You are on page 1of 26

Medya ve demokrasi

Jan van Cuilenburg

Demokratik toplumun sinir sistemi


Her toplumun bir iletişim sistemi vardır ve bu sistem, toplumun iletişim
trafiğine etki eden unsurları içerir. Toplumsal iletişim trafiğinin büyük
bir bölümü, içlerinde medyanın, posta ve telekomünikasyon ağlarının
bulunduğu kamusal iletişim kanalları aracılığıyla işler. Bunlar toplum-
sal iletişim sisteminin kalbini oluşturur. Fakat bir toplumdaki iletişim
sistemi, teknik araçlardan daha fazlasını içerir. Yasal, ekonomik, yönet-
sel, siyasal ve etik olanaklar da iletişim sürecini şekillendirir ve böyle-
likle toplumsal iletişim sisteminin parçaları haline gelir.

Toplumsal iletişim sisteminin toplum için ne kadar önemli olduğu uzun


bir süredir kabul edilmektedir. Geçmişte kara parçaları, nehirler ya da
denizler üzerinden gerçekleştirilen iletişim; kralların ve imparatorların
ya da devletlerin ve küresel imparatorlukların iktidarının temel par-
çaları olarak kabul edilirdi. Ticaret yolları; devlet politikalarının, dip-
lomasinin ve savaşın en önemli unsuruydu. En büyük ilgi, ticaret ve
iletişimin fiziksel imkânlarına, yani yollara, köprülere ve suyollarına
gösteriliyordu. Orta Çağ’dan modern döneme geçiş sürecinde yönetici-
ler, toplumsal iletişime, iletilen mesajın kendisine –özellikle kilisenin ya
da devletin yerleşmiş otoritesine karşı bir tehdit söz konusu ise- güçlü
bir ilgi geliştirdiler. Matbaanın onbeşinci yüzyılda icat edilmesi ve yeni
bilimsel, siyasal ve dinsel fikirlerin yayılmasındaki rolü, iletişim politi-

Medyanın sorumluluğu < 99


kalarının avant la lettre1 ilk formlarının ortaya çıkmasına yol açmıştır. Bu
politikalar genellikle, yasaklayıcı önlemler ve basılı belgelerin içerik-
lerinin devletçe denetlenmesi biçiminde tezahür etmiştir. Yöneticilerin
basılı materyalleri denetleme çabaları, yepyeni bir iletişim aracı olarak
matbaanın devrimci potansiyelinin kavrandığı anlamına geliyordu. Ni-
hayetinde, bu baskıcı ve sınırlayıcı politika, zamanla çökecektir. Mat-
baanın ivme kazandırdığı toplumsal değişimin kaçınılmazlığını kabul
etmek uzun bir zaman almış olsa da, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıl-
larda, en güçlü otoriteler iletişim özgürlüğünün pozitif yönünün farkı-
na varmışlardır.

Özellikle gazeteler, ondokuzuncu ve yirminci yüzyıllarda hem siyasal par-


tiler ve hükümetler, hem de ticaret ve sanayi için toplumsal iletişimin
önemli araçları haline geldiler. Hanno Hardt’a göre (1979) Alman bi-
lim adamları, matbaanın toplumda oynadığı anahtar rolün farkına va-
ran ilk kişilerdi. Bunların en önemlilerinden biri olan sosyolog Albert
Schäffle (1831-1903) dönemin bilim anlayışına uygun olarak toplumu;
sinir hücreleri, sinirler ve sinir merkezlerinden oluşan insan bedenine
benzeterek açıklamıştır. Bu tür ‘organik sosyoloji’ tanımında basın, top-
lumsal sinir sisteminin önemli bir parçası olarak gösterilirken, başka
kuramcılar basına toplumun ‘vicdanı’ olarak yaklaşmışlardır.

Toplumsal iletişim sistemini, ‘toplumsal bedenin’ sinir sistemi olarak dü-


şünmek o zamandan beri geniş kabul görmüştür. Modern iletişim siste-
mi, yönetici merkezlerle çevre arasında enformasyonu iletir, karmaşık
ve birbirine bağımlı toplumsal alt sistemlerin eşgüdümünü kolaylaştı-
rır, toplumun arşivi ve kolektif belleği olarak işlev görürler.

İletişimin toplumun sinirleri olarak tarif edilmesi fikri, 1960’lar ve 1970’ler


boyunca devlet ve toplumla ilişkili sistem kuramının içinde ayrıntı-
landırıldı (krş. Karl Deutsch, 1966). Sistem kuramında medya ve diğer
iletişim kanalları, hükümetin ve diğer kurumların uyguladıkları top-
lumsal denetim için vazgeçilmez araçlar olarak görüldüler. Sistem ku-
ramı, çağdaş sosyal bilimler tarafından eskimiş bulunsa da, iletişimin
ve enformasyonun toplumun refahı için neden önemli olduğuna ve

1 Henüz adı konulmadan.

100 > Televizyon haberciliğinde etik


yıllar boyunca neden hükümet politikasının ve düzenlemenin konusu
olduğuna açıklık getirmektedir.

İletişim ortamı: siyasal, toplumsal ve ekonomik kamu çıkarı


Kamusal iletişim, sadece çok katmanlı olduğu için değil, farklı toplumsal
işlevlere hizmet etmesi nedeniyle de karmaşık bir sistemdir.

Her kamusal iletişim sisteminin, üsttekinin bir alttakine bağımlı olduğu üç


katmanı vardır (bkz. Tablo 1). Bunların ilki, iletişimi teknolojik olarak
olanaklı kılan kabloların, vericilerin, uyduların, elektronik ‘otobanların’
bulunduğu iletişim altyapısı katmanı vardır. İkinci olarak, mesajların
dağıtımıyla ilgili katman vardır. Bu katmanda; yayımcılar, kablo şir-
ketleri, elektronik yayıncılar ve telekomünikasyon şirketleri mesajla-
rın dağıtılması ve değiş tokuşuyla ilişkili hizmetleri verirler. Üçüncü
olarak kamusal iletişim sisteminde bütün yapının nüvesini oluşturan
enformasyon ve iletişim hizmetleri katmanını (içerik ve iletişim hizmet-
leri) görürüz. Bu katmanda, vatandaşlara ve tüketicilere kamusal ileti-
şim hizmetleri (haber, enformasyon, kültürel içerik, eğlence) sunulur;
vatandaşlar, örgütler, şirketler ve kurumlar (telefon, internet, e-posta
yoluyla) etkileşime geçerler. Bu üç katmanın her biri, kendine özgü dü-
zenleyici, siyasi ve hatta etik yaklaşımları beraberinde getirir.

Tablo 1: Kamusal iletişim sistemi: Katmanlı sistem

Toplumsal bir perspektiften bakıldığında, genel olarak kamusal iletişim;


siyasal, toplumsal ve ekonomik işlevleri yerine getirir (bkz. Tablo 2).
Bunun anlamı, bir kamusal iletişim sisteminin yalnızca toplumdaki

Medyanın sorumluluğu < 101


Tablo 2: Kamusal iletişim sisteminin üçlü işlevi

demokratik işlevleriyle değerlendirilmemesi gerektiğidir. Sistem, top-


lumsal etkileşim, kültür, değerler ve ilkeler için olduğu kadar gayri safi
milli hâsıla, milli gelir, iş olanakları ve sınai gelişme için ifade ettiği top-
lumsal anlamla da ölçülebilir.

Siyasal işlev
Toplumsal iletişimin siyasal işlevi demokrasiyle ilişkilidir. Siyasal alanda
hükümetler vatandaşlarla iletişim kurmak ve diğer taraftan dilekleri,
tercihleri ve görüşleri toplayıp değerlendirmek zorundadır. Demok-
ratik siyasal kurumlar bilgi alışverişi ve farklı görüşlerin -daha ziya-
de aşağıdan yukarıya- ifade edilebilmesi için vardır. Bütün bir siyasi
mekanizma, özellikle taraftar, destek ve oy için mücadele eden siyasi
partiler, vatandaşların ne şekilde olursa olsun katılabilecekleri iletişim
olmaksızın işlev göremezler.

