You are on page 1of 106

�'

r
�J ..�

SIGMU
FREUD

tfet'[!l/h )'f/)'lJlftl/7 gÜşüncesi


ENDİŞE
Sigrnund Freud
Dergah Yayınları: 42
Batı düşüncesi: 7

«Endişe»nin yayın hakkı Dergah yayınlan a.ş.'nc aittir.


Sigmund Freud

Türkçesi : Leyla Özcengiz

ENDiŞE

batı
düşüncesi

DERGAH YAYINLARI
P.K. 1240-İSTANBUL
BİRİNCİ BASKI : NİSAN ım

•Endişe» Hilfil Matbaacılık Koll. Şti. tesislerinde


dizilip basılmış; Alibaba Ciltevinde ciltlenmiştir.
SUNUŞ

Batılılaşma, çağdaş Türk düşüncesinin üzerinde durdu­


ğu, önde gelen meselelerden biri olma durumunu korumak­
tadır. İnsanımız, batılılaşmanın iktisadi, siyasi ve kültürel
sahalarda hemen her gün tezahür' eden yeni boyutları ile
yüz yüze gelmekte ve bu duruma karşı alacağı tavrı tayin
ederken güçlük çekmektedir. Buna sebep iktisadi sahada ha­
kim olan tekelci zihniyetin, fikri sahalara da yayılan etki­
sidir.
Ancak geçen zaman ve görülen uygulamalar antibatılaş­
macı- zümrenin fikirlerine kuvvet kazandırmaktadır. Konu
etrafındaki tartışmalar çeşitli zemin ve seviyelerde yürütü­
lürken, artık tek sesli kamuoyu teşkil etmenin mümkün ola­
mayacağı görülmektedir. Tarafların tartışmalarını sıhhatli
bir ortamda sürdürmeleri için gerekli olan ilk ve en mühim
şart; doğru bilgiye dayanmaktır. Peşin hükümlerin, üstten
gelen şartlandırıcı propagandanın hiç kimseye bir delil te­
min etmeyeceği açıklık kazanmaktadır.
Yayınevimiz Batı'yı temel gerçekleri ile tanıtabilmek için
«Batı düşüncesi» ismi altında bir seri kitap yayımını sürdür­
mektedir. Bu seriyi Batı'nın kültür, siyaset, iktisat unsur­
lanm geniş ve çok boyutlu bir zaman perspektifi içinde su­
nan eserler oluştur�caktır.

5
Gayemiz, yanılgılar, yanlışlar, şartlanmalar içinde kendi
meselelerine bir türlü doğru teşhisler koyamayan ve bir
kördöğüşü içinde bocalayan düşünce hayatımıza, açıklık ge­
tirecek kaynakları ortaya koymaktır.
Elinizdeki kitap Batı'nın yetiştirdiği önde gelen ilim
adamlarından biri olan Sigmund Freud'un, insan psikolojisi
üzerine geliştirdiği düşüncelerinden bir bölümünü kapsa­
maktadır. Eserin ruhunu insanın değişik sahalardaki endişe­
leri teşkil etmektedir. Freud bu endişelerin üzerine kendi
metodları ile eğilmekte ve insan davranışlarına çok başka
açılardan yaklaşmaktadır.

DERGAH YAYlNLARI

6
İçindekiler

Engelleme ve semptom üzerine bazı açıklamalar/11,

Semptomun meydana gelişi/16,

Ego/22,

Çocukta hayvan fobisi/26,

Semptomun meydana gelmesi ve egonun ikinci savunması/36,

Zorlama nevrozunda bozma ve ayırma/45,

Çocuklarda hayvan fobisi üzerinde incelemenin derinleştirilmesi/50,

Endişenin analizi/58,

Semptom ve endişe arasındaki ilişki/70,

Doğum olayı: Bir tcnkid/76,

İlaveler: Önceki görüşler üzerinde bazı değişiklikler/85, Direnme ve


anticathexis/85, Libidonun şekil değiştirmesinden doğan endişe/88,
Bastırma ve savunımı/91,

Endişe hakkında yardımcı görüşler/93,

Endişe, üzüntü ve yas tutma/98.

7
ENDİŞE
ENGELLEME VE SEMPTOM ÜZERİNE
BAZI AÇIKLAMALAR

Patolojik olayları tarif ederken, arada fazla fark olma­


masına rağmen, engelleme ve semptomu birbirinden ayıra­
bilmek için kelime hazinemize baş vurmamız gereklidir. Sa­
dece engelleme ile değil, semptomlara da yer veren olaylar­
la karşı karşıya kaldığımızdan, ikisi arasındaki farkı orta­
ya koymaya çalışmak pek de yersiz sayılmaz.
İki kavram da aynı kökten gelmektedir. Engelleme pa­
tolojik bir durumla değil, doğrudan doğruya bir faaliyetle
ilgilidir. Bir faaliyetin normal sınırlanışı, ya da daha düşilk
bir seviyeye indirilişi onun engellenmesi olarak ifade edile­
bilir. Öte yandan hastalıklı bir duruma işaret ederken, semp­
tomdan bahsetmemiz gerekir. Bu sebeple engelleme, semp­
tom olarak da kabul edilebilir. Ağız alışkanlığıyla faaliyetin
kısılması halinde engellemeden, faaliyetin olağanüstü bir de..
ğişikliğe uğraması halinde de semptomdan söz ederiz. Ço­
ğunlukla patolojik hareketin olumlu ya da olumsuz yönüne
ağırlık verilmesi veya sonucun semptom ya da engelleme
olarak kabul edilmesi arzuya bağlı görünmektedir. Fakat so­
nuca varmayacak bir yoldan meselenin halline gidildiği için,
bu yönden incelemek faydasız olur.
Engelleme tarif açısından semptomla benzeştiğine göre,
bizi, bozuklukları sinirsel etkilenmeler şeklinde ortaya çıkan

11
ENGELLEME VE SEMPTOM ÜZERİNE BAZI AÇIKLAMALAR

çeşitli ego faaliyetlerinin incelenmesi fikrine götüren kestir­


me bir yol olabilir. Bu mukayeseli inceleme için şu aşağıda­
kilerden faydalanabiliriz: cinsi faaliyetler, yemek, hareket
ve iş.
a) Cinsi faaliyetler, çoğu basit bir engelleme özelliği ta.
şıyan çeşitli rahatsızlıklara konu olabilir. Bunlar ruhi ikti­
darsızlık olarak gruplandınlırlar. Cinsi hareket, her biri bir
rahatsızlığa yol açabilecek birçok karışık davranışları gerek­
tirir. Erkeklerde engellemenin görüldüğü başlıca durumlar
şunlardır : Hareketin başlangıcında libidonun karşı koyması
(ruhi zevk alamama=Arzu yetersizliği), fiziki hazırlanma
eksikliği (dikleşememe), hareketin kısaltılması, hareketin ta
bii olarak en yüksek noktaya varmadan durdurulması (bo­
şalma eksikliği), ruhi etkilenme yokluğu (orgazma ulaşıld1-
ğında zevk alamama). Diğer rahatsızlıklar ise ters ve feti­
şist bir nitelik gösteren özel durumlarla ilgili cinsi faaliyet­
lerden doğmaktadır.
Bu arada engelleme ve endişe arasındaki ilişkiye de de.
ğinmemiz gerekir. Faaliyetin devamı ilerde endişeye yol aça­
cağından, çoğunlukla engelleme yoluyla terkedilmektedir.
Kadınlarda cinsi ilişki korkusuna sık rastlanır. Bunu da is.
teri ve nefretin savunma semptomuyla aynı sınıflamaya ta­
bi tutabiliriz. Bu sonuncusu pasif bir tecrübe niteliğindeki
bir cinsi faaliyete tepki olarak doğar ve daha sonraları sa­
dece bu fikre ilişkin olarak da ortaya çıkabilir. Buna ben­
zer birçok mecburi hareketler cinsi tecrübeye karşı bir sa­
vunma ve emniyet hüviyetine büründüklerinden fobik bir
özellik taşırlar.
Bütün bunlar bizi tam olarak aydınlatmamakla beraber,
faaliyetlerin çeşitli yollarla bozulduğunu ortaya koymakta­
dır: 1) Tam engelleme olarak adlandırabileceğimiz libidonun
karşı koyması, 2) Faaliyetin icrasının bozulması, 3) Özel

12
ENDİŞE

durumların gerçekleşmesini zorlaştırma ve faaliyeti değişik­


liğe uğratarak başka tarafa yöneltme, 4) Ölçülü tedbirlerle
savunmaya çalışma, 5) Başlamış bir faaliyeti endişe yardı­
mıyla sekteye uğratma ve son olarak, 6) Faaliyete itiraz tep­
kisi ve girişilen bir hareketi bozma isteği.
b) Beslenme faaliyetlerinde en sık rastlanan bozukluk
libidonun geri çekilmesinden doğan anorexiadır. Bu arada
yemeğe aşırı düşkünlük ve açlıktan ölme korkusuyla zorla
yemek yeme gibi durumları da göz önünde bulundurmamız
gerekir. Yemeğe karşı bir savunma olarak kusma, sık sık
karşılaştığımız bir olaydır. Endişeye bir tepki olarak orta.
ya çıkan yemek yememek ise davranışlarla ilgili şahsiyet
bozukluğu kalıplarından biridir. Buna, zehirlenme korku­
suyla yemekten kaçınmayı örnek verebiliriz.
c) Sinirsel durumlarda hareket, yürümeye karşı bir an­
tipati ya da yürümede güçlük çekme şeklinde engellenebilir.
İsterik kabiliyetsizlik, hareket cihazlarında felç veya bun­
ların faaliyetlerine ara verilmesi şeklinde ortaya çıkar (aba­
sia). Hareketle ilgili tipik bozukluklara sebep, endişeye ( fo­
bi) yol açan bir tatminsizliktir.
d) Genellikle uzaklaşma semptomuyla ilgili bir tedaviyi
gerektiren iş sahasındaki engelleme, işten gitgide daha az
zevk alma, yetersiz çalışma ya da çalışan kişi kendini iş gör­
mcğe zorladığı takdirde ortaya çıkan yorgunluk (bazen kus­
ma) şeklinde kendini gösterebilir. İsteri, organların faali­
yetlerinde felç durumu yaratarak kişiyi işe ara vermeye zor­
lar. Bu etki yüzünden çalışmayı sürdürmek imkansız bir hal
alabilir. Zorlamadan doğan sinirsel durumlarda dikkatin sık
sık dağılması sebebiyle tehir ve tekrarlamalar yüzünden bü­
yük bir zaman kaybına uğramak mümkündür.
Bu incelemeyi daha birçok faaliyeti içine alacak şekil­
de genişletebiliriz, ama bunun fazla faydası olmaz. Çünkü

13
ENGELLEME VE SEMPTOM ÜZERİNE BAZI AÇIKLAMALAR

sadece satıhta kalan ,birkaç çizgiden öteye gidemeyiz. Bu


yüzden engellemeyi en iyi şekilde açıklayacak bir formül
bulmamız gereklidir. Engelleme, egonun faaliyetlerle ilgili
kısıtlamasının bir ifadesidir. Bu sınırlama çeşitli sebeplere
dayanmaktadır. Faaliyetin durdurulması ile ilgili mekaniz­
malar ve bunların genel gidişatı çoğumuzun bildiği bir ko­
nudur.
Engelleme ile ilgili bazı özel örneklerde ortaya konanı
anlamak oldukça kolaydır. Piyano çalmak, yazı yazmak hat­
ta yürümek bile sinirsel engelleme konusu olabilir. Açıklan­
ması gereken faaliyetin analizi sonunda parmaklar ve ayak­
lar gibi ilgili organların aşırı bir cinsi uyarılma ile karşı
karşıya bulunduğu ortaya çıkar. Bu görüşe göre bir orga­
nın faaliyetinin bozulmasına yol açan etken, cinsi yönden
önem kazanmasıdır. Komik bir benzetme gibi görünse de
organın davranışının, evin beyiyle aşk macerasına giriştiğin­
den artık mutfakta çalışmak istemeyen bir ahçı kadının­
kiyle aynı paralelde olduğunu görürüz. Beyaz bir kağıt üze­
rine bir tüpten boşalan sıvı -yani yazı yazmak- özel bir
anlam kazanmış, . yürümek Toprak Ana'nm vücudunu çiğne­
mek gibi sembolist bir düşünce tarzı ile açıklanmıştır. Bu
yüzden yasaklanmış cinsi faaliyetleri temsil eden yazı yaz­
mak ve yürümek kaçınılan birer faaliyet halini almışlardır.
Ego, id, yani 'iç ben'le ortaya çıkması muhtemel bir çelişki­
ye meydan vermemek ve yeni bir bastırma hareketi ile karşı
karşıya kalmamak için bu faaliyetlerden vazgeçmek zorun­
da kalmaktadır.
Belli ki diğer engellemeler şahsın kendi kendini ce­
zalandırdığı çeşitli yollar anlamını taşımaktadır. Bu durum
iş sahasında sık sık kendini göstermektedir. Ego, sert siiper
ego yani «Üst ben»in şiddetle yasakladığı, avantaj ya da ba­
şarı sağlayacak davranışlara boyun eğemez. Bu sebeple, ego,

14
ENDİŞE

bu sefer super ego ( iist ben) ile çeli�kiye düşmemek için sö.
zil geçen faaliyetlerden vazgeçer.
Egonun daha genel engellemeleri başka bir tabiata ait
bir işleyiş gösterir. Mesela yas halinde olduğu gibi, ego ru.
hl bir durumla meşgul olduğu zaman, toptan bastırmanın
tesiri ya da gittikçe çoğalan cinsi hayalleri engelleme iste·
ğiyle, eldeki enerjiye nisbetle o derece zayıflamıştır ki, çeşitli
teşebbüslere para ·bağlamış bir iş adamı gibi sarfiyatım ay­
nı anda birçok yerde kısıtlamak zorunda kalır. Böyle yoğun
fakat geçici bir engellemeye örnek olarak, zorlanmadan do­
layı sinirsel bir rahatsızlık geçiren bir hastamdan bahset­
mem yerinde olur. Hastam adeta felç derecesinde bir yor­
gunluğun etkisiyle bir gün ya da çok daha uzun bi:- süre ha­
reketsiz kalmaktadır. Bu yoldan ilerleyerek, genel engelle­
meleri açıklayan bir yol bulabilir, çöküntü hallerini, özel­
likle bunlann en ağın olan zihni çöküntüyü çeşitli yönleriy­
le ortaya koyabiliriz.
Kısacası engellemelerin, tedbir düşüncesi ya da enerji­
nin tükenmesinden dolayı egonun faaliyetlerini sınırlaması
ve kısıtlamasından doğduğunu söyleyebiliriz. Böylelikle en­
gellemeyi semptomdan ayırdedebilmemiz daha da kolaylaş­
maktadır. Artık semptomu, egonun içinde ya da çevresinde
meydana gelen bir süreç olarak tarif edemeyiz.

15
SEMPTOMUN MEYDANA GELİŞİ

Sinirsel semptomların meydana gelişiyle ilgili temel kav­


ramlar uzun bir süre incelenmiş ve bütün açıklığıyla orta­
ya konmuştur. Semptomlar elde edilememiş içgüdüsel haz­
zın işareti ya da onun yerini tutan bir kavram olarak açık­
lanabilir. Yani semptomlar bir bastırma sürecinin sonucu­
durlar. Süper egonun_ (üst ben) emri altında olan egoda do­
ğan bastırma, id'de meydana gelen içgüdüsel cathexie ka­
tılmak istemez. Bastırma yoluyla ego, istenmeyen güdüyü
(sebep) taşıyan fikri şuuraltına itmeyi başarır. Analizlerin
de ortaya koyduğuna göre fikir şuuraltı bir teşekkül olarak
yerleşmektedir. Buraya kadar durum açıklığını muhafaza et.
mekle beraber, bundan sonra önümüze yenilemeyen güçlük­
ler çıkmaktadır.
Bundan önceki açıklamalarla bastırma sürecinin bir du­
rumu şuur dışı bırakmakla vardığı sonucun üzerinde dur­
muştuk. Ama bu arada şüpheli kalan birçok nokta vardır.
En önemli soru haz duygusu için çırpınan idde doğan içgü­
düsel itmenin sonucuyla ilgilidir. Bu sorunun cevabı dolaylı
bir yolla verilebilir. Haz duygusu sonunda alınması bekle­
nen zevk, zevk alamama (haz eksikliği) şekline bürünmüş­
tür. Bu durumda, bir içgüdünün hazzının sonucunun, nasıl
olup da zevk alamama şeklinde ortaya çıktığı problemi doğ-

16
ENDİŞE

maktadır. Olaya, bastırma sırasında idde doğan heyecanın


boşaltılamaması yönünden yaklaşacak olurs,ak, egonun bu­
nu sapma veya engelleme yoluyla bertaraf ettiği sonucuna
varırız. Böylece bastırmada «etkinin şekil değiştirmesi» bil­
mecesi çözülmüş olmaktadır. Egonun idde gelişen bir süreci
etkileyecek bir kabiliyete sahip olduğunu kabullemlikten
sonra, egonun ne yolla böyle şaşırtıcı bir kuvvet gösterisin­
de bulunabildiğini araştırmamız gerekir.
İnancıma göre kendi öz varlığını belirleyen, idrak sis­
temiyle olan yakın ilişkisi sayesinde idle arasındaki temel
farkı ortaya koymaktadır. Pcpt - Cs olarak kısaca adlandırdı­
ğımız bu sistemin işleyişi, şuurluluk olayına bağlıdır. Hem
iç hem de dış uyarımların ( stimuli) alıcısı olarak, ona ula_
.şan haz duygulan ve zevk alamama durumuyla, bütün ruhi
hareketi haz kaidesiyle bir uyum içinde yürütmeye çalışır.
Ego id karşısında zayıf kalmakla beraber, egonun, iddeki
içgüdüsel bir kuvvetle savaşırken her şeye kadir haz kaide­
sinin yardımıyla amacına ulaşması için sıkıntısını ifade eden
bir sinyal vermesi yeterlidir. Durumu bir an için çevresin­
den ayırıp tek bir olay olarak düşünürsek, başka bir alan­
dan alacağımız bir örnekle açıklayabiliriz. Belirli bir böl­
gede küçük bir grup, kabulü çoğunluğun isteklerine uygun
düşecek bir politik düzene karşı çıkmaktadır. Grup, bölge­
deki basının yardımıyla halkın fikirlerini etkileme yoluna
giderek düzenin kabullenmesini engellemeyi başarır.
Ama bu çözüm başka sorulara yol açmaktaclır. Sıkıntı­
yı ifade eden sinyal için gerekli enerjinin kaynağı nedir? Ce­
vap olarak, bir dış uyarıma (stimulus) karşı savunma şek­
lini takibeden, istenmeyen bir iç-ruhl sürece karşı girişilen
savunma şekli görüşünü ileri sürebiliriz. Yani ego iç ve dış
tehlikelere karşı aynı savunma ölçülerini kulJanmaktadır.
Bir clış tehlike sıra!>ında organizma önce bir kaçış denemesi

17
SEMPTOMUN MEYDANA GELİŞİ

yapar. Önce cinsiyet içgüdüsü ile ilgili cathexisini tehlike­


_
nin idrakinden alıkoyar. Daha sonra adele hareketlerinin
inkar edilemeyecek bir tehlikenin bile idrakini imkansızlaş­
tırdığı daha etkili bir ölçü bulur, yanı tehlike alanından çe­
kilmeyi öğrenir. Bastırma (rcprcssion) bu tür bir kaçma
denemesinin eşitidir. Ego, bastırılması gereken içgüdü tem­
silcisinden cathexisi geri çekerek, sıkıntının (endişe) dışarı
atılmasında kullanır. Bastırmada, endişenin nasıl ortaya
çıktığı konusu basit bir problem değildir. Buna karşılık en­
dişenin gerçek yerinin ego olduğu görüşü ileri sürülebilir.
Ve böylece daha önceki, bastırılmış sebebin (itme) ener­
j isinin otomatik olarak endişeye dönüştüğü fikrine karşı çı­
kabiliriz. Ben de başlangıçta ikinci görüşü ortaya attıysam
da, problem hakkında metapsikolojik bir açıklama değil de,
olayla ilgili mantıklı bir tarif yapma amacını güttüğümü
hatırlatmak isterim.
Bu durumda yeni bir soru ortaya çıkmaktadır. Ekono­
mik açıdan, önceden şuurlu olan ego cathex.isinin geri çe­
kilmesi olayında olduğu gibi, sadece bir boşalım veya geri
çekilme sürecinin nasıl olup da, ancak artan bir cathexisin
sonucu olabilecek sıkıntı veya endişeye sebep olduğu zihni­
mizi kurcalamaya başlar. Buna cevap olarak, sebebin ekono­
mik bir temele dayanılarak açıklanmasının doğru olmadığı­
nı söyleyebilirim. Endişe, bastırmada yeni bir kavram değil­
dir. Daha önceden hazır bulunan zihni bir resimle uyum
sağlayabilmesi için yeniden ortaya konmaktadır. Bu endişe­
nin ya da genel etkilerin kaynağını daha da inceleyecek olur­
sak, psikolojinin kapladığı alanlardan çıkıp fizyolojiye ka­
yarız. Etki bırakan baller ilk hastalıklı tecrübe artıkları
halinde zihnin faaliyetiyle birleşmektedir. Bunlar hafıza
sembollerine benzer durumlarda yeniden uyandırılırlar. Sa­
nırım bu durumları sonradan tek tek meydana gelen isteri

