbā vü heykel-i ġarrā ile mevt acısın
görüb şekl-i bį-hemtāňuz fenā bulacaķdur.Rıđvān
eyitdi mevt ne maķūle nesnedür biz anı bilmezüz.
İblįs eyitdi mevt-i cāndur hemān ki cān bedenden
çıķub ŧayerān eyle- ye [13b] bir ķālıb-ı iftiħāruňuz
yere düşüb ħarāb ve maķāmuňuz zįr-i turāb olur
didi. Rıđvāň eyitdi buňa hiç çāre vü imkān ve bu
derde dermān var mıdur. İblįs eyitdi belį
vardur.Cennetde bir aġac görmişem ol mevte Ǿilāc-
ı mücerrebdür didi.Ŧāvus ol zamān yı- lana varub bu
sırrı Ǿıyān ve mevt didükleri maraż-ı şedįd cihānda
nümāyān u bedįd olduġın beyān idicek bevvāb-ı
cinān olan Rıđvān İblįs-i bed-gümānı cen- nete
ķoymaġa rıżā vü ruħśat virdi.Lākin ol bed-fiǾāli ne
ŧarįķ ile içerüye idħāl idecegin bilmedi. Pes İblįs-i
bed-įmān yılana eyitdi aç aġzuňı gireyim kimsenüň

140
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ǿilmi lāĥıķ olmadın cennete girüb dermānuň ideyim


diyicek şeyŧān yılanuň aġzına girüb cennetüň içerüsi-
ne vāśıl u dāħil olduķda gördi kim Ādem ve Ĥavvā
bir şecer-i muǾallānuň taĥtında envāǾ-ı niǾmet-i
Ħudāya mažhar olub Ǿayş u Ǿişret ve źevķ u śoĥbet
iderler. İblįs-i laǾįn Ādem ve Ĥavvānuň
muķābelesine geçüb Ǿibādet ü ŧāǾat ile yaǾnį śūret-
i śalāĥiyyet ile Ādem ve Ĥavvānuň ĥüsn-i ĥālleri
ve aĥsen-i maķālleri müşāhedesinde iken Ādem
Ǿaleyhisselām cennetüň niǾmetlerin görüb eyitdi āh
bu maķām-ı rāĥat-encām ne zįbā mekāndur eger
müebbed ķalaydı bunuň hiç nažįri yoġididiyicek
şeyŧān-ı nā-sezā Ādem ve Ĥavvānuň kelām-ı
dürer-bārların istimāǾ itdükde ġāyet şādān u
ħandān olub fi’l-ĥāl giryān u fiġāna başladı. Ādem
ve Ĥavvānuň İblįs-i laǾįnüň feryād u fiġānın
istimāǾ itdükleri gibi[14a] yā pįr niçün aġlarsın
diyü suǿāl eylediler.İblįs-i telbįs eyitdi sizüň [içün]
aġlayub cigerüm daġlarum ki bu ĥüsn-i zįbā vü
şekl-i bį-hemtāňuz ifnā bulub Ǿāķıbet vefāt idi-
sersiz. Ne olaydı bu mülk-i cinānda ebedį ħandān u
şādān ķalayduňuz didi. Ādem ve Ĥavvā mevt
ħaberin istimāǾ eyleyicek ġāyet melūl ü ġam-nāk
oldılar. İblįs eyitdi yā Ādem dilerseň cennetde
muħallid ve niǾmet-i rabbü’l-Ǿİzzetde müebbed
ķalasın huld aġacından tenāvül eyle ĥayāt-ı
ebedį ve Ǿömr-i sermedįye Ǿilāc-ı mücerrebdür
didi.Ĥażret-i Ĥavvā rađıyallāhu Ǿanhā Ādem-i
Śafįye ibrām u iķdām ey- ledi ki ħuld aġacından
yiye ve ĥayāt-ı ebedįye ire. Ādem eyitdi ben
rabbime Ǿiśyān itmem ve nehy itdü- gi yola gitmem
didi.Ĥavvā ol dem buġdāy aġacınuň bir ķalemin
kesüb yidi. Baňa ĥışm-ı ilāhį irişmedi sen daħi
üşenme be-her ĥāl bundan tenāvül idüb ĥayāt-ı
141
CAFER IYÂNÎ BEY

ebedįye saǾy eyle diyü ibrām-ı tām eyledi. Ādem


Ǿaleyhisselām bi’ż-żarūr u nā-çār buġdāy aġacından
birin kesüb ifŧār eyledi.Hemān-dem aǾżāsın ditremek
ŧutdı ve Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām başından tācın
ķapub ve Mikāǿįl libāsın çıķarub Ǿüryān u nālān
ķoyub git- di. Ādem ol dem Ĥaķ celle ve Ǿalānuň
ħavfından ve meleklerüň ĥicābından gūşe-be-gūşe
ķaçmaġa baş- ladı. Cānib-i semādan bir nidā geldi
kim yā Ādem benden mi ķaçarsın Ādem eyitdi yā
Rabbį günāh işle- düm ĥicābumdan ķaçarum diyicek
melekler Ādemüň [14b] Ǿiśyānına taǾaccüb idüb
eyitdiler ki
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Olurken böyle Ǿizzetle mükerrem
Revā mıdur ki Ǿāśį ola Ādem

Olurken Ĥaķķa böyle iħtiśāśı


Yine enfās-ı Ǿiśyāndan ura
dem
Neŝr Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā Ādeme ħiŧāb
idüb buyurdı ki yā Ādem niçün benüm emrüm śıyub
ħuld aġacın yidüň. Ādem eyitdi baňa Ĥavvā virdi.
Ĥaķ teǾālā Ĥavvāya niçün virdüň diyü Ǿitāb eyledi.
Ĥavvā yılanı gösterdi yılan İblįsi işāret eyledi. Ĥaķ
teǾālā Ādem ve Ĥavvāǿi cennetden çıķarub birin
Serendįb ŧaġına ve birin Cidde’ye indürdi ve yılanuň
ayaķlarını ķırub ķıyāmete dek yüzi ve ķarnı üzere
sürinüb zūr u zaĥmet ve meşaķķat ile başın ĥurd
ideler diyü taķdįr eyledi ve ŧāvusuň rengin tebdįl
idüb ikisin daħi cen- netden maŧrūd eyledi. İle’l-ān
ŧāvus-ı cinān feryād u fiġān itmekdedür. İblįs-i
laǾįne daħi müdām cennet- lerin ĥarām idüb ŧavķ-ı
laǾneti naśįb eyledi. Ādem ile
142
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

dünyāya hebūŧ iden üç nesnedür. Biri yılan ve biri İblįs


ve biri ŧāvusdur. Çün Ādem Ǿaleyhisselām Serendįb
ŧaġına nüzūl ve Ümmü’l-müǿminįn Ĥavvā ceddemizi
Cidde sevāĥiline indirdi. Ādem hemān-dem feryād u
fiġāna ve rūz u şeb giryān u nālāna başlayub eyitdi
ilāhį eşref-i maħlūķuň ĥürmetiçün cürm ü Ǿiśyānumı
baġışla. Ĥaķ teǾālā eyitdi yā Ādem eşref-i
maħlūķum kimdür. Eyitdi Ĥażret-i Muĥammed
Muśŧafādur. Ĥaķ teǾālā eyitdi neden bildüň.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Didi cennetde gördüm her bu adı
Yazılmış aduňile bile adı
Baķub nām-ı şerįfin Ǿarşa gördüm
Yazılmış nāmını tā ferşe gördüm
[15a] Anuň nāmı meger levĥ-i ķademde
Yazılmışdur cihāň daħi Ǿademde
Pes andan bildüm ol ħayrü’l-beşerdür
Ki cümle ķullaruňdan muǾteberdür
Nebįler ekremidür şāh-ı levlāk
Eger olmasa ol olmazdı eflāk
Zihį Ǿizz ü zihį devlet zihį cāh
Müyesser eylemişdür aňa Allāh
Bizi daħi ilāhį ķılma maĥrūm
Anuň yüzi śuyına eyle merĥūm
MevǾiža eĥādįs-i śaĥįĥa ve rivāyāt-ı śarįĥadan bu
ħaber-i āteş-efrūz vārid55 olmuşdur ki Ĥaķ subĥānehu

55 Metindeolmayan bu kelime anlamı tamamlaması ba lamında Atıf


Efendi Nüshasında geçti i için buraya alınmı tır.

143
CAFER IYÂNÎ BEY

ve teǾālā Ādem ve Ĥavvāǿi cennetden çıķarub çün-


ki śaĥn-ı dünyaya bıraġub merdūd itdi. Cebrāǿįl ve
Mikāǿįl Ǿaleyhimeśselām giryān u nālān olub śavt-ı
aǾlā ile feryād u fiġān itdiler. Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalā dergâhından ħiŧāb geldi kim yā meleklerüm niçün
aġlarsız melekler eyitdiler yā Rabbi ulu dergāhuňa
maǾlūm u rūşen ve cenāb-ı ĥażretüňe mübeyyendür
ki Ĥażret-i Ādem eşref-i maħlūķātuň iken ve
ǾAzāzįl bir muķarreb ķuluň iken birer günāh-ı
śaġāyir işle- dükleri içün anları merdūd itdüň.
Senüň ġażabuň ħavfından aġlaruz didiler.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Buyurmuşdur bu ķavli Ĥaķ teǾālā
Emįn olmaň benüm ķahrumdan aślā
Bize ħaşyet yiter cennetde Ādem
Taķārrub kesb idüb bulmışiken

Ki bir gendüm yedügiçün ħaŧāǿen
Anı bāġ-ı cināndan itdi inhā
Celālinden emįn olmaġa bende
Gerekdür k’andan ola rāżı mevlā

Neŝr el-ĥāśılu’l-kelām Ādem Ǿaleyhisselāmuň


taǾžįm ü ikrāmı ve tevķįr u iħtirāmı şol mertebe idi
ki Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā Ādemüň balçıġın ken-
dü yed-i kudretiyle yoġurub feleklerde cemįǾ me-
leklere secde [15b] itdürmişken ħuśūśan ǾAzāzįl bu
ķadar biň yıl yirde ve göklerde Ǿibādet idüb
cennetde meleklerüň reǿįsi iken Ĥażret-i Ĥaķķuň bir
kez emr-i şerįflerin śıduķları içün dergâh-ı
kibriyāsındananları
144
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

merdūd itdi. Bu ĥālet-ipür-Ǿibret erbāb-ı ġayret ve


aśĥāb-ı basįret olanlara maĥż-ı naśįĥat degül midür.
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Niçün ķorķmaya Ĥaķdan ehl-i įmān
Ki Ĥaķdan ķorķmayan olmaz müselmān

Üçünci Bāb
Nübüvvet-i Ādem ǾAleyhisselāmdan Ħilāfet-i Şįte
Gelince Ādem ve Ĥavvānuň İcmāl Üzere Aĥvāllerin
Beyān ve Nūr-ı Ĥażret-i Sulŧān-ı Rüsul Aślına Varub
Vuśūl Bulunca Kimlerde Varub Müselsel ve Muttaśıl
Olduġın ǾIyān İder.
Çün Ĥaķ TeǾālā Ādem-iŚafįyi Serendįb ŧaġına
ve Ĥavvā ceddemizi Cidde sevāĥiline nüzūl itdürdi
Ādem- iŚafį śalavātullāhi Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyh
feryād u fiġān ve rūz u şeb giryāň u nālāna başlayub
eyitdi

56 yaǾnį ey bizim rabbimüz nefsimüze žulm itdük


Eger sen bize maġfiret itmeyüb merhamet itmeye-
cek olursan biz ħāsirįnden olmamız 57 muķarrerdür
diyü iki yüz yıl ağladı. Şöyle kim Ādem-i Śafįnüň
śavt u śadāsından ve ġāyet bükāsından gökde olan
melekler mutażaccır olub Ĥażret-i cenāb-ı Ǿİzzete
şikâyet itdüler ki yā Rabbi Ādemüň bükāsından ve
feryād u śadāsından ħiźmet ve tesbįhimizden ve

56 “Rabbimiz! Biz kendimize zulüm ettik. E er bizi ba ı lamaz ve bize


acımazsan mutlaka ziyan edenlerden oluruz. (A’râf-23)”
57
Bu kelime metinde “olmamızız” eklindedir. Biz burada Atıf Efendi
Nüshasındaki ekli tercih ettik.

145
CAFER IYÂNÎ BEY

cenāb-ı ĥażretine Ǿubūdiyyetimizde taķśįr ider ol-


duk didiler. Zįrā Ĥażret-i Ādem-iŚafįnüň ķāmet-i
şerifleri beyānında aħbār-ı śaĥįĥa ve āŝār-ı śarįĥa ile
rivāyet olunûr ki bir yirden bir yire sürǾat-i aķdām
ile iķdām[16a] buyursalar üç günlük yolı bir adım-
da alurlardı. Aňa göre mübārek ķāmetleri āsümāna
irişüb melekler ile üns ŧutardı. Pes Ĥaķ subĥānehu
ve teǾālā Ādem-iŚafįnüň mübārek ķāmet-i şerįflerin
altmış arşun eyledi. Tā kim vücūd-i şerįfleri rāĥat
bulub melekler daħi mutażaccır olmaya. ǾUlemāǿ-i
müfessirįn ve fużalāǿ-i muĥaķķıķįn rivāyet iderler
ki Ādem Ǿaleyhisselām üç yüz yıl tamām gökyüzine
nažar itmege ĥicāb idüb dāǿimā feryād u fiġān
eylerdi ve tevbe idüb Ĥażret-i sulŧānü’l-enbiyā
Muĥammed Muśŧafā śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemi
şefįǾ getür- di. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā Ādem-
iŚafįnüň al- nında olan nūr-ı Muĥammed
Ǿaleyhisselāmuň āb-ı rūy-ı Ǿizzetine günāhın
baġışlayub cemįǾ melek- lere ve cennet
ħazįnedārlarına emr eyledi ki Ādem Ǿaleyhisselāmı
varub ziyāret ve üzerine cevāhir śaçub taǾžįm u
Ǿizzet eyleyeler. Cebrāǿįl Ǿaleyhisselām emr-i Ħudā-yı
Melikü’l-ǾAllām ile cennetden ĥarįr ĥulleler ve
muraśśaǾ tāc-ı mücevher giydirüb evvelki merte-
besinden ziyāde Ǿindallāhi teǾālā Ǿizzet ü şevketle-
ri küşāde olub tevbesin ķabūl eyledi. Nitekim Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā Ķurǿān-ı Ǿažįmu’l-Ǿunvānda bu-
yurur
58ُVe Ĥażret-i Ĥavvā rađıyallāhu Ǿanhāya daħi ol

58 Derken, Âdem (vahy yoluyla) Rabbinden birtakım kelimeler aldı,


(onlarla amel edip Rabb’ine yalvardı. O da) bunun üzerine tövbesini
kabul etti. üphesiz O, tövbeleri çok kabul edendir, çok ba ı layandır
(Bakara-37).