Özgürlük teknolojileri
Tablo 2, toplumsal iletişimin siyasal işlevini, açık ve demokratik bir toplum
için ilkesel bir koşul, en büyük değer olarak gördüğü “iletişim özgürlü-
ğü” kavramına bağlamaktadır. Ithiel de Sola Pool’un, Özgürlük Teknolo-
jileri (1983) adlı klasik hale gelmiş kitabında da vurguladığı gibi medya,
çok önemli bir toplumsal role sahiptir. İçeriği biraz eskimiş olsa da, kita-

102 > Televizyon haberciliğinde etik


bın başlığı güncelliğini korumaktadır. Özgürlük teknolojileri terimi, top-
lumun kullandığı iletişim araçlarına gönderme yapar. İletişim araçları
eğlence, para kazanma, vb. gibi çeşitli amaçlar için kullanılabilir, fakat
Pool, iletişim araçlarını toplumda özgürlüğü oluşturan bütün teknoloji-
lerin üstüne koyar. Özgürlük teknolojileri terimi; medyanın, demokrasiye
ve düşüncelerin demokratik gelişimine katkısını ima eder.

Sosyo-kültürel ve ekonomik işlev


Siyasal işlev ne kadar önemli olursa olsun, birçok toplumsal iletişim bi-
çiminin siyasetle pek ilgisi yoktur. İnsanların birbirleriyle ilişkiye geç-
tikleri her durumda iletişim, yani enformasyon, dilek, fikir ve kavram
alışverişi söz konusu olur. Toplumsal gruplar ve kuşaklar arasındaki
etkileşim ve kültürel değiş tokuştan oluşan iletişimin sosyo-kültürel
işlevi, toplumsal tutunumu (cohesion) sağlar ve geniş bir alana yayılır.
Televizyon şirketleri ve basın çok geniş bir haber, eğlence, kültür, spor
ve eğitim yelpazesi sunar. Bilimin, siyasetin ve pratiğin medyaya yük-
lediği toplumsal ve kültürel görevler çok çeşitlidir: Ulusal ve kültürel
kimliğin ifade edilmesi, toplumsal çeşitliliğin yansıtılması ve toplumun
bir bütün halinde uyumu. Bireylerin basın, televizyon, posta ve tele-
fon yoluyla iletişimi, toplumun “normal” ve “sağlıklı” işleyişi için çok
önemlidir. Bu aynı zamanda büyükten küçüğe, evden okula ve devlete
kadar her türlü bir arada yaşama biçimi için geçerlidir. Sosyo-kültürel
hayatın tüm kurumsal alanları -eğitim, sanat, serbest zaman, spor, din
ve bilim- kendilerine has iletişim talepleriyle varolurlar.

İletişimin ekonomik açıdan önemi aşikârdır. Kitle iletişim araçları ve diğer


iletişim hizmetleri çoğunlukla girişimciler tarafından örgütlenir ve bu
işletmeler enformasyon ve iletişim ürünlerini üretir ve mümkünse bun-
ları kâr amacıyla satarlar. Eski moda radyolardan çağdaş bilgisayarlara
kadar donanım (hardware) sürekli büyüyen bir endüstridir. Ulusal ve
uluslararası veri transferinin büyük bir kısmı ekonomik ya da finan-
sal verilerden oluşur. Modern iş dünyası, 24 saat borsa enformasyon
sistemlerinin sağladığı gibi büyük ve kesintisiz veri transferi olmaksı-
zın hayal edilemez. Toplumsal enformasyon sistemi giderek daha fazla
oranda, mal ve hizmetlerin üretim ve satışını sağlayan bir üretim aracı,
dolayısıyla refahın, iş olanaklarının ve toplumsal faydanın artmasında
önemli bir faktör haline gelmiştir.

Medyanın sorumluluğu < 103


İletişim özgürlüğü

Medya ve demokrasi: Medyanın siyasal işlevleri


Günümüzde hiçbir toplum kitle iletişim araçları olmadan yapamaz. Med-
ya; hükümetlerle vatandaşlar, politikacılarla seçmenler, Alman sosyo-
log Ralf Dahrendorf’un adlandırmasıyla “aktive Öffentlichkeit”2 (siya-
sal seçkinler) ile “passive Öffentlichkeit” (siyasal zemin) (Dahrendorf,
1974) arasındaki başlıca bağlantıdır.

Tablo 3: Siyasal seçkinler ile siyasal zemin arasındaki medya

Siyasal partilerle vatandaşlar arasında bir aracı olan medya demokrasiler-


de üç farklı işlevi yerine getirir. Bunların ilki enformasyon işlevidir: med-
ya, vatandaşları siyasalar, siyasa önerileri ve siyasaları yürürlüğe koy-
ma ile bunlara eşlik eden diğer konular hakkında bilgilendirir. İkinci
olarak medya, hükümetleri siyasal partileri halkın sorunları hakkında
bilgilendirmek suretiyle ifade işlevini yerine getirir. Bu işlev temel olarak
enformasyonun toplumdan hükümete aktarılmasıyla ilgilidir ve de-
mokrasinin siyasal “sınırlarını” tanımlar. Medyanın üçüncü işlevi olan
eleştirel işlev bir öncekiyle bağlantılıdır: Medya, özellikle siyasi analiz ve
arka plan bilgisi verirken; hükümet politikalarını, hükümetin bunların
oluşumu sırasında takındığı tavrı ve uygulama biçimlerini eleştirir.

Medyanın demokratik görevlerini tam anlamıyla yerine getirebilmesi için


toplumun herkese (vatandaşlar, politikacılar ve medya) temel haklarını
garanti etmiş olması gerektiği genel kabul görmüştür. Ancak bu temel
2 Öffentlichkeit: Almancada “kamusal alan” anlamına gelmektedir. (ç.n.)

104 > Televizyon haberciliğinde etik


haklar garanti edildiğinde medya, toplumda düşüncenin demokratik
bir şekilde oluşmasına önemli bir katkıda bulunabilir. Medyaya gön-
derme yaptığımızda öncelikle basın özgürlüğü ve ifade özgürlüğü ya
da daha genel anlamda temel iletişim özgürlüğünü düşünürüz.

İnsan hakları: Kısa bir tarih


İletişim özgürlüğü demokratik bir devletteki temel bir haktır. Fakat tam
olarak ne anlama gelmektedir? Niçin konuşma özgürlüğü ve basın öz-
gürlüğüne “temel haklar” adını veriyoruz? Temel haklar insan onurun-
dan kaynaklanan evrensel insan haklarıdır: Temel haklar vatandaşların,
devletin hiçbir zaman ellerinden alamayacağı haklarıdır. Temel haklar
için önemli bir başlangıç noktası, herkesin devletle çatışmaya girmeden
doğru olduğunu düşündüğü şeyi yapmakta özgür olacağı alanların
olmasıdır: Vatandaşlar için devletten bağımsız bir alan bulunmalıdır.
Tarihin bize gösterdiğine göre insanlar temel hakları kazanabilmek için
çoğu kez mücadele etmişlerdir. Birçok ülkedeki gündelik siyasal koşul-
lar göstermektedir ki, temel haklar tartışmasız biçimde var olmaktan
çok uzaktır.

Vatandaşların temel hakları için verdikleri mücadelenin tarihi Orta Çağ’a


dayanmaktadır (13. yüzyıl). Uğruna mücadele verilen ilk temel hak
İngiltere’de baronlar tarafından Kral John’a karşı olmuştur. Temel hak-
ların tarihi 1215 yılında Magna Carta ile başlamaktadır. Yaklaşık 750 yıl
sonra bu mücadelenin zirvesi, İkinci Dünya Savaşından kısa bir süre
sonra, 10 Aralık 1948’de Birleşmiş Milletler Genel Kurulu tarafından
kabul edilen İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi’dir.

Evrensel Bildirge açık bir şekilde Fransız Devrimi’nin (1789-1794) üç te-


mel ilkesiyle ilişkilidir: liberté, égalité, franternité. Bildirgenin Birinci
Maddesi’nde şöyle yazmaktadır:

Bütün insanlar özgür, onur ve haklar bakımından eşit doğar. Akıl ve vic-
dan sahibidir, birbirlerine karşı kardeşlik anlayışıyla davranmalıdırlar.

Evrensel Bildirge tarihte ilk kez, nerede yaşarsa yaşasın her insanın bir dün-
ya vatandaşı olarak kullanabileceği hakları olduğunu ilan etmiştir.

Medyanın sorumluluğu < 105


Tarih, Ülke/ Belge Açıklama
Kuruluş

1215, Magna Carta Magna Carta (Latince, Büyük Sözleşme), İngiliz Kralı
İngiltere John’un belli başlı baronlara imtiyaz tanıdığını beyan
eden yazılı sözleşmedir. Bu imtiyaz sözleşmesi, kralın
ve baronların karşılıklı hak ve yükümlülüklerini karara
bağlamıştır. Özellikle kralın tebaasına keyfince hapis
cezası veremeyeceğini şart koşmuştur.

