Professional Documents
Culture Documents
JAY HALEY
ÇEVİREN
DR. ALİ UZUNÖZ
7 Çeviren Önsözü
9 Kitabın önsözü
ll Yazarın Önsözü
BÖLtl"M 1
KİŞİLERARASI İLİŞKİLERDE BİR TAKTİK OLARAK
BELiRTİLER (SYMPTOMS)
15- 44
BÖLUM 2
HİPNOTİST ve DENEN (HİPNOTİZE OLAN KİŞİ)
BİRBİRLERİN! NASIL ÇALıMLARLAR
45- 74
56 Inpnotızma Süreci
58 Davranışlar Açısından İstem-Dışılık
64 Davranışlar Açısından Trans Durumunun Yaratılması
66 Paradoksların Kon�ı
68 Hipnotlk İli§kl
BÖLUM 3
YÖNELTİMCİ TEDAVi TEKNİKLERİ
76- 110
76 İlk Görüşme
81 Hastanın Yöneltllmesı
87 Bir Psikoterapi Modell OLarak Hlpnotik İllşki
98 Dl&ter Teknikler
BÖLtl"M 4
PSİKANALİZ VE AYIRIMINA VARMA
(AWERENESS) TEDAVİ TAKNİKLE:Rİ
lll- 141
TEDAVİSEL PARADOKSLAR
250- 269
254 sınınarın Sınıfı
257 Gönüllü Zorunlu İllşk!Ier
260 Suçlu ve\Va Suçsuz Olima
261 Yöneltmernek Adına Yöneltmek
263 C!ddl Ü\VUn
264 Yardımsever Ceza
265 Del!;işme\Ve Karşı Direnç
SONSÖZ
PSİKANALİZ SANATI
270- 285
286 KAYNAKÇA
ÇEVİRENİN ÖNSÖZti
Ali Uzunöz
12 Temmuz, 1988
8
KİTABIN ÖNSÖZÜ
9
Özellikle Haley'in içgörü (insight) ve ,kontrol konusun
daki görüşlerini bir çok psikoterapist kabul etmekte güç
lük çekebilir.
Kanımca, biz hastalarıımza açık veya kapalı bir şe
kilde birtakım dinamikleri öğretir ve hastalarımızın bu
dinamiklerden söz etmelerini isteriz; ama hastalarımiz te
daviden ancak davranışları değiştiğinde gerçek anlamıy
la yarar görürler. Bir tedavinin derinliğinin, hastanın ger
çekten bir içgörüye sahip olup olmamasına göre değer
lendirilmesi bir anlayış meselesidir. Gelecekte, kuşkusuz
tedavi açısından içgörünün işlevleri aydınlığa kavuşacak
tır. Ama günümüzde henüz aydınlığa kavuşmamıştır.
Hastaların göz göre göre kontrol edilmesi düşüncesi
bazı terapistleri çok öfkelendirebilir. Haley'in açıkladığı,
benim de bir başka yazımda değindiğim bu tenikieri hiç
denememiş psikoterapistlere, ya bu teknikleri denemele
rini, ya da bu teknikleri daha yakından tanıyan kişiler
le konuşmalarını öneririm. Freud aktarım (transference)
adı verilen olayı keşfettiği zaman, terapist ve hastanın
etkileşimsel bir «oyun» içinde olduklarını keşfetmişti. Bu
oyundan hastanın bir yarar görebilmesi için terapistin
bazı becerilere sahip olması gerekir. Bir terapist bir has
taya geçekten yardım etmek ister ve becerilerini sistema
tik bir şekilde kullanırsa, yaradanabiieceği o kadar çok
teknik vardır ki, hastaya çeşitli şekillerde faydalı olabi
lir. En itici anlamıyla tedavi, ne zaman ki terapist tara
fından para ve güç kazanma amacıyla kötüye kullanılırsa,
o zaman kontrolcü olur.
Oldukça seçkin bir değer taşıdığına inandığım bu ki
taba önsöz yazmayı onur verici bir olay olarak kabul edi·
yorum. Uzun yıllardan beri bu tür bir kitaba ihtiyaç du
yuyorduk.
Don Jacson, M. D.
10
YAZARlN ÖNSÖZÜ
ll
konularda elde edilen verilerden yararlanılmıştır. Bu pro
jede, özellikle iletilerin (mesajların) birbirlerini nitele
mesi ve sınıflaması sonucu Russel'ın belirttiği türden pa
radoksların nasıl doğduğu üzerinde durulmuştur. Para
doksların ilginç bir özelliği «çifte bağlayıcı» (double bind)
nitelikte oluşlarıdır. 1956'da yapılan başka bir araştırma
da şizofreninin etiyolojisini inceleyebilmek için, paradoks
ların bu özelliğinden yararlanılmıştır. Bu araştırınayı da
Gregory Bateson yönetmiş; yazarla birlikte araştırma da
nışmanı olarak John H. Weakland, psikiyatrik danışman
olarak da Don Jackson M'. D. ve William F. Fry M. D.
çalışmıştır. Kitabın sonundaki kaynakça bu araştırma
gurubunun psikoterapi ile ilgili yayınlarını ve konuyla
ilgili diğer yayınları kapsamaktadır. (Daha ayrıntılı bir
bibliyografya için kaynakça listesindeki altıncı kaynağa
bakınız). Bu araştırmaya Rockefeller, Macy, Psikiyatrik
Araştırmalar ve Ulusal Ruh Sağlığı gibi kuruluşlar mad
di destek sağlamış, ayrıca Stanford Üniversitesi Antropo
loji Bölümü ve Palo Alta Araştırma Vakfı da katkılarda
bulunmuştur.
Yazar bu kitapta psikoterapi tekniklerini psikotera
pistin hastaya karşı kullandığı paradokslar açısından in
celemeye çalışmıştır. Yazarın paradosklarla ilgisi 1954
yılından bu yana sürmektedir. Bu kitapta sunulan görüş
lerin büyük bir bölümü, araştırma gurubunun kuramsal
yaklaşımının bir ürünüdür. Bununla birlikte, yazar ki
tapta sunulan tüm görüşlerin sorumluluğunu taşımakta
dır. On yıl süren araştırma sürecinde, kitapta sunulan
görüşler araştırma gurubu üyelerince tartışılmış ve geliŞ
tirilmiştir. Bu nedenle, yazar araştırma gurubu üyelerine
şükranlarını sunmayı bir borç bilir. Kişilerarası ilişki
lerde insanların birbirleriyle, uğraşmalarıyla ilgili genel
psikiyatrik yaklaşım özellikle Dr. Don D. Jackson'nın gö-
12
rüşlerinden kaynaklanmıştır. Dr. Don D. Jackson araştır
ma kapsamındaki gurup tedavilerini yönetmiştir. Ayrıca,
paradokslar konusunda 'Alan Watts'ın görüşlerinden ya
rarlanılmıştır. Yazar özellikle, psikoterapinin doğası ko
nusundaki katkılan için Dr. Milton H. Erickson'a çok şey
borçludur ..
Bu kitabın bazı bölümleri çeşitli profesyonel dergi
lerde yayınlanmıştır. Yazar, daha önceden yayınlanmış
bu yazıların yeniden yayınianmasına izin verdikleri için
The American Journal of Clinical Hipnosis, Archieves of
General Psychiatry, Family Process ve Psychiatry and
Progress in Psychotherapy dergilerine teşekkür eder.
13
BÖLtİM 1.
KİŞİLERARASI iLiŞKiLERDE BİR TAKTİK OLARAK
BELiRTİLER (SYMPTOMS)
ıs
öncülünü kabul etmiştir. Hatta, bu kontı.da daha da ile
riye giderek, değişrnek isteyen bir kişinin, mevcut dü
şünce ve algılarının geçmiş yaşantılan ile ilişkisini kav·
raması gerektiğini vurgulamıştır. Freud'un kuramında
da terapiste, kişinin kendisini anlamasını sağlayan bir
uzman gözüyle bakılmıştır. Kişinin değişebilmesi için
kendisini «derinliğine» anlaması gerektiği vurgulan
mıştır. Daha sonra, psikiyatri anlayışında önemli
kuramsal bir değişiklik olmuştur: Kişinin iç psişik sü
reçleri yerine kişilerarası ilişkilerine önem verilmeye baş
lanmıştır. Özellikle, psikiyatrik sorunların kişilerarası ni
teliklerine daha çok dikkat edilmiştir. Psikiyatri anla
yışındaki bu son değişiklikten sonra da değişmenin an
cak kendini ileri düzeyde aniayarak yaratılabileceği ön
cülü sürdürülmüştür. Sullivan, tedavisel görüşmenin (the-.
rapeutic interview) en temel sorununun, hastayı rahatsız
eden yaşantıların hastanın bilincine getirilmesi olduğunu
belirtmiştir.
Kendini anlamanın değişmeye neden olduğu savı yad
sınamaz bir sav haline getirilmek istenirse, bu kolaylıkla
başarılabilir: Bir kişi kendini anlamadan değişirse, bu
tür bir değişmenin gerçekten bir değişme olmadığı ileri
sürülebilir. Bir kişi kendini anladığı halde, değişemezse,
bu kez de, onun yeterince kendini anlamadığı belirtilebilir.
Oysa, psikiyatrik değişmenin nedeni ve doğası öylesine
önemlidir ki, bu konuyla ilgili tüm kanıtlanmamış öncül
leri salt doğrularmış gibi kabul etmeden önce, bunları
titiz bir irdelenmeden geçirmek gerekir.
16
lerden kaynaklarıabileceğini ileri sürmüştür..
Tedavisel.degişmenin nedenine bihınsel bir yaklaşım,
değişmeyi yaratan farklı. bağlamların hetimlenmesini ve
bu bağlamlar arasmdaki ortak özelJiklerin göz önüne se
rilmesini gerektirir. Ancak o .ı.aınan, önerilen denenceler
(hypotesis) test edilebilir. Bu denenceleri test etmek için
deneysel yöntemler önerilebilir. Bu tür bir incelemeyi ya
pabilmek için değişmek ve değiştirmek isteyen kişiler
arasındaki etkileşimin titiz bir şekilde betimlenmesi ge
rekir. Ne yazık ki bu iş için elimizde ne yeterli bir ter
minoloji ne de bu terminolojiyi ayakta tutabilecek bir
model var. Burada oldukça karmaşık bir soruya, teda
visel değişm�nin nedeni sorusuna, yalmzca kuramsal dü
zeyde parmak basmaya çalışılmıştır. Farklı psikoterapi
yaklaşımlan dör t başı maınur bir şekilde incelenınemiş;
yalnızca hastayla terapist arasındaki etkileşimin belirli
yönleri incelenmiştir. Tüm bu ayrıntıları kapsamak için
de bir girişimde bulunulmamış; hastayla terapisti bira
raya getiren geniş toplumsal bağlama, hastanın öznel sü
reçlerine ve tedavi ortamının ilgili diğer yönlerine: deği
nilmemiştir. Yalnızca, hasta ve terapistin birbirlerine
karşı kullandıkları taktikler üzerinde durulmuştur.
Psikiyatrik belirtileri toplumun genel sorunlarından,
ayırarak betimlemeye çalışmak, psikiyatrik belirtileri aşı
rı ölçüde basitleştirmek demektir. Bir kişinin hastalığı,
yaşadığı ve yarattığı toplumsal bağlamdan ayrılamaz.
Sağduyu sahibi hiÇ bir kimse, bir kişiyi kültürel çevr,esin
den soyutlayamaz; hasta veya sağlıklı diye etikeıtleyemez.
Unutmayalım ki, bir çok mutsuz insan olmasına karşın,
psikiyatrik belirtileri olduğu söylenen ve psikoterapi al-
-
17
la uğraşahilrnek için geliştirmiştir, Fre1ld, doktordan dok
tora gittiği halde bir türlü tedavi olamayan insanlarla lcir
şılaşmıştır. Bu insanları tedavi edemeyen meslektaşlannı
yakından gözlemiştir. Freud'den önce bu insanlarla uğ
raşabilmek için sistematik bir yöntem geliştirilmemiştir.
Freud böyle bir yöntemi geliştirmiştir. O zamandan bu
yana, psikiyarik belirtili bir kişiyle oturulup konuşulma
sı kanıksanmış, çeşitli psikoterapi teknikleri geliştirilmiş
tir. Bu tekniklerin başarısı büyük takdir görmüştür. Be
yin ameliyatı, şok tedavisi ve ilaç tedavilerinin başarıla
rı da alkışlanmasına karşın, konuşma yoluyla bir kişinin
önemli değişikliklere uğrayabileceği görüşü iyice yaygın
laşmışm.
Psikiyatrik belirtili bir kişiyi konuşarak tedavi et
meye çalışmak oldukça benimsenmiş alınasına karşın,
bu kişiyle ne hakkında konuşulması gerektiği konusunda
henüz b.ir fikir bi:ı;liğine ulaşılamamıştır. Hatta, bir psi
kiyatrik belirtinin ne olduğu ve bir terapistin neyi değiş
tirmeye çalıştığı konusunda da bir anlaşmaya varılama
mıştır. Bir terapist, hastasının felsefi ideolojisini; bir
başkası, hastasının karısıyla uğraşma biçimini değiştir
meye çalıştığını ileri sürebilir. Bir başkası da hastasının
başarılı ve mutlu olmasına, çevresine uyumuna, bastırıl
mış fikirlerinden kurtulmasına, zayıflıklarını anlamasına,
kaygılarının ortadan kalkmasına v.b yardımcı olmaya ça
lışabilir. Kuşkusuz, bir terapistin hastasıyla hangi işlem
yollarıyla uğraşacağı, o terapistin benimsediği psikopato
loji kuramma bağlıdır.
Bu kitapta psikoterapinin yalnızca belirli bir yönüy
le ilgilenilmiş, psikiyatrik sorunlar da yalnızca bu açı
dan incelenmiştir. Belirtilere iç-psişik (intra-psychic) bir
açıdan bakmak yerine, iletişim açısından bakılmış ve be
lirti olarak neyin kabul edilmesi gerektiğine özellikle
18
önem verilmiştir.
Daha önce de belirtildiği gibi son yıllarda psikiyat
ri ve psikolojide önemli bir anlayış değişikliği olmuştur.
Belirtiler ele alınırken bir kişinin iç-psişik süreçleri yeri
ne, kişilerarası ilişkilerine Önem verilmeye başlanmıştır.
Bir ilişkinin dakik bir şekilde betimlenebilmesi için dav
ranışlarm üzerinde durulması gerekir. Psikoterapi de bir
tür ilişkidir. O halde, psikoterapinin de dakik bir şekil
de betimlenebilmesi için davranışlar üzerinde durulması
gerekir. Yine daha önce de belirtildiği gibi bu iş için ge
rekli kavram ve terimierde bir yetersizlik vardır. Günü
müzde psikoterapiyi betimlemeye çalışan girişimlerin ço
ğu bir tek kişiyi içeren kavram ve terimlerden yararlan
maktadır.
Psikiyatride yaygın bir şekilde kullanılan kavram ve
terimierin bir listesi aşağıda verilmiştir.
Kaygı (anxiety)
Ayırdına varnıa (awareness)
Kompalsiyon (compulsion)
Bilinç (consciousness)
Sağlaıniaştırma (consalidation)
Varsanı (halucination)
Depresyon (depression)
Dürtü (drive)
Ego �ego)
Heyecanlar (emotions)
Fantazi (fantasy)
Korku - (fear)
Engellenme (frustration)
İçe-alma (introjection)
Öğrenme (learning)
Gereksinim (need)
Oralite (orality)
19
Odipal çatışma (odipal conflict)
Algı (perception)
Fobi (Phobia)
Yansıtma (projection)
Gerileme. {regression)
Bilinçsiz bastırma (repression)
Rol (role)
Bilinçli bastırma (Repression)
Sanrı (delusion)
Fikir· (idea)
İç-görü (insight)
Tümleşme (integration)
Zeka {intelligence)
Aktanm (Transterence)
Travma (trauma)
Bilinçdışı (unconscious)
Kişi yalnızca derisinin altına gizlenmiş bir varlık ol
muş olsaydı, yukarıda sıralanan kavram ve terimler onu
betimlemek için uygun ·olabilirdi. Bu terimler bir kişinin
derisinin altında geçtiğini sandığımız olaylan betimle
mek için uy.gun olsa bile, karşılıklı olarak birbirlerine
tepkide bulunan hastanın ve terapistin davranışlarını be
timlemek için yeterli olamaz. Daha da önemlisi, terapistle
hasta arasında yer alan olaylar bu terimiere temel olan
kuramsal modellerle anlaşılamaz. Henüz, alışılmış psiki
yatrik kavramların yerine geçebilecek yeterli bir sistem
önerilmemiştir. Farklı, ilişkileri betimleyebilmek için ge•
rekli terimler ve. karşılaştırmalar yeni yeni doğmaya baş
lamıştır. Bu yönde ilk adım tek bir kişiyi betimleyebil
mek için geliştiril_miş kavram ve terimlerle kişilerarası
ilişkileri incelemeye. çabalayan Sullivan tarafından. atıl
mıştır. Daha sonra başka kişiler de- bu girişimi sürdür
müştür. Artık apaçık bir şekilde görülmektedir ki, insan
20
ilişkileri, birey merkezli kavram ve terimlerden uzaklaşı
lırsa, ancak o zaman yeterli bir şekilde betimlenebilir. Da
ha dakik bir şekilde belirtecek olursak, ilişkiler ancak,
döngüsel iletişim örüntüleri doğrultusunda ele alındığı
zaman yeterli bir şekilde betimlenehilir. Bu kitapta da
bu yönde bir adım atılmaya çalışılmıştır.
İç-psişik süreçler yerine, davranışlara önem vererek
psikoterapiyi betimlemeye çalışmanın avantajı şöyle ifa
de edilebilir: İç-psişik süreçler varcianmış süreıçlerdir.
Yukarıdaki listede belirtilen terimierin hiç biri gözlene
bilen olayları simgelemez; hepsi de davranışların gözlen
mesinden vardanmıştır. Ego veya öğrenme olaylarını göz
lernek ne denli zorsa, kaygıyı da gözlernek o denli zor
dur. Bir psikiyatrist hastasına sanrı, varsanı, kompalsif,
düşünce kopukluğu gibi tanıları ancak onun davranışia
rına bakarak koyar. Ayrıca, son zamanlarda psikiyatrist
ler hastalarını betimlerken kendilerini de işin içine kat
maya başlamışlardır. Ancak, yazdıkları raporlarda çoğu
kez hastanın davranışiarına değil de içindeki varcianmış
(inferred) süreçlere önem vermişlerdir, Bu· noktada şöy
le bir soru sorulabilir: Hasta belirli bir şekilde davra
nırken ve de ps�kiyatrist onun sanrılı olduğunu vardar
ken, acaba psikiyatrist ne yapmaktadır?
Daha önce de belirtildiği gibi, bir psikiyatristin has
tasıyla etkileşimini betiı:pleyebilmesi için yeterli bir
terminoloji yoktur. Psikiyatristler iletişim davranışlan
nı betimlerken güçlük çekniektedirler. Bu nedenle kı·
sa öykücü (nnecdotal) olmaktadırlar. Oysa, bakış �çısın
daki çok küçük bir değişiklik derin kuramsal farklılık
lar yaratabilir. Bir zamanlar belirtileri bir fikre karşı
savunma olarak tanımlamak çok yaygınlaşmıştı. Kişiler
arası ilişkilere önem verilmeye başlandıktan sonra ·belir :
tileri bir başka kişiyle uğraşma b içimi olarak tanımla-
21
muk da yaygınlaşmaya başlamıştır. Bu farklı yaklaşımlar
psikiyatri anlayışında kategorik bir değişmeyi simgele
mcktedir. Tek bir kişiden iki veya daha fazla kişinin bu
lunduğu bir sisteme geçişle, geleneksel terminoloji ve
kurarolann çoğu bir kenara itilmiştir. Örneğin, bir has
tanın kaygılı davranışı, bilince çıkmaya çalışan tehdit
edici fikirlere karşı bir savunma biçimi olarak ele alı
nabilir. Bu hasta dikkatli bir şekilde gözlendiği zaman,
belirtisel davranışlarının kişilerarası bir bağlam içinde
yer aldığı görülür. O zaman kaygılı davranış, bir başka
kişiyle uğraşma biçimi, belki de o kişinin silahlarını elin
den alma yolu olabilir. Bu iki farklı anlayış şaşılacak öl
çüde farklı kuramsal sistemleri simgeler. İki kişinin oluş
turduğu bir sistemi incelemeye yeltenen biri iletişim ala
nına girmek zorundadır. Bir ilişki içinde bulunan kişi
lerin davranışlarını anlayabilmek için. bu kişilerin kişi
lerarası bir bağlam içinde incelenmesi gerekir. 'İletişim
açısından bir psikiyatrik belirtinin belirti olabilmesi için
iki ölçüt vardır: 1- hastanın davranışlannın bir başkası
na etkisinin aşırı olması, 2- hastanın, davrandığı gibi dav
ranmadan edemediğini belirli yollarla ifade etmesi gere
kir. Davranış alışılagelmiş davranışların dışında ise be
lirli bir biçimde olmak zorunda değildir. Çoğu kez belir
tiler karşıtlar halindedir; kapı koluna dokunamayan ve
fobik diye tanımlanan insanlar, kapı kolunu döndürme
den önce, ona altı kez dokunan ve kompalsif olarak ta
nımlanan insanlara göre karşıt aşırı uçtadırlar..Bazı in
sanlar evden ayrılamaz, bazıları evde duramaz. Bazı in
sanlar yıkanamaz, diğerleri yıkanmadan duramaz. Hiç· iç
ki içmeyen veya seksüel cilveleşmeye giremeyenler, içme
den edemeyen ve önüne her gelenle seksüel cilveleşm�e
girenlere göre karşıt aşırı uçtadırlar. Bir çok insan ko
nuşmakta güçlük çeker diğerleri bir türlü çenesini tuta-
22
maz. Bazı kişiler yemek yemez, bazıları da özümleyebile
ceklerinin ötesinde oburcasına yer. Bazı kişiler kol ve ba
caklarını oynatamadıklanndan, bazıları da kol ve bacak
larının titremesini önleyemediklerinden ötürü çaresizdir.
Bazıları tüm ilaç ve ameliyatlardan kaçınır, bazılan da sü
rekli ilaç alır ve cetrah neşteri arar...
23
Bir ilişkinin Tanımlanması
24
kızın beline dolainak isterse, bu. adam kızla -olan ilişki
sinde sevişme davranışının da bulunmasını belirtmekte
dir. Adamın bu davranışına karşı kız «hayır, hayını di
ye karşılık verip adam:dan uzaklaşırsa, ilişkilerinde se
vişme davranışının bulunmamasını belirtmektedir. İliş
kilerinin platonik mi, yoksa aşk serüveni mi olduğu,
anılcmnda yer nlabilecek iletilerle belirlenir. Bu anlaşma
hiç bir zaman duragan değildir. Çevresel ortam değiştik
çe, kişilerin, davranışlarında değişiklikler yarattıkça ve de
kişilerden her hrmgi birisi yeni iletiler önerdikçe bu an
bşma sürekli değişir.
İnsan iletişimleri yalnızca bir tek düzeyde yer al
mış olsaydı, bir ilişkinin tanımı ve analizi çok basit bir
işlem olurdu. Kişilerarası ilişkilerde de büyük bir olası
lıkla güçlükler çıkmazdı: İnsan iletişimlerinin en ilginç
yönü şudur: İnsanlar yalnızca iletişimde bulunmakla
kalmaz aynı zamanda kurdukları iletişim hakkında da
iletişimde bulunurlar: İnsanlar yalnızca bir şey söylemek
le kalmaz söylediklerine bir anlam verir veya söyledik
lerini nitelerler (qualify). Yukarıda verilen örnekte, genç
kız <<hayır, hayır» diyerek genç adamdan uzaklaşırsa, kı
zın bu davranışı hem sözel davranışlarını niteler hem de
sözel dayranışları tarafından nitelenir. Bu örnekte, genç
kızın davranışlarını bu şekilde nitdeyişi davranışinı
onayladığından özel bir sorun yoktur. Genç kız apaçık
bir şekilde, ilişkilerinde sevişıneye yer olmadığını belirt
mektedir. Şimdi bfraz- filrklı bir durumu ele alalım. ve
genç kızın «hayır, hayır» dediğini ve adama doğru yak
laştığ:inı ·· düşünelim: Kız -bu şekilde davranarak «hayır,
hayır» elimlesini tutarsız bir şekilde nitelemiş ve yadsı
mış olur. Bir iletinin böyle tutarsız bir şekilde nitelendi
ği bir dururn, tutarlı bit şekilde nitelendiği duruma. göre
çok daha karmaşıktır.
25
İki kişi arasında alınıp verilen i�tiler bu iletilerle
birlikte bulunan ve bu iletileri niteleyen diğer iletiler
den soyutlanarak ele alınamaz. Bir kişi «seni gördüğü
me memnun oldum» derken, ses tonu bu cümlesini ni
teler ve bunun karşılığında ses tonu bu cümlesi tarafın
dan nitelenir. İnsan iletileri (a) yeraldıkları bağlam (con
text) (b) sözel iletiler (c) dil örüntüleri (d) vücut hare
ketleri tarafından nitelenir. Bir kişi bir eleştiriyi bir gü
lümseme veya çatık bir kaşla yapabilir. İki kişi arasın
daki bir ilişkide bir deştiri yapılırken gülümsemenin
varlığı veya yokluğu da ele.ştirinin varlığı kadar o ilişki
nin tanımlanmasında güçlü bir etkendir. Bir işçi patro
mına ne yapması gerektiğini söyleyebilir. Bu işçi patro
nun-a nasıl davranması gerektiğini belirtebildiğinden,
patronuyla an�sındaki ilişkiyi eşit kişiler arasındaki bir
bir ilişki olarak tunımlamaktadır. Bir işçi patranuna ne
yapması gerektiğini, kendisini küçümseyerek (self effe ..
cing), ya da zPyıf bir ses tonuyla söylerse o zaman bu işçi
ilişki içinde eşit olmadığını, ikincil bir konumda olduğu
nu belirtmiş olur. İletiler birbirlerini tutarsız bir şekil
de niteledikleri zaman, ilişki hakkında da tutarsız cüm·
leler söylenmeye brışlanır. İnsanlar söylediklerini sürekli
tutarlı bir şekilde nitelemiş olsalardı, iletişimin değişik
düzeyleri işlese bile, ilişkiler açıkça ve basitçe tanımla
nabilirdi. Söylenilen bir cümle varlığı gereği bir tür iliş
ki belirtirken, aynı zamanda bu cümleyi yadsıyıcı bir şe
kilde nitelenirse, insan ilişkilerinde güçlükler çıkmaya
başlar.
Önemle belirtilmelidir ki, bir kişi gönderdiği bir ile
tiyi nitelemekte hiç bir zaman başarısız olamaz. Bir kişi
sözel bir iletisini belirli bir ses tonuyla söylemek, konuş
masa bile sessizliğini niteleyen bit bağlam içinde bulun
mak veya vücut konumu almak· zorundadır. Bazen bir
26
ile.tinin nitelenişi apaçık bir şekilde olabilir. Örneğin, bir
cümle söylenirken yumruk masaya vurulabilir. Bazen de
iletiler incelikti bir şekilde nitelenebilir. Örneğin, bir
cümle söylenirken, ses tonunun bir sözcük üzerinde bi
razcık yükselmesi, bu cümleyi bir iddia. yerine bir soru
haline getirebilir; ciddi bir şekilde söylenen bir cümleyi,
küçük bir gülümseme alaycı bir cümle haline getirebilir.
Geriye doğru küçük bir vücut hareketi, sevgi dolu bir
cümleyi niteler, bu cümlenin birazcık çekinilerek söy
lenildiğini belirtebilir. Bazen belirli bir iletinin yokluğu
bile bir iletiyi niteleyebilir. Duraksayarak söylenilen bir
cümlenin anlamı, bu cümlenin duraksanmadan söylen
diği zamankinden çok farklıdır. Konuşmasının beklen- ·
27
Bizim aramızdaki ilişki bu tür bir ilişkidirr..der. Karşıda
ki kişi ise onun çalımını, ya kabul etmek ya da yadsıınak
zorundadır. Bir başka deyişle, ya kendisine gönderilen bu
ilctiyi geçedi sayıp, hı.rşısındaki kişinin ilişki tanıınırtı
kabul etmek, ya da karşı bir çalımla, ilişkiyi farklı bir
şekilde kendisi tanımlamak zorundadır.
İki kişi arasınd[ıki her alış-verişte (interchange), il
gili kişiler yalnızca aralarında ne tür davranışların yer
rJrnası gerektiğiyle değil, aynı zamanda davranışların na
sıl niteleneceği veyr� etikctleneceğiyle de uğraşmak zo
rundadırlar. Genç bir adam genç bir kıza dokunmak is
tediğinde, kız bu davranışa karşı çıkabilir. Ama, kız ada
mı dokunması için d<ıvet etmişse, bu davranışa karşı çık
maya:bilir. Bu durumda kız, kendisine dakunulmasına izin
vererek ilişkide ne tür davranışların bulunması gerekti
ğini saptamakta, dolayısıyla ilişkiyi kontrol etmektedir.
Genç adam bu davranışı kendiliğinden yaparsa, kız, ya
bu davranışı kabul eder ve böylelikle ilişkiyi adam ta
nımlamış olur, ya da bu davranışa karşı çıkar ve ilişki
yi kendisi tanımlamış olur.
ilişki içindeki kişHer dnima şu iki sorunla uğraşmak
zorundadırlar: (a) ilişkilerinde hangi iletiler veya davra
nışlar bulunmalı ve (b) buna kim karar vermeli, yani
ilişkiyi kim kontrol etmelidir? İnsan ilişkilerinin doğası
ge.reği, insanlar bu sonmlarla uğraşmak zorundadır. Ki
şilerarası ilişkiler de bu sorunlarla uğraşılırken kullanı
lan farklı taktiklere göre sınıflanabilir.
Önemle vurgulanmalıdır ki, bir kişi bir başkasıyla
ilişkisini tanımlama savaşımından kaçınamaz. Herkes bir'
başkasıyla ilişkisini tanımlama ve diğer kişinin tanımı
na karşı çıkmakla ilgilenir. Bir kişi bir başkasıyla ilişki
içindeyken bir şey söylediğinde·, söylediği ne olursa olsun,
diğer kişi ile o şeyin söylenebileceği bir ilişki içinde oldu-
ğunu belirtir. Bir kişi hiç bir şey söylemeyip sessiz kalsa
bile, öteki kişiye ne. tür bir ilişki içinde olduğunu belirt�
miş olur. Bir kişi bir iletiyi nitelemekte' nasıl başarısız ola
mazsa, aynı şekilde ilişkide ne tür davranışların bulunması
gerektiğini belirtmekte debaşarısız olamaz. Bir kişi baş
kasıyla ilişkisini tanımlamaktan kaçınmak ister ve yalnız
ca havadan sudan konuşursa, kaçınılmaz olarak araların
da yer alacak iletişim türünün nötr bir iletişim türü olma
sını belirtmiş olur ki bu da bir ilişki tanımıdır.
iletişim kuramlarının en temel kurallanndan birine
göre, bir kişi için bir başkasıyla ilişkisini tanımlamak
tan veya tammını kontrol etmekten kaçınmak olası de
ğildir. Bu. kurala göre tüm iletiler yalnızca bir bildirim
değil, aynı zamanda bir buyruktur da.. , Bu gün iyi deği
lim, gibi bir cümle yalmzca konuşan kişinin iç durumu
nu betimlemez, aynı zamanda bu durumum hakkında bir
şeyler yap ... Bu gün beni iyi olmayan bir kişi olarak ka
bul et, de demektir. Bir kişiden bir başkasına gönderi
len her ileti bu kişiler arasında ne tür bir alış-veriş ola
cağını belirtmektedir. Bir kişi bir başka kişiyi sessiz ka
larak etkileınemeye çalışırsa, bu kişinin sessizliği de et
kileyici bir etmen olur. Bir ilişkide hangi davramşların
bulunması gerektiğini tümüyle öteki kişinin ·eline ver
mek bir insan için olası değildir. Bunu yaptığını be
lirten bir kişi, ilişkide yer alması gereken davranışların
öteki kişi tnrafından saptanan davranışlar olmasını
kontrol etmiş olur. Örneğin. bir hasta, bir terapiste, bir
türlü karar veremiyorum; bana ne yapmam gerektiğini
söyle, derse, ilişkisinin terapist tarafından kontrol edilen
bir ilişki olmasını sağlamış olur. Bu durumda birbiriyle
t_utarsız iki ayrı düzeyde ileti iletilmiş olduğundan bir
paradoks. doğar: (a) «Ne yapacağım? Bana söyle,» (b)
Sana verdiğim bu buyruğu yeriue getir. Özetle, ne zamari
29
bir kişi bir ilişkiyi tanımlamaktan kaçmacak olsa, çok
daha genel bir düzeyde ilişkiyi kontr( 1 etmiş olur.
Önemle belirtilmelidir ki, buradaki kontrol sözcü
ğünden bir robotun kontrol edildiği gibi bir kontrolü an
lamamak gerekir. Buradaki kontrol sözcüğünden kişile
rin, ilişki tanımı konusunda birbirine karşı verdikleri
savaşım anlaşılmalıdır. Bir ilişkideki iki kişi, araların
daki ilişkinin ne tür bir ilişki olması gerektiğini belirli
bir şekilde davranarak saptarlar. Bir kişi yetkeci bir şe
kilde davranarak diğer kişinin özgürlüğünü kısıtlayabi
lir. Bir kişi «çaresiz» bir şekilde davranarak da diğer ki
şinin özgürlüğünü kısıtlayabilir. Çaresizlik davranışı, da
ha çok olmasa bile, yetkeci davranış kadar diğer kişinin
davranışını kısıtlayabilir. Çal'esiz davranarak bir başka
kişi tarafından «bakılmayı» elde eden bir kişi, sanki «ba
kan» kişinin kontrolü altındaymış gibi görünebilir. Oysa,
bu kişi ilişkiyi kendisinin bakıldığı bir ilişki şeklinde
kontrol etmeyi başannıştır.
İki kişi arasındaki bir ilişki karara ulaşmışsa, bu
kişiler aralarında yer alması gereken davranışlar hakkın
da bir anlaşmaya varmışlardır. Bu anlaşma bazan açık,
bazan kapalı bir şekilde olabilir. ilişkinin en incelikli ni
teliklerinden birisini oluşturan ilişkilerin tanımı konu
suna değindikten sonra farklı ilişkileri birbirinden ayı
ran özellikleri' incelemeye geçelim.
ilişkideki iki kişinin iletişimsel davranışlan dikkate
alınarak ilişkiler kabaca iki gurup altında sınıflanabilir.
Bunlar bakışık (symmetrical) ve tümleyici (complemen
tary) ilişkileridir. İki kişinin arasında bakışık bir ilişki
varsa, bu kişiler birbirlerine aynı türden iletiler gön
derirler. Bu kişilerden herhangi birisi bir hareketi baş
latabilir. Örneğin, diğer kişiyi eleştirebilir; diğer kişiye
öğüt verebilir. ·Bu tür bir ilişki rekabetçi bir ilişkidir.
30
Bu ilişkideki kişilerden her. hangi biri belirli bir alanda
başarılı olduğunu belirttiği zaman, diğer kişi de eşdeğer
başka bir alanda başarılı olduğunu belirtir. Bu tür bir
ilişkideki kişiler sürekli olarak birbirlerine karşı bakışık
bir konumda olduklarını belirtmeye çalışırlar.
Tümleyici bir ilişki, farklı türden iletilerin alınıp
verildiği bir ilişki türüdür. Bu tür ilişkiye sahip kişiler
den birisi sürekli verir, diğeri alır. Biri öğretir, diğeri
öğrenir. Biri öğüt verir, diğeri öğütü izler. Biri üstün,
diğeri ikincil bir konumdadır. Bu tür ilişkideki kişiler
birbirlerine, birbirlerini tümleyen iletiler gönderirler.
ilişkilerin bu şekilde iki gurup altında sınıflanması
farklı ilişkileı;i birbirinden ayırdedebilmemizi ve bir iliş
ki içindeki farklı dizileri görebilmemizi kolaylaştırır.
Önemle belirtilmelidir ki iki kişi arasında sürekli olarak
bir tek ilişki türü bulunmayabilir. Bir ilişki türünde, za
man zaman diğer ilişki türünün özellikleri bulunabilir
Birbirlerine bir şey öğreten kişilerin arasında zamanla
roller nasıl değişirse, kişilerin arasındaki bir ilişkinin
türü de zamanla değişebilir. Bir çocuk, çocukluktan ye•
tişkinliğe doğru büyüdükçe ana-babasıyla olan ilişkisi de
tümleyici bir ilişkiden bakışık bir ilişkiye doğru ilerrler.
Bazı iletiler, bir ilişkinin türünü diğer iletilere göre
daha yakından ilgilendirir. Öneğin, bir profesör ders ve
rirken bir öğrenci belirli bir noktanın açıklığa kavuşabil
mesi için profesöre bir soru sorar. .Profesör öğrencinin
sorusunu cevaplar. Bu durumda profesör ve öğrenci tüm
leyici bir ilişkinin tanımını sürdürmüş olur. Şimdi biraz
cık farklı bir durumu ele alalım. Öğrenci, «Bu konu hak
kında senin kadar ben de bilgi sahibiyim», dereesine pro
fesöre bir soru sorarsa, ilişkinin doğasına bir soru yö
neltilmiş olur. Bu durumda profesör ya ilişkiyi tümleyici
bir şekilde yeniden tanımlamak ya da öğrencinin bakı-
31
şıklığa doğru . attığı adıını kabul· etm� zorundadır. Bir
·
32
doğmaya başlar; Aynr şekilde bir kişi diğerinin davram
şını eleştirmeye kalkışırsa, ilişkide eleştiriye yer olup ol
madlğı sorunu. ortaya çıkar.
Bakışık ve tümleyici ilişkiler sınıflamasına bir kar
maşıklık eklemek gerekmekt�dir. Öyle zamanlar vardır
ki, bir ilişkideki iki kişiden birisi, öteki kişinin belirli
bir çalımı yapmasına izin verebilir. Eğer A çaresiz dav
ranır ve B'yi kendisine bakması için kışkırtırsa, bakılan
kişi A olduğundan ikincil konumdaymış gibi görünebilir. '
Fakat duruma daha dikkatli bakılırsa, bu durumu dü
zenleyen kişinin A olduğu görülür. B kendisine söyle·
neni yapmaktadır. Öyleyse bu ilişkide, A üstün bir ko
numdadır. Aynı şekilde bir kişi bir başkasına tümleyici
bir çerçmr,e içinde eşit bir şekilde davranır ve görünüşte
bakışık bir ilişki içinde olduğıınu belirtebilir. Bir kişi
bir başkasına ilişkiyi belirli bir şekilde tanımiayabilmesi
için izin verir veya bu kişiyi zorlarsa, bu kişi ilişkiyi
daha ileri bir düzeyde tümleyici bir ilişki olarak tanım·
lamaktadır. Bu nedenledir ki, diğer ilişki türüne bir
üçüncü, tümlerne--ötesi (metacomplamentary) ilişki ti.i
rünü eklemek gerekir. Bir başkasıyla tümlerne-ötesi iliş
ki kuran bir kişi, öteki kişinin çalımlarını kontrol ede�
rek ilişkiyi kontrol eder.
Bir ilişkinin kimin tarafından kontrol edileceği so
runuyla herkes karşılaşır. Her insanın .da bu sorunla et
kili bir şekilde uğraşabiirnek için belirli teknikle:ri var
dır. İşte, bu açıdan, psikopatoloji bir ilişkinin kontrolünü
kazanmanın özel bir yöntemi olarak ele alınıp incelene
bilir.
Tüm tedavi yaklaşımlan açık veya kapalı bir şekil
de bir psikopatolöji ve değişme kuramma dayanır. Be
lirtileri koşullamanın bir ürünü olarak gören terapist,
karşıt koşullamayı (counter conditioning) vurgulayan te-
33
davi tekniklerini kullanır. Belirtileri 'bastırılmış yaşantı·
ların bir ürünü olarak gören terapist, bastınlmış yaşan
tıları bilince çıkarmaya çalışır. Belirtileri diğer kişiler
le uğraşma biçimi olarak algılayan terapist, hastayı di
ğer kişilerle belirtisel olmayan yollarla iletişimde bulun·
maya yüreklendirir.
Psikanaliz dahil tüm psikoterapi yaklaşımları, has
ta ile terapist arasında belirli bir etkileşim sürecini ge
rektirir. İşte, hastanın değişmesini sağlayan olgu da bu
etkileşim sürecidir. Bu nedenle hasta bir kişiyi yeterli
bir şekilde beıtimleyebilmek için, bu kişinin tek bir bi
reymiş gibi değil kişilerarası yaşantıları açısından ele
alınması gerekir.
Görüş açılarındaki farklılıklan gösterebilmek için
klasik bir el yıkama kompalsiyonunu inceleyelim. Bir
hanım tedavi olmak için başvurur. Bu kadın günde bir
çok kez ellerini yıkamaktadır. Kompalsif bir şekilde
duş almaktadır. Günün her anında ellerini yıkadığı hal
de, özellikle evi temizlerken deterjan kullandığı zaman
ellerini daha çok yıkamaktadır. İç-psişik bir açıdan ka
dının bu belirtisi bastırılmış düşüncelere karşı bir sa
vunma olarak ele alınabilir: Kadın, kocasına ve çocuk.
lrmna karşı düşmanca duygulara sahiptir. Kadının bu
belirtisel davranışının geçmiş yaşantılanyla ilgili olduğu
düşünülebilir. Hatta bu düşünce kadının geçmişteki anı
larıyla da desteklenebilir; kadın, belirtisinin, çocukken
ana-babasının yatak odasında tanık olduğu bir olaydan
sonra b;:ışladığını belirtmektedir. Klasik bir açıdan bu
vak'a yazıldığı zaman hastanın geçmişine, düşlerine, 'suç
luluk duygularına önem verilir. Kadının kocasından da
kısaca söz edilir; kocasının da karısının bu durumuna
çok üzüldüğü belirtilir. Bu yaklaşımda iç-psişik sonm
lara odaklaşmak asıl amaç olduğu için, adamın da bir
34
psikiyatrist tarafından görülmesine pek gerek ·görülmez.
Bu vak'aya iletişim açısından bakılır ve kadının be
lirtisi kişilerarası bir bağlam içinde incelenirse, bu karı
koca arasında şiddetli ve acımasız bir savaşım oldu�
görülür. Adam her şeyin kendi istediği doğrultuda ve
anında yapılmasını isteyen bir kişidir. Karısının el yı
kamasını « iyiliksevercesine» yasaklamıştır. Öyle ki, el
lerini yıkamadığından emin olabilmek için karısının
duşlarını zamanlar. Sabunu saklayıp kısıtlı bir şekilde
verir. İşten eve döndükten sonra kansına sorduğu ilk
·
35
kazanç» olarak kabul edilip, pek fazla 'Önemsenmeyebilir
ve tedavide ağırlık bastırılmış fikirlerin su yüzüne çıka
rılmasına verilebilir. Bu yaklaşımı benimsemiş bir kişi,
belirtilerinin kökenini anladıkça kadının belirtisel davra
nışından vazgeçeceğini ve kocasının da mutlu olacağını
düşünür. Bu safdil anlayışta önemli sorunlar vardır: Ka
dın tedavi olmaya başladıktan sonra, belirtisinin ardın
da nelerin yattığı konusunda bir içgörü (insight) kaza
nabilir. Bu doğru olabilir. Ama kadın, yaptığı işi çok iyi
bilen ve söz konusu belirtisel davranışın üstesinden gel
meye kararlı bir terapistle de uğraşmak zorundadır. O
zaman akla şöyle bir soru gelebilir: Acaba iyileşme has·
tırılmış yaşantıların su yüzüne çıkmasından mı, yoksa
kadının terapistle, kocasıyla uğraştığı gibi uğraşamayı
şından mı kaynaklanmaktadır? Besbelli ki kadın, tera
pistle L ·)casıyla uğraştığı gibi uğraşamamaktadır; çün
kü tera� ıst kadının belirtisine karşı çıkmaz . . .
İç-p >işik yaklaşımın . bir başka zayıf yönü de kadın
iyileştiği zaman, kocasının da mutlu olacağı varsayımı
dır. Psikiyatrik bir hasta iyileşmeye başlayınca, eşinin
rahatsızlanmaya, hatta tedaviye ketvurucu bir şekilde
davranmaya başladığını gösteren önemli kanıtlar var
dır. Bir belirti yalnızca hastanın bir başkasıyla uğraş
ma biçimi değil, aynı zamanda o kişiyle işbirliğine geç
me biçimi de olabilir. Bu vak'adaki kan-koca ilişkilerini,
hamının kompalsiyonu üzerine kurmuşlar ve belirtisel
davranışın dışındaki bir başka alanda çatışmaya gerek
bile duymamaktadırlar. Ailede hasta olarak kabul edilen
kişi kadındır. Kan-koca, ailede iyi gitmeyen her şey için
kadının kompa]siyonunu sorumlu tutmaktadırlar. Kadın
tedavi sonucu belirtileriyle ilgili iç-çatışmaları hakkında
bir iç-görü (insight) kazanabilir; fakat1 belirtisel davra�
nışından vazgeçebilmesi için bir yaşam biçiminden de
36
vazgeçmesi gerekir. Kuşkusuz, kadının bu belirtisi yal
nızca ümitsiz bir şekilde kocasıyla uğraşma biçimi olma-
yabilir. Aynı zamanda, kocasının kendi sorunlarıyla ve
de evliliklerindeki diğer sorunlarla yüz yüze gelmesin
den bir kaçınma biçimi de olabilir.
İletişim açısından bir belirtinin en önemli özelliği,
belirtisel davranan kişiye kişilerarası ilişkilerini kontrol
etme avantajı vermesidir. Ancak bundan, belirtisel dav
ranan kişinin mutlu bir kişi olduğu sonucu çıkarılma
malıdır. Belirtisel bir şekilde davranan kişi çok mutsuz
bir kişidir. Ne var ki yerdanması ve kontrolü çok güç
olan kişilerarası ilişkileri kontrol edebilmek için belir
tisel bir şekilde davranmak bazı kişilerce' tercilı edile
bilir. . . Bir başka vak'ada bir adam kansının aJ'.:olik ol
duğunu ve bu nedenle sürekli kazançlı çıktığım belirtir.
Tedavi olmayı kabul eden kadın, elinde olmacan içti
ğini ve içmesinin ona hiç bir yarar getirmeyip , yalnız
ca mutsuzluk getirdiğini belirtir. Bu örnekte de besbel
lidir ki, kadın içmekten bir şeyler kazanmaktadır. Ka
dın içki içerek kocasıyla olan ilişkisinin kontrolünü eli
ne geçirmiştir. Ş öyle ki, kocası karısını bir an bile yal
nız bırakamaz; çünkü karısının içki bardağına sarılma
sından korkmaktadır. Kocası karısının hoşuna gitmeyeı
cek hiç bir şey söyleyemez ve yapamaz; çünkü karısı öf
kelenince daha çok içmektedir. Adam, karısı sarhoş
olunca ne yapacağı belli olmadığından, onun p eşini bir
an bile bırakamaz; her şeyi karısının iste:ğine göre dü
zenler; Bu örnekte de apaçık bir şekilde görülmekte�
dir ki, kadın eline bardağı kapmasıyla birlikte kocası-
. nı dizüstü yere çökertmektedir. Kadın, içki içtiğinden
ötürü mutsuz, onuru kırılmış olabilir. Hatta, kocasın
dan dayak bile yiyebilir. Ama, yine de, ilişkiyi kontrol
etmeyi başarmaktadır. Adam da bu durumla işbirliği
37
yapmaktan geri kalmaz. Karısının içki · içtiğine çok üzü
lür. Knrısına içki içmeyi yasaklar. Böylece bir anlamda,
karısını içki içmeye . daha çok kışkırtmış olur. Görüldü
ğü, gibi, karı-koca ortaklaşa, beHrtinin sürmesine kat
kıda bulunurlar. Her ikisinin de belirti yoluyla doyuru
lan gereksinimleri vardır. Bu belirti, kan-koca arasında
uzlaştırıcı bir işlev görmektedir. Ne yazık ki, bu uzlaşma
çürük bir temele drı_yanmaktadır. Kadın tedaviye baş
vurduğu zmmm , kocasından ne denli tehdit olmuşsa, te
daviden de o denli tehdit olmuştur. Bir başka deyişle, ka
dın terapistle ilişkisinde terapistin kontrolü altına gir
mekten korkmaktadır.
Rastayla terapist arasındaki kontrol savaşımını da
ha iyi rı.çıklaya.bilmek için, şu örneği inceleyelim. Bir ha
nım tedavi olmak için terapiste telefon eder ve randevu
almak ister. Terapist de pazartesi kadını görebileceğini
belirtir. Kadın randevunun salı günü olmasını ister. Bu
na karşılık terapist, kadını salı günü saat lO'da görebile
ceğini belirtir. Bu kez kadın sabahleyin gelemeıyeceğini,
randevunun öğleden sonraya alınmasını ister. Terapist
bunu da kabul eder ve kadına ofisinin adresini verir.
Bunun üzerine kadın, « Evden ayrılmaktan çok korkuyo
rum, acaba evime gelebilir misiniz)) , der . . .
Bu örnek, çok abartılmış olmasına karşın, daha baş
lrmgıçta hasta ile tetapistin etkileşiminin çok çetin bir
etkileşim olacağını belirtmektedir. Bu durumda terapist
ve ha.sta arasındaki sorun şudur: Aralarındaki ilişkide
yer alacak davranışlan kim kontrol edecektir? Randevu
nun yerini v:e zamanını saptama çalımını yapabilen bir
hastn, ilişkide hangi davranışların ye:r alması gerektiğini
de kontrol edebilir. Zaten bu kadını psikoterapi almaya
zorunlu kılan etmen, kadının olanca gücüyle ilişkilerini
kontrol etmeye çabnlamasıdır. Kadın sürekli olarak baş-
38
kalarının davranışlarını sınırlamaya çalışmış ve sürekli
başarısızlığa uğramıştı r. Kadının tüm talihsizliği de ba
şarısız olmasına karşın tüm gücüyle ilişkilerini kontrol
etmeye diretmesidir.
Bir ilişkinin kontrolünü kazanmaya çalışmak pato
lojik değildir. Zaman zaman hepimiz gerekli oldukça
bir ilişkinin kontrolünü kazanmaya çalışınz.. FD1 at bir
...
39
davranışını her an yadsıyabilir. Örn�ğin, - bir türlü an
laşılaınayan başağrılan tutar. Sabun allerji yapar. Bazen
nedendir bilinmez, uzanıp yatması gerekir. Bu kadın tüm
yadsımalarına karşın, kocasının davranışlarını kısıtla
maktadır; çünkü «çaresiz» başdönmelerine bir türlü ça
re bulamamaktadır. . .
Bir ilişkide, bir kişi diğer kişinin davranışlarını kı
sıtladığı halde bu davranışını yadsırsa, bu ilişki özellik
le dikkat çekmeye başlar. Örneğin, evde yalnız kalınca
aşırı ölçüde kaygılanan bir kadın, kocasının geceleri ev
de oturmasını ister; adam da bu isteğe uyar. Fakat,
adam karısı tarafından özgürlüğünün kısıtlandığını iddia
edemez; çünkü karısı değil, kansının kaygısı adamı evde
oturtmaktadır. Karısının kaygısı da istem-dışı bir dav
ranıştır. İşte bu nedenledir ki, adam karısı tarafından
özgürlüğünün kısıtlanmış olmasına baş kaldıramaz. Bir
kişiye birbiriyle tutarsız iki yönerge verilirse, bu kişi
yönergey,e uymadığını belirterek yönergeye uyabilir. Bu
rada bu tür iletişimiere paradoksal iletişim adı verilmiş
tir.
Paradoksal iletişim örüntüleri fikri, Russell'ın pa
radokslar konusundaki görüşlerinden türetilmiştir. Pa
radoks terimi bir iletiyi anında veya farklı bir zamanda
tutarsız bir şekilde niteleyen bir iletişim örüntüsünü be
timleyebilmek için kullanılır. Bir kişi bir başkasına bir
şey yapması için bir yönerge verirse mutlaka bir para
doks doğmaz. Bir kişi bir başkasına, verdiği · yönergeye
uymaması için yönerge verirse bir paradoks doğar. Yö
nergeyi alan kişi bu yönergeye, ne tıyabilir, ne de bu
yönergeye uymadan edebilir. Aldığı yönerrgeye uyarsa uy
mamış; uymazsa, uymuş olur. Bu durumda bir paradoks
doğmuştur: çünkü bir yönerge farklı bir sınıflama siste·
mindeki bir başka yönerge tarafından tutarsız bir şekil-
40
de nitelenmiştir.. İki ·yön:erge «onu yap» ve <<onu yapma»
yönergelerinde olduğu gibi aynı · sınıflama sistemi için
deyseler, birbirleriyle zıt anlam taşısalar bile, bir para
doks doğmaz. Bir sınıfın içindeki bir yönerge, sınıfın
kendisiyle tutarsızlık göste.rirse o zaman bir paradoks
doğar. Örneğin, bir kişi bir ·. başkasına belirli bir şeyi
yapması için buyruk verip, ardından benim sözüme ku
lak asma, diye bu. davranışını nitelerse, burada bir zıt
anlamlılıktan çok, farklı düzeylerde bir tutarsızlık var
dır. Aynı şekilde birisi bir başkasına içinden geldiği gibi
davranınanı emrediyorum, derse, bu kişi ortaya bir pa
radoks koymuş olur. Çünkü bir kişi hem emir alıp, hem
de içinden geldiği gibi davranamaz. Bu tür iletişim örün
tüsii patolojik ilişkilerde sık sık görülür.
Paradoksal iletişimle· karşılaşan bir kişinin bu tür
bir iletişime çeşitli . tepkileri olabilir. Bu kişi ilişkiyi so
na erdirebilir. Çok güç br durumda kaldığı için eleşti
riler yapabilir. Ya da öteki kişiye tepkide bulunmadığını
belirterek tepkide bulunabilir. Bu üçüncü iletişim biçi
mi paradoksal bir iletişim biçimidir. Paradoksal iletişim
biçimleri belirtisel davranış durumlarında, hipnotizma
da ve psikoterapi alan bir kişinin «kendiliğinden» iyileş
me durumunda özellikle bulunur. Bir kişi bir başkasına
tepkide bulunmadığını belirterek tepkide bulunursa, pa
radoksal bir şekilde davranmak zorundadır. Bir kişi bir
başkasına yönergelerine uymaması için yönerge verirse,
yönergeyi alan kişi bu yönergeye tepkide bulunmadığını
belirterek tepkide bulunur. Kişilerarası ilişkilerde, bir
ileti de yönergesel . bir nitelik olduğu zaman paradoksal
bir dumm kolaylıkla doğabilir. Bu nedenledir ki, insan
iletişimlerinin betimlenmesi çok kolay bir iş değildir.
Knrşılıklı olarak birbirlerinin davranışlarını kısıtla
yarak ilişkiyi kontrol etmeye çalışan iki kişiden hangisi
41
paradoksal yönergeler verirse, bu kişi .« kazanır» ; çünkü
öteki kişi ne yönergelere uyarak ne de uymayı yadsıya
rak ilişkiyi tanımlayabilir. Bu kişiden aynı anda hem
yöncrgelere uyması hem de uymaması istenmiştir.
Kişilerarası ilişkilerde paradoksal iletişim kurmanın
en talihsiz yönü şudur: Paradoksal . iletişim kuran kişi
ilişkinin belirli bir alanınının kontrolünü kazanır; ama
bu kontrolü kazanırken karşıdaki kişiyi de paradoksal
bir biçimde davranışta bulunmaya zorlar. Böylece çatış
masal ilişki sürer gider. Örneğin, yalnız başına ka
lınca aşın ölçüde kaygıtanan karısıyla evde oturmak zo
runda kalan bir adam, bu davranışını ne isteyerek, ne de
zor altınd�. yaptığını belirtebilir. Evde oturma davranı
şını öyle bir şekilde niteler ki bu davranışını karısı
için değil de karısının kaygısı için yaptığını belirtir.
Bu durumda kadın, ne kocasının evde oturmak istedi
ğinden, ne de ilişkinin belirli bir alanını kontrol ede
bildiğinden emin olabilir. Kadın kocasına nasıl dav
ranmışsa, ondan da o şekilde karşılık görmüş oiur. Ka
dın bir yandan kocasını evde oturmaya zorlamakta, ama
bu davranışının sorumluluğunu alamamaktadır. Öte. yan
dan da kocasım sürekli evde tutmaktadır. Böylelikle,
belirtinin sürdürülmesi de güvence altına alınmış olur.
Bir ilişkide bu tür bir iletişim dizisi bir kez haşlatılırsa,
ilişki patolojik bir nitelik kazanmaya başlar.
42
şey isteyemez ve istediği şeyi sürekli olarak yad
sınsa, o kişi istediği şeyi elde ettiği zaman da elde edi
şinin sorumluluğunu alamaz. Oysa bir ilişkide doğa
bilecek sonuçlar hakkında sorumluluk ".labilmek için ön
ce kendi davranışlanmızın sorumluluğunu alabilmemiı..
gerekir. Davranışianınıza sorumluluk almamız, sağlıkiı
iletişim kurabilmenin vazgeçilemeyecek bir kuralıdır.
Bir kişi bir başka kişiye her ne iletirse iletsin, o ki
şinin nasıl dnvmnması gen:ktiği konusunda kurallar ko
yar. Psikoterapide de ilişkinin kurallarının kimin tara
fından konulması gerektiği konusu önemli bir sorundur.
