Professional Documents
Culture Documents
Kernberg
Sınır Durumlar ve
Patolojik Narsisizm
Çeviren
Mustafa Atakay
Önsöz 13
Teşekkür 15
Kaynaklar 297
Kaynakça 299
Editörün Önsözü
Saffet Murat Tura
Paulina, Martin,
Karen ve Adine'e
Önsöz
Sınır Kişilik
Örgütlenmesi
1
Sendrom
lık duyulmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar ve görünüşte garip bir çelişki
yaratacak şekilde, çok şişkin bir kendilik kavramının yanı sıra başka
insanlardan haddinden fazla takdir alma ihtiyacı gösterirler. Duygusal
hayatları sığdır. Başkalarının duygularına pek eşduyum duymazlar,
başkalarından aldıkları takdir ya da kendi büyüklenmeci fantezileri
dışında hayattan pek haz almazlar ve dışarıdan gelen pırıltı
solduğunda ya da kendilik saygılarını besleyen yeni kaynaklar olma-
dığında huzursuzluk ve sıkıntı hissederler. Başkalarına haset ederler,
narsisist destek bekledikleri kişileri idealleştirme, hiçbir şey bekleme-
dikleri kişileri ise (genelde eski ilahları) küçük görme ve onlara tepe-
den bakma eğilimi gösterirler. Genelde başka insanlarla olan ilişkileri
sömürücü ve bazen asalaktır. Sanki suçluluk duygusu duymadan baş-
kalarını denetlemek, onlara sahip olmak ve onları sömürmek hakkına
sahip olduklarını hissetmektedirler - ve çoğu zaman çekici ve davet-
kâr olan bir yüzün arkasında, soğukluk ve acımasızlık hissedilir. Çoğu
zaman bu hastaların, başkalarının hayranlık ve takdirine ihtiyaç
duydukları için "bağımlı" oldukları düşünülür, ancak daha derin bir
düzeyde, derin güvensizlikleri ve başkalarını küçümsemeleri nede-
niyle herhangi bir kişiye gerçekten kesinlikle bağımlı olamazlar.
Analitik açımlama çoğu zaman, bu hastaların kibirli, büyüklenmeci
ve denetleyici davranışlarının, psikopatolojilerinde çok önemli bir
rolü olan oral öfkenin yansıtılmasıyla bağlantılı paranoid özelliklere
karşı bir savunma olduğunu ortaya koyar. Yüzeyde bu hastalar, genel-
de göze çarpıcı bir nesne ilişkileri yokluğu sergilerler; daha derin bir
düzeyde, etkileşimleri, korkutucu bir niteliğe sahip çok yoğun ilkel
içselleştirilmiş nesne ilişkilerini ve içselleştirilmiş iyi nesnelere ba-
ğımlı olamama durumunu yansıtır (Rosenfeld, 1964). Antisosyal kişi-
lik, narsisist kişiliğin bir alt grubu olarak kabul edilebilir. Antisosyal
kişilik yapılarında, biraz evvel bahsi geçen genel özellik kümelenme-
sine ek olarak ciddi üstben patolojisi bulunur.
Şimdi göstermiş olduğumuz çaba, yani karakter patolojisini muh-
temel sınır kişilik örgütlenmesi göstergelerini ne ölçüde yansıttığına
bakarak sınıflandırma çabası iki soruyu da beraberinde getirmektedir:
(i) Tüm bu karakter kümelenmeleri arasında kesin betimleyici ayırıcı
tanı yapmak mümkün müdür? (ii) Karakter patolojisinin bir süreklilik
üzerinde yerini tam olarak saptama çabası tehlikeli bir katılık içermi-
yor mu? Bu soruların gündeme gelmesinde rol oynayan olgulardan
biri, her bir karakter örgütlenmesi türü içinde genelde çok dalgalanma
olmasıdır; örneğin, tipik histerik kişiliklerde sınır özellikler olabil-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 32
doğrudan bir yol bulurlar. Depresif kişilik özellikleri olan "üst düzey"
hasta grubundan farklı olarak, bu grupta bazı sınır hastalar görmekte-
yiz.
(iii) İlkel Kendine Yönelik Yıkıcılık. Mazoşist ihtiyaçların nispeten
ilkel cinselleştirrnesinin meydana geldiği, bazen mazoşist sapık eği-
limlerin olduğu ve saldırganlığın ayırım yapmaksızın dışarıya ya da
kişinin kendi vücuduna yönelik olarak boşaltıldığı "alt düzey" bir ma-
zoşist karakterler grubu vardır. Ciddi kendine yönelik yıkıcılıkları
olan (ancak iyi bütünleşmiş bir üstbeni olmayan ve suçluluk duygusu
hissetme yetisi yokluğunun göze çarptığı) hastalar, bu gruba dahil
edilirler. Bunun tipik örnekleri, kendilerini keserek ya da kendilerine
başka yollarla fiziksel zarar vererek veya büyük öfke duyarak ve pra-
tik olarak depresyon olmaksızın gerçekleştirdikleri ve itkisel, intihar
anlamına gelebilecek hareketlerle özgül olmayan kaygı rahatlaması
elde eden hastalardır. Dinamik bir bakış açısından, bu hastalarda oidi-
pal dönem öncesi çatışmalar hâkimdir; saldırgan ve cinsel itkilerin
nispeten ilkel bir birleşmesi ve ayrılması söz konusudur. Bu hastaların
çoğunda, belki de hepsinde altta sınır kişilik örgütlenmesi yatar.
Depresif-mazoşist özelliklerle ilintili üç karakter patolojisi düze-
yinde, üst düzeydeki hastaların alt düzeyde olanlara oranla daha fazla
depresyon yaşadıklarına dikkat edilmelidir. Bu bizi, sınır kişilik ör-
gütlenmesi analizimizde bir semptom olarak depresyonun tanısal de-
ğeri olup olamayacağı sorusuna götürür.
(iv) Semptomatik Depresyon. Her şeyden önce, bir semptom olarak
depresyonu, depresif-mazoşist karakter özelliklerinden ayırt etmek
gerekir. İkincisi, semptomatik depresyonun niteliği önemlidir, çünkü
depresyona ne kadar çok samimi suçluluk duygulan, pişmanlık ve
hastanın kendiyle ilgili tasalar eşlik ediyorsa, bunlar o kadar üstben
bütünleşmesine delalettir. Kudretsiz bir öfke ya da idealleştirilmiş
kendilik kavramıyla ilgili bir çöküşle bağlantılı olarak çaresizlik-
umutsuzluk niteliği taşıyan bir depresyon, bir üstben bütünleşmesi
göstergesi olarak daha az değer taşır. Bu, tartışmamız açısından
önemlidir, çünkü üstbenin bütünleşmesi ne kadar iyiyse, karakter pa-
tolojisinin düzeyi o kadar yüksektir. Üçüncüsü, semptomatik depres-
yonun niceliği ve tüm ben işlevleri üzerinde ne ölçüde düzensizlik ya-
ratıcı bir etkisi olduğu önemlidir. Depresif tepkinin psikotik derecesi-
ne yaklaşan ve "depresif kişiliksizleşme" biçiminde ben dağınıklığı ve
gerçeklikteki duygusal ilişkilerden ciddi bir çekilme oluşturma eğilimi
gösteren şiddetli depresyon, bu aşamada sınır kişiliğin ek bir
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 34
YAPISAL ANALİZ
Psikanalitik açıdan, "yapısal analiz" teriminin birden çok anlamı ola-
bilir. ilk olarak, zihinsel süreçlerin üç ruhsal yapı (ben, id, üstben) açı-
sından analizi anlamına gelir. Bu, Freud'un, yapısal analiz terimini,
daha önceki "topografik" bakış açısından ayırmak için kullandığı an-
lamıdır. İkinci olarak, daha geniş anlamıyla yapısal analiz, Hart-
mann'ın (Hartmann, Kris ve Loevvenstein, 1946) ve özellikle de Rapa-
port ve Gill'in (1959) bene bakış açılarıyla bağlantılıdır; bu bakış açı-
sına göre ben, şunların bir kombinasyonudur: (a) Zihinsel süreçlerin
yönlendirilmesini belirleyen ve yavaş değişen yapılanmalar ya da
"yapılar", (b) bu zihinsel süreçlerin ya da "işlevler"in kendileri ve (c)
"eşikler". Klinik açıdan, "yapısal analiz" teriminin bu ikinci anlamda
kullanılması, bilişsel yapılar (temel olarak ikincil süreç düşüncesine
karşılık birincil süreç düşüncesi) (Rapaport, 1957) ve savunma işlem-
leri (savunma mekanizmalarının kümelenmesi ve karakterin savun-
maya yönelik yönleri) üzerinde yoğunlaşılmasıyla ortaya çıkar. "Ya-
SENDROM I 35
pjsal analiz" teriminin üçüncü bir anlamı vardır. Daha yakm zaman-
larda yapısal analiz, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin yapısal türevle-
rinin analizi anlamında kullanılmıştır (Fairbairn, 1951; Kernberg,
1966). Yapısal analizin ilk ve ikinci anlamları tabii ki yakından ilişki-
lidir ve Hartmann'ın görüşünde birleştirilebilir; Hartmann, id, ben ve
üstbeni, her biri kendi işlevleriyle tanımlanan ruhsal aygıtın üç genel
yapısı olarak kabul etmektedir; bu yapılar içinde özgül işlevler alt ya-
pılan belirler, alt yapılarsa yeni işlevler belirler. Sınır kişilik örgütlen-
mesini analiz etmeye çalışırken, önce beni, alt yapıları ve işlevleri bü-
tünleştiren genel bir yapı olarak gören yapısal analiz türünü uygulaya-
cak, sonra da içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin bu psikopatoloji tü-
rüyle ilişkili olan özgül yapısal türevlerini analiz edeceğim.
dilik ile nesne imgeleri arasında böyle gerilemeli bir yeniden birleşm e
şunlara bağlı olabilir: (i) Birincil özerklik aygıtlarının gelişmemesi-(ii)
bünyeden kaynaklanan kaygı tahammülü eksikliği (küçük engel-
lenmelere dahi tahammül edilemez ve gerilemeli birleşme ya da kay-
naşma süreçleri meydana gelir); (iii) gerçek hayatta aşırı engellenme
ve (iv) bunun sonucu olarak aşırı saldırganlık meydana gelmesi (ya da
saldırgan dürtülerin bünyesel aşırı şiddeti). Saldırganlığın yansıtılması
ve saldırgan olarak belirlenmiş nesne ve kendilik imgelerinin tekrar
içe atılmasını içeren kısır döngüler, muhtemelen hem psikozun hem de
sınır kişilik örgütlenmesinin gelişiminde temel bir faktördür.
Psikozlarda meydana gelen temel etki, kendilik ve nesne imgelerinin
gerilemeli yeniden birleşmesidir; sınır kişilik örgütlenmesinde hâkim
olan, kendilik ve nesne imgeleri arasında bir yeniden birleşme değil,
bölme süreçlerinin yoğunlaşması ve patolojik saptanmasıdır.
Sınır kişilik örgütlenmesinde, yukarıda psikozun gelişimiyle ilgili
olarak sözü edilen patojen faktörler de mevcut olabilir, ancak kendilik
ve nesne imgeleri arasında gerilemeli yeniden birleşme ya da kendilik
ve nesne imgeleri arasında ayrışma ve gelişim olmayışı, ağırlıklı bir
unsur değildir. Burada gelişimdeki en önemli aksaklık, olumlu ve
olumsuz içe atımları ve özdeşleşmeleri senteze ulaştırma yetersizli-
ğinde yatmaktadır; saldırgan olarak belirlenmiş kendilik ve nesne im-
geleriyle libidinal olarak belirlenmiş olanları bir araya getirme yetisi
yoktur. Sınır kişilik örgütlenmesinde, birincil özerklik aygıtlarının
gelişiminde bünyesel kusurlar muhtemelen nispeten önemsizdir. Belki
de temel patolojik faktörler, karşıt nitelikteki içe atımların sentezi
evresi üzerinde olumsuz etki yaratan bünyesel kaygı tahammülü ek-
sikliği, ama özellikle de saldırgan dürtü türevlerinin çok yoğun oluşu-
dur. Yukarıda da belirtildiği gibi, aşırı saldırganlık, saldırgan dürtünün
bünyesel şiddetinden de, erken ciddi engellenmelerden de kay-
naklanıyor olabilir ve erken kendilik ve nesne imgeleriyle bağlantılı
aşırı şiddetli saldırgan ve kendiliğe yönelik saldırgan çabalar, değiş-
mez bir biçimde sınır kişilik örgütlenmesi ile ilintilidir.
Kendilik ve nesne imgeleri birbirlerinden nispeten iyi ayrılmışsa ve
dolayısıyla bu imgelerin gerilemeli bir biçimde yeniden birleşmesi
nispeten mevcut değilse, ben sınırları da nispeten bozulmaya uğrama-
dan ayrışır; bu nedenle, tipik sınır hasta, büyük ölçüde bozulmamış
ben sınırlarına ve bununla bağlantılı olan gerçekliği değerlendirme
yetisine sahiptir. Ancak, çelişkili kendilik ve nesne imgelerinin sente-
zinin olmamasının birçok patolojik sonucu vardır. Bölme mekaniz-
SENDROM I 41
haline geri dönebilir ve sonra, bir önceki durumunu inkâr eder; bu du-
rumda da önceki halini hatırlamasına karşın, bu iki ben hali arasında
duygusal bir bağ kesinlikle kuramaz. Sözünü ettiğim hastalarda inkâr,
yalnızca öznel yaşantılarının ya da dış dünyanın bir alanına karşı ka-
yıtsızlık olarak da tezahür edebilir. Israr edildiğinde, hasta inkâr ettiği
alanın entelektüel olarak farkında olduğunu kabul eder, ancak bunu
duygusal yaşantısının geri kalan kısmıyla bütünleştiremez. Şu anda
inkâr edilen şeyin, hastanın bilincinin diğer alanlarında farkında oldu-
ğu bir şey olduğunu vurgulamak gerekir; yani, hasta, yaşamış olduğu
(ve yaşadığını hatırladığı) duyguları inkâr eder, hasta gerçeklikteki
belli bir durumun, bilinçli olarak farkında olmuş olduğu ya da bilinçli
olarak yine farkına vardınlabileceği duygusal önemini inkâr eder.
Tüm bunlar, değilleme mekanizmasındaki üst düzey inkâr biçimin-
den farklıdır (Freud, 1925). Değillemede, zihinsel bir içerik "negatif
bir işaretle" ortaya çıkar; hasta, bir şey hakkında kendisinin, terapisti-
nin ya da başkalarının ne düşünebileceklerini bildiğini söyler, ancak
bu olasılık, yalnızca entelektüel bir spekülasyon olarak gözardı edilir.
Bu durumda, inkâr edilen şeyin duygusal önemi hiçbir zaman bilinçte
bulunmamıştır ve bastırılmış olarak kalır. Bu açıdan değilleme, bas-
tırmayla ilintili üst düzey bir inkâr biçimidir ve yalıtmaya oldukça ya-
kındır. Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda yine oldukça yaygın
olan orta düzey bir inkâr biçimi, o anda şiddetle hissedilen duygulara
karşıt duyguların inkârıdır (özellikle depresyonun manik inkârı).
Depresyonun inkârında, yalnızca bir duygunun inkârından söz etme-
mize karşın, hem manik hem de depresif yatkınlığın, özgül patojen
nesne ilişkilerinin canlanmasını içerdiğini önemle vurgulamak gere-
kir. Bu inkâr biçiminde, kendilik yaşantısının tehdit edici bir kısmına
benin karşı koyusunu pekiştirmek için, aşırı düzeyde ve karşıt bir
duygu kullanılmaktadır. Manik inkâr ve depresyonun klinik olarak bu
kadar yakından bağlantılı olması, "alt düzey" inkâra oranla bende da-
ha az patolojik, daha az "kaba" bir çözülme olduğunu gösterir. Demek
ki inkâr, geniş bir savunma işlemleri grubudur ve muhtemelen üst dü-
zeylerde yalıtma mekanizmaları ve duygulara karşı diğer üst düzey
savunma mekanizmalarıyla (kopukluk, fantezide inkâr, "sözde ve
edimde" inkâr), alt düzeyinde ise bölmeyle bağlantılıdır.
