You are on page 1of 166

T.C.

ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KEMÂLÜDDÎN ABDÜRREZZÂK KÂŞÂNÎ VE TEFSİRİ


TE'VÎLÂTÜ'L-KUR'ÂN'IN TEFSİR METODOLOJİSİ
AÇISINDAN TAHLİL VE TANITIMI

Tezi Hazırlayan
Mehmet KAYA

Tezi Yöneten
Prof. Dr. M. Zeki DUMAN

Temel İslam Bilimleri


Ana Bilim Dalı
Tefsir Bilim Dalı
(Yüksek Lisans Tezi)

Mart– 2009
KAYSERİ
T.C.
ERCİYES ÜNİVERSİTESİ
SOSYAL BİLİMLER ENSTİTÜSÜ

KEMÂLÜDDÎN ABDÜRREZZÂK KÂŞÂNÎ VE TEFSİRİ


TE'VÎLÂTÜ'L-KUR'ÂN'IN TEFSİR METODOLOJİSİ
AÇISINDAN TAHLİL VE TANITIMI

Tezi Hazırlayan
Mehmet KAYA

Tezi Yöneten
Prof. Dr. M. Zeki DUMAN

Temel İslam Bilimleri


Ana Bilim Dalı
Tefsir Bilim Dalı
(Yüksek Lisans Tezi)

Mart– 2009
KAYSERİ
ÖNSÖZ

Yüce Kitabımız Kur'ân, âlemlerin Rabbi Allah tarafından Cebrâil (a.s.) vasıtasıyla
Peygamber Efendimize yaklaşık yirmi üç yılda parça parça indirilmiştir. Kur'ân'ın böyle
peyderpey indirilmesindeki gaye, insanların onu anlayıp hükümleri ile kolay bir şekilde
amel edebilmesidir. Allah, bununla da kalmamış, insanların Kur'ân'ı daha kolay ve
doğru anlayabilmesi için Peygamber'in lisanıyla kolaylaştırmıştır.

Kur'ân'ı Kerîm'i ilk tefsir eden Hz. Peygamber olmuştur. Hz. Peygamber hayatta iken
ashâbın anlayamadığı âyetleri onlara açıklamış yani onlar için Kur'ân'ı tefsir etmiştir.
Hz. Peygamber'in vefatından sonra ortaya çıkan ihtiyaçlar sebebiyle tefsirler vücûda
getirilmiştir.

Tâbiûn devrinden sonra Kur'ân değişik yöntemlerle tefsir edilmiştir. Bunun neticesinde
tefsir ekolleri doğmuştur. İşte işârî tefsir de Kur'ân tefsirinin ekolleştiği bu ilk dönemde
meyvelerini vermeye başlamıştır. Bu alanda ilk eser yazanın İbn Atâ (ö. 309/922)
olduğu kabul edilmektedir. Ama onun tefsiri bize ulaşmamıştır. Tüsterî (ö. 200–283
veya 293/815–896 veya 905) ile birlikte bu tefsir ekolü sistemleşmeye başlamış, Sülemî
(ö. 325–412/936–1021) ile büyük inkişâf dönemini yaşamış ve İbn Arabî (ö. 638/1240)
ile birlikte bu tefsir ekolüne "Vahdet-i Vücût" düşüncesi hakim olmuştur. Bundan sonra
işârî tefsir, vahdet-i vücût düşüncesinin ekseninde eserler vermeye başlamıştır.

Abdürrezzâk Kâşânî (ö. 730/1330) işârî tefsirin vahdet-i vücût akımı içerisinde
yetişmiş, gerek tefsirin bu dalında, gerekse tasavvuf sahasında –bilindiği kadarıyla-
otuza yakın eser vermiş bir sûfî müfessirdir. Hayatı hakkında çok fazla bir bilgimiz
bulunmamakla birlikte yazmış olduğu eserler onun zâhir ve bâtın ilmindeki derinliğini
göstermesi açısından yeterlidir.

Aslen İranlı olup, İlhanlı Devleti'nin hüküm sürdüğü devirde İran'ın Cibâl taşrasında
yaşayan Abdürrezzâk Kâşânî, yaşadığı devirde iyi bir eğitim görmüş, zâhir ve bâtın
ilmini cem'etmiş ve dönemin yöneticileri ile birlikte bulunmuş, hatta onlarla seferlere
katılmış mümtâz bir âlimdir. Kaynaklar vefat tarihi olarak farklı tarihi vermekle birlikte
çoğunluk 730/1330 tarihini esas almakta, vefat yeri de kesin olarak bilinmemektedir.
II

Kâşânî ve eseri Te'vîlâtü'l-Kur'ân ilim dünyasında hak ettiği yeri alamamıştır.


Kendisinden sonra başta Dâvûd-u Kayserî (ö. 751/1350), İsmâil Hakkı Bursevî (ö.
1137/1725), Âlûsî (ö. 1270/1854) gibi önemli müfessirleri etkileyen bir müfessir olan
Kâşânî, günümüz ilim dünyasında yeteri kadar tanınmamaktadır. Onun bilinmemesi bir
yana, ona ait olan ve tezimizde inceleme konusu yaptığımız işârî tefsire dair yazmış
olduğu Te'vîlâtü'l-Kur'ân adlı eseri yanlışlıkla yıllarca İbn Arabî'ye nisbetle Tefsîr-i İbn
Arabî adıyla basılmıştır.

Kâşânî'nin eserleri hakkında fazla araştırma yapılmamıştır. Müellifin hayatı, eserleri,


ilmî yönü ve fikirleri hakkında Pierre Lory'in Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ındaki bazı tasavvufî
konuları inceleyen ve Sadık Kılıç'ın Türkçeye Abdürrezzak Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın
Tefsiri" adıyla tercüme ettiği Fransızca eseri ve son dönemde Dr. Necmeddin Ergül'ün
Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Temel İslam Bilimleri Tasavvuf Bilim
Dalı'nda yaptığı Kâşânî ve Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl Adlı Eserinin I. Cildinin
(Fâtiha-En'âm) Tahkîk ve Tahrîci adlı doktora çalışması dışında ufak çaplı tanıtıcı ve
eserin Kâşânî'ye âidiyetini ispat sadedinde birkaç makale yazılmıştır.

Lory eserinde Kâşânî'nin ismi, nisbesi, hayatı, ilmî yönü, eserleri, hocaları, talebeleri,
ilim dünyasına etkisi ve eserinin kaynakları hakkında bilgi vermemiş, eseri tefsir
ilminden ziyade tasavvuf ilminin bakış açısıyla belli konular çerçevesinde incelemiştir.
Bu anlamda bu eser Kâşânî'nin Te'vîlât'ının tefsir ilmi çerçevesinde anlatma konusunda
yetersiz kalmaktadır.

Ergül de müellifin hayatı, ilmî yönü, eserleri, talebeleri v.b. konular hakkında tafsilâtlı
bilgiler vermesine rağmen, incelemiş olduğu müellifin Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-
Tenzîl adlı eserin tamamını değil sadece yaklaşık dörtte birini (Birinci cildini)
incelemiştir. Bu eser, dil, îrâb, me‘ânî, tefsir ve te’vîl olmak üzere beş bölümden
oluşmaktadır. İşte bu eserin te'vîl bölümü bizim de araştırma konumuz olan Te'vîlâtü'l-
Kur'ân'ı oluşturmaktadır. Kâşânî ilk önce Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserini
yazmaya başlamış, Kehf Suresine gelince eserini yazmayı bırakmış ve sırf işârî tefsirle
alakalı bir eser oluşturma niyetiyle Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ı kaleme almış, Te'vîlât'ı
bitirdikten sonra Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserini kaldığı yerden yazmaya
devam ederek bitirmiştir. Netice itibariyle Ergül, ancak Te'vîlât'ın yirmide biri gibi bir
bölümünü –o da belli konularda- inceleyebilmiştir, dolayısıyla bu araştırma da
III

Kâşânî'nin işârî tefsir konusundaki görüşleri hakkında tam ve bütüncül bir bilgi
verememektedir.

Biz bu tezimizde Kâşânî'yi ve onun yanlışlıkla İbn Arabî'ye mal edilerek basılan eseri
Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ı incelemeye çalışacağız. Bu araştırma bize Abdürrezzâk Kâşânî'nin
tasavvufî tefsir noktasında görüşlerini bütüncül bir yöntemle inceleme imkânı
sağlayacaktır. Tezimiz üç bölümden oluşmaktadır. İlk bölümü oluşturan girişte,
tezimizle alakalı bazı kavramların açıklanması ve tezimizin kaynakları hakkında
bilgilere yer verdik. Birinci bölümde Kâşânî'nin hayatı, çevresi ve ilmî hayatını, ikinci
bölümde işârî tefsir, eserin ana çatısını oluşturan üçüncü bölümde ise Kâşânî'nin
Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ını tefsir ilmi çerçevesinde incelemeye çalıştık. Çalışmamızda biz,
eserin Tefsîr-i Şeyh-i Ekber adı altında 1317 yılında Hâzin tefsirinin haşiyesinde
basılmış olan nüshasını kullandık. Eseri dipnotta İbn Arabi'ye nisbetle değil de
Kâşânî'ye nisbetle Te'vîlâtü'l-Kur'ân olarak zikretmeyi öteden beri devam ede gelen
hatayı sürdürmemek ve Kâşânî'nin hakkını yememe ve ilmî ahlâk açısından daha doğru
bulduk. Eserle ilgili olarak birinci cildinde numaralamanın iki defa birinci sayfadan
başlaması sebebiyle birinci ciltteki ikinci defa birinci sayfadan başlayan numaralamayı
biz dipnotta c.1(2), şeklinde göstereceğiz.

Bir öğrencisi olarak fakülte yıllarından bu yana benden tefsir ilmi noktasında bilgi,
yardım ve değerli zamanlarını esirgemeyen hocam ve tez danışmanın Prof. Dr. Mehmet
Zeki DUMAN Bey başta olmak üzere Doç. Dr. İbrahim GÖRENER, Yrd. Doç. Dr.
Mustafa ÇAKMAKLIOĞLU'na, benden yardımlarını esirgemeyen hocalarıma, değerli
eşime ve aileme şükranlarımı sunuyorum. Bu çalışma, tefsir ilmine zerre miktar bir
katkıda bulunursa kendimi bahtiyar sayacağım. İstifade edilmesi dileğiyle...

MEHMET KAYA

KAYSERİ–2009
IV

KEMÂLÜDDÎN ABDÜRREZZÂK KÂŞÂNÎ VE TEFSİRİ TE'VÎLÂTÜ'L-


KUR'ÂN'IN TEFSİR METODOLOJİSİ AÇISINDAN TAHLİL VE TANITIMI

Mehmet KAYA

ÖZET

Tâbiûn devrinden itibaren (H.II. asır) Yüce Kitabımız Kur'ân-ı Kerîm değişik
yöntemlerle tefsir edilmeye başlanmıştır. Bu tefsir yöntemlerinden birisi de işârî tefsir
yöntemidir. İşârî tefsir de zaman içerisinde sistemleşme, inkişâf ve Vahdet-i Vücût
dönemi olmak üzere üç dönem geçirmiştir.

Biz bu çalışmamızda, işarî tefsirin Vahdet-i Vücût döneminde yaşamış olan


Abdürrezzâk Kâşânî (ö. 736/1335) ve -bilinmeyen bir sebeple- yıllarca Muhyiddin b.
Arabî'ye nispet edilerek basılan tefsiri Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ı inceleyeceğiz. Kâşânî, otuza
yakın eser vermesine, kendisinden sonra Davûd-u Kayserî (ö. 751/1350), İsmâil Hakkı
Bursevi (ö.1137/1725) ve Âlûsî (ö. 1270/1854) gibi önemli müfessirleri etkilemiş
olmasına rağmen ilim dünyasında kendisi ve eserleri hak ettiği yeri alamamıştır.

Çalışmamız üç bölümden oluşmakta olup giriş bölümünde Abdürrezzâk Kâşânî'nin


hayatı, birinci bölümde Tasavvuf ve işârî tefsir, ikinci ve son bölümde de müfessirin
Te'vîlâtü'l-Kur'ân adlı eseri tefsir metodolojisi açısından incelenecektir.

Anahtar Kelimer:Tefsir, İşârî Tefsir, Tasavvuf, Abdurezzâk Kâşânî, Te’vîlâtü’l-


Kur’ân
V

ABDARRAZZÂQ AL-QÂSHÂNÎ AND HİS WORK TE'VÎLATU'L-KUR'ÂN'S


ANALYSİS AND DESCRİPTİON FROM THE POİNT OF METODOLOGY OF
TAFSİR

Mehmet KAYA

ABSTRACT

Commantaries on the Holy Quran began with defferent methods since period of Tâbiûn.
One of the methods is mistic commentaries. This mistic commentaries have come by
defferent degrees a upto the present (such as a, to become sistemaized, development,
pantheizm).

We researched in this study the mistic commantary (on the Quran) Te'vîlatü'l-Kur'ân by
sufi expositor Abdarrazzâq al-Qâshânî (d. 736/1335) that was printed more than once to
Muhyiddin Arabi and -by mistake ascribed with a known- reason in tehe long period
inspite of this Abdarrazzâq al-Qâshânîhas leaved approximately works thirty in his life.
Furthermore he has effected Davud-i Kayseri (d. 751/1350), İsmail Hakkı Bursevi, (d.
1137/1725) and Âlûsî (d. 1270/1854) whom are famous sufi expositors in spite of this,
neither he and nor his mistic commantary on Quran have not got his deserving position
in the sciences of İslam.

This study consist of three section. İn fhirst section Abdarrazzâq al-Qâshânî's life, in
second section, sufism and mistic commentaries, in the third section expositor
Abdarrazzâq al-Qâshânî's work Te'vîlatü'l-Kur'ân from the point of metodology of
commantary were researched.

Key words: Tafsir, Mistic commentery, sufism, Abdarrazzâq al-Qâshânî Te'vîlâtü'l-


Kur'ân
VI

İÇİNDEKİLER

ONAY................................................................................................................... I

ÖNSÖZ…………………… .................................................................................. II

ÖZET………………………………………………… .......................................... IV

ABSTRACT…..………………………………………………… .......................... V

İÇİNDEKİLER………………………………………………............................... VI

KISALTMALAR………………………...…………………… ............................. IX

GİRİŞ

1- KONUYLA İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR.................................................... 1

A-TEFSİR…………………………………………………………........................ 1

B- TE'VİL……………………………………………………………… ................ 6

C- TASAVVUF.…………………………………………………… ...................... 9

D- VAHDET-İ VÜCÛT.……………………………………………… ................. 15

E- HURÛFÎLİK.………………………...…………………… .............................. 17

F- TATBİKÎ TE'VİL/ANTROPOMORFİZM……………………..................... 19

G- İSRÂİLİYYÂT.……………………...…………………………… .................. 20

2- KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ ................................................. 25

A- Kâşânî’nin Kendi Eserleri……………………………….……… ................... 25

B- Tabakât ve Tarih Kitapları………………………………………................... 26

C- Bibliyografik ve Ansiklopedik Kaynaklar………………………… ............... 26

D- Tefsir, Tefsir Tarihi, Tefsir Usûlüne İlişkin Kaynaklar……………………..27

E-Araştırmalar……………………………………………………………… ........ 28
VII

BİRİNCİ BÖLÜM

ABDÜRREZZÂK KÂŞÂNÎ'NİN HAYATI ve ÇEVRESİ

1- 13. ASIRDA İLHANLILAR DEVRİNDEKİ COĞRAFÎ, SOSYAL,

SİYASÎ VE DİNÎ ÇEVRE VE KÂŞÂNÎ’YE ETKİLERİ .................... 30

A- Coğrafî Çevre……………………………………………………… ................. 30

B- İlhanlılar’da Sosyokültürel Çevre………………………………… ................ 32

C- İlhanlılar’da İlim ve Sanat………………………………………………… .... 33

D- Siyasî Çevre………………………………………………………………......... 38

E- Dinî Çevre…………………………………………………………… ............... 41

2- KÂŞÂNÎ’NİN HAYATI VE KÜLTÜREL ÇEVRESİ.................................... 43

A- Hayatı ………………………………………………………………… ............. 43

B- Nisbesi ve İsmi………………………………………………………………..... 44

C- Kâşânî'nin Hocaları ve Kendileriyle Görüştüğü Belirtilen Kişiler...…… .... 45

D- Talebeleri, Takipçileri ve Etkileri…………………………………………..... 49

E- Kaşâni'nin Bâtınî Olduğu İddiaları …………………………………………. 50

F- Eserleri ……………………………………………………………….………... 57

G- Vefatı …………………………………………………………………… .......... 68

İKİNCİ BÖLÜM

İŞÂRÎ TEFSİR

A-TASAVVUFÎ TEFSİRİN MEŞRÛİYYETİ ……………………………….. ... 70

B- İŞÂRÎ (TASAVVUFÎ) TEFSİR (TARİHÇESİ ve METODU).…………….. 75

C- BELLİ BAŞLI İŞÂRÎ TEFSİRLER…………………………….…………….84


VIII

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN

A-KÂŞÂNÎ’NİN TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN’I.………………………………… .. 97

B- TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN’I ÜZERİNE YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR.… ...... 101

C- TE’VÎLÂT’IN KAYNAKLARI…………………………………………....… 102

D- KÂŞÂNÎ’NİN TE’VÎLÂT’TAKİ GAYESİ VE METODU.…………………103

1- DİRÂYET YÖNÜNDEN TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN.………….…….…......... 105

A- TE’VÎLÂT’TA AYETLERE RASYONEL YAKLAŞIMLAR ..................... 106

B- TE’VÎLÂT’TA AYETLERE İŞÂRÎ YAKLAŞIMLAR.……………..………109

C- TE’VÎLÂT’TA VAHDET-İ VÜCÛT.……………………………………..…. 112

D- TE’VÎLÂT’TA HURÛFÎLİK.………………………………………………... 114

E- TE’VÎLÂT’TA TATBİKÎ TE’VİLLER/ANTROPOMORFİZM.…………. 115

F- TE’VÎLÂT’TA AYETİN AYETLE TEFSİRİ.………………………..……...117

G- TE’VÎLÂT’TA AYETİN HADİSLE TEFSİRİ…....…………………………119

H- TE’VÎLÂT’TA AYETLERE FİLOLOJİK YAKLAŞIMLAR.……..………121

I- TE’VÎLÂT’TA ŞİİRLE İSTİŞHÂD………………………...………………… 126

2- RİVAYET YÖNÜNDEN TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN..……………… ............. 129

A- TE’VÎLÂT’TA İSRÂİLİYYÂT………………………………………...… ..... 134

B- TE’VÎLÂT’TA BAZI TEFSİR KAİDELERİNE YAKLAŞIM……….…… 137

C- KÂŞÂNÎ'NİN BAZI TASAVVUFÎ KONULARA DAİR GÖRÜŞLERİ.…..141

SONUÇ ……………………………………………………………………….……144

BİBLİYOGRAFYA …………………………………………………………........ 147

ÖZGEÇMİŞ
IX

KISALTMALAR

a.g.e. : Adı Geçen Eser

a.g.m. : Adı Geçen Makale

a.s. : Aleyyisselâm

a.y. : Aynı Yer

ayr. : Ayrıca

b. : Bin

bkz. : Bakınız

b.y.y. : Basım Yeri Yok

c. : Cilt

c.c. : Celle Celâlühü

çev. : Çeviren

d. : Doğumu

GAL. : Geshichte der Arabischen Litteratur

Haz. : Hazırlayan

Hz. : Hazreti

Koll. : Koleksiyonu

Ktp. : Kütüphanesi

Krş. : Karşılaştırınız

Madd. : Maddesi

M.E.B. : Millî Eğitim Bakanlığı

Nr. : Numara

ö. : Ölümü

r.a. : Radıyallâhu anh

s. : Sayfa

s.a.v. : Sallallâhu Aleyhi Vesellem


X

Sup. : Supplement

thk. : Tahkik

T.D.V. : Türkiye Diyânet Vakfı

trs. : Tarihsiz

v.b. : Ve Benzerleri

v.d. : Ve Diğerleri
GİRİŞ

1- KONUYLA İLGİLİ BAZI KAVRAMLAR

Biz bu başlık altında -konu akışını bozmamak için- tezimizde değinmemiz gereken ve
daha sonra Te'vîlât'ta örneklerini vereceğimiz bazı konular hakkında verilmesi gereken
ön bilgileri vereceğiz. Bu başlık altında tefsir, te'vil, tasavvuf, vahdet-i vücût, hurûfîlik,
tatbîk/antropomorfizm ve isrâiliyyât konuları hakkında genel bilgiler verilecektir.

A- TEFSİR

Yüce kitabımız Kur'ân, hidayet rehberi olarak,1 Ramazan ayında,2 pasajlar halinde,3
mahiyeti bilinmeyen bir yolla Allah tarafından,4 hak olarak (değişmeden)5 önce Cibrîl
(a.s.)'a oradan da Hz. Peygamber'in kalbine Arapça olarak6 indirilmiştir.7 Cenâb-ı Hak
insanların Kurân'ın hükmüne uyabilmeleri için onu parça parça ve anladıkları (kendi)
dilleri8 ile indirmiş ve Hz. Peygamber'e Kur'ân'ı insanlara eksiksiz9 ve değiştirmeksizin10
tebliğ etme ve açıklama görevi11 vermiştir. Kur'ân'ın bu korunmuşluğu kıyamete kadar
devam edecektir.12

Kur'ân'a baktığımızda onda açıkça anlaşılabilen ayetler olduğu gibi, sarih olarak
anlaşılmayan ayetler de mevcuttur. Yine onda yüksek edebî sanatlar mevcuttur. Bunlar,

1
İsrâ 17/9
2
Bakara 2/185
3
İsrâ 17/106, İnsan, 76/23
4
Secde 32/2–3
5
İsrâ 17/105
6
Yusuf 12/2, Ra'd 13/37, Tâhâ 20/113, Fussilet 41/3, Şûrâ 42/7
7
Nahl 16/102
8
İbrahim 14/4
9
Hûd 11/12
10
Yûnus10/15
11
Maide 5/67, Yunus 10/24, Nahl 16/44
12
Hicr, 15/9
2

ancak onları iyi bilenler tarafından izah edilmekle anlaşılır.13 Hz. Peygamber Kur'ân'ın
hem ilk muhatabı hem de ilk müfessiridir. Çünkü Allah ona Kur'ân'ın lafızlarını indirdiği
gibi, onun beyanını (tefsirini) da indirmiştir.14 "Hz. Peygamber de ashabına gerektiği
kadarıyla Kur'ân'ı öğretmiş yani tefsir etmiştir. Ashab da kapalı kalan ve ihtiyaç
hissedilen meseleleri ona soruyor, o da beyan ediyordu. Peygamberin bu tefsirleri,
aralarında yayılıyordu. Ashabın ayrıca tefsir etmelerine hem lüzum kalmıyor, hem de
peygamberin aralarında bulunduğu bir sırada açıklamaktan teedüb ediyorlardı. Onun
tefsirinin yanında başka izahları caiz görmüyorlardı. Lakin o ahirete irtihal edince vahye
dayanan masum memba'a müracaat etme imkânından mahrum kaldılar. Diğer taraftan
İslam'ı kabul yahut ona inkiyâd eden eski kültürleri tevarüs etmiş insanların ve bizzat
dinini muhafaza eden Ehl-i Kitabın tesiriyle yabancı menşe'li sapık cereyanlar intişar
etmeye başladı. Bu cereyanlara mensup olanların, nazariyelerini Kur'ân'a isnad ettirmek
gayeleri, tekellüften uzak olmamakla beraber, inananların bulunması hususunda neticesiz
kalmıyordu. Çünkü bir taraftan Kur'ân'ın tefsirini bilmeyenlerin adedi artıyor, bir taraftan
Kur'ân'ın maksadına muhalif te'viller yapılıyordu. Ashabın gerekli yerleri malumatları
nisbetinde tefsir etmeleri ihtiyacı baş göstermişti."15

"Sahabelerden sonra bu haberleri Tabiûn devralmış ve nakletmiştir. Bu durum İslâm'ın


ilk dönemleri boyunca devam etmiş ve sonunda kitaplarda tedvîn edilen bir ilim haline
gelmiştir. Pek çok âlim bu konuda eser te'lîf etmiş ve o eserlerde Sahabeden ve
Tâbiûn'den nakledilen rivayetleri nakletmişlerdir. Nihayet, Taberî, Vâhid'î ve Seâlebî
gibi müfessirler gelmiş ve eserlerinde bu rivayetlere geniş şekilde yer vermişlerdir.

Daha sonra cümlelerdeki nahiv ve belâgat kuralları gibi dil ilimleri bir sanat haline geldi
ve bu konuda eserler te'lîf edildi.

Böylece tefsir iki gruba ayrıldı. Birincisi, seleften rivayet edilen haberlere dayanan naklî
tefsirlerdir. Bu tefsirler nâsih ayetler, nüzûl sebepleri ve ayetlerin maksatları gibi
hususların bilinmesi esasına dayanır. Çünkü bütün bu hususlar ancak Sahabeden ve
Tâbiûn'den nakledilen haberler sayesinde bilinir. Önceki âlimler bütün bu rivayetleri
kitaplarında toplamışlardır. Ancak onların kitapları sağlam-zayıf, doğru-yanlış her türlü
rivayeti kapsamaktadır.16

13
Cerrahoğlu, İsmail, Tefsir Usulü, Ankara, 1995, s.210
14
Kıyame 75/16–19
15
Yıldırım, Peygamberimizin Kur'ân'ı Tefsiri, s.22-23
16
İbn Haldûn, Mukaddime, c.2, s. 614
3

İkinci grup tefsirler ise kelimeler, îrâb, belâgat ve değişik üslupların ifade ettikleri
manalar, bunlarla hedeflenen amaçlar ve bunların anlam üzerindeki etkilerinin bilinmesi
gibi dil esaslarına dayanır."17

Hz. Peygamber'den bu yana inananlar kendileri için indirilmiş kitabı anlayabilmek ve


onu yaşantılarına doğru bir şekilde aksettirebilmek için azami gayret göstermişlerdir.
Cenâb-ı Hakk'ın birçok ayetinde yaptığı Kur'ân'ın ancak anlaşılmak, öğüt almak,
üzerinde düşünülmek için indirildiği bildirisine itaat etmek için ilk günden itibaren
Kur'ân'ı tefsir etmişlerdir. İşte,

" Bu kavme ne oluyor da sözü (Kur'an'ı) anlamıyorlar!" (Nisâ 4/78)

"Onlar bu sözü (Kur'ân'ı) hiç düşünmediler mi? Yoksa kendilerine, daha önce
geçmişteki atalarına gelmeyen bir şey mi geldi?" (Mü'minûn 23/68)

"Biz sana, bu mübarek Kitab'ı ayetlerini düşünsünler ve aklı olanlar öğüt alsınlar diye
indirdik." ( Sâd 38/28)

"Onlar Kur'ân'ı düşünmüyorlar mı? Yoksa kalpleri kilitli mi?" (Enbiyâ 47/24) v.b.
ayetler Kur'ân'ın anlaşılmasına yönelik âyetler Kur'ân'ın tefsirini zorunlu kılmaktadır.
Bu açıklamalardan sonra tefsir ve te'vil kavramlarını açıklamaya geçebiliriz.

"Tefsir" kelimesinin Kur'an'da sadece bir yerde geçtiğini görmekteyiz.

‫ َ ْ ِ ًا‬
َ َ ْ‫ َوَأ‬
 َِْ ‫ك‬
َ َِْ ‫ ٍ"َ!َ ِإ‬$
َِ َ%&ُْ(َ) َ‫َو‬

"(İnkâr edenler) Sana hiçbir misal getirmezler ki biz de hemen ardından sana gerçeği
ve en güzel açıklamayı getirmiş olmayalım." 18 Tefsir kelimesinin bu ayette terim
anlamıyla değil sözlük anlamıyla, açıklamak, beyan etmek, îzah etmek ve kastedilen
manayı ortaya koymak anlamında kullanıldığını görmekteyiz.

Tefsir, Arap dilinde açıklamak, keşfetmek, beyan etmek, izhâr etmek, üzeri kapalı olan
bir şeyi açmak, gibi anlamlara gelmektedir.19 Kelime Arapçada ilmî ve felsefî eserleri
îzah etmek manasında kullanıldığı için "şerh" kelimesi ile de müterâdiftir.20 Bu

17
İbn Haldûn, Mukaddime, c.2, s. 615
18
Furkan 25/33
19
İbn Manzûr, Muhammed b. Mükerrem, Lisânü'l-Arab, Beyrut, 1967, c.5, s.55
20
Yazıcı, Tahsin "Tefsir", M.E.B., İ.A., İstanbul, 1986, c.12, s.117
4

kelimenin hangi kökten türediği konusunda üç farklı görüş vardır. Şimdi bunları
inceleyelim.

a) Bu kelime 
kökünden türemiştir. Buna göre bu kelime beyân, mâkul mananın
açığa çıkarılması anlamına gelir. "Tefsîr" mübâlağa ifâde eder. Fesr tabibin hastalığı
teşhis için baktığı suya denir, bu anlama göre "tefsiratü" kelimesi de bu kökten
türemiştir.21

Yine aynı görüş sahiplerine göre   –


at sancılandığı zaman bağırsaklarındaki gazı
çıkarsın diye atı koşturmak, çevrede dolaştırmak anlamında kullanılır.22 Kısaca fesr,
keşfetmek ve açığa çıkarmaktır. İşte tefsir de bundan alınmadır. Ziyade bâb ziyade
mana ve tef'îl çoğaltmaya işaret ettiği için Ragıb'ın da dediği gibi tefsir, "fesr'in
mübalağası, yani kuvvetlisidir ki iyice keşfetmek ve açığa çıkarmakla izah etmek
demektir.23

b) İkinci görüşe göre bu kelime taklîb yoluyla  ‫ ﺱ‬kökünden türemiştir.24 Bu kelime


açmak, üstü kapalı olan şeyden örtüyü kaldırmak, aydınlatmak, yolculuk yapmak gibi
anlamlara gelir. Görünen şeyler için kullanılır. Bir kadın yüzündeki örtüyü kaldırınca
"Seferat'ül mer'etü an vechihâ" denilir. Kâtip için "sâfir", kitap için de "sifr"
kullanılır.25 Arap dilinde sefer, sabah aydınlığının yayılması anlamına da gelmektedir.
Kur'an'da َ َ ْ‫ ِإذَا َأﺱ‬
ِ ْ ‫" وَا‬Ağardığı zaman sabaha" (Müddessir 74/34) şeklinde
kullanılır. İf'âl babı renklere hastır.  ‫ ﺱ‬mastarından ‫ ف‬ile ‫ س‬harflerinin yer değiştirmesi
(taklîb metodu) sonucu meydana gelen  ‫ ا‬tefsir kelimesinin aslıdır denilmiştir. Bu
açıklamanın izahı da şöyle yapılmaktadır: Sanki müfessir sure sure, ayet ayet, kelime
kelime Kur'an metnini inceliyor ve mananın üzerindeki örtüyü açarak maksad-ı ilâhiyi
ortaya koymaya çalışıyor.26

21
İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, c.4, s.370, Zebîdî, Seyyid Muhammed Murtazâ, Tâcu’l Arûs, Beyrut, 1966,
Cürcânî, Ali b. Muhammed b. Ali, Târîfât, Beyrut, 1992, s.22, Isfahanî, Râğıb, Müfredât fî Garîb’il
Kur’ân, Beyrut, trs.
a.g.e., s.380, Kâfiyeci, Ebû Abdillah Muhammed Süleyman, et-Teysîr fî Kavâid-i İlmi't-Tefsîr, Ankara,
1989, s.2
22
Duman, Uygulamalı Tefsir Usûlü 1, Kayseri, 1992, s.43
23
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Ankara, trs, c.1, s.16
24
Tehanevî, Ali b. Ali, Keşşâf-u Istılâhâti'l-Fünûn, İstanbul, 1984, c.2, s.1115; Suyûtî, Celâleddîn
Abdurrâhmân b.Ebîbekr, Itkân fî Ulûm’il Kur’ân, Beyrut, trs c.2, s.173
25
İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, c.4, s.369-370, Kafiyeci, et-Teysîr s.3, Isfehânî, Müfredât, s.380,
Firûzâbâdî, Mecdüddîn, Muhammed b. Yâkûb, Basâir-u Zevi't-Temyîz fî Letâifi'l-Kitâbi'l Azîz, Beyrut,
trs., c.4, s.192, "Sâfir'in Kur'ân'daki çoğul kullanımı için bkz. Abese 80/15
26
Duman, Uygulamalı Tefsir Usûlü 1, s.44, Isfahânî, Müfredât, s.233,
5

"Tefsir kelimesinin kökü olarak ileri sürülen f-s-r ve s-f-r fiillerinin her ikisi de lügatte
"açmak" manasında birleşir. Fakat bunlardan s-f-r'nın görünen ve maddi olan bir şeyi
açmak manasını ifade ettiğini; f-s-r-'nın ise gizli ve manevi olan bir şeyi açmak
anlamına geldiğini görüyoruz."27

c) Tefsir kelimesi ‫ ا ة‬kökünden türemiş olabileceğini söyleyenler de vardır.


Mübalağa için tef'îl babı formunda kullanılmıştır.28 Bu kelime tıp dilinde "tefsiratü'l
marîz" olarak, hastalığın illetini taşıyan sıvı ve hastaya ait idrar anlamında kullanılır.
Araplar bu ifadeyi "Nazara't-Tabîbu tefsirate'l marîz" şeklinde kullanır.29 Deniliyor ki,
Kur'an ayetlerinin tefsiri için yani müfred ve terkîp lafızların ayrı ayrı tahlîli, her bir
garip lafzın manalarının araştırılması ve ayette murad edilen mananın araştırılması
kastıyla yapılan çalışma ile "et-Tefsiratü" kelimesi arasında mana bakımından yakın ilgi
kurulabilir.30

Istılahi olarak da tefsirin çeşitli tanımları yapılmıştır. Kısaca bu tanımlardan birkaçı


şöyledir:
-"Tefsir ıstılahta Kur'an'ın manalarını açıp, muradı beyan etmektir. Tefsir geleneğince
metinde murad edilen mana ya lügavî, ya şer'î, ya örfî ya da vaz'î olabilir."31

-"Tefsir, kendisi ile Hz. Peygamber'e indirilen Allah'ın kitabının manası bilinen, o
manaların izahı, lügat ilmi, nahiv, sarf, beyan, fıkıh usûlü, kıraat ilimleriyle nüzûl
sebepleri, nâsih mehsûhun yardımı ile Kur'ân'ın hüküm ve hikmetlerini tesbit
etmektir."32

-"Tefsir, Kur'ân lafızlarının okunuşlarını, lafızlarının delaletlerini, müfred ve terkib


halindeki o lafızların taşıdıkları hükümleri, terkip halinde kendilerine yüklenen manaları
ve bunların tamamlayıcısı durumunda olan diğer ilimleri araştıran bir ilimdir."33

Tefsir ilmini modern anlamda şöyle tarif edebiliriz: "Kur'ân ayetlerindeki mevcut
manayı, özellikle de bu ayetlerdeki maksad-ı İlâhî'yi tesbit etmek ve Kur'ân'ın getirdiği
ilke ve hükümlerinin çağdaş hayata uygulanış biçimini açıklamaktır."34

27
Emin el-Hûlî, Kur'an Tefsirinde Yeni Bir Metod, (çev. Mevlüt Güngör), Ankara, 2001, s.13
28
Kafiyeci, et-Teysîr, s. 4, Tehanevî, Keşşâf, s.1115, Suyûtî, Itkan, c.2, s.173
29
Firûzâbâdî, Basâir, c.3, s.224
30
Duman, Uygulamalı Tefsir Usulü 1, s.44, Güven, Şahin, Konulu Tefsir Metodu, İstanbul, 2001, s.33
31
Kâfiyeci, et-Teysîr, s.4
32
Zerkeşî, Bedreddin, Muhammed b. Abdillah, el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire, 1376, c.1, s.13
33
Zerkanî, Muhammed Abdulazîm, Menâhil’ül İrfân, Beyrut, trs., c.2, s.8
6

B- TE'VÎL

Te'vil lügatte "evl" kökünden olup geri dönme/rücu manasındandır; tef'il babına
nakledildiğinde, açıklamak, beyan, tefsir, tercüme ve izah etmek gibi anlamlara gelir.
Meâl de bu kökten türemiştir.35 Te'vîl'in siyaset anlamına gelen *+ +) ‫ ا‬kökünden türediği
de söylenmiştir.36 İlmen veya fiilen bir şeyi kendisinden murâd edilen gayeye
döndürmektir.37 Istılahta te'vil, lafzı, zahiri manasından Kitap ve sünnete uygun şekilde
muhtemel manaya sarf etmek, döndürmektir.38 Istılahta tefsir terimi ile aynı manaya
geldiği de söylenir.39 Sözün asla uygun olması durumunda bazı vecihlere döndürülmesi
şeklinde de tarif edilir.40 İki muhtemel manayı zahir manaya uygun olarak hamletmek,41
ayeti muhtemel manalardan birine döndürmektir.42 T"e'vil, Mutlaka tam ve kusursuz bir
tefsir/lafzî tahlil faaliyetlerinden sonra gelen ve devam eden anlama sürecidir;
uygulanan eksiksiz ve hatasız bir tefsirden sonra ortaya çıkan lafızdaki mananın, ayette
murad edilen mana olmadığı aklî ya da naklî karinelerle açıkça sabit görüldüğünde, o
lafızdan elde edilen manayı usül bilgilerine uygun, makul, güçlü ve sağlıklı karinelerle
desteklenmiş olmak şartıyla ayetin lafzından muhtemel olan diğer manalardan en uygun
olan manya döndürmektir."43 Te'vîlin sahih olması için şu iki şart gereklidir: 1-Nassın
kendisine döndürüldüğü (te'vîl edildiği) mananın nassın kendi lafzına ihtimali olması
gerekir. 2-Lafzın zahirden başka manaya döndürülmesine delalet edecek sahih bir
delilin olması gerekir.44 Tefsir ve te'vîl kelimeleri muhtelif zamanlarda birbirlerinin
yerlerine de kullanılmıştır. Tefsir kelimesi ıstılah olarak te'vilden daha evvel
kullanılmıştır.45 Bazen tefsir daha çok söz ve müfredatın açıklamasında kullanılır, te'vîl
de tek ve basit cümlelerin açıklamasında kullanılır.46 Bir kısım ulema da tefsiri lafızlara
hasrederken, te'vîli de manalara hasretmiştir. Yine bazı kişiler de tefsiri rivayetlere
hasrederken, te'vîli de içtihatlara, nasslardan hüküm çıkarmaya ve dirayete
34
Duman, Uygulamalı Tefsir Usulü 1, 47–48, Ayr. çeşitli tefsir tanımları için bkz. Zerkeşî, el-Burhan,
c.1, s13–14
35
İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, c.11, s.32, Kâfiyeci, et-Teysîr, s 4, Isfahânî, Müfredât, s.31; Suyûtî, Itkân,
c.2, s.173
36
Zerkeşî, Burhân, c.1, s.16; Suyûtî, Itkân, c.2, s.173
37
Isfahani, Müfredât, s.31
38
Cürcânî, Târîfât, s.62
39
Tehanevî, Keşşâf, c.1, s.89; Zerkeşî, Burhân, s.19
40
Kâfiyeci, et-Teysîr, s.5
41
İbn Manzûr, Lisânü'l-Arab, c.5, s. 55
42
Suyûtî, Itkân, c.2, s.173
43
Duman, Beyânu'l Hak, c.1, s.12
44
Akk, Usûlü't-Tefsîr, 58
45
Cerrahoğlu, Tefsir Usûlü, s. 215
46
Bkz. Elmalılı, Hak Dîni, c.1, s.28
7

hasretmişlerdir.47 Tefsir-te'vil ayırımı konusunda en meşhur görüş İmam Maturidi'ye


aittir. Maturidi bu konuda şunları söylemektedir:

"Tefsir ve te'vil arasındaki fark şu sözdeki ayrımla örtüşür: Tefsir sahabe içindir, te'vîl
ise fukahâ içindir. Bunun anlamı şudur. Sahabe görülmesi gereken şeylere şahit
olmuşlardır ve Kur'an'ın hakkında indiği konuyu da biliyorlardı. Ayetin tefsiri daha
mühimdir. Çünkü sahabe gözleriyle görmüş, olaylara şahit olmuştur. Ayrıca tefsir
gerçek maksadı ifade eder ve müşahede gibi güçlüdür. Bu da ancak müşahede eden
kişiye uygundur. Bu açıdan "Kim Kur'ân'ı kendi re'yi ile tefsir ederse Cehennem'deki
yerine hazırlansın!"48 denilmiştir. Kişi tefsir ettiğinde bununla Allah'a şahitlik
yapmaktadır. Te'vil ise işlerin varacağı yeri beyan etmek demektir. ‫و ل‬-+++) -‫ال‬
kelimesinden gelir. Bunun anlamı da dönmek demektir. Anlamı da Ebû Zeyd'in dediği
gibidir. "Bu başkasının sözü olsa, değişik cihetlere sevk edilebilir. Te'vîl, sözün
gidebileceği yönlere sevk edilmesidir. Tefsir hakkındaki çetin söz te'vil hakkında varid
olmamıştır; zira te'vîl Allah'a karşı şehadette bulunmak değildir ve O'nun maksadını da
belirtmemektedir. "Allah bundan şunu kastetmiştir." demek yerine "bu söz şu yönlere
çevrilebilir." denilebilir. Örnek: ِ.+ّ0 1ُ +ْ"َْ‫ ا‬ayeti hakkında ulema farklı görüşler belirtmiştir.
Bir kısmı Allah'ın kendi zatına hamdettiğini, bir kısmı ise kendisine hamdedilmesini
emrettiğini söylemişlerdir. "Allah bunu kastetti." diyen kişi müfessirdir. Te'vîli de
şöyledir: "Hamd O'na sena ve medih anlamlarına gelebildiği gibi Allah'a şükretme
emrini de içerir. Ne kastettiğini en iyi bilen Allah'tır." Tefsirde tek bir yön varken
te'vîlin farklı yönleri olabilir."49

"Te'vîl" kavramı Kur'ân'da, lügat manaları itibariyle on beş ayette toplam on yedi defa
açıkça ve bir defa da kapalı olarak şu manalarda kullanılmıştır: 1. İhbarî olsun inşaî
olsun, bir söz ile söylenenin kendisi/muhkem ayetlerde kastedilen mana, emredilen
uygulama. 2. Müteşâbihat'ın ideolojik ya da tavizsiz bir önyargıya dayalı kasıtlı yorumu.
3. Müteşâbihat'taki hakikatler ve/veya onların gerçek mahiyetleri (İlk üç madde için
bkz. Âl-i İmran 3/7). 4. Bir işin, olayın ya da durumun akıbeti, varacağı ya da varması
arzu edilen sonucu (Bkz. Nisa, 4/54, İsra 17/35). 5. Yaşanmış ya da yaşanmakta olan bir
olayın iç yüzü, hikmeti (Kehf, 18/78, Yusuf, 12/82). 6. Sakındırılan azabın vukuu,

47
Zerkeşî, Burhân, c.1, 21; Suyûtî, Itkân, c.2, s.173
48
Tirmizî, Muhammed b. Îsâ b. Sevre, Câmiü’s-Sahîh, İstanbul, 1981, Tefsiru'l-Kur'ân, 1
49
Ebu Mansur Maturidi, Te'vîlat-u Ehli's-Sünne, Bağdat, 1983, s.5–6
8

haberin gerçekleşmesi (A'raf,7/52-53, Yunus, 10/39). 7. Rüyada görülen şey ne ise, o


görülene muvafık yorum (Yusuf, 12/6, 21,35, 37, 44, 45, 100, 101)."50

"Tefsir ve te'vil, ayette murat edilen manayı tespit için kullanılan, biri diğerine bağlı iki
anlama yöntemidir. Tefsirde müfessir, hem lafız hem mana üzerinde yoğunlaşırken,
te'vil'de gerçekleştirilen tam ve kusursuz bir tefsir/tahlil sonucunda ortaya çıkan mana
üzerinde zihinsel faaliyetini sürdürür. Te'vil tefsirden sonra gelen ve onun üzerine bina
edilen anlama sürecidir. Son tahlilde her ikisinde de elde edilen mana, ayetin lafzından
ve o lafzın delalet ettiği mana ya da maksattan çıkmış olabilir. Zarf-mazruf ilişkisi
içerisinde, bütüncül bir yaklaşımla elde edilmeyen bir mana, o ayetin tefsiri veya te'vili
olamaz. Ancak doğrudan ayetin lafzıyla irtibat kurulmasa bile, mana ve maksat
yönünden ayetle herhangi bir biçimde sağlıklı bir irtibat kurulabilen anlayışlar ve
çağrışımdır, ya sufi/işari delalettir, ya da ilmî/işarî delalet olabilir. Şunu da belirtmeliyiz
ki ayetin manasından çıkarılan çağrışım ve işarî delaletlerin hiçbirisine hüküm
yönünden bağlayıcılığa sahiptir ne de mana yönünden kesinlik ifade eder; ancak
sübjektif değerlendirmeler olarak kabul edilebilir."51

Bununla birlikte te'vîl'i de iki kısımda incelmek mümkündür:

"Aklî te'vîl, Arap dili ve geleneğin kaynaklarının eksiksiz bir kullanımından sonra,
müfessirin şahsî kanaatinin (re'y), bireysel düşüncesinin [tefsire] girmesinden ibarettir.
Bu te'vîl tipinin en cesur ve en meşhur örnekleri, Mu'tezile kelâm ekolünün Kur'ân
yorumlamaları tarafından verilmiştir.

Diğer taraftan keşfî te'vîl, veyâ manevî işârî yorum ise, incelenen terimlerin veya
Kur'ânî pasajların delaletlerinin, doğrudan ve sezgisel bir kavrayışla, içsel/derunî bir
şekilde ortaya çıkarılış tarzıdır. Bu yol, gerek karakteri gerekse yöntemi itibariyle,
te'vîlin birinci biçiminden tamamen farklı olan bir tefsir yöntemi oluşturur. Bu
araştırmanın konusu olan ve neredeyse sadece bu tefsir biçimi üzerine kurulmuş
bulunan Kâşânî'nin "Te'vîlât'u-l Kur'ân'ı, bu bölümün konusu olacak olan tek keşfî te'vîl
örneğidir."52

Tasavvufî tefsir ve eserlere baktığımızda sûfî (müfessirler) ayetin zahiri anlamına tefsir
derken, içsel çıkarımla elde ettikleri anlamlara da te'vîl demektedirler. Sûfîler kendi

50
Bkz. Duman, Beyânu'l Hak, c.1, s.12, (12. Dipnot); ayr, bkz., Zerkeşî, Burhan., s.16-17
51
Duman, Beyanu'l-Hak, c.1, s.13
52
Lorry, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri,s.16-17
9

tefsir anlayışları doğrultusunda hareketle te'vîl kavramını şu şekilde tanımlarlar:


"İbarelerin üzerindeki perdesiyle ariflere aşikâr olan ve yine âriflerin kalplerine gaybî
bulutlardan yağan kutsî bir işaret ve ilahi ilhamlar".53 Lafzın batınının tefsiri, murâd
edilen mananın hakikatını açıklamaktır.54 Ayete Kitap ve sünnete uygun olması
muhtemel olan manayı vermektir." Bununla birlikte te'vîlin, saf anlayış, bilgi ve Allah
Teâlâ'ya yakınlığın derecesiyle ilgili olarak te'vîl olunan şeyin durumuna göre
farklılıklar göstereceğini söylerler.55 Bu açıdan bazı müfessirlerin yazdıkları tefsirlere
bizzat tefsir değil de te'vîl(ât) ismini verdiğini görmekteyiz. Örneğin; İbn Cerîr et-Taberî
eserine Câmiu'l Beyân an Te'vîli'l Kur'ân, İmam Mâturîdî Te'vîlât'ül Kur'ân, Necmeddin
Dâye Te'vîlât-ı Necmiyye, Abdürrezzak Kâşânî Te'vîlât'ül Kur'ân, Sadreddin Konevi de
yazdığı Fatiha tefsirine de İ'câzü'l Beyân fî Te'vîl-i Ümmi'l Kur'ân adını vermiştir.

Şimdi konu ile ilgisi bulunması açısından tasavvuf hakkında bilgi verelim.

C- TASAVVUF

"İlimler çeşitlidir. Din ilmi de üç türlüdür. Kur'ân ilmi, sünnet ilmi, iman hakikatleri
ilmi. Bu üç ilim bu üç grup arasında dönüp dolaşır. Bu üç ilim Allah'ın ayetlerinden,
Rasûlü'nün sünnetlerinden ve velî kullarının kalplerine düşen hikmetlerden oluşur.
Bunun da aslı îman hadisidir ki Cibril'in Peygamberimize İslam'ı ve imanı ve ihsanı
sorduğu hadis-i şeriftir.56 İslâm zâhirdir, îman zâhir ve bâtındır. İhsân ise zâhirin ve
bâtının da hakîkatidir. Onu da Cenâb-ı Peygamber (s.a.) şöyle tanımlamıştır: "İhsan,
Allah'ı görüyormuşçasına kulluk etmendir. Her ne kadar sen onu görmüyorsan da O
seni görüyor.57 "

"Tasavvuf kelimesi Hz. Muhammed zamanında kullanılmıyordu. Sonradan doğmuştur.


Bu kelimenin iştikakı hakkında çeşitli görüşler vardır.

53
Âlusi, Ebû Fadl Şihâbüddîn Seyyid Mahmûd, Rûhu’l Meânî ve Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm ve Seb'il-Mesânî,
Mısır, 1924, c.1 s.5
54
Zerkeşî, Burhan, s.20
55
Sühreverdî, Ebû Hafs, Şihâbüddin Ömer, Avârif'ül Maârif, (çev. H. Kamil Yılmaz, İrfan Gündüz),
İstanbul, trs s.25-26
56
Buhârî, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl, Sahîh-i Buhârî, İstanbul, 1996, Îmân, 37; Müslim, Ebû
Hüseyn b. Haccâc, Sahîh-i Müslîm, İstanbul, trs. Îmân, 5
57
Tûsî, Ebû Nasr Serrâc, (el-Lumâ' fi't-Tasavvuf), İslâm Tasavvufu, (çev. H. Kâmil Yılmaz), İstanbul,
1996, s.10
10

1) Safâ'dan,

2) Saf'tan,

3) Hz. Muhammed'in mescidinde oturan Ehl-i Suffâ'ya nisbetten,

4) Bakliyat cinsinden bir bitki olan Süfâne'den,

5) Ense saçı manasına gelen Sûfatu'l- Kafâ'dan,

6) Câhiliye devrinde Kâbe'ye hizmet eden Sûfa kabilesine nisbetten,

7) Ve nihayet Joseph Von Hammer-Purgs Tall gibi bazı müsteşriklere göre Yunanca
"hikmet" anlamına gelen σoφo′ς kelimesinden çıkmıştır."

Yine bu kelimenin, saff-ı evvelden,58 savfâna (bir çeşit sebze)'dan türediği


söylenmiştir.59 Bir rivayete göre sûfî kelimesinin aslı "Safevî"dir. Telaffuz zorluğu
sebebiyle safevî, sûfî olmuştur.60

"Bu görüşlerin hiçbiri gramer bakımından tutmamaktadır. En doğru kabul edilen fikre
göre sûfî kelimesi, Arapça yün anlamına gelen SÛF'tan türemiştir. Sûf'un nisbeti
sûfî'dir. Gömlek giyene َ !"#َ َ dendiği gibi sûf giyene de ‫ف‬
َ $! َ َ denir. Bunun mastarı
tasavvuf, ism-i faili de mutasavvıftır.61 Kelimenin kökü konusunda bir ayrılık olsa da bu
kelimelerin ifade ettiği zühd manasında bir birlik vardır."62

Tasavvufun terim olarak da çeşitli tanımları yapılmıştır. Şimdi sûfîlerin tasavvuf


tanımına bakalım:

Ma'rûf el- Kerhî (ö.200)

Tasavvuf, hakikatlere sarılmak, insanların ellerindekinden ümit kesmektir.63

Ebû Yezid el-Bestâmî (ö. 261/874)

Tasavvuf ahdi olmayan vefa, kaybetmeden bulmak, zora girmeden kanmak, ifadesi
olmayan sırdır.64

58
Kelâbâzî, Ebubekir, et-Taarruf li Mezheb-i Ehli't Tasavvuf, Beyrut, 1980, s.28-29
59
Lous Massignon, "Tasavvuf", M.E.B., İ.A., İstanbul, 1986, c.12, s.26
60
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.26
61
Ateş, Süleyman, Sülemî ve Tasavvufî Tefsîri, İstanbul, 1969, s. 1; Ayr, bkz. Sühreverdî, Avârif, s.74;
Kuşeyrî, Ebu'l Kasım, Abdülkerim b Hevâzin b. Abdilmelik b. Talha, Risâle-i Kuşeyriyye, (thk.
Abdülhalim Mahmud, Mahmud b. Şerif), Kahire, 1972, c.2, s. 550; Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.12,
Kelâbâzî, a.g.e., s.33
62
Kelâbâzî, et-Taarruf, s.34
63
Kuşeyrî, Letâif, s.552
11

Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909)

Tasavvuf Hakkın seni kendinden öldürüp, kendisiyle diriltmesidir.

Hüseyn b. Mansûr el-Hallâc (ö. 309/921)

Zatın birliğidir. Ne onu kimse kabul edebilir, ne de o birini.65

Abdürrezzâk Kâşânî de tasavvufu şöyle tarif eder:

"Tasavvuf, halka karşı ahlaklı olmak, Hakka karşı doğru olmaktır. Tasavvuf halis
niyetle zikir, işitince vecde gelmek, uyarak amel etmekten ibarettir. Tasavvuf ilmi
yaratıklara uymaktan arındırmak, doğal huyları bırakmak, beşerî özellikleri sindirip
nefsanî iddialardan uzak durmak, ruhanî sıfatlara yönelmek, Allah katından gelen hakikî
ilimlere bağlanmak, sünnetlere uymaktan ibarettir."66

"Tasavvuf, kavram olarak Kur'ân'da yer almasa da, ilke, amaç ve hayat tarzı olarak yer
almaktadır. Bu ilke, amaç ve hayat tarzının Kur'ân'daki karşılığı ise "Ahlak"tır.
Kur'ân'ın ferdî ve sosyal ahlakla ilgili olarak getirdiği ilke ve prensipler aynı zamanda
tasavvufun benimsediği ve hedef olarak seçtiği ilke ve prensiplerdir."67

"Hicri ikinci yüzyıldan itibaren dünyaya ve dünya malına meyletmeler yaygınlaşınca ve


insanlar dünya işlerine dalınca, eskisi gibi ibadetlere yönelenlere sûfiye ve mutasavvıfa
isimleri verildi."68

Bu lakap Allah'a itaatte zühd ve yok oluşla tanındıktan sonra şöhret kazanmıştır. Bu
iştihar hicrî 2. sırda olmuştur. Sûfî olarak isimlendirilen ilk kişi hicrî 150'de vefat etmiş
olan Ebû Hâşim es-Sûfî'dir.69 Buna göre sûfî adının başlangıçta kullanıldığı saha açıkça
Kûfe'ye inhisar etmektedir.70 Bu asırdan sonra bazı tasavvuf konuları ortaya çıktı. Bir
grubun üzerinde sürekli olarak durduğu alıştırma ve öğretiler oluştu. Bu bahisler
zamanla gelişmiş ve sayıları artmıştır.71

64
Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s.135
65
Kuşeyrî, Letâif,s.551, Daha fazla tasavvuf tanımı için bkz, Kuşeyrî, Letâif, s.551-555
66
Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s.136
67
Kırca, Kur'ân'a Yönelişler, s.131
68
İbn-i Haldûn, Mukaddime, c.2, s.669, ayr. Bkz., Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.433
69
Zehebî, et-Tefsîr ve Müfessirûn, c.2, s.338, ayr, bkz. Câmi, Nefehât, s.86, Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.17;
Ateş ilk sûfî adının Câbir b. Hayyân'a da verildiğini belirtir. bkz. Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.17
70
Massignon,"Tasavvuf", s.26
71
Zehebî, et-Tefsir ve Müfessirûn, c.2, s.338
12

"Tasavvufî düşünce, zaman içerisinde geniş değişikliklere uğramış ve şu dönemleri


geçirmiştir:

1-Zühd Dönemi: Bu dönem, hicrî ilk iki asırlık dönemdir. Bu zaman içerisinde
İslam'daki rûhânî ve mânevî hayatın aldığı şekle zühd, bunun temsilcilerine zâhid, âbid,
nâsik ve kurrâ isimleri verilmekteydi. Hasan-ı Basrî, Veysel Karânî, Râbiatü'l-Adeviyye
ve Mâlik b. Dinâr gibi zâhidler, bu dönemde yetişmişlerdi. Bu dönemin en belirgin
niteliği, marifetten çok amele, ilhamdan fazla ibadete, keşiften çok ahlâka, kerametten
çok istikâmete, kısaca nazariyyden/teoriden fazla amele/uygulamaya önem verilmiş
olmasıdır."72

2-"Tasavvuf Dönemi: Olgunlaşan zühd hareketi hicrî 200/815 senelerinde tasavvuf


cereyanını doğurdu. Bu cereyan, zühd döneminde ikinci planda olan ilim, marifet ve
vecd hallerini ön plana geçirirken ameli, taati ve zühdü, onlara nisbeten aynı oranda
koruyamadı. Maruf Kerhî, Bişr-i Hafî, Ebû Süleyman Dârânî, Zünnûn Mısrî Hicrî 3.
asırda yaşamış ve tasavvufu kurmuş büyük sûfîlerdir."73

"Bundan sonra tarikatlar teşekkül etmeye başlamıştır. Başlangıçta ferdî-dinî bir hareket
halinde gelişen tasavvuf, ikinci, üçüncü asırlarda diğer ekoller gibi şekillenmeye, velîler
yetiştiren müridlerin hatt-ı hareketlerine ibâdet ve taatlerine, zikir ve virdlerine özel
düzenler koyan bir okul haline gelmiştir."74

"Tasavvufun kökeni ile ilgili olarak sûfiler Kur'ân ve sünnetten çeşitli deliller
getirmişlerdir. Tasavvufun doğuşu ve gelişmesinde, sûfîlerin Kur'ân'ı anlayışlarının,
onun kıraat ve dinlenmesi ile ilgili tavsiyelerinin, Kur'ân'ın üzerinde derin derin
düşünmelerinin ve Kur'ân'la kurdukları büyük ünsiyetin etkisi olduğu görülmektedir."75

Allah Teâlâ müşahede ehli hakkında şöyle buyurur. "Şüphesiz bunda aklı olan ya da
müşahede makamında bulunarak kulak veren kimseler için öğüt vardır."76 İtmi'nân ehli
kimseler hakkında "Dikkat edin! Kalpler ancak Allah'ın zikriyle itmi'nâna erer.77

72
Selvi, Kur'ân ve Tasavvuf, s.24
73
Selvi, Kur'ân ve Tasavvuf, s.24-25
74
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.17, ayr. bkz., Selvi Kur'ân ve Tasavvuf, s.24
75
Selvi, Kur'ân ve Tasavvuf, s.36–37
76
Kâf 50/37
77
Ra'd 13/28
13

buyurulur. Allah Teâlâ bundan başka Kur'ân-ı Kerîm'de sâbıklardan, muktesıdlardan ve


hayır konusunda yarışanlardan bahsetmektedir.78

Nitekim Allah Teâlâ "Allah size nimetlerin zâhir ve bâtınını ihsân etmiştir."79
buyurmaktadır. Zâhirî nimet, Allah'ın zahir organlardan zuhuruna imkan verdiği taattir.
Batınî nimet ise Allah'ın kalpte meydana gelmesini sağladığı manevi haldir. Bu duruma
göre zâhir bâtınsız, bâtın da zâhirsiz olamaz. Allah Teâlâ buyurur: "Hâlbuki onlar
(duydukları haberi) Rasûl'e ve içlerinde işten anlayan yetkili bir kimseye götürselerdi,
onların arasından işten anlayanlar, onun ne olduğunu bilirlerdi.80 Mutasavvıflar, âyette
geçen istinbattan maksadın ilm-i bâtın, daha doğrusu tasavvuf olduğu sonucuna
varmışlardır.81 Sûfîler, bu ve buna benzer dünyanın önemsizliği, ahirete ve ibadete
yönelme ile ilgili âyetleri tasavvufa delil olarak göstermektedirler.

"Diğer İslâmî ilimlerin Kur'ân'dan sonra ikinci kaynağı hadisler olduğu gibi tasavvufî
hayat ve düşüncenin de Kur'ân'dan sonra ikinci kaynağı, hadisler yani Hz. Peygamber'in
sözleri, tavsiyeleri ve yaşama şeklidir. Hatta tasavvufun şekillenmesinde hadislerin ve
diğer rivayetlerin Kur'ân'dan geri kalmayacak şekilde etkili ve önemli olduğu ifade
edilir.82 Sûfîler, İslâm'da tasavvufun olduğunu göstermek için hadise de müracaat
etmişlerdir."

