You are on page 1of 295

Otto F.

Kernberg
Sınır Durumlar ve
Patolojik Narsisizm
Çeviren
Mustafa Atakay

Dizi Yayın Yönetmeni


Saffet Murat Tura
İçindekiler

Editörün Önsözü, Saffet Murat Tura 7

Önsöz 13

Teşekkür 15

I SINIR KİŞİLİK ÖRGÜTLENMESİ 17


1 Sendrom 19
2 Karşı Aktarım 56
3 Tedavinin Genel İlkeleri 71
4 Seyir 104
5 Ayırıcı Tanı ve Tedavi 138
1 Genel Yapılandırma ve Tedavinin
Başlangıç Saf hası 164
6 Öznel Boşluk Yaşantısı 187

II NARSİSİST KİŞİLİK 197


8 Narsisist Kişiliğin Tedavisi 199
9 Narsisist Kişiliğin Klinik Sorunları 228
10 Normal ve Patolojik Narsisizm 272

Kaynaklar 297
Kaynakça 299
Editörün Önsözü
Saffet Murat Tura

Pek çok analist ve terapistin "yaşayan en büyük usta" kabul ettikleri


Otto F. Kernberg'in psikanaliz dışı çevrelerde yeterince tanınmaması
ilginçtir. Şüphesiz buna yol açan en önemli neden psikanalizin bu ef-
sane isminin fazla "hekimce" bir üslup ve tutum benimsemiş olması-
dır. Ne var ki Kernberg'in başarısı da gene bu üslup ve tutumdan kay-
naklanır.
Kernberg'de ne Lacan'da olduğu gibi büyüleyici bir üslup ve kültü-
rel alanlara uygulanabilir bir kuram, ne de Kohut'ta olduğu gibi epis-
temolojik bir zekâ ve kuramda devrim yaratan bir düşünme tarzı bulu-
ruz. Kernberg'in önemi daha çok psikanalizi üst sınıftan ayrıcalıklı in-
sanların "kozmetik" ve pahalı bir uğraşı olma yolundan çıkarıp ciddi
kişilik bozukluklarının görüldüğü bir alanda da başarıyla uygulamış
olmasından kaynaklanır. Sınır kişilik bozukluğu gösteren vakalann
psikodinamiklerinin anlaşılmasına en önemli katkıyı yapan terapist
odur. "Klinik psikanaliz"i sayesinde bu ağır vakalann analitik terapiy-
le iyileştirilmesinin imkânlanm yaratmış, sınır kişilik örgütlenmesi
gösteren vakalann analitik psikoterapilerinde tamamen savunma ve
aktarım analizine dayanan oldukça iyi tanımlanmış etkili bir teknik
geliştirmiştir. Kernberg'in kuramı ve tekniği ekip çalışması zihniyeti-
nin gelişmesine katkıda bulunmuş, psikanaliz ile genel psikiyatrinin,
diğer psikoterapi öğretilerinin ve ilaçla tedavinin uzlaşabileceği nok-
talara yapıcı bir katkıda bulunmuştur.
Vaka takdimlerinden anlaşıldığı kadarıyla oldukça sağlam bir ruh-
sal yapısı ve sarsılmaz bir kendine güveni olan Kernberg'in kuramı
şaşırtıcı ölçüde basit, gerçekçi, pratiğe dönük, hatta şematiktir. Bu ku-
ram bir yandan Freud'un dürtü kuramına, diğer yandan Melanie Kle-
in'ın ve ingiliz okulunun nesne ilişkileri yaklaşımına, bir başka açıdan
Anna Freud ve Heinz Hartmann'ın ben psikolojisine, oluşumsal yak-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 8

lasım bakımından da Margaret Mahler'e dayanır. Kernberg bütün bu


dağınık hatta yer yer karşıt yaklaşımları inanılmaz bir berraklıkla
senteze ulaştırabilmiştir. Kuramda biyolojik veriler ön plana çıkarıl-
mış genel tıp ve psikiyatrinin katkıları gözardı edilmemiştir. Üslupta
kültüre ilişkin yan göndermelerden özenle kaçınılmış, kuramda özel-
likle "entelektüel sohbef'ten uzak durulmuştur. Kavramlar net ve ke-
sindir. Düşünce tarzı adeta görsel bir modelden hareket ediyormuş gi-
bi ileri derecede indirgeyicidir.
Uygulama alanında insan saldırganlığını ve yıkıcılığını en yakın-
dan inceleyen bilim adamlarının başında gelen Kernberg, kuramını da
özellikle saldırganlığı açıklayacak şekilde oluşturmuş, beklenebilece-
ği gibi yaşamı boyunca kuramsal yaklaşımlarında pek az değişikliğe
yer vermiştir. Temel yapıtlarına bu dizi çerçevesinde yer verdiğimiz
bir başka büyük usta olan Heinz Kohut ile psikanaliz ve psikiyatri
çevrelerinde uzun yıllar büyük ilgi uyandıran sert kuramsal tartışma-
ları da yine bu konu çevresinde düğümlenir. Teknik ve kuram açısın-
dan yenilikçi olan Kohut karşısında Freud geleneğini savunan Kern-
berg, Kohut'un tekniğini ve kuramını özellikle insan saldırganlığını
ve yıkıcılığını incelemeye olanak vermemesi açısından ciddi şekilde
eleştirmiştir. Kohut saldırganlığı ve yıkıcılığı, bütünlüğü tam anla-
mıyla pekişmemiş bir kendiliğin çözülme ürünü (bir yan ürün) olarak
görür ve kendiliği adeta "düzeltici duygusal deneyim" yoluyla pekiş-
tirmeye girişir. Kohut'un kuramı insan tabiatı konusunda iyimserdir,
tekniği ise yumuşak ve eşduyumsaldır; analiz sürecinde şiddetli duy-
gusal gerilemelerden ve yüzleşmelerden kaçınılır. Buna karşılık
Kernberg'in tekniği şiddetli aktarım ve karşı aktarım tepkilerinin ge-
lişmesine imkân tanır; hatta terapi içindeki saldırganlığın, olumsuz
aktarım tepkilerinin incelenmesi ve çözümlenmesi terapinin esasını
oluşturur. Kuramsal olarak kişiliğin bütünleşememesi ileri düzeyde
saldırgan dürtülere ve bunlarla başetmekte kullanılan ilkel savunma
mekanizmalarına bağlanmıştır.
Pek çok araştırmacı sınır durumlar için Kernberg'in tekniğinin ge-
çerli olduğunu kabul etmekle birlikte narsisistik vakalar için Kohut'un
tekniğini daha elverişli bulur. Nitekim Kohut da narsisistik bozukluk
gösteren vakaları sınır patolojiden özenle ayırmış, bu vakaların özel
şekilde değiştirilmiş bir psikanaliz tekniğiyle analiz edilebilirliğin sı-
nırlarında olduğunu kabul etmişti. Oysa Kernberg narsisistik patoloji
gösteren vakaları geniş bir yelpaze oluşturan sınır kişilik örgütlenme-
sinin içinde değerlendirir. Bu durumda bu iki büyük usta arasındaki
EDİTÖRÜN ÖNSÖZÜ I 9

tartışma özellikle narsisistik durumlar ve narsisizmde saldırganlığın


rolü üzerinde yoğunlaşır.
Kernberg'in önemli kuramsal tezlerini ifade etmek bakımından ol-
dukça yeterli olan Sınır Durumlar ve Patolojik Narsisizm aynca Ko-
hut'a yönelik eleştirilerin esas noktalarını da dile getirmesi bakımın-
dan anlamlıdır.
SINIR DURUMLAR VE
PATOLOJİK NARSİSİZM
^

Paulina, Martin,
Karen ve Adine'e
Önsöz

Bu kitapta, sınır durumların sistematik bir analizi -psikopatolojileri,


tanıları, seyirleri ve tedavileri- sunulmaktadır. Kitap, bu geniş ve kafa
karıştıran psikopatolojik kategoriyi, çağdaş ben psikolojisi ve psika-
nalitik nesne ilişkileri kuramı ışığında kavrama yönünde on üç yıllık
bir çabanın sonucudur.
Sınır hastaların bir alt grubu olan narsisist kişilikler, özellikle zor
bir hasta grubudur; bu hastalar, hem olağan sınır hastalara benzerler
hem de bazı yönlerden onlardan ayrılırlar; narsisist hastalar, savunma
örgütlenmesi bakımından sınır durumlara benzerler, ancak yine de
çoğu narsisist hasta, psikososyal düzeyde sınır hastalardan çok daha
iyi işlev görür. Bunları ve narsisist kişiliklerle ilgili diğer klinik hu-
susları açıklığa kavuşturma çabalan, beni bu hastaların tanı ve tedavi-
sini özel bir şekilde kavramaya götürdü - 2. Kısmın konusu da budur.
Sınır durumlar üzerine literatür, bu kitabın birinci kısmının çeşitli
bölümlerinde gözden geçirilmektedir: 1. Bölüm, tanıyla ilgili daha es-
ki (1967'ye kadar) literatürü içermektedir; 3. Bölüm, tedaviyle ilgili yi-
ne aynı yıllardaki literatürü içermektedir; 5. Bölüm ise, hem tanı hem
tedavi üzerine daha yakın zamanlardaki literatürü (1968'den 1972'ye)
kapsamaktadır. Son çalışmalarım, sınır durumlar üzerine bu son dö-
nemdeki yazıların bazılarından etkilendiği -ya da onlara bir tepki ol-
duğu- için, bu ayırımı yapmayı tercih ettim.
Teşekkür

Bu kitap, Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesindeki çalış-


mamla bağlantılı olarak yaptığım incelemeleri içermektedir. Genel
oje tasarımının bir parçası olarak sınır durumlarla ilgili özel çalış-
malarımı yapmaktaki ilk adımı ve teşviki, bu projenin eski başkanı ve
Menninger Vakfının araştırma başkanı Dr. Robert Wallerstein'a borç-
luyum. Proje ekibinin liderliğini üstlendiği süre boyunca ve daha son-
ra -Dr. Wallerstein Topeka'dan ayrıldıktan sonra, bu araştırma proje-
sinin başkanı olduğumda-, projede yer alan personelin tümünden sü-
rekli destek ve yapıcı eleştiriler aldım. Bu kişiler arasında, bu kitabı
okuyarak içindeki çalışmaların çeşitli yönlerini ayrıntılı olarak be-
nimle tartışan Dr. Gertrude Ticho, Dr. Ernst Ticho, Dr. Ann Appelba-
um, Dr. Stephen Appelbaum, Dr. Leonard Horwitz, Dr. Esther Burs-
tein ve Dr. Lolafaye Coyne'ye özellikle minnettarım. Dr. Ernst Tic-
ho'nun, psikanaliz ile psikoterapi arasındaki ilişki ve farklılıklar üze-
rine düşünceleri, sınır hastalara olan yaklaşımımı büyük ölçüde etki-
lemiştir.
Beni teşvik eden ve bana yardımcı olan diğer arkadaş ve meslek-
taşlarım arasında, Topeka Psikanaliz Enstitüsünün ve C. F. Mennin-
ger Memorial Hastanesinin eski yöneticisi olan ve düşünceleriyle,
narsisist kişilik ve tedavisiyle ilgili formülasyonlanmı geliştirmede
çok önemli yardımı olan Dr. Herman van der Waals; ve Johns Hop-
kins Üniversitesi, Tıp Fakültesinden emekli psikiyatri profesörü ve
Henry Phipps Kliniği psikoterapi araştırma ekibinin başkanı olan, psi-
koterapi araştırmasının karmaşık formülasyon ve çalışma tarzlarının
sırlarını bana öğreten Dr. Jerome D. Frank yer almaktadırlar.
Bulletin ofthe Menninger Clinic dergisinin yönetici editörü Bayan
Virginia Eicholtz, bana karşı hem son derece sabırlıydı, hem de îngi-
lizcemi gerçek îngilizceye dönüştürmede gayretli ve ikna ediciydi.
Eşim Dr. Paulina Kernberg, en araştırmacı ve yaratıcı eleştirme-
nimdi. Çalışmalarımı sürekli sorgulayarak ve teşvik ederek gözden
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 16

geçirmese, bu noktaya varmayı başaramazdım.


Son olarak, Menninger Vakfı Araştırma Projesinin baş sekreteri ve
C. F. Menninger Memorial Hastanesinde yöneticiliğim sırasında sek-
reterim olan Bayan Mary Patton'a ve New York Eyalet Psikiyatri Ens-
titüsü Genel Klinik Hizmetlerdeki kıdemli sekreter Bayan Jean Tho-
mas'a, bu kitabın basılmasına kendilerini vakfetmelerinden ve olağa-
nüstü verimlerinden ötürü çok minnettarım.
I

Sınır Kişilik
Örgütlenmesi
1
Sendrom

"Sınır" kişilik bozukluğu adı verilen psikopatolojinin semptomatik,


yapısal ve oluşumsal-dinamik yönlerinin sistematik bir betimlemesini
yapmaya çalışacağım. Literatürde bu psikopatolojiden çeşitli terim-
lerle bahsedilmektedir: "Sınır durumlar" (Knight, 1953), "şizofreni
öncesi" kişilik yapısı (Rapaport vd., 1945-6), "psikotik karakterler"
(Frosch, 1964), "sınır kişilik" (Rangell, 1955; Robbins, 1956). Bazı
yazarlar, "yatırılması gerekmeyen şizofreni" (Zilboorg, 1941) ve
"sahte nevrotik şizofreni" (Hoch ve Polatin, 1949) terimlerinin sınır
kişilik bozukluğuna ilişkin olarak mı, yoksa semptomatolojisi sınır
durumlara benzeyen daha gerilemiş psikotik hastalara ilişkin olarak
mı kullanıldığı konusunu açıklığa kavuşturmamaktadırlar. Psikanali-
tik açıdan incelenen "mış gibi" kişilikler (Deutsch, 1942), şizoid kişi-
lik yapısı (Fairbairn, 1951) ve ciddi ben çarpıtmaları olan hastalar
(Gitelson, 1952) da muhtemelen sınır grupla ilişkili hastalardır.
Ortak noktalan nispeten özgül ve dikkati çekecek ölçüde kararlı bir
patolojik ben yapısı olan önemli bir psikopatolojik kümelenmeler
grubu vardır. Bu grubun ben patolojisi, hem nevrozlarda ve daha az
ciddi karakter hastalıklarında görülen ben patolojisinden, hem de psi-
kozlarda görülen ben patolojisinden farklıdır. Bu hastaların, nevroz ile
psikoz arasında sınır bir alanda bulunduklarının düşünülmesi gerekir.
Özgül, kararlı bir patolojik kişilik örgütlenmesi olan bu hastaları,
"sınır durumlar" ya da başka terimlerden ziyade sınır kişilik örgütlen-
mesi terimi daha iyi betimlemektedir (Kernberg, 1966); bu hastalann
kişilik örgütlenmesi, nevroz ile psikoz arasında gidip gelen geçici bir
durum değildir.
Bu hastaların başvuru semptomları, nevrozlarla karakter bozukluk-
larının başvuru semptomlarına benzeyebilir; dolayısıyla, derinlemesi-
ne tanısal bir muayene yapılmadığı takdirde, özel karakter örgütlen-
meleri gözden kaçırılabilir; bu da tedavi için kötü bir seyire neden
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 20

olur. Sınır kişilik örgütlenmesi, yalnızca doğru bir tanısal muayene


sonucu uygulanabilecek özgül tedavi yaklaşımları gerektirir.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda, yoğun stres ya da alkol
veya madde etkisi altında iken geçici psikotik epizodlar ortaya çıkabi-
lir. Bu psikotik epizodlar çoğu zaman, nispeten kısa ama iyi yapılan-
dırılmış terapi yaklaşımları ile durdurulabilir. Bu hastalarla klasik
analiz yaklaşımları denendiğinde, gerçekliği değerlendirme yetilerini
yitirebilirler ve hatta aktarımla sınırlı olmakla birlikte hezeyan düşün-
celeri geliştirebilirler. Böylece, aktarım nevrozu yerine aktarım psi-
kozu geliştirirler (Wallerstein, 1967). Sınır kişilik örgütlenmesi olan
hastalar, bu özel koşullar -yoğun stres, alkol ya da maddenin yol açtı-
ğı gerileme ve aktarım psikozu- haricinde genelde gerçekliği değer-
lendirme yetilerini muhafaza ederler (Frosch, 1964). Klinik görüşme-
lerde, bu hastaların düşünce süreçlerinin biçimsel örgütlenmesi bo-
zulmamış görünür. Uygulanan psikolojik testler -özellikle yapılandı-
rılmamış yansıtmalı testler-, bu hastaların birincil süreçleri kullanma
eğilimini açığa çıkarır (Rapaport vd., 1945-6).
Sınır kişilik örgütlenmesi ile psikotik durumlar arasındaki başlıca
farklılıkları saptamak mümkün olmasına karşın (Frosch, 1964), ge-
nelde sınır kişilik örgütlenmesi ile nevrozlar arasındaki farklılıkları
belirlemek daha zordur. Bu zorluktan dolayı, bu yazımda sınır kişilik
örgütlenmesi ile nevrozlar arasındaki karmaşık ayırımları açıklamaya
çalışacağım.

LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ


Sınır kişilik örgütlenmesinin betimleyici, yapısal ve oluşumsal-
dinamik yönlerini analiz etmeye ve bunu yaparken de özellikle nesne
ilişkilerinin karakteristik patolojisini göz önünde bulundurmaya çalı-
şırken, farklı kuramsal ve terapötik yaklaşımları olan birçok yazarın
çalışmalarından yararlandım. Literatürdeki ilk yazılar, çoğunlukla bu-
gün "sınır" olarak kabul edilecek hastalann klinik betimlemelerinden
oluşmaktadır. Buna birkaç örnek olarak Zilboorg (1941), Hoch ve Po-
latin'in (1949) betimlemeleriyle psikolojik test alanında Rapaport,
Gill ve Schafer'in (1945-6) yazılarını verebiliriz. Zilboorg (1957) da-
ha sonra betimlemesini genişletmiş, Hoch ve Cattell (1959) da "sahte
nevrotik şizofreni" tanısı konusunu ayrıntılarıyla işlemişlerdir.
Bychowski (1953), bazı sınır hastaların semptomlarının başka yönle-
rini incelemiştir; Bychowski ayrıca sınır hastalann, çözülmüş ilkel
SENDROM I 21

ben durumlarının kalıcılığı ve ebeveyn imgelerinin iyi ve kötü nesne-


lere bölünmesi gibi önemli yapısal özelliklerini de betimlemiştir. Bu-
rada dikkat edilmesi gereken bir nokta, sınır durumların betimleyici
analizine temel katkılarda bulunan Zilboorg ve Hoch'un, tüm bu has-
taların şizofren olduklarına inanmalarıydı. Muhtemelen, değişik bir
nsikopatoloji türüyle karşı karşıya olduklarının farkına varmadılar.
Yakın zamana kadar, "sınır" teriminin hem nevrotik semptomato-
lojiden hızla açık psikotik tepkiye gerileyen hastaların geçici akut du-
rumlarından, hem de kronik olarak nevroz ile psikoz arasında sınır
düzeyde kararlı bir biçimde işlev gören hastalardan'bahsederken kul-
lanılması (Rangell, 1955; Robbins, 1956; Waelder vd., 1958) nede-
niyle literatürde çok karışıklık meydana geldi. "Sınır" terimi yalnızca,
karakter örgütlenmeleri tipik olarak ne nevrotik ne de psikotik olup ti-
pik özellikleri şunlar olan hastalar için kullanılmalıdır: (i) Tipik
semptomatik kümelenmeler; (ii) benin savunma işlemlerinin tipik bir
örüntüsü; (iü) tipik bir içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisi ve (iv)
karakteristik oluşumsal-dinamik özellikler. Frosch (1964), sınır kişilik
örgütlenmesinin psikozdan ayırıcı tanısına katkıda bulunmuştur.
Frosch, sınır hastaların gerçeklikle ilişkilerinde ve gerçeklik duygula-
rında bozulmalar olmasına karşın, psikotik tepki gösteren hastalardan
farklı olarak gerçekliği değerlendirme yetilerini muhafaza ettiklerini
vurgulamıştır.
Sınır kişilik örgütlenmesinin yapısal yönleri üzerine literatür iki
gruba ayrılabilir: (i) Özgül olmayan ben zayıflığı tezahürü ile birincil
süreç düşüncesiyle ilintili ilkel bilişsel yapılara gerilemeyle ilgili hu-
susların ele alınması ve (ii) sınır kişilik örgütlenmesinin tipik özelliği
olan özgül savunma işlemlerinin ele alınması. îlk grup, Rapaport, Gill
ve Schafer'den (1945-6), özellikle de bu yazarların psikolojik testlerde
ağırlıklı olarak birincil süreç düşüncesi ortaya koyan (ki tipik nevrotik
hastalarla karşılaştırıldığında belirgin ben zayıflığı anlamına da gelir)
"şizofreni öncesi" bir grubun varlığı yönündeki bulgulanndan
etkilenmiştir. Knight (1953a, 1953b), bu hastaların genel betimleyici
özelliklerini ve ben zayıflıklarının tedavi açısından yarattığı sonuçları
değerlendirerek bir senteze ulaşmıştır. Knight, aktarımdaki ciddi geri-
lemeye ve buna göre bu hastalarla çalışırken psikoterapi yaklaşımında
değişiklik yapma gereksinimine dikkat çekmiştir.
İkinci gruba, yani bu hastaların yapısal örgütlenmesinin bir parçası
olan özgül savunma işlemlerinin anlaşılmasına önemli katkılar, farklı
bir kuramsal yönelimden, özellikle de Fairbairn (1940, 1944) ve Me-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 22

lanie Klein (1946) tarafından betimlendiği şekliyle bölme süreçleri-


nin ve bu süreçlerin özellikle şizoid hastalar açısından öneminin ana-
lizinden geldi. Bölme mekanizmasından ilk olarak Freud (1927,
1938) söz etmiştir, ancak terim daha sonra Fairbairn tarafından geniş-
letildi. Fairbairn bölmeyi, benin belli bir bütünleştirme eksikliğini be-
timlemekten ziyade aktif bir savunma mekanizmasına işaret etmek
için kullandı. Rosenfeld (1963, 1964) ve Segal (1964), gerilemiş dü-
zeylerde benin başlıca savunma işlemlerinden biri olarak bölme kav-
ramı ve bölmenin diğer ilintili mekanizmalarla olan ilişkisi konusun-
da katkılarda bulundu. Başka bir yazımda "bölme" teriminin, Klein
okulu yazarlarının kullandığından biraz değişik ve kuşkusuz daha kı-
sıtlı bir tanımını verdim (Kernberg, 1966).
Edith Jacobson da sınır hastalarda özgül savunma işlemlerinin ana-
lizine katkıda bulundu (1953, 1954a, 1957). Anna Freud (1936), benin
savunma işlemlerinin kronolojik bir şekilde sıralanmasına ve ben ile
id arasında tam bir ayrışmanın olmadığı ben gelişiminin çok erken ev-
relerinin tipik özelliklerinden, daha olgun benin tipik özelliklerine
doğru bir sıralama yapılmasına duyulan genel bir gereksinimden söz
etti. Kari Menninger ve arkadaşlan (1963), zihinsel hastalığın üniter
bir süreç olarak düşünülebileceği, çeşitli psikopatoloji türlerininse sa-
vunma örgütlenmesinin özgül sıralan ya da düzeyleriyle bağlantılı bir
biçimde kavranabileceği fikrini ortaya attı. Menninger'in çalışması, sı-
nır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda savunma örgütlenmesinin öz-
gül "arkaik" düzeylerini anlayışımızı geliştirme yolundaki çabalarımı
teşvik etti.
Sınır kişilik örgütlenmesinin anlaşılmasına ve bu hastalann tedavi-
sine en önemli katkı, bu hastalann içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin
patolojisinin analizinden gelmektedir. İlk temel katta, Helene De-
utsch'un (1942) "mış gibi" kişilikler üzerine makalesidir. Fairbairn'in
(1944, 1951) ve Melanie Klein'ın (1946) bağımsız olarak vardıktan
sonuçlar bu makaleyi takip etmiştir.
İçselleştirilmiş nesne ilişkilerindeki patolojinin analizine bazı
önemli katkılar ben psikolojisinden gelmiştir. Bu katkılar, farklı bir
terminolojiyle, Fairbairn ve Klein'dan etkilenen İngiliz psikanaliz
okulunun betimlediği görüngülere benzer görüngülere işaret etmekte-
dir; örneğin, Edith Jacobson'ın The Şelf and the Object World (1964)
analizi, Greenson'un (1954, 1958) önemli bulguları ve Erik Erik-
son'un (1956) kimlik dağınıklığı çalışması. Jacobson, yalnızca sınır
hastaların içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojisinin açıklığa ka-
SENDROM I 23

vusturulnıasma değil, aynı zamanda sınır hastalarda bu nesne ilişkileri


patolojisinin ben değişimleriyle ve üstben oluşumuyla ilişkisinin anla-
şılmasına da katkıda bulunmuştur. Greenson'un, sınır hastaların içsel-
leştirilmiş nesne ilişkileri patolojisinin ve bu patolojinin başka insan-
larla o andaki patolojik ilişkilerde yansımasının ayrıntılı analizi, bu
hastaların yalnızca oluşumsal ve dinamik yönlerinin anlaşılmasında
değil, aynı zamanda kaotik davranışlarının betimleyici açıdan açıklığa
kavuşturulmasında da psikanalitik bir kavrayışın nasıl en yararlı araç
olduğuna iyi bir örnek teşkil etmektedir. Khan (1960), bu hastaların
nesne ilişkilerinin özgül patolojisi ve özgül savunma işlemleriyle ilgili
olarak yapısal öğeleri vurgulamıştır.
Yukarıda adı geçen yazarlardan birçoğu, aynı zamanda sınır kişilik
örgütlenmesinin oluşumsal-dinamik yönlerini de ele almakta ve hepsi
bu hastalarda genital dönem öncesi, özellikle de oral çatışmaların
önemi ile genital dönem öncesi saldırganlıklarının alışılmadık şidde-
tini vurgulamaktadır. Ayrıca genital dönem öncesi ve genital dürtü tü-
revlerinin ilginç kombinasyonunu vurgulamışlardır; bu hususları Me-
lanie Klein (1945) ve Paula Heimann (1955) ayrıntılı olarak betimle-
mişlerdir.
Sınır kişilik örgütlenmesinin terapi açısından doğurduğu sonuçlar
bu bölümde ele alınmayacağından, tedaviyle ilgili literatür burada
gözden geçirilmeyecektir. Yine de, Wallerstein'm (1967) psikotik ta-
nısı koyulmayan hastalarda psikotik aktarım tepkisi betimlemesine ve
Main'in (1960) bu hastaların savunma işlemlerinin hastane ortamına
etkileriyle ilgili örneklerine, tanısal analiz açısından önemleri nede-
niyle değinmem gerekiyor. Sınır hastaların terapistte sık sık yarattık-
ları karşı aktarım tepkilerinin tanı koymada kullanılması 2. Bölüm'de
betimlenmiştir. Sınır durumlar üzerine yayınlanmış iki panel tartış-
ması, bu koşulların anlaşılmasına katkıda bulunmuştur (Rangell,
1955; Robbins, 1956). Sınır kişilik örgütlenmesi hakkında yanıtsız
kalan birçok soru, Gitelson'un bir makalesinde (1958) ve bu makale-
nin yer aldığı bu konu üzerine bir panelin raporunda (Waelder vd.,
1958) ortaya atılmıştır; bu panel tartışması sırasında Rosenfeld, bu
konuyla ilgili olarak özellikle yerinde yorumlar yapmıştır. Çocukluk-
ta sınır durumlarla ilgili özel hususlar, Ekstein ve J. Wallerstein
(1956) ve Geleerd (1958) tarafından özetlenmiştir.
Şimdi sınır kişilik örgütlenmesinin betimleyici, yapısal ve oluşum-
sal-dinamik yönlerini analiz etmeye çalışacağım.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 24

BETİMLEYİCİ ANALİZ: "MUHTEMEL" TANISAL ÖĞELER


Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar, yüzeysel olarak tipik nevrotik
semptom gibi görünen şikâyetlerle gelirler. Ancak, bu hastaların nev-
rotik semptomları ve karakter patolojileri, altta yatan bir sınır kişilik
örgütlenmesine işaret eden değişik özellikler taşır. Yalnızca dikkatli
tanısal bir muayene, farklı nevrotik semptomların özel kombinasyon-
larını açığa çıkarır. Semptomların hiçbiri patognomonik değildir, an-
cak birazdan sıralanacak semptomlardan ikisinin, özellikle de üçünün
varlığı kuvvetle altta yatan sınır kişilik örgütlenmesi olasılığına işaret
eder. Tüm bu betimleyici öğeler, sınır kişilik örgütlenmesinin yalnız-
ca muhtemel tanısal işaretleridir. Kesin tanı, betimleyici semptomlara
değil, karakteristik ben patolojisine bağlıdır. Aşağıdaki semptom ka-
tegorileri, tüm semptomları içeren bir liste oluşturmamaktadır.

1. Kaygı: Bu hastaların genelde kronik, dağınık, bir yere bağlan-


mayan kaygıları vardır. Bu semptom, birçok başka semptom ya da pa-
tolojik karakter özelliğiyle birlikte bulunduğunda özellikle anlam ka-
zanır. Böyle bir durum, kaygının diğer semptomların ve karakter
özelliklerinin bağlama kapasitesini aştığı anlamına gelmektedir. Buna
bir istisna, ikincil olarak bir döndürme semptomu şeklinde özgül bir
anlam kazanmış kronik kaygı tepkisidir, ancak bu da muhtemelen yal-
nızca analitik açımlama ile saptanabilir. Ayrıca, yoğun psikoterapide-
ki bazı hastalar, kaygının kendisini bir direnç olarak kullanabilirler
(oldukça kronik hale gelebilen bir savunma işlemi); bu tür kaygı da
söz konusu olan kaygı türünden ayrı tutulmalıdır.

2. Çok Semptomla Nevroz: Birçok hasta, birden çok nevrotik semp-


tomla başvurur, ancak burada yalnızca aşağıdaki nevrotik semptom-
lardan iki ya da daha fazlasıyla başvuran hastalardan söz ediyorum:
a. Birden çok fobi; özellikle hastanın günlük yaşamına ciddi kısıt-
lamalar getiren fobiler: Burada ayrıca kişinin kendi vücuduyla ilgili
olmayan (dış nesnelerle ilgili) fobilerden (tipik hayvan fobileri, fırtına
korkusu, yükseklik korkusu, vb.) farklı olarak kişinin vücuduyla ya
da görünüşüyle ilgili fobiler (yüz kızarması korkusu, başkalarının
yanında konuşma korkusu, bakılıyor olma korkusu) ve son olarak ta-
kıntılı nevroza doğru geçiş öğeleri içeren fobiler (kirden korkma, kir-
lenme korkusu) önemlidir. Birden çok fobi, özellikle ciddi sosyal ket-
lenmeleri ve paranoid eğilimleri içeren fobiler, sınır kişilik örgütlen-
SENDROM I 25

meşinin muhtemel kanıtlarıdır.


b. Benle ikincil bağdaşma, dolayısıyla "aşırı değer atfedilen" dü
şünce ve eylem niteliği kazanmış takıntılı-zorlantıh semptomlar: Ger
çekliği değerlendirme yetisi muhafaza edilmesine ve hasta saçma dü
şünce ya da edimlerden kurtulmaya çalışmasına rağmen, bu edimleri
aynı zamanda rasyonalize etmeye de çalışır. Örneğin, zorlantılı el yı
kama ve kirlenme ritüelleri olan bir hastanın, temizlik, kirin tehlikele
ri, vb. hakkında gelişmiş "makul" bir değerlendirme sistemi vardı.
Burada ayrıca paranoid ya da hipokondriak nitelikte takıntılı düşünce
leri olan hastalar da önemlidir.
c. Birden fazla, gelişmiş ya da tuhaf döndürme semptomu (özellik
le de kronikse) ya da hatta tek semptomdan oluşan, ancak yıllardır de
vam eden ciddi döndürme tepkisi; ayrıca, vücutla ilgili halüsinasyon-
lara yaklaşan ya da karmaşık duyumlar ya da bir dizi tuhaf nitelikte
hareket içeren gelişmiş türde döndürme semptomları.
d. Çözülme tepkileri, özellikle de histerik "alacakaranlık durumla
rı" ve fügler ile bilinçte bozulmaların eşlik ettiği amnezi.
e. Hipokondri: Bu nadir ve tartışmalı kümelenme, muhtemelen
semptomatik nevrozdan çok karakter patolojisiyle ilintilidir. Burada
özellikle konumuzla ilgili olan nokta, sağlıkla aşırı meşgul olma ve
kronik hastalık korkusunun, kronik semptomlar, sağlık ritüelleri ve
kişinin kendi sağlık ve semptomları üzerinde yoğunlaşmak üzere ken
dini sosyal yaşamdan çekmesi biçiminde ortaya çıktığında, çoğu za
man sınır kişilik örgütlenmesinde bulunmasıdır. Bu, yoğun kaygı du
yan ve bu kaygıya ikincil olarak hafif hipokondriak eğilimleri olan
hastalar için geçerli değildir.
f. Diğer herhangi bir semptomatik nevrozla birlikte paranoid ve hi
pokondriak eğilimler: Bu muhtemel bir sınır kişilik örgütlenmesi tanı
sına işaret eden tipik bir kombinasyondur. Tabii ki birçok hastanın ha
fif paranoid özellikleri ve yukarıda da belirtildiği gibi kaygıya eşlik
eden bazı hipokondriak eğilimleri vardır; ancak burada sözünü etti
ğim kişiler, açık bir biçimde ve nispeten şiddetli paranoid kişilik eği
limleri ve yoğun kaygı tepkisine ikincil olmayan açık bir biçimde hi
pokondriak eğilimleri olan hastalardır.
Burada yine vurgulanması gereken bir husus, yukarıdaki semptom-
lardan hiçbirinin varlığının kendi başına sınır kişilik örgütlenmesi için
muhtemel bir kanıt teşkil etmediğidir. Bu semptom kategorilerinden
iki ya da daha fazlasının mevcut olması, kişilik yapısının altında sınır
patoloji yatması olasılığına karşı bizi uyarmalıdır.
■ S|NIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 26
„ ç ^ biçimli Sapık Cinsel Eğilimler: Burada çeşitli sapık eğilim-
lerin bir arada bulunduğu, görünür bir cinsel sapması olan hastalardan
söz ediyorum. Örneğin, bu gruba ait erkek bir hasta, sadist öğeler içe-
ren heteroseksüel ve eşcinsel rasgele ilişkilere giriyordu. Yine eşcin-
sel olan bir başka erkek hasta, kendisini kadınlara teşhir ediyordu. Bir
kadın hastada eşcinsellik ve sapık mazoşist heteroseksüel eğilimler
vardı. Genital yaşamları kararlı bir cinsel sapmada odaklasan ve özel-
likle de böyle kararlı bir sapmayı sabit nesne ilişkileriyle birleştiren
hastalar, bu kategoriye dahil değildir. Öte yandan, görünür cinsel dav-
ranışı tamamen ketlenmiş, ancak bilinçli fantezileri, özellikle de mas-
türbasyon fantezileri cinsel tatmin elde etmenin şartı olarak birden
fazla sapık eğilim içeren hastalar vardır. Bu tür semptomlar sınır kişi-
lik örgütlenmesinin muhtemel kanıtlandır. Sapık fanteziler ne kadar
kaotik ve çeşitliyse ve bu etkileşimlerle bağlantılı olan nesne ilişkileri
ne kadar kararsızsa, sınır kişilik örgütlenmesi olasılığı o kadar kuv-
vetle dikkate alınmalıdır. Tuhaf sapıklık biçimleri, özellikle ilkel sal-
dırganlık içeren ya da genital ereklerin yerine boşaltım ereklerinin
(işeme, dışkı boşaltma) ilkel bir biçimde koyulduğu sapıklık biçimleri
de altta sınır bir kişilik örgütlenmesinin yattığına işaret ederler.

4. "Klasik"Psikoz Öncesi Kişilik Yapılan:


a. Paranoid kişilik (temel betimleyici tanıyı belirleyecek kadar şid
detli paranoid eğilimler);
b. Şizoid kişilik;
c. Hipomanik kişilik ve şiddetli hipomanik eğilimleri olan "sikloti-
mik" kişilik örgütlenmesi.
Bir sendrom olarak depresyon, nevrotik ve psikotik depresyon dü-
zeyleri arasında sınır özelliklerle ortaya çıkabilmesine karşın, şiddetli
mazoşist karakter özellikleri olan depresif hastaların ya da Laugh-
lin'in (1956) "depresif kişilik" adını verdiği psikopatolojisi olan hasta-
lann buraya dahil edilmediğini vurgulamalıyım. Bu hasta kategorisi
ilerde, mazoşist karakter eğilimlerinden söz edildiği sırada ele alına-
caktır.

5. İtki Nevrozu ve Madde Bağımlılıkları: Burada sözünü ettiğim,


"itki dolu" epizodlar dışında benle bağdaşmayıp epizod sırasında ben
le bağdaşan ve gerçekte oldukça haz verici olan bir itkinin, içgüdüsel
ihtiyaçlara doyum sağlayacak bir biçimde kronik ve tekrarlamalı ola
rak patlak verdiği ciddi karakter patolojisi türleridir. Tipik örnekler
SENDROM I 27

alkolizm, madde bağımlılıkları, bazı psikolojik kökenli şişmanlık tür-


leri ve kleptomanidir. Bu grup, aslında sapık semptomun patlama
özelliğine sahip olup epizodik olarak ortaya çıktığı, özgül epizodlar
dışında ise sapık itkinin benle bağdaşmayıp şiddetle reddedildiği cin-
sel sapıklık türleriyle birleşir. Bu grup, ayrıca genel olarak "eyleme
koyma" kişilik bozukluklarıyla da (birazdan bu gruptan da söz edece-
ğim) birleşir; bu iki grup arasındaki fark, niceliksel bir farktır, itki
nevrozları, doğrudan içgüdüsel doyum sağlayan, tercih edilen ve ge-
çici olarak benle bağdaşan tek bir çıkış çevresinde odaklanır görün-
mektedir; buna karşın, "eyleme koyma" karakterlerinde, daha genel-
leşmiş bir itki denetimi eksikliği, birden çok alanda daha kaotik itki
ve savunma kombinasyonları ve daha az belirgin benle bağdaşma ile
belli bir itkinin daha az kaba ve daha az doğrudan doyumu söz konu-
sudur.

6. "Alt Düzey" Karakter Bozuklukları: Burada, klasik karşıt tepki


kurma türü karakter yapısı ve daha hafif "kaçınma kişilik özellikli"
karakterlerden farklı olarak, tipik olarak kaotik ve itki dolu karakterin
temsil ettiği ciddi karakter patolojisinden bahsediyorum. Bu hususu,
sınır kişilik örgütlenmesinin yapısal analizi sırasında açıklığa kavuş-
turmaya çalışacak ve başka bir yazımdaki (1966), karakter patolojisi-
nin bir süreklilik üzerinde, bastırıcı mekanizmaların ya da bölme me-
kanizmalarının hâkimiyet derecesine göre ("üst düzey"den "alt dü-
zey'^) sınırlandırılabileceği şeklindeki önerimden söz edeceğim. Kli-
nik açıdan bakıldığında, tipik histerik kişiliklerin çoğu sınır yapılar
değildir; bu, takıntılı-zorlantılı kişiliklerin çoğu ve "depresif kişilik"
(Laughlin, 1956) ya da daha iyi bütünleşmiş mazoşist kişilikler için de
geçerlidir. Buna karşılık, birçok çocuksu kişilik ve çoğu tipik narsi-sist
kişiliklerde altta sınır örgütlenme yatar; "mış gibi" kişilikler de bu son
gruba dahildir. İncelemiş olduğum kesin olarak antisosyal olan kişilik
yapılarının tümünde tipik bir sınır kişilik örgütlenmesi söz ko-
nusuydu.
Şimdi kısaca histerik kişiliklerin, çocuksu kişiliklerin ve narsisist
kişiliklerin ayırıcı tanısını gözden geçireceğim; benim görüşüme göre
bu kişilikler şu bakımdan bir süreklilik temsil etmektedirler: Histerik
kişilik, tipik bir "üst düzey" karakter nevrozudur; çocuksu kişilik, ti-
pik sınır alana kadar uzanan "orta düzey" bir karakter bozukluğudur;
narsisist kişilik, sürekliliğin orta kısmına kadar ulaşmasına karşın ti-
pik bir "alt düzey" kişilik bozukluğudur.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 28

a. Histerik Kişilik ve Çocuksu Kişilik. Histerik kişiliklerde temel


karakter kümelenmeleri, aşağıdaki başlıklarla ilintili olarak gruplara
ayrılabilir: (i) Duygusal değişkenlik; (ii) "aşırı ilgi"; (iii) bağımlı ve
teşhirci özelliklerin kombinasyonu; (iv) sahte aşırı cinsellik ve cinsel
ketlenme; (v) erkeklerle ve kadınlarla seçici rekabet ve (vi) mazoşist
özellikler. Tüm bu başlıkları sistematik bir şekilde gözden geçirmek
yerine, zaman zaman histerik kişilik ile karıştırılabilen çocuksu kişi-
lik yapısıyla (Easser ve Lesser, 1965) ayırıcı tanı açısından ilgili olan
hususları vurgulayacağım.
(i) Duygusal değişkenlik. Histerik kişilikte sahte aşırı duygusallık,
bastırmayı pekiştiren bir savunma işlemi olarak kullanılır; özellikle
çatışma alanlarında (cinsel ilişkiler) ve tipik bir aktarım direnci olarak
göze çarpar. Ancak bu hastalar, çatışmanın olmadığı alanlarda duygu-
sal açıdan oldukça kararlı olabilirler ve duygusal tepkileri uygun ola-
bilir. Kocasıyla ilişkisinde ya da aktarımda bir duygusal krizden çıkıp
diğerine giren histerik bir hasta, işinde olağanüstü bir biçimde kararlı
ve tepkileri uygun olabilir. Buna karşılık, çocuksu kişilikte duygusal
değişkenlik genelleşmiştir ve dağınıktır. Hayatlarında çatışmanın bu-
lunmadığı çok az alan vardır (tabii eğer varsa) ve bu, histerik kişilikle
karşılaştırıldığında çocuksu kişiliklerin sosyal açıdan daha uygunsuz
oldukları anlamına gelir. Histerik kişilikler, belli alanlarda ve yalnız-
ca belli bir çatışma doruğa tırmandığında bir itki denetimi eksikliği
gösterirler; çocuksu kişiliklerde itki denetimi eksikliği çok daha genel
bir şekilde tezahür eder.
(ii) "Aşırı ilgi". Histeriklerin başkalarıyla ilişkilerinde aşırı ilgileri
yüzeyde oldukça yerinde görünebilir. Uzman olmayan gözlemciler,
bunu kadınlarda genelde tipik bir kadınsı cazibe olarak değerlendirir-
ler. Çocuksu yapışma -devamlı yakın olma ihtiyacı-, yalnızca bazı
seçilmiş ilişkilerde meydana gelir, özellikle heteroseksüel ilişkilerde
göze çarpar ve bu ilişkilerde genital korkulara karşı gerilemeli bir sa-
vunmayı temsil eder. Histerik kişiliklerin "dışa dönüklüğü", başkala-
rıyla çabuk, ancak yüzeysel sezgisel rezonansı ve fantezi, sanat ya da
edebiyatın duygusal yönleriyle aşırı özdeşleşmeleri, sağlam ikincil
süreç düşüncesi ve ortamın gerçekliğinin gerçekçi bir değerlendirme-
si çerçevesinde gelişir. Buna karşılık çocuksu kişilikte, çocuklara öz-
gü aşın özdeşleşme daha umutsuz, daha yersiz bir nitelik taşır; başka-
larıyla yüzeyde iyi bir uyumu olmasına karşın onların niyetlerini, iç
dünyalarını bariz bir biçimde yanlış anlar.
(iii) Bağımlılık ve Teşhir İhtiyaçları. Oral bağımlılık ihtiyaçlarının
SENDROM i 29

doğrudan genital teşhir ihtiyaçları ile bağlantılı olduğu histerik kişi-


likte, sevilme, ilgi ve çekim odağı olma ihtiyacının daha çok cinsel bir
yönü vardır. Çocuksu karakterde, ilgi ve çekim odağı olma ihtiyacı
daha az cinselleştirilmiştir ve daha çaresiz, temelde oral olarak belir-
lenmiş ve uygunsuz bir biçimde talepkâr bir niteliğe sahiptir; teşhirci-
lik, "soğuk" bir niteliğe sahiptir ki bu da daha ilkel narsisist eğilimleri
yansıtır.
(iv) Sahte Aşırı Cinsellik ve Cinsel Ketlenme. Yüzeyde cinsel tah-
rik ve altında cinsel ketlenme (frijidlikte olduğu gibi), histerik kişilik
yapısında tipiktir. Çocuksu kişilikte, cinsel tahrik genelde daha doğ-
rudan, daha kaba, sosyal olarak daha uygunsuz bir nitelik taşır ve kar-
şı cinse gerçekten cinselleşmiş bir yaklaşımdan çok oral olarak belir-
lenmiş teşhircilik ve talepkârlığı yansıtır. Histerik kadınlarda rasgele
cinsel ilişkiye girme, çocuksu kadınlarda olduğundan çok daha nadir-
dir. Histerik kişilik, cinsel ilişkilerin şiddetli oidipal yönlerini gösterir
(kronik olarak yaşı ilerlemiş ya da ulaşılamaz erkeklerle ilişkiler gibi)
ve ilişki için bazı nevrotik önkoşullar yerine getirildiği sürece cinsel
bir eşle kararlı bir ilişki yetisine sahiptir. Buna karşılık çocuksu kişi-
likte, cinsel ilişkiler daha çok "akıntıya kapılmış" bir niteliğe sahiptir
ve nesne ilişkilerinde çok az kararlılık vardır. Ayrıca, histerik kişilikte
genelde cinsel fantezilerin dağınık bastırılması hâkimken çocuksu
kişilikte ilkel çok biçimli sapık nitelik taşıyan bilinçli cinsel fanteziler
bulunabilir.
(v) Erkeklerle ve Kadınlarla Rekabet. Histerik kişiliklerde, aynı
cinsle rekabet örüntüsü ile karşı cinsle rekabet örüntüsü arasında ge-
nelde çok daha kesin bir ayınm vardır. Erkeklerle rekabet etme eğili-
mi olan histerik kadınlar (cinsel açıdan aşağı konumlannı inkâr etmek
için), bu açıdan genelde kararlı karakter örüntüleri geliştirirler; diğer
kadınlarla rekabetlerinde, diğer rekabet kaynaklarına oranla genelde
oidipal rekabet hâkimdir. Buna karşılık çocuksu kişilikte, erkeklere
ve kadınlara karşı tipik davranışta daha az ayınm vardır; genelde daha
az kronik rekabet vardır ve şiddetli olumlu ve olumsuz duygular ara-
sında, boyun eğme ve çocuğa özgü başkalannı taklit ile kısa süren
inatçı huysuz muhaliflik arasında hızlı gidip gelmeler vardır.
(vi) Mazoşizm. Mazoşizmi, daha genel olarak depresif-mazoşist ki-
şilik yapısı bağlamında ele alacağım. Kısaca ifade edersem, dinamik
olarak katı ve cezalandmcı bir üstbenle bağlantılı karakter özellikle-
rinde tezahür ettiği şekliyle "üst düzey" adını verdiğim mazoşizm, ço-
ğu zaman histerik kişilik yapısının bir parçasıdır. Buna karşılık, çok
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 30

daha az suçluluk duygusunun olduğu ve sadist özelliklerle mazoşist


özelliklerin birbirinin içine daha çok girdiği "orta düzey" ya da "alt
düzey" mazoşist karakter özelliklerine çocuksu kişilikte yaygın ola-
rak rastlanır.
Özetlersek, histerik kişilikte ben ve üstben bütünleşmesi daha iyi-
dir, çatışma içermeyen ben işlevlerinin ve yapılannın yelpazesi daha
geniştir ve oral çatışmalar olmasına karşın, oidipal çatışmalar oral ça-
tışmalardan çok daha ağırlıklı olarak görülür. Histerik kişiliğin cinsel
çatışmaları, genital dönem öncesi çatışmalara oranla çok daha fazla
genital çatışmaları temsil eder (Easser ve Lesser, 1965). Buna karşılık
çocuksu kişilikte, genital dönem öncesi sorunlar, özellikle de oral so-
runlar hâkimdir. Çocuksu kişilikte, kararlı nesne ilişkileri yetisi histe-
rik kişilikle karşılaştırıldığında daha düşüktür ve bastırmanın çökme-
siyle ilkel çok biçimli cinsel fanteziler ortaya çıkmıştır. Çocuksu kişi-
liklerde, histerik kişiliklere oranla daha oral-talepkâr, saldırgan içe-
rikli, çocuksu bir "bağımlılık" görülür. Daha derin bir düzeyde ise ço-
cuksu kişilik yapısı olan hastalar, içselleştirilmiş nesne ilişkilerindeki
ciddi çarpıtmalarla bağlantılı olarak başkalarına bağımlı olma konu-
sunda bir yetersizlik gösterirler.

b. Narsisist Kişilik. Yukarıda tipik histerik kişiliklerde, altta sınır


bir kişilik örgütlenmesinin yatmadığı belirtilmişti. Birçok çocuksu ki-
şilikte sınır bir kişilik örgütlenmesi vardır; bu, çoğu narsisist kişilik
için de geçerlidir. Şimdi kısaca narsisist kişilikleri betimleyelim: Be-
nim görüşüme göre, "narsisist kişilik yapısı", yalnızca aşağıda belirti-
len karakter özellikleri kümelenmesine sahip hastalar için kullanıldı-
ğında, bu hastaların çoğunda altta sınır kişilik örgütlenmesi yatmak-
tadır.
Betimleyici bir terim olarak "narsisist" terimi hem suiistimal edil-
miş, hem de kullanımında aşırıya kaçılmıştır. Ancak temel sorunun,
nesne ilişkilerinde özgül bozulmalarla bağlantılı olarak kendilik say-
gısında bozulmalar olduğu ve patolojik narsisizm gelişiminin "saf bir
kültürü" olarak nitelendirebileceğimiz hastalar vardır (Van der Wa-
als, 1965). Ben, "narsisist kişilikler" terimini yalnızca bu hastalar için
kullanmayı uygun görüyorum. Yüzeyde, bu hastalar ciddi bir biçimde
gerilemiş görünmezler; bazıları sosyal olarak çok iyi işlev görürler ve
genelde çocuksu kişilikten çok daha iyi itki denetimine sahiptirler.
Bu hastalar, diğer insanlarla etkileşimlerinde alışılmadık düzeyde
kendilerinden söz ederler, başkaları tarafından sevilmeye ve hayran-
SENDROM I 31

lık duyulmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar ve görünüşte garip bir çelişki
yaratacak şekilde, çok şişkin bir kendilik kavramının yanı sıra başka
insanlardan haddinden fazla takdir alma ihtiyacı gösterirler. Duygusal
hayatları sığdır. Başkalarının duygularına pek eşduyum duymazlar,
başkalarından aldıkları takdir ya da kendi büyüklenmeci fantezileri
dışında hayattan pek haz almazlar ve dışarıdan gelen pırıltı
solduğunda ya da kendilik saygılarını besleyen yeni kaynaklar olma-
dığında huzursuzluk ve sıkıntı hissederler. Başkalarına haset ederler,
narsisist destek bekledikleri kişileri idealleştirme, hiçbir şey bekleme-
dikleri kişileri ise (genelde eski ilahları) küçük görme ve onlara tepe-
den bakma eğilimi gösterirler. Genelde başka insanlarla olan ilişkileri
sömürücü ve bazen asalaktır. Sanki suçluluk duygusu duymadan baş-
kalarını denetlemek, onlara sahip olmak ve onları sömürmek hakkına
sahip olduklarını hissetmektedirler - ve çoğu zaman çekici ve davet-
kâr olan bir yüzün arkasında, soğukluk ve acımasızlık hissedilir. Çoğu
zaman bu hastaların, başkalarının hayranlık ve takdirine ihtiyaç
duydukları için "bağımlı" oldukları düşünülür, ancak daha derin bir
düzeyde, derin güvensizlikleri ve başkalarını küçümsemeleri nede-
niyle herhangi bir kişiye gerçekten kesinlikle bağımlı olamazlar.
Analitik açımlama çoğu zaman, bu hastaların kibirli, büyüklenmeci
ve denetleyici davranışlarının, psikopatolojilerinde çok önemli bir
rolü olan oral öfkenin yansıtılmasıyla bağlantılı paranoid özelliklere
karşı bir savunma olduğunu ortaya koyar. Yüzeyde bu hastalar, genel-
de göze çarpıcı bir nesne ilişkileri yokluğu sergilerler; daha derin bir
düzeyde, etkileşimleri, korkutucu bir niteliğe sahip çok yoğun ilkel
içselleştirilmiş nesne ilişkilerini ve içselleştirilmiş iyi nesnelere ba-
ğımlı olamama durumunu yansıtır (Rosenfeld, 1964). Antisosyal kişi-
lik, narsisist kişiliğin bir alt grubu olarak kabul edilebilir. Antisosyal
kişilik yapılarında, biraz evvel bahsi geçen genel özellik kümelenme-
sine ek olarak ciddi üstben patolojisi bulunur.
Şimdi göstermiş olduğumuz çaba, yani karakter patolojisini muh-
temel sınır kişilik örgütlenmesi göstergelerini ne ölçüde yansıttığına
bakarak sınıflandırma çabası iki soruyu da beraberinde getirmektedir:
(i) Tüm bu karakter kümelenmeleri arasında kesin betimleyici ayırıcı
tanı yapmak mümkün müdür? (ii) Karakter patolojisinin bir süreklilik
üzerinde yerini tam olarak saptama çabası tehlikeli bir katılık içermi-
yor mu? Bu soruların gündeme gelmesinde rol oynayan olgulardan
biri, her bir karakter örgütlenmesi türü içinde genelde çok dalgalanma
olmasıdır; örneğin, tipik histerik kişiliklerde sınır özellikler olabil-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 32

mektedir. Bu sorulardan ilkine cevabım evet olacaktır; betimleyici


ayırıcı tanı, klinik psikiyatride betimleyici tanının alışıldık sınırlama-
ları dahilinde mümkündür. Maalesef, bu hususun daha fazla irdelen-
mesi bu kitabın sınırlarını aşmaktadır. İkinci soruya da cevabım evet
olacaktır; burada bahsi geçen karakter kümelenmelerinden herhangi
biriyle başvuran bir hastayı, tüm karakter patolojisi sürekliliği boyun-
ca herhangi bir noktaya yerleştirmek mümkün olabilir. Örneğin, tipik
narsisist karakterli hastalar hiç de "sınır"da olmayabilir. Yine de, ya-
vaş yavaş şu kanıya vardım ki, betimleyici tanı iyi bir temele oturdu-
ğunda ve vakanın betimleyici tanının ötesine geçer görünen özellikle-
ri özenle kaydedildiğinde, gerçekten de hastayı karakter patolojisinin
ciddiyeti ile ilgili bir süreklilik üzerinde, daha sonra kesin karara var-
mak üzere bir noktaya yerleştirmek mümkündür. Hastanın süreklili-
ğin "alt düzey"ine yerleştirilmesi, muhtemel bir sınır karakter patolo-
jisine işaret eder.

c. Depresif-Mazoşist Karakter Yapıları, (i) Depresif Kişilik. Depre-


sif-mazoşist karakter yapısı çok karmaşık bir karakter patolojisi türü-
dür, ancak yine bu nedenden dolayı da bu karakter yapısını karakter
patolojisi sürekliliğine örnek verirken kullanabiliriz. Laughlin (1956)
tarafından betimlendiği şekliyle "depresif kişilik", temel olarak karşıt
tepki kurmayla karakterize olan "üst düzey" karakter yapısına iyi bir
örnektir. Ortaya çıkışında genital dönem öncesi patoloji ağır bassa da,
yapısal olarak bu patoloji türü histerik ve takıntılı-zorlantıh karakter-
lere oldukça yakındır. Biraz değişik bir mazoşist kişilik örgütlenmesi
türü de sürekliliğin aynı şekilde üst düzeyine yerleştirilmelidir. Bura-
da sözünü ettiğim, histerik kişiliklerde sıkça görülen ve dinamik ola-
rak genitalite konusunda bilinçdışı suçluluk duygusunun eyleme ko-
yulmasını temsil eden mazoşist özelliklerdir (örneğin, temel olarak
içselleştirilmiş yasaklayıcı oidipal anneyi temsil eden katı bir üstbeni
olan histerik bir hasta).
(ii) Sadomazoşist Karakter. Tipik olarak "sadomazoşist" karakterle
temsil edilen ve muhtemelen sürekliliğimizde "orta düzey"de bir nok-
tada bulunacak olan daha alt düzeyde bir mazoşist kişilik örgütlenmesi
vardır. "Yardımı reddeden şikâyetçilerin" (Frank vd., 1952) önemli bir
bölümü muhtemelen bu kategoriye dahil edilebilir. Bu özellikler,
bazı çocuksu kişiliklerde de görülür. Mazoşist ve sadist karakter özel-
likleri belli bir kombinasyonda bulunur, depresif mükemmeliyetçilik
yoktur ve sadist içgüdüsel türevler, itkisel karakter özelliklerine daha
SENDROM I 33

doğrudan bir yol bulurlar. Depresif kişilik özellikleri olan "üst düzey"
hasta grubundan farklı olarak, bu grupta bazı sınır hastalar görmekte-
yiz.
(iii) İlkel Kendine Yönelik Yıkıcılık. Mazoşist ihtiyaçların nispeten
ilkel cinselleştirrnesinin meydana geldiği, bazen mazoşist sapık eği-
limlerin olduğu ve saldırganlığın ayırım yapmaksızın dışarıya ya da
kişinin kendi vücuduna yönelik olarak boşaltıldığı "alt düzey" bir ma-
zoşist karakterler grubu vardır. Ciddi kendine yönelik yıkıcılıkları
olan (ancak iyi bütünleşmiş bir üstbeni olmayan ve suçluluk duygusu
hissetme yetisi yokluğunun göze çarptığı) hastalar, bu gruba dahil
edilirler. Bunun tipik örnekleri, kendilerini keserek ya da kendilerine
başka yollarla fiziksel zarar vererek veya büyük öfke duyarak ve pra-
tik olarak depresyon olmaksızın gerçekleştirdikleri ve itkisel, intihar
anlamına gelebilecek hareketlerle özgül olmayan kaygı rahatlaması
elde eden hastalardır. Dinamik bir bakış açısından, bu hastalarda oidi-
pal dönem öncesi çatışmalar hâkimdir; saldırgan ve cinsel itkilerin
nispeten ilkel bir birleşmesi ve ayrılması söz konusudur. Bu hastaların
çoğunda, belki de hepsinde altta sınır kişilik örgütlenmesi yatar.
Depresif-mazoşist özelliklerle ilintili üç karakter patolojisi düze-
yinde, üst düzeydeki hastaların alt düzeyde olanlara oranla daha fazla
depresyon yaşadıklarına dikkat edilmelidir. Bu bizi, sınır kişilik ör-
gütlenmesi analizimizde bir semptom olarak depresyonun tanısal de-
ğeri olup olamayacağı sorusuna götürür.
(iv) Semptomatik Depresyon. Her şeyden önce, bir semptom olarak
depresyonu, depresif-mazoşist karakter özelliklerinden ayırt etmek
gerekir. İkincisi, semptomatik depresyonun niteliği önemlidir, çünkü
depresyona ne kadar çok samimi suçluluk duygulan, pişmanlık ve
hastanın kendiyle ilgili tasalar eşlik ediyorsa, bunlar o kadar üstben
bütünleşmesine delalettir. Kudretsiz bir öfke ya da idealleştirilmiş
kendilik kavramıyla ilgili bir çöküşle bağlantılı olarak çaresizlik-
umutsuzluk niteliği taşıyan bir depresyon, bir üstben bütünleşmesi
göstergesi olarak daha az değer taşır. Bu, tartışmamız açısından
önemlidir, çünkü üstbenin bütünleşmesi ne kadar iyiyse, karakter pa-
tolojisinin düzeyi o kadar yüksektir. Üçüncüsü, semptomatik depres-
yonun niceliği ve tüm ben işlevleri üzerinde ne ölçüde düzensizlik ya-
ratıcı bir etkisi olduğu önemlidir. Depresif tepkinin psikotik derecesi-
ne yaklaşan ve "depresif kişiliksizleşme" biçiminde ben dağınıklığı ve
gerçeklikteki duygusal ilişkilerden ciddi bir çekilme oluşturma eğilimi
gösteren şiddetli depresyon, bu aşamada sınır kişiliğin ek bir
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 34

muhtemel göstergesi olarak görülebilir. Böyle durumlarda, "bozulma-


mış" üstben işleyişine rağmen (daha doğrusu bu yüzden), ben, aşın
katı, sadist bir üstbene katlanamaz. Depresyonun varlığıyla ilgili ola-
rak ele alınan bu üç husus (depresyonun niteliği, niceliksel faktörler
ve depresif-mazoşist karakter örgütlenmesinin düzeyi), bir semptom
olarak depresyonun doğrudan sınır kişilik örgütlenmesinin göstergesi
olarak kullanılmaması gerektiğini açıkça ortaya koymaktadır. Hem
aşırı depresyon, hem de depresyonun olmaması, "alt düzey" karakter
örgütlenmesine işaret edebilir. Burada depresyonun niceliğinin yanı
sıra niteliği de önemlidir.
Depresif-mazoşist karakter özellikleri sorununun ve semptomatik
depresyonun analizinin ayrıntılarına girmemin nedeni, "üst düzey" ve
"alt düzey" karakter patolojisi sürekliliği önerisinin tanısal etiketlerin
basit bir sıralanmasından ibaret olmadığını ve özel betimleyici, ama
aynı zamanda dinamik ve yapısal, klinik hükümler gerektirdiğini vur-
gulamak içindi.
Özetleyecek olursak, yeterli yoğunlukta olduğu takdirde psikopa-
tolojinin betimleyici özelliklerinden hareket ederek muhtemel sınır
kişilik örgütlenmesi tanısı haklı gösterilebilir. Ancak tanıyla ilgili ni-
hai karar, bu vakaların yapısal analizine bağlıdır; bu da bir sonraki
başlıktır.

YAPISAL ANALİZ
Psikanalitik açıdan, "yapısal analiz" teriminin birden çok anlamı ola-
bilir. ilk olarak, zihinsel süreçlerin üç ruhsal yapı (ben, id, üstben) açı-
sından analizi anlamına gelir. Bu, Freud'un, yapısal analiz terimini,
daha önceki "topografik" bakış açısından ayırmak için kullandığı an-
lamıdır. İkinci olarak, daha geniş anlamıyla yapısal analiz, Hart-
mann'ın (Hartmann, Kris ve Loevvenstein, 1946) ve özellikle de Rapa-
port ve Gill'in (1959) bene bakış açılarıyla bağlantılıdır; bu bakış açı-
sına göre ben, şunların bir kombinasyonudur: (a) Zihinsel süreçlerin
yönlendirilmesini belirleyen ve yavaş değişen yapılanmalar ya da
"yapılar", (b) bu zihinsel süreçlerin ya da "işlevler"in kendileri ve (c)
"eşikler". Klinik açıdan, "yapısal analiz" teriminin bu ikinci anlamda
kullanılması, bilişsel yapılar (temel olarak ikincil süreç düşüncesine
karşılık birincil süreç düşüncesi) (Rapaport, 1957) ve savunma işlem-
leri (savunma mekanizmalarının kümelenmesi ve karakterin savun-
maya yönelik yönleri) üzerinde yoğunlaşılmasıyla ortaya çıkar. "Ya-
SENDROM I 35

pjsal analiz" teriminin üçüncü bir anlamı vardır. Daha yakm zaman-
larda yapısal analiz, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin yapısal türevle-
rinin analizi anlamında kullanılmıştır (Fairbairn, 1951; Kernberg,
1966). Yapısal analizin ilk ve ikinci anlamları tabii ki yakından ilişki-
lidir ve Hartmann'ın görüşünde birleştirilebilir; Hartmann, id, ben ve
üstbeni, her biri kendi işlevleriyle tanımlanan ruhsal aygıtın üç genel
yapısı olarak kabul etmektedir; bu yapılar içinde özgül işlevler alt ya-
pılan belirler, alt yapılarsa yeni işlevler belirler. Sınır kişilik örgütlen-
mesini analiz etmeye çalışırken, önce beni, alt yapıları ve işlevleri bü-
tünleştiren genel bir yapı olarak gören yapısal analiz türünü uygulaya-
cak, sonra da içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin bu psikopatoloji tü-
rüyle ilişkili olan özgül yapısal türevlerini analiz edeceğim.

1. Özgül Olmayan Ben Zayıflığının Tezahürü: "Ben zayıflığı" kav-


ramının aşın genişletilmesi ve suiistimal edilmesi, bazı kişilerin bu
kavramı tamamen bir kenara bırakmasına yol açmıştır. "Ben zayıflı-
ğının çeşitli yönleri belirlenir ve diğerlerinden ayırt edilirse, bu kav-
ram yararlı olmayı sürdürecektir. Ben zayıflığının "özgül" yönleri
vardır; bunlar, sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiği olan ilkel
savunma mekanizmalarının hâkimiyetidir. Ben zayıflığının "özgül ol-
mayan" yönleriyle, şu üç özelliği kast ediyorum (Wallerstein ve Rob-
bins, 1956): (a) Kaygı tahammülü eksikliği; (b) itki denetimi eksikliği;
(c) gelişmiş yüceltme kanalları eksikliği. Kendilik ve nesne imgeleri
arasındaki aynşmanın belli bir dereceye kadar olmayışı ve buna eşlik
eden ben sınırlarının netliğinin kaybolması, sınır patoloji alanında
ben zayıflığının diğer bir "özgül olmayan" yönü olarak kabul edilebi-
lir, ancak bu yön, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojisiyle ya-
kından bağlantılıdır ve bu bağlamda ele alınacaktır. Karakter örüntü-
lerinin katılığı, bazen yanlış bir şekilde ben kuvvetinin bir göstergesi
olarak kabul edilmektedir; karakter patolojisinin ne aşırı katılığı ne de
"aşın akışkanlığı", kendi başına ben kuvvetini ya da ben zayıflığını
temsil eder; bu iki durum da karakter patolojisinin özgül örgütlenme
biçimleridir.
Kaygı tahammülü eksikliği, alışıldık düzeyde yaşanana ek her kay-
gının, hastayı ne ölçüde daha fazla semptom oluşturmaya, alloplastik
(dışa yönelik) davranışa ya da ben gerilemesine götürdüğünde görü-
lür. Burada önemli olanın kaygı derecesi olmadığını, benin ek kaygı
"yük"üne nasıl tepki gösterdiği olduğunu vurgulamak gerekir. Bu de-
ğişkeni, kronik ve şiddetli kaygısı olan hastalarda gözlemek zor olabi-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 36

lir. Hiç kaygı olmaması, kendi başına kaygı tahammülü derecesinin


bir göstergesi değildir. Pratik açıdan bakıldığında, belki de bu değiş-
keni yeterli bir biçimde ölçmenin tek yolu, birkaç hafta boyunca iyi
bir tanısal muayene yapmaktır.
İtki dolu karakter bozuklukları, itki denetimi eksikliğine tipik bir
örnektir. Ancak özgül olmayan genelleşmiş itki denetimi eksikliği,
savunmaya yönelik bir karakter oluşumunun bir parçası olarak olduk-
ça bireyselleşmiş "itki denetimi eksikliğinden" ayırt edilmelidir. Başka
bir yazımda (1966), görünüşte yalnızca ben zayıflığına bağlı bir itki
denetimi eksikliği olarak görünen bir şeyin, oldukça özgül savunma
işlemleri yansıtıyor olabileceğini ve çözülmüş bir özdeşleşme sis-
teminin bilince çıkışını temsil edebileceğini belirtmiştim. Böyle bir
durumda bu "itki denetimi eksikliği"nin özgüllüğü, tipik olarak dışa
vurulan itkilerin itkisel davranış sırasında benle bağdaşmasında, söz
konusu olan itki denetimi eksikliği türünün tekrarlamalı niteliğinde,
hastanın kişiliğinin bu kısmıyla kendilik yaşantısının geri kalanı ara-
sında duygusal temasın olmayışında ve son olarak bu çözülmüş "taş-
ma"yı ikincil olarak savunan, herhangi bir duygunun eşlik etmediği
inkârda tezahür eder. Buna karşılık, özgül olmayan itki denetimi ek-
sikliği, tipik olarak çocuksu kişilik yapısında görülür. Çocuksu kişilik
yapısında itki denetimi eksikliği, kestirilemez ve değişken bir itkisel-
lik içeren bir biçimde, kaygıda ya da herhangi bir dürtü türevinde bir
artışın basit bir yansıması olarak ortaya çıkar. Özgül, çözülmüş bir öz-
deşleşme sisteminin tekrar canlandırılmasından çok, ruhiçi gerilimleri
dağıtma yönünde bir çabadır.
Gelişmiş yüceltme kanalları eksikliğini değerlendirmek de zordur;
zekâ düzeyi ve özel beceriler gibi bünyesel yetiler değerlendirilmeli
ve hastanın potansiyeli, yaptıklarıyla karşılaştırılmalıdır. Hastanın
sosyal çevresi de hesaba katılmalıdır. Oldukça teşvik edici, kültüre
ağırlık veren bir sosyal çevrede, hastanın bu çok elverişli çevreye yü-
zeysel bir uyum sağlamış olması, sınır hastanın haz alma ve yaratıcı-
lık eksikliğini gizleyebilir. Buna karşılık, sürekli olarak sosyal açıdan
ciddi biçimde yoksun bir çevrede bulunan hastalar, ifadesiz, neşesiz
ve yaratıcı değil gibi görünebilirler; ancak bu her zaman, daha derin
bir düzeyde yüceltme yetisinin eksikliğinin daha ciddi yönlerini gös-
terdikleri anlamına gelmez. Yaratıcı haz alma ve yaratıcı başarı, yü-
celtme yetisinin temel yönleridir; ne ölçüde çatışmadan bağımsız bir
ben alanının var olduğunun en iyi göstergeleri olabilirler ve dolayısıy-
la bu yönlerin olmaması, ben zayıflığının önemli bir göstergesidir.
SENDROM I 37

2 Birincil Süreç Düşüncesine Kayış: Rapaport'un (1957), bilişsel


anıların düzeyini ikincil süreç düşüncesinin mi birincil süreç düşün- y
inin mj ağırlıklı olduğuna bakarak analiz edişi, bu aşamada konumuzla
ilgilidir. Aslında bu, halen sınır kişilik örgütlenmesinin en güvenilen
klinik tezahürü olarak kabul edilebilir. Rapaport ve arkadaşlarının
(1945-6), nevrotik, "şizofreni öncesi" ("şizofreni öncesi", aşağı vukarı
sınır kişilik örgütlenmesine karşılık gelmektedir) ve psikotik hastalar
arasındaki yapısal ayırım üzerine düşüncelerinin büyük kısmı, ayrıca
birincil süreç düşüncesinin ya da ikincil süreç düşüncesinin ne ölçüde
ağırlıklı olduğunu değerlendirmek üzere yansıtmalı test grubu
kullanmaları, bilişsel yapı düzeyleri analizleriyle bağlantılıdır. Sınır
kişilik örgütlenmesi olan hastalar, klinik ruhsal durum muaye-
nelerinde önceden düşünce süreçlerinde biçimsel bozukluk olduğuna
dair nadiren belirti verirler. Ancak, birincil süreç düşüncesi yansıtmalı
testlerde, özellikle de yapılandırılmamış uyaranlara tepki olarak ilkel
fanteziler biçiminde, test malzemesinin verili kurallanna uyma
yetisinde bir azalma ve özellikle de hastanın kendine mahsus sözel-
leştirmeler kullanmasında ortaya çıkar.
Birincil süreç işleyişi yönünde bir kayışın, eskiden düşünüldüğü
gibi (Knight, 1953a) "özgül olmayan" biçimsel bir gerilemeyi temsil
ettiği şüphelidir. Birincil süreç düşüncesine gerilemenin, sınır kişilik
örgütlenmesinin birkaç yönünün ortaklaşa sonucu olarak ortaya çık-
ması kuvvetle muhtemeldir: (a) Patolojik türden ilkel dürtü türevle-
riyle bağlantılı içselleştirilmiş erken patolojik nesne ilişkilerinin can-
lanması; (b) erken savunma işlemlerinin, özellikle de bilişsel süreçle-
rin bütünleştirilmesini etkileyen genelleşmiş çözülme mekanizmaları-
nın ya da bölme mekanizmalarının canlanması; (c) ilkel nesne ve ken-
dilik imgelerinin kısmen yeniden birleşerek ben sınırlarının kararlılı-
ğını etkilemesi ve (d) yatırım-karşı yatırım dengesindeki özgül olma-
yan kaymalar nedeniyle benin ilkel bilişsel yapılarına doğru gerileme.
Kaynağı ne olursa olsun, birincil süreç düşüncesine doğru gerileme,
halen sınır kişilik örgütlenmesinin en önemli yapısal göstergesidir.
Birincil süreç düşüncesinin yansıtmalı testlerle ortaya çıkması, geliş-
miş psikolojik testleri sınır kişilik örgütlenmesinin tanısı için vazge-
çilmez bir araç haline getirmektedir.

3. Sınır Kişilik Örgütlenmesi Düzeyinde Özgül Savunma İşlemleri:


Benin gelişiminde ve bütünleşmesinde temel bir görev, erken dönem-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 38

deki ve daha sonraki içe atımların ve özdeşleşmelerin, kararlı bir ben


kimliği halinde senteze ulaştırılmasıdır. Başlangıçta, libidinal dürtü
türevlerinin etkisi altında kurulan özdeşleşmeler ve içe atımlar, saldır-
gan dürtü türevlerinin etkisi altında kurulan özdeşleşme ve içe atım-
lardan ayrı olarak oluşturulur ("iyi" ve "kötü" iç nesneler, ya da "olum-
lu" ve "olumsuz" içe atımlar). Başlangıçta içselleştirilmiş nesne ilişki-
lerinin "iyi" ve "kötü"ye ayrılmasının nedeni, erken benin bütünleştirici
yetisinin olmayışıdır. Daha sonraları, başlangıçta bütünleştirme yetisi
eksikliği nedeniyle meydana gelen durum, ortaya çıkan ben tara-
fından kaygının genelleşmesini önlemek ve olumlu içe atımlar (libidi-
nal dürtü türevlerinin etkisi altında kurulan özdeşleşmeler ve içe atım-
lar) çevresinde oluşmuş ben çekirdeğini korumak için savunma amaçlı
kullanılır. Başlangıçta basit bir bütünleştirme eksikliğinden ibaret
olan şeyin, daha sonra aktif olarak başka amaçlar için kullanıldığı be-
nin bu savunma amaçlı bölünmesi, esasen bölme mekanizmasıdır. Bu
mekanizma, normalde doğumdan sonraki bir yıl içinde, ben gelişimi-
nin erken bir safhasında kullanılır ve yerini hızla bastırma ve bastır-
mayla bağlantılı karşıt tepki kurma, yalıtma ve yapıp bozma gibi me-
kanizmalar çevresinde odaklasan benin üst düzey savunma işlemleri-
ne bırakır; tüm bu üst düzey mekanizmalar, bir dürtü türevini ya da
dürtü türevinin fikri temsilini, ya da her ikisini birden bilinçli benden
uzak tutarak beni iç ruhsal çatışmalardan korur. Buna karşılık bu me-
kanizmanın (ve aşağıda sözünü edeceğim diğer bağlantılı mekanizma-
ların) işlemeye devam ettiği patolojik durumlarda, bölme işlemi, şid-
detli çatışma niteliği taşıyan içe atımları ve özdeşleşmeleri, yani libi-
dinal olarak belirlenen içe atımlar ve özdeşleşmelerle saldırgan olarak
belirlenenleri bilince erişime bakmaksızın birbirlerinden çözmek ya
da bunları aktif olarak uzak tutmak suretiyle beni çatışmalardan korur.
Bu durumda, dürtü türevi tamamen duygusal, fikri ve motor bilince
ulaşır, ancak bilinçli ruhsal yaşantının diğer bölümlerinden tamamıyla
ayrı durur. Bu patolojik koşullar altında, çelişkili ben halleri dönü-
şümlü olarak canlanır ve bu çelişkili ben halleri birbirinden ayrı tutu-
labildiği sürece kaygı önlenmiş olur. Böyle bir durum normalde karar-
lı bir ben kimliği biçimini alan bütünleştirme süreçleri için tabii ki çok
zararlıdır ve kimlik dağınıklığı sendromunun altında yatan durumdur
(Erikson, 1956).
Nesne ilişkilerinin içselleştirilmesi açısından, erken benin hızla art
arda yapması gereken iki temel görev vardır: (i) Kendilik imgelerinin,
ilk içe atımların ve özdeşleşmelerin bir parçasını oluşturan nesne im-
SENDROM I 39

elerinden ayrıştırılması; (ii) libidinal dürtü türevlerinin etkisi altın-


I 0ıuşturulan kendilik ve nesne imgelerinin, bunlara karşılık gelen
saldırgan dürtü türevlerinin etkisi altında oluşturulan kendilik ve
nesne imgeleriyle bütünleştirilmesi. İlk görev kısmen, içe atma ve öz-
deşleşme süreçlerinin işlemesi için önkoşul olan birincil özerklik ay-
gıtlarının gelişiminin etkisiyle gerçekleştirilir. Algı ve bellek izleri,
saklandıkça (depolandıkça) ve bütünleştirildikçe, uyaranların kayna-
ğını ve algının ayırt edici özelliklerini sınıflamada yardımcı olur ve
tedrici olarak kendilik imgelerini nesne imgelerinden ayrıştırır. Ayrı-
ca, içgüdüsel ihtiyaçların doyumu ve orta şiddette engellenmesi, ken-
dilik imgelerinin nesne imgelerinden ayrıştırılmasına yardımcı olur,
çünkü libidinal doyum, dikkat yatırımlarını kendilik ile nesneler ara-
sındaki etkileşime çeker ve bu alanda bir ayrışmayı teşvik eder, engel-
lenme ise, doyumu sağlayan nesnelerin acı verici yokluklarını farkın-
dalığa getirerek kendiliğin kendilik olmayandan ayrıştırılmasına kat-
kıda bulunur. İçgüdüsel ihtiyaçların aşırı doyumu, kendilik ile nesne-
ler arasındaki ayrışmayı geciktirebilir. Ancak klinik açıdan, kendilik
ile nesneler arasında bir ayrışma eksikliğinin temel nedeni, muhteme-
len erken içgüdüsel ihtiyaçların (özellikle de oral ihtiyaçların) aşın
engellenmesidir, çünkü aşırı engellenme, kendilik ve nesne imgeleri-
nin gerilemeli yeniden birleşmesine (ki mutlak doyumu tekrar elde et-
me ya da elde tutma çabasıyla kurulan, kendilik ve nesne arasında er-
ken dönemdeki kaynaşma fantezilerini temsil eder) karşı normal yat-
kınlığı pekiştirir (Jacobson, 1964). İkinci görev, yukanda da belirtil-
diği gibi libidinal dürtü türevlerinin etkisi altında oluşturulan kendi-
lik ve nesne imgelerinin, bunlara karşılık gelen ve saldırgan dürtü tü-
revlerinin etkisi altında kurulan kendilik ve nesne imgeleri ile tekrar
bütünleştirilmeleridir. Dolayısıyla, idealleştirilmiş "tamamıyla iyi"
nesne imgeleri "tamamıyla kötü" nesne imgeleri ile, aynı şekilde iyi
kendilik imgeleri de kötü kendilik imgeleriyle bütünleştirilmelidir.
Bu sentez sürecinde, kısmi kendilik ve nesne imgeleri, bütün nesne ve
kendilik temsilleri şeklinde bütünleştirilir, böylece kendilik ve nesne
temsilleri birbirlerinden daha da aynşır ve daha gerçekçi olur.
Bu iki süreç, psikozda büyük ölçüde, sınır kişilik örgütlenmesinde
ise belli bir ölçüde başansızlığa uğrar. Psikozlarda, kendilik ve nesne
imgelerinin ayrışmasında ciddi bir aksaklık vardır ve ilkel kaynaşma
fantezileri ve kendilik ve nesne imgelerinin gerilemeli yeniden birleş-
mesi söz konusudur; buna, kendilik ile kendilik olmayan arasında ay-
rışma alanında, ben sınırlarının netliğini kaybetmesi eşlik eder. Ken-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 40

dilik ile nesne imgeleri arasında böyle gerilemeli bir yeniden birleşm e
şunlara bağlı olabilir: (i) Birincil özerklik aygıtlarının gelişmemesi-(ii)
bünyeden kaynaklanan kaygı tahammülü eksikliği (küçük engel-
lenmelere dahi tahammül edilemez ve gerilemeli birleşme ya da kay-
naşma süreçleri meydana gelir); (iii) gerçek hayatta aşırı engellenme
ve (iv) bunun sonucu olarak aşırı saldırganlık meydana gelmesi (ya da
saldırgan dürtülerin bünyesel aşırı şiddeti). Saldırganlığın yansıtılması
ve saldırgan olarak belirlenmiş nesne ve kendilik imgelerinin tekrar
içe atılmasını içeren kısır döngüler, muhtemelen hem psikozun hem de
sınır kişilik örgütlenmesinin gelişiminde temel bir faktördür.
Psikozlarda meydana gelen temel etki, kendilik ve nesne imgelerinin
gerilemeli yeniden birleşmesidir; sınır kişilik örgütlenmesinde hâkim
olan, kendilik ve nesne imgeleri arasında bir yeniden birleşme değil,
bölme süreçlerinin yoğunlaşması ve patolojik saptanmasıdır.
Sınır kişilik örgütlenmesinde, yukarıda psikozun gelişimiyle ilgili
olarak sözü edilen patojen faktörler de mevcut olabilir, ancak kendilik
ve nesne imgeleri arasında gerilemeli yeniden birleşme ya da kendilik
ve nesne imgeleri arasında ayrışma ve gelişim olmayışı, ağırlıklı bir
unsur değildir. Burada gelişimdeki en önemli aksaklık, olumlu ve
olumsuz içe atımları ve özdeşleşmeleri senteze ulaştırma yetersizli-
ğinde yatmaktadır; saldırgan olarak belirlenmiş kendilik ve nesne im-
geleriyle libidinal olarak belirlenmiş olanları bir araya getirme yetisi
yoktur. Sınır kişilik örgütlenmesinde, birincil özerklik aygıtlarının
gelişiminde bünyesel kusurlar muhtemelen nispeten önemsizdir. Belki
de temel patolojik faktörler, karşıt nitelikteki içe atımların sentezi
evresi üzerinde olumsuz etki yaratan bünyesel kaygı tahammülü ek-
sikliği, ama özellikle de saldırgan dürtü türevlerinin çok yoğun oluşu-
dur. Yukarıda da belirtildiği gibi, aşırı saldırganlık, saldırgan dürtünün
bünyesel şiddetinden de, erken ciddi engellenmelerden de kay-
naklanıyor olabilir ve erken kendilik ve nesne imgeleriyle bağlantılı
aşırı şiddetli saldırgan ve kendiliğe yönelik saldırgan çabalar, değiş-
mez bir biçimde sınır kişilik örgütlenmesi ile ilintilidir.
Kendilik ve nesne imgeleri birbirlerinden nispeten iyi ayrılmışsa ve
dolayısıyla bu imgelerin gerilemeli bir biçimde yeniden birleşmesi
nispeten mevcut değilse, ben sınırları da nispeten bozulmaya uğrama-
dan ayrışır; bu nedenle, tipik sınır hasta, büyük ölçüde bozulmamış
ben sınırlarına ve bununla bağlantılı olan gerçekliği değerlendirme
yetisine sahiptir. Ancak, çelişkili kendilik ve nesne imgelerinin sente-
zinin olmamasının birçok patolojik sonucu vardır. Bölme mekaniz-
SENDROM I 41

aSı ben içinde kaygının dağılmasını önleyen ve olumlu içe atım ve ■


deşleşmeleri koruyan temel bir mekanizma olarak muhafaza edilir.
Tehlikeli "tamamıyla kötü" kendilik ve nesne imgelerinin varlığı kar-
ısında iyi kendilik imgeleriyle iyi nesne imgelerini ve iyi dış nesneleri
muhafaza etme ihtiyacı, birçok yardımcı savunma işlemine yol acar.
Bölme ve bölmenin yanında tüm bu yardımcı savunma işlemleri sınır
kişilik örgütlenmesinde mevcut olan karakteristik savunma
mekanizmalarını teşkil eder. Bu savunma işlemlerini, bunlara karşılık
gelen daha sonraki ve daha az patolojik olanlardan, yani nevrotik ve
sınır olmayan karakter patolojisine sahip hastalarda bastırmayla bir
arada meydana gelen savunma mekanizmalarından ayırarak betimle-
yeceğim.
(i) Bölme. Bölme, sınır kişilik örgütlenmesinin temel bir savunma
işlemidir ve kendisini takip eden tüm savunma işlemlerinin altında
yatan bir mekanizmadır. Şunu tekrar vurgulamam gerekiyor ki "böl-
me" terimini dar ve kısıtlı anlamında, yalnızca karşıt nitelikteki içe
atım ve özdeşleşmeleri ayrı tutma şeklindeki aktif süreci kast ederek
kullanıyorum. Terimin bu dar kullanımı, bazı yazarların daha geniş
kullanımından ayrı tutulmalıdır. Başka bir yazımda (1966), karşıt ni-
telikteki içe atımların ve özdeşleşmelerin bütünleştirilmesinin, saldır-
ganlığın yansızlaştmlmasında belki de en önemli kaynağı sağladığını
(çünkü bu bütünleşmenin bir parçası olarak libidinal ve saldırgan dürtü
türevleri birleşir ve örgütlenir) ve dolayısıyla bölmenin aşın olduğu
patolojik durumların sonuçlarından birinin, yansızlaştırmanın yeteri
derecede meydana gelmemesi ve ben gelişimi için temel enerji
kaynaklarından birinin aksaklığa uğraması olduğunu belirtmiştim.
Demek ki bölme, ben zayıflığının temel nedenlerinden biridir ve bas-
tırmadan daha az karşı yatırım gerektirdiğinden, zayıf bir ben kolay-
lıkla bölme işlemini kullanabilir ve ben zayıflığıyla bölmenin birbir-
lerini karşılıklı olarak pekiştirdiği bir kısır döngü başlamış olur. Böl-
menin doğrudan klinik tezahürü, bazı karakter bozukluklarında bir
çatışmanın birbirini bütünleyen yanlarının dönüşümlü olarak ifade
edilmesi ve buna eşlik eden, davranıştaki ve iç yaşantıdaki çelişki ko-
nusunda tasa eksikliği ve duygunun eşlik etmediği bir inkâr olabilir.
Bölmenin diğer bir doğrudan görüntüsü, bazı alanlarda seçici "itki de-
netimi yokluğu" olabilir; böyle bir durumda, ifade edildiği sırada ben-
le bağdaşan ilkel itkiler epizodik olarak ortaya çıkar (ve bölme itki
nevrozunda ve madde bağımlılıklarında yaygındır). Muhtemelen böl-
menin en iyi bilinen tezahürü, dış nesnelerin "tamamıyla iyi" ve "ta-
r

SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 42

mamıyla kötü" nesnelere bölünmesi, ve bunun yanında bir nesnenin


bir kısımdan diğerine tam ve ani geçişler yapabilmesi (yani, belli bir
kişi hakkındaki tüm duygular ve onu kavrayış şeklinin tamamıyla ve
ani olarak tam tersine dönebilmesi) olasılığıdır. Çelişkili kendilik
kavramları arasında aşın ve tekrarlamalı gidip gelmeler de bölme me-
kanizmasının bir sonucu olabilir. Bölme, tek başına bir mekanizma
olarak değil, başka bazı mekanizmalarla birlikte ortaya çıkar. Tabii
bu, genelde "üst düzey" başka mekanizmalarla birlikte ortaya çıkan
bastırma için de geçerlidir. Bölme, aşağıdakilerden herhangi biri ya
da birden fazlası ile birlikte meydana gelir:
(ii) İlkel İdealleştirme. Bu mekanizma, dış nesneleri, kişinin kendi-
ni "kötü" nesnelere karşı koruyabileceğinden, kendi saldırganlığının
ya da başka nesnelere yansıttığı saldırganlığın bu nesneleri kirleteme-
yeceği, bozamayacağı ya da yıkamayacağından emin olabilmek için
tamamıyla iyi görme eğilimidir. îlkel idealleştirme, gerçekçi olma-
yan, tamamıyla iyi ve güçlü nesne imgeleri yaratır ve bu da ben ideali-
nin ve üstbenin gelişimini olumsuz yönde etkiler. "îlkel idealleştir-
me", örneğin tipik olarak nesneye karşı kendi saldırganlıklan nede-
niyle hissettikleri suçluluk duygusundan dolayı nesneleri idealleştiren
depresif hastalarda görülen daha sonraki idealleştirme biçimlerinden
ayırmak için önerdiğim bir terimdir. Bu mekanizma için daha önceki
bir yazımda (1966), "depresyon öncesi idealleştirme" terimini öner-
miştim, ancak şimdi "ilkel idealleştirme" terimini tercih ediyorum. İl-
kel idealleştirme, ne nesneye karşı saldırganlığın bilinçli ya da bilinç-
dışı olarak kabul edilmesini, ne de bu saldırganlık sonucu duyulan
suçluluk duygusu ve nesne için tasalanmayı içerir. Bu nedenle, ilkel
idealleştirme bir karşıt tepki kurma değildir; daha çok, ideal nesne
için gerçek bir tasanın bulunmadığı, yalnızca kişiyi çevreleyen, tehli-
keli nesnelerle dolu bir dünyaya karşı bir koruma sağlaması için nes-
neye ihtiyaç duyulduğu ilkel ve koruyucu bir fantezi yapısının doğru-
dan tezahürüdür. Böyle ideal bir nesnenin bir diğer işlevi, tümgüçlü
özdeşleşme için, saldırganlığa karşı koruma olarak idealleştirilmiş
nesnenin büyüklüğünü paylaşmak için bir mekân görevi görmesi ve
narsisist ihtiyaçların doğrudan doyumuna yaramasıdır. Bu şekilde
kullanıldığında idealleştirme, altta tümgüçlü olmanın yattığına dela-
lettir; tümgüçlü olma, birazdan sözünü edeceğim diğer bir sınır sa-
vunmadır. îlkel idealleştirme, daha sonraki idealleştirme çeşitlerinin
bir habercisi olarak kabul edilebilir.
(iii) Yansıtmanın Erken Biçimleri ve Özellikle Yansıtmalı Özdeş-
SENDROM I 43

Srne. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların çok şiddetli yansıtma


"ilimleri vardır, ancak karakteristik olan, yalnızca yansıtmanın nice-
rksel hâkimiyeti değil, niteliksel yönüdür de. Burada yansıtmanın s
amacı, tamamıyla kötü ve saldırgan kendilik ve nesne imgelerini A
ssallaştırmak; bu ihtiyacın başlıca sonucu ise tehlikeli, misillemeci
esnelerin ortaya çıkmasıdır; hastanın bu nesnelere karşı kendini sa-
lması gerekir. Saldırganlığın bu şekilde yansıtılması nispeten başa-
rısızdır. Bu hastalar, yaşamlarının birçok alanında kendilik ile nesne-
leri ayırabilecek kadar gelişmiş ben sınırlarına sahip olsalar da, yan-
sıtma ihtiyacının şiddeti ve buna ek olarak bu hastaları karakterize
eden genel ben zayıflığı, saldırganlığın yansıtılması alanında ben sı-
nırlarını zayıflatır. Bu durum, bu hastalarda saldırganlığın yansıtıldığı
nesneyle hâlâ özdeşleşebilecekleri hissini yaratır ve şimdi tehdit edici
hale gelen nesneyle süregelen "eşduyum", yansıttıkları kendi saldır-
ganlıklarından duydukları korkuyu sürdürür ve artırır. Bu nedenle,
(yansıtılmış) saldırgan itkilerin etkisi altındaki nesnenin kendisine
saldırmasını önlemek için nesneyi denetlemesi gerekir; (korktuğu gi-
bi) saldırılmadan ve yıkıma uğramadan önce kendisi nesneye saldır-
malı ve onu denetlemelidir. Özetleyecek olursak, yansıtmalı özdeş-
leşme, belli bir alanda kendilik ile nesne arasında bir ayrışma yoklu-
ğuyla, yansıtma etkinken, bir itkinin ve bu itkiden duyulan korkunun
yaşanmasıyla ve dış nesneyi denetleme ihtiyacıyla karakterize olur
(Kernberg, 1966; Rosenfeld, 1963). Ben gelişiminin daha üst düzey-
lerinde, yansıtmanın daha ileri biçimleri artık bu özelliğe sahip değil-
dir. Örneğin histerik hastada, cinsel itkilerin yansıtılması, yalnızca
bastırmayı pekiştirir ve cinsel ilgilerinden dolayı erkekleri hor gören
ya da erkeklerden korkan histerik kadın, cinsel itkilerinin hiç farkında
değildir, dolayısıyla "düşman"la korkulu bir biçimde "eşduyum" kur-
maz. Nesne imgelerinin tüm bu saldırgan çarpıtması, üstben gelişimi-
ni de patolojik bir biçimde etkiler.
(iv) İnkâr. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar tipik olarak bu
mekanizmayı (özellikle üst düzeylerden çok ilkel düzeylerde) kulla-
nırlar. Burada inkâra tipik bir örnek, duygusal olarak bağımsız iki bi-
linç alanının "karşılıklı olarak inkâr edilmesi"dir (bu durumda, inkâ-
rın yalnızca bölmeyi pekiştirdiğini söyleyebiliriz). Hasta kendi ya da
başka insanlar hakkındaki algılarının, düşüncelerinin ve hislerinin,
başka zamanlarda olanların tamamıyla zıttı olduğunun farkındadır;
ancak bunu hatırlaması, onun için duygusal açıdan bir önem taşımaz
ve o andaki hissetme biçimini etkileyemez. Daha sonra yine eski ben
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 44

haline geri dönebilir ve sonra, bir önceki durumunu inkâr eder; bu du-
rumda da önceki halini hatırlamasına karşın, bu iki ben hali arasında
duygusal bir bağ kesinlikle kuramaz. Sözünü ettiğim hastalarda inkâr,
yalnızca öznel yaşantılarının ya da dış dünyanın bir alanına karşı ka-
yıtsızlık olarak da tezahür edebilir. Israr edildiğinde, hasta inkâr ettiği
alanın entelektüel olarak farkında olduğunu kabul eder, ancak bunu
duygusal yaşantısının geri kalan kısmıyla bütünleştiremez. Şu anda
inkâr edilen şeyin, hastanın bilincinin diğer alanlarında farkında oldu-
ğu bir şey olduğunu vurgulamak gerekir; yani, hasta, yaşamış olduğu
(ve yaşadığını hatırladığı) duyguları inkâr eder, hasta gerçeklikteki
belli bir durumun, bilinçli olarak farkında olmuş olduğu ya da bilinçli
olarak yine farkına vardınlabileceği duygusal önemini inkâr eder.
Tüm bunlar, değilleme mekanizmasındaki üst düzey inkâr biçimin-
den farklıdır (Freud, 1925). Değillemede, zihinsel bir içerik "negatif
bir işaretle" ortaya çıkar; hasta, bir şey hakkında kendisinin, terapisti-
nin ya da başkalarının ne düşünebileceklerini bildiğini söyler, ancak
bu olasılık, yalnızca entelektüel bir spekülasyon olarak gözardı edilir.
Bu durumda, inkâr edilen şeyin duygusal önemi hiçbir zaman bilinçte
bulunmamıştır ve bastırılmış olarak kalır. Bu açıdan değilleme, bas-
tırmayla ilintili üst düzey bir inkâr biçimidir ve yalıtmaya oldukça ya-
kındır. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda yine oldukça yaygın
olan orta düzey bir inkâr biçimi, o anda şiddetle hissedilen duygulara
karşıt duyguların inkârıdır (özellikle depresyonun manik inkârı).
Depresyonun inkârında, yalnızca bir duygunun inkârından söz etme-
mize karşın, hem manik hem de depresif yatkınlığın, özgül patojen
nesne ilişkilerinin canlanmasını içerdiğini önemle vurgulamak gere-
kir. Bu inkâr biçiminde, kendilik yaşantısının tehdit edici bir kısmına
benin karşı koyusunu pekiştirmek için, aşırı düzeyde ve karşıt bir
duygu kullanılmaktadır. Manik inkâr ve depresyonun klinik olarak bu
kadar yakından bağlantılı olması, "alt düzey" inkâra oranla bende da-
ha az patolojik, daha az "kaba" bir çözülme olduğunu gösterir. Demek
ki inkâr, geniş bir savunma işlemleri grubudur ve muhtemelen üst dü-
zeylerde yalıtma mekanizmaları ve duygulara karşı diğer üst düzey
savunma mekanizmalarıyla (kopukluk, fantezide inkâr, "sözde ve
edimde" inkâr), alt düzeyinde ise bölmeyle bağlantılıdır.
(v) Tümgüçlü Olma ve Değersizleştirme. Bu iki mekanizma da
bölmeyle yakından ilişkilidir ve aynı zamanda ilkel içe atım ve
özdeşleşmenin savunmaya yönelik kullanımının doğrudan
tezahürüdür. Bu iki savunma mekanizmasını kullanan hastalar, bazı
zamanlar idealleşti-
SENDROM I 45

rilmiş "sihirli" bir nesneyle talepkâr, yapışık bir ilişki kurma ihtiyacı
ile başka zamanlarda sihirli bir biçimde tümgüçlü oldukları yönünde
derin bir hissi açığa çıkaran fanteziler ve davranışlar arasında gidip
gelebilirler. Her iki safha da, kötü ve "zulmedici" nesnelere karşı ko-
ruma olarak, idealleştirilmiş ve güçlü, "tamamıyla iyi" bir nesneyle
özdeşleşmelerini temsil etmektedir. îdeal nesneye karşı sevgi ya da
onun için tasa duyma anlamında gerçek "bağımlılık" yoktur. Daha de-
rin bir düzeyde hasta, idealleştirilmiş kişiye zalimce, ona sahipmiş gi-
bi ve kendisinin bir uzantısıymış gibi davranır. Bu nedenle, idealleşti-
rilmiş dış nesneye görünürde boyun eğildiği zamanlarda dahi, hasta-
nın altta yatan derin tümgüçlü olma fantezileri gözlenebilir. İdealleş-
tirilmiş nesneleri denetleme, çevreyi manipüle etme ve sömürme giri-
şimlerinde onları kullanma ve "potansiyel düşmanları yıkma" ihtiyacı,
tümüyle hastaya adanmış bu mükemmel nesnelere "sahip ol-mak"tan
duyulan ölçüsüz gururla bağlantılıdır. Sınır kişilik örgütlenmesi olan
hastalann ortaya koydukları güvensizlik duyguları, özeleştiri ve
aşağılık duyguları altında çoğu zaman büyüklenmeci ve tümgüçlü
eğilimler bulunur. Çoğu zaman bu eğilimler, bu hastaların diğer
insanlardan doyum ve sadakat beklemeye, imtiyazlı, özel kişilermiş
gibi muamele görmeye hakları olduğu yolunda kuvvetli bir bilinçdışı
inanç şeklini alır. Dış nesnelerin değersizleştirilmesi, kısmen tümgüç-
lü olmanın doğal sonucudur; eğer dış bir nesne daha fazla doyum ya
da koruma sağlayamazsa, bırakılır ve uzaklaştırılır, çünkü daha en
başta bu nesneyi gerçekten sevme yetisi yoktur. Ancak bu nesneleri
değersizleştirme eğilimini etkileyen başka kaynaklar da vardır. Bun-
lardan biri, hastanın ihtiyaçlarını (özellikle çok şiddetli oral arzularını)
engelleyen nesnenin kinci yok edilişidir; diğer bir kaynak, nesnelerin
korkulan ve nefret edilen "zulmediciler" olmalarını önlemek için
savunmaya yönelik değersizleştirilmeleridir. Tüm bu güdüler, başka-
larına duyulan ihtiyaç ve korkuya karşı bu savunma işleminde bir ara-
ya gelir. Hastanın geçmişindeki önemli nesnelerin değersizleştirilme-
sinin, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinde ve özellikle üstben oluşumu
ve bütünleşmesinde yer alan yapılar üzerinde ciddi hasar verici etkile-
ri vardır.

4. İçselleştirilmiş Nesne İlişkileri Patolojisi: Daha önce, bölme


mekanizmasının, bu hastalarda erken patolojik nesne ilişkileriyle ilin-
tili çelişkili ben hallerini birbirinden ayırdığı belirtilmişti. Şimdi, bu
tür erken içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin nispeten "metabolize edil-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 46

memiş" bir durumda çözülmüş ben hallerinin bir parçası olarak süre-
gelmesinin, kendi içinde patolojik olduğunu ve bölmenin, normalde
içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin kişisizleştirilmesi, soyutlanması ve
bütünleştirilmesini sağlayan sentezleyici işlemler üzerinde olumsuz
etkisini yansıttığını ekleyebiliriz. Tipik olarak, bu çözülmüş ben alan-
larından her biri, tamamlayıcı bir kendilik imgesi ile bağlantılı belli
bir ilkel nesne imgesi ve o içselleştirme meydana geldiğinde aktif
olan bir duygu yatkınlığı içerir. Sınır kişilik örgütlenmesinde, psikoz-
lardan farklı olarak kendilik imgelerinin nesne imgelerinden ayrışma-
sı, kendilik ve nesne temsilleri arasında nispeten iyi bir ayrışmayı sağ-
layacak, bunun yanı sıra çoğu alanda ben sınırlarının bütünlüğünü de
sağlayacak ölçüde gerçekleşmiştir. Ben sınırlan, yalnızca idealleşti-
rilmiş nesnelerle birleşmenin ve yansıtmalı özdeşleşmenin olduğu
alanlarda başarısızlığa uğrar; bu durum, özellikle bu hastaların akta-
rım gelişimi için geçerlidir. Bu da, bu hastaların aktarım nevrozu yeri-
ne neden aktanm psikozu geliştirdiklerinin temel nedenlerinden biri
gibi görünmektedir.
Şimdi, sınır kişilikte içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin özgül pato-
lojisi alanını daha ayrıntılı incelememiz gerekmektedir; bu patoloji,
iyi ve kötü içe atımları ve özdeşleşmeleri senteze ulaştıramamaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, başlıca etiyolojik faktörler, birincil sal-
dırganlığın ya da engellenmeye bağlı ikincil saldırganlığın aşırı olma-
sıdır; bu faktörlere muhtemelen birincil ben aygıtlarının gelişiminde-
ki bazı aksaklıklar ve kaygı tahammülü olmayışı da katkıda bulun-
maktadır. Bölünmüş "tamamıyla iyi" ve "tamamıyla kötü" içe atımla-
rın süregelmesinin sonuçlan birden fazladır. Her şeyden önce, libidi-
nal ve saldırgan dürtü türevlerinin iç içe girmemesi, benin duygu yat-
kınlıklarının modülasyonu ve aynşması üzerinde olumsuz etki yaratır
ve ilkel duygu hallerinin aniden taşarak ortaya çıkması yönünde kro-
nik bir eğilim varlığını sürdürür. Aynca, olumlu ve olumsuz içe atım-
lar bir araya getirilmediği takdirde, benin depresyon, tasa ve suçluluk
duygusu yaşama yetisinin temsil ettiği özgül duygu yatkınlığına ulaşı-
lamaz. Benin depresif tepki gösterme yetisi, büyük ölçüde farklı, çe-
lişkili kendilik imgeleri arasındaki gerilime bağlı görünmektedir; bu
gerilim, iyi ve kötü kendilik imgeleri bütünleştirildiğinde -böylece
kişi kendi saldırganlığını kabul edebilir- ve nesneler artık tamamıyla
kötü ya da tamamıyla iyi görülmediğinde -böylece bütünleşmiş "bü-
tün" nesnelere karşı hem sevgi hem saldırganlık kabul edilebilir- or-
taya çıkarak kişiyi nesne için suçluluk duygusu ve tasa duymaya gü-
SENDROM I 47

düler (Klein, 1940; 1945; Winnicott, 1955). Sınır kişiliklerin, çoğu


zaman nesnelerle ilgili suçluluk duygulan ve onlar için tasa duyma
yetilerinde bozukluk vardır. Depresif tepkileri, yitirilmiş iyi nesneler
için yas tutma ve kendilerine ve başkalarına karşı saldırganlıklarından
dolayı pişman olmaktan ziyade, ilkel kudretsiz öfke ve dış güçlere ye-
nilgi hisleri biçimini alır.
Bütünleştirilemeyen "tamamıyla iyi" ve "tamamıyla kötü" nesne
imgelerinin varlığı, üstben bütünleşmesi üzerinde ciddi ölçüde olum-
suz bir etki yaratır. Genital dönem öncesi çatışmalarla ilişkili içselleş-
tirilmiş kötü nesne imgelerini temsil eden üstbenin sadist nitelikli il-
kel öncüleri, tahammül edilemeyecek kadar ezicidir ve dış kötü nes-
neler biçiminde tekrar yansıtılırlar. Aşırı idealleştirilmiş nesne imge-
leri ve "tamamıyla iyi" kendilik imgeleri, üstben bütünleşmesi ile ger-
çekleşecek olan daha gerçekçi talep ve amaçları değil, yalnızca ger-
çeklikten uzak güç, büyüklük ve mükemmeliyet idealleri yaratabilir-
ler. Diğer bir deyişle, bu vakalarda, ben idealinin bileşenleri de üstben
bütünleşmesi üzerinde olumsuz etki yaparlar. Son olarak, ebeveynin
gerçekçi talepleri, ne ideal kendilik ve nesne imgeleri ve bunlarla bağ-
lantılı ebeveynin ben idealiyle ne de üstbenin tehdit edici, yasaklayıcı
ve sadist öncüleri ile bir araya getirilebilirler, çünkü üstben öncüleri-
nin hem sadist hem aşırı idealleştirilmiş niteliği, ebeveyn imgelerinin
algılanmasını çarpıtarak bütünleşmeyi önler.
Üstbenin bütünleşmesi üzerindeki bu olumsuz etki nedeniyle, üst-
ben bileşenlerinin talepkâr ve yasaklayıcı yönleri devamlı yansıtılır.
Üstbenin normal ben bütünleştirici baskıları ve benin suçluluk duygu-
su yaşama yetisi de yoktur. Nesneleri değersizleştirme eğilimi de (yu-
karıya bakınız), üstben bütünleşmesi, özellikle de ebeveyn imgeleri-
nin gerçekçi taleplerinin normalde gerçekleşen temel içselleştirilmesi
üzerinde olumsuz etki yaratır; önemli ebeveyn imgelerinin değersiz-
leştirilmesi, bu hastaların üstben oluşumunun en önemli kaynakların-
dan birini içselleştirmelerini önler (Jacobson, 1953; 1954a).
Özetlersek, ilkel ve gerçekçi olmayan kendilik imgeleri, bende var-
lıklarını sürdürürler, özellikleri açısından aşın derecede çelişkilidirler
ve bütünleşmiş bir kendilik kavramı gelişemez; nesne imgeleri de bü-
tünleştirilemezler ve dolayısıyla dış nesnelerin daha gerçekçi bir bi-
çimde değerlendirilmesi üzerinde olumsuz etki yaratırlar. "Tamamıyla
kötü" kendilik ve nesne imgelerinin devamlı yansıtılması, tehlikeli,
tehdit edici nesnelerden oluşan bir dünyanın varlığını sürdürür ve bu
tehlikeli nesnelere karşı savunmaya yönelik olarak "tamamıyla iyi"
SİNİR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 48

kendilik imgeleri kullanılır ve megalomanik ideal kendilik imgeleri


oluşturulur. Kendilik ve nesneler arasındaki sınırlar, gerçekliğin ta-
leplerine pratik ve dolayımsız bir uyuma izin verecek kadar belirgin-
dir (ben sınırlarının kararlılığı), ancak gerçekliğin ve özellikle de sos-
yal gerçekliğin taleplerinin daha derin bir düzeyde içselleştirilmesi,
bu bütünleşmemiş kendilik ve nesne imgelerinin üstben bütünleşmesi
üzerindeki olumsuz etkisi nedeniyle imkânsız hale gelmiştir. Gelişen
üstben yapıları da, genital dönem öncesi saldırgan dürtü türevleri ile
yakından ilintili sadist öncülerin ve başka öncülerin (değişik tonları
olan bir ben idealini temsil etmekten ziyade, tümgüçlü olmayı ve ken-
dilik üzerinde megalomanik talepleri pekiştirme eğiliminde olan ideal
kendilik ve ideal nesne imgelerinin ilkel birleşmesini temsil eden baş-
ka öncülerin) etkisi altındadır. Genel olarak, üstben işlevleri, kişileşti-
rilmiş kalma eğilimindedirler, üstben soyutlanması düzeyine kadar
gelişmezler ve dış dünyaya kolayca tekrar yansıtılırlar (Hartmann ve
Loevvenstein, 1962; Jacobson, 1964).
İçselleştirilmiş nesne ilişkilerinin tüm bu özellikleri, sınır kişilik
örgütlenmesinin tipik karakter özelliklerinde görülmektedir. Bu has-
taların diğer insanları gerçekçi olarak değerlendirme ve onlarla ger-
çekçi eşduyum kurma yetileri pek yoktur; duygusal bir ilişki olmadığı
sürece "gerçekçi olarak" uyum sağladıkları başka insanları uzak nes-
neler olarak yaşarlar. Normalde daha derin kişilerarası bir ilişkiye dö-
nüşecek her durum, bu hastaların başka bir insanla eşduyum kurma ya
da onun hislerini paylaşma aczini, başka insanları gerçekçi olmayan
bir şekilde çarpıtmalarını ve duygusal ilişkilerinin koruyucu sığlığını
sergiler. Bu koruyucu sığlığın birçok kaynağı vardır. Birincisi, libidi-
nal ve saldırgan dürtü türevlerinin birleşmemesi nedeniyle oluşan
duygusal sığlığı ve buna eşlik eden, duygu yatkınlıklarının darlığım,
katılığını ve ilkelliğini yansıtır. Ele aldığımız bu hastaların duygusal
tepkisinin sığlığı, suçluluk duygusu ve tasa duymaktan ve bunlara
bağlı olarak başka kişilerin daha derinlemesine farkına varmaktan,
onlara duyulan ilgiyi derinleştirmekten aciz olmalarıyla da daha doğ-
rudan ilintilidir (Winnicott, 1955). İlkel savunma işlemlerinin, özel-
likle de yansıtmalı özdeşleşmenin canlanması ve kendileri için önemli
olmaya başlayan nesne tarafından saldırılma korkulannın uyanması
tehlikesini açığa çıkaracak olan fazla yakın bir duygusal ilişkiden ka-
çınma yönünde gösterdikleri savunma çabası, bu hastaların duygusal
sığlıklarının bir diğer nedenidir. Duygusal sığlık, aynı zamanda onları
nesneyi ilkel idealleştirmekten ve buna bağlı olarak idealleştirilmiş
SENDROM I 49

bu nesnelere boyun eğme ve onlarla kaynaşma ihtiyacından, aynı za-


manda idealleştirilmiş nesneyle olan ilişkide canlanan genital dönem
öncesi, özellikle de oral talepkâr ihtiyaçların engellenmesiyle açığa
çıkabilecek potansiyel öfkeden korur (Rosenfeld, 1964). Üstben geli-
şiminin ve dolayısıyla ben bütünleşmesinin olmayışı ve hislerin,
amaçların ve ilgilerin olgunlaşmaması da hastayı başka insanların ki-
şiliklerinin daha yüce, daha olgun ve farklılaşmış yönlerinin farkına
varmaktan alıkoyar.
Bu hastaların diğer bir özelliği, hepsi de ciddi bir şekilde saldırgan-
lık içeren genital dönem öncesi ve genital ereklerinin az ya da çok ge-
lişmiş veya az ya da çok ham bir biçimde ifade edilmesidir. Doğrudan
sömürme, makul olmayan ölçülerde talepkârlık, başkalarını düşünce-
sizce ve hatta incelikten yoksun bir şekilde manipüle etme, çarpıcı
özelliklerdir. Yukarıda sözü edilen nesneleri değersizleştirme eğilimi
de bu bağlamda konuyla ilgili bir husustur. Başka insanları manipüle
etme ihtiyacı da, saldırgan kendilik ve nesne imgelerinin yansıtılma-
sına bağlı daha ilkel paranoid korkuların açığa çıkmasını önlemek için
çevreyi denetleme yönündeki savunma ihtiyacına karşılık gel-
mektedir. Bu hastaların çoğu, nesneleri denetleme, manipüle etme,
değersizleştirme çabaları başarısızlığa uğradığı ve başkalarını sömü-
rerek ihtiyaçlarına doğrudan doyum sağlayamadıkları takdirde, içe
çekilme ve fantezilerinde başkalarıyla tüm bu ihtiyaçları ifade edebil-
dikleri ilişkiler yaratma eğilimi gösterirler. Yüzeysel olarak oldukça
"girgin" görünen sınır hastalarda dahi, belli bir ölçüde koruyucu içe
çekilme ve fantezi düzeyinde doyum vardır.
Bu hastalar, yetileri ya da başkalarıyla ilişkileri konusunda yüzey-
sel olarak şüphe duyabilirler ve kendilerini oldukça güvensiz, aşağı bir
konumda hissedebilirler. Bu aşağılık ve güvensizlik hisleri kısmen,
kendileri için önem taşıyan insanlarla ilişkileriyle, işle ve genel olarak
hayatla ilgili değerlendirmelerinin daha gerçekçi yönlerini yansıtıyor
olabilir; çoğu zaman da bazı yetersizliklerinin ve başarısızlıklarının
gerçekçi bir biçimde farkında oluşlarını yansıtır. Yine de, daha derin
bir düzeyde, aşağılık hisleri çoğu zaman savunma yapılarını temsil
eder. Bu güvensizlik ve şüphenin altında, hastanın ilkel "tamamıyla"
iyi kendilik ve nesne imgeleriyle ilkel özdeşleşmesini temsil eden
tümgüçlü fanteziler ve inkâra dayanan bir çeşit körü körüne iyimserlik
bulmak çarpıcıdır. Bu bağlamda, bu hastaların insanları sömürme ve
doyum verilme hakkına sahip olduklanna dair derin bir inançları
vardır - kısaca, klasik olarak hastanın "narsisizm"i olarak
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 50

adlandırabileceğimiz durum. Narsisizmleri, dış nesnelerden yüz çe-


virmelerine değil, ilkel nesne ilişkilerinin canlanmasına karşılık gel-
mektedir; bu nesne ilişkilerinde hasta, "kötü" kendilik ve nesne imge-
leri ve "kötü" dış nesnelere karşı savunma amaçlı kullandığı idealleş-
tirilmiş kendilik ve nesne imgelerinin ilkel bir birleşmesini tekrar can-
landırmaktadır. Aşağılık hisleri, çoğu zaman narsisist kişilik özellik-
lerini gizleyen ikincil bir yüzeyel katmana karşılık gelir.
Çelişkili içe atım ve özdeşleşmelerin varlığı, bu hastalara "mış gi-
bi" niteliğini veren durumdur. Özdeşleşmeleri çelişkili ve birbirinden
çözülmüş de olsa, bu özdeşleşmelerin yüzeysel tezahürü, bende dav-
ranış yatkınlıkları kalıntıları olarak varlıklarını sürdürürler. Bu durum,
gerçekliğe yüzeysel uyumları açısından kendilerine yararlı göründüğü
takdirde, bu hastaların bazılarına, hemen hepsi çözülmüş olan kısmi
özdeşleşmeleri "tekrar canlandırma" olanağı sağlar. Bukalemun
benzeri uyumluluklarında, olduklarını iddia ettikleri şeyin, aslında
başka zamanlarda daha ilkel bir yoldan olmak zorunda kaldıkları
şeyin boş bir giysisi olması mümkündür. Bu durum, hastalar için de
oldukça akıl karıştırıcıdır. Tüm bunlar Erikson'un (1956) kimlik dağı-
nıklığı adını verdiği olguyu da temsil etmektedir; kimlik dağınıklığı,
bütünleşmiş bir kendilik kavramının ve kendilikle ilişki içinde bütün
nesnelere dair bütünleşmiş ve kararlı bir kavramın olmayışıdır. As-
lında, kimlik dağınıklığı, sınır kişilik örgütlenmesinin tipik bir sendro-
mudur; bu sendrom daha az ciddi karakter patolojilerinde ve nevrotik
hastalarda görülmez ve senteze ulaştmlmalan normalde kararlı bir ben
kimliği meydana getirecek olan içe atımlar ve özdeşleşmelerin aktif
olarak bölünmesinin doğrudan bir sonucudur.
Psikotik, sınır ve nevrotik hastalan birbirinden ayırt etmek konu-
sunda kısaca şunlar söylenebilir: Psikotik hastalarda ciddi ben gelişi-
mi eksikliği vardır, çoğu zaman kendilik ve nesne imgeleri ayrışma-
mıştır ve bunlara ben sınırlannın gelişmemesi eşlik eder (Hartmann,
1953; Jacobson, 1964); sınır hastaların benleri psikotiklere göre daha
iyi bütünleşmiştir, kendilik ve nesne imgeleri büyük ölçüde aynşmış-
tır ve yakın kişilerarası ilişki alanlan haricinde sağlam ben sınırlan
gelişmiştir; bu hastalarda tipik olarak kimlik dağınıklığı sendromu
gözlenir (Erikson, 1956; Kernberg, 1966); nevrotik hastalarda güçlü
bir ben görülür, kendilik ve nesne imgeleri tamamen aynşmıştır ve
ben sınırları belirgindir; kimlik dağınıklığı sendromu gözlenmez.
Nevrotik hastalar kararlı bir ben kimliği geliştirmişlerdir; nesne ilişki-
leriyle belirlenen ben yapılannın bütünleşmesi, kişisizleşmesi ve bi-
SENDROM I 51

evselleşmesi buna eşlik eder; bu hastalarda, genital dönem öncesi be-


lirlenmiş öncülerin ve ebeveyn imgelerinin daha sonraki daha gerçek-
çi jçselleştirilmelerinin bütünleştiği, bütünleşmiş bir üstben gözlenir.
0stbenleri aşın derecede sert ya da sadist olabilir, ancak ben gelişimi-
ne yardımcı olabilecek kadar bütünleşmiştir ve kısmen de olsa
başarılı bir biçimde ve çatışmadan bağımsız işlev görebilir.