(v) Tümgüçlü Olma ve Değersizleştirme. Bu iki mekanizma da
bölmeyle yakından ilişkilidir ve aynı zamanda ilkel içe atım ve
özdeşleşmenin savunmaya yönelik kullanımının doğrudan
tezahürüdür. Bu iki savunma mekanizmasını kullanan hastalar, bazı
zamanlar idealleşti-
SENDROM I 45
rilmiş "sihirli" bir nesneyle talepkâr, yapışık bir ilişki kurma ihtiyacı
ile başka zamanlarda sihirli bir biçimde tümgüçlü oldukları yönünde
derin bir hissi açığa çıkaran fanteziler ve davranışlar arasında gidip
gelebilirler. Her iki safha da, kötü ve "zulmedici" nesnelere karşı ko-
ruma olarak, idealleştirilmiş ve güçlü, "tamamıyla iyi" bir nesneyle
özdeşleşmelerini temsil etmektedir. îdeal nesneye karşı sevgi ya da
onun için tasa duyma anlamında gerçek "bağımlılık" yoktur. Daha de-
rin bir düzeyde hasta, idealleştirilmiş kişiye zalimce, ona sahipmiş gi-
bi ve kendisinin bir uzantısıymış gibi davranır. Bu nedenle, idealleşti-
rilmiş dış nesneye görünürde boyun eğildiği zamanlarda dahi, hasta-
nın altta yatan derin tümgüçlü olma fantezileri gözlenebilir. İdealleş-
tirilmiş nesneleri denetleme, çevreyi manipüle etme ve sömürme giri-
şimlerinde onları kullanma ve "potansiyel düşmanları yıkma" ihtiyacı,
tümüyle hastaya adanmış bu mükemmel nesnelere "sahip ol-mak"tan
duyulan ölçüsüz gururla bağlantılıdır. Sınır kişilik örgütlenmesi olan
hastalann ortaya koydukları güvensizlik duyguları, özeleştiri ve
aşağılık duyguları altında çoğu zaman büyüklenmeci ve tümgüçlü
eğilimler bulunur. Çoğu zaman bu eğilimler, bu hastaların diğer
insanlardan doyum ve sadakat beklemeye, imtiyazlı, özel kişilermiş
gibi muamele görmeye hakları olduğu yolunda kuvvetli bir bilinçdışı
inanç şeklini alır. Dış nesnelerin değersizleştirilmesi, kısmen tümgüç-
lü olmanın doğal sonucudur; eğer dış bir nesne daha fazla doyum ya
da koruma sağlayamazsa, bırakılır ve uzaklaştırılır, çünkü daha en
başta bu nesneyi gerçekten sevme yetisi yoktur. Ancak bu nesneleri
değersizleştirme eğilimini etkileyen başka kaynaklar da vardır. Bun-
lardan biri, hastanın ihtiyaçlarını (özellikle çok şiddetli oral arzularını)
engelleyen nesnenin kinci yok edilişidir; diğer bir kaynak, nesnelerin
korkulan ve nefret edilen "zulmediciler" olmalarını önlemek için
savunmaya yönelik değersizleştirilmeleridir. Tüm bu güdüler, başka-
larına duyulan ihtiyaç ve korkuya karşı bu savunma işleminde bir ara-
ya gelir. Hastanın geçmişindeki önemli nesnelerin değersizleştirilme-
sinin, içselleştirilmiş nesne ilişkilerinde ve özellikle üstben oluşumu
ve bütünleşmesinde yer alan yapılar üzerinde ciddi hasar verici etkile-
ri vardır.
memiş" bir durumda çözülmüş ben hallerinin bir parçası olarak süre-
gelmesinin, kendi içinde patolojik olduğunu ve bölmenin, normalde
içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin kişisizleştirilmesi, soyutlanması ve
bütünleştirilmesini sağlayan sentezleyici işlemler üzerinde olumsuz
etkisini yansıttığını ekleyebiliriz. Tipik olarak, bu çözülmüş ben alan-
larından her biri, tamamlayıcı bir kendilik imgesi ile bağlantılı belli
bir ilkel nesne imgesi ve o içselleştirme meydana geldiğinde aktif
olan bir duygu yatkınlığı içerir. Sınır kişilik örgütlenmesinde, psikoz-
lardan farklı olarak kendilik imgelerinin nesne imgelerinden ayrışma-
sı, kendilik ve nesne temsilleri arasında nispeten iyi bir ayrışmayı sağ-
layacak, bunun yanı sıra çoğu alanda ben sınırlarının bütünlüğünü de
sağlayacak ölçüde gerçekleşmiştir. Ben sınırlan, yalnızca idealleşti-
rilmiş nesnelerle birleşmenin ve yansıtmalı özdeşleşmenin olduğu
alanlarda başarısızlığa uğrar; bu durum, özellikle bu hastaların akta-
rım gelişimi için geçerlidir. Bu da, bu hastaların aktarım nevrozu yeri-
ne neden aktanm psikozu geliştirdiklerinin temel nedenlerinden biri
gibi görünmektedir.
Şimdi, sınır kişilikte içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin özgül pato-
lojisi alanını daha ayrıntılı incelememiz gerekmektedir; bu patoloji,
iyi ve kötü içe atımları ve özdeşleşmeleri senteze ulaştıramamaktır.
Yukarıda da belirtildiği gibi, başlıca etiyolojik faktörler, birincil sal-
dırganlığın ya da engellenmeye bağlı ikincil saldırganlığın aşırı olma-
sıdır; bu faktörlere muhtemelen birincil ben aygıtlarının gelişiminde-
ki bazı aksaklıklar ve kaygı tahammülü olmayışı da katkıda bulun-
maktadır. Bölünmüş "tamamıyla iyi" ve "tamamıyla kötü" içe atımla-
rın süregelmesinin sonuçlan birden fazladır. Her şeyden önce, libidi-
nal ve saldırgan dürtü türevlerinin iç içe girmemesi, benin duygu yat-
kınlıklarının modülasyonu ve aynşması üzerinde olumsuz etki yaratır
ve ilkel duygu hallerinin aniden taşarak ortaya çıkması yönünde kro-
nik bir eğilim varlığını sürdürür. Aynca, olumlu ve olumsuz içe atım-
lar bir araya getirilmediği takdirde, benin depresyon, tasa ve suçluluk
duygusu yaşama yetisinin temsil ettiği özgül duygu yatkınlığına ulaşı-
lamaz. Benin depresif tepki gösterme yetisi, büyük ölçüde farklı, çe-
lişkili kendilik imgeleri arasındaki gerilime bağlı görünmektedir; bu
gerilim, iyi ve kötü kendilik imgeleri bütünleştirildiğinde -böylece
kişi kendi saldırganlığını kabul edebilir- ve nesneler artık tamamıyla
kötü ya da tamamıyla iyi görülmediğinde -böylece bütünleşmiş "bü-
tün" nesnelere karşı hem sevgi hem saldırganlık kabul edilebilir- or-
taya çıkarak kişiyi nesne için suçluluk duygusu ve tasa duymaya gü-
SENDROM I 47
OLUŞUMSAL-DİNAMÎK ANALİZ
Simdi, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların yapısal analizinden,
içselleştirilmiş nesne ilişkilerindeki çatışmaların tipik içgüdüsel içeri-
ğinin incelenmesine geçebiliriz. Genital dönem öncesi saldırganlık,
özellikle de oral saldırganlık, bu psikopatolojik kümelenmenin bir
parçası olarak önemli bir rol oynar. Sınır kişilik örgütlenmesinin dina-
mik yönleri Melanie Klein ve arkadaşları tarafından (Heimann, 1955;
Klein, 1946; Van der Waals, 1965) açıklığa kavuşturulmuştur. Kle-
in'ın betimlediği, genital dönem öncesi, özellikle de oral çatışmalar
ile oidipal çatışmalar arasındaki yakın ilişki (örneğin, genital dönem
öncesi aşın saldırganlığın etkisi altında oidipal çatışmaların açığa çık-
ması gibi), sınır kişilik örgütlenmesi konusuyla ilgilidir.
Maalesef, Melanie Klein'ın nispeten dogmatik bir şekilde bağlı kal-
ma eğilimi gösterdiği ve haklı olarak bu alandaki birçok yazar tarafın-
dan sorgulanan bazı temel varsayımları -yazılannda yapısal unsurla-
rın ele alınmayışı; epigenetik gelişimi kale almaması; ve son olarak
nispeten tuhaf dili-, çoğu kişi için gözlemlerinin kabulünü zor bir ha-
le getirmiştir. Yanlış anlaşılmalan önlemek için, önce, Melanie Kle-
in'ın analizinin burada söz konusu olan sorunlarla ilgili, fakat kesin-
likle aynı görüşü paylaşmadığım yönlerini belirteceğim: (i) Doğum-
dan sonraki ilk yıl içinde oidipal çatışmalann nispeten tam olarak ge-
liştiği varsayımı: Ben, sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiğinin,
daha az ciddi patolojik durumlardan farklı olarak, genital dönem ön-
cesi ve genital çatışmalar arasında özgül bir yoğunlaşma ve ikinci ya
da üçüncü yıldan itibaren oidipal çatışmaların zamanından önce geli-
şimi olduğunu söyleyeceğim, (ii) Melanie Klein her iki cinsiyetin ge-
nital organlarının, doğuştan bilinçdışı olarak bilindiğini söylemekte-
dir ki ben bunu kabul edilemez buluyorum; Melanie Klein bununla
aşın erken oidipal gelişim arasında bağ kurmaktadır, (iii) Melanie
Klein'ın formülasyonundaki içselleştirilmiş nesne kavramsallaştırma-
sı, ben içindeki yapısal gelişimleri dikkate almamaktadır; Fairbaim
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 52
tirilmiş bir anne imgesinden oral ihtiyaçların doyumu arayışı ile bir-
likte heteroseksüellikten genel bir vazgeçiş, kadın eşcinselliğinin sınır
kişilik örgütlenmesinde oldukça sık rastlanan önemli bir kaynağıdır.
Yalnızca erkeklerden vazgeçme ve oidipal anneye boyun eğme değil,
aynı zamanda idealleştirilmiş, "kısmi" anne figürlerinden oral ve diğer
genital dönem öncesi doyum elde etme çabası anlamına da gelen eş-
cinsel ilişki girişimleri, hep varolan oral-saldırgan ihtiyaç ve korkular
nedeniyle genelde başarısızlığa uğrar. Bu gelişimin diğer bir sonucu,
sadomazoşist eşcinsel ilişkilerdir. Diğer çok biçimli cinsel eğilimler,
yukarıda erkek çocuklar için anlatılana benzer şekilde gelişir. •
Özetlersek, her iki cinste de genital dönem öncesi, özellikle de oral
saldırganlığın aşırı gelişmesi, genelde oidipal çabaların zamanından
önce gelişmesine ve bunun bir sonucu olarak saldırgan ihtiyaçların
ezici etkisi altında genital dönem öncesi ve genital amaçlar arasında
özel patolojik bir yoğunlaşma meydana gelmesine yol açabilir. Bunun
genel bir sonucu, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarda tipik olarak
çok biçimli sapık cinsel eğilimlerin süregelmesine yol açan patolojik
uzlaşmacı çözümlerden birkaçının ortaya çıkmasıdır. Yüzeyde ilkel
dürtülerin ve korkuların kaotik bir biçimde süregelmesi olarak görülen
sınır vakanın "tüm-cinselliği",* bu patolojik çözümlerden birkaçının
bir kombinasyonunu temsil etmektedir. Tüm bu patolojik çözümler,
genital eğilimlerin saldırganlığıyla ve tüm içgüdüsel ihtiyaçlara
saldırganlığın bulaşmasıyla başa çıkma yönünde başarısız çabalardır.
Psikolojik testlerde, normalde gözlenen heteroseksüel genital
çabaların kısmi çok biçimli dürtülere hâkimiyeti, sınır hastalarda gö-
rülmez. Oidipal dönem öncesi ve oidipal çabaların kaotik bir kombi-
nasyonu olarak görünen şey, sözü edilen patolojik yoğunlaşmanın bir
yansımasıdır. Psikolojik testlerden, çoğu zaman bu hastaların "cinsel
bir kimlikleri olmadığı" yönünde çıkarılan formülasyon, muhtemelen
yanlış bir sonuçtur. Bu hastaların kimlik dağınıklığı gösterdikleri doğ-
rudur, ancak bu kimlik dağınıklığının, herhangi bir cinsel yönelimin
ayrışmamasına oranla daha önceki dönemlere ait ve daha karmaşık
kökenleri vardır (Jacobson, 1964). "Cinsel kimlik yokluğu", cinsel bir
tanım yokluğunun değil, aynı çatışmalarla baş edebilmek üzere birden
çok güçlü saplanmanın bir arada bulunmasının bir yansımasıdır. Bu
bizi, sınır kişilik örgütlenmesinin klinik sorunlarına psikanali-
ÖZET
"Sınır" kişilik bozuklukları, betimleyici, yapısal ve oluşumsal-
dinanıik bakış açılarından incelendi. Şu ortak yönleri olabileceği be-
lirtildi: (i) Dağınık kaygı, çok semptomlu nevrozların özel biçimleri
ve "psikoz öncesi" ve "alt düzey" karakter patolojisi gibi semptom kü-
melenmeleri; (ii) benin bazı savunma kümelenmeleri: özgül olmayan
ben zayıflığının tezahürü ve birincil süreç düşüncesine doğru bir kay-
ma ile, özgül ilkel savunma mekanizmalarının (bölme, ilkel idealleş-
tirme, yansıtmanın ilk biçimleri, inkâr, tümgüçlü olma) bir kombinas-
yonu; (iii) özel bir içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisi; ve (iv) ka-
rakteristik içgüdüsel değişimler: genital dönem öncesi saldırgan ihti-
yaçların ezici etkisi altında genital dönem öncesi ve genital amaçların
özel bir patolojik yoğunlaşması. Sınır kişilik örgütlenmesinin bu fark-
lı yönleri ve karşılıklı ilişkileri kısaca incelendi.
2
Karşı Aktarsm
klı tepkilerinin, her iki kişiyi de içeren tek bir duygusal konumda S1
naStığı bir etkileşim süreci olarak kavranışına da hakkını vermektir
Sullivan (1953a ve b), bu kişilerarası etkileşim süreci kavramı- 6
kuramının bir yapı taşı yapmıştır; Menninger (1958), bu etkileşim
"■'recini karşı aktarımla olan ilişkisi içinde göz önüne alarak vurgula-
maktadır.
Literatürdeki çoğu karşı aktarım örneklerinde analistin genelde bi-
incli °lan dııvgusal tepkilerinden bahsedilmekte, bilinçdışı yönlerin
terapistte geçici "kör noktalar" olarak ortaya çıktığı ve daha sonra te-
piştin kendi duygusal tepkisini açığa çıkararak bunların üstesinden
seldiği söylenmektedir. Tabii ki, yalnızca başlangıçtaki bilinçdışı
"Icör nokta"nın karşı aktarım olduğu söylenebilir, ancak bu, terapist
için sorun teşkil eden durumun, çoğu zaman duygusunun farkında ol-
madığı bir yönünü keşfetmekten çok, yaşadığı ve tedaviyi etkileyen
çok güçlü duygularla başa çıkmak olduğu olgusuna haksızlık eder.
Menninger (1958) şöyle demektedir: "Karşı aktanm tezahürü bilinçli
olmasına karşın, daha sonra meydana gelen iç ruhsal koşullar bilinç-
dışı olabilir." Bu gözlemin karşı aktarımla başa çıkmada önemi var-
dır; çünkü bu gözlem, analistin, karşı aktarımın kökeninin kendi geç-
mişinden kaynaklanan kısmını göremese bile, kendi karşı aktarım
tepkisinin somut analitik etkileşimdeki işlevini kavrayabileceğini ima
etmektedir. Analist, belli bir karşı aktarım konumunun geçmiş kökle-
rini keşfedemeyebilse bile, duygusal tepkisinin yalnızca şiddetinin ve
anlamının değil, aynı zamanda bu tepkinin ne ölçüde hem hastanın
hem de analistin gerçekliğiyle belirlendiğinin farkına varabilir ve
böylece bu karşı aktanm konumunda kendi geçmişinin payının sınır-
larını belirleyebilir.
Reich (1951, 1960a), "kalıcı karşı aktarım" tepkilerini "akut karşı
aktarım" tepkilerinden ayırmaktadır; Reich'a göre kalıcı karşı aktarım
tepkileri analistin karakter bozukluğundan, akut karşı aktanm tepkileri
ise hastanın farklı aktarım tezahüründen kaynaklanmaktadır. Reich,
kalıcı karşı aktanm tepkileriyle başa çıkmanın daha zor olduğunu ve
ideal durumda analistin daha fazla analizden geçmesini gerektirdiğini
düşünmektedir. Yine de, temel olarak terapistin çözülmemiş karakter
sorunlannı yansıtan karşı aktanm tepkileri dahi hastayla analitik etki-
leşim ile yakından bağlantılıdır. Hastanın bazı çatışmalan, analistteki
eşduyumlu gerileme mekanizması yoluyla, analistin geçmişindeki
benzer çatışmaları yeniden harekete geçirebilir; bu gerileme, analistin
artık kullanmadığı eski karakter savunmalarını da yeniden harekete
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 60
geçirebilir. Ayrıca, güçlü olumsuz karşı aktarım tepkileri uzun bir süre
devam ettiğinde, kökeni ne olursa olsun, analist belli bir hastayla
etkileşiminde, diğer hastalarıyla temasında ve analiz saatleri dışındaki
hayatında vazgeçmiş olduğu eski nevrotik örüntülere geri dönebilir.
Analist bu hastayla ilişkisinde, deyiş yerindeyse, olabileceği en kötü
durumdadır. Kısıtlı bir karşı aktarım kavramı benimseyerek, tüm
tepkiyi analistin bir karakter sorununa atfetmek ve hastanın analistte
bu tepkiyi yaratmada kullandığı özgül yolu yeterli ölçüde ele alma-
mak yanıltıcı bir biçimde cazip gelebilir.
Bir uçta semptomatik nevrozlarla bağlantılı karşı aktarım tepkile-
rinden başlayıp diğer uçta psikotik tepkilerle bağlantılı olan karşı ak-
tarım tepkilerine varan bir süreklilik betimlenebilir; bu süreklilikte,
hem hastanın hem de terapistin farklı gerçeklik ve aktarım bileşenleri
önemli ölçüde değişebilir. Sürekliliğin "nevrotik kutbundan" "psikotik
kutbuna" ilerlediğimizde, hastanın, terapistin karşı aktarım tepkisine
olan katkısında aktarım tezahürü giderek önem kazanmakta, terapistin
geçmişinden kaynaklanan karşı aktarım yönlerinin önemi ise
azalmaktadır. Semptomatik nevrozları ve birçok karakter bozukluğu
olan hastanın aksine, sınır ya da ciddi biçimde gerilemiş hastalarla te-
rapide, terapist tedavinin erken dönemlerinde yoğun duygusal tepkiler
duyabilir; bu tepkiler, terapistin geçmişindeki özgül, özel herhangi bir
sorundan çok, hastanın zamanından önce, yoğun ve kaotik aktan-
mıyla ve terapistin psikolojik stres ve kaygıya karşı koyma yetisiyle
ilgilidir. Diğer bir deyişle, oldukça iyi uyum sağlamış terapistlerin, hi-
potetik olarak aynı ölçüde ciddi gerilemiş ve dağılmış hastalarla karşı
karşıya bulundukları varsayıldığında, hepsinin karşı aktanm tepkileri
bir ölçüde benzer olacak ve bu, analistin geçmişindeki özgül herhangi
bir sorunu yansıtmaktan çok daha fazla, hastanın sorunlarını yansıta-
caktır. Little (1951), hasta ne kadar çözülmüşse, analistin iyi bütün-
leşmiş olmasına duyulan ihtiyacın o kadar fazla olduğunu ve psikotik
hastalar söz konusuysa, tümüyle karşı aktarıma dayalı çalışmanın ge-
rekebileceği, altta yatan mekanizmanın da muhtemelen hastanın idiy-
le olan özdeşleşme olduğunu söylemektedir. Will'in (1959) gözlemleri
de aynı doğrultudadır.
Demek ki karşı aktarım, hastadaki gerilemenin derecesi, hastanın
terapiste karşı genel duygusal tutumu ve bu tutumda meydana gelen
değişiklikler hakkında bilgi sağlayan önemli bir tanı aracı haline gel-
mektedir. Terapistin hastaya duygusal tepkisi ne kadar zamansız ve
yoğun ise, bu tepkinin terapistin yansızlığına oluşturduğu tehdit o ka-
KARŞI AKTARIM I 61
.. t sert, yasaklayıcı bir baba imgesine bağlı olarak bir üstben işleviy-ı
özdeşleyebilir, kendisinde eleştirici bir tutum hisseder ve hastayı helli
bir şekilde denetleme hissi duyar; bu sırada hasta, babasıyla ilişkisine
bağlı olarak korku, boyun eğme ve başkaldırı hisleri yaşıyor labilir.
