You are on page 1of 11

FRITHJOF SCHUON İLE BİR MÜLAKAT

I. METAFİZİK

Soru: Din ve metafizik hakkında yirmiden fazla kitap yazdınız.[1] İlk


kitabınız DİNLERİN AŞKIN (müteâl) BİRLİĞİ[2] adını taşıyor... Bir kişinin bu
birliği nasıl idrak edebileceğini sorabilir miyim?

Frithjof Schuon: Bizim hareket noktamız, birinin diğerini dışladığı muhtelif


dinlerin olduğu gerçeğini kabul etmektir. Bu, bir dinin doğru, diğerlerinin
hatalı olduğu anlamına gelebileceği gibi; aynı şekilde hepsinin hatalı
olduğu anlamına da gelebilir. Gerçekte ise, onların dogmatik inhisarcılıkları
bağlamında değil, fakat saf metafizik ile ya da başka bir deyişle hâlidi
hikmetle (philosophia perennis) örtüşen ortak derûnî anlamları açısından
hepsinin doğru olduğudur.

Soru: Bu metafizik anlamın hakikat olduğunu nasıl bilebiliriz?

F. Schuon: Metafizik perspektif, saf akıl (intellect) yoluyla elde edilen bir
vizyon (müşahede) olması itibariyle bizzat doğası gereği yanılmaz olan
entelektüel sezgiye dayalıdır. Halbuki dindışı (profane) felsefe yalnızca
mantıkla ve dolayısıyla mantıksal önermelerle ve sonuçlarla işler.

Soru: Durum böyleyse, o halde dinin dayandığı temel nedir?

F. Schuon: Dinler -dogmatik ya da teolojik perspektif olsun- vahye


dayalıdır; onun temel amacı nesnelerin doğasını ya da evrensel ilkeleri
açıklamak değildir, fakat insanı günahtan ve lanetten kurtarmak ve de
gerçekçi toplumsal bir denge tesis etmektir.
Soru: Şayet bizi kurtaracak bir dine sahipsek, niçin bir de metafiziğe
ihtiyaç duyalım?

F. Schuon: Çünkü metafizik insanlara bağışlanmış olan entelektüel


ihtiyaçları doyurur. Metafizik hakikat yalnızca bizim düşüncemizle ilgili
değildir, fakat aynı zamanda o bizim bütün varlığımıza nüfuz eder; bundan
dolayı o, kelimenin olağan anlamında, felsefeden daha yukarıdadır.

Soru: Metafizik bir düzeyde, her insanın ihtiyaç duyduğu şey nedir?

F. Schuon: Üç şeye ihtiyaç vardır: Hakikat, manevi uygulama ve ahlâk. Saf


ve perdelenmemiş hakikat metafizikle örtüşür. Dini nasslar metafizik
hakikatin sembolleridir; dinî sembolizmin derin kavrayışı da esoterizmdir.
Saf metafizik gizil olarak bütün dinlerde bulunur.

Soru: Peki manevi uygulama?

F. Schuon: Manevi uygulama esas olarak ibadettir. İbadetin de üç şekli


vardır: birincisi, şer’i ibadet [yani namaz[3] çev.], yani Rabb’e kulluk;
ikincisi kişisel ibadet ki bunun en güzel modeli Mezmurlar tarafından
verilmiştir; üçüncüsü de kalbin müşahede ibadetidir; bu özel şartlar
gerektiren mistik maneviyattır. “Rusyalı Hacı” (Russian Pilgrim) hikayesi
onun bir imajını sunar; yine japa-yoga hakkındaki Hindu metinleri, metodik
dualardır.

Soru: Ya ahlâk?

F. Schuon: Bu, hakikat ve manevi uygulamadan sonra manevi hayatın


üçüncü boyutudur. Ahlâk bir yandan makul, sağlam ve cömert davranış
demek iken diğer yandan o ruh güzelliği; ve dolayısıyla batınî soyluluk
demektir. Bu nitelik olmaksızın, doktrin (hakikat) ve manevi uygulama
faydasız olacaktır.

Soru: Biraz önce entelektüel sezgiden bahsettiniz... Her insan bu yetiye


sahip değil midir?

