You are on page 1of 290

İLETİŞİM

PSİKOLOJİK SORUNLAR VE PSİKOTERAPt

JAY HALEY

ÇEVİREN
DR. ALİ UZUNÖZ

ÇARK KİTABEVİ YAYINIARI


EKİM 1988 ANKARA
STRATEGIES OF PSYC'HOTHERAPY
GRUNE STRATTON NEW YORK 1972 .

ÇARK KİTABEVİ YAYlNLARI


Zafer Çarşısı No. : 26
Yenişehir • ANI<.ARA
Tel : 133 13 10

Kapak : Nezih DANYAL


Kapak Baskı : YİGİT OFSET
Dizgi Baskı : ORUN MATBAASI
İ ÇİNDEKİLER

7 Çeviren Önsözü
9 Kitabın önsözü
ll Yazarın Önsözü

BÖLtl"M 1
KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE BİR TAKTİK OLARAK
BELiRTİLER (SYMPTOMS)
15- 44

24 Bir İllşklnln Tanımlanması


27 İlişkide Kontrol

BÖLUM 2
HİPNOTİST ve DENEN (HİPNOTİZE OLAN KİŞİ)
BİRBİRLERİN! NASIL ÇALıMLARLAR
45- 74

56 Inpnotızma Süreci
58 Davranışlar Açısından İstem-Dışılık
64 Davranışlar Açısından Trans Durumunun Yaratılması
66 Paradoksların Kon�ı
68 Hipnotlk İli§kl

BÖLUM 3
YÖNELTİMCİ TEDAVi TEKNİKLERİ
76- 110

76 İlk Görüşme
81 Hastanın Yöneltllmesı
87 Bir Psikoterapi Modell OLarak Hlpnotik İllşki
98 Dl&ter Teknikler

BÖLtl"M 4
PSİKANALİZ VE AYIRIMINA VARMA
(AWERENESS) TEDAVİ TAKNİKLE:Rİ
lll- 141

118 Teraptstın Ustün Konumu


126 Pslkanaliz Çercevesı
BÖLfiM 5

ŞİZOFRENİK BİREY VE TEDAVİSİ


142-183
142 Ş!zofrenik Etkileşim
145 İllşklde Kontrolden Ka<;ınmak
14!1 şızof.ren!k Kişilerin Kişllerarası İlişkileri
151 Ş!zofren!k Bir Konuşmanın Analizi·
158 Psikoterapi Ba�lamı
159 Yetkecl Yaklaşım
162 Bir İllşki Türünün Tanımı
165 Bir İl!şki Türünün Kontrolünü Kazanma
166 Zorlayıcı ilişki
167 İyil!koovercı Yaklaşım
172 Ps!koteı:ıap! ve Etiyoloji
173 Ş!zof.renl�ln Allesi
177 Pslkoterapl ve Aile
17!1 Tedavisel Paradokslar
179 İl!şkinin Kabulü
180 Ps!koterap! Çerçevesi
182 Karşıt Aktarım (Counter Transference) ve Ana-Baba Davranışları
BÖLfiM 6

EVLİLİK TEDAVİSİ (MARRIAGE THERAPY)


184-224
184 Evlilik Tedavısı Ne Zaman Gerek!.r
1871 Evlil!�!n Biçimsel Temler! ve Eşler
Arasındaki Çatışmaların Nedenleri
192 Evlilik Süreci
196 Evlilik Çatışmaları
204 De�!şmeye Karşı Direnç
209 Tedavi Sürecı
210 Üçüncü Kişinin Etkisi
212 Kuralların Tanliinı
214 İllşk!n!n Kurallarını Kim Koyacak
Çatışmalar ve Çözümlerı
223 Ö�et : Bir Alle _ Sistemının Dengesının Değişmesi
BÖLÜM 7
AİLE ÇATlŞMALARI VE ÇÖZÜMLERİ
225- 249
227 Aile Betimlemeleri
229 Bireysel ve Ailesel Çatışma. Betimlemeleri
Arasındaki Flark ve Benrorllkler
234 Ailelerin Betlmlenmes!ne İlişkln Sorunlar
236 Slbernetik Bir Sistem Olarak Aile
238 De�işmeye Karşı Direnç
239 Tedavi 'l'ekn!kleri ve Süreci
240 İletişim Ötesi (Meta Communıca.tıon) İletlşlmi Öğrenme
241 İşb!rlikler! Açısından Terapiatın Modelliğl
242 İşb!rli�i ve Kontrol
244 Yönetıcllerin Yönetilmesi
BÖLÜ'M 8

TEDAVİSEL PARADOKSLAR
250- 269
254 sınınarın Sınıfı
257 Gönüllü Zorunlu İllşk!Ier
260 Suçlu ve\Va Suçsuz Olima
261 Yöneltmernek Adına Yöneltmek
263 C!ddl Ü\VUn
264 Yardımsever Ceza
265 Del!;işme\Ve Karşı Direnç

SONSÖZ

PSİKANALİZ SANATI
270- 285
286 KAYNAKÇA
ÇEVİRENİN ÖNSÖZti

Psikolojik sorunları anlamak ve açıklayabilmek ama­


cıyla, psikolojide birbiriyle çelişik görüşleri savunan öy·
lesine farklı yaklaşımlar önerilmiştir ki, bu yaklaşırnlara
bakarak psikolojinin bir bunalım içinde oldugu sonucuna
varılabilir. Ancak, psikolojik sorunların önemi ve kapsa·
mı bir kez kavrandıktan sonra, bu yaklaşımların herbiri·
nin de oldukça karmaşık bir olguyu aydınlatma çabasın­
dan kaynaklanmış olduğu görülür. İnsan, çok karmaşık
bir varlık olduğu için, psikolojik sorunlarını anlama ve
açıklama çabaları da o denli karmaşık olmaktadır.
Yazar, bu kitapta psikolojik sorunların gerçek doğa­
sını açıklayabilmek amacıyla, şimdiye kadar geliştirilen
görüşlerden kategorik olarak farklı bir anlayışı simgele­
yen bir tez ortaya atmış ve psikolojik sorunların kişiler­
arası ilişkilerde bir tür dil vıe iletişim aracı olduğunu
önermiştir. Kanımca, bu görüş psikolojik sorunların ger·
çek doğası, gelişmesi ve tedavisi konusundaki tüm bilgi·
lerimizin yeniden gözden geçitilmesine yol açacak nitelik·
ler taşımaktadır. Bu nedenle, bu kitaptan yalnızca psiko­
lojik sorunların gelişmesi ve tedavisine ilgi duyanların de­
ğil, aynı zamanda kişilerarası ilişkilerde sağlıklı iletişim
kurmayı amaçlayan hemen hemen herkesin yaradanabi­
Ieceği inancını taşıyorum.
Bu kitabın çevrilmesinde bilerek veya bilmeyerek o
kadar çok kişinin katkı ve yardımları oldu ki, bunların
tümünü burada belirtmeye çalışsam, arada, yine de unut­
tuklarırn olacaktır. Ancak, bunlar arasından adını anma·
dan geçemeyeceğim bir gnıp var ki, bunlar Hacettepe
Üniversitesi Psikoloji Bölümündeki öğrencilerimdir. On.­
ların öğrenme hevesi ve çalışkanlıklan olmasaydı bu
kitabı çevirmeye cesaret edemezdim.

Ali Uzunöz
12 Temmuz, 1988

8
KİTABIN ÖNSÖZÜ

Jay Haley psikiyatrist, psikanalist veya klinik psiko­


log değildir. Bu nedenle ünvansız kişilere karşı duyulan
yanlılıklann üstesinden gelip, yeni bir şey öğrenebilmek
için gerekli olan merakı ve titizliği göstererek bu kitabı
okumak bir çok psikoterapist için zor olabilir.
Jay Haley bir iletişim analistidir. Tüm psikoterapi
yaklaşımlanndaki ortak öğeleri bulabilmek ve yeni teda­
vi tekniklerini keşfedebilmek için psikoterapi olayını ile­
tişim açısından incelemiştir. Psikoterapi olayını bu açı­
dan Haley'den önce hiç kimse, onun kadar titizlikle ince­
lememiştir. Haley, duygusal sorunlann çözümünde etkili
olabilecek, patolojik bir sisteme doğrudan doğruya veya
dalaylı olarak katkıda bulunan tüm kişileri hesaba katan
ekonomik bir model önermektedir. Bu arada, onu tanı­
mayan okuyucular için belirtmekte yarar olabilir; Haley
yazdığı konuda oldukça dikkate değer bir geçmişe sahip­
tir. Palo Alto Tıbbi Araştırma Merkezinde araştırmacı,
Stanford Üniversitesinin Antropoloji Bölümünde de öğre­
tim üyesi olarak uzun yıllar çalışmıştır. Özellikle şizofre�
ni ve aile tedavisi konulannda dikkate değer araştırma­
lar yapmıştır. Uzun yıllardan beridir de evlilik terapisti
olarak çalışmaktadır. Çeşitli hastahanelerin psikiyatri
kliniklerinde psikiyatristlere hipnotizma, şizofreni ve aile
tedavisi konulannda seminerler vermiştir. Mexico City ve
Philadelphia'da Amerikan Ps
' ikiyatri, Chicago'da Ameri­
kan Kliniksel Hipnotizma, Son Francisco ve Los Angeles
Amerikan Ortopsikiyatri kongrelerinde bildiriler sun­
muştur. Halen Ruh Sağlığı Araştırma Merkezinde bir aile
terapisti olarak çalışmakta ve «Family Process» adlı yeni
bir derginin editörlüğünü yapmaktadır.
Haley'in ya.klaşımı çeşitli çevrelerin şimşeklerini ve
öfkesini üzerine çekebilir. Aslında çekmesi de gerekir...

9
Özellikle Haley'in içgörü (insight) ve ,kontrol konusun­
daki görüşlerini bir çok psikoterapist kabul etmekte güç­
lük çekebilir.
Kanımca, biz hastalarıımza açık veya kapalı bir şe­
kilde birtakım dinamikleri öğretir ve hastalarımızın bu
dinamiklerden söz etmelerini isteriz; ama hastalarımiz te­
daviden ancak davranışları değiştiğinde gerçek anlamıy­
la yarar görürler. Bir tedavinin derinliğinin, hastanın ger­
çekten bir içgörüye sahip olup olmamasına göre değer­
lendirilmesi bir anlayış meselesidir. Gelecekte, kuşkusuz
tedavi açısından içgörünün işlevleri aydınlığa kavuşacak­
tır. Ama günümüzde henüz aydınlığa kavuşmamıştır.
Hastaların göz göre göre kontrol edilmesi düşüncesi
bazı terapistleri çok öfkelendirebilir. Haley'in açıkladığı,
benim de bir başka yazımda değindiğim bu tenikieri hiç
denememiş psikoterapistlere, ya bu teknikleri denemele­
rini, ya da bu teknikleri daha yakından tanıyan kişiler­
le konuşmalarını öneririm. Freud aktarım (transference)
adı verilen olayı keşfettiği zaman, terapist ve hastanın
etkileşimsel bir «oyun» içinde olduklarını keşfetmişti. Bu
oyundan hastanın bir yarar görebilmesi için terapistin
bazı becerilere sahip olması gerekir. Bir terapist bir has­
taya geçekten yardım etmek ister ve becerilerini sistema­
tik bir şekilde kullanırsa, yaradanabiieceği o kadar çok
teknik vardır ki, hastaya çeşitli şekillerde faydalı olabi­
lir. En itici anlamıyla tedavi, ne zaman ki terapist tara­
fından para ve güç kazanma amacıyla kötüye kullanılırsa,
o zaman kontrolcü olur.
Oldukça seçkin bir değer taşıdığına inandığım bu ki­
taba önsöz yazmayı onur verici bir olay olarak kabul edi·­
yorum. Uzun yıllardan beri bu tür bir kitaba ihtiyaç du­
yuyorduk.

Don Jacson, M. D.

10
YAZARlN ÖNSÖZÜ

Bu kitap psikoterapi sürecinde birbirini çalımlama­


ya (maneuver) çalışan hasta ve terapistin kullandıkları
stratejiler üzerinde durur. Terapist hastayı nasıl değiş­
tirir? Hasta neden değişir? Bu sorular kişilerarası bir
kurarn çerçevesi içinde incelenmiş; tedavisel değişmenin
nedeninin tüm psikoterapi yaklaşımlarında bulunan teda­
visel paradokslarda, yattığı önerilmiştir. Bu genel tezin
ışığı altında bellibaşlı psikoterapi yöntemleri incelenme­
ye çalışılmıştır. Psikanaliz, yönehirnci tedavi ve aile te­
davisi gibi bellibaşlı psikoterapi yöntemleri, bireysel psi­
koloji görüş açısından incelenirse. birbirlerinden çok
farklıymış gibi görünür. Aynı yöntemler hasta ve tera­
pist arasındaki ilişki türü açısından incelenirse, bu yön­
temlerin birbirlerinden çok farklı olmadığı gözlenir.
Bu kitapta bir tek bireye değil, iki veya daha fazla
kişi üzerine odaklaşılmaya çalışılmıştır. Bunun doğal bir
sonucu olarak da iletişimsel davranışların incelenmesine
özel bir önem verilmiştir. İnsanlara iletişim düzeyleri
açısından yaklaşıldığı zaman, psikiyatrik sorunların yep­
yeni bir açıdan incelenebilmesine olanak doğar.
Bu kitabın bazı bölümleri, yazar bir araştırma pro­
jesinde çalışırken yazılmıştır. Bu proje 1952 yıllannda
başlatılmış ve iletişimin doğasını incelerneyi amaçlamış­
tır. Gregory Bateson projeyi yönetmiş; Rockefeller Vakfı
da projeye maddi destek sağlamıştır. Bu projede iletişim,
Russel ve Whitehead'in mantık türleri açısından incelen­
miştir. Proje 1962 yılında tamamlanmıştır. Bu kitapta,
söz konusu araştırma projesinden, özellikle hipnotizma,
vantrolojizm (bir başkasıymış gibi konuşma becerisi).
Hayvan terbiyesi, oyunun doğası, nükte, şizofreni, nörotik
iletişim, psikoterapi, aile sistemleri ve aile tedavi�i gibi

ll
konularda elde edilen verilerden yararlanılmıştır. Bu pro­
jede, özellikle iletilerin (mesajların) birbirlerini nitele­
mesi ve sınıflaması sonucu Russel'ın belirttiği türden pa­
radoksların nasıl doğduğu üzerinde durulmuştur. Para­
doksların ilginç bir özelliği «çifte bağlayıcı» (double bind)
nitelikte oluşlarıdır. 1956'da yapılan başka bir araştırma­
da şizofreninin etiyolojisini inceleyebilmek için, paradoks­
ların bu özelliğinden yararlanılmıştır. Bu araştırınayı da
Gregory Bateson yönetmiş; yazarla birlikte araştırma da­
nışmanı olarak John H. Weakland, psikiyatrik danışman
olarak da Don Jackson M'. D. ve William F. Fry M. D.
çalışmıştır. Kitabın sonundaki kaynakça bu araştırma
gurubunun psikoterapi ile ilgili yayınlarını ve konuyla
ilgili diğer yayınları kapsamaktadır. (Daha ayrıntılı bir
bibliyografya için kaynakça listesindeki altıncı kaynağa
bakınız). Bu araştırmaya Rockefeller, Macy, Psikiyatrik
Araştırmalar ve Ulusal Ruh Sağlığı gibi kuruluşlar mad­
di destek sağlamış, ayrıca Stanford Üniversitesi Antropo­
loji Bölümü ve Palo Alta Araştırma Vakfı da katkılarda
bulunmuştur.
Yazar bu kitapta psikoterapi tekniklerini psikotera­
pistin hastaya karşı kullandığı paradokslar açısından in­
celemeye çalışmıştır. Yazarın paradosklarla ilgisi 1954
yılından bu yana sürmektedir. Bu kitapta sunulan görüş­
lerin büyük bir bölümü, araştırma gurubunun kuramsal
yaklaşımının bir ürünüdür. Bununla birlikte, yazar ki­
tapta sunulan tüm görüşlerin sorumluluğunu taşımakta­
dır. On yıl süren araştırma sürecinde, kitapta sunulan
görüşler araştırma gurubu üyelerince tartışılmış ve geliŞ­
tirilmiştir. Bu nedenle, yazar araştırma gurubu üyelerine
şükranlarını sunmayı bir borç bilir. Kişilerarası ilişki­
lerde insanların birbirleriyle, uğraşmalarıyla ilgili genel
psikiyatrik yaklaşım özellikle Dr. Don D. Jackson'nın gö-

12
rüşlerinden kaynaklanmıştır. Dr. Don D. Jackson araştır­
ma kapsamındaki gurup tedavilerini yönetmiştir. Ayrıca,
paradokslar konusunda 'Alan Watts'ın görüşlerinden ya­
rarlanılmıştır. Yazar özellikle, psikoterapinin doğası ko­
nusundaki katkılan için Dr. Milton H. Erickson'a çok şey
borçludur ..
Bu kitabın bazı bölümleri çeşitli profesyonel dergi­
lerde yayınlanmıştır. Yazar, daha önceden yayınlanmış
bu yazıların yeniden yayınianmasına izin verdikleri için
The American Journal of Clinical Hipnosis, Archieves of
General Psychiatry, Family Process ve Psychiatry and
Progress in Psychotherapy dergilerine teşekkür eder.

13
BÖLtİM 1.
KİŞİLERARASI iLiŞKiLERDE BİR TAKTİK OLARAK
BELiRTİLER (SYMPTOMS)

Dünyada hemen hemen her dönemde duygulannı,


düşüncelerini ve yaşam biçimlerini değiştirmek isteyen
kişiler bulunmuştur. Başka kişiler de bunların değiş­
mesine yardımcı olmaya çalışmıştır. Doğu'da «değiş­
me» dinsel yaşantılar yoluyla yaratılmaya çalışılmış; Ba­
tı'da ise değişmenin dinsel yaşantılardan başka yollarla
da yaratılabileceği önerilmiştir. Zama nımızda insaniann
değişmesine yardımcı olmak isteyenler genellikle laiklik
ilkesinin geçerli olduğu okullarda eğitim görmektedirler.
İnsaniann değişmesine yardımcı olmak bir uzmanlık ala­
nı haline geldikten sonra, değişme kurarn ve yöntemle­
rine karşı duyulan bilimsel ilgi artmıştır.
Mutsuz bir kişi nasıl değişebilir ve mutlu olabilir?
Bu soruyu cevaplamaya çalışan dinsel kökenli açıklama­
lar, kişinin tanrıya inanması gerektiğini ve değişmenin
tanrı inancından kaynaklandığını belirtir. Bu açıklama­
larda, dinsel lider, kişinin tanrıya inanmasını kolaylaş­
tıncı bir kişi olarak kabul edilmiştir. «Rasyonel insan»
anlayışı ve laiklik ilkesi benimsendikten sonra, bir kişi­
nin değişebilmesi için· onun klendisini anlaması (self un­
derstanding) gerektiği belirtilmiştir. Terapiste de kişinin
kendisinin ayırdına varmasını (seJf awareness) sağlayan
bir kişi gözüyle bakılmıştır. Değişrnek isteyen bir kişiye,
terapistin değişmeyi öğretebUeceği düşünülmüştür.
Sigmund .Fre'!ld'den sonra insanın irrasyonel nitelik­
leri dikkatleri çekmeye başlamış; fakat bir kişinin deği­
şebilmesi için onun kendisini anlaması gerektiği öncü­
lünde (premise) bir değişiklik olmamıştır. Freud de ken­
dini anlamak denilen olgunun deığişmeye neden olduğu

ıs
öncülünü kabul etmiştir. Hatta, bu kontı.da daha da ile­
riye giderek, değişrnek isteyen bir kişinin, mevcut dü­
şünce ve algılarının geçmiş yaşantılan ile ilişkisini kav·
raması gerektiğini vurgulamıştır. Freud'un kuramında
da terapiste, kişinin kendisini anlamasını sağlayan bir
uzman gözüyle bakılmıştır. Kişinin değişebilmesi için
kendisini «derinliğine» anlaması gerektiği vurgulan­
mıştır. Daha sonra, psikiyatri anlayışında önemli
kuramsal bir değişiklik olmuştur: Kişinin iç psişik sü­
reçleri yerine kişilerarası ilişkilerine önem verilmeye baş­
lanmıştır. Özellikle, psikiyatrik sorunların kişilerarası ni­
teliklerine daha çok dikkat edilmiştir. Psikiyatri anla­
yışındaki bu son değişiklikten sonra da değişmenin an­
cak kendini ileri düzeyde aniayarak yaratılabileceği ön­
cülü sürdürülmüştür. Sullivan, tedavisel görüşmenin (the-.
rapeutic interview) en temel sorununun, hastayı rahatsız
eden yaşantıların hastanın bilincine getirilmesi olduğunu
belirtmiştir.
Kendini anlamanın değişmeye neden olduğu savı yad­
sınamaz bir sav haline getirilmek istenirse, bu kolaylıkla
başarılabilir: Bir kişi kendini anlamadan değişirse, bu
tür bir değişmenin gerçekten bir değişme olmadığı ileri
sürülebilir. Bir kişi kendini anladığı halde, değişemezse,
bu kez de, onun yeterince kendini anlamadığı belirtilebilir.
Oysa, psikiyatrik değişmenin nedeni ve doğası öylesine
önemlidir ki, bu konuyla ilgili tüm kanıtlanmamış öncül­
leri salt doğrularmış gibi kabul etmeden önce, bunları
titiz bir irdelenmeden geçirmek gerekir.

Son yıllarda dinsel yaşantıyı ve kendini anlamayı



ö emseme.yen bir çok psikoterapi yaklaşımı geliştirilmiş�
tır. Bu yaklaşımlar tedavisel değişmenin dinsel yaşantı­
lardan veya kendini anlamaktan değil de başka etmen-

16
lerden kaynaklarıabileceğini ileri sürmüştür..
Tedavisel.degişmenin nedenine bihınsel bir yaklaşım,
değişmeyi yaratan farklı. bağlamların hetimlenmesini ve
bu bağlamlar arasmdaki ortak özelJiklerin göz önüne se­
rilmesini gerektirir. Ancak o .ı.aınan, önerilen denenceler
(hypotesis) test edilebilir. Bu denenceleri test etmek için
deneysel yöntemler önerilebilir. Bu tür bir incelemeyi ya­
pabilmek için değişmek ve değiştirmek isteyen kişiler
arasındaki etkileşimin titiz bir şekilde betimlenmesi ge­
rekir. Ne yazık ki bu iş için elimizde ne yeterli bir ter­
minoloji ne de bu terminolojiyi ayakta tutabilecek bir
model var. Burada oldukça karmaşık bir soruya, teda­
visel değişm�nin nedeni sorusuna, yalmzca kuramsal dü­
zeyde parmak basmaya çalışılmıştır. Farklı psikoterapi
yaklaşımlan dör t başı maınur bir şekilde incelenınemiş;
yalnızca hastayla terapist arasındaki etkileşimin belirli
yönleri incelenmiştir. Tüm bu ayrıntıları kapsamak için
de bir girişimde bulunulmamış; hastayla terapisti bira­
raya getiren geniş toplumsal bağlama, hastanın öznel sü­
reçlerine ve tedavi ortamının ilgili diğer yönlerine: deği­
nilmemiştir. Yalnızca, hasta ve terapistin birbirlerine
karşı kullandıkları taktikler üzerinde durulmuştur.
Psikiyatrik belirtileri toplumun genel sorunlarından,
ayırarak betimlemeye çalışmak, psikiyatrik belirtileri aşı­
rı ölçüde basitleştirmek demektir. Bir kişinin hastalığı,
yaşadığı ve yarattığı toplumsal bağlamdan ayrılamaz.
Sağduyu sahibi hiÇ bir kimse, bir kişiyi kültürel çevr,esin­
den soyutlayamaz; hasta veya sağlıklı diye etikeıtleyemez.
Unutmayalım ki, bir çok mutsuz insan olmasına karşın,
psikiyatrik belirtileri olduğu söylenen ve psikoterapi al-
-

mak isteyen belirli bir gurup insan vardır...


Gün geçtikçe daha açıklığa kavuşmaktadır ki, Freud
psikanalizi belirli bir toplumsal düzeyden gelen insanlar-

17
la uğraşahilrnek için geliştirmiştir, Fre1ld, doktordan dok­
tora gittiği halde bir türlü tedavi olamayan insanlarla lcir­
şılaşmıştır. Bu insanları tedavi edemeyen meslektaşlannı
yakından gözlemiştir. Freud'den önce bu insanlarla uğ­
raşabilmek için sistematik bir yöntem geliştirilmemiştir.
Freud böyle bir yöntemi geliştirmiştir. O zamandan bu
yana, psikiyarik belirtili bir kişiyle oturulup konuşulma­
sı kanıksanmış, çeşitli psikoterapi teknikleri geliştirilmiş­
tir. Bu tekniklerin başarısı büyük takdir görmüştür. Be­
yin ameliyatı, şok tedavisi ve ilaç tedavilerinin başarıla­
rı da alkışlanmasına karşın, konuşma yoluyla bir kişinin
önemli değişikliklere uğrayabileceği görüşü iyice yaygın­
laşmışm.
Psikiyatrik belirtili bir kişiyi konuşarak tedavi et­
meye çalışmak oldukça benimsenmiş alınasına karşın,
bu kişiyle ne hakkında konuşulması gerektiği konusunda
henüz b.ir fikir bi:ı;liğine ulaşılamamıştır. Hatta, bir psi­
kiyatrik belirtinin ne olduğu ve bir terapistin neyi değiş­
tirmeye çalıştığı konusunda da bir anlaşmaya varılama­
mıştır. Bir terapist, hastasının felsefi ideolojisini; bir
başkası, hastasının karısıyla uğraşma biçimini değiştir­
meye çalıştığını ileri sürebilir. Bir başkası da hastasının
başarılı ve mutlu olmasına, çevresine uyumuna, bastırıl­
mış fikirlerinden kurtulmasına, zayıflıklarını anlamasına,
kaygılarının ortadan kalkmasına v.b yardımcı olmaya ça­
lışabilir. Kuşkusuz, bir terapistin hastasıyla hangi işlem
yollarıyla uğraşacağı, o terapistin benimsediği psikopato­
loji kuramma bağlıdır.
Bu kitapta psikoterapinin yalnızca belirli bir yönüy­
le ilgilenilmiş, psikiyatrik sorunlar da yalnızca bu açı­
dan incelenmiştir. Belirtilere iç-psişik (intra-psychic) bir
açıdan bakmak yerine, iletişim açısından bakılmış ve be­
lirti olarak neyin kabul edilmesi gerektiğine özellikle

18
önem verilmiştir.
Daha önce de belirtildiği gibi son yıllarda psikiyat­
ri ve psikolojide önemli bir anlayış değişikliği olmuştur.
Belirtiler ele alınırken bir kişinin iç-psişik süreçleri yeri­
ne, kişilerarası ilişkilerine Önem verilmeye başlanmıştır.
Bir ilişkinin dakik bir şekilde betimlenebilmesi için dav­
ranışlarm üzerinde durulması gerekir. Psikoterapi de bir
tür ilişkidir. O halde, psikoterapinin de dakik bir şekil­
de betimlenebilmesi için davranışlar üzerinde durulması
gerekir. Yine daha önce de belirtildiği gibi bu iş için ge­
rekli kavram ve terimierde bir yetersizlik vardır. Günü­
müzde psikoterapiyi betimlemeye çalışan girişimlerin ço­
ğu bir tek kişiyi içeren kavram ve terimlerden yararlan­
maktadır.
Psikiyatride yaygın bir şekilde kullanılan kavram ve
terimierin bir listesi aşağıda verilmiştir.
Kaygı (anxiety)
Ayırdına varnıa (awareness)
Kompalsiyon (compulsion)
Bilinç (consciousness)
Sağlaıniaştırma (consalidation)
Varsanı (halucination)
Depresyon (depression)
Dürtü (drive)
Ego �ego)
Heyecanlar (emotions)
Fantazi (fantasy)
Korku - (fear)
Engellenme (frustration)
İçe-alma (introjection)
Öğrenme (learning)
Gereksinim (need)
Oralite (orality)

19
Odipal çatışma (odipal conflict)
Algı (perception)
Fobi (Phobia)
Yansıtma (projection)
Gerileme. {regression)
Bilinçsiz bastırma (repression)
Rol (role)
Bilinçli bastırma (Repression)
Sanrı (delusion)
Fikir· (idea)
İç-görü (insight)
Tümleşme (integration)
Zeka {intelligence)
Aktanm (Transterence)
Travma (trauma)
Bilinçdışı (unconscious)
Kişi yalnızca derisinin altına gizlenmiş bir varlık ol­
muş olsaydı, yukarıda sıralanan kavram ve terimler onu
betimlemek için uygun ·olabilirdi. Bu terimler bir kişinin
derisinin altında geçtiğini sandığımız olaylan betimle­
mek için uy.gun olsa bile, karşılıklı olarak birbirlerine
tepkide bulunan hastanın ve terapistin davranışlarını be­
timlemek için yeterli olamaz. Daha da önemlisi, terapistle
hasta arasında yer alan olaylar bu terimiere temel olan
kuramsal modellerle anlaşılamaz. Henüz, alışılmış psiki­
yatrik kavramların yerine geçebilecek yeterli bir sistem
önerilmemiştir. Farklı, ilişkileri betimleyebilmek için ge•
rekli terimler ve. karşılaştırmalar yeni yeni doğmaya baş­
lamıştır. Bu yönde ilk adım tek bir kişiyi betimleyebil­
mek için geliştiril_miş kavram ve terimlerle kişilerarası
ilişkileri incelemeye. çabalayan Sullivan tarafından. atıl­
mıştır. Daha sonra başka kişiler de- bu girişimi sürdür­
müştür. Artık apaçık bir şekilde görülmektedir ki, insan

20
ilişkileri, birey merkezli kavram ve terimlerden uzaklaşı­
lırsa, ancak o zaman yeterli bir şekilde betimlenebilir. Da­
ha dakik bir şekilde belirtecek olursak, ilişkiler ancak,
döngüsel iletişim örüntüleri doğrultusunda ele alındığı
zaman yeterli bir şekilde betimlenehilir. Bu kitapta da
bu yönde bir adım atılmaya çalışılmıştır.
İç-psişik süreçler yerine, davranışlara önem vererek
psikoterapiyi betimlemeye çalışmanın avantajı şöyle ifa­
de edilebilir: İç-psişik süreçler varcianmış süreıçlerdir.
Yukarıdaki listede belirtilen terimierin hiç biri gözlene­
bilen olayları simgelemez; hepsi de davranışların gözlen­
mesinden vardanmıştır. Ego veya öğrenme olaylarını göz­
lernek ne denli zorsa, kaygıyı da gözlernek o denli zor­
dur. Bir psikiyatrist hastasına sanrı, varsanı, kompalsif,
düşünce kopukluğu gibi tanıları ancak onun davranışia­
rına bakarak koyar. Ayrıca, son zamanlarda psikiyatrist­
ler hastalarını betimlerken kendilerini de işin içine kat­
maya başlamışlardır. Ancak, yazdıkları raporlarda çoğu
kez hastanın davranışiarına değil de içindeki varcianmış
(inferred) süreçlere önem vermişlerdir, Bu· noktada şöy­
le bir soru sorulabilir: Hasta belirli bir şekilde davra­
nırken ve de ps�kiyatrist onun sanrılı olduğunu vardar­
ken, acaba psikiyatrist ne yapmaktadır?
Daha önce de belirtildiği gibi, bir psikiyatristin has­
tasıyla etkileşimini betiı:pleyebilmesi için yeterli bir
terminoloji yoktur. Psikiyatristler iletişim davranışlan­
nı betimlerken güçlük çekniektedirler. Bu nedenle kı·
sa öykücü (nnecdotal) olmaktadırlar. Oysa, bakış �çısın­
daki çok küçük bir değişiklik derin kuramsal farklılık­
lar yaratabilir. Bir zamanlar belirtileri bir fikre karşı
savunma olarak tanımlamak çok yaygınlaşmıştı. Kişiler­
arası ilişkilere önem verilmeye başlandıktan sonra ·belir­ :
tileri bir başka kişiyle uğraşma b içimi olarak tanımla-

21
muk da yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu farklı yaklaşımlar
psikiyatri anlayışında kategorik bir değişmeyi simgele­
mcktedir. Tek bir kişiden iki veya daha fazla kişinin bu­
lunduğu bir sisteme geçişle, geleneksel terminoloji ve
kurarolann çoğu bir kenara itilmiştir. Örneğin, bir has­
tanın kaygılı davranışı, bilince çıkmaya çalışan tehdit
edici fikirlere karşı bir savunma biçimi olarak ele alı­
nabilir. Bu hasta dikkatli bir şekilde gözlendiği zaman,
belirtisel davranışlarının kişilerarası bir bağlam içinde
yer aldığı görülür. O zaman kaygılı davranış, bir başka
kişiyle uğraşma biçimi, belki de o kişinin silahlarını elin­
den alma yolu olabilir. Bu iki farklı anlayış şaşılacak öl­
çüde farklı kuramsal sistemleri simgeler. İki kişinin oluş­
turduğu bir sistemi incelemeye yeltenen biri iletişim ala­
nına girmek zorundadır. Bir ilişki içinde bulunan kişi­
lerin davranışlarını anlayabilmek için. bu kişilerin kişi­
lerarası bir bağlam içinde incelenmesi gerekir. 'İletişim
açısından bir psikiyatrik belirtinin belirti olabilmesi için
iki ölçüt vardır: 1- hastanın davranışlannın bir başkası­
na etkisinin aşırı olması, 2- hastanın, davrandığı gibi dav­
ranmadan edemediğini belirli yollarla ifade etmesi gere­
kir. Davranış alışılagelmiş davranışların dışında ise be­
lirli bir biçimde olmak zorunda değildir. Çoğu kez belir­
tiler karşıtlar halindedir; kapı koluna dokunamayan ve
fobik diye tanımlanan insanlar, kapı kolunu döndürme­
den önce, ona altı kez dokunan ve kompalsif olarak ta­
nımlanan insanlara göre karşıt aşırı uçtadırlar..Bazı in­
sanlar evden ayrılamaz, bazıları evde duramaz. Bazı in­
sanlar yıkanamaz, diğerleri yıkanmadan duramaz. Hiç· iç­
ki içmeyen veya seksüel cilveleşmeye giremeyenler, içme­
den edemeyen ve önüne her gelenle seksüel cilveleşm�e
girenlere göre karşıt aşırı uçtadırlar. Bir çok insan ko­
nuşmakta güçlük çeker diğerleri bir türlü çenesini tuta-

22
maz. Bazı kişiler yemek yemez, bazıları da özümleyebile­
ceklerinin ötesinde oburcasına yer. Bazı kişiler kol ve ba­
caklarını oynatamadıklanndan, bazıları da kol ve bacak­
larının titremesini önleyemediklerinden ötürü çaresizdir.
Bazıları tüm ilaç ve ameliyatlardan kaçınır, bazılan da sü­
rekli ilaç alır ve cetrah neşteri arar...

İletişim açısından belirtisel bir davranış, bir ileti


(mesaj) düzeyi ile iletişimötesi (metacommunication) bir
düzey arasındaki tutarsızlığı simgeler. Hasta bir şeyi
aşırı ölçüde yaparak, veya yapmaktan kaçınarak, bu yap­
tığı veya yapmaktan kaçındığı davranışı yapmadan ede­
mediğini belirtir. Daha ciddi sorunlar bir çok düzeyleri
dikkate alarak betimlenebilir. Bu tür sorunlar şizofreni
başlığı altında incelenecektir. Nörotik kişi belirtisel dav­
ranışlarını elinde olmadan yapılmış davranışlar olarak
ni teler.

Nörotik belirtilere yukarıda değinilen tutarsızlık açı-


. sından yaklaşılırsa, psikoterapi taktiklerinin betimlen­
mesi kolaylaşır. İşte, bu kitabın başlıca amaçlarından
birisi bu tür bir betimlemeyi yapmaktır. Psikiyatrik so­
runların en faydalı sınıflanması, bir belirtinin nasıl sür­
dürüldüğünü ve değişmenin nasıl yaratılabileceğini gös::._
terebilen bir sınıflamadır. Bu kitapta bir kişinin belirti­
sel davranışının bu kişinin kendisine yakın diğer kişilere
karşı belirli bir şekilde davranması ve bu kişilere belirli
bir şekilde etki etmesi sonucu sürdürüldüğü önerilmiş­
tir. Bu nedenledir ki, psikoterapi taktikleri hem tek bir
kişinin davranışlarını, hem de kişinin yakınlannın dav­
ranışlarını değiştirebilecek nitelikte olmalıdır. Dolayısıy­
la bu kitapta, hem bireysel değişmeyi hem de aile üye­
lerinin birbirlerinin davranışiarına etki edebilmelerini
sağlayan teknikler kapsanmaya çalışılmıştır,

23
Bir ilişkinin Tanımlanması

Belirtili bir kişinin alışılmışın dışında davrandığını


söylemek, bir bakıma· alışılmış bir davranış biçiminin
olduğunu söylemek demektir. Bir başka deyişle, bir ki�
şinin davranışlarını alışılınışın dışında kabul etmeden ön­
ce, belirli bir kültürün ve o kültür içindeki hoşgörülebilen
davranış sınırlarının saptanması gerekir. Burada soru­
na bu şekilde yaklaşmak yerine, daha kestirme bir yol.
izlenmiştir. Daha çok batı kültüründeki kişilerin sorun­
ları ele alınmış ve bazı soyut davranış öri.intüleri üzerin­
de durulmuştur. Bir ilişkideki bir kişinin aşırı davranış­
ları, aşırı kabul edilmeyen davranışlarla karşılaştırılmış­
tır. Sorunlara bu şekilde yaklaştığınuz zaman, kişilerin
kurdukları ve sürdürdükleri ilişkileri en azından gene]
bir düzeyde betimleyebilir ve farklı ilişki türlerini birbi­
rinden ayırdedebiliriz.
· İki kişi ilk kez karşılaştıklarında ve bir ilişki kur­
maya başladıklarında bu kişiler arasında çeşitli davra­
nışlar yer alabilir: Birbirlerine iltifat, şaka, hakaret, sek­
sUel cilveleşme veya birinin diğerinden üstün olduğunu
belirte"n v.b. cümleler söyleyebilirler. Bu iki kişi karşılık­
lı olarak ilişkilerini tanımlarken, ilişkilerinde ne tür ile­
tişimsel davranışlar olması gerektiğini birlikte saptarlar.
Tüm bu olası iletiler nı:asından bazılarını seçer, ilişkile­
rinde yalnızca belirli iletilerin bulunması konusünda bir
p
anlaşmaya varırlar. , -İlişkUerinde neyin yer ali , neyin
yer almamasının beliriemne sUrecine bii· ilişkinin ta­
nımlanması denir. Alınıp verilen her ileti ya bu tanımı
pekiştirir ya da ilişkide yeni iletilerin yer alması için bu
tammda biı· değişikliği önerir. Bir başka deyişle, iki ki­
şi arasındaki bir ilişki belirli iletilerin hem varlığı, hem
yokluğuyla tanımlanır. Genç bir adam, kolunu genç bir

24
kızın beline dolainak isterse, bu. adam kızla -olan ilişki­
sinde sevişme davranışının da bulunmasını belirtmekte­
dir. Adamın bu davranışına karşı kız «hayır, hayını di­
ye karşılık verip adam:dan uzaklaşırsa, ilişkilerinde se­
vişme davranışının bulunmamasını belirtmektedir. İliş­
kilerinin platonik mi, yoksa aşk serüveni mi olduğu,
anılcmnda yer nlabilecek iletilerle belirlenir. Bu anlaşma
hiç bir zaman duragan değildir. Çevresel ortam değiştik­
çe, kişilerin, davranışlarında değişiklikler yarattıkça ve de
kişilerden her hrmgi birisi yeni iletiler önerdikçe bu an­
bşma sürekli değişir.
İnsan iletişimleri yalnızca bir tek düzeyde yer al­
mış olsaydı, bir ilişkinin tanımı ve analizi çok basit bir
işlem olurdu. Kişilerarası ilişkilerde de büyük bir olası­
lıkla güçlükler çıkmazdı: İnsan iletişimlerinin en ilginç
yönü şudur: İnsanlar yalnızca iletişimde bulunmakla
kalmaz aynı zamanda kurdukları iletişim hakkında da
iletişimde bulunurlar: İnsanlar yalnızca bir şey söylemek­
le kalmaz söylediklerine bir anlam verir veya söyledik­
lerini nitelerler (qualify). Yukarıda verilen örnekte, genç
kız <<hayır, hayır» diyerek genç adamdan uzaklaşırsa, kı­
zın bu davranışı hem sözel davranışlarını niteler hem de
sözel dayranışları tarafından nitelenir. Bu örnekte, genç
kızın davranışlarını bu şekilde nitdeyişi davranışinı
onayladığından özel bir sorun yoktur. Genç kız apaçık
bir şekilde, ilişkilerinde sevişıneye yer olmadığını belirt­
mektedir. Şimdi bfraz- filrklı bir durumu ele alalım. ve
genç kızın «hayır, hayır» dediğini ve adama doğru yak­
laştığ:inı ·· düşünelim: Kız -bu şekilde davranarak «hayır,
hayır» elimlesini tutarsız bir şekilde nitelemiş ve yadsı­
mış olur. Bir iletinin böyle tutarsız bir şekilde nitelendi­
ği bir dururn, tutarlı bit şekilde nitelendiği duruma. göre
çok daha karmaşıktır.

25
İki kişi arasında alınıp verilen i�tiler bu iletilerle
birlikte bulunan ve bu iletileri niteleyen diğer iletiler­
den soyutlanarak ele alınamaz. Bir kişi «seni gördüğü­
me memnun oldum» derken, ses tonu bu cümlesini ni­
teler ve bunun karşılığında ses tonu bu cümlesi tarafın­
dan nitelenir. İnsan iletileri (a) yeraldıkları bağlam (con­
text) (b) sözel iletiler (c) dil örüntüleri (d) vücut hare­
ketleri tarafından nitelenir. Bir kişi bir eleştiriyi bir gü­
lümseme veya çatık bir kaşla yapabilir. İki kişi arasın­
daki bir ilişkide bir deştiri yapılırken gülümsemenin
varlığı veya yokluğu da ele.ştirinin varlığı kadar o ilişki­
nin tanımlanmasında güçlü bir etkendir. Bir işçi patro­
mına ne yapması gerektiğini söyleyebilir. Bu işçi patro­
nun-a nasıl davranması gerektiğini belirtebildiğinden,
patronuyla an�sındaki ilişkiyi eşit kişiler arasındaki bir
bir ilişki olarak tunımlamaktadır. Bir işçi patranuna ne
yapması gerektiğini, kendisini küçümseyerek (self effe ..
cing), ya da zPyıf bir ses tonuyla söylerse o zaman bu işçi
ilişki içinde eşit olmadığını, ikincil bir konumda olduğu­
nu belirtmiş olur. İletiler birbirlerini tutarsız bir şekil­
de niteledikleri zaman, ilişki hakkında da tutarsız cüm·
leler söylenmeye brışlanır. İnsanlar söylediklerini sürekli
tutarlı bir şekilde nitelemiş olsalardı, iletişimin değişik
düzeyleri işlese bile, ilişkiler açıkça ve basitçe tanımla­
nabilirdi. Söylenilen bir cümle varlığı gereği bir tür iliş­
ki belirtirken, aynı zamanda bu cümleyi yadsıyıcı bir şe­
kilde nitelenirse, insan ilişkilerinde güçlükler çıkmaya
başlar.
Önemle belirtilmelidir ki, bir kişi gönderdiği bir ile­
tiyi nitelemekte hiç bir zaman başarısız olamaz. Bir kişi
sözel bir iletisini belirli bir ses tonuyla söylemek, konuş­
masa bile sessizliğini niteleyen bit bağlam içinde bulun­
mak veya vücut konumu almak· zorundadır. Bazen bir
26
ile.tinin nitelenişi apaçık bir şekilde olabilir. Örneğin, bir
cümle söylenirken yumruk masaya vurulabilir. Bazen de
iletiler incelikti bir şekilde nitelenebilir. Örneğin, bir
cümle söylenirken, ses tonunun bir sözcük üzerinde bi­
razcık yükselmesi, bu cümleyi bir iddia. yerine bir soru
haline getirebilir; ciddi bir şekilde söylenen bir cümleyi,
küçük bir gülümseme alaycı bir cümle haline getirebilir.
Geriye doğru küçük bir vücut hareketi, sevgi dolu bir
cümleyi niteler, bu cümlenin birazcık çekinilerek söy­
lenildiğini belirtebilir. Bazen belirli bir iletinin yokluğu
bile bir iletiyi niteleyebilir. Duraksayarak söylenilen bir
cümlenin anlamı, bu cümlenin duraksanmadan söylen­
diği zamankinden çok farklıdır. Konuşmasının beklen- ·

diği bir durumda bir kişi sessiz kalırsa, bu sessizlik ni­


teleyici bir ileti olur. Bir hareketin varlığı kadar yokluğu
da önemlidir. Bir kadın kocasının kendisini öpmesini is­
terken kocası onu öpmezse, bu davranışın yokluğu, da­
ha çok olmasa bile, varlığı kadar diğer iletileri niteler.
Bir ileti bir başka ileti tarı:ı.fından nitelendiği zaman
ya onaylanabilir, ya da yadsınabilir. Bir kimse bir başka
kişiyi görmekten memnun olduğunu belirten bir ses to­
nuyla, sizi gördüğüme çok memnun oldum, diyebilir. Ya
da bu kişinin yüzünü bile görmek istemediğini belirten bir
ses tonuyla, sizi gördüğüme çok memnun oldum, diyebi­
lir. Biz başka kişilerle uğraşırken bu kişilerin içten, sah­
te, şakacı v.b olduklarını söylediklerini nasıl niteledikle­
riyle yargılamaya çalışırız.
ilişkide Kontrol
İki kişi arasındaki bir ilişkide kişilerden biri öteki­
ne bir ileti gönderdiği zaman, bu hareketiyle ilişkiyi ta­
nımlamak için bir çalım (maneuver) yapmış olur. Bunu
hem söylediğiyle hem de söyleyiş biçimiyle ge·rçekleştirir.

27
Bizim aramızdaki ilişki bu tür bir ilişkidirr..der. Karşıda­
ki kişi ise onun çalımını, ya kabul etmek ya da yadsıınak
zorundadır. Bir başka deyişle, ya kendisine gönderilen bu
ilctiyi geçedi sayıp, hı.rşısındaki kişinin ilişki tanıınırtı
kabul etmek, ya da karşı bir çalımla, ilişkiyi farklı bir
şekilde kendisi tanımlamak zorundadır.
İki kişi arasınd[ıki her alış-verişte (interchange), il­
gili kişiler yalnızca aralarında ne tür davranışların yer
rJrnası gerektiğiyle değil, aynı zamanda davranışların na­
sıl niteleneceği veyr� etikctleneceğiyle de uğraşmak zo­
rundadırlar. Genç bir adam genç bir kıza dokunmak is­
tediğinde, kız bu davranışa karşı çıkabilir. Ama, kız ada­
mı dokunması için d<ıvet etmişse, bu davranışa karşı çık­
maya:bilir. Bu durumda kız, kendisine dakunulmasına izin
vererek ilişkide ne tür davranışların bulunması gerekti­
ğini saptamakta, dolayısıyla ilişkiyi kontrol etmektedir.
Genç adam bu davranışı kendiliğinden yaparsa, kız, ya
bu davranışı kabul eder ve böylelikle ilişkiyi adam ta­
nımlamış olur, ya da bu davranışa karşı çıkar ve ilişki­
yi kendisi tanımlamış olur.
ilişki içindeki kişHer dnima şu iki sorunla uğraşmak
zorundadırlar: (a) ilişkilerinde hangi iletiler veya davra­
nışlar bulunmalı ve (b) buna kim karar vermeli, yani
ilişkiyi kim kontrol etmelidir? İnsan ilişkilerinin doğası
ge.reği, insanlar bu sonmlarla uğraşmak zorundadır. Ki­
şilerarası ilişkiler de bu sorunlarla uğraşılırken kullanı­
lan farklı taktiklere göre sınıflanabilir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, bir kişi bir başkasıyla
ilişkisini tanımlama savaşımından kaçınamaz. Herkes bir'
başkasıyla ilişkisini tanımlama ve diğer kişinin tanımı­
na karşı çıkmakla ilgilenir. Bir kişi bir başkasıyla ilişki
içindeyken bir şey söylediğinde·, söylediği ne olursa olsun,
diğer kişi ile o şeyin söylenebileceği bir ilişki içinde oldu-
ğunu belirtir. Bir kişi hiç bir şey söylemeyip sessiz kalsa
bile, öteki kişiye ne. tür bir ilişki içinde olduğunu belirt�
miş olur. Bir kişi bir iletiyi nitelemekte' nasıl başarısız ola­
mazsa, aynı şekilde ilişkide ne tür davranışların bulunması
gerektiğini belirtmekte debaşarısız olamaz. Bir kişi baş­
kasıyla ilişkisini tanımlamaktan kaçınmak ister ve yalnız­
ca havadan sudan konuşursa, kaçınılmaz olarak araların­
da yer alacak iletişim türünün nötr bir iletişim türü olma­
sını belirtmiş olur ki bu da bir ilişki tanımıdır.
iletişim kuramlarının en temel kurallanndan birine
göre, bir kişi için bir başkasıyla ilişkisini tanımlamak­
tan veya tammını kontrol etmekten kaçınmak olası de­
ğildir. Bu. kurala göre tüm iletiler yalnızca bir bildirim
değil, aynı zamanda bir buyruktur da.. , Bu gün iyi deği­
lim, gibi bir cümle yalmzca konuşan kişinin iç durumu­
nu betimlemez, aynı zamanda bu durumum hakkında bir
şeyler yap ... Bu gün beni iyi olmayan bir kişi olarak ka­
bul et, de demektir. Bir kişiden bir başkasına gönderi­
len her ileti bu kişiler arasında ne tür bir alış-veriş ola­
cağını belirtmektedir. Bir kişi bir başka kişiyi sessiz ka­
larak etkileınemeye çalışırsa, bu kişinin sessizliği de et­
kileyici bir etmen olur. Bir ilişkide hangi davramşların
bulunması gerektiğini tümüyle öteki kişinin ·eline ver­
mek bir insan için olası değildir. Bunu yaptığını be­
lirten bir kişi, ilişkide yer alması gereken davranışların
öteki kişi tnrafından saptanan davranışlar olmasını
kontrol etmiş olur. Örneğin. bir hasta, bir terapiste, bir
türlü karar veremiyorum; bana ne yapmam gerektiğini
söyle, derse, ilişkisinin terapist tarafından kontrol edilen
bir ilişki olmasını sağlamış olur. Bu durumda birbiriyle
t_utarsız iki ayrı düzeyde ileti iletilmiş olduğundan bir
paradoks. doğar: (a) «Ne yapacağım? Bana söyle,» (b)
Sana verdiğim bu buyruğu yeriue getir. Özetle, ne zamari

29
bir kişi bir ilişkiyi tanımlamaktan kaçmacak olsa, çok
daha genel bir düzeyde ilişkiyi kontr( 1 etmiş olur.
Önemle belirtilmelidir ki, buradaki kontrol sözcü­
ğünden bir robotun kontrol edildiği gibi bir kontrolü an­
lamamak gerekir. Buradaki kontrol sözcüğünden kişile­
rin, ilişki tanımı konusunda birbirine karşı verdikleri
savaşım anlaşılmalıdır. Bir ilişkideki iki kişi, araların­
daki ilişkinin ne tür bir ilişki olması gerektiğini belirli
bir şekilde davranarak saptarlar. Bir kişi yetkeci bir şe­
kilde davranarak diğer kişinin özgürlüğünü kısıtlayabi­
lir. Bir kişi «çaresiz» bir şekilde davranarak da diğer ki­
şinin özgürlüğünü kısıtlayabilir. Çaresizlik davranışı, da­
ha çok olmasa bile, yetkeci davranış kadar diğer kişinin
davranışını kısıtlayabilir. Çal'esiz davranarak bir başka
kişi tarafından «bakılmayı» elde eden bir kişi, sanki «ba­
kan» kişinin kontrolü altındaymış gibi görünebilir. Oysa,
bu kişi ilişkiyi kendisinin bakıldığı bir ilişki şeklinde
kontrol etmeyi başannıştır.
İki kişi arasındaki bir ilişki karara ulaşmışsa, bu
kişiler aralarında yer alması gereken davranışlar hakkın­
da bir anlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşma bazan açık,
bazan kapalı bir şekilde olabilir. ilişkinin en incelikli ni­
teliklerinden birisini oluşturan ilişkilerin tanımı konu­
suna değindikten sonra farklı ilişkileri birbirinden ayı­
ran özellikleri' incelemeye geçelim.
ilişkideki iki kişinin iletişimsel davranışlan dikkate
alınarak ilişkiler kabaca iki gurup altında sınıflanabilir.
Bunlar bakışık (symmetrical) ve tümleyici (complemen­
tary) ilişkileridir. İki kişinin arasında bakışık bir ilişki
varsa, bu kişiler birbirlerine aynı türden iletiler gön­
derirler. Bu kişilerden herhangi birisi bir hareketi baş­
latabilir. Örneğin, diğer kişiyi eleştirebilir; diğer kişiye
öğüt verebilir. ·Bu tür bir ilişki rekabetçi bir ilişkidir.

30
Bu ilişkideki kişilerden her. hangi biri belirli bir alanda
başarılı olduğunu belirttiği zaman, diğer kişi de eşdeğer
başka bir alanda başarılı olduğunu belirtir. Bu tür bir
ilişkideki kişiler sürekli olarak birbirlerine karşı bakışık
bir konumda olduklarını belirtmeye çalışırlar.
Tümleyici bir ilişki, farklı türden iletilerin alınıp
verildiği bir ilişki türüdür. Bu tür ilişkiye sahip kişiler­
den birisi sürekli verir, diğeri alır. Biri öğretir, diğeri
öğrenir. Biri öğüt verir, diğeri öğütü izler. Biri üstün,
diğeri ikincil bir konumdadır. Bu tür ilişkideki kişiler
birbirlerine, birbirlerini tümleyen iletiler gönderirler.
ilişkilerin bu şekilde iki gurup altında sınıflanması
farklı ilişkileı;i birbirinden ayırdedebilmemizi ve bir iliş­
ki içindeki farklı dizileri görebilmemizi kolaylaştırır.
Önemle belirtilmelidir ki iki kişi arasında sürekli olarak
bir tek ilişki türü bulunmayabilir. Bir ilişki türünde, za­
man zaman diğer ilişki türünün özellikleri bulunabilir
Birbirlerine bir şey öğreten kişilerin arasında zamanla
roller nasıl değişirse, kişilerin arasındaki bir ilişkinin
türü de zamanla değişebilir. Bir çocuk, çocukluktan ye•
tişkinliğe doğru büyüdükçe ana-babasıyla olan ilişkisi de
tümleyici bir ilişkiden bakışık bir ilişkiye doğru ilerrler.
Bazı iletiler, bir ilişkinin türünü diğer iletilere göre
daha yakından ilgilendirir. Öneğin, bir profesör ders ve­
rirken bir öğrenci belirli bir noktanın açıklığa kavuşabil­
mesi için profesöre bir soru sorar. .Profesör öğrencinin
sorusunu cevaplar. Bu durumda profesör ve öğrenci tüm­
leyici bir ilişkinin tanımını sürdürmüş olur. Şimdi biraz­
cık farklı bir durumu ele alalım. Öğrenci, «Bu konu hak­
kında senin kadar ben de bilgi sahibiyim», dereesine pro­
fesöre bir soru sorarsa, ilişkinin doğasına bir soru yö­
neltilmiş olur. Bu durumda profesör ya ilişkiyi tümleyici
bir şekilde yeniden tanımlamak ya da öğrencinin bakı-

31
şıklığa doğru . attığı adıını kabul· etm� zorundadır. Bir
·

ilişkinin türünü değiştirmeye çalışan iletilere «çalı1Il»


denir. Çalımlar heı; ilişkide bulunabilir. Fakat, ilişkilerini
tanımiayabilmek için kişilerin birbirleriyle · köı:iikörüne
didiştikleri kararsız ilişkilerde daha sık görülür; bu iliş­
kilerin en belirgin özelliğini oluşturur.
Bir ilişkiyi tanımlamak için yapılan çalımlar (a) is­
teklerden veya diğer kişinin yaptığı, düşündüğü, duydu­
ğu olay lardan (b) diğer kişinin ileti şim davranışiarına
yöneltilen eleştirilerden oluşur. Örneğin Bay A, bay B'den
bir şeyi yapmasını ister. Bu durumda ortaya aniden, bay
A'nın bay B'den bu isteği istemeye hakkı olup olmadığı
sorunu çıkar. Bay B söz konusu dileğin özür dileyici bir
şekilde veya bir buyruk şeklinde yapılmış olmasından
etkilenir. Bay B,ya kendisine söyleneni yerine getirip iliŞ�
kinin tümleyici bir tanımını kabl edebilir, ya da söz ko­
nusu dileği yerine getirmeyebilir. Üçüncü bir olasılık
olarak da, Bay A'nın bu durumdan kurtulmasına izin ver­
diğini belirten bir nitelemeyle, :kendisinden isteneni ya­
pabilir. Bu durumda Bay B, kendisinden istenileni yap­
tığı halde, ilişkinin tanımını kabul etmemiş olur. Örne­
ğin, bir işçi eşit statüdeki bir başka işçiden çöp kutusu­
nu boşaltmasını isterse, bu istek ilişkiyi tümleyici bir iliş­
ki şeklinde tanımlamak için yapıll11ı ş bir çalım olabilir.
Öteki işçi çöp kutusunu dökmezse, ilişkiyi bakışık bir şec
kilde tanımlamak için bir karşı çalım (countermaneuver)
yapmış olur. Çöp kutusunun dökülmesini isteyen işçi
« Peki dökmezsen dökme, ben kendim dökerim,» , dere
se, bu işçi dileğinin aslında tümleyici bh· dilek olmadı­
ğını, iki eşit kişinin birbirinden isteyebileceği bir dilek
olduğunu belirtir. Eğer çöp kutusunun dökülmesini iste�
yen işçi, bu dileğini tümleyici . bir şekÜde yapar, öteki iş­
çi bu dileği yerine getirmezse, o zaman ilişkide bit sorun

32
doğmaya başlar; Aynr şekilde bir kişi diğerinin davram­
şını eleştirmeye kalkışırsa, ilişkide eleştiriye yer olup ol­
madlğı sorunu. ortaya çıkar.
Bakışık ve tümleyici ilişkiler sınıflamasına bir kar­
maşıklık eklemek gerekmekt�dir. Öyle zamanlar vardır
ki, bir ilişkideki iki kişiden birisi, öteki kişinin belirli
bir çalımı yapmasına izin verebilir. Eğer A çaresiz dav­
ranır ve B'yi kendisine bakması için kışkırtırsa, bakılan
kişi A olduğundan ikincil konumdaymış gibi görünebilir. '
Fakat duruma daha dikkatli bakılırsa, bu durumu dü­
zenleyen kişinin A olduğu görülür. B kendisine söyle·
neni yapmaktadır. Öyleyse bu ilişkide, A üstün bir ko­
numdadır. Aynı şekilde bir kişi bir başkasına tümleyici
bir çerçmr,e içinde eşit bir şekilde davranır ve görünüşte
bakışık bir ilişki içinde olduğıınu belirtebilir. Bir kişi
bir başkasına ilişkiyi belirli bir şekilde tanımiayabilmesi
için izin verir veya bu kişiyi zorlarsa, bu kişi ilişkiyi
daha ileri bir düzeyde tümleyici bir ilişki olarak tanım·
lamaktadır. Bu nedenledir ki, diğer ilişki türüne bir
üçüncü, tümlerne--ötesi (metacomplamentary) ilişki ti.i­
rünü eklemek gerekir. Bir başkasıyla tümlerne-ötesi iliş­
ki kuran bir kişi, öteki kişinin çalımlarını kontrol ede�
rek ilişkiyi kontrol eder.
Bir ilişkinin kimin tarafından kontrol edileceği so­
runuyla herkes karşılaşır. Her insanın .da bu sorunla et­
kili bir şekilde uğraşabiirnek için belirli teknikle:ri var­
dır. İşte, bu açıdan, psikopatoloji bir ilişkinin kontrolünü
kazanmanın özel bir yöntemi olarak ele alınıp incelene­
bilir.
Tüm tedavi yaklaşımlan açık veya kapalı bir şekil­
de bir psikopatolöji ve değişme kuramma dayanır. Be­
lirtileri koşullamanın bir ürünü olarak gören terapist,
karşıt koşullamayı (counter conditioning) vurgulayan te-

33
davi tekniklerini kullanır. Belirtileri 'bastırılmış yaşantı·
ların bir ürünü olarak gören terapist, bastınlmış yaşan­
tıları bilince çıkarmaya çalışır. Belirtileri diğer kişiler­
le uğraşma biçimi olarak algılayan terapist, hastayı di­
ğer kişilerle belirtisel olmayan yollarla iletişimde bulun·
maya yüreklendirir.
Psikanaliz dahil tüm psikoterapi yaklaşımları, has­
ta ile terapist arasında belirli bir etkileşim sürecini ge­
rektirir. İşte, hastanın değişmesini sağlayan olgu da bu
etkileşim sürecidir. Bu nedenle hasta bir kişiyi yeterli
bir şekilde beıtimleyebilmek için, bu kişinin tek bir bi­
reymiş gibi değil kişilerarası yaşantıları açısından ele
alınması gerekir.
Görüş açılarındaki farklılıklan gösterebilmek için
klasik bir el yıkama kompalsiyonunu inceleyelim. Bir
hanım tedavi olmak için başvurur. Bu kadın günde bir
çok kez ellerini yıkamaktadır. Kompalsif bir şekilde
duş almaktadır. Günün her anında ellerini yıkadığı hal­
de, özellikle evi temizlerken deterjan kullandığı zaman
ellerini daha çok yıkamaktadır. İç-psişik bir açıdan ka­
dının bu belirtisi bastırılmış düşüncelere karşı bir sa­
vunma olarak ele alınabilir: Kadın, kocasına ve çocuk.
lrmna karşı düşmanca duygulara sahiptir. Kadının bu
belirtisel davranışının geçmiş yaşantılanyla ilgili olduğu
düşünülebilir. Hatta bu düşünce kadının geçmişteki anı­
larıyla da desteklenebilir; kadın, belirtisinin, çocukken
ana-babasının yatak odasında tanık olduğu bir olaydan
sonra b;:ışladığını belirtmektedir. Klasik bir açıdan bu
vak'a yazıldığı zaman hastanın geçmişine, düşlerine, 'suç­
luluk duygularına önem verilir. Kadının kocasından da
kısaca söz edilir; kocasının da karısının bu durumuna
çok üzüldüğü belirtilir. Bu yaklaşımda iç-psişik sonm­
lara odaklaşmak asıl amaç olduğu için, adamın da bir

34
psikiyatrist tarafından görülmesine pek gerek ·görülmez.
Bu vak'aya iletişim açısından bakılır ve kadının be­
lirtisi kişilerarası bir bağlam içinde incelenirse, bu karı­
koca arasında şiddetli ve acımasız bir savaşım oldu�
görülür. Adam her şeyin kendi istediği doğrultuda ve
anında yapılmasını isteyen bir kişidir. Karısının el yı­
kamasını « iyiliksevercesine» yasaklamıştır. Öyle ki, el
lerini yıkamadığından emin olabilmek için karısının
duşlarını zamanlar. Sabunu saklayıp kısıtlı bir şekilde
verir. İşten eve döndükten sonra kansına sorduğu ilk
·

soru ellerini yıkayıp yıkamadığıdır. Adam karısının el­


lerini yıkamasından vazgeçmesini çok kuvvetle istemek­
tedir. Öyle ki kendisine kızdığı zaman, öfkesini ellerini
yıkuyarak belli etmesini söyler.
Kocasının evdeki bu acımasız titizliğinden çok mut­
suz olmasına karşın kadın, ellerini yıkamaktan başka,
kocasına hiç bir şekilde karşı koyamamaktadır. Kadı­
nın kocasına karşı çıkabilmek için bir tek olanağı vardır.
O da ellerini yıkamaktır. Böylelikle kadın kocasının ya­
pılmasını istediği bir çok şeyi yapmaktan kurtulmuş ol­
maktadır. Örneğin, kocası bir yere gitmek i steyecek olsa,
kadın gidemez; çünkü evden ayrıldığı zaman pis bir şey­
le karşılaşmaktan korkmaktadır. Kocası evin tertemiz,
lekesiz bir ev olmasını isteyecek olsa, hanım evi temiz­
leyemez; çünkü ellerini yıkamaktan ev temizlerneye va­
kit bulamamaktadır. Kocası bulaşıkların yemekten he­
men sonra yıkanmasını isteyecek olsa, kadının bu ko­
nuda da bir güçlüğü vardır: Ellerini bir kez suya sok­
tuktan sonra, bir daha sudan çıkaramamaktadır. Adam
evde « dediği dedik» bir patran olmaya olanca gücüyle
çabalamasına karşın, bir çift elin yıkanması karşısında
dizüstü çökmektedir.
Kadının belirtisinin kişilerarası boyutu dkincil bir

35
kazanç» olarak kabul edilip, pek fazla 'Önemsenmeyebilir
ve tedavide ağırlık bastırılmış fikirlerin su yüzüne çıka­
rılmasına verilebilir. Bu yaklaşımı benimsemiş bir kişi,
belirtilerinin kökenini anladıkça kadının belirtisel davra­
nışından vazgeçeceğini ve kocasının da mutlu olacağını
düşünür. Bu safdil anlayışta önemli sorunlar vardır: Ka­
dın tedavi olmaya başladıktan sonra, belirtisinin ardın­
da nelerin yattığı konusunda bir içgörü (insight) kaza­
nabilir. Bu doğru olabilir. Ama kadın, yaptığı işi çok iyi
bilen ve söz konusu belirtisel davranışın üstesinden gel­
meye kararlı bir terapistle de uğraşmak zorundadır. O
zaman akla şöyle bir soru gelebilir: Acaba iyileşme has·
tırılmış yaşantıların su yüzüne çıkmasından mı, yoksa
kadının terapistle, kocasıyla uğraştığı gibi uğraşamayı­
şından mı kaynaklanmaktadır? Besbelli ki kadın, tera­
pistle L ·)casıyla uğraştığı gibi uğraşamamaktadır; çün­
kü tera� ıst kadının belirtisine karşı çıkmaz . . .
İç-p >işik yaklaşımın . bir başka zayıf yönü de kadın
iyileştiği zaman, kocasının da mutlu olacağı varsayımı­
dır. Psikiyatrik bir hasta iyileşmeye başlayınca, eşinin
rahatsızlanmaya, hatta tedaviye ketvurucu bir şekilde
davranmaya başladığını gösteren önemli kanıtlar var­
dır. Bir belirti yalnızca hastanın bir başkasıyla uğraş­
ma biçimi değil, aynı zamanda o kişiyle işbirliğine geç­
me biçimi de olabilir. Bu vak'adaki kan-koca ilişkilerini,
hamının kompalsiyonu üzerine kurmuşlar ve belirtisel
davranışın dışındaki bir başka alanda çatışmaya gerek
bile duymamaktadırlar. Ailede hasta olarak kabul edilen
kişi kadındır. Kan-koca, ailede iyi gitmeyen her şey için
kadının kompa]siyonunu sorumlu tutmaktadırlar. Kadın
tedavi sonucu belirtileriyle ilgili iç-çatışmaları hakkında
bir iç-görü (insight) kazanabilir; fakat1 belirtisel davra�
nışından vazgeçebilmesi için bir yaşam biçiminden de

36
vazgeçmesi gerekir. Kuşkusuz, kadının bu belirtisi yal­
nızca ümitsiz bir şekilde kocasıyla uğraşma biçimi olma-­
yabilir. Aynı zamanda, kocasının kendi sorunlarıyla ve
de evliliklerindeki diğer sorunlarla yüz yüze gelmesin­
den bir kaçınma biçimi de olabilir.
İletişim açısından bir belirtinin en önemli özelliği,
belirtisel davranan kişiye kişilerarası ilişkilerini kontrol
etme avantajı vermesidir. Ancak bundan, belirtisel dav­
ranan kişinin mutlu bir kişi olduğu sonucu çıkarılma­
malıdır. Belirtisel bir şekilde davranan kişi çok mutsuz
bir kişidir. Ne var ki yerdanması ve kontrolü çok güç
olan kişilerarası ilişkileri kontrol edebilmek için belir­
tisel bir şekilde davranmak bazı kişilerce' tercilı edile­
bilir. . . Bir başka vak'ada bir adam kansının aJ'.:olik ol­
duğunu ve bu nedenle sürekli kazançlı çıktığım belirtir.
Tedavi olmayı kabul eden kadın, elinde olmacan içti­
ğini ve içmesinin ona hiç bir yarar getirmeyip , yalnız­
ca mutsuzluk getirdiğini belirtir. Bu örnekte de besbel­
lidir ki, kadın içmekten bir şeyler kazanmaktadır. Ka­
dın içki içerek kocasıyla olan ilişkisinin kontrolünü eli­
ne geçirmiştir. Ş öyle ki, kocası karısını bir an bile yal­
nız bırakamaz; çünkü karısının içki bardağına sarılma­
sından korkmaktadır. Kocası karısının hoşuna gitmeyeı­
cek hiç bir şey söyleyemez ve yapamaz; çünkü karısı öf­
kelenince daha çok içmektedir. Adam, karısı sarhoş
olunca ne yapacağı belli olmadığından, onun p eşini bir
an bile bırakamaz; her şeyi karısının iste:ğine göre dü­
zenler; Bu örnekte de apaçık bir şekilde görülmekte�
dir ki, kadın eline bardağı kapmasıyla birlikte kocası-
. nı dizüstü yere çökertmektedir. Kadın, içki içtiğinden
ötürü mutsuz, onuru kırılmış olabilir. Hatta, kocasın­
dan dayak bile yiyebilir. Ama, yine de, ilişkiyi kontrol
etmeyi başarmaktadır. Adam da bu durumla işbirliği

37
yapmaktan geri kalmaz. Karısının içki · içtiğine çok üzü­
lür. Knrısına içki içmeyi yasaklar. Böylece bir anlamda,
karısını içki içmeye . daha çok kışkırtmış olur. Görüldü­
ğü, gibi, karı-koca ortaklaşa, beHrtinin sürmesine kat­
kıda bulunurlar. Her ikisinin de belirti yoluyla doyuru­
lan gereksinimleri vardır. Bu belirti, kan-koca arasında
uzlaştırıcı bir işlev görmektedir. Ne yazık ki, bu uzlaşma
çürük bir temele drı_yanmaktadır. Kadın tedaviye baş­
vurduğu zmmm , kocasından ne denli tehdit olmuşsa, te­
daviden de o denli tehdit olmuştur. Bir başka deyişle, ka­
dın terapistle ilişkisinde terapistin kontrolü altına gir­
mekten korkmaktadır.
Rastayla terapist arasındaki kontrol savaşımını da­
ha iyi rı.çıklaya.bilmek için, şu örneği inceleyelim. Bir ha­
nım tedavi olmak için terapiste telefon eder ve randevu
almak ister. Terapist de pazartesi kadını görebileceğini
belirtir. Kadın randevunun salı günü olmasını ister. Bu­
na karşılık terapist, kadını salı günü saat lO'da görebile­
ceğini belirtir. Bu kez kadın sabahleyin gelemeıyeceğini,
randevunun öğleden sonraya alınmasını ister. Terapist
bunu da kabul eder ve kadına ofisinin adresini verir.
Bunun üzerine kadın, « Evden ayrılmaktan çok korkuyo­
rum, acaba evime gelebilir misiniz)) , der . . .
Bu örnek, çok abartılmış olmasına karşın, daha baş­
lrmgıçta hasta ile tetapistin etkileşiminin çok çetin bir
etkileşim olacağını belirtmektedir. Bu durumda terapist
ve ha.sta arasındaki sorun şudur: Aralarındaki ilişkide
yer alacak davranışlan kim kontrol edecektir? Randevu­
nun yerini v:e zamanını saptama çalımını yapabilen bir
hastn, ilişkide hangi davranışların ye:r alması gerektiğini
de kontrol edebilir. Zaten bu kadını psikoterapi almaya
zorunlu kılan etmen, kadının olanca gücüyle ilişkilerini
kontrol etmeye çabnlamasıdır. Kadın sürekli olarak baş-

38
kalarının davranışlarını sınırlamaya çalışmış ve sürekli
başarısızlığa uğramıştı r. Kadının tüm talihsizliği de ba­
şarısız olmasına karşın tüm gücüyle ilişkilerini kontrol
etmeye diretmesidir.
Bir ilişkinin kontrolünü kazanmaya çalışmak pato­
lojik değildir. Zaman zaman hepimiz gerekli oldukça
bir ilişkinin kontrolünü kazanmaya çalışınz.. FD1 at bir
...

kişi bir ilişkiyi kontrol etmeye çalıştığı halde, kontrol


etmediğini söylerse, o zaman bu kişi belirtisel bir şekil­
de davranmak zorunda kalır. Birbirleriyle iyi aniaşan eş­
lerin ilişkilerinde de olduğu gibi, kararlılığa ulaşan iliş­
kilerde eşler ilişkinin hangi alanının kimin tarafından
kontrol edileceğini iyi bilirler. Örneğin bir çift, ailedeki
paranın koca tarafından harcanması konusunda bir an­
laşmaya varabilirler. Adam işinde başarısızlığa uğrayıp ai­
lenin geçimi için gerekli parayı kazanamazsa, o zaman ya
eşler arasındaki anlaşmanın değiştirilmesi gündeme gelir
ya da söz konusu anlaşma iyice kuvvetlenir. Sorunlu ilişki­
ler, kişilerin ilişkilerinin hangi alanının kimin tarafın­
dan kontrol edileceğini saptayamadıklan ve bu konuda
bir anlaşmaya varamadıkları ilişkilerdir. Sorunlu ilişki­
lerdeki kişilerden biri ilişkinin belirli bir alanını kontrol
etmek istediği zaman, diğer kişi de aynı alanı kontrol et­
meye kalkışır. Bu nedenle, eşler sürekli bir savaşım için­
dedir. Bu savaşım bazen kaba, açık ve sonsuz zenginlik
ve incelikte olabileceği gibi, bazen de sabote, pasif direnç
veya fiziksel bir kavga şeklinde olabilir.
S orunlu ilişkiler her zaman psikiyatrik belirtiler do­
ğuran ilişkiler değildir. Bir ilişkide kişilerden biri di­
ğerinin davranışı kısıtlamak için bir çalım yaptığı halde
bu çalımı yapmadığını belirtirse, ilişki patolojik bir ni­
telik kazanmaya başlar. Patolojik ilişkisi olan bir kadın
kocasını evde oturmaya öyle bir şekilde zorlar ki, bu

39
davranışını her an yadsıyabilir. Örn�ğin, - bir türlü an­
laşılaınayan başağrılan tutar. Sabun allerji yapar. Bazen
nedendir bilinmez, uzanıp yatması gerekir. Bu kadın tüm
yadsımalarına karşın, kocasının davranışlarını kısıtla­
maktadır; çünkü «çaresiz» başdönmelerine bir türlü ça­
re bulamamaktadır. . .
Bir ilişkide, bir kişi diğer kişinin davranışlarını kı­
sıtladığı halde bu davranışını yadsırsa, bu ilişki özellik­
le dikkat çekmeye başlar. Örneğin, evde yalnız kalınca
aşırı ölçüde kaygılanan bir kadın, kocasının geceleri ev­
de oturmasını ister; adam da bu isteğe uyar. Fakat,
adam karısı tarafından özgürlüğünün kısıtlandığını iddia
edemez; çünkü karısı değil, kansının kaygısı adamı evde
oturtmaktadır. Karısının kaygısı da istem-dışı bir dav­
ranıştır. İşte bu nedenledir ki, adam karısı tarafından
özgürlüğünün kısıtlanmış olmasına baş kaldıramaz. Bir
kişiye birbiriyle tutarsız iki yönerge verilirse, bu kişi
yönergey,e uymadığını belirterek yönergeye uyabilir. Bu­
rada bu tür iletişimiere paradoksal iletişim adı verilmiş­
tir.
Paradoksal iletişim örüntüleri fikri, Russell'ın pa­
radokslar konusundaki görüşlerinden türetilmiştir. Pa­
radoks terimi bir iletiyi anında veya farklı bir zamanda
tutarsız bir şekilde niteleyen bir iletişim örüntüsünü be­
timleyebilmek için kullanılır. Bir kişi bir başkasına bir
şey yapması için bir yönerge verirse mutlaka bir para­
doks doğmaz. Bir kişi bir başkasına, verdiği · yönergeye
uymaması için yönerge verirse bir paradoks doğar. Yö­
nergeyi alan kişi bu yönergeye, ne tıyabilir, ne de bu
yönergeye uymadan edebilir. Aldığı yönerrgeye uyarsa uy­
mamış; uymazsa, uymuş olur. Bu durumda bir paradoks
doğmuştur: çünkü bir yönerge farklı bir sınıflama siste·
mindeki bir başka yönerge tarafından tutarsız bir şekil-

40
de nitelenmiştir.. İki ·yön:erge «onu yap» ve <<onu yapma»
yönergelerinde olduğu gibi aynı · sınıflama sistemi için­
deyseler, birbirleriyle zıt anlam taşısalar bile, bir para­
doks doğmaz. Bir sınıfın içindeki bir yönerge, sınıfın
kendisiyle tutarsızlık göste.rirse o zaman bir paradoks
doğar. Örneğin, bir kişi bir ·. başkasına belirli bir şeyi
yapması için buyruk verip, ardından benim sözüme ku­
lak asma, diye bu. davranışını nitelerse, burada bir zıt
anlamlılıktan çok, farklı düzeylerde bir tutarsızlık var­
dır. Aynı şekilde birisi bir başkasına içinden geldiği gibi
davranınanı emrediyorum, derse, bu kişi ortaya bir pa­
radoks koymuş olur. Çünkü bir kişi hem emir alıp, hem
de içinden geldiği gibi davranamaz. Bu tür iletişim örün­
tüsii patolojik ilişkilerde sık sık görülür.
Paradoksal iletişimle· karşılaşan bir kişinin bu tür
bir iletişime çeşitli . tepkileri olabilir. Bu kişi ilişkiyi so­
na erdirebilir. Çok güç br durumda kaldığı için eleşti­
riler yapabilir. Ya da öteki kişiye tepkide bulunmadığını
belirterek tepkide bulunabilir. Bu üçüncü iletişim biçi­
mi paradoksal bir iletişim biçimidir. Paradoksal iletişim
biçimleri belirtisel davranış durumlarında, hipnotizma­
da ve psikoterapi alan bir kişinin «kendiliğinden» iyileş­
me durumunda özellikle bulunur. Bir kişi bir başkasına
tepkide bulunmadığını belirterek tepkide bulunursa, pa­
radoksal bir şekilde davranmak zorundadır. Bir kişi bir
başkasına yönergelerine uymaması için yönerge verirse,
yönergeyi alan kişi bu yönergeye tepkide bulunmadığını
belirterek tepkide bulunur. Kişilerarası ilişkilerde, bir
ileti de yönergesel . bir nitelik olduğu zaman paradoksal
bir dumm kolaylıkla doğabilir. Bu nedenledir ki, insan
iletişimlerinin betimlenmesi çok kolay bir iş değildir.
Knrşılıklı olarak birbirlerinin davranışlarını kısıtla­
yarak ilişkiyi kontrol etmeye çalışan iki kişiden hangisi

41
paradoksal yönergeler verirse, bu kişi .« kazanır» ; çünkü
öteki kişi ne yönergelere uyarak ne de uymayı yadsıya­
rak ilişkiyi tanımlayabilir. Bu kişiden aynı anda hem
yöncrgelere uyması hem de uymaması istenmiştir.
Kişilerarası ilişkilerde paradoksal iletişim kurmanın
en talihsiz yönü şudur: Paradoksal . iletişim kuran kişi
ilişkinin belirli bir alanınının kontrolünü kazanır; ama
bu kontrolü kazanırken karşıdaki kişiyi de paradoksal
bir biçimde davranışta bulunmaya zorlar. Böylece çatış­
masal ilişki sürer gider. Örneğin, yalnız başına ka­
lınca aşın ölçüde kaygıtanan karısıyla evde oturmak zo­
runda kalan bir adam, bu davranışını ne isteyerek, ne de
zor altınd�. yaptığını belirtebilir. Evde oturma davranı­
şını öyle bir şekilde niteler ki bu davranışını karısı
için değil de karısının kaygısı için yaptığını belirtir.
Bu durumda kadın, ne kocasının evde oturmak istedi­
ğinden, ne de ilişkinin belirli bir alanını kontrol ede­
bildiğinden emin olabilir. Kadın kocasına nasıl dav­
ranmışsa, ondan da o şekilde karşılık görmüş oiur. Ka­
dın bir yandan kocasını evde oturmaya zorlamakta, ama
bu davranışının sorumluluğunu alamamaktadır. Öte. yan­
dan da kocasım sürekli evde tutmaktadır. Böylelikle,
belirtinin sürdürülmesi de güvence altına alınmış olur.
Bir ilişkide bu tür bir iletişim dizisi bir kez haşlatılırsa,
ilişki patolojik bir nitelik kazanmaya başlar.