Racker, analistin bu iki karşı aktarım özdeşleşmesi çeşidi arasında
gidip geldiğini söylemektedir.
Tamamlayıcı özdeşleşme maksimum düzeye, tam olarak analistte
yansıtmalı özdeşleşmenin meydana geldiği gerileme düzeyinde ula- sır-
ve daha önce de belirtildiği gibi, analist kendinde ilkel itkilerin
yüzeye çıkışıyla ve bu itkileri denetleme çabalarının bir parçası ola-
rak hastayı denetleme eğilimiyle mücadele ederken, böylece aynı za-
manda hastanın önemli bir ebeveyn imgesiyle erken ilişkisini tekrar-
lamış olur. Böylece, anlaşıldığı ve derinlemesine çalışıldığı takdirde,
bu hastayla analitik çalışmada önemli bir yapı taşı oluşturabilecek ol-
dukça anlamlı ve özgül bir durum meydana gelir. Bu koşullarda ana-
list, analitik ortamın zımnen içerdiği düzeltici yaşantı yoluyla, hasta-
nın ben yapısında temel değişiklikler meydana getirebilir. Buna karşı-
lık, bu noktada analitik ortamın karşı karşıya olduğu en büyük tehlike,
analitik ortamda hastanın erken engelleyici, çocukluk yaşantısının
travmatik bir şekilde tekrarlanmasıdır. Analistin karşı aktarım bağın-
dan kendini "kurtaramaması" halinde yaptığı şey, hastanın ebeveyn
imgesiyle etkileşiminin kısır döngüsünü yeniden kurmak olur.
1
Analistin eski nevrotik karakter yapısının, hastanın karakter pato- 1
lojisiyle özel bir tamamlayıcı bütünleşme biçiminde tekrar ortaya çık- ^
ması, bu kronik karşı aktarım güçlüğünün edinebileceği biçimlerden
KARŞI AKTARIM I 67
ÖZET
Karşı aktanm ve karşı aktarımın klinik kullanımı üzerine farklı görüş-
ler anlatıldı. Karşı aktarımın, hastada gerilemenin derecesini değer-
lendirmede ve sınır kişilik örgütlenmelerinde tipik aktanm modelleri-
ni açıklığa kavuşturmada yararlı olabileceği söylendi.
Analizde ya da açıklayıcı psikoterapide ciddi bir biçimde gerileme
potansiyeli olan hastalar, genelde ciddi karşı aktarım komplikasyon-
ları, özellikle de "karşı özdeşleşme" yaratırlar.
"Karşı özdeşleşme" biçimini alan karşı aktanm komplikasyonlan-
nın, analistte erken ben özdeşleşmelerinin ve erken savunma meka-
nizmalannın kısmi olarak yeniden harekete geçmesine bağlı olabile-
ceği belirtildi. Bu karşı özdeşleşmeler, analitik ortam hakkında önem-
li bir bilgi kaynağı olabilmesine karşın, aynı zamanda analiz için
önemli bir tehdit oluşturur ve analiste "kronik karşı aktanm saplan-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 70
GİRİŞ
gu bölümde sınır kişilik örgütlenmesinden bahsetmeye devam edece-
ğiz. Başka bir yazımda (1966), "özdeşleşme sistemleri"nin sentez de-
recesine bağlı olarak iki ben örgütlenme düzeyi olduğunu söylemiş-
tim- "Özdeşleşme sistemleri" terimini, içe atımları, özdeşleşmeleri ve
nesne ilişkilerini içselleştirme sürecinde ilerleyen bir sekans olarak
ben kimliğini içerecek şekilde kullanmıştım. Özdeşleşme sistemleri-
nin örgütlenmesi, ilk olarak ilkel çözme ya da "bölme"nin benin sa-
vunma örgütlenmesi için en önemli mekanizma olduğu temel bir ben
işleyişi düzeyinde meydana gelir. Daha sonra, benin ikinci ve daha
ileri düzeyde bir savunma örgütlenmesine varılır; bu düzeyde en
önemli mekanizma, bölmenin yerini alan bastırmadır. Bu kısıtlı anla-
mında bölme, karşıt nitelikteki özdeşleşme sistemlerini aktif bir şekil-
de ayrı tutma süreci olarak tanımlanabilir.
O yazımda "sınır" adı verilen kişilik bozukluğu olan kişilerin, böl-
me ve bölmeye bağlı diğer savunma mekanizmalarının hâkim olduğu
alt düzey bir ben örgütlenmesine patolojik saplanma gösterdiklerini
söylemiştim. Alt düzey ben örgütlenmesinin süregelmesi, normal ge-
lişim ve özdeşleşme sistemlerinin bütünleştirilmesinde, dolayısıyla
ben ve üstbenin normal gelişiminde de olumsuz etki yaratır.
İlk bölümde, bu durum için "sınır durumlar" ya da başka terimler
yerine "sınır kişilik örgütlenmesi" terimi kullanılmıştır, çünkü bu has-
talar, nevrozdan psikoza, ya da psikozdan nevroza geçişte geçici hal-
lerden çok, özgül, oldukça kararlı bir patolojik kişilik örgütlenmesi
sergilerler. Böyle bir sınır kişilik örgütlenmesini yansıtan klinik send-
romlarda şu noktalar ortak görünmektedir: (i) Tipik semptomatik kü-
melenmeler, (ii) benin tipik savunma işlemleri kümelenmeleri, (iii) ti-
pik içselleştirilmiş nesne ilişkileri patolojisi ve (iv) karakteristik içgü-
düsel değişimler. Bu hastalarda şiddetli stres ya da alkol veya madde
etkisi altında geçici psikotik epizodlar meydana gelebilir; bu psikotik
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 72
nın bir yönünün, gözleyen bir benin nispi yokluğu olduğu belirtilmiş- i
ti. Şimdi buna, bu faktörün, hastanın terapisti olumsuz aktarımın etki- *
si altında aşırı yansıtma işlemleri sonucu çarpılmasıyla kötüleştiğini t.
ekleyebiliriz. Terapistle terapide işbirliği kurma, tehlikeli, güçlü bir
-düşman olarak görülen terapiste boyun eğmekle bir anlama gelir ve bu,
gözleyen benin canlanma yetisini daha da azaltır.
Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinde sınır hastaların
psikoterapisi ile ilgili tekrar tekrar gözlenen bir durum, terapistin gizil
olumsuz aktarımdan uzak durmaya ve bu olumsuz aktarımın inkâr
edildiği bir atmosferde hastayla bir terapi ilişkisi kurmaya çalıştığı '-
durumda yüksek bir bedel ödendiğiydi. Bu koşullarda çoğu zaman so
nuç, duygusal olarak sığ bir terapi ilişkisi ve hastanın terapistin talep- *
leri olarak algıladığı şeye sahte bir boyun eğişiydi. Hasta duygusal
olarak kopmuşken terapistin, hastanın kendisiyle "özdeşleşme oluş
turduğunu" ya da terapistin "değer sistemlerini içe attığını" düşündü
ğü dönemleri, ciddi eyleme koymalar, hatta tedavinin kesilmesi izle
di. Bundan çıkan sonuç, gözleyen benin genişlemesi ve terapide işbir
liğinin sağlamlaşması için görünür ve gizil olumsuz aktarımın tutarlı 4
bir şekilde çözülmesinin önemli, muhtemelen de vazgeçilmez bir ön- *
koşul olduğudur.
-
\
Terapi yoluyla çatışma içermeyen ben alanının ve gözleyen benin f
yavaş yavaş genişlemesi, aktarımda sadist kendilik ve nesne imgeleri- i
nin yansıtılması ve tekrar içe atılması kısır döngüsünün kırılmasını ^
kolaylaştırır. Strachey (1934), dönüştürücü yorumları anlatırken bu ğ
yorumların iki safhasını tanımlamaktadır: İlk safhada hastanın üstbe- |
ninde niteliksel bir değişiklik olur; ikincisinde ise, hasta itkilerini da- 5
ha serbest bir şekilde ifade eder, böylece analist hastanın kendisini arkaik
bir fantezi nesnesi olarak görmesi ile gerçek bir dış nesne olarak görmesi
arasındaki farka dikkat çekebilir. Strachey, önce üstben ya- -saklamaları
azaldıkça hastanın saldırganlığını daha serbest bir şekilde | ifade etmesi
için kendisine izin vermesi gerektiğini, ancak ondan son- | ra hastanın
dış nesneye karşı saldırganlığının aşırı ve yersiz niteliğinin farkına
varabileceğini ve tepkisinin kaynağı hakkında içgörü edinebileceğini,
böylece bu saldırganlığı yeniden analiste yansıtma ihtiyacının yavaş
yavaş azalacağını söylemektedir. Bu betimlemeye, hem üstben değişikliği
safhasında hem de hastanın fantezisindeki nesneyle farklı bir nesne olarak
analistin ayrışması safhasında, gözleyen bir benin gerektiğini ekleyeceğim.
Böylece gözleyen ben ve yansıtma-içe atma devirlerinin yorumlanması
karşılıklı olarak birbirini pekiştirir.
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 83
vaZ ışma)-
Kronik karşı aktarım saplanmaları, büyük ölçüde hastanın, analist-
Miskilerinde analistin kararlı ve olgun ben kimliğini yıkmadaki ba-
rısının bir sonucudur (2. Bölüm). Hastayla duygusal teması koru-S
^ için, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarla çalışan analistlerin ndi
içlerindeki gerilemeye -ki zaman zaman terapistte erken, çatış-yüklü
ilişkilerin kalıntılannı yeniden canlandırabilir- tahammül
debilmeleri gerekir. Analistte, denetlemesi ve hastayı daha iyi anla-
kjjjnek için kullanması gereken saldırgan itkiler oluşur. Karşı akta-
mla jigili olarak analistin göstermesi gereken bu ekstra çaba ve ana-
listin hastayla duygusal teması sürdürme çabasının bir parçası olarak
hastaya karşı yansızlık ve hoşgörü, terapist üzerindeki stresi artırır.
Aynı zamanda, ciddi aktarım gerilemesi olan hastaların saldırgan
davranışı, etkileşimlerinde sürekli olarak analistin kendilik değerini
ve kendilik kavramını ve böylece analistin ben kimliğinin bütünleşti-
rici ben işlevini de zayıflatır. Böylece analist, aynı anda hem kendi-
sinde ilkel itkilerin dışarı çıkmasıyla, hem bu itkileri denetleme çaba-
larının bir parçası olarak hastayı denetleme eğilimiyle ve hem de has-
tanın aktif denetleme çabalarına mazoşist bir şekilde boyun eğme yö-
nünde şiddetli bir hisle mücadele ediyor olabilir (Money-Kyrle,
1956). Bu koşullar altında, analistin patolojik, artık terk etmiş olduğu
savunma işlemleri ve özellikle de nevrotik karakter özellikleri yeni-
den harekete geçebilir, hastanın ve analistin kişilik yapılan kararlı,
çözülmez bir aktanm-karşı aktarım açmazında kilitlenmiş bir durum-
da sanki birbirleri için "yaratılmış" gibi görünür. Böyle bir durumda,
yapılandırıcı parametrelerin ya da teknik değişikliklerin getirilmesi
ve muhafaza edilmesi, temel ve koruyucu teknik gerekliliklerdir ve
çoğu zaman sınır hastalarla psikoterapinin büyük kısmında bu para-
metrelerin muhafaza edilmesi gerekir.
Başka türlü yapı sağlamak mümkün olmadığında yapı sağlamak
için hastaneye yatırmaya ihtiyaç duyulan durumlar 6. Bölüm'de ele
alınmıştır. Bu noktada söyleyeceğim tek şey, bazı hastalar için hasta-
neye yatırmanın, aktarımın eyleme koyulmasını etkili bir şekilde de-
netleyen çevresel bir yapı yaratmak ve muhafaza etmek için vazgeçil-
mez bir unsur olduğudur.
Acaba aktarım psikozu, aynı zamanda geçmişin bilinçdışı patojen
nesne ilişkilerini tekrar üreterek hastanın çatışmalan hakkında daha
fazla bilgi sağlamakta mıdır? Bazen hastanın geçmişinde ebeveyn fi-
gürleriyle, gerilemeli bir aktanm psikozu düzeyindeki aktarım tepki-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 88
rmaksızın anlamlı bir ilişki kuramayan hastalar vardır; yine de, duy-
al sığhğ1 çözmek ve terapide gerçek bir duygusal ilişki oluşturmak
^ - nünde çaba gösterildiğinde, genel olarak psikoterapinin şansı çok
^ ha fazladır. Bedel yüksektir, aşırı aktarım gerilemesi tehlikesi kaçı-
imazdır, ancak terapi ilişkisinin özenle ve tutarlı bir şekilde yapılandı
nlmasıyla çoğu durumda çözülmez aktanm-karşı aktarım açmazla-n
meydana gelmesini önlemek çoğu vakada mümkün olmalıdır.
Terapist hastaya ne kadar "gerçek bir kişi" olarak görünmelidir?
Razı yazarlar, terapistin "gerçek bir kişi" gibi görünerek hastaya ken-
disini özdeşleşme ve üstben içe atımı için bir nesne olarak kullanma
olanağı sağlamasının önemini vurgulamışlardır. Gill (1954) şöyle de-
mektedir: "...analizimizin güdümsüz ruhunu psikoterapimize yeteri
ölçüde taşımayı başaramadık". Eğer "gerçek kişi"yle kast edilen, tera-
pistin doğrudan ve açık müdahaleleri, yapı ve sınır sağlaması ve geri-
lemeli karşı aktarım saplanmalarına zorlanmayı aktif olarak reddet-
mesi ise, o zaman terapist gerçekten de gerçek bir kişi olmalıdır. An-
cak, "gerçek kişi" ile kast edilen, sınır hastaların gerilemeli aktarım
tepkilerine, ölçüsüz sevgi, ilgi, koruma ve hediye taleplerine nesnel,
profesyonel bir psikoterapist-hasta ilişkisinin mazur gösterebileceğin-
den daha fazlasını "vererek" karşılık vermek ise, terapistin böyle bir
"gerçek kişi" olmasına karşı çıkılmalıdır. Bu hastaların aşın "bağımlı-
lık ihtiyaçları" adı verilen şey, aktarımda tekrar harekete geçen geç-
miş içselleştirilmiş nesne imgelerine ve kendilerine karşı duydukları
nefret ve büyük güvensizlikleri nedeniyle gerçekte kimseye bağımlı
olamamaları olgusunu yansıtmaktadır. Olumsuz aktarımın derinleme-
sine çalışılması, hastaların güvensizlik ve nefretleriyle ve bu güven-
sizlik ve nefretin, psikoterapistin gerçekçi olarak sağlayabileceği şeye
bağımlı olma yetilerini yıkma yollarıyla yüzleştirilmeleri, ihtiyaçları-
nı daha iyi karşılar. Klinik deneyim tekrar tekrar göstermiştir ki, psi-
koterapistin özel bir birey gibi, kendi hayatını, değerlerini, ilgilerini
ve duygulannı hastaya açarak müdahale etmesi hastaya çok az yarar
sağlamakta, belki de hiç yarar sağlamamaktadır.
Şiddetli, gizil, olumsuz aktarım yatkınlıklan söz konusu iken ya da
tedavi ortamı dışında eyleme koyuluyorken hastanın kendisini tera-
pistle özdeşleştirebileceği varsayımı oldukça şüpheli görünmektedir.
Gözleyen bir ben, terapistin kendisini koşulsuz bir arkadaş olarak
sunması sonucunda değil, bir yandan yansıtma ve içe atma süreçleri-
nin patolojik devirleri, aktanmın çarpıtılması ve eyleme koyulması,
bir yandan da benin gözleyen kısmı üzerinde aynı anda yoğunlaşılma-
.SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 90
"
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 92
1
ÖZGÜL SAVUNMA
İŞLEMLERİNE PSİKOTERAPİ
YAKLAŞIMLARI
Sınır hastaların karakteristiği olan bölme mekanizması ve
bununla ilintili diğer mekanizmalardan (ilkel idealleştirme,
yansıtmalı özdeşleşme, inkâr, tümgüçlü olma) daha önce
bahsettim (1966; 1. Bölüm). Burada tartışmamı, bu savunma
işlemlerinin klinik açıdan nasıl ortaya çıktığını anlatmak ve
bunlarla baş etmek için genel psikoterapi yaklaşımları
önermekle sınırlı tutacağım.
1. Bölme: Yine "bölme" terimini burada karşıt nitelikteki
içe atımları ve özdeşleşmeleri aktif bir biçimde ayrı tutma
süreci olarak dar ve kısıtlı anlamında kullandığımı ve terimin
bu kullanımının diğer yazarların kullandığı daha geniş
anlamdan ayırt edilmesi gerektiğini vurgulamak istiyorum.
Bölmenin tezahürleri klinik bir örnekle gösterilebilir.
Hasta, kırk yaşına yakın bekâr bir kadındı, alkolizm ve
madde bağımlılığı nedeniyle hastaneye yatırılmıştı.
Başlangıçta bir başkaldırı döneminden sonra, hastanede
oldukça kararlı bir düzelme kaydediyordu. Hastaneden
taburcu olmadan birkaç ay önce psikoterapiye başladı ve
taburcu olduktan sonra hastaneye psikoterapiye gelmeye
devam etti. Daha önceki düzensiz hayatı ve işinden farklı
olarak, hastane dışında iş ve sosyal ilişkilere iyi uyum
göstermişe benziyordu, ancak görünüşe göre kendisini
sömüren ve karşılarında oldukça mazoşist tutumlar
benimsediği erkeklerle birkaç ay süren ilişkiler kuruyordu.
Terapi ilişkisi sığdı; hastanın nezaketen olumlu bir yaklaşımı
vardı. Genel bir "boşluk" hissi, muhtemelen altta yatan güçlü
şüpheciliğini saklıyordu; hasta bu şüpheciliğini eşduyumlu
bir şekilde inkâr etmiş, ancak sonradan ilk hastane doktoruna
(ancak psikoterapistine değil) itiraf etmişti. Birkaç ay süreyle
tamamıyla imtina döneminden sonra, sarhoş oldu, oldukça
depresif hale geldi, intihar düşüncelerine kapıldı ve yine
yatırılması gerekti. Hiçbir aşamada terapistini olanlardan
haberdar etmedi ve terapist bu gelişmeyi ancak hasta tekrar
hastaneye yattığında öğrendi. Hastaneden tekrar çıktığında,
alkolizm epizodunun aktarımsal içeriğini ve aslında tüm
duygusal içeriğini inkâr etti. Burada şunu tekrar vurgulamak
gerekir ki, sarhoş olduğu günlerdeki güçlü öfke duygularını ve
depresyonu hatırlıyor, ancak artık kendini kendiliğinin bu
kısmıyla bağlantılı hissetmiyor ve tekrar tekrar o
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 93
arlı etkilerine bir örnek teşkil ettiğini söyleyelim. Daha sonra has- Z
n bu idealleştirmeyi, boş, kendini beğenmiş ve rolüne ikiyüzlü bir ta
kilde uyan ebeveyn imgesi olarak gördüğü terapistini değersizleş-§
eye ve küçük görmeye karşı bir savunma olarak geliştirdiği orta-
va çıktı.
