Professional Documents
Culture Documents
TAAŞŞUK-U T A L A T VE FİTNAT
HAZIRLATAN
KEMAL BEK
TÜRKÇE REDAKSİYON
FİLİZ G Ö V E R
TASHİH
ESEN GÜRAY
DİZİ T A S A R I M I
KOORDİNASYON
H. HÜSEYİN ARIKAN
ISBN
975-8688-17-0
T R E N D YAYIN B A S I M D A Ğ I T I M
REKLAM ORGANİZASYON
SAN. TİC. LTD. ŞTİ.
MRK.
MERKEZ EFENDİ MAH.
DAVUTPAŞA CD.
İ P E K İŞ M E R K E Z İ 6/3 9-22-23
TOPKAPI/İSTANBUL
ŞB.
C A F E R A Ğ A MAHALLESİ
M Ü H Ü R D A R CADDESİ N O : 60/5
81300 K A D I K Ö Y / İ S T A N B U L
T E L : (0216) 348 98 03 Pbx
F A K S : (0216) 349 93 45
H U K U K SERVİSİ
T E L : (0216) 348 99 18
ŞEMSEDDÎN SAMİ
Alamut
Çizgiliforum.com
B O R D O — ^ S İ Y A H
R O M A N
ŞEMSEDDİN SAMİ
-5-
1877'de Cezâyir-i Bahr-i Sefîd (Akdeniz [burada
Ege anlamındadır) Adaları) valiliğine atanan Sava
Paşa'nın mühürdarlığı görevine getirilerek yeniden
memurluğa döndü; Sava Paşa'yla birlikte Rodos'a
gitti. Beş ay sonra başlayan Rus savaşı nedeniyle
kurulan Sevkiyyât-ı Askeriyye (Asker Alma) Komis
yonunda başkâtiplik görevine getirildi. Aynı yıl Ter-
cemân-ı Şark gazetesinde yazarlık yaptı. Gazete ka
panınca, kendi kitaplarını da basan ünlü yayımcı
Mihran için "cep kütüphanesi" dizisinde yayımla
nan küçük kitaplar hazırladı.
Sanatı
Şemseddin Sami, sözlükçülüğü ve ansiklopedi-
ciliği, çevirileri, oyunları ve gazeteciliğiyle tanınır.
Onun tek romanı olan Taaşşuk-u Talat ve Fitnat
(Talât ve Fitnat'ın Aşkı), yazınımızda Batılı yöntem
le yazılmış ilk roman sayılır.
Şemseddin Sami'nin dil ve ansiklopedi konu
sundaki merakı, Zosimées Rum Jimnazı'ndaki öğ
renimi sırasında başlamış olmalıdır. Küçük yaşta
Rumca, Fransızca, eski Yunanca, İtalyanca ve
Fransızca öğrenmesi, hem dil öğrenme yeteneğine,
hem merakına, hem de yetiştiği çevrenin toplumsal
ve kültürel yapışma bağlıdır. Bunda Osmanlı top
lumunun Batı'ya yöneldiği, Batı kültürünün en
azından aydınlar arasmda yaygınlaştığı bir dönem
de yaşamasmın da etkisi vardır. Şemseddin Sa
mi'nin, Kaamûs-u Türkî (Türkçe Sözlük), Kaamüs-u
Fransevi (Fransızca'dan Türkçe'ye sözlük), Kaa
mûs-u Fransevî (Türkçe'den Fransızca'ya sözlük) ve
Kaamûs-ül-A'lâm (Dünya tarihi ve coğrafyası ansik
lopedisi) günümüzde bile değerlerini koruyan, hâlâ
yararlanılan oylumlu yapıtlardır. Sözlük yazınıma,
noktalamasına ve kısaltmalarına yeni ve çağdaş
yöntemler getirerek günümüzdeki sözlükçülüğün
temellerini atmış olduğu da söylenebilir.
-7-
ulusun hazinesi" olduğunu, "sözcüklerin bir takım
kurallara bağlı" bulunduğunu, dilbilgisi kuralları
na göre işleyerek dili oluşturduklarını söyledikten
sonra, "Sözlüğü ve dilbilgisi kuralları yazılı olma
yan bir dil, hiç bir zaman yazınsal dil olamaz; çün
kü bu iki kitap, yazın'ın esasıdır. Yazın binası an
cak bunlar üzerine inşâ edilebilir. Dilin yozlaşma
sına karşı bir sed yerini tutacak da bu iki kitaptır.
Mükemmel bir sözlüğü olmayan dil, doğal serveti
demek olan sözcüklerini günden güne yitirerek,
kendi sermayesiyle bir şey ifâde edemeyecek dere
cede dar olur ve doğru dürüst bir dilbilgisi kitabı
olmayan dil, doğru söylemeyi sağlayamayıp gittikçe
yanlış söylenir ve sonunda büsbütün yanlış bir dil
durumunu alır. (...) Biz ki bin yıldan beri yazılı ve
yazınsallaşmış bir dilimiz vardır, bu kadar süre
içinde ne dilimizin sözcüklerini toplayıp mükem
mel bir sözlük, ne de kurallarını hakkıyla bir araya
getirip düzenli bir dilbilgisi kitabı yazmışızdır. (...)
Aslında epey geniş ve zengin olan Türkçemiz çoğu
sözcüklerini yitirmiş, Arapça ve Farsça'dan sözcük
lere başvurmadıkça bir şeyi ifâde edemeyecek ka
dar dar ve sözcüklerin kökleri ve türevleri belli ol
mayacak biçimde sıradan halkın söyleyişine
uymayan yanlış bir dil hâlini almıştır," demektedir.
Bu sözler, yüzyıllar içinde ulusal kimliğinden uzak
laşarak "Osmanlıcalaşan" ve "yanlış bir dil"e dönü
şen Türkçe'nin serüvenini pek güzel anlatmakta ve
daha soma uluslaşmanın kuramcısı Ziya Gökalp
başta olmak üzere Millî Edebiyat dönemi sanatçıla
rına "camisinde Türkçe ezan okunan" bir ülke öz
lemini duyurarak o yol göstermektedir.
Başlıca yapıtları:
Roman: Taaşşuk-u Tal'at ve Fitnat, 1873).
Oyun: Besä yâhud Ahde Vefa (Besâ ya da Yemine
Bağlılık, 1876); Şeydi Yahya (1876); Gave (1877).
Sözlük ve Ansiklopedi: Kaamûs-u Fransevi (Fran-
sızca-Türkçe Sözlük, 1883); Kaamûs-u Fransevi
(Türkçe'den Fransızca'ya Sözlük, 1886); Tasrifât-ı
Arabiye (Arapça Fiil Çekimleri, 1888); Kaamûs-ül
A'lâm (Dünya Tarihi ve Coğrafyası Ansiklopedisi,
altı cilt, 1890-1896); Kaamûs-u Arabi (Arapça Söz
lük, "Cenbün" maddesine kadar yazılmıştır, 1897);
Kaamûs-u Türki (Türkçe Sözlük, iki cilt, 1901). Çe
şitli: Medeniyeti İslâmiye (1880); Esârîr (Mitologya,
1880); Kadınlar (1880); Gök (1880); Yer (1880); İn
san (1880); Emsal (Bilgece Fıkralar. 1880); Letâif
(Hikmetli ve İbretli Fıkralar, 1884); Arnavutça Gra
mer (Bükreş'te yayınlanmıştır, 1886); Yine İnsan
(1887); Lisan (Dil Konusunda Genel Bilgiler, 1887);
Usûl-ü Tenkit ve Tertib (Noktalama İmleri ve Örnek
ler, 1887); Yeni Usûl Elifbâ-yı Türki (Yeni Yöntemle
Türk Alfabesi, 1892); Neu Usûl Sarf-ı Türki (Yeni
Yöntemle Türk Dilbilgisi, 1892); Arnavut Alfabesi
(Bükreş'te yayınlanmıştır, 1900).
-12-
duğu mesnevilerle halk hikâyelerinin konu ve bi
çimsel kalıpları kullanılır.
Yapıtın konusu oldukça dolantılı (entrikalı) bir
gelişim çizgisi gösterir: 18 yaşında yetim bir çocuk
olan Tal'at Bey, yine bir yaşındayken öksüz kalan,
babasını tanımayan bir kız olan Fitnat'a ilk görüş
te âşık olur. Ancak kızı sokağa bile çıkarmayan tu
tucu bir adam olan babalığı tütüncü Hacıbaba ak
si, dediğim dedik bir adamdır ve üvey kızma kendi
ölçütlerine göre bir koca bulmak istemektedir. Bu
nun üzerine Tal'at Bey, kız kılığına girerek Fitnat'la
arkadaş olur. Ancak Hacıbaba, kızıyla evlenmek is
teyen zengin Ali Bey'in önerisini kabul eder. Ali Bey
kızın babası yaşındadır. Bu evliliğe karşı çıkan kı
zı, kandırarak Ali Bey'in evine getirirler. Ali Bey'in
kendisine dokunmasına razı olmayan Fitnat,
Tal'at'la birleşememenin acısıyla intihar eder. Eve
kız kılığında gelmiş Tal'at da sevgilisinin cansız be
denini görünce düşüp ölür. Annesinin kızma yazdı
ğı muska biçimindeki mektubu okuyan Ali Bey,
gerçekte Fitnat'ın yıllar önce gebe olduğunu bilme
den boşadığı karısından doğan kızı olduğunu öğre
nince çıldırır ve altı ay soma o da ölür. Yazar, ro
manının başında (4-9. bölümler), Fitnat'm annesi
Sâliha Hanım'ın başından geçen aşkın, evliliğinin
ve boşanmasının öyküsünü ayrıntılı biçimde anla
tarak, romanın sonundaki "kocanın" "baba" çıkma
sı konusunda ipucu vermiştir.
-14-
cı olmuştur denebilir. Yazarın, kitabın sonuna koy
duğu notta, "İşbu kitapta Türkçe sözcüklerin bili
nen yazımlarına çok uyulmayıp, bir dereceye ka
dar, söylenişlerine ve kimi Arapça sözcüklerin da
hi, halktan kimselerin ağzından çıktığına göre ya
zılmış oldukları hatırlatılır," demesi de, bu sözcük
lerin ancak halkın konuşmasındaki biçimlerinin
Türkçe olduğunu kabul ettiğini göstermektedir.
-15-
TAAŞŞUK-U TAL'AT VE FİTNAT
Alamut
Çizgiliforum.com
•I*
Sözbaşı
1 Zenci.
2 Susar.
-20-
— Allah'a emânet, oğlum nen var?
— Bir baş ağrısı, bir sersemlik, bir...
— Vah vah... Oğlum, hastalık şakaya gel
mez, kendini bir hekime göstermelisin.
— Aman buyuk hanim, bu hakımlar! Baş
agrisi hakim eyi yabmaz, okutmali ha? Baş
eyi' olmak ister, baş agrisi gitmak ister, okut
mali, ha ne ya hanim. Gaşan 2 sene bana na-
sil sitma galdi! U ş 1 ay sitma... Hakim galur gi-
dar, hab 4 verir, hem ne hab! Zehir! Şok 5 defa
boğazıma galdi. İlâhi yârabbi! Ne şakdi 6 ben o
hab ile... Hab adamı eyi eder mi? Hab sitma-
ya ne yabar? Sonra, Allah razı olsun, bizim
abla galdi, beni gordi, tanimadi; o kadar ben
zaîf oldi. Benim boyun ip gibi oldi... Abla ai
di habi, attı pencereden... Beni aidi, Koca-
mustafabaşa'ya goturdi. Orada bir herif var,
amma onun nefesi menşur! 8 Heb İstanbul
ona gider. A m m a sitma, yalniz sitma eyi eder
o. Baş agrisine, başka şeye karişmaz. Beni
okudi, bağladı... İşte bag hâlâ kolumda duru
yor. Hiş o vakıttan beru ben sitma görmedi.
ı İyi.
2 Geçen.
3 Üç.
4 Hap.
5 Çok.
6 Çekti.
7 Zayıf.
8 Okuyup üflemesi meşhur; ünlü.
9 Kim.
10 Kimi.
-21-
1
tabdan okumuş; amma nefesi de var. Haa,
herkes okur, amma nefes başka şey...
Dadı nefesle ilgili ne kadar söylese doymu
yordu. Ancak ko 2 söylesin! Sâliha Hanım, bu
türlü inanca çok önem vermediğinden, ara-
bm yukardaki yanıtı verdikten sonra, ne o ve
ne Tal'at Bey, dadının laklakıyatına 3 kulak
asmayıp, birbirleriyle söyleşmeye başladılar:
— Bu gün kaleme 4 gitme oğlum. Ayşe ka
dını eczahâneye gönderelim, bir hekim bul
sun getirsin.
— A m a n vâlideciğim, 5 çok ehemmiyet 6 ver
diniz. Bir şeyim yok; kaleme gittiğim gibi açı
lırım. Ne hekime iktiza 7 kalır, ne bir şeye.
Tal'at Bey kalkıp giyinmeye gitti; giyinir
ken yüz bin hayâl zihnine gelir geçer.
1 Okuyup üflemesi.
2 Bırak.
3 Boş sözlerine.
4 Çalıştığı devlet dâiresi.
5 Anneciğim.
6 Önem.
7 Gerek.
-22-
•n*
Söyleşi
1 Çocuğun.
2 Tanrı korusun.
3 lçgüveyi.
4 İlişki kurar.
-23-
1er hasta değil; amma başinda sevda var. İşte
ben bunu hanima söyler. Yine sen bilür; ben
böyle anlar.
— Aaa dadı. sen de söylediğini bilmezsin.
Gaybdan' haber vermek istiyorsun. Oğlum
öyle şeylere aldanmaz. Yok yok, Tal'at'ım us
ludur. Ah, çok hoşnudum oğlumdan. Allah
bağışlasın, zamane gençleri gibi değil. Ah!
Merhum pederi 2 can çekişir iken Tal'at'ı iki
gözünden öpüp bana, "İşte bu çocuğa bera
ber terbiye verecektik; lâkin ne çâre, bana ka
der müsâde etmedi; bunun terbiyesi sana
kaldı. Tekâsül etme!" 3 diyerek, bir eli çocuğun
yüzünde ve diğer eli benim elimde olduğu
halde teslîm-i can eyledi. 4 Tal'atçığım o vakit
altı yedi yaşında idi. Bîçâre pederi ne kadar
severdi. Zavallı, hasret gitti. Dâima Cenâb-ı
Hakk'a dua ederdi ki, "Bu çocuğu terbiye
edip okutmak için, hiç olmazsa, çocuk yirmi
yaşına varıncaya dek bana ömür ihsan eyle!" 5
Ne çâre, kaderi öyle imiş; nur içinde yatsın!
Hele bin kere hamd olsun, Tal'atçığım pederi
nin istediği üzere terbiye olundu. Ah dadı, Al
lah'a şükredelim, böyle çocuk İstanbul'da nâ
dir 6 bulunur, yahut hiç bulunmaz. Sorsana
bir defa, komşuların çocukları böyle mi? Her
gece evlerine gelirler mi?
1 Gelecekten.
2 Babası.
3 İlgisizlik gösterme.
4 C a n ı m Tanrı'ya teslim etti: öldü.
5 Bağışla.
6 Az.
-24-
on beş on altı yaşında evlenür. Heb böyle. Bu
İstanbul'da otuz yaşında, kırk yaşinda evle
nür. Tal'at Bey şimdi kaş' yaşindadir?
— İşte şimdi nisan çıksın, mayısın beşin
de on dokuza basar.
— Maşallah! Vakti gaşmiş. Bizim mamlâ-
kâtta ola idi, dört sene evvel evlenür. Ah ha
nim, nasıl gaşiyor zaman! Nasıl gaşiyor za
man! Su gibi gaşiyor zaman! Ben galdi, 2 iki
sene gaşdi, Tal'at Bey doğdi.
— Demek olur ki, senin geldiğinden sekiz
sene sonra ben dul kaldım.
— Ya...
— Tal'at'm babasını iyi bilirsin öyle ise.
— Nasil bilmez? Rahmet canina, şok eyi
âdemdi. 3 Ah melek gibi âdem! Hiş bir vakit
bana bir fena soz söylemedi. Kaş sene oldi
şimdi hanim ben galdi?
— İşte, yirmi bir sene oluyor.
— Yirmi bir sene! Ah yârabbi! İhtiyar oldi
gitti.
— Kaç yaşmda varsın acaba dadı?
— Ne bilir ben hanim. Ben ufak kız idi.
4
Mamlâkâtta ana var, baba var, karindaş, bü
yük kız karindaş, ev dolu benim. Bir gun ben
5
başka kızlar beraber seyre şıkdi. Kasabadan
6
uzak, uş saat, dört saat uzak... Orada uş
âdem galdi. Ecderha gibi at binmiş. Uzun
7
sungu elde. Bizi aidi. Amma aldatti bizi,
1 Kaç.
2 Geldikten sonra.
3 Adamdı.
4 Kardeş.
5 Dolaşmaya çıktık.
6 Üç.
7 Süngü.
-25-
"Anaya gider, babaya gider," dedi. On gun, on
beş gun gıtdik, Mısır'a galdik! Ah Mısır! Bü
yük kasaba, güzel. Başka kız Mısır'da satti.
Beni aidi, gamiye kodi, Tunus'a goturdi. Tu
nus da güzel kasaba. Ah, Tunus'ta beni satti.
Bir afandi 1 aidi. Buyuk afandi. Buyuk saray
var, iki yuz 2 halayık arab... Bayaz... 3 Uşak,
kul şok... Atlar ne kadar... Ne kadar... Kırk
sofra, elli sofra kurulur her gun. Orada yirmi
sene oturdi ben. Sonra azâd oldi. Buraya gal-
di. Şimdi kaş sene oldi, hanim aman?
— Peki, yirmi sene Tunus'ta oturdun, yir
mi bir sene de burada, oldu kırk bir. Seni esir
tuttukları vakitte kaç yaşındaydın?
— Ah hanim, ben ne bilecek? Ben kız idi.
Ufacık bir kız. Mamlâkâti az hatırlar. Amma
baba, ana beni şok sever o vakit. Bana ger-
danlik yabmiş, 4 küpe yabmiş, bilezik yabmiş.
Hem gumuş, bayaz. Şok zengin var bizim
mamlâkâtta... şok mal, deve, koyun, ne ka
dar... Ne kadar... A m m a bu koyun gibi değil.
Buyuk koyun bizde. Dört okka, beş okka süt,
bir koyun.
— Demek olur ki tahminen on on bir ya
şında olacaktın.
— Ha ha, öyle. On, dokuz, on bir ne bilur?
— Öyle olduğu hâlde elli elli iki yaşmda
olacaksın, dadı. Lâkin göstermiyorsun. Genç
gibi görünüyorsun. Maşallah, kuvvetin de
var.
— Şukur, şukur; amma ihtiyar ben şimdi
1 Efendi.
2 Yüz.
3 Beyaz.
4 Yapmış.
-26-
hanim. Elli yaşinda! Ah ne yabalim, Allah
iman bağışlasun. Mezara iman ile gitsin yâ-
rabbi! Ah bu dünya rüya 1 gibi gaşiyor. Âhiret
bakî. 2 Biz dünyaya dalar, Nekir Münkiri 3
unutur... Ah, ah yârabbi! Ne cavab verecak
biz sana!
Dadı, hiç bir defa yaşmı hesap etmemiş ol
makla, kendisini genç bilirken, elli elli beş ya
şında olduğunu anladığı gibi, umutsuzluğa
kapılıp, kendi kendisine, "Elli sene! Ah, elli se
ne! Ne vakit gaşti!" diyerek içini çekmeye ve
dualar okumaya ve hanım yine dikişe başladı.
Tal'at Bey kapıdan girip:
— İşte ben gidiyorum anne, diyerek anne
sinin elini öptü.
— Nasılsın oğlum, baş ağrısı hafifleşti in
şallah?
— Demin(ki) gibi değil.
— Oh, hamd olsun!
1 Düş.
2 Öbür dünya sonsuz.
3 Nekir ve Münkir: günah ve sevap melekleri.
-27-
•in*
1 Kere.
2 Genç insan.
3 Saç çok.
4 Ferace; kadınların giydiği bol ve yakasının arka kısmı
eteklere kadar uzayan üst giysisi.