18
ENDİŞE

krizleriyle bir tutup, öncekinin sonra gelenin normal pro­


totipi olduğunu iddia etmekle hataya düşmedim. İnsanda
ve ona yakın hayvanlarda endişeyle ilgili ilk tecrübe olan
doğum olayı, endişenin etkilerinin ifade edilmesine birçok
temel özelliklerle katkıda bulunmuşa benzemektedir. Bu
ilişkiye fazla önem vermemekle beraber, tehlike durumunda
etkili bir sembolün biyolojik bir ihtiyaç olduğu ve her olay­
da ortaya çıkacağı fikrini de yabana atmamamız gerekir.
Bence her endişe patlayışında zihinde meydana gelen etki,
doğum olayının bir tekrarı gibidir. Temel olarak bu tür has­
talıklı tekrarlamalar olan isteri krizlerinin, bu özelliğe ge­
çici mi, yoksa kalıcı olarak mı sahip oldukları belli değildir.
Tedaviyi gerektiren bastırma olaylarının çoğunun, daha
sonra ortaya çıkan bastırma durumları ( Nachdrangen ) ol­
duğundan söz etmiştim. Bunlar daha yakın olayları etkile­
yen, önceki bir tarihe ait ana ( primal) bastırmalara daya·
nırlar (Unverdrangungen). Fakat daha derinlere inip, bas­
tırmanın başlangıç safhalarını incelemek mümkün olmamış­
tır. İnceleme yapan kişi genellikle bastırmada süper egonun
rolünü mübalağa etmeye meyillidir. Şu durumda, ona ya da
birinci bastırmayla ondan sonra gelen arasındaki farkı do·
ğuran etkinin süper egonun başkaldırması olduğuna k arar
vermek imkansızdır. Her olayda ilk ve yoğun endişe kriz­
leri süper egonun farklılaşmasından önce meydana gelmek­
tedir. Aşırı kuvvetli bir uyarım gibi miktara ait faktörler,
güçlü uyarımlar karşısında başarısızlığa uğrayan emniyet sü_
babının ( Rcizschutz ) durumu da göz önpne alınırsa, ilk ya
da esas bastırmanın direkt sebebi sayılabilirler.
Emniyet tedbirinden söz etmek bize bastırmanın iki be·
lirli durumda meydana geldiğini hatırlatır. Birincisi dış id­
rak ile istenmeyen içgüdüsel bir sebebin ( impulsc) uyan­
ması, ikincisi de sebebin böyle bir uyarılma olmaksızın iç-

19
SEMPTOMUN MEYDANA GELİŞİ

ten harekete geçirilmesidir. Bu farka daha sonra yeniden


değineceğiz. Sadece dış uyanmlara karşı bir savunma' mey­
dana gelebilir. İçe bağlı, içgüdüsel durumlar için uyarımla­
ra karşı bir savunma söz konusu değildir.
Bütün dikkatimizi egonun kaçış denemesine, yönelttiği­
miz müddetçe, semptomların nasıl meydana geldiği sorusu­
na bir çözüm bulamayız. Semptomlar bastırma yoluyla iç­
güdüsel sebebin zedelenmesi sonucu ortaya çıkarlar. Eğer
ego, sıkıntı sinyaliyle içgüdüsel sebebi susturabiliyorsa, eli­
mizde bunun nasıl meydana geldiğini açıklayabilecek bir
bilgi yoktur. Bu konu hakkında bilgi edinebileceğimiz tek
yer, bastırmanın başarısız olduğu olaylardır. Görünüşe göre,
içgüdüsel sebep, bastırmaya rağmen sakat, yersiz ve engel­
lenmiş de olsa yedek bir tatmin bulmuş olmaktadır. Artık
haz olarak bile görülemez. Eğer yedek tatmin ehle edilmiş­
se, ortada bir zevk alma tecrübesi değil, zorlama özelliği ta­
şıyan bir yedek tatmin söz konusudur. Ama haz sürecinin
semptom seviyesine düşürülmesinde, bastırma yeni bir yön­
de gücünü ortaya koyar. Her fırsatta, yedek sürecin hare­
ket cihazları ile işletilmesi sekteye uğratılmaktadır. Bunda
başarı sağlanamazsa, çevre dışına taşmadnn, hastanın kendi
bedeni içinde yok edilmesine çalışılmaktadır. Bu suretle ha­
rekete dönüşmesi engellenmiş olmaktadır. Anladığıma gö­
re ego, bastırmada, dış gerçeklerin baskısı altında faaliyet
göstermekte ve bu sebeple yedek sürecin sonucunu da ger­
çekten uzak tutmaktadır.
Ego şuurluluğ� girişin yanı sıra, çevreye yöneltilen ha­
reketlerin geçişini de kontrol altında bulundurur. Bastırma
sırasında gücünü her iki yönde de kullanır. Bir yandan iç_
güdü temsilcisi, öte yandan içgüdüsel sebep, egonun otorite
gösterisine
maruz kalır. Bu sebeple egonun bu gücüyle, The
Ego and th� Id (Ego ve Id )de ana hatlarıyla açıkladığımız

20
ENDİŞE

aynı egonun nasıl olup da birbiriyle bağdaştığını sormak


yerinde olur. Yukarda sözü geçen açıklamada, egonun ide
ve süper egoya dayanmak zorunda olduğunu belirtmiş, ik­
tidarsızlığını ve ikisinden de ne derece çek.indiğini açığa vu­
rarak, gene de çetin bir şekilde üstünlüğünü muhafaza et­
tiğini ifade etmiştik. Bu görüş psikoanaliz edebiyatında bü.
yük yankılar uyandırmıştır. Çoğunluğun, egonun ide nisbet­
le daha zayıf olduğunu ve içimizdeki şeytanla aklın savaş
halinde olduğu fikrini savunarak bu görüşü psikoanaliz dün.
yasına kabul ettirmeye çalıştığı bir gerçektir. Ama bastır­
manın modus operandi'si ile ilgili içyüz, herkesten önce ana.
listi aşın bir partizanlıktan kurtarması gerekli değii midir?
Ben dünyayı sarsacak açıklamalar peşinde değilim. Bu,
hayatlarım bu tür bir Baedeker olmadan yaşanmaz bulan
filozofların işidir. Filozofların bizi hor görmelerini ve ger­
çekte kendi eksiklerini görmeden bizi aşağılamalarını ola­
ğan karşılarım. Biz de kendi narkisistik gururumuzu inkar
edemeyeceğimize göre, teselliyi, bu «hayat kılavuzlarının» kı.
sa zamanda modası geçeceği düşüncesinde buluruz. Onlan
yeniden topluma kazandıran gene hizim belli bir alana ya­
yılan gayretlerimizdir. Bu Baedeker'ların en modernleri bi­
le eski din kitaplarının yerini alacak kadar elverişli ve dört
başı mamurdur. Hepimiz biliriz ki, hafif ilimler dünya prob.
lemlerine pek de başarılı sonuçlar getirmemişlerdir. Filozof­
ların bombalan bu gerçeği değiştirecek kuvvette değildir.
Sadece her şeyi katiyete bağlayan sabırlı bir çalışma sonun­
da, bir değişiklik meydana getirilebilir. Yolcu karanlıkta tut­
turduğu ıslıkla çekingenliğini gizlemek istemektedir ama,
neden böyle davrandığını kendi de pek iyi anlayamaz.

21
EGO

Ego meselesiyle yeniden karşı karşıya gelmekteyiz. Da­


ha önce sözünü ettiğimiz gözle görülür çelişki, ayırmaları
olduğu gibi ele almamızdan doğmaktadır. Karmaşık du rumu
safha safha inceleyecek olursak, egonun idden farklılığı ba.
zı gerçeklerin yardımıyla açıkça ortaya çıkmaktadır. Öte yan­
dan egonun tıpkı ide benzediği, yalnızca farklılaşmış bir
parçası olduğu fikri de yaygındır. Düşünürken parçayı bü­
tünle kıyaslarsak, egonun zayıflığının ortaya çıkmasına yar­
dımcı oluruz. Fakat id egonun ayrılmaz bir parçası olarak
yerini muhafaza etmek isterse, bu sefer de kuvvetliliğini ör.
ncklemiş olur. Egonun süper egoyla olan ilişkisinde de du­
rum aynıdır. Birçok durumların gözlemcisi olarak bir ve
aynıdırlar. Kural olarak sadece bir gerilim anında ya da ara­
lanrıda doğan bir çelişki sırasında birbirlerinden ayırdedi­
lebilirler. Bastırma olayında egonun organize bir varlık ol­
duğu, idin ise aynı vasıfa sahip olmadığı kesin bir gerçek­
tir. Ego ile idi, iki zıt kutup olarak düşünmek pek de yer­
siz olmaz. Ego bastırma yoluyla idin bir parçasını tesirsiz
hale getirmeye çalışmakta, idin geri kalan kısmı ise zayıf
kısmın yardımına koşarak egoyla boy ölçüşmektedir. Bu du­
rum sık sık ortaya çıkabilir, ama bastırmanın teşkilinde şart­
lar değişiktir. Kaide olarak, içgüdüsel sebep bastırılmadan
önce yalnız bırakılır. Bastırma hareketi egonun kuvvetini

22
ENDİŞE

ispatlamakla beraber, iktidarsızlığına ve iddcki içgüdüsel se­


bebin etkilenmeyen özel bir yanı olduğuna da şahitlik etmek.
tedir. Bastırma yoluyla semptom haline gelen süreç, artık
ego-düzenlemesinin dışına çıkmış, bağımsızlık kazanmıştır.
Sadece o değil onun bütün uzantıları bu dışarda kalma özel­
liğinden faydalanırlar. Bunlar ego-düzeninin kısımlarıyla
bağlantı kurduklarında, egoyu yenilgiye mi uğratacakları,
yoksa egoya yenik mi düşecekleri şeklinde bir soru ortaya
çıkmaktadır. Yabancı olmadığımız bir mukayese, semptomu,
kendisine yataklık eden dokulardan uyanın semptomları
meydana getirip, bunları aralıksız olarak sürdüren yabancı
bir cisim olarak tarif eder. Bu arada semptomun teşkilinde
istenmeyen içgüdüsel sebebe karşı sürdürülen gayret sona
ermiştir. Bildiğimiz kadan ile isteriğe dönüşmede duıum
böyledir, ama kaideler daha değişik bir görünüş arzeder. İlk
bastırma hareketini uzunca ya da hiç bitmeyen bir «Son,,
takibeder. İçgüdüsel sebebe karşı sürdürülen savaş, semp­
toma karşı sürdürülen savaş halinde devam eder.
Bu ikinci karşı koyma, karşılıklı iki çelişkili yönü ur.
taya koymaktadır. Bir yandan, ego, «eski haline koyma» ya
da «yatıştırma» diyebileceğimiz bir yük altına girmeye zor­
lanmıştır. Ego, bir teşkilattır. Onu meydana getiren elemarı­
lar arasındaki serbest haberleşmeye ve karşılıklı iç ilişkiler
ihtimaline dayanmaktadır. Egonun cinsi olmayan enerjisi
onun kaynağı hakkında bir delil teşkil etmekte, bir olma
ve tamlaşına gayretlerini ortaya koymaktadır. Sentezleşme­
ye olan zorlama egonun kuvvetiyle düz oranlı olarak art
maktadır. Böylece egonun, semptomun yabancı ve yalnız bı­
rakılmak istenen yönünü ortadan kaldırmak için gayret gös­
terdiği kolayca anlaşılmaktadır. Ego bunu kendine malet­
mek için mümkün olan her çareye başvurmakta, çeşitli bağ­
ların yardımıyla bir birleşim sağlamak istemektedir. Aynı

23
EGO

tür gayreti semptomun meydana gelişinde de görebiliriz.


Bunun klasik bir örneği olan isteri semptomları minnet is­
teğiyle cezalandırılma ihtiyacı arasında bir uyuşma meyda­
na getirmektedir. Süper ego yönünden bir emrin yerine ge­
tirilişini temsil eden semptomlar, hem egonun tamlaşmış bir
bölümünü, hem de ego teşkilatına katılan noktalarla, bastı­
rılmış olay ya da malzemenin yerlerini ifade ederler. Yerin­
de bir deyişle bunların sınırın iki yanındaki hudut direkle­
rine benzediğini söyleyebiliriz. Bütün ana isteri semptomla­
rının böyle bir yapıya sahip olup olmadıkları konusu dikkat.
le incelenmelidir. Olayların ilcriki akışında, egonun, sempto­
mun varlığını ve ondan kurtulmanın imkansızlığını anlamış
gibi, durumdan faydalanmaya, elinden geldiğince bir kazanç
sağlamaya çalıştığı görülür. Semptomun temsil ettiği, iç dün­
yanın egoya yabancı olan parçası yeni bir intibaka sahne
olmuştur. Bu intibak sağlanmadığı takdirde ego tabii ola­
rak, gerçek dış dünyada etkisini gösterecektir. Böyle fırsat­
lara sık sık rastlanır. Semptomun varlığı, süper egonun yö­
nünden bir emri susturabilecek, ya da çevreyle ilgili bir is·
teği reddedebilecek bir etkinliğin bozulmasını gerektirebilir.
Böylelikle semptom, önemli alakaların bir emanetçisi duru­
muna gelebilir. Benliğin kesinlikle ifade edilmesi konusun­
da belli bir değer elde ederek, gitgide egoya karışır. Yaban­
cı bir bünyenin kılıf içine alınması ancak ender durumlarda
benzer sonuçlar yaratabilir. Egonun bazı avantajlar yüzün­
den semptomu kabullendiğini söylersek, ikinci intibakın öne­
mini gözümüzde fazla büyütmüş oluruz. Bu görüş, alacağı
maaşla kaygısızca yaşamak için bacağına kurşun sıkan yaşlı
bir askerin davranışı kadar doğru ya da yanlıştır.
Sinirsel zorlanma ve paranoia gibi diğer semptom komp­
leksleri, avantaj sağladığı için değil de narkisist bir minne­
te yer verdiği için egoya üstün bir değer atfederler. Bu ti.ir

24
ENDİŞE

bir hastalık sonucu yaratılan sistemler, mesela gerek aşın


titizliği gerekse vicdanlılığı sayesinde bir üstünlük elde et·
tiğini sanan hastanın kendine olan sevgisini körüklerler. Pa­
ranoiamn yanıltmaları, hastanın maharetine ve hayat gücü­
ne eşsiz bir hareket alanı sağlar. Bu karmaşık ilişkilerden,
nevrozun (ikinci) hastalık kazancı olarak bildiğimiz durum
ortaya çıkar. Kendi içinde semptomla birleşme gayreti, ego
için bir yardım kaynağı teşkil eder ve semptomun durumu.
nu sabitleştirmesini kolaylaştırır. Bu sebeple, semptoma
karşı verdiği savaşta egoya analitik bir yardımda bulunma­
ya çalışırsak, dirençlerin yamsıra işleyen bu uzlaştırıcı bağ­
larla karşılaşırız. Bu bağları gevşetmek pek kolay değildir.
Egonun semptoma karşı kullandığı iki araç aslında birbiri­
ne karşıdır.
İki araçtan diğeri daha sevimsiz bir karaktere sahiptir.
Bastırmanın genel akışım sürdürür. Ama bence egoyu tu­
tarsızlıkla suçlamamız gereksiz olur. Ego barış-severdir;
semptomla birleşik onu da içine almak istemektedir. Rahat·
sızlık, bastırılmış isteğin bir türevi olan semptomdan do­
ğup, rolünü oynamaya devam ederek durmaksızın minnet
isteğini tekrarlar ve böylece egonun sıkıntı sinyali vererek
savunmaya hazırlanmasına sebep olur.
Semptoma karşı ikinci savunma gayreti, çok yönlü bir
karakter arzeder. Çeşitli alanları etkilemekte, çeşitli yol ve
yöntemlerden faydalanmaktadır. Semptomun meydana geli­
şiyle ilgili olayları ve aşamaları tek tek tartışmadıkça, bu
konuda fazla bir şey söyleyemeyiz. Bunu yaparken de, bir
süredir perde arkasında varlığım sezinlediğimiz endişe, prob­
lemiyle yüzyüze gelmemiz muhtemeldir. Zorlanma nevrozu,
paranoia ve diğer nevrozlarla ilgili semptomların meydana
gelişi konusunda henüz yeterince hazırlıklı olmadığımız için,
isteri semptomlarıyla başlamak yerinde olur.

25
ÇOCUKTA HAYVAN FOBİSİ

Ele alacağımız ilk olay bütün tipik yönleriyle çocukta


isterik hayvan fobisinin bir örneğidir. «Küçük Hans» olayın­
da atlardan korkan bir çocuğun durumu söz konusudur.
Edindiğimiz ilk intiba, gerçek sinirsel bir rahatsızlığın san­
dığımızdan çok daha karmaşık olduğunu ispatlamaya yeter­
lidir. Bastırılan sebebin yarattığı etkileri, semptom şeklin­
de açığa vurulanın ne olduğunu, ya da bastırma sebebinin ne­
rede tanınır hale geldiğini ortaya çıkarmak oldukça güçtür.
Küçük Hans, atlardan korktuğu için sokağa çıkmak is­
temez. En basit şekliyle du rum budur. Şimdi semptomun
ne olduğuna karar vermek gerekir. Bu, endişenin meydana
gelişi, endişeyle ilgili nesnenin seçimi, hareket serbestisin­
den vazgeçme, ya da bütün bunların bir bileşimi olabilir.
Vazgeçilen tatmin ya da haz nedir? Hasta neden bundan
vazgeçme gereğini duymaktadır?
Aslında bu olayı açıklamak oldukça kolaydır. Sebebi bi­
linmeyen at korkusu semptom, sokağa çıkamama ise ego­
nun endişeye meydan vermemek için kendi kendine empo­
ze ettiği bir engelleme ya da bir kısıtlamadır. Bu son nokta
hakkında yapılan açıklamanın doğruluğuna şüphe olmadığın ­
dan, bundan sonraki incelemelerimizde engellemeyi bir ke­
nara bırakabiliriz. Ama bu olaya ilk yaklaşma, ileri sürülen

26
ENDİŞE

semptomun ifade edilişindeki gerçek davranışlar hakkında


bize yeterli bilgi vermemektedir. Çünkü daha sonraki araş­
tırmalarımızda olayda sebepsiz bir korkunun değil de, bir
at tarafından ısırılmak endişesinin rol oynadığını görürüz.
Bu şuuraltına itilip, yerini belirsiz bir fobiye bıraktıK,•mdan
ortada yalnız endişe ve endişeye sebep olan nesne kalmış­
tır. Yoksa semptomun çekirdeğini teşkil eden bu mudur?
Analiz sırasında küçük hastanın içinde bulunduğu bütün
ruhi durumları göz önüne almazsak, büyük bir ilerleme
kaydedemeyiz. Çocuk birden kendini çok sevdiği babasına
karşı kıskançlık ve «Odipus» davranışlarıyla dolu düşman­
ca bir ortamda buluvermiştir. Bir yandan sağlam bir te­
mele dayanan sevgiye, öte yandan da nefrete yer veren bu
karmaşık durum, önemli bir çelişki doğurmaktadır. Aynı
kişiye yönelik iki zıt duygwmn etkisi altında kalan çocuğun
fobisi, çelişkiyi çözümleme yolunda atılan bir adımdır. Bu
tür ters durumlardan doğan çelişkilere sık sık rastlanır.
Bunların tipik sonuçlarından birinde ters akımlardan biri,
genellikle yumuşak olanı, giderek artıp çoğalırken diğeri de
kaybolmaktadır. Fakat bu aşırı yumuşaklık ve bunun zor­
layıcı karakteri, daima karşı davranışın gizli kalması ya da
bastırılması için bekçilik eden bir davranışın varlığını or­
taya koymaktadır. Böylelikle bizim bastırma yoluyla «tepki
meydana gelmesi» dediğimiz bir dizi olayın izahı kolaylaş·
maktadır. Küçük Hans olayına benzer durumlarda bu tür
tepki meydana gelmesi söz konusu değildir. Belli ki, bir çe­
lişkiden kaçmak için çok çeşitli yollar vardır.
Bu arada kesinlik kazanan bir durum vardır. Bastır­
maya boyun eğen içgüdüsel sebep, babaya karşı uyanan düş­
manca bir duygudur. Atın ısırması fikrinin kaynağını araş­
tıran bir analiz, bunun doğruluğunu ispatlamıştır. Hans hem
düşen bir atı, hem de «atçılık» oynadığı bir arkadaşının dü-