1689, Haklar Haklar Beyannamesi, II. James’in sürülmesinin hemen


İngiltere Beyannamesi ardından tahta çıkan Kral III. William ve Kraliçe II.
Mary’nin ortak egemenliği döneminde kabul edilmiştir.
Başlıca hükümleri şunlardır:
• Yasalar kral için de bağlayıcıdır,
• Kral, yasal dayanağı olmadan keyfi vergi toplayamaz,
• Parlamentodaki ifade özgürlüğü, parlamento dışı
güçlerce engellenemez ve sorgulanamaz.

1776, Bağımsızlık Temmuz 1776’da “13 Koloni”, anavatan İngiltere’ye karşı


ABD Bildirgesi bağımsızlıklarını ilan etti.
Bağımsızlık Bildirgesi’nde yer alan aşağıdaki parça temel
haklar açısından önem arz etmektedir:
“Bütün insanların eşit yaratıldıklarına; yaratıcıları
tarafından onlara hayat, özgürlük ve mutluluğu
arama hakkı gibi geri alınamaz bazı haklar verildiğine
inanıyoruz.
Bu hakları korumak için insanlar arasında, meşru
iktidarlarını yönetilenlerin rızasından alan hükümetler
kurulmuştur.
Herhangi bir hükümet biçimi ne koşulda olursa olsun,
bu amaçları tahrip edici bir niteliğe bürünürse, onu
değiştirerek veya ortadan kaldırarak, temelleri halkın
güvenlik ve esenliğini sağlamaya hizmet edecek
ilkelere dayanan yeni bir hükümet tesis etmek o
Halkın Hakkı’dır.”

1787, Birleşik Amerikan Anayasası, dünyadaki ilk yazılı anayasa olması


ABD Devletler nedeniyle diğer tüm anayasalara kaynaklık etmiştir. En
Anayasası temel unsurları şunlardır: (Rousseau’yu takiben) halk
egemenliği, (Montesquieu’yü takiben) güçler ayrılığı ve
(Locke’u takiben) yasal idare.

1789, İnsan ve Bu bildirge, Amerikan Anayasasından esinlenmiştir.


Fransa Yurttaş Hakları Temel unsurları şunlardır: Halk egemenliği, inanç
Bildirgesi özgürlüğü, mülkiyet dokunulmazlığı.

106 > Televizyon haberciliğinde etik


Tarih, Ülke/ Belge Açıklama
Kuruluş

1791, Haklar Özgün Amerikan Anayasası, temel hakları kapsayan


ABD Beyannamesi maddelere yer vermemişti. Ancak 1791 yılında eyaletlerin
emriyle Anayasaya “10 Değişiklik Maddesi” eklenmiştir.
Bu değişiklikler, inanç ve basın özgürlüğü (First
Amendment) başta olmak üzere bazı temel özgürlükleri
içermektedir. Bu değişiklikler Haklar Beyannamesi’ni
oluşturmuştur. Değişikliklerin sayısı zamanla 27’ye
çıkmıştır (Wilson, Jr., 1993).

1948, İnsan Hakları Tarihte ilk kez insan hakları, evrensel olarak uygulanabilir
Birleşmiş Evrensel ve hiçbir dünya vatandaşını bu hak ve özgürlüklerin
Milletler Beyannamesi dışında bırakmayan bir belgeye dönüşmüştür.
Evrensellik fikri, Başkan Roosevelt’in Ocak 1941’de
Amerikan Kongresi’ne hitaben yaptığı Dört Temel
Özgürlük konuşmasından esinlenmiştir. Bunlar; konuşma
ve ifade özgürlüğü, din ve vicdan özgürlüğü, refah ve
güvenliktir.

1950, Roma İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin devamı


Avrupa Antlaşması, niteliğindeki bu antlaşma, Avrupa vatandaşlarına
Avrupa İnsan insan hakları ihlalleri nedeniyle Avrupa İnsan Hakları
Hakları ve Mahkemesi’ne başvuru hakkı tanımıştır.
Temel Haklar
Sözleşmesi

1959, Çocuk Hakları İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi’nin devamı


Birleşmiş Beyannamesi niteliğindeki bu sözleşmeyle özel dikkat/gözetim ve
Milletler yardım gibi çocuklara ilişkin bir dizi spesifik hakla ilgili
karara yer verilmiştir.

1966, Uluslararası Uluslararası İnsan Hakları Yasası’nın* temel


Birleşmiş Medeni ve unsurlarındandır. Bireylerin medeni ve siyasal haklarına
Milletler Siyasi Haklar saygıyı (yaşam hakkı, inanç özgürlüğü, ifade özgürlüğü,
Sözleşmesi toplanma hakkı, seçme ve seçilme hakkı, adil yargılanma
hakkı) güvence altına alır.

1989, Çocuk Birleşmiş Milletler üyesi ülkeler bu belgeyle, Çocuk


Birleşmiş Haklarına Dair Hakları Beyannamesi’ni (1959) bir sözleşme olarak karara
Milletler Sözleşme bağlamıştır.

* Uluslararası İnsan Hakları Yasası (International Bill of Human Rights), BM tarafından oluşturulan
iki uluslararası anlaşma ve bir Genel Kurul kararının toplamına verilen informel bir isimdir ve
şunlardan oluşur: İnsan Hakları Evrensel Beyannamesi (1948), Uluslararası Medeni ve Siyasi
Haklar Sözleşmesi (1966) ve Uluslararası Ekonomik, Sosyal ve Kültürel Haklar Sözleşmesi
(1966). 1966 tarihli iki sözleşme, 1976’da yürürlüğe girmiştir.

Medyanın sorumluluğu < 107


Basın özgürlüğü: Kısa bir tarihçe
Temel haklar bir gecede ortaya çıkmadı. Yukarıda da bahsedildiği gibi
hakların krallardan, kiliseden ve iktidarda olan diğer kurum ve kişi-
lerden alınması gerekti. Bu durum basın özgürlüğü için de geçerlidir.
Avrupa’da matbaacıların ve yazarların sansüre karşı mücadeleleri mat-
baanın Almanya’da 1450 yılında Johann Gutenberg tarafından icat edil-
mesiyle başladı. Basın özgürlüğü iktidardakiler tarafından en tehditkâr
özgürlük olarak kabul ediliyordu, çünkü matbaa insanların ilk defa ge-
niş bir okur kitlesine ulaşmasını sağlamıştı. 15. yüzyılın ortasına kadar
yaygın olan elle yazılmış enformasyon yalnızca küçük çapta bir dağı-
tıma, çoğunlukla manastırların ve üniversitelerin sınırları içinde olmak
üzere, olanak tanıyordu. Bu sınırlı dağıtım yüzünden kitaplar esasen
bilgiyi sonraki nesillere aktarmak amacıyla “yapay bellek” olarak kulla-
nılıyor ve yeni fikirlerin dağıtılması amacına henüz hizmet edemiyordu
(krş. McQuail, 2000: 19).

17. yüzyıl boyunca basın özgürlüğü mücadelesi ilkin ve asıl olarak


İngiltere’de verildi. Bu alanda, şair ve hiciv yazarı John Milton (1608–
1674) tarafından kaleme alınan Areopagitica çok ünlüdür. Milton bu ismi
Antik Yunan’da kralın danışma kurulu olan Areopagus’dan türetmiştir.
Areopagitica bir meclis söylevi olarak yazılmıştır ve ruhsatsız basım ve
her türlü sansüre karşı tutkulu bir savunmadır. Milton’un söylevi, Par-
lamento tarafından yürürlüğe konulan ve hükümetin verdiği ruhsat
belgesi olmadan kitapların ve diğer basılı malzemenin yayınlanamaya-
cağını karara bağlayan Ruhsat Yasası’na karşı çıkıyordu:

Milton’ın Areopagitica’sından (1644)

Bana, bütün özgürlüklerden daha çok, vicdana uygun bir şekilde özgürce bil-
me, ifade etme ve tartışma özgürlüğünü verin...

Kim bilmez ki Hakikatin neredeyse Kadir-i Mutlak kadar kudretli olduğunu?


