Professional Documents
Culture Documents
Hayat
�metis
Başlarken
Engin Geçtan
En zor şey,
karanlık bir odada
bir kara ked iyi bulmaktır,
özellikle odada
kedi yoksa.
KONFÜÇYÜS
TEHYI HSIEH
man'dır.' "
THOMAS FULLER
SUSAN SONTAG
" Ben-şey" ilişkisi hir "kişi" ile bir " araç" arasında yaşanır, iş
levsel bir ilişkidir. Paylaşmadan yoksun bir "özne-nesne" ilişkisi
dir. Oysa "ben-sen" ilişkisinde, iki insan birbirlerini olduklan gi
bi, beraberliklerini de bir bütün olarak yaşar. Böyle bir beraber
lik, bazı psikoterapi uygulamalannın da kusuıu oları ve bir insa
nın diğerini anlamaya çalışması ya da ona ulaşmak için çaba gös
termesinden farklı bir yaşantıdır. Bir başka deyişle bu, "Ben ona
şunu verdim, o bana bunu verdi" şeklindeki yaşantılardan farklı
dır. Alma ve verme aynı anda yaşanır, adı konmadan, tanımlan
madan. Çünkü Buber'in tanımladığı yaşantılarda tek başına bir
"ben" yoktur, "ben-sen" tek bir yaşantıdır. Bu iki farklı tür ilişki
nin içindeki "ben"ler de birb irinden farklıdır. " Ben-sen" ilişkisin
deki "ben" , birlikte olduğu "sen"le olan ilişkisi içinde belirlenir
ve şekillenir. Buna karşılık, "ben-şey" ilişkisindeki ben, kendini
önemli ölçüde kendine saklar, "şey"i çeşitli açılardan inceler, sı
nıflandınr, yargılar ve şeyler dünyasında ne işe yarayacağına ka
rar verir. Oysa, ilkel diye nitelendirilen topluluklarda ben-şey iliş
kileri en az düzeyde yaşanır. Amerika yeriisi Mohawk Kabile
si'nin deyişiyle: "Unutmayın! Çocuklanmz sizin değildir. Onları
Yaratıcı'dan ödünç aldınız."
Hani bazen iki insan birbirinin varlığında eriyip bir bütüne dö
nüştüğünde ya da doğayla gerçekten iç içe olabildiğimiz ender
anlarda benliğimizin sınırları silinir ya, işte sadece o anlarda ha
yatı mızın ilk günlerindeki "ilişki içinde varolma"yı yeniden yaşa
yabiliyoruz, bazı insanlar belki de hiçbir zaman yaşayamıyor.
İlişki, işbirliği temelinde oluşan bir kucaklaşma. Zorunluluktan
ya da insanın kendi isteğiyle de olsa, bir şeyler kazanmak ya da
bir şeylerden korunmak amacıyla oluşan beraberliklerde ilişki ya
şanamıyor. Oysa insanlar, farkında olarak ya da olmayarak, birta
kım beklentilerle birbirlerine yaklaşıyorlar. Çoğu zaman, biri di
ğçrinden, diğeri de ondan kendisini "yaşatmasını" beklerken, şir
� ortaklığı benzeri ilişkilerin iç!nde hapsolup bu kez de beraber
&
lik rin çürümesini bekleyerek. Insanlar, " Ben ona şunu verdim"
ya da "O bana hiçbir şey vennedi" gibi ifadeleri sık kullanıyorlar.
Bunu yaparken aslında "ilişkinin kendisine" ne kattıklarını ya da
katmadıklannı düşünemiyorlar; asiolanın bu olduğunu bileme
diklerinden, belki de örneklerini tanımamış olduklarından. ilişki
aynı zamanda, bir şeyleri birlikte yapmaktan mutluluk duymaktır.
Önemli olan yapılan iş değil, yapılan şeyin birlikte yapılınası ve
o şey yapılırken bir bütün olabilmek. Dolayısıyla olmak, yap
maktan önce gelir. Ama artık insanlar, içlerinden gelerek ve sorun
yaratınadan, birlikte çalışmaktan haz almaya pek yatkın değiller.