27
ÇOCUKTA HAYVAN FOBİSİ

şüp yaralandığını görmüştür. Analiz sonucu Hans'ın, at ve


arkadaşı gibi babasının da düşüp kendisini incitmesini is­
tediği ortaya çıkmaktadır. Babasının gidişinden bahsetme­
si, asıl duygularının çekingen bir şekilde ifade edilmesidir.
Bu tür bir istek aslında, babasını ortadan kaldırma arzusu
ve odipus kompleksinin öldürücü itmesiyle aynı anlamda­
dır.
Henüz bu bastırılmış içgüdüsel sebepten at fobisine ula­
şan bir yol yoktur. Bu arada Hans'm hissi durumunu ince­
lememiz uygun olur. Çocukluk faktörünü ve çelişkiyi bir
yana bırakıp Hans'ı ev sahibesine aşık genç bir uşak olarak
kabul edersek, evin beyinden nefret etmesini tabii karşıla­
mamız gerekir. Hans kendinden daha kuvvetli olan evin be­
yini ortadan kaldırmak, istemekte fakat adamın intikam al­
masından korkmaktadır. Bu sebeple evin beyine ilişkin bir
endişe duymaya başlar. H.ans'ın at fobisi de bunun bir ben­
zeridir. Ama bu, onun fobik endişesini bir semptom olarak
adlandıramayacağımız anlamını taşır. Yani küçük Hans'ın
annesine olan sevgisi yüzünden babasından korkmasını bir
nevroz ya da bir fobi olarak nitelendiremeyiz. Çünkü bu
durumda tamamen anlaşılabilir bir tepkiyle karşı karşıya­
yız demektir. Bu etkileyici tepkiyi nevroz haline dönüştüren
bambaşka bir durum, daha doğrusu atın babanın yerini al­
masıdır. İşte bu yer değiştirme semptom terimini kullana·
bileceğimiz bir durum yaratmaktadır. Bu mekanizma, kar­
maşık çelişkinin, «tepki meydana gelmesi» çaresine baş vur­
madan çözümlenmesini sağlar. Bu yer değiştirme bize, LO­
temci düşünce tarzının içerdeki izlerinin genç yaşta kolayca
harekete geçirilebileceğini ifade etmektedir. Henüz insan ve
hayvan arasındaki uçurumun farkına varılmamıştır. Hem
hayranlık duyulan hem de korkulan yetişkin erkek, ha.Ia in­
sanın kıskandığı, ama aynı zamanda tehlikeli olduğu için

28
ENDİŞE

yanına yaklaşmaması ihtar edildiği büyük hayvanlarla ay­


nı kategoride bulunmaktadır. Böylece terslikten doğan çeliş­
ki tek bir varlığa yöneltilmemekte, tamamlayıcı sebeplerden
biri yedek varlığa aktarılmaktadır.
Buraya kadar her şey apaçık ortadadır ama bir yönden
küçük Hans'ın fobisi ile ilgili analizin bizi büyük bir hayfı!
kırıklığına uğrattığı doğrudur. Semptomun vücuda getirdik­
lerinin tahrifi, bastırılacak içgüdüsel sebebin yerini alan
bünyede (fikri muhteva) değil de, istenmeyene karşı göste­
rilen tepkiye tekabül eden bünyede meydana gelmektedir.
Oysa bizce Hans'ın atlardan korkmak yerine onlara kötü
davranması, onlara vurması ya da onların düşüp can çeki­
şerek ölmelerini istemesi daha tabii olabilir. Aslında analiz
esnasında buna benzer bir durum ortaya çıkmış, fakat nev­
rozda bu açıdan dikkati çekecek bir noktayla karşılaşılma­
mıştır. Eğer Hans babasına değil de, sadece atlara karşı
tlüşmanlık gibi merkezi bir semptom geliştirmiş olsa, nev.
rozdan ,söz etmeye lüzum kalmaz. Burada bir yerde, ya bas­
tırma kavramımızda, ya da semptomu tarif edişimizde ha­
talı davrandığımız anlaşılmaktadır. Şimdi önemli bir nok­
ta dikkatimizi çekmelidir. Eğer Hans atlara karşı böyle bir
davranışı benimsemiş olsa, bastırmanın o karşı koyulan te­
cavüzkar içgüdüsel sebebi, niteliği açısından aynı kalacak, sa­
dece nesne değişecektir.
Bundan daha fazlasına yer vermeyen bastırma olayları
olduğu bir gerçektir. Ama küçük Hans'm fobisinin başlan­
gıcında çok daha önemli olayların vuku bulduğunu söyleye­
biliriz. Bunu bir başka analizle ispatlamamız gerekir.
Hans daha önce fobisinin muhtevasının bir at tarafın­
dan ısırılmak olduğunu açığa vurmuştur. Bir başka fobi ola­
yında ise endişeye sebep olan, babanın yerini alan bir kurt­
tur . Analiz sırasında anlatılan bir rüya sonucu, yedi küçük

29
ÇOCUKTA HAYVAN FOBİSİ

keçi masalında olduğu gibi, çocuğun bir kurt tarafından yen­


mekten korktuğu ortaya çıkmıştır. Hans'ın korku unsuru
olarak seçtiği hayvanın atlar olmasına etki eden faktörün
babasıyla atçılık oynamış olması gibi, yirmi yaşlarında bir
Rus olan ikinci hastada kurt korkusu doğuran sebebin de,
küçükken babasının, oyun sırasında kurt taklidi yapıp ço­
cuğu yemekle tehdit etmiş olması kuvvetle muhtemeldir.
Üçüncü olay genç bir Amerikalıyla ilgilidir. Hastada hayvan
fobisi olmamakla beraber, bu tür olayların anlaşılması için
iyi bir örnektir. Genç, küçükken dinlediği bir masal yüzün­
den cinsi haz duyamamaktadır. Masal bir Arap şeyhi tara­
fından yenmek istenen «Kurabiye Adamııı konu etmektedir.
Genç, bu yenir varlığın kişiliğine bürünmüş, şeyh de baba­
nın yerini almıştır. Böylelikle bu hayal, otoerotik faaliyetin
sekteye uğramasına sebep olmuştur. Baba tarafından yenil­
mek korkusu çocukluğun ilkel fikirlerinden biridir. Mitolo­
jide (Kronos) ve hayvanlar aleminde benzer durumlara rast­
lanır.
Bütün bu yardımlara rağ�en, fikirler bize o kadar ya­
bancıdır ki, bunları çocuğa uygularken tam bir inanç için­
de olamayız. Ayrıca bunların gerçekten belirttikleri anlamı
ifade edip etmedikleri, ya da bu korkuların nasıl olup da
bir fobiye yol açtıkları zihnimizde kesin bir açıklığa kavuş­
mamıştır. Gene gerekli bilgiyi analizlerden sağlamamız ge­
rekir. Buna göre, baba tarafından yenilme fikri, yumuşak,
pasif bir sebebin geri çekilmiş, alçaltılmış bir ifadesidir. Bu
sebep cinsi erotizm açısından babanın aşkının yöneldiği neS­
ne olmak için duyulan özlemi belirtmektedir. Olayı daha de_
rininc inceleyecek olursak, tefsirimizin doğruluğundan şüp­
hemiz kalmaz. Cinsi sebep oral (ağıza ait) safhadan, libido
teşkilatının sadistik safhasına geçerken, yumuşak istek ni­
teliğinden çıkar. Bu sadece geri itilmiş bir ifade tarzıyla İÇ-

30
ENDİŞE

güdü temsilcisinin yer değiştirmesi mi, yoksa iddeki, cin­


siyetle yönetilen sebebin gerçek bir alçalışı mıdır? Sonuç
hakkında karara varmak oldukça zordur. Rus «kurt adam»ın
klinik tarihi ikinci fikri daha muhtemel kabul etmektedir.
Rüyayı gördükten sonra hasta «yaramazlığa» başlamış, acı­
masız ve sadistçe davranışlara yönelmiş ve sonunda zorlan­
ma nevrozu ortaya çıkmıştır. Bu arada bastırmanın, egonun,
istenmeyen, içgüdüsel bir dürtüye karşı tek savunma silahı
olmadığı bir gerçektir. Sebebin geri itilmiş durumunu or­
taya çıkardığı anda, onu daha esaslı bir zarara uğratmış ol­
maktadır. Ara sıra, egonun ilk öngördüğü geri itilmeyi bas­
tırma izler.
«Kurt adam» ve küçük Hans olayları bize düşünecek
birçok mesele hazırlamakla beraber, iki nokta hemen dik­
katimizi çeker. Fobilerin temsil ettiği içgüdüsel sebebin bas_
tırılması, babaya karşı girişilmiş düşmanca bir davranıştır.
Sebebin, karşıtının şekline bürünme yoluyla bastırıldığı söy­
lenebilir. Babaya kızıp, saldırma yerine, babanın hastaya
karşı aynı şekilde mukabele etmesi durumu ortaya çıkmış­
tır. Her olayda bu saldırganlığın kökünün libido gelişiminin
sadistik safhasına kadar indiğini hatırlarsak, Hans'ta ısırıl­
ma, Rus'ta ise yenme şeklinde, oral safhaya doğru bir al­
çalma meydana geldiği dikkatimizi çeker. Analiz sonucu ay­
nı anda başka bir içgüdüsel sebebin de bastırmaya boyun
eğdiği ortaya çıkar. Bu, ters bir anlam taşıyan, libido teş­
kilatının cinsiyet safhasının eşiğine gelmeyi başarmış yumu­
şak ve pasif, babaya yönelik bir sebeptir. Libido teşkilatı
bastırma süreci açısından oldukça büyük bir önem taşır.
Kesif bir gerilemeye maruz kalır; fobinin muhtevası üzerin­
de kesin bir etki gücü kazanır. Tek bir sebebin bastırılma­
sını inceledikten sonra, bu tür iki sürecin bileşimine göz at­
mamız gerekir. İki içgüdüsel sebepten ilki, babaya karşı du-

31
ÇOCUKTA HAYVAN FOBİSİ

yufan sadistçe saldırganlık, ikincisi ise aynı kişiye yönelen


daha yumuşak ve pasif davranıştır. Çünkü Hans olayı ile iJ.
gili görüşlerimiz doğruysa, duruma ilaveten, fobinin muhte­
vasından hiç anlaşılmasa bile, annenin yumuşak, nesne-cat­
hexisinin, fobinin başlangıcında ortadan kalktığı aşikardır.
Hans olayında -ki bu, Rus hasta olayında yeterince kesin­
lik kazanmamıştır- odipus kompleksinin hemen hemen bü­
tün esaslı parçalarını içine alan bir bastırma durumu söz
konusudur. Bunlardan babaya yöneleni hem yumuşak, hem
düşmanca, anneye yöneleni ise yumuşaktır. Bu karışıklık·
lar, bastırmadan doğan, basit semptom meydana gelmesi
olaylarını inceleyen bizler için istenmeyen durumlardır. Biz
en basit ve en kolay anlaşılır olanlarına, özellikle çocukluk­
la ilgili olan nevrozlara eğilmeyi tercih ederiz. Oysa burada
tek bir bastırma yerine birçoğuyla karşılaşmakta, btınlara
ilaveten bir de gerileme durumunu incelemek zorunda kal­
maktayız. Belki de küçük Hans ve «kurt adam»la ilgili hay­
van fobisi analizlerini aynı temele dayandırmak isteyişimiz
kanşıklığı fazlalaştırmaktan başka işe yaramamıştır. Çünkü
yeni yeni, ikisi arasında bazı farklılaşmalar dikkatimizi çek­
meye başlamıştır. Sadece küçük Hans olayında, çocuğun, fo.
bisi sayesinde odipus kompleksinin iki ana sebebini yendi·
diğini söyleyebiliriz. Babaya yönelik saldırgan tavır ve an­
neye yönelik aşın yumuşak davranışlann yam sıra, babaya
karşı yumuşak bir tavır da ortaya çıkmakta, karşıtlarının
bastırılmasında kendilerine düşen görevi yerine getirmekte­
dirler. Ama ne bunların bastırma yaratacak güçte olduğunu,
ne de birbiri ardından ortadan kaldırıldıklarını göstermek
imk�nsızdır. Hans pozitif bir odipus kompleksi olan normal
bir gençtir. Bizim bulmaya muvaffak olamadığımız bazı ele­
manların çocukta faaliyet göstermesi mümkündür ama, en
ince analizlerimiz bile bu iş için yetersiz kalmakta, dökü-

32
ENDİŞE

man ve malzemelerimiz kafi gelmemektedir. Rus olayında


ise boşluk başka yerde meydana gelmektedir. Onun dişi nes­
neyle olan ilişkisi zamansız bir kandırma ile bozulmuştur.
Rus'ta gelişen pasif dişi parça, ya da taraf açıkça görülmek­
te ve kurt rüyasının analiz sonuçları, babaya karşı girişilen
planlı saldırganlığın çok azını ortaya koymaktadır. Gene de,
bunların yardımıyla bastırmanın babaya yönelik pasif yu­
muşak tavırla ilgili olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. As­
lında diğer parçalar da duruma etki etmiş olabilirler ama,
bunu ispatlamak zordur. İki olay arasındaki, tamamen tezat
karakteri gösteren farklılıklara rağmen, fobinin sonucu he­
men hemen aynıdır. Bu gerçeğin açıklamasını da başka bir
kaynağa dayandırmak gerekir. Bu kaynak da küçük, muka­
yeseli incelememizin ikinci sonucudur. İki olayda da hare­
kete getirici kuvvet aynıdır. Hastaların ikisi de erkeklikleri­
ni kaybetme korkusuna kapılmış durumdadırlar. İşte bu
hadım edilme endişesinden dolayı küçük Hans babasına kar­
şı saldırgan tavırlarından vazgeçer. Bir at tarafından ısırıl­
ma korkusu, kolayca, atın cinsiyet organını ısırarak onu ha­
dım edeceği korkusu olarak ifade edilebilir. Rus ise gene
erkekliğini kaybetme korkusuyla babası tarafından arzula·
nan cinsi nesne olma isteğinden vazgeçer, çünkü böyle bir
durumda onu dişiden ayıran cinsiyet organını feda etme zo­
runluğu olduğunu anlamıştır. İki odipus kompleksinin ge­
rek normal ve aktif olanı, gerekse tersi hadım edilme komp­
leksine dayanmaktadır. Rus'un kurt tarafından yeneceği kor­
kusunun, erkekliğini kaybetme endişesiyle ilgisi yokmuş gi­
bi görünse bile, fikir, oral (ağza ait) gerileme yolu ile cinsi
safhadan epeyce uzaklaştırılmıştır. Ama rüyasının analiziy­
le bütün şüpheler ortadan kalkar. Bundan sonrası bastırma­
nın zaferidir. Artık fobinin sözle anlatımında, erkekliğini
kaybetme korkusuyla ilgili en ufak bir ipucuna dahi rastlan­
nrnz.
3.�
ÇOCUKTA HAYVAN FOBİSi

Burada beklenmedik hir sonuca ulaşabiliriz: iki olayda


da, bastırmanın ardındaki harekete getirici güç, hadım edil­
me endişesidir. At tarafından ısırılma ya da kurt tarafından
yenme endişesinin muhtevası, aslında baba tarafından hadım
edilme korkusunun değişikliğe uğramış halidir. Bastırılan
muhtevanın mahiyeti budur. Rus'ta muhteva, erkekliğin baş
kaldırması karşısında ayakta kalamayan bir isteğin ifadesi,
Hans'ta ise saldırganlığı tersine dönüştüren bir tepkinin ifa­
desidir. Ama fobinin endişe doğuran etkisi, ne bastırma sü­
recinden, ne de libidoyla ilgili içgüdüsel sebeplerden doğ­
maktadır. Onu meydana getiren bastırma güçlerinin tümü­
dür. Hayvan fobisinin doğurduğu endişe erkekliği kaybetme
korkusuna yani gerçek bir korkuya, bir tehlikeye dönüşmek­
tedir. Burada endişe bastırmaya yol açmakta, daha önce söz
ettiğim, bastırmanın endişe doğurduğu durumun tersi ger­
çekleşmektedir.
Düşüncesi pek hoş olmasa da, bastırma sırasında içgüdü
ten'silcisinin yer ve şekil değiştirmiş olduğunu ve içgüdüsel
sebebin libidosunun endişeye dönüştüğünü inkar etmek saç­
ma olur. Bu tezi ispatlamak için özellikle iyi değerlendiril­
mesi gereken fobilerin incelenmesi yeterli değildir; neredey­
se tezin tamamen aksi ispatlanmak üzeredir. Ego açısından
hayvan fobisindeki korku, hadım edilme endişesidiı-. Daha
az incelenmiş bir tür olan agorafobi, genetik olarak hadım
edilme endişesiyle arasında bir ilgi bulunan kötülüğe itilme
korkusudur. Şu anda gördüğümüz kadarı ile fobilerin çoğun­
.
lu ğu, egodaki, libidonun emirleriyle ilgili korkuya varana ka­
dar izlenebilir. Ego açısından egonun tutumu böyledir. Ve
bastırmaya sebep teşkil etmekle kalmayıp bir teşvik unsu­
ru haline gelmiştir. Bastırılmış libido endişenin dışarı sız_
masına meydan vermez. Daha önceleri bastırmayı belli bir
endişenin takibettiğini ve bunun libido ifadesinin yerini al-

34
ENDİŞE

<lığını söylemekle yetinseydim, şimdi hiç bir şeyi geri al­


mak zorunda kalmazdım. Tasvir doğrudur; bastırılacak sebe­
bin kuvvetiyle ortaya çıkan yoğun endişe arasında bir irtL
bat olduğu muhakkaktır. Ama itiraf ederim ki, sadece ta­
rifin yeterli olmayacağını düşünerek biraz daha ileri gitmiş
ve metapsikolojik bir süreçle yani libidonun doğrudan en­
dişeye donüşmesiyle ilgili açıklamalar yapmıştım. Oysa bu­
gün aynı fikirde ısrar edemem. Daha önceleri böyle bir de­
ğişimin nasıl meydana geldiğinden bile habersizdim.
B u şekil değiştirme meselesinin aslı nedir? Epeyce ge­
riye dönecek olursak gerçek nevrozlarla ilgili çalı şmalarımı­
zı ve henüz egoyla id arasındaki süreçleri birbirinden ayıra­
madığımız zamanlan kolayca hatırlayabiliriz. O sıralar coitus
interruptus, heyecan, zorla vazgeçirme gibi cinsi bazı tecrü­
beler zaman zaman endişe patlamalarına yol açmış, cinsi
heyecan bazen engellenip, bozularak haz boşalımının yolu
değiştirilmiştir. Cinsi heyecan, libidoyla ilgili içgüdüsel se­
beplerin ifadesi olduğuna göre, bu tür rahatsızlıklar yüzün
den libido endişeye dönüşmek zorunda bırakılmıştır. Bu gö­
rüş bugün için de geçerlidir; öte yandan iddeki süreçlerin
libidosu bastırmanın rahatsız edici etkisine daima hedef ola·
caktır. Böylelikle, bastırmada endişenin, içgüdüsel sebeplerin
libidoyla ilgili cathexisinden meydana çıktığı iddia edilebilir.
İyi ama bu görüş öbürüyle, yan i fobi endişesinin ego endi­
şesi olduğu, egoda doğduğu ve bastırmadan doğmayıp bila
kis onu uyandırdığı fikriyle nasıl bağdaştırılabilir? Burada
bir çelişki doğmaktadır. Endişenin iki kaynağını tek bir yer.
de birleştirmek kolay değildir. Durumu yarım kalmış bir bir­
leşme, kesintili bir heyecan, kısıtlama olarak kabul edersek,
egonun tehlike kokusu alır almaz endişeyle tepki gösterdiği­
ni görürüz. Ama bu bizi fazla ileri götürmez. Öte yandan
üzerimize aldığımız fobi analizi henüz tashihe açık değildir.