Bir ilişkide belirtisel clavranışın temel avantajı, be­


lirtisel davranan kişiye ilişkinin kurallarını koyma üs­
tünlüğünü verme:sidir. Bu avantaje, karşın belirtisel dav­
ranışın yarattığı bozgun şu şekilde özetlenebilir : Belirti­
sel davranarak kuralları koyan kişi bunun için ne bir
saygınlık kazanabilir, ne de kuralları koyduğu ıçın so­
rumluluk alabilir. Bir ilişkide bir kişi kendisi için bir

42
şey isteyemez ve istediği şeyi sürekli olarak yad­
sınsa, o kişi istediği şeyi elde ettiği zaman da elde edi­
şinin sorumluluğunu alamaz. Oysa bir ilişkide doğa­
bilecek sonuçlar hakkında sorumluluk ".labilmek için ön ­
ce kendi davranışlanmızın sorumluluğunu alabilmemiı..
gerekir. Davranışianınıza sorumluluk almamız, sağlıkiı
iletişim kurabilmenin vazgeçilemeyecek bir kuralıdır.
Bir kişi bir başka kişiye her ne iletirse iletsin, o ki­
şinin nasıl dnvmnması gen:ktiği konusunda kurallar ko­
yar. Psikoterapide de ilişkinin kurallarının kimin tara­
fından konulması gerektiği konusu önemli bir sorundur.
Psikoterapi eğitim, yardım, kendini ifade etmeye yürek­
lendirme v.b etmenlerden oluşmasına karşın, psikotera­
pinin candıcı noktası, ilişkinin kimin tarafından kont­
rol edilmesi gerektiği sorunudur. Bu sorunla psikotera­
pistin başarılı bir şekilde uğraşabilmesi gerekir. Çeşitli
tedavi yaklaşımlannın hiç bir şekli bu temel sorunla uğ­
raşmaktcm kaçınamaz. Tedavisel değişmenin nedeni de
bu serunun çözümünde yatar.
Psikotempide kontrolü hasta kazanırsa, ilişkiyi be�
lirtisel bir şekilde davranarak kontrol eder. Bu, hasta­
nın sorunlarının sürmesi anlamına gelir. Başarılı bir te­
davi, terapistin hastasıyla olan ilişkisini kontrol etmeyi
baş".rdığı bir ilişkidir. Bu bakımdan, terapistin ilişkinin
kontrolünü eline geçirebilmek için somatik (bedensel) du­
yumlarım bile etkileyebilen hastanın kullandığı taktik­
lere çok dikkat etmesi gerekir. Bu kitabın amacı çeşitli
psikoterapi yaklaşımlarının tekniklerini incelemektir. Bu
amaçla, yönehirnci ve yönehirnci olmayan yaklaşırnlara
ve de özellikle evlilik ve aile psikoterapisi yaklaşımları­
na ağırlık ·verilmiştir. Kitabın bir başka amacı da teda­
visd değişmenin nedeni sorusuna verilebilecek cevabın,
tüm psikoterapi yaklaşımlarında bulunan paradokslarda

43
yattığını önermektir, Bundan sonraki .bölümlerde teda­
visel paradoksların özellikleri çeşitli psikoterapi yakla­
şımlannın ışığı altında incelenmiştir.

44
BÖLÜM 2
HİPNOTİST ve DEN:EK (HİPNOTİZE OLAN KİŞİ)
BİRBİRLERiNi NASIL ÇALlMLAR

İnsanı anlamaya çalışan her psikolojik kuramın hip­


notizma denilen olayı açıklayabilmesi gerekir. Özellikle
psikiyatri alanı hipnotizmaya çok şey borçludur. Sık sık
sözünü ettiğimiz içpsişik süreçler hipnotize olmuş bir ki­
şinin davranışlarını açıklayabilmek için geliştirilmiştir.
Bilinç ve bilinçaltı kavramları 1884 yıllarında Berheim
ve arkadaşları tarafından hipnotize edilen kişilerin algı­
sal seçicilik ve amnezi (bellek yitimi) adı verilen nitelik­
lerini açıklayabilmek için önerilmiştir. Düşüncelerin çağ­
rışımların bir sonucu olduğu görüşü de hipnotize olmuş
kişilerin davranışları üzerinde yapılan gözlemlerden kay­
naklanmıştır. Psikiyatriye önemli katkılarda bulunan
Freud'un de hipnotizmayla ilgili bir geçmişi vardır. Freud'
un psikiyatri alanına yaptığı katkılar, 19. yüzyılda hip­
notizma konusunda yapılan araştırmalardan etkilenmiş­
tir. 19. yüzyılın son yirmi yılı içinde yayınlanmış yazı­
larda bilincin, bilinçaltı bir niteliğin, bilinçaltının da bi­
linçli bir niteliğinin olup olmadığı konusunda önemli tar­
tışmalar olmuştur. Bilinç ve bilinçaltı yapılarıyla ilgili
olarak egonun işlevlerini ayırdedebilmek için önemli gi­
rişimlerde bulunulmuştur. Günümüzde, bireyi açıklama­
ya çalışan kurarnların büyük bir bölümü, ya o dönem­
de geliştirilen fikirlerin bir uzantısıdır, ya da. o dönem­
de önerilen fikirleri test eden çalışmalardır. 19. yüzyıl­
dan beri, hipnotize olmuş bir kişinin durumu insanı anla­
maya çalışan bilim adamlarının ilgisini çekegelmiştir.
· Psikiyatrik belirtilerin betimlenmesinde nasıl tüm
dikkatler. hasta kişi üstünde toplanmışsa, hipnotizmGı,
olayİ betimlenirken de tüm dikkatler, hipnotize ediiei1

45
kişinin üzerinde toplanmıştır. Deneğm (hipnotize edilen
kişinin) davranışlarını açıklayabilmek için içpsişik kav­
ra:rnlar önerilmiş; hipnotik ilişkiye hiç dikkat edilmemiş­
tir. Halen, bazı araştırmacılar bu geleneği sürdürmekte
ve hipnotizma olayım tek bir bireye sımrlayarak betimle­
meye çalışmaktadırlar. Bir kişiyi hipnotize edebilmek
için gerekli tüm psikoloj ik olaylar arasında, belki de en
gerekli olanı hipnotİst ile denek arasındaki ilişkidir.
Mesmer, mıknatıslı bir çubuk kullanarak bazı kişile'ri hip­
notize etmeyi başarmıştır. Mesmer'in bu başarısını gören
kişiler, hipriotizma olayını açıklaya.bilmek için mıknatı­
sın doğasını ve insanlar üzerindeki etkisini incelemeye
çalışrnışlar; Mesmer'in denekle olan ilişkisine hiç dikkat
etmemişlerdir. Mıknatıslı çubuk döneminden sonra, Bra­
id gözlerini bir kişinin gözlerine dikerek bu kişiyi hip­
notize etmeyi b aşarmıştır. Bu olay araştırmacılann dik­
katini, magnetik özellikler yerine hipnotize olan kişinin
sinir sistemine çekmiştir. Daha sorira « trans durumunun»
başka yollarla da yaratılabileceği ileri sürülmüştür. De­
nekten gözlerini belirli bir noktaya dikmesi istenmiş, bu
yolla da bazı denekler hipnotize edilebilmiştir. Oysa, bu
aşamada asıl yapılması gereken şudur: Tüm trans du­
rumlarında hipnotİst deneğe ne yapması gerektiğini be­
lirtmektedir. O halde, hipnotizma araştırmalarında da
asıl ilgilenilmesi gereken konu, yönergeler veren ve alan
kişi arasındaki etkileşim olmalıdır. Ne yazık ki öyle ol­
mamış, hemen hemen tüm araştırmalarda dikkatler yal­
nizca deneğin üstünde toplanmıştır. Bu araştırmalarda
bireyler yönergelere açık ve kapalı oluşlarına göre sınıf­
lanmaya çalışılmıştır. Tıpkı mıknatıslı çubuğun kullanıl­
dığı dönemde de olduğu gibi yönergeler verenin, tek başı­
na, ilişkiden bağımsız olarak insanları etkilediği düşünül­
müştür. Psikoterapi olayı betimlenirken teavisel ilişkiye

46
odaklaşmaktan kaçınıldığı . gibi, hipnotik ilişkinin doğa­
sını incelemekten de kaçınılmıştır.
Psikoterapi ve hipnotizma süreçlerine bireyci bir gö­
rüş açısından yaklaşılırsa, bu iki sürecin arasında hiç
bir benzerlik olmadığı sanılır. Bu iki sürece iletişim açı­
sından yaklaşılırsa, aralannda önemli benzerlikler oldu­
ğu ortaya çıkar. Bu psikolojik süreçlerin her birinde de,
bir başka kişinin davranışiarına etki edilebilmesini sağ·
layan çalımlar (maneuver) bulunur. Bu süreçlerin ikisi
de bir kişinin duygularını, duyumlarını ve algılannı et­
kiler ve bir başka kişinin davranışianna etki etmeyi
amaçlayan bir konuşma biçiminden oluşur. Psikoterapi
ve hipnotizma süreçlerinin birbirinden çok farklı oldu­
ğunu savunanlar, bu iki süreci iletişim açısından incele­
mişlerdir. Hipnotik bir ilişkiden söz edildiği zaman, bu
ilişkiden yalnızca edilgin (pasif) bir deneğe verilen «_uyu­
ma» buyruklarını anlıyorsak, hipnotik ilişki hiç benzeri
olmayan bir olaymış gibi görünür. Ancak, bu yoUa bir
kişinin hipnotize edilebilmesi kullanılabilecek teknikler­
den yalnızca birisidir. Otuz yıldan . beri çeşitli hipnotiz­
ma teknikleri geliştirilmiştir. Bazen, bazı hipnotizma tek­
niklerini birbirinden ayırdedebilmek oldukça güçleşmiş­
tir. Artık günümüzde öylesine etkili hipnotizrna teknik­
leri geliştirilmiştir ki, bir kişi oldukça gelişigüze:l bir ko­
nuşma biçimiyle hipnotize edilebilmektedir. Gurup için·
de bir konuşmacının konuşmasını dinlerken bir kişi hip­
notize olabilmektedir. Hatta bazen bazı bireyler hipnotist
hiç bir şey yapmadığı halde hipnotize olabilmektedirler.
Örneğin, Dr. Miton H. Erickson bir hipnotizma gösterisi
yapmak amacıyla bir hanımı sahneye davet eder. Hanım
sahneye çıktıktan sonra, Dr. Erickson hiç bir şey yap­
maz ve bekler. Bir süre sonra hanım hipnotize olur. Ne­
den böyle olduğu sorulduğunda, Erickson, hanım tüm

47
seyircilerin önüne hi:p:rıotize olmak için çıkmıştı;� ben ne
bir şey yaptım, ne de söyledim� ikimizd:en biri$inin bir
şey yapması gerekiyordu;� hanım hipnotize oldu; der. Bu
teknik, özellikle dirençli deneklere karşr etkili olabilecek
bir tekniktir; çünkü bu teknikte direnç gösterebilecek
bir şey yoktur. Bir bakıma, bu teknik yöneHirnci olma­
yan psikoterapi tekniklerine benzemektedir. Hasta yar·
dım almak için terapiste gelir; ama terapist hastaya ne
yapması gerektiğini belirtmez. Bu dururnda birinin bir
şey yapması gerekmektedir; hasta değişrnek zorunda ka­
lır. Kuşkusuz psikoterapi ile hipnotizma süreçleri arasın·
da bu şekilde paralellikler kurmaya çalışmak biraz gülünç
olmaktadır. Ama, günümüzde bir kişinin çeşitli teknik·
lerle hipnotize edilebilmesi, psikoterapi ile hipnotizma sü­
reçleri arasında önemli benzerlikler olduğuna dikkatimi­
zi çekmektedir.
Hipnotizmanın kliniksel bir araç olarak kullanılma­
sıyla piskanaliz arasında ilginç bir ilişki vardır. Hip­
notik trans olayını aktarım ve bastırma kavramları ışığı
altında açıklamaya çalışan kurarncılar yalnızca tek bir
kişinin üzerine odaklaşmış; hipnotik trans olayını oldu­
ğundan daha basit bir düzeye indirgemişlerdir. Bu ku­
ramcılar her nedense psikanaliz sürecindeki aktarım ve
bastırma olaylarını hipnotik trans açısından açıklamaya
pe�k yanaşmamaktadırlar. Aktarım ve bastırma olayları­
nın psikanalitik tedaviye özgü olaylar olduğu ileri sürül.
düğü zaman, akla şöyle bir soru gelmektedir: Acaba, hip�
notist ve denek arasındaki ilişki, hasta ile analist ara­
sındaki ilişkiye çok benzediğinden midir ki, bu ilişki­
lerin hasta ve denek üzerindeki etkileri de birbirlerine
çok benzemektedir? Örneğin, psikatıalitik bir oturumda
duygusal oir yaŞantısını tüıri ayrıntılarıyla anımsayan;
fakat ayni yaşantıyı bir sonraki oturumda amınsamayan

48
bir . hasta, acaba direnç mi göstermektedir? Yoksa, hip­
not�k bir ·bellek yitimi mi göstermektedir? Acaba hipno�
tik belle: k yitimi ile direnç arasında bir fark var mıdır?
Bu kitapta psikoterapi ve hipnotizma süreçleri arasında
önemli .benzerlikler olduğu ön�rilmiştir. Özellikle, her iki
ilişkiye içerdikleri paradokslar açısından yaklaşıldığı za­
man, bu ilişkilerin birbirlerine çok benzer olduğu kolay­
lıkla görülebilir.
Kliniksel bir araç olarak hipnotizma, tedavisel değiş­
menin doğasıyla, çok yakından ilişkilidir. Terapistlerin
t·edavide yöneltimlere ağırlık verdikleri günlerde, hipno­
tizmada da yöneltimlere ağırlık verilmiştir. «Ayırdına var­
manın» veya «içgörü kazanmanın» moda olduğu dönem­
lerde, aynı moda hipnotizma için de geçerli olmuştur.
Hipnotizmanın baştacı edildiği günler çoktan gelip geç­
miştir. Çocukluk dönemindeki bastırılmış yaşantıların bi­
lince getirilmesini tedavisel değişmenin temel bir nedeni
olarak kabul eden görüşlerin, hipnotizmayı da doğal bir
tedavi aracı olarak kabul etmesi gerekir; çünkü hipno­
tizmaya yatkın bir deneğin bastırılmış yaşantıları ve şim­
diki davranışları arasındaki ilişkiler daha kolaylıkla ku­
rulabilir. Önemle belirtilmelidir ki, psikanaliz ve hipno­
tizma süreçleri arasında önemli farklılıklar da vardır.
Psikiyatistlere göre, hastanın geçmişini amınsayarak bas­
tırılmış yaşantılannın kökenierini görmesi, tedavi için
yeterli değildir. Bu nedenle, tedavide dikkatler yalnızca
hastanın, analiste karşı gösterdiği direnç üstüne yoğun­
laştırılmamalı, aynı zamanda hastanın kendi kendine kar­
şı gösterdiği direnç üstüne de topl�malıdır. Hipnotizma
ile psikanaliz arasındaki önemli bir başka fark da şöyle
özetlenebilir: Hipnotizma edilerek bir kişiye çocukluk ya­
şaiıtıları anımsattırılabilir. Bu kişinin bastırılmış yaşan­
tıları ortaya çıkarılabilir. Ancak, tedavi için tüm bunlar

49
yeterli değildir. Tedavinin başarıya uiaşabilmesi için psi­
kanalizden geçen hastanın direncinin ve analiste karşı
duyduğu aktarırnın da yorumlanması gerekir. Hipnotizma
sürecinde hipnotİst bir denekten göz göre göre direnç
göstermesini isteyebilir. Bunun üzerine denek direnç gös­
terirse, bu direnç doğal bir direnç değildir. Psikanalist·
lere göre, direnç doğması gereken yerde doğmalı, doğdu­
ğunda da üstesinden gelinmelidir. Bir başka deyişle, psi­
kanalitik süı:ıeçte hastanın direncinin kırılması, hasta ile
analist arasındaki etkileşimin doğal bir sonucu olmalıdır.
!Iipnotizma sürecinde apaçık bir şekilde bir deneğe di­
renç göstermesi için verilen yönergeler, psikanalitik açı­
dan doğal yönergeler olarak karşılanmaz. Hipnotistin di­
renç isteyen yönergeleriyle psikanalistin direnç kışkırtıcı
taktikleri arasmda önemli farklılıklar vardır.
Hipnotizma bazen kliniksel bir araç olarak kabul edil­
miş, bazen de edilmemiştir. Freud hipnotizmayı kullan­
maktan tümüyle vazgeçtikten sonra, hipna:tizma kliniksel
bir araç olarak geçerliğini yitirmeye başlamıştır. Bu ki­
tapta hipnotizmaya yer verilmesinin nedeni, hipnotizma­
nın etkili kliniksel bir araç oluşundan değil, insan ilişki­
lerinin belirli yönlerini aydmlatmada yararlı oluşundan­
dır. Tedavisel bir araç olarak hipnotizmadan nasıl yarar­
lanılabilir? Hipnotizmanm tedavisel gücü nedir? Bu so­
rulara yanıt bulmadan önce, hipnotizına ilişkisinin dakik
bir şekilde betimlenmesi gerekir. Burada insan ilişkileri
hakkında bir takım öncüller ve tedavisel bir model öne­
rebilmek için, hipnotizma olayı iletişim açısından betim­
lenmeye çalışılmıştır.
Hipnotizma olayını açıklamaya çalışan geleneksel ku­
ramlar, denek ve hipnotist arasındaki etkileşime odaklaş­
mak yerine, deneğin içpsişik süreçlerine Ş
odakla mıştır.
Bu neden]e,, hipnotik trans olayı çeşitli kurarncılar tara-

so
fından çeşitli şekillerde betimlenm.iştir: Trans olayı hem
bir «uyuma>> şeklidir; hem de değildir; trans, koşullama
olmaksızın ortaya çıkan koşullu bir tepkidir; trans, bir
kişinin bir başkasının yönergelerine açık olmasıdır; trans,
saldırgan ve sadistik içgüdülerden oluşan bir tür akta­
rımdır. Ama, yönergelere açık olma öyle bir durumdur
ki, yalnızca oto�yönergeler trans durumunu yaratabilmek­
tedir. Trans, dikkatin yoğunlaştırılmasıdır. Dikkat, ancak,
çevre ile ilişki kesildiğinde yoğunlaştınlabilir. Trans, bir
tür rol yapmadır. Ama, oynanan rol gerçektir. Trans, he­
nüz tanımları yapılmamış tanımlanmak zorunda olan psi·
kolojik etkileşimierin ve fizyolojik değişmelerin bir ürü­
nüdür. Bir de, trans olayından tümüyle farklı katelepsi
(catelepsi) ve varsanı (halüsünasyon) gibi bazı olaylar
vardır ki , bu tür olaylar gerçek bir trans durumunun te­
melini oluşturur.
Normal bir durumdan farklı, trans denilen bir durum
var mıdır? Bu soru henüz dakik bir şekilde yanıtlanma­
mıştır. Trans, tanımı gereği öznel bir yaşantıdır. Bu ne­
denle, trans ancak trans olayını yaşayan bir kişi tarafın­
dan incelenebilir. Bu tür inceleme oldukça kaypak algı­
sal yaşantılara dayandığından güvenilir değildir. Bir in·
sanın ne düşündüğü (düşünüyorsa tabii) ne ölçüde bilin�
bilirse, trans olup olmadığı da, ancak o ölçüde bilin�
bilir. Biz, bir insanın öznel yaşantılarını gözlenebilen dav­
ranışiarına bakarak anlamaya çalışınz. Bir insanın ile­
tişimsel davranışlan gözlenebilir. O halde hipnotizmayı
bilimsel olarak inceleyebilmek için de, hipnotİst ve denek
arasındaki iletişimsel davranışların incelenmesi gerekir.
Bu tür bir inceleme yapıldığı zaman bir insanın ile:tişim­
sel davranışiarına temel olan içsel süreçler hakkında daha
titiz ve sağlam vardamalarda (inferences) bulunulabilir.
Hipnotizma ile ilgili tartışmalar hep şu konu üstün-


de dönüp dolaşmıştır: Denek, gerçbkteiı hipnotizma de­
nilen bir olayı yaşamaktamıdır? Yoksa, yaşamış gibi mi,
davranmaktadır.? Aslında bu tür bir tartışma çözümle­
nebilecek bir tartışma değildir. Hipnotizma ile ilgili bazı
GSR ve EEG gibi ölçümler belirli fizyolojik değişmelerin
olduğunu belirtmektedir. Ama, elimizdeki hiç bir araç,
bir deneğin bir hayal mi gördüğünü, yoksa anestezik bir
durumu mu yaşadığını dakik bir şekilde belirtememek.
tedir. Eu durumda belki de izlenebilecek en ertkili yol,
bir dene : : hipnotizma edildikten sonra, anestezi olduğunu
sandığm _ız bölgeye bir iğneyle dürtmek ve deneğin ile­
tişimsel davranışlarını gözlemektir. Elimizdeki en güve­
nilir veri kaynağı deneğin iletişimsel davranışlandır. Ge­
ri kalanı bazı varsayımlardan ibarettir. Bir denek hipno­
tizma edilirken bu olayı bir filme alıp, bu süreci analiz
etmek, hipnotizma olayını inceleyebilmek için en uygun
yollardan biri olabilir. Bu yolla deneğİn davranışlarıyla
ilgili vardamalara bir sınır konulabilir. Hipnotizma hak­
kında cevaplanabilecek sorular sorulabilir. Hipnotize
edilmiş bir deneğin davranışları, hipnotize olmadığı za­
manki davranışlarından önemli ölçüde farklı mıdır? Hip·
notist ile denek arasındaki hangi davranışlar trans olmuş
bir kişiye özgü davranışlar olarak kabul edilebilir? Bu
soruların cev�pları, hipnotik ilişkinin ne olduğu ve bu
ilişkiyi tüm diğer ilişkilerden ayırabilen cevaplardır. Bu
soruları cevaplayabilmek için iletişimsel davranışların
betimlenebilmesini sağlayan bir sistem gerekmektedir.
İnsan ilişkilerinin sınıflanabileceği, tanımlanabileceği ve
de hipnotik ilişkinin oldukça özgün bir iletişim dizi'si ol­
duğu sayıltısıyla, burada insan ilişkilerini betimleyebil­
mek için bir sistem önerilmiştir.
Hipnotizma konusunda yayınlanmış yazılarda belirli
özelliklerden sürekli söz edilir. Bir çok hipnotİst tara-

52
fından ortaklaşa kabul edilmiş olan bu özellikler kısaca
şu şekilde özetlenebilir: Hipnotik trans olayı denekle
·

hipnotİst arasındaki ilişkinin bir ürünüdür. Bir zaman­


lar, hipnotik trans olayının gezegenlerin hareketle�inin
bir ürünü olduğu kabul edilmiştir. Günümüzde ise, hipno­
tizma olayının kişilerarası bir etkileşimin sonucu oldugu
kabul edilmektedir. Denek ve hipnotİst sözel ve söz-dışı
davranışlarıyla sürekli birbirlerine belirli iletileri ilet­
mektedirler. Trans olayı dikkatin belirli bir noktaya yo­
ğunlaştırılmasıyla çok yakından ilişkilidir. Denek trans
durumundayken, hipnotistin verdiği görevlerin dışında
başka hiç bir olayla ilgilenmez. Deneğin hipnotik görev­
lerle ilgili olarak söyledikleri hipnotistin söyledikleri ile
bir tutarlılık içindedir. Hipnotist ile denek arasındaki iliş­
kide tüm alacaklara önayak olan kişi hipnotistir. Hipno­
tİst bir dizi iletiler gönderir; denek de bu iletilere tepki­
lerde bulunur. Hipnotist, deneğin gözünde çok yüksek bir
prestije sahiptir. Denek, hipnotistin yönergelerine kendi­
disine özgü bir şekilde karşılık verebilir. Ama, deneğin
hipnotistin yönergelerine tepkide bulunmuş olması bile,
hipnotistle denek arasındaki ilişkide ne olacağcı sapta­
yan kişinin hipnotİst olduğunu gösterir. Deneğir: ilişkinin
kontrolünü eline geçirdiği durumlarda, denekle hipnotİst
arasında üstü örtülü bir anlaşma vardır. Deneğin bu şekil­
de davranabilmesine hipnotİst izin vermiştir. Araştırmacı­
lar tarafından ortaklaşa kabul edilen bir başka sayıltı da
şudur; Tüm hipnotizma durumlarında, belirli bir noktada,
hipnotİst açık veya kapalı bir şekilde denekten bir şeyi
yapmasını, hemen ardından da aynı şeyi yapmamasını
ister.
Yukarıda özedenen bu özellikler hipnotizma araş­
tümacıları tarafından ortaklaşa kabul edilen özellikler­
dir. Hipnotik etkileşim, deneğİn kolaylıkla yapabileceği,

53
.

isteminin kontrolü altındaki davranışlardan başlayarak,


isteminin kontrolü altında olmayan davranışların yapıl­
ması doğrultusunda ilerler. istemli davranışlar elierin diz­
Ierin üstüne konulması, bir ışığa gözlerin dikilmesi gibi
bir denek tarafından kolaylıkla yapılabilecek davranışlar­
dır. İstemin kontrolü altında olmayan davranışlar ise yor­
gun hissetme.k, istemeyerek kolunu kaldırmak gibi denek
ve hipnotİst tarafından istem-dışı kabul edilmiş davranış·
!ardır. Deneğin isteminin kontrolü altında olmayan dav·
ranışlar otonomik düzeydeki motor ve algısal davranış­
lardır. Kolunu bükmeye çalışan bir deneğe kaslarının bu
davranışı yapmaya izin vermeyeceği belirtilerek «meydan
okunursa», hipnotizma işleminin motor nitelikleri iyice
belirginlik kazanmış olur. Hipnotizma sürecinde istemli
davranışların ardından istemsiz davranışların yapılması­
nın istenmesi, trans durumunun· en derin olduğu anlar·
da bile sürdürülür. Sahnede. gösteri yapmak amacıyla bir
denek hemen hipnotizma edilmek istenirse, hipnotİst de­
neğin oturmasını, ellerini dizlerinin üstüne koymasını,
kafasını öne doğru eğ:mesini ister. Bu davranışların ardın­
dan, hipnotİst deneğe gözlerini açamayc.cağını belirtir.
Dinlenme alıştırmalarında söz konusu bu dizi daha yavaş
bir şekilde izlenir. Apaçık bir şekilde bazı kasların din­
lendirilmesi defalarca tekrarlanır. En tipik hipnotizma
yönergelerinden biri, deneğİn gözlerini belirli bir nokta.
ya, örneğin bir ışığa, dikmesini istemektir. Daha sonra
bu. yönergenin ardından, gözkapaklarının ağıdaşmasını
isteyen bir yönerge gelir. Bu süreç, denekten bir şeyi dü­
şünmesini, bir duygusunu farketmesini ve belirli bir-nok­
taya bakmasını isteyen yönergelerle sürdürülür. Zaman­
la, bu yönergeler deneğİn duyumlarında, algılarında bir
değişikliği isteyen yönergelere dönüştürülür. Verilen yö­
nergeleri denek «istem-dışı» bir şekilde yerine getirmeye

54
başladığı zaman, hipnotize olmuş kabul edilir. Artık, de­
nek istem-dışı bir şekilde kolunu kaldırmaya başlamış,
istem-dışı bir duyguya veya algıya sahip olmuştur.
Hipnotizmayı iletişim kuramlarının ışığı altında in­
celemeye geçmeden önce, hipnotik durum kısaca şu şe­
kilde özetlenebilir. Hipnotİst belirli düşüncelerin doğabil­
mesine önayak olabilmek için deneğe belirli yönergeler
verir. Deneği, bu yönergeleri izlemeye razı der. Bunu ba­
şardıktan sonra, denekten bazı davranışlan istem-dışı bir
şekilde yapmasını ister. Hipnotik ilişki gittikçe hipnotist
tarafından kontrol edilen bir ilişki haline dönüşür. Bu
ilişkide her ne olacaksa, tümüne önayak olan kişi hipno­
tisttir. Denek bir yandan olacaklara daha az önayak ol­
maya itilirken, öte yandan daha çok davranışta bulunma­
ya zorlanır.
Denek ve hipnotist arasındaki ilişki, B ölüm I' de
açıklamaya çalıştığımız ilişki türleri açısından incelene­
bilir. Birinci bölümde, iki insan arasında yer alan ilişki­
leri kabaca tümleyici ve bakışık ilişkiler adı altında sı­
nıflamıştık. tki kişi arasındaki bir ilişkide kişilerden biri
diğerinin dayranışlannı yermek, ona bir şeyi fark ettir­
mek ve bir şeyi yaptırtabilmek için dilek, buyruk ve yö­
nergeler vererek, onu çalımlamaya çalışırsa, bu ilişkide
sorunlar doğmaya başlar. Bu kişiler aralarında kabul edi­
lebilecek bir anlaşmaya kavuşuncaya dek, yapılan her ça­
lım yeni bir çalıının yapılabilmesine olanak sağlar. Bu
çalımlar -yalnızca söylenen şeylerle ilgili de!ğil, aynı za­
manda bu iki kişi arasındaki iletişim-ötesi iletişimle de
ilgilidir. Birinci bölümde açıklandığı gibi, tümlerne-öte­
si ilişkide bir kişi bir başka kişiye ilişkiyi belirli bir şe­
kilde tanımlaması için izin verir veya o kişiyi zorlar. «Ça­
resiz davranarak» bir kişiyi kendisine bakmaya zorlayan
birisi, aslında tümleme•ötesi bir düzeyde ilişkiyi kontrol
etmektedir.

ss
Hipnotiz:ma Sürec!

Hipnotik etkileşim yukarıda açıklanan ilişki türleri­


ne göre tümleyici bir ilişkidir. Hipnotİst yönergeler verir.
denek de bu yönergeleri izler. Yönerge verme eyleminin
kendisi ilişkiyi tümleyici bir ilişki olarak tanımlamak
için yapılmış bir çalımdır. Verilen bir yönergeye uygun
bir şekilde davranmak, ilişkinin tanımını kabul etmek de·
mektir.
Hipnotizma konusundaki yayınlarda yönerge, iki kişi
arasındaki ilişki ile hiç bir bağıntısı yokmuşcasına, bir
« düşüncenin sunumu» olarak tanımlanmıştır. Aslında iki
kişi arasında yer alan yönerge verme ve verilen yönerge·
leri izleme eylemleri bir ileti olmaktan çok, bir ileti sı­
nıfıdır. Yönergelere açık bir kişi, kendisine verilen yö­
nergelere uyduğu zaman, bu davranışının kişilerarası do­
ğurgularını da kabul etmiş demektir. Yönergelere açık bir
kişinin «yönergelere isteyerek uyduğu» belirtildiği zaman,
bu kişinin belirli özellikleri de kapalı bir şekilde ifade
edilmiş olur. Bir kişi bir yünergeye isteyerek uyduğu za­
man, kendisine ne yapacağını söyleyen kişiyle tümleyici
bir ilişki içinde olmak zorundadır. Hipnot ik ilişkiyi diğer
ilişkilerden ayıran belirli öııellikler şu şekilde özetlene­
bilir.
I. İki kişi arasında alınıp verilen belirli iletiler bu
kişilerin ne türden bir ilişkileri olduğu sorunuyla yakın­
dan ilgilidir. Hipnotik bir ilişkide bu ilişkinin türünü be­
lirleyen iletiler. bulunur. Hipnotİst deneğe nasıl dav:ran�.
ması gerektiğini belirtir. Deneğin davranışlarını eleştirir.
Bu özellik tüm hipnotizma ilişkilerinde bulunmaktadır.
Bir başka deyişle, hipnotik bir ilişkide boşu boşuna ko­
nuşulmaz.
2. Hipnotist, deneğe nasıl davranması gerektiğini

56
belirtti�i zaman, ilişkiyi tümleyici bir ilişki olarak tanım­
lamaya çalışmaktadır. Denek, ya kendisine söyleneni ye­
rine getirir; hipnotistin tanımını kabul eder, ya da iliş­
kiyi bakışık bir şekilde tanırolayabilmek için belirli ça­
lımlar yapar. Bazı denekler dirençlidir. Aslında belirli
bir ölçüde her insan dirençlidir. Hipnotizmadaki başlıca
sorun bu direncin nasıl üstesinden gelineceğidir . iletişim
kavramları açısından direnç, ilişkiyi bakışık bir şekilde
çalımlayabilmek için yapılmış karşlt-bir . çalımdır. (coun­
ter maneuver) . Bir ilişkide hiç bir kimse kolaylıkla bu
ilişkinin ikincil ucuna geçmek istemez. Bu nedenle, bir
hipnotistin dene�in yapabileceği karşıt-çalımları boşa çı­
karabilmesi gerekir. Bu amaçla, hipnotist, tüm dikkati­
ni tümleyici çalımlar üstüne yoğqnlaştırır. Deneğin tüm­
leyici bir şekilde davranmasını sağlayabilmek için dene­
�e, etki etmeye çalışır. Denek «uyanıkken», ya da denek
ve hipnotİst ilişkilerini far klı bir şekilde tanımlamaya
çalışırken, hipnotİst deneğe karşı 1:-akışık bir şekilder dav­
ranabilir. Ancak hipnotist_ hipnotiz: ·ı a silrednin her anın­
da, ilişkiyi -tümleyici bir şekilde tanımiayabilmek için tüm
gücünü kullanır. Sonraki bölümlerde bu özelliğe bir baş­
ka karmaşıklık da eklenecektir. Şimdilik hipnotİst ile de­
nek arasındaki ilişkiyi tümleyici bir ilişki olarak tanım­
lamakla yetinelim.

Türnleme-ötesi bir düzeyde ilişkiyi kontrol edebil­


mek için, denek direnç gösterirse, hipnotİst bile bile iliş­
kinin ikincil uctına geçmeye razı. olur. Denek ilişkiyi ba­
kışık bir ilişki olatak tanımlamaya çalışırsa bu kez de
hipnotist, deneğe hipnotize olmaya çalışmasını belirtir.
Böylelikle, bir anlamda, hipnotİst ilişkinin kontrolünü
deneğin eline vermiş gibi görünebilir. Tümleyici bir iliş­
kinin ikincil ucuna kendini yerleştirdikten sonra, hipno­
tİst deneğe yönergeler verme işlemini sürdürür. Denekten

57
bu yönergeleıre uymasını bekler. ilişkiyi kendisinin üs·
tün bir konumda olduğu bir ilişki haline dönüştürmeye
çalışır. Bir hipnotİst ne zaman ki, bir ilişkiyi bakışık ve�
ya kendisinin ikincil bir konumda olduğu bir ilişki şek­
linde tanımhımaya yeltenecek olsa, bu demektir ki, hip­
notİst ilişkiyi tümleme ötesi bir düzeyde kontrol etme�e
çalışmaktadır.
3. Denek isteyerek veya istemeyerek tümleyici bir
ilişkiyi kabul ettiği zaman , kendisinden, bir başkasından
veya çevresinden gelebilecek iletileri yanlış yorumlayabi­
lir. Deneğin bu özelliği bireyin içsüreçleriyle ilgili bir var­
damadan ibaret olmasına karşın, bu vardama deneğin
iletişimsel davranışları açısından desteklenebilir. Bir hip­
notİst bir deneğin bir şeyi varsaymasını istediği zaman,
denek çevreden gelebilecek ve varsamiarını engelieyebile­
cek uyarıcıları farklı ::>.lgılayabilir. Aynı şey duygular, du­
yumlar ve anılar için de geçerlidir. Denek hipnotistin
tümlerne-ötesi çalımlarını karşılamakta ne denli yetersiz­
se, o denli kolaylıkla hipnotize olur. Deneğİn davranış­
larını etkileşimsel bir açıdan betimleyebilmek için istem­
dışı olarak kabul edilen davranışların gerçekten istem­
dışı olup olmadığının büyük bir titizlikle incelenmesi ge­
rekir.

Davranışlar Açısından İstem Dışılık


...

Hipnotiznıa ile ilgili ileri sürülen görüşlere bilimsel


· bir sağlamlık kazandırahilrnek için gözlenebilen davra­
nışların dikkate alınması gerekir. Bir deneğin hipnotize
olduğunu söylemek, bu kişinin gerçekten hipnotize ol u­ d
ğunu kanıtlamak için yeterli değildir. Örneğin, bir denek
kolunu yukarı kaldırdığı zaman, bu davranışın istem-dışı
bir şekilde yapılıp yapılmadığını ancak kendimiz de bir
denek olduğumuz zaman anlayabiliriz. Ama, bilimsel bir

58
çalışmada bir kişinin öznel yaşantıianna güvenilmemesi
gerekir. O halde, yapılabilecek en tutarlı davranış, hip­
notistle denek arasındaki etkileşimi filme alarak hipno­
tizma sürecini incelemektir. Böylelikle tüm dikkatimizi
filme toplar; deneğin yaptığı davranışların istem-dışı olup
olmadığını araştırabiliriz. Bu noktada da önemli bir so­
runla karşılaşırız: Deneğin istem-dışı bir şekilde kolunu
kaldırdığını vardadığımız an, deneğin -iletişimsel davra­
nışlarının dakik bir şekilde betimlenebilmesi gerekir.
İletişimsel davnmışların betimlenebilmesi için ileti­
şim konusundaki şu gerçeğin göz önünde tutulması ge­
rekir. Bir iletinin nasıl alınması gerektiğini belirtebUrnek
için insanlar, yalnızca bir ileti iletmekle kalmazlar, aynı
zamanda ilettikleri iletileri nitelerler.

Bir ileti, nitelediği iletiyi ya onaylar, ya da yadsır.


İki kişinin etkileşim halinde olduklan bir filme baktığı­
mız zaman , bu kişilerden birinin yaptığı bir davranışın
istem-dışı bir şekilde yapıldığını vardarsak, bu vardama­
mızı o kişinin yaptığı davranışları niteleyiş biçiminden
çıkarırız. Hipnotize olmuş bir kişinin kolunu kaldırma
davranışını görür ve « Kolum neden kalkıyor?» dediğini
duyarsak, bu kişinin hipnotize olduğunu vardanz. Bu
vardamamız deneğin bir şey yapıp, yaptığı şeyi yadsıma­
sından kaynaklanır. Denek, bu yadsımayı şaşırmış görü­
nerek, ya da uyandıktan sonra tüm söylediklerini içten
olmayan bir ses tonuyla belirterek yapabilir. Bir başka
deyişle, denek kolunu kaldırmasını iki ayrı iletiyle nite­
lemeye çalışabilir. Birincisinde kolıımu kaldırıyorum,
ikincisinde ise kolumu kaldırmıyorum der. Biz de, bir
deneğİn ses tonuyla söylediği cümle arasında bu tür bir
tutarsızlığı görüğümüzde, deneğİn aslında bile bile kolu­
nu kaldırdığını ve bu davranışının istem-dışı bir davranış
olmadığını anlayabiliriz. Bu yargımız deneğin iletilerini

59
niteleyiş biçimindeki tutarsızlı�a temellenmiştir: a) De­
nek kolunu kaldırdığı halde, kolunu kaldırmadığını söy­
lemektedir. b) Ama, kolunu kaldırmadı�ını söylerken,
konuştuğu ses tonuyla, kolunu kaldırdı�nı da belirtmek­
tedir. Denek kolunu kaldırdı�ı halde, bu davranışını söy­
ledikleriyle, ses tonuyla ve vücut ifadesiyle bir şaşkınlık
içinde belirtirse, dene�in hipnotize edildiğini sanırız. Bir
başka deyişle, deneğİn tüm iletileri, kolunu kaldırma
davranışını yadsımasıyla bir tutarlılık içindeyse, deneğin
kolunu kaldırmasının istem-dışı bir şekilde yapıldığını
vardarız.
Dene�in b elirli bir davranışını niteleyiş biçimindeki
tutarsızlığı dikkate alarak hipnotik davranışın bile bile
yapıldığını saptayabiliriz. Davranışçı bir açıdan hipnotiz·
ma olayının tüm sırrı şu noktada yatmaktadır: Dene�e
hipnotik davranışlarını yadsıyabilme olana�ı verilmeli­
dir. Bu olanak şu şekilde verilebilir: Hipnotİst deneği yap­
tı�ı yadsımalarda tutarlı olmaya zorlar. Sonuçta denek
yaptı�ı her şeyi yapan kişinin kendisi oldu�nu yadsır.
Bir gözlemci deneğin bu davranışlarını görünce, dene­
ğİn istem�dışı bir şekilde davrandığını belirtir.
Bir hipnotistin deneğe belirli bir uyarıcıyı görebil­
mesi için bazı yönergeler verdiğini düşünelim. Hipnotİst
önce dene�e kolaylıkla yerine getirilebilecek bazı yö­
nergeler verir. Sonra, Denekten bomboş bir duvara bak­
m8sını ve duvarda bir fil görüntüsü gördüğünü belirtmec
sini ister. Hipnotist, deneğin bu yönergeye uymasını he­
mencecik isteyebilir. Ya da, denekten görüntü duvarda
belirinceyei dek beklemesini; ondan sonra görüntüyü gür:
düğünü belirtmesini isteyebilir? Bu yönergelere karşı
denek , bir kaç şekilde davranabilir; Duvara bakıp, du­
varda birşey görmüyorum diyebilir. Evet, duvarda bir fil
görüntüsü var da diyebilir. Ama, bu cümleyi öyle bir şe-

60
kilde niteleyerek söyler ki, duvarda bir fil görüntüsü
gördüğünü yadsır. Denek, duvarda bir fil görüntüsü gör­
düğünü bir başka şekilde de yadsıyabilir. Elbette duvar­
da bir fil var, gözün kör mü?, diyebilir. Bu durumda,
denek bağlamsal bir ifadeyle bu cümlesini nitelemekte
ve yadsımaktadır. İşte. denek davranışlarını bu şekilde
yadsıdığı zaman, biz bu yadsımaları deneğin hipnotize
olduğunu gösteren kanıtlar olarak kabul ederiz.

Hipnotize olmuş bir kişinin başlıca özellikleri şun­


lardır: a) Denek bir cümle söyler. b) Bu cümle bir başka
cümleyle tutarsızlık gösterir ve yadsınır. c) Söz konusu
yadsınan cümle tüm diğer iletilerle tutarlı bir şekilde
nitelenir. Yukandaki örneğe dönerek bu söylediklerimizi
açıklayacak olursak, a) Denek duvarda bir resim gördü­
ğünü söyler. b) Bomboş bir duvarda bir resim gördüğü­
nü söyleyen deneğin bu cüml·esi, içinde bulunulan bağ­
lamla bir tutarsızlık içindedir. c) Yani denek konuştu­
ğu ses tonu ve diğer tüm iletileriyle gerçekten duvarda
bir resim gördüğünü belirtir. Bir başka örnek de şu şe­
kilde olabilir: Denekten elini kaldırması istenir. Denek
elini kaldırır. Ama, bu davranışını öyle ,pir şekilde nite­
ler ki, elini kaldıran kişinin kendisi olduğunu yadsır. De­
nek vücudunun belirli bir bölgesinin uyuştuğunu belirtir­
ken, bir iğneyle dürtülürse, bir tepki gösterir; fakat bu
tepkiyi oldukça edilgin (pasif) bir şekilde davranarak
« tutarlı» bir şekilde yadsır. Yukanda açıklanan tutarsız­
lıklar açısından, hipnotize olmuş bir kişinin davranış­
lan bu kişinin «uyanık» durumda olduğu zamanki davra­
nışlarından çok farklıdır. 9ünlük yaşamda bir kişi bazJ
durumlarda bazı davranışlarını tutarsız bir şekilde nite­
leyebilir. Hipnotize olmuş bir kişinin hipnotizma anında
tüm davranışları sistematik bir şekilde tutarsız iletilerle
nitelenir. Bu özellik hipnotize olmuş bir kişinin en belir-

61
gin özelliklerinden biridir. ,
Günlük konuşmalarda iletilerin tutarsız bir şekilde
nitelenişiyle hipnotizma durumunda iletilerin tutarsız bir
şekilde nitelenişi arasında bir fark vardır: Hipnotize
olan bir kişi hipnotiste karşı bir tepki gösterdiğini yad­
sır. Örneğin, bir denek elini kaldırır; fakat bu davranışı
yapan kişinin kendisi olduğunu yadsır. Denek bu yolla,
tüm olanlarda, kendisinin hiç bir payı bulunmadığı iz­
lenimini venneye çalışır. Eğer denek elini kaldırır ve bu
davramşını kendisinin yaptığını belirtirse, bu davranışını
hipnotistin isteği üzerine yapmış olduğunu kabul etmiş
olur. Bu şekilde davranmak yerine, denek oldukça edil­
gin (pasif) bir role bürünür. Yetişkin ve aklı başında bir
kişi olarak deneğin bu denli edilgin bir role bürünmesi,
bir bakıma bir tutarsızlık örneği değil midir?
İki insan arasında yer alabilecek tüm iletişimsel dav­
ramşlar, şu dört öge açısından Incelenebilir: Verici kişi
ileti, alıcı kişi ve iletişimin yer aldığı bağlam . . . Bir baş­
ka deyişle iki insan arasındaki her ileti şu dört ögeye
bölünebilir:
a) Ben
b) bir şey söylüyorum
c) size
d) bu durumda.
İletişim davranışlan sürekli olarak nitelendiğinden
bu ögelerden her hangi biri veya hepsi onaylanabilir ve·
ya yadsınabilir. Hipnotize olah bir kişi sürekli olarak bu
dört ögeyi de yadsır. Bu ögelerin yadsınma biçimlerini
kısaca şu şekilde özetleyebiliriz.
a) Hipnotİst deneği ne zaman istem-dışı bir şekil­
de davranmaya zorlayacak olsa, aynı zamanda ona dav­
ranışta bulunan kişinin kendisi olduğunu yadsımasına da
olanak vermiŞ olur. Belirli davranışları yapan kişi denek

62
olduğu halde, denek bu davranışlannı kendiliğinden or­
taya çıkmış davranışlarmış gibi nitelemeye çalışır.
b) Hipnotİst deneğe, bir şey yapanın kendisi oldu­
ğunu yadsımasına olanak tanımakla kalmaz. aynı zaman­
da deneğin bir şey yaptığını yadsımasına da olanak tanır.
Denek elini kaldırdığının ayırdında değilmiş gibi görü�
nür. Böylelikle, denek elini kaldınşını, elinin kalkmadı­
ğını belirten bir iletiyle nitelemektedir. Aynı amaca de­
nek, bir amnezi (bellek yitimi) belirtisi göstererek de ula­
şabilir. Bir ileti hem gönderilir hem de yadsınırsa, hiç
bir vey gönderilmemiş olur. Denek elimi kaldırmadım
demekle yetinmez, elim kalkınıyor der. Bir denek bir şeyi
anımsayamadığını söylediği zaman, bu cümlesi ses tonu
ve vücut ifadesiyle bir tutarlılık gösterirse, gözlemciler
deneğin bellek yitimi gösterdiğini belirtirler.
c, d) Denek bir iletideki üçüncü ve dördüncü ögeyi
de yadsıyabilir. Hipnotisti bir başka kişiymiş, ya da için­
de bulunulan ortamı bir başka ortammış gibi niteleye­
rek, yaptığı bir şeyi yadsıyabilir. Örneğin, denek hipno­
tigte söylediklerini bir başka kişiye söylenmiş cümleler
gibi niteleyerek, hipnotik bir gerileme (regression) gös­
terebilir (Çocuksu bir şekilde davranarak hipnotistlc biı·
ilişki içinde olmadığını belirtebilir). Denek, bu durumda
bir öğretmenle karşılaşmış şımarık bir öğrenciye bcnzcı·.
Deneğin iletişimsel davranışları bu tür bir tutarsızlı k la
nitelenirse , gözlemciler deneğin hipnotik gerileme gös­
terdiğini belirtirler.
Özetle, hipnotize olmuş bir kişi bir iletideki dört öge·
yi de yadsıyabilir: Hipnotizma sürecinde olan ve yapıinn­
lar kendiliğinden oluyor; hiç bir şey olmuyor; bir ba�ku
zaman veya yerde, bir başkasına bir şey söylüyorum ho­
line dönüşür:
Hipnotik bir etkileşirnde ortaya çıkan en ilginı; so n ı
şudur: Bir in!3an nasıl olur da, bil' şey ilettiği halde,
ileten kişinin kendisi olduğUnu, bir şey ilettiğini, hip­
notiste bir şey ilettiğini yadsıyabilecek · kadar bir başka
kişinin etkisinde kalabilir? Bir insana bir şey yaptın}?,
aynı zamanda bu yaptığı şeyi yadsıyabilmesi için bu in­
sana nasıl etki edilebilir?

Davramşlar Açısından Trans Durumunun


Yaratılması
Hipnotizma olayı bir kişinin bir başkasının davra­
nışlarını etkilerneye çalıştığı bir etkileşimdir Bu - etki­
leşirnde davranışları etkilenen kişi, davramşlarını -yad­
sıma olanağına sahiptir. Bu açıdan yaklaşıldığında; hip­
notizma olayının deneğin etkilenmesini sağlayan dilekler­
den oluştuğu kolaylıkla görülür. Hipnotizm:a sürecinde
hipnotİst denekten bir şey yapmasını, hemen ardından
da aynı şeyi yapmamasını ister. İnsan etkileşiminin do·
ğası, bu tür bir etkileşimin gerçekleşmesine olanak ta­
nır. Hipnotizma sürecinde denek bir yandan hipnotistin
dileklerini yerine getirir, öte yandan bu davranışları ya­
pan kişinin kendisi olduğunu yadsır. Bir başka deyişle,
hipnotizma sürecinde denek kendisinden istenen bir şeyi
yapmamak adına, o şeyi yapar.
Hipnotİst ve denek arasındaki etkileşimi çok daha
açık bir şekilde betimleyebilmek için hipnotizma edilen
bir kişinin elini kaldırma davranışını inceleyelim. Hip­
notİst denekle birlikte oturur: Denekten kollarını koltu­
·

ğun iki yanına koymasını ister. Daha sonra, elinizi oypat­


rnayın; dikkatinizi -elinizdeki duygulara toplayın der. Bir
süre bekler . ve biraz sonra eliniz yukarıya doğru kalk­
maya başlayacak der. Bir an kulaklarımızı kurarnların
söylediklerine tıkayarak, hipnotİst ve denek arasındaki
etkileşirnde ne olup bittiğini tüm çıplaklığı ile görmeye

64
çalışalım. Hipnotİst deneğe hem elini kaldır; hem de
elini kaldırma demektedir. Çoğu kez insan davranışlan
ile ilgili kurarnlar gözlerimizin önüne bir perde gerer;
gözlemlerimizi çarpıtır. Bunun kaçınılmaz bir sonucu
olarak da biz, hipnotizma sürecini bilinç, bilinçaltı ve
otonomik süreçler doğrultusu:.da incelemeye çalışırız. Bu
etkileşirnde bulunan tutarsız iletileri gözardı ederiz. Oy­
sa, karşımızda görmeden edemiyeceğimiz bir gerçek dur­
maktadır. Hipnotize edilen denek elini kaldırdığı zaman,
bu davranışını ne denli yadsımaya çalışırsa çalışsın, kal­
kan bu eli denekten başka hiç kimse kaldırmamış; de­
nek kendisi kaldırmıştır.
Hem, elini kaldır; hem de elini kaldırma şeklindeki
bir yönergeye denek, üç şekilde karşılık verebilir; Ya hiç
bir şey yapmaz; hipnotiste karşı çıkar ve oturumu sona
erdirir. Ya da elini kaldırır; hemen ardından elini kaldı­
ran kişinin kendisi olduğunu yasdır (Burada yadsıma t�
riminden deneğin bilinçli bir şekilde elini kaldırdığını
yadsıması anlaşılmalıdır. Denek öznel olarak elinin ken­
diliğinden kalktığını sanabilir. Burada vurgulanmak is·
tenen şey deneğin davranışıdır.) Yahut da, denek elini
kaldırır ve elini kaldırdığını onayiayacak bir şekilde dav·
ranır. O zaman da hipnotİst Size elinizi oyuatmamanızı
söylemiştim der; tüm işleme yeni baştan başlanır.
Tüm hipnotizma du:rumları yukarıda açıklanan tu­
tarsız iletilerden oluşur. Gerçekten de bir kişi bir başka­
sından istem�dışı bir davranışta bulunmasını isterse, ka·
çınılmaz bir şekilde bu kişi öteki kişiden hem bir şeyi
yapmasını, hem de yapmamasını istemiş olur.; çünkü bu
istem-dışının tanımı gereğidir. Bir şeyin istem-dışı oldu·
ğunu söylemek demek, bu şeyin kendiliğinden olduğunu
söylemek demektir. Bir başka deyişle, bir kişi bir baş­
kasından kendiliğinden bir davanımda bulunmasını is-

65
terse, bu kişi paradoksal, bir duruı:tt yaratmış olur.
Hipnotizma sürecinde çifte düzeylerde . (double level)
bulunan dilekler özellikle hipnotizma durumunun derin·
leştirileşmeye çalışıldığı anlarda iyice belivginleşir. Hip­
notist deneği sınamak için deneğe karşı « meydan okur.>>
Bu tür meydan okumalar bir bakıma paradoksal bir du·
rum yaratmaktadır. Hipnotİst hem denekten bir şey yap­
masını, hem de aynı şeyi yapmamasını ister. Çok sık kul·
lanılan bir teknik göz kapattırma tekniğidir. Hipnotist
önce denekten üçe sayıncaya dek gözlerini sıkıca yum­
masını ister. Sayınayı bitirince de deneğin gözlerini aç­
mak istediği halde açamayacağını belirtir. Hatta, gözle­
rini açmak istedikçe gözlerinin iyice yumulacağını vur­
gular. Bu durumda «gözlerini aç» yönergesi, « gözlerini
yum» veya «benim yönergelerime uyma» yönergeleriyle
nitelenmiş olur. Denekten hem yönergeye uyması, hem .
de uymaması istenmiştir. Test başarılı olur ve denek
gerçekten gözlerini açamazsa, deneğin istem-dışı bir şe­
kilde gözlerini açamadığı belirtilir. Nasıl olmuşsa olmuş,
denek kendiliğinden gözlerini açamaz hale gelmiştir . . .
Bu tür tutarsız yönergelere yalnızca hipnotizma duru·
munda rastlanmaz, günlük yaşamda da rastlanır. Örne·
gin, bazı sorunlu çocukların anneleri öyle bir öğrenme
ortamı yaratabilirler ki, çocuk başardığı ş eyler için de­
ğil de, sürekli bir şeyi deneyip başarısızlığa uğradığı şey­
ler için pekiştirilir. Bunun doğal bir sonucu olarak da
ana ve çocuk arasında karşılıklı bir anlaşma doğar; ço­
cuk isteyerek başarısız olmamış; başarısızlık kendiliğin­
den doğmuştur . . .

Paradokslarm Konulması
Hipnotizma sürecinde bir hipnotİst deneğe birbiriy­
le tutarsız iki ayrı yönerge verdiği zaman bir paradoks

66
koymuş olur. Den�k ·ise bu iki tutarsız yönergenin lıer
ikisine birden tepk.ide . bulunmak =?Orundadır. Ne yazık
ki, denek ne hipnotize olmaktan vı;ı..zgeçebilir; ne de içi�
ne sokulduf:u berbat durumu eleşti:rebilir. Hipnotize ol­
maktan vazgeçemez; çünkü hipnotize olmayı kendisi is�
temiştir. Hipnotistin. davraJ:!ı şlannı da eleştiremez. çün·
kü hipnotizmanın genel bağlaını buna izin vermez. Hip·
notist denekten dikkatini eline toplamasını istediğinde,
denek neden diye soracak olursa, anlamasına gerek ol­
madığı, yalnızca kendisine söyleneni yapması gerektiği
belirtilir. Ayrıca, önemle belirtilmelidir ki, hipnotİst ken­
disine yöneltilebilecek eleştirileri önlemekte oldukça dik­
kate değer bir beceriye sahiptir.
Tüm hipnotizma durumlarında paradoksal yönerge­
ler bulunur; ancak bazı durumlarda paradoksal yöner­
geler . çok daha fazla göze batar. Örneğin, hipnotizma
konusund;:ı, bir ders verirken Dr. Erickson'a bir genç
başkal�ı.nnı hipnotize edebilirsiniz; fakat beni asla der.
Dr. Erickson, bu genci hemen sahneye davet eder. Onu
bir sandalyeye oturtur. Uyanık olmanı, olabildiğince
uyanık olmanı istiyorum der. Sonuçta, bu genç derin bir
şekilde hipnotize olur. Bu genç kişi iki farklı düzeyde
iletilerle yüz yüze gelmiştir: Bir yandan sahneye çık ve
hipnotize ol; öte yandan uyanık kal. Bu genç kişi Dr.
Erickson'nun yönergelerini izlediğinde hipnotize olaca­
ğını çok iyi bilme:ktedir. Bu nedenle, Erickson'nun yöner­
gelerini izlememek için oldukça kesin kararlıdır. Ne var­
ki, kendisini uyanık kalmaya zorladıkça, hipnotize ol­
maya yatkın hale getirmiş; ilginç bir paradoksal duru­
mun pençesine düşmüştür. Önemle belirtilmelidir ki, pa­
radoksal -iletiler yalnızca birbirleriyle tutarsızlık göster·
mekle kalmaz, aynı zamanda iki ayrı düzeyde yer alır­
lar. Uyanık kal cümlesi sahneye çık ve hipnotize ol cüm-

67
lesiyle çerçevelenrrüş veya nitelenmiştir. Bir ileti, bir baş­
ka iletiyi nitelerse, bu iletiler farklı iletişim düzeylerinde
bulunan iletilerdir. Sözel · iletilerimiz özellikle ses tonu­
muz, vücut hareketlerimiz ve konuşma bağlamımız tara­
fından tutarsız bir şekilde nitelendiği zaman, farklı dü- .
zeylerde bulunan iletiler doğar. Bir tek cümlede bile çif­
te düzeyli bir ileti (double level message) bulunabilir. Ör­
neğin, bir kişi bir başkasına «Bana başeğme» derse, bu
durumda bu iletiyi alan kişi bir çift- ileti ile karşı kar­
şıya gelmiştir. Bu iletiyi alan kişi bu iletiye ne başeğe­
bilir; ne de başeğmeden edebilir. Başeğerce, başegme­
miş; başeğmezse, başeğmiş olur; çünkü « Bana başeğme.»
cümlesinin kendisi benim buyruklarıma uyma buyruğu­
nu içerir. İşte, hipnotik ortamda da bulunan iletiler bu
tür iletilerdir.
Hipnotİst deneğe tutarsız iletiler gönderdiği zaman,
denek de bu tutarsız iletilere tutarsız iletilerle cevap ve­
rir. Deneğin göste-rdiği tipik davranışlar, hipnotistin de­
nekten istediği davranışların tersine dönmüş bir şeklidir.

Hipnotik ilişki
Hipnotİst ve denek arasındaki ilişkiyi tümleyici bir
ilişki olarak betimlemiştik. Bu ilişkinin hipnotİst tara­
fından yürürlüğe konulduğunu vurgulamıştık. Şimdiye
kadar söylenenlerden de kolayca anlaşılabileceği gibi, de­
nek yalnızca hipnotistin yönergelerini izlerse, ilişkiyi tüm­
leyici bir ilişki olarak tanımlamaya çalışan hipnotistin
ilişki tanımını kabul etmiş olur. Denek direnç gösterirse,
hipnotistin tümleyici çalımlannı kabul etmemiş; bu ça­
lımlara karşı çalımlada (counter maneuve-r) cevap vermiş
olur. Karşıt çalımlar eşit kişiler arasında yer alabilecek
bakışık Jişkilerin bir özelliğidir. Hipnotist ilişkiyi tümle­
yici bir ilişki haline getirebilmek için, dene:ğin çalımlan-

68
nı karşıt çalımlarla savuşturur. Örneğin, denekten direnç
göstermesini ister. Bu durumda deneğin yaptığı bakışık
bir çalım, tümleyici bir çalım haline dönüşür; hipnotistin
istediği bir davranış haline gelir. Bir başka deyişle, bu
durumda bakışık bir şekilde davranmaya çalışmak de­
mek, hipnotistin yapılmasını istediği bir davranışı yap­
mak demektir. Özetle, denek tümleyici bir ilişki içine
girmiş olur. ilişkinin tanımını kontrol edebilmek için
hipnotistin elinde, dene:ğin yapabileceği karşıt çalımlan
etkisiz hale getirebilecek bir çok taktik vardır.
Hipnotistin kullandığı paradokslar deneğe ilişkiyj
bakışık bir şekilde tanımlama olanağı vermez. Bir çok
kez belirtildiği gibi, bir kişiden bir şe�i hem yapması
hem de yapmaması istenirse, bu kişi aldığı yönergeleri
izlemeden edemez. Aynı şekilde denek, hipnotistin yöner­
gelerine yanıt verse de vermese de, hipnotistin istediğini
yerine getirmiş olur. Yine, daha önce belirtildiği gibi, bir
kişi kendisine söylenen bir şeyi yaparsa, bu kişi · tümle­
yici bir ilişki içindedir. Hipnotizma sürecinde denek, ya
eleştiri yaparak, ya da hipnotizma olmaktan vazgeçerek
bakışık bir ilişki lmrabilir. Eleştiri yaparak bakışık bir
ilişki kurmaya yeltenirse, büyük bir olasılıkla tümleyici
bir ilişkinin yürürlüğe girme1sine olanak tanıyan hipno­
tistin karşıt çalımlanyla karşılaşır. Örneğin, hipnotİst
en kolay bir şekilde tümleyici bir ilişkiyi şöyle yürürlü­
ğe koyabilir; Tümleme ötesi bir düzeye geçer; denekten
eleştiri yapmasını ister. Bu durumda denek eleştiri yap­
sa bile, hipnotistin istediği şeyi yapmış olur.
Hipnotizma konusunda tüm bu söylenenlere ek ola­
rak şu karmaşıklığın da belirtilmesi gerekir. Hipnotistin
tümleyici bir ilişki kurarak deneği hipnotizma ettiğini
söylemek, hipnotizma olayının diğer ilişki türlerinden
çok farklı olmadığını belirtmek demektir. Günlük yaşam-

69
da da bir kiŞi bir başkasına nasıl davranması gerektiği­
ni belirtebilir. Diğer kişi de kendisine söylendiği gibi
davranabilir. Bu kişiler ilişkilerini karşılıklı olarak tüm­
Ieyici bir ilişki şeklinde tanımlamaktadırlar. Önemle be­
lirtilmelidir ki günlük ilişkilerde trans davranışianna pek
raslanmaz. Bu ilişkilerde kendisine söyleneni yerine ge­
tiren kişi davranışlarını yadsımaz O zaman, hipnotisı ve
.

denek arasındaki ilişkinin tümleıyici bir ilişki olarak ni­


telenmesi, hipnotizma olayını yeterli bir şekilde açıklaya­
mamaktndır Tüm karmaşıklık şu noktada yatar: Hipno­
.

tisı yalnızca deneği bakışık bir şekilde davranmaktan


alıkayınakla kalmaz . aynı zamanda tümleyici bir şekilde
davranmaktan da alıkoyar.
Yukarıda söylediklerimizi hipnotistin nasıl başardı­
ğını açıklayabilmek için hipnotik ilişkiyi bir keiz daha
gözden geçirelim. Denek bakışık bir şekilde davranarak
hipnotiste karşı direnç gösterirse, hipnotisı denekten di­
renç göstermesini ister. Bu şekilde deneği tümleyici bir
ilişkiye girmeye zorlar. Öte yandan, denek gönül nzasıy ­

Ia yönergeleri izler ve tümletici bir ilişkiyi kabul ederse,

bu kez de hipnotİst denekten bakışık bir şekilde davran­


masını ister. Aslında, hipnotistin zaman zaman deneğe
karşı « meydan okumasi» da, deneği direnç göstermeye
kışkırtan taktiklerdir. Tüm bunlardan şu sonucu çıkara­
biliriz: Hipnotİst paradoksal yönergeleri tümleyici ve ba­
kışık bir ilişkinin kurulmasını önleyebilme'k için kulla­
riır. Hangi ilişkide olursa olsun paradoksal yönergelerle
karşılaşan btr kişi ilişkiyi ne b akışık ne de tümleyici bir
,

ilişki olarak tanımlayabilir. Deneğin üçüncü bir ilişki


türü olan türnleme ötesi ilişki türünü kurabileceği akla
-

gelebilir. Ne yazık ki, hipnotİst deneğe bu olanağı da ver­


mez. Denek nasıl davranması gerektiği konusunda hip­
notiste karşı izin verici bir şekilde davranırsa, hipnotİst

70
dene�e bu şekilde · davranmaması gerektiğini belirtir. De·
neği tümlerne-ötesi bir ilişki kurmaktan vazgeçmeye zor­
lar. Özetle, denek ilişkiyi ne şekilde tanımlamaya çalı­
şırsa çalışsın, hipnotist bu tanırolann tümüne de karşı
· çıkar.

Görüldüğü gibi hipnotiznm ile ilgili yaptığımız tüm


analizler çıkmaz bir sokağa gelmiş çatmıştır. Birinci bö­
lümde bir kişinin tüm davranışlarının bir başkasıyla iliş­
kisini tanımladığını belirtmiş; ayrıca hangi ilişki olursa
olsun tüm ilişkilerin tünıleyici, bakışık ve tümlerne-ötesi
bir ilişki şeklinde sınıflanabileceğini vurgulamıştık Şim­
di ise, hipnotizma, ilişkisinin bu ilişki türlerinden hiç bi­
riyle açıklanamayacağını belirtmeye çalışıyoruz. Saptığı­
mız bu çıkmaz sokaktan ancak bir tek yolla çıkabiliriz.
Hipnotizma sürecinde bir takım davranışlarda
bulunan kişinin davranışlarını sanki kendi davranışlan
değilmişcesine algılamak zorundayız. Bir kişinin davra­
nışlan kendi davranışları olarak algıl,anmazsa, bu dav­
ranışlar, hangi ilişki türünü belirtirse belirtsin, geçerli­
liğini yitirmiş olur. İşte, bu · açıdan hipnotizma . sürecin­
de hipnotistin tüm amacı, deneği ilişkiyi her hangi bir
şekilde tanımlamaktan alıkoymaya çalışmaktadır. Bu ba­
kımdan hipnotist, deneğin davranışlarını her hangi bir
ilişki türünü belirtecek şekilde nitelemesine olanak ver·
mez. Bay A bay B'ye bir tepki gösterirse, bu tepki iliş­
kiyi tanımlayabilir. Ama bay A bay B'ye tepkide bulun­
duğu halde, tepki gösteren kişinin kendisi olduğunu yad­
sırsa, bu tepki ilişkiyi tanımlayamaz. Hipnotize olmuş
bir kişinin davranışları ilişkiyi tanımlamak veya tanım­
lamamak konusunda tümüyle geçersizdir. İşte bu neden­
ledir ki, hipnotizma sürecinde hipnotİst ile denek arasın­
daki ilişkinin tanımı daima hipnotistin elinde kalır.
Denek hipnotistle ilişkisini tanımlamaktan kaçın-

71
.

dİğı zaman, algısal ve bedensel düzeyde bir takım öznel


yaşantılar yaşayabilir. Benlik imgesini, çevreyi, zamanı
ve başkalannın davranışlannı çarpıtabilir. Burada btı
tür çarpıtmaların doğasını ve yeğinliğini incelemek için
zaman harcanmamış, bu çarpıtmaların kişilerarası bağ
lamı incelenmeye çalışılmıştır. Bu tür bir yaklaşımın en
büyük avantajı hipnotizma olayının psikiyatrik belirtile­
rin ve psikoterapi sürecindeki değişmenin nedenlerinin
gün ışığına çıkmasına yardımcı olmasıdır.
Hipnotizma ile ilgili daha önceki çalışmalarda sürek·
li olarak yalnızca deneğin üzerinde durulmuş; hipnotiz­
ma denekieri hipnotizmaya olan yatkınlıklarına göre sı­
nıflanmaya çalışılmıştır. Böyle bir sınıflama için ne tür
ölçek kullanılırsa kullamlsın, bu ölçeklerle belirli kişilik
tipleri arasında dikkate değer bir ilişki kurulamamıştır.
Denekieri hipnotizmaya yatkınlık derecelerine göre sınıf­
Iayabilmek için kullamlacak işlemin deneğin davranışla­
rını dikkate alması gerekir. Yönergelere yatkınlık özel­
liklerini ölçme işlemleriyle hipnotizma olayını birbirin·
den ayırmak oldukça güçtür. Hipnotizma olayında dene•
ğin davranışlan istem-dışı davramşlar olarak nitelendiği
zaman, hipnotizma süreciyle, yönergelere yatkınlığı ölç·
me işlemleri birbirinden ayırdedilemez hale gelmektedir
Örneğin, öne arkaya salianma testinde, önce denekten sa·
kin olması istenir; ardından da deneğin istem-dışı bir
şekilde geriye doğru kaykılmaya başlayacağı belirtilir.
Bu tür bir işleme uygun bit şekilde davranan bir kişinin
hipnotizma iŞlemine de uygun davranmasının hiç de şa­
şırtıcı bir yönü yoktur; Çünkü test etme işlemi, hipnotiz­
ma etme işleminin bir parçası olmaktadır. Üstelik, pa­
radoksal yönergelerle karşılaşan bir kişinin hipnotize ol­
muş bir kişi gibi davranması da, hiç görülmeyen bir olay
değildir. İşin en ilginç yanı, bazı kişiler bu şekilde dav-

72
ranmayi öğrenmiş olabilirler. Hipnotik yönergelere yat;
kın deneklerin, yatkınlıklarının nedenlerinin aile geçmiş­
lerinde · aran:nası gerekir. Büyük bir olasılıkla bu kişiler
rıile ilişkilerinde sürekli paradoksal yönergelerle karşı­
laşmışlardır. Gerçekten bu kişilerin ailelerinde paradok­
sal yönergelerle karşılaşıp k::\rşılaşmadıklannı saptaya­
bilmek için, bu kişilerin, aile üyeleriyle etkileşim halin­
deyken gözleurneleri gerekir.
Hipnotik davranışlarla psikiyatrik belirtiler arasın­
da çok yakın benzerlikler vardır. Bu bakımdan, hipno­
tİk davranışların inceliklerinin anlaşılması psikiyatrik
belirtilerin incelikierin anlaşılınasına da yardımcı olabi­
lir. Belirtilerin doğmcı.sına zemin hazırlayan kişilerarası
bağlarola hipnotizma bağlC'.mı arasında da önemli benzer­
likler vardır. Daha sonra da belirtileceği gibi nörotik ve
psikotik belirtiler paradoksal ilişkilerin bir ürünüdür.
İletişim açısından psikoterapi süreci dikkatle ine�
lenUdiği zaman, psikoterapi sürecinde de paradoksal yö­
nergelerin bulunduğu ve tedavisel değişmenin özünde
paradoksal yönergelerin yattığı gözlenir. Dördüncü bö­
lümde psikanaliz süreci paradokslar açısından incelen­
meye çalışılmıştır. Şimdilik şu soruyu soralım: acaba psi­
kanaliz sürecinde kullanılan teknikler hipnotizma tek­
niklerine benzer mi ? Çok sakin bir atmosfer içinde bir
kişiden bir kanepeye uzanması ve içinden geldiği gibi,
aklına ne gelirse söylemesi istenirse, bu durumda da bir
anlamda hipnotik bir hağlarr,ı. yaratılmış olur. Bu kişi is­
temdışı bir şekilde davranışta bulunmaya yöneltilmiştir.
Psikanalitik süreçte analistin edegen (aktif) olmaması
demek, kullanılan tekniklerin hipnotik bir özelliğe sahip
olmaması demek değildir. Daha önce de belirtildiği gibi
bir kez uygım bir bağlam yaratıldıktan sonra, dirençli
deneklere karşı etkili olabilecek teknikler, hipnotistin

73
edegen olmasını gerektirmeyen tekniklerdir; Psikanalist
de benzer tekniklerin yardımıyla psikanaliz sürecinin
tüm sorumluluğunu psikanalizden geçen kişinin omuz­
Ianna yıkmaya çalışır.
Hipnotizmanın psikanalize çok benzer olduğunu
söylemek, bu tekniğin kliniksel bir araç olarak çok ya·
rarlı bir teknik olduğunu söylemek demek değildir. Hip­
notizma sürecinden gerçekten kliniksel bir araç olarak ya­
rarlanabilmek için, hipnotizma ilişkisinin ilişkiyi ken­
di doğnıltusunda tanımlamaya çalışan dirençli clenekler·
le uğraşma taktikleri açısından incelenmesi gerekir. Psi·
kiyatrik hastalar da ilişkinin tanımını ellerine geçirebil­
mek için olanca güçleriyle belirtilerinelen yararlanmaya
çalışırlar; ilişkilerinin başkaları tarafından tanimlanma­
sına direnç gösterirler. Bir sonraki bölümele kısa-süreli­
psikoterapı ya.klaşımlarında. dirençli kişilerlf: nasıl uğra­
şılabileceği incelenmeye çalışılmıştır..

74
BÖLÜM 3
YÖNELTİMCİ TEDAVi TEKNİKLERİ

Hastaları apaçık bir şekilde yöneltmekten kaçınma­


ya çalışmak psikiyatri geleneğinin bir parçası olagelmiş­
tir. Ancak, son yıllarda hastalan yöneltmekten kaçınma­
ya çalışmayan psikoterapi yaklaşımları da geliştirilmiş­
tir. Yeni gelişen bu yaklaşımlarda hastalar oldukça in­
c:elikli bir şekilde yöneltilir.
Bu kitapta yönehirnci psikoterapi yaklaşımlarının
özelliklerini açıklayabilmek için kısa-süreli tedavi (brief
therapy) oturumlarından elde edilen verilerden yararla­
mimıştır. Bir psikoterapi süreci yirmi veya daha az otu­
rumdan oluşursa, bu psikoterapi sürecine kısa-süreli psi­
koterapi denilebilir. Kısa-süreli psikoterapi yaklaşımlan­
nın hastanın uzun bir süre ğörülmesini gerektirmemesi,
bu yaklaşımların uzun süreli psikoterapi yaklaşımlann­
dan daha az başarılı olduğu anlamına gelmez. Kısa-süre·
li psikoterapi yaklaşımlarında hastaların iç-psişik süreç·
leri üzerinde clU:rulmaz. Dakik bir şekilde tanımlanan be­
lirtiler üzerinde durulur. Çok belirsiz «kişilik sorunları»
söz konusu olduğu zaman, belirli ve ulaşılabilir hedefler
saptanır.
Hastalada kısa bir sürede etkili bir şekilde uğraşa­
bilmek için çeşitli psikoterapi teknikleri geliştirilmiştir
Burada bu teknikler aralarındaki ortak özellikle1r dikka­
te alınarak incelenmiştir. Bu tekniklerden birisinin ön­
cülüğünü Dr. Erickson yapmıştır. Dr. Erickson Phoenix'
de özel bir klinikte çalışan oldukça dikkate değer bir hip­
notistdir. Dr. Erickson'nun kullandığı tekniklerin bura­
daki açıklamaları, bazen kendi yaptığı açıklamalarla
uyuşmayabilir. Uğraştığı bir vak'adan söz edildiğinde,
bu kaynaklar listesinde belirtilmiştir. Diğer vak'alarla il-

75
gili açıklamalar Dr. Erickson'la yapılan 'teybe alınmış yüz
yüze konuşmalara dayanmaktadır.

İlk görüşme :
Kısa-süreci terapist hasta ile iletişime geçtiği andan
itibaren hastayı değiştirmeye çalışır. İlk görüşme oturu­
munda sorunlarla ilgili bilgile1r toplanırken bile, hastaya
ne yönde değişme olması gerektiğini vurgulamaya çalı­
şır. Kısa-süreci terapistin sorunlarla ilgili istediği bilgi­
ler, uzun-süreci terapis tin istediği bilgilerden çok farklı­
dır. Kısa-süreci terapist hastanın çocukluk dönemiyle
pek ilgilenmez. Daha çok hastanın şimdiki durumu ve
belirtilerinin işlevi üzerinde durur. Kısa-süreci terapis­
tİn hastanın bastırılmış yaşantılannın bilince çıkarılma­
sına yönelik bir amacı yoktur.
Kısa-süreci terapist gerekli gördüğü bilgileri hasta­
lardan kısa bir süre içinde elde etmek zonmdadır. Has­
talar terapistin istediği bilgileri terapisten gizlerneye ça­
lışmamış olsalardı, psikoterapi sürecini yürütmek çok
basit bir işlem olurdu. Ne yazık ki, hastalar terapistin
istediği bilgileri gizlerneye çalışırlar. Hatta, bu şekilde
davranınalarma gerek olmadığı çok açık bir şekilde be­
lirtilse bile, bu konnda daha da dirençli davranırlar. Kı­
sa-süreli psikoterapi yaklaşımlarında, hastaların yaşamla·
rının belirli bir yönünü gizleyebilmek için gösterdikleri
direnci incelemeye ne istek ne de zaman vardır. Dr. Eri­
ckson dirençli hastalardan istediği bilgileri elde edebil�
rnek için ilginç bir teknik kullanır: Hastaları gizlemek .is·
tedikleri olayları gizlerneye yüreklendirir. Örneğin, ilk
oturumda hastaya daha işin başlangıcında olduklarını,
açmak istemediği bazı konular varsa, bunun çok doğal
olduğunu belirtir. Bu yolla hastaların yaşamlarının be·
lirli yönlerini gizlemek konusunda gösterdikleri direnci

76
kırmaya çalışır.
Bir çok kimse hastaları yaşamlarındaki belirli olay·
ları gizlerneye yüreklendirmenin onların iyice suskunlaş­
masına yol açacağını sanır. Ancak, bu tür bir sayıltı özel­
likle psikiyatrik hastalar için geçerli değildir. Hastaların
sorunları ile ilgili bilgileri gizlernelerinin çeşitli nedenleri
olmasına karşın, en önemli neden, bilgi saklama davra­
nışının, onlara terapistle ilişkilerini kontrol etmekte bir
avantaj sağlamasıdır. Psikiyatrik hastalar terapistle iliş­
kilerini kontrol etmeye çok meraklıdırlar. Gerekli bilgi­
lerin terapistten gizlenmesi onlara belirli bir ölçüde bu
olanağı verir. İşte bu nedenledir ki, terapist hastalan ya­
şamlarının belirli bir yönünü gizlerneye yüreklendirdi­
ğinde, hastaların bilgi saklama yoluyla terapiste karşı
yapmış oldukları çalımlar etkisini yitirmeye başlar. Bu
tür bir durumla karşılaşan hasta, artık terapistin iste�
diği bilgileri saklasa da, saklamasa da terapistin istediği
bir şeyi yapmış olur.
Aslında, bu açıdan psikanalitik sürece yaklaştığımız
zaman, bu sürecin de yönehirnci psikoterapi tekniklerin­
den çok farklı olmadığını görürüz. Psikanalitik süreçte
terapist hastadan aklına ne gelirse gelsin söylemesini is­
ter. Bu teknik ilk anda bilgilerin gizlenmesini yüreklen­
diren tekniğe zıt bir teknikmiş gibi görünebilir. Ancak,
daha dikkatli bir gözlemle, bu tekniğin de, aynı amaca
hizmet ettiğini, analiste ilişkiyi kontrol etme olanağını
verdiğini görebiliriz.
Pskanalizden geçen bir hasta yaşamının belirli yön­
lerinin gizli kalması gereKtiğini ve bunun analitik sürecin
doğal bir parçası olduğunu psikanalitik süreç içinde za­
manla öğrenir. Hatta, bazan analist hastaya analitik �ü-
· rece direnç göstermesi gerektiğini yeri geldikçe belh·tir.
Tüm bunların arnacı analistirı, ilişkiyi kontrol etmesini

77
sağlamaktır.
Terapist utangaç bir hastaya, utangaç bir şekilde
davranırsa, bu terapist hastayı belirli olaylan gizlerneye
yüreklendirmiş olur. Erickson, utangaç bir hastaya karşJ
bu şekilde davranmanın hastanın beklentilerine uygun bir
şekilde davranılmış olduğunu belirtir. Örneğin, açık sa·
çık şakalar duyduğu zaman, öğürtü ve boğulma nöbet·
leri geçiren bir hanım hasta Erickson'a başvurur. Bu ha·
mm sorununu anlatırken bile utangaç bir şekilde anlatır.
Ranıının bu durumunu gözleyen Erickson bu tür şakalar­
dan kendisinin de hoşlanmadığını belirtir. Hanım Erick­
son'nun da utangaç bir kişi olduğuna güvenıneye başla·
dıktan sonra, Erickson'a karşı daha rahat bir şekilde dav­
ranmaya başlar. Kocasının yanında soyunmaktan çok
utandığını ve yatağa gitmeden önce karanlık bir odada
soyunmak istediğini belirtir. Erickson kadının bu düşün­
cesini kabul eder. Aynca, ne kadar utanç verici bir du­
rum olursa olsun, karanlık bir odada, onu kimsenin gör­
mesine olanak olmadığından ondan yatağa dans ederek
gitmesini iste,r. Görüldüğü gibi, kadının aynı anda güle­
rek oynayarak yatağa gitmesi ve öğürme nöbetleri geçir­
mesi oldukça güçtür. Bu hanım zamanla utangaçlıkla il•
gili tutumunu değiştirmeye ve kocasıyla belirtisel olma­
yan bir şekilde uğraşmaya başlar. Erickson kadının
utangaçlığından yararlanarak onu tedavi etmeyi başar­
mıştır.
Erickson'nun kullandığı tekniklerle uzun-süreli psi­
koterapi yaklaşımlarında kullanılan teknikler arasındaki
bir farklılık aşağıdaki örnekle gözönüne serilebilir. ·Eri·
ckson'a konuşma yeteneğini yitirdiğini belirten bir bayan
öğretmen başvurur. Bu öğretmen ilk görüşmede Erick­
son'la konuşamaz. Bunun üzerine Erickson ona bir süre
başını saliayarak iletişim kurabileceğini belirtir. Hanım

78
buna razı olur. Daha sonra Erickson ondan yazarak ile-­
tişim kurmasını ister. Öğretmen buna da razı olunca,
Erickson onun sağ eliyle yazı yazdığım görür ve onun sol
eline bir kalem tutuşturur. Ona, sirndi nasıl hissediyor;
sunuz, der. Öğretmen birden bire konuşmaya ve delir­
mekten çok korktuğunu anlatmaya başlar. Bu hasta ko"
nuşabildiği halde, beceriksiz bir şekilde iletişim kurma­
ya çalışmaktadır. Erickson da kadının sol eline bir ka�
lem tutuşturarak onu daha da beceriksiz bir şekilde ile­
tişim kurmaya yüreklendirmiştir. Bu teknik yıllarca ka­
lem elinde ders veren bu öğretmen için oldukça etkili ol­
muştur.