-29-
— Aa! Dadı, şimdi beni kızdırırsın. Yirmi
bir sene var, beraber yaşıyoruz; tabiatımı' an
lamadın mı? Hiç bir defa sormadın. Merhum
kocam beni öyle mi almıştır? Ben bir kızı bü
kere görmekle ne tanıyacağım? Çehresini bile
anlayamam. Sonra, gelin yalnız güzel mi ol
mak lâzım? Bir kız akıllı olmadıkça, afife2 ol
madıkça, tabiatı iyi olmadıkça, ben hiç onu
kendime gelin yapar mıyım? Sonra, benim
beğendiğimi, senin beğendiğini oğlum beğenir
mi bakalım? Hep, âlem nasıl yaparsa biz de
öyle yapalım, diyorsun. Lâkin görmez misin
ki halkın çoğu bu gün evlenir, yarın kocası
karısını yahut karısı kocasmı bırakır. Bin
türlü rezalet olur. Olacak a, görmedik bilme
dik bir kız alırlar, hiç sormaksızın bilmediği
bir kocaya verirler. Acaba çocuk o kızla imti
zaç edecek mi? 1 Beğenecek mi? Sevecek mi?
Kız da onu isteyecek mi? Babası, anası bura
larını hiç düşünmüyorlar.
— Kız ne bilür, şocuk ne bilür? Onlar câ
hil. Baba, ana onlara nasil emr eder, onlar
oyle yabar.
— Aa! Yok dadı, öyle değil... Baba, ana,
evlâtlarının iyiliğini isterler değil mi?
— Ha, oyle ya. Ana var ki kendi avlâdina
fenalık ister? Allah esirga! 4
— Ha, öyle olduğu vakitte baba ana, evlât
larına nasıl iyi olursa, öyle yapmalıdırlar. Ko
ca karısıyla, kan kocasıyla ömür geçirecekler,
ev idare edecekler. Evlâtları olacak, büyüte-
1 Huyumu.
2 Namuslu.
3 U y u m sağlayacak mı.
4 Esirgesin.
-30-
çekler, terbiye verecekler. Birbirleriyle seviş-
medikçe, imtizaç etmedikçe nasıl olur? Bu,
bir gün değil, iki gün değil, bir ömürdür. Bir
evde ki, koca ile karı arasında muhabbet 1
yok, o eve Allah imdat eyleye! Sonra evlâtları
ne terbiye alacaklar, orasını düşünmeli ar
tık... Hele hamd 2 olsun... Yüz bin kere hamd
olsun... O saate... Ah! Ben de senin dediğin
gibi evlenecektim. Dadı, ah! İşte on üç sene
var ki, merhum kocamı kaybettim. O vakit
ben kırk yaşında bir karıydım. Lâkin bin ke
re şükür! Yirmi üç yirmi dört sene beraber
yaşadık... Ah, o ne yaşayış! O ne yaşayış, sen
gördün a. Bir kere o benim gönlümü kırmadı,
bir kere ben onun hatırını bozmadım. Bizim
eğlencemiz ev idi. Ne onun Kalpakçılar'da
gezmeye, ne benim Kâğıthane'ye gitmeye he
vesim vardı. Biz birbirimizle konuşmakla eğ
lenirdik, biz kendi sohbetimizden hoşlanır
dık. Hele Tal'at dünyaya geldikten sonra...
Ah! O ne saadet! O ne devletmiş! 3 Çocuk ne
kadar sevilirmiş! Ama her çocuk öyle değil.
Her baba ve ana çocuğunu öyle sevmez. Bir
birini sevmeyen koca (ve) kan çocuklarını mı
sevecekler? Tal'at iki yaşma geldi. Başka bir
seviş! Başka bir eğlence! Beş yaşına vardı, bir
başka muhabbet! Lâkin, ah! Kader istemedi...
Kısmet değilmiş... Ah! Ne olurdu, kocam bir
on beş senecik daha yaşayaydı! O vakit kuca
ğında oynattığı Tal'atçığın bu gün okuyup
yazdığım, mektebe, kaleme gittiğini, böyle ba-
1 Aşk.
2 T a n r ı y a şükür.
3 Tâlihmiş.
-31-
bayiğit olduğunu göreydi! O da memnun
olaydı!
Sâliha Hanım bu noktaya geldiği gibi, göz
leri yaşla doldu; dudağı titremeye başladı; bo
ğazı tıkandı; mendilini çıkarıp gözlerini sildi.
Bir az sonra, gözlerini silerek, sesi titreyerek:
— Ah Tal'atçığım! Bugün hasta hasta ka
leme gitti! Ah oğlum, ah! Ah, çocuğuma bir
şey olursa! Ah bir hasta düşerse! Ah bîçâre
ben! Allah kerem eyleye!
— Aa! Hanim, nişun öyle söyler? Sen şo-
cuk gibi oldi. Allah emânet. Şocuğun bir şeyi
yok. Bir az baş agrisi... Baş agrisi de değil a...
Gançlik... İşte, gançlik hükmini yabacak...
Ah hanim, heb ben sebeb oldi, seni ağlatti...
Amma hanim, ben şok merak etti... Sen heb
halk gibi evlenmedi. Nasil evlendi? Başka ev
lenmek nasil? Ben anlamaz...
Alamut
Çizgiliforum.com
-32-
•IV->
-33-
mamıştır. Akılsız, bilimsiz, kaba saba, erdem
siz, sabırsız, acımasız, ahlâksız adam bulu
nur; ama aşksız adam bulunmaz. A ş k ve sev
gi, herkeste vardır; ancak çekici bir güç olma
dıkça eyleme geçmez. İşte MmUerirün aşkta
bütün dünyaca tanınması ve Mmini etkile
mez gibi görünmesi, bundan dolayıdır. İnsan
dan başka, kimi hayvanların dahi aşktan
uzak olduğunu ileri sürmeye cesaret edeme
yiz.
1 Sözün kısası.
2 İnsan.
-34-
akilli, buyuk da akilli. A m m a ufak akilli değil,
buyuk da... demeye başlar başlamaz, Sâliha
Hamm:
— Sözümü kesme, dinle ne söyleyeceğim,
dedi:
— Mektepteki oğlanlardan ise en iyi bilen
ve hepsinden büyük Rifat Bey idi...
— Kim Rifat Bey? Bizim merhum afandi!
— Evet ama, sözümü kesme dedim, hep
sini söyleyeceğim.
— Subhânallah! 1
— Rifat Bey ile bir derste idik, beraber
okurduk. Ben onu çok severdim. Hiç bir baş
ka kız veyahut çocukla konuşmazdım. Onun
la konuşmaya can verirdim. Başkalarının
söyledikleri sözler, bana bütün bütün saçma
görünürdü. Beni sıkardı. Rifat Bey'in sözleri
ni ise, pek manâlı bulurdum. Hocanın sözle
rinden de Rifat Bey'in sözlerini daha âkılâne 2
bulurdum. Gündüzün onunla söylediğim
sözleri, gece, tekrar tekrar dilime vird 3 gibi ge
tirirdim. Rifat Bey'in hayâli bir dakika zih
nimden eksik olmazdı. Gece dâima rüyamda
Rifat Bey'i görürdüm. Kendi kendime ders
okumaya başlardım. İçim sıkılırdı. Ama,
Rifat Bey ile beraber okuduğum vakit, ders
bana büyük eğlenceydi. Anlamışum ki, Rif at
Bey dahi beni severdi. Çünkü, o da hiç başka
çocuk(la), başka kızla konuşmazdı. Sabah bi
ze gelirdi, beni de alırdı; beraber mektebe gi
derdik. Çok defa mektebe erken giderdik de,
-35-
başka çocuklar gelince biz, iki-üç defa dersi
1
mizi okurduk, sonra tenhâda tatlı tatlı ko
nuşmaya başlardık. Ah! Rifat Bey ile tenha
konuşmayı ne kadar severdim. Başka çocuk
lar olduğu vakitte, birisi Rifat Bey'e bir söz
söyleseydi, Rifat Bey başkasma bir baksaydı,
benim içim rahat etmezdi. Merakım kalkardı.
Cuma günleri gah 2 Rifat Bey bana ve gah ben
Rif at Bey'e gidip bütün gündüzü beraber ge
çirirdik.
1 Herkesten uzak.
2 Kimileyin.
-36-
Yürektekilerin Ortaya Çıkışı
1 Aferin dedi.
2 Övüyorlar.
3 Konuşmayı yaparlar.
4 Umardı.
5 Çaresiz: zavallı.
6 Uğursuz mudur: belâ mıdır.
-37-
vallı da, öyle bir hayırsız kocası olsunl Vah
vah vah! Çok keder ettim, çok acıdım bîçâre
Kâmile'ye.
— Aa, çok hayırsız, pek berbat heriftir.
Gece gündüz sarhoş, müsrif,' kumarbaz. Hâ
sılı her fenalık üzerinde. Pederinden şu kadar
mal buldu, karısından da aldı. Hepsini yedi,
bozdu. Az bir şey kalmışmış, o da karısının
sayesinde; dün kahvede işittim, karısı keseyi
almış da kocasına her gün muhannen 2 bir
şey verirmiş. Ama, geçmiş ola. Şimdi bir şey
kalmadı ki... O kadar da iyi karısı var. Aa...
Belli... Çocuğuna baksana. O terbiye, elbet de
vâlidesindendir... 3 Ah bîçâre, o çocukla müte
selli olur. 4 Allah bağışlasın!
1 Savurgan.
2 Belirli olan; ne az ne çok olan.
3 Annesindendir.
4 Avunur.
5 Birdenbire.
6 Senli benli.
-38-
1
kabul edemez. Namusu var, aklı var. Tabiatı
öyle alçak değil. Onun için, o uğursuz çapkı
nın cefâlarını çeker. Allah hıfz eyleye! 2 Allah
hıfz eyleye! Namuslu kan da, çapkın kocası
olsun! Fena kocası olsun! İşte onun cehenne
mi! Ah bîçâre biz kanlar! Bizi hiç insan sıra
sına koymazlar! Babalarımız, istedikleri
adamlara bizi hediye verircesine verirler. O
adamların tabiatını 3 sormazlar. Biz o adamlar
ile geçinecek miyiz? Orasını hiç düşünmezler.
Bize bir defa "Filân adamı koca ister misin?"
yahut "Kimi koca istersin?" diye bir sormak
yok. Bize derler: "İşte, seni filân adama vere
ceğiz." Biz sükût ederiz. 4 Ama gönlümüz ne
der? Yârabbî, babamın bu söylediği efendi
genç olsun, güzel olsun, iyi tabiatli olsun. Fil
vaki 5 bazı defa öyle çıkar. Lâkin bazı kere de
bütün bütün zıddına... Gider bakarız ki, bize
koca olacak adam altmış yaşında, yahut bir
gözden kör, yahut burunsuz, yahut sarhoş,
yahut ahmak... Ah siz erkekler ne zâlimsiniz! 6
Bir kızcağızın bir gözü bir az şaşı olsa yahut
7
bir ayağı cüz'î topal olsa, bîçâre evlenmeksi-
zin ihtiyarlar gider. Kimse almaya tenezzül
etmez! 8 Ama sizin en fenası, en uğursuzu, en
sakatı, bakarsın ki kızların en güzelini, uslu
sunu 9 alır da bîçâreyi esir eder!..
1 Yaratılışı; huyu.
2 Tanrı korusun.
3 Huyunu suyunu.
4 Susarız.
5 Gerçekten.
6 Acımasızsınız.
7 Belli belirsiz.
8 Gönül indirmez.
9 Akıllısını.
-39-
Babam da anarnın bu sözlerine cevap ver
di. Nihayet bir iki saat bunun üzerine konuş
tuktan sonra, babam bana dedi:
— Kızım şu çocuğun adı nedir?
— Rifat Bey, dedim.
Ama bu adı söylerken yüzümde ne renkler
peyda oldu... bir Allah bilir! Hem de sesim bir
türlü titriyordu, kesiliyordu ki, ancak üç dört
defa söyledim de babam işitebildi.
— Derste nasıl? O senden iyi okur değil
mi?
— Yok, bir dersteyiz. Beraber okuyoruz.
Bizden iyi bilen yok. Hem de çok usludur. Hiç
bir vakit biz ikimiz hocayı kızdırmayız. Birbi
rimizle çok sevişiriz. Dersi birlikte okuruz.
— Sevişiyorsunuz! Sen onu seviyorsun,
demek olur.
— Evet, çok severim.
Babam:
— Öyle mi? Maşallah! Hiç bir kız, bir ço
cuğu severim diyebilir mi? Yoksa şimdiden
koca mı istiyorsun? Haklan var a! Çünkü sen
de ananı dinliyorsun ki, öyle diyor: "Kız bir
güzel çocuk beğenmeli, almalı." İşte, ananın
1
efkârı bu. Sen de öyle yapıyorsun, değil mi?..
Ben babamın bu sözünü işittiğim gibi, be
lime dek pancar kesildim. Ter içinde kaldım.
Ne diyeceğimi bilmem. A n a m beni bu hâlde
2
gördüğü gibi, pederime:
— Aa! Bırak şimdi Allah aşkına! Kızımı
utandırdın. Niçin sevmeyecek? Beraber mek
tebe giderler, beraber okurlar da, sevmesin
1 Düşünceleri.
2 Babama.
-40-
mi?.. O zaman hasetçi' bir kız, fena bir kız
olacak, diyerek benim yanıma geldi ve beni
okşayarak, öperek:
— Yok kızım yok, sen utanma, baban se
ni kızdırmak için söyler. Sen mektepteki şe
riklerini 2 sevmelisin. Kız olsun, oğlan olsun,
hiç bir zararı yoktur, dedi.
Ben anamın bu sözlerinden biraz mütesel
li oldum 3 ise de, pederimin yüzüne bakmaya
cesaret edemem. Anamdan da utanırım. Göz
lerimi dizime dikip dururum. Babam anam
da sükût ederler. 4 Bir azdan sonra, yavaş ya
vaş kalkıp gözlerimi kımıldatmaksızın savuş
tum. Kapıdan dışarı çıktığım gibi, o utanma
dan kurtuldumsa da, gayr-i ihtiyarî 0 gözyaş
larını dökülüp hüngür hüngür ağlayarak da
dıma gittim. Dadım ihtiyar bir kadındı. Beni
pek çok severdi. Ağladığımı gördüğü gibi:
1 Kıskanç.
2 Arkadaşlarını.
3 Avundum.
4 Susarlar.
5 Elimde olmadan
-41-
Bey'i, buraya gelen çocuğu gördün. İşte onun
sözü açıldı. Ben "Onunla sevişiriz," dedim.
Hem, gerçek(ten de) dadı, sevişiriz. Hele ben
onu pek çok severim. İşte ben söylerim ki, se
verim. Birini sevmek ayıp mı? O da beni se
ver. Evet, pek âlâ bilirim ki sever. Sevmeyey-
di, her gün mektebe giderken niçin gelir de
beni alır? Niçin, ben dersi bilmediğim vakitte
o öğretir? İşte o da beni sever, ben de onu se
verim. A m a babam anlamaz. Sen şimdi aşka,
sevdaya başladın, diyerek beni utandırdı.
1 Seveni sevileni.
2 Gideceksin.
-42-
1
Yatağımı yaptı, yattım. Lâkin uyku nere
2
de? Bin türlü efkâr zihnime gelir geçer. Rif at
Bey'leki muhabbetimizin 3 aşk olduğuna hâlâ
inanmak istemem. Anamın, kızların evlenme
sine dâir akşam söylediği sözler dahi zihnim
de kalmıştı. Evlenmemeyi malihulyaya 4 baş
ladım. Ama bir türlü karar veremedim. Bir de
Rifat Bey ile evlenmek hususu 5 aklıma geldi.
Anide, gönlüm tiz tiz vurmaya başladı.
1 Ama.
2 Düşünceler.
3 Sevgimizin.
4 Hayâl etmeye.
5 Konusu.
-43-
•VI*
Antlaşma
-45-
— A h ! Onu ben de düşünürüm. Ben de
böyle bir ayrılmadan korkarım... Ama... Allah
kerim... Şimdiden mi ağlayacağız?.. İki üç se
ne görüşemeyeceğiz. İşte bu bizim çilemiz ol
sun.
— Nasıl! İki üç sene! Ya s o m a ? Sonra na
sıl görüşeceğiz? İşte, sen bir zaman sonra ev
lenirsin... Ben de... Ah! Elimizde değil ki!
A n a m dün akşam söylüyordu ki, baba ana
kızlarını, oğullarım istedikleri gibi evlendirir;
hiç onlara sormazlar. Senin baban sana bir
kız verirse almayacak mısın?
— O ne! Ben evleneyim! Ben senden baş
ka kız alayım! Ah! Mümkün müdür! İnanır
mısın Sâliha'm! Ben sensiz yaşa(ya)yım! Ah!
Sevdiğim kadar sevmezmişsin demek olur.
— Ah! Rifafçiğim, benim muhabbetimden
gönlüne sor. Nasıl ki ben dahi senin muhab
betinden gönlüme sorarım. Ama ne yapalım,
elimizde ne var?
Rifat Bey, bana cevap vermeksizin hokka
kalemim aldı, bir parça kâğıt aldı; bir iki sa
tır yazdı, önüme attı. Bir de aldım okudum
ki, "Mehdden lâhde kadar muhabbetimiz ba
ki olup birbirimizi almamaya mecbur olduğu
muz hâlde kendimizi telef etmez isek fürûmâ-
1
ye ve nâ-ehliz" yazmış ve kendi imzasını koy
muş. Ben de imzamı koydum. Bir daha onun
gibi yazdı, ona dahi imzalarımızı koyduk. Bi
rini kendisi aldı, cebine koydu, birini de bana
verdi.
-46-
Sâliha Hanım, bu noktaya geldiği gibi, ce
binden bir sürü anahtar çıkardı, yanında bu
lunan bir çekmeceyi açtı, içinden altından
yapılmış iki kılıf çıkardı, birini açtı, içindeki
kâğıdı aldı, okudu. Okurken gözyaşı çeşme
gibi akıyordu. Ayşe Kadın, Sâliha Hanım
okurken, öbür kılıfı alıp:
1 Korusun.
2 Büyük, işlemeli mendil.
3 Kâğıt tabakasını.
4 Avundum.
5 Ve.
-47-
dâima bana yaşmak' takmayı teklif ederdi.
A m a ben "Hâlâ ufağım," diyerek, istemezdim.
Nihayet beni mektepten çektiler; mini mini
bir ferace, bir yaşmak hazırladılar. Ben baba
mın önünde:
— Mektepten nasıl çekileceğim? Nasıl ya
pacağım? Ben câhil kalacağım, diyerek ağla
dım, sızladım ise de fayda vermedi.
Pederim: 2
— Onu merak etme kızım. Ağlama kuzum.
Bu âdettir: 3 Kız on on bir yaşım geçtiği gibi
yaşmaksız, ferâcesiz sokağa çıkamaz. Biz
4
âdetin hâricinde nasıl hareket edebiliriz?
Herkes s o m a bizimle gülecek... A m a dersleri
ni merak edeceksin. Senin derse sevdan ol
duğu vakitte kendi kendine de o bildiğini iler
letebilirsin. Ben de sana bâzı defâ ders vere
bilirim... Ne yapalım? İşte hâlâ kızlar için
5
mahsûs mekteplerimiz, kadm hocalarımız
yok ki... Erkek mektebine on beş yaşında bir
kız nasıl gidebilir? diyerek bana teselli 6 ver
mek istediyse de, benim asıl keder ettiğim
7
şey, Rifat Bey'in mufârakati olduğundan,
hiç bir veçhile müteselli olmadım. 8 Tenhâ bir
yere çekildim. Ağlamaya başladım. Bir dere
ceye kadar ağladım ki, gözlerim ceviz tanesi
gibi fırladı! Cihandan 9 bütün bütün m e y u s
Alamut
Çizgiliforum.com
1 U m u d u m u kestim.
2 Zavallı.
3 A r a d a bir.
4 Sabırlılığım ve kararlılığım.
5 Avunamazdım.
-49-
•vn*
Haberleşme
1 Yalnız olarak.
2 Antlaşmayı.
3 Yalnız olarak.
-51-
Ellerim titreyerek, gönlüm tiz tiz vurarak
mektubu açüm. Bu zeminde idi:'
«Ruhum Sâliha'm!
İşte altı ay oldu ki görüşemiyoruz. Gayet
le müştakım. 2 Allah vere de bir daha görüşe
lim; bir daha birbirimizi dünya gözüyle göre
lim! Ah! O beraber olduğumuz zamanlar! Ah
0 zamanlar! Nasıl su gibi geçti o günler! Şim
di bizim için bir dakika, bin yıldır. Sâliha'm!
Şimdiden sonra, hiç olmazsa, mektuplar ile
görüşelim. Gülzar ile bu mektubun cevabını
gönder. Şimdilik bu t
kadarla kifayet ediyo
3
rum. İnşallah, an-karib 4 görüşürüz. Allaha
ısmarlarım! Ah! Ah! Ah!
Rifat»
«Candan Azizim, R i f a f i m ,
Mektubunuzu aldım. Dünyalarca mem
nun oldum. Belki taze hayat buldum. Ah! Ne
derim! Bu memnuniyet nisbet kabul etmez. 7
"El-mürâsele nısfu'l-muvâsele" 8 derler. Muvâ-
1 Şunlar yazılıydı.