O’nun kurallara, hilelere ya da ehliyete ihtiyacı yoktur ihtişamını koruması
için; bunlar, yanlışlığın onun gücüne karşı kullandığı bahaneler ve savunma-
lardır. Ona yalnızca bir oda verin ve uyuduğunda ona engel olmayın, çünkü o
zaman gerçeği söylemez, tıpkı yaşlı Proteus’un yakalanıp bağlandığında yal-

108 > Televizyon haberciliğinde etik


nızca kehanetlerini söylemesi gibi, o zaman kendini türlü şekillere sokar ve
kendi şeklini kaybeder ve belki de tıpkı Mikaiah’ın Ahab karşısında yaptığı gibi
sesini zamanın sesine göre ayarlar, kendisi gibi olması için yalvarılana kadar
(Milton, 1644).

Milton’un 1644 yılında yazdığı Areopagitica, basın özgürlüğü mücadelesi-


nin tarihinde bir kilometre taşıdır. Ancak devletlerin basın özgürlüğü-
nü yasalarla tanımaları için 1791 yılını beklemek gerekecektir. İngiltere
basım ve yayın için izin şartını 1695 yılında iptal etmiş olsa da, ana-
yasasında bu özgürlüğü tanıyan ilk ülke olma şerefi Amerika Birleşik
Devletleri’ne ait olacaktır. Basın özgürlüğü –din özgürlüğünün yanın-
da- Amerikan anayasasının yazarları tarafından ünlü Birinci Değişiklik’te
(First Amendment) dile getirilmiştir:

Kongre, bir dinin yerleşikleşmesini ya da bir dinin gereklerinin özgürce yerine


getirilmesini yasaklayan, söz ve basın özgürlüğü ile vatandaşların şikâyetleri-
ni hükümete bildirmek için dilekçe verme haklarını ve barışçıl biçimde toplan-
malarını kısıtlayan hiçbir yasa çıkaramaz.

İletişim özgürlüğü için bir tanım


Basın özgürlüğü daha genel bir terimin bir formudur: iletişim özgürlüğü.
Bu terimin tam olarak neleri kapsadığını inceleyelim. İletişim özgür-
lüğü üçüncü kişiler tarafından kontrol edilmeyen iletişim mesajlarını
yaymak veya yaymamak, almak veya almamak yeterliliği olarak tanım-
lanabilir. İletişim özgürlüğü hem gönderici hem de alıcıya ait bir haktır;
hem konuşmacı hem de dinleyici, hem yazar hem de okur demokratik
bir devlette özgür iletişim hakkına sahiptir. Diğer taraftan, iletişim öz-
gürlüğü belli bir iletişim aracına, belli bir ortama ya da bir iletişim tek-
nolojisine bağlı değildir. Bu özgürlük iki ya da daha fazla kişinin ara-
sındaki konuşma, mektuplar, kitaplar, gazeteler, televizyon ve internet
için de geçerlidir. Mesaj alışverişinde hangi aracın kullanıldığı, iletişim
özgürlüğü açısından önemli değildir. Aynı şekilde iletişimin kamusal
olup olmadığının da bir önemi yoktur. Bir gazetede yazı yazmakla te-
lefonda konuşmak aynı ölçüde temel iletişim özgürlüğünün konusu-
nu oluşturur. Demokrasilerde her iki eylem de kimsenin denetiminden
geçmeksizin serbestçe gerçekleştirilir.

Medyanın sorumluluğu < 109


İçlerinde yukarıda da bahsedilen basın özgürlüğü ve konuşma özgürlü-
ğünün de olduğu birçok terim iletişim özgürlüğü terimiyle doğrudan
bağlantılıdır. Diğer bağlantılı terimler arasında “ifade özgürlüğü” ve
daha çok uluslararası literatürde karşımıza çıkan enformasyon özgürlü-
ğünü sayabiliriz. İlk kez savaş sonrasında kullanılmaya başlayan bu
terimin kökenini, Amerikan başkanı Franklin D. Roosevelt’in Ocak
1941’de Amerikan Kongresi’nde verdiği ünlü Dört Temel Özgürlük söy-
levinde buluruz. Roosevelt burada, her vatandaş için geçerli olacak şu
dört özgürlüğü garanti altına alan bir savaş sonrası toplumunu savun-
maktadır: (1) konuşma ve ifade özgürlüğü (freedom of speech and expres-
sion), (2) din ve vicdan özgürlüğü (freedom of worship), (3) refah (freedom
from want), (4) güvenlik (freedom from fear) (krş. Roosevelt Study Center,
Middleburg). Bu arka planın ışığında enformasyon özgürlüğü 1946 BM
kararlarında şöyle tanımlandı:

Enformasyon özgürlüğü; hiçbir engelle karşılaşmaksızın, herhangi bir yerde ve


her yerde haber toplama, yayma ve yayınlama özgürlüğünü ifade eder.

Negatif ve pozitif özgürlük


Demokratik toplumlarda iletişim özgürlüğünün temel biçimi elbette ga-
zetecilik ve medya özgürlükleridir: medya olmadan demokrasi de ola-
maz. Medya için iletişim özgürlüğünü, basın özgürlüğünü, yayın öz-
gürlüğünü ve internet özgürlüğünü garanti altına alan bir toplum, bu
garantileri sağlayabilmek için basın, yayıncılar ve internet için olumlu
koşullar yaratmaya çalışacaktır. Günümüzde birçok ülke medya ve ga-
zeteciliğin korunması için yasal projeler geliştirmiştir.

McQuail Medya Performansı (1992) adlı kitabında medya özgürlüğünün ön-


celikle iletişimin içeriği ile ilgili olmadığını belirtir: “[...] ifade özgürlüğü
prensibi hakikati olduğu kadar yanlışı da korur [...]” (McQuail, 1992:
99). Medya özgürlüğü bağımsız gazeteciliğin ve medyanın gelişebilece-
ği olumlu koşullarla ilgilidir. Medya özgürlüğü aynı zamanda, iletişim
sürecinin içindeki herkesin bu süreçteki her düzeyde seçim özgürlüğü-
ne sahip olduğunu varsayar.

Özgürlüklere ilişkin haklar konusunda, “negatif özgürlük”le (bir şeyden


özgürlük” [freedom from], örneğin sansürden) ile “pozitif özgürlük” (bir

110 > Televizyon haberciliğinde etik


şeye yönelik özgürlük [freedom to], bir şey yapma ya da yapmama öz-
gürlüğü) arasında bir ayrım yapılmaktadır. İletişim haklarının tarihsel
gelişimi göstermektedir ki, önceleri kilise ve devlet gibi kurulu güçlere
karşı bir savunma unsuru olarak olumsuz özgürlüğe vurgu yapılırken,
geçtiğimiz onyıllar içinde —özellikle Avrupa Birliği’nde—vatandaş-
ların toplumsal iletişime katılabilmeleri için olumlu özgürlüğe vurgu
yapılmıştır. Avrupa Birliği’nde birçok şekilde, genellikle yasaklamalara
odaklanan bir suistimal korkusundan kaynaklanan olumsuz yaklaşım-
dan, özgürlüğü yaygınlaştırmayı amaçlayan olumlu bir devlet ilgisine
doğru bir kayma meydana gelmiştir. Avrupa Birliği üyesi pek çok ül-
kenin sahip olduğu kamu hizmeti yayıncılığı olumlu devlet siyasasının
tek olmasa da en belirgin örneğidir.

İletişim özgürlüğünün sınırları nelerdir?


Doğru bir liberal duruş, bir kişinin özgürlüğünün diğerinin özgürlüğüne
müdahale edildiği yerde bittiğini söyler. Hiçbir toplumda haklar, te-
mel haklar bile, sınırsız değildir. Temel hakların vatandaşlar tarafından
düzgün ve sorumlu bir şekilde uygulanması için riayet edilmesi gere-
ken bir sınır her zaman her yerde vardır. Bu durum, iletişim özgürlüğü
için de geçerlidir. Bu özgürlük, insanlara istedikleri her şeyi söyleyip
yazma konusunda sınırsız izin verecek kadar ileri gitmez. Buradaki
zorluk elbette bu sınırın nerede çizileceğidir. Sınır somut durumlarda
nereye kadar ilerler? Amerikan Anayasasında yapılan Birinci Değişiklik,
bunun yanıtlanması ne kadar güç bir soru olduğunu göstermektedir
(bkz. Pool, 1983: 55).

“Kongre, söz ve basın özgürlüğünü kısıtlayan hiçbir yasa çıkaramaz [...]”.