Kısa-süreci terapist hastadan istediği bilgileri teda­


visel bir bağlam yaratarak elde etmeye çalışır. Önce
bilgi toplayıp, sonra tedaviye geçmek yerine, bilgi top­
lama işlemini tedavinin bir parçası haline getirmeye ça·
lışır. Örneğin, Erickson hastanın geçmişiyle ilgili bilgileri
öyle bir şekilde alır ki, ona her geçen an iyileşmeye doğ­
ru yöneldiği izlenimini verir. Bazen bunun tam karşıtı
bir durumdan da yararlanabilir. Hasta, durumunun git­
tikçe kötüleştiğini belirtirse, Erickson hastanın bu dü­
şüncesini kabul eder. Ona değişmenin zamanının gerçek­
ten geldiğini belirtir. Böylece, hastanın tedavi olma gü­
düsünü artırmaya çalışır.
Kısa-süreci terapist hastaları özellikle sorumluluk
almaya yüreklendirir. Dört yıl önce sesi kısılan ve fısıl­
tılar htıJinde konuşan bir hastaya hangi soruları soraca­
ğı sorulunca, Dr. Erickson, şunları sorarım der: Konuş­
mak istiyor musunuz? Ne zaman? Bugün, yarın, gelecek
yıl? İyi bir şey mi, kötü bir şey Ini, söylemek isterdiniz?
Evet mi, hayır mı demek isterdiniz? Birden bire mi, yok­
sa yavaş yavaş mı konuşmak isterdiniz? Bu sorulara veri­
len cevaplar önemlidir; çünkü bu cevaplar hastanın so·

79
rumlulük almasını sağlar. ,
Hasta konuşma koşullarını belirttik.çe, · • tedavi · için
bir kapı aralanmış ve tedavinin öncüileri kurulmuş olur.
Terapist hastayı iyileşebileceğine bir kez inandırdıktan
sonra, küçük bir değişmenin ardından daha büyük değiş­
melerin gelebileceğini simgeleyen bir bağlam yaratmış
olur.
Erickson hastalarına değişmenin çeşitli yollan oldu·
ğunu kanıtiayabilmek için, sık sık eleştirilere uğrayan
hipnotizma tekniklerinden de yararlanır. Hipnotizma
olayı özelikle şu açıdan eleştirilmiştir: Hipnotizma edile­
rek bir kişinin belirtileri ortadan kaldırılabilir. ft...m a hip­
notizına durumu sona erdirildikten sonra, aynı belirti ye­
niden ortaya çıkar. Erickson hipnotizmadan yeterli bir şe"
kilde yararlanılmadığını, bu teknikten bir belirtiyi orta­
dan kaldırmak için yararlanmak yerine hastaya belirtisel
davranışiarına etki edilebileceğini kanıtiayabilmek için
yararlanılması gerektiğini belirtir. Bir terapist kompalsif
belirtileri olan bir hastanın belirtilerini hipnotizma yoluy­
la ortadan kaldırırsa, bu terapist hastayı tedavi etmiş ol­
maz; yalnızca hastaya belirtisel davranışiarına etki ede­
bileceğini kanıtlamış olur. Bir başka deyişle, terapist
hipnotik ortamda yaratılan bu değişmenin günlük ya·
şamda da yaratılabileceğini hastaya göstermiş olur.
Erickson çeşitli hastalan hipnotize ederek belirtile­
rinin çıktığı koşulları kontrol etmeyi başarmıştır. Örneı­
ğin, elden ayaktan kesici başağrıları olduğunu belirten
bir hastanın, ağrılarının geliş süresini, Şiddetini ve geliş
zamanlarını kontrol etmeyi başarmıştır. Bu tür sorun­
ları olan hastalara Erickson şu tür sorular sorar: Başağ­
rınızın ne zaman gelmesini isterdiiıiz? . Gündüz, gece, ev­
de, iş yerinde, hafta tatilinde mi? Kısa bir süre, başını­
zın şiddetli bir şekilde mi, yoksa sürekli. fakat hafif bir

80
şekilde mi ağrımasını isterdiniz? Hasta bu sorulara ce­
vap bulmaya çalışırken, başağrısının değişme öneiliünü
de kabul etmiş olur.

Hastanın Yöneltilmesi:
Kısa-süreci terapist yönehirnci bir terapistdir. Has­
tadan yoğun bir şekilde tedaviye katkıda bulunmasını is­
ter. Hastaya belirli yönergeler verir. Bu yönergelerin ye­
rine getirilmesi gerektiğini belirtir. Hastayı sorunuyla
yüz yüze gelmeye ve uğraşmaya yüreklendlıir.
Erickson'a göre tedavisel değişmenin canalıcı nite­
liği hastanın davranışta .bulunmasını sağlamaktır. Bu açı­
dan tedavi süreci bir çocuğa toplama işlemini öğretmeye
benzer. Bir artı birin, iki ettiğini söylemek, çocuğun top­
lama işlemini öğrenebilmesi için yeterli değildir. Önce ço­
cuğa bir yazdırıp, sonra altına bir daha yazdırıp, toplama­
yı öğretmek gerekir. Ayİn şekilde bir hastaya sorununu
açıklamak veya bu sorunu kendisine açıklattırmak söz
konusu sorunun ortadan kalkması için yeterli değildir.
Önemli olan hastanın davramşta bulunmasını sağlamak­
tır. Örneğin, Erickson adipal çatışmalı bir hastanın ba­
basıyla ilgili sorununu ortadan kaldırabilmek için, bu
hastamn babasını yerınesini sağlamanın, pek yararlı ol­
mayacağını, bunun yerine, bir kağıda «baba» sözcüğünü
yazdırıp çöpkutusuna atmasını sağlamanın daha yararlı
olacağını belirtir.
Hastalan davranışta bulunmaya yöneltmek kolay bir
iş değildir; çünkü psikiyatrik hastalar kendilerine söyle­
nenleri kolaylıkla yerine getiren kişiler değildir. Erickson
hastalarına öyle yöne:vgeler verir ki, hastalan bu yöner­
geleri izlemeden edemezler. Bunun çeşitli nedenleri var·
dır. Bu nedenlerden biri Erickson'nun yönergelerini verir­
ken kararlı ve ne yaptığını bilir bir şekilde davranması-

81
.

dır (Erickson bir ·hastasmm bir şey yapınamasım istediği


durumlarda oldukça kararsiz bir şekilde davranabilir).
Erickson bazen bir hastaya belirli bir yönerge verir. On­
dan bu yönergenin geçersiz bir yönerge olduğunu kanıt­
lamasını ister. Böylelikle, hastanın işbirliği kurmasını
sağlamaya çalışır. Erickson yönergeler verirken, hastanın
yaşamındaki olumlu nitelikleri de gözardı etmemeye özel
bir titizlik gösterir. Bir hasta her elini attığı şeyi berbat
ettiğini belirtirse, Erickson onun gerçekten denemekten
yılınayan bir kişiliğe sahip olduğunu belirtir. Bir başkası,
sürekli edilgen (pasif) bir şekilde davranırsa, bu kez de,
onun nt: denli dayanıklı bir kişi oluğunu ön plana çıkar­
maya çalişır. Bir başkası da kendisini ufak tefek bir ya­
pıya sahip olduğu için küçük görürse, bu kişi Erickson
ile konuştuktan sonra, ufak tefek olmasından dolayı ken­
disini mutlu hissetmeye başlar. Bir başka hasta da ken­
dini çok iri yarı buluyor ve bu. yüzden mutsuzsa, Erick­
son bu kezde onun ne kadar kuvvetli bir bünyeye sahip
olduğunu dile getirir. Erickson olumlu niteliklerini vur·
gulayarak hastalarına güven vermeye çalışırken, bu nite­
likleri onların kabul edebilecekleri bir şekilde belirtmeye
özel bir titizlik gösterir.
Erickson hastalarındaı:ı belirtisel bir şekilde davran­
maktan vazgeçmelerini istemez. Bunun yerine, daha önce
de belirtildiği gibi onlara belirtisel bir şekilde davranma­
larını sağlıyabilmek için yönergeler. verir. Bu yönergele­
ri yerine getirirken onları tedavisel bir doğrultuda davra­
nışta bulunmaya zorlar. Örneğin, yalnızlıktan yakınan
ve sürekli evde oturarak zamanını öldürdüğlinü belirten.
bir hastaya, kütüphaneye gitmesini aynı şeyi orada yap­
masını belirtir. Hasta kütüphaneye gider. Dergileri karış­
tınrken spilioloji (mağanı bilimi) bilimine ilgi duymaya
başlar. Bir gün, ona birisi yaklaşır. Kendisinin de mağa-

82
ra bilimine merak duyduğunu söyler. Sonuçta hasta bu
kişi aracılığı ile Spilioloji ile ilgili bir demeğe üye olur
ve claha yoğun bir sosyal yaşamın içine girer.
Bu ömekte açıkça görüldü� gibi, Erickson hasta­
dan belirtisel davranışlarından vazgeçmesini istememiş,
hatta onu belirtisel bir şekilde davranışta bulunmaya yü­
reklendirmiş ve ona kolaylıkla izleyebileceği yönergeler
vermiştir. Bu yönergenin izlenilmesi kolaydır; çünkü has­
ta zaten zamanını öldürmekte ve başka kişilerden · kaçm­
maya çalışmaktadır.
Yukandaki ömekte Erickson hastanın çevresini
kontrol ederek belirtisel davranışını tedavi etmeyi başar­
mıştır. Erickson bazen hastadan belirli yönergelere uy·
masını isteyerek de belirtisel davranışlan tedavi etmeyi
başarır. Örneğin, 270 paund gelen ve her türlü rejimi de­
nediği halde bir türlü kilo vererneyen bir hanım hastaya,
Erickson, canı ne isterse yiyebileceğini, yalnızca gelecek
hafta 10 paund yitirerek oturuma gelmesini belirtir. Ka­
dm kendisjnden isteneni yerine getirir; Ama aynı zaman­
da merak içindedir. Acaba bu kez terapisti ondan 20
paund daha mı vermesini isteyecektir? Erickson ise on­
dan S paund daha vermesini . ister. Bu yolla kadın bir
yandan canı istediği her şeyi yemeyi, öte yandan da is­
tediği kiloya düşmeyi başanrır.
Yazar da Erickson'nun . kullandığı teknikiere benzer
teknikler kullanarak çektiği fotoğraflan akıl almaz hata­
lar işleyerek berbat eden ve bu yüzden doğru dürüst fo­
toğraf çekemez hale gelen yetenekli bir fotoğrafçıyı te­
davi etmeyi başarır. Önemli bir devgide yayınlanmak
üzere bu . fotoğrafçıdan .tıpkı önceki hatalan gibi bazı ha·
talar yaparak üç fotoğraf .çekmesini ister. Hasta terapis­
tinin verdiği bu görevi yerine getirirken oldukça zor­
lanır; aİıcak o günden sonra fotoğraf çekerken daha az

83
hata işlemeye başlar. Bazen bile bile işlenen bir hata
önemli değişiklikler yaratabilir . . .
Erickson hastalannı belirtisel bir şekilde davranma­
ya yüreklendirirken ayn,ı zamanda bir başka şekilde dav·
ranmaya da yüreklendirir. Bu tür bir teknikten yararla­
narak, yazar altını ıslatan (enuresis) 17 yaşındaki bir de­
likanlıyı tedavi etmeyi başarmıştır.
Bir psikiyatrist bu delikaniıyı tedavi etmeye çalışmış;
fakat başarı sağlayamamıştır. Ana-babasının ve psikiyat·
ristinin önerisiyle bu delikanlı hipnotizma olmak için
yazara başvurur. ilk görüşmede sıkılarak yatağını ıslat­
tığını, bu durumuna çok üzüldüğünü, üniversiteye gitmek
istediğini, bağımsız bir kişi olmanın kendisi için çok
önemli olduğunu belirtir. Yazar delikanlıya hipnotizma­
dan bir yarar görmiyeceğini hipnotizmanın etkisinin geçi­
ci olduğunu, başarı sağlayamadıklan takdirde kendisini
iyice çaresiz hissedeceğini, · belirtisinden kurtulmayı çok
istiyorsa bir başka teknikten yarar görebileceğini açıklar.
Ayrıca delikanlıya uzun bir yürüyüş mesafesi olarak neyi
kabul ettiğini sorar. Delikanlı iki mil der. Bunun üzeri­
ne yazar, bu gece yatağını ıslatırsa.n, yataktan kalkıp iki
millik yürüyüşünü yapıp, ıslak yatağına tekrar yatacak­
sın; Yatağını ıslattığın halde uyuyup kalırsan, ertesi ge­
ce saati ikiye kurup saat ikide kalkıp iki millik yürüşü­
nü yapacaksın der. Ayrıca delikanlıya, bu söylenenleri
harfiyen, yerine. getirirse, kendi kendini tedavi etmeyi ba­
şarabileoeğini belirtir. Delikanlı, eve gider; iki millik bir
yürüyüş mesafesini arabası ile ölçer: O gece yatağını ıs­
latır ve terapistinin söylediklerini aynen uygular. Bir sü­
re bu tekniği uyguladıktan sorira, tekrar görüşmeye gel­
diğinde, iki üç haftada bir altını ıslattığını, aslında bu­
nun bile kendisi için çok iyi bir sonuç olduğunu belirtir.
Yazar delikanlıdan aynı tekniği uygulamaya devam etme­
sini ister. Bir yıl sonra hasta yatağını hiç ıslatmaz.

84
Görüldüğü gibi bu vak'ada da uzun-süreci terapistie­
rin önem verdiği etmenler üzerinde durulmamıştır. Bu
genç ana-babasına çok bağımlı; fakat aynı zamanda ba­
ğımsız olmak isteyen bir kişidir. Bir yandan evden ayrı·
lıp üniversiteye gitme:k istemekte, öte yandan böyle bir
olasılıktan korkmaktadır. Bu delikanlının terapistin öııer­
diği tekniği yılınadan kullanmasının nedeni, bu tekniğin
hem bağımsızlık isteğine, hem de, kendi başına belirti­
sinin üstesinden gelmesini sağlamış olmasıdır.
Erickson bir başka vak'ada da yukarıdaki tekniğe
benzer bir teknik kullanarak 65 yaşında oğlu ile birlikte
yaşayan geceleri uyuyamayan (insomnia) bir hastayı te­
davi etmeyi başarır. Bu hasta her gün 65 mg u:·ku ilacı
(sodium amytal) aldığı halde günde iki saat bile uyuya­
madığı için doktoruna ilacın dozunu artırması dileğinde
bulunur. Doktoru da bağımlılık yapabileceği korkusuyla
ilacın dozunu artırmak yerine, adamı Erickson'a gönde­
rir, Erickson adamın ev işlerini yapmaktan hoşlanma­
yan, oldukça inatçı bir kişi olduğunu gözler. Ondan se­
kiz saatlik uykusundan özveride bulunmasını ister. Adam
Erickson'nun bu iste:ğini kabul eder. Erickson adama, uy­
ku zamanı geldiğinde yatağa gidecekmiş gibi pijamalarını
giymesini; fakat yatağa yatmak yerine, tüm geceyi evin
döşemelerini silerek geçirmesini; sabah saat yedide döşe­
meleri silme işini bırakıp işe gitmesini söyler. İkinci ve
üçüncü gece de aynı işi yapması gerektiğini belirtir. Na­
sıl olsa adam günde iki saat uyumaktadır. Böylece dört
günün sonunda sekiz saatlik uykusundan özveride bulun­
muş olacaktır.
Adam ilk üç gün, hiç uyumaz; geceleri evin döşeme�
lerini silerek geçirir. Dördüncü gece bu kaçık terapistin
söylediklerini yapmaktan derınamın kesildi; Ona iki saat­
lik daha borcum var; bu gece de uyumamam gerekir. An­
cak çok yorgunum ; yatağa uzanıp biraz gözlerimi dinlen-

85
direyim; Sonra işime devam ederim der. Adam o gün sa­
bahleyin saat yedide kalkar. Ertesi gece bir ikilemi ya­
şar. Acaba iki saatlik borcunu mu ödemeli, yoksa yatağa
mı gitmelidir? Saat sekizde yatıp, 8 . 15'e kadar uyuyamaz­
sa, kalkıp döşemeleri silmeye karar verir. Adam o ge­
ce deliksiz uyur. Aradan bir yıl geçtikten sonra bile Ada­
mın uykusu ile bir sorunu kalmaz.
Bu vak'ada kullanılan teknik başanya ulaşmıştır;
çünkü hasta belirtisinden kurtulmak istemiş; bu konuda
sorumluluk almış ve verilen yönergeleri yılınadan uygu­
lamıştır. Erickson, uykusuzluktan yakınan bir başka has­
tadan da tüm geceyi hiç hoşlanmadığı kitaplan okuyarak
geçirmesini isteyerek tedavi etmeyi başarmıştır. Bu tür
teknikler hastaların kendi kendilerine uygulayabilecek­
leri teknikler olduğundan, onların kendilerine karşı gü­
ven kazanmalarına da yolaçabilir.
Yukanda açıklanan vak'aların hepsinde de belirti­
leri üzerinde değil, hastaların tedavisel doğrultudaki dav­
ranışları üzerinde durulmuştur. Yatağını ıslatan, uykusuz­
luk çeken hastalar bir yandan kendi kendilerini cezalan­
dırmış; öte yandan davranışlarını terapistin kontrolü al­
tına sokmuşlardır.
Erickson her zaman hastalarını belirtisel bir şekilde
davranmaya yüreklendirerek tedavi etmez. Bazen onlara
sezdirmeden yönergeler verir. Örneğin aşırı ölçüde başı
ağrıy�n ve ağrısının derhal dindirilmesini isteyen bir ha­
nım hastaya üç hafta boyunca ağrısı ile ilgili gözlemler
yapmasını önerir. Bir anlamda hanımın başağrısının der­
hal dindirilmesi isteğini gözardı etmeye çalışır. Erickson
. .

bazen hastalarıyla daldan dala atlayarak konuş.ur. Bir-


biriyle ilişkisizmiş gibi görünen bu konular arasında has­
talarının bir «bağıntı» kurmasını sağlamaya çalışır. Has­
talara kısa öyküler anlatır. Bu öykülerle hastaların ken­
dilerini savunmalarını sağlayan iletilerle birlikte değiş"

86
meyi yüreklendiren yönergeler bulunur.
Erickson hastalarına verdiği yönergeleri kolaylıkla
uyutabilecek yönergeler haline getirir. Böylece onları, bu
yön�rgeleri izlemeye özendirir. Daha dikkate değer değiş­
meleri yaratabilmek için küçük değişmelerden yaradan"
maya çalışır. Uyuyamayan bir hastayı ilk aşamada önce bir
saniye bile olsa daha fazla uyuduğuna inandırmaya çalışır.
Hastalar sorunlarından ne denli yakınırlarsa yakmsınlar,
küçük bir değişme bile olsa. bu değişmeyi olumlu kabul
eder. Genellikle bir terapist, bir hastayı birden bire iyi­
leştirmeye kalkışırsa, bu terapist, sonuçta uzun süreli bir
tedavi sÜrecini başlatmak zorunda kalır.

Bir Psikoterapi Modeli Olarak Hipnotik ilişki

Bir zamanlar, Freud toplumun çeşitli kesimlerinden


gelen bireylerin sorunları ile uğraşahilrnek için hipnotiz­
ma tekniğinin uygun bir teknik olduğunu belirtmişti.
Daha önce de belirtildiği gibi kısa süreli psikoterapi tek­
nikleri ile hipnotizma teknikleri arasında önemli benzer­
likler vardır. Tedavisel bir ilişkinin incelikleriı;ı.i daha iyi
kavrayabilmek için hipnotik ve tedavisel ilişkiler arasın­
daki benzeriikierin gözününe serilmesi gerekir. Söz açıl­
mışken şu noktanıı;ı da belirtilmesinde yarar vardır. Hip­
notizma etkili bir tedavi tekniği olmaktan daha çok te­
davisel ilişkileri inceleyebilmek için uygun bir model ola-
·

bilir.
Hipnotizma ve psikoterapi ilişkileri arasındaki en
önemli benzerliklerden biri şudur; Hipnotistin deneğe,
psikoterapistin de hastaya karşı kullandığı taktikler aynı
amaca hizmet eder. Bu ilişkilerde insan yaşamının önem�
li sorunlarından birisi ile uğraşılır. Acaba bir kişi bir
başka kişinin kendisine etki etmesine ne ölçüde izin ver­
melidir?

87
Aslında tüm psikoterapi yaklaşımlan birbirine ben­
zer. Tüm psikoterapi yaklaşımlarında önce hasta değiş­
meye özendirilir. Sonra hastanın terapistle işbirliği kur­
ması sağlanır. Hasta bu işbirliğini kendisine verilen yö­
nergeleri yerine getirerek, analistin ofisinde serbest çağ­
rışım yaparak kurar. Bu süreç içinde değişmeye ve de•
ğişmenin bilincine varmaya başlar. Bir başka deyişle, te­
davi oturumlarında terapist önce hastayı etkileyebilece­
ğine inandırır. Hasta bir kez buna inandıktan sonra te­
davinin başanya ulaşahilmesi için terapistle işbirliği kur­
maya başlar. Aynı nitelikler hipnotiz:ma sürecinde de bu­
lunur. Hipnotizrrra sürecinde de deneğe yönergeler veri­
lir; Denek de bu yönergeleri izler. Ancak Erickson'nun
kullandığı hipnotizma teknikleri ile geleneksel hipnotiz­
ma teknikleri arasında önemli bir fark vardır. Erickson
oldukça doğal teknikler kullanmaya çalışır. Örneğin,
Erickson günlük bir konuşma diliyle bir deneği hip­
notize edebilir. Daldan dala atlayarak konuşur. De­
nek bu konuşmanın sonunda ne çıkacak diye sabırla
beklerken, Erickson konuşmasının arasına deneğin hip­
notizma olmasını sağlayan cümleler serpiştirir. Bu yolla
deneği hipnotize eder.

Hipnotizma olayının bu tür günlük bir konuŞma di­


liyle yaratılabilmesi gerçeği, bireyi etkilerneye çalışan gi­
rişimlerin hipnotik bir doğası olup olmadığı sorusunu ak­
lımıza getirebilir, Bir anlamda hipnotizma olma ol�yı
karşıdaki kişiye bir tepki gösterme biçimidir. Hipnotiz­
ma olayına tepki gösteren deneğin davranışları ile kişi­
lerarası ilişkilerinde belirtisel bir şekilde davranan kişi­
nin davranışları arasında. önemli benzerlikler vardır.
Hipnotizma olacak her birey belirli bir ölçüde direnç­
lidir. Hipnotizma olayının özü bu direncin kırılmasında
yatar. Bazen dirençli bir denek hipnotİst ile tam bir iş-

88
birliği kurabilir; bazen de kurmayabilir. Örneğin, denek
sürekli işbirlikçi bir şekilde davranırsa, hipnotİst deneğe
karşı «meydan okur» ve denekten direnç göstermesini is­
ter. Denek hipnotistle hiç işbirliği kurmaz ve direnç gös­
tirse, o zaman hipnotİst bu denekle farklı bir şekilde uğ­
raşır: Hipnotİst bu denekten ellerini dizlerinin üstüne
koymasını isteyecek olsa, denek bu davranışı, ya kendi
saptayacağı bir biçimde yapar; ya da hiç yapmaz . Neden­
bu şekilde davrandığı sorulduğu zrcman da, ben de bil­
miyorum; nedense yaparnıyorum diyebilir. Denekten sa­
kince oturması, hiç bir şey yapmaması istenirse, bu ketz
de, denek yerinde sakince oturamaz; sinirli sinirli dolaş­
maya başlar. Bir türlü sakinleşemediğini bunun elinden
gelmediğini belirtir. Özetleyecek olursak, dirençli bir de­
nek kendisine verilen yönergelere uymak istemediğini
söylemez. Söylemiş olsa, hipnotizma süreci sona erer.
Bunun yerine, kendisine söylenenleri yerine getirmez; ne­
den yerine getirmediği sorulunca da, elinden · gelmediğini
belirtir.

Hiç bir hipnotİst dirençli dene:klerle nasıl uğraşılma­


sı gerektiğini Erickson kadar titizlikle incelememiştir.
Erickson, bu deneklerle etkili bir şekilde uğraşahilrnek
için, dirence karşı koymak yerine, direnci yüreklendir­
menin daha uygun olacağını, bu yolla deneğİn davranış:
lanndan yararlamlabileceğini belirtir. Erickson bu tekni­
ğe yararlanma tekniği adını vermiştir. Örneğin bir adam
hipnotize olmak için Erickson'a başvurur. Bu adam gö­
rüşme odasına geldiği andan itibaren bir aşağı bir yukarı
dolaşmaya başlar. Bir yandan da tedavi odasında sakin­
ce oturamadığını, bu yüzden psikiyatristi ile başının der­
de girdiğini ve işbirliği kuramadığı gerekçesi ile Erick­
son'a gönderildiğini anlatır. Tedavi odasında bir aşağı,
bir yukarı gezinmesini de bir yandan sürdürür. Erick-

89
son istediğiniz kadar gezinebilirsiniz; bu beni çok rahat­
sız etmez, Ancak, benimle gerçekten işbirliği kurmak is­
tiyor musunuz? Bilmek istiyorum,der. Adam bu soruya,
istiyor muyum ne demek; İşbirliği yapmak ve tedavi ol­
mak için buraya geldim diye cevap verir.
Bunun üzerine Erickson Sizden bir tek dileğim var.
Odanın her tarafında değil de, şu köşesinde dolaşınız der.
Adam buna razı olur. Erickson adamla konuşmaya baş­
lar. Bir süre sonra adam bir şey söylerken zaman zaman
durur. Erickson konuşurken duraksadıkça, adam da rlu­
raksamaya ve Erickson'u dinlemeye başlar. Kısa bir süre
sonra Erickson adamı bir sandalyeye oturtınayı ve hip­
notize etmeyi başarır.
Erickson'nun kullandığı bu teknik iki aşamadan
oluşmuştur. Önce adamdan direnç göstermesi, bir başka
deyişle, davranageldiği gibi davranması istenmiştir. Son­
ra da, adam aldığı yönergeleri yerine getirmeye başlayın­
ca, adamın bu davranışlarından yararlanılmaya çalışıl­
mıştır.
Erickson dirençli davranışları yüreklendirebilmek
için çeşitli teknikler kullanır. Örneğin, bir hasta sandal­
yede otururken, direnç gösterdiğini anlarsa, ondan bir
başka sandalyeye geçmesini ister. Böylelikle, dirençli dav­
ranışların fiziksel konumunu değiştirmeye ve bu davra­
nışları etkisiz kılmaya çalışır. Hem hipnotize olmak is·
teyen, hem de Erickson'nu yenik düşürmeye çalışan bir
hanım hasta ile bir başka teknikle uğraşır. Hanıma karşı
kendisini öyle yetersiz bir kişi olarak tanıtır ki, hanım
Erickson'nun yaptığı bu özeleştirileri dinlerken hipnotize
olur. Erickson bu teknikle hem hamının hipnotize olma,
hem de terapisti yenik düşürme ihtiyacını doyurmuştur.
Erickson belirtisel davranışlarla da yukarıdaki tek­
nikiere benzer tekniklerle uğraşır. Bu açıdan Erickson'

90
nıın kullandı�ı tekniklerle psikoterapi teknikleri arasın­
da yakın bir benzerlik vardır. Örneğin, Erickson, zayıfla­
dıktan sonra kompalsif bir şekilde yemek yiyerek tek­
rar eski kilosuna dönen ve her türlü rejimi deneyip ba­
şarısızlığa uğrayan bir hanım hasta ile şu teknikle uğra­
şır. Bu hanıma kişilik özelB.klerini dikkate alarak zayıf­
laması gerektiğini belirtir. Hanıma, mevcut kilosuna 20
paund daha ekieyebilmek için her istediğini yemesini,
ondan sonra tedaviye başlayabileceklerini açıklar. Hanım
bunu kabul eder. Bir süre sonra, bir kaç kilo alarak Erick­
son'la görüşmeye gelir. Erickson 20 paund alıncaya dek
kilo alması gerektiğini belirtir. Böyle davranmakla, Erick­
son önce hanımı psikoloj ik olarak kilo vermeye hazırla­
maya çalışmaktadır. Erickson, hanım istenilen kiloyu al­
dıktan sonra, ona belirli bir zayıflama rejimini kademeli
bir şekilde uygulattınr ve hamının istediği kiloda kalma­
sım sağlar.
Erickson bu vak'ada da tıpkı hipnotizma olmak iste­
yen dirençli deneklerle uğraştığı gibi hasta ile uğraşmış­
tır. Hastanın yemek yeme ihtiyacını kabul etmiş; hatta
bu davranışı yüreklendirmiş ve belirli bir noktadan sonra
hastanın yemek yeme örüntüsünü değiştirebilmek için
hastaya verdiği yönergelerin niteli�ini de�iştirmiştir.
Erickson'nun kullandığı tekniklerin ortak özelli�i
şu şekilde özetlenebilir: Erickson hastalarının belirtisel
davranışlarını yüreklendirerek, o.nları paradoksal bir du­
rumla karşılaştırtnaktadır. Böylelikle, belirtisel davranış­
ların kontrolünü kazanmaktadır. Erickson'nun teknikleri­
nin bu niteliği tüm tedavisel değişmelerin kişilerarası
bağlamdan soyutlanarak ele alınamayacağına dikkatimizi
çekmektedir.
Erickson'nun dirençli d�neklede etkili bir şekilde uğ­
raşması onun etkili psikoterapi teknikleri geliştirmesine

91
yol açmıştır. Buna da şaşmamak geı;ekir; çünkü bir de­
neğin davranışları, duyumlan ve algılan hipnotik teknik­
lerle nasıl değiştirilebiliyorsa, aynı şekilde nörotik bir ki­
şinin de davranışları, duyumları ve algılan psikoterapi
teknikleri ile değiştirilebilir. Hipnotik bir ilişkide deneğin
dirençli ve işbirlikçi davranışlan bu ilişkinin başanya
ulaşması için ne denli önemli bir rol oynarsa, aynı şekil­
de tedavisel bir ilişkinin başanya ulaşahilmesi için, has­
tanın dirençli ve işbirlikçi davranışları da o denli önemli
bir rol oynar. Kendisinin ve başkalarının davranışlarını
elinde olmadan kısıtlayan bir hastanın davranışları, hip­
notik süreçte hipnotistin istediği davranışlan «elinde ol­
madan yapamayan» deneğin davranışlarına çok benze­
mektedir. Sırası gelmişken hipnotizma ve psikoterapi ara­
sındaki bir başka ilginç noktaya da değinilmesi gerekir.
Genellikle, hipnotistler ve psikoterapistler hipnotik ve
tedavisel ilişkilerin bir didişme ve savaşını süreci oldu­
ğunu belirtmemelerine karşın, bu ilişkilerde bir savaşım
süreci yer alır. Söz konusu didişme ve savaşını süreci bir
kişinin bir başkası tarafından etkileurnesi süreci üstünde
yoğunlaşır. Bu savaşım sürecinde hipnotİst ve psikotera­
pist basit bir şekilde yetkeci veya kontrolcü olmava di­
retmezler. Diretecek olsalar, yenik düşeceklerini çok iyi
bilirler. Bir hasta veya denek kendisinden istenilen bir şe­
yi yapmayarak ilişkiyi kontrol etmeye yeltenirse, hipno­
tİst veya tera.pist bu duruma bir süre izin verir. Bunu
ilişkinin kontrolünü ele geçirebilmek için yaparlar. Hip­
notİst veya psikoterapist çeşitli şekillerde izin verici ola­
bilirler. Bazen oturumlarda tüm olan bitene bir süre göz
yumup sessiz kalabilirler.
Bir hipnotİst önce denekten işbirliği kurmasını iste�
yip ardından direnç göstermesini isterse, bu deneğin iliş­
kinin kontrolünü kazanması çok zordur. Bu durumda de-

92
nek direnç gösterse de, işbirliği yapsa da hipnotistin is­
tediği bir şeyi yapn;ıış olur. Bir başka deyişle, denek ne
şekilde davranırsa davransın, hipnotistin verdiği yönerge­
leri izlemek zorunda kalır.
Tıpkı hipnotİst gibi psikoterapist de hastayı belirti­
sel bir şekilde davranmaya yüreklendirirse, hasta ister
belirtisel bir şekilde davransın, ister davranmasın, tera­
pistin istediği bir şeyi yapmak zorunda kalır. Bir belirti
başkalannın davranışlarını kısıtlama taktiği olarak ele
alınırsa, terapist bu belirtiyi yüreklendirdiği zaman, be­
lirtinin terapiste karşı etkisi azalır. Bu açıdan psikotera­
pi yaklaşımiarına bakıldığında, farklı psikoterapi yakla­
şımlannın farklı kontrol yöntemleri olduğu kolaylıkla
görülebilir. Psikanalist izin verici bir bağlam içinde has­
tanın sorunlarını dinler. Hastadan bir koltuğa uzanarak
� serbest çağrışım yapmasını ister. Bir başka deyişle, has­
tanın belirtisel bir şekilde davranmasını yüreklendirir.
Hasta başka kişilerle belirtisel bir şekilde uğraşmayı ya­
şam biçimi haline getirmiştir. Hastadan serbest çağrışım
ya-pması istendiğinde ona belirtisel bir şekilde davran­
ması için olanak verilmiş olur. Ne var ki, serbest çağrı­
şım yaparken hastanın yaptığı belirtisel davranışlar ana­
listin kontrolü alt�nda yapılan davranışlardır. Örneğin,
çok şanssız bir kişi olduğundan yakınan bir hastadan ser­
best çağnşım yapması istenir ve hastada serbest çağrı­
şım yaparken çok şanssız bir kişi olmasından ne denli
yakınırsa yakınsın bu yakınmalar analistin kontrolü al­
tında kalmış olur.
Şimdiye dek açıklamaya çalıştığımız kısa süreli psi­
koterapi tekniklerinin bir başka ilginç özelliği daha var­
dır. Kısa süreli psikoterapi teknikleri tedavi sürecinin
hastanın beklentileri doğrultusunda düzenlenmesine ola•
nak verir. Kısa süreli psikoterapi teknikleri aracılığı ile
hasta bir kişi, sorunları ile ilgili bazı bilgileri gizlerneye

93
yiireklenditilir. Bu durum hastanın beklentilerine uygun
düşer; çünkü hasta zaten bazı konulan konuşmaktan ka­
çınmaya çalışinaktadır. Öte yandan, kısa süreli teknikler
aracılığı ile hasta belirtisel bir şekilde · davranmaya yü­
reklendirildiği zaman, belirtisel davranışların kontrol
edici niteliği azalır. Aynı amaca hastanın kendi kendini ce­
zalandırmasını sağlayarak da ulaşılabilir. Çünkü hasta
belirtisel bir şekilde davranmaktan dolayı zaten ceza gör­
mektedir. Terapist tarafından belirtisel bir şekilde dav­
ranması yüreklendirilince bu ceza daha da belirginleş­
mektedir. Terapist hastanın kötüleşmeye başladığını gö­
rürse, bu durumu hastaya aÇıkça söyleyerek hastanın
kötüleşme koşullarını kontrol etmeye çalışır. Böylece has­
tanın gittikçe çığınndan çıkan davranışlarını . işbirlikçi
davranışlara dönüştürür. Özetle, kısa süteli tedavi yakla­
şımlarının temel amacı hastayı belirtisel davranışları yo- .
luyla bir çıkar sağlayamayacağı bir şekilde belirtisel bir
şekilde davranmaya yüreklendirmektir.
Tüm tedavi yaklaşımiarına bir bakıma hastanın ken­
di kendisini cezalamasını sağlayan yöntemler olarak yak­
laşılabilir. Belki de bu düşünce ilk anda oldukça garip
görünebilir. Ancak, bir kişinin «hiç sorunu olmayan bir
kişiye» başvurup tüm yetersizliklerini ve zayıflıklarını an­
latması o kişiyi cezalayıcı bir yaşantı değilse, ya nedir?
Psikoterapinin başanya ulaşahilmesi için psikoterapi ola­
yının psikoterapi alan kişiyi sarsması veya bir anlamda
sıkıntıya sokması gerekir. Psikanaliz sürecinin hoş bir
yaşantıdan ibaret olduğunu savunan bir hasta tipik bir
psikanaliz sürecinden geçmemiştir. Psikoterapi süreci:ı=ıin
insanı sarsan ve sıkıntı veren niteliği psikoterapi alan ki­
şilerin kendi kendilerini cezalamaya yatkın kişiler oldu­
ğuna dikkatimizi çekmektedir. Eğer bir hasta cezalan­
ınayı aranıp duruyorsa, bu hastanın kendi kendisini ce-

94
zalamasını sağlamak da oldukça akla yatkın bir yaklaşım ·

değil midir?
Bir hastanın kendi kendini cezalandırmasını sağlaya­
bilmek için, çeşitli yollar geliştirilmiştir. Kuşkusuz, bir
hastanın yararını gözeten ve psikodinamik ihtiyaçlarına
cevap veren oeza en etkili cezadır. Sözgelimi, sporsuz ya­
şam olmaz diye tutturan ve bu nedenle yaşamını alt üst
eden bir adamdan gecenin ortasında kalkıp spor yapma­
sı istenebilir. Bu durumda adam spor yapsa da, yapma­
sa da sonuçtan yarar sağlar; çünkü verilen yönergeleri
yerine getirirse spor yapmış, yerine getirmezse, bu kez
de, spor konusundaki geliştirdiği belirtisinden kurtulmuş
olur. Aynı şekilde, hiç durmadan çalışması ve zamanını
boşa harcamaması gerektiğine inanan bir kişiden de, ge­
cenin ortasında kalkıp belirli bir süre çalışması istene­
bilir ve bu kişinin çalışma konusunda geliştirdiği belirti­
sel davranış yararlı bir eyleme dönüştürülebilir. Bu yol­
la belirtisel davranışiann istenmedik işlevleri ortadan
kaldırabilir. Bazen, hastanın kendi kendini cezalama dü­
şüncesi bile davranışlarda önemli de:ğişiklikler yaratabilir.
Örneğin, bir yandan karşı cinsten kişilerle daha yoğun bir
iletişim içinde bulunmak isteyen, öte yandan yazmak zo­
runda olduğu yazılan yazmadığından <?türü kendisini bu
tür bir iletişimden yoksun kılan bir yazara haftalık yazı
ödevleri verilebilir. Yazar bir hafta içinde kendisine ve-

rilen yazı ödevlerini yazmazsa, bir hanım arkadaşını ye-
meğe davet etmek zorunda bırakılır. Bu durumda yazar
söz konusu yazılan yazsa da, yazmasa da sonuçtan ya­
rarlanmış olur.
Bir çok kez belirtildiği gibi, bir belirti, belirtisel dav­
ranan kişiye belirtilerinden yararlanarak ilişkilerini
kontrol etme avantajı verir. Bu demektir ki, bir belirti- ·

nin ortadan kaldırılabilmesi için belirtinin sağladığı söz

95
konusu avantajın ortadan kaldınlması 'gerekir. Bunu ba­
şarmanın yollarından birisi kişinin kendi kendisini ceza­
landainasını sağlamaktır. Örneğin, gözündeki bir tikten
ötürü bir adam tedavı olmak için başvurur. Bir ticaret
şirketinde yönetici olarak çalışan bu adamm «fil» anla­
mına gelen oldukça garip bir adı vardır. Söz konusu be­
lirti adamın mij.şterilerine güvenli ve kararlı bir şekilde
davranmasını önlemekte, öte yandan adama birtakım
avantajlar sağlamaktadır. Sürekli bir şeylerd�n sakınma­
ya çalışan bu adama karşı müşterileri diretken bir şekil­
de davranamamaktadırlar. Bu adam belirtisel davranış­
lannın ardında yatan etmenleri kavrayabilmek için, üç
yıl süren bir psikanaliz sürecinden geçmiştir. Bu neden­
le · söz konusu soruna psikanalitik bir açıdan yaklaşmak
ve adama bu açıdan bir içgörü kazandırmaya çalışmak
en azından ekonomik değildir.
ilk oturumda adam oidukça ünlü psikiyatristlere
gittiğini ama yine de sorununa bir çözüm bulamadığım,
lıipnotizma denilen olaya da pek inanmadığını, fakat bir
kez olsun denernekte yarar olabileceğini belirtir. Tüm
bunlan anlatırken terapiste karşı eleştirisel ve onu kü·
çümseyki bir tutum takınır. Bu durum karşısında tera­
pist adamı hipnotize edemeyeceğini anlar; ona psikaliz
sürecinde oldukça garip gelen ismi ile her hangi bir şe­
kilde uğraşıp uğraşmadığını sorar. AdaD} bu soruya bi­
raz kızarak uğraşmadım diye cevap verir; Terapist ko­
nuşmaya başladıktan bu yana kaç defa gözünüzü kırptı­
nız der. Adam hiç farkında olmadığını belirtir. Bun}ln
üzerine, terapist sen ne zaman göz kırparsan ben de gö­
zümü kırpacağım, benim gözümü kırptığımı görünce sen
de adını söyleyeceksin der. Adam, bu işlemi uygulamayı
kabul eder. Görüşme ilerledikçe, hasta terapistin gözkırp­
masma sinirlenir. Sinirlendikçe de gözündeki tik davranı-

96
şında bir artış olur. Bu durum hasta açısından çok itici
bir nitelik kazanınaya başlar. Tüm iticiliğine karşın bu
işlem bir süre sürdürüldükten sonra hastanın belirtisinde
bir azalma olmaya başlar. Hasta birkaç saat süren bu otu­
rurnun son bir buçuk saatinde hiç gözkı:rpmaz.
Görüldüğü gibi bu vak'ada da hasta oldukça itici bir
duruma sokulmuş; belirtisel davranışı ona bir avantaj
yerine dezavantaj getirmiş ve belirtisel davranışının üste­
sinden gelinmiştir. Daha dakik bir şekilde belirtecek
olu.rsak hasta paradoksal bir durumla karşılaştırılmıştır.
Küçümsediği hor gördüğü bir terapist tarafından olduk­
ça gülünç bir duruma sokulmuştur.
Ayrıca bu vak'a ile ilgili olarak şu noktanın da be­
lirtilmesin de yarar vardır. Hastanın belirtisel davranışı
ortadan kaldırınca: hasta kendisini depressif hissetme­
ıneye başlamıştır. Bu durum belirtisel davranış ortadan
kalktıgı zaman, söz konusu belirtinin yer değiştireceği
(Semptom substitution) görüşüne iyi bir cevap oluştur·
maktadır. Yeri gelmişken bir de şu noktanın belirtilme­
sinde yarar olabilir: Bu vak' ada terapist hastayı gülünç
bir konuma sok.muştur. Bu demek değildir ki, terapist
hastaya bir insan olarak saygı duymamaktadır. Terapist
hastanın belirtisel davranışının üstesinden gelmesini sağ­
layarak onun daha güvenli ve mutlu bir yaşam sürmesi­
ne olanak sağlamıştır. Bu terapistin hastaya gerçekten
saygı duyması demek değil midir?
Yeri gelmişken yönehirnci ve yönehirnci olmayan
psikoterapi yaklaşımlarının birbirine ters düşen bir özel­
liğine değinmek gerekir. Yönehirnci olmayan psikotera­
pistler hastaya · ne yapması gerektiğini belirtmenin onu
bağımlı bir kişi kılacağııu savunurlar. Yönehirnci psiko·
terapistler ise bu durumun tersini savunur ve hastalara
nasıl davranmaları gerektiğini belirtmekten kaçınmazlar.

97
Bu açıdan yöneltimci psikoterapi yaklaşımı bir bakıma
ana ve çocuk arasındaki bir ilişkiye benzer. Yönehirnci
terapist hastanın bağımlılık isteklerini azaltabilmek
amacı ile onun isteklerine bir süre boyun eğer; çünkü yö­
neltimci bir terapist hastanın bağımlılık isteklerini gör­
memezlikten gelmeye çalışmanın, hastanın bağımlılık is·
teklerini artıracağına, onda bir engellenme durumu yara·
taeağına ve tedavi sürecini sürüncemede bırakacağına
inanır. Yönehirnci bir terapiste göre hastanın bağımlılık
isteklerine cevap vermek hasta için onur kırıcı bir olay
değildir. Bir terapist ne zaman ki tedaviyi sürüncemede
bırakır ve hastanın sorunlarını çözemezse, o zaman hasta
için onur kırıcı bir durum yaratmış olur.
Psikiyatrik uygulamalarda her geçen gün yönehirnci
teknikiere biraz daha ilgi duyulmaya başlanmıştır. Bazi
psikoterapi tekniklerinin uzun süre uygulandığı halde, ba­
şarısızlıkla sonuçlanması, psikoterapistleri yönehirnci
teknikleri kullanmaya yüreklendirmektedir. Yönehirnci
tedavinin temel özelliklerinden birisi �u şekilde ifade edi·
lebilir: Yönehirnci bir terapist hasta ile oldukça yakın ve
yoğun bir ilişki kurar. İlişki istediği yakınlığa ve yoğun­
luğa ulaştıktan sonra, hastadan yavaş yavaş uzaklaşma­
ya başlar. Yönehirnci terapist, uzun süreli yaklaşımlarda
olduğu gibi, önce hastayı darmadağın edip, sonra iyileş·
tirmeyi amaçlarnamaktadır.

Diğer Teknikler
Kısa süreli tedavi teknikleri kapsamı içine giren şim·
diye kadar inedediğimiz tekniklerden başka teknikler de
vardır. Bunların başında hipnotizma ve sistematik duyar­
sıziaştırma (sistematic desensitization) teknikleri gelir.
Bu iki teknik özellikle psikiyatrik sorunların önemli bir
bölümünü oluşturan fobik belirtilerin tedavisinde etkili

98
olmuştur.

Uzun süreli tedavi yaklaşımlannda fobik bir hasta


tedavi edilirken bu hastanın fikirleri ve duyguları üze­
rinde durulur. Bu yaklaşımdaki bir terapist, hastaya be-
. Iirtilerinin ardında yatan etmenleri görmesini sağlayacak
bir içgörü kazandırmaya çalışır. Kısa süreli tedavi yakla­
şırnlarında ise hastanın duygu ve düşünceleri üzerinde
pek fazla durulrnaz; davranışları üzerinde durulur. Kısa
süreci bir terapist hastayı fobik belirtileri uyandıran {ıya-:­
rıcılarla yüz yüze getirmeye ve de onu bu uyarıcılara kar­
ş ı geçmişte olduğundan farklı bir şekilde davrandırma­
ya çalışır. Bu açıdan uzun ve kısa süreli psikoterapi yak­
laşımları arasındaki görüş aynlığı şu şekilde özetlenebi­
lir: Uzun süreli tedavi yaklaşımlarında, hastanın duygu
ve düşünceleri değiştirilirse, ancak o zaman fobik beHr­
tilerin ortadan kaldırılabileceği ileri sürülür. Kısa süreli
yaklaşımlarda ise, hastanın davranışları değişirse, bu de­
ğişmenin bir yan ürünü. olatak hastanın duygu ve düşün­
celerinde bir değişiklik yaratılabileceği ileTi sürülür. Kı­
sa süreli tedavi teknikleri ile fobik belirtilerin nasıl te­
davi edildiğini örneklerle açıklamaya çalışalım.

Asansöre binme fobisi olan bir hasta Erickson'a baş­


vurur. Erickson hastayı hipnotize ederek, onu fobik be­
lirtileri uyandıran uyarıcılada karşı karşıya getirmeye
karar verir. Hastayı hipnotize eder ve hipnotize olayı so­
na erdikten sonra, hastadan belirli bir adrese gitmesini
ister'. Aynı zamanda hastadan o adrese giderken ayakla­
rının altından gelen duyurnlara dikkatini yoğunlaştırma­
sını ister. Hasta terapistinin göndeTdiği yere gider; son­
ra eve dönerken asansöre binmiş olduğunu farkeder. Has­
ta neden asansöre binmeyi başarmıştır? Bunu açıklaya­
bilmek için hastanın dikkatini ayaklarının altından gelen
duyurnlara yoğunlaştırdığı ve bu nedenle «farkında ol-

99
madan» asansöre bindiği, bir anlamda «bellek yitimi»
(amnezi) gösterdiği belirtilebilir. Ancak bu vak'a farklı bir
şekilde de açıklanabilir. Bu ·açıklamaya geçmeden önce,
bir başka vak'ayı ele alalım.
Banyoda yıkanırken kilitli kalıp boğulacağından kor­
kan ve bu yüzden bir türlü yıkanamayan bir hanım Erick­
son'a başvurur. Hanım korkusunun ne denli mantık dı­
şı bir korku olduğunu bilmektedir. Erickson hanımı hip•
notize eder ve ona bugünlerde bir gün banyo kapısı kilit­
liyken yıkanmış olduğunuzu farkedeceksiniz der.
Bir sonraki hafta hanım tedaviye geldiğinde gerçek.:
ten Erickson'nun dediği gibi olduğunu, bir gün yıkandık­
tan sonra kurulanırken banyo kapısı kapalı olduğu hal­
de yıkanmış olduğunu belirtir. Aynı zamanda hanım bu
duruma oldukça şaşmıştır; çünkü nasıl olupta banyo ka­
pısının kapalı olduğunu farkedememiştir? Bunun üzerine
Erickson, bundan sonra banyo yaparken, biraz kaygıla·
nabilirsiniz; ancak korkunuzun üstüne gözüpek bir şekil­
de yılınadan giderseniz eninde sonunda sorununuzun Üs·
tesinden geleceksiniz der. Hanım, o hafta banyo kapısı
kapalı olduğu halde, bir kaç kez banyo yapmayı başarır
Bu hamının banyo fobisinin dışında daha başka sorun­
ları da vardır. Ama banyo yapma sorunun üstesinden ge.
linmesi diğer sorunlarının çözümüne de yardımcı olur.
Sık sik tanık olduğumuz gibi bu iki vak'ada bellek
yitimi, dikkatin çeldirilmesi, farkında olmamak gibi kav­
ramlardan söz ederek açıklanabilir. Ancak bu tür açık­
lamalarda sözü edilen bellek yitimi, farkında olma .ve
dikkatin çeldirilmesi olaylarını gözlernek ve bu olaylan
test etmek çok güçtür. Bu nedenle, bu iki vak'anın da
gözlenebilir olaylar açısından açıklanabilmesi gerekir.
Hipnotizma olayının · en belirgin özelliklerinden biri,
hipnotistin hipnotizma olayı bittikten sonra verdiği yö-

100
nergelerin (post hipnotik suggestion) etkilerini uzun süre
sürdürmesidir. Hipnotizma olmuşken bir denek bir şey
yaparsa, bu denek hipnotizma olayı sona erdikten sonra
da, aynı şeyi yaparken hipnotize olabilir. Asansör fobisi
olan hasta da büyük bir olasılıkla Erickson'nun gönder­
diği adrese giderken hipnotize olmuş ve asansöre binmiş­
tir. Bu demektir ki, hasta fobik belirtilerini uyandıran
bir durumla karşılaşmış; fakat alışageirliği davranış bi­
çiminden farklı bir şekilde davranınayı başarmıştır. So­
runun üstesinden gelmesi dikkatinin çeldirilmesinden da­
ha çok, sorununa zemin hazırlayan bir durumçla farklı
davranmasından kaynaklanmıştır. Bir başka deyişle, has­
ta korkusunu uyandıran bir durumla karşılaşmış; bu du­
rumda farklı davranarak korkusunu pekiştirmemiştir.
Banyo fobisi olan hasta da fobik belirtilerini uyandıran
bir durumla karşılaşmış; bu durumda farklı davranmış
ve sorununun üstesinden gelmiştir. Bu iki vaka'da da ol­
dukça önemli rol oynayan iki etmeni bir kez daha vurgu­
lamakta yarar olabilir: a) Hasta fobik belirtileri uvandı­
ran uyarıcılarla karşı karşıya getirilmiş b) alışageldiği gi­
bi. davranmasından farklı bir şekilde davranması sağlan­
mıştır. Özetle, fobik davranışlar pekiştirildiği zaman bu
davranışlar sürer. Fobik belirtileri uyandıran durumlarda
hastanın fobik olmayan bir şekilde davranması sağlana­
bildiği takdirde fobik davranışlar pekiştirilmemiş olur ve
bu davranışlar söner.
Bu iki vak'ada da terapist hastalan fobik belirtileri
uyandıran durumlarla karşı karşıya getirmeyi başarmış­
tır. Bu demektir ki fobik belirtilerin ortadan kaldırılabil­
inesi için hasta ve terapist arasında yer alan ilişki olduk­
ça önemli bir rol oynamaktadır. Bu ilişkinin özelliklerini
dikkate almayan tedavi yaklaşımlarının fohik belirtilerin
ortadan kalkmasını doyurucu bir şekilde açıklaması ol­
dukça güçtür.

101
Fobik belirtilerin tedavisinde kullanılan ikinci bir
teknik de sistematik duyarsıziaştırma tekniğidir. Bu tek­
nik Joseph Wolpe tarafından önerilmiştir. Wolpe, korku
ve kaygının koşullama sonucu kazanıldığını. fobik davra­
nışların tedavi edilebilmesi için hastanın fobik belirtileri
uyandıran durumlara duyarsızlaştınlması gerektiğini be­
lirtir. Wolpe, ileri sürdüğü bu görüşleri hayvanlarla yap­
tığı deneysel çalışmalarla kanıtlamıştır. Wolpe, önce hay­
vanları belirli itici uyarıcılada karşılaştırmış; hayvanla­
rın kaygılanmasını sağlamış, sonra da söz konusu itici
uyarıcılara hayvanları sistemetik bir şekilde duyarsızlaş­
tırarak kaygılarını ortadan kaldırmıştır.
Wolpe . hastalarından s.orunları ile ilgili gerekli gör­
düğü tüm bilgileri topladıktan sonra, onlardan kaygılan­
dıkları durumların bir listesini yapmalarını ve bu kaygı
verici durumları bir hiyerarşi içinde düzenlemelerini is­
ter. Daha sonra hastalarının dinlenmesini (relaxation) sağ­
lar. Hastaları rahat ve gevşemiş bir durumda iken on·
lardan en az kaygı duydukları bir durumu imgelernelerini
(imagining) ister. Örneğin, bir hasta kan görmekten çok
korkuyorsa, Wolpe, önce hastanın gevşemesini sağlar; pe­
şinden hastadan önce üzerinde küçük bir kan lekesi olan
bir sargı bezini, sonra kanlı bir yarayı, daha sonra içi
yaralı ve kanlı askerlerle dolu bir hastaneyi imgelemesini
ister. Bu örnekten de görüldüğü gibi Wolpe, kaygı uyan­
dıran durumların şiddetini sistematik bir şekilde artırır.
Hasta bu durumları imgelerken herhangi bir durumda
kaygılanacak olursa, o günkü oturumu bitirir. Ertesi otu­
rumda kaygı uyandırmayan bir durumdan başlayarak
kaygı uyandıran durumların imgelenmesini sürdürür. Bu
yolla Wolpe hastalarını kaygı uyandıran durumlara
duyarsızlaştırmaya çalışır. Hastalarından tedavi orta·
ınında uyguladıkları işlemleri günlük yaşamlannda da

102
uygulamalarını ister. Wolpe sistematik duyarsıziaştırma
tekniği ile çok dikkate değer başanlar elde etmiştir.

Sistematik duyarsıziaştırma tekniğini kişilerarası


bir görü.ş açısından incelediğimiz zaman, Wolpe'nin kaygı
uyandıran durumlarda hastaların davranışlarını oldukça
etkili bir şekilde kontrol ettiğini görürüZ. Wolpe hasta­
larına karşı oldukça sıcak ve, yumuşak bir şekilde davra�
mr. Körü körüne ilişkinin kontrolünü eline geçirmeye di·
retmez. Hastalarını bir yandan kaygı uyandıran durum­
larla karşılaştınrken, öte yandan kaygılanmalanna izin
verınemeye çalışır. Bir hasta tedavi oturumunda kaygı­
landığı bir durumla karşılaşıp, kaygı belirtileri göster­
mezse, Wolpe, bu durumdan yararlanmaya çalışır. Has­
taya gerçek yaşamda da kaygı uyandıran uyarıcılada kar­
şılaştığı zaman k-aygılanmasına gerek olmadığını belirte­
rek hastanın kendine olan güvenini artınr.

Sistematik duyarsıziaştırma tekniği ile elde edilen


başarılar bir takım içsel etkenler vurgulanarak açıklana­
bilir. Ancak, bu tür açıklamalar bizi çıkmaz sokaklara
saptırabilir; dikkatimiziri bir takım gözlenemeyen süreç­
lere yoğunlaşmasına neden olabilir. Sistematik duyarsız­
Iaştırma tekniğinde açıkça görüldüğü gibi, hasta para­
doksal bir durumla kı;ı.rşıla$ma.ktadır: Hasta, bir yandan,
kaygı uyandıran durumlarla yüz yüze gelmekte; öte yan­
dan, hastarim kaygılanmasına izin verilmemektedir. (Wol�
pe, bu tekniğin imgeleme gücü yüksek olan kişilere karşı
etkili olabileceğini belirtir) . Hasta kaygılanmaya başla­
dığı an, tedavi oturumu sona erer. Bu demektir ki, has­
ta tedavi ücretini ödemeye devam edecek ve oturumlar­
da kendisi için kaygı uyandıran tatsız durumları imgele·
rnek zonında kalacaktır. Bir başka deyişle, hasta kendi­
sine « eziyet eden», oldukça yumuşak ve iyiliksever bir
terapistle uğraşmak zorundadır. Bu eziyetten kurtulma-

103
nın bir tek yolu vardır; o da, belirtisel bir şekilde davran­
maktan vazgeçmektir.
Wolpe, tıpkı Freud ve diğer terapistlerin de olduğu
gibi, sistematik duyarsıziaştırma tekniğinin rasyonelini
hastalarına açıklar. Hastalarına kaygı uyandıran durum­
lan isteyerek imgelerneleri için yönergeler verir. Bir yar­
dım çerçevesi içinde verilen bu yönergeler paradoksal bir
nitelik taşır. Hasta isteyerek bir şeyi yapmaya zorlanmış­
tır. Hastadan yalnızca kaygı uyandıran uyarıcılan imge­
lernesi istenmiş olsa, hasta bu uyarıcıları imgeler ve .ge­
çirdiği yaşantının çok korkunç bir yaşantı olduğunu söy­
ler ve bir daha da bu tür bir yaşantıyı yaşamak istemedi­
ğini belirtebilir. Ama, hastadan kaygı uyandıran durumla­
n isteyerek imgelemesi, bunun kendisinin iyiliği için ya­
pıldığı belirtilerek söz konusu durumlari imgelernesi iste­
nirse, bu durumda yalnızca hastanın kaygısı kontrol al­
tına alınmış olmakla kalmaz, aynı zamanda gelecek otu­
ruma gelmesi de garanti altına alınmış olur.
Sistematik duyarsızlaştırma tekniğinin kişilerarası
niteliği, bu tekniğin doğasında yatar. Bu tekniğin temel
fikrine göre, fobik kişinin duyduğu kaygı genellenmiş
bir kaygıdır. Öyleyse, tedavi oturumunda hastanın
kaygılanmasına izin verilmemelidir. Ancak hasta ha­
zır olduğu zaman, ondan kaygı uyandıran bir duru­
mu imgelernesi istenmelidir. Hasta hazır değilken . kay­
gı uyandıran durumlan imgeleyebileoek güce sahip
değilken, ondan kaygı uyandıran durumları imgelemesini
istemek, hastanın sorunlarını iyice içinden çıkılmaz bir
hale getirl!bilir. Wolpe, kaygının genelleninesi açısınaan
psikanalizmi sert bir dille eleştirir. Hastayı bir kanepe­
ye uzandırarak serbest çağnşım yaptırmanın kaygının ge­
nellenmesine yol açacağını önesürer. Ancak yazar, Wolpe
ile aynı fikri paylaşınamaktadır. Bir hasta ne kadar çok

104
kaygılanması İçin yüreklendirilirse, o kadar az kaygı duy­
maya başlar. Aynı şekilde, aşırı ölçüde kaygı duyan bir
kişiye kaygılanmaya gerek yok demenin bu kişinin kaygı­
lanınamasını sağlamak açısından pek bir yararı yoktur.
Kaygılı bir şekilde davranan bir kişiye bu şekilde davran­
ması birtakım olumsuz sonuçlar getirmesinin yanında,
bazı olumlu sonuçlar da getirir. Özellikle, kişiye kişiler­
arası ilişkilerini kontrol etme avantajını verir. İşte, te­
davi ortamında terapistin belirtisel davranışları yüreklen­
dirmeye çalışmasının nedeni de bu noktada yatmaktadır.
Terapist hastayı tedavi ortamında . belirtisel bir şekilde
davranmaya yüreklendirdİğİ zaman, hastanın . belirtisel '
davranışları yoluyla tedavi sürecini kontrol etmesini ön­
lemeye çalışır.
Bir başka kısa süreli teknik de Cowles tarafından ge­
liştirilmiştir. Cowles, hastaya sorunun nasıl üstesinden
gelinebileceğini açıklarken enerji kavramından söz eder.
Belirtisel . davranışının enerji yitimine yol açtığını, has­
tanın durumunun aşağıya doğru düşen bir asansöre ben­
zediğini, her hangi bir önlem alınmayacak olursa duru­
munun iyice kötüleşeceğini belirtir. Ayrıca, Cowles, il­
·

·ginç bir şekilde hastanın cesaretini artırmaya çalışır. Has­


tanın uzanıp yatmasını ister. Sonra bir elinin baş 'Ve işaret
parmağı ile hastanın iki gözü arasındaki optik sinire bas­
kı yaparken, diğer eliyle de hastanın karnma bastırır. B u
arada d a hastanın iyileşeceğini v e sorunlarına karşı bir
savaşım vermesi gerektiğini hastaya bastıra bastıra söy­
ler.
Cowles'un bu uygulamaları beş altı dakika sürer.
Hasta tedavi oturumları başlamadan önce sağlığına ka­
vuşan diğer hastalada bir odanın içinde bekletilir; diğer
hastalada sohbet etmesi sağlanır. Hasta odada beklerken
ve iyileşmiş hastalada sohbet ederken genel hava iyileş-

105
rnek için bir çabanın gerekli olduğunu· vurgular; Hasta
açısından kendisini cezalayıcı bir nitelik taşıyan bu ge­
nel ortamdan kurtulabilmenin bir tek kurtuluş yolu var­
dır: İyileşmek. . .

Hastanın davramşlannı kontrol altına alabilmenin


bir başka ilginç örneği de iLidner'in «Jet Pervaneli ka­
nepe» adlı makalesinde yer almıştır. Lidner'e başvuran
psikotik bir hasta, gezegenlerle iletişim kurabildiğini söy­
ler. Bunu öyle bir şekilde söyler ki, Lidner'i sürekli iliş­
kide ikincil bir konumda tutmayı başarır. Bu durumu
gözleyen Lidner durumu kendi kontrolü altına alabilmek
i9in, hastanın gezegenlerle haberleşrnek konusunda bazı
hatalar yaptığım, daha etkili bir şekilde . gezegenlerle ile­
tişim kurabilmek için neler yapması gerektiğini açıkla­
maya başlar. Lidner gezegenlerle iletişim kurma konu­
sunda hastadan daha becerikli davrandıkça, hasta söz
konusu konuya ilgisiz kalmaya başlar. Bu yolla Lidner,
ilişkinin ve. hastanın davranışlannın kontrolünü eline
geçirir.
Suç işlemeye yatkın bir kişinin suç işlemesini ön­
lemek ne denli zorsa, be1irtisel bir şekilde davranan kişi­
nin davranışlarını değiştirmek de, o denli zordur. Suç i,ş- ·

lerneye yatkın bir kişiye aklını başına toplamasını ve za­


rarlı bir şey yapmamasını belirtmenin pek yaran yok­
tur. Aynı şekilde kompalsif bir şekilde elini yıkayan bir
hastaya ellerini sık sık yıkamasına gerek olmadığını be
lirtmenin de pek bir yaran dokunmaz. Suç işlernek ile
belirtisel davranışlar arasındaki ilişkiyi daha açık bir şe­
kilde gösterebilmek için, bir terapistin hapishaneden kaÇ­
ınayı planlayan bir genç malıpusu bu planından nasıl
vazgeçirebileceğini inceleyelim. Her şeyden önce, tera­
pist bu delikanlıya hapisten kaçrİıa demez; hapisten ka­
çabilmek için yaptığı planın aptalca düzenlenmiş bir plan

106
oldu�nu söyler. Gerçekten kaçmak istiyorsa daha usta­
lıklı bir plan yapması gerektiğini belirtir. Böylece, te�
rapist delikanlının güvenini kazanmaya ve kaçmak ko­
nusundaki direncini kırmaya çalışır. Delikanlı terapiste
bir kez güvenıneye başladıktan sonra, terapist daha ge.
leneksel teknikleri uygulayarak delikaniıyı yeni bir suç
işlernekten alıkoymaya çalışır.
Belirtisel davran,ışın açık bir şekilde yüreklendiril­
mesini içeren, bir başka teknik de Frankl tarafından öne­
rilmiştir. Gerz bu tekniğe «paradoksal niyet» adını ver­
miştir. Gerz, bu teknikle 24 obsesif kompalsif hastayı te­
davi etmeyi başarmıştır. Gerz, belirtisel bir şekilde dav­
ranmaktan kaçınmaya çalışmanın belirtisel davranışlan
artıracağını belirtir. Örneğin, bir hasta. yüzünün kızarma;
ması için kendisini ne denli zorlarsa, o denli kolaylıkla
yüzü kızarır. Acaba bir hastadan yüzünü kızartmamasını
isternek yerine, bile bile yüzünü kızartmasını isternek da­
ha etkili bir teknik olabilir mi? Bayılınaktan veya pa­
niğe kapılmaktan çok korkan bir hastadan, bayılınası ve­
ya paniğe kapılması istenirse, ne tür bir sonuç alınır?
Hiç kuşkusuz hasta yüzünü kızartmaya kendini ne denli
zorlarsa, o denli hastanın yüzü kızarmaz; çünkü yüz kı­
zarmasını kontrol eden otonam sinir sistemi, istemimizin
kontrolü altında çalış<iı.n bir sinir sistemi değildir. Para­
doksal niyet tekniğinde de, sinir sistemimizin bu özel­
liğinden yararlanılır. Örneğin, Gerz bayılınaktan aşırı öl­
çüde korkan bir hastaya haydi bayıl bakalım; bana ne­
denli bayılgan bir kişi olduğunu kanıda der. Hasta ne
kadar bayılınaya çalışırsa çalışsın, bir türlü bayılamaz
ve gülmeye başlar. Hastanın sorununun bu tür bir tek­
nikle üstesinden gelinebilmesi için, söz konusu tekniğin
bir çok kez tekrarlanması gerekir.
Frankl paradoksal niyet tekniğinin paradoksal bir

107
nitelik taşımadığını belirtir. Paradoksal niyet tekniğine
bireysel bir açıdan bakılırsa, Frankl'ın görüşüne hak ve­
rilebilir; çünkü paradoks tanırnma göre bir düzeydeki bir
iletinin bu iletiyi niteleyen bir başka clüzeydeki bir ileti
tarafından tutarsız bir şekilde nitelenmesi gerekir. Kork­
tuğu bir şeyi yapan bir kişinin iletileri arasında her zaman
bu tür bir tutarsızlık olmayabilir. Paradoksal niyet te:kni­
ğine Frank! bireysel bir açıdan yaklaştığı için, bu tekniğin
paradoksal niteliğini görmekte güçlük çekmektedir. Aynı
tekniğe iletişim açısından yaklaştığımız zaman, bu tek­
niğin paradoksal niteliğini kolaylıkla görebiliriz. Terapist
hastadan hem belirtisel bir şekilde davranmaktan vaz­
geçmesini. hem de belirtisel bir şekilde davranmasını is­
terse, hastayı paradoksal bir durumla karşılaştırmış olur;
çünkü bir düzeydeki bir ileti, bu iletiyi niteleyen bir baş­
ka ileti tarafından tutarsız bir şekilde nitelenmektedir.
Tıpkı bir sınıfın içindeki bir öge, bu sınıfın kendisi ile
bir tutarsızlık gösterdiği zaman, nasıl bir paradoks do­
ğarsa, aynı şekilde paradoksal niyet tekniğinde de, hasta
paradoksal bir durumla ı<.arşılaşmaktadır.
Daha önce de bir çok kez belirttiğimiz gibi çeşitli
psikoterapi teknikleri arasındaki ortak özellikleri gör­
memizi engelleyen etmenlerden biri, belirli bir tedavi iliş­
kisinde ne olup bittiğini dakik bir şekilde betimleyeme­
mekten kaynaklanmaktadır. Tedavi sürecini betimlemeye
yeltenen terapistler, çoğu kez hasta ile kendisi arasındaki
alış verişi betimlemekten daha çok, benimsedikleri kura­
mın özelliklerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu tür bir
yetersizliğe uzun ve kısa süreli psikoterapi yaklaşımlan­
nın her ikisinde de rastlanılmakta ve söz konusu yeter­
sizlik uzun süreli psikoterapi yaklaşımlannda özellikle
dikkati çekmektedir. Örneğin, Moreno'nun psikodr::ıma
otururnlarını gözlediğimiz zaman, bu otururnlardan elde

108
edeceği.ri:ıiz ·• izienim ile aynı oturumiann raporlarını oku•
duğumuz zaman elde edeceğimiz izienim arasında büyük
bir fark vardır. Psikodrama otururnlarmda teTapistin
hastanın davranışları üzerinde kazandığı kontrol gerçek­
ten görkemlidir. Bu oturumlarda hastadan yalnızca alı­
şageldiği gibi davranması istenmez; aynı zamanda aile­
sindeki veya rüyasında gördüğü bir kişiymiş gibi davran­
ması istenir. Bazen de hastaya söylediği şeyleri söyleyen
kişinin kendisi olmadığı süperegosu olduğu belirtilir.
Böylece, hastanın söylediği şeylere bile bir tanım konma­
ya çalışır. Yoğun psikodrama otururnlarmda hastamn
belirtisel bir şekilde davranması sağlanır. Hasta açısın­
dan bu tür bir yaşantı ceza verici bir yaşantıdır. Kuş­
kusuz, bu nitelik tüm psikoterapi yaklaşımlannın ortak
bir özelliğidir.
Özetle, yönehirnci tedavi yaklaşımları, belirtisel bir
şekilde davranınayı sürdürdüğü sürece, hastayı içinden
çıkamayacağı paradoksal bir durumla karşılaştınr. Be­
lirtisel davranışlar ilişkinin kontrolünü ele geçirme açı­
sından hastaya bir avantaj sağlamak yerine dezavantaj
sağlar. Bir başka deyişle, terapist iyiliksever bir çerçeve
içinde hastayı sıkıntılı bir durum içine sokar. Terapist
hasta ile yalnızca iyiJiksever bir şekilde uğraşmış olsa,
hasta terapistle, etkili bir şekilde uğraşabilir. Terapist,
hasta ile yalnızca acımasız bir şekilde uğraşmış olsa,
hasta bu kez de terapistle etkili bir şekilde uğraşabilir.
Ama, terapist hasta ile iyiliksever bir çerçeve içinde acı­
masız bir şekilde uğraşırsa, hasta terapistle ancak be­
lirtilerinden vazgeçerek etkili bir şekilde uğraşabilir. Psi­
koterapinin bir anlamda amacı da bunu sağla:gıak değil
midir?
Şimdiye kadar açıklamaya çalıştığımız tüm yöneitim­
ci psikoterapi tekniklerinde apaçık bir şekilde görüldü-

109
ğü gibi hastanın içgörü kazanması ve kendini anlaması
gibi olgular üzerinde durulınamıştır. Hastanın belirtisel
davranışlan ile ç.ocukluğu arasında içpsişik bağıntılar
kurulmaya da çalışılmamıştır. Yönehirnci bir terapist,
tedavi sürecinde, bir hasta ile ilgili içpsişik etmenler dik.
katini çekse bile, bunları hastaya belirtmez; çünkü yö­
nehimci psikoterapistin amacı, hastanın zihinsel ya da
duygusal dünyasını değil, davranışlarını değiştirmektir.
·

Yönehirnci terapist hastanın hedef olarak seçilen belirli


bir belirtisel davranışını tedavi edip, diğer belirtisel dav­
ranışianna dokunmayabilir. Bundan amacı hastanın ya­
şamının be:lirli bir alanında yaratılan değişmenin diğer
alanlarına da genellenmesini sağlamaktır. Yönehirnci bir
terapist hastanın davranışlarını değiştirmeyi gerçekten
başarırsa, hasta artık psikoterapi peşinde koşmamaya
başlar. Diğer insanlarla etkili ve doyurolu bir: şekilde uğ­
raşmanın yollarını arayıp bulmaya çalışır. Bir başka de­
yişle, sorunlarını normal insanların çözdüğü yolları kul­
lanarak çözmeye başlar.