Bir atom parçacığı çok dar bir alanda sıkışıp kaldığı zaman
hapsedilmiş olmasına tepki gösterir ve hızla dönmeye başlar.
"Kuantum etkisi" denen bu olgu, atom-altı dünyanın karakteristi
ği olan kıpırtıyı ve huzursuzluğu anlatır. Dünyamızdaki maddesel
şeylerin çoğunda atom-altı parçacıklar, moleküler, atomik ve
nükleer yapıların içinde sıkışmış durumdadırlar, dolayısıyla sü
rekli bir devinim halindeler. Bir başka deyişle, madde sürekli de
vinim halindedir ve hiçbir zaman dingin değildir. Bize cansız gö
rünen bir taş parçası bile. Dolayısıyla. doğada hiçbir statik yapı
yoktur ve her şey bir an bile duraksamayan bir dansı sürdürmek
tedir. Bu, aynı zamanda gezegenimizin bütünüyle bir canlı orga
nizma olduğu anlarnma gelir.
ALBERT EINSTEIN
İ nsan ya da asl ında doğadaki her variık sürekli olarak bir den
geye ula�ma çabası içinde. Ancak eğer ulaşılan bir denge durumu
fazla uzun sürerse bu yeniden dengesizliğe dönüşebiliyor ve ya
şanmakta olan "durum"u, yeniden "sürece" dönüştürme ihtiyacı
beliriyor. Bu ihtiyacı fark edemeyenlerin hayatı yavaş yavaş ku
rumaya başlıyor, çoğu zaman yetişkinliğe ulaşmakta olan çocuk
larına karşı bağımlılık geliştirerek. Aslında, uzunca bir süredir
belirli bir denge durumunu koruma çabasında olan uluslann gele
ceği de benim için merak konusu. Müzeleşme durumu eninde so
nunda yerini şu ya da bu şekilde yeni bir hareketliliğe bırakmak
zorunda, bu gerçekleştirilemezse bu toplumlar için sinsi ve tedri
ci bir çürüme kaçını lmaz olabilir.
"Allah belasını versin ! " diye bağırdı adam, camdan içeri bak
tıktan sonra. Yanımdan geçerken hala yüksek sesle söyleniyordu
yaşadığım semtteki meydanda. Camın ardında döviz kurlarını
gösteren bir pano vard ı . Anlaşılan dünyası oradaki rakamlara
ayarlanmıştı bir hayl i . B ir zamandır, dünyanın bir bölümü açlık
tan ve yoksulluktan kıv ranırken, diğer bölümü dev bir kumarha
neye dönüşmüş halde. B(mayla ilgili haberler televizyon ekran
larını sürekli meşgul ediyor. politikacılar ülke yönetimini şirket
yönetiminden ayırt edemez halde. Parı..n ın insanların dünyalarını
sığlaştırmasının ona olan tutkuyu daha da pekişt İrmesi sonucu
oluşan kısır döngü nerede� se s<llgına dönü�ü:. bir süredir. Parayla
ilgili bu tartışma bana, yakın geçmişte görd ü ğüm filmdeki replik
lerd.. n birini hatırlattı nedense: "Sen hayatı hiç merak etmedin
ki . . . ··
ORSON WELLES
len dansın ilk insan için anlamı ciddi ve önemliydi. Kendini ifa
de etmeden öte, doğadan ve tannlardan dilekte bulunmayı da içe
riyordu, zaman zaman dansın hipnozunu da yaşayarak.
İ lkel denen kültürlere burada yaptığımız gibi kısaca bir göz at
tığımızda, yazı ve devlet dışında her türlü uygarlık unsurunu bu-
1 08 H A YAT
PEARL S. BUCK
karar verdim. Biraz sonra dalgalar onu alıp götürmüştü. Bana bi
raz solgun ve hantal görünmüştü, çok yaşlı olmalı diye düşün
müştüm. Böcekbilimciler herhalde bu davranışın anlamını bili
yorlardır, benim için doğanın gizemlerinden biri olarak kaldı.
Karşımıza çıkıveren
her türlü sorumluluğu
sessizce kabul edivermek
kendimize karşı en b üyük
sorumsuzluktur.
