Professional Documents
Culture Documents
ARDEN
Brain2Brain
Nörobilimin
PSİKOTERAPİ
Üzerindeki Dönüştürücü
Etkisi
Translated from tlıc Englislı Eanguagc cdition of Brain2Brain byJohn B. Ar-
dcn, origiııally published by John Wiley & Sons Inc. Hoboken, New Jersey
Copyright © 2015. Ali rights rcserved. Turkish translation Copyright © 2017
by Sola Yayınları. Ali rights reserved.
Tüm hakları saklıdır. İngilizce orijinali John Wiley & Sons Inc. Hoboken,
New Jersey tarafından “Brain2Brain” adıyla yayımlanmıştır. Bu eserin çeviri
sorumluluğu Sola Koç. Eğ. Dan. Hiz. A.Ş.’ye aittir. Bu kitabın hiçbir bölümü
izin alınmadan kopyalanamaz ya da çoğaltılamaz.
SOLA YAYINLARI
Harbiye Mah. Cumhuriyet Cad. No:54/1 Daire:24 Şişli/İSTANBUL
Telefon: 0212 939 76 52 - E-posta: info@solayayinlari.com
www.facebook.com/solayayinlari
www.twitter.com/solaunitas
www.solayayinlari.com
ISBN: 978-605-9692-68-7
Yayıncı Sertifika No: 32858
2. Baskı: İstanbul 2019
imtiyaz Sahibi: Umut Kısa
Genel Yayın Yönetmeni: Ayça Kabaş
Editör: Buket Konur
Redaksiyon: Hale Özdemir
Son Okuma: Şermin Çetin
Çeviren: Özlem Şimşek
Kapak Tasarım ve Mizanpaj: Sibel Kaya
Orijinal Adı: Brain2Brain
BASILDIĞI YER
Kaplan Ofset
Davutpasa Caddes, Güven Is Merkez C Blok No: 279-280/Istanbul
Sertfka No: 21874
© Bu kitabın tüm yayın hakları Sola Koç. Eğ. Dan. Hiz. A.Ş.’ye aittir. Yazılı
izin alınmadan kısmen veya tamamen hiçbir yolla kopya edilemez, çoğaltılamaz
ve dağıtılamaz.
İÇİNDEKİLER
Önsöz 5
Teşekkür 27
Yazar Hakkında 29
1 Nörobilim Uygulamaları 31
Uygulanabilir Nörobilimin Öğretilmesi 32
2 Beyin Sağlığını Artırmak 83
Seeds’in İlk S’si 83
Seeds’in İlk Esi 88
Eğitim 93
Seeds’in D’si 93
Seeds’in İkinci S’si 110
Kaynakça 403
ÖNSÖZ
kal bir modeli kasteden bir metafordu. 2000 yıl önce Ro
malıların Roma’da istedikleri yere sorunsuz ve güvenli bir
şekilde gidebildikleri bir dönem olan Pax Romana (Roma
Barışı) terimi gibi, Pax Medica bağlamında hizmet veren
akıl sağlığı doktorlarının da uzmanlıklarının tehdit altında
olmadığını hissetmeleri gerekirdi. Medikal bir model olan
Pax Medica, mesleki bir ast üst sistemini gerekli kılıyordu.
Psikolojik sorunları olan insanlar için ilaç tedavisi en temel
tedavilerden biri olarak görüldüğü için psikologların değil
ama psikiyatrların ilaç yazma yetkisi vardı ve hiyerarşik dü
zende psikiyatrlar en üstte yer alıyordu.
Pax Medicanın, akıl sağlığı disiplinlerinin kavramlaş-
tırılmasında regresif değişimler içeren birçok kültürel yan
etkisi oldu. İlaç reçete edebilmek psikiyatriyi psikolojiden
ayırıyor ve psikolojiyi tıbbi modele doğru götürüyordu.
İlaç tedavisi başlangıç tedavisi gibi görülüyordu ve hastala
rın ‘kimyasal dengesizliklerden muzdarip oldukları tahmin
edildiği için, psikiyatrlar akıl sağlığı uzmanlığının en üst
sırasındaki yerlerini koruyorlardı.
Pax Medica aslında, ekonomik güçlerin psikoterapiden
ziyade ilaç tedavisine vurgu yapmasını sağlayan tek boyutlu
bir tıbbi modeldi. Akıl sağlığı uzmanları bu modele he
men uyum sağladılar ve hatta ‘klinik dilinde’ konuşmaya
başladılar. Bizler de kendimize ‘klinisyen’ demeye başladık.
“Tedavileri planladığımız toplantılarda,” bir araya geldiği
miz zamanlarda, birimiz “Evet, teşhis nedir?” diye sorar,
bir başka klinisyen buna cevap olarak “Aslında, klinik ola
rak konuşmak gerekirse...” derdi. Bir diğeri, “Peki, tıbbi
olarak gerekli olan şey ne?” diye sorardı. Herkes orada ne
hakkında konuştuğunu bilirmişçesine kendinden memnun
bir hâlde otururdu.
Pax Medica’nın eksik beyin kimyasalları kavramına uy
gun olarak, biyolojik psikiyatri, psikolojik bozuklukların
genetik bir etiyolojisi olduğunu düşünür. Oysa, çevrenin
genetik ifadede değişikliklere sebep olabileceği ve beynin
nöroplastisite sayesinde deneyimlerle değişebileceği gerçek
leri entelektüel çevrede bilinmiyordu.
Pax Medica, ayrı psikiyatrik bozuklukları, diyabet, mul-
tipl sklerosis ve kalp hastalığı gibi farklı tıbbi hastalıklara
benzetir; bu yüzden, depresyon, anksiyete, posttravmatik
stres bozukluğu (PTSB), dissosiyatif bozukluklar ve artık
DSM-V’e göre yas tutma bile tıbbi bir sorun olarak kabul
edilmektedir. İki veya daha fazla semptom grubu, iki fark
lı kategorinin tanısına da uyuyorsa, ‘klinisyen buna ‘ko-
morbidite’ (eştam) notunu düşer. Bu tek boyutlu modelin
sıkıntılarından biri, pek çok sendromun sıklıkla birbiriyle
örtüşmesi ve genellikle benzer nöral devrelerin karıştırılma
sıdır, özellikle de anksiyete bozukluklarında. Bremner’ın
(2005) değindiği üzere, PTSB ve akut stres bozukluğunun
(ASB) ayrı bozukluklardan ziyade travma spektrum bozuk
luklarının bir parçası oldukları düşünülmektedir.
Birçok hasta ve ne yazık ki pek çok akıl sağlığı uzmanı,
Pax Medica döneminde ortaya çıkan genetik determinizm
fikrini hiç sorgulamadan kabullendiler. Böyle olunca da
bazı insanların, ne yaparlarsa yapsınlar, genetik olarak enin
de sonunda majör depresyon hastalığı’na yakalanacağı ve
bunun tek çaresinin de ‘doğru ilaç’ olduğu gibi bir inanca
sahiptiler. Bu eski inanç, hastaların ruh hâllerini iyileştir
mek için herhangi bir şey yapmadıklarını gösterir. Depres
yonun kaderleri olduğuna inanarak “O hâlde niçin uğraşa
yım?” diye düşünürler. Çaresiz ve umutsuz hissederler ve bu
da sadece depresyonlarını artırmaktan başka işe yaramaz.
Hastalara anlatılmalıdır ki epigenetik bilimi, depresyo
na sebep olacak ya da depresyondan uzaklaştıracak birçok
faktörün etkisiyle genlerin sürdürülebileceği ya da bastırı-
labileceğini ortaya koymuştur. Bazı davranışlar genleri açı
ğa çıkarır bazıları kapatır. Örneğin; sosyal destek yoksunlu
ğu veya travmatik ilişkileri de içinde barındıran psikososyal
faktörler (Yakın ilişki suistimali gibi) depresyona genetik
yatkınlık riskini artırmaktadır.