35
SEMPTOMUN MEYDANA GELMESİ
VE
EGONUN İKİNCİ SAVUNMASI

Amacımız semptomların nası! meydana geldiğini ve ego


nun yaptığı ikinci savunmayı incelemek olduğu halde, bu
nun için seçtiğimiz fobi örnekleri pek de elverişli sayılamaz.
Bu rahatsızlıkların en çok dikkat çeken özelliği olan endi­
şe bu sefer meselelerin gerçek halini gizleyen bir engel ola
rak ortaya çıkmaktadır. Endişeye yer vermeyen birçok nev­
roz çeşitleri mevcuttur. Gerçek dönme ile ilgili isteri bun­
lardan biridir. Bu rahatsızlığın e n ciddi semptomları bile
endişeden arınmış durumdadır. Sadece bu gerçek bile endi­
şeyi semptom meydana gelmesi olayına bağlamamamız ge­
rektiği konusunda önemli bir ihtardır. Ama diğer yönlerden
fobiler, dönme ile ilgili isterilere o derece yakındır ki, ben
ikisini «endişe isterisi» adı altında birleştirmeyi uygun bul­
dum. Fakat şimdiye kadar hiç kimse, bir olayın dönme ile
ilgili isteri mi, yoksa fobi mi olduğunu ispatlayan delillerin
kesinlikle ne olduğunu teshil edememiştir. Yani henüz is­
teride endişeyi doğuran ön hazırlığın nasıl meydana geldiği
bilinmemektedir.
Hareketle ilgili felçler, büzülüp kısalmalar, elde olma­
yan hareketler, hareketle ilgili boşalımlar, acı, hayal görme­
ler gibi dönme ile ilgili istcride çok rastlanan semptomlar,
devamlı ya da aralıklarla devam eden süreçlerdir. Ama bu-

36
ENDİŞE

nu kabullenmek olaylara yeni problemler getirmekten baş­


ka bir işe yaramaz. Aslında bu semptomlar hakkında söyle­
necek fazla bir şey yoktur. Analizler sayesinde boşalımı sek­
teye uğratılan hangi belli heyecanın yerini aldıkları öğreni­
lebilir. Çoğunlukla · semptomlar heyecan boşalımında bizzat
yer alırlar. Sanki heyecanın tüm enerjisi bu parça üzerinde
yoğunlaşmış gibidir. Acı bastırmanın yer aldığı olayda orta­
ya çıkmakta, hayaller görülmekte, hareketle ilgili felçler i -�
o durumda faaliyeti engellenen hareketi belirlemekte v e bir
savunma mekanizması örneği vermektedir. Büzülmeler genel­
likle söz konusu zamanda adale sinirlerinin yer değiştirmiş
olmalarından doğmaktadır. Bu sarsıntılı durum egonun nor­
mal kontrolünden çıkış sonucu meydana gelen patlamaların
ifadesidir. Semptomların ortaya çıkışından sonra kendini
gösteren haz alamama çok yüksek noktalara ulaşabilmek­
tedir. Hareketin yer değişimine uğradığı sabi t semptomlar­
da, mesela felç ve büzülmelerde bu duruma pek rastlanmaz.
Ego durumla hiç ilgisi yokmuş gibi davranır. Sabit olmayan
ve hassas bölgede yer alan semptomlarda kaide olarak haz
alamama ile ilgili bazı belirli duygular ön plana çıkar. Hat·
ta bazen, acı semptomunda olduğu gibi çok yüksek bir de­
receye ulaşır. Bu karışıklık içinde bu tür farklılıkları ger­
çek kılan faktörü bir kenara ayırmak oldukça zordur. Özel­
likle semptomun meydana gelmesinden sonra, dönme ile
ilgili isteride egonun semptoma karşı çıkmasında dikkati çe­
ken önemli bir durum yoktur. Sadece, vücudun belli bir ye­
rinde acıya karşı hassasiyet semptom halini alırsa, c.. bölge
iki rolü birden oynamak zorunda kalır. Vücudun bu bölgesi
içten ya da dıştan harekete geçirilirse, acı veren semptom
hemen kendini gösterir. Ego semptomun dış etkilerle uya­
rılmasını engellemek üzere, bazı savunma ölçülerine baş vu­
rur. Semptomun meydana gelişi ile ilgili belirsizliğin nede-

37
SEM PTOMUN MEYDANA GELMESİ

nini tahmin etmek oldukça güçtür ve bu durumda bu elveriş­


siz sahayı terketmek daha uygun olur.
Semptomların nasıl meydana geldiğini anlamak için bu
sefer zorlanma nevrozunu ele alabiliriz. Bunun iki tür semp­
tomu vardır ve iki semptom da birbiriyle te;zat teşkil eden
bir anlam taşır. Bunlar ya yasaklamalar ve hastalıktan do­
ğan ölçülerdir (ve böylece negatif bir özellik taşırlar) ya da
genellikle şekil değiştirmiş yedek hazlardır. Bu iki gruptan
önce geleni savunma ve cezalandırma ile ilgili negatif ola­
nıdır. Fakat hastalık ilerledikçe bütün savunma ölçülerine
karşı bir ispat anlamını taşıyan hazlar üstünlük kazanma­
ya başlar. Yasaklamayla hazzı birleştiren süreç, semptomun
meydana gelişinin sebep olduğu bir zafer olarak kabul edile·
bilir. Öyle ki, esasen savunma ya da yasak emri niteliğini
taşıyan korunma tedbiri bir haz duygusu sıfatına bürünUr.
Burada daha önce egoya yakıştırdığımız bir sentezleşme eği­
limi başgöstermektedir. İ lerlemiş vak'alarda hasta o şekilde
davranı r ki, semptomların çoğu esas anlamlarının tam ter­
sini yüklenirler. Had safhada bir olayda semptom iki zaman­
lıdır. Yani, belli bir reçeteyi takibeden bir davranışın hemen
ardından onu ortadan kaldıran bir ikincisi ortaya çıkar. İ kin.
cisi. bir karşıt tesis etmemekte sadece bozma görevini yeri­
ne getirmektedir.
Zorlanma semptomları ile ilgili incelemeler sonucunda,
iki önemli intiba edinmiş olmamız gerekir. Birincisi, bu
semptomlarda bastırılan şeye karşı sürekli bir çaba dikka ti
çektiğidir. Çatışma giderek bastıran kuvvetlere daha büyük
bir güçle karşı koymaya başlamıştır. İ kincisi ise, egonun ve
süper egonun, semptomların meydana gelişinde büyük rol
oynadıkları gerçeğidir.
Zorlanma nevrozu analiz incelemelerin en ilgincidir. Ge­
ne de problemi çözmek henüz mümkün olmamıştır. Eğer

38
ENDİŞE

incelememizi daha derinleştirmek istiyorsak çifte anlamlı


faraziyelere ve ispatlanmamış tahminlere boyun eğmek zo­
runda kalırız. Zorlanma nevrozunun doğuşu, odipus komp­
leksinin libidoyla ilgili emirlerine karşı bir savunma teşkil
eden isterininkiyle pek farklı değildir. Üstelik zorlanma nev­
rozunda çok eski isteri semptomlarının yer aldığı bir alt ta­
baka mevcuttur. Yani nevrozun şekli birleştirici bir faktör
tarafından değiştirilmektedir. Libidonun cinsi teşkilatı zayıf
ve yetersiz görünmektedir. Ego savunma işini üzerine alın­
ca, elde ettiği ilk sonuç cinsi teşkilatın anal safhaya kadar
geri itilmesidir. Söz konusu gerileme, durumu oldukça güç­
leştirecektir.
Ele alabileceğimiz bir ih timal daha vardır. Gerileme bel­
ki de bünyevi bir faktörün değil, zaman faktörünün sonu ­
cudur. Libidonun cinsi teşkilatının zayıf kalması değil de,
sadistik safhada egonun direncinin çok erken başlaması
önemli bir etki yaratmış olabilir. Bu nok tada kesin bir ka­
rar vermek istemem ama analitik gözlemler sonuncu fara­
ziyeyi kabullenmemek tedirler. Bu gözlemler, zorlanma nevro­
zunda sapma meydana geldiğinde cinsi safhaya daha önce
varılmış olduğunu ortaya koymaktadırlar. Üs.Lelik nevrozun
başlangıcı isterininkinden çok daha erken bir yaş devresine
tekabül e.tınektedir. Bu ikiQci çocukluk devridir. İnceleme
imkanını bulduğum bir olayda rahatsızlık oldukça genç baş­
lamış, büyük ihtimalle o zamana kadar hastanın hayatında
dikkat çekmeyen bir problem gerileme ve zorlanma nevro­
zunun başlamasına yol açmıştır.
Gerilemenin metapsikolojik açıklamasını incelerken, cin­
si safhanın başlamasıyla sadistik safhanın parçalayıcı cat­
hexislerine katılan erotik parçaların ayrımının önemli bir
rol oynadığına işaret etmek isterim.
Gerilemenin zorlaması, egonun, libidonun emirlerine

39
SEMPTOMUN MEYDANA GELMESİ

karşı koyarken elde ettiği ilk zaferin yaratıcısıdır. Bu rada


«savunma»ya olan genel temayül ile savunmanın mekaniz­
malarından sadece biri olan bastırma arasındaki farkı açıkla­
mak yerinde olur. Normal ve isteri k durumlardan ziyade zor­
lanma nevrozunda, savunmanın i tici gücünü teşkil eden er­
kekliğini kaybetme korkusu ile karşı koyulan odipus komp­
leksinin çabalarını açıkça görmek mümkündür. Bu arada
odipus kompleksinin parçalandığı safhaya ulaştığımızdan
süper egonu n yaratıcı ve sağlamlaştırıcı çabaları ve egodaki
etik ve estetik engeller dikkat i çekmeye başla,m ıştır. Zorlan­
ma nevrozunda olay aşın bir dereceye varmıştır. Odipus
kompleksinin parçalanmasını, libidonun alçalması, süper
egonun ka tılaşması ve egonun süper egoya boyun eğerek vic­
danlılık, acıma ve titizlik gibi çeşitli ters tepkiler yaratması
takibeder. Zaman zaman başarısızlığa uğramakla beraber,
erken çocu kluk devrinin kendi kendini tatmin etme usulüne
devam etmek tabu haline getirilmiş tir. Bu tahrik artık ge·
rileme fikrine ( an al-sad istik ) dayanmak ta, fakat aynı zaman­
da cinsi oluşumun kontrol edilemeyen kısmını temsil etmek­
tedir. Bu arada erkeklik gösterisinin önlenmesin i n erke k l i­
ği devam ettirme ( hadım edilme endişesi ) fikriyle ilgili ol­
duğu gerçeği, düşüncede bir terslik yaratmakta ama zorlan­
ma nevrozunda daha da mübalağalı bir şekil olarak, odipus
kompleksinin yen i lmesi için baş vurulan normal usulün yo­
ğunlaşmış halini aksettirmektedir. Her mübalağalı durum
kendi sonu ile ilgili tohumları bünyesinde taşıdığından, zor­
lanma nevrozu da bu kaideye uymaktadır.
Normal karakter ögelerinin mübalağalı halleri olarak
gördüğümüz, hastanın egosunda meydana gelen ters tepkile­
ri, gerileme ve bas t ı rma gibi yeni bir savunma mekanizması
olarak kabullenmemiz gerekir. Bu nlar isteride ya çok zayıf
bir durumdadır, ya da h i ç yoktur. Geçmişi hatırlarsak , is-

40
ENDİŞE

tcride savunma sürecını belirleyen şeyin ne olduğuna dair


bir tahminde bulunabiliriz. Bunun bastırma ile sınırlandığı,
egonun içgüdüsel sebepten yüz çevirerek onu şuursuzluk
içinde kaderini tayinde yalnız bıraktığı ve doğacak sonuçla
ilgilenmediği ortadadır. Bunun kesin olarak doğru ol duğu­
nu iddia edemezsek de, bazı olaylarda, isteri scmptomunun
süper ego ile ilgili, cezaya ait bir emrin yerine getirilmesi
anlamına geldiğine şah i t olduğumuzdan, isteride egonun dav­
ranışlarıyla ilgili genel karakteristikleri ortaya koyması ba­
kımından fayda l ı olduğunu inkar edemeyiz.
Zorlanma nevrozunda süper egonun sertlik kazandığı bir
gerçek olarak kabullenmelidir. Ayrıca b u rahatsızlığın temel
özelliğinin libidonun gerilemesi olduğu da akıldan çıkarıl­
mamalıdır. Bunu süper egonun özelliğiyle bağdaştırmaya
çalışabiliriz. Esasında, idden hasıl olan süper ego orada mey­
dana gelen içgüdüsel telkin ve gerilemeyi savuştu racak güç­
te değildir. Bu sebeple, süper egonun normal halden daha
sert ve sadistik olmasını yadırgamamak gerekir.
Tahriğe karşı girişilen savunma, yerine getirilmesi ge­
reken önemli bir görevdir. Bu mücadele çeşitli fertlerde ti­
pik bir özellik gösteren birçok semptomun meydana gelme­
sine yol açar. Bunların şimdiye kadar derlenip sistematik
olarak analiz edilememiş olması üzücü bir durumdur. Nev­
rozun öncü belirtileri olarak semptomların meydana gelişi­
ne ışık tutacakları muhakkaktır. Bunlar şimdiden, ciddi b i r
rahatsızlıkta ortaya çıkacak özelliklere işaret etmektedirler.
Mesela, daha sonra otomatik bir hal ol acak olan yatmak, yı­
kanmak hareket etmek ve giyinmek gibi hareketlere baş
vurmaları, geci ktirme ve tekrarlama temayülleri önem l i nok.
talardır. Henüz bunun meydana geliş sebepleri bil inmemek­
tedir ama anal-erotik parçaların önem kazanmasının etki­
leyici bir rol oynadığı kesindir.

41
SEMPTOMUN M EYDANA GELMESİ

Buluğ çağı zorlanma nevrozunda öneml i bir devreyi be­


lirler. Çocu klu k esnasında sekteye uğramış olan cinsi teş­
ki latlanma şimdi büyük bir hızla gelişimine devam e tmek­
tedir. Ama bu arada çocukluğun cinsi gelişmesinin, yarım
kalmış hareketin yeniden hız kazanmasında e t kileyici bir rol
oynadığı muhakkaktır. Böylece bir yandan çocukluğun sal­
dırgan sebepleri yeniden uyanacak, öte yandan libido ile il­
gili sebeplerden bir kısmı gerileme yolunu takibederck, sal­
dırgan ve parçalayıcı n iteliklere bürüneceklerdir. Erotik
gayre tlerin gizlenmesi ve egoda ters tepki meydana gelmesi
sonucu, cinsiyete karşı girişilen mücadele artık e t i k korun­
ma yardımıyla sürdürülecektir. Şaşkınlık içinde isyan eden
ego, idden şuur üstüne gönderilen acımasız emirlerle sava­
şırken, aralarında başka zaman, karşı koymaya maruz kal­
mayanların da bulunduğu erotik isteklerle mücadele e l liğin­
den habersizdir. Ego olu msuz şekillere bürünen cinsiye t i n
bastırılması konusunda a ş ı n sert davranmaktadır. B u yüz­
den zorlanma nevrozunda, çelişki iki yönde yoğun laşır. Sa­
vunma güçleri ılımlıl ıklarını yitirmiş, karşı koyulan şey da­
yanılmaz bfr durum almıştır. İ ki durumda da libidonun ge.
rilemesiylc i lgili .tek bir faktör rol oynamaktadır.
İ stenmeyen sabit fikrin şuurlu ol duğu gerçeğinden söz

ederken faraziyelerimizde çelişkilerin ortaya çıktığını görü­


rüz. Bunun daha önce bastırmaya maruz kaldığı şüphe gö­
türmez. Genel olarak , saldırgan içgüdüsel sebebin özel te­
rimleri ego tarafından bilinmemektedir. Bunları şuurluluk
seviyesine getirmek için derin bir analitik çalışma gerek lidir.
Şuurluluğa girmeyi başarabilen, komik bir kılık değiştirme
ve belirsiz l i k sayesinde tanınmasının imkansız olduğıı düşü­
nülen, esas şekilden saptırılmış bir yedektir. Bastırma sal­
dırgan sebebin muhtevası üzerinde etkisini göstermese bile,
hiç değilse ona eşl i k eden tesiri ortadan kaldırmış olmak-

42
ENDİŞE

tadır. Bu sebeple saldırganlık ego açısından bir sebep de­


ğil de, has t a ların tabiriyle « düşünce m u h tevası» olarak ka­
bul edilmektedir. Aslında durum böyle değildir.
Zorlayıcı fikrin idrakinde farkedilemeyen etki bir baş­
ka yerde kendini gösterir. Süper ego, bastırma olayı hiç vu­
ku bulmamış gibi davran makta, saldırgan sebebin gerçek
manasından ve etkileyici karakterin varlığından haberdar­
mış gibi görünmektedir. Bu sebeple egoya olan davranışla­
rını bu hipoteze göre ayarlar. Ego b ir yandan masumiyeti­
nin şuuruna varmakta, öte yandan da bir suç ve soıumluluk
d uygusu taşımaktadır. Bu durumda, çözmemiz gereken bil­
mece göründüğü kadar zor değildir. Süper egonun davranı­
şı kolayca anlaşılabilir. Egodaki çelişki bize, bastırma yo­
luyla egonu n kendini idden uzaklaştırıp süper egonun etkisi
a l tına girmeye hazır bir dunıma geldiğini göstermektedir.
Egonun, neden süper egonun eleştirisini ( tenkidini ) orta­
dan kaldırma yoluna gitmediği sorusuna bunun gerçekten
birçok olayda meydana geldiğini açıklayarak , cevap verebi­
liriz. Aynca suçluluk duygusuna yer vermeyen zorlanma
nevrozu olaylarına da rastlanır. Ego kendi kendini cezalan­
dırma semptomları, kefaretler ve kısıtlamalarla, suçun id­
rakinden kaçmaya çalışmaktadır. B u semptomlar aynı za­
manda gerileme ile takviye edilen mezaistik içgüdüsel se­
beplerden elde edilen hazzı da ifade eder.
Zorlanma nevrozu bütün gayretlere rağmen öyle çeşi tli
belirtiler gösterir ki, şimdiye kadar kimse bütün çeş i tlerin
açıklanmasını içine alan bir inceleme yapmaya muvaffak ola.
mamıştır. Tipik alakala,r üzerinde duıma temayülü göster­
sek de, eşit önem taşıyan diğerlerini hafife almış olmaktan
çekiniriz.
Zorlanma nevrozunda, semptomların meydana gelişi, da­
ha önce açıkladığım gibi bir seyir takibeder. Feragat paha-

43
SEMPTOMUN MEYDANA GELMESİ

sına da olsa, yedek hazza giderek daha büyük yer veril mek­
tedir. Esas olarak egoyu zorlayan kısıtlamalarla ilgili semp­
tomlar, egonun sentezleştirme temayülü sayesinde hazzın,
diğerine nisbetle daha büyük önem kazanmasını sağlarlar.
Aşırı kısıtlamalarla yüklü ve hazzı semptomlarda arayan bir
ego, bu sürecin sonucudur. Kuvvet dengesinin haz tarafı­
nın ağır basması ego açısından iradenin felce uğraması şek­
linde neticelenebilir. Ego her kararda sorunun iki yanına da
aşağı yukarı eşit kuvvetler yerleştirmek hevesindedir. Baş­
tan beri karmaşıklığı körükleyen süper ego ile id arasında­
ki tatsız çekişme o derece uzayabilir ki , egonun hiç bir fa­
aliyeti çelişkiye karışmaktan kurtulamaz.

