Professional Documents
Culture Documents
I. METAFİZİK
F. Schuon: Metafizik perspektif, saf akıl (intellect) yoluyla elde edilen bir
vizyon (müşahede) olması itibariyle bizzat doğası gereği yanılmaz olan
entelektüel sezgiye dayalıdır. Halbuki dindışı (profane) felsefe yalnızca
mantıkla ve dolayısıyla mantıksal önermelerle ve sonuçlarla işler.
Soru: Metafizik bir düzeyde, her insanın ihtiyaç duyduğu şey nedir?
Soru: Ya ahlâk?
F. Schuon: Hem evet, hem hayır. İlke olarak, insanın insan olması yalın
gerçeğinden dolayı her insan bu sezgiye (intellection) kabiliyetlidir; fakat
gerçekte ise entelektüel sezgi -yani ‘kalp gözü’- insan türünün
yozlaşmasından dolayı adeta bir buz tabakasının altında gizlidir. Şu halde
saf enteleksiyonun bir armağan olduğunu ve genel bir insan yetisi
olmadığını söyleyebiliriz.
F. Schuon: Onu geliştirmeye gerek yok. Zira insan yalnızca imân sayesinde
kurtuluşa erebilir. Fakat daha dindar ya da müşahede ehli bir kişi dünyevi
bir kişiden daha güçlü sezgiye sahiptir.
II. SANAT
Soru: Bir sanat eserinin değerini, onun ilham düzeyini bilmeyi sağlayan
ölçütler nelerdir?
Soru: Resim, heykel, dans, müzik, şiir, mimari gibi değişik sanat türleri için
farklı ölçütler var mıdır?
F. Schuon: Resim ve heykel, daha çok fiziksel ve öznel olan şiir, müzik ve
danstan bir bakıma daha fazla beyinsel ve nesneldir. Bundan dolayı bu üç
sanatta muğlak öge telaffuz edilenden daha çoktur.
Soru: Bir kişi bir Hindu terimi olan “darshan”ın[4] sanat ve güzellik
deneyiminde bir uygulamaya sahip olduğunu söyleyebilir mi?
Soru: Bir kişi, en geniş anlamında güzellik ile esoterizm arasında doğal bir
bağlantı olduğunu söyleyebilir mi?
F. Schuon: Evet, güzellik ile esoterizm arasında bir bağlantı vardır. Çünkü
“Güzellik, Hakikat’in görkemidir.” Tradisyonel sanat, esoteriktir; eksoterik
değil. Zahircilik (exoterism) ahlâkla ilgilidir; güzellikle değil. Hatta Zahircilik
(exoterism) bir ahlâki önyargıdan dolayı güzelliğe muhalif bile olabilir.
F. Schuon: Zen sanatlarının -Çay seremonisi gibi mesela- Buda (ya da Aslî
İnsan) gibi davranmanın belli tarzlarını kristalize ettiğini söyleyebiliriz. İmdi
Buda asla bir kılıç kullanmamıştır; ama kullanmış olsaydı tıpkı bir Zen
Ustası gibi kullanırdı. Buda gibi davranmak demek -hatta çay hazırlamak
gibi bir düzeyde bile- Buda-Tabiatı’nın bazı şeylerini özümsemek demektir;
ki bu Aydınlanma’ya açılan bir kapıdır.
Soru: Modern sanat tradisyonel değil. Bu, modern bir sanat eserinin
zorunlu olarak kötü olduğu anlamına gelir mi?
F. Schuon: Hayır. Çünkü modern -en geniş anlamında modern- bir sanat
eseri muhteva hususunda hatta konuyu elealış biçimi ve keza sanatçı
hakkında farklı nitelikleri açığa vurabilir. Bazı tradisyonel ürünler kötüdür
ve bazı tradisyonel-olmayan ürünler de iyidir.
F. Schuon: Soylu bir sanat eseri yaratarak sanatçı kendi ruhu üzerinde
çalışır; bir bakıma o kendi arketipini yaratır. Bundan dolayı her sanat
uygulaması, ilke düzeyinde ya da bilfiil, bir kendini-gerçekleştirme (self-
realization) yoludur. Hatta önemsiz ya da olumsuz konularda sanatçı kasıtlı
olarak etkilenmeyebilir, ama soylu ve çok derin konularda ise o bizzat
kalbiyle faaliyette bulunur.
Soru: Sizin sanat kitaplarınız “The Feathered Sun” (Tüy Güneşi) ve özellikle
de “Images of Primordial and Mystic Beauty”[6] (Aslî ve Mistik Güzelliğin
İmajları) adlı eseriniz kutsal çıplaklık’ın sırrıyla irtibat kuruyor. Bu
perspektifi birkaç kelimeyle açıklayabilir misiniz?
IV. MESAJ
--------------------------------------------------------------------------------
[2] Frithjof Schuon, Dinlerin Aşkın Birliği, çev. Yavuz Keskin, Ruh ve Madde
Yayınları, İstanbul-1992.
[3] Metinde geçen “canonical prayer” ifadesiyle kastedilen şeyin bilhassa
namaz olduğu Üstad Schuon’un bir başka eserinde parantez içinde
Arapçasını belirtmesinden açıkça anlaşılmaktadır. bkz. Comprendre l’Islam,
1976, sh. 15; Understanding Islam, sh.15.
[5] Frithjof Schuon, The Feathered Sun: Plains Indians in Art and
Philosophy, Bloomington : World Wisdom Books, 1990. (Le Soleil de
Plumes, Art et Philosophie des Indiens des plaines). Aynı zamanda bir
ressam olan Üstad Schuon’un Kızılderililerin geleneklerini resmettiği
tablolarının yer aldığı albüm.
[9] St. Pelagius, (Büyük Britanya 360 - Filistin 422). Genç yaşında (24)
Roma’ya yerleşti. Roma’nın 410’da yağmalanması sebebiyle önce Mısır’a,
daha sonra da Filistin’e yerleşti. Pelagius’un ilahiyat öğretisi insan
iradesinin değerini vurgulurken, diğer taraftan Tanrı’nın inayetinin önemi
azalır. Bu görüşün teolojik sonucu, Hz. Âdem’in günahının insanlığı -teolojik
ve manevi anlamda- kesinlikle etkilemeyen, sadece kötü bir örnek ibaret
olmasıdır. Bundan dolayı insan, iyi ve kötü arasında her zaman bir seçim
yapabilir. Pelagius’un bu öğretisi, 412’de başlayarak St. Augustinus
tarafından şiddetle eleştirildi ve birçok konsilde reddedildi. Hıristiyanlık’ta
Pelagius bir sapkın olarak, pelagiusçuluk da sapkın bir mezhep olarak
kabul edildi.