F. Schuon: Hem evet, hem hayır. İlke olarak, insanın insan olması yalın
gerçeğinden dolayı her insan bu sezgiye (intellection) kabiliyetlidir; fakat
gerçekte ise entelektüel sezgi -yani ‘kalp gözü’- insan türünün
yozlaşmasından dolayı adeta bir buz tabakasının altında gizlidir. Şu halde
saf enteleksiyonun bir armağan olduğunu ve genel bir insan yetisi
olmadığını söyleyebiliriz.

Soru: Bu yüksek sezgiyi geliştirmek mümkün değil mi?

F. Schuon: Onu geliştirmeye gerek yok. Zira insan yalnızca imân sayesinde
kurtuluşa erebilir. Fakat daha dindar ya da müşahede ehli bir kişi dünyevi
bir kişiden daha güçlü sezgiye sahiptir.

II. SANAT

Soru: İnsanın manevi varlığında sanatın rolünün ne olduğunu sorabilir


miyim?

F. Schuon: Ahlaktan sonra sanatın -kelimenin en geniş anlamında- insan


durumunun doğal ve zorunlu bir boyutu olduğunu söyleyebiliriz. Platon,
“Güzellik, Hakikat’in görkemidir” demiştir. Şu halde biz de sanatın
-hünerleri de kapsayarak- Hakikat’in bir projeksiyonu ve formlar
dünyasındaki güzellik olduğunu söyleyebiliriz; sanat, arketiplerin ipso facto
bir projeksiyonudur. Ve o temel olarak içsel olarak görülen şeyin bir
dışsallık kazanmasıdır; sanat, dağılma demek değildir, o yoğunlaşma ve bir
Tanrı’ya dönüş yolu demektir. Her tradisyonel medeniyet bir güzellik yapısı
yaratmıştır: manevi hayatı çevreleyen doğal; yani zorunlu olarak ekolojik
bir yapı...

Soru: Bir sanat eserinin değerini, onun ilham düzeyini bilmeyi sağlayan
ölçütler nelerdir?

F. Schuon: Kutsal sanatın arketipleri semavi ilhamlardır; bütün diğer sanat


eserleri de sanatçının manevi kişiliğinden aldıkları ilhamı resmederler. Bir
sanat eserinin değerini bilmenin ölçütü: eserin muhtevası, ifade biçimi ve
onun tekniği; yani stilidir.

Soru: Resim, heykel, dans, müzik, şiir, mimari gibi değişik sanat türleri için
farklı ölçütler var mıdır?

F. Schuon: Hayır. Ölçütler, değişik sanat türleri için farklı değildir.

Soru: Güzellikle birlikte, dünyevi olarak kendini yüceltmeye ya da tam


tersine İlâhi olanı hatırlamaya yardım edebileceğinden, muğlak bir öge
olarak adlandırılabilecek bir şey vardır. Örneğin müzik, şiir ve dans gibi
belli sanatlarda telaffuz edilenden daha fazla olan bu muğlak öge nedir?

F. Schuon: Resim ve heykel, daha çok fiziksel ve öznel olan şiir, müzik ve
danstan bir bakıma daha fazla beyinsel ve nesneldir. Bundan dolayı bu üç
sanatta muğlak öge telaffuz edilenden daha çoktur.
Soru: Bir kişi bir Hindu terimi olan “darshan”ın[4] sanat ve güzellik
deneyiminde bir uygulamaya sahip olduğunu söyleyebilir mi?

F. Schuon: Elbette, Hindu terimi “darshan” herhangi bir estetik ve sanatsal


deneyime uygulanabilir; fakat bu durumda o zihnî ve işitsel algıları da
içerir; sadece görmeyi değil.

Soru: Bir kişi, en geniş anlamında güzellik ile esoterizm arasında doğal bir
bağlantı olduğunu söyleyebilir mi?

F. Schuon: Evet, güzellik ile esoterizm arasında bir bağlantı vardır. Çünkü
“Güzellik, Hakikat’in görkemidir.” Tradisyonel sanat, esoteriktir; eksoterik
değil. Zahircilik (exoterism) ahlâkla ilgilidir; güzellikle değil. Hatta Zahircilik
(exoterism) bir ahlâki önyargıdan dolayı güzelliğe muhalif bile olabilir.