"Tasavvufun kökünü Hz. Peygamber ve ashabının yaşayış tarzlarında görmekteyiz.

Hz. Peygamber, son derece sade ve mütevazı yaşardı. Henüz kendisine peygamberlik
gelmezden önce zaman zaman Hirâ mağarasına çekilir, tefekküre dalardı.83 Onun
senelerce süren bu derin tefekkürü, kendisini Tanrı vahyini almaya hazırlamıştı.

Çağında güçlü bir devlet kurmuş olduğu halde dünyaya iltifat etmemiş, minderde,
gereğinde yerde oturmuş, kulluğuyla iftihar etmişti. Sûf giyer, merkebe biner, koyun
sağar, hizmetçi ile yemek yer, zengin fakir herkesle el sıkışır, davete icabet eder, bir

78
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.18
79
Lokman31/20
80
Nisâ 4/83
81
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s. 24, Deliller için bkz, Ateş, Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, s.3–6; İşârî Tefsir
Okulu, s.12–22, Kelâbâzî, Taarruf, 15
82
Selvi, Kur'ân ve Tasavvuf, s. 9
83
Buhârî, Bedü'l-Vahy, 1, Müslim, İman, 73
14

hurma için de çağrılsa koşardı. Yumuşak huylu, cömert ve güleç yüzlü idi. Kahkahasız
tebessüm ederdi."84

Sahabe ve Tâbiûn devrinde ruhlara hâkim olan Allah korkusu ve zühd hareketi
şiddetlenip süratle tasavvuf haline dönüştü. Zühdün şiddetlenmesinin başlıca üç sebebi
vardır. 1) Kuvvetli bir günah şuuru, kendini günahkâr bilme duygusu, 2) Kalplere hâkim
olan Allah korkusu, 3) Hz. Peygamber'den sonra meydana gelen fitneler, özellikle
Emevîler devrinde halka yapılan zulüm dolayısıyla olayların etkisinden kurtulmak için
dünyadan yüz çevirip ahiretle tesellî olma düşüncesi."85

"Din, kuru emir ve nehiyler yığını değildir. Şeraitin bir dış, bir de iç cephesi vardır.
Namaz, oruç v.s. amellerin nasıl rükû ve sücûd gibi zâhirî bir yönü varsa ve bunlar
fıkhın konusunu teşkil ediyorsa; huşû, huzur-i kalb gibi bir de iç yönü de vardır ki
bunlar da bâtınî fıkhın yani tasavvufun konusunu teşkîl eder."

"…İşte bunlar ve benzerleri, İslam tasavvufunun Kur'ân ve hadisteki tohumlarıdır.


Mutasavvıfların halleri, vecd ve istiğrakları, zikir ve fikirleri özüyle Kur'ân'da ve Hz.
Peygamber'in ve sahabîlerin yaşayış tarzlarında ve sözlerinde mevcuttur. Tasavvuf,
gittikçe gelişen zühd hareketinin zorunlu bir sonucudur."86

Tasavvuf esas itibariyle ikiye ayrılmaktadır:

1- Nazarî Tasavvuf:

Bu tasavvuf araştırma ve öğrenim üzerine kurulmuştur.

2- Amelî Tasavvuf.

Fakirlik, zühd ve Allah'a itaatte yok olmak şeklinde kurulmuş olan tasavvuftur. Her iki
kısmın da Kur'an'ın tefsirinde etkisi vardır. 87

"Esasen sûfiler bâtınî ilme önem vermekle birlikte zâhir yani şeriat ilmini ihmal
etmezler. Tanınmış sûfîlerden Tûsî, bu konuda şöyle demektedir:

Dinin usul, fürû', hukuk, hakâyık, zâhirî ve bâtınî hududu ile ilgili bir müşkili olan
kimselerin bu üç gruba yani hadisçi, fıkıhçı ve sûfîlere başvurması gerekir. Bu

84
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.12, Bu konuda başka hadisler için bkz. Müslim, Zekât, 43, Buhari, İman,37,
Müslim, Küsûf, 2; Tirmizi, Zühd, 8, Buhari, Rikâk, 24; Tirmizi, Zühd, 53, Tirmizi, Zühd, 14; İbn Mace,
Zühd, 3, Buhari, Rikak17; İbn Mace Zühd, 10, Buhari, Rikâk, 20, v.d.
85
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.13
86
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.14–15
87
Zehebî, et-Tefsir ve Müfessirûn, c.2, s.339
15

sınıflardan her birinin ilim, amel ve hakîkat yönünden bir takım şeklî esasları olduğu
gibi, mana açısından da kendilerine göre bir takım terimleri, kavramları ve yorumları
vardır. İlimleri bu özellikleriyle bilenler o sahada âlim, bilmeyenler ise cahil sayılırlar.
Bütün bu ilim, amel ve halleri içine alan kemal mertebesine ulaşmak, kimsenin
yapabileceği bir iş değildir. Saydığımız bu üç sınıftan her birinin kendine göre bir yeri
ve önemi vardır.88 Sûfîlerin diğer ilim erbabından farklı ilk özellikleri farzları yerine
getirdikten ve haramlardan kaçındıktan başka, malayani denilen boş ve anlamsız
meşguliyetleri terk etmek, maksadları ile aralarına giren her türlü alakadan
sıyrılmaktır. Onların Allah'tan başka gaye ve maksadları yoktur.89

D- VAHDET-İ VÜCÛT

"Çeşitli şekillerde tarif edilen vahdet-i vücût Tanrı-alem ikiliğini kaldıran, Tanrının her
şeyi ihtiva ettiğini, hatta O'nun her şey olduğunu, dolayısıyla ne tabiatın ne de insanın
müstakil varlıklar gibi görülebileceğini, onların sadece ilahi varlığın farklı tarzlardaki
açılımlarından ibaret olduğunu ileri süren dinî ve felsefî bir doktrindir. Hemen hemen
her dinî kültürde panteist yönelişlere rastlamak mümkün olmakla birlikte, panteizmi saf
ve tutarlı bir şekilde bulmak kolay değildir. Her şeyin tek kaynağa yahut ilkeye
bağlanması fikri, düşünce tarihinde çok gerilere gider."90

"İbn Arabî'ye göre bir cevher olarak hakikat nihayetinde bir olduğundan "mutlak vücûd"
veya "küllî vücûd" var olan bütün şeylerin kaynağıdır. Dış gerçeklik alanında bir
kavram olarak kullanılan mutlak vücûd ile mutlak hakikat (el-Hak) birbiriyle
örtüşmektedir. Bir kavram olması hasebiyle bilgimiz dâhiline giren her şey sadece
mukayyet bir vücûda (varlığa) sahiptir demektir. Bu mukayyet vücûd kendi kendisinin
kaynağı olamaz. Binaenaleyh bütün sınırlı varlıkların kaynağı olan bir "mutlak
hakikat", bir "mutlak vücûd" olmalıdır."91

"Varlık bu taifeye (Vahdet-i Vücût taraftarlarına) göre, filozof ve kelâmcı akılcıların


anladığı gibi değildir. Çünkü adı geçenlerin çoğu, varlığın bir araz olduğuna

88
Bkz., Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.11-14
89
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.14
90
Aydın, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir, 1992, s.179
91
Kılıç, M. Erol, Karadağ, Cağfer, Kara Mahmut, "İbnü'l-Arabî, Muhyiddin" D.İ.B.,İ.A., İstanbul, 1999,
c.20, s.499
16

inanmaktadırlar; hâlbuki onların araz zannettikleri varlık, her mevcudun hakîkatini


gerçekleştiren şeydir. Ve böyle bir şey ise hak'tan başkası olamaz.

Birlik özelliğiyle nitelenmiş zatın iki itibarı vardır: Birincisi, zat'ın içermiş olduğu ve
ihâta ettiği hakîkatlerin aynı olması itibarıdır; bunlar kendisinden başka değillerdir.
Varlık da söz konusu hakikatlerin birisi ve idrak melekeleri en bârizî ve görünenidir.
Böylece varlık, bu anlamda zat'ın aynı olmuştur."92

"Vahdet-i vücûd anlayışı özü itibariyle bir tecrübe olduğu, Spinozacılık anlamında bir
felsefî doktrin olmadığı için anlaşılması ve yorumlanması çok daha zordur."93

"Bilinmelidir ki; Hak, mutlaklığı ve ihâtası itibariyle hiçbir isimle isimlendirilemez ve


hiçbir hüküm kendisine izâfe edilemez ve hiçbir vasıf ve resim ile nitelenemez.
İktizanın O'na nispet edilmesi, edilmemesinden daha evla değildir. Çünkü ister
olumlu/müspet isterse de selbî anlamda olsun, taakkul edilen herhangi bir iktiza, belirli
bir hüküm ve sınırlayıcı bir vasıftır."94

"Bilinmelidir ki; Hak, kendisinde hiçbir ihtilaf bulunmayan Vücûd-u mahz'dır/mutlak


varlık. O, mukabilinde kesret/çokluk düşünülmeyen "gerçek" bir vahdetle "vâhid"dir.
O'nun nefsindeki tahakkuku ve tahkîk edilmiş-sahîh ilimdeki tasavvuru, kendisine zıt
bir şeyin tasavvuruna bağlı değildir; bilakis o, nefsi için sabit ve müsbittir /ispat eden,
müspet ispatlanan değildir."95

"Hak Subhanehû, işaret edilen vahdeti, mazharlardan ve vasıflardan tecerrüdü


cihetinden idrâk olunamaz, ihâta edilemez, vasıflanamaz/na't ve nitelenemez; söz
konusu vasıflar, O'nun mazharlar ile onlarda zuhûr ettiğinde kendisine izâfe edilirler."96

"Hak için varlık, zatının aynıdır. O'ndan başkası için hakîkatine zâid bir emirdir. Her
varlığın hakikati de ezelî olarak Rabbinin ilmindeki taayyününe nispetinden ibarettir."97

"Farklı şeyler O'nda birleşir, çoğalan şeyler O'ndan çıkarlar; fakat onlar O'nu veya O,
onları kuşatmaz; ya da onlar O'nu ezelî batınlığından çıkartmazlar. O da, kendisinden
onları çıkartarak, izhar etmez."98

92
Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü, s.583
93
Aydın, a.g.e., s.184
94
Konevî, Sadreddin, Vahdet-i Vücûd ve Esasları, (çev. Ekrem Demirli), İstanbul, 2002, s.14
95
Konevî, Vahdet-i Vücûd, s.89-90
96
Konevî, Vahdet-i Vücûd, s.91
97
Konevî, Vahdet-i Vücûd, s.94
98
Konevî, Vahdet-i Vücûd, s.99
17

"Lâ mevcûde illallah" (Allah'tan başka varlık yoktur.) diye ifade edilen bütün "bir"e
indirgenmesi değildir. Bu olsa olsa, bilgi yolunda merhale kat etmiş âlimler için söz
konusu olabilir. Bizim nazarımızda varlığın "bir"e indirgenmesi, mutlak anlamda inkâr
edilmiş değil, belki keşfen olumlanmıştır. Fakat "Allahtan başka varlık yoktur."
demekle "Her varlık Allah'tır." demek arasında fark vardır. Önceki, tamamen tevhid
olabilir, fakat ikincisi tamamen şirktir. "Allahtan başka varlık yoktur." denildiği zaman,
Allahtan başkasına yüklenen varlığın gerçek olmayıp hayalî, vehmî ve şuurda yansımış
gölgesel bir durum olduğu ve hakiki varlığın, ancak Allaha mahsus bulunduğu ifade
edilmiş ve âlemin kendiliğinden gerçek varlığı olumsuzlamış olur ki bu vahdet-i
vücuddur."99

E- HURÛFÎLİK

"Hurufîliğin temeli, eski çağlardan gelen ve harflerle sayıların kutsallığını kabul edip
bunlara çeşitli sembolik anlamlar yükleyen anlayışa dayanır. Çok eskiden beri tabiatta
varlığı kabul edilen gizli güçler, şekil ve harflerle ifade edilmeye çalışılmış, sonuçta
tabiat bilimlerinden önce efsun, tılsım, sihir gibi tekniklerle "hurûf" ilmi adı altında
sözde ilimler ortaya çıkmıştır. Hurûfiliğin ne zaman ve nasıl doğduğu kesin olarak
bilinmemekle birlikte gerçek anlamıyla milâttan önce II. ve III. yüzyıllardan itibaren
Ortadoğu'daki Helenistik-gnostik karakterli dinlerde ortaya çıktığı görülmektedir."100

"Hurufî istikametinde tefsirlerin menşei, hicrî ikinci asra kadar çıkar. O zaman
disiplinli, sistemli bir Hurufî tefsiri yoktu. Tasavvufî bir zevk ile harflerden manalar
çıkarılıyordu. Hz. Peygamber'in "Her harfin bir zahiri, bir batını vardır." mealindeki
hadisi, bu temayüle kuvvetli bir destek olmuştu. Artık bir zahir, bin zahir olmaya; bir
batın binlerce batın olmaya başlamıştı."101

"İslam dünyasında Bâtınî düşüncelerin ışığında Hurûfîliği bir sistem şekline sokan ve
bir fırka halinde yayan kişi Fazlullâh-ı Hurûfî olmuştur. Hurûfîliği kurarken Bâtınîlerin
te'vîl ve usullerini başarılı bir şekilde kullanan Fazlullah rüya yoluyla gerçeği
bulduğunu, bazı sırların kendisine bu yolla bildirildiğini ileri sürerek Arapçadaki yirmi
sekiz harf ve bunlara ilaveten Farsça'daki dört harf ile sayılar arasında çeşitli ilişkiler

99
Elmalılı, Hak Dîni, c.1, s.456
100
Aksu, Hüsamettin "Hurûfîlik", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1998, c.18, s.408
101
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.320
18

kurmak suretiyle Hurûfîlik sistemini yerleştirmiştir. Bu sistemde bütün evren ve


varlıklar insanın yüzünde bulunduğu kabul edilen ve birine "hutût-u ebiyye", diğerine
"hutût-u ümmiye" denilen yedişer hatlı iki görüşle açıklanır; bütün dinî hükümler yirmi
sekiz ve otuz iki sayısına uygulanarak bu hükümlerin insanın yüzünde temsil edildiği
ileri sürülür. Âyet ve hadisleri de Hurûfîlik sistemi çerçevesinde Bâtınî te'vîllere tabi
tutan Fazlullah ve diğer Hurûfîler, özellikle hurûf-u mukataanın müfessirlerce ileri
sürüldüğünün aksine müteşabih değil muhkem olduğunu savunmuşlardır, sayısı on
dördü bulan bu harfleri de insanın yüzündeki hatlarla ilişkilendirerek açıklamışlardır."102

"Hurûfî halifeler, X. yüzyılın başından itibaren Tebriz ve Halep yoluyla Anadolu'ya


gelerek propagandaya başlamışlar; inançlarını tasavvuf, vahdet-i vücût ve ilm-i esrâr-ı
hurûf gibi daha önce mevcut olan fikir ve inançlar içinde gizleyerek yaymaya
çalışmışlardır."103

"Nihayet İbn Barracan (ö.536/1141) ve onun epey etkisinde kaldığı, kendi sözünden de
belli olan İbnü'l-Arabî, harfler üzerinde çok durmuşlar, harfler üzerinde acaib tefsirler
yapmakla kalmamış, onlardan istikbale dair haberler de çıkarmışlardır. İbn Barracan 6+‫ا‬
‫ض‬
ِ ْ‫َ(ر‬+ ْ‫ ا‬9++َ%ْ‫; َأد‬++ِ< ‫>و ُم‬+ ‫? ا‬
ِ + َ@ِ0ُA ayetinde kelimenin çeşitli okunuşlarından, Müslümanların,
hicrî 583 (1187) tarihinde haçlıları yeneceğine istihrac etmiş ve gerçekten de müfessirin
ölümünden çok sonra 1187 tarihinde Salahaddin-i Eyyubî, haçlıları yenip Kudüs'ü
almıştır."104

"İlimlerin kavradığı, idraklerin anladığı işaret ve tabirle anlatılan şeylerin hepsinin


Kur'ân'ın başında bulunan iki harften çıktığı söylenmiştir. O iki harf de "Bismillah ve el-
Hamdülillah"tır. Çünkü bunlardan ilki "Allah ile" diğeri "Allah'a ait" demektir. Bunda
işaret vardır ki, halkın bilgisinin ihata ettiği her şey kendi zatıyla değil, Allah ile ve
Allah'a ait olarak kaimdir."105

"Hurûfîlik, İbnül-Arabî tarafından bu noktaya getirildikten sonra 796(1394) tarihinde


Nahcivan yakınında idam edilen Fazlullah Esterâbâdî tarafından önce bir mezheb, sonra
da bir din haline getirilmiştir."106

102
Bkz. Aksu, "Hurûfîlik", s.408–409
103
Bkz. Aksu, "Hurûfîlik", s.411
104
Ateş, İşarî Tefsir Okulu, s.321
105
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.84
106
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.326
19

"Hurufilik XI. asrın son yarısında Esterâbâd, Irak, Azerbaycan ve Anadolu şehirlerinde
yayıldı. Bu fikirler, Fazlullah'ın halifelerinden Aliyyu'l-A'lâ ve şair Nesîmî vasıtasıyla
Türkler arasında uzun süre yaşadı. Hurufiler bir aralık Fatih'in sarayına kadar nüfuz
ettiler."107

"Şurayı da ilave etmek lazımdır ki gerçek tasavvufun Hurufilikle, böyle zorlama


te'vîllerle ilgisi yoktur. Cüneyd-i Bağdadî, te'vîl yoluna sapan bilginleri çok
yermektedir. Hurufiliğe meyleden mutasavvıflara da Hurufi denemez. Ancak onlar
bunu, Hz. Ali'den geldiği rivayet edilen cifr ilmi kabul ettiklerinden bu hususa ilgi
duymuşlardır. Bazı mutasavvıflarda görülen bu temayül zahiri inkar, dini tahrif gayesi
gütmemiştir. Asıl Hurufiler Batınilerdir ve dini kökünden yıkmayı hedef edinmişlerdir.
Tasavvufun gayesi, harflerden akıl almaz manalar çıkarmaya çalışmak değil, fena fillah
yoluyla olgunluğa ulaşmaktır."108

"Sûfîler Kur'ân'ın her harfinin altında birçok mana gizli olduğunu iddia etmişler, ve bu
manaların ancak ehlince bilinebileceğini söylemişlerdir. Sûfîler Hurûfîliğe delil olarak
"Biz her şeyi apaçık bir kitapta saymışızdır". (Yâsin 36/12) ve "Her şeyin hazineleri
bizim yanımızdadır. Biz onu ancak belli bir ölçüyle indiririz." (Hicr 15/21) ayetlerini
gösterirler."109

"Bu gibi te'villerin gerçekle ilgisi yoktur. Ebced hesabıyla bazı tarihlerin bulunması bir
tesadüften ibarettir. Hatta bu te'vîller, çoğu kez olay vuku bulduktan sonra ayete
uygulanıp çıkarılmıştır. Kur'ân ebced hesabıyla istikbal haberleri çıkarmak için
gelmemiştir."110

F- TATBİKÎ TE'VİL/ANTROPOMORFİZM

"Kur'ân tefsirinde aslolan (zâhir) manadır. Bununla birlikte onda sülûk ehli tarafından
keşfedilecek derin ve gizli manalar da vardır. Zâhir ve bâtın mana arasında tatbîk de
mümkündür. Bu (Kur'ân tefsirinde) reddedilmemiştir. Aksine bu (yöntem) imanın
kemâli ve irfanın özü sayılmıştır."111

107
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.328
108
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.328
109
Akk, Usûl-ü Tefsîr, s.211, Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, c.1, s.5-6
110
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.329
111
Bkz. Kâfiyeci, et-Teysîr, s.34; Bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.369
20

"Tasavvufî tefsirde Kur'ân'ın âfakî manası insanın nefsine tatbîk edilmiş, Kur'ân
kıssalarındaki kahramanlar, insan ruhunun kuvvetlerinde aranmıştır. Bu hususta
mutasavvıfların en önemli dayanağı ْ6ِBِ +ُ %َ‫; أ‬+ِ<‫ق َو‬
ِ +َ<Dْ‫)ََِ <ِ; ا‬E 6ِB)َُِ‫ْ ﺱ‬: "Onlara ayetlerimizi
112
âfakta ve kendi nefislerinde göstereceğiz." âyetidir. Onlara göre Kur'ân'ın anlattığı
hikâyeler dünyada olmuştur; fakat bir de bunların benzeri insan vücudunda olmaktadır.
Çünkü Allah'ın ayetleri âfakta cereyan ettiği gibi enfüste de cereyan etmektedir. Onun
için insan vücudu arza, ruhu semaya, kalbi dağa, cennete, kalpteki bilgiler cennet
meyvelerine, kalbe gelen feyiz ve ilham gökten inen yağmura, ilham sonunda bilgilerin
meydana gelmesi yağmurun yağmasıyla arzın yeşermesine, nefis karaya, kalb denize
benzetilmiştir.

Kur'ân kıssalarını ruha ve ruh kuvvetleri arasındaki manevî olaylara uygulamaya tatbîk
denir ki bu iş, en kuvvetli şekilde İbnu'l-Arabî, Kâşânî, Simnânî ve ondan sonra gelen
mutasavvıf müfessirlerde görülmektedir.113 Tatbîk terimi, Kur'ân sembolizminin mikro
kozmik düzeye "uygulanmasına" denk düşer, gerçekte o, özellikle manevî psikoloji
alanıyla ilgili olan yorum biçimiyle alakalıdır."114

G- İSRÂİLİYYÂT

İsrâiliyyât, Hz. Ya'kûb'un ikinci adı veya lakabı olan İsrâîl kelimesiyle nisbet ismi
oluşturan İsrâiliyye'nin çoğuludur.115 Yahudiler ona nisbet edilir ve Benû İsrail,
İsrâiloğulları diye isimlendirilirler.116 Kur'an'da Yahûdilerin bu künye ile
isimlendirildiğini görmekteyiz. (Maide 5/78, İsra 17/4, Neml 27//76, Bakara 2/40,47)

"Terim olarak İsrâiliyyâtın tam olarak hangi manaya geldiği, nasıl ortaya çıktığı ve
Müslümanlar arasında ilk defa ne zaman kullanıldığı hususunda yeterli bilgi
bulamamaktadırlar; ancak özellikle batılı araştırmacılar, kavramın İslâm
kaynaklarındaki etki alanı hakkında geniş değerlendirmeler yapmaktadır."117
"İsrailiyyâttan maksadın ne olduğu ve kelimenin ıstılâhî manasına gelince; bu kelime
her ne kadar tefsire girmiş Yahudi kültürünü ifade ediyorsa da, bunda bir inhisar

112
Fussilet 41/53
113
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.309
114
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.34
115
Birışık, Abdülhamit "İsrâiliyyât", D.İ.B. İ.A., İstanbul, 1994, c. 23, s.195
116
Zehebi, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, (çev. Enbiya Yıldırım, Asiye Yıldırım), İstanbul, 2003, s.107
s.23
117
Birışık, "İsrâiliyyât", s.195
21

düşünülemez. İslâm'a ve özellikle tefsire girmiş olan Yahudi, Hristiyan ve diğer dinlere
ait kültür kalıntılarıyla dinin gerek lehine ve gerekse aleyhine uydurulup Hz.
Peygamber'e ve onun muasırları olan sahabe ile müteakip nesillere izafe edilen her türlü
haber, isrâiliyyât kelimesinin manası içine girer. Bir kelime ile İslâm'a yabancı olan her
şey bu kelimenin bünyesinde mütala'a edilmelidir."118 T"efsir ve hadis âlimleri
Yahudilerin bu babta daha çok rivayetleri olduğundan böylesi tüm haberleri nitelemek
için İsrâiliyyât kelimesini kullanmışlardır. Çünkü bu tip hurafe ve batıl şeylerin büyük
çoğunluğu kök itibariyle bir Yahûdî kaynağa dayanıp gelmektedir. Yahudiler ise iftiracı
bir kavim olmaları yanında, İslam ve Müslümanlara en çok kin besleyenlerdir. Nitekim
Allah Teâlâ bu hususu şöyle beyan etmektedir:

"Şu bir gerçektir ki; insanların iman edenlere en şiddetli düşmanlık duyanlarını
Yahudilerle, şirke batanları bulursun."119"

"Yahûdiler Müslümanlarla irtibat ve ilişkisi en çok olan Ehl-i kitaptı. Kültürleri de


diğerlerine nazaran daha fazla idi. İslam'ın güzelliğini bozmak için başvurdukları hile ve
desiseler de son derece mahirane ve aldatıcı idi. Örneğin fitne ve sapıklığın başı olan
Abdullah b. Sebe ve onun peşine takılıp giden Sebeiyyûn fırkasının pek çok mensubu
vardı. Bunlar kendilerini İslâm'a girmiş gibi gösterdiler. Tuzak ve hilelerini
gerçekleştirmek için Hz. Peygamber'in ailesinin taraftarlığına soyundular. Bunu
Müslümanların arasına fesadı yaymak, onların inançlarını ve mukaddesatını tahrip
etmek için yaptılar. Tefsir ve hadise sokulmuş olan isrâilî haberlerde bu grubun oldukça
payı vardır. Yahudilerin tefsir ve hadise katıştırdıkları uydurmalar diğerlerine oranla
oldukça fazla olduğundan dolayı, böylesi haberlerin bütününe İsrâiliyyât ismi
verilmiştir."120

"İsrâiliyyâtı sıhhati, muhteva (konu) ve İslâm'a uygun olup-olmaması, kabûl ve red


açısından olmak üzere dört açıdan incelemek mümkündür.

A- Sahih Olup Olmaması Yönünden

1- Senet ve Metin Bakımından Sahih ve Sağlam olan İsrâiliyyât;

2- Senet ve Metin Bakımından Zayıf Olan İsrâiliyyât;

3- Mevzû (Uydurma) Olan İsrâiliyyât


118
Aydemir, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara, 1979, s.6–7
119
Mâide, 5/82
120
Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.25
22

B- İsrâiliyyât haberlerin konusu itibariyle de üçe ayrılmıştır.

1- İnançla ilgili olanlar;

2- İbadet ve dinî ahkâmla ilgili olanlar;

3- Va'z ve nasihat gibi birinci ve ikinci kısımlarla ilgili olmayanlar;121

C- Dinimize Uygunluk Açısından

1- Dinimize Uygun Olanlar;

2- Dinimize Aykırı olanlar;

3- Dinimizin Hakkında Bir Şey Demediği, Onları Destekleyen veya Reddeden Delilin
Bulunmadığı Rivayetler.122

A- Kabul ve Red Açısından

1- Makbul İsrâiliyyât;

2- Merdûd (Kabul Edilmeyen) İsrâiliyyât;

3- Kabul ve Red arasında Kalan İsrâiliyyât; (Meskûtun Anh)123

"Farklı metod ve ekollere göre hazırlanmış tefsirlere baktığımızda, pek çok tefsir
sahibinin eserinin mukaddimesinde hangi metodu takip ettiğini anlattığını görürüz.
Bunların hiç de az olmayan bir kısmının, takip ettikleri metodu anlatırken, tefsirlerinde
israiliyyata yer vermeyeceklerini söylediklerini görürüz. Bununla beraber, israiliyyatı
atacaklarını ve tefsirlerine almayacaklarını vaat eden bu müfessirlerin çoğunun, bunları
aktarmaya daldıklarını müşahede ediyoruz. Bunu da onlardan sakınmak, yalan
olduklarını beyan etmek için değil, sanki doğru olaylar, kabul edilmiş hakikatlermiş gibi
hiçbir tenkitte bulunmadan, rivayetin doğru mu yalan mı olduğunu anlamayı
kolaylaştıran senetlerini zikretmeden naklederler." 124

121
Bkz. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s.7-9; bkz. Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.49-51
122
Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.47, bkz., Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s.9-16
123
Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.52, bkz., Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s.18, ayr, bkz,
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.249; Tefsir Tarihi, s.100; Akk, Usûl-ü Tefsîr, s.261-262
124
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.96, İsrâiliyyât'ın tefsire girişi hakkında bilgi için bkz. İbn Haldun,
Mukaddime, c.2, s.614-615
23

"Kur'an'ın, Tevrat ve İncillere nispetle kıssalar yönünden veciz oluşu, sahabenin tefsir
hususunda Ehl-i Kitab'a müracaat etmesi bir asıl olmuştu. Kur'ân'daki bir kıssayı ele
alan sahabe, bu hususta, eskiden kitap ehlinden olan sonra da İslâm'a giren kimselere
sormaya meylediyorlardı. Sahabe her şeyi kitap ehline sormadığı gibi, onlarda gelen her
şeyi de kabul etmemiştir."125

"İsrâiliyyâtın rivayet edilip edilemeyeceği noktasında önümüze iki görüş


çıkmaktadır.İsrâiliyyâtın rivâyet edilmesini caiz görmeyenler, Yahûdî ve Hıristiyanların
kutsal kitaplarını tahrif ettiklerini, bazı hususları gizleyip bazılarını değiştirdiklerini
bildiren ayetleri (Bakara 2/78–79, Nisâ4/46, Mâide 5/13, En'am 6/91, Neml 27/76, Şûrâ
42/14) delil göstererek onların kitaplarına güvenilmeyeceğini ileri sürmüşlerdir.126 Yine
İsrâiliyyâtın nakline cevaz vermeyenler Ebû Hureyre'den ve Cabir'den nakledilen şu iki
hadisi delil gösterirler:

"Hz. Peygamber zamanında Ehl-i Kitap'tan olan Yahudiler Tevrat'ı İbranîce okurlar ve
onu Müslümanlar için tefsir ederlerdi. Bunun üzerine Hz. Peygamber "Ehl-i Kitâb'ı ne
yalanlayınız ne de tasdik ediniz! Biz Allah'a ve bize indirilene iman ettik deyiniz."127

"Ehl-i Kitâb'a bir şey sormayın! Sapıtmış olan bu insanlar sizi doğru yola iletemez.
(Bunu yaptığınız takdirde) ya hak olanı yalanlamış ya da batıl olan bir şeyi doğrulamış
olursunuz."128

İsrâiliyyâtın rivayet edilmesini caiz görenler de yine öncelikle Kur'an'da delil aramışlar
ve zaman zaman Ehl-i Kitâb'a başvurarak bilgi edinmeyi tavsiye eden ayetleri (Âl-i
İmrân 3/93, Yûnus 10/94, İsrâ 17/10) İsrâiloğulları'ndan rivayette bulunulmasında
sakınca görmeyen bazı hadisleri ve bir kısım sahabînin merâk ettiği konuları Ehl-i
Kitâb'a sormalarını delil göstermişlerdir.129 İsrâiliyyât'ın nakline cevaz için delil olarak
şu hadis gösterilmiştir:

Abdullah b. Amr b. As Hz. Peygamber'in şöyle dediğini nakleder: "Bir ayet dahi olsa
benden işittiklerinizi başkalarına ulaştırın. Bana İsrâiloğulları'ndan nakledin. Bunda
günah yoktur. Kim bana yalan isnad ederse Cehennem'deki yerine hazırlansın!"130

125
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.97, Tefsir Usulü, s.246
126
Birışık, "İsrâiliyyât", s.197
127
Buhârî, Şehâdât, 29, Ebû Dâvut, İlim, 2, Hanbel, Ahmed b., Müsned, İstanbul, 1982 c.4, s.136
128
Hanbel, A. b., c.3 s.378
129
Birışık, "İsrâiliyyât", s.197
130
Buhârî, Enbiyâ, 50, Müslim, Zühd, 72, Tirmizî, İlim,13
24

Yine Hz. Peygamber'in Yahudileri Tevrat'ı okurlarken dinlediği şeklindeki rivâyet de bu


hususta delil olarak gösterilmiştir.131

"İsrâiliyyâtın mutlak manadaki rivayeti aslâ tecvîz edilemez. Hz. Peygamber'in muhtelif
ahvalde îrâd buyurduğu hadisler muvacehesinde buna yüzde yüz bir sınır çizmek
gerekir ve o da şu olabilir:

1- Kur'an ve hadisin ruhuna aynen uyan isrâiliyyât alınır.

2- Kur'an ve hadisin ruhuna aykırı olanlar atılır.

3- Bu ikisi dışında kalanlar da alınmaz, benimsenmez, kitaplara yazılmaz. Çünkü bu


üçüncü kısma giren haberlere Kitap ve Sünnet'in ihtiyacı yoktur. Bunlar tamamıyla
lüzumsuz ve faydasız söz kalabalığından ibarettir. Hayal mahsulüdür. Düzme ve
yakıştırmadır. Efsânevî şeylerdir. Bunları bilmek insana bir şey kazandırmaz; bilmemek
de eksiklik sayılmaz."132

Tefsir kitaplarını israiliyyâtı rivayet etmek, bu rivayetler hakkında sükut etmek veya
tenkit etme açısından metodlarına göre taksim etmek istediğimizde farklı kategorilerle
karşılaşmaktayız.133

En meşhur İsrâiliyyât râvîleri, sahabeden Ebû Hureyre, Abdullah b. Abbas, Abdullah b.


Amr b. el-As, Abdullah b. Selâm Temim ed-Dârî; Tâbiîn'den Ka'bu'l- Ahbâr, Vehb b.
Münebbih;134 Etbâü't Tâbiîn'den, Muhammed b. es-Sâib el-Kelbî, Abdülmelik b.
Abdilaziz b. Cüreyc, Mukâtil. Süleyman, Muhammed b. Mervân es-Suddî'dir.135

Hemen hemen her tefsir ekolünde olduğu gibi tasavvufî tefsir ekolünde de isrâiliyyâta
rastlanılmaktadır. Nizameddin en-Nisâbûrî'nin Garâib'ül Kur'ân'ı, İsmâil Hakkı
Bursevî'nin Rûhu'ı Beyân'ı gibi işârî tefsirlerin çoğunluğunda rivayet ve dirayete dayalı
yorumlara da yer verilmiştir; aynı eserlerde menkıbe, hikâye, mesel, kıssa, siyer, tarih,

131
Hanbel, A. b., c.1, s.416
132
Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s.33; ayr. bkz., Akk, Usûl-ü Tefsir, s.261-262
133
Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.107
134
Bkz. Akk, Usûl-ü Tefsir, s.262, Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.69-96; Aydemir, Tefsirde
İsrâiliyyât, s.52-67
135
Zehebî, Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, s.98-106
25

hikemiyyât ve ahlâka dair literatürden, hattâ İsrâiliyyâttan geniş ölçüde istifade


edilmiştir.136

2- KAYNAKLARIN DEĞERLENDİRİLMESİ

Bu başlık altında tezimizde kaynak olarak istifade ettiğimiz eserler hakkında bilgi
vereceğiz.

A- Kâşânî'nin Kendi Eserleri

Tezimizin temel kaynağı ve ana konusu, Kâşânî'nin Tefsîr-i İbn Arabî adıyla bilinmeyen
bir sebeple İbn Arabî'ye nisbetle basılan Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ı137 olacaktır. Bu eserdeki
bilgiler -özellikle müellifin eserinin girişinde tefsir yöntemi hakkında verdiği bilgiler-
bize Kâşânî'nin işârî tefsir hakkındaki görüşleri ve tefsir yöntemi hakkında bilgi
vermektedir. Ayrıca Kâşânî eserin dördüncü cildinde hocası ve yaşadığı yer hakkında
bizlere az da olsa bazı bilgiler vermektedir. "Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı
eserinin giriş kısmında da müellifin hocaları ve bu eserin muhtasarı olan Te'vîlâtü'l-
Kur'ân hakkında bilgiler bulunmaktadır. Bu noktada eserin mukaddimesindeki
bilgilerden istifade ettik.138 Bu eserin birinci cildi Necmeddin Ergül tarafından 2002
yılında Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü'ne doktora tezi olarak sunulmak
üzere tahkîk edilmiştir.139 Ergül'ün, eserinde Kâşânî hakkında verdiği bilgilerden de –
kaynakları yeniden gözden geçirilmek suretiyle- yer yer istifade edilmiştir. Kâşânî'nin
hakkında bilgi edindiğimiz bir diğer eseri müellifin Şerh-u Menâzili's-Sâirîn, Şerh-u
Fusûsi'l-Hikem ve Te'vîlâtü'l-Kur'ân'da geçen tasavvufî terimleri açıklamak üzere
yazmış olduğu Istılâhât-ı Sûfiyye140 adlı eseridir. Bu eserin girişinde Kâşânî diğer eseri
Te'vîlâtü'l-Kur'âni'l-Hakîm hakkında bu isimle bilgi verir. Kâşânî'nin, Ekrem Demirli

136
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.426
137
Kâşânî, Abdürrezzâk b. Ebi’l-Ganâim b. Ahmed b.Ebi'l-Fedâil b. Muhammed, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, (İbn
Arabî, Muhyiddîn, Tefsîr-i İbn Arabî), Beyrut, 1317
138
Kâşânî, Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, Süleymaniye Ktp., Sül. Koll. Nr. 113
139
Ergül, Necmeddin, Kâşânî ve Hakâik’ut-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl Adlı Eserinin I. Cildinin (Fâtiha-
En’âm) Tahkîk ve Tahrîci, (Basılmamış Doktora Tezi), Şanlıurfa, 2002
140
Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye, (thk. Muvaffak Favzî el-Cebir), Dımeşk, 1995
26

tarafından Tasavvuf Sözlüğü141 adıyla Türkçe'ye kazandırılan Letâifü'l-İ'lâm, fî İşârât-ı


Ehli'l-İlhâm eserinden bazı tasavvuf terimleri noktasında istifade edilmiştir.

B- Tabakât ve Târih Kitapları

Eserlerde Kâşânî'nin hayatı ve eserleri hakkında çok fazla bilgiye rastlanmamaktadır.


Kâşânî'nin hayatı hakkında bilgi veren eserler ise tatmin edici değildir. Kâşânî'nin
hayatı konusunda en geniş bilgi Abdurrahman Câmî (ö.898/1492)'nin Nefahâtü'l-Üns
min Hadarâti'l-Kuds adlı eseridir142. Bu eserde özellikle Kâşânî'nin hocaları hakkında
bilgiler ve Rükneddîn Âlâüddevle Simnânî ile birbirlerine yazdıkları mektuplar yer
almaktadır. Kâşân tarihi ile alakalı İzzeddin İbn Esîr el-Cezerî (ö.630/1232)'nin Kâmil
fi’t-Târih143 adlı eserinden ve Sem'ânî'nin el-Ensâb144, adlı eserinden istifade edilmiştir.
Kâşânî'nin yaşadığı devir İlhanlı tarihi hakkında bilgi noktasında Zeki Velidî Togan'ın
Umûmî Türk Târihine Giriş145, Osman Turan'ın Selçuklular ve İslâmiyet146, Fuad
Körülü'nün Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar 147 adlı eserinden yararlanılmıştır.

C- Bibliyografik ve Ansiklopedik Kaynaklar

Kâşânî'nin yaşadığı şehir olan Kâşân ve tarihi hakkında Yâkut el-Hamevî (ö.
626/1229)'nin alfabetik sıra ile kaleme aldığı Mu'cemü'l-Buldân148 adlı eserinden,
Ahmed Rıfat Efendi'nin Lugat-ı Târihiye ve Coğrafiye149 adlı eserinden istifade
edilmiştir.

Kâşânî'nin hayatı ile alakalı olarak Kâtip Çelebi (Hacı Halife) (ö. 1068/1657)'nin
Keşfu'z-Zünûn an Esâmi'l-Kütüb ve'l-Fünûn150 adlı eserinden istifade edilmiştir. Yine
Hayreddin Zirikli'nin el-A'lâm Kâmûs-u Terâcim li-Eşheri'r-Ricâl ve'n-Nisâ mine'l-Arab

141
Kâşânî, ,Tasavvuf Sözlüğü, (Letâifü'l-İ'lâm, fî İşârât-ı Ehli'l-İlhâm) (çev. Ekrem Demirli), İstanbul
2004
142
Câmi, Abdurrahman, Nefehâtü'l Üns min Hadarât'il Kuds, (çev.ve şerh Lâmiî Çelebi), b.y.y., trs.
143
Cezerî, İzzeddin b. Esîr Eb'l-Hasen Ali b. Muhammed, el-Kâmil Fi’t-Târih, Beyut, 1965
144
Sem’ânî, Ebû Saîd Abdilkerîm b. Muhammed b. Mansûr et-Temîmî, el-Ensâb, (thk. Abdullah Ömer
Bârûnî), Beyrut, 1988,
145
Togan, Zeki Velidî, Umûmî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981
146
Turan, Osman, Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1993
147
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976
148
Yâkut el-Hamevî, Ebû Abdillah b. Abdillahi'r-Rûmî, el-Bağdâdî, Mu’cemu’l-Buldân, Beyrut, 1955
149
Ahmed Rıfat Efendi, Lugat-ı Târihiye ve Coğrafiye, İstanbul, 1300
150
Kâtip Çelebi (Hacı Halîfe), Keşfüzzünûn an Esâmi'l-Kütüb ve'l-Fünûn, M.E.B., İstanbul, 1971
27

ve'l-Müsta'ribîn ve'l-Müsteşrikîn151 adlı eserinde, Ömer Rıza Kehhâle'nin Mu'cemu'l-


Müellifîn Terâcim-i Musannifi'l-Arabiyye152 adlı eserinde, Bağdatlı İsmail Paşa'nın
Hediyyetü'l-Ârifîn Esmâu'l-Müellifîn ve Âsâru'l-Musannifîn153 adlı eserinde, Carl
Brockellman'ın GAL-Supplement154 adlı eserinde, Ömer Nasûhî Bilmen'in Tefsir Tarihi
155
(Tabakâtü'l-Müfessirîn) Adil Nuveyhid'in Mu’cemu’l-Müfessirîn min Sadri'l-İslâm
Hatta’l-Aşri’l-Hâzır156 eserinde az da olsa Kâşânî ve eserleri hakkında bilgi vardır.
Ayrıca, D.İ.B. ve M.E.B. İslam Ansiklopedisinin konu ile ilgili maddelerinden de
yararlanılmıştır.

D- Tefsir, Tefsir Tarihi, Tefsir Usûlüne İlişkin Kaynaklar

Tezimizde tefsir usûlüne ve tarihine dâir Bedreddin Muhammed b. Abdillah Zerkeşî (ö.
794/1392)'nin el-Burhan fî Ulûmi'l-Kur'ân157 adlı eserine, Ebû Abdillah Muhammed
Süleyman Kafiyeci (ö. 879/1474)'nin et-Teysîr fî Kavâid-i İlmi't-Tefsîr158 adlı eserine
Celâleddîn Abdurrâhmân b. Ebîbekr Suyûtî (ö. 911/1505) 'nin Itkân fî Ulûm’il
Kur’ân159 adlı eserine, Muhammed Abdulazîm Zerkânî (ö.1367/1948) 'nin Menâhil'ül-
İrfân160 adlı eserine, Halid Abdurrahman el-Akk'ın Usûl-ü Tefsir ve Kavâiduhû161 adlı
eserine İsmail Cerrahoğlu'nun Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller162,
Tefsir Usûlü163 ve Tefsir Tarihi164 adlı eserlerinden Prof. Dr. M. Zeki Duman'ın
Uygulamalı Tefsir Usulü 1165 adlı eserinden yararlanılmıştır.

Tefsire dair, rasyonel tefsir olarak, Ebu Mansur Maturidî (ö. 333/945)'nin, Te'vîlat-u
Ehli's-Sünne166, Ebu Hayyan el-Endelûsî'nin el-Bahru'l Muhît167, İbn Ebu’l Fedâ İsmâil

151
Zirikli, Hayrettin, el-İ’lâm-ı Kâmûs-ı Terâcim li Eşher’ir-Ricâl ve’n-Nisâ mine’l Arabi ve’l-
Müsta’ribîn, Beyrut, 1997
152
Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifîn Terâcim-i Musannifi'l-Kütübi'l-Arabiyye, Beyrut, trs.
153
Bağdadî, İsmail Paşa, Hediyyetü'l-Ârifîn, Esmâü'l-Müellfîn ve Âsâru'l-Musannifîn, İstanbul, 1951
154
Brockelmann, Carl, GAL-Supplement, Leiden, 1938
155
Bilmen, Ömer Nasûhî, Tefsir Tarihi, (Tabakâtü'l-Müfessirîn) İstanbul, trs.
156
Nuveyhid, Adil, Mu’cemu’l-Müfessirîn min Sadri'l-İslâm Hatta’l-Aşri’l-Hâzır, Beyrut, 1983
157
Zerkeşî, Bedreddin, Muhammed b. Abdillah, el-Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire, 1376
158
Kâfiyeci, Ebû Abdillah Muhammed Süleyman, et-Teysîr fî Kavâid-i İlmi't-Tefsîr, Ankara, 1989
159
Suyûtî, Celâleddîn Abdurrâhmân b.Ebîbekr, Itkân fî Ulûm’il Kur’ân, Beyrut, trs.
160
Zerkânî, Muhammed Abdulazîm, Menâhil’ül İrfân, Beyrut, trs.
161
Akk, Halid, Abdurrahman, Usûl-ü Tefsir ve Kavâiduhû, Dımeşk, 2003
162
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, Ankara 1967
163
Cerrahoğlu, Tefsir, Usûlü, Ankara, 1995
164
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara, 2005
165
Duman, M. Zeki, Uygulamalı Tefsir Usulü 1, Kayseri, 1992
166
Ebu Mansur Maturidi, Te'vîlat-u Ehli's-Sünne, Bağdat, 1983
167
el-Endelûsî, Ebu Hayyan, el-Bahru'l Muhît, Riyad, trs.
28

İbn Kesîr (ö. 774/1372)'in Tefsîr-u Kur'âni'l-Azim168 adlı eserinden, konumuzla


doğrudan ilişkisi bulunması açısından Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrahim es-
Sa'lebî (ö.427/1036)'nin el-Keşf ve'l-Beyân an Tefsîri'l-Kur'ân,169 Abdülkerîm b.
Hevâzin Ebu'l-Kâsım el-Kuşeyrî (ö. 376–465/986–1072)'nin Letâifü'l-İşârât170, Ebû
Muhammed Ruzbahân Baklî (ö. 606/1209)'nin Arâisü'l-Beyân171, Ni'metullah b.
Mahmûd en-Nahcuvânî (ö. 920/1514)'nin el-Fevâtihu'l-İlâhiyye ve Ma'rifetü'l-Ğaybiyye
Ebû Fadl Şihâbüddîn Seyyid Mahmûd el-Âlusi (ö. 1270/1854)'nin Rûhu’l Meânî ve
Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm ve Seb'il-Mesânî,172 İsmail Hakkı Bursevî (ö.1063-1137/1653-
1725)'nin Rûhu'l Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân173 adlı işârî tefsire dair yazmış olduğu
tefsirinden, Türkçe tefsir olarak Elmalılı Hamdi Yazır'ın Hak Dini Kur'ân Dili174 ve
Prof Dr. M. Zeki Duman'ın Beyânu'l-Hak (Kur'ân-ı Kerî'min Nüzûl Sırasına Göre
Tefsiri)175 adlı tefsirinden istifade edilmiştir.

E- Araştırmalar

Tezimizde Muhammed Hüseyin ez-Zehebî'nin et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn176 adlı tefsir


ilmi ve tarihi konusunda yazmış olduğu iki ciltlik eserinden özellikle Te'vîlâtü'l-
Kur'ân'ın Kâşânî'ye aidiyetinin ve Kâşânî'nin Bâtınî olmadığını ispatı konusunda
yararlanılmıştır.

Ayrıca, Süleyman Ateş'in İşârî Tefsir Okulu177, Sülemî ve Tasavvufî Tefsîri178 adlı
eserlerinden Celal Kırca'nın İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’ân’a Yönelişler179 adlı
eserinden işârî tefsir noktasında yararlanılmıştır.

168
İbn Kesîr, Ebu’l Fedâ İsmâil, Tefsîr-u Kur'âni'l-Azim, (thk. Muhammed İbrahim Bennâ v.d.), 1992,
İstanbul
169
es-Sa'lebî, Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrahim el-Keşf ve'l-Beyân an Tefsîri'l-Kur'ân, Beyrut,
2002
170
el-Kuşeyrî, Abdülkerîm b. Hevâzin Ebu'l-Kâsım, Letâifü'l-İşârât, Kahire, 2000
171
Baklî, Ebû Muhammed Ruzbahân, Arâisü'l-Beyân, Hindistan, 1301
172
Alusi, Ebû Fadl Şihâbüddîn Seyyid Mahmûd, Rûhu’l Meânî ve Tefsîri'l-Kur'âni'l-Azîm ve Seb'il-
Mesânî, Mısır, 1924
173
Bursevî, İsmail Hakkı, Rûhu'l Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân, Kahire, 1326
174
Elmalılı, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Ankara, trs.
175
Duman, Beyânu'l-Hak, (Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûl Sırasına Göre Tefsîri), Ankara, 2006
176
Zehebî, Muhammed es-Seyyid Hüseyin, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, Mısır, 1976
177
Ateş, Süleyman, İşârî Tefsir Okulu, Ankara, 1974
178
Ateş, Sülemî ve Tasavvufî Tefsîri, İstanbul, 1969
179
Kırca, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’ân’a Yönelişler, İstanbul, 1993
29

Yine Pierre Lory'nin Fransızca kaleme alıp Prof. Dr Sâdık Kılıç'ın Türkçeye
Abdürrezzak Kâşâni'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri180 adıyla tercüme ettiği ve
Kâşânî'nin Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ınındaki bazı konuları tasavvufi perspektiften incelediği ve
Kâşânî'nin hayatı ve ilmî kişiliği hakkında bilgi verilmeyen eserinden yararlanılmıştır.
Bunların dışında tefsir, işârî tefsir, tasavvuf, Abdürrezzâk Kâşânî ve Kâşân hakkında
istifade ettiğimiz başka eserler de mevcuttur.

180
Lory, Pierre, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, (çev. Sadık Kılıç), İstanbul, 2001
BİRİNCİ BÖLÜM

ABDÜRREZZÂK KÂŞÂNÎ'NİN HAYATI ve ÇEVRESİ

1- 13. ASIRDA İLHANLILAR DEVRİNDEKİ COĞRAFİ, SOSYAL, SİYASİ VE


DİNÎ ÇEVRE VE KÂŞÂNÎ’YE ETKİLERİ

A- Coğrafî Çevre

Kâşânî’nin mensûb olduğu yere nisbetle Kâşân'da doğmuş olması büyük bir olasılıktır.
O’nun burada doğmuş olabileceğini düşünen âlimler de mevcuttur. Kâşânî'nin doğduğu
yer181, yıl ve ailesi hakkında tabakât kitaplarında herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Bu
nedenle biz, Kâşânî'nin hayâtının çoğunluğunu geçirmiş olduğu Kâşân hakkında bilgi
vereceğiz.

Şehrin ismi eserlerde farklı şekillerde geçmektedir. Eserlere baktığımızda bu şehir,


Gâşân,182 Kâşân,183 Gâsân184 ve cami süslemelerinde kullanılan "kâşî" adı verilen mavi
ve yeşil renkli bir taşın işlemeciliğiyle tanınmasından dolayı Kâş185 olarak zikredilir. Bu
şehir farklı dillerde farklı şekilde telaffuz edilir. Doğru olanı Kâşân’dır186 ve en fazla
Kâşân ismi ile tanınmaktadır. Şehri imar eden Harun Reşid'in eşi Zübeyde Hanımın imar

181
İleride değinileceği üzere Kâşânî'nin nisbesine bakarak Onun Kâşân'da doğduğunu söylemek
mümkündür. Nitekim bazı araştırmacılar bu kanaattedir. Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk", D.İ.B., İ.A.,
İstanbul, 1994, c.25, s.5, Ergül, Kâşânî ve Hakâiku't-Te'vîl, c1, s.25
182
Yâkut el-Hamevî, Mu'cemu'l-Buldân, c.4, s.296
183
Ahmed Rıfat Efendi, Lugat-ı Tarihîye ve Coğrafiye, İstanbul, 1300, c.6, s.66; Evliya Çelebi, Evliya
Çelebi Seyahatnamesi, (çev. Zuhûrî Danışman), İstanbul, 1970, c.7, s. 113, Şemseddin Sâmî, Kâmûsu’l-
A’lâm, İstanbul, 1896, c.5, s.239, Kurtuluş, Rıza, “Kâşân”, D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1996, c.6, s.3; Huart,
C.L. “Kâşân”, M.E.B., İ.A., İstanbul, 1986 c.6, s.404, İbn Esîr, Kâmil fi’t-Târih, Beyut, 1965, c.4, s.524,
581
184
Sem’ânî, Ebû Saîd Abdilkerîm b. Muhammed b. Mansûr et-Temîmî, el-Ensâb, (thk. Abdullah Ömer
Bârûnî), Beyrut, 1988 c.4, s.426,
185
Kurtuluş, Rıza, “Kâşân", s.3
186
Evliya Çelebi, Seyahatname, c.7, s.113
31

işini 452 haftada tamamlaması ve bu isim de ebced hesabı ile 452 olması sebebiyle şehre
bu ismin verildiği rivayet edilir. Şehrin eski adı ise Kılman’dır.187 Kâşân isminin efsânevî
Pers hükümdarı Kays’ın ikâmetgâhı manasındaki "Kays-âşiyân" kelimesinden geldiği de
söylenmektedir.188 Şehir ikinci olarak Moğol istilâsı sebebiyle harâb olmuş ve Akaçay
adında bir vezir tarafından tekrar imar edilmiştir.189 Halkının Şia'nın İmâmiye koluna
mensup olanlardan bir kısmının her sabah evlerinden silahlarını kuşanarak bineklerinin
üstünde bekledikleri imamı karşılamak için yollara dökülüp akşama kadar bekledikleri,
gelmeyince de üzülerek evlerine döndükleri rivayet edilir.190

"Tarihi boyunca Kâşân bir el sanatları merkezi olmuştur; bugün de özellikle halı, kadife
ve ipekli kumaş dokumacılığı ile kuyumculuk ve bakırcılık alanlarında İran'ın en önemli
merkezlerinden biridir. Şehri dünya çapında tanıtan en önemli sanat dalı artık tamamen
ölmüş olan çiniciliktir. XII.-XIX. yüzyıllar arasında yaşayan ve XIV. yüzyılda doruğa
çıkan bu sanata ve ürünlerine “kâşî” deniliyor, genellikle firuze, gök mavisi, yeşil ve
nadiren kırmızı, sarı renklerin hâkim olduğu duvar çinileriyle daha çok yeşil renkteki

187
Bkz. Evliya Çelebi, Seyahatname, c.7, s.114
188
Kurtuluş, “Kâşân", s.3
189
Evliya Çelebi Seyahatnâme, c.7, s.113
190
Yâkut el-Hamevî,Mu'cemu'l-Buldân, c.4, s.296; Sem’ânî, el-Ensâb, c. 4, s.426, Huart, a.g.m., s.404
32

çeşitli kaplardan oluşan seramikler kervanlarla dünya pazarlarına taşınıyordu. Selçuklu


binalarında görülen ünlü çinilerin tamamı Kâşân yapısıdır."191

"XI. yüzyılın ortalarında Büyük Selçuklu Devleti’nin kurulmasından sonra Kâşân'ın


önemi arttı. Birçok Kâşânlı, Selçuklular’ın hizmetinde üst kademelerde yer alırken
şehirde bu dönemde imar faaliyetleri hız kazanmıştır."192 Bu yüzyılın ikinci yarısında
Moğol saldırılarıyla şehir canlılığını bir müddet yitirmişse de İlhanlılar zamanında eski
önemini tekrar kazandı.193 Timurlar döneminde de şehir bir ilim ve edebiyat merkezi
olmayı sürdürdü. Safevîlerle birlikte Kâşân, ilimden edebiyata el sanatlarından mimariye
ve ticarete kadar birçok alanda parlak bir dönem yaşayıp, İran'ın kültür başkenti olma
işlevini gördü. Safevî şahlarının şehri sık sık ziyaret etmeleri Kâşân'ı daha da önemli hale
getirdi.194

B- İlhanlılar'da Sosyokültürel Çevre

İlhanlılar'ın hüküm sürdüğü İran'ın tarihine ve kültürüne göz attığımızda bu bölgenin, çok
eski devirlerden başlayarak çeşitli milletlerin egemenliği altına girdiğini görmekteyiz. Bu
bölge tarih içerisinde Medler'in, Persler'in, Mekodonyalıların Sâsânîlerin, Kadîsiye
Savaşıyla (636) Hz. Ömer döneminde Müslüman Arapların, Selçukluların,
Selçuklulardan sonra bir müddet küçük hanedanlıkların, Harzemşahların ve Kâşânî'nin
yaşadığı devir itibariyle Moğolların (İlhanlılar) egemenliği altına girmiştir. İran bu
özelliği sayesinde bünyesinde –Türk, Fars ve Arap ağırlıklı olmak üzere- çeşitli milletleri
içeren sosyolojik bir çeşitliliğe sahiptir.195

Kâşânî'nin yaşamış olduğu dönemde Kâşân'ın sosyal ve kültürel yapısı hakkında


eserlerde çok fazla bilgi bulunmamaktadır. Eserlerde –daha önce zikrettiğimiz gibi-
halkının dinî yapısı hakkında Sünnî ve Şiî olmak üzere iki farklı mezhebe bağlı insanların
bulunduğu bilgisi dışında bir bilgi bulunmamaktadır.

191
Kurtuluş, Kâşân, s.4
192
Kurtuluş, Kâşân, s.3
193
Kurtuluş, Kâşân, s.3
194
Kurtuluş, Kâşân, s.3
195
İran Tarihi ve medeniyeti hakkında daha fazla bilgi için bkz. Hourcade, Bernard, Naskalı, Esko,
Özgüdenli, Osman Gazi, Üstün, İsmail Safa v.d., "İran", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2000, c.22, s.392-437
33

"Çinileriyle meşhûr Kâşân'a Çin usûlünde çiniciliği, -burada yapılan çini tabaklar
üzerinde Turfan tipli Uygur resimlerinin bulunması sebebiyle- Uygur ya da Karahanlı
Türk ustaların getirdiği tahmin edilmektedir.196" Bu açıdan bakıldığında Kâşân'da o
devirde yerli halk İranlı (Fars)'ların dışında Arap, Uygur, Karahan ve Moğol Türklerinin
bulunması büyük bir ihtimaldir.