Beyin alışkanlık geliştirmek üzere kendini yeniden
programlayabilir. Bu durumu hastalara, depresyon öncesi
nöbetlerin yeniden depresyona yakalanma ihtimalini nasıl
artırdığını anlatarak açıklayabilirsiniz. Depresyonun ciddi
yet derecesi, daha fazla depresyon yaşama riskini artırmak
tadır. Daha önce yaşanan intihar teşebbüsleri, daha son
ra da yaşanabilme riskini artırmakla kalmıyor, daha ciddi
depresyon nöbetlerini de getiriyor.
2000 yılına kadar, bütün akıl sağlığı uzmanları Pax Me-
dica’nın arkasında sıraya girmişlerdi. Daha sonraları, New
England Journal of Medicine ve Journal of the Medical
Association gibi oldukça saygın dergilerde yayımlanan psi-
kofarmakoloji etkinlik araştırmalarıyla birlikte bu ittifakta
çatlaklar oluşmaya başladı, Pax Medica modelinin temelle
ri çatırdıyordu. Aslında XXI. yüzyılın ilk yirmi yılı boyun
ca iyi yapılmış araştırmaların ayrıntılı bir şekilde yer aldığı
makalelerde antidepresan tedavisinin etkinliğinin büyük
oranda abartıldığı ve anti-anksiyete ilaçlarının uzun süreli
kullanımının da tedavi edici olmadığından bahsediliyordu.
Bilgi Özgürlüğü Yasası’ndan derlenen bilgileri içeren
bir araştırma, son 30 yıldır, antidepresan ilaçların pozitif
etkilerini gösteren araştırmaların, göstermeyenlere kıyasla
yayımlanma olasılığının 12 kat fazla olduğunu göstermek
tedir. (Turner, Matthevvs, Linardatos, Teli ve Rosenthal,
2008) Bu eşitsizliğin sadece büyük ilaç şirketlerinin emsal
siz güçleriyle alakalı olduğunu varsaymak basitlik olur. Pax
Medica kültürünün, psikolojik bozuklukların tedavi edile
bileceği ya da en azından ilaçla kontrol altına alınabileceği
gibi bir genel görüşü vardı.
Scientifıc American dergisinde “Antidepresanlar: ‘İyi
İlaç’ mı ‘İyi Pazarlama mı?” şeklinde isabetli bir başlıkla
yayımlanmış bir makalede, depresyona sebep olan şeyin
basit bir şeymiş gibi gösterilmesinden ötürü, geçtiğimiz
yüzyıldaki tüm ilaç denemelerinin sadece %50’sinin ya
yımlanmış veya rapor edilmiş olduğu öne sürülmüştür.
(Dobbs, 2006)
Selektif seretonin gerialım inhibitörlerinin (SSRIs) ba
şarısının vaktinden önce ve yaygın olarak reklam edilmesi
nin sebebi yanlış metodoloji ve seçici raporlama olmuştu.
SSRI’ların etkinlik çalışmalarındaki geniş çapta yeniden
yapılan analizler pozitif sonuçların %56 ile %60 arasında
olduğunu göstermiştir. (Taylor ve ark., 2006) SSRI’ları alan
hastaların yarısından fazlasının daha az depresyon yaşama
ları kayda değer bir veri fakat plaseboya cevap verenlerin
yüzdesiyle kıyaslandığında, serotoninin etkisiyle ilgili abar
tılı reklamlar etkisini kaybetmektedir. Depresyon yaşayan
insanlarla ilgili çalışmaların bir meta-analizine göre, %42 ile
%47 oranında insan plaseboya olumlu cevap verir. (Arroll
ve ark., 2005) Bu da SSRI’lara cevap veren hasta sayısının
sadece %10 eksiğidir fakat SSRI grubunda tedaviye istenil
diği gibi cevap veren hastaların kaçı ilaçların yan etkilerine
karşılık plasebo etkisini gerçekten yaşamıştır? Herhâlde şöy
le düşünmüşlerdir: “Midem çok iyi değil ama sanırım ilacın
işe yaraması için bu kadarcık bedel ödemek lazım.”
Yine Bilgi Özgürlüğü Yasası sayesinde, Connecticut ve
George Washington Üniversitelerinden araştırmacılar altı
tane SSRI için Amerikan Gıda ve ilaç kıırumuna sunulan
etkinlik verilerini elde ettiler. (Kirsch, Scoboria, Moore,
2002) SSRI araştırmalarının %60’ında bu ilaçların plase-
bodan daha iyi işe yaradığını gösteren veriler olmadığını
buldular. Plasebo grubundaki hastaların yaklaşık %80’inin
cevapları tekrarlanmıştı. Tedaviden sonra her iki gruba da
bir depresyon envanteri yapıldığında sonuçların sadece
%10 oranında değişiklik gösterdiği görüldü.
Düşük serotonin seviyelerinin depresyona sebep oldu
ğu gerçeği’ yaygın olarak kabul edilmişti fakat araştırmalar
göstermektedir ki artık bu durum giderek artan bir şekilde
eleştirilmektedir. Örneğin; bir insanın beynindeki seroto
nin miktarını ölçmenin net bir yolu olmamasına rağmen
bazı araştırmacılar bedenin serotonin üretim seviyesini dü
şürmeye teşebbüs etmişlerdi. Nörotransmiterler, bedende
prekürsör amino asitlerden sentezlenir. Serotonin, tripto-
fandan sentezlenir. Arizona State Üniversitesi araştırmacı
ları, serotonin seviyelerini azaltmak için insanları triptofan-
sız beslenmeye maruz bırakmışlardı. Ailesinde depresyon
öyküsü olmayan sağlıklı insanlar herhangi bir etki göster
mezken, ailesinde depresyon öyküsü olan sağlıklı insan
ların üçte biri depresyona girmiştir. Bu bulgular şöyle bir
soruyu akıllara getirmektedir: Peki ya depresyona girmeyen
%66’ya ne oldu? Eğer tek günah keçisi serotonin olsaydı,
bu bulgularla o teori sorgulanabilirdi. (Delgado, 2000) En
çarpıcı bulgu da anti depresan tedavisi alan hastaların üçte
ikisinin sadece beş saat sonra yeniden depresyona girme
leri olmuştu. Fakat anti depresanların etkisini göstermesi
dört hafta kadar sürebilmektedir. Bu bulgu, SSRI’ların se
rotonin sistemini gerçekten etkilediğini öne sürmektedir
ama bu nasıl gerçekleşir? Tamamen farklı açıdan bakan bir
araştırma, tianeptin adlı bir ilacın (marka isimleri Stablon.
Coaxil, Tatinol ve Tianeurax) depresyonu azalttığını gös
termiştir ama aynı zamanda serotonin seviyesini de düşür
mektedir. (Fuchs ve ark., 2002) Tianeptin, Fransa’da en
popüler antidepresandır.
Beyin, Pax Medicanın depresyonun sebebi düşük se
rotonin seviyesidir gibi açıklamalarından çok daha karma
şık bir şeydir. Nörotransmiterler bağımsız hareket etmez
ler. Bir nörotransmiterde meydana gelen değişiklik diğer
nörotransmiterlerde de doğrusal olmayan bir değişim baş
latacaktır. Aslında, Dunlap ve NemerofFun (2009) belirt
tiği gibi, “Tek bir nörotransmiterin bile sinyal sisteminin
bozulması majör depresif bozukluk için sebep teşkil eder
çünkü monoamin sistemler hem beyin kökünde hücre
gövdesi düzeyinde hem de terminal projeksiyon bölgele
rinde yaygın bir etkileşim içindedir.”