Soru: Esoterizmin sanat ve güzellik hususunda, çeşitli zahircilikler


(exoterisms) tarafından vaz‘edilmiş sınırları ve yasakları aşan belli
haklarının olduğunu söylemek meşru olabilir mi?

F. Schuon: İlke olarak esoterizm, zahirciliğin (exoterism) yasaklarını aşan


belli haklara sahiptir, fakat gerçekte ise esoterizm bu hakları çok nâdir
kullanabilir. Bununla birlikte bu olmuştur, mesela dervişlerin danslarında
(sema, hadra. çev.) ya da görünüşe bakılırsa müstehcen Tibet resimlerinde
olduğu gibi.

Soru: “Güzel Sanatlar”dan başka -Japonya’da mesela, çiçek düzenleme


sanatı, çay seremonisi, hatta savaş sanatları gibi- manevi doğanın
tezahürleri olarak kabul edilen (ya da geçmişte öyle olan) sanatlar da var.
Çay hazırlama gibi “gündelik” bir eylem nasıl olur da manevi bir bereket’in
(spiritual barakah) taşıyıcısı olabilir?

F. Schuon: Zen sanatlarının -Çay seremonisi gibi mesela- Buda (ya da Aslî
İnsan) gibi davranmanın belli tarzlarını kristalize ettiğini söyleyebiliriz. İmdi
Buda asla bir kılıç kullanmamıştır; ama kullanmış olsaydı tıpkı bir Zen
Ustası gibi kullanırdı. Buda gibi davranmak demek -hatta çay hazırlamak
gibi bir düzeyde bile- Buda-Tabiatı’nın bazı şeylerini özümsemek demektir;
ki bu Aydınlanma’ya açılan bir kapıdır.

Soru: Modern sanat tradisyonel değil. Bu, modern bir sanat eserinin
zorunlu olarak kötü olduğu anlamına gelir mi?

F. Schuon: Hayır. Çünkü modern -en geniş anlamında modern- bir sanat
eseri muhteva hususunda hatta konuyu elealış biçimi ve keza sanatçı
hakkında farklı nitelikleri açığa vurabilir. Bazı tradisyonel ürünler kötüdür
ve bazı tradisyonel-olmayan ürünler de iyidir.

Soru: Sanatçının kendisi için sanat ne ifade eder?

F. Schuon: Soylu bir sanat eseri yaratarak sanatçı kendi ruhu üzerinde
çalışır; bir bakıma o kendi arketipini yaratır. Bundan dolayı her sanat
uygulaması, ilke düzeyinde ya da bilfiil, bir kendini-gerçekleştirme (self-
realization) yoludur. Hatta önemsiz ya da olumsuz konularda sanatçı kasıtlı
olarak etkilenmeyebilir, ama soylu ve çok derin konularda ise o bizzat
kalbiyle faaliyette bulunur.

III. ASLÎLİK (PRIMORDIALITY)


Soru: “The Feathered Sun”[5] (Tüy Güneşi) kitabınız sizin Amerikalı
Kızılderililere olan ilginizi açığa vuruyor... Bu ilginin ya da yakınlığın
kaynağını sorabilir miyim?