"İlhanlılar'da dil bütün çok uluslu devletlerde olduğu gibi bir değildi. İlhanlılar'da ana dil
Moğolca'nın yanında, Uygur Türkçesi ve Farsça da geçerliydi."197 "İlhanlı saraylarında
da Uygur Türkçe kullanılmıştır. Nitekim Gâzân Han (ö. 703/1304) adına yazılan Farsça
bir ferman nüshasında da "İlhan sözümüz" formülü bulunmaktadır. Türk ve Moğol
boylarına ve orduya hitaben yazılan umumî fermanlar Türkçe yazılmıştır. Bunun gibi,
göçebe Türk ve Moğollar'a hitaben yazılan ve vergi meselelerine taalluku olan fermanları
da Uygur harfleriyle mil taşlarına yazıp yol boylarına dikmek adet olmuştur.198 Olcaytu
(ö. 716/1316) Han'a sunulan "Câmiu't-Tevârîh" adlı dünya tarihine dair eser199 Uygur
harfleriyle Moğolca yazılmıştır."200 Bununla birlikte İlhanlı ulusuna Moğolca konuşan
halkın sayısı pek azdı.201

"İlhanlılar devrinde ahalisi Fars olan yerlerde de Arapça, Moğol ve Türkler'de kendi
dillerinde yani Uygurca yazılmıştır. Fakat divan yazılarının arka taraflarına yazılması
usul olan "pervane kayıtları"-yani vesikanın görüldüğüne dair kayıtlar- Arapça ve Farsça
yazılan vesikalarda da Moğol harfleriyle yazılmıştır."202

C- İlhanlılar'da İlim ve Sanat

"İlhanlı sanatı, İslam sanatı tarihinin en farklı hususiyetlerinin görüldüğü bir tahribat ve
yeniden doğuş safhasını teşkil eder. İlhanlı hanedanından gelen hükümdarların önemli bir
kısmı sert ve otoriter kişiler olarak tanınmıştır. Ancak bu hükümdarların sanat hamileri
olduğu da bilinmektedir. Hanedanın ilk kuruluş yıllarından başlayarak XIII. yüzyılın
sonlarında tahta çıkan Gâzân Han'a (ö. 703/1304) kadar İlhanlı hükümdarlarının değişik

196
Bkz. Togan, Umûmî Türk Târihine Giriş, s.127
197
Bekşaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", D.İ.B., İ.A., 2000, İstanbul, c. 22 s.105
198
Togan, Zeki Velidî, Umûmî Türk Târihine Giriş, İstanbul, 1981, s.272a, ayr. bkz. Togan, a.g.e., s.270
199
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, a.g.m., s.103
200
Togan, Umûmî Türk Târihine Giriş, s.272
201
Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s.271
202
Togan, Umumî Türk Tarihine Giriş, s.272a
34

dinî temayülleri sebebiyle İslâm sanatı bakımından önemli bir faaliyeti göze
çarpmamaktadır."203

"İlhanlılar zamanında kültür namına büyük bir inkişaf da sanat, resim ve mimarî
sahasında kendisini göstermiştir. Bu resimler, İlhanlılar zamanında halis Çin ve Uygur
tipinde yapılmıştır. Bu resim sanatı Gâzân Han (ö. 703/1304) zamanından başlayıp tarih
kitaplarına ve Firdevsî Şehnamesi gibi edebî eserlere girmiştir. Bu tip minyatürlerin en
güzelleri Câmiu't-Tevârîh'in 1330 yılında yazılan, en çok tanınan ve ekser kısmı
Newyork'ta bulunan nüshadadır. Ayrıca Topkapı sarayı 2475 no'da bulunan nüshada da
bu resimlere rastlanılmaktadır.204 Ayrıca Menâfiu'l-Hayevân, el-Âşâru'l-Bâkıye ve
Muizzî'nin Dîvân'ı önemli İlhanlı devri minyatürlü yazmaları olarak tanınır."205

"İlhanlılar'da önemli sanat faaliyetleri İslamiyeti resmen kabul eden Gâzân Han (ö.
703/1304)'ın tahta çıkmasından sonra gerçekleşmiştir. Gâzân Han (ö.703/1304)
döneminde İslamlaşan İlhanlı yönetimi, idaresi altındaki topraklarda özellikle İran ve
Güney Azerbaycan'da yoğun bir imar faaliyetine girişmiştir. İran'da Tebriz, Merâga,
Sultanîye, Lincân, Verâmin ve Natanz; Anadolu'da Erzurum, Amasya, Tokat, Niğde
şehirlerinde İlhanlı eserleri görülmektedir. İlhanlılar mimaride Büyük Selçuklu
geleneğine sahip çıkmışlar, tasarım ve mimarî ayrıntılarda, süslemede bu geleneği
sürdürmüşlerdir."206 "Gâzân Han (ö. 703/1304) döneminde tıp, astronomi, kimya, el
sanatları başta olmak üzere hemen her alanda ilerleme kaydedilmiştir. Tebriz civarında
kurulan rasathanenin yanında bir de medrese açılmıştır. Çok sayıda köprü, mescid,
kütüphane, medrese ve bahçe yapılmış, devlet merkezi Tebriz ve diğer İlhanlı şehirleri
dinî ve sivil mimarinin şaheserleriyle süslenmiştir."207 Bu ifadelerden anlamaktayız ki;
mimarî gibi daha birçok kültürel gelişme Kâşânî'nin yaşamış olduğu Gâzân Han (ö.
703/1304) döneminde başlamıştır.

"Atlı göçebe bir kavimden neşet eden İlhanlılar'ın şehir hayatına ve mimariye karşı
gösterdikleri bu itina, tıpkı Uzakdoğu'da Kaanların bu yoldaki faaliyeti gibi hayreti
mucib bir keyfiyettir. Moğolistan'da, Cungarya'da, Coçı ve Çağatay uluslarında Türk
usulünde şehirler inşa ettirmiş olan Cengizoğulları, doğudan kendi mimarilerini
getirdiler. Bu çağda Gayr-i Müslim hanların koruları, türbeleri yapıldı; Budist olanları

203
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s.105
204
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.272g
205
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa,"İlhanlılar", s.107
206
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa., "İlhanlılar" s.105
207
Yuvalı, Abdülkadir, "Gâzân Han", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1996, c.13, s.430
35

Buda ibadethaneleri yaptırdılar. Doğudan gelen bu sanatın yerli İran ve İslam sanatı ile
birleşmesinden Önasya İslam mimarisinde bazı yenilikler husule geldi. İlhanlılar eski
şehirleri büyüttüler ve yeni şehirler bina ettiler. Tebriz ve Sultaniye, Yakın Şark'ın
iktisadî ve medenî merkezi şeklini aldı. Argun Han, sonra oğlu Gâzân Han (ö. 703/1304)
Tebriz şehrinin batısında, şimdiki Tebriz istasyonu civarında veziri Reşîdüddîn
(ö.718/1318) de, bu şehrin doğusunda Mihran-Rud'un yukarı tarafında birer yeni şehir
bina ettiler. Gâzân'ın şehri Şenb-i Gâzân, Reşîdüddîn'inki ise Rab'i Reşidi ismiyle maruf
olmuştur."208

Gâzân Han (703/1304 ) bir ara "Ebvâbu'l-Birr" daha sonra da "Gâzâniyye" olarak anılan
şehirde kendisi için bir türbe, Cuma camii, bir hankâh, Şâfiî ve Hanefîler için birer
medrese, çocuklar için mektep, seyyidlerin kalması için dârüssiyâde, ayrıca dârüşşifâ,
kütüphane, beytül-kârûn, beytü'l-mütevellî, havuzhane, hamam ve rasathane yaptırmış,
bu kurumların masrafları da külliyeye tahsis edilen vakıfların geliriyle karşılanıyordu.209

Reşîdüddîn (ö.718/1318) kendi inşası olan Rab'i Reşidi'yi oğullarının birisine yazdığı
mektubunda şehri, "Önceleri hali olan bir sahada otuz bin güzel ev, bin beş yüz kadar
büyük dükkân, yirmi dört büyük kervansaray (han), birçok hamam, bağ, bostan ve
bahçeler, kâğıt, boya, yün iplik boyama fabrikaları, ayrı bir darphane, iki yüz hafız için
dâru'l-huffâz, altı bin talebe için "Talebe mahallesi", yine orada müderris ve ulema için
ayrıca "Ulema caddesi" şeklinde tavsif etmiştir.210

Olcaytu (ö. 716/1316) Han'ın bina ettiği Sultaniye şehrinde de inşaat, eski İran
şehirlerinde görülmeyen bir planla, geniş caddelerle yapılmıştır. Orada Reşîdüddîn'in ayrı
bir mahallesi vardı. Her iki şehir de deprem, siyasî hadiseler gibi sebeplerin neticesinde
harap olmuştur.211

Natanz'da Sultan Olcaytu (ö. 716/1316) devrinde inşa edilen Cuma Camii ve Kâşânî'nin
hocası Natanzî'nin külliyesi (Hankâhı) (704/1305–716/1316) yıllarında yapılmıştır. 212

İleride de açıklanacağı üzere Kâşânî ilmî faaliyetlerinin büyük bir bölümünü Natanzî'nin
külliyesinde sürdürmüştür. Bu açıdan bakıldığında Kaşânî'nin yaşamış olduğu bu
dönemdeki ilmî ve kültürel gelişmeler Kâşânî'nin yetişmesinde büyük öneme sahiptir.

208
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş , s.272h
209
Yuvalı, "Gâzân Han", s. 430
210
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.272h
211
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.272h
212
Bkz. Bekşaç A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s.106
36

Tasavvuf ve tefsir başta olmak üzere farklı dallarda otuza yakın eser vermesinde dönemin
sosyo-kültürel gelişmişliğinin payı büyüktür.

"İlhanlı sanatının önemli faaliyet alanı olan seramik, bizzat İlhanlılar tarafından yok
edilmiş bulunan eski seramik merkezlerinin etkisiyle yeni Çin etkilerinin getirdiği bir
anlayışın sonucu olarak ortaya çıkmıştır.

İlhanlı seramik ve çini eserlerinin teşekkül ettiği en önemli merkezler arasında Kirman,
Kâşân, Sultanabâd büyük öneme sahiptir. İran'da Pîr-i Bakrân Türbesi, Natanz'da Şeyh
Abdüssamed Isfahânî Külliyesi, Sultâniye'de Olcaytu (ö. 716/1316) Hudâbende Türbesi
ve Anadolu'da Erzurum Yakutiye Medresesi mimarisinde yoğun sırlı tuğla ve çini
kullanımı görülen eserlerdir."213

İslam âleminde dinî ve felsefî fikir cereyanlarının inhitata uğradığı bir zamanda gelen
İlhanlılar'ın devrinde ilim hareketleri namına tarih, coğrafya, tabiiyat ve tıp sahalarında
da bazı teknikler elde edilmiştir.214

İlhanlıların saraylarında Uzakdoğu, Orta Asya ve Hind medeniyeti mümessilleriyle temas


neticesinde husule getirilen eserlerin başlıcası, Gâzân (ö. 703/1304) ve Olcaytu
(ö.716/1316) Hanların ve veziri olan tabib Reşîdüddîn'in (ö. 718/1318) idaresinde
yazılmıştır.215

İlhanlılar döneminde Argun Han'ın emriyle Akdeniz ve Karadeniz haritaları


yapılmıştır. Gâzân Han döneminde bilhassa tabîiyyat, nebatat, ziraat, tarih ve coğrafya
ilimlerine ehemmiyet verilmiştir. Hanlığın ilk senelerinde meçhul bir müellif tarafından
hayvanat ilmine ait tertip olunan Menâfu'l Hayevân adlı eser bize kadar gelmiştir.

Yine hayvan ilmine dair Gâzân Han'ın (ö.703/1403) ilgisini tatmin için Reşîdüddîn
(ö.718/1403) tarafından yazılan Âthâr-u ihyâ adlı eser, mimari, ziraî, beslenme ve
maden ilimlerini içerir.

Yine Çince'den tercüme edilen tıbba dair bir eser olan Tankusnâme-i İlhânî bu döneme
aittir. Yine tıbba dair bu devirde birçok risale yazılmıştır. Onlardan bir tanesi de el-Esile
ve'l-Ecvibe ismindedir.

213
Bekşaç A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s.106
214
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.273
215
Togan Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.274
37

"Bu devrin en önemli ilmî eseri Gâzân Han (ö. 703/1304) tarafından vezir Reşîdüddîn'e
(ö. 718/1318) yazdırılan ve Olcaytu (ö.716/1316)'ya sunulan Türk ve Moğol tarihini
cihan tarihinin esası ve merkezi olarak alan ve diğer milletlerin tarihi hakkında yüzeysel
bilgi veren216 bir Moğol, iki Çin âlim, bir Kaşmirli Budist rahip, birkaç İran âlimi ve bir
Fransız rahibin iştirakiyle hazırlanan Câmiu'-Tevârîh adlı dünya tarihine dair eserdir.217"
Bu eserin farklı din mensuplarının iştirakiyle hazırlanmış olması bizlere, o dönemde dinî
hoşgörü ve ilme verilen önemin ne denli büyük olduğunu gösterir.

Gâzân Han (ö. 703/1304) da aynı zamanda bir tarihçi olup, tabiat ve iktisat (bilhassa
ziraat) ilmi ile meşgul olmuştur.218 Bu bilgilerden anlamaktayız İlhanlı devleti'nin en
büyük hükümdarı sayılan Gâzân Han (ö. 703/1304) ile birlikte her alanda olduğu gibi
ilim sahasında da gelişmeler kaydedilmiştir.

"Olcaytu (ö. 716/1316) Han, daha ziyade dinî meselelere karşı fazla ilgi göstermişti. Millî
tarihe ve bazı diğer ilimlere karşı da alakası vardı; fakat en çok dinî ve felsefî meselelerle
meşgul olmuştur."219 Olcaytu, seferlerde bile ulemayı yanından ayırmamıştır.220

Son büyük İlhan hükümdarı olan Ebu Saîd Han (ö.735/1335), döneminde de büyük sanat
eserleri, en güzel cami ve medreselerle minyatürlü eserler vücuda getirilmiştir.221

Bu dönemde İran medeniyeti kendi sınırlarını aştı ve başka milletlerin İslâm'ı kabûlüne
vesile oldu.222 İlhanlılar'ın başkenti Tebriz, Mareğa, İstanbul, Semerkant, Buhârâ
dönemin önemli ilim şehirlerinden bazılarıdır.223

Kısacası İlhanlı hükümdarları ilimle ilgilenmiş, ulemayı himaye etmiş ve onları


desteklemiştir. İlmî eserlerin oluşmasında ilim adamlarına destek vermişlerdir.
İlhanlılar'daki bu tavır tasavvuf ve tefsirde kendisini yetiştirmiş ve görüşleriyle
kendisinden sonraki büyük fikir adamlarını etkilemiş olan Kâşânî'nin yetişmesindeki
faktörlerden biri olmuştur.

Kâşân, birçok ünlü âlimi yetiştirmiş bir şehirdir. Bu şehirde, Ebû Muhammed Cafer b.
Muhammed b. el-Gâsânî er-Râzî, Fazlullah b. Ali el-Hüseynî el-Gâsânî, İbrahim b. Kurre
216
Bkz. Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.273-277
217
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.118
218
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.229
219
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.230
220
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.372
221
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.231
222
Barthold, W., Köprülü, M.Fuad, İslâm Medeniyetleri Tarihi, Ankara, 1940, s. 65
223
Bkz. Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s. 276, Barthold, W., Köprülü, M.Fuad, İslâm Medeniyetleri
Tarihi, s.69
38

el-Esedî el-Gâsânî el-Esamm, Ebû İshâk İbrâhîm b. Abdillâh el-Gâsânî, Ahmed b. Mûsâ
b. Îsâ el-Ferrâz el-Gâsânî,224 Muînüddîn-i Kâşî, Gıyâseddin Cemşîd el-Kâşî, Efdalüddîn-i
Kâşânî (Baba Efdal), Abdullah b. Ali el-Kâşânî, Abdürrezzâk el-Kâşânî, Feyz-i Kâşânî
225
(Molla Muhsin), Hacı Mirza Kâşânî ve Muhteşem-i Kâşânî gibi mümtaz âlimler
yetişmiştir.

D- Siyasî Çevre

Abdürrezzak Kâşânî, İlhanlı hükümdarlarından Olcaytu (ö. 716/1316) Han ve Ebû Said
Bahadır Han (ö.735/1335) dönemlerinde226 İran'da (Cibâl taşrası olan) Kâşân'da
yaşamıştır. 227

"Geniş ve büyük İlhanlı Devleti, 1256'da Hülagu'nün İran'a gelmesinden 1336'da Musa
Han'ın vefatına kadar devam etti. Umumî vali Baycu Noyan daha 1229'da İran'ı işgal
etmiş olduğundan İlhanlı Devleti yerinde kurulan hanlıklar ve beyliklerden, Anadolu'da
Eretnaoğulları, 1381'de İran'da Calayırlılar ve diğer beyliklerin hâkimiyeti Temür devrine
kadar devam ettiğinden, Önasya'daki Moğol hâkimiyeti bir buçuk asır sürmüş oluyor.
İlhanlılar sülalesinin müessisi olan Hülagu, büyük Mengü ve Kubilay Kaanların kardeşi
olup, Tult Han'ın oğlu idi. Sonra onun neslinden gelen İlhanlı hükümdarları şunlardır:
Hülagu'nün oğlu Abaka (1265–1282), onun kardeşi Teküdar Ahmed (1282–1284),
Abaka'nın oğlu Argun (1284–1291), Argun'un kardeşi Keyhatu (1291–1295), sonra onun
kardeşi Baydu (1295), sonra Argun Han'ın oğlu Mahmud Gâzân (1295–1304), sonra
onun kardeşi Hüdabende Olcaytu (1304–1316), sonra Olcaytu'nun oğlu Ebû-Saîd (1316–
1335)."228 Bu tablodan, İlhanlı Devletinin sık sık yönetici değiştirdiğini anlamaktayız.
Kaşanî, sıkça yönetici değiştiren İlhanlı Devleti'nin son iki yöneticisi zamanında
yaşamıştır.

Hülâgü öldüğü zaman İlhanlı Devleti'nin sınırı Amuderya'dan Fırat'a ve Kafkasya'dan


Belûcistân'a kadar uzanmaktaydı. Anadolu Selçuklu Devleti ile Ermenistan Krallığı da
İlhanlılar'a bağlıydı. Kâşânî'nin yaşadığı Ebu Said Bahadır Han döneminde yani devletin

224
Sem’ânî,el-Ensâb, c.4, s.426-427
225
Bkz. Kurtuluş, "Kâşân", s.4
226
Bkz. Uludağ, Süleyman, "Kâşânî, Abdürrezzak", s.5,
227
Lorry, Piere, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, (çev. Sadık Kılıç), İstanbul, 2001, s.26
228
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.222
39

son döneminde ise sınırlar doğuda Gazne şehrine, kuzeyde Terek nehrine kadar
uzanmaktaydı.229

"Kültür ve dinî anlayış anlamında İlhanlı devletine baktığımızda karşımıza müsamahakâr


bir tavır çıkar. Moğol sarayında Türk (Uygur), Moğol, İranlı, Çinli, Hindli, Frenk
(Avrupalı) Müslüman, Hristiyan, Yahudi, Budist ve Şamanî ve her din ve milliyete
mensup ilim adamları bulunuyor ve bu şartlar geniş fikir ve kültür mübadelelerine imkân
hazırlıyordu."230 Bu sayede ilhanlılar, Uzak ve Yakın Doğu medeniyetlerini birleştirdi.
Bu sayede tücarî ve medenî alışverişler başladı.231

"Dedesi ve babası Budist olan Gâzân Han (ö. 703/1304), halasının kocası Nevruz Beyin
teşvîki ile Müslüman olarak Mahmud adını almış ve kendisi ile birlikte 100.000 Moğol
askeri de Müslüman olmuştur. Bu dönemde Gâzân Han (ö. 703/1304) ile Baydu arasında
saltanat mücadelesi yaşanmış, Gâzân Han (ö. 703/1304) Nevruz Bey başta olmak üzere
İlhanlı devlet adamlarının desteğini alarak idâreyi ele geçirmiştir."232

"Gâzân Han (ö. 703/1304) İslâmiyet'i devletin resmî dini haline getirdi."233 "Budistleri
İslam'a girmeye zorladı, Hristiyan ve Yahudilerin sokağa özel kıyafetlerini giyerek
çıkmalarını istedi. Onun Müslüman olmasıyla birlikte hükümdar ve diğer devlet
adamlarıyla reaya arasındaki dinî ihtilaflar sona erdi. Müslüman halk baskı ve
sıkıntılardan, ağır vergilerden kurtuldu. Halk huzur ve sükûn içinde yaşamaya
başladı."234

Anadolu bu dönemde, Tebriz'deki İlhanlı hükümdarlarının isteğine göre tahta çıkarılan


veya azledilen Selçuklu sultanları tarafından yönetiliyordu.235

"Gâzân Han'dan sonra yerine kardeşi Olcaytu (ö. 716/1316) geçmiştir. Olcaytu, iyi niyet
ve arzusuna rağmen kardeşi Gâzân'ın yapmak istediği işleri yürütecek azim ve iradeye
sahip değildi. Vezirleri Reşîdüddîn ile Tâcüddîn arasında baş gösteren ihtilafı devletini
iki bölgeye ayırıp, bunların her birinin idaresini birine havale etmek suretiyle
halletmiştir."236 Kazvin ile Tebriz arasında Sultanîye adlı bir şehir kurdu ve devlet

229
Bkz. Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s. 103, 104
230
Turan, Osman, Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1993, s.190
231
Barthold, W., Köprülü, M.Fuad, İslâm Medeniyetleri Tarihi, s. 63
232
Yuvalı, "Gâzân Han", s.429
233
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s.103
234
Yuvalı, "Gâzân Han", s.429
235
Yuvalı, "Gâzân Han", s. 430
236
T.H., "Olcaytu", M.E.B., İ.A., İstanbul, 1986, c.9, s.388
40

merkezini buraya nakletti.237 "Olcaytu (ö. 716/1316), İlhanlı hükümdarları içerisinde en


çok din değiştirenlerden biridir. İlk önce Hristiyan olan hükümdar sonra Budizm'i kabul
etmiş, daha sonra da Müslüman olmuştur.238 Olcaytu (ö. 716/1316), Şafiliğe meyil
gösterip, hükümdarlıkta sülâle usulüne fazla dayandığı için Şiiliği, daha doğrusu on iki
imam kültürünü tercih etmiş ve bunda sonuna kadar samimî ve muhlis kalmıştır."239

Olcaytu (ö. 716/1316) Han'ın zamanında yaşamış olan Abdürrezzak Kâşânî (ö.
730/1330), Olcaytu'nun seferlerinde bile yanından ayrılmayan dört şeyhten birisidir.240

Daha fazla dinî meselelere karşı alaka gösteren Olcaytu, (ö. 716/1316)241 bir av
esnasında hastalandı. Bunun üzerine kendisine halef olarak tayin ettiği oğlu Ebû Said'i
çağırttı.242

"1316 yılında Olcaytu'nun ölümü üzerine tahta henüz çocuk yaştaki oğlu Ebû Saîd
Bahâdır Han çıktı. Hükümdarın tecrübesizliğinden ve onun atabeyi Emir Sevinç'in
ölümünden istifade eden vezir Tâceddin Ali Şah idareyi eline aldı."243 Bu dönemde
devletin idaresi uzun süre birbiriyle mücadele eden devlet adamlarının elinde kaldı244

Abdürrezzâk Kâşânî Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserini –Olcaytu (ö.


716/1316)245 ve Ebû Saîd Hân'ın veziri olan Reşîdüddîn Fazlullah b. Ebi'l-Hayr'a (ö.
718/1318) ithâf etmiştir. Müellif, eserinin mukaddimesinde Reşîdüddîn ile ilgili olarak
şöyle der:

"Ben, (bu eserle) büyük insan, dünya sultanlarının kanunu, insanların işlerini ve siyaset
dengelerini düzenleyen, idarelerin karmaşasını düzene sokan âlim, âdil, fâdıl, ihsankâr,
dünyevî makam ve dinî yücelik, üstün ve ulvî mevkî sâhibi ilmî ve amelî fazîletleri
toplayan, âriflerin yolunu tutan, Rabbü'l-âlemînin ilâhî bağışları kendilerine has
kılınmış olan muhakkiklerin arzularına ulaşan, Ğıyâsu'l-Hakk ve'd-Devle ve'd-Din
Avnü'l-İslâm ve Melâdü'l-Müslimîn Muhammed b. Sâhibü'l-A'zâm Salâhu'l-Âlem
Saîd eş-Şehîd Reşîdü'l-Hakk ve'd-Dîn Fazlullah b. Ebi'l-Hayr'a hizmet etmeyi

237
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s.103
238
T.H. "Olcaytu", s.389
239
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.230
240
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.372
241
Togan Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.230
242
T.H.,"Olcaytu", s.388
243
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s. 104
244
Yuvalı, "Gâzân Han", s.430
245
T.H.,"Olcaytu", s.389
41

düşündüm. Allah ondan sonra gelenlerinin saltanatını güçlü kılsın ve önce gelenlerinin
de yollarını aydınlatsın.246

Kâşânî'nin Ebû Saîd Bahâdır Han (ö. 735/1335)'ı methettiği "Kasîdetân fî Medh-i Üveys
Bahâdır Han" isimli Farsça bir eseri de bulunmaktadır.247

"İlhanlı Devleti'nin son büyük hükümdarı olarak kabul edilen Ebû Said Bahâdır Han (ö.
735/1335) şâir, mûsikîşinâs ve aynı zamanda da hattattı. İlim adamlarını ve edipleri
himaye etmiş, bu sebeple şairler tarafından adına kasideler yazılmış ve eserler telif
edilmiştir. Zamanında İran ve Azerbaycan'da birçok eser meydana getirilmiştir. Ebû
Saîd bu yönüyle Azerbaycan ve Anadolu halkının gönlünü kazanmış, hatta ismi
Azerbaycan'da dört adil sultan olarak anılmıştır. Ayrıca babası Olcaytu (ö. 716/1316)
Han zamanında devletin âdeta resmî mezhebi haline gelen Şiîliği terk ederek Sünnîliğe
geçmiş, İslamiyet'in yayılması için samimiyetle çalışmış, içki, kumar ve fuhşu
yasaklamıştır. Vâris bırakmadan ölümü hanedan arasında kavgalara, devletin
parçalanmasına ve yerini mahallî hanedanların almasına sebep olmuştur."248

"1256 yılında Hulagu ile başlayan İlhanlı Devleti, Gâzân Han (ö. 703/1304)'ın
ölümünden sonra Ebû Saîd Bahâdır Han'ın 1336 senesinde ölümüne kadar otuz bir yıl
devam edecektir."249

"Kâşânî'nin yaşadığı dönemde Moğol istilâsı sebebiyle Türkistan, İran ve Harezm'den


kaçan birçok âlim ve sanatkârın Anadolu Selçuklu İmparatorluğuna sığındığı
görülmektedir."250

E- Dinî Çevre

İlhanlı Devleti'nin tarihine baktığımızda hükümdarların çeşitli dinlere tabi olduğunu,


dolayısı ile bu devlette hemen hemen her hükümdar döneminde farklı inanışların devlet
idarecisi tarafından benimsendiğini görmekteyiz. Yöneticilerin bu tutumunun yanında
dinî anlayış olarak İlhanlı devletinde geniş bir müsamahayı görmekteyiz.

246
Kâşânî, Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, vr.1b
247
Ergül, Kâşânî ve Hakâikü't-Te'vîl, s. 14
248
Yuvalı, Ebû Said Bahadır Han", s.219, Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa,"İlhanlılar", s.104
249
Bkz. Yuvalı, "Gâzân Han", c, 13, s.430
250
Köprülü, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976, s.192
42

"Moğol sarayında Türk (Uygur), Moğol, İranlı, Çinli, Hindli, Frenk (Avrupalı)
Müslüman, Hristiyan, Yahudî, Budist ve Şamanî ve her din ve milliyete mensup ilim
adamları bulunuyor ve bu şartlar geniş fikir ve kültür mübadelelerine imkan
hazırlıyordu."251

"Elimizdeki bilgilere göre devletin ilk kurucuları olan Hülegü ve oğlu Abaka, Şamanî
idi. Bunların saraylarında Şamanî ayinlerin icra edildiği ve bunun Azerbaycan ve
Anadolu'daki Türk sufilere tesir ettiği malumdur. Bununla birlikte İlhanlıların
Hristiyanlığa da temayülleri bulunmaktaydı.

Hristiyanlık hakkındaki hakikat şudur: Önasya'da Moğol hâkimiyetini kuran Cormagon


Noyan Müslümanlarla harbettiği için, Şamanî olduğu halde, Hristiyanlara karşı himaye
göstermiş, Tebriz'de ve Nahcivan'da kiliselerin binasına müsaade etmişti."252 "Abaka
Han Budist Uygurları'na fazla iltifat göstermiş; fakat Hristiyanları da himaye etmiştir.
Ahmed Tekudar, gençliğinde Hristiyan olmuş ve "Nikola" ismini almıştır."253

Gâzân Han (ö. 703/1304) da Müslüman olmadan önce Budistti. Müslüman olduktan
sonra da diğer dinlere müsamaha ile bakmıştır.254 Gâzân Han (ö. 703/1304), İslâmiyeti
devletin resmî dini haline getirdi.255 O, Sünnî-Hanefî olmakla beraber Şiî imamlarına ve
âlimlerine hürmet eder, onlara düzenli maaş bağlar ve vergiden muaf tutardı. Şiîlerce
kutsal sayılan yerleri ziyaret eder, buralara bağışta bulunurdu.256

Şamanî kalan Moğolların, Budizm ve Hristiyanlık ile İslamiyet arasında kararsız


kaldıktan sonra birden İslamiyete meyletmeleri, Türk milletinin ekseriyetinin
Müslümanlığı artık çoktan kabul etmesinin tesiriyle, diğer taraftan da Müslümanların
Tatarlara (751 Talas savaşı'ndaki yardım neticesinde Arapların Tatarlar'ın Müslüman
olmalarna vesile olmalarına) benzer şekildeki durumlarıyla açıklanmalıdır.257 Ayrıca bu
dönemde Mevlâna Celâleddîn Rumî ve Bahâuddîn Veled'in Moğollar arasında İslâmı
yaymak için canla başla çalıştığını görmekteyiz. Öyle ki Gâzân Han (ö. 703/1304)
Mevlânâ'nın bir şiirini altın ile hırkasına yazdırmıştır.258

251
Turan, Osman, Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1993, s.190
252
Bkz. Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.260
253
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş ,s.261
254
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.261, Yuvalı, "Gâzân Han" s.429
255
Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar", s.103
256
Yuvalı, "Gâzân Han" s.430
257
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.263
258
Bkz. Togan, Umûmî Türk Tarihine Giri,ş s.264-266
43

İlhanlı hükümdarları arasında en çok din ve mezhep değiştirenlerden birisi de Olcaytu


(ö. 716/1316) Han'dır.259

"İlhanlılar devrinin en büyük hükümdarı olarak görülen Ebû Saîd Bahâdır Han (ö.
735/1335), babası Olcaytu (ö. 716/1316) Han zamanında devletin adeta resmi mezhebi
haline gelen Şiîliği terk ederek Sünnîliği seçmiş, İslamiyetin yayılması için samimiyetle
çalışmıştır."260" Bu dönemde Müslim ve gayr-i Müslim Türk ve Moğol arasında ülfet
artmıştır. Bu işe bilhassa Türk sûfîleri önayak olmuştur."261

2- KÂŞÂNÎ’NİN HAYATI VE KÜLTÜREL ÇEVRESİ

A-Hayatı

Daha önce de söylediğimiz gibi Abdürrezzâk Kâşânî'nin hayatına dair çok az şey
bilinmektedir. Nerede ve ne zaman doğduğu bilinmemektedir. Ailesi hakkında da
herhangi bir bilgi bulunmamaktadır. Moğol İlhanlılarının hâkimiyet döneminde İran'da
(Cibâl taşrası olan) Kâşân'da yaşadığı bilinmektedir.262 "Kâşânî, hemen hemen
kendisinden sonraki bütün mutasavvıfları etkileyen ve müstakil bir tasavvuf ekolü
vücuda getirmiş olan sûfî İbnu’l-Arabî (ö.638/1241)’nin Fusûsu’l-Hikem, Hâce
Abdullah Ensârî (Herevî) (ö.408/1018)’nin Menâzilu’s-Sâirîn ve İbn Fârıd
(ö.632/1235)’ın Tâiyyetu’l-Kübrâ adlı eserlerine şerhler yazmış; Hakâiku’t-Te’vîl fî
Dekâiki’t-Tenzîl ve onun muhtasarı olan Te’vîlâtu'l-Kur’ân adlı işârî tefsir alanında,
Risâletü’l-Kazâ ve’l-Kader gibi kelâm alanında, Istılâhu’s-Sûfiyye gibi tasavvuf
terimleri alanında eserler te’lîf etmiş olmasına rağmen, gerek ölümünden sonra kaleme
alınan tabakat kitaplarında gerekse, eserlerinden istifade eden müelliflerin eserlerinde
yeterli derecede bilgi bulunmamaktadır."263 Kâşânî’nin hayatı hakkında en geniş bilgiye
Abdurrahman Câmî’nin Nefehâtü’l-Üns adlı eserinde rastlamaktayız. Bununla birlikte
Kâşânî’nin Hakâyıku’t-Te’vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserinin mukaddimesinde ve onun
muhtasarı olarak yazdığı Te’vîlât’ında, tasavvuf terimleri hakkında yazmış olduğu
Letâifü’l-İ’lâm’ının satırlarından ve Tuhfetü’l-Ihvân'ın başında az da olsa hayatı
hakkında bilgilere rastlamaktayız. Bu bilgilerden hareketle Kâşânî’nin hayatını
259
T,.H., "Olcaytu" s.389
260
Yuvalı, "Ebû Saîd Bahâdır Han" s.219; Beksaç, A. Engin, Çobanoğlu, Ahmet Vefa, "İlhanlılar" s.104
261
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.267
262
Lorry, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.26
263
Bu hususu bizden önce müellif hakkında çalışma yapanlar da doğrulamaktadır. Bkz. Macdonald,
Kâşânî", s.106, Uludağ, Kaşanî Abdürrezzâk", s.5, Ergül, Kâşânî ve Hakâikü't-Te'vîl, c.1, s 25,
44

incelemeye çalışacağız. Başta da dediğimiz gibi Kâşânî’nin nerede, ne zaman doğduğu


ve ailesi hakkında eserlerde bir bilgiye rastlamamaktayız. Kâşânî’nin nisbet edildiği yer
dikkate alınarak, Kâşân’da doğduğu söylenebilir.264 Süleyman Uludağ Kâşânî’nin
Kâşân’da doğduğunu zikretmektedir.265 Çünkü genellikle künyeleri ile meşhûr alimlerin
doğdukları şehre nisbetle şöhret kazandıklarını görmekteyiz. Kâşânî nisbesi de Kâşân
şehrinde yaşayan kişiler için kullanılmaktadır.266 Bu sebeple Kâşânî’nin Kâşân’da
doğmuş olması büyük bir olasılıktır.

B- Nisbesi ve İsmi

Kâşânî'nin hayatı hakkında az da olsa bilgi bulabildiğimiz eserlere baktığımızda onun


farklı nisbelerle tanıtılmış olduğunu görmekteyiz. Eserlerde müellif, el-Kâşânî,267
Kaaşânî268 el-Kâşî,269 el-Gâşânî,270 Kâsânî,271 Kâsî272 nisbeleri ile anılmaktadır. Buna
göre müellifin en meşhur nisbesi el-Kâşî ve el-Kâşânî’dir. Bu nisbetler ise Kâşân
şehrinde yaşayanlar için kullanılmaktadır.273

Müellifin adı da eserlerde Kemâlüddîn Abdürrezzâk el-Kâşî,274 Abdürrezzâk b. Ahmed


(Kemâlüddîn) b. Ebi’l-Ğanâim Muhammed Cemâlüddîn el-Kâşî,275 Kemâlüddîn Ebi’l-
Ğanâim Abdürrezzâk b. Cemâlüddîn el-Kâşî,276 Kemâlüddîn Abdürrezzâk b.
Cemâlüddîn Ahmed el-Kâşânî,277 Kemâlüddîn Ebi’l-Ğanâim Abdürrezzâk b.
Cemâlüddîn el-Kâşî es-Semerkandî278 Ebu’l-Ğanâim Abdürrezzâk b. Cemâlüddîn es-

264
Ergül, Kâşânî ve Hakâikü't-Te'vîl, c.1, s.25
265
Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk" s.5
266
Bkz. Cezerî, İzzeddin b. Esîr, Lübâb fî Tehdîb'il-Ensâb, Beyrut, trs, c.3, s75–76; Sem’ânî, el-Ensâb,
c.4, s.426
267
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.336, Bilmen, Ömer Nasûhî, Tefsir Tarihi, İstanbul, 1974, c.2, s.428,
Kehhâle, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifîn, c5, s.215
268
Bilmen, a.g.e., c.2, s.428
269
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.107, 266; c.2, s1263; Bağdâdî, İsmail Paşa, Hediyyetü'l-Ârifîn,
Esmâü'l-Müellfîn ve Âsâru'l-Musannifîn, İstanbul, 1951, s.567, Bilmen, a.g.e., , c.2, s.428, Edirnevî,
Ahmed b. Muhammed, Tabakâtu'l-Müfessirîn, (thk Mustafa Özel), İzmir, 2005, s.139; Câmî,
Abdurrahman, Nefehâtü'l Üns min Hadarât'il Kuds (çev.ve şerh Lâmiî Çelebi), , trs., b.t.y., s.537
270
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.2, s.1264
271
Uludağ, “Kâşânî, Abdürrezzâk”, s.5
272
Brockelmann, Supplement, II, 280
273
Bkz. Cezerî, Lübâb,, c.3, s75–76; Sem’ânî, a.g.e., c.4, s.426
274
Câmî, Nefehât, s.68; Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.2, s.1264
275
Nuveyhid, Adil, Mu’cemu’l-Müfessirîn min Sadri'l-İslâm Hatta’l-Aşri’l-Hâzır, Beyrut, 1983, c.1, s.281
276
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.107
277
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.266; Mollaibrahimoğlu, Süleyman, Süleymaniye Kütüphanesinde
Bulunan Yazma Tefsirler (Metod ve Kaynakları), İstanbul, 2002, s.219
278
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.336
45

Semerkandî,279 Abdürrezzâk b. Cemâlüddîn Ahmed Kemâlüddîn b. Ebi'l-Ğanâim el-


Kâşî es-Sûfî,280 olarak farklı şekillerde geçmektedir.

Müellifin Hakâyıku’t-Te’vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserinin 729/1329 yılında kendi


nüshasından istinsah edilen iki nüshaya yani kendi ifâdesine göre (Süleymâniye Ktp.,
Fâtih Koll. No. 142, Süleymaniye Ktp. Süleymaniye Koll. No. 113) isminin
“Abdurrezzak b. Ebi’l-Ganâim b. Ahmed b.Ebi'l-Fedâil b. Muhammed; nisbetinin
(Gâşânî) olduğu kesinlik kazanmaktadır.

Kâşânî ile aynı asırda yaşamış olan Abdussamed Natanzî (ö. 699/1300)’nin mürîdi
İzzeddin Mahmûd el-Kâşânî için de el-Kâşî ve el-Kâşânî nisbeleri kullanılmaktadır.
Hatta bir kısım müellifler tarafından Kâşânî ile İzzeddin Mahmud (735/1335) ve tarihçi
Abdürrezzak el-Kâşî (ö. 887/1482) karıştırılmıştır.281

C-Kâşânî'nin Hocaları ve Kendileriyle Görüştüğü Belirtilen Kişiler

Kâşânî'nin asıl tahsil hayatının Şeyh Abdussamed b. Ali en-Natanzî (ö. 699/1300) ile
başladığını söyleyebiliriz. Natanzî, (ö. 699/1300), Kâşânî'nin hem zâhirî ve hem de
bâtınî ilimlerde ilk hocası ve mürşididir. Kâşânî'nin eğitim hayatı hakkında da elimizde
fazlaca bilgi bulunmamaktadır. Yalnız Hakâyıku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserinin
mukaddimesinde eğitim hayatı ile ilgili sadece kısa bir bilgi verir.

Kâşânî'nin hocaları ile ilgili Hakâyıku’t-Te’vîl fî Dekâiki't-Tenzîl ve Te'vîlâtü'l-


Kur'ân'da daha önce verdiğimiz bilgilerin dışında, bu konuda bize en çok bilgiyi
Abdurrahman Câmi'nin Nefehâtü'l-Üns min Hadarâti'l-Kuds adlı eseri vermektedir. Bu
eserde verilen bilgilere göre Kâşânî'nin kendilerinden ders aldığı hocaları şunlardır:

1- Şeyh Nâsıruddîn Tûsî (597/1201–672/1272)

Nefehat'ta Kâşânî'nin, Şeyh Nâsıruddîn Tûsî'nin sohbetinde bulunduğu nakledilir.282


Tûsî, astronomi, madencilik, maliye, Türk ve Moğol dili ve kültür alanlarında uzmandır.

279
Bilmen, Tefsir Tarihi, c.2, s.428
280
Bâğdâdî, Hediyye, s.567, Brockelmann, Supplement, II, s. 280
281
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıkut'-Te'vîl, c.1, s. 31; Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn c.1, s.336
282
Câmî, Nefehât, s.541
46

Tûsî bu dallarda eserler yazmıştır. İlhanlı hükümdarı Hülâgu'nün değer verdiği büyük
bir âlimdir. Hülâgu için Zîc-i İlkhanî adlı eseri yazmıştır.283

2- Mevlânâ Nûreddin Asîleddîn (ö.685/1286)

Kâşânî bu zat ile görüşmüştür.284 Kendisi Nâsuriddîn Tûsî'nin oğludur ve kendisi de


babası gibi astronomdur. Çin'den, Kaan'dan gelen büyük elçileri misafir ederdi.285

3- Mevlânâ Şemseddin el-Kîşî (el-Keyşî) (ö. 694/1295)

Kâşânî, Hakâyık'ın mukaddimesinde üstâdı Kîşî'den bahsetmektedir. Kîşî, Natanzî'nin


beğenip dilinden düşürmediği bir âlimdir. Natanzî, Kâşânî'yi tasavvuftan önce zâhirî
ilimlere teşvîk etmiş o da Kîşî'ye intisâb etmiştir. Kâşânî, hocası Kîşî'den şöyle
bahseder: …"Natanzî, beni amel ile mücahededen önce ilim tahsiline; sırf Allah'a
yönelme ile elde edilen vehbî ilimlerden önce, tedris ile öğrenmeye yöneltti. Bana büyük
âlimlere müracaatı emretti. Dilinde, zamanında hikmet ve yakînin membaı olan
Mevlânâ Saîd Şemseddîn el-Kîşî (ö.694/1295) dolaşıyordu. "O, ilmin âlemi ve ilimde
ihâtâ sahibidir. Allah ona cennet bahçelerini hazırlasın ve makamını yükseltsin!"
diyordu..."286 Natanzî, Kîşî için "Bu asırda tarîk-i marifette onun gibisi yoktur."
demiştir.287 Kâşânî'nin görüşüp ders aldığı âlimlerden birisidir.288 Kesin olmamakla
birlikte bu ifadelerden Kâşânî'nin, Kîşî'den tefsir, hadisî gibi zâhir ilimlerle birlikte
Batınî ilimler de aldığı anlaşılmaktadır.

4-Mevlâ Nûreddîn Abdüssamed b. Ali en-Natanzî (ö. 699/1300)

Natanzî'yi, Kâşânî'nin ilim alanında en büyük hocası, tasavvuf alanındaki en büyük


şeyhi olarak tanıtabiliriz. Kâşânî bizzat iki eserinde hocası Natanzî'den bahsetmektedir.
Kâşânî, üstadı Natanzî'den şöyle bahseder: …"Sonunda gayretin sevinci beni yorgunluk
meyvesinin başarısına ulaştırdı. Nihayet bu başarı beni, şeyhimiz Şeyh Abdüssamed b.

283
Bkz. Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.223, 273, 282
284
Câmî, Nefehât, s.541
285
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.282
286
Kâşânî, Hakâiku't-Te'vîl ve Dekâiku't-Tenzil, vr.1b
287
Câmî, Nefehât, s.540
288
Câmî, Nefehât, s.541
47

Alî en-Natanzî (699/1300)'ye ulaştırdı. Natanzî, beni amel ile mücahededen önce ilim
tahsiline; sırf Allah'a yönelme ile elde edilen vehbî ilimlerden önce, tedris ile
öğrenmeye yöneltti. Bana büyük âlimlere müracaatı emretti. (Natanzî'nin) hizmeti ile
mesud olup sohbeti ile şereflendiğimde meşgul olduğum şeyler inkişâf etti; elde ettiğim
şeyler ise derinleşti. Bu durumu kendisine bildirdiğimde beni hadis ve tefsiri
incelemeye, kaide ve kaynaklarını izlemeye teşvik etti…289 Kâşânî Te'vîlât'ta da
"Şeyhimiz Mevlâ Nûreddin Samed (k.s.)'den işittim ki..."290 şeklinde bahseder. Ulûm-u
zâhirî ve bâtınîde âlimdi. Nefehât'ta verilen bilgiye göre Kâşânî'nin Natanzî'den sonra
bir şeyhe intisâb etmediği belirtilir. Kâşânî şeyhinin vefatından sonra yedi ay bir
sahrada halvete girmiştir.291 Natanzî, Şeyh Necîbuddîn Ali b. Bozğuş (ö. 697/1298)'un
mürîdidir. Şeyh İzzeddîn Mahmûd Kâşî'nin de şeyhidir. Natanzî'nin hocası Necîbüddîn
Ali b. Bozğûş, Ebû Hafs Şihâbüddîn Ömer Sühreverdî (ö.632/1235)'nin mürîdidir.292
Aslen Isfahanlı olup Natanz'da bulunan hangâhında ikamet etmekteydi.293 Kâşânî,
Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl adlı eserini şeyhi Natanzî'nin işâreti ile yazmıştır.294

5-Şeyh Kutbeddîn Şirâzî (d.634/1237-ö.710/1311)

Aslen Şirazlı olan bu âlim, Abaka ve Argun Hanlar zamanında bu hanlar tarafından ilmî
ve siyasî görevlere getirilmiştir. Bir ara Sivas'ta kadılık yapmıştır.295 Kâşânî'nin bu
âlimin sohbetinde bulunduğu nakledilir.296

6-Zahîrüddîn Abdurrahman b. Ali Buzguş (ö.716/1316)

Necîbüddîn Alî Bozğuş (ö. 679/1281)'un oğludur. Necîbüddîn Alî Bozğuş da


Şihabüddîn es-Sühreverdî (ö.632/1235)'nin mürididir. Birçok eser yazmış, marifette
yüksek kademelere gelmiştir.297 Kâşânî'nin şeyhi Natanzî, Zahîrüddîn Abdurrahman b.

289
Kâşânî, Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, vr. 1b
290
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3 s. 494
291
Câmî, Nefehât, s.541
292
Bkz. Câmî, Nefehât, s. 534-535
293
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.35
294
Kâşânî, Hakâyıku't-Te'vîl ve Dekâiku't-Tenzil, vr.1b
295
Togan, Umûmî Türk Tarihine Giriş, s.282
296
Câmî, Nefehât, s.541
297
Câmî, Nefehât, s.529
48

Ali Bozğuş'un babası Şeyh Necîbuddîn Ali b. Bozğuş (k.s.)'un mürididir.298 Kâşânî,
Zahîrüddîn Abdurrahman b. Ali Bozğuş ile görüşmüştür.299

7-Nûreddin Abdurrahman İsferâînî (ö.717/1317)

Nûreddin Abdurrahman İsferâînî, Şeyh Rukneddin Alâuddevle'nin şeyhidir. Hicrî 639


yılında Şevval ayında doğmuştur ve 717/1317 yılında Bağdat'ta vefat etmiştir.300
Kâşânî'nin bu zatla görüştüğü rivayet edilir.301

8-Rükneddîn Alâüddevle es-Simnânî (ö.736/1336)

Kâşânî, Bağdat'ta Hicaz'dan dönüşte 687/1288 Şeyh Nureddin Abdurrahman


İsferâînî'nin sohbetinde bulunmuştur. Simnânî, devrin sultanının hizmetinde bulunmuş
ve onun savaşlarının birinde 736/1336 yılında 22 Recep'te Cuma gecesi vefat
etmiştir.302 Nefehât'ın verdiği bilgiye göre vahdet-i vücût ile alakalı olarak Kâşânî ile
Simnânî arasında mektuplaşmalar olmuştur. Emir İkbal Sistânî, Sultanîye yolunda Şeyh
Kâşânî'ye yoldaş olmuştu. Şeyh'ten vahdet-i vücudu sordu. Onun aşırı bir vahdet-i
vücutçu olduğunu anladı. Kâşânî de Emîr İkbal'e şeyhi Alâu'd-devle'nin İbn-i Arabî
hakkındaki düşüncesini sordu. Emir İkbal, Alâu'd-devle'nin, İbnu'l-Arabî'yi marifet ehli
büyük bir insan tanıdığını; fakat Allah'a "Mutlak Vücud" demesini beğenmediğini
söyler. Kâşânî de: "İbnu'l-Arabî'nin bütün marifetinin temeli bu sözdür. Onun bundan
güzel bir sözü yoktur. Senin şeyhin nasıl onu inkâr ediyor? Bütün peygamberler, veliler,
imamlar hep bu inatçadırlar." der. Emir İkbal bu sözü Alâu'd-devle'ye iletir. Alâu'd-
devle Kâşânî'ye şunu yazar: "Bütün milletlerde ve dinlerde bu kadar utanç verici bir
söz söylenmemiştir. Bu sözü tam açtın mı tabiiye ve dehriyye mezheplerinin, bu
mezhepten daha iyi olduğu anlaşılır." ve bu fikrin batıl olduğu hakkında daha birçok
şeyler yazar. Kâşânî de buna cevaben bir mektup yazar. Alâu'd-devle bu cevabın
arkasına kendi cevabını yazıp gönderir, son makamın kulluk makamı olduğunu
savunur.303

298
Câmî, Nefehât, s. 534
299
Câmî, Nefehât, s.541
300
Câmî, Nefehât, s.495–496
301
Câmî, Nefehât, s. 541
302
Câmî, Nefehât, s.496
303
Câmî, Nefehât, s.537; ayr. bkz., Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.207
49

Kâşânî, Simnânî hariç diğer bütün hocaları ile birebir görüşmüştür. Simnânî ile sadece
mektuplaşmıştır. Onunla görüştüğüne dair bir bilgimiz bulunmamaktadır. Bunun dışında
Kâşânî'nin bu hocalarla ne kadar birlikte olduğu hakkında kaynaklarda bilgi
bulunmamaktadır. Ama eserinin önsözündeki bilgiye dayanarak Kâşânî'nin en fazla
Natanzî'den ders aldığını söylemek mümkündür.

Kâşânî'nin Ruzbihân Baklî (ö.606/1210)’nin sohbetinde bulunduğu da


nakledilmektedir.304 Kâşânî'nin 730'lu senelerde vefat ettiğine göre 606/1209 yılında
vefat etmiş olan Baklî'ye ulaşıp kendisinden ders alması çok zor bir ihtimal olarak
gözükmektedir.

D-Talebeleri, Takipçileri ve Etkileri

Kâşânî'nin talebeleri konusunda hocaları kadar eserlerde açık bilgi bulunmamaktadır.


Yalnızca bazı eserlerde Dâvûd el-Kayserî'nin (ö. 751/1350) Kâşânî'nin müridi olduğu
bilgisine yer verilmektedir.305 Daha önemlisi Kayserî (ö. 751/1350), Matlau Husûsi’l-
Kilem fî Meânî Fusûsi’l-Hikem adlı eserinin mukaddimesinde, kader-i ilâhî’nin
kendisini Kâşânî’nin hizmetine sevk ettiğini belirterek, o esnada Kâşânî'nin halka-i
tedrîsinde, kemâl tahsîli için uğraşan ve esrâr-ı ilâhiyyeyi öğrenmek isteyen bir grup
öğrenci kardeşlerinin Fusûsu’l-Hikem’i okumaya başladıklarını ifâde etmekte, ayrıca
Kâşânî’ye izafe ettiği dua cümlesinde, “istifade edenlere Allah O’nun nefesinin
bereketini devamlı kılsın, onun maârifi ile talebe ve meclis arkadaşlarının kalplerini
aydınlatsın.” demektedir.306 Yukarıdaki cümlelerden Kayserî (ö. 751/1350)'nin
Kâşânî'nin hizmetinde bulunup, ondan birçok talebe ile birlikte ders aldığı, özellikle
Fusûs'u okuduğu net bir şekilde anlaşılmaktadır.

Bunlardan başka:

a- "Kayserî (ö. 751/1350)'nin, hocası Kâşânî gibi İbn Arabî'nin Fusûs'ul-Hikem adlı
eserini Matlau Husûsi'l-Kilem fî Me'ânî Fusûsi'l-Hikem adıyla şerhetmesi,

304
Câmî, Nefehât, s.541
305
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.2, s.1038, Togan, Umûmû Türk Tarihine Giriş, s.372, Bayraktar,
Mehmet, "Dâvûd-i Kayserî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1994, c.9, s.32-33
306
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 39
50

b- Kayserî, adı geçen eserini, Kâşânî'nin Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserini


ithâf ettiği Ebû Saîd Bahâdır Han'ın (ö. 735/1335) veziri Gıyâseddin Muhammed'e (ö.
718/1318) ithâf etmiş olması,"307

c- "Adı geçen eserine, hocası Kâşânî'nin Şerh-u Fusûsi'l-Hikem adlı eserinin kaynaklık
etmiş olması,"308

d- Üstadı Kâşânî'nin, Te'vîlât'ul-Kur'ân'il-Hakîm adlı eserinin besmele kısmını Şerh-u'l-


Besmele bi's-Sureti'n-Nev'iyyeti'l-İnsaniyyeti'l-Kâmile adıyla şerh etmesi309 ve her iki
mutasavvıfın İbnu’l-Arabî (ö. 638/1241) ekolüne mensup olup, “vahdet-i vücûd”
telakkisini benimsemiş olması,310 yine Kayserî’nin vefat tarihi (751/1350) bu gerçeği
daha da güçlendirmektedir. 311

Tefsir, kelâm, edebiyat ve tasavvuf sahalarında birçok eser telif etmiş olan Kâşânî'nin,
Kayserî (ö. 751/1350)’nin adı geçen mukaddimesinde yer alan ifadelerinden, Dâvûd el-
Kayserî (ö. 751/1350)’nin dışında çok sayıda talebe yetiştirmiş olduğu anlaşılmaktadır.
Kâşânî'nin talebelerinin kimler olduğu, bu dersleri nerede ve ne zaman verdiği
hususlarında kesin bilgimiz bulunmamakla birlikte, tedris faaliyetlerinin Tebriz'de
yürütülmüş olması akla uygun gelmektedir.312

E- Kâşânî'nin Bâtınî Olduğu İddiâları

Kâşânî'nin hangi mezhebe mensûb olduğu hakkında eserlerde net bir bilgi
bulunmamaktadır. Bununla birlikte Muhammed Abduh Kâşânî'nin Batıni olduğunu
söylemiştir. O, bu hususta şunları söyler:

"(Müfessirlerin) İşâret (tefsiri) olarak isimlendirdiği tefsre gelince, o tefsirlerde


insanlar Bâtıniyye ile sûfiyyenin sözlerini karıştırmışlar, ayırt edememişlerdir.
(İnsanların)Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî'ye nisbet ettikleri tefsir bu çeşit tefsirdendir.

307
Bayraktar, "Dâvûd-i Kayserî", s.34–35
308
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.39
309
Bayraktar, "Dâvûd-i Kayserî", s.35
310
Bkz. Bayraktar, "Dâvûd-i Kayserî", s.33
311
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.39
312
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.40
51

Ancak o tefsir meşhûr Bâtınî Kâşânî'nindir. O tefsirde Allah'ın dîninin ve Yüce


Kitâbının berî olduğu yorumlar vardır."313

Abdürrezzak Kâşânî, bazı çevrelerce tefsiri Te'vîlâtü'l-Ku'ân'daki bazı ifadeleri


sebebiyle Şiî ekolün bir kolu olan Bâtıniye ekolüne mensup olduğu iddia edilmiştir.
Kâşânî'nin Şiiliği benimsemiş olan Olcaytu (ö. 716/1316) Han ile yakın ilişkide
bulunması da onun Bâtınî olduğu düşüncesine sebep olmuş olabilir. Bu konuya açıklık
kazandırmak için kısaca Şia ve onun bir kolu olan Bâtıniye, diğer adı ile İsmâiliyye
ekolünden bahsedeceğiz.

ŞİA

"Hz. Peygamber’in vefatından sonra imametin Hz. Ali’ye ait olduğuna ve hilafete en
layık onun olduğuna inanan fırkaya Şia denir. Bu mezhep siyasî bir görüşle ortaya
çıkmıştır. Bu görüşe göre Ali diğerlerine nazaran hilafete daha layıktı.314 Başlangıçta bir
problem olarak görülmeyen hilâfet meselesi, daha sonra İslam toplumunu kuşatan bir
yangın haline gelmiştir. "Şiat-ı Ali" diye Ali taraftarları oluşmuş, bunlar hilafeti genel
hizmetleri gören bir müessese olarak değil de, dinin vazgeçilmez bir rüknü, İslâm'ın
temeli olarak görmeye başladılar. Hz. Peygamber’in kendisinden sonra yerine geçecek
kimseyi tayin etmesi gerektiği üzerinde durdular. Böyle bir makama gelecek kişinin
büyük küçük her türlü günahlardan masum olmasının icâb ettiğini söylediler. Hz.
Peygamber’in Hz. Ali’den razı olduğunu ve onu kendisini nassla halife ilan ettiğini
iddia ettiler."315

"Şia, İslamî siyasî mezheplerin en eskisidir. Hz. Ali insanlarla her ne zaman bir araya
gelip sohbet ettiğinde sahip olduğu özelliklerle dininin ve ilminin gücü sayesinde
hayranları artıyordu. Bağnaz taraftarlar, bu hayranlığı istismar ederek Hz. Ali hakkında
kendi görüşlerini yaymaya başladılar. Bu görüşler bazen aşırı bazen de ılımlı
olabiliyordu.

313
Muhammed Abduh, Tefsîr-i Menâr (Tefsîr-u Kur'âni'l-Hakîm), Kâhire, 1947, c.1, s.18, ayr. bkz.
Zehebî, Muhammed es-Seyyid Hüseyin, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, 1976, Mısır, c.2, s.400, Bilmen, Tefsir
Tarihi, c.2, s.430, Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.205,
314
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.296
315
Tunç, Cihat, Kelam İlminin Tarihçesi ve İlk Kelam Okulları, Kayseri, 1998, s.24,
52

Emevîler döneminde, Hz. Ali evlatlarına karşı işlenen zulüm şiddetlenip onlara
çektirilen eziyetler artınca muhabbet defineleri onlar için açıldı. Bu insanlar, aynı
zamanda Hz. Peygamber’in (a.s.) soyundan idiler. İnsanlar, bunlar arasında zulüm
şehitleri olduğunu gördükçe de Şia mezhebinin sınırları ve yardımcıları genişledi.316
Emevîlerin Ehl-i Beyt’e olan zulmü halk arasında Ehl-i Beyt’e duyulan sempatiyi artırdı
ve bu konuda ifrata varan görüşler ortaya çıktı."317

"Şiîlik, Hz. Osman döneminden başlayarak Mısır’da doğdu. Çünkü Mısır, propaganda
için uygun bir ortamdı. Şiîlik daha sonra Irak'a sıçradı ve orayı kendine merkez edindi.
Medine, Mekke ve diğer Hicaz kentleri sünnet ve hadisin beşiği olmaya devam ederken,
Şam diyarı Emevîlerin yardımcılarıyla doluydu. Irak da Şia'nın karargâhı haline
geldi."318

"İmametin nassa dayandırılması ve iman esasları arasında yer alması, Şia’nın özel
olarak Kur’ân'a yönelmelerini ve bu görüşlerini Kur’ân’a dayandırmalarını adeta
zorunlu kılmıştır. Zira iman esası olarak öngörülen bir ilkenin nassa dayandığını
söyleyip de bunu nasta gösterememek, bu mezhebin açmazıdır. Bu sebeple Şia
diğerlerinden daha özel bir itina ile Kur’ân'a yönelmiş ve görüşlerini destekleyecek
ayeti veya ayet grubu bulmaya çalışmıştır. Bununla da yetinmeyen Şia bulduğu ayeti
veya ayet grubunu, işaret yolu ile Hz. Ali’ye tahsis etmiştir. Böylece imamet konusunda
Hz. Ali'nin şahsiyeti ve kendine özgü kimliği, fikir ve düşüncenin önüne geçirilmiş,
onun şahsiyetine dayalı bir inanç sistemi oluşturulmuştur."319 "Buna göre Kur’ân
yorumunda da etkin kişi imamdır. Çünkü onun yorumu bağlayıcı görülmekte, vekilinin
yorumu ise yarı bağlayıcı olarak kabul edilmektedir. Ama imam olmayan bir kişinin
yorumu ne kadar doğru olursa olsun, bağlayıcılık özelliği bulunmamaktadır.320 Şia
zamanla gruplara ayrılmıştır."321 Başlıca Şiî fırkaları Keysâniyye, Zeydiyye, İmâmiyye,
Gâliye veya Gulat-ı Şia, İsmâiliyye’dir. Şia grupları arasında, İslam cemaatine (Ehl-i
Sünnet’e) en yakın ve en mutedil olanı Zeydiyye'dir.322

316
Bkz. Ebû Zehra, Muhammed, Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbğatullah Kaya), Ankara, trs., s.41, Zehebî, et-
Tefsîr ve'l-Müfessirûn , c.2, s.3, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, Ankara, 2005, s.296
317
Bkz Zehra, Mezhepler Tarihi, s.43, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.296
318
Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.43
319
Kırca, Kur’ân’a Yönelişler, s.90
320
Kırca, Kur’ân’a Yönelişler, s.97
321
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, a.g.e., c.2, s.4
322
Bkz. Tunç, Kelâm Okulları, s.26, Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.46–64
53

BÂTINİYYE (İSMÂİLİYYE)

"Batıniye, terim olarak her zâhirin bir batını ve her nassın bir te'vîli bulunduğunu, bunu
da sadece Tanrı tarafından belirlenmiş veya O'nunla ilişki kurmuş masum bir imamın
bilebileceğini iddia eden gruplar diye tarif edilebilir ki, mûtedil sûfîlerden aşırı şiî
fırkalara ve mülhidlere varıncaya kadar birçok zümreyi içine alır."323 "Bunlara Bâtınî
denmesinin sebeplerinden bir tanesi de, bunların çoğu zamanlarda “imam gizlidir”
demiş olmalarıdır."324 "Onların bu adı almasının bir sebebi de karşılaştıkları baskılar
sebebi ile insanlara karşı gizlenmiş olmalarıdır."325 Bunlar İmâmiyye Şia'sının
İsmâiliyye koludur.326 "Bu grup Cafer-i Sâdık’ın oğlu İsmâil'e isnâd edilir. İmamlar
konusunda Cafer-i Sâdık’a kadar İsnaaşeriyye ile birleşirler. İmamet Cafer-i Sâdık’tan
sonra oğlu Musa Kâzım'a ait iken, İsmailîler Cafer-i Sâdık’tan sonra imametin, oğlu
İsmâil’e geçtiğini savunurlar."327

"Gerek Zehebî, gerekse Ateş, Kâşânî’nin bâtınî olmadığı fikrini savunmalarına esas
olarak, Kâşânî’nin, İbnu’l-Arabî’ye izafeten basılan Te’vîlât’ul-Kur’ân adlı eserini ele
almaktadırlar. Zaten Kâşânî’nin Batıni olduğu iddiasına da bu eser temel teşkîl
etmektedir. Bu eser, ayetlerin sadece te’vîl kısımlarından ibaret olup, Kâşânî’nin
Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl adlı eserinin, yine kendisi tarafından yazılmış
muhtasarıdır. Kâşânî, adı geçen ikinci eserinde ayetleri dil, îrâb, me‘ânî, tefsir ve te’vîl
olmak üzere beş bölüm halinde ele almakta ve ayetlerin zâhir tefsiri, bu bölümlerden
birisini teşkil etmektedir. Bu husus, her iki müellifin de ifade ettiği gibi, Bâtınîlerin
zâhir manayı kabul etmediklerini dikkate aldığımızda, Kâşânî’nin Bâtınî akîdeye sahip
olmadığı, aksine zâhir ile bâtını telif etmeye çalıştığı kesinlik kazanmaktadır."328
Nitekim konu ile alakalı olarak Pierre Lory de aynı görüşe sahiptir. "Muhammed
Abduh, Kâşânî'yi tefsirinin mukaddimesinde Bâtınî olarak nitelemektedir. Kâşânî'nin
hayatı hakkındaki bilgilerimiz burada duraksar. O Şiî miydi? Te'vîlât'u-l Kur'ân'da sık
sık Mehdînin uhrevî misyonunun zikredilmesi329, aynı şekilde Hz. Ali ile soyunun

323
İlhan, Avni, “Bâtıniyye” D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1994, c.1, s.191; Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.62
324
Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.61, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.297
325
Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.6; Bu gruba verilen diğer isimler hakkında bkz. İlhan, “Bâtıniyye”
aynı yer.
326
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirîn, c.2, s.235
327
Ebû Zehra, Mezhepler Tarihi, s.60
328
Ergül, Kâşânî ve Hakâiku't-Te'vîl, c.1, s. 57
329
Kâşânî, Abdürrezzâk, b. Ebi’l-Ganâim b. Ahmed b.Ebi'l-Fedâil b. Muhammed, Te'vîlâtü'l-Kur'ân,
(Tefsîr-i Şeyh-i Ekber İbn Arabî adıyla Hâzin Tefsiri'nin kenarında basılmıştır.) b.y.y., 1317, c.1, s. 242,
c.2, s.111, 156-157, c.3, s.82, 102, 169, 199, 505, 517, 552, c.4, s.148, 268-269, 297, 357-358, 469,
54

methedilmesi 2/432 ki bunlar Sünnîliğin dinî edebiyatında da pekâlâ yer alan


konulardır. Zaten eserinin bütününde, böylesi bir mensubiyetin hiçbir belirtisi
görülmemektedir."330

Bâtınîlerin yedi esası331 Kâşânî'nin eserinde bulunmamaktadır. Şimdi Kâşânî'nin eseri


Te'vîlât'ta Bâtınîliğin bu yedi esâsını savunup savunmadığını karşılaştıralım.