Vanderbilt Üniversitesi araştırmacıları, SSRI alan hasta
ların %8 Tinde tedaviyi takip eden bir yıl içinde hastalığın
yeniden nüksettiği, buna karşın bilişsel-davranışsal terapi
(BDT) alanların sadece %25’inin yeniden hastalandığını
bulmuşlardır. (Arroll ve ark., 2005) Washington Üniver
sitesinden Sonia Dimidijian ve arkadaşlarının, majör dep
resyon hastaları arasından rastlantısal olarak seçtikleri 240
kişiye 16 hafta boyunca ilaç tedavisi (paroxetine [Paxil]),
plasebo, BDT ya da davranışsal aktivasyon grupları uygu
lamalarını yaptılar. Davranışsal aktivasyon ile ilaç tedavisi
arasında benzer sonuçlar buldular. Fakat ciddi derecede
depresyonda olan bir hasta alt grubunda davranışsal akti
vasyon, ilaç tedavisi, BDT ve plasebo uygulamalarından
daha iyi sonuç verdi. BDT ve davranışsal aktivasyon gru
buna kıyasla ilaç tedavisi grubundan ayrılan hasta sayısı
dört kat fazlaydı. Davranışsal aktivasyon uygulamasının
kazancı, terapiden sonra da devam eden davranışlar kazan-
dırmasıydı. Bu gibi kazanımlar ilaç tedavisi alan hastalarda,
ilaçlara pozitif tepki de verse görülmez.
Bir Epidemiğin Anıları adlı kitabında Robert Whiaker
(2010) bipolar bozukluk ile dikkat eksikliği ve hiperaktivi-
te bozulduğu (DEHB) teşhisi konan insan sayısının hızla
artışına dikkat çekmektedir. Bu akıma katkıda bulunan pek
çok faktör vardır, ilaçla tedavi edilmesi gereken daha fazla
hastalığa konan daha fazla teşhis ortaya çıkıyor. Buna sebep
olan bir güç birliği var ve büyük ilaç firmalarının yükselişi
bu güçlerin sadece bir kısmını temsil ediyor. DSM-V’in
geliştirilmesine katkıda bulunan ve büyük ilaç firmalarıyla
bağlantılı olanların sayısı DSM-IV’e katkıda bulunanların
sayısından çok daha fazladır. Çok önemli sayıda psikiyatrın
sürekli tıp eğitimi kredilerini (STE), ilaç firmalarının dü
zenlediği öğle veya akşam yemeklerinde aldıkları gayet iyi
bilinir. Eskiye oranla, artık daha fazla psikiyatrik ilaç temin
edilebilmekte ve DSM-V sayesinde de bu ilaçlarla tedavi
edilecek, tanı konması gereken daha fazla bozukluk bul
mak mümkün. Ne yazık ki bu endişe verici eğilim, karma
şık sorunlarının kolayca çözülmesini isteyen çok sayıdaki
insanın genel tavrıyla uyumlu görünüyor.
Pax Medica’nın bir işe yaramadığını söylemek niyetin
de değilim. Hepimizi Kartezyen Dönem’in karmaşasından
kurtarıp bir araya getirmişti. Ne var ki beyindeki eksik kim
yasallara odaklanıp ilaç tedavisini baş tacı yaparak, beynin
fonksiyonlarına dair sınırlı bir anlayış sunuyordu.
Psikiyatrik ilaçların kullanılmaması gerektiğini savun
muyorum fakat diğer yaklaşımlar ortaya çıkana dek bu
ilaçların kullanımını en aza indirgemek, Pax Medica dö
nemine özgü gereğinden fazla reçete yazma eğilimine göre
daha sağduyulu bir davranıştır. AJcıl sağlığı uzmanları, tıbbi
bir değerlendirme yapmadan veya hemen reçete defterine
uzanmadan önce hastalarına diyet ve egzersiz önermelidir
ler ki nörotransmiter sistemleri aşağı doğru değil, yukarı
doğru regüle etsinler.
Psikiyatrik ilaçların tedavide tabii ki yeri vardır. Ne var
ki akıl sağlığı uzmanlan ve hatta antidepresan ve anriank-
siyete reçetelerinin %60’ı ile 80’ini yazan birinci basamak
hekimleri ilaç tedavisi konusunda çok çabuk karar veriyor
lar. Aslında ilaç tedavisine ihtiyaç duymayan birçok hastaya
hemen ilaç reçete ediliyor.
ilaç reçete edilirken, teşhise göre genel bir ilaç yerine,
hastanın genomu (kişinin veya hücrelerin taşıdığı toplam
gen), yaşı ve yaşamındaki konumu dikkate alınmalıdır.
“Azı karar.” lafı akıllıca bir uyarıdan fazlasını anlatır. Yaşlı
yetişkinler gençlere kıyasla ilaçları o kadar kolay metabolize
edemeyebilirler, bu yüzden dikkatle gözlem altında tutul
malıdırlar. Reçete yazma konusundaki sorumluluğu gide
rek artan doktorların yazdıkları ilaçların diğer ilaçlarla et
kileşimini gözlemlemeye vakitleri olduğunu varsaymak çok
iyimser bir davranıştır. Her bir hastanın tıbbi durumunu
ve değişen yaşam şartlarını gözlem altında bulundurmak
yönetilen sağlık hizmetlerinde çok zordur. Terapistlerin
hastalarıyla geçirdikleri seans süreleri ve kurdukları bağ
lantı göz önünde bulundurulduğunda, ilaç yazacak hekime
hastayla ilgili ayrıntıları iletme sorumluluğunu onların üst
lenmesi gerekir.
KARTEZYEN GEÇMİŞ
BASE
BASE, beyin-temelli bütüncül terapinin ana elementlerini
içeren anımsatıcı bir kelimedir.
B - Beyin: Anksiyete ve depresyonun beyinde nasıl or
taya çıktığı konusunda artık daha fazla şey biliyoruz. Do
layısıyla yapılan tedavi planları artık daha fazla anlam ifade
ediyor. Örneğin; anksiyeteli hastalarda hiperaktif R-PFC
(Sağ prefrontal korteks) ile hipoaktif L-PFC (Sol prefrontal
korteks) görülmesi ihtimali de yüksek olduğu için, beynin
iki yarısının aktivasyonunun da dengeli olması konusunda
dikkatli olmak gerekir.
KİTABIN PLANI
Bu kitap, etkili psikoterapiyi karmaşık hâle getiren tüm
faktörleri danışanlarınızın anlayacağı basit ifadelere nasıl
indirgeyebileceğiniz! anlatır. Birbiriyle ilintili ve bir amaca
hizmet eden bütün yaklaşımların ortak paydası beyindir.
Beyin hakkında, kanıta dayalı uygulamalarla birleştirilmiş
anksiyete ve depresyon bağlamında konuştuğumuzda hem
neler olup bittiğini anlar hem de iyileşmek için bir yol ha
ritası çizmiş oluruz.
Bütüncül beyin temelli psikoeğitsel yaklaşım, psikoce-
rapinin diğer yönlerinin önüne geçmez, aksine onları da
içerir. Etkili psikoterapinin temel hususlarından biri, te-
rapötik ittifakın pekiştirilmesi olduğu için bu yaklaşım
kolay anlaşılır bilgiler, net ve yapıcı öneriler sunarak kre-
dibilite ve güven oluşturur. Geçmişte, hastalar neden veya 4
4 Güvenli acil durum; Safe Emergency
nasıl kendilerini o kadar kötü hissettiklerini terapistlerinin
anlayabileceğine hem güvenmezlerdi hem de inanmazlardı.