OLUŞUMSAL-DİNAMÎK ANALİZ
Simdi, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların yapısal analizinden,
içselleştirilmiş nesne ilişkilerindeki çatışmaların tipik içgüdüsel içeri-
ğinin incelenmesine geçebiliriz. Genital dönem öncesi saldırganlık,
özellikle de oral saldırganlık, bu psikopatolojik kümelenmenin bir
parçası olarak önemli bir rol oynar. Sınır kişilik örgütlenmesinin dina-
mik yönleri Melanie Klein ve arkadaşları tarafından (Heimann, 1955;
Klein, 1946; Van der Waals, 1965) açıklığa kavuşturulmuştur. Kle-
in'ın betimlediği, genital dönem öncesi, özellikle de oral çatışmalar
ile oidipal çatışmalar arasındaki yakın ilişki (örneğin, genital dönem
öncesi aşın saldırganlığın etkisi altında oidipal çatışmaların açığa çık-
ması gibi), sınır kişilik örgütlenmesi konusuyla ilgilidir.
Maalesef, Melanie Klein'ın nispeten dogmatik bir şekilde bağlı kal-
ma eğilimi gösterdiği ve haklı olarak bu alandaki birçok yazar tarafın-
dan sorgulanan bazı temel varsayımları -yazılannda yapısal unsurla-
rın ele alınmayışı; epigenetik gelişimi kale almaması; ve son olarak
nispeten tuhaf dili-, çoğu kişi için gözlemlerinin kabulünü zor bir ha-
le getirmiştir. Yanlış anlaşılmalan önlemek için, önce, Melanie Kle-
in'ın analizinin burada söz konusu olan sorunlarla ilgili, fakat kesin-
likle aynı görüşü paylaşmadığım yönlerini belirteceğim: (i) Doğum-
dan sonraki ilk yıl içinde oidipal çatışmalann nispeten tam olarak ge-
liştiği varsayımı: Ben, sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiğinin,
daha az ciddi patolojik durumlardan farklı olarak, genital dönem ön-
cesi ve genital çatışmalar arasında özgül bir yoğunlaşma ve ikinci ya
da üçüncü yıldan itibaren oidipal çatışmaların zamanından önce geli-
şimi olduğunu söyleyeceğim, (ii) Melanie Klein her iki cinsiyetin ge-
nital organlarının, doğuştan bilinçdışı olarak bilindiğini söylemekte-
dir ki ben bunu kabul edilemez buluyorum; Melanie Klein bununla
aşın erken oidipal gelişim arasında bağ kurmaktadır, (iii) Melanie
Klein'ın formülasyonundaki içselleştirilmiş nesne kavramsallaştırma-
sı, ben içindeki yapısal gelişimleri dikkate almamaktadır; Fairbaim
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 52

bunu haklı olarak eleştirmiştir; ayrıca çağdaş ben psikolojisinin bul-


gularını gözardı etmesi, Klein'ın betimlemelerini önemli ölçüde zayıf-
latmaktadır. (iv) Melanie Klein'ın üstbeni kavramsallaştırması, yine
yapısal kavramları gözardı etmektedir; üstben işlevlerinin, klasik ola-
rak düşünülenden çok daha erken geliştiği düşüncesine katılıyorum,
ancak yazılarında içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin farklı düzeyleri-
nin ve farklı biçimlerinin ele alınmayışı, bu konuları aşırı basite indir-
gemektedir.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda sıkça rastlanan bir bulgu,
hayatlarının ilk birkaç yılında aşırı engellenmeler ve şiddetli saldır-
ganlık (ikincil veya birincil) hikâyesidir. Genital dönem öncesi (özel-
likle de oral) aşın saldırganlık, genelde yansıtılır ve ilk ebeveyn imge-
lerinin, özellikle de annenin imgesinin paranoid çarpıtılmasına neden
olur. Esas olarak oral-sadist, ama aynı zamanda anal-sadist itkilerin
yansıtılması yoluyla, anne potansiyel olarak tehlikeli görülür ve anne-
ye karşı nefret, daha sonra çocuk tarafından "birleşik bir grup" olarak
yaşanan hem anne hem babaya duyulan nefret şeklinde genişler. Bi-
rincil olarak anneye yansıtılan saldırganlıkla baba imgesinin "kirlen-
mesi" ve aşın bölme işlemleri sonucu farklı nesnelerin gerçekçi bir
şekilde aynştınlamamasının etkisi altında anne ve babanın ayrıştırıla-
maması, her iki cinste de birleşik ve tehlikeli bir ebeveyn imgesi oluş-
turur; bunun sonucunda da daha sonra tüm cinsel ilişkiler tehlikeli ve
saldırganlık içeriyor gibi algılanır.
Aynı zamanda, oral hiddet ve korkulardan kaçmak için, genital ça-
baların zamanından önce gelişmesi söz konusu olur; bu çaba, çoğu za-
man genital çabalan da kirleten genital dönem öncesi saldırganlık ne-
deniyle boşa çıkar ve iki cinste farklı olan birçok patolojik gelişim ha-
sıl olur.
Erkek çocukta, oral bağımlılık ihtiyaçlarını inkâr etmek üzere geni-
tal çabaların zamanından önce gelişmesi başansızlığa uğrar, çünkü
anneye duyulan cinsel itkilere karşı yasaklamalar ve oidipal korkular,
anneye karşı duyulan genital dönem öncesi korkular tarafından şid-
detli bir şekilde pekiştirilir ve tipik bir tehlikeli, iğdiş edici anne imgesi
gelişir. Ayrıca, genital dönem öncesi saldırganlığın yansıtılması,
babaya duyulan oidipal korkuları ve özellikle de iğdiş edilme kaygısı-
nı pekiştirir; bu da, genital dönem öncesi saldırganlık ve korkuyu da-
ha da pekiştirir. Bu koşullar altında, pozitif oidipus kompleksi üzerin-
de ciddi olumsuz bir etki meydana gelir. Bundan farklı olan ve sık
karşılaşılan bir çözüm de, negatif oidipus kompleksinin ya da özgül
SENDROM I 53

olarak Paula Heimann'ın (1955), erkek çocuklarda tehlikeli engelleyici


annenin geri çevirdiği oral doyumları babadan elde etmek üzere ona
cinsel olarak boyun eğme çabasını temsil eden "kadınsı konum"
olarak betimlediği durumun pekişmesidir. Bu, ağırlıklı bir şekilde oral
olarak belirlenmiş erkek eşcinselliğinde bulunan tipik bir küme-
lenmedir. Şunu vurgulamak gerekir ki, belli bir düzeyde hem anne
hem de baba tehlikeli olarak görülür; heteroseksüellik de tehlikeli ola-
rak görülür; ve eşcinsellik, oral ihtiyaçlara doyum sağlamanın ikame
bir yolu olarak kullanılır. Eşcinsel ilişkilerin bir sonucu olarak oral
engellenmenin ve saldırganlığın tekrar ortaya çıkması tehlikesi her
zaman mevcuttur. Denenen bir diğer çözüm, daha derin bir düzeyde
annenin oral olarak geri çevirdiği şeyi ondan cinsel olarak "çalma"
gayretini temsil eden, oral-saldırgan ihtiyaçların heteroseksüel bir
ilişkide doyumu olabilir. Bu kümelenme, kadınlarla sahte genital iliş-
kiler yoluyla bilinçdışı olarak oral ve engelleyici anneden öç alma
arayışında olan narsisist ve rasgele ilişkiye giren erkeklerde görülür.
Genital dönem öncesi ve genital amaçların zamanından önce yoğun-
laşmasıyla ortaya çıkan tehlikeye karşı diğer çözümler, çok biçimli
sapık çocuksu eğilimlerin, özellikle de saldırganlığın ifadesine izin
veren eğilimlerin meydana gelmesinde görülür.
Sözü edilen türden ciddi oral patoloji, kız çocuklarda zamanından
önce pozitif oidipal çabalar meydana getirebilir. Babaya yönelik geni-
tal çabalar, tehlikeli anne tarafından engellenmiş olan oral bağımlılık
ihtiyaçlarının ikame doyumu için kullanılır. Anneden çekilerek baba-
ya yansıtılan genital dönem öncesi saldırganlıkla babanın imgesinin
kirlenmesi nedeniyle ve aynı zamanda oral hiddet ve özellikle de oral
haset kadınlarda güçlü bir şekilde penis hasetini pekiştirdiğinden, bu
çaba etkisiz kalır. Saldırganlığın heteroseksüel sevgiyle inkâr edilme-
si, genelde başarısızlığa uğrar, çünkü patolojik derecede şiddetli penis
haseti uyarılır ve aynı zamanda genital dönem öncesi tehlikeli anne
imgesi, oidipal olarak yasaklayıcı annenin imgesini pekiştirir. Sıkça
denenen bir çözüm, penis hasetini ve erkeklere olan bağımlılığı inkâr
etmek üzere ve aynı zamanda özellikle oidipal çabalarla ilgili güçlü
bilinçdışı suçluluk duygulannın ifadesi olarak rasgele cinsel ilişkiye
kaçıştır. Mazoşist eğilimlerin genel olarak pekiştirilmesi, yansıtılmış
saldırganlığın tekrar içe atılmasının etkisi altında içselleştirilmiş hem
genital dönem öncesi hem de genital anne imgelerinden kaynaklanan
üstben baskılarına doyum sağlamaya çabalayan diğer bir çözümdür.
Tehlikeli, tehdit edici anne imgesinden tamamıyla bölünmüş, idealleş-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 54

tirilmiş bir anne imgesinden oral ihtiyaçların doyumu arayışı ile bir-
likte heteroseksüellikten genel bir vazgeçiş, kadın eşcinselliğinin sınır
kişilik örgütlenmesinde oldukça sık rastlanan önemli bir kaynağıdır.
Yalnızca erkeklerden vazgeçme ve oidipal anneye boyun eğme değil,
aynı zamanda idealleştirilmiş, "kısmi" anne figürlerinden oral ve diğer
genital dönem öncesi doyum elde etme çabası anlamına da gelen eş-
cinsel ilişki girişimleri, hep varolan oral-saldırgan ihtiyaç ve korkular
nedeniyle genelde başarısızlığa uğrar. Bu gelişimin diğer bir sonucu,
sadomazoşist eşcinsel ilişkilerdir. Diğer çok biçimli cinsel eğilimler,
yukarıda erkek çocuklar için anlatılana benzer şekilde gelişir. •
Özetlersek, her iki cinste de genital dönem öncesi, özellikle de oral
saldırganlığın aşırı gelişmesi, genelde oidipal çabaların zamanından
önce gelişmesine ve bunun bir sonucu olarak saldırgan ihtiyaçların
ezici etkisi altında genital dönem öncesi ve genital amaçlar arasında
özel patolojik bir yoğunlaşma meydana gelmesine yol açabilir. Bunun
genel bir sonucu, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda tipik olarak
çok biçimli sapık cinsel eğilimlerin süregelmesine yol açan patolojik
uzlaşmacı çözümlerden birkaçının ortaya çıkmasıdır. Yüzeyde ilkel
dürtülerin ve korkuların kaotik bir biçimde süregelmesi olarak görülen
sınır vakanın "tüm-cinselliği",* bu patolojik çözümlerden birkaçının
bir kombinasyonunu temsil etmektedir. Tüm bu patolojik çözümler,
genital eğilimlerin saldırganlığıyla ve tüm içgüdüsel ihtiyaçlara
saldırganlığın bulaşmasıyla başa çıkma yönünde başarısız çabalardır.
Psikolojik testlerde, normalde gözlenen heteroseksüel genital
çabaların kısmi çok biçimli dürtülere hâkimiyeti, sınır hastalarda gö-
rülmez. Oidipal dönem öncesi ve oidipal çabaların kaotik bir kombi-
nasyonu olarak görünen şey, sözü edilen patolojik yoğunlaşmanın bir
yansımasıdır. Psikolojik testlerden, çoğu zaman bu hastaların "cinsel
bir kimlikleri olmadığı" yönünde çıkarılan formülasyon, muhtemelen
yanlış bir sonuçtur. Bu hastaların kimlik dağınıklığı gösterdikleri doğ-
rudur, ancak bu kimlik dağınıklığının, herhangi bir cinsel yönelimin
ayrışmamasına oranla daha önceki dönemlere ait ve daha karmaşık
kökenleri vardır (Jacobson, 1964). "Cinsel kimlik yokluğu", cinsel bir
tanım yokluğunun değil, aynı çatışmalarla baş edebilmek üzere birden
çok güçlü saplanmanın bir arada bulunmasının bir yansımasıdır. Bu
bizi, sınır kişilik örgütlenmesinin klinik sorunlarına psikanali-

* İngilizce'de pansexuality; tüm, bütün, tümünü kapsayan anlamındaki pan- önekiyle


cinsellik anlamında sexuality kelimelerinin birleşmesinden üretilmiş bir kelimedir, (ç.n.)
SENDROM I 55

tik metapsikolojiyi uygulama yönünde gösterdiğimiz bu çabanın so-


nuç bölümüne getirmektedir.

ÖZET
"Sınır" kişilik bozuklukları, betimleyici, yapısal ve oluşumsal-
dinanıik bakış açılarından incelendi. Şu ortak yönleri olabileceği be-
lirtildi: (i) Dağınık kaygı, çok semptomlu nevrozların özel biçimleri
ve "psikoz öncesi" ve "alt düzey" karakter patolojisi gibi semptom kü-
melenmeleri; (ii) benin bazı savunma kümelenmeleri: özgül olmayan
ben zayıflığının tezahürü ve birincil süreç düşüncesine doğru bir kay-
ma ile, özgül ilkel savunma mekanizmalarının (bölme, ilkel idealleş-
tirme, yansıtmanın ilk biçimleri, inkâr, tümgüçlü olma) bir kombinas-
yonu; (iii) özel bir içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisi; ve (iv) ka-
rakteristik içgüdüsel değişimler: genital dönem öncesi saldırgan ihti-
yaçların ezici etkisi altında genital dönem öncesi ve genital amaçların
özel bir patolojik yoğunlaşması. Sınır kişilik örgütlenmesinin bu fark-
lı yönleri ve karşılıklı ilişkileri kısaca incelendi.
2

Karşı Aktarsm

KARŞI AKTARIM KAVRAMI


Karşı aktarım kavramıyla ilgili olarak iki karşıt yaklaşım betimlenebi
hr. Birinci yaklaşıma "klasik" adım verelim ve bu yaklaşıma göre kar
şı aktarım kavramını, psikanalistin hastanın aktarımına bilinçdışı ten"
kişi olarak tanımlayalım. Bu yaklaşım, karşı aktarım teriminin Fre"
ud'un ilk önerdiği (1910) kullanımına ve yine Freud'un analistin karsı
aktarımının üstesinden gelmesi tavsiyesine (1912) yakındır Bu yak
laşım ayrıca karşı aktarımın asıl kaynağını, daha çok analistin nevro
tik çatışmaları olarak görmektedir.
İkinci yaklaşıma "bütünlükçü" adım verelim; bu yaklaşım karşı ak
tarımı, psikanalistin tedavi ortamında hastaya karşı duygusal tepkile
rının tümü olarak görür. Bu düşünce okulu, analistin tedavi ortamında
hastaya olan bilinçli ve bilinçdışı tepkilerinin, hastanın aktanmına ol-
duğu kadar hastanın gerçekliğine ve de analistin kendi nevrotik ihti
yaçlarına olduğu kadar kendi gerçek ihtiyaçlarına tepkiler olduğuna
inanmaktadır. Bu ikinci yaklaşım ayrıca analistin bu duygusal tepkile
rının birleşmiş olduğunu ve karşı aktarımın, kesinlikle çözülmesi ge
rekmesme rağmen, hastayı daha iyi anlamada yararlı olduğunu ima et
mektedır. Kısacası, bu yaklaşım, karşı aktarım kavramının daha geniş
bir tanımını kullanmakta ve karşı aktarımın teknik olarak daha aktif
bir şekilde kullanılması gerektiğini savunmaktadır. Bu görüşün bazı
radikal taraftarları, bazı koşullarda, karşı aktarımın etkisinden hasta-
larla yapılan analitik çalışmanın bir parçası olarak söz etmektedirler
Reich(1951,1960a), Glover (1955a), Fliess (1953) ve bir dereceye
kadar Gıtelson (1952) "klasik" yaklaşımın başlıca destekçileridirler
Butunlükçü" yaklaşımın başlıca destekçileri arasında ise Cohen
(1952), Fromm-Reichmann (1950), Heimann (1950) Racker (1957)
Weigert (1952), Winnicott (1949, 1960) ve bir dereceye kadar
Thompson (1952) bulunmaktadır. Little'ın (1951, 1960a) karşı akta
nm tanımı, "klasik" yaklaşıma daha yakındır, ancak karşı aktanım
KARŞI AKTARIM I 57

11 niş §e^' "bütünlükçü" yaklaşımın "radikal" kanadına daha ya-dır


Little, karşı aktarımın hastaya iletilecek malzeme olarak kullanmasını
en çok savunan kişilerden biridir. Menninger (1958) ve Orr fi 054) ise
bu konuda orta bir yol izlemektedirler.
Klasik yaklaşımın "bütünlükçü" yaklaşıma getirdiği başlıca eleşti-•
karşı aktarım teriminin terapistteki tüm duygusal görüngüleri içecek
şekilde genişletilmesinin akıl karıştırıcı olduğu ve bu şekilde
kullanıldığı takdirde karşı aktarım teriminin özgül hiçbir anlamı kal-
madığıdır. Klasik yaklaşım, karşı aktarım kavramının genişletilmesi-
nin analistin duygusal tepkisinin önemini abarttığını söylemektedir;
bu durum, analistin ideal olarak kalması gereken yansız konumdan
zararlı bir uzaklaşmaya yol açmaktadır. Klasik yaklaşımı benimse-
yenler, ayrıca analistin duygusal tepkisi çok ön plana çıkarıldığında,
analistin kişiliğinin aşın ölçüde müdahale etmesi tehlikesine işaret et-
mektedirler. Öte yandan Reich (1960a), analistin yansız kalmasının
analist açısından kopuk bir soğukluk ve insanlıktan uzak olma anla-
mına geldiğini söylemekle, bütünlükçü yaklaşımı benimseyenlerin,
klasik konuma haksızlık yaptıklarını belirtmektedir. Freud (1963),
yansız kalmanın, kendiliğinden olmamak ya da analistin doğal sıcak-
lığının bulunmaması anlamına gelmediğini ve analistin "umursamaz
ilgisizliğinin başlı başına hastada direnç meydana getirebileceğini
açık bir biçimde söylemektedir.
Bütünlükçü yönelimin klasik yaklaşıma getirdiği başlıca eleştiriler
şunlardır: (i) Karşı aktarımın kısıtlanmış tanımı, karşı aktarımın temel
olarak "yanlış" bir şey olduğunu ima ederek bu kavramın önemini
gizlemektedir. Bu eleştiriye göre, analist böylece kendi duygusal tep-
kisine fobik bir tutum geliştirerek analitik ortamı kavrayışını sınırlan-
dırmaktadır. (ii) Hastanın aktarımı ve gerçekliği ile terapistin geçmiş
ve şimdiki gerçekliğinin etkilerinin kaynaşması, hasta ile analist ara-
sındaki sözel olmayan iletişim hakkında çok önemli bilgiler verir; an-
cak analist, duygusal tepkisi ve bunun kaynağı üzerinde durmak yeri-
ne bu duygusal tepkiyi bertaraf etme yönünde çaba gösterdiğinde, bu
bilgiler kaybolur. Analist duygusal tepkisinin hastayı anlamak ve ona
yardım etmek için önemli bir teknik araç olduğunu düşünürse, akta-
rım ortamında kendisinde meydana gelen olumlu ve olumsuz duygu-
larla yüzleşme konusunda kendini daha özgür hisseder, bu tepkileri
daha az durdurma ihtiyacı duyar ve bunları analitik çalışma için kulla-
nabilir. (iii) Önemli bir hasta grubu -ciddi karakter bozuklukları olan-
larla sınır ve psikotik örgütlenme düzeylerine sahip olmakla birlikte
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 58

analitik yönelimli psikoterapiden yararlanır görünen hastalar-, yoğun,


zamanından önce ve sık sık dalgalanan aktarımlarıyla terapistte yoğun
karşı aktarım tepkileri meydana getirebilirler; bu tepkiler, zaman
zaman hastanın kaotik ifadesinde neyin merkezi öneme sahip ol-
duğuna dair en anlamlı kavrayışı sağlayabilir (Heimann, 1950).
Bütünlükçü yaklaşımın bazı yönlerini biraz daha açmak istiyorum.
Yalnızca hastanın aktarımı değil, gerçekliği de (hem analitik ortamda,
hem analiz dışı hayatında) analistte, aslında oldukça yerinde olan güç-
lü duygusal tepkiler açığa çıkarabilir. Winnicott (1949), "nesnel bir
karşı aktarım"ın, yani, hastanın analiste karşı nispeten aşırı tepkileri
karşısında analistin doğal tepkilerinin olduğunu belirtmiştir. Ayrıca,
Fromm-Reichmann'ın (1950) sözünü ettiği gibi, terapistin hastaya
karşı tepkisinin, terapist bir vakumda yaşamadığı ve bir mesleki stan-
dardı, statüyü ve grubu temsil ettiği için özel mesleki doğası tarafın-
dan belirlenen bazı yönleri vardır. Bunlar, herhangi bir hastayla çalış-
masında terapistin gerçeklik yönleridir.
Racker (1953) "dolaylı karşı aktarım" adını verdiği bir olgudan
bahsetmektedir; dolaylı aktarım, tedavi programına bir şekilde dahil
olan üçüncü kişilere karşı terapistin duygusal tepkisidir. Tower
(1956), terapi çalışmalarında, analistin kendi eğitim analistinin etkisi-
ni analiz etmektedir.
Gitelson da (1952), gerçeklikle ilgili tüm bu yönleri karşı aktarım
tepkilerinin parçası olarak kabul etmektedir, ancak tür olarak bunları,
analistin "aktarım tepkileri" dediği tepkilerden ayırmaktadır. Analistin
aktarım tepkilerinin, hastanın kişiliğine karşı, özellikle tedavinin
başında ortaya çıkan ve hatta analistin bu hastayla çalışmasını sona
erdirebilecek olan "bütün" tepkileri olduğunu belirtmektedir. Gitelson,
buna karşılık karşı aktarım tepkilerinin kısmi tepkiler olduğunu,
hastanın sunduğu malzemenin türüne bağlı olarak dalgalandığını, de-
ğiştiğini söylemektedir. Ancak, Cohen'in (1952) belirttiği gibi, hasta-
nın kişiliğine bu "bütün" tepkiler tüm analiz boyunca vardır ve kesin-
likle yalnızca analizin başlangıç dönemiyle sınırlı değildir; buradan
da, bu tepkilerin Gitelson'un kastettiği karşı aktarım tepkilerinden
ayırt edilemeyecekleri sonucu çıkmaktadır. Heimann (1960), Cohen'in
eleştirisine benzer bir eleştiri getirmektedir. Thompson (1952),
analistin hastaya normal tepkisi ile kendi sorunlarına bağlı tepkisi ara-
sındaki sınırı değerlendirmenin zor olduğunu belirtmektedir.
Bütünlükçü bir karşı aktarım kavramı, analitik ortamın, iki kişinin
de geçmişi ve şimdiki zamanı ile geçmiş ve şimdiki zamanlarına kar-
KARŞI AKTARIM I 59

klı tepkilerinin, her iki kişiyi de içeren tek bir duygusal konumda S1
naStığı bir etkileşim süreci olarak kavranışına da hakkını vermektir
Sullivan (1953a ve b), bu kişilerarası etkileşim süreci kavramı- 6
kuramının bir yapı taşı yapmıştır; Menninger (1958), bu etkileşim
"■'recini karşı aktarımla olan ilişkisi içinde göz önüne alarak vurgula-
maktadır.
Literatürdeki çoğu karşı aktarım örneklerinde analistin genelde bi-
incli °lan dııvgusal tepkilerinden bahsedilmekte, bilinçdışı yönlerin
terapistte geçici "kör noktalar" olarak ortaya çıktığı ve daha sonra te-
piştin kendi duygusal tepkisini açığa çıkararak bunların üstesinden
seldiği söylenmektedir. Tabii ki, yalnızca başlangıçtaki bilinçdışı
"Icör nokta"nın karşı aktarım olduğu söylenebilir, ancak bu, terapist
için sorun teşkil eden durumun, çoğu zaman duygusunun farkında ol-
madığı bir yönünü keşfetmekten çok, yaşadığı ve tedaviyi etkileyen
çok güçlü duygularla başa çıkmak olduğu olgusuna haksızlık eder.
Menninger (1958) şöyle demektedir: "Karşı aktanm tezahürü bilinçli
olmasına karşın, daha sonra meydana gelen iç ruhsal koşullar bilinç-
dışı olabilir." Bu gözlemin karşı aktarımla başa çıkmada önemi var-
dır; çünkü bu gözlem, analistin, karşı aktarımın kökeninin kendi geç-
mişinden kaynaklanan kısmını göremese bile, kendi karşı aktarım
tepkisinin somut analitik etkileşimdeki işlevini kavrayabileceğini ima
etmektedir. Analist, belli bir karşı aktarım konumunun geçmiş kökle-
rini keşfedemeyebilse bile, duygusal tepkisinin yalnızca şiddetinin ve
anlamının değil, aynı zamanda bu tepkinin ne ölçüde hem hastanın
hem de analistin gerçekliğiyle belirlendiğinin farkına varabilir ve
böylece bu karşı aktanm konumunda kendi geçmişinin payının sınır-
larını belirleyebilir.
Reich (1951, 1960a), "kalıcı karşı aktarım" tepkilerini "akut karşı
aktarım" tepkilerinden ayırmaktadır; Reich'a göre kalıcı karşı aktarım
tepkileri analistin karakter bozukluğundan, akut karşı aktanm tepkileri
ise hastanın farklı aktarım tezahüründen kaynaklanmaktadır. Reich,
kalıcı karşı aktanm tepkileriyle başa çıkmanın daha zor olduğunu ve
ideal durumda analistin daha fazla analizden geçmesini gerektirdiğini
düşünmektedir. Yine de, temel olarak terapistin çözülmemiş karakter
sorunlannı yansıtan karşı aktanm tepkileri dahi hastayla analitik etki-
leşim ile yakından bağlantılıdır. Hastanın bazı çatışmalan, analistteki
eşduyumlu gerileme mekanizması yoluyla, analistin geçmişindeki
benzer çatışmaları yeniden harekete geçirebilir; bu gerileme, analistin
artık kullanmadığı eski karakter savunmalarını da yeniden harekete
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 60

geçirebilir. Ayrıca, güçlü olumsuz karşı aktarım tepkileri uzun bir süre
devam ettiğinde, kökeni ne olursa olsun, analist belli bir hastayla
etkileşiminde, diğer hastalarıyla temasında ve analiz saatleri dışındaki
hayatında vazgeçmiş olduğu eski nevrotik örüntülere geri dönebilir.
Analist bu hastayla ilişkisinde, deyiş yerindeyse, olabileceği en kötü
durumdadır. Kısıtlı bir karşı aktarım kavramı benimseyerek, tüm
tepkiyi analistin bir karakter sorununa atfetmek ve hastanın analistte
bu tepkiyi yaratmada kullandığı özgül yolu yeterli ölçüde ele alma-
mak yanıltıcı bir biçimde cazip gelebilir.
Bir uçta semptomatik nevrozlarla bağlantılı karşı aktarım tepkile-
rinden başlayıp diğer uçta psikotik tepkilerle bağlantılı olan karşı ak-
tarım tepkilerine varan bir süreklilik betimlenebilir; bu süreklilikte,
hem hastanın hem de terapistin farklı gerçeklik ve aktarım bileşenleri
önemli ölçüde değişebilir. Sürekliliğin "nevrotik kutbundan" "psikotik
kutbuna" ilerlediğimizde, hastanın, terapistin karşı aktarım tepkisine
olan katkısında aktarım tezahürü giderek önem kazanmakta, terapistin
geçmişinden kaynaklanan karşı aktarım yönlerinin önemi ise
azalmaktadır. Semptomatik nevrozları ve birçok karakter bozukluğu
olan hastanın aksine, sınır ya da ciddi biçimde gerilemiş hastalarla te-
rapide, terapist tedavinin erken dönemlerinde yoğun duygusal tepkiler
duyabilir; bu tepkiler, terapistin geçmişindeki özgül, özel herhangi bir
sorundan çok, hastanın zamanından önce, yoğun ve kaotik aktan-
mıyla ve terapistin psikolojik stres ve kaygıya karşı koyma yetisiyle
ilgilidir. Diğer bir deyişle, oldukça iyi uyum sağlamış terapistlerin, hi-
potetik olarak aynı ölçüde ciddi gerilemiş ve dağılmış hastalarla karşı
karşıya bulundukları varsayıldığında, hepsinin karşı aktanm tepkileri
bir ölçüde benzer olacak ve bu, analistin geçmişindeki özgül herhangi
bir sorunu yansıtmaktan çok daha fazla, hastanın sorunlarını yansıta-
caktır. Little (1951), hasta ne kadar çözülmüşse, analistin iyi bütün-
leşmiş olmasına duyulan ihtiyacın o kadar fazla olduğunu ve psikotik
hastalar söz konusuysa, tümüyle karşı aktarıma dayalı çalışmanın ge-
rekebileceği, altta yatan mekanizmanın da muhtemelen hastanın idiy-
le olan özdeşleşme olduğunu söylemektedir. Will'in (1959) gözlemleri
de aynı doğrultudadır.
Demek ki karşı aktarım, hastadaki gerilemenin derecesi, hastanın
terapiste karşı genel duygusal tutumu ve bu tutumda meydana gelen
değişiklikler hakkında bilgi sağlayan önemli bir tanı aracı haline gel-
mektedir. Terapistin hastaya duygusal tepkisi ne kadar zamansız ve
yoğun ise, bu tepkinin terapistin yansızlığına oluşturduğu tehdit o ka-
KARŞI AKTARIM I 61

r büyük olur ve o ölçüde değişen, dalgalanan ve kaotik bir niteliğe


'rünür _ 0 ölçüde, terapistin ciddi gerilemiş bir hastanın karşısında
iduğunu düşünebiliriz. Sürekliliğin öteki ucunda, semptomatik nev-
ve fazla ciddi olmayan karakter bozuklukları olan hastalarla çalı-
rken, terapistte böylesine yoğun duygusal tepkiler yalnızca yavaş
vaş, beıii bir süre boyunca "birikme" sonucu (genelde tedavinin
haslangıç dönemi geçildikten sonra) meydana gelir ve bu tepkiler,
nalistin kararlılığı ve yansızlığı açısından çok daha az tehdit edicidir.

KARŞI AKTARIMDA GERİLEME VE ÖZDEŞLEŞME


Fliess (1942), analistin tutumunun eşduyuma dayandığını, eşduyu-
rnun da hastayla "geçici bir deneme özdeşleşmesine" bağlı olduğunu
belirtmektedir. Spitz (1956), bu deneme özdeşleşmesi sürecinin, be-
nin hizmetinde bir tür gerileme olarak görülebileceğini söylemekte-
dir. Daha sonra yazdığı bir makalede Fliess (1953), karşı aktarımda
önemli ölçüde gerileme meydana geldiği durumdaki geçici deneme
özdeşleşmesini betimlemektedir. Böyle bir gerileme, Fliess'in teri-
miyle analistte "karşı özdeşleşme"yi, yani, analistte hastanın oluşturu-
cu özdeşleşmelerinden birinin kopyasının meydana geldiği, hastayla
aşırı ve daha kalıcı bir özdeşleşmeyi güdüler. Fliess, karşı özdeşleş-
menin analistin çalışması üzerinde kalıcı ve ciddi bir biçimde olum-
suz etki gösterdiğini söylemektedir. Reich (1960a), Fliess'in kavramı-
nı geliştirerek, geçici deneme özdeşleşmesinin başarısızlığa uğrama-
sında ve "karşı özdeşleşme"nin meydana gelmesinde söz konusu olan
şeyin tam olarak karşı aktanm olduğunu belirtmektedir. Bu başarısız-
lığın bir sonucunun, kısasa kısas ilkesine uygun olarak itkilerin geri
dönüşü olduğunu ve bu durumda analistin sevgiye sevgiyle, nefrete
nefretle karşılık verme ya da kendisine narsisist tatmin sağlayan bir
özdeşleşmede "yapışıp kalma" eğiliminde olduğunu söylemektedir.
Fliess'in terapistte oluşturucu bir özdeşleşme ve hastada eşdeğer
oluşturucu özdeşleşmenin kopyasının meydana gelmesi olarak düşün-
düğü şey, Erikson'un (1959, 1956), benin erken bir kimliği olarak ad-
landırabileceği şeyle, yani çok erken nesne ilişkilerini içeren özdeş-
leşmelerin bir çökeltisi ile bağlantılıdır. Böyle bir "oluşturucu özdeş-
leşme"de "yapışıp kalma"nın tehlikesi, acı veren ya da travmatik kişi-
lerarası yaşantılan içeren ve benin bu erken özdeşleşmeler meydana
geldiğinde bütünleştiremeyeceği bastmlmış ya da çözülmüş bir erken
kimlikle ilişkili olmasıdır. Bu erken çözülmüş kimlik, aynı zamanda
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 62

genital dönem öncesi saldırgan itkilerin türevlerini içermektedir; söz


konusu olan özdeşleşmeler, bu saldırgan itkilerin erken etkileşimler-
de canlanması, yansıtılması ve tekrar içe atılmasından dolayı çok düş-
manca bir nitelik taşır. Son olarak, bu ben kimliği aynı zamanda benin
arkaik savunma işlemlerini içerir; bu arkaik savunma işlemleri arasın-
da bana özellikle önemli görünen, Klein (1946, 1955), Heimann
(1955a) ve Rosenfeld'in (1949, 1952) anlattığı şekliyle yansıtmalı öz-
deşleşme mekanizmasıdır.
1. Bölüm'de, yansıtmalı özdeşleşmenin yansıtma mekanizmasının
erken bir biçimi olarak görülebileceğini söylemiştim. Benin yapısal
yönleri açısından, yansıtmalı özdeşleşme, dış bir nesneye yansıtılan
itkinin yabancı ve benden uzak bir şey olarak görülmemesiyle -çünkü
yansıtılan itki ile kendilik arasındaki bağlantı devam eder ve böylece
kendilik nesneyle "eşduyum" kurar- yansıtmadan aynlır. Başlangıçta
itkinin bir nesneye yansıtılmasına neden olan kaygı, şimdi bu nesne-
den duyulan korkuya dönüşür ve aynı zamanda buna, bu itkinin etkisi
altında nesnenin kendiliğe saldırmasını önlemek için nesneyi denetle-
me ihtiyacı eşlik eder. Yansıtmalı özdeşleşme mekanizmasının işle-
mesinin bir sonucu ya da ona paralel bir gelişme, kendilik ile nesne
arasındaki sınırların netliğini kaybetmesidir (ben sınırlarının yitimi),
çünkü yansıtılan itkinin bir kısmı halen ben içerisinde tanınmaktadır
ve böylece kendilik ile nesne nispeten kaotik bir biçimde birleşir.
Aktarımda, çatışma içeren çok erken nesne ilişkileri tezahür etti-
ğinde (ki ciddi karakter bozukluklarında ve daha dağınık hastalarda
sıkça karşılaşılan bir durumdur), terapist hastayla duygusal temasını
sürdürebilmek için eşduyumlu bir gerileme sürecine girer. Gerileme-
nin belli bir noktasında, terapistin kendi erken özdeşleşmeleri canla-
nabilir ve yansıtmalı özdeşleşme mekanizması meydana gelebilir. Te-
rapist şimdi içten gelen birçok tehlikeyle karşı karşıyadır: (i) Erken it-
kilere, özellikle de saldırgan nitelikte olanlara bağlı kaygının yeniden
ortaya çıkması ve terapi sırasında hastaya yönelmesi; (ii) o hastayla
etkileşiminde ben sınırlarını belli bir ölçüde yitirmesi; ve (iii) analis-
tin hastayı, kendi geçmişindeki bir nesneyle özdeşleştirmesi ve buna
uygun olarak hastayı denetleme yönünde duyduğu şiddetli bir his.
Fliess ve Reich karşı aktarımda bu tür gelişmelerin tehlikelerine
işaret etmektedirler. Yine de, bu noktada analistin duygusal yaşantısı
yararlı da olabilir; hastanın o sırada yaşadığı korku türü ve bu korkuyla
ilgili fanteziler hakkında bilgi verebilir, çünkü bu süreç analistte,
hastadaki bir süreci "kopya etmek" yoluyla ortaya çıkmıştır. Ayrıca,
KARŞI AKTARIM I 63

rapist çok fazla tehdit edildiğini hissetmeden kendi saldırgan itkile-


■njn farkındalığıyla yüzleşebilirse, bu hastaya çok yararlı bir duygu- r I
güvenlik iletimi için temel oluşturur.
tyi ki analistte önemli telafi edici mekanizmalar işlemektedir. Te-
apistin beninin bazı yönleri, kendisinde "oluşturucu özdeşleşme"nin
anlanmasının bir parçası olarak yansıtmalı özdeşleşme noktasına ka-
dar eşduyunılu gerilemede yer alsa da, bazı yönleri bu sürece dahil ol-
maz. Analistte olgun bir düzeyde işler biçimde kalan kısım, beninin,
gelişmiş ben kimliği ve buna bağlı uyum sağlayıcı yapıları ve bilişsel
yapılan da içeren temel kısmıdır. Yansıtmalı özdeşleşme, analistte
yalnızca hastayla olan etkileşiminde ben sınırlarının yitimine neden
olur ve bunu telafi etmek için, normalde ben sınırlarını oldukça belir-
gin tutan daha ileri ben işlevleri özellikle daha fazla kullanılır.
Ciddi bir biçimde gerilemiş hastalarla dahi, terapist "analitik nes-
nelliği "ni seans sırasında kaybedebilir, ancak seans bittikten sonra ya
da birkaç saat içinde yavaş yavaş dengesini tekrar kazanır. Öyle dene-
bilir ki terapistte, daha sonraki ve daha olgun ben kimliği çevresinde
oluşan kararlı, uyum sağlayıcı ve bilişsel yapıların, beninin, ilkel öz-
deşleşmelerin, savunma mekanizmalarının ve itkilerin canlandığı ve
ben sınırlarının akışkan hale geldiği kısma destekleyici bir şekilde
davrandığı bir derinlemesine çalışma süreci başlar. Bu süreç başarı-
sızlığa ulaştığında, analist belli bir hastanın yarattığı karşı aktarım ko-
numundan kendini "kurtarma" yetisini yavaş yavaş kaybeder. Günler,
haftalar ya da aylar boyunca, analist bu hastayla ilgili olarak kendini
giderek daha fazla kalıcı bir duygusal çarpıtma içinde bulur. Litera-
türde bahsi geçen genel karşı aktarım tepkisi semptomlarından (Co-
hen, 1952; Glover, 1955a; Little, 1960a; Menninger, 1958; Winni-
cott, 1960) başka, bu "sabit" karşı aktarımın bazı semptomları, bu
hastayla ilgili olarak şüpheciliğin gelişmesi, hatta ondan gelebilecek
beklenmeyen saldırılar ve bu saldırıların alabileceği şekiller üzerine
paranoid fanteziler; bu hastaya iç tepkinin genişleyerek terapistin bu
hastayla ilişkisinde söz konusu olan başka kişilere duygusal tepkiler
hissetmesi ve son olarak da, analistte bir tür "mikroparanoid" tepkinin
gelişmesidir. Meydana gelen durum şudur: Temel olarak hastanın te-
rapistle olan ilişkisinde analistin daha kararlı ve olgun ben kimliğini
yıkmayı başarmasından dolayı analistin beni içindeki derinlemesine
çalışma başarısızlığa uğramıştır ve analist ben denetimi olmaksızın
hastanın duygusal konumunu kopya etmektedir.
Analistin, hastanın davranışının saldırısına bir tepki olarak değil,
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 64

hastayla teması sürdürebilmek için ben hizmetinde bir gerileme yaşa-


dığını akılda tutmamız gerekmektedir. Analistin hastayla duygusal te-
ması sürdürebilme çabalarının bir parçasını oluşturan hastaya karşı
hoşgörülü ve yansız olma, analistin, sınır hastaların uygunsuz, özel-
likle de saldırgan davranışını karşılamada korunmasız olma tehlikesi-
ni pekiştirebilir. Gerçekten de, ciddi bir biçimde gerilemiş hastalarla
çalışma konusuna özel ilgi duyan bazı analistler, istemeden hastanın
davranışının pasif kurbanları haline gelirler, çünkü analistin çabaları-
nın çok büyük bölümünü, bu hasta tarafından tetiklenen iç duygusal
tepkileriyle mücadele tüketir.
Ben kimliği, kendilik kavramının sürekliliğine ve teyit edilmesine
bağlıdır ve bu, hastalarıyla ilişkisinde analist için de geçerlidir. Gerek
önemli bir karşı aktarım gerilemesi meydana getirerek, gerekse dav-
ranışıyla analisti tehdit eden bir hastayla özel ilişkide, bu teyit meyda-
na gelmez. Analistin kimliği sürekli olarak zayıflar ve sonunda nor-
malde ben hizmetinde gerilemesini telafi edecek olan güçler -olgun
ben kimliğinin yapıları- kullanılamaz olur. Pratik açıdan bakıldığında,
bu gözlem, ciddi bir biçimde gerilemiş hastalarla yapılan analitik
çalışmanın bir parçası olarak harici bir yapının önemini vurgulamak-
tadır; bu, hastaların ne yapabileceklerine ve ne yapmalarına izin veri-
leceğine sınır getirme -analist daha sonra bu sınıra sıkıca ve ödün ver-
meden bağlı kalmalıdır-, hastaya seans sırasında bazı davranışlara izin
verilmediğini doğrudan belirtme, hastaneye yatırma ya da başka ek
tedavi düzenlemeleri yoluyla yapının artırılmasıdır.
Racker (1957), hastanın iç duygusal kümelenmesi hakkında bilgi
elde etmek için, analistin karşı aktarım tepkilerinin kullanımını geliş-
tirmiş ve karşı aktarım tepkisinde yer alan özdeşleşmeleri iki sınıfa
ayırmıştır: "Uyumlu özdeşleşme" ve "tamamlayıcı özdeşleşme". Rac-
ker'e göre "uyumlu özdeşleşme", analistin hastanın ruhsal aygıtının
denk gelen kısmıyla özdeşleşmesidir: Benin benle, üstbenin üstbenle.
Uyumlu özdeşleşmenin etkisi altında, analist o sırada hastanın yaşadığı
en önemli duyguyu kendinde yaşar ve Racker'in belirttiğine göre
eşduyum, uyumlu özdeşleşmenin doğrudan bir ifadesi olarak görül-
melidir.
"Tamamlayıcı özdeşleşme" (ilk olarak Helene Deutsch tarafından
ortaya atılan bir kavramdır), analistin hastanın aktarım nesneleriyle
özdeşleşmesidir. Bu özdeşleşmede analist, hastanın aktarım nesnesine
atfettiği duyguyu yaşarken, hastanın kendisi, o ebeveyn imgesiyle
etkileşiminde geçmişte yaşamış olduğu duyguyu yaşar. Örneğin, ana-
KARŞI AKTARIM I 65

.. t sert, yasaklayıcı bir baba imgesine bağlı olarak bir üstben işleviy-ı
özdeşleyebilir, kendisinde eleştirici bir tutum hisseder ve hastayı helli
bir şekilde denetleme hissi duyar; bu sırada hasta, babasıyla ilişkisine
bağlı olarak korku, boyun eğme ve başkaldırı hisleri yaşıyor labilir.
Racker, analistin bu iki karşı aktarım özdeşleşmesi çeşidi arasında
gidip geldiğini söylemektedir.
Tamamlayıcı özdeşleşme maksimum düzeye, tam olarak analistte
yansıtmalı özdeşleşmenin meydana geldiği gerileme düzeyinde ula- sır-
ve daha önce de belirtildiği gibi, analist kendinde ilkel itkilerin
yüzeye çıkışıyla ve bu itkileri denetleme çabalarının bir parçası ola-
rak hastayı denetleme eğilimiyle mücadele ederken, böylece aynı za-
manda hastanın önemli bir ebeveyn imgesiyle erken ilişkisini tekrar-
lamış olur. Böylece, anlaşıldığı ve derinlemesine çalışıldığı takdirde,
bu hastayla analitik çalışmada önemli bir yapı taşı oluşturabilecek ol-
dukça anlamlı ve özgül bir durum meydana gelir. Bu koşullarda ana-
list, analitik ortamın zımnen içerdiği düzeltici yaşantı yoluyla, hasta-
nın ben yapısında temel değişiklikler meydana getirebilir. Buna karşı-
lık, bu noktada analitik ortamın karşı karşıya olduğu en büyük tehlike,
analitik ortamda hastanın erken engelleyici, çocukluk yaşantısının
travmatik bir şekilde tekrarlanmasıdır. Analistin karşı aktarım bağın-
dan kendini "kurtaramaması" halinde yaptığı şey, hastanın ebeveyn
imgesiyle etkileşiminin kısır döngüsünü yeniden kurmak olur.

BAZI KRONİK KARŞI AKTARIM SAPLANMALARI


Analistin genelde terk etmiş olduğu, ancak belli bir hastayla ilişkisin-
de güçlü bir şekilde canlanan eski nevrotik karakter yapısının tekrar
ortaya çıkmasından daha önce bahsettik. Bu yapının tekrar ortaya çı-
kışı çoğu zaman kendine has bir biçimde olur; öyle ki, analistin özel
patolojisi terapi etkileşimi içersinde biçimlenir ve hastanın kişilik ya-
pısına benzemeye başlar, ya da hastayı öylesine tamamlar ki hasta ve
terapist birbirleriyle "önceden eşlenmiş" gibi dururlar. Bu tür bir kro-
nik karşı aktarım güçlüğü, tabii ki iki taraf için de çok zararlıdır. Bu-
rada meydana gelen durum şudur: Analistin nevrotik karakter savun-
maları, karşı aktarımında yüzeye çıkma eğilimi gösteren nispeten ilkel
kaygılara karşı en emniyetli savunmalarıdır ve hastayla kurduğu özel
tamamlayıcı karakter oluşumu, her ikisinde de bulunan yansıtmalı
özdeşleşmenin karşılıklı etkisinin ürünüdür.
Sınır ya da psikotik tepkilerde, ya da analitik tedavide her tür has-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 66

tayla çok derin gerilemenin olduğu dönemlerde, genital dönem öncesi


saldırganlık çevresindeki çatışmaların çok önemli bir konuma sahip
olduğu bulunmuştur (Fromm-Reichmann, 1952 ve 1958; Klein,
1946; Lidz ve Lidz, 1952; Little, 1960a; Rosenfeld, 1955; Winnicott,
1960). Literatürde, karşı aktarımla ilgili en ciddi rahatsızlıklar ve kar
şı aktarımla başa çıkmada karşılaşılan en büyük zorluklar, hastadaki
bu tür ciddi arkaik saldırganlığı içeren örneklerdir - tipik olarak iyili
ğe hep kötülükle karşılık vermek zorundaymış gibi görünen hastalara
karşı terapistin yaşadığı duygusal tepkiyle ifade edilir. Ölüm içgüdü
sünün olup olmadığı, saldırganlığın engellenmeye ikincil mi olduğu
tartışmasında kişi hangi düşüncede olursa olsun, ruhsal aygıtta saldır- "■
ganhğı kendiliğe döndürme yönünde kuvvetli bir önyatkınlık olduğu :
yolunda yeterli kanıt vardır. Saldırganlık ve kendiliğe yönelik saldır- >
ganlık, hastanın analistin kendisine yardım etme yetisini yıkma çaba
larında kaynaşır ve bu iki öğe, analistin bu duruma duygusal tepkisin- *
de de bulunur. i
Çok basit terimlerle ifade edersek, iyi bir şey vermek ve karşılığın-
da kötü bir şey almak yaşantısı ve bu tür yaşantıyı gerçeklikle alışıldık
baş etme yollarıyla düzeltme olasılığının olmaması, analistin işinin
dramatik bir yanıdır. Bu, Erikson'un "temel güven" dediği şeyin
kurulmasının başarısızlıkla sonuçlandığı, ya da Melanie Klein'ın "iyi
iç nesnenin emniyet altına alınması" dediği şeyin başarısızlığa uğradığı
diğer temel yaşantıya benzemektedir. Sanki analistin, bu hastayla
ilişkisinde saldırıyı yansızlaştırabilecek güçlere olan güvenini yitir-
mesi gerekmektedir; bu da analistin mazoşizmini yeniden harekete
geçirir. Money-Kyrle (1956), hastanın saldırganlığının nasıl analistin
üstben işlevlerini besleyerek analistte paranoid korkular ya da depre-
sif suçluluk duyguları meydana getirdiğine işaret etmektedir.
Sınır kişilik örgütlenmesi karşısında, her deneyim düzeyindeki te
rapist, hastanın bazı saldırılarına neredeyse mazoşist boyun eğme,
kendi yetileri konusunda oransız ölçüde şüphe duyma ve üçüncü kişi
ler tarafından abartılı eleştirilme korkuları yaşadığı dönemlerden ge
çebilir. Bu dönemler sırasında, analist hastanın saldırganlığı, parano
id yansıtması ve suçluluk duygusuyla özdeşleşir. Analistin, bu duygu
sal konumuna karşı ikincil savunmaları ve özellikle karakter savun- 1
maları, temel durumun netliğini bozabilir.

1
Analistin eski nevrotik karakter yapısının, hastanın karakter pato- 1
lojisiyle özel bir tamamlayıcı bütünleşme biçiminde tekrar ortaya çık- ^
ması, bu kronik karşı aktarım güçlüğünün edinebileceği biçimlerden
KARŞI AKTARIM I 67

• Mir Sıkça rastlanan diğer ikincil savunma, terapistin narsisist içe


ilmesi ya da hastadan kopmasıdır; bu durumda eşduyum yitirilir Ç6 ,
hastayla analitik bir yaklaşım sürdürme olasılığı tehlikeye dü-V
Başarısız bir sonlanmaya varmadan uzun bir süre önce duygusal § \ n
sona ermiş vakalar vardır. Sözü edilen çözümden belki de da-h
patolojik olan savunmaya yönelik diğer bir çözüm, analistin ger-
ilikten narsisist geri çekilmesi ve bu hastaya yardım edebilme ko-
ısunda gerçekçi olmayan bir kesinliğin belirmesidir (bir anlamda,
rkaik tümgüçlü olmanın yeniden ortaya çıkması). Bu durumda tera-ist
böyle bir hastayla bir çeşit adaya çekilir, hastaya saldırganlığını
anal'istten saptırıp dış nesnelere yöneltmesinde yardımcı olur, hasta-
nın saldırganlığının bir kısmını mazoşist bir boyun eğme içinde kendi
üstlenir; bu da kendini "tamamıyla adama" olarak rasyonalize edilir
ve narsisist bir doyum sağlar. Belli bir süre sonra bu savunma işlemi,
çoğu zaman ani bir biçimde çöker ve bundan sonra hastanın sempto-
rnatolojisi tekrar ortaya çıkar ve aynı anda tedavi genelde sona erer.
Böyle bir "Mesih ruhu", hasta için samimi bir tasadan oldukça farklı-
dır, çünkü olgun tasanın gerçekliği de içermesi gerekir.
Terapistin, pasif ilgisizlik ya da içsel olarak terk etme biçiminde
hastadan narsisist çekilmesi ve bu hastayla tamamlayıcı bir ilişki için-
de dış gerçeklikten narsisist çekilmesi, özellikle kendi analizlerinde
narsisizmleri yeteri kadar derinlemesine çalışılmamış analistler için
potansiyel tehlikelerdir. Böyle analistler, kendi narsisist karakter sa-
vunmalarına daha kolaylıkla dönerler; bunun meydana gelmesinin
nedeni, yalnızca eski karakter örüntülerine savunmaya yönelik bir ge-
ri dönüşün gerçekleşmesi değil, aynı zamanda bu savunmaların büyük
çoğunlukla erken saldırganlığı içeren genital dönem öncesi çatış-
malara karşı yöneltilmiş olmalarıdır. Karşı aktarım gerilemesi özel-
likle bu durumlarda tehdit edicidir.

ANALİSTİN GENEL KİŞİLİK ÖZELLİĞİ OLARAK


TASANIN ÖNEMİ
Karşı aktarımda saldırganlığın ve kendine yönelmiş saldırganlığın et-
kisini yansızlaştırmada ve bu etkinin üstesinden gelmede önemli bir
aktif güç, analistin tasa duyma yetişidir. Bu bağlamda tasa, hastadaki
yıkıcı ve kendine yönelik yıkıcı itkilerin ciddi doğasının, analistte bu
tür itkilerin gelişme potansiyelinin farkında olunmasını ve analistin,
hastasıyla terapi çabalarında içkin olan zorunlu sınırlamanın farkında
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 68

olmasını içerir. Tasa aynı zamanda geçici "kötülüğüne" karşın hastaya


yardım etme yönünde samimi bir arzu ve ihtiyacı da içerir. Daha
soyut bir düzeyde konuşursak, tasanın, genelde insanların yıkıcılık ve
kendilerine yönelik yıkıcılıklarının ciddiyetinin farkında olunmasını
ve bireysel vakalarda bu eğilimlerle mücadele etmenin yararlı olabile-
ceği umudunu -ama kesinliğini değil- içerdiği söylenebilir. Temel in-
sani bir eğilim olarak umudun öneminin analizinde Menninger
(1959), umudu, yıkıcılık ve kendine yönelik yıkıcılığın güçlerine karşı
yaşam içgüdüsünün bir tezahürü olarak betimlemektedir. Money-
Kryle (1956), hastanın iyiliği için tasa duymanın, analistin erken yıkıcı
eğilimlerini telafi eden onarıcı dürtüler ve ebeveyn özdeşleşmele-
rinden kaynaklandığını söylemektedir. Frank (1959), farklı bir bağ-
lamda terapistin, terapideki başarının bir önkoşulu olarak kendisine ve
tekniğine olan inancının önemini vurgulamaktadır. Ayrıca tasa,
analitik konumun ve analistin yansızlığının terk edilmesi anlamına
gelmediği şeklinde olumsuz olarak da betimlenebilir; hasta için tasa
duyma, gerçekliğin terk edilmesi anlamına da gelemez.
Farklı yönelimleri olan psikanalistler, tasa yetisinin altında yatan
oluşumsal ve dinamik koşulları farklı betimleyeceklerdir. Winnicott
(1963), tasanın dönüşmüş ve kısıtlanmış suçluluk duygularından kay-
naklandığını söylemektedir. Çocuğun, tekrarlanan saldın, suçluluk
duygusu ve onarma devirlerini başarılı bir şekilde derinlemesine ça-
lışmasının bu gelişmeyi mümkün kıldığını söylemektedir. Kökeni ne
olursa olsun, analistin tasa yetisinin tezahürü herhangi bir hastanın te-
davi ortamının dolayımsız gerçekliğiyle bağlantılı olarak betimlene-
bilir. Somut terimlerle ifade edersek, tasa, analist tarafından süregi-
den özeleştiri, imkânsız durumları pasif bir şekilde kabul etmeye is-
teksizlik ve uzayan bir krizi ele almada sürekli yeni yollar arayışı an-
lamına gelir. Narsisist çekilmenin karşıtı olarak terapistin aktif olarak
ilişkiye girmesini ve meslektaşlarından yardım alma ve onlara danış-
ma ihtiyacının sürdüğünün kavranmasını gerektirir. Son nokta önem-
lidir: Kendi çalışması hakkında gizlilik yerine bir meslektaş ya da da-
nışman ile bir vakayı gözden geçirmeye isteklilik, tasanın iyi bir gös-
tergesidir.
Analistin üzerinde, kendi sınırlarını kabul etme yetisini ve bu sınır-
lamaların üstesinden gelme gayretlerini kısıtlayabilecek mesleki bas-
kılar vardır. Analitik eğitimi boyunca, analist adayı, hastalarını narsi-
sist bir biçimde kullanma hissiyle mücadele etmek zorunda kalabilir,
çünkü bu hastalann tedavisi mezuniyet için bir koşul olabilir: "İyi" bir
KARŞI AKTARIM I 69

stayı tutmak ve "kötü" bir hastadan kurtulmak arzusu, gereklilikle-.


yerine getirilmesine bağlı olarak adayın arzulan ve korkusundan iclü
bir şekilde etkilenen bir karşı aktarım tepkisini temsil edebilir.
Benedek (1954), aynca bir psikanaliz çevresi ortamında analistte
açı-"a çıkabilecek karşı aktarım komplikasyonlannın bazılannı
betimlemektedir. Karmaşık bir tedavi ortamında yer aldığında,
analiste etki eden baskılar da karşı aktarımını etkileyebilir ve
gerçekte ya da fantezisinde zor tedavi ortamlarıyla başa çıkma
konusunda iç özgürlüğünü kısıtlayabilir. Savage (1961), bir hastane
ortamında şizofren hastaların psikanalitik yönelimli terapileriyle ilgili
olarak bu noktaya değinmektedir. Main (1960), bir hastane
ortamında meydana gelen karşı aktarım tepkilerinin incelenmesini
içeren bir araştırma yürütmüştür.
Ancak, tedavideki tüm zorluklar ya da krizler, karşı aktarım güç-
lüklerini içermez. Terapistin deneyim, teknik ya da kuramsal bilgi ek-
sikliğini. karşı aktarım tepkisinden ayırmak gerekir. Bu kolay değil-
dir, çünkü bu iki faktör birbirini etkiler.
Karşı aktanm tepkisinin anlamı üzerine analistin içgörüsünün ken-
di başına hastaya faydası yoktur. Hastaya faydası olan, analistin bu
bilgiyi aktanm yorumlannda kullanması, analistin kendini ve hastası-
nı başa çıkması gerçekçi açıdan mümkün olmayabilecek durumlardan
korumak üzere gerekli adımlan atması ve analistin, ilişkileri boyunca
hastaya, şimdiki zamanı gözden kaçırmadan hastanın geçmişinde ona
eşlik etme istekliliğini kamtlamasıdır.

ÖZET
Karşı aktanm ve karşı aktarımın klinik kullanımı üzerine farklı görüş-
ler anlatıldı. Karşı aktarımın, hastada gerilemenin derecesini değer-
lendirmede ve sınır kişilik örgütlenmelerinde tipik aktanm modelleri-
ni açıklığa kavuşturmada yararlı olabileceği söylendi.
Analizde ya da açıklayıcı psikoterapide ciddi bir biçimde gerileme
potansiyeli olan hastalar, genelde ciddi karşı aktarım komplikasyon-
ları, özellikle de "karşı özdeşleşme" yaratırlar.
"Karşı özdeşleşme" biçimini alan karşı aktanm komplikasyonlan-
nın, analistte erken ben özdeşleşmelerinin ve erken savunma meka-
nizmalannın kısmi olarak yeniden harekete geçmesine bağlı olabile-
ceği belirtildi. Bu karşı özdeşleşmeler, analitik ortam hakkında önem-
li bir bilgi kaynağı olabilmesine karşın, aynı zamanda analiz için
önemli bir tehdit oluşturur ve analiste "kronik karşı aktanm saplan-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 70

ması" geliştirme yönünde önyatkınlık sağlayabilir.


Şu kronik karşı aktarım saplanma göstergeleri betimlendi: Analis-
tin belli bir hastayla etkileşiminde, terk edilmiş nevrotik karakter
özelliklerinin yeniden ortaya çıkması; analizin "duygusal açıdan sona
erdirilmesi"; gerçekçi olmayan bir biçimde "kendini tamamıyla ada-
ma"; hastaya karşı "mikroparanoid" tutumlar. Bu karşı aktarım komp-
likasyonları, özellikle ciddi gerileme potansiyeli olan hastaların teda-
visinde, özellikle de sınır kişilik örgütlenmesinde meydana gelirler.
Analistin genel bir kişilik özelliği olarak ve analisti bahsi geçen
karşı aktarım komplikasyonlanndan korumada yardımcı olan "ta-
sa"nın önemi betimlendi. Tasa gelişmesinin bazı özellikleri, önkoşul-
ları ve gerçekçi sınırlamalarından söz edildi.
3

Tedavinin Genel İlkeleri

GİRİŞ
gu bölümde sınır kişilik örgütlenmesinden bahsetmeye devam edece-
ğiz. Başka bir yazımda (1966), "özdeşleşme sistemleri"nin sentez de-
recesine bağlı olarak iki ben örgütlenme düzeyi olduğunu söylemiş-
tim- "Özdeşleşme sistemleri" terimini, içe atımları, özdeşleşmeleri ve
nesne ilişkilerini içselleştirme sürecinde ilerleyen bir sekans olarak
ben kimliğini içerecek şekilde kullanmıştım. Özdeşleşme sistemleri-
nin örgütlenmesi, ilk olarak ilkel çözme ya da "bölme"nin benin sa-
vunma örgütlenmesi için en önemli mekanizma olduğu temel bir ben
işleyişi düzeyinde meydana gelir. Daha sonra, benin ikinci ve daha
ileri düzeyde bir savunma örgütlenmesine varılır; bu düzeyde en
önemli mekanizma, bölmenin yerini alan bastırmadır. Bu kısıtlı anla-
mında bölme, karşıt nitelikteki özdeşleşme sistemlerini aktif bir şekil-
de ayrı tutma süreci olarak tanımlanabilir.
O yazımda "sınır" adı verilen kişilik bozukluğu olan kişilerin, böl-
me ve bölmeye bağlı diğer savunma mekanizmalarının hâkim olduğu
alt düzey bir ben örgütlenmesine patolojik saplanma gösterdiklerini
söylemiştim. Alt düzey ben örgütlenmesinin süregelmesi, normal ge-
lişim ve özdeşleşme sistemlerinin bütünleştirilmesinde, dolayısıyla
ben ve üstbenin normal gelişiminde de olumsuz etki yaratır.
İlk bölümde, bu durum için "sınır durumlar" ya da başka terimler
yerine "sınır kişilik örgütlenmesi" terimi kullanılmıştır, çünkü bu has-
talar, nevrozdan psikoza, ya da psikozdan nevroza geçişte geçici hal-
lerden çok, özgül, oldukça kararlı bir patolojik kişilik örgütlenmesi
sergilerler. Böyle bir sınır kişilik örgütlenmesini yansıtan klinik send-
romlarda şu noktalar ortak görünmektedir: (i) Tipik semptomatik kü-
melenmeler, (ii) benin tipik savunma işlemleri kümelenmeleri, (iii) ti-
pik içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisi ve (iv) karakteristik içgü-
düsel değişimler. Bu hastalarda şiddetli stres ya da alkol veya madde
etkisi altında geçici psikotik epizodlar meydana gelebilir; bu psikotik
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 72

epizodlar, genelde nispeten kısa, ancak iyi yapılandırılmış tedavi yak-


laşımlarıyla iyileşir. Psikanaliz denendiğinde, bu hastalar gerçekliği
değerlendirme yetilerini özel bir biçimde yitirebilirler ve hatta akta-
rım ortamıyla sınırlı hezeyan fikirleri geliştirebilirler - bir aktarım
nevrozu yaşamak yerine bir aktarım psikozu yaşarlar.
İlk bölümde, sınır kişilik örgütlenmesinin yapısal özellikleri vur-
gulanmıştı. Yapısal analiz iki nokta üzerinde durmaktadır: (i) Bu has-
taların ben gücü ve benlerinin karakteristik savunma işlemleri ve (ü)
içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojisi. İlk noktayla ilgili olarak,
sınır kişilik örgütlenmesinde özellikle kaygı tahammülü yokluğu, itki
denetimi yokluğu ve gelişmiş yüceltme kanallarının yokluğunun tem-
sil ettiği özgül olmayan ben zayıflığı belirtileri vardır. Bunlara ek ola-
rak, ben zayıflığının özgül yönleri de vardır: Bu hastalarda özel sa-
vunmalar, ben işleyişinde klinik olarak yine ben zayıflığı olarak teza-
hür eden çaıpıtmalar meydana getirir. Bu gözlemden çıkarılacak bir
sonuç, bu özel savunmaların terapide çözülmesinin beni daha da za-
yıflatmak yerine beni gerçekte güçlendirebileceğidir. Bölme, ilkel
idealleştirme, yansıtmanın erken biçimleri (özellikle yansıtmalı öz-
deşleşme), inkâr ve tümgüçlü olma, sınır kişilik örgütlenmesi olan
hastalarda karakteristik savunma kümelenmelerini teşkil eder.
Bu hastaların yapısal analizinde söz konusu olan ikinci husus, yani
içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojisi ile ilgili olarak, bu patolo-
jinin kökenini bulmaya, ben ve üstben gelişimi üzerindeki sonuçlarını
meydana çıkarmaya (kimlik dağınıklığı sendromu üzerinde özellikle
durarak) çalıştım.
Son olarak, sınır hastalarda genital dönem öncesi ve özellikle de
oral saldırganlığın aşırı derecede geliştiğini ve genelde oidipal çabala-
rın zamanından önce gelişmesine yol açtığını, bunun bir sonucu ola-
rak da saldırgan ihtiyaçların ezici etkisi altında genital dönem öncesi
ve genital amaçların özel patolojik bir yoğunlaşmasının meydana gel-
diğini belirttim. Aşağıda bahsi geçecek hastaların tipik aktarım geli-
şimlerinin kendine has özelliklerini belirleyen de, içgüdüsel çatışma-
ların bu kümelenmesidir.
Bu bölümde, bu hastaların tedavisindeki zorluklan inceleyecek ve
bu hastalarla kullanılacak psikoterapi stratejisi üzerine bazı genel
önermeler sunacağım. Bu önermelerin genel hatları şöyledir:
Sınır kişilik örgütlenmesi olan çoğu hasta, psikanalitik terapideki
gerilemeye tahammül edemez; bunun nedeni, yalnızca benlerinin za-
yıflığı ve aktarım psikozu geliştirmeye olan yatkınlıktan değil, aynı
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 73

manda ve esas olarak da, aktarımda içgüdüsel çatışmalarının eyle-e


Soyulmasının patolojik ihtiyaçlarına doyum sağlaması ve analizin
•iprlernesini durdurmasıdır. Yüzeyde, tekrarlayan bir "derinlemesine
alışma" süreci gibi görünen şey, gerçekte terapi ilişkisinde aktarımın
vleme koyulmasını temel alan oldukça kararlı uzlaşmacı bir oluşum-
dur.
Bu hastaları destekleyici psikoterapi ile tedavi etme çabaları genel-
de başarısızlığa uğrar. Destekleyici psikoterapi, hastanın savunma ör-
gütlenmesini pekiştirmeyi amaçlar, ilkel aktarım modellerinin ortaya
çıkmasını önlemeye çalışır ve hastaya daha uyum sağlayıcı yaşam
örüntüleri gerçekleştirmesinde yardımcı olmak üzere bir çalışma iliş-
kisi kurmaya çalışır. Böyle bir yaklaşım, aktarımda gerilemeyi önler;
aktarım psikozu meydana gelmez; ve daha önce bahsi geçen türden
terapi açmazından kaçınılır. Ancak, destekleyici bir yaklaşım genelde
başarısızlığa uğrar, çünkü bu hastalarda hâkim olan karakteristik sa-
vunmalar, bir çalışma ilişkisinin, yani "terapide işbirliğinin (Sterba,
1934; Zetzel, 1966) kurulması üzerinde olumsuz etki yaratır. Olumsuz
aktarım yönleri, özellikle de aşırı ciddi gizil olumsuz aktarım yat-
kınlıkları, bu hastaların patolojik savunmalarının daha da fazla hare-
kete geçmesine yol açabilir. Böyle bir yaklaşımın nihai sonucu, çoğu
zaman olumsuz aktarımın bölünmesi, tedavi saatleri dışında çok mik-
tarda eyleme koyma ve terapi ortamında duygusal sığlıktır. Böyle
destekleyici bir yaklaşımın sonuçlarından biri, uzun süreler boyunca
terapi etkileşiminin "boşluğu" olabilir ve bu boşluk, kendi başına da
terapi açmazları meydana getirebilir. Böyle bir durumda, seanslar sı-
rasında şiddetli, tekrarlayan eyleme koymalar yerine öyle bir durum
meydana gelir ki, terapist hastaya bir destek sağlamaya çabalar, ancak
hasta bu desteği bütünleştirmekten aciz görünür.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan çoğu hastada, değiştirilmiş özel bir
analitik çalışma tarzı ya da psikanalitik psikoterapi biçimine ihtiyaç
duyulabilir. Bu psikoterapi, hem klasik psikanalitik çalışma tarzından
hem de alışıldık açıklayıcı ve destekleyici psikanalitik yönelimli psi-
koterapilerden ayrılır. Bu psikoterapi tarzının, Eissler'in (1953) söyle-
diği gibi, tam olarak çözülmelerini beklemeksizin psikanalitik ortama
birkaç "teknik parametresi" eklenişini temsil ettiğini söyleyebiliriz.
Değişiklik, klasik psikanaliz değil de psikanalitik psikoterapiye denk
gelen bir terapi ortamında meydana geldiğinde, "teknik parametresi"
yerine "teknik değişikliği" terimini kullanmak daha uygun görünmek-
tedir (Frosch, kişisel yazışma).
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 74

Psikanalitik çalışma tarzında önerilen bu değişikliğin başlıca özel-


likleri şunlardır: (i) Görünür ve gizil olumsuz aktarımın, bu aktarım
temel alınarak tam oluşumsal yeniden kurmalar gerçekleştirmeye ça-
balamadan sistematik olarak çalışılması ve bunu takiben, görünür
olumsuz aktarımın, bu aktarımı hastanın başkalarıyla ilişkisinde siste-
matik bir biçimde incelemek suretiyle terapi etkileşiminden "saptırıl-
ması"; (ii) sınır hastaları karakterize eden patolojik savunma işlemle-
rinin, olumsuz aktarıma girdikçe yorumlanması ve hastanın bunlarla
yÖzleştirilmesi; (iii) terapi içinde aktarımın eyleme koyulmasını önle-
mek için ne kadar gerekiyorsa o kadar aktif önlemle terapi ortamının
kesin olarak yapılandırılması (örneğin, tedavinin gerçekleştirildiği sı-
nırları belirlemek ve seanslar sırasında müsaade edilen sözel olmayan
saldırganlığa kesin sınırlar koymak suretiyle); (iv) tedavi saatleri dı-
şında hastanın eyleme koyması, patolojik içgüdüsel doyum elde ettiği
kronik kararlı bir durum meydana getirme tehdidinde bulunmaya baş-
ladığı takdirde hastane, gündüz hastanesi vb. çevresel yapılandırıcı
koşulların kullanılması; (v) aktarımda ve hastanın yaşamında, patolo-
jik savunma işlemlerinin ifadesine yer veren tüm alanlar üzerinde se-
çici odaklaşma; çünkü bunlar ben zayıflamasına yol açar ve gerçekli-
ği değerlendirme yetisinin azaldığını gösterir; (vi) olumlu aktarım te-
zahürünün terapide işbirliğini sürdürmek için kullanılması ve hasta-
nın olumlu aktarımı koruyan savunmalanyla yalnızca kısmen yüzleş-
tirilmesi; (vii) genital dönem öncesi saldırganlık ve genital ihtiyaçla-
rın patolojik yoğunlaşması yoluyla hastanın uyumu üzerinde olumsuz
etkisi olan cinsel çatışmaların, gerçeklikte daha uygun ifade edilme
yollarını desteklemek; diğer bir deyişle, daha olgun bir genital geli-
şim potansiyelini, genital dönem öncesi saldırganlık engellerinden
"kurtarmak".

KONUYLA İLGİLİ LİTERATÜRÜN GÖZDEN GEÇİRİLMESİ


Sınır durumlar üzerine literatür, 1. Bölüm'de genel olarak gözden ge-
çirilmişti. Sınır durumların tedavisi açısından en geniş literatür çalış-
ması, Knight (1953 a ve b) ve Stone'da (1954) görülmektedir. Litera-
türde sorulan temel soru, bu hastaların psikanalizle tedavi edilmeleri-
nin mümkün olup olmadığı, yoksa bir tür psikoterapi mi gerektirdik-
leridir. Bunlarla yakından ilintili olan bir diğer soru da, neyin psikana-
liz olduğunun, neyin olmadığının sınırlarının belirlenmesidir. Çünkü
örneğin sınır ve psikotik hastaların tedavisine önemli katkılarda bu-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 75

lunmuŞ olan Fromm-Reichmann (1950), bu hastalar için psikanalitik


alışma tarzının uygulanabileceğini ima etmektedir, ancak psikanaliz
kavramını, başka yazarların kesin olarak analitik yönelimli psikotera-
oi olarak kabul edecekleri şekilde genişletmektedir.
Gül (1951, 1954), klasik psikanalizin sınırlarını analitik yönelimli
nsikoterapilerden ayırmaya çalışmış ve dar anlamında psikanalizin,
analistin yansız bir konuma tutarlı bir şekilde bağlı kalmasını içerdi-
ğini söylemiştir (ve haklı olarak yansızlığın, tüm kendiliğinden tepki-
lerin yok edilmesi sonucu davranışın mekanik bir katılığa bürünmesi
anlamına gelmediğini belirtmiştir). Gill, psikanalizin tam ve gerile-
meli bir aktarım nevrozunun gelişmesini gerektirdiğine ve aktarımın
yalnızca yorumlama teknikleriyle çözülmesi gerektiğine inanmakta-
dır. Gill ayrıca, psikanalizle karşılaştırıldığında analitik yönelimli psi-
koterapilerin yansızlığa daha az bağlılık gerektirdiğini belirtiyor; bu
terapiler, aktarım olgularının ve aktarım direncinin kabul edilmesini
gerektirir, ancak tam anlamıyla bir aktarım nevrozunun gelişmesine
izin vermeden bu olguları değişen derecelerde yorumlarlar ve aktarı-
mın yalnızca yorum temelinde çözülmesini gerektirmezler.
Sınırların bu şekilde çizilmesi yararlıdır, ancak buna bir istisna
Gill'in (1954) vardığı, psikanalizde analistin gerilemeli aktarım nev-
rozunu "aktif olarak oluşturduğu" sonucudur. MacAlpine (1950) ile
aynı görüşü paylaşan Gill (1954), analitik ortamın gerilemeli bir akta-
rım nevrozunun gerçekleşmesini sağlamak üzere özgül olarak tasar-
landığını söylemektedir. Ancak, analitik ortam, bastırılmış patojen
çocukluk çatışmalarının ortaya çıkışında içkin gerilemeli çekim gücü-
nün gelişmesine izin verir. MacAlpine'in analitik ortamı gerilemeli,
çocuksu ortam olarak betimlemesi, analistin hastanın malzemesine,
bağımsızlığına saygısı, analistin hastanın olgunlaşma ve kendi çö-
zümlerini geliştirme yetisine olan zımni güveni ve duyduğu itimat gi-
bi bu ortamda verili olan ilerlemeye yönelik öğeleri ciddi bir şekilde
gözardı etmektedir (Ticho, kişisel yazışma).
Tekrar asıl noktaya dönersek, Gill'in tanımı, psikanalizi, psikanali-
tik yönelimli ya da açımlayıcı psikoterapilerden ayırmak için çok ya-
rarlıdır. Eissler (1953), genelde ciddi ben çarpıtmaları olan hastalarda
şart olan ve analitik ortamda değişiklikler gerektiren "teknik paramet-
releri"nden bahsederken bu hususu daha da açıklığa kavuşturmuştur.
Eissler, bu parametreler yalnızca kesinlikle şart olduğu zaman kulla-
nıldığında, kaçınılmaz minimum düzeyi aşmadığı sürece ve analizin
sona ermesinden önce kendi kendine bertaraf olmalarına, yani yorum
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 76

yoluyla çözülmelerine olanak veren şartlar altında kullanıldığında te-


davinin hâlâ psikanaliz sayılabileceğini söylemektedir. Gerçekten de,
Gill'in de (1954) belirttiği gibi, bu bir psikoterapiyi analize dönüştür-
me olasılığını içerir. Psikanaliz ve psikanalizle ilintili diğer psikotera-
piler arasındaki farklar üzerine ek açıklamalar Stone (1951), Bibring
(1954) ve Wallerstein ve Robbins'in (1956) yazılarında bulunabilir.
Gill'in psikanalize çizdiği sınırlar açısından bakıldığında, sınır du-
rumların tedavisi sorunuyla uğraşan yazarlar, psikanaliz tavsiye eden-
lerden, tedavi olarak psikanalizden çok psikoterapinin, özellikle de
destekleyici bir psikoterapi türünün seçilmesi gerektiğine inanlara
doğru uzanan bir süreklilik üzerinde konumlandırılabilir gibi görün-
mektedir. Bu sürekliliğin ortalarında bir yerde, sınır kişilik örgütlen-
mesi olan hastalardan bazılarının analiz edilebileceğine, bazılarınınsa
açıklayıcı psikoterapi gerektirdiğine inanan kişiler vardır; ayrıca psi-
kanaliz ile psikoterapi arasında kesin bir ayırım yapmayan kişiler de
vardır.
Literatürde sınır hastalarla ortaya çıkan terapi sorunlarına ilk ayrın-
tılı referanslar, ağırlıklı olarak, bu hastalar için klasik psikanalizden
çok destekleyici yönleri olan değiştirilmiş psikoterapi tavsiye etme
doğrultusundaydı. Stern (1938,1945), açıklayıcı bir yaklaşımı, hasta-
nın geçmişiyle ilgili malzemeden çok devamlı aktarım üzerinde odak-
laşılmasını ve hastanın analiste çocuksu yapışma bağımlılığını azalt-
mak üzere devamlı çaba gösterilmesini tavsiye etmektedir. Stern, bu
hastaların çocukluklarındaki travmatik ilişkilerinden farklı olarak yeni
ve gerçekçi bir ilişkiye ihtiyaçları olduğunu düşünmektedir; bu
hastaların, alışıldık analitik hastanınkine benzer bir aktarım nevrozu
yetisini ancak yavaş yavaş geliştirebileceklerine inanmaktadır. Bu
hastaların tedavisinde, analizin ancak ilerki safhalarda mümkün ola-
bileceği ve denenmesi gerektiği sonucuna varmaktadır. Schmideberg
(1947), muhtemelen en iyi açıklayıcı psikoterapi olarak ifade edilebi-
lecek bir yaklaşımı tavsiye etmektedir ve bu hastaların klasik analizle
tedavi edilemeyecekleri kanaatindedir. Knight'ın (1953a ve b) sınır
vakalarla psikoterapi stratejisine önemli katkıları, kesin olarak sürek-
liliğin bir ucunda olan tamamıyla destekleyici bir yaklaşım yönünde-
dir. Knight, bu hastaların benlerini kuvvetlendirmenin ve nevrotik sa-
vunmalarına saygı göstermenin önemini vurgulamaktadır; "derin yo-
rumları", bu yorumların sahip oldukları gerilemeli çekim gücünden ve
bu hastaların zayıf benlerinin, ikincil süreç düzeyinde işlev görmeyi
sürdürmelerini çok zorlaştırdığından dolayı tehlikeli görmektedir.
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 77

ou hastalarla genel tedavi programının bir parçası olarak hem psiko-


terapi ortamı içersinde hem de hastane ve gündüz hastanesi kullanı-
mında yapının önemini vurgulamaktadır.
Yelpazenin ortalarına doğru Stone (1954) ve Eissler'in (1953) tav-
siye ettiği yaklaşımlar bulunmaktadır. Stone, sınır hastaların hazırla-
yıcı psikoterapiye ihtiyaçları olabileceğini, ancak bu hastalardan en
aZından bazılarının ya tedavinin başından itibaren ya da terapistle bir
çalışma ilişkisinin oluşturulduğu bir süre sonrasında klasik psikana-
lizle tedavi edilebileceğini düşünmektedir. Stone ayrıca bu hastalarla,
daha önceki terapinin, kullanılan teknik parametreleri yorum yoluyla
çözülemeyecek kadar büyük aktarım çarpıtmaları yaratmamış olması
kaydıyla, tedavinin ilerki safhalarında analizin denenebileceği konu-
sunda Eissler'le hemfikirdir. Eissler, bazı vakalarda tedavinin ikinci
safhası için analist değiştirmenin gerekli olabileceğini söylemektedir.
Glover (1955b) bu vakalardan en azından bazılarının psikanaliz için
"orta derecede uygun" olduğunu söylemektedir.
Yelpazenin öteki ucunda, İngiliz psikanaliz okulu adı verilen' okul-
dan değişen derecelerde etkilenmiş bazı analistler bulunmaktadır (Bi-
on, 1957; Heimann, 1955b; Little, 1951; Rosenfeld, 1958; Segal,
1964; Winnicott, 1949 ve 1960). Bu analistler, sınır hastaların çoğuy-
la, hatta belki de hepsiyle klasik psikanalitik tedavi denenebileceğine
inanmaktadırlar. Bu analistlerin katkılarından bazıları, sınır kişilik ör-
gütlenmesi olan hastaların karakteristiği olan savunma örgütlenmesini
ve özel dirençleri daha iyi anlamak yönünde çok önemli olmuştur.
Çoğu sınır hastayı psikanalizle tedavi etmenin mümkün olduğu yo-
lundaki genel varsayımlarına katılmamama rağmen, bu analistlerin
bulgularının, psikanalitik yönelimli psikoterapilerde özgül olarak sınır
hastaların aktarım komplikasyonlarına uyarlanmış değişikliklere
olanak sağladığına inanıyorum: Burada özellikle Little (1958, 1960a
ve b), Winnicott (1949), Heimann (1955b), Rosenfeld (1964) ve Se-
gal'in (1964) çalışmalarından bahsediyorum.
Bu bölümde ana hatlarıyla anlattığım tedavi önerileri, iki ucun ara-
sında yer almaktadır: Benim kanaatime göre, sınır kişilik örgütlenme-
si olan çoğu hastada, klasik psikanaliz yerine değiştirilmiş bir analitik
çalışma tarzı ya da özel bir açıklayıcı psikanalitik psikoterapi biçimi
kullanmak gerekir. Bu açıklayıcı yaklaşım, olumsuz aktarımı yansıtan
ve hastanın ben zayıflığını sürdürmesine doğrudan ya da dolaylı
olarak katkıda bulunan savunma işlemlerini tutarlı yorumlama çalış-
masını içermektedir. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar arasında,
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 78

kesin olarak psikanalizi gerektiren bazı hastalar vardır ve şimdi bu


hastalan tanımlamaya çalışacağım.

AKTARIM VE KARŞI AKTARIM ÖZELLİKLERİ


Sınır hastaların terapisinde ortaya çıkan sorunların önemli bir yanı ak-
tarım psikozunun meydana gelmesidir. Bazı yazarlar aktarım gerile-
mesinin özelliklerini betimlemişlerdir ve bu konuda genel bir özet
için Wallerstein'ın makalesine (1967) başvurulabilir.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların aktarım tezahürünün bel-
ki de en çarpıcı özelliği, birbirinden çözülmüş olan ben halleri bağla-
mında çatışma yüklü çok erken nesne ilişkilerinin aktarımda zaman-
sız canlanmasıdır. Sanki bu ben hallerinden her biri, aktarımda belli
bir içselleştirilmiş nesne ilişkisinin canlandığı tam bir aktarım mode-
lini, tamamıyla gelişmiş, gerilemeli bir aktarım tepkisini temsil et-
mektedir. Bu durum, tipik nevrotik hastada gerileme meydana geldik-
çe içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin tedrici olarak açığa çıkmasından
farklıdır. Klinik deneyim, üst düzey kişisizleşmiş ve soyutlanmış üst-
ben yapılarının önemli ölçüde eksik olduğunu ortaya koymaktadır ve
bu, birçok özerk ben yapısı, özellikle de yansızlaşmış, ikincil olarak
özerk karakter yapılan için de geçerlidir. Demek ki, bu tür gerilemiş
ben hallerinin zamansız canlanması, ilkel ve çatışma yüklü "metaboli-
ze edilmemiş" içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojik olarak var-
lıklarını sürdürdüklerini temsil etmektedir.
Tipik olarak bu erken içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin tekrar ha-
rekete geçmesine bağlı olarak ortaya çıkan çatışmalar, genital dönem
öncesi saldırganlığın ezici etkisi altında genital dönem öncesi ve geni-
tal amaçlann özel patolojik bir yoğunlaşması olarak nitelendirilebilir.
Genital dönem öncesi ve özellikle de oral aşın saldırganlık genelde
yansıtılır ve erken ebeveyn imgelerinin, özellikle de anne imgelerinin
paranoid çarpıtılmasını belirler. Klinik açıdan, bunun annenin gerçek-
ten saldırgan oluşunun ya da ciddi erken engellenmenin bir sonucu
olup olmamasının, bünyesel aşın saldırgan dürtü türevlerini yansıtıp
yansıtmadığının, saldırganlığı yansızlaştırma yetisinin bulunmayışını
ya da bünyesel kaygı tahammülü yokluğunu yansıtıp yansıtmadığı-
nın, nihai olarak ortaya çıkan sonuç -ilk ebeveyn imgelerinin paranoid
çarpıtılması- kadar önemi yoktur. Ağırlıklı olarak oral-sadist ve
aynı zamanda anal-sadist itkilerin yansıtılması ile anne, potansiyel
olarak tehlikeli görülür ve anneye duyulan nefret, daha sonra çocuk
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 79

f ndan ebeveyn "birleşik bir grup" olarak algılandığında hem anne


UU
babaya duyulan nefrete dönüşür. Birincil olarak anneye yansıtı-
saldırganlıkla baba imgesinin "kirlenmesi" ve anne ile baba ara-
da bir ayrışmanın olmaması, genelde birleşik, tehlikeli bir ebeveyn
Sl
2esi oluşturur ve daha sonraları tüm cinsel ilişkilerin tehlikeli oldu-
- ve saldırganlık içerdiği şeklinde bir kavrayış gelişir. Aynı sırada,
rai hiddet ve korkulardan kaçma çabasıyla, genital çabalara bir "ka-
ıs" meydana gelir; bu kaçış genelde genital çabalan kirleten genital
dönem öncesi saldırganlığın şiddeti nedeniyle başarısızlığa uğrar
(Heimann, 1955a).
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların aktarım tezahürü başlan-
gıçta tamamıyla kaotik görünebilir. Ancak tedrici olarak, yukarıda
bahsi geçen çatışmaların etkisi altında ilkel kendilik temsilleri ve bu-
nunla ilintili nesne temsillerini yansıtan tekrarlayan örüntüler belirir
ve tedavide ağırlıklı olarak olumsuz aktarım modelleri olarak ortaya
çıkar. Sınır hastalann karakteristik savunma işlemleri (bölme, yansıt-
malı özdeşleşme, inkâr, ilkel idealleştirme, tümgüçlü olma), aktarım
dirençlerinin vasıtası haline gelirler. Bu savunma işlemlerinin başlı
başına beni zayıflatan etkileri olmasının (bkz. Kernberg, 1966 ve 1.
Bölüm), zamansız aktarım gelişimlerini kısa sürede karmaşıklaştıran
şiddetli gerilemede rol oynayan çok önemli bir faktör olduğu düşü-
nülmektedir.
Sınır hastalarda "ben zayıflığı" ile kast edilen nedir? Ben zayıflığı-
nın, id türevleri tarafından saldırıya uğradığında bu türevlerin "içeri
girmesini" ya da beni "istila etmesini" önleyemeyen nispeten daya-
nıksız bir ben bariyerinden ibaret olduğu kavrayışı yetersiz görün-
mektedir. Hartmann ve arkadaşlarının (1946) ve Rapaport'un (1957),
alt yapıların hem özgül işlevleri belirleyip hem de bu işlevler tarafın-
dan belirlendikleri genel bir yapı olarak tanımladıkları ben üzerine
analizleri, ben zayıflığının yalnızca bu yapıların yokluğu ya da zayıf-
lığı olarak değil, üst düzey ben yapılannın alt düzey ben yapılarıyla
yer değiştirmesi olarak görülmesi gerektiğini inandıncı bir şekilde
sergilemektedir. Nevrozlarda benin savunma örgütlenmesinin, "üst
düzey" bastırma mekanizması ve bastırmayla ilintili diğer savunma-
lar çevresinde gerçekleşmesinden farklı olarak, sınır kişilik örgütlen-
mesi olan hastalarda bölme mekanizması ve diğer ilintili savunmala-
rın kullanıldığı "alt düzey" savunma örgütlenmesi, bu hastaların ben
zayıflığının bir yönünü göstermektedir (Kernberg, 1966). Aynca, iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinden türeyen yapılann normal bütünleş-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 80

meşinin gerçekleşememesi (bütünleşmiş kendilik kavramı, gerçekçi


nesne temsilleri, ideal kendilik ve ideal nesne temsillerinin ben ideali
şeklinde bütünleşmesi, üstben öncülerinin ve ebeveyn imgelerinin da-
ha gerçekçi içe atımlarının üstben şeklinde bütünleşmesi, vb.), kimlik
oluşumu ve bireyselleşme süreçleri ile hem ben hem üstben işlevleri-
nin yansızlaşması ve soyutlanması üzerinde olumsuz etki yaratır. Tüm
bunlar, çatışma içermeyen ben alanında bir azalmayla (ki klinik
olarak bu kendini, "özgül olmayan" ben zayıflığı tezahürüyle, özellikle
de kaygı tahammülü yokluğu, itki denetimi yokluğu ve gelişmiş yü-
celtme kanalları yokluğuyla gösterir) ortaya çıkar (bkz. 1. Bölüm).
Ayrıca, bu hastalara psikoterapideki müdahale açısından çok
önemli bir husus da, "özgül olmayan" ben zayıflığının, böyle patolojik
bir ben örgütlenmesi olan hastaların benlerini deneme mahiyetinden
bir yaşayan bir de gözleyen kısma ayırma yetilerinin olmayışı ve buna
bağlı terapide işbirliği kurma yetilerinin olmayışında açıkça gö-
rülmesidir. Sınır kişilik örgütlenmesinin dinamikleri, zayıf bariyerleri
nedeniyle benin "istila edilmesi" metaforuyla iletilenden çok daha
karmaşıktır, çünkü "zayıflıkların" altında aşırı derecede güçlü, katı, il-
kel ve patolojik ben yapılan vardır.
Şimdi bu hastalarda aktarım gerilemesi konusuna geri dönelim.
Hasta bir kez tedaviye başladıktan sonra denge durumunu bozan en
önemli kuvvet, hastanın, başta ben zayıflığına katkıda bulunmuş olan
savunma işlemlerini daha yoğun kullanmak suretiyle, tehdit edici, il-
kel, özellikle de olumsuz aktarım tepkilerine karşı kendini koruma ça-
basının artmasıdır. Bu hususla ilgili temel "suçlu"lardan biri, muhte-
melen Melanie Klein (1946) ve başkaları (Heimann, 1955b; Money-
Kyrle, 1956; Rosenfeld, 1963; Segal, 1964) tarafından betimlenmiş
olan yansıtmalı özdeşleşme mekanizmasıdır. Yansıtmalı özdeşleşme,
esas olarak saldırgan kendilik ve nesne imgelerini dışsallaştırmak
üzere başvurulan ilkel bir yansıtma türüdür; yansıtmanın yapıldığı
gerçek nesnelerle "eşduyum" sürdürülür ve eşduyum da, bu yansıtma
nedeniyle korku duyulan nesneyi denetleme gayretiyle bağlantılıdır
(bkz. 1. ve 2. Bölümler).
Aktarımda bu, tipik olarak terapiste şiddetli güvensizlik ve tera-
pistten şiddetle korkma olarak tezahür eder; terapist hastaya saldırıyor
olarak algılanırken hasta, yansıtılan bu şiddetli saldırganlığa eşduyum
duyar ve terapisti sadist, tahakküm edici bir biçimde denetlemeye
çalışır. Hasta, kendi düşmanlığının kısmen farkında olabilir, ancak
yalnızca terapistin saldırganlığına karşılık verdiğini ve öfkeli ve
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 81

an olmakta haklı olduğunu düşünür. Sanki hastanın hayatı, te-


■ f denetim altında tutmaya bağlıdır. Aynı zamanda hastanın sal-
ra
^ n davranışı, terapistte genelde karşı-saldırgan duygu ve tutumlar
tır Sanki hasta, kendiliğinin saldırgan kısmını terapiste yükle-
ya , ve karşı aktarım, hastanın bu kısmının terapist içinde ortaya çı-
ını temsil etmektedir (Money-Kyrle, 1956;Racker, 1957).
Cok etkisiz ve kendi kendini baltalayıcı bir biçimde yansıtılan şe-■
"saf saldırganlık" olmadığı, bu dürtü türeviyle ilintili bir kendilik
m'sili ya da nesne temsili olduğunun altı çizilmelidir. İlkel kendilik
ilkel nesne temsilleri, gerçekte ilkel nesne ilişkilerinin temel birim-
ı ri olarak birbirlerine bağlıdır (Kernberg, 1966) ve sınır hastaların
karakteristiği olarak görünen şey, hastanın bir kendilik temsilini yan-
ıtıp buna karşılık gelen nesne temsiliyle özdeşleşmiş durumda kaldığı
anlar ile nesne temsilini yansıtıp buna karşılık gelen kendilik temsiliyle
özdeşleşmiş durumda kaldığı anlar arasında hızla gidip gelmesidir.
Örneğin hasta, ilkel, sadist bir anne imgesini terapiste yansıtırken,
kendisini korkmuş, saldırılmış, panik içinde küçük bir çocuk olarak
algılar; başka bir zamanda ise hasta kendini katı, yasaklayıcı, ahlakçı
(ve aşırı derecede sadist) ilkel anne imgesi gibi algılarken, terapisti
suçlu, savunucu, korkmuş ama baş kaldıran küçük bir çocuk gibi gö-
rür. Bu durum aynı zamanda "tamamlayıcı özdeşleşme"ye bir örnektir
(Racker, 1957).
Bu durumda tehlike şudur: Hastanın yoğun saldırganlık ifadesinin
etkisi altında, aktanm-karşı aktarım durumunun gerçeklik yönleri öyle
hale gelebilir ki, başlangıçta yansıtılan içselleştirilmiş kendilik ve
nesne imgeleri arasındaki etkileşimi tekrar oluşturmaya tehlikeli bir
ölçüde yaklaşabilir. Bu koşullarda, hastanın saldırganlığını terapiste
yansıttığı, yansıtılmış saldırgan dürtü türevlerinin etkisi altında tera-
pistin çok çarpıtılmış bir imgesini yeniden içe attığı, böylece ilk pato-
lojik nesne ilişkisini daim kıldığı kısır döngüler oluşabilir. Heimann
(1955b), yansıtmalı özdeşleşmeyi ve terapistin çarpıtılmış bir biçimde
yeniden içe atılmasını içeren bu kısır döngüleri, paranoid savun-
malardan bahsederken örneklerle göstermiştir. Strachey (1934), ana-
listin normal ve patolojik içe atılması konusundan, yorumun etkisinin
-özellikle de üstbeni değiştirme açısından- temel bir yönü olarak
bahsetmektedir. Bu, bizi "dönüştürücü yorumlar"m (Strachey, 1934),
terapide işbirliğinin kurulması ve sürdürülmesi üzerindeki etkisi soru-
nuna getirmektedir.
Yukarıda, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda ben zayıflığı-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 82 1

nın bir yönünün, gözleyen bir benin nispi yokluğu olduğu belirtilmiş- i
ti. Şimdi buna, bu faktörün, hastanın terapisti olumsuz aktarımın etki- *
si altında aşırı yansıtma işlemleri sonucu çarpılmasıyla kötüleştiğini t.
ekleyebiliriz. Terapistle terapide işbirliği kurma, tehlikeli, güçlü bir
-düşman olarak görülen terapiste boyun eğmekle bir anlama gelir ve bu,
gözleyen benin canlanma yetisini daha da azaltır.
Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinde sınır hastaların
psikoterapisi ile ilgili tekrar tekrar gözlenen bir durum, terapistin gizil
olumsuz aktarımdan uzak durmaya ve bu olumsuz aktarımın inkâr
edildiği bir atmosferde hastayla bir terapi ilişkisi kurmaya çalıştığı '-
durumda yüksek bir bedel ödendiğiydi. Bu koşullarda çoğu zaman so
nuç, duygusal olarak sığ bir terapi ilişkisi ve hastanın terapistin talep- *
leri olarak algıladığı şeye sahte bir boyun eğişiydi. Hasta duygusal
olarak kopmuşken terapistin, hastanın kendisiyle "özdeşleşme oluş
turduğunu" ya da terapistin "değer sistemlerini içe attığını" düşündü
ğü dönemleri, ciddi eyleme koymalar, hatta tedavinin kesilmesi izle
di. Bundan çıkan sonuç, gözleyen benin genişlemesi ve terapide işbir
liğinin sağlamlaşması için görünür ve gizil olumsuz aktarımın tutarlı 4
bir şekilde çözülmesinin önemli, muhtemelen de vazgeçilmez bir ön- *
koşul olduğudur.
-
\
Terapi yoluyla çatışma içermeyen ben alanının ve gözleyen benin f
yavaş yavaş genişlemesi, aktarımda sadist kendilik ve nesne imgeleri- i
nin yansıtılması ve tekrar içe atılması kısır döngüsünün kırılmasını ^
kolaylaştırır. Strachey (1934), dönüştürücü yorumları anlatırken bu ğ
yorumların iki safhasını tanımlamaktadır: İlk safhada hastanın üstbe- |
ninde niteliksel bir değişiklik olur; ikincisinde ise, hasta itkilerini da- 5
ha serbest bir şekilde ifade eder, böylece analist hastanın kendisini arkaik
bir fantezi nesnesi olarak görmesi ile gerçek bir dış nesne olarak görmesi
arasındaki farka dikkat çekebilir. Strachey, önce üstben ya- -saklamaları
azaldıkça hastanın saldırganlığını daha serbest bir şekilde | ifade etmesi
için kendisine izin vermesi gerektiğini, ancak ondan son- | ra hastanın
dış nesneye karşı saldırganlığının aşırı ve yersiz niteliğinin farkına
varabileceğini ve tepkisinin kaynağı hakkında içgörü edinebileceğini,
böylece bu saldırganlığı yeniden analiste yansıtma ihtiyacının yavaş
yavaş azalacağını söylemektedir. Bu betimlemeye, hem üstben değişikliği
safhasında hem de hastanın fantezisindeki nesneyle farklı bir nesne olarak
analistin ayrışması safhasında, gözleyen bir benin gerektiğini ekleyeceğim.
Böylece gözleyen ben ve yansıtma-içe atma devirlerinin yorumlanması
karşılıklı olarak birbirini pekiştirir.
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 83

ıtmah özdeşleşme bahsi, aktarımda saldırgan dürtü türevleri-a


sıtma ve yeniden içe atma şiddetinin, benin gözleme işlevleri "'" ^
de nasıl olumsuz bir etki yarattığı ve bu olumsuz etkinin kendi i'A''
aktarım gerilemesini nasıl artırdığı konusunu gündeme getirir. ba^ -
birlikte, kendilik ve nesne imgelerinin yansıtılması arasında ^î*
eidip gelmeler, yansıtmalı özdeşleşmenin aktanm gerilemesini
karmasında en önemli yoldur; bu hızlı gidip gelmeler, hastanın tera-
• tle olan etkileşimlerinde ben sınırlarının kararlılığını zayıflatır.
l^Raska hjr yazımda (1966, 1. Bölüm), ilk içe atım ve özdeşleşmele-
• bir parçası olan kendilik ve nesne temsillerinin ayrışması üzerine
rl
'riislerimi belirttim. Ben sınırlarının bu ayrışmasının, örgütleyici iş-
f ini vurguladım. Psikozda, kendilik ve nesne imgeleri arasında bu
rısma yeterli ölçüde gerçekleşmez ve dolayısıyla ben sınırları bü-
ük ölçüde yoktur. Buna karşılık, sınır kişilik örgütlenmesi olan has-
talarda bu ayrışma yeterli ölçüde gerçekleşmiştir ve dolayısıyla ben
ırlan daha kararlıdır. Sınır hasta, kendiliği dış nesnelerden, iç ya-
şantıyı dış algılardan ayırabilir ve gerçekliği değerlendirme yetisi de
büyük ölçüde muhafaza edilmektedir. Sınır hastanın bu yetisi, akta-
rım gerilemesinde kaybolur.
Erken patolojik içselleştirilmiş nesne ilişkilerini temsil eden kendi-
lik imgeleri ve nesne imgelerinin hızla dönüşümlü olarak yansıtılma-
sı, hastada, terapistle etkileşimlerindeki yaşantısında "içeride" olanla
"dışarıda" olan konusunda bir karışıklık yaratır. Sanki hasta, her an te-
rapistten farklı olduğu hissini korumaktadır, ancak aynı zamanda hasta
ve terapist, kişiliklerini karşılıklı değiş tokuş etmektedirler. Bu ya-
şantı, terapistle etkileşimde ben sınırlarının çöktüğünü yansıtan kor-
kutucu bir deneyimdir ve bunun sonucu olarak aktarımda gerçekliği
değerlendirme yetisi kaybolur. Hastanın aktarımda fanteziyi gerçek-
likten, geçmişi şimdiki zamandan ayırt etme yetisi üzerinde en olum-
suz etkiyi yaratan şey, aktarımda bu gerçekliği değerlendirme yetisi-
nin kaybolmasıdır; bu ayrıca, hastanın yansıttığı aktarım nesnelerini
gerçek bir insan olarak terapistten ayırt etme yetisi üzerinde de olum-
suz etki yaratır. Bu koşullarda, dönüştürücü bir yorumun etkili olma
olasılığı ciddi bir biçimde tehdit altındadır. Klinik olarak bu, hasta
sanki şöyle bir şey yaşıyormuş gibi ortaya çıkar: "Evet, sizi annem gi-
bi gördüğümü düşünmekte haklısınız, çünkü gerçekten siz ve o tama-
mıyla aynısınız." Bu noktada, yukarıda aktanm psikozu olarak sözü
edilen duruma gelinmiştir.
Bu noktada, terapist ve aktanm nesnesi tamamıyla aynıdır, gerçek-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 84

ligi değerlendirme yetisinin kaybı, hezeyanların ortaya çıkmasıyj a


görülür ve hatta halüsinasyonlar dahi meydana gelebilir ve aktarım
tepkisini karmaşıklaştınr. Terapist bir ebeveyn imgesiyle özdeşleştik
rilir: Bir hasta, terapistin babası haline geldiğini ve ona tecavüz ede-
ceğini düşünmüştü. Başka zamanlarda terapist, yansıtılmış çözülmüş
bir kendilik temsiliyle özdeşleştirilir: Bir hasta, analistinin hastanın
annesiyle ilişkiye girdiğine inanmış ve analisti ölümle tehdit etmişti.
"Aktarım psikozu" teriminin yalnızca, hastanın tedavi ortamı dışm_
daki işleyişini çok belirgin bir biçimde etkilemeyen, aktarımda ger-
çekliği değerlendirme yetisinin kaybolması ve hezeyan malzemesinin
ortaya çıkması için kullanılması gerekir. Tedavi sırasında, her anlam-
da herhangi bir psikotik çökmeden ayırt edilemeyen ve terapi ortamı-
nı olduğu kadar hastanın genel hayatını da etkileyen psikotik denge
bozulmasının meydana geldiği hastalar da vardır. Aktarımda gerile-
menin çökmeye katkıda bulunmuş olması mümkündür, ancak bu ko-
şullar altında aktarım psikozu teriminin her zaman haklı görülebileceği
şüphelidir. Buna karşılık tipik bir aktarım psikozu olan hastalar,
günler ve aylar boyunca tedavi saatleri sırasında hezeyan fikirleri ge-
liştirebilir ve genel olarak psikotik davranışa karşılık gelebilecek dav-
ranışta bulunabilir, ancak bu tezahür seanslar dışında görülmez. Böyle
hastaları bazen yatırmak gerekebilir ve zaman zaman aktarımla sınırlı
psikotik bir tepkiyi daha geniş bir psikotik tepkiden ayırmak oldukça
zordur. Yine de, çoğu sınır hastada bu sınırı belirlemek oldukça
kolaydır ve çoğu zaman aktarım psikozunu psikoterapi içinde çözmek
mümkündür (Holzman ve Ekstein, 1959; Little, 1958; Reider, 1957;
Romm, 1957; Wallerstein, 1967). Terapi ilişkisi içinde aktarımın ey-
leme koyulmasının denetlenmesi, büyük bir önem kazanır.
Terapi ilişkisi içinde aktarımın eyleme koyulması, tedavi ortamının
içinde, seanslar sırasında aktarım tepkisinin eyleme koyulmasıdır. Her
hasta, aktarım gerilemesinin bir parçası olarak terapisti hakkındaki
hisleri üzerinde düşünmek yerine terapiste karşı eylemde bulunma
eğilimi gösterebilir. Örneğin, bir hasta şiddetli öfke hislerini sözel
olarak ifade etmek ve öfkesinin sonuçları ve kaynakları üzerinde dü-
şünmek yerine, haftalar ya da aylar boyunca terapistine bağırabilir,
onu aşağılayabilir ve duygularını, sözel olarak ifade etmek yerine
doğrudan eylem anlamına gelebilecek şekillerde ifade edebilir. Tabii
bu yalnızca sınır hastalarda olmaz, ancak nevrotik hastalarla tipik
analitik tedavide seanslar sırasında böyle eyleme koymalar, aylarca
birikmeden sonra ciddi gerileme anlarında oluşur ve genelde yalnızca
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 85

rurnla çözülebilir. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda durum


u-yle değildir ve terapistin terapi ilişkisinde eyleme koymayla başa
krna çabaları, özellikle de bu eyleme koyma aktarım psikozu ile
haslantılıysa, çoğu zaman başarısızlığa uğrar. Bunun nedeni, kısmen,
hsi geçen yansıtma-içe atma devirleri sonucu gözleyen benin yiti-
•Imesi ve ben sınırlarının yitirilmesiyle bunu izleyen gerçekliği de-
ğerlendirme yetisinin yitirilmesidir. Ancak çoğu zaman, şiddeti azal-
mayan bu aktarımın eyleme koyulması, sınır hastaların içgüdüsel ihti-
yaçlarına, özellikle de bu hastalara özgü olan şiddetli genital dönem
-ncesi saldırgan dürtü türevleriyle bağlantılı içgüdüsel ihtiyaçlarına
doyum da sağladığından, yoruma oldukça dirençlidir. Temel aktarım
direncini teşkil eden de içgüdüsel ihtiyaçların bu doyumudur. Bu nok-
taya iki klinik örnek verelim.
Hastaneye yatırılmış sınır bir hasta, başlangıçtaki yarım saatlik gö-
rüşmeleri sırasında hastane doktoruna kelimenin gerçek anlamıyla
bağınyor ve sesi binadaki tüm odalara gidiyordu. Hasta, hastane dok-
torunun hiçbir psikoterapötik yolla etkileyemediği bu davranışı yak-
laşık iki hafta sergiledikten sonra, doktor şans eseri hastayı ofisinden
çıktıktan kısa bir süre sonra gördü. Doktor hâlâ biraz titriyordu ve
hastanın, tanıdığı bazı başka hastalarla konuşurken dostça bir tavırla
gülümsemesi ve tamamıyla rahat görünmesi karşısında oldukça şaşır-
dı. Hasta, hastaneye yatmadan önce yıllar boyu anne-babasıyla şid-
detli kavgalar yapmıştı. Hastanede tüm kavgası doktoruna odaklan-
mıştı; hastane personeli, hastanın diğer personelle beraberken göster-
diği rahatlıktan şaşkınlık duyuyordu. Yavaş yavaş, doktoruna göster-
diği kızgın patlamaların, saldırgan ihtiyaçlarına hastaneye girmeden
önce elde edebildiğinden çok daha fazla doyum sağladığı ve bu doyu-
mun kendi başına temel bir aktarım direnci işlevi gördüğü açıklık ka-
zandı. Bu ona söylendiğinde ve hastane doktoru seanslar sırasında
izin verebileceği bağırma ve aşağılama düzeyine bir sınır getirdiğin-
de, hastanın seanslar dışındaki kaygısı gözle görülür bir biçimde arttı,
hastanede çatışma içeren örüntüleri daha belirgin hale geldi ve akta-
rımda değişen tutumlar ortaya çıktı ki bu da terapide hareket olduğu-
nu gösteriyordu.
Açıklayıcı psikoterapi uygulanan başka bir hasta, son derece kız-
gın, kafa tutan bir biçimde seanslarının artırılmasını talep etti. Belli
bir süre boyunca ona kendi açgözlülüğü ile ilgili olarak duyduğu suç-
luluk duygularına tahammül etmenin onun için zor olduğu ve bu suç-
luluk duygusunu terapiste, terapist tarafından nefret edilme ve hor gö-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 86

rülme fantezileri şeklinde yansıttığı yorumlanmıştı. Ayrıca terapisti


daha sık görme talebinin, fantezisinde terapistin kendisine duyduğu
nefretle ilgili terapiste duyduğu güvensizlik ve şüpheyi yansızlaştır-
mak üzere terapistin ilgi ve sevgisinden emin olma yönünde bir çaba
olduğu da yorumlanmıştı. Hasta tüm bunları anlıyor görünüyor, ancak
davranışını değiştiremiyordu. Terapist, bu kızgın patlamalar yoluyla
hastanın oral saldırganlığının doğrudan doyuma ulaştığı ve bu geliş.
menin aktarımın saplanmasına katkıda bulunabileceği sonucuna var-
dı. Terapist, hastaya seansları artırmama kararını bildirdi ve aynı za-
manda tedaviye devam etmenin bir koşulu olarak hastanın seanslar sı-
rasında duygularını ifade ediş şeklinin yerindeliği ve şekli konusunda
belli bir ölçüde denetim uygulaması gerektiğini söyledi. Gerçekten de
bu teknik değişikliğiyle, sonraki birkaç gün içinde gözle görülür bir
değişiklik oldu. Hasta daha çok düşünmeye başladı ve hatta sonunda
terapiste bu kadar doğrudan şiddetli kızgınlık ifade etmesine izin ve-
rilmesinden dolayı büyük bir doyum elde ettiğini kabul edebildi.
Bu hastalarda terapi ilişkisi içinde aktarımın eyleme koyulması,
değişmeye karşı başlıca direnç haline gelir ve tedavi ortamına, eyle-
me koymayı denetlemek için gereken teknik parametreleri getirilme-
lidir. Terapist teknik parametreleri uyguladıkça, hastanın sadist ken-
dilik ve nesne imgelerini yansıtması ve tekrar içe atması kısır döngü-
süne girme tehlikesi vardır. Terapist, hastaya yasaklayıcı ve sadist gö-
rünebilir. Terapist, aktarım durumunu yorumlayarak başlar, daha sonra
gerekli olduğu şekilde yapılandırıcı teknik parametrelerini getirir ve
son olarak parametreleri terk etmeksizin aktarım durumunu tekrar
yorumlarsa, bu tehlike bertaraf edilebilir. Bu tekniğin bazı yönleri,
akut kaygı epizodları ile nasıl başa çıkılabileceğini gösteren Sharpe
(1931) tarafından farklı bir bağlamda örneklerle gösterilmiştir.
Çoğu vakada, terapi ilişkisinde aktarımın eyleme koyulmasının tu-
tarlı bir şekilde durdurulması, kendi başına aktarım psikozunu o ölçü-
de azaltır ve sınırlar ki aktarım psikozunun çözülmesi için yorum ça-
lışması yeterli olur. Terapistin terapi ortamında sağlam bir şekilde
durması ve ödün vermeyeceği bir yapı yaratması, terapistle kendini
ayrıştırmasında ve böylece kendilik ve nesne temsilleri yansıtmaları-
nı sık sık "değiş tokuş" etmesinin yol açtığı karışıklık etkisini ortadan
kaldırmada hastaya yardımcı olmaktadır. Ayrıca, böyle bir yapı, tera-
pistin kendi karşı aktarımını, özellikle de sınır hastalarla yoğun psiko-
terapide meydana gelebilen çok zarar verici kronik karşı aktarım tep-
kilerini eyleme koymasını etkili bir biçimde önler (Sutherland, kişisel
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 87

vaZ ışma)-
Kronik karşı aktarım saplanmaları, büyük ölçüde hastanın, analist-
Miskilerinde analistin kararlı ve olgun ben kimliğini yıkmadaki ba-
rısının bir sonucudur (2. Bölüm). Hastayla duygusal teması koru-S
^ için, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarla çalışan analistlerin ndi
içlerindeki gerilemeye -ki zaman zaman terapistte erken, çatış-yüklü
ilişkilerin kalıntılannı yeniden canlandırabilir- tahammül
debilmeleri gerekir. Analistte, denetlemesi ve hastayı daha iyi anla-
kjjjnek için kullanması gereken saldırgan itkiler oluşur. Karşı akta-
mla jigili olarak analistin göstermesi gereken bu ekstra çaba ve ana-
listin hastayla duygusal teması sürdürme çabasının bir parçası olarak
hastaya karşı yansızlık ve hoşgörü, terapist üzerindeki stresi artırır.
Aynı zamanda, ciddi aktarım gerilemesi olan hastaların saldırgan
davranışı, etkileşimlerinde sürekli olarak analistin kendilik değerini
ve kendilik kavramını ve böylece analistin ben kimliğinin bütünleşti-
rici ben işlevini de zayıflatır. Böylece analist, aynı anda hem kendi-
sinde ilkel itkilerin dışarı çıkmasıyla, hem bu itkileri denetleme çaba-
larının bir parçası olarak hastayı denetleme eğilimiyle ve hem de has-
tanın aktif denetleme çabalarına mazoşist bir şekilde boyun eğme yö-
nünde şiddetli bir hisle mücadele ediyor olabilir (Money-Kyrle,
1956). Bu koşullar altında, analistin patolojik, artık terk etmiş olduğu
savunma işlemleri ve özellikle de nevrotik karakter özellikleri yeni-
den harekete geçebilir, hastanın ve analistin kişilik yapılan kararlı,
çözülmez bir aktanm-karşı aktarım açmazında kilitlenmiş bir durum-
da sanki birbirleri için "yaratılmış" gibi görünür. Böyle bir durumda,
yapılandırıcı parametrelerin ya da teknik değişikliklerin getirilmesi
ve muhafaza edilmesi, temel ve koruyucu teknik gerekliliklerdir ve
çoğu zaman sınır hastalarla psikoterapinin büyük kısmında bu para-
metrelerin muhafaza edilmesi gerekir.
Başka türlü yapı sağlamak mümkün olmadığında yapı sağlamak
için hastaneye yatırmaya ihtiyaç duyulan durumlar 6. Bölüm'de ele
alınmıştır. Bu noktada söyleyeceğim tek şey, bazı hastalar için hasta-
neye yatırmanın, aktarımın eyleme koyulmasını etkili bir şekilde de-
netleyen çevresel bir yapı yaratmak ve muhafaza etmek için vazgeçil-
mez bir unsur olduğudur.
Acaba aktarım psikozu, aynı zamanda geçmişin bilinçdışı patojen
nesne ilişkilerini tekrar üreterek hastanın çatışmalan hakkında daha
fazla bilgi sağlamakta mıdır? Bazen hastanın geçmişinde ebeveyn fi-
gürleriyle, gerilemeli bir aktanm psikozu düzeyindeki aktarım tepki-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 88

sinin ilkelliği ve şiddetiyle karakterize olan etkileşimler doğrultusun-


da kanıt bulmak zordur. Bazı zamanlar ise, aktarım gerçekten de bu
hastaların bebeklik ve erken çocukluk sırasında yaşadıkları gerçek,
çok travmatik yaşantıları yansıtır görünmektedir (Frosch; Holzman ve
Ekstein, 1959). Tüm bu hastalarda aktarımın, büyük ölçüde erken
patojen nesne ilişkilerine eşlik eden fantezi çarpıtmalarından, aynı za-
manda ilişkilerin kendilerinden ve küçük çocuğun tehdit edici kişiler-
arası ilişkilerden kendini kurtarmak üzere harekete geçirdiği patolojik
savunma işlemlerinden kaynaklanıyor olması muhtemeldir. Aktarım
psikozu, gerçek yaşantıların bir yoğunlaşmasını, fantezide kabaca iş-
lenmesini ve bu yaşantıları değiştirme ya da onlardan uzaklaşma ça-
balarını temsil eder (Klein, 1952). Bu bizi, sınır hastaların karakteris-
tiği olan ve yukarıda bahsi geçen patolojik savunma işlemlerinin üste-
sinden gelmedeki teknik sorunlara getirmektedir. Aktarıma girdikçe
bu patolojik işlemleri çözme amacıyla yapılan yorumlama çalışması,
aktarım psikozunun çözülmesine ve ben kuvvetinin artmasına daha da
katkıda bulunabilir.
Aktarımın terapi ilişkisi içinde eyleme koyulması, hastaların geç-
miş çatışmalarını, fantezilerini, savunma işlemlerini ve içselleştiril-
miş nesne ilişkilerini öylesine anlamlı bir biçimde yeniden üretiyor gi-
bidir ki, tekrarlayan eyleme koymalar bu çatışmaların derinlemesine
çalışılmasının kanıtı olarak görünebilir. Ancak aktarımın eyleme ko-
yulması yoluyla ifade edilen tekrarlama zorlantısı, aktarım ilişkisi bu
hastaların patolojik, özellikle de saldırgan ihtiyaçlarına içgüdüsel do-
yum sağladığı sürece derinlemesine çalışma olarak kabul edilemez.
Bu hastalardan bazıları, aktarımda patolojik içgüdüsel ihtiyaçlarına,
terapi dışındaki etkileşimlerinde elde edebileceklerinden çok daha
fazla doyum elde edebilirler. Hastanın gerilemiş düzeyde eyleme koy-
ması, terapistin "imtina" atmosferini muhafaza etme çabalarına baskın
gelir. Yelpazenin öteki ucunda, aktanm gelişimini tamamen durdura-
cak ve özellikle de olumsuz aktarımı gizli bırakacak kadar katı ve de-
netimli bir tedavi yapısı sürdürmek de, terapi sürecinde, aktarımın de-
netim altına alınmayan eyleme koyulması kadar olumsuz etkilere sa-
hip bir açmaz oluşturabilir. Aktanm üzerinde yoğunlaşmaktan özenle
kaçınma olarak anlaşılan "salt destekleyici" bir ilişki, çoğu zaman te-
rapi ilişkisinde kronik sığlık, seans dışında aktarımdan kesin olarak
bölünmüş eyleme koyma, terapiste sahte boyun eğme ve yıllarca teda-
viye rağmen değişme olmaması sonucunu doğurur. Tüm çabalara rağ-
men aktarım gerilemesine tahammül edemeyen ve bir ilişkiyi sonlan-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 89

rmaksızın anlamlı bir ilişki kuramayan hastalar vardır; yine de, duy-
al sığhğ1 çözmek ve terapide gerçek bir duygusal ilişki oluşturmak
^ - nünde çaba gösterildiğinde, genel olarak psikoterapinin şansı çok
^ ha fazladır. Bedel yüksektir, aşırı aktarım gerilemesi tehlikesi kaçı-
imazdır, ancak terapi ilişkisinin özenle ve tutarlı bir şekilde yapılandı
nlmasıyla çoğu durumda çözülmez aktanm-karşı aktarım açmazla-n
meydana gelmesini önlemek çoğu vakada mümkün olmalıdır.
Terapist hastaya ne kadar "gerçek bir kişi" olarak görünmelidir?
Razı yazarlar, terapistin "gerçek bir kişi" gibi görünerek hastaya ken-
disini özdeşleşme ve üstben içe atımı için bir nesne olarak kullanma
olanağı sağlamasının önemini vurgulamışlardır. Gill (1954) şöyle de-
mektedir: "...analizimizin güdümsüz ruhunu psikoterapimize yeteri
ölçüde taşımayı başaramadık". Eğer "gerçek kişi"yle kast edilen, tera-
pistin doğrudan ve açık müdahaleleri, yapı ve sınır sağlaması ve geri-
lemeli karşı aktarım saplanmalarına zorlanmayı aktif olarak reddet-
mesi ise, o zaman terapist gerçekten de gerçek bir kişi olmalıdır. An-
cak, "gerçek kişi" ile kast edilen, sınır hastaların gerilemeli aktarım
tepkilerine, ölçüsüz sevgi, ilgi, koruma ve hediye taleplerine nesnel,
profesyonel bir psikoterapist-hasta ilişkisinin mazur gösterebileceğin-
den daha fazlasını "vererek" karşılık vermek ise, terapistin böyle bir
"gerçek kişi" olmasına karşı çıkılmalıdır. Bu hastaların aşın "bağımlı-
lık ihtiyaçları" adı verilen şey, aktarımda tekrar harekete geçen geç-
miş içselleştirilmiş nesne imgelerine ve kendilerine karşı duydukları
nefret ve büyük güvensizlikleri nedeniyle gerçekte kimseye bağımlı
olamamaları olgusunu yansıtmaktadır. Olumsuz aktarımın derinleme-
sine çalışılması, hastaların güvensizlik ve nefretleriyle ve bu güven-
sizlik ve nefretin, psikoterapistin gerçekçi olarak sağlayabileceği şeye
bağımlı olma yetilerini yıkma yollarıyla yüzleştirilmeleri, ihtiyaçları-
nı daha iyi karşılar. Klinik deneyim tekrar tekrar göstermiştir ki, psi-
koterapistin özel bir birey gibi, kendi hayatını, değerlerini, ilgilerini
ve duygulannı hastaya açarak müdahale etmesi hastaya çok az yarar
sağlamakta, belki de hiç yarar sağlamamaktadır.
Şiddetli, gizil, olumsuz aktarım yatkınlıklan söz konusu iken ya da
tedavi ortamı dışında eyleme koyuluyorken hastanın kendisini tera-
pistle özdeşleştirebileceği varsayımı oldukça şüpheli görünmektedir.
Gözleyen bir ben, terapistin kendisini koşulsuz bir arkadaş olarak
sunması sonucunda değil, bir yandan yansıtma ve içe atma süreçleri-
nin patolojik devirleri, aktanmın çarpıtılması ve eyleme koyulması,
bir yandan da benin gözleyen kısmı üzerinde aynı anda yoğunlaşılma-
.SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 90

sı sonucunda gelişir. Bu bağlamda, Ekstein ve Wallerstein'ın (1956)


sınır çocuklarla ilgili gözlemleri erişkinler için de geçerlidir:
Çoğu zaman gerileme sırasında yorumlama yoluyla mümkün kılınan bu te-
rapi ilişkisinin sürdürülmesi, taklitçi bir maske takmak yerine özdeşleşme sü-
reçlerinin gelişmesi için bir temel oluşturur...
Görünür ve gizil olumsuz aktarım üzerinde sistematik bir yoğun-
laşma ve bunların sistematik analizi, saldırgan dürtü türevlerinin etki-
si altında patolojik erken kendilik ve nesne temsillerinin yansıtıldığı
ve yeniden içe atıldığı kısır döngüyü kırmak için esastır. Bu sistema-
tik analiz, aktarımın eyleme koyulmasını durdurma ve benin gözleyen
işlevi üzerinde doğrudan bir odaklaşmayla birlikte, terapide değişme
ve gelişme için temel koşullan temsil eder. Ayrıca, olumsuz aktarımın
yorumu "şimdi ve burada" düzeyinde kalmalı ve yalnızca kısmen
oluşumsal kökenlerine, geçmişin ilk bilinçdışı çatışmalarına
göndermede bulunmalıdır. Aynı zamanda olumsuz aktarımın açıkça
konuşulması ve yorumlanmasına ek olarak, bu olumsuz aktarım yön-
lerinin, terapi ilişkisi dışında, hastanın kişilerarası etkileşimlerinin
tüm alanlarındaki tezahürlerinin sistematik olarak incelenmesi ve çö-
zümlenmesi gerekir.
Bu söylediklerimin altında yatan mantık, aktarım tepkisinin gerile-
meli niteliğinin, hasta için yansıtılmış aktarım nesneleriyle gerçek bir
insan olarak terapisti ayrıştırmayı zorlaştırması ve oluşumsal yeniden
kurmaların, gerilemeli kanalları daha da açarak, hastanın gerçekliği
değerlendirme yetisini daha da azaltabilmesidir. Bu, geçmiş, hasta için
oluşumsal bir yeniden kurma olmaktan çok bilinç düzeyinde bir anı
olduğunda ve geçmişinin gerçekçi yönlerini ve bilinç öncesi fantezi
çarpıtmalarım yansıttığında, hastanın geçmişinin aktarım yorumunda
yer almayacağı anlamına gelmez. Bazen hastanın şimdi terapistte
hatalı olarak algıladığı bir şeyle ilgili olarak geçmişteki bir yaşantıya
yapılan gönderme, gerçekliği aktarımdan ayırmada hastaya yardımcı
olur. Olumsuz aktarımın (bu aktarımın yorumlanmasını hastanın tedavi
dışındaki etkileşimlerini ve bilinç düzeyindeki geçmişini de içeren
daha geniş bir alana taşımak suretiyle) ikincil olarak "saptırılması",
hastanın gerçekliği değerlendirme yetisini iyileştirir ve temel olarak
anlatımsal olan bir psikoterapi yaklaşımında hastaya büyük bir destek
sağlar.
Smır hastalarda "içgörü" meselesi tartışılmaya değer bir konudur.
Maalesef, başlangıçta bazı sınır hastaların zihnin "derin" katmanları-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 91

ve bilinçdışı dinamiklere dair sahipmiş gibi göründükleri içgörü-ün


aslında ben yapılarının genel gerilemesinin bir parçası olarak bi-•nCil
süreç işleyişinin her an hazır oluşuna tekabül ettiği görülür. Hiç-hir
çaba göstermeksizin sahip olunan, hastanın iç ruhsal dengesinde
hiçbir değişikliğin eşlik etmediği ve hepsinden önemlisi, hastanın,
davranışının ya da yaşantısının patolojik yanlarıyla ilgili hiçbir tasa
göstermemesiyle birlikte meydana gelen içgörü, şüpheli bir "içgö-
r{j"dür. Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinden elde edi-
len bulgular, içgörü kavramına, özellikle sınır hastalan betimlerken
uygulanışına bir kısıtlama getirilmesi doğrultusundadır. "Samimi" iç-
görü, kişinin ruhsal yaşantısının derin kaynaklarını duygusal ve zihin-
sel olarak anlamasıdır ve buna bu yaşantının patolojik yanlarını değiş-
tirmek için tasa ve şiddetli istek duygusu eşlik etmelidir.
"Olumlu" ve "olumsuz" aktarım arasındaki ayırımı biraz daha ince-
lememiz gerekiyor. Bir aktarımı olumlu ya da olumsuz olarak sınıfla-
mak, kuşkusuz nispeten kaba ve aşırı bir basite indirgemedir. Aktarım
genelde çift değerlidir ve neyin olumlu neyin olumsuz, neyin libidinal
olarak türemiş neyin saldırgan olarak türemiş olduğunu söylemenin
çoğu zaman zor olduğu birden çok yön içerir. Sınır kişilik örgütlen-
mesi olan hastalar, aktanmın olumlu yönleriyle olumsuz yönlerini
birbirinden bölmeye özellikle yatkındırlar ve çoğu zaman görünürde
"salt" olumlu ya da "salt" olumsuz bir aktarım geliştirirler. Bu vaka-
larda bölme mekanizmasının işleyişine bir başka örnek teşkil eden bu
yapay ayırmayı ortadan kaldırmak gerekir. Olumsuz aktarımın tutarlı
bir şekilde derinlemesine çalışılmasını vurgulamayı, aktarım tepkile-
rinin olumlu yönlerini ihmal etme olarak anlamak bizi yanlış yola gö-
türür. Tam tersine, hastanın kendilik ve nesne imgelerinin saldırgan
dürtü türevlerinin etkisi altında çarpıtılmasını azaltmak ve "mutlak"
kötü olma korkularını hafifletmek için, olumsuz aktarımı olduğu ka-
dar olumlu aktarımı da vurgulamak gereklidir. Dolayısıyla, aktarımın
olumsuz yönlerinin açıkça konuşulmasının yanı sıra, olumlu yönleri-
ne de işaret edilmesi gerekir. Sınır hastaların -saldırgan ve libidinal
dürtülerinin oluşumsal açıdan ne anlama geldiğini yorumlamaksızın-
aktanmlarının olumsuz yönlerinin olduğu kadar olumlu yönlerinin de
burada-ve-şimdi'sini ele almak önemlidir (Ticho, kişisel yazışma).
Aynı zamanda, hastanın olumlu aktarım yatkınlığının önemli bir kıs-
mının, terapide işbirliğinin gelişmesi ve gözleyen benin nihai gelişi-
mine bir temel teşkil etmesi için orta şiddette ve denetimli bir biçimde
ifade edilişine dokunulmayabilir (Schlesinger, 1966).