Psikoterapi eğitim, yardım, kendini ifade etmeye yürek
lendirme v.b etmenlerden oluşmasına karşın, psikotera
pinin candıcı noktası, ilişkinin kimin tarafından kont
rol edilmesi gerektiği sorunudur. Bu sorunla psikotera
pistin başarılı bir şekilde uğraşabilmesi gerekir. Çeşitli
tedavi yaklaşımlannın hiç bir şekli bu temel sorunla uğ
raşmaktcm kaçınamaz. Tedavisel değişmenin nedeni de
bu serunun çözümünde yatar.
Psikotempide kontrolü hasta kazanırsa, ilişkiyi be�
lirtisel bir şekilde davranarak kontrol eder. Bu, hasta
nın sorunlarının sürmesi anlamına gelir. Başarılı bir te
davi, terapistin hastasıyla olan ilişkisini kontrol etmeyi
baş".rdığı bir ilişkidir. Bu bakımdan, terapistin ilişkinin
kontrolünü eline geçirebilmek için somatik (bedensel) du
yumlarım bile etkileyebilen hastanın kullandığı taktik
lere çok dikkat etmesi gerekir. Bu kitabın amacı çeşitli
psikoterapi yaklaşımlarının tekniklerini incelemektir. Bu
amaçla, yönehirnci ve yönehirnci olmayan yaklaşırnlara
ve de özellikle evlilik ve aile psikoterapisi yaklaşımları
na ağırlık ·verilmiştir. Kitabın bir başka amacı da teda
visd değişmenin nedeni sorusuna verilebilecek cevabın,
tüm psikoterapi yaklaşımlarında bulunan paradokslarda
43
yattığını önermektir, Bundan sonraki .bölümlerde teda
visel paradoksların özellikleri çeşitli psikoterapi yakla
şımlannın ışığı altında incelenmiştir.
44
BÖLÜM 2
HİPNOTİST ve DEN:EK (HİPNOTİZE OLAN KİŞİ)
BİRBİRLERiNi NASIL ÇALlMLAR
45
kişinin üzerinde toplanmıştır. Deneğm (hipnotize edilen
kişinin) davranışlarını açıklayabilmek için içpsişik kav
ra:rnlar önerilmiş; hipnotik ilişkiye hiç dikkat edilmemiş
tir. Halen, bazı araştırmacılar bu geleneği sürdürmekte
ve hipnotizma olayım tek bir bireye sımrlayarak betimle
meye çalışmaktadırlar. Bir kişiyi hipnotize edebilmek
için gerekli tüm psikoloj ik olaylar arasında, belki de en
gerekli olanı hipnotİst ile denek arasındaki ilişkidir.
Mesmer, mıknatıslı bir çubuk kullanarak bazı kişile'ri hip
notize etmeyi başarmıştır. Mesmer'in bu başarısını gören
kişiler, hipriotizma olayını açıklaya.bilmek için mıknatı
sın doğasını ve insanlar üzerindeki etkisini incelemeye
çalışrnışlar; Mesmer'in denekle olan ilişkisine hiç dikkat
etmemişlerdir. Mıknatıslı çubuk döneminden sonra, Bra
id gözlerini bir kişinin gözlerine dikerek bu kişiyi hip
notize etmeyi b aşarmıştır. Bu olay araştırmacılann dik
katini, magnetik özellikler yerine hipnotize olan kişinin
sinir sistemine çekmiştir. Daha sorira « trans durumunun»
başka yollarla da yaratılabileceği ileri sürülmüştür. De
nekten gözlerini belirli bir noktaya dikmesi istenmiş, bu
yolla da bazı denekler hipnotize edilebilmiştir. Oysa, bu
aşamada asıl yapılması gereken şudur: Tüm trans du
rumlarında hipnotİst deneğe ne yapması gerektiğini be
lirtmektedir. O halde, hipnotizma araştırmalarında da
asıl ilgilenilmesi gereken konu, yönergeler veren ve alan
kişi arasındaki etkileşim olmalıdır. Ne yazık ki öyle ol
mamış, hemen hemen tüm araştırmalarda dikkatler yal
nizca deneğin üstünde toplanmıştır. Bu araştırmalarda
bireyler yönergelere açık ve kapalı oluşlarına göre sınıf
lanmaya çalışılmıştır. Tıpkı mıknatıslı çubuğun kullanıl
dığı dönemde de olduğu gibi yönergeler verenin, tek başı
na, ilişkiden bağımsız olarak insanları etkilediği düşünül
müştür. Psikoterapi olayı betimlenirken teavisel ilişkiye
46
odaklaşmaktan kaçınıldığı . gibi, hipnotik ilişkinin doğa
sını incelemekten de kaçınılmıştır.
Psikoterapi ve hipnotizma süreçlerine bireyci bir gö
rüş açısından yaklaşılırsa, bu iki sürecin arasında hiç
bir benzerlik olmadığı sanılır. Bu iki sürece iletişim açı
sından yaklaşılırsa, aralannda önemli benzerlikler oldu
ğu ortaya çıkar. Bu psikolojik süreçlerin her birinde de,
bir başka kişinin davranışiarına etki edilebilmesini sağ·
layan çalımlar (maneuver) bulunur. Bu süreçlerin ikisi
de bir kişinin duygularını, duyumlarını ve algılannı et
kiler ve bir başka kişinin davranışianna etki etmeyi
amaçlayan bir konuşma biçiminden oluşur. Psikoterapi
ve hipnotizma süreçlerinin birbirinden çok farklı oldu
ğunu savunanlar, bu iki süreci iletişim açısından incele
mişlerdir. Hipnotik bir ilişkiden söz edildiği zaman, bu
ilişkiden yalnızca edilgin (pasif) bir deneğe verilen «_uyu
ma» buyruklarını anlıyorsak, hipnotik ilişki hiç benzeri
olmayan bir olaymış gibi görünür. Ancak, bu yoUa bir
kişinin hipnotize edilebilmesi kullanılabilecek teknikler
den yalnızca birisidir. Otuz yıldan . beri çeşitli hipnotiz
ma teknikleri geliştirilmiştir. Bazen, bazı hipnotizma tek
niklerini birbirinden ayırdedebilmek oldukça güçleşmiş
tir. Artık günümüzde öylesine etkili hipnotizrna teknik
leri geliştirilmiştir ki, bir kişi oldukça gelişigüze:l bir ko
nuşma biçimiyle hipnotize edilebilmektedir. Gurup için·
de bir konuşmacının konuşmasını dinlerken bir kişi hip
notize olabilmektedir. Hatta bazen bazı bireyler hipnotist
hiç bir şey yapmadığı halde hipnotize olabilmektedirler.
Örneğin, Dr. Miton H. Erickson bir hipnotizma gösterisi
yapmak amacıyla bir hanımı sahneye davet eder. Hanım
sahneye çıktıktan sonra, Dr. Erickson hiç bir şey yap
maz ve bekler. Bir süre sonra hanım hipnotize olur. Ne
den böyle olduğu sorulduğunda, Erickson, hanım tüm
47
seyircilerin önüne hi:p:rıotize olmak için çıkmıştı;� ben ne
bir şey yaptım, ne de söyledim� ikimizd:en biri$inin bir
şey yapması gerekiyordu;� hanım hipnotize oldu; der. Bu
teknik, özellikle dirençli deneklere karşr etkili olabilecek
bir tekniktir; çünkü bu teknikte direnç gösterebilecek
bir şey yoktur. Bir bakıma, bu teknik yöneHirnci olma
yan psikoterapi tekniklerine benzemektedir. Hasta yar·
dım almak için terapiste gelir; ama terapist hastaya ne
yapması gerektiğini belirtmez. Bu dururnda birinin bir
şey yapması gerekmektedir; hasta değişrnek zorunda ka
lır. Kuşkusuz psikoterapi ile hipnotizma süreçleri arasın·
da bu şekilde paralellikler kurmaya çalışmak biraz gülünç
olmaktadır. Ama, günümüzde bir kişinin çeşitli teknik·
lerle hipnotize edilebilmesi, psikoterapi ile hipnotizma sü
reçleri arasında önemli benzerlikler olduğuna dikkatimi
zi çekmektedir.
Hipnotizmanın kliniksel bir araç olarak kullanılma
sıyla piskanaliz arasında ilginç bir ilişki vardır. Hip
notik trans olayını aktarım ve bastırma kavramları ışığı
altında açıklamaya çalışan kurarncılar yalnızca tek bir
kişinin üzerine odaklaşmış; hipnotik trans olayını oldu
ğundan daha basit bir düzeye indirgemişlerdir. Bu ku
ramcılar her nedense psikanaliz sürecindeki aktarım ve
bastırma olaylarını hipnotik trans açısından açıklamaya
pe�k yanaşmamaktadırlar. Aktarım ve bastırma olayları
nın psikanalitik tedaviye özgü olaylar olduğu ileri sürül.
düğü zaman, akla şöyle bir soru gelmektedir: Acaba, hip�
notist ve denek arasındaki ilişki, hasta ile analist ara
sındaki ilişkiye çok benzediğinden midir ki, bu ilişki
lerin hasta ve denek üzerindeki etkileri de birbirlerine
çok benzemektedir? Örneğin, psikatıalitik bir oturumda
duygusal oir yaŞantısını tüıri ayrıntılarıyla anımsayan;
fakat ayni yaşantıyı bir sonraki oturumda amınsamayan
48
bir . hasta, acaba direnç mi göstermektedir? Yoksa, hip
not�k bir ·bellek yitimi mi göstermektedir? Acaba hipno�
tik belle: k yitimi ile direnç arasında bir fark var mıdır?
Bu kitapta psikoterapi ve hipnotizma süreçleri arasında
önemli .benzerlikler olduğu ön�rilmiştir. Özellikle, her iki
ilişkiye içerdikleri paradokslar açısından yaklaşıldığı za
man, bu ilişkilerin birbirlerine çok benzer olduğu kolay
lıkla görülebilir.
Kliniksel bir araç olarak hipnotizma, tedavisel değiş
menin doğasıyla, çok yakından ilişkilidir. Terapistlerin
t·edavide yöneltimlere ağırlık verdikleri günlerde, hipno
tizmada da yöneltimlere ağırlık verilmiştir. «Ayırdına var
manın» veya «içgörü kazanmanın» moda olduğu dönem
lerde, aynı moda hipnotizma için de geçerli olmuştur.
Hipnotizmanın baştacı edildiği günler çoktan gelip geç
miştir. Çocukluk dönemindeki bastırılmış yaşantıların bi
lince getirilmesini tedavisel değişmenin temel bir nedeni
olarak kabul eden görüşlerin, hipnotizmayı da doğal bir
tedavi aracı olarak kabul etmesi gerekir; çünkü hipno
tizmaya yatkın bir deneğin bastırılmış yaşantıları ve şim
diki davranışları arasındaki ilişkiler daha kolaylıkla ku
rulabilir. Önemle belirtilmelidir ki, psikanaliz ve hipno
tizma süreçleri arasında önemli farklılıklar da vardır.
Psikiyatistlere göre, hastanın geçmişini amınsayarak bas
tırılmış yaşantılannın kökenierini görmesi, tedavi için
yeterli değildir. Bu nedenle, tedavide dikkatler yalnızca
hastanın, analiste karşı gösterdiği direnç üstüne yoğun
laştırılmamalı, aynı zamanda hastanın kendi kendine kar
şı gösterdiği direnç üstüne de topl�malıdır. Hipnotizma
ile psikanaliz arasındaki önemli bir başka fark da şöyle
özetlenebilir: Hipnotizma edilerek bir kişiye çocukluk ya
şaiıtıları anımsattırılabilir. Bu kişinin bastırılmış yaşan
tıları ortaya çıkarılabilir. Ancak, tedavi için tüm bunlar
49
yeterli değildir. Tedavinin başarıya uiaşabilmesi için psi
kanalizden geçen hastanın direncinin ve analiste karşı
duyduğu aktarırnın da yorumlanması gerekir. Hipnotizma
sürecinde hipnotİst bir denekten göz göre göre direnç
göstermesini isteyebilir. Bunun üzerine denek direnç gös
terirse, bu direnç doğal bir direnç değildir. Psikanalist·
lere göre, direnç doğması gereken yerde doğmalı, doğdu
ğunda da üstesinden gelinmelidir. Bir başka deyişle, psi
kanalitik süı:ıeçte hastanın direncinin kırılması, hasta ile
analist arasındaki etkileşimin doğal bir sonucu olmalıdır.
!Iipnotizma sürecinde apaçık bir şekilde bir deneğe di
renç göstermesi için verilen yönergeler, psikanalitik açı
dan doğal yönergeler olarak karşılanmaz. Hipnotistin di
renç isteyen yönergeleriyle psikanalistin direnç kışkırtıcı
taktikleri arasmda önemli farklılıklar vardır.
Hipnotizma bazen kliniksel bir araç olarak kabul edil
miş, bazen de edilmemiştir. Freud hipnotizmayı kullan
maktan tümüyle vazgeçtikten sonra, hipna:tizma kliniksel
bir araç olarak geçerliğini yitirmeye başlamıştır. Bu ki
tapta hipnotizmaya yer verilmesinin nedeni, hipnotizma
nın etkili kliniksel bir araç oluşundan değil, insan ilişki
lerinin belirli yönlerini aydmlatmada yararlı oluşundan
dır. Tedavisel bir araç olarak hipnotizmadan nasıl yarar
lanılabilir? Hipnotizmanm tedavisel gücü nedir? Bu so
rulara yanıt bulmadan önce, hipnotizına ilişkisinin dakik
bir şekilde betimlenmesi gerekir. Burada insan ilişkileri
hakkında bir takım öncüller ve tedavisel bir model öne
rebilmek için, hipnotizma olayı iletişim açısından betim
lenmeye çalışılmıştır.
Hipnotizma olayını açıklamaya çalışan geleneksel ku
ramlar, denek ve hipnotist arasındaki etkileşime odaklaş
mak yerine, deneğin içpsişik süreçlerine Ş
odakla mıştır.
Bu neden]e,, hipnotik trans olayı çeşitli kurarncılar tara-
so
fından çeşitli şekillerde betimlenm.iştir: Trans olayı hem
bir «uyuma>> şeklidir; hem de değildir; trans, koşullama
olmaksızın ortaya çıkan koşullu bir tepkidir; trans, bir
kişinin bir başkasının yönergelerine açık olmasıdır; trans,
saldırgan ve sadistik içgüdülerden oluşan bir tür akta
rımdır. Ama, yönergelere açık olma öyle bir durumdur
ki, yalnızca oto�yönergeler trans durumunu yaratabilmek
tedir. Trans, dikkatin yoğunlaştırılmasıdır. Dikkat, ancak,
çevre ile ilişki kesildiğinde yoğunlaştınlabilir. Trans, bir
tür rol yapmadır. Ama, oynanan rol gerçektir. Trans, he
nüz tanımları yapılmamış tanımlanmak zorunda olan psi·
kolojik etkileşimierin ve fizyolojik değişmelerin bir ürü
nüdür. Bir de, trans olayından tümüyle farklı katelepsi
(catelepsi) ve varsanı (halüsünasyon) gibi bazı olaylar
vardır ki , bu tür olaylar gerçek bir trans durumunun te
melini oluşturur.
Normal bir durumdan farklı, trans denilen bir durum
var mıdır? Bu soru henüz dakik bir şekilde yanıtlanma
mıştır. Trans, tanımı gereği öznel bir yaşantıdır. Bu ne
denle, trans ancak trans olayını yaşayan bir kişi tarafın
dan incelenebilir. Bu tür inceleme oldukça kaypak algı
sal yaşantılara dayandığından güvenilir değildir. Bir in·
sanın ne düşündüğü (düşünüyorsa tabii) ne ölçüde bilin�
bilirse, trans olup olmadığı da, ancak o ölçüde bilin�
bilir. Biz, bir insanın öznel yaşantılarını gözlenebilen dav
ranışiarına bakarak anlamaya çalışınz. Bir insanın ile
tişimsel davranışlan gözlenebilir. O halde hipnotizmayı
bilimsel olarak inceleyebilmek için de, hipnotİst ve denek
arasındaki iletişimsel davranışların incelenmesi gerekir.
Bu tür bir inceleme yapıldığı zaman bir insanın ile:tişim
sel davranışiarına temel olan içsel süreçler hakkında daha
titiz ve sağlam vardamalarda (inferences) bulunulabilir.
Hipnotizma ile ilgili tartışmalar hep şu konu üstün-
sı
de dönüp dolaşmıştır: Denek, gerçbkteiı hipnotizma de
nilen bir olayı yaşamaktamıdır? Yoksa, yaşamış gibi mi,
davranmaktadır.? Aslında bu tür bir tartışma çözümle
nebilecek bir tartışma değildir. Hipnotizma ile ilgili bazı
GSR ve EEG gibi ölçümler belirli fizyolojik değişmelerin
olduğunu belirtmektedir. Ama, elimizdeki hiç bir araç,
bir deneğin bir hayal mi gördüğünü, yoksa anestezik bir
durumu mu yaşadığını dakik bir şekilde belirtememek.
tedir. Eu durumda belki de izlenebilecek en ertkili yol,
bir dene : : hipnotizma edildikten sonra, anestezi olduğunu
sandığm _ız bölgeye bir iğneyle dürtmek ve deneğin ile
tişimsel davranışlarını gözlemektir. Elimizdeki en güve
nilir veri kaynağı deneğin iletişimsel davranışlandır. Ge
ri kalanı bazı varsayımlardan ibarettir. Bir denek hipno
tizma edilirken bu olayı bir filme alıp, bu süreci analiz
etmek, hipnotizma olayını inceleyebilmek için en uygun
yollardan biri olabilir. Bu yolla deneğİn davranışlarıyla
ilgili vardamalara bir sınır konulabilir. Hipnotizma hak
kında cevaplanabilecek sorular sorulabilir. Hipnotize
edilmiş bir deneğin davranışları, hipnotize olmadığı za
manki davranışlarından önemli ölçüde farklı mıdır? Hip·
notist ile denek arasındaki hangi davranışlar trans olmuş
bir kişiye özgü davranışlar olarak kabul edilebilir? Bu
soruların cev�pları, hipnotik ilişkinin ne olduğu ve bu
ilişkiyi tüm diğer ilişkilerden ayırabilen cevaplardır. Bu
soruları cevaplayabilmek için iletişimsel davranışların
betimlenebilmesini sağlayan bir sistem gerekmektedir.
İnsan ilişkilerinin sınıflanabileceği, tanımlanabileceği ve
de hipnotik ilişkinin oldukça özgün bir iletişim dizi'si ol
duğu sayıltısıyla, burada insan ilişkilerini betimleyebil
mek için bir sistem önerilmiştir.
Hipnotizma konusunda yayınlanmış yazılarda belirli
özelliklerden sürekli söz edilir. Bir çok hipnotİst tara-
52
fından ortaklaşa kabul edilmiş olan bu özellikler kısaca
şu şekilde özetlenebilir: Hipnotik trans olayı denekle
·
53
.
54
başladığı zaman, hipnotize olmuş kabul edilir. Artık, de
nek istem-dışı bir şekilde kolunu kaldırmaya başlamış,
istem-dışı bir duyguya veya algıya sahip olmuştur.
Hipnotizmayı iletişim kuramlarının ışığı altında in
celemeye geçmeden önce, hipnotik durum kısaca şu şe
kilde özetlenebilir. Hipnotİst belirli düşüncelerin doğabil
mesine önayak olabilmek için deneğe belirli yönergeler
verir. Deneği, bu yönergeleri izlemeye razı der. Bunu ba
şardıktan sonra, denekten bazı davranışlan istem-dışı bir
şekilde yapmasını ister. Hipnotik ilişki gittikçe hipnotist
tarafından kontrol edilen bir ilişki haline dönüşür. Bu
ilişkide her ne olacaksa, tümüne önayak olan kişi hipno
tisttir. Denek bir yandan olacaklara daha az önayak ol
maya itilirken, öte yandan daha çok davranışta bulunma
ya zorlanır.
Denek ve hipnotist arasındaki ilişki, B ölüm I' de
açıklamaya çalıştığımız ilişki türleri açısından incelene
bilir. Birinci bölümde, iki insan arasında yer alan ilişki
leri kabaca tümleyici ve bakışık ilişkiler adı altında sı
nıflamıştık. tki kişi arasındaki bir ilişkide kişilerden biri
diğerinin dayranışlannı yermek, ona bir şeyi fark ettir
mek ve bir şeyi yaptırtabilmek için dilek, buyruk ve yö
nergeler vererek, onu çalımlamaya çalışırsa, bu ilişkide
sorunlar doğmaya başlar. Bu kişiler aralarında kabul edi
lebilecek bir anlaşmaya kavuşuncaya dek, yapılan her ça
lım yeni bir çalıının yapılabilmesine olanak sağlar. Bu
çalımlar -yalnızca söylenen şeylerle ilgili de!ğil, aynı za
manda bu iki kişi arasındaki iletişim-ötesi iletişimle de
ilgilidir. Birinci bölümde açıklandığı gibi, tümlerne-öte
si ilişkide bir kişi bir başka kişiye ilişkiyi belirli bir şe
kilde tanımlaması için izin verir veya o kişiyi zorlar. «Ça
resiz davranarak» bir kişiyi kendisine bakmaya zorlayan
birisi, aslında tümleme•ötesi bir düzeyde ilişkiyi kontrol
etmektedir.
ss
Hipnotiz:ma Sürec!
56
belirtti�i zaman, ilişkiyi tümleyici bir ilişki olarak tanım
lamaya çalışmaktadır. Denek, ya kendisine söyleneni ye
rine getirir; hipnotistin tanımını kabul eder, ya da iliş
kiyi bakışık bir şekilde tanırolayabilmek için belirli ça
lımlar yapar. Bazı denekler dirençlidir. Aslında belirli
bir ölçüde her insan dirençlidir. Hipnotizmadaki başlıca
sorun bu direncin nasıl üstesinden gelineceğidir . iletişim
kavramları açısından direnç, ilişkiyi bakışık bir şekilde
çalımlayabilmek için yapılmış karşlt-bir . çalımdır. (coun
ter maneuver) . Bir ilişkide hiç bir kimse kolaylıkla bu
ilişkinin ikincil ucuna geçmek istemez. Bu nedenle, bir
hipnotistin dene�in yapabileceği karşıt-çalımları boşa çı
karabilmesi gerekir. Bu amaçla, hipnotist, tüm dikkati
ni tümleyici çalımlar üstüne yoğqnlaştırır. Deneğin tüm
leyici bir şekilde davranmasını sağlayabilmek için dene
�e, etki etmeye çalışır. Denek «uyanıkken», ya da denek
ve hipnotİst ilişkilerini far klı bir şekilde tanımlamaya
çalışırken, hipnotİst deneğe karşı 1:-akışık bir şekilder dav
ranabilir. Ancak hipnotist_ hipnotiz: ·ı a silrednin her anın
da, ilişkiyi -tümleyici bir şekilde tanımiayabilmek için tüm
gücünü kullanır. Sonraki bölümlerde bu özelliğe bir baş
ka karmaşıklık da eklenecektir. Şimdilik hipnotİst ile de
nek arasındaki ilişkiyi tümleyici bir ilişki olarak tanım
lamakla yetinelim.
57
bu yönergeleıre uymasını bekler. ilişkiyi kendisinin üs·
tün bir konumda olduğu bir ilişki haline dönüştürmeye
çalışır. Bir hipnotİst ne zaman ki, bir ilişkiyi bakışık ve�
ya kendisinin ikincil bir konumda olduğu bir ilişki şek
linde tanımhımaya yeltenecek olsa, bu demektir ki, hip
notİst ilişkiyi tümleme ötesi bir düzeyde kontrol etme�e
çalışmaktadır.
3. Denek isteyerek veya istemeyerek tümleyici bir
ilişkiyi kabul ettiği zaman , kendisinden, bir başkasından
veya çevresinden gelebilecek iletileri yanlış yorumlayabi
lir. Deneğin bu özelliği bireyin içsüreçleriyle ilgili bir var
damadan ibaret olmasına karşın, bu vardama deneğin
iletişimsel davranışları açısından desteklenebilir. Bir hip
notİst bir deneğin bir şeyi varsaymasını istediği zaman,
denek çevreden gelebilecek ve varsamiarını engelieyebile
cek uyarıcıları farklı ::>.lgılayabilir. Aynı şey duygular, du
yumlar ve anılar için de geçerlidir. Denek hipnotistin
tümlerne-ötesi çalımlarını karşılamakta ne denli yetersiz
se, o denli kolaylıkla hipnotize olur. Deneğİn davranış
larını etkileşimsel bir açıdan betimleyebilmek için istem
dışı olarak kabul edilen davranışların gerçekten istem
dışı olup olmadığının büyük bir titizlikle incelenmesi ge
rekir.
58
çalışmada bir kişinin öznel yaşantıianna güvenilmemesi
gerekir. O halde, yapılabilecek en tutarlı davranış, hip
notistle denek arasındaki etkileşimi filme alarak hipno
tizma sürecini incelemektir. Böylelikle tüm dikkatimizi
filme toplar; deneğin yaptığı davranışların istem-dışı olup
olmadığını araştırabiliriz. Bu noktada da önemli bir so
runla karşılaşırız: Deneğin istem-dışı bir şekilde kolunu
kaldırdığını vardadığımız an, deneğin -iletişimsel davra
nışlarının dakik bir şekilde betimlenebilmesi gerekir.
İletişimsel davnmışların betimlenebilmesi için ileti
şim konusundaki şu gerçeğin göz önünde tutulması ge
rekir. Bir iletinin nasıl alınması gerektiğini belirtebUrnek
için insanlar, yalnızca bir ileti iletmekle kalmazlar, aynı
zamanda ilettikleri iletileri nitelerler.
59
niteleyiş biçimindeki tutarsızlı�a temellenmiştir: a) De
nek kolunu kaldırdığı halde, kolunu kaldırmadığını söy
lemektedir. b) Ama, kolunu kaldırmadı�ını söylerken,
konuştuğu ses tonuyla, kolunu kaldırdı�nı da belirtmek
tedir. Denek kolunu kaldırdı�ı halde, bu davranışını söy
ledikleriyle, ses tonuyla ve vücut ifadesiyle bir şaşkınlık
içinde belirtirse, dene�in hipnotize edildiğini sanırız. Bir
başka deyişle, deneğİn tüm iletileri, kolunu kaldırma
davranışını yadsımasıyla bir tutarlılık içindeyse, deneğin
kolunu kaldırmasının istem-dışı bir şekilde yapıldığını
vardarız.
Dene�in b elirli bir davranışını niteleyiş biçimindeki
tutarsızlığı dikkate alarak hipnotik davranışın bile bile
yapıldığını saptayabiliriz. Davranışçı bir açıdan hipnotiz·
ma olayının tüm sırrı şu noktada yatmaktadır: Dene�e
hipnotik davranışlarını yadsıyabilme olana�ı verilmeli
dir. Bu olanak şu şekilde verilebilir: Hipnotİst deneği yap
tı�ı yadsımalarda tutarlı olmaya zorlar. Sonuçta denek
yaptı�ı her şeyi yapan kişinin kendisi oldu�nu yadsır.
Bir gözlemci deneğin bu davranışlarını görünce, dene
ğİn istem�dışı bir şekilde davrandığını belirtir.
Bir hipnotistin deneğe belirli bir uyarıcıyı görebil
mesi için bazı yönergeler verdiğini düşünelim. Hipnotİst
önce dene�e kolaylıkla yerine getirilebilecek bazı yö
nergeler verir. Sonra, Denekten bomboş bir duvara bak
m8sını ve duvarda bir fil görüntüsü gördüğünü belirtmec
sini ister. Hipnotist, deneğin bu yönergeye uymasını he
mencecik isteyebilir. Ya da, denekten görüntü duvarda
belirinceyei dek beklemesini; ondan sonra görüntüyü gür:
düğünü belirtmesini isteyebilir? Bu yönergelere karşı
denek , bir kaç şekilde davranabilir; Duvara bakıp, du
varda birşey görmüyorum diyebilir. Evet, duvarda bir fil
görüntüsü var da diyebilir. Ama, bu cümleyi öyle bir şe-
60
kilde niteleyerek söyler ki, duvarda bir fil görüntüsü
gördüğünü yadsır. Denek, duvarda bir fil görüntüsü gör
düğünü bir başka şekilde de yadsıyabilir. Elbette duvar
da bir fil var, gözün kör mü?, diyebilir. Bu durumda,
denek bağlamsal bir ifadeyle bu cümlesini nitelemekte
ve yadsımaktadır. İşte. denek davranışlarını bu şekilde
yadsıdığı zaman, biz bu yadsımaları deneğin hipnotize
olduğunu gösteren kanıtlar olarak kabul ederiz.
61
gin özelliklerinden biridir. ,
Günlük konuşmalarda iletilerin tutarsız bir şekilde
nitelenişiyle hipnotizma durumunda iletilerin tutarsız bir
şekilde nitelenişi arasında bir fark vardır: Hipnotize
olan bir kişi hipnotiste karşı bir tepki gösterdiğini yad
sır. Örneğin, bir denek elini kaldırır; fakat bu davranışı
yapan kişinin kendisi olduğunu yadsır. Denek bu yolla,
tüm olanlarda, kendisinin hiç bir payı bulunmadığı iz
lenimini venneye çalışır. Eğer denek elini kaldırır ve bu
davramşını kendisinin yaptığını belirtirse, bu davranışını
hipnotistin isteği üzerine yapmış olduğunu kabul etmiş
olur. Bu şekilde davranmak yerine, denek oldukça edil
gin (pasif) bir role bürünür. Yetişkin ve aklı başında bir
kişi olarak deneğin bu denli edilgin bir role bürünmesi,
bir bakıma bir tutarsızlık örneği değil midir?
İki insan arasında yer alabilecek tüm iletişimsel dav
ramşlar, şu dört öge açısından Incelenebilir: Verici kişi
ileti, alıcı kişi ve iletişimin yer aldığı bağlam . . . Bir baş
ka deyişle iki insan arasındaki her ileti şu dört ögeye
bölünebilir:
a) Ben
b) bir şey söylüyorum
c) size
d) bu durumda.
İletişim davranışlan sürekli olarak nitelendiğinden
bu ögelerden her hangi biri veya hepsi onaylanabilir ve·
ya yadsınabilir. Hipnotize olah bir kişi sürekli olarak bu
dört ögeyi de yadsır. Bu ögelerin yadsınma biçimlerini
kısaca şu şekilde özetleyebiliriz.
a) Hipnotİst deneği ne zaman istem-dışı bir şekil
de davranmaya zorlayacak olsa, aynı zamanda ona dav
ranışta bulunan kişinin kendisi olduğunu yadsımasına da
olanak vermiŞ olur. Belirli davranışları yapan kişi denek
62
olduğu halde, denek bu davranışlannı kendiliğinden or
taya çıkmış davranışlarmış gibi nitelemeye çalışır.
b) Hipnotİst deneğe, bir şey yapanın kendisi oldu
ğunu yadsımasına olanak tanımakla kalmaz. aynı zaman
da deneğin bir şey yaptığını yadsımasına da olanak tanır.
Denek elini kaldırdığının ayırdında değilmiş gibi görü�
nür. Böylelikle, denek elini kaldınşını, elinin kalkmadı
ğını belirten bir iletiyle nitelemektedir. Aynı amaca de
nek, bir amnezi (bellek yitimi) belirtisi göstererek de ula
şabilir. Bir ileti hem gönderilir hem de yadsınırsa, hiç
bir vey gönderilmemiş olur. Denek elimi kaldırmadım
demekle yetinmez, elim kalkınıyor der. Bir denek bir şeyi
anımsayamadığını söylediği zaman, bu cümlesi ses tonu
ve vücut ifadesiyle bir tutarlılık gösterirse, gözlemciler
deneğin bellek yitimi gösterdiğini belirtirler.
c, d) Denek bir iletideki üçüncü ve dördüncü ögeyi
de yadsıyabilir. Hipnotisti bir başka kişiymiş, ya da için
de bulunulan ortamı bir başka ortammış gibi niteleye
rek, yaptığı bir şeyi yadsıyabilir. Örneğin, denek hipno
tigte söylediklerini bir başka kişiye söylenmiş cümleler
gibi niteleyerek, hipnotik bir gerileme (regression) gös
terebilir (Çocuksu bir şekilde davranarak hipnotistlc biı·
ilişki içinde olmadığını belirtebilir). Denek, bu durumda
bir öğretmenle karşılaşmış şımarık bir öğrenciye bcnzcı·.
Deneğin iletişimsel davranışları bu tür bir tutarsızlı k la
nitelenirse , gözlemciler deneğin hipnotik gerileme gös
terdiğini belirtirler.
Özetle, hipnotize olmuş bir kişi bir iletideki dört öge·
yi de yadsıyabilir: Hipnotizma sürecinde olan ve yapıinn
lar kendiliğinden oluyor; hiç bir şey olmuyor; bir ba�ku
zaman veya yerde, bir başkasına bir şey söylüyorum ho
line dönüşür:
Hipnotik bir etkileşirnde ortaya çıkan en ilginı; so n ı
şudur: Bir in!3an nasıl olur da, bil' şey ilettiği halde,
ileten kişinin kendisi olduğUnu, bir şey ilettiğini, hip
notiste bir şey ilettiğini yadsıyabilecek · kadar bir başka
kişinin etkisinde kalabilir? Bir insana bir şey yaptın}?,
aynı zamanda bu yaptığı şeyi yadsıyabilmesi için bu in
sana nasıl etki edilebilir?
64
çalışalım. Hipnotİst deneğe hem elini kaldır; hem de
elini kaldırma demektedir. Çoğu kez insan davranışlan
ile ilgili kurarnlar gözlerimizin önüne bir perde gerer;
gözlemlerimizi çarpıtır. Bunun kaçınılmaz bir sonucu
olarak da biz, hipnotizma sürecini bilinç, bilinçaltı ve
otonomik süreçler doğrultusu:.da incelemeye çalışırız. Bu
etkileşirnde bulunan tutarsız iletileri gözardı ederiz. Oy
sa, karşımızda görmeden edemiyeceğimiz bir gerçek dur
maktadır. Hipnotize edilen denek elini kaldırdığı zaman,
bu davranışını ne denli yadsımaya çalışırsa çalışsın, kal
kan bu eli denekten başka hiç kimse kaldırmamış; de
nek kendisi kaldırmıştır.
Hem, elini kaldır; hem de elini kaldırma şeklindeki
bir yönergeye denek, üç şekilde karşılık verebilir; Ya hiç
bir şey yapmaz; hipnotiste karşı çıkar ve oturumu sona
erdirir. Ya da elini kaldırır; hemen ardından elini kaldı
ran kişinin kendisi olduğunu yasdır (Burada yadsıma t�
riminden deneğin bilinçli bir şekilde elini kaldırdığını
yadsıması anlaşılmalıdır. Denek öznel olarak elinin ken
diliğinden kalktığını sanabilir. Burada vurgulanmak is·
tenen şey deneğin davranışıdır.) Yahut da, denek elini
kaldırır ve elini kaldırdığını onayiayacak bir şekilde dav·
ranır. O zaman da hipnotİst Size elinizi oyuatmamanızı
söylemiştim der; tüm işleme yeni baştan başlanır.
Tüm hipnotizma du:rumları yukarıda açıklanan tu
tarsız iletilerden oluşur. Gerçekten de bir kişi bir başka
sından istem�dışı bir davranışta bulunmasını isterse, ka·
çınılmaz bir şekilde bu kişi öteki kişiden hem bir şeyi
yapmasını, hem de yapmamasını istemiş olur.; çünkü bu
istem-dışının tanımı gereğidir. Bir şeyin istem-dışı oldu·
ğunu söylemek demek, bu şeyin kendiliğinden olduğunu
söylemek demektir. Bir başka deyişle, bir kişi bir baş
kasından kendiliğinden bir davanımda bulunmasını is-
65
terse, bu kişi paradoksal, bir duruı:tt yaratmış olur.
Hipnotizma sürecinde çifte düzeylerde . (double level)
bulunan dilekler özellikle hipnotizma durumunun derin·
leştirileşmeye çalışıldığı anlarda iyice belivginleşir. Hip
notist deneği sınamak için deneğe karşı « meydan okur.>>
Bu tür meydan okumalar bir bakıma paradoksal bir du·
rum yaratmaktadır. Hipnotİst hem denekten bir şey yap
masını, hem de aynı şeyi yapmamasını ister. Çok sık kul·
lanılan bir teknik göz kapattırma tekniğidir. Hipnotist
önce denekten üçe sayıncaya dek gözlerini sıkıca yum
masını ister. Sayınayı bitirince de deneğin gözlerini aç
mak istediği halde açamayacağını belirtir. Hatta, gözle
rini açmak istedikçe gözlerinin iyice yumulacağını vur
gular. Bu durumda «gözlerini aç» yönergesi, « gözlerini
yum» veya «benim yönergelerime uyma» yönergeleriyle
nitelenmiş olur. Denekten hem yönergeye uyması, hem .
de uymaması istenmiştir. Test başarılı olur ve denek
gerçekten gözlerini açamazsa, deneğin istem-dışı bir şe
kilde gözlerini açamadığı belirtilir. Nasıl olmuşsa olmuş,
denek kendiliğinden gözlerini açamaz hale gelmiştir . . .
Bu tür tutarsız yönergelere yalnızca hipnotizma duru·
munda rastlanmaz, günlük yaşamda da rastlanır. Örne·
gin, bazı sorunlu çocukların anneleri öyle bir öğrenme
ortamı yaratabilirler ki, çocuk başardığı ş eyler için de
ğil de, sürekli bir şeyi deneyip başarısızlığa uğradığı şey
ler için pekiştirilir. Bunun doğal bir sonucu olarak da
ana ve çocuk arasında karşılıklı bir anlaşma doğar; ço
cuk isteyerek başarısız olmamış; başarısızlık kendiliğin
den doğmuştur . . .
Paradokslarm Konulması
Hipnotizma sürecinde bir hipnotİst deneğe birbiriy
le tutarsız iki ayrı yönerge verdiği zaman bir paradoks
66
koymuş olur. Den�k ·ise bu iki tutarsız yönergenin lıer
ikisine birden tepk.ide . bulunmak =?Orundadır. Ne yazık
ki, denek ne hipnotize olmaktan vı;ı..zgeçebilir; ne de içi�
ne sokulduf:u berbat durumu eleşti:rebilir. Hipnotize ol
maktan vazgeçemez; çünkü hipnotize olmayı kendisi is�
temiştir. Hipnotistin. davraJ:!ı şlannı da eleştiremez. çün·
kü hipnotizmanın genel bağlaını buna izin vermez. Hip·
notist denekten dikkatini eline toplamasını istediğinde,
denek neden diye soracak olursa, anlamasına gerek ol
madığı, yalnızca kendisine söyleneni yapması gerektiği
belirtilir. Ayrıca, önemle belirtilmelidir ki, hipnotİst ken
disine yöneltilebilecek eleştirileri önlemekte oldukça dik
kate değer bir beceriye sahiptir.
Tüm hipnotizma durumlarında paradoksal yönerge
ler bulunur; ancak bazı durumlarda paradoksal yöner
geler . çok daha fazla göze batar. Örneğin, hipnotizma
konusund;:ı, bir ders verirken Dr. Erickson'a bir genç
başkal�ı.nnı hipnotize edebilirsiniz; fakat beni asla der.
Dr. Erickson, bu genci hemen sahneye davet eder. Onu
bir sandalyeye oturtur. Uyanık olmanı, olabildiğince
uyanık olmanı istiyorum der. Sonuçta, bu genç derin bir
şekilde hipnotize olur. Bu genç kişi iki farklı düzeyde
iletilerle yüz yüze gelmiştir: Bir yandan sahneye çık ve
hipnotize ol; öte yandan uyanık kal. Bu genç kişi Dr.
Erickson'nun yönergelerini izlediğinde hipnotize olaca
ğını çok iyi bilme:ktedir. Bu nedenle, Erickson'nun yöner
gelerini izlememek için oldukça kesin kararlıdır. Ne var
ki, kendisini uyanık kalmaya zorladıkça, hipnotize ol
maya yatkın hale getirmiş; ilginç bir paradoksal duru
mun pençesine düşmüştür. Önemle belirtilmelidir ki, pa
radoksal -iletiler yalnızca birbirleriyle tutarsızlık göster·
mekle kalmaz, aynı zamanda iki ayrı düzeyde yer alır
lar. Uyanık kal cümlesi sahneye çık ve hipnotize ol cüm-
67
lesiyle çerçevelenrrüş veya nitelenmiştir. Bir ileti, bir baş
ka iletiyi nitelerse, bu iletiler farklı iletişim düzeylerinde
bulunan iletilerdir. Sözel · iletilerimiz özellikle ses tonu
muz, vücut hareketlerimiz ve konuşma bağlamımız tara
fından tutarsız bir şekilde nitelendiği zaman, farklı dü- .
zeylerde bulunan iletiler doğar. Bir tek cümlede bile çif
te düzeyli bir ileti (double level message) bulunabilir. Ör
neğin, bir kişi bir başkasına «Bana başeğme» derse, bu
durumda bu iletiyi alan kişi bir çift- ileti ile karşı kar
şıya gelmiştir. Bu iletiyi alan kişi bu iletiye ne başeğe
bilir; ne de başeğmeden edebilir. Başeğerce, başegme
miş; başeğmezse, başeğmiş olur; çünkü « Bana başeğme.»
cümlesinin kendisi benim buyruklarıma uyma buyruğu
nu içerir. İşte, hipnotik ortamda da bulunan iletiler bu
tür iletilerdir.
Hipnotİst deneğe tutarsız iletiler gönderdiği zaman,
denek de bu tutarsız iletilere tutarsız iletilerle cevap ve
rir. Deneğin göste-rdiği tipik davranışlar, hipnotistin de
nekten istediği davranışların tersine dönmüş bir şeklidir.
Hipnotik ilişki
Hipnotİst ve denek arasındaki ilişkiyi tümleyici bir
ilişki olarak betimlemiştik. Bu ilişkinin hipnotİst tara
fından yürürlüğe konulduğunu vurgulamıştık. Şimdiye
kadar söylenenlerden de kolayca anlaşılabileceği gibi, de
nek yalnızca hipnotistin yönergelerini izlerse, ilişkiyi tüm
leyici bir ilişki olarak tanımlamaya çalışan hipnotistin
ilişki tanımını kabul etmiş olur. Denek direnç gösterirse,
hipnotistin tümleyici çalımlannı kabul etmemiş; bu ça
lımlara karşı çalımlada (counter maneuve-r) cevap vermiş
olur. Karşıt çalımlar eşit kişiler arasında yer alabilecek
bakışık Jişkilerin bir özelliğidir. Hipnotist ilişkiyi tümle
yici bir ilişki haline getirebilmek için, dene:ğin çalımlan-
68
nı karşıt çalımlarla savuşturur. Örneğin, denekten direnç
göstermesini ister. Bu durumda deneğin yaptığı bakışık
bir çalım, tümleyici bir çalım haline dönüşür; hipnotistin
istediği bir davranış haline gelir. Bir başka deyişle, bu
durumda bakışık bir şekilde davranmaya çalışmak de
mek, hipnotistin yapılmasını istediği bir davranışı yap
mak demektir. Özetle, denek tümleyici bir ilişki içine
girmiş olur. ilişkinin tanımını kontrol edebilmek için
hipnotistin elinde, dene:ğin yapabileceği karşıt çalımlan
etkisiz hale getirebilecek bir çok taktik vardır.
Hipnotistin kullandığı paradokslar deneğe ilişkiyj
bakışık bir şekilde tanımlama olanağı vermez. Bir çok
kez belirtildiği gibi, bir kişiden bir şe�i hem yapması
hem de yapmaması istenirse, bu kişi aldığı yönergeleri
izlemeden edemez. Aynı şekilde denek, hipnotistin yöner
gelerine yanıt verse de vermese de, hipnotistin istediğini
yerine getirmiş olur. Yine, daha önce belirtildiği gibi, bir
kişi kendisine söylenen bir şeyi yaparsa, bu kişi · tümle
yici bir ilişki içindedir. Hipnotizma sürecinde denek, ya
eleştiri yaparak, ya da hipnotizma olmaktan vazgeçerek
bakışık bir ilişki lmrabilir. Eleştiri yaparak bakışık bir
ilişki kurmaya yeltenirse, büyük bir olasılıkla tümleyici
bir ilişkinin yürürlüğe girme1sine olanak tanıyan hipno
tistin karşıt çalımlanyla karşılaşır. Örneğin, hipnotİst
en kolay bir şekilde tümleyici bir ilişkiyi şöyle yürürlü
ğe koyabilir; Tümleme ötesi bir düzeye geçer; denekten
eleştiri yapmasını ister. Bu durumda denek eleştiri yap
sa bile, hipnotistin istediği şeyi yapmış olur.
Hipnotizma konusunda tüm bu söylenenlere ek ola
rak şu karmaşıklığın da belirtilmesi gerekir. Hipnotistin
tümleyici bir ilişki kurarak deneği hipnotizma ettiğini
söylemek, hipnotizma olayının diğer ilişki türlerinden
çok farklı olmadığını belirtmek demektir. Günlük yaşam-
69
da da bir kiŞi bir başkasına nasıl davranması gerektiği
ni belirtebilir. Diğer kişi de kendisine söylendiği gibi
davranabilir. Bu kişiler ilişkilerini karşılıklı olarak tüm
Ieyici bir ilişki şeklinde tanımlamaktadırlar. Önemle be
lirtilmelidir ki günlük ilişkilerde trans davranışianna pek
raslanmaz. Bu ilişkilerde kendisine söyleneni yerine ge
tiren kişi davranışlarını yadsımaz O zaman, hipnotisı ve
.
70
dene�e bu şekilde · davranmaması gerektiğini belirtir. De·
neği tümlerne-ötesi bir ilişki kurmaktan vazgeçmeye zor
lar. Özetle, denek ilişkiyi ne şekilde tanımlamaya çalı
şırsa çalışsın, hipnotist bu tanırolann tümüne de karşı
· çıkar.
71
.
72
ranmayi öğrenmiş olabilirler. Hipnotik yönergelere yat;
kın deneklerin, yatkınlıklarının nedenlerinin aile geçmiş
lerinde · aran:nası gerekir. Büyük bir olasılıkla bu kişiler
rıile ilişkilerinde sürekli paradoksal yönergelerle karşı
laşmışlardır. Gerçekten bu kişilerin ailelerinde paradok
sal yönergelerle karşılaşıp k::\rşılaşmadıklannı saptaya
bilmek için, bu kişilerin, aile üyeleriyle etkileşim halin
deyken gözleurneleri gerekir.
Hipnotik davranışlarla psikiyatrik belirtiler arasın
da çok yakın benzerlikler vardır. Bu bakımdan, hipno
tİk davranışların inceliklerinin anlaşılması psikiyatrik
belirtilerin incelikierin anlaşılınasına da yardımcı olabi
lir. Belirtilerin doğmcı.sına zemin hazırlayan kişilerarası
bağlarola hipnotizma bağlC'.mı arasında da önemli benzer
likler vardır. Daha sonra da belirtileceği gibi nörotik ve
psikotik belirtiler paradoksal ilişkilerin bir ürünüdür.
İletişim açısından psikoterapi süreci dikkatle ine�
lenUdiği zaman, psikoterapi sürecinde de paradoksal yö
nergelerin bulunduğu ve tedavisel değişmenin özünde
paradoksal yönergelerin yattığı gözlenir. Dördüncü bö
lümde psikanaliz süreci paradokslar açısından incelen
meye çalışılmıştır. Şimdilik şu soruyu soralım: acaba psi
kanaliz sürecinde kullanılan teknikler hipnotizma tek
niklerine benzer mi ? Çok sakin bir atmosfer içinde bir
kişiden bir kanepeye uzanması ve içinden geldiği gibi,
aklına ne gelirse söylemesi istenirse, bu durumda da bir
anlamda hipnotik bir hağlarr,ı. yaratılmış olur. Bu kişi is
temdışı bir şekilde davranışta bulunmaya yöneltilmiştir.
Psikanalitik süreçte analistin edegen (aktif) olmaması
demek, kullanılan tekniklerin hipnotik bir özelliğe sahip
olmaması demek değildir. Daha önce de belirtildiği gibi
bir kez uygım bir bağlam yaratıldıktan sonra, dirençli
deneklere karşı etkili olabilecek teknikler, hipnotistin
73
edegen olmasını gerektirmeyen tekniklerdir; Psikanalist
de benzer tekniklerin yardımıyla psikanaliz sürecinin
tüm sorumluluğunu psikanalizden geçen kişinin omuz
Ianna yıkmaya çalışır.
Hipnotizmanın psikanalize çok benzer olduğunu
söylemek, bu tekniğin kliniksel bir araç olarak çok ya·
rarlı bir teknik olduğunu söylemek demek değildir. Hip
notizma sürecinden gerçekten kliniksel bir araç olarak ya
rarlanabilmek için, hipnotizma ilişkisinin ilişkiyi ken
di doğnıltusunda tanımlamaya çalışan dirençli clenekler·
le uğraşma taktikleri açısından incelenmesi gerekir. Psi·
kiyatrik hastalar da ilişkinin tanımını ellerine geçirebil
mek için olanca güçleriyle belirtilerinelen yararlanmaya
çalışırlar; ilişkilerinin başkaları tarafından tanimlanma
sına direnç gösterirler. Bir sonraki bölümele kısa-süreli
psikoterapı ya.klaşımlarında. dirençli kişilerlf: nasıl uğra
şılabileceği incelenmeye çalışılmıştır..
74
BÖLÜM 3
YÖNELTİMCİ TEDAVi TEKNİKLERİ
75
gili açıklamalar Dr. Erickson'la yapılan 'teybe alınmış yüz
yüze konuşmalara dayanmaktadır.
İlk görüşme :
Kısa-süreci terapist hasta ile iletişime geçtiği andan
itibaren hastayı değiştirmeye çalışır. İlk görüşme oturu
munda sorunlarla ilgili bilgile1r toplanırken bile, hastaya
ne yönde değişme olması gerektiğini vurgulamaya çalı
şır. Kısa-süreci terapistin sorunlarla ilgili istediği bilgi
ler, uzun-süreci terapis tin istediği bilgilerden çok farklı
dır. Kısa-süreci terapist hastanın çocukluk dönemiyle
pek ilgilenmez. Daha çok hastanın şimdiki durumu ve
belirtilerinin işlevi üzerinde durur. Kısa-süreci terapis
tİn hastanın bastırılmış yaşantılannın bilince çıkarılma
sına yönelik bir amacı yoktur.
Kısa-süreci terapist gerekli gördüğü bilgileri hasta
lardan kısa bir süre içinde elde etmek zonmdadır. Has
talar terapistin istediği bilgileri terapisten gizlerneye ça
lışmamış olsalardı, psikoterapi sürecini yürütmek çok
basit bir işlem olurdu. Ne yazık ki, hastalar terapistin
istediği bilgileri gizlerneye çalışırlar. Hatta, bu şekilde
davranınalarma gerek olmadığı çok açık bir şekilde be
lirtilse bile, bu konnda daha da dirençli davranırlar. Kı
sa-süreli psikoterapi yaklaşımlarında, hastaların yaşamla·
rının belirli bir yönünü gizleyebilmek için gösterdikleri
direnci incelemeye ne istek ne de zaman vardır. Dr. Eri
ckson dirençli hastalardan istediği bilgileri elde edebil�
rnek için ilginç bir teknik kullanır: Hastaları gizlemek .is·
tedikleri olayları gizlerneye yüreklendirir. Örneğin, ilk
oturumda hastaya daha işin başlangıcında olduklarını,
açmak istemediği bazı konular varsa, bunun çok doğal
olduğunu belirtir. Bu yolla hastaların yaşamlarının be·
lirli yönlerini gizlemek konusunda gösterdikleri direnci
76
kırmaya çalışır.
Bir çok kimse hastaları yaşamlarındaki belirli olay·
ları gizlerneye yüreklendirmenin onların iyice suskunlaş
masına yol açacağını sanır. Ancak, bu tür bir sayıltı özel
likle psikiyatrik hastalar için geçerli değildir. Hastaların
sorunları ile ilgili bilgileri gizlernelerinin çeşitli nedenleri
olmasına karşın, en önemli neden, bilgi saklama davra
nışının, onlara terapistle ilişkilerini kontrol etmekte bir
avantaj sağlamasıdır. Psikiyatrik hastalar terapistle iliş
kilerini kontrol etmeye çok meraklıdırlar. Gerekli bilgi
lerin terapistten gizlenmesi onlara belirli bir ölçüde bu
olanağı verir. İşte bu nedenledir ki, terapist hastalan ya
şamlarının belirli bir yönünü gizlerneye yüreklendirdi
ğinde, hastaların bilgi saklama yoluyla terapiste karşı
yapmış oldukları çalımlar etkisini yitirmeye başlar. Bu
tür bir durumla karşılaşan hasta, artık terapistin iste�
diği bilgileri saklasa da, saklamasa da terapistin istediği
bir şeyi yapmış olur.
Aslında, bu açıdan psikanalitik sürece yaklaştığımız
zaman, bu sürecin de yönehirnci psikoterapi tekniklerin
den çok farklı olmadığını görürüz. Psikanalitik süreçte
terapist hastadan aklına ne gelirse gelsin söylemesini is
ter. Bu teknik ilk anda bilgilerin gizlenmesini yüreklen
diren tekniğe zıt bir teknikmiş gibi görünebilir. Ancak,
daha dikkatli bir gözlemle, bu tekniğin de, aynı amaca
hizmet ettiğini, analiste ilişkiyi kontrol etme olanağını
verdiğini görebiliriz.
Pskanalizden geçen bir hasta yaşamının belirli yön
lerinin gizli kalması gereKtiğini ve bunun analitik sürecin
doğal bir parçası olduğunu psikanalitik süreç içinde za
manla öğrenir. Hatta, bazan analist hastaya analitik �ü-
· rece direnç göstermesi gerektiğini yeri geldikçe belh·tir.
Tüm bunların arnacı analistirı, ilişkiyi kontrol etmesini
77
sağlamaktır.
Terapist utangaç bir hastaya, utangaç bir şekilde
davranırsa, bu terapist hastayı belirli olaylan gizlerneye
yüreklendirmiş olur. Erickson, utangaç bir hastaya karşJ
bu şekilde davranmanın hastanın beklentilerine uygun bir
şekilde davranılmış olduğunu belirtir. Örneğin, açık sa·
çık şakalar duyduğu zaman, öğürtü ve boğulma nöbet·
leri geçiren bir hanım hasta Erickson'a başvurur. Bu ha·
mm sorununu anlatırken bile utangaç bir şekilde anlatır.
Ranıının bu durumunu gözleyen Erickson bu tür şakalar
dan kendisinin de hoşlanmadığını belirtir. Hanım Erick
son'nun da utangaç bir kişi olduğuna güvenıneye başla·
dıktan sonra, Erickson'a karşı daha rahat bir şekilde dav
ranmaya başlar. Kocasının yanında soyunmaktan çok
utandığını ve yatağa gitmeden önce karanlık bir odada
soyunmak istediğini belirtir. Erickson kadının bu düşün
cesini kabul eder. Aynca, ne kadar utanç verici bir du
rum olursa olsun, karanlık bir odada, onu kimsenin gör
mesine olanak olmadığından ondan yatağa dans ederek
gitmesini iste,r. Görüldüğü gibi, kadının aynı anda güle
rek oynayarak yatağa gitmesi ve öğürme nöbetleri geçir
mesi oldukça güçtür. Bu hanım zamanla utangaçlıkla il•
gili tutumunu değiştirmeye ve kocasıyla belirtisel olma
yan bir şekilde uğraşmaya başlar. Erickson kadının
utangaçlığından yararlanarak onu tedavi etmeyi başar
mıştır.
Erickson'nun kullandığı tekniklerle uzun-süreli psi
koterapi yaklaşımlarında kullanılan teknikler arasındaki
bir farklılık aşağıdaki örnekle gözönüne serilebilir. ·Eri·
ckson'a konuşma yeteneğini yitirdiğini belirten bir bayan
öğretmen başvurur. Bu öğretmen ilk görüşmede Erick
son'la konuşamaz. Bunun üzerine Erickson ona bir süre
başını saliayarak iletişim kurabileceğini belirtir. Hanım
78
buna razı olur. Daha sonra Erickson ondan yazarak ile-
tişim kurmasını ister. Öğretmen buna da razı olunca,
Erickson onun sağ eliyle yazı yazdığım görür ve onun sol
eline bir kalem tutuşturur. Ona, sirndi nasıl hissediyor;
sunuz, der. Öğretmen birden bire konuşmaya ve delir
mekten çok korktuğunu anlatmaya başlar. Bu hasta ko"
nuşabildiği halde, beceriksiz bir şekilde iletişim kurma
ya çalışmaktadır. Erickson da kadının sol eline bir ka�
lem tutuşturarak onu daha da beceriksiz bir şekilde ile
tişim kurmaya yüreklendirmiştir. Bu teknik yıllarca ka
lem elinde ders veren bu öğretmen için oldukça etkili ol
muştur.
79
rumlulük almasını sağlar. ,
Hasta konuşma koşullarını belirttik.çe, · • tedavi · için
bir kapı aralanmış ve tedavinin öncüileri kurulmuş olur.
Terapist hastayı iyileşebileceğine bir kez inandırdıktan
sonra, küçük bir değişmenin ardından daha büyük değiş
melerin gelebileceğini simgeleyen bir bağlam yaratmış
olur.