F. Schuon: Kızılderililer’in -ve özellikle Ova Kızılderilileri’nin- Zen


maneviyatında da çok sık uygulanan Japon samuraylarıyla birçok ortak
noktaları vardır, ahlaki ve estetik deyişle, Ova Kızılderilileri dünyanın en
büyüleyici halklarından biridir. 19. yüzyıldaki büyük hata “medenîleşmiş
halk” ile “vahşiler” şeklinde yapılan ayrımdı; çok daha gerçekçi ve önemli
ayrımlar vardır. Çünkü olağan anlamıyla “medeniyet”in insanlığın en
yüksek değeri olmadığı âşikârdır ve yine “vahşi” terimi Kızılderililer için hiç
de uygun değildir. İnsanı değerli kılan şey ne onun dünyevi kültürüdür, ne
de onun pratik ve yaratıcı zekâsıdır, fakat onun Mutlak’ın zatına karşı olan
tutumudur. Ve Mutlak’ın anlamına sahip olan kimse, insan ile bâkir Tabiat
arasındaki akrabalığı asla unutmaz; çünkü Tabiat bizim kaynağımız, bizim
doğal vatanımız ve Tanrı’nın en şeffaf Mesajı’dır. Arap tarihçi İbn Haldun’a
göre, gerçekçi bir medeniyetin gerekli şartı Bedeviler ile şehir sakinlerinin
arasındaki, yani göçebeler ile yerleşiklerin; Tabiat’ın sağlam çocukları ile
özenli kültürel değerlerin temsilcileri arasındaki dengedir.

Soru: Sizin sanat kitaplarınız “The Feathered Sun” (Tüy Güneşi) ve özellikle
de “Images of Primordial and Mystic Beauty”[6] (Aslî ve Mistik Güzelliğin
İmajları) adlı eseriniz kutsal çıplaklık’ın sırrıyla irtibat kuruyor. Bu
perspektifi birkaç kelimeyle açıklayabilir misiniz?

F. Schuon: Kutsal çıplaklık -yalnızca Hindularda değil, aynı şekilde


Kızılderililer’de de önemli bir rol oynar- “en dıştaki” ile “en içteki”
arasındaki analojik tekabüliyete dayalıdır: Şu halde beden “dışsallaşmış
kalp” gibi gözükür, ve onun bir “parça”sı olan kalp de bedensel
projeksiyonu soğurur; yani “uçlar birleşir.” Hindistan’da çıplaklığın ruhsal
etkinin yayılımını kolaylaştırdığı söylenir ve aynı şekilde dişil çıplaklık
özellikle Lakshmi’yi[7] açığa vurur ve bu nedenle çevre üzerinde yararlı bir
etkiye sahiptir. Çıplaklık bütün ve genel bir tarz olarak öze, kaynağa,
arketipe -böylece semavi makâma, bir dönüşü ifade eder -ve mânen onu
gerçekleştirir: “Ve bu sebeple çıplak olduğum halde dans ediyorum”;
büyük Keşmirli azize Lalla Yogishvari İlâhi Benlik’i kendi kalbinde
bulduktan sonra böyle demiş. Elbette çıplaklıkta, insanın şehevi
tabiatından dolayı de facto bir muğlaklık vardır; ama insanın sadece şehevi
tabiatı yoktur; onun aynı zamanda, nadir de olsa “kutsal çıplaklık”
durumunda olduğu gibi, onu nötralize edebilen bir derin teemmül
(müşâhede) armağanı vardır. Benzer şekilde sadece zuhurâtın cazibesi
değil, aynı şekilde kişiye, duyumsal tecrübesiyle arketipsel özünü
algılamasını sağlayan fenomenlerin metafizik şeffaflığı da vardır. St.
Nonnos[8], St. Pelagia’yı[9] vaftiz havuzuna çıplak olarak girerken
seyrettiğinde, yalnızca ‘düşüş’ü sırasında değil, fakat Tanrı’ya doğru
yükseldiği sırada da insana güzelliği verdiği için Tanrı’ya senâda
bulunmuştur.

IV. MESAJ

Soru: Vasat bir insana mesajınız ne olabilir?

F. Schuon: İbadet. İnsan olmak, Tanrı ile irtibatlı olmak demektir. Bu


olmadan hayatın bir anlamı yoktur. İbadet ve tabii ki güzellik; çünkü biz
formlar arasında yaşıyoruz; bir bulutun içinde değil. Önce RUH’un güzelliği
ve ondan sonra da bizi çevreleyen sembollerin güzelliği.

Soru: Metafizikten bahsettiniz. Bu Hâlidî Hikmet’in (philosophia perennis)


ana muhtevasının ne olduğunu sorabilir miyim?