1 10
BÖLÜM 4
PSİKANALİZ veAYlRlMINA VARMA (AWERENESS)
TEDAVi TEKNİKLERİ

Bir terapistin tercih ettiği bir psikoterapi tekniği, o


terapistin psikopatoloji kuramma bağlıdır. Aynı hastayla
karşılaşan farklı terapistle,rin sorunların doğası ve teda­
visi konusunda farklı görüşleri vardır. Örneığin, bir kadın
yalnız başına evden dışarı çıkınca aşırı ölçüde kaygı­
lanması sonucu evden dışarı çıkamaz hale gelir. Bu has­
tayla karşılaşan kısa-süreci bir terapist bu sorunun, ka­
dının kendisi ve çevresindeki diğer kişilerce pekiştirildi­
ğini düşünür. Kadını evde oturmaya öyle bir şekilde yö­
neltir ki, kadın evde oturamasın . . . Bir aile terapisti ise,
kadının bu belirtisini diğer aile üyeleriyle iletişime geç­
me biçimi olarak ele alır. Kadın kadar kocasının da te­
davi edilmesi gerektiğini vurgular. Ayırırnma varmayı
sağlayan (awereness) ya da yöneltimci olmıyan bir te­
rapist de bu soruna çok farklı bir açıdan yaklaşır. Bu
sorunun iç-psişik yapıda bir <<nedeni» olduğunu belir­
tir. Kadının evden ÇJkmama isteğini doğallıkla karşılar.
Belirtinin ardında· yatan nedenleri su yüzüne çıkarmaya
çalışır. Bu terapist . bu sorunu tedavi ederken, kuramsal
ve uygulama açısından diğer aile üyelerine önem ver­
mek yerine, daha çok, çocukluk yaşantılarına, fantazile­
re ve bastırılmış düşünce,lere önem verir. Diğer psikote­
rapi yaklaşımları arasında bu yaklaşımın en belirgin
özelliği şudur: Bu yaklaşımda tüm dikkat tek bir kişi
üstüne, hasta üstüne toplanır. Hastayı açıkça yöneltmek­
ten de kaçınılır.
Yönehirnci olmayan psikoterapistler, özellikle psika-

111
naliz süresince hastanın kişisel yaşamnıda nasıl davran­
ması gerektiğini belirtmenin tedavi açısından uygun ol­
mayacağını savunur. Bu açıdan kısa süreli tedavi tek­
niklerini sert bir dille eleştirirler. Yönehirnci bir tera­
pistin yalnızca belirtileri ortadan kaldırdığını; fakat has­
tayı geçekten tedavi etmediğini belirtirler. Psikanalizden
başka bir teknikle bir hasta iyileştiği zaman bu tür bir
iyileşmenin yalnızca bir aktanm iyileşmesi (trasference)
cure) olduğunu, özde bir değişme olmadığım vurgu­
larlar. İşte, bu nedenledir ki, hastayı belirtilerinden
kurtarmanın anlamsız olduğu, hatta doğru olmadığı
görüşü, psikiyatri anlayışmda iyice yer etmiştir. Bu
anlayış şu iki temel sayıltı üstüne kurulmuştur: (a)
ne pahasına olursa olsun bir hastanın belirtileri orta­
dan kaldırılmak istenirse, bunu yapmak çok zor bir iş
değildir. (b) temeli oluşturan nedenler ortadan kaldıni­
madığı sürece bir hastanın belirtileri ortadan kaldırı­
lırsa, bu hasta belkide çok daha beter bir belirtiye sa­
hip olabilir. Günümüzde bu sayıltıların geçerliliğinden
önemli ölçüde kuşku duyulmaktadır. Bu sayıltılan des­
tekleyen kanıtlar yok denecek kadar azdır.
Yönehirnci olmayan yaklaşımı diğer yaklaşımlardan
ayıran bir başka özellik de şudur: Bu yaklaşımı benimse­
miş bir terapist, tedavi ortamında bilinçli bir şekilde
pasif (impassivve passiveness) kalmaya çalışır. Bir baş­
ka deyişle, terapist hastanın kişisel yaşammda ne yap­
ması gerektiğini belirtmekten bilinçli bir şekilde kaçınır.
Tipik bir psikanalist, hastanın yaşamını nasıl yaşaması
gerektiğine karışmanın tedavisel süreci çarpıtacağına
inanır. Oysa, Freud'ün zamanında, psikanaliz yalnızca,
kısa sürede uygulanmamış, aynı zamanda daha yönel·
tirnci bir şekilde uygulanmamış, aynı za:qıanda daha ·

yönehirnci b�r şekilde uygulanmıştır. Freud, hastanın

112
serbest çağrışım (free association) yapacağı konuyu seç­
miş ve hasta sorunu hakkında birazcik iç-görü (insight)
kazandıktan sonra, hastanın kazandığı bu bilgiyi kişisel
yaşamında uygularriasını istemiştir. Psikanalizin uzun
süreli bir şekilde uygulanması ve psikanalistin hastayı
yöneltmekten aşırı ölçüde kaçınmaya çalışması, psika­
nalitik yaklaşımda daha sonradan ortaya çıkmış bir ge­
lişmedir.
Diğer psikoterapi yaklaşımlarında olduğu gibi, psi­
kanalizin betimlenmesinde de yine aynı sorunla karşı­
laşırız. Psikanalistler yazdıkları raporlarda hastayla te­
rapist arasındaki etkileşim yerine, daha çok psikanali­
tik kuramın özelliklerine yer vermişlerdir. Psikanalitik
kurarn üstüne yazılmış ciltlerce kitap olmasına karşın,
psikanalistin ofisinde gerçekten ne olup bitmektedir, bu
konuya pek dokunulmamıştır. Oysa günümüzde, psika­
nalistlerin kabul edebileceklerinin daha ötesinde yönel­
tirnci olduklarını belirten bazı ipuçları yeni yeni anlaşıl­
maya başlamıştır.
Psikanalitik kuramda düşünce süreçlerine ve fan­
tazi yaşamına verilen ağırlık, Freud'ün insanın düşün­
ce süreçlerine duyduğı,ı hayranlıktan kaynaklanır. Ger­
çekten de, hastanın fikirlerini tüm sembolik ayrıntıla­
rıyla incelerken Freud'ün becerisine ve dayanıklılığına
hayran kalmamak elde değildir. Burada Freud'ün sem­
bolik süreçler ve kişiliğin gelişimi konusundaki görüş­
lerine karşıt bir tez önermeye çalışılmamıştır. Bunun
yerine, tedavisel değişme için bir insanın iç-psişiğinin
incelenmesinin çok yararlı olmadığı önerilmiştir. Da­
ha açık bir şekilde · belirtecek olursak . - Freud, bir has­
tanın iyileşebilmesi için, bu hastanın kendisini anlaması
gerektiğini önermiştir. Bilrada bu öneriye karşılık, teda­
visel değişmenin kendini anlamaktan değil de, kendini

1 13
anlamayı da yaratan kişilerarası bağlamdan kaynaklan­
dığı önerilmiştir. Freud, kendini anlamanın değişmeye ne­
den olduğu göl:ü.şünü savpnm.uştur; çünkü Freud, bu gö- .
rüşün egemen olduğu �ir dönemde yetişmiştir. Günü­
müzde kendiJ].i anlamanııı değişmeye neden olduğ» gö­
rüşü doyurucu bulunma.:maya başlamıştır. Tedavisel pe­
ğişmeiıi�. · dolayısıyla kendini anlamanın nedenini:q. · de
açıklığa kavuşabilmesi için psikanalitik tedaviniJ1 h�s­
tayla terapist arasmdflki �!].(ileşim ��ıs:ından bet�m.len­
mesı gerekir.
Psikanaliz sürecinde hastayla terapist arasında ne
olup bitmektedir, bu konu henüz yeterli bir şekild@ fn­
celenmemiştir. Bu nedenle, psikoanalitik tedavinin has­
t�:yla terapist arasında yer alan bir takım işlemlere gö­
re betimlenmesi gerekir. Ancak, bu tür bir betimleme ya­
pılc.lığı zaınan, psikanalitik tfi!daviyl� ç:liğer yaklaşnnlar
arasındaki ortak özellikler kolayca görülebilir. Mademki,
· fa:r-\dı tedavi yaklaşımlan aynı hastayı tedavi edeb�bı:ıek­
tedir, Öyleyse, bu yaklaşımlar arasında önemli beq�er­
likle� olmalıdır: (a) yakınan bir hastaya daha etkil! bir
şekilçte yakınması için yö�ergeler veren yöneltimçj pir
terapisHn yönergeleri, (b) hasta yakındığı zaman, h'l�tanın
bu yakınma cümlelerini hastaya yineleyen C�rl �p,g�:rs'
ın yöneltiwci olmayan cümleleri, (c) hastanın yakı:qma­
sına sessizl\}de karşılı� veren bir psikanalistiq davra­
nışları ortak bir amaca hiz�et eder.
Psikanalitik anlayışa göre hastanıp tedavi olabilm�
si iç�n, hastan�:q. analistin yanıqda serbest c;&ğrışım ·yap­
ması gerekir. B.� �nlayışa göre, h�stanı11 toplumsal var­
· Iığıyla dürW.leri arasındaki çatışma ps�\tolojik sorun,la�
rın doğmasına yol aÇar. all Çatışma.: hastadaJP bilitlçW.tı
fikirleri, çru:ıntılmış a.:lg�ları yaratır. Libido e:q.�jisinı
yanlış bir y2n� yönel�if· Tedavi P.J:'taJD.lllda, 4a.:sta t�nı�
piste karşı geliştirdiği aktanm (transference) çabasıyla
bastırılmış yaşantılarıiu anlar ve . bu yaşantılardan kur­
tulur. Tedavi sürecinde hastanın karşılaştığı ·en büyük so­
run, b�stırılmış yaşantılarıyla yüz yüze gelmemeye .Çaiış­
ıiıasıdır. Analist gerektiği yerde gerekli yorumlan yapa­
rak hastanın basq:plmış yaşantılarıyla yüz yüze gelmesi­
ni sağlar; bu yaşantılardan nasıl kurtulabileceğini ona
öğretir. Psikanalitik anlayış şu üç temel sayıltı listline
kurulmuştur: (a) hastanın sorunu çarpıtıimış algı ve du­
yuınlardqn �iuşur. (b) hastanın savaşımı: · kendf kençline
karş� verile� bir savaşımdır. (Bir �ri.la��a hasta ��ndi
kendisiyle yüz yüze gelmekt(;!n kaçın�ktadır.) (c) has­
tanın &Psyal çevresinden beHrtileıi yoluyla, kaz�dığı
avant;:ıjlar, yalnızca ikincil bir kazal}çtır. Bu bakımdan,
tedavide, temel ağırlık hastanın için,çleki fikirlerine karşı
gösterdiği savunmalar üstünde ohrıı:ılıdır.
Psikanaliz tarihinde, her zaman hastanın, içc�üreçle­
l}e ağırlık verilmemişt�r. Psikanalizin tarihindeki en
önemli gelişmelerden biri, Freucfün histeri konusundaki
gözüpek görüş değişikliğidir. Freud, histe:ril\ kişilerin
geçmişte seksüel bir saldırıya uğradıklan ye bu yüzden
histerik oldukları görüşünden vazgeçı:n,iş, bu kişilerin.
histerik davranışları yoluylf\ bastırılmış duygulı:rrıllt ıJo­
yurmaya çalıştıklarını belirtmiştir. Histeri konlJsıındaki
bu anlayış değişikliği11cien sonra, odipal ç�ttŞ.ma fikri
doğmuştur. Ama ne yazık ki, bu görüş değişikliği de,
psikqnaliz sürecinde hastanın fantazi Yf\Şamına yoğunla­
şılmasını önleyememiştir. Eğ�r Freucl histeri� bir ld­
şinin seksüel bir saldırıclan s.öz ederek, tenıpisti çalwı­
lamaya çalıştığını belirtmiş olsayğı, psikoterapi olayını
hast� ve terapist ara�ıı;ıdaki taktikler açısından inçele­
miş olac�ktı. Şunun yerine, Freud, hastanın g�çmişini
çarpıtılmış bir şekilde yorumladığın,ı öne sürdü ve sem­
bolil� s.ti:reçleı; al�nı:p.a girme� zo�çlfır lqıld�, H�;Stanın

1 15
davranışları yerine çarpıtılmış algılannın önemsenmesi,
psikanalitik yaklaşımın ilgisini, hastanın fantazi yaşa­
mına kaydırmıştır. Tüm dikkatin hastanın fantazi yaşa­
mına toplanması da, hastayla terapist arasındaki iletişim
davranışının gözardı edilmesine yol açmıştır.
Kuşkusuz, insanoğlu incelenirken çarpıtılmış algılar
dikkate alınmalıdır. Hiç kimse belirli algı örüntüleri bir
kez öğrenildikten sonra, bu örüntülerin tümüyle yitip
gittiğini iddia edemez. Eğer öyle olmuş olsaydı, biz yeni
bir kişiyle karşılaştığımiZ zaman, bu kişinin ne tür bir
kişi olduğu konusunda, hiç bir beklenti geliştiremez ve
her seferinde yeni bir kişiyle tanışırken işe yeniden baş­
lardık. Bu en azından insanın ekonomik bir varlık oldu­
ğu görüşüne aykırıdır. Biz olaylar hakkındaki bilgileri­
mizi kodlarız. Böylelikle, bir kişi bize bir şey söylediği
zaman, işe her seferinde yeniden başlama güçlüğünden
kurtuluruz. Önemle belirtmek gerekir ki, kodlama sis­
temimiz her zaman kusursuz bir şekilde işlememekte­
dir. Bazen, belirli bir durumdaki yaşantılarımızı kodla­
yışımız bu durumla uyuşma içinde. olmayabilir. Yaşa­
mımızdaki bu yeni gelişmeleri bu kodlama sistemiyle
yeterli bir şekilde açıklamayabiliriz. Ama, bu durum, ne
zaman yeni bir ilişkiye girecek olsak, bu ilişkiyi daha
önceden girdiğimiz ilişkiler doğrultusunda algılamaya ça­
lıştığımız gerçeğini değiştirmez. Bir yandan, daha ön­
ceden geliştirdiğimiz algılarımızm ihtiyaçlarını doyura­
biirnek için, yeni ilişkilerimizi bu ilişkiler doğrultusunda
anlamaya çalışır; öte yandan eski algılarımızı da yent al­
gılar doğrultusunda değiştirmeye çalışınz. Algılanmızm
yitip gitmediğini ve bu algılarımızın yeni durumlarla
uyuşmadığını kabul edebiliyorsak, o zaman tedavi sü­
recini de bir kişinin iç-süreçlerinin incelenmesine sınır­
lamamız gerekir. Bir kişi algılar; fakat davranır da . . .

1 16
Da�ranışlanna aldığı yanıtlar algılarını değiştirir. Psika­
naliz sürecinde davranışların önemsenmeyişi, neredeyse,
psikanalitik tedavi sürecinin tek bir kişilik sistem ol­
duğu tartışmasını yaratmıştır. Bir hastanın sorunlarını
kendi kendine gösterdiği bir savaşımın ışığı altında an­
lamaya çalışırsak, arralistin davranışlarını gözardı etmek
zorunda kalırız.
Ne yazık ki, bazı analistler, terapist bir hastaya bir
şey söylemediği zaman, bu terapistin bu hastayı etkile­
rnemeye çalıştığını belirtmişlerdir. Hatta, bu konuda
Cari Rogers, hastanın kendi kendisini görebilmesi için,
terapistin yalnızca «ayna» işlevi görmesi gerektiğini be­
lirtecek kadar ileriye gitmiştir.
Aslında yönehirnci olmayan tedavi terimi yanlış bir
tanımlamadır. İki kişi arasındaki bir etkileşimin yönel­
tirnci bir etkileşim olmadığını belirtmek bir imkansızlığı
belirtmektir. Bir terapist hastanın davranışlarını yalnız­
ca hastaya söylediği şeylerle değil, aynı zamanda hasta­
ya söylemediği şeylerle de etkiler. Bir hasta terapiste,
karar veremiyorum; bana ne yapacağımı söylermisiniz,
dediği zaman, terapist bu hastaya, Senin adına ben ka­
rar veremem derse, bu terapist, hastayı kendi kendine
karar vermeye yöneltıneye çalışmıyorsa, ne yapmaya ça­
lışmaktadır? Bir hasta belirli bir sorunundan yakındığı
zaman, terapist sessiz kalırsa, bu sessizlik hastanın ya­
kınma davranışına yöneltilmiş bir eleştiri değilde, ya ne­
dir? Bu görüş açısından, yönehirnci olmayan yaklaşımın
can alıcı noktası şöyle özetlenebilir. Yönehirnci olma­
yan yaklaşım ne pahasına olursa olsun, hastaya terapis­
tİn davranışlarını kontrol etme olanağını vermemek için
düzenlenmiş bir sistemdir. Bir kişi, bir ilişkide hem
yönehir hem de yönelttiğini yadsırsa, bu kişinin ilişkiyi
kontrol etmesi oldukça kolaylaşır.

l ı7
Terapistin ÜstÜn Konttinu

Bir kişinin bir ilişkiyi kontrol edebilmesi için, bu . ki­


şinin kendisiyle öteki kişi arasında ne_ olup biteceğini
belirleyen kurallan saptayabilmesi gerekir. Tedavi süre­
cinde de terapist ilişkide üstün bir konumda olmalı ve
ilişkinin kontrolünü elinde tutmalıdır. Eğer terapist te­
davi sürecinde� üstün bir konumda olmayacak olursa,
önemli sorunlarla karşılaşır. Bir hasta, terapiste kendi­
sine yardım edebilecek bir yetke gözüyle bakar. Hasta­
riıiı bu beklentisine karşı, terapist yetersiz bir şekilde
davranacak olursa, hasta başka bir yere gider. Hemen
belirtelim, terapistin ilişkide üstün bir_ konumda olması
demek, terapistin bunu hastasıyla kendisi arasında temel
bir çelişki yaptığı anlamına gelmez. Terapist herşeyden
önce, uğraşacağı kişilerin «konum sorunu»na son dere­
ce duyarlı kişiler olduğunu çok iyi bilmektedir. Ayrıca
terapist ilişkideki üstün konumundan ve ilişkinin ku­
rallarını saptayabileceğinden öylesine emindir ki, bu ko­
numunu her zaman hafife alabilir. Hatta gerektiğinde
yadsıyabilir . . .
Tedavi bağlaını terapistin «Üstünlüğünü» _ öylesine
apaçık hale getirir ki, terapist bu durumunu hafife al­
makta hiç güçlük çekmez. Bir kere . terapiste gönderilen
hastalar onun ne kadar yetkin bir kişi olduğunu bilen
kişilerce_ gönderilmiştir. Ayrıca gönderilen kişiler yardım
istemektedirler. Çoğu kez, terapistlerin hasta kabul lis­
teleri vardır. Hastalar kuyrukta beklerken, diğer hasta�
ların terapistten ne ölçüde yarar sağladıklarını dinler­
ler. Tüm bunlara ek olarak bir de, hastanın tedavi ola­
bilmesi için ücret ödemesi gerekir. Ama terapist, bir
hastayı kabul edip etmemek konusunda türnilyle Öz­
gürdür. Bu demektir ki, her hangi bir etkileşimin olup

1 18
olmayacağını terapist kontrol etmektecÜ:f. İlk oturilinun
başlangıcından itibaren, teırapistin yalnızca prestijl vur­
grilanınakla kalmaz, aynı zamanda hastanın sorunlar
içinde yüzdüğü belirtilir. Hasta dezavimtajlı bir duriim­
dadır. Yaşamındaki tüm sorunları, bu sorunlardan hiç
birisine sahip olmayan bir insana açmak zorundadır.
Tedavi ortamındaki fiziksel koşullar da terapistin
üstün konumunu pekişiirir. Çoğu kez hasta bir sandalye­
ye oturur. Psikanalitik tedavide fiziksel ortamın düzen­
lenişi daha da ileriye götürülmüştür. Hasta bir kanepeye
uzanıp yatar. Terapist bir koltukta oturur. Bu koltuk,
terapistin hastanın tepkilerini kolaylıkla gözliyebileceği
bir yere konulmuştur. Hasta ise terapisti rahatça göz­
leyeniez. Bu ortam terapisti hastaya karşı avantajlı kılar.
İki kişinin birbirlerinin davranışlarını kontrol ed.ebiİme:.
si için, birbirlerinin davranışlarını gözliyebilmeleri ge­
rekir. Başkalarını kontrol etmeye çok hevesli hastalar,
yüzünü göremedikleri bir kişiye karşı konuşmaktan pa­
niğe kapılır ve kanepeye uzanarak serbest çağrışım yap­
mak istemezler.
İlk tedavi oturumu ilişkinin terapist tarafından
kontrol edildiğini tümüyle gözler önüne serer. Tedavinin
kuralları terapist tarafından saptanmaktadır. Oturumla­
rın ne zaman olacağını terapist düzenler. Bu bir anlam­
da tedavinin ne zaman sona ereceğine karar verecek ki­
şinin de terapist olduğunu beHrtmez mi? Ayrıca, terapişt
hastanın kendisini nasıl ifade etmesi gerektiği konusun­
da, hastadan bazı isteklerde bulunabilir. Örneğin psika­
nalitik bir tedavi sürecinde hastanın bir kanepeye uza­
nıp yatması ve aklına ne gelirse gelsin söylemesi istenir,
Etkileşimin kuralları terapist tarafından saptandi­
ğından, terapist avantajlı bir konumda işe başlar. Ama,
önemle belirtmelidir ki;. terapistin tüm avahtajları teda-
vi süresince hasta tarafından alaşağı edilmeye çalışılır.
Hasta tedavi ücretini ödememeye, otururnlara gelmeme­
ye. terapistin diğer hastalarının terapistten hiç bir yarar
sağlamadıklarını belirtebilir. Oturması gereken yerde
oturmaz; konuşmak istemez. Hatta zaman zaman tera­
pistten daha aklı başında bir kişi olduğunu bile belirte­
bilir.
Terapistle hasta arasındaki her türlü etkileşirnde te­
rapist avantajlı konumunu sürdürmeye, hasta da deza­
vantaj lı konumunun üstesinden gelmeye çalışır. Ama bu,
psikoterapi sürecinin açık bir «kontrol» savaşımı oldu­
ğu anlamına gelmez. Hastaya karşı üstün bir konumda
oluşunu, hastanın kabul etmesini isteyen ve bunu temel
bir çelişki haline getiren bir terapist, hastada bir yarışma
duygusunu kışkırtabilir. Sonuçta bu terapist hastaya
karşı dezavantajlı bir konumda kalır� İdeal olarak bir te­
rapist hasta üstün bir konuma geçmeye çabaladığı za­
man, hastanın bu konuma geçmesine izin verebilmelidir.
Hastanın belirli bir şekilde davranmasına direten bir te•
rapist eninde sonunda yenik düşer. Buna karşılık, hasta­
nın belirli bir şekilde davranmasına Izin verebilen: bir te­
rapist, ilişkide üstünlüğünü sürdürebilir. Örneğin, bir
hasta yönehirnci olmayan bir terapistin belirli bir konu­
da bir şeyler söylemesi için diretebilir. Eğer terapist asıl _
konuşması gereken kişinin hasta kişi olduğunu belirtir
ve bir şeyler söylememek için diretirse, hastaya karşı
kendisini dezavantajlı bir konuma sokar. Bunun yerine
terapist Hayret, benim bir şey söylememernden neden .bu
ölçüde rahatsız oluyorsunuz; Memnuniyetle kendi fikriınİ
belirtebilirim; ama sende takdir edersin ki, senin soru­
nunu nasıl gördüğün daha önemli diyebilir. Bu durumda
terapist hastanın isteğini kabul etmemekle birlikte yine
de hastanın davranışlarını kontrol etmektedir.

1 20
Belkide, psikoterapinin izin verici niteliği, en göze
çarpıcı bir şekilde, yönehirnci olmayan tedavide simge­
lenmiştir. Hasta fiziksel bir saldırıda bulunmadığı süre­
ce, terapist hiç bir şeye karşı çıkmaz. Hasta ne yaparsa
yapsı�, kişisel yaşamında ne kadar acayip davranırsa
davransın, terapisti bu tür davranışlara karşı çıkmaya
veya öğüt vermeye kışkırtamaz. Tedavi odasında hasta
ne söylerse söylesin, bu söyledikleri terapistdc ne bir şok
etkisi yaratır, ne de terapistin hastanın söylediklerine
karşı çıkmasına neden olur. Ölümcül yakınmalar, ya da
yaşamın ne kadar tatlı olduğunu belirten cümleler, te­
rapistin yalnızca dikkatle dinleyen sessizliğiyle sonuçla­
nır. Eğer hasta, terapistde umduğu bir davranışı yarata­
mazsa, terapistin davranışlarını kısıtlayamaz ve kont­
rol edemez. Psikanalitik süreç içinde hasta çeşitli yol­
ları deneyebilir. Hatta, yıllardır kullanmadığı çalımlan
kullanmaya yeltenebilir (Psikanalizde buna geriye dönüş
- regression denir). Terapist kendisiyle hasta arasındaki
ilişkide ne olacağmı kendi biçiminde ve kendi isteği doğ­
rultusunda davranarak kontrol eder.
Psikanalisti belirli bir şekilde davranmaya kışkırtan
tek bir davranış biçimi vardır. Ne var ki, bu davranış
öyle bir doğadadır ki, terazinin kefesi yine de terapistin
lehinedir. Hasta royalarını anlatmak veya serbest çağrı­
şım yapmak istemezse, terapist bu davranışları hastanın
kendisini anlamaya karşı gösterdiği bir direnç şeklinde
yorumlar. Daha tedavinin başlangıcında terapist h&stanın
bu şekilde davranabilme olasılığının yüksek olduğunu
belirterek. ilişkinin kurallarını koymaya başlar. Zaman
zaman hastanın öfkeleneceğini, analiste başkaldıracağını,
işbirliği yapmak istemeyeceğini ve tedaviyi sona erdir­
mek isteyebileceğini belirtir. Hasta gerçekten bu şekilde
davrandığı zaman, bu demektir ki, hasta direnç gös­
termektedir. Bu direnÇ tedavinin özünü oluşturmaktadır.

121
Öyleyse, söz konusu direnç incelenineii've analiz edilmeli
dir.
Hasta terapistle işbirliği yapmamaya başlarsa, tera­
pist hastanın bu davranışıni, kendisine karşı yöneitHmiş
bir davranış olarak ele almaz; ele alacak olursa, tera­
pistin bu davranışı hastaya bir avantaj sağlar. Bunun ye­
rine, hastanın işbirlikçi olmayan davranışlarını, değiştir­
meye ve gün ışığına çıkan fikirlere karşı gösterilen bir di­
renç olarak ele alır. Tedavi sürecinde söz konusu diren­
cin kırılması gerektiğini vurgular. Böylece hastanın işbir­
likci olmayan davranışları iş birlikçi bir davranış şeklinde
tanımlanmış olur. Hasta direnç göstermeye devam edecek
olursa, terapist yine hiç üstüne alınmaz; bu durumu has­
tanın bir sorunu olarak kabul eder. Böylelikle, terapist
kendisini hastaya karşı çileden çıkmış bir şekilde dav­
ranmaktan alıkoyar. Hatırlatmakta yarar olabilir, hasta
günlük yaşamındaki diğer kişilerin davranışları nı o kişi­
leri çileden çıkmış bir şekilde davranmaya zorlayarak
kontrol etmiş ti r. Ne varki bu teknikleri terapiste karşı
başarılı bir şekilde: kullanamaz.
Bir has ta yönehirnci bir terapiste karşı, Seni sevmi­
yorum derse, bu cümleye karşılık terapist, Peki, benden
yararlanabilmeniz için beni sevmek zorunda değilsiniz di­
yebilir. Bu davranışıyla terapist, bir yandan hastanın söy­
lediğini kabul etmeye, öte yandan hastanın söylediğinin
üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Madem ki, terapist
İıastasıyla kendisi arasındaki ilişkiyi kontrol etmek iste­
mektedir. Öyleyse kendisini hastanın kışkırtımlarına kap­
tırmaması gerekir. Roger'iyen bir terapist ise, . hasta­
nın söylediği bu tür bir cümleye beni sevmediğinizi mi
his sediyorsunuz diyerek hastanın çalımını kabul etmeye
ve ilişkinin kontrolünü sürdürmeye çalışır. Eski bir de­
yi ş vardır: Çaresiz bir hasıma karşı bir dövüşü kazana-

122
mazsınız; en acımasızca salladığınız yumruklarımza hiç
bir karşılık verilmezse, sonunda salladığımz bu yumruk­
lardan ötürü kendinizi suçlu hisseder ve hasınımza bir
başka yoldan ulaşınaya çalışırsınız. Yukarıda aniabian­
ları bir başka deyişle özetliyecek olursak, terapistin izin
verici sessizliğiyle hastanın silahları elinden alınmakta­
dır. Silahları elinden alınmış bir hasta da ilişkinin kont­
rolünü kazanamaz.
Uzun süren analiz sürecinde hasta eskiden kullandığı ça­
lmiları kullanmaya yeltenebilir; fakat bu çalımları tera­
piste karşı başarılı bir şekilde kullanamaz. Sonuçta olan
şudur: Hasta yenilgiyi kabul eder. Terapisti çalınilayabi­
leceği bir zamanı umutsuzca beklerneye başlar. Görüİdü­
ğü gibi terapist yalnızca bastanın söylediklerini sessizlik­
le karşılamış ve hastanın farklı bir şekilde davranmasını
belirtmemiş olduğu halde, hasta farklı bir şekilde dav­
ranmaya başlamıştır (Kuşkusuz terapist hastaya farklı
bir şekilde davranmasını belirtmek istememektedir; Çün·
kü belirtecek olursa, hasta bu durumun üstesiriden ge­
lebilir). Hasta terapistin davranışlarının kontroli.inü eli­
ne geçirebilme beklentisiyle, terapiste karşı «isteyerek»
farklı bir şekilde davranmaya başlar.
Psikanalistin kullanabileceği en önemli çalım tekni­
ği, kuşkusuz sessizlik değildir. Daha konuşkan terapist­
ler, Seni sevmiyarnın cümlesine sessizlikle karşılık ver�
meyebilir. Acaba beni bugün neden beğenmiyorsunuz;
geçen defa burada ana-babanıza çok atıp tutmtiştunuz;
bu yüzden kendinizi suçlu mu hissediyorsunuz diyebilir.
Bu tür bir yanıt hastanın söylediklerinin kabul edilme­
sini sağlar; ama hastanın duygusunun geçici bir duygu
olduğunu vurgular. Yine görüldüğü gibi t�rapist kendi­
siyle hastası arasında ne tlir bir ilişki olacağını kontrol
etmektedir. Hastaya tedavi sürecini baş belası yapan ni-

i23
telik, tedavi sürecinde ne olup bittiğini kontrol etme
olanağını hastanın bir türlü eline geçirememiş olması­
dır.
Yönehirnci olmayan bir teknikle hastayı yöneltme­
nin en can alıcı niteliği, terapistin hastayı yönelttiğini
yadsıyabilmesidir. Bu tür bir iletişimle karşılaşan hasta­
ne kendisine verilen yönergeleri izlemeyi yadsıyabilir ne
de kendi isteği doğrul tusunda terapistle işbirliği kurabi­
lir. ilişkideki güçlü konumunu terapist izin vericiliği ve
herşeye tepki göstermeyişiyle sürdürür. Terapist çok az
konuşursa, kuşkusuz söylediği herşeyin önemi artar. Ay­
nı şekilde Roger'iyen bir terapist hastanın söylediklerini
hastaya yinelediği zaman, terapistin yinelemek için neyi
seçtiği çok anlamlıdır. Özellikle, terapistin yinelediği
şeyler arasından neyi, ne. zaman vurguladığı çok anlam­
lıdır. İşte, Roger'iyen tedavide, hastanın cümlelerinin te­
rapist tarafından yinelendiği anlar, hastanın yöneltilme­
ye başladığını belirten anlardır. Bu durumda, hasta an-­
cak terapistin izniyle terapisti belirli bir şekilde davran­
maya kışkırtabilir. Roger'iyen teknikte de, yöneltirtr yad­
sınmıştır; çünkü, konuşulacak koriu özgürce hasta tara­
fından seçilmektedir. Yönehirnci olmayari teknikler, yö­
rrergeleri kolaylıkla izlemek istemeyen insanları yönelt­
mek için yaratılmış tekniklerdir. Psikiyatrik hastaların
en belirgin özelliklerinden birisi de, yönetimleri izleme­
mektir.
Hem yöneltmek, hem de yönelttiğini yadsımak, bir
kişinin belirli bir- şekilde konuşmasını · gerektirir. Bir ki­
şi bir başkasından bir sigara isterse, bu kişi diğer kişiyi
sigara vermeye yöneltmiştir. Ama, bir kişi keşke bir si­
g::ıra olsaydı derse, bu kişi öteki kişiden sigara isteme- .
miştir. Ama, diğer kişi sigara vermek zorunda kalır; çün­
kü bu kişinin bu durumda yapabileceği iki davranış var-

124
dır: Ya «gönül rızasıyla» sigarayı vermek, ya da sigara
isteyen kişinin dileğini duymamazlıktan gelmek. Yönel­
tirnci olmayan bir terapist genellikle, bundan birazcık
daha söz edermisiniz demez. Terapist bu tür bir istekte
bulunurs�, hasta bu yönergeye ya uyabilir; ya da başkal­
dırabilir. Bu şekilde davranmak yerine terapist, acaba
neden öyle söylediniz; bu konuda çok yoğun duygulan­
niz var diyebilir. Ya da hastanın söylediği bir cümleyi
soru haline getiren bir ses tonuyla hastaya yineler. Bu
tür bir iletiyle karşılaşan hastadan, söyledikleri hakkın­
da biraz daha ayrıntılı bilgiler vermesi istenmiştir. Ama
öyle bir şekilde istenilmiştir ki, yapılan · istek, her an
yadsınabilecek bir şekilde yapılmıştır. Yönehirnci olma­
yan yöneitim biçimi, yönehirnin yadsındığı bir yöneitim
biçimidir. Bu yöneitim biçiminde hastaya açık bir yönel­
tim verilmediğinden . hasta kendisine verilen yönergeleri
izlemek zorunda kalır. Bu tür bir iletişim, hastanın tüm
dikkatinin terapist üzerinde yoğunlaşmasına yol açar.
Bir başka deyişle, bu tür bir iletişimle karşılaşan bir
hasta, terapistin söylediklerinden terapistin kafasından
geçenleri okuyabilmelidir. Söz gelişi, hasta bir oturuma
gelip, geçen defa burada sizinle konuşurken öyle bir duy­
guya kapıldım ki, sanki benim planlarımı bir kez daha
gözden geçirmemi istiyorsunuz diyebilir. Buna karşılık
yönehirnci olmayan bir terapist de, Ooh ! demek ki plan­
larınız hakkında bazı kuşkularınız var diyebilir. Görül­
düğü gibi, terapist yine bir yönergesini yadsımaktadır.
Çoğu kez hasta, terapistin kafasından geçenleri doğru
bir şekilde tahmin edebilir. Uzun süre psikanalitik bir
tedaviden geçtikten sonra, yönehirnci bir psikoterapist­
den psikoterapi alan bazı hastalar, terapistin kafasından
geçenleri tahmin etmeye gerek olmadığı halde, terapis­
tİn kafasından geçenleri tahmin etmeye çalışırlar. Söz
gelişi, yöneltimci olmayan bir terapistden farklı olarak

125
yönehirnci bir terapist, apaçık bir şekilde hastasın�,
yaptığınız planlar doğru değil; bu planları değiştirmenizi
istiyorum dediği zaman bile, gelecek . hafta, hasta gelir
belki yanlış anlayabilirim ama, benim planlarımı bir kez
daha gözden geçirmem · gerektiğine inanıy�rsunuz der.
Yönehirnci olmayan tedavi sürecinde hasta, yönehirnci
olmayan yönergelere tepkide buluna b�BJla, ken�isine
verilen dopdoğru bir yönerge:yi, dopdoğru bir şekil��
. an-
lamakta güçlük çekebilir.

Psikanaliz Çerçevesi

Belki de yönehirnci olmayan psikoterapi yaklaşımı­


nın en göze çarpan özelliklerinden bir başkası da, teda­
vi oturumlarında konuşulacak konunun hasta tarafm­
dan saptanmasına terapistin öze:l bir titizlik göste:r:rnesi­
dir. Ama hasta tedaviye, kendisine ne yapması gerektiğini
belirtebilecek bir kişiyle karşılaşmak beklentisiyl� gelir.
Dalıı:ı tedavi başlangıcı:p.ı:la, hastaya konuşması g;@rektiği­
n� ye ne hakkında konuşmak istiyorsa, o kong hakkında
konuşabileceği belirtilir. Tedavi ortamında hııstanın kar­
şılaştığı bu durum oldtıkça ilginçtir; çünkq pir yetkeden
yardım dileyen bir kişi sorununu açıklar; Karşılığında
bu kişiye belirli yönerg�ler, ilaçlar ve ö@.tler verilir. Bir
başka deyişle, yetke d'Hrumunda olan �işi buyurur� ı:li­
ğeri bu buyrukları izler. Dolayısıyla, b,u durumda, b.q :td­
şiler arasındaki ilişki, türnleyici bir ilişkidir. Psikanali­
tik tedavide ise terapist hastayı kontrokü bir konıqna yer­
le,ştirerek kontrolü �linde tutmaY!'l çalışır. Hastadan · ak.­
lına :ne gelirse gelsin söylemeliini ister. Hasta ne söyle­
mesi gerektiği htııkkında bir sonı soracak. plu:rsa,, tera­
pist hastanın. Il� hak�ında kon11şmak istiyorsa, o konu
hakkında konuşmaya tümüyle pzgür olduğynu belirtir.
Psikanalitik t(!davinin başanil olmasının en önemli ne-..

126
denlerinden biri, psikanaHrı� ortamın oldukça eşsi� pir
durum olmasından kaynaklanır. Yani, psikanalitik bir sü­
reçte hasta terapistiyle alış� geldiği bir şekilde u�raşa­
maz; çünkü daha önce böyle bir durumla hiç karŞilaş­
mamıştı_r. Özellikle psikiyatrik hastalar için, sorum] qluk
almalarinı gerektiren bi:r durumla u�raşmalan çok · �or­
dur. Bazı grup tedavilerinde de, psikanalizin bu temel st­
ratejisi uygulanır. Grup li�eri, san�i -giubun lideri ' fle­
ğilmişçesine, grubu yönetir. Grupta konuşulacak konu­
nun grup üyeleri tarafından sapt��asını sağlayar�
grubu bir paradoksla karşılaştınr.
Psikanalitik etkileşim, hastanın konuşmasına ve ana­
listin hastanın söylediklerine tepki gqstermesine b;ığlı
bir etkileşimdir. Hastalann büyük bir çoğunluğu, qzel·
likle «çaresiz» hastalar bu etkileşimirı tam zıttı bir et­
kileşime alışıktırlar. Yalnızca kendilerin� verilen öğütleri
izlemenin ötesine geçemeyen hastalar, yönehirnci olma­
yan tedaviden pek yarar sağlayamazlar� Yönehirnci olma­
yan bir psikoterapist, «yöneltimci olmayan» bir hastay­
la karşılaştığı zaman, örneğin, hiç kop.yşmayan bir has­
tayla karşılaştığı zaman, her ikisinin dt! pirden eli ayağı
·

kesilir kalır; ne yapacaklanm bilemezle:r. � .


Hasta bir kez konuşmaya başladıktl:\� sonra, psika­
nalist neyin söylenmesi, neyin söylenmemesi gerektiğinl
etkilerneye başlar. Bir başka deyişle, P�lkanalist konu­
şulması gereken şeyleri saptamak yeri11e, hasta bir kez
konuşmaya başladıktan sonra, konuşmamn ne yönde ge­
lişeceğini kontrol etmeye çalışır. Bun1.1 pyle bir şekilde
başanr ki, hast� söylediğ� şeylerin tera:p,ist tarafından et­
kilendiğini anlayamaz. Terapist �stanı;n söylediği şeyle­
ri önemli kabul ettiği zaman, «hımmm», «ÜOOO» şeklirı­
çle · tepkiler gösterebilir. :{3u tür tepkilerin dışında tera­
pist� Wmüyle sessiz kalmaya ç�lışır. P �aman }ıasta öy-
le bir konuma sokulmuştur ki, hangi davranışının tera­
pistde bir tepkiye yol açacağını bilmeksizin, terapistin
b�ndisine tepki göstermesini sağlamaya çalışır. Bunun
doğal bir sonucu olarak da, hasta bildiği tüm çalımla­
n terapiste karşı kullanmaya kalkışır.
Psikanalist bazen hastaya ne söylemesi gerektiğini
söylediği zaman bile, hastanın belirli bir şekilde etkile­
şim kurmasını ister. Psikanalistin istediği etkileşim bi­
çimi aslında psikiyatrik hastaların alışık olduğu bir et­
kileşim biçimidir. Daha dakik bir şekilde belirtecek olur­
sak, p sikanaliz sürecinde hastadan bir yandan birşeyler
söylemesi istenir; öte yandan, bu söylediği şeylere has­
tanın sorumlu olmadığı vurgulanmaya çalışılır. Daha ön­
ce de belirtildiği gibi, tipik bir psikiyatrik hasta, başka­
larının davranışlarını dolaylı bir şekilde kontrol etmeyi ·

iyi öğrenıniştir. Bir başka deyişle, psikiyatrik hastayı be­


lirtisel bir şekilde davrandıran kendisi değil belirtisidir.
Psikanalitik süreçte de oturumlarda yer alması gereken
şeylere, hastanın ön ayak olması istenildiği zaman, do­
ğal olarak hasta belirtisel bir şekilde davranır. Bu de­
mektir ki, psikanaliz sürecinde hastaya yalnızca alışık
olduğu bir şekilde davranmasına izin verilmiştir. O hal­
de hastanın ya ilişkinin kontrolünü eline geçirmesi, ya da
ne pahasına olursa olsun davranışlarını değiştirmesi gere­
kir. Psikanalitik tedavi, bu sorunu çözebilmek için bir yol
bulmuştur. Psikanalitik tedavide hasta . dalaylı bir şe­
kilde dalaylı iletişim kurmaya yöneltilmiştir. Daha açık
bir deyişle, bu tür bir iletişim biçiminde bir kişi bir
şey söyler. fakat bunu söyleyen kişinin kendisi olduğunu
yadsır. Terapist hastadan rüyalarını, fantazilerini an,lat­
masını, serbest çağrışım yapmasını ister. Bu durumda,
hasta birşeyler söylemeye ve de söylediklerini yadsıma­
ya yüreklendirilmiş olur; çünkü besbellidir ki, bir kişi

128
gördüğü rüyalardan ve serbest çağrışım yaparken aklı·
na gelenlerden sorumlu . tutulamaz. Belirtilere başka ki­
şileri dalaylı bir. şekilde. etkileme, . hiçimi olarak bakılırsa,
hastayı dolayh .bir .şekilde . iletişimde bulunmaya yürek­
lendirmenin, ·_ hastayı belirtisel . bir şekilde davranmaya
yüreklendirmek -oldugu kolaylıkla görülebilir. (Psikana­
litik ortamın fiziksel koşulları da hastayı dalaylı bir şe­
kilde iletişimde bulunmaya yüreklendirir; Hasta bir ka­
nepeye uzanır; terapiste dönerek konuşmak yerine göz­
lerini tavana dikerek konuşur). Gerekli psikanalitik açık­
lamalardan sonra, bir hasta belirli davranışlarının bilinç­
altınca yaptırılan davranışlar olduğunu belirtmeye .baş­
larsa, bu demektir ki, hasta psikanalistin istediği yönde
iletişim kurmaya başlamıştır. Ne var ki _ sembolik ileti­
şim alanında terapist bir uzmandır; ama hasta değil. . .
(Burada Jung'iyen psikoterapiye pek değinilmemiştir.
Çünkü Jung'iyen terapist de hastanın davranışıarına kar­
şı çıkmaz; oldukça becerikli kuramsal "bir dille hastanın
davranışlarını açıklar; Hasta da terapistin ne söyledik­
lerini anlama savaşımı içindedir) .
Terapist hastayı dalaylı iletişim kurmaya yüreklen­
dirmesille karşın, bazen de hasta terapiste karşı dolay­
sız bir şekilde konuşabilir. Çogu zaman hastanın dolay­
sız bir şekilde konuşması terapistin kendisi hakkında­
dır. Terapist kendisi hakkında hasta tarafından söylenen
bu cümlelerden pek . hoşlanmaz. Hastanın yaptığı eleş­
tirileri hiç üstüne alınmaz. Söz konusu eleştirllerin has­
tayla terapist arasındaki ilişkiyi eleştirdiğini belirtir. Psi­
kanalistin hastanın gördüğü rüyalarda ve fantazilerde
ilişkilerine ilişkin yönleri belirtmeye başladığı zaman,
hastanın ilişkiyi tanımlama biçimini kontrol etmeye çalış­
maktadır. Hasta, terapisti apaçık bir şekilde eleştirerek
ilişkiyi tanımlamaya yeltenirse terapist hastanın bu giri­
şimini de dolaylı bir şekilde kontrol etmeye çalışır. Hasta-

129
nın aslında terapiste değil, öznel bir fantaziye karşı tepki­
de bı:tlunmakta olduğunu belirtir. Söz gelimi hasta, beni
hiç umursamıyorsunuz derse, terapist büyük bir olasılıkla
buna hayret do�su; Neden öyle söylüyorsunuz Belki­
de geçmişte ilgisini çekmeye çalıştı ğınız bir kişi size il­
gi göstermemiş olabilir diye karşılık verir. Biraz sonra
da tartışılan konu hastayla ana-babası arasındaki ilişki­
ye dönüşi.ir. Psikanalitik tedavinin başarılı olabilmesi için
hastanın şimdiki davranışlanyla geçmiş yaşantılan arasın­
daki ilişkiyi görebilmesi gerekir. Ama, yalnızca geçmiş­
ten söz etmek de tedavisel bir taktik olarak kullanılabi­
lir. Hasta ana-babasından söz ederek terapisti delaylı bir
şekilde etkilerneye yeltenebilir. Bu durumda, eğer ister­
se, terapist, ilişkilerinin bir anlamda ana-baba ilişkisine
benzediğini belirtebilir. Ama, terapistin istediği zaman
bunu vurgulayabilmesi demek, hastanın gerçekten söyle­
meye çalıştığı şeyi kontrol etmesi demek değil midir?

Bir terapist hastanın söylemeye çalıştığı şeyleri


anladığını vurgulayan bir ortam yaratırsa, bu terapistin
hastayla ilişkisini kontrol etmesi çok kolaylaşır. Böyle
bir durumu terapist bilinçaltına önem vererek yaratma­
ya çalİşır. Hasta ise bilinçaltı davranışlarının ayınınma
varamayan bir kişi olduğundan gerçekten ne söylemeye
ve. ne yapmaya çalıştığını anlayabilmek için terapistine
yaslanmak zorundadır. Böylece de ilişkinin kontrolünü
terapistin ellerine teslim etmiş olur. Bir hasta kendi kont­
rolünün dışında yalnızca analistin anlayabileceği kuvvet­
ler tarafından sürüklendiğille inandınlırsa, hastanın ken­
di davranışiarına karşı duyduğu güvensizliğin etkisi çok
derin olur. Kendine güvenemeyen bir kişinin ilişkinin
kontrolünü kazanması da çok zordur. Psikanaliz süre­
cinde kullanılan tekniklerin çoğu, hastayı tümleyici bir
ilişkinin ikincil ucunda tutmak için düzenlenmiştir. Has-

130
ta terapiste karşı bakışık çalımlar yapmaya başladığı za­
man, hastanın bu çalımları ya bilinçaltı dürtülerinin ya
da iyileşmeye karşı gösterdiği direncin bir sonucu olarak
yorumlanır. İşte, bu yüzdendir, ki tedavi sona erinceye
dek, hatta tedavi sona erdikten sonra bile, hastaya tera­
pistle l>akışık .bir iletişim kurması yasaklanmıştır. .
Analistin hastanın davranışlarını kontrol edebilmesi
için, burada belirtilmesi gereken bir başka yol daha var­
dır. Analist hastanın belirtisel davranışından durmadan
söz etmesini istemez. Bu demektir ki, terapist hastanın
belirtisel davranışlarından yararlanmasını önlemeye ça­
lışmaktadır. Bir hasta, analistin davranışlarını kontrol
edebilmek için, belirtise!l davranışlarından yararlanamı­
yorsa, terapistle kendisi arasında paradoksal bir ilişki ku­
ramaz. Analist belirtinin çok önemli bir belirti olmadı­
ğını, asıl bu belirtinin ardında yatan şeylerin çok önemli
olduğunu vurgular. Terapist bu şekilde davranarak has­
tanın çalımlarından korunmaya çalışır. Hastayı farklı bir
şekilde davranmaya zorlar. Hastanın çalımlarından tera­
pistin bu şekilde korunmaya çalışması uygulamanın ka­
.çınılmaz bir sonucu olmaktadır; çünkü hasta yıllar bo­
yunca belirtisinden yararlanarak kişisel ilişkilerini kont­
rol etmek konusunda çok dikkate değer bec�riler kazan­
mıştır. Burada özellikle belirtilmesi gereken nokta şu­
dur: Neden ve sonuç. (cause and effect) ilişkilerini açı k­
lamaya çalışan inceHkli psikoterapi kurarnları analistle­
rin hastaya karşı kullandığı taktikleri rasyonaliz-ı etmek
için ortaya atılmış kurarnlar olabilir.
Hasta tedavi odasındaki konuşmasını belirtisel dav­
ranışlarından söz ederek sürdürmeye çalışırsa, terapist
ilişkinin hasta tarafından kontrol edilmeye lJaşladığını
hemencedk anlar; ilişkinin kontrolünü eline geçirmeye
çalışır. Analist hastadan belirli bir konu hakkında bilgi

131
vermesini istediği halde, hasta kompmsif davranışından
söz. ederse,. analist hiç dikkatinizi çekti mi ne zaman ka­
nnızdan söz etsem, siz kompalsif davranışınızdan söz
ediyors:unuz diyebilir. Yahutta, ben ne zaman anneniz­
den s öz açacak olsam , belirtinizde bir artış oluyor di­
yebilir. Görüldüğü gibi analist hastanın belirli konular
hakkında konuşmama davranışına karşı çıkmamaktadır;
çünkü hastanın bu konulara karşı çok duyarlılık göster­
diğinin bilinci içindedir. Bu tür durumlar doğduğu zaman ,
hastanın gösterdiği söz konusu dirençi işbirlikçi bir dav­
ranış olarak yeniden tanımlamaya çalışır.
Özetle, hasta sorunlannın terapist tarafından çözüm­
leneceği beklentisiyle tedaviye gelir. Ancak, tedavi süre­
cinde yer alacak her şeye hastanın ön ayak olması iste­
nir. Hastanın terapistle ilişki kurarken alışage.Idiği iliş­
ki biçiminden farklı bir şekilde ilişki kurması sağlanır.
Hastadan ruyalarım anlatması ve serbest çağnşım yap­
ması istenir . Terapistten alacağı en küçük işaretleri has­
tanın doğru bir şekilde anlaması ve çalım biçimlerini
«İsteyerek» değiştirmesi umulur . Tedavi ortamının doğa­
sı hastanın terapistin kullandığı çalımları kullanmasına
izin vermez. Bu ortam içinde hastanın ilişkiyi kontrol et­
me girişimleri , direnç simgesi olarak yorumlanır ve has­
tanın yaptığı tüm çalımlar etkisiz kılınmaya çalışır.
Bir kişi bir uzmana öğüt dinlemek için gider, karşı­
lığında da bu kişiye konuşacak kişinin kendisi olduğu
belirtilirse; bu kişi paradoksal bir durumla karşılaşır. Ay­
nı şekilde tedavi ortamında yer alacak her şeyin deneti­
minin hastanın elinde olduğu belirtilir. Ama hastaya .bu­
nun belirtilmiş olması demek her şeyin denetiminin has­
tanın . elinde olmaması demek değilmidir? Bir başka de­
yişle, bu durum hastanın söylediği her şeyin terapist ta­
rafuidan denedendiği anlamına gelmez mi? Hasta teda­
viye belirtilerinden kurtulmak içii:ı gelir. Terapist tedavi

132
artıynında hastanın belirtisel bir şekilde davranmasını
ister. Daha önce de belirtildiği gibi yönehirnci yaklaşım­
larda da aynı şey gözlenir. Yönehirnci yaklaşımda has­
tayı belirtisel bir şekilde davranmaya yüreklendirir. Yö­
neltimci olmayan psikoterapi sürecinde de hasta alışagei­
rliği bir -şekilde davranacak olursa, terapistin ondan iste­
diği bir şeyi yapmış olur. Hasta alışageldiği davranış bi­
çiminden farklı bir şekilde davranacak olursa, bu kez de
terapistin ondan istediği bir şeyi yapmış olur; çünkü te­
rapistin esas amacı hastanın değişmesini sağlamaktır.
Özetle, bu tür bir iletişim biçiminin yer aldığı bir iliş­
kide hastanın ilişkinin kontrolünü eline geçirmesi çok
zordur.
Yönehirnci olmayan psikoterapi sürecinde bir yan­
dan terapistin yaptığı her şey hastaya nasıl davranması
gerektiğini belirtir. Öte yandan terapist hastaya nasıl dav­
ranması gerektiğini sürekli yadsır. Daha açık bir şekilde
belirtecek olursak, yönehirnci olmayan psikoterapi süre­
cinde hasta sürekli paradoksal bir durumla karşılaşır. Bir- .
biriyle tutarsız iletilere tepki göstermek zorunda bırakılır. .
Bu durum karşısında hasta tedaviyi sona .erdirmek . ister­
se, terapist bunun da üstesinden gelir. Daha tedavinin
başlangıcında zaman zaman hastanın tedaviyi sona erdir­
mek isteyebileceğini bu isteğİn iyileşmeye karşı gösteri­
len bir direnç olduğunu hastaya yeterince açıklar. Böyle
bir durumla karşılaşan· hasta alışageldiği tekniklerie te­
rapistin davranışlarını kontrol etmekte etkisiz kalır.
Hasta ilişkiyi kontrol etmeye diretirse, terapist hastanın
bu davranışını hemencecik kabul eder. Hasta, terapistin
ilişkiyi kontrol etmesine diretirse, bu kez de, terapist esas
görevinin yöneltmek olmadığını belirtir. Hasta ilişkiyi
ne şekilde kontrol etmeye kalkışırsa kalkışsın, tüm giri­
şimleri başarısızlıkla sonuçlanır. ilişkiyi kontrol edebi!-

133
.

mek için her türlü yolu denemeyi sürdürür, ta ki, yap­


tığı çalımları terapist kabul edilebilir çalımlar olarak al­
gılayıncaya dek. . . Terapist hastaya kabul edilebilir çalım­
lar yaparak sorunlannın üstesinden gelebileceğini de be­
lirtmez; çünkü terapist hastaya farklı davranmasını be­
lirtmekten bilinçli bir şekilde kaçınmaktadır. Hasta dav­
ranışlannı değiştirirse, bu değişmeyi terapist kendiliğin­
den meydana gelen bir değişme olarak tanımlar.
Daha önce de belirtildiği gibi, psikoterapi olayı be­
lirli bir grup insanla uğraşabiirnek için geliştirilmştir. As­
lında belirtisel davranışlarla bu davranışlan etkisiz hale
getiren tedavisel çalımlar arasında biçimsel bir benzer­
lik vardır. Tedavisel ortam öyle düzenlenmiştir ki, hasta
belirtisel bir şekilde davranarak paradoksal bir durum
yarattığı zaman, hastanın bu davranışı terapisti tedavisel
bir paradoksla cevap vermeye zorlar. Bu durum karşı­
sında hasta şu tür girişimlerde bulunabilir. Tedaviyi so­
na edirrnek isteyebilir; terapistin kendisini çıkmaz bir
durum içine soktuğunu belirtebilir; yahut da paradok­
sal çalımlar yapmaktan vazgeçebilir. Hasta tedaviyi sona
erdirirse, sorunlanyla baş başa kalacaktır. Terapistin
çalımlarını eleştirmeye yeltelenirse, terapist kendi davra­
nışlannın ustalıklı bir açıklamasını verir. Sonuçta has­
ta. terapisti eleştirerek terapisti kontrol etmeye çalıştığı­
nı kabul etmek zorunda kalır. Bu demektir ki, hasta dav­
ranışianna sorumluluk alıp paradoksal çalımlar yapmak­
tan ve de belirtisel bir şekilde davranmaktan vazgeçmek­
tedir. Hasta gerçekten bu şekilde davranır ve her en da�­
ranışlannın sonımluluğunu alırsa tedavisel paradokslar
artık hastaya karşı kullanılamaz olur. Terapist silahlan­
nı yitirmiştir. İşte, bu şekilde davranmak hastanın do­
ğal bir davranış şekli haline geldiği zaman, psikoterapiyi
sona erdirme zamanının geldiği anlaşılır.

134
Belirli bir davranışın tedavi edilebilmesi için kulla­
nılan tedavi yönteminin bu davranışın doğasına uygun
bir tedavi yöntemi olması gerekir. Eğer bir hastanın be­
lirtisinin özünde insan ilişkileri yatarsa, bu belirtinin
insan ilişkileri çerçeıvesi içinde tedavi edilmesi gerekir.
Eğer bir belirtinin özünde kontrol sorunu yatarsa, bu be­
lirti kontrol tekniklerini içeren tekniklerle tedavi edilme
li�ir. O zaman birbirlerine karşı paradoksal bir şekilde
d�anan hastayla -terapistin davranışları arasındaki
f�tklılık bu davranışların sonuçlarında görülür. Psikote­
r�pi sürecinde hasta ilişkinin kontrolünü kazansa bile,
bu kazancın tadını çıkaramaz. Hem kendisini, hem de
ıYakınlarını daha fazla üzmüş olur. Oysa, terapistin tek-
'nikieri hastayı ona daha çok doyum sağlayacak davra­
, nışlarda bulunmaya yöneltir. Ayrıca - önemle belirtilme­
lidir ki, yönehirnci olmayan psikoterapi sürecinin, so­
runların sürüncemede kalmasına ve yeni sorunların dağ­
masına yol açabilecek bir · ortam sağlıyabileceğini de hiç
akıldan çıkarmamak gerekir. Terapist hastayı değişmeye,
belirtisinden kurtulmaya zorlayan bir durum . yaratır;
hasta değiştiği zaman da. bu değişmeyi iyileşmeye karşı
bir direnç veya sağlığa doğru bir uçuş (fligth into health)
şeklinde nitelerse, o zaman, hasta, ana-babası tarafından
farklı bir şekilde davranmaya zorlanan, farklı davran­
dığı zaman da lanetlenen psikotik bir çocuğun çektiği sı­
kıntıya benzer bir sıkıntıyı çekmeye başlar (Bu paradok­
sal durum daha sonra şizofreni başlığı altında incelene­
cektir). Böyle bir durum doğduğu zaman, bazı terapist•
ler bu durumun nedenini kullanılan teknikte değil de,
hastanın zayıflılıklarında arayıp, bulmaya çalışırlar.
Psikoterapinin davranışsal amacı şu şekilde özetle­
nebilir: Terapist hastayı geçinişte daVrandığından farklı
bir şekilde davranmaya ikna edebilmelidir. Bir hasta te-

135
rapisti istediğinden davranışlarını değiştiriyorsa, bu .dav­
ranış değişikliği tedavi için yeterli . değildir. Hastanın is­
teyerek davranışlarını değiştirmesi gerekir. Ama psikote­
rapinin bu amacında temel bir paradoks yatar. Bir kişi
bir başkası tarafından «isteyerek» davranışlarını değiştir­
meye nasıl ikna edilebilir? Bir anlamda, her ikna eyJe.
minde bir miktar «imrendirıne» - daha doğrusu «kandır­
ma» da söz konusudur. Yönehirnci olmayan psikoterap �
de bu paradoks yönehirnin yadsınması ve değişmenin
kendiliğinden meydana gelen bir değişme olarak tanım�
lanmasıyla çözülür.
Freud psikanaliz tekniğini keşfetmekle, oldukça seç­
kin nitelikler taşıyan tedavisel bir ortam yaratmıştır. Psi­
kanalizin en can alıcı noktalarından birisi, psikanalistin
hastanın söylediklerini etkilernemeye çalışmasıdır. Böy­
lelikle, hastanın söylemek istediklerini doğallıkla söyle­
mesi sağlanmaya çalışılır. Ama günümüzde tempistin
hastanın her söylediğine etki etmeye çalıştığını belirten
ipuçları kolaylıkla görülebilmektedir (Psikanalizden ge­
çen hastaların daha ·çok seksüel,. Jung'iyen tedavi gören
hastaların daha çok Jung'iyen seınbolizmine uygun
rüyalar görmesi, terapistin hastaya etki ettiğini göste­
ren kanıtlar değilmidir?) Freud, hastanın söylediklerine
ve yaptıklarına etki edilmemesigerektiğini belirterek bir
paradosk yaratmıştır; çünkü psikoterapi ilişkisinin bağ­
laını hastanın söylediklerine etki etmek ve has tayı teda­
vi etmek için düzenlenmiş bir bağlamdır. Bir başka de­
yişle, hastanın değişmesine yol açan bir çerçeve içinde;
Freud, hastaya olabildiğince az etki etmeye çalışmıştır.
Böylece de yöneltimci. olmayan psikoterapi yakl8şımının
en temel paradaksuyla hastayı kıvkıvrak yakalamıştır.
Freud psikanalizi keşfettiği zaman, başka tedavi tek­
nikle,riyle tedavi edilemeyen hastaları tedavi etmeye ça-

136
lışmıştır. O zamanlar günümüzdeki gibi bir çok psikote­
rapi yaklaşımı yoktu. Freud'ün döneminde, çeşitli psiko­
terapi teknikleri olmasına karşın, Freud uzun süre alması
ve pahalılığı nedeniyle psikanalizin ulu orta herkese uy­
gulanmaması gerektiğini belirtmiştir. Psikanalizin ancak
diğer teknikler etkisiz kaldığı zaman kullanılması gerek­
tiğini vurgulamıştır. Hiç bir ayırdetme olmaksızın, her
hastaya bu tekniğin uygulanması, yalnızca lc.ıstiği patlak
bir arabanın lastiğini tamir edebilmek için, çok lüks bir
tamirhane açmaya benzemektedir.
Bir zamanlar psikanaliz en çok tercih edilen bir psi­
koterapi tekniğiydi. Günümüzde artık psikanaliz pek .o
kadar baştacı edilen bir psikoterapi yaklaşımı değildir.
Psikanalizin başarılı olması demek, aynı şekilde başarılı
olan diğer tekniklerle bazı ortak özelliklerinin bulunması
demektir. Diğer tedavi teknikleri psikanaliz sürecinde ka­
zandırılmaya çalışılan «İç, görü»ye benzer bir iç-görünün
kazandırılınasına pek ağırlık vermemektedir. O zaman
ya bu tekniklerin hastayı gerçekten değiştirmediği iddia .
edilmeli ya da (a) iç-görünün olduğu kadar başka etmen- .
lerin de önemli rol oynadığı (b) iç-görü yerine iç-görü­
den bağımsız olarak yönehirnci ve yönehirnci olmıyan
tedaviler arasındaki ortak özelliklerin hastayı değiştirdi­
ği iddia edilmelidir. Burada amaçlanan şey, iletişim açı­
sından psikoterapi incelendiği zaman, çeşitli psikoterapi
yaklaşımlarındaki önemli benzerlikleri göstermektir. Kuş­
kusuz, yönehirnci olmayan psikoterapi yaklaşımları ara­
sında önemli farklılıklar da vardır: ama bu iki yaklaşım
arasındaki benzerlikler tüm psikoterapi yaklaşımları ara­
sındaki ortak özellikleri apaçık bir şekilde görülebilecek
bir şekilde göz önüne serer. Bu iki yaklaşım arasındaki
benzeriikiere bir önceki bölümde bir miktar değinilmişti.
Bu benzeriikiere ek olarak şu benzerlikler de sıralanabi­
lir.

1 37
Psikanaliz (a) hastaya neden hasta olduğunu ve te­
davi sonucunda neden iyileşmesi gerektiğini açıklar. Psi­
kanalistin yaptığı bu açıklamalar, diğer psikoterapi yak­
laşımlarında verilen açıklamalardan daha karmaşıktır.
Psikanalistin açıklamaları tedavi sona erdikten sonra
bile, hastanın içe-bakış (introspection) yapmasını yürek­
lendirir. Bir anlamda psiİmnaliz hastaya kendisini (tabii
başkalarını da) analiz edebilmeyi öğretir. Öte yandan kı­
sa-süreci psikoterapiler hastaya tedavi sonucunda neden
değişmesi gerektiğini oldukça yalın bir dille açıklar.
Özetle, tüm psikoterapi yaklaşımları tedavi sonucunda
hastaya neden iyileşeceğinin bir rasyonelini verir. (b) Kı­
sa-süreci tedav!].erde olduğu gibi, psikanalizde de değiş­
menin sorumluluğu hastaya yUklenmiştir. Hasta bir so­
runu konusunda akıl danıştığı zaman sorunun hakkında
sen ne hissediyorsun vb. cümlelerle karşılık verilir; Böy­
lelikle hastanın kendi sorunuyla kendisinin uğraşması sağ­
lanmaya çalışılır. Psikanalistin hastayı sorumlu bir ko­
numa yerleştirmeyi başardığı ilk otunundan itibaren, te­
davi süresince oturumlarda ne olacağının sorumluluğu
sürekli olarak hastaya yüklenir. Bu durum kısa-süreci
psikoterapilerde de çok farklı değildir. Kısa-süreci bir
psikoterapist bu durumu Size yardım edemem; ama sizin
kendi kendinize yardım edebilmeniz için size yardım
edebilirim diyerek açıkça belirtebilir. Bir başka deyişle
kısa-süreci bir terapist hastasının değişme sorumluluğu­
nu almasını apaçık bir şekilde ifade eder. (c) psikanaliz
hastayı kendi kendisini cezalandırma olarak tanımlana­
bilecek bir sıkıntıya sokar. Hasta umursamaz ve hiç bir .
sorunu yokmuş gibi görUnen bir insana karşı hayatının
en gizemli, duyarlı alanlarını ve tUm yetersizliklerini,
zayıflıklarını tatsız anı ve düşüncelerini anlatmak zorun­
dadır. Bir de tUm bunlara ek olarak, tedavinin ne zaman

138
sona ereceğini bilmeksizin hastanın dikkate değer bir
miktar olan tedavi ücretini ödemesi gerekmektedir. (Bir
çok psikoterapist tedavi ücretinin dikkate değer bir öl­
çüde ve hastanın çektiği sıkıntının bir parçası olması ge-
-
rektiğini belirtirler) .
Tedavi_ sürecinin yarattığı bu sıkıntı ancak hasta
belirtisinden kurtulduğu zaman sona erer. Hatta, ger­
çek değişmenin uzun bir süre içinde yavaş yavaş doğa­
cağı görüşünden dolayı, hasta iyileşse bile, psikanalitik
süreç bir süre daha sürdürülebilir. Psikanalizde hızlı
değişme «balayı », «aktarım iyileşmesi» veya « Sağlığa
uçuş » şeklinde nitelenmektedir. Oysa sorunun sürüşü­
nün nedeni tedavinin uzun sürmesinden de kaynaklana­
bileceği akla belebilir. Çoğu kez hasta analiz sona erdik­
ten sonra daha hızlı bir şekil de iyileşir. Kısa-süreci teda­
vilerde ise terapist hastanın yaşamına karışır; hastayı .
değiştirir. Hemen ardından değişmenin terapistden ba­
ğımsız bir şekilde sürebilmesi için hastadan kendisini
süratle uzaklaştırır.
Psikanaliz süreci hasta tarafından hoş vakit geçirme­
nin bir şekli olarak algılanırsa, bu demektir ki, psikana­
liz etkili olmamıştır. Madem ki, psikanaliz hastayı ceza­
landırıcı bir yaşantıdır. O halde, psikanaliz sürecine has­
tanın kendi kendisini cezalamasını sağlayan bir işlem
olarak bakılabilir. (d) Bir çok kez belirtildiği gibi, psika­
nalist izin vericidir. Hastanın belirtisel bir şekilde dav­
ranmasını yasaklamaz; hastaya karşı çıkmaz. Kısa-süreci
terapist ise bu konuda daha da öteye gider ve hastadan
belirli bir şekilde davranmasını ister. İşte. bu noktada
her i.ki yaklaşımda birbirine benzemektedir. Çocukları­
nın yaramazlık yapmasına izin veren bir ana - baba bir
anlamda çocuklarını yaramazlık yapmaya yüreklendir­
ınektedirler. Psikanalistte aşırı ölçüde izin verici tutu-

139
muyla, hastanın belirtisel bir şekilde 'davranmasına izin
vermektedir. Psikanaliz sürecine bu gözle bakarsak, kı­
sa-süreli psikoterapilerde bulunan · paradoksal durumun
psikanalitik süreç .içinde de bulunduğunu görürüz. Has­
ta belirtisel bir şekilde davranmaya yüreklendirilirse,
belirtileri yoluyla ilişkillin kontrolünü kazanamaz. Hasta
belirtisel bir şekilde davranınayı sürdürürse, terapistin
üstünlüğünü kabul etmiş olul'. Belirt is el bir şekilde dav­
ranmaktan vaz geçerse de, yine benzer bir şekilde bir
ödün vermiş olur; çünkü terapistin esas amacı hastayı
de�ştirmektir. Özetle, kısa-süreci terapist de, psikanalist
de değişmeye karşı gösterilen dirençle benzer bir şekilde
uğraşmaktadırlar. Hasta direnç gösterdiği zaman, her iki
terapist de direnci yüreklendirir ve bu direnci işbirliği­
ne geçme şeklinde nitelemeye çalışır. Direnç, işbirliği
şeklinde tanımlandığı zaman büyük ölçüde etkisini yiti·
rir.

Bu benzerlikler pek kapsamlı olmamasına karşın,


psikoterapi sürecinin tüm psikoterapi yaklaşımlannın
aralarındaki ortak özelliklere göre · incelenmesinin olduk­
ça ödüllendirici olacağını açıkça göstermektedir. Psikote­
rapi olayının daha · · dakik bir bilimselliğe ulaşahilmesi
için, bir kişiyi kendiliğinden farklı bir şeıkilde davrandın­
labilecek çeşitli tekniklerin sentezine ulaşılması gerekir.
Bir başka deyişle, bir kişi bir çıkmaza girdiği zaman,
« içinden geldiği» gibi davranmaya başlar. Bu demektir
ki . bu kişi alışageldiği gibi davrandığı sürece içinde bu­
lunduğu çıkmazdan çıkamayacaktır. O zaman bu kişinin
daha - önce davrandığı 'Şekillerden farklı bir şekilde dav­
ranması gerekmektedir. İşte, psikoterapi olayına bu açı­
d�n baktığımız zaman karşımıza doğudinlerinde «ermiş­
liğe» veya «Özgürlüğe» erişme örüntülerine benzer bir gö­
rüntü çıkmaktadır. Bu konuyu inceleyen Alan Whatts şöy-

1 40
le der: Tüm özgürlük teıknikle,ri kişinin gerçeği kendisinin
araştırmasını ve bulmasını gerekli . kılar. Yalnızca bir kişi­
ye gerçek hakkında bilgi vermek yeterli değildir. Kişinin
eyleme geçmesi, zıttım buluncaya dek doğruymuş gibi
kabul ettiği sayıltılarının üstüne üstüne gitmesi ve bu
sayıltılan sınaması gerekir. İşte bu nedenle, özgürlük
öğretmeni Öğrencisine doğruymuş gibi sarıldığı sayıltıla­
nnı sınatabiirnek için olmadık yollar dener. O zaman be­
lirli bir bilinç düzeyine ulaşabilmek için, doğa üstü ve
büyücülükle ilgili hiç bir şey aramaya gerek yoktur. Ge­
leneksel teknikler çok karmaşık ve güçtür. Bilge bir ki- ..
şiyle (Zen Master) bir başkası arasındaki ilişkide ne olup
bittiğini iletişim açısından betimleyebilmek için, belirli
yollar bulmamız gerekir. İşte, bu şekilde psikoterapi ola­
yına· yaklaştığımız zaman, karşımıza Judo oyununda
gözlenen bir durum çıkar; Usta atak yapmaz, öğrenci­
nin atak yapmasını bekler; Öğrencinin soru sormasına
izin verir. Öğrenciden bir atak geldiğinde, bu atağa karşı
koymak yerine, atakla birlikte yuvarlanır; ta ki, öğrenci­
nin sorusunun hatalı temelini buluncaya ve öğrenciyi ala­
şağıedinceye dek. . . »
Aydınlığa erişme yolları ve psikoterapi basitleştiri­
lecek olursa, her iki yöntemin de benzer paradokslan
içerdiği görülür. Gerek psikoterapide olsun, gere:k aydın­
lığa e.rişine yollarında olsun, yardım dileyen kişi, yardım­
sever bir çerçeve içinde, bir yandan alışa geldiği bir bi­
çimde davranmaya yüreklendirilir. Öte yandan, bu kişi­
nin alışa geldiği bir biçimde davranması bu kişiyi büyük
bir sıkıntıya sokar. Bir kişi bu tür bir paradoksal duru­
mu, ancak daha önceden hiç davranmadığı bir şekilde
davranarak çözebilir. Dolayısıyla kendisini bir pranga
malıkumu haline getiren belirtisinden kurtulabilir.

141
BÖLÜM 5
ŞİZOFRENİK BiREY VE TEDAVİSİ

Bu bölümde şizofrenik bireyi değiştirme teknikleri


açıklanmaya çalışılmıştır. Bu tekniklerin anlaşılınasım
kolaylaştırabilmek için önce şizofrenik bireyde neyin de­
ğiştirilmesi gerektiği konusu üzerinde durulmuştur.
Şizofreniyi açıklamaya çalışan kurarnların büyük
bir bölümü, şizofrenik hastaların psikoterapi yoluyla te­
davi· edilemeyeceklerinin düşünüldüğü bir dönemde öne­
rilmiştir. Bu kurarnlarda şizofrenik birey gerçeklerle te­
masını yitirmiş bir kişi olarak kabul edilmiştir. Çoğu kez
bu kurarnlarda önerilen fikirler ile terapistlerin hastala­
rıyla uğraşma biçimleri arasında yakın bir ilişki kurmak
oldukça zordur. Son yıllarda şizofreniyi tedavi edebilmek
için yeni teknikler geliştirilmiştir. Bu teknikler birbirle­
rinden çok farklıymış gibi · görünmelerine karşın, hepsi
de aynı amaca hizmet etmekte ve birbirlerine benzemek­
tedir. Yeni teknikleri kullanan terapistler bazen hastala­
rıyla yoğun bir savaşıma girmekte veya kalpten kalbe
konuşmaya çalışmakta, ya da küçük bir bebek gibi onla­
rın karınlarını doyurmaya çalışmaktadırlar.

Şizofrenik Etkileşim

Şizofrenik bir kişinin kişilerarası ilişkilerrdeki güç­


lükleri konusunda pek çok şey söylenilmiştir. Bununla c

birlikte, şizofrenik bireyin davranışlarını normal insan­


larınkinden ayırabilecek dakik bir sistem henüz gelişti­
rilememiştir. Çoğu kez, şizofrenik birey zayıf ego, il­
kel mantık ve düşünce kopukluğu gibi içsel süreçler açı-

1 42
sından incelenmeye çalışılmış; kişilerarası ilişkilerdeki
davranışları üzerinde pek durulmamıştır. Aşağıda, hasta­
hanede yatmakta olan iki şizofrenik kişi arasında yer
alan konuşmanın küçük bir bölümü iletişim açısından
kısaca incelenmiştir. Daha sonra bu konuşma daha ay­
rıntılı bir şekilde analiz edilmiştir.

- Smith : Hava alanında mı çalışıyorsun, he?


- Jones : İş denince ne düşünürüm biliyor musun?
Haziranda 33 ünde olacağım.
- Smith : Haziranda 33 ?
- Jones : Haziranda 33 yaşında. Buradan ayrıldık-
tan sonra, bu görduğüm pencereden gi­
der. Böyle sesimi kazanamam. Sigara el­
de ederim.
Ben uzaydan gelen bir yaratığım tamam
mı?

Daha öncede belirtildiği gibi bu konuşmayı analiz


edebilmek için gerçeklerden uzaklaşma, kopuk düşün­
me ve otizm gibi içsel süreçler üzerinde durulabilir. Al­
ternatif bir yaklaşımda bu adamların kişilerarası dav­
ranışlarını .dikkate almaktır.
Psikiyatrik bir açıdan şizofrenik bir kişiye en azın­
dan üç ayrı şekilde yaklaşılabilir. Bunlardan ilki klasik
yaklaşımdır. Bu yaklaşımda bu iki genç adamın ger­
.çeklerle temasları olup olmadığı saptanmaya çalışılır.
Bu kişilerden biri uzaydan geldiğini, diğeri hastahanenin
bir hava alanı olduğunu söylerse, bu yaklaşıma göre
düşünen bir terapist verileri daha fazla derinliğine ana­
liz etmeye gerek duymadan şizofreni tanısı koyabilir.
Klasik psikiyatrik kurarn belirli organik patolojilerin­
den ötürü bu kişilerin birbirlerine cevap vermeye çalış­
madıklarını birbirlerine karşı tümüyle rastlantısal bir­
şekilde dav �ndıklarını ileri sürer.

143
İkinci yaklaşım içpsişik yaklaşımdir. Bu yaklaşım­
da bu kişilerin düşünce süreçlerine odaklaşılmaya ça­
lışılır. Analist hastaların ne düşündüğünü; oldukça ga-
. rip görünen . çağrışımlarının ne tür bir mantık sonucu
ortaya çıktığını anlamak ister. Ayrıca, konuşmanın an­
lamlı olduğuna ve çarpıtılmış düşünce süreçleri üzerine
temeUendiğ;ine inanır. Bu nedenle bu yaklaşıma göre
düşünen bir terapist belirli cümlelerin neden söylenil­
diğini anlayabilmek için. yalnızca söylenenlere odaklaş­
manın yeterli olmadığını, hastaların yaşam geçmişleri­
nin de bilinmesi gerektiğini . savunur. İçpsişik kuram·
cıya göre, bu adamlar apaçık bir şekilde şizofreniktir;
çünkü söyledikleri cümleler kökenieri derinlerde yatan
fikirlerin simgesel bir şekilde anlatımından başka bir
şey değildir.
Üçüncü yaklaşım iletişimsel xaklaşımdır. Bu yakla­
şım, adamların kendi düşüncelerine olduğundan daha
çok birbirlerine karşı cevap vermeye çalıştıklarını ileri
sürer. Bilimsel açıdan bu yaklaşımın en kuvvetli yönü
gözlenebilen verilel'e önem vermesidir. İnsanların birbir­
leriyle etkileşme biçimleri gözlenebilir. Ama, düşünce
süreçlerinin tanımlanması kaçınılmaz bir şekilde bir
takım varsayımiara dayanmak zorundadır. İletişimsel
yaklaşımın en zayıf yönü ise normal insan iletişimleri­
ni, normal olmayan iletişim biçimlerinden ayırabilecek
bir betimleme sisteminin henüz geliştirilmemiş olması­
dır.
Kişilerarası ilişkileri tutarlı bir şekilde sınıflayabi­
lecek bir sistemin, hem kişilerarası ilişkileri · bu ilişki·
lerde gözlenen örüntülere göre sınıflayabilmesi, hem de
psikopatoloji türlerini ortaya kayabilmesi gerekir. Bu
tür bir sistem geliştirilebildiği takdirde yalnızca eski­
miş bir sisteme temellenmiş olan tanı koyma sorunu

144
çözümlenmekle kalmayacak, aynı zamanda psikopatolo­
ji etiyoloj isi sorunu da büyük ölçüde çözümlenmiş ola­
caktır. Tüm bu söylediklerimizden şu tür bir sonuç
çıkarılabilir: Bir hastanın gerçeklerden uzaklaştığının
belirtilmesi, onun gerçeklerden uzaklaşmasına neden
olan süreçler hakkında pek fazla dikkate değer bilgi
vermez. Ama, hastanın insanlarla normal dışı bir şekil­
de etkileştiği belirtilirse, onun bu şekilde davranmasına
neden olan öğrenme durumları dikkatimizi çekmeye
başlar.

ilişkide Kontrolden Kaçınmak


Birinci bölümde bir kişi için bir başkasıyla ne tür
bir ilişki içinde olduğunu belirtmekten kaçınmanın güç
olduğunu, hatta olanaksız olduğunu belirtmiştik. !lişki­
lerde neyin yer alması gerektiğini belirtmekten, böylece
ilişkiyi tanımlamaktan kaçınmanın bir yolu da vardır.
Bu da kişinin söylediklerini geçersiz kılmasıdır. Kişi
söylediklerini geçcrsizleştirdiği zaman, ilişkisini tanım­
lasa bile, bu tür bir tanımlamanın pek bir anlamı yok­
tur.
Bir çok kez belirttiğimiz gibi insanların en azından
iki ayrı düzeyde iletişimde bulunabilmeleri, onlara bir
ilişkiyi belirtmeyi, aynı zamanda bu ilişkiyi yadsıyabil­
me olanağı vermektedir. Örneğin, bir kişi sanıyorum bu­
nu yapmamalısınız; ama neme gerek bunu söylemek
bana düşmez derse, bu kişi, bir yandan öteki kişinin na­
sıl davranması gerektiğini söylemekte, dolayısıyla ilişki­
yi tanımlamakta, öte yandan, ilişkiyi bu şekilde tanım­
ladığını da yadsımaktadır. İşte bazen, bir kişinin kendi­
ne güveni olmadığından söz edildiği zaman aniatılmak
istenen şeyde budur. Bir adam hanımının bir dileğine
karşılık hayır yapmayacağım deyip gazetesini okumaya

145
dönerse, bu adam bir anlamda güvenli davranmakta ve
hanımı ile olan ilişkisini kendi isteği doğrultusunda ta­
nımlamaktadır. Bir başka adam da aynı dileğe yapmak
isterdim, ama çok başırn ağnyor diyerek cevap verir­
se, bu adam da hanımının dileğini yerine getirmemek­
te, ancak söz konusu iletisini tutarsız bir şekilde nite­
lemektedir. Bir başka deyişle bu adam ilişkiyi tanım­
layan kişinin kendisi olduğunu yadsımaktadır; çünkü
söz konusu dileği yerine getirmekten onu alıkoyan şey
kendisi değil, başağrısıdır. Aynı şekilde, bir adam sar­
hoşken karısını döver ve tüm suçu içkiye yüklerse, bu
adam da davranışıarına sorumluluk almaktan kaçınma­
ya çalışmaktadır. Bu tür tutarsız nitelemeler bazen sö­
zel olabilir. Örneğin, onu yapmayı demek istememiştim
gibi. Bazen de zayıf bir ses tonu, küçük bir duraksama,
veya ktı;ük bir vücut hareketi şeklinde olabilir. Tüm
nitelernelere genel bir çerçeve sağlayan etkileşimin Ye­
raldığı bağlam da ilişkiyi tanımlamak için yapılan bir
çalımı geçersiz kılabilir. Kavga edilemeyecek bir yerde
bir kişinin bir başkasını kavgaya davet etmesi buna
güzel bir örnektir.
İlişkileri tanımlamaktan kaçınma biçimlerini bir
kişiden bir başkasına giden her iletiyi dört öğeye böle-
·

rek kısaca özetleyebiliriz.

(a) Ben
(b) bir şey söylüyorum
(c) size
(d) bu durumda

Bir kişi bu dört ögeden birini veya tümünü yadsı­


yarak bir başkasıyla ilişkisini tanımlamaktan kaçınabi­
lir. (a) kendisinin ilettiğini (b) bir şey ilettiğini (c) kar­
şıdaki kişiye ilettiğini veya (d) iletişim bağlamını yadsı-
yabilir.