"
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 92

1
ÖZGÜL SAVUNMA
İŞLEMLERİNE PSİKOTERAPİ
YAKLAŞIMLARI
Sınır hastaların karakteristiği olan bölme mekanizması ve
bununla ilintili diğer mekanizmalardan (ilkel idealleştirme,
yansıtmalı özdeşleşme, inkâr, tümgüçlü olma) daha önce
bahsettim (1966; 1. Bölüm). Burada tartışmamı, bu savunma
işlemlerinin klinik açıdan nasıl ortaya çıktığını anlatmak ve
bunlarla baş etmek için genel psikoterapi yaklaşımları
önermekle sınırlı tutacağım.
1. Bölme: Yine "bölme" terimini burada karşıt nitelikteki
içe atımları ve özdeşleşmeleri aktif bir biçimde ayrı tutma
süreci olarak dar ve kısıtlı anlamında kullandığımı ve terimin
bu kullanımının diğer yazarların kullandığı daha geniş
anlamdan ayırt edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Bölmenin tezahürleri klinik bir örnekle gösterilebilir.
Hasta, kırk yaşına yakın bekâr bir kadındı, alkolizm ve
madde bağımlılığı nedeniyle hastaneye yatırılmıştı.
Başlangıçta bir başkaldırı döneminden sonra, hastanede
oldukça kararlı bir düzelme kaydediyordu. Hastaneden
taburcu olmadan birkaç ay önce psikoterapiye başladı ve
taburcu olduktan sonra hastaneye psikoterapiye gelmeye
devam etti. Daha önceki düzensiz hayatı ve işinden farklı
olarak, hastane dışında iş ve sosyal ilişkilere iyi uyum
göstermişe benziyordu, ancak görünüşe göre kendisini
sömüren ve karşılarında oldukça mazoşist tutumlar
benimsediği erkeklerle birkaç ay süren ilişkiler kuruyordu.
Terapi ilişkisi sığdı; hastanın nezaketen olumlu bir yaklaşımı
vardı. Genel bir "boşluk" hissi, muhtemelen altta yatan güçlü
şüpheciliğini saklıyordu; hasta bu şüpheciliğini eşduyumlu
bir şekilde inkâr etmiş, ancak sonradan ilk hastane doktoruna
(ancak psikoterapistine değil) itiraf etmişti. Birkaç ay süreyle
tamamıyla imtina döneminden sonra, sarhoş oldu, oldukça
depresif hale geldi, intihar düşüncelerine kapıldı ve yine
yatırılması gerekti. Hiçbir aşamada terapistini olanlardan
haberdar etmedi ve terapist bu gelişmeyi ancak hasta tekrar
hastaneye yattığında öğrendi. Hastaneden tekrar çıktığında,
alkolizm epizodunun aktarımsal içeriğini ve aslında tüm
duygusal içeriğini inkâr etti. Burada şunu tekrar vurgulamak
gerekir ki, sarhoş olduğu günlerdeki güçlü öfke duygularını ve
depresyonu hatırlıyor, ancak artık kendini kendiliğinin bu
kısmıyla bağlantılı hissetmiyor ve tekrar tekrar o
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 93

kişi kendisi değilmiş gibi hissettiğini söylüyordu ve böyle bir epizo-


dun nasıl tekrarladığını anlayamıyordu.
Bu, terapistin birkaç aylık bir süre boyunca, hastanın alışıldık
"boş", "dostça" ancak kopuk tutumuyla, alkol krizi sırasındaki duygu-
sal çalkantıyı, özellikle de bu krizi terapistten saklama çabalarını bir
araya getirme doğrultusunda uzun çabalarının da başlangıcı oldu. An-
cak bu tür iki epizod daha gerçekleştikten sonra -birkaç ay arayla ger-
çekleşen epizodlar arasında hasta, görünüşte daha uyumlu davranış
gösteriyor ve daha iyi işlev görüyordu-, hastanın terapisti soğuk, me-
safeli, düşmanca bir baba -hastayı daha da reddedici ve saldırgan
olan anneden kurtarmayı reddeden bir baba- olarak algıladığı açıklık
kazandı. Bir seferinde hasta terapiste derin bir hisle, nasıl çocuklu-
ğunda bir gün evde, sonradan ciddi ve tehlikeli bir hastalığa dönüşe-
cek olan bir rahatsızlıktan acı çekerken, kendi aktif sosyal yaşamını
aksatmak istemeyen annesi tarafından terk edildiğini anlattı. Hasta,
psikoterapist-babaya ona ne kadar ihtiyacı olduğunu ve onu ne kadar
sevdiğini gerçekten ifade ettiği takdirde, o kadar uzun süre boyunca o
denli engellenmiş olmaktan dolayı duyduğu öfkenin şiddetiyle onu
yıkacağını düşünüyordu. Hastanın çözümü ise, terapistle olası en iyi
ilişki olduğunu düşündüğü kopuk dostça bir tavrı sürdürmek, öte yan-
dan sevgi arayışını, kendisini sevmeyen erkeklere mazoşist boyun
eğişinde tezahür eden sadist baba temsillerine boyun eğişini ve alko-
lizm epizodlarında -ki bu epizodlar sırasında öfke ve depresyonu
hem terapistten hem de erkek arkadaşlarından duygusal olarak tama-
mıyla ayrı tutuyordu- ortaya çıkan babayı protesto edişini bölmek ol-
muştu.
Tüm bu malzemeyi aktarıma getirme çabaları, hastanın kaygısını
büyük ölçüde artırıyordu; psikoterapiste daha az güveniyor ve ona da-
ha çok kızıyordu; içki içişi, aşırı alkol almasına bağlı olarak erkeklerle
kaotik ilişkilere girdiği eski örüntüsüne döndü ve yalnızca psikoterapi
yoluyla bu eyleme koymanın üstesinden gelme çabalan başarısızlığa
uğradı. Onu tekrar hastaneye yatırma kararı alındı. Şunu vurgulamak
gerekir ki, yüzeysel bir bakış açısından hasta, daha önce psi-
koterapide gayet iyi gidiyor görünüyordu ve şimdi çok daha kötü gi-
biydi. Buna karşın, psikoterapist ilk defa "gerçek" bir insanla karşı
karşıya olduğunu hissediyordu. Psikoterapist, psikoterapinin gereken
uzunlukta hastaneye yatırmayla birlikte devam etmesinin, hastaya yu-
karıda ana hatları çizilen kararlı, temel aktarım modelinin eninde so-
nunda üstesinden gelmesinde yardımcı olabileceğini umuyordu.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 94

Bu vaka, bölme mekanizmasının, çok ağırlıklı olduğu bir duruma,


nispeten ilkel, ağırlıklı olarak olumsuz bir aktarımın ortaya çıkışına
karşı savunmaya yönelik işlevine ve terapi etkileşimindeki yüzeysel-
lik ve sığlıkta açıkça görünen sonuçlarına bir örnek teşkil etmektedir.
Bu hastayla, bölme mekanizmasının yeteri derecede üstesinden gelin-
medikçe terapide işbirliği kurulması mümkün olmadı. Ancak hastanın
kendini "bölmelere ayrılmış" tutmadaki aktif katılımı tutarlı bir şekil-
de yorumlandıktan sonra, sonunda kararlı, patolojik denge değişebil-
di. Birbirinden bağımsız dışa vurulan ve çatışma içeren ben halleri
arasında köprü kurmak için tutarlı çabaların gösterilmesi ve bu çözül-
meyi koruyan ikincil savunmaların terapide araştırılması ve açıkça
konuşulması gerekti. Bu hastaların durumunda söz konusu olan bi-
linçdışı, bastmlmış malzemeyi aramak değil, yüzeyde iki ya da daha
fazla duygusal olarak bağımsız, ancak dönüşümlü olarak aktif olan
ben hali arasında bir köprü kurulması, bunların bütünleştirilmesidir.

2. tikel İdealleştirme: îlkel idealleştirme (1. Bölüm), terapide ide-


alleştirmenin aşın derecede gerçekçi olmayan, arkaik bir biçimi ola-
rak tezahür eder. İdealleştirmenin başlıca işlevi, hastanın olumsuz ak-
tarım yatkınlığını terapiste yansıtmasından terapisti koruma gibi gö-
rünmektedir. Terapiste ilkel, "tamamıyla iyi" kendilik ve nesne temsi-
linin yansıtılması ve bununla birlikte bu "iyi" imgenin hastanın "kötü"
kendilik ve nesne temsilleri tarafından kirlenmesini önleme çabası söz
konusudur.
Bir hasta, terapistin doğduğu ülkenin "entelektüel üstünlüğü"yle,
hastanın terapistin yıllarca yaşadığını düşündüğü bir başka ülkenin
"duygusal bağımsızlığı"nı çok iyi bir senteze ulaştırmış -hastaya göre-
bir psikoterapiste sahip olmaktan dolayı son derece şanslı olduğunu
düşünüyordu. Yüzeyde, hasta böyle "ideal" bir terapistle yapışma
ilişkisi ile rahatlamış ve terapistle sihirli bir birleşme sayesinde soğuk,
reddedici, düşmanca olarak algıladığı bir çevreye karşı korunmuş
görünüyordu. Kısa süre içinde hastanın terapistle olan iyi ilişkisini,
ancak kendini kandırma ve terapisti kendi hakkında kandırma yö-
nünde gayretli, süregiden bir çabayla sürdürebileceğini düşündüğü
ortaya çıktı. Eğer terapist gerçekten hastanın kendi hakkında ne his-
settiğini bilseydi, hastayı kesinlikle kabul edemeyecek, ondan nefret
edecek ve onu küçümseyecekti. Sırası gelmişken bunun, terapisti aşırı
idealleştirilmiş, talepkâr bir ben içe atımından farklı olarak iyi bir üst-
ben içe atımı olarak kullanma olasılığı üzerinde aşırı idealleştirmenin
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 95

arlı etkilerine bir örnek teşkil ettiğini söyleyelim. Daha sonra has- Z
n bu idealleştirmeyi, boş, kendini beğenmiş ve rolüne ikiyüzlü bir ta
kilde uyan ebeveyn imgesi olarak gördüğü terapistini değersizleş-§
eye ve küçük görmeye karşı bir savunma olarak geliştirdiği orta-

va çıktı.
Bu hastaların terapisti idealleştirmelerinin, aktarıma, alışıldık nev-
tik hastalarda görülebilen daha az gerilemeli diğer idealleştirmeden
Idukça farklı bir nitelik kazandıran gerçekçilikten uzak niteliğini bir-
kelimeyle anlatmak zordur. Bu özel idealleştirme biçiminin, nar-
sist kişilik yapılarında önemli bir savunma olduğu söylenmiştir (Ko-
hut 1968; Rosenfeld, 1964). Karakter yapılarında güçlü narsisist
"zellikleri olan psikoterapistler, zaman zaman kolayca hastayla sihirli
karşılıklı bir hayranlığa sürüklenebilirler; bu durumda acı bir düşkı-
jjjğjyla, bu savunma işleminin terapide gerçek bir işbirliğinin kurul-
masını aslında nasıl zayıflattığını öğrenmek zorunda kalırlar. İdealleş-
tirmeyi sağlam bir şekilde çözmek, hastayı aktarım çarpıtmasının ger-
çekçi olmayan yönleriyle tekrar tekrar yüzleştirmek ve bu sırada bu
idealleştirmenin bir parçası olan olumlu hisleri kabul etmek, çok zor
bir iştir, çünkü bu idealleştirmelerin altında genelde paranoid korkular
ve aktarım nesnesine oldukça doğrudan, ilkel saldırgan hisler yatar.

3. Yansıtmanın Erken Biçimleri ve Özellikle Yansıtmalı Özdeşleş-


me: Yansıtmalı özdeşleşme, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların
aktarım tezahürlerinde büyük öneme sahiptir. Heimann (1955b) ve
Rosenfeld (1963), bu savunma işleminin klinik olarak nasıl tezahür
ettiğini betimlemektedirler.
Düşmanlığını masif bir biçimde, neredeyse hezeyan düzeyinde
yansıttığı sırada önceki iki terapistiyle psikoterapisini yanda bırakmış
olan bir hasta, sonunda üçüncü bir terapistte karar kılmış, ancak bu te-
rapisti aylarca, neredeyse tamamıyla hareketsiz bir konumda tutmayı
başarmıştı. Terapist soru sorarken dahi aşın derecede dikkatli olma-
lıydı; hasta kaşlarını çatarak bir soruyu pek hoş karşılamadığını ve do-
layısıyla terapistin konu değiştirmesi gerektiğini belirtiyordu. Hasta,
kendinde, hayatındaki birçok hususa dair hiç konuşmama ve bu konu-
larla ilgili hiçbir bilgi vermeme hakkını görüyordu. Terapi ortamını,
yüzeyde bir tür sihirli ritüel olarak ve görünüşe bakılırsa, daha derin
bir düzeyde ise saldırganlığını yansıttığı bir aktarım nesnesi üzerinde
sadist denetim uygulama ihtiyaçlarının eyleme koyulması olarak kul-
lanıyordu.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 96

Bu hastanın, aktarım nesnesi üzerinde tam bir sadist denetim uygü


lama ihtiyacını terapi saatleri sırasında eyleme koyması değiştirilene
yordu. Terapist, hastanın eyleme koymasına sınır koyma ya da hastayı
davranışının ne anlama geldiği ile yüzleştirme yönünde herhangi bir
çabanın, yalnızca hastanın öfke patlamalarına ve tedavinin sona
ermesine yol açacağını düşünüyordu.
Bu durum, psikoterapiye bu tür eyleme koyma ile başlayan ve terapi
ortamını, ya gerçekçi olmayan talepleri terapist tarafından karşıl a_
nacak ya da tedavinin devamını tehdit altında bırakacak kadar büyük
ölçüde çarpıtmaya çalışan hastalarla nasıl başa çıkılması gerektiği so-
rusunu da beraberinde getirmektedir. Bazı terapistler, hastanın ger-
çekçi olmayan taleplerine meydan okumadan terapiye başlamasına
izin vermenin bir avantaj olabileceğini düşünmekte ve daha sonra, te-
rapi ilişkisi daha iyi kurulduktan sonra, hastanın eyleme koymasının
yavaş yavaş denetim altına alınabileceğini ummaktadırlar. Bu tür bir
dizi vakanın uzun süreli gözlemi göz önüne alındığında, gerçekçi ol-
mayan koşullar altında psikoterapiye yeltenmemenin tercih edilmesi
daha uygun görünmektedir. Terapist zamansız eyleme koymayı de-
netleme girişiminde bulunmanın psikoterapiyi sona erdireceğinden
korkuyorsa, hastaneye yatırmanın gerekliliği düşünülmeli ve bu konu
hastayla tartışılmalıdır. Aslında, tam da gerilemeli aktarımın eyleme
koyulmasının yalnızca psikoterapi yoluyla halledilemediği ve hasta-
nın patolojik savunma işlemleriyle yüzleştirilmesinin aşırı gerileme
meydana getirme tehdidinde bulunduğu hastalarla başlangıç aşama-
sındaki psikoterapi ilişkisinin korunması için hastaneye yatırmaya ih-
tiyaç duyulur. Bu şartlar altında hastaneye yatırma, koruyucu olduğu
kadar tanısal işlevler açısından da işe yarayabilir ve psikoterapi olma-
dan da hastane dışında büyük ihtimalle işlev görmeye devam edebile-
cek hastalarla dahi göz önüne alınmalıdır. Psikoterapiye gereksinim
duyuluyor ve zamansız eyleme koyma psikoterapiyi gerçekçi olma-
yan bir şekilde sınırlıyorsa, kesin bir yapılandırmayı gerektiren, ancak
bu yapılandırma üzerinde olumsuz etkide bulunan bir patolojinin ele
alındığı bir psikoterapiye başlamaktansa, hasta için stresli de olsa
hastaneye yatırma tercih edilir.
Tedavinin en başından başlayarak gerçekçi olmayan hasta-terapist
ilişkileri yaratan başlıca mekanizmalardan biri, yansıtmalı özdeşleş-
medir. Hastanın aktarımda şiddetli düşmanca saldırısının doğrudan
sonuçları, terapisti sonunda karşı saldırganlıkla tepki gösterdiği bir
konuma itme yönünde durmak bilmeyen gayretleri ve terapisti denet-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 97

yönelik sadist gayretleri, terapi üzerinde felç etkisi yaratabilir.


lerney ^ gelişmeler meydana geldiğinde, terapi ortamında sağ-h'r
vapıya> aktarımın eyleme koyulmasını tutarlı bir şekilde dur-' arfl va
ve en basit terimlerle ifade edersek terapistin kronik ve çö-^ iz
durumlardan korunmasına ihtiyaç duyulduğunu belirtmiştik. ZİJ gjam
yapıyı, yansıtma mekanizmalarını azaltmayı amaçlayan ^ U 1ı
açıklığa kavuşturmalar ve yorumlar ile birleştirmek oldukça çetin bir
iştir-
d İnkâr: Ele aldığımız hastalarda, inkâr, hastanın öznel yaşantısına da
dış dünyasının bir alanını kale almaması şeklinde tezahür n, ujjjr. Israr
edildiğinde, hasta inkâr edilen alanın farkında olduğunu t bul
edebilir, ancak bunu duygusal yaşantısının kalanıyla bütünleşemez.
înkâr işlemini teşhis etmek, meydana getirdiği, gerçekliği de-
ğerlendirme yetisinin aşikâr yitimi nedeniyle nispeten kolaydır. Hasta
gerçekliğinin oldukça acil, kendisini sıkıştıran yönünden tamamıy-
la'habersizmiş gibi davranmaktadır.
Bir hasta, mezuniyetinin ve bir iş olasılığının bağlı olduğu ve yetiş-
tirmesi gereken tezinden, bitirme tarihinden önceki son iki haftada
psikoterapi seanslarında bahsetmeyi bıraktı. Psikoterapistine, makale-
sini incelemekle sorumlu olan komitenin üyelerinden duyduğu korku-
dan ve onlara olan öfkeden bahsetmişti; burada inkân, onu esas ola-
rak, kendi aleyhine ayırımcılık yapmalarından duyduğu paranoid kor-
kularından ve onu topluluk önünde küçük düşürmek istediklerini var-
saydığı hocalardan koruyordu. Terapist, tekrar tekrar hastayı yazıyı
bitirmek konusundaki kayıtsızlığıyla ve yazıyı bitirmek için hiç gay-
ret göstermemesiyle yüzleştirdi. Terapist, bu ihmalin bilinçdışı ne an-
lama geldiğini yorumlarken, gerçek hayatta hastanın kendini makaleyi
bitirmekten alıkoyduğu çeşitli yollan da araştırdı ve hastayı bunlarla
yüzleştirdi.
inkâr, aktarımda oldukça karmaşık biçimlere de bürünebilir; örne-
ğin, aktarım ihtiyaçlarına doyum sağlayabilmek için terapi ortamının
gerçeklik yönlerinin savunmaya yönelik inkârı gibi.
Bir hasta, baştan çıkarma gayretlerine analistinin karşılık verme is-
teksizliğinden dolayı ona duyduğu öfkeyi yenme çabasıyla, terapis-
tiyle boyun eğen, savunmasız bir şekilde cinsel yakınlık gerçekleştir-
me arzularını ifade eder etmez, analistin kendisini gizli baştan çıkar-
ma niyetleri olduğu fantezileri geliştirdi. Bir noktada bu fantezi, baba-
sı ve analist tarafından tecavüz edilmekten hoşlandığı fantezisine dö-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 98

nüştü; daha sonra analistin aslında babası olduğu, ona sadist bir şekil,
de tecavüz edeceği ve bunun bir felaketle sonuçlanacağı yolunda güç,
lü bir inanç geliştirdi ve yoğun kaygı duymaya başladı. Bu aktarım
gelişiminin anlamlan arasında, cinsel girişimlerine analistin cevap
vermemesinin gerçekliğini inkâr etme ihtiyacı ve bununla ilgili olarak
duyduğu öfke ağır basıyor görünüyordu. Analist, hastanın aslında
analistinin babası olmadığını, ona tecavüz etmek üzere olmadığa
çok iyi bildiğini ve bu fanteziler ne kadar korkutucu olursa olsun, yine
de analistin hastanın cinsel taleplerine karşılık vermemesinden dolay!
ona duyduğu öfkeyi inkâr etmesine olanak sağladığını belirtti. O sıra-
da oidipal anlamlar yorumun dışında bırakılmıştı. Hasta neredeyse
hemen rahatladı ve bu noktada analist, hastanın nişanlısından gerçek-
çi olmayan öfkeli taleplerinin kendi cinsel hazzı için engel teşkil ede-
ceğinden korktuğu ve öfkesini nişanlısına yansıtmasının, o andaki ya-
kınlığı kendisine karşı sadist bir tecavüz tehdidine dönüştüreceği içj n
nişanlısıyla yakın bir ilişkiye girmeye isteksizlik duyduğunu yorum-
ladı. Bu yorum, hastanın gerçekliği olduğu kadar saldırgan itkileri de
inkâr etmesi konusunda daha da içgörü edinmesi yolunu açmış oldu.
Bu son örnek, sınır hastalarda ağırlıklı olarak bulunan patolojik sa-
vunmaların tutarlı derinlemesine çalışılmasının neyi gerçekleştirmeyi
hedeflediğini göstermektedir. Bu savunmaların çalışılması, daha da
gerilemeye neden olacağına, gerçekliği değerlendirme yetisini artırıp
beni kuvvetlendirir. Bu örnek, aktanm yorumunun kısmi oluşunu ve
aktarımın terapi ilişkisi dışına sapmasını da göstermektedir.
Zaman zaman hasta, özellikle aktarımın olumlu yönlerini inkâr et-
me ihtiyacı duyar, çünkü olumlu duygulan ifade etmesinin, onu tera-
piste tehlikeli ölçüde yakınlaştıracağından korkar. Hasta, bu aşırı ya-
kınlığın aktarımda saldırganlığını ve terapistin hastaya karşı (yansıtıl-
mış) saldırganlığını açığa çıkaracağından korkar. Schlesinger (1966),
inkârın bu özel kullanımına ömek verirken, olumlu aktanm tepkisi
alanında inkâra saygı gösterilmesi gerektiğini, çünkü hastaya, kendi-
sini terapistten yerinde ve yeterli bir mesafede tutmasına izin verdiği-
ni söylemiştir.

5. Tiimgüçlü Olma ve Değersizleştirme: Yakından bağlantılı iki sa-


vunma mekanizması olan tümgüçlü olma ve değersizleştirme, hasta-
nın tehdit edici ihtiyaçlara ve başkalanyla ilişkiye girmeye karşı bir
koruma olarak aşırı idealleştirilmiş bir kendilik ve nesne temsiliyle,
ben idealinin ilkel bir biçimiyle özdeşleşmesidir. Bu tür "kendilik ide-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 99

Heştirmesi" genelde sihirli tümgüçlü olma fantezileri -hastanın hak-


in olan tüm doyuma eninde sonunda ulaşacağı inancı ve engellenme-
lerin» hastalık, ölüm ya da zamanın geçişinin kendisini etkilemeyeceği
fantezileri- anlamına gelir. Bu fantezinin doğal bir sonucu, başka
insanların değersizleştirilmesi, hastanın terapist de dahil olmak üzere
diğer insanlardan üstün olduğuna olan inancıdır. Bu sihirli tümgüçlü
olmanın terapiste yansıtılması ve hastanın bu tümgüçlü terapistle si-
hirli bir şekilde birleşmesi ya da ona boyun eğmesi, bu savunma işle-
minin alabileceği diğer biçimlerdir.
Bu savunma işlemi, aslında yukarıda bahsi geçen ilkel idealleştir-
meyle ilintilidir. Sınır hastaların karakteristiği olan savunma işlemle-
rinin, tamamıyla farklı biçimlere ayrılması, nasıl işlediklerini açıklığa
kavuşturabilir, ancak bu, her zaman konunun aşırı basite indirgendiği
anlamına gelmez. Tüm bu savunma işlemleri karmaşık bir şekilde iç
içe girerler ve farklı kombinasyonlarda ortaya çıkarlar.
Ciddi şişmanlık sorunu ve sosyal etkileşimlerde yoğun güvensizlik
hisleri olan bir hasta, sonunda istediği her şeyi yeme hakkına sahip ol-
duğu ve dış görünüşü ne olursa olsun, yine de hayran olunacağı, aşın
ilgi göreceği ve sevileceği yönünde derin bir inanca sahip olduğunun
farkına vardı. Şişmanlığının erkekleri çekebilme yeteneğini azaltabi-
leceği gerçeğini pek de inanmadan kabul ediyor ve bu hususun ger-
çekliği vurgulandığında terapistine çok kızıyordu. Hasta psikoterapi-
ye, terapistle olan randevusuna istediği zaman gelebileceği, bekleme
odasındaki dergileri eve götürebileceği ve mobilyalara sigara külü
dökme konusunda hiç de dikkatli olmak zorunda olmadığı gibi bir
varsayımla başladı. Tüm bu davranışının anlamı kendisine ilk defa
işaret edildiğinde, terapistin "dikkatli algısına" onaylar şekilde gü-
lümsedi, ancak hiçbir değişiklik olmadı. Ancak terapist, ona neyi hoş
görebileceği konusunda kesin sınırların olduğunu çok açık bir biçim-
de belirttikten sonra hasta, çok kızdı ve terapist hakkındaki kendi bü-
yüklük duygularını tamamlayan küçümseyici düşüncelerini daha
açıkça ifade etmeye başladı. Bu hastanın bilinçli yaşantısı, sosyal gü-
vensizlik ve aşağılık hisleriydi. Altta yatan tümgüçlü olma duygusu
uzun bir süre bilinçdışı kaldı.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 100

İÇGÜDÜSEL DEĞİŞİMLER VE PSİKOTERAPİ STRATEJİSİ


Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların içgüdüsel gelişiminin ağır-
lıklı bir özelliği, genital dönem öncesi dürtülerin, özellikle de oral sal-
dırganlığın aşırı gelişimi ve saldırgan ihtiyaçların ezici etkisi altında
genital dönem öncesi ve genital amaçların özel bir patolojik yoğun-
laşmasıdır. Bu içgüdüsel gelişimin, bu hastalara terapi yaklaşımında
doğrudan önemi vardır. Terapistin, yıkıcı ve kendine yönelik yıkıcı
içgüdüsel tezahürler arasında gelişme ve iyileşme yönünde gizli po-
tansiyellerin olduğunu ve özellikle yüzeyde yıkıcı ve kendine yönelik
yıkıcı cinsel davranış gibi görünen şeyin, daha fazla libidinal gelişim
ve kişilerarası ilişkilerin derinleştirilmesi için kökler içerebileceğini
hatırlaması gerekir.
Bir zamanlar psikanalitik teori ve pratiğin tipik bir yanlış anlaşıl-
ması, cinsel faaliyetin kendi başına terapötik bir faktör olduğu varsa-
yımıydı. Bu tür yanlış anlamalardan sonra uzun yollar kat ettik ve ço-
ğu zaman yüzeyde genital faaliyet olarak görünen şeyin gerçekte sal-
dırgan, genital dönem öncesi amaçların hizmetinde olduğunu öğren-
dik. Bunun karşıtı bir tehlike olan, sınır kişilik örgütlenmesi olan has-
talarda ketlenmiş cinsel yönelimlerinin üstesinden gelme çabalarım
ihmal ederek yalnızca genital dönem öncesi yıkıcı amaçlara yoğun-
laşmak, sıkça rastlanan bir klinik sorun gibi görünmektedir.
Yıllarca aşırı dağınık davranışları takiben psikotik bir gerileme
sonrasında hastaneye yatırılmış, rasgele cinsel ilişkiye giren boşan-
mış genç bir kadının hastanede erkek hastalarla ilişkisi yasaklanmıştı.
Birkaç kez, gözetim yapılmayan birkaç dakika, onun için itkisel bir
şekilde başka hastalarla -yabancı sayılacak kişilerle-'cinsel ilişkiye
girmesi için yeterli olmuştu. Bu hasta aylar boyunca düzenli olarak
denetlenmiş ve davranışının anlamı, hastane doktoruyla olan seansla-
rında, yalnızca hastanın "itki denetimi eksikliği" ve "uygunsuz davra-
nışı" temelinde tartışılmıştı. Yeni bir hastane doktoru, hastanın cinsel
davranışının diğer anlamlarını değerlendirmeye çalıştığında, cinsel
davranışın derin mazoşist uzantıları olduğu ve hastanın bir fahişe ol-
ma fantezisinin eyleme koyulmasını temsil ettiği ortaya çıktı. Hastane
doktoru her cinsel serbestliğin fahişelik anlamına gelmediği fikrini
savundu ve bu konulan onunla tartışırken, hasta çok kızarak doktorun
"ahlaksız" olduğunu söyledi; doktor yasakları kaldırınca çok kaygı
duydu ve doktora çok kızdı. Hasta daha sonra başka hastalarla tahrik
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 101

• bir tarzda cinsel ilişkiye girdi; doktor, tüm bunları hastayı mazo-
■ f ntezileriyle, bir fahişe olma örüntüsüyle ve yasaklayıcı, birleşik
ŞlS ueVeyn imgesini temsil eden ilkel ve sadist bir üstbene boyun eği-
k-lf lanııyla yüzleştirdi. Hasta sonunda bir hastayla iyi bir ilişki kur-
§' a gşık oldu, iki yıl boyunca kararlı bir seyir izledi ve onunla ev-
meyi planlamaya başladı. Bu iki yılın son dönemlerinde cinsel iliş-
e giriyorlardı; hayatında ilk defa, sadece tek bir erkeğe cinsel his-
f in yanında yumuşak hisler besleyebiliyordu ve daha önceki davra-
sindan farklı olarak hamile kalmamak için önlemler alıyordu.
patolojik cinsel davranışın, normal, ilerlemeye yönelik eğilimlerini
ital dönem öncesi amaçlarından ayırmak, söylemesi yapmasından
r 0ıan bir şeydir. Böyle hastalarla çalışan psikoterapistin bu konuda
sürekli dikkatli olması gerekir.

TEDAVİ YÖNTEMİ ÜZERİNE EK YORUMLAR


Bu özel anlatımsal, psikanalitik yönelimli psikoterapi biçimi klasik
psikanalizden, tam bir aktarım nevrozunun gelişmesine izin verilme-
mesi ve aktarımın yalnızca yorumla çözülmemesiyle ayrılmaktadır.
Anlatımsal psikoterapiye ilişkin bir yaklaşımdır, çünkü bilinçdışı fak-
törler, özellikle de olumsuz aktarımla ve bu hastaların patolojik sa-
vunmalanyla tutarlı bir çalışmaya bağlı olarak ele alınır ve üzerinde
odaklaşılır. Aktarımın eyleme koyulmasını önlemek için gerekli oldu-
ğu zamanlarda teknik parametreleri ya da teknik değişiklikleri kulla-
nılır ve bu parametrelerden bazıları tedavi sırasında çözülebilse de,
tüm parametreler için bunu yapmak her zaman mümkün olmadığı gibi
arzu edilir bir durum da değildir. Bu yaklaşımda aynı zamanda
zımnen, bariz bir şekilde destekleyici olan öğeler de vardır. Birincisi,
tedavi ortamını yapılandırma gereksiniminin bir parçası olarak tera-
pistin yapması gereken tedavi ortamı manipülasyonudur. Seanslann
sıklığı, seans dışı temaslarla ilgili müsaade ve kısıtlamalar, hastanın
kendini ifade edebileceği sınırlar, tüm bunlar tedavi gerektirdikçe de-
ğiştirilebilecek faktörlere örnek olarak kabul edilmelidir. İkincisi, te-
rapistin söylediklerinin önemli bir bölümünü gerçekliğin açıklığa ka-
vuşturulması kaplar ve bu koşullar altında doğrudan telkin ve zımnen
öğüt vermekten kaçınmak zordur.
Terapist, mümkün olduğu kadar yansız kalmaya çalışmalıdır, ancak
yansızlık, hiçbir faaliyette bulunmama demek değildir ve terapistin
belli faaliyet derecelerinin ötesinde, terapistin hâlâ yansız olup ol-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 102

madiği konusu akademik bir husus haline gelir. Genelde, bu tür tera-
piyi terapinin gerçeklik yönlerini vurgulamak üzere yüz yüze bir or-
tamda yapmak tercih edilir görünmektedir, ancak divanda yatmanın
ya da terapistin karşısında oturmanın kendi içinde sihirli bir yanı yok.
tur. Aslında psikanalizden çok psikanalitik psikoterapi olup divanda
gerçekleştirilen tedaviler vardır.
Bu anlatımsal, psikanalitik yönelimli tedavide, beni kuvvetlendir-
me amacı her zaman vardır. Sınır kişilik örgütlenmesinin karakteris-
tik patolojik savunmalarının derinlemesine çalışılması, beni zayıfla.
tan alt düzey patolojik savunmaların yerini bastırma ve ben örgütlen-
mesinin bastırmayla ilintili diğer üst düzey savunmalarının almasına
olanak sağlar: Bu da kendi başına beni kuvvetlendirir. Çatışmalar an-
cak kısmen çözülür, yine de bu tür tedavi yaklaşımıyla bazen çok şey
başarılabilir.
Son ve çok önemli bir soru kaldı. Bu hastalardan bazıları, tedavinin
en başından itibaren ya da önerilen türde hazırlayıcı bir psikoterapi
dönemi sonrası analiz edilebilirler mi? Bu konuda görüş farklılıkları-
na yukarıda literatür gözden geçirilirken değinilmişti. Sınır kişilik ör-
gütlenmesi olan bu büyük hasta grubunda önerdiğim anlatımsal, psi-
kanalitik yönelimli psikoterapiden çok az yararlanan ve değişiklik ya-
pılmamış psikanalizin uygulanmasının gerektiği belli bazı hastalar
vardır. Bu özellikle narsisist kişilik örgütlenmesinin en tipik biçimle-
rine sahip hastalar için geçerlidir.
Bu hastalar, diğer insanlarla etkileşimlerinde alışılmadık düzeyde
kendilerinden söz ederler, başkaları tarafından sevilme ve hayranlık
duyulmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar ve görünüşte garip bir çelişki
yaratacak şekilde, çok yüksek bir kendilik kavramlarının yanı sıra
haddinden fazla başka insanlardan takdir alma ihtiyacı gösterirler.
Yüzeysel olarak bakıldığında bu hastalar ciddi bir biçimde gerilemiş
görünmezler ve bazıları sosyal olarak gayet iyi işlev görebilir; sınır
kişilik örgütlenmesi olan ortalama hastadan genelde çok daha iyi itki
denetimine sahiptirler. Oldukça başarılı ve verimli olabilirler. Yalnız-
ca, duygusal hayatları daha dikkatle incelendiğinde sığ görünür ve
başka insanlara karşı normal eşduyum eksikliği, aldıkları takdir dışın-
da hayattan nispeten pek haz almamaları ve büyüklenmeci fanteziler,
haset, başka insanları küçük görme ve onları sömüren bir biçimde ma-
nipüle etme eğilimi görülür.
Bu hastaların genelde öyle katılaşmış işleyen patolojik bir karakter
yapılan vardır ki bu yazıda önerilen terapi yaklaşımını kullanarak ça-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 103

salarını aktarımda harekete geçirmek çok zordur. Bu hastaların ço-


„ haddinden fazla gerilemeksizin klasik psikanalize tahammül ede-
bilir görünmektedirler. Bazıları maalesef analitik ortama tahammül
önekte kalmaz, aktarımda katı karakter savunmalarını harekete ge-
çirme yönündeki tüm çabalara da aşırı dirençlidirler. Ernst Ticho
(1966), psikanalizin bazı vakalarda "son çare kabilinden" bir tedavi
sekli olabileceğini söylemiştir. Bu durum, psikanalizin yararlı olup
olmayacağı az çok şüpheli olan, ancak makul bir açıdan bakıldığında
psikanaliz dışında hiçbir tedavinin yararlı olmayacağı şüphe götürme-
yen hastalar için geçerlidir. Narsisist kişilikler bu gruba dahildir. Bu
hastalara uygulanacak tedavinin psikanaliz olduğunu düşünen ve bu
hastaların dinamikleri ve analizlerindeki teknik zorluklar hakkındaki
anlayışımıza önemli katkılarda bulunmuş başka yazarlar da vardır
(Konut, 1968; Rosenfeld, 1964). Sınır kişilik bozukluğu olan her has-
tada, tanısal muayenenin bir noktasında analiz edilebilirlik sorusu de-
ğerlendirilmeli ve ancak tüm kontrendikasyonlar dikkatlice değerlen-
dirildikten sonra psikanaliz olasılığı geri çevirilmelidir.
Bu bölümde, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalara uygulanacak
genel bir psikoterapi stratejisinin ana hatlarını çizmeye çalıştım. Böy-
le bir çabanın tehlikesi, bunun sabit bir kurallar kümesi şeklinde yan-
lış anlaşılması ya da mecburi olarak kapsayıcı olması nedeniyle çok
genel görünebilmesidir. Bu çabanın, bu hastalarla çalışan ve dolayı-
sıyla her hastanın getirdiği karmaşık taktik terapi hususlannı iyi bilen
terapistlere genel bir referans çerçevesi oluşturmada yardımcı olması-
nı umuyorum.
4
Seyir

Bu bölümde, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların yoğun, uzun


süreli psikoterapi tedavisi ele alınacaktır. 3. Bölüm'de bu hastalara
uygulanacak tedavi olarak, değiştirilmiş bir analitik çalışma tarzı ya
da psikanalitik psikoterapinin ana hatlarını belirlemiş ve bu hastalar-
dan bazılarının, ya tedavinin en başından başlayarak ya da önerilen
türde hazırlayıcı bir psikoterapi döneminden sonra analiz edilebilece-
ğini belirtmiştim. Burada ele alınacak olan seyirle ilgili hususlar, sınır
kişilik örgütlenmesi olan hastaların analiz edilebilirliği ve uzun süreli
psikanalitik psikoterapisi konusunda alınacak kararlarda yardımcı
olabilir.
Buradaki bilgiler, Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Proje-
sinden elde edilen klinik verilere uyguladığım analizleri (Wallerstein
vd., 1956; Robbins ve Wallerstein, 1959) ve bu projenin genel nice-
liksel sonuç çalışmalarının bulgularını (Kernberg vd., 1972; Burstein
vd., 1969) içermektedir. Seyirle ilgili olarak şu öğeleri incelemeye ça-
lışacağım: 1) Betimleyici karakter tanısı, 2) ben zayıflığının derecesi
ve niteliği, 3) üstben patolojisinin derecesi ve niteliği, 4) nesne ilişki-
lerinin niteliği ve 5) terapistin becerisi ve kişiliği. Bu öğelerin hangi
yönlerinin seyir açısından önemli olduğunu, hangilerinin olmadığını
da belirteceğim.

BETİMLEYİCİ KARAKTER TANISI


Betimleyici tanı, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar için seyir açı-
sından çok önemli bir unsurdur. Ancak bu, esas olarak hastanın nev-
rotik semptomatolojisinin tanısı için değil, karakter patolojisinin tanısı
için geçerlidir; çünkü nevrotik semptomlar, psikopatolojinin tüm
düzeylerinde ortaya çıkar ve ciddi karakter patolojisi olan bazı hasta-
ların çok az nevrotik semptomu vardır. Bu nedenle nevrotik semp-
SEYİR I 105

lar, hastalığın ciddiyeti açısından yararlı göstergeler değildirler. o


vrin nevrotik semptomu olmayan sınır hastalarda en kötü olduğu
kında belirtiler vardır. Özellikle ciddi karakter patolojisi olan vaka-
f rda hastanın hiçbir nevrotik ketlenme ya da semptomu yoksa, nev-
tik acılan olan benzeri vakalara oranla yardım arama ve tedavide iş-
ar etme motivasyonu daha düşüktür.
Kaygı varlığının, psikoterapide iyileşme için iyi bir kestiriri oldu-
ğunu bulduk (Burstein vd., 1969; Luborsky, 1962); muhtemelen kay-
hastanın psikoterapi çalışması için motivasyonunu pekiştirmekte-
dir. Ancak klinik olarak, kaygı derecesi ya da genel olarak nevrotik
acı, karakter patolojisinin ne ölçüde benle bağdaşıp bağdaşmadığın-
dan çok daha az önemli görünmektedir. Denebilir ki, kaygı ve genel
olarak acı, hastayı tedaviye getirebilir ve hastanın tedavide kalmasını
sağlayabilir; ancak karakter patolojisinin ne ölçüde benle bağdaştığı
(sonuçta hasta terapist ilişkisine bağlı olan kısmi bir süreç değişkeni),
hastanın semptomlarından kurtulmak istemeye devam mı edeceğini
yoksa tedavi "tehdidi "nden kurtulmayı mı tercih edeceğini belirler.
Diğer bir deyişle, bir terapi ilişkisi kurmak için kaygının bulunması,
seyir açısından başlangıçta olumlu bir öğedir, ancak daha doğru bir
seyir, bu öğenin yerini, yavaş yavaş hastanın karakter patolojisinden
türeyen seyir göstergelerinin almasını gerektirir.
Ancak şu vurgulanmalıdır ki, nevrotik semptomatolojinin şiddeti
ya da türünün, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda seyir açısın-
dan muhtemelen çok önemli bir değeri olmamasına karşın, semptom-
ların önemli bir tanısal değeri vardır. 1. Bölüm'de, altta yatan sınır ki-
şilik örgütlenmesine işaret eden nevrotik semptomların özelliklerini
betimlemiş ve bu semptomları sınır kişilik örgütlenmesinin "muhte-
mel" tanısal öğeleri olarak kabul etmiştim.
Sınır durumlarda seyir açısından önemli bir öğe olarak hastanın ka-
rakter yapısına dönersek, karakter özelliklerinin benle bağdaşmasının
ya da bağdaşmamasının genel öneminin yanı sıra, karakter patolojisi-
nin türü de seyir açısından önemlidir. Bir hastaya "sınır kişilik örgüt-
lenmesi" tanısı koymak tabii ki yeterli değildir. Betimleyici tanıya,
hâkim olan nevrotik semptomatolojiyle birlikte karakter patolojisinin
hâkim olan kümelenmesi de dahil edilmelidir.

1. Hâkim Olan Karakter Kümelenmesi Türü: Hastanın sahip oldu-


ğu karakter patolojisinin türünü mümkün olduğu kadar kesin bir bi-
çimde teşhis etmek önemlidir. Örneğin, bir hastanın iyi bir betimleyi-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 106

ci tanısı şöyle olabilir: "(1) Bazı kaygı semptomlarının eşlik ettiği


depresif tepki; (2) sınır bir kişilik örgütlenmesinde, paranoid eğilim-
lerin eşlik ettiği çocuksu kişilik." Tanıyı bu şekilde formüle etmenin
avantajı, tanının salt betimleyici yönlerinin yanı sıra yapısal ve dina-
mik-oluşumsal yönleri hakkında da hemen bilgi sağlamasıdır. "Sınır
kişilik örgütlenmesi" tanısı, bu tür yapısal ve oluşumsal-dinamik yön-
leri içerir (1. Bölüm). Karakter patolojisinin türünün belirlenmesi,
hastanın patolojisinin yapısal ve oluşumsal-dinamik analizine katkıda
bulunur, çünkü farklı karakter patolojisi türleri, farklı düzeylerde iç-
güdüsel gelişim, üstben gelişimi, benin savunma işlemleri ve içselleş-
tirilmiş nesne ilişkileri değişimleri içerir (Kernberg, 1970).
Patolojik karakter kümelenmesi, hem karakter patolojisi düzeyi
(Kernberg, 1970), hem de hâkim olan patolojik karakter özellikleri
kümelenmesi temelinde teşhis edildiğinde, teşhisin seyir ve tedaviyle
doğrudan ve yakın ilişkisi vardır. Eğer teşhis, sınır bir kişilik örgüt-
lenmesi ile karşı karşıya olunduğu sonucuna götürmüşse, bu hemen
bu vakada endike olan psikoterapi stratejisini ortaya koyar (3. Bö-
lüm). Öyleyse, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda görülen fark-
lı karakter patolojisi türleri seyir açısından ne ifade etmektedir?
a. Sınır düzeyde işlev gören ve histerik kişiliği olan hastaların psi-
kanalitik psikoterapi için seyri genelde iyidir; bu hastaların çoğu za
man ağırlıklı bir biçimde oral olarak belirlenmiş çatışmaları, genelleş-
miş ya da kısmi ben zayıflığı alanları ve "çift katmanlı savunma iş
lemleri" (Kernberg, 1970) -terapi seansları sırasında gerilemeli dü
zeylerde yoğun gidip gelmeler şeklinde ortaya çıkabilir, ancak uzun
süreli yoğun psikoterapiyle mükemmel bir biçimde tedavi edilebilir—
vardır. Bu hastalardan bazıları değiştirilmemiş psikanalizle tedavi
edilebilirler.
b. Çocuksu kişiliklerin de psikanalitik psikoterapi için iyi bir seyri
vardır (3. Bölüm); bu hastalarda klasik psikanaliz genelde kontrendi-
kedir.
c. Narsisist kişiliklerde seyir, sınır işleyişin açık olup olmamasına
bağlıdır. Açık sınır işlev gören narsisist kişiliklerin, bu tür anlatımsal
analitik yönelimli bir yaklaşım için seyirleri iyi değildir; esas olarak
destekleyici bir yaklaşımı olan uzun bir hazırlık dönemine ihtiyaç du
yabilirler (diğer sınır koşullarda böyle bir yaklaşımın pek yararlı ol
madığını gördüm). Buna karşılık, yapısal olarak tipik bir sınır kişilik
örgütlenmesine sahip olup açık sınır bir düzeyde işlev görmeyen nar
sisist kişilikler psikanalizle tedavi edilebilirler, yahut da bu mümkün
SEYİR I 107

değilse belki de hiç tedavi edilmemeleri gerekir (tedaviye getirilen


herhangi bir kısıtlamadan bağımsız olarak, krize yönelik kısa süreli
tedavi endike olabilir). Bu hastaların, patolojik savunmaları aktarıma
girdikçe sistematik bir şekilde incelenmediği sürece, çarpıcı bir duy-
gusal mesafe koruma ve ilişkiden kaçınma yetileri vardır.
8. Bölüm'de, narsisist kişiliklerin tedavisini ve bu kişiliklerle diğer
narsisist karakter savunma türleri arasında ayırıcı tanıyı inceleyece-
ğim; narsisist karakter kümelenmesi türlerini üç sınıfa ayırmayı öner-
mekteyim: (a) Genel olarak patolojik karakter özelliklerinin, kendilik
değerini korudukları ve muhafaza ettikleri ölçüde narsisist anlamlan:
patolojik karakter özellikleri ne kadar katıysa, bu özelliklerde -özgül
işlevleri olan yapısallaşmış ruhiçi çatışmaların bastırılmasını sürdür-
meye ek olarak- o ölçüde narsisist anlam görülür, (b) Çocuksu narsi-
sizm düzeyinde saplanmayı temsil eden ve her tür genital ya da geni-
tal dönem öncesi çatışmayla ilintili savunmaları yansıtan narsisist ka-
rakter özellikleri; birçok histerik ve takıntılı karakter özelliklerinin
çocuksu-narsisist yönleri tipik örneklerdir, (c) Patolojik narsisizm
-özel bir içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisi ve ben ve üstben ya-
pılarının özel bir biçimde çarpıtılmasını yansıtan özgül bir karakter
kümelenmesi. Narsisist kişilik tanısının, yalnızca sözü geçen üçüncü
narsisizm kategorisi için kullanılmasını öneriyorum ve bu hastaların
tedavi açısından yarattığı özel güçlükleri vurguluyorum. Pratikte tüm
sınır hastalar, ciddi karakter patolojisine ve dolayısıyla geniş anlamda
narsisist karakter özelliklerine [(a) ve (b) türleri] sahip olmalanna
rağmen, bu geniş anlamda kullanılan "narsisizm"i, dar anlamda narsi-
sist kişiliklerin özgül patolojik yapılarından özenle ayırt etmek önem-
lidir. Genelde, narsisist kişiliklerin patolojik narsisist yapılan ne kadar
mevcutsa, seyir o kadar kötüdür.
d. Antisosyal kişiliklerin, tüm psikolojik tedaviler açısından çok
kötü bir seyri vardır. (Burada antisosyal davranışlar gösteren tüm has-
talardan değil, yalnızca dar anlamda antisosyal kişiliklerden bahsedi-
yorum.) Bu ayıncı tanı, çoğu zaman yasayla başı derde giren ergen-
lerde ortaya çıkar. Antisosyal davranışta yer alan karakter kümelen-
melerinin doğru bir ayıncı tanısı, bazı tanısal hususlann ele alınmasını
gerektirir:
(i) Antisosyal davranış gerçekten kişisel psikopatolojiyi mi yansıt-
maktadır, yoksa bazı alışıldık, sosyal önyargılar açısından mı "anti-
sosyal"dir?
(ii) Antisosyal davranış, patolojik sosyal çevreye "normal" bir uyu-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 108

mu mu yansıtmaktadır? Bu soruya olumlu cevap vermenin nispeten


iyicil bir anlamı vardır; ancak ergenin antisosyal davranışını bu şekil-
de teşhis ederken dikkat edilmelidir, çünkü nispeten normal psikolo-
jik bir gelişimin, sözgelimi bir ergenin yakın sosyal çevresindeki yal-
nızca antisosyal altkültürle özdeşleşmesine ne ölçüde müsaade ettiği
şüphelidir. En ciddi sosyal yoksunluğun olduğu koşullarda bile, nis-
peten sağlıklı bir bireyin kendini antisosyal bir altgrupla tamamıyla
özdeşleştirmesine müsaade etmeyecek gizli bir farkındalık vardır.
(iii) Antisosyal davranış "ergenin uyum tepkisi" midir, yani, anti-
sosyal davranış, gerçekte ergenin karşı karşıya olduğu akut bir duygu-
sal krizin ya da akut kişilerarası bir çatışmanın yan ürünü müdür? Du-
rum buysa, genelde kaygı ve/veya depresyon gibi başka nevrotik
semptomlar ve başkaldırı ve bağımlılık çevresinde genel çatışmalar
da vardır. Antisosyal davranış, süre açısından kesin olarak sınırlıysa
ve aşın bir duygusal çalkantı epizoduyla sınırlıysa, "ergenin uyum
tepkisi" tanısı haklı görülebilir. Ancak maalesef bu tanı aşırı kullanıl-
maktadır ve bu tanının koyulmasıyla, sık sık tüm ciddi psikopatoloji
ve özellikle de ciddi karakter patoloji türlerinin ihmal edilmekte ya da
görmezden gelinmekte olduğunu görmekteyiz. Masterson (1967) ve
Robins (1966), "ergenin uyum tepkisi" tanısıyla sık sık gözden kaçırı-
lan psikopatolojinin ciddiyeti hakkında etkileyici kanıtlar sunmuşlar-
dır. Benim görüşüme göre, bu tanı, yalnızca aşağıda belirttiğim çok
daha sık rastlanan ve çok daha ciddi psikopatoloji türleri bertaraf edil-
dikten sonra koyulmalıdır.
(iv) Antisosyal davranış, antisosyal kişilik yapısı haricinde başka
bir ciddi karakter patolojisi türünü mü yansıtmaktadır? Muhtemelen
antisosyal davranışı içeren en sık rastlanan kategori bu kategoridir; bu
kategori, antisosyal davranışı çocuksu kişiliğin bir yönü, ya da narsi-
sist kişiliğin bir yönü, vb. olarak almaktadır. Bu kategori için seyir,
(b) ve (c) kategorilerine oranla daha ciddi olmasına karşın, bu yazıda
ilerde verilecek olan seyirle ilgili diğer öğeler olumluysa, antisosyal
kişilik dışında bir karakter patolojisinin bir parçası olarak anstisosyal
davranış, tedavi edilemezlik anlamına gelmez. Bu vakalarda üstben
patolojisinin analiziyle ilgili göz önünde bulundurulması gereken hu-
suslar seyir açısından özellikle önemlidir.
(v) Antisosyal davranış antisosyal kişiliği mi yansıtmaktadır? Eğer
bu soruya cevap olumluysa, seyir çok kötüdür. Tanı, kısa süreli tanı-
sal bir muayeneyle değil, ancak hastanın hikâyesi dikkatle değerlen-
dirildikten ve hastanın, nesne ilişkilerinin niteliği ve üstben patolojisi-
SEYİR I 109

• tür ve derecesinin daha doğru bir biçimde değerlendirilebileceği nl


n süre gözlenmesinden sonra koyulabilir. Bu hastaların özel yapı- UZ
dınlmış ortamlarda (çok emniyetli bir cezaeviyle bir psikiyatri u
stanesinin özelliklerini içeren ortamlarda) tedavi edilmelerinin bazı
kalarda, en azından daha iyi sosyal uyum yönünde az çok kalıcı A
vranışsal değişiklikler oluşturmada yararlı olduğu bildirilmiştir.
e Cinsel sapmaları olan ve sınır bir düzeyde işlev gören hastalar
'cin seyir, altta yatan kişilik yapısına göre değişir. Altta yatan narsisist
bir kişilik yapısıyla bağlantılı cinsel sapmaların, narsisist kişiliklerde
analitik terapi yaklaşımının özel güçlüklerinden dolayı genelde kötü
bir seyri vardır; seyir, diğer karakter patolojisi türlerinde daha iyidir.
Açık sınır işlev gören hastalarda cinsel güçlüklerin tedavisi, bu kişilik
örgütlenmesinin gerileme potansiyeline sahip hastalarda bu tür cinsel
sapmaların dinamik yönlerine çok dikkatli ve tedrici olarak yaklaşıl-
ması gerektiğinden, uzun bir zaman alabilir. Tüm cinsel sapmalarda,
nesne ilişkilerinin niteliği seyir açısından çok önemli bir unsurdur.
Sömürücü olmayan nesne ilişkileri sürdürme yetisi ne kadar iyiyse,
seyir o kadar iyidir; hastanın nesne ilişkileri ne kadar kararsızsa, seyir
o kadar kötüdür. Sınır kişilik örgütlenmesi olan ve pratikte yıllarca
yalıtık bir yaşam sürmüş, tüm cinsel yaşamları tamamıyla ya da ağır-
lıklı olarak sapık fanteziler içeren mastürbasyon biçimleriyle geçmiş
hastaların, cinsel güçlükleri açısından seyirleri olumsuzdur.
f. Alkolizm ve madde bağımlılığı olan -sınır kişilik örgütlenmesinde
sık rastlanan sendromlar- hastaların seyri de altta yatan kişilik ya-
pılarına bağlıdır. Burada da, bu semptomların altında narsisist kişilik
örgütlenmesinin yatması seyri kötüleştirir. Buna ek olarak, itki dene-
timinin ne ölçüde etkili olduğu ve hastanın madde bağımlılığı semp-
tomunu bastırma aczinin yerine tedavi sırasında geçici dış bir yapı ko-
yabilme olasılığı, çok önemli konular haline gelir. Hastanın, sempto-
mun tedavi üzerinde olumsuz etki yaratmasını önleyecek kadar itki
denetimi varsa, ya da hastaneye yatırma, gündüz hastanesi ya da ben-
zeri bir tedavi düzenlemesi gibi koruyucu bir çevre mevcutsa, seyir
iyileşir.
h. "Klasik" psikoz öncesi kişilik yapılan olan (paranoid kişilik, şi-
zoid kişilik ve hipomanik kişilik) hastaların seyri duruma göre değişir.
(i) Sınır düzeyde işlev gören paranoid kişiliklerin, tedavi bu hasta-
ların tümgüçlü denetim ihtiyacı, terapi ilişkisini çarpıtmayacak şekil-
de yapılandırılırsa, seyir iyidir. Bazı paranoid hastalar, tedaviye mal-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 110

zeme gizleme koşulu ile başlamayı ya da terapist üzerinde gerçekçi


olmayan bir denetim uygulamayı denerler; bu da terapi ilişkisini çar-
pıtır ve çoğu zaman bir terapi açmazıyla sonuçlanır (Heimann,
1955a). îdeal olarak, hasta, bir psikoterapi ilişkisine girerken söz ko-
nusu olan gerçekçi talep ve sınırlamaları kabul edemiyorsa, psikotera-
pi ilişkisinin başlangıç safhaları kurulana kadar hastayı hastaneye ya-
tırmak bir avantajdır. Bu yolla, paranoid hastaların yaşamlarının bir-
çok alanıyla ilgili olarak oluşturdukları gizlilik perdesi ve terapisti
tümgüçlü bir biçimde denetleme çabalan, hastane personelinin sağla-
dığı gözlemler ve tedavi ekibinin karşılıklı desteğiyle telafi edilebilir.
(ii) şizoid kişilik için seyir daha olumsuzdur. Şiddetli, açık şizoid
özellikleri olan hastalar, terapi etkileşiminden öylesine yaygın bir me-
safe ve geri çekilme gösterebilirler ki, terapistin hastayı anlamlı bir
ilişkiye sokma yeteneği, hatta istekliliği ciddi bir biçimde zorlanabi-
lir. Şizoid hastalar, bölme mekanizmalarını o denli kullanırlar ki, hasta
terapist ilişkisinin tüm duygusal, hatta deyiş yerindeyse insani öğeleri
tamamıyla yok edilmiş ya da ortadan kalkmış görünür; bu da tera-
pistin uzun bir süre tahammül etmesinin çok zor olduğu duygusal bir
sığlık ve boşluk atmosferi oluşturur. Guntrip (1968), şizoid hastala-
rın, terapist üzerinde maksimum stres yaratan bu tipik, dinamik özel-
liklerini inandırıcı bir biçimde özetlemiştir; Guntrip'in, bu koşullar al-
tında terapistin kişiliğinin çok önemli olduğu gözlemine katılıyorum.
Belki de şizoid hastalar için seyir, özellikle tekniğinde yansıdığı şek-
liyle terapistin kişisel niteliklerine bağlıdır. Yani, terapist hastaya,
kendi kişiliğini "sunarak" yardımcı olamaz; ancak hastanın savunma-
ya yönelik geri çekilmesini sistematik olarak ve ısrarla analiz etmek
üzere doğal sıcaklığını, duygusal zenginliğini ve eşduyum yetisini
kullanarak hastaya yardımcı olabilir.
(iii) Hipomanik kişiliklerin seyri kötüdür; burada önemli husus,
hastanın gerçekte ne denli depresyona tahammül edebildiğidir; hasta
depresyona ciddi denge durumu bozulması olmaksızın ne denli ta-
hammül edebilirse, seyir o kadar iyidir. Hipomanik kişilikler, yeğle-
dikleri savunma işlemleri açısından narsisist kişiliklerle bağlantılıdır
ve narsisist kişiliklere teknik olarak uygulanan her şey, hipomanik ki-
şilikler için de geçerlidir (bkz. 8. Bölüm). Ancak, her şey dikkate alın-
dığında, hipomanik kişiliklerin seyri narsisist kişiliklerin seyrinden
daha kötüdür.
i. "Kaotik", ya da itki dolu adı verilen karakter bozukluklarının
seyri fena değildir, ancak seyir, daha sonra ele alınacak olan özgül ol-
SEYİR I 111

ben zayıflığı tezahürlerinin varlığına bağlı olarak kişiden kişi-ro^ya^ •


„jr Birden çok cinsel sapıklığı olan, heteroseksüel ve/veya eş-y6 i
C nS
rasgele cinsel ilişkilere giren ve çok biçimli sapık cinsel eğilim- ' lan
ene ara sınır erI
(g ^ °l k koşullarda çok karakteristik öğeler) hasta-' , j,u gruba
girer. Genelde, sapık fanteziler ve eylemler ne kadar l&r ^ ve çok, bu
cinsel etkileşimlerle bağlantılı nesne ilişkileri ne ka- A kararsızsa,
sınır kişilik örgütlenmesi tanısı o kadar haklı gösterile-... ancak aynı
zamanda da seyir (kararlı bir cinsel sapması olan ve uta narsisist
kişiliğin yattığı hastalardan farklı olarak) o kadar iyidir. R mun
anlamı, genel sınır işleyişi yansıtan, ancak altta narsisist bir ki-'lik
yapısının yatmadığı kaotik bir cinsel yaşamın, patolojik cinsel
davranışın kararsızlığı ve çok çeşitliliğinin başta düşündürebileceğin-
den çok daha iyi bir seyri olduğudur. Ancak, birden çok sapık fantezi
da faaliyet, daha genel olarak kararlı nesne ilişkileri kuramama du-
rumunu yansıtıyorsa, bu son durumdan dolayı seyir daha kötüdür.
i. Ağırlıklı olarak takıntılı-zorlantılı kişiliği olan hastaların, sınır
bir düzeyde işlev görseler dahi iyi bir seyri vardır; ancak burada, ta-
kıntılı-zorlantılı kişilik yapılarını, yüzeyde soğukluk, entelektüalizas-
yon ve mesafe gösteren narsisist ve şizoid kişiliklerden ayırt etmek
önemlidir.
k. Sınır düzeyde işlev gören depresif mazoşist kişiliklerin seyri nis-
peten iyidir, ancak sınırlayıcı birkaç koşul vardır. Birincisi, sadoma-
zoşist kişilikler adı verilen, daha fazla sadizm içeren karakter yapıları-
nın, dar anlamda depresif kişiliklerden (1. Bölüm) daha kötü bir seyri
vardır, ikincisi, kişilerarası davranışta tezahür eden, başlıca maksatın
muhtemelen kendine yönelik yıkım olduğu (kronik intihar sayılabile-
cek edimlere temayül ya da, hatta daha fazla olarak, tekrarlayan ciddi
"kendine fiziksel zarar verme" eğilimi) genelleşmiş kendine yönelik
yıkıcılık gösteren hastaların da kötü bir seyri vardır. Bunun anlamı,
kendine yönelik saldırganlık biçimleri ne kadar ilkel, saldırgan boşa-
lım, kendiliği kendilik olmayandan ayırt etmeme anlamında ne kadar
dağınıksa (temelde üstben yapılanyla bütünleşmiş kendine yönelik
saldırganlıktan farklı olarak), seyir de o kadar kötüdür. Kronik kendi-
ne fiziksel zarar verenleri iyileştirmede, tedavi ortamı, hastanın ken-
dine gerçekten fiziksel zarar vererek ya da kendine fiziksel zarar ver-
me tehdidiyle çevresini tümgüçlü bir şekilde denetleme gayretlerini
zaptedebiliyorsa, yoğun psikanalitik yönelimli psikoterapi ile birlikte
uzun süreli (birkaç yıla varan)' hastaneye yatırma oldukça başarılı ola-
bilir (Pao, 1970, kişisel yazışma).
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 112

Hastanın tanısal değerlendirmesini dikkatle yapmanın önemli ne-


denlerinden biri, ağırlıklı karakter patolojisinin seyir açısından öne-
midir. Dolayısıyla, hastaların betimleyici tanısını koyma konusunda
ne kadar dikkatli davranılırsa, betimleyici hususlara ek olarak yapısı
ve oluşumsal-dinamik hususların dahil edileceğinden de o kadar emin
olunabilir.
Burada yapısal ve oluşumsal-dinamik analizler, bireyin patojen ça-
tışmalarını ve yaşam hikâyesini yeniden kurma gayreti değil, bu çatış-
maların ve geçmiş yaşam deneyimlerinin yol açmış olabileceği ve ar-
tık bireyin karakter yapısının bir parçası haline gelen daha kalıcı deği-
şikliklerin birçok görüş açısından belirlenmesidir. Daha genel terim-
lerle ifade edersek, iyi bir tanının "şimdi ve burada" metapsikolojik
bir analizi gerektirdiğini söyleyebiliriz.

2. Bireysel Karakter Özelliklerinde Yansıyan Ben ve Üstben Çar-


pıtmaları: Bu noktaya kadar, sınır kişilik örgütlenmesinin tedavisi
konusunda seyir açısından önemli bir öğe olarak ağırlıklı karakter kü-
melenmesini ele aldım. Şimdi daha ayrıntılı bir biçimde seyir için po-
tansiyel göstergeler olarak bazı özel, bireyselleşmiş patolojik karakter
özellikleri üzerinde duralım. Belli bir karakter özelliği, bazı ilkel pa-
tolojik üstben özdeşleşmelerini ne kadar çok canlandırır, hastanın be-
ni, patolojik karakter özelliklerine derinden yerleşmiş bu ilkel özdeş-
leşmeleri ne kadar hoşgörür ve özellikle de bazı karakter özellikleri
ne kadar çok kendine yönelik yıkıcı maksatları (ben ideali olarak ken-
dine yönelik yıkıcılık diyebiliriz) ifade ederse, seyir o kadar kötü olur.
Karakter yapısı, ben üzerine, id, üstben ve dış dünyadan gelen bas-
kıya aracılık etmesine karşın, genelde literatürde id baskılan üzerinde
durulmaktadır. Ancak, karakter yapısının, ben ile üstben baskıları ara-
sında uzlaşmacı bir oluşum olarak işlevi üzerinde durmak istiyorum.
1. Örnek: Histerik karakter yapısı ve oidipal çatışmalardan türeyen
tehdit edici bir anne imgesinin içe atımını temsil eden yasaklayıcı ve
cezalandırıcı üstben oluşumları olan bir kadın hasta, heteroseksüel
cinsellik ve diğer kadınlarla rekabet çabalan konusunda fantezi düze-
yinde ketlenmelerle gelir. Bu tür bir üstben oluşumuyla, hasta, tipik
olarak diğer kadınlarla rekabetinde ketlenme, anne benzeri baskın ka-
dınlara boyun eğme ve cinsel ketlenme gösterir. Demek ki, mazoşist
karakter özelliklerinin varlığı, tehdit edici oidipal anneye karşı oidi-
pal küçük kızın boyun eğici ve suçluluk duygusuna boğulmuş kendili-
ğinin ben içinde yapılaşmasını yansıtıyor olabilir. Ne var ki, bu tür
SEYİR I 113

osist özellikler -özellikle de cinsel tatmine, yalnızca bu tatmin &'


zjninsel ya da fiziksel acı şeklinde ağır bir bedel ödendiği sürece
^■saade edildiğinde-, ben tarafından erkeklere karşı mazoşist davra-
01
biçiminde "uyum sağlayıcı" bir biçimde kullanılabilir. Böyle bir
Ü rumda mazoşist karakter eğilimleri, üstben anne içe atımıyla ilişki-
bir kendilik imgesinin, bir ben işlevinin yapılaştınlmış olduğunu
••sterir ve benin idden türeyen itkileri değiştirilmiş, mazoşist olsa da
henle bağdaşık bir şekilde ifade etme gayretini yansıtır. Patolojik ma-
osizm karakter kümelenmesi, kendilik kavramının bir yönü, hastanı
ben kimliğinin bir bileşeni haline de gelir. Özetleyecek olursak, bir
üstben içe atımı (oidipal, yasaklayıcı anne), ben içinde bir özdeş-
leşme süreci meydana getirmiştir; özdeşleşme de, üstben anne içe atı-
mına tamamlayıcı bir ben yapısını temsil eden, boyun eğen, suçluluk
duygusuna boğulmuş küçük kızla olmuştur.
2. Örnek: Histerik bir karakter yapısı ve ağırlıklı
olarak yasaklayıcı, cinsellik karşıtı bir anne imgesinin
içselleştirilmesini temsil eden sert bir üstbeni olan bir kadın
hasta, baskın kadınlara karşı boyun eğen, mazoşist bir
davranış, buna karşılık zayıf erkeklere karşı oldukça
denetleyici ve baskın bir davranış sergileyebilir. Bazı
işlevleri yerine getiren patolojik bir karakter kümelenmesinin
ifadesi olan erkeklere karşı bu tutumu üzerinde durmak
istiyorum; bu işlevler şunlardır: 1) "Saldırganla
özdeşleşme" (A. Freud, 1936), yani, sadist üstben ile
karakter özdeşleşmesi yoluyla baskın oidipal anne
imgesiyle özdeşleşme; 2) boyun eğen-mazoşist ben
eğilimlerine karşı karşıt tepki kurma; ve 3) anneye karşı
oidipal başkaldırıyı temsil eden altta yatan saldırganlığın bir
parçası için rasyonalize edilmiş bir çıkış. Bu vakada, sert
üstben başlangıçta tam olarak gözlemlenemeyebilir, çünkü
karakter yapısı içinde böyle bir üstbenle özdeşleşme, ben
üzerindeki bazı üstben kısıtlamalarını azaltabilir ve hem
üstben hem id baskılarından kaynaklanan saldırganlığın
dışarıya saptırılmasına müsaade edebilir.
3. Örnek: Bu tür gelişmenin daha ciddi bir biçimi, yapılandırılmış
bir ortamda oldukça ketlenmiş, utangaç olan ve boyun eğen, ancak
kendisini bir baskınlık ya da güç konumuna koyan yapılandınlmamış
sosyal ortamlarda şaşırtıcı derecede saldırganlık ve kendini beğen-
mişlik gösteren ve bir aptallık görüntüsü arz eden bir hastada gözlem-
lenebilir. Bu vakalarda da, ben işlevleri üzerindeki ketleme etkisi
ağırlıklı olan katı, sert bir üstben görebiliriz, buna karşılık sosyal ola-
rak bazı kolaylaştırıcı koşullarda, saldırganla özdeşleşme meydana
gelir ve üstben işlevleri sadist karakter özellikleriyle bütünleşmiş ola-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 114

rak ortaya çıkar. Bu koşullar altında ben, üstbenle özdeşleşerek üst


benden ve saldırgan itkilerin sadist karakter özelliklerinde ifade edil
meşine izin vererek bu itkilerden patolojik bir bağımsızlık kazanır
Kendini beğenmişlik, tümgüçlü sadist bir üstben figürüyle karakte
özdeşleşmesini temsil eder; aptallığın ortaya çıkması, üstbenin, benin
gerçekliği değerlendirme yetisini bastırmasına karşılık gelen dış ge]N
çekliğin inkârını ifade eder. Bion (1967), farklı bir bağlamda, kendini
beğenmişlik ve aptallığın paranoid eğilimlere karşı savunma olduğa
nu belirtmiştir; benim görüşüme göre, üstben bütünleşmesinin dere-
cesine bağlı olarak, bu karakter oluşumlarıyla birlikte üstben çekir-
deklerinin yansıtılması ve görünür paranoid eğilimlerin bulunması
söz konusu olabilir ya da olmayabilir.
Üstbenle özdeşleşmenin, ilk iki örneğe oranla daha ilkel bir üstben
içe atımı ile özdeşleşme anlamına geldiği yukarıdaki üçüncü örnekte
bu tür bir karakter özdeşleşmesinde ifade edilen saldırganlık, sosyal
açıdan nispeten kaba ve potansiyel olarak oldukça uygunsuz bir sal-
dırganlıktır. Bunun nedeni, ilkel üstbenle karakter özdeşleşmesinin
temsil ettiği patolojik yabancı cismi "yerleştirebilmek" için benin sos-
yal ortamlarda gerçekliği değerlendirme işlevinden kısmen vaz geç-
miş olmasıdır. Benin gerçekliği değerlendirme yetisinden vazgeçme-
si, ilkel özdeşleşmelerin karakter yapısında birleşerek sağlamlaşması-
nın ciddi bir komplikasyonudur. Bu tür birleşerek sağlamlaşma, has-
tanın kimlik oluşumunda ciddi bir çarpıtmayı yansıtır ve aynı zaman-
da başka kişilere yöneltilen ve "ahlaki isyan" olarak mazur gösterilen
patolojik saldırgan davranışta ifade bulan hatalı bir üstbeni de yansıtı-
yor olabilir. Bu koşullar altında hem gerçekliği değerlendirme yetisi
(tamamıyla teknik anlamı olan kendiliği kendilik olmayandan ayırt
etme ve buna bağlı olarak iç ruhsal yaşantıları kişilerarası yaşantılar-
dan ayırt etmeden ziyade, daha genel, sosyal gerçekliği değerlendir-
me yetisi anlamında) hem de içebakış yetisi azalır.
Özetleyecek olursak, karakter yapısı ne denli benle bütünleşmiş
patolojik ilkel üstben özdeşleşmelerini ve üst düzey ben ve üstben iş-
levlerinin yitimini yansıtıyorsa, seyir o kadar kötüdür.
Seyir açısından önemli diğer bir öğe, benin (ya da daha doğrusu
kendiliğin) ve üstbenin, karakter yapısıyla bütünleşmiş çatışma içeren
özdeşleşmeleri yansıtan çelişkili karakter özelliklerine ne ölçüde ta-
hammül ettiğidir. Karşılıklı olarak uyuşmayan karakter özelliklerinin
bireyde dönüşümlü olarak ortaya çıkabilme derecesi, ne denli ben bö-
lünmesinin olduğunun bir göstergesidir. Bende bölme ve bununla
SEYİR I 115

1i diğer ilkel savunmaların hâkim olması, sınır kişilik Örgütlen


din"1 ı_._ !_•_„;----•„-1_L_- j„ »----1_ ı_._ ı_.«ı- -■----• ı_
1116 'ne işaret eden bir nirengi noktasıdır. Ancak, bu bağlam içersinde,
de çelişkili davranışını rasyonalize etme yokluğunun derecesi ve
ireyup v *__________

rtiesi
i kili davranışın, ne ölçüde ben ve üstbenin çelişkili özdeşleşme Ç6
..winp. tahammülünü vansıttıeı. osikoloiik tedavi için sevir acı-
t inlerine tahammülünü yansıttığı, psikolojik tedavi için seyir açı-
mdan olumsuz değere sahiptir.
S
' Buna bir örnek olarak, şiddetli mazoşist eğilimleri olan, başarısızlı--
her zaman başka bir kişinin saldırganlığına ya da kadere bağlaya-^.
rasyonalize eden ve aynı zamanda bazı durumlarda, alaycı bir tu-
takınarak nispeten sadist davranış gösteren bir hastanın, bu alaycı
davranışıyla ve başkalarından nasıl kötü muamele gördüğü hakkında
•icâvet etme eğilimiyle yüzleştirildiğinde rahatsızlık duymamasını
verebiliriz; yerleşmiş davranış örüntüleri içinde bu tür çelişkilere ta-
hammül, seyir açısından kötü bir göstergedir.
Aşın vicdanlı, ancak bazı koşullar altında hiçbir çatışma yaşama-
dan hiç de dürüst olmayan bir şekilde davranan takıntılı hasta, diğer bir
örnektir; gerçi bu durumda hâkim olan, özellikle üstben patolojisidir.

3. Karakter Oluşumu Olarak Kendine Yönelik Yıkıcılık ve Terapiye


Olumsuz Tepki: Patolojik karakter özelliklerinin kendine yönelik yı-
kıcı ideolojiyi -bir ben ideali olarak kendine yönelik yıkım da diyebi-
liriz- yansıtma eğilimi, tedavi açısından diğer bir kötü habercidir. Bu
konu, kendine yönelik yıkıcı karakter patolojisinin betimleyici sınıf-
lamasını aşar ve genel bir soru olan terapiye olumsuz tepkiyle bağıntı-
lıdır. Yapılaşmış, kendine yönelik saldırganlık, terapiye olumsuz tep-
kiye yatkınlık olarak tezahür eder. Bu gerçekten de çok önemli bir
"süreç" değişkeni ya da bir "kişilerarası ilişki" değişkenidir: Psikote-
rapi ilişkisinde ne ölçüde olumsuz tepkinin meydana geldiği, tedavi
süreci ilerledikçe seyir açısından bilgi sağlar. Bu tepki, yalnızca sınır
kişilik örgütlenmesinde görülmez, ancak bu hastalarda sıkça görülür.
Ağırlıklı olarak, sosyal, psikolojik ya da fiziksel kendine yönelik yıkı-
cılık olarak yorumlanabilecek davranış hikâyesi ne kadar çoksa, seyir
o kadar kötüdür.
Ancak şunu vurgulamak gerekir ki, belli bir davranışın kendine yö-
nelik yıkıcı etkileri, temel bir maksat olarak kendine yönelik yıkım-
dan ayrı tutulmalıdır. Eksiklikleriyle yüzleştirilmekle tehdit edildiği
her seferinde işini kaybeden ya da tahsilini zora koşan bir hasta, bu
davranışlarını "kendine yönelik yıkıcı" olarak rasyonalize edebilir.
Yüzeyde haklıdır: Ancak, altta yatan maksat, ilkel büyüklenmeci bir
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 116

kendilik kavramını korumak olabilir. Belki de, bu semptomu ı


kendine yönelik yıkım ihtiyaçlarını ve zımnen terapiye olumsuz
için ciddi bir potansiyeli içeren, seyir açısından kötü bir gösterg e ^
rak kabul etmek konusunda, sadece kendine fiziksel zarar verm
yönelik kronik eğilimlerin olduğu vakalarda yeteri kadar emin olu ^ e
na
bilir. ~
Örneğin, kendine fiziksel zarar vermeye yönelik eğilimleri olan herhangi
bir şekilde kaynaklanan gerilimi kendilerinde acı yaratar t (kendilerini
keserek, derilerini yakarak, vb.) hafifletmeye çalışan ba hastalarda, kendine
yönelik yıkım gücünden gerçek bir haz ya da gı' rur duydukları gözlenebilir -
haz verici kendine yönelik yıkıcılığı ~ simgesel olarak doğruladığı, dış
tatminden bağımsızlıktan duyulan bir tümgüçlü olma ya da gurur hissi.
Kendilerine fiziksel ya da psiko lojik olarak zarar verdiklerinde, terapist de
dahil olmak üzere kendilerine yakın olanların acı çekmesinden ya da
yenilgisinden muzaffer bir şekilde haz alan hastalar, bu tür patolojik
gelişimin tipik örnekleridir Daha iyi işlev gören bir mazoşist kişilik yapısında
(depresif mazoşist kişilikler), bu tür kendine yönelik yıkıcı ideoloji ve
kendini baltalamaktan alınan haz ve kazanılan zafer, belli bir katı değer
sistemine ya da dini ya da siyasi bir gruba boyun eğme şeklinde rasyonalize
edilebilir. Sadist bir üstbene boyun eğmenin ifadesi olarak bilinçdışı kendini
baltalama; kendi mutluluğunu, başkalarıyla iyi ilişkileri, başarıyı ve tatmini
feda etmeyi gerektiren, bir ben ideali olarak kendine yönelik yıkımın bilinçli
teyidinden ayırt edilmelidir.
Bilinçdışı olarak nefret edilen ve haset duyulan yardımcı bir figürü
yenilgiye uğratmak için ödenmesi gereken bir bedel olarak kendini baltalama
ihtiyacı, bahsi geçenlerle bağlantılı diğer kendine yönelik yıkıcı bir
motivasyon türüdür. Burada kendine yönelik yıkım, haset edilen nesneye
karşı "muzaffer" gelme amacına hizmet eder. Ciddi "terapiye olumsuz tepki"
vakaları (Cooperman, 1970; Freud, 1923; Rosenfeld, 1964 ve 1970), çoğu
zaman bu gruba dahil hastalardır Ciddi terapiye olumsuz tepki biçimleri,
başkalarına -bu durumda terapiste ve terapistin yaşama karşı olumlu
eğilimlerine- karşı bu tür "zafer"le bağlantılıdır. Guntrip (1968), hastanın
beninin ilkel kötü nesnelerle özdeşleşmelerinin (Fairbairn ve Guntrip'in "anti-
libidinal beni"), şizoid kişiliklerin tedavisinde seyir açısından olumsuz bir
faktör olduğunu belirtmektedir.
"Terapiye olumsuz tepki", tedavinin genel başarısızlığına ya da direncin
arttığı dönemlere veya şiddetli olumsuz aktarıma karşılık gel-
SEYİR I 117

mektedir. Burada bahsettiğim, yalnızca hastanın itki-savunma ya-


lamasında, psikoterapinin ya da psikanalizin yardımcı yönlerini P1, a
ihtiyacının açıkça hâkim olduğu vakalardır. Freud'un (1923) y 1 tepkiyi
klasik betimleyişi, ezici, bilinçdışı suçluluk duygularında
ahür eden güçlü bilinçdışı bir mazoşizmi ve ciddi üstben patolojisi
lan vakaları içermektedir. Depresif mazoşist karakter yapısı olan çoğu
hasta, bu tür direnç gösterirler.
Ancak, daha ciddi psikopatolojisi olup farklı bir kümelenmenin
çası 0ıarak terapiye olumsuz tepki gösteren hastalar da vardır;
bunlar, bilinçdışı terapisti yenilgiye uğratma ihtiyacı, oral hasetle ve
otansiyel dış sevgi ve doyum kaynaklarının kinci yıkımı ile bağlantılı
olan narsisistik kişilik yapılarıdır (8. Bölüm; Rosenfeld, 1964).
Buna ek olarak, terapiye olumsuz tepkinin çok ağırlık kazandığı
daha da gerilemiş bir psikopatoloji düzeyi vardır - örneğin, ya sınır ya
da açık bir şekilde psikotik düzeyde işlev gören ve ortak noktalan
güçlü genital dönem öncesi saldırganlığın hâkimiyeti ve kendilik/
kendilik olmayan sınırlarının bir ölçüde bulanıklaşması olan, böylece
saldırganlığın ayırım yapmaksızın başkalarına ya da kendiliğe yönel-
tildiği hastalardır. Kendilerine fiziksel zarar veren ve kendilerine acı
vererek kaygıdan özgül olmayan rahatlama elde eden çoğu hasta bu
kategoriye dahildir. Sınır ve psikotik alanda bulunan bazı hastalarsa,
süreç içerisinde kendileri de çökmelerine karşın, özgül olarak başka
kişilerin kendilerine yardım etme gayretlerini yıkma ihtiyacı üzerinde
özellikle durur görünmektedirler.
Yirmili yaşlannın başında, kronik şizofren tepkisi olan bekâr bir
erkek hasta, hastane koğuşunun dar sınırları içinde oldukça iyi işlev
görebiliyordu. Kendisine yardımcı bir tutumla yaklaşan herkese tutarlı
bir biçimde küçümseyici bir gülümsemeyle bakıyordu. Anne babasına
hastanedeki tedavi hakkında şikâyetlerini içeren uzun mektuplar
yazıyor, ancak hastane personeline açık bir şekilde onlar hakkındaki
şikâyetlerinin yanlış olduğunu ve mektuplarını güdüleyen şeyin ebe-
veynini onu hastaneden almaya zorlayarak tedaviyi sona erdirme ar-
zusu olduğunu söylüyordu. Babası hissiz, mesafeli, katı disiplin uy-
gulayan bir kişiydi; aşın meraklı ve şüpheci olan annesi, alkolizm ve
madde bağımlılığından muzdaripti ve birkaç psikotik epizod geçir-
mişti. Farklı hastane doktoru ve psikoterapistlerinin uyguladıkları çe-
şitli yaklaşımlar hiçbir sonuç getirmedi. Hastane doktorlarından birini
her sabah gülümseyerek ve "Göreceksiniz - benim için hiçbir şey ya-
pamayacaksınız," diyerek karşılıyordu. Yüzeysel olarak dostça bir şe-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 118

kilde konuşuyordu, ancak iyileşmeme yönünde sarsılmaz bir kararlı^


ğı vardı. Geçmişte annesine saldırmış, penisini kesmeye çalışmış Ve
sonunda habis bir tümör olduğu anlaşılan bir lezyonu özenle gizle-
misti.
Sonunda varılan yorum, hastanın bilinçdışı olarak kendini aşırı de-
recede yıkıcı bir anne imgesiyle özdeşleştirdiği ve iyileşmeyi reddedi-
şinin, iyileşmenin anneden ayrılma ve onu yıkma anlamına geldiği
korkusunu yansıttığıydı. Aynı zamanda annesine karşı olan öfkesini
kendisine ve kendisine tüm yardım etmek isteyenlere çevirmişti. Ken-
dine yönelik yıkıcılık şunların bir kombinasyonu olarak görüldü:
Kendine yönelik yıkım ihtiyacı, dağınık saldırganlığın dışa vurumu,
sadist bir anne imgesiyle özdeşleşme, böyle bir köle konumunda ol-
mayan herkese karşı haset içeren bir nefret, annesinden özgürleşmeye
çalıştığı takdirde annesinin cezalandıracağı korkusu ve herhangi bir
değişiklik meydana geldiği takdirde annesinin hayatından endişelen-
me. Ekibin birkaç üyesi, hastadan "kişilik kanserli" olarak söz ediyor-
du. Bu hasta, personeli, çevreyi kendisine karşı düşmanca bir tutuma
zorlama anlamında "manipüle" etmiyordu; aksine, psikoterapistini,
hastane doktorunu ve genelde yardım edenleri neredeyse haz aldığı
bir şekilde değersizleştirmede, yıkmada ve küçümsemede çok açık
davranıyordu. Aynı zamanda, varmış olduğu ben bütünleşmesi dere-
cesi vurgulanmalıdır. Kendini, herhangi bir değişiklik meydana getir-
me yönündeki tüm gayeretlere karşı tutumunu koruyabilecek kadar
gerçekliği değerlendirme yetisine ve itki denetimine sahip olduğu bir
düzeye getirmiş gibi bir izlenim bırakıyordu.
Betimleyici karakter yönleri ve bunların seyir açısından sonuçlan,
genelde hastanın özenli bir tanısal muayenesi sırasında değerlendiri-
lebilir. Böyle bir muayene, hastanın karakter yapısının ayrıntılı bir de-
ğerlendirmesine ek olarak, şunları içermelidir: Patolojik karakter
özelliklerinin ne ölçüde benle bağdaştığı ya da benle bağdaşmadığı;
çelişkili karakter özelliklerinin ya da hastanın değer sistemi ile karak-
ter özellikleri arasındaki çelişkilere, çatışma olmaksızın ne ölçüde ta-
hammül edilebildiği; hastanın beninin, patolojik karakter özellikleri-
nin etkisi altında ne ölçüde gerçekliği değerlendirme işlevlerinden, ta-
sasından ve kendini korumaktan "feragat ettiği"; ve her şeyden önem-
lisi, bir ben ideali olarak kendine yönelik yıkımın ne ölçüde benle
bağdaştığı ya da kendine yönelik yıkıcılığın ne ölçüde başkalarını ye-
nilgiye uğratmak için bir silah olarak kullanıldığı.
Ancak tüm bu bulguların seyir açısından getirdiği sonuçlarda deği-
SEYİR I 119

. vapılabilir, zira tedavi sırasında meydana gelen gelişmelerin bir


^ sı olarak seyirle ilgili de değişiklikler meydana gelir. Böylece,
V. aÇısından olumsuz patolojik karakter özelliklerinin, terapi çalış-
nın bir ürünü olarak ne ölçüde benle bağdaşmaz duruma geldik-
^■. hastada, kendisindeki bu patolojik kuvvetlerin farkındalığımn ve
1ar hakkında tasanın ne ölçüde geliştiği; hastanın kendine yönelik
t ci ihtiyaçların rasyonelleştirilmesinden kendini uzaklaştırma yeti-
y.1 • ne ölçüde geliştirdiği, tedavi ilerledikçe genel seyri değiştirecek
s
1 önemli süreç ya da kişilerarası ilişki değişkenleridir.
Ancak terapistlerin, hastanın uzun süreli tedaviye yanıtından elde
dilen seyir belirtilerine güvenmek gibi hatalı bir yatkınlıkları vardır.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların, kişilik yapılarında temel de-
rişiklikler meydana getirmek üzere düzenlenmiş yoğun tedavisi aylar
da yıllarca süreceğinden ve herhangi bir terapist, incelediği bu psi-
kopatolojiye sahip birçok hastadan yalnızca birkaç tanesini tedavi
edebileceğinden, yoğun psikoterapi tedavisi için karakter patolojile-
rinde seyir açısından en olumlu öğeleri içeren hastaların özenle seçil-
meleri şarttır.

BEN ZAYIFLIĞININ DERECESİ VE NİTELİĞİ


1. Bölüm'de, "ben zayıflığı" kavramının, genel bir kavram olarak aşın
genişletmek ve suiistimal etmek yerine çeşitli yönleri tek tek ele alınır
ve ayırt edilirse, klinik olarak yararlı bir kavram olarak kalacağını be-
lirtmiştim. Ben zayıflığının özgül yönlerinden söz etmiştim: 1) Sınır
kişilik örgütlenmesinin karakteristiği olan benin ilkel savunma işlem-
lerinin hâkimiyeti; özgül olmayan ben zayıflığı yönlerinden de bah-
settim: 2) İtki denetimi eksikliği; 3) kaygı tahammülü eksikliği; 4) ge-
lişmiş yüceltme kanalları eksikliği. Ayrıca ben zayıflığının iki yönün-
den daha bahsettim: 5) Birincil süreç düşüncesine kayış ve 6) gerçek-
liği değerlendirme yetisinin zayıflaması. Tüm bu yönler, hem patolo-
jik ben gelişiminin genel bir sonucunu, hem de sınır kişilik örgütlen-
mesi olan hastalann içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojisinin
özgül sonuçlannı yansıtmaktadır. Menninger Vakfı Psikoterapi Araş-
tırma Projesinin genel niceliksel analizleri, ben gücünün seyir açısın-
dan önemini destekleyen güçlü kanıtlar sağlamaktadır (Kernberg vd.,
1972; Burstein vd., 1969). Ben zayıflığının her yönünün seyir açısın-
dan önemini incelemek yerinde olur.
1) Benin ilkel savunma işlemlerinin hâkimiyeti. Benin bazı savun-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 120

ma kümelenmelerinin, yani ilkel savunma mekanizmalarının (bölm e.


ilkel idealleştirme; ilk yansıtma biçimleri ve özellikle de yansıtma]'
özdeşleşme; inkâr; tümgüçlü olma; ve değersizleştirme), üst düzey Sa
vunma işlemlerine (bastırma ve bastırmayla bağlantılı savunmalar
oranla ne ölçüde ağır basıyorsa, sınır kişilik örgütlenmesi tanısı o ka-
dar haklı görülebilir (1. Bölüm). Başka bir deyişle, benin baskın sa-
vunma kümelenmesinin tanısal değeri son derece önemlidir. Seyir açı-
sından, sınır koşulların karakteristiklerinin genel yelpazesi içinde hangi
tür savunmaların hâkim olduğunun önemi yok gibi görünmektedir
Ancak, bastırma ve diğer "üst düzey" savunma mekanizmalarının ve
karakter özelliklerinin (Kernberg, 1970) ne ölçüde mevcut oldukları
tavsiye edilen tedavi açısından (analiz edilebilirlik) önemlidir.
2) İtki denetimi eksikliği. Bu, seyir açısından gerçekten de önemli
bir göstergedir. Hastanın kişiliğinin sınırlı alanlarında kesin bir bi-
çimde sınırlanmış itki denetimi yitimi ve bunun yanında hastanın psi-
kolojik işleyişinin diğer tüm alanlarında itki denetiminin korunması,
genelde, teşhis edilebilecek ve yorumla ve geçici teknik parametrele-
rinin koyulmasıyla çözülebilecek savunmaya yönelik amaçlara sahip-
tir. Ancak, genelleşmiş itki denetimi eksikliği, ben zayıflığının önemli
bir göstergesi olmanın yanı sıra aktanmın eyleme koyulması (hem
tedavi saatleri içinde hem dışında) potansiyelini belirler.
Üçüncü bölümde terapi ilişkisinde, yani terapi ortamında aktarımın
eyleme koyulmasının sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda yoru-
ma oldukça dirençli olabileceğini, çünkü içgüdüsel ihtiyaçları, özel-
likle de bu hastalarda çok karakteristik olan ciddi oidipal dönem öncesi
saldırgan dürtü türevleriyle bağlantılı ihtiyaçları doyuma ulaştırdığını
belirtmiştim. Tedavi ortamında içgüdüsel ihtiyaçların bu yolla
doyumu, temel bir aktarım direncidir; bazı hastalar, patolojik içgüdü-
sel ihtiyaçlarına aktarımda, terapi dışındaki etkileşimlerde elde edebi-
leceklerinden çok daha fazla doyum elde ederler.
İtki denetimi eksikliği, aktanmın eyleme koyulmasının, tedavinin
temel bir komplikasyonu olabileceğini gösteren, seyir açısından ciddi
bir işarettir. İtki denetimi eksikliği, tedavinin yürütülebilmesi için, te-
davi süreci içinde ortam denetimlerinin ve/veya tedavi saatleri dışında
hastanın yaşamının yapılandmlmasının (hastaneye yatırma, gündüz
hastanesi, vb.) ne ölçüde gerekli olacağını belirler. Dolayısıyla, itki
denetimi eksikliği, seyir açısından kötüye işarettir, çünkü temel olarak
analitik yönelimli yollarla hastanın patolojik savunma yapısını çözme
ihtiyacı üzerinde olumsuz etki yaratarak tedavi sürecini anali-
SEYİR I 121

■v- yönelimden destekleyici bir yöne doğru çevirme eğilimindedir.


njğer bir deyişle, hastanın itki denetimi ne kadar azsa, terapist o ka-
rlar "işi üstlenme"ye zorlanır ve aynı zamanda terapistin yansızlık ko-
u0lU bozulmaya uğrar; yansızlık ne kadar kaybolursa, analitik bir
flaşım o kadar az sürdürülebilir. Ciddi itki denetimi eksikliği olan cok
sayıda hasta, gerçekten de psikoterapiyle birlikte hastaneye yatırmaya
ihtiyaç duyar.
3) Kaygı tahammülü eksikliği. Kaygı tahammülü, hastanın yaşadığı
kaygı derecesi değil, alışıldık olarak yaşadığından fazla her kaygının,
ne ölçüde fazladan semptom oluşumuna, patolojik davranışa ya da
gerilemeye yol açtığıdır. Kaygı tahammülü eksikliği, tedavi sırasında
hastada kaygı artışının kaçınılmaz olduğu noktalarda itki denetimi
yitimi meydana getirebileceğinden, itki denetimi ile ilgili olarak
söylenen şeylerin büyük bölümü bu değişken için de geçerlidir. Dola-
yısıyla, kaygı tahammülünün sınırlı olması, seyir açısından olumsuz
bir göstergedir.
Ancak, sakinleştirici ilaçların kaygı tahammülü yitimini ne ölçüde
dengeleyebileceği sorusu sorulabilir. Genelde, kaygı derecesi, anlamlı
bir hasta terapist iletişiminin kurulması ve korunması üzerinde
olumsuz etki yaratacak kadar çok olduğunda, psikolojik tedavinin bir
parçası olarak sakinleştirici ilaç kullanımını tavsiye ederim. Ancak bu
durum, esas olarak psikozlar için geçerlidir; incelemiş olduğum, teda-
visini yürüttüğüm ya da süpervizyonunu üstlendiğim sınır kişilik ör-
gütlenmesi olan hastaların çoğunluğu için bu amaçla sakinleştirici
kullanımı gerekmedi.
Ancak sınır kişilik örgütlenmesi olan bir hasta psikoz benzeri yo-
ğunlukta kaygı hisseder ve ciddi kaygı tahammülü eksikliği gösterir-
se, sakinleştirici ilaca gereksinim duyulur. Bu durumda, hasta ilacı şu
ilkelere göre almalıdır: 1) Sakinleştirici ilaç, birplasebo etkisi değil,
farmakolojik bir etki yaratacak miktarda verilmelidir. 2) îlaç, hastanın
işlev gördüğü kaygı düzeyi için yeni bir "temel düzey" belirleye-
bilecek kadar uzun bir süre verilmelidir. (İlaç yalnızca geçici olarak
verilirse ya da psikolojik tedavinin bir parçası olarak dozaj sık sık de-
ğiştirilirse, kaygı düzeyi öylesine dalgalanma eğilimi gösterir ki kay-
gının, aktanmla ilgili yönlerini değerlendirmek çok zor olur. Diğer bir
deyişle, sakinleştirici ilaç kullanıldığından dolayı, psikoterapötik
müdahaleleri düzenleyen temel bir süreç ya da kişilerarası ilişki de-
ğişkeni olarak kaygı, kaygı düzeyinin dalgalanmasındaki düzensizlik
nedeniyle yitirilebilir.) 3) Psikoterapi ilişkisinin bir parçası olarak ilaç
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 122

almanın bilinçdışı anlamları üzerinde durulmalı ve psikoterapi süreç'


ne tutarlı bir şekilde getirilmelidir, çünkü sınır kişilik örgütlenmek
olan hastaların ilkel savunma işlemleri, ilacın simgesel bir kullanım
ile gizlenebilir. Bu durumda, aktarımda savunmaların tutarlı bir şekil
de incelenmesi aşırı derecede zorlaşır. Dolayısıyla, örneğin bir nesn
üzerinde tümgüçlü bir denetim uygulama ihtiyacı, hastanın ilaca sa
hip olduğunda terapist üzerinde denetimi olduğu şeklinde bilinçdıs,
bir hissinde ifade bulabilir. Ya da açgözlü oral talepkârhğı, ilaç alma-
sıyla yeteri kadar doyuma ulaşabilir, böylece bu talepkârlıktaki saldır-
gan öğeler, ilaca yönelik ve tatmin edilmemiş talepkârlığın ortaya çı-
karmış olacağı kaygı artışının yokluğu nedeniyle kısmen azalır ve kıs-
men gizli kalır.
İlaçla ilgili olarak söylediklerim, sakinleştirici ilaçların kullanımı-
na zımnen genel bir muhalefet olarak yanlış yorumlanabilir. Ancak
burada ilaç kullanımından, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların
temel olarak, semptomatolojiyi olduğu kadar kişilik yapısını da değiş-
tirmek üzere düzenlenmiş yoğun, uzun süreli psikoterapinin bir par-
çası olarak bahsediyorum. Akut kriz müdahaleleri ve semptomların
çözülmesine yönelik kısa süreli psikoterapi, genel psikoterapi gayreti-
nin çok önemli bir parçası olarak sakinleştirici ya da başka ilaçlar ge-
rektirebilirler, ancak burada söz konusu olan bu değildir.
4) Gelişmiş yüceltme kanalları eksikliği. Seyir açısından çok
önemli olan bu faktör, önemli olduğu kadar da değerlendirmesi zor
bir faktördür. Çalışma ve hayattan haz alma ve yaratıcı başarı yetisi,
yüceltme yetisinin temel göstergeleridir; bunları, hastanın özel savun-
malarını, yetilerini ya da doğal kabiliyetlerini yansıtıyor olabilen ve-
rimlilikten ayırmak gerekir.
Örneğin, her ikisi de doktor olan, dolayısıyla her ikisi de psikolojik
özürlerine rağmen mesleki eğitimlerini ve gerekliliklerini tamamla-
mayı başarmış iki sınır kişilik örgütlenmesi vakasını karşılaştırabili-
riz. Ancak, bir tanesi, mesleğini esas olarak prestij ve yüksek gelir
için kullanıyordu ve hastalan ve teknik bilgi ve becerilerinin gelişimi
konusunda pek tasa duymuyordu. Çok yüksek zekâ bölümüne (IQ)
sahip bu adam, aşın dağınık olduğu ve mesleki işlevlerini ihmal ettiği
uzun dönemlere rağmen mesleki gerekliliklerini yerine getirmeyi ve
mezun olmayı başarmıştı. Kısacası, işinden elde ettiği narsisist tat-
minlerin ötesinde mesleki çalışmasında söz konusu olan değerlerden
büyük ölçüde habersizdi ve mesleğindeki bilimsel gelişmelerle de ke-
sinlikle ilgilenmiyordu. İkinci doktorun kisilerarası ilişkilerde büyük
SEYİR I 123 vardı ve bilimsel çalışma ve
ilgilerini insanlarla fazla yoğun
runlan
S01
kilerden kaçmak için kullanmıştı; bunları ayrıca kendi karışık iç -
yasından, iyi ve sağlam olarak gördüğü "mesleki bir dünya"ya bir s
çabası olarak kullanmıştı. Bu kişinin yüceltme potansiyeli çok Aa
yüksekti.
Genelde, bir hastanın belli bir faaliyet ya da mesleğe yalnızca nar-•
ist tatminler dışında kendini ne ölçüde vakfedebildiği, bu faaliyet S
da meslekten ne ölçüde doyum aldığı ve hastanın bu faaliyet ya da y
eSleğin içkin değerleri hakkında ne ölçüde tasa duyduğu, yüceltme
otansiyelini temsil eder. Dolayısıyla, hem hastanın faaliyetlerinin ve
alışmasının niteliğinin, hem de bunlara kendini adamasının hasta 'cin
olan işlevinin çok dikkatle değerlendirilmesi gerekir. Becerilerini ve
mesleğini geliştirmek için tüm fırsatlara sahip, yüksek sosyoeko-
nomik bir çevreden gelen hastalarda ya da çok yüksek zekâsı veya do-
ğal kabiliyetleri olan hastalarda, böyle bir artalan, yüzeyde, altta yatan
yüceltme potansiyeli eksikliğini gizleyen bir başarı tablosu çizebilir.
Bu değişkenin seyir açısından pratik önemi çok büyüktür ve bununla
bağlantılı olarak, kısaca da olsa yüceltme potansiyelinin genel kökeni
incelenmelidir. Bireyin yüceltme potansiyelinin, kendini, çıkarını
aşan bir şeye samimi olarak adamayı içerdiğini belirtmiştim. Daha
genel olarak ifade edersek, başka insanlarda ve kendinde iyi ve değerli
olan şeyler için tasa duymayı, sevgi yatınmı yapılmış ve karşılığında
simgesel yollardan sevginin alındığı değerler ve gerçekliklerin far-
kındalığını ve bunların takdir edilmesini içerir. Melanie Klein (1940),
yüceltme ile hastanın genel suçluluk duyma yetisi ve onarıcı eğilimleri
arasındaki ilişkiyi vurgulamıştır. Winnicott (1955 ve 1963), "depre-sif
konumun" derinlemesine çalışılması ile tasa yetisinin gelişmesi
arasındaki ilişkiyi daha da yakından incelemiştir.
Bu gözlemlerden çıkarılabilecek sonuç, geleneksel psikanalitik dü-
şünceden farklı olarak yüceltmenin, yalnızca ben ve üstben işlevleri-
nin etkisi altında içgüdüsel dürtü türevlerinin yönü ve kullanımında
ekonomik bir değişiklik olmayıp içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin
değişimlerinin doğrudan bir sonucu olmasıdır. Bütün bir nesne ilişkisi
gerçekleştirme, başkalarıyla ve kendi kendiliğiyle olan ilişkilerin
sevilecek ve nefret edilecek yönlerini bütünleştirme yetisi, yüceltme-
nin tam olarak gelişmesi için bir ön koşuldur. Sınır hastalar, hayatları-
nın belli bir alanında başkalarıyla (ya da iş, boş zaman, sanat, bilim
veya dinle) olan ilişkilerinde temel olarak iyi ve değerli bir şeye güve-
niyorlarsa, bu seyir açısından önemli pozitif bir değerdir. Kendiliği
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 124

aşan değerler oluşturma ve sürdürme yetisi -biraz soyut kaçmakl


zaman zaman değerlendirmesi zor olmakla birlikte-, içsellesin Ve
nesne ilişkilerinin değişimleri ile bir psikoterapi ilişkisinden yarar]
n
ma yetisi arasında son derece faydalı bir bağdır. ~
5) Birincil süreç düşüncesi eğilimi. Sınır kişilik örgütlenmesi ol
hastalar, genelde klinik ruhsal durum muayenelerinde daha önced "
düşünce süreçlerinde biçimsel bozukluk olduğu yolunda bir bel' ^
vermezler; ancak yansıtmalı testlerde ve özellikle de yapılandırıl™ '
mış uyaranlara cevap olarak, birincil süreç düşüncesi ilkel fantezi]
biçiminde, test malzemesinin biçimsel verili unsurlarına uyum sağla
ma yetisinde kesin bir azalmada, özellikle de hastaya özgü sözelleştir
melerin kullanımında ortaya çıkar (Rapaport vd., 1945-6). Hastanın
başlangıç değerlendirmesinin bir parçası olarak ruhsal durum muaye-
nesinde biçimsel düşünce bozukluğu yönünde kesin bulgular varsa
muhtemel tanı psikotik tepkidir. Ancak, sınır kişilik örgütlenmesi olan
hastalarla yoğun psikoterapinin belli dönemlerinde birincil süreç
düşüncesi klinik olarak belirebilir. Bion (1967), düşünce süreçlerinin
geçici düzen kaybının nasıl savunma amaçlı kullanılabileceğine işaret
etmektedir. Birincil süreç düşüncesinin ilk tezahürlerinin tanısal ve
terapötik uzantıları vardır; hastanın birincil süreç düşüncesi potansi-
yeli, değiştirilmemiş psikanalitik tedaviden yararlanabilip yararlana-
mayacağını değerlendirirken ele alınacak diğer bir husustur. Tedavi
süreci boyunca geçici olarak birincil süreç düşüncesinin ortaya çık-
masının seyir açısından değeri yoktur, ancak tedavi ortamında iletişim
çarpıtmasının savunmaya yönelik işlevleri üzerinde durulmasını
gerektirir.
6) Gerçekliği değerlendirme yetisinin zayıflaması. Dar anlamında,
iç ruhsal olayları dışsal olarak algılananlardan ayırt edebilme yetisi
şeklinde tanımlanabilecek gerçekliği değerlendirme yetisi, sınır kişilik
örgütlenmesi olan hastalarda mevcut olan bir ben işlevidir. Ancak
şiddetli duygusal çalkantı, alkol, madde etkisi altında ya da bir akta-
rım psikozu bağlamında bu hastalarda gerçekliği değerlendirme yetisi
geçici olarak yitirilebilir. Ancak olağan koşullarda gerçekliği değer-
lendirme yetisinin sürmesi, sınır durumlar ile psikozların ayırıcı tanı-
sında gerçekten çok önemli bir noktadır (Frosch, 1964). Psikotik tepki
tanısının koyulabilmesi için -örneğin şizofreni- temel şartlardan biri,
psikolojik işleyişin herhangi bir alanında gerçekliği değerlendirme
yetisinin kalıcı yitimi ve/veya halüsinasyonlar ya da hezeyanlar gibi
"üretken" psikotik unsurların varlığıdır. Sınır bir durum ile psi-
SEYİR I 125

da ayırıcı tanı göz önünde bulundurulduğunda, hasta, dav-


%oZ araf-s(jncesi ya da duygusal tepkileri açısından gerçekliği değer-
ranlf' yetisi yitimi göstermiyorsa ve üretken psikoz belirtileri ver-
iridir111 fittik değildir. Şizofreni tanısını yalnızca betimleyici te-
miy° vânmak yerine dinamik hususlar temelinde aşırı genişletmek,
landa karışıklığa yol açan nedenlerden biridir. kU Muayeneyi
yapan doktorun, tuhaf davranışlar ya da iç ruhsal yaşa-a jjş gerçeklikle
ilgili olarak tuhaf yargılar ya da tuhaf duygu-^ı tepkiler sergileyen
hastayı psikolojik muayenenin bir parçası ola-sa. bu alanlardan
herhangi birinde ya da tümünde gördüğü anormalce yüzleştirmesi
gerekir. Eğer hasta, davranışının, yargısının ya da 'uygularının
anormal olduğunun farkında olduğunu kendiliğinden kabul ederse
ya da tutarlı yüzleştirme sonucu böyle bir sonuca varabilirse,
gerçekliği değerlendirme yetisi (yukarıda tanımlanan dar anlamında)
halen mevcuttur. Öyleyse tanım itibarıyla, gerçekliği değerlendirme
yetisinin kalıcılığı, yukarıda belirtilen koşullar altında geçici yitimi
istisna olmak üzere, sınır hastaların karakteristiğidir.
Gerçekliği değerlendirme yetisinin geçici olarak yitiminin sıklığı
ve şiddeti, seyir açısından kendi başına önemli göstergeler değildir.
Psikoterapi tedavisinde gerileyen ve bir aktarım psikozu geliştiren sı-
nır hasta, psikoterapi tekniğindeki -kalıcı ya da geçici- bir değişikli-
ğe genelde olumlu yanıt verir. Bu değişiklik, tedavi saatleri sırasında
yapılandırmanın artırılması ya da tedavi saatleri dışında hastanın ya-
şamında yapılandırmanın artırılması şeklinde olabilir. Eğer hasta tera-
pist ilişkisi iyi kurulmuş ve terapist, psikotik gerilemeyle aşırı karşı
aktarım tepkileri göstermeden gerçekçi bir şekilde baş edebiliyorsa,
gerçekliği değerlendirme yetisinin geçici olarak yitimi tedavide temel
bir zorluk teşkil etmez. Diğer bir deyişle, gerçekliği değerlendirme
yetisi, özellikleri sınır kişilik örgütlenmesi tanısının temellendiği kü-
melenmenin bir parçası olmakla birlikte, seyir açısından bir gösterge
değildir. Ancak gerçekliği değerlendirme yetisi, sınır kişilik örgütlen-
mesi için tedavi endikasyonlan açısından önemli tanısal bir değişken-
dir, çünkü gerçekliği değerlendirme yetisi yitiminin şiddeti ve sıklığı,
bir vakada değiştirilmemiş psikanalitik tedavi uygulama olasılığında
karara varmak için başvurulan genel kriterlerden biridir. Sık sık ger-
çekliği değerlendirme yetisi yitimi, geçici olsa ve tedavide yapılandır-
ma suretiyle kolayca geri döndürülse bile, en azından başlangıç ola-
rak klasik psikanalizin önerilebilirliği aleyhinde yer alan unsurlardan
biridir. Sınır kişilik örgütlenmesi olan çoğu hasta için, özel yapılan-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 126

dırma ve/veya teknik parametreleri içeren değiştirilmiş bir tekniğe -L


tiyaç duyulur (3. Bölüm).
Gerçekliği değerlendirme yetisi teriminin kullanılabileceği bir a
lam daha vardır; bu da hastanın kişilerarası ya da sosyal gerçekliği
nin, ve özellikle de başkalarının ahlaki değerlerinin ne ölçüde farkın~
da olduğu ile ilişkili olan daha genel, daha az kesin, ancak daha ince
likli bir anlamıdır. Sınır hastaların, olağan sosyal bağlamda davranış
larındaki bu incelikli bozulmalar (sık sık başkalarının incelikli "me
sajlar"ını algılayamamaları, uygunsuz dış görünüşün, başkalarının
duygusal gerçekliklerinin, değer yargılarının başka kişilerin davranışı
üzerindeki etkisinin ve kendilerinin başkaları tarafından nasıl algılan_
dıklannın farkına varamamaları ve kabalık gibi), gerçekliği değerlen-
dirme yetisinin incelikli ayırt edici yönlerinin, ben ve üstben patoloji.
sinin belirlediği yitimini yansıtmaktadır. Bu geniş anlamda gerçekliği
değerlendirme yetisinin, seyir açısından belli bir değeri vardır, ancak
burada seyir açısından bir gösterge olarak, esasen nesne ilişkilerinin
niteliğiyle ilişkili olan karmaşık kişilerarası işleyiş alanına girmekte-
yiz ki bu daha ilerde ele alınacaktır. Özetleyecek olursak, demek ki
dar anlamında gerçekliği değerlendirme yetisi, seyir açısından önemli
bir unsur değildir.
Özetle, ben gücü ya da zayıflığının bazı unsurları, özellikle de öz-
gül olmayan ben gücü tezahürleri (itki denetimi, kaygı tahammülü ve
hastanın yüceltme potansiyeli), seyir açısından kesinlikle önem taşır.
Gerçekliği değerlendirme yetisi, birincil süreç düşüncesinin hâkimi-
yeti ve ağırlıklı savunma işlemlerinin türü, sınır kişilik örgütlenmesi
olan hastaların tanısı için önemli, ancak seyri için önemli değildir.