146
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Melik-i MüteǾāl Mįkāǿįli irsāl eyledi ki ħaber-i mü-


beşşere idüb Ādem-iŚafį ile Ǿan ķarįb mülāķat naśįb
olacaġın bildüre. Ĥażret-i Mikāǿįl Ǿaleyhisselām daħi
işbu mevhibe-i Ħudāǿı Ĥażret-i Ĥavvā’ya bildirüb
Ǿuryān u nālān ve fiġān u giryāň iken envāǾ-ı[16b]ce-
vahir ile müzeyyen ü ārāste cennet ħilǾatlerin giydi-
rüb şādān u ħandān eyledi. Ve bundan śoňra Ĥażret-i
Ħālıķ-ı ins ü cān Ādem-i Śafįye fermān eyledi ki yā
Ādem emrüm bunuň üzerine taǾalluķ eylemişdür ki
senüň belüňden ve evlāduňdan Ǿahd u emānet alam
ve anlara kendü vaĥdāniyyetüm müşāhede itdürem.
ǾUlemāǿ-i müfessirįn Ĥażret-iǾAbbāsdan rivāyet
iderler ki Ǿahd u mįŝāķ Serendįb ŧaġında alındı ve
baǾżılar mevżiǾ-i ǾUmmān’da ve baǾżılar daħi
Ādem Ǿaleyhisselām gökden inmedin alındı didiler.
Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet Ādem-i Śafįye bu vechile
vaĥy eyleyi- cek cemįǾ melekler Ādem-i Śafįnüň
çevre yanın alub kapladılar. Melekler keŝretinden ve
çevre yanın alub durduķlarından Ādem
Ǿaleyhisselām ħavfa düşüb dit- remege başladı. Fi’l-
hāl peyk-i Ĥażret-i Celįl yaǾnį Cebrāǿįl-i Emįn nāzil
olub elin Ādemüň śadrına baśub ve mübārek yüzin
öpüp eyitdi yā Ādem Ĥaķ teǾālā saňa selām eyledi
ve buyurdı ki Ādem ħavf itme- sün ben kemāl-i
ķudretüm ile aňa envāǾ-ı ĥükmetüm gösterüb
yiryüzine anı ħalįfe idiserüm diyü Ādemüň ħāŧır-ı
mübāreklerin tesellį eyledi. Ĥaķ celle ve Ǿalā kendü
yed-i ķudretiyle Ādemüň arķasın śıġadı ve bu- yurdı
kim ķıyāmete degin gelicek zürriyyāt-ı Ādem
žuhūra gelüb Ādemüň žahrından çıķa. Pes ibtidā rūĥ-
ı Muĥammed Muśtafā śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellem žahr-ı Ādemden çıķub žuhūr eyledi. Andan
ervāĥ-ı enbiyā Ǿaleyhimüsselām çıķub rūĥ-ı
Muĥammedi
147
CAFER IYÂNÎ BEY

çepçevre alub Ādem Ǿaleyhisselāmuň[17a] cānib-i


yemįnünde ŧurdılar. Rūĥ-ı Muĥammed Muśŧafā
śalavātullāhi Ǿaleyhi fi’ś-śubĥi ve’l-mesā žahr-ı Ādem
Ǿaleyhisselāmdan çıķduġı dem lebbeyk diyüdergāh-ı
Ħudāya nidā eyledi.
Li-müellifihi
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Didi ben ol ķulum zār u dil-figār
Ki vaĥdāniyyetüňe ķıldum iķrār
Şehādet iderüm sensin ol Allāh
Ki senden ġayri yoķ sulŧān-ı Ķahhār
Daħi ŧānıķ virürem ben ki
Ǿabdüň Resūl-i müctebā kim
śāhib-i esrār
Neŝr bundan śoňra yüzleri aķ ve münevver ü
berrāķ müǿminlerüň ervāĥı çıķub cümlesi tevĥįd-i
Bārį ile rūĥ-ı Muĥammed Muśtafā Ǿaleyhisselāmuň
ķatına geldiler. Yine bir daħi ķudret eli ile śıġadı kim
ervāĥ-ı cįfe Ķābil-i ibn-i Ādem ve aňa tābiǾ olan
ehl-i cehennem ile çıķub ķamusınuň yüzleri ķara
Ādemüň śol cānibinde śaf baġlayub durdılar. Cānib-i
Ħudādan yine ħiŧāb-ı müsteŧāb irişdi kim yā Ādem
zürriyyātuňa nažar eyle kim eŧvār u edyānın bilesin.
Ĥażret-i Ādem Ǿaleyhisselām ol dem śaġ ŧarafına
baķıcaķ yüzleri aķ ve münevver ü berrāķ evladın
müşāhede itdükde tebessüm idüb elĥamdulillāh diyü
şükr eyledi.Śol ŧarafına baķıcaķ ķara evlādın gördük-
de aġladı. Ĥażret-i ǾÖmer rađıyallāhu Ǿanhu Resūl-
i Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemden
rivāyet ider çünki Ĥaķ celle ve Ǿalā žahr-ı Ādemi
śıġayub Ādemüň evlādın bu minvāl çıķarub
žuhūr itdür-
148
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

di. yaǾnį śaġda


olanları ehl-i cennet ħalķ eyledüm ve śolda olanla-
rı ehl-i cehennem yaratdum diyü buyurdı. Ebį KaǾb
rađıyallāhu Ǿanhu rivāyet ider. Ĥaķ teǾālā zürriyyāt-ı
Ādemüň[17b]ervāhın žahr-ı Ādemden iħrāc eyleyi-
cek şekillerin daħi dünyāya gelicek heyǿetleri üzere
taśvįr eyledi didi. İmām Faħr-i Rāzį’ den mervįdür
ki Ǿālem-i ervāĥ didükleri Ǿālem bu Ǿālemdür. Ĥaķ
celle ve Ǿalā zürriyyāt-i Ādeme ħiŧāb ķılub Ķurǿān-ı
Ǿažįmde buyurdı yaǾnį rabbüňüz ben de-
gül miyem benden ġayri teňriyoķdur ve Muĥammed
resūlümdür baňa ve resūlüme įmān getürenleri
ehl-i cināň ve baňa ve resūlüme Ǿiśyān eyleyenleri
ehl-i nįrān idiserüm. Ben ne didümse anı taĥķįķ ve
resūlümi taśđįķ idün diyü buyurdı. Şunlar ki hidāyet
bulub Ǿināyetullāha mažhar oldılar anlaruň ervāĥı
ķabūl ü Ǿahd eyleyüb eyitdiler ilā āħiri’l-
āyet yaǾnį didiler ki belį biz senüň vaĥdāniyyetüňe ve
resūlüň risāletine şehādet iderüz. Senden ġayri Allāh
yoķdur ve Muĥammed Ĥaķ resūlüňdür. Bu Ǿahdi
tasvįr idüb Ĥacerü’l-Esved içine emānet ķodılar.
Ķıyāmete dek Ħacerü’l-Esvedde mahfuzdur. Ĥaķ
subĥānehu ve teǾālā cemįǾ ervāĥa yine emr eyledi
ki žahr-ı Ādeme girüb iǾāde eyleyeler. Ervāĥ daħi
Ādemüň žahrına girüb vāśıl ve beden-i Ādeme daħil
oldılar. Ĥaķ celle ve Ǿalā Cebrāǿįl
Ǿaleyhisselāmı Firdevs uçmaġına gönderdi kim iki
öküz ve buġday ve demür aletini çıķarub ve
cehennemden ateş alub yetmiş kerre enhār-ı
cennete baturub yayķadı. Elin- de durmadı.Yedi
kerre deryāya düşdi yine çıķarub Cebrāǿįl anı yire
ķodıġı gibi yedi ķat yiri yaķub yine cehenneme
gidüb aślına ulaşdı. Vaķtā kim

149
CAFER IYÂNÎ BEY

Ĥażret-i ĥaķ celle ve Ǿalā[18a] Ādem Ǿaleyhisselām


59ٍǾunvān-ı menşūr-ı
salŧanatı iĥsān itdi. Nūr-ı Muĥammed
Ǿaleyhisselāmı Ādemüň alnında emānet ķoyub
ħiŧāb-ı müsteŧāb vārid oldı kim yā Ādem bu nūr
ĥabįbüm Muĥammed Muśŧafānuň nūr-ı tāb-
nākidür. Pes Ādem-iŚafį śalavātullāhi Ǿalā
nebiyyinā ve Ǿaleyh ol nūr-ı mübāreki Ǿaynen
müşāhede itmegi murād eyleyicek Ĥaķ teǾālā nūr-ı
Muĥammedi Ādemüň baş barmaķları ŧırnaġına
indirüb gösterdi. Fi’l-ĥāl Ādem-iŚafį ĥamd u şükr
idüb ŧırnaġında olan nūr-ı mübāreki gözlerine sürüb
benüm gözlerimüň nūrı diyü būs eyledi. An- dan ol
nūr-ı mübārek yine Ādemüň alnında varub ķarār
eyledi. Şimdi daħi Ĥażret-i server-i kāyināt ve eşref-
i mevcūdātuň ism-i şerįfleri aňulduķda ħalķ-ı
Ǿālem ellerinüň barmaķların būs idüb ķurretü’l-Ǿaynį
diyü gözlerine sürdükleri Ādem Ǿaleyhisselāmuň
sünnet-i seniyyeleri āŝārıdur. Ĥükemāǿ-iittibāǾ ve
ehl-i ticāret Ǿuķalādan istimāǾ olunmuşdur ki her
kim ki Ĥażret-isulŧān-ı dįn ve raĥmeten lil-Ǿālemįnüň
nām-ı şerįflerinde istimāǾ itdükde śalavāt-ı kāmile
ile śalavāt getürdükden śoňra ellerin baş barmaķların
būs idüb ķurretü’l-Ǿaynį diyü gözlerine sürse bi-
iźnillāhi teǾālā ol kişiye hergiz göz aġrısı Ǿārıż ol-
maya. Bu maǾnā mestūr degül meşhūrdur. Nitekim
Firdevsü’l-Aħbārda eydür bir gün ol ħalįfe-i Ǿatįķ
yaǾnį Ebūbekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu Ǿanh eźān-i
şerįfden evvelmescid-i münįfe ĥāżır ve eźān-ı laŧįfe
müteraķķıb u nāžır olmuşiken Ĥażret-i Bilāl-i Ĥabeşį
rađıyallāhu Ǿanh eźān-ışerife [18b] başlayub ol

59 Biz, gerçekten insanı en güzel bir biçimde yarattık (Tîn-4).

150
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ĥażret-i ol Ĥażret-i faħr-i Ǿālem śallallāhu Ǿaleyhi


ve sellemüň nām-ı saǾādet-encāmların istimāǾ itdük-
de iki ellerinüň baş barmaķların būs idüb ve gözle-
rine sürüb ķurretü’l-Ǿaynį yā ĥabįbįdiyü tevķįr u
iħtirām eyleyicek Ĥażret-i server-i kāyināt Ǿaleyhi
efđalü’ś-śalavāt ol maĥalde ĥāżır bulınub ve Ĥażret-i
Ebūbekrüň işbu fiǾl-i ĥasenesine nāžır olub müşāhede
eyleyicek buyurdılar ki
yaǾnį bir kimesne işbu sünnet-i şerįfei iĥyā vü icrā
eylese ol kimesne dünyāda ve āħiretde aǾmā olma-
ya diyü buyurdı. Bundan śoňra Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalā Cebrāǿįl-i Emįni Ādem-i Śafįye gönderdi ki yā
Ādem Ǿarşum muķābelesinde arż-ı Ĥicāzda bir ev
yapdırmışam varub ol beytü’l-maǾmūrı ĥac eyle ve
baňa Ǿibādet ü ŧāǾat eyle. Saňa Ĥavvāi naśįb u mü-
yesser eyleyim diyü buyurdı ve daħi Ĥaķ subĥānehu
ve teǾālā bir melek gönderdi kim Ādeme delįl olub
beytü’l-maǾmūrına sebįl ola. Çün Ādem-iŚafįye
vaĥy-i rabbānį vāśıl oldı Ādem Ǿaleyhisselām diyār-
ı Hindden KaǾbe-i muǾažžama olan maĥalle60
gelüb gördi kim śāfį laǾl ü yāķūtdan bir şāhāne
Ǿažįm ħāne binā olunmış ve ol ħanenüň saķfından ta
Ǿarşa varın- ca nūrdan bir direk śalınmış ve
melekler śaf śaf olub ol ħāne-i pür-nūrı ŧavāf
iderler. Ādem ol dem bildi kim Ĥaķ subĥānehu ve
teǾālā buyurduġı beytü’l- maǾmūr bu ħāne-
imezbūrdur. Hemān dem Ādem- iŚafį
Ǿaleyhisselām yedi kez ŧavāf idüb źi’l-ĥicce
ayınuň onuncı güni ǾArafāta varub Ĥavvā rađıyallāhu
Ǿanhā[19a] ĥażretleri ile buluşub birbirlerine Ǿarż-ı
iştiyāķ ve ižhā[r]-ı muĥabbet-i tām eylediler ve
60 Atıf Efendi nüshasında bulunan bu kelime anlamı tamamlaması için
buraya alınmı tır.

151
CAFER IYÂNÎ BEY

vaķfiyyede ŧurub maǾan ĥac idüb yine diyār-ı Hin-


de teveccüh u Ǿažįmet eylediler.Muķātil rađıyallāhu
Ǿanh tefsįrinde eydür Ādem Ǿaleyhisselām Ǿömründe
ķırķ kerre ĥac idüb ĥaźret-iĤavvādan biň oġlan
vücūda geldi. Kimi ehl-i cinān ve baǾżısı ehl-i nįrān
olduķların beyāň eylemişlerdür. Ulu oġlı Ķābil ikinci
oġlı Hābil’dür. Lākin Hābil ġayet śāĥib-i cemāl ve
Ǿākil ü ehl-i kemāl kimesne idi. Çünki Ķābil Hābili
ķatl eyledi cemįǾ cibāl ü ….. vaķiǾ olan ĥayvanāt
birbirlerine ķaśd idüb ceng ü cidāl eylediler. Ve bu
muśįbet içün cümle deryālar şükkerden ŧatlu iken acı
vü şūr oldı. Ādem ve Ĥavvā ķırķ gün yas u mātem
ŧutub aġlaşdılar. Ĥaķ celle ve Ǿalā ǾĀdeme vaĥy irsāl
eyledi ki Hābil cemālinde saňa Şįt adlu bir oġıl vire-
yim ki cemįǾ enbiyā-yı Ǿižām Ǿaleyhimüsselām an-
dan gelecekdür. Çün Ĥavvādan Şįt ŧoġdı ġāyet śāĥib-
i cemāl ve ehl-i kemāl olub śūretde ve sįretde
Hābile müşābih olduġından maǾadā Ĥażret-i
Muĥammed Muśŧafā Ǿaleyhiśśalātu vesselāmuň nūrı
anuň alnında žuhūr eyledi. Ādem-iŚafį śalavātullāhi
Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyh biň yıl Ǿömr sürüb cihan-ı
fānįden serāy-i bāķįye rıĥlet idicek anuň yirine oġlı
Şįt gelüb ol nūr-ı Muĥammed Ǿaleyhisselāmuň
Ǿizzetine Ĥaķ celle ve Ǿalā peyġamberlük ħilǾatin
virüb aňa elli śuĥuf [19b] gönderdi ki evlād-ı Ādemi
irşād idüb ŧarįķ-i müstaķįme daǾvet ü hidāyet eyleye.
Şįt Ǿaleyhisselām biň şehr temām bünyād idüb her
şehrde mināreler çıķarub
kelimesin
icrā itdürdi. Yedi yüz yıldan śoňra cānib-i cennete
rıĥlet ve dār-ı āħirete hicret idüb nūr-ı Muĥammed
Ǿaleyhisselām anuň oġlı Ķitānuň ve Mihāǿilüň ve
İdrįs Ǿaleyhisselāmuň alnına naķl idüb žuhūr eyledi.