Erickson hastalarına değişmenin çeşitli yollan oldu·
ğunu kanıtiayabilmek için, sık sık eleştirilere uğrayan
hipnotizma tekniklerinden de yararlanır. Hipnotizma
olayı özelikle şu açıdan eleştirilmiştir: Hipnotizma edile
rek bir kişinin belirtileri ortadan kaldırılabilir. ft...m a hip
notizına durumu sona erdirildikten sonra, aynı belirti ye
niden ortaya çıkar. Erickson hipnotizmadan yeterli bir şe"
kilde yararlanılmadığını, bu teknikten bir belirtiyi orta
dan kaldırmak için yararlanmak yerine hastaya belirtisel
davranışiarına etki edilebileceğini kanıtiayabilmek için
yararlanılması gerektiğini belirtir. Bir terapist kompalsif
belirtileri olan bir hastanın belirtilerini hipnotizma yoluy
la ortadan kaldırırsa, bu terapist hastayı tedavi etmiş ol
maz; yalnızca hastaya belirtisel davranışiarına etki ede
bileceğini kanıtlamış olur. Bir başka deyişle, terapist
hipnotik ortamda yaratılan bu değişmenin günlük ya·
şamda da yaratılabileceğini hastaya göstermiş olur.
Erickson çeşitli hastalan hipnotize ederek belirtile
rinin çıktığı koşulları kontrol etmeyi başarmıştır. Örneı
ğin, elden ayaktan kesici başağrıları olduğunu belirten
bir hastanın, ağrılarının geliş süresini, Şiddetini ve geliş
zamanlarını kontrol etmeyi başarmıştır. Bu tür sorun
ları olan hastalara Erickson şu tür sorular sorar: Başağ
rınızın ne zaman gelmesini isterdiiıiz? . Gündüz, gece, ev
de, iş yerinde, hafta tatilinde mi? Kısa bir süre, başını
zın şiddetli bir şekilde mi, yoksa sürekli. fakat hafif bir
80
şekilde mi ağrımasını isterdiniz? Hasta bu sorulara ce
vap bulmaya çalışırken, başağrısının değişme öneiliünü
de kabul etmiş olur.
Hastanın Yöneltilmesi:
Kısa-süreci terapist yönehirnci bir terapistdir. Has
tadan yoğun bir şekilde tedaviye katkıda bulunmasını is
ter. Hastaya belirli yönergeler verir. Bu yönergelerin ye
rine getirilmesi gerektiğini belirtir. Hastayı sorunuyla
yüz yüze gelmeye ve uğraşmaya yüreklendlıir.
Erickson'a göre tedavisel değişmenin canalıcı nite
liği hastanın davranışta .bulunmasını sağlamaktır. Bu açı
dan tedavi süreci bir çocuğa toplama işlemini öğretmeye
benzer. Bir artı birin, iki ettiğini söylemek, çocuğun top
lama işlemini öğrenebilmesi için yeterli değildir. Önce ço
cuğa bir yazdırıp, sonra altına bir daha yazdırıp, toplama
yı öğretmek gerekir. Ayİn şekilde bir hastaya sorununu
açıklamak veya bu sorunu kendisine açıklattırmak söz
konusu sorunun ortadan kalkması için yeterli değildir.
Önemli olan hastanın davramşta bulunmasını sağlamak
tır. Örneğin, Erickson adipal çatışmalı bir hastanın ba
basıyla ilgili sorununu ortadan kaldırabilmek için, bu
hastamn babasını yerınesini sağlamanın, pek yararlı ol
mayacağını, bunun yerine, bir kağıda «baba» sözcüğünü
yazdırıp çöpkutusuna atmasını sağlamanın daha yararlı
olacağını belirtir.
Hastalan davranışta bulunmaya yöneltmek kolay bir
iş değildir; çünkü psikiyatrik hastalar kendilerine söyle
nenleri kolaylıkla yerine getiren kişiler değildir. Erickson
hastalarına öyle yöne:vgeler verir ki, hastalan bu yöner
geleri izlemeden edemezler. Bunun çeşitli nedenleri var·
dır. Bu nedenlerden biri Erickson'nun yönergelerini verir
ken kararlı ve ne yaptığını bilir bir şekilde davranması-
81
.
82
ra bilimine merak duyduğunu söyler. Sonuçta hasta bu
kişi aracılığı ile Spilioloji ile ilgili bir demeğe üye olur
ve claha yoğun bir sosyal yaşamın içine girer.
Bu ömekte açıkça görüldü� gibi, Erickson hasta
dan belirtisel davranışlarından vazgeçmesini istememiş,
hatta onu belirtisel bir şekilde davranışta bulunmaya yü
reklendirmiş ve ona kolaylıkla izleyebileceği yönergeler
vermiştir. Bu yönergenin izlenilmesi kolaydır; çünkü has
ta zaten zamanını öldürmekte ve başka kişilerden · kaçm
maya çalışmaktadır.
Yukandaki ömekte Erickson hastanın çevresini
kontrol ederek belirtisel davranışını tedavi etmeyi başar
mıştır. Erickson bazen hastadan belirli yönergelere uy·
masını isteyerek de belirtisel davranışlan tedavi etmeyi
başarır. Örneğin, 270 paund gelen ve her türlü rejimi de
nediği halde bir türlü kilo vererneyen bir hanım hastaya,
Erickson, canı ne isterse yiyebileceğini, yalnızca gelecek
hafta 10 paund yitirerek oturuma gelmesini belirtir. Ka
dm kendisjnden isteneni yerine getirir; Ama aynı zaman
da merak içindedir. Acaba bu kez terapisti ondan 20
paund daha mı vermesini isteyecektir? Erickson ise on
dan S paund daha vermesini . ister. Bu yolla kadın bir
yandan canı istediği her şeyi yemeyi, öte yandan da is
tediği kiloya düşmeyi başanrır.
Yazar da Erickson'nun . kullandığı teknikiere benzer
teknikler kullanarak çektiği fotoğraflan akıl almaz hata
lar işleyerek berbat eden ve bu yüzden doğru dürüst fo
toğraf çekemez hale gelen yetenekli bir fotoğrafçıyı te
davi etmeyi başarır. Önemli bir devgide yayınlanmak
üzere bu . fotoğrafçıdan .tıpkı önceki hatalan gibi bazı ha·
talar yaparak üç fotoğraf .çekmesini ister. Hasta terapis
tinin verdiği bu görevi yerine getirirken oldukça zor
lanır; aİıcak o günden sonra fotoğraf çekerken daha az
83
hata işlemeye başlar. Bazen bile bile işlenen bir hata
önemli değişiklikler yaratabilir . . .
Erickson hastalannı belirtisel bir şekilde davranma
ya yüreklendirirken ayn,ı zamanda bir başka şekilde dav·
ranmaya da yüreklendirir. Bu tür bir teknikten yararla
narak, yazar altını ıslatan (enuresis) 17 yaşındaki bir de
likanlıyı tedavi etmeyi başarmıştır.
Bir psikiyatrist bu delikaniıyı tedavi etmeye çalışmış;
fakat başarı sağlayamamıştır. Ana-babasının ve psikiyat·
ristinin önerisiyle bu delikanlı hipnotizma olmak için
yazara başvurur. ilk görüşmede sıkılarak yatağını ıslat
tığını, bu durumuna çok üzüldüğünü, üniversiteye gitmek
istediğini, bağımsız bir kişi olmanın kendisi için çok
önemli olduğunu belirtir. Yazar delikanlıya hipnotizma
dan bir yarar görmiyeceğini hipnotizmanın etkisinin geçi
ci olduğunu, başarı sağlayamadıklan takdirde kendisini
iyice çaresiz hissedeceğini, · belirtisinden kurtulmayı çok
istiyorsa bir başka teknikten yarar görebileceğini açıklar.
Ayrıca delikanlıya uzun bir yürüyüş mesafesi olarak neyi
kabul ettiğini sorar. Delikanlı iki mil der. Bunun üzeri
ne yazar, bu gece yatağını ıslatırsa.n, yataktan kalkıp iki
millik yürüyüşünü yapıp, ıslak yatağına tekrar yatacak
sın; Yatağını ıslattığın halde uyuyup kalırsan, ertesi ge
ce saati ikiye kurup saat ikide kalkıp iki millik yürüşü
nü yapacaksın der. Ayrıca delikanlıya, bu söylenenleri
harfiyen, yerine. getirirse, kendi kendini tedavi etmeyi ba
şarabileoeğini belirtir. Delikanlı, eve gider; iki millik bir
yürüyüş mesafesini arabası ile ölçer: O gece yatağını ıs
latır ve terapistinin söylediklerini aynen uygular. Bir sü
re bu tekniği uyguladıktan sorira, tekrar görüşmeye gel
diğinde, iki üç haftada bir altını ıslattığını, aslında bu
nun bile kendisi için çok iyi bir sonuç olduğunu belirtir.
Yazar delikanlıdan aynı tekniği uygulamaya devam etme
sini ister. Bir yıl sonra hasta yatağını hiç ıslatmaz.
84
Görüldüğü gibi bu vak'ada da uzun-süreci terapistie
rin önem verdiği etmenler üzerinde durulmamıştır. Bu
genç ana-babasına çok bağımlı; fakat aynı zamanda ba
ğımsız olmak isteyen bir kişidir. Bir yandan evden ayrı·
lıp üniversiteye gitme:k istemekte, öte yandan böyle bir
olasılıktan korkmaktadır. Bu delikanlının terapistin öııer
diği tekniği yılınadan kullanmasının nedeni, bu tekniğin
hem bağımsızlık isteğine, hem de, kendi başına belirti
sinin üstesinden gelmesini sağlamış olmasıdır.
Erickson bir başka vak'ada da yukarıdaki tekniğe
benzer bir teknik kullanarak 65 yaşında oğlu ile birlikte
yaşayan geceleri uyuyamayan (insomnia) bir hastayı te
davi etmeyi başarır. Bu hasta her gün 65 mg u:·ku ilacı
(sodium amytal) aldığı halde günde iki saat bile uyuya
madığı için doktoruna ilacın dozunu artırması dileğinde
bulunur. Doktoru da bağımlılık yapabileceği korkusuyla
ilacın dozunu artırmak yerine, adamı Erickson'a gönde
rir, Erickson adamın ev işlerini yapmaktan hoşlanma
yan, oldukça inatçı bir kişi olduğunu gözler. Ondan se
kiz saatlik uykusundan özveride bulunmasını ister. Adam
Erickson'nun bu iste:ğini kabul eder. Erickson adama, uy
ku zamanı geldiğinde yatağa gidecekmiş gibi pijamalarını
giymesini; fakat yatağa yatmak yerine, tüm geceyi evin
döşemelerini silerek geçirmesini; sabah saat yedide döşe
meleri silme işini bırakıp işe gitmesini söyler. İkinci ve
üçüncü gece de aynı işi yapması gerektiğini belirtir. Na
sıl olsa adam günde iki saat uyumaktadır. Böylece dört
günün sonunda sekiz saatlik uykusundan özveride bulun
muş olacaktır.
Adam ilk üç gün, hiç uyumaz; geceleri evin döşeme�
lerini silerek geçirir. Dördüncü gece bu kaçık terapistin
söylediklerini yapmaktan derınamın kesildi; Ona iki saat
lik daha borcum var; bu gece de uyumamam gerekir. An
cak çok yorgunum ; yatağa uzanıp biraz gözlerimi dinlen-
85
direyim; Sonra işime devam ederim der. Adam o gün sa
bahleyin saat yedide kalkar. Ertesi gece bir ikilemi ya
şar. Acaba iki saatlik borcunu mu ödemeli, yoksa yatağa
mı gitmelidir? Saat sekizde yatıp, 8 . 15'e kadar uyuyamaz
sa, kalkıp döşemeleri silmeye karar verir. Adam o ge
ce deliksiz uyur. Aradan bir yıl geçtikten sonra bile Ada
mın uykusu ile bir sorunu kalmaz.
Bu vak'ada kullanılan teknik başanya ulaşmıştır;
çünkü hasta belirtisinden kurtulmak istemiş; bu konuda
sorumluluk almış ve verilen yönergeleri yılınadan uygu
lamıştır. Erickson, uykusuzluktan yakınan bir başka has
tadan da tüm geceyi hiç hoşlanmadığı kitaplan okuyarak
geçirmesini isteyerek tedavi etmeyi başarmıştır. Bu tür
teknikler hastaların kendi kendilerine uygulayabilecek
leri teknikler olduğundan, onların kendilerine karşı gü
ven kazanmalarına da yolaçabilir.
Yukanda açıklanan vak'aların hepsinde de belirti
leri üzerinde değil, hastaların tedavisel doğrultudaki dav
ranışları üzerinde durulmuştur. Yatağını ıslatan, uykusuz
luk çeken hastalar bir yandan kendi kendilerini cezalan
dırmış; öte yandan davranışlarını terapistin kontrolü al
tına sokmuşlardır.
Erickson her zaman hastalarını belirtisel bir şekilde
davranmaya yüreklendirerek tedavi etmez. Bazen onlara
sezdirmeden yönergeler verir. Örneğin aşırı ölçüde başı
ağrıy�n ve ağrısının derhal dindirilmesini isteyen bir ha
nım hastaya üç hafta boyunca ağrısı ile ilgili gözlemler
yapmasını önerir. Bir anlamda hanımın başağrısının der
hal dindirilmesi isteğini gözardı etmeye çalışır. Erickson
. .
86
meyi yüreklendiren yönergeler bulunur.
Erickson hastalarına verdiği yönergeleri kolaylıkla
uyutabilecek yönergeler haline getirir. Böylece onları, bu
yön�rgeleri izlemeye özendirir. Daha dikkate değer değiş
meleri yaratabilmek için küçük değişmelerden yaradan"
maya çalışır. Uyuyamayan bir hastayı ilk aşamada önce bir
saniye bile olsa daha fazla uyuduğuna inandırmaya çalışır.
Hastalar sorunlarından ne denli yakınırlarsa yakmsınlar,
küçük bir değişme bile olsa. bu değişmeyi olumlu kabul
eder. Genellikle bir terapist, bir hastayı birden bire iyi
leştirmeye kalkışırsa, bu terapist, sonuçta uzun süreli bir
tedavi sÜrecini başlatmak zorunda kalır.
bilir.
Hipnotizma ve psikoterapi ilişkileri arasındaki en
önemli benzerliklerden biri şudur; Hipnotistin deneğe,
psikoterapistin de hastaya karşı kullandığı taktikler aynı
amaca hizmet eder. Bu ilişkilerde insan yaşamının önem�
li sorunlarından birisi ile uğraşılır. Acaba bir kişi bir
başka kişinin kendisine etki etmesine ne ölçüde izin ver
melidir?
87
Aslında tüm psikoterapi yaklaşımlan birbirine ben
zer. Tüm psikoterapi yaklaşımlarında önce hasta değiş
meye özendirilir. Sonra hastanın terapistle işbirliği kur
ması sağlanır. Hasta bu işbirliğini kendisine verilen yö
nergeleri yerine getirerek, analistin ofisinde serbest çağ
rışım yaparak kurar. Bu süreç içinde değişmeye ve de•
ğişmenin bilincine varmaya başlar. Bir başka deyişle, te
davi oturumlarında terapist önce hastayı etkileyebilece
ğine inandırır. Hasta bir kez buna inandıktan sonra te
davinin başanya ulaşahilmesi için terapistle işbirliği kur
maya başlar. Aynı nitelikler hipnotiz:ma sürecinde de bu
lunur. Hipnotizrrra sürecinde de deneğe yönergeler veri
lir; Denek de bu yönergeleri izler. Ancak Erickson'nun
kullandığı hipnotizma teknikleri ile geleneksel hipnotiz
ma teknikleri arasında önemli bir fark vardır. Erickson
oldukça doğal teknikler kullanmaya çalışır. Örneğin,
Erickson günlük bir konuşma diliyle bir deneği hip
notize edebilir. Daldan dala atlayarak konuşur. De
nek bu konuşmanın sonunda ne çıkacak diye sabırla
beklerken, Erickson konuşmasının arasına deneğin hip
notizma olmasını sağlayan cümleler serpiştirir. Bu yolla
deneği hipnotize eder.
88
birliği kurabilir; bazen de kurmayabilir. Örneğin, denek
sürekli işbirlikçi bir şekilde davranırsa, hipnotİst deneğe
karşı «meydan okur» ve denekten direnç göstermesini is
ter. Denek hipnotistle hiç işbirliği kurmaz ve direnç gös
tirse, o zaman hipnotİst bu denekle farklı bir şekilde uğ
raşır: Hipnotİst bu denekten ellerini dizlerinin üstüne
koymasını isteyecek olsa, denek bu davranışı, ya kendi
saptayacağı bir biçimde yapar; ya da hiç yapmaz . Neden
bu şekilde davrandığı sorulduğu zrcman da, ben de bil
miyorum; nedense yaparnıyorum diyebilir. Denekten sa
kince oturması, hiç bir şey yapmaması istenirse, bu ketz
de, denek yerinde sakince oturamaz; sinirli sinirli dolaş
maya başlar. Bir türlü sakinleşemediğini bunun elinden
gelmediğini belirtir. Özetleyecek olursak, dirençli bir de
nek kendisine verilen yönergelere uymak istemediğini
söylemez. Söylemiş olsa, hipnotizma süreci sona erer.
Bunun yerine, kendisine söylenenleri yerine getirmez; ne
den yerine getirmediği sorulunca da, elinden · gelmediğini
belirtir.
89
son istediğiniz kadar gezinebilirsiniz; bu beni çok rahat
sız etmez, Ancak, benimle gerçekten işbirliği kurmak is
tiyor musunuz? Bilmek istiyorum,der. Adam bu soruya,
istiyor muyum ne demek; İşbirliği yapmak ve tedavi ol
mak için buraya geldim diye cevap verir.
Bunun üzerine Erickson Sizden bir tek dileğim var.
Odanın her tarafında değil de, şu köşesinde dolaşınız der.
Adam buna razı olur. Erickson adamla konuşmaya baş
lar. Bir süre sonra adam bir şey söylerken zaman zaman
durur. Erickson konuşurken duraksadıkça, adam da rlu
raksamaya ve Erickson'u dinlemeye başlar. Kısa bir süre
sonra Erickson adamı bir sandalyeye oturtınayı ve hip
notize etmeyi başarır.
Erickson'nun kullandığı bu teknik iki aşamadan
oluşmuştur. Önce adamdan direnç göstermesi, bir başka
deyişle, davranageldiği gibi davranması istenmiştir. Son
ra da, adam aldığı yönergeleri yerine getirmeye başlayın
ca, adamın bu davranışlarından yararlanılmaya çalışıl
mıştır.
Erickson dirençli davranışları yüreklendirebilmek
için çeşitli teknikler kullanır. Örneğin, bir hasta sandal
yede otururken, direnç gösterdiğini anlarsa, ondan bir
başka sandalyeye geçmesini ister. Böylelikle, dirençli dav
ranışların fiziksel konumunu değiştirmeye ve bu davra
nışları etkisiz kılmaya çalışır. Hem hipnotize olmak is·
teyen, hem de Erickson'nu yenik düşürmeye çalışan bir
hanım hasta ile bir başka teknikle uğraşır. Hanıma karşı
kendisini öyle yetersiz bir kişi olarak tanıtır ki, hanım
Erickson'nun yaptığı bu özeleştirileri dinlerken hipnotize
olur. Erickson bu teknikle hem hamının hipnotize olma,
hem de terapisti yenik düşürme ihtiyacını doyurmuştur.
Erickson belirtisel davranışlarla da yukarıdaki tek
nikiere benzer tekniklerle uğraşır. Bu açıdan Erickson'
90
nıın kullandı�ı tekniklerle psikoterapi teknikleri arasın
da yakın bir benzerlik vardır. Örneğin, Erickson, zayıfla
dıktan sonra kompalsif bir şekilde yemek yiyerek tek
rar eski kilosuna dönen ve her türlü rejimi deneyip ba
şarısızlığa uğrayan bir hanım hasta ile şu teknikle uğra
şır. Bu hanıma kişilik özelB.klerini dikkate alarak zayıf
laması gerektiğini belirtir. Hanıma, mevcut kilosuna 20
paund daha ekieyebilmek için her istediğini yemesini,
ondan sonra tedaviye başlayabileceklerini açıklar. Hanım
bunu kabul eder. Bir süre sonra, bir kaç kilo alarak Erick
son'la görüşmeye gelir. Erickson 20 paund alıncaya dek
kilo alması gerektiğini belirtir. Böyle davranmakla, Erick
son önce hanımı psikoloj ik olarak kilo vermeye hazırla
maya çalışmaktadır. Erickson, hanım istenilen kiloyu al
dıktan sonra, ona belirli bir zayıflama rejimini kademeli
bir şekilde uygulattınr ve hamının istediği kiloda kalma
sım sağlar.
Erickson bu vak'ada da tıpkı hipnotizma olmak iste
yen dirençli deneklerle uğraştığı gibi hasta ile uğraşmış
tır. Hastanın yemek yeme ihtiyacını kabul etmiş; hatta
bu davranışı yüreklendirmiş ve belirli bir noktadan sonra
hastanın yemek yeme örüntüsünü değiştirebilmek için
hastaya verdiği yönergelerin niteli�ini de�iştirmiştir.
Erickson'nun kullandığı tekniklerin ortak özelli�i
şu şekilde özetlenebilir: Erickson hastalarının belirtisel
davranışlarını yüreklendirerek, o.nları paradoksal bir du
rumla karşılaştırtnaktadır. Böylelikle, belirtisel davranış
ların kontrolünü kazanmaktadır. Erickson'nun teknikleri
nin bu niteliği tüm tedavisel değişmelerin kişilerarası
bağlamdan soyutlanarak ele alınamayacağına dikkatimizi
çekmektedir.
Erickson'nun dirençli d�neklede etkili bir şekilde uğ
raşması onun etkili psikoterapi teknikleri geliştirmesine
91
yol açmıştır. Buna da şaşmamak geı;ekir; çünkü bir de
neğin davranışları, duyumlan ve algılan hipnotik teknik
lerle nasıl değiştirilebiliyorsa, aynı şekilde nörotik bir ki
şinin de davranışları, duyumları ve algılan psikoterapi
teknikleri ile değiştirilebilir. Hipnotik bir ilişkide deneğin
dirençli ve işbirlikçi davranışlan bu ilişkinin başanya
ulaşması için ne denli önemli bir rol oynarsa, aynı şekil
de tedavisel bir ilişkinin başanya ulaşahilmesi için, has
tanın dirençli ve işbirlikçi davranışları da o denli önemli
bir rol oynar. Kendisinin ve başkalarının davranışlarını
elinde olmadan kısıtlayan bir hastanın davranışları, hip
notik süreçte hipnotistin istediği davranışlan «elinde ol
madan yapamayan» deneğin davranışlarına çok benze
mektedir. Sırası gelmişken hipnotizma ve psikoterapi ara
sındaki bir başka ilginç noktaya da değinilmesi gerekir.
Genellikle, hipnotistler ve psikoterapistler hipnotik ve
tedavisel ilişkilerin bir didişme ve savaşını süreci oldu
ğunu belirtmemelerine karşın, bu ilişkilerde bir savaşım
süreci yer alır. Söz konusu didişme ve savaşını süreci bir
kişinin bir başkası tarafından etkileurnesi süreci üstünde
yoğunlaşır. Bu savaşım sürecinde hipnotİst ve psikotera
pist basit bir şekilde yetkeci veya kontrolcü olmava di
retmezler. Diretecek olsalar, yenik düşeceklerini çok iyi
bilirler. Bir hasta veya denek kendisinden istenilen bir şe
yi yapmayarak ilişkiyi kontrol etmeye yeltenirse, hipno
tİst veya tera.pist bu duruma bir süre izin verir. Bunu
ilişkinin kontrolünü ele geçirebilmek için yaparlar. Hip
notİst veya psikoterapist çeşitli şekillerde izin verici ola
bilirler. Bazen oturumlarda tüm olan bitene bir süre göz
yumup sessiz kalabilirler.
Bir hipnotİst önce denekten işbirliği kurmasını iste�
yip ardından direnç göstermesini isterse, bu deneğin iliş
kinin kontrolünü kazanması çok zordur. Bu durumda de-
92
nek direnç gösterse de, işbirliği yapsa da hipnotistin is
tediği bir şeyi yapn;ıış olur. Bir başka deyişle, denek ne
şekilde davranırsa davransın, hipnotistin verdiği yönerge
leri izlemek zorunda kalır.
Tıpkı hipnotİst gibi psikoterapist de hastayı belirti
sel bir şekilde davranmaya yüreklendirirse, hasta ister
belirtisel bir şekilde davransın, ister davranmasın, tera
pistin istediği bir şeyi yapmak zorunda kalır. Bir belirti
başkalannın davranışlarını kısıtlama taktiği olarak ele
alınırsa, terapist bu belirtiyi yüreklendirdiği zaman, be
lirtinin terapiste karşı etkisi azalır. Bu açıdan psikotera
pi yaklaşımiarına bakıldığında, farklı psikoterapi yakla
şımlannın farklı kontrol yöntemleri olduğu kolaylıkla
görülebilir. Psikanalist izin verici bir bağlam içinde has
tanın sorunlarını dinler. Hastadan bir koltuğa uzanarak
� serbest çağrışım yapmasını ister. Bir başka deyişle, has
tanın belirtisel bir şekilde davranmasını yüreklendirir.
Hasta başka kişilerle belirtisel bir şekilde uğraşmayı ya
şam biçimi haline getirmiştir. Hastadan serbest çağrışım
ya-pması istendiğinde ona belirtisel bir şekilde davran
ması için olanak verilmiş olur. Ne var ki, serbest çağrı
şım yaparken hastanın yaptığı belirtisel davranışlar ana
listin kontrolü alt�nda yapılan davranışlardır. Örneğin,
çok şanssız bir kişi olduğundan yakınan bir hastadan ser
best çağnşım yapması istenir ve hastada serbest çağrı
şım yaparken çok şanssız bir kişi olmasından ne denli
yakınırsa yakınsın bu yakınmalar analistin kontrolü al
tında kalmış olur.
Şimdiye dek açıklamaya çalıştığımız kısa süreli psi
koterapi tekniklerinin bir başka ilginç özelliği daha var
dır. Kısa süreli psikoterapi teknikleri tedavi sürecinin
hastanın beklentileri doğrultusunda düzenlenmesine ola•
nak verir. Kısa süreli psikoterapi teknikleri aracılığı ile
hasta bir kişi, sorunları ile ilgili bazı bilgileri gizlerneye
93
yiireklenditilir. Bu durum hastanın beklentilerine uygun
düşer; çünkü hasta zaten bazı konulan konuşmaktan ka
çınmaya çalışinaktadır. Öte yandan, kısa süreli teknikler
aracılığı ile hasta belirtisel bir şekilde · davranmaya yü
reklendirildiği zaman, belirtisel davranışların kontrol
edici niteliği azalır. Aynı amaca hastanın kendi kendini ce
zalandırmasını sağlayarak da ulaşılabilir. Çünkü hasta
belirtisel bir şekilde davranmaktan dolayı zaten ceza gör
mektedir. Terapist tarafından belirtisel bir şekilde dav
ranması yüreklendirilince bu ceza daha da belirginleş
mektedir. Terapist hastanın kötüleşmeye başladığını gö
rürse, bu durumu hastaya aÇıkça söyleyerek hastanın
kötüleşme koşullarını kontrol etmeye çalışır. Böylece has
tanın gittikçe çığınndan çıkan davranışlarını . işbirlikçi
davranışlara dönüştürür. Özetle, kısa süteli tedavi yakla
şımlarının temel amacı hastayı belirtisel davranışları yo- .
luyla bir çıkar sağlayamayacağı bir şekilde belirtisel bir
şekilde davranmaya yüreklendirmektir.
Tüm tedavi yaklaşımiarına bir bakıma hastanın ken
di kendisini cezalamasını sağlayan yöntemler olarak yak
laşılabilir. Belki de bu düşünce ilk anda oldukça garip
görünebilir. Ancak, bir kişinin «hiç sorunu olmayan bir
kişiye» başvurup tüm yetersizliklerini ve zayıflıklarını an
latması o kişiyi cezalayıcı bir yaşantı değilse, ya nedir?
Psikoterapinin başanya ulaşahilmesi için psikoterapi ola
yının psikoterapi alan kişiyi sarsması veya bir anlamda
sıkıntıya sokması gerekir. Psikanaliz sürecinin hoş bir
yaşantıdan ibaret olduğunu savunan bir hasta tipik bir
psikanaliz sürecinden geçmemiştir. Psikoterapi süreci:ı=ıin
insanı sarsan ve sıkıntı veren niteliği psikoterapi alan ki
şilerin kendi kendilerini cezalamaya yatkın kişiler oldu
ğuna dikkatimizi çekmektedir. Eğer bir hasta cezalan
ınayı aranıp duruyorsa, bu hastanın kendi kendisini ce-
94
zalamasını sağlamak da oldukça akla yatkın bir yaklaşım ·
değil midir?
Bir hastanın kendi kendini cezalandırmasını sağlaya
bilmek için, çeşitli yollar geliştirilmiştir. Kuşkusuz, bir
hastanın yararını gözeten ve psikodinamik ihtiyaçlarına
cevap veren oeza en etkili cezadır. Sözgelimi, sporsuz ya
şam olmaz diye tutturan ve bu nedenle yaşamını alt üst
eden bir adamdan gecenin ortasında kalkıp spor yapma
sı istenebilir. Bu durumda adam spor yapsa da, yapma
sa da sonuçtan yarar sağlar; çünkü verilen yönergeleri
yerine getirirse spor yapmış, yerine getirmezse, bu kez
de, spor konusundaki geliştirdiği belirtisinden kurtulmuş
olur. Aynı şekilde, hiç durmadan çalışması ve zamanını
boşa harcamaması gerektiğine inanan bir kişiden de, ge
cenin ortasında kalkıp belirli bir süre çalışması istene
bilir ve bu kişinin çalışma konusunda geliştirdiği belirti
sel davranış yararlı bir eyleme dönüştürülebilir. Bu yol
la belirtisel davranışiann istenmedik işlevleri ortadan
kaldırabilir. Bazen, hastanın kendi kendini cezalama dü
şüncesi bile davranışlarda önemli de:ğişiklikler yaratabilir.
Örneğin, bir yandan karşı cinsten kişilerle daha yoğun bir
iletişim içinde bulunmak isteyen, öte yandan yazmak zo
runda olduğu yazılan yazmadığından <?türü kendisini bu
tür bir iletişimden yoksun kılan bir yazara haftalık yazı
ödevleri verilebilir. Yazar bir hafta içinde kendisine ve-
•
rilen yazı ödevlerini yazmazsa, bir hanım arkadaşını ye-
meğe davet etmek zorunda bırakılır. Bu durumda yazar
söz konusu yazılan yazsa da, yazmasa da sonuçtan ya
rarlanmış olur.
Bir çok kez belirtildiği gibi, bir belirti, belirtisel dav
ranan kişiye belirtilerinden yararlanarak ilişkilerini
kontrol etme avantajı verir. Bu demektir ki, bir belirti- ·
95
konusu avantajın ortadan kaldınlması 'gerekir. Bunu ba
şarmanın yollarından birisi kişinin kendi kendisini ceza
landainasını sağlamaktır. Örneğin, gözündeki bir tikten
ötürü bir adam tedavı olmak için başvurur. Bir ticaret
şirketinde yönetici olarak çalışan bu adamm «fil» anla
mına gelen oldukça garip bir adı vardır. Söz konusu be
lirti adamın mij.şterilerine güvenli ve kararlı bir şekilde
davranmasını önlemekte, öte yandan adama birtakım
avantajlar sağlamaktadır. Sürekli bir şeylerd�n sakınma
ya çalışan bu adama karşı müşterileri diretken bir şekil
de davranamamaktadırlar. Bu adam belirtisel davranış
lannın ardında yatan etmenleri kavrayabilmek için, üç
yıl süren bir psikanaliz sürecinden geçmiştir. Bu neden
le · söz konusu soruna psikanalitik bir açıdan yaklaşmak
ve adama bu açıdan bir içgörü kazandırmaya çalışmak
en azından ekonomik değildir.
ilk oturumda adam oidukça ünlü psikiyatristlere
gittiğini ama yine de sorununa bir çözüm bulamadığım,
lıipnotizma denilen olaya da pek inanmadığını, fakat bir
kez olsun denernekte yarar olabileceğini belirtir. Tüm
bunlan anlatırken terapiste karşı eleştirisel ve onu kü·
çümseyki bir tutum takınır. Bu durum karşısında tera
pist adamı hipnotize edemeyeceğini anlar; ona psikaliz
sürecinde oldukça garip gelen ismi ile her hangi bir şe
kilde uğraşıp uğraşmadığını sorar. AdaD} bu soruya bi
raz kızarak uğraşmadım diye cevap verir; Terapist ko
nuşmaya başladıktan bu yana kaç defa gözünüzü kırptı
nız der. Adam hiç farkında olmadığını belirtir. Bun}ln
üzerine, terapist sen ne zaman göz kırparsan ben de gö
zümü kırpacağım, benim gözümü kırptığımı görünce sen
de adını söyleyeceksin der. Adam, bu işlemi uygulamayı
kabul eder. Görüşme ilerledikçe, hasta terapistin gözkırp
masma sinirlenir. Sinirlendikçe de gözündeki tik davranı-
96
şında bir artış olur. Bu durum hasta açısından çok itici
bir nitelik kazanınaya başlar. Tüm iticiliğine karşın bu
işlem bir süre sürdürüldükten sonra hastanın belirtisinde
bir azalma olmaya başlar. Hasta birkaç saat süren bu otu
rurnun son bir buçuk saatinde hiç gözkı:rpmaz.
Görüldüğü gibi bu vak'ada da hasta oldukça itici bir
duruma sokulmuş; belirtisel davranışı ona bir avantaj
yerine dezavantaj getirmiş ve belirtisel davranışının üste
sinden gelinmiştir. Daha dakik bir şekilde belirtecek
olu.rsak hasta paradoksal bir durumla karşılaştırılmıştır.
Küçümsediği hor gördüğü bir terapist tarafından olduk
ça gülünç bir duruma sokulmuştur.
Ayrıca bu vak'a ile ilgili olarak şu noktanın da be
lirtilmesin de yarar vardır. Hastanın belirtisel davranışı
ortadan kaldırınca: hasta kendisini depressif hissetme
ıneye başlamıştır. Bu durum belirtisel davranış ortadan
kalktıgı zaman, söz konusu belirtinin yer değiştireceği
(Semptom substitution) görüşüne iyi bir cevap oluştur·
maktadır. Yeri gelmişken bir de şu noktanın belirtilme
sinde yarar olabilir: Bu vak' ada terapist hastayı gülünç
bir konuma sok.muştur. Bu demek değildir ki, terapist
hastaya bir insan olarak saygı duymamaktadır. Terapist
hastanın belirtisel davranışının üstesinden gelmesini sağ
layarak onun daha güvenli ve mutlu bir yaşam sürmesi
ne olanak sağlamıştır. Bu terapistin hastaya gerçekten
saygı duyması demek değil midir?
Yeri gelmişken yönehirnci ve yönehirnci olmayan
psikoterapi yaklaşımlarının birbirine ters düşen bir özel
liğine değinmek gerekir. Yönehirnci olmayan psikotera
pistler hastaya · ne yapması gerektiğini belirtmenin onu
bağımlı bir kişi kılacağııu savunurlar. Yönehirnci psiko·
terapistler ise bu durumun tersini savunur ve hastalara
nasıl davranmaları gerektiğini belirtmekten kaçınmazlar.
97
Bu açıdan yöneltimci psikoterapi yaklaşımı bir bakıma
ana ve çocuk arasındaki bir ilişkiye benzer. Yönehirnci
terapist hastanın bağımlılık isteklerini azaltabilmek
amacı ile onun isteklerine bir süre boyun eğer; çünkü yö
neltimci bir terapist hastanın bağımlılık isteklerini gör
memezlikten gelmeye çalışmanın, hastanın bağımlılık is·
teklerini artıracağına, onda bir engellenme durumu yara·
taeağına ve tedavi sürecini sürüncemede bırakacağına
inanır. Yönehirnci bir terapiste göre hastanın bağımlılık
isteklerine cevap vermek hasta için onur kırıcı bir olay
değildir. Bir terapist ne zaman ki tedaviyi sürüncemede
bırakır ve hastanın sorunlarını çözemezse, o zaman hasta
için onur kırıcı bir durum yaratmış olur.
Psikiyatrik uygulamalarda her geçen gün yönehirnci
teknikiere biraz daha ilgi duyulmaya başlanmıştır. Bazi
psikoterapi tekniklerinin uzun süre uygulandığı halde, ba
şarısızlıkla sonuçlanması, psikoterapistleri yönehirnci
teknikleri kullanmaya yüreklendirmektedir. Yönehirnci
tedavinin temel özelliklerinden birisi �u şekilde ifade edi·
lebilir: Yönehirnci bir terapist hasta ile oldukça yakın ve
yoğun bir ilişki kurar. İlişki istediği yakınlığa ve yoğun
luğa ulaştıktan sonra, hastadan yavaş yavaş uzaklaşma
ya başlar. Yönehirnci terapist, uzun süreli yaklaşımlarda
olduğu gibi, önce hastayı darmadağın edip, sonra iyileş·
tirmeyi amaçlarnamaktadır.
Diğer Teknikler
Kısa süreli tedavi teknikleri kapsamı içine giren şim·
diye kadar inedediğimiz tekniklerden başka teknikler de
vardır. Bunların başında hipnotizma ve sistematik duyar
sıziaştırma (sistematic desensitization) teknikleri gelir.
Bu iki teknik özellikle psikiyatrik sorunların önemli bir
bölümünü oluşturan fobik belirtilerin tedavisinde etkili
98
olmuştur.
99
madan» asansöre bindiği, bir anlamda «bellek yitimi»
(amnezi) gösterdiği belirtilebilir. Ancak bu vak'a farklı bir
şekilde de açıklanabilir. Bu ·açıklamaya geçmeden önce,
bir başka vak'ayı ele alalım.
Banyoda yıkanırken kilitli kalıp boğulacağından kor
kan ve bu yüzden bir türlü yıkanamayan bir hanım Erick
son'a başvurur. Hanım korkusunun ne denli mantık dı
şı bir korku olduğunu bilmektedir. Erickson hanımı hip•
notize eder ve ona bugünlerde bir gün banyo kapısı kilit
liyken yıkanmış olduğunuzu farkedeceksiniz der.
Bir sonraki hafta hanım tedaviye geldiğinde gerçek.:
ten Erickson'nun dediği gibi olduğunu, bir gün yıkandık
tan sonra kurulanırken banyo kapısı kapalı olduğu hal
de yıkanmış olduğunu belirtir. Aynı zamanda hanım bu
duruma oldukça şaşmıştır; çünkü nasıl olupta banyo ka
pısının kapalı olduğunu farkedememiştir? Bunun üzerine
Erickson, bundan sonra banyo yaparken, biraz kaygıla·
nabilirsiniz; ancak korkunuzun üstüne gözüpek bir şekil
de yılınadan giderseniz eninde sonunda sorununuzun Üs·
tesinden geleceksiniz der. Hanım, o hafta banyo kapısı
kapalı olduğu halde, bir kaç kez banyo yapmayı başarır
Bu hamının banyo fobisinin dışında daha başka sorun
ları da vardır. Ama banyo yapma sorunun üstesinden ge.
linmesi diğer sorunlarının çözümüne de yardımcı olur.
Sık sik tanık olduğumuz gibi bu iki vak'ada bellek
yitimi, dikkatin çeldirilmesi, farkında olmamak gibi kav
ramlardan söz ederek açıklanabilir. Ancak bu tür açık
lamalarda sözü edilen bellek yitimi, farkında olma .ve
dikkatin çeldirilmesi olaylarını gözlernek ve bu olaylan
test etmek çok güçtür. Bu nedenle, bu iki vak'anın da
gözlenebilir olaylar açısından açıklanabilmesi gerekir.
Hipnotizma olayının · en belirgin özelliklerinden biri,
hipnotistin hipnotizma olayı bittikten sonra verdiği yö-
100
nergelerin (post hipnotik suggestion) etkilerini uzun süre
sürdürmesidir. Hipnotizma olmuşken bir denek bir şey
yaparsa, bu denek hipnotizma olayı sona erdikten sonra
da, aynı şeyi yaparken hipnotize olabilir. Asansör fobisi
olan hasta da büyük bir olasılıkla Erickson'nun gönder
diği adrese giderken hipnotize olmuş ve asansöre binmiş
tir. Bu demektir ki, hasta fobik belirtilerini uyandıran
bir durumla karşılaşmış; fakat alışageirliği davranış bi
çiminden farklı bir şekilde davranınayı başarmıştır. So
runun üstesinden gelmesi dikkatinin çeldirilmesinden da
ha çok, sorununa zemin hazırlayan bir durumçla farklı
davranmasından kaynaklanmıştır. Bir başka deyişle, has
ta korkusunu uyandıran bir durumla karşılaşmış; bu du
rumda farklı davranarak korkusunu pekiştirmemiştir.
Banyo fobisi olan hasta da fobik belirtilerini uyandıran
bir durumla karşılaşmış; bu durumda farklı davranmış
ve sorununun üstesinden gelmiştir. Bu iki vaka'da da ol
dukça önemli rol oynayan iki etmeni bir kez daha vurgu
lamakta yarar olabilir: a) Hasta fobik belirtileri uvandı
ran uyarıcılarla karşı karşıya getirilmiş b) alışageldiği gi
bi. davranmasından farklı bir şekilde davranması sağlan
mıştır. Özetle, fobik davranışlar pekiştirildiği zaman bu
davranışlar sürer. Fobik belirtileri uyandıran durumlarda
hastanın fobik olmayan bir şekilde davranması sağlana
bildiği takdirde fobik davranışlar pekiştirilmemiş olur ve
bu davranışlar söner.
Bu iki vak'ada da terapist hastalan fobik belirtileri
uyandıran durumlarla karşı karşıya getirmeyi başarmış
tır. Bu demektir ki fobik belirtilerin ortadan kaldırılabil
inesi için hasta ve terapist arasında yer alan ilişki olduk
ça önemli bir rol oynamaktadır. Bu ilişkinin özelliklerini
dikkate almayan tedavi yaklaşımlarının fohik belirtilerin
ortadan kalkmasını doyurucu bir şekilde açıklaması ol
dukça güçtür.
101
Fobik belirtilerin tedavisinde kullanılan ikinci bir
teknik de sistematik duyarsıziaştırma tekniğidir. Bu tek
nik Joseph Wolpe tarafından önerilmiştir. Wolpe, korku
ve kaygının koşullama sonucu kazanıldığını. fobik davra
nışların tedavi edilebilmesi için hastanın fobik belirtileri
uyandıran durumlara duyarsızlaştınlması gerektiğini be
lirtir. Wolpe, ileri sürdüğü bu görüşleri hayvanlarla yap
tığı deneysel çalışmalarla kanıtlamıştır. Wolpe, önce hay
vanları belirli itici uyarıcılada karşılaştırmış; hayvanla
rın kaygılanmasını sağlamış, sonra da söz konusu itici
uyarıcılara hayvanları sistemetik bir şekilde duyarsızlaş
tırarak kaygılarını ortadan kaldırmıştır.
Wolpe . hastalarından s.orunları ile ilgili gerekli gör
düğü tüm bilgileri topladıktan sonra, onlardan kaygılan
dıkları durumların bir listesini yapmalarını ve bu kaygı
verici durumları bir hiyerarşi içinde düzenlemelerini is
ter. Daha sonra hastalarının dinlenmesini (relaxation) sağ
lar. Hastaları rahat ve gevşemiş bir durumda iken on·
lardan en az kaygı duydukları bir durumu imgelernelerini
(imagining) ister. Örneğin, bir hasta kan görmekten çok
korkuyorsa, Wolpe, önce hastanın gevşemesini sağlar; pe
şinden hastadan önce üzerinde küçük bir kan lekesi olan
bir sargı bezini, sonra kanlı bir yarayı, daha sonra içi
yaralı ve kanlı askerlerle dolu bir hastaneyi imgelemesini
ister. Bu örnekten de görüldüğü gibi Wolpe, kaygı uyan
dıran durumların şiddetini sistematik bir şekilde artırır.
Hasta bu durumları imgelerken herhangi bir durumda
kaygılanacak olursa, o günkü oturumu bitirir. Ertesi otu
rumda kaygı uyandırmayan bir durumdan başlayarak
kaygı uyandıran durumların imgelenmesini sürdürür. Bu
yolla Wolpe hastalarını kaygı uyandıran durumlara
duyarsızlaştırmaya çalışır. Hastalarından tedavi orta·
ınında uyguladıkları işlemleri günlük yaşamlannda da
102
uygulamalarını ister. Wolpe sistematik duyarsıziaştırma
tekniği ile çok dikkate değer başanlar elde etmiştir.
103
nın bir tek yolu vardır; o da, belirtisel bir şekilde davran
maktan vazgeçmektir.
Wolpe, tıpkı Freud ve diğer terapistlerin de olduğu
gibi, sistematik duyarsıziaştırma tekniğinin rasyonelini
hastalarına açıklar. Hastalarına kaygı uyandıran durum
lan isteyerek imgelerneleri için yönergeler verir. Bir yar
dım çerçevesi içinde verilen bu yönergeler paradoksal bir
nitelik taşır. Hasta isteyerek bir şeyi yapmaya zorlanmış
tır. Hastadan yalnızca kaygı uyandıran uyarıcılan imge
lernesi istenmiş olsa, hasta bu uyarıcıları imgeler ve .ge
çirdiği yaşantının çok korkunç bir yaşantı olduğunu söy
ler ve bir daha da bu tür bir yaşantıyı yaşamak istemedi
ğini belirtebilir. Ama, hastadan kaygı uyandıran durumla
n isteyerek imgelemesi, bunun kendisinin iyiliği için ya
pıldığı belirtilerek söz konusu durumlari imgelernesi iste
nirse, bu durumda yalnızca hastanın kaygısı kontrol al
tına alınmış olmakla kalmaz, aynı zamanda gelecek otu
ruma gelmesi de garanti altına alınmış olur.
Sistematik duyarsızlaştırma tekniğinin kişilerarası
niteliği, bu tekniğin doğasında yatar. Bu tekniğin temel
fikrine göre, fobik kişinin duyduğu kaygı genellenmiş
bir kaygıdır. Öyleyse, tedavi oturumunda hastanın
kaygılanmasına izin verilmemelidir. Ancak hasta ha
zır olduğu zaman, ondan kaygı uyandıran bir duru
mu imgelernesi istenmelidir. Hasta hazır değilken . kay
gı uyandıran durumlan imgeleyebileoek güce sahip
değilken, ondan kaygı uyandıran durumları imgelemesini
istemek, hastanın sorunlarını iyice içinden çıkılmaz bir
hale getirl!bilir. Wolpe, kaygının genelleninesi açısınaan
psikanalizmi sert bir dille eleştirir. Hastayı bir kanepe
ye uzandırarak serbest çağnşım yaptırmanın kaygının ge
nellenmesine yol açacağını önesürer. Ancak yazar, Wolpe
ile aynı fikri paylaşınamaktadır. Bir hasta ne kadar çok
104
kaygılanması İçin yüreklendirilirse, o kadar az kaygı duy
maya başlar. Aynı şekilde, aşırı ölçüde kaygı duyan bir
kişiye kaygılanmaya gerek yok demenin bu kişinin kaygı
lanınamasını sağlamak açısından pek bir yararı yoktur.
Kaygılı bir şekilde davranan bir kişiye bu şekilde davran
ması birtakım olumsuz sonuçlar getirmesinin yanında,
bazı olumlu sonuçlar da getirir. Özellikle, kişiye kişiler
arası ilişkilerini kontrol etme avantajını verir. İşte, te
davi ortamında terapistin belirtisel davranışları yüreklen
dirmeye çalışmasının nedeni de bu noktada yatmaktadır.
Terapist hastayı tedavi ortamında . belirtisel bir şekilde
davranmaya yüreklendirdİğİ zaman, hastanın . belirtisel '
davranışları yoluyla tedavi sürecini kontrol etmesini ön
lemeye çalışır.
Bir başka kısa süreli teknik de Cowles tarafından ge
liştirilmiştir. Cowles, hastaya sorunun nasıl üstesinden
gelinebileceğini açıklarken enerji kavramından söz eder.
Belirtisel . davranışının enerji yitimine yol açtığını, has
tanın durumunun aşağıya doğru düşen bir asansöre ben
zediğini, her hangi bir önlem alınmayacak olursa duru
munun iyice kötüleşeceğini belirtir. Ayrıca, Cowles, il
·
105
rnek için bir çabanın gerekli olduğunu· vurgular; Hasta
açısından kendisini cezalayıcı bir nitelik taşıyan bu ge
nel ortamdan kurtulabilmenin bir tek kurtuluş yolu var
dır: İyileşmek. . .
106
oldu�nu söyler. Gerçekten kaçmak istiyorsa daha usta
lıklı bir plan yapması gerektiğini belirtir. Böylece, te�
rapist delikanlının güvenini kazanmaya ve kaçmak ko
nusundaki direncini kırmaya çalışır. Delikanlı terapiste
bir kez güvenıneye başladıktan sonra, terapist daha ge.
leneksel teknikleri uygulayarak delikaniıyı yeni bir suç
işlernekten alıkoymaya çalışır.
Belirtisel davran,ışın açık bir şekilde yüreklendiril
mesini içeren, bir başka teknik de Frankl tarafından öne
rilmiştir. Gerz bu tekniğe «paradoksal niyet» adını ver
miştir. Gerz, bu teknikle 24 obsesif kompalsif hastayı te
davi etmeyi başarmıştır. Gerz, belirtisel bir şekilde dav
ranmaktan kaçınmaya çalışmanın belirtisel davranışlan
artıracağını belirtir. Örneğin, bir hasta. yüzünün kızarma;
ması için kendisini ne denli zorlarsa, o denli kolaylıkla
yüzü kızarır. Acaba bir hastadan yüzünü kızartmamasını
isternek yerine, bile bile yüzünü kızartmasını isternek da
ha etkili bir teknik olabilir mi? Bayılınaktan veya pa
niğe kapılmaktan çok korkan bir hastadan, bayılınası ve
ya paniğe kapılması istenirse, ne tür bir sonuç alınır?
Hiç kuşkusuz hasta yüzünü kızartmaya kendini ne denli
zorlarsa, o denli hastanın yüzü kızarmaz; çünkü yüz kı
zarmasını kontrol eden otonam sinir sistemi, istemimizin
kontrolü altında çalış<iı.n bir sinir sistemi değildir. Para
doksal niyet tekniğinde de, sinir sistemimizin bu özel
liğinden yararlanılır. Örneğin, Gerz bayılınaktan aşırı öl
çüde korkan bir hastaya haydi bayıl bakalım; bana ne
denli bayılgan bir kişi olduğunu kanıda der. Hasta ne
kadar bayılınaya çalışırsa çalışsın, bir türlü bayılamaz
ve gülmeye başlar. Hastanın sorununun bu tür bir tek
nikle üstesinden gelinebilmesi için, söz konusu tekniğin
bir çok kez tekrarlanması gerekir.
Frankl paradoksal niyet tekniğinin paradoksal bir
107
nitelik taşımadığını belirtir. Paradoksal niyet tekniğine
bireysel bir açıdan bakılırsa, Frankl'ın görüşüne hak ve
rilebilir; çünkü paradoks tanırnma göre bir düzeydeki bir
iletinin bu iletiyi niteleyen bir başka clüzeydeki bir ileti
tarafından tutarsız bir şekilde nitelenmesi gerekir. Kork
tuğu bir şeyi yapan bir kişinin iletileri arasında her zaman
bu tür bir tutarsızlık olmayabilir. Paradoksal niyet te:kni
ğine Frank! bireysel bir açıdan yaklaştığı için, bu tekniğin
paradoksal niteliğini görmekte güçlük çekmektedir. Aynı
tekniğe iletişim açısından yaklaştığımız zaman, bu tek
niğin paradoksal niteliğini kolaylıkla görebiliriz. Terapist
hastadan hem belirtisel bir şekilde davranmaktan vaz
geçmesini. hem de belirtisel bir şekilde davranmasını is
terse, hastayı paradoksal bir durumla karşılaştırmış olur;
çünkü bir düzeydeki bir ileti, bu iletiyi niteleyen bir baş
ka ileti tarafından tutarsız bir şekilde nitelenmektedir.
Tıpkı bir sınıfın içindeki bir öge, bu sınıfın kendisi ile
bir tutarsızlık gösterdiği zaman, nasıl bir paradoks do
ğarsa, aynı şekilde paradoksal niyet tekniğinde de, hasta
paradoksal bir durumla ı<.arşılaşmaktadır.
Daha önce de bir çok kez belirttiğimiz gibi çeşitli
psikoterapi teknikleri arasındaki ortak özellikleri gör
memizi engelleyen etmenlerden biri, belirli bir tedavi iliş
kisinde ne olup bittiğini dakik bir şekilde betimleyeme
mekten kaynaklanmaktadır. Tedavi sürecini betimlemeye
yeltenen terapistler, çoğu kez hasta ile kendisi arasındaki
alış verişi betimlemekten daha çok, benimsedikleri kura
mın özelliklerini açıklamaya çalışmaktadırlar. Bu tür bir
yetersizliğe uzun ve kısa süreli psikoterapi yaklaşımlan
nın her ikisinde de rastlanılmakta ve söz konusu yeter
sizlik uzun süreli psikoterapi yaklaşımlannda özellikle
dikkati çekmektedir. Örneğin, Moreno'nun psikodr::ıma
otururnlarını gözlediğimiz zaman, bu otururnlardan elde
108
edeceği.ri:ıiz ·• izienim ile aynı oturumiann raporlarını oku•
duğumuz zaman elde edeceğimiz izienim arasında büyük
bir fark vardır. Psikodrama otururnlarmda teTapistin
hastanın davranışları üzerinde kazandığı kontrol gerçek
ten görkemlidir. Bu oturumlarda hastadan yalnızca alı
şageldiği gibi davranması istenmez; aynı zamanda aile
sindeki veya rüyasında gördüğü bir kişiymiş gibi davran
ması istenir. Bazen de hastaya söylediği şeyleri söyleyen
kişinin kendisi olmadığı süperegosu olduğu belirtilir.
Böylece, hastanın söylediği şeylere bile bir tanım konma
ya çalışır. Yoğun psikodrama otururnlarmda hastamn
belirtisel bir şekilde davranması sağlanır. Hasta açısın
dan bu tür bir yaşantı ceza verici bir yaşantıdır. Kuş
kusuz, bu nitelik tüm psikoterapi yaklaşımlannın ortak
bir özelliğidir.
Özetle, yönehirnci tedavi yaklaşımları, belirtisel bir
şekilde davranınayı sürdürdüğü sürece, hastayı içinden
çıkamayacağı paradoksal bir durumla karşılaştınr. Be
lirtisel davranışlar ilişkinin kontrolünü ele geçirme açı
sından hastaya bir avantaj sağlamak yerine dezavantaj
sağlar. Bir başka deyişle, terapist iyiliksever bir çerçeve
içinde hastayı sıkıntılı bir durum içine sokar. Terapist
hasta ile yalnızca iyiJiksever bir şekilde uğraşmış olsa,
hasta terapistle, etkili bir şekilde uğraşabilir. Terapist,
hasta ile yalnızca acımasız bir şekilde uğraşmış olsa,
hasta bu kez de terapistle etkili bir şekilde uğraşabilir.
Ama, terapist hasta ile iyiliksever bir çerçeve içinde acı
masız bir şekilde uğraşırsa, hasta terapistle ancak be
lirtilerinden vazgeçerek etkili bir şekilde uğraşabilir. Psi
koterapinin bir anlamda amacı da bunu sağla:gıak değil
midir?
Şimdiye kadar açıklamaya çalıştığımız tüm yöneitim
ci psikoterapi tekniklerinde apaçık bir şekilde görüldü-
109
ğü gibi hastanın içgörü kazanması ve kendini anlaması
gibi olgular üzerinde durulınamıştır. Hastanın belirtisel
davranışlan ile ç.ocukluğu arasında içpsişik bağıntılar
kurulmaya da çalışılmamıştır. Yönehirnci bir terapist,
tedavi sürecinde, bir hasta ile ilgili içpsişik etmenler dik.
katini çekse bile, bunları hastaya belirtmez; çünkü yö
nehimci psikoterapistin amacı, hastanın zihinsel ya da
duygusal dünyasını değil, davranışlarını değiştirmektir.
·
1 10
BÖLÜM 4
PSİKANALİZ veAYlRlMINA VARMA (AWERENESS)
TEDAVi TEKNİKLERİ
111
naliz süresince hastanın kişisel yaşamnıda nasıl davran
ması gerektiğini belirtmenin tedavi açısından uygun ol
mayacağını savunur. Bu açıdan kısa süreli tedavi tek
niklerini sert bir dille eleştirirler. Yönehirnci bir tera
pistin yalnızca belirtileri ortadan kaldırdığını; fakat has
tayı geçekten tedavi etmediğini belirtirler. Psikanalizden
başka bir teknikle bir hasta iyileştiği zaman bu tür bir
iyileşmenin yalnızca bir aktanm iyileşmesi (trasference)
cure) olduğunu, özde bir değişme olmadığım vurgu
larlar. İşte, bu nedenledir ki, hastayı belirtilerinden
kurtarmanın anlamsız olduğu, hatta doğru olmadığı
görüşü, psikiyatri anlayışmda iyice yer etmiştir. Bu
anlayış şu iki temel sayıltı üstüne kurulmuştur: (a)
ne pahasına olursa olsun bir hastanın belirtileri orta
dan kaldırılmak istenirse, bunu yapmak çok zor bir iş
değildir. (b) temeli oluşturan nedenler ortadan kaldıni
madığı sürece bir hastanın belirtileri ortadan kaldırı
lırsa, bu hasta belkide çok daha beter bir belirtiye sa
hip olabilir. Günümüzde bu sayıltıların geçerliliğinden
önemli ölçüde kuşku duyulmaktadır. Bu sayıltılan des
tekleyen kanıtlar yok denecek kadar azdır.