ÜSTBEN PATOLOJİSİNİN DERECESİ VE NİTELÎÇÎ


Üstben patolojisinin derecesi ve niteliği, sınır kişilik örgütlenmesi
olan hastalar için seyir açısından temel bir göstergedir. Ben ve üstben
patolojisini, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin birbiriyle bağlantılı de-
ğişimlerinin belirlemesi nedeniyle (Kernberg, 1970), ben ile üstbenin
yapısal örgütlenmesinin düzeyi arasında yakın bir koşutluk olmasına
karşın, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda sık sık üstbenin geli-
şiminde düzensizliklere rastlanmaktadır. Ticho (1966), bir hastanın
üstbeninin gelişim düzeyini teşhis etmenin önemi ve üstbenin bütün-
leşmemiş ya da bütünleşmiş, özerk ya da dışa bağımlı olma düzeyinin
doğrudan klinik önemi üzerinde durmuştur. Sınır hastalarda üstben iş-
SEYİR I 127

lerinin. normalde bu düzeyde bir kişilik örgütlenmesinde beklenen


A- evden daha yüksek bir bütünleşmesine rastlanabilir. Bunun neden
■vle olduğu halen cevaplanmamış bir sorudur. Çevresel etkilerin ço-
oluğun ilerki yıllarında beklenmedik ölçüde iyi olması, genital dö-
° m öncesi ciddi çatışmaların ciddi ben patolojisine yol açmış olduğu
akalarda, daha sonraki üstben içe atımlarını ve özdeşleşmelerini
juinlu yönde etkiliyor olabilir.
Bölme işlemlerinin üstbende alışıldık hâkimiyetine; üstben çekir-
deklerinin paranoid eğilimler şeklinde yeniden yansıtılmasına; üstbe-
nin, çelişkili değer sistemlerine, çelişkili ben hallerine ve üstben de-
ğerleri ile çarpıcı bir şekilde zıtlık yaratan patolojik karakter özellik-
lerine derinden yerleşmiş özdeşleşmelere tahammül etmesine karşın,
sınır hastalar soyutlanmış, kişisizleşmiş, bütünleşmiş üstben değerle-
rine ne ölçüde sahip oldukları açısından oldukça farklılık gösterirler.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan bazı hastalann, yani narsisist kişilik
yapılan olan hastaların (8. Bölüm), ben işleyişlerinin düşündürdüğün-
den çok daha ciddi üstben patolojileri vardır.
Sınır hastalar, kendi tatminleri dışında başkalarının değerlerinin ne
kadar çok farkındalarsa, muhtemelen o denli soyutlanmış, kişisizleş-
miş bir üstben yapısı mevcuttur ve seyir o denli iyidir. Buna karşılık,
antisosyal eğilimler ne kadar çoksa, benle bağdaşmışsa ve hastanın
karakteriyle bütünleşmişse, muhtemelen o denli az bütünleşmiş, az
soyutlanmış ve az kişisizleşmiş bir üstben mevcuttur ve seyir o denli
olumsuzdur. En geniş anlamıyla bazı antisosyal davranışlar, sınır kişi-
lik örgütlenmesi olan hastalarda oldukça sık görülür. Örneğin, çalma,
alışkanlık haline gelmiş yalan söyleme, asalaklık, insan sömürme, sı-
nır narsisist karakterlerde, özellikle de antisosyal kişilik yapısında
sıkça görülür. Dar anlamıyla antisosyal kişilikler, her türlü psikolojik
tedavi için en kötü seyre sahip olan hastalardır. Antisosyal eğilimlerin
daha düşük düzeyleri, başka tür sınır hastalarda görülebilir: Çocuksu
kişiliklerde ve "mış gibi" karakterlerde, patolojik yalan söyleme sıkça
görülür (histerik bir karakter özelliği olarak düşünülen, ancak gerçek-
te çocuksu kişiliklerde görülen "pseudologia fantastica"). Önemli
olan, antisosyal davranışın kendisi değil, üstben açısından uzantıları-
dır. Daha önce antisosyal davranışın ayırıcı tanısından bahsettim; an-
tisosyal davranış, altta yatan karakter patolojisi ve üstben yapısı teme-
linde analiz edilmelidir.
1. Örnek: Bay A., terapistin onu sömüreceği ve acımasızca tüm ka-
zancını alacağı yönünde şiddetli bir korku duyduğundan, mali duru-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 128

mu hakkında sürekli yalan söylüyordu. Bu davranış, Bay A.'nın ter


pistine karşı kronik suçluluk duyguları duymasına neden oldu ve ter a~
pistinden ne zaman dostça bir tavır görse, kaygı duyup terapisti g en~
çevirdi. Terapisti mağrur reddedişi dikkatlice açımlandığında, hast
yavaş yavaş gerçekçi suçluluk duygulan duymaya ve sonrasında bı
suçluluk duygularına karşı savunmalar geliştirmeye başladı. Böyl ece
hasta, terapistin tutarsızlığı olarak gördüğü her belirtiyi, "özel" bi r
muamele görmediği için öfke patlamalarına gerekçe olarak kullam.
yordu. Tekrar tekrar, böyle bir terapisti olduğundan dolayı tamamıyi a
doğruyu söylememekte haklı olduğu yolunda kendini rahatlatıyordu
Buna karşılık, Bay A., başkalarıyla ilişkilerinde ve para işlerini ele
alışında oldukça dürüsttü. Ancak geçmişinde babası, hastayı kendisi-
ne para için yalvarmaya zorlayarak kendi güvensizliğini telafi etmek
üzere hastanın mali ihtiyaçlarını kullanarak onunla "alay etmişti"
Hasta, babasından manipüle edici bir yolla nasıl para alabileceğini öğ-
renmişti ve seçici bir biçimde dürüst değildi; bu davranışını babasın-
dan öç alma olarak görüyor, bu düşünce de onun suçluluk duygularını
rahatlatıyordu. Bu aktarım modelinin açığa çıkması, hastanın davra-
nışı nedeniyle terapiste karşı suçluluk duygularının birikmesi ve görü-
nür suçluluk duygusu ve depresyonun ortaya çıkışını temsil eden bir
"itiraf" sonrasında mümkün oldu. Kısacası, antisosyal bir davranış bi-
çimi olarak yalan söyleme, içselleştirilmiş ahlaki değerlerin olmayışı
anlamında daha ciddi bir üstben patolojisi yansıtmıyordu. Hasta, özel
bir aktarım modelini dışa vurarak sınırlı bir alanda dürüstlük göster-
miyor, ancak samimi suçluluk duyguları potansiyeli ve ahlaki değer-
lere tam bir bağlılık gösteriyordu.
2. Örnek: Bir kurumda eğitim gördükten sonra aynı kuruma perso-
nel kadrosu için başvuran Bay B., başvurusunda yardımcı olması için
kendisine çok dostça davranmış olan eski şeflerinden birinden ricada
bulundu. Bu göreve kabul edilmesi için, hastanın temiz bir sicili ol-
ması önemliydi. Hasta, sicilinin temiz olmadığını biliyordu. Yasayla
başının derde girmiş olduğundan eski şefinin kesinlikle haberdar ol-
madığını da biliyordu. Ancak şefi, kararı verecek olan kurulun bir
üyesiydi ve kurul hastanın geçmişiyle ilgili özel bilgilere erişebildi-
ğinden, hasta işe kabul edilmedi. Kurulun kararını öğrendikten sonra,
Bay B. yine şefle konuşmaya gitti; bildirmemiş olduğu bilginin ortaya
çıktığını biliyordu ve şefinden kararın değişmesi için yardım isteye-
cekti. Durumun şefi için yarattığı şaşkınlık ve acıyı duyunca, hasta
hiçbir sıkıntı hissetmedi. Durumla ilgili olarak suçluluk duymadı, (da-
SEYİR I 129

-nemlisi) şefin üzüntüsünü ve düşkınklığım, yalnızca şefin ku-h'a L


Andan "beyninin yıkandığı" ve artık güvenilemeyecek bir kişi '"
seklinde yorumladı. Burada hastanın, başka kişilerdeki insanı e
ahlaki değerlerin varlığının farkında olmayışının üstünde du-taSa rurn-
Yüksek bir zekâya ve genelde iyi bir gerçekliği değerlendir- rU^e tisine
1116
sab_ip olmasına rağmen hasta, şefin hastanın yasayla başı- derde
girmiş olmasından dolayı değil, doğruyu söylememesi, his-°'
davranması ve şefin duygularına kayıtsız kalrnası nedeniyle tasa
oyduğunu algılayamıyordu.
o ğrnek: Şiddetli çalma arzusu duyan Bay C, yakalanma korkusu
deniyle bu arzusunu gerçekleştirmiyordu. Diğer insanların ahlaki
edenlerle çalmaması gerektiğini anlamakta büyük zorluk çekiyordu.
Özetle, içselleştirilmiş değer sistemlerinin olmayışı, başkalarında
bu tür değer sistemlerinin var olduğunun farkında olunmayışı ve bu
tür değer sistemlerinin kişilerarası uzantılarının farkında olunmayışı,
gelişmiş üstben yapılan ve işlevlerinin yokluğunun önemli gösterge-
leridir ki bu da seyir açısından kötüye işarettir.
Yukarıda betimlenen türde üstben patolojisi, kişilerarası ilişkiler
alanında gerçekliği değerlendirme yetisinin daha incelikli yönlerinin
de azalması ve anlamlı içgörü yetisinin azalması anlamına gelir. An-
lamlı içgörü, sınır hastaların bilinçli ve önbilinçli zihinsel yaşamında
birincil süreç malzemesinin kolayca erişilebilirliğinin aksine, kişinin
ruhsal yaşantısının derin kaynaklarını hem zihinsel hem duygusal ola-
rak anlaması ve buna eşlik eden, bu yaşantının patolojik yönlerinin
değişmesi konusunda tasa ve şiddetli arzu duymasını içerir (3. Bö-
lüm). Ciddi üstben patolojisi olan hastalarda özellikle eksik olan şey,
kendi için, başkalarıyla olan ilişkisi için ve ahlaki değerler açısından
başkalarına ne yaptığıyla ilgili olarak tasa duymaktır. Diğer bir deyiş-
le, kendini ahlaki açıdan değerlendirme, üstben işleyişinin diğer bir
yönüdür ve bunun yokluğu, seyir açısından talihsiz bir durum yaratır.
Suçluluk duygusu ve depresyon yaşama yetisi, tasa duyma yetisiyle
yakından bağlantılıdır (Winnicott, 1963). Hastanın depresyon ve suç-
luluk duyma yetisinin değerlendirilmesinin, narsisist kişiliği olan has-
taların tedavisinde seyir açısından temel bir unsur olduğu üzerinde
durdum (8. Bölüm), bu durum genel olarak sınır kişilik örgütlenmesi
olan hastalar için geçerlidir.
Sınır hastaların şiddetli duygusal çalkantılarının bir parçası olan
saldırgan, itkisel davranış ve özel patolojik nesne ilişkilerinin saldır-
gan öğeleri, bazı hastaların başkalarıyla olan tüm ilişkilerinde göster-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 130

diği daha genelleşmiş acımasız davranıştan ayırt edilmelidir. Bu u-


acımasız davranışın, üstben patolojisi açısından doğurduğu sonuçla
tüm vakalarda çok özenle değerlendirilmelidir. Bu, zaman zaman te'
rapisti ya da muayeneyi yapan kişiyi zor durumda bırakabilir; hasta
nın iç1 dünyasını ve başkalarıyla olan ilişkilerini, ahlakçı olmaksızln
hastanın ahlaki değerlere bağlılığı açısından değerlendirmek kolav
değildir.
Ciddi üstben patolojisinin çarpıcı bir özelliği de, belli bir ahlaki sis-
teme kendini kesin olarak adamış olup aynı zamanda bu adamayla
çarpıcı davranışsal çelişkiler gösteren hastalarda görülebilir. Bu tür
çelişkileri ve hastanın bunlara tasa ya da suçluluk duygusu hissetme-
den ne ölçüde tahammül ettiğini özenle değerlendirmek çok önemli-
dir. Örneğin, katolik bir rahip olan bir hasta kronik olarak rasgele he-
teroseksüel ilişkiye giriyordu. Kronik alkolik bir estetik cerrah olan
diğer bir hasta, içkiliyken ameliyat yapıyor ve yalnızca asistanlarının
bunu fark edip etmeyecekleri konusunda tasalanıyordu.
Tedavi sürecinde, hastanın terapiste kronik olarak yalan söylemesi
ve bu tür davranışı hakkında tasa duymaması da sözü edilen türden
üstben patolojisine bir örnektir ve seyir açısından olumsuz sonuçlar
doğurur. Bir psikoterapist, bir hastanın kendisine yalan söylediğinin
farkına varır varmaz, yüzleştirme, bunu takiben bu davranışın tama-
mıyla açımlanması ve çözülene dek tutarlı bir şekilde derinlemesine
çalışılması, diğer tüm malzeme türlerinin önüne geçer. Hasta terapist
ilişkisinin temel aracı olan sözel iletişim ciddi bir biçimde çarpıtılırsa,
psikolojik tedavi yürütülemez. Daha genel bir anlamda, bilinçli di-
rençler ortadan kaldırılmadan bilinçdışı dirençler, bırakın çözülmeyi,
tam olarak incelenemez dahi.
Özetle, demek ki hastanın ahlaki ve diğer değerlerin farkında ol-
ması ve bunlara kendini adamışlığı ile temsil edildiği şekliyle bütün-
leşmiş, soyutlanmış, kisisizleşmiş üstben yapılarının yokluğu, sınır
kişilik örgütlenmesi olan hastalarda seyir açısından önemli bir faktör-
dür. Seyirle ilgili bu gösterge, aynı zamanda sınır vakalar için psika-
nalizi endike ya da kontrendike kılan kriterlerden biridir.
Üstben oluşumunda ciddi patolojik gelişimler ya da duraklama
meydana geldiğinde, genelde eksik kalan diğer bir normal, koruyucu
üstben işlevinden söz etmek istiyorum. Bu, normal üstbenin, belirsiz
durumlarda Ticho'nun (1966) "suçluluk işareti" adını verdiği şeyi te-
tikleyebilen önceleyici işlevidir. Bu tür suçluluk işareti, başarısızlık,
yapılmış hata, yerine getirilmemiş sorumluluk fantezileri ve hatta
SEYİR I 131

■A» türde hafif fanteziler oluşturabilir; tüm bunlar da, benin


paran. „öZlemleme ve bütünleştirme işlevlerini harekete geçirebilir > e r
«iz durumları karşılamak için yerinde ve yeterli bir hazırlık ve be bjijr.
Örneğin, normal bir kişide "patron"dan gelen beklenme-°'U w telefon,
tasa ve hafif şiddette suçluluk içeren fanteziler tetikle-^ •!• bunlar da
özfarkındalığa ve belli bir eylem sırasında küçük Ötmelere meydan
verebilir.
R işlev, ciddi üstben patolojisi olan bireylerde büyük ölçüde ek-.
oldukça paranoid ve başkalarının tepkilerine aşırı duyarlı olan SI bir
üstbene sahip bazı sınır hastaların, işleyişleri konusunda emin ı
amalannın uygun olacağı durumlarda -örneğin, dostça bir tavırla ° ki
bjr başarısızlığa işaret edildiği zaman-, çoğu zaman tam bir du-^
rsızlık ve özeleştiri eksikliği gösterdiklerini gözlemek çarpıcıdır. c
nki normal kişilerde "suçluluk işareti" tetikleyecek çevredeki ince-
l'kli uyaranlar, bu hastaları etkilemeye yetmemektedir; yalnızca güçlü
çevresel baskılar -ciddi bir eleştiri gibi-, bu baskının yoğun, paranoid
çarpıtılmasını tetikleyebilir. Bu hastalar, normal, esnek bir üstben
tepkisi yerine "ya hep ya hiç" üstben tepkisi gösterirler. Patrondan
gelen beklenmedik bir telefon örneğinde, bu tür hastalar şeflerinin
dostça önerilerine hiç kulak asmazlar. Yalnızca kendilerine daha
şiddetli eleştiri yöneltildiğinde tepki gösterirler, ancak bu sefer de bu-
nu zalimce saldırıya uğramış ya da zulmedilmiş gibi yaşarlar.
Normal üstbenin önceleyici işlevi, yani, belirsiz koşullar altında
suçluluk işareti, tasa ve hafif "zulmedilme" fantezilerinin açığa çık-
ması, normalde benin hamlesiyle önleyici ya da onarıcı bir eyleme
dönüşerek dengelenebileceği gibi, benin (ya da daha çok kendiliğin)
içsel iyiliğine ve başkalarıyla yeniden ağırlıklı olarak iyi ilişkiler kur-
ma yetisine olan temel güveniyle de dengelenebilir. Benin bu normal,
üstben baskılarını telafi etme işlevi, (ben kimlikleri dağınık olan ve
üstbenleri bütünleşmemiş ve dışa bağımlı olan) sınır hastaların ilkel
çözülme mekanizmalarım, yansıtmayı, tümgüçlü olmayı ve inkârı ye-
niden harekete geçirme şeklindeki patolojik ihtiyaçlarından oldukça
farklıdır.
Ticho (1966), üstbende seçici özdeşleşmelerin kurulmasının bende
bütünleşmiş bir kendilik kavramının varlığını gerektirdiğini söyle-
miştir. Üst düzey üstben işleyişinin gelişimi, özellikle de ebeveynin
daha gerçekçi bir şekilde algılanan talepkâr ve yasaklayıcı yönlerinin
içselleştirilmesi için belli bir dereceye kadar kendilik kavramı kararlı-
lığının bir ön koşul olduğu konusunda Ticho ile aynı fikri paylaşıyo-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 132

rum. Bütünleşmiş, nispeten özerk bir üstben de, kararlı bir ben kimi,
ği duygusunun gelişimini kuvvetle destekler. Karşılıklı olarak çözül.
müş ya da bölünmüş ben hallerine, yalnızca patolojik bir üstben ta-
hammül eder. Demek ki, kendilik kavramının bütünleşmesini önle-
yen aşın bölme işlemleri ve üstbende bütünleşme eksikliği birbirij,,
pekiştirmektedir.

NESNE İLİŞKİLERİNİN NİTELİĞİ


Kendisi için önem taşıyan başkalarıyla şu andaki ilişkilerin niteli^
hastanın geçmiş içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin yapısal sonuçların-
dan farklı olarak, hastanın kişilerarası davranışında ve bu başkalarıyla
iç ilişkilerinde gözlemlenebilir. Geçmiş içselleştirilmiş nesne ilişkile-
rinin, tüm ruhsal yapıların gelişmesinde çok önemli sonuçları vardır
(Kernberg, 1966). İçselleştirilmiş kendilik ve nesne imgelerinin "i\ı"
ve "kötü" imgelere genelleşmiş bölünmesinin mevcudiyeti, kişilerau-
sı ilişkilerin ısrarlı bir şekilde ilkelleştirilmesi ve saldırgan öğeleıe
bulanması, duygusal çalkantı, karakteristik aşırı ilgi ya da geri çekil
me ve koruyucu sığlık, tüm bunlar sınır kişilik örgütlenmesi olan haf-
taların içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin genelde ciddi patolojisini
yansıtırlar (1. Bölüm).
Ancak, sınır hastaların gerçekte diğer insanlarla etkileşimde bulun-
ma ve ilişkilerine duygusal yatırım yapma niteliği ve derecesi ile ilgili
olarak önemli farklılıklar söz konusudur. İlişkilerin kararlılığı, bu tür
ilişkiler nevrotik de olsa, seyir açısından duygusal yatırım yetisinin
olumlu bir göstergesidir. Nesne ilişkilerinde bireyselleştirme yetisi
-aynı nevrotik çatışma türlerinin dışa vurulabileceği farklı insanlar ara-
sında bir ölçüde gerçekçi bir ayrım yapma anlamında-, nesne ilişkileri
ile ilgili olarak seyir açısından yine olumlu bir potansiyeli gösterir.
Terapistte, diğer aktarım nesneleriyle karşılaştırıldığında neyin "fark-
lı" olduğunu ayırt edebilme yetisine sahip olan sınır hastalar, bireysel-
leşmiş ilişkilerde de aynı yetiyi gösterirler.
Karakteristik olarak, nesne değişmezliği ya da "bütün" nesne ilişki-
leri kurma yetisi, sınır hastalarda eksiktir ve sınır hastalar bunu, nes-
nelere karşı çift değerli tepkilere tahammül etme yetilerinin olmayı-
şıyla ortaya koyarlar. Sınır hastaların, duygusal tepkilerin bir ucundan
tam karşıt ucuna gitmeden aynı kişiye aynı anda sevgi ve nefret hisle-
rini duymaya tahammül etme derecesi, seyir açısından daha iyi nesne
ilişkileri niteliğinin olumlu bir göstergedir. Bu açıdan bakıldığında,
SEYİR I 133

■ -ve uzun bir süre çatışma içeren patolojik bağımlılık, tüm in-
nl
ay , n tamamıyla geri çekilme ve mesafeli olmaya oranla seyir
sa lal
" dan daha büyük değere sahiptir.
aÇlSin k gerçekte ilkel sadist bir üstben imgesini temsil eden dış bir
ve kronik patolojik boyun eğmeyi yansıtan "bağımlılık" durumu
n6S0
tisna teşkil eder. Hastanın karakter yapısıyla bütünleşmiş, bir
t>'r \ ,eajj 0iarak kendine yönelik yıkıcılığı talep eden ilkel bir üstben
ke°- üvle özdeşleşme (buna daha evvel değinmiştim), çok
fi düşmanca
g arar verici bir kişiye kronik bir boyun eğme şeklinde ifade bulabi-
ve• Zaman zaman, gerçek ebeveynden biri ya da her ikisi de hastanın
atında böyle bir işlevi temsil edebilir. Gerçekçi olarak değerlendi-
.,dişinde, vlicıcı olan bir kişiye böyle bir boyun eğme, hem süren nes-
f
ilişkileri yetisi hem de böylesine yoğun kendine yönelik saldırgan-
1 ktan kaçma yetisi açısından değerlendirilmelidir.
Narsisist kişiliklerin nesne ilişkileri, sosyal gruplarda yüzeysel ola-
rak şaşırtıcı derecede iyi işlev görmelerine rağmen özellikle zayıftır:
Bu hastalar bize, nesne ilişkilerinin niteliğinin incelenmesinin, hasta-
nın yalnızca kişilerarası davranışını gözlemekten ziyade başkalarıyla
olan iç ilişkileri de içermesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Freud tara-
fından (1937) "kille çalışmış olma değil, suya yazmış olma" izlenimi
veren kişiler olarak betimlenen hastalar arasında, muhtemelen ağırlıklı
olarak narsisist hastalar yer almaktadır. Narsisist hastaların yüzeyde
uyumları, hem şimdiki zamanda derin nesne ilişkilerinin yokluğunu,
hem de patolojik ben ve üstben yapılarında ifade bulduğu şekliyle iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin ciddi patolojisini gizlemektedir.
Kısacası, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar için, hastanın ger-
çek davranışı ve önem taşıyan başkalarıyla olan iç ilişkilerinin anali-
zi, seyir açısından önemli değerlendirmeler sağlamaktadır. Hastanın
bu kişilerle iç ilişkileri ne kadar kararlı, ne kadar farklılaşmış, duygu-
sal olarak ne kadar derinse, tedavi için seyir o kadar iyidir.
Bir kişinin nesne ilişkilerinin niteliği, seyir açısından en anlamlı
bir şekilde terapistle kurduğu ilişkinin niteliğinde ortaya çıkar. Bu,
nesne ilişkilerinin niteliğini seyir açısından büyük öneme sahip bir sü-
reç ya da kişilerarası ilişki değişkeni haline getirir. Hastanın terapistle
kurduğu ilişkinin niteliği, aynı zamanda, hastanın bir kişi olarak tera-
pistin farkında olma ve onun için tasa duyma yetisinde ve hastanın
kendini iç sadist ilkel üstben taleplerine kronik olarak boyun eğmek-
ten ne ölçüde kurtarabildiğinde yansıdığı şekliyle, hastanın üstbeni-
nin niteliğini de ortaya çıkarır.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 134

Bu hususla birlikte, hastanın başvurduğu sıradaki hastalığı ve kişi^


1
liginin yansıttığı seyirle ilgili öğelerin incelenmesi sona ermektedir
Şimdi hastaya bağlı olmayan önemli bir süreç değişkeninin daha seyir
açısından doğurduğu sonuçları inceleyeceğim: Terapistin becerisi Ve
kişiliği.

TERAPİSTİN BECERİSİ VE KİŞİLİĞİ


Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinin sonucu üzerine
yapılan niceliksel çalışma (Burstein vd., 1969), ciddi ben zayıfhğj
olan hastaların tedavisinde'psikoterapi tekniğinin önemini vurgula-
mış ve bunun terapistin beceri ve kişiliğiyle olan ilişkisini açıklığa ka-
vuşturmuştur. Bu çalışmanın nihai sonuçlarından konuyla ilgili bazı
alıntılar şunlardır: "Psikanalitik kuram çerçevesinde yürütülen tedavi-
ler, başarılı bir sonuç için terapistle hasta arasında bir 'uygunluk' ge-
rektirir. Bu uygunluğun önemi, hastanın ben gücü zayıf olduğunda
özellikle büyüktür. Terapistin becerisi, ki buna kendi kişilik özellikle-
rini ve karşı aktarım tepkilerini yaratıcı bir şekilde tekniğinde bütün-
leştirme yetisi de dahildir, düşük ruhsal işleyiş düzeyi, yani ben zayıf-
lığı olan hastaların tedavisinin sonucunda en önemli faktördür.
"Becerileri daha az olan terapistler, becerileri ve kişilik özellikleri-
nin sonucu etkileme olasılığı düşük olduğunda, tedaviye daha çok şey
katabilirler. Yüksek ben gücü olan ve tedavinin anlatımsal tarzlarının
(yani, terapisti nispeten katı yansızlık konumuna 'zorlayan' tarzların)
kullanıldığı hastaların, terapistin becerisinin daha az oluşundan etki-
lenme olasılıkları daha düşüktür. Yüksek ben gücü olan hastalar, te-
davi ve terapist pek ideal olmasa da, sorunları üzerinde gayretli bir şe-
kilde çalışabilirler.
"Ben gücü zayıf olan hastalar, ister destekleyici ister anlatımsal te-
davide olsun, becerileri oldukça yüksek terapistler gerektirirler. Bul-
gular, ben gücü zayıf olan hastalar için tercih edilecek tedavinin, be-
cerisi oldukça yüksek olan bir terapist tarafından yapılacak ve terapi
ilişkisinde aktarım tezahürleri ile çalışmayı vurgulayan bir çeşit anla-
tımsal psikoterapi olabileceğini düşündürmektedir."
Bu bulgular, daha önceki bir yazımda yer alan (3. Bölüm), sınır ki-
şilik örgütlenmesi olan hastalar için tercih edilecek tedavi olarak, de-
ğiştirilmiş bir psikanalitik çalışma tarzı ya da psikanalitik psikoterapi
önerimi belirlemiş bulunan ve kısmen sözü geçen Psikoterapi Araştır-
ma Projesinden, kısmen de kendi deneyimimden kaynaklanan klinik
SEYİR I 135

özlemleri desteklemektedir. Belirtmiş olduğum şekilde


değiştirilmiş ?:r analitik tarz, yüksek düzeyde psikanalitik yönelimli
bir eğitim ve
sikoterapi deneyimi ile bu hastaların ağırlıklı olarak olumsuz olan
ktanmlannı sistematik olarak derinlemesine çalışmada büyük beceri
gerektirir. Bu hastalarla çalışan psikoterapist, teknik parametreleri
uygulama, en geniş anlamda tedaviyi yapılandırma ve aynı zamanda
temel olarak yansızlık konumunu sürdürme gereksiniminin farkında
jmahdır. Hastanın eyleme koyma potansiyeli ne kadar fazlaysa, tera-
pist o kadar becerikli bir şekilde ek yapı sağlarken hastanın kişilik ve
bağımsızlığına duyulan saygı atmosferini de sürdürmelidir. Terapist ne
kadar zamansız öğüt verme şeklinde "destek" sağlama yönünde
yanıltıcı bir arzuya boyun eğerse ve ne kadar hastanın hayatı üzerinde
denetim kurmaya çabalarsa, aktarım ortamını bulandırma tehlikesi o
kadar yüksek, hastanın kaygısında geçici bir azalma için tedavinin
uzun süreli amaçlarını feda etmekle ödenecek bedel o kadar yüksek
0lur. Buna karşılık, terapistin hastanın gerçek durumunu gözardı ede-
rek malzemeyi seanslarda ortaya çıktığı şekliyle yorumlamaya çalıştığı
ve seanslarda aktarımın eyleme koyulmasını kabullendiği yapay
olarak sürdürülen "analitik bir ortam" da terapiyi açmaza götürür. Te-
rapistin seanslarda ve/veya hastanın hayatında tam olarak gerekli ol-
duğu kadar -fazlası değil- yapılandırmaya gitmesi ve bu sırada hasta-
ya karşı temel olarak yansız bir konumu koruması oldukça beceri ve
deneyim ister: Her hasta, bu beceriyi yeni yollarla test ederek, seyir
açısından bir süreç değişkeni teşkil eden benzersiz bir "uygunluk" be-
lirler.
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların tedavisinin seyrini belir-
lemede terapistin kişiliği ne kadar önemlidir? Psikoterapistin kişilik
özelliklerinin etkisini, karşı aktarım unsurlarından ve tekniğinden
ayırmak çok zordur; klinik olarak, terapistin kişiliği, teknik düzeyi ve
karşı aktarım tepkileri arasında yakın, karşılıklı ilişkiler olduğu görü-
lür (Little, 1960b; Winnicott, 1960). Ticho (1972), kişilik yönleri ile
karşı aktarımın gerçekten de ayrılabileceğini belirtmiş ve özellikle sı-
nır hastaların tedavisinde psikoterapistin ve analistin kişiliğinin öne-
mini vurgulamıştır.
"Örneğin, sınır vakaları tedavi edecek bir terapistte arzu edilen ki-
şilik özellikleri hangileridir? Sınır bir vakanın terapisti, gerçek bir
nesne ilişkisi yetisine sahip olmalıdır. Sınır vakaların tedavisi, analis-
tin çok emin olmasını gerektirir; ve nevrotiklerin tedavisinden sınır
vakaların tedavisine, sınır vakaların tedavisinden psikotiklerin tedavi-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 136

sine varan yelpazede, terapistin kendi düşmanlığı üzerinde O[A


daha fazla denetime sahip olması gerektiğine şüphe yoktur. Ana]j ^
hastanın kaçınılmaz eyleme koymasına karşı tutumu çok önem ta "1'
Analist tasa duymuyorsa, eyleme koyma daha da kötüleşir; aşırj t
duyuyorsa, yine eyleme koymayı teşvik eder. Analistin ahlaki değ Sa
lerinin berrak olması da gerekir ve analistin kendi ahlaki değerler
olan inancının tam olmaması, tedavide güçlüklere yol açar, ancak of6
e
yandan ahlakçı bir tutum da çok zararlıdır."
Ticho (1972), ayrıca genelde başarılı olan ve "müdahaleci olm
yan, mütevazı, bencil olmayan, kendini kabullenmiş kişilikleri" o]a
analist ve terapistlerden bahsetmektedir. Ticho'nun gözlemleri, tera
pistin, ilişkilerini ve hastalarla çalışmasındaki etkililiğini etkileyecek
olan kendi narsisizmini yenmesinin önemine işaret etmektedir. Belki
de bu, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların tedavi sürecini etkile-
mede terapistin kişiliğinin en önemli yönüdür.
Psikoterapistin narsisistik sorunları, sınır kişilik örgütlenmesi olan
hastaların uzun süreli tedavisinde seyir açısından temel bir olumsuz
öğedir. Bu hastaların ciddi gerileme potansiyelleri, şiddetli ve ağırlıklı
olarak olumsuz aktarım tepkileri ve tedavi sürecinde gelişen özel
aktarım-karşı aktarım komplikasyonları, psikoterapist üzerinde bü-
yük stres yaratır. Engelleyici koşullar altında nesne ilişkilerini sürdür-
me yetisinin düşmesi -narsisist kişiliklerin çok tipik özelliğidir-, sınır
hastalan tedavi etmeye çalışan önemli derecede çözülmemiş narsisist
eğilimleri olan terapistler için temel bir sakıncadır.

ÖZET
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarla yoğun, uzun süreli psikote-
rapi tedavisinin seyri ele alındı. Hastanın başvurduğu sıradaki hastalığı
ve kişiliğinin yansıttığı seyirle ilgili öğeler belirtildi. Seyirle ilgili bu
öğeleri kısaca özetlersek, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların
seyri şunlara bağlıdır: 1) Hâkim olan karakter patolojisi türünün be-
timleyici tanısı ve patolojik karakter özelliklerinin ortaya koyduğu
ben ve üstben patolojisinin derecesi; 2) mevcut özgül olmayan ben za-
yıflığı tezahürleri, özellikle de itki denetiminin, kaygı tahammülünün
ve yüceltme potansiyelinin derecesi; 3) hastanın tasa, suçluluk, dep-
resyon, içgörü yetisinin yansıttığı şekliyle bütünleşmiş, soyutlanmış,
kişisizleşmiş üstben yapılarının ne ölçüde var olduğu ve antisosyal
eğilimlerin derecesi ile yapısal olarak doğurduğu sonuçlar; 4) nesne
SEYİR I 137

■winin niteliği-jjjşlci'eı lCtaki muayenelerde bulunan seyirle


ilgili göstergelerin,
^ 'koterapi tedavisi için halen mevcut olan sınırlı terapi kay-
yoğun P j„na iyi kullanabilecek hastalan seçmeyi kolaylaştırabilece-
kla°n ujadım. Başlangıçtaki seyirle ilgili bu göstergeler, aynı za-
ğini v ~. a sonra tedavi sürecinde açıklığa kavuşturulabilecek seyir-
fia..- ı,eiirsiz alanların da altını çizmektedir.
'6 ra seyrin bazı süreç ya da kişilerarası ilişki değişkenlerine
- Iduğunu da belirttim. Bu değişkenler, psikoterapi ilişkisinin bir
olarak meydana gelen gelişim ve değişiklerle ilgilidir ve daha ^af<*
benle bağdaşan patolojik karakter özelliklerinin ne ölçüde benle °n<t, maZ
hale gelebileceğini, tedavi sürecinin etkisi altında ne ölçü-k 9^'
farkındalık, içebakış ve tasa yetilerinin gelişebileceğini, hastala-
rapistleriyle ne ölçüde samimi nesne ilişkileri geliştirebilecekle-'■ ■
ve hastaların terapiye olumsuz tepki potansiyellerinin ne ölçüde
çözülebileceğini içerir.
Son olarak, hastaya bağlı olmayan çok önemli bir süreç değişkeni-.
j^a seyir açısından doğurabileceği sonuçları inceledim: Terapis-.
becerisi ve kişiliği. Ben gücü zayıf olan hastaların, ister destekleyici
ister anlatımsal tedavide olsunlar, becerisi yüksek olan bir terapist
gerektirdiklerini vurguladım. Terapistin seanslarda ve/veya hastanın
hayatında tam olarak gerekli olduğu kadar -fazlası değil- yapılandır-
maya gitmesi ve bu sırada hastaya karşı temel olarak yansız bir konu-
mu koruması çok beceri ve deneyim ister. Her hasta, terapistin beceri-
sini yeni yollarla test ederek seyir açısından bir süreç değişkeni teşkil
eden benzersiz bir "uygunluk" belirler. Psikoterapistin kişilik özellik-
lerinin etkisini karşı aktarım unsurlarından ve tekniğinden ayırmak
çok zordur. Klinik olarak, sınır hastaları tedavi etmede analistin ya da
psikoterapistin kişiliği, seyir açısından çok önemli bir değişkendir.
5
Ayırıcı Tanı ve Tedavi

SON LİTERATÜRE ELEŞTİREL BİR BAKIŞ


1. Tanı: Sınır durumların tanı ve tedavisi üzerine literatür, 1. ve 3. Bg
lümlerde gözden geçirilmişti. Burada bu hususlara daha yakın zaman-
larda yapılan katkıları gözden geçireceğim.
Sınır durumların tanısıyla ilgili olarak, bu klinik sendromun sınır-
larının çizilmesine en büyük katkılardan biri, Grinker ve arkadaşları-
nın The Borderline Syndrome (1968) adlı kitabıdır. Grinker ve arka-
daşları, sınır sendromun genel karakteristiklerini tanımlarken şunları
içerdiğini belirtmektedirler: "öfkenin temel duygu ya da tek duygu ol-
ması, sevecen ilişkilerde eksiklik, kendilik kimliği belirtisinin olma-
yışı ve depresif yalnızlık" (s. 176). Bu klinik kümelenme içinde dört
altgrup tanımlamaktadırlar: I. Grup - "Psikotik sınır"; diğer hastalara
ve hastane personeline karşı uygunsuz ve olumsuz davranış ve duygu-
larla karakterize olurlar; II. Grup - "Asıl sınır sendrom"; olumsuz ve
kaotik duygu ve davranışlar, çelişkili davranış ve güçlü bir eyleme
koyma potansiyeliyle karakterize olur; III. Grup - "Uyum sağlayan,
duygusuz, 'mış gibi' kişi"; yüzeysel olarak uyumun sağlandığı ancak
duygunun eksik olduğu etkileşimlerle ve "mış gibi" nitelikli ve his
içermeyen bir uyum sağlayıcılıkla karakterize olur; ve IV. Grup
-"Nevrotik sınır"; çocuksu yapışma depresyonu gösterir.
Grinker ve arkadaşları, sınır sendromda genel olarak, zihinsel çağ-
rışımsal süreçlerde bozulmalar, otistik ya da gerilemeli düşünce özel-
likleri görülmediğini, aile yapısı itibanyla "sahte paylaşımın" ya da
"çarpıklığın" gözlenmediğini, hezeyan ya da halüsinasyonlar ya da di-
lin yananlam yönlerinde herhangi bir kusur olmadığı sonucuna var-
mışlardır; sınır sendrom bu açılardan şizofreniden farklılaşmaktadır
(s. 93). Grinker ve arkadaşları, sınır sendromu nevrozlarla karşılaştı-
rarak şöyle demektedirler: "Bir duygu olarak depresyon, sınır katego-
rilerin bazılarında görülmesine karşın, depresif sendromda görülen
duyguya karşılık gelmemektedir. Sınır depresyon, bir yalnızlık ve tec-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 139

olmaduygusudur"(s.95). Grinker ve arkadaşlarının, sınır sendromu


it
diğer kişilik ya da karak-bozukluklanndan ayırma çabaları daha az
tatmin edici görünmek-dir- Kanaatime göre yerinde bir saptamayla,
bazı yazarların temelde mır olan hastalar için çeşitli karakter etiketleri
kullanma eğilimine •«aret etmekte ve sınır sendromun daha iyi bir
tanımının, belirsiz bir alan olan karakter patolojisi tanısını açıklığa
kavuşturmada yardıma olacağını ima etmektedirler. Grinker ve
arkadaşlarının araştırma tasarımlarında, sınır hastaların bir hastane
ortamında görünen davranışı ve diğer hastalarla görünen etkileşimi
üzerinde durulduğundan, bu çalışmada bu hastaların, sınır kişilik
örgütlenmesini daha az ciddi karakter patolojisi türlerinden ayıran
altta yatan yapısal özellikleri tam ola-rak açımlanamamış olabilir. Bu
sınırlamaya karşın, Grinker ve arkadaşlarının çalışmasının, sınır
sendromun sınırlarının belirlenmesinde çok önemli bir araştırma
olduğunu düşünüyorum. Werble (1970), Grinker ve arkadaşlarının
deneysel grubunu oluşturan hastalara uygulanan bir takip çalışmasının
sonuçlarını bildirmiştir. Werble, ilk çalışma sona erdikten sonraki beş
yıllık bir dönem sonunda, bu hastaların sosyal işleyişinde çok az
bireysel değişiklik olduğu sonucuna varmıştır; hastalar, oldukça dar
sınırlar içinde uyum sağlayabilmekteydiler, hayatlarında çok az insani
nesne ilişkisi vardı ve bu hastalar, takip çalışması yapıldığında
şizofreni belirtisi göstermediler (çok önemli bir husus).
Bazı yazarlar, sınır koşulların klinik analizine katkıda bulunmuş-
lardır. Collum (1972), Grinker ve arkadaşlarının ve bu konuyla ilgili
yazılarımda sözünü ettiğim kişilerin bakış açılarını birleştirerek, sınır
hastaların karakteristiği olarak kimlik dağınıklığının merkezi niteliği
üzerinde durmaktadır. Cary (1972), sınır durumların yapısal-dinamik
analizini daha da geliştirmekte ve şu noktalan vurgulamaktadır: Sınır
sendromda "depresyon", bir işe yaramama duygusu ve yaygın yalnız-
lık ve tecrit olma hisleri ile karakterize olur - suçluluk duyguları ve
kendini aşağılamayla karakterize olan nevrotik ve psikotik depres-
yondan farklı olarak bir tecrit olma ve öfkeli talepkârlık hissi. Cary,
ayrıca sınır hastaların temel bir savunması olarak şizoid kopukluğu da
vurgulamaktadır. Hem Grinker ve arkadaşlarının hem de Cary'nin
analizinin, sınır hastaların, kendilik ve nesne imgelerinin bütünleşme-
diği (ve dolayısıyla "bütün" nesne ilişkileri durumuna ulaşılmadığı)
ağırlıklı olarak erken dönem ben örgütlenmesine işaret ettiklerini dü-
şünüyorum. Bu ilkel ben örgütlenmesi, sınır hastalarda depresif tepki-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 140

lerin ilkel niteliğini, tasayı tamamıyla yaşama yetilerinin olmav.


ri1
ve yaygın boşluk yaşantılarını (7. Bölüm) açıklamaktadır.
Bergeret (1970,1972), sınır hallerin yapısal ve dinamik özelli]jje •
ni psikanalitik bir açıdan incelemiştir. Hem Anglo-Sakson hem <T
son zamanlardaki Fransız psikanalitik literatürünü gözden geçirdju6
ten ve klinik vaka malzemesini inceledikten sonra, sınır durumları "
genital dönem öncesi çatışmaların hâkimiyeti ve ben ve üstbenin ilkej
yapısal ve savunma özelliklerinin hâkimiyetiyle karakterize oldu»
sonucuna varmıştır. Bergeret, sınır koşulların, benin nesne ilişkilerin
de olgun olmayışı ile karakterize olduklarım ve hem nevrotik yapılar
dan hem psikotik yapılardan farklı psikopatolojik bir kategori oluştUr_
duklannı vurgulamaktadır. Duvocelle (1971), Bergeret ile benim gö-
rüşlerimi bütünleştirerek sınır kişilik örgütlenmesini klinik ve teorik
açıdan gözden geçirmektedir.
Mahler (1971), ayrılma-bireyleşme sürecinin yeniden yakınlaşma
alt fazı sırasında, yakınlaşma krizinin normal çözülmesi başarısızlığa
uğrayan çocukların, saldırgan dürtü türevlerine bulanmış ve nesne
dünyasının az ya da çok kalıcı bir şekilde "iyi" ve "kötü" nesnelere
bölünmesi haline dönüşebilecek "kötü" bir içe atım geliştirebilecekle-
rini söylemektedir. Mahler şöyle demektedir (s. 413), "Bu mekaniz-
malar -zorlanma ve nesne dünyasının bölünmesi-, çoğu sınır aktarım
vakasında karakteristiktir". Bu patolojik gelişim, yakınlaşma alt fazı-
nın yaşamın üçüncü yılında normal kişilik oluşumu şeklinde çözül-
mesinin normal sonuçlarından farklıdır.
Bahsi geçen yazarların tümü, sınır koşulların genel betimleyici ve
hatta belki dinamik-yapısal özellikleri konusunda aynı görüşü paylaş-
malarına rağmen, son zamanlardaki literatürde sınır koşulların bir ta-
raftan diğer karakter patolojilerinden, diğer taraftan psikotik, özellik-
le de şizofren tepkilerden ayırıcı tanısı geniş bir şekilde açımlanma-
mıştır. Bir makale (Weisfogel vd., 1969), sınır koşulların aymcı tanısı
üzerine literatürü gözden geçirmekte ve şu sonuca varmaktadır: "bu
hastaları psikotik olarak sınıflandıran yazarlar, en ikna edici kavram-
sallaştırmaları ve verileri sunmaktadırlar ve bu hastaların psikotik
olarak ele alınması en iyi çözüm gibi görünmektedir" (s. 34). Bu ma-
kale, literatürün dikkatli bir gözden geçirilişini temsil ediyor, ancak,
gözden geçirilen kanıtlar temelinde, bu sonuca katılmıyorum.
Kohut (1971), sınır yapıların narsisist kişiliklerden ayırt edilmesi
konusunda yorum yapmıştır; sınır durum ile narsisist kişilikler arasın-
daki karmaşık ilişkileri 9. Bölüm'de ele aldım. Daha genel terimlerle
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 141

Hersek, sınır koşullan karakter bozukluklarının en ciddi gerile- 1


A"7e,yi olarak içeren genel bir karakter patolojisi sınıflandırması
■"'^ava çalıŞt™ (Kernberg, 1970).
yaP
llak ve Hurvich (1969) ve Hurvich (1970), şizofren durumların t
en olmayan durumlardan ayırıcı tanısının temel bir boyutu ola-^Z°hen
işlevlerinin değerlendirilmesini açımlamışlardır. Gerçekliği "
dendirme yetisinin işlevi -sınır koşullann psikotik koşullardan .
tanısında çok önemli bir değişken (Frosch, 1964 ve 1. Bölüm)-
a
^rvich (1970) tarafından kapsamlı bir şekilde gözden geçirilmiştir.
bölümde ilerleyen sayfalarda, sınır durumların psikotik durumlar-ı
aVıncı tanısında gerçekliği değerlendirme yetisinden nasıl yarar-
lanıldığını açımlayacağım. Sınır kümelenme hakkında, ingilizce ve
Fransızca yazıların yanı ra bazı İspanyolca yazılar da yayınlanmıştır
(Paz, 1969 ve Meza, 1970). Sınır koşullar üzerine tüm literatür,
Arlene R. Wolberg'in yeni kitabında (1973) oldukça iyi bir şekilde
gözden geçirilmektedir.

2. Tedavi: Sınır koşulların tedavisini ele alan psikiyatrik ve özellikle


de psikanalitik literatürde son yıllarda makale sayısında bir artış oldu.
Daha önce de olduğu gibi, bu konuda görüşler şu şekilde ayrıl-
maktadır: Sınır hastalar destekleyici olarak, anlatımsal, psikanalitik
bir yaklaşımla ya da değiştirilmemiş psikanalizle tedavi edilmelidir-
ler. Bu hastaların destekleyici psikoterapiyle tedavi edilmesi gerektiği
tavsiyesinden yavaş yavaş bir uzaklaşma oldu ve yalnızca Zetzel
(1971), aktarım ve karşı aktarım tezahürlerinin şiddetini azaltabilmek
için "görüşmelerin düzenli, ancak kısıtlı (çok nadiren haftada birden
çok)" olmasını ve gerçeklikle ilgili hususlar ve tedavi seanslarının ya-
pılandırılması üzerinde durmayı -ki bir araya geldiklerinde temel ola-
rak destekleyici bir yaklaşım oluştururlar- tavsiye etmektedir. Zetzel,
kendi yaklaşımı için şunu söylemektedir: "Ancak, birçok sınır hasta
için terapist, potansiyel olarak belirsiz uzunlukta bir süre boyunca eri-
şilebilir olmalıdır." Buradan çıkan bir sonuç, bu destekleyici yaklaşı-
mın hastanın gerçekliğe daha iyi uyum sağlamasında etkili olurken,
sonu olmayan bir psikoterapi ilişkisini de beraberinde getirmesidir.
Çeşitli yazarlar, 3. Bölüm'de önerdiğimle karşılaştırılabilecek de-
ğiştirilmiş bir psikanalitik çalışma tarzı ya da anlatımsal psikoterapi
yaklaşımını tavsiye etmektedirler. Frosch (1970), sınır hastalara de-
ğiştirilmiş bir psikanalitik çalışma tarzı dahilinde klinik yaklaşımı be-
nimsemiş ve yakınlarda (1971) bu hastalarla uyguladığı genel tedavi
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 142

stratejisini özetlemiştir. Greenson (1970), değiştirilmiş psikanaliz


tekniğine klinik vakalarla örnek vererek benzeri bir yaklaşımı öne
mektedir. Hem Frosch hem Greenson, hastanın seanslardaki alg!]
malarının ve terapistin müdahalelerine tutumunun açıklığa kavustı,
rulmasının önemini vurgulamaktadır. Yaklaşımları (ki temelde katıh
yorum), terapistin temel olarak yansız bir teknik konum benimsemes'
gerektiği ve böyle yansız bir konumdan, gerektiği takdirde, yalnızca
minimum düzeyde sapması anlamına gelmektedir. Buna karşılık, sı-
nır durumlara psinakanalitik yönelimli diğer psikoterapi yaklaşımları
teknikte daha fazla değişiklik içermektedir.
Masterson (1972) şöyle demektedir: "Sınır sendrom, hasta ayrıl-
maya ve bireyleşmeye çalıştığında, annenin kaynaklarını geri çekme-
siyle ortaya çıkan terk edilmişlik hislerinin bir sonucudur. Hastanın
terk edilmişlik hislerine karşı kendini savunma ihtiyacı, oluşumsal
duraklamayı ve klinik tabloyu oluşturur" (s. 35). Buna dayanarak, öz-
gül olarak "akut semptomatik krizin (terk depresyonu) çözülmesine
ve ayrılma-bireyleşmeden özerkliğe uzanan evreler boyunca gelişme-
yi teşvik etmek suretiyle narsisist oral saplanmalara eşlik eden ben ek-
sikliklerini düzeltmeye ve tamir etmeye" yönelik özel bir psikoterapi
tasarlamıştır. Bana göre bu yaklaşım, (kendilik ve nesne imgelerinin
patolojik yeniden birleşmesi ile bağlantılı) ortakyaşamsal birleşme
çevresindeki çatışmalar ve bu birleşmeye karşı savunmalar ile (saldır-
gan olarak belirlenmiş ve libidinal olarak belirlenmiş kendilik ve nes-
ne imgelerini bütünleştirme yetisinin olmamasıyla bağlantılı) bölme
çevresinde merkezlenen yapısal koşullarla bağlantılı çatışmalar ara-
sındaki farkları yeterli ölçüde dikkate almamaktadır. Ayrıca Master-
son'ın yaklaşımı, sınır kişilik örgütlenmesinin etiyolojisinde genital
dönem öncesi saldırganlık çevresindeki çatışmaların önemini ihmal
etmektedir. Buna ek olarak, sınır kişilik örgütlenmesi düzeyinde çe-
şitli karakter yapılarına rastlanmaktadır ve bireysel tedavi tekniği,
bunları ve diğer daha bireysel olarak belirlenmiş oluşumsal-dinamik
özellikleri dikkate almalıdır.
Arlene R. Wolberg (1973), düşmanca aktarımın erken yorumlan-
masının, sınır hastalarda aktarımın derinlemesine çalışılmasına yara-
mak yerine mazoşizme doyum sağlayabileceğini söylemektedir. Wol-
berg, düşmanlık çevresindeki çatışmaların, bu çatışmaların diğer nes-
nelere karşı ifade edilmesi üzerinde duran "yansıtmalı terapi teknikle-
ri yoluyla" dolaylı bir biçimde yorumlanmasını önermektedir. Wol-
berg şöyle demektedir: "Yansıtmalı bir terapi tekniği, şimdi ve burada
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 143

bir ilişkinin, 'öteki' kişinin kullanılmasıyla, 'öteki'nin aktarım


1
an ışının savunmaya yönelik yönlerini vurgulamak yoluyla üste-
da
Hen gelinmesine ve hastanın, masif savunmaya başvurmaksızın ki-
s 1
îj raS1 ilişkide hissettiği kaygıya tahammül edebilene kadar ana-
1
S , kişisel yüzleşmeden kaçınmasına olanak sağlar. Tedavinin ama-
hastayı zamansız yüzleştirmeyle savunmalarını artırmaya zorla-
C
' ktan çok, hastaya savunma yaratma konusunda yumuşak davran-
aktır-" Ben bu yaklaşıma katılmıyorum ve bunun yerine daha doğ-
dan, ancak hem olumlu hem olumsuz aktarım yönleri üzerinde eleş-
. 1 olmayan bir odaklaşmanın, hastanın saldırganlığıyla ilgili kendi
korkularını azaltmaya yardımcı olmakta en etkili yol olduğunu vurgu-
luyorum. Ancak, Wolberg'in sınır koşulların tedavisine teknik yakla-
ırnının diğer birçok yönü, değiştirilmiş bir psikanalitik çalışma tarzı
uygulayan diğer yazarların benimsediği yaklaşımla ilişkilidir. Bana
bu söylediklerim, Chessick'in (1971) sınır koşullar için tavsiye ettiği
psikoterapi yaklaşımı için de geçerli gibi görünmektedir.
Masterson (1972), bazı sınır ergen hastalar için hastaneye yatırma-
ya ihtiyaç duyulduğunu belirtmiş ve bu hastaların savunma ve çatış-
malarıyla baş etmek için ortamla ilgili özgül tasarımlar sunmuştur (s.
105-109). Adler (1973), kısa süreli tedavi birimlerinde yatırılan sınır
hastalar için gereken temel yapıyı özlü bir şekilde betimlemiştir. Ad-
ler, karşı çıkmaksızın hastanın belli bir dereceden fazla (hastane orta-
mında çatışmaların eyleme koyulmasının, hastanın patolojik ihtiyaç-
larına sağladığı doyumu daim kılacağı ölçüde) gerilemesine izin ver-
menin doğurduğu tehlikeyi ve hastanın psikopatolojisini bulandıran
aşırı sınır koymanın tehlikesini vurgulamaktadır. Ayakta ya da kısa
süreli hastaneye yatırmayla tedavi edilemeyen bazı sınır hastaların
yatırmayla uzun süreli tedavisi, bana göre halen literatürde büyük öl-
çüde açımlanmamış bir husustur.
Boyer ve Giovacchini (1967), şizofren bozukluklara ve karakter
bozukluklarına değiştirilmemiş bir psikanalitik yaklaşımı tavsiye et-
mektedirler. Son yıllarda teknik anlayıştaki ve teknikteki genişleme-
nin, düzenli ve tamamıyla ayakta bir tedavi ortamına girebilen ciddi
gerilemiş hastalan analitik olarak ele almayı mümkün kıldığını belirt-
mektedirler. Giovacchini, karakter bozukluklarına aynlan bölümlerde
özgül olarak sınır durumlardan (genel olarak ciddi karakter patoloji-
sinden farklı olarak) bahsetmemesine karşın, gözlemleri, benim sınır
kişilik örgütlenmesi olan hastalar olarak kabul edeceğim hastalarla
ortaya çıkan teknik sorunlar üzerinde yoğunlaşmaktadır. Giovacchi-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 144

ni, bazı hastalarla ilgili olarak şunu söylemektedir: "Öyle şiddeti


leme koyarlar ki analitik adabımuaşeret sekteye uğrar ve analiz s" ^
rülemez" (s. 258). Giovacchini pratikte, hastanın seanslar sıra
eyleme koymasına sınır koyar ve daha sonra yorum yoluyla çözm
çalıştığı teknik parametreleri kullanır. Bazı vakalar için, tedavinin^6
cici olarak durdurulmasını tavsiye etmektedir (s. 261). Bu kon
şunları söylemektedir: "Terapinin devam edebilmesi için yeterli öl -
de kararlılığı sağlayabilmek üzere, kaotik durumlarının belli bir ■•'
nüyle başa çıkabilmek için bir kişiye ihtiyaç duyan bazı hastalar v
dır. Bunun, terapi için gerekli koşulları muhafaza ederken analist tar ~
fından yapılıp yapılamayacağı... henüz cevaplanmamış bir sorudu "
r
(s. 268).
Boyer (1971), ciddi karakter bozuklukları ve şizofrenisi olan hasta
lann analitik tedavisinde, saldırgan dürtü türevlerinin erken yorum
lanmasının önemini vurgulamakta ve eskiden savunduğu gibi bu has-
talarla temel olarak değiştirilmemiş bir psikanalitik tekniğin sürdürü-
lebileceği fikrini tekrarlamaktadır. Paz (1969) da, sınır durumlarla te-
mel olarak değiştirilmemiş bir psikanalitik yaklaşımın sürdürülmesi-
nin mümkün olduğunu vurgulamaktadır ve Khan'ın (1964,1969) sınır
şizoid hastalarda özgül savunma işlemleri üzerine yazılarında benzeri
bir yaklaşım ortaya çıkmaktadır.
Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinin niceliksel veri-
lerinin nihai sonuç çalışması temelinde (Kernberg vd., 1972), sınır
hastaların büyük bölümünün değiştirilmiş bir analitik yaklaşım gerek-
tirdiğine, azınlıkta kalan bir kısmınınsa standart bir psikanalitik çalış-
ma tarzı için uygun olabileceğine dair inancım kuvvetlenmiştir. Aşa-
ğıda, sınır kişilik örgütlenmesinin psikopatolojisi, tanısı ve tedavisi
üzerine önceki çalışmalarımı özetleyecek ve sonra bu vakalarda akta-
rım değişimleri, uzun süreli tedavi stratejisi ve şizofreniyle ayırıcı ta-
nısı üzerine bazı klinik gözlemler vereceğim.

ESKİ ÇALIŞMALARIN ÖZETİ


Psikanalizin etkililiğinin sınırları sorusunu ortaya atan ve hastanın be-
ninin yapısal bozulmalarından bahsederken en sık kullanılan iki te-
rim, "ben çarpıtması" ve "ben zayıflığı" terimleridir. Tüm pratik açı-
lardan, bu iki terim aynı tür hastalar için kullanılır; ben çarpıtması, bu
hastaların gösterdiği oldukça patolojik, katı karakter örüntüleri üze-
rinde dururken, ben zayıflığı terimi, hastanın bazı normal ben işlevle-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 145

leki yetersizliği ya da bu işlevlere sahip olmayışı üzerinde duraktadır.


Araştırma açısından, niceliksel uzantıları bakımından ben 111 ıflığ1
terimi tercih edilmelidir; nitekim Menninger Vakfı Psikote- Z i
Araştırması Projesinde, ben işlevlerinin yetersizliği ve yapısal
zulmaları ile psikanaliz ve psikanalitik psikoterapinin etkililiği ara-
daki ilişkileri değerlendirmede bu terim kullanıldı (Kernberg vd.,
ıo72). Sımr durumların tanısı, seyri ve tedavisi üzerine çalışmalarım
bu projeden yola çıkmaktadır.
gu bölümde, erken ben rahatsızlıklarından kaynaklanan benin ya-
ısal değişikliklerinden ben zayıflığı olarak söz edeceğim ve kısaca
sunla" inceleyeceğim: 1) Sınır kişilik örgütlenmesinde tipik olan kli-
nik ben zayıflığı tezahürleri, 2) ben zayıflığının kökeniyle ilgili olarak
bazı hipotezler, 3) ben zayıflığı olan hastaları analiz etme çabalarında
ortaya çıkan komplikasyonlar ve bu hastalann tedavisiyle ilgili bazı
teknik hususlar ve 4) bu vakaların analiz edilebilirliğine olumlu ya da
olumsuz katkıda bulunan bazı koşullar. Bazı noktalarda, daha önceki
bölümlerdeki analizlere ek olarak sınır kişilik örgütlenmesinin tanısal
ve terapötik özelliklerini vurgulayan yeni malzeme sunacağım. Son
olarak, aktanm psikozunun bazı klinik ve teorik yönlerini özetleyecek
ve şizofreniyle ayırıcı tanıyı daha da açıklığa kavuşturacağım.

1. Sınır Kişilik Örgütlenmesinin Klinik Tezahürleri: Klinik olarak,


sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalardan söz ettiğimizde, kişilerara-
sı ilişkilerinde ciddi güçlükleri olan ve gerçekliği değerlendirme yeti-
sini temel olarak korumakla birlikte gerçeklik yaşantılarında bazı bo-
zulmalar olan hastalardan bahsediyoruz (1. Bölüm). Bu hastalarda,
ayrıca çelişkili karakter özellikleri vardır, kaotik bir biçimde bilinç
düzeyinde ilkel "id içerikleri"nin doğrudan dışavurumu ve bu içerik-
lere karşı savunmalar birlikte mevcuttur, malzemenin çatışma içerdi-
ğinin farkında olmaksızın ya da bu konuda tasa duymaksızın kişilikleri
hakkında bir tür sahte içgörüye sahiptirler, net bir kimlikleri yoktur ve
başka kişileri derinlemesine anlayamazlar. Bu hastalarda bastırma ve
bununla ilişkili savunmalar yerine ilkel savunma işlemleri ve hep-
sinden önemlisi, erken patolojik içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin
"metabolize olmamış" bir biçimde varlığını sürdürmesi olarak adlan-
dırılabilecek bir durum olan çelişkili ben hallerinin karşılıklı çözül-
mesi söz konusudur. Bu hastalarda ayrıca "özgül olmayan" ben zayıf-
lığı tezahürleri de görülür. "Özgül olmayan" terimi, itki denetimi,
kaygı tahammülü ve yüceltme yetisi yokluğuna ve birincil süreç dü-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 146

şüncesinin varlığına işaret eder ve bu ben zayıflığı tezahürlerinin, nn


mal ben işlevlerinin genel bir yetersizliğini temsil ettiğini belirtir. B."
na karşılık, bu hastaların ilkel savunma kümelenmeleri ve Çelişioi-
patolojik karakter özellikleri, "özgül" ben zayıflığı tezahürleridir. £ '
sacası, bu hastalarda, itki ve savunma arasında oldukça bireyselle-*
miş, aktif uzlaşmacı oluşumlar görülür.

2. Ben Zayıflığının Kökeniyle İlgili Hipotezler: Erken benin hızia


art arda yapması gereken iki temel görev şunlardır: 1) Kendilik imge-
lerinin nesne imgelerinden ayrılması ve 2) libidinal olarak belirlenmiş
kendilik ve nesne imgeleriyle saldırgan olarak belirlenmiş kendilik ve
nesne imgelerinin bütünleştirilmesi.
İlk görev, kısmen birincil özerklik aygıtlarının gelişiminin etkisi
altında gerçekleştirilir: Algı ve bellek izleri, uyaranların kaynağını sı-
nıflandırmada yardımcı olur ve yavaş yavaş kendilik imgelerini nesne
imgelerinden ayırır. îlk görev, psikozlarda büyük ölçüde başarısızlığa
uğrar; psikozlarda, kendilik imgeleriyle nesne imgeleri arasında pato-
lojik bir birleşme, ben sınırlarının aynştırılmasında, dolayısıyla ken-
diliğin kendilik olmayandan aynştırılmasında bir başarısızlığı belir-
ler. Buna karşılık, sınır kişilik örgütlenmesinde, kendilik imgelerinin
nesne imgelerinden ayrıştırılması, bütünleşmiş ben sınırlarının ve bu-
na eşlik eden kendiliğin başkalarından aynştırılmasına müsaade ede-
cek ölçüde gerçekleşmiştir.
Ancak, ikinci görev olan libidinal dürtü türevlerinin ve bunlarla
bağlantılı duygulann etkisi altında oluşturulmuş kendilik ve nesne
imgeleri ile saldırgan dürtü türevlerinin ve bunlarla bağlantılı duygu-
lann etkisi altında oluşturulmuş kendilik ve nesne imgelerinin bütün-
leştirilmesi, sınır hastalarda büyük ölçüde başansızlığa uğrar; bunun
başlıca nedeni de genital dönem öncesi saldırganlığın patolojik hâki-
miyetidir. Bunun sonucu olarak çelişkili kendilik ve nesne imgeleri-
nin sentezinin gerçekleşmeyişi, kendilik kavramının bütünleştirilmesi
ve nesne değişmezliği ya da "bütün" nesne ilişkilerinin kurulması
üzerinde olumsuz etki yaratır. Şimdi bu hipotezleri daha ayrıntılı ola-
rak inceleyeceğim.
Yeteri kadar iyi annelik, annenin, bebekte henüz bulunmayan ben
işlevlerini uyandırması, uyarması ve bütünlemesidir. Örneğin, bebeğe
sezgisel olarak bakan anne, bebeğin temel ihtiyaçlannı karşılarken ye-
rinde ve yeterli doyum sağlayıcı ve haz verici yaşantılar sağlamanın
yanı sıra, bebeğin, acı, korku ve engellenme kaynaklarının kısa za-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 147

da farkına varmasına olanak sağlar, tç ruhsal olarak bu, bebekte, "!'


an haz verici duyguların ve tedrici olarak da bu yaşantılara bağlı iç l>
.'dış kaynaklı algıların güçlü bir şekilde pekiştirdiği çekirdek bir do-u
ve haz yaşantısının kurulduğu anlamına gelir. Bu çekirdekten te-y r
birleşmiş kendilik-anne imgesi oluşur ki bu da temel güveni belir-,
Temel güven, haz verici bir anne-çocuk ilişkisinin farkına vardasını
ve sonraları da bunun öncelenmesini içerir. Temel ben bozuklu
yeteri kadar güçlü, birleşmiş "tamamıyla iyi" bir kendilik nesne-•
im'gesi ya da "iyi iç nesne" oluşturma başarısızlığıdır.
Libidinal olarak belirlenmiş iyi kendilik nesnesi imgesi, aşırı en-
gellenmenin kaygı oluşturucu ve dağınıklık yaratıcı etkilerinin (ki
bunlardan "kötü", birleşmiş kendilik nesnesi imgeleri oluşur) şiddeti-
njn azaltılmasına ve yansızlaştırmasına olanak sağlar. Anneyle nor-
mal ilişki, bu iyi, içsel, birleşmiş kendilik nesnesi imgesinin oluşması-
na bağlı olmanın yanı sıra ayrıca bu imgeyi pekiştirir.
Ciddi engellenmeler ve bunun sonucunda saldırgan olarak belirlen-
miş "tamamıyla kötü" birleşmiş kendilik nesnesi imgelerinin hâkim
olması, bir sonraki gelişim evresi olan, kendiliğin, iyi kendilik nesne-
si imgesi alanında nesne bileşenlerinden tedrici olarak ayınlması üze-
rinde olumsuz etki yaratır. Jacobson'un da (1954b) belirttiği gibi, ilkel
ve tamamıyla iyi kendilik ve nesne imgelerinin, aşın engellenme ve
hiddete karşı korunma olarak savunma amaçlı yeniden birleşmesi, ge-
lişimin erken bebeklik evrelerinin ötesine uzandığı takdirde psikotik
bir özdeşleşmeyi oluşturan şeyin prototipidir.
Kendilik imgeleri, libidinal olarak belirlenmiş ben çekirdekleri ala-
nında ve daha sonra da saldırgan olarak belirlenmiş ben çekirdekleri
alanında nesne imgelerinden ayrıştığı takdirde, müstakbel psikotik
ben yapılarını psikotik olmayan ben yapılarından ayıran çok önemli
bir adım atılmış demektir. Bir sonraki adım, çelişkili (yani, libidinal
olarak belirlenmiş ve saldırgan olarak belirlenmiş) kendilik imgeleri-
nin tedrici olarak bütünleştirilmesidir ve nesne imgeleriyle -ki bu im-
geler de bütünleştirilir (yani, aynı dış nesnelerle ilintili iyi ve kötü
nesne temsilleri bütünleştirilir)- çevrili merkezi bir kendilik kristalize
olur. Bu aynı zamanda, çift değerliliğe tahammülün gelişmeye başla-
dığı noktadır. Böyle bir bütünleşme gerçekleştirildiğinde, bütünleş-
miş bir kendilik imgesi ya da kendilik kavramı, bütünleşmiş nesne
imgeleriyle ilişkidedir ve aynı zamanda anneyle ve çocuğu çevrele-
yen diğer insanlarla gerçek kişilerarası ilişkilerde yansıtma ve içe at-
ma mekanizmalan yoluyla hem kendilik kavramının hem de nesne
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 148

imgelerinin sürekli yeniden şekillendirilmesi ve yeniden teyit edilm si


söz konusudur.
Bütünleşmiş kendilik kavramı ve bununla bağlantılı bütünleşny
nesne temsilleri, en geniş anlamıyla ben kimliğini oluşturur. Öte ya
dan kararlı bir ben kimliği de, benin kararlılığı, bütünleşmesi ve e "
nekliğinin temel bir belirleyicisi haline gelir ve aynı zamanda üst dü"
zey üstben işlevlerinin (üstbenin soyutlanması, kişisizleştirilmesi v"
bireyselleştirilmesi) tam gelişimini etkiler.
Libidinal olarak belirlenmiş ve saldırgan olarak belirlenmiş kendi
lik ve nesne imgelerinin bütünleştirilememesi, psikotik olmayan ben
bozukluklarının temel nedenidir; bu da analiz edilebilirlikte sınırla,
malar getirir. Bu tür bir bütünleştirmenin olmayışı, saldırgan olarak
belirlenmiş kendilik ve nesne imgelerinin patolojik hâkimiyetinden
ve bununla bağlantılı olarak başlangıçta birleşmiş olan iyi kendilik
nesnesi imgesi etrafında yeterli ölçüde kuvvetli bir ben çekirdeğinin
oluşmamasından kaynaklanır. Ancak, kendilik imgelerinin nesne im-
gelerinden ayrıştınlmadığı durumlardan (psikozlardan) farklı olarak
genelde sınır durumlar olarak adlandırılan ben çarpıtması vakaların-
da, kendilik ve nesne imgeleri arasında, en azından sağlam ben sınır-
larının oluşmasına yetecek kadar ayrışma gerçekleşmiştir. Bu nokta-
da sorun, saldırgan olarak belirlenmiş kendilik ve nesne imgelerinin
ve savunmaya yönelik olarak idealleştirilmiş tamamıyla iyi kendilik
ve nesne imgelerinin aşırılığının, bütünleşmeyi imkânsız kılmasıdır.
Kendiliğin ve önem taşıyan başkalarının aşın derecede karşıt sevilen
ve nefret edilen imgelerinin bir araya getirilmesi, iyi iç ve dış nesne
ilişkileri için yarattığı zımni tehlike nedeniyle tahammül edilemeye-
cek ölçüde kaygı ve suçluluk duygusu tetikler; bu nedenle, bu çelişki-
li kendilik ve nesne imgelerinin aktif olarak savunma amaçlı ayrı tu-
tulması söz konusudur; diğer bir deyişle, ilkel çözme ya da bölme, te-
mel bir savunma işlemi haline gelir.
Kendilik ve nesne temsillerinin bütünleşmemesi, önceleri erken ge-
lişimin normal bir özelliğidir; ancak, daha sonra bu tür bütünleşme ek-
sikliği, aktif olarak çelişkili ben hallerini birbirinden ayn tutmak için
kullanılır. Bölme, çelişkili ben hallerinin aktif olarak savunma amaçlı
ayrı tutulmasına denir. Bölmeyle bağlantılı ilkel savunma işlemleri
(inkâr, ilkel idealleştirme, tümgüçlü olma, yansıtma ve yansıtmalı öz-
deşleşme), bölmeyi güçlü bir şekilde pekiştirir ve beni, gelişen bütün-
leşmesini feda etmek suretiyle sevgi ile nefret arasındaki dayanılmaz
çatışmalardan korur. Klinik açıdan, sınır bir hasta olacak çocuk, yakın
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 149

■ deki önem taşıyan başkalarıyla kaotik, çelişkili, oldukça en-çeV eS .


6
ve korkutucu olacak duygusal yaşantılar arasındaki duygusal gell ^ - rl
lan
aktif bir şekilde koparır ve anlık olarak yaşar. bağ dayanılmaz
çatışmaya karşı korumak için kullanılan bu ilkel ma işlemlerinin ve
bunlarla bağlantılı içselleştirilmiş nesne iliş— saVU. „atolojisinin
getirdiği bazı önemli yapısal sonuçlar vardır. Bi-• • i bütünleşmiş bir
kendilik kavramı gelişemez ve dış nesnelerle rin''. /cindeyken eylemde,
düşüncede ve hislerde bir süreklilik ger-İlestirme çabasıyla dış
nesnelere kronik aşırı bağımlılık meydana ?e.. gendilik kavramının
bütünleştirilememesi, kimlik dağınıklığı £ Hromunu belirler. İkincisi,
çelişkili karakter özellikleri gelişir; çe-r kili kendilik ve nesne
imgelerini temsil eden bu özellikler, müstak- hel sınır hastanın
kişilerarası ilişkilerinde daha da fazla kaos yaratır. üçüncüsü, üstben
bütünleşmesi de bundan olumsuz etkilenir, çünkü bütünleşmiş bir ben
kimliğinin yerine getireceği kılavuzluk işlevi mevcut değildir;
abartılmış, tamamıyla iyi ideal nesne imgeleri ile aşırı sadist,
tamamıyla kötü üstben öncülleri arasındaki çelişkiler, üstben
bütünleşmesi üzerinde olumsuz etki yaratır. Dolayısıyla, ben bütün-
leşmesini daha da kolaylaştıracak olan üstben işlevleri de mevcut de-
ğildir ve bu durum, üstben çekirdeklerinin paranoid eğilimler şeklinde
aşın yansıtılmasının getirdiği patolojik sonuçları pekiştirir. Dör-
düncüsü, bütünleşmiş nesne temsillerinin olmaması, kendi başlarına
bireyler olarak başkalarıyla eşduyumun derinleştirilmesi üzerinde
olumsuz etki yaratır; kendilik kavramının bütünleştirilememesi, başka
insanları duygusal açıdan tam olarak anlamak üzerinde daha da
olumsuz etki yaratır; sonuç, nesne kalıcılığı noksanlığı ya da bütün
nesne ilişkileri kuramamadır. Beşincisi, özgül olmayan ben gücü yön-
leri (kaygı tahammülü, itki denetimi, yüceltme potansiyeli), ben ve
üstben bütünleşmesinin zayıflığından dolayı zarar görür. Ben gücü,
içgüdüsel enerjinin yansızlaşmasına bağlıdır; bu yansızlaşma, temelde
libidinal ve saldırgan olarak türemiş kendilik ve nesne imgelerinin
bütünleşmesinde gerçekleşir.

3. Sınır Kişilik Örgütlenmesi Olan Hastaları Analiz Ederken Orta-


ya Çıkan Komplikasyonlar ve Bu Hastaların Tedavileriyle İlgili Tek-
nik Hususlar: Ben zayıflığı olan hastalarda, ilkel erken çatışmalar
bastırılmamıştır; çelişkili ilkel içerikler arasında bilinçli karşılıklı çö-
zülme, bastırmanın ve savunma ve itkilerin normal "direnç - içerik"
örgütlenmesinin yerini alır. İlkel malzemenin bilincinde olma, içgö-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 150

rüyü değil, bölme mekanizmalarının hâkimiyetini -nevrotik hastalar,


da görülen, bastırmayı merkez alan savunma kümelenmelerinden
farklı bir savunma kümelenmeleri dizisini- yansıtır.
Ayrıca, özgül olmayan ben gücü tezahürlerindeki eksiklik, tedavi
sırasında artan çatışma farkındalığı için gereken tahammül düzeyi üze.
rinde de olumsuz etki yaratır ve aşın eyleme koyma eğilimlerini kış-
kırtır.
Buna ek olarak, kendilik kavramında ayrışma ve nesnelerde birey-
selleşme ve ayrışma olmaması, şimdiki nesne ilişkilerinin geçmiş
nesne ilişkilerinden ayırt edilmesi üzerinde olumsuz etki yaratır. Ak-
tarım ve gerçeklik birbirine karışır; ayrıca, ilkel yansıtmanın yaygınlı-
ğından dolayı analist, aktarım nesnesinden ayırt edilemez. Üstelik
analisti kendi başına bütünleşmiş bir nesne olarak görme yetisinin ol-
mayışı ve kendilik ve nesne imgelerinin patolojik bir şekilde artmış
dönüşümlü yansıtılması (böylece aktanmda karşılıklı roller kolayca
yer değiştirir), aktarımda ben sınırlarını zayıflatır ve aktanm psikozu-
nun gerçekleşmesini kolaylaştırır.
Son olarak, terapi ilişkisi olağan yaşamın yerini kolayca alır, çünkü
doyum sağlayıcı ve korunmalı niteliği, hastanın ilkel patolojik ihti-
yaçlarına aktanmda ve eyleme koymada doyum sağlama arzusunu
daha da yoğunlaştınr.
Bu özet, sınır kişilik örgütlenmesinin tipik yapısını ve bu hastalarla
karşılaşılan tipik tedavi güçlüklerini yansıtmaktadır. Bazı yazarlar, bu
koşullarda standart bir psikanalizin yürütülebileceğini ve yürütülmesi
gerektiğini düşünürlerken, ben de dahil olmak üzere bazı yazarlar bu-
nu sorgulamaktadırlar. Ancak, bu hastalara ideal olarak uygun oldu-
ğunu düşündüğüm tedavi, dirençlerin ve aktarımın yorumlanmasını
ve analistin temel olarak yansız bir konuma sadık kalmasını özellikle
vurgulayan psikanalitik yönelimli bir çalışma tarzıdır.
Sınır hastalann psikanalitik psikoterapisi için şu teknik gereklilik-
leri önermiştim (3. Bölüm): 1) Tam oluşumsal yeniden kurma çabası-
na girişmeksizin, "şimdi ve burada" olumsuz aktarımın sistematik
olarak çalışılması; 2) bu hastaların, olumsuz aktarıma girdikçe savun-
ma kümelenmelerinin yorumlanması; 3) aktarımın eyleme koyulma-
sını önlemek için sınır koyma ve hastanın seans dışı yaşamını, analis-
tin yansızlığını korumak için gerekli olduğu ölçüde yapılandırma; 4)
terapide işbirliğinin yavaş yavaş gelişmesini desteklemek üzere
olumlu aktanmın daha az ilkel olarak belirlenmiş olup mutlak olma-
yan yönlerinin yorumlanmaması.
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 151

Atıaliz Edilebilirliğin İyileştiği ya da Kötüleştiği Bazı Koşullar: '


kişilik örgütlenmesinin ciddi ben çarpıtmaları bağlamında psi-S"1 ,-z
jçjn seyrin iyileşmesi ya da kötüleşmesi, sınır kişilik örgütlenil11 . ;
jjarmaşıklaştıran ve büyük ölçüde içselleştirilmiş nesne ilişki- Ilıe. :n
gjc değişimlerine bağlı olan (4., 8., 9. Bölümler) yapısal gelişmelere
bağlıdır.
<3ınir hasta, belli bir düzeyde üstben bütünleştirmesi, soyutlaması
jûşisizleştirmesi gerçekleştirmişse, üstben, bir bütün olarak ben
h'tünleşmesini destekleyen işlevleri yerine getirebilecek kadar güçlü
labüir ve böylece kendilik kavramındaki bütünleşme yokluğunu
ekimlik dağınıklığını) telafi edebilir. Bazı çocuksu kişilikler, şaşıla-
k derecede iyi içselleştirilmiş değer sistemleri, kendi ihtiyaçlarının
,0yUmu ötesinde ahlaki, mesleki ve/veya sanatsal değerlerle özdeş-
leşme yetisi ve bu değerler, meslekler ya da sanatları ele alışlarında
kişisel dürüstlük geliştirmişlerdir. Böyle bir gelişmenin meydana gel-
mesi açısından yüksek zekâ ve özel kabiliyetler yardımcı unsurlar ol-
makla birlikte, en önemli nokta, ileri üstben yapılarının gelişiminin
zirvesinde (4 ila 6 yaşlan civarında ve/veya ergenlik boyunca), tama-
mıyla ilkel çatışmaları tarafından denetlenmemiş olan ve bazı gerçek-
çi üstben talep ve yasaklarının daha uyumlu bir bütünleşmesine ola-
nak sağlamış olan nesne ilişkilerinin mevcudiyeti gibi görünmektedir.
Olağan anlamlarında namuslu olma ve dürüstlük, bazı çocuksu kişi-
liklerde ve bazı diğer sınır kişilik yapılarının değiştirilmemiş bir psi-
kanalitik çalışmadan geçmelerine olanak sağlayan seyir açısından de-
ğerli faktörlerdir.
Sınır kişilik örgütlenmesinde seyir açısından olumsuz bir gelişme,
"tamamıyla iyi" kendilik imgelerinin erken ideal kendilik imgeleri ve
erken ideal nesne imgeleriyle patolojik olarak birleşmesidir. İçselleş-
tirilmiş nesne ilişkilerinin tüm "iyi" yönlerinin patolojik birleşmesi,
gerçekçi bazı koşullarla desteklendiği takdirde (alışılmadık bir kabili-
yet, fiziksek güzellik ya da zekâ gibi), kristalize olarak idealleştiril-
miş, pek gerçekçi olmayan bir kendilik kavramı haline gelir; bu ken-
dilik kavramı, gerçeklikle pekişebilir ve paradoksal bir şekilde, "özel"
bir kişi olmaya gerçeklik açısından daha iyi uyum sağlamayı destek-
ler. Bu gelişim, narsisist kişiliği karakterize eder (8., 9. Bölümler). Bu
koşullar altında sosyal işleyiş oldukça iyileşebilir, ancak bunun bede-
li, kendilik ile ben ideali arasındaki normal ayırımın (dolayısıyla, da-
ha önemli bir üstben yapısının) yitirilmesidir. Narsisist kişiliklerde
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 152

ciddi üstben eksiklikleri tipiktir ve analiz edilebilirliklerini tenlik


atar. ^e
İdealleştirilmiş kendilik kavramının, kendiliğin değersizleştirjı kötü
yönlerini inkâr etmek ve yansıtmak için ilkel savunma işlem] n' nin
daha da şiddetli canlanmasını gerektirdiğini söylemeye bile »e n~
yoktur; böylece bu savunmalar, kendilik kavramını gerçekçi ola u
bütünleştirme eksikliğini daim kılar. Ancak, yüzeysel işleyişteki d
zelme, altta yatan psikopatolojinin ciddiyetini gizleyebilir ve narsis' >~
kişilikler hiçbir değişiklik olmadan yıllarca psikanalizden geçebiH ler.
Başka bir yazımda, bu hastaların yine de psikanalizle tedavi edil
meleri gerektiğini belirttim ve analizleri ile ilgili özel teknik gerekli
likleri vurguladım (8. Bölüm).
Hem psikanaliz hem de psikanalitik psikoterapi için seyri kötüleş-
tiren özellikle olumsuz bir gelişim, sınır hastaların karakter yapıların,
da, oldukça sadist türden ilkel üstben öncülleri ile özdeşleşmenin ge-
lişmesidir. Bu koşullar altında, ben yapısında ilkel yıkıcılık ve kendine
yönelik yıkıcılık gelişir, üstben tarafından tasvip edilir ve bu hastaların
ruhsal hayatlarını olduğu kadar fiziksel hayatlarını da ciddi bir
biçimde tehdit edebilen koşullarda saldırgan itkilerin doğrudan dışa
vurulmasına izin verir. Başlangıçta ilkel, genital dönem öncesi saldır-
ganlığı dışa vuran kendine yönelik yıkım, bir ben ideali haline gelebi-
lir ve hastanın engellenmeden ve acı çekmekten (acı çekme artık kendi
başına haz alınır bir şey olmuştur) korkmasına mahal bırakmadı-
ğından tümgüçlü olma hissine doyum sağlayabilir. Böyle bir saldıı-
ganlık, yalnızca rasgele yıkıcılık ile değil, aynı zamanda hastanın do-
yumu (ve iyileşmesi) için bağlı olduğu kişilere karşı seçici yıkıcılık
ile dışa vurulur. Dolayısıyla, hasta, özellikle bağlı olduğu kişilere ha-
set duyar, çünkü bu nesnelerin iç sevgi duygulan vardır ve hatta hasta
da dahil olmak üzere başkalarının da bu iyiliğe sahip olmalarını iste-
mektedirler. Bu hastalar, saldırganla özdeşleşmenin seyir açısından en
kötü türünü sergilerler (4. Bölüm).

TEDAVİYLE İLGİLİ DİĞER HUSUSLAR


1. Aktarımın Yorumlanması, Gerileme ve Yeniden Kurma: Şimdi
bu hastaların tedavisinin şu yönlerini vurgulamak istiyorum: Birincisi,
ben zayıflığının, benin sağlam bir savunma örgütlenmesi olmadığı
anlamına gelmeyip oldukça katı bir ilkel savunma kümelenmesinin
çok aktif bir mevcudiyetini temsil ettiği akılda tutulmalıdır; bu savun-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 153

etkileriyle ben zayıflığını oluşturmaya ve bunu sürdürmeye !"'


ı'da bulunurlar. İkincisi, üst düzey savunmaları pekiştirmeye ya KJ>1
ctanın uyumunu doğrudan desteklemeye çalışmak yerine, bu il-d a
vunma işlemlerinin -özellikle de aktarıma girdikçe- tutarlı bir
1de yorumlanmasında yarar vardır, çünkü bu savunmaların yo-
1 anması, ben gelişiminin kaldığı yerden devam etmesine ve üst
rU
- v savunma işlemlerinin alt düzey savunma işlemlerinin yerini al-
ma olanak sağlar. Üçüncüsü, yorumlar öyle formüle edilmelidir ^
hastanın analistin müdahalesini çarpıttığı durumlar eşzamanlı ve
■'ternatik olarak incelenebilmen ve hastanın şimdiki gerçekliği, özel-
rkle de seans sırasındaki algılamalarını çarpıtması sistematik bir se-
kide açıklığa kavuşturulabilmelidir. Bu açıklığa kavuşturma, telkin,
k.1 verme ya da analistin kişisel şeylerini hastaya söylemesi değil,
listin, hastanın "şimdi ve burada" etkileşimi nasıl yorumladığını
arsaymak yerine, hastayla arasındaki "şimdi ve burada" etkileşimi
nasıl gördüğünü net bir şekilde açıklamasıdır. Dolayısıyla, algılama-
ların ve hastanın yoruma karşı tutumunun açıklığa kavuşturulması,
aktarıma girdikçe ilkel savunma kümelenmesini sistematik olarak
analiz etmeye çalışan temel olarak yorumlayıcı bir yaklaşımın önemli
bir bileşenidir.
Çoğu zaman, sınır hastaların tedavisinin ileri aşamalarında, hasta-
ların daha önce bahsetmiş oldukları travmatik koşullar gerçek olma-
masına karşın, daha önce hiç bilincine varmamış oldukları başka, son
derece gerçek, kronik olarak travmatize edici ebeveyn-çocuk etkile-
şimlerinin var olduğu ortaya çıkar. En zarar verici etkilerin, hastanın
doğal gibi gördüğü etkiler olduğu ve hastanın, bu etkilerin yokluğu-
nu, çoğu zaman hayatta şaşırtıcı bir şekilde yeni perspektiflerin açıl-
ması olarak yaşadığı görülür. Aşağıdaki vaka, sınır bir hastanın şim-
diki gerçekliği çarpıtması ile aktarımda geçmişi çarpıtması arasındaki
ilişkiye ve hastanın seanslar sırasında algılamalarını açıklığa kavuş-
turmanın gerekliliğine bir örnektir.
Bir hasta, her iki ebeveynle de yakın fiziksel teması olduğunu
anımsadı; bu, onun zihninde, aile tarafından paylaşılan bir orji anla-
mına geliyordu. Yavaş yavaş, bu anıların hayali niteliğinin farkına
vardı, ancak daha sonra çok sıradan göründüğü için anlatmamış oldu-
ğu yaşantılarını hatırladı. Analist, hastanın belli bir sözel ya da sözel
olmayan iletişimini anlamadığını her belirttiğinde hasta öfkeli bir bi-
çimde tepki gösteriyordu. Hasta analiste inanmıyordu; analistin ger-
çekte düşüncelerini okuyabildiğini ve hastayı öfkelendirmek istediği
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 154

için okuyamıyormuş gibi yaptığını düşünüyordu. Analistin z{u .


okuyabileceği varsayımını tutarlı bir şekilde açımladıktan sonra "*'
nesinin gerçekten de hastanın zihnini okuyabileceğini söylediği nj u"1'
tırladı. Hasta, kendisine yanlış gelen yorumları reddedişini annes' l~
başkaldırı olarak yaşıyordu. Annenin zımnen tümgüçlü oluşunun le
dist mütecavizliğinin, hastanın çocukluk ve ergenlik sırasında bö vı "
bir iletişim stilini pasif bir şekilde kabullenmesinin ve bu örüntü
-ikincil olarak tümgüçlü bir şekilde kullanmasının, çocukluğunun » e "
çek, oldukça travmatik yönlerini yansıttığı ortaya çıktı. EbeveynlA "
yali yaşantıların -ve bu yaşantılara karşı savunmaların- aktarımda de"
rinlemesine çalışılmasından sonra hasta, terapi ilişkisinin daha g er
çekçi yönlerini algılayabiliyordu. Daha önce kendisine doğal görn
nen, ebeveyniyle gerçek, patolojik etkileşimlerinin farkına vardı.
Bu gözlemden çıkan ve vurgulamak istediğim sonuçlar, bu hasta-
nın gerçekliği değerlendirme yetisindeki bozulmanın çift katmanlı bir
aktarım olgusuna bağlı olduğudur: a) Erken ben bozulmalanyla bağ-
lantılı hayali içselleştirilmiş nesne ilişkilerini yansıtan oldukça çarpı-
tılmış (bazen neredeyse psikotik bir niteliğe sahip olan) aktarım ve b)
gerçek yaşantılarla -oldukça uygunsuz ebeveyn/çocuk ilişkileri- bağ-
lantılı daha "gerçekçi" aktarım.
İlkel savunma işlemlerinin terapi ilişkisinde harekete geçtikçe yo-
rumlanması, hastanın psikolojik işleyişinde o denli çabuk ve etkileyi-
ci bir iyileştirme meydana getirebilir ki, böyle bir yöntem, sınır hasta-
lan psikotik hastalardan ayırt etmeye çalışırken tanısal süreçte de kul-
lanılabilir. İlkel savunma işlemlerinin sistematik olarak incelenmesi
-bölme mekanizmalarının seanslar sırasında yorumlanması gibi-, sınır
hastanın işleyişini hemen iyileştirirken, psikotik hastada ise görünür
psikotik semptomatolojide daha da gerileme meydana getirir. Aşağı-
daki vakalar, tanısal süreçte bu tür iyileşme ya da gerilemeye örnek
teşkil etmektedir:
Hastanede, yirmi yaşlarında, sakar ve neredeyse tuhaf davranış
gösteren, çocuksu yapmacık hareketleri, duygusal patlamaları, intihar
düşünceleri olan ve sosyal ilişkilerinde ve okul basanlarında bir çök-
me yaşayan bir üniversite öğrencisi kızı muayene ettim. İlk tanı histe-
rik kişilikti. Sosyal ve politik konularla çok ilgiliydi, hastanede olma-
sı gerektiği için yakınıyordu, ama aynı zamanda intihar fantezilerin-
den konuşurken tamamıyla kayıtsız bir tutum sergiliyor, uykulu ya da
ilaç almış gibi davranıyor, görüşmelerden sıkıldığını açıkça gösteriyor
ve kendiyle ilgili olarak zihnini toplayamamaktan şikâyet ediyor-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 155

Ona, kendiyle ilgili tasalarını sosyal ve politik ortama kaydırdığı-


^ örüşmeciyi küçük gördüğünü ifade ettiğini, kendi için başkalarını 0l'
mluluk üstlenmeye zorlayan kaotik, umursamaz davranıştan ken- S°
1e ilgili tasayı ayrı tutmak suretiyle kendi sorumluluğunu üstlen-
kten etkili bir biçimde kaçındığını belirttim. 111 Teknik terimlerle,
benimle "şimdi ve burada" etkileşiminde görün-A-PÜ şekliyle ilkel
savunma işlemlerini (bölme, inkâr, tümgüçlü olma
jgğersizleştirme) yorumladım. Görüşmeler sırasında hasta, nere-
vSe psikotik bir görünüşten, oldukça kaygılı olmakla birlikte nispe-
düşünceli, kavrayışlı bir nevrotik bir hasta görünüşüne geçti. Son
sınır özellikleri olan çocuksu kişilikti.
Buna karşılık, yirmi yaşlarında, yine bekâr ve ilk tanısı -muhte-
melen sınır bir düzeyde işlev gören- takıntılı-zorlantılı nevroz olan bir
başka üniversite öğrencisini muayene ettim. Tüm etkileşim, oldukça
teorik, felsefi konularla doluydu ve daha kişisel, duygusal malzemeyi
inceleme gayretleri, yalnızca yorumların soyutluğunu artırıyordu.
Hastaya, kuramsallaştırmasının kaçınma işlevini yorumlamaya
çalıştım ve teorik, felsefi terimlerle ifade ettiği bazı duygusal ya-
şantıları açımladım. Ayrıca ona bu yaşantıların doğrudan, kişisel etki-
sinin çok mu fazla olduğunu, kuramsallaştırmasının ona mesafe ve
emniyet sağlayıp sağlamadığını sordum. Örneğin, bir erkek arkada-
şıyla ilişkisindeki mutsuzluğu açımlarken, suçluluk duygusu üzerine
dini kuramlardan bahsetmişti; ona bu ilişkiyle ilgili olarak duymuş
olabileceği suçluluk duygularını açımlamanın zor olup olmadığını
sordum. Hastayı savunma manevralanyla yüzleştirdikçe, daha da ra-
hatsız oldu, açıkça güvensizlik duymaya başladı ve söylemi daha da
soyutlaştı. Görüşmelerin sonuna doğru, biçimsel düşünce bozukluğu
olduğuna dair doğrudan kanıt vardı ve şizofren tepki tanısı sonunda
teyit edildi.
Bu gözlemlerden çıkan vurgulamak istediğim sonuçlar şunlar: 1)
Sınır hastalarda ağırlıklı savunma işlemlerinin yorumlanması ben iş-
leyişini kuvvetlendirirken, psikotik hastalara aynı yaklaşım daha da
fazla gerilemeye neden olabilir; 2) gerçekliği değerlendirme yetisi,
savunma işlemlerinin etkililiği ve o andaki kişilerarası etkileşim ara-
sında yakın bir ilişki vardır.
Bu savunma işlemlerinin yorumlanmasının, psikotik hastalarda ge-
rilemeyi artırması, psikotik hastalarla yorumlayıcı bir yaklaşımın kul-
lanılmaması gerektiği anlamına gelmemektedir; ancak bu tür yakla-
şımlar, analitik teknikte, hem değiştirilmemiş psikanalizi, hem de sı-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 156

nır hastalar için tavsiye edilen değiştirilmiş yaklaşımı kontr eden


özel değişiklikler gerektirirler. Kendilik ve nesne imgele "^e sındaki
sınırların netliğinin yitirildiği ve sonrasında ben siniri' ^ yitirildiği
psikotik hasta da bölme ve diğer bununla ilintili ilkel s ^^ ma
işlemlerini kullanır; ancak bu işlemleri, tehdit edici ilkel teh.ljıj11'1' olan
tamamıyla yutulma ya da ben dağılması karşısında yüzey s i uyumu
sürdürmek için kullanır. Psikotik hastanın sorunu, yajn 'r nefret ve
sevgiyi birbirinden tamamıyla ayırmak değil, farkına var(f? her
duygu artışından kaçınmaktır, çünkü herhangi bir duygusal iij *3l nin
şiddeti, başlı başına kendilik ve nesne imgelerinin yeniden bir] '"
meşini tetikleyebilir. Dolayısıyla, psikotik hastanın ilkel savunma '§~
lemlerinin yorumlanması, gerçekliği değerlendirme yetisinin daha t
fazla yitirilmesine ve daha fazla psikotik gerilemeye neden olabilir 8
İlkel savunma işlemleri ve özellikle de duygusal farkındalığm t.
mamıyla dağılmasına yol açan bölme ve yansıtmanın patolojik biçin"
leri, psikotik hastanın nazik sosyal uyumunu korur: Böylece altta y<>
tan kendilik nesnesi ayırımı yokluğu gizlenir. Psikotik hastalarla yo.
ğun psikoterapi, bu kendilik nesnesi birleşmesini öne çıkanr ve sınır
koşullarda gereken terapi yaklaşımından farklı bir yaklaşım gerektirir
Psikotik, özellikle de şizofren hastalarla yoğun psikoterapi, terapim
tin, hastanın aktarımdaki birleşme yaşantılarının tetiklediği güçlü karşı
aktarım tepkilerine tahammül edebilmesini gerektirir. Terapist kendi
karşı aktarım yaşantılarını, hastanın yaşantısını anlamak, hastaya
anladığı şeyi sözel olarak iletmek ve bu iletişimlerde yavaş yavaş
hastanın yaşantılarıyla terapistin gerçekliği arasında ve hastanın geç-
mişi ile aktarımda şimdiki zaman arasındaki zımni farklılıkları açım-
lamak üzere maksimal derecede kullanmak zorundadır. Buna karşılık,
sınır hastalarla çalışan terapist, kendilik ve nesne imgelerinin dönü-
şümlü olarak yansıtılmasına ve dolayısıyla hasta terapistle olan etkile-
şimlerini yaşarken "içeride" olanla "dışarıda" olan arasındaki sınırın
bulanıklaşmasına büyük katkıda bulunan ilkel yansıtma mekanizma-
larını, özellikle de yansıtmalı özdeşleşmeyi yorumlamak durumunda-
dır. Terapist, temel olarak yansız bir tutumu korurken, aktarımın eyle-
me koyulmasını ve sınır koşulların aktarımında ilkel duygusal ihti-
yaçların aşırı derecede doyuma ulaşmasını denetlemelidir.
Aşağıdaki yorumlar, özgül olarak sınır hastalarla ilgilidir. Akta-
rımda canlanan içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ilkel düzeyinin de-
rinlemesine çalışılması, yavaş yavaş aktarımda üst düzey, daha ger-
çekçi ve gerçek çocukluk yaşantılarıyla bağlantılı içselleştirilmiş nes-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 157

■içkilerinin hâkimiyetine doğru bir kayışa olanak sağlar. Çarpıtıl-


fle '. n işlevlerinde bir iyileşme gerçekleştirebilmek için belli bir
^'v da nasta, hayatın kendisine erken yıllarında verdiği şeylerin çok
110
eic ciddi kısıtlamalarıyla uzlaşmalıdır. Burada, fiziksel ve psiko-
gerçe
özürlerle uzlaşma konusu aynı noktada birleşmektedir. Sınır
'^ talar için sonunda yaşamın ilk dönemlerindeki başarısızlıkla uz-
mak, muhtemelen doğuştan ya da erken dönemde belirlenen fizik-ı
özürlü hastaların bu özürleri kabullenmeleri, yasını tutmalan ve S
özürlerle uzlaşmaları kadar zordur. Sınır hastalann, yavaş yavaş
beveynlerinin kendileriyle ilgili olarak nasıl başarısız olduklarının f
rkına varmaları gerekir - tedaviye başladığında hastanın fantezilerde
mevcut bulunan çarpıtılmış, canavar şekillerde değil, basit insani
yollar olan sevgi alma ve verme ve bebek ya da çocuğun sorunu ol-
duğunda onu avutma, anlama ve sezgisel olarak bir yardım eli uzat-
mada nasıl başarısız olduklarını. Sınır hastalar, ebeveynleriyle geç-
miş ilişkilerinin mükemmeliyeti konusundaki oldukça idealleştirilmiş
ve gerçekçi olmayan bir biçimde koruyucu fantezilerden vazgeçmesi-
ni de öğrenmek zorundadırlar; bu hastalar için, ebeveynlerinden ger-
çekten ayrılmak, nevrotik hastalar için olduğundan çok daha zor ve
korkutucu bir manzaradır. Bu hastalar, aynı zamanda buna karşılık
gelen aktarımdaki idealleştirmeler ve sihirli beklentileri de derinle-
mesine çalışmak ve analisti gerçekçi olarak sınırlı bir insan olarak ka-
bul etmeyi Öğrenmek zorundadırlar. Bu acı verici öğrenme süreci,
teknik parametrelerinin nihai analizi yoluyla ya da tedavi ortamında
teknik değişikliklerini ve analistin bunları neden kullandığını gerçek-
çi olarak incelemek suretiyle gerçekleşir. Kişinin geçmişindeki ciddi
özürleri kabul etmesi, yas tutma ve bu yası derinlemesine çalışma,
yalnızlığı kabul etme ve başkalarının, hastanın hiçbir zaman tam ola-
rak telafi edemeyeceği bir şeye sahip olabileceklerini gerçekçi bir bi-
çimde kabullenme yetisini gerektirir. Umulan odur ki, bu yeti tedavi
boyunca gelişsin; ancak bu gelişimin ne ölçüde gerçekleşeceğini ön-
ceden bilmek zordur.

2. Aktarım Psikozu: Daha önce, kendilik kavramının aynştırılama-


masmın ve nesnelerin aynştırılamaması ve bireyselleştirilememesi-
nin, şimdiki nesne ilişkilerini geçmiş nesne ilişkilerinden ayırma üze-
rinde olumsuz etki yarattığını ve aktarım psikozunun gelişmesine kat-
kıda bulunduğunu söylemiştim. Aktarım psikozu, sınır kişilik örgüt-
lenmesi olan hastalann tedavisinde karakteristik bir komplikasyon-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 158

dur. Sınır hastaların geliştirdikleri aktanm psikozu ile yoğun t H


deki psikotik hastaların psikotik aktanm özellikleri arasında be ^'l*
2er
likler ve farklılıklar vardır. -
Sınır ve psikotik hastalarda aktarım psikozunun benzerlikleri
lardır: 1) Her ikisinde de, aktanm ortamında gerçekliği değerle H-n~
me yetisi yitimi ve terapisti içeren hezeyan düşüncelerinin gelism ^
vardır; seanslar sırasında halüsinasyon ya da sahte halüsinasyon 6S'
şantıları gelişebilir. 2) Her ikisinde de, aktarımda hayali nitelikli ili/
nesne ilişkileri hâkimdir; bu ilişkiler birden çok kendilik imgesi
birden çok nesne imgesiyle, yani, aktarım nevrozuna özgü ikili ve ,C
dipal-üçgen ilişkilere oranla zihnin daha derin bir katmanını tem 'î
eden içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ilk katmanlannı yansıtan fa
tezi yapılarıyla karakterize olur. Bu, daha az hasta kişilerin aktan
nevrozunda, bütünleşmiş bir ben ve üstben bağlamında daha sonrak'
ve daha gerçekçi içselleştirilmiş kendilik ve nesne ilişkilerinin -k-
ebeveynle daha gerçekçi geçmiş etkileşimleri yansıtır- hâkim olma-
sından farklıdır. 3) Sınır ve psikotik hastalarda, aktanmda ilkel ve bo-
ğucu duygusal tepkiler ve terapistten farklı bir kimliği olma duygusu_
nun yitimi meydana gelir.
Sınır hastalann aktanm psikozu ile yoğun psikoterapi gören psiko-
tik, özellikle de şizofren hastaların psikotik aktanmı arasındaki fark-
lar şunlardır:
1) Sınır hastalarda, gerçekliği değerlendirme yetisinin yitimi, has-
tanın tedavi ortamı dışındaki hayatını çarpıcı bir şekilde etkilemez; bu
hastalar, günler ya da aylar süren bir süre boyunca tedavi saatleri sıra-
sında, seans dışında göstermedikleri hezeyan fikirleri ve psikotik dav-
ranış geliştirebilir. Ayrıca, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların
aktarım psikozu, anlatmış olduğum tedaviye çarpıcı bir biçimde ce-
vap verir. Buna karşılık, şizofren hastalann psikotik aktarımı, genel
bir gerçekliği değerlendirme yetisi yitimini ve tedavi saatleri dışında
hayatlarında psikotik düşünce, davranış ve duygunun ifade edilişini
yansıtır. Şizofren hastanın baştaki kopukluğu, seanslar sırasında, ge-
nelde tedavi saatleri dışındaki psikotik davranışından önemli ölçüde
farklı olmayan psikotik davranışında yansır. Psikotik hastaların, tera-
pistle diğer tüm etkileşimlerden ayrılan özel ve yoğun bir duygusal
ilişki geliştirmesi uzun zaman alabilir: Sonunda bu ilişki kurulduğun-
da, psikotik aktanm, sınır hastaların aktanmından özel bir şekilde
farklı olur; şimdi bunu inceleyelim.
2) Psikotik hastaların, özellikle de psikotik aktarımlarının daha ile-
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 159

.«ifnalarında, kendilerini terapistle ortak bir kimlik olarak hissettik- 11


'•' birleşme yaşantıları olur. Sınır hastalardan farklı olarak, aktanm-A
ki bu kimlik karışıklığı, kendilik ve nesne imgelerinin hızla gidip leI1
yansıtmışlarından (ki böyle bir durumda, hasta ve terapistin hız-f gidip
gelen bir biçimde karşılıklı roller canlandırdıkları nesne iliş-t-ıerj
harekete geçer) kaynaklanmaz, kendilik ve nesne imgelerinin niden
birleşmesiyle kendilik ile kendilik olmayan arasındaki ayırı-in artık
geçerli olmamasının bir sonucudur: Bu durum, ortakyaşam-1 kendilik
nesnesi birleşmesinin daha ilkel bir safhasına geriledikleri yansıtır.
Sınır hastalar, aktarım psikozu sırasında dahi terapistle kendileri
arasında bir tür sınır yaşarlar: Sanki hasta, her an terapistten farklı bir
varlık olduğu hissini muhafaza etmektedir, ancak bu duru-ffla
kendisiyle terapistin kişiliklerinin yönlerini aralarında değiş tokuş
etmeleri eşlik etmektedir. Buna karşılık psikotik hastalar, kendilerini
terapistle her an tek bir varlık olarak yaşarlar; ancak, bu "tek"liğin
niteliği korkutucu, tehlikeli ham bir saldırganlık ve iç içe girmiş bir
yutulma (kimin yuttuğu ve kimin yutulduğu ayırt edilmeden) yaşantı-
sından, yüce, mistik bir "tek"lik, iyilik ve sevgi yaşantısına değişir.
Kısacası, sınır ve psikotik hastaların psikotik aktarımlarında, ben sı-
nırlarının yitimi, gerçekliği değerlendirme yetisi yitimi ve hezeyan
oluşumunu belirleyen altta yatan mekanizmalar farklıdır.