Birçok iyi niyetli terapist empati yapardı fakat kredibilite
olmadan empati, arkadaş desteğinden öteye geçmezdi.
Terapötik değişim başlatabilmek danışanın kendi duru
munun farkında olmasını ve bu konuda ne yapabileceği
ni bilmesini sağlamayı gerektirir. Bu bilgi, sorunu çözmek
için ne gerekiyorsa yapma motivasyonu uyandırır. Danı
şanın motivasyonu olmazsa, tüm işi herhangi bir kazanım
olmaksızın siz yapmış olursunuz. Terapistlerinin kendi du
rumuyla ilgili ne bildiğini bilmek danışanın hakkıdır, aksi
hâlde bu bilgiler sanki gizli ve kutsal bilgilermiş gibi kilit
altında tutulur. Bu tür bilgiler danışandan saklandığında
paradoksik etki yaratan bir sırra dönüşür: Danışan kendini
daha kötü hisseder ve sorununun kendisinin bile anlaya
mayacağı kadar karmaşık olduğunu düşünür, anksiyete ve
korku duyar.
Bu kitap psikoterapinin beyin-temelli ortak paydalarını
anlatan üç bölümden oluşmaktadır. Ana metin iki adet ek
bilgi kutusu ile desteklenmektedir. Ek bilgi kutucukların-
dan biri seans esnasında danışanlarınıza neler söyleyebile
ceğinizi içeren özel bazı öneriler içerir. Diğeri ise ana metni
destekleyen nörobilim araştırmalarından bahseder.
TEŞEKKÜR
NÖROBİLİM UYGULAMALARI
UYGULANABİLİR NÖROBİLİMİN
ÖĞRETİLMESİ
Nörobilimdeki pek çok yeni gelişme, psikoterapi ile çok
yakından ilgilidir. Bu faktörler danışanlara açıklanabilir
ve davranış değişikliği için yapacağınız önerilerin içeriği
ni oluşturmak için kullanılabilir. Aşağıdaki faktörlerin her
biri terapilerinize rehberlik edebilecek bilgilerin parçası
olarak kabul edilebilir.
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NOROBILIM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
Dorsolateral
Prefirontal
Korteks
Orbital
prefrontal
korteks
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBÎLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
Beynini Bilmek
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NOROBILIM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİÜM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
SEEDS’İN DSİ
Danışanların hayatlarında en çok ihmal ettikleri fakat en
önemli kısım beslenmedir. Danışanın ne yediği, ne yeme
diği, ne kadar besleyici gıda tükettiği gibi faktörler onların
dikkat kapasitelerini, psikoterapiden ne kadar faydalanabi
leceklerini, ruh hâllerini ve sonunda demansa yakalanma
olasılıklarını belirler.
Mesela, dengeli bir beslenme alışkanlığı olmamasının
sağlıkla ödenen bedeline örnek olarak Claire gösterilebilir.
Claire, bekleme salonunda adını seslendiğimde, özür diler
miş gibi gülümseyen genç, ufak tefek bir bayandı. Utanma
ya gerek olmadığını hissettirebilmek için, onu rahatlatmaya
çalıştım. Oturur oturmaz, bana niye bu randevuyu aldığı
nı gösterdi. Nefes alıp vermesi hızlanmış, sesinde kontrol
edemediği bir endişe dalgasıyla konuşması da hızlanıyordu.
Bir süre sonra, kelimeler o kadar hızla dökülüyordu ki ne
dediğini takip etmekte zorlanıyordum. Başlangıçtaki ser
best yüzen anksiyete tanımı makuldü fakat sonra fikirlerini
birbirine bağlayan mantıklı bir akış olmaksızın bir konu
dan diğerine atlamaya başlamıştı. Sonra birdenbire sustu,
gözlerinde dehşete kapılmış bir ifade vardı.
“Bu sinir nöbetleri sık sık olur mu?” diye sordum.
Gergin bir hâlde kafa salladı, gözleri bu korkularının ce
vabını benim gözlerimde arıyordu. Elindeki kâğıt bardakta
kahve vardı. Neyse ki üzerinde plastik bir kapak örtülüydü.
Yoksa halım baştan aşağı kahve olacaktı.
Elindeki bardağı işaret ettim.
“Büyük boy, yağsız latte.” dedi sakin bir şekilde.
“Kahvaltıda ne yediniz?” diye sordum.
“Sadece bir kruvasan. Rejimdeyim de...” diye cevapla
dı, sanki boş sorularla vakit kaybediyormuşuz gibi.
Meseleyi biraz kurcaladıktan sonra, genellikle öğle ye
meklerini atladığını ve günün devamında ‘sürekli yor
gunluk’ hissini yaşamamak için kahve içtiğini öğrendim.
Akşamları da günün stresini atmak için bir veya iki kadeh
şarap içiyordu. Ve normal olarak insomniyadan (uykusuz
luk) muzdaripti.
Kitabi bir konuşma olmaması için elimden geleni ya
parak, gün içinde sakin ve dayanıklı kalabilmesi için gere
ken beyin kimyasallarını üretecek dengeli bir beslenmenin
ne kadar nemli olduğunu anlatmaya çalıştım. Aşırı kahve
ve basit karbonhidrat tüketmesi konusunda onu uyardım,
bunların ruh hâline, kavrayışına ve uykusuna nasıl olum
suz etki yaptığını anlattım. Rahatlamak için içtiği alkolün,
nörokimyasını nasıl bozduğunu da açıkladım.
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
Uyku Saatleri
NÖROBİLİM
• Kanser
• Epilepsi
• Fibromiyalji
• Huntington hastalığı
• Hipertansiyon
• Hipertiroidi
• Böbrek hastalığı
• Parkinson
• İştah kapatıcılar
• Astım ilaçları
• Kortikostereoidler
• Dekonjestanlar
• Diüretikler
• Kalp ilaçları
• Böbrek ilaçları
• Parkinson ilaçları
Uyku Hijyeni
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
BELLEK SİSTEMLERİNİN
GELİŞTİRİLMESİ
BELLEK SİSTEMLERİ
Yöntemsel Epizodik
Duygusal Otobiyografik
Genel Semantik
Klasik şartlanma İçerik odaklı
Şekil 3.1: İki uzun süreli bellek sistemi, Örtük bellek ve Açık Bellek
Açık bellek, bilinçli farkındalık ve işleyen bclleğjn kod
lamasına bağlıdır. Aslında işleyen bellek, uzun süreli açık
belleğin giriş kapısı gididir çünkü hipokampüs ve DLPFC
arasında nöroanatomik bir bağlantı vardır. Kişi, kodlamayı
açık bellekte yaptığında DLPFC ve hipokampüs arasında
ki geri bildirim döngüsü, işleyen bellekteki ilgili içeriğin
LTM’nin güçlenmesine etki etmesini sağlar. Yani açık bel
leğin oluşumunda odaklı bir dikkat gerekir. Hipokampüs,
amigdaladan çok daha geç çevrimiçi olur ve açık bellek ka
pasitesi genellikle üç yaşından sonra oluşmaya başlar.
Korteks altı modüllere dayalı olan örtük belleğin ak
sine açık bellek, beynin iki yaşından sonra olgunlaşmaya
başlayan kısımları olan hipokampüs ve kortekse dayalıdır.
Bu yüzden, Freud’un, çocukluğumuzun çok erken dö
nemlerinde yaşadığımız kötü deneyimleri baskıladığımız
konusundaki hipotezini yansıtan infantil amnezi denen
şey, nöropsikolojik açıdan pek bir şey ifade etmez. İnfantil
amneziyi psikoanalitik bir kavram olarak daha da gülünç
boyutlara taşıyan Otto Rank’ın XX. yüzyılın başlarında or
taya attığı teori, hepimizin ‘doğum travması’ yaşadığımızı
anlatmaktaydı. Demek ki hepimiz hayatımızın geri kalan
kısmını, doğmuş olmanın travmasını atlatmaya çalışarak
geçiriyorduk.