44
ZORLANMA NEVROZUNDA
BOZMA VE AYIRMA

Egonu n mücadelesi esnasında, semptom meydana geti­


ren iki faaliyeti izleme imkanım bulabiliriz. Bunlar bastır­
maya vekalet ettiklerinden özel bir anlam taşırlar. Bu iki
faaliyet sayesinde bastırmanın amaç ve tekniği açıklık ka­
zanır. Belki de bu yedek tekniklerin ortaya çıkışı, genel an­
lamda bastırmanın maruz kaldığı güçlüklerin ispatlanmasın­
da önemli bir delildir. Bu arada zorlanma nevrozunda ego­
nun, isteriye nisbetle, semp tomların meydana gelmesi için
daha büyük imkan tanıdığını, gerçekle olan bağlantısını ko­
ruduğunu, emrindeki zihni vasıtaların hepsini aynı uçta top­
ladığım, daha da önemlisi düşüncenin erotize edilmiş bir hal
aldığını akıldan çıkarmamamız gerekir. B u suretle demin
söz ettiğimiz bastırmanın çeşitlemeleri gözümüze daha az
yabancı görünecektir.
Bahsettiğim iki teknik bozma ve ayırınadır. Bunlardan
ilki geniş bir uygulama sahasına sahip olup, çok erken bir
gelişme devresine kadar uzanır. Bu bir olayın sonuçları ( et­
ki, tecrübe ) değil, adeta hareket sembolizmi vasıtasıyla bo­
zulabilecek olumsuz bir büyüdür. Kullandığım «bozulma»
kelimesi , tekniğin sadece nevrozda oynadığı rolü değil, bii­
yüdc, törelerde ve dini merasimlerdeki rolünü da ifade et­
mektedir. Zorlanma nevrozundaki «bozma» mekanizması iki

45
ZORLANMA NEVROZUNDA BOZMA VE AYIRMA

zamanlı semptomlarda sık sı k rastlanan bir durumdur. Bu


tür semptomlarda ferdin ikinci hareketi, birinciyi hiç vuku
bulmamış gibi silip yok etmektedir. Zorlanma törenleri i kin­
ci kök açısından bir «bozma» amacı güderler. İ l ki ise özel
bir şeyin meydana gel mesini ya da tekrarlanmasını engel­
lemek ya da hızlandırmak isteğini ifade eder. Aradaki fark ı
kavramak zor deği l d ir. Korunma ölçüleri mantıki bir özel­
lik gös terirler. «Hükümsüz kılma» veya « İptal etme» büyülü
ve akıl dışı bir tabiatın «bozma»sıyla sağlanabilir. İ k i nci
kökün daha eski olduğunu ve çevreyle bağlan tısında, ani­
mistik ( ruh ve bedenin ayrı ayrı varlıklarını sürdürdükleri
görüşü; şeytan ve perilere inanma ) görüşe bağlı kaldığını
kabul etmemiz gerekir. « Bozma» çabasının yansıması, olayı
«olmamış» kabullenme çaresinde görülebilir. Ama bu durum­
da bir silahlanma söz konusu olamaz; sonuçlar ve olay gör­
memezlikten gelinir. Oysa, nevrozda geçmişi feshetmek, ha­
reket vasıtalarıyla bastırmak yoluna gidilir. Aynı tür bir gay­
ret, nevrozda çok rastlanan tekrarlama yolunda zorlanma
konusunda bir açıklama olabilir. Bu tekrar, bi rbirine girmiş
ortak, ters amaçların yerine getiril mesiyle ilgilidir. Kişinin
arzusuna uymayan bir olay ters yönde tekrarlanma suretiy­
le hiç olmamış gibi gösterilmektedir. Buna tekrarlamalar
üzerinde oyalanmayı gerekt iren çeşitli sebepler de eklen­
mektedir. Nevrozda rastlanan doğumla i lgili bir tecrübeyi
« bozma» çabası, çoğunlukla, semptomların meydana gelişin­
de birinci dereceden bir istek kuvveti olarak ifade edilebilir.
Böylece savunma ile ilgili yeni bir hareket tekniği ortaya
çıkmakta, daha doğrusu yeni bir bastırma tarzı vücuda gel­
mektedir.
Yeni tekniklerden ikincisi, zorlanma nevrozunda yer al­
ması oldukça garip karşılanan «ayııma»dır. Ayırma da ha­
reket alanıyla ilgilidir. Nevrozla ilgili olarak, hastanın her-

46
ENDİŞE

hangi bir davranışını ya da nahoş bir tecrübeyi izleyen ara­


da meydana gelmektedir. Bu i natçı duraklama devresinde
ne bir idrak, ne de bir davranış söz konusu olamaz. Baş­
langıçta garip görünen bu durum kısa zamanda bastırma
ile arasındaki yakın i lgiyi ortaya koyar hale gel ir. Bilindiği
gibi doğumla ilgili bir etkileme sonucu, istcride hafıza kay­
bına ras llanabilir. Ama zorlanma nevrozunda aynı şeyin vu­
ku bulması zordur. Tecrübe unutulmaz ama etkisi kaybo­
l ur, birbiriyle ilgili bağlantılar bastırıl ıp sekteye uğratıldığın·
dan uzaklaşmaya boyun eğmiş gibi görünür. Bu sebeple in­
sanın zihni faaliyetinin akışı içinde yeniden yaratılma im ka­
nı kaybolur. Sonuç olarak, ayırmanın yarattığı tesir, hafı·
za kaybı yoluyla bastırmanın meydana getirdiği etkiyle ay­
nıdır. Zorlanma nevrozundaki ayırma ( tecrit ) olayı, hareket
vasıtaları ve adeta büyülü bir anlamla geliştirilen yeni tek­
niğin ortaya çıkmasına yardımcı olmuştur. Hareketle ilgili
ayırma, akıcı düşüncede meydana gelebilecek duraklamalar
konusunda bir garanti sağlamaktadır. Nevrozda bu metodun
kullanılması, konsantrasyon ( dikkati bir noktada toplama )
sürecinin yardımıyla olmaktadır. Bize önemli görünen prob­
lemlerin ve etkilenmelerin, diğer zihni faaliyet ya da süreç­
lerin anlık istekleriyle rahatsız edil memeleri gerekil'. Normal
insanda bile yalnız önemsiz meseleleri deği l , halledilmesi ge.
reken problemi de belli bir mesafede tutabilmek için bütün
dikkatin toplanması lazımdır. Bu açıdan, bağdaştırılması en
güç olan şeyler, ilk başta beraber olan ve gelişme esnasın­
da birbirinden ayrılanlardır. Mesela, ferdin Tanrı'yla olan
i lgisi, babaya yönelik çift anlamlı, karmaşık alakada ortaya
çıkar. Bir başka örnekte ise, ifraz edici organların cinsi bir
heyecan yaydığı öne sürülmektedir. Bu durumda ego, dü­
ş ünceye yol gösterebilmek için büyü k çaba harcar. Anal iz
için, egoyu, diğer görevinden kısa bir süre vazgeçebilecek

47
ZORLANMA NEVROZUNDA BOZMA VE AYIIU,IA

şekilde eğitmemiz gerekecektir.


Zorlanma nevrozunda hastanın, analizin temel kaidesi­
ne rıza göstermesinin zor olduğunu tecrübelerle öğrenmiştik.
Belki de id ve süper ego arasındaki ciddi gerginlik sonucu
ego uyanmış, uzaklaşmalan daha çarpıcı biçimde etkileme­
ye başlamıştır. Düşünme faaliyeti boyunca mukavemet ede­
ceği birçok engel vardır. Şuuraltı fantezilerinin araya gir­
meleri, iki anlamlı çabaların ifadesi bunlardan bazılarıdır.
Ego gevşeyemeyeceği gibi, hazır ol durumunu bir an bile
elden bırakamaz. Bu teksif ve uzaklaşma, daha sonra, hem
semptomlara benzemeye başlayan, hem de aşağı yukarı ay­
n ı önemi taşıyan sihirli uzaklaşma hareketlerinin yardımı
ile devam ettirilir. Aslında bunlar kendi içlerinde yararsız­
dırlar ve kısmen dini merasim özellikleri gösterirler.
Birleşmeleri önlemek, düşüncede meydana gelebilecek
bağlantıları engellemek için çaba gösteren ego, zorlanma
nevrozundaki temel emirlerden birine, dokunma tabusuna
boyun eğer. Dokunma ya da bağlantıdan kaçınmanın nev­
rozda neden büyük rol oynadığı ve nasıl olup da böyle kar­
maşık bir sistemin m uhtevası haline getirildiği sorusuna ce­
vap olarak, dokunmanın yani fiziki bağlantının hem yumu­
şak hem de saldırgan, nesne-cathexesierinin önde gelen he­
defi olmasını gösterebiliriz. Eros birleşme için çabaladığın­
dan. bağlantı kurmayı, dokunmayı arzulamaktadır. Bu ara­
da ego ve sevilen nesne arasındaki hudutların da yok edil­
mesi gerekmektedir. Oysa, uzun menzilli silahların icadın­
dan önce ancak yakınlık kavramının fayda sağladığı ortadan
kaldırma olayı fiziki bağlantıyı, özellikle el lerin kul lanılma­
sını öngörmektedir. Bir kadına dokunmak, genel konuşma
dilinde onun cinsi bir nesne olarak kullanıldığını ifade eden
bir hüsnütabir olarak kabul edilebilir. Cinsi organa dokun­
mama, oto-erotik hazza karşı koyulan yasağın kelimelerle

48
ENDiŞE

ifadesidir. Zorlanma nevrozu ilk elde erotik bağlantıyı ara­


dığına ve aynı bağlantıyı saldırganlık kisvesi alt ında gizle­
diğine göre, bu bağlantı kadar kesinlikle tabu sayılan ve
yasaklar sisteminin anahtarım teşkil eden bir başka unsura
rastlanamaz. Ö te yandan, uzaklaşma, dokunma ihtimalinin
orladan kaldırılışı, bağlantıları sekteye uğratacak bir vasıta
olarak ifade edilebilir. Hasta ara verme yoluyla bir intihar
veya bir davranışı uzaklaştırdığı zaman sembolik olarak dü­
şünce ya da davranışın diğerleriyle bağlantı kurmasını is·
temediğini açıklamış olmaktadır.
Semptomun meydana gelişiyle ilgili incelemelerimiz he­
nüz bu noktaya varabilmiştir. Sonuçlar zayıf ve yetersiz ol­
duğundan bunları özetlemeye gerek yoktur. Fobiler dışında,
semptom meydana getiren diğer rahatsızlıkları incelerken,
dönme isterisi ve zorlanma nevrozuna baş vunnak anlam·
sız olur. Çünkü bunlar hakkında çok az şey bilinmektedir.
Oysa bu üç çeşi t nevrozun gruplandırı l ması bile karşımıza
artık geçiştiremeyeceğimiz güç bir soru çıkarmaktadır.
Ü çünde de başlangıç noktası odipus kompleksinin yok edil­
mesidir. Ü çünde de egonun mücadelesi ardında yatan i tici
kuvvet erkekliğini kaybetme endişesidir. Oysa yalnız fobi­
lerde bu tür endişenin açığa vurulduğunu görmekteyiz. Di­
ğer ikisinde durum nedir? Ego endişeye karşı ken dini nasıl
korumaktadır? Endişenin, işine engel olunan libido cathexi­
sinden doğmuş olabileceğini i leri sürersek, problemin büs­
bütün içinden çıkılmaz bir hal aldığım görürüz. Buna ilave­
ten, bastırmanın gerisindeki itici kuvvetin erkekliğini kaybet.
me korkusu olduğu kesinlik kazanmışt ır. Ö te yandan kadın­
ların nevrozlarını düşünürsek, şüpheli durumlar ortaya çı­
kar. Hadım edilme korkusu kadınlarda da görülebilir ama,
dar anlamda, erkekliğin olmadığı bir yerde, erkekliğin kay­
bed ilmesi endişesinden söz etmek saçma olur.

49
ÇOCUKLARDA HAYVAN FOBİSİ ÜZERİNE
İNCELEMENİN DERİNLEŞTİRİLMESİ

Çocuklarda hayvan fobisi ile ilgili olaylara dönmek sa­


nırım bizim için daha faydalı olacaktır. Burada egonun, idin
libidoya ait nesne cathexisine karşı çık tığı görülür. Egonun
karşı çıktığı bu duru m negatif ya da pozitif odipus komp­
leksi ol arak da ni telendirilebilir. Çünkü karşı koyma sonun­
da, hadım ed i l me tehlikesi ortaya çıkabilir. Bu konuyu da­
ha önce tartışmış 'olmamıza rağmen, ilk incelemeden kalan
karan lık bir nok tayı açıklama k i s terim. Küçük Hans o layın ­
da -ki bu pozit if odipus kompleksidir- ego yönünden sa­
vunmayı körlikleyen, anneye yönel ik yumuşak sebep mi, yok_
sa babaya yönelik saldırgan sebep m idir? Aslında iki sebep
de birbirini izlediğinden arada fark olmaması gereki r ama,
an neye yönelik yumuşak davranışlar tamamen erotik bir st:­
bcbi beliı-lemek tedir. Saldırgan sebep temel olarak yok e t­
me içgüdüsüne dayanır. Egonun, kendisini savunduğu diğer
gi.idi.ilerle alakası yoktur. N i tekim, fobinin meydana gelişin­
den sonra anneyle kurulan yumuşak bağ eriyip kaybolmuş
gibidir. Bağ bastırma yoluyla ortadan kaldırıl m ı ş , saldırgan
sebebin yerini de semptomun meydana gelişi olayı almıştır.
« Kurt adam» olayında durum daha basittir. Bas tırılan se­
bep erotik olanıdır, yani babaya yönel ik kadınsı davranıştır.
Ve semptomlar da bu sebep çerçevesinde meydana gelmek­
tedir.
50
EN DİŞE

Bu kadar çalışmadan son ra hala temel meseleleri anla


makta güçlük çekmemiz garip gelebilir ama olayları olduğu
gibi incelemek, basitleştirme ya da gizleme yoluna sapma­
mak bizim için daha yararlı olacaktır. Tam bir anlayışa va­
ramamış olsak bile hiç değilse belirsizliklerin farkında ol­
mamız gerekir. Yolumuzun üzerine çıkan engelin sebebi.
şüphesiz, içgüdülerle ilgili teorimizin düzensiz gelişmiş ol­
masıdır. Başlangıçta libidonun çeşitli oluşum devrelerini
oral ( ağza ait ) ve anal-sadistik safhadan cinsiyet safhasına
kadar incelemiş ve bunu yaparken cinsi içgüdiinün parça­
larını eşitlemeye çalışmıştık. Sonuç olarak sadizmin Eros'a
karşı çıkan başka bir içgüdünün temsilcisi durumuna gel­
diğini görürüz. İ ki içgüdü sınıfı hakkında ortaya atılan ye­
ni mefhum libido oluşumunun birbirini takibedcn safhala­
rının ortaya çıkışı ile ilgili görüşü bir kenara itmek tedir.
Bu güçlükten sıyrılmak için bir çare aramamıza gerek yok­
tur. Bu zorluğu ortadan kaldırmanın yolu zaten çok önce­
den bilinmektedir. Zaten bizi çoğunlukla, saf ve tabii içgü­
düsel sebepler değil de, değişir nisbetlerde karışımlar yara­
tan iki içgüdünün faal iyetleri ilgilendirmektedir. Bu ara­
da sadistik nesne-cathexisini libido ile i lgili bir içgüdü ola­
rak kabul etmemiz gerekir. Libido oluşumunun safhaları
hakkındaki hipotezin düzeltilmesi şart değildir. Babaya yö­
nelen saldırgan sebep, anneye yönelik yumuşak sebep kadar
bastırma konusu olabilmektedir. Her halükarda, bastırma­
nın libidonun cinsi oluşumu ile özel bir ilişkisi olan bir siL
reç olduğu ve egonun kendini libidonun diğer safhalarına
karşı savunmak için başka metodlara baş vurduğu ihtima­
lini bir kenara bırakmamız faydalı olacaktır. Küçük Hans
olayı bu konuda bir çözüm getirmekten uzaktır. Bunda
önemli olan, nokta henüz cinsiyet safhasma ulaşılmışken
saldırgan sebebin bastırma yoluyla altedilmiş ol masıdır.

51
ÇOCUKLARDA HAYVAN FOBİSİ ÜZERİNE

Bu durumda endişenin yerine de dikkat etmemiz ge­


rekir. Dediğimiz gibi, ego erkekliği kaybetme tehlikesinin
farkına vardığı anda endişe sinyali verir ve zevk-acı meka­
n izması yoluyla hala bizce anlaşılamayan bir tarzda, iddeki
tehditkar katetik süreci engelleme yoluna gider. Aynı an­
da fobi ortaya çıkar. Erkekliği kaybetme endişesi yeni bir
nesne bulmuş olmakta, şekil değiştirmiş bir ifade olan me­
sela bir at tarafından ısırılmak ya da bir kurt tarafından
yenmek korkusu ön plana çıkarak, baba tarafından hadim
edilme körkusu geri itilmektedir. Bu yedek korkunun iki
açık faydası vardır. Ö ncelikle, baba aynı zamanda sevilen
nesne de olduğundan, karışıklıktan doğabilecek çelişkiyi ön­
ler. İ kinci olarak egoya, endişenin artmasına engel olma im­
kanı tanır. Fobinin doğurduğu endişe melekeli bir endişe­
dir. Nesnesi tamamen tanınınca, kendini gösterir. Ancak o
zaman, durum tehlikeli bir hal almaya başlayacaktır. Aynı
şekilde, varolmayan bir babanın ellerindeyken, hadım olma
korkusundan eser kal mayacaktır. İ nsan babasını bir anda
silip atamaz. Baba istediği an gelecek, istediği an gidecek­
tir. Oysa baba bir hayvan tarafından temsil edilirse, o hay­
vanı görmekten kaçınmak tehlike ve endişenin ortadan kalk­
ması için yeterli olacaktır. Bu sebeple küçük Hans egosun­
da bir kısıtlama yaratmaktadır. Atlarla karşılaşmamak için
dışarı çıkmak istemem.ekte, bununla ilgili bir engelleme ge­
liştinnek tedir. Küçük Rus'un işi daha da kolaylaşmakta, re­
simli kitaplardan vazgeçmekle derdi hallolmakta<lır. Yara­
maz kız kardeşi arka ayaklan üzerinde yükselen kurdun
resmini göstermedikçe, küçük Rus endişeden uzak kala­
caktır.
Daha önce fobilere atfettiğim yansıma niteliğinin orta­
ya çıkmasına sebep, dıştan gözle görülür olanın yerini da­
hili içgüdüsel bir tehlikenin almasıdır. Böyle bir süreçte

52
ENDİŞE

kaçma ve göz önünden kaldırma yoluyla dış tehlikelere kar­


şı bir korunma sağlanabilmekte, oysa içten gelen tehlike
durumunda sakınmanın bir faydası olmamaktadır. Ortaya
attığım bu düşünce yanlış olmamakla beraber satıhtadır.
Çünkü içgüdüsel emir kendi içinde bir tehlike olmaktan zi­
yade gerçek bir dış tehlikeyi, yani erkekliği kaybetme kor­
kusunu getirdiği için önem kazanır. Böylece fobilerde te­
mel olarak bir dış tehlikenin diğeriyle yer değiş ti rdiği or­
taya çıkmaktadır. Gerçek şudur ki, fobilerde ego, sakınma
ve engelleme yoluyla endi şeyi bertaraf edebilmektedir. Bu
durum endişenin sadece e t ki leyici b i r sinyal olduğu fikri­
ne uygun düşmektedir.
Yani hayvan foqisin i n doğurduğu endişe, egonun tehli­
keye karşı gösterdiği etkileyici bir tepkidir. O laydaki endi ­
şeyle, tehlikeli durumlarda egonun normal olarak dışarı vur­
duğu korku arasında, ilkinin şuural tında olduğu ve şekil
değiştirerek şuurüstiine çıktığı gerçeği dışında hiç bir fark
yoktur.
Sanırım, aynı faraziyeyi büyüklerin fob i lerine de uygu­
layabiliriz. Bu defa, nevrozun hazırladıği mu hteva daha kar­
maşık olmakla beraber, aynı fikir üzerinde durmamızda bir
sakınca yoktur. Temel olarak, durumlar aynıdır. Meselfı,
agorafobiden muzdarip olan bir insan, içgüdüsel tehlikeden
kaçabi lmek için egosunu kısıtlama yoluna gider. Söz konusu
içgüdüsel tehlike erotik isteklerine boyuu eğme temayü lü­
dür. Bunlara boyun eğmek ise çocuklukta olduğu gibi, ha­
dım edilme korkusunun ya da benzer bir korkunun yeniden
doğması demektir. Örnek olarak, fahişelerin cilvelerine bo­
yun eğmek istemeyeR ve frengiye yakalanmaktan korkan
agorafobik bir genç adamı verebilirim.
Çoğunlukla olayların daha karmaşık bir yapıya sahip
olduğu doğrudur. Birçok bastırılmış içgüdüsel sebepler bi-

53
ÇOCUKLARDA HAYVAN FOBİSİ ÜZERİNE

rer fobi olarak ortaya çıkabilirler ama, genel olarak, yar­


dımcı bir rol oynarlar ve kural olarak nevrozun çekirdek
muhtevasına bağlı kalırlar. Agorafobinin semptomlarını kar­
maşık hale sokan, egonun vazgeçtiği şeyle yetinmeyip, tehli­
keli dunımu ortadan kaldırmak için faaliyete geçmesidir. Bu
ilave ölçü genellikle çocukluk çağına ( aşırı durumlarda, ra­
hime, bugünün tehlikelerinden uzak olduğu devirlere ) doğ­
ru bir gerilemedir. Bu durumda agorafobik, ancak yanında
çok güvendiği b iri olursa sokağa çıkına cesaretini göstere­
bilmektedir. Gene aynı neviden güvenlik şartlan içinde yal­
nız dışarı çıkabilmekte ama yabancıların bulunduğu kesim­
l erden ve bilmediği yerlerden uzaK: durmaktadır. Bu özel du­
rumların seçiminde nevroz yoluyla ona hükmeden çocuksu
güdülerin tesiri ortaya çıkmaktadır. Bu çeşit çocuksu geri­
leme olmadan bile, yalıuz kalma korkusu kendi kendini tat­
min temayülü defedebilmektedir. Çocuksu gerileme zamana
göre artık çocuk sayılmayan kişinin içinde bulunduğu şart­
lara bağlı olmaktadır.
Kural olarak belli durumlarda karşı karşıya kalınan en­
dişe krizleri sonunda, fobiler ortaya çıkmaktadır. B u, yol­
da, trende ya da yalnızken de olabilir. Bir an için enuişe
silinir gibi olsa da emniyetin azaldığı ya da varlığının his­
sedilmediği ortamlarda yeniden ortaya çıkar. Fobik meka­
nizma, mükemmel işleyen bir savunma tarzıdır; bir ölçüye
kadar da güvenilir bir dayanaktır. Artık semptoma yönel til­
miş bulunan savunma mücadelesinin devamı, elzem olm asa
da sık rastlanan bir haldir.
Fobik endişeler hakkında öğrendiklerimizi zorlanma
nevrozuna da uygulayabiliriz. Zorlan ma nevrozunu fobi ha­
line indirmek pek de zor değildir. Semptomları meydana
getiren itici güç burada egonun süper egoya karşı bir kor­
ku beslemesidir. Süper egonun düşmanca davranışı egonun