ŞİZOFRENİYLE SINIR KOŞULLARIN AYIRICI TANISI


Hastayı değerlendirmemizin ilk safhalarında, çoğu zaman sınır du-
rumlarla şizofreni arasında dikkatli bir ayırıcı tanı yapma göreviyle
karşılaşırız. Bu iki durumun seyir ve tedavisindeki farklılıklar nede-
niyle böyle bir ayırıcı tanı yapmak önemlidir: Yoğun psikanalitik yö-
nelimli bir psikoterapiyle oldukça yapılandırılmış bir hastane ortamı
programını birleştiren -birçok vakada tedavinin ilk safhasında, bazı
vakalar içinse daha uzun dönemler boyunca- özel olarak tasarlanmış
bir tedavi programıyla, sınır hastaların seyri konusunda daha iyimser
oldum. Buna karşılık, kronik şizofren hastaların seyri tabii ki her za-
man kötüdür.
Şizofreniyi sınır koşullardan ayırmada göz önünde bulundurulması
gereken iki temel husus, gerçekliği değerlendirme yetisi ve aktarım
psikozudur. Aktarım psikozunu daha önce ele aldığımdan, şimdi yal-
nızca gerçekliği değerlendirme yetisinden bahsedeceğim.
Bir hasta, hastaneye biçimsel düşünce bozukluğu, halüsinasyon ve
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 160

hezeyan, tuhaf davranış ve duygu ile düşünce içeriği, duygu ve d niş


arasındaki bağlantının bütünlüğünün bozulmasının söz konus ^ duğu
kronik tezahürleri içeren tipik bir hikâyeyle gelirse, tanı gen ?^
şizofren tepkidir. Ancak, kişilerarası ilişkilerinde ciddi, kronik bo
malar ve kaotik bir sosyal yaşamla gelen ve ayakta tedavi temel'
psikanaliz ya da yoğun psikanalitik psikoterapiden geçen birçok s
hasta, geçici psikotik tepkiler geliştirmiş olabilirler ve bunlar da si? l*
reni sorusunu akla getirir. Ayrıca, uzun bir süre boyunca yoğun i]
tedavisi uygulanmış olan ya da kişilerarası ilişkilerden kronik olar l
geri çekilerek sosyal olarak kararlı hale gelmiş (bu sırada bazı yaW r,
mekanik iş ortamlarında nispeten uygun bir biçimde işlev gören) sm '
ve şizofren hastalar bu ayırıcı tanıyı gerektirirler.
Daha önce, hem sınır hem de psikotik hastalarda patolojik içselle*
tirilmiş nesne ilişkilerinin ve ilkel savunma işlemlerinin hâkim oldu
ğunu (ki bu iki hasta kategorisini daha az rahatsız nevrotik durumlar-
dan ve karakter durumlarından ayırır), buna karşılık sınır hastalarda
bu ilkel savunma işlemlerinin işlevlerinin, şizofrenide olduğundan
farklı olduğunu belirtmiştim. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar-
da, bu ilkel işlemler (özellikle de bölme, yansıtmalı özdeşleşme, ilkel
idealleştirme, tümgüçlü olma, inkâr ve değersizleştirme), hastaları
yoğun çift değerlilikten ve tüm sevgi ilişkilerinin nefretle kirlenme-
sinden ve bozulmasından duyduğu korkudan korur. Buna karşılık şi-
zofren hastalarda, bu savunma işlemleri ve özellikle de (iç ruhsal ya-
şantılarının ve kişilerarası ilişkilerinin genelleşmiş bir parçalanması-
na yol açan) bölme mekanizmalarının patolojik gelişimi, hastayı,
(kendilik ve nesne imgeleri arasında bir ayırım yokluğunu yansıtan)
ben sınırlarının tamamıyla yitirilmesinden ve dehşet verici başkala-
rıyla birleşme yaşantılarından korur.
Klinik olarak, bu formülasyonlardan çıkan sonuç şudur: Sınır has-
talarda ağırlıklı savunma işlemlerinin yorumlanması, ben işleyişini
güçlendirme ve gerçekliği değerlendirme yetisini artırma eğilimin-
deyken, aynı yaklaşım psikotik hastalarda (altta yatan, kendilik ile
kendilik olmayan arasındaki ayırım yokluğunu açığa çıkarmak sure-
tiyle) daha da fazla gerileme meydana getirebilir. Daha önce de belirt-
tiğim gibi, bu ilkel savunma işlemlerinin yorumlanması, şizofren has-
talarda psikotik gerilemeyi artırabilir, ancak bu, psikanalitik ya da an-
latımsal bir yaklaşımın denenmemesi gerektiği anlamına gelmemek-
tedir. Aktarımda ilkel savunmaların yorumlanmasının gerileme etkisi,
kısa süreli bir etkidir; uzun vadede psikotik hastalarla yoğun psika-
AYIRICI TANİ VE TEDAVİ I 161

• -y- psikoterapi, kendiliği kendilik olmayandan ayırma yetisini ge~


biür ve ben sınırlarını güçlendirebilir.
ilkel savunma işlemleri yorumlandığında şizofren has-
da meydana gelen aşırı dağınıklıktaki geçici artış, klinisyene bu
falan, aktarımda ilkel savunma işlemleri yorumlandığında o anda-
fra reyişlerinde, özellikle de gerçekliği değerlendirme yetilerinde iyi-
İe eğilimi gösteren sınır durumlardan ayırt etme olanağı sağlar.
tikte, bu yaklaşım, sınır durumlarla şizofren tepki arasında ayırıcı
gerektiren hastalarla yapılan tanısal görüşmelerin, savunma iş-
lilerinin bu şekilde değerlendirilebileceği şekilde yapılandırılması
gerektiği anlamına gelir.
Tabii tanısal görüşmelerde önce, biçimsel düşünce bozukluğu, ha-
lisinasyon ve/veya hezeyan olup olmadığını açımlamak önemlidir;
bunlar varsa, hastanın psikotik olduğunu teyit eder. Görüşmeler, bi-
çimsel düşünce bozukluğu ya da kesinkes halüsinasyon ya da heze-
van ortaya çıkarmazsa, o zaman hastanın, görüşmelerin kişilerarası
ortamı bağlamında uygunsuz ya da tuhaf bir niteliğe sahip olabilecek
düşünce, duygu ve davranışının daha incelikli yönleri üzerinde duru-
rum- Hastayı davranışının, duygusunun ya da düşünce içeriğinin böy-
le incelikli uygunsuz ya da tuhaf yönleriyle yüzleştirmek genelde
kaygı yaratır. Ancak, becerikli ve saygılı bir biçimde yapıldığında ve
davranışının bu yönünün "şimdi ve burada" görüşmeci ile ilişki üze-
rindeki akıl karıştırıcı, sekteye uğratıcı ya da çarpıtıcı etkisini açıklığa
kavuşturma çabası gösterildiğinde, bu yüzleştirme hastaya anlamlı
destek için bir fırsat sağlayabilir.
Görüşmeci, böyle bir yaklaşımı izleyerek, gerçekte, görüşmecinin
eşduyumlu olarak ulaşmaya çalıştığı hastanın iç ruhsal hayatıyla has-
ta ile terapist arasındaki sosyal ilişkinin temsil ettiği dış gerçeklik ara-
sında bir sınır işlevi gerçekleştirir. Bu yaklaşım şunlardan farklıdır: 1)
şizofreni tanısı koymak üzere klasik ve betimleyici bir yalıtık semp-
tom arayışı ve 2) hastanın, bu yaşantının gerçekliğini değerlendirme
yetisini muhafaza edip edemeyeceğine bakmaksızın hastanın ruhiçi
yaşantısıyla eşduyum kurma yönünde psikanalitik çaba.
Örneğin, hasta duygusal olarak önemli bir konu karşısında tuhaf
bir duygulanım yokluğu gösteriyorsa, bu durum hastaya belirtilebilir
ve buradan çıkan sonuçlar açımlanabilir. Sınır bir hasta bu durumu
fark edebilir, görüşmecinin sorusunun gerçeklik açısından getirdiği
sonuçlarla özdeşleşebilir ve bu konuyla ilgili olarak daha gerçekçi
olur. Buna karşılık, aynı durumla yüzleştirilen şizofren hasta, terapis-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 162

tin düşüncesini kavrayamayabilir, bunu bir saldırı olarak yorum]


bilir ya da duygu ile düşünce içeriği arasındaki açıklığı daha da art^
rak tepki gösterebilir. Diğer bir deyişle, böyle bir yaklaşımda ger ^
ligi değerlendirme yetisi sınır hastalarda artarken şizofren hasta]
ardîl
azalabilir.
Aynı yaklaşım, uygunsuz bir hareket (psikojen bir tiki ya da tek
lamalı hareketleri yansıtan bir davranış tezahürü) ya da diğer bağı f~
tılı düşünce içerikleri, duyguları veya davranış ile ciddi fark yara. ~
görünen herhangi bir özgül içerik üzerinde durmada kullanılabjr^
Çoğu zaman, duygu, düşünce içeriği ve davranış arasında birden cov
uyumsuzluk vardır ve "şimdi ve burada" ilişkiyi çarpıtmadaki baskı
lığı ya da ivediliği açısından araştırmak için bu öğelerden hangiSjn; ~
daha fazla önceliğe sahip olduğunu, hasta ile terapist arasındaki kis'
lerarası ilişkinin bütün duygusal ortamı belirler.
Eğer bu yüzleştirici yaklaşım, gerçekliği değerlendirme yetisinin
gerçekten de tüm alanlarda muhafaza edildiğini gösterirse, ikinci bir
açımlama çizgisi, doğrudan ilkel savunma işlemleri ve bunların akta-
rımda yorumlanması üzerinde durmak olur. Örneğin, hasta bir taraf-
tan felsefi ve siyasi konularla oldukça ilgili görünüyor ve öte yandan
hayatındaki ciddi ve o andaki bir sorunla ilgili olarak tamamıyla tasa-
sız görünüyorsa, inkâr (tasanın o andaki yaşamından çözülmesi) yo-
rumlanabilir; ya da, eğer hasta, masif saldırganlık yansıtıyor ve görüş-
meci üzerinde sadist denetim uygulama eğilimleri gösteriyorsa, akta-
rımda yansıtmalı özdeşleşmenin deneme mahiyetinde bir yorumu ya-
pılabilir. Burada da, sınır hastalar böyle yorumlara genelde gerçekliği
değerlendirme yetilerinde ve seansta genel ben işleyişinde bir iyileş-
me ile cevap verirler; şizofren hastalar ise, gerileme ve bu yorumlan
kendilik sınırlarını tehdit eden ya da bulanıklaştıran korkutucu teca-
vüzler olarak yaşama eğilimi gösterirler.
Çoğu zaman görüşmeci, sezgisel olarak yorumlama çabalarına bir
tepki olarak böyle bir gerilemenin meydana gelebileceğini sezer; do-
layısıyla, bu yaklaşımın yalnızca tanısal amaçla kullanılmasının endi-
ke olduğunu vurgulamakta yarar vardır. Böyle bir yaklaşımla hastada
aşırı kaygı oluşursa, psikoterapist tanısal sonuca vardıktan sonra, has-
tanın kaygısını, terapistin müdahaleleri ile psikotik çarpıtmalar ara-
sındaki ilişkiyi açıklığa kavuşturarak azaltmalıdır. Tanı koyma duru-
munda olan bir psikoterapist, bir tanıya varmaya yetecek kadar nesnel
olmak ile hastayı aşırı kaygıdan korumak için onunla yeteri kadar eş-
duyum kurma ihtiyacı arasında bir denge kurmalıdır.
AYIRICI TANI VE TEDAVİ I 163

tle, düşünce içeriği, duygu ve davranış arasında uyumsuzlukla-


mlanıak için kişilerarası ilişkinin tümünden yararlanmak, geril
a
^.gj değerlendirme yetisinin mevcut olup olmadığını açıklığa ka-Ç6*
^JJ- Aynca, ilkel savunma işlemlerinin, özellikle aktanm orta-vU^
girdikçe yorumlanması, gerçekliği değerlendirme yetisinin 111111 cut
olup olmadığı açımlamasını daha da kuvvetlendirir. ^Herhangi bir
alanda gerçekliği değerlendirme yetisinin yitimi, psi-t'k işleyişe i§aret;
ec er
^ - Gerçekliği değerlendirme yetisinin bu şekil-
kavramsallaştınlmasının kısıtlı, sınırlı olduğunu ve yalnızca hasta-
hasta-terapist ilişkisinin temsil ettiği dış gerçekliğe tam olarak îî
^eşleşme yetisinin olup olmadığını ele aldığını vurgulayalım. Bu f
jtnülasyon, gerçekliği değerlendirme yetisinin varlığıyla yokluğu
sında ^r süreklilik, tedrici bir kayış olmadığı ve sınır durumlarla
sikotik durumlar arasında niceliksel olduğu kadar niteliksel farklar
jja 0lduğu anlamına gelir. Daha önce de belirttiğim gibi, bu temel ni-
teliksel fark, sınır ve psikotik durumlarda kendilik ve nesne imgeleri-
nin özel değişimlerinden ve bununla bağlantılı olarak kendiliği kendi-
lik olmayandan ayırma yetisinden (ki bu da algılananı fantezilerden
ve iç ruhsal algıları dış kaynaklı algılardan ayırt etme yetisini ve ger-
çekliğin sosyal kriterleriyle eşduyum kurma yetisini belirler) kaynak-
lanır.
6
Genel Yapılandırma ve
Tedavinin Başlangıç Safhass

3. Bölüm'de ve 5. Bölüm'de, sınır hastaların psikanalitik psikoteranj ■


için şu genel tedavi stratejisini önermiştim: 1) Tam oluşumsal y en.-
den kurma için çabalamaksızın olumsuz aktarımın yalnızca "şimdi v
burada" sistematik olarak çalışılması; 2) bu hastalann, olumsuz akta
rıma girdikçe savunma kümelenmelerinin yorumlanması; 3) aktarı-
mın eyleme koyulmasını önlemek için sınır koyma ve hastanın seans
dışı yaşamını analistin yansızlığını korumak için gerekli olduğu ölçü-
de yapılandırma; 4) terapide işbirliğinin yavaş yavaş gelişimini des-
teklemek üzere olumlu aktarımın daha az ilkel olarak belirlenmiş ve
mutlak olmayan yönlerinin yorumlanmaması; 5) yorumların, hastanın
analistin müdahalelerini ve o andaki gerçekliği (özellikle de seans sı-
rasındaki algılayışlarını) çarpıtmasını sistematik bir biçimde açıklığa
kavuşturabilecek şekilde formüle edilmesi; 6) sonradan bu hastaların
gerçek çocukluk yaşantılarıyla bağlantılı aktarıma ulaşabilmek için,
önce ilk ben bozulmaları ile bağlantılı hayali iç nesne ilişkilerini yan-
sıtan oldukça çarpıtılmış aktarımı (zaman zaman neredeyse psikotik
nitelikte) derinlemesine çalışmak. Bu tedavi stratejisinin altında yatan
genel bir varsayım, sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiği olan
ağırlıklı ve ilkel savunma işlemlerinin ve bunlarla bağlantılı ilkel iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin yorumlanmasının, hastanın benini
kuvvetlendirdiği ve sınır kişilik örgütlenmesini çözen yapısal ruhiçi
değişiklikler meydana getirdiğidir.
Aşağıda, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların tedavisinin er-
ken safhalanyla ilgili teknik hususlar anlatılmıştır; bunlar, ana hatlan
çizilen genel tedavi stratejisinden çıkan taktik yaklaşımlardır. Sınır
kişilik örgütlenmesi, sınırda işlev gören çeşitli karakter patolojisi tür-
lerini içeren genel bir tanıdır. Sınır hastaların ağırlıklı karakter küme-
lenmelerini mümkün olduğu kadar doğru bir biçimde teşhis etmek
GENEL YAPILANDIRMA I 165

ftılidir; hastaya has karakter kümelenmesi türünün, seyir açısından


terapi açısından doğurduğu sonuçlar vardır (4. Bölüm). Bu sonuç-
' Han bazıları -farklı karakter kümelenmesi türleri için tedavinin ilk
malarında teknikte yapılan değişiklikler- aşağıda ele alınmaktadır.

GENEL TEDAVİ DÜZENLEMELERİ


j sınır hastalar, değiştirilmemiş standart psikanalitik bir teknikle
h sanlı bir şekilde tedavi edilebilirler. Ancak daha önce ana hatları
belirtilmiş olan değiştirilmiş, psikanalitik yönelimli psikoterapinin
ndike olduğu sınır hastaların çoğunluğu için, aşağıdaki tedavi düzen-
lenıelerinin yararlı olduğunu gördüm.
Daha önce sözünü ettiğim genel tedavi stratejisini uygulamak için
haftada en az iki seansı vazgeçilmez olarak görüyorum; haftada üç sa-
at tercih edilmelidir ve seansların sıklığı haftada dört ya da beşe kadar
çıkabilir. Erken dönem literatürde, sınır koşulların tedavisinde rande-
vuların aşın sık olmasının gerilemeyi desteklediği şeklinde ifade edi-
len korkular, son zamanlardaki deneyimlerin ışığında temelsiz kal-
maktadır. Sınır hastaların psikanalitik psikoterapisinde potansiyel
olarak geriletici olan, tedavi ortamının yeterli derecede yapılandırıl-
mamış olması ve buna bağlı olarak ilkel patolojik ihtiyaçların, akta-
rını nevrozu (ya da aktarım psikozu) olağan hayatın yerine geçecek
ölçüde aktarımla eyleme koyulmasıdır. Bu koşullar altında hasta, pa-
tolojik ve ilkel ihtiyaçları için tedavi saatlerinde, diğer tüm yaşam ko-
şullarından bekleyebileceğinin ötesinde doyum elde eder. Buna ek
olarak, tam oluşumsal yeniden kurma yönünde zamansız gayretler
(hasta, gözleyen benden yeterince yararlanamadan ve tedavi saatle-
rinde çarpıtılmış algılamaları tutarlı bir şekilde düzeltemeden önce),
hastanın zihninde psikoterapist ile aktarım nesneleri arasında bir karı-
şıklığı besleyebilir ve hasta şimdiki ve geçmiş gerçekliğini kendi ha-
yali iç ruhsal gerçekliği ile karıştırabilir. Bu, tabii ki aktarım psikozu-
nun gelişimini karakterize eder.
Eğer bu tehlikelerden, yerinde bir teknik yaklaşımla kaçımlırsa, te-
davi saatlerinin sık olmasının kendi içinde geriletici olduğunu düşün-
müyorum. Haftada dört ya da beş seanstan daha azıyla başlamakta ya-
rar vardır; bu, terapiste, hastanın seanslar sırasında yapılan çalışmayı
tedavi saatleri arasında nasıl ele aldığını gözlemleme olanağı sağlar.
Hastanın psikoterapi çalışmasını seanslar arasında nasıl kullandığı
üzerinde durmak, gözleyen bir benin ve terapide işbirliğinin gelişimi-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 166

ni ve aynı zamanda terapiye olumsuz tepkinin daha incelikli yön|e •


nin (seans içindeki duygusal anlamı ve seanslarda öğrenilenleri yS
etmek ya da yansızlaştırmak yönünde bilinçdışı eğilimler) gelişip •
ölçmede son derece önemlidir.
Hastanın terapiste gerçekçi olarak bağımlı olma yetisi üzerini
olumsuz etki yaratan bilinçdışı ihtiyaçları (örneğin, bilinçdışı duygu sal
kaynaklan yıkma ihtiyacı) yorumlamak yerine hastanın aşın, Pa~
tolojik bağımlılık ihtiyaçlarına doyum sağlayan "destekleyici" b;
yaklaşım da gerilemeyi besler. Diğer bir deyişle, sınır koşulların ka-
rakteristiği olan ilkel savunma işlemlerinin sistematik olarak yorum
lanması, seanslar sırasında eyleme koymanın denetlenmesi ve teknik
olarak yansız konuma sıkıca bağlı kalma, hastayı seansların sıklığln_
dan bağımsız olarak aşırı gerilemeden korur.
Sınır bir hasta haftada bir ya da daha az görüldüğünde, yorumlama
çalışması pahasına ağırlıklı olarak dış gerçeklik üzerinde durmaktan
kaçınmak zordur; zira böyle bir durumda dış gerçeklik üzerinde du-
rulmadığı takdirde, aktarım üzerinde yoğunlaşma dış gerçeklikten o
kadar gerçekçi olmayan bir şekilde çözülmüş hale gelir ki (terapistin
böyle bir gerçeklik hakkında yeteri kadar bilgisi olamayacağından do-
layı), uzun vadede destekleyici bir yaklaşım kaçınılmaz olur. Salt des-
tekleyici bir yaklaşım (aktarım üzerinde duran bir yorumlamadan
farklı olarak), genelde hastanın dış gerçekliği ile tedavi ortamı arasın-
da bölünmeyi besler; temel ilkel savunma işlemlerini alta iter; aktarı-
mın maksimum bilinçdışı, gizil ve olumsuz bir aktarım noktasına sap-
lanmasına yol açar; ve son olarak da "müebbeden mahkûmlar" yara-
tır. "Müebbeden mahkûmlar", ne dış destekten vazgeçebilen ne de
özerk işleyiş yetilerini yeteri kadar aıtırabilen (bu sendrom bazen
iyatrojeniktir, yani tedavi eden kişinin yol açtığı bir sendromdur) ve
bu nedenle yıllarca tedavide kalma ihtiyacı duyan hastalardır.
Tedavinin ilk safhalarında temel bir soru, hastayı ve tedavi ortamını
hastanın ya da başka insanların hayatını tehdit edebilecek ya da te-
davinin devamını tehdit edebilecek zamansız ve şiddetli bir eyleme
koymadan korumak için ne ölçüde bir dış yapının gerektiğidir. Teda-
vi, yakın zaman önce meydana gelmiş ya da hâlâ aktif olan bir psiko-
tik epizoddan hemen sonra başlarsa (sınır hastalar psikotik bir epizo-
du aşın duygusal çalkantı -uyuşturucu, alkol etkisi altında ya da bir
aktarım psikozu sırasında- yaşayabilirler), iyi yapılandınlmış bir has-
tane ortamında dolayımsız gerçekliğin açıklığa kavuşturulduğu ve an-
layış ile açıklığa kavuşturmanın birleştiği ama aynı zamanda sınır ko-
GENEL YAPILANDIRMA I 167

• rtarn yaklaşımıyla birkaç günden birkaç haftaya kadar has-


)l
yetide gerek duyulabilir. Genelde kaotik bir yaşam durumu,
tane *f ^ nastanın hayatı hakkındaki anlamlı bilgileri psikoterapis-
® X mıa güçlüğüyle daha da karmaşık hale geldiğinde, kısa süreli
te a" yatırmayı gerektiren diğer bir durumdur. Ciddi intihar teh-
fı3sta. a (ja girişimleri, kötüleşen bir sosyal durum ya da yasayla so-
aratan ciddi eyleme koyma, hastanın hayatını ya da tedavinin de-
fun' tehdit eden durumlara tipik örneklerdir. Bu tür koşullar altın-
V9
daha önce bahsi geçen tarzda yoğun psikoterapi tedavisine başlan-
lVla ya da tedavinin devam ettirilmesiyle aynı zamanda kısa süreli
îf staneye yatırma gerekli olabilir.
Yapılandırma derecesi ile ilgili olarak en önemli gaye,
psikotera-'stin teknik bir yansızlık konumunda, yani dış gerçeklikten,
hastanın -stbeninden, içgüdüsel ihtiyaçlarından ve eylemde bulunan
beninden Cgözleyen beninden farklı olarak) eşit derecede uzak olduğu
bir konumda kalmasına olanak sağlayan genel bir tedavi düzenlemesi
kurmaktır (A. Freud, 1936). Bu gaye bazen tam hastaneye
yatırmadan daha azıyla, örneğin kısmi yatırma düzenlemeleriyle,
hastanın çevresinde bir sosyal çalışmacının müdahalesiyle vb.
gerçekleştirilebilir. Yoğun, ayakta psikanalitik psikoterapi için yeterli
derecede gözleyen beni olmayan sınır hastalar vardır; örneğin, tedavi
için motivasyonu aşırı derecede az olan, ciddi ölçüde kaygı
tahammülü ve itki denetimi eksikliği gösteren ve çok zayıf nesne
ilişkileri olan çoğu sınır hasta, anlatımsal bir psikoterapi yaklaşımını
mümkün kılmak üzere uzun süreli çevresel bir yapılandırmayı
gerektirebilir. Yaşamlarının bu şekilde uzun süreli yapılandırılması,
aylarca süren hastaneye yatırma ya da kısmi yatırma ortamı ya da
hastanın hayatında gerekli sının koyan veya bu amaçla ailesine destek
sağlayan hastane dışı başka sosyal hizmetlerle gerçekleştirilebilir.
Ciddi kronik eyleme koyma, hastanın de-netleyemediği intihar
eğilimleri ya da genel kendine yönelik yıkıcı eğilimler ve bazı
terapiye olumsuz tepki türleri, uzun süreli dış yapılandırma
gerektirebilir.
Çoğu sınır hasta, hayatlarına dış yapılandırma getirilmeksizin, te-
davilerini ya da emniyetlerini tehdit eden bazı eyleme koyma türleri-
ne sınır koyulmasına aktif olarak katılabilirler. Zaman zaman psikote-
rapistin, ayakta psikanalitik psikoterapinin sürdürülebilmesi için has-
tanın yerine getirmesi gereken bazı koşulları ayrıntılı bir biçimde an-
latması gerekir. Tedavi için bu tür koşulların saptanması, tabii ki psi-
koterapist taraf ından yansızlık konumunun terk edilmesi ve teknik pa-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 168

rametrelerin koyulması anlamına gelir. Eissler'in de (1953) belirt •*


gibi, bu tür teknik parametrelerinin minimumda tutulması gerek'
psikoterapist, bu teknik parametrelerinin ve aktarım ortamına etkiı Ve
nin nihai olarak yorumlanması gerektiğini aklında tutmalıdır. PrafıJ^
teknik yansızlık konumundan aşırı sapma anlamına gelen teknik n
metreleri, teknik değişiklikleri olarak kabul edilebilir: Bazen yo ru ^~
lama yoluyla teknik parametrelerinin nihai olarak çözülmesi mürnk-"
olmaz. Eşduyumlu emirler, yasaklamalar, büyük boyutlarda telk
manevraları ve manipülatif manevralar, potansiyel teknik değişi^:]! 1
lerinin tipik örnekleridir. Uzun vadede, bu tür teknik değişikli^ "■
için ağır bir bedel ödenir. Psikoterapistin patolojik idealleştirilnw
yorumlara direnç gösterebilir ve hastanın psikoterapiste boyun eği si
nin aktarım açısından doğurduğu sonuç, hastanın kendini sonunda ak-
tarım nesneleriyle olan gerilemeli bağlarından kurtarması üzerinde
olumsuz etki yaratabilir. Ancak bu, tüm yasaklamaların terapistin
yansızlığını tehlikeli bir biçimde terk edişine yol açtığı anlamına gel-
mez; tam tersine, gerçekliğin önemli gereklilikleri temelinde ifade
edilmiş bazı yasaklamalar, psikoterapistin hastanın gözleyen beniyl e
tam ve kesin bir özdeşleşmesini temsil edebilir. Örneğin, hastanın se-
anslar sırasında öfkesini olağan sözel iletişimle ifade etmek yerine ba-
ğırmasını yasaklamak, hastanın psikoterapistin ofisindeki nesnelere
zarar vemesini ya da onları kırmasını yasaklamak ve hastayı psikote-
rapistin yaşamını tedavi saatleri dışında aktif bir biçimde denetlemeye
çalışmasını yasaklamak, benim kanaatime göre hep psikoterapistin
teknik olarak yansız bir tedavi atmosferini korumak için gösterdiği
zaman zaman gerekli olan çabalan temsil etmektedir ve çok rahatlıkla
çözülebilir teknik parametreleri oluştururlar.
Hastanın, psikoterapistin hayatını denetleme çabalan, geceleri sık
sık telefon etme, psikoterapist ya da ailesinin üyeleri hakkında gizlice
bilgi toplama, ya da hatta üçüncü şahıslan içeren manipülatif davra-
nışlar yoluyla incelikli bir şekilde psikoterapistin kişisel ya da mesle-
ki yaşamını etkileme biçiminde ortaya çıkabilir. Aktarımın bu şekilde
dışa vurulması önce yorumlanmak ve yalnızca yorum yoluyla çözüle-
mezse, psikoterapistin yaşamının sınırlarının ve psikoterapi ilişkisinin
normal sınırlarının korunması için gerekli olan yasaklamalarla
halledilmeye çalışılmalıdır.
Hastanın geçmişinde sık sık intihar girişimleri varsa ya da çevresi-
ni (terapist dahil olmak üzere) denetlemek üzere intihar tehditleri kul-
lanmışsa, bu durum hastayla tam olarak tartışılmalıdır. Hasta, ya inti-
GENEL YAPILANDIRMA I 169

"ilimlerini aktif olarak dışa vurma (tedavi saatleri sırasında arzu


idlerini sözel olarak ifade etme özgürlüğünden farklı olarak) üze-
tam denetimi üstlenmeli ya da intihar itkilerini denetleyemeye-
-■• hissediyorsa dış koruma (hastaneye yatırma ya da kısmi yatırca
grinde) istemeye gönüllü olmalıdır. Diğer bir deyişle, hastanın ^ dişi,
ailesi ya da bir sosyal çalışmacı tarafından ayarlanmış birkaç
hastaneye yatırma, tedavi ortamını sürdürmek için ihtiyaç duyu-ek
dış yap1)'1 sağlayabilir; bu, terapistin tekniğini, teknik yansızlık
alanımda temel olarak yorumlamaya yönelik yaklaşımından vaz-jjje
doğrultusunda değiştirmesine tercih edilir. ^ Benzeri bir durum, hasta
maddeye ya da kendi kendine ilaç kullan-
ava başvurmaya yatkın olduğunda da söz konusudur. Genelde sınır
hastalarla önerilen biçimde uzun süreli yoğun psikanalitik psikoterapi
ırasında merkezi sinir sistemini etkileyen tüm ilaçların kontrendike
olduğunu düşünüyorum; hastanın kendisi denetimsiz ilaç kullanımı
yoluyla kaygı ya da depresyon düzeyini, genel psikolojik tetikteliğini
ve tepki verme yeteneğini etkilememe sorumluluğunu üstlenmek zo-
rundadır. Bu özellikle, alkolizm ya da madde bağımlılığı sorunları
olan hastalar için geçerlidir; bu vakalarda, hasta kendi başına semp-
tomları denetleyemiyorsa, en iyisi, psikoterapi tedavisine uzun bir
hastaneye yatırma döneminden sonra başlanmasıdır. Antisosyal dav-
ranış, özellikle de hastanın yasayla başının derde girmesine yol açı-
yorsa, tedavinin başında denetlenmesi gereken diğer bir durumdur:
Antisosyal eğilimler, sınır durumlarda seyir açısından genelde olum-
suz sonuçlar doğurması nedeniyle, tedavinin erken safhalarında dene-
tim altına alınması gereken temel bir husustur.
Sınır hastaların tedavisinde, sağlıklı kalabilmesi ya da hayatta kala-
bilmesi için hastanın sürekli sorumluluk üstlenmesini gerektiren fi-
ziksel hastalıklar zor bir komplikasyondur. Örneğin, katı bir diyet ve
ilaç uygulamasına tabi olmaları gereken şeker hastalarının, diyet ve
ilaçlan yoluyla kendi hayatları (ya da ölümleri) üzerinde zımni bir de-
netimleri vardır. Böyle hastalar, terapiste olan saldırganlıklarını ken-
dilerini ihmal ederek ifade ederler ve böylece terapisti "destekleyici"
bir konum almaya, kendi sağhklan ve emniyetleri için sorumluluk
üstlenmeye zorlamaya çabalarlar. Uzun bir süre devam ettiğinde,
böyle bir gelişim, aktarım analizi olasılığını engelleyebilir ve terapide
bir açmaz oluşturur. Genelde hastanın, yalnızca yaşamını idame etti-
ren bir ilacı almayı bırakmasıyla ölümüne yol açma gücü varsa, ilkel
tümgüçlü olma mekanizmalan ve terapiye ciddi olumsuz tepki türleri
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 170
~1 \

güçlü bir şekilde pekişir. Tüm bu vakalarda mümkün olduğu kadar e '•
ken bir safhada, hastanın kendi için tam sorumluluk üstlenmeye İçerT ^
dini vakfedip vakfedemeyeceği, tedavi ortamının yansızlığını konT
mak için dış bir yapılandırma ya da denetimin gerekli olup olmadın
konusunda bir karar verilmelidir.
Buna karşılık, hastanın hayatını ya da tedaviyi tehdit etmiyor Sa
potansiyel olarak kendine yönelik yıkıcı semptoma uzun bir süre mü-
dahale edilmeyebilir. Örneğin, ciddi şişmanlığı olan bir sınır hastanın
şişmanlığını etkili bir biçimde denetleyebilmesi yıllar alabilir; okulda
ya da işte genel başarısızlık ve herhangi bir tür kişilerarası güçlük has-
tanın psikopatolojisini ifade ediyor olabilir ve tedavide bunlar üzerin-
de durulmaya başlanması uzun süre alabilir. Zaman zaman, tedavi or-
tamının hemen yapılandırılmasını gerektiren semptomların yapılan-
dırma gerektirmeyecek semptomlardan ayırt edilmesi için uzun göz-
lem gerekir. Örneğin, hafif anoreksiya sorunlarının anoreksiya nervo-
zadan ayırt edilmesi gerekir; rasgele cinsel ilişkiye girme (ki genelde
tedavi ortamını tehdit etmez), zaman zaman tedavinin devamını teh-
dit edebilecek gebelik ya da başka sosyal komplikasyon yaratma bi-
çimlerinde bilinçdışı gayretler şekline dönüşebilir.
Bazen yapı koyma, gelecekte denetlenemez bir eyleme koyma ha-
line dönüşebilecek bir duruma önleyici bir yaklaşım teşkil eder; bu
durumda, gelecekte meydana gelebilecek durumlar için önceden sınır
koyma, gelecekte böyle bir yasaklamayı komplike edebilecek daha
yoğun aktarım çarpıtmaları gelişmeden erken bir dönemde formüle
edilmesi gereken bir teknik parametresidir. Örneğin kendilerini kes-
me hikâyesi olan hastalarla, tedavinin başlangıcında, kendilerini kes-
me yönünde şiddetli isteklerin tekrarlama ve tedavinin belli bir safha-
sında çok şiddetli hale gelme ihtimalinin dikkatle tartışılması gerekir.
Terapist, kesin bir biçimde hastanın bu tür kendini kesme arzuların-
dan seanslarda içten bir şekilde bahsetmesini ve bu tür arzulan eyle-
me koymama sorumluluğunu üstlenmesini beklediğini ifade edebilir;
ya da hasta bu tür itkileri deneüeyemeyeceğini hissediyorsa o sırada
hastaneye yatırma istemelidir. Bu tür konuşmalar sırasında psikotera-
pist hastaya, kendini eylemle ifade etmektense sözel olarak ifade et-
mesini beklediğini açıkça, ifade eder. Böylece psikoterapist, sonunda
yorumlama yoluyla çözülme gerektirecek bir teknik parametresi koy-
muş olur.
GENEL YAPILANDIRMA I 171

TEMEL TERAPİ ORTAMI


hatlarını çizmiş olduğum genel teknik yaklaşım, terapistin teknik
• yansızlık konumunda kalmasını ve aktarımın "şimdi ve burada"
• tematik olarak yorumlanmasını (aktarımın oluşumsal sonuçlarının
Sl
ırlı bir yorumu yapılır) en ön planda tutan değiştirilmiş psikanalitik
h"r çalışma tarzı oluşturduğu ölçüde, böyle bir tedavi, standart bir psi-
nalitik ortamda, hastaya serbest çağrışım yapması söylenerek ve di-
kullanılarak gerçekleştirilebilir. Bu gerçekten de Boyer (1971),
prosch (1970) ve Giovacchini'nin (1972) tercih ettiği yoldur. Standart
oSikanalitik bir ortamı muhafaza etmenin başlıca avantajları, yansızlı-
ğın bu koşullarda en iyi şekilde korunması ve analistin anonimliğinin
(yüz yüze görüşmelerden farklı olarak) korunmasıdır. Psikanalitik or-
tam, terapisti, ciddi derecede gerilemiş hastaların psikanalitik psiko-
terapisinde önemli bir tehlike olan karşı aktarımın eyleme koyulma-
sından korur. Ancak, standart psikanalitik bir çalışma tarzının endike
olmadığı vakaların çoğunda, tedaviyi yüz yüze görüşmelerle sürdür-
meyi tercih ediyorum. Bunun başlıca nedeni şudur; hasta ne kadar ge-
rilemişse ve dolayısıyla ilkel karakter savunmaları ne kadar ağırlıklıy-
sa, hastanın davranışının sözel olmayan yönleri de o kadar ağırlıklıdır
ve böylece yüz yüze görüşmeler, hastanın iletişiminin sözel olmayan
davranışsal yönlerini terapistin gözleyebilmesini sağlar. Sınır kişilik
örgütlenmesi olan hastaların her zaman ilkel karakter savunmalarının
temsil ettiği ciddi karakter patolojisi olduğundan; bölme, yansıtmalı
özdeşleşme, tümgüçlü olma ve değersizleştirme gibi ilkel savunma iş-
lemleri kümelenmeleri, genelde seanslarda (sözel içerikte görünmele-
rine ek olarak) sözel olmayan davranışta dışa vurulduğundan; ve bu
hastaların karakteristiği olan zamansız aktarım gerilemesi, terapistle
olan bütün etkileşimde ifade edildiğinden, hastanın davranışlarında
yoğunlaşmak ilk seanstan itibaren çok önemlidir. Diğer bir deyişle,
nevrotik karakter patolojisinden sınır karakter patolojisi düzeyine
ilerledikçe, hastanın sözel olmayan davranışı bütün malzemenin gide-
rek daha büyük bir kısmını oluşturur ve yüz yüze görüşmeler, hasta-
terapist etkileşimlerinin genel analizi bağlamında bu malzemenin da-
ha iyi gözlemlenmesine olanak sağlar.
Yüz yüze görüşmelerin başlıca tehlikeleri, terapistin karşı aktarım
tepkilerini dışa vurma üzerinde daha az denetimi olması ve hastanın
terapist üzerinde denetim kurmaya daha fazla gayret göstermesidir.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 173

Yüz yüze seanslar, divanın arkasında oturmanın, aktarım ve t


tarım malzemesinin çok fazla etkide bulunmasına karşı hem ^ at-
hem de hastaya sağladığı korumayı azaltır ve hastanın, terapi r^^e
çekçi özelliklerinin farkına varmasını sağlayabilir ki bu da h ^ ^er"
vunma işlemlerinde, özellikle de yansıtmalı özdeşleşme, Hkeı ?l sa-
leştirme ve değersizleştirmede rol oynayabilir. Bununla birlikt a'~
tanın terapisti daha gerçekçi bir algılayışa sahip olabilmesinin '
tajlan da vardır; terapistin tekniğinin yanı sıra böyle gerçekçi bi ^^
lama olanağı, aktarımda kendiliğin nesneden yavaş yavaş ayırt •
meşini kolaylaştırabilir. '^
Tedavi saatlerinde çalışmamızla ilgili olarak hastalara ilk vö
gem, onları seanslarda akıllarından geçenlerle ve günlük yaşamla ^
da onları ilgilendiren şeylerle ilgili mümkün olduğunca özgür ve a t
bir şekilde konuşmaya teşvik etmekten ibarettir. Dar anlamıyla best
çağrışım üzerinde durmak yerine, hastaya neyin önemli oldui? nu
düşünüyorsa onu tam ve açık bir biçimde iletmesini vurgularım"
Bunun gerekçesi, hastaya kendi anlayışının sınırlı olduğu kendiyle il
gili yönleri açımlamada yardımcı olabilmek için, onun hakkında
mümkün olduğu kadar bilgi edinmem gerektiğidir. îlk açıklamalar
açıklığa kavuşturmalar ve teşviklerden sonra, standart, yorumlayıcı'
bir yolla ortaya çıkan dirençlerle uğraşırım.
Sözel iletişimleri çelişkili ve karışık olabilen, ayrıca bol miktarda
sözel olmayan (üstelik, sözel malzemeyle çelişki yaratıp kolayca bü-
tünleştirilemeyen) iletişimde bulunan sınır hastaları, "eşit olarak askı-
da tutulan" bir dikkatle dinlemek zordur. Psikoterapistin temel görevi
olan kendisi için hastanın malzemesini organize etme konusunda, Bi-
on'un analist için yaptığı "hazne" (1967) benzetmesini yararlı buluyo-
rum. Psikoterapist, hastanın sözel ve davranışsal iletişimindeki çeliş-
kilerinde, akıl karıştıran düşünce ve duygu ifadelerinde, ağırlıklı duy-
gusal önemi olan şeyi ve bu ağırlıklı malzemenin hastanın bütün ileti-
şimleri bağlamında nasıl anlaşılabileceğini her an değerlendirmek du-
rumundadır. Terapistin yorumlama gayretleri, bu malzemede ve mal-
zemenin hastanın o noktada bütün duygusal durumu bağlamında bü-
tünleştirilmesinde yoğunlaşır.
Oluşumsal malzemeyi, diğer mevcut malzemeden kopuk bir biçim-
de zamansız yorumlama tehlikesi söz konusudur; bu tehlike, bilinçli
birincil süreç düşüncesinin görülebilmesiyle ve ilkel duygusal malze-
menin, kendisiyle dinamik ve yapısal olarak bağlantılı diğer malze-
meden bölünmüş olarak ifade edilmesiyle beslenir. "Hasta neden şim-
GENEL YAPILANDIRMA I 173

bana söylüyor" sorusu, psikoterapistin ilkel malzemeyi ele ai-


di ^u gnce cevaplaması gereken bir sorudur ve cevap çoğu zaman
ıfla rapistin, tüm malzeme hastayla kendisi arasında anlaşılır insa-
psl . ^yeşime indirgenebilene kadar tuhaf, çelişkili iletişimleri iç-
irt ıarak bağdaştırmasında yatar. Bu yaklaşım, entelektüalize edil-
• oluşumsal yeniden kurmaların ve hastanın doyum sağlayan ilkel
""^tezilere, bu fantezilerle ilintili mevcut çatışmalarla yüzleşmeksizin
imasının sakıncalarından kaçınmakta yardımcı olur. f oğu zaman
çelişkili ve tuhaf iletişim kümelenmeleri, psikotera-
• tin içebakış gayretlerini başarısızlığa uğratır ve bu noktada tera-
P. { nasta hakkındaki gözlemlerini ve olanların anlamı konusunda
P sanlığını hastayla paylaşmalıdır. Bu yaklaşım, psikoterapistin o
^ jcadar ulaşmış olduğu anlayışın -ve anlamayışın- temelini paylaş-
adan malzemenin doğrudan yetkeci yorumundan -ki hastanın ilkel
.,eaıieştirmesini ve tedaviden mucizevi beklentilerini artınr- farklı-.
r psikoterapi, hem hastanın hem de terapistin ortaklaşa yapmaları
gereken bir çalışmadır ve bu, sınır hastaların çocuksu aktarım beklen-
tileri için engelleyici de olsa, sonunda hastaların terapide işbirliğini
ve gözleyen benlerini geliştirmelerine yardımcı olarak ben gelişmesi-
ni destekler.
Terapistin hastayı nasıl algıladığını, özellikle de yaşadığı önemli
ve şaşırtıcı karışıklıkları, çelişkileri, tutarlı bir şekilde açıklığa kavuş-
turması ve hastayı, bu karışıklığın ya da çelişkilerin uzantılarını açım-
lamaya teşvik etmesi hastanın kaygısını artırabilir. îlkel savunma iş-
lemlerinin ve paranoid ya da depresif korkuların etkisi altında hasta,
psikoterapistin açımlamasını bir saldın ya da ret olarak alabilir; dola-
yısıyla, bu açıklığa vurma sürecinde, hastanın terapistin müdahalesini
algılayışı yorumlanmalıdır. Genel olarak, Frosch (1970, 1971) ve
Greenson'un (1970) da belirttiği gibi, seanslar sırasında hastanın algı-
lamalarının açıklığa kavuşturulması, özellikle hastanın, terapistin yo-
rumlarının ne anlama geldiğini zihninde potansiyel çarpıtmasının yo-
rumlanması anlamına gelmektedir.
Çoğu zaman terapistin yorumlan, hasta tarafından ilkel aktanm ar-
zulanna doyum sağlayan "sihirli hareketler" olarak anlaşılır ve hasta-
nın terapistin yorumlarını kendisinde olan biteni daha fazla açımla-
mak için hipotezler olarak kullanmak yerine doğrudan aktarım doyu-
mu olarak kullanma gayretlerini terapistin tutarlı bir şekilde yorumla-
ması önemlidir. Hastanın terapistin yorumlarına karşı bilinçli ve bi-
linçdışı tutumlarının yorumlanması, herhangi özgül bir çatışmayla ya
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 174

da aktarım gelişimiyle ilgili yorumlama çabasıyla bir arada g>


dir. Hastanın terapistin müdahalelerini algılayışının tutarlı bir s u1-6''"
açıklığa kavuşturulması, genelde hastanın kaygısını artırır, yine ^'^c
tür yorumlar, psikoterapistin başlıca işlevinin hastanın gözleyen K° ^
ni harekete geçirmek olduğu ve hastanın kendisini ve etkileşimi 6^
anlamada ve kendini anlama yoluyla duygu, düşünce ve davran ^
nasıl etkileyebileceğini öğrenmede en azından belli bir yetisi old ^ni
na terapistin güven duyduğu mesajını iletir. ^lu
Hastanın terapistin müdahalelerini algılayışının açıklığa kavu
rulması, terapistin kendini ifade edebilme ve yeni, kaygı yaratan a]
lan açımlayabilmedeki özgürlük derecesini artırmaya da olanak sa^
lar ve aynı zamanda yapılabilecek en yararlı iletişim, terapistin zjh
ninde belirsizlik ve karışıklık olduğu bir anda, bunlan daha özeUr
ifade edebilmesine olanak sağlar.
Bu genel teknik yaklaşımın başlıca sonuçlarından biri, hastanın ça
tışmalannın karşılıklı olarak çözülmüş, ya da genel olarak parçalanmış
yönlerinin anlamlı ilkel içselleştirilmiş nesne ilişkileri birimleri şek-
linde yavaş yavaş bütünleştirilmesidir. Her birim, belli bir kendilik im-
gesi, belli bir nesne imgesi ve bu ikisini bağlayan temel bir duygu yat-
kınlığından oluşur. Bu içselleştirilmiş nesne ilişkileri birimlerle bütün-
leştirilebildikleri takdirde -özellikle de libidinal yatınm yapılmış bi-
rimlerde saldırgan yatınm yapılmış birimler bütünleştirilebildiklerin-
de-, aktanmın işlenmesi ve sınır durumların karakteristiği olan savun-
ma işlemlerinin ilkel kümelenmesinin çözülmesi süreçleri başlamış
demektir. Aşağıda anlatılan vaka, hastanın, sözel ve sözel olmayan çe-
lişkili ifadeler şeklinde sunduğu malzemenin anlamlı bir insan etkile-
şimi halinde bütünleştirilmesi -anlamlı içselleştirilmiş bir nesne ilişki-
sinin anlaşılmasında ilk adım- sürecine bir örnek teşkil etmektedir.
Yirmi beş yaşlannda bir kadın hasta, pek bir şey çıkaramadığım
uzun süren sessizlikler ve ara sıra daldan dala atlayan laflardan sonra,
birden -ve ilk defa olarak- bir erkek olmak, bir penise sahip olmak ve
bu koşullarda benim gibi olmakla ilgili cinsel fantezilerinden bahset-
meye başladı. Aynı zamanda, sanki sıkılmış gibi hareketler yaptı, hu-
zursuzluk belirtileri gösterdi ve tekrar tekrar saatine baktı. Bu tezahür-
lerin genel etkisi benim için akıl karıştırıcıydı. Önemli bir içerik gibi
görünen şey onun için hiçbir önemi yokmuş gibi ve başka düşünceler,
muhtemelen o seansın kaçıncı dakikasında olunduğuyla ilgili düşün-
celer onu tasalandırıyormuş gibi anlatılmıştı. Ona bu farklı ifadeleri
nasıl algıladığımı söyledim ve tüm bunları nasıl anladığını sordum.
GENEL YAPILANDIRMA I 175

anında değişti: Hafif kınama içeren bir tonla, onun biraz ■■


ledikleriyle ilgilenip ilgilenmediğimi sordu; davranışına ve ■Qfl£e s
jLkışına dikkati çekmemin, dikkatimin dağıldığını ve ne söy-s& ati"C
tam dikkat etmediğimi gösterdiğini düşünmüştü. Ona biraz ^
Havranı§mın bir parçası olan bir tepkiyi bana atfettiğini belirt-ÖflceR
1
sından beri gerçekten söyledikleriyle ilgilenmediğim fantezisi tin '
ü
-unCjan, kendi fantezilerinde benim ilgimi neyin çekeceğini ara-K 5
cinsel fantezileri hakkında konuşmaya karar verdiğini söyle-\c cevap
verdi. Eğer bu malzemeyle ilgilenmeseydim, seans sıraya, genini
ilgimi çekebilecek herhangi bir şey söylemeye çalışma-S'n mutsuz bir
çaba olduğunu düşünecekti - pekâlâ ofisimden ayrıl-nl a ne kadar
vakit kaldığı üzerinde de yoğunlaşabilirdi. Davranışsal ^ rak seansı
içsel olarak değersizleştirdiğini yansıtan sıkıntı ve si-°. ,-ıjk ifade
ettiği ve bunun korkutucu bir yaşantı olan beni ilgisiz've 11 ak
algılamaya karşı bir savunma işlemi olduğu da ortaya çıktı. Beni
verici bir şekilde kendinden uzak hissetmesi, hemen ortaya çıkan
haskın bir aktarım tezahürüydü; cinsel fantezilerine gelince, sonuçta ,
ra benim tarafımdan sevilmek ve bakılmak şeklindeki daha derin
arzulara karşı bir savunma olarak benim penisime sahip olmak sure-
tiyle ben olmak arzusu, hem de sevgi ve korumama karşılık bir bedel
olarak bana cinsel boyun eğme (bu hastanın temel mazoşist bir örün-
tüsü) arzusu olarak anlaşılabilirdi. Bu örnek, bölme mekanizmaları-
nın (düşünce, davranış ve duyguların çözülmesi), yansıtma mekaniz-
malarının hâkimiyetini ve zımnen hastanın malzemesini "içermek"
gayretlerimin bir parçası olarak tüm duygusal tepkimin kullanılışını
göstermektedir.
Terapist, bir kez ağırlıklı bir aktarım kümelenmesini, seansta mey-
dana gelen duygusal olarak anlamlı bir gelişim temelinde anladığın-
da, kendilik imgesi, nesne imgesi ve söz konusu duygu açıklığa ka-
vuşturulabilir ve yorumlanabilir. Bu, içselleştirilmiş nesne ilişkileri-
nin anlamlı birimlerinin tanısında ek bir adım teşkil etmektedir. Tüm
bu bileşenleri açıklığa kavuşturmak, terapide uzun süreli bir ihtiyaç
olan hastanın kendilik kavramının karşılıklı olarak bölünmüş yönlerini
ve önem taşıyan başkalarının temsillerinin karşılıklı olarak bölünmüş
yönlerini teşhis etme ihtiyacı nedeniyle önemlidir. Kendilik ve
nesnelerin, ve böylece tüm içselleştirilmiş nesne ilişkileri dünyasının
bütünleştirilmesi, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların tedavisin-
de temel stratej ik bir çabadır.
Hastayı ve onun için önem taşıyan bir nesneyi içeren, gerçek ya da
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 176

fantezide varolan insan ilişkileriyle bağlantılı duyguların, bu ilişkim


le bütünleştirilmesi, bu çalışmanın diğer bir yönüdür. Hastanın duyP ~
yatkınlıkları, belli bir içselleştirilmiş nesne ilişkisine libidinal ya ^
saldırgan yatırımı yansıtır ve bölünmüş, parçalanmış duygu hallerini
bütünleştirilmesi, bölünmüş, parçalanmış olan içselleştirilmiş nesn
ilişkilerinin bütünleştirilmesinin doğal bir sonucudur. Aşağıdaki ör
nek, aktarımda özgül ve ilkel bir içselleştirilmiş nesne ilişkisinin can
lanmasına örnek teşkil etmektedir.
18 yaşında bir kız olan hasta, seansın bir noktasında, daha önce
duygusal olarak ona ve bana çok önemli görünen konularda monoton
ve duraksamalı bir şekilde konuşmaya başladı. Birdenbire kendimi
hastanın ilgisizliği ve duygu yokluğunun üzerimdeki etkisiyle öylesi-
ne uğraşır buldum ki, dikkatimin dağılmaması için mücadele ettiğimi
fark ettim. Bu noktayı hastayla birlikte açıklığa kavuşturma ve açım-
lama yönünde tekrar tekrar gayretlerim hiçbir sonuca ulaşmadı ve so-
nunda, artan bir engellenme ve hoşnutsuzluk döneminin ardından
malzemeyi anlamada anlık olarak kendimi ne yapacağını bilemez bir
durumda hissederek çabalamaktan vazgeçtim. Geriye yaslandığımda
-mecazi anlamda-, durum birden değişti ve hasta ısrarlı bir şekilde o
andaki gerçek bir durum ile ilgili -annesinin kendisini ziyareti- ben-
den yardım istemeye başladı. Hasta, bu ziyaretin çeşitli yönleriyle il-
gili yardım istedi. Hastanın sorduğu soruların çoğunlukla boş, önem-
siz konular olduğunu hissettim ve hasta, önerilerimi almak üzere sö-
zel taleplerini artırdıkça yavaş yavaş sabırsızlanmaya ve kendimi has-
taya uzak hissetmeye başladım. Ancak o zaman rollerin değiştiğini ve
aktarımda belli bir ilişkinin canlandırıldığını anladım.
Hasta önce, ilgilenmek için hastanın sevgi ve anlayış yalvarışlarıy-
la zorlanması gereken uzak, yalnız, ilgisiz bir insan olarak kendi an-
nesinin imgesini canlandırdı; bense hastanın, anlamlı bir ilişki arayı-
şında olan engellenmiş, talepkar bir çocuk olarak kendilik imgesini
temsil ettim. Etkileşimin ikinci kısmında, ben ilgisiz ve reddedici an-
ne konumuna koyulurken hasta, kendi engellenmiş, talepkar, ısrarlı
çocuk kendilik imgesini canlandırıyordu. Tüm bu durumun yorum-
lanması, hemen hastanın annesiyle çatışmalan üzerinde daha fazla
durulmasına ve sonunda kendisinin bazen talepkar, öfkeli, açgözlü bir
çocuk gibi (geçmişteki kendilik imgesi), bazen de küçük gören, ukala,
reddedici anne gibi (karşılık gelen nesne imgesi) davranarak bu çatış-
malara katkıda bulunduğunu anlamasına yol açtı.
Bu iki örnekten çıkan bazı başka sonuçlar da vardır (her iki örnek
GENEL YAPILANDIRMA I 177

»Havinin ilk aşamalarından verilmiştir). Birincisi, aktarım, sınır larm


tedavisinde hemen temel bir direnç haline gelir ve yorum-frac" sl
gerekir; bu durum, özellikle de terapide işbirliğinin kurulma-lan tenCjit
eden, görünür ve gizil olumsuz aktarım tezahürleri için ge-S"1-Î'dii'-
"Terapide işbirliği" (Zetzel, 1956) ya da "çalışma işbirliği" **r enson,
1967), sınır hastalarda yalnızca aktarımın "şimdi ve bura-" aç'kÇa
konuşulmasıyla kuvvetlendirilebilir. Tedavinin ilk safhala-da aktarımı
böyle sınırlı bir şekilde ele almak, hastanın gözleyen 0 nini ve aynı
zamanda terapide işbirliğini destekler. Bu yaklaşım, bi-cdışı olumsuz
aktarım yönlerinin gündeme gelmemesine ve dolayı-vla gizli
kalmasına izin vermek ve hastayla olan çalışma ilişkisini naliük
olmayan, destekleyici yollarla kuvvetlendirmeyi ummaktan farklıdır-
Diğer bir sonuç şudur; psikoterapistin tedavinin erken safhalarında
aktarım malzemesiyle uğraşırken çok aktif olması gerekir, ancak bu
aktiflik, yansız konumun terk edilmesi değil, terapistin müda-
halelerinin hasta üzerindeki çeşitli etkileri üzerinde devamlı durulması
anlamına gelir. Buna ek olarak yaklaşımım, hastanın psikoterapi
çalışmasıyla devamlı olarak işbirliği içinde olmasını ve hastanın bu
çalışmayı yapmamasının aktarımsal uzantılarının yorumlanmasını
içerir. Seanslar sırasında hastanın sorumlulukları üstünde durma, psi-
koterapi çalışmasının uzun süreli etkilerinin, özellikle de hastanın te-
davi saatleri arasında sürdürdüğü çalışma üzerindeki etkilerinin de-
ğerlendirilmesine katkıda bulunur.

TEDAVİNİN ERKEN SAFHALARINDA ÖZEL SORUNLAR


1. Malzemeyi Bilinçli Olarak Saklama: Hasta, bilinçli olarak bilgi
sakladığında ya da yalan söylediğinde, psikoterapistin ilk önceliği,
bilgi verilmemesini tam olarak yorumlamak ve yorum kullanarak
-hastayı eğiterek değil- bilginin saklanmasını azaltmak olmalıdır. Bu-
nu yapmak, özellikle antisosyal özellikleri olan vakalarda haftalar ya
da aylar sürebilir. Ne kadar uzun sürerse sürsün, hastanın yalan söyle-
mesinin gerçeklik ve aktarımla ilgili uzantılarının tam olarak çözül-
mesi, diğer tüm malzemenin -hayatı tehdit eden eyleme koyma hariç-
önüne geçer. Ancak, yalan söyleme, eyleme koyma da dahil olmak
üzere diğer tüm sorunlara psikoterapi yaklaşımı üzerinde olumsuz
etki yarattığından, yalan söylemeyi alışkanlık edinmiş hasta, hayatı
tehdit eden ya da tedaviyi tehdit eden eyleme koyma belirtisi gös-
teriyorsa, tedaviye hastanın hayatına uzun süreli hastaneye yatırma
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM 178
gibi yeterli ölçüde yapılandırma getirerek başlamak tercih edT
lan söylemeyi alışkanlık edinmiş, dolayısıyla ciddi üstben h If' ^a-
gösteren hastalar, ahlaki değerlerle ilgili kendi tutumlarını ns'v Sl
piste de yansıtma ve terapisti dürüst olmayan ve ahlakı bozuk ty°tera"
rak algılama eğilimi de gösterirler. Dolayısıyla, yalan söyleme^ °*a~
tarımla ilgili işlevlerine yorumlayıcı yaklaşım, hastanın kend' !v- a^
olmayışını terapiste yansıtması ve bu gelişimin "şimdi ve burad ^st $
tanm uzantılan üzerinde durmayı da içerir.
a
k- ,"
Yalan söylemenin yorumlanması, hastanın yalan söylemesin' *
koterapi ilişkisinin yakın ve uzak geleceği açısından potansiv ı^ S'~
nuçlarının açımlanmasını da içerir. Örneğin o andaki bağlamda h S°~
terapiste olan üstünlüğünü ortaya koymayı ve terapistin gayreti ^
yenilgiye uğratmayı, onun üzerinde denetim uygulamayı, teran' ^
hastanın saklamak istediği şeyleri öğrendiği takdirde alacağı ve ha '"'
nın korktuğu tehlikeli intikamdan kendini korumayı ya da yardım T
mak dışındaki amaçlar için psikoterapi ilişkisini bilinçli olarak •
mürmeyi arzuladığı için yalan söyleyebilir. Daha uzun süreli olar i
bakıldığında yalan söyleme, hasta-terapist ilişkisinin insani niteli»-
nin temel bir biçimde çarpıtılması anlamına gelir ve hastanın, sorunla
rından dürüstçe bahsetmenin faydası olabileceğine olan inancını va
da bu konuda umudunu en azından geçici olarak yitirdiğine bir
işarettir. Yalan söyleme, aynı zamanda hastanın zihninde
psikoterapistin kendini böyle bir tedavi müsveddesine bulaştırdığı
için ya yetersiz ve aptal olduğu ya da dürüst olmadığı anlamına
gelir. Bu da yine, samimi bir insan ilişkisi açısından temel bir
umutsuzluğa ya da hastanın bunu gerçekleştiremediğine bir işarettir.
Yalan söylemenin hem o andaki anlamlarının hem de uzun vadede
doğuracağı sonuçların tam olarak açımlanması, başarıya ulaştığı
takdirde, başarısızlığa mahkûm bir tedaviyi anlamlı bir terapi
ilişkisine çevirme yönünde çok önemli bir temel oluşturabilir.

2. Alınan Tüm Yardımları Tutarlı Bir Biçimde Değersizleştirme:


Bu sorun, yalan söyleme eğilimiyle birlikte mevcut olabilir, ancak
kendilerine yardım etmek isteyen herkesi bilinçli ve bilinçdışı küçük
görme eğiliminin, kendileri hakkında tam bilgi verme konusunda
olağan dürüstlükle birlikte bulunduğu birçok hasta vardır. Narsisist
kişiliklerde ağırlıklı bir savunma işlemi olan değersizleştirme,
genelde tümgüçlü olmayla birlikte bulunur ve narsisist kişiliklerde
tipik olan ciddi terapiye olumsuz tepkinin bir parçası olabilir
(yardım kaynakla-
GENEL YAPILANDIRMA I 179

duyulan bilinçdışı hasetle bağlantılıdır). '' Aldıkları tüm yardımı


hemen değersizleştirmeleri, yardım kaynatma derin, bilinçdışı
güvensizlik duymaları gibi başka nedenlerden vnaklanan (bu tür
kaynaklar, aktarımda canlanan nihai olarak ilkel, t rkulan ve nefret
edilen ebeveyn imgelerini temsil ederler) hastalar , vardır. Çocuksu
kişiliği olan ve daha fazla yardım için kronik ola-ak talepkâr olan
hastalar bu gruba dahildir. Genel olarak, "aşırı ba-. mlılık", genelde
başkalarına ve onlardan alınan şeylere içsel olarak erçekten bağımlı
olamamayı yansıtır. Alınan yardımın bilinçdışı de-lersizleştirilmesi,
alınan şeyin idealleştirilmiş ebeveyn imgelerinden ilkel, sihirli
bağımlılık beklentileri temelinde bilinçdışı idealleştiril-mesinin
öbür yüzüdür; her iki durumda da, hastanın psikoterapistten aldığı
şeyin gerçekçi içe alınması başarısızlığa uğrayabilir ve bunun
doğrudan etkisi, bir hoşnutsuzluk, engellenme, boşluk duygusu ve
hastanın seanslar arasında çalışma yapmamasıdır. Narsisist kişilikle-
rin, psikoterapisti ve psikoterapi ortamında öğrenilen her şeyi değer-
sizleştirmeleri, terapiye ciddi, kronik olumsuz tepkinin ilk işareti ola-
bilir. Bu, üstesinden gelinmesi son derece zor bir durumdur ve bazı
vakalarda hastanın psikanalitik bir psikoterapiden yararlanamayışını
yansıtır.
8. ve 9. Bölümlerde, narsisist kişiliklerin, genel ben işleyişi düzey-
lerine, tedavinin başlangıcından itibaren ilkel hiddetin ne ölçüde doğ-
rudan ifade edildiğine ve terapiye olumsuz tepki derecesine bağlı ola-
rak farklı tedavi endikasyonlan olduğundan bahsediyorum. Sınır ol-
mayan düzeyde işlev gören narsisist kişilikler, ideal olarak değiştiril-
memiş psikanalitik bir çalışmayla tedavi edilmelidirler; bu vakalar,
görüşüme göre herhangi bir teknik parametresi gerektirmezler, ancak
narsisist kişilik yapısını çözmenin tek yolu olarak aktarımda narsisist
savunmalann tutarlı bir şekilde yorumlanmasını gerektirirler.
Açık sınırda işlev gören narsisist kişilikli hastalar, eğer tümgüçlü
olma ve değersizleştirme mekanizmaları ve bunlarla bağlantılı olarak
psikoterapi yaşantısının "birikmemesi" makul bir süre içinde çalışıla-
bilirse, genel olarak sınır hastalar için tavsiye edilen değiştirilmiş psi-
kanalitik psikoterapiye cevap verebilirler. Sorun, bu hastaların gerek-
tirdikleri çok uzun tedavi göz önüne alındığında, haftada iki ya da üç
seansla birkaç yıl psikoterapinin hiçbir temel değişiklik meydana ge-
tirmeme riskinin mevcut olmasıdır. Dolayısıyla ben şimdi bu vakalarla
bir yılı geçmeyen sınırlı bir deneme psikoterapisini tercih ediyorum.
Böyle bir deneme döneminden sonra, eğer savunma yapısında her-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 180

hangi bir temel değişiklik olmazsa, daha destekleyici bir vatı


doğru kaymak gerekebilir. Bu hastalarla salt destekleyici bjr ^'^a
şımla tatmin edici sonuçlar elde edilmiştir (9. Bölüm). ^la-
Son olarak, sınırda işlev gören ve tedavinin başlangıcından it'h
yoğun hiddet tepkileri gösteren (ve bu şiddet tepkilerinin bir n ^^
olarak tedavinin değersizleştirilmesinin şiddetlendiği) narsisist u-ası
likler de, yapılandırılmış bir tedavi (bazen hastaneye yatırma yol
dönemi denendikten sonra daha destekleyici bir yaklaşım gerekti u-
lirler. Kısacası, açık sınırda narsisist hastalarla önce anlatmışa] K-~
psikoterapi yaklaşımı denerim, ancak durumu süreç ilerledikçe v ^
1
den değerlendiririm. "
Her tedavi seansının ilk dakikalarında, sınır hastanın davranışı ü
rinde tutarlı bir şekilde durma, hastanın seanslar arasında yaptığı
lışmayla ilgili önemli bilgi sağlar; sonuçta hastaların seanslara h ~
men, zamanı anlamlı bir şekilde kullanarak başlamaları beklenir. Has
taların başlangıçta uzun sessizliklerle önemli zaman kaybetme eği
limleri ve seansı iyi kullanmak için psikoterapistin sorumluluk üstlen-
mesi yönünde bilinçli ve bilinçdışı gayretleri ya da genel bir pasiflik
ve terapisti konuşturma yönünde kronik çabalar, diğer anlamlarının
yanında, hastanın tedavi sürecini aktif olarak değersizleştirdiğini gös-
terebilir. Seanslann başında böyle bir pasifliği tutarlı bir şekilde yo-
rumlamak, olumsuz aktarımın daha önce gizli olan önemli yönlerini
açığa çıkarabilir; bu özellikle narsisist kişilikli hastalar için geçerlidir.

3. Terapi Etkileşiminde Kronik Olarak "Anlamsızlık" Meydana


Gelmesi: Burada, farklı nedenlere karşılık gelen, tedavinin genelde
boş, anlamsız ya da kronik olarak karışık hale dönüştüğü çeşitli du-
rumlardan bahsediyorum. Bu sorunun görüldüğü hasta grubu, yetersiz
kişilikler adı verilen hastalardır - başkalarıyla simgesel sözel iletişim
yoluyla ilişkiye girmekte büyük güçlükleri olan ve sınırda işlev gören
hastalar; bu hastalar destekleyici psikoterapiyle tedavi edilmelidirler
ve genelde, seanslann sıklığı yavaş yavaş azaltılsa da, çoğu zaman
hayat boyu destek gerektirirler. Şizoid kişilikler de uzun bir süre
boyunca tedavi saatlerinin kronik olarak "boş" bir nitelik kazan-
masına yol açabilirler; bu hastalarda, duygusal dağıtma ve gizil,
olumsuz, çoğu zaman gerçekten paranoid olan aktanm yatkınlıklan-
nın savunmaya yönelik işlevlerinin sistematik olarak yorumlanması
çok önem taşır. Sınır kişilik örgütlenmesi vakalannın çoğunda seans-
lar sırasında duygusal anlamın bulunmadığı daha kısa dönemler mey-
GENEL YAPILANDIRMA I 181

,• ye bu da, bölünmüş, parçalanmış olan içerik, davranış ve


J':l!'' '"L nsikoterapistle insani bir etkileşimin bütünleşmiş birimleri
jıi>:-"-v r'niiştürmeyi amaçlayan ve daha önce anlatmış olduğum ge-
l,j!
"' kr/k yaklaşımı gerektirir.
ne
' ir bir süre boyunca tamamıyla akıl karıştıran bir malzeme kom-P e
n
0larak görünen durumu bir düzene koyamadığı takdirde, k' tin bu

kanşıklığın aşağıdakilerden hangisinden kaynaklandığı-terap1 sl


5nernlidir: 1) Hastanın özel savunma işlemleri, 2) karşı nl S m tepkileri,
ya da 3) hastanın terapistin akimi karıştırma yönün- a'cta-rncdışı
gayretleri. Bu tedavi durumunun hastayla açık bir şekil- c'6
unlanması, durumun çözülmesi yönünde önemli ipuçları sağla-
yabilir-
4 Paranoid Denetim ve Bilgi Saklama: Bazı sınır paranoid hasta-• la
malzemenin bilinçli olarak gizlenmesi hasta tarafından terapist h
kkînda paranoid fantezilerin ifadesinin bir parçası olarak kabul edi-.'.
5rneğin bir hasta, birkaç hafta boyunca gerçek adını söylemeyi âdetti.
Tedavinin ilk seanslarında görünür paranoid düşünce hâkim-
terapistin hastanın gerçekten de sınır bir hasta mı yoksa paranoid bir
psikotik mi olduğunu dikkatle değerlendirmesi gerekir. Psikotik
naranoid bir hasta, aktarım psikozu geliştiğinde ciddi saldırgan eyle-
me koyma gerçekleştirebileceğinden, terapistin erken, dikkatli bir
ayırıcı tanı yapması ve psikotik bir hastayı tedavi etmenin doğuracağı
sonuçları açık bir şekilde anlamadan yoğun bir psikoterapi tedavisi
başlatmaması son derece önemlidir. Zaman zaman, bu tanısal soru sı-
nırda bir paranoid hastanın ilk tedavi seanslarında açıklığa kavuşturu-
lamazsa, psikoterapiye durumu daha da iyi değerlendirmek üzere kısa
bir hastaneye yatırmayla birlikte başlamak tercih edilir. Erken, kısa
bir hastaneye yatırmanın uzun vadeli faydaları, böyle bir yatırmanın
meydana getirdiği kaygı artışı ve aktarım çarpıtmalarını ve hastaların
günlük yaşamlarındaki diğer komplikasyonlan telafi eden bir unsur-
dur. Her durumda, psikoterapistin hastanın tedaviyi patolojik bir şe-
kilde denetlemesine izin vermemesi önemlidir, zira bu, psikoterapis-
tin yalnız yansızlığını değil, aynı zamanda hastaya insani bir düzeyde
ulaşılabilir olmasını da olumsuz etkiler. Bir hastayı imkânsız koşullar
altında tedavi etmektense, bazen hiç tedavi etmemek tercih edilebilir.
Yansıtmalı özdeşleşme, paranoid hastaların ağırlıklı olarak kullandık-
ları bir savunma işlemidir ve zımni sadist denetim, yalnızca, terapist
nesnel olarak hastanın denetimi altında değilse yorumlanabilir.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 182

5. Erken, Ciddi Eyleme Koyma: Oldukça sık olarak, sınır bir h nın
eyleme koyma potansiyeli yalnızca psikoterapi başladıktan 3Sta" tam
olarak değerlendirilebilir. Öyleyse sorun, tedavi ortamına °nra yeterli
yapılandırma sağlanabileceğidir; bu, terapist, hastanın s ^^ larda
davranışında yalnızca hafifçe belli olan -belli olursa tabii- ?S~ me
koymanın derecesinin tam olarak farkında değilse zor olab ı
Pratikte, tedavi ortamı dışında ciddi duygusal çalkantıların seansî "^
daki küçük göstergeleri çok ciddiye alınmalıdır ve terapist hastav!^
ilk bakışta günlük yaşamında nispeten önemsiz bir sorun gibi görün ''
şeyi tam olarak açımlamahdır. Terapistin sezgisi, benzeri karakter °
runları olan diğer hastaların tedavisindeki deneyimi ve tedavi saati •
dışında meydana gelen şeylerle ilgili şaşkınlık ve tasasını açıkça ifa{ı
etmesi, seansların içeriğinden çözülmüş olan malzemenin aktarım
gelmesinde yardımcı olabilir. Özellikle önemli bir ipucu, tedavi saat'
lerinin ilk dakikalarında tekrar tekrar ortaya çıkan ve tutarlı bir şekn.
de çalışılsa dahi değiştirilemeyen karakter savunmalarıdır.
Örneğin bir hasta, tüm seanslara kısa bir sessizlikle başlıyordu. Da-
ha sonra terapiste, kendisi için önemli konularla dolaylı bir ilgisi olan
ancak terapistin hastanın aklında ne olduğunu "tahmin etmesi "nin ge-
rektiği ve "doğru tahmin ettiği" takdirde ödüllendirildiği bir biçimde
sorular soruyordu. Bu davranış örüntüsü, incelikli olmasına karşın te-
rapistin bunu tekrar tekrar yorumlama gayretlerine rağmen aylarca
sürdü. Sonunda bu davranışın genelleşmiş, daha önce farkına varıl-
mamış eyleme koymayı yansıttığı ortaya çıktı. Hastanın, terapi sıra-
sında bir sorun olarak sözünü etmediği alışıldık bir davranış örüntüsü
örneği olduğu meydana çıktı. Bu örüntü, hastanın gösterişçi bir bi-
çimde inatçı bir sessizliğe çekildiği sosyal ortamlarda meydana geli-
yordu. Önemli kişilere merak uyandıran sorular sorarak ve yalnızca
onların, sezgilerini kullanarak ona yardımcı olabilecekleri mesajını
vererek onların tüm dikkatini kendine çekiyordu. Bu davranışın net
etkisi, hastanın çevresinde sorularına hevesle cevap veren ve ona tüm
konularda bol bol bilgi veren iyi niyetli birçok akraba ve arkadaşın
bulunmasıydı; bu sırada o, genelde gizemli bir gülümsemeyle, genel
mesafeli konumunu değiştirmeden "denetimi elinde" tutmasına yar-
dımcı olduğunu düşündüğü şeyi onlardan "çekip alıyordu". Bu davra-
nışın tedavi sırasında kötüleşmesi, bu davranışın bir aktarım direnci
işlevi gördüğünü gösteriyordu. Tedavi saatleri dışında bu tümgüçlü
denetimin eyleme koyulmasının yorumlanması, bu karakter savun-
GENEL YAPILANDIRMA I 183

seanslara yöneltti; bu karakter savunması artık seanslarda tam


"Ürak işlenebilirdi.
"'"Tabii bu tür sorunlar, tedavinin yalnızca ilk seanslarında ortaya az;
yme ^e terapist, incelikli karakter savunmalarını tedavinin afhalannda
-bu savunmalara onları fark edemeyecek kadar alış-i' , n önce- teşhis
etmenin daha uygun olduğunu düşünebilir. Ayrı-1113 terapist hastayı
yeteri kadar tanımadığından, terapistin hastanın ° a' jjş etkileşimleri
üzerinde tedavinin ilk safhalarında tutarlı bir şe- tÜ|de durması, daha
sonra yıkıcı, denetlenemez eyleme koymayı kes-firebiHr ya da
önleyebilir.
5 Tedaviyle İlgili Önceki Bilgileri ve "Psikoterapi Dili"ni Kötüye
ulanma: Sınır hastalar karmaşık, uzun süreli tedavi ayarlamalan
erektirdiklerinden ve aktarımın eyleme koyulması nedeniyle tedavi-in
kesilmesinin ya da psikoterapist değiştirmenin sık olması nedeniyle,
terapistler sık sık daha önce tedavi görmüş hastalarla karşılaşırlar.
Tedavinin ilk safhalarında başka terapistlerle önceki deneyimlerin
dikkatle açımlanması, daha önce zamansız kesintiye neden olan
durumun tekrarlanmasını önlemede her zaman yardımcı olur. Ancak
sınır hastalarda, önceki psikoterapistin kısmi yönleriyle ilkel çarpıtıl-
mış özdeşleşme, terapiste çarpıcı bir şekilde samimi olmayan ve ya-
pay görünen malzemede yansıyabilir. Bu, özellikle hastanın kendi
duygusal yaşantılarını betimlemesinde geçerlidir: Sınır hastalar çoğu
zaman duygulannın tam niteliğinden haberdar değildirler ve bu duy-
gulan psikoterapistlerin daha önce kendilerine söylediklerine uygun
olarak etiketlerler; bu koşullar altında hastanın ne hissettiğinin ya da
hislerinden nasıl söz ettiğinin gerçek hislerini yansıtıp yansıtmadığı
çok önemli olur.

7. Ayrılma Tepkilerinin Hâkim Niteliği: Hastanın terapistten ayrıl-


maya olan tepkilerinin, teşhis, seyir ve terapi açısından önemli sonuç-
ları vardır. Hafta sonlan, bayramlar, hastalık, tatil, vb.'ye bağlı olarak
ayrılmalar, hep hastanın bu tür ayrılmalara ağırlıklı tepki düzeyini ha-
rekete geçirme eğilimi gösterir. Farklı ayrılma tepkileri, içselleştiril-
miş nesne ilişkilerinin en ciddi çarpıtmalarından en az çarpıtmalarına
bir süreklilik üzerine yerleştirilebilir. En olumsuz tepki, terapistten ay-
rılmaya karşı hiçbir duygusal tepki duyamayan, ancak başka hastalar-
dan bu tür tepkileri taklit etmeyi öğrenmiş olup, bunları çeşitli eyleme
koymalar için rasyonalizasyon olarak kullanan hastalardır. Bunlar ge-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 184

nelde şiddetli antisosyal özellikleri olan narsisist hastalardır ft


reklilikte bir sonraki adımda, narsisist kişilikli çoğu hastanın ö? Sti" "
olan, terapistten ayrılmaya hiçbir tepkisi olmadığını açıkça kabul
bulunur. Sınırda işlev gören bazı narsisist hastaların gösterdiği •• ^
şiddetli, değersizleştirici bir hiddet türü, hemen doğurduğu sonu
açısından olumsuzdur, ancak belli bir süre işlendiği takdirde, teran'^' le
yoğun bir duygusal ilişki yetisinin başlangıcına işaret edebilir
Daha az ciddi sonuçları olan bir durum, çocuksu kişiliği olan hast
larda tipik bir tepki olan, terapistten uzun süre ayrılmalarda çoğu Sl a~
hastanın yaşadığı yoğun, bazen düzen kaybına yol açan ayrılma ka *
gısıdır. Bu durumda terapistten ayrılma korkusu, çoğu zaman yalnı ca
patolojik bağımlılık ihtiyaçlarını değil, aynı zamanda terapistte
ayrılmadan kaynaklanan engellenmenin yol açtığı öfke nedeniyle te
rapistin içselleştirilmiş imgesinin yok edilmesi korkusunu da yansıtır
Bu tür ayrılma kaygısının bilinçdışı anlamlarının yorumlanması, JİV
safhalardan itibaren tedavinin önemli bir kısmını oluşturur. Süreklilikte
bir sonraki adım, içselleştirilmiş nesne ilişkileri daha iyi bütünleşmiş
olan ve genelde daha iyi seyire sahip sınır hastaların karakteristiği olan
patolojik ölçüde yoğun yas tepkilerinin varlığıdır.
Son olarak, terapistten ayrılıklara normal yas tepkileriyle taham-
mül gösterme, sınır hastaların ve genel olarak daha az ciddi türden ka-
rakter patolojisi olan hastaların ileri tedavi safhalarının karakteristiği-
dir. Hasta uzun bir ayrılık dönemine tahammül edemediği takdirde te-
davinin zamansız kesilmesi tehlikesi söz konusu olduğundan ve ayrıl-
ma tepkileri aktarım ve nesne ilişkilerinin genel niteliği hakkında
önemli bilgiler içerdiğinden, hastaların ayrılma tepkilerinin dikkatle
açımlanması çok önemlidir.

8. Psikoterapistin Hastane Ekibiyle İlişkisi: Başlangıçta ya da teda-


vinin daha sonraki safhalarında tedavisi hastaneye yatırmayla birlikte
yürütülen sınır hastalarda, psikoterapistin hastane yönetim ekibinin
başı ile yakın ilişkide olması önemlidir. Bu durum, gizlilik, aktarımın
bölünmesi tehlikesi ve hastane tedavisinin ve psikoterapi çalışmasının
genel koordinasyonu gibi konuları gündeme getirir.
Kendi deneyimimde, psikoterapistin rutin olarak hastanın hastane-
deki etkileşimleriyle ilgili tam bilgi almasının, hastanın da bu konuda
bilgilendirilmesinin yararlı olduğunu gördüm. Böylece, psikoterapist,
hastanın hastanedeki etkileşimleriyle ilgili önemli bilgileri hastanın
kendisiyle paylaşabilir ve bunu aktarım analiziyle bütünleştirebilir.
GENEL YAPILANDIRMA I 185

zamanda psikoterapist hastayı, terapistin hastane ekibiyle birlik-


c ımlamak isteyebileceği konular haricinde hastanın kendisine
ver-"x"\ tüm bilgileri gizli tutacağı konusunda bilgilendirmelidir.
Hastane
ibine bilgi vermeden önce bunun için hastadan izin isteyecektir. Di-
f bir deyişle, hasta, psikoterapiste bazı bilgileri hastane ekibiyle
ylaşma konusunda özel izin vermediği sürece genel gizlilik muha-î
za edilmelidir. Son olarak hastalara, hastanın ya da başka insanların
havadarına tehdit içeren koşullarda gizliliğe bağlı kalmayabileceğimi
bildiririm; yine, böyle koşullarda, hastane tedavi ekibiyle konuşulma-
gerektiğini düşündüğüm bilgi niteliğini, önce hastayla paylaşırım.
gu yaklaşımdan çıkan genel bir sonuç, psikoterapi tedavisi sırasın-
da hastaneye yatırma gerekirse ve uygulanırsa, tüm tedavinin bütün-
leştirilmesi gerektiğidir; pratikte bu, aktarımın bir kısmının hastane
tedavi ekibine yöneldiği bölme işlemlerini azaltmada ya da önlemede
yardımcı olmalıdır. Sosyal komplikasyonların, örneğin aile baskılan-
an, akrabaların ya da hastayla ilgili başka insanların psikoterapistle
doğrudan temas kurma çabaları olarak ifade bulduğu ayakta tedavi
gören vakalarda, sosyal bir kuruluş ya da bir psikometrik sosyal çalış-
macıdan, meydana gelen genel tedavi ortamını denetim altında tutma-
ya devam eden, ancak psikoterapisti hastanın dış sosyal çevresinden
ayıran bir yapı sunması istenebilir. Yine bu koşullarda psikoterapist,
aileyi gören sosyal çalışmacı ile açık bir iletişimi sürdürmelidir, an-
cak psikoterapistin sosyal çalışmacı ile paylaşmak istediği her bilgi
hastayla konuşulmalıdır.
Takip edilemeyen eyleme koyma ve tedavi ortamının bölünmesi
tehlikelerinin, bazı bilgileri tedavi ekibinin diğer üyeleriyle paylaş-
manın komplikasyonlarına ağır bastığını söylemek istiyorum. Zaman
zaman bu tür birden çok tedavi düzenlemesi, terapistin yansızlığı üze-
rinde, tedaviyi, destekleyici bir yaklaşıma kaydıracak ölçüde olumsuz
etki yaratır; zaman zaman ise birden çok düzenleme, terapisti, hasta-
nın hayatı hakkında karar verme yükünden kurtarabilir, başka türlü
dayanılmaz olabilen karşı aktarım tepkilerini yumuşatır ve kısacası,
terapistin yansızlığını korur. Bu konuyla ilgili olarak vakaya özgü ka-
rar verme sürecinde o kadar çok değişken rol oynamaktadır ki, bu
alanda bir genelleme yapmak gerçekten de zordur.
Sonuç olarak, sınır hastalarla tedavi strateji ve taktiklerinin can alı-
cı yönleri, tedavinin ilk safhalannın gereklilik ve düzenlemelerinde
vücut bulur. Tedavinin ilk safhasının genel amacı, olumlu koşullar al-
tında uzun süreli bir psikoterapi çalışmasına olanak sağlayacak koşul-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 186

lan yaratmaktır. Bu koşullara, hastayı hastalığının potansiyel 0ıar yıkıcı


ve kendine yönelik yıkıcı sonuçlanndan korumak ve terapjsf■
yansızlığını ve psikoterapi stratejisini destekleyici bir modele k ^
maktan -bu hastalar için gerekli olan bir yorumlama çabasınH
uzaklaşmaktan- korumak için önlemler de dahildir. Bu genel çer ^
vede psikoterapist, hastanın davranışının yorumunu, kendi öznel d ~
neyimini ve o andaki güçlüklerinin aktarımsal uzantılarını terapisti ~
hasta arasında gelişen, derinleşen samimi insani bir deneyim ışığıncı
bütünleştirmeye çabalamalıdır.
7
Öznel Boşluk Yaşantısı

Normal bütünleşmiş kendilik ve bununla bağlantılı olan başkalarının


h'ltünleşnıiş olarak kavranmaları (bütünleşmiş nesne temsilleri), za-
man içinde ve değişen koşullarda bir süreklilik duygusunun gerçek-
leşmesini sağlar. Aynı zamanda hayatı anlamlı kılan bir insan ilişkileri
ağma aidiyet duygusunu ve verili kabul ettiğimiz ve normalde yal-
nızca en aşın ve alışılmadık psikososyal travmalar ya da hayatı tehdit
eden durumlarla tehdide uğrayan olağan "kendilik duygusunun" da
(Jacobson, 1964) gerçekleşmesini sağlarlar. Jacobson, bireyin bütün-
leşmiş bir kendiliğin farkındalığından kaynaklanan bu kendilik duy-
gusunun, bütünleşmiş bir kendiliğin libidinal yatırımına bağlı olan
"kendilik değeri" ya da "kendilik saygısı"ndan ayırt edilmesi gerekti-
ğini belirtmektedir (1964).
Çeşitli nedenlerden ötürü, kendilik ile iç nesneler dünyası (bütün-
leşmiş nesne temsilleri) arasındaki normal ilişki tehdit edildiğinde ve
kendiliğin iç nesneler tarafından içsel olarak terk edilmesi denilebile-
cek bir durum ya da nesnelerin yitirilmesi durumu meydana geldiğin-
de, acı verici ve rahatsız edici nitelikte patolojik öznel deneyimler ge-
lişir. Bu deneyimler arasında ağırlıklı olarak bir boşluk ve hayatın an-
lamsızlığı, kronik huzursuzluk ve sıkıntı, ve yalnızlığı yaşamayı ve
üstesinden gelmeyi sağlayan normal yetinin yitimi bulunur.
Çoğu zaman bir boşluk duygusu olarak adlandırdıkları acı verici ve
rahatsız edici bir öznel yaşantı betimleyen hastalar vardır. Tipik du-
rumlarda, sanki bu boşluk, hastaların iç yaşantılan üzerinde daha az
durmalarını sağlayan, birçok faaliyete ya da bir telaş içinde sosyal et-
kileşimlere katılma, madde ya da alkol kullanma, ya da seks, saldır-
ganlık, yemek ya da zorlantılı faaliyetlerde bulunma yoluyla kaçmaya
çabaladıkları öznel yaşantılarının temel tarzıdır. Buna karşılık bazı
hastalar ise, sanki bu boşluk yaşantısına teslim olurlar ve mekanik bir
yaşam stili olarak betimlenebilecek bir stil edinirler - günlük faaliyet-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM M88

lerin hareketlerini donuklaştırıcı bir gerçek dişilik ya da tüm öznel v


şanlıların bulanıklaşması hissiyle yürütürler; böylece, deyim yer:
deyse, sanki en yakın çevrelerinde ne varsa (cansız ya da insan) kar""
şıp birleşirler.
Öznel boşluk yaşantısı çeşitli biçimler edinebilir. Kronik nevrotik
depresyonu ya da depresif kişilik yapısı olan bazı hastalar, bu öznel
yaşantıyı yalnızca ara ara yaşarlar ve bunu diğer tüm öznel yasanı
türlerinden çok farklı olarak betimlerler. Bu hastalar için kendilerin'
boş hissettikleri dönemler, artık uzak, erişilemez ya da mekanik görü-
nen diğer insanlarla temasın yitirildiğini hissettikleri ve kendilerini de
buna benzer bir şekilde hissettikleri dönemlerdir. Artık yaşam anlam
içermiyor görünmektedir, gelecekte herhangi bir doyum ya da mutlu-
luk umudu yoktur, arayacak, arzulanacak ya da çaba gösterilecek hiç-
bir şey yoktur. Bu hastalar artık kimseyi sevemeyeceklerini ve her-
hangi bir kişinin onları sevmesi için de bir neden olmadığını düşünür-
ler; insan dünyası, insanlar arasında anlamlı ilişkiler açısından, ya da
en azından bu hastalan içeren anlamlı, sevgi ilişkileri açısından boşal-
mıştır. Cansız nesnelerden oluşan dünyaları, sanki bu nesneler kendi-
lerini çevreleyen alışıldık fonlarından fırlayıp nüfuz edilemez, anlam-
sız ya da erişilemez bir nitelik ediniyormuş gibi kesin sınırlarla ayrıl-
mıştır. Günlük çevrelerinin genelde beğendikleri ve sevdikleri cansız
nesneleri, yabancı ve acı verecek bir biçimde anlamsızlasın
Bu depresif hastaların boşluk hisleri, yalnızlık hissine yakındır; an-
cak arada bir fark vardır: Yalnızlık, hasret öğeleri ve ihtiyaç duyulan
ve sevgilerine ihtiyaç duyulan ama şimdi ulaşılamaz gibi görünen
başkalarının varlığı hissini içerir. Psikanalitik açımlama, değişmez bir
biçimde bu hastaların bilinçdışı bir suçluluk duygusu olduğunu ve
öznel yaşantılarının "boşalmasının", üstbenlerinin adeta kendiliğe sal-
dırışını yansıttığını ortaya çıkarmaktadır. Üstbenin uyguladığı sert iç
ceza, sevilmeye ve takdir edilmeye layık olmadıkları ve yalnız olma-
ya mahkûm oldukları şeklinde zımni bir hüküm içerir. Daha derin bir
düzeyde ve ciddi vakalarda, üstben baskılarının belirlediği iç fantezi-
ler, kötülükleri nedeniyle iç nesneleri yok ettikleri ve dolayısıyla şimdi
sevginin olmadığı bir dünyada tek başına kaldıklarıdır.
Bazı hastalar, yani şizoid kişilik yapısı olan birçok hasta, boşluğu,
kendilerini başka insanlardan farklı kılan doğuştan gelen bir nitelik
olarak, yaşarlar; başkalarından farklı olarak, bu kişiler hiçbir şey his-
sedemezler ve başka insanlarda gözledikleri ve anladıkları, ancak
kendilerinin yaşayamadıklarım düşündükleri sevgi, nefret, şefkat,
ÖZNEL BOŞLUK YAŞANTISI I 189

t yas tutma hislerine sahip olmadıklarından dol, #s\<? Ve


h'iS [ıjssederler. Bu tür şizoid hastalar için boşluk yaşa, ^oarı
ifalardan daha az acı verici olabilir, çünkü kendilerini L viJr
^ dönemler ile başkalarıyla duygusal ilişkide olduklaı ı-
lerl
nC ja daha az fark vardır. Bir iç akıntıya kapılmışlık h, \

gerçek dişilik hissi ve bu gerçek dışılıktan dolayı yatıştın ijk
edinmiş bir his, boşluk yaşantısını şizoid hastalar için t harnmül
edilebilir hale getirir ve başkalarına karşı pasif bağımlı
r benimsemelerine ve böylece kendi öznel yaşantılarından z. bir dı§
gerçeklik farkındalığıyla zaman doldurmalarına olanak sağ
Depresif insanlarla ilişkisinde terapistin öznel yaşantısı, boşluk
sayan şizoid hastalarla ilişkisinde olduğundan önemli ölçüde fark*
dır. Depresif kişilik yapısı ya da kronik nevrotik depresyonu olan has
falarla ilişkide terapist, yoğun bir insani temas, öznel bir eşduyum ya-
şantısı hissedebilir ve aynı zamanda hastanın, terapistin gerçek bir in-
san olarak farkında olmasına karşın duygusal olarak terapistin mevcu-
diyetini kabul edemeyeceğinin farkında olabilir. Depresif hastanın,
sevgi ve ilgi gördüğünde bunları kabul etmesini önleyen bilinçdışı
suçluluk duygusu, aktarımda ve terapistin buna duygusal tepkisinde
yansır. Buna karşılık, öznel bir boşluk hissi ve diğer tüm insanlarla ve
genel olarak hayatla ilişkilerinde duygusal anlam yokluğu betimleyen
şizoid hastalarla temasta olan terapist, bu hastalarla ilişkilerinde ben-
zeri bir yabancılaşma, mesafe ve erişilemezlik yaşayabilir.
Güçlü şizoid özellikleri olan bir kadın hasta, aylarca terapiden sonra
bir seansta hiçbir duygu duyamadığını, bana karşı olan hislerini yo-
rumlamalarımın, onun hiçbir şey hissedemeyişinden ne kadar haber-
siz olduğumu gösterdiğini söyledi. Başka insanların kocasını çok çe-
kici bir kişi olarak gördükleri bir kuzininin evine gidişini anlattı. Has-
tanın kuzini, kuzininin kocası ve çevresindeki başka insanlar arasın-
daki etkileşimleri anlatma şeklinden, aralarında bazı cinsel içerikli
gerilimler olduğu yönünde belli belirsiz bir his edindim. Ancak ger-
çekten kimin kime cinsel çekim duyduğunu ayırt edemiyor ve tüm bu
insanların hastayla ne ilgisi olduğunu anlayamıyordum.
Bu soruları hastaya sorduğumda, verdiği cevaplar, bana kuzinini
ziyaretine dair tüm bu anlattıklarının ilgisiz bir konu olduğunu hisset-
tirdi, ancak o anda daha ilgili görünebilecek hiçbir şey algılayama-
dım. Giderek dikkatim dağıldı ve malzemenin çeşitli yönleri arasında-
ki bağlantıları kaybettiğimi hissettim. Aklımda net bir şekilde kalan
tek düşünce, hastanın cinsel hislere karşı bana kendini savunduğuydu,
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 190

ancak bunun için doğrudan bir kanıtım yoktu ve bu düşüncemin iv


yorum için temel olarak güvenemeyeceğim mekanik türden ente'ı l*
tüel bir spekülasyon olduğu yönünde acı verici bir his duydum.
Hasta daha sonra, aslında kendisini kilometrelerce uzakta hissed
ken, ve içsel olarak hiçbir tepki verme çabası göstermeden mekan 't
görevler yerine getirdiği işinde olmayı istediği bir sırada kuziniyie h
sosyal ortama katılmak ve ilgili, meraklı, yakın görünme.gayreti »Ö
termek zorunda olmanın ne kadar usandırıcı olduğundan bahsetmev ~
başladı. Bir yerde bir tecavüz vakası ya da acı verici cinsel bir den
yim içeren başka bir şey okuduğundan da bahsetti. Yine dikkatimi
dağıldığını ve söylediklerinin bağlantılarını kaybetmeye başladığım
hissettim. Aynı zamanda, ofise vuran güneş ışığının, mobilyanın hat
larının ve gölgelerinin farkındaydım ve büyük bir şaşkınlıkla önümde
oturan hastanın bana neredeyse cansız bir nesne gibi göründüğünü va
da daha doğrusu benim için o anda insani özellikler taşımayan, yabancı
ve mekanik hale geldiğini fark ettim. Diğer bir deyişle, bende, kuzi-
niyle ve başka insanlarla etkileşimlerinde betimlemiş olduğu boşluk
ve konu dişilik duygusunu yaratmıştı.
Bu noktada, hastaya onda bir şeyin, tüm insani ilişkilerini dağınık
ve parçalanmış hale getirmeyeçalıştığını, böylece insani bir ilişkinin
tüm anlamının yok olduğunu ve başka hiçbir şeyin anlam yaratmadı-
ğını söyledim. Aynı zamanda cinsel fantezilerinden korktuğu için bu
dağılma ve parçalanmanın onu kuzininin kocasına karşı olan gerçek
cinsel hislerinden koruma amacına yaramış olabileceğini ve belki de
aynı sürecin o anda benimle de gerçekleştiğini düşündüğümü söyle-
dim. Hasta hemen, beni kucakladığı ve onu babacan bir tavırla tut-
mamla cinsel olarak uyarıldığı fantezisini yaşadığını söyledi.
Bu örnek, şizoid kişiliklerle terapi ilişkisinde çoğu zaman kronik
olarak dirençli ve engelleyici bir durumun çözüm safhası olabilecek
bir ana, yani hastada ve bu hastalara terapistin tepkisinde kronik bir
boşluk hissi yaratan, tüm insan ilişkilerinde duyguların dağılması ve
parçalanmasına bir örnektir. Şizoid boşluk yaşantısı, yalnızlık hissine
yakın değildir; yalnızlık, başkalarıyla anlamlı ilişkiler olasılığının
tam ve yoğun bir biçimde farkındalığını içerir; bu hastaların tedavile-
rinde uzun bir süre böyle bir farkındalıklan yoktur.
Boşluk yaşantıları, psikopatolojilerinin temel bir yönü olan hasta-
lar da vardır: Narsisist kişilik yapıları olan hastalar - yani, patolojik,
büyüklenmeci bir kendilik ve tüm içselleştirilmiş nesne ilişkilerinde
ciddi bozulmanın meydana gelmesi ile karakterize olan patolojik nar-
ÖZNEL BOŞLUK YAŞANTISI I 191

, . ^ gelişimi gösteren hastalar. Daha önce bahsi geçen depresif ve


SiS
id hastalardan farklı olarak, narsisist hastaların boşluk yaşantıları
5'.J0jarak şiddetli sıkıntı ve huzursuzluk hisleri ile karakterize olur.
6
. jj hastalarda -kendilerince- ve depresif hastalarda -daha da faz-
korunmuş olan insan ilişkileri yetisinin bazı yönlerine narsisist
«talar sahip değildirler. Depresif kişiliği olan hastalar ve hatta şizo-
, pastalar, insani hislerle ve başkalannı içeren yaşantılarla derin eş-'
vUin,kurabilirler ve başkalarını içeren sevgi ve duygunun acı verici
. şekilde dışında hissetmekle birlikte bunlarla eşduyum kurabilirler.
Örneğin, depresif kişiliği olan bir hasta, romanların ve oyunların
, ygUsal uzantılarına ve müziğe yoğun bir şekilde tepki veriyordu ve
debi karakterlerle kendisini derinlemesine özdeşleştirebiliyordu. Da-
uü önce bahsi geçen şizoid hasta, bazı felsefi ve dini düşüncelerle çok
•ikileniyordu ve kopuk ve "bağlantısız" tarzıyla, arkadaşlarının ve ai-
lesinin yaşamlarının farkındaydı ve onlar için tasa duyuyordu. Kendi-
sini, bu gezegendeki insanların "hayat ve işlerinin" başka bir gezegen-
deki gözlemcisi olarak görüyordu.
Buna karşılık, narsisist kişiliği olan hastaların insan yaşantısıyla
derinlemesine eşduyum kurma yetileri yoktur. Gerçeklikte ya da fan-
tezide hayran olunmak ihtiyaçlarına onay elde etme fırsatları veren ve
doğrudan içgüdüsel doyumlar sağlayan sosyal yaşamları, onlara o an-
da bir anlamlılık hissi sağlayabilir, ancak bu geçicidir. Yakın gelecekte
bu tür doyumlar görülmüyorsa, boşluk, huzursuzluk ve sıkıntı hisleri
ağır basar. Şimdi dünyaları, ancak yeni heyecanların, hayranlığın ya
da denetim, zafer ya da doyum kaynaklarını içe almayı içeren de-
neyimlerin bir kaçış sağladığı bir cezaevi olmuştur. Sanata derinleme-
sine duygusal tepkiler, değer sistemlerine ya da yaratıcılığa narsisist
amaçların doyumu ötesinde yatırım yapma, çoğu zaman mevcut de-
ğildir ve gerçekten onlara yabancıdır.
Terapi ilişkisinde, narsisist kişilikler terapistte iki karşıt ve aşırı
duygusal tepki uyandırma eğilimi gösterirler. Zaman zaman, bu has-
talar kendi büyüklenmeciliklerini terapiste yansıttıklarında, terapist
kendini hastanın hayatının merkezi, hastayı tam olarak doyuma ulaş-
tıran ve canlı yapan sonsuz potansiyel doyum ve bilgelik kaynağı ola-
rak yaşar. Ancak başka zamanlarda, (ve bu yeni başlayan bir terapist
için beklenmedik bir şok olabilir), tamamıyla kendine yeten, kendin-
den hoşnut ve tümgüçlü bir hasta karşısında kendini boşalmış, çare-
siz, kayıp hisseder; bu süreç öyle ani ve buna karşın öylesine incelikli
ve uzun süren bir şekilde meydana gelebilir ki terapist, belli bir süre
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 192

boyunca kendine neler olduğunun farkına yaramayabilir. Bu k


altında terapist, narsisist bir hastayla çalışırken kronik bir boşlui/^91'

gusu yaşayabilir; ve ancak belli bir süre sonra sıkıntının, odadat-1


ğer insanın sahte varlığının farkındalığının bir ifadesi, terapisr ' ^
şeyi bilen ve tümgüçlü hastaya değersiz bir ek muamelesi a*~, er
çek dişilik ve sıkıntı duygusu ve sıkıldığı için de yoğun suçluln],' ^er-
ki(
şeyi bilen ve tümgüçlü hastaya değersiz bir ek muamelesigörrr
sahte bir ilişkinin ifadesi olduğunu anlayabilir. Terapistin sıkıntı ^ U
anslar sırasında anlamlı hiçbir nesne ilişkisinin olmadığını yansıt 6~
terapistin dikkatini hastanın genel nesne ilişkileri yokluğunu yan« Vö
atl
çok daha genelleşmiş ve kronik sıkıntı ve huzursuzluğa çeker.
Geçici boşluk hisleri birçok sınır vakada mevcuttur, ancak bu h'
ler narsisist (sınır olsun olmasın) ve güçlü şizoid kişilik özellik]
olan hastalardaki kadar yaygın değildir. Narsisist ve paranoid özelli]/
leri olan ve savuşturmak zorunda oldukları potansiyel düşmanlar]
yoğun öznel duygusal ilişki yaşarken bu süreç boyunca bir canlılık
duygusu yaşadıkları dönemler ile narsisist özellikler ağırlıklı oldu
ğunda ve hemen yakında bir düşman mevcut değilken acı verici boş-
luk ve hayatın anlamsızlığı yaşantısı dönemleri arasında gidip geıen
bazı hastalar vardır. Patolojik narsisizmi, ilkel paranoid eğilimlere
karşı önemli bir savunma oluşturan narsisist hastalar ve potansiyel
düşmanlarla ilişkinin, acı verici boşluk duygusuna karşı bir koruma
olduğu paranoid hastalar vardır. Patolojik narsisizmin ağır bastığı
tüm vakalarda, boşluk duygusu, yalnızlık duygusunun zıt kutbunu
temsil eder. Narsisist hastaların çoğu zaman başkalarıyla anlamlı bir
ilişki olasılığının farkındalığı ya da böyle bir ilişkiye hasretleri veya
böyle bir ilişkiyi özleme duygulan yoktur.
Şu ana kadar boşluk semptomu ile ilgili olarak söylediklerimin şu
genellemelere götürdüğünü düşünüyorum. Öznel boşluk yaşantısı
kendiliğin nesne temsilleriyle -yani başkalarıyla önemli yaşantıları iç
ruhsal olarak temsil eden ve ben kimliğinin temel bir içeriğini oluştu-
ran iç nesneler dünyasıyla- normal ilişkisinin geçici ya da kalıcı bir
yitimini temsil eder. Depresif kişilik yapılarında olduğu gibi normal
oluşmuş bir ben kimliği, dolayısıyla kararlı bütünleşmiş bir kendilik-
leri ve kararlı bütünleşmiş bir iç nesne dünyaları olan hastalar, bu sü-
reci, ciddi üstben baskılarının, onları içsel olarak duydukları sevilme-
ye layık olmadıkları hissinden dolayı iç nesneler tarafından terk edil-
meyle tehdit ettiği dönemlerde yaşarlar. Ancak bu koşullar altında
normal nesne ilişkileri yetisi varlığını hep sürdürür ve aktarımda ya
da başka kişilerarası yaşantılarda gerçekliğe kavuşabilir.
ÖZNEL BOŞLUK YAŞANTISI I 193

na karşılık, bütünleşmiş bir kendilik ve kendiliğin bütünleşmiş


snelerle normal ilişkileri yoksa, daha derinden yerleşmiş kronik
iv' jj ve olağan hayatın anlamsızlığı hissi ortaya çıkar. Dolayısıyla,
. lik dağınıklığı (kimlik krizi değil) sendromu olan tüm hastalar, ^
lıık yaşantıları geliştirme potansiyeline sahiptir. Bu yaşantı, ruhiçi
ttsrnaya karşı ağırlıklı savunmalar aktif ilkel çözülme ve bölünme
Ç kanizmaları olduğunda özellikle şiddetli olur. Bölünme süreçleri-
. özellikle şiddetli olduğu ve duygularla aynı zamanda kendilik ve
n
lamlı nesneleri içeren iç ve dış ilişkilerin savunmaya yönelik dağıl-
asına ve parçalanmasına yol açabildiği şizoid kişilikler, şiddetli
hoşluk duygulan yaşarlar. Bütünleşmiş bir kendilik ve bütünleşmiş iç
esneler arasında normal ilişkilerin yerini patolojik büyüklenmeci bir
kendiliği11 ve iç nesnelerin bozulmasının aldığı narsisist kişilikler,
hoşluk yaşantısının en yoğun olduğu hastalardır ve bu yaşantı nere-
deyse süreklidir. Bu vakalarda, boşluk, huzursuzluk ve sıkıntı, patolo-
jik narsisist yaşantı için temel düzey olarak kabul edilebilecek bir kü-
melenme oluşturur. Kısacası boşluk, kendilik ve nesnelerin (tüm iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin temel birimleri) normal kutupluluğu-
nun kırılmasını yansıtan karmaşık bir duygu halini temsil eder. Boş-
luk, anlamlı nesne ilişkilerinin yeniden kurulması umudunu temsil
eden yalnızlık, hasret ve hüzün ile "tamamıyla iyi" kendilik ve nesne
imgelerinin gerilemeli psikotik birleşmesi (bir nesneyle iyi bir ilişki-
nin yitimine tahammül edilemediğinde) arasında ortada yer alır.
Aktarımda, hastanın öznel boşluk yaşantısı, hasta-terapist ilişkisi-
nin değişimlerinde yansır; terapist, aktarım ve karşı aktarım durumu-
nun analizi sayesinde boşluk yaşantısının altında yatan içselleştiril-
miş nesne ilişkileri patolojisinin niteliğini saptayabilir. Böyle bir ana-
lizin tanı ve terapi açısından önemli uzantıları vardır; ağırlıklı yapısal
ruhiçi patolojinin niteliğinin ve söz konusu olan savunma işlemlerinin
niteliğinin açıklığa kavuşturulmasına olanak sağlar. Sınır kişilik ör-
gütlenmesi ve narsisist patolojisi olan hastalar, ciddi kendilik ve nes-
ne ilişkileri patolojisi gösterdikleri ölçüde, aktarımlarını ele almada
özgül genel bir terapi stratejisi gerektirirler.
Aşağıda böyle bir stratejinin ana hatları belirtilmiştir. İlk adım ola-
rak, terapist, tedavi saatlerinde hem terapist hem de hasta için anlam-
sızlık ya da yararsızlığın temel bir yaşantı olarak meydana gelme ola-
sılığı karşısında tetikte olmalıdır; terapi ilişkisinin bu şekilde insanlık-
tan çıkarılması, bu süreçte yer alan mekanizmalar (bölme işlemleri-
nin, ilkel tümgüçlü olmanın, bilinçdışı suçluluk duygusunun, ya da te-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 194

rapiste karşı bilinçdışı hasetin, vb. hâkimiyeti) temelinde teşhis


melidir ve aktarımda anlamlı bir nesne ilişkisine karşı savunma!
Ve
bu savunmaların maksatları yorumlanmalıdır.
İkinci adım olarak, bu savunmalar derinlemesine çalışıldıktan ra
terapist ortaya çıkan ilkel nesne ilişkisini kendilik imgesi ve h n~
karşılık gelen nesne imgesi temelinde değerlendirmelidir; teran
hastanın çözülmüş kendiliğinin ve/veya ilkel nesne temsilinin bir ••
nünü temsil ediyor olabilir; hasta ve terapist, sırasıyla kendilik va H ""
nesne imgesi canlandırmalarını karşılıklı olarak değiştokuş edebil' &
ler. Daha sonra kendilik ve nesne temsillerinin bu yönleri yorumla
malı ve aktarımda bununla ilgili insan ilişkisi açıklığa kavuşturulm
lıdır.
Üçüncü adım olarak, aktarımda canlanan bu özel "kısmi nesne"
ilişkisi, hastanın gerçek kendiliği ve nesneleri içsel kavrayışı hem bu
tünleşip hem sağlamlaşana kadar diğer "kısmi nesne" ilişkileriyle bü-
tünleştirilmelidir. Bu aşamalar temelde, sınır kişilik örgütlenmesi ve
narsisist kişilikleri olan hastalarda ilkel aktarım gelişimlerinin derin-
lemesine çalışılmasında yer alan sekansı temsil etmektedir.
Boşluk hislerinden alkol ya da madde kullanarak kaçmaya çabala-
yan hastaların psikanalitik incelenmesi, söz konusu ruhiçi yapısal
özelliklere bir başka örnek oluşturur. Zannediyorum madde ve alko-
lün etkileri, söz konusu bireylerin altta yatan ruhiçi yapılarına bağlı
olarak değişmektedir.
Depresif kişilik yapısı olan bir hasta, alkolün etkisi altında bilinçdı-
şı olarak, bilinçdışı suçluluk duygusuna ve depresyona neden olmuş
olan yitik, yasaklayıcı ve şimdi bağışlayıcı bir ebeveyn imgesiyle bir-
leşme olarak yorumladığı öznel refah ve sevinç hissi yaşayabilir. Se-
vinç ile depresyonun, dışa açıklıkla yas tutmanın, depresif kişiliklerde
alkolün etkisi altında birleşmesi, fantezide suçluluk duygusunun de-
rinlemesine çalışılmasına, nesneyle ilişkinin onarılması ihtiyacına ve
nesneyle tekrar karşılaşmanın kutlanmasına örnek teşkil edebilir. Buna
karşılık çoğu sınır hastada, madde alımı bölünmüş "tamamıyla iyi"
kendilik ve nesne imgelerini harekete geçirir ve "tamamıyla kötü" iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin inkâr edilmesine olanak sağlayan,
böylece tahammül edilemez suçluluk ya da içsel zulmedilme duygu-
sundan kaçışa müsaade eden bir refah ve iyilik duygusunu harekete
geçirir. Narsisist kişiliklerde alkol ve madde alımı, patolojik büyük-
lenmeci kendiliğe "yakıt ikmali yapan" ve tümgüçlü oluşu, doyum ve
hayranlığın görünürde olmadığı potansiyel olarak engelleyici ve düş-
ÖZNEL BOŞLUK YAŞANTISI I 195

aIlCa bir çevreye karşı korunmayı garantileyen ağırlıklı bir mekanizma


olabilir.
jyladde bağımlılığı potansiyelinin en çok narsisist kişiliklerde oldu-
ğunu düşünüyorum ve madde bağımlısı olan narsisist kişiliklerin te-
davisi için seyir, narsisist özellikleri olmayan madde bağımlısı sınır
hastalardan ve depresif kişilik gibi daha az gerilemiş kişilik yapısın-
dan çok daha kötüdür. Genel olarak, buradan çıkan sonuç, alkol ve
maddelerin psikolojik işlevlerinin, iç ruhsal yapısallaşmış nesne iliş-
kilerinin ağırlıklı niteliğinden kuvvetle etkilendiğidir.
Son yıllarda, öznel anlamsızlık ve boşluk yaşantısı ile sosyal istik-
rardaki ve kültürel değerlerdeki hızlı çökmeler ve kaymalar arasında-
ki ilişki üzerine önemli bir soru ortaya atılmıştır. Çağdaş sosyal ve
kültürel değişikliklerin nesne ilişkilerinin örüntüsünü etkileyip etkile-
mediği sorusu sorulmuştur. Şu ana kadar söylediklerimin altında ya-
tan analiz temelinde, nesne ilişkilerini yalnızca bir kişi ile diğer insan-
lar arasındaki o ândaki etkileşimler temelinde tammlamayıp, bu etki-
leşimleri yöneten ruhiçi yapılar temelinde ve başkalarıyla içsel ilişki-
de bulunma yetisi temelinde tanımlarsak, çağdaş kültürdeki değişik-
liklerin nesne ilişkileri örüntüleri üzerinde etkileri olduğunu zannet-
miyorum. Birçok yazar, "yabancılaşma çağı" adı verilen bir durum-
dan söz etmektedir ve sosyal ve kültürel yabancılaşmanın başkalarıy-
la derinlemesine ilişkiye girme yetisinin yitirilişini desteklediği söy-
lenmektedir.
Keniston (1968 ve 1970), başkaldıran gençlikle yabancılaşmış
gençliği karşılaştırarak, başkalarıyla ilişkilerden genelleşmiş bir bi-
çimde geri çekilmenin ve derin, kalıcı ilişkiler kurma yetisinin olma-
yışının, genç kültürün doğrudan bir yansıması olmayıp çok erken ço-
cukluk çatışmalarından ve aile patolojisinden kaynaklandığını göste-
ren önemli sosyolojik kanıtlar sağlamıştır. Aynı şekilde, çağdaş ah-
laktaki değişikliklerin çeşitli şekiller altında yakınlık ihtiyacı ve yeti-
sini değiştirdiğini zannetmiyorum. Bu, kültürel örüntülerdeki değişik-
likler, aile yapısını, çocukluğun en erken gelişimi etkilenecek düzeyde
etkilediği takdirde, yakınlık örüntülerinde bu tür değişikliklerin birkaç
nesillik bir sürede meydana gelmeyeceği anlamına gelmez. Bana öyle
geliyor ki, aşırı sosyal dağınıklığın, aile yapısında ciddi bozulmanın ve
erken çocukluk gelişiminin (ki hepsinin kişilik gelişimi üzerinde kesin
etkisi vardır) etkileri ile sosyal ve cinsel örf ve adetlerdeki
değişmelerde yansıyan hızlı kültürel değişikliğin etkilerini birbirinden

w
ayırmak gerekmektedir. Sosyal ve cinsel örf ve âdetlerin değiş-

SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I


196

meşinin, bebeklikten ve erken çocukluktan


kaynaklanan ciddi ic leştirilmiş nesne ilişkileri
patolojisi olmadığı takdirde kronik bosl ve
anlamsızlık yaşantıları meydana getireceğini
zannetmiyorum,
>k
Narslsist Kişilik
Narsisist Kişiliğin Tedavisi

„ü bölümde, narsisist kişilik yapısı olan hastaların etiyolojisi, tanısı


seyri ile tedavisindeki bazı faktörlerden bahsedeceğim. Konuyu ta-
amıyla irdelemeyi değil, bazı alanlara ışık tutmayı umuyorum. Bu
vazıda, temel olarak klinik narsisizm sorunu ele alınmaktadır ve aşa-
ğıda sunacağım metapsikolojik değerlendirmeler yalnızca patolojik
narsisizmin etiyoloj isiyle ilgilidir. Daha geniş bir konu olan psikana-
lizde narsisizm teorisi 10. Bölüm'de ele alınacaktır.
1. Bölüm'de, betimleyici bir terim olarak narsisizmin hem suisti-
jnal edildiğini hem de aşırı kullanıldığını belirtmiş, buna karşın başlı-
ca sorunları nesne ilişkilerinde özgül bozulmalarla bağlantılı olarak
kendilik saygılarında bozulma olan ve neredeyse tamamıyla saf bir
patolojik narsisizm gelişimi gösteren bazı hastalar olduğunu söyle-
miştim. Narsisistik kişilik terimini yalnızca bu hastalar için kullanıyo-
rum. Yüzeyde bu hastalar, ciddi bir biçimde bozulmuş davranış sergi-
lemeyebilirler, bazdan, sosyal olarak çok iyi işlev görebilirler ve ge-
nelde çocuksu kişilikten çok daha iyi itki denetimine sahiptirler.
Bu hastalar, diğer insanlarla etkileşimlerinde alışılmadık düzeyde
kendilerinden söz ederler, başkaları tarafından sevilmeye ve hayran-
lık duyulmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar ve görünüşte garip bir çelişki
yaratacak şekilde, çok yüksek bir kendilik kavramlarının yanı sıra
başka insanlardan haddinden fazla takdir alma ihtiyacı gösterirler.
Duygusal hayatları sığdır. Başka insanlara pek eşduyum duymazlar,
başkalarından aldıkları takdir ya da kendi büyüklenmeci fantezileri
dışında hayattan pek haz almazlar ve dış ilgi azaldığında ve yeni kay-
naklar kendilik saygılannı beslemediğinde, kendilerini huzursuz ve
sıkılmış hissederler. Başkalarına haset ederler, narsisist destek bekle-
dikleri bazı kişileri idealleştirme, hiçbir şey beklemedikleri kişileri
ise (genelde eski ilahlan) küçük görme ve onlara tepeden bakma eğili-
mi gösterirler. Genelde, başka insanlarla ilişkilerinde onlan açık bir
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 200

biçimde sömürürler ve ilişkileri bazen asalak türdendir. Sanki basV


larını denetlemeye ve onlara sahip olmaya, onları suçluluk duy« uı a"
duymaksızın kullanmaya haklan olduğunu düşünmektedirler - Ve ^ ğu
zaman çekici ve davetkâr bir yüzün arkasında, soğukluk ve acırn°~
sizlik hissedilir. Çoğu zaman bu hastaların, başkalarının hayranla a~
takdirine öylesine ihtiyaç duydukları için "bağımlı" oldukları düşün" 6
lür, ancak daha derin bir düzeyde, derin güvensizlikleri ve başkalar^
küçümsemeleri nedeniyle herhangi bir kişiye gerçekten kesinlikle ba 1
ğımlı olamazlar.
Analitik açımlama, yüksekten bakan, büyüklenmeci ve denetleyin
davranışlarının çoğu zaman, psikopatolojilerinde merkezi önemi olan
oral hiddetin yansıtılmasıyla bağlantılı paranoid özelliklere karşı biı
savunma olduğunu göstermektedir. Yüzeyde, bu hastalarda belir»jn bir
biçimde nesne ilişkileri yokluğu görülür; daha derin bir düzeyde
etkileşimleri, korkutucu türden çok yoğun, ilkel içselleştirilmiş nesne
ilişkileri ve içselleştirilmiş iyi nesnelere bağımlı olma yetersizliği
gösterir. Antisosyal kişilik, narsisistik kişiliğin bir alt grubu olarak
kabul edilebilir. Antisosyal kişilik yapıları, biraz önce bahsettiğim ge-
nel özellik kümelenmesine ek olarak ciddi üstben patolojisi de göste-
rirler.
Narsisistik kişiliklerin başlıca özellikleri, büyüklenmecilik, aşırı
bencillik ve başka insanlardan hayranlık ve takdir elde etmeye çok he-
vesli olmalarına karşılık, başkalarına karşı çarpıcı bir ilgi ve eşduyum
yokluğudur. Bu hastalar, kendilerinin sahip olmadığı şeylere sahip
görünen ya da hayatlarından memnun görünen kişilere çarpıcı bir bi-
çimde yoğun haset duyarlar. Bu hastalar, duygusal derinliğe sahip ol-
madıkları ve başka insanların karmaşık duygularını anlayamadıkları
gibi, kendi duygularında da farklılaşma yoktur; hafif parlamalar olur
ve sonra duygu dağılır. Özellikle içten üzüntü ve yas dolu özlem duy-
guları hissetmezler; depresif tepkiler yaşayamamaları, kişiliklerinin
temel bir özelliğidir. Başkaları tarafından terk edildiklerinde ya da
düşkırıklığına uğradıklarında, yüzeyde depresyona benzer bir tepki
gösterirler, ancak daha yakından incelendiğinde bunun, değer verdik-
leri bir kişinin kaybı dolayısıyla gerçek bir üzüntüden çok intizam ar-
zuları ile yüklü öfke ve gücenme olduğu ortaya çıkar.
Narsisist kişilikli bazı hastalar, bilinç düzeyinde yoğun güvensizlik
ve aşağılık hisleri duyarlar. Zaman zaman bu aşağılık ve güvensizlik
hisleri, büyüklenmeci hisler ve tümgüçlü olma fantezileriyle dönü-
şümlü olarak yaşanır (A. Reich, 1953). Bazı zamanlar ise, ancak belli
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 201

■ analiz döneminden sonra bilinçdışı tümgüçlü olma ve narsisist bü-


iiklenmeci fantezileri yüzeye çıkar. Bu hastaların kendilik kavramla-
ırıda aşırı çelişkilerin olması, çoğu zaman, bu hastaların yumuşak ve
tkili bir sosyal işleyiş düzeyinin altında saklanmış ben ve üstbenle-
rindeki ciddi patolojinin ilk klinik kanıtıdır.
Bu hastaların savunma örgütlenmesi, genel olarak sınır kişilik ör-
gütlenmesinin savunma örgütlenmesine oldukça benzer. Ağırlıklı
olarak bölme, inkâr, yansıtmalı özdeşleşme, tümgüçlü olma ve ilkel
idealleştirme gibi ilkel savunma işlemleri kullanırlar. Ayrıca, sınır
hastaların karakteristiği olan oral saldırgan çatışmaların yoğun, ilkel
niteliğine de sahiptirler. Narsisist kişiliği olan hastaların çoğunu, alı-
şıldık sınır hastadan ayıran şey, nispeten iyi sosyal işleyişleri, daha iyi
itki denetimleri olması ve "sahte yüceltme" potansiyeli olarak adlan-
dırabilecek yeti, yani, büyüklük ve başkalarının hayranlığını elde et-
me hırslarını kısmen tatmin etmelerine olanak sağlayan, bazı alanlar-
da aktif, tutarlı çalışma yetişidir. Bu kişilik yapısına sahip çok zeki
hastalar, alanlarında oldukça yaratıcı görünebilirler. Sanayi kuruluş-
larında ya da akademik kurumlarda lider konumlarında çoğu zaman
narsisist kişiliklere rastlanabilir; ayrıca bu kişilikler, bir sanat dalında
çok iyi icracılar da olabilirler. Ancak üretkenlikleri uzun bir süre bo-
yunca dikkatle gözlendiğinde, çalışmalarındaki yüzeysellik ve değiş-
kenlik, bu pırıltının arkasındaki boşluğu açığa çıkaran bir sığlık orta-
ya koyar. Çoğu zaman bu kişiler, "umut vaat eden" dâhiler olup daha
sonra gelişmelerindeki banallikle başkalarını şaşırtan insanlardır.
Kaygı yaratan durumlarda özdenetim uygulayabilirler ve bu da baş-
langıçta iyi kaygı tahammülü gibi görünebilir; ancak, analitik açımla-
ma, kaygı tahammülünün, narsisist fantezilerinin artması ve "muhte-
şem tecrif'e çekilme pahasına elde edildiğini gösterir.
Kısacası, narsisist kişiliğin yüzeyde işleyişi, ortalama sınır hastaya
oranla çok daha iyidir: Dolayısıyla gerileme yetileri -hatta psikanaliz-
deyken psikotik işleyiş düzeyine kadar-, analisti gerçekten şaşırtabilir.