2 Özledim.
3 Yetiniyorum.
4 Yakında.
5 Yorumladım.
6 Avundum.
7 Eşsizdir.
8 Haberleşme kavuşmanın yansıdır.
-52-
1
salât ne büyük şey, muvasalat... Ah! Mürâ-
sele dahi onun nısfı 3 değil mi ya! Ah Rif a f i m !
2
Sâliha»
1 Kavuşmak.
2 Haberleşme.
3 Yansı.
4 Uygun.
5 Özel olarak.
6 Karalamasını.
-53-
•vm-s-
Umutsuzluk
1 Yalnız.
2 Talihin de uygunmuş.
3 Ç o k m a l l a n olan.
4 Soylu.
5 Uygun.
-55-
1 2
mecalim yok. Lâkin, "Şayet şu efendi Pdf at
Bey'dir," diye yine ümidi bütün bütün kesme
dim. Her ne kadar ki annem "Gayetle mal-
dâr," dedi, bu söz bana çok ümit vermezdi.
Lâkin âdet-i tabiiyedir, 3 insan ne büyük felâ
ketlere, ne de büyük meserretlere 4 birdenbire
inanmaz. Gönül bir müftidir ki, istemediği
şey için pek kolay fetva vermez.
— İşte sükût ediyorsun, 5 rızan vardır de
mek oluyor. Artık bitti, inşallah hayırlı...
— Oo... Ne! Nasıl! Ben... şimdiden evlene
yim!.. Aa... Yok annem, yok... Ben... ben...
ben evlenmem... Beni isteyen kim?. Beni...
kimse... istemez... Bunları siz kurarsınız...
Ben...
— Aaa kızım! Sen çocuk mu oldun! İşte,
dedim sana ya... Bu talih her gün önüne gel
mez... Nasıl "Beni kimse istemez," dersin? Ni
çin istemeyecekler? Sen evlenmeyecek misin?
Hani ya geçen hafta görücüler gelmedi mi?
Senin hiç haberin yokken onlar sana baktı
lar, beğendiler... İşte iş meydanda... Kocan
olacak efendi Ahmet Bey isminde...
Ben şu "Ahmet Bey" ismini işittiğim gibi,
Rif at Bey'in olmadığını anladım, me'yûs 6 ol
dum. İnsan me'yûs olduğu vakitte, hem öyle
me'yusiyet, mahcubiyeti de 7 kalkar, korkusu
da gider; cesur olur. Pek çok kızdım. Ayağa
kalktım: •
1 Gücüm.
2 Belki de.
3 Alışılmış görenektir.
4 Sevinçlere.
5 Susuyorsun.
6 Umutsuz.
7 Utanması da.
— Aa! Anne! İşte, dedim a... Evlenmem
1
vesselam... Zorla beni evlendirmek isterseniz
evlendiriniz... Benim rızamı niye sorarsınız?
Ben şimdilik evlenmem... diyerek odadan çık
tım.
1 Kısacası.
2 Zavallı.
3 İnme inecekti.
-57-
— Yok... Yok... Ah! Dadı, sen bilmezsin!
Ben... evlenmek... isterim... ama... ama... yok
yok...' diyemem...
— Söyle, söyle bakalım, acemi olma...
— Ne söyleyeyim... Baksana... Şu kâğıdı
okuyayım da... Sen dinle...
Böyle diyerek ve ağlayarak o mahut ahid-
nâmeyi 2 cebimden çıkardım. Utanarak, sesim
titreyerek okudum. Dadı işitti: bu defa gülme
di. Gördü ki iş gülünecek bir raddede 3 değil.
— Ağlama kuzum, gözlerini sil. Ben gider
annene söylerim de kâil ederiz. 4 Haydi kork
ma! diyerek kalktı, annemin yanına vardı.
Ben yalnız kaldım. Bir az müteselli ol
dum. 5 Dadıyı dört gözle bekliyordum, dadı da
geldi.
— Ee... Anneme söyledin mi? Ne dedi?
— Söyledim ya... Peki, dedi... Bakalım...
Şimdi gitti efendiye danışmaya.
— Ah... Babam da işitecek bunu! Ah bîçâ
re ben, ah! Nasıl çıkayım önüne? diyerek
kalküm, ayaklarımı yavaş yavaş basarak ba
bamın olduğu odanın kapısına gittim: perde
nin arkasından işittim ki, bu türlü konuşu
yorlar idi:
Baba — Aa! Yok, yok... Olmaz. İmkânı
6
yok. Olur şey mi ya? Çocuk iyi. Filvaki iyi.
Pek güzel çocuk. Ama ne yapayım, o pederi 7
var... Hiç öyle adamın evine kız verilir mi? Kı-
1 Olmaz.
2 Daha önce sözü edilen antlaşmayı.
3 Derecede.
4 Razı ederiz.
5 Avundum.
6 Gerçekten.
7 Babası.
-58-
zımı öyle bir eve vermektense öldürmek daha
iyidir... Sonra, o zavallı çocuğun bir şeyi de
kalmadı. Pederi malını menâlini 1 yedi içti. Bir
şey kalmamıştır... Çocuk da., daha çocuk. Ne
biliriz yann o da ne ahlâk peyda eder. 2 Hiç o
çocuk, Ahmet Bey'e tercih olunur mu? 3
(Anne) — Hakkın var... Hakkın var. Ama,
ne yaparsın? Sana dedim a, söz bağlamışlar
ki, birbirini almazlarsa, kendilerini telef ede
ceklerdir! 4 Ha... Şakaya gelmez... Bir tane kı
zım vardır... Allah esirgeye...
— Adam (sen de)... Sözdür o... Ufak ço
cuk, bir şey yazmış da... ne olacak?..
— Öyle deme! Aa... Sevdadan olmadık şey
yok dünyada.
Ben perdenin arkasında durup bu sözleri
dinliyordum ve her bir saniyede gönlüm bir
ümit tarafına sapıyor ve bir me yusiyete 5 dö
nüyordu. Bir de baktım ki, Gülzar merdiven
den çıkıyor. Beni gördüğü gibi, cebinden bir
mektup çıkardı. Koştum, mektubunu elinden
kapüm, açtım, okudum. Baktım ki Rifat
6
Bey'in bu musibetten haberi yok. Âdeti üzre'
yazmış. Anîde odama koştum, kalemi alıp iş
bu mektubu yazdım:
«Rif afim,
Ah! Bu mektup ne kara haberler getire
cek! Ah! Beni evlendirmek istiyorlar! Ah... Be-
1 Bütün mallarını.
2 Edinir.
3 Yeğlenir m i .
4 Öldüreceklerdir.
5 Umutsuzluğa.
6 Felâketten.
7 Her zamanki gibi.
-59-
ni evlendirmek de, sana vermemek demek
olur ki, ikimizin canına kast ediyorlar! Ah!
Ah! Rifat'im! Ben anneme söyledim ki evlen
mem. Dadıma ahidnâmelerimizi' gösterdim.
Kendimi telef edeceğimi beyân eyledim. 2 Dadı
buralarını anneme söyledi. Annem, babam ile
konuşurlarken ben perdenin arkasından işi
tiyordum: Seni istiyorlar ama... sizin... evini
ze beni yollamak istemiyorlarmış. Rifat'im!
Valide hanımı kandırıp da seni evvelemirde 3
iç güveysi girmeye bırakırsa ve anneme gelip
söylerse, Hak Taâlâ'dan ümit eylerim ki, bir
şey olur... İnşallah. Cenâb-ı Hak iki genç ada
mın 4 kanının dökülmesine razı olmaz.
Rifat'im, Allaha ısmarladım. Cevâbını serian 5
bekliyorum. Ah! Ah! Ah!
Sâliha»
1 Antlaşmalarımızı.
2 Bildirdim.
3 Bir an önce.
4 İnsanın.
5 Bir an önce.
6 T e m i z e çekmeksizin.
7 Boş.
Nihayet o gece, bazısı ümîdbahş' ve bâzısı
me'yusiyet 2 getirir bin türlü hayâller kurduk
tan sonra, uyumuşum. Uykumda bâzısı tatlı
tatlı ve bâzısı korkulu korkulu bin türlü rü
yalar gördükten sonra, sabahleyin uyandım.
Bir iki dakika nerede olduğumu, ne hâlde bu
lunduğumu hatırıma getiremedim.
1 Umutlandıncı.
2 Umutsuzluk.
3 Sanki.
4 Yardımcı.
5 Düşünüyorum.
-61-
Oh... Oh... Kurtulduk! Yârabbi... Şükür...
Ah... Bin kere şükür!
Böyle diyerek odanın içinde bir düziye ge
ziyorum. Bir de baktım ki, Kâmile Hanım çı
kıyor, gidiyor.
— Ah! Gidiyor! Bir şey yapamadı! Nasıl...
Yoksa işi uydurdular da, gidiyor mu? Ne bile
yim... Ah... Yârabbi! Ah yârabbi! Lâkin, düşü
nerek... Ah... İşte, işte... düşünerek gidiyor!
Bir iş yaptılairsa anam gelecek, bana söyleye
cek... Hele dur bakalım... Ah... Nasıl geçmiyor
bu zaman! Nasıl uzadı saatler! diyerek bir iki
saat saate bakarak (geçti) ; yoksa bana sorsan
bir iki ay daha düşünmekle geçirdim. Bir de
baktım ki, Gülzar kapıdan giriverdi. Cebin
den bir mektup çıkardı, bana verdi. Bu mek
tubu nasıl aldım? Nasıl açtım? Hiç bilmem...
İşte nasıl yazıyordu:
-62-
Evet, yok! Şimdiden sonra yok artık! Anan,
baban... Ah... o zâlimler! Bizi birleştirmek is-
temiyorlarmış! Seni nişanlamışlarmış! Bir
zengine, bir bilmem kime vereceklermiş! Ev
lendirecek kızları yokmuş artık! Ah, bîçâre
Rifat! Ah, zavallı Sâliha! Ah! Ne yapalım? Esi
riz! Kendimize mâlik' değiliz! İstediğimizi ya
pamayız! Evet, kendimize mâlik değiliz. Lâkin
hayatımıza, memâtımıza 2 mâlikiz! Kendimizi
sahrâ-yı ademe 1 atabiliriz... Orada hür yaşa
yabiliriz... Bu dünyada hürriyet yokmuş!
Dünyanın en ziyâde hürleri esir imişler! He
men bu dünyadan kurtulalım! Sâliha'm! Be
nim hançer önümde duruyor. Ahidnâmemiz 4
ve senin gönderdiğin mektuplar koynumda
duruyor ki, onlar dahi kanla boyansınlar!
Gözyaşlanmız üzerlerine düşmüş. Kanımız
da üzerlerine dökülsün! Sâliha'm! Senden bu
mektubun cevabını bekliyorum. Bir daha o
güzel elinle yazılmış yazıyı göreyim de s o m a
kendimi telef edeyim! 5 Sen de... Sâliha'm! Sen
de... Bildiğin... istediğin gibi yap... Ah felek!
Ah... bu sözü bana nasıl söyletirsin? Ah, bu
vücutlarımız toprak altına girecek! Döküle
cek! Çürüyecek! Eyvah, eyvah! Senin o naze
nin 6 vücudun, o gül gibi yüzün çürüyecek!
Bir daha görmeyeceğim! Lâkin 7 yok, yok...
Yanlış söyledim... O mezarda çürüyecek şey,
etten, kemikten ibaret şey. Sevişen, ruhları-
1 Sahip.
2 Ölümümüze.
3 Y o k l u k çölüne.
4 Antlaşmamız.
5 Öldüreyim.
6 Nazlı.
7 Ancak, ama.
-63-
mızdır. Evet, ruhlarımızdır ki, bu cisim kafe
sinden kurtuldukları gibi, görüşecekler... Ah,
şüphem yok ki görüşecekler. Cenâb-ı Hak
böyle iki âşıkı ayırıp bir daha görüştürmeme
ye razı olmaz! Ah Sâliha'm, ah! Mektubu ka
pamayı gönlüm istemez... Daha yazmak iste
rim. Lâkin elim kaldı, zihnim durdu... Gözle
rim kan ile doldu, görmez oldu! Hemen Alla-
ha ısmarlarım... Ah... Ah... Ah!
Sevdiğin
Pdf at»
-64-
1
bet mufârakatimizin haberini getiren mek
tubunuzu aldım. A h ! A h ! Bu güne nasıl ye
tiştik! Bu gün ne kara gündür! A h . . . bayılı
yorum... Ziyâde yazmaya mecalim 2 yoktur...
Ben dahi mukavelemiz 3 üzere, kendimi telef
edeceğim!.. Başka vasıtam yok. Ancak, ken
dimi kuyuya atıvereceğim... Ah Rifat'im, ah!
Allaha ısmarlarım... Biz bu ömrü böyle fi
rakla" geçirdik! İnşallah öbür dünyada görü
şelim... A h ! . . Ah Rifat'im! Daha y a z m a k isti
yorum, lâkin yazamam! Eyvah! H e m de bi
zim için şimdiden sonra bir dakika bile ya
şamak haramdır... Hemen kendimizi bu
dünyadan kurtaralım!.. Allaha ısmarlarım...
A h ! Ah! Ah!!!
Sevdiğin
Sâliha»
Alamut
Çizgiliforum.com
-65-
>TK>
İstek
1 Gücüm.
2 İsteğin gerçekleşecek.
-67-
korkulacak şey yok artık. Pederini de kandır
dım: Seni Pdf at Bey'e vereceğiz! dediği gibi,
kendimi topladım.
Artık öyle bir me'yûsiyetten' sonra, böyle
ümîd-bahş 2 bir söz işitmek! Böyle bir ümide
dönmek! Oh... Ne büyük şey! Lakin insan ke
dere dayanamadığı gibi, sevince o kadar daha
ziyâde dayanamaz. Vücudum titremeye baş
ladı. Gözyaşlarım çeşme gibi, annemin göğ
süne dökülüyordu! Hüngür hüngür ağlama
ya başladım. Bir azdan sonra, zihnim azıcık
karar buldu, vücudum bir az rahat etti. Bu
de Rifat Bey hatırıma geldi; birdenbire ben
zim değişti:
1 Umutsuzluktan
2 Ümit verici.
-68-
— Ah bîçâre Kâmile Hanım, ah! Beni ne
kadar seviyordu!
Sâliha H a m m kendi serüvenini bitirdiği
gibi, yine dikişe başladı. Ayşe Kadın:
— Ah, hanim, sen de şok sekmiş. Onun
işun sabuk ihtiyarlamış. Zavalli hanim! diye
rek, kalkıp mutfağa gitti.
•X*
Tal'at Bey
-71-
2
daha sıbyan mektebinde' ve sonra rüşdiyede
okuttu. Tal'at Bey on altı yaşındayken rüşdi-
ye okulu sınavını verip, bütün İstanbul genç-
leri(nin) yaptıkları gibi, bir dâirenin bir kale
mine, 3 hangi dâirenin hangi kalemi olduğunu
belirtmek gereksizdir sanırım, girdi. İşte, iki
yıl vardı ki, o kaleme devam ediyordu.
-72-
uğradım," dedi. Yazık, yanarım şu çocuğa! di
yordu.
İşte zavallı Tal'at böyle bir durum gösteri
yordu. Zavallı epey de zayıflamıştı. Kalemde
arkadaşları, yolda rastladığı bildikleri bunun
durumuna şaşırıp "Birader, 1 sana ne oldu?"
diye sorduklarında, bir baş ağrısı bahane edi
yordu. Kimi Beyoğlu'nda bir hekim, kimi bil
mem nerede bir eczacı, kimi Üsküdar'da bir
hoca ve kimi Bitpazan'nda bir üfleyici tavsiye
ederdi. Her birinin binlerle hastalan iyi etmiş
olduğunu söylerdi.
1 Kardeş.
-73-
•XI*
Hacıbaba
Talat'ın Aşkı
-76-
nir, malûm ya. Tal'at, Bayezit'e doğru çıktı.
Ama, zihni oradan aynlamıyordu. Tütüncü
nün cumbası imgeleminde belirdikçe beliri-
yordu. Kaleme gitti, yine bu düşüncelerle
meşguldü. Kalemden dönerken, tütünü tü
kenmemiş idiyse de, yine kırk paralık tütün
aldı; cumbaya baktı: Yine aynı şey. Evine git
ti, aklı yine onunla meşgul. Yatağa yattı, uy
ku yok. Bir düziye düşündü. Bir sevindi, bir
üzüldü. Karan kalkü, bir yerde duramadı.
Sabahleyin evinden çıktı, tütüncüye uğradı.
Tütünü varken bir daha tütün aldı. Cumba
nın durumu dâima o. Nihayet bir kaç gün
böyle gitti.
-77-
nuz? Oturmaz mısınız bir az? diyerek, dük
kâna girmesini teklif etti.
Tal'at Bey de döndü, oturdu. Dükkânda
yaşlı bir adam da vardı. Bu üç kişinin arasın
da şu konuşma geçti:
Tütüncü — Beyefendi, tütünü nereden
alıyorsunuz? Bizim tütünü beğenmiyor mu
sunuz?
Tal'at — Yok, yine sizin tütün daha iyi.
Fakat ahbabımın biriyle beraber geliyorduk
da şu aşağıdaki Hacıbaba'dan kendisi aldı,
beni de almaya mecbur eyledi. Fakat çok
sert...
İhtiyar — Hangi Hacıbaba? Hacı Mustafa
mı? Aman ne kadar hazzetmem şu adamı... 1
Ne kadar müezzî... müseyyib... müzevvir... 2
Pek çok adamların canını yakmış...
Tal'at Bey, Hacıbaba'yla ilgili ayrıntılı bilgi
almak istedi: kızararak, sarararak kulak ve
rip işitti:
Tütüncü — Şaşarım şu adama. On beş on
alü sene evvel bunun beş parası yoktu. Borcu
da vardı, hattâ bana dahi danışmıştı. İflâs et
mek istiyordu. Şimdi hayli parası var, derler.
Nasıl kazandı, anlayamam. Yoksa buyurdu
ğunuz gibi hep dolandırıcılıkla mı kazanmış?
İhtiyar — Dolandırıcılık da etmiş, ticaret
ten de hayli kazanmış. Fakat bunun asıl zen
gin olması karısının sayesindedir. Hani ya on
dört sene kadar var evlenmedi miydi? İşte o
vakit bir dul kan aldı. Bir sene beraber yaşa
dılar. K a n öldü, buna pek çok mal bıraktı.
1 H o ş l a n m a m şu adamdan.
2 Eziyet edici... üşengeç... ara bozucu.
-78-
Tütüncü — Evlâdı' oldu mu o karıyla?
İhtiyar — Yok. Lâkin, karının başka koca
dan bir kızı vardı. Mîrâs o kıza kaldı.
Tütüncü — E, kız şimdi Hacıbaba'nın ya
nında mı?
İhtiyar — Evet.
Tütüncü — Tuhaf! Ben yalnız bir ihtiyar
kadın görürüm ki Hacıbaba'nın evine girer çı
kar. Hiç başka kadın gördüğüm yok.
İhtiyar — Haa, kızı hiç evinin kapısından
çıkarmaz. Taassubundan 2 mı? Kıskancından
mı? Korkusundan mı? Ne bileyim. Tuhafı ne
resi ki görücü kadın da sokmaz evine. "Evlen
direcek kızım yoktur," diyor. Ne ümidi var?
Anlayamam. Malı elinden gitmesin diye bîçâ
re kızı evlendirmeyecek mi, ne yapacak?
Tal'at Bey bu konuşmadan istediğinden
daha çok bilgi aldı. Ama ne fayda ki, aldığı
bilgiden avunacak yerde büsbütün umutsuz
oldu. Tal'atin düşüncesinde iki umut vardı:
Biri, kızı dışarıda bulup yaklaşarak ne istedi
ğini söylemek ve öteki, anasına sırrını açıp kı
zı istemek için göndermek. Fakat, yaşlı ada
mın, "Kızı evinin kapısından çıkarmaz," ve
"Görücü kadını evine sokmaz," deyişi, zavallı
çocuğun bütün bütün umudunu söndürdü,
umutsuzluk getirdi.
Zavallı, dükkândan çıkıp kaleme gidiyor:
kalemden çıkıp evine geliyordu. Hiç bir daki
ka bu hayâl zihninden eksik olmuyordu. Bir
derde uğramıştı; devasını bilmiyor, çâresini
bulamıyordu. Umutsuzluğa kapılıyor da ne-
1 Çocukları.
2 Yobazlığından.
-79-
den kapılıyor? Başka şeyden değil; canından
umutsuzluğa kapılıyordu, dünyadan umut
suzluğa kapılıyordu. Çünkü böyle bir yok
sunluğun karşısında Tal'at için, dünyayı bı
rakmak, canından ayrılmak bir şey demek
değil... İşte, zavallı ne felâkete uğramışü, ne
belâya kapılmışü; düşünülsün!