Bazı terapistlerin, daha mantıklı ama yine de belleğin
karmaşıklığını ve sınırlarını göz ardı ederek yaptıkları açık
lamalara göre, ilk birkaç yıl içinde yaşadıklarımızı hatır
lamamamızın sebebi, onları bastırmış olmamızdı. Benden
kendilerini hipnozla geçmişe götürmemi isteyen, yaşamla
rının ilk yıllarına gidip, o yıllarda nasıl bir hayat yaşadık
larını ‘keşfetmek’ isteyen danışanlarım oldu. 19801er 90lar
boyunca hipnoz terapileri uyguladım. O yüzden biliyorum
ki kodlanmamış açık bellek anılarının görülmesini sağlaya
cak bir zaman makinesi yapamam.
Örneğin; Brenda adında bir danışanım, babasının ya
nında asla rahat hissetmediğini anlatmıştı. Benden kendi
sini transa sokmamı istedi; “Beni geçmişe götür ki baba
mın beni kucağında nasıl tuttuğunu görebileyim. Belki de
annem kadar şefkatli değildi.” Açık belleğindeki anıların
dan en net hatırladığı şey, babasının akşam yemeklerinde
masadaki suratsız ve asabi tavırlarıydı. Onun yanındayken
bütün aile diken üstündeydi.
Ona, açık belleğin 3, 4 yaşlarına kadar genellikle kod
lanmadığını açıkladım. O zamanki anıları hatırlarken bile,
bugünkü bakış açımız, hatırladığımız şeylere karar verip
onları şekillendirmekte etkilidir. “Dahası,” dedim “Odada
koca bir fil varken, orda olup olmadığını bile bilmediğiniz
bir fareyi neden arıyoruz ki? Anılarınız apaçık gösteriyor ki
babanız herkesi geriyormuş.”
DANIŞAN EĞİTİMİ
NOROBILIM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBILIM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBILIM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NOROBILIM
I ,>. ,^ >>*
Duygusal uyarılma amigdala aktivitesini artırır. Böy-
lece medial temporal lob bellek sistemi aktivitesi de
hipokampüs ve entorhinal korteksteki aktivitenin yu
karı regülasyonu yoluyla gelişir ve değişir. (McGaugh,
2004) Buna ek olarak, adrenalin, NE ve kortizol da-
hil nörokimyasalların HPA aksı yoluyla iyileştirilmesi,
amigdaladaki nöron ateşlemesi ve teta frekansındaki
hipokampüs arasındaki elektro-fızyolojik senkronu ar
tırır, böylece bellekle ilişkili nÖroplastisite de artar. (Pe-
res ve ark., 2007) Aynı işlevsel bağ, duygusal anıların
çağrılması esnasında da tekrarlanır. Başka bir deyişle,
açık bellek anıları duruma bağlı olabilir. (Depresyonda
olduğumuzda, bizi üzen olayları hatırlamamız gibi)
DANIŞAN EĞİTİMİ
Anıları Pekiştirmek
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
OTOSTRES BOZUKLUKLARI
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
AllostatikYük
Kronik stres, travmatik bir durum yaşandığında aktive
olan stres devrelerini harekete geçirir fakat çok uzun bir
süreliğine. Fazlaca stresli danışanlar neden sıklıkla fiziksel
sorunlar yaşadıklarını anlamakta zorlanıyorlar. Kortizol
bedenin çoğu fonksiyonunu durdurur; örneğin sindirimi,
bağışıklığı, cinsel sistemleri, metabolizmayı... Adlostatik
yük oluştuğunda, kortizol harekete geçer ve adrenalin, NE
ve kolesterol seviyelerini artırır, kan basıncını ve kalp hızı
nı yükseltir. (McEwen & Stellar, 1993) Bu süre uzadığın
da, artmış olan kortizol, epinefrin ve NE kardiyovasküler
problemler yaratabilir, kan basıncı ve kalp hızı da artmış
olduğundan kalbin iç yüzeyleri zarar görür. Kan damarları
büzüşür ve kalp ritmi azalarak ani kalp krizi ve muhteme
len ölüme sebep olabilir. Kalp üzerindeki tüm bu yıpratıcı
etkiler, J.M. DeCostanın askerin kalbi’ adım verdiği, îç
savaşın sebep olduğu travmaların sağlığa etkileri hakkın-
daki tanımını haklı çıkarmaktadır. Fiziksel etkilerin kalpte
sebep olduğu hastalıkların sadece bir metafor olmadığını
iddia etmiştir. (DeCosta, 1871)
Aşırı kortizolün bedenin birçok yerinde yıpratıcı etkisi
vardır. Örneğin; kronik depresyon yaşayan kadınlarda kor
tizol seviyesinin yüksek, kemik mineral yoğunluğunun ise
düşük olduğu görülmüştür. (Michclscn vcark., 1996) Kor-
tizol, üreme sistemini etkisiz hâle getirip, cinsel performan
sı ve üremeyi etkiler. Bu zararlı etkiler, yeni meslek sahibi
olup aynı zamanda bir aile kurmaya çalışan genç çiftlerin
çok yaygın olarak yaşadığı sorunlardır.
Stres sırasında, kortizol:
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
NOROBILIM
s/ 'i; * ■
CRHdeki artış, beyindeki NE salgılayan ana kısım olan
LC’yi işaret eder. NE, amigdalanın aktive edilmesinde
i ki etkisiyle streste büyük rol oynar. Aslında, aşırı allos-
tatik yüklenme sırasında, özellikle de fazla CRH’den
dolayı hipofız durduğunda, CRH amigdalayı hedef
alır. Ergenlikte ve sonraki dönemlerde görülen PTSD
durumunda hipofız hacminin daha büyük olduğu be
t)»'
lirtilmektedir. (Thomas & DeBellis, 2004) HPA aksı
/ kortizol salınımını durdurabilir fakat travmadaki birey
/ hâlâ tehlike olasılığına karşı aşırı tetiktedir, örneğin,
* uzamış ve aşırı stres sonrasında ön hipofızdeki CRH
reseptörlerinin aşağı regülasyonu söz konusu olabilir,
bÖylece çok fazla kortizol salınmaz. (Bremner ve ark.,
1997)
Psikonöroimmunolojik Arayüz
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
GENEL ANKSİYETE
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
Bilişsel Kaçınma
DANIŞAN EĞİTİMİ
Eğer biri size bütün iyi niyetiyle, her şeyin yoluna gire
ceğine dair güvence vermeye çalışırsa, ona deyin ki “Te
şekkür ederim ama ben hiçbir şeyin kesin olmadığını
kabul etmeyi öğreniyorum.”
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
ANKSİYETEYE ODAKLANMAK
1 NÖROBİLİM
• Astım
lı
• Kompleks kısmî nöbeder
• Kafa yaralanmaları
> • Hiperventilasyon (normalden daha hızlı soluk alıp
verme)
1
• Akciğer anomalileri
• Vestibüler fonksiyon bozukluğu
M
.
Kardiyovasküler Durumlar
#
• Yüksek tansiyon
/ • Mitral kapak prolapsusu
t?
f
f. Kronik obstrüktif akciğer hastalığı
1.