152
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

İdrįs dedesi gibi Ǿaķl-ı evvel ve müşekkel ve ĥüsn-i


ħaśāǿil ile bį-bedel idi. İbtidā ħaŧŧı ol yazdı ve der-
zilük śanǾatin įcād eyledi. Evāil-i Süyūtįde eydür
Ĥażret-i İdrįsden gelen nās deriler giyüb libās idi-
nürler idi. İdrįs nebį Ǿaleyhisselām ķoyun derisinden
libās diküb tertįb eyledi. İdrįs Ǿaleyhisselāmuň al-
nında olan nūr-ı pür-sürūruň Ǿizzetine Ĥażret-i
Ĥaķ61 aňa nübüvvet virüb otuz śuĥuf irsāl eyledi ki
evlād-ı ǾĀdemi rāh-ı đalāletden ķu[r]tarub ŧarįķ-i
hidāyete daǾvet eyleye.İdrįs nebį Ǿaleyhisselām üç
yüz yıl nü- büvvet ile daǾvet itdükden śoňra dārü’l-
cināna rıĥlet ü mürācaǾat buyurub ardınca Nūĥ ve
Hūdve Śāliĥ ve İbrāhįm Ħalįl Ǿaleyhimüsselām
gelüb ol nūr-ı mübārek bunlaruň alnında müddet be-
müddet emānet durub ol Ĥażret-i risālet ve şems-
ifażįletüň nūr-ı tāb- nāki ĥürmetine her birine Ĥażret-i
rabbü’l-Ǿİzzet nūr-ı nübüvvet ve baǾźısına tāc-ı
risālet virüb ne Ǿizzet ü şevket bulduķları kütüb-i
muǾteberātda meźkūr [20a] u mesŧūrdur. Ĥażret-i
İbrāhįm Ǿaleyhisselām ķırķ ya- şına irişicek Nemrūd
vaķǾasına mübtelā oldı.
Ĥikāyet
Mişkātü’l-Envārda meźkūrdur ki bir gün Ĥażret-i
rabbü’l-Celįl İbrāhįm Ħalįl Ǿaleyhisselām[a] cemįǾ
ümmetleri Ǿarż idüb Ādem nebįye gösterdügi gibi
gösterüb Ǿarż idicek görür kim ħalķuň içinde bir
ümmet-i lāyıķ-ı raĥmetüň yüzleri güneşden enver
ve yüzlerinüň şuǾlesi cihānı62 münevver itmiş. Kimi
ķāyim kimi rākiǾ kimisi sācid olmış. Ĥażret-i Ħudā

61 Metinde “ a hazret” eklinde yazılmı tır.


62
Atıf Efendi Nüshasında bulunan bu kelime anlamı tamamladı ı için
buraya alınmı tır.

153
CAFER IYÂNÎ BEY

ķı belinden recā vü istidǾā eyledi ki yā Rabbi işbu


ümmet-i ehl-i maġfiret ne ŧāǿife-i ehl-i saǾādetdür
diyü suǿāl eyleyicek ħiŧāb-ı müsteŧāb vārid oldı kim
yā ħalįlüm bunlar ĥabįbüm ve resūlüm Muĥammed
Muśtafā’nuň ümmetleridür. Kevn ü mekān ve zemįn
ü Ǿāsumānı ħalķ eylemedin anuň adın yazub aňa
resūlüm dimişim diyü buyurdı. Ħalįlü’r-Raĥmān
Ǿaleyhiśśalātu vesselām eyitdi yā Rabbi ol neseb-i
ŧāhir ķanġı nesilden žāhir olısardur. Vaĥy-i rabbānį
vārid oldı kim ey benüm ħalįlüm ol senüň oġluň
İsmāǾįlüň neslinden geliserdür. İbrāhįm Ħalįl dergāh-ı
Rabb-i Celįle yüzin ŧutub tażarruǾ itdi kim ilāhį Ǿizz
ü celālüň ve mecd ü cemālüň ĥaķķiçün beni ol
sulŧān-ı Ǿālį-şānuň ümmetinden eyle diyü münācāt
eyledi. İmdi ey iħvān-ı bį-mecāl ve ey insān-ı
naħįfü’l-maķāl bu devlet ü Ǿizzet ne rifǾat ve
saǾādetdür kiĤażret-i rabbü’l-Ǿİzzetüň ħalįli ve
muķarreb resūli ümmetin- den olmaġa cānlar viren
sulŧān-ı dįnüň ve raĥmeten lil-Ǿālemįnüň ümmeti
aǾdādından maǾdūd olan hiç bu niǾmet-i bį-
Ǿilletüň[20b] şükri edā vü ķażā olınmaķ ķābil ü
mümkin midür.El-ĥāśılu’l-kelām nūr-ı Muĥammed
Ǿaleyhiśśalātu vesselām İbrāhįm Ħalįlullāhdan
śoňra oġlı İsmāǾįl ve İsĥaķ ve YaǾķūb ve Yūsuf
nebįnüň ve Eyyūb ve ŞuǾayb ve Hārūn ve Mūsā
Ǿaleyhimeśśalātu vesselāmuň alnında žāhir u bāhir
olıcaķ Ĥażret-i Mūsā śalavātullāhi Ǿaleyhi ve Ǿalā
nebiyyinā dergāh-ı kibriyāya münācāt u recā
eyledi ki ilāhį seyyidį ve mevlāyį Tevrāt içinde bir
ümmet gördüm ki ŧaġ u śaĥrā anlar ile ŧolısar ve
anlar senüň kitāb-ı müsteŧābuňı taśdįķ u taĥķįķ
idiser ve anlaruň vużūdan yüzleri ayuň on dördi gibi
münevver ve melekler gibi nemāza śaf śaf
durmışlar mesācid
154
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

içre āvāzları aru āvāzı gibi istimāǾ ve her birinüň


dil- lerinde ĥamd-i Ħudā ve şükr-i Kibriyādur. Yā
Rabbi ol ķavmi baňa ümmet eyle diyü niyāz u iltimās
itdügi birle vaĥy-i rabbānį irişdi kim yā Mūsā ol
gördügüň ķavm ĥabįbüm ve resūlüm Muĥammed
Muśŧafānuň ümmetleri olısardur. Ĥażret-i Mūsā
eyitdi yā Rabbi ol Muĥammed Muśŧāfāǿi baňa göster
göreyim ve ħāk-i Ǿizzetine yüzüm sürüb Ǿarż-ı
iştiyāķ ideyim didi. Cānib-i Ħudādan yine bir nidā
geldi kim yā Mūsā anuň yüzin görmek saňa müyesser
degül lākin ümmetinüň śavt u śadāların saňa istimāǾ
itdüreyim diyü emr eyle- yicek ümmet-i Muĥammed
Ǿaleyhisselām bi’t-temām emr-iĤażret-i rabbü’l-
enāma imtiŝāl gösterüb bir ke-
zin cümleten 63didiler. Ĥaķ

teǾālā[dan] ümmet-i Muĥammede ħiŧāb irişdi kim


yā ümmet-i Muĥammed cümleňüzi[22a] maġfiret
idüb cennetlerümde muħālled eyledüm diyü buyurdı.
An- dan ol nūr-ıĤażret-i risālet-penāh śalavātullāhi
Ǿaleyhi ve selāma Ĥażret-i İlyās ve Dāvud ve
Süleymān ve Hūd nebįnüň ve Śāliĥ ve Ħıźr ve
ǾUzeyr ve Yūnus ve ŞuǾayb ve Urmiyā ve
Źekeriyyā ve Yaĥyā ve ǾĮsā Ǿaleyhimüsselāmuň
alnında ħuśūśan nesl-i İsmāǾįlde müselsel ve muttaśıl
ol nūr-ı kāmil varduġınca žuhūr eyleditā benį
ǾAdnāna ve Kenāna ve Ķureyşe ve benį Hāşime
varınca.Andan ǾAbdülmuŧŧalibde ve ǾAbdullahda
ol nūr-ı mübārek žāhir olub Ĥażret-i server-i
kāyināt ve eşref-i mevcūdāt Ǿaleyhi efđalü’t-
taĥiyyatuň vālide-i mükerremeleri Emįne Ħātūna
naķl idince işbu vechle nūr-ı saǾādet-āŝārları yirin
bulub ķarār eyledi.

63 Buyur Allahım, emrindeyim. Sen birsin ve orta ın yoktur.


155
CAFER IYÂNÎ BEY

Nažm
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Şems-i eyvān-ı risālet māh-ı gerdūn-ı vefā
MaǾden-i dürr-i şefāǾat menbaǾ-i śıdķ u
śafā
Ħāzin-i genc-i şerįǾat mažhar-ı āŝār-ı dįn
Server-i mülk-i beķā yaǾnį Muĥammed
Muśtafā

Neŝrśallallāhu Ǿaleyhi ve sellem mā-dāmetü’l-


Ǿarżi ve’s-semā ĥażretlerinüň ecdād-ı saǾādet-
emcādları ķırķ ŧoķuzuncı atada Ĥażret-i Ādem
Ǿaleyhisselāma müntehį olur diyü Ǿulemā-i eşrāf
kimi ittifāķ ve kimi iħtilāf eylemişlerdür.Ol bülbül-i
būstān-ı şerįǾat Ǿandelįb-ı gülistān-ı ĥaķįķat Ĥażret-i
Muĥammed Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem ve
Ǿalā ālihi’l-muķarrebįn-i Ǿaleyh ĥażretlerinüň ecdād-ı
kirāmı bunlardur ki źikr ü beyān ķılınûr.Ĥażret-i
Muĥammed Resūlullah śallallāhu teǾālā Ǿaleyhi
ve sellem ibn-i ǾAbdullāh ibn-i ǾAbdülmuŧŧalib
ibn-i Hāşim ibn-i ǾAbdimenāf ibn-i Ķuśayy ibn-i
Kilāb[21b] ibn-i Mürre ibn-i KaǾb ibn-i Lüey ibn-i
Ġālib ibn-i Ķahr ibn-i Mālik ibn-i Nuśayr ibn-i
Kınāne ibn-i Ĥuzeyme ibn-i Müdrike ibn-i İlyās
ibn-i Mudar İbn-i Nizār ibn-i SaǾd ibn-i ǾAdnān ibn-i
Udun ibn-i Udud ibn-i ElyesaǾ ibn-i HümyeǾ ibn-i
Selāmān ibn-i Bent ibn-i Ĥaml ibn-i Ķaydān ibn-i
İsmāǾįl ibn-i İbrāhįm ibn-i Târeĥ ibn-i Nāhur ibn-i
ŞārūǾ ibn-i Erġavā ibn-i Fāliġ ibn-i Ġābir ibn-i Şāmiħ
ibn-i Ķįnān ibn-i Erfaħşad ibn-i Sām ibn-i Nūĥ ibn-i
Mālik ibn-i Menūşāh ibn-i Aħnūĥ ve huve İdrįs
Ǿaleyhisselām ibn-i Mehlāǿįl ibn-i Ķanyān ibn-i Enūş
ibn-i Şįt İbn-i Ādem Ǿaleyhisselām śalavātullāhi Ǿalā
156
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

nebiyyinā ve Ǿalā cemįǾü’l-enbiyāǿi ve’l-murselįn ilā


yevmi’d-dįn.
Dördünci Bāb
Ĥażret-i Ekrem sallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň nūr-ı
mübāreki yirin bulub ķarār ve muǾcizāt u beyyinātı
āşikār olub ķudūm-i saǾādet-āŝārları dünyāǿı pür-
envār eyledügin Ǿıyān ve ol sulŧān-ı dįn ve raĥmeten
li-Ǿālemįnüň nūr-ı nübüvvetinüň beyānundadur.
Ol nūr-ı Muĥammed Muśŧafā śalavātullāhi Ǿaleyhi
fi’ś-śubĥi ve’l-mesā ǾAbdullāhdan intiķāl ve Emįne
ħātūna ittiśāl bulıcaķ Ĥażret-i Cenāb-ı rabbü’l-Ǿİzzet
ol şems-i fażįlet ve risālet-i ħurşįd-menziletüň vücūd-i
şerįf ve Ǿunśur-ı laŧįflerin žuhūra getürüb ħatemü’l-
enbiyāǿ vü sulŧānü’l-aśfiyā eylemek emr-i şerįfleri
taǾalluķ eyleyicek ĥikmet-i Cebbār ve irādet-i Settār
ile ol nūr-ı saǾādet-āŝār Emįne ħātūnda yirin bu-
lub ķarār itmegin Emįne ħātūn müddet ü eyyām ile
ǾAbdullāhdan ĥāmile olub ol şāh-ı enbiyānuň vücūda
gelmesi ķarįb iken henüz žuhūra gelmedin niçe niçe
muǾcizāt-ı saǾādeti zāhir u bāhir olmışdı. [22a] Ol
cümle-i muǾcizāt-ı şerįfelerinden biri oldur ki
Necāşį ki bilād-i Ĥabeşüň sulŧānı ve Yemen
iķlįminüň ħanı idi. Ebrehe nām begin Yemen
iķlimine vālį vü ĥākim gönderüb ĥazāyin-i vāfire ve
cevāhir-i fāħiresin beźl idüb ŚanǾan şehrinde bir
Ǿažįm kilisa bünyād ü įcād eyledi ve der ü dįvārın
laǾl ü cevāhir ile müzeyyen ü ārāste ķılub cemįǾ
eķālįm ü diyāre yesāġ eyledi kim KaǾbe-i şerįfe
kimse varmayub cemįǾ ümem ü eşrāf bunuň
kilisasına varub ŧavāf eyleyeler. Ehl-i Mekke- den
bir ǾArab-ı śāĥib-neseb ġayret ü ĥamiyyet idüb
Mekke-i Mükerremeden ķalķub ŚanǾan şehrine dek
teveccüh ü Ǿažįmet eyledi. Ve ol laǾl ü cevāhir ile