Alamut
Çizgiliforum.com
-80-
•xn<-
Hacıbaba'nın Evi
1 Üvey.
-81-
makla, yaşlı bir kadının odası olduğu belli
oluyordu. Gerçekten de, Hacıbaba'nın yetmiş
yaşını aşkın, Emine Kadın adında bir analığı
vardı. İşte bu oda da, onundu.
1 Sarmal.
2 Çerkeş soyundan.
-82-
sal bilir ve çoğu kez cinlerden, cadılardan ve
gulyabânîden' söz eder ve onlardan pek çok
korkardı. Emine Kadın'ın görevi, günde bir
kez mutfağa inip bir sahan yemek yapmak ve
Hacıbaba'nın yatağını kaldırıp odasını düzelt
mekti. Fakat Emine Kadın, Fitnat H a n i m i pek
çok sevdiğinden, sabahleyin kalktığı gibi oda
sına gidip masala başlardı ve masal söyleme
ye şöyle dalardı ki, Fitnat Hanım haünna ge
tirip mecbur etmeyeydi hiç bir zaman masalı
bırakıp iş görmek hatırına gelmezdi.
-83-
•XIII:
Fitnat Hanım
1 Hanım.
-85-
na değin; yani on dört yaşına varıncaya ka
dar, sokak kapısını bile görmemişti desek
abartmış olmayız.
Fitnat Hamm bedeni ince, boyu orta; göz
leri, kaşları kapkara; örme saçları, arkasın
dan beline dek uzanmış; rengi süt gibi bem
beyaz; burnu pek düzgün: hokka gibi ufak
ağzı, lâ'l 1 gibi iki dudak ve inci gibi beyaz ve
ufak dişlerle süslenmiş; kısacası, cisimleşmiş
güzellik denmeye yaraşır on beş yaşında bir
kızdı. Fitnat Hanım pek yumuşak huylu olup
öfkenin ve kızgınlığın ne olduğunu hiç bil
mezdi. Nezâket ve letafet ona özgü şeyler. Pek
az söyler. Sesi pek ince ve güzel. Hiç bir za
man kahkahayla gülmeyip, ancak doğanın
şaşırtıcılıklanndan olan inci gibi dişlerini
gösterecek kadar, kimi zaman gülümserdi.
Ahlâkını uzun uzadıya anlatmaktansa, Hacı
baba gibi titiz ve sinirli bir adamla uyum sağ
layıp onu hiç bir zaman gücendirmediğini;
onun emri ve uyanları dışında hiç bir davra
nışta bulunmadığını belirtmekle yetinsek da
ha iyidir, sanınm.
-86-
kalkıp kendisine ve odasına güzelce bir dü
zen verdiği gibi, gergefi önüne alıp ya da di
kişe başlayıp hiç baş kaldırmazdı. Emine Ka
dın dahi, yaşlıların âdeti üzere, pek erken
kalkıp eve bir az düzen verdikten sonra, Fit
nat H a n i m i n yanına gidip masal söylemeye
başlar idiyse de, Fitnat Hanım bu masallara
çok dikkat etmeyip dikkati gergef ve dikişin-
deydi. Üç dört saat böyle geçtikten sonra,
nakış ustası Şerife Kadın gelip bir yarım sa
at kadar nakış alıştırmaları yapar ve yarım
saat kadar da Emine Kadın'la konuşur, gi
der. Fitnat yine işlemeye dalar. Kısacası, Fit
nat Hanım hep dikiş ve gergefle meşgul olur.
Kimi zaman işler ve kimi zaman işlemiş ol
duğu şeyleri açar, gözden geçirir. Noksanla
rına canı sıkılır, noksansız olanlarla övünür.
Güzel işlenmiş ya da dikilmiş bir şey görse,
bir kaç kez gözden geçirir, daha iyisini yap
maya çalışır.
1 Ziyareti yanıtlamayacağı.
2 Oyalanırdı.
-87-
nuşmak, söz bulmaya kendisini zorlamak,
kendisi için sıradan bir sıkıntı olacaktı.
Hattâ, Emine Kadın'ın masallarını dahi, çok
defa, dinlemeye vakit bulamazdı. Emine Ka
dın, işsiz kaldığı gibi, vira 1 masal söylemekten
vazgeçmezdi a; fakat dinleyen yoktu.
Alamut
Çizgiliforum.com
1 Sürekli.
«XIV«
-89-
de oturmayı istiyordu. Yarım saat kadar
cumbada oturdu. Gördüğü adama benzer (bi
rini) bir daha görmek istiyordu. Fakat, "yağ
ma yok," göremedi; anladı, o "bir"miş.
Başkasından umudu kesti de onun yeni
den geçmesini istedi. Ancak onun da böyle ça
buk dönmesini ummuyordu. Yine gergefin ya
nma çekildi. Ama y a n m saatte bir kalkıp pen
cereden sokağa bakıyordu. Bakıyordu ama bir
şey göremiyordu. Yalnız, saat onda bir kez
kalkıp baktığı gibi, gördü ki sabah gördüğü
çocuk dönmüş ve evinin yanından geçmiş.
Anca arka tarafından bir az görebildi. Pek pek
bir iki gün (daha) böyle gitti. Fitnat Hamm
dikkat edip anladı ki, bu çocuk saat dörtte yu
karı çıktı ve saat onda döndü. Artık, saat dör
de (alaturka saaüe ona) yaklaştığı gibi, Fitnat
Hanım cumbadan çekilmedi. Böylece, Tal'at
Beyi, çünkü bu çocuğun Tal'at Bey olduğunu
elbet de anladınız, her gün iki defa görüyordu.
1 Hüzünlü.
2 Gezinti.
3 Muskası.
4 Rahmetli; ölmüş olan.
-91-
Kızı biraz çıkarmalı, eğlendirmeli. Aa! Böyle
olur mu? Hapishanede gibi, gece gündüz ev
de kapalı! Dur, gideyim çıkışayım bir az Hacı-
baba'ya.
Şerife Kadın böyle diyerek dükkân kapısı
nı açtı, bir sandalyeye oturdu, söze başladı:
— Hacıbaba, size bir şey söyleyeceğim.
— Buyurun.
— Canım, şu kızı verem edeceksiniz. Gece
gündüz evde mahpus gibi olur mu? Bir az ko
nu komşuya göndermeli. Emine Kadın'la be
raber, bâzı (zamanlar) seyre çıkarmalı.
1 Savurgan.
2 Tutumluluğuma.
3 N e m e gerek.
4 Yerleridir.
-92-
gitmeden ictinâb ederim.' Çünkü bilirim ki,
namusuma muzırdır, ırzımı muhilldir. 2 Nere
de kaldı ki, on beş yaşında bir kız öyle yerle
re gitsin!
— Öyledir. Haklan var. A m a modalar,
3
alafrangalar böyle şeyler çıkardılar. Ne yapa
lım?
— Affedersin, bu alafranga da değil. Alaf
ranga bunu kabul etmez. Hiç Kâğıthane'de,
Veliefendi'de, öyle mahallerde hiç bir vakit bir
madama 4 gördünüz mü?
1 Kaçınırım.
2 Namusuma zarar verir, ırzımı bozar.
3 Avrupalı gibi yaşamak isteyenler.
4 Hıristiyan kadın.
5 Erkek kardeşini.
6 Büyük bir ağırbaşlılıkla.
7 Zarar.
8 Terbiye olgunluğuyla.
9 Arada bir.
-93-
1
kandıracak... Nihayet olmaz. Sen benim kız
2
gibi öyle uslu, kâmil bir kız, bir kan tanırsan,
getir. Kızla görüşsün konuşsun ki, kız da on
dan bir şey istifade etsin. O vakit, ben sana ne
diyeyim? Yoksa, başka türlü olmaz. Ben bu kı
zı, on beş sene var ki, böyle saklıyorum. Baba
sı da benim, anası da ben. Fena mı terbiye ver
mişim? Eğer verdiğim terbiye fena ise, bu usu
lü tebdil edeyim. 1 Fakat zannederim ki değil...
— Aa!.. Ben öyle mi dedim? Ben, kız sıkı
lıyor diyorum. Yoksa...
— Yok, sıkılmaz o. O zâti 4 gezmek ne de
mek bilmez ki. Onu seyre 5 göndersem bile git
mez...
Şerife H a n i m i n Hacıbaba'ya vereceği ya
nıt kalmadığından, bir iki dakikalık bir ses
sizlikten sonra kalkıp gitti.
1 B u n u n sonu yok.
2 Olgun.
3 Değiştireyim.
4 Aslında.
5 Gezmeye.
-94-
•:-XV*
Kılık Değiştirme
1 Nakış.
-95-
mak ve onun vasıtasıyla sevdiğinden bir ipu
cu almaktı. Bu kadının nakış ustası olduğu
nu anladı. Kendi kendisine:
— Ha, kıza nakış göstermeye gider. Bunu
tenhâca 1 bulup da keşf-i râz etsem... 2 Yok,
yok. O olmaz... Fakat madem ki ustasıdır, kız
elbet de bâzı defâ bunun evine gelecek... Yol
da rastgelsem de kendisine muhabbetimi arz
etsem... 3 Lâkin, ne diyorum... O kapıdan (çı
kar) çıkmaz da buraya kadar mı gelecek! di
yerek ve bin türlü hayâl kurarak döndü.
1 Yalnız olarak.
2 Sırrımı açsam.
3 Sevdiğimi söylesem.
4 Berberden.
-96-
du. Evine gitti, bütün gece uyumadı. Ertesi
(gün), girişeceği işin hazırlıklarına başladı.
Ertesi gün, sabahla kalktı. Gece kurduğu
hayâl üzere Beyoğlu'na geçti. Bir modist 1
dükkânından kendi saçına uygun bir yapıl
mış saç 2 aldı. Oradan dönüp Bezestan 3 Kapı-
sı'na geldi. Bir az kullanılmış bir kadın giysi
si, yani bir gömlek, bir entari, bir şalvar, bir
çarşaf, bir yazma yemeni aldı; bir ufak bohça
yaptı, bir çocuğun eline verdi. Bayezit'e doğ
ru çıktı. Bir de saate baktı ki, dokuzu geçmiş.
O günün kılık değiştirmeye uygun olmadığını
anladı. Aşağı indi, bohçayı mühürledi, tanıdı
ğı bir dükkâna bıraktı. Hacıbaba'nın dükkânı
önünden geçerken bir de cumbaya göz attı.
Bu göz atması, boşuna gitmedi. Fakat, Tal'at
Bey zihninde kavuşmayı kurmuş(tu). Böyle
hep pencerede oturmasından şaşakaldı. Bil
miyordu ki, kendisinin düştüğü derde, zaval
lı kız, bir ay önce düşmüş.
1 Terzi.
2 Peruk.
3 Bezciler.
-97-
— Eve çoktan beri bakmadık. An ah tan
verseniz, gidip gezeyim bir defa, diyerek
anahtarı alıp dışan çıktı.
Önceki gün bir dükkânda bıraktığı bohça
yı gidip aldı. Oradan Şehzâdebaşı'na gitü.
Söylediğimiz dar sokağa girdi, evin kapısını
açü, içeri girdi. Bir dolapta kınk bir ayna bul
du. Bu aynayı önüne alıp bohçayı açtı. Önce,
modist matmazelin tarifi üzerine, saçlarını
uydurdu. Giysileri giydi. Güzel bir kız kılığına
girdi. Çocuk olduğu hiç belli olmuyordu.
Tal'at Bey sevincinden çıldıracak(tı). Ay
naya bakarak, kendi kendisine:
— Kimse fark edemeyecek. Ah, işte, aynı
kız gibi... Ben de bir kız olaydım, güzel bir kız
olacakmışım. Oh! Bu gün görüşeceğiz. Adını
belleyeceğim. Oh, ne tatlı adı olacak! Ne güzel
ismi olacak! Hele görüşeceğiz, konuşacağız...
Ah! Hiç aklım almıyor... Fakat belli olursam
rezil rüsvây olacağım! diyerek, yüzünü yeme
niyle örttü. Çarşafa büründü. Eline bir ufak
kadın şemsiyesi aldı, çıktı. Kapıyı kapayıp
anahtarı cebine soktuğu gibi, soluğu Odaba-
şı'nda aldı. Giderken, yolda rastgeldiği çap
kınların buna işaretler ettiklerini, lâf attıkla
rını, omuz vurduklarını bırakalım da ilerisine
bakalım.
•XVI«
Nakış Alıştırması
-99-
1
şeyler dikiş dikmek, nakış işlemek vesâir
böyle şeylerdir. Yazı da fena değil. Demem
ama...
— Nihayet, geçenlerde halam da gelmişti.
Pederi güç belâ ile kandırdık ki, bana bir az
dikiş, bir az nakış tahsil ettirsin. Bir nakış
ustası aradık. Sizi pek çok medh ettiler. 2
Onun için geldim, size rica edeyim...
— Peki kızım, peki... Nakıştan hiç meşk
aldığın' yok mu?
— Vâlideciğim, 4 hiç şimdiye kadar elim iğ
ne tutmamış, siz himmet 5 edeceksiniz de...
— Yazık. Kızım, böyle güzel lâkırdı 6 söyler
sin. Böyle güzel, uslu bir kız da... Nakış bil-
meyesin... Aa, peder 7 efendi iyi etmemiş... Fa
kat merak etme kızım. Aa! Bu zekâvetinle, 8
bu aklınla hiç şüphem yok ki, az zaman için
de pek âlâ öğreneceksin. Fakat siz buraya ge
leceksiniz, değil mi?
— Evet evet, bendeniz gelirim.
— Ç ü n k ü ihtiyarladım kızım, bir yere gi
demiyorum. Şimdi hemen başlayalım kı
z ı m . Dışarıda bir boş gergef var, onu getir
bana.
Râgıbe Hanım kalktı, gergefi aldı, Şerife
Kadın'm önüne getirdi.
— Şu dolabı da aç. Üst katında bir çevre
var, onu getir; şu kutuyu da getir.
1 Ve benzeri.
2 Övdüler.
3 Ders alıp alıştırma yaptığın.
4 Anacığım.
5 Yardım.
6 Söz.
7 Baban.
8 Zekîliğinle.
-100-
Râgıbe Hanım hepsini getirdi, önüne bı
raktı.
— Şimdi bak kızım. Ben şu çevreyi nasıl
gereceğim ki, sen de evinde öyle geresin.
Şerife Kadm çevreyi gerdikten sonra kutu
yu açtı. İğne iplik çıkardı, işlemeye ve her şe
yi tarif etmeye başladı. Râgıbe Hanım, yani
Tal'at Bey, gözlerini gergefe dikti. Kimi zaman
nakısa dikkat ediyor ve kimi zaman işin nasıl
ileri varacağmı düşünüyor ve kimi zaman hi
lesinin ortaya çıkmasından korkuyordu. Yü
zü her dakikada bir renk alıyordu. Sonunda
bir azdan sonra alıştırma bitti. Râgıbe Hanım
kalktı, çarşafa büründü, çıkıp gitti.
ı Gibi.
2 Engel.
-101-
erkek, tanımadığı bir başka erkeğe rastgelse,
yüzüne bakmaz, söz söylemez. Lâkin tanıma
dığı ve hiç başka defa görmediği bir kadına
rastgeldiği gibi, gülerek yüzüne bakmaya ve
söz söylemeye başlar ve kovsalar bile yanın
dan ayrılmaz. Demek oluyor ki, biz kanlan
insan sırasına koymayız. Kendimizi eğlendir
mek için onlann ruhunu sıkarız. Serbest ge
zip seyir etmelerine ve eğlenmelerine mâni
oluruz ve bir taraftan da kendimizi onlara
güldürürüz. Çünkü bâzı kurnaz kadınlar bu
lunur ki, "Bu ne budalaymış; dur bununla bi
raz eğlenelim!" diyerek, bizi maymun gibi oy
natırlar. Seyirlerinden, 1 evlerinin kapısına
dek arabanın arkasından tozlar dumanlann
içinde götürürler. Ahlâk ve âdâtımızı 2 bilmez
bir adam, bir kimseyi bu hâlde görse, elbette
"Deliymiş," diyecek.
1 Gezmelerinden.
2 Göreneklerimizi.
-102-
:XVH*
Ders Sevdası
1 Ama.
2 Zekilik.
3 Tanrı vergisi.
-103-
tersin, sen de ona nakış gösterirsin. Onun da
nakısa çok sevdası vardır, olmaz mı?
— Ah! Öyle olsa! Ne güzel... İsmi nedir kı
zın?
— Râgıbe Hanım.
— Ne güzel isim... Ah! Usta kadın! Şu ders
maddesini uydursak! Pek çok sevdam var bir
az yazı öğrenmeye.
— Peki kızım, peki.
Şerife Kadın kalkıp gitti. Giderken, Hacı-
baba'ya dedi ki:
— Sizin kerime 1 ile görüşecek kız buldum.
Gaayetle kâmil, 2 uslu bir kız. Okumak yaz
mak dahi pek güzel bilir. Hattâ Fitnat Hamm
ondan ders okumak hevesindedir. Ona da bi
raz nakış gösterir, çünkü nakış bilmez bîçâ
re...
— İşte şimdi beni memnun ettin. Gördün
mü? Gelmesin, yahut, kızım onun evine git
mesin dedim mi? Ben yaptığımı bilirim. Her
kesin kadrini' anlarım.
Fitnat Hanım sevincinden çıldıracak(tı).
Ders okumaya o kadar sevdası vardı ki ertesi
günü dört gözle bekliyordu. Bir saat, bir yıl
kadar görünüyor; kendi kendisine (şöyle) di
yordu:
— Ah... Ben okumak yazmak öğrenece
ğim... S o m a kitaplar, gazeteler alıp okuyaca
ğım... İstediğim şeyi yazabileceğim... Oh... Ne
güzel... Ne güzel! Râgıbe Hanım'la görüşece
ğiz. Gah 4 konuşacağız... Gah beraber gergef
1 Kızınız.
2 Pek olgun.
3 Değerini.
4 Kimi zaman.
-104-
işleyeceğiz... Gah bana ders verecek... Ah...
Şükür yârabbi! Yine ders okumaya başlaya
cağım! Ah, ders ne kadar tatlıdır! Ne vakit,
ufaktım da mektebe giderdim, ders okur
dum... Ne güzeldi o vakitler! Hele yine derse
başlayacağız. Bakalım, Râgıbe Hanım ne tür
lü kız olacak... Güzel olacak, şüphem yok.
Şerife Kadın o kadar medh eder... 1 Hem de
Şerife Kadın öyle, her göreni medh edenler
den değil...
Sonunda Fitnat Hanım, o günü, bu türlü
düşüncelerle akşam etü. Gece de, bütün ge
ce, hayâli dersti. Düşünde de dersi gördü.
Dersi ve Râgıbe Hanım'ı sayıkladı. Ertesi sa
bah dahi, "Bu iki üç saat ne vakit geçecek!"
diye sabrı kalmadı... Bu böyle kalsın.
1 Över.
-105-
•XVIII*
Rastlantıya Bak!
1 Yazgıya.
-108-
Tal'at Bey kalktı, gergefin yanına gitti,
gözlerini gergefe diktiyse de gergefi, görüşme
ye bir araç olarak düşünmüştü; görüşmek
1
devletine ulaşacağmı anladığı gibi, artık ger
gefe hiç dikkat etmeyip ya da edemeyip derin
derin hayâllere daldı.
Sonunda nakış bitti. Tal'at Bey kalkü, çı
kıp gitti. Kılığım değiştirdi; oradan kaleme
gitti. Kalemde bir iki mektup yazınca, bir az
vakit geçti. Kalemden çıkü, Lâleli'den aşağı
inerken cumbaya bir göz attı:
— Bunca zamandan beri böyle hasret gö
züyle bakmakta olduğum bu cumba... Ah,
yarın bu cumbanın içine gireceğim! Acaba sa
hih 2 muvaffak olacak mıyım? Hele yarınki
gün gelsin de... diyerek, geçip evine gitti.
Artık, akşam oluncaya kadar o bir iki sa
at, Tal'at'a bir iki ay gibi görünüyordu. Her
beş dakikada saate bakıyordu. Mümkün olsa
saatin akrepleriyle kavga edecek. Sonunda
akşam da oldu. Yemek yediler. Bir azdan
soma, Tal'at yattı. Ama zihni meşguldü; göz
leri kapanmıyordu. Vakti çabuk geçirmek
için, istiyordu (ki) uyusun, ancak uyuyamı-
yordu. Her on dakikada kalkıyor; saate bakı
yor; pencereden yıldızlara bakıyordu. Ancak
o sırada hâlâ nisanın başlangıcıydı, gece çok
kısa değildi. Güç belâyla, saat dokuzu buldu.