• Akciğer kanseri
• Zehirlenme
• Çevresel zehirlere maruz kalma (hidrokarbonlar,
cıva, karbondioksit)
Beslenme Bozuklukları
• Kalsiyum
• Magnezyum
• Potasyum
• Vitamin B12
Tıbbi Durumlar
• Adrenal tümör
• Cushing hastalığı
• Hipoglisemi
• Hipotiroidi
• Meniere hastalığı
• Paratiroid hastalığı
• Sarsıntı sonrası sendromu
Endokrin Sorunları
• Cushing sendromu
• Hipertiroidi
• Hipoglisemi
• Menapoz
• Böbrek üstü bezi tümörü
• Adet öncesi sendrom
İlaç tedavisi ve İlaçlar,
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
Biliyorum, konfor alanınızdan çıkmak için ilk adımı
atmaya kendinizi hiç hazır hissetmiyorsunuz fakat hazır
hissetmemek bile beyninizin yeniden programlanma
sı için gereken yakıtı sağlar. Böylece o adımları atarak
konfor alanınızı genişletebilirsiniz.
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
PANİK BOZUKLUK
Panik bozukluk yaşayan kadın sayısı erkeklerin iki katı
fazladır. (Kessler, Chiu, Ruscio, Shear & Walters, 2006)
Kadınlarda agorafobi oranı, panik atakla ilişkili katastrofık
düşünceler ve özellikle nefes darlığı, baygınlık ve boğulma
hissi gibi solunuma bağlı semptomların başı çektiği fizyo
lojik algılar daha yüksek oranda görülür. (Sheikh, Leskin
& Klein, 2002)
Panik bozukluk, anksiyete bozukluklarının en dramatik
ve kortucu türlerinden biridir çünkü danışanlarda birden
bire, herhangi belirgin bir sebep olmaksızın, şiddedi bir
korku duygusunu tetikleyen, kontrol edilemez fiziksel ve
psikolojik semptomlar görülür. Fiziksel semptomlar, kalp
çarpıntısı, nefes darlığı ve göğüs ağrısıdır; psikolojik semp
tomlar ise ölüm, kalp krizi veya delirme korkusudur. Da
nışan eğer bir felaket yaşayacağını düşünüp korku hissedi
yorsa, bu semptomların her biri panik atağı tetikleyebilir.
Bu fiziksel algılar, danışan “Nefes alamıyorum, öleceğim.”
gibi korku dolu düşüncelerle aşırı tepki verdiğinde yoğun-
kılacaktır. Daha sonra, Kalp krizi geçiriyorum!” gihi kor
ku dolu düşünceleri besleyen daha fazla fiziksel algı ortaya
çıkmaya başlar.
Panik atak sırasında danışan, dalga dalga gelen anksiye-
te ataklarından yorgun düşebilir. Ataklar periodik olarak
ortaya çıkar ve danışan asla bir daha ne zaman atak geçire
ceğini bilmez. Panik ataklara bu ismin verilmesinin sebebi
kişinin yaşadığı panik hissinden dolayıdır. Danışanın hiç
bir şekilde kontrol edemediği bir panik hâli yaşanır. Tek
başına bir panik atak vakası kişide panik bozukluk olduğu
nu göstermez. Panik bozukluk olduğunu anlamamız için
stres semptomlarının daha kaygı verici bir şeyler olduğunu
göstermesi gerekir. Bu aşırı tepki durumu nöroplastisiteyi
ve tekrarlayan panik atakları artırır.
Panik bozukluk, diğer anksiyete bozukluklarıyla birlik
te görülebilir. Panik bozukluğu olan insanların %50’sinde
genel anksiyete bozukluğu (GAD), fobiler ve obsesif-kom-
pulsif bozukluk (OCD) ve hatta depresyon görülmektedir.
Danışanda hem panik bozukluk hem de depresyon şikâye
ti varsa yeni beceriler denemeye çok istekli değildir ve bazı
olumlu değişimler yaşadığında ise bunları olumsuz ve kıy
metsiz görme eğilimindedir. Depresyon genellikle fizyolojik
uyarımı düşürdüğü için danışan interoseptif maruziyet eg
zersizlerinden yeterince istifade edemeyebilir. (Aşağıda bah
sedilmektedir) Bu yüzden, depresyonla davranış aktivasyonu
(Bölüm 9) yoluyla ve aynı anda anksiyeteyle nasıl başedile-
ceğini öğrenerek mücadele etmek L-PFC’yi aktive edecek ve
R-PFCdeki aktivasyonu önemsiz hâle getirecektir.
Kalp çarpıntısı ve nefes darlığı gibi bedensel algılara
korku tepkisiyle karşılık verenler sadece panik bozukluktan
ve travma sonrası stres bozukluğundan (PTSD) muzdarip
olanlar değildir. GAD’lı insanlar da aynı tepkiyi verirler.
Terapinin, anksiyete ve panikle ilişkili bazı fiziksel algıları
tetiklemesi gerekir ki danışan bu algılara alışsın ve olumsuz
etkilerini tesirsiz hâle getirsin.
Danışanlara panik atak öncesi fiziksel algıların atakla
ra sebep olmadığını açıklamak gerekir. Bu fiziksel algılara
karşı gösterilen aşırı tepkilerdir gerçekte ataklara sebep olan
şey. Bedensel algılara verilen aşırı reaksiyonun panik atağa
götüren bir dizi olaya nasıl yol açtığını göstermek için, da
nışana birkaç kat merdiven çıktığında ve kalp atışları hız
landığında ne olduğunu sormak faydalı olabilir.
Panik bozukluk sahibi danışanlar spor yapmaktan ka
çarlar çünkü kalp çarpıntısı ve terleme yaşamak istemezler.
Bunların panik atağı tetikleyeceğini zannederler. Oysa ki
araştırmalara göre, kişi spor yaparken panik atak geçirmez.
(Anthony, Roth Ledley, Liss & Svvinson, 2006) Aksine eg
zersiz panik atağın tedavisinde önerilen etkili bir tedavi
dir. Smiths, Povvers, Berry ve Otto (2007) orta seviyeden
yüksek seviyeye çıkan, otuzar dakikalık ve haftanın iki veya
dört günü ve en az dört hafta boyunca yapılan egzersizler
önermektedirler. Egzersiz hem interoseptif maruziyeti hem
de anksiyeteyi ortadan kaldıracak nörokimyasal değişiklik
leri sağlar.
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
Destek
Mağdurların, kabul edildiklerini, anlaşıldıklarını ve rahat-
latıldıklarını hissetmeye ihtiyaçları vardır. Dingin ve güven
verici tavrınız, kendilerini yalnız hissetmelerini engeller,
kafalarını karıştıran aşırı uyarılmıştık ve travmayı yeniden
yaşama duygusunu engeller. Tepkileri onların, Bölüm 2’de
tanımladığımız bağlanma tarzlarını yansıtır. Eğer güvensiz
bağlanma yaşamışsa, empatik bir destek alma çabalarınız
boşa çıkabilir, karşınızdaki yeterince alıcı olduğunu göster
meyebilir. Her ne kadar dirençle karşılaşırsanız karşılaşın,
karşınızdakinin yalnız hissetmemesini sağlamanız onun
için sosyal bir tampon etkisi yaratacaktır.
Travmatik bir olaydan sonra sosyal destek eksikliği PT-
SD’nin ortaya çıkması için zemin hazırlayan önemli bir
risk faktörüdür. (Bowler, Mergler, Huel &c Cone, 1994;
Özer, Best, Lipsey & Weiss, 2003; Solomon, Mikulincer
& Avitzur, 1998) Bu yüzden, mağdurun sosyal destek sis
temlerini etraflıca gözden geçirmeniz çok önemlidir. İlk
anda aldıkları desteğin, sosyal beyin ağlarını aktive ettiğini
ve böylece travma karşısında ortaya çıkan gerginliği azalttı
ğını belirtmek faydalı olacaktır.