ETİYOLOJİK VE DİNAMİK ÖZELLİKLER


Freud'un narsisist karakteri libidinal bir tip (1931) olarak sınıflandır-
ma çabası, Fenichel'in (1945) bahsettiği nedenlerden dolayı genel ka-
bul görmedi. Van der Waals (1965), "patolojik narsisizm" konusunu,
ciddi narsisizmin, yalnızca gelişimin ilk narsisist safhalarına bir sap-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 202
lanmayı ve nesne sevgisine doğru normal gelişimin olmaya
madiğim, patolojik kendini sevme biçimleri ve patolojik nes ' ^ atlSlt-
si biçimlerinin aynı anda gelişmesi ile karakterize olduğunu b ı-Sev&>~
açıklığa kavuşturmuştur. Van der Waals'a göre, normal narsisj ltterek *
mal nesne ilişkileriyle, patolojik narsisizm ise patolojik nesne l n°r"
riyle aynı anda gelişir. Ayrıca, psikanalitik literatürde klinik ~
sizm sorunlarının metapsikolojik bir sorun olarak narsisizm k ^^
ile iç içe bulunması nedeniyle, patolojik narsisizmin daha iyi anl Usu
a
masının engellendiğini belirtmektedir. §'l~ .
Jacobson (1964), psikotik gerileme ile erken kendilik ve n
temsillerinin savunma amaçlı yeniden birleşmesi arasındaki ilişle"6
açıklığa kavuşturmuştur. Jacobson'a göre, bir bireyin gelişiminin 'u!
safhalarında, kendilik ve nesne imgeleri birbirinden ayrılıp gerçek]'"
değerlendirme yetisinin ve ben sınırlarının gelişimine katkıda bulu
duğu sırada, önemli erken nesnelerle ilişkilerde meydana gelen ası
ciddi engellenmeler, kendilik ve nesne imgelerinin tehlikeli bir biçim de
yeniden birleşmesine yol açabilir; bu, bireyin dış nesneye ihtiyaç
duyma ile ondan korkma arasındaki çatışmadan kaçmasına olanak
sağlayan bir mekanizmadır. Bu koşullar altında, ben sınırları netliğim
kaybedebilir, gerçekliği değerlendirme yetisi yitirilebilir, kısacası psi-
kotik gerileme meydana gelebilir. Böyle bir gelişme, ben sınırları ka-
rarlı olan ve gerçekliği değerlendirme yetisini muhafaza eden narsi-
sist kişiliklerde gerçekleşmez. A. Reich (1960b), narsisist kişiliklerde
ilkel bir ben ideali ile kendilik arasında gerilemeli bir birleşmenin
meydana geldiğini belirtmiştir.
Benim önerim, narsisist kişilikte içselleştirilmiş kendilik ve nesne
imgelerinin yeniden birleşmesi sürecinin, ben sınırlarının zaten kararlı
hale geldiği bir düzeyde meydana geldiğidir. Bu noktada, kişilerara-sı
alanda tahammül edilemez bir gerçekliğe karşı savunma olarak ideal
kendilik, ideal nesne ve gerçek kendilik imgelerinin birleşmesi ile
buna eşlik eden dış nesneler ve nesne imgelerinin değersizleştirilmesi
ve yıkımı meydana gelir. Bu hastalar, fantezilerinde, dış nesnelere ve
dış nesnelerin içselleştirilmiş temsillerine normal bağımlılığı inkâr et-
mek üzere kendi ideal kendilik imgeleriyle özdeşleşirler. Sanki şöyle
demektedirler: "Kendi ideal imgeme ulaşmayı -beni seveceğini ta-
hayyül ettiğim ideal kişi tarafından sevilmemi mümkün kılacak tek
şey- başaramadığım için reddedileceğimden korkmam gerekmiyor.
Bu ideal kişi, bu kişinin bendeki ideal imgesi ve gerçek kendiliğim
hepsi birdir ve beni sevmesini istediğim ideal kişiden daha iyidir, bu
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 203

nedenle artık başka hiç kimseye ihtiyacım yok." Diğer bir deyişle,
gerçek kendilik ile ideal kendilik ve ideal nesne arasındaki normal ge-
rilim. içinde gerçek kendilik, ideal kendilik ve ideal nesnenin kaynaştı
şişkin bir kendilik kavramının oluşturulmasıyla bertaraf edilir. ^ynı
zamanda kabul edilemez kendilik imgelerinin kalıntıları bastırılır, dış
nesnelere yansıtılır ve bu nesneler değersizleştirilir. Bu süreç, her
ikisi de nesnelerin içselleştirilmiş taleplerini ve bu talepler yerine
getirildiğinde bu nesnelerden elde edilen doyumu temsil eden ideal
kendilik imgeleri ile ideal nesne imgeleri arasındaki normal farklılaş-
madan çok farklıdır. Normal üstben, ideal kendilik imgeleri ile ideal
nesne imgelerini bütünleştirir; gerçek kendilik imgeleri ile bütünleşti-
rilmiş bu ideal kendilik imgeleri, ben ile üstben arasında gerilimi
oluşturur. Ancak, patolojik narsisizm gösteren hastalarda, ideal ken-
dilik, ideal nesne ve gerçek kendilik imgeleri arasındaki patolojik bir-
leşme, üstbenin bu şekilde bütünleşmesini önler, çünkü hiç de gerçekçi
olmayan idealleştirme süreci, bu şekilde idealleştirilmiş imgelerin
gerçek ebeveyn talepleri ve saldırgan olarak belirlenmiş üstben öncül-
leri ile yoğunlaşmasını önler. Ayrıca ben yapısının bir parçası olan
gerçek kendilik imgeleri, şimdi üstbenin öncülleriyle patolojik olarak
yoğunlaşmıştır ve bu nedenle üstben ile benin normal farklılaşması
üzerinde olumsuz etki yapar. Yasaklayıcı ebeveyn talepleri gibi bazı
üstben bileşenleri, içselleştirilse bile, çarpıtılmış, ilkel, saldırgan bir
nitelik taşırlar, çünkü normalde ideal kendilik ve nesne imgelerinden
elde edilen ve bu hastalarda bulunmayan üstbenin seven yönleriyle
bütünleştirilmemiştir (Schafer, 1960). Diğer üstben öncülleri ile bu
kadar az bütünleşme olduğundan, genelde saldırgan ve ilkel türden
olan üstben, paranoid yansıtmalar şeklinde kolayca tekrar yansıtılır.
Üstbenlerinin ilkel ve saldırgan niteliğinin, nihai olarak saplanmaları-
nın şiddetli oral-saldırgan niteliğinden türediğini tekrar vurgulamak
istiyorum. Narsisist hastalar, kendilerini karakteristik bir şekilde çev-
relerinin ahlaki taleplerine uydururlar, çünkü uymadıkları takdirde
maruz kalacakları saldınlardan korkarlar ve bu boyun eğme, şan ve
hayranlık için ödemeleri gereken bedel gibi görünmektedir; ancak,
çoğunlukla hiçbir zaman antisosyal faaliyet göstermemiş olan bu tür-
den hastalar, "sahtekâr" olduklarını düşünürler ve "yakayı kurtarabi-
lecekleri" takdirde antisosyal davranışta bulunabilirler. Tabii ki başka
insanları da temel olarak namussuz ve güvenilmez ya da yalnızca dış
baskılar nedeniyle güvenilir olarak görürler. Kendileri ve başkalan
hakkındaki bu kavrayışları, tabii ki aktanmda çok önemli hale gelir.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 204

İdeal kendilik, ideal nesne ve gerçek kendilik imgelerinin savunm


amaçlı birleşmesinin bir sonucu, yalnızca dış nesnelerin değil, av *
zamanda içselleştirilmiş nesne imgelerinin de değersizleştirilmesi v'
yıkımıdır. Gerçekte bu süreç, hiçbir zaman dış nesnelerin iç temsili» •
kalmayıncaya dek gitmez: Böyle koşullar altında yaşamak muhterne
len mümkün olmazdı. Başkaları tarafından hayran olunmak ve sevil
mek, içsel ve dışsal olarak başkalarının en azından biraz "canlı" pg,
rünmesini gerektirir, içselleştirilmiş nesne temsillerinin kalıntıları
gerçek fakat nispeten cansız, gölgemsi insanlar özelliği edinirler. Baş-
kalarının, özellikle de idealleştirilmeyen kişilerin, bu şekilde gölge ya
da kukla gibi yaşanması, bahsini ettiğim bu hastalarda oldukça yay-
gındır. Bu hastaların "bağımlı" gibi göründükleri idealleştirilmiş in.
sanların, değişmez bir şekilde kendi büyütülmüş kendilik kavramları-
nın yansımaları olduğu ortaya çıkar. Bu hastaların iç dünyalarında var
olanlar, kendiliğin idealleştirilmiş temsilcilerinden, başkalarının "göl-
ge"lerinden ve -birazdan göreceğimiz gibi- korkulan düşmanlardan
ibarettir. Narsisist bir hasta, başka insanlarla ilişkilerini tamamıyla sö-
mürüye dayalı olarak, sanki "bir limonu sıkıp sonra kalanı atıyor"muş
gibi yaşar. İnsanlar ona ya içlerinde hastanın alması gereken potansi-
yel yiyecek varmış gibi, ya da zaten boşalmış ve dolayısıyla değersiz
olarak görünürler. Ayrıca, bu gölgemsi dış nesneler, hasta başkalarına
kendi üstbeninin ve sömürücü doğasının tehlikeli güçlerini yansıttı-
ğından, zaman zaman büyük ve tehlikeli güçlere sahip görünürler.
Başkalanna karşı tutumu küçümseyici -ihtiyacı olan her şeyi almıştır
ve onlan bir kenara iter- ya da korku doludur - başkalan ona saldıra-
bilir, onu sömürebilir ve onu kendilerine boyun eğmeye zorlayabilir.
Bu ikiliğin temelinde, dış nesnelerle ilişkinin daha da derin bir imgesi
yatar ki bu da, karşısında hastanın tüm diğer patolojik yapılan kurdu-
ğu imgedir. Bu imge, aç, hiddetli, boş bir kendiliğin, engellenmiş ol-
ma nedeniyle kudretsiz bir öfkeyle dolu ve hasta kadar nefret dolu ve
kinci görünen bir dünyadan korkan bir kendiliğin imgesidir.
Narsisist hastaların kendilik kavramının en derin düzeyi olan bu
düzey, psikanalitik tedavi sürecinde ancak geç bir dönemde görülebi-
lir; buna istisna, bu düzeyi oldukça erken gösteren açık sınır özellikle-
ri olan narsisist hastalardır. Bu karakter yapısına sahip hastaları analiz
etmiş olan İngiliz psikanalistler, bu temel saldırı korkusunun ve yıkı-
mın çok önemli olduğunu belirtmişlerdir. Daha az dağınık hastalarda,
yani benleri nispeten daha güçlü olan narsisist kişiliklerde, aktanmda
sonunda boşluk, öfke ve saldırılma korkulanyla birlikte paranoid ge-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 205

Üşmeler görülür. Daha da az gerilemiş bir düzeyde, bu tür kendilik


imgelerinin mevcut kalıntıları, kendini her zaman "dışarıda" bırakıl-
mış hisseden ve yiyeceği, mutluluğu ve ünü olanların hasetiyle yanıp
tutuşan değersiz, fakirliğe mahkûm, boş bir insan tablosu ortaya çıka-
rır. Çoğu zaman bu ilkel kendilik imgeleri hattının yüzeyde görünen
kalıntısı, değersizleştirilen nesne imgelerinin gölgemsi kalıntıların-
dan ayırt edilemez. Bu değersizleştirilen kendilik kavramı, özellikle
dünyayı ünlü, zengin ve büyük insanlarla, adi, değersiz, "vasat" ol-
mak üzere ikiye ayıran narsisist hastalarda görülür. Bu hastalar, bü-
yük, zengin ve güçlünün tarafına ait olmamaktan, "vasat"a-ki bu ke-
limeyi olağan anlamı olan "ortalama" yerine değersiz ve adi anlamın-
da kullanırlar- ait olmaktan korkarlar. Bir hasta, yıllarca analitik teda-
viden sonra, değersizlik hislerini ve değersizleştirmeyi yaşamamak
için duyduğu kendini büyük ve önemli hissetme mecburiyetinin ezici
baskısını hissetmeksizin sıradan biri olmaktan haz almak istediğini
ima ederek "ortalama" olmaya can atmaya başladı.
îdeal kendiliğin, ideal nesnenin ve gerçek kendilik imgelerinin bu
can alıcı patolojik birleşmesine yol açan nedir? Bu hastalarda, oral
saldırganlık gelişiminde patolojik bir artış görülür ve bu gelişimin, ne
ölçüde bünyesel olarak belirlenmiş güçlü bir saldırgan dürtüyü, sal-
dırgan itkiler açısından bünyesel olarak belirlenmiş bir kaygı taham-
mülü yokluğunu ya da yaşamlarının ilk yıllarında ciddi engellenmeyi
temsil ettiğini değerlendirmek kolay değildir.
Bu hastaların geçmişinde çok sık rastlanan bir özellik, üstü örtülü,
ancak şiddetli saldırganlığı olan müzmin soğuk ebeveyn figürleridir.
İnceleyebildiğim ya da tedavi edebildiğim vakalann genel bir tablo-
su, tutarlı bir şekilde, yüzeysel olarak iyi organize edilmiş bir evde
yüzeyde iyi işlev gören, ancak bir ölçüde hissiz, ilgisiz ve söze dökül-
meyen, garazkâr saldırganlığı olan bir ebeveyn figürü -genelde anne
ya da ikame anne- göstermektedir. Çocukta böyle bir çevrede şiddetli
oral engellenme, gücenme ve saldırganlık geliştiğinde, aşın haset ve
nefrete karşı savunma ihtiyacı için ilk koşul yerine gelmiştir. Buna ek
olarak, bu hastalar, kendilerini diğer sınır hastalardan ayıran özgül
özellikler gösterirler. Bu hastaların hikâyeleri, onların nesnel olarak
başkalarının hasetini ya da hayranlığını uyandıracak içkin bir niteliğe
sahip olduklarını ortaya koymaktadır. Örneğin, az rastlanır fiziksel
çekicilik ya da özel bir kabiliyet, bu hastaların temel sevilmeme ve
kinci nefret nesneleri olma hislerine karşı bir sığınak olur. Bazen ço-
cuğu "özel" yapan, onu telafi edici bir hayranlık ve büyüklük arayı-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 206

şında yoldan saptıran ve başkalarını garazkâr bir şekilde değersizle


tirdiği karakter savunmasını besleyen, daha ziyade, soğuk ve düşma'"
ca hisleri olan annenin çocuğu narsisist bir biçimde kullanmasıdı
Örneğin, iki hasta anneleri tarafından bir tür "sanat nesnesi" olarak
kullanılıyor, neredeyse grotesk bir şekilde giydiriliyor ve çevrenin
hayranlığına maruz bırakılıyordu, böylece hastaların oral hiddet ve
haset karşısında telafi edici gayretlerinde teşhirci eğilimlere bağh gUc ve
büyüklük fantezileri büyük önem taşıyordu. Bu hastalar, çoğu zaman
ailenin tek çocuğu olmak, tek "parlak" çocuğu olmak, ya da ailenin
emellerini yerine getireceği varsayılan kişi olmak gibi aile yap!.
sında çok önemli bir katkıda bulunurlar; bu hastaların büyük bir ç0.
ğunluğu, çocuklukta ailelerinde "dâhi" rolü oynamış kimselerdir.
Bu gözlemlerin tüm olayı açıklayıp açıklamadığından emin deği-
lim. Ancak, bahsi geçen mekanizma türü -ideal kendilik, ideal nesne
ve kendilik imgelerinin savunma amaçlı birleşmesi-, bir kez işlemeye
başladığında, kendine hayranlık duyma, başkalarını küçük görme ve
tüm gerçek bağımlılığı bertaraf etme şeklindeki kısır döngüyü daim
kılmada son derece etkilidir. Bu hastaların en büyük korkusu, başka
bir kişiye bağımlı olmaktır, çünkü bağımlı olmak, nefret etmek, haset
etmek ve kendilerini sömürülmek, kötü muamele edilmek ve engel-
lenmek tehlikesine maruz bırakmak anlamına gelir. Tedavi sürecinde,
başlıca savunmaları, analiste bağımlı olma olasılığı karşısında ortaya
çıkar ve kendilerini bağımlı hissettikleri bir durumun meydana gel-
mesi, hemen çocukluğun erken dönemlerinin temel tehdit edici orta-
mını geri getirir (Rosenfeld, 1964).
Bu tür kişinin başka bir kişiye bağımlı olma aczi çok önemli bir
özelliktir. Bu hastalar, çoğu zaman bir kahramana ya da çok başarılı
bir bireye hayranlık duyarlar ve böyle bir kişiyle yüzeyde bağımlı gibi
görünen bir ilişki kurarlar, ancak gerçekte kendilerini bu çok başarılı
kişinin bir parçası olarak görürler; tedavide değişmez bir biçimde,
hayran olunan bireyin kendilerinin yalnızca bir uzantısı olduğu ortaya
çıkar. Eğer kişi onları reddederse, hemen nefret ve korku duyarlar ve
ilahlarını değersizleştirerek tepki gösterirler. Eğer hayranlık duyulan
kişi ortadan kaybolursa ya da "tahtından indirilirse", onu hemen bir
kenara bırakırlar. Kısacası, hayranlık duyulan kişiyle gerçek bir ilişki
yoktur ve kişi narsisist bir biçimde kullanılır. Narsisist kişiliklerin
kendileri nesnel olarak önemli konumda iseler-örneğin, siyasi bir ku-
rumun ya da sosyal bir grubun başı gibi-, etraflarını hayranlarla çev-
relemeyi severler ve hayranlarına ilgilerini hayranlık yeni olduğu sü-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 207

ce sürdürürler. İhtiyaçları olan tüm hayranlığı aldıklarını hissettik-


lerinde, hayranlarını yine "gölge" olarak görürler ve onları acımasızca
sörnürürler ya da onlara kötü muamele ederler. Aynı zamanda, bu
hastalar "kölelerinden" biri azat olmak istediğinde aşın derecede ren-
cide olurlar. Analitik ortamda, bu ilişki sürekli olarak canlandırılır.
pu hastalar bazen analisti idealleştirirler ve onun dünyadaki en büyük
analist olduğuna inanırlar. Aynı zamanda, daha derin bir düzeyde,
kendilerini analistin tek hastası olarak görürler; birkaç hastada, seans-
ta olmadıkları zaman analistlerinin yok olduğu, öldüğü ya da artık
"parlak" olmadığı fantezisini gördüm. Tipik olarak, hafta sonlarında
ve tatillerde, bu hastalar analisti tamamıyla unuturlar ve alışıldık psi-
Iconevrotik vakada analistten ayrılmanın yarattığı yas tepkilerine mü-
saade etmezler. Kısacası, idealleştirilmiş analist yalnızca kendilerinin
bir uzantısıdır ya da kendileri idealleştirilmiş analistin uzantılarıdır;
her iki durum da aynıdır. Bu hastalan, böyle bir "yakınlık"tan aldıkları
tatmin nedeniyle çok bağımlılarmış gibi görme tehlikesi vardır. Yıl-
larca seanslara terapistleri için bitmez tükenmez övgü ve hayranlık
ifadeleriyle gelmekten çok mutlu görünen hastaların, birden ilişkiyi
çok ufak bir nedenden ya da engellenmeden dolayı bırakmak isteme-
leri bazı terapistler için bir sürpriz olur.
Bu hastalann boşluk ve sıkıntı hisleri, depresyon yaşayamamalan
ile bağlantılı olan ben gelişimlerinin güdüklüğüyle yakından ilintili-
dir. Birçok yazar, yitirilen iyi bir nesne ya da yitirilen kendi ideal im-
gesi için yas tutma yetisine bağlı depresyona tahammül etme yetisi-
nin, duygusal gelişim ve özellikle de hislerin genişlemesi ve derinleş-
mesi için önemli bir önkoşul olduğunu belirtmişlerdir. Ayrıca, patolojik
narsisizmi olan hastalann nesneleri ve nesne imgelerini değersiz-
leştirmesi, sosyal hayatlarında sürekli bir boşluk yaratır ve iç boşluk
yaşantılannı pekiştirir. Haset duymayı önlemek için, aldıklan her şeyi
değersizleştirme ihtiyacı duyarlar. Bu durum, bu hastaların trajedisi-
dir: Başkalanndan bir şeyler almaya çok ihtiyaç duyarken haset doğu-
racağı için bir şeyler almakta olduklarını kabul edememek; bunun so-
nucu olarak da kendilerini hep boş olarak bulurlar. Bir hasta, çok gü-
zel, yetenekli, sıcak, kısacası tamamıyla tatmin edici olarak gördüğü
bir kadına âşık olmuştu. Kadın ona olumlu cevap verip onunla evlen-
meye karar vermeden az önce, ondan bu kadar mükemmel olduğu
için ne kadar nefret ettiğinin kısa bir süre için farkına vardı. Evlilikten
sonra ondan sıkıldı ve ona karşı tamamıyla kayıtsız kaldı. Psikanalizi
sırasında, analistine nasıl benzeri bir şekilde davrandığını anladı:
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 208

Analistten aldığı her şeyi, haset ve nefretinin yüzeye gelmesini ö


yebilmek için küçümsüyordu. Bundan sonra hasta, kendisinin s K^~
olmadığı her şeye sahip olduğu için yavaş yavaş karısına karşı şidd ^
şüphecilik ve nefret duymaya başladı ve aynı zamanda karısının k
dişini terk edeceğinden ve onu şimdi olduğundan daha da azıyla h U~
kaçağından korkuyordu. Ancak aynı zamanda, ilk defa karısının sev ~
ve şefkat ifadelerinin farkına varabilmeye ve bunlardan etkilenme
başladı. Karısını ve analistini saldırgan bir biçimde gözardı etmesin
farkına varması ve nefrete, başka insanların farkındalığını yok ederek
savunma yapmak zorunda olmadan tahammül etme yeteneğinin ait
ması, hem karısının hem de analistinin bağımsız varlıkları olan ger
çek insanlar olarak "can bulmasını" sağladı ve sonunda analiste ve ka-
rısına yalnız nefret değil, sevgi de duymasına olanak sağladı.

AYIRICI TANI
Narsisist kişiliklerin betimleyici özellikleri, narsisist karakter savun-
malarının mevcut olduğu diğer karakter patolojisi türlerinden ayırt
edilmelerine genelde olanak sağlar. Tüm karakter savunmalarının, di-
ğer işlevleri yanında narsisist bir işlevi de vardır: Kendilik değerini
korurlar. Ayrıca, tüm karakter patolojisi türlerinde özel olarak kendilik
değerini korumak ya da artırmak üzere kurulmuş önemli karakter
savunmaları vardır. Bu hastalar, temelde narsisist olmayan bir kişilik
yapısında "narsisist karakter savunmaları" sergilerler ve dolayısıyla
bu hastaların, bu yazıda kullanılan dar anlamıyla narsisist kişilikten
ayırt edilmeleri gerekir. Örneğin, takıntılı kişiliklerin inatçılığı ve mu-
halifliğinin çoğu zaman kuvvetli bir narsisist niteliği vardır; ancak,
her ikisi de yüzeysel olarak oldukça "soğuk" görünmesine karşın, ta-
kıntılı kişiliklerin ilişkilerinde narsisist kişiliklere oranla çok daha
fazla kararlılık ve derinlik vardır. Ayrıca, narsisist kişiliklerin değer
sistemleri, takıntılı kişiliğin katı ahlakından farklı olarak, kolayca sar-
sılabilir.
Histerik karakter yapısıyla ayırıcı tanı da çok zor değildir. Narsisist
özelliklerin abartılı bir şekli, özellikle de teşhirci eğilimlerle bağlantılı
olanlar, histerik kişiliklerde oldukça yaygındır; ancak histerik kişiliğin
hayran olunma, ilgi merkezi olma ihtiyacı -genelde penis hasetine
karşı narsisist bir karşıt tepki kurma-, başkalarıyla derin ve kalıcı iliş-
kiler kurma yetisiyle birlikte bulunur. Narsisist kişilikli kadınlar, aşırı
cilve ve teşhircilikleriyle yüzeyde oldukça "histerik" görünebilirler,
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 209

ak baştan çıkarıcılıklarının soğuk, kurnazca hesaplanmış niteliği, '


terik sahte aşırı cinselliğin çok daha sıcak, duygusal olarak ilişkiye "■
f»n niteliğinden çarpıcı bir biçimde farklıdır. ^ A Reich (1953),
Freud'un narsisizm üzerine klasik yazısında ıQl4) sunulduğu şekliyle
kadınların yaptıkları narsisist nesne seçimi "rlerini daha da analiz
ederek, kadınlarda -genel olarak konuşursak, h-sterik kadınlardaki
narsisist savunmalarla bu yazıda betimlendiği Hiyle narsisist kişilik
arasında ayırıma karşılık gelen- iki tür nesne cimi betimlemiştir. A.
Reich'a göre ilk tür, kendi çocuksu, büyük-ı nmeci ben idealini temsil
eden erkeklere karşı aşırı boyun eğicilik • gijştiren kadındır; böyle bir
kadın, idealleştirilmiş erkeklerle kaynaşmayı arzular, bu yolla kendini
iğdiş edilmiş bir varlık olarak görmenin üstesinden gelir. Bu kadınlar,
erkeklerle anlamlı nesne ilişkileri kurabilirler ve erkeklerle
kaynaşmaları ve onları idealleştirmeleri, nesnelerin en azından bir
ölçüde gerçekçi ve ayırt edici değerlendirişi üzerine kurulmuştur. A.
Reich'ın betimlediği ikinci kadın türü, "rnış gira" kişilik türüne karşılık
gelmektedir; böyle bir kadın, erkeklere geçici, sahte çılgınca aşk
-daha ilkel, kolayca değersizleştirilen ve pek iyi ayırt edilmeyen
nesnelerle narsisist birleşmeyi temsil eden bir çılgınca aşk- duyar. A.
Reich, bu ikinci tür nesne seçiminin daha ciddi bir patoloji derecesi ve
ben idealinin ayrışma yokluğunu yansıttığını -ve bu ayrışma
yokluğunun, yeteri ölçüde gelişmemiş bir üst-ben ve "ben idealinin
kurulduğu nesnelere karşı saldırganlığın hâkim oluşu" (1953) ile bir
arada bulunduğunu- söylemektedir.
Tanı ve seyir açısından, narsisist aktarım dirençleri yorumlandığın-
da hangi tür yeni aktarım gelişimlerinin meydana geldiğini gözlemek
analist için çok önemlidir. Yapısal değerlendirmeleri içeren iyi bir ta-
nısal çalışma, narsisist kişilikleri, narsisist özellikleri olan diğer ka-
rakter yapılarından ayırmayı mümkün kılmalıdır. Karakter yapısı
hakkında hâlâ kuşkuların kaldığı vakalarda, narsisist aktarım direnç-
lerinin tutarlı bir şekilde yorumlanmasının etkilerinin, tanıyı açıklığa
kavuşturması gerekir. Örneğin, takıntılı bir hasta, analize oidipal kor-
kulara ve sadomazoşist yatkınlıklara karşı güçlü narsisist savunmalarla
başlayabilir; histerik bir kadın, başlangıçta oidipal ilişkiye ve özel-
likle penis hasetine karşı güçlü narsisist savunmalarla başlayabilir.
Tüm bu vakalarda bu narsisist karakter savunmalannın analizi, kısa
sürede altta yatan aktarım yatkınlıklarına geçit verir ve yoğun ve ol-
dukça farklılaşmış aktarım ilişkileri ortaya çıkar; bu süreç, narsisist
kişilikli hastalardaki süreçten farklıdır. Narsisist kişilikli hastalarda
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 210

narsisist savunmalar, diğer aktarım modellerine dönüşmeyerek in-bir


şekilde ilkel, oral saldırgan dürtü türevlerine ve bunlarla ilintir •? kel
savunma işlemlerine bağlı kalır. Burada aktarım ilişkisinin özel!' ği,
narsisist büyüklenmecilik ve mesafeli durma ile ilkel, ağırlık^ 0l *~ rak
paranoid eğilimler arasında gider gelir. Hastanın aylarca, yı]jar ""
analitik çalışma süresince analisti bağımsız bir nesne olarak görem
mesi, narsisist kişiliklerin karakteristiğidir ve aktarımın değişerek ns'~
koseksüel gelişim evrelerinin farklı, oldukça özgül çatışmalarını orta~
ya çıkardığı ve hastanın bağımsız bir nesne olarak analistin oldukc
farklılaşmış bir farkındalığına sahip olduğu diğer tür karakter patolo
jilerindeki aktarım ilişkilerinden çok farklıdır.
Yapısal açıdan bakıldığında, narsisist kişiliklerle diğer karakter pa-
tolojisi biçimleri arasındaki başlıca fark, ben idealinin farklı yapısı ve
işleyişidir. Normalde, ebeveyn figürlerinin idealleştirilmiş imgeleri ve
idealleştirilmiş kendilik imgeleri önce ben idealinde yoğunlaşır
(Jacobson, 1964); sonra ben ideali, daha gerçekçi olarak algılanan
ebeveyn talepleri, üstbenin sadist öncülleri ve yasaklayıcı üstbenin
daha gelişmiş yönlerinin bütünleştirilmesi ve içe alınmasıyla daha da
değişir. Böylece "daha ölçülü", daha az büyüklenmeci ve daha ulaşı-
labilir olan bir ben ideali, içselleştirilmiş ideal ebeveyn imgelerine uy-
gun olarak yaşamanın normal narsisist doyumuna olanak sağlar ve bu
doyum, kendilik değerini, kişinin kendi iyiliğine olan güvenini ve ki-
şinin doyum sağlayıcı nesne ilişkilerine olan güvenini pekiştirir. Nar-
sisist kişilik dışındaki karakter patolojisinde narsisist karakter savun-
malarının aşırı gelişmesi, birden çok çatışmayla ilgili korku ve suçlu-
luk duygusuna karşı bir savunma olarak erken çocuksu ben idealinin
şiddetlenmesi sonucunda ortaya çıkar. Böylece, örneğin histerik kişi-
likli birçok kadın hastada, güzel ve güçlü olma şeklindeki iç fantezile-
re uygun olarak yaşamak, penis haseti ve iğdiş edilme kaygısından
kaynaklanan aşağılık hislerine karşı bir koruma olabilir. Benzeri şe-
kilde, takıntılı kişiliklerde ilkel mükemmeliyet ve temizlik ideallerine
uygun olarak yaşamak, anal-sadist suçluluk duygularına ve çatışmalara
karşı en etkili koruma olabilir. Tüm bu vakalarda, çocuksu ben ide-
alinin şiddetlenmesine ya da bu ideale saplanmaya, kendilik kavramı-
nın böyle bir ben idealiyle ilkel birleşmesi ya da aynı zamanda nesne
temsillerinin ve dış nesnelerin değersizleştirilmesi eşlik etmez. Ancak
narsisist kişiliklerde, kendiliği ilkel oral çatışmalara ve engellenmeye
karşı korumak için kendiliğin ben idealiyle böyle bir birleşmesi ve ay-
nı zamanda dış nesnelerin ve nesne imgelerinin değersizleştirilmesi
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 211

■reci meydana gelir. Normal çocuksu narsisizm düzeyine saplanma-S


-ki her durumda patolojiktir-, narsisist kişilikte yer alan tüm nes-
ilişkilerinin daha ciddi, özel çarpıtılışından ayırt edilmelidir. n
Aşağıdaki iki vaka, narsisist olmayan kişiliklerde narsisist karakter
yunmalarının varlığına örnek teşkil etmektedir. Histerik kişilik yası
olan bir kadın hastanın, çirkin ve nahoş olarak gördüğü vücut ve
enitallerinin altında, erkeklerin kendilerini övgüler sarfetmeye mec-
hur hissedecekleri benzersiz, aşın derecede güzel bir kadının vücut ve
enitalleri olduğu yönünde, derinden bastırılmış olmasına karşın güçlü
bir inancı vardı. Bu derin düzeyde, fantezisinde kendini dünyanın n
çekici kadını, ideal, büyük bir "baba-koca-oğul"la mükemmel bir
ilişki kurabilecek bir "anne-kraliçe-tanrıça" olarak görüyordu. Akta-
rımda, karşılığında analist ona hayran olduğu ve mükemmeliyetini ve
bütünlüğünü hiç sorgulamadan kadının kendisi hakkında sahip oldu-
ğu mükemmel imgeyi kabul ettiği takdirde analist-babaya sevgisini
vermeye istekliydi. Hasta, analistin yorumlarını, kendisi hakkında sa-
hip olduğu bu imge için tehdit edici, kendilik saygısına şiddetli bir
saldın ve oldukça şiddetli depresyon yaratan mahvedici bir eleştiri
olarak görüyordu. Kendini narsisist büyütüşünün bir parçası olan,
analiste yüksekten bakan ve küçümseyici tutumu ona gösterildiğinde,
öfkelenip depresif oluyor ve bu noktada analisti narsisist, kendiyle
meşgul, büyüklenmeci bir baba imgesi olarak görüyordu. Tepkisi,
kısmen oidipal gelişiminin doruğunda çocukluğunda babasını gerçek-
te gördüğü şekli temsil ediyordu. Analist-babanın kendine "saldınla-
rı" olarak algıladığı şeyden düşkınklığı duyan hasta, kendini yitik, bu
idealleştirilmiş baba tarafından reddedilmiş ve fantezilerinde baba
için rekabette diğer idealleştirilmiş kadın-annelere karşı yenilgiye uğ-
ramış hissetti. Böylece tam tamına oidipal bir aktanm geliştirdi. Bu
aktanm, penis hasetinden kaynaklanan narsisist karakter savunmala-
rının çözülmesinden sonra ortaya çıktı. Hiçbir noktada aktanm nesne-
sini tamamıyla değersizleştirmedi ya da ilkel, oral olarak belirlenmiş
paranoid aktanm çarpıtmalan ile daha ilkel bir kendini idealleştirme-
ye narsisist çekilme arasında gidip gelmedi. Bu son öğeler mevcut ol-
madığından, narsisist aktarım dirençlerinin narsisist bir kişilik yapısı-
nı yansıtmadığı sonucuna varabiliriz.
Narsisist karakter savunmasına ikinci bir örnek, takıntılı karakter
yapısı olan bir erkek hastaydı. Analiste karşı oldukça küçümseyici bir
tavn vardı, kendi malzemesine getirdiği yorumlardan büyük haz du-
yuyordu ve analisti temel olarak, işlevi bu yorumlamaları ve içgörüle-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 212

ri takdir etmek ve bunlara hayran olmak olan fondaki bir figür olarak
görüyordu. Ancak, bu tutum sistematik olarak incelendiğinde ve ha ta
bu savunma örüntüsüyle tutarlı bir biçimde yüzleştirildiğinde, yen-ve
daha derin bir aktarım örüntüsü gelişti. Aktarımın bu yeni yüzün de,
hasta analisti soğuk, ilgisiz, sevgi vermeyen bir anne imgesi gik'
görüyor ve idealleştirilmiş annesi için eski özlemini temsil eden üzün
tü ve yalnızlık hisleri duyuyordu. Bu ikinci örnekte de, narsisist ka
rakter savunmaları kırıldığında, hastanın nesneyi değersizleştirmeksi-
zin ve idealleştirilmiş bir kendilik imgesine kaçmaksızın farklılaşma
bir nesne ilişkisi sürdürdüğü başka aktarım örüntüleri ortaya çı]^
Özetle, bu iki vaka da narsisist karakter savunmaları çözüldükten sonra
yeni, farklılaşmış aktarım ilişkileri geliştirirken, narsisist hasta analisti
bağımsız bir nesne olarak kabul edemez ve sürekli olarak ve inatçı bir
biçimde analisti kendi kendilik kavramının yalnızca bir uzantısı
olarak görür - her ne kadar bu aktarım modeli içinde gerileme dalga-
lanma gösterse de.

TEKNİKLE İLGİLİ HUSUSLAR


Birçok deneyimli klinisyen, bu narsisist kişilikleri, analize uygun gör-
mezler, ama aynı zamanda psikanaliz dışında herhangi bir tedavi yön-
temi için de umutsuz hastalar olarak görürler. Bu aşın derecede olum-
suz seyir karşısında Stone (1954), bu hastaların analiz edilebilirlikleri
üzerine biraz daha iyimser bir görüş açısına sahiptir. E. Ticho (1966),
bu vakaların hem sorunlarını hem de terapisti kamçılayan yönlerini
göz önüne alarak narsisist kişilikler için psikanalizin "son çare kabi-
linden" bir tedavi şekli olabileceğini söylemiştir. Benim görüşüme
göre, bu hastaların psikanalitik tedaviyle iyileşmekle kalmayıp bazı-
larının olağanüstü iyileşme göstermeleri, bu vakaların teknik ve seyir
açısından özelliklerini daha derinden inceleme gayretlerini haklı çı-
karmaktadır.
Jones (1913), 1913 gibi erken bir tarihte, patolojik narsisist karak-
ter özellikleri üzerine bir makale yayınlamıştır. 1919'da Abraham
(1919), bu hastalann aktarım dirençleri üzerine ilk yazıyı yazmış ve
terapisti, narsisist karakter savunmalarının psikanalitik süreç üzerin-
deki tehlikeli etkileri konusunda uyarmıştır. Bu hastalann analisti kü-
çümseme ve kendi bağımsız "analitik" çalışmaları için bir seyirci gibi
kullanma eğilimlerinin tutarlı bir şekilde yorumlanması gerekliliğini
vurgulamıştır. Riviere (1936), terapiye olumsuz tepki üzerine klasik
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 213

. zısında, psikanalitik süreci yenilgiye uğratmak zorunda olan hasta-


ı,'ri betimlemiştir: Bu hastalar iyileşme kavramına tahammül edemez-
çünkü iyileşme, başkasından alınan yardımı kabul etme anlamına
elrnektedir. Riviere, bu hastaların kendi temel saldırganlıklarından
°, jayı duydukları tahammül edilemez suçluluk duyguları nedeniyle
nalistten iyi bir şey almaya tahammül edemediklerini ifade etmekte-
dir. Rosenfeld (1964), narsisist kişilik yapısı olan hastaların bağımlılı-
ğa tahammül edememelerinin ne kadar temel bir husus olduğunu vur-
gulamıştır. Kohut (1968), bu kişilik yapısına sahip bir hastanın nasıl
analisti farklı, bağımsız bir insan olarak görmeye tahammül edemedi-
ğini örneklerle göstermiştir. Tüm bu yazılar, narsisist hastaların akta-
rlrn dirençlerinin ciddiyetini vurgulamaktadır.
Bu aktarım direnci sorununa bir vaka hikâyesi ile örnek vermek is-
tiyorum. Narsisist karakter yapısı olan bir hasta, aylarca her seansını,
bana analizin ne kadar monoton ve sıkıcı hale geldiğinden, çağrışım-
larında hep aynı içeriklerin tekrar tekrar belirdiğinden ve tedavinin
kesin olarak umutsuz bir girişim olduğundan bahsederek geçirdi. Aynı
zamanda, analitik seanslar dışındaki hayatında kendini nispeten iyi
hissediyordu; yetersizlik ve güvensizlik hislerinden biraz kurtulmuştu,
ancak bunun neden olduğunu anlayamıyordu. Ona, psikanaliz be-
timlemesinde üstü örtülü olarak benim yararsız ve aptalca bir tedavi
uygulayan biri olarak betimlendiğimi belirttim. Hasta önce bunu inkâr
etti ve analizin işlememesinin benim değil, kendi sorunu olduğunu
belirtti. Sonra ona, tedavisinin başlangıcında, benden kendi aldığından
çok daha fazlasını almış olan diğer hastalarıma çok haset duyduğunu
ve şimdi, özellikle de analizden yararlanamamasının kendi sorunu
olduğunu ifade etmesini göz önünde tutarak, diğer hastalara hiç haset
duymamasının garip olduğunu belirttim. Ayrıca, daha önce bana
duyduğu şiddetli hasetin, onun için açıklığa kavuşmamış nedenlerden
dolayı tamamıyla ortadan kalkmış olduğunu belirttim. Bu noktada
hasta, gerçekte analizin -ona göre- başarısız olmasının tamamıyla
benim hatam olduğunu düşündüğünün farkına vardı. Şimdi beni bu
kadar etkisiz görürken tedaviye devam etmekten bu kadar hoşnut ol-
masına hayret etti. Ona, ben başarısız bir kişiyken onun hayatında ba-
şarılı olmasının ona ne kadar çok tatmin sağladığını belirttim. Aynca
ona, sanki benim onun değersiz kendiliği haline geldiğimi, onunsa be-
nim hayranlık duyulan kendiliğimi devraldığını belirttim. Bu noktada
çok kaygı duydu ve ondan nefret ettiğim ve intikam alacağım korku-
suna kapıldı. Üstlerine ve polise, çok utanç duyduğu faaliyetleri hak-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 214

kında bilgi verdiğim fantezileri açığa çıktı. Ona, benden ona gele Ceif
bir saldırıdan duyduğu korkunun, gerçekten analizde olduğunu kabul
lenmesini önleyen nedenlerden biri olduğunu ve seanslarda hiçbir se~
yin olmadığını ileri sürerek gerçekte bir hasta olmadığı konusund
kendini rahatlattığını belirttim. Bu noktada hasta, sürekli analizin ba
şansız olduğunu tekrarlaması karşısında aklımın karışmamış olrna_
sından ya da şevkimi kaybetmemiş olmamdan dolayı bana karşı hay-
ranlık hisleri duydu. Ancak az sonra, benim çok kurnaz olduğumu ve
hastaların karşısında "üstte bulunmak" için "tipik analitik hileleri" na-
sıl kullanacağımı bildiğimi söyledi. Sonra kendisinin de, kendini kü-
çük görmeye çalışacak kişilere karşı benzeri bir teknik kullanacağım
söyledi. Ben, "iyi" bir yorum aldığı ve yardım edildiğini gördüğü an-
da bana karşı saldırdığından dolayı suçluluk duyduğunu ve yine "iyi-
liğime" haset duyduğunu söyledim. Dolayısıyla, bende iyi bir şeyler
olduğunu kabul etmekten ve minnettar olma mecburiyetinden kaçına-
bilmek için başkalarıyla kullanmak üzere yorumlarımı "çalmak" ve
süreç içerisinde beni değersizleştirmek zorundaydı. Hasta bir an çok
kaygı duydu, sonra hisleri tamamıyla "yok oldu". Bir sonraki seansa,
bir önceki seansta olanların duygusal önemini bir şey hissetmeksizin
inkâr ederek geldi ve yine tekrar tekrar sıkıntısından ve analizin etki-
sizliğinden bahsettiği aynı devir en baştan başladı.
Zaman zaman, bazen analizin iki ya da üç yılı boyunca devam eden
bu tür etkileşimlerin, ne kadar sık olduğunu ve ne kadar tekrarlayıcı
olduğunu hayal etmek zordur; tedaviye bu direnç, narsisist hastanın
tüm bağımlı ilişkileri inkâr etme ihtiyacının şiddetini göstermektedir.
Bu hastalarda olumsuz aktarımın tutarlı bir şekilde incelenmesinin,
psikanalizdeki diğer hastalara oranla daha da büyük öneme sahip ol-
duğu açıktır. Bu narsisist hastalar, ısrarla analitik süreci değersizleş-
tirmeye, kendi duygusal yaşamlarının gerçekliğini inkâr etmeye ve
analistin kendilerinden bağımsız bir insan olmadığı fantezisini teyit
etmeye çalışırlar. Ingmar Bergman'ın yakın zamanlarda çektiği bir
film olan Persona'âa, tipik bir narsisist kişilik olarak betimleyebilece-
ğimiz psikolojik olarak ciddi bir biçimde hasta olan bir kadının bakı-
mını üstlenen, olgunlaşmamış, ancak temelde iyi niyetli bir genç ka-
dın hemşirenin çöküşü gösterilmektedir. Genç hemşire, maruz kaldığı
soğuk, ilkesiz sömürü karşısında yavaş yavaş çöker. Hemşire, hasta
kadının sevgi karşılığında yalnızca nefret vermesi ve kendisine göste-
rilen sevgi ya da insani duyguları hiçbir şekilde fark edememesine da-
yanamaz. Sanki, hasta kadın, süreç içerisinde bir insan olarak en so-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 215

urıda kendi yıkımına yol açacak olsa da, yalnızca başka insanlarda
j6ğerli olan şeyi yıkabilmek koşuluyla yaşayabilmektedir. Filmin
Hrarnatik gelişimi içerisinde bir noktada hemşire, hasta kadına karşı
v0ğun bir nefret duyar ve ona zalimce muamele eder. Sanki hasta ka-
rnın olanca nefreti, kendisine yardım eden kadına aktarılmış ve onu
içten yıkmıştır.
Bu senaryo, özünde ciddi narsisist hastaların tedavisinde meydana
gelen aktarım-karşı aktarım durumunu sergilemektedir. Sanki hasta-
ların tüm gayretleri, analisti yenilgiye uğratmak, analizi anlamsız bir
0yun haline getirmek, analistte iyi ve değerli olarak gördükleri her şeyi
sistematik olarak yıkmak yönündedir. Aylarca ve yıllarca hastanın bir
"uzantısı" olarak muamele gördükten sonra (bu süreç, uzun bir süre
farkına varılmayacak kadar incelikli bir süreç olabilir), analist böyle
bir vakayla çalışmasında kendini gerçekten "değersiz" hissetmeye
başlayabilir. Analistin bütün yorumlan ve müdahaleleri anlamını yi-
tirmekte ve hasta için hissettiği her duygudaşlık hasta tarafından siste-
matik bir biçimde yıkılmaktadır. Başansız, uzun bir tedaviden sonra,
analist hastayı savunma amaçlı değersizleştirmeye başlayabilir ve bu
da hastanın, analistinin, kaçmaya çabaladığı tehlikeli nesnelerden biri
haline geldiği duygusunu pekiştirir; ya da hastanın küçük bir engel-
lenmesi, hastanın artık analisti denetimi altında tutamadığı şeklinde
genel bir farkındalık haline dönüşebilir. Bu noktada tedavi sekteye
uğrayabilir; hasta, sonunda yine bir "gölgeye" indirgediği nefret du-
yulan, engelleyici bir aktarım nesnesinden kaçmaktadır ve analistin
karşı aktarımı, buna karşılık gelen, sanki hasta hiç var olmamış gibi
bir "boşluk" duygusu olabilir.
Yukarıda ele alınan hususların teknik açıdan bazı sonuçları vardır.
Birincisi, analist, bu vakalarda sürekli olarak aktarımın özel niteliği
üzerinde durmalı ve tutarlı bir şekilde hastanın tümgüçlü denetim ve
değersizleştirme gayretlerini etkisiz hale getirmelidir. Ayrıca analist
uzun vadeli karşı aktarım gelişimlerini de dikkatle kollamalıdır. Karşı
aktarımını analitik sürece getirmelidir; bunu, hastaya kendi tepkisinin
ne olduğunu söyleyerek değil, karşı aktarımda tutarlı bir şekilde has-
tanın davranışının gizli maksadının farkına vararak yapmalıdır. Örne-
ğin, hasta, uzun bir süre boyunca analistin tüm yorumlarını sistematik
bir şekilde reddederse, analist bunun sonucu olarak kendisinde gelişen
kudretsizlik duygularının farkına varabilir ve hastaya, analiste sanki
onu yenilgiye uğratmayı ve ona kendini kudretsiz hissettirmeyi arzu
ediyormuş gibi davrandığını belirtebilir. Ya da, hastanın antisos-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 216

yal davranışı, sonuçlan açısından hastadan ziyade analisti endişel etl


diriyorsa, analist hastanın, kendi böyle bir duyguya tahammül edeme
diği için davranışı ile ilgili analisti tasalandırmaya çabaladığına işaret
edebilir. Bu hastalar, analiste kendi uzantıları ya da kendilerine ana
listin uzantıları gibi davrandıkları için, analistin duygusal yaşantısı
hastanın içsel olarak mücadele ettiği şeyleri normalde olduğundan da-
ha fazla yansıtır ve bu nedenle karşı aktarım tepkilerinin kullanılması
tedavide üstü örtülü bilgileri özellikle açığa çıkarır.
Terapist için üstesinden gelmenin özellikle zor olduğu bir teknik
sorun, hastanın duygusal tutumunda meydana gelen ani "değişiklik.
ler"dir. Özellikle kavrayış ya da rahatlamanın elde edildiği anların
sonrasında hasta, analiste yardımı için minnet duymak ya da o konu-
daki kavrayışını daha da derinleştirmeye motive olmak zorunda ol-
mak yerine, tüm bu konuyu bir kenara bırakma eğilimi gösterir. Bura-
da, analistin yorumunu çalma gayretiyle birlikte analisti değersizleş-
tirme eğilimi de işlemektedir; birkaç dakika ya da bir seans önce
önemli bir sorun gibi görünen bir konunun aniden "yok oluşu"na karşı
çok dikkatli olunmalıdır.
Teknik üzerine son bir şey daha eklemek istiyorum. Bu tür birçok
hastayı muhtemelen aynı anda tedavi etmemek gerekir, çünkü bu has-
talar, analistte büyük stres yaratır ve ondan birçok talepte bulunurlar.
Ayrıca, bu hastaların, aktarımda canlanan patolojik karakter yapıları-
nın kırılabilmesi için en uzun süren psikanalitik tedaviyi gerektirdik-
lerini akılda tutmak gerekir.
Geçmişte bazı klinisyenler, bu hastaların bir aktarım geliştirmedik-
lerini ve analiste karşı hep "narsisist bir ilişkiye girmeme" tutumu be-
nimsediklerini, bunun da analitik çalışmayı önlediğini söylemişlerdir.
Gerçekte bu hastalar, yukarıda betimlediğim gibi çok yoğun bir akta-
rım geliştirirler; yüzeyde mesafeli olma ve ilişkiye girmeme gibi gö-
rünen şey, altta aktif bir değersizleştirme, küçük görme ve kötüleme
sürecidir. Bu aktarım direncinin çözülmesi, tipik olarak yoğun para-
noid gelişimler, şüphecilik, nefret ve haset ortaya çıkarır. Sonunda,
aylarca ve bazen yıllarca tedaviden sonra, hastada suçluluk duygusu
ve depresyon ortaya çıkabilir; analiste karşı saldırganlığının farkına
varması, bu saldırganlıktan duyduğu suçluluğa ve bir kişi olarak ana-
list için daha insani bir tasa ve genel olarak daha fazla suçluluk ve
depresyon tahammülüne dönüşür. Bu an, bu hastaların tedavisinde
önemli bir andır ve aynı zamanda seyir açısından temel bir faktördür.
Tedavi başladığında en azından biraz suçluluk ve depresyon taharri-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 217

■•i(i olan hastalar, bu duygulara hiç tahammül edemeyen hastalara nla


daha iyi sonuç alırlar. Bu gözlemler bizi, bir sonraki başlığımı-c"
aetirmektedir: Bu hastaların psikanalizinde genel seyir konusu.

SEYİRLE İLGİLİ HUSUSLAR


Marsisist kişilikler için genel seyir olumsuzdur. Bu karakter yapısının
• îeyişi11^^ katılık ve pürüzsüzlük, analitik ilerlemeye büyük engel
teşkil eder. Hastanın, patolojisinde bir karakter özelliği olarak tüm
an-. jjjlı kişilerarası ilişkilerden tamamıyla "tecrit olma"nın getirdiği
avantajlardan vazgeçmesi zordur. Bu hastalar, içsel olarak sosyal ya-
samdan en ciddi şizoid karakter kadar etkili bir biçimde çekilebilir.
yine de, kendilerini daha anlamlı duygusal etkileşimlerin acı verici
yaşantısından incelikli bir biçimde koruyup etkili bir biçimde "narsi-
sist destekler" alırken genelde olayların merkezinde görünürler.
3. Bölüm'de narsisist kişiliklerin, geniş bir açıdan bakıldığında sa-
vunma örgütlenmeleri sınır kişiliğin savunma örgütlenmesine benze-
mesine karşın, sınır hastalar için ayarlanmış anlatımsal, psikanalitik
yönelimli tedavi yaklaşımlarından çok az yararlandıklarını ve narsisist
kişilikler için tedavi olarak psikanalizin tercih edilmesi gerektiğini
söylemiştim. Bu hastalardan bazılan, yalnızca analitik ortama fazla
gerileme olmaksızın tahammül etmekle kalmayıp katı patolojik ka-
rakter savunmalarını aktarımda harekete geçirme gayretlerine karşı o
kadar aşırı direnç gösterirler ki, analiz onlara hiç etki etmez. Narsisist
kişiliği ve açık sınır özellikleri (birden çok semptomatoloji, özgül ol-
mayan ciddi ben zayıflığı tezahürleri, birincil süreç düşüncesine geri-
leme) olan hastalarda psikanaliz kontrendikedir. Bu hastalar, analitik
tedavileri için gerekli olan ciddi gerilemeye ve aktarımda çok erken
dönem patojen çatışmaların canlanmasına genelde psikotik denge du-
rumu bozukluğu olmaksızın tahammül edemezler. Bu grup için daha
destekleyici bir tedavi yaklaşımı en iyi tercih gibi görünmektedir. Psi-
kanalizden geçebilecek gibi görünen narsisist hastalarla ilgili olarak
da, aşağıdaki seyirle ilgili hususların bireysel vakalarda yararlı oldu-
ğunu gördüm.

1. Depresyon ve Yas Tahammülü: Depresyon ve yas yetisini bir öl-


çüde muhafaza eden hastalar için, özellikle de depresyonları suçluluk
duyguları öğeleri içeriyorsa, seyir daha iyidir. Örneğin narsisist bir
hasta tedaviye, üç küçük çocuğu olan ve kendisine çok âşık olan bir
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 218

kadınla ilişkiye girmiş olmaktan duyduğu pişmanlık duygularında


bahsederek başladı. Çocuklar da onu seviyorlardı ve birden kendin'
normaldekidavranışı olan, bir kadını "becerdikten" sonra onu "bırak
ma" davranışını yerine getirmekten alıkoyan dostça ve sevgi dolu bir
atmosferle "çevrili" buldu. (Bu duygulann aktarım açısından uzantı.
lan tedavide ancak sonraları ele alındı.) Bu hasta, birkaç yıllık analiz.
den sonra oldukça iyileşebildi.
Bu hastanın tedavisindeki iki olay, giderek artan suçluluk ve dep-
resyon tahammülüne örnek teşkil etmektedir. Tedavinin ilk yılından
sonra ve kadınlarla olan ilişkisinin sömürücü niteliği açımlandıktan
sonra, hasta itkisel bir biçimde bahsi geçen kadınla evlendi ve tedavi-
yi birkaç ay bıraktı; daha sonra bu eylemi, analistin evlenme kararım
olumsuz etkilemesi korkusunun neden olduğunu söyleyerek açıkladı.
Evlilik, bu noktada hem suçluluk duygularının derinleşmesine karşı
bir savunmayı hem de suçluluk duygularının eyleme koyulmasını
temsil ediyordu. îki yıl sonra, oldukça sık bir şekilde tekrarlayan bir
epizodu inceledik. Hasta, işi nedeniyle başka şehirlere gidiyor, orada
kısa bir süre kadınlarla ilişkiye giriyor ve şehri terk ettiği anda kadın-
ları tamamıyla unutuyordu. İki yıl analizden sonra, bir şehre gitmesi
gerekti ve orada birçok yıldır ilişkisi olan bir kıza gitmeme kararı aldı.
Kız, hâlâ onun sonunda kendisiyle evlenebileceğini düşünüyor, ken-
disine gelmesinden hep mutlu görünüyor ve hastaya, o hayatında ol-
dukça başka bir erkekle ilişkiye giremeyeceği mesajını iletiyordu.
Analizde, onunla olan ilişkisinin sömürücü doğasını ve bu kızla ilgili
duyduğu suçluluk duygularına karşı kendini savunma ihtiyacını ince-
lemiştik. Hasta, bu şehirdeki oteline vardığında, onu bir kez daha bı-
raktıktan sonra kadının yaşayacağı düşkırıklığını büyük bir acıyla dü-
şündü. Kendisini onu görmeye iten yoğun bir cinsel istek de duydu.
Saatler boyunca hastadaki bu iki his mücadele etti ve sonunda hem
kadın hem de kendisi için üzüntü ve hüzün duyguları içeren bir ağla-
ma nöbeti geçirdi. Onu görmenin, kızda yine sahte umutlar uyandıra-
cağını ve bunun kız ve hastanın iyi tarafı için kötü olacağını düşündü.
Ayrıca, cinsel arzusunun onu cinsel olarak doyuma ulaştırma ve böy-
lece ona karşı suçluluk duygularını hafifletme arzusunu temsil ettiğini
ve aynı zamanda tüm sorunun farkına varmaktan kaçmak için bir çaba
olduğunu da biliyordu. Sonunda onu görmemeye karar verdi, sonra
kıza karşı sevgi ve minnet duygularında bir artış hissetti ve üzüntü ve
yas yaşadı; onu iyi, yitik bir nesne olarak gördü ve onunla yeni bir ha-
yata başlamak için artık çok geç olduğunu düşündü. Onu görme arzu-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 219

na hiç karışmadığımı vurgulamalıyım; onu görmemesi, benim ira-


ieme boyun eğmeyi temsil etmiyordu. Bu epizoddan sonra hasta,
ç0!İşte hep küçük görmüş olduğu, çok güçlü duyguları nedeniyle
vleflie geçemeyen insanlara karşı çok daha fazla hoşgörü gösterdi.
2. Analitik Tedavinin İkincil Kazancı: Maalesef,
analiz yöntemini ngğrenme"ye güçlü bir ikincil kazanç
sağlayan sosyal ve mesleki koşullar vardır. Bu tür "öğrenme"
koşullan altında, kendini analiste karsı hasetine ve analiste
bağımlılığını kabul etme ihtiyacına karşı savunmak üzere,
analistin vermesi gerekeni ondan "çalmak" şeklindeki sa-
vunmaya yönelik işlem güçlü bir şekilde pekişir. Rasgele
cinsel davranış nedeniyle analize gönderilen bir okul
müdürü, alanı olan mesleki eğitim sahasında kendisine
avantajlar sağlayacak olan analitik tedavi olanağından çok
memnundu. Hissettiği bu avantaj, çözülemez bir direnç
oluşturuyordu; "öğrenme" analizinin getirdiği doyum, altta
«atan analisti küçük görmeyi ve hastanın kendini bir hasta
olarak kabul edememesini çok etkili bir biçimde telafi
ediyordu. Psikanalitik enstitü adaylarının narsisist kişilik
yapısına sahip olmamaları gerekir (Sachs, 1947), ancak bu
özelliklere sahip bazı adaylar psikanalitik eğitime kabul
edilmeyi başarmaktadırlar- özellikle de zihinsel kabiliyeti
olan narsisist kişilik türünün, vaat verici bir özgüllük ve
zihinsel merak izlenimi bırakmasından dolayı (Tartakoff,
1966). Bu adaylar, analizlerinde gelişen duygusal boşluğa
rağmen analizde kalırlar ve hatta narsisist özelliklerinde
önemli bir değişiklik olmaksızın eğitimlerini tamamlamayı
başarabilirler. Olan, bir psikanalist olabilmenin getirdiği
nihai doyumun, "veren" analiste duyulan haset ve nefreti te-
lafi etmeye yeterli olmasıdır ve adayın analiste bağımlı
olabilme aczi ve temel oral-saldırgan çatışmaları düzeyinde
tam bir aktarım nevrozu geliştirememesi gözden kaçırılır.
Sonunda, narsisist kişilik yapılan olan çoğu aday,
enstitülerden mezun olsalar dahi analitik tedavi yapmayı
bırakırlar, çünkü hastalara karşı ilgilerinin olmayışı ve
onlarla ilişkiye girmemeleri, psikanalizi onlar için sıkıcı bir
çalışma tarzı haline getirir.

3. Suçluluk Duygusu Açısından Aktarım Potansiyeli ve Paranoid


Hiddet Açısından Aktarım Potansiyeli: Riviere (1936) bu hastaların,
derine gömülmüş, ancak hep var olan bilinçdışı suçluluk duygulan
nedeniyle analistle bağımlı bir ilişkiye tahammül edemediklerinin
üzerinde durmuştur. Buna karşılık Rosenfeld (1964), bu hastaların ba-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 220

ğımlılığa tahammül edememelerinin gerisinde, altta yatan paran •


yatkınlık ve şiddetli oral-sadist aktarımdan bahsetmektedir. Bu alft
yatan aktarım potansiyeli türlerinden her birine sahip olan narsis' &
hastalar vardır. Bir kez analiste gerçek bağımlılığa karşı mücadelen'
eşlik ettiği, tipik, analistle sihirli, narsisist birleşme ve bağımsız b'
kişi olarak analisti değersizleştirme aktarım savunmaları çözüldükte
sonra, bazı hastalar aktarımda şiddetli paranoid tepkiler geliştirirken
bazıları analiste yaptıkları karşısında en azından biraz suçluluk ve ta'
sa duyabilirler. Geçmişlerinde bilinçli suçluluk duygusu yönünde bir
belirti olmasa da, bu ikinci hasta türü (Riviere'nin betimlediği tür e
benzemektedir) aktarımda saf paranoid bir tepki yaşayan türden daha
iyi bir seyire sahiptir.

4. Yüceltme Potansiyelinin Niteliği: Hayatlarının belli bir alanında


gerçekten yaratıcı bir gelişim gerçekleştirebilmiş hastaların seyri, bu
yetisi olmayan hastalara oranla daha iyidir. Bazen bu fakörü değerlen-
dirmek zordur, ancak hastanın ilgi ve emellerinin dikkatle incelenme-
si bu bilgiyi sağlayacaktır. Örneğin, bir hastanın antika koleksiyonu
yapmak şeklinde canlı ve müzmin fantezileri vardı ve seramik ya da
bu türden diğer nesnelere sahip olanlara karşı çok haset duyuyordu.
Ancak, değerli bir şey ile üçüncü sınıf taklitler arasındaki farkı kesin-
likle ayıramıyor ve kalite konularında kendini anlamlı bir biçimde bil-
gilendirme yönünde istek duymuyor ya da bunu yapamıyordu. Kısa-
cası, istediği yalnızca evini antika koleksiyonu yapan ve haset ettiği
kişiler gibi dekore etmekti. Antika koleksiyonu yapmanın, kişisel
zenginlik açısından başlıca emeli olduğunu ve yine de bunun yüzey-
sel bir ilgi olduğunu vurgulamalıyım. Başka bir hasta, varoluşsal fel-
sefeyle ilgileniyordu, bunun hakkında çok konuşuyordu ve aylarca te-
davi sonrasında yalnızca bu felsefeyi popülerleştiren birkaç kitap
okuduğu ortaya çıktı. Diğer bir hasta, çok okuma ve formel eğitim ge-
rektiren oldukça yüksek bir mesleki düzeye ulaşmış olmasına karşın,
sınavlan için gerekenin haricinde hiçbir şey okumuyordu ve bir kez
mezun olduktan sonra, hiçbir okuma yapamadı. Bu sonuncu vakada,
bir kez başka insanların bildiklerine ve bulunabilecekleri katkıya du-
yulan haset sorunu analiz edildikten sonra, hasta okuyabiliyor ve oku-
duğundan bir şeyler öğrenebiliyor, aynı zamanda da kendi analizinden
de bir şeyler öğrenebiliyordu.
Yukarıda bahsi geçen tüm vakalarda hastaların yüceltme potansi-
yeli, yüzeysel olarak özel bir kabiliyet ya da ilgi göstermelerine kar-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 221
A1) ; aeçen hasta, tarihle ilgilenen bir tüccardı. İlgisi içten görünü
düşüktü. Aşağıdaki birkaç vaka, daha yüksek
ve onun için gerçek bir haz kaynağıydı; bu alanda gerçekten de-
0rdu yüceltme potansiye-ş'n saniptir ve seyir açısından
daha iyi bir manzara arzetmektedir. ^lizini11
j^nsı gv .. ,,., safhasında
başlangıç , . v ,, itkisel
, < bir şekilde ,evlenen
.
f ı meşine ilerleme kaydetmişti, ama yine de, herhangi bir şeyde rltl
7affer °1^USU takdirde başka insanların hasetinin bunu yıkacağı

yof
rinl
111
lundaki bilinçdışı korkusu nedeniyle kendi başarılarını değersiz gö
y,.vordu. Başka bir hasta, amatör bir müzisyendi ve analizinin ilk saf- r
larında sık sık, piyano çaldığı zaman kendi ile ilgili iyi olan tek şe-• n
yüzeye çıktığını söylüyordu. Müzik, gizemli ancak ideal bir yol-A s
gibiydi; hasta, müzik dinlemekten ya da çalmaktan çok haz aldı-"
nda, iyiliğe olan müphem olarak yaşadığı bir güvenin ya da inancın
Lniden teyit edildiğini hissediyordu.

5. Üstben Bütünleşmesinin Derecesi ve Niteliği: Daha önce narsi-


sist kişiliklerde üstben bütünleşmesinin zayıf olduğunu belirtmiştim.
Bu hastaların üstbenleri, temel olarak ilkel, saldırgan, çarpıtılmış ebe-
veyn imgelerini içerir ve saldırgan öncüllerin ideal kendilik ve ideal
nesne imgeleri ile normal bütünleşmesi ve daha geç bir safha olan üst-
ben kişisizleşmesi ve soyutlanması yoktur. Ancak, bu hastalardan ba-
zıları, bazı alanlarda kişisizleşmiş ve soyutlanmış bir üstben gösterir-
ler. Örneğin, para konularında, vaatleri yerine getirmede ve başkala-
rıyla duygusal olarak ilişkiye girmedikleri günlük etkileşimlerde dü-
rüst olabilirler. Kişilerarası ilişkilerde söz konusu olan ufak konvansi-
yonları ihlal ettikleri için, suçluluk olmasa da utanç duyabilirler. Bu
hastaların, bu tür "ufak ahlak"ı pek kalmamış olan hastalara oranla se-
yirleri daha iyidir. Uzun bir süre analiste ve başkalarına yalan söyle-
yen ya da başka tür antisosyal biçimleri gösteren hastaların seyri kötü-
dür. Üstben gelişimi eksikliğinin aşırı bir şeklini temsil eden antisos-
yal kişilik yapısının, en kötü seyire sahip olduğunu söylemeye bile
gerek yoktur. Antisosyal kişiliklerin analitik tedavisinin seyrinin ta-
mamen umutsuz olduğunu söylemek hiç de yeni bir şey değildir, an-
cak burada vurguladığım, narsisistik kişilik ile diğer özellikleri yanın-
da tam bir bütünleşmiş üstben eksikliği gösteren, patolojik narsisiz-
min aşırı bir biçimi olarak gördüğüm antisosyal kişilik arasındaki sü-
rekliliktir. Buna karşılık, takıntılı özellikleri olan narsisist kişiliklerin
seyri daha iyidir. Ancak, narsisist hastalarda takıntılı özellikleri teşhis
ederken dikkatli olunmalıdır, zira bu hastalar, takıntılı bir kişi olduk-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 222

lan yönünde yanlış bir izlenim verebilirler. Özellikle bu, çok entel u
tüel ve eğitimli narsisist kişilikler için geçerlidir: Düşünce süreçle •
nin pürüzsüz ve soğuk niteliği ve duygusal tepkilerin yokluğu, y an] "
bir şekilde takıntılı özellikler olarak alınabilir. Ancak, gerçek takım f
kişilikte, kaygı noktalarında ve duygusal çatışmalarının yer değişti '
melerini temsil eden noktalarda yoğun ve derin duygusal tepkiler g-~
rürüz. Örneğin, takıntılı kişilikler sosyal, kültürel ve siyasi konulard ~
şiddetli duygular hissedebilirler ve kendileri görünürde o kadar " So
ğuk"ken başkalanndaki duygusal derinliği şaşırtıcı bir şekilde anlaya-
bilirler. Buna karşılık, narsisist kişilikler, duygusal bir soğukluk ve bir
kayıtsızlık fonu üzerinde, hızlı ve geçici türde yüzeysel duygui ar
gösterirler.

6. Alışılmadık Ölçüde Narsisist Doyumlar Sağlayan


Yaşam Koşullarının Varlığı: Hastanın yaşam koşullarında
kötü bir seyire yol açan bir öğe, hastanın güç, sosyal itibar ve
hayranlık ihtiyaçlannı eyleme koyma fırsatına sahip
olmasıdır. Güç yönelimli olan narsisist bir hasta, mesleğinde
ve sosyal yaşamında öyle bir konuma gelmiş olabilir ki, bu
"kronik eyleme koyma" ona oldukça "normal" gelebilir ve
analiz edilmesi güçtür. Psikanalitik bir enstitü adayının,
analizini mesleki bir statü için bir basamak olarak
kullanabilmesi gibi, bir hasta, patolojik narsisist ihtiyaçlarının
analitik ilişki dışında doyumu için daha önceden mevcut olan
bir çıkış noktasını kullanabilir ve böylece analizde duyulan
engellenmeyi telafi edebilir; bu ise terapide açmaza yol açar.

7. İtki Denetimi ve Kaygı Tahammülü: Narsisist


hastaların itki denetimleri, patolojik narsisist ihtiyaçlannın
doyumuna olanak sağlayan uzlaşmacı bir oluşumu temsil
eden birkaç alan dışında nispeten iyidir. Örneğin, bir hastanın
itki denetimi, sosyal konumunu tehlikeye atacak ve yasayla
çatışma yaratacak kadar itkisel bir biçimde rasgele eş seçtiği
eşcinsel eyleme koyma dönemleri haricinde oldukça iyiydi.
Bu hasta, kız arkadaşının yarattığı her engellenmenin yol
açtığı hiddetten kaçabilmek için eşcinsel bir deneyime
başvuruyordu. Eğer kız arkadaşı onu eleştirirse, arabasını
bırakıp, umumi bir tuvalette bir erkek buluyor, ona fellatio
yaptırıyor ve sonra adamı bir iğrenme duygusuyla terk
ediyor ve eve rahatlamış geliyordu. Yavaş yavaş, eşcinsel
etkileşimde penisini emen adamın ona aşın derecede ihtiyaç
duyduğu ve etkileşimdeki tüm sevgi ve kıvanca kendisinin
sahip olduğu fantezisini kurduğu ortaya çıktı. Bu sevgiyi
diğer adama verebilir,
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 223

böylece zengin olanın kendisi olduğunu kendine kanıtlayabilirdi. Da-


ha sonra, bu adamı aniden terk ederek ve onu küçük görerek, haset ve
nefret ettiği düşmanca ve küçümseyici anneyle ve annesini temsil
eden kız arkadaşıyla özdeşleşiyordu. Tüm bu eylemle, kız arkadaşı-
annesinden, ona cinsel olarak ihtiyaç duymadığı konusunda kendisini
rahatlatarak öç alıyordu. Bu örnekte, yüzeyde bir itki denetimi eksik-
liği olarak görülen şey, analitik olarak anlaşılabilecek ve çözülebile-
cek özgül bir savunma örgütlenmesiydi. Bu hastalar için seyir, "kao-
tik" adı verilen kişilikler gibi kendilerini eyleme koymada kaybeden
itki denetimi zayıf ya da hiç olmayan hastalara, ya da bir çeşit cinsel
sapmayı bir itki nevrozuyla birleştiren -alkolizm, madde bağımlılığı,
vb.- hastalara oranla daha iyidir. Kaygının hemen genelleşmiş eyleme
koymaya ya da diğer semptomların şiddetlenmesine yol açtığı, kı-
sacası kaygı tahammülü çok düşük olan hastalar için ise seyir olum-
suzdur.

8. Birincil Süreç Düşüncesine Gerileme: Yukarıda, açık sınır özel-


likler ve narsisistik kişilik yapısı bir arada olduğunda, genelde psika-
nalitik tedavinin kontrendike olduğunu belirtmiştim. Bazı narsisist
hastaların semptomatolojisi az olabilir, itki denetimi iyi olabilir, ve
hatta kaygı tahammülü çok düşük olmayabilir ama yine de birincil sü-
reç düşüncesi yüzeye şaşırtıcı derecede yakın olabilir. Örneğin, bir
hasta hayatında oldukça iyi işlev görüyordu, ancak yıllar boyunca
kendisinde "İsavari" bir şeyler olduğu şeklinde haz verici bir fantezi
geliştirmişti ve îsa ile paylaştığı özellikler konusunda spekülasyon
yapmaktan zevk alıyordu. Bu fantezilerin gerçekçi olmadığını doğru
bir şekilde değerlendirebiliyor, ancak aynı zamanda bunların çok haz
verici olduğunu düşünüyordu. Tedavisinin başlangıcında bu fantezi-
lerin şiddeti, belki de İsa olup olmadığını düşündüğü bir noktaya ka-
dar arttı; daha sonra akut olarak, anlatımsal bir psikoterapi uygulan-
masaydı muhtemelen meydana gelmeyecek olan şizofren bir tepkiye
geriledi.
Hastanın gerileme potansiyeliyle ilgili olan diğer bir nokta şudur;
açık sınır özellikler, özellikle itki denetimi eksikliği, kaygı tahammülü
eksikliği ve birincil süreç düşüncesi eğilimi olan vakalarda, suçluluk
duygusu ve depresyon yaşama potansiyeli olsa da psikanaliz kont-
rendikedir, çünkü bu vakalarda tedavide meydana gelen depresyon,
psikotik bir depresyona ya da ciddi intihar girişimlerine gerileyebilir.
Başarılı bir şekilde tedavi edilebilecek her narsisist karakterin, ciddi
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 224

depresyon ve intihar fantezileri dönemlerinden geçmesi gerekir ve K


gelişime tahammül edebilecek kadar ben kuvveti yoksa, hayatı cinYr
tehlikededir. Benin zayıf olduğu vakalarda destekleyici psikoteran'
endikedir. Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinde incele
nen hastalar arasında, açık sınırda işlev gören ve narsisist karakter y a
pisi olan hastalar, tamamıyla destekleyici bir yaklaşımla başarılı bir
şekilde tedavi edilebiliyordu.

9. Tedavi İçin Motivasyon: Bu hastaların motivasyonu açısından


kritik noktaya, ancak belli bir analiz döneminden sonra varılır. Semp-
tomlardan kurtulma arzusu gibi genelde tedavi için kabul edilebilir
olan motivasyonların, narsisist kişilikleri olan hastalarda oldukça al-
datıcı olduğu ortaya çıkabilir. Gerçekten "mükemmel" olmak isteye-
bilirler ve analize bu tür beklentilerle başlayabilirler. "Mükemmelli-
ğin" onlar için herkese üstün olabilmek için semptomlardan kurtul-
mak anlamına mı geleceği, yoksa sakat duygusal yaşamlarından kur-
tulma arzusu ile yer mi değiştireceği sorusunu tedavinin başlangıcın-
da cevaplamak çoğu zaman zordur. Her durumda, kişi boşluk hisleri-
nin, başkalarına eşduyum duymadaki güçlüklerin ve iç soğukluğunun
üstesinden gelmeyi ne kadar çok istiyorsa, seyir o kadar iyidir.

TEDAVİDE CAN ALICI BİR DÖNEM


Hasta sistematik olarak patolojik narsisizmin savunma örgütlenmesi-
ni işledikten sonra, değişmez bir biçimde yüzeye ilkel oral çatışmaları
gelir. Tehlikeli, saldıgan bir anne imgesine karşı şiddetli nefreti ve
korkusu, analiste ve hayatındaki diğer önemli varlıklara yansıtılır. Bir
noktada, hasta, annesinin saldırmasından duyduğu korkunun, anne-
sinden kaynaklanan engellenmenin neden olduğu hiddetle bağlantılı
kendi saldırganlığının yansıtılması olduğunun farkına varmalıdır. Ay-
rıca, kendisi hakkındaki ideal kavramının, onu diğer insanlarla bu tür
korktuğu ilişkilerden koruyan bir fantezi ürünü olduğunun ve bu ideal
kendilik kavramının, aynı zamanda onu kurtarmaya gelecek ideal bir
anne için umutsuz bir yakarış ve sevgiyi de içerdiğinin farkına varma-
lıdır. Böyle ideal bir anneye duyulan derin özlem ve sevgi ile, çarpıtıl-
mış, tehlikeli anneye duyulan nefret, aktarımda bir noktada birleşmeli
ve hasta, korkulan ve nefret edilen analist-annenin gerçekte hayran
olunan, özlem duyulan analist-anneyle bir olduğunun farkına varma-
lıdır.
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 225

f5u noktada, hasta için son derece zor bir duygusal durum meydana
gelir: Daha önce inkâr ettiği ve değersizleştirdiği analistin (annenin)
gerçekçi olarak iyi yönlerini kabul etmeli ve analiste karşı daha önceli
saldırganlığından dolayı mahvedici bir suçluluk duygusunu hisset-
melidir. Hasta, analiste ve hayatındaki tüm önemli kişilere kötü dav-
randığı için umutsuzluk hissedebilir ve sevmiş olabileceği ve onu sev-
miş olabilecek kişileri gerçekte yıkmış olduğunu düşünebilir. Bu nok-
tada şiddetli intihar düşünceleri ve niyetleri olabilir, ancak analize
ben kuvvetinin iyi olması nedeniyle seçilmişse, analistin hastayı za-
mansız rahatlatmasına gerek kalmaksızın, hasta bu çatışmayı işleye-
bilir. Narsisist hasta, analizdeki bu can alıcı dönemi işledikçe, analisti
sevgi ve minnet duyabileceği bağımsız bir varlık olarak kabul etmeye
başlar. Aynı zamanda, hasta hayatındaki diğer önemli kişilerin ba-
ğımsız varlığını da kabul etmeye başlar, tik defa, diğer insanlarda ne
olup bittiğine dair samimi merak ve ilgi gösterebilir ve tatmin duyabi-
lir. Sanki hastanın iç nesne dünyasında ve kendilik yaşantısında
-"temsili dünyasında" (Sandler ve Rosenblatt, 1962)- olduğu kadar
dış dünyasında da insanlar canlanmaya başlamaktadır. Analizde bu
safha, hastanın fantezi ve duygusal hayatındaki önceki boşluktan
çarpıcı bir şekilde farklıdır.
Benin hizmetinde normal gerileme, özel bir boyut -kriz, dış destek
kaybı ya da yalnızlık dönemlerinde içsel destek kaynağı olarak geç-
miş nesne ilişkilerinin yeniden canlanması- içerir. Normalde, başka-
larıyla geçmiş mutlu ilişkilerden elde edilen duygusal zenginlik, yal-
nızca başkalarının şimdiki mutluluğundan eşduyumlu bir biçimde
zevk almaya olanak sağlamakla kalmaz, aynı zamanda gerçeklik, bir
kendilik değeri kaybı tehdidi meydana getirdiğinde, bir iç avuntu kay-
nağı da olur. Narsisist hastalar, bu şekilde kendi geçmişlerine başvu-
ramazlar. Başarılı bir şekilde tedavi edildiklerinde, daha derin ve da-
ha anlamlı bir hayat gerçekleştirebilirler ve yeni gelişen içselleştiril-
miş nesne ilişkileri dünyasında, güç ve yaratıcılık kaynaklarından
meyve toplamaya başlarlar.
Aşağıdaki vaka hikâyesi, bir hastada tedavinin can alıcı dönemine
örnek teşkil etmektedir. Bir ara hasta, analiste hep kendisinin bir "ay-
nası" gibi davrandığının ve analisti kafasında güçlü bir köle gibi, ta-
mamen hastanın hizmetinde, Alaeddin'in Lambası masalındaki cin gi-
bi bir şey olarak canlandırdığının farkına vardı. Seanslar arasında ana-
listin, sanki hastanın bir kenara koyabileceği bir şişeye tıkılmış gibi
yalnızca potansiyel bir varoluşa sahip olmak üzere ortadan kayboldu-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 226

ğu hissine sahip olduğunu anladı. Bu noktada, yıllarca analizden so ra


ilk defa, hasta analistin hayatı hakkında merak ve analistin özel h
yatına haset duydu. Analistten hafta sonlarında ayrılmaktan dolav~
duyduğu öfke ve kederin farkına vardı ve aynı zamanda analist onun
kronik olarak küçümseyici davranışlarına karşın "vefa göster' meye"
istekli olduğu için minnet duyguları duydu.
Hasta edebiyatı, özellikle de şiiri ve "güçlü, soğuk, yararlı olgulan"
ele almayan her şeyi hep küçük görmüştü. Sonra bir gün, küçük bir
çocukken onu etkilemiş olan ve sonra tamamıyla unutmuş olduğu bir
masalı hatırladı. Bu masal, Andersen'in (1952) "Bülbül" hikayesiydi ve
imgelemi zayıf olan hasta, hikâyeyi kendiliğinden çağrışımlar ve
rüyalarla birkaç gün boyunca yorumladı. Hikâyede kendisinin Çin
İmparatoru olduğunu anladı, çünkü İmparator gibi herkesi küçük gö-
rüyordu. Masalda Çin, hastanın fantezi dünyası gibiydi, çünkü orada
herkes diğer herkesi küçük görüyordu. Bülbül (canlı, gerçek olan)
dünyadaki tek sıcak ve seven yaratıktı, ancak İmparator onu sevenıi-
yordu. Ötüşünü sevmesine karşın, onun yerine parlayan, mücevher-
lerle kaplı mekanik bir kuş sunulduğunda hiç pişmanlık duymadan
gerçek bülbülü bir kenara bıraktı. Mücevher ve altınla kaplı olan me-
kanik bülbül, İmparatorun (hastanın) kendi mekanik cansız kendiliğini
temsil ediyordu. İmparator hastalandığında ve tekrar iyi olmak için
bülbülün ötüşüne özlem duyduğunda, mekanik kuş bozuldu ve artık
bülbül ötüşünü dinleyemezdi, çünkü İmparator kendisi -hasta öyle
düşündü-, kendisini çevreleyen her şeyi yok etmişti. Bir gece, İmpa-
rator ölmek üzereyken, hayatında yaptığı tüm iyi ve tüm kötü şeyler
zihninde canlandı ve ona acı verdi. Hasta bunu, İmparatorun kendi
kötü yönlerinin nihai farkındalığının bir ifadesi ve yaptığı hataların
hiçbirini telafi edememe konusunda umutsuzluğunun bir ifadesi olarak
anladı. Hasta, gerçek hayattaki bülbülün sonunda geri dönerek ölmekte
olan İmparatorun penceresinde ötmesi ve böylece onun hayatını
kurtarması fikrinden çok duygulandı. Hasta, derin bir hisle, şimdi
neden bir çocukken bu hikâyeyi duyunca ağlamaklı olduğunu ve bu
noktada ağladığını anladığını söyledi. Hikâyedeki gerçek ve iyi bül-
bülün hayatta kalması, İmparatorun -hastanın- açgözlülüğü ve yıkıcı-
lığına rağmen halen varolan ve hayatta kalan iyi bir varlığa hastanın
inancını teyit etti. İmparator kurtulmuştu, çünkü içinde böylesine iyi
ve bağışlayan bir varlığı tutmuştu. Bülbül ayrıca, hastanın yıkıcılığının
yok etmediği analisti temsil ediyordu.
Bu örnek, yalnızca hastanın kendisindeki çok önemli bir sorunu
NARSİSIST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 227

anlamasına değil, genel olarak duygusal yaşamının daha derin olarak


farkına varmasına bir örnektir; ilk defa olarak, daha önce küçük gör-
düğü edebiyatı takdir edebiliyordu. Bir hastanın tedavi sırasında can-
landığını ve ilk defa olarak başkaları için ve kendi iç hayatı için ger-
çek tasa ve ilgi duyduğunu görmek, analist için tatmin edici bir dene-
yimdir. Bu deneyim, bu hastaların analitik ortam içinde boğmaya ça-
lıştıkları, aylarca ve yıllarca süren boşluk ve anlamsızlığı telafi et-
mektedir.
Bu bölümde incelenen seyirle ilgili hususlar, narsisist kişilik yapısı
olan hastaların psikanalitik tedavisindeki sınırlamaları ve güçlükleri
göstermektedir. Bu hastaların çoğunu başarılı bir şekilde tedavi ede-
mesek de, en azından bize, daha az ciddi genel karakter patolojisi olan
hastaların narsisist savunmalarını daha iyi anlamada ve çözmede yar-
dımcı olmaktadır. Bu vakaların dikkatle seçilmesinin, başlangıçta
umutsuz kabul edilen ve dolayısıyla tedaviye alınmayan ya da olağan
karakter nevrozu kategorisine girdiği şeklinde yanlış bir varsayımla
analize alınıp yıllarca süren analitik çalışmanın düşkınklığıyla sonuç-
landığı kişiler için daha teşvik edici terapi sonuçlan meydana getire-
bileceğine inanıyorum.

ÖZET
Narsisist kişilik yapısının etiyolojisiyle ilgili olarak, patolojik narsi-
sizm ve patolojik nesne ilişkileri arasındaki ilişkileri içeren genel bir
hipotez sunulmuştur. Narsisist kişiliklerin psikanalitik tedavisindeki
teknik sorunlar -özellikle de bu hastaların tipik aktarım dirençleri-
incelenmiş ve seyir kriterlerinin ana hatları çizilmiştir.
9

Narsisist Kişiliğin Klinik Sorunları

Bu bölüm, özgül bir karakter patolojisi kümelenmesi olan narsisist ki


siliğin tanısı ve psikanalitik tedavisi üzerine önceki bölümlerin (i ı
ve 8. Bölümler) bir devamıdır. Geçtiğimiz yıllarda yavaş yavaş bu pa_
tolojik karakter yapısının tanımına ve uygulanacak tedavinin psikana-
liz olduğuna dair bir fikir birliği ortaya çıkmaya başladı (Jacobson
1954a; P. Kernberg, 1971; Kohut, 1966, 1968 ve 1971; Rosenfeld
1964; Tartakoff, 1966; Ticho, 1970; Van der Waals, 1965). Ancak, bu
kümelenmenin betimleyici, klinik özellikleri konusunda bir görüş bir-
liği gelişmesine rağmen, altta yatan metapsikolojik varsayımlar ve
psikanalitik bir tedavi yönteminde yerinde ve yeterli teknik yaklaşı-
mın ne olduğu konusunda fikir ayrılıklan söz konusu olmuştur. Özel-
likle de, Kohut'un narsisist kişilik bozukluklarına psikanalitik tedavi
yaklaşımı (1971), benim betimlediğim yaklaşımdan (8. Bölüm) çok
farklıdır; benim görüşüm Abraham (1919), Jacobson (1964), Riviere
(1936), Rosenfeld (1964), Tartakoff (1966) ve Van der Waals'ın
(1965) görüşlerine daha yakındır. Dolayısıyla, bu bölümde narsisist
kişiliklerin anlaşılmasına ve tedavisine yaklaşımımın, Özellikle Ko-
hut'un yaklaşımıyla birleşen ve ayrılan yönleri üzerinde duracağım.

ÖZGÜL BİR KARAKTER PATOLOJİSİ TÜRÜ OLARAK


NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK ÖZELLİKLERİ
Klinik özellikler açısından, Kohut'un görüşleriyle, alternatif bir görüş
temsil ettiğini söylediğim yazarlar ve benim aramda görüş birliği var-
dır. Narsisist kişilikleri olan hastalan genelde yüzeysel olarak pürüz-
süz ve etkili bir sosyal uyuma sahip olmakla birlikte, başka insanlarla
içsel ilişkilerinde ciddi çarpıtmalar yapan aşırı kendiyle meşgul kişi-
ler olarak betimledim. Çeşitli derecelerde yoğun hırsları, büyüklen-
meci fantezileri, aşağılık duyguları ve dış hayranlık ve övgüye aşın
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 229

bağımlılıkları vardır. Sıkıntı ve boşluk duyguları ile birlikte ve parlak-


lık, zenginlik, güç ve güzellik gayretlerinin doyumu yolunda sürekli
arayışın yanında, sevme ve başkaları hakkında tasa duyma yetilerinde
ciddi eksiklikler vardır. Başkalarını eşduyumlu bir şekilde anlama ye-
tisinin olmayışı, yüzeysel olarak uygun olan sosyal uyumları göz önü-
ne alındığında şaşırtıcı olabilir. Kronik olarak kendilerinden emin ve
hoşnut olmama, başkalarına karşı bilinçli ya da bilinçdışı sömürücü-
lük ve acımasızlık da bu hastaların özellikleridir. Belki de Kohut'un
çalışmasından çıkan betimlemeyle benim betimlemem arasındaki
farklardan biri, bu hastaların çoğunun yüzeysel olarak uyum sağlayan
davranışından bağımsız olarak içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin pa-
tolojik niteliği üzerinde durmamdır. Buna ek olarak, ben bu hastaların
duygusal hayatlarının başlıca özellikleri olarak kronik şiddetli haset
ve bu hasete karşı savunmaları, özellikle de değersizleştirme, tümgüç-
lü denetim ve narsisist geri çekilmenin varlığını vurguluyorum.

NARSİSİST KİŞİLİK İLE SINIR DURUMLAR VE


PSİKOZLAR ARASINDAKİ İLİŞKİ
Bu konuda benim yaklaşımım ile Kohut'un yaklaşımı arasında önemli
farklar var. Kohut narsisist kişilik bozukluklarını psikozlardan ve sı-
nır hallerden ayırmakta, ancak "sınır vakalar'la şizofren psikozlar
arasında net bir ayrım yapmamaktadır (1971: 18 [Türkçe metinde s.
32]). Ancak benim görüşüme göre, narsisist kişiliklerin savunma ör-
gütlenmesi, aşağıda belirteceğim gibi sınır kişilik örgütlenmesine
hem çarpıcı bir şekilde benzer hem de bu örgütlenmeden özgül bir şe-
kilde farklıdır. Kohut'un görüşünden farklı olarak, sınır kişilik örgüt-
lenmesi ve psikotik yapılar arasında önemli yapısal farklılıklar görü-
yorum ve bazı sınır hastalar için uygulanacak tedavi olarak psikanali-
zi olasılık dışı bırakmıyorum.
Narsisist kişiliklerin savunma örgütlenmesinin sınır durumlara
olan benzerliği, karşılıklı olarak çözülmüş ya da bölünmüş ben halle-
rinin mevcudiyetinde yansıdığı şekliyle bölünme ya da ilkel çözülme
mekanizmalannın hâkimiyetinde görülür. Böylece yüksekten bakan
büyüklenmecilik, utangaçlık ve aşağılık duyguları birbirlerini etkile-
meden bir arada bulunabilir. Bu bölünme işlemleri, ilkel yansıtma bi-
çimleriyle, özellikle de yansıtmalı özdeşleşme, ilkel ve patolojik ide-
alleştirme, tümgüçlü denetim, narsisist geri çekilme ve değersizleştir-
me ile sürdürülür ve pekişir. Dinamik bir bakış açısından, genital dö-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 230

nem öncesi (özellikle de oral) saldırganlığın ezici etkisi altında ge •


tal ve genital dönem öncesi ihtiyaçların patolojik yoğunlaşması n *
sisist kişilikleri ve genel olarak sınır kişilik örgütlenmesini karakte ■"
ze eder.
Bu bağlamda, Kohut'un "büyüklenmeciliğin bilinçli olarak bölün
müş yönleri"nin varlığını kabul etmesi ve ayrıntılı olarak "tamame~
farklı kişilik tutumlarının derinlemesine yan yana varlığı"nı (s. jgo
[163]) ve analistin hastanın kişiliğinin merkezi kesimini bölünmüş
kesimle ilişkiye sokma gereksinimini betimlemesi ilginçtir. Dolayı-
sıyla Kohut, pratikte ağırlıklı bir mekanizma olarak bölünmeyle ilintili
olan bir savunma örgütlenmesinin varlığını kabul ediyor, ancak bunu
benin yapısal gelişiminin özel değişimlerine bağlamıyor.
Narsisist kişilik yapısı ile sınır kişilik örgütlenmesi arasındaki fark
narsisist kişilikte daha önce de belirttiğim gibi (8. Bölüm) gerçek ken-
diliğin bazı yönlerinin (erken yaşantıların pekiştirdiği çocuğun "özel"
oluşu), ideal kendiliğin (çocuğun şiddetli oral engellenme, hiddet ve
haset yaşantısını telafi etmiş olan güç, zenginlik, her şeyi bilme ve gü-
zellik fantezileri ve kendilik imgeleri) ve ideal nesnenin (çocuğun
gerçeklikte yaşadığından farklı olarak hep veren, hep seven ve kabul
eden bir ebeveyn; gerçek ebeveyn nesnesinin yerine geçen bir nesne)
patolojik bir yoğunlaşmasını yansıtan oldukça patolojik olmasına kar-
şın bütünleşmiş bir kendilik vardır. Burada Kohut'un önerdiği "bü-
yüklenmeci kendilik" terimini benimsiyorum, çünkü bu terimin daha
önce patolojik kendilik yapısı olarak sözünü ettiğim kavramın ya da
Rosenfeld'in (1964) "tümgüçlü deli" kendiliğinin klinik uzantılarını
daha iyi ifade ettiğini düşünüyorum. Bu patolojik, büyüklenmeci ken-
diliğin bütünleşmesi, altta yatan sınır kişilik örgütlenmesinin bir par-
çası olan normal kendilik kavramı bütünleşmesi eksikliğini telafi et-
mektedir: Bu, narsisist kişiliği olan hastalarda nispeten iyi ben işleyişi
ve yüzeysel uyumun yanı sıra, ağırlıklı olarak bölme mekanizmaları-
nın, bunlarla bağlantılı ilkel savunma kümelenmesinin ve nesne tem-
sillerinin bütünleşme eksikliğinin mevcudiyetinin yarattığı paradoksu
açıklamaktadır. Bu patolojik büyüklenmeci kendilik, daha önce de
belirttiğim gibi, adı geçen tüm yazarların gözlemleriyle büyük ölçüde
uyuşan klinik özelliklerde yansımaktadır. Ancak, büyüklenmeci ken-
diliğin kökeni hakkında ve bu kendiliğin arkaik "normal" ilkel bir
kendiliğin saplanmasını mı (Kohut'un görüşü), yoksa normal çocuksu
narsisizmden kesin bir biçimde farklı olan patolojik bir yapıyı mı yan-
sıttığı (benim görüşüm) konusunda görüşlerimiz arasında temel bir
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 231

rllık bulunmaktadır.
gu iki görüş arasındaki farkı incelemeden önce, kanaatime göre sı- r
ıdşilik örgütlenmesi ile patolojik büyüklenmeci kendilik gelişimi ,
rasındaki yakın ilişkiyi en açık bir şekilde gösteren özel bir grup haspan
söz etmek istiyorum. Burada sözünü ettiğim, açıkça narsisist kişilik
yapısına sahip olmakla birlikte, açık sınır dediğim düzeyde işlev
gören, yani, bahsi geçen genelde benzeri savunma kümelenmesine ek
olarak sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiği olan özgül olmayan
ben zayıflığı tezahürleri gösteren narsisist kişiliklerdir. Bu narsisist
hastalar, ciddi kaygı tahammülü eksikliği, genelleşmiş itki denetimi
eksikliği, çarpıcı bir yüceltme eksikliği, psikolojik testlerde açıkça
görülen birincil süreç düşüncesi ve aktarım psikozu geliştirme yatkın-
lığı gösterirler. Bu hastalarda, patolojik narsisist yapı, etkili sosyal iş-
leyiş için yeterli bütünleşme sağlamaz ve genelde analiz için (hatta sı-
nır kişilik örgütlenmesi olan çoğu hasta için tavsiye ettiğim değiştiril-
miş psikanalitik çalışma için bile) kontrendikasyon gösterirler. Bu
hastalarda karakteristik olarak terapiste karşı acımasız talepkârlık ve
küçümseyici saldırılarla bağlantılı tekrarlayan, kronik şiddetli hiddet
tepkileri canlanması, yani, "narsisist hiddet" görülür. Bu kadar şiddetli
hiddet patlamaları, genelde aktarımda "tamamıyla iyi" ve "tamamıyla
kötü" içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin dönüşümlü olarak can-
lanmasının bir parçası olarak sınır hastalarda da görülür. Ancak, bu
hiddetin dinmek bilmez niteliği, terapistle tüm ilişkiye bulaşır görü-
nen küçümseyici nitelik, ilişkinin potansiyel olarak iyi yönlerinin
uzun süreler boyunca tamamıyla değersizleştirilmesi ve bozulması
şekline dönüşür, böylece tedavinin devamlılığı tehlikeye girer.
Aşağıdaki vaka, bu gelişime bir örnek teşkil etmektedir. Yirmi yaş-
larında, bekâr ve nispeten tipik narsisist bir kişiliğe sahip bir kadın
hasta, okuldaki performansının ve sosyal ilişkilerinin yavaş yavaş
çökmesi ve tam olarak denetleyemediği her erkeği terk etme eğilimiyle
karakterize olan rasgele cinsel ilişkiye girme sonucu psikiyatri has-
tanesine geldi. Hem annesi hem babası, nispeten narsisist ve içe çekil-
miş insanlardı ve hafif antisosyal eğilimler gösteriyorlardı. Ablası,
antisosyal eğilimler nedeniyle tedavi görüyordu. Başkalarıyla anlamlı
ilişkilere giremeyişi ana okulda başlamış, daha sonra hastanın, sosyal
çevreyi denetleme ve manipüle etme gayretlerinde annesine katılma-
sıyla yumuşamış ve hastanın sosyal hayatında, işinde ve cinsel ilişki-
lerinde bir kaosla noktalanmıştı. Terapistin ve tüm tedavi personelinin
incelikli bir şekilde küçük görülmesi ve personelin devamlı mani-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 232

pülasyonu ve bölünmesinin ağırlıklı olduğu iki aylık bir tedavin


sonra, terapist bir hafta seans yapmadı. Hasta daha sonra denetlerim"
küçümsemesini açık öfke ve hiddete çevirdi ve personelin gayretler
ne karşın, iki ay sonra ebeveynini kendisini tedaviden almaya ikna et
ti. Bu süre içerisinde seansların özelliği, terapiste devamlı saldın v
küçümseme, kısacası narsisist hiddetti ve anlatımsal bir yaklaşımla
tedavi edilemiyordu.
Analizde oral saldırganlıkları çevresindeki çatışmalarla bağlantılı
ilkel nesne ilişkilerine karşı savunmaları derinlemesine çalışılan nar-
sisist kişilikler, aktarımda bu tür hiddet tepkisini tedavinin ileri safha-
larında gösterebilirler. Zaman zaman, daha önce ifadesiz, çoğu zaman
ilgisiz, görünüşte iyi denetimi olan narsisist kişiliğin böylesine açık
ve kronik bir biçimde hiddetli bir kişiye dönüşmesi oldukça çarpıcı
olabilir. Ancak, genelde tedavinin daha ileri safhalarında bu derinle-
mesine çalışılabilir ve ileriye doğru önemli bir adımı temsil edebilir
Bu bağlamda, bu hastaların hikâyesinin dikkatli analizi, çoğu zaman
engellendiklerinde, özellikle de ortamı emin bir şekilde denetleyebi-
leceklerini hissettikleri ve -hayatlarının daha ilerki yıllarında- hid-
detlerini yönelttikleri kişilere karşı üstün ya da onları denetimleri al-
tında hissettikleri koşullarda meydana gelen öfke nöbetleri ve saldır-
gan patlamalar ortaya çıkarır.
Dolayısıyla durum, narsisist hiddetin başlangıçtaki klinik küme-
lenmenin bir parçası olarak ortaya çıktığı vakalarda (açık olarak sınır-
da işlev gören narsisist kişiliklerde), tedavinin ileri safhalarında pato-
lojik narsisizmin çözülmesinin bir parçası olarak meydana geldiği va-
kalarda olduğundan farklıdır. Narsisist hiddetin erken ve açıkça ifade
edilmesi, tedavi için ciddi bir risk teşkil eder. Bu özellikle, antisosyal
özellikler ya da sadist bileşenleri olan cinsel sapma (cinsel olarak kul-
landıkları nesnelere karşı açık fiziksel şiddet gibi) gösteren ve sınırda
işlev gören narsisist kişilikler için geçerlidir. Ayrıca, narsisist kişilik
yapısına sahip ve antisosyal davranış gösteren ergenler sık sık bu tür
hiddet tepkileri gösterirler.
Açık sınırda işlev gören narsisist kişilikler (özellikle de daha önce
bahsi geçen seyri daha olumsuz narsisist hiddet vakaları) için, uygula-
nacak tedavi, destekleyici bir psikoterapi yaklaşımı olabilir. İdeal ola-
rak tedavi, sınır hastalar için önermiş olduğum genel yaklaşıma, yani,
tutarlı bir şekilde yorumlama (yalnız narsisist hiddetin kökenini değil,
aynı zamanda bunun aktarımda dışa vurulmasından edinilen ikincil
kazançları) ve yalnızca yorumlama yoluyla bu tür ikincil kazançlar-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 233

Han kaçınılamıyorsa sınır koyma şekline dönüşebilir. Hastanın dış ha-


ltını, narsisist hiddetin eyleme koyulmasının denetlenebileceği ve
tedavi ortamının korunabileceği, böylece analistin nispeten yansız bir
konumu sürdürebileceği bir biçimde yapılandırmak mümkün oldu-
ğunda, analiste karşı saldırganlığın ifade edilmesinin savunmaya yö-
nelik işlevlerinin sistematik bir yorumu yapılabilir ve narsisist hiddet
nihai olarak çözülebilir. Bu tür hiddet tepkilerinin, ilkel saldırganlığın
doğrudan dışa vurulmasına ek olarak, savunmaya yönelik, hastayı
analiste karşı ilkel korkularına, boğucu suçluluk duygularına ya da
ayrılık kaygısına karşı koruma işlevi olabilir.
Narsisist hiddetin tedavinin ileri safhalarında meydana geldiği nar-
sisist kişilikli hastalarda, aktarımda hiddetin kökeni ve işlevlerini ana-
liz etmek genelde daha az zordur. Analistten beklentilerinde küçük
-gerçek olsun fantezide olsun- engellenmeler karşısında hastanın öfke
patlamaları, narsisist dirençlerin çok karakteristik bir özelliği olan
analisti incelikli bir şekilde değersizleştirmekten öteye yapılmış
önemli bir hamle olabilir. Başka türlü korkulacak ve haset duyulacak
önemli bir nesne olarak analisti bertaraf etme çabasıyla öfkeli bir bi-
çimde değersizleştirme, hiddet tepkisinin karakteristik bir işlevidir.
Analistin içsel olarak emin oluşu ve hastaya gerçekçi olarak ne sunması
gerektiğini bilerek davranması, hastayı kendi saldırganlığının boğucu
niteliği üzerine fantezilerine karşı rahatlatmada çok önemlidir.
Öyleyse özetleyecek olursak, patolojik büyüklenmeci kendilik,
narsisist kişilikler ve sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda ortak
bir özellik olan ilkel savunma örgütlenmesinin genel olarak "ben za-
yıflatıcı" etkilerini telafi eder ve narsisist kişiliklerin açık işleyişinin,
karakter patolojisi sürekliliğinde sınır düzeyden daha iyi bütünleşmiş
karakter patolojisi türlerine doğru yer alabilmesi olgusunu açıklar.
Narsisist kişiliklerin diğer karakter patolojisi türlerinden ayırıcı tanısı,
genelde klinik özelliklerin dikkatle analiz edilmesiyle gerçekleşti-
rilebilir; başka bir yazımda, narsisist kişiliklerin histerik kişiliklerden,
çocuksu kişiliklerden ve takıntılı-zorlantılı kişiliklerden ayırıcı tanısı-
nı inceledim (1. ve 8. Bölümler; 1970). Şüphenin olduğu ya da tedavi
başlamadan tanının yapılamadığı vakalarda, karakteristik bir narsisist
aktarımın gelişmesi, narsisist kişilikleri diğer vakaların alışıldık akta-
rım nevrozundan ayırır. Bu noktada, Kohut'la aynı fikirde olduğumu-
zu düşünüyorum.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 234

NORMAL NARSİSİZM İLE PATOLOJİK NARSİSİZM


ARASINDAKİ İLİŞKİ
1. Gelişimsel Duraklama mı Yoksa Patolojik Gelişim mi?; Kohı
(1971), narsisist kişiliklerin "arkaik büyüklenmeci kendilik kümelen
melerine ve/veya arkaik, aşırı değer verilmiş, narsisist yatırım yaptık
lan nesnelere takılıp kalmış" olduklarını düşünmektedir (s. 3 [23]\
Kohut, açıkça normal narsisizm ile patolojik narsisizm arasında bi
süreklilik kuruyor (s. 9 [26]); bu süreklilikte büyüklenmeci kendilik
sürekli bir süreç içerisinde olağan koşullarda (ve tedavi sürecinde)
normal kendilik olabilecek bir şeyin arkaik bir biçimini temsil ediyor
Kohut'un çözümlemesi, neredeyse yalnızca libidinal yatırımların geli-
şimi üzerinde duruyor, bu nedenle patolojik narsisizm çözümlemesi-
nin, temel olarak saldırganlığın değişimleriyle herhangi bir bağı yok-
tur. Kohut (1971) şöyle diyor (s. xv [19]): "Özel olarak bu inceleme
hemen hemen tamamen narsisist kişiliklerin analizinde libidinal güç-
lerin rolü üzerinde yoğunlaşmıştır. Saldırganlığın rolünün tartışılması
ayrıca ele alınacaktır." Ayrıca Kohut, narsisizmi öylesine ağırlıklı
olarak içgüdüsel yükün niteliği açısından inceliyor ki, içgüdüsel yatı-
rımın hedefinden (kendilik ya da nesne) ziyade içkin niteliklerin be-
lirlediği tamamıyla farklı iki libidinal içgüdünün -narsisist ve nesne
yönelimli- varlığını ima eder görünüyor. Kohut, bunu şöyle ifade edi-
yor (s. 26 [40-41]): "Genel bakış açıma göre, narsisizm, içgüdüsel ya-
tırımın hedefine (yani hedefin kişinin kendisi mi yoksa başkaları mı
olduğuna) göre değil, içgüdüsel yatırımın doğasına ya da niteliğine
göre tanımlanmalıdır." Bu ifadenin özünü daha sonra tekrarlıyor (s. 39
[50], dipnot) ve nesne sevgisinin gelişimini, narsisizmin alt biçim-
lerinden üst biçimlerine gelişiminden büyük ölçüde bağımsız görüyor
(s. 220, 228, 297 [192,197,249-50]). Kohut, normal ve patolojik nar-
sisizmin ve normal ve patolojik nesne ilişkilerinin değişimlerini, iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin değişimleri temelinde analiz etmekten
ziyade sanki büyük ölçüde libidinal yatırımların niteliğine bağlı
olarak analiz ediyor.
Bu görüşlere katılmıyor ve Jacobson (1964), Mahler (1968) ve Van
der Waals (1965) gibi normal ve patolojik narsisizm incelemesinin,
hem libidinal hem saldırgan dürtü türevlerinin değişimlerinden ve iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin yapısal türevlerinin gelişiminden ba-
ğımsız tutulamayacağını düşünüyorum (1971, 1972). Aşağıda, şu gö-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 235

.. jeri destekleyen klinik malzeme ve teorik düşünceler sunacağım:


/a) Narsisist kişilikleri olan hastaların özgül narsisist dirençleri, etn
olağan erişkin narsisizmden, hem de normal çocuksu narsisizme
a nlanma va da gerilemeden farklı patolojik bir narsisizmi yansıtmak-dır.
Bundan çıkan sonuç, narsisist kişiliklerin dışındaki hastalarda
karakter savunmalarının yorumlanması sırasında gelişen narsisist di-
nçlerin, patolojik narsisizm gösteren hastalardan farklı bir niteliğe
«ahip oldukları, farklı bir teknik gerektirdikleri ve seyir açısından
farklı anlamlara sahip olduklarıdır.
(b) Patolojik narsisizm, yalnızca libidinal ve saldırgan
dürtü türevlerinin değişimlerinin birlikte analiz edilmesiyle
anlaşılabilir. Patolojik narsisizm, nesneler yerine kendiliğe
libidinal yatırım yapmayı değil, patolojik bir kendilik
yapısına libidinal yatırım yapmayı yansıtır. Bu patolojik
kendiliğin, altta yatan libidinal ve saldırgan yatırım yapılmış
ilkel kendilik ve nesne imgelerine (ki hem sevgi hem saldır-
ganlık çevresindeki yoğun ve ağırlıklı olarak genital dönem
öncesi çatışmaları yansıtır) karşı savunmaya yönelik
işlevleri vardır.
(c) Narsisist kişiliklerin yapısal özellikleri, yalnızca
gelişimin er-Icen bir düzeyine saplanma ya da belli iç ruhsal
yapıların gelişmemesi temelinde anlaşılamaz. Bunlar,
(normalden farklı olarak) patolojik nesne ilişkilerinden
kaynaklanan, ben ve üstben yapılarının (normalden farklı
olarak) patolojik bir ayrışma ve bütünleşme eksikliğinin bir
sonucudur.
Bu üç görüş açısını tek bir ifadede özetleyecek olursak: Narsisist
yatırım (yani kendiliğe yatırım) ve nesne yatırımı (yani, başkalarının
temsillerine ve başka insanlara yatırım) aynı anda meydana gelir ve
birbirini yakından etkiler, bu nedenle, nesne ilişkilerinin değişimlerini
incelemeden narsisizmin değişimleri incelenemez, aynı şekilde
normal ve patolojik narsisizmin değişimlerini, bunlara karşılık gelen
içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin gelişimini, hem libidinal hem sal-
dırgan dürtü türevlerine bağlamadan incelemek mümkün değildir.