1- Bâtınîler bilgi konusunda masum bir imamım gerekliliğini savunurken Kâşânî, ilmin
ancak Allah tarafından verileceğini söyler332 ve bu konuda "Kim bildiği ile amel ederse
Allah ona bilmediğini öğretir."333 hadisini nakleder.334

2- Bâtınîler Ulûhiyet konusunda –Ehl-i Sünnet'in dışında- Tanrı'nın imamın bedenine


zuhûr ettiği kanaatindedir. Onlara göre Allah kâinatı onlar vasıtasıyla yönetir. Oysa ki
Kâşânî'nin eserinde böyle bir iddiâ yoktur. O bilindiği üzere "Vahdet-i Vücût"
anlayışına sahiptir ve bu görüşe göre Allah zâtıyla kâimdir ve her şey onunla kâimdir.
Kâinattaki her şey Allah'ın bir tecellîsidir. Varlıkta ondan başkası yoktur.335

3- Batınîlere göre Nebî (a.s.) Allah'tan aldığı emir ve yasakları tam olarak insanlara
aktarmamıştır. O görevi Hz. Peygamber Hz. Ali'ye vermiştir. Kâşânî Hz. Peygamber de
dâhil her peygamberin Allah'tan aldığı emir ve yasakları eksiksiz ve doğru şekilde
insanlara tebliğ ve teybin ettiğini söylemektedir.336

4- Bâtınîler, âlemin ezelî ve ebedî olduğunu, kıyametin insanın ölümü olduğunu, Cennet
ve Cehennem'in olmadığını iddia ederler. Oysa ki Kâşânî, âlemin fani olduğunu,
kıyâmetin Kur'ân'da bildirildiği şekliyle kopacağını, herkesin hesap vermek için Allah'ın
önüne çıkacağını ve Cennet ve Cehennem'de bedenî ve manevî mükâfât ve mücâzât
oluğunu söyler.337

5- Bâtınîler nassların sorumluluğunun âvâm tabakası için olduğunu, Bâtınî anlamı


bilenlerden bu sorumlulukların kalkacağını iddia ederlerken, Kâşânî, Hz. Peygamberle

330
Lorry, a.g.e., s.27
331
Bâtınîlerin yedi esası hakkında daha fazla bilgi için bkz. İlhan, Avni, "Batıniye", D.İ.A., İ.A., c.5,
s.190-194
332
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.92, 145
333
Benzer bir hadis için bkz. Buhârî, İlim, 13
334
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.257
335
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.192, 348, Bu konuda ayrıntılı bilgi ikinci bölümde verilecektir.
336
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.24
337
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.50–51, 324, c.2, s.12,-13, 256, 352-353, 408, 3, s.82, 255-256, c.4,
s.239-240, 452 v.d.
55

normal bir insanın emirlere itaat konusunda eşit olduğunu söyler. Kâşânî, -yer yer
ibadetlerle ilgili ayetleri te'vîl etse de- amelin gerekliliğini savunur.338

6- Bâtınîler, düşmanlarından sakınmak için takiyyeyi, olduklarından başka görünmeyi,


esaslarını kendilerinden olmayanlara karşı gizlemeyi gerekli görürler, oysa ki
Kâşânî'nin eserinde takıyye ile ilgili herhangi bir ibareye rastlanılmamaktadır. O,
eserinde –daha önce belirtildiği gibi- sık sık sûfîlerden ve hocası Natanzî'den
bahsetmekte, yani benimsediği görüşü açıkça belirtmektedir.

7- Bâtınîler, Hz. Peygamber'in geri döneceğini ve onun dönüşünün Hz. Ali tarafından
gerçekleşeceğini iddiâ eder. Oysaki Kâşânî, Hz. Peygamber'in bu dünyadan gittiğini ve
artık geri dönmeyeceğini bizzat Hz. Ali'den aktardığı bir rivayetle ifade etmektedir.339

Yukarıda zikrettiklerimizin yanında Kâşânî'nin eserine baktığımızda ondaki tefsirlerin


hemen hepsi Vahdet-i Vucût nazariyesi ve (zahiri manaya) uzak manalar içermesi
açısından Bâtınî tefsirlerdeki görüşlere benzemektedir. Fakat o Bâtınî değildir. Çünkü
onun mutasavvıf olduğunu biyografi kitapları bize haber vermektedir.340 Abduh'tan
başka hiç kimse onun Bâtınî olduğunu iddiâ etmemiştir. Biz biliyoruz ki Bâtıniye,
ayetlerin zahiri manasını inkâr etmekte, tek mananın bâtınî olduğunu söylemektedirler.
Bu sebeple onlar zâhir olarak tefsir edilmesi gereken şer'î ayetleri bile te'vîl etmişler
yani şeraiti inkâr etmişlerdir. Oysa Kâşânî bu yolu takip etmemektedir. O, şer'î
hükümleri inkâr etmemiştir.341 Öyle ki o, eserinin mukaddimesinde önce muradın zahir
mana olduğunu, te'vîl kabul eden ayetleri zahiri esas alarak yorumladığını, te'vîl kabul
etmeyen ayetleri ya zahir üzere bıraktığını ya da uygun bir biçimde te'vîl ettiğini
belirtmektedir.342 Nitekim zahiri yönteme göre tefsir yazan bazı müfessirlerin de bu
yönteme başvurduklarını müşahede etmekteyiz.343 Öte yandan Kâşânî eserinin hiçbir
yerinde Bâtınîliğin temel prensiplerini savunmadığı gibi, aksine Bâtınîleri
kötülemektedir. Kâşânî, Batınilerle alakalı olarak şunları söyler: " (Bunlar, üzerlerine
azâb vâkî olanlar), Bâtınîler'den ve Zâhirîler'den Hakk'tan mahcûb olup peygamberleri

338
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s. 409–410, c.3, s.32, 519, c.4, s.248, 474, v.d.
339
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 2, s.94
340
Bkz. Bağdâdî, Hediye, s.867, Bilmen, Tefsir Tarihi, c.2, s.428, Fuveyhid, Mu'cemü'l-Müfessirîn, c.1,
s.281, Mollaibrahimoğul ları, Yazma Tefsirler, s.219, Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn, c.5, s.215, Edirnevî,
Tabakâtu'l-Müfessirîn, s.139
341
Örnekler için bkz., Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.86, 105-106, 127, 196, 334, c.3, s107, c.4, s.123,
358, 340
342
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s. 5–6, Konu ile ilgili örnekleri konu başlıkları altında zikredeceğiz.
343
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirîn, c.2, s.402
56

yalanlayan kimselerdir."344 "Cinlerden ve insanlardan zâhirî ve Bâtınîler Allah'ın


nimetlerini inkâr ediyorlar."345

Bu iki ifade bize aslında, Kâşânî'nin zâhir ile bâtın mananın arasını te'lîf etme gayreti
güttüğünü göstermektedir.

Bununla birlikte bazı ilim adamları, sûfî müfessirlerin Şiî-Bâtınî hareketlerin etkisinde
kaldıklarını, bunun onların Bâtınî sayılması için yeterli olmayacağını savunmuşlardır.346
Kâşânî'nin eserinde Bâtınîlerin savunmuş oldukları yukarıdaki esaslardan Mehdînin
dönüşü hariç –Mehdî'nin kim olduğu konusunda da bir bilgi vermez- herhangi bir Bâtınî
unsura rastlanılmamaktadır. Bu da zaten ehl-i Sünnet âlimleri tarafından kabul edilmiş,
yani sadece Bâtınîler'in savunmadığı bir esastır.

Ayrıca Kâşânî'nin Letâifü'l-İ'lâm'ının "Sıddîk" maddesinde Hz. Ebûbekir hakkında Hz.


Peygamber'den onu öven bir hadis nakletmesi347 de onun Sünnî olduğunun bir diğer
göstergesidir.348 Çünkü bilinmektedir Şia, hilâfetin Hz. Ali'ye ait olduğunu, Hz.
Ebubekir'in ise bu makamı gasbettiği iddiasını savunmakta ve bu sebeple Ebubekir'i
sevmemektedirler. Yine hilafeti gasbettiği iddiası ile Şia tarafından sevilmeyen Hz.
Ömer'in de Te'vîlât'ta bir sözünü rivayet etmektedir.349

Konuyla alakalı olarak, Kâşânî'nin hocalarına baktığımızda hepsinin Ehl-i Sünnet


inancına sahip birer sûfî olduğu gözden kaçmamalıdır. Kâşânî'nin ne hocaları ile alakalı
olarak ne de kendisinin Batıni bir eğitim aldığı noktasında eserlerde bir bilgi
bulunmamaktadır. Eserler Kâşânî ve hocalarının birer sûfî olduğunu destekler. Nitekim
Kâşânî hocası Natanzî için "Şeyh"350 tabirini kullanmıştır. Ayrıca Te'vîlât'ın değişik
yerlerinde "Bazı şeyhleri şöyle derken işittim."351 "Mutasavvıfa onu yakaza diye
isimlendirdi."352, "Mutasavvıfanın dediği gibi."353 "Her ârif maârifini ancak içinde
354
bulunduğu mana itibariyle bilir." "Tasavvuf ıstılahında nefs"355 ifâdelerine yer verir.

344
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.109
345
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.280
346
Bkz. Uludağ, "İşârî Tefsir", s. 427
347
Kâşânî, Tasavvuf Sözlüğü (Letâifü'l-İ'lâm fî İşârât-ı Ehl-i İlhâm) (çev. Ekrem Demirli) İstanbul, 2004,
s.328, Kâşânî ayrıca Te'vîlât'ta Hz. Ebûbekr'i öven bir hadis rivayet eder. c.3, s.198, Hz. Ebûbekir'den
hadis de rivayet eder. bkz. c.4, c. 476,
348
Bkz. Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk", s.5
349
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.367
350
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3 s. 494,
351
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.339
352
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.203
353
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.339; c.3, s.421
354
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.367
57

Ayrıca Kâşânî bilhassa Hz. Peygamber için "Ârif-i Muhakkık" terimini kullanmıştır.356
Bununla birlikte Kâşânî, -ileride temas edileceği üzere- eserinde sıkça tasavvufî
terimlerden bahsetmektedir. Ayrıca Kâşânî'nin tasavvufî terimlerle alakalı olarak
Istılâhât-ı Sûfiyye ve Letâifü'l-İ'lâm başta olmak üzere birçok tasavvufî eser yazması,
İbn Arabî'nin Fusûsu'l-Hikem'ini şerh etmesi onun Bâtınî değil, sûfî olduğunun
göstergesidir. Bütün bunların yanında Abduh'tan çok önce yaşamış olan Kâtip Çelebi (ö.
1068/1658) tefsirin işârî yöntemle yazıldığını eserinde şöyle ifade eder:

"(Bu eser) Te'vîlât-ı Kâşânî olarak bilinir. Bu (eser) tasavvuf ıstılahına göre te'ville
tefsir (esasına göre yazılmıştır.)'dir.357

Bu açıdan bakıldığında Abduh'un, "(Müfessirlerin) İşâret (tefsiri) olarak isimlendirdiği


tefsre gelince, o tefsirlerde insanlar Bâtıniyye ile sûfiyyenin sözlerini karıştırmışlar,
ayırt edememişlerdir. (İnsanların)Şeyh-i Ekber Muhyiddin Arabî'ye nisbet ettikleri
tefsir bu çeşit tefsirdendir. Ancak o tefsir meşhûr Bâtınî Kâşânî'nindir. O tefsirde
Allah'ın dîninin ve Yüce Kitâbının berî olduğu yorumlar vardır."şeklindeki iddiâsı
gerçeği yansıtmamaktadır. Zaten Abduh'tan başka herkes Kâşânî'nin Bâtınî değil sûfî
olduğunu kabul etmektedir.

F-Eserleri

Moğolların işgal politikası ile alakalı olarak her ele geçirdikleri her yeri yakıp yıktıkları,
kütüphaneleri talan edip, kıymetli eserleri yakıp nehirlere attıkları dönemde yaşamış
olan Abdürrezzâk Kâşânî hiç de küçümsenmeyecek sayıda çeşitli dallarda eserler
meydana getirmiştir. Eserlerin bir kısmı büyük hacimli olup, bir kısmı da risale
mahiyetindedir. Eserlerin bize verdiği bilgiye göre Kâşânî'nin eserleri şunlardır:

A- Kâşânî'nin Hacimli Eserleri

1- Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl

Necmeddin Ergül tarafından tahkîki yapılmış olan bu eser, daha önce dolaylı olarak
değindiğimiz gibi, Ebû Saîd Bahâdır Han'ın veziri Gıyâasüddîn Fazlullah b. Ebi'l-

355
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.465
356
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.251
357
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.336
58

Hayr'a ithâf edilmiştir. Kâşânî bu eseri ve muhtasarı "Te'vîlât"'ı hocasının işaretiyle


yazmış ve âlim arkadaşlarının tavsiyesi ile eseri lügat, i'râb, me'ânî ve beyân zâhir tefsir,
te'vîl bölümlerinden meydana getirmiştir. Eserin te'vîl bölümü incelemiş olduğumuz
"Te'vîlâtü'l-Kur'ân"'ı oluşturmaktadır. Müellifin kendi ifadesine göre, Kâşânî, eserin
Kehf Suresi tefsirine geldiğinde eseri yazmayı bırakıp, "Te'vîlât"ı yazdığını belirtir.
Daha sonra esere kaldığı yerden devam ederek bitirir.358 Bu eser ekseriyetle Te'vîlât
olarak veya Te'vîlât'la beraber zikredilir.

Eser yazma halinde çeşitli kütüphenelerde mevcuttur. Eserin bulunduğu bazı


kütüphaneler şunlardır:

Süleymaniye, Nr. 113, 684 vr., 31 satır Kur'ân'ın başından sonuna kadar, Hacı Mahmud
Efendi, Nr. 66, 297 vr., 25 satır. Sâd suresinden Kur'ân'ın sonuna kadar, Fâtih Nr. 142,
342 vr., 25 satır. Kur'ân'ın başından A'râf suresine kadar. Fatih, Nr. 146, 293 vr., 25
satır. A'râf suresinden Meryem suresine kadar.. Fâtih, Nr. 259, 323 vr., 25 satır.
Kur'ân'ın başından A'râf suresine kadar, Kadızâde Mehmed Efendi, Nr. 26, 418 vr.,
baştan En'âm suresine kadar. Kadızâde Mehmed Efendi, Nr. 27, 204 vr., 29 satır, A'râf
suresinden Meryem suresine kadar. Kadızâde Mehmed Efendi, Nr. 28, 119 vr., 33 satır.
Meryem suresinden Yâsîn suresine kadar. Kadızâde Mehmed Efendi, Nr. 29, 288 vr., 25
satır. Meryem suresinden Sâd suresine kadar. İstinsah 914 Hacıselim Ağa Ktp.,
Nûrbânû Sultan Koll. Nr. 25,242 vr., Sâd-Nâs suresi arası, Hacıselim Ağa Ktp.,
Nûrbânû Sultan Koll. Nr. 26, 278 vr.359

Necmeddin Ergül 2002 yılında Harran Üniversitesi Sosyal Bilimler Enstitüsü Tasavvuf
A.B.D.'ında Prof. Dr. İbrahim Düzen'in danışmanlığında bu eserin ilk cildinin (Fatiha-
En'âm arası) tahkîk ve tahrîcini yapmıştır. İlk cilt eserin tahlilî olup, ikinci cilt eserin
birinci cildinin Arapça tahkîkidir. Doktora çalışması olan bu eser iki cilt olup
basılmamıştır.

358
Bkz. Kâşânî, Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, vr.1b ayr. bkz. Brockellman, Sup., c.2, s.281
359
Ayrıntılı bilgi için bkz. Mollaibrahimoğulları, Yazma Tefsirler, s.221-222, Bilmen, Tefsir Tarihi, c.2
s.429, Ergül, Kâşânî veHakâiku't-Te'vîl, c. 1, s. 86-89, Brockellman, Sup., c.2, s.281
59

1- Te'vîlâtü'l-Kur'ân

Eserlerde Te'vîlâtü'l-Kur'ân,360 Te'vîlât-ı Kâşânî361 Te'vîlât-ı Kâşâniyye,362 ve Te'vîlü'l-


Âyât363 ismiyle geçen bu eser müellifin Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserinin
te'vîl bölümlerinden oluşturduğu muhtasarıdır. Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl
hakkında araştırmacıların fazlaca bir bilgisi olmadığından çoğu zaman muhtasarı
"Te'vîlât" ile karıştırılmıştır.364 Eser, geniş ölçüde İbnü'l-Arabî'nin geliştirdiği kavram
ve terimlere dayalı tasavvufî bir tefsirdir.365 Eser 1283, 1300 1317 yıllarında Kâhire'de,
1968 ve 1978 yıllarında Beyrut'ta bilinmeyen bir sebeple İbn Arabî'ye nisbet edilerek
basılmıştır. Eser işârî tefsir yöntemine göre yazılmakla birlikte içerisinde az da olsa
zâhir manalara da yer verilir.

Eserin bazı yazma nüshaları aşağıdaki kütüphanelerde yer almaktadır:

1- Süleymaniye Ktp. Esad Efendi Koll. Nr. 47, 2- İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp. Nr.
735, 3- Süleymaniye Ktp. Damat İbrahim Paşa Koll. Nr. 23, 4- Süleymaniye Ktp., Nr.
143, 5- Süleymaniye Ktp. Ayasofya Koll. Nr. 81, 6- Süleymaniye Ktp. İzmir Koll. Nr. 62,
7- Süleymaniye Ktp. Turhan Valide Sultan Koll. Nr. 8, 8- Süleymaniye Ktp. Turhan
Valide Sultan Koll. Nr. 9, 9- Süleymaniye Ktp. Fatih Koll. Nr. 141, 10- Süleymaniye
Ktp. Fatih Koll. Nr. 144, 11- Süleymaniye Ktp. Fatih Koll. Nr. 145, 12- Süleymaniye
Ktp. Hekimoğlu Koll. Nr. 16, 13- Süleymaniye Ktp. Nr. 49, 14- Süleymaniye Ktp. Şehit
Ali Paşa Koll. Nr. 54, 15- Hacı Selim Ağa Ktp. Hüdai Efendi Koll. Nr. 81, 16- Hacı
Selim Ağa Ktp. Hacı Selim Ağa Kol. Nr. 41, 17- Nuruosmaniye Ktp. Nr. 126, 18-
Süleymaniye Ktp., Mahmut Paşa Koll. Nr. 18, 19- Süleymaniye Ktp.,366

Eser hakkında bazı çalışmalar yapılmıştır. Bunlar ikinci bölümde müstakil bir başlık
altında incelenecektir.

360
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.107, 336, Brockellman, Sup., s.280, Bağdâdî, Hediyye, s.567,
Fuveyhid, Mu'cemu'l-Müfessirîn, c.1, s.281
361
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.336
362
Eser Ali Rızâ Doksanyedi'nin Türkçe tercümesiyle 1987'de Ankara'da üç cilt halinde basılan bu isimle
piyasaya sürülmüştür. Ayr. Bkz., Uludağ, " Kâşânî Abdürrezzâk ", s.5
363
Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk ", s.5
364
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyiku't-Te'vîl, c.1, s.62
365
Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk" s.5
366
Ergül, Kâşânî ve Hakâyiku't-Te'vîl, c.1, s.64-65, ayr. bkz. Brockellman, Gal-Sup., c.2, s.280
60

2- Istılâhâtu's-Sûfiyye

Eserde beş yüz civarında tasavvuf terimi ebced hesabına göre açıklanmıştır. Kâşânî bu
eserini Şerh-u Menâzili's-Sâirîn adlı eserinden sonra, bu eser ile birlikte Şerh-u Fusûsi'l-
Hikem ve Te'vîlâtu'l-Kur'ân'da geçen ıstılahları açıklamak için yazmıştır. Bu eser iki
kısımdan müteşekkil olup birinci kısım alfebetik sıraya göre ıstılahlar hakkındadır.
İkinci kısım ise ayrıntılar hakkındadır.367 Bu kitaba Şemseddin Fenârî bir ta'lîkat
yazmıştır.368

Eserin yazmalarından bazıları aşağıda ismi geçen şu kütüphanelerde bulunmaktadır:

1- Beyazıd Devlet Ktp. Nr. 105498, 2- Millet Ktp. Feyzullah Efendi Koll. Nr. 3510, 3-
Köprülü Ktp. Fazıl Ahmet Paşa Koll. Nr. 1594, 4- Nûruosmaniye Ktp. Nr. 5133, 5-
Beyazıd Devlet Ktp. Nr. 3692369

Eserin çeşitli tarihlerde ve yerlerde Arapça olarak tahkikli baskıları yapılmıştır. Ayrıca
eserin Arapça ve İngilizce ve Farsça tercüme ve şerhleri yazılmıştır.370

Eser, Muvaffak Fevzî el-Cebir'in tahkîkiyle 1995 yılında Dımeşk'te Arapça olarak 256
sayfa olarak basılmıştır.

Bu eser Nabil Safwat tarafından İngilizce'ye çevrilmiş ve Arapçasıyla birlikte "A


Glossary of Sufi Techınıcal Terms" adıyla 1991 yılında Londra'da basılmıştır.

Eser Abdullah Şahin tarafından tahkîk edilip Kâhire'de 1992 yılında 440 sayfa olarak
neşredilmiştir. Ayrıca eser Muhammed Kemal İbrahim Cafer tarafından tahkîk edilmiş
ve 1981 yılında Kâhire'de 207 sayfa olarak basılmıştır.

3- Şerh-u Fusûsi'l-Hikem

Adından da anlaşılacağı gibi, Kâşânî'nin İbn-i Arabî'nin Fusûsu'l-Hikem adlı eserine


yazdığı şerhtir.371 Kâşânî'nin yanında bu esere başka şerhler de yazılmıştır. Konevî ve
Abdurrahman Câmî (ö. 898/1493)'nin ve Davûd-u Kayserî (ö. 751/1350) 'nin şerhleri372

367
Bkz. Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye, s. 11–12
368
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.107
369
Ayrıntılı bilgi için bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyiku't-Te'vîl, c.1, s.67-68
370
Eserler hakkında ayrıntılı bilgi için bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyiku't-Te'vîl, c.1, s.69-70, Uludağ,
"Kâşânî, Abdürrezzâk" s.5
371
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.106, 336, c.2, s.1262, Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîîn, c.5, s.215,
Bağdâdî, Hediyye, s.567, Brockellman, Sup,c. 2, s.280
372
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.2, s.1262
61

de önemlidir. Fakat İbn-i Arabî (ö. 638/1241)'nin görüşleri ancak Kâşânî ile
anlaşılabilmiştir. Bu sebeple en önemli ve güvenilir şerh olarak kabul edilmiştir.373

Eserin mahtût nüshaları aşağıda ismi geçen kütüphanelerde bulunmaktadır:

1- Süleymaniye Ktp. Mahmut Efendi Koll. Nr. 2390, 2- Süleymaniye Ktp. Nâfiz Paşa
Koll. Nr. 539, 3- Süleymaniye Ktp. Ayasofya Koll. Nr. 1901, 4- Süleymaniye Ktp.
Ayasofya Koll. Nr. 2463, 5- Nûruosmaniye Ktp. Nr. 2563, 6- Nûruosmaniye Ktp.
Nr.2459, 7- Âtıf Efendi Ktp. Nr. 1441, 8- İstanbul, Üni. Merkez Kütüphanesi Arapça
Koll. Nr. 6937374

Eser 1361 (1903) yılında Kâhire'de Matbaay-ı Meymeniyye'de basılmıştır.

Eser ayrıca Mustafa el-Babi el-Halebî'nin tahkîkiyle 1386 yılında Mısır'da basılmıştır.

Ayrıca Kâşânî'nin İbn-i Arabî'nin Fütühât-ı Mekkiyye'sine dair bazı haşiyeleri de


vardır.375

4- Şerh-u Menâzili's-Sâirîn

Kâşânî tarafından Ebû İsmâil Abdullah el-Ensârî el-Herevî'nin tasavvufî ıstılahlar


hakkında yazılmış olan Menâzili's-Sâirîn adlı eserine yapılmış şerhtir.376 Birçok eser
Kâşânî'nin bu eserinin ismini zikretmektedir.377

Eserin mahtût nüshalarının bulunduğu bazı kütüphanelerin ismi şunlardır:

1- Beyazıd Devlet Ktp. Nr. 3585, 2- Millet Ktp. Nr. 895, 3- Süleymaniye Ktp. Laleli
Koll. Nr. 1426, 4- Süleymaniye Ktp. Hekimoğlu Ali Paşa Ktp. Nr. 479, 5- Hacı Selim
Ağa Ktp. Hüdai Efendi Koll. Nr. 355378

Eser Ali Şirvâni'nin tahkikiyle Tahran'da 1373'te, Muhsin Bidâr'ın tahkikiyle Tahran'da,
ayrıca Beyrut'ta 340 sayfa olarak 1995 yılında basılmıştır.

Ahmed Hoşnuvis eseri kısaltarak Farsça'ya çevirmiştir. (Âyin-i Rehrevân, Telhîs-i


Menâzilü's-Sâirîn, Tahran 1337)

373
Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk" s.6
374
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyiku't-Te'vîl, c.1, s.70
375
Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk" s.6
376
Uludağ, aynı yer, , Kehhâle, aynı yer.
377
Câmî, Nefehât, s.537, Kehhâle, aynı yer, Edirnevî, Mu'cemu'l-Müfessirîn,s.139
378
Daha fazla bilgi için bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.71
62

5-Raşhu'z-Zulâl fî Şerh'il-Elfâzi'l-Mütedâvile Beyne Erbâbi'l-Ezvâk ve'l-Ahvâl

Kâşânî'nin Istılâhât-ı Sûfiyye adlı eserinin genişletilmiş şeklidir.379 Ferğânî'nin


(ö.720/1320) de aynı isimde bir eseri vardır.380

Eserin mahtût nüshaları 1- Süleymaniye Ktp. Şehit Ali Paşa Koll. Nr. 1380, 2-
Süleymaniye Ktp. Ayasofya Koll. Nr. 16942te kayıtlıdır.

Eseri Saîd Abdülfettâh 1995 yılında Kahire'de neşretmiştir.

5- Letâifu'l-A'lâm fî İşârâti Ehli'l-Efhâm

Kâşânî'ye ait olan bu eser tasavvufî ıstılahlara aitir. Bu alanda yazılmış en geniş
kapsamlı eserdir. 381 Alfabetik sıra ile yazılmış ve 1785 tasavvuf terimi izah edilmiştir.

Eser, 1-Topkapı Ktp. Nr. 1529, 2- Köprülü Ktp. Fazıl Ahmet Paşa Koll. Nr. 770, 3-
Köprülü Ktp. Fazıl Ahmet Paşa Koll. Nr. 771, 4- Süleymaniye Ktp. Carullah Efendi
Koll. Nr. 1089'da mahtût olarak bulunmaktadır.382

Bu eser, Mecid Hadizade'nin tashihiyle (1421–1379) 2000 yılında Tahran'da, Saîd


Abdülfettâh'ın tahkikiyle (1416) 1996 yılında iki cilt halinde Kahire'de basılmıştır.

Ayrıca bu eser, Ekrem Demirli'nin tercümesi ile "Tasavvuf Sözlüğü" adıyla 2004 yılında
İstanbul'da basılmıştır.

6- Risâle fî'l-Kazâ ve'l-Kader

Adından da anlaşılacağı üzere Kâşânî'nin kaza ve kader konusunda yazdığı bir eserdir.
Eserlerde Kâşânî'ye ait olduğu belirtilir.383 Eserde insanın irade sahibi bir varlık olduğu
isbat edilmeye çalışılmıştır.384

Eser mahtût olarak 1- Süleymaniye Ktp. Aşir Efendi Koll. Nr. 431, 2- Süleymaniye Ktp.
Hacı Mahmut Efendi Koll. Nr. 1379, 3- Süleymaniye Ktp. Hamidiyye. Koll. Nr.1447, 4-

379
Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk", s.6
380
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c. 2, s.1552
381
Uludağ, aynı yer.
382
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.73
383
Brocellman,Sup, c.2, s.281, Bağdâdî, Hediyye, .567, Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk", s.6
384
Uludağ, aynı yer.
63

Süleymaniye Ktp. Pertev Paşa Koll. Nr. 617, 5- Süleymaniye Ktp. Hekimoğlu Paşa Koll.
Nr. 668'da kayıtlı bulunmaktadır.385

Eser, Stanıslas Guyard'ın tahkîkiyle 1875 ve 1879 yılında Pâris'te şerhleri ve ta'lîkatları
ile 26 sayfa halinde Fransızca olarak yayımlanmıştır.

9- Keşfu Vucûhi'l-Gurr li-Meânî Nazmi'd-Dürri Şerh-i Tâiyet-i İbn Fârıd el-


Kübrâ

İbnu'l-Fârıd (ö.632/1235)'ın Taiyyetü'l-Kübrâ isimli 700 beyitten oluşan kasîdesine


Kâşânî'nin yazdığı şerhtir. Bu eser Şerhu't-Tâiyye ve Şerh-u Nazmi's-Sülûk olarak da
isimlendirilmektedir.386

Eserin yazma nüshaları şu kütüphanelerde bulunmaktadır:

1- İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp. Arapça Koll. Nr. 2923, 2- İstanbul Üniversitesi
Merkez Ktp. Arapça Koll. Nr. 2829, 3- İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp. Arapça Koll.
Nr. 2524, 4- İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp. Arapça Koll. Nr. 4510, 5- İstanbul
Üniversitesi Merkez Ktp. Arapça Koll. Nr. 293, 6- İstanbul Üniversitesi Merkez Ktp.
Arapça Koll. Nr. 4524, 7- Millet Ktp. Nr. 1449, 8- Süleymaniye Ktp. Rüstem Paşa Koll.
Nr. 185, 9- Süleymaniye Ktp. Tahir Ağa Koll. Nr. 83, 10- Süleymaniye Ktp. Damad
İbrahim Paşa Koll. Nr. 977387

Eser iki cilt halinde 1455 yılında Hayriyye Matbaası'sında Bûrînî ve Nablusî'nin Şerh-i
Dîvân-ı İbn-i Fârıd adlı eserinin kenarında basılmıştır.

10- Tuhfetu'l-İhvân fî Hasâisi'l-Fityân

Kâşânî bu eseri, şeyhi Şihâbüddîn Ömer es-Sühreverdî'nin torunu Ali b. Yahya'nın


fütüvvetle alakalı olarak kendisinden bir risale yazmasını istemesi üzerine yazmıştır.
Eser yazılırken Sühreverdî'nin "Avârifü'l Ma'ârif'inden ve Gazâlî'nin İhyâ'sından büyük
ölçüde istifade edilmiştir.388

385
Daha fazla bilgi için bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 73-74
386
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 74; ayr, bkz. Bağdâdî, Hediye, aynı yer. Kâtip Çelebi,
Keşfuzzünûn, c.1, s.366
387
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 75
388
Bkz. Uludağ, "Kâşânî, Abdürrezzâk", s.6
64

Eser, Seyyid Muhammed Dâmâdî tarafından Arapça, Farsça metinler ve geniş bir
incelemeyle birlikte yayınlanmıştır. (Tahran 1369)

11- Tuhfetü'l-İhvân

Kâşânî'nin yukarıda belirtilen eserinin Farsça konuşan dostları için yaptığı Farsça
tercümesidir. Eser 1352/1933 yılında Tahran'da Murtazâ Sarrâf'ın tashîhi ile Resâil-i
Civanmerd mecmuası içerisinde basılmıştır.389

12- Tahliyetü'l-Ervâh bi-Hakâiki'l-İncâh

Süleymaniye Kütüphanesi Düğümlü Baba Koll. Nr. 382, 114a-154b varakları arasında
yer alan Kâşânî'nin bu eseri, varlık, yokluk, mâhiyet, cevher ve küll, mevcût, hareket ve
sâkinlik, zaman, Güneş, Ay, Dünya'nın dönüşleri, bunların birbirileri ile olan
alışverişleri, diğer gezegenler, anâsır-ı erbaaî gibi konulardan bahsetmektedir.390

13- Tezkiyetü'l-Ervâh an Mevânî'il-İflâh

Bu eser, Köprülü Ktp. Fazıl Ahmet Paşa Koll. Nr. 1371'de kayıtlıdır.

B-Kâşânî'nin Küçük Hacimli Eserleri

14-Hilyetü'l-Ebdâl

Bu eser, Maktabat Dâr al-Ulûm al-İslâmiya Pesawerki Fihristi Kutup, Nr. 1773(10),
Pesawer'de bulunmaktadır.391 Ayrıca Fihrist-i Kütübhane-i Meclis-i Şûrâ-yı Millî XII,
173 (54 risâleden oluşan bir mecmuâ içerisinde yer almakta olup, Arapça yazılmıştır.)
Tahran.392

389
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 76
390
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 76
391
Brockellman, Sup., c.2, s.281
392
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 77
65

15-Tâlikât alâ Kasîdet-i İbni'l-Fârıd

Kâşânî'nin, İbnu'l Fârıd'ın Şerhu't-Tâiyye'sine yazdığı Farsça bir ta'lîkât olan bu eser,
Sülymaniye Ktp. Haşim Paşa Koll. Nr. 30'da bulunmaktadır.393

16-Risâle fî Beyân-i Künhi'l-Fütüvve (Cevâb-u Suâlin an Künhi'l-Fütüvve)

Bir kısım mutasavvıfın Kâşânî'ye fütüvvetle alakalı sorduğu sorulara verdiği cevaları
içerir. Bu eser Süleymaniye Ktp. Ayasofya Koll. Nr. 4875, Süleymaniye Ktp. Carullah
Efendi Koll. Nr. 2054 ve Süleymaniye Ktp. Musalla Medresesi Koll. Nr. 4875'te
kayıtlıdır.394

17-Şerh-u Suâl-i Kümeyl b. Ziyâd an Alî (r.a.) ve Cevâbuhû anhu

Süleymaniye Ktp. Beşir Ağa Koll. Nr. 91, Süleymaniye Ktp. Damad İbrahim Paşa Koll.
Nr. 395, Süleymaniye Ktp. Halet Efendi. Koll. Nr. 797, Süleymaniye Ktp., Pertev Paşa
Koll. Nr. 607, 615 ve 617, Süleymaniye Ktp. Cârullah Efendi Koll. Nr. 125,
Süleymaniye Ktp. Kadızâde Burhaneddin Koll. Nr. 279, Süleymaniye Ktp., Esad Efendi
Koll. Nr. 3793'te kayıtlı bulunan bu eser "Hakîkât nedir?" sorusuna verilen cevabı
içerir.395

Bu eser, Mustafa Efendi tarafından yapılan şerh ve tercümesi ile birlikte İstanbul
Tasvîr-i Efkâr Matbaası'nda 1285/1868 yılında "Kümeyl'in Hz. Ali (r.a.)'den Hakâik'a
Dair Sualleri" adıyla Osmanlıca olarak basılmıştır. Yine Fasılnâme-i Rehnumûn Harîf-
u Şita'nın sonunda 41.-45. sayfalar arasında 1381/1962 yılında Tahran'da basılmıştır.396

18-Risâle fî Beyân-i Mikdâri's-Seneti's-Sermediyye ve Ta'yîni'l-İlâhiyye

(Risâle fî Ta'yîn-i Sünnet-i İlâhiye)

Kâşânî'nin, zaman kavramını ilâhî zatın hakikatiyle irtibatlandırdığı bu eser,


Süleymaniye Ktp. Şehit Ali Paşa Koll. Nr. 1342'de risalelerden oluşan 402a-403b

393
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl,c.1, s. 77
394
Brockellman, Sup, c.2, s.281, ayr. Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 77-78
395
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.2, s.41
396
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.79
66

varakları arasında, yine Süleymaniye Ktp. Şehit Ali Paşa Koll. Nr. 1364'te kayıtlı
bulunmaktadır.397

19-Risâle fî "Rabbi Erinî Enzuru İleyk"

Kâşânî'nin A'râf Suresi 7/43 ayeti ile ilgili yapmış olduğu tasavvufî tefsiri içeren bu eser
Süleymaniye Ktp. Hacı Mahmûd Efendi Koll. Nr. 2415'te çeşitli risalelerden oluşan
mecmuâ içerisinde 14a-15b varakları arasında yer almaktadır.398

20-Fevâid-u Şeyh-i Kemâlüddîn-i Abdirrezzâk

Hayır ve şer konularının tasavvufî açıdan değerlendirildiği bu eser Süleymaniye Ktp.


Esad Efendi Koll. Nr. 3781'de çeşit risalelerden oluşan mecmua içerisinde 121a-124a
varakları içerisinde bulunan Farsça bir risaledir. Yine bu eser Süleymaniye Ktp. Reşid
Efendi Koll. Nr. 450'de çeşitli risalelerden oluşan mecmua içerisinde 57b-59b varakları
içerisinde yer almaktadır.399

21-Risâle fi't-Tasavvuf

Adından da anlaşılacağı üzere tasavvuf hakkında yazılmış olan bu risale, Süleymaniye


Ktp. Reşid Efendi Nr. 1058'de çeşit risalelerden oluşan mecmuâ içerisinde 77a-78a
varakları arasında bulunan Farsça bir risaledir.400

22-Şerh-u Bânet Suâd

Bu eser Köprülü Ktp. Fazıl Ahmed Paşa Koll. Nr. 1352'de kayıtlıdır.

23-Istılâhât-u Meşâyih der Zikr-i Esâmi'i Âşık-ı Mâşûk

Köprülü Ktp. Ali. Koll. Nr. 189'da kayıtlı Farsça bir risaledir.

397
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.79-80
398
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.80
399
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.80
400
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.84
67

24-Kasîdetân fî Medh-i Üveys Bahâdır Han

Kâşânî'nin, hükümdarlığı döneminde yaşamış olduğu İlhanlı hükümdarı Ebû Saîd


Bahâdır Han'ı övdüğü kasîdedir. Köprülü Ktp. Fazıl Ahmed Paşa Koll. Nr.1589'da
kayıtlı Farsça bir risaledir.401

25-Min Tetimmet-i Dîvâni'l-Kâşânî

Köprülü Ktp. Fazıl Ahmed Paşa Koll. Nr.15890'da ve Köprülü Ktp. Fazıl Ahmed Paşa
Koll. Nr. 1589'da kayıtlıdır.

26-Şerh-u Tahmîs-i Kasîdeti'l-Bürde li-Nâsırıddîn Bûsîrî

Köprülü Ktp. Fazıl Ahmed Paşa Koll. Nr. 13522de kayıtlıdır.

C-Kâşânî'ye Ait Olduğu Belirtilen Eserler

27-Hulâsatu't-Tedbîr fî Risâleti'l-Vezîr

28-El-Mebde' ve'l-Meâd

Bu eserin Tahran İlahiyât Fakültesi Kütüphanesi 5/14 numarada kayıtlı olduğu


belirtilmektedir.402

29-Şeyh Rukneddîn'e Mektup ve Cevâbı

Câmî (ö. 898/1493), Nefehât'ta bu mektun metnini vermiştir.403 Nefehat'tan alındığı


belirtilen bu mektup, Süleymaniye Kütüphanesi Esad Efendi Koll. Nr. 3770'de
Muhammed Necât Sâdık Efendi'nin Mecmûa-i Edebiyye'si içerisinde 36a-38b varakları
arasında yer almaktadır.404

401
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 81, ayr. bkz. Brockellman, Sup c.2, s.281
402
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.82
403
Bkz. Câmî, Nefehât, s.537
404
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 82
68

Kâşânî'nin küçük hacimli bazı eserleri Mecid Hadizade'nin tashîhiyle Tahran'da ikinci
basımı (1380) 2000 yılında olmak üzere 780 sayfa halinde üzere iki kere basılmıştır.

Eserlerde Kâşânî'ye ait Sirâcü'l-Vehhâc" adında bir tefsirden daha bahsedilir.405 Ayrıca
Kâşânî'ye ait Tefsîr-i Âyeti'l-Kürsî ve Tefsîr-i Sureti'l-Cumua adlı eserlerinden de
bahsedilir.406

Zikredilen bu eserlerin dışında Kâşânî'nin "Şerh-u Hams Ebyât li Şeyh-i Ekber "ve
"Şerhu Beyt-i Kunnâ Hurûfen Aliyeten" iki eserinin daha olduğu belirtilir ama bunların
Kâşânî'ye aidiyeti kesin değildir.407

G- Vefatı

Kâşânî'nin isim ve nisbesinde olduğu gibi vefat tarihi hakkında da farklı bilgiler
verilmiştir. Kâtip Çelebi, bir yerde Te'vîlâtü'l-Kur'ân sahibi Abdürrezzak Kâşânî'yi 887
yılında vefat eden "Matlau's-Sa'deyn fî Târih" adlı eserin müellifi tarihçi Abdürrezzak
b. Celâlüddîn İshak Kemâlüddîn Semerkandî ile karıştırdığını görmekteyiz.408 Ömer
Nasûhî Bilmen de Kâtip Çelebi ile aynı hataya düşmüş ve Kâşânî'nin vefat tarihi olarak
887'yi göstermiştir.409 Kâşânî hakkında araştırma yapanlar bu gerçeği kabul
etmektedir.410 Kâtip Çelebi bu bilginin yanı sıra üç yerde de Kâşânî'nin 730 yılında
vefat ettiğini kaydeder.411 Brockellman, Kâşânî'nin vefat tarihi olarak 730, 735 ve 736
rakamlarını zikreder.412

Tarihçilerin çoğu Kâşânî'nin vefât tarihi olarak 730 senesini zikreder. Nuveyhid,413
Kehhâle,414 sadece vefat tarihi olarak 730 senesini verir. Bağdâdî aralarında tercih
yapmaksızın 730 ve 735 senelerini verir.415 Edirnevî net bir rakam vermeksizin "Vefâtı

405
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.2, s.984–985, Bağdâdî, Hediyye, s.567, Fuveyhid, Mu'cemu'l-Müfessirîn
c.1, s.281
406
Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk" s.6
407
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.83
408
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.336
409
Bilmen, Tefsir Tarihi, c.2, s.428
410
Lory, Kaşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s. 25-26, Macdonald, "Abdürrezzâk Kâşâni", s.106,
Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk", s.5
411
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.107, 266, c.2, s. 1552
412
Brockellman, Sup, s.280
413
Fuveyhid, Mu'cemu'l-Müfessirîn, c.1, s.281
414
Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn, c.5, s.215
415
Bağdâdî, Hediyye, s.567
69

730 yılına yakın oldu." demiştir.416 Macdonald, Kâşânî'nin Alâüddevle ile


mektuplaşması nedeni ile doğru tarihin 730 olduğunu kaydeder.417 Mollaibrahimoğlu
da, Kâşânî'nin Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâikı't-Tenzîl adlı tefsirinin Meryem suresine kadar
olan bölümünü 727/1327 yılında, geri kalan kısmını ise 28 Ramazan 729/1329 yılında
tamamlaması sebebiyle Kâşânî'nin vefât tarihi olarak 730 yılının dikkate alınması
gerektiğini söyler.418 Kâşânî'nin eserlerini inceleyen (ve tahkîk eden) müellifler de daha
çok bu tarihi kullanır.419 Bütün bunlar düşünüldüğünde Kâşânî'nin 730 yılında vefat
etmiş olduğu daha fazla kabul görmüştür denilebilir. Bunların dışında Kâşânî'nin
vefatını 720 ve 751 olarak zikredenler de vardır.420

Kâşânî'nin nerede vefat ettiği ile ilgili kaynaklarda herhangi bir bilgi bulunmamakla
birlikte George Sarton, müellifin Kâşân'da vefat ettiğini bildirmektedir.421

416
Edirnevî, Mu'cemü'l-Müfessirîn, s.139
417
Macdonald, "Abdürrezzâk Kâşâni" s.106
418
Mollaibrahimoğlu, Yazma Tefsirler, s.219
419
Bkz. Nabil Safwat, A Glossary, of Sufi Tecnical Terms, Londra, 1991, s.1, Kâşânî, Abdürrezzak,
Istılâhât-ı Sûfiyye, (thk. Muvaffak Favzî el-Cebir), Dımeşk, 1995, s.1, Lory, Kaşânî'ye Göre Kur'ân'ın
Tasavvufî Tefsiri, s.13, Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.204, v.d.
420
Bkz. Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.84
421
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.84
İKİNCİ BÖLÜM

İŞÂRÎ TEFSİR

A- TASAVVUFÎ TEFSİRİN MEŞRÛİYYETİ

"Sûfîler asırlar boyunca kendi öğretilerini meşrû kılmak için Kur'ân'a istinâd
etmişlerdir. Sûfîler lafzî delaletin yanında âyetlerin derin manalarının bulunduğunu
söylerler. Onlara göre Kur'ân'ın zâhiri onun bedeni, bâtını ise rûhudur."422 Kur'ân'a
baktığımızda ayetlerin düşünülmesi konusuna sıkça değinilmektedir. İşte mutasavvıflar
da buna dayanarak Kur'ân üzerinde çokça mesai harcamış, Kur'ân'dan derin manalar
çıkarmak için uğraşmışlardır. Mesela Nisa suresi 78 ve 82. ayetleri, Haşr suresi 13.
ayeti, Muhammed suresi 24. ayet, Lokman suresi, 20. ayeti sûfîler tarafından tasavvufî
tefsire delil olarak gösterilir.

Örneğin sûfî müfessirler yukarıda zikredilen "Göklerde, yerde ne varsa hepsini Allah'ın
sizin hizmetinize verdiğini ve açıkça ve gizlice üzerinizdeki nimetlerini tamamladığını
görmediniz mi?" mealindeki Lokman suresi, 20. ayeti şöyle yorumlarlar:

"Bu ayetler, Kur'ân'ın bir zahiri bir de batını olduğunu göstermektedir. Son ayette
zikredilen nimetler içerisinde Kur'ân-ı Kerîm de dâhildir. Nimetlerin en büyüğü Kur'ân-ı
Kerim'dir." 423

"Yusuf'un ta Mısır'dan kokusunu alan Ya'kûb Aleyhisselâm, kendisini ayıplayanlara


"Allah'tan (bana verilen bir ilimle) ben sizin bilmediklerinizi bilirim."424 demişti. Bu
ayet ve özellikle Hz. Mûsâ'nın arkadaşı bilge kişiye, Hz. Musa'ya verilenden ayrı gizli

422
Bkz. Akk, Usûl-u Tefsîr, s.210
423
Ateş, Sülemi ve Tasavvufî Tefsiri, s.16, Ayr, bkz. Şatıbî Ebû İshâk, Muvâfakât fî Usûl'iş-Şerîa, Mısır,
trs. c.3, s.382-383
424
Yusuf 12/96
71

bir bilgiye sahip olduğunu gösteren bu bilge kişiyle Musa kıssası425, Allah'ın bazı
kullarına lutfettiği manevi bir kavrayış ve ledünni bir ilim olduğunu isbat eder."426

"Manevî hal ve makamları, zikir ve amelleri sebebiyle kullarının kalplerine Kur'ân ve


hadislerin manalarındaki gizli sırları, ilmî incelikleri ve hikmetleri açarak Allah'ın
öğrettiği ilim işaret ilmidir. Nitekim Allah şöyle buyurur: "Kur'ân'ı inceden inceye hiç
düşünmezler mi? Yoksa kalpleri üzerinde kilitler mi var?427 Hz. Peygamber (s.a.) de
şöyle demiştir: "Bildikleri ile amel eden kimseye yüce Allah bilmediği şeylerin bilgisini
verir.428"

Sûfîler yukarıda zikredilen ayetlerin yanı sıra işârî tefsirin meşrûiyyeti için aşağıda
zikredilen hadisleri de delil göstermişlerdir.

1- Hz. Peygamber şöyle buyurmuştur: "Allah'a yemîn olsun ki, benim bildiğimi
bilseydiniz az güler çok ağlardınız. Yataklarda kadınlarınızla telezzüz etmez, yollara
çöllere dökülürdünüz, Allah'a yalvar yakar olurdunuz."429

2- "Sizden önceki ümmetlerde kendileri ile konuşulan kimseler (muhaddesûn) vardı.


Eğer onlardan benim ümmetimde de olsaydı, onlardan biri de Ömer b. Hattâb olurdu."
İbn Vehb muhaddesûn'u ilham alan kişiler olarak tefsir etmiştir.430

1- "Kur'ân'ın bir zahri, bir batnı, bir haddi ve bir matla'ı vardır."431

Bu söz başka bir varyantla da rivayet edilmektedir. Allah hiçbir ayet indirmemiştir ki
onun bir zahri ve bir batnı olmasın. Her harfin bir haddi ve her haddin bir matlaı
vardır.432 Zâhir tilavet, batın ise Allah'ın muradını bilmek ve sır olarak tefsir
edilmiştir.433 Kâşânî de Te'vîlât'ın mukaddimesinde bu hadisi "Kur'ân'dan hiçbir ayet
inmemiştir ki onun bir zahrı ve bir batnı olmasın. Her harfin bir haddi ve her haddin bir
matla'ı vardır." şeklinde rivayet eder ve işârî tefsire delil sadedinde şunları şöyler: "Ben

425
Bkz. Kehf 18/59–82
426
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 28, Ateş, bu ayetlerde geçen bilge kişinin Hızır olduğunu ifade eder.
Tefsirlerde de bu kişinin Hızır (a.s.) olabileceği bilgileri yer alır. Ancak bir peygamberin bile
kavrayamayacağı hakikatleri göstermesi ve bir beşerin yapamayacağı işleri yapması açısından bu kişinin
Allah tarafından Hz. Mûsâ'ya gönderilmiş bir melek olması daha uygundur. Bkz., Duman, Beyânu'l-Hak,
c.2, s.295
427
Muhammed 47/24
428
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s. 109, Benzer bir hadis için bkz., Buhârî, İlim, 13
429
Tirmizî, Zühd 9, İbn Mâce, Zühd, 19
430
Müslim, Fedâil-u Sahabe, 2
431
Gazâlî, Ebû Hamîd Muhammed, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn, byy, trs., c.1, s.255, Âlûsî,Rûhu'l-Meânî., c.1, s.7
432
Şatıbî, Muvâfakât, c.3, s.382
433
Şatıbî, Muvâfakât c.3, s.382-383
72

bundan anladım ki zahr tefsirdir, batn ise te'vîldir. Hadd, aklın kelâmın manasını
anlamaktaki son sınırıdır, matla' ise kendisi sebebiyle çıkılan son makamdır. (Kişi) o
makamda Cenâb-ı Hakk'ı müşahede eder".434

"Mutasavvıflar her ayet için bir zâhir, bâtın, hadd ve matla' gibi dört mana olduğunu
ileri sürmektedirler. Zahirden maksat tilavettir. Batından maksad anlayıştır. Had, helal
ve haram hükümleridir. Muttaladan maksad da Allah Teâlâ'nın muradını anlamaktır. Bu
ibare bir tasavvufî tefsirde bir mutasavvıfın sözü olarak geçerken, başka bir tasavvufî
tefsirde ise bu söz Hazreti Ali'ye atfedilmektedir. Demek ki, onlar da kendi hareketlerini
tasvip için sahabeye ve Peygamber'e atıf yapmaktan çekinmemişlerdir."435

5- "Mü'min'in ferâsetinden çekinin! Çünkü o, Allah'ın nuruyla bakar." buyurdu ve sonra


şu ayeti okudu: "Gerçekten bunda ferâset sahibi olanlar için ibretler vardır. (Hicr
15/75)436

6- “Bana Kitap ve O’nun beraberinde misli de verildi. Karnı tok bir adamın bu Kur’ân
bize yeter demesi yakındır. Dikkat! Onda helal olarak ne bulursanız, onu helâl sayınız
Yine onda neyi haram buluyorsanız onu haram sayınız.”437

7- Ebû Hureyre şöyle demektedir. "Hz. Peygamber'den iki ilim öğrendim. Bunlardan
birini aranızda neşrettim. Ama diğerini söyleyecek olsam şu gırtlağımı kesersiniz."438

8- Hz. Peygamber, İbn Abbas için "Allah'ım ona hikmeti ve kitabın tevilini öğret." diye
dua etmiştir.439

Biz yukarıdaki hadislerden anlamaktayız ki Kur'ân'ın herkes tarafından bilinebilecek bir


zâhiri/tefsiri vardır. Bunun yanında sadece Allah'ın ilham ettiği bazı kişilerin bileceği
te'vîl kısmı vardır.

Ashabın da işârî anlamda tefsir yaptığını görmekteyiz.

1- İbn Abbas, Nasr suresinin ilk ayetini zahiri şekliyle Allah'ın fetih yardımı sebebiyle
Hz. Peygamber'den Rabbini tesbih ve istiğfar etmesi gerektiğini söylediğini işârî olarak

434
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.7
435
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, Ankara 1967, s.125–126
436
Tirmizî, Tefsiru'l-Kur'ân, 15
437
Ebû Dâvut, Süleymân b. Eş’âs es-Sicistânî, Sünen, İstanbul, trs., Sünne, 6
438
Buharî, İlim, 42
439
Buharî, İlim, 17, İbn Mace, Mukaddime, 32
73

da Hz. Rasûlullâh'ın ecelinin yaklaştığını haber veriyor şeklinde işârî bir yöntemle te'vîl
etmiştir.440

2- "Bugün sizin için dininizi tamamladım" (Maide 5/3) ayeti inince Hz. Ömer ağlamış
ve kemalden sonra noksan gelir demiş ve bu ayetten Hz. Peygamber'in vefatını
çıkarmıştır.441

3- Hz. Ali "Eğer isteseydim Fatiha'nın yetmiş deve yükü tefsirini yazardım."
demiştir.442

"Sûfî/İşârî tefsir sıkı İslâmî ortamlarda oldukça fazla biçimde güvensizlik, hatta apaçık
bir düşmanlığı kışkırtmıştır. Bu tefsir türü, onu çok sıkı olarak, İslam'ın ruhuna yabancı
olan ve Kur'ân ayetlerinden keyfî bir biçimde çıkarmak suretiyle heterodoks doktrinleri
meşrulaştırmayı amaçlayan bir yenilik (bid'a) olarak değerlendiren kelâmcılar ile
"lafızcı" fukahâ tarafından toptan reddolunmuştur."443 Özellikle İbn Arabî ve takipçileri
bu hususta en çok eleştirilen sûfî müfessirlerdir.444 "Tasavvufî tefsirlere en sert tepkiyi
tefsir âlimi Ali b. Ahmed el-Vâhidî göstermiştir. İbn Salâh, İbn Cevzî ve Zehebî gibi
âlimler bu hususta Vâhidî gibi düşünmektedir."445 Onlar, Kur'ân'ın zâhirini kabul
etmeyip sâdece bâtınî manayı kabûl eden kimseleri tekfîr etmişlerdir. Hatta Vâhidî
Sülemî için "O, (Sülemî) Hakâyıku't-Tefsîr adlı eserini tefsir olarak görüyorsa küfre
düşmüştür." demiştir.446 "Bununla birlikte Kur'ân ayetlerinin bir de içsel boyutu olduğu,
bu anlamda Kur'ân'ın lafzına ve manasına uygun düşen, Arap dili ve edebiyatı
kurallarına aykırı olmayan tasavvufî tefsirler çoğu ulema tarafından kabul
görmüştür."447 İşârî tefsire karşı olan bu âlimler tasavvufî manalara değil, işârî tefsirin
şartlarına uymayan, Kur'ân'ın zâhiri, dili, şeriat ve akla aykırı olup da tasavvufî tefsir
olarak gösterilen yorumlara karşıdırlar. Onlar bu tarz yorumları Hz. Peygamber'in "Kim

440
Buhârî, İlim, 42, Şatıbî, Muvâfakât, c.3, s.384
441
Şatıbî, Muvâfakât, c.3, s.384
442
Gazâlî, İhyâ, c.2, s.255
443
Lorry, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri,s.20
444
Bkz. Uludağ, "İşârî Tefsir", s.426
445
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.426, Bu konudaki eleştiriler için ayrıca bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn
c.2, s. Zerkânî, Menâhil, c.1, s. 546-547, Suyûtî,Itkân, c.2, s.178-184
446
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.368
447
Şâtıbî, Muvâfakât,c.3, s.382-385, Gazali, İhyâ, c. 2, s.255, Zerkânî, Menahil, c.1, s.549,
74

Kur'ân'ı kendi re'yi ile tefsir ederse Cehennem'deki yerine hazırlansın!"448 hadisine
nisbetle söylemişlerdir.449

İşârî tefsirin meşrûiyeti hakkında İmam Gazâlî (ö. 505/1111) şunları söylemektedir:

"Bil ki, kim Kur'ân'ın sadece onun tercümesi olan zâhirî tefsiri olduğunu iddia ederse o
sadece kendi kapasitesini söylemiştir. O, kendi kapasitesi hakkında doğru söylemiş;
fakat bütün insanları kendi anlayış düzeyine indirgemekle hata etmiştir. (Sahabe ve
Tâbiûndan gelen) haberler ve hadisler, Kur'ân'ın manalarında anlayış sahibi insanlar
için genişlik olduğuna delalet eder."

Bu konuda Hz. Peygamber ve sahâbeden gelen delilleri sıraladıktan sonra Gazâlî


sözlerine şöyle devam eder:

"Bâzı ulema dedi ki: Her ayetin altmış bin anlamı vardır. Ayetlerin anlamlarından
geride kalan (açıklanamayan) daha çoktur. Diğerleri de Kur'ân yetmiş yedi bin ilim
ihtiva eder ve her harfte iki yüz ilim vardır demişlerdir. Sonra bu ilim dörde katlanır.
Çünkü Kur'ân'ın her harfinin bir zâhiri, bir bâtını, bir haddi ve bir matla'ı vardır. Hz.
Peygamber'in "Bismillahirrahmânirrahîm'i" yirmi defa tekrar etmesi ancak onun bâtın
manasını düşünmekle olur. Onun tercümesi ve zâhirî tefsiri bu kadar tekrara ihtiyaç
duymaz."450

Konu ile alakalı son olarak sûfî müfessir Âlûsî (ö.1270/1854) 'nin bu konuda
söylediklerini de nakledelim.