Bu yasanın mutlak olup olmayacağı, çok uzun zamandır önemli bir
tartışma konusudur. Birleşik Devletler’de mutlakiyetçiler uzun bir süre
boyunca Birinci Değişiklik’in özgür konuşma ve özgür basın ihlaline izin
verdiğini savunarak tartışmanın hâkimi olmuşlardır. “Yasa yoksa, yasa
yok demektir”, onların yorumunu özetlemektedir. Mutlakiyetçilerin
muhalifleri, Birinci Değişiklik’in basın ve ifade özgürlüğünü kamu siya-
sası alanında -yani sivil vatandaşlar arasındaki, vatandaş olarak rolleri
hakkındaki tartışmalarda- koruduğunu düşünen Muhafazakârlar’dı.
Muhafazakârlara göre Amerikan Anayasasındaki sınırsız koruma; de-

Medyanın sorumluluğu < 111


dikodu, müstehcenlik ve reklâm içeren mesajlar için geçerli değildi.
Yalnızca kamusal ve demokratik meseleler Birinci Değişiklik tarafından
korunuyordu. Ancak, kamu siyasasının tam olarak neyi içerdiği elbette
başka bir tartışma konusuydu.

Birleşik Devletler’de artık ne Mutlakiyetçi ne de Muhafazakâr görüşe bağlı


kalınmamaktadır. Mevcut görüş, Birinci Değişiklik’in tüm özgür konuş-
ma öznelerini koruduğu yönündedir, başka bir şekilde ifade edilirse, bu
yalnızca kamusal konular hakkındaki kamusal tartışmaları kapsamanın
ötesindedir, fakat söz konusu konuşma özgürlüğü yasanın koyduğu
kurallara uygun olarak gerçekleşmelidir. Nitekim müstehcen yayınlar
hala ceza gerektiren bir suç olarak kabul edilmektedir.

Temel hakların sınırlandırılması hakkındaki tartışma artık klasikleşmiştir.


Yukarıda da klasik liberal bir sav olan, bir insanın özgürlüğünün diğe-
rininkiyle sınırlı olduğu düşüncesinden bahsedilmişti. Özgürlüklerin
sınırlandırılması özgürlük düşüncesiyle de bağlantılıdır, yaygın bir de-
yişin de söylediği gibi, “ellerinizi hareket ettirebilmeniz komşunuzun
burnuna olan mesafeyle sınırlıdır”. Mutlakiyetçi bakış açısı ABD’de ilk
ve son kez olarak 1918 yılında Yargıç Oliver Wendell Holmes’un ünlü
Schenck, Birleşik Devletler’e karşı davası’nın açık ve mevcut tehlike doktri-
ninde sonuçlandırılmıştır (Pool, 1983: 59). Mahkemenin verdiği karar,
herhangi bir neden olmadan kalabalık bir tiyatro salonunda “yangın
var” diye bağırmanın ve bunun sonuçlarından kaçınmak için konuşma
özgürlüğü hakkının kullanıldığını iddia etmenin yasadışı olduğuydu.
Yargıç bunu şöyle ifade etti: “Konuşma özgürlüğünün en sıkı şekilde
korunması bile, kalabalık bir tiyatro salonunda ‘yangın var’ diye bağı-
ran ve paniğe yol açan bir adamın korunmasını sağlamayacaktır”. Bu
ünlü kararla Yargıç Holmes, açık ve mevcut tehlikenin konuşma özgürlü-
ğünü geri dönülemez bir şekilde sınırlayabileceğini onaylamış oldu. Bu
karar bundan sonra birçok ülkede ortak bakış açısı haline geldi: Temel
iletişim özgürlüğü hakkı, sonuçları hesaba katılmaksızın herhangi bir
ifadeye sınırsız özgürlük tanıyacak kadar uzağa gidemezdi. İletişim
özgürlüğünün sınırlandırılmasındaki en genel ve kabul gören gerekçe
böylece ‘hasarı engellemek’ olarak ortaya çıktı. Bu saik daha önce de,
filozof John Stuart Mill tarafından kabul görmüştü.

112 > Televizyon haberciliğinde etik


Özgürlük, hoşgörü ve paradoksları
Özgürlüklere sınır getirme üzerine yapılan tartışmalar çok eskiye dayanır.
Yunan filozofları bu sorunla ikibin yıldan fazla bir süre önce mücadele
ettiler. Örneğin Platon (MÖ 428-347), demokratik bir yönetimde vatan-
daşların çoğunluğunun, tiranlığı demokrasiye yeğleyecek kadar aşırı
bir karar alıp alamayacaklarını sorguluyordu. Bu durum özgürlüğün
paradoksu olarak bilinmektedir: sınırlandırılmamış özgürlük, özgürlü-
ğün tersine yol açabilir. Çoğunluğun gem vurulmamış özgürlüğü, ço-
ğunluğun azınlık üzerinde diktatörlük kurmasına yol açabilir.

Hoşgörü paradoksu özgürlük paradoksuyla yakından ilintilidir. Karl R.


Popper (1902-1994) (bilim felsefesi) İkinci Dünya Savaşı’ndan sonra bu
paradoksu şöyle tanımladı:

Hoşgörü paradoksu

“Sınırsız hoşgörü, hoşgörünün yok olmasına yol açacaktır. Eğer sınırsız hoş-
görüyü hoşgörüsüz olanlara da gösterirsek, eğer hoşgörülü bir toplumu hoş-
görüsüzlerin saldırısından korumaya hazır değilsek, o zaman hoşgörülüler ve
onunla birlikte hoşgörü yok olur (Popper, 1963 [1962], cilt 1: 265)”.

Neyse ki çağdaş Avrupa yasası “özgürlüğün düşmanlarına özgürlük tanı-


namaz” ilkesini benimsemektedir. Örneğin Roma Anlaşması’nın (1950)
17. Maddesi temel özgürlük haklarının bu temel haklardan vazgeçmek
için kullanılamayacağını belirtir.

Erişim sorunu

Birleşmiş Milletler Milenyum Bildirgesi


6 ile 8 Eylül 2000 arasında, Birleşmiş Milletler’in 189 üye devletinin baş-
kanları ve liderleri Millenyum Zirvesi için New York’ta toplandı. Yüz-
yılın başındaki bu zirvede liderler ortak olarak imza attıkları Birleşmiş
Milletler Milenyum Bildirgesi ile, Birleşmiş Milletler’in “daha barışçıl,
müreffeh ve adil bir dünya için elzem bir temel” olduğuna dair güven-
lerini vurguladılar. Bu bildirge özgürlük, eşitlik, dayanışma, hoşgörü,
doğaya saygı ve ortak sorumluluğu 21. yüzyılda uluslararası ilişkilerin

Medyanın sorumluluğu < 113


temel değerleri olarak kabul etmektedir. Devlet başkanları ve liderler
demokrasiyi, insan haklarını ve temel özgürlükleri korumak için güç-
lerinin yettiği her şeyi yapmaya söz verdiler. Bunun için yapmaya söz
verdikleri şeylerden bir tanesi şuydu:

“Temel rollerini yerine getirebilmesi ve halkın enformasyona erişim hakkını


kullanabilmesi için medya özgürlüğünün sağlanması” (Birleşmiş Milletler
Milenyum Bildirgesi, 2000, 25. Madde).

Milenyum Bildirgesi enformasyona erişimin toplumsal önemine işaret et-


mektedir. Bu konunun Milenyum gündeminde bu kadar önemli bir
yer tutması şaşırtıcı değildir: Enformasyona erişimi olanlar katılıma
sahiptir, diğerleri ise değildir. Erişim modern sosyolojideki ‘dâhil olma’
ve ‘dışında kalma’ kavramlarıyla yakından ilintilidir. Erişilebilir bir
toplumsal iletişim sistemi, toplumdaki bütün grup ve hareketlerin top-
luma yüksek derecede dâhil olmalarını kolaylaştırırken, sınırlı erişim
iletişimde toplumsal eşitsizliği ve gruplar ile bireylerin toplumdan dış-
lanmasını beraberinde getirir. Erişimi bu kadar önemli kılan budur.

Sadece BM’de değil, AB’de de iletişime erişim, karar verme mekanizma-


larında ve politikalarda önemli bir konudur. 1980’lerin sonundan beri
erişim, Avrupa’nın medya ve telekomünikasyonla ilgili yasal düzenle-
melerinde merkezi konumdadır.

Evrensel hizmet
Modern iletişim siyasasında kullanılan erişim teriminin Batı dünyasında
telekomünikasyonun gelişiminde büyük bir tarihsel önemi olan daha
yaşlı bir “akrabası” vardır: evrensel hizmet yükümlülüğü. Bu yükümlülük,
Avrupa’da ve Birleşik Devletler’de telekomünikasyon siyasasının baş-
lıca desteklerinden biridir. Bu bölümde bu yükümlülüğün gerisindeki
kurama daha yakından bakacağız.