0 zaman zavallı çocuğun zihni hayâllerden
yorulup kaldı; gözleri kapandı. Bir az düşler
le uğraştı. Bir de gözlerini açıp baktı ki, gün
düz olmuş. Pencerelerin beyaz perdeleri, he-
1 Talihine.
2 Gerçekten.
-109-
men (hemen) doğmuş olan güneşin yansıma
sından pek şirin bir kırmızı renk almış. Tal'at
Bey kalkıp giyindi. Kahveyi içtiği gibi soluğu
Şehzadebaşı'ndaki evinde aldı, orada kılığını
değiştirdi... Ama o gün, her gün gibi değildi.
O gün, bir büyük sevdayla, bir büyük dikkat
le giyindi; bayağı, bir güzel kıza döndü.
Alamut
Çizgiliforum.com
-ııo-
Görüşme
1 Benzerlik.
2 Sanki.
3 Sanki.
4 Kız kardeşi.
-113-
Fitnat Hanım bu düşünceyle Râgıbe Ha-
nım'ın yüzüne baktı ve baktıkça (gördüğü
nün) etkisi artıp Tal'at'm (ruh) durumuna ya
kın bir duruma gelmeye başladı.
İşte, bunların ikisi bu durumda. Tal'at bü
tün bütün kendi kendisini yitirmiş. Fitnat
dahi ders konusunu bütün bütün zihninden
çıkarıp yukanda söylediğimiz hayâlle ve dü
şüncelerle meşguldü. Şöyle ki, resmî bir kaç
sözden sonra, ikisi el ele tutuşmuş oldukları
hâlde düşünmeye vanp, hiç biri sessizliğin
ipini koparmaya cesaret edemiyordu. Sonun
da, Şerife Kadın:
1 Yabancılık.
-114-
Fitnat Hanım, bir gülümsemeyle Râgıbe
H a n i m i n elinden tutarak:
— Estağfurullah! Ben size teşekkür etme
liyim ki, sayenizde adam olacağım, okumak
yazmak öğreneceğim. Yoksa siz murâd ettiği
niz' vakitte nakısı bir haftanın içinde öğrenir
siniz.
— Estağfurullah!
Bu konuşmadan sonra, Şerife Kadın işle
meye başladı. Fitnat Hanım dahi gözlerini na
kısa dikip dikkatle bakar. Bizim Râgıbe Ha
nım, ya da Tal'at Bey, o vakit birinci defa ola
rak doğrudan doğruya Fitnat Hanım'ın yüzü
ne bakmaya vakit buldu. Baktı. Baktıkça da
ha bakmak istiyordu, gözleri doymuyordu.
Her organını ayrıca inceledi. Her birinde baş
ka bir güzellik buldu. Baka baka gönlüne bir
hüzün geldi. Gözleri yaşla doldu. Anîde, göz
lerini sevgilisinin yüzünden çekip nakısa
bakmaya başladı.
1 İstediğiniz.
-115-
Başbaşa Konuşma
1 Biliyor.
2 Kız kardeşim.
3 Gereği.
4 Yoksun.
5 Umarım.
1
— Hacet yoktur elmasım. Bendeniz her
gün gelirim... İnşallah derse de başlarız.
— Teşekkür ederim. Ah! Bu ne iyilik! Hem
buraya kadar gelmek, hem bana ders ver
2
mek! Ve hususiyle, her şeyden tatlı olan soh
betinizle bizi müşerref etmek! 3
— Estağfurullah!.. Bendeniz zâti 4 nakısa
çok merakım vardır. Siz kabul buyurduğu
nuz hâlde, her gün gelmek canıma minnet!
— Kız kardeşiniz var mı?
— Hayır.
— Kardeşiniz?
Tal'at Bey bu sorunun nedenini anîde an
layarak:
— Evet, benden bir yaş büyük bir karde
şim vardır, dedi.
— Bazen setre, 5 bâzan bir kısa mor ceket,
bir pantolon giyiyor; sizin boyunuzda, size
pek çok benziyor... değil mi?
— Evet, evet.
— Buradan geçerken görmüşüm. Ne güzel
çocuk! Ne de mahcup! 6 O yürümesi... O... pek
hoşuma gider.
Bunlar böyle tatlı tatlı konuşmaktayken,
Emine Kadın kapıdan girdi:
— Hoşgeldin kızım, hoşgeldin! diyerek, gi
dip oturdu. Râgıbe Hanım, Emine K a d ı n i n
elini öptü. Emine Kadın, bir azdan sonra, Fit
nat H a n i m i n kulağına, ama kapının dışından
bile işitilecek bir sesle:
1 Gerek.
2 Özellikle.
3 Onurlandırmak.
4 Aslında.
5 Düz yakalı, önü ilikli bir tür ceket.
6 Utangaç.
-118-
— Şerife Kadın in dediği kız bu mu? dedi.
Fitnat Hanım, gülerek:
— Evet, hanımefendidir, dedi.
— Okumak yazmak bilen bu ha?
— Evet, evet.
— Haa... Maşallah! Bu yaşta o kadar oku
mak yazmak! Hem güzel de... Kime nasip ola
cak! Bunu alacak adam, ne bahtlı!
Emine K a d ı n i n kendi kendisine ve yavaş
söylemek istediği ve sağır olduğundan bağıra
rak söylediği bu sözlerden, kızlar birbirine
bakarak güldüler. Emine Kadın, daha bir iki
masal söyledikten sonra kalkıp mutfağa gitti.
1 Ama.
-119-
istiyordu. Hem kimin gönlünü? Biri, sevgilisi
nin ve öteki, aslında sevgilisinin ve görünüş
te sevgilisinin kız kardeşinin gönlünü yap
mak istiyordu... Her biri, öteltinin sevgi ve il
gisini kazanmak istiyordu. Râgıbe Hanım bü-
ründükten sonra ikisi el ele tutuşup merdive
nin alt başına kadar indiler. Orada vedâlaş-
tıktan sonra Râgıbe H a m m çıktı. Aceleyle
Şehzadebaşı'na gidip kılık değiştirdikten son
ra, evine gitti.
-120-
*XXI*
Aşkın Etkisi
1 Hoş.
2 İnce.
3 İnsanlar.
4 İlişkim; bağlantım.
-122-
deşi olsa ve ben aralarında oturup tatlı tatlı
konuşsak! Of! Zihnime ne de muhal' şeyler
gelir!.. O erkek... Delikanlı bir oğlan... Ben,
kız... Nasıl görüşebiliriz! Yok... Yok... Muhal...
Muhal... Fakat ah! Niçin muhal olsun? Kız
lar, sahi, her erkeğe çıkmaz. Her bir erkekle
görüşemez. Lâkin her bir kız, bir erkeğe vara
cak değil mi? Ben de şu oğlana varsam! Beni
ona verseler! O beni alsa! Ne olur? İşte o va
kit ben de Râgıbe H a n i m i n evine gideceğim!
Gece gündüz Râgıbe Hanım ve kardeşiyle...
Ah, Râgıbe Hanım'dan keski (kardeşinin) is
mini soraydım! Ah ne güzel ismi olacak! Gön
lümün sayfasında yazacaktım!... Beraber ola
cağız! Râgıbe Hanım beni, ben(im) onu sevdi
ğimden ziyâde 2 sever. Bunu pek âlâ bilirim.
Fakat kardeşi de beni sevecek mi acaba? Ah,
şüphem yok ki o da beni sevecek... "Gönül
den gönüle yol vardır," derler. Ben onu o ka
dar seviyorum da, o beni niçin sevmeyecek?
Elbette sevecek...
1 Boş.
2 Çok.
-123-
şunun ne kadar hüzünlü, ne kadar hoş bir
manzara gösterdiği anlatılamaz.
Sevdiği oğlanla, yani Tal'at B e y i e evlen
mek konusu o vakte kadar Fitnat H a n i m i n
hiç hatırına gelmemişti. O gün ilk defaydı, bu
hayâli kurdu. Bütün o akşam, o gece bu ha
yâlle uğraştı. Düşlerinde hep Râgıbe Hanım
ve kardeşiyle görüştü.
-124-
*XXII:-
İkinci Görüşme
1 Abece; alfabe.
2 Kuranı.
3 Başından sonuna dek okumuş.
4 K u r a n kitabını oluşturan fasiküller.
5 Özellikle.
6 Osmanlı abecesinde sesli harfleri okutmaya yarayan
imler.
7 Deneyimsiz.
8 Kitapçı.
9 Ahlâk kitabı.
-125-
elinde olmadan "biraderine, biraderine" diye
bu sözü iki üç kez, titrek bir sesle söyledi.
Tal'at Bey, Fitnat H a n i m i n bu ruh duru
muna şaştı! "Erkek olduğumu anlamış olma
sın," diye korktu. Rengi sapsarı oldu. Fitnat
Hanım'dan daha bir şey işiteyim diye, Fit
nat'ın yüzüne sıkı sıkı baktı. Fitnat Ha-
nım'sa, o bir dakikada T a l ' a t i n bu sıkı sıkı
bakışına ve renginin değişmesine ne anlam
verse iyi? "Biraderini sevdiğimi şu bana gelen
durumdan anladı da kıskandı."
-129-
*XXIH:
Boşanma
-131-
bası yok muydu? Haa! Bu konağın yalnız bir
efendisi vardır ki, kırk kırk beş yaşmda ve Ali
Bey adında bir kimseydi.
Ali Bey, on altı yıl önce, yani yirmi dört
yirmi beş yaşmda olduğu sırada evlenerek bir
yoksul familyadan,' ama pek güzel ve akıllı
bir kız almıştı. Birbirlerini pek çok severlerdi.
Bununla birlikte, bir yıl ve bir kaç ay birlikte
yaşadıktan sonra, Ali Bey bir gün bir neden
le karısına danldı. Kendisi o kadar öfkeli ve
titizdi ki, en küçük bir nedenle darılır ve dar
gınlığı bir haftadan çok sürerdi. Darıldığı gi
bi, karısını boşadı. Kansıysa onun inadını
bildiğinden, istiyordu ki, kocasının inadı ge
çinceye kadar beklesin. Ancak kocası bekle
medi; birdenbire (onu) kovdu, kapısından dı
şarı çıkardı.
1 Aileden.
2 Aşk.
-132-
sebepsiz kovar mıydı? Ah! Erkeklerin muhab
betine inanmak! Onların sadâkatine' aldan
mak! Ne büyük kabahat! Ah zavallı biz kan
lar! 2 Biz, evlendiğimiz vakit de zannederiz ki,
bir koca, bir refik 3 alıyoruz. Halbuki erkekler
bize o nazarla' bakmıyorlar. Onlar, evlendik
leri vakit, kanlarına verdikleri ehemmiyet, 5
satın alacaklan bir beygir yahut bir arabaya
verdikleri ehemmiyetten azdır! Evet... Haklan
var a... Çünkü, bir beygir alacaklar, eğer iyi
çıkmazsa, yine satmaya mecbur olacaklar.
Lâkin aldıklan fiyatla belki satamazlar. İşte
bir zarar korkusu var. Fakat, k a n l a n iyi çık
mazsa ( ! ) , tab'lanna muvafık" gelmezse (!) hiç
bir zarar etmeksizin onlan bırakırlar; başka
larım, daha iyilerini (!) alırlar. İşte bizi hayvan
mesabesinde 7 bile tutmazlar. Ne yapalım?
Hüküm onların elinde. Nasıl isterlerse öyle
yaparlar! diyerek, bir kaç gün bir düziye ağla
dı.
Fakat anası:
— Kızım, ne ağlıyorsun? Eğer kocasız kal
dığına ağlarsan, ben sana ondan iyisini bulu
rum. Yok, kocandan ayrıldığına ağlarsan, pek
alçak imişsin! O seni sevmez! Seni kovdu! Se
ni o kadar tahkir eyledi 8 de sen hâlâ onu se
viyorsun! diyerek, (onu) Ali Bey'in aslandan
soğutmaya çalışıyorduysa ve kızı dahi kanar
1 Bağlılığına.
2 Kadınlar.
3 Arkadaş.
4 Bakışla.
5 Önem.
6 Yaratılışlarına; huylarına sularına uygun.
7 Değerinde.
8 Aşağıladı.
-133-
gibi görünüyorduysa da, hemen düşünceleri
ni değiştirerek:
— Ah anacığım! Seviyordu, seviyordu...
Ama, bilmem nasıl oldu? (diyordu).
— Ah zavallı! Seviyordu! Hâlâ inanıyorsun
ha?
Sonunda kızın aşk ve sevgisi bütün bütün
yok olmamış idiyse de, inadı aşkından fazlay
dı. Belki de kimi zamana aşkından, kimi za
man inadından, zavallı hep ağlıyordu.
-134-
Nedamet
1 Eşi.
-135-
mak istedi. Saatine baktı. Yediymiş. Kürkünü
sırtına aldı, bahçeye bakan bir pencerenin
yanında oturdu. Bahçedeki ağaçlar, yaprak
lar ay aydınlığından bir görünüm almışlar ki,
gören ne kadar neşeli ve gamsız, ne kadar
ağırkanlı ve tesirsiz olsa, imkânı yok ki, bir
hüzün ve hayrete dalarak etkilenmesin, üzül
mesin! Yüreği parça parça olmasın! Bütün
halk uykuda. Uyanık bulunan sanır ki, doğa
nın bu cilveleri yalnızca onun içindir. Bütün
ortalığı rakipsiz görür. Bir sessizlik, bir din
ginlik ortalığı kaplamış. Gül dalları arasında
saklanmış bir bülbülün ara sıra çıkardığı ha
zin hazin çığlıklardan başka, kulak bir şey
işitmez.
1 Öldürmek.
2 Etkilenir.
3 Razı.
-137-
•XXV«
1 Boşadı.
2 Yetkisi.
3 Arkadaş: eş.
4 Eşitlik.
-139-
di de kendine münâsip' bir kan bulsun, diye
pek sert bir yanıt verdi ve kızma, "Şayet, aşkı
galip gelerek razı olur" korkusuyla bu öneriyi
hiç haber vermedi.
Kocakan bu yanıü aldığı gibi, gitti efendi
sine söyledi. Ali Bey pek çok üzüldü. Sıradan
yaşamından umutsuzluğa kapıldı. Odasında
kapanarak bir kaç gün hiç çıkmadı. Bir düzi-
ye ağlıyordu. On beş aydan sonra, (eski) eşi
nin evlendiğini haber aldı. Üzüntüsü iki kat
oldu. Daha bir yıl sonra zavallı kadının, belki
kahnndan, öldüğünü duydu. Üzüntüsü daha
o kadar arttı. Vicdanı heyecana geldi. İşte o
zamandan beri on beş on altı yıl geçmişti. An
cak Ali Bey, kansını bir dakika unutmadı.
Çok defa görüyorlardı ki odasmda kapanarak
kansından kendisine yadigâr kalmış kimi eş
yaları çıkanyor ve önüne koyarak, saatlerle
ağlıyordu.
1 Uygun.
-140-
•XXVI:
Evlenme Niyeti
1 Yas.
-141-
alabilir. Yazık hem kendisine, hem evine,
hem size! Siz hiç evlenmeye teşvik etmiyor
musunuz?
— Ah! Çok defa istemişim ki söyleyeyim,
lâkin ben söylemeye başlar başlamaz gözyaş
ları dökülür, "Bana böyle söz söylemeyin, ev
lenecek değilim vesselam," 1 der. Daha ne söy
leyeyim?
— Dur, ben gideyim, söyleyeyim bir defa.
Şerife Kadın böyle diyerek kalktı, Ali
Bey'in odasına girdi. (Onu) bir şey yazarken
buldu. Kendisiyle söze girişti. Sonunda bir
yolunu bulup dedi ki:
— Beyefendi, size bir şey söyleyeceğim
ama rica ederim gücenmeyesiniz ve sözümü
dinleyesiniz, söylemeye de haddim yok ama...
— Nedir? Söyleyin.
— Allah'a bin şükürler olsun, hiç bir şey
ce noksanınız yok. Yalnız, bu eve bir hanım
lâzım. Bir evde emir eder bir hanım olmadık
ça, o eve ev denilmez. Siz daha gençsiniz,
böyle bekâr durmanın sebebi?
— Başka bir şey söyleyin rica ederim. Bı
rakın şu sözü.
— Yok bey, yok! Ben sizin evlenmemenizin
sebebini sordum. Ben şu sebebi bilmez deği
lim. Lâkin ma'kul 2 bir sebep olmadığından
çürütmek için soruyorum. Sizin bir karınız
varmış, severmişsiniz; ölmüş. İşte evlenme
menizin sebebi bu değil mi? Lâkin bak beyim:
Siz o kan ile beraber yaşadığınız ömrü mü,
yoksa şimdiki ömrü mü tercih edersiniz?
1 S ö z ü n kısası.
2 Akla uygun.
-142-
— Ah! Onunla yaşadığım ömür! Şimdi ba
na cihan zindandır. Ben şimdiki ömrü iste
mem, ama kendime kıyamıyorum.
— Ee, şimdi evlenirsen o eski saadetin av
det edecektir. 1 Yine, ömründen hoşnut ola
caksın. Bu meyusluktan 2 kurtulacaksın, de
ğil mi? Birinci karını sevdiğin gibi öbürünü
dahi seveceksin.
— Ah! Bundan sonra ben kan sevmek!
Başkasını sevmek! Benim sebebimden, zaval
lı, on beş senedir ki gençliğini bırakıp toprak
altına girdi! O, toprak altında yatsm da ben
başkasını seveyim! Yok, yok. Bana rahat ha
ram olsun! Bana düğün yakışmaz. Benim ma
tem tutacak, ağlayacak vaktimdir, deyip elini
gözlerinin önüne koyarak düşünmeye daldı.
— Beyim, vazgeç bu efkârdan. 3 Ağlamak
tan ne çıkar? Zannedersin ki, senin bu türlü
hareketinden o merhumenin 4 ruhu hoşlan
sın? Beyim, ölülere rahmet, dirilere rahat lâ
zım. Senin gençliğine yazık! Gel seni evlendi
relim. Sana dür dânesi 5 gibi bir kız bulmu
şum. Gayetle 6 güzel, gayetle ırzlı, namuslu...
Her şey elinden gelir. Nakısın pek âlâsını bi
lir. Hattâ okumak yazmak bile öğrenmiş...
Ali Bey, başını eline dayamış ve gözlerini
yine eliyle örtmüş; ağlıyor muydu, düşünü
yor muydu, yoksa Şerife K a d ı n i n söylediği
sözleri mi işitiyordu, belli değildi. Şerife Ka-
-143-
din ise, şu söylediği kızın niteliklerini ve bi
rer birer cümle organlarını tarif eylemeye de
v a m ediyordu. Ali Bey, bu niteliklerin hepsi
ni işittiği gibi, yüreğine bir telâş, kanına ola
ğanüstü bir hareket geldi. Kendi kendisine,
"Hepsi o merhumenin evsâfı!' Acaba o olma
sın? Belki ölmemiş! Belki odur..." diyerek Şe
rife Kadın'a:
-144-
Şerife Kadın, bir kale feth etmiş gibi, Bey'in
odasından çıktı. Konakta bulunan yaşlı ka
dınların bir ikisine beyin evlenmeye razı oldu
ğunu gizlice söyledi. Ancak bu söz ağızdan
kulağa gezerek yarım saat içinde cümle hala-
yıklarca,' uşaklarca öğrenildi.
Ali Bey'in ise, birdenbire düşüncesini de
ğiştirerek evlenmeye karar vermesi, bir yan
dan kızın cümle niteliklerini birinci karısının
niteliklerine uygun bulduğundan ve kızın, bi
rinci karısına pek çok benzeyeceğini anladı
ğından ve öte yandan, böyle güzel bir kızın
anasız babasız olduğuna acıdığından kay
naklandı. Ali Bey bu kızı hâlâ görmemişken
sevmeye, eski karısını aynı saatte unutmaya,
zihni gelecekteki eşiyle meşgul olmaya, so
nunda avunmaya, o on yedi yıllık hüzün ve
kederden kurtulmaya başladı.
Alamut
Çizgiliforum.com
1 Hizmetçilerce.
-145-
•XXVII:-
Müjde-Kara Haber
1 Gerçekleşti.
2 Esenliktir.
3 Yardım.
-147-
Şerife Kadın, iki tarafı hoşnut etmiş ve bü
yük bir iş becermiş (olduğu) sanısıyla övüne
rek kalktı gitti. Hacıbaba kızın rızâsını sor
mak için değil, belki kendisine göre müjde
vermek için kıza gitti:
— Kızım, talihin yaver imiş, seni pek bü
yük bir evden istiyorlar. Ben de söz verdim, iş
yalnız nikâha kalmış. Çünkü böyle bir baht
her gün önümüze gelmez. Bir büyük bey. Ga
yetle mâldâr, mu'teber, 1 genç... Dâiresinde
müteaddid 2 halayık, uşak, arabalar, velhâsıl 3
bir vezir dâiresinden daha iyi... Hemen, Allah
mübarek eyleye...