Yönehirnci olmayan yaklaşımı diğer yaklaşımlardan
ayıran bir başka özellik de şudur: Bu yaklaşımı benimse
miş bir terapist, tedavi ortamında bilinçli bir şekilde
pasif (impassivve passiveness) kalmaya çalışır. Bir baş
ka deyişle, terapist hastanın kişisel yaşammda ne yap
ması gerektiğini belirtmekten bilinçli bir şekilde kaçınır.
Tipik bir psikanalist, hastanın yaşamını nasıl yaşaması
gerektiğine karışmanın tedavisel süreci çarpıtacağına
inanır. Oysa, Freud'ün zamanında, psikanaliz yalnızca,
kısa sürede uygulanmamış, aynı zamanda daha yönel·
tirnci bir şekilde uygulanmamış, aynı za:qıanda daha ·
112
serbest çağrışım (free association) yapacağı konuyu seç
miş ve hasta sorunu hakkında birazcik iç-görü (insight)
kazandıktan sonra, hastanın kazandığı bu bilgiyi kişisel
yaşamında uygularriasını istemiştir. Psikanalizin uzun
süreli bir şekilde uygulanması ve psikanalistin hastayı
yöneltmekten aşırı ölçüde kaçınmaya çalışması, psika
nalitik yaklaşımda daha sonradan ortaya çıkmış bir ge
lişmedir.
Diğer psikoterapi yaklaşımlarında olduğu gibi, psi
kanalizin betimlenmesinde de yine aynı sorunla karşı
laşırız. Psikanalistler yazdıkları raporlarda hastayla te
rapist arasındaki etkileşim yerine, daha çok psikanali
tik kuramın özelliklerine yer vermişlerdir. Psikanalitik
kurarn üstüne yazılmış ciltlerce kitap olmasına karşın,
psikanalistin ofisinde gerçekten ne olup bitmektedir, bu
konuya pek dokunulmamıştır. Oysa günümüzde, psika
nalistlerin kabul edebileceklerinin daha ötesinde yönel
tirnci olduklarını belirten bazı ipuçları yeni yeni anlaşıl
maya başlamıştır.
Psikanalitik kuramda düşünce süreçlerine ve fan
tazi yaşamına verilen ağırlık, Freud'ün insanın düşün
ce süreçlerine duyduğı,ı hayranlıktan kaynaklanır. Ger
çekten de, hastanın fikirlerini tüm sembolik ayrıntıla
rıyla incelerken Freud'ün becerisine ve dayanıklılığına
hayran kalmamak elde değildir. Burada Freud'ün sem
bolik süreçler ve kişiliğin gelişimi konusundaki görüş
lerine karşıt bir tez önermeye çalışılmamıştır. Bunun
yerine, tedavisel değişme için bir insanın iç-psişiğinin
incelenmesinin çok yararlı olmadığı önerilmiştir. Da
ha açık bir şekilde · belirtecek olursak . - Freud, bir has
tanın iyileşebilmesi için, bu hastanın kendisini anlaması
gerektiğini önermiştir. Bilrada bu öneriye karşılık, teda
visel değişmenin kendini anlamaktan değil de, kendini
1 13
anlamayı da yaratan kişilerarası bağlamdan kaynaklan
dığı önerilmiştir. Freud, kendini anlamanın değişmeye ne
den olduğu göl:ü.şünü savpnm.uştur; çünkü Freud, bu gö- .
rüşün egemen olduğu �ir dönemde yetişmiştir. Günü
müzde kendiJ].i anlamanııı değişmeye neden olduğ» gö
rüşü doyurucu bulunma.:maya başlamıştır. Tedavisel pe
ğişmeiıi�. · dolayısıyla kendini anlamanın nedenini:q. · de
açıklığa kavuşabilmesi için psikanalitik tedaviniJ1 h�s
tayla terapist arasmdflki �!].(ileşim ��ıs:ından bet�m.len
mesı gerekir.
Psikanaliz sürecinde hastayla terapist arasında ne
olup bitmektedir, bu konu henüz yeterli bir şekild@ fn
celenmemiştir. Bu nedenle, psikoanalitik tedavinin has
t�:yla terapist arasında yer alan bir takım işlemlere gö
re betimlenmesi gerekir. Ancak, bu tür bir betimleme ya
pılc.lığı zaınan, psikanalitik tfi!daviyl� ç:liğer yaklaşnnlar
arasındaki ortak özellikler kolayca görülebilir. Mademki,
· fa:r-\dı tedavi yaklaşımlan aynı hastayı tedavi edeb�bı:ıek
tedir, Öyleyse, bu yaklaşımlar arasında önemli beq�er
likle� olmalıdır: (a) yakınan bir hastaya daha etkil! bir
şekilçte yakınması için yö�ergeler veren yöneltimçj pir
terapisHn yönergeleri, (b) hasta yakındığı zaman, h'l�tanın
bu yakınma cümlelerini hastaya yineleyen C�rl �p,g�:rs'
ın yöneltiwci olmayan cümleleri, (c) hastanın yakı:qma
sına sessizl\}de karşılı� veren bir psikanalistiq davra
nışları ortak bir amaca hiz�et eder.
Psikanalitik anlayışa göre hastanıp tedavi olabilm�
si iç�n, hastan�:q. analistin yanıqda serbest c;&ğrışım ·yap
ması gerekir. B.� �nlayışa göre, h�stanı11 toplumsal var
· Iığıyla dürW.leri arasındaki çatışma ps�\tolojik sorun,la�
rın doğmasına yol aÇar. all Çatışma.: hastadaJP bilitlçW.tı
fikirleri, çru:ıntılmış a.:lg�ları yaratır. Libido e:q.�jisinı
yanlış bir y2n� yönel�if· Tedavi P.J:'taJD.lllda, 4a.:sta t�nı�
piste karşı geliştirdiği aktanm (transference) çabasıyla
bastırılmış yaşantılarıiu anlar ve . bu yaşantılardan kur
tulur. Tedavi sürecinde hastanın karşılaştığı ·en büyük so
run, b�stırılmış yaşantılarıyla yüz yüze gelmemeye .Çaiış
ıiıasıdır. Analist gerektiği yerde gerekli yorumlan yapa
rak hastanın basq:plmış yaşantılarıyla yüz yüze gelmesi
ni sağlar; bu yaşantılardan nasıl kurtulabileceğini ona
öğretir. Psikanalitik anlayış şu üç temel sayıltı listline
kurulmuştur: (a) hastanın sorunu çarpıtıimış algı ve du
yuınlardqn �iuşur. (b) hastanın savaşımı: · kendf kençline
karş� verile� bir savaşımdır. (Bir �ri.la��a hasta ��ndi
kendisiyle yüz yüze gelmekt(;!n kaçın�ktadır.) (c) has
tanın &Psyal çevresinden beHrtileıi yoluyla, kaz�dığı
avant;:ıjlar, yalnızca ikincil bir kazal}çtır. Bu bakımdan,
tedavide, temel ağırlık hastanın için,çleki fikirlerine karşı
gösterdiği savunmalar üstünde ohrıı:ılıdır.
Psikanaliz tarihinde, her zaman hastanın, içc�üreçle
l}e ağırlık verilmemişt�r. Psikanalizin tarihindeki en
önemli gelişmelerden biri, Freucfün histeri konusundaki
gözüpek görüş değişikliğidir. Freud, histe:ril\ kişilerin
geçmişte seksüel bir saldırıya uğradıklan ye bu yüzden
histerik oldukları görüşünden vazgeçı:n,iş, bu kişilerin.
histerik davranışları yoluylf\ bastırılmış duygulı:rrıllt ıJo
yurmaya çalıştıklarını belirtmiştir. Histeri konlJsıındaki
bu anlayış değişikliği11cien sonra, odipal ç�ttŞ.ma fikri
doğmuştur. Ama ne yazık ki, bu görüş değişikliği de,
psikqnaliz sürecinde hastanın fantazi Yf\Şamına yoğunla
şılmasını önleyememiştir. Eğ�r Freucl histeri� bir ld
şinin seksüel bir saldırıclan s.öz ederek, tenıpisti çalwı
lamaya çalıştığını belirtmiş olsayğı, psikoterapi olayını
hast� ve terapist ara�ıı;ıdaki taktikler açısından inçele
miş olac�ktı. Şunun yerine, Freud, hastanın g�çmişini
çarpıtılmış bir şekilde yorumladığın,ı öne sürdü ve sem
bolil� s.ti:reçleı; al�nı:p.a girme� zo�çlfır lqıld�, H�;Stanın
1 15
davranışları yerine çarpıtılmış algılannın önemsenmesi,
psikanalitik yaklaşımın ilgisini, hastanın fantazi yaşa
mına kaydırmıştır. Tüm dikkatin hastanın fantazi yaşa
mına toplanması da, hastayla terapist arasındaki iletişim
davranışının gözardı edilmesine yol açmıştır.
Kuşkusuz, insanoğlu incelenirken çarpıtılmış algılar
dikkate alınmalıdır. Hiç kimse belirli algı örüntüleri bir
kez öğrenildikten sonra, bu örüntülerin tümüyle yitip
gittiğini iddia edemez. Eğer öyle olmuş olsaydı, biz yeni
bir kişiyle karşılaştığımiZ zaman, bu kişinin ne tür bir
kişi olduğu konusunda, hiç bir beklenti geliştiremez ve
her seferinde yeni bir kişiyle tanışırken işe yeniden baş
lardık. Bu en azından insanın ekonomik bir varlık oldu
ğu görüşüne aykırıdır. Biz olaylar hakkındaki bilgileri
mizi kodlarız. Böylelikle, bir kişi bize bir şey söylediği
zaman, işe her seferinde yeniden başlama güçlüğünden
kurtuluruz. Önemle belirtmek gerekir ki, kodlama sis
temimiz her zaman kusursuz bir şekilde işlememekte
dir. Bazen, belirli bir durumdaki yaşantılarımızı kodla
yışımız bu durumla uyuşma içinde. olmayabilir. Yaşa
mımızdaki bu yeni gelişmeleri bu kodlama sistemiyle
yeterli bir şekilde açıklamayabiliriz. Ama, bu durum, ne
zaman yeni bir ilişkiye girecek olsak, bu ilişkiyi daha
önceden girdiğimiz ilişkiler doğrultusunda algılamaya ça
lıştığımız gerçeğini değiştirmez. Bir yandan, daha ön
ceden geliştirdiğimiz algılarımızm ihtiyaçlarını doyura
biirnek için, yeni ilişkilerimizi bu ilişkiler doğrultusunda
anlamaya çalışır; öte yandan eski algılarımızı da yent al
gılar doğrultusunda değiştirmeye çalışınz. Algılanmızm
yitip gitmediğini ve bu algılarımızın yeni durumlarla
uyuşmadığını kabul edebiliyorsak, o zaman tedavi sü
recini de bir kişinin iç-süreçlerinin incelenmesine sınır
lamamız gerekir. Bir kişi algılar; fakat davranır da . . .
1 16
Da�ranışlanna aldığı yanıtlar algılarını değiştirir. Psika
naliz sürecinde davranışların önemsenmeyişi, neredeyse,
psikanalitik tedavi sürecinin tek bir kişilik sistem ol
duğu tartışmasını yaratmıştır. Bir hastanın sorunlarını
kendi kendine gösterdiği bir savaşımın ışığı altında an
lamaya çalışırsak, arralistin davranışlarını gözardı etmek
zorunda kalırız.
Ne yazık ki, bazı analistler, terapist bir hastaya bir
şey söylemediği zaman, bu terapistin bu hastayı etkile
rnemeye çalıştığını belirtmişlerdir. Hatta, bu konuda
Cari Rogers, hastanın kendi kendisini görebilmesi için,
terapistin yalnızca «ayna» işlevi görmesi gerektiğini be
lirtecek kadar ileriye gitmiştir.
Aslında yönehirnci olmayan tedavi terimi yanlış bir
tanımlamadır. İki kişi arasındaki bir etkileşimin yönel
tirnci bir etkileşim olmadığını belirtmek bir imkansızlığı
belirtmektir. Bir terapist hastanın davranışlarını yalnız
ca hastaya söylediği şeylerle değil, aynı zamanda hasta
ya söylemediği şeylerle de etkiler. Bir hasta terapiste,
karar veremiyorum; bana ne yapacağımı söylermisiniz,
dediği zaman, terapist bu hastaya, Senin adına ben ka
rar veremem derse, bu terapist, hastayı kendi kendine
karar vermeye yöneltıneye çalışmıyorsa, ne yapmaya ça
lışmaktadır? Bir hasta belirli bir sorunundan yakındığı
zaman, terapist sessiz kalırsa, bu sessizlik hastanın ya
kınma davranışına yöneltilmiş bir eleştiri değilde, ya ne
dir? Bu görüş açısından, yönehirnci olmayan yaklaşımın
can alıcı noktası şöyle özetlenebilir. Yönehirnci olma
yan yaklaşım ne pahasına olursa olsun, hastaya terapis
tİn davranışlarını kontrol etme olanağını vermemek için
düzenlenmiş bir sistemdir. Bir kişi, bir ilişkide hem
yönehir hem de yönelttiğini yadsırsa, bu kişinin ilişkiyi
kontrol etmesi oldukça kolaylaşır.
l ı7
Terapistin ÜstÜn Konttinu
1 18
olmayacağını terapist kontrol etmektecÜ:f. İlk oturilinun
başlangıcından itibaren, teırapistin yalnızca prestijl vur
grilanınakla kalmaz, aynı zamanda hastanın sorunlar
içinde yüzdüğü belirtilir. Hasta dezavimtajlı bir duriim
dadır. Yaşamındaki tüm sorunları, bu sorunlardan hiç
birisine sahip olmayan bir insana açmak zorundadır.
Tedavi ortamındaki fiziksel koşullar da terapistin
üstün konumunu pekişiirir. Çoğu kez hasta bir sandalye
ye oturur. Psikanalitik tedavide fiziksel ortamın düzen
lenişi daha da ileriye götürülmüştür. Hasta bir kanepeye
uzanıp yatar. Terapist bir koltukta oturur. Bu koltuk,
terapistin hastanın tepkilerini kolaylıkla gözliyebileceği
bir yere konulmuştur. Hasta ise terapisti rahatça göz
leyeniez. Bu ortam terapisti hastaya karşı avantajlı kılar.
İki kişinin birbirlerinin davranışlarını kontrol ed.ebiİme:.
si için, birbirlerinin davranışlarını gözliyebilmeleri ge
rekir. Başkalarını kontrol etmeye çok hevesli hastalar,
yüzünü göremedikleri bir kişiye karşı konuşmaktan pa
niğe kapılır ve kanepeye uzanarak serbest çağrışım yap
mak istemezler.
İlk tedavi oturumu ilişkinin terapist tarafından
kontrol edildiğini tümüyle gözler önüne serer. Tedavinin
kuralları terapist tarafından saptanmaktadır. Oturumla
rın ne zaman olacağını terapist düzenler. Bu bir anlam
da tedavinin ne zaman sona ereceğine karar verecek ki
şinin de terapist olduğunu beHrtmez mi? Ayrıca, terapişt
hastanın kendisini nasıl ifade etmesi gerektiği konusun
da, hastadan bazı isteklerde bulunabilir. Örneğin psika
nalitik bir tedavi sürecinde hastanın bir kanepeye uza
nıp yatması ve aklına ne gelirse gelsin söylemesi istenir,
Etkileşimin kuralları terapist tarafından saptandi
ğından, terapist avantajlı bir konumda işe başlar. Ama,
önemle belirtmelidir ki;. terapistin tüm avahtajları teda-
vi süresince hasta tarafından alaşağı edilmeye çalışılır.
Hasta tedavi ücretini ödememeye, otururnlara gelmeme
ye. terapistin diğer hastalarının terapistten hiç bir yarar
sağlamadıklarını belirtebilir. Oturması gereken yerde
oturmaz; konuşmak istemez. Hatta zaman zaman tera
pistten daha aklı başında bir kişi olduğunu bile belirte
bilir.
Terapistle hasta arasındaki her türlü etkileşirnde te
rapist avantajlı konumunu sürdürmeye, hasta da deza
vantaj lı konumunun üstesinden gelmeye çalışır. Ama bu,
psikoterapi sürecinin açık bir «kontrol» savaşımı oldu
ğu anlamına gelmez. Hastaya karşı üstün bir konumda
oluşunu, hastanın kabul etmesini isteyen ve bunu temel
bir çelişki haline getiren bir terapist, hastada bir yarışma
duygusunu kışkırtabilir. Sonuçta bu terapist hastaya
karşı dezavantajlı bir konumda kalır� İdeal olarak bir te
rapist hasta üstün bir konuma geçmeye çabaladığı za
man, hastanın bu konuma geçmesine izin verebilmelidir.
Hastanın belirli bir şekilde davranmasına direten bir te•
rapist eninde sonunda yenik düşer. Buna karşılık, hasta
nın belirli bir şekilde davranmasına Izin verebilen: bir te
rapist, ilişkide üstünlüğünü sürdürebilir. Örneğin, bir
hasta yönehirnci olmayan bir terapistin belirli bir konu
da bir şeyler söylemesi için diretebilir. Eğer terapist asıl _
konuşması gereken kişinin hasta kişi olduğunu belirtir
ve bir şeyler söylememek için diretirse, hastaya karşı
kendisini dezavantajlı bir konuma sokar. Bunun yerine
terapist Hayret, benim bir şey söylememernden neden .bu
ölçüde rahatsız oluyorsunuz; Memnuniyetle kendi fikriınİ
belirtebilirim; ama sende takdir edersin ki, senin soru
nunu nasıl gördüğün daha önemli diyebilir. Bu durumda
terapist hastanın isteğini kabul etmemekle birlikte yine
de hastanın davranışlarını kontrol etmektedir.
1 20
Belkide, psikoterapinin izin verici niteliği, en göze
çarpıcı bir şekilde, yönehirnci olmayan tedavide simge
lenmiştir. Hasta fiziksel bir saldırıda bulunmadığı süre
ce, terapist hiç bir şeye karşı çıkmaz. Hasta ne yaparsa
yapsı�, kişisel yaşamında ne kadar acayip davranırsa
davransın, terapisti bu tür davranışlara karşı çıkmaya
veya öğüt vermeye kışkırtamaz. Tedavi odasında hasta
ne söylerse söylesin, bu söyledikleri terapistdc ne bir şok
etkisi yaratır, ne de terapistin hastanın söylediklerine
karşı çıkmasına neden olur. Ölümcül yakınmalar, ya da
yaşamın ne kadar tatlı olduğunu belirten cümleler, te
rapistin yalnızca dikkatle dinleyen sessizliğiyle sonuçla
nır. Eğer hasta, terapistde umduğu bir davranışı yarata
mazsa, terapistin davranışlarını kısıtlayamaz ve kont
rol edemez. Psikanalitik süreç içinde hasta çeşitli yol
ları deneyebilir. Hatta, yıllardır kullanmadığı çalımlan
kullanmaya yeltenebilir (Psikanalizde buna geriye dönüş
- regression denir). Terapist kendisiyle hasta arasındaki
ilişkide ne olacağmı kendi biçiminde ve kendi isteği doğ
rultusunda davranarak kontrol eder.
Psikanalisti belirli bir şekilde davranmaya kışkırtan
tek bir davranış biçimi vardır. Ne var ki, bu davranış
öyle bir doğadadır ki, terazinin kefesi yine de terapistin
lehinedir. Hasta royalarını anlatmak veya serbest çağrı
şım yapmak istemezse, terapist bu davranışları hastanın
kendisini anlamaya karşı gösterdiği bir direnç şeklinde
yorumlar. Daha tedavinin başlangıcında terapist h&stanın
bu şekilde davranabilme olasılığının yüksek olduğunu
belirterek. ilişkinin kurallarını koymaya başlar. Zaman
zaman hastanın öfkeleneceğini, analiste başkaldıracağını,
işbirliği yapmak istemeyeceğini ve tedaviyi sona erdir
mek isteyebileceğini belirtir. Hasta gerçekten bu şekilde
davrandığı zaman, bu demektir ki, hasta direnç gös
termektedir. Bu direnÇ tedavinin özünü oluşturmaktadır.
121
Öyleyse, söz konusu direnç incelenineii've analiz edilmeli
dir.
Hasta terapistle işbirliği yapmamaya başlarsa, tera
pist hastanın bu davranışıni, kendisine karşı yöneitHmiş
bir davranış olarak ele almaz; ele alacak olursa, tera
pistin bu davranışı hastaya bir avantaj sağlar. Bunun ye
rine, hastanın işbirlikçi olmayan davranışlarını, değiştir
meye ve gün ışığına çıkan fikirlere karşı gösterilen bir di
renç olarak ele alır. Tedavi sürecinde söz konusu diren
cin kırılması gerektiğini vurgular. Böylece hastanın işbir
likci olmayan davranışları iş birlikçi bir davranış şeklinde
tanımlanmış olur. Hasta direnç göstermeye devam edecek
olursa, terapist yine hiç üstüne alınmaz; bu durumu has
tanın bir sorunu olarak kabul eder. Böylelikle, terapist
kendisini hastaya karşı çileden çıkmış bir şekilde dav
ranmaktan alıkoyar. Hatırlatmakta yarar olabilir, hasta
günlük yaşamındaki diğer kişilerin davranışları nı o kişi
leri çileden çıkmış bir şekilde davranmaya zorlayarak
kontrol etmiş ti r. Ne varki bu teknikleri terapiste karşı
başarılı bir şekilde: kullanamaz.
Bir has ta yönehirnci bir terapiste karşı, Seni sevmi
yorum derse, bu cümleye karşılık terapist, Peki, benden
yararlanabilmeniz için beni sevmek zorunda değilsiniz di
yebilir. Bu davranışıyla terapist, bir yandan hastanın söy
lediğini kabul etmeye, öte yandan hastanın söylediğinin
üstesinden gelmeye çalışmaktadır. Madem ki, terapist
İıastasıyla kendisi arasındaki ilişkiyi kontrol etmek iste
mektedir. Öyleyse kendisini hastanın kışkırtımlarına kap
tırmaması gerekir. Roger'iyen bir terapist ise, . hasta
nın söylediği bu tür bir cümleye beni sevmediğinizi mi
his sediyorsunuz diyerek hastanın çalımını kabul etmeye
ve ilişkinin kontrolünü sürdürmeye çalışır. Eski bir de
yi ş vardır: Çaresiz bir hasıma karşı bir dövüşü kazana-
122
mazsınız; en acımasızca salladığınız yumruklarımza hiç
bir karşılık verilmezse, sonunda salladığımz bu yumruk
lardan ötürü kendinizi suçlu hisseder ve hasınımza bir
başka yoldan ulaşınaya çalışırsınız. Yukarıda aniabian
ları bir başka deyişle özetliyecek olursak, terapistin izin
verici sessizliğiyle hastanın silahları elinden alınmakta
dır. Silahları elinden alınmış bir hasta da ilişkinin kont
rolünü kazanamaz.
Uzun süren analiz sürecinde hasta eskiden kullandığı ça
lmiları kullanmaya yeltenebilir; fakat bu çalımları tera
piste karşı başarılı bir şekilde kullanamaz. Sonuçta olan
şudur: Hasta yenilgiyi kabul eder. Terapisti çalınilayabi
leceği bir zamanı umutsuzca beklerneye başlar. Görüİdü
ğü gibi terapist yalnızca bastanın söylediklerini sessizlik
le karşılamış ve hastanın farklı bir şekilde davranmasını
belirtmemiş olduğu halde, hasta farklı bir şekilde dav
ranmaya başlamıştır (Kuşkusuz terapist hastaya farklı
bir şekilde davranmasını belirtmek istememektedir; Çün·
kü belirtecek olursa, hasta bu durumun üstesiriden ge
lebilir). Hasta terapistin davranışlarının kontroli.inü eli
ne geçirebilme beklentisiyle, terapiste karşı «isteyerek»
farklı bir şekilde davranmaya başlar.
Psikanalistin kullanabileceği en önemli çalım tekni
ği, kuşkusuz sessizlik değildir. Daha konuşkan terapist
ler, Seni sevmiyarnın cümlesine sessizlikle karşılık ver�
meyebilir. Acaba beni bugün neden beğenmiyorsunuz;
geçen defa burada ana-babanıza çok atıp tutmtiştunuz;
bu yüzden kendinizi suçlu mu hissediyorsunuz diyebilir.
Bu tür bir yanıt hastanın söylediklerinin kabul edilme
sini sağlar; ama hastanın duygusunun geçici bir duygu
olduğunu vurgular. Yine görüldüğü gibi t�rapist kendi
siyle hastası arasında ne tlir bir ilişki olacağını kontrol
etmektedir. Hastaya tedavi sürecini baş belası yapan ni-
i23
telik, tedavi sürecinde ne olup bittiğini kontrol etme
olanağını hastanın bir türlü eline geçirememiş olması
dır.
Yönehirnci olmayan bir teknikle hastayı yöneltme
nin en can alıcı niteliği, terapistin hastayı yönelttiğini
yadsıyabilmesidir. Bu tür bir iletişimle karşılaşan hasta
ne kendisine verilen yönergeleri izlemeyi yadsıyabilir ne
de kendi isteği doğrul tusunda terapistle işbirliği kurabi
lir. ilişkideki güçlü konumunu terapist izin vericiliği ve
herşeye tepki göstermeyişiyle sürdürür. Terapist çok az
konuşursa, kuşkusuz söylediği herşeyin önemi artar. Ay
nı şekilde Roger'iyen bir terapist hastanın söylediklerini
hastaya yinelediği zaman, terapistin yinelemek için neyi
seçtiği çok anlamlıdır. Özellikle, terapistin yinelediği
şeyler arasından neyi, ne. zaman vurguladığı çok anlam
lıdır. İşte, Roger'iyen tedavide, hastanın cümlelerinin te
rapist tarafından yinelendiği anlar, hastanın yöneltilme
ye başladığını belirten anlardır. Bu durumda, hasta an-
cak terapistin izniyle terapisti belirli bir şekilde davran
maya kışkırtabilir. Roger'iyen teknikte de, yöneltirtr yad
sınmıştır; çünkü, konuşulacak koriu özgürce hasta tara
fından seçilmektedir. Yönehirnci olmayari teknikler, yö
rrergeleri kolaylıkla izlemek istemeyen insanları yönelt
mek için yaratılmış tekniklerdir. Psikiyatrik hastaların
en belirgin özelliklerinden birisi de, yönetimleri izleme
mektir.
Hem yöneltmek, hem de yönelttiğini yadsımak, bir
kişinin belirli bir- şekilde konuşmasını · gerektirir. Bir ki
şi bir başkasından bir sigara isterse, bu kişi diğer kişiyi
sigara vermeye yöneltmiştir. Ama, bir kişi keşke bir si
g::ıra olsaydı derse, bu kişi öteki kişiden sigara isteme- .
miştir. Ama, diğer kişi sigara vermek zorunda kalır; çün
kü bu kişinin bu durumda yapabileceği iki davranış var-
124
dır: Ya «gönül rızasıyla» sigarayı vermek, ya da sigara
isteyen kişinin dileğini duymamazlıktan gelmek. Yönel
tirnci olmayan bir terapist genellikle, bundan birazcık
daha söz edermisiniz demez. Terapist bu tür bir istekte
bulunurs�, hasta bu yönergeye ya uyabilir; ya da başkal
dırabilir. Bu şekilde davranmak yerine terapist, acaba
neden öyle söylediniz; bu konuda çok yoğun duygulan
niz var diyebilir. Ya da hastanın söylediği bir cümleyi
soru haline getiren bir ses tonuyla hastaya yineler. Bu
tür bir iletiyle karşılaşan hastadan, söyledikleri hakkın
da biraz daha ayrıntılı bilgiler vermesi istenmiştir. Ama
öyle bir şekilde istenilmiştir ki, yapılan · istek, her an
yadsınabilecek bir şekilde yapılmıştır. Yönehirnci olma
yan yöneitim biçimi, yönehirnin yadsındığı bir yöneitim
biçimidir. Bu yöneitim biçiminde hastaya açık bir yönel
tim verilmediğinden . hasta kendisine verilen yönergeleri
izlemek zorunda kalır. Bu tür bir iletişim, hastanın tüm
dikkatinin terapist üzerinde yoğunlaşmasına yol açar.
Bir başka deyişle, bu tür bir iletişimle karşılaşan bir
hasta, terapistin söylediklerinden terapistin kafasından
geçenleri okuyabilmelidir. Söz gelişi, hasta bir oturuma
gelip, geçen defa burada sizinle konuşurken öyle bir duy
guya kapıldım ki, sanki benim planlarımı bir kez daha
gözden geçirmemi istiyorsunuz diyebilir. Buna karşılık
yönehirnci olmayan bir terapist de, Ooh ! demek ki plan
larınız hakkında bazı kuşkularınız var diyebilir. Görül
düğü gibi, terapist yine bir yönergesini yadsımaktadır.
Çoğu kez hasta, terapistin kafasından geçenleri doğru
bir şekilde tahmin edebilir. Uzun süre psikanalitik bir
tedaviden geçtikten sonra, yönehirnci bir psikoterapist
den psikoterapi alan bazı hastalar, terapistin kafasından
geçenleri tahmin etmeye gerek olmadığı halde, terapis
tİn kafasından geçenleri tahmin etmeye çalışırlar. Söz
gelişi, yöneltimci olmayan bir terapistden farklı olarak
125
yönehirnci bir terapist, apaçık bir şekilde hastasın�,
yaptığınız planlar doğru değil; bu planları değiştirmenizi
istiyorum dediği zaman bile, gelecek . hafta, hasta gelir
belki yanlış anlayabilirim ama, benim planlarımı bir kez
daha gözden geçirmem · gerektiğine inanıy�rsunuz der.
Yönehirnci olmayan tedavi sürecinde hasta, yönehirnci
olmayan yönergelere tepkide buluna b�BJla, ken�isine
verilen dopdoğru bir yönerge:yi, dopdoğru bir şekil��
. an-
lamakta güçlük çekebilir.
Psikanaliz Çerçevesi
126
denlerinden biri, psikanaHrı� ortamın oldukça eşsi� pir
durum olmasından kaynaklanır. Yani, psikanalitik bir sü
reçte hasta terapistiyle alış� geldiği bir şekilde u�raşa
maz; çünkü daha önce böyle bir durumla hiç karŞilaş
mamıştı_r. Özellikle psikiyatrik hastalar için, sorum] qluk
almalarinı gerektiren bi:r durumla u�raşmalan çok · �or
dur. Bazı grup tedavilerinde de, psikanalizin bu temel st
ratejisi uygulanır. Grup li�eri, san�i -giubun lideri ' fle
ğilmişçesine, grubu yönetir. Grupta konuşulacak konu
nun grup üyeleri tarafından sapt��asını sağlayar�
grubu bir paradoksla karşılaştınr.
Psikanalitik etkileşim, hastanın konuşmasına ve ana
listin hastanın söylediklerine tepki gqstermesine b;ığlı
bir etkileşimdir. Hastalann büyük bir çoğunluğu, qzel·
likle «çaresiz» hastalar bu etkileşimirı tam zıttı bir et
kileşime alışıktırlar. Yalnızca kendilerin� verilen öğütleri
izlemenin ötesine geçemeyen hastalar, yönehirnci olma
yan tedaviden pek yarar sağlayamazlar� Yönehirnci olma
yan bir psikoterapist, «yöneltimci olmayan» bir hastay
la karşılaştığı zaman, örneğin, hiç kop.yşmayan bir has
tayla karşılaştığı zaman, her ikisinin dt! pirden eli ayağı
·
128
gördüğü rüyalardan ve serbest çağrışım yaparken aklı·
na gelenlerden sorumlu . tutulamaz. Belirtilere başka ki
şileri dalaylı bir. şekilde. etkileme, . hiçimi olarak bakılırsa,
hastayı dolayh .bir .şekilde . iletişimde bulunmaya yürek
lendirmenin, ·_ hastayı belirtisel . bir şekilde davranmaya
yüreklendirmek -oldugu kolaylıkla görülebilir. (Psikana
litik ortamın fiziksel koşulları da hastayı dalaylı bir şe
kilde iletişimde bulunmaya yüreklendirir; Hasta bir ka
nepeye uzanır; terapiste dönerek konuşmak yerine göz
lerini tavana dikerek konuşur). Gerekli psikanalitik açık
lamalardan sonra, bir hasta belirli davranışlarının bilinç
altınca yaptırılan davranışlar olduğunu belirtmeye .baş
larsa, bu demektir ki, hasta psikanalistin istediği yönde
iletişim kurmaya başlamıştır. Ne var ki _ sembolik ileti
şim alanında terapist bir uzmandır; ama hasta değil. . .
(Burada Jung'iyen psikoterapiye pek değinilmemiştir.
Çünkü Jung'iyen terapist de hastanın davranışıarına kar
şı çıkmaz; oldukça becerikli kuramsal "bir dille hastanın
davranışlarını açıklar; Hasta da terapistin ne söyledik
lerini anlama savaşımı içindedir) .
Terapist hastayı dalaylı iletişim kurmaya yüreklen
dirmesille karşın, bazen de hasta terapiste karşı dolay
sız bir şekilde konuşabilir. Çogu zaman hastanın dolay
sız bir şekilde konuşması terapistin kendisi hakkında
dır. Terapist kendisi hakkında hasta tarafından söylenen
bu cümlelerden pek . hoşlanmaz. Hastanın yaptığı eleş
tirileri hiç üstüne alınmaz. Söz konusu eleştirllerin has
tayla terapist arasındaki ilişkiyi eleştirdiğini belirtir. Psi
kanalistin hastanın gördüğü rüyalarda ve fantazilerde
ilişkilerine ilişkin yönleri belirtmeye başladığı zaman,
hastanın ilişkiyi tanımlama biçimini kontrol etmeye çalış
maktadır. Hasta, terapisti apaçık bir şekilde eleştirerek
ilişkiyi tanımlamaya yeltenirse terapist hastanın bu giri
şimini de dolaylı bir şekilde kontrol etmeye çalışır. Hasta-
129
nın aslında terapiste değil, öznel bir fantaziye karşı tepki
de bı:tlunmakta olduğunu belirtir. Söz gelimi hasta, beni
hiç umursamıyorsunuz derse, terapist büyük bir olasılıkla
buna hayret do�su; Neden öyle söylüyorsunuz Belki
de geçmişte ilgisini çekmeye çalıştı ğınız bir kişi size il
gi göstermemiş olabilir diye karşılık verir. Biraz sonra
da tartışılan konu hastayla ana-babası arasındaki ilişki
ye dönüşi.ir. Psikanalitik tedavinin başarılı olabilmesi için
hastanın şimdiki davranışlanyla geçmiş yaşantılan arasın
daki ilişkiyi görebilmesi gerekir. Ama, yalnızca geçmiş
ten söz etmek de tedavisel bir taktik olarak kullanılabi
lir. Hasta ana-babasından söz ederek terapisti delaylı bir
şekilde etkilerneye yeltenebilir. Bu durumda, eğer ister
se, terapist, ilişkilerinin bir anlamda ana-baba ilişkisine
benzediğini belirtebilir. Ama, terapistin istediği zaman
bunu vurgulayabilmesi demek, hastanın gerçekten söyle
meye çalıştığı şeyi kontrol etmesi demek değil midir?
130
ta terapiste karşı bakışık çalımlar yapmaya başladığı za
man, hastanın bu çalımları ya bilinçaltı dürtülerinin ya
da iyileşmeye karşı gösterdiği direncin bir sonucu olarak
yorumlanır. İşte, bu yüzdendir, ki tedavi sona erinceye
dek, hatta tedavi sona erdikten sonra bile, hastaya tera
pistle l>akışık .bir iletişim kurması yasaklanmıştır. .
Analistin hastanın davranışlarını kontrol edebilmesi
için, burada belirtilmesi gereken bir başka yol daha var
dır. Analist hastanın belirtisel davranışından durmadan
söz etmesini istemez. Bu demektir ki, terapist hastanın
belirtisel davranışlarından yararlanmasını önlemeye ça
lışmaktadır. Bir hasta, analistin davranışlarını kontrol
edebilmek için, belirtise!l davranışlarından yararlanamı
yorsa, terapistle kendisi arasında paradoksal bir ilişki ku
ramaz. Analist belirtinin çok önemli bir belirti olmadı
ğını, asıl bu belirtinin ardında yatan şeylerin çok önemli
olduğunu vurgular. Terapist bu şekilde davranarak has
tanın çalımlarından korunmaya çalışır. Hastayı farklı bir
şekilde davranmaya zorlar. Hastanın çalımlarından tera
pistin bu şekilde korunmaya çalışması uygulamanın ka
.çınılmaz bir sonucu olmaktadır; çünkü hasta yıllar bo
yunca belirtisinden yararlanarak kişisel ilişkilerini kont
rol etmek konusunda çok dikkate değer bec�riler kazan
mıştır. Burada özellikle belirtilmesi gereken nokta şu
dur: Neden ve sonuç. (cause and effect) ilişkilerini açı k
lamaya çalışan inceHkli psikoterapi kurarnları analistle
rin hastaya karşı kullandığı taktikleri rasyonaliz-ı etmek
için ortaya atılmış kurarnlar olabilir.
Hasta tedavi odasındaki konuşmasını belirtisel dav
ranışlarından söz ederek sürdürmeye çalışırsa, terapist
ilişkinin hasta tarafından kontrol edilmeye lJaşladığını
hemencedk anlar; ilişkinin kontrolünü eline geçirmeye
çalışır. Analist hastadan belirli bir konu hakkında bilgi
131
vermesini istediği halde, hasta kompmsif davranışından
söz. ederse,. analist hiç dikkatinizi çekti mi ne zaman ka
nnızdan söz etsem, siz kompalsif davranışınızdan söz
ediyors:unuz diyebilir. Yahutta, ben ne zaman anneniz
den s öz açacak olsam , belirtinizde bir artış oluyor di
yebilir. Görüldüğü gibi analist hastanın belirli konular
hakkında konuşmama davranışına karşı çıkmamaktadır;
çünkü hastanın bu konulara karşı çok duyarlılık göster
diğinin bilinci içindedir. Bu tür durumlar doğduğu zaman ,
hastanın gösterdiği söz konusu dirençi işbirlikçi bir dav
ranış olarak yeniden tanımlamaya çalışır.
Özetle, hasta sorunlannın terapist tarafından çözüm
leneceği beklentisiyle tedaviye gelir. Ancak, tedavi süre
cinde yer alacak her şeye hastanın ön ayak olması iste
nir. Hastanın terapistle ilişki kurarken alışage.Idiği iliş
ki biçiminden farklı bir şekilde ilişki kurması sağlanır.
Hastadan ruyalarım anlatması ve serbest çağnşım yap
ması istenir . Terapistten alacağı en küçük işaretleri has
tanın doğru bir şekilde anlaması ve çalım biçimlerini
«İsteyerek» değiştirmesi umulur . Tedavi ortamının doğa
sı hastanın terapistin kullandığı çalımları kullanmasına
izin vermez. Bu ortam içinde hastanın ilişkiyi kontrol et
me girişimleri , direnç simgesi olarak yorumlanır ve has
tanın yaptığı tüm çalımlar etkisiz kılınmaya çalışır.
Bir kişi bir uzmana öğüt dinlemek için gider, karşı
lığında da bu kişiye konuşacak kişinin kendisi olduğu
belirtilirse; bu kişi paradoksal bir durumla karşılaşır. Ay
nı şekilde tedavi ortamında yer alacak her şeyin deneti
minin hastanın elinde olduğu belirtilir. Ama hastaya .bu
nun belirtilmiş olması demek her şeyin denetiminin has
tanın . elinde olmaması demek değilmidir? Bir başka de
yişle, bu durum hastanın söylediği her şeyin terapist ta
rafuidan denedendiği anlamına gelmez mi? Hasta teda
viye belirtilerinden kurtulmak içii:ı gelir. Terapist tedavi
132
artıynında hastanın belirtisel bir şekilde davranmasını
ister. Daha önce de belirtildiği gibi yönehirnci yaklaşım
larda da aynı şey gözlenir. Yönehirnci yaklaşımda has
tayı belirtisel bir şekilde davranmaya yüreklendirir. Yö
neltimci olmayan psikoterapi sürecinde de hasta alışagei
rliği bir -şekilde davranacak olursa, terapistin ondan iste
diği bir şeyi yapmış olur. Hasta alışageldiği davranış bi
çiminden farklı bir şekilde davranacak olursa, bu kez de
terapistin ondan istediği bir şeyi yapmış olur; çünkü te
rapistin esas amacı hastanın değişmesini sağlamaktır.
Özetle, bu tür bir iletişim biçiminin yer aldığı bir iliş
kide hastanın ilişkinin kontrolünü eline geçirmesi çok
zordur.
Yönehirnci olmayan psikoterapi sürecinde bir yan
dan terapistin yaptığı her şey hastaya nasıl davranması
gerektiğini belirtir. Öte yandan terapist hastaya nasıl dav
ranması gerektiğini sürekli yadsır. Daha açık bir şekilde
belirtecek olursak, yönehirnci olmayan psikoterapi süre
cinde hasta sürekli paradoksal bir durumla karşılaşır. Bir- .
biriyle tutarsız iletilere tepki göstermek zorunda bırakılır. .
Bu durum karşısında hasta tedaviyi sona .erdirmek . ister
se, terapist bunun da üstesinden gelir. Daha tedavinin
başlangıcında zaman zaman hastanın tedaviyi sona erdir
mek isteyebileceğini bu isteğİn iyileşmeye karşı gösteri
len bir direnç olduğunu hastaya yeterince açıklar. Böyle
bir durumla karşılaşan· hasta alışageldiği tekniklerie te
rapistin davranışlarını kontrol etmekte etkisiz kalır.
Hasta ilişkiyi kontrol etmeye diretirse, terapist hastanın
bu davranışını hemencecik kabul eder. Hasta, terapistin
ilişkiyi kontrol etmesine diretirse, bu kez de, terapist esas
görevinin yöneltmek olmadığını belirtir. Hasta ilişkiyi
ne şekilde kontrol etmeye kalkışırsa kalkışsın, tüm giri
şimleri başarısızlıkla sonuçlanır. ilişkiyi kontrol edebi!-
133
.
134
Belirli bir davranışın tedavi edilebilmesi için kulla
nılan tedavi yönteminin bu davranışın doğasına uygun
bir tedavi yöntemi olması gerekir. Eğer bir hastanın be
lirtisinin özünde insan ilişkileri yatarsa, bu belirtinin
insan ilişkileri çerçeıvesi içinde tedavi edilmesi gerekir.
Eğer bir belirtinin özünde kontrol sorunu yatarsa, bu be
lirti kontrol tekniklerini içeren tekniklerle tedavi edilme
li�ir. O zaman birbirlerine karşı paradoksal bir şekilde
d�anan hastayla -terapistin davranışları arasındaki
f�tklılık bu davranışların sonuçlarında görülür. Psikote
r�pi sürecinde hasta ilişkinin kontrolünü kazansa bile,
bu kazancın tadını çıkaramaz. Hem kendisini, hem de
ıYakınlarını daha fazla üzmüş olur. Oysa, terapistin tek-
'nikieri hastayı ona daha çok doyum sağlayacak davra
, nışlarda bulunmaya yöneltir. Ayrıca - önemle belirtilme
lidir ki, yönehirnci olmayan psikoterapi sürecinin, so
runların sürüncemede kalmasına ve yeni sorunların dağ
masına yol açabilecek bir · ortam sağlıyabileceğini de hiç
akıldan çıkarmamak gerekir. Terapist hastayı değişmeye,
belirtisinden kurtulmaya zorlayan bir durum . yaratır;
hasta değiştiği zaman da. bu değişmeyi iyileşmeye karşı
bir direnç veya sağlığa doğru bir uçuş (fligth into health)
şeklinde nitelerse, o zaman, hasta, ana-babası tarafından
farklı bir şekilde davranmaya zorlanan, farklı davran
dığı zaman da lanetlenen psikotik bir çocuğun çektiği sı
kıntıya benzer bir sıkıntıyı çekmeye başlar (Bu paradok
sal durum daha sonra şizofreni başlığı altında incelene
cektir). Böyle bir durum doğduğu zaman, bazı terapist•
ler bu durumun nedenini kullanılan teknikte değil de,
hastanın zayıflılıklarında arayıp, bulmaya çalışırlar.
Psikoterapinin davranışsal amacı şu şekilde özetle
nebilir: Terapist hastayı geçinişte daVrandığından farklı
bir şekilde davranmaya ikna edebilmelidir. Bir hasta te-
135
rapisti istediğinden davranışlarını değiştiriyorsa, bu .dav
ranış değişikliği tedavi için yeterli . değildir. Hastanın is
teyerek davranışlarını değiştirmesi gerekir. Ama psikote
rapinin bu amacında temel bir paradoks yatar. Bir kişi
bir başkası tarafından «isteyerek» davranışlarını değiştir
meye nasıl ikna edilebilir? Bir anlamda, her ikna eyJe.
minde bir miktar «imrendirıne» - daha doğrusu «kandır
ma» da söz konusudur. Yönehirnci olmayan psikoterap �
de bu paradoks yönehirnin yadsınması ve değişmenin
kendiliğinden meydana gelen bir değişme olarak tanım�
lanmasıyla çözülür.
Freud psikanaliz tekniğini keşfetmekle, oldukça seç
kin nitelikler taşıyan tedavisel bir ortam yaratmıştır. Psi
kanalizin en can alıcı noktalarından birisi, psikanalistin
hastanın söylediklerini etkilernemeye çalışmasıdır. Böy
lelikle, hastanın söylemek istediklerini doğallıkla söyle
mesi sağlanmaya çalışılır. Ama günümüzde tempistin
hastanın her söylediğine etki etmeye çalıştığını belirten
ipuçları kolaylıkla görülebilmektedir (Psikanalizden ge
çen hastaların daha ·çok seksüel,. Jung'iyen tedavi gören
hastaların daha çok Jung'iyen seınbolizmine uygun
rüyalar görmesi, terapistin hastaya etki ettiğini göste
ren kanıtlar değilmidir?) Freud, hastanın söylediklerine
ve yaptıklarına etki edilmemesigerektiğini belirterek bir
paradosk yaratmıştır; çünkü psikoterapi ilişkisinin bağ
laını hastanın söylediklerine etki etmek ve has tayı teda
vi etmek için düzenlenmiş bir bağlamdır. Bir başka de
yişle, hastanın değişmesine yol açan bir çerçeve içinde;
Freud, hastaya olabildiğince az etki etmeye çalışmıştır.
Böylece de yöneltimci. olmayan psikoterapi yakl8şımının
en temel paradaksuyla hastayı kıvkıvrak yakalamıştır.
Freud psikanalizi keşfettiği zaman, başka tedavi tek
nikle,riyle tedavi edilemeyen hastaları tedavi etmeye ça-
136
lışmıştır. O zamanlar günümüzdeki gibi bir çok psikote
rapi yaklaşımı yoktu. Freud'ün döneminde, çeşitli psiko
terapi teknikleri olmasına karşın, Freud uzun süre alması
ve pahalılığı nedeniyle psikanalizin ulu orta herkese uy
gulanmaması gerektiğini belirtmiştir. Psikanalizin ancak
diğer teknikler etkisiz kaldığı zaman kullanılması gerek
tiğini vurgulamıştır. Hiç bir ayırdetme olmaksızın, her
hastaya bu tekniğin uygulanması, yalnızca lc.ıstiği patlak
bir arabanın lastiğini tamir edebilmek için, çok lüks bir
tamirhane açmaya benzemektedir.
Bir zamanlar psikanaliz en çok tercih edilen bir psi
koterapi tekniğiydi. Günümüzde artık psikanaliz pek .o
kadar baştacı edilen bir psikoterapi yaklaşımı değildir.
Psikanalizin başarılı olması demek, aynı şekilde başarılı
olan diğer tekniklerle bazı ortak özelliklerinin bulunması
demektir. Diğer tedavi teknikleri psikanaliz sürecinde ka
zandırılmaya çalışılan «İç, görü»ye benzer bir iç-görünün
kazandırılınasına pek ağırlık vermemektedir. O zaman
ya bu tekniklerin hastayı gerçekten değiştirmediği iddia .
edilmeli ya da (a) iç-görünün olduğu kadar başka etmen- .
lerin de önemli rol oynadığı (b) iç-görü yerine iç-görü
den bağımsız olarak yönehirnci ve yönehirnci olmıyan
tedaviler arasındaki ortak özelliklerin hastayı değiştirdi
ği iddia edilmelidir. Burada amaçlanan şey, iletişim açı
sından psikoterapi incelendiği zaman, çeşitli psikoterapi
yaklaşımlarındaki önemli benzerlikleri göstermektir. Kuş
kusuz, yönehirnci olmayan psikoterapi yaklaşımları ara
sında önemli farklılıklar da vardır: ama bu iki yaklaşım
arasındaki benzerlikler tüm psikoterapi yaklaşımları ara
sındaki ortak özellikleri apaçık bir şekilde görülebilecek
bir şekilde göz önüne serer. Bu iki yaklaşım arasındaki
benzeriikiere bir önceki bölümde bir miktar değinilmişti.
Bu benzeriikiere ek olarak şu benzerlikler de sıralanabi
lir.
1 37
Psikanaliz (a) hastaya neden hasta olduğunu ve te
davi sonucunda neden iyileşmesi gerektiğini açıklar. Psi
kanalistin yaptığı bu açıklamalar, diğer psikoterapi yak
laşımlarında verilen açıklamalardan daha karmaşıktır.
Psikanalistin açıklamaları tedavi sona erdikten sonra
bile, hastanın içe-bakış (introspection) yapmasını yürek
lendirir. Bir anlamda psiİmnaliz hastaya kendisini (tabii
başkalarını da) analiz edebilmeyi öğretir. Öte yandan kı
sa-süreci psikoterapiler hastaya tedavi sonucunda neden
değişmesi gerektiğini oldukça yalın bir dille açıklar.
Özetle, tüm psikoterapi yaklaşımları tedavi sonucunda
hastaya neden iyileşeceğinin bir rasyonelini verir. (b) Kı
sa-süreci tedav!].erde olduğu gibi, psikanalizde de değiş
menin sorumluluğu hastaya yUklenmiştir. Hasta bir so
runu konusunda akıl danıştığı zaman sorunun hakkında
sen ne hissediyorsun vb. cümlelerle karşılık verilir; Böy
lelikle hastanın kendi sorunuyla kendisinin uğraşması sağ
lanmaya çalışılır. Psikanalistin hastayı sorumlu bir ko
numa yerleştirmeyi başardığı ilk otunundan itibaren, te
davi süresince oturumlarda ne olacağının sorumluluğu
sürekli olarak hastaya yüklenir. Bu durum kısa-süreci
psikoterapilerde de çok farklı değildir. Kısa-süreci bir
psikoterapist bu durumu Size yardım edemem; ama sizin
kendi kendinize yardım edebilmeniz için size yardım
edebilirim diyerek açıkça belirtebilir. Bir başka deyişle
kısa-süreci bir terapist hastasının değişme sorumluluğu
nu almasını apaçık bir şekilde ifade eder. (c) psikanaliz
hastayı kendi kendisini cezalandırma olarak tanımlana
bilecek bir sıkıntıya sokar. Hasta umursamaz ve hiç bir .
sorunu yokmuş gibi görUnen bir insana karşı hayatının
en gizemli, duyarlı alanlarını ve tUm yetersizliklerini,
zayıflıklarını tatsız anı ve düşüncelerini anlatmak zorun
dadır. Bir de tUm bunlara ek olarak, tedavinin ne zaman
138
sona ereceğini bilmeksizin hastanın dikkate değer bir
miktar olan tedavi ücretini ödemesi gerekmektedir. (Bir
çok psikoterapist tedavi ücretinin dikkate değer bir öl
çüde ve hastanın çektiği sıkıntının bir parçası olması ge-
-
rektiğini belirtirler) .
Tedavi_ sürecinin yarattığı bu sıkıntı ancak hasta
belirtisinden kurtulduğu zaman sona erer. Hatta, ger
çek değişmenin uzun bir süre içinde yavaş yavaş doğa
cağı görüşünden dolayı, hasta iyileşse bile, psikanalitik
süreç bir süre daha sürdürülebilir. Psikanalizde hızlı
değişme «balayı », «aktarım iyileşmesi» veya « Sağlığa
uçuş » şeklinde nitelenmektedir. Oysa sorunun sürüşü
nün nedeni tedavinin uzun sürmesinden de kaynaklana
bileceği akla belebilir. Çoğu kez hasta analiz sona erdik
ten sonra daha hızlı bir şekil de iyileşir. Kısa-süreci teda
vilerde ise terapist hastanın yaşamına karışır; hastayı .
değiştirir. Hemen ardından değişmenin terapistden ba
ğımsız bir şekilde sürebilmesi için hastadan kendisini
süratle uzaklaştırır.
Psikanaliz süreci hasta tarafından hoş vakit geçirme
nin bir şekli olarak algılanırsa, bu demektir ki, psikana
liz etkili olmamıştır. Madem ki, psikanaliz hastayı ceza
landırıcı bir yaşantıdır. O halde, psikanaliz sürecine has
tanın kendi kendisini cezalamasını sağlayan bir işlem
olarak bakılabilir. (d) Bir çok kez belirtildiği gibi, psika
nalist izin vericidir. Hastanın belirtisel bir şekilde dav
ranmasını yasaklamaz; hastaya karşı çıkmaz. Kısa-süreci
terapist ise bu konuda daha da öteye gider ve hastadan
belirli bir şekilde davranmasını ister. İşte. bu noktada
her i.ki yaklaşımda birbirine benzemektedir. Çocukları
nın yaramazlık yapmasına izin veren bir ana - baba bir
anlamda çocuklarını yaramazlık yapmaya yüreklendir
ınektedirler. Psikanalistte aşırı ölçüde izin verici tutu-
139
muyla, hastanın belirtisel bir şekilde 'davranmasına izin
vermektedir. Psikanaliz sürecine bu gözle bakarsak, kı
sa-süreli psikoterapilerde bulunan · paradoksal durumun
psikanalitik süreç .içinde de bulunduğunu görürüz. Has
ta belirtisel bir şekilde davranmaya yüreklendirilirse,
belirtileri yoluyla ilişkillin kontrolünü kazanamaz. Hasta
belirtisel bir şekilde davranınayı sürdürürse, terapistin
üstünlüğünü kabul etmiş olul'. Belirt is el bir şekilde dav
ranmaktan vaz geçerse de, yine benzer bir şekilde bir
ödün vermiş olur; çünkü terapistin esas amacı hastayı
de�ştirmektir. Özetle, kısa-süreci terapist de, psikanalist
de değişmeye karşı gösterilen dirençle benzer bir şekilde
uğraşmaktadırlar. Hasta direnç gösterdiği zaman, her iki
terapist de direnci yüreklendirir ve bu direnci işbirliği
ne geçme şeklinde nitelemeye çalışır. Direnç, işbirliği
şeklinde tanımlandığı zaman büyük ölçüde etkisini yiti·
rir.
1 40
le der: Tüm özgürlük teıknikle,ri kişinin gerçeği kendisinin
araştırmasını ve bulmasını gerekli . kılar. Yalnızca bir kişi
ye gerçek hakkında bilgi vermek yeterli değildir. Kişinin
eyleme geçmesi, zıttım buluncaya dek doğruymuş gibi
kabul ettiği sayıltılarının üstüne üstüne gitmesi ve bu
sayıltılan sınaması gerekir. İşte bu nedenle, özgürlük
öğretmeni Öğrencisine doğruymuş gibi sarıldığı sayıltıla
nnı sınatabiirnek için olmadık yollar dener. O zaman be
lirli bir bilinç düzeyine ulaşabilmek için, doğa üstü ve
büyücülükle ilgili hiç bir şey aramaya gerek yoktur. Ge
leneksel teknikler çok karmaşık ve güçtür. Bilge bir ki- ..
şiyle (Zen Master) bir başkası arasındaki ilişkide ne olup
bittiğini iletişim açısından betimleyebilmek için, belirli
yollar bulmamız gerekir. İşte, bu şekilde psikoterapi ola
yına· yaklaştığımız zaman, karşımıza Judo oyununda
gözlenen bir durum çıkar; Usta atak yapmaz, öğrenci
nin atak yapmasını bekler; Öğrencinin soru sormasına
izin verir. Öğrenciden bir atak geldiğinde, bu atağa karşı
koymak yerine, atakla birlikte yuvarlanır; ta ki, öğrenci
nin sorusunun hatalı temelini buluncaya ve öğrenciyi ala
şağıedinceye dek. . . »
Aydınlığa erişme yolları ve psikoterapi basitleştiri
lecek olursa, her iki yöntemin de benzer paradokslan
içerdiği görülür. Gerek psikoterapide olsun, gere:k aydın
lığa e.rişine yollarında olsun, yardım dileyen kişi, yardım
sever bir çerçeve içinde, bir yandan alışa geldiği bir bi
çimde davranmaya yüreklendirilir. Öte yandan, bu kişi
nin alışa geldiği bir biçimde davranması bu kişiyi büyük
bir sıkıntıya sokar. Bir kişi bu tür bir paradoksal duru
mu, ancak daha önceden hiç davranmadığı bir şekilde
davranarak çözebilir. Dolayısıyla kendisini bir pranga
malıkumu haline getiren belirtisinden kurtulabilir.
141
BÖLÜM 5
ŞİZOFRENİK BiREY VE TEDAVİSİ
Şizofrenik Etkileşim
1 42
sından incelenmeye çalışılmış; kişilerarası ilişkilerdeki
davranışları üzerinde pek durulmamıştır. Aşağıda, hasta
hanede yatmakta olan iki şizofrenik kişi arasında yer
alan konuşmanın küçük bir bölümü iletişim açısından
kısaca incelenmiştir. Daha sonra bu konuşma daha ay
rıntılı bir şekilde analiz edilmiştir.