Bu faktörlere ek olarak, sosyal desteğin kalitesi de kişi
nin PTSD’ye yakalanmasında önemli bir faktördür. Sosyal
desteğin nörodinamikleri Bölüm 2’de açıkladığımız faktör
lere dayanır yani parasempatik sinir sistemini ve sosyal bağ
lanma sisteminin de dahil olduğu diğer sosyal beyin ağları
nı aktive eden oksitosin, ayna nöronlar ve diğerleri. Sosyal
desteği artırmanın bir diğer faydası da günlük aktiviteleri
normal hâline döndürmesidir. Travma yaşayan kişiler diğer
insanlarla ilişkisinin kopuk olduğunu hissetseler de “Fake
it till you make it!” (Başarana kadar -mış gibi yap!) şiarı
“Anı yaşa!” şiarıyla birlikte gününüzün hedefi olsun. Da
nışanlar empatik destek aldıklarında, onları anlayan ve on
larla ilgilenen birileri olduğunu bilerek kendilerini daha az
yalnız ve kaygılı hissedeceklerdir.
DANIŞAN EĞİTİMİ
Değerlendirme
Eğitim
NÖROBİLİM
NÖROBILIM
NÖROBİLİM
■
Yükselen IL-6 (anti-enflamatuar bir sitokin) hipotaia-
mik-hipofiz-adrenal aksını (HPA) bozar. (Chrousos ve
ark., 1995) PTSD’li yetişkinlerin bağışıklık sistemleri
incelenmiş ve serebrospinal sıvılarında fazla miktarda
pro-enflamatuar sitokine rastlanmıştır. (Baker ve ark.,
2001; Rohleder, Joksimovic, Wolf & Kirschbaum,
2004)
IL-6 enflamatuar sitokinlerin salgılanması, NE’nin ar
tışıyla beta adenoreseptörlerin aktive olmasıyla tetikle
nebilir. Enflamasyon, CRH/Phistamine aksı gibi diğer
akut stres sistemlerinin hiperaktivitesiyle de oluşabilir
ve yükselen kortizol ile IL-6’nın kombinasyonu ile baş
latılan akut faz reaksiyonunu artırabilir. (Elenkov, Iez-
zoni, Daly, Harris & Chrousos, 2005) Örneğin, trav
ma yaşayan çocuklarda IL-6’nın ve akşam kortizolünün
yüksek olduğu görülür. Bu durum onların, travma
yaşamış ama IL-6 ve kortizolün yükselmemiş olduğu
çocuklara kıyasla, PTSD yaşama olasılığını artırır. (Pa-
panicolaou ve ark., 2005)
Bütün bu faktörler bir araya geldiğinde, Birinci Arama
da niyetlenilen stabilizasyonun PTSD’nin önlenmesinde
ne kadar önemli olduğu görülmektedir. Yani NE’nin, kor-
tizolün ve enflamatuar sitokinlerin seviyesini düşürmek,
travma yaşamış insanları stabilize eder. O zaman PFC
amigdalanın aşırı çalışmasını önleyebilir ve kişinin PTSD
yaşama riski düşürülebilir.
Bu faktörler göz önünde bulundurulduğunda, bir za
manlar travmalardan hemen sonra uygulanan kritik olay
değerlendirmesi (CID - critical incident debriefıng) de
nen psikolojik müdahale bugün terapiye aykırı bir yöntem
olarak kabul edilmektedir. CID aslında Birinci Aşama’daki
Stabilizasyonun temel hedefiyle çakışır. Önemli olan nok
ta, bellek pekiştirmenin zaman alması ve travmatik detay
ların erken bir süreçte yeniden gözden geçirilmesiyle yük
selen stres nörokimyasının travmatik anıların kodlanma
sürecini hızlandırmasıdır. Travmanın ayrıntıları çok erken
bir zamanda incelendiğinde danışanın belleğine kaydettiği
anılar çok daha korkutucu görüntülerden oluşur. Çok er
ken maruziyet amigdala reaktivitesini yükseltir, NE seviye
si aniden yükselir ve örtük bellek daha fazla kodlanır. NE
ve kortizol seviyesi ne kadar yüksek olursa, travmatik belle
ğin sağlamlaştırılma şansı o kadar büyük olur. Danışanlar,
stres nörokimyasının artırılması yerine Birinci Aşamadaki
terapötik çabaların stabilizasyonu sağlamaya yönelik olma
sı gerektiğini bilmelidir. Birinci Aşama, yükselen stres kim
yasını düşürerek daha az travmatik belleğin kodlanmasını
amaçlar.
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİÜM
Beynin PTSD ile ilişkili bölümlerinin yapısal bütünlü
ğü çeşitli yöntemlerle ölçülmüştür. Özellikle iki farklı
beyin alanı üzerinde durulmuştur; ACC ve hipokam-
püs.
Hipokamptis bölgesinin iki tarafında, N-asetil asparta-
tın (NAA) %23 oranında azaldığı görülmüştür. Ayrı
ca, kontrollerde görülmüştür ki sağ hipokampüste ko
lin maddesi %26 oranında azalmıştır. (SchufF ve ark.,
2001) PTSD’de hipokampüste hacim kaybı olmadı
ğında görülen NAA azalması, metabolik bozukluklara
veya glial yaygınlaşmaya işaret edebilir.
NAA/kreatin araştırmaları hipokampüste nöron aktivi-
tesinin azlığına işaret etmektedir. Azalan hacimler, özel
likle de ACC’de, NAA’da değişikliklerle ilgilidir ki bu
da nöral bütünlüğün ölçütüdür. Örneğin, bir araştır
mada PTSD’li çocukların ve yetişkinlerin ACC’lerin-
de NAA/kreatin oranının düşük olduğu bulunmuştur.
(Shin, Rauch & Pitman, 2005)
Beynin çeşitli bölgelerindeki aktifliği veya durgunluğu
ölçmenin bir yolu serebral kan akımındaki (CBF) de-
ğişikliklere bakmaktır. ACC vc mPFCde daha az ak-
tivite olduğu, yapısal görüntülemelerle de uyumludur.
Beynin bu bölgeleri aktif olmadığında amigdalada aşırı
aktivasyon meydana gelir. Ancak, düzgün bir şekilde
aktive edilirse, amigdala kontrol altında tutulabilir.
PFC’deki bölgesel CBF (rCBF)’nin PET incelemele
rinde PFC’de subcallosal korteks dahil, aktivite azlığı ve
ACC’i aktive etmede başarısızlık görülmüştür. (Brem-
ner ve ark., 1999)
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
Birleştirmeye Başlamak
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
Somatik Terapiler
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
GÜVENLİK
Danışanlar, güvenlik duygularını yeniden kazanmaları için
gereken adımları SAFE koduyla hatırlayabilirler:
S- Sharing (Paylaşma)
A- Acceptance (Kabullenme)
F- Family/friends (Aile/Arkadaşlar)
E- Exposure (Yüzleşme/Maruziyet)
Bu adımların her biri güvenlik duygusunu oluşturmak
açısından sürekli uygulanmalıdır.
Paylaşma (Sharing)
Kabullenme (Acceptance)
Yüzleşme/Maruziyet (Exposure)
DANIŞAN EĞİTİMİ
\
BÖLÜM 8
OBSESİF-KOMPULSÎF BOZUKLUK
NÖROBİLİM
OKB’nin altında yatan harekete geçirici devreler, vent-
ral medyal PFC, striatum ve dorsal talamus ile bağlan
tılıdır. OKB semptomlarını inhibe eden yol DLPFC ile
ilişkilidir. OFC (ventral PFC) hiperakdvitesi OKB’nin
temel sebeplerinden biridir (Baxter ve ark., 2000)
OKB ile birlikte kompulsiyonlar, etkisiz olan striaru-
mun (kaudat nükleus), obsesyon ve anksiyeteyi nötra
lize etmesi için talamusun kapılama yapmasını sağlar.