F. Schuon: Metafizik aslında Hakikat ile Zuhur ya da yanılsama; Vedantik


terimlerle Atma ile Maya, yani İlâhi olan ile kozmik olan arasındaki ayrımın
sezilmesi demektir. Metafizik, Atma’daki Maya’nın kökleriyle -bu, İlâhi
olanın kişileşmesi, yani ‘yaratan ve vahyeden Tanrı’ anlamına gelir - ve
ondan sonra da Atma’nın Maya içindeki projeksiyonuyla ilgilidir -bu da
Dünya’daki herşeyin olumlu ve iyi olduğu anlamına gelir-. Ve böylece
metafizik bilgi esasında entelektüel, fiziksel ve ahlâki bir özümseme
gerektirir; sezgi yoğunlaşmayı, müşâhedeyi ve vahdeti gerektirir. Bundan
dolayı metafizik bir kuram kelimenin modern anlamında bir felsefe
değildir; o aslında kutsaldır. Kutsal duygusu, her tarikatta olduğu gibi
metafizik tahakkuk için vazgeçilmez bir keyfiyettir. Kızılderililer için -aynı
şekilde Hindular için de- tabiattaki herşey kutsaldır; bunu, modern insanın
öğrenmesi gereklidir, çünkü kelimenin en geniş anlamında bir ekoloji
sorunu vardır. İlk olarak gereken şey, ibadettir; ondan sonra da: Tabiat’a
dönüş! Birisi, artık çok geç olduğu şeklinde itiraz edebilir; imdi, her erkek
ve kadın kendi yaptığından sorumludur; başkalarının yaptıklarından değil...
Çünkü herkes Tanrı önünde tek başına kıyamda duracaktır ve herkes kendi
ölümsüz ruhu için gerekli olan şeyleri yapabilir. Tabiat’a dönüşün ilk
basamağı asalettir; formların ve davranışın asaleti; bu kendi yurdunda bir
ibadet iklimi yaratır. Çünkü asalet, işlenmemiş Hakikat’i andırır.

--------------------------------------------------------------------------------

* Metindeki vurgular ve notlar çevirene aittir.

[1] De Quelques aspects de l'Islam; De l'Unité transcendante des religions,


(Dinlerin Müteâl Birliği);. L'Oeil du cœur, (Kalp Gözü); Perspectives
spirituelles et faits humains, (Manevi Perspektifler ve İnsanın Fiilleri).
Sentiers de gnose (İrfan Yolları); Castes et races, (Kastlar ve Irklar); Les
Stations de la sagesse, (Hikmet Makamları); Images de l'Esprit, (Ruh’un
İmajları); Comprendre l'Islam, (İslamı Anlamak); Regards sur les mondes
anciens, (Antik Dünyaların Işığında); Logique et transcendance, (Mantık ve
Aşkınlık); Forme et substance dans les religions, (Dinlerde Biçim ve Öz);
L'Ésotérisme comme principe et comme voie, (İlke ve Tarikat olarak
Esoterizm); Le Soufisme, voile et quintessence, (Tasavvuf: Perde ve Öz);
Christianisme/Islam; Du Divin à l'humain, (İlahi Olan’dan İnsani Olan’a);
Sur les traces de la Religion pérenne (Kadim Din’in Taslağı); Approches du
phénomène religieux (Dini Fenomenlere Yaklaşımlar); Résumé de
métaphysique intégrale; Avoir un centre (Bir Merkez’e Sahip Olmak);
Images of Primordial and Mystic Beauty, Paintings by Frithjof Schuon; Le
Jeu des Masques (Maskelerin Oyunu); La Transfiguration

de l'Homme (İnsanın Başkalaşımı); Trésors du Bouddhisme (Budizm’in


Hazineleri); Le Soleil de Plumes, Art et Philosophie des Indiens des plaines
(Tüy Güneşi: Ova Kızılderililerinde Sanat ve Felsefe).

[2] Frithjof Schuon, Dinlerin Aşkın Birliği, çev. Yavuz Keskin, Ruh ve Madde
Yayınları, İstanbul-1992.
[3] Metinde geçen “canonical prayer” ifadesiyle kastedilen şeyin bilhassa
namaz olduğu Üstad Schuon’un bir başka eserinde parantez içinde
Arapçasını belirtmesinden açıkça anlaşılmaktadır. bkz. Comprendre l’Islam,
1976, sh. 15; Understanding Islam, sh.15.