143
İkinci yaklaşım içpsişik yaklaşımdir. Bu yaklaşım
da bu kişilerin düşünce süreçlerine odaklaşılmaya ça
lışılır. Analist hastaların ne düşündüğünü; oldukça ga-
. rip görünen . çağrışımlarının ne tür bir mantık sonucu
ortaya çıktığını anlamak ister. Ayrıca, konuşmanın an
lamlı olduğuna ve çarpıtılmış düşünce süreçleri üzerine
temeUendiğ;ine inanır. Bu nedenle bu yaklaşıma göre
düşünen bir terapist belirli cümlelerin neden söylenil
diğini anlayabilmek için. yalnızca söylenenlere odaklaş
manın yeterli olmadığını, hastaların yaşam geçmişleri
nin de bilinmesi gerektiğini . savunur. İçpsişik kuram·
cıya göre, bu adamlar apaçık bir şekilde şizofreniktir;
çünkü söyledikleri cümleler kökenieri derinlerde yatan
fikirlerin simgesel bir şekilde anlatımından başka bir
şey değildir.
Üçüncü yaklaşım iletişimsel xaklaşımdır. Bu yakla
şım, adamların kendi düşüncelerine olduğundan daha
çok birbirlerine karşı cevap vermeye çalıştıklarını ileri
sürer. Bilimsel açıdan bu yaklaşımın en kuvvetli yönü
gözlenebilen verilel'e önem vermesidir. İnsanların birbir
leriyle etkileşme biçimleri gözlenebilir. Ama, düşünce
süreçlerinin tanımlanması kaçınılmaz bir şekilde bir
takım varsayımiara dayanmak zorundadır. İletişimsel
yaklaşımın en zayıf yönü ise normal insan iletişimleri
ni, normal olmayan iletişim biçimlerinden ayırabilecek
bir betimleme sisteminin henüz geliştirilmemiş olması
dır.
Kişilerarası ilişkileri tutarlı bir şekilde sınıflayabi
lecek bir sistemin, hem kişilerarası ilişkileri · bu ilişki·
lerde gözlenen örüntülere göre sınıflayabilmesi, hem de
psikopatoloji türlerini ortaya kayabilmesi gerekir. Bu
tür bir sistem geliştirilebildiği takdirde yalnızca eski
miş bir sisteme temellenmiş olan tanı koyma sorunu
144
çözümlenmekle kalmayacak, aynı zamanda psikopatolo
ji etiyoloj isi sorunu da büyük ölçüde çözümlenmiş ola
caktır. Tüm bu söylediklerimizden şu tür bir sonuç
çıkarılabilir: Bir hastanın gerçeklerden uzaklaştığının
belirtilmesi, onun gerçeklerden uzaklaşmasına neden
olan süreçler hakkında pek fazla dikkate değer bilgi
vermez. Ama, hastanın insanlarla normal dışı bir şekil
de etkileştiği belirtilirse, onun bu şekilde davranmasına
neden olan öğrenme durumları dikkatimizi çekmeye
başlar.
145
dönerse, bu adam bir anlamda güvenli davranmakta ve
hanımı ile olan ilişkisini kendi isteği doğrultusunda ta
nımlamaktadır. Bir başka adam da aynı dileğe yapmak
isterdim, ama çok başırn ağnyor diyerek cevap verir
se, bu adam da hanımının dileğini yerine getirmemek
te, ancak söz konusu iletisini tutarsız bir şekilde nite
lemektedir. Bir başka deyişle bu adam ilişkiyi tanım
layan kişinin kendisi olduğunu yadsımaktadır; çünkü
söz konusu dileği yerine getirmekten onu alıkoyan şey
kendisi değil, başağrısıdır. Aynı şekilde, bir adam sar
hoşken karısını döver ve tüm suçu içkiye yüklerse, bu
adam da davranışıarına sorumluluk almaktan kaçınma
ya çalışmaktadır. Bu tür tutarsız nitelemeler bazen sö
zel olabilir. Örneğin, onu yapmayı demek istememiştim
gibi. Bazen de zayıf bir ses tonu, küçük bir duraksama,
veya ktı;ük bir vücut hareketi şeklinde olabilir. Tüm
nitelernelere genel bir çerçeve sağlayan etkileşimin Ye
raldığı bağlam da ilişkiyi tanımlamak için yapılan bir
çalımı geçersiz kılabilir. Kavga edilemeyecek bir yerde
bir kişinin bir başkasını kavgaya davet etmesi buna
güzel bir örnektir.
İlişkileri tanımlamaktan kaçınma biçimlerini bir
kişiden bir başkasına giden her iletiyi dört öğeye böle-
·
(a) Ben
(b) bir şey söylüyorum
(c) size
(d) bu durumda
146
İlişkileri tanımlamaktan kaçınma biçimlerinin zen
ginliğini şu örneklerle açıklayabiliriz.
(a) Bir kişi kendisinin bir ileti ilettiğini yadsıya
bilmek için, kendisini bir başkasıymış gibi tanıtabilir.
Örneğin, bu kişi takma bir ad kullanabilir; kişisel ola
rak konuşmadığını, statüsü gereği konuştuğunu belirte
bilir. Söylediği şeyi amirinden veya profesöründen gelen
bir iletiymiş gibi niteleyerek kendisinin yalnızca aktarıcı
görevi gördüğünü belirtmeye çalışabilir. Bir başka de
yişle, ona söylediği şeyi söylettiren bir başkası vardır;
ya da Allah söyletmiştir.
İletilerinin kendi içindeki istem dışı kuvvetlerin bir
sonucu olduğunu belirterek de, bir kişi söylediklerini
yadsıyabilir. Örneğin, benim canımı sıkan sen değilsin;
yediğim şey diyebilir. Böylelikle, bu kişi yaptığı yakın
maların ilişkiye yöneltilmiş bir ileti olduğunu yadsıma
ya çalışabilir. Hatta, bazı durumlarda bazı kişiler daha
da ileriye giderek kusabilirler; donlarına işeyebilirler.
ve tüm bu davranışların organik nedenlerden kaynak
landığ,ını, ilişkiye karşı yöneltilmiş bir eleştiri olduğu
nu yadsırnaya çalışabilirler.
(b) Bir insanın bir şey söylediğini yadsımasının en
kolay yollarından biri unutkanlık gösterınesidir. Bir baş
ka yol da söylediği şeyin yanlış anlaşıldığını belirtmek
tir. Bazı kişilerde kendilerine özgü yapay bir dil uydu
rabilirler; bir sözcüğü çocuksu bir şekilde heceleyerek
söyleyebilirler. Bu tür davranışları yapan kişilerin ama
cı bir şey söyleyip. aynı zamanda o şeyi söylediklerini
yadsımaya çalışmaktır.
(c) Bir kişi bir başkasına bir şey söylediğini yad
sıyabilmek için kendi kendine konuştuğunu belirtebilir;
karşıdaki kişiyle bir başkasıymış gibi konuşabilir. O ki
şiye değil, onun statüsüne veya mesleğine konuştuğunu
147
belirtebiİir. Örneğin, bir kişi tüm tic�et yapan kişilere
bir eleştiri yaparak, kapıya gelen satıcı bir kişi ile alay
edebilir. Hatta bu konuda bir kişi daha da ileriye git
mek isterse, çok yakın bir arkadaşının arkadaş olmadı
ğını gizli bir polis olduğunu ileri sürebilir.
(d) İçinde bulunduğu bağlaını yadsıyabilmek için
bir kişi söylediklerini bir başka zamana veya yere' yük
lemleyerek söyleyebilir. Örneğin «Geçmişte başıma çok
şey geldi; çok kötülük gördüm. Artık fark etmiyor.» di
yerek, şu anda içinde bulunduğu ilişkiye· bir eleştiri yö
neltebilir. Kişi içinde bulunduğu bağlarnın yerini yadsı
yabilmek için, konuştuğu bağlarnın yerini değiştirmeye
çalışabilir. Örneğin hasta bir kişi psikiyatristin ofisini bir
hapishane olarak niteleyebilir.
Özetle, bir kişi bir başka kişi ile ne tür bir ilişki
içinde olduğunu belirtmekten konuşan kişinin kendisi
olduğunu, karşıdaki kişiye· bir şey dediğini ve içinde bu
lunuğu bağlaını yadsıyarak ilişkiyi tanımlamaktan kaçı
nabilir.
148
bir şatoda olduğunu belirterek hastahanede yattığını
yadsımaya çalışırsa, psikiyatrist hastanın gerçeklerden
uzaklaştığını not eder. Hasta tutarsız bir ses tonu ile
duygusal bir cümle söylerse, bu psikiyatristin dikkatini
çeker. Hasta psikiyatristin söylediklerine cevap vermez
ve sürekli olarak davranışlarını tutarsız bir şekilde ni
telerse', psikiyatrist hastanın otistik olmasından kuşku
duyar. Kuşkusuz, tüm bu söylenenler şizofreniğİn insanı
dehşete kapııran öznel yaşantılarının bir özeti olmaktan
daha çok iletişimsel davranışlarının bir özetidir.
Görüldüğü gibi şizofrenik bir kişinin belirtilerinin
özünde bazı iletişim sorunlan yatmaktadır. Bir ilişkinin
tanımını yapmaktan, ya da ilişkide ne tür davranışların
yer alacağını belirtmekten kaçınmaya bir kişi kesin kes
kararlıysa, bu kişi bu işi ancak şizofrenik belirtiler gös
tererek başarabilir.
Daha önce de belirtildiği gibi şizofrenik olmayan
kişiler de bazan ilişkilerini tanımlamaktan kaçınabilir
ler. Örneğin bir kişi bir davranış yapar ve söz konusu
davranışı içki yüzünden yaptığını belirtebilir. Bu tür
yadsımalar oldukça özel bir nitelik taşıyan ilişkilerin
tanımını yapmaktan kaçınmanın yollarını oluşturur. Bu
nedenle bu tür patolojilerin şizofreniden başka patolo
jilerin kapsamı içinde ele alınması gerekir. İletişim açı
sından şizofrenik bir kişinin diğer insanlardan en
önemli farkı şudur: Şizofrenik bir kişi yalnızca bir şeyi
söylediğini veya yaptığını yadsımakla kalmaz, aynı za
manda yadsımasını öyle bir şekilde yapar ki, yadsıdığını
da yadsır. Örneğin, kendisine takma bir isim takınakla
yetinmez, öylesine uyduruk takma bir .isim kullanır ki,
bu adın onun adı olmadığı apaçıktır. Örneğin, ben Sta
lin'im der. Özetle, normal insanlar veya nörotik kişiler
ancak belirli durumlarda ve belirli bir düzeyde Uetileri-
149
ni yadsırken, şizofrenik kişiler hemen hemen her durum
da ve düzeyde iletilerini yndsıyabilmektedirler.
İletişim açısından şizofrenik davranışlan daha açık
bir şekilde göz önüne serebilmek için sık sık rasianabi
lecek bir olayı ele alalım. Normal koşullarda kibriti ol
mayan ve sigarasını yakmak isteyen bir kişi bir başka
sına, ateşinizi rica edebilir miyim der. Bu kişi kibrit ih
tiyacını belirten iletisini tutarlı bir şekilde niteler ve
ilişkiyi tanımlamaya çalışır. Bir başka deyişle bu kişi
bu ilişki benim bir şey rica edebileeeğim bir ilişkidir
demektedi r. Aynı durumda şizofrenik kişi sigarayı çıka
rıp, sanki hiç eşi görülmemiş bir nesneymiş gibi havada
tutup ona bakabilir. Bu tür bir kişi ile karşılaşan kişi
oldukça özel bir iletişim öriintUsünün yürürlükte olduğU
bir ilişki ile yüz yüze gelmektedir: Ondan kibrit istenil
ınediği halde kibrit istenilmiştir. Bir başka örnekte şöy
le olabilir: Şizofrenik kişi hiç tanımadığı bir kişi ile
aynı odada bulunmak zorunda kalırsa, o kişi ile konuş
maz; o kişiyi orada yok farzeder. Yapacak hiç bir şey
bulamazsa, odada bulunan oldukça önemsiz bir şeyle
aşırı ölçüde ilgileurneye çalışır. Örneğin havada uçan bir
sinekle ilgilenir ya da oldukça düşüneeli görünebilir. Bu
ve buna benzer davranışlanyla şizofrenik kişi karşıdaki
kişi ile ne tür bir ilişki içinde olduğunu belirtmekten
ve ilişkiyi tanımlamaktan sürekli olarak kaçınmaya ça
lışmaktadır.
Yeni geliştirilen psikoterapi yaklaşımlarında şizoth:ı
nik kişilerin kişilerarası ilişkilerdeki davranışlarının sü
rek! olarak dikkate alınması gerektiği belirtilmektedir.
Bunun doğal bir sonucu olarak da, deneyimli terapist
ler şizofrenik bir kişinin davranışlarını ilişkiye yöneitH
miş bir eleştiri olarak almakta ve bu davranışların nasıl
yadsındığını anlamaya çalışmaktadırlar. Şizofrenik bir
kişi garip bir şekilde konuşmaya başladi� zaman, de-
ı so
neyimli bir terap ist, bu konuşmanın içeriğini
simgesel
olarak yorumlamaktan daha çok beni neden şaşırt
maya
çalışıyorsunuz, veya benimle neden bu şekilde
konuşu
yorsunuz diyebilir.
ısı
Smith (9) : Benim bir tanem ve aşkım köpek ba
lığı. Ha, ondan sakınmalısın.
Jones (lO) : (Uzun bir sessizlikten sonra) Benim de
yaşanacak bir hayatım olduğunu bilmi
yorlar mı?
Smith (1 1) : Hava üssünde mi çalışıyorsun ? He?
Jones (12) : Biliyormusun iş deyince ne düşünürürn.
Haziranda 33'ünde olacağım. Danlma
dm ya?
Smith (1 .3) : Haziranda 33 ünde mi ?
Jones (14) : Haziranda 33 yaşında. Buradan hasta
haneden ayrıldıktan sonra bu elbise
pencereden çıb.r gider. Sigarayı da boş
larım. Ben uzaydan gelen bir adamım
tamamını, palavra değil.
Smith (15) : (Güler) Ben gerçekten uzaydan gelen
bir uzay gemisiyim.
Jones (16) : Böyle bir çok insan deli gibi konuşur.
Ama Ripley ister inan ister inanma, is
ter al, ister alma, sınavcıdır. Komedi
bölümünde Ripley, Robert E. Ripley
ister inan ister inanma, inanmak iste
mezsek, hiç bir şeye inanmak zorunda
değiliz (susar). Tüm küçük rezetler çok
tek başına yalnız (susar).
Smith (17) : Ya, olabilir (geçen bir uçak nedeni ile
işitilemiyen bir cümle).
Jones : Ben sivil bir denizciyim.
Smith (18) : Olabilir (iççeker) Ben okyanusta yıka
nırım.
Jones (19) : Yıkanmak kokar. Neden biliyor musun?
Çünkü isteyince bırakamazsın, görevde�
sin.
152
Smith : Ben istediğim zaman bırakabilirim. Dı
şarı gitmek istediğimde de gidebilirim.
Jones : (Aynı anda konuşarak) beni ele al, ben
bir sivilim, bırakabilirim.
Smith : Sivil?
Jones : Git oradan deli . . .
Smith (20) : Sanırım üssünıüzde sivil var (uzun bir
sessizlik)
Jones (21) : Bizden ne istiyorlar?
Smith : Hmmmmm . . . .
Jones (22) : Senin ve benimle ne yapmak istiyorlar?
Smith (23) : Senin ve benimle ne yapmak istiyorlar?
Sana ne yapacaklarını ne biliyorsun. Be
nimle ne yapmak istediklerini ben bili
yorum.
Yasalan çiğnedim karşılığını ödeyeceğim (sessizlik).
Bu konuşmada Smith ve Jones bir yandan hem iliş
kilerini tanımiayabilmek için çalımlar yapmakta hem de
bu davranışlarını yadsımaya çalışmaktadırlar. Bu durum
özellikle ses tonlan dikkate alındığı zaman. daha da be
lirginleşmektedir.
Aşağıda bu konuşma iletileriri yadsınmasında yaygın
lıkla kullanılan dört öğe açısından analiz edilmiştir. Bu
öğeler ben, size. bir şey söylüyorum, bu bağlamda diye
nitelemeye çalıştığımız ögelerdir.
Jones (1) : Konuşma Jones'un kahkahaları ile baş
lar. Bunu bir sessizlik izler. Daha sonra Jones kendisini
takma bir isimle tanıtır. Bu takma isim Jones'un dostça
konuşmaya doğru attığı adımı yadsıyan bir davranıştır.
Smith (2) : Jones'a bir saldırıda bulunur: Bir yandan
ona «küçük» der; öte yandan dostça bir soru sorar (Jones
gerçekten kısa boylu bir kişidir). Smith bu davranışını
153
yaparken de rahat değildir; çünkü yapmacık ve çok kalın
bir ses tonuyla konuşmaktadır. Smith, Jones'un bir çift·
likte çalışıp çalışmadığını sorar. Ama apaçıktır ki, Jones
akıl hastahanesinde bir hastadır ve geçinmek için para
kazanmamaktadır. Bu davranışı ile smith Jones'a, yani
bir akıl hastasına cevap verdiğini yadsımaya çalışmakta
dır.
Jones (3) : Jones kendisini bir sivil denizci olarak ta
nıtarak akıl hastası olduğunu yadsımaktadır. Bu davra
nışını da yüksek bir zümreden olduğunu belirterek yadsı
maktadır. Jones öyle bir durum yaratmıştır ki, ne söy
lerse söylesin Smith'e bir şey söylememektedir; çünkü ko
nuşan Jones değildir.
Smith (4) : Smith teypten söz eder (Teyp odada Jo
nes'un göremiyeceği bir yerdedir). Teybin şarkı söyleye
bileceğini bilgi verebileceğini belirtir. Bu dostça uyarıyı
da yadsıyabilmek için, bir bakıma kendi kendisine konu
şuyormuş gibi Jones'a bakarak değil de, teybe bakarak
konuşur. Sonra, hiç ilgisi olmayan bir havludan söz ede
rek bir uyarı verdiğini yadsır. Ayrıca, yakında denize dö
neceğiz diyerek ilişkileri hakkında bir cümle söyler; fakat
apaçıktır ki her ikisi de denizci değildir.
Jones (5): Bir sessizlikten sonra Jones, gizli bir aşk
hastası olduğunu söyler. Bu cümle Smith'in bir denizci
olmasını belirten cümleye karşılık bir eleştiridir.
Smith (6-7) Smith rahatsız bir şekilde güler; aşık
olmadığını belirtir; dolayısıyla, Jones'un söylediği şeyleri
ilişkileri hakkinda söylenilmiş şeyler olduğunu kabul et- ·
memektedir.
Jones (8): Bunun üzerine Jones ne kendi, ne de
Smith hakkında konuştuğunu bunun yerine kendine ben
zer, kendisi gibi dolaşıp duran biri hakkında konuştuğu
nu belirtir. Böylelikle, aslında orada dolaşan biri olma·
154
. dığından, hem . kendisinin hem de Smith'in
konuştuğunu
yadsımaya çalışmaktadır.
Smith (9): Smith köpek balığına aşık olduğunu ve
o�da?, sakınmak gerektiğini belirtir. Böylece kendisini
de
bır kopekbalığı şeklinde nitele;yerek ilişkiyi tanımlamas
ı
nı yadsımaya çalışmaktadır.
Jones (10) : Benim de yaşanacak bir yaşamım oldu
ğunu bilmiyorlar mı, diyerek Smith'e bir eleştiri yaptı
ğını yadsır.
Smith (12) : Saldırgan bir şekilde .çalışmamasının
nedeni olarak yaşını gösterir; fakat 33 yaş çalışmaması
için yeterli bir gerekçe değildir. Belki 33 yerine 86· ya
şındayım deseydi, belirli bir ölçüde söylediği ile tutar
lılık içinde olabilirdi. Öte yandan Jones 86 yaşında oldu
ğunu söylese bile, bunu 86 yaşındaki bir insana yakış
mayacak bir şekilde saldırganca söylemektedir; dolayı
sıyla yadsıdığını da yadsımaya çalışmaktadır. Şizofrenik
iletişimde görülen bu tür ileri düzeydeki tutarsızlıklar,
şizofrenik ve normal insanlar arasındaki temel farklar
dan birisidir. Hemen hemen bu konuşmadaki tüm cüm
leler yalnızca yadsımalardan değil, aynı zamanda yadsı
maların da yadsınmasından oluşmaktadır. Jones, ben Mc
Dougal'ım dediği zaman bile, bunu McDougal olmadığını
belirten bir ses tonuyla söylemektedir. Bu tür yadsımala
rın daha net bir şekilde açıklanabilmesi için dil bilimi
açısından daha ileri düzeyde analizler gerekmektedir.
Smith (13) : Smith Jones'un haziranda 33'ünde ola
cağına dikkatini toplar. Oysa bu Jones'un söylediğinin en
az dikkate değer niteliğidir; çünkü Jones, <<Danlmadın
ya» diye bir soru sormuştur. Bu soru ilişkilerinde ne tür
davranışıann yer alması gerektiğini belirten bir sorudur.
Bu nedenle asıl bu sorunun üzerinde durulması gerekir
di. Oysa Smith, Jones'n ilişkiyi tanımlama niteliğini ta-
155
şıyan bu cümlesini yadsımaya çalışn:uştır.
Jones (14): Jones bulundukları yerin hastahane oldu
ğunu belirtir. Ancak bu cümlesini tüm yapması gereken
şeyin sigarayı boşlamaktan ibaret olduğunu belirterek
yadsımaktadır. Ayrıca, hiç bir kusuru olmadığını, uzay
dan gelen bir yaratık olduğunu belirterek de yadsıdığını
yadsımaktadır.
Smith (15): Buna Smith bir kahkaha ile cevap verir.
O da bir uzay gemisi olduğunu belirtir. Karşılıklı olarak
ilişkilerini tanımlama girişimlerinde bulunmalanna kar
şın, birşeyler paylaşan kişiler olmadıklarını ve başka bir
dünyadan gelen yaratıklar olduklarını belirten cümleler
le ilişki tanımlarını geçersizleştirmeye çalışırlar. Bu tür
davranışlar tüm ilişkiyi kuramsal bir ilişki haline getir
mektedir.
Jones (16) : Jones <<deli gibi» diyerek içinde bulunu
lan bağlam ile tutarlılık gösteren bir cümle söylemek
tedir. Ancak, bu cümleyi Ripley, komedi bölümü, << tüm
·küçük rezetler çok yalnız» ve bir takım tekerlerneler söy
leyerek birbiriyle hiç bir tutarlılığı olmayan cümlelerle
yadsımaktadır.
Smith (17-18) : Smith Jones'un cümlelerine kendi
kendisine konuşarak cevap verir.
Jones (19) : Smith yıkanmaktan söz edince. Jones
buna katılır; fakat bu katılımını görevde olduklarını be
lirten bir cümle ile yads ır.
Smith (20) : Bu yadsımaya katılır ve hastahanenin
bir «hava üssü» olduğunu belirtir.
Jones (21-22): Bir duraklamadan sonra, Jone's biztm
le ne yapmak istiyorlar diyerek, ilişkilerini çalımlamaya
çalışır. Bu cümleyi Smith de yineler. Bir bakıma bu cüm·
Ider oldukça e1klı başında kişilerin söyleyebilecekleri ve
ilişkiyi tanımlamayı amaçlayan cümlelerdir.
156
Smith (23) : Smith bu çalımı kabul etmez. Senden
ne istediklerini nasıl bilebilirim. der. Bir anlamda bu ce
vap oldukça aklı başında bir cevaptır. Ancak, Smith, da
ha sonra yasaları çiğnedim karşılığını ödeyeceğjm diye
rek, hem yukarıdaki söylediği cümleyi, hem de içinde
bulundukları bağlaını yadsır ve hastahaneyi bir hapisha
ne olarak niteler.
Bu kısa analizde Smith ve Jones arasındaki etkile
şimin tüm incelikleri üze·rinde durulmamış; yalnızca ile
tilerin dört öğesinin nasıl yadsındığı açıklanmaya çalışıl
mıştır. Tüm bu söylediklerimizden de kolaylıkla anlaşıla
bileceği gibi sizofrenik kişi bir başkasıyla ilişkisinin ta
nımlamaktan kaçınınakla kalmaz, aynı zamanda karşısın
daki kişinin de ilişkiyi tanımlamasını önlemeye çalışır.
Bu konuda öylesine ustalıklı davranır ki, işte insana şi
zofrenik kişiye hiç bir zaman ulaşılamayacağı duygusunu
veren davranışlar da şizofrenik kişinin bu tür davranışla
rıdır.
İki normal insan ilk kez karşılaştıklarında, birbirle
rini karşılıklı olarak tanıtırlar ve ortak bir ilgi alanı bu
labilmek için birbirlerinin geçmişlerini araştırmaya baş
larlar. Gerektiği y:erde ilişkilerini daha net bir şekilde ta�
nımlayabilmek için gerekli çabayı gösterirler. Hatta bu
kişiler söylediklerini tutarlı bir şekilde nitelemekle kal
mazlar, aynı zamanda ilişkileri üzerine odaklaşır ve iliş
kilerini tartışabilirler. Bu yolla aralarındaki anlaşmazlık
ları bir çözüme ulaştırmaya çalışırlar. Ama bu kişilerden
birisi gönderdiği iletileri yadsımaya kesin kes kararlı ise
bu kişi, bu işi ancak şizofrenik belirtiler göstererek ba-
şarabilir.
Tüm insan ilişkilerinin somut olduğu kadar soyut ·
bir düzeyde de amacı vardır. Örneğin kocasından belirli
bir şeyi yapmasını isteyen bir kadın, yalnızca o şeyin ye
157
.
Psikoterapi Bağlamı
Genellikle şizofrenik kişi bir tedavi kurumunda teda
vi görür. Tedavi kurumunda çalışan personel şizofrenik
kişinin yediğini, içtiğini, nezaman ve nerede yatıp kal
kacağını ve ne yapacağını kontrol ederler. Bu tür bir
yetke (otorite) bağlaını içinde terapist, şizofrenik kişiyi
tedavi etmeye çalışır. Tedavi bağlaını çok önemlidir; çün
kü bu bağlam iki kişi arasında yeralabilecek davranışlara
ve ilişkiye genel bir çerçeve sağlamaktadır. Bu bağlam
nörotik hastaların içinde bulundukları bağlamdan çok
farklıdır. Terapist nörotik hastaların yaşamını kontrol
etmekte çok sınırlı bir olanağa sahiptir. Bazan, şizofrenik
kişileri tedavi etmeyeı çalışan terapist yönetim konusun
daki çatışmalar veya personel arasındaki sürtüşmeler .ne
deni ile şizofrenik kişiler üzerindeki kontrolünü yitirebi
lir; ama bu durum hastanın terapisti yetkenin bir par
çası olarak algılamasını hiç bir zaman önleyemez. Has
taya karşı her türlü yetkeyi kullanabilme olanağına sa
hip bir terapist hastaya yetkeci bir şekilde davranmıyor-
158
sa, bu dwumda terapistin yetkesi, yetkeye sahip olma
dığı halde, yetkeci bir şekilde davranmaya çalışan tera
pistin yetkesinden çok daha etkilidir.
Şizofrenik kişilerin tedavi bağlaını ile ilgili olarak şu
noktanın da belirtilmesinde yarar vardır. Terapist hasta
ya karşı yetkeci bir şekilde davrandığı zaman, öyle bir
bağlam yaratılmıştır ki bu hastanın iyiliği içindir. Bu tür
bir yardımsever çerçeve içinde terapist hastaya karşı
kötü ve zorlayıcı bir şekilde davransa bile, bu tür davra
nışların anlamı farklıdır. Öte yandan şizofrenik kişiler ge
nellikle tedaviye gönül rızalan ile gelmezler. Eğer öyle
olmuş olsalardı, terapistleriyle belirli bir ilişkiyi tanım
lamak zorunda kalırlardı. İşte, bu neden1e şizofrenik ki
şileri tedavi etmeye çalışan bir terapist, yardım dilerneyen
bir kişiye «zorla» yardım etmeJc gibi oldukça güç bir so
runu çözmek zorundadır.
Yetkeci Yaklaşım
159
Asistan: Bitişik odada.
Terapist: Burada, ama, anneni dışarı göndereceğim.
Ben ne söylersem onu yapmak zorunda.
Hasta: Hayır, hayır. O ne söylerse, sen onu yapmak
zorundasın, ben . . .
Terapist: Burada Allahın kim olduğunu biliyor mu-
sun ?
Hasta: Ben Allahım. (Gülüşmeler)
Terapist: Sen, öyle mi ?
Hasta: Evet.
Terapist: Seni deli serseri seni. Çabuk diz çök önüm·
de.
Hasta: Hayır sen benim önümde diz çök.
Terapist: Çocuklar, gösıerin şuna burada kim Allah
(Asistanlar hastayı zorla terapistin önünde dizçöktürür
ler) .
Hasta: Bak . . .
Terapist: Diz çök önümde.
Hasta: Bana karşı zor kullanmaya hakkınız yok.
Terapist: Gülünç olma burada patran benim.
Asistan: Gördün mü diz çökmüş bir durumdasın.
Terapist: Şimdi ne yapıyorsun?
Hasta: Hey . . . Anneeee ! ! !
Terapist: Çocuklar bırakın şunu kalksın.
Hasta: (doğrulmaya çalışırken) Bazan insanlar . . .
Terapist: Burada patran kim?
Hasta: Ben ne söylersem yapmalısınız. Ama, belki bir
pazarlık yapabiliriz.
Terapist: Hiç bir pazarlık yok benimle.
Hasta: Yaratan benim. Söylediğimi yapmazsan, o
zaman . . . . . .
Terapist: Kim kimin önünde diz çöktü?
Hasta: Seni geberteceğim.
160
Hasta: Hayır ben Allahım
Terapist: Sana ben Allahım diyorum.
. Hasta: Eeee, herkesten daha iyi bir düşünür ve ön
der olakoymuşum. Bana göre ben Allahım. Senin de ne
olduğunu görüyorum.
Terapist: Çocuklar bir deli ile tartışmanın anlamı
yok. Gösterin yine şuna.
Asistan: Allahın önünde diz çök.
Hasta: Bak. : . (bağırarak) Anneee.. (hasta diz çök
meye zorlanırken itişip kakışmalar olur).
Terapist: Bırakın. üzıneyin, üzmeyin onu.
Asistan: Allahsan neden anneni çağırıp duruyorsun ?
(yine şiddetli itişip kakışmala:r) Neden anneni çağırıyor
sun?
Terapist: Öyle ya neden anneni çağırıp duruyorsun?
Hasta: Bakın bana karşı zor kullanamazsınız.
Terapist: Burada patran benim.
Hasta: Zor kullanmaya hakkınız yok. Sen patran d�
�ilsin.
Terapist: Burada Allah kim?
Hasta: Ben
Terapist: Eeee. . . O zaman neden yerinden kalkamı
yorsun.
Hasta: Onları itip darmadağın edeceğim. Onlara çe
kilmelerini söyle.
Terapist: Pekala, çocuklar çekilin.
Hasta: Bu bir hata idi. Ben zaten onları darmadağın
edecektim.
Asistan:. Darmadağın etmek mi? (gülerek) Darmada
ğın etmek ha?
Terapist: Demek darmadağın edecektin öyle mi?
Bu kısa alıntının tüm incelikleri üzerinde durmak
yerine, yalnızca en göze batan nitelikleri üzerinde durul-
161
muştur. Terapist ve hasta arasındaki en temel sorun, ki·
min kontrolcü olduğudur. Besbellidir ki, terapist bu so·
runu can alıcı bir sorun olarak kabul etmekte ve sorunun
üstüne üstüne gitmeye Çalışmaktadır. Hasta da bu soru
nu çok önemli bir sorun haline getirmiştir. Terapist has
taya önümde diz çök deyince hasta hayır sen benim
önümde diz çök demektedır. Hasta kendisinin Allah oldu
ğunu söyleyince, terapist burada ben Allahım der. Bu tür
bir üstecilik (oneupmanship) savaşımında hasta dezavan
tajlı bir konumdadır; çünkü terapistin safında yalnızca
tıbbi yetkesi değil, hastanın annesi, asistanlan, tüm bağ·
lam ve oldukça pahalı bir tedavi ücreti de vardır. Tera
pistin bu avantajiarına karşılık hastanın ise yalnızca gü
lünç olmaktan öteye geçeıneyecek çalımlan vardır.
162
mazlıktan gelirler, ya çok . çaresiz davranırlar, ya sesler
işitiyqr olabilirler; ya da çok kuşkulu ve, heyecanlı . gö
rünebilirler. :aazen de kendilerinden istenen bir şeyi yap�
mamak için hiç akla hayale gelmeyecek gerekçeler uy-
durabilirler. .
163
de kontrolcü bir konuma yerleştirildiği zaman bir yan
dan sürekli olarak bu konumdan kaçınmaya çalışır; öte
yandan ilişkinin kontrolünü karşıdaki kişiye de · verme
ıneye diretir. Bazen de başkalannın nasıl davranması
gerektiği konusunda öyle düşsel şeyler söyler ki, ister
istemez karşıdaki kişiyi kontrolcü bir konuma geçme
ye zorlar. Biraz önce verilen örnekte hasta kendisinin
Allah olduğunu belirtmiştir. Bu davranışa bakarak has
tanın kontrolcü bir konuma geçmeye meraklı olduğunu
düşünebiliriz.. Ama, ne var ki, şizofrenik bir kişiye bu
tür bir kontrol olanağı sağlandığı takdirde. şizofrenik
kişi poiise gider; bir yandan kendisinin Allah olduğunu
iddia eder; öte yandan da kendisinin rehine alındığını
ileri sürer. Böylece başkalarını onu denetim altına al•
maya zorlar.
164
nak verilmelidir. Bu durum nörotik hastalar için çok
farklıdır. Nörotik hastalar terapiste sürekli olarak be
lirli bir ilişki biçimini kabul ettirmeye çalışırlar. Şizof
renik kişiler bu şekilde davrahamadıklan için, şizofre
nik kişilerin tedavisinde şizofrenik kişiden her hangi
bir iliŞki türünü biçimlernesi isteınmelidir.
165
lerinden istenenleri yapmayacaklarını belirtmek yerine,
«edemediklerini» belirtirler. Örneğin, histerik bir hasta
kol ve bacaklarını oynatamaz; fobik bir hasta fobik dav·
ranışiarı uyaran uyarıcılada karşılaşamaz; dirençli hip
notizma deneği elini kaldıramaz veya istenen bir san
rıyı göremez. Bu tür kişileri kontrol etmenin en kolay
yolu, onlara söylenen şeyleri yapamayacaklarının belir
tilmesidir. Bu durumda, kişi kendisinden istenen bir şe
yi edemediğini belirtirsc, terapistin yönergeleri doğrul
tusunda davranmış olur. Örneğin, dirençli bir denekten·
hipnotiste karşı direnç göstermesi istenebilir. Bu du
rumda denek direnç gösterirse, hipnotistin istediği bir
şeyi yapmış olur. Ne var ki, şizofrenik bir hasta, bir
şeyi « edemediğini» belirtmez. Şizofrenik bir hasta hipno
tize edilmeye çalışıldığı zaman, bu hastanın diğer kişiler
den ne denli farklı olduğu iyice belirginleşir. Şizofretnik
hasta, hipnotistin söylediklerine tepkiele bulunmak yeri
ne, «kendi kafasında duyduğu seslere» tepkide. bulunur.
Böyle'likle de hipnotisti oyalar durur. İşte bu nedenledir
ki, nörotik kişilere karşı tipiklikle kullanılan hipnotizma
teknikleri, şizofrenik kişiLere karşı etkili değildir. Özetle,
şizofrenik kişi ne «evet» ne de «hayır» eliyemediği gibi
« edemediğini» de söylemez.
Zorlayıcı ilişki
Bir çok kez belirtildiği gibi; şizofrenik kişilerin dav
ranışlarını kontrol etme yollarından biri; şizofreni'ğin
terapiste karşı tepkiele bulunduğUnu · yadsiyamayaeağı
bir ortam yaratmaktır. Bir bakıma, şizöfrenik kişi ade�
ta kapana kısılmalıdır: Her ne yaparsa yapsın terapis·
tin verdiği yönergeleri izlemek zorunda kalmalı ve iliş
kiye katkıda bulunmalıdır. Biraz önce sözünü ettiğimiz
terapistin fiziksel olarak ,«zor» kullanması hastanın te�
166
rapiste karşı tepkide bulunmasını sağlamak için yapıl
mıştır. Şizofrenik hasta kendisini Allah olarak tanıtmak
ta ve terapiste karşı tepkide bulunduğunu yadsımaya
çalışmaktadır. Ancak, bir insan için diz çökmüşken Al·
lah olduğunu iddia etmek oldukça zordur; çünkü Allah
diz çökmez. ft..ncak çaresiz bir hasta diz çökebilir. Fizik·
sel zor yoluyla hasta yalnızca diz çökmek zorunda bıra
kılmış olmaz, aynı zamanda hastanın yadsımaları da
terapist tarafından kolaylıkla savuşturolmuş olur. Söz
konusu örnekte de: terapist, bir deliyle tartışmanın an
lamı yok çocuklar, gösterin ona diyerek, hastaya ileti·
lerini yadsımaya olanak verınemeye çalışmaktadır.
Bu durumda hasta oldukça içinden çıkılınası güç ·
İyilikseverel Yaklaşım
1 67
Fromm Reichmann bu hastaya Allalıma gidip söyleme�
si için şu tür yönel'geler verir: Ona benim doktor oldu
ğumu söyle; onun ülkesinde 7 yaşından 16 yaşına dek
yaşadınız; tam dokuz yıl eder; size yardım etmedi; Öy
leyse bana, denemek için bir fırsat versin; Sen ve ben
başarabilecek miyiz; Görmeli der. Fromm R�ichmann
bu hastayı öyle bir konuma · yerleştirmeye çaİ ışmakta
dır ki, hasta ne şekilde davranırsa davransın, bu dav
ranışlarının terapiste karşı bir tepki olduğunu kabul
etmek zorundadır; çünkü hasta Allalıma gidip söylemesi
gereken şeyleri söylemezse, Bir yandan Fromm Reich
mann'a başkaldırmış olmakla kalmaz, Allahının varlığı
nı da kuşkuya düşürmüş olur. Öte yandan, Allalıma gi
der ve gereken şeyleri söylerse, yalnızca terapistle tüm
leyici bir ilişki içine girmiş olmakla kalmaz, aynı zaman
da terapistin, Allahdan daha güçlü olduğunu da kabul
etmek zorunda kalır. Bir başka deyişle, hasta, ya tera
pistin «Üstün» olduğunu kabul etmek, ya da Allahının
varlığından kuşku duymak zorundadır.
Görüldüğü gibi yumuşak ve sakin bir şekilde veya
şiddet ve zor kullanarak verilen yönergeler hep aynı
amaca hizmet etmektedir. Örneğin, bazı te·rapistler ka
totonik şizofrenik kişilere karşı çok yumuşak bir ş�
kilde davranarak ve bir çocuk gibi onların karınlarını
doyurarak bu hastaları tedavi etmeyi başarmışlardır.
Bu tekniğe Ferreira «annelik» adını vermiş ve bu tek
nikle tedavi edilmiş iki kronik şiiofrenik hastayı şu şe-
kilde betimlemiştir: ..
«Bir tepsi yiyecek kucağında soğurken mumlaşmış bir ha- ·
reketsizlikle, saçı başı darına dağınık, uzak, boşluğa gözünü
dikmiş bir sandalyenin üzerinde oturuyordu. Yanına otur
dum. Yumuşakça, neden yemediğini sordum. Yavaşça ba
na bir göz attı ve hareketsiz kaldı. Yemeğinden söz etme•
168
ye başladım. Böyle aç, susuz, yemeğine dokunmaktan kor
karken yemeğinin soğuyaçağını belirttim. Onu susuz ko
yup, ölüme terkedemiyeceğimi ve karnını dayuracağıını
söyledim. Yan açık ağzına bir bardak süt uzattım. Yumu
şak, okşayıcı, alçak ve sıcak bir ses tonu ile bir bebeğe
konuşur gibi konuşmayı sürdürdüm. «Hadi. . . . süt. . . . çok
iyi. . . . . . çok beyaz. . . çok taze, İyi süt. . . Benim sütüın . . . . . .
sana vereceğim. »
1 69 .
hastalar terapiste karşı bir tepkide bulunmadıklarını
belirtmeye çalışmakta ve terapisti tümleyici bir ilişki
kurmaktan alıkoymaya çalışmaktadırlar.
Şizofrenik hastaların davranışlarının kontrolünü ele
geçirebilmek için karın dayurma te�iklerinden başka
teknikler de vardır. Bu konuda Ferreira şunları söyle
mektedir:
1 70
U:���k �
bi� ses onuyla, ona, sen 've ben bu sesiere karşı
dovu_şece�ız .. dedım. Bunun üzerine odanın boş bir köşesi
ne gıderek ofkeyle ba�rarak havayı ve o görünmeyen ses
leri dövmeye başladım. Defalun Kathy'i rahat bırakın de
dim. Hasta benim bu durumuma ola�anüstü bir dikkat
gösterdi. Sonra benim yaptı�ım bu · maskaralıklara kahka
ha patlamalanyla tepki göstermeye başladı. İlk kez ko�
personeli ve ben onu gülerken görüyorduk.»
171 -
Psikoterapi ve Ettyoiojl ·
Şizofrentıtn Allesi
Şizofrenik kişinin tedavisini çok yakından ilgilendi
ren etmenlerden biri şizofrenik kişinin ailesidir. Şizofre
nik hasta hastahaneye yatmadan önce bir aile ortamın
dan .gelmiştir. İyileştikten sonra da aynı aile ortamına dö
necektir. Bu açıdan bakıldığında şizofrenik kişinin teda-
173
visi kullanılan tekniklerden daha çok, iyileşmesini bek
leyen . aih�sine karşı olan tutumundaki değişmeye ba@ı·· .. .
dır.
Şizofrenik kişiye ailesinin etkisinin hiç k
.· üÇüffi
sen·
nıemesi gerekir; Çiinkü şizofrenik hastalarm ailesinin dı·
şındaki kişilerle ilişkileri hemen hemen yok denecek ka·
dar azdır. Şizofrenik kişi yıllar boyu aile üyelerine özgü
bir biçimde davranmış; ailesinin dışındaki başka kişiler
le yakın bir ilişki kurmamıştır. Uygun yaşa erişip, dış
dünyaya açılmanın zamanı gelip çatınca da aile üyelerin·
den farklı davranan insanlarla uğraşabiirnek için gerekli
olan becerileri geliştirmekten yoksun kalmıştır. Bu açı·
dan bakıldığında, psikoterapistin şizofrenik bir kişi ile
yakın bir ilişki kurmaya çalışmasının ne deınli güç bir iş
olduğu kendiliğinden ortaya çıkmaktadır.
Şizofrenik kişinin ailesi ile iLgili olarak belirtilmesi
gereken bir başka ilginç nokta da şudur: Bir çok araştır
macı şizofrenik çocuğun ailede, aileyi birleştirici ve den
geleyici bir işlev gördüğünü ileri sürmektedirler. Bu
araştırmacılar şizofreınik çocuk iyileşmeye başladığın
da, ana ve baba arasında belirli sorunların doğduğunu
ve eşierin birbirlerini boşanınakla tehdit etmeye başla
dıklarını, ya da şizofrenik çocuğun kardeşlerinden biri
nin belirtiler geliştirdiğini vurgulainaktadırlar. Bir bakı
ma, ana ve baba şizofrenik bir çocuğa sahip oldukların
dan ötürü ortak bir sorumluluk alı:nakta ve çocuklarının
üstüne odaklaşarak kendi aralarındaki sorunlarla yüz yü
ze gelmekten kaçınmaya .çalışmaktadırlar. Yeri gelmiş
ken, şizofrenik belirtilerin ele. alınması ile ilgili olarak· şu
noktanın belirtilmesinde de yarar vardır: Şizofrenik be
lirtilere oldukça «acayip düşüncelere» karşı geliştirilmiş
savunma mekanizmalan olarak bakılabilir. Ama, ayın be
lirtilere, bir aile sistemini sürdürme biçimi olarak da ba·
174
kılabilir. Özellikle. şizofrenik belirtilere bu ikinci açıdan
�
�a laş�ığımız zaman , tedavi sürecinin, şizofrenik kişiyi
ıkı şekılde tehdit ettiğini görmemiz kolaylaşmaktadır. Te
davi süreci ş.izofrenik kişiyi; yalnızca yaşam biçimini de
ğiştirmeye zorlamakla kalmaz, aynı zamanda darmada
ğın olmuş bir aile veya ailedeki bir başka kişinin tümüy
le çökme tehlikesi ile de karşı karşıya getirebilir.
Daha önce de belirtildiği gibi, şizofrenik çocuğun ana
ve babası çocuk�arına tümleyici ve bakışık ilişkiler kur
mayı öğretmekte oldukça beceriksiz bir şekilde davran
maktadırlar. Çocuklan tümleyici bir şekilde davran·
dığında, ondan bakışık bir şekilde davranmasını, bakı
şık bir şekilde davrandığında da, ondan tümleyici bir
şekilde davranmasını istemektedirler. Bir başka deyişle
çocuk ana ve babasından bir şey istediğinde, çocuğun bu
davranışı ana ve babası tarafından sür�kli olarak kına
nır; bu davranış aşın bağımlı bir davranİş olarak kabul
edilir. Çocuk kendisi için hiç bir şey istemezse, ana ba
bası çocuğun bu davranışını da kınar; çocuklarını aşırı
ölçüde bağımsız olmakla · suçlarlar. Normal ailelerde ço
cuğun isteklerine, başkaldınlarına, bağımsızlığa doğru
attığı adımlara hoşgörü gösterilirken, şizofrenik çocuğun
bu davranışiarına hoşgörü gösterilmez. Şizofrenik ço•
cuğun sevgi dolu ve olumlu davranışlan bile, ana ve ba
bası tarafından bir «yük» olarak algılanır. Bu tür bir ile
tişim örüntüsü ile karşılaşan bazı şizofrenik kişiler ana
ve babaları ile olan köprüleri tümüyle ortadan kaldırır
ve onlara bir türlü ulaşmak istemezler. Paronoid hasta·
ların ana ve babası da onların her yaptığı davranışları
kınamaktadır. Bunun doğal bir sonucu olarak da çocuk
her adımını attıkça ve her kapıyı açmaya çalıştıkça sü·
rekli olarak sanki kafasına bir şey düşecekmiş gibi bir
dünyada yaşamak zorunda kalır.
Şizofrenik çocukta ana babasının davranışlarını sü·
175
rekli ol::;ırak k�nar. Bu açıdan şizofrenik çocuğun aW!sin
de yetke, iyilikseverlik ve yardımlaşma konusunda taın
bir keşmekeşelik vardır. Ana veya baba çocuğu bir dav
ranışından ötürü disipline sokmaya çalışırS-a, diğer eş,
hemen bu davranışa karşı çıkar; sonuçta çocuğu disipline
sokmaya çalışan eş tam bir kararsızlık, şaşkınlık ve ça
resizlik içinde kalır.
Şizofrenik çocuğun ana ve babası çocuklarına karşı
aşırı ölçüde özverili bir şekilde davranmaya çalışırlar ve
bu davranışlannı erdemli bir davranış olarak kabul eder
ler. Örneğin, şizofrcnik çocuğun annesi sık sık çocuğu
için saçını süpürge ettiğini belirtir. Normal çocukların
annelerine göre şizofrenik çocuğun annesi çocuğunu sü
rekli olarak kendi kanadı altında korumaya çalışır. Hat
ta, çoçuğu yetişkin bir yaşa geldiğinde bile, onunla bir
bebek gibi konuşur; ona sorular sorar; cevaplannı ken
disi verir.
Şizofrenik çocuk her hangi bir yaramazlık yaptığı
zaman, babası, çoğu zaman çok sert davranır. Böyle du
rumlarda anne, çocuk ile babası arasına girer ve çocuğa
karşi çok sert davranmaması gerektiğini belirtir. Şizofre
nik çocuğun ailesinde ana ve baba arasında .çocuğa karşı
nasıl davranılması gerektiği konusunda sürekli olarak bir
çatışma vardır. Çocuk da ana ve babası arasındaki bu ça
tışmaya çok duyarlılık gösterir. Gerektiğinde olmadık
yollara başvurarak ana ve babası arasındaki söz konusu
çatışmayı körüklendirebilir. Ana ve babasını birbirine
düşürebilir ve aniann acımasız bir şekilde kavga etmeı
sine yol açabilir.
özetle, şizofrenik çocuklann ailelerinde kimin dav
ranışını, kimin ne• ölçüde, kontrol edeceği sorunu bir tür
lü çözümlenememiştir. Çocuğun her yaptığı davranış ana
ve babası tarafından bir çalımmış gibi algılanır ve çocuk
1'16
�u davranışından ötürü bir bakıma kınanır ve suçlanır.
Örneğin, çocuk annesinden bir şey isteyecek olsa, anne
bu isteği, isteksiz bir şekilde yerine getirir ve onun ne
bitmez tükenmez derdi olduğunu belirtir. Şizofrenik ço·
cuğun ailesinde en önemsiz sayılabilecek konular üzerin·
deki çatışmalar bile büyük bir sorun haline gelir. Bu tür
bir iletişim örüntüsünden kaynaklanan sorunlan çöze
bilmek için çocuk da şizofrenik bir şekilde davranmaya,
yaptığı davranışların ana ve babasına karşı yapılmış dav·
ranışlar olduğunu yadsımaya ve de hiç bir davranışına
sorumluluk almamaya başlar. Ama, bu tür bir psikotik
çözüm şekli hiç bir kişi için doyurucu bir çözüm şekli
değildir. Artık, çocuklan kadar ana ve baba da mutsuz
dur; çünkü bir yandan çocuklarına bir türlü ulaşamadık
lanndan yakınmakta, onu anlayamadıklarını belirtmek
te; öte yandan, sürekli olarak çocuklanna davranışlannı
yadsıyabilmesi için zemin hazırlamaktadırlar.
Psik.oterapi ve Aile
Öğrence görüşü açısından psikoterapi ortamında kul·
lanılan teknikler ile şizofrenik kişinin ailesinde karşılaş
tığı iletişim örüntüsü arasında bazı benzerlikler vardır.
Tedavisel değişmenin kaynağı da bu benzerliklerde yat
maktadır. Yetkeci terapistin fiziksel zor kullanması, has·
ta kendi kendine karnını doyurabilecekken, terapistin bir
«anne» gibi hastanın karnını doyurmaya çalışması, şizof
renik çocuğun ailesinde sık sık karşılaştığı iletişim örün
tülerine benzer. Şizofreniğin tedavi gördüğü hastahane
ortamı da aşın koruyuculuğun ve yetkeciliğin özel bir
bileşiminden oluşmaktadır. Patolojiyi ortadan kaldır·
mayı amaçlayan teknikler ile. patolojiyi sürdüren ve bes
leyen süreçler arasındaki bu benzerlikler o�duk:ça . ilgi�ç
paradoksal nitelikler taşımaktadır. Ama, şızofrenık bır
177
'
Tedavisel Paradokslar
178
pistin asıl peşinde olduğu şey değil mi dir? Hastanın, be
�
li tisel bi.r davranışını ortadan kaldırabilrnek amacıyla,
bır terapıst ne zaman ki, hastayı belirtisel bir şekilde
davranmaya yüreklendirirse, hasta paradoksal bir duru
mun pençesine düşmüş olur. Aynı şekilde, terapist para
noid bir hastayı kuşku duymaya yüreklendirirse, daha
önceden kuşkulu davranarak terapisti kendisine yaklaş
tırrnayan hastanın silahı elinden alınmış olur. Bu dururn
da artık hasta ister kuşkulu davransın, ister kuşkulu
davranrnasın terapistin yönergelerini izlemek veı terapist
ile bir ilişki içinde olduğunu kabul etmek zorundadır.
ilişkinin Kabulü
Şizofrenik kişi, bazan tüm yadsımalanndan vazgeçe·
bilir ve terapistiyle doğrudan doğruya iletişime geçebi
lir. Terapistinin ona sahip çıkmasını, bakrnasını, yedirip
içirmesini isteyebilir. Hatta, bu tür bir iletişim kurmak,
ta öylesine aşınya gider ki, terapistin hoşgörü sınırlarını
son kertesine kadar zorlayabilir ve bu yolla terapistiyleı
başetmeye yeltenebilir .. Bazan da terapistini, disiplin ku
rallarını en ince ayrıntılarıyla uygulamaya zorlayarak ay
nı amaca ulaşınaya çalışabilir. Hastanın terapisti ile kur
duğu bu tür dolaysız iletişime terapistin çok dikkat et
mesi gerekir. Çünkü hasta bu tür bir iletişim biçimi ile
de şizofrenik yaşam biçimine gerisin geriye dönebilrnek
çin çareler arayabilir. Bu dönüşü yapabilmek için tera·
pistinin zayıf nokt�larını ve bu noktalardan terapistini
«VUrmaya» çalışabilir. Hatta, hiç bir yol bulamaz ise her
geçen gün biraz daha iyileşiyor izlenimini verip, bir gün
aniden koğuşta büyük bir fırtına kopararak terapisti ile
koğuş personeli arasında büyük çatışmaların doğruasma
yol açabilir. Bu tür durumlarda hasta ile etkili bir şekil
de uğraşabiirnek için terapist ile koğuş personeli arasın-
179
da oldukça etkili bir işbirliğinin olması gerekir.
Ne tür bir ilişki içinde olursa olsun, şizofrenik has
ta terapisti ile ilişkisinin türünü değiştirmek için bir gi
rişimde bulunursa, terapist hemen bu girişimi kabul eder.
Örneğin, terapist hastaya « annelik» yapıyor ve hastanın
ağzına süt bardağı tutuyorken, hasta bunu istemez ve
yemeğini kendi başına yemeğe yeltenirse. terapist buna
izin verir. Ama, hastanın gerçek annesi bu şekilde dav
ranmaz; çocuğumun ihtiyaçlarını yeterince yerine getire
miyorum diye kendisini suçlar ve onun kendi başına bir
şey yapmasına izin vermez.
Aklımıza bu noktada şöyle bir soru gelebilir: Tera
pist hastanın ilişkinin türünü değiştirmeye yönelik her
girişimini kabul ettiğine göre, bu durumda ilişkinin kont
rolünü hasta eline geçirmiş olmaz mı ? Hasta ilişkinin
kontrolünü eline geçiremez; çünkü terapistin yetkesi ve
genel bağlam buna izin vermez. Bu bakımdan, hasta te•
rapisti ile hangi tür ilişki başlatma girişiminde bulunur
sa bulunsun, terapisti ile ilişkisi sürekli olarak tümleyici
bir çerçeve içinde yer alır.
Psikoterapi Çerçevesi
180
kü, psikoterapi sürecinde kurulan ilişki ana, baba, kar-
deşler ve arkabalar arasında yaşam koşullannın ortakla
şa paylaşıldığı bir ilişki değildir. Tedavi süreci sona erer
ermez terapist ve hasta kendi yönlerine gideceklerdir.
Psikoterapi süreci bir bakıma «oyunsal» bir nitelik
taşımaktadır. Bu oyunsal niteHk tüm psikoterapi türle
rinde bulunmasına karşın, özellikle sizofreni ps1 koterapi
sinde iyice açığa çıkmaktadır. Bir kere. terapi"t psiko
terapi sürecini, tıpkı bir ovunda da olduğu gib1 belirli
bir zaman sının ile sınırlamaktadır. Bu arada rastava
karşı çesitli rolleri ovnamava çalısmaktadır. Bir wmdan
ona acımasız. katı ve uzak öte vandan vakm ve iviliksever
bir şekilde davranınava calısmaktadır. Ömel:!in teranist
bazan hastavı zorla diz çöktürmekte ve ona «ben All::ıh1m »
diyebilmektedir. Ancak, tüm bunlan dinleyiciler önünde
abartılmış bir şekilde, tıpkı tiyatroda rol vapan bir sa
natçı gibi yapmaktadır. Aslında hasta da bir sanatçı ı;rihi
davranmaktadır. Örneğin, hasta asistanlan darmacl�Pm
edeceğini söylerken, bir bakıma kendisi de söylediğine
inanmamakta ve gülmektedir.
Psikoterapi sürecinin oyunsal niteliği hasta ile ana
ve babası arasındaki savaşımın özellikleri dikkate alındı
ğında daha çok belirginlik kazanmaya başlar. Terapist
hastayı bir şey yapmaya zorlar, hasta da bunu yapmaz
sa terapist bunu hafife alma, umursamama olanağına
sahiptir. Ama hastanın ana ve babası aynı · avanta.ia sa
hip değildir. Hastanın ana ve babası yıllar boyu hasta
ile birlikte yaşamak ve hasta için ağır bir sorumluluk
duymaktadırlar. Bir terapist ne denli sorumluluk duyarsa
duysun, bu terapistin duyduğu sormluluğun hastanın ana
ve babasının duyduğu sorumluluğa eşdeğer olduğunu id
dia etmek çok güçtür. Hasta disiplin kurallannı çiğneı
diği zaman, terapist tüm sorumluluğu koğuş personeline
181
bırakıp, kendini hastahane ortamınchm uzaklaşfırma ve
oynadığı oyunu oyuarnayı sürdürebilme olanağına sahip
tir.
Tüm bu söylediklerimizden de kolaylıkla anlaşılabi
leceği gibi, doğası gereği oldukça kaypak bir zernin üze
rine oturtulan ve çeşitli düzeylerde çeşitli parodoksları
banndıran psikoterapi sürecinin kontrolünü kazanmak
hasta için olağanüstü güç bir iştir.
182
gibi bu beş özellik bir bakıma şizofreniğİn ana ve baba
sının çocuklarına karşı davranış biçimlerinin kısa bir
özetidir. Karşıtaktarım denilen olay da, iletişim açısından
terapistin ilişkinin kontrolünü yitirmesinden başka bir
şey değildir.