"Sûfîlerin işârât kabîlinden sözleri, sülûk erbabına açılan ince manalardır. Bunlarla
zahir mana arasını telif etmek mümkündür. Bu, imanın kemali ve irfanın
yüksekliğindendir. "Onlar, zahir mana kastedilmemiştir; ancak batın mana
kastedilmiştir" diye bir inanca sahip değildir. Bu söz, mülhid Bâtınîlerin sözüdür. Hâşâ
bizim efendilerimiz böyle bir şey kastetmemişlerdir. Onlar zâhirî manayı muhafazaya
teşvik etmişlerdir. Önce onun gerekli olduğunu, onsuz batına ulaşılamayacağını, zâhir
tefsîrin ahkâmından önce Kur'ân'ın sırlarına ulaştığını söyleyen kimse gibi olduğunu
söylüyorlar. Aklı, hatta zerre kadar imanı olan kimsenin Kur'ân'ın Allah'ın özel
kullarından dilediğine ilham ettiği bâtınî manaları bulunduğunu inkâr etmesi yakışmaz.

448
Tirmizî, Tefsiru'l-Kur'ân, 1
449
Gazâlî, İhyâ, c., s.255 ayr. bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.368-370, Zerkânî, Menâhil,
c.1, s.546-549, Şâtıbî, Muvafakât, c.3, s.382-385
450
Gazâlî, İhyâ, c.2, s.255
75

Yüce Allah'ın "Biz Kur'ân'ı her şeyin açıklayıcısı olarak indirdik."451, "Kitapta bir şey
eksik bırakmadık."452 Âyetleri karşısında inkârcı ne diyecektir. Mütenebbî'nin
şiirlerinden çeşitli manalar çıkarılabileceğini kabul ediyor da Allah'ın kelamından
çeşitli manalar çıkarılmasını uzak görüyor."453

Özetle İslam ulemasının çoğu işârî tefsir için iyi şeyler söylemişlerdir.454 Onlar,
Kur'ân'ın zâhirine, Arap diline ve şeriate aykırı olmayıp, işârî tefsirin kabul şartlarına
hâiz Kur'ân yorumlarını reddetmemişlerdir. Onlar tek ve doğru mana kabul edilen
yukarıda sayılan şartlara sahip olmayan Batınî yorumları reddetmişlerdir.

B- İŞÂRÎ (TASAVVUFÎ) TEFSİR (TARİHÇESİ ve METODU)

"İslam ilimleri arasında tefsirin ayrı bir önemi vardır. Her ilmin bir tefsir yanı
mevcuttur. İslam içinde zuhur eden her fırka, Kur'an-ı Kerîm'i kendi gözlüğünden
görmüş ve göstermek istemiştir. Bu yüzden çeşitli akımların görüşlerini yansıtan
muhtelif tefsir cereyanları doğmuştur.

Tefsir tarihinin gereği gibi açıklığa kavuşması için her fırkanın tefsir anlayışını
incelemek lazımdır. Doğru bir senteze varabilmek için bu inceleme şarttır.

İslam'da ilk gelişen akımlardan biri de tasavvuf cereyanıdır. Bu akım Ehl-i sünnet de
dâhil, hemen hemen bütün İslam fırkalarını etkilemiştir. Mutasavvıflar da kendi
aralarında bir tefsir anlayışı geliştirmişlerdir."455

"İslam'da tefsir faaliyetlerine hız veren amillerden biri de ve belki en mühimi, İslam'ın
birinci asrından itibaren gerek dinî ve gerekse siyasî bir anlayışla zuhur etmeye başlayan
fırkalar olmuştur. Her şeyden evvel Müslüman olduklarını unutmayan bu fırkalar,
yaptıkları işlerin doğruluğunu isbât için Kur'ân'a başvuruyorlardı. Gittikleri yolun
doğruluğunu göstermek için âyetleri, kendilerini te'yîd edecek şekilde te'vîl ediyorlardı.
Millet arasında şâyi olan fırkalardan her biri, Kur'ân'da kendi mezhebine uygun geleni

451
En'âm 6/154
452
En'âm 6/38
453
Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, c.1, s.6–7
454
Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.328
455
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.9
76

alıyor, uygun olmayanı da te'vîl edip uydurmaya çalışıyor ve insanlar da bu tariklerden


birine tabi oluyordu."456

"Kur'ân'a yöneliş farklılıklarının biri Kur'ân'ın yapısı, muhtevası ve üslubundan, diğeri


de müfessirlerin görüş, düşünce ve tavırlarından kaynaklanan iki ana sebebi
bulunmaktadır. Bunlardan birincisi Kur'ân'ın daha önce de belirttiğimiz gibi, insan
hayatının bütün yönlerini kapsaması ve insan bütünlüğüne dair bilgiler vermesidir. Yani
Kur'ân'ın içeriğinde yer alan bilgilerin çok yönlü ve çok amaçlı olması ve bu bilgilerin
aynı zamanda çok mükemmel olmasıdır. Hem indiği asrın ve daha sonraki asırların
realitelerine uygun kavramların seçimi, hem de bu kavramlarla ifade edilen bilgilerin
koordinasyonundaki mükemmellik Kur'ân'a yöneliş farklılıklarının birinci sebebini
teşkil etmektedir.

İkincisi ise, insandan ve insanın yapısından, görüş, düşünce ve tavırlardan


kaynaklanmaktadır. Müfessirin bir insan olarak fıtrî yapısı, becerisi, bilgi yoğunluğu,
temayülleri, ön bilgili veya önyargılı olup olmaması, idealleri, siyasi, iktisadî ve sosyal
olayların kendisine olan etkisi v.s. gibi sebepler, müfessirin Kur'ân'a yöneliş ve bakış
açısını şekillendiren ve bir ölçüde tayin eden etkenlerdir."457

"Böylece başlangıçta sahâbe ve Tâbiûn'un açıklamalarından ibaret olan naklî tefsire aklî
tefsir veya re'y tefsiri de eklenmiş oldu. Fırkaların görüşlerini yansıtan tefsir ekolleri
doğdu. İşte bu oluşma safhasında mutasavvıflar da kendi görüşlerine uygun düşen
tefsirleri topladılar. Yaşadıkları zevk haline göre âyetlerden manalar çıkardılar. Bu
tefsire, ilk anda akla gelmeyen; fakat tefekkürle âyetin işaretinden kalbe doğan mana
anlamına İŞÂRÎ TEFSİR adını verdiler. Böylece diğer tefsir ekolleri yanında
mutasavvıfların görüşlerini yansıtan tasavvufî- İŞÂRÎ TEFSİR OKULU doğmuş
oldu."458

"Aslında Kur'ân lafızlarının zahirî anlamı, O'nun ne diyor, batınî anlamı ise ne demek
istiyor? sorularının karşılığıdır. Daha açık bir ifade ile fıkıhta kullanılan "dâl bi'l-
İşâre"nin karşılığı tasavvufta "işârî yorum" olarak kullanılmıştır. Bu nedenle sufî
harekete ait Kur'ân tefsirine "İşârî Tefsir" adı verilmiştir.459 Tasavvufî tefsiri diğer
ekollerden ayıran özellik, onun, lafzî anlamın ötesinde daha başka bir anlam katmanını,

456
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, s.113
457
Kırca, Kur'ân'a Yönelişler, s. 39
458
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 18-19
459
Kırca, Kur'ân'a Yönelişler, s.138
77

derûnî ve dakîk bir çabayı, yeteneği gerektiren "gerçeği", örtük nihaî hakîkati ortaya
çıkmayı hedeflemiş olmasıdır."460

"Sözlükte "Bir nesneyi gösterme; bir anlamı üstü kapalı bir şekilde ifade etme, dolaylı
ve kinayeli bir sözle anlatma" gibi anlamlara gelen işâret, tasavvufta maksadı söz
aracılığı olmadan başkasına bildirme; ibareyle anlatılamayan, yalnızca ilham, keşf gibi
yollarla elde edilmiş bilgi ve sezgi sayesinde anlaşılabilecek kadar gizli olan mana"
şeklinde tanımlanmıştır, keşf ve ilhamla Kur'an ayetlerinin bir kısmının veya tamamının
yorumlandığı tefsirler de işârî (remzî) tefsir adını almıştır."461 Bununla birlikte bu tür
tefsirlerde zahir ve batın mananın bir arada olması mümkündür.462

"Tasavvuf literatüründe bir metnin gizli anlamının açığa çıkarılması yapılan yorumun
serbestlik derecesine göre "istinbat, işaret, itibar" gibi kelimelerle ifade edilmekte, bu
metotla ulaşılan anlam için de "hakikat, latîfe, sır v.b. terimler kullanılmaktadır. Nitekim
işârî tefsirlerden Muhammed b. Hüseyin es-Sülemî'nin eseri Hakâiku't-Tefsîr,
Abdülkerîm el-Kuşeyrî'ninki Letâifü'l İşârât, Necmeddîn-i Dâye'ninki Bahru'l-Hakâyık
ve Reşîdüddîn-i Meybûdî'ninki Keşfü'l Esrâr adını alır."463

"Kazandıkları bu bilgiyi herkes hazmedemeyeceği, insanları yanlış bir anlayışa sevk


etmekten kaçınmak için sûfîler kalplerine doğan bu bilgiyi kapalı bir üslûb ile remiz ve
işaret yoluyla ifade ettiler. Yaptıkları tefsirlere tefsir değil, işaret adını verdiler. Bunun
için tasavvufî tefsire işârî tefsir dendi.464 Bunun ifşası yanlış anlayışlara sebebiyet
verirdi. Onun için mutasavvıflar kendi derecelerine varmamış kimselerin arasına
yayılmasın diye bilgilerini kapalı kelimeler içinde anlattılar ve yazdılar. Bu surette bir
tasavvuf terminolojisi doğdu. Bu ilmin en büyük izahlarını yapan, tasavvufun fenâ, bekâ
sahv gibi gayet güç meselelerini açıklığa kavuşturan Cüneyd-i Bağdâdî (ö. 297/909)
oldu."465

"Mutasavvıflar Kur'ân tefsirinde, ayetlerin zâhirî manasından ziyade batını üzerinde


durmuşlardır. Onlar zahir mana ile maksada ulaşmaktan ziyade, ihtilafa düşüldüğünü
görmüşlerdir. Bu bakımdan menkûl tefsire itibar etmemişlerdir, sadece lügavî delaletler
bakımından onların nahvî terkiplerine temessük etmişlerdir. Bunların tefsiri işârî

460
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri,s.8
461
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.424
462
Zerkânî, Menâhil, c.1, s.546
463
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.424
464
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 19;
465
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 330; Ayr., bkz., Kelâbâzî, a.g.e., s.105-107
78

(sembolik) bir tefsirdir. Tefsirde Bâtınîlerden ayrıldıkları nokta şudur. Mutasavvıflar


Bâtınî manalar veriyorlarsa da, zâhirî manayı tamamen hükümsüz addetmiyor ve şeriat
için lüzumlu görüyorlar. Bâtınîler ise şeriatı bertaraf etmek için, tefsirden murad zâhirî
olan değil, Bâtınî olandır diyorlar. Mutasavvıflar çok kere bâtınî manayı kullanırken,
zâhirî manayı nefyedecek şekilde kullanmıyorlar."466

Sufilerin Kuran anlayışları konusunda Sehl b. Abdillah (Tüsterî) (ö. 283/896) şöyle der:
"Kula kitâb-ı İlâhî'yi anlama konusunda Kur'ân'dan her harf için bir mana verilmiş
olsa, bir ayete verilen mananın nihayetine ulaşılamaz. Çünkü Kur'ân, Allah kelamıdır.
Kelâm O'nun sıfatıdır. Allah için nihayet söz konusu olmadığı gibi kelâmının manası
için de nihayet söz konusu değildir. Kullar, Allah'ın velî kullarının kalplerine verdiği
fetih ölçüsünde O'nun kelâmını anlayabilirler. O'nun kelâmı mahlûk değildir. Bu yüzden
mahlûkatın idraki, Onun manasının nihayetine ulaşamaz. Çünkü mahlûkatın idraki
sonradan yaratılmış (mudes)tır. Allah Teâlâ Kur'ân'da hidayeti müttakîlre has olarak
zikretmiştir.467

"Bununla birlikte mûtedil mutasavvıflar zâhirî manaya ve bu manalardan çıkan şer'î


hükümlere de büyük önem verirler; Bâtınî mananın dış anlamı geçersiz kılmaması
gerektiğini özellikle belirtirler."468 "Sûfîler, işaret yoluyla çıkarılan anlamın geçerli
sayılabilmesi için onun zâhirî manaya aykırı düşmemesini, ayrıca başka bir nasta bu
anlamı doğrudan veya dolaylı olarak destekleyen açık bir ifadenin bulunmasını gerekli
görürler."469

Daha önce belirttiğimiz gibi tasavvuf, amelî ve nazarî olarak ikiye ayrılır. Her iki
kısmın görüşlerine uygun olarak da iki çeşit sûfî tefsir meydana gelmiştir. 1. Nazarî Sûfî
Tefsir, 2. İşârî Sûfî Tefsir.

1- Nazarî Sûfî Tefsir: Kur'ân'a sûfilikle felsefeyi birleştiren ve bu iki bilim dalına
dayanarak sistemini kuran Muhyiddîn-i Arabî'nin tefsir metodudur.470 Bu tefsir
metodunda müfessir, Kur'ân'a zihnindeki nazariye ve felsefî fikirleri bulmak, isbat
etmek için yönelir. İbn Arabî'nin ve onun yolundan giden birçok müfessirin eserinde bu

466
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Amiller, s.125; Zerkânî, Menâhil, c.1, s.547
467
Tûsî, İslâm Tasavvufu,.73
468
Kelâbâzî, Taarruf, s.104
469
Uludağ, "İşârî Tefsir", c.12, s.425
470
Kırca, Kur'ân'a Yönelişler, s.141
79

çeşit tefsire rastlanılmaktadır. Bu tefsir metodunda âyetler "Vahdet-i Vücût "düşüncesi


ekseninde yorumlanmaktadır.

"Örneğin bu tefsir metoduna göre, Bakara suresi 98. âyette471 geçen Cebrâil faâl akıl,
Mikâil altıncı feleğin ruhu ve kulların rızıkları ile vazifeli bütün nebâtât için emîn akıl,
İsrâfil, dördüncü feleğin rûhu, hayvânât ile vazifeli emîn akıl, Azrâil yedinci feleğin
rûhu şeklinde tefsir edilmiştir.

Yine bu tefsir metoduna göre Rahmân sûresi 19. âyette472 geçen bahr, acı tuz olan
cismânî heyûlî deniz ve tatlı rûh denizi olarak tefsir edilmiştir. İki deniz arasındaki
berzah/perde ise hayvânî nefis olarak tefsir edilmiştir."

Nazarî sûfî müfessirlerin âyetleri "Vahdet-i Vücût "esasına uygun tefsirlerine örnek
olarak da onlar Âl-i İmrân sûresi 191. âyeti473 tefsirleri örnek verilebilir. Onlar bu ayeti,
"Allah kendinden bir şey yaratmamıştır, eğer hakkın dışında bir şey yaratmışsa o
batıldır. Bilakis sen onları isimlerinin ve sıfatlarının mazharları yaptın." şeklinde tefsir
etmişlerdir.

"Nazarî sûfî müfessirler, Kur'ân'ı tetkiklerine ve felsefî görüşlerine dayandırıp onu arzu
ettikleri şekilde manalandırmışlardır. Kur'ân'ın gayesi, insanları irşâd olduğundan, onlar
Kur'ân'dan kendi anlayışlarına uyacak manaları çıkarmakta zorluk çekmişlerdir. Fikir
sahibi filozof sûfî fikrinin revaç bulması için, onları âyetlerle te'yîd etmek lüzumunu
hissetmiştir. Tabîdir ki bu da Allah kelâmını kendi arzu ve tahayyülüne göre te'vîl etme
ihtiyacını doğurmuştur. Bu şekildeki keyfîlik, birçok noktadan Kur'ân'ı asıl gaye ve
hedefinden uzaklaştırmıştır."

2- İşârî Sûfî Tefsir: İşârî sûfî tefsir ise, âyetlerin zâhir manası ile bağdaştırılabilen,
felsefî ve nazarî düşüncelerine değil de sülûk erbâbının bilebileceği birtakım anlamlara,
işâretlere göre yapılan tefsirdir. Bu tefsirde herhangi bir düşünceye Kur'ân'dan delil
bulmak değil, müfessirin içinde bulunduğu duruma göre kalbine gelen ilhâm ve
işâretlere göre âyetleri tefsir etmek esastır.

471
Ayetin metni ve meali şöyledir:  َ )ِِ<َHْ0 ‫و‬I 1ُ َJ َ.ّ0‫ن ا‬
 Lِ َ< ‫ل‬
َ َH ِ‫ِ َوِ@ِْ) َ َوﻡ‬.ِ0ُ‫ِ َو ُرﺱ‬.ِNَHِ‫ﺉ‬Pَ‫ِ َوﻡ‬.ّ0 ‫ا‬Q‫و‬1ُ َJ ‫ن‬
َ َ‫" ﻡَ آ‬Kim Allah'a,
meleklerine peygamberlerine Cibrîl'e ve Mikâil'e düşman olursa (bilsin ki) Allah kâfirlerin düşmanıdır."
472
Ayetin metni ve meali şöyledir:ِ‫ِ َن‬SَNْ0َ)  ِ ْ)َ َْ@ْ‫ج ا‬ َ َ َ‫(" ﻡ‬Allah) iki denizi salıverdi, birbirlerine kavuşuyorlar."
473
Ayetin metni ve meali şöyledir: َ‫ض َر‬ ِ ْ‫ر‬Z َ ‫ت وَا‬ ِ ‫ ا "َوَا‬ ِ ْ0َY ;ِ< ‫ُون‬Hَ َNَ)‫ْ َو‬6ِBِ&ُُ 9 َ َ0َJ‫ُ& ًد َو‬VُW‫ِ َﻡً َو‬W َ.ّ0‫ن ا‬
َ ‫ْآُُو‬Uَ) 
َ )ِU
‫ب ار‬
َ ‫َا‬UَJ َِSَ< $
َ َ%َْ@ُ‫\ ﺱ‬
ً ِ]َ ‫ا‬Uَ‫? ه‬
َ ْSَ0َY َ‫" ﻡ‬Allah'ı ayakta iken, otururken yanları üzere (yatarken) zikredenler ve
göklerin ve yerin yaratılışı hakkında düşünenler, 'Rabbimiz bunları boşuna yaratmadın. Seni takdîs
ederiz, bizi Cehennem azâbından koru (diye dua ederler.)
80

Bu tefsir çeşidine göre Âl-i İmrân sûresi 96. ayette474 geçen Allah'ın evi/ Kâbe Allah'ın
kalbinde îmânı sâbit kıldığı ve Hz. Peygamber'e iman eden kimse olarak tefsir
edilmiştir.

Yine bu tefsir çeşidine göre Yâsin sûresi 33. âyette geçen ölü arz, Allah'tan gâfil olması
sebebiyle ölmüş kalp olarak tefsir edilmiştir.

Nazarî ve işârî sûfî tefsir arasındaki iki fark, Nazarî sûfî tefsir, öncüllere göre Kur'ân'a
yaklaşmaktır, işârî sûfî tefsir ise keşfe ve ilhâma göre âyetleri tefsir etmektir.475

Kâşânî de –ileride temas edileceği üzere- Te'vîlât'ı, eserin mukaddimesinde kalbine


gelen işaretlere göre, yani işârî sûfî yönteme göre yazdığını ifade eder; ama eserinde yer
yer nazarî sûfî tefsir anlayışına göre yapılan yorumlara rastlanılmaktadır. Bu açıdan
bakıldığında İbn Arabî ekolünün bir takipçisi sayılan Kâşânî'nin bu iki tefsir metodunu
birleştirme gayreti güttüğü söylenebilir.

"Hadis, fıkıh ve kelâm âlimlerinin dil kurallarına, âyet ve hadislerle diğer rivayetlere,
akıl ve duyu verilerine dayanarak ortaya koydukları tefsirlerin yanında zâhidlerle
mutasavvıflar da kendilerine has bir bilgi aracı olarak kabul ettikleri ilham ve manevi
tecrübelerine göre Kur'an'ı yorumlamaya çalışmışlardır. Bu yorumlar, I. ve II. (VII ve
VIII.) yüzyıllarda nisbeten dış anlamlardan farklı şekilde açıklanmaya elverişli az
sayıdaki âyetlerle sınırlı tefsir tarzında iken daha sonra bu sınır genişletildi. Böylece
önemli miktarda âyetlerin tasavvufî yorumlarını içeren tefsirler ortaya çıkmaya
başladı."476

"I. ve II. (VII ve VIII.) yüzyıllarda yaşayan âbid ve zâhidler Kur'ân'ı derin bir dikkat ve
duyarlılıkla okumaya büyük önem veriyorlardı. Kur'an'ın bu şekilde okunmaya
çalışılmasıyla giderek zühd, takva, ihlâs, niyet, korku ve ümit gibi ahlâkî ve manevî
konulara ağırlık veren yorumlar yapılmaya başlandı."477 Bu hususta Ebû Süleyman
Dârânî der ki: "Ben bazen bir ayete beş gece takılır kalırım. O ayet hakkında düşünmeyi
terk etsem ebediyen onu geçemem. Bazen Kur'ân'dan bir ayet gelir ve akıl onunla uçar
gider. Daha sonra aklı geri veren Allah'ı tesbih ederim." Vüheyb b. Verd de der ki:

474
Ayetin metni ve meali şöyledir: 
َ ِ"ََVْ0 ‫ًى‬1ُ‫*َ ﻡُ@َ َرآً َوه‬Hَ@ِ ‫ِي‬U0َ ‫س‬
ِ 0ِ bَ ِc‫? ُو‬
ٍ ْ َ ‫ل‬
َ ‫ن َأ و‬
 ‫(" ِإ‬Yeryüzünde) ilk inşa
edilen ev (mabed) Mekke'deki mübarek ve insanlar için bir hidayet olan (Kâbe'dir).
475
Bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.434-435, Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.339-360, Zerkânî,
Menâhil, c.1, s.546
476
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.425
477
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.425
81

"Hadislere ve adaba baktık, kalpleri inceltmede ve hüznü çağırmada Kur'ân tilaveti ve


anlamını düşünmeden daha etkili olanını görmedik."478

Bu ifadelerden anlamaktayız ki, sûfîler Kur'ân'ı anlamak için onun tilavetine bunun
yanında dinlemesine de çok önem vermişlerdir. Onlar bu hususta şöyle der:

"Kur'ân dinlemenin ilk şekli, Kur'ân'ı adeta Rasulullah'tan dinler gibi dinlemektir.
Ardından bu hali aşarak Kur'ân'ı Cebrail'den dinliyormuş gibi dinlemektir. Nihayet bu
hali de aşarak sanki Kur'ân'ı doğrudan Hak'tan dinliyormuş gibi dinlemektir."479

"İlk dönemlerden itibaren sûfîler ahlâk, ibadet ve kısalara dair âyetler yanında fıkhî
hükümlerle ilgili âyetlerin de bazı bâtınî anlamlara işaret ettiğini söylemişlerdir. Zira bir
hükmün dış görünüşte bir hukuk normu olarak sunulması veya ibadetlere ilişkin olması
o hüküm üzerinde tefekkür edip işârî anlamlara ulaşılmasına engel değildir."480

"Bazı surelerin başında yer alan hurûf-ı mukataanın ilâhî hakikatlerin işaretleri olarak
açıklanması geleneği de ilk sûfîlerle başlar."481

"Tasavvuf ekolünün eksikliği hurafelere itibar etmesinden kaynaklanmaktadır. Çünkü


bu ekol, şer'î ve luğavî dayanaklardan yoksun olarak kalbe doğan şeyler üzerine
kurulmuştur. Zikrettiğimiz bu eksikliğe rağmen tasavvufun iyi tarafları da vardır.
Tasavvuf, insanlara ahlak ve terbiye, Allah'a karşı iyi kul olma ve O'nun azamet ve
kudretini sürekli hatırlatmayı öğretir."482

"Nizamedin en-Nisâbûrî'nin Garâibü'l-Kur'ân'ı, İsmail Hakkı Bursevî'nin Rûhu'l-


Beyân'ı gibi işârî tefsirlerin çoğunda rivayet ve dirayete dayalı yorumlara da yer
verilmiştir. Aynı eserlerde menkıbe, hikâye, mesel, kıssa, siyer, tarih, hikemiyyat ve
ahlaka dair literatürden, hatta israiliyyâttan geniş ölçüde istifade edilmiştir. Buna
karşılık ahkâm âyetleri üzerinde fazla durulmazken hadis diye nakledilen nasihate, edep
ve terbiyeye dair uydurma veya zayıf rivayetlerden faydalanmakta sakınca
görülmemiştir."483

478
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.86
479
Tûsî, İslâm Tasavvufu, s.78
480
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.425
481
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.425
482
Gazâli, Muhammed, Kur'ân'ı Anlamada Yöntem, (çev. Emrullah İşler), Ankara, trs., s.68
483
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.426
82

"İşârî tefsirde bazı âyetlerin lafzî ve zâhirî anlamının tasavvufî anlayışa uygun düşen
manayı yansıttığı düşünüldüğünden bunlar için ayrıca işârî bir manadan söz etmeye
gerek kalmadığı da belirtilmiştir."484

İşârî tefsirde bâtın mananın doğru kabul edilebilmesi için dört şart lazımdır.

1) Bâtın mananın zâhir manaya aykırı olmaması,

2) Başka bir yerde bu mananın doğruluğuna bir şahid (delil) bulunması,

3) Bu manaya şer'î ve aklî bir muârızın bulunmaması,

4) Bâtın mananın, tek mana olduğu ileri sürülmemesi.485

"Tasavvufî tefsirin başlangıcında yalnız bazı ayetlerin iç manaları aranırken gittikçe her
ayetten nice manalar çıkarma akımı kendini göstermiş ve nihayet Kur'ân'ın manasının
sonsuz olduğu hükmü yerleşmiştir."486 "İşte bu inançla her ayetten manalar çıkarmak
için uğraşmalar başlamış, zevk haline göre primitif manalar yerine sonradan nice felsefî
ve cür'etli nazariyeler ortaya atılmıştır.

Tabiûn ve Tebe-i Tâbiîn devrinden sonra zühd hareketi gelişerek Allah aşkına
dönüşünce işârî tefsir de buna paralel olarak gelişmiş ve bu yöndeki tefsire zühd ve
takvâ ile fenâ fillâh düşüncesi hâkim olmuştur. Bu aşamada tasavvufî tefsirin gelişip
sistemleşmesinde en büyük rolü oynayan üç büyük mutasavvıf görmekteyiz. Bunlar;
Sehl ibn Abdillâh et-Tüsterî, Cüneyd-i Bağdâdî ve Ebubekir Muhammed ibn Musa el-
Vasıtî'dir."487

Bu tefsirin gelişmesinde payı olan işârî tefsir ekolüne mensup diğer müfessirler
şunlardır:

"İbrahîm ibn Edhem (161/7779, Fudayl ibn İyâd (187/8029, Hasan el-Cûzecânî, Bişr ibn
Hâris el-Hâfî (150-227/767-841), Ebû Süleyman ed-Dârânî (235/849), Zünnûn el-Mısrî
(245/859), Serî es-Sakatî (251/865), Yahyâ ibn Nuâzear-Râzî (258/871), Ebu Yezîd-i
Bistâmî (261/874), Amr ibn Seleme Ebu Hafs en-Neysaburî (267 veya 270/880,883),
Hamdûn el-Kassâr (271/884), Ahmed ibn Îsâ el-Hazzâz (279/892), Ebu'l-Hüseyn En-

484
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.425
485
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.21, ayr bkz., Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.437, Akk, a.g.e., s.208, Zerkânî
beşinci şart olarak kelimelerin parçalanarak zayıf te'villere kaçılmamasını da sayar. Zerkânî, Menâhil,.
c.1, s.549
486
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.63
487
Ateş, İşarî Tefsir Okulu, s.64
83

Nurî (295/907), Sumnûn ibn Hamza (309/912), Ruveym ibn Ahmed (303/915), Hüseyn
ibn Mansûr el-Hallâc (309/921), Abdullah ibn Muhammed el-Hazzâz er-Râzî (310/922),
Ebubekr el-Kittânî (322/933), Abdullah ibn Muhammed el-Murtaiş (/328/939),
Muhammed ibn Abdi'l-Vahhâb Ebu Alî es-Sakatî (328/939), Abdullah ibn Muhammed
ibn Munâzil (329/940), Abdullah ibn Tâhir el-Ebherî (330-941), Ebu Ya'kûb Yûsuf en-
Nehrecûrî (330-941), Ebubekr et-Tamestânî (340/951), Kâsım es-Siyâsî (342/953),
Ahmed ibn Âsım el-Antakî, Ebubekr el-Varrâk, Ca'fer ibn Muhammed el-Huldî
(348/959), Alî ibn Ahmed ibn Sehl el-Boşencî (348/959), İsmail ibn Nüceyd (366/972),
Ebu Saîd el-Kuraşî, Ebu Ya'kûb es-Sûsî ve büyük muhaddis, mutasavvıf el-Hâkim Ebu
Muhammed Abdillah en-Neysâbûrî (321-405/933-1014)."488

"Dördüncü hicrî asrın sonuna doğru işârî tefsirde büyük bir gelişme görülür. Şifahen
nakledilen tefsirler, yerini müstakil tefsir kitaplarına bırakır. Bu çığırı açan Ebu
Abdirrahman Muhammed ibn el-Hüseyn ibn Muhammed ibn Mûsa el-Ezdî es-Sülemî
(325–412/936–1021)'dir."489

"İşârî tefsirde payı olan diğer altıncı (M. 12.) asır mutasavvıf müfessirleri ise Süleyman
ibn Nâsır ibn İmrân Ebu'l-Kasım el-Ansârî (511/1117), Ali ibn Müslim ibn Muhammed
Ebu'l-Hasan es-Sülemî (533/1138), Alâu'ddîn Muhammed ibn Abdurrahmân el-Buhârî,
Ömer ibn Osman, Ebu Hafs el-Cevzî ve İbn-u Barracân, Abdu's-Selâm ibn Abdi'r-
Rahmân Ebu'l Hakem el-Endelusî (536/1141)'dir."490

"Tasavvufî-işârî tefsir alanında en önemli insan, Muhyiddin ibn Arabî'dir. Onunla


birlikte işârî tefsir tamamen vahdet-i vücud felsefesinin tesiri altına girmiş, çok aşırı
te'viller yapılmaya başlanmıştır. İbnu'l-Arabî, geniş ihatasıyla tasavvufta ve işârî tefsirde
bir çığır açmıştır. Artık basit manada zühdî tefsirler yerine gayet kompleks felsefî
tefsirler, vahdet-i vücud yönüyle nazarî te'vîller devri başlamıştır."491 Abdürrezâk el-
Kâşânî (ö. 730/1330), Abdurrahman-ı Câmî (ö. 898), Dâvûd-i Kayserî, Abdullah
Bosnevî ve Sofyalı Bâlî Efendi gibi Fusûsu'l-Hikem şarihleri ise İbnü'l-Arabî'yi ve
izleyicilerini savunmuşlardır.492 İbnü'l-Arabî'nin işârî tefsir anlayışından sonra bu alanda
onun en önemli takipçisi Abdürrezzâk el-Kâşânî olmuştur.493 Kâşânî’nin tasavvuf

488
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.90–91
489
Bkz. Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.91
490
Bkz. Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.130
491
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.167
492
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.427
493
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.427
84

mesleği içerisinde vahdet-i vücûd ekolünü benimsemesinde yine hiç şüphe yoktur ki,
Natanzî (699/1300)’nin tesiri bulunmaktadır.494

"İşârî tefsir en coşkun devrine İbnu'l-Arabî ve onun devamı sayılan Konevî, Kâşânî ve
aynı mektepten olmasa da İbnu'l-Arabî'den etkilenen Simnânî gibi büyük müfessirlere
ulaşır. Bundan sonra tefsirde orjinalite bozulur, orijinal bir müfessir yetişmez. Tasavvuf,
namaz, oruç ve evrada inhisar eder. Yapılan tefsirler, eskiden yapılmış olanlara bir
yenilik katmadığı gibi fikir seviyesinden de çok geride kalır."495

İşârî tefsirin gerileme devrindeki önemli işârî müfessirleri şunlardır:

"İbnu'l-Lebbân adıyle meşhur Şemsu'ddîn Muhammed el-İs'irdî (öl.749/1349), Ebu


İshâk İbrahim ibn Muhammed el-Mursî (öl. 750/1350), Bedruddîn Muhammed ibn
Bahâdır ibn Abdillâh (794/1391), Muhammed ibn Abdi-Dâim ibn binti Maylak eş-Şâzilî
(797/1395), Abdü'l-Kerîm el-Cîlî al-Kadirî (811 veya 820/1408 veya 1417), Hâce
Muhammed Pârsâ (822/1420), Nizâmü'l-A'rac, Hasan ibn Muhammed en-Neysâbûrî
(850/1446), Abdurrahman Câmi (898/1492), Muhammed Emîn el-Buhârî (987/1579),
Abdu'l-Vahhâb eş-Şârânî (973/1565), Abdu'l-Kadîr el-Aydarusî (978-1038/1570-1629),
Veliyullah es-Seyyid Muhammed Osman b. es-Seyyid Muhammed el-Mirgânî el-Mekkî
(1208-1268/1794-1852), Muhammed Senâullah el-Hindî el-Banipâtî (1216/1801),
Muhammed Emîr es-Sunbâvî (1246/1830), Ebubekr el-Bennânî er-Rabâtî
(1284/1867)."496

C- BELLİ BAŞLI İŞÂRÎ TEFSİRLER

Tasavvufî mahiyette tefsir yazan ilk kişinin İbn Atâ (ö. 309/921) olduğu kabul edilir.
Ancak onun eseri zamanımıza ulaşamamıştır. Ebû Bekir Vâsıtî'nin yazdığı tasavvufî
tefsir de günümüze kadar gelmemiştir.497 Şimdi işârî tefsirde meşhur olmuş belli başlı
müfessir ve eserlerini inceleyebiliriz.

494
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl,c.1, s.50
495
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 211
496
Bkz. Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.211–215
497
Uludağ, "İşârî Tefsir", s. 427
85

1- Ebû Muhammed Sehl b. Abdillah et-Tüsterî (d. 200/816 veya 201/817-ö.283/896)


ve Tefsiri, "Tefsîru Kur'âni'l-Azîm"

Hayatı:

Ebû Muhammed Sehl b. Abdillah et-Tüsterî, Huzistan eyaletinin Ehvaz şehrinin Tüster
kasabasında 200/816 veya 201/817 yıllarında doğmuştur. Kendisi ileri gelen
ariflerdendir. Bu mesleği seçmesinde dayısı Muhammed b. Sevvâr büyük rol
oynamıştır. Küçük yaşta ilim tahsil etmeye ve zühd hayatına başlamıştır. Hac esnasında
Mekke'de Zünnun el-Mısrî ile görüşmüştür. Kendisi mutedil bir sufîdir. Uzun zaman
Basra'da ikamet etmiş, 283/896 senesinde burada ölmüştür. Tüsterî birçok eser
yazmasına rağmen onların hepsi günümüze ulaşamamıştır. Onun en önemli eseri tefsiri,
Tefsîr-i Kur'âni'l-Azîm'dir. Bunun dışında müfessirin Dekâiku'l-Muhibbin, Mevâziu'l-
Arifin, Kısasu'l-Enbiyâ, Risale adında eserleri bulunmaktadır.498

Tefsiri:

Elimizde bulunan tefsiri Tüsterî'nin kendisi yazmamış, öğrencisi Ebû Yûsuf es-Sizzî
aktarmış, Ebûbekir el-Beledî de kaleme almıştır. Bu tefsir iki küçük cilt halinde
basılmıştır (Kâhire 1908). Müfessir eserde Kur'ân'ın her ayetini değil sınırlı sayıda ayeti
tefsir etmiştir. İşârî tefsir metoduyla yazılmış eserde yer yer zâhirî yorumlara da
rastlanılmaktadır. İfadeler kısa ve anlaşılır şekildedir. Tefsirde, Kur'ân'ı anlamak
isteyenlerin özelliklerinin belirtildiği bir mukaddime bulunmaktadır. Tüsterî'nin bu
tefsiriyle işârî tefsir sistemleşmeye başlamış, gelişme dönemine girmiştir. Tasavvufî
tefsirin sistemleşmesi açısından büyük öneme hâizdir.499

2- Ebû Abdirrahman Muhammed b. Hüseyin b. Muhammed b. Musa el-Ezdî es-


Sülemî (d. 325/937– ö.412/1021) ve Tefsîri, "Hakâiku't-Tefsîr"

Hayatı:

Sûfî müfessir Ebû Abdirrahman Muhammed b. Hüseyin b. Musa el-Ezdî es-Sülemî en-
Neysâbûrî Horasan bölgesinin en önemli şehirlerinden Neysâbur'da hicrî 325, mîlâdî

498
Tüsterî ve eserleri hakkında bkz. Bağdadî, Hediyye, c.1, s.412, Zirikli, İ'lâm, c.3, s.210, Kehhâle,
Mu'cemu'-Müellifîn, c.4, s.284, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.439-444
499
Tüsterî'nin tefsiri hakkında bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.439-444
86

937 yılında doğdu. Babası tarafından Ezd kabilesine mensup olduğu için "el-Ezdî", anne
tarafından Süleym kabîlesine mensup olduğu için "es-Sülemî" diye anılmaktadır. Sülemî
zâhid müttakî zâhir ve bâtın ilmine vâkıf bir âlimdir. Babasının vefatı üzerine annesi
tarafından dönemin tanınmış âlimlerinden dedesi, Ebû Amr İsmâil b. Nüceym'in
himayesine girmiştir. Genç yaşta hafız olup, dil ve edebiyat, hadis ve tasavvuf eğitimi
görmüş, dönemin ünlü âlimlerinin tedrisinde bulunmuştur. Daha sonraları eğitimini
hadis ve tasavvuf alanında yoğunlaştırmıştır. Daha sonraları, Rey, Merv, Hemedân,
Bağdat, Hicaz ve bazı şehir ve ülkelere seyahatte bulunmuştur. Sülemî hicrî 412, milâdî
1021 yılında Neysâbur'da vefat etmiştir, mezarı bu şehirdedir. Eserleri hakkında leh ve
aleyhte birçok görüş bulunan Sülemî'nin 100'den fazla eseri olduğu nakledilmektedir.
Onun en büyük eseri kuşkusuz Hakâiku'-Tefsîr'dir. Bunun dışında Sülemî'nin Tabakât-ı
Sûfiyye, Mukaddime fi't-Tasavvuf, Menâhicü'l-Ârifîn, Âdâb-ı Suhbe, Sülûku'l-Ârifîn,
Risâle fî Ğalât-ı Sûfiyye, Risâle-i Melâmetiyye... adlı eserleri vardır.500

Tefsiri:

Sülemi'nin tefsiri mutasavvıfların Kur'ân âyetleri hakkındaki yorumlarını derleyen ilk


derli toplu çalışmadır. Eser, bir ciltlik bir tefsirdir. İşari tefsir sahasında ansiklopedik
hüviyete sahip olan tefsirin önsözünde müellif, zâhirî anlamda Kur'ân tefsirinin
yapılmasına rağmen -bazı yorumların dışında- hiçbirinin Allah'ın hitabının "hakikat
ehlinin lisanında" ne anlama geldiğini araştırıp ortaya koymadıkları için bu eseri
meydana getirdiğini yazar. Nasıl ki Taberi, kendinden evvelki zâhir ehlinin tefsirini
toplamışsa, Sülemî de işâri tefsiri toplamış ve kaybolmalarını engellemiştir. Tefsir sûre
sırasına göre yazılmıştır. Eserde yer yer Sülem'înin yorumlarına da rastlanır. Yer yer
zâhir yorumlar da yapılır. Ahkâmla ilgili ayetler üzerinde durulmaz. Eserde hadislerin
yanında bazı sahabe ve 74 sufîden rivayetler aktarılır. Sülemî'nin bu eseri bazı
çevrelerce içerdiği bazı görüşler sebebiyle eleştirilmiştir. 501

500
Sülemî'nin hayatı ve eserleri hakkında bkz. Brockelmann, GAL, I, s. 200-201, Suyûtî, Tabakâtü'l-
Müfessirîn, s.31, Bağdâdî, Hediyye, c.2, s.61, Zirikli, el-A'lâm, c.6, s.99, Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn,
c.9, s.258-259, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.444-452, Mollaibrahimoğlu, Yazma Tefsirler, s.39-41, Ateş,
"Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, s.32-70 v.d. Ateş, Süleyman, "Hakâiku't-Tefsîr", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1997,
c.15, s.163-165
501
Sülemî'nin tefsiri hakkında bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.444-452, Mollaibrahimoğlu, Yazma
Tefsirler, s.39-41, Ateş, "Sülemî ve Tasavvufî Tefsiri, s.32-70 v.d. Ateş, Süleyman, "Hakâiku't-Tefsîr",
D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1997, c.15, s.1
87

Eser, Süleyman Ateş tarafından incelenmiş ve bu inceleme de "Sülemî ve Tasavvufî

3- Ebî İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhîm es-Sa'lebî (ö.427/1036) ve Tefsîri,


"el-Keşf ve'l-Beyân an Tefsîri'l-Kur'ân"

Hayatı:

Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhim es-Sa'lebî, zamanının tanınmış büyük


müfessirlerindendir. Hayatı hakkında kaynaklarda tafsîlâtlı bilgi bulunmamaktadır. es-
Sa'lebî veya Se'âlebî olarak da bilinir. Bu onun nisbesi değil, lakabıdır. Sa'lebî, iyi bir
eğitim görmüş, akâid, edebiyat, hadis, tarih ve kıraat ilminde derinleşmiştir. Arapça'ya
vukûfiyeti ve dindarlığı ile meşhur olmuştur. Ebû Tâhir Muhammed b. El-Fadl b.
Huzeyme, Ebû Muhammed el-Mahledî, Ebûbekr b. Hânî, Ebûbekr b. Mihrân el-Mukrî,
Ali b. Muhammed et-Terrâzî gibi döneminin ünlü âlimlerinden ders almıştır. Sülemî ile
çağdaş olan Sa'lebî ondan tasavvuf ve hadis okumuştur. Tefsir sahasında şöhret kazanan
Sa'lebî'yi zayıf rivayet nakletmesi sebebiyle eleştirenler olmuştur. Müfessir hicrî 21
Muharrem 427, Mîlâdî 1036 yılında vefat etmiştir. Müfessirin tefsir sahasındaki ve
kendisinin şöhrete ulaşmasını sağlayan en önemli eseri el-Keşf ve'l-Beyân an Tefsîri'l-
Kur'ân'dır. Müellifin bunun dışında, Kitâb-u Arâisi'l-Mecâlis fî Kısasi'l-Kur'ân, Rebîu'l-
Müzekkirîn adlı eserleri de bulunmaktadır.502

Tefsiri:

Eser Tefsîr-i Sa'lebî diye de bilinir. Eser rivâyet ve dil ağırlıklı olarak yazılmıştır.
Eserde bir mukaddime yer almaktadır. Burada müfessir eseri neden ve nasıl yazdığı,
yararlandığı kaynaklar tefsîr ve te'vîl kelimeleri hakkında bilgi verir. Müfessir bazı
müfessir olmayan insanların tefsir yazarak tefsire bid'at karıştığını, bazı tefsirlerin de
sadece rivayet usûlüyle yazıldığını kendisinin de ehl-i zeyğe reddiye babında bazı şeyler
yazılması gerektiğini, halkın da böyle bir eser beklediğini belirterek eseri bu ihtiyaca
binaen kaleme aldığını belirtir. Eseri Besâit, mukaddemât, aded, tertîlât, kasas, rivâyât,

502
Sa'lebî'nin hayatı ve eserleri hakkında bkz. İbn Hallikân, Mu'cemu'l-Müellifîn, c.1, s.79-80, Bağdâdî,
Hediyye, c.1, s75, Dâvûdî, Tabakât, c.1, s.66, Zirikli, el-A'lâm, c.1, s.205-206, Kehhâle, Mu'cemu'l-
Müellifîn, c.2, s.60, Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.558-559, Süleymanoğlu, Yazma Tefsirler, s.45, es-Sa'lebî
Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhim, el-Keşf ve'l-Beyân, (thk. Ebû Muhammed b. Âşûr), Beyrut,
2002, c.1, s.5–7, 73–83, v.d.
88

vücuh ve'l-kıraat, ilel, ihticâcât, Arabiyye, lüğât, i'râb, muvâzenât, tefsîr, te'vîlât ve'l-
meânî, cihât, ğavâmid, müşkilât, ahkâm, fıkhiyyât, işârât, fedâil, kerâmât, ahbâr,
müteallikât, olmak üzere 24 esasa göre yazdığını belirtir. Müfessir, tefsirini 100 kadar
eserden istihrac ettiğini ve eserde 300'e yakın şeyhin rivayeti bulunduğunu nakleder.
Eseri mukaddimesinde bu eserlerle alakalı bilgiler verilmektedir. Bunların arasında, İbn
Abbas Tefsiri, İkrime, Kelbî, Mücâhid… gibi müfessirlerin rivayetleri bulunmaktadır.
Eser Fâtiha sûresinden Nâs sûresine kadar bütün Kur'ân'ın tefsirini içerir. Eserde rivayet
ve dil metodu ağırlıklı olarak kullanılır. Rivayetler senetleriyle birlikte verilir. Eserde
çokça şiirle istişhâd bulunmaktadır. Yer yer âyet ve hadisle istişhada rastlanır. Eserde
sûrenin tefsirine girmeden önce sûrenini önemi ve sebeb-i nüzûlü, sûresin âyet, harf ve
kelime sayısı hakkında bilgi verilir, sonra tefsire girilir. Aralarda yer yer fasıllar
bulunmaktadır. Eserde yer yer müfessir kendi görüşlerini belirtir. Eser, yer yer
isrâiliyyât içermesi sebebiyle eleştirilmiştir. Eser 10 cilt halinde 2002 yılında Beyrut'ta
basılmıştır. 503

4- Abdülkerîm b. Hevâzin Ebu'l-Kâsım el-Kuşeyrî (ö.376–465/986–1073) ve


Tefsîri, "Letâifu'l-İşârât"

Hayatı:

Horasan üstâdı diye tanınan Zeynü'l-İslâm ünvanıyla meşhûr Abdülkerîm b. Hevâzin


Ebu'l-Kâsım el-Kuşeyrî, Nişâbur civarındaki Üstüvâ kasabasında Rebîülevvel
376/Temmuz 986 yılında dünyaya gelmiştir. İlk tahsîlini, Ebu Kasım Meyânî
(Yemanî)'de yapmıştır. Daha sonra annesi kendisini maliye memuru olması için
Nişabura göndermiş, orada Şeyh Ebû Ali Dekkâk'ın vaazı hoşuna gidince kendisine
intisap etmiştir. Daha sonra aralarında Ebûbekr b. Muhammed b. Muhammed ve
Ebûbekr b. Muhammed b. Hüseyn b. Fûrek ve Sülemî'nin de bulunduğu bir kısım
ulemadan dersler aldı. Tasavvuf, tefsir, fıkıh, kelâm ve hadiste temeyyüz etti. Hıfzının
kuvvetiyle meşhurdur. 30 yaşına gelmeden ders vermeye başlamıştır. Bir ara hapse
atılmıştır. Hac esnasında meşhur kelâmcı Cüveynî ile görüşmüştür. Kuşeyrî, 16

503
Sa'lebî'nin tefsiri hakkında bkz. Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.558-559, Süleymanoğlu, Yazma Tefsirler,
s.45, es-Sa'lebî Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhim, el-Keşf ve'l-Beyân, (thk. Ebû Muhammed b.
Âşûr), Beyrut, 2002
89

Rebîülevvel 465/ 2 Aralık 1073'de Nişabur'da vefat etmiştir. Kuşeyrî'nin tefsiri Letâifü'l
İşârât dışında yine meşhur olan er-Risâle, Nahvu'l-Kulûb adında eserleri vardır.504

Tefsiri:

Kuşeyrî, Kur'ân'ı baştan sona tefsir eder. Sûrelerin başındaki besmeleleri her defasında
surenin muhtevasına uygun şekilde tefsir eder. Eserde bir mukaddime bulunmaktadır.
Burada müfessir tefsirinin Kur'ân'ın, marifet ehlinin lisanındaki tefsiri olduğunu söyler.
Bu eserde başta Sülemî'nin Hakâiku't-Tefsîr'i olmak üzere birçok işârî tefsirden
yararlanılmıştır. Kuşeyrî özetle ayetin manasını verdikten sonra çeşitli anlamları
hakkındaki görüşlere değinir. Eserde bol miktarda dil ve şiirle istişhâda rastlanır.
Âyetleri istişhâd için getirdiği şiirleri Sülemî'nin tefsirinden almıştır. Âyet ve hadisle
tefsir yapılır. Rivayetleri senetsiz nakleder ve Sülemî'den daha derli topludur. Tefsirde
yer yer ahkâm âyetleri de te'vîl edilmiştir. Bâzen ayetin hem zâhir hem de işârî manası
birlikte verilir. Eserde işârî tefsirin yanında zâhir tefsire de rastlanılır. Aralarda fasıllara
rastlanılır. Eser, üç cilt halinde 1967, 1970, 2000 yıllarına Kâhire'de basılmıştır.505

5- Ebû Muhammed Ruzbahân b. Ebî Nasr el-Baklî eş-Şirâzî (ö.606/1210) ve


Tefsîri, "Arâisü'l-Beyân"

Hayatı:

Baklî, 526–527 yıllarında Fesa'da doğdu. Babasının sebzeci olması dolayısıyla Baklî
diye anıldığı söylenmektedir. Çevresi pek dindar olmamasına rağmen kendisinin çok
küçük yaşlardan itibaren dine bağlı yaşamaya başlamıştır. On beş yaşında cezbeye
kapılmaya başladığı rivayet edilir. On yedi yaşında tasavvufa yöneldi Şeyh Cemâlüddîn
b. Halîl'e intisab etti. Hayatının büyük çoğunluğunu Şiraz'daki dergâhında ve camide
vaaz vermekle ve eser yazmakla geçirdi. Tefsir, hadis, fıkıh ve tasavvufta derinleşmiştir.

504
Kuşeyrî'nin hayatı ve eserleri hakkında bkz. Hücvirî, Keşfü'l-Mahcûb, s.209, Suyûtî, Tabakâtü'l-
Müfessirîn, s.21, Kehhâle, Mu'cemu'l-Müellifîn, c.6, s.6, İbn Hallikân, Mu'cemu'l-Müellifîn, c.2, s.375,
Câmî, Nefehât, s.313
505
Kuşeyrî'nin tefsiri hakkında bkz., Kuşeyrî, Abdülkerîm b. Hevâzin Ebu'l-Kâsım, Letâifü'l İşârât
90

En çok tanınan eseri işârî olarak yazdığı tefsiri Arâisü'l-Beyân'dır. Meşrebü'l-Ervâh,


Mantıku'l-Esrâr, Risâletü'l-Üns eserlerinden birkaçıdır. 506

Tefsiri:

Baklî, tefsirinin mukaddimesinde rabbani bilgi ve hikmete iyice daldıktan ve kendinden


önceki işârî tefsirleri iyice inceledikten sonra tefsirini kaleme aldığını nakleder.
Kur'ân'ın derin manalarının olduğunu ancak onlardan bir kısmını sunmak istediğini
belirtir. Ona göre Kur'ân ibare, işaret, letaif ve hakâikten gelen dört şeyi ifade eder.
Müellif zâhir manayı da inkâr etmemekle birlikte ayetlerin sadece işari manalarını ele
almıştır. Bâzı yorumları Bâtıniye'ninkine benzemektedir. Eser, Sülemî ve Kuşeyrî'nin
eserlerine dayanmakla birlikte, Baklî ayetleri yorumlarken içine doğan manaları da
eklemiştir.507

Coşkulu bir tasavvuf anlayışına sahip olan Baklî'nin Arâisu'l-Beyân'ı Hindistan'da 1301
yılında iki cilt olarak, kenarında Kâşânî'nin Te'vîlât'ı ile birlikte basılmıştır.

6- Necmeddin Ebubekir b. Abdillah b. Muhammed b. Şâhâvâr el-Esedî er-Râzî ed-


Dâye (ö.654/1254) ve Âlâu'd-Devle Simnânî'nin (ö.659–736/1261–1336) Yazmış
olduğu Te'vîlât-ı "Necmiyye"

Hayatı:

A-Necmeddîn-i Dâye, 573/1178 yılında Re'y şehrinde doğdu. Necmeddin Râzî olarak
da bilinir. Necmeddin adı mahlas olarak kullandığı "Necm/Necmâ" kelimesinden
kaynaklanmakta, "Dâye" lakabı ise çok sayıda mürid yetiştirdiğine işaret etmektedir.
İlim tahsili için yolculuklar yaptı. Necmeddîn-i Kübrâ'dan ve Mecdüddîn-i Bağdâdî'den
dersler almıştır. Sühreverdî ile görüşmüştür. İlim için geziler yapmış olan Dâye,
Sadreddin Konevî ve Mevlânâ ile görüşmüştür. Müfessir, 654/1254 yılında ömrünün
son otuz yılını geçirdiği Bağdat'ta vefat etmiştir. En önemli eseri ilk dokuz cildini

506
Baklî'nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi için bkz. Hoca, Nazif, "Baklî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991,
c.4, s.545-547, Şahinoğlu, M. Nazif, "Arâisü'l-Beyân" D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991, c.3, s.265,
Bilmen,Tabakâtu'l-Müfessirîn, c.2, s.318-319, Ateş, İşârî Tefsir Okulu", s.136-139
507
Baklî'nin tefsiri hakkında bilgi için bkz. Hoca, Nazif, "Baklî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991, c.4, s.545-
547, Şahinoğlu, M. Nazif, "Arâisü'l-Beyân" D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991, c.3, s.265, Bilmen, Tabakâtu'l-
Müfessirîn, c.2, s.318-319, Ateş, İşârî Tefsir Okulu", s.136-139
91

yazdığı Bahru'l-Hakâik ve'l-Meâni adlı tefsiridir. Bunun dışında Mirşâdü'l-İbâd, Risâle-


i Aşk, Menârâtü's-Sâirîn adlı eserleri de vardır.508

B-Simnânî, 669/1261 yılında Simnân'a bağlı Sûfîâbâd köyünde dünyaya gelmiştir.


Kültürlü bir ailenin çocuğudur. Amcası vezirlik yapmıştır. Dayısı da Argun Han'ın sağ
koludur. İktidara yakın olmak için çaba göstermiş, Argun Han'ın nedimi olmuştur. Ona
itaati Alla'a itaate tercih eder duruma gelmiş ve gaibden gelen bir sesle tevbe edip uzlete
çekilmiştir. Malını sadaka olarak dağıtmıştır. Bu sırada hadis, fıkıh ve kelamla meşgul
olmuştur. İzzeddin Fârûşî, Reşîdüddîn b. Ebi'l-Kâsım gibi âlimlerden ders almıştır. 22
Recep 736/1336 yılında Sufiâbâd'da vefat etmiştir. Simnânî'nin değişik dallarda
yazmış olduğu eserlerinin sayısının 300'ü aştığı söylenir. Tefsirinin dışında Menâziru'l-
Muhazir, el-Urve, Fethü'l-Mübin, Divân adında eserleri vardır.509

Tefsiri:

Mevcut nüshada Kamer sûresinin 9. ayetinin tefsirinin ardından tefsirin adı, Necmü'l-
Kur'ân olarak verilmiştir. Bazı eserlerde ise eser, Necmü'l-Kur'ân fî Te'vîlâti'l-
Kur'an olarak kaydedilmiştir. Yine mevcut nüshaya göre tefsir, Necmeddin Dâye'nin
meşhur Bahru'l-Hakâik adlı tefsirinin Necm suresinden itibaren Kur'ân'ın sonuna kadar
olan bölümünün tefsirinden ibarettir. Kamer suresinin 9. ayetinin tefsirinde Necm
suresine kadar olan kısmı Necmeddin Daye'nin, geri kalan bölümün ise -müellifin ömrü
yetmemesi sebebiyle- Simnanî tarafından tamamlandığı şöyle ifade edilir: "Allah, Teâlâ
onun (Daye'nin tefsirini tamamlamayı bana ilham etti, müellif hattıyla yazılan tefsir,
dokuz cilt, bu zeyil de bir cilt olup, böylece tamamı on cilt olmuş demektir. Simnânî,
esere bir mukaddime yazmış ve Fâtihâ sûresini yeniden tefsir etmiştir. Aslı itibariyle 10
cilt olan bu tefsir, beş büyük cilt halinde basılmıştır. Esere aynı zamanda Tefsîr-i Necmî
ve Bahru'l-Hakâik ismi verilmektedir.