[4] Darshana, “Görüş”, “seyre dalma” , “müşahede”, “nazar” ve genişleme


yoluyla “ispatlama”, “felsefi bakış”. Darshana teriminin sayısal değeri
6’dır. Bununla alakalı olarak Hindu felsefesinin altı temel dizgesi söz
konusudur: Zihinsel araştırma (mimâmsâ); yöntem (nyâya); tabiatın
incelenip betimlenmesi (vaisheshika); ruhun kurtuluşuna yönelik düşünme
biçimi olarak sayı (sâmkhya); ruhun maddi bağlardan kurtuluşuna yönelik
felsefeler ve uygulamalar (yoga); ruh ile Brahma’nın temeldeki özdeşliğini
inceleyen Vedânta Sûtralara dayalı çalışma.

[5] Frithjof Schuon, The Feathered Sun: Plains Indians in Art and
Philosophy, Bloomington : World Wisdom Books, 1990. (Le Soleil de
Plumes, Art et Philosophie des Indiens des plaines). Aynı zamanda bir
ressam olan Üstad Schuon’un Kızılderililerin geleneklerini resmettiği
tablolarının yer aldığı albüm.

[6] Images of Primordial and Mystic Beauty, Paintings by Frithjof Schuon,


Bloomington, Indiana, USA, Abodes, 1992. Üstad Schuon’un Kızılderililerin
geleneklerine ait motiflerin ve bir açıdan müstehcen sayılabilecek gerçekte
ise Külli Hakikat’in dişil tezahürlerini ve doğasını resmettiği tabloların yer
aldığı albümü. Bu bölümde zaten Üstad Schuon’un kendisi bu Kutsal
Çıplaklık perspektifi hakkında bilgi vermektedir. Bununla birlikte İslam
tradisyonunda da “hakikat”, “bereket”, “rahmet”, “inayet”, “ruh” - gibi
manevi tecelli ve tezahürlerin dde “müennes” bir tabiatı açığa vurduklarını
hatırlatabiliriz. Hatta Arapçadaki savaş anlamına gelen “harb” kelimesi de
müennestir.

[7] Lakshmi; kelime anlamı “talih”. “Talih Tanrıçası”dır. Vişnu’nun karısı ve


Yunan mitolojisindeki Kozmik Arzu ve tensel Aşkın tanrısı Eros’un Hindu
tradisyonundaki mütekabili olan Kâma’nın annesi.

[8] Panopolisli Nonnos, M.S. V. yüzyılda yaşamış yunanlı şair. “Dionysiaka”


adında Dionysos’un Hindistan seferini anlatan 48 kitaplık bir destan
yazmıştır. Ayrıca Aziz Yuhanna İncili’ne bir de şerh yazmıştır.

[9] St. Pelagius, (Büyük Britanya 360 - Filistin 422). Genç yaşında (24)
Roma’ya yerleşti. Roma’nın 410’da yağmalanması sebebiyle önce Mısır’a,
daha sonra da Filistin’e yerleşti. Pelagius’un ilahiyat öğretisi insan
iradesinin değerini vurgulurken, diğer taraftan Tanrı’nın inayetinin önemi
azalır. Bu görüşün teolojik sonucu, Hz. Âdem’in günahının insanlığı -teolojik
ve manevi anlamda- kesinlikle etkilemeyen, sadece kötü bir örnek ibaret
olmasıdır. Bundan dolayı insan, iyi ve kötü arasında her zaman bir seçim
yapabilir. Pelagius’un bu öğretisi, 412’de başlayarak St. Augustinus
tarafından şiddetle eleştirildi ve birçok konsilde reddedildi. Hıristiyanlık’ta
Pelagius bir sapkın olarak, pelagiusçuluk da sapkın bir mezhep olarak
kabul edildi.

Çeviren ve ikram eden : Burak Sönmez


8th October 2011, Portatif zenci tarafından yayınlandı
Etiketler: FRITHJOF SCHUON

You might also like