-148-
cak. emir edecek, kendisine emir edecek
adam bulunmayacak... Sen olaydın, sevin
cinden bayılmayacak miydin?
— Ah, sevincinden bayıldı zahir! 1 Ah ah...
Hacıbaba çıkıp gitti. Fitnat Hanım, can çe-
kişiyormuş gibi yatmış(tı). Emine Kadın elle
rini ovarak:
— Ah kızım, ah! Ne talihin varmış! Ne gü
zel talih! Allah razı olsun Şerife Kadından...
Ona teşekkür etmelisin. O yapti bu işi... A m a
kızım, sonra, büyüklüğü takınmayasın ha!
Bize de hor bakmayasın...
— Ah! Vâlideciğim! Ne söylersin?.. Zanne
dersin ki, sevincimden bu hâle geldim! Ah!
Sevinç! Sevinç! Ne sevinç! Baksana, ölüyo
rum! Canım çıkacak! Ah vâlideciğim! Babama
söylesen de nikâh kıymasalar! Ben o koca
ya... va... vara... mam...
— Aaa! Kızım! O ne söz! Biz sevincimizden
çıldıracağız da, sen diyorsun ki o kocaya va
ramam. O dediğin koca kimdir? Sordun mu?
Onun bir uşağma bile varmaya senin haddin
yok. O, kibar adamlardan... Biz, fukara
adamlar...
— İstemem... vâlideciğim! İstemem... ki
barlık istemem... büyüklük istemem. Mal is
temem. Devlet 2 istemem... Gönlümün istedi
3
ğini isterim. Gönlüm şâd olsun da, yiyecek
ekmeğim olmasm... Giyecek rubam 4 olma
sın... İstemem... İstemem...
1 Besbelli.
2 Talih.
3 Sevinçli.
4 Giysim.
-149-
— Kızım, deli mi oldun? Ne oldun? Ben
senden böyle şey ummazdım... Lâkin, bayıl
dın da o sebepten... Biraz rahat et, kendine
gelesin...
— Ah... Bileydin o bayıldığınım sebebi
neydi, sen de böyle...
Fitnat Hanım bu sözü söylerken boğazı tı
kandı, gözyaşları döküldü, hüngür hüngür
ağlamaya başladı. Emine Kadın ise, Fitnat
Hanım'ın bu son sözünü işitmeyerek ve ağla
dığım görmeyerek kapıdan çıktı; Hacıbaba'ya
gitti, dedi ki:
— Oğlum, nasıl olacak? Bu kız istemez!
Ağlıyor, sızlıyor! "Kocaya varmam," diyor...
— Hay şaşkın hay! Ya nasıl diyecek? Se
vindim mi diyecek? Sen kızların âdetini bil
mez misin? Hem de niçin istemeyecek? O,
kendisini görmedi; bilmez ki, beğenmedi diye
lim.
— Öyle, öyle. Ama hani ya o baygınlık fi
lan... Belki bu telâş ondandır...
— Haydi haydi, sen git yukarı. Yalnız bı
rakma da öyle şeylere kulak asma.
Emine Kadın yukarı çıktı. Baktı ki zavallı
Fitnat yastığın üzerine yüzükoyun düşmüş;
ağlamaktan yanlan körük gibi dışan fırlıyor,
hıçkınğı uzaktan işitiliyor:
— A kız! Sen deli mi oldun? Bu ne demek?
Seni asacaklar değil a, evlendirecekler. Hem
haddin olmadığı bir yere verecekler. Sevine
cek yerde böyle ağlamak ne demek? Naz ise.
yeter; gösterişse, insaf! diyerek, Fitnat'ın ba
şını kaldırdı. Yüzü kıpkırmızı olmuş, gözleri
yumurta gibi fırlamış, boğulacak gibi içini çe-
-150-
kiyor. Emine Kadın, Fitnat H a n i m i n başını
koynuna alıp gözlerini silerek:
— Vah kızım vah! dedi.
Fitnat Hanım, içini çekerek:
— Ah! Kadın ninem! Ağladığım sebepsiz
değildir. Ben çocuk değilim. Sebepsiz nasıl
ağlayacağım? Ah! Sebebi var! Sebebi var! Bü
yük sebebi var...
— Ne sebep? Ne sebep? Söyle ki biz de bi
lelim.
— Ah! Nasıl söyleyeyim? Söyleyemem!
Yok, yok, söyleyemem. Ama... Ah! İşte sebebi
vardır, dedim. Babama söyle de nikâh kıyma
sınlar. Nikâh kıyarsa canıma kıyacak, kendi
mi telef edeceğim. 1
— Sebep? Sebep? Kızım, başkasını mı se
viyorsun? Sana sihir mi yapmışlar? Bu ne
hâldir?
— Ah! Vâlideciğim! Sö... Ah! Söy... Ah!
Söyleyemem. Söyleyemem. Zorlama beni.
— Söyle, söyle. İşitecek kimse yok, benden
saklama.
— Ah! Seviyorum... Sevi... yorum... Baş
kasını seviyorum... Canım gibi severim. Ona
varmazsam, hiç evlenmem... Zorla vermek is
terseniz kendimi telef ederim!
2
— Ah! Zamane kızı değil mi? Ne kadar ol
sa... Kimi seviyorsun bakalım?
— Râgıbe H a n i m i n kardeşini... İşte onu
seviyorum... Beni evlendirmek isterseniz ona
verin, başkasına varmam. Varmam. Var
mam...
1 Öldüreceğim.
2 Bu g ü n ü n .
-151-
Fitnat Hanım'ın doğal olan utangaçlığı, bu
sözleri söylemesine engel olamadı. Fakat yü
zü kıpkırmızı olmuştu. İçini çekmeden söz
söyleyemezdi. Bu sözü bitirdiği gibi, yine yas-
uğın üzerine düşüp hüngür hüngür ağlama
ya başladı. Zavallı Emine Kadın, Fitnat Ha
nım'ın bu durumuna acıyarak ve bu sözlerin
den hayrete vararak dudağım ısırmış; ne ya
pacağını, ne diyeceğini şaşırmış, öyle donmuş
kalmış(ü)... Bir azdan sonra, zavallı kadın içi
ni çekerek kalktı, aşağı gitti. Hacıbaba'ya de
di ki:
— Oğlum, bizim taksirimiz' çokmuş! Bu
kızın hâli ne olacak? Görsen nasıl ağlıyor, te
lef olacak gidecek. O kocaya varmak istemi
yor... Başkasını sever... miş.
— O ne! Kimi seviyor? Ah, k a n değil mi?
Şu kanlan insan kafese de kapasa, yine fay
da yok, zapt olunamazlar. Ee, kimi sever ba
kalım? Nerde görmüş? Nasıl olmuş? Yoksa,
benim haberim olmaksızın siz çıkar gezer mi
siniz?
— Aa! Yok evlâdım, öyle bir şey yok. Hani
ya bir kız gelmiyor mu bazı buraya!
— Haa...
— İşte onun kardeşini pencereden gör
müş, beğenmiş, sevmiş. İşte bundan ibaret.
Başka bir şey yok.
— Haa... Pencereden birini görmüş, onu
sevmiş; kocasını istemiyor! Bu, söz mü? Ama
sen de çocuklann aklına uyarsın. Bir adamı
böyle bir defa pencereden görmekle nasıl o
kadar sevmiş ki, böyle bir saadeti onun mu-
1 Kusurlarımız.
-152-
1
habbetine fedâ etsin? O, daha çocuktur. Da
ha, dünyadan haberi yok. Şimdi böyle şeyler
de ona sormak, onun dediğini yapmak ayn-ı
hatâdır. 2 Sen şimdi üzerine varma. Başka bir
şeyden kendine söz söyle. Yarın inşallah Şe
rife Kadın gelir, oradan bir kesin cevap geti
rir. Nikâh da kıyarız da, soma o dediğin sev
diği adamı bir saatin içinde unutur.
Emine Kadın, bu yanıtı aldıktan s o m a yu
karı gitti. Bir köşede oturdu. Fitnat Hanım'a
bir şey söylemedi. Fitnat H a m m dahi hiç
Emine Kadın'ın yüzüne bakmadı. Başını eğ
miş, bir düziye ağlıyordu. Hele Râgıbe Hanım
aklına geldiği gibi, birdenbire ağlaması iki kat
olarak, kendi kendisine, "Ah! Şimdi birazdan
sonra Râgıbe H a m m gelecek! Ah! Nerede o
kurduğum hülyalar ki Râgıbe Hanım'dan ay
rılmayayım, biraderine varayım! Heyhat!3 Ne
güzeldi o dakikalar ki, öyle hülyalar kurabi
lirdim! Hakikatte nail olmaklığım muhal 4 olan
5
bir nimete hulyâ tarikiyle nail olurdum! Bu
derdmend" gönlümü bu veçhile 7 eğlendirir-
dim! Böyle teselli bulurdum! Ah! O hülyalar
la geçirdiğim dakikalar, ömrümün en tatlı va
kitleridir! Hayf! 8 Hayf ki, o hülyaların da ka
pısı kapandı! Şimdi öyle hülyalar da kura-
mam! Of! Of! Bu me'yûs 9 gönlümü nasıl tesel-
1 Aşkına.
2 Yanılgının ta kendisidir.
3 Yazık.
4 U l a ş a b i l m e m olanaksız.
5 Hayâl yoluyla ulaşırdım.
6 Dertli.
7 Böyle.
8 Yazık.
9 Umutsuz.
-153-
Ii edeyim? Nasıl eğlendireyim? Ah, Râgıbe
şimdi gelecek, beni bu hâlde bulacak. Nasıl
söyleyeyim? Ne diyeyim? İşin hakikatini söy
leyeceğim... Evet, söyleyeceğim. Artık niçin
saklayayım?" diyordu.
Fitnat Hamm, o günü böyle ağlamakla ge
çirdi. Gözleri kan içinde kaldı. Akşam oldu,
Râgıbe Hanım o gün gelmedi. Akşam üzeri
Hacıbaba, Fitnat H a n i m i bir az azarladı. Bir
az öğüt verir gibi oldu. Kızın düşüncelerini
değiştirmek için Ali B e y i uzun uzadıya övdü.
Ancak, Fitnat Hamm mendilini gözlerinin
önünde tutarak Hacıbaba'mn hep bu sözleri
ne karşılık bir düziye yaş döküyordu. Verdiği
yanıtlar, ancak içini çekmeden ve ara sıra de
rin derin âh edip inlemeden başka bir şey de
ğildi. Kendi kendisine, Hacıbaba'nm her bir
sözünü çürütüyordu. Hiç birini kabul etmi
yordu. Ama bir şey söylemeye cesaret edemi
yordu.
-154-
•xxvni*
Kara Gün
-155-
ki, gördüğüm vakitte gözlerim kamaşır! Gör
mediğim vakitte karârım kalkar... 1 Bütün
gün pencerede beklerim... Bir gün görme
sem... çıldırırım. Dâima zihnim onunla meş
guldür... Bütün gündüz onu düşünürüm...
Bütün gece rüyamda onu görürüm... Sen,
kardeşine pek çok benziyorsun... Onun için
seni de bu kadar seviyorum... Sana da âşı
ğım... Onu görmediğim vakitte seni görmekle
müteselli olurum. 2
Tal'at Bey, gözlerini Fitnat Hanım'ın o va
kit kıpkırmızı olan yüzüne dikmiş ve kendisi
dahi yüzünün rengini her bir saniyede kıpkır
mızıdan sapsarıya ve sapsarıdan kıpkırmızı
ya değiştirerek, Fitnat H a n i m i n , içini çekme
den kesik kesik söylediği iş bu sözlerine ku
lak vermiş ve bir büyük hayret ve şaşkınlıkta
kalmıştı.
Fitnat, sözünü buraya getirdiği gibi,
Tal'at'm boynuna sarıldı. Tal'at, balmumu gibi
kesilip titremeye başladı. Söyleyecek söz bula
mıyor, nasıl davranacağım bilemiyordu. Fitnat
Hanım'ın bu davranışı, kendisine böyle bir
aşk ve sevda göstermesi, zavallı Tal'at'm bü
tün bütün kavrayışını ve doğru davranma ye
tisini elinden kaçırdı. Bir azdan sonra kendisi
ni zorlayıp, sesi titreyerek, kızararak dedi ki:
— Hemşirem, biraderimin sizden sevilme
3
ye haddi yoktur. Kendi(si)ni size beğendire
cek kadar güzel değildir... Bununla beraber,
madem ki seversiniz... Lâkin bunda ağlaya -
1 Uygun görür.
2 Yazık.
3 Ama.
4 Konuda.
5 Yoksun.
6 Kucağına.
-157-
1
di nasıl ayırmaya kail olur! Ben senden ayrı
nasıl yaşayabilirim! Meğer ki, toprak altında
mahpus olayım!
— O ne söz, Râgıbe! Ne söylüyorsun! An
layamıyorum Şuuruna mı halel geldi? 2
— Fitnat i m ! Senin ayağındayım... İster
sen affet, istersen kendi elinle beni öldür... öl
dür... beni bu cihandan kurtar... Sana olan
aşkımın ifratı, 3 beni böyle desiselere 4 kaçma
ya mecbur eyledi... Maksadım görüşmekti...
Lâkin yine suçlu benim...
— Râgıbe! Râgıbe!
— Râgıbe deme artık... Benim ismim Râgı
be değildir... Tal'at de... Tal'at...
Tal'at, böyle diyerek başından yemenisini,
uydurma saçım ve göğsünden meme yerini
tutmak üzere koymuş olduğu pamuk parça
larını çıkarıp aux Başında, doğal erkek saçı
kaldı. Fitnat bu olayı gördüğü ve bu sözleri
işittiği gibi, birdenbire yerinden kalkarak iki
adım geriye çekildi. Ellerini kilitledi; gözlerini
ayaklarına dikti. Bir beş dakika kadar hiç ha
reket etmeksizin böyle durdu. Sonra, olduğu
yerde kendisini minderin üzerine attı. Başını
önüne eğmiş ve gözlerini dizlerine dikmiş, kı
pırdamadan duruyordu. Tal'at da, başı açık,
odanın ortasında kalmış, yüzünü iki eline da
yamış, önüne bakarak düşünüyordu. O anda
hiç biri ağlamıyordu. Fakat yanakları, kirpik
leri daha yaştı. Bir on dakika kadar böyle
geçti ki, hiç biri gözlerini kaldırıp ötekinin yü-
1 Razı.
2 Bilincini mi vitirdin.
3 Aşırılığı.
4 Hilelere.
-158-
züne bakmaya ve belki de gözlerini kımıldat
maya cesaret edemedi. Biri kendisini suçlu
sayıyordu; öteki, kız kardeşi gözüyle bakmak
ta olduğu Mşinin içinde kavuşmayı olanaksız
sandığı ve o anda, yanında olduğu hâlde,
kendisinden umudunu kestiği sevgilisini keşf
etmiş... Sonunda, Tal'at Bey birdenbire kal
kıp Fitnatin ayağma düştü:
— A m a n ! Ya affeyle, senin ağzından bir
"affettim" sözünü işiteyim; yahut kendi elinle
beni öldür... Öldür! Ah, ölmek! Ölmek ne bü
yük saadettir! Madem ki senden ayrılaca
ğım... Madem ki seni bir daha... gö... göreme
yeceğim... Ahh! Ölmeli... Ölmeli! Fitnatim,
beni kendi elinle öldür... Aman bana gücen
me! Bana darılma... Of! Bu ne büyük azap!
Karı kıyafetine girerek, bin türlü desâyis irti-
kâb ederek' melek gibi masum bir kızın yanı
na sokulmak! Her gün kendisiyle dudak du
dağa öpüşmek! Ah! Bu ne cesaret! Bu ne küs
tahlık! Ah Fitnatim, çok kabahat ettim... Lâ
kin, düşün ki, hep bu şeyleri ben yapma
dım... Aşk... Ah! Aşk denilen müvesvis 2 yap-
ü... Fitnatim, ya beni affet, yüzüme bak, bir
söz söyle; yahut beni öldür, bu azaptan kur
tar... Böyle dargın durma. Bu bana büyük
azaptır!
1 Hile yaparak.
2 Kuruntu verici.
-159-
dığı Tal'at Bey... Fitnat H a n i m i n vücudunda
bir titreme, gönlünde bir korku vardı. Gözle
rini kaldırıp Tal'at Bey'in yüzüne bakmaya
korkuyor, utanıyordu. Kısacası, cesaret ede
miyordu... Ama, Tal'at Bey'in söylediği sözle
rine de dayanamadı:
— Ah! Ruhum Tal'at! Ben mi size danla-
yım! Siz bana hiç fenalık yapmadınız. Ben si
zinle görüşmek için canımı vereceğim... Lâ
kin... Niçin... Niçin... Kim olduğunuzu bana
evvelden söylemedin? İşte sende yalnız bu
kabahat var... Lâkin... Yok, yok... Sana kaba
hat isnat edemem...' Her ne ki yaptınsa mak-
bûlümdür... 2 Lâkin, eyvah, felek bütün ümit
lerimizi ifna eyledi! 3 Bizi me'yûs 4 kıldı! diyerek
Tal'at'm boynuna sarıldı, hüngür hüngür ağ
lamaya başladı.
Tal'at ondan çok ağlıyordu. İşte yarım sa
at kadar, bu iki zavallı birbirlerinin boynuna
sarılmış, hiç bir söz söylemeksizin ağlıyorlar
dı. Birinin gözyaşları öbürünün boynuna dö
külüyordu... Sonra Tal'at, Fitnati nasıl görüp
âşık olduğunu ve nasıl kız kılığına girdiğini,
Fitnat Hanım'a ağlayarak anlattı. Fitnat Ha
nım da Tal'at B e y i nasıl sevdiğini ve kız kılı-
ğıyla gördüğü zaman dahi nasıl etkilendiğini
ve Tal'at B e y i e evlenme konusunda nasıl ha
yâller kurduğunu gösterdi... Sonra, Tal'at bu
derde bir çâre bulma konusunu açtığı gibi,
Fitnat Hanım:
— Ah! Bitti artık... Çâresi olmaz! Ben ne
1 Suçlayamam.
2 Kabul ediyorum.
3 Söndürdü.
4 Umutsuz.
-160-
kadar ağladım... Nasıl bayıldım... Emine Ka-
dın'a evlenmeyeceğimi ne kadar söyledim...
Fayda vermedi... Babam... Ah babam! Hiç ku
lak vermiyor! Kendi bildiğinden hiç şaşmı
yor...
— Fitnatim! Kendisine söyle. Ayağına
düş. "Kendimi telef edeceğim,"' de. Belki Ce-
nâb-ı Hak ister de, razı olur. Bu gaddarlıktan 2
vazgeçer.
— Ah! Kendisine söylemeye cesaret edemi
yorum. Lâkin kendimi zorlayacağım, söyleye
ceğim... Eğer kâiL edebilirsem... Fakat, hey
hat!4 Nikâh da kıydılar. Bana hiç sormaksızın
nikâh kıydılar!
— Aa! Nasıl olur? Kendin rızâ vermedikçe,
nasıl nikâh kıyılır?
— Ah! Benim aklım başımda değildi. Be
nim, ne "olur", ne "olmaz" demeye mecalim 5
vardı. Lâkin, odamda komşudan bir kız var
dı. İmam, perdenin arkasından sorduğu va
kitte, Emine Kadın baktı ki, ben cevap vere
meyecektim, o kıza işaret etti ki, benim yeri
me ikrar etsin. 6 İşte bu türlü, işi bitirdiler.
— Fitnatim! Siz yine babanıza bir rica
edersiniz, ayağına düşersiniz. "O kocaya var
mazdan evvel kendimi telef edeceğim," dersi
niz. Belki rahm eder. 7 Belki bir çâre bulu
nur... Olmadığı hâlde... 8 Olmadığı hâlde...
1 Öldüreceğim.
2 Acımasızlıktan.
3 Razı.
4 Yazık.
5 Gücüm.
6 "Olur" desin.
7 Acır.
8 Bu işe yaramazsa.
-161-
Siz, sağlıkla kocanıza varınız... Beni unutu
nuz...
— Seni unutayım! Demek olur ki, sen be
ni o kadar çabuk unutacaksın!
— Ah! Ben her şeyi unutacağım! Dünyayı
unutacağım! Dünya beni unutacak! Lâkin siz
beni unutmak istemezseniz mezarımı arayın,
bulun. Gah gah' ziyaretime gelin. Birer Fati
ha ile ruhumu ihya edin... 2 Size fedâ olduğu
mu hatırınıza getirin. Lâkin müteessir olma
yın, 3 ağlamayın!
1 Arada bir.
2 R u h u m a yaşam verin.
3 Üzülmeyin.
4 Çok.