Özetle, şizofrenik kişi davranışlarını sürekli olarak
her düzeyde yadsımaya çalışan bir kişidir. Şizofrenik ki
şinin ailesi de onun bu şekilde davranmasına zemin ha
zırlamaktadır. Şizofrenik kişi ailesindeki kişilerle olduğu
gibi terapisti ile iletişiminde bazı paradoksal durumlar
la karşılaşmaktadır. Ancak arada temel bir fark vardır.
Psikoterapi sürecinde terapist can alıcı noktalarda, şizof
renik kişinin ana-babasından farklı davranmakta ve şi
zofrenik kişiyi şizofrenik olmayan bir şekilde davranma
ya yi.ireklendirmektedir. Ti.im bu anlattıklarımızdan da
kolaylıkla anlaşılabileceği gibi şizofrenik kişilere karşı
etkili olabilecek yeni tedavi tekniklerinin geliştirilmesi ,
şizofreniıkierin ailelerindeki iletişim örüntülerinin dikkat
le incelenmesine bağlıdır.
183
BÖLÜM 6
EVLİLİK TEDAVİSİ (MARRİAGE THERAPY)
. şılmıştır.
1 84
I� görüşme . yaparken diğer eşi, işbirliği içinde olduklan
bır başka terapiste göndermeyi tercih ederler Aslında
bireysel tedavi yapan terapistler de, bir bakı �a k
evlili
tedavisi yapmaktadırlar. Ama, çoğu zaman bireysel teda·
viierde tedavinin ağırlık noktası bir tek kişinin üzerine
kurulmuştur.
185
rını anlatması gerekir. Kişi sorunlarınİ açıklamamakta ve
konuşmamakta diretirse. Psikoterapist zor bir durumda
kalır. Örneğin, evden dışarı çıktığında kalp sektesi geçi
receği düşüncesiyle kaygılanan ve bu yüzden evden dışa
nya çıkamayan bir kadın tedaviye başvurur. Kadın tera
piste sorunlarını anlatmak istemez ve1 terapistin sorduğu
sorulara evet, hayır şeklinde kısa kısa cevaplar verir. T'e
rapist kadını konuşturmak için her yolu dener; fakat ka"
dın sorunlarını anlatmamakta diretir. Bu şekilde bir kaç
oturum geçirildikten sonra terapist kadını bir evlilik te
rapistine gönderir. Evlilik terapisti karı kocayı birlikte
görmeye başlar ve ilk tedavi oturumunda, adamdan karı
sının sorunlarını anlatmasını ister. Adam, karısının so
runlarını anlatmaya başlayınca, kadın sık sık kocasının
sözünü kesmeye ve bazı düzeltmeler yapmaya başlar. Bir
kaç oturum sonra, daha önceleri ağzını bıçak açmayan
kadının ağzı bir türlü kapanmaz; çünkü kadın olayların
kocasının yansıttığı bir şekilde yansıtılmasına dayanama
mış ve kendi duygu, düşünce ve özlemlerini anlatmak
zorunda kalmıştır.
c) Evli eşler arasındaki büyük bir kavgadan sonra
eşierden , biri aniden bir belirti geliştirdiği zaman evlilik
tedavisi gerekebilir. Çoğu zaman bazı eşler evliliklerin
deki sorunları küçümseme ve yadsıma eğilimindedirler.
Bu tür eşler çoğu zaman evliliklerindeki bir sorunu ört-
bas edebilmek için belirli sorunlar geliştirebilirler. Bu
sorunlar ilk ağızda bireysel bir sorunmuş gibi görün
mesine karşın; daha dikkatli gözlemler bunların bir evli·
lik sorunu olduğunu gösterir. Örneğin, bir adam evden·
dışarı çıktığı zaman aşın ölçüde kaygılanır ve evden dı
şarı çıkamaz hale gelir. Adamın bu sorunu karısı işe baş
ladıktan sonra ortaya çıkar. Bu adam aslında karısının
bir işte çalışmasını istememektedir. Bu yüzden karısı ile
186
çok şiddetli bir kavgaya tutuşur ve kan koca ayrılmaya
ramak kalırlar. Bir başka olguda da, bir kadının kocası
tüm parasını kumara yatırır. Karısı bunu öğrendikten
sonra histeri belirtileri geliştirir ve kocasından boşan
mak ister. Bu kadının kumar açısından babası ile de çok
kötü bir yaşantısı vardır. Kadının babası da müzmin bir
kumarbazdır ve bu yüzden tüm aile çok çekmiştir.
d) Bazen de birbirleriyle iyi geçinerneyen ve sürek
li olarak çatışan eşler ilişkilerinde bir aksaklık olduğunu
kavrar ve bir evlilik terapistine başvurabilirler. Kuşku
suz, bu durumlarda da evlilik tedavisi gerekir; ama ne
yazık ki bu eşiere bile bazan bireysel tedavi uygulanmaya
çalışılmaktadır. Evlilik tedavisine başvuran eşierden biri
çoğu zaman tedaviye isteksiz bir şekilde eşinin zoruyla
gelir. Bu çoğu zaman evin beyidir ve kadın adamdan ay
rılmak istemektedir.
1 87
runda olduklanndan mı, birlikte yaşa �aktadırlar? Kuş
kusuz bu sorun evliliğin gönüllü veya zorunlu bir ilişki
olmasından daha çok, eşierin ilişkilerini nasıl tanımla
dıkları ve algıladıklanyla ilgilidir. Örneğin, bir kadın as
lında kocasıyla birlikte yaşamaya en küçük bir isteği
olmadığı halde, dinsel inançlarından ötürü kocasıyla bir
likte yaşamak zorunda olduğunu düşiinebilir. Aynı şekil
de, bir başka kadın da kocasını hiç umursamaz ve evli
liğine hiç bir değer vermezmiş gibi görünmesine karşın,
biraz dikkatle bu karı koca arasındaki ilişki incelenirse,
kadının kocasına bir çarnsakızı gibi yapıştığı ve kocasına
bir saniye bile nefes aldırmadığı anlaşılabilir.
Bir evliliğin zorunlu ve gönüliii nitelikleri bir den
geye ulaştığı zaman, bu evlilik iyi gitmeye ve eşler iliş·
kilerinden doyum sağlamaya başlarlar. Mutlu eşler ne
denli birbirlerini istediklerinden birlikte yaşadıklarını
belirtiderse belirtsinler, her evlilikte gelenek, görenek ve
yasal gerekçelerden kaynaklanan bazı zorunlu özellikler
bulunur. Eşierin boşanınası çok kolaysa, evlilikte eşierin
sorunlara göğüs gennesi için önemli bir neden kalmaz.
Buna karşılık, boşanma aşırı ölçüde zorsa, eşler gerçek
ten birbirlerini isteyip istemedikleri konusunda kuşkuya
düşebilirler. Özetle, bir evlilik tümüyle gönüllü veya tü
müyle zorunlu bir ilişki haline gelmişse, bu evlilikte so
runların çıkması kaçınılmaz olur.
örneğin, hali vakti oldukça yerinde olan bir kadın
bir adamla evlenir. Adam karısından sahip olduğu tica
rethaneyi satmasını ister; çünkü karısının çalışmasını is-.
tememektedir. Kadın da adamın bu isteğini yerine ge
tirir ve sahip olduğu işyerini satar; ancak ileride ilişki
lerinde bir terslik olur düşüncesiyle, işyerinin satışından
elde ettiği parayı kendi hesabına bir bankaya yatırır.
Kadının bu davranışından sonra adam kansının kendisi-
188
n? � � ve medi�i, kadın da ilişkilerinin
tümüyle özgür
bır ılışkı olması gerektiğini öne süre
r ve sonuçta bu ka
rı koca ayrılmak zorunda kalırlar.
Evlilik ilişkisinin tümüyle zorunlu bir ilişki
olarak
algılandığı evliliklerde ise, ya katı dinsel kurall
ar vardır
ya da eşierden biri diğer eşi dizlerinin üzerine çökert
�
cek ölçüde bir belirti geliştirmiştir; yahutta, e:şlerden bi
ri ötekinin hiç bir şekilde hoş görü gösterilerneyecek dav
ramşlarına hoşgörü göstermeye çalışmaktadJr.
Zorunlu evlilik ilişkilerinde eşler birbirleriyle iyi ge
çiniyormuş gibi görünseler bile, en son çözümlemede bu
eşler arasındaki ilişki iki hücre malıkumu arasındaki
ilişkiye benzer; çünkü bu eşler gerçekten istedikleri için
değil, zorunda oldukları için birlikte yaşamaya .çalışmak·
tadırlar. Eşierden biri sürekli olarak diğerine onsuz edec
meyeceğini belirtirse, bir bakıma bu eş evlilik ilişkisini
zorunlu bir ilişki olarak tanımlama girişiminde bulun
maktadır. Bir evlilikte eşler ilişkilerini tümüyle: zorunlu
bir ilişki olarak algılamaya başlarlarsa, evliliğin tüm he
yecanı ortadan kalkmaya ve eşler arasında çatışmalar
çıkmaya başlar.
Bir evlilik zorunlu bir neden üzerine kurulabilir. Ör
neğin, nişanlısının kendisinden ayrılmak istediğini duyan
bir kız, hemen oradan geçen bir arabanın önüne atlaya
rak canına kıyma girişiminde bulunur. Bu�ıu gören nişan
lısı kızla ·evlenir. Ne yazık ki, bu iki genç çift arasındaki
sorunlar burada bitmez; genç adam bir felaketi önleye•
bilmek için mi, kızla evlendiği, kız da kocasının vij dan
azabı çekmernek için mi, kendisiyle evlendiği konusunda
kuşkuya kapılmışlardır.
Bir evlilikte eşierden biri diğerinin hoşgörü gösteri-
lerneyecek davranışiarına sürekli oları:ı:k g?z yumar�a,
bu evlilik zorunlu bir ilişkiye dönüşür. Ozellıkle her tur-
189
lü davranışları hoş görü ile · karşılanari eş zamanla eşinin
kendisi olmadan edemeyeceğini düşünmeye başlar. Bu tür
eşler arasında kolaylıkla çatışma döngüsellikleri gelişe
bilir. Örneğ.in, eşierden biri benim yaptığım her şeye hoş
görü gösterirse ancak o zaman beni gerçekten sevdiğini
anlayabilirim diye eşinin sevgisini sınamaya ve olmadık
şekillerde davranışta bulunmaya kalkışabilir. Eşi sınavda
başarı gösterir yaptığı yakışıksız davranışları hoşgörü
ile karşılarsa, bu kez de diğer eş, eşinin kendisinden bir
türlü kapamayacağını düşünmeye ve onu yetersiz bir kişi
olarak algılamaya başlar. Bu tür bir kısır döngü eŞler
arasında bir kez başladıktan sonra, bu döngünün önüne
geçilmesi oldukça zordur. Örneğin, bir kadın kocasının
başka seçene� olmadığından ötürü kendisiyle yaşadığını
düşünmeye başlamışsa, artık bu kadına kocasının sevecen
davranışları bile batmaya başlar; kocasının bu davranış
lanna, ya kayıtsız kalır; ya da kocasına karşı ters bir şe
kilde davranır. Bunun üzerine adam karısıyla daha fazla
ilgilenirse, kadının kocası hakkındaki düşüncesi pekiş
miş olur. Buna karşılık adam karısının bu davranışları
na karşı çıkar ve kansının çok geçimsiz bir kişi olduğu
nu belirtir, kendileri için en hayırlı yolun birbirlerinden
ayrılmak olduğunu gündeme getirir. Bu ·kez, kadın adama
yapışmaya başlar; kocasını çok sevdiğini söyler. Bunun
üzerine adam karısına karşı eskisi gibi hoşgörülü bir şe
kilde davranırsa, yine eski kısır döngünün çarkları
dönmeye ve kadın kocasının kendisinden ayrılamayacağı
nı düşünmeye başlar. Bu tür bir kısır döngü içineı giren
eşler, ne gerçekten birlikte olabilirler, ne de birbirlerin
den: tümüyle vazgeçebilirler. Bu tür eşler evlilik tedavi
sine başvurduklarında, gerçekten ne istediklerinin sap
tanması oldukça güçtür; çünkü bunlar bir süre ayrılır1
sonra yine birleşir, yine ayrılır, yine birleşirler. Bu eş-
190
lerden ikisi de barışınayı isteyen
ilk kişi olmak istemez
� � �
l r. u. edenle, çoğu zaman barı
şahilrnek için dışarıdan
� �
b r.kış nın..yardımına ihtiyaç duyarlar.
Bazen de eşierden
� ��
b rı, b �
sur ayrılmak ister, diğer eş de ayrıl
mak iste·
yınce, onceleı ayrılmakta direten eş, bu
kararından vaz
geçer ve eşler arasında bir uzlaşma olur
ve birlikte yaşa
maya başlarlar. Ancak, bu da bir süre sonra sona
erer ve
eşler yine ayrılmak isterler. Yeri gelmişken bu
tür bir
ilişki içinde olan bir kan koca arasındaki ilişkiden de söz
edilmesi gerekir. Kadın kocasının haberi olmadan bir
başka adamla evlilik dışı bir ilişki kurar; kocası karısı
nın bu davranışına gözyumar. Bir süre sonra kadın, bir
başka adamla yine evlilik dışı bir ilişki kurar. Tüm tar·
tışmalardan sonra, adam karısının bu davranışına da göz
yumar. Sonuçta, bu eşler ayrılırlar; fakat bir süre sonra
yine birlikte yaşamaya başlarlar. Ama, adam kansının
evlilik dışı ilişkilerini unutmaz ve sürekli olarak günde·
me getirir. Bir süre sonra yardım almak amacıyla teda·
viye başvururlar. Tedaviye başvurduklarında adam karı
sından ayrılmak istememektedir. Kadın ise bir başka ki
şi ile yine evlilik dışı bir ilişki içindedir veı tekrar bir·
leşmeye yanaşmamaktadır. Bu çift ne yapmaları gerektiği
konusunda bir karara varamamaktadırlar. Tedavi otu
rumlarının birinde adam, artık her yolu denediğini, bo·
şanmalarının tek çıkar yol olduğunu belirtir. Bunu du
yan kadın, birleşrnek için bir ümit ışığı yakar veı koca
sını sevdiğini söyler. Bunun üzerine kocası biraz yumu
şar, bu kez de kadın, hemen tutum değiştirir ve evlilik
lerinin mutlu bir evlilik olmadığından dem vurmaya baş
lar. Bir kaç oturum böyle geçirildikten sonra. terapist
bu eşleri bir karara ulaştırabilmek için şöyle bir taktik
uygular: Eşiere ayrı yaşamaya devam ettikleri takd rd � �
tedaviyi sürdürenıeyeceğini, gerçekten yardım almak ıstı-
191
yorlarsa, tedavi süresince aynı evde birlikte yaşamalan
gerektiğini belirtir. Bunun üzerine birbirleriyle tekrar
birlikte yaşama durumuyla yüz yüze gelen eşler, karar
vermek zorunda kalır ve boşanırlar.
Evlilik Süreci
Evlenmeden önce iki kişi arasında belirli bir ilişki
türü kurulur ve bu ilişkiyi eşler birbirlerini yeterince ta
nımadan kurmuş olabilirler. Evlenciikten hemen sonra,
evlilik eylemi eşler arasındaki daha önceden kurulmuş bu
ilişkide radikal bir değişikliği gerektirebilir. Örneğin,
evlenmeden önce nişanlısının ufak tefek kusurlarına göz
yumalıilen bir kız, evlenciikten hemen sonra nişanlısımn
bu kusurlarını düzeltmeye yeltenebilir. Aynı şekilde ev
lenmeden önce, nişanlısının aşırı ölçüde duygusal olma
sına göz yumabilen bir adam, e·vlendikten sonra, hanımı
duygusal bir şekilde davrandığında çileden çıkabilir. Ev·
li eşler arasındaki bazı sorunlar evlilik öncesinde de bu
lunur; ancak eşler bu sorunları görmeme eğilimindedir
ler. Çoğu zaman eşler hiç ummadıkları bir kişiyle ev
lenmiş olduklarını belirtmelerine karşın,- aslında kendi
ihtiyaçlarına cevap verebilecek kişileri seçeırler. Örneğin,
kendisini değersiz bulan bir adam, onun bu sorununa iş
birliği yapacak bir kadını arar bulur. Aynı şekilde, saygı
denilen bir şeye yaşamında yer vermeyen bir kadın, ona
saygısız bir şekilde davranacak bir kocayı seçer, bulur.
Daha açık bir deyişle tencere yuvarlanır; kapağım bulur.
Birlikte yaşamlanın sürdürürken eşierin üzerinde an
laşmak zorunda olduklan belirli alanlar vardır. Öneğin;
kim hangi işi, ne ölçüde yapacak? Bütçeyi kim düzen
Ieyecek? Karı kocanın birbirlerinin eşierine karışmaya
hakları var mı ? Koca çok sinirli olduğu zaman kansının
onu bir bebek gibi avutması mı, gerekiyor? Aynı şekilde,
192
kadın üzüntülü oldu� zaman, adamın mı, kansını bir
bebek gibi avutması gerekiyor. Kimlerin yakın akraba ve-
ya dost olduğuna, kim karar verecek ? Evliliğin yükünü
kadın mı, koca mı omuzlayacak? Mutlu bir evlilik bu ve
bunun gibi daha bir çok konu üzerinde eşierin bir anlaş
maya varabildikleri bir ilişkidir.
Yeni evli eşler ilişkilerinde belirli bir sorun çıktığın
da, bu sorunu çözebilmek için belirli kurallar sap
tarlar. Bu kurallar üç madde altında özetlenebilir: a) Eş
lerin birbirleriyle apaçık bir şekilde tartışabildikleri ku
rallar, söz gelimi haftada bir kez adam erkek arkadaşları
ile buluşup, eve geç gelebilir b) Eşierin üzerinde apaçık
bir şekilde konuşamadıkları; fakat bir gözlemci tarafın
dan belirtildiğinde kabul ettikleri kurallar. Örneğin,
önemli konularda da kocanın karısının görüşlerini alma
sı. c) Bir gözlemci tarafından gözlenen; ancak eşierin ka
bul edemedikleri kurallar. Örneğin, kocanın sürekli ola
rak karısına saldırmaya hakkı varmış gibi davranması ve
kadının da bu durum karşısında sürekli olarak kendini
savunucu bir şekilde davranmaya çalışması. Bu' kısa açık
lamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, hangi evlilik
ilişkisi olursa olsun, tüm evliliklerde uyulması gereken be
lirli kurallar bulunur.
Eşler birlikte yaşamlarını sürdürürken yalniZca han
gi kurallara uyacakları konusunda değil, aynı zamanda,
söz konusu bu kurallann kimin tarafından konulması
gerektiği konusunda da bir anlaşmaya varırlar. Bu an
laşma tüm diğer kurallann temelini oluşturur. Evliliğin
ilk günlerinde eşler birbirlerine karşı oldukça hoş.görülü
bir şeıkilde davranmalanna karşın, zamanla kimin neyi
ne ölçüde kontrol etmesi gerektiği konusunda bir savaşı
ma girerler. Bu savaşım içinde birbirleriyle anlaşmazlık
larını çözerken hangi kurallara uymalan gerektiğini be•
193
lirten kurallan koyabilirler. Bir başka· deyişle, eşler ku·
ral koymanın kurallarını koyabilirler. Örneğin, eşler her
konuda anlaşmak zorunda olmadıkları konusunda bir an
laşmaya varabilirler. Ama, bu tür bir anlaşmaya varma
lan da bir tür kural koyma eylemi değil midir?
Kuşkusuz, kurallar konusundaki bu açıklamalardan
bir evlilik ilişkisinin tümüyle rasyonel bir ilişki olduğu
sonucuna vanlmaması gerekir. Bazen en aklı başında gö
rünen çiftler bile incir çekirdeğini doldurmayacak ne
denlerden ötürü birbirleriyle kıyasıya kavgaya tutuşabi
lirler. Bu kavgaların büyük bir bölümü çoğu zaman ku
ralların kimin tarafından konulması gerektiği konusun
daki çatışmalardan kaynaklanır. Bu tür kavgalarda eşle•
rin çok yoğun duygulada birbirlerine acımasız bir şekil
de saldırmalarıp.ın en önemli nedeni eşierin farklı kural
lann yürürlükte olduğu farklı ailelerde yetişmiş olmaları·
dır. Her insan, insanl&rın birbirleriyle nasıl uğraşması
gerektiği konusunda, kendi ailesinden etkili bir eğitim
alır. Örneğin, duyguların sürekli olarak hastınldığı bir ai
le ortamınçla yetişmiş bir kadın, kocasının duygusal dav
ranmasından aş�rı ölçüde rahatsızlık duyabilir. Aynı şe
kilde, titiz bir aile ortarnında yetişmiş bir adam karısı
nın döküntülü ve pasaklı olmasına dayanarnaz ve bu dav
ranışlan . kendisine yapılmış bir hareket olarak algılaya
bilir. Her aile ortarnında aile üyeleri ister istemez bir
birlerinden öylesine incelikli davranışlar öğrenirler ki,
tüm bunları burada incelerneye olanak yoktur. Ancak aile
üyelerinin ailelerinden öğrendikleri davranışlara yalnızca
bir örnek gösterebilmek için, çeşitli ailelerde, aile üye.•
lerinin konuşurken aralannda korumaya çalıştıklan me
safenin bile, aileden aileye farklılık gösterdiği gözlenrniş· ·
tir. Bu nedenle, ailesinden belirli bir konuşma mesafesini
öğrenen bir kişi, bu mesafeye uyulmadığı takdirde rahat-:·
194
sızlık duyabilir.
Kurallann konulması açısından bir evliliği betirİıle:, .
meye .çalışmak demek bu evliliği ilişkinin tanımlanması
ve kontrolü açısından betimlemeye çalışmak demektir.
Bilindiği gibi eşierin koyduğu veya koymaya çalıştığı her
kural belirli bir ilişki türünü belirtir. Örneğin, bir kan
koca arasında, kadın çok sinirliyken, kocasının onu avut
ması gerektiğini belirleyen bir kural varsa, bu kural eş
lerin tümleyici bir ilişki içinde olmalarını sağlar. Aynı
şekilde, bir çift arasında, bütçe konusunda kadının da ko
cası kadar söz söylemeye hakkı olduğunu belirleyen bir
kural varsa, bu kural da hiç değilse, eşierin bütçe konu- .·
Evlilik Çatışmalan
196
runlu eşlerleı uğraşırken, eşleri birbirleriyle kavga etmeye
kışkırtabilir ve eşierin kafalanndaki düşünceleri birbirle
rinin yüzlerine karşı söylemelerini isteyebilir.
Çözümü en kolay çatışmalar, eşierin hangi kurallara
uymaları . gerektiğinden kaynaklanan çatışmalardır. Eşler
ev işlerini paylı:işma, arkadaş edinme ve akraba ve arka
daŞların ziyaret edilmesi konusunda aynı görüşte olmaya
bilirle,r. Eşler arasındaki ·bu tür sorunlar eninde sonunda
bir çözüme ulaşır. Ama, eşler arasındaki anlaşmazlıklar
kurallann kimin tarafından konulması gerektiğinden
kaynaklanırsa, bu çatışmaların çözümü diğer çatışmaların
çözümünden daha zordur ve bu çatışmalar �ler arasın
da en şiddetli kavgaların doğumsına yol açar. Örneğin,
işten döndüğünde · giysilerini askıya asmayan bir adam
dan birısı giysilerini askıya asma dileğinde bulunursa,
adam karısının bu isteğini yerine getirmekten büyük bir
rahatsızlık duymayabilir. Ama, karısı bu isteğini adama
komut verir bir şekilde belirtirse, ortaya ilişkilerindeki
kuralların kimin tarafından sapıanacağı sorunu çıkar ve
bu adam karısının dileğini yerine getitmeıkte büyük bir
güçlük çekebilir. Evlilik ilişkilerinde kuralların kimin ta
rafından saptanması gerektiği sorunu çoğu zaman eşl,e:r
arasında bir güç savaşımının (power struggle) doğması
na yol açar. Bu güç savaşımı süresince eşler birbirlerine
karşı tehdit, sabotaj , fiziksel saldırı ve çaresizlik göster
me gibi çeşitli taktikleri kullanabilirler. Önemle belirtil
melidir ki bu savaşım eşierin patolojik bir ilişkileri ol
duğu anlamına gelmez. Bir evlilik ilişkisinde eşierden bi
ri, belirli bir şekilde davranarak eşinin davranışını kı
sıtladığı ve kontrol ettiği halde, böyle yapmaktan kendi
ni alıkoyamadığını belirtirse, o zaman �lerin ilişkisi pa
tolojik bir nitelik kazanmaya başlar.
Bir evlilik ilişkisindeki �ler arasındaki güç savaşı-
1 97
mı, kuralların kirnin tarafından koilJ,.l}ması gerektiği ko
nusu üzerinde yoğunlaşırsa, eşierden her ikisi de sanki
temel hak ve özgürlükleri karşılıklı olarak çiğnenmiş gi
bi birbirlerine tepkide bulunurlar. Bu durumda eşler,
bunu bana yapmaya hakkı yok; kendini ne sanıyor; ala
cağı olsun gibi cümleleri kendi kafalannda sessizce. tekrar
etmeye başlarlar: Kuşkusuz; bir evlilikte t�mel hak ve
özgürlükler temel bir Çelişki" haline getirilirse, artık bu
evlilikte iki filmden hangisinin seyredileceği bile, eşler
arasmda boşanmaya neden olabilecek kavgalara yol aça
bilir.
198
bu kadın kocasını paradoksal bir iletinin pençesine dü
şürmeye çalışmaktadır. Görüldüğü gibi kadın kendi da
yanak noktasını kendisi çürütmekte ve kendisinin de bir
kadın olduğunu unutmaktadır.
Eşler arasındaki çatışmaların diğer bir kaynağı da
eşierin kurallar konusundaki çatışmalan \:Özebilmek için
koydukları kural ötesi (meta rule) kuralların ilişkinin di
ğer kuralları ile çatışmasıdır. Örneğin, bir çift belirli bir
konuda tüm çabalarına karşın, bir anlaşmava ulaşamaz
larsa, bu konudaki en son kararın koca tarafınd�n veril
mesi gerektiği konusun da bir uz]aşmava va:rabil irler. Ama
bu durumda adam hala karısı ile bakışık bir ilişki için
de olduğunu belirtmeye çalışır ve karar vermekten kaçı·
nırsa, eşler arasındaki çatışma bir çözüme ulaşmaz ve
sürüncemede kalır. Aynı şekilde, bir başka çift de her
hangi bir konuda her iki taraf için de doyum sağlayınca
ya dek söz konusu konunun tartışılması kuralını koyabi
lirler. Ama, kadın kendisini haklı çıkarmak için bir giri·
şimde bulunduğunda, adam karısının sürekli dır dır et
tiğini belirterek karısını dinlemezse, adamın bu davranı
şı çatışmalarm çözümü için getirilen kural ötesi bir ku
ral ile çatışmış olur. Sonuçta her iki eşte öfke doyumsuz
luk içindedir.
199
gelerek evlenınelen çatışmaların doğmas"ına ne derili el
verişli bir ortam yaratırsa, aynı şekilde, bir kültürün
hızla değişmesi de çatışmaların dağınasına o denli el
verişli bir zemin hazırlar. Örneğin, Amerika'da feminist
hareket kadının geleneksel rolünü değiştirmiş ve bir er
kekle bakışık bir ilişkiye girmeyi tercih. eden kadını ya-
�m��. '
Eşler arasındaki çatışmaların daha incelikli özellik
lerini açıklayabilmek için eşler arasındaki sehüel ilişki
lerin de üzerinde durulması gerekir. Eşierin seksüel iliş
kilerinden hoşlanabilmeleri için birbirlerini karşılıklı ola
rak uyarabilmeleri gerekir. Ama, eşierin bu davranışlarını
ilişkilerinin tanımı sorunundan tümüyle soyutlamaya ola
nak yoktur. Daha açık bir deyişle, eşierin seksüel ilişki
lerinin tadını çıkarabilmelerinin temelinde, yalnızca bir
birlerine karşı utnngaç bir şekilde . davranmaları değil,
aynı zamanda seksüel ilişkilerinin kimin tarafından kont
rol edileceği sorunu da yatmaktadır. Bazen bir çift sek
süel ilişkiyi sürekli olarak adamın başlatması, bir baş
ka çift de kadının başlatması konusunda anlaşmaya va
rabilirler. Başka çiftler de seksüel ilişkiyi tıpkı ilişkileri
nin diğer alanlarında da olduğu gibi bakışık bir ilişki
olarak tanımlayabilirler.
Eşler arasındaki seksüel anlaşmazlıklar çeşitli şekil
lerde gelişebilir. Örneğin, bir adam yalnızca kendi canı
istediği zaman karısına yaklaşabilir ve onunla sevişmek
isteyebilir. Kadın ise bu tür ilişkinin kendisini ikincil bir
konuma ittiğini belirterek kocasının isteklerine karşı çı
kabilir. Karı ve kocanın isteklerini birbirlerine açıkça ifa�
de edebildikleri durumlarda çatışmaların çözümü nisbe
ten · kolaydır. Ama, karı koca birbirlerine isteklerini açık
ça ifade edemiyorlarsa, o zaman · çatışmaların çözümü
güçleşir. örneğin, bir kadın sevişmek ister; ama bu iste-
200 -
ğini kocasına açıkça belirtmek yerine, · kocasıi:ıın bunu
anlamasını ve teklifin ondan geleceğini umut ederek
ko
casına arkasını dönüp yatar. Adam da tam tersi karısı-
'
nın sevişmek istemediğini sanır; o da sırtını karısına
dönüp yatar. Bu tür bir iletişim örüntüsü içinde, zaman
la ikiside sevilmediklerini düşünmeye başlarlar. Oysa bu
karı koca ilişkilerinin tnnımlanması sorununu çözebiimiş .
ve isteklerini birbirlerine açıkca söyleyebilmer yürekliliği
ni gösterebiimiş olsalardı, üzülmek yerine sevişmenin ta
dını alır ve bunun doruğuna çıkmaya çalışırlardı . .
İlişkinin kimin tarı::Jından kontrol edilmesi gerektiği
konusunda eşler arasında bir savaşım söz konusu olduğu
zaman, eşler çatışmalarını çözebilmek için seksüel iliş
kilerden de yararlanmaya kalkışabilirler. Bu durum eşie
rin sevişmelerinin tüm tadının tuzunun kaçmasına yol
açar. Örneğin, bir . kadın kocası tarafından küçümsendiği
düşüncesine kapılmışsa, kolay yutulur bir lokma olmadı
ğını kocasına kanıtiayabilmek için, kocasının sevecen
davranışiarına kayıtsız kalabilir. Adam bir kaç kez dene
yipte karısından hiç bir cevap alamayınca, o da kendi
kabuğuna çekilebilir. Bir süre sonra nihayet kadın . tes- .
lim olur · ve çok istekli bir şekilde kocası ile sevişir; ama
sevİşıneyi sanki hep o istiyorınuş düşüncesine kapılır ve
kendisinin kocası tarafından küçümsendiği kanısı pekiş
miş olur.
Yukarıda açıklanan nedenlerden ötürü eşler arasın
daki seksüel anlaşmazlıkların, bu tür anlaşmazlıklara ge
nel bir çerçeve hazırlayan ilişkinin tanımlanması sorun
larından bağımsız olarak ele alınmaması gerekir. Eşierin
birbirlerine karşı kullandıkları çalımlar yaşamlarının her
alanında olduğu gibi seksüel ilişkilerinde de gözlenir.
İlişkilerinin diğer alanlarında kocasına «hayır» diyeme
yen bir kadın, sevişirken de kocasına «hayır» diyemez.
201
Aynı şekilde sevişirken kocasına huyu:rıgan -bir şekilde
davranan kadın, kocası akşam eve dönerken bir şey sa
tın alıp gelse, o zaman da kocasına buyurgan bir şekilde
davranabilir. Özetle, eşler ilişkilerinin tanımlanmasına
ilişkin sorunları çözmedikçe, seksüel ilişkilerindeki so
runlar da çözüme ulaşmaz. Ne zaman ki eşler ilişkileri
nin tanımlanması - sorunlarını çözmeyi başanrlarsa, ara
lanndaki seksüel sorunlann büyük bir bölümü de çö
zümlcnmeye başlar.
202
bir kadın olmasını ister, karısı takıp takıştırdığı zaman
da, karısını hafif meşreplikle suçlarsa, bu kadın ne şe
kilde davranırsa davransın kocasına karşı doğru davran
ınayı beceremez.
Bu kısa özetten de kolaylıkta anlaşılabilece�i gibi,
eşierin ilişkilerini tutarsız bir şekilde tanımlamaları, sek
süel ilişkilerinde de sorunların çıkmasına yol açmakta
dır. Örneğin, bir adam karısından seksüel ilişkiyi baş
latmasını ister, kadın bu şekilde davrandığında da ka
rısını sert bir şekilde azariarsa bu adam karısıyla ilişki
sini bir yandan bakışık, öte yandan da tümleyici bir şe
kilde tanımlamaya çalışmaktadır. Bu durumda kadın, ne
şekilde davranırsa davransın kocasına karşı «hatalı» dav
ranmış olur. Bu tür bir paradoksal ilişki ile kadın, an
cak bir tek şekilde uğraşabilir; se\rişmekten söz eder,
fakat bu sözlerini hiç bir zaman eyleme dönüştürmez.
Böylece, sevişme eylemini tümüyle kocasının ellerine
teslim eder. Kuşkusuz, bu tür bir iletişim örüntüsü
ömürlerini birarada geçirmeye karar vermiş olgun insan
lara yaraşır bir iletişim şekli de,ğildir.
Seksüel ilişkilere eşierin bireysel korku, kaygı ve
suçluluk duyguları açısından da yaklaşılabilir. Ancak bu
tür bir yaklaşım hiç bir kusurlan olmayan sapa sa�lam
iki insan arasındaki sorunların sürmesine katkıda bulu
nan tüm etkenierin ortaya çıkmasını güçleştirebilir. Bu
nedenle. eşler arasındaki seksüel anlaşmazlıklam ilişki
leri ile uğraşma taktikleri açısından yaklaşılırsa, anlaş
mazlıkları sürdüren koşulların su yüzüne çıkarılması ve
eşler arasında nelerin değişmesi gerektiği kolaylıkla gö
rülebilir. Örneğin, bir adam hem karısından seksi olma
sını ister, hem de karısı bu şekilde davrandığında; onu
hafif meşreplikle suçlarsa, kadın bu adamla, ancak belir·
tisel bir şekilde davranarak uğraşabilir. Aynı şekilde, bir
203
kadın .kocasını hem uyarır hem de kocasına bir türlü tes- ·
204
değilse koruyuculuklarından bir süre vazgeçmelerini · ve
birbirlerine karşı düşündükleri şeyleri açıkça söyleyebil
�e.lerini sağlar. Bu noktada aklırnıza şöyle bir soru gele
bılır: Eşler kavga ederek kendilerini daha mı iyi anla
maktadırlar? Bir başka deyişle eşierin değişmesini sağ
layan etmen kendilerini anlamalan mıdır? Yoksa, eşierin
değişmelerinin nedeni bir başka etmenden mi kaynak
lanmaktadır? Bu kitabın önesürdüğü teze göre, eşierin
değişmesini sağlayan etmen kendilerini anlarnaları değil,
salt kavga edebilmeleri olgusundan kaynaklanmaktadır.
Eşierin kendilerini anlarnaları değişmelerinin nedeni de
ğil, kavga edebilmelerinin bir yan ürünüdür. Eşierin kav
ga edebilmeleri ilişkinin kimin tarafından kontrol edil
mesi gerektiğini belirleyen kurallarda bir değişiklik ya
ratmaktadır. Daha açık bir deyişle eşierin kavgaları iliş
kilerinin doğasının değişmesine neden olmaktadır. Örne
ğin, bir kadın kocasının belirli bir konuda karısını sor
gulayarnayacağr kuralını koyrnuşsa, kocası da bir kavga
anında kadını bu konuda sorguya çekerse, karı koca ara
sındaki bu kavga ne tür bir kendini anlamayı yaratırsa
yaratsın, bu kan kocanın değişmesini sağlayan temel et
ken eşierin kavga edebilrneleridir.
205
şisel gelişimini engeHerse, zamanla bunu· kocasına · kar- ·
şı bir koz olarak kullanabilir. Bazen de koruyuculuk eş
lerin belirli bir sorunla yüz yüze gelmelerini önleyebilir.
Bu açıdan eşlerin koruyuculuklarına dikkatle' bakılırsa,
aslında koruyuculuğun eşierin her ikisinin de belirli bir
ihtiyacına cevap verdiği ve bu açıdan eşler arasında bir
bakıma bir «pazarlık» olduğu görülür. Örneğin, kadın
kocasını, koca da kansım belirli şeylerden korur. Eş
ler arasında çok önemli bir anlaşmazlık çıkmadığı tak
dirde, bu durum si.irer gider ve bu ti.ir koruyuculuğun çok
önemli bir zararı olmayabilir. Ama, eşler arasında önem
li anlaşmazlıklar varsa, eşierden biri koryuculuktan za
rarlı çıkmaya başlar. Koruyuculuğun bir başka ilginç
özelliği de kimin kimi koruduğunun belli olmamasıdır.
Örneğin, bir adam karısının seksüel konulardan söz edil
mesinden hoşlanmadığım belirterek karısını korumaya
çalışabilir. Ancak daha dikkatli bir gözlemle, söz konu
su sorunun kadının değil, adamın sorunü olduğu anla
şılabilir.
Eşierin ilişkilerini değiştirmeyi amaçlayan bir te
rapistin karşısına çıkan ikinci bir engel de. eşierden bi
rinin tedavi edilmesinin diğer eşin bazan da her ikisinin
birden daha ciddi sorunlara yol açmasıdır. Tıpkı şizo
frenik bir çocuğun aile üyelerince kullanıldığı gibi eş
ler de belirtisel bir şekilde davranarak ilişkilerindeki be
lirli sorunları ört has etmeye çalışabilirler. Öneğin, bir
kadının sürekli başı ağnr ve bu karı koca tedaviye baş
vurur ve kadının baş ağrısı sorunu olmasa çok mutlu
olacaklarını belirtirler. Uygulanan tedavi sonucu kadının ·
başağrısı hafiflerneye başlar; ancak bununla birlikte ka
rı koca arasındaki anlaşmazlıklar da artmaya başlar.
Hatta, bu karı koca boşanmaya ramak kalırlar. Bu çift
arasındaki ilişki sistemi kadının baş ağrısı üzerine ku-
206
rulmuştur. Bir bakıma kadının «hasta» olrriası, kan ko
cayı birbirine bağlayan bir bağ görevi görmektedir. Kuş·
kusuz, bu . karı kocaya bireysel tedavi uygulanmış olsa,
baş ağrısının bu çift arasında ne tür işlev gördüğünün
anlaşılması oldukça güçleşebilir.
Psişik bir savunma mekanizması olarak eşierin bi
rindeki bir belirti hem diğer eşi, hem de tüm evliliği
koruyabilir. Örneğin, histerik belirtileri olan bir kadın ve
kocası tedaviye başvururlar. Adam tedaviye isteksiz bir
şekilde karısının zoruyla gelmiştir. Adam ilişkilerinde
pek büyük bir sorun olmadığını; karısının bazı sorun
lan olduğunu belirtir Karısı da adamın bu görüşüne ka·
tılır. Tedavi sürecinde kadının histerik belirtileri orta·
dan kalktıkça, karı koca arasındaki kavgaların sayısı da
artmaya başlar. Tedavi oturumlarının birinde kadın ka
palı yerlerden çok korktuğunu, (claustraphobia) bu ne
denle asansöre binernediğini ve kocası ile bir yerlere gi
demediğini belirtir. Bunun üzerine terapist karı kocadan
şehirdeki en yüksek binanın tepesinde bulunan bir lo
kantada yemek yemelerini ister. Karı koca aniden kay
gılanır ve büyük bir telaşa kapılırlar. Sonuçta anlaşılır
ki, esas sorun adamın sorunudur; adam yüksek yerlere
çıkmaktan korkmaktadır. Ama, bu karı koca, adamın
güçlü, kadı'nın da zayıf görünmesi konusunda bir anlaş�
maya varmışlardır.
Bu örnekten de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, sorun
lu bir evlilik ilişkisinde eşierin belirtisel davranışlan bir
biriyle tümleşebilir. Örneğin, bir adam sürekli kalp sek
tesi geçireceğinden yakınır. Bu adamın karısı ile ilişkisi
hiç dikkate alınmazsa, bu durumun tipik bir fobik has·
ta olduğu düşünülebilir. Ancak karısı ile ilişkisi dikkatli
bir şekilde incelenirse, adam bu tür bir sorundan yakın·
madığı zamanlarda karısının kendi dünyasına dalıp dep-
207
resif bir şekilde davrandığı görülür. Karısının bu depresif
davranışianna karşılık olarak adam da kalp sıkışması
sorununu ortaya çıkarır. Kocasımn kalbinin sıkıştığım
gören kadın, kendi derdini unutur ve kocası ile ilgilenmek
zorunda kalır. Tüm bunların sonucunda da kadın depres�
yon nöbetlerini · atiatmış olur. Bir süre sonra adam
biraz iyileşir; ama bu kez de kadın yine kendi dünyasına
dalmaya ve depresyon nöbetleri geçirmeye başlar. Bir ba�
kıma bu kan kocanın sorunlan tümleşerek bir sistem
oluşturmuştur.
Unutmamak gerekir ki bir evlilik ilişkisinde eşierden
birinin diğer eşin sorunlanndan tümüyle bağımsız bir şe
kilde belirli bir psikolojik sorun geliştirmesi oldukça
güçtür. Örneğin, bir adam iflas eder ve bunun sonucun-
. da belirli bir sorun geliştirir. Buna karşılık olarak karısı
da adamın sorunundan daha ciddi bir sorun geliştirebilir.
Bu durum karşısında adam kendisini topadamak ve ka
rısı ile ilgilenmek zorunda kalabilir. Örneğin, bir adam
işinde büyük bir başarı elde eder ve karısına karşı daha
güvenli bir şekilde davranmaya başlar. Ama, elde ettiği
başarı adamın omuzlarına ek yükler bindirir. Bu sorum
luluklar altında adam karısına karşı koca bir bebek gibi
davranınayı bir alışkanlık haline getirir. Bir başka de
yişle, bu adam karısı ile bir bakıma tümleyici, bir ba
kıma da bakışık bir ilişki kurmaya çalışır. Kadın da ko
casının bu tür tutarsız ilişkileriyle başedebilmek için be
lirtiler geliştirir. Bir başka olguda da kadın bir işte ça
lışarak kocasının üniversitede: okumasını sağlar. Kocası
üniversiteyi bitirir ve başarılı bir işadamı olur. AdaıiJın
bu başarısından sonra, kadın kaygı nöbetleri geçirmeye
başlar; çünkü artık eve ekmek parasını kendisi getireme
mektedir. Kadın alışılagelmiş ilişkilerinin değişmesinden
tehdit olur ve çıkar yolunu kaygı nöbetleri geliştirmektc
bulur.
208
Tedavi Süreci
209
tlçüncü Kişinin Etkisi
210
kü terapist kolaylıkla kışkırtıma kapılan bir kişi değildir.
Kuşkusuz, bir evlilik terapistinin sorunlu eşleri. her
anlamıyla tanınıasına· olanak yoktur. Bu ·nedenle, terapis
tİn eşler arasında tarafsız kalması olanak dışı bir şeydir.
Terapist eşler arasındaki tarafsız tutumunu önce eşierden
birinin, sonra diğer�in yarima geçerek sürdürür. Yeri gel
mişken belirtmekte yarar vardır. Bazı evlilik terapistleri
yöneltimci olmadıklarını belirtirler. Oysa, bu oldukça saf·
dil bir açıklamadır. Bir terapist bir kadının tum yakın
malarını can kulağı ile dinledikteri sonra, kadinıiı koca
sına dönüp, bu konuda sizin düşünceniz nedir, diye so
rarsa, bu bir yöneltme eylemi değilse, ya nedir? Bir baş
ka deyişle, tedavi ortamında terapistler «nötr» cümle söy·
leyemezler; çünkü ses tonları, vurgularlıklan kelime ve
·
211
rapistin davranışlarını gözleyerek kışkı rtıma kapılmama
yı öğrenebilirler.
Birbirleriyle bir türlü tümle�ci bir ilişki kurmayı be
ceremeyen bir çift, tarapistle bu tür bir ilişki içine gir
meyi becerdikten sonra, aralaruıdaki sorunla rın büyük bir
bölümü çözümlenıneye başlayabilir. Çünkü, terapist eşie
rin sorunlarına ilgi göstermekte, onları dinlemekte ve tüm
bu davranışlarıyla bir yetke ve uzman olduğu izlenimini
vermektedir. Eşierin yetkeyi simgeleyen bir kişi ile tüm
leyici bir ilişki içine girmeleri, kendi yaşamlannın belirli
alanlarında da tümleyici ilişki kurabilmelerini kolaylaş
tırabilir.
Kurallann Tanımı
212
girmeye çalışmaktan kaynaklandı�nı belirtebilir. Aynı
şekilde bir kadın kocasının çok soğuk ve kaygısız bir
adam olduğundan yakınırsa. terapist aslında adamın bu
davranışının altında iyi bir şey yattığını ve adamın ka
rısı ile bir sürtüşmeye girmekten kaçınmaya çalıştı�iıı
belirtir. ÖZetle, terapist eşierin birbirlerine karşı yap
tıkları en acımasız ve katı çalımları bile, iyi niyetten
kaynaklanan davranışlar olarak tanımlamaya çalışır. Kuş
kusuz, bu konuda terapistin oldukça dikkatli davranma
sı ve eşierin olumlu bir özellik olarak algılayabilecek
Ieri nitelikleri olumlu bir özellik oarak vurgulaması ge
rekir.
213
gerektiğindım kaynaklanan sorunları çözümlemeye çalışır.
Ama, karı koca arasındaki kurallarm kimin tarafından
saptanması ge'rektiğinden kaynaklanan çatışmaların çö
zümü, bu denli kolay değildir ve terapistin daha incelikli
taktikler uygulamasını gerektirir.
214
dışanda yemeleri içi� bir yönerge, verir. Söz gelimi, adam
dan karısını akşam yemeğine davet etmesini ister. Tera
pist böylelikle her iki eşin de birbirler-ine aşırı ölçüde
ödün vermesine g,erek kalmadan onları amaçlarına ulaş
tınr. Yeri gelmişken belirtmekte yarar vardır. Birbirleri
ne kırgın eşiere harışmaları konusunda ö�t vermenin
pek bir yararı dokunmaz. Bu nedenle, bunlara öğüt ver
mek yerine, farklı davranmalanna zemin hazırlaya
cak ortamiara girmelerini sağlamak çok daha yararlı
sonuçlar verir. Örneğin lüks bir lokantaya gidip et
raflannda konuşacak hiç kimseyi bulamayan karı koca
eninde sonunda birbirleriyle kibar bir şekilde konuşmak
zorunda kalırlar. Bazen de eşler, terapisti belirli yönerge
ler vermeye kışkırtabilirler. Eşierin bu kışkırtımlarına
karşılık terapist, onların istediği yönerge!leri verirse, eş
lerin sorunları ortadan kalkmaz. Bilindiği gibi, sorunlu
eşler yakın akraba ve dostlarını onlara yönergeler verm.e
leri konusunda kışkırtırlar. Akraba ve dostları da eşle�
rin bu kışkırtımlarına kapılır ve onlara belirli yönergeler
verirler. Ama, yakın akraba ve dostları ne denli iyi niyet
li ve incelikli yöner-geler verirlerse versinler, eşierin so
runları ortadan kalkmaz, hatta bazen bu sorunlar oldu
ğundan da daha kötü hale gelebilir. Zaten, yakın akraba ve
dostların ö�tleri bir işe yaramış olsaydı sorunlu eşierin
bir evlilik terapistine başvurmalarına gerek kalmazdı Bu
kısa açıklamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi, bir
evlilik terapistinin eşierin açtığı yolda yüriimemeye özel
bir titizlik göstermesi gerekir. Örneğin, bir kadın, koca
mın her akşam dışarı çıkması yerine, evde oturması ge
rekmez mi, diye terapiste bir soru sorarsa, terapist ka
dınla aynı görüşte olmak veya ona öğüt 'ver-mek yerine,
kocanız neden akşamlan evde oturamıyor, bunun neden
lerini anlamanızın sizin için daha yararlı olacağı kanısın
dayım diyebilir. Böylece, terapist hem kadının açtığı yol-
215
da yürümemiş; hem de, onu kocasının davranışlarını in
celemeye ve anlamaya yüreklendirmiş olur. Daha· açık bir
deyişle, bazen terapist bir taşla iki kuş vurmayı başarır.
Bilindiği gibi, hastaların kışkırtımlar:ına çoğu zaman te
rapist sessizlikle cevap verrir. Kuşkusuz, sessizlik tekniği
terapisti hastanın kışkırtımlarına kapılmaktan alıkoyan
bir tekniktir;Ama bazen, terapistin sessizliği eşlerrin so
runlarının sürüncemede kalmasına da yol açabilir. Bu ne
denle, bir evlilik terapistinin hastaların kışkırtımlanna
kapılmadan, yalnızca gerekli olduğu yerlerde sorunlu eş
lere yönergeler verebilmesi gerekir. Etkili olacağından
emin olduğu halde bir terapist eşiere belirli yönergeler
vermezse, bu terapist bir bakıma tedavi zamanını boşuna
harcamış olur.
216
genin yankılan çok büyük olur. Özellikle, kadın bir şeyin
kocası tarafından derhal yerine getirilmesine direttikçe,
adam da kansının bu isteğine «hayır» dedikçe, kan ko
ca arasındaki ilişkinin doğası sarsılmaya ve yeniden ta
ı:ıımlanmaya başlar. Biraz öncede belirtildiği gibi, bu tür
bir yönergenin izlenilmesi oldukça kolaydır; çünkü kan
ve koca her ikisi de çok iyi bilmektedirler ki adam yal
nızca terapistin yönergelerini yerine getirmeye çalışmak
tadır.
Bir başka olguda da bir kadın, cimri denilebilecek
, ölçüde tutumlu kocası da o ölçüde savurgandır. Bu yüz
den kan koca arasında büyük tartışmalar çıkmaktadır.
Terapist kadından her hafta bir kaç dolaı- parayı olduk
ça savurgan bir şeıkilde harcamasını ister. Yine bu yö
nerge oldukça basit bir yönerge olmasına karşın, kan
koca arasındaki ilişkiyi kökünden dut gibi silkeleyebile
cek güçtedir. Bir başka olguda da, erken boşalma soru
nu olan bir adam, kansının sevişmekten zevk alıp alma
ması ile obsesif bir şekilde ilgilenir. Kansını bu konu
da her sevişıneden sonra sorguya çeker. Adamın bu
davranışları karı koca arasındaki seksüel ilişkilerin tadı
mn tuzunun kaçmasına yol açar. Trapist, adamın ya
nında kadına, bundan sonra, seviştikleri zaman orgazm
olsa bile, kocası sorduğun da hayır demesini ister. Adam
karısı ile sevişir; kansının çok hoşlandığım görür ve ka
rısına oııgazm olup olmadığını sorar. Kadın, hayır diye
cevap verir. Adam şimdi bir bellisizliği yaşamaktadır:
Acaba karısı orgazm olmamış mıdır, yoksa terapistin yö
nergelerini yerine getirmek için mi, «hayır» demekte
dir? Kadın terapistin yönergelerini izlemekte direttikçe,
adamın karısının orgazm olup olmadığına ilişkin obsesif
tutumu da değişmeye başlar.
Kan kocayı farklı davranmaya yüreklç:ndiren yi)..
ıı7
nergelerin gerçekten etkili olabilmesi için, . bu yönerge
lerin çok basit ve kolaylıkla izlenebilen yönergder olma
sı gerekir; ·Ancak bu demek değildir ki bu tür yönerge
lerin bulunması çok kolay bir iştir. Sorunlu eşler arasın
. daki çatışmalan artıncı bir Şekilde birbirlerini davranış
ta bulunmaya kışkırtıklan içih, eşierin farklı da�ninma-
lannı · sağlayacak yönergelerin . bulunması oldukça güç
tür. Terapistin bu güçlüğü ortadan kaldırabilmesi için,
çok dikkatli bir gözlemci olması, sorunlan dakik bir şe
kilde tanımlaması ve yaratıcı düşünme gücüne sahip ol
ması gerekir.
Mutsuz bir çifti kısa bir süre içinde değiştirebilme·
nin en etkili yollanndan bir diğeri de, eşleri alışageldik
leri gibi davranmaya .yüreklendirmektir. Örneğin, bir ka
dm kocasının çok beceriksiz bir kişi olduğunu belirtir
se, terapist kadının bu düşüncesine katılmak yerine,
kocası neden bu şekilde davranıyor, kadını bunun ger
çek nedenlerini· anlamaya yöneltir. Terapist bu yolla ada
mın alışage:ldiği gibi davranmasına izin vermiş olur. Ay
nı şekilde kendini. anlamak. yoluyla psikolojik sorunlann
çözülebileceğiİıi · ileri · süren yaklaşımlar da bir bakıma ki
şileri alışageldikler-{ gibi davranmaya yüreklendirir. An·
cak burada önemli bir noktanın . belirtilme�i gerekir.
Eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yüreklendiren yö
nergelerle, eşierin çatışmalannı tartışırken alışageldikle
leri gibi davranmalan arasında önemli bir fark vardır.
Bilindiği gibi, çatışma içinde ·olan eşierden biri diğerin
den belirli bir şeyi yapmaktan vazgeçmesini ister. Öteki
eş de inadına eşini sinir eden davranışı yapmakta . is
rar eder. Eşierin bu özelliğini terapist çok iyi bilmekte
dir. Bu nedenle, terapist eşlere belirli bir şeyi yapmak
tan vazgeçmelerini isteyen yönergeler yerine yaptıklan
şeyleri daha fazla y�pmalannı belirten yönergeler verir.
. 218
Bu �ü!-' . paradoksal . bir . yö?e:rıgeye eşierin
karşı koyabil
mesı ıçın alışageldıklerı gıbi davranmaktan
vazgeçmele
ri gerekir ki. bu da eşierin tedavisel bir doğrultuda
. dav
ranmaya başlamaları demektir.
219
geçirdikten sonra, eşlere verdiği yönergelerin doğasını
değiştirerek eşierin ilişkilerinin sınırlarını genişletmeye
çalışır. Burada Milton Erickson'un verdiği bir örnekten
söz edilmesi gerekir. Erickson'a başvuran bir kadın ev
lendiğinden bu yana düşünü kurduğu bir evi satın ala
bileceklerini, fakat kocasının ev seçimi konusunda ken
disine hiç bir hak tanımadığını belirtir. Adam da tüm
yetkinin kendisinde olmasına diretmektedir. Erickson
bu adama tam bir patran gibi davranması ve hiç bir
kimsenin söylediği bir şeye kulak asmaması gerektiğini
belirtir. Bu adamın çok hoşuna gider. Erickson ile adam
arasında sıcak ve güvenli bir ilişki oluştuktan sonra,
Erickson gerçek bir patronun aslıAda emri altındaki ki
şilere söz hakkı tamyan bir kişi olduğunu söyler. Bu
da adamın hoşuna gider. Erickson bunun üzerine adam
dan hoşuna giden çeşitli evlerin planlarını açıklaması
nı ister. Adam açıklar. Sonra bu adamdan kansına bu
evler arasından birini seçme hakkım tanıması gerekti
ğini, çünkü gerçek bir patronun bu şekilde davranabi
leceğini belirtir. Adam kansına bu hakkı verir. Böylece,
Erickson her iki eşin de ihtiyaçlarına cevap verebilecek
şekilde bu karı kocanın ilişkilerinin sınırlarını genişlet
meyi başarmıştır.
Çoğu zaman etkili bir evlilik terapisti eşleri önce
alışageldikleri gibi davranmaya, daha sonra da alışageldik
leri gibi davranmalanndan farklı bir şekilde davranmaya
yiireklendirir. Örneğin, bir kadın yemek zamanında ko
casının gazete okuduğunu, tam sofrayı kaldırmak üze·
reyken kocasının yemek masasına oturup yalnız başı
na yemek yediğini ve bu dunımun kendisini çok üzdü:
ğünü belirtir. Terapist adama niye böyle davrandığını
sorar; adam karısının sürekli dır dır ettiğini, bundan ·
220
kocasının bu söylediklerini ağzı açık bir şekilde dinler
ve yalnızca çocuklan terbiye etmeye çalıştığını belirtir.
Terapist bu kan koca arasındaki ilişkiyi biraz daha de
rinliğine incelediğinde görür ki kadın yemek masasın·
da kocasının ağzını bile açmasına fırsat vermemekte sü·
rekli olarak konuşmaktadır. Terapist, kadından söylediği
şeylerin kocasına ne şekilde etki ettiğini aniayabilmesi
için bir hafta boyunca kocasını dikkatle gözlemesini is
ter.Adamdan da yemek masasında canını sıkan bir şey
olunca hemen kalkıp öbür odaya gitmesini ister. Kan ko
ca bu yönergeleri bir süre izlerler. Adam karısı gevezelik
edince masayı terkeder. Kadın, kocasının davranışlarını
dikkatle gözler. Ama kadın adamın davranışiarına eskisi
kadar üzülmemektedir; çünkü adamın bile bile terapis
tİn yönergelerini yerine getirmek için masayı terkettiğini
iyi bilmektedir. Bundan sonra terapist eşiere verdiği yö
nergelerinin doğasını değiştirir ve bundan sonra yemek
masasında çocuklar doğru durmadığı takdirde, bir haf·
ta kadının, gelecek ·haftada da adamın ilgilenmesini is
ter. Bu basit yönergeleı:r karı kocanın çok işine yarar ve
kan koca tatlı tatlı akşam yemeği yemeğe başlarlar.