146
İlişkileri tanımlamaktan kaçınma biçimlerinin zen­
ginliğini şu örneklerle açıklayabiliriz.
(a) Bir kişi kendisinin bir ileti ilettiğini yadsıya­
bilmek için, kendisini bir başkasıymış gibi tanıtabilir.
Örneğin, bu kişi takma bir ad kullanabilir; kişisel ola­
rak konuşmadığını, statüsü gereği konuştuğunu belirte­
bilir. Söylediği şeyi amirinden veya profesöründen gelen
bir iletiymiş gibi niteleyerek kendisinin yalnızca aktarıcı
görevi gördüğünü belirtmeye çalışabilir. Bir başka de­
yişle, ona söylediği şeyi söylettiren bir başkası vardır;
ya da Allah söyletmiştir.
İletilerinin kendi içindeki istem dışı kuvvetlerin bir
sonucu olduğunu belirterek de, bir kişi söylediklerini
yadsıyabilir. Örneğin, benim canımı sıkan sen değilsin;
yediğim şey diyebilir. Böylelikle, bu kişi yaptığı yakın­
maların ilişkiye yöneltilmiş bir ileti olduğunu yadsıma­
ya çalışabilir. Hatta, bazı durumlarda bazı kişiler daha
da ileriye giderek kusabilirler; donlarına işeyebilirler.
ve tüm bu davranışların organik nedenlerden kaynak­
landığ,ını, ilişkiye karşı yöneltilmiş bir eleştiri olduğu­
nu yadsırnaya çalışabilirler.
(b) Bir insanın bir şey söylediğini yadsımasının en
kolay yollarından biri unutkanlık gösterınesidir. Bir baş­
ka yol da söylediği şeyin yanlış anlaşıldığını belirtmek­
tir. Bazı kişilerde kendilerine özgü yapay bir dil uydu­
rabilirler; bir sözcüğü çocuksu bir şekilde heceleyerek
söyleyebilirler. Bu tür davranışları yapan kişilerin ama­
cı bir şey söyleyip. aynı zamanda o şeyi söylediklerini
yadsımaya çalışmaktır.
(c) Bir kişi bir başkasına bir şey söylediğini yad­
sıyabilmek için kendi kendine konuştuğunu belirtebilir;
karşıdaki kişiyle bir başkasıymış gibi konuşabilir. O ki­
şiye değil, onun statüsüne veya mesleğine konuştuğunu

147
belirtebiİir. Örneğin, bir kişi tüm tic�et yapan kişilere
bir eleştiri yaparak, kapıya gelen satıcı bir kişi ile alay
edebilir. Hatta bu konuda bir kişi daha da ileriye git­
mek isterse, çok yakın bir arkadaşının arkadaş olmadı­
ğını gizli bir polis olduğunu ileri sürebilir.
(d) İçinde bulunduğu bağlaını yadsıyabilmek için
bir kişi söylediklerini bir başka zamana veya yere' yük­
lemleyerek söyleyebilir. Örneğin «Geçmişte başıma çok
şey geldi; çok kötülük gördüm. Artık fark etmiyor.» di­
yerek, şu anda içinde bulunduğu ilişkiye· bir eleştiri yö­
neltebilir. Kişi içinde bulunduğu bağlarnın yerini yadsı­
yabilmek için, konuştuğu bağlarnın yerini değiştirmeye
çalışabilir. Örneğin hasta bir kişi psikiyatristin ofisini bir
hapishane olarak niteleyebilir.
Özetle, bir kişi bir başka kişi ile ne tür bir ilişki
içinde olduğunu belirtmekten konuşan kişinin kendisi
olduğunu, karşıdaki kişiye· bir şey dediğini ve içinde bu­
lunuğu bağlaını yadsıyarak ilişkiyi tanımlamaktan kaçı­
nabilir.

Şizofrenik Kişilerin Kişilerarası ilişkilıeri

Görüldüğü · gibi ilişkinin tanırnından kaçınma yollan


şizofrenik belirtilerin bir listesini oluşturmaktadır. Psiki­
yatristler hastaianna şizofreni tanısını onlann iletileri­
ni niteleyiş biçimlerindeki tutarsızlığı dikkate alarak
koyarlar. İletiler arasındaki tutarsızlıklar sözcükle·rden,
küçük bir gülümserneden veya garip bir ses tonundan
oluşabilir. Bir hasta konuşmasını sürekli olarak üçün­
cü bir kişiymiş gibi nitelerse, psikiyatrist onda bir ben­
lik yitimi olabileceğini düşünür. Hasta «seslerin» ona bir
şeyler söylettirdiğini belirtirse, psikiyatrist hastanın
varsanılan üzerinde. durur. Hasta bir hapishanede veya

148
bir şatoda olduğunu belirterek hastahanede yattığını
yadsımaya çalışırsa, psikiyatrist hastanın gerçeklerden
uzaklaştığını not eder. Hasta tutarsız bir ses tonu ile
duygusal bir cümle söylerse, bu psikiyatristin dikkatini
çeker. Hasta psikiyatristin söylediklerine cevap vermez
ve sürekli olarak davranışlarını tutarsız bir şekilde ni­
telerse', psikiyatrist hastanın otistik olmasından kuşku
duyar. Kuşkusuz, tüm bu söylenenler şizofreniğİn insanı
dehşete kapııran öznel yaşantılarının bir özeti olmaktan
daha çok iletişimsel davranışlarının bir özetidir.
Görüldüğü gibi şizofrenik bir kişinin belirtilerinin
özünde bazı iletişim sorunlan yatmaktadır. Bir ilişkinin
tanımını yapmaktan, ya da ilişkide ne tür davranışların
yer alacağını belirtmekten kaçınmaya bir kişi kesin kes
kararlıysa, bu kişi bu işi ancak şizofrenik belirtiler gös­
tererek başarabilir.
Daha önce de belirtildiği gibi şizofrenik olmayan
kişiler de bazan ilişkilerini tanımlamaktan kaçınabilir­
ler. Örneğin bir kişi bir davranış yapar ve söz konusu
davranışı içki yüzünden yaptığını belirtebilir. Bu tür
yadsımalar oldukça özel bir nitelik taşıyan ilişkilerin
tanımını yapmaktan kaçınmanın yollarını oluşturur. Bu
nedenle bu tür patolojilerin şizofreniden başka patolo­
jilerin kapsamı içinde ele alınması gerekir. İletişim açı­
sından şizofrenik bir kişinin diğer insanlardan en
önemli farkı şudur: Şizofrenik bir kişi yalnızca bir şeyi
söylediğini veya yaptığını yadsımakla kalmaz, aynı za­
manda yadsımasını öyle bir şekilde yapar ki, yadsıdığını
da yadsır. Örneğin, kendisine takma bir isim takınakla
yetinmez, öylesine uyduruk takma bir .isim kullanır ki,
bu adın onun adı olmadığı apaçıktır. Örneğin, ben Sta­
lin'im der. Özetle, normal insanlar veya nörotik kişiler
ancak belirli durumlarda ve belirli bir düzeyde Uetileri-

149
ni yadsırken, şizofrenik kişiler hemen hemen her durum­
da ve düzeyde iletilerini yndsıyabilmektedirler.
İletişim açısından şizofrenik davranışlan daha açık
bir şekilde göz önüne serebilmek için sık sık rasianabi­
lecek bir olayı ele alalım. Normal koşullarda kibriti ol­
mayan ve sigarasını yakmak isteyen bir kişi bir başka­
sına, ateşinizi rica edebilir miyim der. Bu kişi kibrit ih­
tiyacını belirten iletisini tutarlı bir şekilde niteler ve
ilişkiyi tanımlamaya çalışır. Bir başka deyişle bu kişi
bu ilişki benim bir şey rica edebileeeğim bir ilişkidir
demektedi r. Aynı durumda şizofrenik kişi sigarayı çıka­
rıp, sanki hiç eşi görülmemiş bir nesneymiş gibi havada
tutup ona bakabilir. Bu tür bir kişi ile karşılaşan kişi
oldukça özel bir iletişim öriintUsünün yürürlükte olduğU
bir ilişki ile yüz yüze gelmektedir: Ondan kibrit istenil­
ınediği halde kibrit istenilmiştir. Bir başka örnekte şöy­
le olabilir: Şizofrenik kişi hiç tanımadığı bir kişi ile
aynı odada bulunmak zorunda kalırsa, o kişi ile konuş­
maz; o kişiyi orada yok farzeder. Yapacak hiç bir şey
bulamazsa, odada bulunan oldukça önemsiz bir şeyle
aşırı ölçüde ilgileurneye çalışır. Örneğin havada uçan bir
sinekle ilgilenir ya da oldukça düşüneeli görünebilir. Bu
ve buna benzer davranışlanyla şizofrenik kişi karşıdaki
kişi ile ne tür bir ilişki içinde olduğunu belirtmekten
ve ilişkiyi tanımlamaktan sürekli olarak kaçınmaya ça­
lışmaktadır.
Yeni geliştirilen psikoterapi yaklaşımlarında şizoth:ı­
nik kişilerin kişilerarası ilişkilerdeki davranışlarının sü­
rek! olarak dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir.
Bunun doğal bir sonucu olarak da, deneyimli terapist­
ler şizofrenik bir kişinin davranışlarını ilişkiye yöneitH­
miş bir eleştiri olarak almakta ve bu davranışların nasıl
yadsındığını anlamaya çalışmaktadırlar. Şizofrenik bir
kişi garip bir şekilde konuşmaya başladi� zaman, de-

ı so
neyimli bir terap ist, bu konuşmanın içeriğini
simgesel
olarak yorumlamaktan daha çok beni neden şaşırt
maya
çalışıyorsunuz, veya benimle neden bu şekilde
konuşu­
yorsunuz diyebilir.

Şfzofrenik. Bir Konuşmanın Analizi


Şimdiye dek değinilen fikirlerin ışığı altında hasta­
hanede yatmakta olan iki şizofrenik kişi arasında teybe
alınmış bir konuşmayı analiz etmeye çalışalım. Bu şizof­
renik kişiler birbirleriyle daha önceden karşılaşmış; fa­
kat aralarında hiç bir konuşma geçmemiş ve bitişik oda­
larda kalmaktadırlar. Parentez içindeki sayılar konuş­
mada analiz edilen bölümleri göstermektedir.
Jones (1) : (Yüksek bir sesle kahkaha atar 'Te susar)
Benim adım McDougle. (Bu onun ger­
çek adı değildir.)
Smith (2) : Ne iş yapıyorsun hey küçük? Bir çift­
likte filan mı çalışıyorsun?
Jones (3) : Hayır ben bir denizciyim hem de
yüksek bir sosyeteden . . .
Smith (4) : Şarkı söyleyen bir teyp. Bir teyp şarkı
söyler. Ayarlamak gerek . . . . Hmmmm . . . .
Oysa odur.. Benim havlum . . . . Hmmmm
. . . . Eeeee. . . .. Sekiz dokuz ay içinde de­
nize döneceğiz, gerekli tamiratı yaptırır
yaptırmaz. (susar)
Jones (S) : Aşk hastasıyım gizli bir aşkın.
Smith (6) : Gizli aşk. halı (güler ve susar).
Jones : ya demek öyle.
Smith (7) : Benim gizli bir aşkım yok.
Jones (8) : Aşığım; ama bir karı beslemiyorum.
Zaten o oturur; dolaşır;
iştıe bildiğin gibi.

ısı
Smith (9) : Benim bir tanem ve aşkım köpek ba­
lığı. Ha, ondan sakınmalısın.
Jones (lO) : (Uzun bir sessizlikten sonra) Benim de
yaşanacak bir hayatım olduğunu bilmi­
yorlar mı?
Smith (1 1) : Hava üssünde mi çalışıyorsun ? He?
Jones (12) : Biliyormusun iş deyince ne düşünürürn.
Haziranda 33'ünde olacağım. Danlma­
dm ya?
Smith (1 .3) : Haziranda 33 ünde mi ?
Jones (14) : Haziranda 33 yaşında. Buradan hasta­
haneden ayrıldıktan sonra bu elbise
pencereden çıb.r gider. Sigarayı da boş­
larım. Ben uzaydan gelen bir adamım
tamamını, palavra değil.
Smith (15) : (Güler) Ben gerçekten uzaydan gelen
bir uzay gemisiyim.
Jones (16) : Böyle bir çok insan deli gibi konuşur.
Ama Ripley ister inan ister inanma, is­
ter al, ister alma, sınavcıdır. Komedi
bölümünde Ripley, Robert E. Ripley
ister inan ister inanma, inanmak iste­
mezsek, hiç bir şeye inanmak zorunda
değiliz (susar). Tüm küçük rezetler çok
tek başına yalnız (susar).
Smith (17) : Ya, olabilir (geçen bir uçak nedeni ile
işitilemiyen bir cümle).
Jones : Ben sivil bir denizciyim.
Smith (18) : Olabilir (iççeker) Ben okyanusta yıka­
nırım.
Jones (19) : Yıkanmak kokar. Neden biliyor musun?
Çünkü isteyince bırakamazsın, görevde�
sin.

152
Smith : Ben istediğim zaman bırakabilirim. Dı­
şarı gitmek istediğimde de gidebilirim.
Jones : (Aynı anda konuşarak) beni ele al, ben
bir sivilim, bırakabilirim.
Smith : Sivil?
Jones : Git oradan deli . . .
Smith (20) : Sanırım üssünıüzde sivil var (uzun bir
sessizlik)
Jones (21) : Bizden ne istiyorlar?
Smith : Hmmmmm . . . .
Jones (22) : Senin ve benimle ne yapmak istiyorlar?
Smith (23) : Senin ve benimle ne yapmak istiyorlar?
Sana ne yapacaklarını ne biliyorsun. Be­
nimle ne yapmak istediklerini ben bili­
yorum.
Yasalan çiğnedim karşılığını ödeyeceğim (sessizlik).
Bu konuşmada Smith ve Jones bir yandan hem iliş­
kilerini tanımiayabilmek için çalımlar yapmakta hem de
bu davranışlarını yadsımaya çalışmaktadırlar. Bu durum
özellikle ses tonlan dikkate alındığı zaman. daha da be­
lirginleşmektedir.
Aşağıda bu konuşma iletileriri yadsınmasında yaygın­
lıkla kullanılan dört öğe açısından analiz edilmiştir. Bu
öğeler ben, size. bir şey söylüyorum, bu bağlamda diye
nitelemeye çalıştığımız ögelerdir.
Jones (1) : Konuşma Jones'un kahkahaları ile baş­
lar. Bunu bir sessizlik izler. Daha sonra Jones kendisini
takma bir isimle tanıtır. Bu takma isim Jones'un dostça
konuşmaya doğru attığı adımı yadsıyan bir davranıştır.
Smith (2) : Jones'a bir saldırıda bulunur: Bir yandan
ona «küçük» der; öte yandan dostça bir soru sorar (Jones
gerçekten kısa boylu bir kişidir). Smith bu davranışını

153
yaparken de rahat değildir; çünkü yapmacık ve çok kalın
bir ses tonuyla konuşmaktadır. Smith, Jones'un bir çift·
likte çalışıp çalışmadığını sorar. Ama apaçıktır ki, Jones
akıl hastahanesinde bir hastadır ve geçinmek için para
kazanmamaktadır. Bu davranışı ile smith Jones'a, yani
bir akıl hastasına cevap verdiğini yadsımaya çalışmakta­
dır.
Jones (3) : Jones kendisini bir sivil denizci olarak ta­
nıtarak akıl hastası olduğunu yadsımaktadır. Bu davra­
nışını da yüksek bir zümreden olduğunu belirterek yadsı­
maktadır. Jones öyle bir durum yaratmıştır ki, ne söy­
lerse söylesin Smith'e bir şey söylememektedir; çünkü ko­
nuşan Jones değildir.
Smith (4) : Smith teypten söz eder (Teyp odada Jo­
nes'un göremiyeceği bir yerdedir). Teybin şarkı söyleye­
bileceğini bilgi verebileceğini belirtir. Bu dostça uyarıyı
da yadsıyabilmek için, bir bakıma kendi kendisine konu­
şuyormuş gibi Jones'a bakarak değil de, teybe bakarak
konuşur. Sonra, hiç ilgisi olmayan bir havludan söz ede­
rek bir uyarı verdiğini yadsır. Ayrıca, yakında denize dö­
neceğiz diyerek ilişkileri hakkında bir cümle söyler; fakat
apaçıktır ki her ikisi de denizci değildir.
Jones (5): Bir sessizlikten sonra Jones, gizli bir aşk
hastası olduğunu söyler. Bu cümle Smith'in bir denizci
olmasını belirten cümleye karşılık bir eleştiridir.
Smith (6-7) Smith rahatsız bir şekilde güler; aşık
olmadığını belirtir; dolayısıyla, Jones'un söylediği şeyleri
ilişkileri hakkinda söylenilmiş şeyler olduğunu kabul et- ·

memektedir.
Jones (8): Bunun üzerine Jones ne kendi, ne de
Smith hakkında konuştuğunu bunun yerine kendine ben­
zer, kendisi gibi dolaşıp duran biri hakkında konuştuğu­
nu belirtir. Böylelikle, aslında orada dolaşan biri olma·

154
. dığından, hem . kendisinin hem de Smith'in
konuştuğunu
yadsımaya çalışmaktadır.
Smith (9): Smith köpek balığına aşık olduğunu ve
o�da?, sakınmak gerektiğini belirtir. Böylece kendisini
de
bır kopekbalığı şeklinde nitele;yerek ilişkiyi tanımlamas
ı­
nı yadsımaya çalışmaktadır.
Jones (10) : Benim de yaşanacak bir yaşamım oldu­
ğunu bilmiyorlar mı, diyerek Smith'e bir eleştiri yaptı­
ğını yadsır.
Smith (12) : Saldırgan bir şekilde .çalışmamasının
nedeni olarak yaşını gösterir; fakat 33 yaş çalışmaması
için yeterli bir gerekçe değildir. Belki 33 yerine 86· ya­
şındayım deseydi, belirli bir ölçüde söylediği ile tutar­
lılık içinde olabilirdi. Öte yandan Jones 86 yaşında oldu­
ğunu söylese bile, bunu 86 yaşındaki bir insana yakış­
mayacak bir şekilde saldırganca söylemektedir; dolayı­
sıyla yadsıdığını da yadsımaya çalışmaktadır. Şizofrenik
iletişimde görülen bu tür ileri düzeydeki tutarsızlıklar,
şizofrenik ve normal insanlar arasındaki temel farklar­
dan birisidir. Hemen hemen bu konuşmadaki tüm cüm­
leler yalnızca yadsımalardan değil, aynı zamanda yadsı­
maların da yadsınmasından oluşmaktadır. Jones, ben Mc
Dougal'ım dediği zaman bile, bunu McDougal olmadığını
belirten bir ses tonuyla söylemektedir. Bu tür yadsımala­
rın daha net bir şekilde açıklanabilmesi için dil bilimi
açısından daha ileri düzeyde analizler gerekmektedir.
Smith (13) : Smith Jones'un haziranda 33'ünde ola­
cağına dikkatini toplar. Oysa bu Jones'un söylediğinin en
az dikkate değer niteliğidir; çünkü Jones, <<Danlmadın
ya» diye bir soru sormuştur. Bu soru ilişkilerinde ne tür
davranışıann yer alması gerektiğini belirten bir sorudur.
Bu nedenle asıl bu sorunun üzerinde durulması gerekir­
di. Oysa Smith, Jones'n ilişkiyi tanımlama niteliğini ta-

155
şıyan bu cümlesini yadsımaya çalışn:uştır.
Jones (14): Jones bulundukları yerin hastahane oldu­
ğunu belirtir. Ancak bu cümlesini tüm yapması gereken
şeyin sigarayı boşlamaktan ibaret olduğunu belirterek
yadsımaktadır. Ayrıca, hiç bir kusuru olmadığını, uzay­
dan gelen bir yaratık olduğunu belirterek de yadsıdığını
yadsımaktadır.
Smith (15): Buna Smith bir kahkaha ile cevap verir.
O da bir uzay gemisi olduğunu belirtir. Karşılıklı olarak
ilişkilerini tanımlama girişimlerinde bulunmalanna kar­
şın, birşeyler paylaşan kişiler olmadıklarını ve başka bir
dünyadan gelen yaratıklar olduklarını belirten cümleler­
le ilişki tanımlarını geçersizleştirmeye çalışırlar. Bu tür
davranışlar tüm ilişkiyi kuramsal bir ilişki haline getir­
mektedir.
Jones (16) : Jones <<deli gibi» diyerek içinde bulunu­
lan bağlam ile tutarlılık gösteren bir cümle söylemek­
tedir. Ancak, bu cümleyi Ripley, komedi bölümü, << tüm
·küçük rezetler çok yalnız» ve bir takım tekerlerneler söy­
leyerek birbiriyle hiç bir tutarlılığı olmayan cümlelerle
yadsımaktadır.
Smith (17-18) : Smith Jones'un cümlelerine kendi
kendisine konuşarak cevap verir.
Jones (19) : Smith yıkanmaktan söz edince. Jones
buna katılır; fakat bu katılımını görevde olduklarını be­
lirten bir cümle ile yads ır.
Smith (20) : Bu yadsımaya katılır ve hastahanenin
bir «hava üssü» olduğunu belirtir.
Jones (21-22): Bir duraklamadan sonra, Jone's biztm­
le ne yapmak istiyorlar diyerek, ilişkilerini çalımlamaya
çalışır. Bu cümleyi Smith de yineler. Bir bakıma bu cüm·
Ider oldukça e1klı başında kişilerin söyleyebilecekleri ve
ilişkiyi tanımlamayı amaçlayan cümlelerdir.

156
Smith (23) : Smith bu çalımı kabul etmez. Senden
ne istediklerini nasıl bilebilirim. der. Bir anlamda bu ce­
vap oldukça aklı başında bir cevaptır. Ancak, Smith, da­
ha sonra yasaları çiğnedim karşılığını ödeyeceğjm diye
rek, hem yukarıdaki söylediği cümleyi, hem de içinde
bulundukları bağlaını yadsır ve hastahaneyi bir hapisha­
ne olarak niteler.
Bu kısa analizde Smith ve Jones arasındaki etkile­
şimin tüm incelikleri üze·rinde durulmamış; yalnızca ile­
tilerin dört öğesinin nasıl yadsındığı açıklanmaya çalışıl­
mıştır. Tüm bu söylediklerimizden de kolaylıkla anlaşıla­
bileceği gibi sizofrenik kişi bir başkasıyla ilişkisinin ta­
nımlamaktan kaçınınakla kalmaz, aynı zamanda karşısın­
daki kişinin de ilişkiyi tanımlamasını önlemeye çalışır.
Bu konuda öylesine ustalıklı davranır ki, işte insana şi­
zofrenik kişiye hiç bir zaman ulaşılamayacağı duygusunu
veren davranışlar da şizofrenik kişinin bu tür davranışla­
rıdır.
İki normal insan ilk kez karşılaştıklarında, birbirle­
rini karşılıklı olarak tanıtırlar ve ortak bir ilgi alanı bu­
labilmek için birbirlerinin geçmişlerini araştırmaya baş­
larlar. Gerektiği y:erde ilişkilerini daha net bir şekilde ta�
nımlayabilmek için gerekli çabayı gösterirler. Hatta bu
kişiler söylediklerini tutarlı bir şekilde nitelemekle kal­
mazlar, aynı zamanda ilişkileri üzerine odaklaşır ve iliş­
kilerini tartışabilirler. Bu yolla aralarındaki anlaşmazlık­
ları bir çözüme ulaştırmaya çalışırlar. Ama bu kişilerden
birisi gönderdiği iletileri yadsımaya kesin kes kararlı ise
bu kişi, bu işi ancak şizofrenik belirtiler göstererek ba-
şarabilir.
Tüm insan ilişkilerinin somut olduğu kadar soyut ·
bir düzeyde de amacı vardır. Örneğin kocasından belirli
bir şeyi yapmasını isteyen bir kadın, yalnızca o şeyin ye

157
.

rine getirilmesini sağlamakla kalmaz., aynı zamanda ko-


cası ile ne tür bir ilişki içinde olduğunu da tanımla­
mış olur. Normal kişiler ilişkilerini karşılıklı olarak ta­
nımlamaya çalışırken, şizofrenik kişiler «umutsuz bir şe­
kilde» bundan kaçınmaya ve de ilişkinin karşıdaki kişi
tarafından tanımlanmasını da önlemeye çalışırlar. o za­
man şizofrenik bir kişi ile psikoterapi yapılırken ona bu
olanağın verilmeyecek bir şekilde psikoterapi sürecinin
düzenlenmesi oldukça mantıksal değil midir? . Bir başka
deyişle şizofreni psikoterapisi öyle bir doğada olmalıdır
ki şizofrenik kişinin yaptığı her şeyin karşıdaki kişiye
yaptığı davranışlar olduğunu ona kavrattırmak gerekmek­
tedir.

Psikoterapi Bağlamı
Genellikle şizofrenik kişi bir tedavi kurumunda teda­
vi görür. Tedavi kurumunda çalışan personel şizofrenik
kişinin yediğini, içtiğini, nezaman ve nerede yatıp kal­
kacağını ve ne yapacağını kontrol ederler. Bu tür bir
yetke (otorite) bağlaını içinde terapist, şizofrenik kişiyi
tedavi etmeye çalışır. Tedavi bağlaını çok önemlidir; çün­
kü bu bağlam iki kişi arasında yeralabilecek davranışlara
ve ilişkiye genel bir çerçeve sağlamaktadır. Bu bağlam
nörotik hastaların içinde bulundukları bağlamdan çok
farklıdır. Terapist nörotik hastaların yaşamını kontrol
etmekte çok sınırlı bir olanağa sahiptir. Bazan, şizofrenik
kişileri tedavi etmeyeı çalışan terapist yönetim konusun­
daki çatışmalar veya personel arasındaki sürtüşmeler .ne­
deni ile şizofrenik kişiler üzerindeki kontrolünü yitirebi­
lir; ama bu durum hastanın terapisti yetkenin bir par­
çası olarak algılamasını hiç bir zaman önleyemez. Has­
taya karşı her türlü yetkeyi kullanabilme olanağına sa­
hip bir terapist hastaya yetkeci bir şekilde davranmıyor-

158
sa, bu dwumda terapistin yetkesi, yetkeye sahip olma­
dığı halde, yetkeci bir şekilde davranmaya çalışan tera­
pistin yetkesinden çok daha etkilidir.
Şizofrenik kişilerin tedavi bağlaını ile ilgili olarak şu
noktanın da belirtilmesinde yarar vardır. Terapist hasta­
ya karşı yetkeci bir şekilde davrandığı zaman, öyle bir
bağlam yaratılmıştır ki bu hastanın iyiliği içindir. Bu tür
bir yardımsever çerçeve içinde terapist hastaya karşı
kötü ve zorlayıcı bir şekilde davransa bile, bu tür davra­
nışların anlamı farklıdır. Öte yandan şizofrenik kişiler ge­
nellikle tedaviye gönül rızalan ile gelmezler. Eğer öyle
olmuş olsalardı, terapistleriyle belirli bir ilişkiyi tanım­
lamak zorunda kalırlardı. İşte, bu neden1e şizofrenik ki­
şileri tedavi etmeye çalışan bir terapist, yardım dilerneyen
bir kişiye «zorla» yardım etmeJc gibi oldukça güç bir so­
runu çözmek zorundadır.

Yetkeci Yaklaşım

Aşağıda şizofreni tedavisinde yaygınlıkla kullanılan


yetkeci yaklaşımın tipik bir örneği verilmiştir. Hasta, bir
devlet hastahanesinden kaçmış, paranoid şizofrenik bir
kişidir. Söz konusu yetkeci uygulama iyilikse:verci bir
bağlarnın yaratıldığı bir ortam içinde yer almaktadır.
Personel hastanın tüm yaşamını denetleyebilecek bir ko­
numdadır. Bu uygulama esnasında hastanın annesi bitişik
bir odada bulunmakta ve oğluna söylenen her şeyi işi­
tebilmektedir. Tedavi oturumu asistan :ve ziyaretçilerin
gözü önünde yer alır. Aşağıda bu tedavi oturumundan
teybe alınmış bir bölüm verilmiştir.
Terapist : Artık iyileşecek misin, yoksa yine akıl has­
tahanesine bir dönüş mü olacak?
Hasta: Eeee . . . Oradan başladım, anladığım zaman . . .
Anneeel Annem nerede?

159
Asistan: Bitişik odada.
Terapist: Burada, ama, anneni dışarı göndereceğim.
Ben ne söylersem onu yapmak zorunda.
Hasta: Hayır, hayır. O ne söylerse, sen onu yapmak
zorundasın, ben . . .
Terapist: Burada Allahın kim olduğunu biliyor mu-
sun ?
Hasta: Ben Allahım. (Gülüşmeler)
Terapist: Sen, öyle mi ?
Hasta: Evet.
Terapist: Seni deli serseri seni. Çabuk diz çök önüm·
de.
Hasta: Hayır sen benim önümde diz çök.
Terapist: Çocuklar, gösıerin şuna burada kim Allah
(Asistanlar hastayı zorla terapistin önünde dizçöktürür­
ler) .
Hasta: Bak . . .
Terapist: Diz çök önümde.
Hasta: Bana karşı zor kullanmaya hakkınız yok.
Terapist: Gülünç olma burada patran benim.
Asistan: Gördün mü diz çökmüş bir durumdasın.
Terapist: Şimdi ne yapıyorsun?
Hasta: Hey . . . Anneeee ! ! !
Terapist: Çocuklar bırakın şunu kalksın.
Hasta: (doğrulmaya çalışırken) Bazan insanlar . . .
Terapist: Burada patran kim?
Hasta: Ben ne söylersem yapmalısınız. Ama, belki bir
pazarlık yapabiliriz.
Terapist: Hiç bir pazarlık yok benimle.
Hasta: Yaratan benim. Söylediğimi yapmazsan, o
zaman . . . . . .
Terapist: Kim kimin önünde diz çöktü?
Hasta: Seni geberteceğim.

160
Hasta: Hayır ben Allahım
Terapist: Sana ben Allahım diyorum.
. Hasta: Eeee, herkesten daha iyi bir düşünür ve ön­
der olakoymuşum. Bana göre ben Allahım. Senin de ne
olduğunu görüyorum.
Terapist: Çocuklar bir deli ile tartışmanın anlamı
yok. Gösterin yine şuna.
Asistan: Allahın önünde diz çök.
Hasta: Bak. : . (bağırarak) Anneee.. (hasta diz çök­
meye zorlanırken itişip kakışmalar olur).
Terapist: Bırakın. üzıneyin, üzmeyin onu.
Asistan: Allahsan neden anneni çağırıp duruyorsun ?
(yine şiddetli itişip kakışmala:r) Neden anneni çağırıyor­
sun?
Terapist: Öyle ya neden anneni çağırıp duruyorsun?
Hasta: Bakın bana karşı zor kullanamazsınız.
Terapist: Burada patran benim.
Hasta: Zor kullanmaya hakkınız yok. Sen patran d�
�ilsin.
Terapist: Burada Allah kim?
Hasta: Ben
Terapist: Eeee. . . O zaman neden yerinden kalkamı­
yorsun.
Hasta: Onları itip darmadağın edeceğim. Onlara çe­
kilmelerini söyle.
Terapist: Pekala, çocuklar çekilin.
Hasta: Bu bir hata idi. Ben zaten onları darmadağın
edecektim.
Asistan:. Darmadağın etmek mi? (gülerek) Darmada­
ğın etmek ha?
Terapist: Demek darmadağın edecektin öyle mi?
Bu kısa alıntının tüm incelikleri üzerinde durmak
yerine, yalnızca en göze batan nitelikleri üzerinde durul-

161
muştur. Terapist ve hasta arasındaki en temel sorun, ki·
min kontrolcü olduğudur. Besbellidir ki, terapist bu so·
runu can alıcı bir sorun olarak kabul etmekte ve sorunun
üstüne üstüne gitmeye Çalışmaktadır. Hasta da bu soru­
nu çok önemli bir sorun haline getirmiştir. Terapist has­
taya önümde diz çök deyince hasta hayır sen benim
önümde diz çök demektedır. Hasta kendisinin Allah oldu­
ğunu söyleyince, terapist burada ben Allahım der. Bu tür
bir üstecilik (oneupmanship) savaşımında hasta dezavan­
tajlı bir konumdadır; çünkü terapistin safında yalnızca
tıbbi yetkesi değil, hastanın annesi, asistanlan, tüm bağ·
lam ve oldukça pahalı bir tedavi ücreti de vardır. Tera­
pistin bu avantajiarına karşılık hastanın ise yalnızca gü­
lünç olmaktan öteye geçeıneyecek çalımlan vardır.

Bu tür bir üsteciliğin egemen olduğu bir ilişki için­


de hasta için en kolay «kazanma» yolu pekala, eğer pat­
ran olmaya çok meraklıysan, izin veriyorum sana, pat·
ron sen ol demektir ki, genellikle şizofrenik kişilerin
davranış dağarcığında bu tür çalımiara çok sık raslan­
maz.

Bir ilişki Türünün Tannnı

Kronik veya akut olsun şizofrenik kişilerin en be­


lirgin özelliklerinden biri kendilerine söylenen şeyleri
gönül rızası ile yapmamalarıdır. Ama, ne var ki, şizof­
renik kişiler kendilerine verilen yönergelere karşı da
koymazlar. Kendisinden bir şey istenildiği zairu:!n, ne
evet, ne de hayır derler. Yalnızca kendisinden istenen
şeyi yerine getirmezler. Ama, yerine getirmedikleri dav·
ranışlannın sorumluluğunu da almazlar; ya çok düşün·
celi görünürler, ya kendilerine söylenen şeyleri duyma·

162
mazlıktan gelirler, ya çok . çaresiz davranırlar, ya sesler
işitiyqr olabilirler; ya da çok kuşkulu ve, heyecanlı . gö­
rünebilirler. :aazen de kendilerinden istenen bir şeyi yap�
mamak için hiç akla hayale gelmeyecek gerekçeler uy-
durabilirler. .

Şizofreni� kişilere zor kullanarak bir şey yaptınla­


cak bile olsa, bu durumda o şeyi tümüyle kendi biçim­
lerine ve zamanlarına göre yaparlar. Örneğin, şizofrenik
bir kişiden bir personelle birlikte bir yere yürümesi is­
tense, şizofrenik kişi o personelle yürür, ama o değil­
den amaçsızca, sanki dış kuvvetlerce çekiliyormuşcası­
na yürür. Bazı şizofrenikler de kendilerine söylenenleri
öylesine harfiyen yerine getirirler ki, o şeyleri söyleyen
kişiyi söylediği şeylerden ötürü pişman ederler. Bunun
en güzel örneklerinden birisi Waxy catalepsy durumu­
dur. Bu hastalardan ayaklarını belirli bir şekilde kaldır­
maları istenecek olsa, ayaklarını kaldırırlar ve saatler­
ce öylesine dikilip kalırlar. Örneğin, bir hastadan has­
tahanenin balıçesinde yürümesi istenir. Bu hasta zorla
kapıdan dışarı itilir. O da yürümeye başlar. Tam kar­
şısına bir ağaç çıkar. Ağaca doğru yüzü dönük, «yar­
dım sever» doktorunu çıldırtacak bir şekilde öylecene
dikilip kalır. Bu tür örneklere bazen askerlikte de rast­
lanabilir. Bazen komutanlarının verdikleri emirleri hiç
bir ayırdetme olmaksızın uygulayan askerler, komutan­
lar arasında önemli ölçüde sürtüşmelere yol açabilirler.
Şizofrenik kişiyi hastahaneye yatıran etmen bu kişinin
varsanılarmıh veya sannlarının olması değildir. Bir ki­
şinin sanrıları, varsanılan olduğu halde, bu kişi hala
toplumda yaşamını sürdürebilir. Şizofrenik kişi ne za­
man ki, en sıradan sayılabilecek ilişkileri sürdürmek­
te başarısız olur. O zaman şizofrenik kişi hastahaneye
yatırılmak zorunda kalır. Şizofrenik kişi bir ilişki için-

163
de kontrolcü bir konuma yerleştirildiği zaman bir yan­
dan sürekli olarak bu konumdan kaçınmaya çalışır; öte
yandan ilişkinin kontrolünü karşıdaki kişiye de · verme­
ıneye diretir. Bazen de başkalannın nasıl davranması
gerektiği konusunda öyle düşsel şeyler söyler ki, ister
istemez karşıdaki kişiyi kontrolcü bir konuma geçme­
ye zorlar. Biraz önce verilen örnekte hasta kendisinin
Allah olduğunu belirtmiştir. Bu davranışa bakarak has­
tanın kontrolcü bir konuma geçmeye meraklı olduğunu
düşünebiliriz.. Ama, ne var ki, şizofrenik bir kişiye bu
tür bir kontrol olanağı sağlandığı takdirde. şizofrenik
kişi poiise gider; bir yandan kendisinin Allah olduğunu
iddia eder; öte yandan da kendisinin rehine alındığını
ileri sürer. Böylece başkalarını onu denetim altına al•
maya zorlar.

Şizofrenik kişi tümleyici bir ilişki kura�dığı gibi,


başkaları ile bakışık bir ilişki de kuramaz . Şizofrenik
bir kişi rekabetçi bir ilişki ile karşılaştığı zaman, ·reka­
betten kaçınmaya ve karşıdaki kişiyi üstün olmaya zor­
lar. Şizofrenik kişiden işbirliği yapması istendiği zaman
da, şizofrenik kişi kendi payına düşeni yapmaz (Eğer
şizofrenik kişiler işbirliği yapabilmiş olsalardı, hapisha­
nede yatan mahpuslar gibi hastahane personeline baş­
kaldırır; zaman zaman hastahaneleri darmadağın ede•
bilirlerdi. Fakat bu tür olaylar hemen hemen hiç olma­
mıştır) .

Şizofrenik kişinin yaptıklarını niteleyiş biçimi, onu


ulaşılmaz bir insan haline getirir. Bu açıdan şizofreni
psikoterapisinin amacı şöyle ifade edilebilir: Şizofrenik
kişinin terapiste karşı yapmış olduğu davranışlan yad­
sımasına olanak verilmemeli, ona sürekli olarak terı;ı­
pistle ne tür bir ilişki içinde olduğunu belirtmesine . ola-

164
nak verilmelidir. Bu durum nörotik hastalar için çok
farklıdır. Nörotik hastalar terapiste sürekli olarak be­
lirli bir ilişki biçimini kabul ettirmeye çalışırlar. Şizof­
renik kişiler bu şekilde davrahamadıklan için, şizofre­
nik kişilerin tedavisinde şizofrenik kişiden her hangi
bir iliŞki türünü biçimlernesi isteınmelidir.

Bir İlişlı;i Türünün Kontrolünü Kazanma

Bir çok kez belirttiğimiz gibi şizofrenik kişi yaptığı


davranişların karşıdaki kişiye yapılmış davranışlar ol­
duğunu belirtmekten sürekli olarak kaçınır. Bu neden­
le, şizofreni psikoterapistinin nörotik kişilere karşı uy­
guladığı tekniklerden farklı teknikiere ihtiyacı vardır.
Şizofrenik kişilere karşı kullanılabilecek bir çok tekni­
ğin nörotik kişilerde etkili olmadığı saptanmıştır. Hatta
şizofrenik kişiler nörotik kişilere karşı uygulanabilecek
teknikleri etkisiz hale getirmekte oldukça ustalıklı dav­
ranırlar. Örneğin, bir kişiden bir şey yapınası istenir ve
o kişi de o şeyi yaparsa, bir ölçüde o kişinin davranış­
ları kontrol edilmiş olur. Aynı şekilde bir kişi istenilen
şeyi yapmaz ve sürekli olarak kendisinden istenilen şey­
Ieri yapmamaya diretirse, bu kişiyi başkaldırmaya kış­
kırtarak da bu kişinin davranışlannın kontrolü kazanı­
labilir. Ne var ki, bu tür taktikler şizofreniklere karşı
etkili değildir; çünkü şizofrenik kişiden bir şey yapma­
sı: istendiği zaman, şizofrenik kişi ne istenileni yapar, ne
de yapmaz� İşte bu nedenledir ki, şizofrenik bir kişiye
etki etmek Çok zordur.
Bir kişiden bir şey yapması İstenilir ve bu kişi de
o şeyi «edemediğini» belirtirse, bu kişinin de davranış­
larının kontrolünü kazanmak mümkündür. Tipiklikle
nörotik hastalar ve dirençli hipnotizma denekieri kendi-

165
lerinden istenenleri yapmayacaklarını belirtmek yerine,
«edemediklerini» belirtirler. Örneğin, histerik bir hasta
kol ve bacaklarını oynatamaz; fobik bir hasta fobik dav·
ranışiarı uyaran uyarıcılada karşılaşamaz; dirençli hip­
notizma deneği elini kaldıramaz veya istenen bir san­
rıyı göremez. Bu tür kişileri kontrol etmenin en kolay
yolu, onlara söylenen şeyleri yapamayacaklarının belir­
tilmesidir. Bu durumda, kişi kendisinden istenen bir şe­
yi edemediğini belirtirsc, terapistin yönergeleri doğrul­
tusunda davranmış olur. Örneğin, dirençli bir denekten·
hipnotiste karşı direnç göstermesi istenebilir. Bu du­
rumda denek direnç gösterirse, hipnotistin istediği bir
şeyi yapmış olur. Ne var ki, şizofrenik bir hasta, bir
şeyi « edemediğini» belirtmez. Şizofrenik bir hasta hipno­
tize edilmeye çalışıldığı zaman, bu hastanın diğer kişiler­
den ne denli farklı olduğu iyice belirginleşir. Şizofretnik
hasta, hipnotistin söylediklerine tepkiele bulunmak yeri­
ne, «kendi kafasında duyduğu seslere» tepkide. bulunur.
Böyle'likle de hipnotisti oyalar durur. İşte bu nedenledir
ki, nörotik kişilere karşı tipiklikle kullanılan hipnotizma
teknikleri, şizofrenik kişiLere karşı etkili değildir. Özetle,
şizofrenik kişi ne «evet» ne de «hayır» eliyemediği gibi
« edemediğini» de söylemez.

Zorlayıcı ilişki
Bir çok kez belirtildiği gibi; şizofrenik kişilerin dav­
ranışlarını kontrol etme yollarından biri; şizofreni'ğin
terapiste karşı tepkiele bulunduğUnu · yadsiyamayaeağı
bir ortam yaratmaktır. Bir bakıma, şizöfrenik kişi ade�
ta kapana kısılmalıdır: Her ne yaparsa yapsın terapis·
tin verdiği yönergeleri izlemek zorunda kalmalı ve iliş­
kiye katkıda bulunmalıdır. Biraz önce sözünü ettiğimiz
terapistin fiziksel olarak ,«zor» kullanması hastanın te�

166
rapiste karşı tepkide bulunmasını sağlamak için yapıl
mıştır. Şizofrenik hasta kendisini Allah olarak tanıtmak­
ta ve terapiste karşı tepkide bulunduğunu yadsımaya
çalışmaktadır. Ancak, bir insan için diz çökmüşken Al·
lah olduğunu iddia etmek oldukça zordur; çünkü Allah
diz çökmez. ft..ncak çaresiz bir hasta diz çökebilir. Fizik·
sel zor yoluyla hasta yalnızca diz çökmek zorunda bıra­
kılmış olmaz, aynı zamanda hastanın yadsımaları da
terapist tarafından kolaylıkla savuşturolmuş olur. Söz
konusu örnekte de: terapist, bir deliyle tartışmanın an­
lamı yok çocuklar, gösterin ona diyerek, hastaya ileti·
lerini yadsımaya olanak verınemeye çalışmaktadır.
Bu durumda hasta oldukça içinden çıkılınası güç ·

bir ikilem içindedir. Bir yandan kendisinin Allah oldu­


ğunu iddia etmekte, öte yandan terapiste tepkide bulu­
nan kişinin kendisi olduğunu yadsımaya çalışmaktadır.
Bu tür bir durumla karşılaşan hasta, eninde sonunda
kendisinin terapiste göre ikincil bir konumda kaldığım
k�vramak zorundadır. Kuşkusuz bu durumu hasta ko­
laylıkla kabul edemez. Terapiste karşı tepkide bulundu­
ğunu yadsımamaya başladığı andan itibaren de, terapist
ile tümleyici bir ilişki içinde olmak zorundadır. Bu tür
bir ilişki içinde de sürekli olarak terapiste karşı tepki­
de bulunmak zorundadır. O zaman da hastanın şizofre­
nik bir biçimde davranma olasılığı gittikçe azalır.

İyilikseverel Yaklaşım

Şizofrenik hastalardan bazan fiziksel zor yoluyla


dolaysız tepkiler alınabildiği gibi, yumuşak ve sakin
bir konuşma biçimiyle de aynı sonuca ulaşılabilir.
From-Reichmann her şeyi Allaha bağlayan çok dindar
bir hanım hastayı bu yolla tedavi e:tmeyi başarmıştır.

1 67
Fromm Reichmann bu hastaya Allalıma gidip söyleme�
si için şu tür yönel'geler verir: Ona benim doktor oldu­
ğumu söyle; onun ülkesinde 7 yaşından 16 yaşına dek
yaşadınız; tam dokuz yıl eder; size yardım etmedi; Öy­
leyse bana, denemek için bir fırsat versin; Sen ve ben
başarabilecek miyiz; Görmeli der. Fromm R�ichmann
bu hastayı öyle bir konuma · yerleştirmeye çaİ ışmakta­
dır ki, hasta ne şekilde davranırsa davransın, bu dav­
ranışlarının terapiste karşı bir tepki olduğunu kabul
etmek zorundadır; çünkü hasta Allalıma gidip söylemesi
gereken şeyleri söylemezse, Bir yandan Fromm Reich­
mann'a başkaldırmış olmakla kalmaz, Allahının varlığı­
nı da kuşkuya düşürmüş olur. Öte yandan, Allalıma gi­
der ve gereken şeyleri söylerse, yalnızca terapistle tüm­
leyici bir ilişki içine girmiş olmakla kalmaz, aynı zaman­
da terapistin, Allahdan daha güçlü olduğunu da kabul
etmek zorunda kalır. Bir başka deyişle, hasta, ya tera­
pistin «Üstün» olduğunu kabul etmek, ya da Allahının
varlığından kuşku duymak zorundadır.
Görüldüğü gibi yumuşak ve sakin bir şekilde veya
şiddet ve zor kullanarak verilen yönergeler hep aynı
amaca hizmet etmektedir. Örneğin, bazı te·rapistler ka­
totonik şizofrenik kişilere karşı çok yumuşak bir ş�
kilde davranarak ve bir çocuk gibi onların karınlarını
doyurarak bu hastaları tedavi etmeyi başarmışlardır.
Bu tekniğe Ferreira «annelik» adını vermiş ve bu tek­
nikle tedavi edilmiş iki kronik şiiofrenik hastayı şu şe-
kilde betimlemiştir: ..
«Bir tepsi yiyecek kucağında soğurken mumlaşmış bir ha- ·
reketsizlikle, saçı başı darına dağınık, uzak, boşluğa gözünü
dikmiş bir sandalyenin üzerinde oturuyordu. Yanına otur­
dum. Yumuşakça, neden yemediğini sordum. Yavaşça ba­
na bir göz attı ve hareketsiz kaldı. Yemeğinden söz etme•

168
ye başladım. Böyle aç, susuz, yemeğine dokunmaktan kor­
karken yemeğinin soğuyaçağını belirttim. Onu susuz ko­
yup, ölüme terkedemiyeceğimi ve karnını dayuracağıını
söyledim. Yan açık ağzına bir bardak süt uzattım. Yumu­
şak, okşayıcı, alçak ve sıcak bir ses tonu ile bir bebeğe
konuşur gibi konuşmayı sürdürdüm. «Hadi. . . . süt. . . . çok
iyi. . . . . . çok beyaz. . . çok taze, İyi süt. . . Benim sütüın . . . . . .
sana vereceğim. »

Bu teknik fiziksel zor yoluyla bir hastaya diz çök­


türmekten epeyce farklı görünmesine karşın, aslında bu
teknik de hastaya tümleyici bir ilişkiyi kabul ettirme­
yi amaçlamaktadır. Terapist konuşmayı sürdürür:
«Gözlerinde bir kıvılcım, hareketsiz dudaklannda sahte bir
gülümseme ve bir bakıma meraklı bir ifade ile bana bak­
tı. Yavaşça bardağa uzandı. Biliyorum kendi kendine içe­
bilirsin dedim ve bardağı ona verdim. Ben sütün taze­
liğinden ve içme duyumunun hoşlu!tundan söz ederken,
bir kaç yudum aldı. Ağzına bir kaç kaşık yemek tuttum.
Yavaşça biraz daha süt içti . . Sonra da yemek yedi. Yak­
laşık olarak bir bardak sütü ve . yemeğinin yarısını yarım
saatte yedi. Bu noktada, olumsuz tutumu yine belirgin­
leşmeye başlayınca hiç üstelemeden ona gülüınsedim.
Yarın yine geleceğim dedim.»

Terapist süt barda�nı hastanın dudaklanna uzattı�


zaman, hastanın terapiste karşı tepkide bulunmamaya
çalışması oldukça güçtür. Hasta sütü içmeye başlarsa
tümleyici bir ilişkiyi kabul etmek zorundadır. Buna kar­
şın, başını çevirip ağzını açmazsa, bu demektir ki. has­
ta terapiste karşı ·başkaldırmakta ve ilişkiyi tanımlaya­
bilmek ·için, hiç değilse bir adım atmaktadır. Oysa bu
örnekte hasta bardağı alır ve sütü içmeye başlar. Te"
rapist de hemencecik bu bakışıklığa do�i.l atılmış çalı­
mı kabul eder. Zorlayıcı ilişki örneğinde de, hasta tera­
pistden asistanların gitmesini istemiş olsaydı, terapist ·

hemencecik bu isteğe uyardı. Ancak, her iki örnekteı de

1 69 .
hastalar terapiste karşı bir tepkide bulunmadıklarını
belirtmeye çalışmakta ve terapisti tümleyici bir ilişki
kurmaktan alıkoymaya çalışmaktadırlar.
Şizofrenik hastaların davranışlarının kontrolünü ele
geçirebilmek için karın dayurma te�iklerinden başka
teknikler de vardır. Bu konuda Ferreira şunları söyle­
mektedir:

«Sürekli olarak dolaysız bir şekilde hasta ile konuşurum.


Cevaplarını kendi min vereceği bir çok sorular soranm.
Ona tam karşıdan bakarak gülümser; sözü sessizliğine ve
konuşmamasma getirmeye çalışınm. Hep •aynı sandalye­
de oturuyorsunuz. Galiba bu sandalyeyi çok seviyorsunuz,
öyle değil mi? derim. Biliyorum bunu bana söylemeyecek·
siniz. Yalnızca bu sandafyeyi
'
istersiniz.
.
0. . . . . . » .

Terapist bir kez hastanın tüm davranışlarını bir ce­


vap niteliği taşıyan davranışlar olarak tanımladıktan
sonra, bu hastanın terapiste karşı bir tepki gösterdiği­
ni yadsıması çok zordur. Terapist hastaya bir takım so­
rular sorup bir yandan da bu soruları kendisi cevap­
larken hastayı tümleyici bir ilişki içine sokmaya çalış­
maktadır. Aynı şekilde terapist bir sandalyeyi hastanın
sandalyesi olarak tanımladıktan sonra, hasta o sandal­
yeye. rastgele oturuyor olmuş olsa bile, bu tanım ya­
pıldıktan sonra artık rastgele oturuyor olamaz.
Bazı şizofrenik hastalar terapiste karşı bir tepkide
bulunduklarını yadsıyabilmek için yaptıkları davranış­
Ian kafalarında · duyduklan « seslere» karşı yapmış . ol·
duklannı belirtebilirler. Bu tUr hastaların davranışları
da iyilik severci bir yaklaşımla kontrol altına alınabilir. ·
(Hastanın sesizliğini yorumlayabilmek için Ferre­
ira şunları söyler):
«Sesler seni konuşmaktan alıkoyuyor dediğimde, başını sal­
ladı: Sonra durumu biraz dramatikleştirmeye çalıştım. Yu-

1 70
U:���k �
bi� ses onuyla, ona, sen 've ben bu sesiere karşı
dovu_şece�ız .. dedım. Bunun üzerine odanın boş bir köşesi­
ne gıderek ofkeyle ba�rarak havayı ve o görünmeyen ses­
leri dövmeye başladım. Defalun Kathy'i rahat bırakın de­
dim. Hasta benim bu durumuma ola�anüstü bir dikkat
gösterdi. Sonra benim yaptı�ım bu · maskaralıklara kahka­
ha patlamalanyla tepki göstermeye başladı. İlk kez ko�
personeli ve ben onu gülerken görüyorduk.»

Yukandaki örnekte de terapist hastanın davranış­


lannın kontrolünü ele geçirebilmek için, u seslere» karşı
hastanın safında yer almaya çalışmaktadır. Bu durum­
da hasta sesiere tepkide bulunmuş olsa bile, belirli bir
ölçüye kadar terapiste de' tepkide bulunmak zorunda­
dır. Çünkü terapist söz konusu seslerin kendi denetimi
altında olduğunu belirtmektedir.
Bazen bazı şizofrenik hastalar terapistler tümleyici
bir ilişkiyi kabul etmeye başladıkları zaman, bunu çok
aşırıya götürebilirler. Terapistin kendilerini bir çocuk
gibi beslemesini ve disipline sakmasını isteyebilirler.
Ferreira'nın sözünü ettiği ikinci örnekte, hasta terapis­
tİn verdiği bazı şeyleri kabul etmekle yetinrtıez, aynı za­
manda, terapist tarafından bir çocuk gibi yatağa yatınl­
masını ve üstünün örtülmesini de isteyebilirler. Hatta,
bazı şizofrenik hastalar da terapistin yanında apaçık bir
şekilde masturbasyon yapmaya yeltenebilirler. Bu tür
durumlarda terapist ne denli aşırı olursa olsUil tümle­
yici bir ilişkiyi kabul etmeye çalışır; aı:na hastanın ba­
kışık bir- ilişkiye doğru ftttığı her adımı da yüreklendi­
rir. örneğin, Ferreira önce - hastanın: ağzına süt tutar ve
şöyle der:

«Kendime de bir süt şişesi getirdim. Sonra hasta düzel­


dikçe koka kola ve portakal suyu ile sütü değiştirdim.
Daha sonra da içmek için hiç bir şey getirmemeye baş­
ladım.»

171 -
Psikoterapi ve Ettyoiojl ·

Aylar ya da yıllarca süren psikoterapi olayını bir


kaç biçimsel örüntüye . indirgeyerek açıklamaya çalış­
mak, psikoterapi olayının . aşın ölçüde basit bir olay
olarak algılanmasına yol' açabilir. Bu tür bir tehlikeye
karşın, �!Orunların doğasını ve etiyolojisini daha net bir
şekilde kavrayabilmek için belirli biçimsel örüntülerin
de göz önünde tutulması gerekmektedir. Bilindiği gibi
şizofreniyi açıklamaya çalışan kuramiann büyük bir
bölümü, şizofreninin psikoterapi ile tedavi edilemeyece­
ğinin düşünüldüğü bir dönemde önerilmiştir. Şizofreni­
nin organik bir bozukluktan kaynaklandığını savunan
organik yaklaşım, bazı şizofreniklerin psikoterapi yoluy·.
la neden iyileşebildiklerini yeterli bir şekilde açıklaya­
mamaktadır. Şizofreninin eski ve ilkel bir düşünme şek�
line dönüş oldu�u ve de egonun olması gereken yer­
de id'in ön plana çıktığını savunan içpsişik yaklaşım ise
şizofrenikleı-e karşı gerçekten etkili olabilecek tedavi
teknikleri öıı.erememiştir. Özellikle, bir hastanın karnı­
mn doyurulılıası, ya da yerce dizçöktürülmesi yoluyla
id ve ego nasıl yerli yerine oturmaktadır? Bu nokta ye·
terince açıklanamamıştır. Öte yandan, hastanın yaşa­
mının ilk yıllarında annesine yeterince yakın olamadığı­
nı ve bu olaydan çok etkilendiğini belirtmenin de, has­
tanın terapistiyle nasıl uğraştığını anlamamıza pek ya­
rarı yoktur. Şizofreniyi açıklamaya çalışan diğer · bir
yaklaşım da� şizofreninin olgunlaşma sürecindeki bir ·
aksaklıktan kaynaklandığın ı savunmaktadır. · Bu yaklp...
şımda olgunlaşma süreci çoğu kez başlangıçta oral · döne•
min bulunduğu psikoseksüel dönemler açısından tanım­
lanınıştır. Olgunlaşma sürecine yalnızca bu açıdan bak­
mak ı;ocı�ğun yetiştirilme şartlarının göz ardı edilmesine
yol açmaktadır. Bunun yerine olgunlaşma sürecine aile-
deki bir dizi öğroome yaşantılan açısından yaklaşıldığı
takdirde olgunlaşma olayı bir aile özeHiği ola�ak dik•
katintizi çekrtıektedir. Ne yazık ki1 bir çocuğun nornıa:ı
gelişimmi sağlayan ailedeki öğrenme yaşantılannın tüm

incelik eri hakkında · henüz yeterli bilgiye sahip değiliz;
Ama bır çocuğun normal gelişebilmesi için, çocukluktan
yetişkinliğe doğru ilerlerken ana ve babası ile tünıleyici
bir ilişkiden bakışık bir ilişkiye doğru geçmesi gerekti­
ğini biliyoruz.
Kuşkusuz, bir çocuk doğası gereği bakılmak, yediril­
mek, içirilmek, denetlenmek, yönergeler verilmek ister.
Bir başka deyişle, çocuğun normal gelişebilmesi için . ana
babasının çocukla tümleyici bir ilişki kurması gerekir.
Ancak, zamanı gelince, kendine güvenebilmesi, başkalan
ile yanşahilmesi ve akranlarına karşı eşit bir insan dav­
ranınayı öğrenebilmesi için çocuğun bakışık ilişkiler kur­
mayı da öğrenebilmesi gerekir. Normal bir aile çocuğa
tümleyici ve bakışık ilişkiler kurma olanağı tanırken, şi­
zofrenik çocuğun ailesi bu olanağı ona yeterince ve ge­
rektiği şekilde verememektedir. Şizofrenik çocuğun aile­
sinin tüm özelliklerini açıklamaya çalışmak oldukça kap­
samlı bir incelerneyi gerektirmektedir. Burada bu tür bir
incelerneyi yapmaya olanak olmadığından, yalnızca şizof­
renik çocukların ailelerinde sık sık gözlenen 've psikote­
rapi ile yakından ilişkili olan bazı iletişim örüntüleri üze­
rinde durulmuştur.

Şizofrentıtn Allesi
Şizofrenik kişinin tedavisini çok yakından ilgilendi­
ren etmenlerden biri şizofrenik kişinin ailesidir. Şizofre­
nik hasta hastahaneye yatmadan önce bir aile ortamın­
dan .gelmiştir. İyileştikten sonra da aynı aile ortamına dö­
necektir. Bu açıdan bakıldığında şizofrenik kişinin teda-

173
visi kullanılan tekniklerden daha çok, iyileşmesini bek­
leyen . aih�sine karşı olan tutumundaki değişmeye ba@ı·· .. .

dır.
Şizofrenik kişiye ailesinin etkisinin hiç k
.· üÇüffi
sen·
nıemesi gerekir; Çiinkü şizofrenik hastalarm ailesinin dı·
şındaki kişilerle ilişkileri hemen hemen yok denecek ka·
dar azdır. Şizofrenik kişi yıllar boyu aile üyelerine özgü
bir biçimde davranmış; ailesinin dışındaki başka kişiler­
le yakın bir ilişki kurmamıştır. Uygun yaşa erişip, dış
dünyaya açılmanın zamanı gelip çatınca da aile üyelerin·
den farklı davranan insanlarla uğraşabiirnek için gerekli
olan becerileri geliştirmekten yoksun kalmıştır. Bu açı·
dan bakıldığında, psikoterapistin şizofrenik bir kişi ile
yakın bir ilişki kurmaya çalışmasının ne deınli güç bir iş
olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Şizofrenik kişinin ailesi ile iLgili olarak belirtilmesi
gereken bir başka ilginç nokta da şudur: Bir çok araştır­
macı şizofrenik çocuğun ailede, aileyi birleştirici ve den­
geleyici bir işlev gördüğünü ileri sürmektedirler. Bu
araştırmacılar şizofreınik çocuk iyileşmeye başladığın­
da, ana ve baba arasında belirli sorunların doğduğunu
ve eşierin birbirlerini boşanınakla tehdit etmeye başla­
dıklarını, ya da şizofrenik çocuğun kardeşlerinden biri­
nin belirtiler geliştirdiğini vurgulainaktadırlar. Bir bakı­
ma, ana ve baba şizofrenik bir çocuğa sahip oldukların­
dan ötürü ortak bir sorumluluk alı:nakta ve çocuklarının
üstüne odaklaşarak kendi aralarındaki sorunlarla yüz yü­
ze gelmekten kaçınmaya .çalışmaktadırlar. Yeri gelmiş­
ken, şizofrenik belirtilerin ele. alınması ile ilgili olarak· şu
noktanın belirtilmesinde de yarar vardır: Şizofrenik be­
lirtilere oldukça «acayip düşüncelere» karşı geliştirilmiş
savunma mekanizmalan olarak bakılabilir. Ama, ayın be­
lirtilere, bir aile sistemini sürdürme biçimi olarak da ba·

174
kılabilir. Özellikle. şizofrenik belirtilere bu ikinci açıdan

�a laş�ığımız zaman , tedavi sürecinin, şizofrenik kişiyi
ıkı şekılde tehdit ettiğini görmemiz kolaylaşmaktadır. Te­
davi süreci ş.izofrenik kişiyi; yalnızca yaşam biçimini de­
ğiştirmeye zorlamakla kalmaz, aynı zamanda darmada­
ğın olmuş bir aile veya ailedeki bir başka kişinin tümüy­
le çökme tehlikesi ile de karşı karşıya getirebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi, şizofrenik çocuğun ana
ve babası çocuk�arına tümleyici ve bakışık ilişkiler kur­
mayı öğretmekte oldukça beceriksiz bir şekilde davran­
maktadırlar. Çocuklan tümleyici bir şekilde davran·
dığında, ondan bakışık bir şekilde davranmasını, bakı­
şık bir şekilde davrandığında da, ondan tümleyici bir
şekilde davranmasını istemektedirler. Bir başka deyişle
çocuk ana ve babasından bir şey istediğinde, çocuğun bu
davranışı ana ve babası tarafından sür�kli olarak kına­
nır; bu davranış aşın bağımlı bir davranİş olarak kabul
edilir. Çocuk kendisi için hiç bir şey istemezse, ana ba­
bası çocuğun bu davranışını da kınar; çocuklarını aşırı
ölçüde bağımsız olmakla · suçlarlar. Normal ailelerde ço­
cuğun isteklerine, başkaldınlarına, bağımsızlığa doğru
attığı adımlara hoşgörü gösterilirken, şizofrenik çocuğun
bu davranışiarına hoşgörü gösterilmez. Şizofrenik ço•
cuğun sevgi dolu ve olumlu davranışlan bile, ana ve ba­
bası tarafından bir «yük» olarak algılanır. Bu tür bir ile­
tişim örüntüsü ile karşılaşan bazı şizofrenik kişiler ana
ve babaları ile olan köprüleri tümüyle ortadan kaldırır
ve onlara bir türlü ulaşmak istemezler. Paronoid hasta·
ların ana ve babası da onların her yaptığı davranışları
kınamaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da çocuk
her adımını attıkça ve her kapıyı açmaya çalıştıkça sü·
rekli olarak sanki kafasına bir şey düşecekmiş gibi bir
dünyada yaşamak zorunda kalır.
Şizofrenik çocukta ana babasının davranışlarını sü·

175
rekli ol::;ırak k�nar. Bu açıdan şizofrenik çocuğun aW!sin­
de yetke, iyilikseverlik ve yardımlaşma konusunda taın
bir keşmekeşelik vardır. Ana veya baba çocuğu bir dav­
ranışından ötürü disipline sokmaya çalışırS-a, diğer eş,
hemen bu davranışa karşı çıkar; sonuçta çocuğu disipline
sokmaya çalışan eş tam bir kararsızlık, şaşkınlık ve ça­
resizlik içinde kalır.
Şizofrenik çocuğun ana ve babası çocuklarına karşı
aşırı ölçüde özverili bir şekilde davranmaya çalışırlar ve
bu davranışlannı erdemli bir davranış olarak kabul eder­
ler. Örneğin, şizofrcnik çocuğun annesi sık sık çocuğu
için saçını süpürge ettiğini belirtir. Normal çocukların
annelerine göre şizofrenik çocuğun annesi çocuğunu sü­
rekli olarak kendi kanadı altında korumaya çalışır. Hat­
ta, çoçuğu yetişkin bir yaşa geldiğinde bile, onunla bir
bebek gibi konuşur; ona sorular sorar; cevaplannı ken­
disi verir.
Şizofrenik çocuk her hangi bir yaramazlık yaptığı
zaman, babası, çoğu zaman çok sert davranır. Böyle du­
rumlarda anne, çocuk ile babası arasına girer ve çocuğa
karşi çok sert davranmaması gerektiğini belirtir. Şizofre­
nik çocuğun ailesinde ana ve baba arasında .çocuğa karşı
nasıl davranılması gerektiği konusunda sürekli olarak bir
çatışma vardır. Çocuk da ana ve babası arasındaki bu ça­
tışmaya çok duyarlılık gösterir. Gerektiğinde olmadık
yollara başvurarak ana ve babası arasındaki söz konusu
çatışmayı körüklendirebilir. Ana ve babasını birbirine
düşürebilir ve aniann acımasız bir şekilde kavga etmeı­
sine yol açabilir.
özetle, şizofrenik çocuklann ailelerinde kimin dav­
ranışını, kimin ne• ölçüde, kontrol edeceği sorunu bir tür­
lü çözümlenememiştir. Çocuğun her yaptığı davranış ana
ve babası tarafından bir çalımmış gibi algılanır ve çocuk

1'16
�u davranışından ötürü bir bakıma kınanır ve suçlanır.
Örneğin, çocuk annesinden bir şey isteyecek olsa, anne
bu isteği, isteksiz bir şekilde yerine getirir ve onun ne
bitmez tükenmez derdi olduğunu belirtir. Şizofrenik ço·
cuğun ailesinde en önemsiz sayılabilecek konular üzerin·
deki çatışmalar bile büyük bir sorun haline gelir. Bu tür
bir iletişim örüntüsünden kaynaklanan sorunlan çöze­
bilmek için çocuk da şizofrenik bir şekilde davranmaya,
yaptığı davranışların ana ve babasına karşı yapılmış dav·
ranışlar olduğunu yadsımaya ve de hiç bir davranışına
sorumluluk almamaya başlar. Ama, bu tür bir psikotik
çözüm şekli hiç bir kişi için doyurucu bir çözüm şekli
değildir. Artık, çocuklan kadar ana ve baba da mutsuz­
dur; çünkü bir yandan çocuklarına bir türlü ulaşamadık­
lanndan yakınmakta, onu anlayamadıklarını belirtmek­
te; öte yandan, sürekli olarak çocuklanna davranışlannı
yadsıyabilmesi için zemin hazırlamaktadırlar.
Psik.oterapi ve Aile
Öğrence görüşü açısından psikoterapi ortamında kul·
lanılan teknikler ile şizofrenik kişinin ailesinde karşılaş­
tığı iletişim örüntüsü arasında bazı benzerlikler vardır.
Tedavisel değişmenin kaynağı da bu benzerliklerde yat­
maktadır. Yetkeci terapistin fiziksel zor kullanması, has·
ta kendi kendine karnını doyurabilecekken, terapistin bir
«anne» gibi hastanın karnını doyurmaya çalışması, şizof­
renik çocuğun ailesinde sık sık karşılaştığı iletişim örün­
tülerine benzer. Şizofreniğin tedavi gördüğü hastahane
ortamı da aşın koruyuculuğun ve yetkeciliğin özel bir
bileşiminden oluşmaktadır. Patolojiyi ortadan kaldır·
mayı amaçlayan teknikler ile. patolojiyi sürdüren ve bes­
leyen süreçler arasındaki bu benzerlikler o�duk:ça . ilgi�ç
paradoksal nitelikler taşımaktadır. Ama, şızofrenık bır
177
'

kişiye yardım edebilmek için, önce onun tanışık olduğu


bir iletişim biçiminden işe, başlamak gerektiği bir kez
kavrandıktan sonra, söz konusu paradoksal özelliklerin
ne denli kaçınılmaz olduğu kolaylıkla görülebilir.

Tedavisel Paradokslar

Ana ve baba çocuklanna birbiriyle tutarsız iki fark­


lı yönerge verir ve çocuğu bu yönergelere ce,vap vermeye
zorlarsa, çocuk paradoksal bir durumla karşılaşmış olur.
Örneğin, ana ve baba bir yandan çocuklarından güvenli
davranmasını, öte yandan kendilerini eleştirmemelerini
isteyebilir. Çocukta, bu tür bir durumla karşılaşınca, bu
durumdan kendisini kurtarabilmek için ana ve babasına
tepki göstermiyormuş gibi davranmaya başlar. Hatta,
içinde bulunduğu durumun güçlüğüne göre her şeyden
elini ayağını kesmiş, hiç bir şeyi umursamaz, ya da ger­
çeklerden uzaklaşmış gibi görünebilir.
Psikoterapist de hastanın anne ve babası gibi onu
paradoksal durumlarla karşılaştırmaktadır. Ama, arada
önemli bir fark vardır: Terapist hastayı paradoksal du­
rumlarla karşılaştırırken, onu şizofrenik bir biçimde dav­
ranmaya zorlamak yerine, terapiste karşı bir tepki gös­
terdiğini kabul etmeye zorlamaktadır. Örneğin, bir za­
manlar kafasında « sesler» duyduğunu belirten, daha son­
ra iyileşmeye başlayan bir hastadan, terapist aynı ses­
leri yeniden duymasını ister. Bu durumda hasta söz ko­
nusu sesleri duysa bile, terapistle ilişkisini yadsıyabilmek
için bu sesle:rden eskisi kadar yararlanamaz. Çünkü bu
durumda artık hasta terapistin yönergelerini dinlemekte
ve bu yönergelere uygun bir şekilde davranmaktadır. Bir
başka deyişle, hasta teapist ile bir ilişki içinde olduğunu
kabul etmek zorundadır. Öte yandan, hasta kendisini
deli eden sesleri artık duymuyorsa, bu da, aslında tera-

178
pistin asıl peşinde olduğu şey değil mi dir? Hastanın, be­

li tisel bi.r davranışını ortadan kaldırabilrnek amacıyla,
bır terapıst ne zaman ki, hastayı belirtisel bir şekilde
davranmaya yüreklendirirse, hasta paradoksal bir duru­
mun pençesine düşmüş olur. Aynı şekilde, terapist para­
noid bir hastayı kuşku duymaya yüreklendirirse, daha
önceden kuşkulu davranarak terapisti kendisine yaklaş­
tırrnayan hastanın silahı elinden alınmış olur. Bu dururn­
da artık hasta ister kuşkulu davransın, ister kuşkulu
davranrnasın terapistin yönergelerini izlemek veı terapist
ile bir ilişki içinde olduğunu kabul etmek zorundadır.

ilişkinin Kabulü
Şizofrenik kişi, bazan tüm yadsımalanndan vazgeçe·
bilir ve terapistiyle doğrudan doğruya iletişime geçebi­
lir. Terapistinin ona sahip çıkmasını, bakrnasını, yedirip
içirmesini isteyebilir. Hatta, bu tür bir iletişim kurmak,
ta öylesine aşınya gider ki, terapistin hoşgörü sınırlarını
son kertesine kadar zorlayabilir ve bu yolla terapistiyleı
başetmeye yeltenebilir .. Bazan da terapistini, disiplin ku­
rallarını en ince ayrıntılarıyla uygulamaya zorlayarak ay­
nı amaca ulaşınaya çalışabilir. Hastanın terapisti ile kur­
duğu bu tür dolaysız iletişime terapistin çok dikkat et­
mesi gerekir. Çünkü hasta bu tür bir iletişim biçimi ile
de şizofrenik yaşam biçimine gerisin geriye dönebilrnek
çin çareler arayabilir. Bu dönüşü yapabilmek için tera·
pistinin zayıf nokt�larını ve bu noktalardan terapistini
«VUrmaya» çalışabilir. Hatta, hiç bir yol bulamaz ise her
geçen gün biraz daha iyileşiyor izlenimini verip, bir gün
aniden koğuşta büyük bir fırtına kopararak terapisti ile
koğuş personeli arasında büyük çatışmaların doğruasma
yol açabilir. Bu tür durumlarda hasta ile etkili bir şekil­
de uğraşabiirnek için terapist ile koğuş personeli arasın-

179
da oldukça etkili bir işbirliğinin olması gerekir.
Ne tür bir ilişki içinde olursa olsun, şizofrenik has­
ta terapisti ile ilişkisinin türünü değiştirmek için bir gi­
rişimde bulunursa, terapist hemen bu girişimi kabul eder.
Örneğin, terapist hastaya « annelik» yapıyor ve hastanın
ağzına süt bardağı tutuyorken, hasta bunu istemez ve
yemeğini kendi başına yemeğe yeltenirse. terapist buna
izin verir. Ama, hastanın gerçek annesi bu şekilde dav­
ranmaz; çocuğumun ihtiyaçlarını yeterince yerine getire­
miyorum diye kendisini suçlar ve onun kendi başına bir
şey yapmasına izin vermez.
Aklımıza bu noktada şöyle bir soru gelebilir: Tera­
pist hastanın ilişkinin türünü değiştirmeye yönelik her
girişimini kabul ettiğine göre, bu durumda ilişkinin kont­
rolünü hasta eline geçirmiş olmaz mı ? Hasta ilişkinin
kontrolünü eline geçiremez; çünkü terapistin yetkesi ve
genel bağlam buna izin vermez. Bu bakımdan, hasta te•
rapisti ile hangi tür ilişki başlatma girişiminde bulunur­
sa bulunsun, terapisti ile ilişkisi sürekli olarak tümleyici
bir çerçeve içinde yer alır.

Psikoterapi Çerçevesi

Psikoterapi ve aile ortamı arasındaki bir başka temel


fark şu noktada yatmaktadır: Psikoterapi doğası gereği
oldukça özel bir ilişkidir. Psikoterapi sürecinde, terapist
ve hasta aslında «gerçek» bir ilişki kurmamaktadırlar;
çünkü terapist hastanın ne anası, ne babası, ne arkadaşı
ne de sıradan anlamda doktorudur. Örneğin. terapist has­
taya bazen senin annenim, sana bakacağım dese bile, apa­
çıktır ki, terapist hastanın annesi değildir. Kuşkusuz, psi­
koterapi sürecinde yeri geldikçe tarapist hastaya olduk­
ça «yakın» davranmaya çalışmaktadır. Ama, bir anlamda
bu yakınlık, gerçek anlamda bir yakınlık da değildir; çün-

180
kü, psikoterapi sürecinde kurulan ilişki ana, baba, kar-­
deşler ve arkabalar arasında yaşam koşullannın ortakla­
şa paylaşıldığı bir ilişki değildir. Tedavi süreci sona erer
ermez terapist ve hasta kendi yönlerine gideceklerdir.
Psikoterapi süreci bir bakıma «oyunsal» bir nitelik
taşımaktadır. Bu oyunsal niteHk tüm psikoterapi türle­
rinde bulunmasına karşın, özellikle sizofreni ps1 koterapi­
sinde iyice açığa çıkmaktadır. Bir kere. terapi"t psiko­
terapi sürecini, tıpkı bir ovunda da olduğu gib1 belirli
bir zaman sının ile sınırlamaktadır. Bu arada rastava
karşı çesitli rolleri ovnamava çalısmaktadır. Bir wmdan
ona acımasız. katı ve uzak öte vandan vakm ve iviliksever
bir şekilde davranınava calısmaktadır. Ömel:!in teranist
bazan hastavı zorla diz çöktürmekte ve ona «ben All::ıh1m »
diyebilmektedir. Ancak, tüm bunlan dinleyiciler önünde
abartılmış bir şekilde, tıpkı tiyatroda rol vapan bir sa­
natçı gibi yapmaktadır. Aslında hasta da bir sanatçı ı;rihi
davranmaktadır. Örneğin, hasta asistanlan darmacl�Pm
edeceğini söylerken, bir bakıma kendisi de söylediğine
inanmamakta ve gülmektedir.
Psikoterapi sürecinin oyunsal niteliği hasta ile ana
ve babası arasındaki savaşımın özellikleri dikkate alındı­
ğında daha çok belirginlik kazanmaya başlar. Terapist
hastayı bir şey yapmaya zorlar, hasta da bunu yapmaz­
sa terapist bunu hafife alma, umursamama olanağına
sahiptir. Ama hastanın ana ve babası aynı · avanta.ia sa­
hip değildir. Hastanın ana ve babası yıllar boyu hasta
ile birlikte yaşamak ve hasta için ağır bir sorumluluk
duymaktadırlar. Bir terapist ne denli sorumluluk duyarsa
duysun, bu terapistin duyduğu sormluluğun hastanın ana
ve babasının duyduğu sorumluluğa eşdeğer olduğunu id­
dia etmek çok güçtür. Hasta disiplin kurallannı çiğneı­
diği zaman, terapist tüm sorumluluğu koğuş personeline

181
bırakıp, kendini hastahane ortamınchm uzaklaşfırma ve
oynadığı oyunu oyuarnayı sürdürebilme olanağına sahip­
tir.
Tüm bu söylediklerimizden de kolaylıkla anlaşılabi­
leceği gibi, doğası gereği oldukça kaypak bir zernin üze­
rine oturtulan ve çeşitli düzeylerde çeşitli parodoksları
banndıran psikoterapi sürecinin kontrolünü kazanmak
hasta için olağanüstü güç bir iştir.

Karşıt Aktarım (Counter Transference)


ve Ana-Baba Davranışlan
Terapist gereğinden çok şizofreniğe yakın bir. şekil­
de davranırsa, psikoterapi süreemın oyunsal niteliği
azalmaya, ve hasta terapistini dezavantajlı bir konuma
yerleştirmeye başlar. Bir çok kez belirtildiği gibi, hasta
bazen terapisti buna uygun bir şekilde davranmaya kış­
kırtabilir. Bu nedenle, terapistin hastanın kışkırtımlan­
na kendisini kaptırmaması ve tedavisel yapıyı sürekli
olarak koroyabilmesi gerekir.
Terapist aşağıda belirtilen şekillerde davranmaya
başladığı zaman psikoterapi süreci kötü gitmeye! ve ama­
cından uzaklaşmaya başlar.: a) Şizofrenik belirtilerine
geri dönebilmek amacıyla hasta terapistini kışkırtır ve
terapist de bu kışkırtımlara kendisini kaptırırsa, b) Has­
ta bakışık bir ilişki isterken, terapist hiç bir ayırdetme
yapmaksızın körü körüne tümleyici bir ilişkiyi sürdür­
meye çalışırsa, c) Hasta tümleyici bir ilişkiyi isterken te­
rapist yine hiç bir ayırdetme yapmaksızın körü körü�e
hastayı bakışık bir ilişkiyi sürdürmeye zorlarsa d) tera­
pist bir takım disiplin ölçümleri kurduktan sonra has·
tanın bazı davranışıarına dayanamayıp, bu ölçümleri gev­
şetirse, e) hastanın terapiste karşı yönelttiği bazı doğru
eleştirilere terapist hoşgörü gösteremezse. Görüldüğü

182
gibi bu beş özellik bir bakıma şizofreniğİn ana ve baba­
sının çocuklarına karşı davranış biçimlerinin kısa bir
özetidir. Karşıtaktarım denilen olay da, iletişim açısından
terapistin ilişkinin kontrolünü yitirmesinden başka bir
şey değildir.
Özetle, şizofrenik kişi davranışlarını sürekli olarak
her düzeyde yadsımaya çalışan bir kişidir. Şizofrenik ki­
şinin ailesi de onun bu şekilde davranmasına zemin ha­
zırlamaktadır. Şizofrenik kişi ailesindeki kişilerle olduğu
gibi terapisti ile iletişiminde bazı paradoksal durumlar­
la karşılaşmaktadır. Ancak arada temel bir fark vardır.
Psikoterapi sürecinde terapist can alıcı noktalarda, şizof­
renik kişinin ana-babasından farklı davranmakta ve şi­
zofrenik kişiyi şizofrenik olmayan bir şekilde davranma­
ya yi.ireklendirmektedir. Ti.im bu anlattıklarımızdan da
kolaylıkla anlaşılabileceği gibi şizofrenik kişilere karşı
etkili olabilecek yeni tedavi tekniklerinin geliştirilmesi ,
şizofreniıkierin ailelerindeki iletişim örüntülerinin dikkat­
le incelenmesine bağlıdır.