Bu hastaların terapisti idealleştirmelerinin, aktarıma, alışıldık nev-
tik hastalarda görülebilen daha az gerilemeli diğer idealleştirmeden
Idukça farklı bir nitelik kazandıran gerçekçilikten uzak niteliğini bir-
kelimeyle anlatmak zordur. Bu özel idealleştirme biçiminin, nar-
sist kişilik yapılarında önemli bir savunma olduğu söylenmiştir (Ko-
hut 1968; Rosenfeld, 1964). Karakter yapılarında güçlü narsisist
"zellikleri olan psikoterapistler, zaman zaman kolayca hastayla sihirli
karşılıklı bir hayranlığa sürüklenebilirler; bu durumda acı bir düşkı-
jjjğjyla, bu savunma işleminin terapide gerçek bir işbirliğinin kurul-
masını aslında nasıl zayıflattığını öğrenmek zorunda kalırlar. İdealleş-
tirmeyi sağlam bir şekilde çözmek, hastayı aktarım çarpıtmasının ger-
çekçi olmayan yönleriyle tekrar tekrar yüzleştirmek ve bu sırada bu
idealleştirmenin bir parçası olan olumlu hisleri kabul etmek, çok zor
bir iştir, çünkü bu idealleştirmelerin altında genelde paranoid korkular
ve aktarım nesnesine oldukça doğrudan, ilkel saldırgan hisler yatar.
nüştü; daha sonra analistin aslında babası olduğu, ona sadist bir şekil,
de tecavüz edeceği ve bunun bir felaketle sonuçlanacağı yolunda güç,
lü bir inanç geliştirdi ve yoğun kaygı duymaya başladı. Bu aktarım
gelişiminin anlamlan arasında, cinsel girişimlerine analistin cevap
vermemesinin gerçekliğini inkâr etme ihtiyacı ve bununla ilgili olarak
duyduğu öfke ağır basıyor görünüyordu. Analist, hastanın aslında
analistinin babası olmadığını, ona tecavüz etmek üzere olmadığa
çok iyi bildiğini ve bu fanteziler ne kadar korkutucu olursa olsun, yine
de analistin hastanın cinsel taleplerine karşılık vermemesinden dolay!
ona duyduğu öfkeyi inkâr etmesine olanak sağladığını belirtti. O sıra-
da oidipal anlamlar yorumun dışında bırakılmıştı. Hasta neredeyse
hemen rahatladı ve bu noktada analist, hastanın nişanlısından gerçek-
çi olmayan öfkeli taleplerinin kendi cinsel hazzı için engel teşkil ede-
ceğinden korktuğu ve öfkesini nişanlısına yansıtmasının, o andaki ya-
kınlığı kendisine karşı sadist bir tecavüz tehdidine dönüştüreceği içj n
nişanlısıyla yakın bir ilişkiye girmeye isteksizlik duyduğunu yorum-
ladı. Bu yorum, hastanın gerçekliği olduğu kadar saldırgan itkileri de
inkâr etmesi konusunda daha da içgörü edinmesi yolunu açmış oldu.
Bu son örnek, sınır hastalarda ağırlıklı olarak bulunan patolojik sa-
vunmaların tutarlı derinlemesine çalışılmasının neyi gerçekleştirmeyi
hedeflediğini göstermektedir. Bu savunmaların çalışılması, daha da
gerilemeye neden olacağına, gerçekliği değerlendirme yetisini artırıp
beni kuvvetlendirir. Bu örnek, aktanm yorumunun kısmi oluşunu ve
aktarımın terapi ilişkisi dışına sapmasını da göstermektedir.
Zaman zaman hasta, özellikle aktarımın olumlu yönlerini inkâr et-
me ihtiyacı duyar, çünkü olumlu duygulan ifade etmesinin, onu tera-
piste tehlikeli ölçüde yakınlaştıracağından korkar. Hasta, bu aşırı ya-
kınlığın aktarımda saldırganlığını ve terapistin hastaya karşı (yansıtıl-
mış) saldırganlığını açığa çıkaracağından korkar. Schlesinger (1966),
inkârın bu özel kullanımına ömek verirken, olumlu aktanm tepkisi
alanında inkâra saygı gösterilmesi gerektiğini, çünkü hastaya, kendi-
sini terapistten yerinde ve yeterli bir mesafede tutmasına izin verdiği-
ni söylemiştir.
• bir tarzda cinsel ilişkiye girdi; doktor, tüm bunları hastayı mazo-
■ f ntezileriyle, bir fahişe olma örüntüsüyle ve yasaklayıcı, birleşik
ŞlS ueVeyn imgesini temsil eden ilkel ve sadist bir üstbene boyun eği-
k-lf lanııyla yüzleştirdi. Hasta sonunda bir hastayla iyi bir ilişki kur-
§' a gşık oldu, iki yıl boyunca kararlı bir seyir izledi ve onunla ev-
meyi planlamaya başladı. Bu iki yılın son dönemlerinde cinsel iliş-
e giriyorlardı; hayatında ilk defa, sadece tek bir erkeğe cinsel his-
f in yanında yumuşak hisler besleyebiliyordu ve daha önceki davra-
sindan farklı olarak hamile kalmamak için önlemler alıyordu.
patolojik cinsel davranışın, normal, ilerlemeye yönelik eğilimlerini
ital dönem öncesi amaçlarından ayırmak, söylemesi yapmasından
r 0ıan bir şeydir. Böyle hastalarla çalışan psikoterapistin bu konuda
sürekli dikkatli olması gerekir.
madiği konusu akademik bir husus haline gelir. Genelde, bu tür tera-
piyi terapinin gerçeklik yönlerini vurgulamak üzere yüz yüze bir or-
tamda yapmak tercih edilir görünmektedir, ancak divanda yatmanın
ya da terapistin karşısında oturmanın kendi içinde sihirli bir yanı yok.
tur. Aslında psikanalizden çok psikanalitik psikoterapi olup divanda
gerçekleştirilen tedaviler vardır.
Bu anlatımsal, psikanalitik yönelimli tedavide, beni kuvvetlendir-
me amacı her zaman vardır. Sınır kişilik örgütlenmesinin karakteris-
tik patolojik savunmalarının derinlemesine çalışılması, beni zayıfla.
tan alt düzey patolojik savunmaların yerini bastırma ve ben örgütlen-
mesinin bastırmayla ilintili diğer üst düzey savunmalarının almasına
olanak sağlar: Bu da kendi başına beni kuvvetlendirir. Çatışmalar an-
cak kısmen çözülür, yine de bu tür tedavi yaklaşımıyla bazen çok şey
başarılabilir.
Son ve çok önemli bir soru kaldı. Bu hastalardan bazıları, tedavinin
en başından itibaren ya da önerilen türde hazırlayıcı bir psikoterapi
dönemi sonrası analiz edilebilirler mi? Bu konuda görüş farklılıkları-
na yukarıda literatür gözden geçirilirken değinilmişti. Sınır kişilik ör-
gütlenmesi olan bu büyük hasta grubunda önerdiğim anlatımsal, psi-
kanalitik yönelimli psikoterapiden çok az yararlanan ve değişiklik ya-
pılmamış psikanalizin uygulanmasının gerektiği belli bazı hastalar
vardır. Bu özellikle narsisist kişilik örgütlenmesinin en tipik biçimle-
rine sahip hastalar için geçerlidir.
Bu hastalar, diğer insanlarla etkileşimlerinde alışılmadık düzeyde
kendilerinden söz ederler, başkaları tarafından sevilme ve hayranlık
duyulmaya büyük bir ihtiyaç duyarlar ve görünüşte garip bir çelişki
yaratacak şekilde, çok yüksek bir kendilik kavramlarının yanı sıra
haddinden fazla başka insanlardan takdir alma ihtiyacı gösterirler.
Yüzeysel olarak bakıldığında bu hastalar ciddi bir biçimde gerilemiş
görünmezler ve bazıları sosyal olarak gayet iyi işlev görebilir; sınır
kişilik örgütlenmesi olan ortalama hastadan genelde çok daha iyi itki
denetimine sahiptirler. Oldukça başarılı ve verimli olabilirler. Yalnız-
ca, duygusal hayatları daha dikkatle incelendiğinde sığ görünür ve
başka insanlara karşı normal eşduyum eksikliği, aldıkları takdir dışın-
da hayattan nispeten pek haz almamaları ve büyüklenmeci fanteziler,
haset, başka insanları küçük görme ve onları sömüren bir biçimde ma-
nipüle etme eğilimi görülür.
Bu hastaların genelde öyle katılaşmış işleyen patolojik bir karakter
yapılan vardır ki bu yazıda önerilen terapi yaklaşımını kullanarak ça-
TEDAVİNİN GENEL İLKELERİ I 103
rtiesi
i kili davranışın, ne ölçüde ben ve üstbenin çelişkili özdeşleşme Ç6
..winp. tahammülünü vansıttıeı. osikoloiik tedavi için sevir acı-
t inlerine tahammülünü yansıttığı, psikolojik tedavi için seyir açı-
mdan olumsuz değere sahiptir.
S
' Buna bir örnek olarak, şiddetli mazoşist eğilimleri olan, başarısızlı--
her zaman başka bir kişinin saldırganlığına ya da kadere bağlaya-^.
rasyonalize eden ve aynı zamanda bazı durumlarda, alaycı bir tu-
takınarak nispeten sadist davranış gösteren bir hastanın, bu alaycı
davranışıyla ve başkalarından nasıl kötü muamele gördüğü hakkında
•icâvet etme eğilimiyle yüzleştirildiğinde rahatsızlık duymamasını
verebiliriz; yerleşmiş davranış örüntüleri içinde bu tür çelişkilere ta-
hammül, seyir açısından kötü bir göstergedir.
Aşın vicdanlı, ancak bazı koşullar altında hiçbir çatışma yaşama-
dan hiç de dürüst olmayan bir şekilde davranan takıntılı hasta, diğer bir
örnektir; gerçi bu durumda hâkim olan, özellikle üstben patolojisidir.
rum. Bütünleşmiş, nispeten özerk bir üstben de, kararlı bir ben kimi,
ği duygusunun gelişimini kuvvetle destekler. Karşılıklı olarak çözül.
müş ya da bölünmüş ben hallerine, yalnızca patolojik bir üstben ta-
hammül eder. Demek ki, kendilik kavramının bütünleşmesini önle-
yen aşın bölme işlemleri ve üstbende bütünleşme eksikliği birbirij,,
pekiştirmektedir.
■ -ve uzun bir süre çatışma içeren patolojik bağımlılık, tüm in-
nl
ay , n tamamıyla geri çekilme ve mesafeli olmaya oranla seyir
sa lal
" dan daha büyük değere sahiptir.
aÇlSin k gerçekte ilkel sadist bir üstben imgesini temsil eden dış bir
ve kronik patolojik boyun eğmeyi yansıtan "bağımlılık" durumu
n6S0
tisna teşkil eder. Hastanın karakter yapısıyla bütünleşmiş, bir
t>'r \ ,eajj 0iarak kendine yönelik yıkıcılığı talep eden ilkel bir üstben
ke°- üvle özdeşleşme (buna daha evvel değinmiştim), çok
fi düşmanca
g arar verici bir kişiye kronik bir boyun eğme şeklinde ifade bulabi-
ve• Zaman zaman, gerçek ebeveynden biri ya da her ikisi de hastanın
atında böyle bir işlevi temsil edebilir. Gerçekçi olarak değerlendi-
.,dişinde, vlicıcı olan bir kişiye böyle bir boyun eğme, hem süren nes-
f
ilişkileri yetisi hem de böylesine yoğun kendine yönelik saldırgan-
1 ktan kaçma yetisi açısından değerlendirilmelidir.
Narsisist kişiliklerin nesne ilişkileri, sosyal gruplarda yüzeysel ola-
rak şaşırtıcı derecede iyi işlev görmelerine rağmen özellikle zayıftır:
Bu hastalar bize, nesne ilişkilerinin niteliğinin incelenmesinin, hasta-
nın yalnızca kişilerarası davranışını gözlemekten ziyade başkalarıyla
olan iç ilişkileri de içermesi gerektiğini hatırlatmaktadır. Freud tara-
fından (1937) "kille çalışmış olma değil, suya yazmış olma" izlenimi
veren kişiler olarak betimlenen hastalar arasında, muhtemelen ağırlıklı
olarak narsisist hastalar yer almaktadır. Narsisist hastaların yüzeyde
uyumları, hem şimdiki zamanda derin nesne ilişkilerinin yokluğunu,
hem de patolojik ben ve üstben yapılarında ifade bulduğu şekliyle iç-
selleştirilmiş nesne ilişkilerinin ciddi patolojisini gizlemektedir.
Kısacası, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalar için, hastanın ger-
çek davranışı ve önem taşıyan başkalarıyla olan iç ilişkilerinin anali-
zi, seyir açısından önemli değerlendirmeler sağlamaktadır. Hastanın
bu kişilerle iç ilişkileri ne kadar kararlı, ne kadar farklılaşmış, duygu-
sal olarak ne kadar derinse, tedavi için seyir o kadar iyidir.
Bir kişinin nesne ilişkilerinin niteliği, seyir açısından en anlamlı
bir şekilde terapistle kurduğu ilişkinin niteliğinde ortaya çıkar. Bu,
nesne ilişkilerinin niteliğini seyir açısından büyük öneme sahip bir sü-
reç ya da kişilerarası ilişki değişkeni haline getirir. Hastanın terapistle
kurduğu ilişkinin niteliği, aynı zamanda, hastanın bir kişi olarak tera-
pistin farkında olma ve onun için tasa duyma yetisinde ve hastanın
kendini iç sadist ilkel üstben taleplerine kronik olarak boyun eğmek-
ten ne ölçüde kurtarabildiğinde yansıdığı şekliyle, hastanın üstbeni-
nin niteliğini de ortaya çıkarır.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 134
ÖZET
Sınır kişilik örgütlenmesi olan hastalarla yoğun, uzun süreli psikote-
rapi tedavisinin seyri ele alındı. Hastanın başvurduğu sıradaki hastalığı
ve kişiliğinin yansıttığı seyirle ilgili öğeler belirtildi. Seyirle ilgili bu
öğeleri kısaca özetlersek, sınır kişilik örgütlenmesi olan hastaların
seyri şunlara bağlıdır: 1) Hâkim olan karakter patolojisi türünün be-
timleyici tanısı ve patolojik karakter özelliklerinin ortaya koyduğu
ben ve üstben patolojisinin derecesi; 2) mevcut özgül olmayan ben za-
yıflığı tezahürleri, özellikle de itki denetiminin, kaygı tahammülünün
ve yüceltme potansiyelinin derecesi; 3) hastanın tasa, suçluluk, dep-
resyon, içgörü yetisinin yansıttığı şekliyle bütünleşmiş, soyutlanmış,
kişisizleşmiş üstben yapılarının ne ölçüde var olduğu ve antisosyal
eğilimlerin derecesi ile yapısal olarak doğurduğu sonuçlar; 4) nesne
SEYİR I 137
güçlü bir şekilde pekişir. Tüm bu vakalarda mümkün olduğu kadar e '•
ken bir safhada, hastanın kendi için tam sorumluluk üstlenmeye İçerT ^
dini vakfedip vakfedemeyeceği, tedavi ortamının yansızlığını konT
mak için dış bir yapılandırma ya da denetimin gerekli olup olmadın
konusunda bir karar verilmelidir.
Buna karşılık, hastanın hayatını ya da tedaviyi tehdit etmiyor Sa
potansiyel olarak kendine yönelik yıkıcı semptoma uzun bir süre mü-
dahale edilmeyebilir. Örneğin, ciddi şişmanlığı olan bir sınır hastanın
şişmanlığını etkili bir biçimde denetleyebilmesi yıllar alabilir; okulda
ya da işte genel başarısızlık ve herhangi bir tür kişilerarası güçlük has-
tanın psikopatolojisini ifade ediyor olabilir ve tedavide bunlar üzerin-
de durulmaya başlanması uzun süre alabilir. Zaman zaman, tedavi or-
tamının hemen yapılandırılmasını gerektiren semptomların yapılan-
dırma gerektirmeyecek semptomlardan ayırt edilmesi için uzun göz-
lem gerekir. Örneğin, hafif anoreksiya sorunlarının anoreksiya nervo-
zadan ayırt edilmesi gerekir; rasgele cinsel ilişkiye girme (ki genelde
tedavi ortamını tehdit etmez), zaman zaman tedavinin devamını teh-
dit edebilecek gebelik ya da başka sosyal komplikasyon yaratma bi-
çimlerinde bilinçdışı gayretler şekline dönüşebilir.
Bazen yapı koyma, gelecekte denetlenemez bir eyleme koyma ha-
line dönüşebilecek bir duruma önleyici bir yaklaşım teşkil eder; bu
durumda, gelecekte meydana gelebilecek durumlar için önceden sınır
koyma, gelecekte böyle bir yasaklamayı komplike edebilecek daha
yoğun aktarım çarpıtmaları gelişmeden erken bir dönemde formüle
edilmesi gereken bir teknik parametresidir. Örneğin kendilerini kes-
me hikâyesi olan hastalarla, tedavinin başlangıcında, kendilerini kes-
me yönünde şiddetli isteklerin tekrarlama ve tedavinin belli bir safha-
sında çok şiddetli hale gelme ihtimalinin dikkatle tartışılması gerekir.
Terapist, kesin bir biçimde hastanın bu tür kendini kesme arzuların-
dan seanslarda içten bir şekilde bahsetmesini ve bu tür arzulan eyle-
me koymama sorumluluğunu üstlenmesini beklediğini ifade edebilir;
ya da hasta bu tür itkileri deneüeyemeyeceğini hissediyorsa o sırada
hastaneye yatırma istemelidir. Bu tür konuşmalar sırasında psikotera-
pist hastaya, kendini eylemle ifade etmektense sözel olarak ifade et-
mesini beklediğini açıkça, ifade eder. Böylece psikoterapist, sonunda
yorumlama yoluyla çözülme gerektirecek bir teknik parametresi koy-
muş olur.