5 Aşkını.
6 Kendi derdime benzetirim.
-162-
dini düşünürsün... T a l ' a t i m ! Aman, öyle bir
şey yapma, bana acı! Gençliğine acı! Ben ko
caya varmam. Ben seni bırakmam. Bir şeye
muvaffak olamazsak, hiç olmazsa, haberle
şelim, ikimiz birden kendilerimizi telef ede
lim!.. Hiç birimiz başkasının öldüğünü işit
mesin...
1 Sonsuza dek.
2 Kavuşmamızın.
-163-
Bey olduğunu ve kendisini o kadar çok sevdi
ğini hatırına getirdikçe, pek çok memnun ola
rak kendi kendisine:
— Benim şu kadar zamandan beri sevmek
te olduğum, gece gündüz düşündüğüm, ken
disine yandığım adam dahi beni o kadar sevi-
yormuş, o da beni düşünüyormuş, bana yanı-
yormuş! Meğer, gece ben rüyamda onu gör
mekle telezzüz ettiğim 1 vakitte o da beni göre
rek telezzüz edermiş! Hem onun muhabbeti
benim muhabbetimden ziyâde... Bak, benimle
görüşmek için ne kalıplara girmiş! diyordu.
BİT Hile
1 Sıkıntı.
2 Çekmesine.
-166-
— Öyleyse bir şey yapalım, kıza söyleyelim
ki, "Peki, o kocaya vermeyeceğiz." Sonra, ev
leneceği gün, Ali Bey'e de haber yollarız, onu
da kail 1 ederiz; kıza deriz ki, "Üsküdar'da ki
ra ile bir ev tuttuk, bu yazı orada geçirelim."
Böyle aldatarak, kızı, Ali Bey'in konağma gö
türürüz... Sonra, o konaklan filânı gördüğü
gibi hoşlanacak. Sonra Ali Bey'i görecek. O da
genç, güzel, gayetle 2 nâzik; onu da beğene
cek... Hem, kız da şimdi kendisine "Evlendir
meyeceğiz," dediğimiz gibi, ağlamadan kesile
cek; sıhhati, çehresi de bozulmayacak... Ol
maz mı?
1 Razı.
2 Pek.
-167-
•XXX:-
«Fitnatim!
İki haftadır görüşemiyoruz. Bilmem me
rak ettiniz mi? Zihninize bir şüphe geldi mi?
Fitnat'ım, gelemediğimin sebebi budur ki, o
-170-
kara günde ki, o kara haberi işittim... O gün,
demek isterim, sizden ayrıldığım vakit, ak
şamdı. Sizden çıktım, koşarak Şehzadeba-
şı'na gittim. Giderken terledim. Gittiğim gibi
soyundum, rubalarımı 1 değiştirdim. Oradan
evime gittim. Gerek yolda ve gerek evime git
tikten sonra, bir düziye ağlıyordum... Bile
mem ağlamadan, keder etmeden mi, yoksa
soğuk mu aldım? Her nasılsa, ertesi sabah
yatağımdan kalkamıyordum. Başım çatlaya
cak derecede ağrıyordu. Derâkab bir şedîd 2
sıtmaya yakalandım. Yirmi dört saat sıtma
üzerimden düşmedi. Ateş gibi yanıyordum.
Soma, kendimi kaybettim. Hiç kendimde de
ğildim. İşte o vakitten şimdiye kadar, ölmüş
gibiydim; hiç bir şeyden haberim yoktu. Za
vallı validem! 3 Bana ağlamış, benden ümidim
kesmişti! Bir beş on saat var ki kendime gel
dim. Ama, cismime hiç mâlik 4 değilim, yerden
kımıldanamıyorum... Şimdilik, ziyâde 5 yaza
mam. Çünkü kolum kesildi, gözlerim yorul
du... Fitnatim, ne hâlde bulunduğunuzu ça
buk yaz. Mektubu Şerife Kadın'a ver de ben
(birini) gönderir, alırım... Ah Fitnatim ah! Bu
hastalığımda mümkün olaydı da, bir defa
yastığınım ucunda bulunaydm! Ah! Şüphem
yok ki, anîde şifa bulacaktım! 6 Ah! Ah...
Râgıbe»
1 Giysilerimi.
2 H e m e n şiddetli bir.
3 Annem.
4 Vücuduma sahip.
5 Çok.
6 Birdenbire iyileşecektim.
-171-
Fitnat Hanım bu mektubu okurken göz
yaşları çeşme gibi akıyordu. Zavallı Tal'at'a
pek çok acıdı. Yüreği yandı. Bununla birlikte,
bu mektuptan çok avundu. Çünkü kendisi,
Tal'at Bey için, Allah esirgeye, daha kötü şey
ler düşünüyordu. Onlara göre bunu hafif bul
du, hem de Tal'at Bey iyiliğe yüz tutmuş. Sö
zün kısası, Fitnat Hanım hem avundu, hem
yine gözyaşlarını tutamadı.
«Râgıbe'm!
Mektubunuzu aldım. Keyifsiz olduğunu
za pek çok teessüf ettim.' Pek çok müteessir
oldum. 2 Lâkin müteselli de oldum. 3 Çünkü
1 Yazıklandım.
2 Üzüldüm.
3 A v u n d u m da.
-172-
Râgıbe'm, iki haftadan ziyâde vardı ki, seni
görmüyordum. Senden hiç bir haberim yok
tu. Hatırıma neler gelmezdi! Ne kadar merak
etmiştim! Ne kadar ağlamıştım! İnşallah,
Cenâb-ı Hak şifâlar versin, iyi olasınız da
görüşelim. Size söyleyeceğim şeyler çoktur.
H e m de söyleyeceğim şeyler keder vermeye
cek, sizi ağlatmayacak. Artık felek, murâdı-
mızca dönüyor. İnşallah muradımıza nail
1
olacağız. Ben, akıbet, pederi 2 kandırdım;
beni evlendirmeyecekler. O herifi de kandır
dılar, o da vazgeçti... Siz gittikten sonra, da
ha üç gün ağladım. A h ! O üç gün! Dördün
cü gün, bütün kederlerden kurtuldum..
Ama sizi göremiyordum, sizi bilemiyor
dum... İşte, başıma başka bir keder gelmiş
ti... Hele bu mektubunuz, her ne kadar ki
hastalığınızı haber verdiyse de, bana ne ka
dar teselli verdi! Ne kadar dertlerden, me
raklardan kurtardı! Ah Râgıbe'm, daha Râ
gıbe diyeceğim, çünkü bu isim bana daha
ünsiyyetli 3 gelir ve ağzım bunu daha telâş
sızca telâffuz eder. 4 Sizi böyle tesmiye etme
ye m a z u r u m , 5 iyi ol da görüşelim! Çünkü
biribirimizi anlayalı hiç görüşemedik... Râ
gıbe'm, biz yarın, bir iki ay oturmak üzere
Üsküdar'a gidiyoruz. Oradan size mektup
yazacağım ve Şerife Kadın'a vereceğim. Şeri
fe Kadın'dan, (birini) gönderip almalısın.
Mektubumda, gideceğimiz evin mahal 6 ve
1 İsteğimize kavuşacağız.
2 Sonunda, babamı.
3 Tanıdık.
4 Söyler.
5 Sizi böyle adlandırmaya mazeretim var.
6 Adres.
-173-
numarasını yazacağım, tâ ki iyi olduğun gi
bi gelesin... Ah! Zavallı Râgıbe'm! Keyifsi
zim! Rahatsızım! Ne çâre! Bu mektubum,
şüphe yoktur ki, bir ilâç yerini tutacak, bir
tabip 1 hükmüne geçecek... Râgıbe'm, nasıl
olacağınızı yazınız. Mektubunuzu Şerife Ka-
dın'a gönderin, o bana getirir. Allah şifâlar
vere! Allah'a ısmarlarım! İnşallah yakında
görüşürüz...
Fitnat»
1 Doktor.
-174-
•XXXI*
Yazlığa Taşınma
1 Ailesi.
2 Giysilerinizi.
-175-
siyle görüşmek için her nereye olsa gider. İş
te bununla avundu.
Sonunda, Fitnat Hanım giyindikten s o m a
(çarşafa) büründü. Emine Kadın da (çarşafa)
bürünür. Araba kapıda bekliyordu; çıktılar,
(arabaya) bindiler. Eminönü'ne gidinceye ka
dar ne Fitnat Hanım ve ne Emine Kadın ağzı
nı açıp bir şey söyledi. İkisi de bir hayâle, bir
düşünceye dalmışlardı. Fitnat, Tal'ati düşü
nüyordu; ancak Emine Kadın'ın düşündüğü
acaba neydi? Her neyse, o da bir şey düşünü
yordu.
1 Dostlarındır.
2 Hizmetçilerindir.
3 Değerini.
-178-
birlikte olduğu kızla kaldı ki, bu kız Serfiraz
adında, Ali Bey'in bir câriyesiydi. Fitnat ken
disini yalnız gördüğü gibi, minderin üzerinde
yayılıp hüngür hüngür ağlamaya başladı. Za
vallı Serfiraz şaştı; bu ağlamadan hayrette
kaldı. Gidip Fitnati kaldırdı. Ağlamanın ne
denini sordu, ağlamamasını rica etti. Ama
Fitnat Hamm'da ne nedenini söylemeye güç
vardı, ne de ağlamamak elinden geliyordu.
Bir düziye ağlıyordu. Serfirâz'a da bir ağlama
geldi, o da ağlamaya başladı:
1 Kardeşim.
2 Düştün.
-179-
nım sırrını söyleyecek oldu ama hemen ken
disini toplayarak susmayı yeğledi. Ancak
kâhya kadm ki, bu macerayı önceden biliyor
du; Emine Kadın'a demişti ki:
— Ben sizin avdetinizi münâsip 1 görürüm;
çünkü kız sizi burada gördükçe böyle naz
ediyor. Gördüğü gibi ki yanında eski bildikle
rinden kimse yok, o vakit aklını toplayacak...
Utanacak...
Emine Kadın bu düşünceleri beğendiyse
de, Fitnat H a n i m i bırakmaya da gönlü razı
olmazdı. Sonunda, bir az düşündükten, do
laştıktan sonra ağlayarak (çarşafa) büründü
ve kâhya kadına:
— Fitnati size emanet bırakıyorum. Allah
için dikkat ediniz, üzülmesin, ağlamasm...
Ah Fitnatim ah! Seni bırakıyorum! diyerek ve
hüngür hüngür ağlayarak Fitnat Hanım'a ha
ber vermeksizin çıkıp gitmişti.
Serfiraz, Emine K a d ı n ı bulamadı. Sordu,
anladı ki gitmiş. Fitnat Hanım'a gitti, söyledi.
Fitnat, Emine Kadın'ın gitmiş olduğunu anla
dığı gibi daha o kadar hüzünlenerek üzüldü.
Kısacası, Fitnat Hanım o günü ağlayarak, sız
layarak geçirdi. Zavallı Serfiraz onu avutmak
istiyordu. Ama, avutma çabası Fitnat'ın gön
lünü hiç etkilemiyordu.
1 Dönmenizi uygun.
-180-
XXXII
Beni Sevmiyor
1 Benzerlik.
2 Ne ilgisi var.
-182-
on yedi sene var. Bu kız on yedi yaşında de
ğil ki... Subhânallah! Bu ne tuhaf şey, yoksa
rüya mı görüyorum? Âlem-i ma'nâda 1 mıyım?
dedi.
İşte, Ali Bey böyle bir şaşkınlığa uğradı. Bu
bilmeceyi nasıl çözsün? Cigarasını bir düziye
çekip duruyor; ara sıra gözlerini kaldırıp Fit-
nat'a bakıyordu. Öyle ağladığım gördüğü gibi
yüreği bin parça oldu. İstiyordu ki bir şey söy
lesin, ağlamamasını rica etsin; ama cesaret
edemiyordu. Sonunda kendisini zorlayarak
bir az iltifat filân gösterecek oldu. Bir de bak
tı ki, kız iyice ürkmeye ve daha çok ağlamaya
başladı. Bunun üzerine Ali Bey sessiz kaldı.
Başım yastığa dayadı, düşündü... Bir saat
geçtikten s o m a birdenbire başım kaldırıp:
— Hanımefendi, ne düşünüyorsun(uz)?
Bir şey söylesenize... Uykunuz gelmedi mi?
Fitnat Hanım'm bu soruya verdiği yanıt,
bir ürkmeden ve bir içini çekmeden ibaretti.
Ali Bey yine hayâle, yine düşüncelere daldı.
İki saat daha böyle geçti ki, ne Ali Bey Fitnat
H a n i m i n yüzüne bakmaya ya da bir söz söy
lemeye ve ne de Fitnat Hamm gözlerini ayak
larından kaldırmaya cesaret edebiliyordu.
Sanki ikisi de uykuya varmışlar, bir sessizlik
tir ortalığı kaplamış... Seyrek seyrek soluk al
malarından ve Fitnat H a n i m i n içini çekme
sinden başka, sessizliği bozan bir şey yoktu.
İki saat böyle geçtikten sonra, Ali Bey yerin
den kalkarak Fitnat Hanım'a:
1 Düş dünyasında.
-183-
Odadan çıktığı gibi, Kâhya K a d ı n i buldu:
— Bir kız gönder, gelin hanımla yatsın ve
birini de gönder, bana öbür odada yatak yap
sın, dedi.
Kâhya Kadın, Serfirâzi Fitnat'ın yanına
gönderdi ve kendisi gitti, Ali Bey'in yatağını
yaptı. Yatağı yaparken:
— Bu ayrı yatmanın mânâsı ne? dedi.
— Ben de bilmem. Hiç sorma. Az daha du-
raydım deli olacaktım. Şu kızı pek çok sev
dim. Ne dersin? O merhumenin 1 aynısı değil
mi?..
— Ha., benziyor, benziyor... Ah çok benzi
yor... Siz dâima güzel kan alıyorsunuz... Ah,
ne talihiniz var!
— Lâkin... 2 Ne hikmettir bilemem, hiç bir
defa gözlerini kaldınp yüzüme bakmadı! Ne
kadar söz söyledimse, hiç birine cevap verme
di. Bir düziye gözyaşlan dökülüyordu! Görey-
din, nasıl içini çekiyordu!
— Evet evet, gündüzün de öyle. Fakat ma
zurdur 3 efendim. Çünkü kızlann âdetidir: Öy
le bir az yalandan ağlama, bir az naz yapa
caklar... Hem de bu acemi, ufak. Daha. dün
ya nedir bilmez...
— Ah! Yok, yok... Keski öyle olaydı! Fakat,
değil. Ben naz görmüşüm, yalandan ağlama
yı tanınm, ama bu öyle değil. Ah! O kadar
gözyaşı, o kadar içini çekmek yalandan nasıl
olur? Hem de o ağlamasına nasıl yanıyorum!
Ah! Ne zayıf gönlüm var! Bir defa görmekle,
1 Ölen karımın.
2 Ama.
3 Bir nedeni vardır.
-184-
şu kızı öyle bir sevdim ki, canımı vereyim! Fa
kat, ah! Şu kan kısmı imansızdır... Ettiğim o
kadar iltifatın karşısında bir yüzüme baksa!
Bir cevap verse! Ah! Yok yok. Bunda bir mânâ
var. O beni sevmedi! Ah! Sevmedi!
Ali Bey böyle dedi ve kendisini tutamayıp
hüngür hüngür ağlayarak soyunup yatağma
yatü. Kâhya Kadın çıkıp gitti. Ali Bey hayâller
kurarak, düşünerek taşınarak, yatağın içinde
her bir yana döndü. Uyku yok... Canı sıkıl
dı... Bu böyle dursun.
1 Sözün kısası.
2 Çok.
3 Esimdeki.
4 Geçer.
5 Akıl almaz iştir.
-187-
Hanım kalktı. Ali Bey, yanına gitti. Yine ak
şamki macera. Fitnat başım eğmişti; ya ağlı
yor, ya içini çekiyordu. Hiç gözlerini kaldır
madı. Ali Bey bir düşünceye dalmıştı. Bir şey
söylemeye cesaret edemiyordu. Fitnat'ın yü
züne baktığı gibi gözyaşları dökülüyordu...
İşte bir hafta kadar böyle geçti ki, bunlar bir
likte oldukları zaman her biri bir köşede hey
kel gibi donup duruyor ve ayrıldıkları zaman
her biri kendisinden umutsuz bir durumda
ağlayıp duruyordu.
Alamut
Çizgiliforum.com
-188-
XXXIII
Sayıklama
-189-
ayrılsınlar! Of! Ne müşkül' şey! Ah! Zavallı Fit
nat'ın hakkı var ki öyle ağlıyor... Öbürü de
böyle ağlayacak... Şüphe yok... Ah! Ah! Bun
ların murada nail olamamalarına mâni 2 olan
kim? Ben? Ben? Ah! Ben?! Of! Benden böyle
bir fenalık gelsin? Benden? Benden? Ben ki
şimdiye kadar bir karıncanın carıma kast et
memiştim... Ben böyle iki gencin canına kast
edeyim! Ben ki birinci kanma ettiğim muame
leden 3 dolayı vicdanım bir dakika yakamı bı
rakmıyor! Ben daha bir faciaya sebep olayım!
1 Zor.
2 İsteklerine kavuşamamalanna engel.
3 Gösterdiğim davranıştan.
4 Vicdan denen düşmanın.
5 Kötülük beklenemez.
6 Kavuşmasına engel.
7 Tam tersine, aracı.
8 Uygun.
9 Sevgilisini.
-190-
son sözlerini söyler söylemez gözyaşları dö
küldü.
Ayak üzere durmaya gücü kalmadı. Kane
penin üzerine atıldı. Bir kaç dakika ağlayarak
düşündükten sonra:
— Ah! Ne diyorum! Ne diyorum! Kendi
gönlüme böyle bir hıyanet nasıl edebUirim!
Fitnati başkasına teslim etmek! Başkasının
âguşunda' görmek!!! Yok, yok, bu olamaz.
Böyle olamaz... Başka türlü de olamaz... Ya
nasıl olacak? Ah! Yârabbi! Bu ne azaptır! Ne
çok günahlarım varmış... İlâhî! 2 Benim hâlim
ne olacak! Bu, hal olunur bir müşkil 3 değil...
Ben çıldıracağım! Çıldırmaktansa... Rabbim!
Beni mazur tut, kaatiller defterinde yazma...
Kendimi telef edeceğim... 4 Evet, kendimi telef
etmeye mazurum... Ölmekten başka benim
5
için necat yok... Öleyim ki azaptan kurtula
yım... Ve o biçâreler 6 kavuşsunlar... dedi.
1 Kucağında.
2 Tanrım.
3 Zorluk.
4 Öldüreceğim.
5 Kurtuluş.
6 Çaresizler; zavallılar.
7 Önem.
-191-
— Tal'at isminde birini sayıklıyor, bira
der! 1
— İnsan sayıkladığı vakit, elbette Tal'at,
Ahmed, Mehmed, Zeyneb... öyle bir şey sa
yıklayacak. Bu sayıklamasından ona âşık ol
duğunu nereden anladın?
— Yok birader yok. Onu seviyor. Pek âlâ
anlamışım ki seviyor...
— Velev 2 sevsin efendim. Kız, evleninceye
kadar gözleri kapalı değildir ki... Bu gün bir
güzel delikanlı görür, sever. Beş alü gün onu
sayıklar. Sonra başkasmı görür, öbürünü
unutur, onu sever... Evlendiği vakit de, beş
altı gün, o evvelki hülyalarla meşgul olur.
Sonra hepsini unutur. Kocasıyla, eviyle, fa
milyası 3 ile meşgul olur; muhabbeti beri tara
fa celp olunur... 4
1 Kardeşim.
2 Diyelim ki.
3 Ailesi.
4 Çekilir.
-192-
«XXXIV«
1 Aşın.
2 Hileler.
3 Ne yazık.
4 Umutsuzluk.
5 Baskı alımda tutacaksın.
-193-
gönlün şaddır.' Bir ümidin vardır. Ya ben?
Ömrümden me'yûs! 2 Ömrümden mi dedim?
Ömrüm ne olacak? Dünyada en ziyâde sevdi
ğim... adamdan me'yûs! Ah, ömrümü onun
visaline 3 fedâ ederdim; lâkin ömür olmadıkça
visal olamaz... Fakat beş günlük bir visale
yirmi senelik ömrümü fedâ ederim... Lâkin,
heyhat, heyhat! Ömür tükendi! Visale ümit
yok! Of, of! diyerek gözyaşları döküyordu.
«Talat'ım!
Ah! Tal'at diyeceğim. Çünkü bu isimle
alıştım artık. Şimdi bana Tal'at ismi Râgıbe
isminden daha tatlı, daha munis 5 görünür...