54
ENDİŞE

'
kaçınması gereken bir durumdur Burada yansıma hal i ek­
siktir. Tehlike tamamen dahile maledilmiştir. Ama egonun
neden süper egodan korktuğunu araştıracak olursak, süper
ego tarafından taksim edilen cezanın hadım edilme cezası­
nın bir uzantısı olduğu sonucuna varırız. Nasıl süper ego,
şahsiyeti kaybolan babanın yerini almışsa, hadım edil me
korkusu da belirsiz, sosyal bir end işeye ya da vicdan aza­
bına dönüşmüştür. Ama bu endişenin sigortası mevcu t tur.
Ego emirleri yerine getirip savunma usullerine harfiyen
uyar. Bunu yaparken engelle karşı laşacak olursa, endişenin
eşi t i olarak nitelendirebileceğimiz son derece raha tsız edici
bir duygu ortaya çıkar. Endişe tehl ikeli bir duruma karşı
gösterilen tepkidir. Egonun kaçış ya da engelleme planı sa­
yesinde altedilebilmektedir. Diyebiliriz ki semptomlar end i­
şenin doğumunu engellemek için yaratılmışlardır ama bu
çözüm yalnızca satıhta kalmaktadır. Semptomların endişenin
alarm yerd iği tehlike durumunu bertaraf et mek üzere orta­
ya çıktı klarını söylemek daha yerinde olur. Şimdiye kadar
incelediğimiz olaylarda bu tehlike , hadım edilme korkusu
ya ela onun bir türevi olarak ortaya çıkm ı ştır.
Eğer endişe egonun tehlikeye karşı gösterdiği tepkiyse,
o zaman ego ve hadım edilmeye güvenemeyiz. Doğumla, il­
gili nevrozları da hayat-ölüm endişesinin d irekt bir sonucu
sayab il iriz. Son savaşın nevrozlarını inceleyen gözlemci lerin
çoğu da aynı yolu takibetmiş ve cinsiyeti hiç işe karıştır­
madan, kendini sıkma içgüdüsünün nevroza yol açtığı or­
taya çıkarılmıştır. Üsteli k b u durumda psi koanalizin kar­
maşık hipotezlerine de ihtiyaç yoktur. Bu nevrozla ilgili
güvenilir bir olay analizin olmaması gerçekten üzüntü verici
bir d urumdur. Cinsiyetin ahlak! açısına karşı çıkma değil
de, bu tür analizlerin eksikl iği yüzünden endişe ve semp­
tom meydana gelmesi arasındak i ilişki hakkında bir fikir

55
ÇOCUKLARDA HAYVAN FOBlSl ÜZERİNE

edinemcyişimiz bizim için bir kayıp olmaktadır. Günlük ha.


yalın daha basit nevrozlarının yapıları hakkında öğrendiği·
miz kadarı ile nevrozun, zihin mekanizmasının derinindeki
şuuraltı seviyesinin yardımı olmaksızın sadece tehlikeye ma­
ruz kalmış olmaktan ötürü ortaya çıkması imkansız gibidir.
Her nasılsa, şuural tında hayatın çöküşü kavramı mıza muh­
teva teşkil edecek bir durum yoktur. Hadım edilme, günlük
barsakları boşaltma işlemi ve sütten kesilirken ana göğsün­
den uzaklaşma gibi durumların yard ımıyla belirlilik kazana­
bilmekte ama ölüm tecrübe edilemediği, yaklaşılmış olsa bi­
le bayılma gibi hiç bir iz bırakmadığı için ne olduğu bilin­
memektedir. Bu sebeple hadım edilme korkusunu ölüm kor­
kusuna benzetmeyi düşünebiliriz. Bu arada egonun tepki
gösterdiği durum, her tehlikeye karşı koyabilecek güvenliği
ortadan kaldıran kader kuvveti ni n etkisiyle, yasaklanan ya
da koıuyucu süper ego tarafından terk edilen haldir. Bu­
nun yanı sıra nevrozla neticelenen tecrübelerde aşırı kuv­
vetli itmelere karşı koyan dış koruyucu mekanizmanın bo­
zulduğunu, zihni araçlarla aşın heyecan birikimi ol duğunu
göz önünde bulundurmamız gerekir. Böylece ikinci ihtimal
olarak endişe sadece etkileyici bir sinyal olarak kalmamak­
ta, durumun gereklerine göre yeni bir biçim olmaktadır.
Yukardaki formülle, yani devamlı şekilde nesne kaybı·
na uğramakla egonun hadım edilme için hazırlanması bize
endişe ile ilgili yeni bir kavram ilham etmiştir. Şimdiye ka­
dar etkileyici bir sinyal olarak kabullendiğimiz bu durum,
artık gözümüze bir hadım edilme tehlikesi konusu, ya da
bir kayba ya da ayrılığa gösterilen tepki şeklinde görünecek­
tir. İ lk anda akla gelebilecek düşünceler buna uygun düşme­
se de, sonunda iddiayla bağdaşan bir mefhuma rastlayaca­
ğımız muhakkaktır. İ n sanın ilk endişe tecrübesi doğum sı­
rasında vuku bulmaktadır. Bu da bir yerde, anadan ayrıl-

56
ENDİŞE

manın yarat tığı sonuçtur. Bunu, çocuğu penise eşitleyece­


ğimiz bir denklemle izah edecek olursak, anadan ayrılma­
yı anamn hadım edilmesine benzetebiliriz. Şu halde endi­
şenin her ayrılıkta bir kopma, uzaklaşma sembolü olarak
tekrarlandığını düşünmek tatminkar olabilir. Ama bu fikir
uygulama alanında başarılı sonuçlar vermeyecektir. Çünkü
başka bir açıdan bakacak olursa doğum anadan ayrılma
tecrübesi olarak benimsenmeyebilir. Nesne rolünde olan ana
bu durumda narkisist fetüse tamamıyla yabancıdır. Uygula­
yacağımız diğer bir düşünce tarzı ise ayrılığa gösterilen tep­
k ileri bilmediğimiz ve bunları endişe değil de, derin üzün­
tü ya da yas biçiminde yaşadığımız şeklinde olabilir. Hatır­
larsak, yas tutmanın neden bu kadar acı verdiği bizce hala
meçhuldür.

57
ENDİŞENİN ANALİZİ

Artık harekete geçme zamam gelmiştir. Bütün çabamız


endişenin tabiatını ortaya koyacak, gerçeği yanlıştan ayırdc­
debi lmemizi sağlayacak bir yol bulmak tır. Ama endişe ko­
lay içinden çıkılır bir kavram olmadığından sonuca rnrmak
güç olabilir. Buraya kadar olan incelemelerimizin sonunda
elimize aralarında tarafsız bir seçim yapamayacağımız çe­
lişkilerden başka hiç bir şey geçmemiştir. Şimdi bunun ter­
sini uygulayıp taraf tutmadan endişe hakkında bütün bil·
diklerimizi bir araya getirmemiz ve probleme acele bir çö­
züm bulma fikrinden bir s üre için vazgeçmemiz gerekir.
Endişe hissedilen bir haldir. Buna etkileyici bir durum
demekle beraber aslında etkinin de bir tarifini yapamayız.
Endişenin duygu olarak nahoş bir nitelik taşıdığını bilsek
bile bu, onun kal itesini tarif için yeterli değildir. Her zevk
alamama durumunu ( haz yoksunluğu ) endişe olarak nite­
lendiremeyiz. Nahoş nitelik taşıyan daha birçok his ( zihni
tansiyon, üzüntü, ıstırap) vardır. Bu sebeple haz eksikliği
ya da yokluğunun yanı sıra, endişeyle ilgili başka özellikler
de bulmamız gerekir. Bu çeşitli duyguların arasındaki fark­
ları anlayıp anlayamayacağımız gerçekten merak edilecek bir
konudur.
Her şey bir yana, endişe hissi bizim için öğretici olabi­
l ir. Bünyesindeki haz yoksunluğunun niteliği değişik bir an-

58
ENDİŞE

lam taşımaktadır. Ama tarifi çok güç olan bu özel niteliğin


yanı sıra, belli organlarla ilgili ol duğunu bildiğimiz kesin fi­
ziki hislenmeler de dikkati çekmektedir. Burada endişenin
fizyolojisi bizi ilgilendirmediği için dikkatimizi, bu hislenme­
lerin özel örnekleri, mesela en çok bilinenlerden olan solu­
num organları ve kalple alakası olanlar üzerinde toplama­
mız faydalı olur. Bunlar hareketle ilgi l i dahili sinir faaliyet­
lerinin tamamıyle endişe hadisesinin içinde rol aldığının de­
lilleridir. Bu durumda endişenin analizi bize şu sonuçları
verir : 1 ) Özel bir haz alamama durumu, 2 ) Dışa vurma ya
da boşalma hadisesi , 3 ) Bunların idraki.
İ kinci ve üçüncü kendi içlerinde bl!nzerlerinden farklı
bir görünüm arzederler. Mesela üzüntü v e kederdeki duru­
mun aksine, bünyelerinde değişiklikler gösterirler. Üzüntü
ve kederde dışarı vurulanlar dahili bir rol oynamaktan uzak­
tırlar. Bunların varlığı, bütün hadisenin temel taşları ola­
rak değil de, incelenen hissi duruma karşı doğan tepkilerin
sonuçları şeklinde değerlendirilebilir. Sonuç olarak , endişe,
kesin yollar çizerek ilerleyen hareket boşalımının eşlik e t l i­
ği özel bir haz alamama durumudur. Genel bakışa uygun
olarak endişenin altında giderek artan bir heyecanın yattı­
ğım düşünebiliriz. Bu artış hem haz alamama niteliğinin s0-
nımlusu olmakta hem de yukarda sözü geçen boşalma i le
giderilmektedir. Gene de bu fizyoloj i k özet bizi tatmin et­
meye kafi gelmez. Zihnimizde endişenin onu içe ve d ışa sev­
keden parçalarını bir arada tutan tarihi bir unsunın varol­
duğu fikri belirir. Diğer bir deyişle, endişe hali tahrikteki
artışın gerekli şartlarını içinde toplayan bir tecrübenin ese­
ridir. Buna boşalım için takibedilen yolların varlığını da
eklersek, endişedeki haz alamama unsurunun özelliğine ulaş_
mış oluruz. Bunun tipik bir örneğini insanın doğuşunda gö­
reb iliriz. Bu sebeple endişe hali, doğum olayının bir tek-

59
ENDİŞENİN ANALİZİ

ran şeklinde düşünülebilir.


Bunu yaparken etkileyici durumlar arasında endişeye
özel bir yer vermiş olmayız. Çünkü inancımıza göre, d iğer
etkilenmeler de organizma için gerek l i geçmiş tecrübelerin
bir tekrarıdır. Bunlar arasında evrensel , özel, yaradılışla il.
gil i isteri krizleri, isteri ile ilgili nevroz nöbetleri açısından
bir mukayese yapacak olursak, analiz sonucu, eldeki hafıza
sembollerinin başlangıç ve önemi açıkça ortaya çıkar. Ö te
yandan bu fikrin diğer etkilenmeler için de geçerl i olduğu­
nu göstermek yerinde olur ama henüz bunu başarmamız
mümkün değildir.
Endişeyi doğum tecrübesiyle bağdaştırmak için birçol�
itirazlara cevap vermek gereklidir. Endişe hemen hemen bü·
tün organizmalara has bir tepkidir, ama doğum sadece me­
meliler için geçerli bir olaydır. Bu yüzden ortaya bir tartış­
ma konusu çıkmaktadır. Sonuç olarak doğum olayı ol mak­
sızın da endişe hali mevcuttur. Bu itirazla birlikte psi koloji
sın ırlarını aşıp biyolojiye giriyoruz demektir. Çünkü endi­
şenin tehlike durumlarına tepki olarak, biyoloj i k açıdan
gerekli olan faaliyeti, başka organ izmalarda değişik yollar­
la da sürdürülebilmektedir. Bu arada insanda olduğu gibi
insanların dışındaki yaratıklarda da, endişenin aynı muh­
tevaya sahip olup olmadığı bizce meçhuldür. Ama bütün bun­
lar endişenin insanda doğum olayına benzediği fikrini en­
gellemeye yeterli değildir.
Endişenin yapısını ve kaynağını böyle kabul edersek baş..
ka bir soruyla karşılaşırız. Görevi nedir ve hangi durumlar­
da tekrarlanır? Cevap apaçık ortadadır. Endişe tehlikeli bir
duruma tepki olarak ortaya çıkmakta ve durumun her tek­
rarlanışında düzenl i olarak yeniden kendini göstermektedir.
Bu konuda daha söylenecek çok söz vardır. İ lk endişe
durumuna eşlik eden hareketle ilgili sebepler, en az ilk is leri

60
ENDİŞE

nöbetinin adale har.eketleri kadar anlamlı ve faydalıdır. İ s­


teri krizini anlatmak gerekirse, hareketlerin duruma uygun
davranışların bir parçası haline geldiği anı ortaya koymak
yeterlidir. Böylece, doğum sırasında, sinir sebeplerinin so­
lunum organlarına yöneltilmesinin ciğerlerin çalışmasına
yardımcı olan bir ön hazırlık olması, kalp atışlarının kan­
daki toksik maddelerin birikimine engel olmak için hızlan­
ması mümkündür. Bu faaliyet endişe durumunun sonraki
tekrarında yer almadığı gibi, tekrarlanan isteri nöbetinde
de göze çarpmaz. Bu sebeple, kişi yeni bir tehlikeyle karşı
karşıya kaldığında buna uygun bir tepki göstereceği yerde,
eski tehlikeye tepki olarak gösterdiği endişeyi öne sürerse
elverişsiz bir durum ortaya çıkabilir. Eğer tehlikenin idra­
ki çabuk olmuş ve endişe patlamasıyla sinyal verilmişse tep·
kinin uygunluğu meselesi yeniden ortaya çıkar. Endişe der­
hal tehlikeyle başa çıkabilecek daha elverişli ölçülerle yer
değiştirir. Endişenin görünümüyle ilgili iki ihtimal vardır :
Yeni tehlike haline uygun düşmeyen i le sinyal verip böyle
bir durumdan kaçınmayı sağlamaya çalışan.
Peki ama « tehlike» nedir? Doğum hareketinde hayatın
kendisi ile ilgili objektif bir tehlike mevcuttur. Bunun ne
olduğunu gerçek anlamıyla hepimiz biliriz. Doğumla ilgili bu
tehlike henüz ruhi bir muhteva taşımamaktadır. Ne de olsa
bu safhada fetüsün, ölümle sonuçlanabilecek bir tecrübe
içinde olduğunu bilmesine imkan yoktur. Fetüs narkisistik
libidosundan doğan büyük rahatsızlık dışında her şeyden ha­
bersizdir. Artan heyecanın yarattığı baskı, rahatsız edici his­
ler doğurmaya başlamıştır. Burada « tehlikeli durum» dam­
gasının varlığını açıklayacak bir del i l var mıdır?
Ne yazık ki, yeni doğan bebeğin zihni dunımu hakkın­
da elimizde fazla bilgi yoktur. Yukardaki tarifiminin fay­
dalılığı hakkında bile kefalette bulunamam. Yeni doğmuş

61
ENDİŞEN İ N ANAL i Zİ

çocuğun ona doğum olayını hatırlatan her durumda yeni­


clen endişeye kapılacağım söylemek kolaydır. Asıl önemli
olan neyi, nasıl hatırladığıdır.
Bebeğin, ya da büyümekte olan çocuğun endişeye kar­
şı hazırlandığına işaret eden fırsatları beklemekten başka
çaremiz yoktur. «Dağımı. Olayı» adlı eseriyle, çocuğun ilk
fobileri ve doğumun etkileri arasındaki bağlantıyı ispatla­
maya çalışan Rank, bence olumlu bir teşebbüste bulunmuş
sayılmaz. Buna yöneltilmiş iki tcnkid vardu-. İ lkine göre
doğum sürecinde çocuk, yenilenmeleri doğum olayının hatır­
lanmasına sebep olabilecek, özellikle gözle görülür his tesir­
lerinin alıcısı durumuna gelmektedir. Bu faraziye hem ispat
edilememiştir, hem de im kansız görü nmektedir. Doğum ha­
reketi sırasında çocuğun genel hisler dışında duygulanma­
lara maruz kaldığı pek akla uygun gelmemektedir. Eğer ço­
cuk daha sonra deli klere girip çıkan küçük hayvanlara kar­
şı bir korku beslemeye başlamışsa, Rank bunu çocuğun far­
kı nda .olamayacağı bir benzerliğin idraki olarak açıklamış­
tır. İ kinci olarak Rank daha sonraki endişe hallerini değer­
lendirirken, hafızayı uterustaki rahat yaşantıdan ya da ola­
yın gelişine göre , doğumla ilgili raha tsızlıklardan ınesul tut­
muştur. Böylece, yorumlarda rastgele bir davranışa meydan
vermiş olmaktadır. Bu çocuklu k endişesinin anları tek tek
incelendiğinde, Rank'ın kuralı suya düşmektedir. Eğer ço­
cuk karanlıkta tek başına bırakılırsa yeniden u teruse dön
meye benzer bir . hal yaratılacak ve bu gibi hallerde rahat
yaşantının bozulması ile ilgili hatıralar yüzünden çocuğun
tepkisi endişe duymak olacaktır.
Her şeye rağmen çocukluğun ilk fobilerini doğrudan
doğruya doğum olayının çocuk üzerinde bıraktığı tesire bağ­
lamak doğru değildir. Bu sebeple fobiler şimdiye kadar ke­
sinlikle açıklanamamışlardır. Çocuğun endişeye karşı belli

62
ENDİŞE

bir meyli olduğu doğrudur. Bu, ruhl gelişmenin ilerlemesiy·


le kendini gösterir ve çocukluk sırasında bel li bir süre de­
vam eder. Bu tür erken fobiler belli sürenin dışına çıkıp
uzarlarsa, daha sonraki çocukluk devresindeki kesin nevroz­
larla aralarında bağlantı olup olmadığı kesin olmamakla bir­
li kte sinirsel bir rahatsızlığın varlığını ortaya koyarlar.
Çocuklukta endişenin, bizce bilinen birkaç ifadesi var­
dır. Böylece yalnız kalma, karanlıkta kalma ve çocuğun gü­
vendiği kişinin yerinde bir başkasını bulması gibi durum­
lar tek bir sona, sevilen ya da ar.m edilen kişinin kaybedil­
mesine bağlanabilir. Bu nok tadan sonra endişeyi anlamak,
çelişkileri gidermek kolaylaşacaktır.
Arzu edilen kişi hafızada önce hayal şeklinde belire­
cektir. Ama bunun sonu yoktur. Bu sebeple ar.lu endişeyle
yer değiştirir. Burada endişe acizliğin bir ifadesi olabilir. Az
gelişmiş yaratık isteğini ne şekle sokacağını bilememektedir.
Böylelik le endişe nesnenin yokluğunun idrakine karşı bir
tepki halini almaktadır. Hadım olma korkusunda da çok
değer verilen bir nesneden uzaklaşma endişesi olduğunu lıa­
Lırlarsak, iki durum arasında benzerlikler olduğu gözümü­
ze çarpacaktır. Ve temel endişe yani doğumun « İlkel endi­
şesi» anadan ayrılma sebebine dayanmaktadır.
İ kinci faraziye bizi nesnenin kaybının etkisinden uzak­
laştırır. Eğer çocuk annesini görme arzusuyla kıvranıyorsa
bunun sebebi annenin, bütün i htiyaçlarını anında göreceği­
ni bilmesidir. Çocuğun «tehlike» olarak değerlendirdiği du­
rum , haz alamadığı bir hal, ihtiyaçlarının yerine getirilme.
yişinden doğan bir gerginlik artışıdır. Çocuk bu durumda
çaresizdir. Sanırım bundan sonra her şey yoluna girmekte­
dir. Sebeplerin ( saiklerin ) boşalıma yardımcı olacak fiziki
bir çaba olmadan, istenmeyen bir ağırlık ve yorgunluğa ulaş­
tığı mahrum iyet durumu çocuğa doğum olayını hatırlatmak-

63
ENDİŞEN İN ANALİZİ

la, yani tehlike halinin tekrarını belirlemektedir. İki duru ­


mun ortak yanı arlan sebeplerin düzene sokulması gereği·
dir. Bu ortak fak tör « tehlike»nin esasıdır.İ ki olayda da en­
dişeye tepki gösterilmektedir. Bu tepki çocuğun, endişesini
solun u m ve seslenme yoluyla boşaltması ile ilgilidir. Ana­
nın çocuğun yanına gelişi, daha önce iç sebeplerin solunum
faal iyetleri ile giderilmesinde olduğu gibi boşalıma yararl ı
olmaktadır.
Harici ve gözle görülür bir nesnenin doğumu hatırlatan
tehlike durumuna son verebileceğini tecrübeyle ispatlaya­
biliriz. Bunun yanı sıra tehlike mu htevasının nesne kaybı­
na dönüşmesi gibi bir durum ortaya çıkmaktadır. Bu du­
rumda, annenin yokluğunun idraki, henüz korkulacak bir
durum yokken bile çocuğun endişe sinyali vermesine sebep
olan bir tehlike şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu değişim
kendini koruma yolunda atılan ilk büyük adımdır. Aynı za­
manda otomatik, sebepsiz endişeden, amaca uygun olarak
tehlike sinyali verme durumuna geçişi ifade etmektedir.
Endişenin hem otomatik bir hadise olması, hem de em­
niyet sinyali olarak kabul edilmesi bir noktada çocuğun bi­
yoloj ik açıdan olduğu kadar ruhi açıdan da zayıf ve yar­
dıma muhtaç olduğunu ispatlamaktadır. Doğum endişesiy­
le, çocukluk devri endişesinin anneden ayrılma noktasında
şaşırtıcı bir benzerlik kazanması psikolojik bir açıklamayı
gerek tirmez. Başlangıçta biyolojik olarak fetüsün bütün ih­
t iyaçlarını fiziki mekanizmasıyla karşılayan anne, doğumdan
sonra bu sefer başka yollardan olmakla beraber gene aynı
görevi sürdürmektedir. Rahimdeki hayat ve ilk çocukluk
devresi sandığımızdan çok daha uzun bir süreç meydana
getirmektedir. Biyolojik fetüs durumu ruhi ana-nesneyle
yer değiştirmiştir. Çocuğun rahimde yaşadığı s ürece anne
bir nesne değildir; zaten bu devrede nesnelere ihtiyaç yok­
tur.
64
ENDİŞE