GENEL YAPILANDIRMA I 171
5. Erken, Ciddi Eyleme Koyma: Oldukça sık olarak, sınır bir h nın
eyleme koyma potansiyeli yalnızca psikoterapi başladıktan 3Sta" tam
olarak değerlendirilebilir. Öyleyse sorun, tedavi ortamına °nra yeterli
yapılandırma sağlanabileceğidir; bu, terapist, hastanın s ^^ larda
davranışında yalnızca hafifçe belli olan -belli olursa tabii- ?S~ me
koymanın derecesinin tam olarak farkında değilse zor olab ı
Pratikte, tedavi ortamı dışında ciddi duygusal çalkantıların seansî "^
daki küçük göstergeleri çok ciddiye alınmalıdır ve terapist hastav!^
ilk bakışta günlük yaşamında nispeten önemsiz bir sorun gibi görün ''
şeyi tam olarak açımlamahdır. Terapistin sezgisi, benzeri karakter °
runları olan diğer hastaların tedavisindeki deneyimi ve tedavi saati •
dışında meydana gelen şeylerle ilgili şaşkınlık ve tasasını açıkça ifa{ı
etmesi, seansların içeriğinden çözülmüş olan malzemenin aktarım
gelmesinde yardımcı olabilir. Özellikle önemli bir ipucu, tedavi saat'
lerinin ilk dakikalarında tekrar tekrar ortaya çıkan ve tutarlı bir şekn.
de çalışılsa dahi değiştirilemeyen karakter savunmalarıdır.
Örneğin bir hasta, tüm seanslara kısa bir sessizlikle başlıyordu. Da-
ha sonra terapiste, kendisi için önemli konularla dolaylı bir ilgisi olan
ancak terapistin hastanın aklında ne olduğunu "tahmin etmesi "nin ge-
rektiği ve "doğru tahmin ettiği" takdirde ödüllendirildiği bir biçimde
sorular soruyordu. Bu davranış örüntüsü, incelikli olmasına karşın te-
rapistin bunu tekrar tekrar yorumlama gayretlerine rağmen aylarca
sürdü. Sonunda bu davranışın genelleşmiş, daha önce farkına varıl-
mamış eyleme koymayı yansıttığı ortaya çıktı. Hastanın, terapi sıra-
sında bir sorun olarak sözünü etmediği alışıldık bir davranış örüntüsü
örneği olduğu meydana çıktı. Bu örüntü, hastanın gösterişçi bir bi-
çimde inatçı bir sessizliğe çekildiği sosyal ortamlarda meydana geli-
yordu. Önemli kişilere merak uyandıran sorular sorarak ve yalnızca
onların, sezgilerini kullanarak ona yardımcı olabilecekleri mesajını
vererek onların tüm dikkatini kendine çekiyordu. Bu davranışın net
etkisi, hastanın çevresinde sorularına hevesle cevap veren ve ona tüm
konularda bol bol bilgi veren iyi niyetli birçok akraba ve arkadaşın
bulunmasıydı; bu sırada o, genelde gizemli bir gülümsemeyle, genel
mesafeli konumunu değiştirmeden "denetimi elinde" tutmasına yar-
dımcı olduğunu düşündüğü şeyi onlardan "çekip alıyordu". Bu davra-
nışın tedavi sırasında kötüleşmesi, bu davranışın bir aktarım direnci
işlevi gördüğünü gösteriyordu. Tedavi saatleri dışında bu tümgüçlü
denetimin eyleme koyulmasının yorumlanması, bu karakter savun-
GENEL YAPILANDIRMA I 183
w
ayırmak gerekmektedir. Sosyal ve cinsel örf ve âdetlerin değiş-
nedenle artık başka hiç kimseye ihtiyacım yok." Diğer bir deyişle,
gerçek kendilik ile ideal kendilik ve ideal nesne arasındaki normal ge-
rilim. içinde gerçek kendilik, ideal kendilik ve ideal nesnenin kaynaştı
şişkin bir kendilik kavramının oluşturulmasıyla bertaraf edilir. ^ynı
zamanda kabul edilemez kendilik imgelerinin kalıntıları bastırılır, dış
nesnelere yansıtılır ve bu nesneler değersizleştirilir. Bu süreç, her
ikisi de nesnelerin içselleştirilmiş taleplerini ve bu talepler yerine
getirildiğinde bu nesnelerden elde edilen doyumu temsil eden ideal
kendilik imgeleri ile ideal nesne imgeleri arasındaki normal farklılaş-
madan çok farklıdır. Normal üstben, ideal kendilik imgeleri ile ideal
nesne imgelerini bütünleştirir; gerçek kendilik imgeleri ile bütünleşti-
rilmiş bu ideal kendilik imgeleri, ben ile üstben arasında gerilimi
oluşturur. Ancak, patolojik narsisizm gösteren hastalarda, ideal ken-
dilik, ideal nesne ve gerçek kendilik imgeleri arasındaki patolojik bir-
leşme, üstbenin bu şekilde bütünleşmesini önler, çünkü hiç de gerçekçi
olmayan idealleştirme süreci, bu şekilde idealleştirilmiş imgelerin
gerçek ebeveyn talepleri ve saldırgan olarak belirlenmiş üstben öncül-
leri ile yoğunlaşmasını önler. Ayrıca ben yapısının bir parçası olan
gerçek kendilik imgeleri, şimdi üstbenin öncülleriyle patolojik olarak
yoğunlaşmıştır ve bu nedenle üstben ile benin normal farklılaşması
üzerinde olumsuz etki yapar. Yasaklayıcı ebeveyn talepleri gibi bazı
üstben bileşenleri, içselleştirilse bile, çarpıtılmış, ilkel, saldırgan bir
nitelik taşırlar, çünkü normalde ideal kendilik ve nesne imgelerinden
elde edilen ve bu hastalarda bulunmayan üstbenin seven yönleriyle
bütünleştirilmemiştir (Schafer, 1960). Diğer üstben öncülleri ile bu
kadar az bütünleşme olduğundan, genelde saldırgan ve ilkel türden
olan üstben, paranoid yansıtmalar şeklinde kolayca tekrar yansıtılır.
Üstbenlerinin ilkel ve saldırgan niteliğinin, nihai olarak saplanmaları-
nın şiddetli oral-saldırgan niteliğinden türediğini tekrar vurgulamak
istiyorum. Narsisist hastalar, kendilerini karakteristik bir şekilde çev-
relerinin ahlaki taleplerine uydururlar, çünkü uymadıkları takdirde
maruz kalacakları saldınlardan korkarlar ve bu boyun eğme, şan ve
hayranlık için ödemeleri gereken bedel gibi görünmektedir; ancak,
çoğunlukla hiçbir zaman antisosyal faaliyet göstermemiş olan bu tür-
den hastalar, "sahtekâr" olduklarını düşünürler ve "yakayı kurtarabi-
lecekleri" takdirde antisosyal davranışta bulunabilirler. Tabii ki başka
insanları da temel olarak namussuz ve güvenilmez ya da yalnızca dış
baskılar nedeniyle güvenilir olarak görürler. Kendileri ve başkalan
hakkındaki bu kavrayışları, tabii ki aktanmda çok önemli hale gelir.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 204
AYIRICI TANI
Narsisist kişiliklerin betimleyici özellikleri, narsisist karakter savun-
malarının mevcut olduğu diğer karakter patolojisi türlerinden ayırt
edilmelerine genelde olanak sağlar. Tüm karakter savunmalarının, di-
ğer işlevleri yanında narsisist bir işlevi de vardır: Kendilik değerini
korurlar. Ayrıca, tüm karakter patolojisi türlerinde özel olarak kendilik
değerini korumak ya da artırmak üzere kurulmuş önemli karakter
savunmaları vardır. Bu hastalar, temelde narsisist olmayan bir kişilik
yapısında "narsisist karakter savunmaları" sergilerler ve dolayısıyla
bu hastaların, bu yazıda kullanılan dar anlamıyla narsisist kişilikten
ayırt edilmeleri gerekir. Örneğin, takıntılı kişiliklerin inatçılığı ve mu-
halifliğinin çoğu zaman kuvvetli bir narsisist niteliği vardır; ancak,
her ikisi de yüzeysel olarak oldukça "soğuk" görünmesine karşın, ta-
kıntılı kişiliklerin ilişkilerinde narsisist kişiliklere oranla çok daha
fazla kararlılık ve derinlik vardır. Ayrıca, narsisist kişiliklerin değer
sistemleri, takıntılı kişiliğin katı ahlakından farklı olarak, kolayca sar-
sılabilir.
Histerik karakter yapısıyla ayırıcı tanı da çok zor değildir. Narsisist
özelliklerin abartılı bir şekli, özellikle de teşhirci eğilimlerle bağlantılı
olanlar, histerik kişiliklerde oldukça yaygındır; ancak histerik kişiliğin
hayran olunma, ilgi merkezi olma ihtiyacı -genelde penis hasetine
karşı narsisist bir karşıt tepki kurma-, başkalarıyla derin ve kalıcı iliş-
kiler kurma yetisiyle birlikte bulunur. Narsisist kişilikli kadınlar, aşırı
cilve ve teşhircilikleriyle yüzeyde oldukça "histerik" görünebilirler,
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 209
ri takdir etmek ve bunlara hayran olmak olan fondaki bir figür olarak
görüyordu. Ancak, bu tutum sistematik olarak incelendiğinde ve ha ta
bu savunma örüntüsüyle tutarlı bir biçimde yüzleştirildiğinde, yen-ve
daha derin bir aktarım örüntüsü gelişti. Aktarımın bu yeni yüzün de,
hasta analisti soğuk, ilgisiz, sevgi vermeyen bir anne imgesi gik'
görüyor ve idealleştirilmiş annesi için eski özlemini temsil eden üzün
tü ve yalnızlık hisleri duyuyordu. Bu ikinci örnekte de, narsisist ka
rakter savunmaları kırıldığında, hastanın nesneyi değersizleştirmeksi-
zin ve idealleştirilmiş bir kendilik imgesine kaçmaksızın farklılaşma
bir nesne ilişkisi sürdürdüğü başka aktarım örüntüleri ortaya çı]^
Özetle, bu iki vaka da narsisist karakter savunmaları çözüldükten sonra
yeni, farklılaşmış aktarım ilişkileri geliştirirken, narsisist hasta analisti
bağımsız bir nesne olarak kabul edemez ve sürekli olarak ve inatçı bir
biçimde analisti kendi kendilik kavramının yalnızca bir uzantısı
olarak görür - her ne kadar bu aktarım modeli içinde gerileme dalga-
lanma gösterse de.
kında bilgi verdiğim fantezileri açığa çıktı. Ona, benden ona gele Ceif
bir saldırıdan duyduğu korkunun, gerçekten analizde olduğunu kabul
lenmesini önleyen nedenlerden biri olduğunu ve seanslarda hiçbir se~
yin olmadığını ileri sürerek gerçekte bir hasta olmadığı konusund
kendini rahatlattığını belirttim. Bu noktada hasta, sürekli analizin ba
şansız olduğunu tekrarlaması karşısında aklımın karışmamış olrna_
sından ya da şevkimi kaybetmemiş olmamdan dolayı bana karşı hay-
ranlık hisleri duydu. Ancak az sonra, benim çok kurnaz olduğumu ve
hastaların karşısında "üstte bulunmak" için "tipik analitik hileleri" na-
sıl kullanacağımı bildiğimi söyledi. Sonra kendisinin de, kendini kü-
çük görmeye çalışacak kişilere karşı benzeri bir teknik kullanacağım
söyledi. Ben, "iyi" bir yorum aldığı ve yardım edildiğini gördüğü an-
da bana karşı saldırdığından dolayı suçluluk duyduğunu ve yine "iyi-
liğime" haset duyduğunu söyledim. Dolayısıyla, bende iyi bir şeyler
olduğunu kabul etmekten ve minnettar olma mecburiyetinden kaçına-
bilmek için başkalarıyla kullanmak üzere yorumlarımı "çalmak" ve
süreç içerisinde beni değersizleştirmek zorundaydı. Hasta bir an çok
kaygı duydu, sonra hisleri tamamıyla "yok oldu". Bir sonraki seansa,
bir önceki seansta olanların duygusal önemini bir şey hissetmeksizin
inkâr ederek geldi ve yine tekrar tekrar sıkıntısından ve analizin etki-
sizliğinden bahsettiği aynı devir en baştan başladı.
Zaman zaman, bazen analizin iki ya da üç yılı boyunca devam eden
bu tür etkileşimlerin, ne kadar sık olduğunu ve ne kadar tekrarlayıcı
olduğunu hayal etmek zordur; tedaviye bu direnç, narsisist hastanın
tüm bağımlı ilişkileri inkâr etme ihtiyacının şiddetini göstermektedir.
Bu hastalarda olumsuz aktarımın tutarlı bir şekilde incelenmesinin,
psikanalizdeki diğer hastalara oranla daha da büyük öneme sahip ol-
duğu açıktır. Bu narsisist hastalar, ısrarla analitik süreci değersizleş-
tirmeye, kendi duygusal yaşamlarının gerçekliğini inkâr etmeye ve
analistin kendilerinden bağımsız bir insan olmadığı fantezisini teyit
etmeye çalışırlar. Ingmar Bergman'ın yakın zamanlarda çektiği bir
film olan Persona'âa, tipik bir narsisist kişilik olarak betimleyebilece-
ğimiz psikolojik olarak ciddi bir biçimde hasta olan bir kadının bakı-
mını üstlenen, olgunlaşmamış, ancak temelde iyi niyetli bir genç ka-
dın hemşirenin çöküşü gösterilmektedir. Genç hemşire, maruz kaldığı
soğuk, ilkesiz sömürü karşısında yavaş yavaş çöker. Hemşire, hasta
kadının sevgi karşılığında yalnızca nefret vermesi ve kendisine göste-
rilen sevgi ya da insani duyguları hiçbir şekilde fark edememesine da-
yanamaz. Sanki, hasta kadın, süreç içerisinde bir insan olarak en so-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN TEDAVİSİ I 215
urıda kendi yıkımına yol açacak olsa da, yalnızca başka insanlarda
j6ğerli olan şeyi yıkabilmek koşuluyla yaşayabilmektedir. Filmin
Hrarnatik gelişimi içerisinde bir noktada hemşire, hasta kadına karşı
v0ğun bir nefret duyar ve ona zalimce muamele eder. Sanki hasta ka-
rnın olanca nefreti, kendisine yardım eden kadına aktarılmış ve onu
içten yıkmıştır.
Bu senaryo, özünde ciddi narsisist hastaların tedavisinde meydana
gelen aktarım-karşı aktarım durumunu sergilemektedir. Sanki hasta-
ların tüm gayretleri, analisti yenilgiye uğratmak, analizi anlamsız bir
0yun haline getirmek, analistte iyi ve değerli olarak gördükleri her şeyi
sistematik olarak yıkmak yönündedir. Aylarca ve yıllarca hastanın bir
"uzantısı" olarak muamele gördükten sonra (bu süreç, uzun bir süre
farkına varılmayacak kadar incelikli bir süreç olabilir), analist böyle
bir vakayla çalışmasında kendini gerçekten "değersiz" hissetmeye
başlayabilir. Analistin bütün yorumlan ve müdahaleleri anlamını yi-
tirmekte ve hasta için hissettiği her duygudaşlık hasta tarafından siste-
matik bir biçimde yıkılmaktadır. Başansız, uzun bir tedaviden sonra,
analist hastayı savunma amaçlı değersizleştirmeye başlayabilir ve bu
da hastanın, analistinin, kaçmaya çabaladığı tehlikeli nesnelerden biri
haline geldiği duygusunu pekiştirir; ya da hastanın küçük bir engel-
lenmesi, hastanın artık analisti denetimi altında tutamadığı şeklinde
genel bir farkındalık haline dönüşebilir. Bu noktada tedavi sekteye
uğrayabilir; hasta, sonunda yine bir "gölgeye" indirgediği nefret du-
yulan, engelleyici bir aktarım nesnesinden kaçmaktadır ve analistin
karşı aktarımı, buna karşılık gelen, sanki hasta hiç var olmamış gibi
bir "boşluk" duygusu olabilir.
Yukarıda ele alınan hususların teknik açıdan bazı sonuçları vardır.
Birincisi, analist, bu vakalarda sürekli olarak aktarımın özel niteliği
üzerinde durmalı ve tutarlı bir şekilde hastanın tümgüçlü denetim ve
değersizleştirme gayretlerini etkisiz hale getirmelidir. Ayrıca analist
uzun vadeli karşı aktarım gelişimlerini de dikkatle kollamalıdır. Karşı
aktarımını analitik sürece getirmelidir; bunu, hastaya kendi tepkisinin
ne olduğunu söyleyerek değil, karşı aktarımda tutarlı bir şekilde has-
tanın davranışının gizli maksadının farkına vararak yapmalıdır. Örne-
ğin, hasta, uzun bir süre boyunca analistin tüm yorumlarını sistematik
bir şekilde reddederse, analist bunun sonucu olarak kendisinde gelişen
kudretsizlik duygularının farkına varabilir ve hastaya, analiste sanki
onu yenilgiye uğratmayı ve ona kendini kudretsiz hissettirmeyi arzu
ediyormuş gibi davrandığını belirtebilir. Ya da, hastanın antisos-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 216
yof
rinl
111
lundaki bilinçdışı korkusu nedeniyle kendi başarılarını değersiz gö
y,.vordu. Başka bir hasta, amatör bir müzisyendi ve analizinin ilk saf- r
larında sık sık, piyano çaldığı zaman kendi ile ilgili iyi olan tek şe-• n
yüzeye çıktığını söylüyordu. Müzik, gizemli ancak ideal bir yol-A s
gibiydi; hasta, müzik dinlemekten ya da çalmaktan çok haz aldı-"
nda, iyiliğe olan müphem olarak yaşadığı bir güvenin ya da inancın
Lniden teyit edildiğini hissediyordu.
lan yönünde yanlış bir izlenim verebilirler. Özellikle bu, çok entel u
tüel ve eğitimli narsisist kişilikler için geçerlidir: Düşünce süreçle •
nin pürüzsüz ve soğuk niteliği ve duygusal tepkilerin yokluğu, y an] "
bir şekilde takıntılı özellikler olarak alınabilir. Ancak, gerçek takım f
kişilikte, kaygı noktalarında ve duygusal çatışmalarının yer değişti '
melerini temsil eden noktalarda yoğun ve derin duygusal tepkiler g-~
rürüz. Örneğin, takıntılı kişilikler sosyal, kültürel ve siyasi konulard ~
şiddetli duygular hissedebilirler ve kendileri görünürde o kadar " So
ğuk"ken başkalanndaki duygusal derinliği şaşırtıcı bir şekilde anlaya-
bilirler. Buna karşılık, narsisist kişilikler, duygusal bir soğukluk ve bir
kayıtsızlık fonu üzerinde, hızlı ve geçici türde yüzeysel duygui ar
gösterirler.
f5u noktada, hasta için son derece zor bir duygusal durum meydana
gelir: Daha önce inkâr ettiği ve değersizleştirdiği analistin (annenin)
gerçekçi olarak iyi yönlerini kabul etmeli ve analiste karşı daha önceli
saldırganlığından dolayı mahvedici bir suçluluk duygusunu hisset-
melidir. Hasta, analiste ve hayatındaki tüm önemli kişilere kötü dav-
randığı için umutsuzluk hissedebilir ve sevmiş olabileceği ve onu sev-
miş olabilecek kişileri gerçekte yıkmış olduğunu düşünebilir. Bu nok-
tada şiddetli intihar düşünceleri ve niyetleri olabilir, ancak analize
ben kuvvetinin iyi olması nedeniyle seçilmişse, analistin hastayı za-
mansız rahatlatmasına gerek kalmaksızın, hasta bu çatışmayı işleye-
bilir. Narsisist hasta, analizdeki bu can alıcı dönemi işledikçe, analisti
sevgi ve minnet duyabileceği bağımsız bir varlık olarak kabul etmeye
başlar. Aynı zamanda, hasta hayatındaki diğer önemli kişilerin ba-
ğımsız varlığını da kabul etmeye başlar, tik defa, diğer insanlarda ne
olup bittiğine dair samimi merak ve ilgi gösterebilir ve tatmin duyabi-
lir. Sanki hastanın iç nesne dünyasında ve kendilik yaşantısında
-"temsili dünyasında" (Sandler ve Rosenblatt, 1962)- olduğu kadar
dış dünyasında da insanlar canlanmaya başlamaktadır. Analizde bu
safha, hastanın fantezi ve duygusal hayatındaki önceki boşluktan
çarpıcı bir şekilde farklıdır.