157
CAFER IYÂNÎ BEY

müzeyyen olan dįvārına ve kilisada olan putlarına


mühmilāt sürüb yine Mekke-i Mükerremeden yaňa
firār u ilġār eyledi. Ebreĥeye bu aĥvāl Ǿarż olunduķda
file süvār olub śayd u şikārda idi. Yemįn eyledi ki
filden inmeyem ve serāy-i sürūrıma dönmeyem tā
KaǾbeǿi yıķub vįrān ve ħākile yeksān itmeyince. Ve
bi’l-cümle seksen biň Ǿasker ve on iki biň fil ile Ye-
men iķlįminden ilġāridüb Mekke-i Mükerremenüň
eŧrāfına nüzūl idüb ehl-i KaǾbenüň develerin nehb
ü ġaret eylediler. Ol zamān ǾAbdülmuŧŧalib-i Mekkį
KaǾbenüň ulusı idi.Ehl-i Mekke ile ŧaşra çıķub
Ebreĥenüň ĥaymesine varub develerin ŧaleb eyle-
diler.Ebreĥe ķahķahā ile güldi ve eyitdi Ǿacebdür
ki KaǾbeňüzi dilek itmeyüb develeriňüzi recā ider-
süz.ǾAbdülmuŧŧalib eyitdi biz dervįş kişilerüz [22b]
deveciklerimüzüň śāĥibleriyüz develerimüz ŧaleb
iderüz.Ol evüň śāĥibi vardur.Kendü evin ķorumaġa
ķādirdür didiler. Ebreĥe ġażab u ĥiddete gelüb fi’l-
ĥāl bir beyāż file süvār olub ve ne deňlü mübālaġa
Ǿaskeri var ise fillerüň üzerine cengāller ve zencįrler
baġlayub taśnįf eylediler ki KaǾbe-i Mükerremenüň
ŧaşların birbirinden ayırub vįrān ve ħākile yeksān
eyleye. Ehl-i Mekke ol zemān KaǾbenüň ħalķasına
yapışub feryād u fiġān eylediler ki yā Rabbi senüň
eviň yaķmaġa Yemān-ı bāġį gelmişdür. Bizde kuv-
vet ü ķudret yoķdur.Ġayret ü ĥamiyyet senüňdür
diyü ŧaġlara ķaçub pinhān oldılar. Ebū Ŧālib rivāyet
ider ki ol zemān aśĥāb-i fil her ne ķadar fillere
iķdām u ibrām itdiler fāǿide itmeyüb filler ilerüye
gitmeyüb dizlerin çeküb KaǾbe-i Mükerremenüň
muķābelesinde secde eylediler. Ol maĥalde Ĥaķ celle
ve Ǿalā ebābįl ķuşların gönderüb emr eyledi ki siccįn

158
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ŧamusundan üçer dane ŧaş alub hevādan birer kāfirüň


üzerine bıraġub cümle aśĥāb-ı fįli helaķ eyleyeler.
Bu maǾnāya delįl-i ķavį ve bürhān-ı ķāŧıǾ Sūre-i Fįl
vāķiǾ olmuşdur.Erbāb-ı ĥikmet ve aśĥāb-ı ġayret
olanlara bu Ǿibret-i Ǿažįmedür ki cins-i beşerden
sāǿir ķabāǿil ü aķvām ile ol bed-encāmları ķatl u
intiķām itdür- mek ķābil ü münkin iken bir żaǾįf u
naĥįf maħlūķı ile bu deňlü ķuvvet ü ķudret ile gelen
Ǿaskeri ķatl ü helāk itdürdigine ĥikmet yine
ķullarına kendü źāt-ı kibriyāsınuň Ǿažamet ü
ķudretin [23a] bildürmek içündür.İmām Faħr-i Rāzį
raĥmetullāhi Ǿaleyh rivāyet ider her ŧaşuň üzerinde
birer kāfir adı bile yazılmışi- di. Ebābįl ķuşları ikişer
ayaķlarında ve minķārlarında birer ŧaş alub her biri
birer kāfirüň başlarından urub dübürlerinden
>dübürlerinden< çıķdı. Yine ol ŧaşlar siccįn
ŧamusına varub aślına ulaşdı didi.Bu kerāmet ol Ǿālį
ĥażretüň muǾcize-i şerįfleridür.Zįrā Ǿulemā vü fużelā
ittifāķ eylemişlerdür ki Ĥażret-i Resūl-i Ekrem
śallallāhu teǾālā Ǿaleyhi ve sellem fîl vaķǾası sene-
sinde dünyāya gelüb cihānı münevver eylemişdür.
İşbu meźkūr olan muǾcize-i şerįfe güneşden źerre ve
deryādan ķaŧredür. Ol Ĥażret-i risālet-penāh sallallāhu
Ǿaleyhi ve sellemüň muǾcize-i şerįfeleri taķrįr u taĥrįr
olınmaķ lāzım gelse dünyāda olan insān-ı kātib ve
eşcār-ı eķlām serįǾü’l-iķdām olsa ilā yevmi’l-ķıyām
biňde birin ve Ǿöşr-i Ǿāşirin yazmaġa ŧāķat ü ķudret
getürmeyelerdi. Ol Ĥażret-i sulŧān-ı dįn ve raĥmeten
lil-Ǿālemįnüň vālide-i mükerremeleri Emįne bint-i
Vehb rivāyet ü ĥikāyet ider çünki gözlerüm nūrı
oġlum Muĥammed Muśtafā sallallāhu teǾālā Ǿaleyhi
ve sellem ķudūm-i şerįf-i şeref-efzāları ile dünyāǿi
müzeyyen ü müşerref itmegi yaķın oldı nāgehān

159
CAFER IYÂNÎ BEY

evimden direk gibi bir Ǿažįm nūr Ǿıyān ve āsümāna


revān olub ol nūr-ı pür-sürūruň şevķi beni vālih u
ĥayrān idüb Ǿaķlum niçe zemān perįşān idicek me-
lekler śaf śaf gelüb evimi ŧavāf [23b] iderken her biri
śavt u śadā ve medĥ-i Muśŧafāi nidā ķılub
birbirlerine muştulayub dirlerdi kim bu gice ol
Ĥażret-i ħayrü’l- beşer ve şefįǾ-i rūz-i mahşer
geliser cümle dünyāǿi ol ehl-i įmān idiser diyü
şādān u ħandān ŧayerān eyle- diklerinden maǾadā
RebįǾü’l-evvel ayınuň on ikinci iśneyn gicesinde
nāgāh śaġıma baķub nigāh itdügüm gibi ķudret-i
Ĥaķ ile evimüň dįvārı yarılub iki şaķķ olub üç
ħātūn ile bį-pāyān ĥūrįler baňa Ǿıyān olub tevķįr u
iĥtirām ile selām virdiler ve çevre yanıma oturub
ol kān-ı mürüvvet yaǾnį ĥaźret-i risālet ve Resūl-i
ħurşįd-menziletüň gelmeginden ħaber virüb
eyitdiler ki
Li-müellifihi
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Şimdi senden ŧoġar ey kān-ı śafā
Bedr-i Ǿālem ol Muĥammed
Muśŧafā
Ol olısar KaǾbeǿi pāk eyleyen
Ceyb-i aśnāmı çeküb çāk eyleyen
Hem helāk ola elinde müşrikįn
Bula ķuvvet anuňile ehl-i dįn
Neŝr bundan śoňra iki melek cennetden döşek
getürüb riǾāyet ü ikrām ile döşegüm döşeyüb baňa
ĥüsn-i muhabbet ü mülāŧefet gösterdikleri gibi fi’l-ĥāl
Ĥażret-i ĥabįb-i MüteǾāl ve nūr-ı źü’l-celāl vücūda
gelüb ol şāh-ı kerįm dünyā[yı] cemāl-i cemįlleri ile
dārü’n-naǾįm eyledi.
160
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nažm
[mefāǾilün feǾilātün mefāǾilün feǾilün]
Münevver oldı cihān pertev-i cemālinden
Müşerref oldı zemān devlet-i viśālinden
Neŝr Şevāhidü’n-Nübüvvede ve sāǿir kütüb-i
muǾteberede mesŧūr u meźkūrdur ki ol ĥabįb-i ek-
rem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň [24a] vālide-i
mükerremeleri Emįne ħātūn rivāyet ü ĥikāyet ider.
Çünki oġlum Muĥammed Muśŧafā śallallāhu Ǿaleyhi
ve sellem dünyāya ķadem baśub cihānı müşerref ü
münevver eyledi ol sāǾat yüzin yire urub secde eyledi
ve mübārek dudaķların depredüb tekellüme başladı.
Sözin aňlamayub kelām-i dürer-bārına ķulaķ ŧutdum.
Söyledügi dürr-i gevherin ol dem aňladum.
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Ķadem baśduġı dem dünyā evine
Ķılub secde yüzin urdı zemįne
Ķulaķ ŧutdum niyāzına resūlüň
Didi işitdüm anası Emįne
Daħi maǾśūm iken ol faħr-i Ǿālem
DuǾā-i ħayr iderdi ümmetine
Zihį peyġamber-i śāĥib-şefāǾat
Ki çekdi ümmetin ħuld-i berįne
Ilāhį umaram rūz-i cezāda
ŞefāǾat eyleye ben
kemterine
Neŝr ǾAbdülmuŧŧalib-i Mekkį rivāyet ider ki
Ĥażret-i Resūl Ǿaleyhisselām dünyāya ķadem baśduġı

161
CAFER IYÂNÎ BEY

dem ben KaǾbe-i Mükerremenüň içinde idüm.Nāgāh


cemįǾ putlar yire düşüb secde eylediklerinden ġayri
KaǾbe-i muǾažžamanuň bināsı saķfından fevķine va-
rınca egilüb secde eyledi. Ve śavt-i aǾlā ile nidā
idüb eyitdi kim elĥamdulillāh şimdi ol peyġamber-i
Ĥaķ ve resūl-i muŧlaķ geldi kim beni putlardan
ķurtarub pāk eyler. Daħi dįn-i ĥaķķı ižhār idüb
müşrikįni helāk eyler. Yine bir ŧaş düşmeyüb
ķalķub ķıyām itdügin Ǿāmme-i nās Ǿaynen görüb
śavt-i KaǾbeǿi istimāǾ eyleyicek ǾAbdülmuŧŧalib
eydür ol dem bildüm ki bir peyġamber-i rūz-i
maĥşer cemāl-i muǾteberi ile dünyāyı rūşen ü
münevver itse gerekdür. [24b] KaǾbe-i Mükerreme
biň yıl müşrikįn elinde putħāne olduġı kütüb-i
muǾteberede mesŧūrdur. Çün ol sulŧān-ı Ǿālį- şānuň
ceddi ǾAbdülmuŧŧalib KaǾbe-i MuǾažžamanuň secde
itdügin ve medĥ-i Muśŧafāǿi śavt-i aǾlā ile nidā
itdügin istimāǾ eyleyüb yine saǾādet-ħānelerine rücūǾ
eyledi. ǾAbdullāhuň śulb-i pākinden Emįne ħātūn
ittiśāli ile ol nūr-ı Ħudā yaǾnį Ĥażret-i Muĥammed
Muśtafā dünyāya gelüb žuhūr itdügin ħaber virdi-
ler. Şād u ħandān olub elĥamdulillāh diyü şükr ey-
ledi. ǾUlemāǿ-i muĥaķķikįn ve fużalāǿ-i ehl-i yaķįn
ħuśūśan śāĥib-i Muĥammediyye Ǿaleyhi efđalü’t-
taĥiyye kitāb-i müsteŧābınuň nažm-ı dürer-bārın[da]
ǾAbdülmuŧŧalib ĥaķķında ehl-i įmāň ve müǿmin u
müselmān idügin beyān eylemişdür.
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Bu sözde müttefiķdür ehl-i edyāň
Ki ǾAbdülmuŧŧalibdi ehl-i įmān
İşitdi doġduġını oldı mesrūr
Didi elĥamdulillāh doġdı ol
nūr
162
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ķabāǿįl cemǾ olub geldi ke-māhį


Didiler doġdı ol nūr-ı ilāhį
Budur ol kim anı Allāhu
aǾžem CemįǾ enbiyādan itdi
ekrem
Ħaber virmişidi Tevrāt u İncįl
Ki Ĥaķ anı ķamudan itdi tebcįl
Pes aňa itdiler ġāyetde iǾžām
İderdi faħr anuňla ĥāśıla Ǿām
ǾAceb mi ger olursa yirde
mefħar Anuňla faħr ider gökde
melekler
Anuňla faħr ider evlād-ı Ādem
Anuňla faħr ider mecmūǾ-i
Ǿālem
Ne Ǿālem belki Allāh faħr ider
bil Anuňçün ķıldı ħalķdan anı
teclįl
Neŝr Ĥażret-i Enes ibn-i Mālik rađıyallāhu Ǿanh
rivāyet ider ol ĥażret ŧoġđuġı gice cemįǾ şeyāŧįn
merdūd olub gök yüzine çıķmaķdan menǾ olundı.
Zįrā ol ĥażretden evvel evlād-ı64[25a] şeyāŧįn gökyü-
zine çıķub meleklerüň āvāzın ve tesbįĥlerin istimāǾ
iderlerdi. Yine yiryüzine inüb şarķ u ġarba varub
baǾżı olıcaķ aĥvālden ħaber virürlerdi. Çünki ol şāh-
ı kevneyn ve māh-ı Ǿālemeyn dünyāya gelüb
ķadem baśdı ol gice Ĥaķ celle ve Ǿalā meleklere
emr eyle- di ki ateşden ĥarbeler ile rücūmen liş-
şeyāŧįn idüb göge çıķmaķdan menǾ ü nehy
eyleyeler. Evlād-ı şeyāŧįn her çend ki gök yüzine
çıķub meleklerden
64 Müellif nüshasında üzeri kapandı ı için okunamayan bu cümle Atıf
Efendi nüshasından alınmı tır.