Dahası, bu karı koca terapistin bu basit yönergelerini ya
şamlarının diğer alanlarında da uygulayıp oMukça ba
şarılı sonuçlar elde ederler.
Bir evlilik terapisti değişmeyi yüreklendiren bir bağ
lanı içinde eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yöneltir
se, eşler bu durumla ancak davranışlarını değiştirerek uğ
raşabilirler. Bu tür bir yöneltme eylemini gerçekleştirme
nin en kolay yollarından biri, eşierin olumlu olarak algı
ladıklan bir şeyi olumsuz bir nitelik olarak tanımlamak
tır. örneğin, terapist eşlerden birisinin diğerini sürekli
olarak koruduğunu ,gözlerse, bu durumun aslında koru
nan ·eşin değil, koruyarı eşin işine geldiğini, onun ihtiyaç·
22 1
lanna cevap verdiğini ve bu tür bir davranışın bencil bir
davranış olduğunu vurgular. Diğer bir yolda eşierin bir·
birlerine ceza verip vermediklerini araştırmaktır. Hemen
hemen tüm eşler birbirlerine ceza vermelerine gerek ol
madığını ve ceza vermediklerini belirtmelerine karşın, as·
!ında eşierin birbirlerine ceza vermeye çalıştıkları gözlen
miştir. Özellikle, eşler surat asarak, ve birbirlerine karşı
umursamaz bir şekilde davranarak birbirlerine ceza ver
meye çalışırlar. Bir kan koca arasında bu tür bir ceza
verme örüntüsü gelişmişse terapist bu karı kocadan her
hangi birisi surat asınca, diğer eşin neden bana ceza wr·
meye çalışıyorsun diye eşini sorgulamasını ister. Terapis·
tin bu tür yönergeleri birbirlerini belirtisel bir şekilde ce•
zalandırmaya çalışan eşierin davranışlarının değişmesine
yol açabilir.
Evli eşleri alışageldikleri gibi davranmaya yüreklen·
dhmenin bir başka yQlu da eşierden birinin, diğer eşi bile
bile belirtisel bir şekilde davranmaya yüreklendirmesini
sağlamaktır. Eşierden biri diğerine. belirtisel bir şekilde
davranınaya yüreklendirirse, belirtisel bir şekilde davra·
nan eş, bu davranışlarından vazgeçebilir. Örneğin, bir ka·
dın dışarı çıktığında gözlerinin iyi görmediğini ve bu yüz
den dışarı çıkamadığım belirtir. Bu kadının kocası da ka
dını her sabah işe giderken dışarı çıkıp gezip dolaşmaya
özendirmiş, fakat bu konuda hiç bir başarı elde: edeıneıniş·
tir. Zamanla kadın hiç dışarı çıkamaz olmuş ve dışarı
ile ilgili tüm işleri adam yerine getirmiştir. Bu durum
dan kan koca oldukça mutsuzluk duymaktadırlar. Bir
dizi oturumdan sonra terapist adama şöyle bir yönerge ·
222
bir is!eği duyduğunun ilk günü yıllardır yapamad�ğı bir
şeyi yapar ve evin karşısındaki . bir ba}(kaldan alışveriş
yapmayı başarır. Daha sonraki günlm-de adam terapistin
yönergelerini yerine getirdikçe, kadın dışarı çıkmaya ve
gezip dolaşmaya başlar. Terapist de kadının kocasına olan
bağımlılığını azahabilrnek için, kadını belirli sosyal faaa
liyetlere katılmaya özendirir. Bu örnekten de kolaylıkla
anlaşılabileceği gibi, eşierden birinin diğer eşi belirtisel
bir şekilde davranmaya kışıkırtması tedavisel açıdan ol
dukça şaşırtıcı sonuçlar yaratabilir.
Özet : Bir Aile Sisteminin Dengesinin Değişmesi
Çatışma içinde olan eşler aralanndaki çatışmaların
artmasına yol açacak bir şekilde birbirlerini tepkide bu
lunmaya zorlarlar. Bu nedenle, bir evlilik terapisti yalnız
ca eşler arasındaki çatışmaları azaltmaya veya çözmeye
çalışmaz, aynı zamanda eşler arasındaki sistemin denge•
sini değiştirmeye çalışır. Bu tür bir değİşıneyi yarata
bilmek için de sistemin temel çarklarının değiştirilmesi
gerekir. Sistemin dengesini sağlayan .çarklar değiştikçe,
tüm sistem değişmeye başlar.
Evlilik terapistine başvuran eşler birbirleriyle mut
lu ve doyumlu bir ilişki kurmak istedikleri halde,
bunun bir türlü yolunu bulamayan kişilerdir. Terapist
eşierin daha doyumlu bir ilişki içine girebilmeleri için on
ları, sorunlarını incelemeye yüreklendirir. Gerektiğinde
eşler arasında yargıçlık ve danışmanlık yapar. Çeşitli tak
tikler kullanarak eşierin kavga edebilmelerini ve duyarlı
oldukları konuları tartışabilmelerini sağlar. Tedavi bağ
laını içinde eşierin kendilerini anlamaları ve sorunlan ko
nus11nda bir içgörü kazanmaları gerektiğini belirtir. Ama,
eşierin tedavi olmasını ve değişmesini sağlayan esas et
ken kendilerini anlamaları veya içgörü kazanmalan değil,
terapistin kullandığı paradoksal taktiklerdir. Bu nedenle,
223
bir evlilik terapisti evli eşlere karşı ımradoksal taktik·
ler kullanmakta ne denli becerikliyse, bu terapistiiı evli
eşleri değiştirebilme gücü de, o denli artar.
224
BÖLtİM 7
AİLE ÇATlŞMALARI VE ÇÖZÜMLERİ
225
si ve aile sisteminin değiştirilmesi gerekmektedir. Ancak,
hemen belirtilmesi gerekir ki, bir aile sisteminin değişti·
rilmesi kolay bir iş değildir. Aile sisteminin değiştirilme�
sini zorlaştıran en önemli engel aile üyelerinin kendile
rinden kaynaklanır. Aile üyeleri, ailelerindeki alışageldik·
leri dengenin değişmesine direnç gösterirler.
Geleneksel yaklaşımlarda da, özeıllikle psikanalizmde
de direnç konusu üzerinde önemle durulur. Ancak, bura·
da önerilen psikopatoloj i anlayışıyla psikanalizm arasın·
da direnç açısından önemli bir fark vardır. Psikanalizm·
de direncin bireyin içpsişik süreçlerinden kaynaklandığı
ve belirtisel davranışlarının bireyin içpsişik süreçleri
arasındaki dengeyi koruduğu ileri sürülür. Bu nedenle
de psikanalizmde aile ilişkilerine önem verilse bile,
bunların önemi içpsişik süreçlerin önemine göre ikinci
planda kalır. Buna karşın, aile tedavisi yaklaşımında ise
hasta bir kişinin belirtisel davranışlarının bu kişinin iç·
psişik dengesini koruduğundan daha çok, aile sisteminin
dengesini koruduğu ileri sürülür.
Bu iki yaklaşıma çok daha esnek ve geniş bir açı·
dan yaklaşıp aslında bu iki yaklaşımın da birbirinden
çok farklı olmadığı belirtilebilir. Ancak, bu tür bir an·
layışın bazı önemli sakıncalan vardır. Bu iki yaklaşım
arasında temel bir fark görmeyenler eninde sonunda,
doğrudan doğruya gözlenemeyen ve var olduğu sanılan
bir takım içpsişik süreçlerden söz etmek zorunda kalır
lar. Kuşkusuz, bu tür süreçlerin insanı büyüleyen bir ya·
nı vardır; ama bu tür süreçler henüz bilimsel yöntemler·
le kanıtlanamanııştır. Önemle belirtmek gerekir ki ·bir
kişi kişilerarası ilişkilerine önem verilerek incelenirse,
bu tür bir inceleme kişinin bireysel bir açıdan incelen
mesinden oldukça farklıdır. Bireyci yaklaşımlarda, kişi·
nin içinde yaşadıği aile bağlamı, içpsişik süreçlerin ya-
226
nında ikincil bir konumda kalır. Ama kişi içinde yaşa
dığı aile bağlaını içinde incelenirse, bu kişinin belirli dav
ranışlan neden yaptığının anlaşılması ve bu kişiyi değiş
tirebilmek için gerekli teknik ve yöntemlerin geliştiril
mesi kolaylaşır.
Aile yaklaşımının yeni bir şey olmadığı, geleneksel
yaklaşımların bir tür uzantısı olduğu ileri sürülebilir.
Oysa, aile tedavisi yaklaşımı, psikolojik sorunlar konu
sunda şimdiye kadar elde edilen bireysel temelli tüm
bilgilerin bir yana itilmesini gerektirecek kadar katego
rik bir anlayış değişikliğini simgelemektedir. Bu iki yak
laşım arasındaki farklılığı şöyle bir örnek vererek açıkla
yabiliriz: Bir zamanlar «aşağı» ve «yukarı;ı) kavramları
nın mutlak kavramlar olduğu sanılır ve neyin neden aşa
ğı veya yukan olduğu konusunda kesin düşünceler ileri
sürülebilirdi. Ama, dünyanın yuvarlak olduğu anlaşıldık
tan sonra, düşünce tarihinde de bir devrim oldu. Aşağıyı
gösteren bir kişinin, dünyanın öbür ucunda yukanyı gös
teren bir kişiyle aynı yönü gösterdiği anlaşıldı. Aynı şe
kilde, kişilerin anlaşılabilmesi için içpsişik süreçlerinin
anlaşılması gerektiğini ve bundan başka bir yolun olma·
dığını öneren kişilerin de düşüncelerinde bir değişiklik
yapmaları ve kişileri daha geniş bir bağlam içinde ince-'
lerneleri gerekmektedir. Ancak o zaman yeni bir insan
anlayışı doğabilir ve gelişebilir.
Aile Betimlemeleri
227
ailesindeki ilişkilerden bağımsız bir şekilde incelenme
ye çalışılmış ve ana baba ve şizofrenik kişi arasındaki
bitmek tükenmek bilmeyen çatışmalara hiç değinilme
miştir. Ana ve babanın mutsuzluklarının bile çocuklan
nın hasta olmasından kaynaklandığı sanılmıştır. Çocuk
lan iyileşse, ana babanın hiç bir sorunu kalmayacağı
düşünülmüştür. İlk kez 1940'lı yıllarından sonra, çocu·
ğun sorunlarıyla ana ve babasının da ilgili olabileceği
dikkatleri çekmeye başlamış ve «Şizofrenik anne» kavra
mı ortaya atılmıştır. Bu gelişmeden sonra, psikanalitik
kuramda bir zevk, sevgi ve aşk nesnesi olan anne tah·
tından alaşağı edilmeye başlamış ve şizofrenik çocuğun
sorunlarının kökeninde annesinin bazı patolojik davra- .
nışlarının yatabileceği önerilmiştir. Özellikle, şizofrenik
çocuğun annesinin çocuğunu yoksun bıraktığı ve çocu·
ğun «oral döneme» saplantı geliştirdiği ileri sürülmüş·
tlir. Daha açık bir deyişle, çocuğun sorunlarından annesi
sorumlu tutulmaya çalışılmıştır. Bu gelişmeler psikopa·
toloji anlayışında bir değişikliğe neden olmuş ve tedavi
sürecinde aile ilişkileri hesaba katılmaya başlanmıştır.
Geleneksel yaklaşımların hasta kişilere tanı koyma giri
şimleri zamanla kişilerarası ilişkilere tanı koyma çaba
larına dönüşmüştür. Şizofreninin nedenleri ve gelişimi
konusundaki bu yeni anlayış diğer psikopatolojik sorun
ların da kişilerarası bir ilişki bağlaını çerçevesi içinde in·
celenmesine yol açmıştır. Bireysel tedavi teknikleri ye·
rini, aile v,e grup tedavi tekniklerine bırakmaya başla
mıştır.
228
sından bu tür çalışmalar çok dikkate de�er sonuçlar ver
m em iştir. Kuşkusuz. bu araştırmalann sonuclan ana . hı::ı
banın şizofrenik çocuğun sorunlannın gelişmesine hiç
hiç bir katkıları olmadığı anlamına rı:eJmemektedir; çün
kü bir şizofrenik çocuğun ana ve babasının test sorun
Iarına verdikleri cevaplarla. gÜnlUk vasamda rı:ercekte co
cuklanna nasıl davrandıkları arasmc-la çok önemli fark
lılıklar olabilir. Daha acık bir devisle. psikonı=ıtoloiinin
anl�sılmaı:a acısından . önemli ohn aile üvelerinin P"er
çekte birbirlerine nasıl davr�ndıklandır. Aile iivelerinin
birbirlerine nasıl davranrhklannı ve bu iliskilerin· ince
likir niteliklerini rı:özlevebilmek icin de tüm aile üyeleri
nin birlikte görülmesi gerekm el<tedir.
Ne yazık k i gÜnümUzde bile, bir aile sisteminnf'ld
aile Uyelerini birbirl erin e bağlavan ve kilitleven iliski
leri veterli bir şekilde betimlevebilecek ve acıklavabile
cek kavram ve terimler henUz geliştirilememi ştir. Çesitli
çalışmalarda aile üvelerinin mutsuzlukları . dovum suzlu k
ları ve değer yargıları arasındaki farklılıkları gözlevebil
mek için çeşitli test ve ölçekler geliştirilmistir. An cak .
bu tür test ve ölceklerden elde edilen bil giler aile üve
Ieri a rasın d aki ilişkilerin bel i rli niteliklerini açıkhğa ka
vuştursa bile, en son çözümlemede bu tür çalısmalar
sözde-ilişki (pseudo rel a tionship) çalısmaları olmaktan
kurtulamamaktadır; çünkü bu çalışmalarda aile üveleri
arasındaki ilişkiler bireysel kavram ve terimlerle açıklan
maya çalışılmıştır.
229
lumsal bir kurum olarak yaklaşılabilir ve aile bu açıdan
betimlenebilir. Aynı şekilde bir aileye, belirli patolojik
ilişkileri yaratan ve besleyen bir sistem olarak da yakla
şılabilir ve bu açıdan aile betirnlenebilir. Kuşkusuz, aile
çeşitli açılardan betimlendikçe, bu betimlemeler arasın
da önemli farklılıklar olaca,ktır; çünkü, bu betimlemele•
rin amaçları farklıdır. Burada aileleri çeşitli açılardan
betimlemeye olanak olmadı�ından, aileler yalnızca aile
üyeleri arasındaki güç savaşımı (power strugle), çatış
maların doğması ve sürdürülmesi açısından betirnlen
meye çalışılmıştır.
Hemen belirtmekte büyük yarar vardır. Güç sava
şımı, çatışmaların doğması ve sürdürülmesi açısından
ailelerin betimlenmesi demek, güç savaşımı ve çatışma·
ların ailelerin değişmez bir parçası olduğu anlamına gel
mez. Hiç bir aile sürekli bir çatışma içinde olmadığı gibi,
her ailede de aile üyeleri arasında güç savaşımı olma
yabilir. Ancak, bazı ailelerde belirli zamanlarda aile Üye
leri birbirleriyle kıyasıya güç savaşımına tutuşabilir Bu
tür ailelerde çatışmaların do�ası ve sürmesi, aile ya
şamının bir parçası olabilir. Bu kitabın öngörüşüne göre
aile üyelerinin psikolojik sorunlar geliştirmesinin kökc•
ninde de, bu ailelerde gözlenen güç savaşımı yatmakta
dır. Söz konusu güç savaşımı çözürnlenmeden, bir aile
üyesindeki bir belirtinin ortadan kaldırılması oldukça
güç olmaktadır. İşte, bu nedenledir ki, burada aileler
betimlenirken ailelerdeki güç savaşımı sorunlarına odak·
!aşılmış ve aileler bu açıdan betirnlenmeye çalışılmıştır.
Bilindiği gibi, geleneksel yaklaşımlarda aile üyelerin
den birisi bir belirti geliştirdiği zaman, bu belirti kişinin
içsel çatışmaları açısından incelenmeye çalışılmıştır. Bu
yaklaşımlarda bir kişinin psişik yaşamı «İd», « ego» ve
« süperego» gibi birbirleriyle çatışma içinde olan yapıla-
230
ra bölünmüş ve kişinin psikolojik sorunlannın da bu
yapılar arasındaki çatışmaların bir sonucu olarak ortaya
çıktı� ileri sürülmüştür. Örneğin, toplumsal değerleri içe
ren süperegonun, içgüdülerin ve dürtülerin kaynağını
oluşturan id ile bir çatışma içinde olduğu belirtilmiştir.
Geleneksel yaklaşımların en temel özeUiklerinden biri
bireyci bir yaklaşım olmasıdır. Örneğin, psikolojik sorun
Iann gelişmesi açısından Freud'un en temel kavramlann
dan birini oluşturan odipal çatışma kavramı da bireyci
yaklaşımın bir simgcsidir. Freud'a göre edipal çatışmayı
yaşayan bir çocuk, bir yandan annesine karşı bir takım
seksüel tepiler duyar; öte yandan kastre edilme kaygı ve
korkusuyla bu tepilerini bilinçaltına iter ve bastınr. Bi
linçaltına bastırılan bu istekler yitip gitmez ve zamanla
nitelik değiştirerek . psikolojik sorunlar şeklinde davra
nışlara yansımaya başlar. Kuşkusuz, bir kimse freud'un
baktığı gibi olaylara bakarsa, Freud'un çok haklı olduğu
kanısına varabilir. Özellikle, bu kimse, bir hastayı din
lerken hastanın söylediklerinden odipal bir çatışma için
de olduğunu çıkarsayabilir. Aile tedavisi yaklaşımı da ça
tışmalara önem verir; ancak bu iki yaklaşım arasında ça
tışmaların doğası ve işlevi açısından önemli farklılıklar
vardır. Aile tedavisi yaklaşımında, her şeyden önce, ça
tışmaların ana, baba, diğer aile üyeleri ve yakın akraba
lar arasındaki ilişkilerden kaynaklandı� ileri sürülür.
Örneğin, ana babanın kendi aralanndaki sorunlarıyla yüz
yüze gelmekten kaçmabilmek için çocuklarını bir günah
keçisi gibi kullanıp kullanmadıkları yakın akraba ve
dostların aile ilişkilerine karışarak, aile üyelerini, özel
likle ana babayı birbirlerine düşürüp düşürmedikleri,
kardeşlerin birbirleriyle uğraşırken «hizipçilik» yapıp
yapmadıkları, belirli bir sorunla uğraşırken aile üyelerin
den birinin sürekli çaresiz bir şekilde davr.\mp davran
madığı, evden ayrılma, ölüm, savaş, işsizlik gibi toplum-
231
sal olaylardan ailelerin ne şekilde etkilendiği veı bu tür
olayların aile üyeleri arasında ne tür çatışmalara yol aç
tığı incelenmey� ve açıklanmaya çalışılır. Çatışmaların
doğması ve gelişmesi açısından geleneksel ve aile teda
visi yaşamlan arasındaki görüş farklılıklarını daha net
bir şekilde belirtebiirnek için şöyle diyebiliriz: Gelenek
sel yaklaşımlarda bir kişideki psikolojik sorunlar bu ki
şinin içsel çatışmalarının dışa vurumu olarak kabul edi·
lir. Aile tedavisi yaklaşımında ise tam tersi, « dış çatışma
lar» kişinin içsel çatışmalarını yaratmaktadır.
Bu iki yaklaşım arasındaki görüş farklılıklarını da
ha açık bir şekilde göz önüne seTebitmek için, şu olguyu
inceleyelim. Annesiyle birlikte yaşayan bir genç adam,
evde annesiyle birlikte kaldığı zaman kaygılandığını ve
bu yüzden k�disini dışarı atmak zorunda kaldığını be
lirtir. Kuşkusuz, bu genç adamın sıkıla sıkıla anlattığı
bu sonm geleneksel bir terapistin gözünden kaçmaz. Bu
terapist, bu genç adamın adipal bir çatışma içinde oldu
ğunu düşünebilir. Bu genç adamın bilinç altında annesine
karşı bir takım seksüel istek ve dürtüle'ri bulunduğunu
ve bu yüzden delikanlının kaygılandığını ve duyduğu kay
gıyla başedebilmek için çıkar yolunu sürekli olarak ken
dini evden dışarı atmakta bulduğunu öne sürebilir.
Aynı hasta ile karşılaşan bir aile tcrapisti, her şey
den önce bu delikanlının ailesindeki ilişkileri incelemeye
çalışır. Örneğin, ana oğul evde başbaşa kaldıklannda ne
ler olmaktadır? Ana, oğlunu babasına karşı cephe alma
ya mı kışkırtmaktaaır? Yoksa, annesi oğlunu diğer kar
deşlerine karşı ortak bir cephe kurmaya mı zorlamaJ.<ta
dır? Özetle, annesi oğlunu, oğlu da annesini ne şekilde
«kullanmaya» çalışmaktadır. Bu delikanlının sorunlan
nın yeterli bir şekilde açıklanabilmesi için, bu sorulara
cevap bulunması gerekir. Bir aile' terapisti söz konusu
bu olguda işin seksüel yönüne ilgi duysa bile, delikan-
232
Imm bu isteklerinin bilinçaltına itilmiş bir takım
sem�
bolik ifadeler olarak kabul etmekten daha çok, gerçek
ten delikanlı için bir tehdit unsuru olup olmadığını araş
tırmaya v� anlamaya çalışır. Özellikle, son yıllarda, far
kında olmadan bazı anne:lerin oğullarına karşı «kur ya
par>> bir şekilde davrandıklannı belirten dikkate değer
ipuçlan elde edilmiştir.
Psikanalizmin doğuşundan bu yana odipal çatışma
kavramı psikanalizm için bir baş belası olagelmiştir.
Her çocuk bu tür bir çatışmayı yaşamakta mıdır? Ya
şamıyorsa. neden yaşamıyor? Psikolojik sorunlann ge
lişmesi için ne kadar çatışma gerekmektedir? Olay, bir
nicelik, nitelik sorunu mudur? Bu sorulara psikanalizm-
. de doyurucu cevaplar verilememiştir.
Bilindiği gibi her ailede zaman zaman, ana, baba ve
çocuklar arasında işbirli� sorunlan ortaya çıkabilir.
Bundan kaçınmak hemen hemen olanaksızdır. İşbirliği
sorunları farklı ailelerde, farklı olabilir v� bu sorunla
rın farklı şekillerde çözümlenmesi farklı insanlan yara
tır. Örneğin, bazen ana oğul, babaya karşı ortak bir ceıp
he kurabilirler. Bazen de bu tür bir cephenin kurulması
na baba «çanak tutabilir». Bazen de annesi oğlunu ken
disiyle işbirliğine girmeye zorlayabilir. Oğlan, bu tür bir
işbirliğine girmezse, ana oğul arasında çatışma doğabi
lir. Bu kısa açıklamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği
gibi, odipal çatışma olayına sembolik bir açıdan yaklaş
mak yerine, gerçek ilişkilerdeki işbirliği sorunlan açısın
dan yaklaşılırsa, bir aile «Üçgeni » içindeki çatışmalann
doğmasına zemin hazırlayan değişik olasılıkların görül
mesi kolaylaşır.
Aile tedavisi yaklaşımının en dikkate değer özellik
lerinden biri d� bilimsel yönünün kuvvetli olmasıdır. Bu
yaklaşımda olaylar gözlenebilir ve doğruluğu yanlışlığı
test edilebilen kavram ve terimlerle açıklanmıştır. Gele-
233
neksel yaklaşımlarda ise çoğu zaman psikolojik sorunlar
doğrudan doğruya gözlenemeyen bir takım kuramsal ku
rultularla (hypothetical construction) açıklanmaya çalı
şılmıştır. Bu nedenle, yapılan açıklamaların geçerli açık
lamalar olup olmadığını test edebilmek için başka ku
ramsal kurultulara ihtiyaç duyulmaktadır. Sonuçta psi
kolojik sorunları açıklamak için önerilen görüşlerin bi
limsel yöntemlerle test edilmesi güçleşmekte, bazen de
tümüyle olanaksızlaşmaktadır.
234
tiklerini b) iki kişi arasındaki etkileşimi ve karşılıklı ola
rak kullanılan taktikleri c) iki veya daha fazla kişi ara
sında oluşan bir sistemin temel özellikle::rini betimlemeye
uygun kavram ve terimleırdir.
235
değil de, bir sistem olarak ele alınmasını gerektirmek
tedir. Ancak o zaman aile sisteminin incelikleri ve çatış
malann dqğmasına ve sürmesine zemin hazırlayan etken
ler görülebilir ve bu ctkenlerin ortadan kalkması için
gerekli önlemler alınabilir. Bu . yapılmadığı ve aileye sis
temsel bir açıdan yaklaşılmadığı takdirde, aile liyeleri
arasındaki çatışma döngüselliklerini yaratan etmenlerin
görülmesi ve bu etkenierin ortadan kaldınlması oldukça
güçleşir. Söz gelimi, yalnızca çocuğun üzerine odaklaşı
lır ve çocuğun yaramazlık yapması belirli yöntemieTle
önlenirse, ail� sistemi çocuktaıki bu değişmeye uyum gös
terebilir; ama aile sistemini ayakta tutan temel çarklar
değişıiıediğinden, aile üyeleri arasındaki çatışma dön
güsellikleri sürer ve özünde aile sistemi değişmemi� olur.
Örneğin, yukarıda sözü edilen ailede çocuk masada uslu
uslu oturacak olsa, babası çocuğa bakıp, pek sessizsin;
hangi derede kurt öldü; neyin var diyerek çocuğa takı
labilir. Bunu duyan anne, çocukla uğraşmayı bırak o za
ten usludur, yeter ki görecek göz olsun diye adama ce
vap verir. Adam da buna karşılık tamam tamam kapat
çeneni bir şey söylemiyorum der. Bunun üzerine kadın
kafasını iki yana sallar; dişlerini sıkar ve adama ters ters
bakmaya başlar. Böylece, ailedeki sürtüşmeler ve çatış
malar sürer gider.
236
evin tüm ısı sisteminin yöneticisi durumundadır. Termos
tat kaç dereceye. kurulmuşsa, evin ısıtma sistemi de ona
göre çalışır. Bir aile sisteminde ise aile üyelerinden her
biri diğerlerinin davranışlarını denetlerneye ve yönetme
ye çalışır. Bu nedenle, bir aile sisteminde bir değil, aile
üyelerinin sayısı kadar yönetici vardır. İçinde yaşadığı
kültür aile. sistemine genel bir çerçeve ve sınır koyması
na karşın, bir aile sisteminin sınırları ve dengesi termes
tatik sistemlerde olduğu gibi dışarıdan mekanik bir kuv
vetle kurulamaz. Bu nedenle, bir aile sistemindeki kar
maşık ilişkileri veı incelikleri kavrayabilmek için en azın
dan iki özelliğin dikkate alınması gerekir: 1) Aile üyele
rinden birisinin davranışlarındaki bir değişiklik belirli
bir sınırı aştığı zaman, diğer aile üyeleri buna tepki gös
terir. 2) Aile üyelerinin her birisinin yönetici durumunda
olması, onları belirli durumlarda birbirlerine kru-şı güç
savaşımına girmeye zorlayabilir.
Bir aile sistemini diğer sistemlerden ayıran bir baş
ka özellik de, ailede birbirlerini karşılıklı olarak yönet
meye çalışan alt sistemlerin bulunmasıdır. Örneğin, ana,
baba ve çocuklar arasındaki karşılıklı hizipleşmeler, ya·
kın akraba ve dostlar hemen hemen her ailede bulunan alt
sistemlerdir. Bir aile sistemine etki etmeye ve bu aile
sisteminin dengesini farklı bir teımele oturtmaya çalışan
bir terapist, istese de istemese de eninde sonunda bu
alt sistemlerle uğraşmak zorunda kalabilir. Bir aile sis
teminin denge1sinin değiştirilmesinin güçlüğü de bu nok
tadan kaynaklanır. Tanımı gereği bir sistemdeki yöneti
cllerin görevi yönettikleri sistemin değişmesini önleme
ye çalışmaktır. Bir anlamda aile üyelednden her biri
de bir tür yönetici olduğundan, tüm aile bir sistem ola
rak değişmeye karşı çıkmaya ve direnç göstermeye çalı
şır.
237
De�şıneye Karşı DlreDç
238
özel bir şekilde kaçınmasına karşın, aile üyeleri hemen
hemen her konuda, fırsat buldukça birbirleriyle güç sa
vaşımına girmeden edemezler. Kuşkusuz, terapistin ail�
üyelerine karşı kullandığı paradoksal taktiklerin etkili
olabilmesi için, aile üyelerinin terapisti bir yetke (oto
rite) olarak kabul ·'etmeleri ve ona güvenmeleri gerekir.
Aile üyeleri terapisti bir yetke olarak görmez ve ona gü
veın.rnezlerse, terapistin ailedeki sistemi değiştirmesi ola
nak dışı değilse bile, çok güçtür.
239
nikierden biri, aile üyelerini birbirlerinin gözü önünde
tedavi etmeye çalışmaktır. Bu tekniği uygularken tera
pist, önce aile üyelerinden birinin üzerinde durur. Örne
ğin babanın sorunlarını ortaya çıkarır. Daha sonra, bir
başka kişiye geçer ve onun sorunlarıyla uğraşmaya baş
lar. Bir başka yaygınlıkla kullanılan teknik de, terapis
tİn bir megafon işlevi görmesidir. Bu teknikte aile üye
leri birbirlerine söyleyecekleri şeyleri, birbirlerine değil,
terapiste söylerler. Terapist aile üyelerinin söyledikleri
şeylerin gerçek anlamlarını açıklar. Diğer aile üyelerine
duydukları bu şey konusunda ne düşündüklerini sorar.
Megafon tekniğine karşıt olabilecek bir başka teknik de
aile üyelerini birbirleriyle konuşmaya zorlamaktır. Bu
teknikte her hangi bir aile üyesi bir şey söylemek istedi
ğinde, bu şeyi ilgili kişinin yüzüne söyler. Bu biçimsel
teknikle,rden başka, aile terapistlerinin tedavi sürecinde
önem verdikleri ve vurguladıkları konular arasında da
farklılıklar vardır. Bazıları geçmiş yaşantıların şimdiki
davranışları nasıl etkilediğini anlamaya çalışır. Diğerleri
aile üyeleri. arasında karşılıklı olarak alınıp verilen ile
tilerin net bir şekilde belirtilmesine önem verir. Daha
başkaları da, aile üyeleri arasındaki yanlış anlaşılınalar
üzerinde durur. Özetle, bir aile tcrapisti hangi tekniği
kullanırsa kullansın, aile üyelerinden birisinin bir soru
nunu, tüm ailenin bir sorunu olarak kabul eder ve bu
sorunun üstesinden gelebilmek için, tüm aile sistemini
değiştirmeye çalışır.
240
dığında, bu yakHışımlann bir tek kişi üzerine odaklaşa
rak ve bu kişiden yararlanarak tüm aile sistemini değiş
tirmeye çalıştığı ile,ri sürülebilir. Bu görüşün bir derece
ye kadar geçerli bir yönü vardır; çünkü bireysel tedavi
lerde kişiler kendileri ve başkalarının iletişimleri hakkın
da önemli bilgiler öğrenmektedirler. Tedavi sona erdik
ten sonra, kişiler öğrendikleri bu bilgileri kendi ailele
rinde de uygulayabilirler. Örneğin, kocasının yaptığı bir
şeye üzülen ve bu yüzden başı ağrıyan bir kadın, belir
li bir tedavi sürecinden geçtikten sonra, kocasına karşı
çaresiz bir şekilde davranmak yerine, baş ağrısının koca
sının yaptığı şeyden kaynaklandığını kocasına belirte
bilir ve kocasından aynı şeyi bir daha yinelememesini
isteyebilir.
Bireysel tedavi yaklaşımlarında kişilere verilen ile•
tişim eğitimi, aile tedavi yaklaşımlarında daha sistema
tik bir şekilde verilir. Gereksiz ayrıntılara inmeden bu
konuda hemen belirtmek gerekir ki aile tedavisi oturum
larında aile üyeleri oturup, sorunlarını yüz yüze apaçık
bir şekilde tartıştıkça, terapistin ve: birbirlerinin iletişim
biçimlerinden çok şey öğrenirler.
241
tar ve sonunda aile üyelerinden biri c1ddi bir sorun ge
liştirir. Böylece ailedeki güç savaşımı bir dengeye ulaşır.
Ancak, söz konusu bu denge aile üyelerinden birinin ve
ya birkaçının mutsuzluğu üstüne kurulmuş bir denge ol
duğu için aile üyeleri var güçleri ile bu dengeyi değiştil'
meye çalışır ve bir aile terapistine başvururlar.
Bir aile terapisti sorunlu bir aile ile uğraşmaya baş
layınca, ailedeki hiziplerden herbiri terapisti kendi yan
larına çekmeye çalışır. Ancak, terapist hiziplerin bu kış
kırtımianna kapılmamak konusunda çok uyanık davra
nır. Daha önce de belirtildiği gibi, terapisti diğer aile
üyelerine karşı avantajlı kılan etmenle:rden biri de bu
noktada yatar.
Terapist aile içindeki hizipler arasındaki tarafsız tu
tumunu tüm hiziplerin tarafını tutarak sürdürür. Örne
ğin, önce bir hizibin yanına geçer; o hizibin yandaşı olur.
Daha sonra, bir başka hizibin yanına geçer ve o hizibin
sesini duyurabilmesini sağlar. Böylece, terapist bütün
hiziplere eşit söz hakkı vererek hizipler arasındaki de
mokratik tutumunu sürdürür. Terapistin bu demokratik
tutumu tüm aile üyeleri için etkili bir model olur.
İşbil"liği ve Kontrol
242
cekleri bir konuma yerleştirmeye çalışır. Özellikle, aile
üyelerine tedavi olmalarının tam zamanının geldiğini be
lirtir. İlk oturumlarda oldukça yönehirnci bir şekilde dav- ·
243 .
durumu gözleyen terapist, y�i geldikçe belirli bir şeyin
çocuğu rahatsız ettiğini belirtir. Bu bir işe yaramaz ve
aile üyeleri bildiklerini okumayı sürdürürlerseı, terapist
bir adım daha atar ve çocuğu rahatsız eden esas etkenin
ana ve baba arasındaki tartışma oluğwıu belirtir. Yeri
gelmişken belirtmekte büyük bir yarar vardır: Bazen so
runlu bir çocuğun tedavi oturumlarındaki rahatsız dav
ranışları, ailedeki gerginliğin en güvenilir göstergelerin
den biri olabilir.
Mutsuz bir ailenin sorunlarının kökeninde bu aile
deki hizipler arasındaki güç savaşımı yatar. Bu nedenle
bir aile terapisti eninde sonunda ailedeki hizipler ve güç
savaşımı sorunlarıyla uğraşmak zorundadır. Ünlü aile te
rapistlerinden Bell, hiziplerle etkili bir şekilde uğraşa
bilmek için, önce ana babanın konuşmasını sağlar. Da
ha sonra onlardan susmalarını ve yalnızca çocuklarını
dinlemelerini ister. Bu yolla, Bell önce ana ve babanın,
daha sonra da çocukların tarafını tutmuş olur. Beli te
davi oturumlarında hizipler arasındaki konumunu sürek
li olarak değiştirerek sonuçta hiç bir hizibin, fakat tüm
ailenin tarafını tutmayı başarır. Fulweiler ise aile üye
leri sorunlarını tartışırken odadan dışarı çıkar; gerekti
ğinde odaya girer ve tartışılan sorunun tüm aile üye
lerinin bir sorunu olduğunu vurgular. Bazen de Galves
ton okulunda olduğu gibi ailedeki her hiziple ayrı bir te�
rapist uğraşır; zamanı gelince terapistler hizipler arasın
da yer değiştirir� Tüm bu taktikler ailedeki hizipleri da
ğıtabilmek ve aile üyelerini ortak bir yaşam ülküsü et
rafında birleştirebiirnek için düzenlenmiştir.
Yöneticilerin Yönetilmesi
Bir aile sisteminin temel çarklarını değiştirmek iste
yen bir terapist, ailedeki «yöneticileri» de. yönetebilmeH-
244
dir. Kuşkusuz, terapistin hiziplerin kışkırtımına kapıl
maktan kendisini alıkoyması, hiziplerin hiçbirinin yan
claşı olmamaya özel bir titizlik göstermesi, tüm bu tak
tikler, hiziplerin terapisti yönetmelerini önleyebilmek için
düzenlenmiştir. Ancak, terapist yalnızca yönetilmekten
kaçınmaya çalışarak bir aile sistemini değiştiremez. Bu
nedenle, terapistin aile üyelerine değişmeleri doğrultu
sunda açık seçik yönergeler verebilmesi gerekir. Ama,
açık seçik yönergeler verilmesi açısından da terapistin
karşısına bir engd çıkar. Şöyle ki, apaçık bir şekilde,
aile üyelerinden değişmelerini istemek, aile sistemindeki
alışılagelmiş dengeyi sürdüren kuvvetleri hareıkete geçi
rebilir. Böylece, sistemin değişmesi açısından, aile tüm
esnekliğini yitirebilr. Özellikle, hizipler arasında güç sa
vaşımı olduğundan da kötü hale gelebilir ve büsbütün
kontrolden çıkabilir. Bu nedenle, terapistin hizipler ara
sındaki güç savaşımını katılaştırmayacak bir şekilde hi
zipleri yönetebilmesi gerekir. Ne yazık ki, hizipleri ba
şarılı bir şekilde yönetebilmenin tüm incelikleri henüz
açıklanamamıştır. Ancak, hizipleri yönetebilmek için,
aile tedavilerinde yaygınlıkla kullanılan belli başlı tak
tikler, üç grup altında kısaca özetlenebilir.
Bu taktiklerden ilki, aile terapistinin hizipleri sonuç
lan açısından belirli bir miktar bellisizlik içeren yöner
geler vermesidir. Bilindiği gibi çok net olmayan yöner
gelere kişilerin direnç göstermesi oldukça güçtür. Örne
ğin, bir kişiye ayaklarını uzatma diye net bir yönerge
verilirse, bu kişi bu yönergeye karşı çıkabilir ve ayak
larını uzatmakta diretebilir. Ama bir kişiye bana duvgu
lannı göster diye bir yönerge verilirse, bu kişinin bu
yönergeye karşı koyması oldukça güctür; çünkü bu yö
nergeyi aldıktan sonra kişi ne şekilde davranırsa dav
ransın yaptıW. her şey, bir duygunun ifadesi olarak alı-
245
nabilir. Aile tedavilerinde de hizipler .arasındaki çatışma
belirli bir aşamaya ulaştıktan sonra, bu sorunun altın
.ını ng ·.ımq:JA!P .Ip[:J.I,;}iJ ZIW'BWBIUB UBJMAnp )[;}5.I:Jll !)[Bp
bir yönergeye bizipierin karşı koyması oldukça güçtür;
bu duruinda aile üyeleri ne şekilde davranırlarsa davran
sınlar, terapist aile üyelerinin yaptığı her şeyi bir duy
gunun ifadesi olarak ele alabilir. Aynı şekilde, terapist
hafta tatilindeki yaptığınız kavgaya dönelim diye bir yö
nerge verirse, aile üyelerinin bu yönergeıye uymamalan
oldukça güçtür; çünkü bu yönergeyi aldıktan sonra, aile
üyeleri söz konusu kavgadan söz etmemekte diretseler
bile, terapist anlıyorum bu kavga sizi çok üzmüş olmalı,
bunun lafını bile etmek istemiyorsunuz; ama belirtmek
zorundayım ki, şimdiye kadar söylediğiniz her şey bir
bakıma bu kavgadan söz ediyordu diyebilir ve aile üy�
lerini konuşmak zorunda bırakabilir.
Tedavi ortamlannda zaman zaman dakik bir dille
konuşmamanın avantajı da bu noktada yatar. Tedavi or·
tamlannda kullanılan kavramlar belirli bir bellisizlik
içerirse, bu kavramiann etkisi artar. Örneğin, davranışla
rın ve duyguların gerçek anlamları, l;>ilinçaltı, kendini an
lama v.b. kavramlar dakik kavramlar değildir; ama· in
sanları etkileme v:e büyüleme güçleri de bellisizlik içer
dikleri ölçüde artar.
Aile terapistlerinin hiziplere karşı kullandıkları ikin·
ci taktik grubu, aile yaşamındaki olumlu niteliklerin vur
gulanmasıdır. Bir aile terapisti aile üyelerinin, aile yaşa
mının mutsuz ve dayanılmaz bir yaşam olduğu görüşüne
katılırsa, eninde sonunda başarısızlığa uğrar. Etkili bir
terapistin en umutsuz durumlarda bile, aile yaşamının
olumlu nitelikleri bulunduğunu belirtebilmesi gerekir.
Bunu başarmanın yollanndan biri, aile üyelerinin birbir
lerine karşı yaptıklan olumsuz davranışların ve saldırı-
246
ların aslında birbirlerin� ulaşınaya çalışmaktan
kaynak
landığını vurgulamaktır. Hatta, bu konuda evlilik
tera
pistlerinden biri, bir gün karısının peşinde baltayla
ko
şan bir adamın bile, aslında karısına ulaşınaya çalıştığını
belirtebilmiştir. Kuşkusuz, bu tür taktiklerin başarılı
olabilmesi için aile üyeleri arasındaki koşulların olgun
laşması ve aile üyelerinin olumlu bir özellik olarak algı
layabilecekleri özelliklerin olumlu bir özellik olarak vur
gulanması gemkir.
Aile terapistlerinin sık sık kullandıkları üçüncü tak
tik grubu alışılagelmiş davranışların yüreklendirilmesi
dir. Ailedeki hizipler terapistin bu tür yönergelerine kar·
şı koymaya çalıştıkça farkında olmadan değişmeye baş
larlar. Bu nedenle, aile üyelerinin değişmeye karşı gös
terebilecekleri direnci kırabilmenin en etkili yollarından
biri, aile üyelerini alışageldikleri gibi davranmaya yü
reklendirmektir.
Bireysel tedavi yapan terapistlere göre aile terapist
lerinin işi çok daha zordur. ft..ile terapisti aynı anda bir
çok kişi ile uğraşmaktadır. Üs:telik bir aile terapisti bi
reysel tedavi oturumlarında etkili bir şekilde kullanılan
bazı teknikleri de kullanamaz. Örneğin, bireysel tedavi
oturumlarında hasta sorunlarını anlatmamakta diretirse,
terapist hastayı bekler ve onu konuşmaya zorlamaz.
Ama, aile tedavisi oturumlarında terapist sessizlik tekni
ğini kullanmaya kalkışırsa, tedavi sürecinin kontrolü hi
ziplerin eline geçebilir ve hizipler tedavi ortamında bir
birlerini yıpratmayı sürdürebilirler. Daha da kötüsü, te
rapist oturumlarda sessiz kaldıkça, aile üyelerinin önün
de gülünç bir duruma düşebilir. Bu nedenle, aile teda
visi ortamlannda sessizlik tekniği bireysel tedavi ortam
larında taşıdığı riskten daha büyük bir risk taşır.
Şimdiye kadar açıklamaya çalıştığımız aile terapis-
247
tinin taktikleri ile aile üyelerinin birbirleriyle etkileşir
ken kullandıklan taktikler arasında şaşılacak ölçüde bü
yük bir benzerlik vardır. Bu nedenle, yeni · tedavi tek
nilderi keşfetmek isteyen aile terapistlerinin sorunlu ai
lelerdeki aile üyeleri arasındaki etkileşimleri dikkatle
gözlerneleri gerekmektedir. Terapist ile aile üye'lerinin
birbirlerivle etkileşirken kullandıkları taktikler arasında
ki benze;likler kısaca şöyle özedenebilir. Tipiklikle, aile
üyeleri birbirleriyle uğraşırken birbirlerine net olmayan
iletiler gönderiler. Hatırlanacağı gibi, gerektiğinde aile
terapistleri aile üyelerine dağurguları açık seçik belli ol
mayan yöncrgeler verirler. Sorunlu bir ailede herkes ba
şına buyuk bir şekilde davranarak davranışlarını diğer
aile üveleine kontrol ettirmemeye çalışır. Aile terapistle
ri de ilişkinin kontrolünü aile üyelerine kaptırmak iste
mezler. Mutsuz ailelerde aile üyeleri bazen birbirlerini
biribirierine karşı direnç göstermeye yüreklendirerek
söz konusu direnci ortadan kaldırmaya çalışırlar. Örne
ğin, bir çocuk annesinin istemediği bir şeyi yapmaya di
retirse, annesi, peki peki beni üzmen sana yardım ede
cekse, ben zaten üzülmeye razıyım diyerek çocuğu yap
tığı şeyden vazgeçirmeye çalışır. Aile terapistleri de aile
üyelerini alışageldikleri gibi davranmaya yüreklendire
rek onların değişmeye karşı olan dirençlerini ortadan
kaldırmaya çalışırlar. Özetle, aile terapistle!ri de, aile üye•
leri de paradoksal iletiler göndermekte çok ustalıklı dav
ranırlar. Farklılık bu paradoksal iletilerin sonuçlarında
ve amaçlarında yatar. Terapist paradoksal yönergeleri
tedavisel bir amaçla kullanırken, aile üyeleri paradok
·
248
sinde terapistin aile üyelerine karşı, aile üyelerinin hiç
bir şekilde elde edemeyecekleri bir avantaja da sahiptir.
Unutmayalım ki te:rapist aile ilişkilerine geçici bir süre
için girmiştir. ilişkinin tanımı ve doğası gereği, bir sü
re sonra bu ilişki bitecek ve belki de terapist aile üye·
lerini bir daha görmeyecektir. Ama aile üyelerinin du
rumu hiçte öyle değildir. Aile üyeleri isteseler de isteme"
seler de aile ilişkilerini sürdürmek zorundadırlar. Bu du
rum özellikle bazı aile üyeleri için öylesine büyük bir
önem taşır ki , bunlar için ailelerinden hiç bir şekilde
kurtuluş yoktur. Örneığin ana baba için birbirlerinden
boşanmalan belirli bir ölçü de bir kurtuluş yolu olabilir;
ama çocuklar için bu da bir çözüm yolu değildir. Onla
nu aileleri, aileleri olarak kalacaktır. Bu açıdan b akıl
dığında çocuklan olan bir kan koca boşansalar bile, b&
lirli bir ölçüde ilişkilerini sürdürmek zorundadırlar. İş
te, aile üyelerinin taktiklerine karşı, terapistin taktikle
rinin etkili olmasının en önemli nedenlerinden biri de
bu noktadan kaynaklanmaktadır. Özetle, sorunlu bir aile,
terapistin paradoksal taktikleriyle ancak bir tek yolla
başanlı bir şekilde uğraşabilir. Bu yol da, aile üyelerinin
belirli konularda değişmelerini ve sorunlannın üstesin
den gelmelerini gerektirir. Bir sonraki bölümde, şimdi
ye kadar incelediğimiz tüm psikoterapi yaklaşımlannda
bulunan paradoksal özellikler kısaca özetlenmiştir.
249
BÖLÜM 8
:TEDAVİSEL PARADOKSLAR
250
vuşur, ne yazık ki, bu soru doyurucu bir şekilde cevap
lanamamıştır.
Psikoterapi olayının yeterli bir şekildeı açıklanabil
mesi için, bu olayın terapist ve hasta arasındaki ilişki
açısından incelenmesi gerekir. Ancak, o zaman psikot�
rapi olayınm incelikleri ve tedavisel değişmenin neden
leri yeterli bir şekilde açıklanabilir. Hasta ve- terapist
arasındaki ilişkiyi dikkate almadan psikoterapi olayı
açıklanmaya çalışılırsa, yapılabilecek tüm açıklamalar
tek bir kişi (hasta) üstüne sınırlanmış ve tedavisel değiş
menin nedenlerinin anlaşılması güçle-şmiş olur. Nitekim,
psikoterapi olayının doğuşundan bu yana tedavisel de
ğişmenin nedenlerinin yeterli bir şekilde açıklanamamiş
olmasımn kökeninde de bu sorun yatmıştır. Geleneksel
yaklaşımlarda psikoterapi olayı yalmzca hasta üzerine
odaklaşılarak açıklanmaya çalışılmıştır. Buraya kadar
söylediklerimizle ne demek istediğimizi daha kolaylıkla
açıklayabilmek için şöyle bir örnek verebiliriz: Bilindiği
gibi, çocukluk yaşantıl:;mnı değerlendirerek, royalarını
analiz ederek bir kişi bazı sorunlarının üstesinden ge�e
bilir ve değişmeyi başarahilir. Şimdi, bu kişiye sorunla
nnın nasıl üstesinden geldiği ve değiştiği sorulacak olsa,
bu kişi bize, tıpkı geleneksel yaklaşımlarda olduğu gibi
kendisini anlaması sonucu sorunlannın üstesinden gel
diğini ve değiştiğini belirtebilir. Ancak, bu kişi daha dik
katli bir şekilde: incelenirse, görülür ki, kişinin çocuk
luk yaşantılannı degeriendirmesi ve rüyalannı analiz et
mesi, birden bire durup dururken ortaya .çıkmamıştır.
Bu tür değerlendirmeler ve analizler kişinin yaşamındaki
bir takım zorunluluklar ve rastladığı güçlükler sonucu
ortaya çıkmıştır. Kişideki değişmenin nedeninin dakik
bir şekilde açıklanabilmes için, bu kişinin kişilerarası bir
bağlam içinde incelenmesi gerekir. Bu bağlam içinde kişi
.25 1
)
incelendiği zaman da, söz. konusu değer endirıne ve ana.
lizierin kişinin başka kişilerle uğraşma stratejisinin bir
parçası olduğu kolaylıkla görülebilir. Örneğin, bu kişi
karısı tarafından azarlandığı veya itilip kakıldığı zaman
larda çocukluk yaşantılarını değerlendirmeye ve rüyala
rını analiz etmeye ihtiyaç duyahilir. Bu kişinin bu tür
bir ihtiyacı duyması bile, kansına karşı alışage�Idiğinden
bir miktar farklı davranması demek değil midir? Bu kişi
karısına karşı alışageldiğinden farklı davrandıkça, belir
li bir rakatlığa ulaşabilir ve karısı ile etkili bir şekilde
uğraşabilir. Şimdi, bu kişiye sorunlarını nasıl yendiği
ve nasıl değiştiği sorulacak olsa, büyük bir olasılıkla, bu
kişi bunun kendisini anlamaktan kaynaklandığını ileri
sürebilir. Ancak, unutmayalım ki, kişi neı denli kendini
anlamış olursa olsun, karısına k:arşı davranışlarını de-
ğiştirm.edikçe, sorunları sürecek ve ortadan kalkmaya
caktır. Bu örnekten de kolaylıkla anlaşılabileceği gibi,
n�rede bir kişinin sorunlarını çözmesinin kendisini an
lamasından kaynaklandığı ileri sürülecek olsa, orada söz
konusu kişinin kişilerarası ilişkilerinde ne tür değişik·
likler olmuştur, değişmenin nedenlerinin yeterli bir şe
kilde açıklanabilmesi için, bu değişikliklerin de dakik
bir şekilde anlaşılması gerekir.
252
lerinin görülmesi oldukça güçleşir. Genel olarak psiko
terapi sürecinin temel bir paradoksal özelliğini göz önü
ne serebilmek için Zen Budizminden bir örnek verebi
liriz. Aydınlığa ve gerçeğe kavuşabilmek amacıyla, zen
hudiste başvuran bir öğrenciyi, Zen Budisti içinden çıkıl
ması oldukça güç paradoksal durumlarla karşılaştınr.
Örneğin, Zen Budist öğrencinin kafasının üstünde bir so
pa tutar ve bu sapa gerçektir dersen. sana vuracağım;
gerçek değildir dcrsen veya hiç bir şey söylemezsen de
sana vuracağım diyebilir. Bu tür bir durumla karşılaşan
öğrencinin, alışageldiği gibi davranarak söz konusu du
rumun içinden sopa yemeden kurtulması oldukça güç
tür; çünkü sapa, ya gerçek, ya da gerçek değildir. Ama,
öğrencinin bu cevaplardan birini vermesi hiç bir işine
yaramamaktadır, Ayrıca öğrenci bir cevap vermek zorun
dadır da. Özetle, öğrenci paradoksal bir durumun pen
çesine düşmüştür. Öğrencinin ya «hocasına» karşı alı
şageldiğinden farklı davranması, ya da sopa yemek gibi
onur kıncı bir olaya katlanması gerekir.
Zen Budisti öğrenciyi içinden çıkılınası güç paradok
sal bir durumla karşılaştırmıştır; çünkü öğrencisinin ger
çeği algılayış ve kavrayış biçiminde bir değişiklik yarat
mayı amaçlamaktadır. Daha açık bir deyişle, Zen Budis
ti öğrencisinden gerçek hakkında şimdiye kadar tartış
masız bir şekilde kabul ettiği varsayımlarını sorgulama
sını istemektedir. Özellikle, kendisi ve öğrencisi arasın
daki ilişkinin öncüllerini öğrencisinin yıkmasını bekle
mektedir. Öğrenci de bu tür bir durumun içinden ancak
sınıflama sisteminde bir değişiklik yaparak �urtulabilir.
Örneğin, «Usta» ile «çırak» arasındaki ilişkiye özgü, mut
lak doğrularmış gibi kabul ettiği bazı sayıltılarını de
ğiştirmesi, belkide, sapayı hocanın elinden kapıp fırla
tıp atması, ya da beni dövmek sana büyük bir zevk veri-
253
yorsa, seni bu zevkten yoktun kılmak istemiyorum; beni
dövmene izin veriyorum; döv, diyebilmesi gerekir. An·
cak bu veya buna benzer bir yolu deneyerek öğrenci,
hacası ve kendisi arasındaki ilişkinin öncüllerini yıka
bilir ve içine düştüğü durumdan kurtulabilir.
Psikoterapi kurarnlan ve özellikle psikanalizm açı·
sından Zen Budisti oldukça mantıksal bir şekilde davran·
maktadır. Psikanalitik kurama göre, bir kişide değişme
yaratabilmek için, her şeyden önce o kişinin olayları na
sıl algıladığını anlatması yüreklendirilmelidir. Daha son
ra da, psikanalist kişiyi bilinçaltına itilmiş çocukluk ya
şantılarına götürmeli ve bu yaşantıların şimdiki davra
nışlara ne şekilde etki ettiğini kişiye gösterebilmelidir.
Psikanalitik kuramda bilinçdışı anılarıyla şimdiki dav
ranışlan arasındaki ilişkileri kavradıkça kişinin sağlığı
na kavuşacağı önesürülür. Görüldüğü gibi, Zen Budist
de psikanalist de bir bakıma karşılarına gelen kişileri
paradoksal yönergelerle kıskıvrak yakalamaya çalışmak
tadırlar. Bu açıdan Zen Budizmi ile psikanalizm arasında
önemli benzerlikler bulunmaktadır. Bu benzerlikler üç
madde altında kısaca özetlenebilir: 1. Zen Budist de psi
kanalist de değişmeyi yüreklendiren hatta zorunlu kılan
bir ortam içinde çalışhıaktadırlar. 2. Her ikisi de karşı
larına gelen kişileri alışageldikleri gibi davranmaya yü
reklendirmektedirler. 3 . Her ikisi de karşıianna gelen
kişHer alışageldikleri gibi davranınayı sürdürdüğü süre
ce, bu kişilerin cezalayıcı bir yaşantıdan geçmesini sağ
lamaktadır.
Sınıfların· Sınıfı
254
düğü zaman psikolojik sorunlanndan kurtulabileceği
önerilmiştir. Tıpkı geçmişteı insanlar dünyayı gerçek ve
gerçek değil diye nasıl sınıfiani bölmüş ve gerçeğin do
ğasına ilişkin sorunlar yaratmışlarsa, aynı şekilde günü
müzde de insanlar kişilerarası ilişkilerini aşağısayıcı,
aşağısayıcı olmayan, baskıcı, baskıcı olmayan, gönüllü ve
zorunlu diye sınıfiara bölerek psikiyatrik belirtilerin özü
nü oluşturan sınıflama sistemlerinin ağına düşmektedir
ler.
Bir kişi içinde yaşadığı dünyayı ve dünyasını kaska
tı sınıfiara bölerse, farklı düzeylerdeki sınıfların birbir
leriyle olan tutarlılığını koruyabilmek için yenilmeısİ güç
engellerle karşılaşabilir; çünkü sınıflama sisteminin ken
disi bazı sorunların çıkmasına zemin hazırlayabilir. Ör
neğin, şeylerin bir sınıfını yaratmak demek, otomatik
olarak o şeyler olmayan bir başka sınıfı da yaratmak de
mektir. Tıpkı geçmişte. bir çok filozofun bir şeyin, bir şey
olduğunu kanıtiayabilmek için ömürlerini tükettikleri
gibi, günümüzde de bazı insanlar bir tek şeye takılıp
ömürlerini mutsuz bir şe1kilde geçirebilirler. Örneğin, sü
rekli olarak stresten kaçınmaya çalışan bir kişi, içinde
yaşadıgı dünyayı stresli ve stressiz diye sınıfiara böle
bilir ve kendisini bu yolla bir başka stresli dünyanın içi
ne sokabilir. Oysa, bu kişinin dünyayı stresli ve stressiz
diye birbirinden kesin sınırlarla ayrılmış sınıfiara böl
mek yerine, stres olmadan, stressiz bir yaşamın olmaya
cağını kavraması gerekmektedir. Her hangi bir durumda
iyiliğin koşulunu koymak demek, bir bakıma kaçınılmaz
bir şekilde kötülüğün de koşulunu koymak demek değil
· midir?