Evrensel hizmet yükümlülüğü Amerikan ortak taşıyıcı (common carrier) mo-


delinden ortaya çıkmıştır. Bu modelin başlangıcı 19. yüzyıla dayanır:
Posta, telgraf ve daha sonra telefon, Amerikan devletince en başından
beri ortak taşıyıcı ilkesini temel alarak düzenlenmiştir. Bu ilke, iletişim
sektöründe halka eşit hizmet ulaştırma amacına yönelikti. Amerikan

114 > Televizyon haberciliğinde etik


devleti ortak taşıyıcı sistemini posta, telgraf ve telefon sağlayıcılarını ge-
nel hizmet vermeye yönlendirerek sağladı. Bu yükümlülüğe göre sağla-
yıcılar, hizmetlerini herkese, herkes için aynı fiyat ve şartları sağlayarak
verecekti. Avrupa devletleri de kısa bir süre sonra Amerikan sistemini
takip ettiler. Evrensel hizmet yükümlülüğü’nün ardında yatan gerekçe, bu
sistemin devletlere, başka türlü sağlanması mümkün olmayacak hiz-
metleri yaratması ve sürdürmesi olanağını vermesidir. Üstelik devlet-
ler, taşıyıcıları bu yükümlülüğe zorlayarak hizmetler için düşük fiyat ve
yüksek kalite elde edebileceklerdi. Evrensel hizmet aynı zamanda hem
toplumsal arza göre mevcut kapasiteyi yönetmek, hem de gelişmekte
olan piyasalardaki çok çeşitli sağlayıcılar arasındaki rekabetle mücade-
le etmek için devletlere yardımcı olmuştur.

Telekomünikasyon sektöründe son birkaç on yıldaki özelleştirmelere rağ-


men evrensel hizmet hâlâ önemli bir devlet politikası hedefidir. Avrupa
Birliği’nde olduğu gibi:

“Evrensel hizmet ve sektördeki diğer kamu hizmeti görevleri bu sektör tara-


fından Birlik’in temel değeri olarak kabul edilmelidir [...] Bu alandaki kamu
hizmetinin zaruri ilkeleri evrensellik (herkese erişim ve karşılanabilir bir fiyat),
eşitlik (coğrafi konumdan bağımsız erişim) ve devamlılıktır (belli bir kalitede
devamlı tedarik). Evrensel hizmet yükümlülüğü ilkesinin özü, belirlenmiş as-
gari hizmeti belli bir kalitede karşılanabilir bir fiyatla her kullanıcıya sunmak-
tır” (CEC Commission of the European Communities, 1994: 28/29).

Bu alıntı, Avrupa Birliği’nde evrensel hizmetin, bütün kullanıcıların belirli


bir kalite ve fiyatla sabitlenen asgari bir telekomünikasyon paketine ev-
rensellik, eşitlik ve devamlılık ilkeleri temelinde ulaşmaları olarak kav-
randığını açıkça ortaya koymaktadır. Avrupa ve Birleşik Devletler’deki
her evde bir telefon olması onyıllar boyunca evrensel hizmet paketlerinin
bir parçasıydı. Ancak cep telefonu, ADSL ve UMTS gibi yeni teknoloji-
lerle birlikte bu durum giderek geçerliliğini yitirmektedir. En azından
günümüzde devlet tarafından garanti edilen bir telekomünikasyon pa-
ketinin nasıl olacağı, hangi hizmetleri kapsayacağı gibi sorular siyasal
bir tartışma konusu teşkil etmektedir.

Medyanın sorumluluğu < 115


Enformasyona erişim
Evrensel olarak erişilebilir bir iletişim altyapısı ve karşılanabilir iletişim
araçları, vatandaşların gereksinim duydukları enformasyona ulaşma-
larını sağlamalıdır (vatandaş ve tüketici olarak). Burada ortaya çıkan
soru –enformasyona erişim konusunda- bütün vatandaşların toplumsal
iletişim hizmetlerine (telefon, posta, internet) özgür ve eşit biçimde eri-
şimlerinin bulunup bulunmadığıdır. Ulusal ve Avrupa iletişim siyasa-
larında ilgi özellikle kamunun (ciddi) enformasyona erişimine yöneltil-
miştir. Bu ilginin geri planında, bütün toplumsal enformasyon hizmet-
lerine serbestçe ve eşit biçimde erişimin, demokratik devletin işlemesi
ve devamı için büyük bir önem taşıdığı fikri yer almaktadır.

Enformasyona erişimin ne kadar geniş olduğu üç faktöre bağlıdır. 1) Enfor-


masyonun elverişliliği: Kamunun istediği enformasyon piyasada mev-
cut mudur? Kamu, geniş bir çeşitliliğin içinden seçim yapabilir mi yok-
sa sınırlı bir enformasyon paketi mi söz konusu? 2) Enformasyonun eri-
şilebilirliği, sadece bir erişilebilirlik sorunu mudur? Enformasyona giden
yollar ne kadar kısa olursa, bu yollar ne kadar çok ve ne kadar iyi olursa
enformasyonun kamuya ulaşması o kadar kolay olur. Büyük miktarda
enformasyon internette mevcuttur fakat her zaman rahatlıkla erişile-
bilir olmaktan uzaktır, zira tüketiciler enformasyon bolluğunun içinde
istediklerini bulamazlar. Enformasyona erişim, mevcut enformasyonun
dramatik bir şekilde büyümesinden etkilenebilir. Bu nedenle enformas-
yon zengini internetteki enformasyon sağlayıcıları, arama motorları ve
portallar kullanarak sundukları enformasyona erişimi artırmaya çalış-
maktadır. Fakat enformasyonun erişilebilirliği, enformasyonu ve ileti-
şim teknolojilerini kullanmak konusunda halkın yetenek ve bilgi sahibi
olmamasından etkilenebilir. Erişim kabiliyeti konusundaki bu kaygı;
zenginler ve yoksullar, enformasyon zenginleri ve enformasyon fakir-
leri, eğitimliler ve o kadar iyi eğitim alamamış olanlar arasında giderek
açıldığı söylenen dijital uçurum’a dair tartışmalarda çeşitli biçimlerde
ortaya çıkmaktadır. 3) Enformasyon elverişli ve erişilir olabilir, ama
eğer çok pahalı ise ya da gelir çok düşükse her şey biter. Enformasyon
erişilebilirliği o halde üçüncü olarak enformasyonun karşılanabilir ol-
masına bağlıdır. Enformasyon, yöneldiği grup tarafından maddi olarak
karşılanabilir olmalıdır. Burada da, enformasyonun erişilebilirliğinde

116 > Televizyon haberciliğinde etik


olduğu gibi, enformasyon zenginleri ile paranın yetersizliği dolayısıyla
yüksek kalitede enformasyona başvuramayan diğerlerinin arasında bir
uçurum oluşabilir. Birçok politikacının ve karar verici mekanizmanın
enformasyonu kamunun genelinin karşılayabileceği düzeyde tutma ar-
zusu evrensel hizmet savlarıyla yakından alakalıdır.

Enformasyonun elverişliliği
Elverişli, erişilir ve karşılanabilir enformasyon çeşitliliği bir toplumda nasıl
ortaya çıkabilir? Hükümet, belirli bir enformasyon paketinin vatandaş-
lar ve tüketiciler için elverişli olmasını sağlamak üzere enformasyon pi-
yasasına müdahale edebilir. Eğer hükümet arzu edilen, çeşitlilik içeren
enformasyonu yaratmayı piyasaya bırakırsa, kendini özellikle rekabet
ve medya yoğunlaşması konularını düzenleyen kurallara uygunluğu
denetlemekle sınırlandırabilir. Avrupa’da piyasa odaklı gelişmelere ti-
pik bir örnek, neredeyse tamamen piyasa kurallarıyla işleyen ve okur-
larına günlük olarak zengin bir enformasyon paketi sunan (günlük)
gazete piyasasıdır.

Ancak bazen hükümetler, piyasa güçlerinin toplumda vatandaşlara arzu


edilen enformasyonu sağlama konusunda etkili olmadıklarını teslim
etmeye mecbur kalırlar. Sonuçta piyasa çökebilir. Eğer bu meydana ge-
lirse hükümet piyasayı düzeltmek zorunda kalacaktır. Bunun tipik bir
örneği, birçok AB ülkesinde var olan kamu yayıncılığıdır elbette. Kamu
fonlarıyla ya da zorunlu yayın lisanslarıyla kamu yayıncılığını finanse
eden hükümet, bu fonlarla, izlerkitle için (“iyi) programlar içeren bir
paket oluşturacağını düşündüğü prodüksiyon şirketlerini finanse ede-
bilir.