Genel olarak, OKB ile ilgili MR araştırmaları OFC’de,
ön singulat kortekste (ACC) ve kaudat aktivitesinde
anormallikler olduğunu göstermiştir. (Baxter ve ark., 3l
1987; Svvedo ve ark., 1992)
NÖROBİLİM
Bilişsel davranışsal terapi (BDT) almış OKB hastala
rıyla yapılan çalışmalara dayanarak bazal gangliamn
bir parçası olan sağ kaudat nükleusta metabolizmanın
yavaşlamış olduğu görülür. (Linden, 2006) Dahası.
yüzleşme ve tepki önleme sürecinden sonra bazı danı
şanlarda talamik metabolizmada yavaşlamayla birlikte
sağ ACC’de önemli bir artış görülmektedir (Saxena ve
ark., 2009)
OKB’da kortikobazal ganglia devresinde fonksiyon bo
zukluğu olduğuna dair kanıtlar mevcuttur. OFC’de,
ACC’de ve kaudat nükleusta (bazal ganglia denen
korteks altı bölgenin bir parçası olan striatumun ön
kısmı (Graybiel & Rauch, 2000) OKB ile bağlantılı
olan Tourette Sendromu’nda, özellikle ergenlik öncesi
erkeklerde putamenin (striatumun arka kısmı) etki
lendiği görülmektedir. Tekrarlayan tikler ve hareketler,
motor düğüm denen şeyin bariz semptomlarıdır.
MR ve spektroskopi araştırmaları, OKB’li insanların
striatumlarında nöron yoğunluğunun azalmış oldu
ğunu göstermektedir. (Fitzgerald, Moore, Paulson,
Stevvart & Rosenberg, 2000)
NÖROBİLIM
1. Suyu açar.
2. Ellerini ıslatır.
3. Ellerini sabunlar.
4. Birkaç saniye ovalar.
3. Durular.
6. Suyu kapatır.
7. Ellerini kurular.
DÜZEN
‘Düzen’ kelimesinin OKB’li danışanlar için bir paradoks
teşkil ettiği düşünülür. İroniktir ki OKB’nin ve onunla
bağlantılı uyumsuz duyguların ortaya çıkmasının sebebi
aslında danışanın düzen anlayışıdır. Danışanlara eski dü
zen anlayışlarını daha esnek ve uyarlanabilir düşüncelere
dönüştürmelerini ve kendilerini o katı ve uyumsuz OKB
alışkanlığından kurtarmalarını öğretebilirsiniz. Danışan-
ların ihtiyacı olan şey sağlıklı bir düzendir, OKB’nin dü
zensizliği değil. Bu yüzden onlara OKB’yi hayatlarından
çıkarmaları için beyinlerini ORDER kodunu kullanarak
yeniden düzenlemeyi öğretebilirsiniz. ORDER kelimesi
nin harflerini kendilerine gerçek düzeni hatırlatan kodlar
olarak kullanabilirler. Bu kodlar, danışanların beyinlerini
yeniden düzenlemeleri için düzenli olarak uygulamaları ge
reken bazı yöntemler içerir.
Observing (Gözlemleme)
Reminding (Hatırlatma)
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
Doing (Yapma)
DANIŞAN EĞİTİMİ
Yüzleşme
Tepki Önleme
DANIŞAN EĞİTİMİ
SAĞLIK OBSESYONLARI
Amerika nın en büyük tam donanımlı ve entegre sağlık sis /V
NÖROBİLİM
DEPRESYON
CİNSİYET VE DEPRESYON
ENFLAMASYONUN ETKİSİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DEPRESYONLU ANKSİYETE
NÖROBİLÎM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
Depresyonda veya kaygılı olduğunuzda muhtemelen ha
tırladığınız anılar da depresif ve kaygı uyandırıcı anılar
olacaktır. Bu demek değildir ki geçmişte hiçbir pozitif
olay yaşamadık. Sadece amigdala ve hipokampüs dep
resyon ve anksiyete ile örülü anıları geri çağırmak için iş
birliği yapmaktadır. Biz de sizinle iş birliği yaparak po
zitif ruh hâline kavuşup, pozitif anılarınızı çağıracağız.
Biliş ve Depresyon
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
: DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
SOSYAL DESTEK
Kaiser Permanente Tıp Merkezlerindeki Best Practices
programlarının eski yöneticisi Lloyd Lindford hem tera
pistlerin hem de psikiyatrların gördüğü 1000’den fazla in
sanın elektronik kayıtlarını inceleyerek her bir doktorun
teşhise yönelik tercihlerini belirlemeye çalışmıştır. Tera
pistlerin psikiyatrlardan üç kat daha fazla olasılıkla, sorunu
ilişki sorunu olarak gördüklerini tespit etmiştir. Pax Me-
dicanın patolojikleştirme eğilimini bir tarafa bırakırsak,
ilişki problemlerinin gerçekten de depresyonla çok güçlü
bağlantısı olduğunu görebiliriz. Yalnızlık dünya çapında
araştırmalara konu olmuş bir mevzudur ve depresyonla tu
tarlı bir ilişki içindedir.
Portekiz’den İsviçre’ye göç eden 65 yaş üstü yetişkinlerle
yapılan bir depresyon araştırmasında yalnızlığın en büyük
depresyon sebebi olduğu bulunmuştur. (Neto & Barrios,
2001) Benzer bir araştırma Londra’da 65 yaş üstü 2600 kişi
arasında yapılmış ve sosyal izolasyon riski taşıyan % 15 den
fazla insanın depresyondan muzdarip olduğu görülmüştür.
(Iliffe ve ark., 2007)
Pek çok danışan, kendilerini sosyal aktivitelerle il
gilenmeye motive etmek için daha fazla bilgiye ihtiyaç
duymaktadır, özellikle de insanlardan kaçtıklarını hisset
tikleri zaman. Bu noktada, SEEDS formülünün (Bölüm
2’de bahsettiğimiz) sağlıklı beyin faktörlerini nasıl temsil
ettiğini hatırlatmak iyi olabilir. Kişi yalnızlıktan muzdarip
olduğunda beyninde neler olup bittiğini tanımlayabiliriz.
Depresyondaki kişilere yardım etmenin beyin temelli bir
yaklaşımı vardır; sosyal beyin ağları tanımlanır, yalnızlığın
bu ağları nasıl devre dışı bıraktığı ve sistemsel bir krize se
bep olduğu açıklanır. Uzun vadede, yalnızlık uzun ömürlü,
sağlıklı bir yaşama sigara kadar zarar verir. (Cacioppo &c
Patrick, 2008) Kişiler yalnız olduklarında devre dışı kalan
tüm sosyal beyin ağlarına ek olarak, temporoparyetal kav
şak (TPJ) da küçülebilir. Bilişsel empati kapasitesindeki bu
azalma, aşağı doğru bir spirale neden olur. Danışan sosyal
olarak yalnızlaşır, sosyal olarak hiçbir pratik yapmadıkları
için, teşebbüs ettikleri sınırlı sayıdaki sosyal deneyim başa
rısız olur. Sonuç olarak, kendilerini daha fazla geri çektikçe
özgüvenlerini daha fazla kaybederler ve sosyal olarak başa
rısız olurlar.
DANIŞAN EĞİTİMİ
NÖROBİLİM
DANIŞAN EĞİTİMİ
DANIŞAN EĞİTİMİ
MarkWolynn
KISALTMALAR SÖZLÜĞÜ