183
BÖLÜM 6
EVLİLİK TEDAVİSİ (MARRİAGE THERAPY)

Psikoterapistlerin evli eşleri birlikte görmeleri gün­


den güne yaygınlaşmasına karşın, birbirleriyle sorunlan
olan ve iyi geçinerneyen evli çiftlerle nasıl uğraşılır, bu
konuda henüz bir açıklığa kavuşulamam.ıştır. Daha da
önemlisi, patolojik bir evlilik bir evliliktir? Patolojik bir
evlilikte nelerin değiştirilmesi gerekir? Elimizde bu soru­
lara doyurucu cevaplar verebilecek bir model veya ku­
ram da yoktur. Mevcut yaklaşımlar çoğu zaman eşler ara­
sındaki ilişkileri incelemek yerine eşierin bireysel sorun­
lan üzerinde durmaktadır.
Bu bölümde evli çiftler arasındaki ilişkiler iletişim
açısından incelenmeye çalışılmıştır. Ancak, evli eşler' ara­
sındaki ilişkiler tüm ayrıntılan ile incelenmemiş, yalnız­
ca evlilikte sorunlann ve çatışmaların nasıl geliştiği üze­
rinde durulmuş; daha sonra da, söz konusu bu sorunla­
nu ve çatışmalann nasıl çözülebileceği açıklanmaya çalı-
·

. şılmıştır.

Evlilik Tedavisi Ne Zaman Gerekir


Evlilik tedavileri bireysel ve aile tedavilerinden ol­
dukça farklıdır. Bireysel tedavilerde çoğu zaman bir tek
kişinin içpsişik süreçleri üzerinde durulur. Aile tedavile­
rinde ise tüm bir aile sisteminin üzerinde durulur. Evli­
lik tedavilerinde yalnızca kan koca arasındaki ilişkiler
incelenmeye çalışılır. Çeşitli evlilik terapistleri kan koca
arasındaki ilişkileri çeşitli şekillerde incelemeye çalışmış­
lardır. Örneğin, bazı terapistler eşleri teker teker, bazı­
ları birlikte, daha başkalan da, kendileri eşierden biriy-

1 84
I� görüşme . yaparken diğer eşi, işbirliği içinde olduklan
bır başka terapiste göndermeyi tercih ederler Aslında
bireysel tedavi yapan terapistler de, bir bakı �a k
evlili
tedavisi yapmaktadırlar. Ama, çoğu zaman bireysel teda·
viierde tedavinin ağırlık noktası bir tek kişinin üzerine
kurulmuştur.

Evlilik tedavisi özellikle şu durumlarda gerekli olur:

a) Bireysel psikoterapi yöntemleri evli bir kişinin


·

sorunlannın çözülmesinde yetersiz kaldığında evlilik te­


davisi gerekebilir. Bu tür durumlarda çoğu zaman evli
kişinin sorunlarının ortadan kalkmasını evlilik ilişkisi
engellemektedir. Örneğin, geceleri uyuyamayan bir kadın,
yıllar süren psikanalitik bir tedavi sürecinden geçer. Ka­
dının sorunlan psikodinamik bir açıdan tekrar tekrar
incelenmesine karşın, sorunlarında hiç bir düzelme gö­
rülmez. Bunun üzerine, psik�nalisti kadını bir evlilik te­
rapistine gönderir. Evlilik terapisti karı kocayı birlikte
görmeye başlar. Tedavi sürecinde kadının kocasının ol·
dukça sorumsuz bir kişi. olduğu anlaşılır. Adam oldukça
sahtekar, sağa sola karşılıksız çekler yazan bir kişidir.
Kadın, adamın bu sorumsuz davranışlarını yüzüne vu­
runca, adam karısına küser. Kadının sorunu da ilk kez,
kocasıyla bu tür bir sürtüşmeden sonra ortaya çıkar.
Daha sonra, kadın kocasının bu sorumsuz davramşlany­
la bir tek şekilde uğraşmayı öğrenir; geceleri kaygı nö­
betleri geçirir ve uyuyamaz. Görüldüğü gibi, bu kadının
sonmu bireysel olmaktan daha çok bir evlilik sorunudur .

· b) Bireysel psikoterapi tekniklerini uygulamak ol­


dukça güçleştiği zaman, evlilik tedavisi gerekebilir. Bi­
lindiği gibi, bireysel psikoterapi tekniklerinin başanya
ulaşahilmesi için, tedavi oturumlarında kişinin sorunla-

185
rını anlatması gerekir. Kişi sorunlarınİ açıklamamakta ve
konuşmamakta diretirse. Psikoterapist zor bir durumda
kalır. Örneğin, evden dışarı çıktığında kalp sektesi geçi­
receği düşüncesiyle kaygılanan ve bu yüzden evden dışa­
nya çıkamayan bir kadın tedaviye başvurur. Kadın tera­
piste sorunlarını anlatmak istemez ve1 terapistin sorduğu
sorulara evet, hayır şeklinde kısa kısa cevaplar verir. T'e­
rapist kadını konuşturmak için her yolu dener; fakat ka"
dın sorunlarını anlatmamakta diretir. Bu şekilde bir kaç
oturum geçirildikten sonra terapist kadını bir evlilik te­
rapistine gönderir. Evlilik terapisti karı kocayı birlikte
görmeye başlar ve ilk tedavi oturumunda, adamdan karı­
sının sorunlarını anlatmasını ister. Adam, karısının so­
runlarını anlatmaya başlayınca, kadın sık sık kocasının
sözünü kesmeye ve bazı düzeltmeler yapmaya başlar. Bir
kaç oturum sonra, daha önceleri ağzını bıçak açmayan
kadının ağzı bir türlü kapanmaz; çünkü kadın olayların
kocasının yansıttığı bir şekilde yansıtılmasına dayanama­
mış ve kendi duygu, düşünce ve özlemlerini anlatmak
zorunda kalmıştır.
c) Evli eşler arasındaki büyük bir kavgadan sonra
eşierden , biri aniden bir belirti geliştirdiği zaman evlilik
tedavisi gerekebilir. Çoğu zaman bazı eşler evliliklerin­
deki sorunları küçümseme ve yadsıma eğilimindedirler.
Bu tür eşler çoğu zaman evliliklerindeki bir sorunu ört-­
bas edebilmek için belirli sorunlar geliştirebilirler. Bu
sorunlar ilk ağızda bireysel bir sorunmuş gibi görün­
mesine karşın; daha dikkatli gözlemler bunların bir evli·
lik sorunu olduğunu gösterir. Örneğin, bir adam evden·
dışarı çıktığı zaman aşın ölçüde kaygılanır ve evden dı­
şarı çıkamaz hale gelir. Adamın bu sorunu karısı işe baş­
ladıktan sonra ortaya çıkar. Bu adam aslında karısının
bir işte çalışmasını istememektedir. Bu yüzden karısı ile

186
çok şiddetli bir kavgaya tutuşur ve kan koca ayrılmaya
ramak kalırlar. Bir başka olguda da, bir kadının kocası
tüm parasını kumara yatırır. Karısı bunu öğrendikten
sonra histeri belirtileri geliştirir ve kocasından boşan­
mak ister. Bu kadının kumar açısından babası ile de çok
kötü bir yaşantısı vardır. Kadının babası da müzmin bir
kumarbazdır ve bu yüzden tüm aile çok çekmiştir.
d) Bazen de birbirleriyle iyi geçinerneyen ve sürek­
li olarak çatışan eşler ilişkilerinde bir aksaklık olduğunu
kavrar ve bir evlilik terapistine başvurabilirler. Kuşku­
suz, bu durumlarda da evlilik tedavisi gerekir; ama ne
yazık ki bu eşiere bile bazan bireysel tedavi uygulanmaya
çalışılmaktadır. Evlilik tedavisine başvuran eşierden biri
çoğu zaman tedaviye isteksiz bir şekilde eşinin zoruyla
gelir. Bu çoğu zaman evin beyidir ve kadın adamdan ay­
rılmak istemektedir.

Evliliğin Biçimsel Temleri ve Eşler Arasındaki


Çatışmaların Nedenleri

Bir evlilik olağanüstü karmaşık ve sürekli olarak


değişen bir ilişkidir. Bu nedenle, bu ilişkinin bir kaç özel­
liğinin seçilip vurgulanması, birlikte yıllarını geçirmiş ve
geçirecek olan iki insanın yakınlıklarına büyük bir hak­
sızlık etmek demektir. Ancak, burada ekonomikliği sağ­
layabilmek amacıyla . yalnızca eşler arasındaki çatışmalar
ve bu çatışmalar sonucu belirtilerin nasıl geliştiği üze­
rinde! durulmuştur.
İki insan birbirlerine olan bağlılıklarını bir törenle
kutlayıp, yasal hale getirdikten sonra, tüm evlilikleri bo­
yunca sürecek olan bir sorunla karşılaşmış olurlar: İşte,
şimdi amaçlarına ulaşmış ve evlenmişlerdir; ama birlikte
yaşamak istediklerinden mi, yoksa birlikte yaşamak zo·

1 87
runda olduklanndan mı, birlikte yaşa �aktadırlar? Kuş­
kusuz bu sorun evliliğin gönüllü veya zorunlu bir ilişki
olmasından daha çok, eşierin ilişkilerini nasıl tanımla­
dıkları ve algıladıklanyla ilgilidir. Örneğin, bir kadın as­
lında kocasıyla birlikte yaşamaya en küçük bir isteği
olmadığı halde, dinsel inançlarından ötürü kocasıyla bir­
likte yaşamak zorunda olduğunu düşiinebilir. Aynı şekil­
de, bir başka kadın da kocasını hiç umursamaz ve evli­
liğine hiç bir değer vermezmiş gibi görünmesine karşın,
biraz dikkatle bu karı koca arasındaki ilişki incelenirse,
kadının kocasına bir çarnsakızı gibi yapıştığı ve kocasına
bir saniye bile nefes aldırmadığı anlaşılabilir.
Bir evliliğin zorunlu ve gönüliii nitelikleri bir den­
geye ulaştığı zaman, bu evlilik iyi gitmeye ve eşler iliş·
kilerinden doyum sağlamaya başlarlar. Mutlu eşler ne
denli birbirlerini istediklerinden birlikte yaşadıklarını
belirtiderse belirtsinler, her evlilikte gelenek, görenek ve
yasal gerekçelerden kaynaklanan bazı zorunlu özellikler
bulunur. Eşierin boşanınası çok kolaysa, evlilikte eşierin
sorunlara göğüs gennesi için önemli bir neden kalmaz.
Buna karşılık, boşanma aşırı ölçüde zorsa, eşler gerçek­
ten birbirlerini isteyip istemedikleri konusunda kuşkuya
düşebilirler. Özetle, bir evlilik tümüyle gönüllü veya tü­
müyle zorunlu bir ilişki haline gelmişse, bu evlilikte so­
runların çıkması kaçınılmaz olur.
örneğin, hali vakti oldukça yerinde olan bir kadın
bir adamla evlenir. Adam karısından sahip olduğu tica­
rethaneyi satmasını ister; çünkü karısının çalışmasını is-.
tememektedir. Kadın da adamın bu isteğini yerine ge­
tirir ve sahip olduğu işyerini satar; ancak ileride ilişki­
lerinde bir terslik olur düşüncesiyle, işyerinin satışından
elde ettiği parayı kendi hesabına bir bankaya yatırır.
Kadının bu davranışından sonra adam kansının kendisi-

188
n? � � ve medi�i, kadın da ilişkilerinin
tümüyle özgür
bır ılışkı olması gerektiğini öne süre
r ve sonuçta bu ka­
rı koca ayrılmak zorunda kalırlar.
Evlilik ilişkisinin tümüyle zorunlu bir ilişki
olarak
algılandığı evliliklerde ise, ya katı dinsel kurall
ar vardır
ya da eşierden biri diğer eşi dizlerinin üzerine çökert

­
cek ölçüde bir belirti geliştirmiştir; yahutta, e:şlerden bi­
ri ötekinin hiç bir şekilde hoş görü gösterilerneyecek dav­
ramşlarına hoşgörü göstermeye çalışmaktadJr.
Zorunlu evlilik ilişkilerinde eşler birbirleriyle iyi ge­
çiniyormuş gibi görünseler bile, en son çözümlemede bu
eşler arasındaki ilişki iki hücre malıkumu arasındaki
ilişkiye benzer; çünkü bu eşler gerçekten istedikleri için
değil, zorunda oldukları için birlikte yaşamaya .çalışmak·
tadırlar. Eşierden biri sürekli olarak diğerine onsuz edec­
meyeceğini belirtirse, bir bakıma bu eş evlilik ilişkisini
zorunlu bir ilişki olarak tanımlama girişiminde bulun­
maktadır. Bir evlilikte eşler ilişkilerini tümüyle: zorunlu
bir ilişki olarak algılamaya başlarlarsa, evliliğin tüm he­
yecanı ortadan kalkmaya ve eşler arasında çatışmalar
çıkmaya başlar.
Bir evlilik zorunlu bir neden üzerine kurulabilir. Ör­
neğin, nişanlısının kendisinden ayrılmak istediğini duyan
bir kız, hemen oradan geçen bir arabanın önüne atlaya­
rak canına kıyma girişiminde bulunur. Bu�ıu gören nişan­
lısı kızla ·evlenir. Ne yazık ki, bu iki genç çift arasındaki
sorunlar burada bitmez; genç adam bir felaketi önleye•
bilmek için mi, kızla evlendiği, kız da kocasının vij dan
azabı çekmernek için mi, kendisiyle evlendiği konusunda
kuşkuya kapılmışlardır.
Bir evlilikte eşierden biri diğerinin hoşgörü gösteri-
lerneyecek davranışiarına sürekli oları:ı:k g?z yumar�a,
bu evlilik zorunlu bir ilişkiye dönüşür. Ozellıkle her tur-

189
lü davranışları hoş görü ile · karşılanari eş zamanla eşinin
kendisi olmadan edemeyeceğini düşünmeye başlar. Bu tür
eşler arasında kolaylıkla çatışma döngüsellikleri gelişe­
bilir. Örneğ.in, eşierden biri benim yaptığım her şeye hoş­
görü gösterirse ancak o zaman beni gerçekten sevdiğini
anlayabilirim diye eşinin sevgisini sınamaya ve olmadık
şekillerde davranışta bulunmaya kalkışabilir. Eşi sınavda
başarı gösterir yaptığı yakışıksız davranışları hoşgörü
ile karşılarsa, bu kez de diğer eş, eşinin kendisinden bir
türlü kapamayacağını düşünmeye ve onu yetersiz bir kişi
olarak algılamaya başlar. Bu tür bir kısır döngü eŞler
arasında bir kez başladıktan sonra, bu döngünün önüne
geçilmesi oldukça zordur. Örneğin, bir kadın kocasının
başka seçene� olmadığından ötürü kendisiyle yaşadığını
düşünmeye başlamışsa, artık bu kadına kocasının sevecen
davranışları bile batmaya başlar; kocasının bu davranış­
lanna, ya kayıtsız kalır; ya da kocasına karşı ters bir şe­
kilde davranır. Bunun üzerine adam karısıyla daha fazla
ilgilenirse, kadının kocası hakkındaki düşüncesi pekiş­
miş olur. Buna karşılık adam karısının bu davranışları­
na karşı çıkar ve kansının çok geçimsiz bir kişi olduğu­
nu belirtir, kendileri için en hayırlı yolun birbirlerinden
ayrılmak olduğunu gündeme getirir. Bu ·kez, kadın adama
yapışmaya başlar; kocasını çok sevdiğini söyler. Bunun
üzerine adam karısına karşı eskisi gibi hoşgörülü bir şe­
kilde davranırsa, yine eski kısır döngünün çarkları
dönmeye ve kadın kocasının kendisinden ayrılamayacağı­
nı düşünmeye başlar. Bu tür bir kısır döngü içineı giren
eşler, ne gerçekten birlikte olabilirler, ne de birbirlerin­
den: tümüyle vazgeçebilirler. Bu tür eşler evlilik tedavi­
sine başvurduklarında, gerçekten ne istediklerinin sap­
tanması oldukça güçtür; çünkü bunlar bir süre ayrılır1
sonra yine birleşir, yine ayrılır, yine birleşirler. Bu eş-

190
lerden ikisi de barışınayı isteyen
ilk kişi olmak istemez­
� � �
l r. u. edenle, çoğu zaman barı
şahilrnek için dışarıdan
� �
b r.kış nın..yardımına ihtiyaç duyarlar.
Bazen de eşierden
� ��
b rı, b �
sur ayrılmak ister, diğer eş de ayrıl
mak iste·
yınce, onceleı ayrılmakta direten eş, bu
kararından vaz­
geçer ve eşler arasında bir uzlaşma olur
ve birlikte yaşa­
maya başlarlar. Ancak, bu da bir süre sonra sona
erer ve
eşler yine ayrılmak isterler. Yeri gelmişken bu
tür bir
ilişki içinde olan bir kan koca arasındaki ilişkiden de söz
edilmesi gerekir. Kadın kocasının haberi olmadan bir
başka adamla evlilik dışı bir ilişki kurar; kocası karısı­
nın bu davranışına gözyumar. Bir süre sonra kadın, bir
başka adamla yine evlilik dışı bir ilişki kurar. Tüm tar·
tışmalardan sonra, adam karısının bu davranışına da göz
yumar. Sonuçta, bu eşler ayrılırlar; fakat bir süre sonra
yine birlikte yaşamaya başlarlar. Ama, adam kansının
evlilik dışı ilişkilerini unutmaz ve sürekli olarak günde·
me getirir. Bir süre sonra yardım almak amacıyla teda·
viye başvururlar. Tedaviye başvurduklarında adam karı­
sından ayrılmak istememektedir. Kadın ise bir başka ki­
şi ile yine evlilik dışı bir ilişki içindedir veı tekrar bir·
leşmeye yanaşmamaktadır. Bu çift ne yapmaları gerektiği
konusunda bir karara varamamaktadırlar. Tedavi otu­
rumlarının birinde adam, artık her yolu denediğini, bo·
şanmalarının tek çıkar yol olduğunu belirtir. Bunu du­
yan kadın, birleşrnek için bir ümit ışığı yakar veı koca­
sını sevdiğini söyler. Bunun üzerine kocası biraz yumu­
şar, bu kez de kadın, hemen tutum değiştirir ve evlilik­
lerinin mutlu bir evlilik olmadığından dem vurmaya baş­
lar. Bir kaç oturum böyle geçirildikten sonra. terapist
bu eşleri bir karara ulaştırabilmek için şöyle bir taktik
uygular: Eşiere ayrı yaşamaya devam ettikleri takd rd � �
tedaviyi sürdürenıeyeceğini, gerçekten yardım almak ıstı-

191
yorlarsa, tedavi süresince aynı evde birlikte yaşamalan
gerektiğini belirtir. Bunun üzerine birbirleriyle tekrar
birlikte yaşama durumuyla yüz yüze gelen eşler, karar
vermek zorunda kalır ve boşanırlar.

Evlilik Süreci
Evlenmeden önce iki kişi arasında belirli bir ilişki
türü kurulur ve bu ilişkiyi eşler birbirlerini yeterince ta­
nımadan kurmuş olabilirler. Evlenciikten hemen sonra,
evlilik eylemi eşler arasındaki daha önceden kurulmuş bu
ilişkide radikal bir değişikliği gerektirebilir. Örneğin,
evlenmeden önce nişanlısının ufak tefek kusurlarına göz
yumalıilen bir kız, evlenciikten hemen sonra nişanlısımn
bu kusurlarını düzeltmeye yeltenebilir. Aynı şekilde ev­
lenmeden önce, nişanlısının aşırı ölçüde duygusal olma­
sına göz yumabilen bir adam, e·vlendikten sonra, hanımı
duygusal bir şekilde davrandığında çileden çıkabilir. Ev·
li eşler arasındaki bazı sorunlar evlilik öncesinde de bu­
lunur; ancak eşler bu sorunları görmeme eğilimindedir­
ler. Çoğu zaman eşler hiç ummadıkları bir kişiyle ev­
lenmiş olduklarını belirtmelerine karşın,- aslında kendi
ihtiyaçlarına cevap verebilecek kişileri seçeırler. Örneğin,
kendisini değersiz bulan bir adam, onun bu sorununa iş­
birliği yapacak bir kadını arar bulur. Aynı şekilde, saygı
denilen bir şeye yaşamında yer vermeyen bir kadın, ona
saygısız bir şekilde davranacak bir kocayı seçer, bulur.
Daha açık bir deyişle tencere yuvarlanır; kapağım bulur.
Birlikte yaşamlanın sürdürürken eşierin üzerinde an­
laşmak zorunda olduklan belirli alanlar vardır. Öneğin;
kim hangi işi, ne ölçüde yapacak? Bütçeyi kim düzen­
Ieyecek? Karı kocanın birbirlerinin eşierine karışmaya
hakları var mı ? Koca çok sinirli olduğu zaman kansının
onu bir bebek gibi avutması mı, gerekiyor? Aynı şekilde,

192
kadın üzüntülü oldu� zaman, adamın mı, kansını bir
bebek gibi avutması gerekiyor. Kimlerin yakın akraba ve-­
ya dost olduğuna, kim karar verecek ? Evliliğin yükünü
kadın mı, koca mı omuzlayacak? Mutlu bir evlilik bu ve
bunun gibi daha bir çok konu üzerinde eşierin bir anlaş­
maya varabildikleri bir ilişkidir.
Yeni evli eşler ilişkilerinde belirli bir sorun çıktığın­
da, bu sorunu çözebilmek için belirli kurallar sap­
tarlar. Bu kurallar üç madde altında özetlenebilir: a) Eş­
lerin birbirleriyle apaçık bir şekilde tartışabildikleri ku­
rallar, söz gelimi haftada bir kez adam erkek arkadaşları
ile buluşup, eve geç gelebilir b) Eşierin üzerinde apaçık
bir şekilde konuşamadıkları; fakat bir gözlemci tarafın­
dan belirtildiğinde kabul ettikleri kurallar. Örneğin,
önemli konularda da kocanın karısının görüşlerini alma­
sı. c) Bir gözlemci tarafından gözlenen; ancak eşierin ka­
bul edemedikleri kurallar. Örneğin, kocanın sürekli ola­
rak karısına saldırmaya hakkı varmış gibi davranması ve
kadının da bu durum karşısında sürekli olarak kendini
savunucu bir şekilde davranmaya çalışması. Bu' kısa açık­
lamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, hangi evlilik
ilişkisi olursa olsun, tüm evliliklerde uyulması gereken be­
lirli kurallar bulunur.
Eşler birlikte yaşamlarını sürdürürken yalniZca han­
gi kurallara uyacakları konusunda değil, aynı zamanda,
söz konusu bu kurallann kimin tarafından konulması
gerektiği konusunda da bir anlaşmaya varırlar. Bu an­
laşma tüm diğer kurallann temelini oluşturur. Evliliğin
ilk günlerinde eşler birbirlerine karşı oldukça hoş.görülü
bir şeıkilde davranmalanna karşın, zamanla kimin neyi
ne ölçüde kontrol etmesi gerektiği konusunda bir savaşı­
ma girerler. Bu savaşım içinde birbirleriyle anlaşmazlık­
larını çözerken hangi kurallara uymalan gerektiğini be•

193
lirten kurallan koyabilirler. Bir başka· deyişle, eşler ku·
ral koymanın kurallarını koyabilirler. Örneğin, eşler her
konuda anlaşmak zorunda olmadıkları konusunda bir an­
laşmaya varabilirler. Ama, bu tür bir anlaşmaya varma­
lan da bir tür kural koyma eylemi değil midir?
Kuşkusuz, kurallar konusundaki bu açıklamalardan
bir evlilik ilişkisinin tümüyle rasyonel bir ilişki olduğu
sonucuna vanlmaması gerekir. Bazen en aklı başında gö­
rünen çiftler bile incir çekirdeğini doldurmayacak ne­
denlerden ötürü birbirleriyle kıyasıya kavgaya tutuşabi­
lirler. Bu kavgaların büyük bir bölümü çoğu zaman ku­
ralların kimin tarafından konulması gerektiği konusun­
daki çatışmalardan kaynaklanır. Bu tür kavgalarda eşle•
rin çok yoğun duygulada birbirlerine acımasız bir şekil­
de saldırmalarıp.ın en önemli nedeni eşierin farklı kural­
lann yürürlükte olduğu farklı ailelerde yetişmiş olmaları·
dır. Her insan, insanl&rın birbirleriyle nasıl uğraşması
gerektiği konusunda, kendi ailesinden etkili bir eğitim
alır. Örneğin, duyguların sürekli olarak hastınldığı bir ai­
le ortamınçla yetişmiş bir kadın, kocasının duygusal dav­
ranmasından aş�rı ölçüde rahatsızlık duyabilir. Aynı şe­
kilde, titiz bir aile ortarnında yetişmiş bir adam karısı­
nın döküntülü ve pasaklı olmasına dayanarnaz ve bu dav­
ranışlan . kendisine yapılmış bir hareket olarak algılaya­
bilir. Her aile ortarnında aile üyeleri ister istemez bir­
birlerinden öylesine incelikli davranışlar öğrenirler ki,
tüm bunları burada incelerneye olanak yoktur. Ancak aile
üyelerinin ailelerinden öğrendikleri davranışlara yalnızca
bir örnek gösterebilmek için, çeşitli ailelerde, aile üye.•
lerinin konuşurken aralannda korumaya çalıştıklan me­
safenin bile, aileden aileye farklılık gösterdiği gözlenrniş· ·
tir. Bu nedenle, ailesinden belirli bir konuşma mesafesini
öğrenen bir kişi, bu mesafeye uyulmadığı takdirde rahat-:·

194
sızlık duyabilir.
Kurallann konulması açısından bir evliliği betirİıle:, .
meye .çalışmak demek bu evliliği ilişkinin tanımlanması
ve kontrolü açısından betimlemeye çalışmak demektir.
Bilindiği gibi eşierin koyduğu veya koymaya çalıştığı her
kural belirli bir ilişki türünü belirtir. Örneğin, bir kan
koca arasında, kadın çok sinirliyken, kocasının onu avut­
ması gerektiğini belirleyen bir kural varsa, bu kural eş­
lerin tümleyici bir ilişki içinde olmalarını sağlar. Aynı
şekilde, bir çift arasında, bütçe konusunda kadının da ko­
cası kadar söz söylemeye hakkı olduğunu belirleyen bir
kural varsa, bu kural da hiç değilse, eşierin bütçe konu- .·

sunda bakışık bir ilişki içinde olduklarını belirlemekte­


dir. Bazen kadın kocasına ·bakar ve onu avutur. Bazan da
aynı şeyi, kocası kansına yapar. Her hangi bir çift
gerektiğinde bakışık ve tümleyici ilişkileri kurmakta güç- ·

lük çekiyorlarsa, bu durum eşierin evliliklerinin belirli ·


alanlannda sqrunları olduğuna dikkatimizi çeker. Geç­
mişte belirli bir ilişki türünden çok başı yanmış bir kişi­
eşinin bu tür bir ilişki kurmasina izin vermeyebilir . Ör­
. .

neğin, bir kadın evlenmeden önce gerek aile üyeleri ge­


rek başka kişilerle sürekli olarak türnleyici . ilişki kurmuş
ve bu yüzden başı çok derde girmişse, bu kadın evlendik- .
ten sonra da kocası ile bu tür bir ilişki kurmak iste­
meyebilir. Aynı şekilde, başkalarının öğütlerini dilileyen
bir kadının bu öğütleri yerine getirmekten çok başı yan­
mışsa, bu kadının kocası da ona karşı öğüt verir bir şe­
kilde davranırsa, kadın kocasının bu tür davranışlanndan
büyük bir rahatsızlık duyabilir. Örneğin, bir aile terapis­
ti bir gün bir kadına, kocasının öğütlerini neden yerine .
getirmediğini sorunca, bu kadın, · neden· yapayım, her is­
tediğini yapar ve her söylediğine kulak asarsam, onUn
gözünde ufalının; kimliğimi yitiririrn diye cevap verir;
Bir adam da karısının ona sürekli analık yapmasına ka�
1 95
şı çıkabilir. Bu adam hastayken bile· kansının ona bak­
masına izin vermeyebilir. Özetle, eşierin kendi aralannda
farklı ilişki kurabilme yeteneğinden yoksun olmaları, ba­
zen evlilikte önemli ölçüde mutsuzluklarm dağınasına yol
açabilir.

Evlilik Çatışmalan

Evlilik çatışmalan a) eşierin hangi kurallara 'uyacak­


lan b) birbiriyle tutarsız olan kurallan yürürlüğe koy- ·

ma girişimleri ve c) kuralların kimin tarafından konulma­


sı gerektiği konusundaki anlaşmazlıklardan kaynaklanır.
Evliliğin ilk günlerinde birbirlerine karşı çok hoşgö­
rülü bir şekilde davranan eşler, birbirlerinin hatalarını
görür v� bu hatalan birbirlerini ineitecekleri düşüncesiy­
le söylemekten kaçınırlar. Zamanla bu hatalar birikir ve
eşler bir gün patlar ve şiddetli bir kavgaya tutuşurlar. Bu
şiddetli kavgadan bir süre sonra uzlaşırlar. Ancak, bu
dargınlık döneminde eşlerd�n biri barışabiirnek için ken­
dinden çok büyük bir özveride (fedekarlık) bulunur ve
aşırı ölçüde ödün verirse, bu durum eşler arasındaki ge­
lecekteki bir çatışmanın tohumlannın ekilmesine yol
açar.
İlişkilerinin belirli alanlarını tartışamayan, kafala­
rındaki düşünceleri birbirlerine karşı açıkça söyleyeme­
yen ve birbirleriyle kavga edemeyen eşler birbirlerine kar­
şı yabancılaşır ve birbirlerinden soğurlar. Zamanla bu
eşler arasındaki ortak noktalar gittikçe azalır. Somı.çta,
bu eşler arasındaki ilişki zorunlu bir ilişkiye dönüşmeye
başlar. Bu durumda eşler aynı evde yaşamalarına, birlik­
te yiyip içmelerine, _televizyon seyretmelerine karşın, san­
ki iki hücre mahkumunun sahip olduğu gibi bir ilişkiye
sahip olurlar. Bu nedenledir ki, bir evlilik terapisti, so-

196
runlu eşlerleı uğraşırken, eşleri birbirleriyle kavga etmeye
kışkırtabilir ve eşierin kafalanndaki düşünceleri birbirle­
rinin yüzlerine karşı söylemelerini isteyebilir.
Çözümü en kolay çatışmalar, eşierin hangi kurallara
uymaları . gerektiğinden kaynaklanan çatışmalardır. Eşler
ev işlerini paylı:işma, arkadaş edinme ve akraba ve arka­
daŞların ziyaret edilmesi konusunda aynı görüşte olmaya­
bilirle,r. Eşler arasındaki ·bu tür sorunlar eninde sonunda
bir çözüme ulaşır. Ama, eşler arasındaki anlaşmazlıklar
kurallann kimin tarafından konulması gerektiğinden
kaynaklanırsa, bu çatışmaların çözümü diğer çatışmaların
çözümünden daha zordur ve bu çatışmalar �ler arasın­
da en şiddetli kavgaların doğumsına yol açar. Örneğin,
işten döndüğünde · giysilerini askıya asmayan bir adam­
dan birısı giysilerini askıya asma dileğinde bulunursa,
adam karısının bu isteğini yerine getirmekten büyük bir
rahatsızlık duymayabilir. Ama, karısı bu isteğini adama
komut verir bir şekilde belirtirse, ortaya ilişkilerindeki
kuralların kimin tarafından sapıanacağı sorunu çıkar ve
bu adam karısının dileğini yerine getitmeıkte büyük bir
güçlük çekebilir. Evlilik ilişkilerinde kuralların kimin ta­
rafından saptanması gerektiği sorunu çoğu zaman eşl,e:r
arasında bir güç savaşımının (power struggle) doğması­
na yol açar. Bu güç savaşımı süresince eşler birbirlerine
karşı tehdit, sabotaj , fiziksel saldırı ve çaresizlik göster­
me gibi çeşitli taktikleri kullanabilirler. Önemle belirtil­
melidir ki bu savaşım eşierin patolojik bir ilişkileri ol­
duğu anlamına gelmez. Bir evlilik ilişkisinde eşierden bi­
ri, belirli bir şekilde davranarak eşinin davranışını kı­
sıtladığı ve kontrol ettiği halde, böyle yapmaktan kendi­
ni alıkoyamadığını belirtirse, o zaman �lerin ilişkisi pa­
tolojik bir nitelik kazanmaya başlar.
Bir evlilik ilişkisindeki �ler arasındaki güç savaşı-

1 97
mı, kuralların kirnin tarafından koilJ,.l}ması gerektiği ko­
nusu üzerinde yoğunlaşırsa, eşierden her ikisi de sanki
temel hak ve özgürlükleri karşılıklı olarak çiğnenmiş gi­
bi birbirlerine tepkide bulunurlar. Bu durumda eşler,
bunu bana yapmaya hakkı yok; kendini ne sanıyor; ala­
cağı olsun gibi cümleleri kendi kafalannda sessizce. tekrar
etmeye başlarlar: Kuşkusuz; bir evlilikte t�mel hak ve
özgürlükler temel bir Çelişki" haline getirilirse, artık bu
evlilikte iki filmden hangisinin seyredileceği bile, eşler
arasmda boşanmaya neden olabilecek kavgalara yol aça­
bilir.

Tıpkı diğer kişilerarası ilişkilerde de olduğu gibi, eş­


ler anlaşmazlıklarını çözerken bir tek düzeyde iletişimde .
bulunmuş olsalardı, çatışmaların çözümü basitleşir ve eş­
ler arasında çatışma döngüsellikleri doğmazdı, Ne yazık
ki eşler birbirlerine bir düzeyde bir ilişki türü bir başka
düzeyde de, bu ilişki türüyle tutarsızlık gösteren bir iliş..
ki türünü yürürlüğe koymaya çalışmaktadırlar. Bu ne­
denle de, bu tür ilişkilerde çatışmaların çözümü oldukça
.güç olmaktadır; çünkü. eşler birbirlerini aralanndaki ça­
tışmaları artıracak bir şekilde davranışta bulunmaya kış­
kıtmaktadırlar. Örneğin, bir kadın kocasına bana karşı
biraz daha dirayetli davran diye bir buyruk verirse, bu
kan kocanın paradoksal bir ilişki türünün pençelerine
düşmeleri kolaylaşmaktadır. Bu durumda adam kansına
karşı dirayetli davrandıkça, bir başka düzeyde dirayetli
davranmamış olur. Bu ileti tıpkı «bana başeğme» iletisi­
ne benzemekteqir. Bu tür iletileri alan bir kişi, ne şekil­
de davranırsa davransın bu iletiyi gönderen kişinin buy­
ruğunu yerine getirmiş olur. Aynı şekilde, bir kadın, ka­
yınvalidesini çekiştirebiirnek amacıyla, kocasına, sen ne
biçim erkeksin; bir kadının söylediklerine bakıpta, bana
olmadık şeyleri söylüyorsun; yazıklar olsUrı sana derse,

198
bu kadın kocasını paradoksal bir iletinin pençesine dü­
şürmeye çalışmaktadır. Görüldüğü gibi kadın kendi da­
yanak noktasını kendisi çürütmekte ve kendisinin de bir
kadın olduğunu unutmaktadır.
Eşler arasındaki çatışmaların diğer bir kaynağı da
eşierin kurallar konusundaki çatışmalan \:Özebilmek için
koydukları kural ötesi (meta rule) kuralların ilişkinin di­
ğer kuralları ile çatışmasıdır. Örneğin, bir çift belirli bir
konuda tüm çabalarına karşın, bir anlaşmava ulaşamaz­
larsa, bu konudaki en son kararın koca tarafınd�n veril­
mesi gerektiği konusun da bir uz]aşmava va:rabil irler. Ama
bu durumda adam hala karısı ile bakışık bir ilişki için­
de olduğunu belirtmeye çalışır ve karar vermekten kaçı·
nırsa, eşler arasındaki çatışma bir çözüme ulaşmaz ve
sürüncemede kalır. Aynı şekilde, bir başka çift de her
hangi bir konuda her iki taraf için de doyum sağlayınca­
ya dek söz konusu konunun tartışılması kuralını koyabi­
lirler. Ama, kadın kendisini haklı çıkarmak için bir giri·
şimde bulunduğunda, adam karısının sürekli dır dır et­
tiğini belirterek karısını dinlemezse, adamın bu davranı­
şı çatışmalarm çözümü için getirilen kural ötesi bir ku­
ral ile çatışmış olur. Sonuçta her iki eşte öfke doyumsuz­
luk içindedir.

Bir evlilik ilişkisinde eşler arasındaki çatışmalar he­


men hemen sonsuz sayıda nedenden kaynaklanabilir. Bu�
rada tüm bu nedenleri gözden geçirmek yerine, tüm kül­
türlerde gözlenebilen bazı biçimsel örüntüler üzerinde
durulmuştur. Bilindiği gibi, hangi kültürde olursa olsun
iki kişi evlenince bu kişilerin uymalan gereken bazı ku­
rallar vardır. Her kültürde eşler bu kurallan karşılıklı
olarak yağurma ve bu kurallann kimin tarafından sap­
tanması gerektiği sorunuyla uğraşmak zorundadırlar.
Kuşkusuz farklı kültürlerde yetişmiş insaniann bir araya

199
gelerek evlenınelen çatışmaların doğmas"ına ne derili el­
verişli bir ortam yaratırsa, aynı şekilde, bir kültürün
hızla değişmesi de çatışmaların dağınasına o denli el­
verişli bir zemin hazırlar. Örneğin, Amerika'da feminist
hareket kadının geleneksel rolünü değiştirmiş ve bir er­
kekle bakışık bir ilişkiye girmeyi tercih. eden kadını ya-
�m��. '
Eşler arasındaki çatışmaların daha incelikli özellik­
lerini açıklayabilmek için eşler arasındaki sehüel ilişki­
lerin de üzerinde durulması gerekir. Eşierin seksüel iliş­
kilerinden hoşlanabilmeleri için birbirlerini karşılıklı ola­
rak uyarabilmeleri gerekir. Ama, eşierin bu davranışlarını
ilişkilerinin tanımı sorunundan tümüyle soyutlamaya ola­
nak yoktur. Daha açık bir deyişle, eşierin seksüel ilişki­
lerinin tadını çıkarabilmelerinin temelinde, yalnızca bir­
birlerine karşı utnngaç bir şekilde . davranmaları değil,
aynı zamanda seksüel ilişkilerinin kimin tarafından kont­
rol edileceği sorunu da yatmaktadır. Bazen bir çift sek­
süel ilişkiyi sürekli olarak adamın başlatması, bir baş­
ka çift de kadının başlatması konusunda anlaşmaya va­
rabilirler. Başka çiftler de seksüel ilişkiyi tıpkı ilişkileri­
nin diğer alanlarında da olduğu gibi bakışık bir ilişki
olarak tanımlayabilirler.
Eşler arasındaki seksüel anlaşmazlıklar çeşitli şekil­
lerde gelişebilir. Örneğin, bir adam yalnızca kendi canı
istediği zaman karısına yaklaşabilir ve onunla sevişmek
isteyebilir. Kadın ise bu tür ilişkinin kendisini ikincil bir
konuma ittiğini belirterek kocasının isteklerine karşı çı­
kabilir. Karı ve kocanın isteklerini birbirlerine açıkça ifa�
de edebildikleri durumlarda çatışmaların çözümü nisbe­
ten · kolaydır. Ama, karı koca birbirlerine isteklerini açık­
ça ifade edemiyorlarsa, o zaman · çatışmaların çözümü
güçleşir. örneğin, bir kadın sevişmek ister; ama bu iste-

200 -
ğini kocasına açıkça belirtmek yerine, · kocasıi:ıın bunu
anlamasını ve teklifin ondan geleceğini umut ederek
ko­
casına arkasını dönüp yatar. Adam da tam tersi karısı-
'
nın sevişmek istemediğini sanır; o da sırtını karısına
dönüp yatar. Bu tür bir iletişim örüntüsü içinde, zaman­
la ikiside sevilmediklerini düşünmeye başlarlar. Oysa bu
karı koca ilişkilerinin tnnımlanması sorununu çözebiimiş .
ve isteklerini birbirlerine açıkca söyleyebilmer yürekliliği­
ni gösterebiimiş olsalardı, üzülmek yerine sevişmenin ta­
dını alır ve bunun doruğuna çıkmaya çalışırlardı . .
İlişkinin kimin tarı::Jından kontrol edilmesi gerektiği
konusunda eşler arasında bir savaşım söz konusu olduğu
zaman, eşler çatışmalarını çözebilmek için seksüel iliş­
kilerden de yararlanmaya kalkışabilirler. Bu durum eşie­
rin sevişmelerinin tüm tadının tuzunun kaçmasına yol
açar. Örneğin, bir . kadın kocası tarafından küçümsendiği
düşüncesine kapılmışsa, kolay yutulur bir lokma olmadı­
ğını kocasına kanıtiayabilmek için, kocasının sevecen
davranışiarına kayıtsız kalabilir. Adam bir kaç kez dene­
yipte karısından hiç bir cevap alamayınca, o da kendi
kabuğuna çekilebilir. Bir süre sonra nihayet kadın . tes- .
lim olur · ve çok istekli bir şekilde kocası ile sevişir; ama
sevİşıneyi sanki hep o istiyorınuş düşüncesine kapılır ve
kendisinin kocası tarafından küçümsendiği kanısı pekiş­
miş olur.
Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü eşler arasın­
daki seksüel anlaşmazlıkların, bu tür anlaşmazlıklara ge­
nel bir çerçeve hazırlayan ilişkinin tanımlanması sorun­
larından bağımsız olarak ele alınmaması gerekir. Eşierin
birbirlerine karşı kullandıkları çalımlar yaşamlarının her
alanında olduğu gibi seksüel ilişkilerinde de gözlenir.
İlişkilerinin diğer alanlarında kocasına «hayır» diyeme­
yen bir kadın, sevişirken de kocasına «hayır» diyemez.

201
Aynı şekilde sevişirken kocasına huyu:rıgan -bir şekilde
davranan kadın, kocası akşam eve dönerken bir şey sa­
tın alıp gelse, o zaman da kocasına buyurgan bir şekilde
davranabilir. Özetle, eşler ilişkilerinin tanımlanmasına
ilişkin sorunları çözmedikçe, seksüel ilişkilerindeki so­
runlar da çözüme ulaşmaz. Ne zaman ki eşler ilişkileri­
nin tanımlanması - sorunlarını çözmeyi başanrlarsa, ara­
lanndaki seksüel sorunlann büyük bir bölümü de çö­
zümlcnmeye başlar.

Bazen eşierden birindeki belirtisel bir davranış sek­


süel sorunların çözülmesini engelleyebilir. Örneğin, ko­
cası sevişmek istediği zaman sürekli olarak başı çok ağ­
ndığını belirten bir kadın, kocasının isteklerini engelle­
yebilir; ancak sürekli olarak kansının bu tür davranışla­
nyla karşılaşan adam, karısına karşı saldırgan bir şekil­
de davranmak zorunda kalır ve kan koca arasında bü­
yük bir kavga çıkabilir. Kan koca arasında bu tür bir
çatışma doğduğu zaman, bu çatışmanın çözümü oldukça
güçtür; çünkü tanımı gereği bir belirti bir insanın yap­
madan edemediği bir davranıştır. Kadının başı kendili­
ğinden ağnmaktadır; baş ağrısı kadının elinde. değildir.
Görüldüğü gibi kan koca arasındaki bu tür bir iletişim
örüntüsü yalnızca eşierden birinde değil, aynı zamanda
diğer eşin de belirtisel bir davranış geliştirmesine zemin
hazırlayabilir. Örneğin, adam da karısına «elinde olma­
dan» saldırgan bir şekilde davranmak zorunda kalabilir.
Oysa, kadın başım ağnyor diyeceği yerde, şimdi olmaz
ben sana söylerim şeklinde bir cevap verebilse, büyük
bir olasılıkla bu karı koca arasındaki çatışmaların çözü­
mü daha da kolaylaşabilir.
Paradoksal iletişimleri sonucu aralannda çıkan çatış­
maları eşlerin, dışardan bir yardım almadan çözmeleri
oldukça güçtür. Örneğin, bir adam hem kansının alımlı

202
bir kadın olmasını ister, karısı takıp takıştırdığı zaman
da, karısını hafif meşreplikle suçlarsa, bu kadın ne şe­
kilde davranırsa davransın kocasına karşı doğru davran­
ınayı beceremez.
Bu kısa özetten de kolaylıkta anlaşılabilece�i gibi,
eşierin ilişkilerini tutarsız bir şekilde tanımlamaları, sek­
süel ilişkilerinde de sorunların çıkmasına yol açmakta­
dır. Örneğin, bir adam karısından seksüel ilişkiyi baş­
latmasını ister, kadın bu şekilde davrandığında da ka­
rısını sert bir şekilde azariarsa bu adam karısıyla ilişki­
sini bir yandan bakışık, öte yandan da tümleyici bir şe­
kilde tanımlamaya çalışmaktadır. Bu durumda kadın, ne
şekilde davranırsa davransın kocasına karşı «hatalı» dav­
ranmış olur. Bu tür bir paradoksal ilişki ile kadın, an­
cak bir tek şekilde uğraşabilir; se\rişmekten söz eder,
fakat bu sözlerini hiç bir zaman eyleme dönüştürmez.
Böylece, sevişme eylemini tümüyle kocasının ellerine
teslim eder. Kuşkusuz, bu tür bir iletişim örüntüsü
ömürlerini birarada geçirmeye karar vermiş olgun insan­
lara yaraşır bir iletişim şekli de,ğildir.
Seksüel ilişkilere eşierin bireysel korku, kaygı ve
suçluluk duyguları açısından da yaklaşılabilir. Ancak bu
tür bir yaklaşım hiç bir kusurlan olmayan sapa sa�lam
iki insan arasındaki sorunların sürmesine katkıda bulu­
nan tüm etkenierin ortaya çıkmasını güçleştirebilir. Bu
nedenle. eşler arasındaki seksüel anlaşmazlıklam ilişki­
leri ile uğraşma taktikleri açısından yaklaşılırsa, anlaş­
mazlıkları sürdüren koşulların su yüzüne çıkarılması ve
eşler arasında nelerin değişmesi gerektiği kolaylıkla gö­
rülebilir. Örneğin, bir adam hem karısından seksi olma­
sını ister, hem de karısı bu şekilde davrandığında; onu
hafif meşreplikle suçlarsa, kadın bu adamla, ancak belir·
tisel bir şekilde davranarak uğraşabilir. Aynı şekilde, bir

203
kadın .kocasını hem uyarır hem de kocasına bir türlü tes- ·

lim. olmazsa, eninde sonunda kocası da kadının bu dav�


ranışıyla işbirliği yapabilir; ya iktidarsızlık ya da erken
boşalma belalarına yakalanabilir. Eşler arasındaki para­
doksal iletişim örüntüleri eşierin fizyolojik .düzeyde bile
belirtiler geliştiqnelerine yol açabilir.

Değişmeye Karşı Direnç

Aralarında ufak tefek sorunları olan eşler gerektiğin­


de bu sorunlarına akılcı bir şekilde yaklaşıp söz konusu
sorunları çözebilirler. Ama, paradoksal iletişimleri sonu·
cu birbirleriyle çatışma içine düşen eşler sorunlarına
akılcı bir şekilde yaklaşıp, sorunlarını çözemezler. Bu­
nun en önemli nedeni eşierin birbirlerini sürekli olarak
sorunlarını artırıcı bir şekilde davramşta bulunmaya kış­
kırtmalarıdır. Bir terapist bu eşler arasındaki ilişkiyi de­
ğiştirme girişiminde bulunduğu zaman iki büyük engelle
karşılaşır.
Bu engellerden ilki, eşierin birbirlerini ısrarla koru­
maya çalışmalarıdır. Eşler karşılıklı olarak birbirlerini
ne denli sert bir şekilde eleştirirse eleştirsinler, araların:.
daki sitemin dengesini bozacak en küçük bir tehditle
karşılaştıklarında, hemencecik birbirlerini korumaya ça­
lışırlar. Örneğin, tedavi oturumunda bir kadın kocası da
yanındayken kocasının içkici, sorumsuz ve kaba olduğunu
söyler; Ancak bir gün tedavi oturumunda asıl kendisini
üzen şeyin kocasının koca bir bebek gibi davranması ol­
duğunu söyler. Terapist bunu kocanıza neden açıkca söy- ·
lemiyorsunuz dediğinde, kadın şoke olur; bunu : ona na­
sıl söyleyebilirim; söylersem, çok kırılır diye cevap verir.
İşte, eşler arasında zaman zaman gözlenen kavgala•
rm yararı da bu noktada yatar. Eşierin kavgalan hiç ·

204
değilse koruyuculuklarından bir süre vazgeçmelerini · ve
birbirlerine karşı düşündükleri şeyleri açıkça söyleyebil­
�e.lerini sağlar. Bu noktada aklırnıza şöyle bir soru gele­
bılır: Eşler kavga ederek kendilerini daha mı iyi anla­
maktadırlar? Bir başka deyişle eşierin değişmesini sağ­
layan etmen kendilerini anlamalan mıdır? Yoksa, eşierin
değişmelerinin nedeni bir başka etmenden mi kaynak­
lanmaktadır? Bu kitabın önesürdüğü teze göre, eşierin
değişmesini sağlayan etmen kendilerini anlarnaları değil,
salt kavga edebilmeleri olgusundan kaynaklanmaktadır.
Eşierin kendilerini anlarnaları değişmelerinin nedeni de­
ğil, kavga edebilmelerinin bir yan ürünüdür. Eşierin kav­
ga edebilmeleri ilişkinin kimin tarafından kontrol edil­
mesi gerektiğini belirleyen kurallarda bir değişiklik ya­
ratmaktadır. Daha açık bir deyişle eşierin kavgaları iliş­
kilerinin doğasının değişmesine neden olmaktadır. Örne­
ğin, bir kadın kocasının belirli bir konuda karısını sor­
gulayarnayacağr kuralını koyrnuşsa, kocası da bir kavga
anında kadını bu konuda sorguya çekerse, karı koca ara­
sındaki bu kavga ne tür bir kendini anlamayı yaratırsa
yaratsın, bu kan kocanın değişmesini sağlayan temel et­
ken eşierin kavga edebilrneleridir.

Bir evlilik ilişkisinde� eş]erin birbirlerini korumala­


rının doğal karşılanması gerf!kir; çünkü eşler böylelikle
aralarındaki sistemin dengesini korumaya çalışmaktadır­
lar. Ancak eşler koruma eylemlerinde aşırıya kaçarlar­
sa, bu davranışlannın oldukça zararlı etkileri de · olabi­
lir. örneğin, bir kadın kocasını incitirİnı düşüncesiyle
kocasının çok hoş olmayan bir davranışını kO<?asının yü­
züne söyleyemezse, aslında kocasına iyilik yapacağım di­
ye· kötülük yapmış · veya saygısızlık da göstermiş olur.
Aynı şekilde bir kadın kocasından daha yüksek bir sta­
tüye sahip olmamak için öğrenimini yarıda keser ve ki-

205
şisel gelişimini engeHerse, zamanla bunu· kocasına · kar- ·
şı bir koz olarak kullanabilir. Bazen de koruyuculuk eş­
lerin belirli bir sorunla yüz yüze gelmelerini önleyebilir.
Bu açıdan eşlerin koruyuculuklarına dikkatle' bakılırsa,
aslında koruyuculuğun eşierin her ikisinin de belirli bir
ihtiyacına cevap verdiği ve bu açıdan eşler arasında bir
bakıma bir «pazarlık» olduğu görülür. Örneğin, kadın
kocasını, koca da kansım belirli şeylerden korur. Eş­
ler arasında çok önemli bir anlaşmazlık çıkmadığı tak­
dirde, bu durum si.irer gider ve bu ti.ir koruyuculuğun çok
önemli bir zararı olmayabilir. Ama, eşler arasında önem­
li anlaşmazlıklar varsa, eşierden biri koryuculuktan za­
rarlı çıkmaya başlar. Koruyuculuğun bir başka ilginç
özelliği de kimin kimi koruduğunun belli olmamasıdır.
Örneğin, bir adam karısının seksüel konulardan söz edil­
mesinden hoşlanmadığım belirterek karısını korumaya
çalışabilir. Ancak daha dikkatli bir gözlemle, söz konu­
su sorunun kadının değil, adamın sorunü olduğu anla­
şılabilir.
Eşierin ilişkilerini değiştirmeyi amaçlayan bir te­
rapistin karşısına çıkan ikinci bir engel de. eşierden bi­
rinin tedavi edilmesinin diğer eşin bazan da her ikisinin
birden daha ciddi sorunlara yol açmasıdır. Tıpkı şizo­
frenik bir çocuğun aile üyelerince kullanıldığı gibi eş­
ler de belirtisel bir şekilde davranarak ilişkilerindeki be­
lirli sorunları ört has etmeye çalışabilirler. Öneğin, bir
kadının sürekli başı ağnr ve bu karı koca tedaviye baş­
vurur ve kadının baş ağrısı sorunu olmasa çok mutlu
olacaklarını belirtirler. Uygulanan tedavi sonucu kadının ·
başağrısı hafiflerneye başlar; ancak bununla birlikte ka­
rı koca arasındaki anlaşmazlıklar da artmaya başlar.
Hatta, bu karı koca boşanmaya ramak kalırlar. Bu çift
arasındaki ilişki sistemi kadının baş ağrısı üzerine ku-

206
rulmuştur. Bir bakıma kadının «hasta» olrriası, kan ko­
cayı birbirine bağlayan bir bağ görevi görmektedir. Kuş·
kusuz, bu . karı kocaya bireysel tedavi uygulanmış olsa,
baş ağrısının bu çift arasında ne tür işlev gördüğünün
anlaşılması oldukça güçleşebilir.
Psişik bir savunma mekanizması olarak eşierin bi­
rindeki bir belirti hem diğer eşi, hem de tüm evliliği
koruyabilir. Örneğin, histerik belirtileri olan bir kadın ve
kocası tedaviye başvururlar. Adam tedaviye isteksiz bir
şekilde karısının zoruyla gelmiştir. Adam ilişkilerinde
pek büyük bir sorun olmadığını; karısının bazı sorun­
lan olduğunu belirtir Karısı da adamın bu görüşüne ka·
tılır. Tedavi sürecinde kadının histerik belirtileri orta·
dan kalktıkça, karı koca arasındaki kavgaların sayısı da
artmaya başlar. Tedavi oturumlarının birinde kadın ka­
palı yerlerden çok korktuğunu, (claustraphobia) bu ne­
denle asansöre binernediğini ve kocası ile bir yerlere gi­
demediğini belirtir. Bunun üzerine terapist karı kocadan
şehirdeki en yüksek binanın tepesinde bulunan bir lo­
kantada yemek yemelerini ister. Karı koca aniden kay­
gılanır ve büyük bir telaşa kapılırlar. Sonuçta anlaşılır
ki, esas sorun adamın sorunudur; adam yüksek yerlere
çıkmaktan korkmaktadır. Ama, bu karı koca, adamın
güçlü, kadı'nın da zayıf görünmesi konusunda bir anlaş�
maya varmışlardır.
Bu örnekten de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, sorun­
lu bir evlilik ilişkisinde eşierin belirtisel davranışlan bir­
biriyle tümleşebilir. Örneğin, bir adam sürekli kalp sek­
tesi geçireceğinden yakınır. Bu adamın karısı ile ilişkisi
hiç dikkate alınmazsa, bu durumun tipik bir fobik has·
ta olduğu düşünülebilir. Ancak karısı ile ilişkisi dikkatli
bir şekilde incelenirse, adam bu tür bir sorundan yakın·
madığı zamanlarda karısının kendi dünyasına dalıp dep-

207
resif bir şekilde davrandığı görülür. Karısının bu depresif
davranışianna karşılık olarak adam da kalp sıkışması
sorununu ortaya çıkarır. Kocasımn kalbinin sıkıştığım
gören kadın, kendi derdini unutur ve kocası ile ilgilenmek
zorunda kalır. Tüm bunların sonucunda da kadın depres�
yon nöbetlerini · atiatmış olur. Bir süre sonra adam
biraz iyileşir; ama bu kez de kadın yine kendi dünyasına
dalmaya ve depresyon nöbetleri geçirmeye başlar. Bir ba�
kıma bu kan kocanın sorunlan tümleşerek bir sistem
oluşturmuştur.
Unutmamak gerekir ki bir evlilik ilişkisinde eşierden
birinin diğer eşin sorunlanndan tümüyle bağımsız bir şe­
kilde belirli bir psikolojik sorun geliştirmesi oldukça
güçtür. Örneğin, bir adam iflas eder ve bunun sonucun-
. da belirli bir sorun geliştirir. Buna karşılık olarak karısı
da adamın sorunundan daha ciddi bir sorun geliştirebilir.
Bu durum karşısında adam kendisini topadamak ve ka­
rısı ile ilgilenmek zorunda kalabilir. Örneğin, bir adam
işinde büyük bir başarı elde eder ve karısına karşı daha
güvenli bir şekilde davranmaya başlar. Ama, elde ettiği
başarı adamın omuzlarına ek yükler bindirir. Bu sorum­
luluklar altında adam karısına karşı koca bir bebek gibi
davranınayı bir alışkanlık haline getirir. Bir başka de­
yişle, bu adam karısı ile bir bakıma tümleyici, bir ba­
kıma da bakışık bir ilişki kurmaya çalışır. Kadın da ko­
casının bu tür tutarsız ilişkileriyle başedebilmek için be­
lirtiler geliştirir. Bir başka olguda da kadın bir işte ça­
lışarak kocasının üniversitede: okumasını sağlar. Kocası
üniversiteyi bitirir ve başarılı bir işadamı olur. AdaıiJın
bu başarısından sonra, kadın kaygı nöbetleri geçirmeye
başlar; çünkü artık eve ekmek parasını kendisi getireme­
mektedir. Kadın alışılagelmiş ilişkilerinin değişmesinden
tehdit olur ve çıkar yolunu kaygı nöbetleri geliştirmektc
bulur.

208
Tedavi Süreci

Tipik . bir evlilik terapisti birbirleriyle sorunlan olan


eşleri biraraya getirir; karşılıklı ol<\rak birbirlerine duy­
gularını ifade etmelerini sağlar ve sorunları konusunda
onlara bir içgörü kazandırmaya çalışır. Ama, bu demek
değildir ki eşierin değişmesini sağlayan esas etken eşierin
kazandıkları içgörüdür. Bir kişiye neden değiştiğinin
açıklanması ile bu kişiyi gerçektı::n değiştiren etmenlerin
birbirine karıştınlmaması gerekir. Bir çok kez belirtil­
diği gibi, evli eşierin kendilerini anlamalan ve işgörü ka­
zanmaları sonucu değiştİkleri görüşü nesnel verilerle ye­
terince desteklenememiştir. Bazı çiftler sorunlan konu­
sunda hiç bir içgörü kazanmadıklan halde, yalnızca tera­
pistin verdiği yönergeleri izleyerek sorunların üstesinden
gelebilmektedirler. Bazılan da bilinçaltında yatan etmen­
ler konusunda önemli ölçüde içgörü kazanmış olmalarına
karşın. bir türlü değişmeyi başaramamaktadırlar. Bu ni­
telik kendini anlama ve içgörü gibi olayların tedavi bağla­
mından soyutlanarak ele alınamıyacağına dikkatimizi çek·
mektedir. Eşierin terapistle ilişkilerindeki bazı değişiklik­
ler çoğu zaman kendini anlama veya. içgörü kazanma ola·
rak tanımlanmaktadır. Örneğin, ömründe hiç kimseye
karşı boyun eğmemiş bir kadın, tedavi sürecinde bu dav�
ranışının altında yatan etmenleri kavrayabilir ve söz ko­
nusu davranışların demokratik bir aile ortamında yetiş­
tirilmiş olmaktan kaynaklandığını görebilir. Ama, kadın
tüm bunları anlarken şimdiye kadar hiç kimseye karşı
yapmadığı bir şeyi gerçekleştirmekte ve terapiste karşı
boyun eğmekte ve onu bir yetke olarak görmektedir. Ka­
dının değişmesinin sırn da, yetkeyi simgeleyen bir insa·
na karşı tutumundaki değişiklikte yapmaktadır.

209
tlçüncü Kişinin Etkisi

Mutsuz bir çift tedaviye başvurduktan sonra, karı


koca arasındaki ilişkiye bir de terapist katılır. Bazen
üçüncü bir kişi olarak terapistin katılımı, karı koca ara­
sında bir değişiklik yaratabilir. Mutsuz eşler, genellikle
birbirlerini karşılıklı olarak suçlayabilmek amacıyla teda­
viye başvururlar. Böy Ielikle terapisti kendi yanlarına çek­
meyı:! çalışırlar. Üstelik sorunlu eşler, bu konuda da ol­
dukça deneyim kazanmışlardır; çünkü daha tedaviye baş­
vurmadan önce yakın akraba ve dostları kendi yanlarına
çekmeyi başarmış ve onların da birbirlerine düşmesine yol ·
aÇmışlardır. Tedavi ortamında evlilik terapisti eşiere bu
olanağı vemez; kan kocanın hiç birinin de yandaşı olma­
maya özel bir titizlik gösterir. Bir başka deyişle, terapist
t�şlere karşı sıradan insanların davrandığından farklı bir
şekilde davranır. Dahası, terapist eşiere yaptığı yardım
karşılığında oruardan para da almaktadır. Bu da terapis­
tİn eşiere karşı sıradan insanların davrandığından farklı
davranmasının bir göstergesi değil midir?
Biraz önce, terapistin üçüncü bir kişi olarak karı ko­
ca ara�ındaki ilişkiye katılmasının karı koca arasında bir
değişikliğe yol açabileceğini belirtmiştik. Bunun en önem­
li nedeni eşler artık yalnızca birbirleriyle değil bir de te"
rapistle uğraşmak zorundadırlar. Örneğin, belirli bir tar­
tışmadan sonra karısına kızıp suratını asarak koltuğun­
da gazete okumayı alışkanlık haline getirmiş bir adam,
tedavi ortamında aynı davanışını sürdüremez; çünkü ada­
mın karşısında yalnızca karısı değil, bir de terapist var­
dır. Bu nedenle, adamın karısına karşı daha önceden kul­
landığı taktiklerde bir değişiklik yapması gerekir. Aksi
halde, adam aynı taktikleri terapiste karşı da kullana­
cak olursa, bu taktikler adamill pek işine yaramaz; çün-

210
kü terapist kolaylıkla kışkırtıma kapılan bir kişi değildir.
Kuşkusuz, bir evlilik terapistinin sorunlu eşleri. her
anlamıyla tanınıasına· olanak yoktur. Bu ·nedenle, terapis­
tİn eşler arasında tarafsız kalması olanak dışı bir şeydir.
Terapist eşler arasındaki tarafsız tutumunu önce eşierden
birinin, sonra diğer�in yarima geçerek sürdürür. Yeri gel­
mişken belirtmekte yarar vardır. Bazı evlilik terapistleri
yöneltimci olmadıklarını belirtirler. Oysa, bu oldukça saf·
dil bir açıklamadır. Bir terapist bir kadının tum yakın­
malarını can kulağı ile dinledikteri sonra, kadinıiı koca­
sına dönüp, bu konuda sizin düşünceniz nedir, diye so­
rarsa, bu bir yöneltme eylemi değilse, ya nedir? Bir baş­
ka deyişle, tedavi ortamında terapistler «nötr» cümle söy·
leyemezler; çünkü ses tonları, vurgularlıklan kelime ve
·

cümlelcr, iletişim bağlaını tüm bunlar bir tür yönelt­


me biçimidir. Evlilik terapisti eşleri yönelttikçe, her
hangi bir eşle kendisi arasındaki işbirliği ve dayaıuşma
örüntüleri de sürekli olarak değişir. Evlilik tedavisinin en
can alıcı noktası da burada yatar. Bir evlilik terapistinin
etkili olabilmesi için, çiftlerden biri ile kurduğu dayanış­
ma örüntüsünü sürekli olarak değiştirebilmesi gerekir
(Bilindiği gibi sıradan insanlar hiçte böyle davranmazlar).
Yine yeri gelmişken belirtmekte büyük bir yarar vardır�
Kocas-ını zorla tedaviye sürükleyen ve tüm sorunlarm ko­
casından kaynaklandığını · savunan bir kadın, bir kaç te­
davi oturumundan sonra terapistin aynı görüşte olmadı­
ğını ve sorunların gelişmesinde kendisinin de payı bulun·
duğunu görebilir. Terapistin bir kadının söylediklerini
can kulağı ile dinlemesi, yalnızca kadın ile terapist arasın­
da bir dayanışma yaratmakla kalmaz, aynı zamanda, · karı- ··
sının söylediklerini dinlemeyen bir adam için de etkili ·bir ·
model olur. Aynı şekilde, terapistin eşierin kışkırtımına
kapılmaması da eşler için bir model olabilir. Eşler te-

211
rapistin davranışlarını gözleyerek kışkı rtıma kapılmama­
yı öğrenebilirler.
Birbirleriyle bir türlü tümle�ci bir ilişki kurmayı be­
ceremeyen bir çift, tarapistle bu tür bir ilişki içine gir­
meyi becerdikten sonra, aralaruıdaki sorunla rın büyük bir
bölümü çözümlenıneye başlayabilir. Çünkü, terapist eşie­
rin sorunlarına ilgi göstermekte, onları dinlemekte ve tüm
bu davranışlarıyla bir yetke ve uzman olduğu izlenimini
vermektedir. Eşierin yetkeyi simgeleyen bir kişi ile tüm­
leyici bir ilişki içine girmeleri, kendi yaşamlannın belirli
alanlarında da tümleyici ilişki kurabilmelerini kolaylaş­
tırabilir.

Kurallann Tanımı

Psikoterapi sürecinde eşler üçüncü bir kişi olarak


yalnızca terapistin varlığından değil, aynı zamanda tera·
pistin verdiği yönergelerden de etkilenirler. Tedavi süre­
cinin ilk oturumlarında eşleri kafalanndaki her şeyi söy
lemeye. yüreklendirir. Tedavi odasının hiç birinin de «kül­
lüğü» olmadığını çok net bir şekilde eşiere açıklar. Bu
ortam içinde eşierin birbirlerini korumaları için d� pek
fazla bir neden kalmaz; , bu oı1amın kuralları günlük
yaşarnın kurallanndan oldukça farklıdır. Hatta, bazen
terapist tedavi ortammın günlük yaşamdaki ortamlardan
çok farklı olduğunu vurgulayabilmek için, bazen eşierin
sorunlarını tedavi odasının dışından başka bir yerde ko­
nuşmalanm yasaklayabilir.
Terapist eşierin davranışiarım farklı bir şekilde ta­
ıiımlayarak, eşierin ilişkilerindeki olumlu özellikleri vur­
gulamaya çalışır. Örneğin, bir adam kansının gevezeli­
ğinden bıkıp usandığını belirtirse, terapist kadının bu
davranışının aslında kocası ile daha yakın bir ilişkiye

212
girmeye çalışmaktan kaynaklandı�nı belirtebilir. Aynı
şekilde bir kadın kocasının çok soğuk ve kaygısız bir
adam olduğundan yakınırsa. terapist aslında adamın bu
davranışının altında iyi bir şey yattığını ve adamın ka­
rısı ile bir sürtüşmeye girmekten kaçınmaya çalıştı�iıı
belirtir. ÖZetle, terapist eşierin birbirlerine karşı yap­
tıkları en acımasız ve katı çalımları bile, iyi niyetten
kaynaklanan davranışlar olarak tanımlamaya çalışır. Kuş­
kusuz, bu konuda terapistin oldukça dikkatli davranma­
sı ve eşierin olumlu bir özellik olarak algılayabilecek­
Ieri nitelikleri olumlu bir özellik oarak vurgulaması ge­
rekir.

Tedavi ortamında eşietin özgürce tartışabilmelerinin


sağlanması, eşler arasında gizli kapaklı kalmış kural ve
duyguların ortaya dökülmesini sağlar. Bu gizli kapaklı
kuralların apaçık bir şekilde tartışılması kuralların etki­
sini azaltabilir. Örneğin, kan koca arasında yalnızca ha­
nımın akrabalarının ziyaret edilebileceğini b elirten gizli
bir kural varsa, terapistin bu kuralı gün ışığına çıkar­
ması, eşierin bu konuda tartışmaianna ve bir çözüm yo­
lu bulmalarına neden olabilir. Aynı şekilde bir kan ko­
ca arasında kadının kocasının sözünü sürekli olarak ke­
sebileoeğine ilişkin gizli bir kural varsa kadın, aynı dav­
ranışını tedavi oturumlarında da sürdürdüğünde, terapist
bu durumu kadının dikkatine getirebilir ve kadın bun­
dan sonra kocasına karşı daha özenli bir şekilde davran­
maya başlayabilir. Bazan da terapist adamın karısına kar­
şı çok çıtkınldım bir şekilde davrandı�nı, bunun aslın­
da çok dürüst bir davranış olmadığını belirtebilir ve karı
kocayı birbirleriyle tartışmaya yüreklendirebilir. Özetle,
terapist eşierin farkında olmadan uymaya çalıştıkları ku­
ralları gün ışığına çıkararak ve eşler arasındaki olumlu ni­
telikleri vurgulayarak eşierin hangi kurallara uymaları

213
gerektiğindım kaynaklanan sorunları çözümlemeye çalışır.
Ama, karı koca arasındaki kurallarm kimin tarafından
saptanması ge'rektiğinden kaynaklanan çatışmaların çö­
zümü, bu denli kolay değildir ve terapistin daha incelikli
taktikler uygulamasını gerektirir.

ilişkinin Kurallannı Kim Koyacak? Çatışmalar


ve Çözümleri

Eşler arasındaki çözümü en zor çatışmalar ilişkinin


kurallannın kimin tarafından konulacağından kaynakla-
. nan sorunlardır. Birbirleriyle iyi geçinerneyen eşler ara­
sında kim kimin davranışını ne kadar kontrol edecektir.
bu: koritida sürekli · bir savaşım vardır. Terapist çoğu za­
maft eşler arasındaki kontrol sorununu kontrol kavrall)ı­
nı kUllanmadan çözmeye çalışır. Çünkü eşler arasındaki
bu kontrol savaşımını apaçık · bir şekilde eşlerle tartış­
mak, sorunu olduğundan da daha kötü hale getirebilir.
Bir çok kez belirtildiği gibi, terapist eşler bir konu­
yu tartışırken, bakın bu çok önemli üzerinde durmamız
gerekir diye eşleri oldukça incelikli bir şe·kilde yönelte­
bilir. Ancak, bir evlilik terapistinin bazen eşiere çok dakik
ve açık bir şekilde yönergeler de ve:rebilmesi gerekir. Ev­
lilik terapistlerinin evli çiftiere verdikleri yönergeler iki
grup altında kısaca özetlenebilir. Bunlar, eşierin farklı
davnmmaları ve alışageldikleri gibi davranmalarını yü­
reklendiren yönergelerdir.
. E şler arasındaki çatışmalar . çok ciddi boyutlara ulaş­
mamış ve eşler zaten farklı davranabilmek için bir takım
çareler arıyorlarsa, terapist bu durumda eşiere farklı ·dav­
ranmaları için yönergeler verir. Örneğin, uzun süredir bir­
birleriyle kırgın olan, fakat barışmaya can attıkları halde
bunu bir türlü becererneyen bir çifte, akşam yemeğini

214
dışanda yemeleri içi� bir yönerge, verir. Söz gelimi, adam­
dan karısını akşam yemeğine davet etmesini ister. Tera­
pist böylelikle her iki eşin de birbirler-ine aşırı ölçüde
ödün vermesine g,erek kalmadan onları amaçlarına ulaş­
tınr. Yeri gelmişken belirtmekte yarar vardır. Birbirleri­
ne kırgın eşiere harışmaları konusunda ö�t vermenin
pek bir yararı dokunmaz. Bu nedenle, bunlara öğüt ver­
mek yerine, farklı davranmalanna zemin hazırlaya­
cak ortamiara girmelerini sağlamak çok daha yararlı
sonuçlar verir. Örneğin lüks bir lokantaya gidip et­
raflannda konuşacak hiç kimseyi bulamayan karı koca
eninde sonunda birbirleriyle kibar bir şekilde konuşmak
zorunda kalırlar. Bazen de eşler, terapisti belirli yönerge­
ler vermeye kışkırtabilirler. Eşierin bu kışkırtımlarına
karşılık terapist, onların istediği yönerge!leri verirse, eş­
lerin sorunları ortadan kalkmaz. Bilindiği gibi, sorunlu
eşler yakın akraba ve dostlarını onlara yönergeler verm.e­
leri konusunda kışkırtırlar. Akraba ve dostları da eşle�
rin bu kışkırtımlarına kapılır ve onlara belirli yönergeler
verirler. Ama, yakın akraba ve dostları ne denli iyi niyet­
li ve incelikli yöner-geler verirlerse versinler, eşierin so­
runları ortadan kalkmaz, hatta bazen bu sorunlar oldu­
ğundan da daha kötü hale gelebilir. Zaten, yakın akraba ve
dostların ö�tleri bir işe yaramış olsaydı sorunlu eşierin
bir evlilik terapistine başvurmalarına gerek kalmazdı Bu
kısa açıklamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, bir
evlilik terapistinin eşierin açtığı yolda yüriimemeye özel
bir titizlik göstermesi gerekir. Örneğin, bir kadın, koca­
mın her akşam dışarı çıkması yerine, evde oturması ge­
rekmez mi, diye terapiste bir soru sorarsa, terapist ka­
dınla aynı görüşte olmak veya ona öğüt 'ver-mek yerine,
kocanız neden akşamlan evde oturamıyor, bunun neden­
lerini anlamanızın sizin için daha yararlı olacağı kanısın­
dayım diyebilir. Böylece, terapist hem kadının açtığı yol-

215
da yürümemiş; hem de, onu kocasının davranışlarını in­
celemeye ve anlamaya yüreklendirmiş olur. Daha· açık bir
deyişle, bazen terapist bir taşla iki kuş vurmayı başarır.
Bilindiği gibi, hastaların kışkırtımlar:ına çoğu zaman te­
rapist sessizlikle cevap verrir. Kuşkusuz, sessizlik tekniği
terapisti hastanın kışkırtımlarına kapılmaktan alıkoyan
bir tekniktir;Ama bazen, terapistin sessizliği eşlerrin so­
runlarının sürüncemede kalmasına da yol açabilir. Bu ne­
denle, bir evlilik terapistinin hastaların kışkırtımlanna
kapılmadan, yalnızca gerekli olduğu yerlerde sorunlu eş­
lere yönergeler verebilmesi gerekir. Etkili olacağından
emin olduğu halde bir terapist eşiere belirli yönergeler
vermezse, bu terapist bir bakıma tedavi zamanını boşuna
harcamış olur.

Sorunlu eşiere verilen yönergelerin, hem kolaylık­


la izlenebilir, hem de yaratacağı sonuçların çok açık bir
şekilde görülmemesi gerekir. Bir başka deyişle, kör göze
parmak sokar gibi verilen yönergderin pek bir yararı yok·
tur. Bu nedenle, terapistin sonuçları ve dağurguları açı­
sından oldukça incelikti yönergeler verebilmesi gerekir.
Örneğin , bir kadın, kocasından her isteğine boyun eğme­
sini ister. Bu durumu gözleyen terapist, hamının yanında
adama bundan böyle karısına haftada bir kez olmak üze­
re her hangi bir konuda «hayır» demesini ister. Kuşku­
suz bu tür bir yönergenin izlenmesi çok kolaydır; çünkü
adam yarı şaka bir şekilde belirli bir konuda karşı çıka­
bilir ve karısına «hayır» diyebilir. Terapist, kadına döner,
nasıl olsa kocanızın size hayır diyebilme şansı var; bun­
dan sonra canınız ne dilerse hiç çekinmeden yapın der.
İlk ağızda bu yönerge, biraz gülünç, biraz da hiç bir et­
kisi olmayacakmış gibi görünebilir. Ancak, gerçekte hiç·
te öyle değildir. Adamın hayır sözcükleri zamanla kan
koca arasındaki duyarlı konulara rastladıkça, bu yöner

216
genin yankılan çok büyük olur. Özellikle, kadın bir şeyin
kocası tarafından derhal yerine getirilmesine direttikçe,
adam da kansının bu isteğine «hayır» dedikçe, kan ko­
ca arasındaki ilişkinin doğası sarsılmaya ve yeniden ta­
ı:ıımlanmaya başlar. Biraz öncede belirtildiği gibi, bu tür
bir yönergenin izlenilmesi oldukça kolaydır; çünkü kan
ve koca her ikisi de çok iyi bilmektedirler ki adam yal­
nızca terapistin yönergelerini yerine getirmeye çalışmak­
tadır.
Bir başka olguda da bir kadın, cimri denilebilecek
, ölçüde tutumlu kocası da o ölçüde savurgandır. Bu yüz­
den kan koca arasında büyük tartışmalar çıkmaktadır.
Terapist kadından her hafta bir kaç dolaı- parayı olduk­
ça savurgan bir şeıkilde harcamasını ister. Yine bu yö­
nerge oldukça basit bir yönerge olmasına karşın, kan
koca arasındaki ilişkiyi kökünden dut gibi silkeleyebile­
cek güçtedir. Bir başka olguda da, erken boşalma soru­
nu olan bir adam, kansının sevişmekten zevk alıp alma­
ması ile obsesif bir şekilde ilgilenir. Kansını bu konu­
da her sevişıneden sonra sorguya çeker. Adamın bu
davranışları karı koca arasındaki seksüel ilişkilerin tadı­
mn tuzunun kaçmasına yol açar. Trapist, adamın ya­
nında kadına, bundan sonra, seviştikleri zaman orgazm
olsa bile, kocası sorduğun da hayır demesini ister. Adam
karısı ile sevişir; kansının çok hoşlandığım görür ve ka­
rısına oııgazm olup olmadığını sorar. Kadın, hayır diye
cevap verir. Adam şimdi bir bellisizliği yaşamaktadır:
Acaba karısı orgazm olmamış mıdır, yoksa terapistin yö­
nergelerini yerine getirmek için mi, «hayır» demekte­
dir? Kadın terapistin yönergelerini izlemekte direttikçe,
adamın karısının orgazm olup olmadığına ilişkin obsesif
tutumu da değişmeye başlar.
Kan kocayı farklı davranmaya yüreklç:ndiren yi)..

ıı7
nergelerin gerçekten etkili olabilmesi için, . bu yönerge­
lerin çok basit ve kolaylıkla izlenebilen yönergder olma­
sı gerekir; ·Ancak bu demek değildir ki bu tür yönerge­
lerin bulunması çok kolay bir iştir. Sorunlu eşler arasın­
. daki çatışmalan artıncı bir Şekilde birbirlerini davranış­
ta bulunmaya kışkırtıklan içih, eşierin farklı da�ninma-
lannı · sağlayacak yönergelerin . bulunması oldukça güç­
tür. Terapistin bu güçlüğü ortadan kaldırabilmesi için,
çok dikkatli bir gözlemci olması, sorunlan dakik bir şe­
kilde tanımlaması ve yaratıcı düşünme gücüne sahip ol­
ması gerekir.
Mutsuz bir çifti kısa bir süre içinde değiştirebilme·
nin en etkili yollanndan bir diğeri de, eşleri alışageldik­
leri gibi davranmaya .yüreklendirmektir. Örneğin, bir ka­
dm kocasının çok beceriksiz bir kişi olduğunu belirtir­
se, terapist kadının bu düşüncesine katılmak yerine,
kocası neden bu şekilde davranıyor, kadını bunun ger­
çek nedenlerini· anlamaya yöneltir. Terapist bu yolla ada­
mın alışage:ldiği gibi davranmasına izin vermiş olur. Ay­
nı şekilde kendini. anlamak. yoluyla psikolojik sorunlann
çözülebileceğiİıi · ileri · süren yaklaşımlar da bir bakıma ki­
şileri alışageldikler-{ gibi davranmaya yüreklendirir. An·
cak burada önemli bir noktanın . belirtilme�i gerekir.
Eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yüreklendiren yö­
nergelerle, eşierin çatışmalannı tartışırken alışageldikle­
leri gibi davranmalan arasında önemli bir fark vardır.
Bilindiği gibi, çatışma içinde ·olan eşierden biri diğerin­
den belirli bir şeyi yapmaktan vazgeçmesini ister. Öteki
eş de inadına eşini sinir eden davranışı yapmakta . is­
rar eder. Eşierin bu özelliğini terapist çok iyi bilmekte­
dir. Bu nedenle, terapist eşlere belirli bir şeyi yapmak­
tan vazgeçmelerini isteyen yönergeler yerine yaptıklan
şeyleri daha fazla y�pmalannı belirten yönergeler verir.