Çeşitli düzeylerde çeşitli sınıflama sistemlerinin ya
ratılması bazen belirli bir sınıf ile o sınıfa ait bir eleman
arasında belirli sorunların çıkmasına neden olabilir. Bir
· 25.5
düzeydeki -bir sınıfın bir elemanı üst bir· düzeyde (meta
l�el) ait olduğu sınıfın adı olabilir. İşte bu tür durum
larda « İyi» ve «kötü» konusunda şimdiye kadar geliştir
diğimiz tüm sınıflama sistemimiz çıkmaz bir yola sap
mış olur. Günlük yaşamdan da çok iyi bildiğimiz gibi
bazen iyi niyetle yapılmış bir şeyden kötü bir şey, ba
zen de kötü niyetle yapılmış bir şeyden iyi bir şey do
ğabilir. Eğer sınıflama sistemimiz çok dar ve esnek de
ğilse, bu durumda neye iyi, neye kötü diyeceğimiz konu
sunda güçlüklerle karşılaşabiliriz.
İnsanlar birbirlerine sınıflama sistemlerine ilişkin
iletiler gönderdikçe, sınıflama sistemlerinin sorunları
özellikle dikkatimizi çekmeye başlar. Bilindiği gibi insan
ların alıp verdikleri her ileti bir başka iletiyi sınıflar, ay
nı zamanda o ileti tarafından sınıflanır da. Bir sınıfa ait
bir eleman, ait olduğu sınıfı tanımlarsa, o zaman ortaya
pa:radoksal bir durum çıkar. Örneğin, bir kişi yalan söy
lüyorum derse, acaba b;u kişi yalan mı söylemektedir,
yoksa gerçeği mi söylemektedir, bunun ayırdedilmesi im
kansız değilse bile, oldukça güçtür. Kişinin soylediği bu
cümle, yalanlar sınıfının bir maddesi olduğu kadar, bir
başka düzeyde, gerçekler sınıfının da bir elemanı oldu
ğundan kişi yalan söylüyorum derken gerçeği ifade etmiş
olmaktadır.
Kişilerarası ilişkilerde bu tür sınıflama sorunlan ge
liştikçe, insan oğlunun varlıksal ikilemle·ri özellikle dik·
katimizi çekmeye başlar. Örneğin, ailesindeki kişilerin
nasıl davranması gerektiğini belirten bir kadın, bu ro
lünü sürdürmemeye karar verip, aile üyelerine karşı ça-·
resiz bir şekilde davranmaya başlarsa, bu kadın bir tür
sınıflama sorununa yakalanmış demektir; çünkü kadın
ne denli çaresiz bir şekilde davranırsa, o denli herkesin
nasıl davranması gerektiğini saptamış, dolayısıyla ailesin-
256
�
deki es i rolünü süı:dürnıüş olur. öte yandan; «kılıoık» .
bir koca kansına karşı «kazak» erkek rolliılü oynamaya
karar v,erirse, ne denli bu işte başarılı olduğunu kanıt
layahilrnek için kansının işbirliğine ihtiyaç duyabilir ve
kansına olan bağımlılığı artabilir. Aynı şekilde, insanla- ·
nn birbirlerine karşı eşit konumda olduklannı başkalan
na öğretmeye yeltenen bir militan, başka kişilerin konu
munu kendi konumuna yükseltıneye çalıştığindan para
doksal bir durumun ortaya çıkmasına neden olabilir.
Kişilerarası ilişkilerde insanların birbirleriyle iletişim
kurarken karşılaştıkları olağanüstü güçlükler iletilen her
iletinin bi başka iletiyi sınıflaması, karşılığında da o ile·
ti tarafından sınıflanması sonucu ortaya çıkmaktadır. Çe
şitli ileti düzeyleri arasındaki tutarsızlıklar arttıkça, kişi
lerarası ilişki1erde sorunların çıkması kaçınılmazlaşır.
Özellikle, kişilerarası ilişkilerin, belirli alanları sınıflama
sorunlarına çok duyarhdır. Psikoterapi sürecinde de bu
duyarlı alanlar üzerine odaklaşılır. Tıpkı gerçeğin doğası
konusunda bilgisini artırmaya çalışan bir Zen öğrencisi·
nin parodaksal durumlarla karşılaştırİlması gibi, psikote•
rapistler de hastalarını belirli paradoksal durumlarla kar
şılaştırmaya çalışırlar. Aşağıda, şimdiye kadar tüm psiko
terapi yaklaşımlarında incelemeye_ çalıştığımız paradok
sal özellikler kıcasa özetlenmiştir.
257
Bir başka deyişle, hasta teıdavi sürecini kendi kafası es- .
tiği zaman sona erilinneye yeltenir ve tedavi oturumlaı .ı·
na gelmemeye başhirsa, hastanın bu tür girişimleri tt:ı
daviye karşı gösternıiş olduğu bir tür direnç olarak. yo
rumlanır. Bir bakıma, hasta psikoterapi sürecinde par-a
doksal bir durumla karşı karşıya kalmaktadır: Psıımt�
rapi sürecinde hastanın terapist ile ilişkisi gönüllü bir
çerçeve içinde zorunlu bir ilişkiye dönüştürülmüştür. Bu
durum psikoterapi almaya zorlanan kişller içinde değiş
mez. Örneğin, psikoterapiye zorla getirilen psikotik kişi
lerin de, aslında psikoterapi almak istedilderi. fakat bu
nu bir türlü kabul edemedikleri belirtilmektedir.
Psikotik bir hasta ile uğraşan bir teTapist, gerektl
ğinde ilişkinin gönüllülük niteliğini sınayabilmek için, psi
kotik kişiye, istemiyorsa, tedavi oturumianna gelemeyebi
ıeceğini belirtebilir. Bunun üzerine, hasta yine de otu
rurnlara gelmeyi sürdürürse, ilişkinin gönüllülük niteliği
pekiştirilmiş olur. Öte yandan, hasta tedavi oturumları
na gelmezse, bu kez de, hastanın sırtına ya aile, ya da
kurum (hastane) baskısı biner.
Hasta açısından psikoterapi ilişkisine bakıldığında,
hasta da bir tür bellisizlik yaşar. Acaba terapist hastayı
gerçekten görmek istediğinden mi, yoksa para kazanmak
zorunda olduğundan mı görmektedir? Bir başka deyişle,
ilişki zorunlu bir ilişki midir; Gönüllü bir ilişki midir?
Terapist hastayla ilişkisini sıcak, yakın Ve' saydam bir
ilişki olarak · tanımlamaya çalışmaktadır. Bu nedenle,
hasta kendisine bu denli yakın davranan bir insana kar
şı herşeyini anlatmak zorundadır. Ne var ki, tedavi otu
rumu sona e'rer ennez, hasta v,e . terapistin sosyal yaşam
ları birbirinden ayrılır; hasta ve terapist tedavi oturum
larının dışında günlük yaşamın. hiç bir yönünü birlikte
geçiremezler. Bu durum karşısında, hasta terapistiyle iliş-
258.
kisinin zorunlu mu, gönüllü mü olduğu konusunda bir
anlamda bir bellisizlik yaşamaktadır. -
Bir insan neden bir ilişkinin zorunlu veya gönüllü
bir ilişki olduğuna ilgi gösterir? Bunun nedenleı-ini an·
layabil�ek için, o insanın aile geçmişinin incelenme si ge·
rekir. üzeiiikle psikiyatrik hastaların büyük bir bölümü,
ailelerinin onları gerçekten isteyip istemedikleri konu
sunda bellisizliğin egemen olduğu bir aile ortamı içinde
yetişmişlerdir. Bazen, bir kişi anne ve babasının kendi·
sini gerçe1kten isteyip istemediklerinden bir · türlü emin
olamaz. Kuşkusuz, bağımlılık, terkedilme ve yalnızlık
korkularının altında da bu tür bir güvensizlik duygusu
yatar. Özellikle bir çocuk için gerçekten istenibp istenil·
meme temel bir çelişki haline geldikten sonra, hu çocuk
gerçekten istenip istenil:ınediğini sınayabilmek için olma·
dık yollan deneyebilir; örneğin, evden kaçabilir. Çocuğun
bu tür davranışları sorunlan olduğundan daha da beter
hale getirebilir; çünkü bu kez de . ana baba çocuklannın
kenilerini istemediklerini düşünmeye başlarlar. Bazı aile
lerde çocukların aile dışındaki kişilerle etkileşim kurma·
sına izin v,erilmez; çocuk da buna uygun bir şekilde dav· .
ranır ve evde oturur. Ama ana baba çocuklarının gerçek·
ten evde oturmak istediğinden değil de, kendil�rinin ıs·
rarları üzerine ,evde oturduğunu düşünürler. Bu tür bir
etkileşim biçimi özellikle şizofrenik çocukların ailelerin
de gözlenir ve şizofrenik çocukların aileleri bir yandan
çocuklarının başka insanlarla etkileşim içine girmelerini
ister; öte yandan da çocuk bu tür bir etkileşim içine gir
diğinde çocuğun bu davranışlarını sert bir şekilde eleşti·
rirler.
259
den mi sürdürmektedirler? Yoksa, çocuklanna bakacak
başka kimseleri olmadığından mı, ya da yasal zorunluluk
lardan mı evliliklerini sürdürmektedirle�r? Bir evlilik iliş
kisinde. eşierin kafasında bu konulardan kaynaklanan bir
takım sorular belirirse, bu eşler büyük bir olasılıkla bir
evlilik terapistine başvurmak zorunda kalırlar.
260
maktadır: Hastayı bir yandan direnç gösterıneden ede
meyen bir kişi olarak kabul etmekte, öte yandan iyile
şebilmek için elinden gelen her şeyi yapmaya istekli bir
kişi olarak kabul etmektedir.
Psikoterapi sürecinde terapist hastanın başka kişile
ri suçlaması ile de paradoksal bir şekilde uğraşır. Örne
ğin, hasta ana babasını suçlamaya yeltenirse, terapist
ana babasını suçlamaması gerektiğini, çünkü onlannda
bazı şeyleri yapmadan edemeyen kişiler olduğunu belir
tir (Tıpkı hasta gibi onlar da bir takım bilinç dışı kuv
vetlerce yönetilmektedirler.) Terapist çocuklan hasta
olan bir ana baba ile de' paradoksal bir şekilde uğraşır.
Bir yandan ana babaya çocuklannın dummundan ötürü
suçluluk duymamalan gerektiğini, öte yandan hem bir
birlerine, hem de çocuklanna karşı biraz farklı davran
ınayı başarabilsele1r, çocuklannın iyileşebih!ceğini ve bu
nedenle çocuklannın sonınlan için bir miktar suçluluk
duymalan gerektiğini belirtir.
261
lindiği �ibi, bazı hastalar zaman zaman terapisti öğüt
vermeye kışkırtırlar. Terapist de hastaların bu kışkırtım
larma kapılır ve onlara öğüt verirse, bu öğütlerin hastar
lara pek bir yararı dokunrnaz.
Bir kişi, bir başkasını apaçık bir şekilde yöneltıneye
çalışırsa, yöneitimleri alan kişi, diğer kişi ile etkili bir şe
kilde uğraşabilir. Ama, bir kişi bir başkasını yöneltme
mernek adına yöneltıneye çalışırsa, yöneitimleri alan kişi
nin, veren kişiyle etkili bir şekilde uğraşması oldukça
güçtür; çünkü ortaya paradoksal bir durum çıkmaktadır.
Örneğin, bir hipnotist hipnotize olacak kişiye, seni an
cak senin vereceğin yöneltirnlerle hipnotize edebilirim;
çünkü aslında sen kendi kendini hipnotize edebilirsin der
ve bu yolla karşısındaki kişiyi yöneltirse, hipnotize olacak
kişi oldukça içinden çıkılınası güç bir durumla karşılaş
mış olur. Çoğu zaman bu tür bir durumla karşılaşan bazı
kişiler, belirli duyumlannda bazı değişiklikler olduğunu
belirterek hipnotist ile uğraşrnayı tercih edebilirler .. Dışa
rıdan bu durumu gözleyen başka kişiler de bu kişilerin
hipnotize olduklarını belirtirler. Tıpkı hipnotizrna süre
cinde de olduğu gibi, yöneltmernek adına yöneltmek çe
şitli psiköterapi yaklaşımlannın e:n temel özelliklerinden
biridir. Psikoterapi sürecinde de bu tür bir yöneitim bi·
Çimiyle karşılaşan hasta, ne verilen yönergelere başkal
dırabilecek ne de söz konusu yöne'rgeleri izlerneden ede.
bilecek bir durumdadır. Hastanın öğüt dinlemek için gel·
miş olması ve terapisti öğüt vermeye kışkırtmak İçin kul
landığı tüm · taktikler terapistin tedavisel paradokslan
·
262
bir bakıma hastayı alışageldiği gibi davranmaya yürek
lendirir. Belirtisel davranışlarının önefli olmadığını, as
önemli olan şeyin belirtisel davranışların altında ya
tan nedenler olduğunu belirtir. Hasta sürekli olarak be
lirtisel bir şekilde davranırsa, te·rapist buna karşı çıkmak
yerine belirtisel davranışlara izin verir. İster yönehirnci
olsun, ister yönehirnci olmasın, tüm psikoterapi yaklaşım
larında, belirtisel davranışları yoluyla hastanın terapistin
davranışlarını kontrol etme girişimleri, belirtisel davra
nışlarını sürdüremeyebileceği bir şekilde yüreklendirilir.
Bir hasta İyiye veya kötüye gitmersini terapiste karşı
bir taktik olarak kullanmaya kalkışırsa, terapist hastaya
iyileşmersinin de kötüye gitmesinin de gerçek kaynağının
kendisi olduğunu tekrar tekrar açıklar. Hasta iyileşme
ye başlayınca da iyileşmenin kendiliğinden doğduğunu
belirtir. Ama unutmayalım ki, terapist iyileşmenin gerçek
nedenini ne şekilde gösterirse göstersin, iyileşmeyi yara
tan esas etmen terapist ve hasta arasındaki ilişkidir ve
hasta bu ilişki için bir ücret ödemcktedir.
Yeri gelmişken Freud'un bir dehasından da söz edil
mesi gerekir. Psikiyatrik hastalar kendilerine verilen y()..
nergelere direnç gBsteren kişilerdir. Freud da psikiyatrik
hastaların bu özelliğini çok iyi bildiği için hastalara öğüt
vermekten ve onları apaçık bir şekilde, kör göze parmak
sokar gibi yöneltıneye çalışmaktan kaçınılması gerektiği
ni vurgulamıştır. Ne var ki, tek ve temel amacı etkHemek
olan bir ilişki çerçevesi içinde�, Freud hastaları apaçık bir
şekilde yöneltmekten kaç1nılması gerektiğini belirterek
psikotetrapi olayının en temel ve incelikli paradoksal
taktiklerinden birini icad etmiştir.
Ciddi Oyun
Kişilerarası ilişkilerde temel amaçlarınuzdan biri,
karşımızdaki kişierin içten, sahte, ciddi veya oyuncu olup
263.
olmadıklarını anlamaya çalışmaktır. P�ikoterapi olayı da
·kişilerarası etkileşim biçimlerinden biridir. Bu etkileşim
biçiminde hem ciddi hem de oyunsal bir nitelik ikisi bi
rarada bulunur. Bir bakıma, psikoterapi olayı terapist ve
hastanın birbirlerini çalımlamaya çalıştıkları bir tür
«oyundur�. Artıa psikoterapi olayında oynanan oyun ger
çek yaşarinn içinden gelen ve gerçek yaşamın en ciddi
özelliklerini simgeleyen bir oyundur.
Psikcterapi sürecinde günlük yaşamdaki kişilerarası
ilişkilerde bulunan kurallardan farklı kurallar işlemekte
dir. Her şeyden önce konuşması ve kendini ve sorunları
nı anlatması gereken kişi hasta kişidir. Üstelik hasta ço
ğu zaman içinden geldiği gibi davranmayan bir insana
karşı içinden geldiği gibi davranmak ve tepki göstermek
zorundadı�. Hastanın terapistten içinden geldiği gibi dav
ranmasını ve duygularını göstermesini istemeye hakkı
yoktur; çünkü terapistin her söylediği şeyin altında hasta
nın ivileşmesini sağlayacak bir etmen yatmaktadır. Tera
pist hastaya karşı ne şekilde davranırsa davransın, bir
l;ıakıma her şeyi hastanın iyiliği için yapmaktadır. Has�
ta terapistten iÇinden geldiği gibi davranmasını iseyecek
bile olsa, terapist hastaya karşı bu şekilde davranmak
yerine, acaba hastayı bu şekilde konuşmaya iten ne
denler nelerdir, bu nedenleri anlamaya çalışır. P�ikote
rapi sürecinde hasta tüm diğer kişilerarası ilişkilerde
gözlenemeyen bir ilişki türü ile yüz . yüze gelmektedir:
Bu ilişki türünde en ciddi olayların bile «oyunsal» bir ni
teliği bulunur�
Yardımsever Ceza
264
tir. Bu · nedenle, tum psikoterapi yaklaşımlannın temel
çerçevesi yardımseverlik çerçevesidir. Ancak, bu temel
çerçeve içinde tüm psikoterapi yaklaşımlarında, sorun
lannın öze!Uğine göre hastanın cezalayıcı bir yaşantıdan
geçmesi sağlanır. Görünürde hiç bir sorunu olmayan ve
kendi yaşantısı ve;, duygulan konusunda a�ını oldukça
sikı tutan bir insana karşı, hasta yaşamının en gizemli
ve üzüntülü yönlerini açmak ve anlatmak zorundadır. Yö�
neltimci yaklaşımlarda, hastanın belirli kaygı verici ya
şantılardan geçmesi sağlanır. Örneğin hastadan düşün
mek ve karşılaşmak istemediği bir takım kaygı verici
uyarıcılan imgelernesi (hayal etmesi) istenir. Aile tedavi
si yaklaşımlannda ise aile üyelerinden ev yaşamlannın
ne denli mutsuz bir yaşantı olduğunu tedavi oturumlan
içinde· canlandırmaları istenir. Psikotik kişilerin tedavi
edildiği tedavi oturumlarında da psikotik kişi istemediği
halde, psikotik kişiye. karşı zaman zaman «babacan» bir
şekilde davranan terapistle dost olması istenir. Elektrik
şoku ve lobotomi (beyin ameliyatı) gibi en acımasız sa
yılabilecek işlemler hep hastanın iyiliği adına uygulanır.
Bir terapist yalnızca yardımsever bir insan olacak ol
sa, hastanın terapistle uğraşması çok kolaylaşır. Terapist,
yalnızca ceza verici bir insan olacak olsa, bırakalım has
ta terapistle dost olmayı terapistin yüzünü bile görmeK
istemeyebilir. Ama, terapist hasta iyileşinceye kadar has
taya ceza verirse, hasta bu durumla ancak bir tek şekilde
uğraşabilir; Bu da hastanın değişmesidir. Bu değişme de
çoğu zaman hastanın kendi içinden gelen bir değişme ola�
rak tanımlanır.
265
lirtilmesi, değişmenin doğası hakkında şimdiye kadar
önerilen tüm görüşlerin dipde,n doruğa yeniden gözden
geçirilmesini gerektirmektedir. Değişmenin nedenleri açı
sından tedavisel paradoksların önemi bir kez davrandık
tan sonra, tüm psikoterapi yaklaşımlannda bulunan pa·
radoksal özelliklerin anlaşılması oldukça kolaylaşır.
Geleneksel psikoteırapi yaklaşımlarının kendilerine
özgü bir iç mantığı vardır. Bu mantık açısından hastaya
yaşam biçimini değiştirmesi konusunda verilebilecek
öğütlerin hiç bir yararı olmayacaktır, çünkü hasta bir ta
kım bilinçdışı kuvvetlerce yönetilmektedir ve bu kuv
veıtler hastanın değişmesini önlemektedir. Bu kısa açık
lamadan da kolaylıkla anlaşılabileceği gibi geleneksel
psikoterapi yaklaşımlarında yalnızca hasta üzerine odak
Iaşılmış ve hastanın değişmeye karşı gösterdiği dirence,
bireysel bir açıdan yaktaşılmaya çalışılmıştır. Oysa, söz
konusu direnç olayına bireysel bir açıdan yaklaşmak ye
rim'!, terapistle ilişkisi dahil tüm içine gömüldüğü kişi
lerarası ilişkiler açısından yaklaşılırsa, hastanın değişme�
sinin kendisini anlamasından değil de terapistin ona karşı
kullandığı paradoksal taktiklerden kaynaklandığı kolay
lıkla anlaşılır.
Psikoterapi olayı incelenirken odak noktası bir tek
birey üzerinden alınıp, kişilerarası ilişkilere kaydırılırsa,
bir noktanın açıklanmasında büyük bir yarar yardır. Bu
nokta da psikoterapi ile dostluk ilişkisi arasındaki fark
lılıktır. Dostluk değişmeyeceği varsayımı üstüne kurul
muş ve değişmemesi istenen bir ilişki türüdür. Psikote
rapi ilişkisi ise değişeceği varsayımı üstüne kurulmuş ve
değişmesi istenen bir ilişki türüdür. Yardım dileyen kişi·
zamanla yardıma ihtiyaç duymayacak ve terapistle eşit
bir konuma erişecektir. Bir başka deyişle, psikoterapi iliş
kisi tümleyici bir ilişkiden bakışık bir ilişkiye doğru yö
nelecektir.
266
Bu kitapta birbirleriyle yakın ilişkiler içinde bulunan
kişilerin ilişkilerinin sibernetik bir açıdan incelenmesi ge
rektiği belirtilmiştir. Birbirleriyle yakın ilişki içinde bu·
lunan insanlar birbirlerinin davranışlarını yönetir ve bir
birlerinde gözledikleri değişmeye karşı duyarlı bir şekil
de davranırlar. Örneğin, kocasının davranışlarındaki de
ğişme belirli bir sınırı aştığı zaman, bir kadın bu değiş
meye karşı çıkar ve kocası ile arasındaki eski dengeyi
yeniden kurmaya çalışır. Kişilerarası ilişkilerde kişilerin
birbirlerine karşı yönetici gibi davrandıkları tezi kabul
edildikten sonra, kişilerarası ilşkileri açıklanmya yarayan
en temel ilkelerden biri şöyle ifade edilebilir: Bir kişi bir
başka kişi ile ilişkisini değiştinne girişiminde bulunduğu
zaman, öteki kişi bu de.ğişıneyi önlemek veya azaltabil
mek için elinden geleni ardına koymamaya çalışır. İşte
. bu nedenledir ki, psikoterapi sürecinde de terapist has
tayı apaçık bir şekilde yöneltmekten özel bir şekilde ka·
çınmaya çalışır ve değişmeyi yaratabilmek için de hasta
nın kendisini anlaması �e içgörü kazanması gerektiğini
vurgular.
267
_gösterebilecekleri direndıi hesaha katüİnası ge�ekİiğine
·
dikkatimizi çekmekt�dir.
268
linçli ve planlı bir şekilc:le;: beli.ı;li' � paradoksal taktikle
·
ri
kullanan ve hastayı- beHrli bir köşeye sıkıştıran bir
insan
@.
olarak algılanması: da sa arimıştır. Ku İ ş msuz tel"apist ve
hastanın içinde yaşadıkları kültürün daha geniş bir açı
dan incelenmesi psikoterapi sürecine etki eden başka et
menlerin de görülmesini kolaylaştırahilir. Bu kitapta,
yalnızca aile ve ervlilik ilişkilerindeki ilişkilerin önemi
üzerinde durulmuştur. Kişileri psikoterapi almak zorunda
bırakan geniş toplumsal yapı, değişrnek ve de!ğiştinnek
isteyen insanları yaratan toplumsal sistemlerin ve insai:ı
ilişkilerinin incelikleri anlaşıldıkça, psikoterapi sürecin·
deki tedavisel değişmenin nedenlerinin anlaşılması da ·
kolaylaşacaktır.
Bu kitapta psikoterapi stratejileri oldukça dakik ve ya
lın bir şekilde açıklanmaya çalışılmıştır. Bu durum bazen
psikolojik sorunların ve psikot,erapi taktiklerinin aşın
ölçüde basitleştirilmesine yol açmıştır. Ne insanların psi
kolojik sorunları, ne de insanların psikolojik sorunlarını
tedavi etmeyi amaçlayan psikoterapi olayı burada betim
lendiği ölçüde basittir. Bu nedenle, psikoterapi sürecinde
ne denli incelikli taktik ve stratejiler kullanılırsa kiılla
nılsın, psikoterapi olayının başarısı, en son çözümlemede
terapistin kişiliğine bağlıdır. Psikote.rapistin hastaya kar
şı konumunu destekleyen kuranisal bilgisi, diplaması şa
m, şöhreti olmasına karşın, terapist hastayla yüz yüzey.;
ken güvenebileceği tek şey, yalnızca kendi kişiliğidir. Psi ·
269.
S ON S ÖZ
PSİKANALİZ SANATI
270
olarak «alt bir konuma» yerleştirme sanatı olarak tanım
lanabilir. Alt konum te,rimi deı, kendisini bir başka kişiye
göre üstün bir konumda duyumsamayan kişinin p sikolo�
jik durumu olarak tanımlanabilir. Günlük bir dille bu te
rimleri şöyle açıklayabiliriz. Bilindiği gibi kişilerarası
ilişkilerde insanlar bazan, bir başka kişiye göre üstün bir
konumda olduklarını dokundurabilmek için, belirli ça
lımlar yapabilirler. Kuşkusuz, üstün bir konumda olmak
demek, toplumsal, ekonomik veya entellektüel bakım�
dan üstün bir konumda olmak değil, psikolojik bakım
dan üstün bir konumda olmak demektir. Bazen bazı ki
şiler, amirleri konumunda olan kişileri alt bir konuma
yerleştirmekte oldukça ustalıklı davranabilirler. Güçlü
koliara sahip bir çöpçü bazen, oldukça yüksek prestije
sahip bir kişiyi alt bir konuma yedeştirebilir. Kişilerara
sı ilişkilerde üstünlük sürekli olarak yeniden tanımlanan
ve değişen bir durumdur. Üstün bir konuma geçe,bilmek
için yapılan çalımlar bazen, kaba kuvvet gösterisi ola
bileceği, gibi, oldukça kibar ve incelikli de olabilir. Örne
�in, bir kişi, bir başkasından bir şey iste,rse, bu kişi çoğ;u
zaman alt bir konumdadır. Ancak bu kişi istediği şeyi
öyle bir şekilde isteyebilir ki, zaten istediği şeye « değer»
olduğunu ve aslında o kişiye göre üstün bir konumda ol
duğunu dokundurabilir. Bilindiği gibi, kişilerarası ilişki
lerde üstedliğin çeşitli oyunlan ve taktikleri vardır. Bu
rada tüm bu oyun ve taktikleri özetlemeye olanak olma
dığından, yalnızca psikanaliz sürecinde yer alan belli baş
lı üsteeilik taktikleri özetlenıneye çalışılmıştır.
271
bilmek amacıyla, onu alt bir konumda ttı.ttnaya çalışır..
Kuşkusuz, psikanalizin esas amacı hastayı alt bir konum- .
da tutmayı başarmak değil, hastanın soıimlarının üste
sinden gelmesini ve hastayla terapistin tedavi sonucunda
birbirlerinden dostane bir şekilde ayrılmalarını sağla
maktır.
Psikanalitik ortam öylesine dikkatli bir şekilde dü
zenlenmiştir ki, bu ortam terapistin üstün konumunu ye
nilmez kılar. Her şeyden önce, hasta yardım almak ama
cıyla terapiste gelmiştir. Bu durum daha işin başlangı
cİnda hastanın alt bir konumda olduğunu kabul etmesi
demek değil midir? Öte yandan, hasta bir de tedavi üc
reti ödemektedir. Bu da hastanın alt bir konumda oldu
ğunun bir simgesi değil midir? Bazen bazı terapistler
her hangi bir tedavi ücreti almaksızın bazı hastaları te
davi etmeye yeltenebilirler; ama çoğu �Jaman bu terapist
ler başarısızlığa uğrarlar. Psikanaliz sürecinde terapistin
üstün konumunu koroyabilmesi için uyanık olması gere
kir. Çünkü, hiç umut edilmeyen bir anda hasta tera
pisti alt bir konuma yerleştirebilir. Bu durum analistler
kendi aralarında dertleşirken ve birbirlerine hastalan
nın ne denli ustalıklı kişiler olduklannı anlatırken özel
likle dikkati çeker.
Psikanalizmin ilk dönemlerinden bu yana, kurnaz
hastalara karşı üstün konumlarını sürdürebilmek için
analistler belirli destekiere ihtiyaç duymuşlardır. Bu des
tegi sağlayan ögelerden biri hastanın uzanıp yatması için
icad edilmiş bir kanepedir (psikanalizdeki diğer bir çok
taktik gibi, bu da Freud'un keşfettiği bir taktir.) Ana-.
list hastanın uzanıp yatmasını sağlayarak bir anlamda�
ona ayaklarının yere basmadığını, sembolik olarak · anlat
maya çalışmaktadır. Bu yolla hastanın terapiste göre alt
bir konumçla olduğı.ı bir �ez: daha. vurgulannuş olur.
272
Analistin hastanın yattı� kanepenin yan tarafında
oturmasının bir başka yararlı etkisi daha vardır. Bu du
rum analistin söylediklerinin daha dikkatli bir şekilde
dinlenilmesine yol açar. Biraz önce de belirtildiği gibi,
hasta analistin yüzünü ıgörememektedir. Bu durumda
hasta analistin ağzından çıkan her şeyi büyük bir titizlik
ve dikkatle dinlemek zorundadır. Tanımı gereği bir baş
ka kişinin söylediği her şeyin üstünde d uran kişi, alt bir
konumda olmayı kabul etmiş bir kişidir.
Belki de analistin cephaneliğindeki en etkili silah
lardan biri sessiz kalabilmcsidir. Çaresiz davranan bir
kişiye karşı bir kavgayı kazanmanın güç olduğu gibi, ses
siz kalan bir kişiye karşı da bir kavgayı kazanmak olduk
ça güçtür. Savurduğunuz her yumruğa karşı, karşıdaki
kişi hiç cevap vermezse, eninde sonunda yumruk atmak
tan vazgeçmek ve attığınız yumruklardan ötürü bir tür
suçluluk duymak zorunda kalırsınız. Psikanaliz sürecin
de de hasta benzer bir durumla karşılaşmaktadır. Örne
ğin, bir hasta terapiste siz. bir budalasınız, diyebilir. Ar�
dından bir adım geri çekilir ve terapistin kendini savun
masını bekler. Terapist hastanın bu saldınsından hiç et
kilenmemiş gibi davranır ve sessiz kalır. Hasta, bunun
üzerine, biraz daha öteye gider, kesinlikle siz gerçek bir
budalasınız der. Terapist yine sessiz kalır. Hasta bu kez
iyice sinidenir ve çileden çıkmış bir şekilde size gerçek
bir budala olduğunuzu söylüyorum; sağırmısınız be
adam . . . Allah sizi kahretsin. Siz. . . diye hashas bağırma
ya başlar. Terapist tüm bunlara karşı da sessiz kalır. Bu
tür bir durumla karşılaşan hastanın tek çıkar yolu söy
lediklerinden ötürü terapistten özür dilemektir. Bir başka ·
2TJ
silahı terapiste karşı kullanmaya yeltenebilirler. Ancak,
bu hastalar bir kanepeye uzanıp saatlerce tavana bakabil
mek için önemli ölçüde bir ücret ödediklerini kavradık
lan zaman, bu davranışlannın bedelinin çok yüksek ol
duğunu da öğrenmiş olurlar. Bu kısa açıklamadan da ko
laylıkla anlaşılabileceği gibi, psikanalitik ortam bilinçli
bir şekilde hastayı terapiste karşı dezavantajlı bir ko
numa yerleştirebiirnek için düzenlenmiştir. Bu ortam
maktan alıkonulmuştur. Ama, hastalar psikaliz sürecin
de öğrendikleri bazı tuzakları günlük yaşamda diğer in
içinde hastalar terapistin kullandığı taktikleri kullan
sanlara karşı etkili bir şekilde kullanabilirler.
Psikanaliz sürecinde hasta şu sorunla karşılaşmak
ve bu sorunu çözmek zorundadır. Tepki göstermeyen ve
hiç bir yarışmaya girmeyen bir insana karşı, hasta hangi
yolla üstünlük kazanalibir? Kuşkusuz, hastalar bu soru
ya bir cevap bulur ve terapisti tepki göstermeye kışkırtan
yolları keşfedebilirler. Ancak, bu çoğu zaman, uzun sü
reli ve çok yoğun bir analiz sürecinden geçtikten sonra
gerçekleşir.
Freud'dan sonra bazı psikanalistler psikanalitik or
tamın düzenlenmesinde bazı değişikler yapabilmek için
çeşitli girişimlerde bulunmuşlardır. Ancak, çatısı kurul
muş döşenmeye hazır bir evin temel planı nasıl değişti
rilemezse, psikanalitik ortamda da, hastanın gönüllü ola
rak tedaviye gelmesi, tedavi ücreti ödemesi, kanepeye
uzanarak serbest çağrışım yapması, analistin kanepenin
yan tarafında oturması ve sessizlik gibi temel taktiklerde
pek büyük bir değişiklik yapılmamıştır.
Daha önceıde belirtildiği gibi, analistlerin hastalarıy
la uğraşırken kullandıkları tüm taktikleri açıklamaya
çalışmak oldukça kapsamlı bir inedemeyi gerektirmek
tedir. Bu nedenle, burada yalnızca en belli başlı taktikle•
274
re değinilmekle yetinilmiştir. Bir hasta, tedaviye ilk baş
vurduğunda başka inşanlara karşı etkili olan taktiklerle
işe başlar. Ama, analist hastanın bu taktiklerini boşa çı
karmayı çok kısa bir zamanda öğrenir. Hastanın kullan
dığı taktikleri alt etmçnin en kolay yollarından biri, has
tanın açtığı yoldan yürümemektir. Bu davranış hasta
nın alışa gelmiş olduğu durumdan oldukça farklı bir du
rumla karşılaşmasına yol açar. Örneğin, hasta herkes dai
ma doğruyu söylemeli, diye işe başlayıp terapistin de bu
görüşü paylaşmasını beklerse, terapist buna, ya cevap
vermez, ya da sizi bu şekilde konuşmaya iten bir neden
olmalı diye bir cevap verebilir. Bu yolla, terapist hasta
nın açtığı yolda yürürnemeye çalışmaktadır. Çünkü te
rapist hastanın açtığı yolda yürürse, hasta tarafından ko
laylıkla alt bir konuma yerleştirilebileceğinin bilinci için
dedir. Hastanın kullandığı taktikleri alt etmenin bir baş
ka yolu da, hastanın kuşkulanmasını sağlamaktır. Kuş
kusuz, kişinin kuşkulanmasını sağlamak onu alt bir ko
numa yerleştirebiirnek için atılması gereken .ilk adımlar
dan biridir. Kuşkulanan kişi, bu kuşkusundan kurtula
bilmek için karşısındaki kişiyi dikkatle dinlemek zorun
dadır. Hasta da analisti dikkatle, dinlemek ve ona güven
mek zorundadır. Kişiler kendilerinden üstün gördükleri
kişilere daha fazla güvenirier. Psikanaliz sürecinde kuşku
taktiği analiz sürecinin ilk aşamalannda kullanılır. Örne
ğin, analizin ilk aşamalannda hastanın söylediklerine
karşılık olarak analist acaba bu gerçekten söylemek is
tedikleriniz mi diye cevap verir. Analist bu şekilde davra
narak hastanın farkına varamadığı bir takım güdüleri ve
istekleri olduğunu ifade etmeye çalışmaktadır. Kuşku
taktiği ile şimdiye kadar yapılan açıklamalardan şu tür
bir sonuç çıkarılabilir: İçine kuşku giren her insan sar
sılır ve zayıflar. Sarsılan ve ;zayıflayan bir insanın alt bir
275
konuma yerleştirilmesi de kolaylaşır.
276
san .gördüğü bir rüya için sorumluluk alabilir mi? Bu
olanak dışı bir şeydir; çünkü rüya görmek zaten bilinç
dışı bir iştir. Hasta da rüyalarını anlatırken ve serbest
çağrışım yaparken yalnızca gülünç ve saçma şeyler söy
lediğini farketmekle kalmaz aynı zamanda, gerçek an
lamlarıhı kendisinin de anlayamadığı; ancak yalnızca
terapistinin anlayabildiği şeyler söylediğini sanmaya baş
lar. Kuşkusuz, bu tür bir yaşantı, hemen hemen her in
sanı derin bir şekilde: sarsabilir. Sarsılan bir insanın da
alt bir konuma geçirilmesi çok kolaydır. Hasta rüyaları
nı anlatmak ve serbest çağrışım yapmak istemezse, o za
man terapist hastaya bu şekilde davranınakla eline bir
şey geçmeyeceğini, boş yere kendi kendini yıprattığıJ:!ı
belirtir.
Psikanaliz sürecinde hastanın analisti alt bir konu
ma yerleştirme girişimlerinden başarılı olanları, hasta
mn tedaviye karşı göstermiş olduğu bir direnç olarak
ele alınır ve yorumlamr. Bir başka deyişle, tedavi iyi git
mez ve başanya ulaşmazsa, başarısızlığın gerçek neden
Ierinin hastadan kaynaklandığı ileri sürülür. Örneğin,
daha analiz sürecinin ilk oturumunda, hastaya iyileşme
sinin zor olacağı, hasta iyileşmernek için inat bile edebi
leceği ve bu yüzden analisti ile aralarının açılabileceği
dikkatli bir şekilde açıklanır. Bu temel çerçeve bir kez
kurulduktan sonra, hastanın tedavi ücretini ödememe,
otururnlara ge!ç gelme ve tedaviyi sona erdirme gibi çe
şitli girişimleri tedaviye karşı gösterilen bir tür direnç
belirtgesi olarak yorumlanır. Böylelikle_ hem hastanın
alt bir konuma yerleştirilmesi, hem de iyileşebilmek için
bir miktar direncin gerekli olduğu belirtilmiş olur.
Psikanaliz sürecinde sık sık karşılaşılan bir başka
sorun da bazı hastaların kendilerine güvenleri arttıkça
analist ile didişmeye başlamalarıdır. Bu hastalar ellerine
277
fırsat geçtikçe analisti sert bir dille el�ştirmeyeı çalışır
lar. Analist bu tür hastalada «geçmişe dönelim» taktiği
ile uğraşır. Örneğin, bir hasta terapistden umduğu bir
tepkiyi alamaz ve terapisti sert bir dille el�ştirirse, Ana
list, acaba, küçükken de bu şekilde hissettiğiniz oldu mu?
Belkide, aslında siz hana kızgın görünmekle, babanıza
kızmaya çalışıyorsunuz diye karşılık verir. Bir başka de
yişi� analist bir çırpıda konuyu değiştirir ve' hastanın
geçmişini incelemeye başlar. Geçmişe dönelim taktiği
özellikle, hasta, analistden öğrendiği taktikleri, analiste
karşı kullanmaya başladığı zaman etkili olur.
Yeni yetme bir analistin psikanaliz sürecinde şu te.. ·
278
nurndan en kısa za nianda nasıl kurtulabileoeğini öğre
tir. Bu açıdan psikanalizmde sık sık kullanılan taktikler
den biri, durum kaçınılmaz olduğu zaman gönüllü ola
rak alt bir konuma geçmektir. Örneğin, hasta belirli bir
konuda haklı çıkıp üstünlük kazanırsa, analist evet ne
rede yanıldığıını görüyorum; çok hakiısınız diye1 cevap
verebilir. Daha yürekli bir terapist de siz onu söyleyin
ce ben neden gerildim? Çok ilginç . . . Bu konuda düşün
mem lazım diye cevap verebifir. İlk bakışta bu tür ce
vaplar hastanın üst, terapistin alt bir konumda olduğu
izlenimini verebilir. Ancak alt bir konumda olmak savu
nucu bir tutumu gerektirir. Oysa, analist kendini savun·
maya çalışmamakta, kendi rızasıyla alt bir konuma geç
mektedir. Analist bu şekilde davranarak bir yandan
hasta ile didişmeye girmekten kaçınmış, öte yandan
da hastaya karşı üstün konumunu sürdürmüş olmakta
dır. Bazen bir analist belirli bir konuda oldukça duyarlı
davranabilir. Örneğin, hasta eşcinsel eğilimlerinden söz
ederken amilistin yüzü kızarabilir. Bu duruma tanık olan
hasta, bundan yararlanmaya kalkışabilir. Bu tür durum
larda analistin ayakta kalabilmesinin tek koşulu, analis
tİn bu konuları kendisine kişiselleştirmemesi ve duyarlı
olduğu konuların bilincinde olmasıdır. Bir başka deyişle,
· analistin kendi zayıflıklarını bilmesi ve bundan yararlan
maya kalkışan hastaları benzer duyarlıkları bulunmayan
başka analistlere göndermesi gerekir.
Psikanalitik eğitim sürecinde analist adaylarına has
taların kullanabileceği başka taktikler de öğretilir. Örne
neğin, bir hasta analistine karşı üstünlük sağlayabilmek
için, kesin kes karar vermiş olabilir ve bu hasta analisti
ni intihar taktiği ile tehdit edebilir. Bu taktikle karşıla�
şan ve kendileırini alt bir konumda hissetmeye başlayan
analistler, bir köprüden aşağı atarak kendini öldüren
kişinin öyküsünü dile getiren gazete bakışlarını, ya da
279
meslektaşlarının alaycı gülüşlerini düşleyeibilirler. Bu
taktikle etkili bir şekilde uğraşmanın en etkili yolların
dan biri bu olayı kişiselleştirmemektir. Bu taktiğe karşı,
analist, peki kendinizi öldürmek istiyorsanız, bunu yapa·
bilirsiniz; buna ben çok üzülürüm; ama benim yaptığım
işi yapmaya devam edeceğimi de bilmenizi i sterim diye
rek cevap verebilir. Bu ·tür bir cevapla karşılaşan hasta,
kendini öldürmenin bile analisti alt etmekte işe yarama·
yacağını kavramaya başlar ve yavaş yavaş bu taktiği kul
lanmaktan vaz geçmeye başlar.
280
tayı darmadağın eden, ona hiç bir kazanma şansı tanıma
yan taktiklerin kullanılması psikanalizmin aktöresine
aykırıdır. Psikanalizmde bu tür taktikleri kullanan tera·
pistlerin kendilerinin tedaviye gereksinimleri olduğu ve
psikanalizmden geçmeleri gerektiği öne sürülür. Bir has
ta üst bir konuma geçme girişiminde bulunmadığı halde.,
bu hastanın alt bir konuma yerleştirilmesi de psikanaliz
min aktöresine aykırıdır. Ne zaman ki, bir hasta sürerkli
olarak üst bir konumda olmaya diretirse, o zaman bu
hastaya karşı onu altı bir konuma yerleşti:Pecek taktik!e
rin kullanılması gerekir.
281
nuşmaya başlayabilir. Merakını (alt ko:nıım duygusu) ye
nemeytm psikotik kişi, bir süre, sonra susup, onların ne
Ş
konuştuklarını dinlemeye ba layabilir. Böylelikle de, psi
kotik kişinin silahı elinden alınmış ve psikotik kişi alt
bir konuma yelieştirilmiş olur.
282
lantılannda analistler birbirleriyle kapıştıklan zaman,
üstecilik konusundaki becerileri olağanüstü iletişim güç
lükleri yaratır. Hemen hemen hiç bir dernek toplantısm
da kişiler psikanalitik toplantılarda olduğu kadar. bir
birlerine çalım atmaya ve üstünlük kazanmaya çalışmaz
lar. Psikanalitik toplantılarda çoğu zaman öyle görünme
se ve o şekilde ifade edilmese: bile analistler arasındaki
savaşım kişisel düzeydedir. Söz konusu kişisel düzeyde
ki savaşırnlar çoğu zaman iki şekilde ifade edilmeye ça
lışılır. 1) Kim Freud'a daha yakındır? Kim Freud'dan
sayfalar dolusu alıntıyı notlanna hiç bakmadan ezber
den tekrarlayabilir'i' Freud'un kullandığı terminolojiyi
2)
cesurca kim genişleterek meslekdaşlarının kafasını ka
rıştırabilir? Bu iki şeyi birlikte başaran kişiler genellik
le psikanalitik dernek toplantılarının başkanı se:çilirler.
Psikanalitik dernek toplantılarının bir başka ürkü"
tücü yönü de, dilin sürekli olarak değişimlenınesi (ma
nipüle) dir. Psikanalistler birbirleriyle öfkeli tartışmala
ra daldıkça, dakik olmayan terimler daha beter dakik
olmavan te:rimlerle tekrar tekrar tanımlanır.
Psikanalizmin tartışıldığı toplantılarda analist ile
hasta arasında ne olup bitmektedir; ne tür üstedlik
oyunları yer almaktadır; bu konulara pek dokunulmaz
(Anlaşılan hastaya karşı kullanılan taktikler herkes ara
sında ulu orta tartışılamayacak kadar gizemlidir.) Öte
yandan, hastanın içinde bulunduğu varsayılan derin ve
karanlık süreçler pekala bir tartışma konusu olmaktadır.
Örneğin, hastanın ilginç içsel dünyasını açıklamaya çalı
şan bir konuşmacının sözü, salonun arkasından gelen «Hiç
de öyle değil, id uyaranını zayıf ego ile karıştınyorsun . . .
Allah hastalannın yardımcısı olsun . . . Ona katarsis mi de
nir?» gibi sözlerle sık sık kesilir. En gözü açık analist bile,
enerji kuramlarının, libido dürtülerinin, içgüdülerin ve
süperego engellerinin akıntısına kapıldıkça, kendisini ok-
283
yanusun ortasındaymış gibi hissetmeye baŞlar. Bu toplan
tılarda diğer meslekdaşlannın kafasını en fazla kanştıran
analistler, en çok rağbet gören ve imrenilen analistlerdir
(alt bir konum duygusu) İçierini bir eziklik ve yeniklik
duygusu kaplayan diğer analistler ise bilimkurgu dergj,le
rine, ansiklopedilerine ve özellikle en ilginç sembolik yo
rumlan yapabilmek için tekrar teıkrar Freud'u incelemeye
koyulurlar.
Tipik bir psikanalitik tedavi sürecinde analistin ve
hastanın birbirlerine karşı kullandıklan taktikleri şöy
le özetleyebiliriz. Her şeyden önce, hastalar birbirlerin
den kullandıkları çalımiara göre farkhlık gösterirler (Söz
konusu çalımlar normal insanların kullandığı çalımlar
dan farklıysa analist bu çalımları belirti olarak kabul
eder) . Çeşitli hastaların kullandıklan çalımlar birbirle�
rinden farklı olmasına karşın, tüm taktiklerin en can
alıcı niteliği şu şekilde belirtilebilir. Hasta yardım almak
amacı ile analiste başvurur. Bir başka deyişle, hasta alt
bir konum duygusu içindedir. Ancak, hasta kısa bir süre
sonra analisti göklere çıkarmaya, onun ne denli kusur
suz bir kişi olduğunu vurgulamaya ve de iyileşebilmek
için her şeyi yapabileceğini belirtmeye başlar. Psikanali
tik süreçte bu aşamaya «balayı» süreci denir. Balayı dö
neminde hastanın bu şekilde davranmasının. esas nedeni
analisti alt bir konuma yerleştirmeye çalışmasıdır. Kuş
kusuz, deneyimli bir analist hastanın bu tür tuzaklanna
kolay kolay yakalanmaz ve hastayı sürekli olarak alt bir
konumda tutmayı başarır. Kendisinin sürekli olarak alt
bir konumda olduğunu gören hasta, taktik değiştirmek
zorunda kalır; analiste karşı kaba, sert aşağı sayıcı bir
şekilde davranmaya başlar. Tedaviyi sona erdirmek iste
diğini ve analistin aklından bir zoru olduğunu belirtir.
Hasta bu şekilde davranarak analisti bir tepki gösterme
ye kışkırtmaktadır. Ne yazık ki, hastanın kullandığı tüm
284,
bu taktiklerin pek :bir yararı dokunmaz; analist hastanlll
bu · davranışiarına oldukça nötr sayılabilecek cevaplar
verir. Örneğin, «Bu salı günlerinde ne varsa· bu gün
sanki, ben bir başkasıymışım gibi konuşuyorsun» ; diye
bilir. Analistden umduğu tepkileri alamayan hasta bir
yandan ona başeğmek, öte yandan analisti yüceltme:k ve
ona güvenmek zorunda kalır. Bu durumda analistin ağ
zından çıkan her_şeyi dikkatle dinler. Ama, bir yandan d3.
analisti darmadağın edebilmek için fırsat kollar. Dene•
yimli bir analist hastanın kullandığı taktikleri çok basit
taktiklerle işe yaramaz hale: getirebilir. Bu tür bir tera
pist hastaya · aslında ona hiç kimsenin yardım edemeye
ceğini her insanıri kendi kendisine yardım etmesi gerekti
ğini belirtir. Bunu duyan hasta öfkelenir; analiste kafa
tutmaya başlar. Ama, hasta bu noktaya gelinceye dc:k ol
dukça dikkate değer bir eğitimden geçmiştir. Analiz sü
recinde kazandığı içgörüden (sıradan bir kişi tarafından
bilinmeyen bir tuzak) yaradanabiieceği heır şekilde ya
rarlanmaya başlar. Psikanalizmin bu aşamatimdan son
ra. hasta öyle bir noktaya ulaşmıştır ki, artık analist ta
rafından alt bir konuma yerleştirlise bile, bundan rahat
sız olmamaya ve bu durumu umursamamaya başlar. Ana
list ile ilişkisini kendisi mi, analist mi, kontrol etmekte
dir; bu da artık bir sorun değildir. Daha açık bir deyiş
le tedavi amacına ulaşmış ve hasta iyileşmeye başlamış
tır. Artık tedavi süreci sona erebilir. Ancak, analist bu
nu böyle bir şekilde zamanlar Id, hastanın tedavi süreci
ni sona erdirmeyi belirtmeye çalışıp; fakat bir türlü söy
leyemediği bir anda tedavinin sona erdirilmesi gerektiği
ni hastaya belirtir. Daha sonra, analist bekleme listesi
ne bakar ve tanımı gereği üstün bir konuma geçme ihti
yacı içinde olan ve bulunduğu konumdan rahatsız olan
bir başka hastayı gönneyi kabul eder. Psikanaliz sanatı
da bu çetin yolda sürer gider.
285
R E F ER ENC E S
Norton, 1956.
4. Bateson, G., and Ruesch, J.: Communication: The Social Mat·
rlx of Psychiatry. New York, Norton, 1951.
,
5. - Jackson, D. D., Haley, J., and Weakland, J. H.: Toward a
theory of schizophrerua. Behav. Sc., 1 : 251-264, 1958.
6. -, -, -, and -: A note oh the double bind- 1962. Fam.
Proc., 2: 154-161, 1963.
7. -: Naven. 2nd ed. with a new chapt. Stanford Univ. Press,
1958.
8. Bell, J. E.: Family Group Therapy. Pub. Health Mon. 64,
U.S. Dept. Health Educ. Welfare 1961.
9. Bernheim, H.: Suggestive Therapeutics: A Treatise on the
Nature and Use of Hypnotism, New York and London, G.
Putnam and the Knickerbocker Press, 1895.
10. Bowen, M.: Family psyychotherapy. Am. J. Orthopsychlat.,
3 1 : 40-60, 1%1.
10a. Colby, K. M.: A Primer for Psychotherapists. New York, Ro
nald Press, 1951.
ll. Cowles, E. S.: The Conquest of Fatigue and Fear. New York,
Henry Holt, 1954.
12. Erickson, M. H.: A elinical note on indirect hypnotic therapy.
J. Clin. Exper. Hyp., 2: 171-174, 1954.
13. -: Special techniques of brief hypnotherapy. J. Clin. Exper.
Hyp., 2: 109-129, 1954.
14. - : Naturalistic techniques of bypnosis. Am. J. Clin: Hyp., .
.
1 : 3-8, 1958.
15. -, and Erickson, E. M.: Further considerations of time dis
tortion: subjective time condensation as district from time
expansion. Am. J. Clin, Hyp., 1 : 83-88, 1958.
16. -: Further elinical techniques of hypnosis: utilization tech·
niques, Am. J. Clin. Hyp., 1 : 3-21, 1959.
286
17. --: The identification of a . secure reality. Fam. Proc., 1: 294-
303, 1962.
18. Ferenczi, S. : Sex In Psychoanalysis. New York, Robert Brun
ner, 1950.
19. Ferreira, A. J.; Psychotherapy with severely regressed schi
zophrenics. Psychiat. Quart., 33: 663-682, 1959.
19a. Frank, J.D.: Persuasion and Healing. Baltimore, Johns Hop
kins Press, 1961.
20. Frank!, V.: Paradoxical intention: a logotherapeutic techni
que. Am. J. Psychother., 14: 520-535, 1960.
21. Friedman, A. S.: Family therapy as conducted in the home.
Fam. Proc., 1 : 132-140, 1962.
22. Freud, S.: Collected Works, Vol. 5. London, Hogarth, 1950.
23. - : İnhibitions, Symptoms and Anxiety. London, Hogarth,
1948.
24. Fromm-Reichmann, F.: Princlples of Intensive Psychotherapy.
Chicago, Univ. of Chicago Press, 1953.
25. Fry, W. F.: The marital cantext of an anxiety syndrome.
Fam. Proc., 1 : 235-252, 1962.
26. Fulweiler, C: Personal coı:İununication.
27. Gerz, H. 0.: The treatment of the phobic and the obsessive
compulsive patient using paradoxical intention see. Viktor E.
Frank!. J. Neruopsychiat., 3: 375-387, 1%2.
28. Gill, M. and Brenman, M.: Hypnosis and Related States: Psy
choanalytic Studies in Regression. New York, Int. Univ.
Press, 1959.
28a. Goffman, E.: Asylums. New York, Doubleday, 1961 .
29. Haley, J.: Paradoxes in play, fantasy and psychotherapy.
Psychiat. Res. Rep., 2: 52-58, 1955.
30. -: The family of the schizophrenic: a model system. Am.
J. Nerv. Ment. Dis., 129: 357-374, 1959.
31. -: Wither family therapy? Fam. Proc., 1 : 69-100, 1962.
32. -: Family experiments : a new type of experimentation. Fam.
Proc., 1 : 265-293, 1962.
33. Jackson, D. D.: Countertransference and psychotherapy. In
F. FrommcReichmann and J. L. MOreno (Eds.) Progress In
Psychotherapy, Vol 1. New York, Grune & Stratton, 1 956,
pp. 234-238.
34. -: The question of family homeostasis. Psychiat. Quart.
SuppL, 31: 79-90, Part 1, 1957.
35. - : Family interaction, family homeostasis and same impli-
287
cations for conjoint family psychotherapy. In J. Masserman
(Ed.) Individual and Familial Dynamlcs. New York, Grune
·
& St]."atton, l9S9.
36. - (Ed.): The Etiology of Schizopbrenia. New York, Basic
Books, 1560.
37. -: The monad, the dyad, and the family therapy of schi
zophrenics. In A. Burton (Ed.) Psychotherapy of the Psycho
ses, New York, Basic Books, 1961.
38. -, aiıd Satir, V.: Family diagnosis and family therapy. In
N. Ackerman, F. Beatman and S. Sherman (Eds.) Exploring
the Base for Family Therapy. New York, Family Service
Assoc., 1961.
39. -, and Veakland. J. H. : Conjoint family therapy, some con
siderations on theory, technique, and results. Psychiatry,
24: 30-4S, 1961.
40. -, and Haley, J.: Transference revisited. Am. J. Nerv. Ment.
Dis. In press.
41. Lindner, R.: The Fifty Minute Hour. New York, Rinehart,
19SS.
42. MacGregor, R.: Multiple impact psychotherapy with families.
Faın. Proc., 1 : 1S-29. 1962.
. 43, Masserman, J. H. : · The Prlnciples of Dynamlc Psychiatry.
Philadelphia, W. B. Saunders, 19SS.
44. Menninger, K.: Theory of Psychoanalytic Technique. New
York, Basic Books, 19S8.
4S. Noshpitz, J. D.: Opening phase in the psychotherapy of ado
lescents with character disorders. Bull. Men. Clin., 2 1 : 1S4-
164, 19S7.
46.Rank, 0.: Beyond Psychology, Pıııblished privately by friends
and students of the author, 1941.
47. Rogers, C. R.: Client-Centere Therapy. Boston, Houghton
Mifflin, 19S1.
48. Rosen, J. N. : Direct Analysis. New York, Grune & Stratton,
19Sl.
49. -: Personal communication.
SO. Scheflen, A, E.: A Psychotherapy of Schizophrenia: Direct
Analysis, Springfield, Ill., Charles C. Thomas, 1961.
Sl. Sullivan, H. S. : Conceptions of Modem Psychiatry. William
Alanson White Psychiatric Fnd., 1947, p. 91.
S2. S:z:asz, T. S.: The Myth of Mental Illnesa; Foundation of a
288
Theory of Personal Conduct. New York, Hoeber-Harper, 1961.
53. Von Neuman, J., and Morgenstem, 0.: Theory of Games and
Economic Beha:vior. Princeton Univ. Press, 1944.
54. Watts, A. W.: Psychotherapy East and West. New York Pant
heon, 1961.
55. Weakland, J. H., and Jackson, D. D.: Patient and therapist
observations on the circumstances of a schizophrenic episode.
Arch. Neural. Psychiat., 79': 554-574, 1958.
56. -, and Fry, W. F.: Letters of mothers of schizophrenics.
Am. J. Orthopsychiat., 32: 604-623, 1 962.
57. Whitehead, A. N., and Russell, B.: Principia Mathematica.
Cambridge Univ. Press, 1910.
58. Wittgenstein, L.: Tractatus Logico-Philosophicus. Routledge,
London, 1960.
59. Wolberg, L. R.: Medical Hypnosis. New York, Gmne & Strat
ton, 1948.
60. Wolpe, J.: Psychotherapy by Reciprocal Inhibition, Stanford
Univ. Press, 1958.
289