Enformasyonun erişilebilirliği
Burada da prensipte enformasyonun kamuya erişebilmesini temin edecek
iki denetim mekanizması vardır: Piyasa ya da devlet. Birçok ülkede
hükümetler vatandaşların mevcut enformasyona erişimi için yeterli
iletişim kanalı sağlamanın görevleri arasında olduğunu kabul eder. Bu
bağlamda daha önce evrensel hizmet yükümlülüğünden bahsetmiştik. Di-
ğer bir temin aracı zorunlu taşıma yükümlülüğüdür (must carry). Zorunlu
taşıma yükümlülüğünün geçerli olduğu düzenleme rejimlerinde kablo

Medyanın sorumluluğu < 117


şirketleri, kamu hizmeti gören bazı programları kendi ağlarında yayın-
lamak zorundadır.

Enformasyonun maddi olarak karşılanabilirliği


Yukarıda da bahsedildiği gibi enformasyon, erişebilirliği riske atacak ka-
dar pahalı olabilir. Ürün fiyatlandırması genellikle serbest piyasayı il-
gilendiren bir konudur: Girişimciler kitaplarının, gazetelerinin ve der-
gilerinin fiyatlarını hükümet müdahalesi olmadan kendileri belirler.
Hükümet sıkı bir fiyatlandırma siyasası uygulayarak ya da doğrudan
veya dolaylı olarak tüketicileri destekleyerek fiyatları etkileyebilir. İlk
yöntem fazla yaygın değildir. Devlet desteği ise, özellikle dolaylı des-
tekler biçiminde düşük gelirli kişilere enformasyonu karşılanabilir hale
getirmek için sıklıkla kullanılmaktadır. Bunun Avrupa’daki en iyi örne-
ği, vatandaşların ücretsiz ya da küçük bir katkıyla faydalanabilecekleri
halk kütüphaneleridir. Dolaylı devlet desteğine gazeteler bağlamında
verilebilecek diğer bir örnek birçok Avrupa ülkesinin gazeteler için uy-
guladığı sıfır KDV ya da düşük KDV oranlarıdır (de Bens ve Østbye,
1998: 13,14).

Çeşitlilik sorunu

Niçin çeşitlilik?
“Hakikat aşikâr değildir”. Karl Popper’in (1902-1994) bu ünlü sözü, en-
formasyon ve düşünce çeşitliliğinin demokratik bir toplumda ne kadar
önemli olduğunu birkaç sözcükle açıklamaktadır. Popper’e göre ger-
çekte neyin doğru, neyin doğru olmadığını bütün, yadsınamaz, itiraz
edilemez ve çekincesiz bir biçimde, epistemolojik olarak kanıtlamak
mümkün değildir. Tam da bu nedenle enformasyon ve düşünce çeşit-
liliği önemli bir toplumsal değerdir. Popper’in bahsettiği epistemolojik
olanaksızlık, bilimden gündelik yaşama değin bütün bilgi biçimleri için
geçerlidir. Politika ve toplum bilgisi daimi belirsizliğin önlenemez ek-
sikliğinden mustariptir. Popper, tek hakikatin olmadığını söyler. Haki-
kat yalnızca medyanın Pravda (Hakikat) gibi isimler kullandığı eski ko-
münist diktatörlüklerde vardı. Durum ne olursa olsun, Popper demok-
ratik hakikat bulma yolu olarak çeşitliliği savunmaktadır. Kamuoyu ve

118 > Televizyon haberciliğinde etik


Liberal İlkeler başlıklı ünlü makalesinde demokrasilerin siyasal hakikati,
hayalgücü, deneme ve yanılma ve eleştirel tartışma yoluyla bulmasını öner-
mektedir. Popper’in yazdığı gibi çeşitliliğin nedenleri ve demokratik
tartışmanın niteliği “[...] rekabet eden görüşlerin çeşitliliğine bağlıdır.
Babil Kulesi yapılmamış olsaydı, onu icat etmemiz gerekirdi” (Popper,
1968 [1963], 352).

Çeşitliliğin çok önemli bir değer olduğu düşüncesi yeni değildir. İki bin
yıldan uzun bir süre önce çeşitliliğin hakikate ulaşmak için bir yöntem
olarak kullanılması Sokrates’in uslamlamasının (argumentation) temeli-
ni oluşturuyordu –“tez-antitez-sentez” diyalektiği. Sokrates’ten (MÖ.
470–499) sonra tarih boyunca bu ideal uslamlama ve tartışma yöntemi
filozoflar, yazarlar, gazeteciler ve politikacılar tarafından defalarca sa-
vunuldu. Bu tarihin en önemli bölümünü kuşkusuz, 1644 yılında John
Milton’ın basın özgürlüğü ve çeşitlilik üzerine geliştirdiği düşünceler
oluşturur. Bu bölümde daha önce de adı geçen Milton, kendisini dinle-
mek isteyen herkesten şunu istedi: “Bırakalım hakikat ve gerçekdışılık
[...] serbest ve açık bir mücadelede göğüs göğüse savaşsınlar” (Milton,
1644). 19. yüzyılda liberal filozof John Stuart Mill çeşitliliği siyasal fel-
sefesinin temel taşı olarak kullandı. Mill Özgürlük Üzerine adlı klasik
eserinde, hakikati aramanın öncelikle “karşıtların barıştırılması ve bir
araya getirilmesi sorunu” olduğunu savunur. Görüş ve düşüncelerde-
ki çeşitlilik, bazıları kendi düşüncelerinin “doğru düşünce” olduğuna
inansa bile her zaman önemlidir:

Düşüncelerin çeşitliliğini faydalı kılan ve insanlık, şimdilik çok uzak görünen


bir düşünsel ilerleme aşamasına gelinceye kadar da faydalı kılmayı sürdürecek
olan başlıca nedenlerin birinden söz etmemiz gerekir. Şimdiye kadar yalnız iki
olasılığı, doğru kabul edilen düşüncenin yanlış ve bunun sonucu olarak da
başka bir düşüncenin doğru olabileceğini; ya da doğru kabul edilen düşüncenin
doğruluğuna bakılarak, hakikatin açıkça kavranması ve derinlemesine
duyumsanması için karşısındaki yanılgıyla çarpışmasının zorunlu olduğunu
göz önünde tuttuk (Mill, 1972 [1859]: 107).3

3 Alime Ertan’ın 1985 yılında yaptığı Özgürlük Üstüne çevirisinin ilgili kısmından (s. 64, İstan-
bul: Belge) yararlanılmıştır. (ç.n.)

Medyanın sorumluluğu < 119


Özgürlükçü basın kuramı
Gördüğümüz gibi, çeşitlilik terimi ile onun muadilleri olan farklılık ve
çeşitliliğin uzun bir tarihi vardır. Sokrates ile başlayıp Mill’in siyasal
kuramı ve Popper’in bilim felsefesiyle günümüze kadar devam eden
bir gelenektir. Özgürlüğün yanında çeşitliliğin de 19. Yüzyıldan beri bi-
linen şekliyle liberal demokrasinin, vatandaşların türlü görüş açıları ve
çıkarlara dayanarak çoğunluğun iktidarı için mücadele etmekte özgür
olduğu bir demokrasinin, başlıca ideolojik karakteristiklerinden biri ol-
duğunu söylemek abartı olmayacaktır.

Çeşitlilik insanlar, şeyler, fikirler ve görüşler arasındaki farklılığa ve ay-


rıma gönderme yapar. Çeşitlilik yalnızca demokrasiyle değil, giderek
daha çeşitli ve ayrışık hale gelen ve vatandaşların farklılığının bir er-
dem olduğu modern topluma doğru evrilen modernite ile de bağlantılı
geniş bir terimdir. 20. Yüzyılın toplumsal-siyasal düşüncesinde çeşitli-
lik kavramının çekiciliği; ekonomik iktidar, teknoloji ve bürokrasinin
homojenleştirici gücüne karşı mücadeleden olduğu kadar, komünizm
ve nasyonal sosyalizm gibi totaliter ve otoriter rejimlere duyulan nef-
retten de beslenmişti.

