You are on page 1of 5

Osman Türkay

(Girne, 16.2.1927 - )

Girne ilçesine bağlı Ozanköy'de doğdu. redir bazı çevrelerce "uzay şairi" olarak biliniyor.
Girne'de özel bir okuldaki öğreniminden sonra Lef- Eserleri:
koşe'de çıkan Hürsöz gazetesinde çalıştı. 1950'li yıl- Şiir: Yedi Telli, Beşparmak Yayınları, Lefkoşe,
ların başlarında Türkiye'deki Amerikanlara ait bir 1959; Uyurgezer, Yeditepe Yayınları, İstanbul, 1969;
askeri yardım heyetinde görev alarak Erzurum'da Beethmri'- 'le Aydınlığa Uzanmak, Yeditepe Yayınları,
çevirmenlik yaptı, İngiltere'de gazetecilik eğitimi İstanbul, 1970; Evrenin Düşünde Gezgin, Yeditepe
gördü, felsefe okudu; oraya yerleşti. Türkçe ve İn- Yaymlcin, İstanbul, 1971; Kıyamet Günü Gözlemcileri,
gilizce şiirleri, çevirileri, sanat yazıları Kıbrıs, Tür- Yeditepe Yayınlan, İstanbul, 1975.
kiye ve İngiltere'deki basında yayımlanmaktadır. Deneme: Edebiyat, Eleştiri ve Dil Üstüne Dü-
Şiirlerinin bir bölümü başka dillere de çevrilmiş şünceler, KKTC Milli Eğitim ve Kültür Bakanlığı Ya-
olan Osman Türkay çeyrek yüzyılı aşkın bir sü yınlan: 33, Ankara, 1993.

ŞİİRLER
BEŞPARMAK MELODİLERİ
(7 Telli, 1959)
Bir yaz gününün bu eşref saatinde II
Yeşil çamlar Üstümde bir gök var mavi
Yalçın kayalar Altımda ovalar zeytin yeşili
Başdöndürücü uçurumlar İçimde duygular bir iç deniz
Kaleler Şatolar İçice dalgalı Akdeniz.
Saraylar
Kıvrımlı asf al t yollar Kim bilir bu anda ben nerdeyim
Ağaçlar Pınarlar Belki de uzanıp tutmak istediğin göklerin
Serin sular içindeyim
Akıp gitmede Bir allı yel esmede komşu ülkelerden
rüyalarımdan. Kim bilir nerden
Belki Toroslardan, belki Akdenizden
Belki de karşı sahildeki kardeş şehirlerden
Şarkılarını dinliyorum cüce Beşparmak! Antalya'dan?.. Anamur'dan?..
Şarkılarını dinliyorum binlerce kilometre uzakta Adana'dan?..
Taymis'in süt mavi sisleri ortasında Evrensel Mersin'den?.. Kendimi boşluklara bırakıp haykırmak
sevgi, ümit ve gerçekten Beş bin müzik yılı geçiyor
sonra gelecekten Kopanp zevkimize armağan içimden:
ettiklerin: Defne kokan, laden kokan bestelerin Beşparmak! Beşparmak!
Öyle renkli, öyle candan, öyle derin Bizim Beşparmak
Ezgücrin,sezgilerin, çizgilerin Senin. Etten nasıl ayrılır tırnak? İşte karşımdasın çiçekli
bir dal gibi Ufku bir uçtan bir uca kuşatan hilâl
gibi.
III
Bir doruğunda bir eski yapı görünür: Şarkılarını dinliyorum cüce Beşparmak! Şarkılarını
S t. Hilarion'dur!. dinliyorum binlerce kilometre uzakta Taymis'in
Bir başka doruğunda bir başka yapı: sütmavisi sisleri ortasında Evrensel sevgi, ümit ve
Bufavento'dur! gerçekten Beşbin müzik yılı sonra gelecekten
Girne kalesi, Balbayıs, Yüz-bir-evler Koparıp zevkimize armağan ettiklerin: Defne
İnsan vehminde savaşan tanıdık devler kokan
Aşk, efsâne, tantana, şâşââ. Laden kokan
Girdik demektir bu kapılardan ortaçağa bestelerin
Şiirin göz değmemiş bu renk okyanusunda Öyle renkli
Bu yapı Öyle candan
Bu dağ Öyle derin
Bu deniz Ezgilerin
Bu dalgada Sezgilerin
Şahbaz kısraklar gibi kıvrak Çizgilerin
Şövalye metresleri fırlayacak Senin
Beyaz, uzun, yüksek, geniş ' Se-nin.