. 218
Bu �ü!-' . paradoksal . bir . yö?e:rıgeye eşierin
karşı koyabil­
mesı ıçın alışageldıklerı gıbi davranmaktan
vazgeçmele­
ri gerekir ki. bu da eşierin tedavisel bir doğrultuda
. dav­
ranmaya başlamaları demektir.

Bir evlilik terapisti eşierin sorunlarına karşı çık·


maz ve eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yüreklen­
dirirse, bu terapistin sorunların gerçek doğasını ve so·
runların sürmesine katkıda bulunan etkenleri görmesi
kolaylaşır. Örneğin, bir kadın sürekli olarak öz.veride bu­
lunan kişinin kendisi olduğunu belirterek kocasını yönet­
meyi başarmışsa, ve bu kadın 2ynı taktiği terapiste de
uygulamaya kalkışırsa, terapist kadından biraz daha öz­
veride bulunmasını tster. Bu durumda kadın terapistin
verdiği yönergeyi, iz.lerse terapist tarafından yöneltilmiş,
yerine ·getirmezse, bu kez de alışageldiği gibi davranmak­
tan vazgeçmiş olmaktadır. Bazen bir terapist bir adım da­
ha atıp, kadının yeterince özveride bulunmadığını; ko­
casının da daha fazla bencil davranmasını isteyebilir,
Bu d�nımda karı kocanın her ikisi de birden eski iliş­
kilerini yeni bir raya oturtabilmek için var güçleriyle da­
ha çok çaba harcamaya başlayabilirler.
Sorunlu eşierin en tipik davranışlarmdan biri birbir­
leriyle sürekli olarak kavga etmeleridir. Terapist de eş­
lerin bu durumunu çok iyi bilmektedir. Bu nedenle tera­
pist eşierden kavga etmekten vazgeçmelerini istemez.
Tam tersi, onları bazen bilinçli planlı bir şekilde kavga
etmeye yöneltir. Örneğin, terapist eşiere bu akşam eve
gidip şu konuda birbirinizle didişmenizi ve aklınıza ne
gelirse birbirinize söylemenizi istiyorum diyebilir. Bu
durumda eşler kavga etseler bile, artık bu kavganın an­
lamı eski kavgaların anlamından çok farklı olur.
Terapist eşleri alışageldikleri gibi davranmaya · yö­
ne!ttikten ve eşierin davranışlarının kontrolünü eline

219
geçirdikten sonra, eşlere verdiği yönergelerin doğasını
değiştirerek eşierin ilişkilerinin sınırlarını genişletmeye
çalışır. Burada Milton Erickson'un verdiği bir örnekten
söz edilmesi gerekir. Erickson'a başvuran bir kadın ev­
lendiğinden bu yana düşünü kurduğu bir evi satın ala­
bileceklerini, fakat kocasının ev seçimi konusunda ken­
disine hiç bir hak tanımadığını belirtir. Adam da tüm
yetkinin kendisinde olmasına diretmektedir. Erickson
bu adama tam bir patran gibi davranması ve hiç bir
kimsenin söylediği bir şeye kulak asmaması gerektiğini
belirtir. Bu adamın çok hoşuna gider. Erickson ile adam
arasında sıcak ve güvenli bir ilişki oluştuktan sonra,
Erickson gerçek bir patronun aslıAda emri altındaki ki­
şilere söz hakkı tamyan bir kişi olduğunu söyler. Bu
da adamın hoşuna gider. Erickson bunun üzerine adam­
dan hoşuna giden çeşitli evlerin planlarını açıklaması­
nı ister. Adam açıklar. Sonra bu adamdan kansına bu
evler arasından birini seçme hakkım tanıması gerekti­
ğini, çünkü gerçek bir patronun bu şekilde davranabi­
leceğini belirtir. Adam kansına bu hakkı verir. Böylece,
Erickson her iki eşin de ihtiyaçlarına cevap verebilecek
şekilde bu karı kocanın ilişkilerinin sınırlarını genişlet­
meyi başarmıştır.
Çoğu zaman etkili bir evlilik terapisti eşleri önce
alışageldikleri gibi davranmaya, daha sonra da alışageldik­
leri gibi davranmalanndan farklı bir şekilde davranmaya
yiireklendirir. Örneğin, bir kadın yemek zamanında ko­
casının gazete okuduğunu, tam sofrayı kaldırmak üze·
reyken kocasının yemek masasına oturup yalnız başı­
na yemek yediğini ve bu dunımun kendisini çok üzdü:
ğünü belirtir. Terapist adama niye böyle davrandığını
sorar; adam karısının sürekli dır dır ettiğini, bundan ·

kaçmabilmek için bu şekilde davrandığını söyler. Kadın

220
kocasının bu söylediklerini ağzı açık bir şekilde dinler
ve yalnızca çocuklan terbiye etmeye çalıştığını belirtir.
Terapist bu kan koca arasındaki ilişkiyi biraz daha de­
rinliğine incelediğinde görür ki kadın yemek masasın·
da kocasının ağzını bile açmasına fırsat vermemekte sü·
rekli olarak konuşmaktadır. Terapist, kadından söylediği
şeylerin kocasına ne şekilde etki ettiğini aniayabilmesi
için bir hafta boyunca kocasını dikkatle gözlemesini is­
ter.Adamdan da yemek masasında canını sıkan bir şey
olunca hemen kalkıp öbür odaya gitmesini ister. Kan ko­
ca bu yönergeleri bir süre izlerler. Adam karısı gevezelik
edince masayı terkeder. Kadın, kocasının davranışlarını
dikkatle gözler. Ama kadın adamın davranışiarına eskisi
kadar üzülmemektedir; çünkü adamın bile bile terapis­
tİn yönergelerini yerine getirmek için masayı terkettiğini
iyi bilmektedir. Bundan sonra terapist eşiere verdiği yö­
nergelerinin doğasını değiştirir ve bundan sonra yemek
masasında çocuklar doğru durmadığı takdirde, bir haf·
ta kadının, gelecek ·haftada da adamın ilgilenmesini is­
ter. Bu basit yönergeleı:r karı kocanın çok işine yarar ve
kan koca tatlı tatlı akşam yemeği yemeğe başlarlar.
Dahası, bu karı koca terapistin bu basit yönergelerini ya­
şamlarının diğer alanlarında da uygulayıp oMukça ba­
şarılı sonuçlar elde ederler.
Bir evlilik terapisti değişmeyi yüreklendiren bir bağ­
lanı içinde eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yöneltir­
se, eşler bu durumla ancak davranışlarını değiştirerek uğ­
raşabilirler. Bu tür bir yöneltme eylemini gerçekleştirme­
nin en kolay yollarından biri, eşierin olumlu olarak algı­
ladıklan bir şeyi olumsuz bir nitelik olarak tanımlamak­
tır. örneğin, terapist eşlerden birisinin diğerini sürekli
olarak koruduğunu ,gözlerse, bu durumun aslında koru­
nan ·eşin değil, koruyarı eşin işine geldiğini, onun ihtiyaç·

22 1
lanna cevap verdiğini ve bu tür bir davranışın bencil bir
davranış olduğunu vurgular. Diğer bir yolda eşierin bir·
birlerine ceza verip vermediklerini araştırmaktır. Hemen
hemen tüm eşler birbirlerine ceza vermelerine gerek ol­
madığını ve ceza vermediklerini belirtmelerine karşın, as·
!ında eşierin birbirlerine ceza vermeye çalıştıkları gözlen­
miştir. Özellikle, eşler surat asarak, ve birbirlerine karşı
umursamaz bir şekilde davranarak birbirlerine ceza ver­
meye çalışırlar. Bir kan koca arasında bu tür bir ceza
verme örüntüsü gelişmişse terapist bu karı kocadan her
hangi birisi surat asınca, diğer eşin neden bana ceza wr·
meye çalışıyorsun diye eşini sorgulamasını ister. Terapis·
tin bu tür yönergeleri birbirlerini belirtisel bir şekilde ce•
zalandırmaya çalışan eşierin davranışlarının değişmesine
yol açabilir.
Evli eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yüreklen·
dhmenin bir başka yQlu da eşierden birinin, diğer eşi bile
bile belirtisel bir şekilde davranmaya yüreklendirmesini
sağlamaktır. Eşierden biri diğerine. belirtisel bir şekilde
davranınaya yüreklendirirse, belirtisel bir şekilde davra·
nan eş, bu davranışlarından vazgeçebilir. Örneğin, bir ka·
dın dışarı çıktığında gözlerinin iyi görmediğini ve bu yüz­
den dışarı çıkamadığım belirtir. Bu kadının kocası da ka­
dını her sabah işe giderken dışarı çıkıp gezip dolaşmaya
özendirmiş, fakat bu konuda hiç bir başarı elde: edeıneıniş·
tir. Zamanla kadın hiç dışarı çıkamaz olmuş ve dışarı
ile ilgili tüm işleri adam yerine getirmiştir. Bu durum­
dan kan koca oldukça mutsuzluk duymaktadırlar. Bir
dizi oturumdan sonra terapist adama şöyle bir yönerge ·

verir: Bundan sonra her sabah ise giderken karısından


dışarı çıkıp gezip dolaşabileceğini isternek yerine, evde
oturup beklemesini söyleil". Adam ertesi günü işe giderken
terapistin bu yönergesini yerine getirir ve karısına dışarı
çıkmaması gerektiğini belirtir. Kadın kocasından bu tür

222
bir is!eği duyduğunun ilk günü yıllardır yapamad�ğı bir
şeyi yapar ve evin karşısındaki . bir ba}(kaldan alışveriş
yapmayı başarır. Daha sonraki günlm-de adam terapistin
yönergelerini yerine getirdikçe, kadın dışarı çıkmaya ve
gezip dolaşmaya başlar. Terapist de kadının kocasına olan
bağımlılığını azahabilrnek için, kadını belirli sosyal faaa­
liyetlere katılmaya özendirir. Bu örnekten de kolaylıkla
anlaşılabileceği gibi, eşierden birinin diğer eşi belirtisel
bir şekilde davranmaya kışıkırtması tedavisel açıdan ol­
dukça şaşırtıcı sonuçlar yaratabilir.
Özet : Bir Aile Sisteminin Dengesinin Değişmesi
Çatışma içinde olan eşler aralanndaki çatışmaların
artmasına yol açacak bir şekilde birbirlerini tepkide bu­
lunmaya zorlarlar. Bu nedenle, bir evlilik terapisti yalnız­
ca eşler arasındaki çatışmaları azaltmaya veya çözmeye
çalışmaz, aynı zamanda eşler arasındaki sistemin denge•
sini değiştirmeye çalışır. Bu tür bir değİşıneyi yarata­
bilmek için de sistemin temel çarklarının değiştirilmesi
gerekir. Sistemin dengesini sağlayan .çarklar değiştikçe,
tüm sistem değişmeye başlar.
Evlilik terapistine başvuran eşler birbirleriyle mut­
lu ve doyumlu bir ilişki kurmak istedikleri halde,
bunun bir türlü yolunu bulamayan kişilerdir. Terapist
eşierin daha doyumlu bir ilişki içine girebilmeleri için on­
ları, sorunlarını incelemeye yüreklendirir. Gerektiğinde
eşler arasında yargıçlık ve danışmanlık yapar. Çeşitli tak­
tikler kullanarak eşierin kavga edebilmelerini ve duyarlı
oldukları konuları tartışabilmelerini sağlar. Tedavi bağ­
laını içinde eşierin kendilerini anlamaları ve sorunlan ko­
nus11nda bir içgörü kazanmaları gerektiğini belirtir. Ama,
eşierin tedavi olmasını ve değişmesini sağlayan esas et­
ken kendilerini anlamaları veya içgörü kazanmalan değil,
terapistin kullandığı paradoksal taktiklerdir. Bu nedenle,

223
bir evlilik terapisti evli eşlere karşı ımradoksal taktik·
ler kullanmakta ne denli becerikliyse, bu terapistiiı evli
eşleri değiştirebilme gücü de, o denli artar.

224
BÖLtİM 7
AİLE ÇATlŞMALARI VE ÇÖZÜMLERİ

Daha önceı de bir çok kez belirtildiği gibi, son yıllar­


da psikoterapi anlayışında bir değişiklik olmuş, psikote­
rapi sürecinde kişilerin içpsişik süreçleri yerine kişiler­
arası ilişkilerine önem verilmeye başlanmıştır. Bunun do­
ğal bir sonucu olarak da tedavi sürecinde dikkatler aile
üzerinde toplanmıştır. Tüm aile üyelerinin birlikte gö­
rülüp tedavi edilmesi gerektiği görüşü, her geçen gün bi­
raz daha yagyınlaşmış ve aile tedavisi temel bir psikote­
rapi yaklaşımı olmuştur. Bu yaklaşım yalnızca psikiyat­
ri ve psikolojide değil aynı zamanda diğer sosyal bilim­
lerde de yepyeni ufukların açılmasına yol açmıştır.
Aile üyelerinden birisi bir belirti geliştirdiği zaman,
neden tüm aile üyelerinin birlikte görülmesi gerekir, bu­
nun için iki gerekçe ileri sürülmüştür. Bu gerekçelerden
birincisiyle aile üyelerinden birinin geliştirdiği bir belir­
tinin ailede bir işlev gördüğü belirtilmiştir. Örneğin, bu
kişinin ai1ede bir günah keçisi rolü oynayabileceği ve aile
üyelerini birbirine kenetleyen bir bağ görevi görebilece,ği
belirtilmiştir. İkinci gerekçe ile de hasta bir aile üyesinin
belirtisel davranışları ortadan kaldırıldığında bir başka
aile üyesinin hastalanabileceği ve tüm ailenin dağılma
tehlikesi ile karşı karşıya kalabileceği ileri sürülmüştür.
Önerilen bu iki görüş gerçekten doğruysa, gelenek­
sel psikopatoloji anlayışından kategorik olarak farklı
yepyeni bir anlayış ortaya çıkmaktadır; çünkü bu yeni an­
layışa göre, bir kişideki belirtisel bir davranış tüm aile
üyelerinin ortak bir ürünüdür. Hasta bir kişinin tedavi
edilebilmesi için de, tüm aile üyelerinin birlikte görülme-

225
si ve aile sisteminin değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak,
hemen belirtilmesi gerekir ki, bir aile sisteminin değişti·
rilmesi kolay bir iş değildir. Aile sisteminin değiştirilme�
sini zorlaştıran en önemli engel aile üyelerinin kendile­
rinden kaynaklanır. Aile üyeleri, ailelerindeki alışageldik·
leri dengenin değişmesine direnç gösterirler.
Geleneksel yaklaşımlarda da, özeıllikle psikanalizmde
de direnç konusu üzerinde önemle durulur. Ancak, bura·
da önerilen psikopatoloj i anlayışıyla psikanalizm arasın·
da direnç açısından önemli bir fark vardır. Psikanalizm·
de direncin bireyin içpsişik süreçlerinden kaynaklandığı
ve belirtisel davranışlarının bireyin içpsişik süreçleri
arasındaki dengeyi koruduğu ileri sürülür. Bu nedenle
de psikanalizmde aile ilişkilerine önem verilse bile,
bunların önemi içpsişik süreçlerin önemine göre ikinci
planda kalır. Buna karşın, aile tedavisi yaklaşımında ise
hasta bir kişinin belirtisel davranışlarının bu kişinin iç·
psişik dengesini koruduğundan daha çok, aile sisteminin
dengesini koruduğu ileri sürülür.
Bu iki yaklaşıma çok daha esnek ve geniş bir açı·
dan yaklaşıp aslında bu iki yaklaşımın da birbirinden
çok farklı olmadığı belirtilebilir. Ancak, bu tür bir an·
layışın bazı önemli sakıncalan vardır. Bu iki yaklaşım
arasında temel bir fark görmeyenler eninde sonunda,
doğrudan doğruya gözlenemeyen ve var olduğu sanılan
bir takım içpsişik süreçlerden söz etmek zorunda kalır­
lar. Kuşkusuz, bu tür süreçlerin insanı büyüleyen bir ya·
nı vardır; ama bu tür süreçler henüz bilimsel yöntemler·
le kanıtlanamanııştır. Önemle belirtmek gerekir ki ·bir
kişi kişilerarası ilişkilerine önem verilerek incelenirse,
bu tür bir inceleme kişinin bireysel bir açıdan incelen­
mesinden oldukça farklıdır. Bireyci yaklaşımlarda, kişi·
nin içinde yaşadıği aile bağlamı, içpsişik süreçlerin ya-

226
nında ikincil bir konumda kalır. Ama kişi içinde yaşa­
dığı aile bağlaını içinde incelenirse, bu kişinin belirli dav­
ranışlan neden yaptığının anlaşılması ve bu kişiyi değiş­
tirebilmek için gerekli teknik ve yöntemlerin geliştiril­
mesi kolaylaşır.
Aile yaklaşımının yeni bir şey olmadığı, geleneksel
yaklaşımların bir tür uzantısı olduğu ileri sürülebilir.
Oysa, aile tedavisi yaklaşımı, psikolojik sorunlar konu­
sunda şimdiye kadar elde edilen bireysel temelli tüm
bilgilerin bir yana itilmesini gerektirecek kadar katego­
rik bir anlayış değişikliğini simgelemektedir. Bu iki yak­
laşım arasındaki farklılığı şöyle bir örnek vererek açıkla­
yabiliriz: Bir zamanlar «aşağı» ve «yukarı;ı) kavramları­
nın mutlak kavramlar olduğu sanılır ve neyin neden aşa­
ğı veya yukan olduğu konusunda kesin düşünceler ileri
sürülebilirdi. Ama, dünyanın yuvarlak olduğu anlaşıldık­
tan sonra, düşünce tarihinde de bir devrim oldu. Aşağıyı
gösteren bir kişinin, dünyanın öbür ucunda yukanyı gös­
teren bir kişiyle aynı yönü gösterdiği anlaşıldı. Aynı şe­
kilde, kişilerin anlaşılabilmesi için içpsişik süreçlerinin
anlaşılması gerektiğini ve bundan başka bir yolun olma·
dığını öneren kişilerin de düşüncelerinde bir değişiklik
yapmaları ve kişileri daha geniş bir bağlam içinde ince-'
lerneleri gerekmektedir. Ancak o zaman yeni bir insan
anlayışı doğabilir ve gelişebilir.

Aile Betimlemeleri

Önemle belirtilmelidir ki bireysel tedavi yaklaşımla­


rından aile tedavisi yaklaşımlarına geçiş kolay olmamış­
tır. Günümüzde de bir ailenin ne tür bir sistem olduğu
konusunda önemli tartışmalar sürdürülmektedir. Aile te­
davisi yaklaşımının özellikle etkili olduğu alanlardan
biri, şizofreni konusudur. Önceleri şizofrenik bir kişi

227
ailesindeki ilişkilerden bağımsız bir şekilde incelenme­
ye çalışılmış ve ana baba ve şizofrenik kişi arasındaki
bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalara hiç değinilme­
miştir. Ana ve babanın mutsuzluklarının bile çocuklan­
nın hasta olmasından kaynaklandığı sanılmıştır. Çocuk­
lan iyileşse, ana babanın hiç bir sorunu kalmayacağı
düşünülmüştür. İlk kez 1940'lı yıllarından sonra, çocu·
ğun sorunlarıyla ana ve babasının da ilgili olabileceği
dikkatleri çekmeye başlamış ve «Şizofrenik anne» kavra­
mı ortaya atılmıştır. Bu gelişmeden sonra, psikanalitik
kuramda bir zevk, sevgi ve aşk nesnesi olan anne tah·
tından alaşağı edilmeye başlamış ve şizofrenik çocuğun
sorunlarının kökeninde annesinin bazı patolojik davra- .
nışlarının yatabileceği önerilmiştir. Özellikle, şizofrenik
çocuğun annesinin çocuğunu yoksun bıraktığı ve çocu·
ğun «oral döneme» saplantı geliştirdiği ileri sürülmüş·
tlir. Daha açık bir deyişle, çocuğun sorunlarından annesi
sorumlu tutulmaya çalışılmıştır. Bu gelişmeler psikopa·
toloji anlayışında bir değişikliğe neden olmuş ve tedavi
sürecinde aile ilişkileri hesaba katılmaya başlanmıştır.
Geleneksel yaklaşımların hasta kişilere tanı koyma giri­
şimleri zamanla kişilerarası ilişkilere tanı koyma çaba­
larına dönüşmüştür. Şizofreninin nedenleri ve gelişimi
konusundaki bu yeni anlayış diğer psikopatolojik sorun­
ların da kişilerarası bir ilişki bağlaını çerçevesi içinde in·
celenmesine yol açmıştır. Bireysel tedavi teknikleri ye·
rini, aile v,e grup tedavi tekniklerine bırakmaya başla­
mıştır.

Ancak, geleneksel yaklaşımların temel kavramlan ve


görüşleri araştırmacıların kafalannda iyice yer etmiş ol­
duğundan, ilk aile tedavilerinde ana babaya bireysel
testler verilerek kişilik özellikleri incelenmeye çalışılmış­
tır. Ne var ki, şizofreninin anlaşılması ve tedavisi açı·

228
sından bu tür çalışmalar çok dikkate de�er sonuçlar ver­
m em iştir. Kuşkusuz. bu araştırmalann sonuclan ana . hı::ı ­
banın şizofrenik çocuğun sorunlannın gelişmesine hiç
hiç bir katkıları olmadığı anlamına rı:eJmemektedir; çün­
kü bir şizofrenik çocuğun ana ve babasının test sorun­
Iarına verdikleri cevaplarla. gÜnlUk vasamda rı:ercekte co­
cuklanna nasıl davrandıkları arasmc-la çok önemli fark­
lılıklar olabilir. Daha acık bir devisle. psikonı=ıtoloiinin
anl�sılmaı:a acısından . önemli ohn aile üvelerinin P"er­
çekte birbirlerine nasıl davr�ndıklandır. Aile iivelerinin
birbirlerine nasıl davranrhklannı ve bu iliskilerin· ince­
likir niteliklerini rı:özlevebilmek icin de tüm aile üyeleri­
nin birlikte görülmesi gerekm el<tedir.
Ne yazık k i gÜnümUzde bile, bir aile sisteminnf'ld
aile Uyelerini birbirl erin e bağlavan ve kilitleven iliski­
leri veterli bir şekilde betimlevebilecek ve acıklavabile­
cek kavram ve terimler henUz geliştirilememi ştir. Çesitli
çalışmalarda aile üvelerinin mutsuzlukları . dovum suzlu k­
ları ve değer yargıları arasındaki farklılıkları gözlevebil­
mek için çeşitli test ve ölçekler geliştirilmistir. An cak .
bu tür test ve ölceklerden elde edilen bil giler aile üve­
Ieri a rasın d aki ilişkilerin bel i rli niteliklerini açıkhğa ka­
vuştursa bile, en son çözümlemede bu tür çalısmalar
sözde-ilişki (pseudo rel a tionship) çalısmaları olmaktan
kurtulamamaktadır; çünkü bu çalışmalarda aile üveleri
arasındaki ilişkiler bireysel kavram ve terimlerle açıklan­
maya çalışılmıştır.

Bireysel ve AUesel Çatışma Betimlemeleri


Arasındaki Fark ve Benzerlikler

Bir betimlem enin d oğasını , o betimlemenin amacı


saptar. Bir aile sistemi de çeşitli açılardan çeşitli amaç­
larla betimlenm�ye çalışılabilir. Örneğin , bir aileye top-

229
lumsal bir kurum olarak yaklaşılabilir ve aile bu açıdan
betimlenebilir. Aynı şekilde bir aileye, belirli patolojik
ilişkileri yaratan ve besleyen bir sistem olarak da yakla­
şılabilir ve bu açıdan aile betirnlenebilir. Kuşkusuz, aile
çeşitli açılardan betimlendikçe, bu betimlemeler arasın­
da önemli farklılıklar olaca,ktır; çünkü, bu betimlemele•
rin amaçları farklıdır. Burada aileleri çeşitli açılardan
betimlemeye olanak olmadı�ından, aileler yalnızca aile
üyeleri arasındaki güç savaşımı (power strugle), çatış­
maların doğması ve sürdürülmesi açısından betirnlen­
meye çalışılmıştır.
Hemen belirtmekte büyük yarar vardır. Güç sava­
şımı, çatışmaların doğması ve sürdürülmesi açısından
ailelerin betimlenmesi demek, güç savaşımı ve çatışma·
ların ailelerin değişmez bir parçası olduğu anlamına gel­
mez. Hiç bir aile sürekli bir çatışma içinde olmadığı gibi,
her ailede de aile üyeleri arasında güç savaşımı olma­
yabilir. Ancak, bazı ailelerde belirli zamanlarda aile Üye­
leri birbirleriyle kıyasıya güç savaşımına tutuşabilir Bu
tür ailelerde çatışmaların do�ası ve sürmesi, aile ya­
şamının bir parçası olabilir. Bu kitabın öngörüşüne göre
aile üyelerinin psikolojik sorunlar geliştirmesinin kökc•
ninde de, bu ailelerde gözlenen güç savaşımı yatmakta­
dır. Söz konusu güç savaşımı çözürnlenmeden, bir aile
üyesindeki bir belirtinin ortadan kaldırılması oldukça
güç olmaktadır. İşte, bu nedenledir ki, burada aileler
betimlenirken ailelerdeki güç savaşımı sorunlarına odak·
!aşılmış ve aileler bu açıdan betirnlenmeye çalışılmıştır.
Bilindiği gibi, geleneksel yaklaşımlarda aile üyelerin­
den birisi bir belirti geliştirdiği zaman, bu belirti kişinin
içsel çatışmaları açısından incelenmeye çalışılmıştır. Bu
yaklaşımlarda bir kişinin psişik yaşamı «İd», « ego» ve
« süperego» gibi birbirleriyle çatışma içinde olan yapıla-

230
ra bölünmüş ve kişinin psikolojik sorunlannın da bu
yapılar arasındaki çatışmaların bir sonucu olarak ortaya
çıktı� ileri sürülmüştür. Örneğin, toplumsal değerleri içe­
ren süperegonun, içgüdülerin ve dürtülerin kaynağını
oluşturan id ile bir çatışma içinde olduğu belirtilmiştir.
Geleneksel yaklaşımların en temel özeUiklerinden biri
bireyci bir yaklaşım olmasıdır. Örneğin, psikolojik sorun­
Iann gelişmesi açısından Freud'un en temel kavramlann­
dan birini oluşturan odipal çatışma kavramı da bireyci
yaklaşımın bir simgcsidir. Freud'a göre edipal çatışmayı
yaşayan bir çocuk, bir yandan annesine karşı bir takım
seksüel tepiler duyar; öte yandan kastre edilme kaygı ve
korkusuyla bu tepilerini bilinçaltına iter ve bastınr. Bi­
linçaltına bastırılan bu istekler yitip gitmez ve zamanla
nitelik değiştirerek . psikolojik sorunlar şeklinde davra­
nışlara yansımaya başlar. Kuşkusuz, bir kimse freud'un
baktığı gibi olaylara bakarsa, Freud'un çok haklı olduğu
kanısına varabilir. Özellikle, bu kimse, bir hastayı din­
lerken hastanın söylediklerinden odipal bir çatışma için­
de olduğunu çıkarsayabilir. Aile tedavisi yaklaşımı da ça­
tışmalara önem verir; ancak bu iki yaklaşım arasında ça­
tışmaların doğası ve işlevi açısından önemli farklılıklar
vardır. Aile tedavisi yaklaşımında, her şeyden önce, ça­
tışmaların ana, baba, diğer aile üyeleri ve yakın akraba­
lar arasındaki ilişkilerden kaynaklandı� ileri sürülür.
Örneğin, ana babanın kendi aralanndaki sorunlarıyla yüz
yüze gelmekten kaçmabilmek için çocuklarını bir günah
keçisi gibi kullanıp kullanmadıkları yakın akraba ve
dostların aile ilişkilerine karışarak, aile üyelerini, özel­
likle ana babayı birbirlerine düşürüp düşürmedikleri,
kardeşlerin birbirleriyle uğraşırken «hizipçilik» yapıp
yapmadıkları, belirli bir sorunla uğraşırken aile üyelerin­
den birinin sürekli çaresiz bir şekilde davr.\mp davran­
madığı, evden ayrılma, ölüm, savaş, işsizlik gibi toplum-

231
sal olaylardan ailelerin ne şekilde etkilendiği veı bu tür
olayların aile üyeleri arasında ne tür çatışmalara yol aç­
tığı incelenmey� ve açıklanmaya çalışılır. Çatışmaların
doğması ve gelişmesi açısından geleneksel ve aile teda­
visi yaşamlan arasındaki görüş farklılıklarını daha net
bir şekilde belirtebiirnek için şöyle diyebiliriz: Gelenek­
sel yaklaşımlarda bir kişideki psikolojik sorunlar bu ki­
şinin içsel çatışmalarının dışa vurumu olarak kabul edi·
lir. Aile tedavisi yaklaşımında ise tam tersi, « dış çatışma­
lar» kişinin içsel çatışmalarını yaratmaktadır.
Bu iki yaklaşım arasındaki görüş farklılıklarını da­
ha açık bir şekilde göz önüne seTebitmek için, şu olguyu
inceleyelim. Annesiyle birlikte yaşayan bir genç adam,
evde annesiyle birlikte kaldığı zaman kaygılandığını ve
bu yüzden k�disini dışarı atmak zorunda kaldığını be­
lirtir. Kuşkusuz, bu genç adamın sıkıla sıkıla anlattığı
bu sonm geleneksel bir terapistin gözünden kaçmaz. Bu
terapist, bu genç adamın adipal bir çatışma içinde oldu­
ğunu düşünebilir. Bu genç adamın bilinç altında annesine
karşı bir takım seksüel istek ve dürtüle'ri bulunduğunu
ve bu yüzden delikanlının kaygılandığını ve duyduğu kay­
gıyla başedebilmek için çıkar yolunu sürekli olarak ken­
dini evden dışarı atmakta bulduğunu öne sürebilir.
Aynı hasta ile karşılaşan bir aile tcrapisti, her şey­
den önce bu delikanlının ailesindeki ilişkileri incelemeye
çalışır. Örneğin, ana oğul evde başbaşa kaldıklannda ne­
ler olmaktadır? Ana, oğlunu babasına karşı cephe alma­
ya mı kışkırtmaktaaır? Yoksa, annesi oğlunu diğer kar­
deşlerine karşı ortak bir cephe kurmaya mı zorlamaJ.<ta­
dır? Özetle, annesi oğlunu, oğlu da annesini ne şekilde
«kullanmaya» çalışmaktadır. Bu delikanlının sorunlan­
nın yeterli bir şekilde açıklanabilmesi için, bu sorulara
cevap bulunması gerekir. Bir aile' terapisti söz konusu
bu olguda işin seksüel yönüne ilgi duysa bile, delikan-

232
Imm bu isteklerinin bilinçaltına itilmiş bir takım
sem�
bolik ifadeler olarak kabul etmekten daha çok, gerçek­
ten delikanlı için bir tehdit unsuru olup olmadığını araş­
tırmaya v� anlamaya çalışır. Özellikle, son yıllarda, far­
kında olmadan bazı anne:lerin oğullarına karşı «kur ya­
par>> bir şekilde davrandıklannı belirten dikkate değer
ipuçlan elde edilmiştir.
Psikanalizmin doğuşundan bu yana odipal çatışma
kavramı psikanalizm için bir baş belası olagelmiştir.
Her çocuk bu tür bir çatışmayı yaşamakta mıdır? Ya­
şamıyorsa. neden yaşamıyor? Psikolojik sorunlann ge­
lişmesi için ne kadar çatışma gerekmektedir? Olay, bir
nicelik, nitelik sorunu mudur? Bu sorulara psikanalizm-
. de doyurucu cevaplar verilememiştir.
Bilindiği gibi her ailede zaman zaman, ana, baba ve
çocuklar arasında işbirli� sorunlan ortaya çıkabilir.
Bundan kaçınmak hemen hemen olanaksızdır. İşbirliği
sorunları farklı ailelerde, farklı olabilir v� bu sorunla­
rın farklı şekillerde çözümlenmesi farklı insanlan yara­
tır. Örneğin, bazen ana oğul, babaya karşı ortak bir ceıp­
he kurabilirler. Bazen de bu tür bir cephenin kurulması­
na baba «çanak tutabilir». Bazen de annesi oğlunu ken­
disiyle işbirliğine girmeye zorlayabilir. Oğlan, bu tür bir
işbirliğine girmezse, ana oğul arasında çatışma doğabi­
lir. Bu kısa açıklamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği
gibi, odipal çatışma olayına sembolik bir açıdan yaklaş­
mak yerine, gerçek ilişkilerdeki işbirliği sorunlan açısın­
dan yaklaşılırsa, bir aile «Üçgeni » içindeki çatışmalann
doğmasına zemin hazırlayan değişik olasılıkların görül­
mesi kolaylaşır.
Aile tedavisi yaklaşımının en dikkate değer özellik­
lerinden biri d� bilimsel yönünün kuvvetli olmasıdır. Bu
yaklaşımda olaylar gözlenebilir ve doğruluğu yanlışlığı
test edilebilen kavram ve terimlerle açıklanmıştır. Gele-

233
neksel yaklaşımlarda ise çoğu zaman psikolojik sorunlar
doğrudan doğruya gözlenemeyen bir takım kuramsal ku­
rultularla (hypothetical construction) açıklanmaya çalı­
şılmıştır. Bu nedenle, yapılan açıklamaların geçerli açık­
lamalar olup olmadığını test edebilmek için başka ku­
ramsal kurultulara ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuçta psi­
kolojik sorunları açıklamak için önerilen görüşlerin bi­
limsel yöntemlerle test edilmesi güçleşmekte, bazen de
tümüyle olanaksızlaşmaktadır.

Ailelerin Betimlenmesine ilişkin Sorunlar


Kişilerarası ilişkiler açısından ailelerin betimlenme­
sini güçleştiren eın önemli etken, bu tür betimleıneler
için gerekli en temel nitelikteki kavram ve terimierin ge­
liştirilmemiş olmasıdır. Geleneksel yaklaşımların içpsişik
süreçlere ilişkin kavram ve terimlerini bir yana bırakıp,
bir tek kişinin ilişkilerini, . davranışları açısından betim­
lemek oldukça güçtür. Ama, iki veya daha fazla kişiyi
aralarındaki ilişkiler açısından betimlemek, tek bir kişi­
yi betimlemekten daha da zordur. Kişilerarası ilişkiler
davranışlara önem verilerek betimlendiğinde, çoğu za·
man bu ilişkiler tek bir bireye özgü kavram ve teırimlerle
betimlenmeye çalışılmıştır. Örneğin, bir karı koca ara­
sındaki ilişkide, adamın edilgen (pasif), hamının da ede­
gen (aktif) olduğu belirtilmiştir. Ama ·bu karı koca ara·
sındaki ilişkinin inceliklerini kavrayabilmek için yalnız­
ca bunların belirtilmesi yeterli değildir; çünkü bu tür
betimlemeler kan koca arasındaki iletişimin ve etkile­
şimin farklı düzeyleri arasındaki inceliklereı hiç dokuri­
mamaktadır. Bu nedenle, bir aileyi kişilerarası ilişkiler
açısından yeterli bir şekilde betimleyebilmek için en
azından üç ayrı düzeyde kavram ve terimiere ihtiyaç du­
yulmaktadır. Bunlar, a) bir tek kişinin davranış ve tak·

234
tiklerini b) iki kişi arasındaki etkileşimi ve karşılıklı ola­
rak kullanılan taktikleri c) iki veya daha fazla kişi ara­
sında oluşan bir sistemin temel özellikle::rini betimlemeye
uygun kavram ve terimleırdir.

Şimdiye kadar söylenenlerle ne denilmek istendiğini


daha açık hale getirebilmek için şöyle bir örnek verebi�
liriz: Bir çocuk yemek masasında yemek yerken huysuz­
laşır ve ayaklarını masaya vurmaya başlar. Bunun üze­
rine babası da çocuğu biraz azarlar. Çöcuğun annesi he­
men araya girer; şimdi sırası mı, görmüyor musun çocuk
yemek yiyor; bula bula yemek zamanını mı buldun; za­
ten sen her yemekte bir şey çıkanrsın diye adama çıkış­
maya başlar. Bunun üzerine adam da bir şey söyleme­
dim; yalnızca doğru durmasını söyledim; çok mu büyük
bir kusur işledim diye kansına cevap verir. Kadın kafa­
sını iki yana sallar, dişlerini sıkar ve adama ters ters
bakmaya başlar.
Görüldüğü gibi bu aile sistemindeki iletişim örün­
tüsünün anlaşılabilmesi ve açıklanabilmesi için kan,
koca ve çocuk üstün� teker teker odaklaşmak yeterli bir
çözüm değildir. Aynı şekilde, çocuğun yaramazlık yapa­
rak ana ve babasını birbirlerine düşürmeyi başardığını
belirtmek de pek yeterli bir açıklama değildir; çünkü ço­
cuğun yararnazlığının esas nedeni ana ve babasının bir·
birlerine karşı göstermiş oldukları bir tepki olabilir. Bir
başka deyişle, ana ve babası arasındaki belirli bir konu­
daki bir tartışma belirli bir yöne doğru kaydıkça, çocuk
yaramazlaşabilir. Bu tür bir ailedeki iletişim örüntüsü­
nü yeterli bir şekilde açıklayabilmek için aile üyelerinin
birbirlerinin davranışlarını karşılıklı olarak nasıl etkile­
diklerinin ve aralarındaki sistemin dengesinin anlaşılma­
sı gerekir. Bu tür bir yaklaşımda herşeyden önce bir ai­
lenin Çeşitli insanların oluşturduğu bir topluluk olarak

235
değil de, bir sistem olarak ele alınmasını gerektirmek­
tedir. Ancak o zaman aile sisteminin incelikleri ve çatış­
malann dqğmasına ve sürmesine zemin hazırlayan etken­
ler görülebilir ve bu ctkenlerin ortadan kalkması için
gerekli önlemler alınabilir. Bu . yapılmadığı ve aileye sis­
temsel bir açıdan yaklaşılmadığı takdirde, aile liyeleri
arasındaki çatışma döngüselliklerini yaratan etmenlerin
görülmesi ve bu etkenierin ortadan kaldınlması oldukça
güçleşir. Söz gelimi, yalnızca çocuğun üzerine odaklaşı­
lır ve çocuğun yaramazlık yapması belirli yöntemieTle
önlenirse, ail� sistemi çocuktaıki bu değişmeye uyum gös­
terebilir; ama aile sistemini ayakta tutan temel çarklar
değişıiıediğinden, aile üyeleri arasındaki çatışma dön­
güsellikleri sürer ve özünde aile sistemi değişmemi� olur.
Örneğin, yukarıda sözü edilen ailede çocuk masada uslu
uslu oturacak olsa, babası çocuğa bakıp, pek sessizsin;
hangi derede kurt öldü; neyin var diyerek çocuğa takı­
labilir. Bunu duyan anne, çocukla uğraşmayı bırak o za­
ten usludur, yeter ki görecek göz olsun diye adama ce­
vap verir. Adam da buna karşılık tamam tamam kapat
çeneni bir şey söylemiyorum der. Bunun üzerine kadın
kafasını iki yana sallar; dişlerini sıkar ve adama ters ters
bakmaya başlar. Böylece, ailedeki sürtüşmeler ve çatış­
malar sürer gider.

Sibernetiık Bir Sistem Olarak Aile

Aile üyelerinden her hangi birisinin davranışlannda­


ki bir değişiklik ailedeki diğer kişilerin davranışlarina
da etki eder. Bu nedenle, aile sibernetiık bir sistemdir.
Ancak, bir aile mekanik bir şekile işleyen diğer siberne­
tiık sistemlerden çok daha karmaşık bir sistemdir. Ör­
neğin, termostat tekniği ile ısıtılan bir evde, termostat

236
evin tüm ısı sisteminin yöneticisi durumundadır. Termos­
tat kaç dereceye. kurulmuşsa, evin ısıtma sistemi de ona
göre çalışır. Bir aile sisteminde ise aile üyelerinden her
biri diğerlerinin davranışlarını denetlerneye ve yönetme­
ye çalışır. Bu nedenle, bir aile sisteminde bir değil, aile
üyelerinin sayısı kadar yönetici vardır. İçinde yaşadığı
kültür aile. sistemine genel bir çerçeve ve sınır koyması­
na karşın, bir aile sisteminin sınırları ve dengesi termes­
tatik sistemlerde olduğu gibi dışarıdan mekanik bir kuv­
vetle kurulamaz. Bu nedenle, bir aile sistemindeki kar­
maşık ilişkileri veı incelikleri kavrayabilmek için en azın­
dan iki özelliğin dikkate alınması gerekir: 1) Aile üyele­
rinden birisinin davranışlarındaki bir değişiklik belirli
bir sınırı aştığı zaman, diğer aile üyeleri buna tepki gös­
terir. 2) Aile üyelerinin her birisinin yönetici durumunda
olması, onları belirli durumlarda birbirlerine kru-şı güç
savaşımına girmeye zorlayabilir.
Bir aile sistemini diğer sistemlerden ayıran bir baş­
ka özellik de, ailede birbirlerini karşılıklı olarak yönet­
meye çalışan alt sistemlerin bulunmasıdır. Örneğin, ana,
baba ve çocuklar arasındaki karşılıklı hizipleşmeler, ya·
kın akraba ve dostlar hemen hemen her ailede bulunan alt
sistemlerdir. Bir aile sistemine etki etmeye ve bu aile
sisteminin dengesini farklı bir teımele oturtmaya çalışan
bir terapist, istese de istemese de eninde sonunda bu
alt sistemlerle uğraşmak zorunda kalabilir. Bir aile sis­
teminin denge1sinin değiştirilmesinin güçlüğü de bu nok­
tadan kaynaklanır. Tanımı gereği bir sistemdeki yöneti­
cllerin görevi yönettikleri sistemin değişmesini önleme­
ye çalışmaktır. Bir anlamda aile üyelednden her biri
de bir tür yönetici olduğundan, tüm aile bir sistem ola­
rak değişmeye karşı çıkmaya ve direnç göstermeye çalı­
şır.

237
De�şıneye Karşı DlreDç

Aile üyelerinin birbirlerinin davranışlarındaki değiş·


meyc direnç göstermeye çalışmalarının, aile sisteminin
değişmesi açısından paradoksal bir özelliği vardır. Aile
üyelerinden birisi aile sistemini değiştirmeye çalıştıkça,
bu kişi ister istemez aile sisteminin dengesini sürdüren
kuvvetleri de harekete geçirmiş olur. Mutsuz bir ailenin
trajedisi de bu paradoksal özellikten kaynaklanır. Bilin­
diği gibi bir ailede mutsuzluk arttıkça, aile üyeleri aile
sistemini değiştirebilmek için, çok çaba harcarlar. Ama,
ne yazık ki, harcadıkları bu çaba karşılığında, aile sis·
teminin sürmesini sağlayan kuvvetleri de harekete geçir­
miş olurlar.
Aile sistemini değiştirmeye çalışan bir terapist, sis­
teminin sürmesini sağlayan kuvvetleri de harekete geçir­
min değişmeye karşı gösterdiği direnci paradoksal tak·
tiklerle kırmaya çalışır. Örne,ğin, terapist yeri geldikçe,
aile üyelerine sorunlarının kendilerinden başka hiç kimse
tarafından çözülemeyeceğini belirtir. Sorunlar çözülme­
ye başlayınca da değişmenin, ya kendiliğinden doğduğunu,
ya da aile üyelerinin kendilerini anlamalarından kaynak­
landığını belirtir. Oysa, terapist aile ilişkilerine ailedeki
sistemi değişt�k için girmiştir. Sistem kendiliğinden
değişmemiştir. Sistemin dengesini yeni bir temele otur­
tan terapisttir. Ama, terapist bunun böyle olduğunu be­
lirtmekten özellikle kaçınır. Bunu başarmanın en etkili
yollarından biri yukarıda da belirtildiği gibi paradoksal
taktikler kullanmaktır. Paradoksal taktikler aile üyelerj.­
ni terapistle bir güç savaşımına girmekten alıkoyar. Bir
aile sistemine etkisi açısından terapisti, aile üyelerine
karşı avantajlı kılan etmen de bu noktada yatmaktadır.
Terapist aile üyeleri ile bir güç savaşımına girmekten

238
özel bir şekilde kaçınmasına karşın, aile üyeleri hemen
hemen her konuda, fırsat buldukça birbirleriyle güç sa­
vaşımına girmeden edemezler. Kuşkusuz, terapistin ail�
üyelerine karşı kullandığı paradoksal taktiklerin etkili
olabilmesi için, aile üyelerinin terapisti bir yetke (oto­
rite) olarak kabul ·'etmeleri ve ona güvenmeleri gerekir.
Aile üyeleri terapisti bir yetke olarak görmez ve ona gü­
veın.rnezlerse, terapistin ailedeki sistemi değiştirmesi ola­
nak dışı değilse bile, çok güçtür.

Tedavi Teknikleri ve Süreci

Evlilik ve aile tedavilerinde kullanılan teknikler


arasında büyük bir benzerlik vardır. Aralarındaki en
önemli farklılık, aile tedavisinde kullanılan tekniklerin
sayısı ikiden fazla kişilerin oluşturduğu bir sistemle et­
kili bir şekilde uğraşabiirnek için düzenlenmiş olmasıdır.
Tüm aile üyelerini birlikte görmek oldukça yaygın bir
şekilde kullanılan bir teknik olmasına karşın, her geçen
gün yeni teknikler de kullanılmaktadır. Bazı terapistler
tüm aileyi aynalı bir odaya sokar ve aile üyelerinden bu
odada sorunlarını tartışmalarını ister. Terapist aynanın
arkasına geçerek aile üyelerinin sorunlarını tartışmalan­
nı gözler; zaman zaman içeliye girer ve tartışmaya kat­
kıda bulunur ve tartışmanın belirli bir yönde gelişme­
sini sağlar. Bazı terapistler tedavi pturumlarını ailelerin
kendi evlerinde sürdürmeyi tercih ederler. Bazı terapist­
ler de, önce baba, anne ve çocuklarla teker teker görü­
şür; bu ilk izienimlerden sonra, tüm aileyi birlikte gör­
meye başlarlar.
Bu kısa açıklamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği
gibi, aile tedavilerinde sorunlan araştırabilmek için çe­
şitli teknikler geliştirilmiştir. Yaygınlık.la kullanılan tek-

239
nikierden biri, aile üyelerini birbirlerinin gözü önünde
tedavi etmeye çalışmaktır. Bu tekniği uygularken tera­
pist, önce aile üyelerinden birinin üzerinde durur. Örne­
ğin babanın sorunlarını ortaya çıkarır. Daha sonra, bir
başka kişiye geçer ve onun sorunlarıyla uğraşmaya baş­
lar. Bir başka yaygınlıkla kullanılan teknik de, terapis­
tİn bir megafon işlevi görmesidir. Bu teknikte aile üye­
leri birbirlerine söyleyecekleri şeyleri, birbirlerine değil,
terapiste söylerler. Terapist aile üyelerinin söyledikleri
şeylerin gerçek anlamlarını açıklar. Diğer aile üyelerine
duydukları bu şey konusunda ne düşündüklerini sorar.
Megafon tekniğine karşıt olabilecek bir başka teknik de
aile üyelerini birbirleriyle konuşmaya zorlamaktır. Bu
teknikte her hangi bir aile üyesi bir şey söylemek istedi­
ğinde, bu şeyi ilgili kişinin yüzüne söyler. Bu biçimsel
teknikle,rden başka, aile terapistlerinin tedavi sürecinde
önem verdikleri ve vurguladıkları konular arasında da
farklılıklar vardır. Bazıları geçmiş yaşantıların şimdiki
davranışları nasıl etkilediğini anlamaya çalışır. Diğerleri
aile üyeleri. arasında karşılıklı olarak alınıp verilen ile­
tilerin net bir şekilde belirtilmesine önem verir. Daha
başkaları da, aile üyeleri arasındaki yanlış anlaşılınalar
üzerinde durur. Özetle, bir aile tcrapisti hangi tekniği
kullanırsa kullansın, aile üyelerinden birisinin bir soru­
nunu, tüm ailenin bir sorunu olarak kabul eder ve bu
sorunun üstesinden gelebilmek için, tüm aile sistemini
değiştirmeye çalışır.

İletişim ötesi (Meta Communication)


iletişimi Öpoenme

Aile tedavi yaklaşımları açısından bir kişi, ancak aile


sistemi dc:ğişirse sorunlarını çözebilir ve sağlığına kavu­
şabilir. Bu açıdan bireysel tedavi yaklaşımlarına bakıl-

240
dığında, bu yakHışımlann bir tek kişi üzerine odaklaşa­
rak ve bu kişiden yararlanarak tüm aile sistemini değiş­
tirmeye çalıştığı ile,ri sürülebilir. Bu görüşün bir derece­
ye kadar geçerli bir yönü vardır; çünkü bireysel tedavi­
lerde kişiler kendileri ve başkalarının iletişimleri hakkın­
da önemli bilgiler öğrenmektedirler. Tedavi sona erdik­
ten sonra, kişiler öğrendikleri bu bilgileri kendi ailele­
rinde de uygulayabilirler. Örneğin, kocasının yaptığı bir
şeye üzülen ve bu yüzden başı ağrıyan bir kadın, belir­
li bir tedavi sürecinden geçtikten sonra, kocasına karşı
çaresiz bir şekilde davranmak yerine, baş ağrısının koca­
sının yaptığı şeyden kaynaklandığını kocasına belirte­
bilir ve kocasından aynı şeyi bir daha yinelememesini
isteyebilir.
Bireysel tedavi yaklaşımlarında kişilere verilen ile•
tişim eğitimi, aile tedavi yaklaşımlarında daha sistema­
tik bir şekilde verilir. Gereksiz ayrıntılara inmeden bu
konuda hemen belirtmek gerekir ki aile tedavisi oturum­
larında aile üyeleri oturup, sorunlarını yüz yüze apaçık
bir şekilde tartıştıkça, terapistin ve: birbirlerinin iletişim
biçimlerinden çok şey öğrenirler.

İşbirliklerl Açısından 11erapistin Modelliği

Bir çok kez belirtildiği gibi sorunlu ve mutsuz aile­


lerde aile üyeleıri arasında acımasız bir güç savaşımı var­
dır. Bu acımasız savaşım, aile üyeleri arasındaki çeşitli
hizipleşmeler ve işbirlikleri yoluyla .sürdürülür. Aile üye­
leri arasındaki bu hizipleşmeler bazen belirli bir aile
üyesi tarafından bilinçli ve planlı bir şekilde düzenlene­
bilmesine karşın, çoğu zaman ailedeki günlük yaşamın
kaçınılmaz bir parçası olarak gelişir. Bazen aile üyelexi
farkında olmadan bir hizibin içine girebilirler. Bu hizip­
ler arasındaki savaşım kızıştıkça, ailenin mutsuzluğu ar-

241
tar ve sonunda aile üyelerinden biri c1ddi bir sorun ge­
liştirir. Böylece ailedeki güç savaşımı bir dengeye ulaşır.
Ancak, söz konusu bu denge aile üyelerinden birinin ve­
ya birkaçının mutsuzluğu üstüne kurulmuş bir denge ol­
duğu için aile üyeleri var güçleri ile bu dengeyi değiştil'­
meye çalışır ve bir aile terapistine başvururlar.
Bir aile terapisti sorunlu bir aile ile uğraşmaya baş­
layınca, ailedeki hiziplerden herbiri terapisti kendi yan­
larına çekmeye çalışır. Ancak, terapist hiziplerin bu kış­
kırtımianna kapılmamak konusunda çok uyanık davra­
nır. Daha önce de belirtildiği gibi, terapisti diğer aile
üyelerine karşı avantajlı kılan etmenle:rden biri de bu
noktada yatar.
Terapist aile içindeki hizipler arasındaki tarafsız tu­
tumunu tüm hiziplerin tarafını tutarak sürdürür. Örne­
ğin, önce bir hizibin yanına geçer; o hizibin yandaşı olur.
Daha sonra, bir başka hizibin yanına geçer ve o hizibin
sesini duyurabilmesini sağlar. Böylece, terapist bütün
hiziplere eşit söz hakkı vererek hizipler arasındaki de­
mokratik tutumunu sürdürür. Terapistin bu demokratik
tutumu tüm aile üyeleri için etkili bir model olur.

İşbil"liği ve Kontrol

Önceki bölümlerde çeşitli terapistlerin hastalada ve


evli çiftler1e ilişkilerinin kontrolünü nasıl kazandıkları
ve bu amaçla hangi taktikleri kullandıkları açıklanmıştı.
Aynı taktikler aile tedavilerinde de kullanılabilir. Ancak,
bir tek farkla ki terapistin aile tedavisi oturumlarında
ikiden fazla kişiyle uğraşmak zorunda olduğunun bilin­
cinde olması gerekir.
Aile terapisti tedavi oturumlarının genel kurallarını
açıklayarak işe başlar; aile üyelerini sorumluluk alabile-

242
cekleri bir konuma yerleştirmeye çalışır. Özellikle, aile
üyelerine tedavi olmalarının tam zamanının geldiğini be­
lirtir. İlk oturumlarda oldukça yönehirnci bir şekilde dav- ·

ranır. Zamanla, aile üyelerinin birbirleri için etkili bir te�


rapist olabileceğini belirterek yavaş yavaş bu yönehirnci
rolünden sıyrılmaya çalışır. Terapist böylelikle bir yan­
dan aileyi yöndtmeyi, öte yandan yönelttiğini yadsıyabil­
meyi başarır. Kuşkusuz, terapistin bu şekilde davranma­
sının en önemli nedeni, aile üyelerini sorunlarının sorum­
luluğunu almaya yöneltmektir. Örneğin, bir kadın inatçı
ve dikkafalı kızına söz gcçiremediğini ve kızına karşı na­
sıl davranması gerektiğini terapiste sorarsa, terapist ka­
dına şöyle veya böyle davran demek yerine, ondan duy·
gularını açıklamasını ister. Terapist, böyle davranarak
kadının söz konusu sorun için sorumluluk almasını sağ­
lamaya çalışır.
Daha önce de belirtildiği gibi evlilik tedavilerinde
kullanılan tekniklerin büyük bir bölümü aile, tedavilerin-·
de de kullanılabilir. Ancak, aile terapistinin tedavi otu­
rumlarında tedavinin odak noktasım hasta olarak tanım­
lanan kişiden alıp, tüm aileye kaydırabilmesi gerekir.
Bunun için de terapistin oldukça dikkatli bir gözlemci
olması ve hasta olarak tanımlanan aile üyesinin, ailedeki
hiziplerce ne şekilde kullanıldığını saptayabilmesi gero­
kir. Örneğin, bazan ağzını bıçak açmayan bir çocuğun
sessizliği, sürekli olarak konuşan ve yakınan kişilerin
söylediklerinden daha anlamlı olabilir. Örneğin, ana, ba­
ba arasındaki tartışma belirli bir yöne doğru kaydıkça,
çocuk rahatsızlaşabilir. Çocuğun bu rahatsızlığını gören
aile üyeleri de, söz konusu bu rahatsızlık olmasa, daha
mutlu bir yaşarnlan olabileceğini belirtmeye başlarlar.
Böylelikle, aile üyeleri tedavi oturumlarında tedavinin
odak noktasını çocuğun üstüne getirmeye çalışırlar. Bu

243 .
durumu gözleyen terapist, y�i geldikçe belirli bir şeyin
çocuğu rahatsız ettiğini belirtir. Bu bir işe yaramaz ve
aile üyeleri bildiklerini okumayı sürdürürlerseı, terapist
bir adım daha atar ve çocuğu rahatsız eden esas etkenin
ana ve baba arasındaki tartışma oluğwıu belirtir. Yeri
gelmişken belirtmekte büyük bir yarar vardır: Bazen so­
runlu bir çocuğun tedavi oturumlarındaki rahatsız dav­
ranışları, ailedeki gerginliğin en güvenilir göstergelerin­
den biri olabilir.
Mutsuz bir ailenin sorunlarının kökeninde bu aile­
deki hizipler arasındaki güç savaşımı yatar. Bu nedenle
bir aile terapisti eninde sonunda ailedeki hizipler ve güç
savaşımı sorunlarıyla uğraşmak zorundadır. Ünlü aile te­
rapistlerinden Bell, hiziplerle etkili bir şekilde uğraşa­
bilmek için, önce ana babanın konuşmasını sağlar. Da­
ha sonra onlardan susmalarını ve yalnızca çocuklarını
dinlemelerini ister. Bu yolla, Bell önce ana ve babanın,
daha sonra da çocukların tarafını tutmuş olur. Beli te­
davi oturumlarında hizipler arasındaki konumunu sürek­
li olarak değiştirerek sonuçta hiç bir hizibin, fakat tüm
ailenin tarafını tutmayı başarır. Fulweiler ise aile üye­
leri sorunlarını tartışırken odadan dışarı çıkar; gerekti­
ğinde odaya girer ve tartışılan sorunun tüm aile üye­
lerinin bir sorunu olduğunu vurgular. Bazen de Galves­
ton okulunda olduğu gibi ailedeki her hiziple ayrı bir te�
rapist uğraşır; zamanı gelince terapistler hizipler arasın­
da yer değiştirir� Tüm bu taktikler ailedeki hizipleri da­
ğıtabilmek ve aile üyelerini ortak bir yaşam ülküsü et­
rafında birleştirebiirnek için düzenlenmiştir.

Yöneticilerin Yönetilmesi
Bir aile sisteminin temel çarklarını değiştirmek iste­
yen bir terapist, ailedeki «yöneticileri» de. yönetebilmeH-

244
dir. Kuşkusuz, terapistin hiziplerin kışkırtımına kapıl­
maktan kendisini alıkoyması, hiziplerin hiçbirinin yan­
claşı olmamaya özel bir titizlik göstermesi, tüm bu tak­
tikler, hiziplerin terapisti yönetmelerini önleyebilmek için
düzenlenmiştir. Ancak, terapist yalnızca yönetilmekten
kaçınmaya çalışarak bir aile sistemini değiştiremez. Bu
nedenle, terapistin aile üyelerine değişmeleri doğrultu­
sunda açık seçik yönergeler verebilmesi gerekir. Ama,
açık seçik yönergeler verilmesi açısından da terapistin
karşısına bir engd çıkar. Şöyle ki, apaçık bir şekilde,
aile üyelerinden değişmelerini istemek, aile sistemindeki
alışılagelmiş dengeyi sürdüren kuvvetleri hareıkete geçi­
rebilir. Böylece, sistemin değişmesi açısından, aile tüm
esnekliğini yitirebilr. Özellikle, hizipler arasında güç sa­
vaşımı olduğundan da kötü hale gelebilir ve büsbütün
kontrolden çıkabilir. Bu nedenle, terapistin hizipler ara­
sındaki güç savaşımını katılaştırmayacak bir şekilde hi­
zipleri yönetebilmesi gerekir. Ne yazık ki, hizipleri ba­
şarılı bir şekilde yönetebilmenin tüm incelikleri henüz
açıklanamamıştır. Ancak, hizipleri yönetebilmek için,
aile tedavilerinde yaygınlıkla kullanılan belli başlı tak­
tikler, üç grup altında kısaca özetlenebilir.
Bu taktiklerden ilki, aile terapistinin hizipleri sonuç­
lan açısından belirli bir miktar bellisizlik içeren yöner­
geler vermesidir. Bilindiği gibi çok net olmayan yöner­
gelere kişilerin direnç göstermesi oldukça güçtür. Örne­
ğin, bir kişiye ayaklarını uzatma diye net bir yönerge
verilirse, bu kişi bu yönergeye karşı çıkabilir ve ayak­
larını uzatmakta diretebilir. Ama bir kişiye bana duvgu­
lannı göster diye bir yönerge verilirse, bu kişinin bu
yönergeye karşı koyması oldukça güctür; çünkü bu yö­
nergeyi aldıktan sonra kişi ne şekilde davranırsa dav­
ransın yaptıW. her şey, bir duygunun ifadesi olarak alı-

245
nabilir. Aile tedavilerinde de hizipler .arasındaki çatışma
belirli bir aşamaya ulaştıktan sonra, bu sorunun altın­
.ını ng ·.ımq:JA!P .Ip[:J.I,;}iJ ZIW'BWBIUB UBJMAnp )[;}5.I:Jll !)[Bp
bir yönergeye bizipierin karşı koyması oldukça güçtür;
bu duruinda aile üyeleri ne şekilde davranırlarsa davran­
sınlar, terapist aile üyelerinin yaptığı her şeyi bir duy­
gunun ifadesi olarak ele alabilir. Aynı şekilde, terapist
hafta tatilindeki yaptığınız kavgaya dönelim diye bir yö­
nerge verirse, aile üyelerinin bu yönergeıye uymamalan
oldukça güçtür; çünkü bu yönergeyi aldıktan sonra, aile
üyeleri söz konusu kavgadan söz etmemekte diretseler
bile, terapist anlıyorum bu kavga sizi çok üzmüş olmalı,
bunun lafını bile etmek istemiyorsunuz; ama belirtmek
zorundayım ki, şimdiye kadar söylediğiniz her şey bir
bakıma bu kavgadan söz ediyordu diyebilir ve aile üy�
lerini konuşmak zorunda bırakabilir.
Tedavi ortamlannda zaman zaman dakik bir dille
konuşmamanın avantajı da bu noktada yatar. Tedavi or·
tamlannda kullanılan kavramlar belirli bir bellisizlik
içerirse, bu kavramiann etkisi artar. Örneğin, davranışla­
rın ve duyguların gerçek anlamları, l;>ilinçaltı, kendini an­
lama v.b. kavramlar dakik kavramlar değildir; ama· in­
sanları etkileme v:e büyüleme güçleri de bellisizlik içer­
dikleri ölçüde artar.
Aile terapistlerinin hiziplere karşı kullandıkları ikin·
ci taktik grubu, aile yaşamındaki olumlu niteliklerin vur­
gulanmasıdır. Bir aile terapisti aile üyelerinin, aile yaşa­
mının mutsuz ve dayanılmaz bir yaşam olduğu görüşüne
katılırsa, eninde sonunda başarısızlığa uğrar. Etkili bir
terapistin en umutsuz durumlarda bile, aile yaşamının
olumlu nitelikleri bulunduğunu belirtebilmesi gerekir.
Bunu başarmanın yollanndan biri, aile üyelerinin birbir­
lerine karşı yaptıklan olumsuz davranışların ve saldırı-

246
ların aslında birbirlerin� ulaşınaya çalışmaktan
kaynak­
landığını vurgulamaktır. Hatta, bu konuda evlilik
tera­
pistlerinden biri, bir gün karısının peşinde baltayla
ko­
şan bir adamın bile, aslında karısına ulaşınaya çalıştığını
belirtebilmiştir. Kuşkusuz, bu tür taktiklerin başarılı
olabilmesi için aile üyeleri arasındaki koşulların olgun­
laşması ve aile üyelerinin olumlu bir özellik olarak algı­
layabilecekleri özelliklerin olumlu bir özellik olarak vur­
gulanması gemkir.
Aile terapistlerinin sık sık kullandıkları üçüncü tak­
tik grubu alışılagelmiş davranışların yüreklendirilmesi­
dir. Ailedeki hizipler terapistin bu tür yönergelerine kar·
şı koymaya çalıştıkça farkında olmadan değişmeye baş­
larlar. Bu nedenle, aile üyelerinin değişmeye karşı gös­
terebilecekleri direnci kırabilmenin en etkili yollarından
biri, aile üyelerini alışageldikleri gibi davranmaya yü­
reklendirmektir.
Bireysel tedavi yapan terapistlere göre aile terapist­
lerinin işi çok daha zordur. ft..ile terapisti aynı anda bir
çok kişi ile uğraşmaktadır. Üs:telik bir aile terapisti bi­
reysel tedavi oturumlarında etkili bir şekilde kullanılan
bazı teknikleri de kullanamaz. Örneğin, bireysel tedavi
oturumlarında hasta sorunlarını anlatmamakta diretirse,
terapist hastayı bekler ve onu konuşmaya zorlamaz.
Ama, aile tedavisi oturumlarında terapist sessizlik tekni­
ğini kullanmaya kalkışırsa, tedavi sürecinin kontrolü hi­
ziplerin eline geçebilir ve hizipler tedavi ortamında bir­
birlerini yıpratmayı sürdürebilirler. Daha da kötüsü, te­
rapist oturumlarda sessiz kaldıkça, aile üyelerinin önün­
de gülünç bir duruma düşebilir. Bu nedenle, aile teda­
visi ortamlannda sessizlik tekniği bireysel tedavi ortam­
larında taşıdığı riskten daha büyük bir risk taşır.
Şimdiye kadar açıklamaya çalıştığımız aile terapis-

247
tinin taktikleri ile aile üyelerinin birbirleriyle etkileşir­
ken kullandıklan taktikler arasında şaşılacak ölçüde bü­
yük bir benzerlik vardır. Bu nedenle, yeni · tedavi tek­
nilderi keşfetmek isteyen aile terapistlerinin sorunlu ai­
lelerdeki aile üyeleri arasındaki etkileşimleri dikkatle
gözlerneleri gerekmektedir. Terapist ile aile üye'lerinin
birbirlerivle etkileşirken kullandıkları taktikler arasında­
ki benze;likler kısaca şöyle özedenebilir. Tipiklikle, aile
üyeleri birbirleriyle uğraşırken birbirlerine net olmayan
iletiler gönderiler. Hatırlanacağı gibi, gerektiğinde aile
terapistleri aile üyelerine dağurguları açık seçik belli ol­
mayan yöncrgeler verirler. Sorunlu bir ailede herkes ba­
şına buyuk bir şekilde davranarak davranışlarını diğer
aile üveleine kontrol ettirmemeye çalışır. Aile terapistle
ri de ilişkinin kontrolünü aile üyelerine kaptırmak iste­
mezler. Mutsuz ailelerde aile üyeleri bazen birbirlerini
biribirierine karşı direnç göstermeye yüreklendirerek
söz konusu direnci ortadan kaldırmaya çalışırlar. Örne­
ğin, bir çocuk annesinin istemediği bir şeyi yapmaya di­
retirse, annesi, peki peki beni üzmen sana yardım ede­
cekse, ben zaten üzülmeye razıyım diyerek çocuğu yap­
tığı şeyden vazgeçirmeye çalışır. Aile terapistleri de aile
üyelerini alışageldikleri gibi davranmaya yüreklendire­
rek onların değişmeye karşı olan dirençlerini ortadan
kaldırmaya çalışırlar. Özetle, aile terapistle!ri de, aile üye•
leri de paradoksal iletiler göndermekte çok ustalıklı dav­
ranırlar. Farklılık bu paradoksal iletilerin sonuçlarında
ve amaçlarında yatar. Terapist paradoksal yönergeleri
tedavisel bir amaçla kullanırken, aile üyeleri paradok­
·

sal yönergeleri aralarındaki sorunları artıracak bir şekil­


de kullanırlar. Daha da önemlisi, terapist paradoksal
yönergeler kullanmak konusunda aile üyelerinden daha
beceriklidir; çünkü terapist bu konuda yıllar süren ol­
dukça titiz bir eğitimden geçmiştir. Tüm bunların öte-

248
sinde terapistin aile üyelerine karşı, aile üyelerinin hiç
bir şekilde elde edemeyecekleri bir avantaja da sahiptir.
Unutmayalım ki te:rapist aile ilişkilerine geçici bir süre
için girmiştir. ilişkinin tanımı ve doğası gereği, bir sü­
re sonra bu ilişki bitecek ve belki de terapist aile üye·
lerini bir daha görmeyecektir. Ama aile üyelerinin du­
rumu hiçte öyle değildir. Aile üyeleri isteseler de isteme"
seler de aile ilişkilerini sürdürmek zorundadırlar. Bu du­
rum özellikle bazı aile üyeleri için öylesine büyük bir
önem taşır ki , bunlar için ailelerinden hiç bir şekilde
kurtuluş yoktur. Örneığin ana baba için birbirlerinden
boşanmalan belirli bir ölçü de bir kurtuluş yolu olabilir;
ama çocuklar için bu da bir çözüm yolu değildir. Onla­
nu aileleri, aileleri olarak kalacaktır. Bu açıdan b akıl­
dığında çocuklan olan bir kan koca boşansalar bile, b&
lirli bir ölçüde ilişkilerini sürdürmek zorundadırlar. İş­
te, aile üyelerinin taktiklerine karşı, terapistin taktikle­
rinin etkili olmasının en önemli nedenlerinden biri de
bu noktadan kaynaklanmaktadır. Özetle, sorunlu bir aile,
terapistin paradoksal taktikleriyle ancak bir tek yolla
başanlı bir şekilde uğraşabilir. Bu yol da, aile üyelerinin
belirli konularda değişmelerini ve sorunlannın üstesin­
den gelmelerini gerektirir. Bir sonraki bölümde, şimdi­
ye kadar incelediğimiz tüm psikoterapi yaklaşımlannda
bulunan paradoksal özellikler kısaca özetlenmiştir.

249
BÖLÜM 8
:TEDAVİSEL PARADOKSLAR

Çözüm aradıkları sorunlara göre, psikoterapi alan


kişilerin duygusal dünyalarında, inanç sistemlerinde,
ideolojilerinde ve kişilerarası ilişkilerinde de·ğişiklikler
olabilir. . Yaklaşık yüzyıldan beri tek bir bireyde, evli eş­
lerde ve ailelerde söz konusu değişiklikleri yaratabilmek
amacıyla çeşitli psikoterapi yaklaşımları geliştirilmiştir.
Ancak, bu yaklaşımların hiç birinde de psikoterapi alan
kişilerin neden değiştikleri ve sağlıkianna kavuştuklan
yeterli bir şekilde açıklanamanu.ştır.
Psikoterapi sürecinden geçen bir kişi, neden deği­
şir ve sağlığına kavuşur? Gdeneksel psikoterapi yakla­
şunları bu soruya bir cevap olarak kişinin kendisini an­
laması gerektiğini, önermiştir. Ancak, daha sonraları, ki­
şinin değişebilmesi için kendisini anlamasının yeterli bir
açıklama olmadığı öne sürülmüş; ldşinin belirli düşünce­
lere ve duygulara karşı direncinin kırılması, duygusal bir
bütünlüğe ulaşması ve terapistiyle beHrli bir ilişki için­
de bulunması gerektiği de belirtilmiştir. Hatta, bazı yak­
laşımlarda örneğin, hipnotizma ve yöneltimci psikotera­
pi yaklaşımlarında tedavi için kişinin kendini anlaması­
na gerek olmadığı bile, öne sürülmüştür. Öte: yandan, ge­
leneksel psikoterapi yaklaşımlarının kendini anlama kav­
ramından neyi anlatmaya çalıştıkları konusunda da bir
görüş birliğine ulaşılamamıştır. Daha da önemlisi, nöro­
tik, psikotik, evlilik ve aile sorunları işin içine girince
değişmenin nedeni konusundaki çeşitli yaklaşımlar ara­
sındaki görüş ayrılıkiari daha da büyümüştür. Özetle,
psikoterapi sürecinde kişi neden değişir ve sağlığına ka-

250
vuşur, ne yazık ki, bu soru doyurucu bir şekilde cevap­
lanamamıştır.
Psikoterapi olayının yeterli bir şekildeı açıklanabil­
mesi için, bu olayın terapist ve hasta arasındaki ilişki
açısından incelenmesi gerekir. Ancak, o zaman psikot�­
rapi olayınm incelikleri ve tedavisel değişmenin neden­
leri yeterli bir şekilde açıklanabilir. Hasta ve- terapist
arasındaki ilişkiyi dikkate almadan psikoterapi olayı
açıklanmaya çalışılırsa, yapılabilecek tüm açıklamalar
tek bir kişi (hasta) üstüne sınırlanmış ve tedavisel değiş­
menin nedenlerinin anlaşılması güçle-şmiş olur. Nitekim,
psikoterapi olayının doğuşundan bu yana tedavisel de­
ğişmenin nedenlerinin yeterli bir şekilde açıklanamamiş
olmasımn kökeninde de bu sorun yatmıştır. Geleneksel
yaklaşımlarda psikoterapi olayı yalmzca hasta üzerine
odaklaşılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Buraya kadar
söylediklerimizle ne demek istediğimizi daha kolaylıkla
açıklayabilmek için şöyle bir örnek verebiliriz: Bilindiği
gibi, çocukluk yaşantıl:;mnı değerlendirerek, royalarını
analiz ederek bir kişi bazı sorunlarının üstesinden ge�e­
bilir ve değişmeyi başarahilir. Şimdi, bu kişiye sorunla­
nnın nasıl üstesinden geldiği ve değiştiği sorulacak olsa,
bu kişi bize, tıpkı geleneksel yaklaşımlarda olduğu gibi
kendisini anlaması sonucu sorunlannın üstesinden gel­
diğini ve değiştiğini belirtebilir. Ancak, bu kişi daha dik­
katli bir şekilde: incelenirse, görülür ki, kişinin çocuk­
luk yaşantılannı degeriendirmesi ve rüyalannı analiz et­
mesi, birden bire durup dururken ortaya .çıkmamıştır.
Bu tür değerlendirmeler ve analizler kişinin yaşamındaki
bir takım zorunluluklar ve rastladığı güçlükler sonucu
ortaya çıkmıştır. Kişideki değişmenin nedeninin dakik
bir şekilde açıklanabilmes için, bu kişinin kişilerarası bir
bağlam içinde incelenmesi gerekir. Bu bağlam içinde kişi

.25 1
)
incelendiği zaman da, söz. konusu değer endirıne ve ana.
lizierin kişinin başka kişilerle uğraşma stratejisinin bir
parçası olduğu kolaylıkla görülebilir. Örneğin, bu kişi
karısı tarafından azarlandığı veya itilip kakıldığı zaman­
larda çocukluk yaşantılarını değerlendirmeye ve rüyala­
rını analiz etmeye ihtiyaç duyahilir. Bu kişinin bu tür
bir ihtiyacı duyması bile, kansına karşı alışage�Idiğinden
bir miktar farklı davranması demek değil midir? Bu kişi
karısına karşı alışageldiğinden farklı davrandıkça, belir­
li bir rakatlığa ulaşabilir ve karısı ile etkili bir şekilde
uğraşabilir. Şimdi, bu kişiye sorunlarını nasıl yendiği
ve nasıl değiştiği sorulacak olsa, büyük bir olasılıkla, bu
kişi bunun kendisini anlamaktan kaynaklandığını ileri
sürebilir. Ancak, unutmayalım ki, kişi neı denli kendini
anlamış olursa olsun, karısına k:arşı davranışlarını de-­
ğiştirm.edikçe, sorunları sürecek ve ortadan kalkmaya­
caktır. Bu örnekten de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi,
n�rede bir kişinin sorunlarını çözmesinin kendisini an­
lamasından kaynaklandığı ileri sürülecek olsa, orada söz
konusu kişinin kişilerarası ilişkilerinde ne tür değişik·
likler olmuştur, değişmenin nedenlerinin yeterli bir şe­
kilde açıklanabilmesi için, bu değişikliklerin de dakik
bir şekilde anlaşılması gerekir.

Psikoterapi sürecinde hasta ve terapist arasındaki


ilişki iletişim açısından be,timlendiği zaman çeşitli psi­
koterapi yaklaşımlan arasındaki ortak özelliklerin görül­
mesi ve bu ortak özelliklerin tedavisel paradokslar ol­
duğu dikkatimizi çekmeye başlar. Bazen terapistlerin
hastalarına karşı kullandıkları tedavisel taktiklerin p�­
radoksal doğası öylesine apaçık bir şekilde ortadadır ki
insan bu taktiklere bakıp yalnızca gülebilir. Bazen de ter­
rapistler hastalarına karşı öylesine doğal bir şekilde dav­
ranırlar ki, kullandıklan taktiklerin paradoksal nitelik·

252
lerinin görülmesi oldukça güçleşir. Genel olarak psiko­
terapi sürecinin temel bir paradoksal özelliğini göz önü­
ne serebilmek için Zen Budizminden bir örnek verebi­
liriz. Aydınlığa ve gerçeğe kavuşabilmek amacıyla, zen
hudiste başvuran bir öğrenciyi, Zen Budisti içinden çıkıl­
ması oldukça güç paradoksal durumlarla karşılaştınr.
Örneğin, Zen Budist öğrencinin kafasının üstünde bir so­
pa tutar ve bu sapa gerçektir dersen. sana vuracağım;
gerçek değildir dcrsen veya hiç bir şey söylemezsen de
sana vuracağım diyebilir. Bu tür bir durumla karşılaşan
öğrencinin, alışageldiği gibi davranarak söz konusu du­
rumun içinden sopa yemeden kurtulması oldukça güç­
tür; çünkü sapa, ya gerçek, ya da gerçek değildir. Ama,
öğrencinin bu cevaplardan birini vermesi hiç bir işine
yaramamaktadır, Ayrıca öğrenci bir cevap vermek zorun­
dadır da. Özetle, öğrenci paradoksal bir durumun pen­
çesine düşmüştür. Öğrencinin ya «hocasına» karşı alı­
şageldiğinden farklı davranması, ya da sopa yemek gibi
onur kıncı bir olaya katlanması gerekir.
Zen Budisti öğrenciyi içinden çıkılınası güç paradok­
sal bir durumla karşılaştırmıştır; çünkü öğrencisinin ger­
çeği algılayış ve kavrayış biçiminde bir değişiklik yarat­
mayı amaçlamaktadır. Daha açık bir deyişle, Zen Budis­
ti öğrencisinden gerçek hakkında şimdiye kadar tartış­
masız bir şekilde kabul ettiği varsayımlarını sorgulama­
sını istemektedir. Özellikle, kendisi ve öğrencisi arasın­
daki ilişkinin öncüllerini öğrencisinin yıkmasını bekle­
mektedir. Öğrenci de bu tür bir durumun içinden ancak
sınıflama sisteminde bir değişiklik yaparak �urtulabilir.
Örneğin, «Usta» ile «çırak» arasındaki ilişkiye özgü, mut­
lak doğrularmış gibi kabul ettiği bazı sayıltılarını de­
ğiştirmesi, belkide, sapayı hocanın elinden kapıp fırla­
tıp atması, ya da beni dövmek sana büyük bir zevk veri-

253
yorsa, seni bu zevkten yoktun kılmak istemiyorum; beni
dövmene izin veriyorum; döv, diyebilmesi gerekir. An·
cak bu veya buna benzer bir yolu deneyerek öğrenci,
hacası ve kendisi arasındaki ilişkinin öncüllerini yıka­
bilir ve içine düştüğü durumdan kurtulabilir.
Psikoterapi kurarnlan ve özellikle psikanalizm açı·
sından Zen Budisti oldukça mantıksal bir şekilde davran·
maktadır. Psikanalitik kurama göre, bir kişide değişme
yaratabilmek için, her şeyden önce o kişinin olayları na­
sıl algıladığını anlatması yüreklendirilmelidir. Daha son­
ra da, psikanalist kişiyi bilinçaltına itilmiş çocukluk ya­
şantılarına götürmeli ve bu yaşantıların şimdiki davra­
nışlara ne şekilde etki ettiğini kişiye gösterebilmelidir.
Psikanalitik kuramda bilinçdışı anılarıyla şimdiki dav­
ranışlan arasındaki ilişkileri kavradıkça kişinin sağlığı­
na kavuşacağı önesürülür. Görüldüğü gibi, Zen Budist
de psikanalist de bir bakıma karşılarına gelen kişileri
paradoksal yönergelerle kıskıvrak yakalamaya çalışmak­
tadırlar. Bu açıdan Zen Budizmi ile psikanalizm arasında
önemli benzerlikler bulunmaktadır. Bu benzerlikler üç
madde altında kısaca özetlenebilir: 1. Zen Budist de psi­
kanalist de değişmeyi yüreklendiren hatta zorunlu kılan
bir ortam içinde çalışhıaktadırlar. 2. Her ikisi de karşı­
larına gelen kişileri alışageldikleri gibi davranmaya yü­
reklendirmektedirler. 3 . Her ikisi de karşıianna gelen
kişHer alışageldikleri gibi davranınayı sürdürdüğü süre­
ce, bu kişilerin cezalayıcı bir yaşantıdan geçmesini sağ­
lamaktadır.