508
Necmeddîn-i Dâye'nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi için bkz. Ateş, "İşârî Tefsir Okulu", s.139,
Zebebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.393, Okuyan, Mehmet, "Necmeddîn-i Dâye", D.İ.B., İ.A.,
İstanbul, 2006, c.32, s.496-497
509
Simnânî ve eserleri hakkında bkz. Bağdâdî, Hediyye, c.1, s.108, Dâvûdî, Tabakât, c.1, s.67,
Kehhâle,Mu'cemu'l-Müellifîn, c.6, s.291, Süleymanoğlu, Yazma Tefsirler, s.225, Şahinoğlu, M. Nazif,
"Alâüddevle-i Simnânî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1989, c.2, s.345-347, Algar, Hamid, "Bahru'l-Hakâik ve'l-
Meanî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991, c.4, s.515, Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.139-160
92

Eser Latîfe-i nefsiyye, kalbiye, sırriyye, rûhiyye, hafiyye, hakkiyye olmak üzere altı
kavram doğrultusunda te'lif edilmiştir. Tefsirde lügavî îzahlar yapılmaz, zâhir
yorumlara, rivayetlere yer verilmemiştir. Eserde âyetler bu altı kavram doğrultusunda
kısmen bütün, kısmen birkaç âyet bir arada tefsir edilmiştir. Simnânî'nin tefsirlerinde
vahdet-i vücût anlayışı ağır basmakta, bu konuda İbn Arabî ile onun yolundan giden
Kâşânî'nin tesiri kendisini hissettirmektedir.510

7- Ni'metullah b. Mahmûd en-Nahcuvânî (ö. 920/1514) ve Tefsîri, "el-Fevâtihu'l-


ilâhiyye ve Ma'rifetü'l-Ğaybiyye"

Hayatı:

Nahcuvânî'nin hayatı hakkında çok fazla bilgi yoktur. Bunun sebebi onun şöhretten
kaçınan birisi olmasına bağlanır. Nahcuvânî, Azerbaycan'a bağlı Nahcıvan şehrinde
doğmuştur. Bu lakabın dışında Şeyh Avlân, Avlân el-Akşehrî, Baba Nimetullah,
Nimetullah Sultan, Baba Nimet isim ve lakaplarıyla da anılmaktadır. Soyu ailesi ve
tahsîli hakkında bilgi yoktur. Tahsilini muhtemelen Uzun Hasan ve Oğlu Sultan Yakup
döneminde Nahcıvan ve Tebriz'de yapmıştır. Sûfî olmakla birlikte hangi tarikata bağlı
olduğu bilinmemektedir. Nahcuvânî Yâkup'un ölümünden sonra taht kavgaları ve Safevî
saldırılarına maruz kalan Tebriz'den ayrılıp Anadolu'ya gelmiş ve Akşehir'e
yerleşmiştir. Vefat tarihi hakkında farklı bilgiler verilmektedir. Mezarı Akşehir'dedir.
Nahcuvânî'nin en önemli eseri işârî tefsir metoduna göre yazmış olduğu el-Fevâtihu'l-
ilâhiyye ve Ma'rifetü'l-Ğaybiyye adlı eseridir Bunun dışında müellifin Şerh-i Gülşen
Râz, Terceme-i Nakşî Fusûs, Hidâyetü'l-İhvân, Mecmu'â-i Letâif, Hâşiye alâ Tefsîr-i
Beyzâvî adlı eserleri vardır. Müfessirin tefsiri ve İhvan adlı eseri dışındakiler Farsça, bu
ikisi Arapça yazılmıştır.511

510
Tefsir hakkında bkz. Süleymanoğlu, Yazma Tefsirler, s.225, Algar, Hamid, "Bahru'l-Hakâik ve'l-
Meanî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991, c.4, s.515, Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.139-160
511
Nahcuvânî'nin hayatı ve eserleri hakkında için bkz. Bağdadî, Hediyye, c.2, s.497, Zirikli, el-A'lâm, c.8,
s.39, Bursalı, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ankara c.1, s.40, Kurt, Yaşar, "Ni'metulah b.
Mahmûd", "D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2007, c.33, s.132-133
93

Tefsiri:

Nahcüvânî'nin tefsirinde bir mukaddime bulunur. Burada tefsirinin ismi, mutlak vücut,
ilimlerin mutlaklığı, zevk ve meşreb erbâbı, küllî ilimler, ilâhî isimlein anahtarı, kemâl
vasıfları gibi konulardan bahseder. Eserinin orijinal olduğunu, hiçbir kitaba müracaat
etmeden yazdığını iddia eder. Nahcuvânî'nin tefsir metodu önceki işârî tefsirlerden
farklıdır. Ondan önceki müfessirler her âyeti tefsir etmezken, Nahcuvânî Kur'ân'ın
Fâtihâ'dan Nâs Suresine kadar bütün âyetlerini kelime kelime tefsir etmiştir. Ayrıca
tefsir edeceği her sureye bir fatiha (giriş) ile başlar ki burası sûrenin tefsir edildiği
bölümdür. Eserde her sûrenin ardında bir de hâtime bölümü bulunmaktadır. Burada da
sûreden çıkarılacak sonuç ifade edilir. Eserde yer yer dipnotlarda verilen açıklamalara
rastlanır. Bu da o döneme kadar görülmeyen bir üsluptur. Açıklamalar kısa kısadır.
Sec'e, kafiyeye çok önem verir. Eserde ağırlıklı olarak Vahdet-i Vücût görüşü hâkimdir.
Yer yer ahkâma dair ayetlerin de işârî metodla tefsir edildiği görülmektedir. Eserde
şiire, dile ve rivâyete pek rastlanılmaz. Kuşeyrî'nin tefsirinde olduğu gibi sûre
başlarındaki besmeleler, ilgili sûrenin muhtevasına uygun tarzda her sûre başında tefsir
edilir. Eser iki cilt olarak 1326 yılında İstanbul'da ve Kâhire'de basılmıştır.512

8- İsmâil Hakkı Bursevî (1063–1137/1653–1725) ve Tefsîri, "Rûhu'l-Beyân fî


Tefsîri'l-Kur'ân"

Hayatı:

Tanınmış Türk müfessiri ve ahlakçısı olan Bursevî, ayrıca devrinin ünlü


mutasavvıflarından İsmail Hakkı Bursevî, 1063 yılının Zilkade ayında (1653) bugün
Bulgaristan sınırları içerisinde bulunan Aydos'ta doğmuştur. Uzun süre Bursa'da
yaşadığı için Bursevî nisbesiyle meşhûr olmuştur. Yedi yaşında annesini kaybedince
bakımını büyükannesi üstlendi. Osman Fazlı Efendi'nin halifesi Ahmed Efendi'den
Arapça dersleri aldı. Bundan sonra öğrenimine Edirne'de devam etti. Daha sonra
tasavvufa intisab eden Bursevî, 1086 yılında halife tayin edilerek Üsküp'e gönderildi.
Bursevî, burada camilerde vaaz etmeye ve ders vermeye başladı. Üsküp müftüsü ve
taraftarlarını eleştirilince mahkemeye verildi. Vaazlarında değindiği vahdet-i vücüt
konuları sebebiyle takibata uğradı. Tekfûr dağına sürgüne gönderildi. 1722'de Bursa'ya

512
Nahcuvânî'nin tefsiri hakkında bilgi için bkz., Nahcuvânî Ni'metullah b. Mahmûd, Fevâtihu'l-ilâhiyye
ve Ma'rifetü'l-Ğaybiyye, İstanbul, 1326
94

geri dönen Bursevî 9 Zilkâde 1137 (20 Temmuz 1725) yılında Bursa'da vefat etmiştir.
Kabri buradadır. Vahdet-i Vücût anlayışını savunan Bursevî'nin tefsirinde Celâleddîn-i
Rûmî, Sadreddin Konevî, Abdürrezzâk Kâşânî ve Necmeddîn-i Dâye'nin etkisi
görülmektedir. Bursevî'nin çeşitli dallarda ve konularda yazmış olduğu 100'ü aşkın eseri
bulunmaktadır. Kuşkusuz bunların en meşhûru tefsîri Ruhu'l-Beyân'dır. Kitâbü'l-Mir'ât,
Şerhu'l-Mesnevî, Silsilenâme-i Celvetiyye, Kitâbü'n-Necât bunlardan sadece birkaçıdır.
513

Tefsiri:

Bursevî 1096/1685 yılında yazmaya başladığı tefsîrini 21 yılda, 1117/1705'te


tamamlamıştır. Osmanlı döneminde yazılmış tefsirlerin en kapsamlısı ve en çok rağbet
görenidir. Müfessirin eserdeki kaynakları Râzî'nin Tefsîr-i Kebîr'i, Beyzâvî'nin
Envâru't-Tenzîl'i, Ebû Suûd Efendi'nin İrşâd'ı, Kâşânî'nin Te'vîlât'ı ve Necmeddin
Dâye'nin Te'vîlât-ı Necmiyye'sidir. Eserde büyük bilgin ve mutasavvıfların sözleri
toplanmıştır. Özellikle Sa'd-ı Şirâzî'den ve Mesnevî'den çokça Farsça şiir, hikâye ve
açıklama nakledilir. Eserde zâhir ve bâtın mana toplanmıştır. Bu sebeple eser, önce vaaz
olarak takrîr edildiğinden eserde mev'izaya ağırlık verilmiştir. Bu özelliği sebebiyle
eser, bir tefsir kitabı olmanın yanında aynı zamanda vaizlerin ellerinden düşürmediği bir
vaaz kitabıdır. Öyle ki bu eserde sırf ibret alınması ümidiyle aslı olmayan hikâye, bilgi
ve isrâiliyyâta ve tasavvufî şiirlere çokça yer verilmiştir. Eserde ayetler uzunca tefsir
edilmemiştir. Eser değişik zamanlarda dokuz ve 10 cilt halinde Arapça ve Türkçe
basılmıştır. (Arapça, İstanbul, 1255, 1285, 1286, 1306, 1330, 1333, 1389, 1969, Beyrut,
1255, 1264, 1276, 1278, 1287, Türkçe, İstanbul, 1995–1996)514

9- Şihâbüddîn Ebu's-Senâ Mahmud Âlûsi (ö. 1217–1270/1802–1854) ve Tefsîri,


"Rûhu'l-Meânî ve Tefsîri'-l-Kur'âni'l-Azîm ve Seb'i'l-Mesânî"

Hayatı:

Âlûsî, 1217/1802 yılında Bağdat'ta dünyaya gelmiştir. Soyu baba tarafından Hz.
Hüseyin'e, anne tarafından Abdülkâdir Geylânî ve oradan da Hz. Hasan'a dayanır. Fırat

513
Bursevî'nin hayatı ve eserleri hakkında bkz. Namlı, Ali, Yurtsever, M. Murat, Yavuz, Yusuf Şevki,
Karadaş, Cağfer, "İsmâil Hakkı Bursevî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2001, c.23, s.102-110, Bursevî, İsmail
Hakkı, Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân, İstanbul , 1389, s.45-48
514
Bursevî'nin tefsiri hakkında bkz. Bursevî, İsmail Hakkı, Rûhu'l-Beyân fî Tefsîri'l-Kur'ân, İstanbul, 1389
95

nehri üzerindeki Âlûs adasına yerleştiği için bu nisbeyle anılmaktadır. Tahsiline


reîsilmüderrisîn olan babasında başlayan müfessir, Ali es-Süveydî, Alâeddîn Ali el-
Mevsılî, Mevlânâ Hâlid en-Nakşibendî'den dersler aldı. Hanefî ve Şâfî fıkhı ile hadis
okudu. Keskin zekasıyla meşhurdur. On üç yaşında kitap yazmaya ve ders vermeye
başladı. Eserlerini resmî görevleri sebebiyle gece yazar sabah olunca kâtipleri saatlerce
müsveddeleri temize çekmek için uğraşırlardı. Otuz yaşında Bağdat müftüsü oldu. Otuz
yıl sonra bu vazifeden azledildi. Müfessir 34 yaşında yazmaya başladığı tefsirini 16
yılda, 1267/1851 yılında bitirdi. Tefsirini sunmak ve azlini anlatıp hakkını aramak için
İstanbul'a padişah Abdülmecid ile görüşmeye geldi. Ancak umduğunu bulamadan
Bağdat'a geri döndü. 1270/1854 yılında Bağdat'ta sıtma hastalığı sebebiyle vefat
etmiştir. Alûsî yirminin üzerinde eser yazmıştır. Bunların en önemlisi meşhur
tefsiri Rûhu'l-Meânî ve Tefsîri'-l-Kur'âni'l-Azîm ve Seb'i'l-Mesânî'dir. Havâşî Şerh-i
Katr, Gâyetü'l-İhlâs, et-Tırâzu'l-Mühezzeb, Neşvetü'ş-şümûl, Makâmâtü'l-Hayâliyye
müellifin eserlerinden bazılarıdır.515

Tefsiri:

Bu eser kıymetli bir tefsir ansiklopedisi ve zâhir ve batın manayı birleştiren bir denizdir.
Müfessir 34 yaşında yazmaya başladığı tefsirini 1267/1851 yılında bitirir ve tefsirin
adını dönemin sadrazamı Ali Rıza Paşa koyar. Eserin uzun bir mukaddimesi vardır.
Müfessir burada tefsir, te'vîl, müfessirin bilmesi gereken ilimler, tefsir çeşitleri,
Kur'ân'ın isimleri, Allah'ın kelâmının manası, yedi harf, Kur'ân'ın cem' ve tertîbi, i'câzı
ve belâğatı gibi konulardan bahseder. Eserin mukaddimesinde verilen bilgiye göre
Âlûsî, tefsirini gördüğü bir rüya üzerine yazmıştır. Âlûsî eserinde Kur'ân'ın Fâtihâ
sûresinden Nâs sûresine kadar her âyetini tefsir etmiştir. Müfessir sûrenin tefsirine
girmeden önce sûre hakkında bilgiler verir. Burada sûrenin diğer isimleri, Mekkîliği-
Medenîliği, fazileti hakkında bilgi verir. Âlûsî bu tefsirde rivayet ve dirâyet tefsirini
toplamıştır. Eserde rivayet ön plandadır. Rivayetler genellikler senetleriyle verilir.
Rivayetlerin kimler tarafından yapıldığı ve hangi kitaplarda zikredildiği belirtilir. Âlûsî,
rivayetlerin sıhhati konusunda bilgi verir ve bu rivayetler arasında bir değerlendirme

515
Âlûsî'nin hayatı ve eserleri hakkında bilgi için bkz. Bağdâdî, Hediye, c.2, s.418-419, Zirikli, el-A'lâm,
c.8, s.53, Kehhâle, a.g.e., c.12, s.175, Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.1, s.352-362, Bilmen, Tefsir
Tarihi, c.2, s.743-751, Eroğlu, Muhammed, "Âlûsî, Şehâbeddin Mahmûd", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1989,
c.2, s.550-551, Çelik Ahmet, Âlûsî'nin Rûhu'l-Meânî Adlı Eserinde İşârî Tefsir, Erzurum, 1996
96

yaparak kendi görüşünü söyler. Rivayetler arasında Ehl-i Sünnet ulemasının görüşlerini
tercih eder. Ehl-i Sünnet çizgisi dışındaki mezheblere çatar. Eserde sıkça dil ve kıraatle
ilgili bilgilere yer verilir ve şiirle istişhadda bulunulur. Müellif yer yer mutasavvıfların
sözlerini nakleder. Eserin diğer işârî tefsirlerden farkı, içerisinde kendisinden önce
zikrettiğimiz eserler kadar işârî tefsir barındırmamasıdır. Zâhirî tefsir, eserde daha çok
bulunmaktadır. Müfessir yer yer astronomiye temas eder, nahiv ve fıkıh meseleleri
üzerinde durur. En önemli kaynakları Râgıb Isfahânî, İbn Atiyye, Ebû Hayyân,
Zemahşerî, Ebu's-Suûd, Beyzâvî, Fahreddin Râzi'dir. Eserinde isrâiliyyatı reddeder.
Eser 9 cilt halinde 1301 yılında Kâhire'de ve 1924'te Mısır'da, 15 cilt halinde (ikişer cüz
halinde) Beyrut'ta ve 1997 yıllında 16 cilt halinde Beyrut'ta basılmıştır. Eseri Ahmet
Çelik, 1996 yılında Âlûsî'nin Rûhu'l-Meânî Adlı Eserinde İşârî Tefsir adıyla doktora tezi
olarak incelemiştir. (Erzurum, 1996)516

Bu eserlerin dışında daha ismini zikretmediğimiz birçok eser bulunmaktadır.517

516
Âlûsî'nin tefsiri hakkında bkz., Âlûsî, Şihâbüddîn Ebu's-Senâ Mahmud, Rûhu'l-Meânî ve Tefsîri'-l-
Kur'âni'l-Azîm ve Seb'i'l-Mesânî, Mısır, 1301, Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.1, s.352-362, Bilmen,
a.g.e., c.2, s.743-751, Çelik Ahmet, Âlûsî'nin Rûhu'l-Meânî Adlı Eserinde İşârî Tefsir, Erzurum, 1996
517
Bu ve diğer eserler hakkında daha fazla bilgi için bkz. Zehebî, a.g.e., c.2, s.379-398, Ateş, İşârî Tefsir
Okulu, s.63-257, Uludağ, "İşârî Tefsir", s.427-428 ve yukarıda kendileri hakkında bilgi verilen eserlerin
kendileri.
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

TE’VÎLÂTÜ’L-KUR’ÂN

A- KÂŞÂNÎ'NİN TE'VÎLÂTÜ'L–KUR'ÂN'I

Te’vîlâtu’l-Kur’ân, İbnu’l-Arabî’ye izâfe edilerek Tefsîr-i Şeyh-i Ekber ismi ile basılan
ve ayetlerin işârî tefsir metoduna göre tefsir edildiği bir eserdir. Müellif bu eseri, te’vîl
hakikatleri hususunda Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl'in muhtasarı olarak yazmıştır.
Kâşânî, adı geçen eserin mukaddimesinde bu hususu dile getirmiştir. Müellif, mezkûr
eserin mukaddimesinde verdiği bilgiye göre, önce Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl
tertibinde Kehf suresini yazdığı; ancak daha sonra bunu bitirmeden Te’vîlât’ı
tamamladığını, daha sonra tekrar Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl adlı eserine
dönerek tefsirini tamamladığını ifade etmektedir.518

Kâşânî'nin Te'vîlâtu'l–Kur'ân (Kahire 1283, 1317) adlı işârî tefsiri yanlışlıkla İbnü'l-
Arabî'ye mal edilerek Tefsîr-u İbni'l-Arabî diye tanınmıştır.519 Bütün bu gerçekler yine
de son baskının (Beyrut, 1968) yayıncılarını eski başlığı muhafaza etmekten ve eserin
İbn Arabî'ye ait olduğunda ısrar etmekten alıkoyamamıştır ki, bu da muhtemelen, ticarî
menfaatle alakalı nedenlerden dolayıdır. Çünkü İbn Arabî adı, çok açık bir biçimde,
Kâşânî adından daha çok şöhretli ve tanınmıştır. Kim bilir onlar belki de, çok sık olarak
Kur'ân tefsirinin alışılmış normları dışına çıkan bir eserin basımını bir büyük ismin
arkasına sığınarak korumaya çalışıyorlardı.520 Eser (1300 H./1883M.) baskısı olan
Hindistan'da olmak üzere, pek çok baskının konusu olmuştur. Kâşânî'nin bu tefsiri, alt
başlıktaki İbn Arabî'ye nisbetle, Ruzbahân-ı Baklî Şirâzî'nin Arâisu'l-Beyân fî Hakâikı'l-
Kur'ân adlı eserinin kenarında da bulunmuştur.521 Son baskısı 1968 yılında Beyrut'ta
yapılmıştır.522 Ayrıca tefsir, Tefsîr-i Şeyh-i Ekber adıyla 1317 yılında Hâzin tefsirinin

518
Kâşânî, Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl, vr. 1b
519
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.427, ayr. bkz. Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.25
520
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.26
521
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.28; Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.400
522
Bkz. Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.28
98

kenarında basılmıştır. Biz çalışmamızda bu baskıyı esas alacağız. Kâşânî, bu eseri İbni'l-
Arabî'den esinlenerek yazmakla beraber yorumları daha ılımlıdır. Eser Te'vîlât-ı
Kâşâniyye adıyla Türkçe'ye de çevrilmiştir. (trc. Ali Rıza Doksanyedi, Ankara 1987)523

Bu tefsirin Kâşânî'ye ait olduğu şu sebeplerle netlik kazanmaktadır:

1-Eserin mahtût nüshalarının tamamında, eser Kâşânî'ye nisbet edilmektedir.524

2- Kâşânî Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl adlı eserinin mukaddimesinde Kehf


suresinin tefsirine gelince bu eseri yazmayı bıraktığını, zâhirî tefsiri bırakıp tasavvufî
metodla Te'vîlât'ul-Kur'ân'ı bu eserinin muhtasarı olarak yazdığını belirtmektedir.525
526
2- Biyografi kitapları bu kitabın Kâşânî'ye ait olduğunu belirmektedir. Konu ile
alakalı olarak Kâtip Çelebi şu bilgileri vermektedir. "(Bu eser) Te'vîlât-ı Kâşânî olarak
bilinir. Bu (eser) tasavvuf ıstılahına göre te'ville tefsir (esasına göre yazılmıştır.)'dir.
Sâd suresi sonuna kadardır. 887'de vefat eden Kemâleddin Ebî Ğanâim Abdirrezzâk b.
Cemâleddînî el-Kâşî es-Semerkandî'ye aittir. (Kitabın) evveli Elhamdülillahillezi ceale
menâzıme kelâmihî mezâhira sıfatihi ilh. şeklindedir.527 Bu bilgi müellifin eserin sadece
bu sureye kadar olan bölümünü ihtiva eden nüshasını gördüğüne delildir. Bu eser yazma
ve matbû halde tam olarak mevcuttur.528 "Bizzat Kâtip Çelebi'nin de Kâşânî'nin
Te'vîlâtü'l-Kur'ân isimli eserinin sadece ilk otuz sekiz sureyi kapsamasının gerekçeleri
olduğuna inandığı sebepler açık değildir. Gerçekteyse, Kur'ân'ın baştan sona tefsirinin el
yazmaları bize ulaşmıştır. Üstelik tam tefsirin metni, mükemmel bir üslûp ve düşünce
birliği göstermekte olup, bir ikinci kısmın sonradan ona ilave edilmiş olabileceğini farz
etmeye hiç imkân vermemektedir."529 Yine müellifin burada ikinci bir yanlış yaptığını
görmekteyiz. Kâtip Çelebi,730 ilâ 735 yıllarında vefat eden Te'vîlâtü'l-Kur'ân sahibi
sûfî müfessir Abdürrezzak Kâşânî'yi, 887 yılında vefat eden Matlau's-Sa'deyn fî Târih
adlı eserin sahibi tarihçi Abdürrezzak b. Celâlüddîn İshak Kemâlüddîn Semerkandî ile

523
Bkz. Uludağ, "İşârî Tefsir", c.12, s.427,
524
Bkz. Zehebî, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, c.2, s.400, Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.63
525
Kâşânî, Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl, vr. 1b
526
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn,, c.1, s. 107, 336; ayr. Bkz. Bağdâdî, Hediyye, s.567; Brockellman, Sup. II,
s.280, Bilmen, Tefsir Tarihi, c.2, s.430, Mollaibrahimoğlu, Yazma Tefsirler, s.219
527
Kâtip Çelebi, Keşfüzzünûn, c.1, s.336
528
Bu konu ile ilgili bilgi ileride verilecektir.
529
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.28
99

karıştırdığını görmekteyiz.530 Kâşânî hakkında araştırma yapanlar bu gerçeği kabul


etmektedir.531

3-Müellif gerek Hakâiku't-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl adlı eserinin mukaddimesinde iki


şeyhi Abdüssamed b. Ali en-Natanzî ve Natanzî'nin dilinden düşürmediği es-Saîd el-
Kîşî'den532 ve daha da önemlisi Te'vîlât'ta da yine Hakâik'ta bahsettiği ve ilimde
kendisine yol gösterici olarak tavsif ettiği Nûreddin Natanzî'den533 bahsetmektedir.

"Şeyh Nureddin Abdussamed Natanzî, Ali b. Burğuş'un (k.s.) mürididir. Ulûm-u zâhirî
ve bâtınîde âlim idi. Şeyh İzzeddin Mahmud Kâşî, Şeyh Kemâlüddîn Abdürrezzak Kâşî
ikisi de onun müridi idi."534 Yukarıdaki ifadelerden anlamaktayız ki Kâşânî'nin ilk
hocası Natanzî'dir.

Kâşânî, Kîşî'nin sohbetinde bulunmuştur. Natanzî, onun için, "Bu devirde tarîk-i
marifete onun gibisi yoktur." demiştir.535 Bu bilgilere bakıldığında Kîşî Kâşânî'nin
marifette olgunlaşmasında kendisine üstadlık yapmıştır. Bunun yanında zâhirî ilimlerde
de kendisine yol göstermiş olabilir. Bu konuda ayrıntılı bir bilgiye sahip değiliz.

İbn Arabî 638/1240 yılında vefat etmiştir. Kendisine 699/1300 yılında vefat etmiş olan
Natanzî ile 694/1295 yılında vefat etmiş olan Kîşî'nin hocalık yapması mümkün
görünmemektedir.536

4-Kâşânî Te'vîlât'ta Fil suresi tefsirinde şunları söylemektedir. "Bizim zamanımızda


fareler, Ebîverd şehrini istilâ edip mahvettiler. Sonra Ceyhun Irmağı'nın kıyısına gelip
her biri ırmak kenarındaki meşelerden birer dal alıp, üzerine binerek ırmağı
geçtiler."537 Süleyman Ateş bu ifadelere dayanarak İbn Arabî'nin Ebîverd tarafına
gittiğini gösteren hiçbir delilin bulunmadığını, dolayısıyla bu olayı anlatanın Ebîverd
hadisesini bilen Kâşânî'nin olduğunu belirtmektedir.538

530
Hayatı hakkında bkz. Bağdâdî, Hediyye, s.567
531
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s. 25-26, Macdonald, "Abdürrezzâk Kâşânî", s.106,
Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk" , s.5
532
Kâşânî, Hakâiku’t-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl, vr. 1a
533
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3 s. 494
534
Câmî, Nefehât, s.534
535
Câmî, Nefehât, s.540
536
Ayr. bkz. Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.26
537
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.474
538
Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s. 04–205
100

5- En önemlisi, Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye adlı eserinde Te'vîlât'tan, Te'vîlâtü'l-


Kur'ân'il-Hakîm olarak bahseder ve bu eseri Şerh-u Kitâb-i Menâziri's-Sâirîn ve Şerh-u
Fusûsi'l-Hikem'den sonra yazdığını belirtir.539

Bütün bu deliller bu eserin İbn Arabî''nin değil, sûfî Abdürrezzak Kâşânî'ye ait
olduğunu desteklemektedir.540

"Kâşânî güçlü bir sûfî olmakla birlikte zâhir ilimlerde de söz sahibidir. O, şeyhi
Natanzî'nin tavsiyelerine uyarak zâhir ilimlerde de mütebahhir olmuştur. O'nun tefsire
dâir Hakâiku’t-Te'vîl ve onun muhtasarı olan Te’vîlâtu’l-Kur'ân'ı bu ilimdeki derinliğini
gösterir.

Kâşânî'nin Kur'ân tefsirinin biçimi ve tarzı, [gerçekleştirilmeye] niyet edilmiş olan gaye
tarafından koşullandırılmış ve belirlenmiştir ki bunun, tarikata sülûk etmiş olan sûfîleri
(sâlikûn), Kutsal Kitâbın işârî yorumunun imkanlarına yöneltmeyi amaçlayan bir gaye
olduğu söylenebilir."541

"Kâşânî, tefsirini İbn Arabî tarafından gerçekleştirilen sentezden sonra, tasavvufî


doktrinin en mükemmel olgunluğa ulaştığı bir zamanda te'lîf ediyordu. Sadece,
kavramsal araç-gereç ve entelektüel yöntemin, tarihî bir zirve olarak
değerlendirilebilecek olan bir kavrayış gücüne ulaşmış olmalarından değil; ama aynı
zamanda, tasavvufî tefsirin uzun zamandan beri artık, metnin lâfzî (literal) anlamına
öyle çok istinat etmemesi sebebiyle."542

Kâşânî'nin Hakâiku't-Te'vîl adlı eserinin te'vîl bölümlerinden oluşan bu eser Kur'ân'ın


baştan sona yapılmış işârî tefsiri olmakla birlikte, eserde tüm ayetler tefsir edilmiş
değildir. Tefsir edilen ayetlerde de -sayılı ayetlerin dışında- uzun izahlara girilmemiş,
kimi zaman ayet bir veya birkaç kelime ile açıklanmıştır. Bununla birlikte eserde çok
miktarda zâhirî tefsir de bulunmaktadır. Müellif eserinin mukaddimesinde te'vîl kabul
etmeyen veya buna ihtiyaç hissedilmeyen ayetleri te'vîl etmek için uğraşmadığını,543
zâhir ahkâmdan te'vîl kabûl etmeyenleri zâhir üzere tefsîr etme gayreti güttüğünü, bu
ayetlerden çok azını te'vîl ettiğini söyler.544 Ağırlıklı olarak dirâyet metoduyla yazılmış
eserde yer yer rivayetlere yer verilmiştir. Eserde çok miktarda Hz. Ali ve Câfer-i
539
Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye, s.11
540
Zehebî, et-Tefsir ve'l-Müfessirûn., c.2, s.401, ayr. bkz. Ateş, İşârî Tefsir Okulu, s.204–205
541
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.30
542
Lory, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, s.31
543
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.9
544
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.10
101

Sâdık'tan rivâyette bulunulması, daha önce de belirttiğimiz gibi Kâşânî'nin Bâtınî


olduğu düşüncesini doğurmuştur. Bu açıdan bakıldığında eserin tam bir işârî tefsir
olduğunu iddiâ etmek oldukça güç olduğu gibi, Bâtınî tefsir olduğunu da iddia
edemeyiz. Şimdi Te'vîlât üzerine yapılmış çalışmalar hakkında bilgi verelim.

B- TE'VÎLÂTÜ'L-KUR'ÂN ÜZERİNE YAPILMIŞ ÇALIŞMALAR

Kâşânî'nin Te'vîlât'ı hakkında pek fazla bir şey yazılmamıştır. Yayınlanmış


incelemelerin bir kısmı ise eserin Kâşânî'ye aidiyetini isbat sadedinde yazılmıştır. Şimdi
kısaca bu eserler hakkında bilgi verelim.

1- Kâşânî'nin öğrencisi Dâvûd el-Kayserî (ö. 751/1350) Te'vîlâtu'l-Kur'ân'ın


mukaddimesinde besmele hakkında verilen bilgiler hakkında Şerhu'l-Besmele bi'-
Sureti'n-Nev'iyyeti'l-İnsâniyyeti'l-Kâmile adıyla bir şerh yazmıştır.545

2- Muhammed b. Şerîf el-Hüseynî de Terceme-i Te'vîlât-ı Kâşânî der Âyet-i Kerîme-i


ve'ş-Şems (Te'vîlâtu'l-Kur'ân'dan ve'-Şems Suresinin Farsça Tercümesi) adıyla Farsça
bir tercüme yapmış, bu tercüme 1206 yılında Şah Alem Hoca tarafından istinsah
edilmiştir.546

3- Eser, Ali Rıza Doksanyedi tarafından "Te'vîlât-ı Kâşâniyye" (Kur'ân-ı Kerîm'in Öz


Tefsiri) adıyla Türkçe'ye çevrilmiş ve M. Vehbi Güloğlu tarafından üç cilt halinde 1987
ve 1988 yılında Ankara'da neşredilmiştir. Bu eserde Kâşânî'nin hayatı ve ilmî yönü
hakkında sadra şifa bilgiler verilmemiştir.

4- Pierre Lory, Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ı değerlendirdiği "Les Commentaires ésotériques du


Coran d'aprés 'Abd ar-Razzâq al-Qâshânî" adlı eserini kaleme almış (Paris 1980, 1990,
1991), eseri Sadık Kılıç "Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri" adıyla Türkçeye
çevirmiş ve eser 2001 yılında İstanbul'da 151 sayfa halinde yayınlanmıştır. Eserde
Te'vîlâtü'l-Kur'ân tefsir ilminden ziyade tasavvuf ilmine göre incelenmiş ve Kâşânî'nin
hayatı ve ilmî yönü hakkında doyurucu bilgiler verilmemiştir.

545
Bayraktar, "Davûd-i Kayserî", s.35
546
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s. 66
102

5- M. Walsan, Yâsin ve Nûr Sureleriyle ilgili bölümleri "Le commentaire ésotérique du


Coran par Abdu-r-Razzâq Al-Qâchâni" adıyla Fransızca'ya tercüme etmiştir. Bu
tercüme, 1969 1969, 1973 ve 1975 yıllarında basılmıştır.547

6- Neal Robinson, 1991 yılında Islamo-Christina dergisinde (Roma, Sayı11, sayfa 21–
33) "Abd Al-Razzâq al-Qâshânî's Comments On Sûra Nineteen" adlı incelemesini
yayımlamıştır.

7- Muhammed Hüseyin Zehebî eserin İbn Arabî'ye değil de Kâşânî'ye aidiyetini isbât
için "Tefsîr-i İbn Arabî lil-Kur'ân Hakîkatuhû ve Hataruhû" adıyla 1982 yılında
Kâhire'de bir inceleme yayınlamıştır.

Bunların dışında eser hakkında çeşitli dillerde incelemeler yapılmıştır.

C-TE'VÎLÂT'IN KAYNAKLARI

Kâşâni, incelemiş olduğumuz eseri Te'vîlât'ta genelde naklettiği rivayetlerin kaynağını


vermez. Bunun yanında "denildi ki, rivayet edildi ki..." tarzında mübhem ifadeler
kullanır. Kendilerinden nakilde bulunduğu tefsirlerden de "tefsirlerde denildi ki, zâhiri
tefsirlerde denilmiştir ki...", şeklinde mübhem ifadelerle rivayette bulunur, tefsir ve
müfessir ismi belirtmez. Bunun yanında yer yer kendilerinden nakilde bulunduğu
kişilerden bahsetmektedir. Bunun sebebini o günkü eserlerde kendisinden nakilde
bulunulan eseri kaynak gösterme yani dipnot verme sisteminin olmamasına
bağlayabiliriz. Kâşânî kaynak gösterirken ağırlıklı olarak "Denildi ki,548 rivayete
göre,549 hukemâdan bazıları demişlerdir ki550, müfessirler dediler ki551,bazı tefsirlere
göre,552 bazı zahir ehli müfessir demiştir ki553, bazı zahir tefsirlerde denildi ki,554
tefsirlerde ihtilaf edilmiştir555, muhakkikûn dediler ki556, şâirin dediği gibi557,

547
Bkz. Uludağ, "Kâşânî Abdürrezzâk", s.5
548
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.122, 129, 201, c.2, s.264, 268, c.3, s.26, 38, 46, 269, c.4, s.230,
463, v. d.
549
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.225, 255, 459. v. d.
550
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.228, c.4, s.279
551
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.40, 41, c.4, s.199
552
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.189, 410
553
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.237, c.4, s.242
554
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.27, 44, 447
555
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.35, 332
556
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.61
557
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.69, 174, 224, c.2, s.145, c.3, s.61, 250, c.4, s.203, ö. d.
103

bazılarının dediği gibi,558 onlardan (sûfîlerden) nakledildiğine göre559, bazı şeyhleri


şöyle derken işittim560, mutasavvıfların dediği gibi561 şeklinde mübhem ifadeler kullanır.

Bu mübhem ifadelerin yanında Kâşânî, yer yer Hz. Îsâ'dan562, Habîb-i Neccâr'dan563;
sahâbeden Hz. Âişe'den564, Hz. Ömer'den565, Hz. Ali'den566, İbn Abbas'tan567, Kâbu'l-
Ahbâr'dan568, Muâz b. Cebel'den569, İbn Mesud'dan570, Saîd b. Cübeyr'den571, İbn
Ömer'den572, Câbir b. Abdillah'tan573, Velîd b. Muğîre'den574; Tâbiûn'dan Câfer-i
Sâdık'tan575, Katâde'den576, Dahhâk'tan577; sûfîlerden Cüneyd-i Bağdâdî'den578,
Semnûn'dan579, Ebû Yezîd-i Bestâmî'den580, Hallâc-ı Mansûr'dan581, Şiblî'den582, Hâtem
b. el-Esam'dan583, İbn Arabî'den584 nakillerde bulunur ve bu rivayetlerin sıhhati
noktasında herhangi bir değerlendirmede bulunmaz.

D-KÂŞÂNÎ'NİN TE'VÎLÂT'TAKİ GAYESİ VE METODU

Her müellif yazmış olduğu eserler için bir gaye gütmüş ve eserini belli metodla
yazmıştır. Bu açıdan Kâşânî'nin yazmış olduğu eserlerde de bir gaye ve metod

558
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.146,
559
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.111
560
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.339
561
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.421–422
562
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.306
563
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.7
564
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.166
565
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.353, 367
566
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.30, 57, 149, 194, c.2, s.183, 366, c.3, s.185, 286, 530, c.4, s.232, 422,
451 v.d.
567
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.76, 89, c.3, s.237, 242, 255, 384, c.4, s.28, 230, 476
568
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.76
569
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.452
570
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.153
571
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.478
572
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.329
573
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.255
574
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.141
575
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.7, c.2, s138, 164, c.3, s.255, c.4, s.195, 453
576
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.210, 262
577
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.12
578
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.170
579
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.293
580
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.162
581
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.162, 194
582
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.139
583
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.295
584
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.470
104

bulunmaktadır. Örneğin Kâşânî, Hâkâyıku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Te'vîl adlı tefsirini daha


önce zikrettiğimiz gibi dönemin vezîri Reşîdüddîn için yazdığını ifade eder. 585

Müellif Istılâhât-ı Sûfiyye adlı eserini de Şerh-u Fusûsi'l-Hikem ve Te'vîlâtu'l-Kur'ân'da


geçen ıstılahları açıklamak için yazdığını belirtir.586

Kâşânî'nin Te'vîlâtü'l-Kur'ân'ı yazmadaki gaye ve metoduna gelince, O, Te'vîlât'ı,


Hakâyıku't-Tefsîr adlı eserinden önce zâhir tefsiri atlayarak kendi (mânevî) halince bir
tefsir yazma isteği sebebiyle yazdığını, bu eserinde arzusunun kendisini yönlendirdiği
durumları beyan ettiğini ifade eder.587

Kâşânî, bizim için önemli olan husus, Te'vîlât'taki gayesini ve metodunu eserin
mukaddimesinde şöyle ifade eder:

"Ben uzun zaman Kur'ân tilavetine devam ettim. İman kuvvetiyle ve evrâda devam
etmek suretiyle onun manalarını inceden inceye düşündüm. Göğsüm daraldı, kalbim
yarılacak gibi oldu. Bir müddet onunla kalbim inşirah bulmadı ve ben onunla ünsiyet
kurana kadar onu mütalâaya devam ettim. Sonunda onun kadehin(den) içmenin tadına
vardım ve onu içtim. Ruhun heyecanı, göğsün açıklığı, konumun ve kalbin genişliği,
sırrın ferahlığı, vakit ve hâlin güzelliği ve ruhun sürûru (da yardım edince) açılma
başladı. Bu (açılım) sanki sabah akşam devam etti. Bana her ayetin altında birçok mana
göründü. Durumum sebebiyle onu (manaları) vasfetmeme ve onu korumak ve ifade
etmeye ne kudret var ne de onun neşrine ve ifşasına tahammül vardır. Yalnız ben
maksad ve dileğin ardından tahammül edebildiğim kadarını zikrettim.

İşte ben de bazı vakitlerde kalbime gelen bazı hakâik sırlarını ve doğuş nurlarını
yazmak istedim. Zâhir ve ahkâma dokunmadım. Çünkü onun bir sırrı vardır. "Kim
Kur'ân'ı kendi re'yi ile tefsir ederse kafir olur." denmiştir. Te'villerin ise sınırı yoktur.
Çünkü Te'vîl, dinleyenin ahvaline ve sülûktaki mertebesine göre değişir, derecesi
yükseldikçe kendisine bir anlayış kapısı açılır. Böylece bu yaprakları karalamaya
başladım. Ama tefsir yönüne dokunmadığım gibi ifadesi imkânsız olan doğuşlara da
temas etmedim. Bunu Kur'ân-ı Kerîm'in tertibine göre yazdım, tekerrür eden ayetleri
yeniden yazmadım. Bana göre te'vîl kabul etmeyecek ya da te'vîle ihtiyaç göstermeyecek
âyetleri te'vîl etmedim. Te'vîl ettiklerimde de mananın son sınırına ulaştığımı

585
Kâşânî, Hakâyıku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, vr.1b
586
Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye, s.11
587
Kâşânî, Hakâyıku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, vr.1b
105

söyleyemem. Zira benim anladığıma göre anlayış yönleri sınırsızdır. Bildiğime göre
Allah'ın ilmi bir sınırda durmaz. Zâhir ahkâmın zahirini kasdetmekle birlikte te'vîli
mümkün olanları da az te'vîl ettim ki bunun yapılabileceği bilinsin."588

Bu ifadelerden anlamaktayız ki, Kâşânî, sadece işârî çıkarımlardan oluşmuş bir tefsir
yazmak amacıyla Te'vîlât'ı kaleme almış ve bu eserde kalbine doğan manaları
zikretmiştir. Bu açıdan eserin İşârî Sûfî Tefsir ekolüne mensûb olduğunu söyleyebiliriz.
Bununla birlikte –daha önce de değindiğimiz üzere- eserde yer yere Nazarî sûfî tefsir
örneklerine de rastlanılmaktadır. Bu yöntem bize, Kâşânî'nin iki metodu birleştirme
gayreti içerisinde olduğunu düşündürmektedir.

1- DİRAYET YÖNÜNDEN TE'VÎLÂTÜ'L-KUR'ÂN

Kâşânî'nin Te'vîlât'ının ağırlıklı tefsir metodunu dirayet yöntemi ile tefsir


oluşturmaktadır. "Buna re'y ve ma'kûl tefsir de denilir. Rivayetlere munhasır kalmayıp,
dil, edebiyat, din ve çeşitli bilgilere dayanılarak yapılan tefsirlerdir. Burada
bahsettiğimiz re'yden maksad ictihaddır. Bu tefsir bir nevi zarurete, bir maslahata mebnî
olarak zuhûr etmiştir. Bidayette Araplar Arap yarımadasında iken dillerinin selikasına
hâkimdiler. Zamanla hudutlar genişleyip, yabancı milletler de onların kültürleriyle
karışınca, lisan melekeleri za'fa uğradı. Hele hele Arap olmayanların bu lisanı
öğrenmesi, Arapçanın gramerinin bilinmesine mütevakkıf oluyordu. Kur'ân da Arap
diliyle nazil olduğundan, onun anlaşılması da bazı fenlere ihtiyaç göstermekte idi. Artık
bu anlardan itibaren dirayet tefsirinin ortaya çıktığını görmekteyiz. Zamanla İslâm
ülkesi genişledikçe muhtelif fenler ve felsefî fikirler ilerledikçe ve çeşitli mezhepler
ortaya çıktıkça, tefsirlerde de bu hususlara dair malûmât verilmesi icâb ediyordu."589
"Fakat ulema re'y ile Kurân'ın tefsiri konusunda ihtilaf etmişler, eğer ayetten çıkarılan
mana Arap diline, Kitap, sünnet ve tefsir kaidelerine uygunluk arz ediyorsa bu tefsire
cevaz verilmiş, aksi takdirde yapılan aklî çıkarımların tefsir sayılamayacağı hükmüne
varmışlardır."590

588
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.5–10
589
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s.230
590
Bkz. Akk, Usûl-ü Tefsîr, s.171
106

Fahrüddîn er-Râzî'nin Mefâtih'ul-Gayb (Tefsîr-i Kebîr)'ı, Beyzâvî'nin Envâru't-Tenzîl ve


Esrâru't-Te'vîl'i, Zemahşerî'nin Keşşâf'ı, Nesefî'nin Medâriku't-Tenzîl ve Hakâiku't-
Te'vîl'i, Celâleddîn Suyûtî ve Mahallî'nin Tefsîr-u Celâleyn'i, Âlûsî'nin Rûhu'l-Meânî'si
dirayet metodu ile yazılmış tefsirlerden sadece birkaçıdır.

Kâşânî'nin Te'vîlât'ı da –yer yer rivayet içerse de- ağırlıklı olarak dirayet metoduyla
yazılmış işârî bir tefsirdir. Eserde gerek işârî yöntemle, gerek rasyonel (zâhirî) yöntemle
olsun, çokça dirayet metodu ile yapılmış yoruma rastlanır. Kâşânî, âyetleri yorumlarken
yer yer dil, âyet ve hadislerden, Arap şiirinden, hurûfîlikten istifade etmiştir. Şimdi
konu ile ilgili örneklere geçebiliriz.

A-TE'VÎLÂT'TA AYETLERE RASYONEL YAKLAŞIMLAR

Sûfî müfessirlerin işârî tefsirin meşrûiyetine delil olarak kullandıkları "Kur'ân'ın bir
zahrı, bir batnı, bir haddi ve bir matla'ı vardır."591 şeklinde hadis olarak rivayet edilen
sözde Kur'ân'ın zâhirî bir anlamından da bahsedilmektedir. Kur'ân'ın zâhiri (zahrı)'nin
ne olduğu konusunda ihtilaf olsa da592 bizim burada kastettiğimiz bâtının/işârî tefsirin
karşılığı anlamında kullanılan zâhiri-rasyonel yorumdur. Sûfî müfessirlerin ayetleri
öncelikli olarak zâhirî manada tefsir etme gayreti güttüklerini ancak; bunun yanında
şeriati ve ayetlerin zahiri anlamını inkâr etmeden işârî tefsire ağırlık verdiklerini
görüyoruz. Kâşânî de sûfî yorumların yanında ayetlere literal anlamlar da yüklemiştir.
Müellif eserinin mukaddimesinde te'vîl kabul etmeyen veya buna ihtiyaç hissedilmeyen
ayetleri te'vîl etmek için uğraşmadığını,593 zâhir ahkâmdan te'vîl kabûl etmeyenleri zâhir
üzere tefsîr etme gayreti güttüğünü ve bu ayetlerden çok azını te'vîl ettiğini söyler.594
Bu ve Hakâyıku't-Tefsîr'deki zâhirî yorumları, Kâşânî'nin zâhir manaya karşı olmadığını
gösterir. Aslında Te'vîlât'ta işârî yorum kadar zâhir yorumun da olduğunu söyleyebiliriz.
Kâşânî, bazen âyetlerin zâhirî ve işârî yorumunu bir arada verir.595 O genellikle zâhirî
yoruma tefsir, bâtınî yoruma da te'vîl demektedir. Kâşânî âyeti bâzen kendisi zâhire
göre yorumlarken bâzen de bu konuda zâhirî müfessirlerden "Zâhirî tefsirlere,

591
Gazâlî, İhya, c.1, s.255, Âlûsî, Rûhu'l-Meânî, c.1, s.7
592
Bkz. Zerkânî, Menâhil, c.1, s.548
593
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.9, Örnekler için bkz. c.1, s72, c.1(2), s.3–7, 173, 275, c.2, 5, 197, 358
377,c.4, 474 v.d.
594
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.10, Örnekler için bkz. c.1, s.40, 68, 86, 120, 153, 167, 319 334, c1(2),
s.15-16, 249-50, c.2, s. 68, 74, c.3, 107, 170, 247, 255, 376, 401, v.d.
595
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s. 16, 72–73, 132, 172, 187, 199, 255, 352, c.2, s.52, 117–118,
c.3, s.2, c.4, s. 123, 154, 439, 461, v.d.
107

müfessirlere gelince" şeklinde nakiller yapar. Bâzen de müfessir Zâhirîleri aynen


Bâtınîler gibi eleştirmektedir.596 Onun bu ifade ve yöntemi ile Hakâyıku't-Tefsîr'deki
yöntemini597 birlikte düşündüğümüzde zâhirî yorum ile işârî/bâtınî anlamı uzlaştırmaya
çalıştığı düşüncesine varmaktayız. Bununla birlikte müfessir, bazen ayeti fazla açmadan
sadece meal tarzında (Celâleyn tefsirinde olduğu gibi) açıklamalara yer verir. Şimdi
konuyla ilgili örneklere geçebiliriz.

Müfessir, Hani Rabbin meleklere: "Ben yeryüzünde bir halife yaratacağım." demişti.
Onlar da "Orada bozgunculuk yapacak, kan dökecek birini mi yaratacaksın? Biz seni
tesbih ve takdis ediyoruz." mealindeki Bakara suresi 30. âyette tesbih ve takdîsi şöyle
tefsir eder:

"Tesbih ile takdis arasında bir fark vardır. Tesbih, Allah'ı şirk, acz ve noksanlıktan
tenzîh etmek demektir. Takdîs ise Allah'ı bir mekana bağlılıktan, infiâl (etkilenme) ve
bir işte kudretsizlikten tenzîh etmek demektir."598

Kâşânî, Bakara Suresi 49. âyetin tefsirinde şöyle der:

"Hani Biz sizi Firavun ailesi (nin zülmü)'nden kurtarmıştık" (Ayetin) zâhiri ve tefsiri
(İsrailoğulları'na verilen) nimetin hatırlatılması muhabbetin artması içindir. Bâtını ve
te'vîline gelince…"599

Kâşânî, "Şüphesiz siz, içinizden cumartesi yasağını çiğneyenleri bilirsiniz. Biz onlara
"Aşağılık maymunlar olun." demiştik." mealindeki Bakara sûresi 65. âyetin tefsirinde
Yahudîlere Cumartesi yasağının niçin konulduğunu şöyle açıklar:

"Belli ibadetlerin, Yahudilere belli zamanlarda tekrarının farz kılınmasının sebebi,


onların fıtratlarında yerleşmiş olan pisliklerin ve derin karanlıkların yok edilmesidir."600

Kâşânî, Mallarını Allah yolunda harcayan, sonra da harcadıklarının peşinden (bunları)


başa kakmayan ve gönül incitmeyenlerin Rableri katında mükâfatları vardır."
mealindeki Bakara sûresi 262. âyette infâkla ilgili şöyle bir yorum yapar:

"Allah, insanları infâkın başa kakma ve gönül incitmeyi beraberinde getirebileceği


noktasında uyardı. Bununla birlikte infâk üç özelliği sebebiyle de övülmüştür. Allah'ın

596
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.109, 280
597
Hakâiku't-Te'vîl hakkında ayrıntılı bilgi için bkz, Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl
598
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.60
599
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.72–73
600
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.86
108

emrine muvafık olması, infakta bulunan nefse nispetle o kişideki cimrilik huyunu yok
etmesi, hak sahibine (muhtaca) birçok faydası olması yönüyle. O zaman kim infâk
etmezse Allah'ın emrine muhalefet etmiş olur."601

Kâşânî, Andolsun biz insanı kuru bir çamurdan, şekillenmiş bir balçıktan yarattık."
mealindeki Hicr sûresi 26. âyette zikredilen "salsâl", "hame" ve "mesnûn" kelimelerini
şöyle tefsir eder:

"Yani (bu ayetin manası) iç içe geçmiş dört unsurdan (yarattık.) demektir. O zaman
"hame" değişmiş çamur, "mesnûn" da murad edilen şekli alabilmesi için üzerine su
serpil(erek yumuşatılmış)miş çamur, "salsâl" da hava ile suyundan arındırılıp sıcaklık
ile kurutulmuş çamur demektir."602

Müfessir, "...Onlar (Cehennem'de susuzluktan) feryat edip yardım dilediklerinde, maden


eriği gibi (ke'lmühl) yüzleri yakıp kavuran bir su ile kendilerine yardım edilir..."
mealindeki Kehf Suresi 29. âyette geçen "Mühl" kelimesini şöyle tefsir eder:

"Mühl" İrin ve kir cinsinden olup Cehennem ehlinin vücudundan akan siyah
akıntıdır."603

Müfessir, "Andolsun, gökleri, yeri ve ikisi arasındakileri altı günde yarattık. Bize
yorgunluk da dokunmadı." mealindeki Kâf Suresi 38. âyetini şöyle yorumlar:

"Eğer gökleri ve yeri zâhire göre tefsîr edersek yedi cihet (demektir.) Eğer semâvâtı
ruhlar şeklinde te'vîl edersek..."604

Müfessir "Allah, yedi göğü ve yerden bir o kadarını yaratandır..." mealindeki Talâk
Suresi 12. âyetle ilgili olarak benzer bir yorum yapar ve şöyle der:

"Eğer semâvâtı (gökleri) zâhir manasında alırsak, yedi yer de meşhûr anâsır tabakası
olur."605

Kâşânî'nin zâhir tefsirlerden nakil yaptığını da görmekteyiz. Kâşânî, "(Yûnus a.s.)'un


üzerine geniş yapraklı bir ağaç bitirdik." mealindeki Saffât Suresi 146. âyetin
yorumunda şöyle der:

601
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.205
602
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.95
603
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 3, s.212
604
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, 142
605
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.370
109

"Zâhirî tefsirlerde Hz. Yûnus'un bedeninin balığın karnında çok zayıfladığı, aynen yeni
doğan bebek gibi olduğu zikredilmiştir."606

Müfessirin Bâtınîler gibi şer'î hususları inkâr etmediğini –yalnız ileride görüleceği
üzere- zaman zaman te'vîl ettiğini görmekteyiz. Kâşânî, ibâdetlerin konuluş/vaz'
gerekçesini insan aklının idrâk edemeyeceğini, aklın bunu kavramasının mümkün
olmadığını, yani ibâdetlerin emr-i İlâhîye imtisal için yapılması gerektiğini belirtir.607

O, "Ey akıl sahipleri! Kısasta sizin için hayat vardır. Umulur ki korunursunuz."
mealindeki Bakara Suresi 179. âyetin yorumunda şöyle der:

"Kısâs, adâlet kanunlarından bir kanundur. O, düşmanlığı yok etmek için farz
kılınmıştır. Kısas, Allah'ın gölgelerinden bir gölgedir."608

Kâşânî Âl-i İmrân Suresi 43. âyeti şöyle yorumlar:

"Ey Meryem! Rabbine boyun eğ!" (Yani) Rabbine tâat ve ibadetlerle itaat et, "Secde et!"
(Başka rableri) inkâr makamında tezellül, iftikâr (acizliğini hisset), acz ve istiğfar
makamında (secde et.) "Secde edenlerle birlikte secde et." Hudû' ve huşû' makamında
eğilenlerle birlikte eğil."609

Bu iki yorumda ve diğerlerinde görmekteyiz ki Kâşânî, iddia edildiği gibi ibâdâtı/şeriati


inkâr eden bir Bâtınî değil aksine şeraiti kabul edip savunan sûfî bir müfessirdir. Kâşânî,
âyetleri zâhir tefsirin yanında işârî olarak da yorumlamıştır.

B-TE'VÎLÂT'TA AYETLERE İŞÂRÎ YAKLAŞIMLAR

İşârî tefsirle ilgili olarak daha önce ayrıntılı bilgi verildiği için bu başlıkta konu ile ilgili
bilgi vermeyeceğiz. Kâşânî'nin Te'vîlâtı aslı itibariyle işârî bir tefsirdir. Onda zâhir
yorumların yanında eserin büyük çoğunluğunu oluşturan işârî yorumlar da mevcuttur.
Kâşânî, eserinin mukaddimesinde de belirttiği gibi her âyeti işârî anlamda yorumlara
gayreti içerisine girmemiş, te'vîl kabul etmeyen âyetleri belirterek onları ya zâhir

606
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.27
607
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.355
608
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.156
609
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.247, Diğer örnekler için bkz., c.1, s.127, 153, 163, 334, c.2, s.74, c.3,
s.107, 247, 376, 401, c.4, s.123, 158, 355, 461, v.d. Diğer zâhir yorumlar için bkz. c.1, s.36, 60, 127, 158,
202, 254, c.1(2), s.24, 94-95, 165, 202, c.2, s.19, 82, 118, 125, 197, 377, c.3, s.18, 78, 109, 210, 247, 296-
297, 366, c.4, s.109, 286, 296, 355, v. d.
110

manada tefsir etmiş ya da âyetin tatbîkini yapmıştır.610 Kâşânî'nin işârî manada tefsir
ettiği âyet grubunu sınıflandırmak mümkün değildir. O, -mutlak Bâtınî zümreler gibi-,
Kitâbın şer'i hususlarını (şeriati) inkâr etmez. Amelin gerekliliğini savunur611; ama
bununla birlikte şer'î (fıkhî) âyetleri de işârî olarak yorumladığını görmekteyiz.612
Kâşânî âyeti işârî olarak yorumlayacağı zaman genellikle "Te'vîl, âyetin te'vîli şudur,
câizdir, te'vîle gelince, âyetin bâtın (yorumu)'na gelince..." der. Bazen âyetin te'vîlini
zâhir tefsirden sonra yapar.613 Kâşânî özellikle uhrevî konuları işârî metodla
yorumlar.614 Aynı ve yakın anlamlı ayetleri iki kere te'vîl etmez te'vîli geçti diyerek
yorumu bırakır.615 Surelerin sonunda da te'vîlin tek doğru olmadığını ve yanlışa ihtimali
olduğunu belirtmek için "Allah-u A'lem" Allah daha iyi bilir der. Şimdi konu ile ilgili
örneklere geçebiliriz.

Kâşânî "Hani sizin için denizi yarmış, sizi kurtarmış, gözlerinizin önünde Firavun
ailesini suda boğmuştuk." mealindeki Bakara Suresi 50. âyette şöyle bir yorum yapar:

"(Âyette zikredilen) İsrâiloğulları'nı ilk önce rûhânî kuvveler ve onlara verilen nimetler
olarak tevîl etmek mümkündür. O da üstün envârı kabule doğru onları hidayete îsâl
etmektir."616

Kâşânî "Hani, Musa kavmi için su istemişti. "Biz de âsânı vur." Demiştik. Böylece
kayadan on iki pınar fışkırmış, her boy kendi su alacağı yeri bilmişti." mealindeki
Bakara Suresi 60. âyeti şöyle yorumlar:

"Yâni onlar rûh semasından hikmet ve mazâhırın inmesini istediler. Ardından oradan
ilim suları fışkırdı. Ardından herkes ilmi içeceği yeri bildi. İkinci te'vîle gelince o da
şudur: Biz kalp Musa'sına nefis asasını dimağ taşına vurmayı emrettik. Oradan her
birine tahsis edilmiş on iki kuvve gözü fışkırdı."617

610
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2) s.275, c.2, s. 197, 357–8, c.3, s.275, c.4, s.474
611
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.40, 86, 127, 163, 247, 334, c.1(2), s.110, s.202, c.2, s.74, c.3,
s.107, 145, 376, c.4, s.123, 439 v. d.
612
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.121, 167, 172, c.1(2), 15–16, 117, 167, 249–251, c.3, s.68, 463–
467 v.d.
613
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.72, 105–106, 172, 352, c.2, s.62, 117–118, c.3, s.2, 54, c.4, s.404–
405, 457
614
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.323, c.3, s.30, 68, c.4, s.170, 450, 452
615
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.277, c1(2), s.305, c.3, s.203
616
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.74–75
617
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.81–83
111

Kâşânî, Sana hilallerden soruyorlar. De ki! Onlar insanlar ve hac için vakit ölçüleridir.
İyilik evlere arkalarından girmeniz değildir." mealindeki Bakara Suresi 189 âyetinde
zikredilen hilaller hakkında şu yorumu yapar:

"Yâni (hilaller) Allah yolunda amel etme, sülûk, kalp evini tavâf ve marifet makamında
durma zamanıdır. (İyilik) de kalp evlerine beden hislerinden alınmış (mülhem olmayan)
bilgi ve hisleriniz yoluyla girmeniz değildir."618 Kâşânî'nin bu ayette Hac ibadetini işârî
olarak yorumladığını görmekteyiz.

Müfessir Nisâ Suresi 57. âyette zikredilen Cennet'te verilecek nehirleri ve eşleri şöyle
yorumlar:

"Yâni kalp ilimlerinden tecelliyât ilimlerinin nehirleri. Burada eşler(den kastedilen) ise,
bedenî surette pak ilâhî sıfatların mazharları olan önceki ruhlardır."619

Kâşânî, Mâide Suresi 112. âyette anlatılan gökten inen sofrayı şöyle yorumlar:

"(Burada sofra) Rûh âleminden inip, çeşitli ilim, hikmet, maârif ve hükümleri içeren,
içinde kalbin gıdası ve rûhun gıdası hayatı ve zevki bulunan şeriat demektir."620

Müfessir "Şüphesiz ki Allah, taneyi ve çekirdeği yarıp filizlendirendir." manasındaki


En'âm Suresi 95. âyeti şöyle yorumlar:

(Allah) rûh nuruyla ulûm ve meâriften kalp tanesini, ahlâkla kalp nûrundan nefis
çekirdeği çıkarandır.621

Kâşânî, Tâhâ Suresi 12. âyette geçen "Ayakkabılarını çıkar!" ibâresini söyle yorumlar:

"Yâni rûhun ve bedeninle iki dünyadan vazgeç (demektir.) Çünkü (insan) bu ikisinden
vazgeçince iki cihandan da vazgeçer."622

Müfessir, "Eğer yapacaksanız, onu yakın da ilahlarınıza yardım edin dediler."


anlamındaki Enbiyâ Suresi 68. âyeti şöyle yorumlar:

"Yâni onu daha önce bu ateşin odunu olan hakâik ve meârife atarak yaktığınız aşk
ateşine atın ki orada yansın."623

618
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.161–162
619
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.21
620
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.202
621
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.44
622
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.268
623
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.326
112

Kâşânî bazen de âyette şöyle bir işâret var diyerek âyetten işârî çıkarımlar yapar.624

Kâşâni, işârî yorumların yanında sık sık tatbîke gider ki bunu müstakil bir başlık altında
işleyeceğiz.

C-TE'VÎLÂT'TA VAHDET-İ VÜCÛT

"Abdürrezâk el-Kâşânî, (ö.730/1329) Abdurrahman-ı Câmî, Dâvûd-i Kayserî,


(ö.751/1350) Abdullah Bosnevî ve Sofyalı Bâlî Efendi gibi Fusûs'ul Hikem şarihleri
İbnü'l-Arabî'yi ve izleyicilerini savunmuşlardır."625 "İbnü'l-Arabî'nin işârî tefsir
anlayışından sonra bu alanda onun en önemli takipçisi Abdürrezzâk el-Kâşânî
(ö.730/1329) olmuştur."626 "Kâşânî’nin tasavvuf mesleği içerisinde vahdet-i vücûd
ekolünü benimsemesinde yine hiç şüphe yoktur ki, Natanzî (699/1300)’nin tesiri
bulunmaktadır."627 Kâşânî'nin Te'vîlât'ına baktığımızda âyetlerin yorumunda Vahdet-i
Vücût nazariyesinin etkisini açıkça hissetmekteyiz. Vahdet- vücût hakkındaki bilgileri
daha önce vermiştik. Şimdi konuyla alakalı örneklere geçebiliriz.