Transatlantiklere benzer yataklarından.
IV.
YAZIT XVI
Bir kötümser duygu (Evrenin Düşünde Gezgin, 1971)
Ve bu ses rüyasından uyanış
Hasretlik çöküyor üstüme gurbet ağırlığınca Saçlarım savruldu: O noktürnler, gecenin sesleri
Öf-f-f! bıktım be artık Daldım, ağır karanlıklar ötesinde, bir dalgıç
Bıktım usandım şu Taymis'in sisinden Çekti beni su sanılan karaltının dibinde yıldızlara
Motor gürültüsünden, kadın sesinden Işık sıvı, akmaz ateşin yüreğine
Gözümde tütüyor gayrı Kıbrıs'ım Dedim: Uzat elini ellerime, üfle güneşin saçlarını
Gözümde tütüyor cüce Beşparmak Bana bir biçim ver, yeni bir yönde ağırlık
Su, ağaç, kaya, toprak Geçilir bu hafif gövdede ululuğunuzdan
Gurup ve seher Sizin nazlarınız bol
Eğer Bencilliği besleyen incirin zehirli sütü
Şu sorguçlar, şu tuğlar
Yakacaksa yaksın güneş yanığı türküler Ay Onurunuzu bileyen erdemli taş
ışığı melodilerle yaprak çıtırtısı ninniler Gömülerinizi iyi bekçilerle koruyunuz
Bıktım usandım hattâ Betoven'in Dokuzuncu Kişnek dudaklı, çocuk yüzlü krallar
Senfonisinden Yılan Kleopatra'nın göğsünde
Birsen
Ha soktu, ha sokacak
Sana benzer besten Su ver bana, demiştim, bir kıvılcım, bir sevgi '
Seslen Ben ülkemi bu temel üzre kuracağım
Dağdan dağa gezinsin sesin Su ver bana, bu sonsuzluk, bu arıklık
Yol versin kıvrımlı tepelerin Kaynağı hangi denize fışkıran pınar
Yol versin sana Beşparmak Dere, tepe, kuş, Su ver bana gizinden, erdenliğinden .
çiçek, yaprak Gündüz ve gece İnce Gözleri evreni çözümleyen ana
Dudağında yaşanan ömür!
Sevginin dilini bilemez hiçbir canlı
Sesler yükselmede doğuyor yarın Kalbin atışı, kulak ver, duy
Sevgimizin bu bu evrensel senfonisinde O sımsıcak kanda hiç duyulmayan ritmi
Allegro'su inişlerin, adagio'su kıvrımların Bir müzik gelir çok uzak geçeneklerden
Çiseleyen yağmurun yağan karın Doruklar Işıkta titreşimi, gecede kaosu yansır
üstünde dolaşan ak bulutların Tanrısal İzledim onu, tanyerinin kızı, ana rahminden öte
uğultulu derin Hep birden seslenin Seslenin Yüreği fırındır, ateşin göbeği, güneşten doğmuş
Özlemlerim hep, acılarım, üzgülerim
Aşkımızın bohçalanmış ses perdelerinden İçmişim ateşi bir fırında, sarhoş
kahkahalarla
Su ver bana, bir öpü, sevgi
Gece, ak bulutlarda yüzen gemi
Ayışığı, kanın en esriği.