Felsefe ve siyasetteki meşruluğunun yanı sıra çeşitlilik, medya için de


önemli bir başlangıç noktası haline geldi. Öyle ki, Philip M. Napoli
(1999: 7) çeşitliliği “iletişim siyasasının temel ilkesi” olarak tanımladı.
Medya çeşitliliğinin önemi uzun bir süre önce, mesela 19. yüzyılın öz-
gürlükçü basın kuramında tanınıp uygulanmaya başladı. Vatandaşlar,
hükümet ve basın arasındaki ilişkiye dair söz konusu liberal kuram,
vatandaşların akılcı bir yolla siyasal yargılara varabileceklerini ve akılcı
tercihler yapabileceklerini varsayar. Akılcı birey, söz konusu bilgi kendi
görüşlerine ters olsa bile, bilgiye açıktır. Doğal olarak herkesin bu siya-
sal anlamda akılcı birey idealine ulaşması mümkün değildir. Ancak li-
beral basın kuramına göre medyanın, vatandaşların siyasal olarak akıl-
cı yargılara varmalarını sağlamak gibi bir görevi yoktur. Bu bağlamda
liberal basın kuramı, medyada görüşlerin serbest mücadelesine gönderme
yapmakta ve bunun, bir şeyin doğru olup olmadığından emin olma-
nın tek yolu olduğunu imlemektedir. Bunlar şu kavramla da ilintilidir:
“[...] karşılıklı hoşgörü ve çeşitli görüşlerin karşılaştırılması sayesinde

120 > Televizyon haberciliğinde etik


en akılcı görünen yüzeye çıkar ve genel kabul görür” (Siebert vd., 1969
[1956]: 44). İyimser bir fikir. Ancak medyanın içinde ve dışında siyasal
fikirlerin ve görüşlerin açıkça karşı karşıya gelmesinin önemini anlaya-
bilmek için bu iyimserliği tam anlamıyla paylaşmamanız gerekiyor.

Medya çeşitliliğinin iki yüzü


Demokraside medyadan toplumsal çeşitliliği ifade etmesi, koruması ve
beslemesi beklenir. Medyanın bu işi başarıp başaramadığından emin
olmak için çeşitli yollar vardır. Yansıtma ve açıklık, medya performansı-
nın ölçümünde sıkça kullanılan iki yöntemdir.

Yansıtmacı medya çeşitliliği medyanın yukarıda belirtilen ifade işlevi ile ilgi-
lidir. Yansıtma sürecinde medya, toplumda var olan tercihleri mümkün
olduğunca çok yansıtır. Yansıtmacı medya çeşitliliği için ölçüt, toplum-
sal çeşitliliktir. Tablo 4, nüfusa ve medyaya göre dağılımı göstermek-
tedir. Azami yansıtma söz konusu olduğunda her iki dağılım arasında
tam bir denge sağlanmaktadır. Yansıtma, medyanın halkın sesi olduğu-
nu gösterir. Eğer toplumda tercihler açısından geniş bir ortalama de-

Tablo 4: Yansıtmacı medya çeşitliliği

Medyanın sorumluluğu < 121


ğer (median) varsa o zaman yansıtma, kitleleri hedefleyen gazetelerden
ve ana akım yayın kuruluşlarından oluşacaktır. Diğer taraftan, ülkede
yalnızca ufak bir azınlık varsa, yansıtma, görece dar bir pazara hizmet
veren çok sayıda küçük medya kuruluşundan oluşacaktır.

Medyanın yansıtmacı niteliği, toplumdaki azınlık tercihleri için çok az alan


bırakır. Medyada çeşitliliğin ikinci değişkeni olan açıklık, toplumda
yeni ve az bilinen unsurlara daha çok yer ayırır. Açıklık ve medyadaki
çeşitlilik (bkz. Tablo 5) ancak, toplumsal ve kültürel tercihler, hareketler
ve düşünce tarzları, destekçilerine ve toplumdaki nicel büyüklüklerine
bakılmaksızın, toplumsal iletişim sistemine erişimde eşit ve değişmez
fırsatlara sahip olduklarında varlık kazanabilir. Açıklık, toplumsal, si-
yasal ve kültürel yeniliği teşvik eder; kamusal, demokratik bir tartışma
ortamında görüşlerin karşı karşıya gelmesini ve çarpışmasını destekler.
Açıklık, kültürel yeniliğe olan desteğin genişlemesini, geniş toplumsal
ortalamaya karşı kültürel yeniliğin rekabet gücünü artırarak sağlar.

Tablo 5: Açık medya çeşitliliği

122 > Televizyon haberciliğinde etik


Heikki Hellman’a (2001: 202) göre açıklık özellikle, medya siyasası açısın-
dan son derece normatif bir nitelik arzeden kamu siyasası modeli için
uygunken, yansıtma, piyasa modelinin ekonomik yönelimli düşünme
biçimine daha yakındır. Bunlardan hangisi geçerli olursa olsun, açıklık
ile yansıtma arasında bir gerilim olduğu açıktır. Yansıtma, hakim top-
lumsal ilişkileri temsil eden bir çoğulluğa, açıklık ise toplumdaki farklı
hareketler arasındaki azami idealist rekabete dayanır. Açıklık, küçük
azınlıklar da dahil olmak üzere medyaya eşit erişimi savunurken, yan-
sıtma büyüklük ve çoğunluğa rağbet eder. Avrupa iletişim siyasaları,
birçok Avrupa hükümeti kendi ulusal medya sistemlerinde yansıtma
ile açıklık arasında bir denge sağlamaya çalıştığı için her ikisinden de
izler taşır.

Denis McQuail (1992: 144-45) medyada çeşitliliği ölçmek için kriterler


önermektedir. McQuail, yansıtma ve açıklığa yakın olan erişimin yanı
sıra seçim kavramını da ortaya atmaktadır. Bu terim tüketicilere özgür
bir enformasyon, yorum, kültürel formlar ve yaşam tarzları sunan ser-
best piyasayla bağlantılıdır. Medya tüketicileri için seçimi vurgulamak,
enformasyon toplumunun yarattığı “aşırı medya”nın halihazırdaki du-
rumuna çok iyi uymaktadır. Yansıtma ve erişim modelleri, geçmişte özel-
likle televizyon yayıncılığında deneyimlendiği gibi, iletişim araçlarının
sınırlı sayıda olduğu durumlar için daha uygun görünmektedir.

Kaynaklar

Bens, Els de and Helge Østbye (1998). “The European Newspaper Market.” Media
Policy. Convergence, Concentration and Commerce. Denis McQuail ve Karen Siune
(der.) içinde. Londra: Sage, 7-22.

CEC Commission of the European Communities (1994/1995) Green Paper on the


Liberalisation of Telecommunications Infrastructure and Cable Television Networks.
Brüksel: Belçika.

Dahrendorf, Ralf (1974). “Aktive und passive Öffentlichkeit, Über Teilnahme


undlnitiative im politischen Prozess moderner Gesellschaften.” Zur Theorie der
politischen Kommunikation. Wolfgang R. Langenbucher (der.) içinde. München:
Piper & Co. 97-110.

Deutsch, Karl W. (1963/1966). The Nerves of Government: Models of Political


Communication and Control. New York: The Free Press.

Medyanın sorumluluğu < 123


Hardt, Hanno (1979). Social Theories of the Press: Early German and American Perspectives.
Beverly Hills (CA): Sage.

Hellman, Heikki (2001). “Diversity – An End in Itself? Developing a Multi-measure


Methodology of Television Prigramme Variety Studies.” European Journal of
Communication 16(2): 181-208.

McQuail, Denis (1992). Media Performance: Mass Communication and the Public Interest.
Londra: Sage.

McQuail, Denis (2000). Mass Communication Theory. 4th Edition. Londra: Sage.

Milton, John (1644). Areopagitica: A speech for the Liberty of Unlicensed Printing to the
Parliament of England.

Napoli, Philip M. (1999). “Deconstructing the Diversity Principle.” Journal of


Communication 49 (4): 7-34.

Popper, Karl R. (1963). The Open Society and Its Enemies. New York: Harper & Row
Publishers.

Popper, Karl R. (1963/1968). The Open Society and Its Enemies. New York: Harper & Row
Publishers.

Pool, Ithiel de Sola (1983). Technologies of Freedom. Cambridge: Belknap Press of Harvard
University Press.

Siebert, Fred S. vd. (1956/1963). Four Theories of the Press: The Authoritarian, Libertarian,
Social Responsibility and Soviet Communist Concepts of What the Press Should Be and
Do. Urbana ve Chicago: University of Illinois Press.

Stuart Mill, John (1859/1972) On Liberty. Londra: Dent and Sons.

124 > Televizyon haberciliğinde etik

You might also like