Müfessirimiz, ٌ6 ِ0َJ ٌbِ‫َ وَاﺱ‬.ّ0‫ن ا‬


 ‫ِ ِإ‬.ّ0‫ُ ا‬.ْ‫ َو‬6 َ!َ< ْ‫ب <ََ()َْ"َ ُ َ&>&ا‬
ُ ِ ْeَ"ْ‫ق وَا‬
ُ ِ ْfَ"ْ‫ِ ا‬.ّ0ِ‫َو‬

"Doğu da Batı da Allah'ındır. Nereye yönelirseniz Allah'ın vechi vardır. Şüphesiz ki


Allah, (lütfu) geniş olandır, (her şeyi hakkıyla) bilendir." âyetinin (Bakara Suresi 2/115)
"Nereye yönelirseniz Allah'ın vechi vardır." bölümünü şöyle tefsir etmektedir:

"Yani Allah'ın bütün sıfatlarıyla tecelli etmiş Zatını (görürsünüz). Ya da Allah'ın


kalplerinize doğması ve sizin şuhûd ve fenâ halinizde cemâl sıfatı ile kalbinize tecellîsi
ve yine Zâtının bütün sureti, gizliliği ve celâli ile sizin fenâdan sonra bekâ halinizde
kalplerinizde gurûbu Allah'a aittir. Yöneldiğiniz her cihette o vakit Allah'ın vechi vardır.
Hiçbir şey yoktur. Sadece onun kendisi vardır."628

Müfessirimiz Bakara Suresi 255. âyetinde zikredilen &َ +ُ‫ ه‬g


 ‫َ ِإ‬.‫ـ‬+َ‫ ِإ‬g
َ ُ.+ّ0‫" ا‬Allah kendisinden
başka hiçbir ilah olmayandır..." cümlesinin yorumunda şöyle demektedir:

624
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.95, 207, c.2, s.125, c.3, s.11, v.d. Diğer İşârî yorumlar için bkz.,
c.1, s.25, 49, 64, 90, 109, 121, 161, 249, 323, c.2, s.186-187, 295, 400, c.3, s.20, 55, 145, 230, 350-351,
c.4, s.5, 25, 66, 136, 202, 282 374, 450, 460, 469 v.d.
625
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.427
626
Uludağ, "İşârî Tefsir", s.427
627
Ergül, Kâşânî ve Hakâyıku't-Te'vîl, c.1, s.50
628
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.117–118
113

"Varlık âleminde Allah'tan başka ilâh yoktur. O'nun dışında kendisine ibadet edilene
yapılan ibadetler de sadece Ona aittir. Bunu kendisine ibadet edilen diğer şeyler ister
bilsin ister bilmesin durum böyledir. Çünkü Ondan başka mabud yoktur. Ondan başka
mevcût (varlık) da yoktur. O, Hayy'dır. O'nun hayatı Zatının kendisindendir. Her canlı
da onun hayatı ile hayy'dır. O, nefsi ile Kayyûm'dur. Her şey de Onunla kâimdir."629

Müfessir, ‫ض‬
ِ ْ‫ر‬Z
َ ‫ت وَا‬
ِ ‫ ا "َوَا‬
ِ ْ0َY ;ِ< ‫ن‬
َ ‫ُو‬Hَ َNَ)‫ب ا ِر َو‬
َ ‫َا‬UَJ َِSَ< $
َ َ%َْ@ُ‫\ ﺱ‬
ً ِ]َ ‫ا‬Uَ‫? ه‬
َ ْSَ0َY َ‫َرَ ﻡ‬

"...(Onlar) göklerin ve yerin yaratılışı üzerinde düşünürler. 'Rabbimiz bunu boşuna


yaratmadın, seni eksikliklerden uzak tutarız... (derler.) mealindeki Âl-i İmrân Suresi
191. âyetinin tefsirinde şöyle der:

"Senin dışındaki varlıklar bâtıldır. Hakk'ın dışındakilerin hepsi bâtıldır. Bilâkis Sen
onları isim ve sıfatlarının mazharları yaptın."630

Müfessir İbrâhim Suresi 48. âyette geçen ‫ ِر‬++BَSْ‫ ا‬1ِ +ِ‫ِ اْ&َا‬.+ّ0 ْ‫ َزُوا‬+َ cümlesinin tefsirinde
Allah'ı "Varlıkta Kendisinden başka olmayan" olarak vahdet-i vücût anlayışına göre
tarif eder.631

Müfessir +ً0 ِ‫ َوآ‬jُ ْU+ِkَ< &َ +ُ‫ ه‬+‫َ ِإ‬.+َ‫ ِإ‬+َ ‫ب‬
ِ ِ +ْeَ"ْ‫ق وَا‬
ِ ِ ْf+َ"ْ‫ب ا‬
> ‫" َر‬O, doğunun ve batının Rabbidir.
Ondan başka ilah yoktur. Öyleyse Onu vekil edin." Ayetini (Müzzemmil 73/9 Vahdet-i
Vücût esâsına göre şöyle yorumlamaktadır.

"Yâni O, nûru ile sana zuhûr eder ve yaratması ile vücûdunun ufkundan doğar.
Mağribde senin vücûdunda gizlenip nûru sende batan ve gizlenendir. O'ndan başka
varlıkta ilâh yoktur. Yâni varlıkta O'ndan başka ibadet edilecek yoktur. O Evvel'dir,
Âhir'dir, Zâhirdir, Bâtın'dır."632

Müfessir, 1ُ َ"l+‫ُ ا‬.+0‫ٌ ا‬1+َ‫ُ َأ‬.+0‫ َ& ا‬+ُ‫ ْ ه‬+ُW "De ki! Allah birdir. O, Samed'dir. Hiçbir şeye muhtaç
değildir, her şey Ona muhtaçtır. (İhlâs 112/1-2) ayetlerinin tefsirinde Allah'ın bir ve
Samed olmasını tefsir sadedinde Vahdet-i Vücût düşüncesine uygun bir şiir nakleder.

"O'nun (Allah'ın) dışındakilerin hepsi O'nun varlığı ile vardır

Vücûd-u Mutlak olan Allah'ın dışındaki varlıklar yokluğa mahkûmdur."633

629
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.192
630
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.348
631
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.90
632
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, 438, Daha fazla örnek için bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân c. 1, s.116,
131, 196–197, 161, 231, 290, 345; c.2, s. 54, 381, c.4, s. 111, 305, 341
633
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s. 477
114

D- TE'VÎLÂT'TA HURÛFÎLİK

Te'vîlât'ta sadece birkaç yerde Hurufîliğe rastlanmaktadır. Ayrıca Kâşânî harflerden


geleceğe dönük tahminler de yürütmemektedir. Hurûfilik hakkında girişte bilgi
vermiştik. Şimdi konu ile alakalı olarak örneklere geçebiliriz.

Kâşânî'nin Hurûfîliğe bakışı hakkında girişte Besmele tefsirinde zikrettiği sözler bize
bilgi vermektedir. Kâşâni konuyla alakalı olarak şunları şöyler:

"Peygamberler (a.s.) hecâ harflerini mevcûdât mertebesine koymuşlardır. Îsâ (a.s.),


Emîru'l-Mü'minîn Ali (r.a.) ve bazı ashabın kelamında buna işaret eden şeyler
bulunmuştur. Bu sebeple mevcûdât "Bismillâh'ın Bâ'sından doğmuştur". denilmiştir.
Çünkü o, Allah'ın zâtının önüne konulmuş harfi takip eden harftir. O, Allah'ın "Ben,
bana senden sevimli ve değerli bir şey yaratmadım. Ben seninle veririm, seninle alırım,
seninle mükâfatlandırır ve sözü seninle sonlandırırım dediği akl-ı evvele işarettir.

Söylerken bu kelimenin (besmelenin) harfleri 18'dir. Ancak yazıldığında 19'dur.


Kelimeler ayrı yazıldığında harfler de 22'ye ayrılır. 18, kendisiyle ifade edilen on sekiz
bin âleme işarettir.

Elif, sayı mertebelerinin geri kalanını şâmil tam bir sayıdır. O, kendisinin üstünde bir
sayı olmayan mertebelerin temeli (anası)'dir. Âlem-i ceberût, âlem-i melekût, arş ve
Kürsî, yedi gök, anâsır-ı erbaa, her biri kendi cüzüne ayrılan üç mevâlid olan âlemlerin
asılları olarak isimlendirilmişlerdir. 19 sayısı ki, onda insânî âlemle birlikte bir de
işaret vardır. Eğer o, hayvan âlemine dâhilse, o, ancak şerefi itibariyle ve her şeyi içine
alması ve diğer bir alemin varlığını kapsaması sebebiyledir.

Gizli üç elif ki o, kopukluk durumunda yirmi iki harfin tamamlayıcısıdır. O da zat, sıfat
ve ef'âli itibariyle gerçek ilâhî âleme işarettir. O da tahkîk ehline göre âlemlerin
üçüdür. Onda bu âlemlerin en yüce insânî mazhar ve ilâhî âlemin ihticâbının zuhûruna
işaret vardır. Hz. Peygamber'e Besmele'deki bânın elifinin nereden geldiği soruldu. O
da "Onu şeytan çaldı ve Bismillâh'ın bâsının elife ivaz olarak uzatılmasını istedi".
demiştir Bunda yayılan rahmet suretinde ilâhî zayıflık ihticâbına ve onun ancak ehli
tarafından bilinmesi açısından zuhûruna işâret vardır." 634

634
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.17–18
115

Kâşânî'nin Hurûfî mahiyetteki yorumları kendisini daha çok hurûf-u mukataaların


yorumunda hissettirmektedir. Kâşânî, Bakara Suresinin ilk ayetindeki hurûf-u
mukataayı şöyle yorumlar: ‫ب‬
ُ ++َNِHْ‫ ا‬$
َ + ِ‫ َذ‬6++‫( ا‬Allah) bu üç hafle küll olması yönünden
vücûdun (varlığın) hepsine işaret etmiştir. (‫ )ا‬vücûdun ilki olan Zat'a işârettir. (‫ )ل‬Cibrîl
olarak isimlendirilen faal akla işarettir. O mebdeden fışkıran ve müntehâya doğru akan
vücûdun (varlığın) ortasına işarettir. (‫ )م‬Varlığın sonu olan Hz. Muhammed (a.s.)
işarettir.635 Kâşânî, buradaki hurûf-u mukataa ile ilgili olarak mîm'in Mûhammedî
surette gizlenen ve ism-i a'zâm olan sıfat ve ef'âlle birlikte zat-ı İlâhîye işaret ettiğini,
636
ayrıca mîm harfindeki yâ harfinin de içindeki elifin bir sır taşıdığını söyler. Ayrıca
müfessir cifr ilminin kazânın (kaderde vukû bulacak olan şeylerin) levhası olduğunu
söyler.637

Müfessir Alak Suresinin ilk ayetindeki $


َ +‫ َر‬6ِ +ْ‫ َأْ ِﺱ‬+ْW‫ ا‬cümlenin içindeki harf-i cerr bâ'yı
şöyle yorumluyor:

İstiâne isminin içindeki bâ'nın manası 6+0S + ?+@N‫ آ‬sözündeki gibidir. Çünkü o Hakk'tan
halka döndüğünde kendi vücudundan fenadan sonra gerçek Vücut (Allah) ile vücut
bulur.638

E- TE'VÎLÂT'TA TATBİKÎ TE'VİLLER/ANTROPOMORFİZM

Te'vîlât'ta sıkça antropomorfizm'e rastlamaktayız. Kâşânî, umûmiyetle âyetin zâhir


manasını verdikten sonra "Tatbîk, tatbîke gelince, tatbîki istenirse..." gibi lafızlarla âyeti
tatbîk eder. Müfessir her âyette tatbîki uygulamaz639, zaman zaman te'vîli mümkün
olmayan âyetlerde tatbîki uygular.640 Zaman zaman da tatbîki okuyucuya bırakır.641
Konu ile ilgili girişte bilgi vermiştik. Şimdi müfesirin tatbîkî tefsir örneklerine bir göz
atalım.

635
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.23
636
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.24
637
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.25
638
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.468
639
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, 203, 253, c.2, s.357
640
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.275, c.4, s.474
641
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.303, c.1 (2) s. 108, 130, c.2, s.364, 392, c.3, s.392c.4, s. 25, 196, 426
116

Müfessir, 
َ ِW‫ ِد‬+َ‫ْ ﺹ‬6ُN+ُ‫ء إِن آ‬gُ-‫ـ‬+َ‫"َء ه‬+ْ‫ِ; َِ(ﺱ‬%&+ُِ@%َ‫ل أ‬
َ +َSَ< *+َHِ‫\ﺉ‬
َ َ"ْ‫ ا‬9َ0َJ ْ6ُBَcََJ 6 ُ‫َ ﺙ‬B0ُ‫ﺱْ"َء آ‬Z
َ ‫ َد َم ا‬E 6َ 0َJ ‫و‬
"(Allah) Âdem'e bütün isimleri öğretti. Sonra onları Meleklere sundu. Eğer doğru
söylüyorsanız bunların isimlerini söyleyin dedi." âyetinde (Bakara 2/31) zikredilen
Âdem (a.s.) hakkında tatbîki şöyle yapar:

"Âdem, âlemin kalbi olan küllî nefs-i nâtıkadır."642

Müfessir, ‫ن‬
َ &++ُ0ِSْVَ \
َ + َ<‫ب َأ‬
َ ++َNِHْ‫ن ا‬
َ &++ُ0ْNَ 6ُN+%َ‫ْ َوأ‬6ُHَ + ُ %َ‫ن أ‬
َ ْ&َ +َ ‫ْ@ِو‬++ِ ‫س‬
َ ++‫ن ا‬
َ ‫(ْﻡُُو‬+َ‫" َأ‬Siz Kitabı okuyup
durduğunuz halde kendinizi unutup başkalarını iyiliği mi emrediyorsunuz?" âyetinde
(Bakara 2/44) zikredilen Kitab/Tevrat'ın tatbîkini şöyle yapar:

"Siz akıl meleği vâsıtasıyla kalp nebîsine Rûh(un) Rabbi tarafından indirilmiş olan
ma'kûlât kitabını okumaktasınız. Akledemiyor musunuz?"643

Müfessir,

‫ا‬Q1َ‫ْ ﺱ‬6ُBَْ َ ََْ َ َ َVْqَ ‫ أَن‬9َ0َJ ًَْY $


َ َ ُ َVْqَ% ْ َBَ< ‫ض‬
ِ ْ‫ن <ِ; اَْ(ر‬
َ ‫ُو‬1ِ ْ ُ‫ج ﻡ‬
َ &ُْ(َ‫ج َوﻡ‬
َ &ُْ(َ) ‫ن‬
 ‫ ِإ‬
ِ ْ َ%َْSْ‫َُ&ا )َ ذَا ا‬W

"Dediler ki, Ey Zülkarneyn' Ye'cüc ve Me'cüc yeryüzünde bozgunculuk yapmaktadır.


Onlarla aramıza bir engel yapman için sana bir vergi verelim mi?" âyetinde (Kehf
18/94) zikredilen Zülkarneyn'i şöyle tatbîk etmektedir:

"Tatbîk: Zül'karneyn bu vücûd (âleminde) kalptir."644

Müfessir, +Q ِ َY ‫َاء‬1+ِ% ُ.+‫دَى َر‬+َ% ْ‫ ِإذ‬âyetinde (Meryem 19/3) zikredilen "nidâ etti" sözünü şöyle
tatbîk eder:

"Bil ki, "nidâ etti" sözünün tatbîki Rûh Zekeriyyâ'sı heyûlânî aklın isti'dâd makâmında
gizlice (nidâ etti.) demektir."645

Müfessir,

9َfْkَ َ‫ف َد َرآً َو‬


ُ َkَ  ً َ@َ) ِ َْ@ْ‫ً <ِ; ا‬S)َِ] ْ6ُBَ ْ‫ْ ِب‬cَ< ‫ِ@َدِي‬Vِ ِ ْ‫ َأنْ َأﺱ‬9َ‫ ﻡُ&ﺱ‬9َ‫ْ َأوَْ َْ ِإ‬1َSَ‫َو‬

"Hani Musa'ya kullarımı yürüt. Yakalanmaktan korkmaksızın, endişe etmeksizin onlar


için denizde kuru bir yol aç diye vahyettik." Âyetini (Tâhâ 20/77) "Sakin gecede rûhânî
kuvâ isrâsını kalp Mûsâ'sına vahyetti." şeklinde yorumlar.646

642
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s. 54, c.1 (2), s.1
643
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.76
644
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.227
645
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.237
117

Kâşânî, Hz. Mûsâ'nın anlatıldığı kıssanın te'vîl kabul etmeyeceğini eğer tatbîk istenirse
Hz. Mûsâ'nın kalbe, Hz. Hârun'un da akla karşılık geldiğini ifade eder.647

Kâşânî, Nûh kavminin mel'ûn işini, nefsânî kuvânın rûhânî kuvânın arkasına geçmek
şeklinde tatbîk eder.648

Müfessir Fil Suresi tefsirinde konuyla alakalı olarak şöyle der:

"Bu sûre kıyamet ahvali ve buna benzer ayetlerde olduğu gibi te'vîl kabul etmez.
Tatbîke gelince, Habeşî nefis Ebrehe, hakikatte Allah'ın evi olan kalp Kâbe'sini yıkmaya
ve onu istilâ etmeyi rûhânî kuvâ hacılarını bina ettiği cismânî tabiat kilisesine
döndürmeyi ve onu yüceltmeyi isteyince gurura kapılmıştır."649

F- TE'VÎLÂT'TA AYETİN AYETLE TEFSİRİ

Yüce kitabımız Kur'ân, âlemlerin Rabbi Allah tarafından650, insanlara bir hidayet ve şifa
olmak üzere gönderilmiştir.651 Kur'ân ilk muhatabı olan Arapların anlaması için onların
dili olan açık bir Arapça ile gönderilmiştir.652 O, apaçık ve içinde bir eğrilik olmayan
kitaptır.653 Kur'ân'ın beyanına göre yine Kur'ân'ın bir kısmı bir kısmını açıklamakta,
tefsir etmektedir.654 Kur'ân'ın ilk müfessiri Hz. Peygamber'in Kur'ân'ı yine Kur'ân'a
başvurarak açıkladığını görmekteyiz.

Kur'ân'a baktığımızda onun bir yerde geçen ayeti başka bir ayetin tefsir ettiğini
görmekteyiz. Örnek olarak "Kendilerine nimet verdiğin kimselerin yoluna"655 ayeti
Nisa suresi 69. ayette peygamberler, sıddîklar, şehitler ve salihler olarak
açıklanmıştır.656 Yine Fatiha suresi 4. ayette geçen "Din gününün sahibi" ibaresi İnfitâr

646
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.440
647
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.275, 278
648
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 3, s.472
649
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.474, Diğer örnekler için bkz. c. 1, s.77, 120, 163, 244, 253, c.1 (2),
s.1, 82, 100, 108, 130, 131, c.2, s. 364, 392, c.3, s.5, 19, 24, 43, 227, 237, 297, 336, 354, 526, c.4, s.25,
200, 426, v.d.
650
Secde 32/2, Vakıa 56/80
651
Fussilet 41/44
652
Nahl 16/104, Şuarâ 26/195
653
Hicr 15/1, Yûsuf 12/1, Hûd 11/6, Şuarâ 26/2, Kehf 18/1
654
Hûd 11/1, Fussilet 41/3,
655
Fatiha 1/7
656
Nisa 4/69
118

suresi 17–19. ayetlerinde "Hiçbir kimsenin bir başkası için bir şey yapamayacağı, işin
Allah'a kaldığı gün"657 olarak açıklanmıştır.

Hz. Peygamber de, "İman edenler ve imanlarına zulüm bulaştırmayanlar"658 ayetini


Lokman suresi 13. ayette zikredilen şirk olarak yorumlamıştır.659

Ayetin ayetle tefsiri konusunda İbn Kesir şöyle demektedir. "Kur'ân tefsiri konusunda
en doğru yol, Kur'ân'ın Kur'ân ile tefsir edilmesidir. Bir yerde mücmel olarak zikredilen
bir ayet, başka bir yerde tefsir edilmiştir.660 Kâşânî'nin, eseri Te'vîlât'ta âyeti âyetle
tefsir metoduna sıkça başvurduğunu görmekteyiz. Şimdi konu ile ilgili örneklere
geçebiliriz.

Kâşânî, "Hatırlayın ki, sizi Firavun taraftarlarından kurtardık. Onlar size azabın en
kötüsünü revâ görüyorlar, erkek çocuklarınızı kesiyorlar, (fenalık için) kızlarınızı
hayatta bırakıyorlardı. Bunda Rabbinizden (sizin için ) bir imtihan vardır." mealindeki
Bakara Suresi 48. âyette geçen "belâ" kelimesinin, "A'râf Suresi 168. âyetini delil
göstererek imtihan anlamına geldiğini söylüyor. "Belâ" o ikisi için vâki olan imtihan
demektir. Allah, "Sizi iyilik ve kötülüklerle imtihan ederiz." buyuruyor.661

Müfessir inkârcıların maymuna çevrildiğini anlatan Bakara Suresi 65. âyetini şöyle
tefsir ediyor:

"Mesh hakîkatte gerçektir. Dünya ve ahiret hakkında mümkündür. Bu konuda âyet ve


hadisler vardır. Allah'ın "Allah kime lânet ve gazâb ederse onlardan maymunlar,
domuzlar ve tâğûta tapanlar çıkarır." sözü gibi." Görüldüğü üzere müfessir Bakara
Suresi 65. âyeti Mâide sûresi 60. âyetle tefsîr ediyor.662

Kâşânî, "De ki; (Başınıza gelen musîbet) kendinizdendir. Allah'ın her şeye gücü yeter."
mealindeki Âl-i İmrân Suresi 165. âyeti "De ki (iyilik ve kötülüğün ) hepsi Allah
katındandır." mealindeki Nisâ sûresi 78. âyetine münâfî olmadığını belirtir. 663

Müfessir "Allah'ın lütfundan isteyin Allah, her şeyi bilir." mealindeki Nisâ Suresi 32.
âyetini "O, size istediğiniz her şeyden verdi.", mealindeki İbrâhîm Suresi 34. âyet ve

657
İnfitar 82/17–19
658
En'âm 82
659
Buhari, K.Tefsir, 120
660
İbn Kesîr, İbn Ebu’l Fedâ İsmâil, Tefsîr-u Kur'âni'l-Azim, (thk. Muhammed İbrahim Bennâ v. d.), 1992,
İstanbul, c.1, s.12
661
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.74
662
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1,, s.89
663
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.319
119

"Bana dua edin icâbet edeyim." mealindeki Bakara Suresi 186. âyetliye tefsîr
etmiştir.664

Kâşânî, "Ayrı ayrı ilâhlar mı daha hayırlı yoksa Kahhâr olan bir Allah mı?" mealindeki
Yûsuf Suresi 39. âyeti "Allah, çekişip duran birçok ortakların sahip olduğu bir köle ile
yalnız bir kişiye bağlı olan adamı misal olarak verir. Bu ikisi eşit midir?" mealindeki
Zümer sûresi 29. âyetle tefsir eder.665

Müfessir, İsrâ sûresi 97. âyette geçen "(Cehennemin) ateşi zayıfladıkça Biz onun alevini
artırırız." cümlesini "Derileri pişip acı duymaz hale gelince derilerini başka derilerle
değiştireceğiz." mealindeki Nisâ sûresi 56. âyeti ile tefsir etmiş, Cehennem ateşi ile
cehennemliklerin azâbının sürekliliği arasındaki bağa temas etmiştir.666

Kâşânî, "Allah bu sözü doğruları doğruluklarıyla sorumlu tutmak için aldı." mealindeki
Ahzâb sûresi 8. âyeti "İnsanlardan öyleleri vardır ki, Allah'a vermiş oldukları sözü
yerine getirirler." mealindeki Ahzâb sûresi 23. âyetle tefsir ediyor.667

Müfessir "Üzerinizde değerli yazıcılar vardır." mealindeki İnfitâr sûresi 10. âyeti "İki
melek (insanın) sağında ve solunda oturarak yaptıklarını yazmaktadırlar." mealindeki
Kâf Suresi 17. âyetle tefsîr etmiştir.668

G- TE'VÎLÂT'TA AYETİN HADİSLE TEFSİRİ

Bilindiği üzere İslam dininin temel bilgi kaynaklarından ilki Kur'ân, ikincisi ise Hz.
Peygamber'in sünneti diğer bir ifade ile hadisleridir. Hz. Peygamber'in temel görevi
Kur'ân'ı insanlara açıklamaktır.669 Birinci kaynakta bulunamayan hususlar için ikinci
kaynak olan hadislere başvurulması gerekmektedir. Nitekim Hz. Peygamber Muâz b.
Cebel’i Yemen’e gönderirken önüne gelecek davalarda ne ile hüküm vereceğini sormuş,
Muâz b. Cebel Kur’ân ile demiş, Hz. Peygamber ikinci olarak Muâz'a hükmü Kur’ân’da
bulamadığı takdirde ne ile hükmedeceğini sormuş, Muâz sünnet ile hükmedeceğini
söylemiş ve Hz. Peygamber bu bunun üzerine Hz. Peygamber Muâz’ın bu tavrından

664
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.9
665
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.22
666
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.177
667
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 522
668
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.457, konuyla alakalı daha fazla örnek için bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-
Kur'ân c.1, s.22–23, 42, 45, 194, 239, 330, c1(2), 35, 113, 181-182, c.2, s.7, 147, 218, 305, c.3, s.22, 160,
177, 184,269,419, c.4, s.121, 457, 478
669
Nahl 16/44, 64, Cuma 62/2
120

duyduğu memnuniyetini ifâde etmiştir.670 Kur'ân tefsirinde de durum bundan farklı


değildir. Eğer ayetin ayetle tefsiri mümkün değilse ikinci yöntem olarak ayetin hadisle
tefsiri yapılmalıdır. Çünkü Hz. Peygamber "Bana Kur'ân ile birlikte onun bir misli
verildi."671 buyurmuştur.672

"Sünnet, Kur'ân'ı iki şekilde beyan eder. Birincisi, Kitap'taki mücmeli beyandır. Mesela,
namaz vakitleri, zekat miktarı, hacc menasikinin beyanı gibi hususlar bu kapsama girer.
İkincisi ise, Kitapta bulunmayan bir hüküm üzerine ziyadeliktir. Zira Kur'ân, Hz.
Peygamber'e itaatin; ancak Allah'a itaat olduğunu673 ve onun heva ve hevesine göre
konuşmayacağını674 ve "Peygamber size ne verdiyse onu alın, neyi de size yasakladıysa
ondan vazgeçin!"675 buyurmaktadır."676 Bu sebeple âyetin âyetle tefsirinden sonra en
güzel ve doğru yöntem âyeti sünnet/hadisle tefsir etmektir.

Kâşânî, âyeti âyetle tefsir etmenin yanında hadisle de tefsir etmiştir. Müfessir, âyetleri
hadisle tefsir ederken hadislerin sıhhatine değinmez ve hadisin sadece konu ile alakalı
kısmını ve senetsiz nakleder. Bazen de -çok az-, hadisin ilk râvîsini zikreder. Hadisleri
"Hadiste nakledildiği gibi, Nebî (a.s.) dedi ki, Rasûlullâh demiştir ki, hadiste geçmiştir
ki, Rasûlullâh'ın şu sözü gibi..." gibi ifadelerle nakleder. Bazen hadisin "Rabbânî"
diyerek cinsini belirtir.677 Ara sıra da hadisi hadis demeden (hakkında bilgi vermeden)
rivayet eder. Şimdi Kâşânî'nin âyeti hadisle tefsir etmesine dâir örneklerine geçebiliriz.

Müfessir, Bakara Suresi 58. âyette geçen "Muhsinler"i Cibrîl hadisi olarak bilinen
hadisle yorumlar.678 Hz. Peygamber (a.s.)'ın sözünde dediği gibi ihsân, "Allah'a O'nu
görüyormuş gibi ibadet etmendir.679

Bakara Suresi 199. âyette geçen "Allah'tan bağışlanma dileyin." cümlesiyle alakalı
olarak Allah'tan bağışlanma dilemekte Hz. Peygamber'in azmini anlatmak için şu hadisi
zikreder. "Hz. Peygamber'in (a.s.) gece ibadetinden ayakları şişince Hz. Âişe ona şöyle
dedi. Allah senin geçmiş ve gelecek günahlarını bağışladığı halde niye bu kadar ibadet

670
Ebû Dâvut, Akdiye, 11
671
Ebû Dâvut, Sünnet, 6
672
Bkz., İbn Kesîr, Tefsîr-u Kur'âni'l-Azim, c.1, s.13
673
Nisa 4/80
674
Necm 53/3
675
Haşr 59/7
676
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s.41
677
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.518, c.4, s.41
678
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.81
679
Müslim Îmân,1, Nesâî, Îman, 1; Müfessir, Zâriyât Suresi 16. âyette geçen "Muhsinler'i" de aynı
şekilde yorumlar. Bkz. a.g.e., c.4, s.248
121

ediyorsun deyince, Hz. Peygamber de Allah'a çokça şükreden bir kul olmayayım mı?680
demiştir. 681

Müfessir, "Allah yolunda öldürülenleri ölüler sanmayın bilakis onlar diridirler, Rableri
katında rızıklandırılmaktadırlar." mealindeki Âl-i İmrân Suresi 169. ayeti
"Kardeşleriniz Uhud savaşında şehid düşünce Allah onların ruhlarını Cennet
nehirlerinin çevresinde uçan yeşil kuşların içine koydu. Onlar Cennet'in nimetlerinden
yemektedirler, arşın gölgesine asılmış altın kandillerde konaklamaktadırlar."682
hadisiyle tefsir etmektedir.683

Müfessir "Şüphesiz sizin Rabbiniz gökleri ve yeri altı günde yaratandır." mealindeki
A'râf Suresi 54. âyeti, Hz. Peygamber'in dediği gibi "Şüphesiz, zaman, Allah'ın gökleri
ve yeri yarattığı şekline dönmüştür."684 hadisiyle tefsir eder.685

Müfessir, "(Yâ Rabb!) Onların tuzaklarını benden uzaklaştırmazsan onlara meyleder ve


cahillerden olurum." mealindeki Yûsuf Suresi 33. âyeti, Hz. Peygamber'in dediği gibi
"Allah'ım kalbimi dinin üzere sâbit kıl. Ona "Sana vahyolunduğu halde mi böyle
söylüyorsun denilince şöyle dedi: Kalbin misali çöldeki tüye benzer. Rüzgâr onu istediği
yere çevirir."686 hadisiyle tefsir ediyor.687

Müfessir, içinizden oraya (Cehennem'e) uğramayacak kimse yoktur. Bu, Rabbin için
kesinleşmiş bir hükümdür." mealindeki Meryem Suresi 71. âyet ile ilgili olarak Hz.
Peygamber'in "Vurûd oraya girmek demektir. İyi kötü herkes oraya girecektir. Fakat
ateş Mü'minlere soğuk ve selametli olacaktır.688 şeklinde rivayet edilen hadisle tefsir
ediyor.689

Kâşânî, "O gün Cehennem'e "Doldun m?" deriz. O da "Daha var mı?" der. mealindeki
Kâf Suresi 30. âyeti, hadiste geçtiği gibi "Cehennem Allah onu dolduruncaya kadar

680
Buharî, Teheccüd 16, Rikâk 20; Müslim, Sıfatu'1-Münâfikîn 79, Tirmizî, Salât 304, Nesâi, Kıyamu'l-
Leyl, 17,
681
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.170, ayrıca bkz, Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.136, s.409
682
Tirmizî, Tefsîru'l-Kur'ân, 4
683
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.324
684
Buhârî, Bed'ü'l-Halk, 2
685
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.111
686
Benzer bir hadis için bkz. Tirmizî Daavât, 59
687
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 3, s.18
688
Benzer bir rivayet için bkz., Tirmizi, Tefsiru'l-Kur'ân, 27
689
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.255
122

"Daha yok mu? der. Allah onu doldurmayı bitirince de İzzetine yemin olsun ki yeter,
der."690 hadisiyle tefsir eder.691

H- TE'VÎLÂT'TA AYETLERE FİLOLOJİK YAKLAŞIMLAR

Kur'ân'ın doğru anlaşılıp hayata aktarılabilmesi için onun dilinin tam olarak bilinmesi
şarttır. Yüce Kitabımız Kur'ân, Araplara Arapça olarak indirilmiştir. Bunun gayesi
Kur'ân'ın anlaşılmasıdır.692 Aksi takdirde Araplara Kur'ân'ın başka bir dille indirilmiş
olması demek onun o insanlar tarafından anlaşılamaması olurdu.693 Bu sebeple Kur'ân'ın
doğru bir şekilde anlaşılmasının bir şartı da Arapçanın tam olarak bilinmesidir.

"Müslümanların her türlü ihtiyaç karşısında muhatap olarak gördükleri Kur'ân-ı Kerîm'i
kolay okuyup anlayabilmek için onun yazısı, nokta ve harekeleri mevzubahis edilmiş,
hatta onu tefsir etmek ve iyi anlayabilmek için Arap edebiyatına müracaat edilmeye
başlanmıştır."694 "Kur'ân parça parça inmeye başlayıp da etrafa yayılınca, edebî alanda
bir itibar depreminin veya şokunun yaşandığı ve şairlerin şaşkına döndüğü rivayet
edilmektedir. Bu şaşkınlık, hiç şüphesiz Kur'ân'ın edebî yönüyle ilgili olduğu kadar
filolojik yönüyle de alakalıdır. Zira Kur'ân'da yer alan kelimelerin seçimi, bu
kelimelerin daha önceden bilinmeyen bir kısım anlamları ihtiva etmesi ve kelimelerin
mükemmel organizasyonu karşısında bir şair için dehşete düşmemek mümkün değildir.
Kur'ân'da kullanılan dilin ana çatısı Hicaz bölgesinin dilini oluşturmakla birlikte,
değişik bölgelere ait lafızların ve kavramların da onda olması bu lafızların ve
kavramların açıklanmasını gerekli ve hatta zorunlu kılmıştır."695

Kur'ân'ı bizzat dil bakımından tefsir eden eserler de vardır. Bunlara İ'râbu'l-Kur'ân,
Garîbu'l-Kur'ân, Meâni'l-Kur'ân gibi isimler verilmiştir. Ahfeş'in (177/793) Kitâb-u
Meâni'l-Kur'ân'ı, Ferrâ'nın (207/822) Meâni'l-Kur'ân'ı, Ebû Ubeyd Kâsım Sellâm'ın
(223/837) Garîbu'l-Kur'ân ve Meâni'l-Kur'ân'ı, İbn Kuteybe'nin (276/889) Te'vî'l-ü
Müşkil'il-Kur'ân'ı ve Garîbü'l-Kur'ân'ı bu tarz eserlerin en meşhurlarıdır.

690
Tirmizî, Daavât, 54
691
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.239–240, diğer tefsir örnekleri için bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân,
c.1, s.50, 93, 1194, 213, 309, c.2, s.17, 136, 159, 369, 408, c.3, s.101, 170, 198, 250, 328, 412, c.4, 7, 127,
174, 248, 340, 442, 444, 452 v. d.
692
İbrâhim, 14/4
693
Fussilet 41/44
694
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, s.126
695
Kırca, Kur'ân'a Yönelişler, s.169–170
123

Kâşânî'nin zaman zaman âyetlere lüğavî yorumlar yaptığını ve âyetlerin tefsirinde Arap
dilinden yararlandığını görmekteyiz. Bununla birlikte Kâşânî konuyla alakalı ayrıntıya
girmez. Kâşânî'nin filolojik yorumları kelimelere mana verme, sarf, nahiv (îrâb) ve
kıraat şeklinde dört bölüme ayrılabilir. Şimdi konuyla alakalı örneklere geçebiliriz.

A- Kâşânî'nin kelimenin manasını belirtmesine örnekler.

1- Müfessir ‫ن‬
َ ‫ُُو‬Vْf+َ) +َ‫ َوﻡ‬6ُBَ +ُ %َ‫ أ‬g
 ‫ن ِإ‬
َ &ُJ1َ +ْkَ) +َ‫&ا َوﻡ‬+َُ‫ﻡ‬E 
َ )ِU+‫َ وَا‬.+ّ0‫ن ا‬
َ &ُJ‫ ِد‬+َkُ) (Bakara 2/9) âyetinde
geçen "el-Muhâdaa" sözcüğünü şöyle îzâh eder:

"el-Muhâdaa", iyi yönden "had'" kullanmak demektir. İyiliği gösterip kötülüğü


gizlemek anlamına gelir."696

2- Müfessir ‫ن‬
َ &+ُBَ"ْVَ) ْ6ِBِ%+َ ْeُ] ;+ِ< 6ُ‫ه‬1> +ُ"َ)‫ْ َو‬6+ِBِ ‫ئ‬
ُ tِ ْBَNْ +َ) ُ.+ّ0‫( ا‬Bakara 2/15) âyette geçen "el-Ameh"
kelimesini, Kalbin körlüğü ve durmaları gereken hadlerinde insanların azgınlıkları
olarak îzâh eder.697

3- Kâşânî,ِ 
َ ِ+ِ‫َﺱ‬Y ‫ َ َد ًة‬+ِW ْ‫&ا‬+ُ%&ُ‫ْ آ‬6+ُBَ َ+ْ0ُSَ< ?ْ@ ‫ْ <ِ; ا‬6ُHِ‫َواْ ﻡ‬1َNْJ‫ ا‬
َ )ِU‫ ا‬6ُ ُNْ"ِ0َJ ْ1َSَ‫( َو‬Bakara 2/65) âyetinde
geçen "Zulmü" şöyle açıklar:

"Zulüm, örfte bir şeyi mevkiinin dışında bir yere koymak demektir. Sözlükte ise hakkı
ve (verilmesi) zorunlu olan payı eksiltmektir."698

4- Kâşânî, ‫ض‬
َ ْ‫ر‬Z
َ ‫ت وَا‬
ِ ‫ "َوَا‬++‫ُ ا‬.> ++ِ‫ آُْﺱ‬bَ ++ِ‫ َوﺱ‬âyetinde (Bakara 2/255) geçen "el-Kürsî",
kelimesinin tefsiriyle alakalı olarak bu kelimenin sözlükte küçük taht manasına
geldiğini ifade eder.699

5- Müfessir, ِ.ِ ْ % َJ +َ‫َه‬Nَ< ‫َا ِو ُد‬+ُ tِ +)ِtَVْ‫ ََأ ُة ا‬+ْ‫*ِ اﻡ‬+َ)ِ1َ"ْ‫ِ ْ َ&ةٌ <ِ; ا‬% ‫ل‬
َ َW‫ َو‬âyetinde (Yûsuf 12/30) geçen
"el-Azîz" kelimesini şöyle açıklar:

""Azîz" Arapça'ya çevrildiğinde karşılığı "Melîk" olur."700

6- Müfessir ‫ن‬
ٍ َ +ِ ‫ي‬
v ِ +َSْ@َJ‫ْ ٍ َو‬w+ُY ‫ف‬
ٍ َ +ْ<‫ َر‬9+َ0َJ 
َ ++ِِHNُ‫ ﻡ‬âyetinde (Rahmân 55/76) geçen "el-
Abgariyy" kelimesinin sözlükte garip elbise anlamına geldiğini söyler.701

696
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s. 34
697
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.39
698
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.65
699
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.192
700
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 26
701
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.294
124

B- Kâşânî'nin ayetleri yorumlarken sarfa başvurmasına örnekler.

1- Müfessir, ِ.+ ِ< +َ%َ‫ آ‬+"ِ‫ ﻡ‬+َ"ُBََ ْY(ََ< +َBَْJ ‫ن‬


ُ َxْ f+‫ ا‬+َ"ُB‫ <ََ( َز‬âyetinin (Bakara2/36) tefsiriyle ilgili
olarak, "Şeytân" kelimesi uzaklık manasındadır. "eş-şetûn'dan "fey'âl" vezninde
gelmiştir. Onların şeytanları kovulmuş olup, uzaklıklarında batmış olanlar demektir."702
demektedir.

2- Müfessir ‫ُ&ت‬+N‫ ا‬6ُHَ ِْ(+َ) ‫ِ أَن‬.+ِHْ0ُ‫* ﻡ‬+َ)E ‫ن‬


 ‫ْ ِإ‬6ُB> +ِ@ِ% ْ6+ُBَ ‫ل‬
َ +َW‫ َو‬âyetinde (Bakara 2/248) geçen "et-
Tâbût" kelimesinin îzâhını şöyle yapar:

"et-Tâbût", "fa'lût" vezninde "et-tevb" kelimesinden türemiştir."703

3- Müfessir, &َ +ُ‫ ه‬g


 ‫ ِإ‬+َBُ"َ0ْVَ) g
َ y
ِ +ْ َeْ‫ ا‬z
ُ ِ+َ َ‫ ﻡ‬jُ 1َ +ِJ‫ َو‬âyetinde (En'âm 6/59) geçen "el-Mefâtih"
kelimesini sarf ilmine başvurarak şöyle tefsir eder:

"el-Mefâtih", eğer mahzen anlamında mîm'in fethi ile el-meftâh'ın cem'i ise onun
manası, gaybların hepsini kaplayan hazîneler O'nun yanındadır anlamındadır. Eğer
mîm'in kesri ile el-miftâh'ın cem'i ise mana (kelimenin) aynı ile olan manadır. Yâni
onun kapıları kapalıdır ve anahtarları O'nun elindedir."704

4- Müfessir, Asr sûresinde zikredilen "el-Asr" kelimesini şöyle îzâh eder:

"Asr'ın masdar manasında Asura-ya'siru'dan alınmış olması caizdir. Yani Allah'ın insanı
belâ, mücâhede ve riyâzat ile imtihanına andolsun anlamındadır."705

C- Kâşânî'nin ayeti yorumlarken nahve başvurmasıyla ilgili örnekler.

1- Müfessir,

ْ6+ِB‫ ر‬+‫ًى ﻡ‬1+ُ‫ ه‬9+َ0َJ $


َ ِ‫ـ‬+َْ‫&ن ُأو‬+ُِW&ُ) ْ6+ُ‫ِ َ ِة ه‬Y{+ِ‫ َو‬$
َ ِ0ْ@َW ِ‫ل ﻡ‬
َ tِ %ُ‫ َوﻡَ أ‬$
َ ْ َ‫ل ِإ‬
َ tِ %ُ‫ن ِ"َ أ‬
َ &ُِ‫ْﻡ‬-ُ) 
َ )ِU‫وا‬
‫ن‬
َ &ُِ0ْ ُ"ْ‫ ا‬6ُ ُ‫ ه‬$
َ ِ‫َوُأوَْـ‬

âyetlerinde (Bakara 2/4-54) nahiv ilmine başvurarak şöyle bir yorum yapar:

"Ellezîne yü'minûne", mübtedâdır. İkinci vâv da onun üzerine atıftır. "Ülâike" de


haberidir. Eğer "müttakîn'in sıfatı yapılsaydı kasıt, hidâyetten sonra takvâda kemâle
ulaşanlar demek olurdu." 706

702
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.38
703
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.189
704
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.25
705
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.473
706
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.32
125

2- Müfessir, ِ.+ ِ< +َ%َ‫ آ‬+"ِ‫ ﻡ‬+َ"ُBََ ْY(ََ< +َBَْJ ‫ن‬


ُ َxْ f+‫ ا‬+َ"ُB‫ <ََ( َز‬âyetinin (Bakara 2/36) tefsirini şöyle
yapar:

"(Fiilin başına), "fâ'yı" getirmesi eğer hubût (iniş) olmasaydı onların hidâyete uyma
imkanları olmazdı anlamındadır."707

3- Müfessir, 
َ )ِl+0 ٌ+ْ َY &َ +ُBَ ْ6َُْ@+َ‫ِ ﺹ‬+َ‫ِ َو‬.+ِ 6ُNْ@ِW&+ُJ +َ‫ ِ ﻡ‬+ْ!ِ"ِ ْ‫ِ@ُ&ا‬W+َVَ< ْ6ُNْ@َW+َJ ْ‫ َوِإن‬âyetini (Nahl 16/
126) nahiv ilmine göre şöyle îzâh eder:

"Görmüyor musun? Allah, şartın cevâbını kasem ile ve muzmeri müzhire terk ile nasıl
te'kîd etti. "Lehüve hayrun leküm" demedi de "Lehüve hayrun lissâbirîn" dedi."708

4-Müfessir, ًَ َ ‫ْ َأًْا‬6ُBَ ‫ن‬


 ‫ت َ َأ‬
ِ َِl‫ن ا‬
َ &ُ0َ"ْVَ) )ِU‫ ا‬
َ ِِ‫ْﻡ‬-ُ"ْ‫َ ا‬fَ@ُ)‫ُ َو‬.ْ%1ُ  ِ‫ًا ﻡ‬1)ِ1َ‫ َر َ(ْﺱً ﺵ‬Uِ ُ  ً" َW

âyetini (Kehf 18/2) şöyle açıklar:

"Ta'mîm için ilk mef'ûl hazfedilmiştir. Çünkü Mü'min olsun kâfir olsun bir tek insan
güçlü olamaz."709

4- Müfessir ,

ٌ‫ُ&ر‬Hَ‫َ ُ&رٌ ﺵ‬A َ.0‫ن ا‬


 ‫َ ُ ًْ ِإ‬B ِ< ُ.َ ْ‫د‬tِ % ً*ََ َ ْ‫َ ِف‬NْSَ) َ‫ َوﻡ‬9َُْSْ‫ِ َأًْا ِإ اْ"َ َ& دةَ <ِ; ا‬.ْ َ0َJ ْ6ُHُ(َْ‫ُ  اﺱ‬W

âyetinde (Şûrâ 42/23) şöyle bir yorum yapar:

""f'-Kurbâ" istisnâ-i munkatı'dır. Yakınlıkla hâsıl olan herhangi bir sevginin miktarına
müteallıktır."710

D- Şimdi Kâşânî'nin âyetleri yorumlarken kıraât ilmine başvurması ile ilgili örneklere
geçelim.

1- Müfessir, A'râf Suresi 20. âyette geçen "Melekeyn" kelimesi hakkında şöyle der:

"Eğer "Melekeyn" şeklinde okunursa "Hel edüllüke alâ şecerati'l-huldi ve mülki'n lâ


yeblâ" sözünde olduğu gibidir."711

2- Müfessir, ٌ)ِ+َW ُ.َ &َ ُBَ< ً%َxْ َ‫ُ ﺵ‬.َ ْ} َSُ% 
ِ َ"ْ ‫َ ِذآْ ِ ا‬J ~
ُ ْVَ) َ‫( َوﻡ‬Zuhrûf 43/36. âyetinde geçen
"ya'şu" kelimesi için şunu söyler:

707
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.67
708
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.137
709
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.185
710
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.127
711
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.97
126

"&f+V)" kelimesi, şîn'in zammı ve fethi ile okunmuştur. Fark şudur ki, f+J görmeyi
engelleyen bir sebepten dolayı bulanık görmek, ya da gözünde bir hastalık olmaksızın
bulanık görmek demektir. ;fJ ise, gözü gece karanlıkta zayıf gördü anlamına gelir."712

3- Müfessir, Fecr Suresi 28. âyette geçen "ibâdî" kelimesinin "fî abdî" ve "fî vahde
abdî" olmak üzere iki şekilde okunduğunu belirtir.713

Bunların dışında müfessir, Abdullah b. Mes'ûd714 ve Übeyy b. Ka'b'ın715 Mushaflarına


da atıfta bulunur.

I- TE'VÎLÂT'TA ŞİİRLE İSTİŞHÂD

Muhakkak ki Kur'ân'ı tam olarak anlayabilmek için Kur'ân'ın indirilmiş olduğu Arap
diline tam anlamıyla vâkıf olmak gerekmektedir.716 "Ayetlerin mana ve iraplarının
tesbiti için Arap şiirine başvurma gibi filolojik bir harekete oldukça erkenden teşebbüs
edilmiş, bunun bir emr-i Peygamberî olduğu kanaatine kadar varılmıştı. İbn Abbas'tan
rivayete göre "Hz. Peygamber'e Kur'ân'ın hangi ilmi daha hayırlıdır?" diye sorulunca
"Kur'ân'ın gariplerini araştırınız!" demiştir. İbn Enbârî (ö. 328/939) de Kur'ân'daki
garîb kelimelerin Arap şiirine müracaatla bulunabileceğini ifade eder."717 Yine Hz.
Peygamber şiirde hikmet bulunduğunu söylemiş718, Hz. Peygamber'den gelen bu
rivayetler müfessirleri ayetlerin tefsirinde şiirle istişhâd yöntemine başvurmalarında
büyük rol oynamıştır.

"Lugatçi ve nahivciler, Kur'ân'ın tefsirinde müşkilâta uğranılan kelimenin iştikâkı,


gerek irab ve gerekse manası bakımından uğraşılan güçlüğü, ellerindeki imkanlar
nisbetinde gidermeye çalışmışlardır. Bir kelimenin manasını izah için o kelimenin şiirde
veya Arap dilindeki istimâlini araştırmışlar, onunla ayetin izahını
kolaylaştırmışlardır."719 İbn Abbas'ın Kur'ân tefsirinde cahili şiirine atıfta bulunması

712
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.153
713
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.464, Kâşânî'nin daha fazla filolojik tefsir örneği için bkz. Kâşânî,
Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.25, 35, 147, 238, 287, c.2, s.16, 91, 404, c.3, s.116, 212, 216, 264, c.3, s.27, 366,
457, c.4, s.14, 17, 28, 153, 177, 230 v. d.
714
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.210
715
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.476
716
Akk, Usûl-ü Tefsir, s.140
717
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, s. 127, ayr, bkz., Akk, Usûl-ü
Tefsir, s.142-147
718
Ebû Dâvûd, Sünen, Edeb, 94
719
Cerrahoğlu, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller, 128–129
127

tefsire şiirin daha sahabe devrinde girdiğinin göstergesidir. Hatta o şiirle tefsirin en
güzel filolojik yöntem olduğu söylenmiştir.720 Hz. Ömer'in Nahl Suresi 47. âyette geçen
"Tahavvuf" kelimesini bilmediğini; Hüzeyl kabîlesinden birinin bu kelimenin kendi
lehçelerinde "Tenakus", eksilme anlamına geldiğini söylemiştir. Bunun üzerine Hz.
Ömer bu anlamı Arapların kendi şiirlerinde bilip bilmediğini sormuş o kişi de bu anlamı
şairleri Zü-Rumme'nin bir beyti ile desteklemiştir. Bunun üzerine Hz. Ömer insanlara
cahiliyye şiirini öğrenmelerini, o şiirlerde Kur'ân'ın tefsiri bulunduğunu söylemiştir.721
Tefsirlere baktığımızda klasik ve modern olarak nitelendirilen –özellikle filolojik ve
tasavvufî tefsirlerde- bu yönteme başvurulduğunu görmekteyiz. Kâşânî'nin de Te'vîlât'ta
ayetleri yorumlarken az da olsa şiire başvurduğunu görmekteyiz. Kâşânî ayetlerin
tefsirinde daha çok tasavvufî anlamda şiirler kullanmış ve şiirleri daha çok "Şâir dedi ki,
ya da şâirin dediği gibi" şeklinde nakletmektedir. Şimdi konu ile alakalı örneklere bir
göz atalım.

1- Müfessir "Ey İsrâiloğulları! Size verdiğim nimetlerimi hatırlayın, bana verdiğiniz


sözü yerine getirin ki ben de size vaat ettiklerimi vereyim." mealindeki Bakara sûresi 40.
âyette zikredilen İsrâiloğulları'nın Allah'a vermiş oldukları sözün önemini anlatmak için
şu şiiri nakleder:

"Sıkıntı anlarında birbirini seven dostların dediği gibi:

Aramızda rahmet ve sıla-ı rahm yok mu?

Aramızda sevgi ve kardeşlik var(ken)."722

2- Müfessir, "İçinizden cumartesi günü azgınlık edip de, bu yüzden kendilerine "aşağılık
maymunlar olun!" dediklerimizi elbette bilmektesiniz." mealindeki Bakara Suresi 65.
âyette zikredilen cumartesi günü yasağını çiğneyip maymuna çevrilen Yahûdîler
nezdinde insan fıtratını naklettiği bir şiirle şöyle anlatır:

"Şâirin dediği gibi;

O nefis eğer ihmal edilirse kesinlikle bayağılaşır

"Eğer övülen yararlı şeylere uyarsa güzelleşir."723

720
Bkz. Zehebî, et-Tefsir ve'l-Müfessirûn, c.1, s.74–77
721
Kâfiyeci, et-Teysîr, s.21-22, Akk, Usûl-ü Tefsir, s.140-141
722
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.69
723
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s. 85-86
128

3- Müfessir "İnsanlardan öyleleri vardır ki, dünya hayatı hakkında söyledikleri senin
hoşuna gider. Hatta böylesi kalbindeki şeye (niyetine) Allah'ı şahit tutar. Hâlbuki o,
düşmanların en yamanıdır." mealindeki Bakara sûresi 204. âyette anlatılan Allah'a olan
muhabbetin ona isyân ile aynı kalpte birleşemeyeceğini, böyle diyenin iki yüzlü bir
yalancı olduğunu ifâde için şu şiiri nakleder:

"Şâirin dediği gibi,

Rabb(in)e isyan edersin ve ona olan sevgini açığa vurursun"

Bu, Allah için gerçekten çirkin bir iştir,

Eğer ona olan sevgin gerçek olsaydı O'na boyun eğerdin

Şüphesiz onu seven kişi sevgisini gösterip Ona boyun eğendir."724

4- Müfessir Size bir iyilik dokunursa, bu onları tasalandırır; başınıza bir musibet
gelirse, buna da sevinirler. Eğer sabreder ve korursanız, onların hilesi size zarar
vermez." mealindeki Âl-i İmrân suresi 120. âyetle alâkalı olarak Allah'a tevekkül edip
yalnızca ondan yardım istemenin önemini anlatmak için şu şiiri nakleder:

"Şâirin dediği gibi,

Kim bir isteğini Allah'tan başkasına arz ederse

Onun yardımcısı âcizlik ve yalnızlıktır."725

5- Müfessir, "(Bu), Allah'ın has kullarının içtikleri ve akıttıkça akıttıkları bir pınardır."
mealindeki İnsân Suresi 6. âyette zikredilen "Allah'ın kulları"nın özelliklerini
anlatırken şu şiiri nakleder:

"Onlardan birinin dediği gibi,

O'nun boyun eğilen ya da sakınılan bir emri vardır.

Onun içimi hoştur o ya bulanıktır ya da berrak,

Ben işimin hepsini sevgiliye emanet ettim

Eğer isterse beni ihyâ eder isterse vîrân."726

724
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.174
725
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.284
726
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.449; Diğer örnekler için bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.146,
224, 229, 293; c.1 (2), s.145, c.3, s.61, 250, c.4, s.203 v.d.
129

2- RİVAYET YÖNÜNDEN TE'VÎLÂTÜ'L-KUR'ÂN

Kur'ân insanların anlayıp ondaki düsturları hayatına geçirmeleri için indirilmiştir. Bu


sebeple Allah, Kur'ân'ın kendisi hakkında insanların düşünmelerini, kafa yormalarını
istemektedir.727 "Hz. Peygamber, ashâbına Kur'ân'ın manalarından zor gelen yerleri
beyan etmiştir. Sahâbe de bu rivayetleri kendilerinden sonra gelen Tâbiîlere
nakletmişlerdir. Sahâbe, Hz. Peygamber'den nakilleri ile birlikte kendi re'y ve
içtihatlarına cevap verecek kadar tefsir etmişlerdi. Daha sonra gelen Tâbiîler, ellerinde
Hz. Peygamber'in ve sahâbenin tefsir haberleri olmasına rağmen bunlara kendi re'y ve
ictihatlarını da ilave ettiler. Çünkü Hz. Peygamber ve sahabe asrından uzaklaştıkça
müşkiller ve kapalılıklar çoğalmakta idi. Bunları açıklamak için tefsire ihtiyaç vardı.
Tâbilerden sonra gelenler için kapalılık ve muğlâklık daha da artınca, bunları gidermek
için tefsirdeki bu ziyadelikler daha da arttı. Tefsirdeki bu ziyadelikler ve fazlalıklar
tabakadan tabakaya artmış, tefsirler de giderek kabarmıştır. Her tabaka bu tefsir
haberlerini kendilerinden sonra gelenlere nakletti. Bir taraftan da bu haberler tedvîn
edilmeye başladıktan sonra, tefsir rivayetleri eserlerde toplanmaya başlandı."728 "Naklî
tefsirin üç temel za'fı bulunmaktadır. 1–Tefsirde uydurma haberlerin çokluğu, 2-
729
İsrâiliyyâtın girişi, 3- İsnadların hazfı. Bu sebeple yapılan nakillerin senet ve metin
tenkîdi açısından sağlamlığının kanıtlanmış olması gerekmektedir."730

Muhammed b. Cerîr et-Taberî'nin (ö. 310/922) Câmi'u'l-Beyân an Te'vîl'il-Kur'ân'ı,


Ebûl-Leys es-Semerkandî'nin Tefsîru'l-Kur'ân'ı, Ebû İshâk es-Sa'lebî'nin (ö. 427/1035)
Keşf ve'l Beyân an Tefsîr'il-Kur'ân'ı, Ebû Muhammed el-Hüseyn el-Begavî'nin (ö.
516/1122) Meâlimu't-Tenzîl'i, İbn Kesîr'in (ö. 774/1373) Tefsîru'l-Kur'ân'il-Azîm'i,
Celâleddîn es-Suyûtî'nin (ö. 911/1506) ed-Dürrü'l-Mensûr fî Tefsîr'il-Me'sûr'u rivayet
tefsiri metoduyla yazılmış tefsirlerden sadece birkaçıdır.

Dirayet yöntemiyle yazılmış işârî bir tefsir olmasına rağmen Kâşânî'nin eserinde çokça
rivayete rastlanmaktadır. Kâşânî, eserinde çokça rivayet serdetmesine rağmen bu
rivayetlerin kaynağı hakkında bilgi vermez. Bunun yanında –bir-iki istisna dışında-
rivayetlerin sıhhati konusunda da bir şey söylemez ve bir konuda zikrettiği birden fazla
rivayet arasında herhangi bir tercihte bulunmaz. Kâşânî, rivayetleri daha çok "denildi ki,

727
Nisâ 4/82–3, Muhammed 47/24, Mü'minûn 24/68, v.d.
728
Cerrahoğlu, Tefsir Tarihi, s. 525
729
Cerrahoğlu, Tefsir Usulü, s. 229
730
Bkz. Kırca, Kur'ân'a Yönelişler, s. 25
130

rivayet olunmuştur ki..." gibi meçhul sîga ile nakleder. Bunun yanında özellikle
sahâbeden Hz. Ali, İbn Abbas, İbn Ömer ve Saîd b. Cübeyr'den; Tâbiûndan Câfer-i
Sâdık, Katâde ve Dahhâk'tan, rivâyetler aktarır. Sıkça da âyetlerin tefsirinden sonra
Ebû Yezîd-i Bestâmî, Hüseyn b. Mansûr, Şiblî, Semnûn gibi mutasavvıflardan sözler ve
az da olsa tasavvufî hikâyeler nakleder. Bazen de zâhirî ve sûfî tefsirlerden eser ismi
vermeden "bazı tefsirlerde denildi ki, tefsirlerde zikredilir ki, bazı zahir ehli müfessir
demiştir ki..." şeklinde nakillerde bulunur. Bir-iki yerde âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında
bilgi verir. Şimdi konu ile ilgili örneklere geçebiliriz.

Kâşânî, Hz. Âdem'le Havvâ'nın Cennet'ten kovulmasını anlatan "Şeytan onların


ayaklarını kaydırdı ve içinde bulundukları (Cennet'ten) onları çıkardı." mealindeki
Bakara Suresi 36. âyeti tefsir ederken şu rivayeti zikreder:

"Denildi ki: İkisi (Âdem ve Havvâ) Cennet'te vakit geçirirken Cennet'in surlarında
onlara bir Tâvus kuşu göründü. Derken Havvâ ona yaklaştı Âdem de onu takip etti.
Böylelikle şeytan ikisini duvar arkasından vesveseye düşürdü. Yine şeytan'ın yılan
şekline girerek Havvâ'nın peşinden Cennet'e girdiği rivayet edilmiştir."731 Bu örnekte de
görülmektedir ki Kâşânî bu iki rivayet arasından herhangi birisini tercih etmemiş, bu
rivayetleri tahkik de etmemiştir.

Kâşânî "Peygamberleri onlara, "Bilin ki Allah, Tâlût'u size hükümdar olarak gönderdi",
dedi." mealindeki Tâlût'un anlatıldığı Bakara Suresi 247. âyette şu rivayeti nakleder:

"Tâlût, fakir (yüksek) bir nesebi ve malı olmayan bir adamdı. Onu kral olarak kabul
etmediler. Çünkü krallık ve yöneticiliğe liyâkat çoğunluğa göre mal ve neseb gibi harici
saadete bağlıydı."732

Kâşânî, Bakara Suresi 259. âyette zikredilen Uzeyr (a.s.)'in yiyeceği konusunda şunu
nakleder:

"Denilmiştir ki, O'nun yiyeceği incir ve üzüm, içeceği ise şarap ve süttü."733

Müfessir, Bakara Suresi 260. âyette zikredilen Hz. İbrâhim'in Allah'ın emriyle kestiği
dört kuş hakkında şu rivayeti nakleder:

731
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s. 65
732
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.188
733
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.201
131

"Bu kuşların tavûs, horoz, karga ve güvercin olduğu söylenmiştir. Başka bir rivayette de
ördek geçmektedir. Denildi ki: Allah o kuşları kesip tüylerini yolup etlerini ve kanlarını
iyice karıştırıp başlarını kedisine saklamasını emretti."734

Kâşânî, "Sen af yolunu tut, iyiliği emret ve cahillerden yüz çevir." mealindeki A'râf
Suresi 199. âyette şu rivayeti aktarır:

"İmam Câfer-i Sâdık'tan (r.a.) rivayet edilmiştir ki; Allah, nebîsine mekârim-i ahlâkı
emretti. Kur'ân'da bu ayetten daha fazla mekârim-i ahlâkı cemeden bir başka âyet daha
yoktur."735

Kâşânî, "Onu götürüp de kuyunun dibine atmaya ittifakla karar verdikleri zaman…"
mealindeki Yûsuf sûresi 15. âyet ile ilgili olarak Kâşânî, bu fikri teklif eden kardeş
hakkında şöyle der:

"Müfessirler, Yusuf'un o kardeşinin Yusuf hakkında en güzel kararı alan kardeşi


olduğunu, onu kardeşlerinin öldürmesinden koruduğunu söyler."736

Kâşânî, "Onlar, (o gün) "Bir gün ya da bir günden daha az bir süre kaldık. Hesap
tutanlara sor. derler." mealindeki Mü'münûn sûresi 113. âyette İbn Abbas'tan şu
nakilde bulunur.