MEÇHUL ŞAİR ANITI'NA YAZDIKLARIM Ölmüş diyemem, çünkü onlar
(Kıbrıs gazetesi, 8.10.1995) "Hâlâ yürür bu gezegen üzerinde Kitaplıklarda,
yaşayan gerçek insanlar arasında
Sade ama yine de şahane
Tasasız, gönlü rahat ama yine de volkanik Zaman zaman başı göklere
Şu boş mezarın içinde Alnı yıldızlara değse de
Sessiz yattığını sezinlediğim kişi Sanırız şimşek çakar,
Kaldırır bir bir perdelerini karanlık gecelerin Yıldırım düşer yüreğimize
Kaldırır perdelerini varlığımızla Kulak verin sonsuz zamanlarda
Yaşamımızın kimyasının Değişik mekânlarda
Geçekler böylece iner, sabahlar doğar İmgelerden dokunmuş paha biçilmez
Onun güneşe ve yıldızlara verdiği yönde Bir kumaşa benzeyen şiirlerini
Dünyamızın ve insanlarımızın üzerine Dizi dizi inciyi andıran sözcüklerle
Nasıl dünyamızın boynuna takar
Kalemini dokundurduğu an kağıda Tanrısal aydınlıklardan biçimlenmiş
Ozanca sevgisini Müzler Ölümsüzlüğün görkemli kolyelerini
Ulaştırır bilinmeyen erden kızların yüreğine
Hem de kıtalar ötesindeki tüm insanlara Sorarım ona zaman zaman
Çünkü sessiz bir müzik olan kendi türküsü Neden tutuşan kalbin gibi aydınlık yüzün de
Çınlar ufuktan ufuğa denizlerin dalgalarıyla Yansıtmakta tüm insanlığın çektiği acıları
Biz ve yıldızlar duymasa da Nedendir, kim icat etmiş bunca yoğun işkenceyi?
Eğilip kulağıma der ki: Sevgi!
Konuştuğu dil gerçi bizim dilimizdir Ama sevgi hiçbir canlının bilemediği
Yazdığı dil yine de kendine özgü Sırtımıza giydirilen o dayanılmaz ateşten gömleği
Bir başka dildir her pınardan Biçen ve diken ellerin arkasında nice anlamda bir ad
Bir başka su fişkırdığı gibi... Öyleyse yaşamak ve yanmak yazgımız
Ya şu ateşle, ya da bu ateşle
Kalabalıklar içinde kimsesiz, yapayalnız Yakıtı tükenmeyen güneşler gibi
Ve gökler gibi ıssız Biz yandıkça karanlıklara egemen olur ışık
Ama öfkesi nasıl köpürür bir bilseniz
Savaşlara yoksulluğa, bilgisizliğe Yanmalı, yanmalı ateşin göbeğinde ruhu şairin
Hele insanların birbirlerine Sonsuza dek yüreğinde tan yangınları
Yaptığı kötülüklere, kırım ile kıyıma Savrulup sabahlara değin Ateşten
bayraklarca dalgalanmak...
Soylu ve dinç, kurar kendi dünyasını
Bu dünyada bizleriz
Onun onurlu ve onursuz yaratıkları ŞAİR ÇOCUĞUN SABAH DUASI
Bilimi, sanatı, şiiri, her güzelliği
Özgür kılar da biz yine anlayamayız Tanrım ne olur böyle her gün !
Onun kaleminden dökülen aydınlıkların anlamını Gökyüzü masmavi
Ne de gelecek kuşaklar Hava sımsıcak olsun
Tadını çıkarmak ister sunduğu özgürlüğün Beşparmak dağlarının ötesinden
Güneş evimize annem gibi doğsun
Bizim gibi o da bir insan Arınmış sevinçlerle dudaklarımız
Ama evrensel sevgi ve umudun kaynağı Öpsün ışıkta titreşen çiçekleri
Odur ve o olacak tüm zamanlar boyu Yün iğirsin nineler
Ona ait bu boş mezar Emzirsin nurtopu bebekleri anneler
Gerçekte ne gökyüzündedir, ne de yeryüzünde Kırlangıçlar sallasın beşikleri
Gelmiş o ölümsüzler benim fırtınalı iç dünyama
Kurmuşlar kendi anıtlarını Tanrım ne olur aklımız
Sokakta serseri köpek taşlamasın
Bu anıt bir simgedir Su gibi bilelim derslerimizi
Onlar bir değil, beş değil, on değil Öğretmen bir gün de
Yüzlerce, hatta binlerce Derse tokatla başlamasın