Tal'at'ım! Bu mektup... Ah bu mektup, o ge
çenlerde aldığın mektubun zıddıdır! b O mek-
1 Neşelidir.
2 Umutsuz.
3 Kavuşmasına.
4 İçine m ü r e k k e p konan küçük kap.
5 Alışılmış.
6 Karşıtıdır.
-194-
tup size ne ümitler getirdi! Bu mektup ise, si
zi me'yüs 1 edecek! Ah, ah! Tal'atim! Size ver
diğim ümitlerin aslı çıkmadı! O ümitler kâzib 2
imiş! Beni aldattılar. Beni aldatarak ecelin
pençesine teslim ettiler! "Sayfiyeye 3 gidiyo
ruz!" diyerek, beni nikâh kıymış oldukları he
rifin evine getirdiler! Eve girmezden evvel işi
anladım. Anladım ama, ne yapabilirdim? Ağ
ladım sızladım, hattâ bayıldım bile... Az kaldı
ölüyordum! Fakat kime ne? Emine Kadın...
Ah, beni o kadar seven Emine Kadın! Beni bı
rakıp gitü! Tanımadığım, hiç görmemiş oldu
ğum adamların arasında kaldım! Bir kızcağız
bana acıyor, beni seviyor; benimle beraber
oturuyor. O da olmasaydı, ne olacaktım! Ba
na Ali Bey'in haremi 4 derler! Gelin (diye) çağı
rırlar! Ah! Bu tâbirlere, 5 bu isimlere ne kadar
gönlüm sıkılıyor! Ne kadar fena tesir ediyor!
Ben gelin değilim. Elhamdülillah 6 kızım. Kı
zım ve kız öleceğim... Ben onun haremi deği
lim. Onun yüzünü bile görmemişim. Odama
gelir. Lâkin, o odamda durdukça bana kâbus
mu diyeyim... s a r a mı diyeyim... Öyle bir hâl
gelir. Hiç bir vakit gözlerimi kaldırıp yüzüne
bakmamışım. Lâkin o da ağlıyor. Hem odam
da iken, hem odasına gittikten s o m a dâima
ağlıyor, diyorlar! Demek olur ki, o da beni
sevdi! İşte beni me'yüs eden asıl burasıdır.
Çünkü, böyle olduğu hâlde, yakamı kolay bı-
1 Umutsuz.
2 Yalancı.
3 Yazlığa.
4 Eşi.
5 Sözlere.
6 T a n n ' y a şükür.
-195-
rakmayacaktır! Ah! Tal'at'ım ah! Nerede o
kurduğumuz hülyalar! Nerede o görüştüğü
müz günler! Lâkin, ah! O vakit birbirimizi bil
meyerek görüşürdük! Bir mechûliyette,' bir
karanlıkta sevişirdik... Birbirimizi tanıyalı bir
defa görüşemedik! Tal'at'ım, belki daha keyif
sizsiniz, belki daha kesb-i afiyet etmediniz. 2
Böyle acı acı sözlerle sizi rahatsız etmeyeyim.
Bu dünyanın işleri böyle gelir geçer...
Tal'at'ım, ben böyle yaşayamam... Gece gün
düz biz düziye ağlıyorum... Buraya geleli, bir
haftadır da bir kere gözlerimi kaldırıp etrafa
bakmadım. Nerede olduğumu bilmem! Yemek
ağzıma komadım! Bir saat uyumadım! Ben
kederden ve yemeksizlikten, uykusuzluktan
öleceğim! Öleceğim ama, bir daha seni gör
meden canım çıkmaz! Ah! Bir daha seni gör
sem! Beş dakika olsun beraber dursak! Son
ra, ayrıldığımız gibi, ölsem! Ah! Dünya hiç gö
zümde yoktur. Dünyada her ne varsa, men-
3
fûrumdur. Hiç bir şeye acımam. Yalnız sa
na... ah Tal'at'ım! Sana acırım! Ah! Seni nasıl
bırakayım! Seni nerede bırakayım... Seni
kimlere bırakayım? Bilirim ki ben ölürsem,
sen bana acıyacaksın... Ağlayacaksın... Ah!
Lâyık mı ki, ben dünyanın belâlarından nef
simi 4 kurtarayım; kendimi, rahat döşeği den
meye şâyân 5 olan mezara atayım da, dertleri
mi sana bırakayım? Ya maazallah, 6 sen de
1 Bilinmezlikte.
2 Sağlığınıza kavuşmadınız.
3 Nefret ettiğim şeydir.
4 Benliğimi.
5 Uygun.
6 T a n r ı korusun.
-196-
benim gibi dertlere dayanamazsan! Sana da
bir şey olursa! Ah! O benim nail olamadığım
vücut,' kara toprağın âguşuna 2 girsin!!! Ah,
ah! Ne yapayım? Nasıl hareket edeyim?
Tal'atim! Gel seni bir daha göreyim... Hele bir
daha görüşelim de, Allah kerîm. 3 Kız kıyafeti
ne gir... Yine Râgıbe Hanım kıyafetiyle gel...
Lâkin, heyhat! Sen hastasın! Sen çıkamıyor-
sun! Ah! İnşallah iyi oldunuz! İnşallah yarın
öbür gün gelirsin! Bekliyorum, bekliyorum...
Ben seni bekliyorum, ecel beni bekliyor!
Fitnat»
1 Ulaşamadığım varlık.
2 Kucağına.
3 Sonrasını düşünme.
-197-
•XXXV:-
Fitnat'ın Muskası
1 Ç o k iyi.
-199-
Fitnat'ın odasına gitti. Kapıyı açtığı gibi,
doğru gidip Fitnat'ın dizlerine kapandı ve göz
yaşları dökülerek, sesi titreyerek:
— Ah! Bu bana verdiğin azap nedir? Artık
çekemem! Ben sana ne yaptım? On günden
beri döktüğüm gözyaşı, çektiğim âh ü enînler 1
gönlüne hiç bir tesir etmedi! Elmas gibi bir
vücudun içinde taş gibi bir yüreğin bulunma
sına kim inanabilirdi! Bir defa yüzüme bak
madın! Bir lâkırdı 2 söylemedin! İnsaf, insaf!
Ben seni bu kadar seviyorum. Senin muhab
betinden 3 deli dîvâne olacağım da, sen ben
den nefret ediyorsun! Yüzüme bakmaya te
nezzül etmiyorsun! Niçin? Bir kabahatim var
sa söyle, ıslâhına 4 çalışayım.. Benden ürkü-
yorsun! İşte, titriyorsun! Ah! Bu ne insafsız
lık! Ah! Ben çıldıracağım! Öleceğim! Senden
bir söz, yalnız bir söz isterim: Beni sever mi
sin, sevmez misin? Eğer sev... ah, eğer sev...
mez... sen... niçin sev... mez... sin? Hiç ol
mazsa sebebini bileyim de, ona göre...
1 Ağlamalar, inlemeler.
2 Söz.
3 Aşkından.
4 Düzeltmeye.
5 Çok.
6 Tanrı biliyor.
-200-
1
— Seviyorum... Lakin...
— Lâkin ne?
— Hiç. İşte, seviyorum...
— Seviyorsun! Seviyorsun! Bu nasıl sev
mek? Ah! Beni seviyorsun! Nasıl seviyorsun?
Seviş alâmetleri 2 nerede? Ben kapıdan gire
rim, sen nüzul isabet edecek 3 gibi olursun!
Ben sana lâkırdı söylerim, cevap vermezsin!
Yüzüne bakarım, ürkersin! Bir defa yüzüme
bakmadın! Bana bir lâkırdı söylemedin! Ben
odanda durdukça, ağlama(k)dan başım kal
dırmazsın! Bir düziye içini çekiyorsun! Mu
habbet alâmetleri bunlar mı? Sevmek böyle
mi olur?
1 A m a : ancak.
2 Belirtileri.
3 İnme inecek.
4 Tanıklık.
5 B a b a m gibi.
6 Ağabeyim.
-201-
hamet eyle... diyerek, elini Fitnat'ın göğsüne
koydu, kucaklamak istedi.
Fitnat, göğsünde Ali Bey'in elini duyumsa-
dığı gibi, ürktü. Birdenbire fırladı, odanın bir
köşesine gidip ayakta durdu. Vücudu tiril ü-
ril titriyordu...
Fitnat, kendisini Ali Bey'in ellerinden çek
tikçe, boynundan asılmış bulunan bir kaytan
koptu, Ali Bey'in elinde kaldı. Ali Bey, Fit
nat'ın öyle ürkerek elinden kaçtığım gördüğü
gibi, şaştı. Donmuş gibi kaldı. Bir azdan son
ra, daha çok üzerine varmanın boşuna oldu
ğunu düşünerek ve bir dereceye kadar umut
suzluğa kapılarak kalkıp odasma gitti. Fit
nat'ın odasından çıktığı gibi, arkasından ka
pının kilitlendiğini işitti. Bu durum kendisine
daha da dokundu:
-202-
«XXXVI«
Fâcia
1 Muska.
2 Öpücük.
-203-
kanın içini görmeyi niçin merak edecek?
Muskanın içinde, anlamsız bir kaç rakam, bir
kaç harften başka ne olabilir? Evet, bu merak
anlamsız bir şeydi. Ama boşuna çıkmadı;
çünkü bu muska öyle rakamla dolu değildi.
Bu muska bir başka türlü yazılmışti. Belki
ammsıyorsunuzdur ki. Emine Kadın bir defa
Şerife Kadın'a demişti ki: "Kızın bir nüshası
vardır ki âdi bir tılsımdır ve bu nüsha, anası
nın yadigârıdır' ve anası vasiyet etmiş ki, kız
on sekiz yaşına basuğı gibi, nüshayı açıp
kendisi okusun." İşte bu muska, o muskaydı.
Bu muskanın önemi bundan bir dereceye ka
dar anlaşılabilir.
«Kızım Fitnat!
Ah zavallı kızcağızım! Ne kara bahtın var
mış! Ne siyah talihin varmış! Biçâre çocukca
ğız! Hâlâ bir şeyden haberin yok! Hâlâ dünya
yı bilmezsin... Ah zavallı! Bu sinde 4 babadan,
anadan mahrum" kalıyorsun... Ben, kendim-
1 Anasından kalmıştır.
2 K a l e m y o n t m a k için kullanılan bıçak.
3 Bezi.
4 Yaşta.
5 Yoksun.
-204-
den ümidi kestim!. Tabibler belki de iki ay ev
vel benden ümidi kesmişler. Benim daha ya-
şamaklığım muhaldir! 1 İşte ölüyorum! Ölüyo
rum da, seni öksüz bırakıyorum! Seni yetim
bırakıyorum! Artık, "anne" demeyeceksin!
Ana şefkatinden mahrum kalacaksın! Ah, za
vallı ben! Dünyanın hiç bir şeyine yanmam,
yalnız sana... ah mini mini kızcağızım! O mi
ni mini ağzınla bana "anne" dediğin vakitte
gönlüm nasıl ferahlanır! Ah zâlim ecel! Beni
gözümün nuru kızımdan ayıracaksın! Fit
n a t i m , sen şimdi beni iyi tanımazsın. Bir kaç
günden sonra, bütün bütün unutacaksın!
"Anne" lâfzını 2 bir daha ağzma almayacaksın!
Lâkin bir gün gelecek ki, ananı babanı sora
caksın. Benden sana haber verecekler; belki
de o vakit benim için bir iki gözyaşı döker
sin... Lâkin babandan? Babandan sana kim
haber verecek? Babanı benden başka kimse
bilmez. Ev halkı babanı ölmüş bilirler... Sana
da öyle söyleyecekler. Lâkin, öyle değil, ba
ban ölmemiş, hâlâ yaşıyor. Lâkin, baban se
ni hiç bilmez. Eğer ben şimdi babam zahiren
söylersem, 3 ben öldükten sonra seni burada
tutmazlar, babana gönderirler. Baban da, bir
kızı olduğunu hiç bilmez. İnanamayacak. Se
ni ihtimal ki kabul etmesin... O vakit sana,
maazallah, 4 haramzade 5 diyecekler. Kimse
kabul etmeyecek. Sokaklarda kalacaksın...
İşte bu sebepten, babanın kim olduğunu
1 Beklenemez.
2 Sözünü.
3 Açıklarsam.
4 Tanrı korusun.
5 Piç.
-205-
kimseye söylemem. Yalnız, yazıyorum ve bu
mektubu bir nüsha suretine koyarak boynu
na asarım ve Emine Kadın'a ısmarladım' ki,
on sekiz yaşma bastığın gibi, bu nüshayı açıp
sana okutsunlar. İşte o vakit babanı anlaya
caksın. O vakit baban daha hayatta ise haber
yollayabilirsin, kendisiyle görüşebilirsin... İş
te sana söylüyorum: Ben ilk defa Üsküdar'da
evlendim. Kocam beni pek çok seviyordu.
Ben de onu seviyordum. Bir sene beraber ya
şadık, sonra bilmem bir münafık, 2 hakkımda
iftira olarak bir fena şey mi söyledi? Nasıl ol
du? Beni tatlîk eyledi... 3 Meğer ben hamiley
dim. 4 Onun haberi yoktu. Evime geldim. Bir
düziye ağlıyordum. Bir kaç aydan sonra sen
dünyaya geldin. Daha bir kaç ay geçti, tekrar
evlendim. Şimdiki kocayı aldım. Lakin, evlen
dikten sonra, merhum anamdan bir şey işit
tim ki, bana pek çok dokundu ve belki vefatı
ma sebep oldu. Şöyle ki, birinci kocam beni
5
tatlîk ettikten bir hafta sonra pişman ol
muş... Beni tekrar istemiş! Fakat anam, ina
dına, bu teklifi kabul etmeyip bana haber
vermeksizin red ile cevap vermiş! Bunu işitti
ğimde pek mükedder oldum.'' Dâima ağlıyor
dum. Sıhhatim günden güne tedenniye 7 yüz
tuttu... Her tarafıma sancılar peyda oldu. 8
Yatağa yattım. İşte iki ay var ki mezarın mu-
1 T e n b i h ettim
2 A r a bozucu.
3 Boşadı.
4 Gebeydim.
5 Boşadıktan.
6 Üzüldüm.
7 Bozulmaya.
8 Saplandı.
-206-
1
kaddemesi olan yatakta yatıyorum! İşte kı
zım, babanı anladın: İsmi, Ali Bey'dir. Evi Üs
küdar'da, Toptaşı'ndadır. Evinin numarası
...'dır Ara, bul... Allah'a ısmarlarım kızcağı
zım! Cenâb-ı Hak seni her âfetten masun bu
yursun, 2 âmin!
Vâlide-i Müşfikan 3
Zekiye»
1 Girişi.
2 Felaketten korusun.
3 Sevecen annen.
4 Gerçekten.
-207-
sında bekliyordu. Ama on dakika geçti, kapı
açılmadı. İçeriden yanıt da yoktu. Yalnız, de
rin derin bir inleyiş çıkıyordu. Ali Bey'in sab
rı kalmadı. Her ne kadar, vücudunda hiç gü
cü kalmamış idiyse de, kapıya dayandığı gibi
rezeleri kınlan (kapı) açıldı.
Ali Bey, çılgın gibi bir tavır ve hareketle
içeri girdi. Bir de bakü ki. Ne baksın?' Hey
hat!2 Fitnat, odanın ortasında yatmış; vücu
du al kan içinde kalmış! Gözlerini tavana dik
miş inliyor! Göğsü açık; midesinin üzerinde
bir ufak çakı batmış, yalnız sapı görünüyor!
Ah! Zavallı kız! Y a n m saat önce, Ali Bey'le
aralannda geçen konuşmadan sonra, Ali Bey
kalkıp odasından çıktığı gibi, Fitnat kapıyı ki-
litlediydi dedik. İşte kapıyı kilitlediğinin nede
ni buydu. Zavallı, canından bıkmış! Canın
dan umutsuz! Tal'at'a mektup göndereli üç
gün olmuştu. Ne Tal'at geldi, ne bir yanıt gön
derdi! Fitnat umutsuzluğa kapıldı. Hele o ko
nuşmadan sonra, umutsuzluğu bin kat oldu!
Daha yaşamak istemedi! Kapıyı kilitlediği gi
bi, cebinde bulunan bir ufak çakı(yı) çıkardı!
Göğsünü açtı! Tâ midesinin üzerine sapladı!
Yattı!!! İşte, Ali Bey gelinceye kadar öyle yat
mış inliyordu!
1 Görsün.
2 Yazık.
-208-
miş ve karı içinde kalmış, inliyor! Öbürü ölü
gibi yatmış, hiç üzerinde yaşam belirtisi yok!
Halayıkların içinde bir gürültü koptu; kimi
ağlıyor, kimi bağırıyor, kimi koşuyor, kimi
kendisini (yerden yere) vuruyordu! Kâhya Ka
dın, Ali Bey'in bayılmış olduğunu anlayarak
soğuk su alıp yüzüne serperek Ali Bey'i ken
disine getirdi. Ali Bey kendisine geldiği gibi:
1 Boşamışüm.
-209-
Lakin, babacığım, keder etme... Benim kade
rim böyleymiş! Sen de farzet' ki, sahîhen 2 kı
zın yokmuş... Yalnız, size bir ricam var... Ba
bam olduğunuz için bana bir hizmet edesin...
Tal'at i m i bulasın... Kendisine teselli vere
sin... Kendi(si)ne kıymadan (onu) men'eyleye-
sin...'1 Kazâ 4 istemedi ki, seni bana baba... be
ni sana kız tanıtsın! Şimdi birbirimizi tanıdık,
fakat, heyhat! Bana sizden babalık hakkı geç
mek için yalnız son nefesimde bana şu hiz
meti edâ edin... 5 Şu vasiyetimi yerine geti
rin...
1 Varsay.
2 Gerçekten.
3 Engelleyesin.
4 Kader.
5 Yapın.
6 Öldürürdüm.
-210-
bi, yüzünde bir sanlık, vücudunda bir titre
me ortaya çıkarak T a l ' a t ! . . Tal'at!" diye iki
defa çağırdı... Ali Bey, bu "Tal'at" adım işit-
mesiyle, gözlerini açıp gelen kıza bir dikkat ve
şaşkınlıkla bakmaya başladı. Tal'at'sa... za
vallı Tal'at! Çünkü bu, kız kılığında gelen kişi
Tal'at'tı! Evet, zavallı Tal'at'tı... ki henüz sıt
ma üzerinden gitmemiş ve kalkmaya hiç gü
cü yokken, Fitnat'm mektubunu aldığı gibi
sevgilisini canına yeğleyerek anasının ve da
dısının engellemesine karşın kalkıp giyinmiş
ve Şehzadebaşı'na gidip kılığını değiştirdikten
s o m a tâ Üsküdar'a kadar gitmiş ve Ali Bey'in
evini bulup içeri sokulmuş; halayıklardan
Fitnat'ın bir az keyifsiz olduğunu anlayarak
hemen odaya girmişti... Zavallı Tal'at! Fit
nat'ın ağzından kendi adım işittiği gibi, sanki
adının çıktığı o güzel dudaklara teşekkür ola
rak bir öpücük vermek için Fitnat'ın üzerine
yürümüştü... ama, ne yazık!.. Fitnati al kan
içinde gördüğü gibi, kendisini yitirerek yere
düştü! Tal'atin bu durumu Fitnati çok etki
ledi ve üzdü... Daha o kadar fenalaştı... Hala
yıklar koştular, Tal'ati kaldırdılar, kendisine
getirdiler... Fitnat, gözlerini Tal'atin yüzüne
dikmiş... Tal'atin kendine geldiğini gördüğü
gibi, pek zayıf ve titreyen bir sesle,
"Tal'atim!.." dedi... Tal'at gözyaşı dökerek,
içini çekerek Fitnat'm başı yanında oturup:
1 Peruğu.
-213-
mez misiniz ki Fitnat benim kızımdır... Evet,
evet... Benim kızımdır... İşte, Zekiye yazıyor...
Zekiye kendisi yazıyor... Fitnat benim kızım
dır... A h ! Benim bir tanecik kızım var... Bir
Fitnatim var... Kızımın bir sevdiği var...
Tal'at.. Tal'at... O da benim damadım olacak,
benim oğlum olacak, kızımı ona veriyorum.
Oh, oh! İki evlât babası oldum... Benden
bahtlı, dünyada kim var? Böyle bir kızın ba
basıyım! Böyle bir oğlanın kayınpederiyim!
Oh, oh!
1 Çocuklarımı.
-214-
odaya kapadılar, gece gündüz çıkarmadı
lar... Deliliği günden güne arttı. Altı ay ka
dar, böyle halkı rahatsız ederek ve kendisi
dahi yanında çalışanlardan ya da talihinden
cefâ görerek... Sözün kısası, acınacak bir bi
çimde yaşadıktan sonra, zavallıyı bir sabah
ölü buldular!
Alamut
Çizgiliforum.com
-215-
BİTİRİŞ
1 Belâlar Kitabı.
-217-