163
CAFER IYÂNÎ BEY

bir ħaber istimāǾ eylemek murād eyleseler āsümāna


śuǾūd eyleyen şeyāŧįni ateş-i Ǿaźāb ile merdūd idüb
yaķub yaķarlardı. Evlād-ı şeyāŧįn bu ĥāli göricek bir
yire cemǾ olub babaları ǾAzāzįl ķatına gelüb śūret-i
ĥāli bir bir taķrįr eylediler. Ķoca şeyŧān-ı bed-gümān
şarķ u ġarba evlādın gönderüb perįşān itdürdi kim
sürǾat ü iķdām üzere dünyāǿi geşt ü güźerāň ve cihāňı
deverān idüb bunlara ħışm-i Raĥmān neden irişüb
semāvātdan menǾ olındıķlarınuň sebebin arayub
ħaber getüreler. Evlād-ı şeyāŧįn-i Ǿadüvvüllāh dünyāǿ
başdan başa gezüb KaǾbetullāh maĥalline geldükleri
gibi gördi kim ǾAbdullāhuň saǾādet-ħānelerinden tā
Ǿarşa varınca nūr-ı aǾžam pertev śalub cümle-i cihānı
münevver eylemiş ve KaǾbe şehrinüň eŧrāfın melek-
ler bölük bölük ŧavāf idüb birbirlerine ol şems-i
cihān ve nūr-ı Raĥmānuň vücūda geldügin
muştulayub āsümān u zemįnde şādān ŧayerān
eyledüklerin evlād-ı İblįs Ǿaynen müşāhede
eyledükleri eclden ataları olan ķoca İblįse varub bir
bir śūret-i ĥāli iǾlām itdiler. İblįs-i [25b] bed-įmān
bu sözi işidicek āh u fiġān ile ellerin yüzine urub
feryāda başladı ve eyitdi
Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Vücūda geldi mi ol nūr-ı aǾyān
ŞefįǾ-i muķtedā-yı ehl-i įmān
Bizi matrūd iden oldur Ħudādan
Sebeb oldur bize recme semādan
Neŝr diyü ol melǾūn ġāyet maĥzūn u maķbūň
olduġından māǾadā ol sulŧān-ı dįn ŧoġduġı gice ŧāķ-ı
Kisrā iki şaķķ olub diyar-ı küffar-ı füccārda ne deňlü
deyr ü kilisa var ise ekŝerįnüň ķubbesi ol gice yıķılub

164
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

niçe biň ruhbān-ı bed-āyįn mihman-ħānesi siccįn


olduġı deyr ü kilisadan cevāmiǾ u mesācid olmış
niçe mevāżiǾde Ǿalāmetleri ilā hāźa’l-ān mübeyyen
ü muǾayyendür
Nažm
[mefāǾįlün feǾilātün mefāǾįlün feǾilün ]
Ne geldi Ǿāleme źātından ekmel ü elŧaf
Ne gördi kimse vücūdından aĥsen ü eşref
Neŝr ve bi’l-cümle ol nūr-ı ĥażret günde bir aylıķ
ķadar ķuvvet bulub günden güne mübārek cemāli
güneş gibi münevver ve āfitāb-ı Ǿālem-tābdan en-
ver olurdı. Ĥażret-i ibn-i ǾAbbās ve KaǾbu’l-Aħbār
rađıyallāhu Ǿanhumā rivāyet iderler ol Ĥażret-i
Resūl-i śāĥib-uśūlden taķāża-i ĥācet ve bevl lāzım
gelse fi’l-ĥāl yer yarılub yutardı. Ol ĥażretüň Ǿālem-
i ŧufūliyetinden zemān-ı recūliyetine gelince ķażā-
i ĥācetin ve bevlin hiçbir kes görmüş degüldür
ve mübārek başı üzere bir pāre beyāż buluŧ
sayebān olurdı. Ol nūr-ı ilāh yaǾnį Ĥażret-i
risālet-penāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem iki yıl ve
dört [26a] aylık māh iken atası ǾAbdullāh vefāt idüb
altı yaşına iriş- dükde vālide-i mükerremeleri daħi
dünyādan āħirete rıħlet idicek dedesi
ǾAbdülmuŧŧalibe vaśiyyet eyledi ki ol ĥażrete ħiźmet
ü riǾāyet eyleye. ǾAbdülmuŧŧalib ol dürr-i yetimi
śadef-i sįnesinde cānı gibi eser-i yel- den yavuz
gözden pinhān idüb65 ħiźmet ü riǾāyetin cānına
minnet bildi. Nitekim ol ĥażret yetįm u ġarįb
ķalduġına bu ĥadįŝ-i şerif delįldür

65 Müellifnüshasında olmayan bu kelime anlamı tamamlaması sebe-


biyle Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

165
CAFER IYÂNÎ BEY

yaǾnį yetįmlere ve ġarįblere siz raĥm u şefķat


ve riǾāyet u ĥimāyet idüň. Zįrā ben śaġįr iken
yetįm ve büyük iken ġarįb idüm diyü buyurur. Ol
Resūl-i kām-yāb çün sekiz yıl ve iki aylıķ āfitāb oldı
ǾAbdülmuŧŧalib daħi işbu fāňįden serāy-ı beķāya
rıĥlet idüb vaśiyyet eyledi ki Ǿammįsi Ebū Ŧālib
ĥıfž u ĥırāset ve ol ĥażrete ħiźmet eyleye. Ebū Ŧālib
cānile ĥabįb-i Ĥażret-i Ǿİzzetüň ħiźmetine ŧālib u
rāġıb olub nūr-ı çeşmi gibi ĥimāyet u riǾāyet eyler-
di.ǾUlemā-i dįn ve fużelā-i ehl-i yaķįn ittifāķ itmiş-
lerdür ki Ĥażret-i rabbü’l-Ǿİzzet ol şems-i fażįleti
śaġįr iken yetįm eylemekden Allāhu aǾlem irādet-i
şerįfeleri babalarına ħiźmet ve muĥabbet itmeyüb
Ǿubūdiyyeti kendü źāt-ı kibriyāsına olmaķ içün idi.
Ve vālide-i mükerremelerine meveddet ü ħiźmeti ol-
mayub merĥamet ü şefķati ümmetine olmaķ içün idi.
Çün ol ĥabįb Ebū Ŧālib-i Mekkį yanında [26b] on
ikinci yaşına irişdi.Ebū Ŧālib bir gün Şām-ı şerįfe
ticāret içün Ǿažįmet itmegi niyyet eyledi.Ve ol ĥażreti
Şām-ı cennet-meşām[a] bile alub götürdi. Mekke-i
Mükerreme ile Şām-ı şerįf mābeyninde Cebel-i Ŧūr
dimekle meşhūr olan mevżiǾ-i mübāreke geldiklerin-
de meger anda Naśārānuň Ǿulemā vü fuķahāsından
Buĥayrā nām rāhib nice müddet riyāżet ve Ŧūr
ŧaġında bir maġārada Ǿibādet idüb Tevrāt ve İncįlde
görür kim Mekke-i Mükerremeden Muĥammed adlu
bir peyġamber žuhūr itse gerekdür ve ol ħatemü’l-
enbiyā olub bu mekānı gelüb müşerref itse gerekdür
ve ol sulŧān-ı dįnüň žuhūrına Ǿalāmet ol mekānda nice

166
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

rūzgārdan berü āb-ı revāndan ħālį bir ĥavż-ı Ǿālį


için- de māǿ-i cārįden eŝer ķalmamış ve bir zeytūn
aġacı devr-i ǾĮsā Ǿaleyhisselāmdan berü şecer-i bį-
ŝemer olub ol ķurumuş şecerüň ancaķ eŝeri
ķalmışidi. Ol şāh-ı cihān bu mekānı mihmān idinüb
geldügi zemān ķudret-i Raĥmān ile ol ĥavż-ı Ǿālįye
āb-ı revān dol- sa gerekdür ve ol bį-ŝemer olan şecer
tāzelenüb yap- rak virse gerekdür ve anuň mübārek
başı üzere bir pāre beyāż buluŧ sāyebān olub her
ķanġı cānibe mü- teveccih u seyrān itse bile revān
olub gidiserdür ve bir Ǿalāmeti daħi ol Ĥażret-i
Resūl her ķanġı ķapuya duħūl eylese śaġįr olan bāb
ķudret-i Vehhāb ile vāśiǾ u Ǿālį ola. Tā kim[27a] ol
Ĥażret zūr u zaĥmet çek- meye ve maĥall-i rükūǾa
müşābih olmaya diyü ol rāhib-i zāhid işbu
Ǿalāmātı görüb bilmişidi ve anuň ħāk-i Ǿİzzetine
irsem diyü cān virmişidi. Ol rāhib Naśārānuň ġāyet
kibārından ve Musevįlerüň śāĥib-i iftiħārlarından
olmaġın ol mekān-ı mübāreke ge- lüb mürūr iden
kārbāndan bir kimse gelüb ol rāhibe mülāķį
olmayınca ve anuň ħayr duǾāsın almayın- ca
geçüb gitmezlerdi. Ebū Ŧālib-i Mekkį ol zemān
kārbān-ı Ĥicāz ile gelüb ol mekāňı mihmān idündük-
leri gibi fi’l-ĥāl bi-Ǿināyetillāhi’l-Melikü’l-MüteǾāl
ol ĥavż-ı Ǿālįye Selsebįl-i cinān gibi āb-ı revān
dolduġından maǾadā ol bį-śemer şecer tāze yapraķ
virdügin rāĥib-i zāhid göricek şād u ħandān kārbān
cānibine müteveccih u revān olub gördi kim kārbān
ħalķınuň üzerlerine bir ebr-i66 beyāż sāyebān olmuş
ŧurur. Bildi kim Ĥażret-i faħr-i Ǿālem śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellemüň sāye-i hümā-āsāları ol mekānı
müstežıl

66 Müellifnüshasında olmayan bu kelime anlamı tamamlaması sebe-


biyle Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.
167
CAFER IYÂNÎ BEY

eylemişdür. Pes Buĥayrā rāhib ol ĥażretüň cemāl-i


bā-kemālin müşāhede eylemek ve ħāk-i Ǿizzetine
yüzin sürmek murād eyleyicek bir ķaśįr u śaġįr
ķapudan cemįǾ kārbān ħalķın żiyāfete daǾvet eyledi
ki Ǿināyet-i Vehhāb ķanġı źevi’l-elbāba fetĥ-i bāb ola
diyü cān gözi ile gözleridi. Ve āb-ı dįdesi dāǿim
aķub çaġlaridi.CemįǾ kārbān-ı Ĥicāž Ebū Ŧālib-i
Mekkį ile Buĥayrānuň ĥużūrına geldiler ve ol
zāhidüň [27b] elin būs idüb himmetin recā itdiler.
Gördi kim ol bāb-ı śaġįrde vüsǾat ü ĥareket yoķ.
Vālih ü bį-mecāl ķaldı.Buĥayrā zāhid Ebū Ŧālib-i
Mekkįye suǿāl eyle- di ki kārbān ħalķından hiç
kimesne ķalmış mıdur ki benüm meclis-i saǾādet-
enįsüme gelüb daħil olmamış ola. Eyitdiler hiç
kimesne ķalmadı illā Muĥammed adlu bir yetįm
oġlan ġāyet bį-dermān olub meclis-i Ǿālį-şānuňuza
gelmege liyāķati olmaduġı sebeb- den esbāb-ı
aĥmālimüz ĥıfžına alıķomuşuz didiler. Buĥayrā
rāhib eyitdi be-her ĥāl ol dürr-i yetįmi daħi getürüň
diyü ibrām u iķdām eyledi. Ebū Ŧālib ķalkub ol nūr-ı
ilāhįǿi getürdi ve Buĥayrānuň ĥużūrına yi- türdi.
Ķapudan içerü dāħil olduġı gibi ķudret-i Ħudā
ve irādet-i Kibriyā ile ol bāb-ı śaġįr üç zirāǾ
miķdārı yuķaru çekilüb vāsiǾ u Ǿālį olduġın śıġār u
kibār Ǿaynen müşāhede eylediler. Buĥayrā rāhib
bildi kim ol maķśūd u murād idündügi vücūd-ı Ǿālį-
nihād budur. Buĥayrā rāhib fi’l-ĥāl ol nūr-ı Yezdān
ve gül-i ħandānuň elin eline alub mübārek ayaķları
turābına yüzin sürüb eyitdi ey benüm nūr-ı dįdem
sen āħir zemān peyġamberi olsaň gerekdür.Ve senüň
ümmetüň şarķan ve ġarben dopŧolu olsa gerekdür
diyü ol ĥaźrete nübüvvet müjdesin ve risālet ħaberin
viricek Ĥażret-i risālet-penāh śallallāhu Ǿaleyhi ve

168
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

sellem [28a]meskenet ü ādāb ile cevāb-ı müsteŧāb


ey- ledi ki ben bir żaǾįfü’l-ĥāl ve yetįm-i bį-mecāl
Ǿabd-i MüteǾālem.Nūr-ı nübüvvete liyāķatüm ve
risālete istiĥķāķum yoķdur buyurıcaķ Buĥayrā eyitdi
elbette sen Resūl-i Kibriyā ve Ħātemü’l-Enbiyā
olsaň gerek- dür.Ben senüň nūr-ı nübüvvetine
yetişürsem ibtidā dįn-i saǾādet-āyįnüňe girüb
ümmet-ı lāyıķ-raĥmetüň olısarum lākin cenāb-ı
ĥażretüňden recā vü istidǾā iderem ki beni
duǾādan ferāmūş itmeyesinve baňa bir ĥüccet
iĥsān eyleyesin kim senüň ümmetüň keŝret ü ķuvvet
bulıcaķ bu mekānda mekįn olan mesākini rencįde
itmeyeler ve Naśārānuň Ǿulemā vü fuķahāsı
nāmında olan ruhbān-ı bį-dermānların tażyįķ u
āzürde itmeyeler. Buĥayrā rāhib bir cild-i ĥimāra
hüccet yazub Ĥażret-i Resūlullāh śallalāhu Ǿaleyhi
ve sellem mübārek śaġ elin zaǾferāna bulaşdurub ol
ĥüccetüň žahrına baśub taħattum eyledi. İlā ħāźe’l-
ān ruhbān-ı bed-gümān olanlar memālik-i İslāmiyede
olan tekālif-i Ǿörfiyeden muǾāfiyet daǾvāsın eyledük-
leri ol sulŧān-ı Ǿālį-nesebüň Ǿıtıķ-nāme-i şerįfeleri
āŝārıdur. Śoňra Ĥażret-iserver-i ķāyinat ve şefįǾ-i
mevcūdāŧa nübüvvet ü risālet ħilǾati geldükde ol
ĥüccetüň mażmūn-ı saǾādet-maķrūnın merǾį vü
muķarrer buyurmuşdur. Ĥattā kütüb-i tevārįħde
mesŧūr u meźkūrdur ki Ĥażret-i Resūlullāh śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellem miǾrāca Ǿurūc iderken cebel-i Ŧūra
uġrayub peyk-i Ĥażret-i Celįl yaǾnį Emįn-i Cibrįl
Ǿaleyhisselām[a] buyurdılar ki yā aħį Cebrāǿįl işbu
maķām-ı maġfiret-[28b]encāmda ibtidā baňa nübüv-
vetüm müjdesin ve risāletüm ħaberin viren Buĥayrā
rāhibdür. Imdi bu maķām-ı şerįfde bizüm daħi
eŝerimiz ķalsun diyü mübārek burāġuň ayaġı Ŧūr