Benin hizmetinde normal gerileme, özel bir boyut -kriz, dış destek
kaybı ya da yalnızlık dönemlerinde içsel destek kaynağı olarak geç-
miş nesne ilişkilerinin yeniden canlanması- içerir. Normalde, başka-
larıyla geçmiş mutlu ilişkilerden elde edilen duygusal zenginlik, yal-
nızca başkalarının şimdiki mutluluğundan eşduyumlu bir biçimde
zevk almaya olanak sağlamakla kalmaz, aynı zamanda gerçeklik, bir
kendilik değeri kaybı tehdidi meydana getirdiğinde, bir iç avuntu kay-
nağı da olur. Narsisist hastalar, bu şekilde kendi geçmişlerine başvu-
ramazlar. Başarılı bir şekilde tedavi edildiklerinde, daha derin ve da-
ha anlamlı bir hayat gerçekleştirebilirler ve yeni gelişen içselleştiril-
miş nesne ilişkileri dünyasında, güç ve yaratıcılık kaynaklarından
meyve toplamaya başlarlar.
Aşağıdaki vaka hikâyesi, bir hastada tedavinin can alıcı dönemine
örnek teşkil etmektedir. Bir ara hasta, analiste hep kendisinin bir "ay-
nası" gibi davrandığının ve analisti kafasında güçlü bir köle gibi, ta-
mamen hastanın hizmetinde, Alaeddin'in Lambası masalındaki cin gi-
bi bir şey olarak canlandırdığının farkına vardı. Seanslar arasında ana-
listin, sanki hastanın bir kenara koyabileceği bir şişeye tıkılmış gibi
yalnızca potansiyel bir varoluşa sahip olmak üzere ortadan kayboldu-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 226
ÖZET
Narsisist kişilik yapısının etiyolojisiyle ilgili olarak, patolojik narsi-
sizm ve patolojik nesne ilişkileri arasındaki ilişkileri içeren genel bir
hipotez sunulmuştur. Narsisist kişiliklerin psikanalitik tedavisindeki
teknik sorunlar -özellikle de bu hastaların tipik aktarım dirençleri-
incelenmiş ve seyir kriterlerinin ana hatları çizilmiştir.
9
rllık bulunmaktadır.
gu iki görüş arasındaki farkı incelemeden önce, kanaatime göre sı- r
ıdşilik örgütlenmesi ile patolojik büyüklenmeci kendilik gelişimi ,
rasındaki yakın ilişkiyi en açık bir şekilde gösteren özel bir grup haspan
söz etmek istiyorum. Burada sözünü ettiğim, açıkça narsisist kişilik
yapısına sahip olmakla birlikte, açık sınır dediğim düzeyde işlev
gören, yani, bahsi geçen genelde benzeri savunma kümelenmesine ek
olarak sınır kişilik örgütlenmesinin karakteristiği olan özgül olmayan
ben zayıflığı tezahürleri gösteren narsisist kişiliklerdir. Bu narsisist
hastalar, ciddi kaygı tahammülü eksikliği, genelleşmiş itki denetimi
eksikliği, çarpıcı bir yüceltme eksikliği, psikolojik testlerde açıkça
görülen birincil süreç düşüncesi ve aktarım psikozu geliştirme yatkın-
lığı gösterirler. Bu hastalarda, patolojik narsisist yapı, etkili sosyal iş-
leyiş için yeterli bütünleşme sağlamaz ve genelde analiz için (hatta sı-
nır kişilik örgütlenmesi olan çoğu hasta için tavsiye ettiğim değiştiril-
miş psikanalitik çalışma için bile) kontrendikasyon gösterirler. Bu
hastalarda karakteristik olarak terapiste karşı acımasız talepkârlık ve
küçümseyici saldırılarla bağlantılı tekrarlayan, kronik şiddetli hiddet
tepkileri canlanması, yani, "narsisist hiddet" görülür. Bu kadar şiddetli
hiddet patlamaları, genelde aktarımda "tamamıyla iyi" ve "tamamıyla
kötü" içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin dönüşümlü olarak can-
lanmasının bir parçası olarak sınır hastalarda da görülür. Ancak, bu
hiddetin dinmek bilmez niteliği, terapistle tüm ilişkiye bulaşır görü-
nen küçümseyici nitelik, ilişkinin potansiyel olarak iyi yönlerinin
uzun süreler boyunca tamamıyla değersizleştirilmesi ve bozulması
şekline dönüşür, böylece tedavinin devamlılığı tehlikeye girer.
Aşağıdaki vaka, bu gelişime bir örnek teşkil etmektedir. Yirmi yaş-
larında, bekâr ve nispeten tipik narsisist bir kişiliğe sahip bir kadın
hasta, okuldaki performansının ve sosyal ilişkilerinin yavaş yavaş
çökmesi ve tam olarak denetleyemediği her erkeği terk etme eğilimiyle
karakterize olan rasgele cinsel ilişkiye girme sonucu psikiyatri has-
tanesine geldi. Hem annesi hem babası, nispeten narsisist ve içe çekil-
miş insanlardı ve hafif antisosyal eğilimler gösteriyorlardı. Ablası,
antisosyal eğilimler nedeniyle tedavi görüyordu. Başkalarıyla anlamlı
ilişkilere giremeyişi ana okulda başlamış, daha sonra hastanın, sosyal
çevreyi denetleme ve manipüle etme gayretlerinde annesine katılma-
sıyla yumuşamış ve hastanın sosyal hayatında, işinde ve cinsel ilişki-
lerinde bir kaosla noktalanmıştı. Terapistin ve tüm tedavi personelinin
incelikli bir şekilde küçük görülmesi ve personelin devamlı mani-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 232
3. Örnek: Bir hasta, aylarca yüzeyde bir kopukluk gibi görünen bir
durumdan sonra, dinmek bilmez bir haset karşısında sürekli kendisini
rahatlatma ihtiyacı göstermeye başladı. Hasta, diğer tüm insanların
yaptıklanm kendi yaptıklanyla karşılaştıran ve kendisiyle aynı yaşta-
kilerden daha fazla şey başarmış olmaktan emin olduğunda son dere-
ce doyum alan genç bir profesördü. Arkadaşlarının geliri ile yaşlan
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 257
tirmesine yardımcı olmuştu. Şimdi ilk defa olarak hasta, nasıl analiste
karşı tüm tutumunun, kendisi ile psikanalisti arasında hiçbir zaman
gerçek bir ilişkinin olamayacağı temel inancından etkilendiğini fark
etti. Örneğin, uzun bir süre, analizin sonlanmasından sonra analistiyle
dostça ancak mesafeli bir ilişkisi olacağı, kendisiyle analistin, analitik
ilişkinin gerçekte, tedavide meydana geldiği varsayılan şiddetli duy-
gusal çatışma betimlemeleri ile hiçbir ilişkisi olmadığı gibi gizli bir
anlayışa sahip oldukları fantezisini kurdu.
Hasta, aynı zamanda, kendi bilinçli denetimi altında olmayan bir iç
dünyanın varlığının ve analitik ortamda bu dünyayla yüz yüze gelme
heyecanı ve korkusunun farkına vardı. Bir yıl sonra aktarımda oidipal
çatışmalar tamamıyla gelişti ve analiz bu çatışmaların alışıldık direnç-
leri ve tezahürlerinin özelliklerini edindi.
Genelde, dirençlerin yükseldiği dönemlerde, yeni direnç hatlarına
bir geçişin olduğu sırada terk edilmiş geçmiş karakter savunmaların-
da meydana gelene benzer bir şekilde, daha önce terk edilmiş eski
narsisist dirençler yeniden herekete geçebilir. Ancak, narsisist savun-
maların bu şekilde canlanmasının meydana geldiği bağlam ve bu di-
rençlerle bağlantılı içselleştirilmiş nesne ilişkilerinin farklılaşmış ni-
teliği, hastada meydana gelmiş olan önemli yapısal değişiklikleri teyit
eder.
Seyir açısından diğer temel bir faktör, tipik olarak özellikle has
çevresinde ciddi, bastırılmış ya da çözülmüş çatışmalarla bağlantti
olan terapiye olumsuz tepkilerin ne ölçüde gelişeceğidir. Bu, üstbe
faktörlerinden kaynaklanmayan ve sadist, ancak bütünleşmiş bir üst
beni olan depresif-mazoşist hastalarda görülenden daha ciddi bir tera
piye olumsuz tepki türüdür. Nispeten iyi üstberi işleyişi olan vakalar
(narsisist ilgilerin ötesinde, değerlere gerçek yatırım yetisinden anla-
şılır), incelikli manipülatif ve antisosyal davranış türleri olan vakalara
(temel antisosyal özellikler göstermeseler de - zira temel antisosyal
özelliklerin olması seyri gerçekten de çok olumsuz yapar) oranla daha
iyi bir seyire sahiptirler. Daha basit bir biçimde ifade edersek, günlük
hayatlarında dürüstlük, narsisist kişiliklerin analizi için seyir açısın-
dan olumlu bir göstergedir. Yüceltme kanallarının iyi gelişmesi, nar-
sisist ihtiyaçları aşan değer sistemlerine yatırım yetisiyle yakından
bağlantılı olduğu ölçüde hastanın yüceltme potansiyeli de önemlidir.
Bu ana kadar bahsi geçen seyirle ilgili faktörlerin büyük önemiyle
karşılaştırıldığında, depresyon ve yas tahammülü ile suçluluk duygu-
su açısından aktarım potansiyelinin paranoid hiddet açısından akta-
rım potansiyeline oranla ağırlıklı olması, nispeten daha az öneme sa-
hiptir. Daha da az öneme sahip olan unsurlar, itki denetimi ya da kaygı
tahammülü eksikliği gibi özgül olmayan ben zayıflığı tezahürleri ve
hatta hasta açık sınır düzeyde işlev görmüyorsa, birincil süreç dü-
şüncesine gerileme potansiyelidir. Bu bizi, narsisist kişiliği olan bazı
hastalara katı psikanalitik yaklaşımın genel kısıtlamalarına, yani açık
sınır düzeyde işlev gören narsisist hastalarda psikanalizin yaratabile-
ceği düzen kaybına yol açan etkiye getirmektedir. Böyle kişiler için
bu yaklaşımın genelde kontrendike olduğunu düşünüyorum.
Seyir açısından özellikle zor bir tahmin, narsisist kişilik yapısı olan
potansiyel psikanalitik eğitim adayları için söz konusudur. Kuşkusuz
sorun yalnızca sosyal ve mesleki işleyişi tatminkâr olan, nispeten iyi
uyum sağlamış, yüksek zekâ ve özel yeteneklere sahip ve bazen alışıl-
madık ölçüde gelecek vaat eder görünen narsisist kişilikler söz konu-
su olduğunda ortaya çıkar. Bazı adayları kabul etmede ya da reddet-
mede sonradan bakıldığında bazı hatalar yapılmış gibi görünen çok
sayıda vaka gözden geçirildiğinde, seyir açısından önemli olduğu or-
taya çıkan iki temel faktör, nesne ilişkilerinin niteliği ve değer sistem-
lerinin ve üstben işleyişinin bütünlüğü ve derinliğidir. Burada yine
"nesne ilişkileri niteliği" terimini, hastanın sosyal etkileşimlerde bu-
lunma ölçüsünden ziyade, içselleştirilmiş nesne ilişkileri niteliğinden,
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 267
adaylarıyla bazen çok iyi sonuç alınması, bireysel vakaların tüm öğe-
lerinin dikkatle ele alınmasını haklı çıkarmaktadır; ve terapi teknikle-
rimizin ilerlemesiyle başarılı sonuçlar artacaktır.
Anlayabildiğim kadarıyla Kohut, yaklaşımında farklı ben ve üst-
ben bütünleşmesi düzeylerinde işlev gören narsisist kişiliklerde seyir
farklılıklarından bahsetmemesine karşın, genelde iyimser bir bakış
getirmektedir. Bu yaklaşımla elde edilen sonuçla ilgili olarak şunları
söylemektedir: "Önde gelen özgül olmayan değişiklik hastanın nesne
sevme yetisindeki artış ve genişlemedir; özgül değişiklikler ise narsi-
sizm alanında ortaya çıkar" (1971: 296 [249]). Kohut, kendi tedavi
yaklaşımının sonucu olarak, idealleştirilmiş ebeveyn imagosunun
(imagonun arkaik yönlerinin) ben ve üstbenin genel yapısına (imago-
nun geç oidipal dönem öncesi ve oidipal yönleri) içselleştirilmesi ol-
duğunu, bunun da üstben işleyişinde bir iyileşmeye yol açtığını söyle-
mektedir (s. 298-9 [251]). Büyüklenmeci kendilikle ilgili olarak şun-
ları söylüyor: "Çocuksu büyüklenmecilik, zaman içinde tutkulara ve
kişiliğin hedeflerine dönüşür. Bu gelişme kişinin olgun yönelişlerini
canlandırmakla kalmaz, kişide başarılı olma hakkı tarzında süreğen
olumlu bir duyguya yol açar" (s. 299 [251]). Benim görüşüme göre ve
Kohut'un yayınlanmış yazılarının temelinde, Kohut'un yaklaşımı, be-
nim büyüklenmeci kendiliğin patolojik yapısı olarak kabul ettiğim ya-
pıyı temel olarak çözmeden, hastanın daha ilkelden daha uyum sağla-
yıcı ayna aktarımı düzeylerine ilerlemesi bağlamında büyüklenmeci
kendiliğin daha iyi işlev görmesine ve daha iyi uyum göstermesine yol
açmaktadır. Bu, Kohut'un bulgularında, hastanın narsisizmindeki
değişikliklerle hastanın nesne ilişkilerindeki değişiklikler arasında
doğrudan, özgül bir ilişki olmamasının nedeni de olabilir. Bana öyle
geliyor ki bu yaklaşımın etkilerinin, Kohut'un maksadı ve tekniği bu
olmasa da, hastanın büyüklenmeciliğinin daha uyum sağlayıcı bir
kullanımını destekleyen eğitici öğeleri vardır. Bu noktada mecburen
cevapsız kalması gereken temel bir soru, böyle bir yaklaşımın uzun
süreli etkilerinin ve hatta hem Kohut'un yaklaşımının hem de benim
anahatlarım çizmiş olduğum alternatif yaklaşımın uzun süreli etkileri-
nin ne olduğudur. Narsisist kişiliklerin tedavisinin etkililiği için temel
bir sınav, bu hastaların hayatın ileri safhalarının kaçınılmaz olarak ge-
tireceği stres ve krizlere uyumlarıdır. Tedavinin, bu hastaların kişilik-
leri, iç ruhsal ve sosyal işleyişleri üzerindeki kısa süreli sonuçlarını
uzun süreli sonuçlarından ayırt edebilmek için, uzun süreler boyunca
takip çalışmasına ihtiyacımız vardır. Bu beni, bu bölümün son konu-
NARSİSİST KİŞİLİĞİN KLİNİK SORUNLARI I 269
PATOLOJİK NARSİSİZM
Genel olarak, tüm nevrotik çatışmalar, kendiliğin daha önce sözü edi-
len çeşitli altyapı ve yapılarla yerinde ve yeterli ilişkileri üzerinde
olumsuz etki yaratır. Örneğin, cinsel itkilere karşı patolojik derecede
ciddi yasaklamalar (çözülmemiş oidipal uzantıları nedeniyle), kendi-
liğin dış nesnelerle çatışmalı ilişkilerinde, kendilik üzerinde aşın üst-
ben baskılarında ve benin yüceltme potansiyelinin azalmasında yan-
sır; bunların hepsi de, benliğin libidinal kaynaklarına ulaşılabilirliği
çeşitli yollardan etkiler. Aynı zamanda, başkalarıyla doğrudan çatış-
malı ilişkilere ve yasaklanmış oidipal itkilerle doğrudan yüzleşmeye
karşı savunma olarak patolojik karakter örüntülerinin kurulması, be-
nin ve kendiliğin işleyişini korur; patolojik karakter örüntüleri kendi-
lik değerini de korur, yani narsisist işlevleri vardır. Dolayısıyla, nev-
rotik tepkileri ve karakter patolojisi olan tüm hastaların "narsisist so-
runları" vardır: Kendiliğin patolojik bir incinebilirliği vardır; bunun
karşısında, patolojik karakter özellikleriyle savunma yapılır; bu ne-
denle, bu karakter özellikleri analitik olarak açımlanıp çözüldüğünde,
narsisist engellenmeler ve çatışmalar canlanır. Ancak bundan sonra
ben beklentilerinin, amaçlarının ve üstben taleplerinin içeriğinin, be-
nin nispeten çatışma içermeyen alanlarının olgun narsisist emel ve
beklentileriyle karşılaştırıldığında bunlardan farklı olarak çocuksu bir
düzeyde kalmış olduğu keşfedilir.