Sınıfların· Sınıfı

Bu kitapta insanın psikolojik sorunlarının sınıflama


. yapabilen bir «hayvan» olmasından kaynaklandığı ve bir

insanın sınıflama sistemine yönelik bir paradoksu çöz·

254
düğü zaman psikolojik sorunlanndan kurtulabileceği
önerilmiştir. Tıpkı geçmişteı insanlar dünyayı gerçek ve
gerçek değil diye nasıl sınıfiani bölmüş ve gerçeğin do­
ğasına ilişkin sorunlar yaratmışlarsa, aynı şekilde günü­
müzde de insanlar kişilerarası ilişkilerini aşağısayıcı,
aşağısayıcı olmayan, baskıcı, baskıcı olmayan, gönüllü ve
zorunlu diye sınıfiara bölerek psikiyatrik belirtilerin özü­
nü oluşturan sınıflama sistemlerinin ağına düşmektedir­
ler.
Bir kişi içinde yaşadığı dünyayı ve dünyasını kaska­
tı sınıfiara bölerse, farklı düzeylerdeki sınıfların birbir­
leriyle olan tutarlılığını koruyabilmek için yenilmeısİ güç
engellerle karşılaşabilir; çünkü sınıflama sisteminin ken­
disi bazı sorunların çıkmasına zemin hazırlayabilir. Ör­
neğin, şeylerin bir sınıfını yaratmak demek, otomatik
olarak o şeyler olmayan bir başka sınıfı da yaratmak de­
mektir. Tıpkı geçmişte. bir çok filozofun bir şeyin, bir şey
olduğunu kanıtiayabilmek için ömürlerini tükettikleri
gibi, günümüzde de bazı insanlar bir tek şeye takılıp
ömürlerini mutsuz bir şe1kilde geçirebilirler. Örneğin, sü­
rekli olarak stresten kaçınmaya çalışan bir kişi, içinde
yaşadıgı dünyayı stresli ve stressiz diye sınıfiara böle­
bilir ve kendisini bu yolla bir başka stresli dünyanın içi­
ne sokabilir. Oysa, bu kişinin dünyayı stresli ve stressiz
diye birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış sınıfiara böl­
mek yerine, stres olmadan, stressiz bir yaşamın olmaya­
cağını kavraması gerekmektedir. Her hangi bir durumda
iyiliğin koşulunu koymak demek, bir bakıma kaçınılmaz
bir şekilde kötülüğün de koşulunu koymak demek değil
· midir?
Çeşitli düzeylerde çeşitli sınıflama sistemlerinin ya­
ratılması bazen belirli bir sınıf ile o sınıfa ait bir eleman
arasında belirli sorunların çıkmasına neden olabilir. Bir

· 25.5
düzeydeki -bir sınıfın bir elemanı üst bir· düzeyde (meta
l�el) ait olduğu sınıfın adı olabilir. İşte bu tür durum­
larda « İyi» ve «kötü» konusunda şimdiye kadar geliştir­
diğimiz tüm sınıflama sistemimiz çıkmaz bir yola sap­
mış olur. Günlük yaşamdan da çok iyi bildiğimiz gibi
bazen iyi niyetle yapılmış bir şeyden kötü bir şey, ba­
zen de kötü niyetle yapılmış bir şeyden iyi bir şey do­
ğabilir. Eğer sınıflama sistemimiz çok dar ve esnek de­
ğilse, bu durumda neye iyi, neye kötü diyeceğimiz konu­
sunda güçlüklerle karşılaşabiliriz.
İnsanlar birbirlerine sınıflama sistemlerine ilişkin
iletiler gönderdikçe, sınıflama sistemlerinin sorunları
özellikle dikkatimizi çekmeye başlar. Bilindiği gibi insan­
ların alıp verdikleri her ileti bir başka iletiyi sınıflar, ay­
nı zamanda o ileti tarafından sınıflanır da. Bir sınıfa ait
bir eleman, ait olduğu sınıfı tanımlarsa, o zaman ortaya
pa:radoksal bir durum çıkar. Örneğin, bir kişi yalan söy­
lüyorum derse, acaba b;u kişi yalan mı söylemektedir,
yoksa gerçeği mi söylemektedir, bunun ayırdedilmesi im­
kansız değilse bile, oldukça güçtür. Kişinin soylediği bu
cümle, yalanlar sınıfının bir maddesi olduğu kadar, bir
başka düzeyde, gerçekler sınıfının da bir elemanı oldu­
ğundan kişi yalan söylüyorum derken gerçeği ifade etmiş
olmaktadır.
Kişilerarası ilişkilerde bu tür sınıflama sorunlan ge­
liştikçe, insan oğlunun varlıksal ikilemle·ri özellikle dik·
katimizi çekmeye başlar. Örneğin, ailesindeki kişilerin
nasıl davranması gerektiğini belirten bir kadın, bu ro­
lünü sürdürmemeye karar verip, aile üyelerine karşı ça-·
resiz bir şekilde davranmaya başlarsa, bu kadın bir tür
sınıflama sorununa yakalanmış demektir; çünkü kadın
ne denli çaresiz bir şekilde davranırsa, o denli herkesin
nasıl davranması gerektiğini saptamış, dolayısıyla ailesin-

256

deki es i rolünü süı:dürnıüş olur. öte yandan; «kılıoık» .
bir koca kansına karşı «kazak» erkek rolliılü oynamaya
karar v,erirse, ne denli bu işte başarılı olduğunu kanıt­
layahilrnek için kansının işbirliğine ihtiyaç duyabilir ve
kansına olan bağımlılığı artabilir. Aynı şekilde, insanla- ·
nn birbirlerine karşı eşit konumda olduklannı başkalan­
na öğretmeye yeltenen bir militan, başka kişilerin konu­
munu kendi konumuna yükseltıneye çalıştığindan para­
doksal bir durumun ortaya çıkmasına neden olabilir.
Kişilerarası ilişkilerde insanların birbirleriyle iletişim
kurarken karşılaştıkları olağanüstü güçlükler iletilen her
iletinin bi başka iletiyi sınıflaması, karşılığında da o ile·
ti tarafından sınıflanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Çe­
şitli ileti düzeyleri arasındaki tutarsızlıklar arttıkça, kişi­
lerarası ilişki1erde sorunların çıkması kaçınılmazlaşır.
Özellikle, kişilerarası ilişkilerin, belirli alanları sınıflama
sorunlarına çok duyarhdır. Psikoterapi sürecinde de bu
duyarlı alanlar üzerine odaklaşılır. Tıpkı gerçeğin doğası
konusunda bilgisini artırmaya çalışan bir Zen öğrencisi·
nin parodaksal durumlarla karşılaştırİlması gibi, psikote•
rapistler de hastalarını belirli paradoksal durumlarla kar­
şılaştırmaya çalışırlar. Aşağıda, şimdiye kadar tüm psiko­
terapi yaklaşımlarında incelemeye_ çalıştığımız paradok­
sal özellikler kıcasa özetlenmiştir.

Gönüllü Zorunlu İlişkiler

Aralarında önemli farklar olmasına karşın, hipnotiz­


ma, Zen budizmi ve psikoterapi ilişkileri arasında bazı
önerrili benzerliklerde de vardır. Tıpkı Zen Hudiste baş­
vuran veya hipnotizma olmak isteyen bir kişi gibi, psiko..
terapiste başvuran kişi kendi isteğiyle başvunnuştur.
Ama, tedavi sürecinin başarısı, hastanın terapistle işbirli­
ği yapmasına ve tedavi sürecini sürdürmesine bağlıdır.

257
Bir başka deyişle, hasta teıdavi sürecini kendi kafası es- .
tiği zaman sona erilinneye yeltenir ve tedavi oturumlaı .ı·
na gelmemeye başhirsa, hastanın bu tür girişimleri tt:ı­
daviye karşı gösternıiş olduğu bir tür direnç olarak. yo­
rumlanır. Bir bakıma, hasta psikoterapi sürecinde par-a­
doksal bir durumla karşı karşıya kalmaktadır: Psıımt�
rapi sürecinde hastanın terapist ile ilişkisi gönüllü bir
çerçeve içinde zorunlu bir ilişkiye dönüştürülmüştür. Bu
durum psikoterapi almaya zorlanan kişller içinde değiş­
mez. Örneğin, psikoterapiye zorla getirilen psikotik kişi­
lerin de, aslında psikoterapi almak istedilderi. fakat bu­
nu bir türlü kabul edemedikleri belirtilmektedir.
Psikotik bir hasta ile uğraşan bir teTapist, gerektl­
ğinde ilişkinin gönüllülük niteliğini sınayabilmek için, psi­
kotik kişiye, istemiyorsa, tedavi oturumianna gelemeyebi­
ıeceğini belirtebilir. Bunun üzerine, hasta yine de otu­
rurnlara gelmeyi sürdürürse, ilişkinin gönüllülük niteliği
pekiştirilmiş olur. Öte yandan, hasta tedavi oturumları­
na gelmezse, bu kez de, hastanın sırtına ya aile, ya da
kurum (hastane) baskısı biner.
Hasta açısından psikoterapi ilişkisine bakıldığında,
hasta da bir tür bellisizlik yaşar. Acaba terapist hastayı
gerçekten görmek istediğinden mi, yoksa para kazanmak
zorunda olduğundan mı görmektedir? Bir başka deyişle,
ilişki zorunlu bir ilişki midir; Gönüllü bir ilişki midir?
Terapist hastayla ilişkisini sıcak, yakın Ve' saydam bir
ilişki olarak · tanımlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle,
hasta kendisine bu denli yakın davranan bir insana kar­
şı herşeyini anlatmak zorundadır. Ne var ki, tedavi otu­
rumu sona e'rer ennez, hasta v,e . terapistin sosyal yaşam­
ları birbirinden ayrılır; hasta ve terapist tedavi oturum­
larının dışında günlük yaşamın. hiç bir yönünü birlikte
geçiremezler. Bu durum karşısında, hasta terapistiyle iliş-

258.
kisinin zorunlu mu, gönüllü mü olduğu konusunda bir
anlamda bir bellisizlik yaşamaktadır. -
Bir insan neden bir ilişkinin zorunlu veya gönüllü
bir ilişki olduğuna ilgi gösterir? Bunun nedenleı-ini an·
layabil�ek için, o insanın aile geçmişinin incelenme si ge·
rekir. üzeiiikle psikiyatrik hastaların büyük bir bölümü,
ailelerinin onları gerçekten isteyip istemedikleri konu­
sunda bellisizliğin egemen olduğu bir aile ortamı içinde
yetişmişlerdir. Bazen, bir kişi anne ve babasının kendi·
sini gerçe1kten isteyip istemediklerinden bir · türlü emin
olamaz. Kuşkusuz, bağımlılık, terkedilme ve yalnızlık
korkularının altında da bu tür bir güvensizlik duygusu
yatar. Özellikle bir çocuk için gerçekten istenibp istenil·
meme temel bir çelişki haline geldikten sonra, hu çocuk
gerçekten istenip istenil:ınediğini sınayabilmek için olma·
dık yollan deneyebilir; örneğin, evden kaçabilir. Çocuğun
bu tür davranışları sorunlan olduğundan daha da beter
hale getirebilir; çünkü bu kez de . ana baba çocuklannın
kenilerini istemediklerini düşünmeye başlarlar. Bazı aile­
lerde çocukların aile dışındaki kişilerle etkileşim kurma·
sına izin v,erilmez; çocuk da buna uygun bir şekilde dav· .
ranır ve evde oturur. Ama ana baba çocuklarının gerçek·
ten evde oturmak istediğinden değil de, kendil�rinin ıs·
rarları üzerine ,evde oturduğunu düşünürler. Bu tür bir
etkileşim biçimi özellikle şizofrenik çocukların ailelerin­
de gözlenir ve şizofrenik çocukların aileleri bir yandan
çocuklarının başka insanlarla etkileşim içine girmelerini
ister; öte yandan da çocuk bu tür bir etkileşim içine gir­
diğinde çocuğun bu davranışlarını sert bir şekilde eleşti·
rirler.

Evlilik tedavisi bölümünde de belirtildiği gibi, .bir iliş•


kinin zorunlu veya gönüllü oluşu özellikle evli eşler· için
önemlidir. Evli eşler evliliklerini gerçekten istediklerin�

259
den mi sürdürmektedirler? Yoksa, çocuklanna bakacak
başka kimseleri olmadığından mı, ya da yasal zorunluluk­
lardan mı evliliklerini sürdürmektedirle�r? Bir evlilik iliş­
kisinde. eşierin kafasında bu konulardan kaynaklanan bir
takım sorular belirirse, bu eşler büyük bir olasılıkla bir
evlilik terapistine başvurmak zorunda kalırlar.

Suçlu veya Suçsuz Olma


Bir şey için suçlanan bir insanın iki seçeneği olabilir;
ya bu kişi suçunu kabul edip af dileyebilir; ya da kendi­
sinin bir hata işlemediğini ve suçsuz olduğunu belirtebilir.
Psikoterapi alan bir kişi, bu seçeneklerden hangisini se­
çerse seçsin, bu onun pek işine yaramaz; çünkü psiko­
terapi sürecinde, kişiye hem suçsuz. hem de suçlu oldu­
ğu iletileri aynı anda verilmeye çalışılır.
Terapist hastayı yapmadan edemeyen bir kişi olarak
kabul eder; hasta bir takım bilinçdışı düşünce ve kuv­
vetler tarafından yöneltilmektedir. Hastamn bu durumu
kendisine ve başkalanna ne denli üzüntü verirse versin,
bu durumun SOrtlliJ.lUsU Ve SUÇlUSU hasta olamaz. Ancak,
terapist hastaya bir yandan yaptıklarinı yapmadan ede­
meyen bir kişi olduğunu belirtirken, ö.te yandan, neden
öyle söylediniz; bu şekilde davrandığımza göre, çok yo­
ğun duygulannız olmalı; gelin tüm bunların nedenle·rini
birlikte araştıralım diyerek, hastaya bir bakıma davra­
nışlarını değiştirebileceğini belirtmeye çalışmaktadır. Za­
ten, psikoterapinin temel anıacı da hastanın davranışla­
rını deği.ştirebileceği temel çerçevesi üzerine kurulmuş­
tur. Terapist bir yandan hastaya yaptıklarının sorumlusu
ve suçlusu olduğunu, öte yandan olmadığını belirterek
hastanın değişmeye ve teda"iye karşı gösterebileceği di­
rencini kırmaya çalışır. Terapist bir bakıma hastanın söz­
konusu direnci ile iki farklı düzeyde ·uğraşmaya çalış-

260
maktadır: Hastayı bir yandan direnç gösterıneden ede­
meyen bir kişi olarak kabul etmekte, öte yandan iyile­
şebilmek için elinden gelen her şeyi yapmaya istekli bir
kişi olarak kabul etmektedir.
Psikoterapi sürecinde terapist hastanın başka kişile­
ri suçlaması ile de paradoksal bir şekilde uğraşır. Örne­
ğin, hasta ana babasını suçlamaya yeltenirse, terapist
ana babasını suçlamaması gerektiğini, çünkü onlannda
bazı şeyleri yapmadan edemeyen kişiler olduğunu belir­
tir (Tıpkı hasta gibi onlar da bir takım bilinç dışı kuv­
vetlerce yönetilmektedirler.) Terapist çocuklan hasta
olan bir ana baba ile de' paradoksal bir şekilde uğraşır.
Bir yandan ana babaya çocuklannın dummundan ötürü
suçluluk duymamalan gerektiğini, öte yandan hem bir­
birlerine, hem de çocuklanna karşı biraz farklı davran­
ınayı başarabilsele1r, çocuklannın iyileşebih!ceğini ve bu
nedenle çocuklannın sonınlan için bir miktar suçluluk
duymalan gerektiğini belirtir.

Yöneltmernek Adına Yöneltmek

Psikoterapi almak amacıyla terapiste başvuran bir


kişi, kendisini terapistin ellerine teslim etmek ister; çün­
kü terapisti insanlara yardım etmek konusunda uzman
bir kişi olarak kabul etmektedir. Ama, unutmayalım ki,
hasta günlük yaşamında da ona yardım elini uzatmak is­
teyen çeşitli kişilerle karşılaşmış ve davranışlanna sonım·
luluk alınamayı becererek, bu kişilerle etkili bir şekilde
uğraşmayı başarmıştır. Terapist, psikoterapi ortamında
hastaya bu olanağı verınemeye çalışır ve hastayı sürekli
olarak davranışiarına sonımluluk almaya yöneltir. Bu
amaçla, hastaya karşı oldukça incelikli taktikler kullanır.
Hatta, gerekirse hastaya beH:rH öğütler bile verir. Ama bu ·
öğütlerini verirken hastanın kışkırtımlanna kapılmaz. Bi�

261
lindiği �ibi, bazı hastalar zaman zaman terapisti öğüt
vermeye kışkırtırlar. Terapist de hastaların bu kışkırtım­
larma kapılır ve onlara öğüt verirse, bu öğütlerin hastar
lara pek bir yararı dokunrnaz.
Bir kişi, bir başkasını apaçık bir şekilde yöneltıneye
çalışırsa, yöneitimleri alan kişi, diğer kişi ile etkili bir şe­
kilde uğraşabilir. Ama, bir kişi bir başkasını yöneltme­
mernek adına yöneltıneye çalışırsa, yöneitimleri alan kişi­
nin, veren kişiyle etkili bir şekilde uğraşması oldukça
güçtür; çünkü ortaya paradoksal bir durum çıkmaktadır.
Örneğin, bir hipnotist hipnotize olacak kişiye, seni an­
cak senin vereceğin yöneltirnlerle hipnotize edebilirim;
çünkü aslında sen kendi kendini hipnotize edebilirsin der
ve bu yolla karşısındaki kişiyi yöneltirse, hipnotize olacak
kişi oldukça içinden çıkılınası güç bir durumla karşılaş­
mış olur. Çoğu zaman bu tür bir durumla karşılaşan bazı
kişiler, belirli duyumlannda bazı değişiklikler olduğunu
belirterek hipnotist ile uğraşrnayı tercih edebilirler .. Dışa­
rıdan bu durumu gözleyen başka kişiler de bu kişilerin
hipnotize olduklarını belirtirler. Tıpkı hipnotizrna süre­
cinde de olduğu gibi, yöneltmernek adına yöneltmek çe­
şitli psiköterapi yaklaşımlannın e:n temel özelliklerinden
biridir. Psikoterapi sürecinde de bu tür bir yöneitim bi·
Çimiyle karşılaşan hasta, ne verilen yönergelere başkal­
dırabilecek ne de söz konusu yöne'rgeleri izlerneden ede.
bilecek bir durumdadır. Hastanın öğüt dinlemek için gel·
miş olması ve terapisti öğüt vermeye kışkırtmak İçin kul­
landığı tüm · taktikler terapistin tedavisel paradokslan
·

karşısında güçsüz kalır.


Hasta belirtisel davranışları yoluyla terapisti kontrol
etmeye çalışırsa, yönehirnci olmayan bir psikoterapist
hasta ile özellikle · şu taktiklerle uğraşmaya çalışır. Te­
rapist hastadan aklına ne gelirse gelsin söylemesini ister;

262
bir bakıma hastayı alışageldiği gibi davranmaya yürek­
lendirir. Belirtisel davranışlarının önefli olmadığını, as
önemli olan şeyin belirtisel davranışların altında ya­
tan nedenler olduğunu belirtir. Hasta sürekli olarak be­
lirtisel bir şekilde davranırsa, te·rapist buna karşı çıkmak
yerine belirtisel davranışlara izin verir. İster yönehirnci
olsun, ister yönehirnci olmasın, tüm psikoterapi yaklaşım­
larında, belirtisel davranışları yoluyla hastanın terapistin
davranışlarını kontrol etme girişimleri, belirtisel davra­
nışlarını sürdüremeyebileceği bir şekilde yüreklendirilir.
Bir hasta İyiye veya kötüye gitmersini terapiste karşı
bir taktik olarak kullanmaya kalkışırsa, terapist hastaya
iyileşmersinin de kötüye gitmesinin de gerçek kaynağının
kendisi olduğunu tekrar tekrar açıklar. Hasta iyileşme­
ye başlayınca da iyileşmenin kendiliğinden doğduğunu
belirtir. Ama unutmayalım ki, terapist iyileşmenin gerçek
nedenini ne şekilde gösterirse göstersin, iyileşmeyi yara­
tan esas etmen terapist ve hasta arasındaki ilişkidir ve
hasta bu ilişki için bir ücret ödemcktedir.
Yeri gelmişken Freud'un bir dehasından da söz edil­
mesi gerekir. Psikiyatrik hastalar kendilerine verilen y()..
nergelere direnç gBsteren kişilerdir. Freud da psikiyatrik
hastaların bu özelliğini çok iyi bildiği için hastalara öğüt
vermekten ve onları apaçık bir şekilde, kör göze parmak
sokar gibi yöneltıneye çalışmaktan kaçınılması gerektiği­
ni vurgulamıştır. Ne var ki, tek ve temel amacı etkHemek
olan bir ilişki çerçevesi içinde�, Freud hastaları apaçık bir
şekilde yöneltmekten kaç1nılması gerektiğini belirterek
psikotetrapi olayının en temel ve incelikli paradoksal
taktiklerinden birini icad etmiştir.
Ciddi Oyun
Kişilerarası ilişkilerde temel amaçlarınuzdan biri,
karşımızdaki kişierin içten, sahte, ciddi veya oyuncu olup

263.
olmadıklarını anlamaya çalışmaktır. P�ikoterapi olayı da
·kişilerarası etkileşim biçimlerinden biridir. Bu etkileşim
biçiminde hem ciddi hem de oyunsal bir nitelik ikisi bi­
rarada bulunur. Bir bakıma, psikoterapi olayı terapist ve
hastanın birbirlerini çalımlamaya çalıştıkları bir tür
«oyundur�. Artıa psikoterapi olayında oynanan oyun ger­
çek yaşarinn içinden gelen ve gerçek yaşamın en ciddi
özelliklerini simgeleyen bir oyundur.
Psikcterapi sürecinde günlük yaşamdaki kişilerarası
ilişkilerde bulunan kurallardan farklı kurallar işlemekte­
dir. Her şeyden önce konuşması ve kendini ve sorunları­
nı anlatması gereken kişi hasta kişidir. Üstelik hasta ço­
ğu zaman içinden geldiği gibi davranmayan bir insana
karşı içinden geldiği gibi davranmak ve tepki göstermek
zorundadı�. Hastanın terapistten içinden geldiği gibi dav­
ranmasını ve duygularını göstermesini istemeye hakkı
yoktur; çünkü terapistin her söylediği şeyin altında hasta­
nın ivileşmesini sağlayacak bir etmen yatmaktadır. Tera­
pist hastaya karşı ne şekilde davranırsa davransın, bir
l;ıakıma her şeyi hastanın iyiliği için yapmaktadır. Has�
ta terapistten iÇinden geldiği gibi davranmasını iseyecek
bile olsa, terapist hastaya karşı bu şekilde davranmak
yerine, acaba hastayı bu şekilde konuşmaya iten ne­
denler nelerdir, bu nedenleri anlamaya çalışır. P�ikote­
rapi sürecinde hasta tüm diğer kişilerarası ilişkilerde
gözlenemeyen bir ilişki türü ile yüz . yüze gelmektedir:
Bu ilişki türünde en ciddi olayların bile «oyunsal» bir ni­
teliği bulunur�

Yardımsever Ceza

· Tüm psikoterapi yaklaşımları kendilerine yardım


edemeyen kişilere yardım edebilmek amacıyla önerilmiş-

264
tir. Bu · nedenle, tum psikoterapi yaklaşımlannın temel
çerçevesi yardımseverlik çerçevesidir. Ancak, bu temel
çerçeve içinde tüm psikoterapi yaklaşımlarında, sorun­
lannın öze!Uğine göre hastanın cezalayıcı bir yaşantıdan
geçmesi sağlanır. Görünürde hiç bir sorunu olmayan ve
kendi yaşantısı ve;, duygulan konusunda a�ını oldukça
sikı tutan bir insana karşı, hasta yaşamının en gizemli
ve üzüntülü yönlerini açmak ve anlatmak zorundadır. Yö�
neltimci yaklaşımlarda, hastanın belirli kaygı verici ya­
şantılardan geçmesi sağlanır. Örneğin hastadan düşün­
mek ve karşılaşmak istemediği bir takım kaygı verici
uyarıcılan imgelernesi (hayal etmesi) istenir. Aile tedavi­
si yaklaşımlannda ise aile üyelerinden ev yaşamlannın
ne denli mutsuz bir yaşantı olduğunu tedavi oturumlan
içinde· canlandırmaları istenir. Psikotik kişilerin tedavi
edildiği tedavi oturumlarında da psikotik kişi istemediği
halde, psikotik kişiye. karşı zaman zaman «babacan» bir
şekilde davranan terapistle dost olması istenir. Elektrik
şoku ve lobotomi (beyin ameliyatı) gibi en acımasız sa­
yılabilecek işlemler hep hastanın iyiliği adına uygulanır.
Bir terapist yalnızca yardımsever bir insan olacak ol­
sa, hastanın terapistle uğraşması çok kolaylaşır. Terapist,
yalnızca ceza verici bir insan olacak olsa, bırakalım has­
ta terapistle dost olmayı terapistin yüzünü bile görmeK
istemeyebilir. Ama, terapist hasta iyileşinceye kadar has­
taya ceza verirse, hasta bu durumla ancak bir tek şekilde
uğraşabilir; Bu da hastanın değişmesidir. Bu değişme de
çoğu zaman hastanın kendi içinden gelen bir değişme ola�
rak tanımlanır.

Değişıneyıe Karşı Direnç


Tedavisel değişmenin nedenlerinin terapistin hasta�
ya karşı kullandığı parodaksal taktiklerde yattığıpırı. be-.

265
lirtilmesi, değişmenin doğası hakkında şimdiye kadar
önerilen tüm görüşlerin dipde,n doruğa yeniden gözden
geçirilmesini gerektirmektedir. Değişmenin nedenleri açı­
sından tedavisel paradoksların önemi bir kez davrandık­
tan sonra, tüm psikoterapi yaklaşımlannda bulunan pa·
radoksal özelliklerin anlaşılması oldukça kolaylaşır.
Geleneksel psikoteırapi yaklaşımlarının kendilerine
özgü bir iç mantığı vardır. Bu mantık açısından hastaya
yaşam biçimini değiştirmesi konusunda verilebilecek
öğütlerin hiç bir yararı olmayacaktır, çünkü hasta bir ta­
kım bilinçdışı kuvvetlerce yönetilmektedir ve bu kuv­
veıtler hastanın değişmesini önlemektedir. Bu kısa açık­
lamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi geleneksel
psikoterapi yaklaşımlarında yalnızca hasta üzerine odak­
Iaşılmış ve hastanın değişmeye karşı gösterdiği dirence,
bireysel bir açıdan yaktaşılmaya çalışılmıştır. Oysa, söz
konusu direnç olayına bireysel bir açıdan yaklaşmak ye­
rim'!, terapistle ilişkisi dahil tüm içine gömüldüğü kişi­
lerarası ilişkiler açısından yaklaşılırsa, hastanın değişme�
sinin kendisini anlamasından değil de terapistin ona karşı
kullandığı paradoksal taktiklerden kaynaklandığı kolay­
lıkla anlaşılır.
Psikoterapi olayı incelenirken odak noktası bir tek
birey üzerinden alınıp, kişilerarası ilişkilere kaydırılırsa,
bir noktanın açıklanmasında büyük bir yarar yardır. Bu
nokta da psikoterapi ile dostluk ilişkisi arasındaki fark­
lılıktır. Dostluk değişmeyeceği varsayımı üstüne kurul­
muş ve değişmemesi istenen bir ilişki türüdür. Psikote­
rapi ilişkisi ise değişeceği varsayımı üstüne kurulmuş ve
değişmesi istenen bir ilişki türüdür. Yardım dileyen kişi·
zamanla yardıma ihtiyaç duymayacak ve terapistle eşit
bir konuma erişecektir. Bir başka deyişle, psikoterapi iliş­
kisi tümleyici bir ilişkiden bakışık bir ilişkiye doğru yö­
nelecektir.

266
Bu kitapta birbirleriyle yakın ilişkiler içinde bulunan
kişilerin ilişkilerinin sibernetik bir açıdan incelenmesi ge­
rektiği belirtilmiştir. Birbirleriyle yakın ilişki içinde bu·
lunan insanlar birbirlerinin davranışlarını yönetir ve bir­
birlerinde gözledikleri değişmeye karşı duyarlı bir şekil­
de davranırlar. Örneğin, kocasının davranışlarındaki de­
ğişme belirli bir sınırı aştığı zaman, bir kadın bu değiş­
meye karşı çıkar ve kocası ile arasındaki eski dengeyi
yeniden kurmaya çalışır. Kişilerarası ilişkilerde kişilerin
birbirlerine karşı yönetici gibi davrandıkları tezi kabul
edildikten sonra, kişilerarası ilşkileri açıklanmya yarayan
en temel ilkelerden biri şöyle ifade edilebilir: Bir kişi bir
başka kişi ile ilişkisini değiştinne girişiminde bulunduğu
zaman, öteki kişi bu de.ğişıneyi önlemek veya azaltabil­
mek için elinden geleni ardına koymamaya çalışır. İşte
. bu nedenledir ki, psikoterapi sürecinde de terapist has­
tayı apaçık bir şekilde yöneltmekten özel bir şekilde ka·
çınmaya çalışır ve değişmeyi yaratabilmek için de hasta­
nın kendisini anlaması �e içgörü kazanması gerektiğini
vurgular.

Yukarıda belirtilen kişilerarası ilişkiler yasası açısın­


dan psikoterapi olayına bakıldığı zaman, psikoterapi sü·
recindeki paradoksal özelliklerin görülmesi oldukça ko­
laylaşır. Kuşkusuz, yukarıda belirtilen yasa yerçekimi
yasası gibi dakik bir yasa değildir. Eğer öyle olmuş ol­
sa idi, eşler ve aile üyeleri arasındaki ilişkiler bir den­
geye ulaşır ve bu dengenin değişmesine hiç bir olanak
kalmazdı. Aynı şekilde, psikoterapi sürecinde de bir t�
rapistin hastayı değiştirmesi mümkün olmazdı. Ama, psi­
koterapi sürecinde bir terapist hastaya etki edebilir ve
onu değiştirebilir. Bu durum dikkatimizi yukandaki ya·
samn oldukça kaypak w geçersiz bir yasa olduğuna de·
ğil kişile.rin değişmesi için, bu kişilerin değişmeye karşı

267
_gösterebilecekleri direndıi hesaha katüİnası ge�ekİiğine
·

dikkatimizi çekmekt�dir.

Psikoterapi olayı terapist ve hasta arasındaki bir


etkileşim sürecidir. Bu etkileşim süreci betimlenebilir ol­
masına karşın, psikoterapi alan bir kişi neden qeğişir ve
-sağlığına k�vuşur bu soru henüz doyurucu bir şekilde
cevaplanamamıştır. Klasik yaklaşımlarda değişmenin ne­
deni olarak hastanın kendisini anlaması belirtilmiş olma­
sına karşın, hastanın kendisini anlamasını ve değişme­
sini sağlayan süreç, hasta ile terapist arasındaki ilişki­
dir. Değişmenin nedenlerinin ve değişmenin nasıl yara­
tıldığını yeterli bir şekilde açıklayabilmek için, psikoteı­
rapi olayının iletişim açısından incelenmesi gerekir. Ne
p
yazık ki, sikoterapi olayı şimdiye kadar iletişim açısın­
dan incelenmemiştir. Oysa, değişmenin nedeni ve nasıl
yaratıldığı sorusunun yalnızca psikiyatrik bakımdan de­
ğil, aynı zamanda toplumsal bakımdan da önemli doğur­
gubn vardır. Toplumlar da değişir. Toplumsal değişmeb
rin ve devrimierin gerçek doğasını anladıkça; bireylerdeki
değişmenin gerçek doğasını ve nedenlerini de anlamamız
kolaylaşacaktır. İnsanların ailelerinden öğrendikleri kişi­
lerarası ilişkilerde kullandıkları davranış örüntüleri ve
taktikleri içinde yaşadıkları toplumsal kültürün bir ürü­
nüdür. Bir toplumsal devrimden sonra, bireylerin davra­
nışlannın değişip değişmemesinin psikoterapi sürecinden
geçen bir insanın davranışlarının değişip değişmemesi ile
çok yakın bir ilişkisi vardır.
Bu kitapta tedavisel değişmenin nedenlerinin yeterli
bir şekilde açıklanabilmesi için, yalnızca · hasta üzerinde
değil, aym zamanda hasta ve; terapist arasındaki ilişkiye
de odaklaşılması gerektiği vurgulanmıştır. Böylelikle, te­
rapistin yalnızca hastanın kendisini anlamasına yardımcı
olan bir kişi olarak değil, aynı zamanda hastaya karşı bi·

268
linçli ve planlı bir şekilc:le;: beli.ı;li' � paradoksal taktikle
·
ri
kullanan ve hastayı- beHrli bir köşeye sıkıştıran bir
insan
@.
olarak algılanması: da sa arimıştır. Ku İ ş msuz tel"apist ve
hastanın içinde yaşadıkları kültürün daha geniş bir açı­
dan incelenmesi psikoterapi sürecine etki eden başka et­
menlerin de görülmesini kolaylaştırahilir. Bu kitapta,
yalnızca aile ve ervlilik ilişkilerindeki ilişkilerin önemi
üzerinde durulmuştur. Kişileri psikoterapi almak zorunda
bırakan geniş toplumsal yapı, değişrnek ve de!ğiştinnek
isteyen insanları yaratan toplumsal sistemlerin ve insai:ı
ilişkilerinin incelikleri anlaşıldıkça, psikoterapi sürecin·
deki tedavisel değişmenin nedenlerinin anlaşılması da ·
kolaylaşacaktır.
Bu kitapta psikoterapi stratejileri oldukça dakik ve ya­
lın bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Bu durum bazen
psikolojik sorunların ve psikot,erapi taktiklerinin aşın
ölçüde basitleştirilmesine yol açmıştır. Ne insanların psi­
kolojik sorunları, ne de insanların psikolojik sorunlarını
tedavi etmeyi amaçlayan psikoterapi olayı burada betim­
lendiği ölçüde basittir. Bu nedenle, psikoterapi sürecinde
ne denli incelikli taktik ve stratejiler kullanılırsa kiılla­
nılsın, psikoterapi olayının başarısı, en son çözümlemede
terapistin kişiliğine bağlıdır. Psikote.rapistin hastaya kar­
şı konumunu destekleyen kuranisal bilgisi, diplaması şa­
m, şöhreti olmasına karşın, terapist hastayla yüz yüzey.;
ken güvenebileceği tek şey, yalnızca kendi kişiliğidir. Psi­ ·

koterapi sürecinin başarılı olabilmesi için, teknik ve yön·


temlerin önemi ne denli vurgulanırsa vurgulansın; bu
mesleğin sanatsal özellikleri hiç bir zaman yadsınamaz.

269.
S ON S ÖZ
PSİKANALİZ SANATI

Freud'un bilinçaltı kavramına ilişkin görüşlerini ka�


nıtlayabilmek amacıyla çok sayıda araştırma yapılmış
olmasına karşın, psikanaliz sürecinde gerçekten ne. olup
bitmektedir; bu konuda oldukça az araştırma yapılmış­
tır. İngiltere'de Poters Kolej 'inde çalışan adı, sanı bilin­
meyen bir bilim adamı, bu eksikliği gidermeye çalışmış�
tır. Ame'rika'ya bir alan çalışması yapmaya gönderilen bu
bilim adamı, hem hasta, hem de terapist olarak bir kaç
yılını psikanaliz sürecini inceleyerek geçirmiştir. Bu bi­
lim adamının psikanaliz hakkındaki görüşleri üç çiltlik
bir çalışmada toplanmıştır. Poters Koleji'nde yapılmış
diğer bir çok çalışma gibi bu çalışma da yayınlanmamış ;
ama Poters Koleji klinik persone:linceı elden ele dolaştı­
nlmıştır. Bu çalışmanın bir kopyesi de kısa bir süre için
yazann eline geçmiştir. Bu çalışmada psikanalizin olduk­
ça incelikli özellikleri açıklanmaya çalışılmıştır. Bu ba­
kımdan, psikanalizme ilgi duyan ve psikanaliz sanatının
incelikle·rini anlamak isteyenleırin, bu çalışmada önerilen
görüşleri dikkate alması ve kavraması gerekmektedir.
Burada, bu çalışmanın tümü özetlenrnemiş, yalnızca
bazı temel fikirlerinin üzerinde durolmakla yetinilmiş­
tir. Bunun için de, önce sık sık kullanılan bazı terimierin
tanımlanması gerekmektedir. Bu terimierin başmda «Üs­
tecilik» (oneupmanship) terimi gelir. Üstedlik teriminin
eksiksiz bir şekilde tanımlanabilmesi için geniş bir ansik­
lopedi doldurulabilir; aslında doldurulmuştur da. . . Bu­
rada üstecilik terimi kişilerarası ilişkiler açısından ta·
nımlanmıştır. Bu açıdan üstecilik, bir kişiyi psikolojik

270
olarak «alt bir konuma» yerleştirme sanatı olarak tanım­
lanabilir. Alt konum te,rimi deı, kendisini bir başka kişiye
göre üstün bir konumda duyumsamayan kişinin p sikolo�
jik durumu olarak tanımlanabilir. Günlük bir dille bu te­
rimleri şöyle açıklayabiliriz. Bilindiği gibi kişilerarası
ilişkilerde insanlar bazan, bir başka kişiye göre üstün bir
konumda olduklarını dokundurabilmek için, belirli ça­
lımlar yapabilirler. Kuşkusuz, üstün bir konumda olmak
demek, toplumsal, ekonomik veya entellektüel bakım�
dan üstün bir konumda olmak değil, psikolojik bakım­
dan üstün bir konumda olmak demektir. Bazen bazı ki­
şiler, amirleri konumunda olan kişileri alt bir konuma
yerleştirmekte oldukça ustalıklı davranabilirler. Güçlü
koliara sahip bir çöpçü bazen, oldukça yüksek prestije
sahip bir kişiyi alt bir konuma yedeştirebilir. Kişilerara­
sı ilişkilerde üstünlük sürekli olarak yeniden tanımlanan
ve değişen bir durumdur. Üstün bir konuma geçe,bilmek
için yapılan çalımlar bazen, kaba kuvvet gösterisi ola­
bileceği, gibi, oldukça kibar ve incelikli de olabilir. Örne­
�in, bir kişi, bir başkasından bir şey iste,rse, bu kişi çoğ;u
zaman alt bir konumdadır. Ancak bu kişi istediği şeyi
öyle bir şekilde isteyebilir ki, zaten istediği şeye « değer»
olduğunu ve aslında o kişiye göre üstün bir konumda ol­
duğunu dokundurabilir. Bilindiği gibi, kişilerarası ilişki­
lerde üstedliğin çeşitli oyunlan ve taktikleri vardır. Bu­
rada tüm bu oyun ve taktikleri özetlemeye olanak olma­
dığından, yalnızca psikanaliz sürecinde yer alan belli baş­
lı üsteeilik taktikleri özetlenıneye çalışılmıştır.

Psik�maliz süreci terapist ve hastayı içeren iki kişilik


dinamik bir süreçtir. Bu süreç içinde, hasta bir yandan
çaresiz bir şekilde. terapiste karşı üstün olmaya, öte yan·
dan · da analistin üstün bir konumda kalmasına diretir.
Analist ise üstün bir konuma geçmeyi hastaya öğrete"

271
bilmek amacıyla, onu alt bir konumda ttı.ttnaya çalışır..
Kuşkusuz, psikanalizin esas amacı hastayı alt bir konum- .
da tutmayı başarmak değil, hastanın soıimlarının üste­
sinden gelmesini ve hastayla terapistin tedavi sonucunda
birbirlerinden dostane bir şekilde ayrılmalarını sağla­
maktır.
Psikanalitik ortam öylesine dikkatli bir şekilde dü­
zenlenmiştir ki, bu ortam terapistin üstün konumunu ye­
nilmez kılar. Her şeyden önce, hasta yardım almak ama­
cıyla terapiste gelmiştir. Bu durum daha işin başlangı­
cİnda hastanın alt bir konumda olduğunu kabul etmesi
demek değil midir? Öte yandan, hasta bir de tedavi üc­
reti ödemektedir. Bu da hastanın alt bir konumda oldu­
ğunun bir simgesi değil midir? Bazen bazı terapistler
her hangi bir tedavi ücreti almaksızın bazı hastaları te­
davi etmeye yeltenebilirler; ama çoğu �Jaman bu terapist­
ler başarısızlığa uğrarlar. Psikanaliz sürecinde terapistin
üstün konumunu koroyabilmesi için uyanık olması gere­
kir. Çünkü, hiç umut edilmeyen bir anda hasta tera­
pisti alt bir konuma yerleştirebilir. Bu durum analistler
kendi aralarında dertleşirken ve birbirlerine hastalan­
nın ne denli ustalıklı kişiler olduklannı anlatırken özel­
likle dikkati çeker.
Psikanalizmin ilk dönemlerinden bu yana, kurnaz
hastalara karşı üstün konumlarını sürdürebilmek için
analistler belirli destekiere ihtiyaç duymuşlardır. Bu des­
tegi sağlayan ögelerden biri hastanın uzanıp yatması için
icad edilmiş bir kanepedir (psikanalizdeki diğer bir çok
taktik gibi, bu da Freud'un keşfettiği bir taktir.) Ana-.
list hastanın uzanıp yatmasını sağlayarak bir anlamda�
ona ayaklarının yere basmadığını, sembolik olarak · anlat­
maya çalışmaktadır. Bu yolla hastanın terapiste göre alt
bir konumçla olduğı.ı bir �ez: daha. vurgulannuş olur.

272
Analistin hastanın yattı� kanepenin yan tarafında
oturmasının bir başka yararlı etkisi daha vardır. Bu du­
rum analistin söylediklerinin daha dikkatli bir şekilde
dinlenilmesine yol açar. Biraz önce de belirtildiği gibi,
hasta analistin yüzünü ıgörememektedir. Bu durumda
hasta analistin ağzından çıkan her şeyi büyük bir titizlik
ve dikkatle dinlemek zorundadır. Tanımı gereği bir baş­
ka kişinin söylediği her şeyin üstünde d uran kişi, alt bir
konumda olmayı kabul etmiş bir kişidir.
Belki de analistin cephaneliğindeki en etkili silah­
lardan biri sessiz kalabilmcsidir. Çaresiz davranan bir
kişiye karşı bir kavgayı kazanmanın güç olduğu gibi, ses­
siz kalan bir kişiye karşı da bir kavgayı kazanmak olduk­
ça güçtür. Savurduğunuz her yumruğa karşı, karşıdaki
kişi hiç cevap vermezse, eninde sonunda yumruk atmak­
tan vazgeçmek ve attığınız yumruklardan ötürü bir tür
suçluluk duymak zorunda kalırsınız. Psikanaliz sürecin­
de de hasta benzer bir durumla karşılaşmaktadır. Örne­
ğin, bir hasta terapiste siz. bir budalasınız, diyebilir. Ar�
dından bir adım geri çekilir ve terapistin kendini savun­
masını bekler. Terapist hastanın bu saldınsından hiç et­
kilenmemiş gibi davranır ve sessiz kalır. Hasta, bunun
üzerine, biraz daha öteye gider, kesinlikle siz gerçek bir
budalasınız der. Terapist yine sessiz kalır. Hasta bu kez
iyice sinidenir ve çileden çıkmış bir şekilde size gerçek
bir budala olduğunuzu söylüyorum; sağırmısınız be
adam . . . Allah sizi kahretsin. Siz. . . diye hashas bağırma­
ya başlar. Terapist tüm bunlara karşı da sessiz kalır. Bu
tür bir durumla karşılaşan hastanın tek çıkar yolu söy­
lediklerinden ötürü terapistten özür dilemektir. Bir başka ·

deyişle, bu hastanın kendi gönül rızasıyla alt bir konuma


geçmeyi kabul etmesi demektir. Bazen bazı hastalar ses­
sizliğin çok etkili bir silah olduğunu öğrenebilir ve bu

2TJ
silahı terapiste karşı kullanmaya yeltenebilirler. Ancak,
bu hastalar bir kanepeye uzanıp saatlerce tavana bakabil­
mek için önemli ölçüde bir ücret ödediklerini kavradık­
lan zaman, bu davranışlannın bedelinin çok yüksek ol­
duğunu da öğrenmiş olurlar. Bu kısa açıklamadan da ko­
laylıkla anlaşılabileceği gibi, psikanalitik ortam bilinçli
bir şekilde hastayı terapiste karşı dezavantajlı bir ko­
numa yerleştirebiirnek için düzenlenmiştir. Bu ortam
maktan alıkonulmuştur. Ama, hastalar psikaliz sürecin­
de öğrendikleri bazı tuzakları günlük yaşamda diğer in­
içinde hastalar terapistin kullandığı taktikleri kullan­
sanlara karşı etkili bir şekilde kullanabilirler.
Psikanaliz sürecinde hasta şu sorunla karşılaşmak
ve bu sorunu çözmek zorundadır. Tepki göstermeyen ve
hiç bir yarışmaya girmeyen bir insana karşı, hasta hangi
yolla üstünlük kazanalibir? Kuşkusuz, hastalar bu soru­
ya bir cevap bulur ve terapisti tepki göstermeye kışkırtan
yolları keşfedebilirler. Ancak, bu çoğu zaman, uzun sü­
reli ve çok yoğun bir analiz sürecinden geçtikten sonra
gerçekleşir.
Freud'dan sonra bazı psikanalistler psikanalitik or­
tamın düzenlenmesinde bazı değişikler yapabilmek için
çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Ancak, çatısı kurul­
muş döşenmeye hazır bir evin temel planı nasıl değişti­
rilemezse, psikanalitik ortamda da, hastanın gönüllü ola­
rak tedaviye gelmesi, tedavi ücreti ödemesi, kanepeye
uzanarak serbest çağrışım yapması, analistin kanepenin
yan tarafında oturması ve sessizlik gibi temel taktiklerde
pek büyük bir değişiklik yapılmamıştır.
Daha önceıde belirtildiği gibi, analistlerin hastalarıy­
la uğraşırken kullandıkları tüm taktikleri açıklamaya
çalışmak oldukça kapsamlı bir inedemeyi gerektirmek­
tedir. Bu nedenle, burada yalnızca en belli başlı taktikle•

274
re değinilmekle yetinilmiştir. Bir hasta, tedaviye ilk baş­
vurduğunda başka inşanlara karşı etkili olan taktiklerle
işe başlar. Ama, analist hastanın bu taktiklerini boşa çı­
karmayı çok kısa bir zamanda öğrenir. Hastanın kullan­
dığı taktikleri alt etmçnin en kolay yollarından biri, has­
tanın açtığı yoldan yürümemektir. Bu davranış hasta­
nın alışa gelmiş olduğu durumdan oldukça farklı bir du­
rumla karşılaşmasına yol açar. Örneğin, hasta herkes dai­
ma doğruyu söylemeli, diye işe başlayıp terapistin de bu
görüşü paylaşmasını beklerse, terapist buna, ya cevap
vermez, ya da sizi bu şekilde konuşmaya iten bir neden
olmalı diye bir cevap verebilir. Bu yolla, terapist hasta­
nın açtığı yolda yürürnemeye çalışmaktadır. Çünkü te­
rapist hastanın açtığı yolda yürürse, hasta tarafından ko­
laylıkla alt bir konuma yerleştirilebileceğinin bilinci için­
dedir. Hastanın kullandığı taktikleri alt etmenin bir baş­
ka yolu da, hastanın kuşkulanmasını sağlamaktır. Kuş­
kusuz, kişinin kuşkulanmasını sağlamak onu alt bir ko­
numa yerleştirebiirnek için atılması gereken .ilk adımlar­
dan biridir. Kuşkulanan kişi, bu kuşkusundan kurtula­
bilmek için karşısındaki kişiyi dikkatle dinlemek zorun­
dadır. Hasta da analisti dikkatle, dinlemek ve ona güven­
mek zorundadır. Kişiler kendilerinden üstün gördükleri
kişilere daha fazla güvenirier. Psikanaliz sürecinde kuşku
taktiği analiz sürecinin ilk aşamalannda kullanılır. Örne­
ğin, analizin ilk aşamalannda hastanın söylediklerine
karşılık olarak analist acaba bu gerçekten söylemek is­
tedikleriniz mi diye cevap verir. Analist bu şekilde davra­
narak hastanın farkına varamadığı bir takım güdüleri ve
istekleri olduğunu ifade etmeye çalışmaktadır. Kuşku
taktiği ile şimdiye kadar yapılan açıklamalardan şu tür
bir sonuç çıkarılabilir: İçine kuşku giren her insan sar­
sılır ve zayıflar. Sarsılan ve ;zayıflayan bir insanın alt bir

275
konuma yerleştirilmesi de kolaylaşır.

Psikanalizmde çok sık kullanılan bir diğer taktik de


bilinçaltı taktiğidir. Bu taktiğin kuşku taktiği ile de ya­
kın bir ilişkisi vardır. Bilinçaltı taktiği öylesine etkilidir
ki, bazan hastanın kendi kendisinden bile kuşkulanma­
sına yol açabilir. Bilindiği gibi p sikanaliz 'sürecinin ilk .
dönemlerinde .hastaya söylediklerinin ve yaptıklannın
gerçek nedenlerini bilemediği, yaptığı ve söylediği her
şeyin bilinçaltındaki yaşantılardan kaynaklandığı çok ti­
tiz bir şekilde anlatılınaya çalışılır. Hasta bu görüşü bir
kez kabul ettikten sonra, artık yaptıklarının ve söyledik­
lerinin gerçek anlamlarını anlayabilmek için terapistin
yaptığı yorumlara güvenmekten başka çaresi yoktur. Bu
aşamadan sonra hasta terapiste karşı hangi taktiği kul­
lanırsa kullansın terapistin bu taktikleri alt etmesi ol­
dukça kolaydır. Örneğin, analistini kıskandırabilmek için,
hasta bugün kız arkadaşımla çok iyi bir vakit geçirdik
diyecek olsa, analist acaba bu kızın sizin için gerçek an­
lamı ne, gelin birlikte inceleyelim, diy�:bilir. Analistin bu
cümlesi hastanın kuşkulanmasına yol açacak bir cümle
değil midir? Acaba hasta kız arkadaşından mı hoşlan­
maktadır, yoksa bu kız sembolik olarak bir başka kişiyi
mi simgelemektedir? Bu tür bir durumla karşılaşan has­
tanın tek çıkar yolu analistin yorumlarını dinlemek ve
bu yorumlara güvenmektir.
Analizin belirli aşamalarında hasta oyunun kuralla­
rını bozabilir; direnç gösterebilir. O zaman da analist
hastadan serbest çağrışım yapmasım veya bir rüyasını
anlatmasını isteyebilir. Rüyasını anlatırken veya serbest
çağrışım yaparken bir kimsenin üstün bir konuma geç­
mesi oldukça güçtür. Çünkü bir kişinin üstün bir konu­
ma geçebilmesi için söylediklerinin bilincinde olması ve
söylediklerine sorumluluk alması gerekir. Ama, bir in-

276
san .gördüğü bir rüya için sorumluluk alabilir mi? Bu
olanak dışı bir şeydir; çünkü rüya görmek zaten bilinç­
dışı bir iştir. Hasta da rüyalarını anlatırken ve serbest
çağrışım yaparken yalnızca gülünç ve saçma şeyler söy­
lediğini farketmekle kalmaz aynı zamanda, gerçek an­
lamlarıhı kendisinin de anlayamadığı; ancak yalnızca
terapistinin anlayabildiği şeyler söylediğini sanmaya baş­
lar. Kuşkusuz, bu tür bir yaşantı, hemen hemen her in­
sanı derin bir şekilde: sarsabilir. Sarsılan bir insanın da
alt bir konuma geçirilmesi çok kolaydır. Hasta rüyaları­
nı anlatmak ve serbest çağrışım yapmak istemezse, o za­
man terapist hastaya bu şekilde davranınakla eline bir
şey geçmeyeceğini, boş yere kendi kendini yıprattığıJ:!ı
belirtir.
Psikanaliz sürecinde hastanın analisti alt bir konu­
ma yerleştirme girişimlerinden başarılı olanları, hasta­
mn tedaviye karşı göstermiş olduğu bir direnç olarak
ele alınır ve yorumlamr. Bir başka deyişle, tedavi iyi git­
mez ve başanya ulaşmazsa, başarısızlığın gerçek neden­
Ierinin hastadan kaynaklandığı ileri sürülür. Örneğin,
daha analiz sürecinin ilk oturumunda, hastaya iyileşme­
sinin zor olacağı, hasta iyileşmernek için inat bile edebi­
leceği ve bu yüzden analisti ile aralarının açılabileceği
dikkatli bir şekilde açıklanır. Bu temel çerçeve bir kez
kurulduktan sonra, hastanın tedavi ücretini ödememe,
otururnlara ge!ç gelme ve tedaviyi sona erdirme gibi çe­
şitli girişimleri tedaviye karşı gösterilen bir tür direnç
belirtgesi olarak yorumlanır. Böylelikle_ hem hastanın
alt bir konuma yerleştirilmesi, hem de iyileşebilmek için
bir miktar direncin gerekli olduğu belirtilmiş olur.
Psikanaliz sürecinde sık sık karşılaşılan bir başka
sorun da bazı hastaların kendilerine güvenleri arttıkça
analist ile didişmeye başlamalarıdır. Bu hastalar ellerine

277
fırsat geçtikçe analisti sert bir dille el�ştirmeyeı çalışır­
lar. Analist bu tür hastalada «geçmişe dönelim» taktiği
ile uğraşır. Örneğin, bir hasta terapistden umduğu bir
tepkiyi alamaz ve terapisti sert bir dille el�ştirirse, Ana­
list, acaba, küçükken de bu şekilde hissettiğiniz oldu mu?
Belkide, aslında siz hana kızgın görünmekle, babanıza
kızmaya çalışıyorsunuz diye karşılık verir. Bir başka de­
yişi� analist bir çırpıda konuyu değiştirir ve' hastanın
geçmişini incelemeye başlar. Geçmişe dönelim taktiği
özellikle, hasta, analistden öğrendiği taktikleri, analiste
karşı kullanmaya başladığı zaman etkili olur.
Yeni yetme bir analistin psikanaliz sürecinde şu te.. ·

mel kuralı çok dikkatli bir şekilde izlemesi gerekir; Bir


yandan hastaya alt bir konumda olduğu duygusunu ver-
. meli, öte yandan sürekli olarak onun üst bir konuma çık­
ma umudunu artırmalıdır (Psikanalizmde bu sürece ak­
tarım denilmektedir.) Bir başka kural da şudur: Analist
asla kendini alt bir konumda hissetmemelidir. (Eğer his­
sederse, buna da psikanalizmde karşıt aktanm denilmek­
tedir). Öğretim amacıyla düzenlenen psikanaliz oturum­
larında bir bakıma yeni yetme analistlere alt bir konum­
da olmanın ne tür bir duygu olduğu hissettirUmeye ça­
lışılır. Bu nedenle, yeni yetme analistler çok ustaca dü­
zenlenmiş bir çalımla, nasıl tepe taklak yıkıldıklarını ve
bunun ne tür bir yaşantı olduğunu çok iyi bilirler . . .
Bazen bir analist belirli bir taktiğin başarısız olaca­
ğını bildiği halde, bu taktiği kullanır ve kendisini alt bir
konuma yerleştirebilir. Psikanalitik kalenin tüm yıJ.nl­
mazlığına ve güçlü silahlarına karşın, unutmayalım ki
·

analist de bir insandır. İnsan olmak demek, bazen hata


yapmak ve alt bir konumda olmak demektir. Psikanali­
tik eğitim bir insana hiç alt bir konumda bulunmamayı
değil bu tür 9ir konuma yerleştirildiği zaman, bu ko-

278
nurndan en kısa za nianda nasıl kurtulabileoeğini öğre­
tir. Bu açıdan psikanalizmde sık sık kullanılan taktikler­
den biri, durum kaçınılmaz olduğu zaman gönüllü ola­
rak alt bir konuma geçmektir. Örneğin, hasta belirli bir
konuda haklı çıkıp üstünlük kazanırsa, analist evet ne­
rede yanıldığıını görüyorum; çok hakiısınız diye1 cevap
verebilir. Daha yürekli bir terapist de siz onu söyleyin­
ce ben neden gerildim? Çok ilginç . . . Bu konuda düşün­
mem lazım diye cevap verebifir. İlk bakışta bu tür ce­
vaplar hastanın üst, terapistin alt bir konumda olduğu
izlenimini verebilir. Ancak alt bir konumda olmak savu­
nucu bir tutumu gerektirir. Oysa, analist kendini savun·
maya çalışmamakta, kendi rızasıyla alt bir konuma geç­
mektedir. Analist bu şekilde davranarak bir yandan
hasta ile didişmeye girmekten kaçınmış, öte yandan
da hastaya karşı üstün konumunu sürdürmüş olmakta­
dır. Bazen bir analist belirli bir konuda oldukça duyarlı
davranabilir. Örneğin, hasta eşcinsel eğilimlerinden söz
ederken amilistin yüzü kızarabilir. Bu duruma tanık olan
hasta, bundan yararlanmaya kalkışabilir. Bu tür durum­
larda analistin ayakta kalabilmesinin tek koşulu, analis­
tİn bu konuları kendisine kişiselleştirmemesi ve duyarlı
olduğu konuların bilincinde olmasıdır. Bir başka deyişle,
· analistin kendi zayıflıklarını bilmesi ve bundan yararlan­
maya kalkışan hastaları benzer duyarlıkları bulunmayan
başka analistlere göndermesi gerekir.
Psikanalitik eğitim sürecinde analist adaylarına has­
taların kullanabileceği başka taktikler de öğretilir. Örne­
neğin, bir hasta analistine karşı üstünlük sağlayabilmek
için, kesin kes karar vermiş olabilir ve bu hasta analisti­
ni intihar taktiği ile tehdit edebilir. Bu taktikle karşıla�
şan ve kendileırini alt bir konumda hissetmeye başlayan
analistler, bir köprüden aşağı atarak kendini öldüren
kişinin öyküsünü dile getiren gazete bakışlarını, ya da

279
meslektaşlarının alaycı gülüşlerini düşleyeibilirler. Bu
taktikle etkili bir şekilde uğraşmanın en etkili yolların­
dan biri bu olayı kişiselleştirmemektir. Bu taktiğe karşı,
analist, peki kendinizi öldürmek istiyorsanız, bunu yapa·
bilirsiniz; buna ben çok üzülürüm; ama benim yaptığım
işi yapmaya devam edeceğimi de bilmenizi i sterim diye­
rek cevap verebilir. Bu ·tür bir cevapla karşılaşan hasta,
kendini öldürmenin bile analisti alt etmekte işe yarama·
yacağını kavramaya başlar ve yavaş yavaş bu taktiği kul­
lanmaktan vaz geçmeye başlar.

Psikanalizmin taktiklerini başka yaklaşımların tak­


tikleriyle karşılaştırdığımız zaman, psikanalitik taktİk­
Ierin inceliklerini görmemiz daha da kolaylaşır. Örneğin,
Roger'iyen taktikleri ele alalım. Roger'iyen yaklaşımda
hastanın söyledikleri hastaya yansıtılır. Bu tür taktikler
etkili bir kazanma sisteminden esinlenerek düzenlenmiş·
tir. Sizin söylediklerinizi, size tekrarlayan bir insana
karşı, bir üstünlük kazanmak hemen hemen olanaksız­
dır. Örneğin , hasta terapistin ve tedavinin hiç bir işe va­
ramadığını belirtecek olsa, analist benim size hiç bir ya­
rarımm dokunmadığını mı hissediyorsunuz diye cevap
verebilir. Bunun üzerine, hasta evet, gerçekten hiç bir ya­
rannız olmadı bana derse, o gerçekten hiç bir işe yara­
madığımı mı düşünüyorsunuz diye cevap verebilir. Bu
taktik psikanalitik tedavide sık sık kullanılan sessiz kal­
ma taktiğinden daha etkili bir şe�kilde hastayı dizlerinin
üstüne çökertebilir (alt konum duygusu). İ şte, bu açıdan
bazı geleneksel terapistlecr Roger'iyen taktikleri yalnızca
işe yaramaz bulmakla kalmaz, aynı zamanda hastaya hiç·
bir kazanma şansı tanımadığından, bu taktiklerin saygı
değer olmadıkların da belirtirler.
Psikanalizm aktöresi (ethics) en azından hastaya bir
miktar kazanma şansı verilmesini gerektirmektedir. Has-

280
tayı darmadağın eden, ona hiç bir kazanma şansı tanıma­
yan taktiklerin kullanılması psikanalizmin aktöresine
aykırıdır. Psikanalizmde bu tür taktikleri kullanan tera·
pistlerin kendilerinin tedaviye gereksinimleri olduğu ve
psikanalizmden geçmeleri gerektiği öne sürülür. Bir has­
ta üst bir konuma geçme girişiminde bulunmadığı halde.,
bu hastanın alt bir konuma yerleştirilmesi de psikanaliz­
min aktöresine aykırıdır. Ne zaman ki, bir hasta sürerkli
olarak üst bir konumda olmaya diretirse, o zaman bu
hastaya karşı onu altı bir konuma yerleşti:Pecek taktik!e­
rin kullanılması gerekir.

Psikanalitik taktiklerlu bazı yetersizlikleri de vardır.


Psikanalitik taktikler psikotik kişilere karşı ctkisiz kala­
bilir. Bunun en önemli nedenlerinden biri, psikotik kişi­
ler tedaviye gönüllü olarak gelmezler. Ayrıca tedavi üc·
reti de onlar için bir sorun değildir. Psikotik kişi serbest
çağrışım y.apmayı kabul etmez; analistin yüzünü görme­
den konuşmak istemez. Özetle, psikanalitik ortam psiko­
tik kişiyi rahatsız eden bir ortamdır. Analist nörotik ki­
şiye karşı kullandığı taktikleri psikotik kişiye karşı da
kulJanmaya çalışırsa, psikotik kişi analiste saldırmaya,
onu hayalarından tepmeye ve ofisini darmadağın etmeye
yelteriebilir (Buna psikanalizmde aktarım kuramama de•
nir.) Bu nedenle deneyimsiz psikanalistler psikotik kişi­
lerden olabildiğince kaçınmaya, onlan tedaviye kabul et­
mcmeye çalışırlar. Bazı deneyimli analistler ise psikana­
litik taktikleri kullanarak psikotik bir kişiyi alt bir ko­
numa yerleştirmeyi başarabilirler. Bu terapistler çoğu
zaman bir başka terapiste ihtiyaç duyar ve bu terapistin
yardımı ile psikotik kişi ile etkili bir şekilde uğraşabilir­
ler. Örneğin, psikotik bir kişi analisti dinleycceğ:i yerde,
kompalsif bir şekilde. konuşmayı sürdürürse, öteki tera­
pist odaya girer ve esas terapistle ilginç bir şekilde ko-

281
nuşmaya başlayabilir. Merakını (alt ko:nıım duygusu) ye­
nemeytm psikotik kişi, bir süre, sonra susup, onların ne
Ş
konuştuklarını dinlemeye ba layabilir. Böylelikle de, psi­
kotik kişinin silahı elinden alınmış ve psikotik kişi alt
bir konuma yelieştirilmiş olur.

Psikiyatri tarihinde psikotiklere karşı etkili olan be­


lirli terapistlere « zorba» adı verilir. Zorba bazen kompal­
sif bir şekilde konuşan bir psikotiğ'i yola getirebilmek
için o değilden cebinden bir bıçak çıkarıp bu bıçakla oy­
namaya başlayabilir. Bir çok terapist, şok tedavilerine,
hasta bakıcılannın yardımiarına ve beyin ameliyatiarına
ihtiyaç duyduğu halde, zorba bu tür işlemlere\ gereksinim
duymadan bazen bir psikotikle tatlı tatlı konuşarak ba­
zen de elindeki bıçağı saliayarak yola gelmesi en güç
psikotik kişileri bile yola getirebilir.

Psikiyatri tarihinde «Zorba» ·�erapistlerin ilginç bir


karşıtı, hastanenin hanım efendi « annesidir». Anne, zor­
ba gibi psikotiklere kaba ve haşin davranmaz. Söz geli­
mi hasta Allah olduğunu iddia ederse. zorba burada Al­
lah benim diyebilir ve hastayı diz çökmeye zorlayabilir.
Ama, anne, hasta «Ben Allahım» diye direttiği zaman,
hastaya tatlı tatlı gülümser ve « Pekala mademki o kadar
çok Allah olmak istiyorsun, ben de sana izin vereceğim.
ol bakalım; » der. Hasta, kendisinin Allah bile olmasına
izin verebilen bir annenin kudretini kavradıkça alt bir
konumda olmayı kabul etmeye başlayabilir.

Geleneksel psikanalitik taktikler psikotik kişilere


karşı etkisiz kalmasına karşın, nörotik
kişilere karşı ol­
d�kça etkili olabilir. Bu nedenle, dene
yimli bir terapist
bır yandan akşam yemeğini kiminle ve
nerede yiyeceğini
kara�laştırırken , öte yandan nörotik bir
kişiyi kolaylık
alt bır konuma yerleştirebilir. Psika
nalitik dernek top-

282
lantılannda analistler birbirleriyle kapıştıklan zaman,
üstecilik konusundaki becerileri olağanüstü iletişim güç­
lükleri yaratır. Hemen hemen hiç bir dernek toplantısm­
da kişiler psikanalitik toplantılarda olduğu kadar. bir­
birlerine çalım atmaya ve üstünlük kazanmaya çalışmaz­
lar. Psikanalitik toplantılarda çoğu zaman öyle görünme­
se ve o şekilde ifade edilmese: bile analistler arasındaki
savaşım kişisel düzeydedir. Söz konusu kişisel düzeyde­
ki savaşırnlar çoğu zaman iki şekilde ifade edilmeye ça­
lışılır. 1) Kim Freud'a daha yakındır? Kim Freud'dan
sayfalar dolusu alıntıyı notlanna hiç bakmadan ezber­
den tekrarlayabilir'i' Freud'un kullandığı terminolojiyi
2)
cesurca kim genişleterek meslekdaşlarının kafasını ka­
rıştırabilir? Bu iki şeyi birlikte başaran kişiler genellik­
le psikanalitik dernek toplantılarının başkanı se:çilirler.
Psikanalitik dernek toplantılarının bir başka ürkü"
tücü yönü de, dilin sürekli olarak değişimlenınesi (ma­
nipüle) dir. Psikanalistler birbirleriyle öfkeli tartışmala­
ra daldıkça, dakik olmayan terimler daha beter dakik
olmavan te:rimlerle tekrar tekrar tanımlanır.
Psikanalizmin tartışıldığı toplantılarda analist ile
hasta arasında ne olup bitmektedir; ne tür üstedlik
oyunları yer almaktadır; bu konulara pek dokunulmaz
(Anlaşılan hastaya karşı kullanılan taktikler herkes ara­
sında ulu orta tartışılamayacak kadar gizemlidir.) Öte
yandan, hastanın içinde bulunduğu varsayılan derin ve
karanlık süreçler pekala bir tartışma konusu olmaktadır.
Örneğin, hastanın ilginç içsel dünyasını açıklamaya çalı­
şan bir konuşmacının sözü, salonun arkasından gelen «Hiç
de öyle değil, id uyaranını zayıf ego ile karıştınyorsun . . .
Allah hastalannın yardımcısı olsun . . . Ona katarsis mi de­
nir?» gibi sözlerle sık sık kesilir. En gözü açık analist bile,
enerji kuramlarının, libido dürtülerinin, içgüdülerin ve
süperego engellerinin akıntısına kapıldıkça, kendisini ok-

283
yanusun ortasındaymış gibi hissetmeye baŞlar. Bu toplan­
tılarda diğer meslekdaşlannın kafasını en fazla kanştıran
analistler, en çok rağbet gören ve imrenilen analistlerdir
(alt bir konum duygusu) İçierini bir eziklik ve yeniklik
duygusu kaplayan diğer analistler ise bilimkurgu dergj,le­
rine, ansiklopedilerine ve özellikle en ilginç sembolik yo­
rumlan yapabilmek için tekrar teıkrar Freud'u incelemeye
koyulurlar.
Tipik bir psikanalitik tedavi sürecinde analistin ve
hastanın birbirlerine karşı kullandıklan taktikleri şöy­
le özetleyebiliriz. Her şeyden önce, hastalar birbirlerin­
den kullandıkları çalımiara göre farkhlık gösterirler (Söz
konusu çalımlar normal insanların kullandığı çalımlar­
dan farklıysa analist bu çalımları belirti olarak kabul
eder) . Çeşitli hastaların kullandıklan çalımlar birbirle�
rinden farklı olmasına karşın, tüm taktiklerin en can
alıcı niteliği şu şekilde belirtilebilir. Hasta yardım almak
amacı ile analiste başvurur. Bir başka deyişle, hasta alt
bir konum duygusu içindedir. Ancak, hasta kısa bir süre
sonra analisti göklere çıkarmaya, onun ne denli kusur­
suz bir kişi olduğunu vurgulamaya ve de iyileşebilmek
için her şeyi yapabileceğini belirtmeye başlar. Psikanali­
tik süreçte bu aşamaya «balayı» süreci denir. Balayı dö­
neminde hastanın bu şekilde davranmasının. esas nedeni
analisti alt bir konuma yerleştirmeye çalışmasıdır. Kuş­
kusuz, deneyimli bir analist hastanın bu tür tuzaklanna
kolay kolay yakalanmaz ve hastayı sürekli olarak alt bir
konumda tutmayı başarır. Kendisinin sürekli olarak alt
bir konumda olduğunu gören hasta, taktik değiştirmek
zorunda kalır; analiste karşı kaba, sert aşağı sayıcı bir
şekilde davranmaya başlar. Tedaviyi sona erdirmek iste­
diğini ve analistin aklından bir zoru olduğunu belirtir.
Hasta bu şekilde davranarak analisti bir tepki gösterme­
ye kışkırtmaktadır. Ne yazık ki, hastanın kullandığı tüm

284,
bu taktiklerin pek :bir yararı dokunmaz; analist hastanlll
bu · davranışiarına oldukça nötr sayılabilecek cevaplar
verir. Örneğin, «Bu salı günlerinde ne varsa· bu gün
sanki, ben bir başkasıymışım gibi konuşuyorsun» ; diye
bilir. Analistden umduğu tepkileri alamayan hasta bir
yandan ona başeğmek, öte yandan analisti yüceltme:k ve
ona güvenmek zorunda kalır. Bu durumda analistin ağ­
zından çıkan her_şeyi dikkatle dinler. Ama, bir yandan d3.
analisti darmadağın edebilmek için fırsat kollar. Dene•
yimli bir analist hastanın kullandığı taktikleri çok basit
taktiklerle işe yaramaz hale: getirebilir. Bu tür bir tera­
pist hastaya · aslında ona hiç kimsenin yardım edemeye­
ceğini her insanıri kendi kendisine yardım etmesi gerekti­
ğini belirtir. Bunu duyan hasta öfkelenir; analiste kafa
tutmaya başlar. Ama, hasta bu noktaya gelinceye dc:k ol­
dukça dikkate değer bir eğitimden geçmiştir. Analiz sü­
recinde kazandığı içgörüden (sıradan bir kişi tarafından
bilinmeyen bir tuzak) yaradanabiieceği heır şekilde ya­
rarlanmaya başlar. Psikanalizmin bu aşamatimdan son­
ra. hasta öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, artık analist ta­
rafından alt bir konuma yerleştirlise bile, bundan rahat­
sız olmamaya ve bu durumu umursamamaya başlar. Ana­
list ile ilişkisini kendisi mi, analist mi, kontrol etmekte
dir; bu da artık bir sorun değildir. Daha açık bir deyiş­
le tedavi amacına ulaşmış ve hasta iyileşmeye başlamış­
tır. Artık tedavi süreci sona erebilir. Ancak, analist bu­
nu böyle bir şekilde zamanlar Id, hastanın tedavi süreci­
ni sona erdirmeyi belirtmeye çalışıp; fakat bir türlü söy­
leyemediği bir anda tedavinin sona erdirilmesi gerektiği­
ni hastaya belirtir. Daha sonra, analist bekleme listesi­
ne bakar ve tanımı gereği üstün bir konuma geçme ihti­
yacı içinde olan ve bulunduğu konumdan rahatsız olan
bir başka hastayı gönneyi kabul eder. Psikanaliz sanatı
da bu çetin yolda sürer gider.

285
R E F ER ENC E S

ı. Ackerm.an, N.W. : The Psychodynamics of Family Life. New


York, Basic Books, 1958.
2. Alanen, Y.: The mothers of schizophrenic patients. Act.
Paychiat. et Neurel. Scandinav., 33: suppl. 124, 1958.
3. Alexander, F.: Psy�hoanalysis and Psycbotberapy. New York,
·

Norton, 1956.
4. Bateson, G., and Ruesch, J.: Communication: The Social Mat·
rlx of Psychiatry. New York, Norton, 1951.
,
5. - Jackson, D. D., Haley, J., and Weakland, J. H.: Toward a
theory of schizophrerua. Behav. Sc., 1 : 251-264, 1958.
6. -, -, -, and -: A note oh the double bind- 1962. Fam.
Proc., 2: 154-161, 1963.
7. -: Naven. 2nd ed. with a new chapt. Stanford Univ. Press,
1958.
8. Bell, J. E.: Family Group Therapy. Pub. Health Mon. 64,
U.S. Dept. Health Educ. Welfare 1961.
9. Bernheim, H.: Suggestive Therapeutics: A Treatise on the
Nature and Use of Hypnotism, New York and London, G.
Putnam and the Knickerbocker Press, 1895.
10. Bowen, M.: Family psyychotherapy. Am. J. Orthopsychlat.,
3 1 : 40-60, 1%1.
10a. Colby, K. M.: A Primer for Psychotherapists. New York, Ro­
nald Press, 1951.
ll. Cowles, E. S.: The Conquest of Fatigue and Fear. New York,
Henry Holt, 1954.
12. Erickson, M. H.: A elinical note on indirect hypnotic therapy.
J. Clin. Exper. Hyp., 2: 171-174, 1954.
13. -: Special techniques of brief hypnotherapy. J. Clin. Exper.
Hyp., 2: 109-129, 1954.
14. - : Naturalistic techniques of bypnosis. Am. J. Clin: Hyp., .
.
1 : 3-8, 1958.
15. -, and Erickson, E. M.: Further considerations of time dis­
tortion: subjective time condensation as district from time
expansion. Am. J. Clin, Hyp., 1 : 83-88, 1958.
16. -: Further elinical techniques of hypnosis: utilization tech·
niques, Am. J. Clin. Hyp., 1 : 3-21, 1959.

286
17. --: The identification of a . secure reality. Fam. Proc., 1: 294-
303, 1962.
18. Ferenczi, S. : Sex In Psychoanalysis. New York, Robert Brun­
ner, 1950.
19. Ferreira, A. J.; Psychotherapy with severely regressed schi­
zophrenics. Psychiat. Quart., 33: 663-682, 1959.
19a. Frank, J.D.: Persuasion and Healing. Baltimore, Johns Hop­
kins Press, 1961.
20. Frank!, V.: Paradoxical intention: a logotherapeutic techni­
que. Am. J. Psychother., 14: 520-535, 1960.
21. Friedman, A. S.: Family therapy as conducted in the home.
Fam. Proc., 1 : 132-140, 1962.
22. Freud, S.: Collected Works, Vol. 5. London, Hogarth, 1950.
23. - : İnhibitions, Symptoms and Anxiety. London, Hogarth,
1948.
24. Fromm-Reichmann, F.: Princlples of Intensive Psychotherapy.
Chicago, Univ. of Chicago Press, 1953.
25. Fry, W. F.: The marital cantext of an anxiety syndrome.
Fam. Proc., 1 : 235-252, 1962.
26. Fulweiler, C: Personal coı:İununication.
27. Gerz, H. 0.: The treatment of the phobic and the obsessive­
compulsive patient using paradoxical intention see. Viktor E.
Frank!. J. Neruopsychiat., 3: 375-387, 1%2.
28. Gill, M. and Brenman, M.: Hypnosis and Related States: Psy­
choanalytic Studies in Regression. New York, Int. Univ.
Press, 1959.
28a. Goffman, E.: Asylums. New York, Doubleday, 1961 .
29. Haley, J.: Paradoxes in play, fantasy and psychotherapy.
Psychiat. Res. Rep., 2: 52-58, 1955.
30. -: The family of the schizophrenic: a model system. Am.
J. Nerv. Ment. Dis., 129: 357-374, 1959.
31. -: Wither family therapy? Fam. Proc., 1 : 69-100, 1962.
32. -: Family experiments : a new type of experimentation. Fam.
Proc., 1 : 265-293, 1962.
33. Jackson, D. D.: Countertransference and psychotherapy. In
F. FrommcReichmann and J. L. MOreno (Eds.) Progress In
Psychotherapy, Vol 1. New York, Grune & Stratton, 1 956,
pp. 234-238.
34. -: The question of family homeostasis. Psychiat. Quart.
SuppL, 31: 79-90, Part 1, 1957.
35. - : Family interaction, family homeostasis and same impli-

287
cations for conjoint family psychotherapy. In J. Masserman
(Ed.) Individual and Familial Dynamlcs. New York, Grune
·
& St]."atton, l9S9.
36. - (Ed.): The Etiology of Schizopbrenia. New York, Basic
Books, 1560.
37. -: The monad, the dyad, and the family therapy of schi­
zophrenics. In A. Burton (Ed.) Psychotherapy of the Psycho­
ses, New York, Basic Books, 1961.
38. -, aiıd Satir, V.: Family diagnosis and family therapy. In
N. Ackerman, F. Beatman and S. Sherman (Eds.) Exploring
the Base for Family Therapy. New York, Family Service
Assoc., 1961.
39. -, and Veakland. J. H. : Conjoint family therapy, some con­
siderations on theory, technique, and results. Psychiatry,
24: 30-4S, 1961.
40. -, and Haley, J.: Transference revisited. Am. J. Nerv. Ment.
Dis. In press.
41. Lindner, R.: The Fifty Minute Hour. New York, Rinehart,
19SS.
42. MacGregor, R.: Multiple impact psychotherapy with families.
Faın. Proc., 1 : 1S-29. 1962.
. 43, Masserman, J. H. : · The Prlnciples of Dynamlc Psychiatry.
Philadelphia, W. B. Saunders, 19SS.
44. Menninger, K.: Theory of Psychoanalytic Technique. New
York, Basic Books, 19S8.
4S. Noshpitz, J. D.: Opening phase in the psychotherapy of ado­
lescents with character disorders. Bull. Men. Clin., 2 1 : 1S4-
164, 19S7.
46.Rank, 0.: Beyond Psychology, Pıııblished privately by friends
and students of the author, 1941.
47. Rogers, C. R.: Client-Centere Therapy. Boston, Houghton
Mifflin, 19S1.
48. Rosen, J. N. : Direct Analysis. New York, Grune & Stratton,
19Sl.
49. -: Personal communication.
SO. Scheflen, A, E.: A Psychotherapy of Schizophrenia: Direct
Analysis, Springfield, Ill., Charles C. Thomas, 1961.
Sl. Sullivan, H. S. : Conceptions of Modem Psychiatry. William
Alanson White Psychiatric Fnd., 1947, p. 91.
S2. S:z:asz, T. S.: The Myth of Mental Illnesa; Foundation of a

288
Theory of Personal Conduct. New York, Hoeber-Harper, 1961.
53. Von Neuman, J., and Morgenstem, 0.: Theory of Games and
Economic Beha:vior. Princeton Univ. Press, 1944.
54. Watts, A. W.: Psychotherapy East and West. New York Pant­
heon, 1961.
55. Weakland, J. H., and Jackson, D. D.: Patient and therapist
observations on the circumstances of a schizophrenic episode.
Arch. Neural. Psychiat., 79': 554-574, 1958.
56. -, and Fry, W. F.: Letters of mothers of schizophrenics.
Am. J. Orthopsychiat., 32: 604-623, 1 962.
57. Whitehead, A. N., and Russell, B.: Principia Mathematica.
Cambridge Univ. Press, 1910.
58. Wittgenstein, L.: Tractatus Logico-Philosophicus. Routledge,
London, 1960.
59. Wolberg, L. R.: Medical Hypnosis. New York, Gmne & Strat­
ton, 1948.
60. Wolpe, J.: Psychotherapy by Reciprocal Inhibition, Stanford
Univ. Press, 1958.

289

You might also like