169
CAFER IYÂNÎ BEY

ŧaġınuň ŧaşına ħamįre batar gibi batub ķalmışdur. İlā


hāźe’l-ān ol nişāň Ŧūr ŧaġında mübeyyen ü
Ǿıyāňdur. El-ĥāśılu’l-kelām ol zemān meclis-i
Buĥayrāda olan ehl-i Mekke taǾaccüb idüb
eyitdiler ki bu ne sırr-ı Ǿacįb ve ĥikmet-i ġarįbedür
ki böyle bir yetįm-i bį- dermān ve faķįr-i ħāŧır-
perįşān insān hiç peyġamber olmaķ ihtimāli var
mıdur. Lākin Ebū Ŧālib ol Ĥażret-i Ǿālį-
menziletüň ġāyet keŝret-i muǾcize-i şerįfelerin
müşāhede itmekle cān ile ol Ĥażrete meyl ü
muĥabbet ve derūnen ħiźmet eylerdi. Buĥayrā eyit-
di bu serverüň żābiŧ u ĥāfıžı kimlerdür.Didiler Ebū
Ŧālib-i Mekkįdür.Buĥayrā eyitdi bunı siz ġāyet ĥıfž
u ĥırāset idüb śaķlaň.Mebādā ķavm-i yehūdā işbu
nūr-ı Ħudāya bir ĥaŧā irişdüreler.Bunı muĥaķķaķ
bilüň Ǿan ķarįb Ĥażret-i ĥaķķuň ĥabįbi olub risālet ü
nübüvvet ħilǾati naśįb olıcaķdur didi.Ol dem ehl-i
Mekke eyit- diler bunuň Ǿalāmetin neden bildüň.
Buĥayrā gördügi Ǿalāmātı ve ol serverüň mübārek
başı üzere sāyebān olan buluŧ pāresin bunlara
gösterüb işbu Ǿalāmāt muǾcizāt-ı enbiyāǿ-ı
Ǿižāmdan ġayri kimseye mü- yesser degüldür
didi.Ol zemān Ebū Bekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu
Ǿanhu bile idi.Ebū Ŧālib Ebū Bekr ile Bilāl-i
Ĥabeşįǿi maǾan ķoşub yine Ĥażret-i Resūl-i Ǿālį-
himemi Mekke-i Mükerreme cānibine idħāl
[29a] ü irsāl idüb kendüleri Şam-ı şerįf yolına irtiĥāl
eylediler.Ĥaźret-i faħr-ı Ǿālem śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellem günden güne śadāķat ü istiķāmet ile maǾrūf
ve ķabāǿil mābeyninde dįn ü diyānet ile mevśūf
olmaġın nām-ı saǾādet-encāmına Muĥammed-i Emįn
dirlerdi. Emānetde ve diyānetde nažįri vü Ǿadįli
yoġidi.Nūr-ı nübüvvet cebhe-i şerįfelerinde ġāyet
rūşen ü mübey- yen idi.
170
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nažm
[mefāǾįlün mefāǾįlün feǾūlün]
Resūl idi gelürdi nūr-ı ilhām
Ve lįkin žāhir olmamışdı
İslām
Neŝr mübārek sinn-i şerįfleri yigirmi beşe irişicek
Ĥadįce-i Kübrā rađıyallahu Ǿanhā ĥażretlerin tezev-
vüc idüb Ĥadįceden Ķāsım ve Zeyneb ve Ruķiyye ve
Ümm-i Gülŝüm ve Fāŧıma nübüvvütden evvel
vücūda gelmişlerdür.ǾAbdullāh nübüvvetden śoňra
Ĥażret-i Ĥadįceden ve İbrāhįm Māriye-i
Ķıbtįyyeden žuhūra gelmişdür.Ĥażret-i Resūl-i
Ǿādil ve sultān-ı kāmil ķırķ yaşına vāśıl u dāħil
oldukdan śoňra Ĥażret-i Rabbü’l-Ǿİzzet tāc-ı
risālet ve ħilǾat-i nübüvvet vi- rüb vaĥy-i rabbānį
nāzil olduġı gibi nisvāndan ibtidā Ĥadįce
rađıyallāhu teǾālā Ǿanhā Resūl-i kibriyāya įmān
getürüb müslįme oldı. Ricālden Ĥażret-i Ebū
Bekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu Ǿanh ticāretde ve ġurbetde
bile yāri ve yoldaşın olmaġın ibtidā Resūl-i śāĥib-
uśūlüň risāletine ve ol şems-i hidāyetüň nūr-ı nübüv-
vetine įmān getürüb müslümān oldı. Ĥażret-i Ebū
Bekri’ś-Śıddįķuň sebeb-i taśdįķın ve ehl-i įmāň u
müslümān olduġınuň taĥķįķin bu vechle beyān bu-
yurmuşlardur. Günlerde bir gün Ebū Bekri’ś-Śıddįķ
rađıyallāhu Ǿanhu Şām diyārına ticāret ile gitmiş-
di. Yolda bir gice düş gördi kim gökyüzinden ay ve
güneş yire düşüb[29b] Ebū Bekri’ś-Śıddįķuň öňine
ķonar. Bir Ǿāķil ü kāmil rāhibe varub gördügi düşin
taķrįr u taǾbįr itdirür.Ol rāhib Ebū Bekrüň yüzine
baķub eyitdi sen ne yirdensin ve ķanġı ķabįledensin.
Ebū Bekr eyitdi ben Mekke-i Mükerreme diyārından
ve ķabįle-i Benį Hāşimdenem. Rāhib eyitdi muştuluķ
171
CAFER IYÂNÎ BEY

olsun saňa zemānuňda Muĥammed Muśŧafā adlu bir


kimesne çıķub peyġamberlük daǾvāsın itse gerek-
dür. Ol kimesne peyġamber-i Ĥaķ ve Resūlullāh-ı
muŧlaķ olısardur ve sen anuň yirine ķayim-maķām ve
merciǾ-i ħāś u Ǿām olsaň gerekdür. Daħi eyitdi
Li-müellifihi
[fāǾilātün fāǾilātün fāǾilātün fāǾilün]
Rāzdan birķaç sözüm vardur Ǿazįzüm diňle
sen Ser-güźeştüm saňa bir bir ideyüm taķrįr
ben

Görmişidiüm nām-ı pākin nüsħa-i tenzįlde


Hem Zebūr içinde hem Tevrātda İncįlde

Bulmuşidüm vaśf-ı naǾt-ı pākini ol serverüň


Bilmişidüm ħātemi oldur ķamu peyġamberüň

Śıdķile įmān getürdüm lįk gözlerdüm anı


Duymasun ķavm-i Naśārā diyü gizlerdüm anı

Neŝr diyü düşin taǾbįr ve gördügi rüǿyānuň aślın


taķrįr eyledi.Çün Ebū Bekri’ś-Śıddįķ rađıyallāhu
Ǿanh Şāmdan Mekkeye Ǿavdet idüb meclis-i Resūl
Ǿaleyhisselām[a] dāħil oldı. Fi’l-ĥāl Resūl-i
MüteǾāl Ebū Bekri dįne daǾvet idüb eyitdi yā Ebū
Bekr gel müslįmān ol ve Ǿaźāb-ı nārdan emįn ol.
Ebū Bekr eyitdi yā Muĥammed baňa muǾcizāt göster
saňa įmān getüreyüm diyicek Ĥażret-i server-i kāyināt
ve şefįǾ-i ǾArāśāt buyurdı yā Ebā Bekr saňa muǾcizāt
u beyyināt Şām yolında rāhibe taķrįr eyledigüň düş
yitmez mi benüm nübüvvetümden ol rāhib saňa
ħaber virmedi mi diyü taķrįr buyurduġı
birle[30a]Ĥażret-i sulŧān-ı Ǿālį-şānuň öňinde
kelime-i şehādet getürüb müslįmāň
172
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

oldı. Vaķtā kim‚‫و‬ 67 yaǾnį ol

sulŧān-ı dįn ve şefįǾan lil-müźnibįn Ǿālemlere raĥmet


ü hidāyet irsāl olundı. Ĥażret-i Ĥabįbullāh 68
diyü KaǾbe-i Mükerreme-
de daǾvet-i Ǿām itmege başlayub günden güne
muǾcizāt-ı Ǿaliyye ve beyyināt-ı celiyyeleri śudūr u
žuhūr itdüginden ġayri sāǾat be-sāǾat69 ol Ĥażret-i
risālet ve ħurşįd-menzilet ĥażretlerine Ĥaķ celleve
Ǿalā Cebrāǿįl-i Emįni gönderüb selām idüb buyurdı ki
ey benüm ĥabįbüm ve resūlüm ben zemįn u āsümānı
ve kevn ü mekānı senüň Ǿizzetüňe ħalķ eylemişüm.
Benüm cenāb-ı ĥażretümde ne maķśūd u murādum
varise cümle umūruň muĥaśśılu’l-merām itdüm diyü
ħiŧāb-ı Rabbü’l-Ǿİzzet vārid olıcaķ Ĥażret-i Resūl-i
kāyināt ve şefįǾ-i rūz-ı ǾAraśāt cenāb-ı ĥażrete yaǾnį
Ĥażret-i Rabbü’l-Ǿİzzete yüzin ŧutub dirdi kim yā
Rabbį cenāb-ı ĥażretüňden minnetüm ve dāǿimā
him- metüm ol żaǾįf-i ümmetümdür. Ķorķaram ki
sehv ü Ǿiśyān ve cürm ü ŧuġyān ile ehl-i nįrān
olalar. Ĥaķ subĥānehu ve teǾālā dergāh-ı aǾlāsından
vaĥy-i mübįn gelürdi kim yā Muĥammed bir avuç
ħāk nedür kim anuňçün minnet idesin. Sen benüm
ĥabįbüm olıcaķ cemįǾ varum senüň degül midür.
Yā Muĥammed günehkār-ı bį-miķdār ümmetüňden
her kimüň kim ŧaġlar ķadar günāhı olsa teb-i
ĥarāret ve envāǾ-ı ķaśāvet ile günāhından rücūǾ
idüb bir kerre tevbe vü inābet eylese ben anuň
günāhından geçüb [30b]ehl-i

67 (Ey Muhammed!) Seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik (En-


biya-107).
68 Ey nsanlar ben size gönderilmi bir peygamberim!
69 Müellif nüshasında olmayan bu kelime anlamı tamamlamasısebebiy-
le Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

173
CAFER IYÂNÎ BEY

cennet eyleyem ve senüň ümmetüň cennete girme-


yince sāǿir ümmetlere cennetlerüm ħarām eyleyem
diyü buyurdı. Ķaçan kim
70āyet-i kerįmesi nāzil oldıĤażret-i resūl-i Ħudā ve

maĥbūb-i Kibriyā küffār-ı bed-rāya ġazā itmege baş-


ladı. Ebū’l-Leyŝ Semerķandį raĥmetullāhi Ǿaleyh
Bostānü’l-ǾĀrifįnde eydür Ĥażret-i Resūlullāh
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem ĥażretlerinüň zemān-ı
saǾādetlerinde otuz altı ġazāsı ve baǾżı kütüb-i
muǾteberede ķırķ Ǿaded cihād u ġazāsı vāķiǾ olmuş-
dur dimişlerdür.On sekizinde bi’d-defaǾāt ol Ǿālį
ĥażret-i risālet teveccüh ü Ǿažįmet buyurmuşlardur.
Behcetü’t-Tevārįħde eydür ol sulŧān-ı dįn
ĥażretlerinüň yigirmi üç sefer-i žafer-eŝerleri vāķiǾ
olmuşdur.Ŧoķuzında bi’ź-źāt kendüleri ĥāżır olmuş-
lardur. İbtidā Ĥażret-i Resūl-i Kibriyā Ǿaleyhi
efđalü’t-teĥiyyāt baǾŝinden śoňra on iki ay geçicek
Vüddān nām maĥalle ǾUbeyde ibnü’l-Ĥāris
ĥażretlerin serdār idüb ķabįle-i Ķureyşi ve aśĥāb-
ıkirāmın gönderüb aǾrāb-ı bed-fiǾāl ile ķıtāl u cidāl
itdürüb fırśat u nuśretle aśĥāb-ı ĥażret Ǿavdet ü ricǾat
eylediler.Vaķtākim71
āyet-i kerįmesi nāzil oldıĤażret-i Resūl Ǿaleyhiśśalātu
ve vesselām Mekke-i Mükerremede baǾde’l-vaĥy on
üç yıl temām daǾvet-i Ǿāmmidüb nice muǾcizāt-
ı Ǿālįlerin ižhār idüb Ǿāķıbetü’l-emr Medįne-I
Münev- vereye muĥācirįn ile hicret eyledi. Medįne-i
Münev- vereye gelüb devlet ü Ǿizzetle dāħil
olduķdan śoňra Uĥud ġazāsı vāķiǾ [31a]olub anda
daħi nice yüz biň

70 Allah’a ortak ko anları artık buldu unuz yerde öldürün (Tevbe-5).


71 “Ey Peygamber! Rabbinden sana indirileni tebliğ et.” (Mâide :
67)

174
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

muǾcizāt u beyyināt gösterüb on yıl Medįne-i Mü-


nevverede iķamet ve Ǿāmme-i ħalķı dįne daǾvet eyle-
di.ol server-i Ǿālį-tebār ve Resūl-i Kird-gār dįn ü
İslāmı temām āşikār idüb zemān-ı nübüvvet ve āvān-
ı risāletden ķırķ biňden ziyāde Ǿālį-nihāde
muǾcizātın gösterüb şeref-i įmān ile müşerref eyledi.
Ebį BezreǾa rađıyallāhu Ǿanh rivāyetinde aśĥāb-ı
kirām ĥesāba śıġmaz velįkin bu ķadar var ki
haccetü’l-vedāǾ ki Ĥażret-i risālet-penāh śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellemüň āħir ĥaccıdur. Ol vaķt śaĥābe
ķırķ biň idi ve Tebük ġazāsında yetmiş biň śaĥābe-i
Ǿižām ĥażır u mevcūd olmuşlar idi. Ebū ǾÖmer
radıyallāhu Ǿanh rivāyetinde Ĥażret-i sulŧān-ı dįn ve
raĥmeten lil-Ǿālemįn serāy-ı dünyādan dārü’l-
beķāya intiķal üirtiĥāli zemānında śaĥābe-i kirām
yüz yigirmi dört biň olmuşlar idi diyü beyān
buyurmuşdur.Ĥażret-i Resūl-i Ekrem śallallāhu
Ǿaleyhi ve sellemüň elfāž-ı dürer-bārından ĥadįŝ-i
şerįf istimāǾ idüb naķl idenler yedi nefer
kimesneler- dür.Ebū Hüreyre ve Ĥażret-i İbn-i
ǾÖmer ve Ĥażret-i ǾĀyişe-i Śıddįķa ve Ĥażret-i
Cābir veĤażret-i İbn-i ǾAbbās ve Ĥażret-i Enes ve
Ĥażret-i ǾAbdullāh ibn-i ǾÖmer ve İbnü’l-
ǾĀśdur.Ve Ǿaşere-i mübeşşere on nefer śaĥābe-i
Ǿižāmdur.Ĥażret-i Ebū Bekri’ś-Śıddįķ Ĥażret-i
ǾÖmer Ĥażret-i ǾOŝmān Ĥażret-i ǾAlį Ĥażret-i
Ŧalĥa Ĥażret-i Zübeyr Ĥażret-i SaǾd ibn-i Ebį
Vaķķāś ve SaǾd ibn-i Zeyd Ĥażret-i Abdurrahmān
ibn-i Avf Ĥażret-i ǾUbeyde ibnü’l-Cerrāĥdur
rađıyallāhu teǾālā Ǿanhum ecmaǾįn. Ĥażret-i Ŧalĥa
Uĥud [31b]ġazāsında yetmiş yerde cerāĥat yiyüb
mübārek eli Ǿamelden ķalmış idi. Ĥażret-i Resūlullāh
Ǿaleyhiśśalātu vesselām bunuň ĥaķķında şehįd gör-
mek isteyen kimesneler Ŧalĥaǿi görsün diyü buyur-
175
CAFER IYÂNÎ BEY