Bu süreçte tehlikeli c.lu rumu bertaraf etmek için veri­


len sinyalden başka bir endişe faaliyetine rastlanmaz. En­
dişenin ön hazırlığı olan nesne kaybı, şimdi değişik anlam­
lar kazanmıştır. Endişenin son şekl i olan hadım ed ilme kor­
kusu aynı şekilde şartlandırılmış bir ayrıima endişesidir.
Buradaki tehlike, cinsiyet organından ayrılma korkusudu r.
Ferenczi'nin mantıklı düşünce dizisi tehlike durumunun ön­
ceki muhtevasıyla bir bağlantı kurmamızı m ümkün kılar.
Penise atfedilen yüksek sarkisistik değer, bu organa sahip
olmanın anne ya da onun yedcğiyk yeniden birleşmeyi sağ_
!ayacak bir garanti olabileceği gerçeğinden doğmaktadır. Bu
organdan yoksun bırakılma anneden ikinci ayrıl ığa delalet
etmektedir. Böylece, gene acz durumu, ihtiyacın karşılanma­
masından doğan rahatsız edici gerilimle son bulmaJ... tç_.dır.
Artmasından korkulan bu ihtiyaç artık özel l ik kazanmış, cin­
si libidonun bir ihtiyacı olarak çocu kluk devri nde olduğu
gibi belli bir yer elde etmiştir. Burada rahime dönme haya­
linin, ( hadım edilme korkusuyla engellenmeye uğramış ) ik­
tidarsız erkeklerdeki birleşme arwsunun bir çeşidi olduğu­
mı belirtmek isterim. Ferenczi'nin formiiliiıı ü göz önüne ala­
cak olursak, cinsiyet organmı rahime dönme amacıyla kul­
·1anan bir insanın aslında biiLün vücudunu bu organla tem­
·sil ettiğini ileri sürebiliriz.
Çocuğun gelişimindeki aşamalar, artan bağımsızl ığı, zih­
ni araçların giderek faal iyetlere göre farkl ılaşması , yeni ih­
tiyaçların doğuşu muhakkak ki tehlike durumunun muhte­
·vasını bir ölçüde etkileyecektir. Anne-nesnenin kaybından
hadım edilmeye kadar muhtevadaki değişim incelendiğin­
den, süper egonun kuvvetiyle ilgili ikinci adıma eğilmek ye­
rinde olur. Hadım edilme korkusunu uyandıran ebeveynin
şahsiyet ya da şekil değiştirmesiyle tehlike büsbütün belir­
:siz bir hal alır. Hadım edilme korkusu vicdan korkusuna

65
ENDİŞENİN ANALİZİ

yani sosyal endişeye dönüşür. Artık korkulanın ne olduğu­


na işaret etmek imkansız gibidir. «Ayrılma, sürüden kop­
ma» formülü ancak süper egonun sosyal modellere benze­
yerek sonradan şekillenen kısmına uygulanabilir. Daha ge­
nel terimlerle ifade edecek olmsak, bu, süper egonun kız­
gınlığı ve cezası, sevgisinin eksilmesi anlamına gelmektedir.
Hatta ego bu sevgi eksilmesi karşısında tehlike çanlarını
çalmakta ve endişe sinyali vermektedir. Süper egonu n kor­
kusunun uğradığı son değişim ölüm-hayat endişesi, yani
süper egonun kader kuvveti üzerine yansıması korkusudur.
Daha önce bastırmada geri itilen cathexisin endişe şek­
linde boşaltıld ığı fikrine işaret etmiştim. Ama bugün bu dü­
şünce önemini kaybetmiştir. Fark şuradadır ki, önceleri en­
dişenin ekonomik bir süreçten otomatik olarak doğduğu
inancındaydım. Oysa bugün endişe, zevk-acı mekanizmasını
etkilemek amacıyla, ego tarafından, gönderilen bir sin�aJ
olarak kabul edilmektedir. Egonun tesir yara tmak için bas­
tırmada geri itilen cathexisin serbest bıraktığı enerj i kada­
rını kul landığı gerçeği faraziyede bir çelişki yaratmamakta­
dır. Ama enerjinin hangi yansıyla faaliyete girişildiği soru­
su git tikçe önemini kaybetmiştir.
Bir zamanlar ortaya attığım bir iddiayı, yeni faraziye­
m izi n ışığı altında yeniden incelemek yerinde olur. İ ddiaya
göre endişenin gerçek yeri egodur. Sanırım bu cümlenin
doğruluğu ilerde ispatlanabilecektir. Yani süper egonun her­
hangi bir endişe ifadesi ile ilgisi yoktur. Ama mesele « İdin
endişesi» i le al:lkalıysa, insan yanlış ifadeyi düzeltebilmek
için, olanın aksini söylese de pek başarı sağlayamaz. Ego­
mın aksine, id, korku nedir bilmez. Endişe sadece ego tara­
fından hissedilebilen hassas bir durumdur. İ d ise bir teşki­
lat olmadığından, tehl i ke durumlarını hesaplayamaz. Tersi­
ne. egoya endişeye düşme fırsatı veren, idde başlayıp uygu-

66
ENDİŞE

lanan süreçler de sık sık göze çarpan olaylardır. Aslında ilk


bastırmalar, sonrakilerin çoğunluğu gibi, egonun şu ya da
bu konuda idden korkması sonucu meydana gelmişlerdir.
İ ki' olayı birbirinden ayıracak kuvvetli sebepler vardır : İ d­
deki bir olay, egonu n karşısında hassas olduğu tehlike hal­
lerinden birini harekete getirmekte ve ego engel lemeyi sağ­
lamak için endişe sinyali vermektedir. Böylece idde doğum
olayına benzer bir durum gelişmekte ve otomatikman endi­
şeye karşı bir tepki meydana getirmektedir. Arzu edersek iki
olayın birbirine daha yakın olduğunu gösterebiliriz. İ kinci
korku ve tehlike hali birinciye tekabül etmekte, birincisi
de daha sonra ondan türeyen tesadüfi endişe hallerinin kar­
şılığı olmaktadır. Meseleyi gerçekten varolan düzensizlikler­
le açıklayacak olursak, ikinci durum « gerçek» nevrozlarda
geçerli olmakta, ilki ise ruhi nevrozların bir özelliği olarak
kabul edilmektedir.
Görüyoruz ki eski formülleri değersizlikle damgalayıp
bir kenara atmak yerine onları yeni anlayışımızla bağdaştır­
maya çalışmak daha yerinde bir davranış olacaktır. Cinsi he­
yecanın normal boşalımının bozulmasında, bu heyecanın ru­
hi rahatlıktan uzaklaştığı hallerde endişe doğrudan doğruya
libidodan ortaya çıkmakta, yani karşılanmamış, tatmin edi­
lememiş ihtiyaçtan doğan gerilim karşısında ego zayıf du­
ruma düşmektedir. Böylece önemli bir sonuç doğurrhayaca­
ğl, endişe yoluyla boşalım yapan kullanılmamış libido faz­
lalığı anlamına geldiği aşikar olsa bile, gene de bir ihtimal
daha vardır. Bildiğimiz gibi ruhi nevrozlar, gerçek nevroz­
ları temel tutarak şaşırtıcı bir hız ve kolayl ıkla gelişimleri­
ni tamamlarlar. Bu, egonun geçici bir süre bastırmayı öğren­
diği endişeyi semptomlar yoluyla en aza indirmesi ya da sa­
bit tutması anlamına gelebil ir. Savaş nevrozları ( ki bu te­
rim çok çeşitli rahatsızlıkları içine almaktadır ) analizleri-

67
ENDİŞEN İ N ANALİZİ

nin hepsini incelemek mümkün olsa, bell i bir organın «ger­


çek » nevrozlarla aynı özellikleri taşıdığını görebiliriz.
Çeşitli tehlike durumlarının temel olarak doğum ola­
yından çıktığını gös terirken, daha önce endişeyi yaratan hal­
lerin, sonradan ortaya çıkan tesadüfi durumu tarafından
işl.:::m ez hale getirildiğini iddia edebilmekten uzaktık. Ego­
nun gittikçe ilerleyen gelişimi, değerden yoksun bırakma ve
önceki tehlike durumunu gözden düşürme açısından olduk­
ça büyük faydalar sağlar. Bu sebeple belirli bir gelişme dcY­
rine, ona uygun bir tesadüfi endişe hali tahsis edilmiş ol­
maktadır. Ruh! düşkünlük ve acizlik, egonun az gelişmiş
devriyle ahenk halinde olan bir tehlike arzetmektedir. Nes­
ne kaybının erken çocukluk devrinin bağım lılık safhasına
ait olması gibi, hadım edilme ile süper ego korkusu da bır
tehlike anlamını taşır. Bütün bu tehlikeli haller ve endişe
işaretleri birbirinin yanında yer almak istemekte ve egonun
zaman ında değil de gecikmiş olarak, endişeyle tepki göster­
mesine, ya da birçoğunun aynı anda faaliyete geçmesine se­
bep olmaktadır. Bu arada, eldeki olaya tesir eden tehlike
haliyle, sonuç olarak ortaya çıkan nevroz arasında çok ya­
kın bir alaka olması muhtemeldir*.

{*) Ego ve id arasındaki farklıla.şmanın ortaya çıkışından


beri, bastırma problemlerine olan ilgimiz bir yenilenme saf­
hasına girmiştir. Bu zamana kadar, bastırılmış malzemeyi şuur
altı nda saklama, motor (hareket) boşal ımı önleme ve yedek
semptomlar meydana getirme gibi egoyla ilgili elemanlar üze­
rinde durmakla yetinmiş, b:ı.stmlmış içgüdüsel sebebin belirsiz
bir süre şuuraltında kaldığı fikrini benimsemiştik. Şimdi ise
ilgimiz bastırılanın kaderine yönelmekte ve bu değişmez ısra­
nn da bir kaide olmadığı ortaya çıkmaktadır. Her halü­
karda ana sebep engellemeye uğramakta. amacından sapmakta­
dır. Ama bunun kökü şuur altınd a yer almış, hayatın kıymetten
<li.iı;; ürüci.i ve tamamlayıcı etkisine brşı koyabilmiş midir? Ya-

68
ENDİŞE

Bu incelemeyle ilgili geçmiş konulardan birinde, hadım


edilme korkusuna birden fazla nevrotik rahatsızlıkta rastla­
nıldığını öğrenmiştik. Bu faktörü olduğundan büyük görme­
mek için kendi kendimize ihtar etmiştik. Bu durumda nev­
roza daha meyilli olan dişi cins için bir tehlike yoktur. Ar­
tık hadım edilme endişesi bizce nevrozla sonuçlanan savun­
ma süreçlerinin gerisindeki tek itici güç olmaktan çıkmıştır.
Bir başka yerde küçük kızın hadım edilme kompleksinden,
ılımlı nesne - cathexisine doğru nasıl bir gelişme gösterdiğini
izah etmiştim. Sadece dişilerde ı:ıesne kaybı en tesirli teh­
like durumunu ifade etmektedir. Küçük kızda endişe doğu­
ranın ne olduğuna gelince"hafif bir değiştirmeyle bunun ar­
tık nesnenin yokluğu, ya da kaybı hissi değil de, nesnenin
sevgisinin kaybı olduğunu söyleyebiliriz. Gerçekte isterinin
dişilikle daha yak ın bir bağı (ki zorlanma nevrozu da erkek­
likle yakından alakalıdır) olduğuna göre, endişenin belirle­
yicisi olarak sevgi kaybının isteride oynadığı rol, bir bak ı­
ma fobilerdeki erkekliğin sona ermesi tehdidine ve zorlan­
ma nevrozundaki süper ego korkusuna benzemektedir.

ni önceki varoluşla ilgili eski iş.tekkr h.:ilii varlıklarını koru­


makta mıdı rlar? Cevap gayet açık vı:: kesindir. Bastırılmış eski
istekler hiilii şuur altında mevcu t tur. Faal halde bulunan semp­
tomlar bunun bir ispatıdır. Ama bu cevap yeterli değildir, çün­
kü i k i iht imal arasında belli bir ayırım yapma yoluna gitme­
mektedir. B i r yanda şimdi sadece bütün (cathcctic) enerj ilerini
aktardıklan izleyicileri yoluyla faaliyet gösterebilen eski istek­
lerle ilgili görüş, öte yandan da eski isteklerin bizzat israrlı bir
durum yarat tıkları görüşü yer almaktadır. Bir üçüncü ihtimal
de nevroz sırasında isteğin gerileme yoluyla yeniden harekete
geçirilmesidir. Bu faraziyeleri yabana almamak gerekir. Ruhun
hastalıkla ve normal hayatı hakkında akla gelebi lecek birçok
soru vardır. Odipus kompleksinin çöküşü hakkında yaptığım
çal ışma, bastırma ve eski bir istek ya da sebebin ortadan sili­
nişi arasındaki farkı anlamama yardımcı olmuştur.

69
SEMPTOM VE ENDİŞE ARASINDAKİ İLİŞKİ

Şimdi yapılacak iş semptomların meydana gelişiyle, en_


dişenin gelişimi arasındaki ilişkiyi incelemektir. B u konu­
da geçerli olan iki önemli fikir vardır. Bunlardan b iri endişe­
yi nevrozun semptomu olarak nitelendirmekte, diğeri ise iki­
si arasında daha derin bir ilişki olduğunu ortaya koymak.
tadır. Sonuncu görüşe göre, bütün semptom oluşumu endi­
şeyi bertaraf etmek içindir. Bu semptomlar endişe olarak
boşaltılabilecek ruhi enerjiyi koyvermemekte ve böylece en­
dişe nevrozun temel hadisesi ve ana problemi haline gel­
mektedfr.
Bu ikinci pozisyonu hiç değilse kısn.en ispatlamak ıçın
bazı çarpıcı örneklere ihtiyaç vardır. Daima yanında biriy·
le dışarı çıkmaya alışmış bir agorafobik sokakta yalnız kal­
dığı anda, endişenin saldırısına uğrayacaktır. Zorlanma nev­
rozunda hasta bir şeye dokunduktan sonra elini yıkamak
ister ve bu isteği engellenirse, önüne geçilmez bir endişe­
nin kurbanı olacaktır. Yani eşlik edilmenin şartı ve el yı.
kama zorunluğu, amaç ve sonuç olarak endişe patlamasının
engellenmesi ile ilgilidir.
Endişenin gelişmesini, tehlike hallerine verilen karşılık
şeklinde düşünecek olursak, semptomların egoyu tehlikeli
durumdan alıkoymak ya da kurtarmak için yaratıldıklarını

70
ENDİŞE

söylemek bizce daha uygun düşecek lir. Semptomun meyda­


na gelişi önlendiği takdirde, gerçek tehlike doğmakta, ya­
ni doğum olayına benzer bir durum ortaya çıkmaktadır. Ego
arlık kendini zayıf hissetmekte, içgüdüsel isteğin gittikçe
artan kuvveti karşısında güçsüzlüğünün farkına varmakta­
dır. Diğer bir deyişle, endişenin ilk ve en erken belirleyici­
leri artık elimizdecl!r. Bizim görüş açımızdan, endişe ve
semptom arasındaki il işkiler farzediienden daha az yakındır.
Bu da tehlike halinin iki faktörünün arasına girmemizin so­
nucudur. Buna ilave olarak endişenin gelişiminin semptom
meydana getird iğini söyleyebi liriz. Eğer ego endişe gel işme­
si yoluyla zevk-acı mekanizmasını zorla harekete geçiremez­
se, idde ihtimam gören tehdit edici tehlike sürecine son ve­
recek kuvveti bulamayacaktır. Ayn ı zamanda egonun endi­
şenin gelişimini en aza indirmeye, endişeyi sadece sinyal ola­
rak kullanmaya büyük meyli vardır. Aksi halde içgüdüsel sü­
reç tarafından tehdit edilen haz alamama başka yerde ken­
dini gösterecektir. Bu da sık sık nevrozlarda geçerli olmak­
la beraber, zevk alma kuralının amacına uygun düşmeyen
bi r sonuç yaratacaktır.
Böylece semptom meydana gelmesi neticesinde tehlike
haline son verilmiş olacaktır. Bu olayı iki yönden inceleye­
bil i riz. Bizce pek açık olmayan ilki egonun tehlikeden uzak
tutulması yoluyla idde bir değişim yara tmakta, daha kolay­
lıkla görebildiğimiz ikincisi ise yedek oluşum şeklinde de­
ğiştirilen içgüdüsel sürecin neleri ihtiva ettiğini açıklamak­
tadır.
Eğer semptom meydana gelişi ile i lgili sözlerimizi sa­
vunma sürecine atfedersek etrat1ı bir açıklama yapmamız
gerekir. Burada yedek oluşum yerine semptom meydana gel­
mesi terimi kullanılmıştır. Böylelikle savunma süreci ego­
nun, tehlike tehdidini savuşturmak için uyguladığı kaçışla

71
SEMPTOM VE E NDİŞE ARASINDAKİ t LtŞKİ

eş anlam kazanmaktadır. Bu mukayeseye karşı çı kan farazi­


yeler durumu aydınlatabilirler. İ l k olarak, nesne kaybı ( nes­
nenin sevgisinin kayb ı ) ve tehdit eden dış tehlikelerin aç.
lıktan kudurmuş bir hayvan kadar korku verici olduğu ve
bunların içgüdüsel tehli keler olmadığı itirazını incelememiz
gerekir. Bu sefer durum oldukça değişi ktir. Ne şekilde dav­
ranırsak davranalım aç bir kurdun saldırmasını önleyemeyiz.
Ama sevilen kişinin sevgisini sakınacağını düşünemeyiz. Bu
sebeple içimizde bazı arzu ve istekler beslemesek bile ha­
dım edil meyle tehdit edilmememiz gerekir. Böylece bu iç­
güdüsel sebepler dış tehlikenin ön hazırlığı olmakta \"e ken­
dileri de bir teh like kaynağı teşkil etmektedirler. Artık bu
durumda içten gelen tehlikelere karşı kullandığımız ölçüle­
ri , dış tehlikelere karşı da kullanabiliriz. Hayvan fobilerin­
de tehlike gene d ıştan gelmekte, ve semptomda olduğu gibi
dıştan bir yeı· değiştirmeye uğramaktadır. Zorlanma nevro­
zunda tehlike büyük ölçüde içe dönük bir hal almıştır. Sii·
per egonun korkusunun sosyal endişe olarak adlandırab ile­
ceğimiz kısmı, hala dış tehlikenin yerini alan bir iç yedeği
temsil etmekte, vicdan korkusu olarak nitelend iri len ikinci
kısım ise tamamıyle iç ruhi bir durum arzctmektedir.
İkinci i t iraza göre bizi tehdit eden dış tehlikeden ko­
runmak için bütün yaptığımız, bizi tehdit edenle aramızda­
ki mesafeyi arttırmaktır. Tehl ikeye karşı savunma vaziyeti
al maz, tehli keyi herhangi bir şekilde değiştirmeye çal ışma­
yız. Bunun aksi, mesela b ize saldıran kurla sopayla vur­
mak ya da ateş etmek olacaktır. Oysa savunma süreci , ka­
çış duruınunup. <la dışına taşarak tehdit eden içgüdüsel sü­
reci önlemekte, nasılsa onu bastırıp amacından saptırarak
zararsız hale koymaktadır. Bu kuvvetli i tirazı yabana atma­
mamız gerekir. Bu arada rahatlıkla bir kaçış denemesiyle
mu kayese edebileceğimiz savunma süreçleri de vardır. Di-