2. Çocuksu ve Patolojik Narsisizmin Ayırıcı Nitelikleri: Aşağıda


konumuzla ilgili bazı klinik gözlemler bulunmaktadır. Narsisist kişi-
liklerin, takıntılı, depresif-mazoşist ve histerik kişiliklerden (yani,
nispeten iyi işlev gören narsisist hastaların diğer tür karakter patoloji-
lerinden) ayırıcı tanısı, narsisist hastaların yalnız kendilerini aşırı se-
ver gibi görünmekle kalmayıp bunu nispeten kötü, çoğu zaman kendi-
ni küçülten bir şekilde yaptıklarını göstermektedir; bu durum bizi,
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 236

narsisist hastaların kendilerine, ilişkileri olan diğer insanlara davran


dıklanndan daha iyi davranmadıkları sonucuna götürmektedir (Van
der Waals, 1965). "Sahte" olduklarına olan inançları, dürüst öz açım.
lamadan çıkabilecek temelde iyi ve değerli hiçbir şeye güvenmemele-
ri ve zaman zaman dürüstlük, terbiye ve değerlere inanma açısından
"insanların gözündeki imgeler"ini şaşkınlık yaratacak şekilde ihmal
etmeleri ya da kaale almamaları, kendini sevmenin kötü yollarıdır.
Aşağıdaki özellikler, patolojik narsisizmi küçük çocukların normal
narsisizminden ayırır: 1) Normal küçük çocukların büyüklenmeci fan-
tezileri, anneyi denetleme ve kendilerini herkesin ilgisinin merkezin-
de tutma yönündeki öfkeli gayretleri, narsisist kişiliklerde olduğun-
dan çok daha fazla gerçekçi bir niteliğe sahiptir. 2) Küçük çocuğu n
eleştiri, başarısızlık ve suçlamaya aşın tepkisi ve ilgi, hayranlık ve
sevgi merkezi olma ihtiyacı; içten sevgi ve minnet ifadesi, engellen-
mediği zaman nesnelere ilgi göstermesi ve hepsinden önemlisi anlaırir
lı nesnelere güvenme ve bağımlı olma yetisiyle aynı anda mevcuttur.
İki buçuk yaşındaki bir çocuğun, geçici ayrılıklar sırasında anneye li-
bidinal bir yatırımı sürdürme yetisi, narsisist hastalann hemen ihtiyaç
doyumunun ötesinde diğer insanlara (analist de dahil) bağımlı olama-
masından çarpıcı bir biçimde farklıdır. 3) Normal çocuksu narsisizm,
çocuğun gerçek ihtiyaçlarıyla bağlantılı talepkarlığında yansır, oysa
patolojik narsisizmin talepkârlığı aşırıdır, hiçbir zaman tatmin edile-
mez ve değişmez bir şekilde alınan desteklerin içsel olarak yıkılması
sürecine ikincil olarak ortaya çıkar. 4) Patolojik narsisizmi olan hasta-
ların, sosyal cazibe yetileri işlemediği zamanlardaki soğukluğu ve
mesafeliliği, başkalarını potansiyel narsisist destek kaynağı olarak ge-
çici olarak idealleştirme dışında kaale almama eğilimleri ve ilişkileri-
nin çoğuna yayılmış olan küçümseme ve değersizleştirme, küçük ço-
cuğun bencilliğinin sıcak niteliğinden çok farklıdır. Bu gözlemi, nar-
sisist hastalann geçmişinin analizine taşırsak, bu hastalarda iki ila üç
yaşlarından başlayarak başkalarıyla normal sıcaklık ve ilişki eksikliği
ile kolayca canlanan anormal yıkıcılık ve acımasızlık görülür.
5) Oidipal dönem öncesinden kaynaklanan, normal çocuksu narsi-
sist güç, zenginlik ve güzellik fantezileri, dünyadaki tüm değerli ve
haset duyulabilecek şeylere tek başına sahip olmayı içermez; normal
çocuğun, herkesin kendisine bu tür hazinelerin tek sahibi olduğu için
hayranlık duymasına ihtiyacı yoktur; ancak bu, narsisist kişiliklerin
karakteristik bir fantezisidir. Normal çocuksu narsisizmde, narsisist
zafer fantezileri ya da büyüklenmeci fanteziler, bu değerleri edinme-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 238

net ve suçluluk duygusunun harekete geçirdiği idealleştirmenin bi w


ri ardına gelmeleri, aktarıma tamamıyla farklı bir nitelik kazandı '~
Narsisist hastalar, analistin hayatı hakkında, o anki ihtiyaçlarıyla bağ-
lantılı olan alanlar dışında çoğu zaman aylarca ya da yıllarca merat
duymaz. Analistten neredeyse tamamıyla habersiz olma ve aym 2
manda yüzeyde (çocuksu olmasına karşın) "normal" gibi görünen ide~
alleştirmenin varlığı, bizi normal idealleştirme ile patolojik idealle»
tirme arasındaki fark konusunda uyarmalıdır. Sınır hastalardaki ya-
pışma bağımlılığı ve geniş bir nesne ilişkileri yelpazesi açısından tu-
tarlı yetiden farklı olarak, narsisist kişiliklerin başkalarına bağımlı ol-
ma yetilerinin olmayışı, açık sınırda işlev gören narsisist kişiliklerin
alışıldık sınır hastalardan ayırıcı tanısında yardımcı olan temel bir un-
surdur. Bu ayırıcı tanıda diğer unsurlar, narsisist kişiliklerde patolojik
idealleştirmenin özgül özellikleri, tümgüçlü denetimin ve özellikle de
küçümseme ve değersizleştirmenin yaygınlığı ve narsisist içe çekil-
medir. Ayrıca analitik ortam, normal çocuksu narsisizm, narsisist ki-
şilikten farklı karakter patolojisi olan hastalarda tipik olan çocuksu
narsisizme saplanış ve narsisist kişiliklerin patolojik narsisizmi ara-
sındaki farklar açısından bol bol klinik kanıt sağlamaktadır.

4. Oluşumsal Hususlar: Bu fark, psikanalitik tedavi sırasında bu


hastaların narsisist dirençlerinin ve bununla bağlantılı karakter savun-
malarının oluşumsal belirleyicileri analiz edildiğinde daha da çarpıcı
hale gelir. Böyle bir oluşumsal analiz, narsisist kişiliklerin, anne figü-
rünün ve diğer önemli çocukluk nesnelerinin engelleme ve başansız-
lıklanyla doğrudan bağlantılı olarak çocuksu narsisist gelişim safha-
larına saplanmaktan ziyade, aktarımda oral hiddet ve haset çevresin-
deki altta yatan çatışmaların ikincil olarak genişletilmesi ve bunlara
karşı bir savunma olarak önemli dış nesnelerin ve bu nesnelerin ruhiçi
temsillerinin erken değersizleştirme süreçlerini tekrarladıklarını orta-
ya çıkarmaktadır. Bu hastalar, haset ve yansıtılan hiddet kaynağını
bertaraf etmek için sevgi ve doyum kaynaklarını yıkma ihtiyacı du-
yarken, bir yandan da ebeveyn figürlerinin idealleştirilmiş imgeleri
ile idealleştirilmiş kendilik imgelerinin ilkel bir yeniden birleşmesini
temsil eden büyüklenmeci kendiliğe geri çekilirler; böylece, bir bedel
olarak içselleştirilmiş nesne ilişkilerine ciddi hasar gelmesi karşılığın-
da öfke, engellenme ve potansiyel doyum kaynağının saldırgan de-
ğersizleştirilmesi kısır döngüsünden kaçarlar. Kısacası, aktanmda
"düşkırıklığı" tepkileri olarak rasyonelleştirilen değersizleştirme sü-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 239

reçleri, ebeveyn imgelerinin patolojik değersizleştirilmesini tekrarlar-


ken, bu çatışmaları yansıtan nesne ilişkilerinden kaynaklanan bileşen-
lerin patolojik yoğunlaşması, büyüklenmeci kendiliğin savunma ya-
pısında tezahür eder.
Daha önce (8. Bölüm), bu tabloya doğuştan gelen saldırgan dürtü
şiddetinin ne ölçüde katkıda bulunduğu sorusunu yanıtsız bırakmış ve
bu patolojinin psikojenezindeki temel etiyolojik öğenin muhtemelen
soğuk, narsisist ve aynı zamanda aşın koruyucu anne figürlerinin hâ-
kimiyeti olduğunu belirtmiştim. Çocuğun erken gelişiminin belli dö-
nemlerinde annenin narsisist dünyasına katılması, çocuğun "özeF'liği
için ön yatkınlık yaratır ve büyüklenmeci kendilik fantezileri bu
"özeF'lik çevresinde kristalize olur. Narsisist karakter savunmaları,
hastayı yalnız narsisist hiddetinin şiddetine karşı değil, aynı zamanda
derin değersizlik inançlarına, sevgi ve yiyecekten yoksun korkutucu
bir dünya imgesine ve öldürme, yeme ve hayatta kalma uğraşındaki
aç bir kurta benzeyen kendilik kavramlanna karşı da korur. Tüm bu
korkular, hasta analiste bağımlı olabilmeye başladığında aktarımda
canlanır. Şimdi hasta, analiste karşı yıkıcı hasetinden korkar ve sevgi
ihtiyacının analiste karşı saldırgan hücumlarına dayanıp dayanmaya-
cağı ya da bu saldırılardan daha güçlü olup olmayacağı konusunda
emin olamaz. Bu gelişmeler, derinlemesine çalışılması gereken yoğun
bir çift değerli ve korkutucu aktarım modeli belirler.

5. İdealleştirme Türleri ve Narsisist İdealleştirme ile Büyüklenmeci


Kendilik Arasındaki İlişki: Patolojik narsisizmdeki savunma işlem-
lerinin doğasıyla ilgili olarak, bu hastaların analisti idealleştirmeleri-
nin sınır hastaların ilkel idealleştirmelerinden ve diğer karakter türle-
rinde meydana gelen idealleştirmeden belirgin bir biçimde farklı ol-
duğuna daha önce değinmiştim. Sınır durumlar, "ilkel idealleştirme"
adını verdiğim mekanizmayla, yani, analistin paranoid "tamamıyla
kötü", sadist, ilkel bir nesne yansıtmasıyla "kirlenmesine" karşı koru-
ma olarak kullanılan, analistin ilkel iyi, güçlü, doyum sağlayıcı bir
nesne olarak gerçekçi olmayan "tamamıyla iyi" bir imgesiyle karakte-
rize olmaktadırlar. Diğer bir deyişle, idealleştirmenin bu ilkel düzeyi,
bölme mekanizmalarının ağırlıklı olmasıyla bağlantılıdır. Buna karşı-
lık, narsisist olmayan karakter patolojisi türlerinde ve semptomatik
nevrozlarda, analistin iyi, seven, bağışlayıcı bir ebeveyn imgesi olarak
idealleştirilmesi, hastanın çift değerliliğiyle, analiste karşı hem yoğun
sevgi hem yoğun nefretin aynı anda mevcut olmasıyla ilgili
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 240
olarak duyduğu suçluluk ve tasayla ilintilidir. İdealleştirmenin bu da ha
üst düzeyinde, analist tamamıyla anlayan, hoş gören ve "köttllül
ğü"ne rağmen hastayı seven bir ebeveyn figürü olarak görülür. Bu Q ]
düzey idealleştirmeyi, idealleştirilmiş nesnelere soyut, kişisizleştirjı
miş değer sistemleri ile ilgili üst düzey üstben işlevlerinin yansıtılma
sini içeren daha da olgun idealleştirme türü izler: Esasen bu, özelliy
ergenliğin ve âşık olmanın karakteristiği olan normal bir görüngüdür
Bu farklı idealleştirme türleri, normal ilkel işleyişten normal eriş-
kin işleyişe bir süreklilik olarak görülebilir. Ancak tüm bu idealleştir-
meler, analiste hastanın büyüklenmeci kendiliğinin yansıtıldığı narsi-
sist kişiliğin idealleştirmesinden çok farklıdır. Narsisist hasta, kendi
büyüklenmeciliğini analisti de içerecek şekilde genişletir ve böylece
analistin huzurunda görünüşte serbest çağrışımda bulunurken, ger-
çekte kendisinin geçici olarak bir eklentisi ya da uydusu haline geldi-
ği büyüklenmeci "kendini gözlemleyen" bir figüre genişlemiş kendi-
ne konuşmaktadır. Hastanın bu idealleştirmeyi seansın sonunda "geri
çektiği" ve analiste gerçek bağımlılığı hiç olmadığı ölçüde, gerçek bir
kaynaşarak birleşme söz konusu olmaz; bu da bu tepkinin, Jacob-
son'un (1964) psikotik özdeşleşme olarak adlandırdığı, Mahler'in de
(1968) gelişimin ortakyaşam evresi olarak betimlediği tepkiyi karak-
terize eden daha ilkel kendilik nesnesi birleşmesinden farkını göste-
rir. Ben sınırlarının henüz kararlı hale gelmediği, gelişimin çok erken
bir düzeyine gerilemeyi yansıtan kendilik ile nesne imgesinin birleş-
mesi gerçekleşmez, dar anlamıyla gerçekliği değerlendirme yetisi se-
anslar sırasında muhafaza edilir ve aktarım psikozu gelişmez.
Ayrıca, analistin idealleştirilmesi, analiste "kötü nesne"nin şiddetle
yansıtılmasıyla dönüşümlü olarak gerçekleşmediği (alışıldık sınır ko-
şullarda olduğu gibi) ya da suçluluk duygusu ve onarma içermediği
(aktarım nevrozu sırasında normal çocuksu idealleştirme türlerinde
olduğu gibi) ölçüde, narsisist idealleştirme, normal bir oluşumsal evre
değil, patolojik bir süreçtir. Bu patolojinin oluşumsal kökenleri, ken-
dilik nesnesi aynşması evresiyle (yani, psikozların karakteristiği olan
gelişim düzeyinin ötesinde) kendilik imgelerinin normal bir kendilik
yapısına ve nesne imgelerinin bütünleşmiş nesne temsillerine normal
bütünleştirilmesi evresi (yani, alışıldık karakter patolojisi biçimleri-
nin ve semptomatik nevrozların altında, yatan nesne ilişkilerinden tü-
remiş yapılar) arasında bir yere yerleştirilmelidir. Analiste patolojik
büyüklenmeci bir kendilik yansıtıldığı ve hastanın yansıtılmış bu ken-
dilikle "eşduyum"unun sürdüğü; yansıtmayı sürdürmek ve analistin
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 241

bağımsız, özerk bir nesne olarak ortaya çıkışından kaçınmak üzere


analistin gerekeni tam olarak yerine getirmesi için hasta maksimum
denetim uygulamaya çalıştığı ölçüde, tüm bu savunma işlemi, narsi-
sjSt kişiliklerin ve sınır durumların karakteristik mekanizmalarından
bir diğeri olan ve işlemsel olarak (ve Melanie Klein'ın bu terimi kulla-
nışını yeniden formüle ederek) "yansıtmalı özdeşleşme" diye betimle-
miş olduğum (1. Bölüm) mekanizmadır. Hastanın analisti, tam olarak
onu görmeye ihtiyaç duyduğu şekilde davranmaya zorlama yönünde-
ki sürekli gayretlerinin pratik sonuçları, Kohut'un ayna aktarımı be-
timlemelerine oldukça yakından karşılık gelmektedir. Ancak tekrar
üzerinde durmak istediğim, diğer patoloji türlerindeki narsisist geli-
şimlerden farklı olarak, patolojik narsisizm kümelenmesinin özgül,
fendine has doğasıdır.
Kohut'un narsisist idealleştirme ile ilgili düşünceleri bu formülas-
yonlardan farklıdır. Kohut, narsisist kişiliklerin, arkaik, olgunlaşma-
mış kendilik nesnesini -idealleştirilmiş ebeveyn imagosunu- yerinde
ve yeterli içselleştirememenin eksikliğini çektiklerini düşünmektedir
(1971: 37-47 [49-58]). Küçük çocuğun idealleştirmelerinin, oluşum-
sal ve dinamik olarak narsisist bir bağlama ait olduğunu vurgulamak-
tadır; Kohut'un, bir içselleştirmenin temel olarak narsisist mi yoksa
nesne yönelimli mi olduğunu içgüdüsel yatırımın hedefinin değil, li-
bidinal yatırımların niteliğinin belirlediğini vurgulaması bağlamında
bu öneri anlamlıdır. îdealleştirilmiş nesnenin travmatik yitimi ya da
bu nesneyle ilgili travmatik düşkınklığı nedeniyle, yerinde ve yeterli
içselleştirme meydana gelmemektedir ve Kohut'a göre:
Bu nesneleri arayışındaki ve onlara bağımlıhğındaki yoğunluğun nedeni,
onları ruhsal yapısındaki eksik parçaların yerine koyma çabasında oluşudur.
Bunlar nitelikleri için sevdiği ya da hayran olduğu kişiler olmadıklarından, (te-
rimin psikolojik anlamında) nesne değildirler; kişiliklerinin, edimlerinin gerçek
özellikleri de pek teslim edilmez. Bu kişiler özlemle aranmaz, işlevleri zihinsel
aygıtın çocuklukta kurulmamış bir parçasının işlevlerinin yerine geçtiğinden,
onlara gereksinim duyulur (s. 45-6 [56]).
Kısacası Kohut, narsisist kişiliklerin idealleştirme aktarımlarının
normal gelişimin arkaik bir düzeyine saplanmaya karşılık geldiğini
söylemektedir.
Benim görüşüme göre, idealleştirme aktanmı, patolojik bir idealleş-
tirme türünü yansıtmaktadır ve aktarımda büyüklenmeci kendiliğin
büyük ölçekli canlanmasına karşılık gelmektedir. Demek ki Kohut'un
ayna aktanmı olarak adlandırdığı şey ile idealleştirme aktarımı olarak
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 242

adlandırdığı şey, benim düşüncemde temel olarak yoğunlaşmış pat jik


bir kendiliğe ait bileşenlerin dönüşümlü canlanmasına karşılık °~
mektedir. Bu kendilik, gerçek kendiliğin bazı yönlerinin, ideal kend'r
ğin ve ideal nesnenin birleşmesinden kaynaklanmaktadır. Bu yo», l~
laşma patolojiktir ve gelişimin erken bir safhasına saplanmayı tem î
etmez. Kohut da, idealleştirilmiş ebeveyn imagosundan bahsederk *
ondan arkaik, olgunlaşmamış bir "kendilik nesnesi" olarak söz etmek
te ve narsisist kişilik bozukluklarının analizi sırasında "tipik gerilem ~
salmımlan"nı betimlemektedir (bkz. 1971, 2. Şekil, s. 97 [97]; şekii
hastada idealleştirme aktarımından büyüklenmeciliğin etkinleşmesin '
geçişlerin nasıl meydana geldiğini göstermektedir). Ben, dönüşümlü
olarak büyüklenmeci kendiliğin analitik ilişkideki kişilerden birine
yansıtıldığını, bu sırada diğerinin de idealleştirilmiş eşle neredeyse si-
hirli bir birleşmede içe alınmış gerçek kendiliğin kalıntılarını temsil et-
tiğini buldum; bu narsisist dirençlerin değişmez bir özelliğidir.
Benim görüşüme göre, analistin aktarımda erken idealleştirilmesi
analiste büyüklenmeci kendiliğin yansıtılmasından temel olarak fark-
lı bir model değildir ve çoğu zaman büyüklenmeci kendiliğin özellik-
lerinin birçok öğesini içerir. Aynca, analizin erken safhalarında ana-
listin idealleştirilmesi, hastanın potansiyel doyum kaynaklarıyla alı-
şıldık içe alma ilişkilerini tekrar yaratmaya hizmet eder; bu kaynakla-
rın idealleştirilmesi, başka insanların -bu durumda analistin- hasta-
nın henüz içe almamış olduğu ve sahiplenme gereksinimi duyduğu
değerli bir şeye sahip oldukları şeklinde doyum sağlayıcı fantezileri
temsil etmektedir. Erken idealleştirme, aynı zamanda yoğun hasetin
ortaya çıkma tehlikesine ve analisti değersizleştirme süreçlerine karşı
bir savunmadır. Analistin değersizleştirilmesi, hastayı hasete karşı
koruyabilir, ancak aynı zamanda yeni ve iyi bir şey alma umudunu yı-
kar ve daha derin bir düzeyde, hiçbir zaman karşılıklı bir sevgi ve do-
yum ilişkisi kuramayacak olma korkusunu yeniden teyit eder.
Böylece narsisist hastalar, analizin erken safhalarında tipik olarak
analistlerinin var olan en iyi analist olduğu fantezilerini geliştirirler;
başka hastalara, başka bir analistleri olduğu için haset etmeleri gerek-
memektedir; analistin tek hastası ya da en azından analistin tüm diğer
hastalara tercih ettiği en ilginç hastalarıdır, vb. Yavaş yavaş, önceleri
nispeten konvansiyonel olarak ideal sıfatlan yansıtan analistin ideal-
leştirilmiş özellikleri, hastanın büyüklenmeci kendiliğinin özgül bir
niteliğini açığa çıkartacak yönlere doğru kayar. Tüm bu süreç boyun-
ca, diğer bakımlardan ideal olan analistin böylesine alışılmadık bir
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 243

uastası olduğu için şanslı sayıldığı değişmeler olur ve hasta, başka


hjçbir analistin hiçbir hastası böylesine doyum sağlayıcı analitik bir
vaşantı konusunda kendisiyle boy ölçüşemeyeceği için analistin tüm
ilgisini kendisine yönelttiğinden emin olabilir. Analistin mükemmel,
fann benzeri bir varlık olarak görüldüğü dönemlerden, analistin ta-
uıarruyla değersizleştirildiği ve hastanın kendini idealleştirdiği (ancak
daha sonra yine görünürde analistin idealleştirildiği ve hastanın ken-
dini analistin bir parçası olarak yaşadığı duruma dönmek üzere) dö-
nemlere ani geçişler, narsisist dirençleri karakterize eden genel yo-
ğunlaşmış yapının -büyüklenmeci kendilik- bileşenleri arasındaki
«akın bağlara işaret etmektedir. Bu patolojik yapının tüm bu bileşen-
lerinin analizi, doğrudan oral hiddet ve hasetin ortaya çıkmasına, ana-
liste sadist eğilimlerin yansıtılmasıyla (ilkel, nefret edilen ve sadist
olarak algılanan bir anne imgesini temsil eder) ilintili paranoid korku-
lara ve dehşet verici yalnızlık, sevgi açlığı ve engelleyici ebeveyn im-
gelerine karşı yöneltilen saldırganlık nedeniyle duyulan suçluluk duy-
gusuna karşı savunmaya yönelik işlevleri açığa çıkarır.
Bir meslektaşına tedaviye giden meslekten bir kişi, tedavisinin er-
ken safhalarında psikanalistinin mükemmel bir yorum tekniği olduğu-
nu düşünüyordu. Analisti hakkında duyduğunu söylediği şeylerden ve
kendi gözlemlerinden kafasında analisti hakkında çok titiz, ince ayrın-
tılara dikkat eden, biraz soğuk ve mesafeli, ancak mükemmeliyetçi,
hastanın tüm savunma ve çatışmalarının sistematik bir biçimde doğru
bir sırayla çözülmesine dikkat eden bir teknisyen tablosu çizmişti.
Hasta, yavaş yavaş analisti hakkındaki bu görüşünü geliştirerek ken-
dinden mutlak olarak emin, yolundan şaşmayan, katı, ancak tamamıy-
la kararlı ve güvenilir, duygularının yolunu tıkamasına izin vermeyen
ve yalnızca gerektiği zaman ve gerekirse bilimsel bir kesinlikle hasta-
ya müdahale eden bir adam görüntüsü oluşturdu. Bu mükemmellik
imgesi, onu çok rahatlatmıştı ve bu aktarımın, bir dış nesne olarak
analistin idealleştirilmesine karşılık geldiği düşünülebilirdi. Ancak
yavaş yavaş, hastanın başka bir şehirdeki önemli bir psikanalistin tek-
nik çalışmalarını okumakta olduğu, maksadının da o andaki analistin-
de bir kusur keşfettiği takdirde diğer analiste gitmek olduğu ortaya
çıktı. İncelikli bir şekilde analistini, başlıca özelliklerinin soğukluk,
mesafe ve tanrısal dokunulmazlık olduğu ortaya çıkan, mükemmel
analiz edici makine imgesine uymaya zorlamaya çalışıyordu. Bu has-
ta, fantezilerindeki analistin karakter tutumlanna çok benzer tutumlar
sergiliyordu; hastalarına karşı mesafeli ve ifadesiz bir tutumu vardı ve
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 244

analistinin tekniğini kopya etmeye çalışıyordu. Hasta, dikkatli, kesin


entelektüel yaklaşımından çok gurur duyuyordu; herhangi bir kişi'
kendi kişisel uzamı veya zamanı olarak nitelendirdiği şeyi ihlal etti-
ğinde aşırı derecede sinirleniyordu. Analist, hastanın kendilik imgesi-
ne uymadığı zamanlarda ya da hastanın bildiği ve özellikle anladıö,
kişilik özelliklerinden farklı belirtiler verdiğinde ve böylece hastayı
bağımsız, özerk bir insanın mevcudiyeti ile tehdit ettiğinde, hasta şid-
detli düşkınklığı tepkileri gösteriyordu. Bu vaka, hastanın büyüklen-
meci kendiliğinin bir parçasını temsil ettiği şekliyle analistin idealleş-
tirilmesiyle, bununla bağlantılı idealleştirme sürecinin patolojik nite-
liği arasındaki yakın bağa bir örnek teşkil etmektedir.

6. Büyüklenmecı Kendiliğin Yapısal Özellikleri ve Kökeni: Patolo-


jik olarak yoğunlaşmış büyüklenmeci kendiliğin yapısal kökenleri ve
işlevleri nelerdir? Bana göre, normalde ben idealiyle ve aslında üst-
benle bütünleşecek olan idealleştirilmiş nesne imgeleri, bunun yerine
kendilik kavramıyla yoğunlaşır. Bunun bir sonucu olarak, normal üst-
ben bütünleşmesi yoktur, ben-üstben sınırlan bazı alanlarda netliğini
kaybeder ve gerçek kendiliğin kabul edilemez yönleri çözülür ve/
veya bastırılır ve bunun yanında dış nesneler ve temsilleri yaygın, tah-
rip edici bir şekilde değersizleştirilir. Böylece, bu hastaların iç ruhsal
dünyalarında yalnızca kendi büyüklenmeci kendilikleri, kendiliğin ve
başkalarının değersizleştirilen gölgemsi imgeleri ve bütünleşmemiş
sadist üstben öncüllerini temsil eden potansiyel zulmedicilerle şiddetli
oral sadizmin yansıtıldığı ilkel çarpıtılmış nesne imgeleri ikamet
eder. Burada tekrar, bu gelişimlerin kendilik ve nesne imgelerinin ben
sınırlarının kararlılığını sağlamaya yetecek kadar birbirinden ayrıştığı
bir dönemde meydana geldiğini, böylece patolojik yoğunlaşmanın,
psikotik yapıları psikotik olmayan yapılardan ayıran oluşumsal evre-
nin tamamlanmasından sonra meydana geldiğini vurgulamak gerekir.
Bu şekilde meydana gelen patolojik büyüklenmeci kendilik, genelde
sınır hastaların gerçekleştirdiklerine oranla daha iyi genel bir sosyal
uyum sağlayan belli bir ben bütünleşmesine olanak tanır. Sınır hasta-
ların karakteristiği olan kendiliğin bölünmesi, böylece telafi edilir,
ancak bunun bedeli, nesne ilişkilerinin daha da bozulması, bağımlı ol-
ma yetisinin yitirilmesi ve narsisist örgütlenmeye özgül damgasını
vuran görkemli, büyüklenmeci tecrite çekilerek başkalarıyla duygusal
çatışmalardan kendini koruma yönünde olumsuz bir yetidir.
Bu gelişmelerin diğer bir sonucu, üstben öğeleri ve ben öğeleri bü-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 245

yüklenmeci kendiliğe yoğunlaştıkları ölçüde bazı üstben öğelerinin,


özellikle de ben idealinin normal bileşenlerinin, üstben bütünleşmesi
jçin erişilebilir durumda olmamasıdır. Bu koşullar altında üstbenin
sadist öncülleri ağırlıklıdır ve üstben bütünleşmesi ben için sadist, il-
jcel bir üstbenden gelen korkunç bir baskı tehlikesini temsil eder. Ay-
rıca, ben idealinin diğer üstben yapılarıyla normal bütünleşmesi ger-
çekleşmediğinden, sonraki değer sistemlerinin öncülleri de yoktur ve
aynı şekilde daha sonraki üstben bileşenlerinin -temel olarak, nor-
malde üstben bütünleşmesinin başlıca harcını oluşturan oidipal çatış-
malardan kaynaklanan daha gerçekçi ebeveyn imgelerinin- içselleşti-
rilmesi için önkoşul da eksiktir (Jacobson, 1964). Düşkırıklığı tepki-
leri olarak rasyonelleştirilen ebeveynin değersizleştirilmesi, ileri dü-
zeydeki üstben işlevlerinin bu kusurlu gelişimi ile beslenir ve değer
sistemlerinin bütün kişiliğin bir parçası olarak normal bütünleşmesi
ve bununla ilintili yüceltme potansiyellerinin gelişimi üzerinde olum-
suz etki yaratır.
Büyüklenmeci kendiliğin oluşmasının son ve en önemli sonucu,
başkalarıyla tatminkâr ilişkileri kuran ve üreten içselleştirilmiş birim-
lerin bir parçasını teşkil etmiş olan kendilik ve nesne imgelerinin nor-
mal kutupsalhğının kırılmasıdır. Büyüklenmeci kendilik, başkalanna
bağımlılığın inkârına olanak sağlar, bireyi narsisist hiddet ve hasete
karşı korur, başkalarının devamlı küçük görülmesi ve değersizleştiril-
mesi için ön koşulları yaratır ve hastanın gelecekteki hem narsisist
hem de nesne yatırımlarının çarpıtılmasında rol oynar.
Tüm bu nedenlerden dolayı, patolojik narsisizm, yalnızca normal
ilkel narsisizm düzeyine bir saplanma olarak görülemez. Normal nar-
sisizm, daha sonra libidinal yatırım yapılan kendilik ve nesne imgele-
rinin gelişeceği, başlangıçta ayrışmamış olan kendilik ve nesne imge-
lerine libidinal yatırımdan kaynaklanır. Bu imgeler sonunda, libidinal
olarak belirlenmiş kendilik imgeleri ağırlıklı olmak üzere libidinal ve
saldırgan olarak belirlenmiş kendilik imgelerini içeren bütünleşmiş bir
kendiliği belirlerler. Bu bütünleşmiş kendilik, daha erken bir dö-
nemdeki libidinal yatırım yapılmış ve saldırgan yatırım yapılmış nes-
ne imgelerinin bütünleşmesini -ki bu bütünleşme de ağırlıklı olarak
libidinal nesne imgelerinin hâkimiyeti altında meydana gelmiştir-
yansıtan bütünleşmiş nesne temsilleriyle çevrilidir. Patolojik narsi-
sizmde, bu normal "temsili dünya"nın (Sandler ve Rosenblatt, 1962)
yerini, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojik bir kümelenmesi
almıştır.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 246

Dolayısıyla, narsist kişiliklerde üstben patolojisinin doğası hakkı


da Kohut'un fikirlerinden farklı olarak, ben bu vakaların üstbenin id
alleştirilmiş öncüllerinin (ben idealinin bileşenlerinin) gelişmemesi^
değil, bu öncüllerin ben bileşenleriyle patolojik yoğunlaşmasını yan
sıttığını düşünüyorum. Böylece, normal ben ve üstben sınırlan netli
ğini kaybeder ve ilkel üstben yapılarının gelişerek gelişkin, normal bir
üstben haline gelmesi üzerinde olumsuz etki meydana gelir. Sö?
konusu olan, yalnızca normal bazı idealleştirilmiş üstben öncüllerini
içselleştirme "eksikliği" değil, dış nesnelerin patolojik değersizleşti-
rilmesiyle birlikte bu öncüllerin aktif bir şekilde çarpıtılmasıdır. Daha
genel terimlerle ifade edersek, söz konusu olan yalnızca bazı yapıların
"yokluğu" değil, erken yapıların patolojik gelişmesi, böylece daha
sonraki normal yapıların gelişememesidir.

PSİKANALİTİK TEKNİK VE NARSİSİST AKTARIM


Eğer doğru anladıysam, Kohut'un tekniğinin genel stratejisi, tam bir
narsisist aktarımın kurulmasına, özellikle de büyüklenmeci kendiliğin
canlanmasını yansıtan ayna aktarımına izin vermeyi amaçlamaktadır.
Kohut, bu aktarım gelişiminin, duraklamaya girmiş normal bir süreç
olan ideal kendilik nesnesinin üstbenle bütünleştirilmesi ve bununla
bağlantılı olarak ilkel narsisizmin olgun narsisizme doğru gelişmesi
sürecini tamamladığını ima etmektedir. Kohut şöyle demektedir:
"narsisistik kişilik bozukluğunun analizinde, idealleştirme aktarımının
ortaya çıktığı dönemde bir tek doğru analitik tutum vardır: Hastanın
beğenisini kabullenmek" (1971: 264 [226]). Kohut şöyle devam
ediyor:
[Analist] hastanın büyüklenmeciliğinin açığa çıkmasına engel olan dirençle-
ri yorumlar ve aynı zamanda hastanın büyüklenmeciliği ve teşhirciliğinin geç-
mişte dönemle uyumlu bir rol oynadığını, tedavi sürecinde de bilinç alanına ge-
tirilmesi gerektiğini hastaya gösterir. Analizde uzunca bir süre hastanın büyük-
lenmeci fantezilerinin gerçekdışılığım ve teşhircilik gereksinimleriyle ilgili
beklentilerinin azaltılmasının gerekli olduğunu vurgulamak sakıncalıdır. Hasta-
nın çocuksu büyüklenmeciliğini ve teşhirciliğini gerçeklikle uyumlu hale sok-
ması yavaş yavaş ve kendiliğinden olacaktır. Bu süreçte analistin ayna aktarı-
mıyla ilgili eşduyumlu anlayışı, büyüklenmeci kendiliğin harekete geçmesini
destekleyici tavrı ve kendi benini hastanın bu gereksinimlerine açması etkili
olur(1971:272[231]).
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 247

£ohut şöyle demektedir: "İlk bakışta, bu gibi durumlarda analistin


aliz edilenin aktarım gereksinimini karşılaması gerektiğini savun-
duğum sonucu çıkartılabilir. Eğer hasta depresif anneden gerekli duy-
usal yankılamayı ve onayı alamamışsa analist hastaya 'düzeltici duy-
usal yaşantı' olanağı sağlamak için gereksinim duyduğu şeyi verme-
lidir" (s- 290 [244]). Kohut bu yoruma karşı çıkarak şunu söylüyor:
.' A nalist bazı durumlarda taktik olarak (örn. hastanın beninin bir bölü-
münün işbirliğini garanti altına almak adına), hastanın çocukluk ge-
reksinimini gönülsüzce karşılasa da analizin gerçek amacı hastanın
gereksinimlerini karşılamak değil, (katlanılabilir) bir analitik yoksun-
luk ortamında, içgörüye dayalı bir hâkimiyet sağlamaktır" (s. 291
[245]).
Yaklaşımından çıkan sonuçlardan bahsederken Kohut şunları söy-
lüyor: "Narsisistik kişiliklerin psikanalitik tedavisinde birincil ve
köklü sonuçlar narsisistik alanla ilgilidir ve vakaların büyük çoğunlu-
ğunda bu alandaki gelişmeler terapi açısından anlamlı ve belirleyici
değişikliklere yol açar" (s. 298 [250]). Hastanın nesne sevgisi yetisin-
deki artış ve genişlemeyi, "özgül olmayan ikincil bir sonuç" (s. 296
[249]) olarak kabul ediyor ve şöyle diyor: "Analiz ilerledikçe giderek
serbest kalan nesne-içgüdüsel yatırım, canlanan narsisizmin nesne
sevgisine dönüşmesi anlamına gelmez. Bu durum daha çok bastırıl-
mış nesne libidosunun serbest kalması sonucunda ortaya çıkar. Diğer
bir deyişle nesne sevgisindeki artış temelde narsisistik kişilik bozuk-
luğu olan hastanın, ikincil psikopatolojinin (aktarım nevrozu) tedavi
süreci içinde düzelmesidir" (s. 296-7 [249]).
Bana göre Kohut'un yaklaşımı, narsisist kişiliği olan hastaların psi-
kopatolojisinde narsisist ve nesne bağlantılı çatışmalar arasındaki ya-
kın ilişkileri ve saldırganlık çevresindeki çatışmaların büyük önemini
ihmal etmektedir. Zamansız yorumlamak yerine aktanmın tam olarak
gelişmesine olanak sağlamanın önemli olduğu ve analistin hastanın
büyüklenmeciliğinin yersizliğiyle ilgili -tüm analitik vakalarda oldu-
ğu gibi- herhangi bir ahlakçı tutumdan kaçınması gerektiği konusun-
da kesinlikle aynı fikirdeyim; öte yandan, Kohut'un yaklaşımı, iste-
meden olumsuz aktarım yönlerinin tam olarak gelişmesi üzerinde
olumsuz bir etkiyi destekleyebilir, hastanın haset ve hiddetinden duy-
duğu bilinçdışı korkuyu muhafaza edebilir ve böylece patolojik, bü-
yüklenmeci kendiliğin derinlemesine çalışılmasına engel olabilir. Ko-
hut, büyüklenmeci kendiliğin canlanmasını yansıtan ayna aktarımla-
rının tam olarak gelişmesine izin verilmesi gerektiğini, çünkü başka
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 248

türlü narsisist büyüklenmeciliğin hasır altı edilebileceğini söylemek-


tedir. Bana öyle görünüyor ki, temel olarak yansız bir konumu muha~
faza ederek hastanın büyüklenmeciliğinin olumlu ve olumsuz yönle
rinin sistematik analizi, narsisist aktarımın tam canlanması amacın
daha iyi hizmet etmektedir.
Narsisist kişiliklerin psikanalitik tedavisinin, büyüklenmeci kendi-
liğin canlanması ve hastaya, yansız bir analitik ortamda bu büyüklen-
meci kendiliğin tam olarak farkına varmasında yardımcı olma gerek-
sinimi çevresinde odaklandığı konusunda Kohut'la aynı fikri paylaşı-
yorum. Ancak bu vakalarda, narsisist dirençler üzerinde yalnızca libi-
dinal çatışmalar açısından durarak saldırganlığın değişimlerini tama-
mıyla gözardı etme, büyüklenmeci kendiliğin savunmaya yönelik iş-
levlerinin sistematik yorumu üzerinde olumsuz etki yaratır. Bana gö-
re, hem analistin ilkel idealleştirilmesi hem de analist üzerinde tüm-
güçlü denetim, sistematik olarak yorumlanmalıdır; hastanın, tabii ki
eleştirel olmayan bir atmosferde, kendisini altta yatan oral hiddet ve
hasetin yeniden canlanmasına ve bununla bağlantılı analistin misille-
me yapacağı korkusuna karşı korumak üzere bağımsız bir nesne ola-
rak analisti değersizleştirme ve küçümseme ihtiyacının farkına var-
ması gerekir. Analistin misilleme yapacağı korkusu (analistten gelen
gerçek ya da fantezisi kurulan engellenmelerle canlanan yansıtılmış
sadist tepkilerden türer) ve suçluluk korkusu (hastanın, ilkel verici bir
nesne olarak analiste saldırısından dolayı), karşısında narsisist direnç-
lerin kurulduğu önemli maksatlardır. Aktanm, aktarım nevrozunun
karakteristiği olan olağan aktarım modeline geçmeden önce bu korku-
lar sistematik olarak açımlanmalı ve yorumlanmalıdır. Hastanın, kendi
büyüklenmeci kendiliğine tutunma ve analisti bağımsız, özerk bir kişi
olarak kabul etmekten kaçınma gayretleri, tutarlı bir şekilde şiddetli
hasetine, nefret edilen ve sadist olarak algılanan anne imgesiyle
korkulan ilişkiye ve kişisel anlamdan yoksun bir dünyada boş bir yal-
nızlık duygusu korkusuna karşı savunmasını açığa çıkarır.
Bu çalışma süresince değişmez bir şekilde ortaya çıkan şey, ebe-
veyn ile ilgili bilinçli olarak hatırlanan ya da yeniden keşfedilen "düş-
kınklıklan"nın arkasında, onlarla altta yatan çatışmalardan kaçınmak
üzere geçmişte gerçekleştirilen ebeveyn imgelerinin ya da gerçek
ebeveyn figürlerinin değersizleştirilmelerinin bulunmasıdır. Hastanın
analistle ilgili düşkırıklıkları, yalnızca aktarımda fantezisi kurulan -ya
da gerçek- engellenmeleri açığa çıkarmaz; bu düşkırıklıkları, ayrıca
dramatik bir şekilde en ufak bir nedenden dolayı aktarım nesnesi-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 249

j tamamıyla değersizleştirilmesini ve böylece bu nesneye karşı sal-


n n
dırganlığın şiddetli, boğucu doğasını açığa çıkarırlar. Engellenmeler
nedeniyle doğrudan hiddet, abartılmış bir tepki türü olmakla birlikte
karşılaştırılmaz ölçüde daha normaldir. Ayrıca, "ya olmanı istediğim
gibisin ya da hiç yoksun"un doğurduğu sonuç da, bilinçdışı nesne
üzerinde tümgüçlü denetim ihiyacının eyleme koyulmasıdır ve saldır-
ganlığa karşı savunmaları yansıtır. Bu vakalarda "düşkırıklığı tepkile-
ri", saldırganlıkla ilgili olduğu gibi libidinal çabalarla da ilgili çatış-
maları, ve daha dolayımsız olarak oral-saldırgan çatışmaların genel
canlanmasına karşı bir korumayı yansıtır. Diğer bir deyişle narsisist
aktarım, önce ebeveynle daha derin ilişkilere karşı geçmiş savunma-
ları ve ancak daha sonra, onlarla gerçek geçmiş ilişkileri canlandırır.
Sınır durumdaki birçok vakada olduğu gibi, ebeveyn hastayı gerçek-
ten de düşkırıklığına uğratmıştır, ancak düşkırıklıkları narsisist hasta-
nın genelde şüphe duymadığı ve ancak tedavinin daha sonraki bir bö-
lümünde açıklığa kavuşan alanlarda meydana gelmiştir. Kısacası,
analistle ilgili düşkırıklıkları, hastanın analisti bağımsız bir nesne ola-
rak kabul etmeyi reddedişini gizleyen, onu gerçekçi olmayan bir şe-
kilde idealleştirmesi ve narsisist geri çekilme için karmaşık güdüler,
altta küçümseme ve değersizleştirmenin yatıp yatmadığını bulmak
üzere dikkatle incelenmelidir. Bu, diğer karakter patolojisi türlerinde-
ki çocuksu narsisist tepkilerin analizindeki teknik gerekliliklerden çok
farklıdır.
Bu hastalarla çalışırken oldukça önemli bir teknik konu şudur:
Hasta, gizil olumsuz aktarım üzerinde durulmasını, analistin kendisi-
nin "tamamıyla kötü" olduğuna inandığı şeklinde yanlış yorumlayabi-
lir; hastanın bu şekilde yanlış yorumlamasına meydan vermemek için
hastanın sahip olduğu sevme ve nesne yatırımı yetisi kalıntıları ve
analistin gayretlerini gerçekçi bir biçimde değerlendirişi üzerinde du-
rulması gerekir. Kısacası, analist, hem olumlu hem olumsuz aktarım
üzerinde durmalıdır. Bu bağlamda Kohut, benden alıntı yaparak ben
çarpıtmalarına "geçici olarak eğitici bir baskı uygulamak gerektiğini"
söylemektedir (1971: 179 [160]), ki bu, görüşlerimin yanlış anlaşıl-
masıdır. Analist, tabii ki eğitici baskılardan ya da ahlakçı bir konum-
dan kaçınmalıdır ve bunu yapmanın en iyi yolunun, büyüklenmeci
kendiliğin canlanması da dahil olmak üzere narsisist savunmaları be-
lirleyen güdüleri analiz etmek olduğunu düşünüyorum. Bu hastaların,
nefret ve haset hislerine tahammül edememelerinin önemli nedenle-
rinden biri, bu tür hislerin analisti yıkacağından, analistle iyi bir ilişki
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 250

umutlarını yıkacağından ve yardım edilme umutlarını çökerteceğin.


den korkmalarıdır. Daha derin bir düzeyde, bu hastalar, saldırganlık-
larının potansiyel olarak seven ve verici nesneyi yıkmakla kalmayıp
aynı zamanda kendi sevgi verme ve alma yetilerini de yıkacağından
korkmaktadırlar. Narsisist hastalar, aynı zamanda psikanalistle olan
duygusal ilişkilerinin gerçekliğini inkâr ederek kendi yıkıcılıklarının
tehlikesini inkâr etmeye ve "her şeye baştan başlayabilme" yanılsa-
masını sürdürmeye çabalarlar. Bu, rasgele cinsel ilişkinin işlevlerin-
den birinin, yeni nesnelerle daha iyi bir ilişki umudunu korumak ve
hastanın cinsel itkilerinin nesnelerini yıkımdan korumak olduğu nar-
sisist rasgele cinsel ilişkiye girme davranışında bulunan bazı hastalar-
da gözlenebilir. Çoğu zaman, aktarımın olumsuz yönlerini yorumla-
mayı ihmal etmek, hastanın kendi saldırganlığı ve yıkıcılığından duy-
duğu korkulan artırabilir ve narsisist dirençlerin canlanması için du-
yulan ihtiyacı yoğunlaştırabilir. Kısacası, narsisist dirençlerin çözül-
mesi için yerinde ve yeterli teknik, yalnızca libidinal öğeler üzerinde
durmak, ya da gizil olumsuz dirençlerin yorumlanmasını, yalnızca
saldırganlık üzerinde durma anlamına geldiği şeklinde yanlış anlamak
yerine, hem olumlu hem olumsuz aktarım yönlerini sistematik olarak
yorumlamaktır.
Narsisist kişiliklerde en ciddi vakalar dışında, büyüklenmeci ken-
diliğin yanı sıra bazı normal ben işlevlerinin muhafaza edildiğini ve
kendilik kavramının bazı gerçekçi yönlerinin varlığını sürdürdüğünü
akılda tutmak gerekir. Bunlar, tabii ki terapide bir işbirliğinin kurul-
ması ve bununla bağlantılı analisti gerçekten dinleme ve kendi hak-
kında psikolojik olarak düşünmek için analistle özdeşleşme yetisine
temel oluştururlar. Bu normal kendilik yönleri teşhis edilebilir, koru-
nabilir ve hastanın bu işlevleri bölme ya da değersizleştirme eğilimi
üzerinde durularak genişletilebilir. Gerçekçi bir arzu olan analistle iyi
bir ilişkiyi sürdürme ve ondan yardım alma arzusu, normal çocuksu
ve olgun bağımlılık ile öz değerlendirmenin -deyim yerindeyse- ye-
niden kazanılması için bir başlangıç noktasıdır. Altta yatan hiddet ve
küçümsemenin tam olarak farkına varılmasına karşı narsisist direnç-
ler, aynı zamanda analistle iyi ilişkiyi korumanın hizmetinde olduğu
ölçüde, narsisist direncin bu çifte işlevinin yorumlanması, hastaya bö-
lünmüş küçümseme ve hasetiyle yüz yüze gelmesinde çok yardımcı
olabilir. Kısacası, aktarımın olumsuz yönlerinin eleştirel olmayan yo-
rumu, hastaya, kendi yıkıcılığından duyduğu korkuyu ve iyiliği konu-
sundaki kuşkularını hafifletmede yardımcı olur.
NARSISIST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 251

Ancak, narsisist dirençlerin işlenemeyeceği vakalar vardır ve has-


ta, uzun kilitlenme dönemlerinden sonra tedaviyi sonlandırmayı ter-
cih eder ya da analist hastaya daha fazla yardım edemediğini hisseder.
Bu koşullar altında, görüşüme göre Kohut'un yaklaşımının ima ettiği
(her ne kadar niyet ettiği olmasa da) daha destekleyici bir yaklaşıma
doğru kaymak çok yararlı olabilir. Bu özellikle, nispeten etkili sosyal
uyumu olan, temel narsisist dirençlerinin derinlemesine çalışılmasın-
dan önce analiz sırasında iyileşen bir semptom nedeniyle başvuran
hastalar için; ve ikincil kazançların, özellikle de patolojik karakter ya-
pılarına bağlı önemli narsisist doyumların, analitik çalışmanın acı ve-
rici doğasına karşı mücadele ettiği vakalar için geçerlidir. Ayrıca, te-
rapiye şiddetli olumsuz tepkileri olup iyileşmeyi, ancak analisti daha
fazla değişiklik yaratma amacında yenilgiye uğratma karşılığında ka-
bul edebilen hastalar vardır. Bu türden birçok vakada, belli bir nokta-
da, narsisist kümelenmenin destekleyici bir tahammülüyle birlikte te-
davinin sonlandırılması hazırlığına kaymak gerekir.
Ancak, bu koşullarda meydana getirilen değişiklikler ile, patolojik
narsisizm sistematik bir şekilde derinlemesine çalışıldığında meyda-
na getirilen değişiklikler arasında çarpıcı bir fark vardır. Patolojik
narsisizm derinlemesine çalışılamadığında ve analiz destekleyici bir
yaklaşıma kaydığında, hastanın sosyal yaşamı genelde gözle görülür
bir biçimde iyileşir ve başkalarında olan biteni ve onlarla olan etkile-
şimlerini daha iyi anlama yetisi, hastanın başkalarıyla ve kendisiyle
olan ilişkisini iyileştirir. Hastanın hırsları daha gerçekçi hale gelir,
bunları yerine getirme yolları genel yaşam durumu ve amaçlarıyla da-
ha uyum içinde olur ve genelde narsisist kişiliklerde çok tipik olan sı-
kıntı ve huzursuzluk hislerine tahammül artar. Ancak, başkalarıyla
derinlemesine eşduyum kurma yetisinde ve sevgi ilişkilerini tam ge-
liştirme yetisinde eksiklik kalır. Çalışmaya karşı tutumu -ister iş, ister
meslek, okuma, hobi, koleksiyon, vb. söz konusu olsun- çoğu zaman
hastanın o ilgi alanında bir denetim ve üstünlük duygusu elde ettiği
belli bir uzmanlaşmış bölüm ya da kişisel yatırım yaptığı küçük bir
alanda yoğunlaşırken, bu alanın genelinden kendini tecrit ettiğini or-
taya koyar.
İşin ilginci, nispeten zayıf bir biçimde açık sınırda işlev gören ve
destekleyici psikoterapiden geçmiş narsisist kişilikler, başlangıçta da-
ha etkili bir biçimde işlev gören ve daha zeki, yaratıcı ve hırslı olan
hastalara oranla daha yüksek bir iyileşme derecesi gösterebilirler. Sı-
nır düzeyde işlev gören narsisist kişiliklerde gözlenen kalıcı boşluk
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 252

hisleri, ilgi ve hırsların "tükenmiş" niteliği, eski hırshlık ve gösterişli-


liğin yerine yaşamlarının ve o andaki ihtiyaçlarının kararlı ve denetim
altında doyumunu koyarak bu hastaları nispeten konvansiyonel, ç0ğu
zaman da aşırı konvansiyonel yollar ve stillere razı olmaya daha istekli
hale getirir. Buna karşılık, narsisist kişilik yapılarını çözmeyen psi-
kanalitik tedaviden geçmiş, oldukça yetenekli, parlak narsisist kişilik-
ler, kendileri ve yaşamlarından daha fazla hoşnutsuzluk hissederler
Bir taraftan eski büyüklenmeciliklerine artık tutunamadıklarını, öte
taraftan olağan yaşamın temel olarak "vasat" doğasını kabul edeme-
yeceklerini hissederler.
Narsisist dirençlerin sistematik olarak analiz edilmediği ve çözül-
mediği (genelde olumsuz aktarım yatkınlıklarının tam olarak açım-
lanmamasıyla bağlantılı olarak) psikanalitik tedaviden geçen eski psi-
kanalist adaylarının (mezun olsun olmasın) gözlenmesi, bu gelişimle-
re iyi bir örnek teşkil etmektedir. Bu grup arasında görülen özellikle-
rin genel bir tablosu şudur: Hastalarla yoğun psikoterapi çalışmasıyla
ilgili yavaş yavaş düşkırıklığı yaşama, bir hastayla aylarca ya da yıl-
larca yoğun çalışmayı düşündüklerinde bir sıkıntı hissi ve klinik çalış-
maya olan ilginin kaybolmasının, psikanalitik teori ve tekniğin teorik
eleştirileri ile rasyonelleştirilmesi. Çoğu zaman bu eski adaylar -ya da
analistler-, şevkle yeni tedavi yöntemleri, özellikle de duygusal
tepkilerin ya da gerilemenin hemen canlanmasını ortaya çıkarmayı
vaat eden yöntemler araştırırlar. Kendilerini, derin kişisel ilişkilerin
uzun, karmaşık oluşumundan ziyade ayrışmamış bir niteliğe sahip
"ani yakınlığa" olanak sağlayan yeni yöntemlerle daha rahat hisseder-
ler. Bu karakter kümelenmesine sahip zeki ve yetenekli terapistlerin,
tedavide "küçük ve karmaşık konulara" karşı büyük duyarlıkları var-
dır, ancak hastayla aralarında olup biteni ifade eden duygusal küme-
lenmeyi gözden kaçırırlar. Narsisist dirençleri sistematik olarak de-
rinlemesine çalışılmamış hastalarda, analiz sonrası safhada önceki
analistlerini belli bir süre idealleştirmeye devam etmelerini ve sonra
yavaş yavaş temel bir ilgisizliğe doğru kayışlarını gözlemlemek il-
ginçtir. Analizleri hakkında geriye bakarak yaptıkları değerlendirme,
çok yararlı bir deneyim olmasına karşın kendileri hakkında gerçekten
yeni hiçbir şey öğrenmedikleridir.
Aşağıdaki vaka, hastanın tedaviyi zamanından önce sonlandırma
baskısına ve bunun sonucunda destekleyici bir yaklaşıma geçilmesine
örnek teşkil etmektedir. Tipik narsisist bir kişilik yapısına sahip 40
yaşlarında bir işadamı olan bu hasta, eşcinsellik nedeniyle geldi. Dört
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 253

yıllık bir psikanalizden sonra, eşcinsel itkileri ve eyleme koymaları


ortadan kalkacak kadar iyileşti ve aile ve iş hayatına genel uyumu be-
lirgin bir biçimde iyileşti. Tedaviye başlamasındaki temel amacına
ulaştığını düşündü; kalıcı sıkıntı duygusu, başka insanlarla eşduyum
Kurmada güçlük ve başkaları için tasa duymayla ilgili sınırlarının far-
Kındalığına rağmen şimdiki hayatından memnundu. Hasetle ilgili kro-
nik çatışmaları azaldı; bunun nedeni, kısmen de zenginlik ve prestij
arzularının doyuma ulaşmasıydı. Yorumlama gayretlerime, psikana-
lizden beklediği her şeye ulaştığında ısrar ederek karşılık verdiği
uzun bir dönemden sonra, sonunda analizin sonlandırılmasını ele al-
ma konusunda uzlaştık. Analizin sonlanmasından önceki son altı ay-
da ve sonlanma için bir tarih belirlendikten sonra, başlıca korkusu bu
Karardan dolayı kızgın ve düşkırıklığına uğramış olmamdı ve daha
derin bir düzeyde sonlanmanın mükemmeliyetçi, hiçbir zaman tatmin
olmayan analist-anneden kaçışı temsil ettiğini düşünüyordu. Bu nok-
tada, daha önceki altta yatan çatışmaları (temel olarak sadist, verme-
yen ilkel bir anne olarak benim saldırım ve ihanetim şeklinde parano-
id korkusu) analiz etme çabalarımda ısrar etmeyerek, hastanın benim
tarafımdan reddedilme korkusu üzerinde durdum. Ancak, kendisinin
sadist bir şekilde benden daha fazla analitik çalışmayı esirgiyor oldu-
ğunu düşündüğümden korktuğuna işaret ettim ve daha önce bana karşı
yaşamış olduğu türden bir şüpheciliği bana atfettiğini belirttim. Ayrıca
onunla birlikte, bazı mükemmel standartlara uygun olarak yaşa-
madığı takdirde onu kendi başına bir kişi olarak kabul etmeyeceğim
korkusunu açımladık; bu, geçmişte açımlamış olduğumuz, pek ger-
çekçi olmayan kendi mükemmellik emellerini bana yansıtmasının bir
göstergesiydi. Bu süreç sırasında, hastanın beni onu olduğu gibi kabul
edebilecek idealleştirilmiş bir insan olarak görmesi, ona önemli bir
destek kaynağı oldu, narsisist emellerinin şiddetinin azalmasına yar-
dım etti ve ailesiyle olduğu kadar kendisiyle ilişkisinin de iyileşmesi-
ni sağladı. Bu hasta, analizin son kısmında tam bir yas süreci yaşama-
dı ve analizinin sonlanmasından yıllar sonra bir takip bilgisinden,
sonlanmadan sonra da böyle bir yas döneminden geçmediğini öğren-
dim. Yıllar geçtikçe, genel semptom iyileşmesi kalıcılığını sürdürdü
ve yavaş yavaş iç duygusal yaşamının sınırlarını kabul etti. Kısacası,
bu vaka, patolojik narsisizmin tam olarak çözülmesi gerçekleştirile-
mediğinde tedavinin sonlanma sürecinin bir kısmı olarak narsisist sa-
vunmaların korunmasının nasıl yararlı olabileceğini göstermektedir.
Ancak, mümkün olan her durumda, hastanın kendisiyle ve başkala-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 254

rıyla içsel ilişkisinde temel bir değişiklik gerçekleştirmek üzere bu


ciddi psikopatolojiyi çözme -kısacası, patolojik narsisizm ve nesne
ilişkilerinden normal narsisizm ve nesne ilişkilerine doğru bir kayış-,
yönünde çaba gösterilmelidir.
Aşağıdaki kısa örnekler narsisist aktarımların çeşitli özelliklerini
göstermektedir.

1. Örnek: Bir erkek hasta, kendisini o haftaki randevularından bi-


rinde göremeyeceğim haberine öfkeyle tepki gösterdi ve daha sonra
seans sırasında kendisini mesafeli ve boş hissederek, aklından geçen
kopuk düşünceleri monoton bir şekilde anlatmaya başladı. Kızgınlığı-
nın açımlanması, bu haberi verişimin birdenbire oluşu üzerine ve kes-
tirilebilir bir örüntü olarak düşündüğü şeye (onu göremeyecek oldu-
ğum zaman haftalar öncesinden ona söylemem ya da sekreterimin
beklenmedik bir gelişmeden, yani benim hastalandığımdan onu ha-
berdar etmesi) uymaması nedeniyle şoka uğradığını ortaya koydu. Bu
hasta, haftasonu ayrılıklarına tepki göstermiyordu ve tatillerden sonra
seanslara, sanki son seans bir önceki gün olmuş gibi başlıyordu. Belli
bir derinlikte benim tarafımdan küçük engellenmelere kızgın tepkile-
rini ve kararlı, tamamıyla kestirilebilir bir şekilde (örneğin, yorumla-
rım kendi gözlemlerini teyit ettiğinde ve böylece onun sahip olduğun-
dan ne daha az ne daha fazla bilgiye sahip olduğumu gösterdiğimde)
beni tamamıyla unutma eğilimini (ve seanslar arasında gerçekte be-
nim var olmadığım fantezilerini) açımladık. Bu seansta öfkesinin çağ-
rışımları, çocuklarımdan birinin hasta olması gerektiği ve randevula-
rımı iptal etme nedenimin de çocuğumla birlikte olmak istediğim ol-
duğu yolunda fantezilere gitti. Daha sonra, alışılmadık derecede par-
lak ya da çekici çocuklarım olduğu fantezilerini ifade etti ve boş za-
manımı ailemle geçirme yollarımla ilgili spekülasyonlarda bulundu.
Bu çağnşımlar sırasında beni, kendisi için potansiyel bir sevgi ve tasa
kaynağı olarak gördüğü; bu sevgi ve tasayı alay edercesine ona -ver-
meyip şiddetli kıskançlık duyduğu çocuklarıma verdiğimi düşündüğü
açıklığa kavuştu. Bu noktada hüzünlendi ve kendisi gibi talepkâr,
bencil bir insan yerine kendi çocuklarımı tercih etmemin oldukça an-
laşılır olduğunu söyledi. Sonra tepkisi, aniden benden sıkılma ve be-
nim tarafımdan tuzağa düşürülmüş olma hissine döndü. Bu noktada,
talepkâr ve bencil olduğumu, yalnızca kendime uygun olan saatlerde
gelmesini isteyip onun ihtiyaçlarını hiç dikkate almadan seanslannı
iptal ettiğimi düşündü. Benimle ilgili bir şeylerin ters gittiği açıkken,
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 255

0nu kendi motivasyonları hakkında düşünmeye itmemin tipik bir ana-


jjst manipülasyonu olduğunu söyledi. Sonra çağrışımları, benim ben-
cil, manipülatif bir karaktere sahip olduğumu ve gerçekte onun için
hiç tasa duymadığımı ona teyit eder görünen kişiliğimin diğer yönleri
üzerinde durdu. Bu seansı, yalnızca programımı değiştirmek zorunda
kalmamak için iptal ettiğimi düşündü.
Üstünde durmak istediğim, hastanın benimle duygusal ilişkisinde-
ki değişikliğin ani oluşudur: Seanslar boyunca gösterdiği tutarlı, "sa-
kin" narsisist denetimden farklı olarak, kısa, yoğun ve değişken bir
duygusal tepki dönemi gösterdi. Tepkisi, ikiyüzlü bir anne tarafından
reddedilme hissine karşı ve annesinden aşın talepkârlığı nedeniyle
suçluluk ve değersizlik duygularına karşı narsisist bir savunma kulla-
nışına örnek teşkil etmektedir. Tepkisi ayrıca talepkârlığının ve ben-
cilliğinin annesine yansıtılmasına ve aktarımda bu anne imgesinin
ikincil düşkırıklığıyla değersizleştirilmesine, böylece narsisist denge-
nin yeniden kurulmasına örnek teşkil ediyor.
Bu vakada, annenin gerçekten de çok bencil olduğu ve onu suçlu-
luk duygularıyla manipüle etme yönünde kronik bir eğilim gösterdiği
yönünde bol kanıt vardı; ancak terk edilme ve değersizlik hisleri hasta
için tahammül edilebilir değildi, çünkü bu hisler, annesine duyduğu
öfkenin yarattığı suçluluk ve annesine kendi öfkeli, kinci hislerinin
yansıtılmasıyla daha da kötüleşmişti.
Bu vakada, üzüntü hisleri, bana karşı ve daha sonra annesine karşı
öfkeli, talepkâr davranışının geçici olarak farkına vardığını gösteri-
yordu. Ancak üzüntü aynı zamanda, biraz önce yaşadığı benden kay-
naklanan engellenmeye rağmen, benim ona sevgi ve ilgi gösterebile-
cek kişi olduğumun kabulünü de içeriyordu. Üzüntüsü ayrıca bana,
yani anne imgesine sevgiyle karşılık veremeyeceği duygusu nedeniy-
le duyduğu üzüntüyü de içeriyordu. Hastaya öfke ve yalnızlığına ve
analistiyle (annesiyle) iyi bir ilişki özlemine tahammül etmenin o ka-
dar zor olduğunu hissetmesinin nedenlerinden birinin, kendi kötülüğü
nedeniyle duyduğu umutsuzluk olduğunu, sanki saldırgan fantezileri-
nin "ve hislerinin bir sevgi ilişkisi bekleme hakkını ve verme yetisine
olan güvenini bertaraf edeceğini ya da yıkacağını belirttim. Burada da
görüldüğü gibi, karşısında patolojik narsisist dirençlerle savunma ya-
pılan hem olumlu hem olumsuz aktarım tepkilerinin sistematik yorum-
lanması, sevgi ve nefreti bütünleştirmeye ve daha sonra bu hastalann
ilkel ben örgütlenmelerinin bir parçası olarak bölünmüş olan çelişkili
kendilik ve nesne imgelerinin bütünleştirilmesine yardımcı olur.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 256

2. Örnek: Yirmi yaşlarında bir üniversite öğrencisi,


bir haftalığln gideceğim için çok hiddetliydi ve benim
hissizliğim ve ihmalim ola rak yaşadığı şeyden duyduğu
düşkırıklığını hiddetli bir şekilde ifade etti. Tedaviyi sona
erdirme tehdidinde bulundu ve benim olmadığlnı süre
zarfında başına gelebilecek her şeyden beni sorumlu tuttu.
Onu bırakmamdan duyduğu öfkeyi ve bu öfkesini bana
yansıttığını, böyle_ ce gitmemin tehlikeli, sadist nitelikler
edindiğini yorumladım. Ayrıca, bana öylesine öfkeli olduğu
için beni mesleki açıdan tamamen yetkisiz kılmakla kalmayıp
aynı zamanda sanki kendi içindeki benim imgemi de yırtıp
attığını, böylece soğuk bir boşluk dışında hiçbir şeyin
kalmadığını ve gidişimin daha da kötü hale geldiğini
söyledim. Önceki seanslarda benim mesleki bir yolculuğa
gidip başkalarına böbürlenerek hastalarla olan başarımdan
bahsedeceğim fantezilerinden söz etmişti ve yolculuğumu,
benim büyüklüğümü açıklamamla başlayıp normalde az
sayıda seçkin kişinin erişebileceği yiyecekleri açgözlü bir
şekilde mideye indireceğim sayısız akşam yemeği partisiyle
devam edecek bir dizi ziyafet olarak hayal etmişti. Şiddetli
hiddet hissettiği sırada bahsettiği bu fanteziler, hastanın
tamamıyla ilgisiz ve sıkılmış davrandığı küçümseyici
sakinlik dönemleri ile dönüşümlü olarak açığa çıkıyordu.
Ona bu fantezilerini hatırlattım ve yoğun hiddetinin
işlevlerinden birinin, onun için bitmez tükenmez bir haset
kaynağı olarak beni defterden silmek olduğunu söyledim.
Bu noktada, halen öfkeli ancak biraz daha düşünceli olan
hasta, gerçekten haset duyduğu şeyin, kendimden hoşnut
olmam, bende yaratmaya çalıştığı suçluluk duygulan altında
ezilmemem ve yapma kararı vermiş olduğum şeydeki
kararlılığımı kaybetmeden suçluluk duygularına tahammül
edebilmem olduğunu söyledi. Yine tedaviyi sona erdirmeyi
düşündüğü bir başka seferinde aynı hasta, tedaviye gerçekten
devam etme ihtiyacı olduğunu bilmesine rağmen, tedaviye
devam etmemekle benden tedavi başarısını çalma fikrinin
hayatı çok daha zevkli kılacağını söylemişti.

3. Örnek: Bir hasta, aylarca yüzeyde bir kopukluk gibi görünen bir
durumdan sonra, dinmek bilmez bir haset karşısında sürekli kendisini
rahatlatma ihtiyacı göstermeye başladı. Hasta, diğer tüm insanların
yaptıklanm kendi yaptıklanyla karşılaştıran ve kendisiyle aynı yaşta-
kilerden daha fazla şey başarmış olmaktan emin olduğunda son dere-
ce doyum alan genç bir profesördü. Arkadaşlarının geliri ile yaşlan
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 257

arasındaki ilişkiyi, evlerinin büyüklüğü ile yaşları arasındaki ilişkiyi,


aynı yaşta kendi yaptıklarıyla karşılaştırarak başka iş arkadaşlarının
mesleki onur belgelerini ve yayınlarını, vb. hesaplıyordu. Belki de ba-
na karşı tamamıyla ilgisiz olmasının, bana karşı aynı tepkiyi geliştire-
bilecek olmasıyla ve üstün hissetmesinin, bende haset ve nefret yara-
tabileceğiyle ilgili olduğu konusunda entelektüel spekülasyon yapma-
sına karşın, bunun duygusal bir gerçeklik halini alması aylar aldı. Bir
noktada, bana ihtiyacı olduğunu gerçekten hissetmenin bu ihtiyaçtan
dolayı bana haset duymasına yol açtığı acı verici ve aşağılayıcı farkın-
dalıkla yüz yüze gelebildi. Gerçekten ona sunacak, onda bulunmayan
anlayışa sahiptiysem, bunun her teyidi bir haset sızısı yaratacaktı.

4. Örnek: Otuz beş yaşlarında bir sanayici olan hasta, kendisinden


hoşnut olmasını sağlayacak şekilde "beyninin yıkanması" ve müzmin
kendinden emin olmama ve yararsızlık duygularının, "sahtekâr" olma
hislerinin yerine günlük yaşamını yönlendirecek açık bir değerler ve
ilkeler sistemi verilmesi beklentisiyle analize geldi. Daha önceki yıl-
larda dine bağlanarak sihirli bir yardım almak için azimli gayretler
göstermesine rağmen dinden düşkınklığına uğramıştı ve din arayışı-
nın yerine psikanalizi koyma gayretlerinin oldukça farkındaydı. Ana-
lizin erken safhalarında, beni psikanalizin katı, dogmatik, ancak ol-
dukça inançlı bir başrahibi olarak görüyordu; bu, beni iki yüzlü, cebi-
ni doldurduğu için boş ritüeller yapan bir adam -kısacası, hastanın
kendini gördüğü gibi "sahtekâr"- olarak görmesine karşı koruyucu
bir yapı olduğu ortaya çıkan çift değerli bir idealleştirmeydi. Beni yal-
nızca üç şekilde görebileceği hasta için çarpıcı bir şekilde ortaya çıktı:
Ya onu sadist bir şekilde psikanalitik dogmaya boyun eğdirmeye çalı-
şan inançlı, dogmatik, keyfi bir "beyin yıkayıcı" idim; ya onu maddi
olarak sömürebilecek kinik bir manipülatördüm; ya da daha da kötü-
sü, psikanaliz gibi sahtekâr bir yöntem ve teoriye uzanan kudretsiz bir
aptaldım. Hastanın her üç durumda da, benim bir psikanalist olarak
sunacak gerçek ve somut bir şeylerim olabileceği, görüşlerimin de bu-
nun farkında olduğumu yansıtabileceği olasılığını dışarda bıraktığını
fark etmesi aylar sürdü. Bu hasta, analistle işbirliği içinde gerçekçi bir
çalışma yürütmek yerine mutluluğa ulaşmak için psikanalizin "sihir-
li" araçlarını edinmekte ısrar ediyordu; bunun nedeni, kısmen de ha-
set itkilerinden korkmasıydı.
Bir noktada, seansların başında her şeyin tam olarak daha önce ol-
duğu gibi olduğundan emin olmak için hızla ofisimi gözden geçirdiği-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 258

nin farkına vardı. Masamın üzerinde almış olduğum yeni mallan v


da rüşvetleri gösteren yeni nesneler, kitaplar ya da kâğıtlar olmasın
dan korktuğu ortaya çıktı, ve hasta kendisini tedirgin edecek yeni hic
bir şey olmadığından emin olduğunda büyük bir rahatlama duygUsu
hissediyordu. Ayrıca ofiste yeni şeyler bulduğunda, istemeden aklln_
da benim bir Musevi olduğum, Musevilerin aşın derecede açgözlü ve
doymak bilmez oldukları ve benim aldığım yeni şeylerin boş, aç Ve
sömürücü bir ırka ait olduğumu teyit ettiği şeklinde düşünceler geçi.
yordu. Hasta, bu fantezileri benimle açımlamaktan çok korkuyor, bu
"zehirli" saldırılar altında kendilik değerimin ezileceğinden ve dolayı-
sıyla analizde yardım ve rahatlama elde edemeyeceğinden korkuyor-
du. Kendi saldırısından duyduğu korkunun sistematik olarak yorum-
lanması ve bunun yanında zımnen hastanın beni tüm tepkisinin bir
parçası olarak aktarımda dokunulmamış, potansiyel olarak yardımcı
bir insan olarak koruma arzusunun kabul edilmesi, karşısında narsi-
sist savunmaların kurulduğu, küçümseme, açgözlülük ve nefret çevre-
sindeki çatışmaların yavaş yavaş açığa çıkarılmasına olanak sağladı.

KARŞI AKTARIM VE NARSİSÎST DİRENÇLERİN


TERAPİYLE DEĞİŞTİRİLMESİ
Kohut, analistin çözülmemiş narsisist bozukluklarının, idealleştirme
konusunda kendini rahatsız hissetmesine neden olabileceğini ve has-
tanın idealleştirmesini reddetme yönünde incelikli bir eğilim gelişti-
rebileceğini söylemektedir (1971: 263 [225]). Analistin çözülmemiş
narsisist çatışmalarının, analistte hastanın idealleştirmesine patolojik
tepkiler meydana getirebileceği konusunda aynı fikri paylaşmama
karşın, bu çatışmaların, hastanın idealleştirmesini reddetmenin yanı
sıra aşırı kabul edilişini de besleyebileceğine inanıyorum. Maalesef,
zaman zaman bu hastaları tedavi eden analistler, hastanın idealleştir-
mesinin bazı yönlerini eleştirel olmaksızın kabul etmektedirler. Hay-
ranlığı kabul etmek bana, aynı eleştirel "aşın nesnellik"te olduğu gibi
yansız konumun terk edilmesi gibi gelmektedir. Narsisist hastalar, yo-
rumlara sanki yorum bir "ret"miş gibi tepki gösterme eğilimindedirler
ve eğer hastanın hayranlığını kabul etme yansız yorumlayıcı bir konu-
mu terk etme anlamına gelir ise, analistin, hastanın kolaylıkla ve ba-
zen bir ölçüde haklı olarak analistin baştan çıkarması olarak yorumla-
yabileceği bir konuma gelmeye zorlanması tehlikesi mevcuttur. Bazı
narsisist hastalann, analisti idealleştirirken analistin kendi narsisist
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 259

"zayıf noktaları"na uyan yönleri nasıl bir beceriyle hissettiklerini etki-


lenerek gördüm.
İdealleştirmeyle ilgili olarak "analistin kendini rahat hissetmeme-
si", bu idealleştirmenin kendine has niteliğinden, yani bu idealleştir-
medeki denetleyici öğeler ve özel "aç-kapa" niteliğinin kombinasyo-
nundan kaynaklanabilir. Diğer bir deyişle, analist, olumlu olduğu ka-
dar olumsuz aktarım içeriği de hissedebilir.
Kendi deneyimimde, narsisist hastalara karşı aktarım tepkileriyle
ilgili olarak başlıca sorun, hastanın bağımsız bir kişi olarak psikana-
listin varlığını inkâr etme yönünde tutarlı çabalarıyla ilintiliydi. Bu
konuyla ilgili olarak Kohut'un, analistin ayna aktarımının ilkel biçim-
lerine tepkilerini betimlemesine katılıyorum. Kohut şöyle demekte-
dir: "Böylece, analistin bilişsel dikkati hastanın arkaik narsisistik iliş-
kisini anlama yönünde yoğunlaşmakla birlikte -ve hastanın kaynaş-
ma aktanmındaki hedefini tam bir esire dönüştürebilen ayrışmamış,
sessiz beklentileri tarafından ezildiğini hissetse de- nesne-içgüdüsel
yatırımın olmaması analistin dikkatini uzun süre sürdürmesini güçleş-
tirir" (s. 275 [234]). Ancak, sorunun yatırımın doğası sorunu olduğu
ile ilgili çıkarsamaya katılmıyorum, çünkü bana göre söz konusu
olan, bilinçdışı analisti denetleme eğilimi, bilinçdışı değersizleştirme
mekanizmaları ve büyüklenmeci kendilikle bağlantılı ilkel yansıtma
türlerinin canlanmasıdır.
Kohut'un, analistin ayna aktarımına tepkilerine örnek teşkil eden
Bayan F. vakasının (1971: 283-95 [239-47]) dikkatle incelenmesi, bizi
bu yazıda sözünü ettiğim doğrultuda bir yoruma götürmektedir. Bu
noktada hasta, "beklentilerini anlamadığımda bana duyduğu öfkeyle,
çocukluk dönemindeki narsisistik düşkınklıklanyla ilgili olarak yaşa-
dığı duygular arasındaki bağlantıyı kurmayı başarabilmiştir" (s. 293
[246]). Kohut şöyle diyor: "Hastaya bana karşı öfkesinin narsisistik
süreçlerden, özellikle de aktarım sırasında beni, çocuğun narsisistik
gereksinimlerini devralan depresif anneyle aynı yere koymasından
kaynaklandığını anlatabildim. Bu yorumlan hastanın yaşamının daha
ileri evrelerinden benzer yaşantılan anımsaması izledi. Bu yaşantılar
annenin depresif ve aşın derecede içe dönük olduğu dönemlerle ilgi-
liydi" (1971: 292 [246]). Bu vakayla ilgili verilen genel bilgilerin ışı-
ğında, bu yorumu yaparak analistin ne ölçüde hastanın annesini, has-
tanın kızgınlığına neden olduğu için suçladığı ve hastayı kendi hidde-
tinin karmaşık kökenlerini tam olarak incelemekten koruduğu sorusu-
nu sormak istiyorum. Daha genel terimlerle ifade edersek, analistin
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 260

hastanın idealleştirmesini sorgulamadan kabul etmesi, şimdi ve bura da


aktarımda patolojik hiddetin gelişiminde hastanın katılımını tam
olarak araştırmadan olumsuz aktarımın başlangıçtaki nesnesine hemen
atıfta bulunulmasıyla birleşince baştan çıkarıcı bir etki yaratabileceği
tehlikesini görüyorum.
Analist için, hastanın analitik ilişkinin anlamını inkâr etme yönün-
deki incelikli bilinçdışı gayretlerine (ki analistte kronik bir engellen-
me, çaresizlik, sıkıntı ve anlayamama duygusu yaratabilir) tahammül
etmenin, gerçekçi olmayan ilkel idealleştirmeye (ki doğası itibarıyla
analisti bu idealleştirmenin narsisist işlevlerine karşı uyarır) tahammül
etmekten çok daha zor olduğunu söylemiştim. Kendi narsisizm-leriyle
ilgili çözülmemiş çatışmaları olan analistlerin, hastanın ideal-
leştirmelerine kaygı ya da ret ile tepki gösterdikleri ya da bunları eleş-
tirmeksizin kabul ettikleri doğrudur, ancak başlıca tehlike, hastanın
analisti kronik değersizleştirmesi nedeniyle analistin hastayı içsel ola-
rak reddetmesidir. Analist, zaman zaman hastanın kendisini sanki iç-
sel yaşam diye bir şey olmadığına, psikolojik şeylerin anlaşılmaz ve
anlamsız olduğuna ve hasta ile genel analitik ortamın garip, cansız,
mekanik bir niteliği olduğuna inandırdığını hisseder. Bazı zamanlar
ise analistin hissettiği tek şey, sanki hangi konuda ya da ne zaman mü-
dahale edebileceğine karar veremeyecekmiş gibi ya da malzemenin
farklı yönleri arasında duygusal bağlantılara ulaşamıyormuş gibi, tam
bir felç durumudur. Zaman zaman analist, daha sonra hastayı sezgisel
bir şekilde anlamanın yolunu bulacağını umarak öylece oturup olayları
akışına bırakma yönünde şiddetli bir yanlış hisse kapılır. Eğer bu
noktada, bu gelişime uyanan analist, hastanın sözel ve sözel olmayan
tezahürlerinde analiste yokmuş gibi muamele etmesiyle ilintili nesnel
kanıt toplayabilirse, aktanmda hemen değişiklikler meydana gelebilir
ve bu da analitik ilişkiyi canlandırabilir. Analitik ortamdaki donuk
monotonluk duygusu hastanın çağrışımlarının ve sözel olmayan dav-
ranışlarının çok özgül yönlerinden kaynaklanabilir ve bunların teşhis
edilmesi ve yorumlanması gerekir.
Bir narsisist hastaya, analizinin ortasında bir seansta, geçmişiyle il-
gili önemli anılar hakkında benim bunları izleyemeyeceğim kadar
monoton, durgun bir tonla konuşmasına şaşırdığımı, anlayamadığımı
ve söylediğiyle söyleme şekli arasında bariz bir uyuşmazlık olduğunu
belirttim. Hasta önce irkilerek tepki gösterdi ve ben konuşmayı bitir-
dikten sonra ne söylediğimi dikkatli bir şekilde dinleyemediğini, an-
cak birdenbire mevcudiyetimin farkına vardığını söyledi. Bu ani şoka
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 261

çağrışımlarını söylemesini telkin etmem üzerine hasta, geçmişini


açımlarken kendini çok rahat hissettiğini, düşüncelerini serbest bırak-
manın sanki bu düşünceleri büyük, umutla bekleyen boş bir uzaya -bir
tür açık, alıcı dünyaya- atmak olacağını ve bu boş uzay ifade ettiği her
şeyi düzene sokup otomatik olarak aklına geri getirirken, bu dü-
şüncelerin ne anlama geldiğini ve yaşantısının duygusal zenginliğini
nasıl artıracağını da açık bir şekilde anlayacağını düşündüğünün far-
kına vardı. Ayrıca hastanın araya girmeme canı sıkıldı ve analitik ça-
lışmayı tek başına yapabildiğinden dolayı engellenmiş ve yetersiz his-
setmiş olabileceğim fantezisini kurdu. Seansta daha sonra gülümseye-
rek, belki de söylediğime dikkat etmemiş olduğunu, çünkü gerçekten
bir değişiklik meydana getirebilecek, ekleyecek bir şeyim varsa, bu-
nun her şeyi tek başına yapabileceği hissi için büyük bir yıkım olaca-
ğını söyledi.
Tedrici olarak analist, narsisist dirençlerin derinlemesine çalışıl-
ması sırasında felç edici kilitlenmişlik duygusunda dalgalanmalar ya-
şar - çabucak gelip geçen yalnızlık duygusunun akut farkındalığı, ya
da anlam ya da sevgi yitimi korkuları, ya da başkaları tarafından red-
dedilme ya da tehdit edici saldın korkulan gibi; analistteki bu duygu-
lar, aktarımda can bulan çözülmüş, bastırılmış ve/veya yansıtılmış
kendilik ve nesne imgelerini yansıtır. Bu gerilemeli duygusal yaşantı
"panltılan", ya da analistin, hastanın seansların duygusal anlamını in-
kâr etme gayretlerine olan duygusal tepkisinde tedrici değişiklik, nar-
sisist dirençlerin derinlemesine çalışılmasının yararlı bir göstergesidir.
Zaman zaman, daha önce malzemenin duygusal anlam yaratmayan
yönlerine "çok açık" hale gelme gibi ani bir his, aktanm-karşıak-tarım
dengesinde bir kaymaya işaret eder. Bir hasta "oto analizinde"
"öğrenebileceği" ve yutabileceği her tür entelektüel açıklamayı mutlu
bir şekilde kabul ettiği ölçüde analistin yorumlamalarını kabul eder;
ancak analistin kendisine hastanın ilettikleri karşısında ya da analistin
hastanın seanslarda canlanan kendilik ve nesne imgelerini duygusal
algılayışı karşısında yaşadığı böyle anlık duygudurum halleri hakkın-
da düşündüklerine, hasta çoğu zaman sebatla direnç gösterir ve bu du-
rum, analistin duygusal açıdan çok tetikte olmasını gerektirir. Sanki
bu safhada analist, karşısında hastanın kendini savunduğu terk edil-
mişlik, yalnızlık, engellenme, umutsuzluk duygu yaşantılarıyla bağ-
lantılı daha farklılaşmış kendilik ve nesne imgelerinin deposu olmak-
tadır. Sanki analist şimdi, hastanın normal çocuksu kendiliğinin, has-
tanın tahammül edememiş olduğu, çözmek ya da bastırmak ve patolo-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 262

jik büyüklenmeci kendiliğiyle ikame etmek zorunda olduğu kısmım


yaşamaktadır.
Analizinin bu gelişim safhasında narsisist bir hasta, arabasıyla gj.
derken araba altında ezilmiş ve kaldırım kenarına atılmış bir kedi gör-
dü. Ölmüş kediyi betimlemesinde, ölü hayvanın katılaşmış halindeki
terk edilmişlik ve tam sefillik duygusunu iletme tarzında özel bir şey
vardı, ancak ben bu konuyu daha fazla açımlayamadan başka konular
bu konunun duygusal önemini sildi. Birkaç gün sonra hasta, çocukla-
rının alıp getirdiği aç bir kediden bahsetti ve bu kedinin umutsuz bir
şekilde olası darbe ya da saldırılardan kaçmaya hep hazır bir şekilde
yiyeceği midesine indirme şeklini anlattı. Bununla ilgili çağrışımlarını
söylemesini istediğimde hasta gece sokaklarda başıboş dolaşan ve
çöp tenekelerinde yiyecek ararken tüm rakiplerini kovalayan güçlü
kedileri düşündü; bariz bir biçimde aç, korkmuş, yalnız küçük kedi-
den, güçlü, saldırgan, "hissiz" kediye kaymıştı. Bu konu karanlık,
yağmurlu bir gece ve sığınak bulmakta güçlük çeken yalnız küçük bir
kedi içeren kısa bir fantezide yine geldi.
Bu kısa örnekte iletmesi zor olan, hastanın kendisinde tahammül
etmekte çok zorlandığı belli bir zihinsel durumun nispeten özgül be-
timlemelerinin karşılıklı olarak aynk duruşudur. Bu safhada çok ağır-
lıklı olan bir durum, hastanın kendini kibirli onaylayışı, yabancılar-
dan, özellikle de travmatik bir geçmişe sahip mültecilerden farklı ola-
rak, kendini ülkede kök salmış ve doğuştan dayanma gücüne sahip bir
sosyal grubun üyesi olarak hissettiği üstünlük duygusuydu. Aktarım,
ağırlıklı olarak narsisist-büyüklenmeciydi ve tutarlı bir şekilde yo-
rumlarımı kaale almama ya da unutma, bana yokmuşum gibi davran-
ma ve kendi kendini analiz etme eğilimini açımladık. Ancak, işte tam
bu sırada, kendi yaşantım, malzemeyi hiçbir duygusal derinlik hisset-
meksizin anlamsız, rasgele bir şekilde dinlemekten, garip bir yaşantı
şeklinde aç küçük kedi ve kaldırıma atılmış ölü kedinin imgesinin ya-
lıtık, çabucak canlanıp giden betimlemeleriyle ara sıra şiddetli eşdu-
yum anlarına doğru kaydı. Ancak ondan sonra yalnız küçük kedi ile
travmatik geçmişe sahip mülteci arasındaki bağlantıyı kavrayabildim.
Sanki hasta, sevgi ve sığınak ihtiyacını ifade etmek için benim geçmi-
şimdeki yalnızlık ve derin acı veren bir güçsüzlük inancını içeren de-
rin kaynaklan harekete geçiriyordu. Bunlar, bu hastayla seanslarda
çabucak gelip geçen yaşantılarımdı ve önceleri bu yaşantılarla malze-
me arasında bir bağ kurmam zor oldu.
Ancak bu yaşantılarla fanteziler ve kendi geçmişimdeki ilgili rüya-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 263

jarı hatırlamam, yalnızca bu hastayla seanslarda ortaya çıkıyordu ve


yavaş yavaş bunların düzenli bir şekilde kendilerinden önce gelen
Özel kedi fantezisi malzemesiyle bağlantısını keşfettim. Sonunda has-
taya, bana kendi imgelerinden birini, küçük bir çocukken hiç sevilme-
diğini hissettiği bir imgeyi yansıttığını yorumlayabildim. Onunla bir-
likte, "kedi malzemesi"nin farklı yönleri ve aynı zamanda o ana kadar
ortaya çıkardığımız genel bilgiler temelinde, bu yaşantıların geçtiği
fiziksel ve bildik çevre bağlamını tekrar oluşturduk. Geriye bakıldı-
ğında, kedi fantezisi malzemesi ile hastanın geçmişi arasındaki bağ-
lantı oldukça barizdi, ancak benim üzerinde durmak istediğim, hasta-
nın tüm anlamlı iletişimi savunma amaçlı bozma yolunda ilerlediği ve
gerçek çocuksu kendiliğin yansıtılmış, çözülmüş kalıntılarının can-
lanmasının birçok seans süren bir süre boyunca karşı aktanmda bö-
lünmüş parçalar halinde ortaya çıktığı analizin bir safhasında, yalıtık
çağrışımlardan bu malzemeyi doğrudan yakalamanın ne kadar zor ol-
duğuydu.
Hastanın analist üzerinde tümgüçlü denetim uygulamaya yönelik
sürekli gayretlerinin neden olduğu karşı aktarım tepkilerinin eyleme
koyulması, analistin hastaya analitik süreci nasıl "önemsemediğini",
"serbest çağrışımı pek kaale almadığını", vb. belirtmek gibi "yeniden
eğitici" gayretler göstermesi biçimini alabilir. Böyle zamanlarda ana-
list, ahlakçı olma ya da o andaki aktarım gelişimiyle eşduyum kurma-
da duyduğu güçlüğü değerlendirmektense, vakanın uzun dönemli
seyriyle ilgili aşın tasa duyma yönünde yanıltıcı bir istek duyabilir.
Çözülmemiş önemli narsisist çatışmalan olan psikanalistler, hastanın
uzun süren değersizleştirme dönemleri sırasında, daha önce (özellikle
de büyüklenmeci kendiliğin analiste yansıtılmasının, analistin kendi
narsisist ihtiyaçlarını beslediği dönemlerde) aşırı derecede ilginç ve
"ödüllendirici" bulduklan narsisist hastalan birdenbire reddederek
tepki gösterirler.
Tekrar üzerinde durmak istediğim en genel nokta, narsisist direnç-
lerin altında, aktanmda canlanan ve narsisist dirençler derinlemesine
çalışıldıkça yavaş yavaş teşhis edilebilen önemli ilkel içselleştirilmiş
nesne ilişkilerinin yattığıdır. Bana öyle geliyor ki, bu klinik gözlem,
narsisizm ve nesne ilişkilerinin her zaman yakın ilişki içinde oldukları
-bu hususu Van der Waals açık bir biçimde anlatarak vurgulamıştır
(1965) - teorik varsayımının en önemli kanıtını oluşturmaktadır.
Aşağıda, narsisist kişiliği olan bir hastanın psikanalitik tedavisin-
deki ileri bir safhanın yaklaşık iki yılını temsil eden bir aktanm mo-
DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 264

deUeri sekansının Özeti verilmiştir. Hasta, 35-40 yaşlarında başarılı


bir mimardı ve büyük bir mimarlık şirketinin kıdemli ortaklarındandı
Bu hastanın aktarımı, üç yılı aşkın bir süre tipik bir narsisist aktarım
örneği düzeyinde kaldı. Bu süre zarfında, erken bir safhada esas ola-
rak yaygın değersizleştirme eğilimlerine bir karşıt tepki kurmayı yan-
sıtan analistin idealleştiriltnesi ardından, en iyi, patolojik büyüklen-
meci kendiliğin canlanması ve bu büyüklenmeci kendiliğin analiste
yansıtılmasının dönüşümlü olarak meydana geldiği salınımlı bir du-
rum olarak adlandırabileceğimiz bir durum meydana geldi. Bu akta-
rım örneğinin tedrici olarak derinlemesine çalışılması, şiddetli ilkel
haset ve oral hasete dayalı bir rekabetçiliği (oidipal çabalardan ziya-
de) ve sonunda, oral talepkârlık ve öfkeden, seven ve koruyucu bir
ebeveyn imgesine bağımlılık özlemine kaymaların meydana geldiği
çift değerliliğin daha doğrudan ifade edilişini ve analiste saldırıların-
dan dolayı şiddetli suçluluk duygularını canlandırdı. Bu aktarım da,
aktarımda seven ve koruyucu bir baba imgesine daha kararlı bir ba-
ğımlılığa doğru kaydı; hasta üç yıl psikanalizden sonra ilk defa analiste
gerçekten bağımlı hale gelerek analistten ayrılıklara nevrotik yas
tepkileri geliştirdi ve çocukluk çatışmalarının çeşitli düzeylerinden
malzeme ortaya çıkmaya başladı. Bu safhayı, yüzeyde daha önceki
narsisist dirençler safhasının bir tekrarı gibi görünen, duygusal geri
çekilmenin tekrar harekete geçmesi ve seanslar sırasında genel bir
duygusal boşluk izledi. Ancak şimdi şüpheli, küskün bir şekilde mal-
zemeyi gizleme niteliği edinmiş olan ve bununla birlikte analisti uyut-
mak ya da en azından analisti monoton tekrarların yarattığı kronik bir
engellenme halinde tutmak için bilinçdışı çaba gösteren hastanın tep-
kisinde bir fark vardı. Hasta bu süre içerisinde sık sık annesinin sadist
vermeme eğilimlerinden bahsediyordu ve sonunda böyle bir anne im-
gesiyle özdeşleşirken, kendi engellenmiş, çocukluk kendiliğini de
analiste yansıttığının farkına vardı.
Bu saldırganla özdeşleşme, aktarımda daha önceki narsisist geri
çekilmeden farklıydı ve bu aktarım örüntüsünün yorumlanması, he-
men bir değişiklik yaratarak analiste karşı bağımlı ilişkiyi daha da de-
rinleştirdi. Şimdi hasta analisti, çocukluktaki bağımlılık ihtiyaçlarının
doyumu için başvurabileceği koruyucu, seven bir baba gibi görüyor-
du; ve şimdi kendini analitik ortama "teslim edebileceğini" düşünü-
yordu. Kendisi için yeni olan bu yaşantıdan etkilenmişti; bu yaşantı,
karısı ve çocuklarıyla olan ilişkisini etkilemiş ve onların bağımlılık
ihtiyaçlarını anlamasına ve aynı zamanda ailesiyle ilişkisini derinleş-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 265

tirmesine yardımcı olmuştu. Şimdi ilk defa olarak hasta, nasıl analiste
karşı tüm tutumunun, kendisi ile psikanalisti arasında hiçbir zaman
gerçek bir ilişkinin olamayacağı temel inancından etkilendiğini fark
etti. Örneğin, uzun bir süre, analizin sonlanmasından sonra analistiyle
dostça ancak mesafeli bir ilişkisi olacağı, kendisiyle analistin, analitik
ilişkinin gerçekte, tedavide meydana geldiği varsayılan şiddetli duy-
gusal çatışma betimlemeleri ile hiçbir ilişkisi olmadığı gibi gizli bir
anlayışa sahip oldukları fantezisini kurdu.
Hasta, aynı zamanda, kendi bilinçli denetimi altında olmayan bir iç
dünyanın varlığının ve analitik ortamda bu dünyayla yüz yüze gelme
heyecanı ve korkusunun farkına vardı. Bir yıl sonra aktarımda oidipal
çatışmalar tamamıyla gelişti ve analiz bu çatışmaların alışıldık direnç-
leri ve tezahürlerinin özelliklerini edindi.
Genelde, dirençlerin yükseldiği dönemlerde, yeni direnç hatlarına
bir geçişin olduğu sırada terk edilmiş geçmiş karakter savunmaların-
da meydana gelene benzer bir şekilde, daha önce terk edilmiş eski
narsisist dirençler yeniden herekete geçebilir. Ancak, narsisist savun-
maların bu şekilde canlanmasının meydana geldiği bağlam ve bu di-
rençlerle bağlantılı içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin farklılaşmış ni-
teliği, hastada meydana gelmiş olan önemli yapısal değişiklikleri teyit
eder.

TEDAVİ EDİLEN VE EDİLMEYEN NARSİSİZMİN SEYRİ


Narsisist kişiliklerin psikanalitik tedavisinde seyirle ilgili faktörlere
daha önce değindim (4. ve 8. Bölümler) ve burada yalnızca daha önce
söylediklerimi değiştiren ya da onlara ek olan faktörleri sıralamakla
yetineceğim.
Sosyal olarak etkili, narsisist kişilik yapısı olan bir hastanın alışıl-
madık ölçüde narsisist doyum sağlayan yaşam koşullarına sahip ol-
ması türünden hastalığın ikincil kazançları, narsisist dirençlerin çö-
zülmesi yolunda temel bir engel teşkil edebilir. Psikanalitik eğitimde
olan narsisist kişilikli adaylarda olduğu gibi, analitik tedavinin kendi-
sinden ikincil kazancın edinildiği durumlarda da söz konusu olan bu-
dur. Yetenekli kişilerin, erişkinliğin erken yıllarında alışılmadık ölçü-
de yaşam doyumu elde etmelerinin, bazı narsisist kişilik vakalarında
tedavinin aleyhinde olup olmadığı ve bu vakaların bazılarında, psika-
nalizin erişkinliğin ortasında ya da daha sonraki yıllarında daha iyi bir
seyir gösterip göstermeyeceği sorusu sorulabilir.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 266

Seyir açısından diğer temel bir faktör, tipik olarak özellikle has
çevresinde ciddi, bastırılmış ya da çözülmüş çatışmalarla bağlantti
olan terapiye olumsuz tepkilerin ne ölçüde gelişeceğidir. Bu, üstbe
faktörlerinden kaynaklanmayan ve sadist, ancak bütünleşmiş bir üst
beni olan depresif-mazoşist hastalarda görülenden daha ciddi bir tera
piye olumsuz tepki türüdür. Nispeten iyi üstberi işleyişi olan vakalar
(narsisist ilgilerin ötesinde, değerlere gerçek yatırım yetisinden anla-
şılır), incelikli manipülatif ve antisosyal davranış türleri olan vakalara
(temel antisosyal özellikler göstermeseler de - zira temel antisosyal
özelliklerin olması seyri gerçekten de çok olumsuz yapar) oranla daha
iyi bir seyire sahiptirler. Daha basit bir biçimde ifade edersek, günlük
hayatlarında dürüstlük, narsisist kişiliklerin analizi için seyir açısın-
dan olumlu bir göstergedir. Yüceltme kanallarının iyi gelişmesi, nar-
sisist ihtiyaçları aşan değer sistemlerine yatırım yetisiyle yakından
bağlantılı olduğu ölçüde hastanın yüceltme potansiyeli de önemlidir.
Bu ana kadar bahsi geçen seyirle ilgili faktörlerin büyük önemiyle
karşılaştırıldığında, depresyon ve yas tahammülü ile suçluluk duygu-
su açısından aktarım potansiyelinin paranoid hiddet açısından akta-
rım potansiyeline oranla ağırlıklı olması, nispeten daha az öneme sa-
hiptir. Daha da az öneme sahip olan unsurlar, itki denetimi ya da kaygı
tahammülü eksikliği gibi özgül olmayan ben zayıflığı tezahürleri ve
hatta hasta açık sınır düzeyde işlev görmüyorsa, birincil süreç dü-
şüncesine gerileme potansiyelidir. Bu bizi, narsisist kişiliği olan bazı
hastalara katı psikanalitik yaklaşımın genel kısıtlamalarına, yani açık
sınır düzeyde işlev gören narsisist hastalarda psikanalizin yaratabile-
ceği düzen kaybına yol açan etkiye getirmektedir. Böyle kişiler için
bu yaklaşımın genelde kontrendike olduğunu düşünüyorum.
Seyir açısından özellikle zor bir tahmin, narsisist kişilik yapısı olan
potansiyel psikanalitik eğitim adayları için söz konusudur. Kuşkusuz
sorun yalnızca sosyal ve mesleki işleyişi tatminkâr olan, nispeten iyi
uyum sağlamış, yüksek zekâ ve özel yeteneklere sahip ve bazen alışıl-
madık ölçüde gelecek vaat eder görünen narsisist kişilikler söz konu-
su olduğunda ortaya çıkar. Bazı adayları kabul etmede ya da reddet-
mede sonradan bakıldığında bazı hatalar yapılmış gibi görünen çok
sayıda vaka gözden geçirildiğinde, seyir açısından önemli olduğu or-
taya çıkan iki temel faktör, nesne ilişkilerinin niteliği ve değer sistem-
lerinin ve üstben işleyişinin bütünlüğü ve derinliğidir. Burada yine
"nesne ilişkileri niteliği" terimini, hastanın sosyal etkileşimlerde bu-
lunma ölçüsünden ziyade, içselleştirilmiş nesne ilişkileri niteliğinden,
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 267

yani hastanın başkalarıyla içsel ilişkilerinden bahsederken kullandığı-


mı vurguluyorum. Bu noktanın açıklığa kavuşturulması, Kohut'un ça-
lışmasından bahsederken özellikle yerindedir, çünkü Kohut, "nesne
ilişkileri" terimini, bu bölümde sözü edilen anlamdan ziyade davra-
nışsal anlamında kullanmaktadır. Örneğin, Kohut şöyle diyor: "Narsi-
sizmin karşıtı nesne ilişkisi değil, nesne sevgisidir. Kişinin sosyal
alan içinde gözlendiği şekliyle nesne ilişkileri onun nesne dünyası ile
ilgili narsisistik yaşantılarını gizleyebilir. Kişinin görünürdeki yalnız-
lığının altında zengin nesne yatırımları yatıyor olabilir" (1971: 228
[197-8]). Yine şöyle diyor (s. 283 [239]): "Hastanın nesne ilişkileri di-
ğer insanlarla gerçek anlamda ilgilenmesinden değil, acılı narsisistik
gerilimleri azaltma çabasından kaynaklanmaktadır." Benim kanaati-
me göre narsisizm (kendiliğe yatırım) ve nesne ilişkileri (önemli nes-
ne ve temsillerine yatırım) yakın ilişki içindedir ve derinlikleri, yalnız
libidinal yatırımın değişimlerine değil, bu bölümde de üstünde durul-
duğu gibi saldırgan yatırıma da bağlıdır. Pratik açılardan, derinleme-
sine nesne ilişkileri, hem iyi sevme yetisini hem iyi nefret etme yetisi-
ni, özellikle de değişen derecelerde sevgi ve nefret hislerine ve aynı
nesneyle ve aynı kendilikle ilişkide bu hislerin ölçülü karışımlarının
farklı kombinasyonlarına tahammül etme yetisini içerir. Normal nes-
ne ilişkileri ve normal narsisizm, başkalarının ve kişinin kendisinin
derinlemesine bütünleştirici kavranışını içerir. Tüm bunlar, narsisist
hastalarda görülen çoğu zaman ifadesizlik ve ilişkiye girmemeden,
başkalarına ve kendi hakkında hiçbir inanca bağlılığın olmayışından
çok farklıdır. Paradoksal bir biçimde, böyle bir duygusal derinlik ve
bağlılığın yokluğu, örneğin bağlılığın olmamasının ayakta kalma ve
zirveye ulaşma anlamına geldiği bazı siyasi ve bürokratik örgütlen-
melerde daha iyi bir sosyal işleyişe olanak sağlayabilir.
Tüm bunları, özel bir durum olan müstakbel psikanalist adaylarına
uygularsak, başkalarıyla ve kendisiyle ilişkilerinin daha gözlenebilir
olan kararlılık, derinlik ve zenginlik yönlerine ek olarak, adayın be-
timlemelerinde ortaya çıktıklarında başka insanların gerçek, canlı
oluşlarını ve adayın kendini betimlerkenki derinliğini değerlendirme
yönünde sistematik çabalar, nesne ilişkilerinin niteliğinin önemli gös-
tergeleridir. Samimi insani sıcaklık ve derinliğin ne ölçüde var oldu-
ğunu değerlendirmek daha zor olabilir, ancak incelemekte olduğu-
muz özel vakalarda seyir açısından diğer temel bir gösterge olan ahla-
ki, entelektüel, kültürel ve estetik değerlere bağlılık derecesinden da-
ha da önemlidir. Başlangıçta oldukça şüpheli görünen psikanalist
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 268

adaylarıyla bazen çok iyi sonuç alınması, bireysel vakaların tüm öğe-
lerinin dikkatle ele alınmasını haklı çıkarmaktadır; ve terapi teknikle-
rimizin ilerlemesiyle başarılı sonuçlar artacaktır.
Anlayabildiğim kadarıyla Kohut, yaklaşımında farklı ben ve üst-
ben bütünleşmesi düzeylerinde işlev gören narsisist kişiliklerde seyir
farklılıklarından bahsetmemesine karşın, genelde iyimser bir bakış
getirmektedir. Bu yaklaşımla elde edilen sonuçla ilgili olarak şunları
söylemektedir: "Önde gelen özgül olmayan değişiklik hastanın nesne
sevme yetisindeki artış ve genişlemedir; özgül değişiklikler ise narsi-
sizm alanında ortaya çıkar" (1971: 296 [249]). Kohut, kendi tedavi
yaklaşımının sonucu olarak, idealleştirilmiş ebeveyn imagosunun
(imagonun arkaik yönlerinin) ben ve üstbenin genel yapısına (imago-
nun geç oidipal dönem öncesi ve oidipal yönleri) içselleştirilmesi ol-
duğunu, bunun da üstben işleyişinde bir iyileşmeye yol açtığını söyle-
mektedir (s. 298-9 [251]). Büyüklenmeci kendilikle ilgili olarak şun-
ları söylüyor: "Çocuksu büyüklenmecilik, zaman içinde tutkulara ve
kişiliğin hedeflerine dönüşür. Bu gelişme kişinin olgun yönelişlerini
canlandırmakla kalmaz, kişide başarılı olma hakkı tarzında süreğen
olumlu bir duyguya yol açar" (s. 299 [251]). Benim görüşüme göre ve
Kohut'un yayınlanmış yazılarının temelinde, Kohut'un yaklaşımı, be-
nim büyüklenmeci kendiliğin patolojik yapısı olarak kabul ettiğim ya-
pıyı temel olarak çözmeden, hastanın daha ilkelden daha uyum sağla-
yıcı ayna aktarımı düzeylerine ilerlemesi bağlamında büyüklenmeci
kendiliğin daha iyi işlev görmesine ve daha iyi uyum göstermesine yol
açmaktadır. Bu, Kohut'un bulgularında, hastanın narsisizmindeki
değişikliklerle hastanın nesne ilişkilerindeki değişiklikler arasında
doğrudan, özgül bir ilişki olmamasının nedeni de olabilir. Bana öyle
geliyor ki bu yaklaşımın etkilerinin, Kohut'un maksadı ve tekniği bu
olmasa da, hastanın büyüklenmeciliğinin daha uyum sağlayıcı bir
kullanımını destekleyen eğitici öğeleri vardır. Bu noktada mecburen
cevapsız kalması gereken temel bir soru, böyle bir yaklaşımın uzun
süreli etkilerinin ve hatta hem Kohut'un yaklaşımının hem de benim
anahatlarım çizmiş olduğum alternatif yaklaşımın uzun süreli etkileri-
nin ne olduğudur. Narsisist kişiliklerin tedavisinin etkililiği için temel
bir sınav, bu hastaların hayatın ileri safhalarının kaçınılmaz olarak ge-
tireceği stres ve krizlere uyumlarıdır. Tedavinin, bu hastaların kişilik-
leri, iç ruhsal ve sosyal işleyişleri üzerindeki kısa süreli sonuçlarını
uzun süreli sonuçlarından ayırt edebilmek için, uzun süreler boyunca
takip çalışmasına ihtiyacımız vardır. Bu beni, bu bölümün son konu-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 269

suna, tedavi edilmeyen narsisizmin seyrine getirmektedir.


Kohut'un, narsisistik kişilik bozukluklarının mümkün olan her du-
rumda psikanalizle tedavi edilmeleri gerektiği inancını kesin olarak
paylaşıyorum. Nispeten küçük birkaç semptom haricinde oldukça ba-
şarılı bir şekilde işlev gören ve zekâ, kabiliyetler, şans ve başarının altta
yatan boşluk ve sıkıntıyı telafi edebilecek kadar doyum sağladığı va-
kalarda dahi çözülmemiş patolojik narsisizmin çoğu zaman hayatın
ikinci yarısında getirdiği mahvedici etkiler her zaman akılda tutulmalı-
dır. Benim görüşüme göre psikanalitik tedavi yürütülebildiği ve başa-
rılı olduğu zaman, bu vakalarda iyileşme, patolojik narsisizmlerinin
çözülmesi, derinlemesine normal nesne ilişkileri bağlamında normal
çocuksu ve erişkin narsisizminin gelişmesi ve genelde hayatın çarpıcı
bir şekilde zenginleşmesidir. Buna karşılık patolojik narsisizmin seyir
açısından uzun vadeli sonuçlan, mükemmel yüzeysel uyumu olan ve
hastalığının ya da çektiği acının çok az farkında olan nispeten genç
hastalarda bile olumsuzdur. Normal bir yaşam uzamı boyunca çoğu
narsisist doyumların ergenlik ve erken erişkinlikte meydana geldiğini
ve erişkinlik boyunca narsisist zaferler ve doyumlar elde edilse dahi bi-
reyin sonunda yaşlanma, kronik hastalık, fiziksel ve zihinsel sınırlar ve
her şeyden öte, ayrılık, yitim ve yalnızlık çevresindeki temel çatışma-
larla yüz yüze gelmesi gerektiğini düşünürsek, o halde, büyüklenmeci
kendiliğin insan yaşamının kırılgan, sınırlı ve geçici doğasıyla sonun-
da yüzleşmesinin kaçınılmaz olduğu sonucuna varmamız gerekir.
Uzun vadede yüzleşilecek gerçekliğin inkârının, patolojik büyük-
lenmeci kendiliğin etkisi altında bilinçdışı (ve bazen bilinçli) olarak
ebedi gençlik, güzellik, güç ve zenginliklerine ve teyit, hayranlık ve
güvenlik kaynaklarının sonu gelmez ulaşılabilirliğine inanan narsisist
hastalarda ne kadar şiddetli olabileceğini görmek çarpıcıdır. Bu hasta-
lar için büyüklenmecilik yanılsamasının çöküşünü kabul etmek, kü-
çük görülen kendiliğin -tehlikeli, sadist bir şekilde engelleyici ve kin-
ci bir nesneler dünyasıyla çevrili aç, boş ve yalnız ilkel bir kendilik-
tehlikeli, ıstıraplı farkındalığını kabul etmek demektir. Belki de narsi-
sist hastaların defetmek zorunda oldukları ve sonunda da yüz yüze
gelmek zorunda kalabilecekleri en korkutucu yaşantı, sevgi ve insan
temasının olmadığı bir dünyayla, hem canlı hem cansız nesnelerin si-
hirli bir şekilde doyum sağlayıcı eski niteliklerini kaybettikleri, insan-
lığını kaybetmiş bir nesneler dünyasıyla çevrili olmalarıdır.
Ülke çapında tanınan bir siyaset adamı olan hasta, mesleki işlevle-
rinin kaybına yol açan ciddi bir fiziksel hastalığa yakalandı. Depresif
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 270

hale geldi ve siyasi rakiplerinin yenilgisinden şeytani bir memnuniyet


duydukları fantezilerinin eşlik ettiği derin yenilgi ve aşağılanma duy-
guları yaşadı. Depresyonu azaldı. Emekliye ayrıldı, ancak uzmanı ol-
duğu siyaset bilimi alanlarını tedrici olarak değersizleştirdi. Bu, artık
muzaffer olmadığı şeyin narsisist bir şekilde küçümsenmesiydi; bu da
mesleki, kültürel ve zihinsel meselelere karşı genel bir ilgi kaybına
yol açtı. Başlıca mesleki ve zihinsel ilgi alanları, artık onu heyecan-
landırmıyor ve ona tekrar tekrar başarısızlığını hatırlatıyordu. Eski-
den tüm enerjisini mesleki hayatına ayırıp gözardı ettiği karısı ve ço-
cuklarına bağımlı olmaktan dolayı içerliyordu. Ailesi tarafından kü-
çük görülme korkulan, onu hep daha fazla rahatlatılma ve saygı talep-
lerinde bulunmaya motive etti. Çocuklarının mesleki başarısına haset
edip onlarla eşduyumsal özdeşleşme yoluyla bu başarıdan tatmin ala-
mayınca, giderek artan bir yabancılaşma duygusu yaşadı; bu duygu
sonunda tam anlamıyla söylersek kudretsiz öfkenin yas süreçlerinden
daha hâkim olduğu, artık ciddi ve kronik olan depresyonun nüksetme-
sine dönüştü.
Korkutucu bir duygu olan yararsızlık ve boşluk hisleri, Samuel
Beckett'in oyunlarında ya da Eugene Ionesco'nun Sandalyeler ve
Kral Ölüyor adlı oyunlarında çok çarpıcı bir şekilde canlandırdıkları,
ki sinin en yakın çevresinin kişisel anlamının çözülüp dağılması üzeri-
ne yaşadığı panik, bana göre narsisist kişiliği olan kişilerde yaşlılığın
çatışmalarının mahvedici etkilerine örnek teşkil etmektedir. Kayba,
terk edilmeye ve başarısızlığa normal tepki, içselleştirilmiş nesne iliş-
kileri ile yakından bağlantılı içselleştirilmiş sevgi ve kendilik değeri
kaynaklarının yeniden canlanmasıdır ve "iyi iç nesneler" adı verilen
şeyin koruyucu işlevini yansıtır. Benin hizmetinde gerileme, çoğu za-
man bu şekilde yeniden harekete geçen koruyucu niteliğe sahip içsel-
leştirilmiş nesne ilişkilerine gerileme şeklini alır ve bu gerileme de,
hastanın başkalarıyla, insanlıkla ve genel olarak değer sistemleriyle
anlamlı ilişkiler kurma yetisini canlandırır, güçlendirir ve genişletir.
Yas süreçlerini işleme, âşık olma, eşduyum kurma ve sevilen insan-
larla ve değerlerle özdeşleşmekten büyük doyum alma, doğayı aşma
duygusu, tarihsel süreçte bir süreklilik hissi, sosyal ya da kültürel bir
grupla bir olma hissi; tüm bunlar kayıp, başarısızlık ve yalnızlık dö-
nemlerinde içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin normal canlanmasıyla
yakından ilintilidir.
Bu, narsisist kişiliklerde narsisist kaybın tetiklediği kısır döngüden
çok farklıdır; yeniden canlanan fakirleşme duygusu nedeniyle ortaya
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 271

çıkan savunmaya yönelik değersizleştirme, ilkel haset ve panik, narsi-


sist kayıp ve başarısızlığı daha da karmaşıklaştınr. Bu, özellikle narsi-
sist hastanın yaşlılıkla barışık olamamasında, şimdi daha genç bir nes-
lin eskiden bağra basılan güzellik, zenginlik, güç ve özellikle de yara-
tıcılık doyumlarının çoğuna sahip olduğunu kabul edememesinde açık
hale gelir. Başka insanların mutlulukları ve başarılarıyla giderek artan
bir özdeşleşmeyi içeren bir süreçte hayattan haz alabilme, narsisist ki-
şiliklerin yetilerini trajik bir biçimde aşar. Dolayısıyla, patolojik narsi-
sizmi kökten değiştirmeye yönelik tedavi, nihai avantajlarını hastanın
kalan tüm yaşamı boyunca gösterebilir.
Narsisist kişiliklerin klinik olarak incelenmesi, bireyin kendisiyle
ve kendisini çevreleyen insan ve cansızlar dünyasıyla ilişkilerinin,
normal ya da patolojik içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin gelişmesine
bağlı olduğunu göstermektedir. Seven ve sevilen iç nesneler dünyası-
nın yitirilmesi, kendiliğin ve dünyanın anlamını yitirmesine yol açar.
Psikotik depresyon birçok yoldan, narsisist kişiliklerin kendilerini ko-
ruma ihtiyacı hissettikleri sevgi ve anlam yitimi farkındalığının deh-
şet verici safhasını temsil eder ve şizoid duygusal dağılma ya da dün-
yanın paranoid -her zaman psikotik olması gerekmez- yeniden örgüt-
lenmesi, bu hastalar için depresyonun soğukluğuna karşı alternatif bir
koruma sağlar, ancak bunun bedeli daha fazla insanlıktan çıkma ve
daha fazla boşluktur. Dolayısıyla, yardım edebileceğimiz hasta sayı-
sının kısıtlı olmasına ve bu vakalarda gereken analizler çok uzun ol-
masına rağmen, çoğu zaman yüzeyde yanıltıcı bir şekilde sanki nere-
deyse "normal" bir insanla karşı karşıyaymışız gibi görünen kişilerin
tedavisine çok gayret sarfetmeye değer gibi görünmektedir.
10

Normal ve Patolojik Narsisizm

Daha önceki bölümlerde (8 ve 9), psikanalitik ya da psikoterapötik


teknikte özel değişiklikler gerektiren özgül bir karakter patolojisi kü-
melenmesi olan narsisist kişiliklerin tanı ve tedavisini açımladım.
Başka bir yazımda, narsisizmin klinik açımlanmasının altında yatan
metapsikolojik hususları gözden geçirdim (1971, 1973). Şimdi, nor-
mal ve patolojik narsisizmin özelliklerinin bir özetini vereceğim, altta
yatan yapısal ruhiçi koşulların üzerinde duracağım ve tanı ve terapi
açısından getirdiği sonuçlan anlatacağım. Yıllar boyunca "narsisizm"
terimi birçok farklı şekilde kullanıldığından, önce bu terimi tanımla-
mayı ve sonra narsisizmin ruhiçi yapı temelinde kavranışını sunmayı
daha yararlı buluyorum. Narsisizmin böyle bir yapısal analizi, özel-
likle normal ve patolojik narsisizm arasındaki ayrımı açıklığa kavuş-
turmada yararlıdır.