muşlardur.Tārįħ-i Hicretüň otuz altısında altmış dört


yaşına irdükden śoňra Mervān ibnü’l-Ĥakem elinde
şehįd olundı. Ve baǾżılar mübarek boġazına oķ irişüb
şehįd oldı didiler. Baśrada medfūndur.Ĥażret-i Zü-
beyr ġāyet bahādır kişi idi.Medįne ve Ĥabeşe hicre-
tinde ve ġazālarda bile idi.ǾArayiż ġazāsında Ĥażret-i
Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem Zübeyrüň
ĥaķķında atam anam senüň yoluňa fedā olsun diyü
buyurmuşdur.Tārįħ-i hicretüň otuz altı senesinde
Ǿömr-i şerįfleri altmış üç yaşına irdükden śoňra ceng-i
Cemelde şehįd olmuşdur ve baǾżıları Baśra vilayetin-
de şehįd olduġın taśrįĥ eylemişler.Ĥażret-i SaǾd ibn-i
Ebį Vaķķās rađıyallāhu Ǿanhu cemįǾ ġazālarda
server-i enbiyā Ǿaleyhisselāmdan müfāraķat eyleme-
yüb ĥāżır bulunmuşlardur.On yedi yaşında įmāna
gelmişlerdür.Fāris-i İslāmdur. Uĥud ġazāsında temām
biň oķ atmışlardur. Bunlara daħi Uĥud gazāsında
Zübeyrebuyurduķları gibi oķ atariken
buyurmuşlardur. YaǾnį anam ve atam saňa fedā olsun
buyurdı. Zįrā ķabāǿil-i ǾArabda ķāǾide-i
muǾayyenedür ki birinden bir fiǾl-i ĥasene śādır
olsa taĥsįn maĥallinde atam anam saňa fedā olsun
dirler. Meşhūrdur SaǾd bin Vaķķāś ĥażretleri
Ĥażret-i ǾÖmer rađıyallāhu Ǿanh ħilāfeti zemānında
ķatı çoķ vilāyetler fetĥ eylemişdür. Hicretüň elli
beşinci [32a] tārįħinde Ǿömr-i şerįfleri yetmişden
ziyāde idi.Aķįķde şehįd olub Medįnede
medfūndur.Ĥażret-i SaǾd ibn-i Zeyd bunlar daħi
ħiźmet-i şerįf-i Resūl
Ǿaleyhisselāmdan hergiz yüz döndürmeyüb her
ġazālarda bile idiler.Aķįķ nām maĥalde hicretüň elli
birinci yılında vefāt idüb Ǿömr-i şerįfleri yetmişden
ziyāde idi. Medįne-i Münevvereye getürüb defn itdi-

176
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ler.Ĥażret-i ǾAbdurraĥmān ibn-iǾAvf Medįneye hic-


retinde ve Bedr ġazāsından ġayri cemįǾ ġazālarda
Ĥażret-i Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem ile
bile idiler.Śaĥābenüň aġniyāsındandur.Uĥud
ġazāsında yigirmi yerde cerāĥat yiyüb bunlaruň
menāķıb-ı şerįfeleri ġāyet çokdur.Ĥażret-i risālet-
penāh śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem bunlaruň ĥaķķında
ǾAbduraĥmān yirlerde ve göklerde emįndür diyü
bu- yurmuşlardur.ǾÖmr-i şerįfleri yetmiş beşde
iken hicretüň otuz ikisinde vefāt
eylemişlerdür.ǾUbeyde ibnü’l-Cerrāĥ ĥażretleri
cemįǾ ġazālarda ve Ĥabeşe hicretinde bile
idi.Bunlaruň ĥaķķında Ĥażret-i Resūl-i Ekrem
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellem emįn-i hāźe’l- ümmet
diyü buyurmuşdur.Uĥud ġazāsında ġayet çok
dilāverlikler itmişdür.Resūlullāh śallallāhu Ǿaleyhi ve
sellemüň ŧolġa ħalķalarından iki ħalķa mübarek yüz-
lerine girüb batmış idi.Çıķarub timār itmişdür ve ba-
bası Bedr ġazāsında kāfir idi.Kendüye esįr oldı. Dįn-i
İslāmı ķabūl itmedügi eclden fi’l-ĥāl ķatl eyledi.
Aśĥāb-ı kirām dįn-i İslām uġurına böyle çalışurlardı.
Dįn-i saǾādet-āyįn ġayretine oġulların ve babaların
ve kendü nefs-i nefįslerin fedā eylemek yanlarında
miķdār-ı źerre degül idi rıđvānullāhi[32b] teǾālā
Ǿaleyhim ecmaǾįn.Elli sekiz yaşında iken hicretüň on
sekizinci yılında vefāt eylemişlerdür. Behcetü’t-
Tevārįħde eydür Ĥażret-i server-i enbiyā
Ǿaleyhisselāmuň ħiźmetkār ve cāriyeleri altmışa
ķarįbdür ve baǾżılar ķırķ yedidür didiler ve baǾżılar
āzād olmuş ķulları ķırķ üç ve cāriyeleri on birdür ve
ħiźmetkārları altı neferdür ķatǾā kendü ħiźmet-i
şerįflerinden bir an ve bir sāǾat cüdā olmazlardı. Biri-
si Esmā ibn-i Mālik ve RebįǾa bin ǾĀmir ĥażretleri

177
CAFER IYÂNÎ BEY

ķatırlarına tįmār iderdi. Ve İbn-i MesǾūd ĥażretleri


mübārek paşmaķlarını ķoynuna ķoyub śaķlardı ve
kitābet ile maǾrūf olan aśhāb-ı kirāmı yigirmi yedi-
dür. Zeyd ibn-i Ŝābit ve MuǾāviye ibn-i
Süfyānĥażretleri āsitāne-i nübüvvetden bir an ħālį ol-
mazlardı ve ālāt-ı ĥarbden ĥażret-i risālet-penāh
ĥażretlerinüň sekiz ķılıcı ve dört gönderi ve üç zırhı
ve dört yayları ve bir ķalķanları ve iki sancaķları ki
biri beyāż ve biri siyāh idi ve bir tolġaları ve yedi
Ǿaded atları ve dört ķatırları ve bir merkebleri ve
dört develeri ve yüzden ziyāde ķoyunları var
idi.Ve ol ĥażret-i sulŧān-ı dįnüň on iki serpūşįde
ħatūnları var idi.Evvelkisi ümmü’l-müǿminįn
ǾĀyişe-i Śıddįķadur. Ĥażret-i risālet ve kāň-ı
Ǿadālet anları bākire almış- lardur.İkincisi
ĥażreti Ĥadįcedür.Anlardan yedi
evlād-ı pāķ-nihād vücūda geldügi bālāda źikr olun-
muşdur.Bir Ķāsım ve Ŧayyib ve Ŧāhir ve Fātıma ve
Ümm-i Gülŝüm ve Ruķiyye[33a] ve yedincisi Zey-
nebdür.Zeynebi ĥażret-i server-i kāyināt Ǿaleyhi
efđalü’ś-śalavāt Ebu’l-ǾĀś rađıyallāhu Ǿanh
ĥażretlerine nikāh ile virmişdür.Ve Ruķiyeǿi [ǾUtbe
ibn-i] Ebū Lehebe virmiş iken henüz ĥalvet olmadan
Tebbet Sūresi nāzil olmaġla ol sāǾat tefrįķ idüb
ĥażret-i ǾOŝmāna rađıyallāhu Ǿanh virmişdür. Ve
Ümm-i Gülŝümi daħi ǾUķbe ibn-i Ebį Lehebe virüb
nikāhı taĥtında iken ĥalvet olmadan bunı daħi
Ruķiyye ile maǾan tefrįķ idüb Ruķiyyenüň vefātından
üç yıl geçdikden śoňra anı daħi ǾOŝmān bin ǾAfvān
ĥażretlerine virmişdür.Fāŧımatü’z-Zehrā rađıyallāhu
Ǿanhā ĥażretlerini İmām ǾAlį ibn-i Ebį Ŧālib
kerremallāhu vechehu ĥażretlerine virüb Fāŧımadan
Ĥażret-i İmām ǾAlįnüň altı evlādı vücūda
gelmişdür.
178
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Ĥażret-iĤüseyin ve ĥażret-i İmām Ĥasan üçüncisi


Muĥsindür ve ünŝādan Zeyneb ve Ümm-i Gülŝüm ve
Ruķiyyedür.üçünci ħatunları Ĥażret-i Sevde dördün-
cisi Ümm-i Seleme beşincisi Zeyneb bint-iCaĥşdür.
Altıncısı Hafśa bint-i ǾÖmer yedincisi Ümm-i Cü-
veyriye sekizincisi Zeyneb bint-i Ĥüzeyme
ŧoķuzuncısı Meymūne onuncusı Śafiyye on birinci
Ümm-i Ĥabįbe on ikincisi Reyĥāne bint-i Zeyddür.
Resūl-i Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemüň zemān-ı
şerįflerinde ĥażret-iĤadįce ve Zeyneb bint-i Ĥüzeyme
vefāt eylemişlerdür.Ve bunlardan māǾadā on sekiz
ser-pūşįdeye nikāh idüb ĥalvet olmadan her birini bir
sebeb ile ıŧlāķ buyurmuşlardur.Ve dört cāriyeleri var-
dur.Birisi Mariye-i Ķibtiye bint-i ŞemǾūndur ki [33b]
anlardan Ĥażret-i İbrāhįm vücūda gelmişdür.Ol
Ĥażrete ve kāň-ı mürüvvete Mıśır sulŧānı göndermi-
şidi.Ikincisi Reyĥāne72 bint-i Zeyddür.Ve birin ol
Ĥażret-i sulŧān-ı Ǿālį-şāňuň Zeyneb bint-ı Caĥş nām
ħātūnı hibe eylemişdür.Ve birin ġazāda ele
getürmüş- lerdür rıđvānullāhi teǾālā Ǿaleyhim
ecmaǾįn.
Ħātimetü’l-Kitāb
Ol Ĥażret-i ħayrü’l-beşer ve şefiǾ-i rūz-ı maĥşer
śallallāhu Ǿaleyhi vesellem mādāretü’ş-şemsi ve’l-
ķamer nūr-ı źāt ve mebdeǿ-i kāyināt iken nice ker-
re yüz biň Ǿālemi seyr idüb śūret-i beşerde ħātemü’l
enbiyâǿ olunca bunca maķāmāt-ı celiyyelerin
çünkim taĥrįr etdük ve bunca Ǿacāyib muǾcizāt-ı
Ǿālį selāŧįn bi-Ǿināyetillāhi’l-Melikü’l-Ķadįr tasŧįr
itdük. Lāyıķ oldur ki yine Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalānuň ķudret ü ĥikmeti ve Ǿibret ü Ǿažameti
beyānı ile bu kitāb-ı

72 Metinde “rey nedür” eklinde yazılmı tır.


179
CAFER IYÂNÎ BEY

saǾādet-encāmı itmām u iħtitām eyleyevüz. Tā kim


kāffe-i müǿminįn ve Ǿāmme-i muvaĥĥidįn Ĥażret-i
Rabbü’l-Ǿālemįnüň Ǿibret ü ĥikmetin ve kemāl-i
ķudretin bilüb şükr-i Ħudā eyleyeler. Bā-vücūd
bu turāb-ı aķdām ve eķallü’l-enām yaǾnį CaǾfer-
i Ǿabd-i müstehāmı daħi ħayr duǾā ile ber-devām
ve muĥaśśılu’l-merām itmege iĥsān-ı tām
ideler.DuǾā-i ħayra muĥtāc bir żaǾįfü’l-ĥāl ve
naĥįfü’l-maķāl Ǿabd-i bį-mecāldür.
Ĥikāyet
Müfessirįn ü muĥaddiŝįn olan muĥaķķiķįnden
mervįdür ĥuśūśan tefsįr-i ŜaǾlebįde Ĥaķ teǾālānuň
Ǿažamet ü kibriyāsı beyānında NuǾmān ibn-i
ǾĀmir ve CaǾfer ibn-i Muĥammed babalarından
ve anlar daħi ecdādından rivāyet ü ĥikāyet iderler
ĥażret-i [34a] Ĥaķ ve Feyyāż-ı muŧlaķ çünki Ǿarşı
yaradub kemāl-i ķudreti ve envāǾ-ı ĥikmeti üzere
ķarār itdür- di. Ĥaraķyāǿil adlu bir Ǿažįmü’ş-şemāǿil
melek ħalķ eyledi ve aňa on sekiz biň ķanad virdi ve
her ķanaduň bir ķanādına varınca beşer yüz yıllıķ
yol Ǿažamet ü vüsǾat virdüginden māǾadā başı
Ǿarş-ı aǾlāda ve ayaķları yedi ķat yirden aşaġı
taĥte’ŝ-serāda idi. Ol melek secdeye varub eyitdi
ilāhį seyyidį ve mevlāyį çün baňa bu deňlü
Ǿažamet ü ķudret virdüň senüň Ǿarş-ı aǾlāňı
ibtidāsından intihāsına varınca görmek dilerüm diyü
recā eyledi. Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā ol melege
vaĥy eyledi ki murādınca varub ŧayerān ve ķuvveti
yetdükçe Ǿarşum intihāsına varunca cevelān u
seyerān eyleye. Pes ol melek bu deňlü ķuvvet ü
ķudret ile yigirmi biň yıl ķanād urup uçdı. Henüz
Ǿarş-ı aǾlānuň bir ķāyimesinüň rubǾına irişmedi.Ĥaķ
Subĥānehu ve teǾālā ol meleküň ķuvvetin ve