Genelde, saldırganlık çevresindeki çatışmaların canlanması (bu ça-
tışmalar kendiliğe ve iç ve dış nesnelere libidinal yatırımın hâkim olu-
şunu ya da ulaşılabilirliğini azaltır) ve bunun yanında nispeten iyi bü-
tünleşmiş bir ben ve kendiliğe yerleşmiş bulunan nevrotik çocuksu
çatışmalara saplanma ya da gerileme, normal narsisizmin geniş bir
engellenme ve/veya çarpıtma kaynağını temsil eder. Tüm bunlar, kli-
nik olarak karşılaşılabilecek en hafif narsisist bozukluk biçimini oluş-
tururlar.
Daha ciddi bir narsisist bozukluk türü, kendiliğin ağırlıklı olarak
patojen içselleştirilmiş bir nesneye göre biçimlenecek ölçüde patolo-
NORMAL VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 279
pistten "öğrenir".
Genel terimlerle ifade edersek, terapistin idealleştirilmiş ve haset
duyulan bir imgesiyle -terapistin bu idealleştirmeyi kısmen kabul et-
mesi ve kısmen yorumlaması sonucu daha gerçekçi ve daha ölçülü
olan bir imgeyle-, hastanın bu ideal imgeyi büyüklenmeci kendiliğine
yansıtmasının bir sonucu olarak narsisist bir özdeşleşme meydana
gelebilir ve hastanın günlük yaşamında bu patolojik yapının daha
uyum sağlayıcı bir şekilde kullanılmasını sağlayabilir. Bu mekanizma
(büyüklenmeci kendilikle ilintili ilkel bir idealleştirmenin yansıtılması
ve değiştirilerek tekrar içe atılması mekanizması), hem açık sınır
düzeyde işlev gören en ciddi narsisist kişilik türlerinde, hem de o an-
daki travmatik bir durum nedeniyle psikiyatra başvuran, ancak altta
yatan kişilik sorunlarını derinlemesine açımlamaya istekli olmayan ya
da açımlayamayacak olan, etkili biçimde işlev gören narsisist hastalar
için yararlı olabilir. Bazen, genelde iyi işlev gören narsisist bir
kişilikte, destekleyici türden kısa bir kriz müdahalesi oldukça etkili
olabilir. Ancak, her narsisist kişilik vakasında, psikanalitik tedavinin
endike olup olmadığını ve bu tedavi için özel kontrendikasyonlar olup
olmadığını değerlendirmeyi hastalara bırakmamız gerektiğini
düşünüyorum. Patolojik karakter yapılan için psikanalitik tedavi tav-
siyesini reddedip, aylar ya da hatta yıllar sonra sonunda yine tedaviye
gelip incelikli, ancak yine de mahvedici olan karakter patolojilerini
değiştirmede önemli psikanalitik yardım elde etmiş narsisist hastalar
gördüm. Bazen narsisist kişiliği olup sosyal olarak oldukça etkili bir
biçimde işlev gören ve akut bir kriz durumu için başvuran bir hasta
için en iyi tedavi, ona kısa süreli destekleyici bir psikoterapi uygula-
mak ve daha sonra uzun vadeli bir plan olarak psikanalitik tedavi ola-
sılığını telkin etmektir.
Açık sınırda işlev gören narsisist kişiliklerin tedavisine yeniden
dönersek, son bir teknik sorun, ciddi eyleme koyma, özellikle de nar-
sisist hiddetin eyleme koyulmasıdır. Eyleme koymanın önce yorum-
lama çabalarıyla ve bu çabalar etkili değilse, daha sonra hastanın te-
davi saatleri dışındaki hayatında yeterli ölçüde bir yapılandırma ile
denetlenmesi gerekir. Yapılandırma uygulandığı durumda, saldırgan
davranış seanslar sırasında da denetim altına alınmalıdır ve sonra yo-
rumlanmalıdır - hastanın terapistin müdahalesini algılayışı da yorum-
lanmalıdır. Sınır vakalarda denetlenemez eyleme koymayla başa çık-
mak için kullanılan genel strateji ve teknik burada da geçerlidir (6.
Bölüm).
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 292
1. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XV, No. 3 (Tem-
muz 1967) dergisinden alınmıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği, New York,
Aralık 1966 güz toplantısında sunulmuştur. Menninger Vakfı Psikoterapi Araş-
tırma Projesi, Topeka, Kansas çalışmasından. Araştırma, Ulusal Ruhsal Sağlık
Enstitüsünün Kamu Sağlığı Araştırma Bursu MH 8308 ile desteklenmiş ve da-
ha önce de Psikiyatride Araştırma Vakıf Fonu ve Ford Vakfı tarafından destek-
lenmiştir.
2. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XIII, No. 1 (Ocak
1965) dergisinden alınmıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği, New York, Aralık
1963 güz toplantısında sunulmuştur. Menninger Vakfı, Topeka, Kansas.
3. Bölüm:
The International Journal of Psychoanalysis, c. XLIX, Kısım 4 (1968) der-
gisinden alınmıştır. Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesinden; Ame-
rikan Psikanaliz Derneği, Detroit, Mayıs 1967 elli dördüncü yıllık toplantısında
sunulmuştur. Projeye destekle ilgili olarak, 1. Bölüm'e bakınız.
4. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XIX, No. 4 (Ekim
1971) dergisinden alınmıştır. Amerikan Psikanaliz Derneği, San Fransisco,
Mayıs 1970 elli yedinci yıllık toplantısında sunulmuştur. Projeye destekle ilgili
olarak 1. Bölüm'e bakınız.
5. Bölüm:
İlk defa bu kitapta yayımlanıyor.
6. Bölüm:
Bu bölüm, editörlüğünü G. D. Goldman ve D. S. Millman'm yaptığı şu kitapta
da yayımlanacaktır: Parameters in Psychoanalytic Psychotherapy. Charles C.
Thomas, Springfield, Illinois, basımda.
7. Bölüm:
Psikanalitik Psikoterapistler Konseyinin on üçüncü konferansı olan Boşluk
Üzerine Sempozyum'da sunulmuştur; New York, Mart 1974.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 298
8. Bölüm:
Journal of the American Psychoanalytic Association, c. XVIII, No. 1 (Ocak
1970) dergisinden alınmıştır. Menninger Vakfı Psikoterapi Araştırma Projesin-
den; Amerikan Psikanaliz Derneği, Boston, Mayıs 1968 elli beşinci yıllık top-
lantısında sunulmuştur. Projeye destek için 1. Bölüm'e bakınız.
9. Bölüm:
The International Journal of Psychoanalysis, c. LV, Kısım 2 (1974) dergi-
sinden alınmıştır. Kısaltılmış bir versiyonu, Uluslararası Psikanaliz Kongresi,
Paris, Temmuz 1973 yirmi sekizinci toplantısında sunulmuştur.
10. Bölüm:
İlk defa bu kitapta yayımlanıyor.
Kaynakça
ABRAHAM, K. (1919), "A Particular Form of Netırotic Resistarice Against the Psycho-
analytic Method", Selected Papers on Psycho-Analysis, Londra, Hogarth Press,
1949:303-11. ADLER, G. (1973), "Hospital Treatment of Borderline Patients",
American Journal of
Psychiatry, 130: 32-5. ANDERSEN, H. C. (1952), "The Nightingale", Tales of
Grimm and Andersen, New
York, Modern Library: 714-21. BELLAK, L., Hurvich, M. (1969), "A Systematic
Study of Ego Functions", Journal of
Nervous and Mental Disease, 148: 569-85. BENEDEK, T. (1954),
"Countertransference in the Training Analyst", Bull. Menninger
Clin., 18: 12-16. BERGERET, J. (1970), "Les Etats Limites", Revue Francaise de
Psychoanalyse, 34:
605-33.
-----(1972), Abrege De Psychologie Pathologiaue, Masson & Cie Paris.
BIBRING, Edward (1953), "The Mechanism of Depression", Affective Disorders için
de, der. Phyllis Greenacre, New York, Int. Univ. Press: 13-48.
-----(1954), "Psychoanalysis and the Dynamic Psychotherapies", J. Amer. Psychoanal.
Assoc, 2: 745-70. BION, W. R. (1957), "Differentiation of the Psychotic from the
Non-psychotic Persona-
lities", Int. J. Psycho-Anal, 38: 266-75.
----- (1967), Second Thoughts: Selected Papers on Psychoanalysis, Londra, Heine-
mann: 86-109. BOYER, L. B. (1971), "Psychoanalytic Technique in the Treatment
of Certain Charac-
terological and Schizophrenic Disorders", Int. J. Psycho-Anal, 52: 67-85.
-----ve Giovacchini, P. (1967), Psychoanalytic Treatment of Characterological and
Schizophrenic Disorders, Jason Aronson, Inc., New York. BURSTEIN, E., Coyne,
L„ Kernberg, O. ve Voth, H. (1969), "The Quantitative Study
of the Psychotherapy Research Project", Psychotherapy and psychoanalysis: Final
report of the Menninger Foundation's Psychotherapy Research Project içinde, O.
Kernberg, E. Burnstein, L. Coyne, A. Appelbaum, L. Horowitz ve H. Voth, Bull.
Menninger Clinic, 1972: 1-85. BYCHOWSKI, G. (1953), "The Problem of Latent
Psychosis", /. Am. Psychoanal. Assoc, 1:484-503. CARY, G. (1972), "The Borderline
Condition: A Structural-Dynamic Vievvpoint", The
Psychoanalytic Review, 59: 33-54. CHESSICK, R. (1971), "Use of the Couch in the
Psychotherapy of Borderline Patients",
Archives of General Psychiatry, 25: 306-13. COHEN, M. B. (1952),
"Countertransference and Anxiety", Psychiatry, 15: 231-43. COLLUM, J. (1972),
"Identity Diffusion and the Borderline Maneuver", Comprehensi-
ve Psychiatry, 13: 179-84. COOPERMAN, M. (1970), "Defeating Processes in
Psychotherapy", Transactions of
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 300
the Topeka Psychoanalytıc Society Raporu, BM. Menninger Clinic, 34: 36-38.
DEUTSCH, Helene (1942), "Sorae Forms of Eraotional Disturbance and Their Relati-
onship to Schizophrenia", Psychoaııal. Quart., 11: 301-21.
-----(1944), Psychology ofWomen. Volume 1: Girlhood, New York, Grune and Strat-
ton: 94-98. , DUVOCELLE, A. (1971), "L'Etat Limite ou Borderline Personality: A
Re-evaluation",
Psychoaııal. Quart., 34: 390-405. EASSER, B. R. ve LESSER, S. R. (1965),
"Hysterical Personality: A Re-evaluation",
Psychoanal. Quart, 34: 390-405. EISSLER, K. R. (1953), "The Effect of the
Structure of the Ego on Psychoanalytic
Technique", J. Amer. Psychoanal. Assoc, 1: 104-43. EKSTEIN, R. ve Wallerstein, J.
(1956), "Observations on the Psychotherapy of Borderline and Psychotic Children", The
Psychoanalytic Study of the Child, 11: 303-11,
New York, Int. Univ. Press. ERIKSON, E. H. (1956), "The Problem of Ego Identity",
J. Amer. Psychoanal. Assn., 4:
56-121.
-----(1959), "Growth and Crises of the Healthy Personality", Identity and the Life
Cycle, Psychological Issues içinde, New York: Int. Univ. Press, 1: 50-100.
FAIRBAIRN, W. R. D. (1940), "Schizoid Factors in the Personality", An Object-
Relations Theory of the Personality, New York, Basic Books, 1952: 3-27.
-----(1944), "Endopsychic Structure Considered in Terms of Object-Relationships", An
Object-Relations Theory of the Personality, New York, Basic Books, 1952: 82-136.
-----(1951), "A Synopsis of the Development of the Author's Views Regarding the
Structure of the Personality", An Object-Relations Theory of the Personality, New
York, Basic Books, 1952: 162-79. FENICHEL, O. (1945), "Typology", The
Psychoanalytic Theory of Neurosis içinde,
New York, Norton: 525-27. FLIESS, R. (1942), "The Metapsychology of the
Analyst", Psychoanal. Quart., 11:
211-27.
-----(1953), "Countertransferences and Counteridentification", J. Am. Psychoanal. As
soc, 1:268-84.
FRANK, J. D. vd. (1952), "Two Behavior Patterns in Therapeutic Groups and Their
Apparent Motivation", Hum. Rel, 5: 289-317.
-----(1959), "The Dynamics of the Psychotherapeutic Relationship", Psychiatry, 22:
17-39. FREUD, A. (1936), "The Ego and the Mechanisms of Defense", New York,
Int. Univ.
Press, 1946: 45-57, 117-31; Ego ve Savunma Mekanizmaları, Bağlam, 1989. '
FREUD, S. (1910), "The Future Prospects of Psycho-Analytic Therapy", Standard Edi-
tion, Londra, Hogarth Press, 1957, 11: 139-51.
-----(1912), "Recommendations for Physicians on the Psycho-Analytic Method of Tre-
atment", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1958, 12: 109-20.
-----(1914), "On Narcissism: An Introduction", Standard Edition, Londra, Hogarth
Press, 1957, 14: 67-102; Narsizm Üzerine, Metis, 1998.
-----(1923), "The Ego and the id", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961: 19:
13-66; Metis Yayınlan'nca yayımlanacak.
-----(1925), "Negation", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961, 19: 235-9.
-----(1927), "Fetishism", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961, 21: 149-57.
-----(1931), "Libidinal Types", Standard Edition, Londra, Hogarth Press, 1961, 21-
215-20.
-----(1937), "Analysis Terminable and Interminable", Standard Edition, Londra, Ho-
KAYNAKÇA I 301
garth Press, 1961,23:216-53.
-----(1938), "Splitting of the Ego in the Process of Defence", Standard Edition, Lond
ra, Hogarth Press, 1964, 23: 275-8.
-----(1963), Psychoanalysis and Faith: The Letters ofSigmund Freud and Oskar Pfls-
ter, der. H. Meng ve E. L. Freud, New York: Basic Books, 1963: 113. FROMM-
REICHMANN, F. (1950), Principles of Intensive Psychotherapy, Chicago,
University of Chicago Press.
-----(1952), "Some Aspects of Psychoanalytic Psychotherapy with Schizophrenics",
Psychotherapy with Schizophrenics içinde, deri. Ed. B. Brody ve F. C. Redlich, New
York, Int. Univ. Press: 89-111.
-----(1958), "Basic Problems in the Psychotherapy of Schizophıenia", Psychiatry, 21:
1-6. FROSCH, J. (1964), "The Psychotic Character: Clinical Psychiatric
Consideration",
Psychiatric Quarterly, 38: 81-96.
----- (1970), "Psychoanalytic Considerations of the Psychotic Character", J. Amer.
Psychoanal. Assoc, 18:24-50.
-----(1971), "Technique in Regard to Some Specifıc Ego Defects in the Treatment of
Borderline Patients", Psychoanal. Quart., 45: 216-20. GARY, G. (1972), "The
Borderline Condition: A Structural-Dynamic Viewpoint", The
Psychoanalytic Review, 59: 33-54. GELEERD, E. R. (1958), "Borderline States in
Childhood and Adolescence", The
Psychoanalytic Study of the Child, 13: 279-95, New York, Int. Univ. Press. GILL,
M. M. (1951), "Ego Psychology and Psychotherapy", Psychoanal. Quart., 20:
62-71.
-----(1954), "Psychoanalysis and Exploratory Psychotherapy", J. Amer. Psychoanal.
Assoc, 2:771-97. GIOVACCHINI, P. L. (der.) (1972), Tactics and Techniques in
Psychoanalytic The-
rapy, Jason Aronson, Inc. GITELSON, M. (1952), "The Emotional Position of the
Analyst in the Psycho-analytic
Situation", Int. J. Psychoanal, 33: 1-10.
-----(1958), "On Ego Distortion", Int. J. Psycho-Anal., 39: 245-57.
GLOVER, E. (1955a), The Technigue of Psycho-Analysis, New York, Int. Univ. Press.
-----(1955b), "The Analyst's Case-List (2)", The Techniaue of Psycho-Analysis, Lond
ra, Bailliare; New York, Int. Univ. Press: 185-258.
GREENSON, R. R. (1954), "The Struggle Against Identification", J. Am. Psychoanal.
Assoc, 2: 200-17.
------ (1958), "On Screen Defenses, Screen Hunger, and Screen Identity", J. Am.
Psychoanal. Assoc, 6: 242-62.
------ (1967), The Technique and Practice of Psychoanalysis, New York, Int. Univ.
Press.
(1970), "The Unique Patient-Therapist Relationship in Borderline Patients", Ame
rikan Psikiyatri Derneğinin yıllık toplantısında sunulan tebliğ (yayımlanmamış).
GRINKER, R., Sr., Werble, B. ve Drye, R. (1968), The Borderline Syndrome, New
York, Basic Books, Inc.
GUNTRIP, H. (1968), Schizoid Phenomena, Object Relations and the Şelf, New York,
Int. Univ. Press: 275-309.
HARTMANN, H. (1950), "Comments on the Psychoanalytic Theory of Ego", Essays
on Ego Psychology içinde, New York, Int. Univ. Press, 1964: 113-41.
-----(1953), "Contribution to the Metapsychology of Schizophrenia", Essays on Ego
Psychology içinde, New York, Int. Univ. Press, 1964: 182-206.
-----ve Loevvenstein, R. M. (1962), "Notes on the Superego", The Psychoanalytic
Studyofthe Child, 17: 42-81, New York, Int. Univ. Press.
HEIMANN, P. (1950), "On Counter-Transference", Int. J. Psychoanal, 31: 81-84.
-----(1955a), "A Combination of Defence Mechanisms in Paranoid States", New Di-
rections in Psycho-Analysis içinde, deri. M. Klein, P. Heimann ve R. E. Money-
Kyrle, Londra, Tavistock Publications: 240-65.
------(1955b), "A Contribution to the Re-evaluation of the Oedipus Complex: The Early
Stages", New Directions in Psycho-Analysis içinde, deri. M. Klein, P. Heimann ve
R. E. Money-Kyrle, New York, Basic Books: 23-38.
-----(1960), "Countertransference", Brit. J. Med. Psychol, 33: 9-15.
HOCH, P. H. ve POLATIN, P. (1949), "Pseudoneurotic Forrns of Schizophrenia",
Psychiat. Quart., 23: 248-76.
------, Cattell, J. P. (1959), "The Diagnosis of Pseudoneurotic Schizophrenia", Psychiat.