"İbn Abbas demiştir ki: İki nefha arasında görmüş oldukları azap onlara orada ne kadar
kaldıklarını unutturmuştur."737

Müfessir "O gün gökyüzü beyaz bulutlar ile yarılacak ve melekler bölük bölük
indirilecektir." mealindeki Furkân sûresi 24. âyetle ilgili olarak şunu nakleder.

"Tefsirlerde denilmiştir ki; O, ince beyaz bir buluttur. O, (gökyüzü) ancak cesedî hey'eti
kazandığı ve bedenin nefsânî ve latîf suretine büründüğü ve ondan gizlendiği için buluta
benzetilmiştir. İlmin menşei olduğu için buluta benzetilmiştir."738

İbarelere bakıldığında Kâşânî burada işârî tefsirlerden nakilde bulunmuştur. Çünkü bu


yorumda gökyüzü/bulutlar (vahyin kaynağı olması hasebiyle) ilmin kaynağı olarak işârî
tefsir metoduyla tefsir edilmiştir.

734
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s.201–203
735
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.164
736
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.40-41
737
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.384
738
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.410, Benzer bir örnek için bkz. c.4, s.421–422, İbn Arabî'den yaptığı
nakil için bkz. c.3, s.470
132

Kâşânî bazen zâhirî tefsirlerden de nakillerde bulunur.

Müfessir Duvara gelince, şehirde iki yetim çocuğun idi; altında da onlara ait bir hazine
vardı." mealindeki Kehf Suresi 82. âyette zikredilen iki kardeşe ait duvar altındaki
hazîne için şunu nakleder:

"Bazı zâhir ehli müfessir hazinenin içinde ilim yazılı olan sayfalar olduğunu
söylemiştir."739 Kâşânî'nin bu âyet hakkında zâhir tefsirlerden işârî bir yorum
naklettiğini görmekteyiz.

Kâşânî, "Ve üstüne (gölge yapması için) kabak türünden geniş yapraklı bir bitki
bitirdik." mealindeki Saffât sûresi 146. âyetin tefsirinde şöyle der:

"Bazı zâhir tefsirlerde denildi ki: Onun (Yûnus'un) bedeni balığın karnında zayıf düştü
ve yeni doğmuş bir bebek gibi oldu."740

Bazen de âyetin tefsiri hakkında zâhir tefsirlerden birden fazla rivayet olduğunu
bunların arasının te'vîlinin mümkün olduğunu söyler ama rivayetleri serdetmez.741

Müfessir Evet, Bizim, onun parmak uçlarını bile eski haline getirmeye gücümüz yeter."
mealindeki Kıyâme sûresi 4.âyetle ilgili olarak şöyle der:

"Bazı zâhirî tefsirlerde (bu ayet hakkında) denildi ki; Onları bir araya getirmeye ve eşek
ve devede olduğu gibi birbirine eşit kılmaya kâdiriz (manasındadır) denilmiştir."742

Kâşânî az da olsa kimden rivayette bulunduğunu nakleder.

Müfessir, "İşte o zaman konuşan baktı ve (arkadaşını) Cehennem'in ortasında gördü."


mealindeki Saffât sûresi 55. âyetin tefsirinde Cehennemin vasfı konusunda Dahhâk'tan
şöyle bir rivayette bulunur:

"Cehennem'in vasfı konusunda Dahhâk şöyle demiştir: Her kâfir için içinde olacağı ve
görülemeyeceği ve dibi bulunmayan ateşten bir kuyu vardır."743

Kâşânî, "Andolsun biz Süleyman'ı imtihan ettik. Tahtının üzerine bir ceset bıraktık.
Sonra tevbe edip bize yöneldi." mealindeki Sâd Suresi 34. âyetle ilgili tefsirlerde ihtilaf

739
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.227
740
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.27
741
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.44
742
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.44
743
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.12
133

edildiğini zikrettiği üç rivayet (hikaye) nakleder ve ilk iki rivayetin sağlamlığı hakkında
bir görüş belirtmezken üçüncü rivayet için şunu söyler:

"Eğer hikâyenin gerçeğe uygunluğu doğru ise Hz. Süleyman Hz. Yûnus ve Âdem (a.s.)
gibi imtihan edilmiştir. Eğer hikâye Ebsâl ve Salaman gibi hukemânın uydurduğu
temsili hikâyeler gibi Yahudî hukemasının uydurduğu mevzûâttan ise onun te'vîli
şudur..."744 der. Bu örnek ve daha önce isrâiliyyât kabilinden örnekler Kâşânî'nin
rivayetlerin sağlamlığını önemsemediğini gösterir.

Kâşânî az da olsa yer yer bir âyetin sebeb-i nüzûlü hakkında da bilgi verir. Örneğin "De
ki ben sizden akrabalık sevgisinden başka bir ücret istemiyorum…" mealindeki Şûrâ
Suresi 23. âyet hakkında şu rivayeti nakleder:

"Rivayet edildi ki (Bir kadın tarafından) bu âyet hakkında "Yâ Rasûlallah! Senin hangi
yakınlarının sevgisi bizim üzerimize vaciptir?" diye soruldu. O da, Ali, Fâtıma, Hasan,
Hüseyin ve onların çocukları dedi."745

Kâşânî, Alâk sûresi hakkında şunu söyler:

"(Bu sûre), Hz. Peygamber'i cem'den tafsîle attığı rütbenin ilkinde inmiştir. Bu sebeple
Kur'ân'dan ilk inen sure olduğu söylenmiştir."746

Kâşânî, fil olayı hakkında bilgi vermiş,747 Nasr sûresi hakkında uzun bir rivayeti
aktardıktan sonra şöyle demiştir:

"Bu sure "Tevdî'" olarak da isimlendirilmiştir. Rivayete göre bu surenin inişinden sonra
Hz. Peygamber iki yıl daha yaşamıştır ve bu sûre Veda haccında inmiştir. Rivayetlerin
hepsini burada zikretmek mümkün değildir. "748

Kâşânî zaman zaman da farklı kişilerden güzel sözler zikreder. Burada da daha çok
sözleri "denilmiştir ki" şeklinde meçhul sîga ile nakleder. Hz. Ali ve Câfer-i Sâdık'ın
sözlerini çokça nakleder. Bazen de mutasavvıfların sözlerini nakleder. Şimdi konu ile
ilgili birkaç örnek verelim.

744
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.37–38, Hz. Eyüp'ün imtihanı konusundaki rivayetler hakkında da aynı
yöntemi izlemiştir. Bkz. c.4, s.46
745
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.128
746
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.468
747
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.473
748
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.476 Başka rivayetler için bkz. c.1, s.7, 93, 122, 153, 189, 268, c.2,
s.76, 117, 228, 366, c.3, 26, 38-39, 189-190, 210, 269, 384, 459, c.4, s. 28, 45, 199, 230, 255, 279, 463,
329, 362, 453, 477, v.d.
134

"Hz. Ali demiştir ki: Sağ ve sol (yol insanı) saptırabilir. Orta yol en iyisidir."749
Arkadaşların farklı bedenlerdeki tek kişi olduğu söylenmiştir.750

"Emîru'l-Mü'minîn Hz. Ali şöyle demiştir: Yeryüzünde iki emân vardı. Allah birini
kaldırdı. İkincisi kaldı. Allah'ın kaldırdığı emân Rasûlullah'tır. Bize kalan ise
istiğfardır."751

"Hz. Ömer demiştir ki; Fakr ve zenginlik hangisine bineceğini önemsemediğin iki
binektir."752

"Bazı şeyhleri şöyle derken işittim: Zalim eceliyle öldüğü zaman fâsık, yaşlılığın ilk
anlarına nadir ulaşır. Bu, Allah'ın inayeti onların Allah'ın nizamını yıkmak için
uğraşmaları ve hikmet ve adalete muhalefet etmeleri sebebiyledir."753

Bunların dışında müellif, sûfîlerden Şiblî'den,754 Ebû Yezîd-i Bestâmî, Hallâc-ı


Mansûr'dan sözler755 ve bazı tasavvufî hikâyeler756 nakleder.

A- TE'VÎLÂT'TA İSRÂİLİYYÂT

Kâşânî'nin Te'vîlât'ına da baktığımızda eserde yer yer israiliyyât türünden bilgilere


rastlamaktayız. Kâşânî, Hz.Süleyman'ın ruhunun kabzedilmesi ile alakalı bir hikâye
hariç aktarılan rivâyetin isrâiliyyât olup olmadığı hakkında bilgi vermez, rivayet
hakkında herhangi bir değerlendirmede bulunmaz.757 Naklettiği rivayetlerin kaynağını
vermez. Kâşânî daha çok Hz. Âdem ve Havva'nın Cennet'ten kovulması,
İsrailoğulları'ndan bahseden ayetler ve hurûf-u mukataa konusunda isrâiliyyât
kabilinden rivayetler nakleder. Bunların bir kısmı ise kabul edilemeyecek kadar İslam'ın
ruhuna aykırıdır. Bir kısmı hakkında bir şey söylememiz mümkün değildir. Konu ile
alakalı olarak girişte bilgi vermiştik. Şimdi örneklere geçebiliriz.

749
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.119
750
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.281
751
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.194
752
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.367
753
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.339
754
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.139
755
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.162, Diğer örnekler için bkz. c. 1, s. 196, 212, 240–241, 284,
c.2, s. 11, 57, c.3, s. 115, s.255, 392, c.4, s. 194, 205, 292, 384, 450, v. d.
756
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.88, 90, 111, 295, c.1(2), s.111
757
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.35–38
135

1- Müellif, Fâtihâ Suresi'nde besmele'nin tefsirini yaparken şu bilgileri vermektedir:

"Hz. Peygamber'e (a.s.) (besmeledeki) bâ'nın elifinin nereden geldiği soruldu. O da onu
şeytan çaldı ve elife ivaz olması için Bismillâh'ın bâsını uzatmasını emretti."758

Hz. Peygamber'in böyle bir şey söylemesi mümkün değildir. Bu rivayeti doğrulamak
Kur'ân'ın korunmuşluğuna gölge düşürür. Biz bilmekteyiz ki Kur'ân, tam ve eksiksiz
indirilmiş ve Allah'ın korunmasına alınmıştır.759

2- Bakara Suresi 36. ayetin tefsirinde müfessir şunu nakleder:

"Denildi ki: İkisi (Âdem ve Havvâ) Cennet'te vakit geçirirken Cennet'in surlarında
onlara bir Tâvus kuşu göründü. Derken Havvâ ona yaklaştı Âdem de onu takip etti.
Böylelikle şeytan ikisini duvar arkasından vesveseye düşürdü. Yine şeytan'ın yılan
şekline girerek Havvâ'nın peşinden Cennet'e girdiği rivayet edilmiştir."760 Bu Âdem ile
Havvâ'nın Cennet'ten kovulması ile alakalı dillerde dolaşan meşhur bir İsrâiliyyât'tır.761

3- Müfessir Bakara Suresi'nin 71. ayetinin tefsirinde şunları zikreder:

"İnek hikâyesi ile alakalı olarak denilmiştir ki: İsrâiloğullarından yaşlı bir adamın bu
özellikte bir dişi buzağısı oldu. Onun küçük bir erkek evlâdı vardı. Buzağıyı yaşlı bir
kadına götürdü. "Bu buzağı bu küçük çocuğundur. Onu meraya sal belki ona faydası
olur." dedi. Çocuk büluğa erince bu olay meydana geldi ve İsrâilooğulları kırk yıl bu
ineği istedi. Yaşlı kadın bunu işitti ve çocuğa babasının yaptığını haber verdi. Çocuk
serpildi ve meraya gitti ve onu buldu. Onu getirdi ve onu satın almak için pazarlığa
tutuştular. Yaşlı kadın ineğin satılmasını yasakladıysa da tutamı karşılığında altına satın
aldılar."762 Hikâye adı üstünde İsrâiloğullarından nakledilmiştir. Ayrıca bir ineğin kırk
yıl yaşaması da mümkün değildir. Yani bu rivayet isrâiliyyâttandır.

4- Müfessir Bakara Suresi 127. ayetin tefsirinde şunu nakleder:

"Denildi ki; Kâbe Hz. Âdem zamanında gökten indirilmiştir. Onun biri batıda biri de
doğuda olmak üzere iki kapısı vardı. Hz. Âdem (a.s.) onu Hind arzından haccetmiştir.

758
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.18
759
Bkz. Hicr, 15/9, Zümer 39/41
760
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 1, s. 65
761
Bkz. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, (bkz. Tevrat, Tekvîn, 3/1-15) s.256
762
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.93
136

Melekler kendisini 40 fersah öteden karşılamış ve Kâbe'yi tavâf etmiştir. Sonra


Kâbe'nin içine girmiştir. Kâbe Nûh Tûfânı zamanında kaldırılmıştır."763

Kâşânî, Kâbe ile ilgili olarak Âl-i İmrân suresinin 96. âyetinde şunu da zikreder:

"Kâbe gökyüzü ve arzın yaratılışı esnasında suyun üzerindeki ilk evdir. Allah onu
yeryüzünü yaratmadan 2000 yıl önce yaratmıştır. Suyun üzerinde beyaz bir köpükken
yeryüzü onun altında hayat bulmuştur.""764 Kâşâni bu iki örnekte Kâbe ile ilgili
birbirine zıt iki rivayet nakletmekte birincisinde Kâbe'nin Hz. Âdem zamanında,
ikincisinde yeryüzünün yaratılışından 2000 yıl önce yaratıldığını nakleder. Kur'ân bize
Kâbe'nin mevcudiyeti hakkında sadece onun yeryüzünde yaratılan ilk ev olduğunu765 ve
temellerinin Hz. İbrahim ve İsmail tarafından atıldığını belirtir.766 Onun yaratılış
keyfiyetinden bahsetmez. Eserlere baktığımızda Kâbe'nin gökten indirildiği ve
yeryüzünüzden önce yaratılması ile ilgili rivayetlerin isrâiliyyât olduğu
nakledilmektedir.767

6- Müfessir Nisâ suresi 1. âyette zikredilen Hz. Havvâ'nın yaratılışı ile ilgili şunu
zikreder:

"Denilmiştir ki, Havva Âdem'in sol kürek kemiğinden yaratılmıştır. Eğer Âdem onunla
evlenmeseydi dünyaya indirilmezdi. Nitekim iblisin önce onu tahrik etmesi ve onunla
Âdem'i kandırması meşhurdur."768 Havva'nın Hz. Âdem'in sol eğe kemiğinden
yaratılmış olduğu yolundaki tafsilatlı rivayetlerin aslı esası yoktur. Bunlar genel
hatlarıyla isrâiliyyâttır. Çünkü konu aynen Tevrat'tan aktarılmıştır."769

7- Müfessir Mâide Suresi 25. âyetle alakalı olarak şunu nakleder:

"Tîh kıssası ile alakalı olarak denilmiştir ki, İsrâiloğulları öfkeli bir biçimde sabahleyin
altı fersah yol alıyor akşam olunca da başladıkları yere dönüyorlardı."770 "Geceleyin
üzerlerine gökyüzünden ateşten bir sütun iniyor onunla yürüyor ve onun ışığından
faydalanıyorlardı. Yine denilmiştir ki, Tîh'te doğan her çocuğun üzerinde boyu

763
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.122
764
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.268
765
Âl-i İmran, 3/96
766
Bakara 2/127, ayr. bkz. Hac, 22/26
767
Bkz. Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, s.299-300
768
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.1 (2)
769
Bkz., Aydemir, Tefsirde İsrâiliyyât, (bkz. Tevrat, Tekvîn 2/18-23; 3/20), s.252-253
770
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.129 (2)
137

ölçüsünde olup da kendisi büyüdükçe büyüyen bir gömleği vardı."771 Kur'ân bizlere
İsrâiloğulları'nın çölde kırk yıl dönüp dolaşması ile ilgili bir bilgi vermesine rağmen772
tafsilâta inmez, Kur'ân ve sünnet dışı kaynaklardan İsrâiloğulları ilgili nakledilen
rivayetlerin genelinin akla aykırı, gereksiz bilgilerden, isrâiliyyât türünden olduğunu
müşahede etmekteyiz.

8- Müfessir Kâf Suresindeki 1. ayette geçen Hurûf-u mukattaa (‫ ) ق‬harfi için şunu
zikreder:

"İbn Abbas'tan nakledildiğine göre ‫ ق‬dünyayı kuşatan ve arkasında Ankâ kuşu bulunan
bir dağdır."773 Kâf dağı masallara konu olan bugüne kadar varlığı ispatlanamayan bir
hurafedir. Yeryüzünü kuşatan böyle bir dağ mevcut değildir. Bu tarz bilgiler
isrâiliyyattır.774

Kâşânî, ‫ ص‬harfi için de İbn Abbas'tan Mekke'de bulunan ve gecesi gündüzü olmayıp
üzerinde Rahman'ın arşı bulunan bir dağ olduğu hakkında rivayet nakleder.775 Az önce
de değindiğimiz gibi Mekke'de böyle gecesi gündüzü olmayan bir dağın mevcudiyeti
yoktur. Bu rivayet de israiliyyattır. Zaten İbn Abbas kendisinden isrâiliyyât nakledildiği
belirtilen bir sahabîdir.

B- TE'VÎLÂT'TA BAZI TEFSİR KAİDELERİNE YAKLAŞIM

Kâşânî, tasavvufî tefsir olması dolayısıyla eseri Te'vîlâtü'l-Kur'ân'da çok fazla tefsir
ilminin temel kaidelerine girmez. Bununla birlikte yeri geldiğinde Te'vîlâtü'l-Kur'ân'da
bazı tefsir kaideleri hakkında bilgi verilmiştir. Eserde, hurûf-u mukataa, nesh, muhkem
ve müteşâbihât ile ilgili yer yer bilgiler verilmektedir. Ayrıca, bu üç madde içerisinde en
çok değinilen konu -kısa kısa da olsa- hurûf-u mukattadır. Bunun da sebebinin yer yer
eserde kendisini hissettiren Hurufîliğin, tefsirin bu dalında kendisine daha fazla yer
bulabilme imkânı olması diye düşünüyoruz. Çünkü baktığımızda Hurufîlik kendisini en
çok hurûf-u mukataada göstermektedir. Şimdi konu ile alakalı örneklere geçebiliriz.

771
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.130 (2)
772
Maide 5/26
773
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c. 4, s.230, Başka örnekler için bkz., Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.189-
190, 201; c.2, s.76
774
Bkz. İbn Kesîr, Tefsîr-u Kur'âni'l-Azîm, c.6, s.395
775
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.89, c.4, s.230
138

A- Hurûf-u Mukatta ile ilgili örnekler

1- Müfessir Bakara Suresinin ilk âyetindeki hurûf-u mukataa için şunları söyler:

% ‫ا‬: "Bu üç harfle (Allah'ın) küll olması yönünden varlığın hepsine işaret vardır. Çünkü,
Elif, varlığın ilki olan zata işârettir. Lâm, Cibrîl olarak isimlendirilen küllî akla işârettir.
O, başlangıçtan doğup sona doğru akıp giden varlığın ortasıdır. Mîm, Muhammed'e
işârettir. O da varlığın sonudur. Varlığın dönüşümü onunla tamamlanır ve evveline
bağlanır."776

2- Kâşânî, A'râf Suresinin başındaki hurûf-u mukatta için şunları söyler:

"‫ا‬: "Elif Zat-ı Ehadiyyet'e işârettir. Lâm, ilim sıfatı ile birlikte Zat(ı ilâhi)'a işarettir.
Mîm, câmi' tesmiye olan Muhammed'in manasına yani O'nun nefsine ve hakîkatine
işârettir. Sâd, cesedî ve zâhiri olan Muhammedî surete işarettir. İbn Abbas'ın onun (Sâd)
gecesi ve gündüzü olmayan, üzerinde Rahmân'ın arşı bulunan Mekke'de bir dağ dediği
rivayet edilmiştir." Bu rivayetin isrâiliyyat olduğunu daha önce söylemiştik.777

3- Kâşânî, Yûnus Suresi'nin başındaki hurûf-u mukatta ile ilgili şunları söyler:

" ‫ا‬: 'daki (râ harfi), "Biz seni ancak âlemlere rahmet olarak gönderdik." sözüyle işaret
ettiği Muhammedî surette tecellî etmiş rahmete işârettir."778

4- Müfessir Tâhâ sûresi'nin başındaki hurûf-u mukatta ile ilgili şunu söyler:

"&': Tâ Tâhir'e işârettir. Hâ ise Hâdî'ye işarettir."779

5- Kâşânî, Ra'd sûresi'nde yer alan hurûf-u mukataa için şunu söyler:

 "‫"ا‬: Yâni Zat-ı Ehadiyyet'e ve Âlim ismine, ism-i a'zâm'a ve kendisine işaret edildiği
gibi tam rahmet olan mazharıdır."780

6- Müfessir, Meryem Suresi'ndeki hurûf-u mukataa için özetle şunları zikreder:

( )‫آ‬: "Kâf , (Allah'ın) Kâfî ismine, hâ, Hâdî ismine, yâ, Vâkî ismine, ayn, Âlim
ismine, sâd Sâdık ismine işârettir". Müfessir bu bilgilerin ardında İbn Abbas'tan konu ile
alakalı şu rivayeti nakleder:

776
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s. 23
777
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.89, c.4, s.28
778
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.310
779
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s. 263
780
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 54
139

"İbn Abbas (r.a.), Kâf'ın (Allah'ın), Kâfî ismine hâ'nın Hâdî ismine, yâ'nın Vâkî ismine
ayn'ın Âlim ismine, sâd'ın sâdık ismine karşılık geldiğini söylemiştir. Allah daha iyi
bilir."781

7- Müfessir, Şuarâ sûresi'nde geçen hurûf-u mukatta için şunları söyler:

% '": Tâ, (Allah'ın) Tâhir ismine, sîn, Selâm ismine ve mîm de Muhît ismine
işârettir."782

8- Kâşânî Yâsîn Suresindeki hurûf-u mukattayı şöyle yorumlar:

"+ ‫ ی‬: (Allah bu harflerle) isti'dâdının kemâline ulaşan iki sınıf (insan)'a yemin
etmiştir."783

9- Müfessir Mü'min sûresi'nde geçen hurûf-u mukatta (% -)'nın hâ'sını Allah'ın Hakk
ismine karşılık geldiğini belirtir.784

10- Müfessir Duhân Suresi'nde geçen hurûf-u mukatta için (. / % -) sadece hâ harfinin
Hakk ismine karşılık geldiğini belirtir.785

11- Kâşânî, Kâf Suresi'nin başındaki hurûf-u mukatta'nın (‫ )ق‬arş olan Hz. Muhammed'in
kalbine işâret olduğunu söyler. Bununla birlikte kâf'ın arkasında ankâ kuşunun
bulunduğu büyük bir dağ olduğu hakkında rivayet olduğunu zikreder.786

12- Müfessir, Kalem Suresi'nin başındaki ( ‫ )ن‬harfinin küllî nefse delâlet ettiğini söyler.

Kâşânî bununla birlikte her harfi tefsir etme çabasına girmez. Bazen önce tefsir ettiği
bir harfi daha sonra geçen bir yerde tefsir etmez, önceki tefsirine müracaat edilmesini
ister.787

Kâşânî'nin hakkında görüş beyan ettiği bir diğer temel tefsir meselesi de neshtir.

B- Şimdi Kâşânî'nin nesh hakkındaki görüşlerine geçebiliriz.

Müfessir, neshle alakalı olarak usûl kitaplarında neshe delil olarak gösterilen Bakara
Suresi 106. âyetin tefsirinde şöyle der:

781
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 234
782
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 429
783
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.2
784
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s. 82
785
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.119
786
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s. 230
787
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.361, c.3, s.2, 75, 91, 479, c.4, s. 135
140

"Biz bir âyetin hükmünü yürürlükten kaldırır veya onu unutturursak" (ki bu), o
(ayet)'nun hükmünü iptal edip lafzını baki kılmakla veya unutturmamızla ve onu senin
(Hz. Peygamber) kalbinden lafzını ve manasını veya recm âyeti gibi manasını değil de
sadece lafzını almamızla olur. "Onun yerine daha hayırlısını veya bir benzerini
getiririz." Yani aynı konuda ya da hayır yönüyle ondan daha uygun olanını getiririz
(demektir). alâh ve zulüm levh-i mahfuzda sabit olan iki hükümdür. (Hüküm) ya
hususîdir ya da geneldir. Hususîye gelince o, ya şahıslar açısından ya da zaman
açısından husûsîdir. Şahıslara has olan âyet Hz. Peygamber'in kalbine indiğinde o
şahıslar bâkî kaldığı müddetçe bâkî kalır. Zamana bağlı olan âyet ise zaman ve şartlara
göre değişebilir. Fakat bu âyetin Levh-i mahfûzda sâbit olmasına zıt değildir. Çünkü
hüküm orada öyledir. Genel olan hüküm ise zaman devam edip gittiği sürece bâkîdir.
Örneğin aynen insanın konuşması gibi ve boynun düz olması gibi."

Müfessir konu ile alakalı olarak En'âm Suresi 151 ve 152. âyetlerin tefsirinde de şöyle
der:

"bn Abbas (r.a.) bu âyetlerin muhkemât olduğunu, kitapların hepsinden hiçbir şeyin
onları neshetmediğini, bu sözde de Kitap ehlinin ve tüm din ve mezheb ehlinin ittifak
ettiğini söylemiştir. Ka'bu'l-Ahbâr da "Ka'b'ın nefsi elinde olan Allah'a yemin olsun ki o
ayetler Tevrat'ta yazan ilk (âyetler)'lerdir." demiştir."

Biz bu iki yorumda Kâşânî'nin diğer ilâhi kitaplarda ve Kur'ân'da neshin husûsîlik
taşıyan âyetlerde mümkün olduğu kanaatinde olduğunu görmekteyiz.

Müfessir En'âm Suresi 161. âyetini şöyle açıklar:

"Dosdoğru din" Zat-ı tevhît yoludur. (Dosdoğru yol) ise sâbit ve ebedî olup dinler ve
mezheplerin değiştiremeyeceği, şeriat ve Kitapların nesh edemeyeceği (hükümlerdir.)788

Kâşânî, her devir için geçerli olan konularda (âmm) münzel âyetlerin hiçbir kitap ve
şeraitte neshedilmediğini söylemektedir.

Kâşânî, Hac Suresi 52. âyetin tefsirinde şeytanın Hz. Peygamber'in isteğine vahyi
değiştirmek için bir şeyler atma arzusu ve gayreti içinde olduğunu ama bunun
kudsî/melekî yardım ile engellendiğini, şeytanın atmak istediği düşünce ve sözlerin Hz.
Peygamber'in kalbine yerleşmeden çıkarıldığını belirtir.789

788
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s. 85
789
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 360
141

C- Kâşânî'nin muhkem ve müteşabih hakkındaki görüşlerine gelince;

Muhkem ve müteşâbih âyet kavramlarının çıkış noktası Âl-i İmrân suresi 7. âyettir.
Kâşânî'nin bu âyetteki yorumu bu konu ile ilgili düşüncesi hakkında bize bilgi
vermektedir. Şimdi Kâşânî'nin muhkem-müteşâbih konusundaki yaklaşımına bir göz
atalım. Kâşânî, bu âyetin tefsirinde şu yorumu yapar:

"Muhkem âyetlerde ihtimal ve karışma olmadığı için ona bu isim verilmiştir. Muhkem
âyetler bir manası olan ayetlerdir. Müteşabih ayetler de çoğunlukla iki manası olan
ayetlerdir. Onda hak ile bâtıl birbirine karışabilir."

Kâşânî, bu sözlerinin devamında müteşâbih âyetlerin bir imtihan vesilesi olduğunu bu


ayetlerin gerçek mânasını Allah'ı bilen muhakkik âriflerin bilebileceğini söyler.
Âriflerin önce muhkem âyetlere itibâr ettiklerini, müteşâbih âyetleri anlamak için
muhkem âyetlere mürâcaat ettiklerini ve muhkem ayetlere en uygun manayı tercih
ettiklerini söyler.790 Örneğin Kâşânî, Fetih Suresi 10. âyette geçen "Allah'ın eli"
ibâresini Allah'ın kudreti olarak yorumlamıştır.791

Kâşânî, muhkem âyetlerin neshedilmeyen âyetler olduğunu söyler. Aslında ona göre
muhkem âyetler hiçbir şeraitte neshedilmeyen âyetlerdir.792

Kâşânî, Hûd suresi 2. âyetin tefsirinde muhkem (âyeti) tebeddül ve tağyirden berî, her
türlü eksiklikten uzak âyet olarak yorumlamaktadır. Örneğin Kâşânî'ye göre En'âm
Suresi 151 ve 152. âyetleri önceki şeraitlerde değişmeyen muhkem iki âyettir.793

C- KÂŞÂNÎ'NİN BAZI TASAVVUFÎ KONULARA DAİR GÖRÜŞLERİ

İşâri tefsire dair bir eser olması sebebiyle Te'vîlât'ta sıkça bazı tasavvufî konulardan
bahsedilir, hatta yer yer tasavvufî hikâyeler nakledilir. Ama Kâşânî, eserinde bir
tasavvuf kitabında olduğu gibi tasavvufî konuları uzun uzadıya anlatmaz. O, sanki
okuyucuyu bu konular hakkında bilgi sahibi olarak düşünmüştür. Daha sonra müellif,
eserdeki tasavvufî konuların îzâhını gerekli görmüş ve eserde geçen beş yüz civarında
tasavvufî terimi açıklayan eseri Istılâhât-ı Sûfiyye'yi kaleme almıştır. 794

790
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s. 224
791
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.4, s.214
792
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.76
793
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.2, s.76
794
Bkz. Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye, s. 11–12
142

Te'vîlât'ta ağırlıklı olarak sûfî-muhsin, tasavvuf, sülûk, (ârif, irfân-marifet, ihsân), fenâ,
sabır, tevekkül, şükür, takvâ, tevbe, konularından bahsedilir. Şimdi konu ile ilgili
örneklere geçebiliriz.

Kâşânî mutasavvıfı şöyle tanımlar:

"Hikmet, tasavvuf ıstılahında akıl, ruh demektir. Bizim burada akıl olarak
isimlendirdiğimiz mutasavvıfın ıstılahına göre nefs-i nâtıkanın âkıle kuvvetidir. Bu
sebeple, mutasavvıfa, akıl, rûh ve kalp nûruyla nurlanmış parlak bir makamdır.795 Bir
insanın ancak kırk yaşında sûfî olabileceği söylenmiştir." "ünkü kişinin bedenî ve rûhî
kuvveleri tam olarak kırk yaş civarında olgunlaşır. Peygamberlere de vahiy bu yaşta
gelmiştir." "Hz. Peygamber ârif-i muhakkıktır." "Ârifler, Allah'ı tüm sıfatlarıyla bilen ve
O'na imanları tam olan insanlardır." "Her ârifin marifeti kendi makamına göre farklılık
göstermektedir." "Muvahhidlerin önde gidenlerinin rûhunu bizzat Allah alacaktır.
Sâlihler ve zâhidlerin, rûhunu ise rahmet melekleri kabzedecektir.796

Kâşânî, Ankebût Suresi 69. âyette belirtilen Allah'ın kendilerine yollarını gösterdiği
kimseleri tarîkât ehli olarak belirtir. Ayrıca onlar Allah'a murakabe ve müşahede
makamında ibadet eden insanlardır.797 Kâşânî'ye göre Cibrîl hadîsinde belirtilen ihsân
derecesindeki insanlar yâni Muhsinler, tevekkül, rıza ve istikamet üzere Allah'a ibadet
eden sâlikler798 yani mutasavvıflardır.799

Kâşânî, eserinde sık sık sülûktan, Allah yolunda sülûkun gerekliliğinden bahseder.800
Sülûkun çeşitli makamları olduğunu belirtir,801 sülûkta riyâzat, talim, ahlâk ve halvetin
zorunlu olduğunu ifade eder.802

Kâşânî, sülûk yolunda sabra, şükre ve tevekküle büyük önem verir.803 Bu konuyla
alakalı olarak sabırdan bahseden bir sûfînin bacağına çıkan akrebe vurması ile ilgili bir
hikâye nakleder ve sabrın tevekkülle birlikte yaşama aksettirilmesinin önemini

795
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.58
796
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.105
797
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.516
798
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s. 519
799
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.516
800
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.11, 12, 28, 109, 183
801
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s.109
802
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.141, c.3, s.16, 332, 356, 476, 510
803
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.236, c.3, s.78
143

anlatmaya çalışır.804 Kâşânî'ye göre tevekkül fiillerde fânî olmaktır.805 Sülûk ehli için
tevbenin önemli olduğunu belirtir.806

Kâşânî'nin en çok bahsettiği tasavvufî konu fenâ'dır. O, birçok âyetin tefsirinde sözü
fenâya getirir. O, Allah dışında her varlığın fânî olması, bâkî olanın Allah olması
sebebiyle asıl bağlanılması gereken varlığın Allah olduğunu söyler. Bunun da ancak
Allah'ta fânî olup, kişinin varlığını Allah'ta eritmesiyle mümkün olabileceğini söyler.807
Fenâ hakkındaki bu ifadeler Te'vîlât'ta işlenilen vahdet-i vücût düşüncesiyle de
yakından ilgili olması açısından önemlidir.

804
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1(2), s. 11, Semnûn'dan bir rivayet için bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân,
c.1, s.293
805
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.421
806
Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.3, s.427
807
Bkz. Kâşânî, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, c.1, s.33, 141, 219, 221, c.1(2), s.10, 116, 175, 183, 210, c.2, s.86, 90,
170, c.3, s.101, 322, 421 v.d.
144

SONUÇ

Yüce kitabımızın tefsiri daha Hz. Peygamber döneminde bizzat Hz. Peygamber
tarafından yapılmaya başlanmış, bu münasebetle yüce Kitabımızın ilk müfessiri Hz.
Peygamber olmuştur. Ashâb anlamadığı âyetleri Hz. Peygamber'e sormuş, O da
kendilerine ayetin manasını açıklamıştır. Hz. Peygamber'in vefatından sonra gelişen ve
değişen ihtiyaçlar ve bilgiler nedeniyle –özellikle Tâbiûn devrinden sonra- Kur'ân'ın
tefsirinin yapılma zorunluluğu ortaya çıkmıştır. Bunun neticesinde herkes Kur'ân'dan
kendi ihtiyacını bulabilmek için kendine has yöntemlerle Kur'ân'a yönelmiş ve zamanla
tefsir ilminde Kur'ân'ı yorumlamada çeşitli yöntemler ortaya çıkmış bunlara da "Tefsir
Ekolleri" denmiştir. İşte bir tefsir ekolü olan "İşârî Tefsir"in de temelleri daha tefsir
ilminin sistemleşmeye başladığı bu ilk dönemde atılmıştır.

İşârî tefsir, tefsir ekollerinin oluşmaya başladığı ilk dönemde (Hicrî II. asır) zühd
düşüncesinin etkisi altında ortaya çıkmış, Sülemî'den (ö. 412/1021) itibaren Muhyiddîn
Arabî'ye kadar gelişim sürecini yaşamıştır. İbn Arabî (ö. 638/1240)'den itibaren vahdet-i
vücût düşüncesinin etkisi altına girmiş ve bu dönemden sonra işârî tefsir gerileme
dönemine girmiştir. İşârî anlamda ilk tefsir yazanın İbn Atâ (ö.309/922) olduğu kabul
edilmiştir. Ancak onun eseri günümüze ulaşamamıştır.

İşârî tefsir, nazarî sûfî tefsir ve işârî sufî tefsir olmak üzere ikiye ayrılır. Nazarî sûfî
tefsir, Kur'ân'a sûfilikle felsefeyi birleştiren ve bu iki bilim dalına dayanarak sistemini
kuran Muhyiddîn-i Arabî'nin tefsir metodudur. Bu tefsir metodunda müfessir, Kur'ân'a
zihnindeki nazariye ve felsefî fikirleri bulmak, isbat etmek için yönelir. İbn Arabî'nin ve
onun yolundan giden birçok müfessirin eserinde bu çeşit tefsire rastlanılmaktadır. Bu
tefsir metodunda âyetler "Vahdet-i Vücût "düşüncesi ekseninde yorumlanmaktadır. İşârî
sûfî tefsir İşârî sûfî tefsir ise, âyetlerin zâhir manası ile bağdaştırılabilen, felsefî ve
nazarî düşüncelerine değil de sülûk erbâbının bilebileceği birtakım anlamlara, işâretlere
göre yapılan tefsirdir. Bu tefsirde herhangi bir düşünceye Kur'ân'dan delil bulmak değil,
müfessirin içinde bulunduğu duruma göre kalbine gelen ilhâm ve işâretlere göre âyetleri
tefsir etmek esastır. İşte eserini incelemiş olduğumuz Kâşânî, Vahdet-i Vücut
düşüncesine sahip olup, -eserinin mukaddimesinde belirttiği üzere- tefsirini işârî sûfî
metoda göre yazmakla birlikte, eserinde yer yer nazarî sûfî tefsirin örneklerine
145

rastlanılmaktadır. Bu yöntem bize, müfessirin bu iki işârî tefsir yöntemini birleştirme


çabası içerisinde olduğunu göstermektedir.

Doğum yeri ve tarihi kesin olarak bilinmeyen Abdürrezzâk Kâşânî, H. VII/M. XIII.
Asrın ikinci yarısı ile H. VIII/M. XIV. asrın ilk yarısında İran'ın Irak-ı Acem denilen
"Cibâl" taşrasında yaşamıştır. Vefat tarihi de kesin olmamakla birlikte 730/1330 tarihi
vefatı konusunda en çok tercih edilen tarihtir. Yaşadığı dönemde o bölgeye İlhanlı
Devleti hâkimdir.

Kâşânî'nin tedrisine hangi yaşta başladığı tam olarak bilinmemektedir. O, eserlerinde ilk
olarak hocası Natanzî (ö. 699/1300)'den eğitim aldığını, daha sonra Natanzî'nin
kendisini Kîşî (ö. 694/1295)'ye yönlendirdiğini, ondan da zâhir ve bâtın ilimlerini
aldığını bildirir. Bununla birlikle Câmî'nin Nefehât'ında diğer hocaları hakkında bilgi
verilir. Bu eserde verilen bilgiye göre Kâşânî'nin hocalarından birkaçı şu kimselerdir:
Mevlânâ Nûreddin Asîleddîn (ö.685/1286), Şeyh Kutbeddîn Şirâzî (d. 634/1236-ö.
710/1311), Nûreddin Abdurrahman İsferâînî (ö.717/1317), Rükneddîn Alâüddevle es-
Simnânî (ö.736/1336). Kâşânî, Simnânî hâriç diğer hocaları ile görüşmüştür.

Kâşânî'nin hocaları hakkında olduğu gibi talebeleri hakkında elimizde net bilgiler
yoktur. Bununla birlikte Kâşânî'nin birçok talebe yetiştirdiği tahmin edilmektedir.
Osmanlı Devleti'nin ilk müderrisi Dâvûd-u Kayserî'ye hocalık yaptığı bilinmektedir.

Kâşânî, yaşadığı devirde ulema ile olduğu kadar yöneticilerle de münasebet kurmuştur.
Kâşânî, dönemin Moğol hükümdarı Olcaytu Han (ö. 715/1316), oğlu Saîd Bahâdır Han
(ö. 735/1335) ve bunların vezîri Reşîdüddîn Fazlullah b. Ebi'l-Hayr (ö.717/1318) ve
onun oğlu Hoca Gıyâseddin Muhammed ile yakın ilişkilerde bulunmuş, onlarla seferlere
katılmış ve hatta bazı eserlerini devrin yöneticilerine ithâf etmiştir.

Kâşânî, ilmî faaliyetlerini ömrünün çoğunluğunu geçirdiği Tebriz'de sürdürmüş,


çoğunluğu tasavvuf sahasına ait olan yaklaşık otuz eserini burada kaleme almıştır.

Müellif, büyük oranda Fusûsu'l-Hikem adlı eserini şerh ettiği İbn Arabî'nin ve onun
yaymış olduğu vahdet-i vücût anlayışının etkisi altındadır. Eserlerinde bu anlayışın
etkisinde olduğu açık bir şekilde hissedilmektedir.

Müfessir, Muhammed Abduh tarafından Bâtınî olarak nitelendirilmiştir. Ancak


müfessirin hayatına, hocalarına, yazmış olduğu eserlere bakıldığında onun Bâtınî değil
bir sûfî olduğu kolaylıkla anlaşılmaktadır. Bununla birlikte eserlerinde Batıniliği
146

çağrıştıracak herhangi bir ifade yoktur. Onun Bâtınî olmasına delil olarak gösterilen
bâzı işârî yorumları ise, işârî yorum tarzında kabul edilen ve sadece ona has olmayan bir
üsluptur. Araştırmacılar, bu sebeple onun Batıni sayılamayacağını onun bir sûfî
olduğunu söyler. Zaten Abduh'tan başka herkes Kâşânî'nin bir Batıni olmadığını, onun
bir sûfî olduğunu söylemektedir.

Kâşânî'nin Te'vîlât'ı defalarca İbn Arabî'ye nisbetle Tefsîr-i İbn Arabî adıyla basılmıştır.
Bunun nedeni, eserde sıkça İbn Arabî'nin savunmuş olduğu vahdet-i vücût düşüncesini
savunması ve üslûbunun İbn Arabî'ye benzemesidir. Ama yapılan araştırmalar eserin
İbn Arabî'ye değil, Kâşânî'ye ait olduğunu göstermektedir.

Bu eser, müellifin yazmış olduğu Hakâiku't-Te'vîl fi Dekâiki't-Tenzil adlı tefsirinin te'vîl


bölümünden oluşan muhtasarıdır. Müellifin kendi ifadesine göre, Kâşânî, eserin Kehf
Suresi tefsirine geldiğinde eseri yazmayı bırakıp, "Te'vîlât"ı yazdığını belirtir. Daha
sonra esere kaldığı yerden devam ederek bitirir. Kâşânî, Istılâhât-ı Sûfiyye adlı eserinde
Te'vîlât'tan Te'vîlâtu Kur'âni'l-Hakîm olarak bahseder.

Kâşânî, Te'vîlât'ta sûre esasına göre olmakla birlikte Kur'ân'ı baştan sona âyet âyet tefsir
etmemiştir. O, âyetleri tefsir ederken önce zahir manaya itibar ettiğini, te'vîli mümkün
olan ayetleri te'vîl ettiğini belirtir. O, ahkâma müteallik âyetleri genelde zâhir manada
tefsir etmiş, zâhir tefsirde tefsir, işârî tefsirde te'vîl/bâtın ifâdelerini kullanmıştır. Eserde
açıklamalar kısa kısadır.

Kâşânîn, Te'vîlât'ında vahdet-i vücût düşüncesi hâkim olmakla birlikte hurûfîliğe ve


antropomorfizm/tatbîk'e rastlanılmaktadır. Kâşânî, âyetleri yorumlarken sıkça başka
âyetlere ve hadislere, şiire ve dile müracaat eder. Kâşânî eserinde dirâyet metodunun
yanında rivâyet metodunu da kullanır. Eserde çoğu zaman rivayetlerin kaynağı
gösterilmez, mübhem ifadeler kullanılır. Bu üslup esere yer yer isrâiliyyâtın girmesine
sebep olmuştur. Kâşânî birkaç rivayeti naklettiği durumlarda –genellikle- bunlar
arasında bir tercihte bulunmaz. Eserde yer yer sûfîlerden rivayetlerde bulunulur ve
tasavvufî hikâyeler nakledilir.

Her müfessirde olduğu gibi Kâşânî de kendinden sonraki bazı müfessirleri etkilemiştir.
Kâşânî kendisinden sonra başta Dâvûd-u Kayserî, Âlûsî, İsmâil Hakkı Bursevî olmak
üzere birçok müfessiri etkilemiştir. Bu da Kâşânî'nin işârî tefsirdeki önemini göstermek
açısından yeterlidir.
147

BİBLİYOGRAFYA

AHMED RIFAT EFENDİ, Lugat-ı Târihiye ve Coğrafiye, İstanbul, 1300

AKK, HALİD, Abdurrahman, Usûl-ü Tefsir ve Kavâiduhû, Dımeşk, 2003

AKSU, Hüsamettin "Hurûfîlik" D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1998

ALGAR, Hamid, "Bahru'l-Hakâik ve'l-Meanî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991

ALUSİ, Ebû Fadl Şihâbüddîn Seyyid Mahmûd, Rûhu’l Meânî ve Tefsîri'l-Kur'âni'l-


Azîm ve Seb'il-Mesânî, Mısır, 1301, (I-IX)

ATEŞ, Süleyman, İşârî Tefsir, Ankara, 1974

______________, Sülemî ve Tasavvufî Tefsîri, İstanbul, 1969

______________,"Hakâiku't-Tefsîr", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1997

AYDEMİR, Abdullah, Tefsirde İsrâiliyyât, Ankara, 1979

AYDIN, Mehmet, Din Felsefesi, İzmir, 1992

BAĞDADÎ, İsmail Paşa, Hediyyetü'l-Ârifîn, Esmâü'l-Müellfîn ve Âsâru'l-Musannifîn,


İstanbul, 1951, (I-II)

BARTHOLD, W., "Abdürrezzak, Kemâlüddîn b. Ebi'l-Ğanâim", M.E.B., İ.A., İstanbul,


1965

______________., Köprülü, M.Fuad, İslâm Medeniyetleri Tarihi, Ankara, 1940

BAYRAKTAR, Mehmed, "Dâvûd-i Kayserî", D.İ.B., İ. A., İstanbul, 1994

BEKSAÇ, A. Engin, Çobanoğlu Ahmet Vefa, "İlhanlılar", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2000

BİLMEN, Ömer Nasûhî, Büyük Tefsir Tarihi, (Tabakâtü'l-Müfessirîn), Ankara, trs. (I-
II)

BİRIŞIK, Abdülhamit "İsrâiliyyât", D.İ.B. İ.A., İstanbul, 1994

BROCKELMANN, Carl, Geschichte Der Arabischen Litteratur Ester Suplementend


(GAL) (I-II), (Supplement), (I-II), Leiden, 1938

BUHÂRÎ, Ebû Abdillâh Muhammed b. İsmâîl, Sahîh-i Buhârî, İstanbul, 1996, (I-VIII)

BURSALI, Mehmet Tahir, Osmanlı Müellifleri, Ankara, (I-III)


148

BURSEVÎ, İsmâil Hakkı, Tefsîr-i Rûhi'l-Beyân, İstanbul, 1398, (I-X),

CÂMİ, Abdurrahman, (çev.ve şerh Lâmiî Çelebi), Nefehâtü'l Üns min Hadarât'il Kuds,
b.y.y., trs.

CERRAHOĞLU, İsmail, Kur'ân Tefsirinin Doğuşu ve Buna Hız Veren Âmiller,


Ankara 1967

_____________________, Tefsir, Usûlü, Ankara, 1995

_____________________, Tefsir Tarihi, Ankara, 2005

CEZERÎ, İzzeddin b. Esîr Eb'l-Hasen Ali b. Muhammed, Lübâb fî Tehdîb'il-Ensâb,


Beyrut, trs. (I-III)

________, el-Kâmil fi’t-Târih, Beyut, 1965, (I-III)

CHİTİCK, William, Tasavvuf, (çev. Turan, Koç), İstanbul, 2003

CÜRCÂNÎ, Ali b. Muhammed b. Ali, Târîfât, Beyrut, 1992

DÂRİMÎ, Muhammed Abdillâh b. Abdirrahmân b. el-Fadl, Sünen, y. y., trs. (I-II)

DUMAN, M. Zeki, Uygulamalı Tefsir Usulü 1, Kayseri, 1992

_______________, Beyânu'l-Hak (Kur'ân-ı Kerîm'in Nüzûlüne Göre Tefsiri), Ankara,


2006, (I-III)

EBÛ DÂVUT, Süleymân b. Eş’âs Es-Sicistânî, Sünen, İstanbul, trs. (I-II)

EBU ZEHRA, Muhammed, Mezhepler Tarihi, (çev. Sıbğatullah Kaya), Ankara, trs,

EDİRNEVÎ, Ahmed b. Muhammed, Tabakâtu'l-Müfessirîn, (thk Mustafa Özel), İzmir,


2005

ELMALILI, Muhammed Hamdi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Ankara, trs. (I-IX)

EMİN el-Hûlî, Kur'an Tefsirinde Yeni Bir Metod, (çev. Mevlüt Güngör), Ankara, 2001

ENDELÛSÎ, Esîruddîn Ebû Abdillah Muhammed Ebu Hayyan, et-TefsîruBahri'l


Muhît, Riyad, trs. (I-VIII)

ENES b. Malik, el-Muvattâ, İstanbul, 1981, (I-III)


149

ERGÜL, Necmeddin, Kâşânî ve Hakâiku't-Te’vîl fî Dekâiki’t-Tenzîl Adlı Eserinin I.


Cildinin (Fâtiha-En’âm) Tahkîk ve Tahrîci, (Basılmamış Doktora Tezi), Şanlıurfa,
2002, (I-II)

EROĞLU, Muhammed, "Âlûsî, Şehâbeddin Mahmûd", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1989

EVLİYA Çelebi, Evliyâ Çelebi Seyahatnâmesi, (çev. Zuhûrî Danışman), İstanbul,


1970, (I-VII)

FİRÛZÂBÂDÎ, Mecdüddîn, Muhammed b. Yâkûb, Basâir-u Zevi't-Temyîz fî Letâifi'l-


Kitâbi'l Azîz, Beyrut, trs. (I-VI)ü

FUVEYHİD, Adil, Mu’cemu’l-Müfessirîn min Sadri'l-İslâm Hatta’l-Aşri’l-Hâzır,


Beyrut, 1983

GAZÂLÎ, Ebû Hamîd Muhammed, İhyâ-u Ulûmi'd-Dîn, byy, trs. (I-V)

GAZÂLİ, Muhammed, Kur'ân'ı Anlamada Yöntem, (çev. Emrullah İşler), Ankara, trs.

GÜVEN, Şahin, Konulu Tefsir Metodu, İstanbul, 2001

HANBEL, Ahmed b., Müsned, İstanbul, 1982, (I-VI)

HOCA, Nazif, "Baklî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991,

HOURCADE, Bernard, Naskalı, Esko, Özgüdenli, Osman Gazi, Üstün, İsmail Safa
v.d., "İran", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2000, c.22

HUART, CL. “Kâşân”, M.E.B., İ.A., 1986

HÜCVİRÎ, Ali b. Osman el-Cüllâbî, Keşfü'l Mahcûb, b.y.y, trs.,

ISFEHÂNÎ, Râğıb, Müfredât fî Garîb’il Kur’ân, Beyrut, trs.

İBN KESÎR, İbn Ebu’l Fedâ İsmâil, Tefsîr-u Kur'âni'l-Azim, 1992, İstanbul, (I-X)

İBN MACE, Ebî Abdillâh Muhammed b. Yezîd, Sünen, İstanbul, 1981

İBN MANZÛR, Muhammed b. Mükerrem, Lisânü'l-Arab, Beyrut, 1967, (I-XV)

İBN-İ HALDÛN, Mukaddime, (çev. Halil Kendir), Ankara, 2004, (I-II)

İZ, Mahir, Tasavvuf, İstanbul, 1969

KAFİYECİ, Ebû Abdillah Muhammed Süleyman, et-Teysîr fî Kavâid-i İlm-i t-Tefsîr,


Ankara, 1989
150

KÂŞÂNÎ, Abdurrezzak b. Ebi’l-Ganâim b. Ahmed b. Ebi'l-Fedâil b. Muhammed,

________, A Glossary, of Sufi Tecnical Terms, (çev. Nabil Safwat), Londra, 1991

________, Hakâiku't-Te'vîl fî Dekâiki't-Tenzîl, Süleymaniye Ktp., Sül. Koll. Nr. 113

________, Istılâhât-ı Sûfiyye, (thk. Muvaffak Fevzî el-Cebir), Dımeşk, 1995

________, Letâifü'l-İ'lâm, fî İşârât-ı Ehli'l-İlhâm, (Tasavvuf Sözlüğü), (çev. Ekrem


Demirli), İstanbul 2004

________, Te'vîlâtü'l-Kur'ân, (İbn Arabî, Muhyiddîn, Tefsîr-i İbn Arabî), Beyrut, 1317,
(I-II, Her mücelledin içerisinde iki cilt halinde)

________,Te'vîlât-ı Kâşâniyye, (Kur'ân-ı Kerîm'in Öz Tefsiri), (çev. Ali Rızâ


Doksanyedi, nşr, Vehbi Güloğlu,), Ankara, 1987, (I-III)

KÂTİP Çelebi (Hacı Halîfe), Keşfüzzünûn an Esâmi'l-Kütüb ve'l-Fünûn, M.E.B.,


İstanbul, 1971, (I-II)

KEHHÂLE, Ömer Rıza, Mu'cemu'l-Müellifîn Terâcim-i Musannifi'l-Kütübi'l-Arabiyye,


Beyrut, trs. (I-VI)

KELÂBÂZÎ, Ebubekir, et-Taarruf li Mezheb-i Ehli't Tasavvuf, Beyrut, 1980

KILIÇ, M. Erol, Karadağ, Cağfer, Kara Mahmut, "İbnü'l-Arabî, Muhyiddin" D.İ.B.,


İ.A., İstanbul, 1999

KIRCA, Celal, İlimler ve Yorumlar Açısından Kur’ân’a Yönelişler, İstanbul, 1993

KONEVÎ, Sadreddin, Vahdet-i Vücûd ve Esasları, (çev. Ekrem Demirli), İstanbul, 2002

KÖPRÜLÜ, Fuad, Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar, Ankara, 1976

KURT, Yaşar, "Ni'metulah b. Mahmûd", "D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2007

KURTULUŞ, Rıza, “Kâşân”, D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2002

KUŞEYRÎ, Ebu'l Kasım, Abdülkerim b. Hevâzin b. Abdilmelik b. Talha, Risâle-i


Kuşeyriyye, (thk. Abdülhalim Mahmud, Mahmud b. Şerif), Kahire, 1972

LORY, Pierre, Kâşânî'ye Göre Kur'ân'ın Tasavvufî Tefsiri, (çev. Sadık Kılıç), İstanbul,
2001

MACDONALD, D.B., "Abdürrezzâk Kâşânî" M.E.B., İ.A., İstanbul, 1960


151

MATURİDİ, Ebu Mansur Muhammed b. Mahmûd, Te'vîlat-u Ehli's-Sünne, Bağdat,


1983

MOLLAİBRAHİMOĞLU, Süleyman, Süleymaniye Kütüphanesinde Bulunan Yazma


Tefsirler (Metod ve Kaynakları), İstanbul, 2002

MUHAMMED ABDUH, Tefsîr-i Menâr (Tefsîr-u Kur'âni'l-Hakîm), Kâhire, 1947, (I-


XII)

MÜSLİM, Ebû Hüseyn Müslim b. Haccâc, Sahîh-i Müslîm, İstanbul, trs. (I-VI)

NAMLI, Ali, Yurtsever, M. Murat, Yavuz, Yusuf Şevki, Karadaş, Cağfer, "İsmâil
Hakkı Bursevî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2001

NESAİ, Ebû Abdirrahmân Ahmed b. Şuayb, Sünen, İstanbul, trs. (I-VIII)

OKUYAN, Mehmet, "Necmeddîn-i Dâye", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 2006

ÖZDEŞ, Talip, Mâturîdî'nin Tefsir Anlayışı, 2003, İstanbul,

SA'LEBÎ Ebû İshâk Ahmed b. Muhammed b. İbrâhim, el-Keşf ve'l-Beyân, (thk. Ebû
Muhammed b. Âşûr), Beyrut, 2002, (I-X)

SELVİ, Dilaver, Kur'ân ve Tasavvuf, İstanbul, 1997

SEM’ÂNÎ, Ebû Saîd Abdilkerîm b. Muhammed b. Mansûr et-Temîmî, el-Ensâb, (thk.


Abdullah Ömer Bârûnî), Beyrut, 1988, (I-V)

SUYÛTÎ, Celâleddîn Abdurrâhmân b. Ebîbekr, Itkân fî Ulûm’il Kur’ân, Beyrut, trs. (I-
II)

SÜHREVERDÎ, Ebû Hafs Şihâbüddin Ömer, Avârif'ül Maârif, (çev. H. Kamil Yılmaz,
İrfan Gündüz) İstanbul, b.t.y

ŞAHİNOĞLU, M. Nazif, "Arâisü'l-Beyân" D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1991

____________, "Alâüddevle-i Simnânî", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1989

ŞATIBÎ, Ebû İshâk, İbrahim. b. Musa, Muvâfakât fî Usûli'ş-Şerîa, Beyrut, trs. (I-IV)

ŞEMSEDDİN Sâmî, Kâmûsu’l-A’lâm, İstanbul, 1896, (I-VI)

TEHANEVÎ, Ali b. Ali, Keşşâf-u Istılâh’il-Fünûn, İstanbul, 1984, (I-II)

TİRMİZİ, Muhammed b. Îsâ b. Sevre, Câmiü’s-Sahîh, İstanbul, 198,1 (I-V)


152

TOGAN, Zeki Velidî, Umûmî Türk Tarihine Giriş, İstanbul, 1981

TUNÇ, Cihat, Kelam İlminin Tarihçesi ve İlk Kelam Okulları, Kayseri, 1998

TURAN, Osman, Selçuklular ve İslamiyet, İstanbul, 1993

TÛSÎ, Ebû Nasr Serrâc, el-Lumâ' fi't-Tasavvuf, (İslâm Tasavvufu), (çev. H. Kâmil
Yılmaz), İstanbul, 1996

ULUDAĞ, Süleyman, "İşârî Tefsir", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1994

_________, "Kâşânî Abdürrezâk", D.İB., İ.A., İstanbul, 2002

YÂKUT, el-Hamevî, Ebû Abdillah b. Abdillahi'r-Rûmî, el-Bağdâdî, Mu’cemu’l-


Buldân, Beyrut, 1955, (I-V)

YILDIRIM, Suat, Peygamberimizin Kuran'ı Tefsiri, İstanbul, 1998

YUVALI, Abdülkadir, "Ebû Saîd Bahâdır Hân", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1994

_______, "İlhanlılar", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1994

_______, "Gâzân Han", D.İ.B., İ.A., İstanbul, 1996

ZEBÎDÎ, Seyyid Muhammed Murtazâ, Tâcu’l Arûs, Beyrut, 1966, (I-X)

ZEHEBÎ, Muhammed es-Seyyid Hüseyin, et-Tefsîr ve'l-Müfessirûn, Mısır 1976, (I-II)

________,Tefsir ve Hadiste İsrailiyyât, (çev. Enbiya Yıldırım, Asiye Yıldırım),


İstanbul, 2003,

ZERKÂNÎ, Muhammed Abdulazîm, Menâhil’ül İrfân, Beyrut, trs. (I-II)

ZERKEŞÎ, Bedreddin, Muhammed b. Abdillah, Burhân fî Ulûmi'l-Kur'ân, Kahire,


1376, (I-IV)

ZİRİKLİ, Hayrettin, İ’lâm-ı Kâmûs-ı Terâcim li Eşher’ir-Ricâl ve’n-Nisâ mine’l-Arabi


ve’l-Müsta’ribîn, Beyrut, 1997, (I-X)
153

ÖZGEÇMİŞ

Mehmet KAYA, 19–06-1983'te Herne/Almanya'da doğdu. Yenice/Karabük nüfusuna


kayıtlıdır. İlköğretimini Ankara'nın Ayaş ilçesinde bulunan Bünyamin Ayâşî İ.Ö.O.'da,
orta öğretimini Ayaş İmam Hatip Lisesi'nde tamamladı. 2005 yılında Erciyes
Üniversitesi İlâhiyat Fakültesi'nden mezun oldu. 2006 yılında Erciyes Üniversitesi
Sosyal Bilimler Enstitüsü'nde Temel İslam Bilimleri Tefsir Bilim Dalında yüksek lisans
eğitimine başladı. Evli olan Mehmet KAYA, D.İ.B. Erzurum Mehmet Nuri Yılmaz
Eğitim Merkezi'nde kursiyerdir.

İLETİŞİM BİLGİLERİ
Adres: D.İ.B. Erzurum Mehmet Nuri Yılmaz
Eğitim Merkezi Lojmanları, B. Blok 4/19, Dadaş Kent/Erzurum

Tel: 0505 578 68 16


e-mail: kayamehmet1453@mynet.com.

You might also like