JOHN CAGE
Mi lan Kundera, " Hayat bir kere yaşandığı için yargılanamaz, "
diyor, ama pek çok insan, kendi hayatını kısıtlayarak v e başkala
rının hayatına baskı yaparak yaşıyor; yargılanmaktan korkan in
sanlar başkalarını yargılama eğiliminde olduklarından. Töreler ve
gelenekler toplumsal düzeni sürdürebilmek için oluşturulur, ama
onların tanımlamış olduğu adab ve kuralları, kendimizi ve birbi
rimizi yargılama boyutunda yaşamak ve yaşatmak, sürdürülmek
istenen düzenin doğal akışını koruyamadığı gibi, bozabi l i r de.
Gölgelerin başkaldırarak kapatıldıkları kafesi parçalayıp özgür
lüklerine kavuşma olasılığının tehdidi altında yaşayan personla
rıyla. Gelenekselciliği ve tutuculuğuyla ünlü bir ülkeye vaktiyle
yaptığım akademik bir ziyaret sırasında, mesleki kimliğim beni o
toplumun kulislerine de al ıvermişti beklenmedik bir şekilde. O
toplumun üst kesiminin &ürdürmekte olduğu " ikili hayatlar"a do
laylı da olsa tanık olmak ve insan doğasının haskılara rağmen
hükmünü İ cra ettiğini gözlemlemek, bende iz bırakan bir dene
yim olmuştu o zamanl ar.
Yaklaşık on yıl önce bir öğle sonrası, ertesi gün başkentte ya
pılacak önemli bir kültürel etkinliğin açılışında bir konuşma ya
pacağımı hayretle öğrendim, aynı etkinliğe katılacak olan birinin
sekreterinin sekreterimi araması sonucu. Bir yanlışlık olduğunu
düşünüp üzerinde durmadım ve çalışmaını sürdürdüm. Son ran
devurnun ardından aramalann sürmüş olduğunu, hatta biraz da te
laş yaşanmakta olduğunu öğrenince, o etkinliğe İ stanbul'dan ka
tılacak olan ve benimle temas kurmaya çalışan kişiyi doğrudan
aradım. Ö ğrenilmek istenilen şey, yalnızca ertesi gün hangi saat
te başkentte olacağım idi, program çoktan basılıp dağıtılınıştı ve
1 26 H A YAT
böyle şeyler olur muydu diyt>. Ama dünya artık farklı, dolayısıy
la insanlar da.
Hayli yıl önceydi, terapiye gelen biri bana sık sık yakın çev
resindeki insanlardan söz ediyordu. B ir grup arkadaştılar, kimin
1 34 H AYAT
ALBERT EINSTEIN
Uzak geçmişte bir gün, psikoterapiye gelen orta yaşlı bir bey
yaşadıklarını paylaşırken, bir ara çalışma arkadaşlanndan birinin
kendisine selam vermez olduğundan söz etti ve üzerinde durma
dan daha önce konuşmakta olduğu konuya döndü. Ertesi buluş
mamızda bir ara kendisiyle selamıaşmayan adamdan yine söz
edince "Neden selam vermediğini merak etmiyor musunuz?" di-
142 H A YAT
mıza ters düşerek. B aşkentteki son yıllanmda bir akşam üzeri bü
yükelçi bir dostumla buluşacaktık . Batılı bir ülkenin temsilc i s i .
Karşılaştığımızda bumundan soluyordu. ''Kendinizi h a l a dünya
nın merkezi sanıyorsunuz ! " diye isyan etti. Dışişleri B akan lı
ğı'mızdarı geliyordu, içeriği her ne idiyse konuşulması gereken
konuda karşı taraf kapalı ve suskun kalmıştı. B ana çok bildik ge
len bu tutumu o, tepeden bakma olarak yorumlayıp çileden çık
mıştı.