Quart„ 33: 17-43. HOLZMAN, P. S. ve Ekstein, R. (1959), "Repetition-Functions of
Transitory Regressi-
ve Thinking", Psychoanal. Quart., 28: 228-35. HURVİCH, M. (1970), "On the
Concept of Reality Testing", International Journal of
Psycho-Analysis, 51: 299-312. JACOBSON, E. (1953), "Contribution to the
Metapsychology of Cyclothmic Depressi-
on", Affective Disorders içinde, der. P. Greenacre, New York, Int. Univ. Press: 49-
83.
-----(1954a), "Contribution to the Metapsychology of Psychotic Identifications", J.
Amer. Psychoanal. Assoc, 2: 239-62.
----- (1954b), "Psychotic Identifications", Depression içinde, New York, Int. Univ.
Press, 1971:242-63.
-----(1957), "Denial and Repression", J. Anı. Psychoanal. Assoc, 5: 61-92.
-----(1964), The Şelf and the Object World, New York, Int. Univ. Press; Metis Yaym-
lan'nca yayımlanacak. JONES, E. (1913), "The God Complex", Essays in Applied
Psycho-Analysis, New
York, International Universities Press, 1964, 2: 244-65.
KENISTON, K. (1968), Young Radicals, New York, Harcourt, Brace and World, Inc.
-----(1970), "Student Activism, Moral Development and Morality", Amer. J. Orthopsy-
chiat, 40: 577-92. KERNBERG, O. (1960), "Manejo de la Contra-Transferencia en la
Escuela Analitica de
Washington", Şili Psikanaliz Derneğine sunulan tebliğ (yayımlanmamış).
-----(1966), "Structural Derivatives of Object Relationships", Int. J. Psycho-Anai, 47:
236-53.
-----(1970), "A Psychoanalytic Classification of Character Pathology", Journal of the
American Psychoanalytic Association, 18: 800-2.
-----(1971), "New Developments in Psychoanalytic Object Relations Theory. Parts I
and III: Normal and Pathological Development", Amerikan Psikanaliz Derneğine su
nulan tebliğ, Washington, D. C. (yayımlanmamış).
-----(1972), "Early Ego Integration and Object Relations", Ann. N. Y. Acad. Sci., 193,
233-47.
-----(1973), "New Developments in Psychoanalytic Object-Relations Theory. Part II:
Instincts, Affects, and Object Relations", Narsisizm Üzerine Royden Astley Anma
Sempozyumunda sunulan tebliğ, Pittsburgh, Pa. (yayımlanmamış).
KAYNAKÇA I 303
-----; Burnstein, E.; Coyne, L.; Appelbaum, A.; Honvitz. L. ve Voth, H. (1972),
"Psychotherapy and Psychoanalysis: Final Report of the Menninger Foundation's
Psychotherapy Research Project", Bull. of the Menninger Clinic, 36: 1-275.
KERNBERG, P. (1971), "The Course of the Analysis of a Narcissistic Personality with
Hysterical and Compulsive Features", J. Am. Psychoanal. Ass.., 19: 451-71.
KHAN, M. M. R. (1960), "Clinical Aspects of the Schizoid Personality: Affects and
Technique", Int. J. Psycho-Anal, 41: 430-7.
-----(1964), "Ego Distortion, Cumulative Trauma, and the Role of Reconstruction in
the Analytic Situation", Int. Psycho-Anal, 45: 272-9.
----- (1969), "On Symbiotic Omnipotence", The Psychoanalytic Forum içinde, der.
John A. Lindon, New York, Jason Aronson, Inc.
KLEIN, M. (1934), "A Contribution to the Psychogenesis of Manic-Depressive States",
Contributions to Psycho-Analysis 1921-1945, Londra, Hogarth Press, 1948: 282-
310.
-----(1940), "Mouming and Its Relation to Manic-Depressive States", Contributions to
Psycho-Analysis 1921-1945, Londra, Hogarth Press, 1948: 311-38.
-----(1945), "The Oedipus Complex in the Light of Early Anxieties: General Theoreti-
cal Summary", Contributions to Psycho-Analysis 1921-1945, Londra, Hogarth
Press, 1948: 377-90.
-----(1946), "Notes on Some Schizoid Mechanisms", Int. J. Psychoanal, 27: 99-110.
-----(1952), "The Origins of Transference", Int. J. Psychoanal, 33: 433-8.
-----(1955), "On Identification", New Directions in Psycho-Analysis içinde, der. M.
Klein, P. Heimann ve R. E. Money-Kyrle, Londra: Tavistock Publications: 309-45.
KNIGHT, R. P. (1953a), "Borderline States", Psychoanalytic Psychiatry and Psycho-
logy içinde, deri. R. P. Knight ve C. R. Friedman, New York, Int. Univ. Press, 1954:
97-109.
-----(1953b), "Management and Psychotherapy of the Borderline Schizophrenic Pati-
ent", Psychoanalytic Psychiatry and Psychology içinde, deri. R. P. Knight ve C. R.
Friedman, New York, Int. Univ. Press, 1954: 110-22. KOHUT, H. (1966), "Forms
and Transformations of Narcissism", /. Am. Psychoanal.
AM., 14; 243-72.
------ (1968), "The Psychoanalytic Treatment of Narcissistic Personality Disorders",
Psychoanal. Study Child., 23: 86-113.
(1971), The Analysis of the Şelf New York, Int. Univ. Press; Kendiliğin Çözüm
lenmesi, Metis, 1998.
------ (1972), "Thoughts on Narcissism and Narcissistic Rage", The Psychoanalytic
Study of the Child, 27: 360-400.
LAUGHLIN, H. P. (1956), "The Neuroses in Clinical Practice", Philadelphia, Saunders,
ss. 394-406.
LIDZ, R. W. ve LIDZ, T. (1952), "Therapeutic Considerations Arising From the Intense
Symbiotic Needs of Schizopherinc Patients", Psychotherapy with Schizophrenics
içinde, deri. E. B. Brody ve F. C. Redlich, New York, Int. Univ. Press: 168-78.
LITTLE, M. (1951), "Countertransference and the Patient's Response to it", Int. J.
Psychoanal, 32: 32-40.
(1958), "On Delusional Transference (Transference Psychosis)", Int. J. Psycho-
Anal, 39: 134-8.
-----(1960a), "Countertransference", Brit. J. Med. Psychol, 33: 29-31.
-----(1960b), "On Basic Unity", Internat. J. Psychoanal, 41: 377-84; 637.
LUBORSKY, L. (1962), "The Patient's Personality and Psychotherapeutic Change", Re-
search in Psychotherapy, cilt II içinde, deri. H. H. Strupp ve L. Luborsky, Washing-
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 304
ton, D. C, Amer. Psycholog. Assn.: 115-33. MACALPINE, I. (1950), "The
Development of the Transference", Psychoanal. Quart.,
cilt I, 19:501-39. MAHLER, M. S. (1968), On Human Symbiosis and the
Vicissitudes of lndividuation,
İnfantile Psychosis, New York, Int. Univ. Press.
-----(1971), "A Study of the Separation-Individuation Process and Its Possible Appli
cation to Borderline Phenomena in the Psychoanalytic Situation", Psychoanalytic
Study of the Child, 26: 403-24, New York/Chicago, Quadrangle Books. MAIN, T. F.
(1960), "The Ailment", Brit. J. Med. Psychol, 33: 29-31. MASTERSON, J. (1967), The
Psychiatıic Dilemma of Adolescence, Boston, Little,
Brown: 119-34.
-----(1972), Treatment of the Borderline Adolescent: A Developmental Approach, New
York, Wiley-Interscience. MENNINGER, K. A. (1958), Hope Theory of
Psychoanalytic Techniaue, New York,
Basic Books.
-----(1959), Amer. J. Psychiat., 116:481-91.
-----; Mayman, M. ve Pruyser, P. (1963), The Vital Balance, New York, Viking Press:
213-49. MEZA, C. (1970), El Colerico (Borderline), Editorial Joaquin Mortiz,
Meksika. MONEY-KYRLE, R. E. (1956), "Normal Countertransference and Some of its
Deviati-
ons", Int. J. Psychoanal, 37: 360-6. ORR, D. W. (1954), "Transference and
Countertransference: A Historical Survey", J.
Am. Psychoanal. Assoc, 2: 621-67. PAZ, C. (1969), "Reflexiones Tecnicas Sobre El
Proceso Analitico en los Psicoticos
Fronterizos", Revista de Psicoanalisis, 26: 571-630. RACKER, H. (1953), "A
Contribution to the Problem of Countertransference", Int. J.
Psychoanal, 34: 313-24.
-----(1957), "The Meanings and Uses of Countertransference", Psychoanal. Quart„
26: 303-57. RANGELL, I. (1955), Panel Raporu: "The Borderline Case", J. Am.
Psychoanal. Assoc, 3: 285-98. RAPAPORT, D. (1957), "Cognitive Structures",
Contemporary Approaches to Cogniti-
on içinde, Cambridge, Harvard Univ. Press: 157-200.
-----ve Gill, M. M. (1959), "The Points of View and Assumptions of Metapsycho-
logy", Int. J. Psychoanal, 40: 153-62.
-----ve Gill, M. M. ve Schafer, R. (1945-6), Diagnostic Psychological Testing, 2 cilt,
Chicago: Year Book Publishers, 1: 16-28; 2: 24-31, 329-66.
REICH, A. (1951), "On Countertransference", Int. J. Psychoanal, 32: 25-31.
-----(1953), "Narcissistic Object Choice in Women", J. Am. Psychoanal. Assoc, 1: 22-
44.
-----(1960a), "Further Remarks on Countertransference", Int. J. Psychoanal, 41: 389-
95.
-----(1960b), "Pathological Forms of Self-Esteem Regulation", The Psychoanalytic
Study of the Child, New York, Int. Univ. Press, 15: 215-32. REICH, Wilhelm
(1949), Character Analysis, New York, Noonday Press. REIDER, N. (1957),
"Transference Psychosis", J. Hillside Hosp., 6: 131-49. RIVIERE, J. (1936), "A
Contribution to the Analysis of the Negative Therapeutic Reac-
tion", Int. J. Psycho-Anal, 17: 304-20. ROBBINS, L. L. (1956), Panel Raporu: "The
Borderline Case", J. Am. Psychoanal Assoc, 4: 550-62.
KAYNAKÇA I 305
—r- ve Wallerstein, R. S. (1959), "The Research Strategy and Tactics of the Psychot-
herapy Research Project of the Menninger Foundation and the Problem of Controls",
Research in Psychotherapy içinde, deri. E. A. Rubinstein ve M. B. Parloff, Washing-
ton, D.C., Amer. Psycholog. Assn.: 27-43.
ROBİNS, L. N. (1966), "Deviant Children Grown Up", Baltimore, Williams & Wilkins:
287-309.
ROMM, M. (1957), "Transient Psychotic Episodes during Psychoanalysis", J. Amer.
Psychoanal. Assoc, 5: 325-41.
ROSENFELD, H. (1949), "Remarks on the Relation of Male Homosexuality to Parano-
ia, Paranoid Anxiety and Narcissism", Int. J. Psychoanal, 30: 36-47.
-----(1952), "Transference-Phenomena and Transference-Analysis in an Acute Catato-
nic Schizophrenic Patient", Int. J. Psychoanal., 33: 457-64.
(1955), "Notes on the Psychoanalysis of the Super-ego Conflict in an Acute Schi
zophrenic Patient", Psychotherapy of Schizophrenia and Manic-Depressive States
içinde, deri. Azima ve Glueck, Jr. Washington, Amer. Psychiat. Assoc.
-----(1958), "Contribution to the Discussion on 'Variations in Classical Technique'",
Int. Jour. Psychoanal, 39: 238-9.
(1963), "Notes on Psychopathology and Psychoanalytic Treatment of Schizophre
nia", Psychotherapy of Schizophrenia and Manic-Depressive States içinde, deri. Azi
ma ve B. C. Glueck, Jr. (Psikiyatri Araştırma Raporu #17), Washington, D.C., Ame
rikan Psikiyatri Derneği: 61-72.
-----(1964), "On the Psychopathology of Narcissism: A Clinical Approach", Int. J.
Psychoanal, 45: 332-7.
-----(1970), "Negative Therapeutic Reaction", Topeka Psikanaliz Derneği raporu, Bull.
of the Menninger Clinic, 34: 189-92.
SACHS, H. (1947), "Observations of a Training Analyst", Psychoanal Quart., 16: 157-
68.
SANDLER, J. ve Rosenblatt, B. (1962), "The Concept of the Representational World",
Psychoanal Studyofthe Child, 17: 128-45.
SAVAGE, C. (1961), "Countertransference in the Therapy of Schizophrenics", Psychi-
atry, 24: 53-60.
SCHAFER, R. (1960), "The Loving and Beloved Superego in Freud's Structural The-
ory", The Psychoanalytic Study of the Child, 15: 163-88, New York, International
Universities Press.
SCHLESINGER, H. (1966), "in Defense of Denial", Topeka Psikanaliz Derneğine teb-
liğ, Haziran 1966 (yayımlanmamış).
SCHMIDEBERG, M. (1947), "The Treatment of Psychopaths and Borderline Patients",
Amer. J. Psychother., 1: 45-70.
SEGAL, H. (1964), Introduction to the Work of Melanie Klein, New York, Basic Bo-
oks.
SHARPE, E. F. (1931), "Anxiety, Outbreak and Resolution", Collected Papers on
Psycho-Analysis içinde, Londra, Hogarth, 1950: 67-80.
SPITZ, R. A. (1956), "Countertransference: Comments on its Varying Role in the
Analytic Situation", J. Am. Psychoanal Assoc, 4: 256-65.
STERBA, R. (1934), "The Fate of the Ego in Analytic Therapy", Int. J. Psycho-Anal,
15: 117-26.
STERN, A. (1938), "Psychoanalytic Investigation of and Therapy in the Borderline
Group of Neuroses", Psychoanal Quart., 7: 467-89.
-----(1945), "Psychoanalytic Therapy in the Borderline Neuroses", Psychoanal. Qu-
art., 14: 190-8.
SINIR DURUMLAR VE PATOLOJİK NARSİSİZM I 306
STONE, L. (1951), "Psychoanalysis and Brief Psychotherapy", Psychoanal. Quart., 20:
215-36. —— (1954), "The Widening Scope of Indications for Psychoanalysis", /
Amer.
Psychoanal. Assoc, 2: 567-94. STRACHEY, J. (1934), "The Nature of the
Therapeutic Action of Psycho-analysis", Int.
J. Psycho-Anal, 15: 127-59. SULLIVAN, H. S. (1953a), Conceptions of Modern
Psychiatry, New York, Norton.
-----(1953b), The Interpersonal Theory of Psychiatry, New York: Norton.
TARTAKOFF, H. H. (1966), "The Normal Personality in Our Culture and the Nobel
Prize Complex", Psychoanalysis-A General Psychology içinde, deri. R. M. Loe-
vrenstein, L. M. Newman, M. Schur ve A. J. Solnit, New York, Int. Univ. Press:
222-52. THOMPSON, C. M. (1952), "Countertransference", Samiksa, 6: 205-11.
TICHO, E. (1966), "Selection of Patients for Psychoanalysis or Psychotherapy", Men-
ninger Psikiyatri Okulu 20. Yıldönümü Toplantısında sunulmuş tebliğ, Topeka, Kan-
sas (yayımlanmamış).
-----(1972), "The Development of Superego Autonomy", Psychoanal. Rev., 59: 218-
33.
------(1970), "Differences Between Psychoanalysis and Psychotherapy", Bull Mennin-
ger Clin., 34: 128-38.
----- (1972), "The Effects of the Psychoanalyst's Personality on the Treatment",
Psychoanalytic Forum içinde, cilt 4, der. John A. Lindon, New York, Int. Univ.
Press: 137-51. TOWER, L. E. (1956), "Countertransference", / Anı. Psychoanal.
Assoc, 4:224-55. VAN DER VVAALS, H. G. (1965), "Problems of Narcissism", Bull.
Menninger Clin.,
29:293-311. WERBLE, B. (1970), "Second Follow-Up Study of Borderline
Patients", Archives of
General Psychiatry, 23: 3-7. WAELDER, R. vd. (1958), "Ego Distortion" (Panel
Tebliği), Int. J. Psycho-Anal, 39:
243-75. WALLERSTEIN, R. S. (1967), "Reconstruction and Mastery in the
Transference
Psychosis", J. Amer. Psychoanal. Assoc, 15: 551-83.
-----ve Luborsky, L., Robbins, L. L. ve Sargent, H. D. (1956), "The Psycho-Therapy
Research Project of The Menninger Foundation: Rationale, Method and Sample
Use: First Report", Bull. Menninger Clinic, 20: 221-78.
------ve Robbins, L. L. (1956), "The Psychotherapy Research Project of the Menninger
Foundation (Part IV: Concepts)", Bull. Menninger Clin., 20: 239-62. WEIGERT, E.
(1952), "Contribution to the Problem of Terminating Psychoanalyses",
Psychoanal. Quart., 21: 465-80. WILL, O. A. (1959), "Human Relatedness and the
Schizophrenic Reaction", Psychiatry,
22: 205-23. WEISFOGEL, J., Dickes, R. ve Simons, R. (1969), "Diagnostic
Concepts Conceming
Patients Demonstrating Bpth Psychotic and Neurotic Symptoms", The Psychiatric
Quarterly, 43: 85-122. WERBLE, B. (1970), "Second Follow-up Study of
Borderline Patients", Archives of
General Psychiatry, 23: 3-7. WINNICOTT, D. W. (1949), "Hate in the Counter-
transference", Int. J. Psychoanal,
30:69-75. .
- - - --. (1955), "The Depressive Position in Normal Emotional Development", Brit. J.
Med. Psychol, 28: 89-100.
KAYNAKÇA I 307
____-.(1960), "Countertransference", Brit. J. Med. Psychol., 33: 17-21.
----- (1963), "The Development of the Capacity for Concern", Bull. Menhinger Clin.,
27: 167-76.
WOLBERG, A. (1973), The Borderline Patient, Intercontinental Medical Book Corpo-
ration, New York.
ZETZEL, E. R. (1956), "Current Concepts of Transference", Int. J. Psychoanal, 37:
369-76.
—— (1966), "The Analytic Situation", Psychoanalysis in the Americas içinde, der. Lit-
man, New York, Int. Univ. Press, 1966: 86-106.
-----(1971), "A Developmental Approach to the Borderline Patient", American Journal
of Psychiatry, \27:S61-71.
ZILBOORG, G. (1941), "Ambulatory Schizophrenias", Psychiatry, 4: 149-55.
-----(1957), "Further Observations on Ambulatory Schizophrenia", Amer. J. Orthopsy-
chiat., 27: 677-82.