NORMAL NARSİSİZMİN TANIMI


Hartmann'la (1950) aynı çizgide kalarak, normal narsisizmi kendiliğe
libidinal yatırım olarak tanımlıyorum. Kendilik, birden çok kendilik
temsilinden ve bunlarla bağlantılı duygu yatkınlıklarından oluşan ruh-
içi bir yapıdır. Kendilik temsilleri, kişinin önem taşıyan başkalarıyla
gerçek ilişkilerde ve bu kişilerin iç temsilleriyle, yani nesne temsille-
riyle fantezideki etkileşimlerde kendini algılayışını yansıtan duygu-
sal-bilişsel yapılardır. Kendilik, benin bir parçasıdır; ben, kendiliğe ek
olarak bahsi geçen nesne temsillerini ve aynı zamanda farklı kişisiz-
leşme, soyutlanma ve bütünleşme safhalarındaki ideal kendilik imge-
leriyle ideal nesne imgelerini içerir. Normal kendilik bütünleşmiştir,
zira kendiliğin bileşen kendilik temsilleri, dinamik olarak kapsayıcı
bir bütün halinde örgütlenmişlerdir. Kendilik, bütünleşmiş nesne tem-
silleriyle, yani "iyi" ve "kötü" ilkel nesne temsillerini başkalarının bü-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 273

tünleştirici derinlemesine imgeleri halinde içe almış nesne temsille-


riyle ilişki içindedir; aynı şekilde, kendilik, libidinal yatırım yapılmış
ve saldırgan yatırım yapılmış erken kendilik imgelerinden kaynakla-
nan çelişkili, "tamamıyla iyi" ve "tamamıyla kötü" kendilik imgeleri-
nin bütünleşmesini temsil eder.
Dolayısıyla, normal narsisizm, kendiliğe libidinal yatırımı yansıt-
masına karşın, kendilik, gerçekte libidinal yatırım yapılmış ve saldır-
gan yatınm yapılmış bileşenleri bütünleştiren bir yapı oluşturur; daha
basit bir şekilde ifade edersek, iyi ve kötü kendilik imgelerinin, çeşitli
bileşen kendilik temsillerini çözmek yerine içe alan gerçekçi bir ken-
dilik kavramı şeklinde bütünleştirilmesi, normal kendiliğe libidinal
yatırım için bir koşuldur. Bu aynı zamanda, normal sevgi yetisi için
sevgi ve nefretin bütünleştirilmesinin bir önkoşul olması paradoksu-
nu da açıklamaktadır.
Kendiliğin ve bütünleşmiş nesne temsillerinin bu tanımı, Sandler
ve Rosenblatt'ın (1962) "temsili dünya" betimlemesine ve Erikson'un
ben kimliği tanımına (1956) yakından karşılık gelmektedir. Klinik
olarak bütünleşmiş bir kendilik, kendilik yaşantısının hem tarihsel
(yani zaman içinde) hem de kesitsel (yani farklı psikososyal etkile-
şimlerde aynı anda var olan işleyiş alanlarında) sürekliliğiyle karakte-
rize olur. Bütünleşmiş bir kendiliğin yokluğu klinik olarak, hiç bütün-
leşmeden dönüşümlü olarak ortaya çıkan çelişkili, karşılıklı olarak
çözülmüş ya da bölünmüş ben hallerinin varlığından anlaşılır. Bu du-
rumda birey, o andaki yaşantılara karşıt olan yaşantılar sırasında ne
hissettiğini "hatırlayabilir", ancak bu farklı yaşantıları bütünleştire-
mez. Bütünleşmiş bir kendiliğin yokluğu, ayrıca kronik gerçek dişi-
lik, şaşırma ve anlayamama, boşluk hisleriyle ya da "kendilik duygu-
sunda" (Jacobson, 1964) genel bozulmalarla ve ayrıca kendini ger-
çekçi bir biçimde bütün bir insan olarak algılamada belirgin bir aczle
karakterize olur. Bu koşullar altında hasta, ilkel iç ruhsal süreçlerin
bilince ulaşabilmesi anlamında "içgörü"ye sahip olabilir, ancak bu il-
kel bilişsel ve duygusal yaşantıları hiçbir zaman daha yüksek düzey-
deki yaşantılarla ya da öznel yaşantılarını tamamıyla o andaki davra-
nışının kişilerarası alandaki etkisi ile bütünleştiremez. Bütünleşmiş
bir kendiliğin yokluğu, genelde nesne temsillerinde bir bütünleşme
yokluğu ile bir arada bulunduğu ölçüde bu nesne temsilleri yüzeysel,
"tamamıyla iyi" ya da "tamamıyla kötü" nesne karikatürleridir ve has-
ta, başkalarını algılayışını anlamlı bir bütün halinde bütünleştirmekte
büyük güçlük çeker; dolayısıyla, başkalanna karşı eşduyumu ya da
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 274

onları gerçekçi olarak derinlemesine değerlendirme yetisi çok azdır


ya da hiç yoktur ve davranışı, başkalarının -normalde kendiliğin eri-
şebildiği- süregiden, tutarlı, içselleştirilmiş bir modelinden ziyade o
andaki algılamaları tarafından düzenlenir.
Şimdi, narsisizmin, kendiliğe libidinal yatırım olarak tanımlanma-
sına dönelim: Kendiliğe böyle bir libidinal yatırımın, yalnızca içgü-
düsel bir libidinal enerji kaynağından değil, kendilik ile diğer iç ruh-
sal yapılar arasında birçok ilişkiden kaynaklandığını tekrar vurgula-
yalım. Bu yapılara, benin içindeki yapılar (narsisizmin sistem içi be-
lirleyicileri) ve diğer ruhsal aygıtlardaki, yani üstben ve iddeki (narsi-
sizmin sistemler arası belirleyicileri) yapılar da dahildir.
Jacobson (1964), normal "kendilik duygusunun", bireyin bütünleş-
miş bir kendilik farkındalığından kaynaklandığını, "kendilik değeri"
ya da "kendilik saygısı"nın ise böyle bütünleşmiş bir kendiliğe libidi-
nal yatırım yapılmasına bağlı olduğunu belirtmektedir. Kendilik de-
ğerinin ya da kendilik saygısının düzeyi ya da şiddeti, kendiliğe ne öl-
çüde narsisist yatırım yapılmış olduğuna işaret eder. Ancak, kendilik
değeri ya da kendilik saygısı, yalnızca "içgüdüsel yatınmlar"ın bir
yansıması değildir. Her zaman duygusal ve bilişsel bileşenlerin bir
kombinasyonunu yansıtır ve kendilik değeri ayarlamasının daha ilkel
düzeylerinde dağınık duygusal bileşenler hâkimken, daha ileri düzey-
lerinde "daha ölçülü" duygusal uzantıları olan bilişsel farklılaşma hâ-
kimdir. Dolayısıyla, kendilik değeri ya da kendilik saygısı, narsisist
yatırımın daha farklılaşmış düzeylerini temsil ederken, dağınık refah
duyguları, varoluştan haz alma duyguları, öfori ya da tatmin ifade
eden duygular, narsisizmin daha ilkel ifadelerini temsil etmektedir.
Demek ki, Jacobson'un da belirttiği gibi (1964), kendilik değerinin
üstben tarafından belirlenen ayarlanışının daha ilkel düzeylerinde,
kendilik saygısının başlıca göstergeleri hızlı duygudurum salınımlan-
dır. Üstben işleyişinin daha ileri düzeylerinde, kendiliğin daha kesin,
sınırlı bilişsel takdiri ya da eleştirisi, hızlı duygudurum salınımlarıyla
ayarlanışın yerini alır.
Kendiliğe içgüdüsel yatınım etkileyen yapılar, bunu yalnızca duy-
gusal ve bilişsel libidinal yatırımlar temelinde değil, aynı zamanda
saldırgan yatırım yapılmış etkileşimler temelinde de yaptığından, nor-
mal narsisizmin ayarlanması, yalnızca, bu ruhiçi yapılar tarafından
gerçekleştirilen libidinal yatırımların saldırgan yatırımlara nispi hâki-
miyeti temelinde anlaşılabilir. Klinik açıdan konuşursak, narsisist ve
libidinal yatırım tamamıyla, ancak libido ve saldırganlığın ruhiçi de-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 275

ğişimlerinin aynı anda yapılacak bir analizi bağlamında anlaşılabilir.


Kendiliğe libidinal yatırımı (yani normal narsisizmi) etkileyen ruh-
içi yapılar ve dış faktörler hangileridir?
1. İdeal Kendilik ve Ben Amaçları: Benin içindeki
bilinçdışı, önbi-linçli ve bilinçli ben amaçlan (ki ilkel ideal
kendilik imgelerinden olgun amaçlara doğru gelişimin
çeşitli safhalarını yansıtırlar), deyiş yerindeyse kendiliğin
aktüelliğinin sınandığı emel düzeyini temsil ederler.
Hartmann'ın da (1950) belirttiği gibi, üstbenden kaynaklanan
özeleştiriye ek olarak benin özeleştirel işlevleri vardır ve
kendilik değeri ayarlaması bu tür özeleştiri ile
gerçekleştirilir. Bibring (1953), kendilik haliyle ilgili bir
emel gerçekleşmediğinde ya da yitirildiğinde, benin
çaresizlik ve umutsuzluk yaşantısında depresyona bir
önyatkınlık nüvesi olduğunu belirtmiştir. Sandler ve
Rosenblatt (1962), gerçek ve ideal kendilik arasındaki
gerilimleri betimlerken bu mekanizmadan bahsetmişlerdir.
2. Nesne Temsilleri: Kendilik değerinin
ayarlanmasında, yani nar-sisist kaynaklar ya da kendiliğe
libidinal yatırım sağlanmasında yer alan diğer bir ben
yapısı, bütünleşmiş kendilikle yakın ilişkide bulunan iç
nesneler ya da nesne temsilleri dünyasıdır. Daha önce
(1971) yaşamdaki kriz ya da nesne yitimi dönemlerinde
nesne temsillerinin koruyucu işlevlerine değinmiş ve benin
hizmetinde gerilemenin kısmen, gerçeklikteki
düşkırıklıklannı telafi etmek üzere "iyi" nesne ilişkilerinin
kendiliğe sevgi ve onay verdikleri, geçmiş içselleştirilmiş
nesne ilişkilerinin gerilemeli canlanması olarak kabul
edilebileceğini söylemiştim.
3. Üstben Faktörleri: Üstbenin iki temel yapısı kendilik değerini
ayarlar. îlki, üstbenin talepleri ve cezalandırması temelinde benin
eleştirel bir değerlendirmesini yapan üstben yapılarının çeşitli düzey
lerinden oluşur. Jacobson'un (1964), üstben gelişiminin düzeyleri ve
duyguduramlardan gerçekçi özeleştiriye kadar giden işlevler yoluyla
kendilik üzerindeki düzenleyici etkileri çözümlemesi konumuzla ilgi
lidir. Üstbenin eleştirel ya da cezalandırıcı yönleri, kendiliğe eleştiri
getirerek ağırlıklı olarak "olumsuz" bir işlevle kendilik değerini ayar
lar. Kendilik değeri ayarlamasında söz konusu olan diğer üstben yapı
sı, ben idealidir (ki bebeklikten ve küçük çocukluktan başlayarak üst
ben içine alınan ideal nesne imgelerinin ve ideal kendilik imgelerinin
bütünleşmesinin bir sonucudur); ben ideali, kendilik, taleplerine ve
beklentilerine uygun olarak davrandığı takdirde kendilik değerini ar
tırır. Schafer (1960), ben idealinin bu koruyucu işlevine değinmiştir.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 276

Klinik olarak, bu özel üstben yapısının yetersiz bütünleşmesinden va


da hiç bütünleşmemesinden muzdarip bazı hastaların, nasıl dış hay-
ranlık, sevgi ve takdir kaynaklarına aşırı bağımlı hale geldiklerini
gözlemek çarpıcıdır.
4. İçgüdüsel ve Bedensel Faktörler: Şimdi idle
bağlantılı yapılara dönelim: Temel içgüdüsel ihtiyaçlar
karşılandığı ve kendilik iç Jhtj. yaçlarını çevrenin
gereklilikleriyle tatminkâr bir şekilde uzlaştırabil-diği
zaman, kendilik değerinde bir artış olur. Diğer bir deyişle,
itkilerin doğrudan benle bağdaşık ifadesi ve özellikle de
içgüdüsel ihtiyaçların yüceltilmiş ifadesi, narsisist doyum
sağlar. Genel olarak sağlıklı olma, hem kendiliğin
bütünlüğünü hem kendiliğe libidinal yatırımı tekrar teyit
eder. İlk kendilik temsilleri, vücut imgelerinden güçlü bir
şekilde etkilendiklerinden ve en erken iç ruhsal içgüdüsel
doyum, fizyolojik dengelerin yeniden kurulmasıyla
yakından bağlantılı olduğundan, fiziksel sağlık ve hastalık,
narsisist yatırımın normal ve anormal dengesini önemli bir
biçimde etkiler.
5. Dış Unsurlar: Normal kendilik değeri
ayarlamasını etkileyen gerçeklikle ilgili faktörler şu şekilde
sınıflandırılabilir: 1) Dış nesnelerden kaynaklanan libidinal
doyumlar; 2) ben amaçlarının ve emellerinin sosyal
etkililikte ya da basanda doyumu ve 3) yaşanan çevrede
gerçekleştirilen entelektüel ya da kültürel emellerin
doyumu. Bu son doyumlar, değer öğeleri içerirler ve
gerçeklik unsurlarının yanında üstben ve ben taleplerini de
yansıtırlar. Kendilik değerini ayarlamada, daha önce bahsi
geçen psikososyal ve psikobiyolojik sistemlere ek olarak
kültürel, ahlaki ve estetik değer sistemlerinin önemini
yansıtırlar.
Özetle, dış nesnelerden gelen sevgi ya da doyumla, gerçek hayatta
başarıyla, kendilik ve üstben yapıları arasındaki uyumun artmasıyla,
iç nesnelerden gelen sevginin yeniden teyit edilmesiyle ve doğrudan
içgüdüsel doyum ve fiziksel sağlıkla, kendiliğe libidinal yatırımda bir
artış olur.
Normalde, kendiliğe yapılan libidinal yatırımın artması, nesnelere
yapılan libidinal yatırımın da artmasına yol açar: Libidinal yatırımı
artmış, kendiyle barışık ve -deyiş yerindeyse- mutlu bir kendilik, dış
nesnelere ve bu nesnelerin içselleştirilmiş temsillerine daha fazla yatı-
rım yapabilir. Genel olarak, narsisist yatırım arttığında, buna paralel
olarak sevme ve verme, minnet duyma ve ifade etme, başkaları için ta-
sa duyma ve cinsel sevgi, yüceltme ve yaratıcılık yetisi de artar. Dış
nesnelere ve bu nesnelerin iç temsillerine normal libidinal yatırım,
nesnelere karşı ilkel, karşılıklı olarak çözülmüş ya da bölünmüş sevgi
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 277

ve nefret ifadelerinin üstesinden gelinmeye yakından bağlı olduğun-


dan, kendiliğe yapılan libidinal yatırımın artması, kendiliği nesnelere
karşı "iyiliği" konusunda da rahatlatır ve nesne bağlarım pekiştirir. Bir
metaforla ifade edecek olursak, kendiliğin pilinin doldurulması, ikin-
cil olarak nesnelere libidinal yatınm pilinin tekrar dolmasına yol açar.
Dış sevgi kaynaklarının yitimi, ben amaçlarına ulaşamama ya da
ben beklentilerine uygun olarak yaşayamama, üstben için kabul edile-
mez olan içgüdüsel isteklere tepki olarak gelişen üstben baskıları, ben
idealinin beklentilerine uygun olarak yaşayamama, içgüdüsel ihtiyaç-
ların genel olarak engellenmesi ya da fiziksel hastalık gibi koşullar al-
tında kendiliğe yapılan libidinal yatınm azalır. Bu alanların herhangi
birinde kayıp ya da başarısızlık, yankısını diğer alanlarda duyurabilir.
Örneğin patolojik yasta, bir nesnenin dış yitiminin neden olduğu nar-
sisist yara, nesnenin yitimi nedeniyle duyulan bilinçdışı suçluluğu
yansıtan üstben baskılarında bir artış ve ikincil olarak kendiliğin nes-
ne temsillerinden aldığı libidinal yatırımda bir zayıflama ile pekişir;
üstben baskısı, kendiliği, dış nesnelerin yanı sıra iç nesnelerin de sev-
gisine layık olmadığına ikna eder. Dolayısıyla, kendiliğe libidinal ya-
tırımı düzenleyen çeşitli ruhiçi yapılar, birbirlerinden ayn görülemez-
ler; genel dinamik bir denge içinde ele alınmaları gerekir.
Örneğin, normal yasın işlenme süreci, yalnızca kendiliğe libidinal
yatırımların yeniden kurulmasını değil (kendiliğin yitirilen nesneye
olan libidinal yatırımı ve bu nesnenin özelliklerini edindiği özdeşleş-
me süreçleriyle), aynı zamanda ve çok önemli bir biçimde, yitirilen
nesneyi yansıtan nesne temsillerinin ve diğer ilintili "iyi" içselleştiril-
miş nesnelerin eski haline getirilmesini ya da kuvvetlendirilmesini
içerir; içselleştirilmiş nesnelere libidinal yatırım ise bu nesnelerin
kendiliğin potansiyel libidinal doyum kaynakları olarak ulaşılabilirli-
ğini güçlendirir.
Normal narsisizm, kendiliğin ve daha önce bahsi geçen diğer ilintili
iç ruhsal yapıların yapısal bütünlüğüne bağlıdır. Normal narsisizm,
aynı zamanda kendilikle diğer tüm bu yapılar arasındaki ilişkilerde
yer alan libidinal ve saldırgan dürtü türevleri arasındaki dengeye de
bağlıdır. Narsisizmi düzenleyen bahsi geçen çeşitli yapılardan ve dış
gerçeklikten kaynaklanan kendiliğe saldırgan yatınm, kendilik değe-
rini azaltır. Buna ek olarak normal narsisizm, kendinden beklentiler,
emeller, örnekler ve ideallerin erişkin niteliği ve olgunluğu (çocuksu
özelliklerden farklı olarak) temelinde, kendilik ve kendilikle ilintili iç
ruhsal yapıların gerçekleştirdiği oluşumsal düzeye de bağlıdır. Örne-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 278

ğin, kendiliğin, üstbenin ve ben idealinin yapısal bütünlüğü ve içsel-


leştirilmiş nesne ilişkilerinin bütünleşmesi gerçekleşmiş olabilir, an-
cak yine de çocuksu narsisist amaçlar ve çatışmalara bir saplanma
olabilir. Bu kümelenme, nevrotik tepkileri ve karakter patolojisi olan
çoğu hastada tipiktir.

PATOLOJİK NARSİSİZM
Genel olarak, tüm nevrotik çatışmalar, kendiliğin daha önce sözü edi-
len çeşitli altyapı ve yapılarla yerinde ve yeterli ilişkileri üzerinde
olumsuz etki yaratır. Örneğin, cinsel itkilere karşı patolojik derecede
ciddi yasaklamalar (çözülmemiş oidipal uzantıları nedeniyle), kendi-
liğin dış nesnelerle çatışmalı ilişkilerinde, kendilik üzerinde aşın üst-
ben baskılarında ve benin yüceltme potansiyelinin azalmasında yan-
sır; bunların hepsi de, benliğin libidinal kaynaklarına ulaşılabilirliği
çeşitli yollardan etkiler. Aynı zamanda, başkalarıyla doğrudan çatış-
malı ilişkilere ve yasaklanmış oidipal itkilerle doğrudan yüzleşmeye
karşı savunma olarak patolojik karakter örüntülerinin kurulması, be-
nin ve kendiliğin işleyişini korur; patolojik karakter örüntüleri kendi-
lik değerini de korur, yani narsisist işlevleri vardır. Dolayısıyla, nev-
rotik tepkileri ve karakter patolojisi olan tüm hastaların "narsisist so-
runları" vardır: Kendiliğin patolojik bir incinebilirliği vardır; bunun
karşısında, patolojik karakter özellikleriyle savunma yapılır; bu ne-
denle, bu karakter özellikleri analitik olarak açımlanıp çözüldüğünde,
narsisist engellenmeler ve çatışmalar canlanır. Ancak bundan sonra
ben beklentilerinin, amaçlarının ve üstben taleplerinin içeriğinin, be-
nin nispeten çatışma içermeyen alanlarının olgun narsisist emel ve
beklentileriyle karşılaştırıldığında bunlardan farklı olarak çocuksu bir
düzeyde kalmış olduğu keşfedilir.
Genelde, saldırganlık çevresindeki çatışmaların canlanması (bu ça-
tışmalar kendiliğe ve iç ve dış nesnelere libidinal yatırımın hâkim olu-
şunu ya da ulaşılabilirliğini azaltır) ve bunun yanında nispeten iyi bü-
tünleşmiş bir ben ve kendiliğe yerleşmiş bulunan nevrotik çocuksu
çatışmalara saplanma ya da gerileme, normal narsisizmin geniş bir
engellenme ve/veya çarpıtma kaynağını temsil eder. Tüm bunlar, kli-
nik olarak karşılaşılabilecek en hafif narsisist bozukluk biçimini oluş-
tururlar.
Daha ciddi bir narsisist bozukluk türü, kendiliğin ağırlıklı olarak
patojen içselleştirilmiş bir nesneye göre biçimlenecek ölçüde patolo-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 279

jik özdeşleşme süreçleri geliştirdiği, bu sırada kendiliğin (böyle bir


nesneyle ilişkide) önemli yönlerinin nesne temsillerine ve dış nesnele-
re yansıtıldığı vakalarda görülebilir. Bu daha ciddi narsisist patoloji
türü, (iç ruhsal nesne ilişkileri yaşamlarında ve dış yaşamlarında) bir
nesneyle özdeşleşen ve kendi (geçmiş ya da şimdiki) kendiliklerinin
yerini tutan bir nesneyi seven bireylerde söz konusudur. Freud (1914),
eşcinsellerin, kendilerini temsil eden sevgi nesneleri seçmelerinin,
kendisini narsisizmin tezini benimsemeye götüren başlıca nedenler-
den biri olduğunu belirtmiştir. Freud, bu eşcinsellerin sevgi ilişkileri-
ni, önemli bir ebeveyn imgesini temsil eden bir nesneye "anaklitik" ya
da bağlanma türü bir sevgiden farklı olarak, "narsisist" olarak betimle-
miştir. Bu durumu daha fazla incelemek için, bir kez daha normal bir
nesne ilişkisinin libidinal açıdan getirdiği sonuçları gözden geçirelim:
Bir nesneyle normal ilişki, "nesne libidinal" ve "narsisist" bağların
yerinde ve yeterli bir karışımını temsil eder, zira nesnelerle doyum
sağlayıcı ilişkide bu nesnelere yatırımla kendiliğe yatırım yakın ilişki
içindedir (Van der Waals, 1965). Ancak, kendiliğin bir nesneyle libi-
dinal ilişkide olduğu böyle bir bağlamda, nesne ilişkisinin niteliği az
ya da çocuksu olabilir, böylece kendilik nesneyle -bağımlılık, talep-
kârlık ve minnetin karışmış bir halde bulunduğu- tamamıyla "anakli-
tik", çocuksu bir sevgi arayışından, -olgun, aydınlanmış bir kendilik
sevgisinin nesneye derinlemesine olgun bir yatırımla yoğunlaştığı-
erişkin bir karşılıklılık türüne kadar giden bir yelpazede ilişkiye gire-
bilir. Hem erişkin hem çocuksu narsisizm "bencillik" içerir, ancak
normal erişkin narsisizminin kendiliğe yatırımı, olgun amaçlar, ideal-
ler ve beklentiler temelinde iken, normal çocuksu kendiliğe yatırım,
çocuksu, teşhirci, talepkâr ve güce yönelik çabalar temelindedir. Hem
erişkin hem normal çocuksu narsisizm, nesne yatırımını içerir, ancak
yine bunlar, erişkin karşılıklılığa karşı çocuksu idealleştirme ve ba-
ğımlı yönelim temelinde farklıdırlar. Dolayısıyla "anaklitik" ilişkiler,
hem kendilik yatırımında hem nesne yatırımında gerilemeli özellikler,
yani narsisist ve nesne bağlantılı erişkin yatırım karışımından bu
bağların çocuksu karışımına bir gerileme içerir.
Üstbenin (özellikle de ben idealinin) oluşumsal konumu ve oidipal
çatışmaların ağırlıklı sonucunun niteliği (örneğin, genital dönem ön-
cesi libidinal evrelere saplanma ve/veya gerilemenin ağırlıklı olması),
bir nesne ilişkisinin ne ölçüde "anaklitik" olduğunu, yani, bu ilişkide,
hem kendilik hem de nesne yatırımını bağımlılık ihtiyaçlarının renk-
lendirdiği normal çocuksu özelliklere ne ölçüde gerileme ya da sap-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 280

lanma olduğunu etkiler. Kısacası, normal nesne ilişkileri, narsisist ya-


tırımın ve nesne yatırımının bir karışımını içerir ve narsisist ve nesne
bağlarının niteliği, genel psikolojik gelişim düzeyine bağlı olarak de-
ğişir. Freud'un "anaklitik" nesne sevgisi türünde söz konusu olan, bu
ilişkinin hem narsisist hem de nesne yatırımında gerilemeli çocuksu
özelliklerdir.
Şimdi daha önce bahsi geçen daha ciddi narsisist bozukluk türüne
geri dönelim. Kendiliğe libidinal yatırım, kendilik, kendiliğin yerini
tuttuğu için sevilen bir dış nesneye yansıtılırken, kendiliğin bir nes-
neyle özdeşleşmesi koşulu altında gerçekleştirildiğinde, durum daha
önce bahsi geçen narsisizmin normal özelliklerinden tamamıyla fark-
lıdır. İlk olarak Freud'un "narsisist" olarak adlandırdığı bu nesne iliş-
kisi türü, daha önce bahsi geçen daha hafif narsisist patolojiden (bu
patoloji yalnızca hem kendiliğe hem de nesneye çocuksu -olgun ol-
mayan- libidinal yatırıma bir gerileme ve/veya bir saplanmayı temsil
etmektedir) niteliksel olarak farklı ve daha ciddi bir narsisist patoloji
türünü temsil etmektedir. Ancak, bir nesneyle özdeşleşmiş kendiliğin
(örneğin, bazı erkek eşcinselliği vakalarında, oral olarak veren ve ko-
ruyucu anneyle) kendilikle özdeşleştirilen bir nesneyle (sözü edilen
erkek eşcinselliği vakalarında çocuksu, bağımlı kendilik) bu daha pa-
toloji ilişkisi içinde, bir nesne ilişkisinin hâlâ mevcut olduğu vurgu-
lanmalıdır. Bu ilişki, hem iç ruhsal olarak hem de dış etkileşimlerde
kendilik ile nesne arasında bir ilişkidir.
Daha da ciddi bir narsisist patoloji türü, ilişkinin artık kendilik ve
nesne arasında değil, ilkel patolojik büyüklenmeci bir kendilik ve bu
büyüklenmeci kendiliğin nesnelere geçici yansıtılışı arasında olduğu,
nesne ilişkilerinin daha da derin bir bozulmasıyla karakterize olur.
("Büyüklenmeci kendilik", Kohut'un önerdiği (1971) ve benim de
Kohut'un klinik betimlemesine uygun olarak, ancak onun önerdiğin-
den farklı bir metapsikolojik analiz bağlamında kullandığım bir te-
rimdir.) Burada ilişki, artık kendilikle nesne ya da nesneyle kendilik
arasında değil, kendilikle kendilik arasındadır. Gerçekten yalnızca bu
son durumda bir nesne ilişkisinin yerini narsisist bir ilişkinin aldığı
söylenebilir.
Bu durum, kendiliğin temsilleri olarak görülen başka nesnelerle
karşılıklı özdeşleşmeler gerçekleşirken, aynı zamanda nesnelerin ol-
dukları gibi, gerçekçi bir şekilde değerlendirildikleri bazı normal ko-
şullar altında -örneğin ergenlikte- meydana gelen durumdan çok
farklıdır. Erken ergenliğin normal arkadaşlıklarında (eşcinsel çatış-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 281

maların ve çocuksu libidinal yatırımların türevlerini de içerebilir),


ideal bir kendiliğin geçici ya da kısmi olarak kendiliğe benzer olarak
algılanan bir nesneye yansıtılması, bu nesneyle nesne-libidinal bağ-
larla birlikte mevcuttur ve patolojik büyüklenmeci bir kendiliğin diğer
nesnelere yansıtılmasından tamamıyla farklı bir niteliğe sahiptir. Bu
farkları ayrıntılı olarak daha önceki bölümlerde (8 ve 9) çözümledim.
Patolojik büyüklenmeci bir kendiliğin, geçici olarak yansıtılmış
patolojik büyüklenmeci bir kendilikle ilişkisi, patolojik narsisizmin en
ciddi biçimini temsil eden özgül bir karakter patolojisi olan narsi-sist
kişiliğin karakteristiğidir.
Şu ana kadar bahsi geçen üç narsisizm patolojisi düzeyi olan:
1) normal erişkin narsisizmden normal çocuksu narsisizme
gerileme,
2) kendilik bir nesneyle özdeşleştirilirken, kendiliği temsil eden
bu nesneyle ilişki, ve 3) büyüklenmeci bir kendiliğin geçici
olarak yansıtılmış büyüklenmeci bir kendilikle olan ilişkisi,
düzeylerinde hep bütünleşmiş bir kendilik yapısı söz
konusudur. Bütünleşmiş böyle bir kendilik; gerilemiş ya da
çocuksu saplanmış kendilik, bir nesneyle ağırlıklı
özdeşleşmeler nedeniyle çarpıtılmış bir kendilik, ya da pato-
lojik büyüklenmeci bir kendilik (narsisist kişiliklerin
karakteristiği) olabilir. Tüm bu koşullardan farklı olarak,
bütünleşmiş bir kendilik eksikliği (genel olarak çözülmüş ya
da bölünmüş kendilik ve nesne temsilleri) gösteren hastalar
vardır: Sınır kişilik örgütlenmesi olan (patolojik
büyüklenmeci bir kendilik yapısı yoğunlaşması olmaksızın)
hastalar. Bu vakalarda, belli bir kendilik temsiliyle
özdeşleşilir-ken belli bir nesne temsilinin dış bir nesneye
yansıtılması ile, bir nesne temsiliyle özdeşleşilirken belli bir
kendilik temsilinin dış nesneye yansıtılması arasında hızlı
gidiş gelişler gözlenir. Bu vakalarda, nesne ilişkileri değişken
ve kararsızdır ve çeşitli narsisist rahatsızlık türleri, kaotik bir
şekilde dönüşümlü olarak ortaya çıkar. Bu vakaları, özel bir
narsisizm patolojisi olarak değil, içselleştirilmiş nesne
ilişkilerinde genel bir patolojiyi temsil eden vakalar olarak
kabul etmek tercih edilir görünmektedir. Son olarak, kendilik
ile nesne temsilleri arasında ayrışma yokluğunun olduğu,
yani psikotik özdeşleşmeler gösteren vakalar vardır
(Jacobson, 1954 ve 1964). Burada, psikotik çatışmalar ve
savunmalar genelde, başkalarıyla farklılaşmış ilişkileri
yansıtan narsisist ve nesne libidinal yatırımlara hâkimdir. Bu
koşullar altında, nesne yatırımlarını kendilik yatırımlarından
ayırt etme çabalarının yerinde olduğunu düşünmüyorum;
kendilik ve nesne hâlâ (ya da yine) kaynaşmıştır.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 282

Şu ana kadar söylediklerimin, narsisizmin klinik teorisiyle ilgili


olarak ortaya çıkan genel bir sonucu, yalnızca ekonomik hususların
(yani, narsisist yatırımın şiddeti ya da miktarı ile ilgili hususların) ele
alınmasının, narsisizmin normal ya da patolojik doğası hakkında ger-
çekte pek fazla şey söylemediğidir; yalnızca içselleştirilmiş nesne
ilişkilerinin, deyiş yerindeyse genel metabolizmasının şiddetini yan-
sıtırlar. Ayrıca, kendilik ve nesnelerin libidinal yatırımının şiddeti,
saldırganlığın yatırımının değişmesiyle yakından ilişkilidir ve bu de-
ğişme bağlamında değişir; dolayısıyla, ekonomik hususların ele alın-
ması, hem saldırgan hem libidinal bağların birlikte analizini içermeli-
dir. Bu analizin diğer genel bir sonucu şudur: Dış nesnelere narsisist
yatırımları ve nesne bağlantılı yatırımları, ağırlıklı olarak bu dış nes-
nelerle ilişkinin doğasının kişilerarası gözlemlenmesi temelinde belir-
leme gayretleri, bana öyle geliyor ki psikanalitik düşüncenin normal
ve patolojik narsisizmle ilgili olarak en özgül yönlerinin yitirilmesine
yol açacak ve bunun yerine "içe dönüklük" ve "dışa dönüklük" doğ-
rultusunda basite indirgeyici psikososyal bir modeli koyacaktır. Nor-
mal ve patolojik narsisizmin doğası, yalnızca, dış nesne ilişkilerine ek
olarak ruhiçi nesne ilişkilerinin psikanalitik açımlanmasıyla ve içsel-
leştirilmiş nesne ilişkilerini etkileyen ekonomik faktörlerin incelen-
mesine ek olarak bu ilişkilerin yapısal bir analiziyle kesinliğe kavuş-
turulabilir.

NARSİSİST PATOLOJİNİN BU ŞEKİLDE


KAVRAMSALLAŞTIRILMASININ BAZI TANISAL
UYGULAMALARI
Önemli bir pratik sorun, ergenlikte normal narsisist gelişimleri, pato-
lojik olanlardan ayırt etmektir. Deutsch (1944) ve Jacobson (1964),
ergenlik sırasında narsisizm tezahürlerinde bir artış olduğunu belirt-
mişlerdir. Bana göre bu artış, yalnızca niceliksel olarak değil, nitelik-
sel olarak da -yani, ergenin iç ruhsal yapısında ortaya çıktıkça çeşitli
kendilik ve nesne yatırımı kümelenmelerinin sürekliliği temelinde-
anlaşılmalıdır.
Birincisi, ergenin narsisizm artışının en normal tezahürü, hem libi-
dinal yatırımın nesne temsillerinden kendilik temsillerine niceliksel
bir kayışını hem de kendilik ve nesne arasında daha çocuksu ilişkilere
doğru niteliksel gerilemeli bir kayışı -örneğin, çocuksu bir arzu olan
anne tarafından sevilme ve hayran olunma arzusu- yansıtan, kendiyle
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 283

meşgul olma, kendiyle ilgili daha fazla tasa duyma ve büyüklenmeci,


teşhirci ya da güç yönelimli fanteziler biçimi altında kendiliğe libidi-
nal yatırımındaki artıştır.
Ergenin narsisizminde ikinci ve daha patolojik bir tür artış, kendili-
ğin çocuksu nesnelerle patolojik bir özdeşleşmesini ve çocuksu ken-
diliği temsil eden nesne arayışını yansıtır. Daha önce de belirttiğim
gibi bu, ergenliğin erken dönemlerinde kendiliğe benzer özellikler ta-
şıyan nesne seçimlerinde -bu nesnelere samimi ilgi ve sevginin de ya-
tırıldığı- normal artıştan farklıdır: Bu durumda, narsisist ve nesne yö-
nelimli yatırımlar birbirine karışmış bir durumda bulunur. Buna karşı-
lık daha patolojik narsisist gelişimlerde, kendiliğin nesnelere yansıtıl-
ması nesne bağının yerini alırken, kendilik, böyle bir nesneyle etkile-
şimde, canlanan içselleştirilmiş çocuksu nesne ilişkisini temsil eder.
Ergenlikte bazı eşcinsel gelişimler, bu tür narsisist gerilemeyle ilinti-
lidir.
Üçüncü ve daha da patolojik bir durumda, bazı ergenlerde, ilkel pa-
tolojik büyüklenmeci bir kendiliğin yansıtıldığı (bu durum psikanali-
tik açımlamada ortaya çıkar) nesnelere karşı bir yönelim olduğu, bu sı-
rada da hastanın hâlâ büyüklenmeci kendiliği muhafaza ettiği, yani da-
ha önce sözü edilen "kendilikle kendilik" arasında bir ilişki olduğu gö-
rülebilir. Bu, narsisist kişilik yapısı durumudur ve erişkinlikte olduğu
kadar ergenlikte de en ciddi narsisist patoloji türünü temsil eder. Kli-
nik açıdan bakıldığında, bu ergen hastalarda, karakteristik büyüklen-
mecilik, küçümseme, başkalarının gerçekçi yönlerini incelikli bir şe-
kilde ayırt etme yetisinin olmaması, kendi haklılığından emin olma ve
sömürücü ya da asalak eğilimler görülür. Ayrıca tipik olarak zafer,
hayranlık ya da hemen ihtiyaç doyumu getiren faaliyet ve ilişkilere yo-
ğun yatırım dönemleri ile, bu dönemlerle dönüşümlü olarak büyüklen-
meciliklerine kaynak sağlayamayan görevlerin, ilişkilerin ve faaliyet-
lerin apar topar bir kenara bırakılması dönemleri -başarısızlığa karşı
kendilerini korumak için sosyal gerçekliğin çeşitli yönlerinden kendi-
lerini çekerler ve bunlan değersizleştirirler- görülür.
Genelde, ergenlikte narsisist yatırımın artışı ne kadar normalse, bu-
nu niceliksel terimlerle betimlemek de o kadar mümkündür; yine de,
her zaman niteliksel bir öğe vardır. Narsisist kayışlar ne kadar patolo-
jikse, bunları yalnızca niceliksel terimlerle o kadar az anlayabiliriz ve
durumu yapısal olarak açıklığa kavuşturmaya, yani söz konusu pato-
lojik nesne ilişkilerinin doğasını açıklığa kavuşturmaya o kadar çok
gereksinim duyarız.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 284

Narsisizmin bu yapısal analizinin diğer bir uygulaması olarak, şim-


di erkek eşcinselliğinin çeşitli türlerini inceleyelim. Erkek eşcinselli-
ğini, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin patolojisinin ciddiyet derecesi-
ne göre bir süreklilik üzerinde sınıflayabiliriz. Birincisi, eşcinsel iliş-
kinin oidipal rekabete karşı bir savunma olarak aynı cinsiyetten ebe-
veyne cinsel bir boyun eğişi yansıttığı ve genital, oidipal faktörlerin
ağırlıklı olduğu eşcinsellik vakaları vardır. Bu vakalar, en nevrotik ve
en ketlenmiş eşcinsel hasta türünü temsil ederler ve genelde psikana-
litik tedavi için en iyi seyire sahiptirler. Bu vakalarda, çocuksu boyun
eğici oidipal kendilik, hükmedici, yasaklayıcı oidipal babayla ilişki-
dedir ve bu tür erkek eşcinselliğinde altta yatan, çoğu zaman yasakla-
nan oidipal anneye karşı cinsel itkilerden vazgeçmenin bir sonucu
olarak heteroseksüel gayretlerin bastırılmasıdır.
İkinci ve daha ciddi bir türde, erkek eşcinselin, annesinin bir imge-
siyle çatışmalı bir özdeşleşmesi vardır ve eşcinsel nesnelerine kendi
çocuksu kendiliğinin bir temsili olarak davranır. Freud'un 1914'te nar-
sisizm üzerine yazısında sözünü ettiği bu narsisist yatınm türünde, dış
eşcinsel nesneye yatınm, eşcinsel nesnenin kendiliğin yerini tutması
anlamında gerçekten de "narsisisf'tir. Ancak, bu eşcinselik türü, daha
önce sözü edilenden daha narsisist olmasına karşın, eşcinsel bağda
canlandırılan bir nesne ilişkisinin (anne ile çocuk arasındaki ilişkinin)
hâlâ var olduğu vurgulanmalıdır. Bu tür eşcinsellik için seyir, daha
önce bahsi geçen türe oranla daha olumsuzdur. Genelde bu vakalarda
genital dönem öncesi çatışmalar genital çatışmalardan daha ağırlıklı-
dır ve nesne ilişkilerinde daha ciddi bozulmalar görülür. Çeşitli ciddi
karakter patolojisi türleri, bu eşcinsellik türüyle bağdaşır. Ancak, bu
hastalar nevrotik olarak da olsa, nesnelerine derin bir sevgi duyabilir-
ler; ve bazen eşcinsel eşleri için anaç tasaları, yüceltme işlevleri olan
ve nesneyle ilişkiye derinlik veren ebeveyn özdeşleşmeleri öğeleri
içerir; böylece hem narsisist hem de nesne bağlantılı özellikler mev-
cuttur.
Üçüncü bir eşcinsel ilişki türünde, eşcinsel eş, hastanın patolojik
büyüklenmeci kendiliğinin bir uzantısı olarak "sevilir" ve dolayısıyla,
kendilikle nesne, nesneyle kendilik arasında bir ilişki değil, (patolojik
büyüklenmeci) kendilikle kendilik arasında bir ilişki buluruz. En ciddi
tür olan bu eşcinsel ilişki türü, tam anlamıyla narsisist kişilik yapısı
bağlamında söz konusu olan eşcinselliğin karakteristiğidir ve seyir
açısından en ciddi eşcinsellik türünü oluşturur. Ancak, paradoksal bir
biçimde, narsisist kişilik yapısı ve patolojik büyüklenmeci kendiliği
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 285

olan hastalar, yüzeyde çoğu zaman daha az ciddi karakter patolojisi


türleri olan hastalara oranla daha iyi işlev gördüklerinden (8. Bölüm),
sosyal olarak daha iyi işlev gören bazı eşcinseller aslında en ciddi eş-
cinsellik patolojisine sahip olabilirler. Bu vakalarda, yansıtılmış bü-
yüklenmeci kendiliği temsil eden nesnelere yatırım yapılması genel-
de geçici ve yüzeyseldir; nesnenin derinlemesine farkındalığı ya da
nesneye eşduyum yoktur; bu durum da hem nesne temsillerinin hem
de -patolojik büyüklenmeci kendilikten farklı olarak- gerçek kendili-
ğin bütünleşme eksikliğine denk düşer.
Dolayısıyla, yukarıda betimlendiği üzere narsisizmin, normal eriş-
kin ilişkiyle kendilikle kendilik arasındaki en ciddi patolojik ilişki
arasındaki yelpazenin neresinde yer aldığını tanımlamanın, tanı, seyir
ve tedavi açısından çok önemli pratik sonuçlan vardır. Çoğu sempto-
matik nevroz vakaları ve daha az ciddi ya da "üst düzey" karakter pa-
tolojisi türleri (Kernberg, 1970), normal çocuksu narsisizme belli bir
ölçüde saplanma ve/veya gerileme -bunun sonucu olarak da çeşitli
çocuksu büyüklenmecilik, teşhircilik ve talepkârlık türlerini yansıtan
fantezi ve ideallerde bir artış- gösterse de, bu gerileme, tanı, seyir ve
terapi açısından özel sonuçlar doğurmaz. Ancak tüm bu vakalarda pa-
tolojik karakter özelliklerinin işlevlerinden birinin, kendilik değerinin
korunması olduğu ve dolayısıyla nevrotik bir karakter yapısını değiş-
tirme yönünde analitik çabaların, her zaman narsisist bir yara sonucu-
nu da içerdiği akılda tutulmalıdır (Reich, 1949).
Kendiliğin çocuksu bir nesneyle patolojik özdeşleşmesinin olduğu
ve dış nesne seçimlerinin kendiliğin bu nesnelere yansıtılması teme-
linde yapıldığı vakalar, genelde daha ciddi karakter patolojisi türleri
ve önemli eşcinsel çatışmalar gösterirler. Nesnelerle ilişkilerinin nar-
sisist doğası daha ağırlıklı olmakla birlikte, bu hastalar genelde psika-
nalitik teknikte özgül değişiklikler gerektirmezler. Görünür ya da bas-
tırılmış eşcinsellik gösterseler dahi, açımlayıcı psikoterapi ya da psi-
kanaliz için seyir olumsuz değildir.
Üçüncü ve en ciddi patolojik narsisizm türü, narsisist kişiliklerin
karakteristik patolojik narsisizmidir. Bunları başka bir yerde betimle-
dim (8. ve 9. Bölümler) ve burada bu sendromu yalnızca özetleyece-
ğim. Bu hastalar, aşırı derecede kendileriyle meşguldürler ve yüzey-
sel olarak pürüzsüz ve etkili bir sosyal uyum gösterirler, ancak insan-
larla içsel ilişkilerinde ciddi çarpıtmalar vardır. Çeşitli kombinasyon-
larda şiddetli hırs, büyüklenmeci fanteziler, aşağılık duyguları ve dış
hayranlık ve takdire aşın bağımlılık gösterirler; kronik sıkıntı ve boş-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 286

luk hislerinden muzdariptirler, devamlı olarak parlaklık, zenginlik,


güç ve güzellik uğrunda doyum sağlama arayışındadırlar ve sevme ve
başkaları hakkında tasa duyma yetilerinde ciddi kusurlar vardır. Di-
ğer ağırlıklı özellikler, başkalarını eşduyumsal anlama yetisinin olma-
yışı, yaşamlarıyla ilgili kronik olarak emin olmama ve hoşnutsuzluk,
başkalarına karşı bilinçli ya da bilinçdışı sömürücülük ve acımasızlık
ve özellikle de, kronik yoğun haset ve bu hasete karşı savunmaların
varlığıdır.
Psikanaliz ve tüm psikoterapi tedavisi türleri için bu vakalarda se-
yir, her ne kadar psikanalitik teknikte son zamanlardaki ilerlemenin
bir sonucu olarak daha iyi olsa da, daha önce bahsi geçen diğer tüm va-
kalara oranla daha olumsuzdur; bu karakter patolojisi türüne sahip
hastalardaki cinsel sapmalar tedaviye çoğu zaman oldukça dirençlidir.

NARSÎSÎST KİŞİLİKLERİN TEDAVİSİ


Literatürde, genel olarak sınır durumlar ile narsisist kişilik arasındaki
ilişki konusunda bir karışıklık söz konusudur. Bu konuda daha önce
söylediklerimi özetlersem (8. ve 9. Bölümler), narsisist kişiliklerin
benlerinin yapısal özellikleri ve savunma örgütlenmeleri, sınır kişilik
örgütlenmesine hem çarpıcı bir şekilde benzer hem de ondan belirli
açılardan farklıdır.
Sınır durumlarla benzerlik, karşılıklı olarak çözülmüş ya da bölün-
müş ben hallerinin varlığında yansıdığı şekliyle bölme ya da ilkel çö-
zülme mekanizmalarının hâkimiyetinde yatmaktadır. Böylece, narsi-
sist kişiliklerde yüksekten bakan büyüklenmecilik, utangaçlık ve aşa-
ğılık hisleri, birbirlerini etkilemeden bir arada bulunabilir. Bölme me-
kanizmaları, ilkel yansıtma ve idealleştirme türleri, tümgüçlü dene-
tim, narsisist geri çekilme ve değersizleştirmeyle pekişir: Tüm bu sa-
vunmalar, hem sınır kişilik örgütlenmesinin hem narsisist kişiliklerin
karakteristiğidir.
Narsisist kişilik yapısı ile sınır durumlar arasındaki fark, narsisist
kişilikte, oldukça patolojik, "büyüklenmeci" -Kohut'un önerdiği bir
terim (1971)- olmasına karşın bütünleşmiş bir kendiliğin olmasıdır.
Düşünceme göre bu büyüklenmeci kendilik, bebeklikte ve küçük ço-
cukluktaki ideal nesnelerin, ideal kendiliğin ve gerçek kendiliğin ge-
lişmemiş biçimlerinin patolojik bir yoğunlaşmasıdır ve dolayısıyla
başka türlü üstbenle bütünleşmiş olacak bazı bileşenleri içerir. Bunun
bir sonucu olarak, üstben bütünleşmesi kusurludur, ben ve üstben sı-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 287

nırları bazı alanlarda netliğini kaybetmiştir ve tüm ruhiçi nesne ilişki-


leri dünyası kötüleşir; bunun yerini, büyüklenmeci kendilik ve kendi-
likle başkalarının değersizleştirilmiş, gölgemsi temsilleri ve bütünleş-
memiş sadist üstben öncüllerini temsil eden potansiyel olarak zulme-
dici imgeler alır. Patolojik büyüklenmeci kendilik, kendiliğin ilkel çö-
zülmesini ya da bölünmesini telafi eder, ancak bunun bedeli, nesne
ilişkilerinde narsisist olmayan sınır hastalara oranla çok daha ciddi
bozulmadır.
Patolojik büyüklenmeci kendilik, narsisist hastalarda, yüzeyde nis-
peten iyi işlev görmelerine ve sosyal uyum göstermelerine karşın böl-
me mekanizmalarının ve ciddi ben patolojisinin ağırlıklı olarak mev-
cut olması paradoksunu açıklar. Ancak, açık sınır adını verdiğim dü-
zeyde işlev gören, yani, ciddi kaygı tahammülü yokluğu, genelleşmiş
itki denetimi eksikliği, çarpıcı bir yüceltme kanalları eksikliği ve bi-
rincil süreç düşüncesi -psikolojik testlerde açık bir biçimde ortaya çı-
kar- de dahil olmak üzere sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiği
olan özgül olmayan ben zayıflığı tezahürleri gösteren narsisist hasta-
lar da vardır.
Pratikte, narsisist kişiliklerde işleyiş düzeyi üçe ayrılabilir. İlk ola-
rak, yüzeyde uyumu daha etkili olan ve kendilerine sosyal yaşamda
üstün başarı sağlayan ve dış kaynaklardan, basan ve hayranlık biçi-
minde alışılmadık doyum sağlayan kabiliyetler, beceriler ve/veya
yüksek zekâ gösteren narsisist kişilikler vardır. Bu hastalar, bazı ciddi
nevrotik semptomlar, cinsel bozukluklar ya da başkalarıyla yakın iliş-
kilerde -örneğin, evliliklerinde- kronik güçlükler olmaksızın tedavi-
ye gelmezler. Hastalıklarından elde ettikleri kazançların, çoğu zaman
nesne ilişkilerinin patolojisinden kaynaklanan rahasızlıkları telafi et-
tiği söylenebilir. Patolojik narsisizmin hayatın daha geç safhalarına
uyum üzerindeki mahvedici etkilerinden dolayı, bu hastalar yüzeyde
iyi işlev görmelerine rağmen tedavi edilmelidirler.
Ancak, bu vakalarda tercih edilecek tedavi psikanaliz olduğu ve
psikanalitik tedavi, tedavi sırasında kaçınılmaz olan ciddi kaygı artışı
ve çatışmaların farkındalığına tahammül edilebilmesine yardımcı ola-
cak belli bir başlangıç motivasyonu gerektirdiği ölçüde, tedavi uygu-
lama ya da uygulamama karan bazen oldukça zorlaşır. Zaman zaman
hastaya, akut bir krizde hemen kısa süreli psikoterapi desteği sağla-
mak ve gerçek hayatta daha fazla özfarkındalık ya da engellenme artışı
gerçekleşmesini beklemek -bu hastalar buna özellikle yatkındır-ve
psikanalitik tedaviye sonra başlamak tercih edilebilir. Narsisist ki-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 287

nirları bazı alanlarda netliğini kaybetmiştir ve tüm ruhiçi nesne ilişki-


leri dünyası kötüleşir; bunun yerini, büyüklenmeci kendilik ve kendi-
likle başkalarının değersizleştirilmiş, gölgemsi temsilleri ve bütünleş-
memiş sadist üstben öncüllerini temsil eden potansiyel olarak zulme-
dici imgeler alır. Patolojik büyüklenmeci kendilik, kendiliğin ilkel çö-
zülmesini ya da bölünmesini telafi eder, ancak bunun bedeli, nesne
ilişkilerinde narsisist olmayan sınır hastalara oranla çok daha ciddi
bozulmadır.
Patolojik büyüklenmeci kendilik, narsisist hastalarda, yüzeyde nis-
peten iyi işlev görmelerine ve sosyal uyum göstermelerine karşın böl-
me mekanizmalarının ve ciddi ben patolojisinin ağırlıklı olarak mev-
cut olması paradoksunu açıklar. Ancak, açık sınır adını verdiğim dü-
zeyde işlev gören, yani, ciddi kaygı tahammülü yokluğu, genelleşmiş
itki denetimi eksikliği, çarpıcı bir yüceltme kanalları eksikliği ve bi-
rincil süreç düşüncesi -psikolojik testlerde açık bir biçimde ortaya çı-
kar- de dahil olmak üzere sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiği
olan özgül olmayan ben zayıflığı tezahürleri gösteren narsisist hasta-
lar da vardır.
Pratikte, narsisist kişiliklerde işleyiş düzeyi üçe ayrılabilir, ilk ola-
rak, yüzeyde uyumu daha etkili olan ve kendilerine sosyal yaşamda
üstün başarı sağlayan ve dış kaynaklardan, basan ve hayranlık biçi-
minde alışılmadık doyum sağlayan kabiliyetler, beceriler ve/veya
yüksek zekâ gösteren narsisist kişilikler vardır. Bu hastalar, bazı ciddi
nevrotik semptomlar, cinsel bozukluklar ya da başkalarıyla yakın iliş-
kilerde -örneğin, evliliklerinde- kronik güçlükler olmaksızın tedaviye
gelmezler. Hastalıklarından elde ettikleri kazançların, çoğu zaman
nesne ilişkilerinin patolojisinden kaynaklanan rahasızlıkları telafi et-
tiği söylenebilir. Patolojik narsisizmin hayatın daha geç safhalarına
uyum üzerindeki mahvedici etkilerinden dolayı, bu hastalar yüzeyde
iyi işlev görmelerine rağmen tedavi edilmelidirler.
Ancak, bu vakalarda tercih edilecek tedavi psikanaliz olduğu ve
psikanalitik tedavi, tedavi sırasında kaçınılmaz olan ciddi kaygı artışı
ve çatışmaların farkındalığına tahammül edilebilmesine yardımcı ola-
cak belli bir başlangıç motivasyonu gerektirdiği ölçüde, tedavi uygu-
lama ya da uygulamama kararı bazen oldukça zorlaşır. Zaman zaman
hastaya, akut bir krizde hemen kısa süreli psikoterapi desteği sağla-
mak ve gerçek hayatta daha fazla özfarkındalık ya da engellenme artışı
gerçekleşmesini beklemek -bu hastalar buna özellikle yatkındır-ve
psikanalitik tedaviye sonra başlamak tercih edilebilir. Narsisist ki-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 288

siliklerin psikanalitik tedavisi uzun zaman alsa da, son zamanlarda


otuzlu ya da kırklı yaşlarının sonunda başlayan bu hastalardan bazıla-
rının tedavisi konusunda daha iyimser hale geldim.
Tedaviye gelen narsisist kişiliklerin çoğunluğunu temsil eden ikin-
ci bir hasta grubu, nesne ilişkilerinde bu sendromun klinik tanımında
bahsi geçen doğrultuda ciddi rahatsızlıkları olan hastalardır. Bu hasta-
lar, çoğu zaman komplike edici nevrotik semptomlar ve cinsel güç-
lükler gösterirler, uzun süreli duygusal ve cinsel ilişkiler kurma yeti-
lerinde ciddi kusurlar vardır ve kronik boşluk duygularından rahatsız-
dırlar. Bu vakalar için seçilecek tedavi psikanalizdir ve bu hastalarla
ilgili olarak psikanalitik teknikte son zamanlardaki gelişmeler seyri
çok daha iyi hale getirmiştir (9. Bölüm). Şu anda, bu hastaların psika-
nalitik tedavisine yaklaşımlar ve teknik teorilerle ilgili olarak Kohut
(1971, 1972) ile benim de dahil olduğum başka yazarlar (Jacobson,
1964; Rosenfeld, 1964; Van der Waals, 1965) arasında bir uzlaşmaz-
lık olmasına karşın, gördüğüm kadarıyla Kohut ile benim aramda,
yelpazenin ortasındaki bu vakalarda narsisist kişilik sendromunun
klinik betimlemesi ve bu hastalar için kesin olarak psikanalizin endi-
ke oluşu konusunda temel görüş birliği bulunduğunu vurgulamak isti-
yorum.
Üçüncü narsisist kişilik grubu, açık olarak sınır düzeyde işlev gö-
ren ve daha önce de söz edildiği gibi özgül olmayan ben zayıflığı teza-
hürleri gösteren hastalardır. Bu grup için başka bir yazımda (8. ve 9.
Bölümler), esas olarak destekleyici bir psikoterapi yaklaşımı tavsiye
etmiştim. Ancak son zamanlarda, bu hastalan destekleyici-anlatım-
sal bir terapiyle tedavi etmenin mümkün olduğunu görmekten etkilen-
dim. Bu teknik yaklaşım, terapistin değersizleştirilmesine (ve ondan
alınan bilgi ve yardımın bilinçdışı yıkılışına) yol açan aktarımdaki da-
ha göze batan savunma işlemleri yorumlanırken, büyüklenmeci ken-
diliğin diğer yönlerine saygı gösterilmesini ve hastaların narsisizmini
daha uyum sağlayıcı ve "ölçülü" hale getirmek için yeniden eğitmeye
yönelik tedrici bir gayreti gerektirmektedir.
Açık sınırda işlev gören bazı narsisist hastalar, özellikle de şiddetli
hiddet tepkileri ya da "narsisist hiddet" gösteren hastalar, anlatımsal
bir psikoterapi yaklaşımı gerektirebilirler; son zamanlarda bu vaka-
lardan bazılarında, genel olarak sınır kişilik örgütlenmesinin tedavisi
için tavsiye ettiğim genel anlatımsal psikoterapi yaklaşımı uygulama-
ya çalıştım (3. Bölüm). Maalesef, bu hastaların terapiye ciddi olum-
suz tepki türleri geliştirme eğilimleri, tedavinin çoğu zaman, zama-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 289

nından önce kesilmesine yol açmaktadır. Genelde, sınırda işlev gören


ve kronik hiddeti olan narsisist hasta alt grubu için seyir olumsuzdur.
Son olarak, şiddetli antisosyal özellikleri olan narsisist kişilikli ve
açık sınır düzeyde işlev gören hastalar için seyir çok kötüdür. Bu, ge-
nelde üstben işlevlerinin ve nesne ilişkilerinin aşırı çarpıtmalarına ve
bozulmalarına ek olarak tipik narsisist savunma yapıları gösteren an-
tisosyal kişilikler için son derece geçerlidir.
Başka bir yazımda (8, ve 9. Bölümler), narsisist kişiliklerin psika-
nalitik tedavisini anlattım ve bunu burada tekrarlamayacağım. Sınır
hastaların tedavisinin başlangıç safhasından bahsederken betimledi-
ğim genel strateji (6. Bölüm), özgül olarak açık sınır düzeyde işleyen
narsisist hastalarla terapi çalışması için geçerlidir. Narsisist hastalann
gösterdiği bazı özel teknik sorunlar vardır ve burada bu hastalarla psi-
koterapinin (psikanalizden farklı olarak) ağırlıklı teknik sorunların-
dan bazılarından bahsetmekle yetineceğim.
Birçok vakada başlıca sorunlardan biri, patolojik ya da çelişkili gibi
görünen terapiste bağımlılıktır. Hasta, terapistten kendisi için de-
vamlı bir şey yapmasını, ona "daha çok" vermesini, "yeni formülas-
yonlar" yapmasını isterken, aynı zamanda gerçekte terapistten aldığı
psikoterapi çalışmasını bilinçdışı olarak küçümser gibidir. Psikotera-
pi, terapistin gerçek katkılarının kabulünden farklı olarak, "sihirli bir
yiyecek" arayışı özelliği kazanır. Bu sorunun altında değişmez biçim-
de, terapistin yeti ve becerilerine, bilgisine, anlayışına ve inançlarına
duyulan bilinçdışı hasetin ve o andaki psikoterapi ilişkisinde bu bece-
rileri bozma ya da yıkma ihtiyacının olduğu görülür. Bu hastalar, tera-
pistin gerçek katkıları yerine "sihirli" olanları koymaya çabalarlar;
böylece bu katkılar da, tanım itibanyla, terapiste herhangi bir minnet
duymaksızın ya da gerçekçi olarak terapistin sahip olup hastanın sa-
hip olmadığı şeye haset duymak zorunda kalmaksızın sihirli bir şekil-
de içe alınabilirler. "Sihir" eskidikçe ya da hastanın seanslarda ger-
çekte anlamlı bir ilişkinin ya da çalışmanın olmadığı duygusu sihri
yok ederse, hastanın terapistten taleplerinde bir artış, tedavideki en-
gellenmeler nedeniyle tedirgin edici bir boşluk ve hiddet meydana ge-
lir, terapiste duyulan haseti daha da yoğunlaşır ve tedavinin sürmesini
tehlikeye sokan kısır döngüler yaratır.
Bu hastalarla çalışırken başlıca teknik sorunlardan bir diğeri, en-
gellenme tahammüllerinin çok düşük olmasıdır; özgül olmayan ben
zayıflığı yönleriyle özgül narsisist kırılganlığı birleştirirler ve terapis-
tin küçük engellemeleri ya da ufak kusurları nedeniyle kolayca renci-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 290

de olurlar ya da reddedilmiş hissederler. Terapistin, bu hastaların nar-


sisist engellenmelere kırılganlıkları ve tepkisel hiddet tepkilerinin ve/
veya terapi dışı etkileşimlerinde koruyucu içe çekilmelerinin farkında
olması, yalnızca işte, sosyal ilişkilerde ve evlilikte ilişkiye girmekten
nasıl ve neden kaçındıklarını değil, aynı zamanda korkulan engellen-
melerden ve bu engellenmelerle ilgili hiddetten kaçma ihtiyacının ak-
tarımda, hastanın terapiste karşı aşırı duyarlığında ve terapistten nar-
sisist geri çekilmesinde ya da ona karşı hiddetinde nasıl işlediğini gös-
terebilir. Konuyla ilgili diğer bir nokta, bu hastaların herhangi bir "ba-
şarısızlığa" karşı aşırı duyarlıklarıdır; bu hastalar için "başarısızlık",
rekabet içeren bir ortamda genel birinci, tek ya da tercih edilen kişi ol-
mamaktır. Rekabetlerinin ketlenmesi, büyüklenmeci kendiliğin narsi-
sist kınlganlığından kaynaklandığı şeklinde yorumlanmak yerine
yanlış olarak oidipal rekabetin ketlenmesi olarak yorumlanabilir. Her
yarışmada kazananın kendileri olması gerektiği, başka türlü hiç katı-
lamayacakları olgusunun farkına varmalarında onlara yardımcı ol-
mak çoğu zaman mümkündür; bu, sınır narsisist ergen hastaların okul
başarısızlıklarında sıkça rastlanan bir mekanizmadır.
Özellikle kadınlarla ilişkilerinde narsisist erkeklerde diğer sıkça
rastlanan bir sorun, ilişkiye girdikleri kadınlara kendi (ilkel anne im-
gelerine) düşmanlıklarını bilinçdışı yansıtmalarından türeyen şiddetli
paranoid cinsel ilişki korkularıdır. Bu korkular, kronik sosyal ve cin-
sel tecrite neden olabilir ve aktarımda çıkmazların meydana gelmesi-
ne katkıda bulunabilir. Aktarım ilişkisi emniyetlidir, çünkü "aseksü-
el"dir ve hastanın hayatındaki ulaşılabilir olan tek nesne ilişkisini
temsil edebilir, hastanın sosyal işleyişini iyileştirme gayretlerinin ye-
rine geçebilir. Çoğu zaman altta yatan çatışmaları tamamıyla açımla-
madan ya da çözmeden bu paranoid tepkileri azaltmak ve bu hastala-
rın cinsel ilişkilerinin niteliğini iyileştirmek mümkündür. Bu hastala-
rın kadınlarla ve başka kişilerarası ilişkilerde geliştirdikleri aşın ta-
lepkârlık, kibirli, asalak ve sömürücü ilişkiler incelikle açımlanabilir
ve destekleyici, yeniden eğitici yollarla değiştirilebilir.
Terapistin, hastayı narsisist ihtiyaçlarını uyum sağlayıcı bir şekilde
kullanmaya doğrudan teşvik etmesi ve hayatındaki çatışmalı alanlar-
da hastanın bulduğu daha iyi çözümlere destek sağlaması zaman za-
man çok etkili olabilir, çünkü bu doğrudan destek, hastanın psikotera-
pistin önemli yönleri olarak gördüğü şeyleri bilinçdışı içe alma eğili-
mini pekiştirir. Diğer bir deyişle hasta, terapistten bilinçdışı "alma" ve
başka türlü haset duyacağı şeyi "kendisine ait" yapma çabasıyla tera-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 291

pistten "öğrenir".
Genel terimlerle ifade edersek, terapistin idealleştirilmiş ve haset
duyulan bir imgesiyle -terapistin bu idealleştirmeyi kısmen kabul et-
mesi ve kısmen yorumlaması sonucu daha gerçekçi ve daha ölçülü
olan bir imgeyle-, hastanın bu ideal imgeyi büyüklenmeci kendiliğine
yansıtmasının bir sonucu olarak narsisist bir özdeşleşme meydana
gelebilir ve hastanın günlük yaşamında bu patolojik yapının daha
uyum sağlayıcı bir şekilde kullanılmasını sağlayabilir. Bu mekanizma
(büyüklenmeci kendilikle ilintili ilkel bir idealleştirmenin yansıtılması
ve değiştirilerek tekrar içe atılması mekanizması), hem açık sınır
düzeyde işlev gören en ciddi narsisist kişilik türlerinde, hem de o an-
daki travmatik bir durum nedeniyle psikiyatra başvuran, ancak altta
yatan kişilik sorunlarını derinlemesine açımlamaya istekli olmayan ya
da açımlayamayacak olan, etkili biçimde işlev gören narsisist hastalar
için yararlı olabilir. Bazen, genelde iyi işlev gören narsisist bir
kişilikte, destekleyici türden kısa bir kriz müdahalesi oldukça etkili
olabilir. Ancak, her narsisist kişilik vakasında, psikanalitik tedavinin
endike olup olmadığını ve bu tedavi için özel kontrendikasyonlar olup
olmadığını değerlendirmeyi hastalara bırakmamız gerektiğini
düşünüyorum. Patolojik karakter yapılan için psikanalitik tedavi tav-
siyesini reddedip, aylar ya da hatta yıllar sonra sonunda yine tedaviye
gelip incelikli, ancak yine de mahvedici olan karakter patolojilerini
değiştirmede önemli psikanalitik yardım elde etmiş narsisist hastalar
gördüm. Bazen narsisist kişiliği olup sosyal olarak oldukça etkili bir
biçimde işlev gören ve akut bir kriz durumu için başvuran bir hasta
için en iyi tedavi, ona kısa süreli destekleyici bir psikoterapi uygula-
mak ve daha sonra uzun vadeli bir plan olarak psikanalitik tedavi ola-
sılığını telkin etmektir.
Açık sınırda işlev gören narsisist kişiliklerin tedavisine yeniden
dönersek, son bir teknik sorun, ciddi eyleme koyma, özellikle de nar-
sisist hiddetin eyleme koyulmasıdır. Eyleme koymanın önce yorum-
lama çabalarıyla ve bu çabalar etkili değilse, daha sonra hastanın te-
davi saatleri dışındaki hayatında yeterli ölçüde bir yapılandırma ile
denetlenmesi gerekir. Yapılandırma uygulandığı durumda, saldırgan
davranış seanslar sırasında da denetim altına alınmalıdır ve sonra yo-
rumlanmalıdır - hastanın terapistin müdahalesini algılayışı da yorum-
lanmalıdır. Sınır vakalarda denetlenemez eyleme koymayla başa çık-
mak için kullanılan genel strateji ve teknik burada da geçerlidir (6.
Bölüm).
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 292

Sonuç olarak, açık sınır özellikleri olan narsisist kişilikli hastalarda


psikanalitik psikoterapi, destekleyici ve anlatımsal öğeler içermeli ve
sınır hastalarda genel tedavi stratejisi ile daha az gerilemiş narsisist
hastalarla yerinde ve yeterli psikanalitik teknikle ilgili olarak son za-
manlarda elde edilen bilgilerden türeyen özgül teknik yaklaşımları
birleştirmelidir. Henüz bu psikoterapide, narsisist hastalara uygulanan
standart bir psikanalitik çalışmada olduğu kadar sistematik bir
yaklaşıma sahip olmamamıza karşın, bu hastaları anlayışımızdaki
hızlı gelişmelerin, narsisist patolojinin tüm yelpazesi ile klinik çalış-
manın etkililiğini önemli ölçüde artırması gerekir.

TERMİNOLOJİYLE İLGİLİ BAZI SORUNLAR


VE NARSİSİZMİN METAPSİKOLOJİK AÇIDAN
GETİRDİĞİ SONUÇLAR
Narsisizm teriminin, kendiliğe libidinal yatınmın normal ve patolojik
değişimleri için kullanılması gerektiğini ve dolayısıyla narsisizmin,
içselleştirilmiş nesne ilişkilerinden bağımsız bir dürtüymüş gibi analiz
edilemeyeceğini ifade etmiştim. Narsisizmin nihai doğası sorunu bizi,
bir dürtü olarak libidonun nihai doğası ve kendiliğin ve bileşen
öğelerinin normal ya da patolojik doğası sorunlarına götürmektedir;
öte yandan, kendiliğin doğası içselleştirilmiş nesne ilişkilerinden tü-
reyen normal ya da patolojik yapılarla yakından ilintilidir.
Burada, kendilik değerinin ya da kendilik saygısının yalnızca "iç-
güdüsel yatırımlar"ın bir yansıması olmadığını, her zaman duygusal
ve bilişsel bileşenlerin bir kombinasyonunu yansıttığını söylemek dı-
şında, bir dürtü olarak libidonun nihai doğası sorununa değinmedim.
Bu formülasyonlarda, (bir dürtü olarak) libido ile (ruhsal aygıtta içgü-
düsel isteklerin en önemli ifadeleri olarak) duygu yatkınlıkları arasın-
daki ilişkinin metapsikolojik formülasyonu zımnen bulunmaktadır.
Bu analizi başka yerde (1973) yaptım ve burada yalnızca önerileri-
mi kısaca özetlemekle yetineceğim: 1) Duygular, haz verici-nahoş ek-
seni üzerinde öznel bir yaşantıya doğuştan yatkınlıkları temsil eder; 2)
duygular, bellek izleri yoluyla kendilik bileşenlerini, nesne bileşen-
lerini ve duygu halinin kendisini içeren ilkel bir "duygusal bellek" kü-
melenmesine ya da birimine sabitlenirler; ve 3) duygunun farklılaş-
ması, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin farklılaşması bağlamında ger-
çekleşir.
Haz veren ve acı veren duyguların, içselleştirilmiş "iyi" ve "kötü"
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 293

nesne ilişkileri serisinin temel örgütleyicileri olduğunu ve iç ruhsal


yaşantıyı örgütleyen başlıca güdülenme sistemi ya da dürtü sistemini
oluşturduğu düşüncesini ortaya attım. Libido ve saldırganlık, bu geli-
şimin haricinde verili öğeler olmayıp dürtü sistemlerinin genel örgüt-
lenmesini, genel "iyi" ve "kötü" kutupsallığı temelinde temsil ederler.
Duygu halleri, önce hem içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin hem de ge-
nel dürtü sistemlerinin bütünleşmesini belirler ve sonraları dürtünün
canlanmasına işaret eder ve bu dürtüyü, özgül içselleştirilmiş nesne
ilişkilerinin canlanması bağlamında temsil eder.
Kısacası libido ve saldırganlık, ben ve ide ortak olan farklılaşma-
mış matristen farklılaşır. Bu iki dürtünün örgütlenmesi, gelişen içsel-
leştirilmiş nesne ilişkilerinin etkisi altında meydana gelir; bu nesne
ilişkileri de duyguların örgütleyici etkisi altında bütünleşir.
Formülasyonlanm, "yatırımlar"ın her şeyden önce "duygusal yatı-
rımlar" olduklarını, yani içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin ilkel birim-
leri bağlamında canlanan ilkel duygu yatkınlıklarının şiddetinde rol
oynayan niceliksel öğe ya da ekonomik faktörler olduklarını ima et-
mektedir; duygular aslında bu tür ilkel birimlerin örgütleyicileridir.
Tedrici olarak duygular farklılaşır ve niceliksel ve ekonomik yönleri,
güdülenme sistemlerinin ya da dürtülerin "libido" serileri ve "saldır-
ganlık" serileri şeklinde örgütlenmesiyle yakından bağlantılı hale ge-
lir. Sonraları, duygular, libidinal, saldırgan ya da birleşik libidinal-
saldırgan güdülenme sistemlerinin ağırlıklı niteliğine işaret etmede
önemli bir işleve sahip olurlar. Duyguların niceliksel öğeleri ya da
"yatırımlar"ı, başlangıçta fizyolojik ihtiyaçların doyumu ya da engel-
lenmesinin öznel, iç ruhsal etkisini yansıtırken, sonra yavaş yavaş gi-
derek artan bir biçimde öznenin, o anki duygusal uyarılmışlık halini,
kendilik ve nesne için ne anlama geldiği temelinde, ben değerleri ve
üstben baskılan temelinde, vb. bütün yorumlayışına bağlı olur. Dola-
yısıyla, duyguların ağırlıklı olan güdülenme sistemlerinin göstergeleri
olarak işlevinden bahsederken "yatırım" terimini kullanmak daha
pratik görünmektedir. Bu, başlangıçta yatırımların, "hemen hemen"
salt duygusal yatırımlar olduklarını, duygunun ise nihayetinde, (içsel-
leştirilmiş nesne ilişkileriyle ya da üst düzey bilişsel işlevlerle bağlan-
tısız bir dürtünün şiddetini göstermekten ziyade) bir güdülenme siste-
minin niceliksel şiddetini gösteren bir işaret işlevine sahip olduğunu
varsaymaktadır.
Öyle ki "yatınmlar"ın başlangıçta "duygu yatırımları" oldukları ve
ruhiçi dürtü sistemleri olarak genel "içgüdüleri" örgütlemede can alıcı
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 294

bir işleve sahip oldukları söylenebilir; sonunda "yatırımlar", ağırlıklı


bir duygusal hal yoluyla belli bir durumda ağırlıklı olan güdülenme
sisteminin şiddetini ve türünü belirten "içgüdüsel yatırımlar ya da
dürtü yatırımları" haline gelir. Duygular, ruhsal yaşantının, ruhsal iş-
leyişin biyolojik kaynaklarına en yakın olan öğeleridir. Duyguların
biyolojik olarak belirlenen şiddeti, giderek daha karmaşık iç ruhsal
güdülenme sistemlerine kanalize edilebilir; ancak -aşırı koşullar hari-
cinde- biyolojik baskılar ile ruhsal işleyiş arasında doğrudan mekanik
bir ilişki yoktur.
Dolayısıyla, narsisizmin -kendiliğe yöneltilmiş libidonun bir dürtü
olarak, hatta kendiliğe yatırım yaptıkları sırada libido ile saldırganlık
arasındaki dengenin bir yansıması olarak ifadesi- nihai doğası, içsel-
leştirilmiş nesne ilişkilerinin gelişimi ile ve bu nesne ilişkilerinin ben,
üstben ve ide yapılanmaları ile ilişkilerinde libidinal ve saldırgan seri-
lerin duygu yatkınlıklarının gelişimine bağlıdır. Bu bölümün ilk üç
kısmında verilen normal ve patolojik narsisizmin yapısal ve klinik
analizinin altında bu kavramsallaştırma yatmaktadır.
Dürtülerin, duyguların ve içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin deği-
şimlerinin bu kavranışını, başka bir yerde (1971, 1973) birincil ve
ikincil narsisizm sorununa da uyguladım ve burada görüşlerimi özet-
lemekle yetineceğim-. Bu bölümün ilk kısmında bahsettiğim gibi, ken-
diliğe yatırım ile nesnelere yatırım arasında yakın bir bağ vardır. Ja-
cobson (1964), Mahler (1968) ve Van der Waals'ın (1965) çalışmaları
ve önceki çalışmalarım, kendilik ve nesne temsillerinin, narsisist yatı-
rımın ve nesne yatırımının aynı anda geliştiği birincil farklılaşmamış
bir kendilik nesnesi temsilinden kaynaklandığı anlayışımızdan söz et-
mektedir. Dolayısıyla, klasik psikanalitik bakış açısına göre, libidonun
önce narsisist bir yatırımı ve daha sonra bir nesneye yatırımı ol-
duğundan ve Kohut'un (1971, 1972), narsisist yatırımla nesne yatırı-
mının birlikte başlayıp sonra bağımsız olarak geliştiği ve narsisist ki-
şiliklerde saldırganlığın büyük ölçüde narsisist yaralanmalara ikincil
olduğu görüşünden farklı olarak, benim inancım, normal ve patolojik
narsisizm gelişiminin, her zaman kendiliğin nesne temsilleriyle ve dış
nesnelerle ilişkisini ve hem libidoyu hem saldırganlığı içeren içgüdü-
sel çatışmaları içerdiğidir. Buradan çıkan genel sonuç, "birincil narsi-
sizm" teriminin artık haklı görülemeyeceğidir, çünkü metapsikolojik
olarak "birincil narsisizm" ile "birincil nesne yatırımı", aslında aynı
zamanda meydana gelir; birincil "tamamıyla iyi" bir kendilik nesnesi
temsiline libidinal yatırım, birincil "tamamıyla kötü" bir kendilik nes-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 295

nesi temsiline saldırgan yatırım ve bu iki temel yapının gelişimiyle


aralarındaki ilişkilerin değişimleri, farklılaşmış bir kendiliğe libidinal
yatırımın gelişmesinden önce gelir.
Narsisizm teriminin, yavaş yavaş terkedilen bir kullanımı daha var-
dır. Bu, işlevsel psikozlara, özellikle de şizofreni ve diğer ilintili send-
romlara uygulandığı biçimiyle "narsisist nevrozlar" kavramıdır. Son
otuz yılda, psikotik durumların psikanalitik incelenmesi, bu hastalar-
da, aktarımlarında canlanan ilkel patolojik içselleştirilmiş nesne iliş-
kilerinin varlığını ortaya koymuştur. Bu hastaların şiddetli psikotik
(nevrotikten farklı olarak) aktarımlar geliştirme yetisi, "narsisist nev-
rozlar" terimini (ki bu terim, bir aktarım geliştiremeyeceklerini ima
ediyordu) nispeten kullanımdan çıkardı.
Özetle, eğer formülasyonlarım geçerliyse, narsisizmin incelenmesi,
hem libido hem saldırganlığın değişimlerinin hem de içselleştirilmiş
nesne ilişkilerinin değişimlerinin incelenmesinden ayrı tutulamaz.
Klinik olarak konuşursak, "narsisist çatışmalar"dan her bahsetti-
ğimizde, kendilik ile (bu bölümün ilk kısmında) bahsi geçen ve kendi-
liğe libidinal (ve saldırgan) yatırımı etkileyen diğer ruhiçi yapılar ve
çevresel faktörler arasındaki normal ve patolojik ilişkilerden bahsedi-
yoruz. Normal ve patolojik narsisizmin çeşitli tezahürlerini bütünleş-
miş bir yelpaze şeklinde örgütledikçe, somut örneklerde hangi tür ve/
veya ne ölçüde narsisist patolojiden bahsettiğimiz konusunda daha
özgül olabiliriz. Aynı şekilde, "narsisist dirençler" terimi, aktarımda
kendiliğin bütünlüğünü ve kendilik değerini koruyan bir savunma iş-
lemleri yelpazesine atıfla daha anlamlı hale gelebilir; bu yelpaze, ge-
nel olarak patolojik karakter özelliklerinin özgül olmayan narsisist iş-
levlerinden (tüm karakter savunmalarının bir kendilik değerini koru-
ma işlevi vardır) özelde narsisist kişiliklerin özgül savunma işlemleri-
ne kadar uzanmaktadır.
Narsisizmi teorik ve klinik anlayışımız geliştikçe, akıl karıştıran
terminolojik hususlardan bazıları ve metapsikolojik formülasyonlar ile
klinik gözlemler arasındaki boşluk, yerini narsisizm teriminin daha
dar, sınırlı ve klinik olarak yerinde bir kullanımına bırakabilir.
Kaynaklar

1. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XV, No. 3 (Tem-
muz 1967) dergisinden alınmıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği, New York,
Aralık 1966 güz toplantısında sunulmuştur. Menninger Vakfı Psikoterapi Araş-
tırma Projesi, Topeka, Kansas çalışmasından. Araştırma, Ulusal Ruhsal Sağlık
Enstitüsünün Kamu Sağlığı Araştırma Bursu MH 8308 ile desteklenmiş ve da-
ha önce de Psikiyatride Araştırma Vakıf Fonu ve Ford Vakfı tarafından destek-
lenmiştir.
2. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XIII, No. 1 (Ocak
1965) dergisinden alınmıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği, New York, Aralık
1963 güz toplantısında sunulmuştur. Menninger Vakfı, Topeka, Kansas.
3. Bölüm:
The International Journal of Psychoanalysis, c. XLIX, Kısım 4 (1968) der-
gisinden alınmıştır. Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinden; Ame-
rikan Psikanaliz Derneği, Detroit, Mayıs 1967 elli dördüncü yıllık toplantısında
sunulmuştur. Projeye destekle ilgili olarak, 1. Bölüm'e bakınız.
4. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XIX, No. 4 (Ekim
1971) dergisinden alınmıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği, San Fransisco,
Mayıs 1970 elli yedinci yıllık toplantısında sunulmuştur. Projeye destekle ilgili
olarak 1. Bölüm'e bakınız.
5. Bölüm:
İlk defa bu kitapta yayımlanıyor.
6. Bölüm:
Bu bölüm, editörlüğünü G. D. Goldman ve D. S. Millman'm yaptığı şu kitapta
da yayımlanacaktır: Parameters in Psychoanalytic Psychotherapy. Charles C.
Thomas, Springfield, Illinois, basımda.
7. Bölüm:
Psikanalitik Psikoterapistler Konseyinin on üçüncü konferansı olan Boşluk
Üzerine Sempozyum'da sunulmuştur; New York, Mart 1974.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 298

8. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XVIII, No. 1 (Ocak
1970) dergisinden alınmıştır. Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesin-
den; Amerikan Psikanaliz Derneği, Boston, Mayıs 1968 elli beşinci yıllık top-
lantısında sunulmuştur. Projeye destek için 1. Bölüm'e bakınız.
9. Bölüm:
The International Journal of Psychoanalysis, c. LV, Kısım 2 (1974) dergi-
sinden alınmıştır. Kısaltılmış bir versiyonu, Uluslararası Psikanaliz Kongresi,
Paris, Temmuz 1973 yirmi sekizinci toplantısında sunulmuştur.
10. Bölüm:
İlk defa bu kitapta yayımlanıyor.
Kaynakça

ABRAHAM, K. (1919), "A Particular Form of Netırotic Resistarice Against the Psycho-
analytic Method", Selected Papers on Psycho-Analysis, Londra, Hogarth Press,
1949:303-11. ADLER, G. (1973), "Hospital Treatment of Borderline Patients",
American Journal of
Psychiatry, 130: 32-5. ANDERSEN, H. C. (1952), "The Nightingale", Tales of
Grimm and Andersen, New
York, Modern Library: 714-21. BELLAK, L., Hurvich, M. (1969), "A Systematic
Study of Ego Functions", Journal of
Nervous and Mental Disease, 148: 569-85. BENEDEK, T. (1954),
"Countertransference in the Training Analyst", Bull. Menninger
Clin., 18: 12-16. BERGERET, J. (1970), "Les Etats Limites", Revue Francaise de
Psychoanalyse, 34:
605-33.
-----(1972), Abrege De Psychologie Pathologiaue, Masson & Cie Paris.
BIBRING, Edward (1953), "The Mechanism of Depression", Affective Disorders için
de, der. Phyllis Greenacre, New York, Int. Univ. Press: 13-48.
-----(1954), "Psychoanalysis and the Dynamic Psychotherapies", J. Amer. Psychoanal.
Assoc, 2: 745-70. BION, W. R. (1957), "Differentiation of the Psychotic from the
Non-psychotic Persona-
lities", Int. J. Psycho-Anal, 38: 266-75.
----- (1967), Second Thoughts: Selected Papers on Psychoanalysis, Londra, Heine-
mann: 86-109. BOYER, L. B. (1971), "Psychoanalytic Technique in the Treatment
of Certain Charac-
terological and Schizophrenic Disorders", Int. J. Psycho-Anal, 52: 67-85.
-----ve Giovacchini, P. (1967), Psychoanalytic Treatment of Characterological and
Schizophrenic Disorders, Jason Aronson, Inc., New York. BURSTEIN, E., Coyne,
L„ Kernberg, O. ve Voth, H. (1969), "The Quantitative Study
of the Psychotherapy Research Project", Psychotherapy and psychoanalysis: Final
report of the Menninger Foundation's Psychotherapy Research Project içinde, O.
Kernberg, E. Burnstein, L. Coyne, A. Appelbaum, L. Horowitz ve H. Voth, Bull.
Menninger Clinic, 1972: 1-85. BYCHOWSKI, G. (1953), "The Problem of Latent
Psychosis", /. Am. Psychoanal. Assoc, 1:484-503. CARY, G. (1972), "The Borderline
Condition: A Structural-Dynamic Vievvpoint", The
Psychoanalytic Review, 59: 33-54. CHESSICK, R. (1971), "Use of the Couch in the
Psychotherapy of Borderline Patients",
Archives of General Psychiatry, 25: 306-13. COHEN, M. B. (1952),
"Countertransference and Anxiety", Psychiatry, 15: 231-43. COLLUM, J. (1972),
"Identity Diffusion and the Borderline Maneuver", Comprehensi-
ve Psychiatry, 13: 179-84. COOPERMAN, M. (1970), "Defeating Processes in
Psychotherapy", Transactions of
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 300
the Topeka Psychoanalytıc Society Raporu, BM. Menninger Clinic, 34: 36-38.
DEUTSCH, Helene (1942), "Sorae Forms of Eraotional Disturbance and Their Relati-
onship to Schizophrenia", Psychoaııal. Quart., 11: 301-21.
-----(1944), Psychology ofWomen. Volume 1: Girlhood, New York, Grune and Strat-
ton: 94-98. , DUVOCELLE, A. (1971), "L'Etat Limite ou Borderline Personality: A
Re-evaluation",
Psychoaııal. Quart., 34: 390-405. EASSER, B. R. ve LESSER, S. R. (1965),
"Hysterical Personality: A Re-evaluation",
Psychoanal. Quart, 34: 390-405. EISSLER, K. R. (1953), "The Effect of the
Structure of the Ego on Psychoanalytic
Technique", J. Amer. Psychoanal. Assoc, 1: 104-43. EKSTEIN, R. ve Wallerstein, J.
(1956), "Observations on the Psychotherapy of Borderline and Psychotic Children", The
Psychoanalytic Study of the Child, 11: 303-11,
New York, Int. Univ. Press. ERIKSON, E. H. (1956), "The Problem of Ego Identity",
J. Amer. Psychoanal. Assn., 4:
56-121.
-----(1959), "Growth and Crises of the Healthy Personality", Identity and the Life
Cycle, Psychological Issues içinde, New York: Int. Univ. Press, 1: 50-100.
FAIRBAIRN, W. R. D. (1940), "Schizoid Factors in the Personality", An Object-
Relations Theory of the Personality, New York, Basic Books, 1952: 3-27.
-----(1944), "Endopsychic Structure Considered in Terms of Object-Relationships", An
Object-Relations Theory of the Personality, New York, Basic Books, 1952: 82-136.
-----(1951), "A Synopsis of the Development of the Author's Views Regarding the
Structure of the Personality", An Object-Relations Theory of the Personality, New
York, Basic Books, 1952: 162-79. FENICHEL, O. (1945), "Typology", The
Psychoanalytic Theory of Neurosis içinde,
New York, Norton: 525-27. FLIESS, R. (1942), "The Metapsychology of the
Analyst", Psychoanal. Quart., 11:
211-27.
-----(1953), "Countertransferences and Counteridentification", J. Am. Psychoanal. As
soc, 1:268-84.
FRANK, J. D. vd. (1952), "Two Behavior Patterns in Therapeutic Groups and Their
Apparent Motivation", Hum. Rel, 5: 289-317.
-----(1959), "The Dynamics of the Psychotherapeutic Relationship", Psychiatry, 22:
17-39. FREUD, A. (1936), "The Ego and the Mechanisms of Defense", New York,
Int. Univ.
Press, 1946: 45-57, 117-31; Ego ve Savunma Mekanizmaları, Bağlam, 1989. '
FREUD, S. (1910), "The Future Prospects of Psycho-Analytic Therapy", Standard Edi-
tion, Londra, Hogarth Press, 1957, 11: 139-51.
-----(1912), "Recommendations for Physicians on the Psycho-Analytic Method of Tre-
atment", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1958, 12: 109-20.
-----(1914), "On Narcissism: An Introduction", Standard Edition, Londra, Hogarth
Press, 1957, 14: 67-102; Narsizm Üzerine, Metis, 1998.
-----(1923), "The Ego and the id", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961: 19:
13-66; Metis Yayınlan'nca yayımlanacak.
-----(1925), "Negation", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961, 19: 235-9.
-----(1927), "Fetishism", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961, 21: 149-57.
-----(1931), "Libidinal Types", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961, 21-
215-20.
-----(1937), "Analysis Terminable and Interminable", Standard Edition, Londra, Ho-
KAYNAKÇA I 301
garth Press, 1961,23:216-53.
-----(1938), "Splitting of the Ego in the Process of Defence", Standard Edition, Lond
ra, Hogarth Press, 1964, 23: 275-8.
-----(1963), Psychoanalysis and Faith: The Letters ofSigmund Freud and Oskar Pfls-
ter, der. H. Meng ve E. L. Freud, New York: Basic Books, 1963: 113. FROMM-
REICHMANN, F. (1950), Principles of Intensive Psychotherapy, Chicago,
University of Chicago Press.
-----(1952), "Some Aspects of Psychoanalytic Psychotherapy with Schizophrenics",
Psychotherapy with Schizophrenics içinde, deri. Ed. B. Brody ve F. C. Redlich, New
York, Int. Univ. Press: 89-111.
-----(1958), "Basic Problems in the Psychotherapy of Schizophıenia", Psychiatry, 21:
1-6. FROSCH, J. (1964), "The Psychotic Character: Clinical Psychiatric
Consideration",
Psychiatric Quarterly, 38: 81-96.
----- (1970), "Psychoanalytic Considerations of the Psychotic Character", J. Amer.
Psychoanal. Assoc, 18:24-50.
-----(1971), "Technique in Regard to Some Specifıc Ego Defects in the Treatment of
Borderline Patients", Psychoanal. Quart., 45: 216-20. GARY, G. (1972), "The
Borderline Condition: A Structural-Dynamic Viewpoint", The
Psychoanalytic Review, 59: 33-54. GELEERD, E. R. (1958), "Borderline States in
Childhood and Adolescence", The
Psychoanalytic Study of the Child, 13: 279-95, New York, Int. Univ. Press. GILL,
M. M. (1951), "Ego Psychology and Psychotherapy", Psychoanal. Quart., 20:
62-71.
-----(1954), "Psychoanalysis and Exploratory Psychotherapy", J. Amer. Psychoanal.
Assoc, 2:771-97. GIOVACCHINI, P. L. (der.) (1972), Tactics and Techniques in
Psychoanalytic The-
rapy, Jason Aronson, Inc. GITELSON, M. (1952), "The Emotional Position of the
Analyst in the Psycho-analytic
Situation", Int. J. Psychoanal, 33: 1-10.
-----(1958), "On Ego Distortion", Int. J. Psycho-Anal., 39: 245-57.
GLOVER, E. (1955a), The Technigue of Psycho-Analysis, New York, Int. Univ. Press.
-----(1955b), "The Analyst's Case-List (2)", The Techniaue of Psycho-Analysis, Lond
ra, Bailliare; New York, Int. Univ. Press: 185-258.
GREENSON, R. R. (1954), "The Struggle Against Identification", J. Am. Psychoanal.
Assoc, 2: 200-17.
------ (1958), "On Screen Defenses, Screen Hunger, and Screen Identity", J. Am.
Psychoanal. Assoc, 6: 242-62.
------ (1967), The Technique and Practice of Psychoanalysis, New York, Int. Univ.
Press.
(1970), "The Unique Patient-Therapist Relationship in Borderline Patients", Ame
rikan Psikiyatri Derneğinin yıllık toplantısında sunulan tebliğ (yayımlanmamış).
GRINKER, R., Sr., Werble, B. ve Drye, R. (1968), The Borderline Syndrome, New
York, Basic Books, Inc.
GUNTRIP, H. (1968), Schizoid Phenomena, Object Relations and the Şelf, New York,
Int. Univ. Press: 275-309.
HARTMANN, H. (1950), "Comments on the Psychoanalytic Theory of Ego", Essays
on Ego Psychology içinde, New York, Int. Univ. Press, 1964: 113-41.
-----(1953), "Contribution to the Metapsychology of Schizophrenia", Essays on Ego
Psychology içinde, New York, Int. Univ. Press, 1964: 182-206.
-----ve Loevvenstein, R. M. (1962), "Notes on the Superego", The Psychoanalytic
Studyofthe Child, 17: 42-81, New York, Int. Univ. Press.
HEIMANN, P. (1950), "On Counter-Transference", Int. J. Psychoanal, 31: 81-84.
-----(1955a), "A Combination of Defence Mechanisms in Paranoid States", New Di-
rections in Psycho-Analysis içinde, deri. M. Klein, P. Heimann ve R. E. Money-
Kyrle, Londra, Tavistock Publications: 240-65.
------(1955b), "A Contribution to the Re-evaluation of the Oedipus Complex: The Early
Stages", New Directions in Psycho-Analysis içinde, deri. M. Klein, P. Heimann ve
R. E. Money-Kyrle, New York, Basic Books: 23-38.
-----(1960), "Countertransference", Brit. J. Med. Psychol, 33: 9-15.
HOCH, P. H. ve POLATIN, P. (1949), "Pseudoneurotic Forrns of Schizophrenia",
Psychiat. Quart., 23: 248-76.
------, Cattell, J. P. (1959), "The Diagnosis of Pseudoneurotic Schizophrenia", Psychiat.
Quart„ 33: 17-43. HOLZMAN, P. S. ve Ekstein, R. (1959), "Repetition-Functions of
Transitory Regressi-
ve Thinking", Psychoanal. Quart., 28: 228-35. HURVİCH, M. (1970), "On the
Concept of Reality Testing", International Journal of
Psycho-Analysis, 51: 299-312. JACOBSON, E. (1953), "Contribution to the
Metapsychology of Cyclothmic Depressi-
on", Affective Disorders içinde, der. P. Greenacre, New York, Int. Univ. Press: 49-
83.
-----(1954a), "Contribution to the Metapsychology of Psychotic Identifications", J.
Amer. Psychoanal. Assoc, 2: 239-62.
----- (1954b), "Psychotic Identifications", Depression içinde, New York, Int. Univ.
Press, 1971:242-63.
-----(1957), "Denial and Repression", J. Anı. Psychoanal. Assoc, 5: 61-92.
-----(1964), The Şelf and the Object World, New York, Int. Univ. Press; Metis Yaym-
lan'nca yayımlanacak. JONES, E. (1913), "The God Complex", Essays in Applied
Psycho-Analysis, New
York, International Universities Press, 1964, 2: 244-65.
KENISTON, K. (1968), Young Radicals, New York, Harcourt, Brace and World, Inc.
-----(1970), "Student Activism, Moral Development and Morality", Amer. J. Orthopsy-
chiat, 40: 577-92. KERNBERG, O. (1960), "Manejo de la Contra-Transferencia en la
Escuela Analitica de
Washington", Şili Psikanaliz Derneğine sunulan tebliğ (yayımlanmamış).
-----(1966), "Structural Derivatives of Object Relationships", Int. J. Psycho-Anai, 47:
236-53.
-----(1970), "A Psychoanalytic Classification of Character Pathology", Journal of the
American Psychoanalytic Association, 18: 800-2.
-----(1971), "New Developments in Psychoanalytic Object Relations Theory. Parts I
and III: Normal and Pathological Development", Amerikan Psikanaliz Derneğine su
nulan tebliğ, Washington, D. C. (yayımlanmamış).
-----(1972), "Early Ego Integration and Object Relations", Ann. N. Y. Acad. Sci., 193,
233-47.
-----(1973), "New Developments in Psychoanalytic Object-Relations Theory. Part II:
Instincts, Affects, and Object Relations", Narsisizm Üzerine Royden Astley Anma
Sempozyumunda sunulan tebliğ, Pittsburgh, Pa. (yayımlanmamış).
KAYNAKÇA I 303
-----; Burnstein, E.; Coyne, L.; Appelbaum, A.; Honvitz. L. ve Voth, H. (1972),
"Psychotherapy and Psychoanalysis: Final Report of the Menninger Foundation's
Psychotherapy Research Project", Bull. of the Menninger Clinic, 36: 1-275.
KERNBERG, P. (1971), "The Course of the Analysis of a Narcissistic Personality with
Hysterical and Compulsive Features", J. Am. Psychoanal. Ass.., 19: 451-71.
KHAN, M. M. R. (1960), "Clinical Aspects of the Schizoid Personality: Affects and
Technique", Int. J. Psycho-Anal, 41: 430-7.
-----(1964), "Ego Distortion, Cumulative Trauma, and the Role of Reconstruction in
the Analytic Situation", Int. Psycho-Anal, 45: 272-9.
----- (1969), "On Symbiotic Omnipotence", The Psychoanalytic Forum içinde, der.
John A. Lindon, New York, Jason Aronson, Inc.
KLEIN, M. (1934), "A Contribution to the Psychogenesis of Manic-Depressive States",
Contributions to Psycho-Analysis 1921-1945, Londra, Hogarth Press, 1948: 282-
310.
-----(1940), "Mouming and Its Relation to Manic-Depressive States", Contributions to
Psycho-Analysis 1921-1945, Londra, Hogarth Press, 1948: 311-38.
-----(1945), "The Oedipus Complex in the Light of Early Anxieties: General Theoreti-
cal Summary", Contributions to Psycho-Analysis 1921-1945, Londra, Hogarth
Press, 1948: 377-90.
-----(1946), "Notes on Some Schizoid Mechanisms", Int. J. Psychoanal, 27: 99-110.
-----(1952), "The Origins of Transference", Int. J. Psychoanal, 33: 433-8.
-----(1955), "On Identification", New Directions in Psycho-Analysis içinde, der. M.
Klein, P. Heimann ve R. E. Money-Kyrle, Londra: Tavistock Publications: 309-45.
KNIGHT, R. P. (1953a), "Borderline States", Psychoanalytic Psychiatry and Psycho-
logy içinde, deri. R. P. Knight ve C. R. Friedman, New York, Int. Univ. Press, 1954:
97-109.
-----(1953b), "Management and Psychotherapy of the Borderline Schizophrenic Pati-
ent", Psychoanalytic Psychiatry and Psychology içinde, deri. R. P. Knight ve C. R.
Friedman, New York, Int. Univ. Press, 1954: 110-22. KOHUT, H. (1966), "Forms
and Transformations of Narcissism", /. Am. Psychoanal.
AM., 14; 243-72.
------ (1968), "The Psychoanalytic Treatment of Narcissistic Personality Disorders",
Psychoanal. Study Child., 23: 86-113.
(1971), The Analysis of the Şelf New York, Int. Univ. Press; Kendiliğin Çözüm
lenmesi, Metis, 1998.
------ (1972), "Thoughts on Narcissism and Narcissistic Rage", The Psychoanalytic
Study of the Child, 27: 360-400.
LAUGHLIN, H. P. (1956), "The Neuroses in Clinical Practice", Philadelphia, Saunders,
ss. 394-406.
LIDZ, R. W. ve LIDZ, T. (1952), "Therapeutic Considerations Arising From the Intense
Symbiotic Needs of Schizopherinc Patients", Psychotherapy with Schizophrenics
içinde, deri. E. B. Brody ve F. C. Redlich, New York, Int. Univ. Press: 168-78.
LITTLE, M. (1951), "Countertransference and the Patient's Response to it", Int. J.
Psychoanal, 32: 32-40.
(1958), "On Delusional Transference (Transference Psychosis)", Int. J. Psycho-
Anal, 39: 134-8.
-----(1960a), "Countertransference", Brit. J. Med. Psychol, 33: 29-31.
-----(1960b), "On Basic Unity", Internat. J. Psychoanal, 41: 377-84; 637.
LUBORSKY, L. (1962), "The Patient's Personality and Psychotherapeutic Change", Re-
search in Psychotherapy, cilt II içinde, deri. H. H. Strupp ve L. Luborsky, Washing-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 304
ton, D. C, Amer. Psycholog. Assn.: 115-33. MACALPINE, I. (1950), "The
Development of the Transference", Psychoanal. Quart.,
cilt I, 19:501-39. MAHLER, M. S. (1968), On Human Symbiosis and the
Vicissitudes of lndividuation,
İnfantile Psychosis, New York, Int. Univ. Press.
-----(1971), "A Study of the Separation-Individuation Process and Its Possible Appli
cation to Borderline Phenomena in the Psychoanalytic Situation", Psychoanalytic
Study of the Child, 26: 403-24, New York/Chicago, Quadrangle Books. MAIN, T. F.
(1960), "The Ailment", Brit. J. Med. Psychol, 33: 29-31. MASTERSON, J. (1967), The
Psychiatıic Dilemma of Adolescence, Boston, Little,
Brown: 119-34.
-----(1972), Treatment of the Borderline Adolescent: A Developmental Approach, New
York, Wiley-Interscience. MENNINGER, K. A. (1958), Hope Theory of
Psychoanalytic Techniaue, New York,
Basic Books.
-----(1959), Amer. J. Psychiat., 116:481-91.
-----; Mayman, M. ve Pruyser, P. (1963), The Vital Balance, New York, Viking Press:
213-49. MEZA, C. (1970), El Colerico (Borderline), Editorial Joaquin Mortiz,
Meksika. MONEY-KYRLE, R. E. (1956), "Normal Countertransference and Some of its
Deviati-
ons", Int. J. Psychoanal, 37: 360-6. ORR, D. W. (1954), "Transference and
Countertransference: A Historical Survey", J.
Am. Psychoanal. Assoc, 2: 621-67. PAZ, C. (1969), "Reflexiones Tecnicas Sobre El
Proceso Analitico en los Psicoticos
Fronterizos", Revista de Psicoanalisis, 26: 571-630. RACKER, H. (1953), "A
Contribution to the Problem of Countertransference", Int. J.
Psychoanal, 34: 313-24.
-----(1957), "The Meanings and Uses of Countertransference", Psychoanal. Quart„
26: 303-57. RANGELL, I. (1955), Panel Raporu: "The Borderline Case", J. Am.
Psychoanal. Assoc, 3: 285-98. RAPAPORT, D. (1957), "Cognitive Structures",
Contemporary Approaches to Cogniti-
on içinde, Cambridge, Harvard Univ. Press: 157-200.
-----ve Gill, M. M. (1959), "The Points of View and Assumptions of Metapsycho-
logy", Int. J. Psychoanal, 40: 153-62.
-----ve Gill, M. M. ve Schafer, R. (1945-6), Diagnostic Psychological Testing, 2 cilt,
Chicago: Year Book Publishers, 1: 16-28; 2: 24-31, 329-66.
REICH, A. (1951), "On Countertransference", Int. J. Psychoanal, 32: 25-31.
-----(1953), "Narcissistic Object Choice in Women", J. Am. Psychoanal. Assoc, 1: 22-
44.
-----(1960a), "Further Remarks on Countertransference", Int. J. Psychoanal, 41: 389-
95.
-----(1960b), "Pathological Forms of Self-Esteem Regulation", The Psychoanalytic
Study of the Child, New York, Int. Univ. Press, 15: 215-32. REICH, Wilhelm
(1949), Character Analysis, New York, Noonday Press. REIDER, N. (1957),
"Transference Psychosis", J. Hillside Hosp., 6: 131-49. RIVIERE, J. (1936), "A
Contribution to the Analysis of the Negative Therapeutic Reac-
tion", Int. J. Psycho-Anal, 17: 304-20. ROBBINS, L. L. (1956), Panel Raporu: "The
Borderline Case", J. Am. Psychoanal Assoc, 4: 550-62.
KAYNAKÇA I 305
—r- ve Wallerstein, R. S. (1959), "The Research Strategy and Tactics of the Psychot-
herapy Research Project of the Menninger Foundation and the Problem of Controls",
Research in Psychotherapy içinde, deri. E. A. Rubinstein ve M. B. Parloff, Washing-
ton, D.C., Amer. Psycholog. Assn.: 27-43.
ROBİNS, L. N. (1966), "Deviant Children Grown Up", Baltimore, Williams & Wilkins:
287-309.
ROMM, M. (1957), "Transient Psychotic Episodes during Psychoanalysis", J. Amer.
Psychoanal. Assoc, 5: 325-41.
ROSENFELD, H. (1949), "Remarks on the Relation of Male Homosexuality to Parano-
ia, Paranoid Anxiety and Narcissism", Int. J. Psychoanal, 30: 36-47.
-----(1952), "Transference-Phenomena and Transference-Analysis in an Acute Catato-
nic Schizophrenic Patient", Int. J. Psychoanal., 33: 457-64.
(1955), "Notes on the Psychoanalysis of the Super-ego Conflict in an Acute Schi
zophrenic Patient", Psychotherapy of Schizophrenia and Manic-Depressive States
içinde, deri. Azima ve Glueck, Jr. Washington, Amer. Psychiat. Assoc.
-----(1958), "Contribution to the Discussion on 'Variations in Classical Technique'",
Int. Jour. Psychoanal, 39: 238-9.
(1963), "Notes on Psychopathology and Psychoanalytic Treatment of Schizophre
nia", Psychotherapy of Schizophrenia and Manic-Depressive States içinde, deri. Azi
ma ve B. C. Glueck, Jr. (Psikiyatri Araştırma Raporu #17), Washington, D.C., Ame
rikan Psikiyatri Derneği: 61-72.
-----(1964), "On the Psychopathology of Narcissism: A Clinical Approach", Int. J.
Psychoanal, 45: 332-7.
-----(1970), "Negative Therapeutic Reaction", Topeka Psikanaliz Derneği raporu, Bull.
of the Menninger Clinic, 34: 189-92.
SACHS, H. (1947), "Observations of a Training Analyst", Psychoanal Quart., 16: 157-
68.
SANDLER, J. ve Rosenblatt, B. (1962), "The Concept of the Representational World",
Psychoanal Studyofthe Child, 17: 128-45.
SAVAGE, C. (1961), "Countertransference in the Therapy of Schizophrenics", Psychi-
atry, 24: 53-60.
SCHAFER, R. (1960), "The Loving and Beloved Superego in Freud's Structural The-
ory", The Psychoanalytic Study of the Child, 15: 163-88, New York, International
Universities Press.
SCHLESINGER, H. (1966), "in Defense of Denial", Topeka Psikanaliz Derneğine teb-
liğ, Haziran 1966 (yayımlanmamış).
SCHMIDEBERG, M. (1947), "The Treatment of Psychopaths and Borderline Patients",
Amer. J. Psychother., 1: 45-70.
SEGAL, H. (1964), Introduction to the Work of Melanie Klein, New York, Basic Bo-
oks.
SHARPE, E. F. (1931), "Anxiety, Outbreak and Resolution", Collected Papers on
Psycho-Analysis içinde, Londra, Hogarth, 1950: 67-80.
SPITZ, R. A. (1956), "Countertransference: Comments on its Varying Role in the
Analytic Situation", J. Am. Psychoanal Assoc, 4: 256-65.
STERBA, R. (1934), "The Fate of the Ego in Analytic Therapy", Int. J. Psycho-Anal,
15: 117-26.
STERN, A. (1938), "Psychoanalytic Investigation of and Therapy in the Borderline
Group of Neuroses", Psychoanal Quart., 7: 467-89.
-----(1945), "Psychoanalytic Therapy in the Borderline Neuroses", Psychoanal. Qu-
art., 14: 190-8.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 306
STONE, L. (1951), "Psychoanalysis and Brief Psychotherapy", Psychoanal. Quart., 20:
215-36. —— (1954), "The Widening Scope of Indications for Psychoanalysis", /
Amer.
Psychoanal. Assoc, 2: 567-94. STRACHEY, J. (1934), "The Nature of the
Therapeutic Action of Psycho-analysis", Int.
J. Psycho-Anal, 15: 127-59. SULLIVAN, H. S. (1953a), Conceptions of Modern
Psychiatry, New York, Norton.
-----(1953b), The Interpersonal Theory of Psychiatry, New York: Norton.
TARTAKOFF, H. H. (1966), "The Normal Personality in Our Culture and the Nobel
Prize Complex", Psychoanalysis-A General Psychology içinde, deri. R. M. Loe-
vrenstein, L. M. Newman, M. Schur ve A. J. Solnit, New York, Int. Univ. Press:
222-52. THOMPSON, C. M. (1952), "Countertransference", Samiksa, 6: 205-11.
TICHO, E. (1966), "Selection of Patients for Psychoanalysis or Psychotherapy", Men-
ninger Psikiyatri Okulu 20. Yıldönümü Toplantısında sunulmuş tebliğ, Topeka, Kan-
sas (yayımlanmamış).
-----(1972), "The Development of Superego Autonomy", Psychoanal. Rev., 59: 218-
33.
------(1970), "Differences Between Psychoanalysis and Psychotherapy", Bull Mennin-
ger Clin., 34: 128-38.
----- (1972), "The Effects of the Psychoanalyst's Personality on the Treatment",
Psychoanalytic Forum içinde, cilt 4, der. John A. Lindon, New York, Int. Univ.
Press: 137-51. TOWER, L. E. (1956), "Countertransference", / Anı. Psychoanal.
Assoc, 4:224-55. VAN DER VVAALS, H. G. (1965), "Problems of Narcissism", Bull.
Menninger Clin.,
29:293-311. WERBLE, B. (1970), "Second Follow-Up Study of Borderline
Patients", Archives of
General Psychiatry, 23: 3-7. WAELDER, R. vd. (1958), "Ego Distortion" (Panel
Tebliği), Int. J. Psycho-Anal, 39:
243-75. WALLERSTEIN, R. S. (1967), "Reconstruction and Mastery in the
Transference
Psychosis", J. Amer. Psychoanal. Assoc, 15: 551-83.
-----ve Luborsky, L., Robbins, L. L. ve Sargent, H. D. (1956), "The Psycho-Therapy
Research Project of The Menninger Foundation: Rationale, Method and Sample
Use: First Report", Bull. Menninger Clinic, 20: 221-78.
------ve Robbins, L. L. (1956), "The Psychotherapy Research Project of the Menninger
Foundation (Part IV: Concepts)", Bull. Menninger Clin., 20: 239-62. WEIGERT, E.
(1952), "Contribution to the Problem of Terminating Psychoanalyses",
Psychoanal. Quart., 21: 465-80. WILL, O. A. (1959), "Human Relatedness and the
Schizophrenic Reaction", Psychiatry,
22: 205-23. WEISFOGEL, J., Dickes, R. ve Simons, R. (1969), "Diagnostic
Concepts Conceming
Patients Demonstrating Bpth Psychotic and Neurotic Symptoms", The Psychiatric
Quarterly, 43: 85-122. WERBLE, B. (1970), "Second Follow-up Study of
Borderline Patients", Archives of
General Psychiatry, 23: 3-7. WINNICOTT, D. W. (1949), "Hate in the Counter-
transference", Int. J. Psychoanal,
30:69-75. .
- - - --. (1955), "The Depressive Position in Normal Emotional Development", Brit. J.
Med. Psychol, 28: 89-100.
KAYNAKÇA I 307
____-.(1960), "Countertransference", Brit. J. Med. Psychol., 33: 17-21.
----- (1963), "The Development of the Capacity for Concern", Bull. Menhinger Clin.,
27: 167-76.
WOLBERG, A. (1973), The Borderline Patient, Intercontinental Medical Book Corpo-
ration, New York.
ZETZEL, E. R. (1956), "Current Concepts of Transference", Int. J. Psychoanal, 37:
369-76.
—— (1966), "The Analytic Situation", Psychoanalysis in the Americas içinde, der. Lit-
man, New York, Int. Univ. Press, 1966: 86-106.
-----(1971), "A Developmental Approach to the Borderline Patient", American Journal
of Psychiatry, \27:S61-71.
ZILBOORG, G. (1941), "Ambulatory Schizophrenias", Psychiatry, 4: 149-55.
-----(1957), "Further Observations on Ambulatory Schizophrenia", Amer. J. Orthopsy-
chiat., 27: 677-82.

You might also like