Tanrım ne olur ayyıldızın gölgesinde özgür UYURGEZER
Yaşayalım bir ömür boyunca mutlu
Toroslar'dan esen yelde olsun ana sütümüz Kesilir sokaklarda taşıtların uğultusu
Tanrım ne olur resmi olsun gülsün de bugün Susar doklardaki uzak vinçler de
Bize sert bakmasın Atatürk'ümüz Baca külahları ve hortlaklar yürür damlarda
Tanrım ne olur bir ömür boyu
Gönül yanığı türküler söylesin çobanlarımız Yansır yalnızlığı aynalara Zaman diyebileceğimiz
Unutulsun tarla-tarla yeşeren sızılarımız kadınsı bir yüz Yıldızlar düştükçe kaldırımlara
Hora tepsin, halay çeksin oğlaklar Kaval
çalsın kuzularımız Uyku düşlerde ölmekse soluk soluğa
Tanrım ne olur eşek gülsün, at gülsün Bir martı kanadında, uzayan bir boşlukta
Ovada inek, denizde balık Ölmüş demektir bu saatlerde bildiğimiz dünya
Keklikte kanat gülsün
Güneşten yarılan naralara inat Dan! Dan! Dannn!.. Bir ses böler geceyi, sessizliği
Süt emen sıpamın ağzından bile Vurdukça geceyarısma Big Ben
Dişli bir kahkaha dökülsün Yaşadığım dağ-dağ olmuş kentin doruklarından
Tanrım ne olur ulu aydınlıklarla
Uçur bizi iri çiçeklerin gönlüne mutlu Birden uyanır ruhum ve koşar pencerelere
Dağdan dağa savrulsun kelebek tozlarımız Camlarda buz tutmuş yabancı biçimler:
Anaç tavuklar açsın kapımızı Çalar saat gibi Donuk gözler, isfenkler, mumyalar, hiyeroglifler
vaktinde ötsün Uyku sersemi horozlarımız
Ku ku diye kuğusun güvercinler Uzun sürmez, değişir görünü, horozlar hep beni öter
Uçadursun uçaklarında yusufçuklar Uzanır hem nasıl yoğun, nasıl somut ve gergin Gök
Güzel türküler söylesin saksağan Ve çizgisine korlaşrruş demirden eller
bizi korkutmasın Tünelden tren
çıkarcasına Yuvasından önümüze Basmış gibi içimin bir düğmesine, ışıklar yanar,
davetsiz çıkan Serseri kara yılan Aydınlanır iç dünyam. Ve gök gürültüsüne
benzeyen uğultularla
BİTKİLER VE YARATIKLAR Gözümün önünden geçip gider Avrupa

' Su, toprak, ısı... Bireşimidir ışıklarla gölgelerin Bir el dışarda kaldırır kapının tokmağını Açıp
büyüyen alanlarda. Onlar sayı dışı. Bir İskender camları bakarım. Ha vurdu, ha vuracak! Donar
gömütü, mermer, Akdeniz mavisi, gökyüzü ya da ürpertiyle damarlarımda kan.
buğu. Ve doğanın döl yatağı. Onlar kanındaki
yaşamın ilk pırıltıları: Çekirdeksel asit, şeker, Sonradan inceden bir sevinç: Bekleyiş ve umutlaruş
protein, evren içinde evren:
Zamanın tan ağartısı Düşlerim, gençliğim, uzak dünyalarım benim Kimdir
başıboş bu saatte beni çağıran
özgür
ve şarkı O bir ateş sütunu ve aydınlık ufuktan ufuğa
Yırtıcı bir çiçek Evreni dört döner büyük ışığı
ceylan avı Ben boşlukta yürüyen bulut
oyun
Gözlerde ilk tanyerinin alı. Bir ses: Gördün değil mi kıyıma vuran denizleri?
Sessiz hışırtısı ağırlıksız gitgide büyüyen, Yerde misin gökte misin, nerdesin? Seslen! Benim
gitgide genişleyen iç uzayın. Dolaşır
damarlarında o sonsuz çağrışım. sesim: Arıyordum. Gelecektim zaten sen
gelmesen!
Ses ve yankı:
Şu mermer gömütün kapağındaki mor salkım Tutup bir yol gideriz ağaran tanyerine Gölgesine
Gök mavisinde sarkan asma dalı. bakarım: Birazı gelincik, birazı başak ve
Işı gözlerim ışı tarla
Bu karanlık daha da dalgalanmak Gölgeme bakarım: Savaş ve Asya.

You might also like