Bu olayın benim için bir başka öğretici y anı v ard ı . Daha önce
de bazı B atılılar, hoşlarına gitmese de, bizi dünyanın geçmi şteki
merkezi olarak gördüklerini bir şekilde ifade etmi�lerdi, ama bu
nun duygusal bir tepkinin içerigini oluşturmasına ilk kez tanık
oluyordum . B i r zaman sonra, aynı dostumla bu konuyu ayrıntılı
bır biçimde konuşma imkanını buldum, hırslı ve atılgan bir Müs
l üm an gücün birkaç yüz yıl boyunca H ıristiyan dünyası tarafın
dan nasıl bir tehdit olarak algılanmış olduğunu daha iyi anlaya
bılmek için. Bu durumun Hıristiyan dünyasının sonraki atılımla
nnda ne oranda güdüleyici bir güç olduğunu bilmiyorum, bunu
tarihçiler herhalde değerlendirmişlerdir. B ana önemli görünen ise
B atı'nın inelindeki sabıka kaydımızın onların belleğinden haHi s i
linememiş olmasından çok, bizlerin, iyisiyle kötüsüyle böyle bir
tarihe sahip olduğumuzun farkında olmadan yaşıyor olmamızdı.
Otuz küsur yıl önceydi, ofisime devam etmekte olan bir genç
kadın perişan bir sesle acilen ek bir randevu istedi ve buluştuk. O
pazar annesiyle bahçede manga! ateşi yakıp üzerinde bir şeyler
kızarımayı planlamışlar. Ancak ateşin yakılmasının ardından, ses
lerin yükselmesine ve ağlarnalara kadar v aran bir tartışma başla
mış aralarında. Tartışma, sucuk ve ekmek ayrı olarak mı, yoksa
sucuk ekmeğin içine konup da mı kızartılacak içeriğinde sürüp
gitmiş. Genç kadın, buluşmamızı böyle bir konu etrafında konu
şarak geçirmekte olduğu için arada bir utancını dile getirip özür
diliyordu. Oysa sucuk-ekmek kavgası görünümündeki çekişme,
genç kadının annesiyle otuz yıla yakın ömrü boyunca yaşamış ol
duğu sorunların çekirdeğini simgeliyordu ve içeriği sıradan gibi
görünse de böyle bir konu için benden randevu istem i ş olmasını
hiç yadırgamadım. O buluşmamızın, genç kadının dünyayla i liş
kisinde kendisine yeni bir pencere açabilmesine katkıda bulundu
ğuna inanarak.
Psikiyatri alanında kırk beş yıla yakın bir süre çalışmarnın ar
dından geri dönüp baktığımda, bu süre içinde dünya görüşümün
bana önemli görünen değişimlerden geçmiş olduğunu düşünüyo
rum. Çalışmalarınız sırasında ulaşan bilgiler ve yaşanan durum
lar dünyanın o dönemde geçirdiği değişimleri de beraberinde ge
tirdiğinden, sürekli ayarlar yapıp gelişmelere uyum sağlaman ızı
gerektiriyor. Çalışmalarını semptomun rabatiatılmasına yönelik
olarak sürdüren psikiyatristlerin bile, psikodinamik psikiyatri ala
nında çalışanlar kadar olmasa da benzer değişimlerden geçtiğini
tahmin ediyorum. Çünkü dünya değiştikçe semptomların içeriği,
hatta ortaya çıkış şekilleri bile değişebiliyor. Ancak bu değişim
ler meslektaşlarıının tümü için geçerli olmayabiliyor. Katıldığım
mesleki e-gruplarda, bazı meslektaşlarıının dünya olaylarını ille
de psikanalitik kuram çerçevesine yerleştirip değerlendirme ça
balarının onları ciddi bir şekilde sınırladığını, hatta olaylan kav
rayabilmelerini engellediği izlenimini taşıyorum. Psikiyatri dahil
hiçbir alanın, diğer alanları da içeren bütünden soyutl anarak ba
ğımsız bir ada gibi ele alınamayacağına inanıyorum.
Hoşça kalın !
S o n söz
B i R ZA MANlAR A M E R i KA
Bu konuşma, 1 854'te Kızıl d e rili şef Seattle tarafınd an, kendisine h a l kının
topraklarını satması teklif ed ilince yapılmış, D r. H enry S m ith ta rafından kay
d e d ilmiş ve 29 Ekim 1 88 7 ' d e Seattle Sunday Star' da yayımlanmıştır.
BİR ZAMANLAR
TAŞLAR BİLE