180
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

ķanādların bir ol deňlü daħi ziyāde eyledi ki ķuvvet


ile uçub Ǿarş-ı aǾlānuň Ǿažametin müşāhede
eyleye. Yine ol melek otuz altı biň kanād ile her
ķanādından bir ķanādına varınca biňer yıllıķ yol
vüsǾat ü Ǿažamet ve bu deňlü ķuvvet ü ķudretiyle
otuz biň yıl temām yine uçub cevelān eyledi. Henüz
Ǿarşuň nıśfına iriş- medi. Yine Ĥażret-i Ĥaķ ol
melege vaĥy eyledi ki yā melek bu deňlü ķuvvet
[34b] ü Ǿažamet birle eger ķıyāmete deķ daħi
uçarsaň Ǿarşımuň intihāsına iriş- mek mecāle
muĥaldür diyü buyurıcaķ ol melek Ĥaķ teǾālā
ĥażretlerinüň Ǿažamet ü ķudretine taǾaccüb
idüb 73 diyü nidā eyledi. Ĥaķ
Subĥānehu ve TeǾālā 74āyetin inzāl

eyledi.Ĥażret-i Resūl-i Ekrem śallallāhu Ǿaleyhi ve


sellem yaǾnį ฀
tesbįĥin sücūduňuzda ķırāǿat idüň diyü buyurdı.
Yine KaǾb el-Aħbārdan mervįdür vaķtā kim ĥażret-i
Ĥaķ Ǿarşı bu deňlü rifǾat ü ķudret ve vüsǾat ü
Ǿažamet bir- le ħalķ eyledi Ǿarş kendünüň Ǿažamet
ü vüsǾatine maġrūr olub eyitdi bencileyin ķuvvet ü
ķudretlü ve Ǿažamet ü heybetlü Ĥaķ teǾālānuň bir
daħi maħlūķı yoķdur diyü maġrūr olıcaķ Ĥażret-i
Ĥaķ celle ve Ǿalā kemāl-i ķudret ve aśnāf-ı Ǿažameti
birle bir Ǿažįm yı- lan ħalķ eyleyüb emr eyledi ki
Ǿarş-ı aǾlāyı ŧoķuz ķat ħalķa olub ķuşada ve ol
yılana Ĥażret-i Ĥaķ celle ve Ǿalā yetmiş biň ķanād
virdi ve her ķanādda yetmiş biň rįşe yaǾnį yetmiş biň
ķıl virdi. Ve her rįşeye yetmiş biň baş ve her başa
yetmiş biň dil virdi. Her gün Ĥażret-i Ĥaķ celle ve
Ǿalāya dünyāda olan deryālaruň

73 Büyük Allah eksikliklerden münezzehtir(uzaktır).


74 Yüce Rabbinin adını tespih et (A’lâ-1).
181
CAFER IYÂNÎ BEY

ķaŧarātı ve eşcār u aĥcāruň miķdārı ve cemįǾ


melāikenüň ve dünyāda olan maħlūķātuň Ǿadedi
ķadar tesbįĥ u tehlįl ider. Pes ol Ǿažįm yılan Ǿarş-ı
[35a] Ǿažįmi ŧoķuz kerre başdan başa dolanub ķuşatdı
henüz Ǿarş ol yılanuň nıśfına irişmedi.ǾArş-ı
aǾlā Ĥażret-i Cenāb-ı Kibriyāya ĥamd ü ŝenā idüb
ižhār-ı teźellül eyledi.Ĥażret-i Cābir rađıyallāhu
Ǿanh Ĥażret-i server-i enbiyā
Muĥammed Muśŧafā
śallallāhu Ǿaleyhi ve sellemden rivāyet ider ĥamele-i
Ǿarş olan melekler dört Ǿažįm melekdür.Her birinüň
omuzlarından boyunlarına varınca yedişer yüz yıllıķ
yoldur.Ve ayaķları yedi ķat yirden aşaġı taĥte’ŝ-
ŝerāda ve başları yedinci Ǿarşdan
yuķarıdadur.Tesbįĥ iderken bunlaruň āvāzın insān
istimāǾ eylese āvāzları heybetinden dügeli ħalāyıķ
helāk olurlardı buyurur. Ĥuśūśan Ǿarş-ı aǾlānuň
eŧrāfında yüz biň śaf melāyike vardur. Her birinüň
Ǿažametine erbāb-ı Ǿuķūlüň Ǿaķılları
yetişmez.Cümlesi źikr ü tesbįĥe meşġūllerdür. Eyyām
u leyālįde bir an ħālį olmazlar. Her birinüň ayaġı
baśduġı yer yedi biň yıllıķ yoldur. Ĥażret-i
Rabbü’l-Ǿİzzetüň bu Ǿažamet ü Ǿibreti ehl-i baśįret
olanlara maĥż-ı naśįĥat ve ħaber-i ĥaķįķat kifāyet ey-
ler. Ĥikāyet CāmiǾü’t-Tevārįħde müfessirįn ü
muĥaddiŝįn rivāyet eyler Ĥażret-i Mūsā śalavātullāhi
Ǿalā nebiyyinā ve Ǿaleyh Ŧūr ŧaġına giderken ħāŧırına
ħuŧūr eyledi ki ol nūr-ı kāyināt ve manžūr-ı bį-
cihātdan suǿāl ide kim Ebu’l-beşer Ĥażret-i Ādem
peyġamberden muķaddem ne Ǿālemler ħalķ idüb
kimleri yaratdı Ǿacāyib-i ķudretlerinden ħaber istimāǾ
itmegi murād eyleyicek pes biň şerm ü ĥayā ile Mūsā
Ǿaleyhisselām Ŧūr ŧaġında münācāt çāġında yüzin
yire urub [35b] eyitdi yā Rabbi Ĥażret-i Ādem-i
182
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Śafįden evvel hiç dünyā vü mā-fįhā var mıydı ve


dünyāya kimler iskān u evŧān itdürüb ne maķūle
Ǿālemler ħalķ eyledüň kemāl-i keremün ve Ǿuluvv-i
himemüňden baňa iǾlām eyle diyü niyāz u iltimās
ey- ledi. Fi’l-ĥāl cānib-i Ħudādan nidā geldi kim yā
Mūsā benüm ĥikmet ü Ǿažametüme insān-ı bį-
dermān ŧāķat ü ķudret getürimez ve benüm kemāl-i
śunǾ u Ǿilmüm bilmede erbāb-ı Ǿuķūlüň Ǿaķılları
irişmez. Fe-emmā çünkim benüm cenāb-ı
kibriyāmdan suǿāl eyledüň ve benüm ķudret u
Ǿažametüm bilmegi murād eyledüň. Yā Mūsā çün
irādet-i ezeliyyem bu emr üzere müncer oldı ki
mecmūǾ-ı kāinātı yekser ve cemįǾ Ǿālemleri
berāber ķılam. Evvelā muĥaķķaķ bil kim ĥabįbüm
Muĥammed Muśŧafānuň nūr-ı pākin yaratdum. An-
dan śoňra atan Ādemden muķaddem biň Ǿālem ħalķ
eyledüm. Her Ǿālemüň Ǿömri müddetin elli biň yıl ey-
ledüm. Ve işbu Ǿālemlerden biri ħarāb olub elli biň yıl
geçmeyince Ǿālem daħi yaratmazdum. Bu üslūb üze-
re nihāyetine ve ġāyetine irişdi. Andan śoňra bir
ŧāǿife yaratdum ki bunlardan iki şekl birbirine
muvāfık u muŧābıķ degül idi. Bu ŧāǿife daħi elli biň
yıl ŝebāt u ĥayāt bulub bu mihmān-ħānede ve bu
vįrānede ulu Ǿimāretler yapup ġāyet maġrūr ve
dünyāyı maǾmūr idelüm diyü saǾy eylediler. ǾĀķıbet
bu ŧāǿife baňa Ǿāśi olduķları sebebden anları helāk
idüb yine dünyāǿi elli biň yıl temām ħakile yeksān
ve ħarāb u vįrān eyledüm. Dünyāǿi ser-cümle
başdan başa āb eyledüm. Biň yıl temām yiryüzin
deryāya ġarķ ve śuya müstaġraķ idüb [36a] her
ŧarafa aķardı. Cins-i İnsāndan ve ĥayvāndan kimse
yoġidi kim ol deryādan bir içim śu içeydi. Biň yıldan
śoňra ķudret ü Ǿažametüm ile bir Ǿažįm u mehįb śu
śıġırın yaratdum.
183
CAFER IYÂNÎ BEY

Ol deryā-yı bį-pāyānı ve ol baĥr-i bį-kerānı bir dem-


de içdi. Şöyle kim ol deryā-yı bį-pāyāndan bir ķaŧre
śu ķalmadı. Andan śoňra bir ŧāǿife-i keŝįre daħi
yarat- dum ki cüŝŝede bal arusından küçürek ve
siňekden büyücek idi. Ve bu ŧāǿife-i keŝįreye ol
mehįb ve Ǿacįb Ǿažįm cāmūsı ġıdā itdürdüm ki
doyunca yiyeler. Ol ŧāǿife daħi źikr olınan cāmūsı
elli biň yıl ġıdā idinüb yidiler. Şöyle ki ol cāmūsuň
eŝer-i laĥmı ķalmadı. ǾĀķıbetü’l-emr ol ŧāǿife daħi
niǾmetüm ferāmūş idüb baňa Ǿāśį oldılar. Bunları
daħi helāk idüb yine yiryüzi elli biň yıl ħarāb u
yebāb ķaldıķdan śoňra envāǾ-i ĥikmetüm ve
kemāl-i ķudretüm ile ħāliś beyāż gü- mişden elli
biň şehr yaratdum. Ve her şehrüň içinde ħāliś
altundan elli biň ķaśr-ı zįbā ħalķ eyledüm. Ve ol
şehrüň ķaśrlaruň içini sükkerden ŧatlı ħardal dānesiyle
mālāmāl ve ŧopŧolu eyledüm.Andan śoňra bir Ǿažįm u
mehįb ķuş ħalķ eyledüm ki anuň Ǿažamet ü
mehābetine Ǿaķıllar irişmezdi.Ol mürġ-i Ǿažįme źikr
olınan şehr- leri ve ķaśrları teslįm itdüm ki bu
ĥardal dānelerin yiyüb ġıdā idine. Ve ħardal
dāneleri tükenüb ķalmayıcaķ anuň Ǿömri daħi
temām ola diyü taķrįr eyledüm. Ol mürġ-i mehįb
ölüm ħavfından günde bir ħardal dānesin [36b] ġıdā
idinüb yirdi.Āħirü’l-emr ol dāneler temām olub ol
ķuşuň daħi Ǿömri āħire irdi. Andan śoňra yetmiş
biň yıl yiryüzi ħālį ve ħarābe ķalub
maħlūķātımdan bir ferd dünyāda ķalmayıcaķ yine
ķudretüm ižhār ve ĥikmet ü Ǿažametüm āşikār idüb
yetmiş biň dürlü cānvarları yaratdum. Her dürlü
cānvarların Ǿömrini biňer yıl taķdįr eyledüm tā kim
bunlardan birisi helāk olub yetmiş biň yıl
geçmeyince ve yir yüzi ħarābe ķalmayınca bir ŧāǿife
daħi ħalķ ey- lemezdüm. Āħirü’l-emr bunları daħi
helāk eyledüm.
184
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Andan Ǿālemi ħālį ķomayub on biň ādemi ħalķ eyle-


düm.Her ādemüň źürriyyātını birbirlerinden ayırub
her birinüň Ǿömrini onar biň yıl eyledüm. Bunlar daħi
temām yetmiş biň yıl bu vįrān-ı miĥnet-ābādda ĥayāt
bulub seyrān eylediler. ǾĀķıbet bunlar daħi Ǿāśį olub
birbirleriyle ceng ü cidāle başladılar. Bunları daħi
helāk idüb yiryüzi bi’t-temām ħālį ķalıcaķ feriştehler
Ǿaskerin yiryüzine gönderüb biň yıl yiryüzine feriş-
tehler ĥükm idüb seyerān u ŧayerān eylediler. Şöyle
ki yiryüzinde feriştehlerden ġayri benüm
cenāb-ı ĥażretüme Ǿibādet ider bir ferd yoġidi.Ve
bunlardan śoňra senüň ceddüň Ādem-i Śafįyi ħalķ
idüb evlādını
sipeh-salār itdüm.Ve bunları 75ile

tekrįm ve zįnet-i 76 ile tezyįn ü


taǾžįm itdüm diyü buyurdı. Çün Kelįm-i Ħudā
Ĥażret-i Mūsā śalavātullāhi [37a]Ǿalā nebiyyinā ve
Ǿaleyh cenāb-ı Rabbü’l-Ǿİzzetden bu ħiŧāb-ı müsteŧābı
ġūş eyledi Ĥaķ celle ve Ǿalānuň Ǿacāyib-i ķudretine
şükr idüb vālih u ħayrān ķalub bį-hūş oldı. Yā Rabbi
bu ne ĥikmet ü ķudretdür ki senüň kemāl-i ķudretüň
bilmekde Ǿaķl-ı enbiyā vü evliyā ĥayrān u perįşāndur.
Ve senüň Ǿilm ü śunǾuň bilüb fehm itmekde cemįǾ
erbāb-ı Ǿuķūlüň Ǿaķılları deryā-yı ĥayretde ser-
gerdāndur. İlāhį ol Resūl-i kāyinātuň ve Seyyid-i
mevcūdātuň nūr-ı saǾādet-āŝārı ĥürmetine bu Ǿabd-i
śadāķat-kāruň yaǾnį CaǾfer-i77 bį-miķdāruň cürm-i
Ǿiśyānına ķalem-i Ǿafv çeküb kemāl-i keremüň ve
elŧāf-ı himemüň ile şefķat u maġfiret idüb saǾādet-i

75 Andolsun, biz insano lunu erefmi kıldık ( srâ-70).


76 O, insana bilmedi ini ö retendir (Alak-5).
77
Müellif nüshasında yeri bo bırakılan bu kelime anlamı tamamlama-
sı sebebiyle Atıf Efendi nüshasından alınmı tır.

185
CAFER IYÂNÎ BEY

dāreyn ile muĥaśśılü’l-merām eyle. İlāhį ol sulŧān-ı


dįn ve şefįǾan lil-müźnibįn ĥażretlerinüň Ǿālem-i
ervāĥda seyr itdügi maķāmāt-ı celįlenüň Ǿizzetine ne
deňlü günehkār-ı bį-miķdār ümmet-i Muĥammed
Ǿaleyhisselām varise cümlesin ol nūr-ı źātüň
ĥürmetine nār-ı dūzaħdan āzād idüb nūr-ı įmān ile
şād-kām eyle.

Li-müellifihi
[feǾilātün mefāǾįlün feǾilün]
Yā İlāhį Ǿināyet eyle baňa
Merĥamet ķıl hidāyet eyle baňa
Ĥaşr idüb ümmet-i Muĥammed ile
Eyle ĥürrem viśāl-i Aĥmed ile
Nola oldımise cürmile maķhūr
Ķul günehkār ise efendi Ġafūr
Bilürüz biz günāhımuz bį-ĥad
Olmaya ĥaşre dek yazılsa
Ǿaded
Vaķtimüz böyle geçme de her bār
Ĥaķ bilür niçe idelüminkār
Rāh-ı ǾUķbāya meylüm olsa ķaçan
Ĥubb-i dünyā olur baňa rehzen
RifǾatüm istemez bu nefs-i denį
Çeker esfel maķāma durmabeni
Umaram kim ħalāś ide Allāh
Ķulluġa lāyıķ ola ben
gümrāh
[37b] Eyleyüb bir bahāne-i Ǿillet
CaǾfer-i müźnibe ide raĥmet
186
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Dilerüz kim cenāb-ı Ǿİzzetden


Bizi ĥıfž eyleye meźelletden
Sebeb-i maġfiret ola bu kitāb
Derecāt-ı Bihişt ola her bāb

187
CAFER IYÂNÎ BEY

188
NUR-NÂME / VARLIĞIN İNCİSİ

Nûr-nâme
Tıpkıbasım

189
CAFER IYÂNÎ BEY

190
Nûr-nâme
Tıpkıbasım

You might also like