72
ENDİŞE

ğerlerinde ise ego daha hareketli bir direnme göstermekte,


kuvvetli ölçüler uygulamaktadır. Ama kaçışla savunmanın
mukayesesi, ego ve iddeki içgüdüsel i l menin aynı teşkilatın
parçalan olması sebebiyle önemsiz bir hal almıştır. Bun­
lar kurt ve çocuk gibi birbirlerinden ayrılmamakta, böyle­
likle ego açısından, her davranış şekli içgüdüsel süreç üze­
rinde tamamlayıcı bir etki göstermektedir.
Endişeyle ilgili durumların incelenmesinde savunma ya­
pan egonun davranışını mantık açısından ele almamız gere­
kir. Her tehlike hali belli bir hayat safhasına ya da ruhi
gelişime tekabül etmektedir. Erken çocukluk devrinde or.
ganizma gerçek anlamda fiziki olarak, i ç ya da dıştan gelen
büyük dozda heyecanla başa çıkacak şekilde teçhizatlanma­
mı ştır. Hayatın belli bir safhasında şahsın en büyük isteği
güvendiği insanların alakasından yoksun kalmamaktır. Er­
kek çocuk kuvvetli babasını kendine rakip olarak görmeye
başlar ve babasına karşı geliştirdiği saldırgan temayüllerle
annesine karşı duyduğu cinsi isteğin farkına varırsa, ondan
korkmakta haklıdır. Onun tarafından cezalandırılmak kor­
kusu hadım edilme korkusu şeklinde ortaya çıkabilir. Vic­
dan ve süper egonun korkusu çocuğun sosyal bir varlık ol­
masında önemli rol oynayacaktır. Bu adımın geçişti ri l mesi
ciddi çelişki ve tehlikelere yol açabilir. Bu noktada yeni bir
problem ortaya çıkmaktadır.
Bir an için endişenin etkisi yerine bir başka etki, me­
sela üzüntünün etkisini koyalım. Bizce dört yaşında bir kız
çocu{,'1.lnun bebeği kırıldı diye, altı yaşında hocası azarladı
diye, on altı yaşında erkek arkadaşı ihmal ettiği diye ve yi r­
mi beşinde çocuğu öldü diye ağlaması gayet normald ir. Bu
üzüntü doğuran durumların her birinin kendine has bir za­
manı vardır ve bu zamanın dışında o devrenin olaylarına
pek rastlanmaz. Ama daha sonraki devrede ortaya çıkan ve

73
SEMPTOM VE ENDİŞE ARASINDAKİ İ LİŞKİ

kesinlik kazanmış olanlar hayat boyunca işleyişlerini devam


ettirirler. Bu küçük kız evlenip anne olduktan sonra, otu·
rup bu çeşit şeylere ağlarsa garip bir durum yaratmış olur.
Ama gerçekte sinir hastaları böyle davranır. Zihinlerinde it­
melerle başa çıkabilecek bütün vasıtaları geliştirmiş, ihti­
yaçlarının büyük bir kısmını kendi başlarına görmeye alış­
mış ve artık hadım edilmenin bir ceza olmaktan çıktığını
öğrenmiş olmalarına rağmen, sanki eski tehlike durumu ha·
ıa olacakmışcasına eski endişelerin tesiri altındadırlar.
Bütün bunların cevabı oldukça uzun ve sıkıcı olacak­
tır, çünkü ilk elde olayın gerçeklerini süzgeçten geçirmemiz
gerekir. Birçok olayda endişenin eski sebepleri geçerlilikle-
- rini kaybetmişlerdir, ama bu arada nevrotik tepkilerin de
önceden ortaya çıkmış olmaları gerekir. Karanlıktan, yaban­
cılardan ve yalnız kalmaktan korkmak küçük bir çocuk için
normal kabul edilebilir ve bunlar i leri bir yaşta kaybolur.
Bu çeşit korkular da diğer çocukluk devri rahatsızlıkları
gibi artık devirlerini doldurmuş sayılırlar. Sık sık karşılaş­
tığımız hayvan fobileri de aynı şekilde son bulurlar. Ço­
cuklukta görülen dönme ile ilgili isteriler de belli bir za­
man sonra kendilerini göstermez olurlar. Genellikle üst sı­
nıftan şehir çocuklarında görülen nevrozlar gelişme devrin­
de <lüzenli olarak ortaya çıkmaktadır. Her büyük nevrotik­
te �ocukluk nevrozunun izlerine rastlanmaktadır. Öte yan­
<lan aynı belirtileri gösteren her çocuğun ilerde nevrotik ol­
ması şart değildir. Yani büyüme devrinde bir zamanlar var­
olan endişe belirtileri yok olmakta, eski tehlike halleri önem­
lerini kaybetmek tedirler.
Buna bazı tehlike hallerin i n daha sonraki safhalarda de.
ğişikliğe uğradığını eklem�miz gerekir. Bu sebeple, mesela
l1ad ım edilme endişesi frengi fobisi haline dönüşebilir. Çün­
kü hadım edilme cinsi iştah serbestisine verilen bir ceza

74
ENDİŞE

olmaktan çıkmış, içgüdüsel hüITiyet bu sefer ciddi hastalık­


ların tehdidi altına girmiştir. Endişeyle ilgili diğer faktör­
ler tamamen kaybolmamakta, mesela süper egonun korku­
su gibi hayatı boyunca kişinin varlığından kopmamaktadır­
lar. Nevrotik insanın normal insandan ayırdedilebilmesi için,
tehlikelere gösterdiği tepkinin düzensiz oranlarda artması
gereklidir. Ana endişe durumunun yeniden ortaya çıkışına
karşı, olgunlaşmak da yeterli bir savunma çaresi olamamak­
tadır. Herkes için bir limit vardır ve bu limit aşıldığında
akıl, heyecanın ortaya attığı isteklerle başa çıkamamakta­
dır.
Bu önemsiz nok lalar, tartıştığımız gerçekle savaşacak
kuvvette değildir. Araştırmamıza göre, birçok insan tehli­
keye tepkilerinde çocuksu davranmakta, artık endişe duy­
malarını gerektirmeyen hallerde bile aynı hisse kapılmak­
tadır. Buna tartışmak, nevrozu inkar etmek demek olur, çün­
kü nevrotik dediklerimiz bu türden insanlardır. Peki ama
bu durum nasıl ortaya çıkmaktadır? Neden bütün nevrozlar
kişinin gelişimini ilgilendiren ve her bölümün b itişiyle orta­
dan kalkan olaylar değillerdir? B u, tehlikeye gösterilen tep­
k ilerdeki sabitlik faktörü nereden gelmektedir? Neden en­
dişe anormal olarak nitelendirebileceğimiz tepkilere sebep
olmakta ve hayatı pürüzlü bir hale sokmaktadır? Birdenbi­
re kendimizi sık sık tekrarlanan bir bilmeceyle karşı kar­
şıya buluruz : Nevrozun sebebi nedir? Kesin kuralı nasıl ta­
nımlanab ilir? Yıllar süren çabalardan sonra bile bu problem,
sanki hiç dokunulmamış gibi önümüzde durmaktadır.

75
Bir ıeııkid :

OOGUM OLAYI

Endişe tehlikeye gösterilen tepkidir. Endişe zi hinde


önemli b ir yeri etkisi altında bulundurmaktadır. Söz konu­
su tehlikeler bütün insanlık için geçerli, herkes için aynı­
dır. Bu sebeple bizim için gerekl i olan, fertlerin seçiminde
dayanılan temeli anlamamıza yardımcı olacak bir faktördür.
Sözü geçen fertler endişenin etkisinin ruhi kontrole ma­
ruz kalmasına sebep olmakta, öte yandan bu görev için ye­
tersiz olanları işaret etmektedirler. Aradığımız fak törü buL
mak için iki teşebbüse girişebiliriz. Girişimlerin getireceği
sonuç bi.iyük bir ihtiyaca cevap vereceğinden , teşebbüsleri­
miz sempatiyle karşılanacaktır. B unlar probleme iki ayn uç­
tan yaklaşmak tadırlar. Birincisi Alfred Adler'in çabalarıyla
ortaya çıkmıştır. Adler, tezinde ileri sürdüğüne göre, fert­
lerin tehlikenin su yüzüne çıkardığı problemi çözmesi çok
zordur. Organlardan biri nin bozukluğu işi son derece güç­
leştirmektedir. Bu sebeple son on yılda eleştirilerin artma­
sı bu çözümün faydas1z olduğuna bir delil teşkil etmekte,
fikrin, psikoanalizin gerçeklerini görmemezlikten gcldi gini
ortaya koymaktadır.
İkinci teşebbüs 1 923'te Doğıım Olayı adlı bir eser yayın­
layan Otto Rank'a aittir. Bunu Adler'in teziyle ancak tek bir
noktada mukayese edebiliriz, çünkü Rank tamamıyle psiko-

76
ENDİŞE

analitik temele dayanmakta ve psikoanalitik düşünce yolla.


nnı takibetmektedir. Onun fikirlerini analitik problemlere
uygun düşecek bir çalışma olarak kabul edebiliriz. Rank,
insan-tehlike ilişkisinde insandaki organ bozukluğuna fazla
değer vermemekte, esas tehlikenin değişen yoğunluğu üze­
rinde durmaktadır. Doğum süreci ilk tehlike durumunu ya­
ni doğumun gerektirdiği ekonomik yükselmeyi ifade etmek­
te, bu ekonomik yükselme endişesi tepkisinin ilk modeli
olmaktad ır. Bu iki tehlikeyi, i l k endişe doğuran durı.ıımı d i.
ğerlerine bağlayan gelişme çizgisini daha önce incelem iş ve
hepsinin anneden bir ayrılığa işaret etmeleri bakı mından bir
noktada buluştuklarını görmüştük. Bu ayrılma önce biyo­
loj i k bir niteliği, sonra direk nesne kaybını, daha sonra da
indirek yollarla araya giren nesne kaybını i fade etmektedir.
Bu olaylar dizisi Rank yapısının tartışılmaz bir başarısıdır.
Şimdi doğum olayı, değişi k fertleri değişen bir yoğunlukta
etkilemekte, endişenin tepkisi olayın ciddiyetine göre fark­
lılaşmakta ve Rank'a göre bu, ilk endişenin gelişme derece­
sine dayanmaktadır. Yani şahıs endişeyi kontrol al tına al­
mayı başarabilir mi, yoksa sonunda nevrotik mi olacakt ı r?
Rank'ın tezi üzerinde detaylı tenkide girişmek bize düş.
mez ama kendi problemimiz açısından fikrin işe yararlılığı­
nı incelememiz faydalı olur. Rank'ın formülüne göre nev­
rozun derecesi doğum olayının ne ölçüde tesir yaratmış ol­
duğuna bağlıdır. Ama bu fikir bizi şüpheye düşürmektedir.
Bir kere ortada olayın karşı tepki göstermesi konusu var­
dır. Bu ne anlama gelebilir? Bir görüşe göre bu fikir, endi­
şeye tepki gösteren nevrotiğin sıhha tine daha çabuk ve da­
ha emin bir şekilde kavuşabi leceğini ifade ediyor olabilir.
Benim karşı tepki teorisini bir kenara bırakmam işte bu ger­
çekle uyuşmazlık yüzündendir. Doğum olayının değişen
ciddiyeti üzerinde durmak bünyevi faktörlerin etkisine yer

77
DOGUM OLAY I

bırakmamaktadır. Olayın ciddiyeti organik bir faktördür.


Bünyeyle mukayese edecek olursak şansa bağlı olduğu he­
men ortaya çıkar. Genellikle rastlantıya dayanan birçok et­
kiye dayanmaktadır (Mesela, ebenin yardımı) . Ama Rank
bünyevi faktörleri ve filojenetik ( ırsi ) faktörleri tamamen
konu dışı bırakmıştır. Eğer bünyevi faktörün önemini sa­
vunacak olsak, teorinin anlamı kalmaz , Rank'ın ortaya at­
tığı yeni faktöre ikinci derecede bir rol verilmiş olurdu. De­
mek oluyor ki, sonucun nevroz olup olmadığının cevabı ge­
ne bilinmeyen bir yerde yatmaktadır.
İnsanın doğurma özelliğini diğer memelilerle paylaşması
Rank'ın teorisinin geçerliliğini azal tmaktadır. Çünkü nevro­
zun özelliği tek başına sahip olunmasından doğmaktadır.
Teoriye yöneltilen ana itiraz, düşüncenin ispatlanmış gözle­
me dayanmayıp havada kalmasıdır. Zor ve uzun doğumlar­
la, nevroz meydana gelişi arasında yakın bir ilişki olup ol­
madığı, böyle doğan çocukların daha uzun bir süre ve daha
ağır bir şekilde nevroz belirtileri gösterip göstermediği ko­
nusunda inanılır ve tatminkar bir inceleme yapılmamıştır.
Eğer kolay doğumların çocuk üzerinde ciddi bir etki yarat­
tığı iddia edilirse, boğulma ile neticelenen doğumların da
aynı sonucu doğuracağı tartışılmaz bir gerçektir. Rank teo­
risinin avantajı, deneylerle ispatlanabilecek bir fikir ortaya
atmasıdır. Ama şimdiye kadar böyle bir deney yapılmadı­
ğından, gerçek değeri ölçmek oldukça zordur.
Öte yandan, Rank'm teorisinin, psikoanalizde geçerli olan
cinsi içgüdülerin önemi fikrini şüpheyle karşıladığı görüşü
bence olumlu değildir. Çünkü teori sadece tehlikede olan
bireyin davranışına eğilmekte ve ilk tehlikelerle başa çıka.
mayan şahsın, ileride cinsi tehlike halleı:inde başarı sağla­
yıp sağlayamayacağı konusunda kesin bir görüş ileri sürme­
mektedir.

78
ENDİŞE

Sonuç olarak Rank'ın çabası da nevrozun temeli prob­


lemimize bir cevap getirememiştir. Şimdiden çözüme ne de­
rece yardımcı olduğu konusunda bir fikir yürütmek yersiz
olacaktır. Eğer zor doğumun etkilerinin nevroza yol açtığı
konusunda yapılan araştırma olumsuz sonuç verirse, katkı
gerçekten az olacaktır.
Korkarım nevrozla ilgili basit ve somut bir sebep ara­
mak zor olacaktır. Bugünkü ilim adamını dahi sevindire­
cek en ideal ihtimal bir bakteri bulmak olabilir. Öyle ki bu­
nun bir kenarda saf kültür halinde yetiştirilmesi ve aşı ha­
line getirilmesi sağlanacak, b u aşı her bireyde aynı sonucu
doğuracaktır. Ya da hayale daha az yer veren bir ih timal
olarak nevroz yaratan ya da yok eden bir kimyasal bileşim
düşünebiliriz. Ama probleme bu tür sonuçlar bulmak imkan­
sızdır.
Psikoanaliz daha basit ve daha az tatminkar fikirler öne
sürmektedir. Burada tekrarlayacaklarını önceden bildiğimiz
şeylerdir. Ego, mesela bastırma mekanizması yardımıyla,
kendini tehlikeli içgüdüsel sebebe karşı koruduğunda, idin
belli bir parçasını engellemiş olmakta ve kendi üstünlüğü­
nün bir kısmından vazgeçmektedir. Bu, bastırmanın tabia­
tından yani kaçma arzusundan doğmaktadır. Bastırılmış
malzeme ego teşkilatının dışına i tilerek, şuur altı kanunla­
rının etkisi altına girmekte ve adeta « kanun dışı» sayılmak..
tadır. Eğer tehlike hali değişirse yani ego bastırılana ben ·
zer bir içgüdüsel sebebe karşı kendini savunmak zorunda
kalırsa, egonun üstünlüğünün sınırı ortaya çıkar. Yeni içgü­
dü otomatik olarak yolunu izlemektedir. Daha doğrusu tek­
rara zorlanmış olmanın etkisi al tında evvelce bastırılan iç­
güdünün yolunu takibecler. Bastırmadaki sabitleştirici fak­
tör, normal olarak ancak serbest ego faaliyetiyle sona erdi­
rilen şuursuz idin tekrara zorlanmasıdır. Bu arada ego ara

79
DOCUM OLAYI

sıra, kendi kurduğu bastırma barikatlarında gedik açabil­


mekte, içgüdüsel sebebi yeniden etkisi altına alabilmekte ve
değişen tehlike haline uygun bir şekilde yeni içgüdüsel se­
bebe yol gösterebilmektedir. Ama nasılsa ego bu konularda
sık sık başarısızlığa uğramakta ve bastırmaları çözememek·
tedir. Bu mi.icadelenin sonucunda sayıyla i lgil i faktörler
önemli bir rol oynamaktadır. Birçok olay bize sonucun zor­
lama olduğu intibamı vermektedir. Bastırılan sebebin saç­
tığı gerileyici cazibe ve bastırma kuvveti o kadar büyük ti.ir
ki yeni sebep ancak zorlanan tekrarı takibedebilir. Diğer
olaylarda başka bir kuvvet grubunun katkısı göze çarpmak­
tadır. Bastırılan modelin cazibesi, yeni yetişen içgüdüsel se­
bebin diğer boşalımlarına karşı çıkan engellerin yarattığı
i tici güçle daha da kuvvetlenmektedir.
Bas tırmanın sabitleştirilmesinde olayların seyri bu şekil­
de gelişmektedir. Artık geçerli olmayan tehlike hallerinin ha­
tırlanmasında, ispatını analitik terapi gerçeğinde bulmak­
tadır. Analiz sırasında ego bastırmalarını çözümlemek için
yardım gördüğünden yeniden bastırılmış id üzerinde kuv­
vet kazanmakta ve sanki eski tehlike hali ortadan kalkmış­
casına içgüdüsel sebepleri yönetebilmektedir. Bu yolla elde
.ettiklerimiz diğer tıpla ilgil i faaliyet lerle de uyum içindedir.
Kural olarak bizim tedavimiz çabuk, kesin ve daha tatmin­
kar bir sonuç ortaya koymal ıdır.
İ leri sürülen faraziyeler bize sayıyla ilgi li elemanların
doğrudan doğruya değil de, sonradan belirli hale geldikleri­
ni ifade etmektedirler. Eski tehlike hallerine bağlı kalınıp
kalınmadığına, egonun tesiri altındaki bastırmaların sürüp
sürmediğine ve çocukluk devri nevrozlarının s onraki haya­
ta taşınıp taşınmadığına karar veren bu elemanlardır. Nev­
rozı.ın sebebine katkıda bulunan lardan, akıl kuvvetleri için
gerekti şartları yaratan faktörlerin üçünü bir kenara ayırma-

80
ENDİŞE

mız lazımdır. Bunlar biyolojik, ırsi ve psikolojik faktörler­


dir. Biyolojik faktör uzayan güçsüzlük durumu ve insan cin­
sinde küçüklerin destek iht iyacıdır. İnsanın rahimdeki olu­
şumu hayvanlarınkine nazaran yetersizdir. B ebek, hayvan
yavrularına kıyasla daha fazla eksikle dünyaya gelmektedir.
Bu sebeple, dış çevrenin etkisi yoğunluk kazanmakta, egonun
idden farklı laşması hızlanmakta, çevrenin ileri sürdüğü teh­
likeler çoğalmakta, tehlikelerle tek başın<:t savaşabilecek du­
ruma gelen nesneye verilen değer aşırı şekilde artmaktadır.
Zayıflığın meydana getirdiği bu biyoloj i k faktör , ilk tehlike­
lerin ortaya çıkmasına yardım etmek te ve insanın hiç bir za­
man vazgeçemeyeceği sevilmek ihtiyacım doğurmaktadır.
Irsiycte dayanan ikinci faktörün üzerinde pek duru lma­
mıştır ama libidonun gelişmesiyle yakından ilgili olduğu
için incelenmesinde fayda vardır. İnsanoğlunun cinsi haya tı
aralarında akrabalık bulunan hayvanlarla olduğu gibi dü­
zenli bir gelişme takibetmez. Beşinci yaşa kadar uzanan ilk
devreden sonra kesintiye uğrar ve çocukluk devrinin tema­
yülleriyle buluğ çağında yeniden başlar. İnancımıza göre in­
sanoğlunun kaderinde ani bir durum meydana gelmiş ve ar_
dında iz olarak cinsi gelişmedeki kesintiyi bırakmıştır. Bu
hadiseye önem kazandıran, çocuğun cinsiyeti ile ilgili bir­
çok içgüdüsel emrin ego tarafından tehlike olarak kabul
edilmesidir. Bu durumda ego hemen savunma görevini yük_
lenmektedir. Öyle ki, egoya uygun olmaları gereken buluğ
çağının cinsi sebepleri, çocukluk devrine ait modellerin çe­
kiciliğine boyun eğme tehlikesiyle karşı karşıya kalmakta­
dırlar. İşte burada nevrozun temeline kesinlikle yaklaştık
demektir. Şuna dikkat etmek gerekir ki, cinsi isteklerle i l k
münasebet, egoyu, çevreyle vakitsiz temasla aynı ölçüde e L
ki lemektedir.
Psikoloj ik olan üçüncü fak tör ruhi mekanizmanın yeter-

01
DOCUM OLAYI

sizliği ile ilgilidir. Bu, ego ve ide aktarılmakta ve son ana­


lize göre, çevre etkisine kadar uzanmaktadır. Gerçeklerin
ortaya attığı tehlikeler yüzünden, ego, iddeki bazı içgüdüsel
sebeplere karşı korunma gereğini duymakta, tehlike karşı­
sındaymışcasına davranmaktadır. Ama ego gerçeğin aksine,
dahili içgüdüsel sebeplerden korunma konusunda pek başa­
rılı olamamaktadır. İdle yakından alakalı olan egonun iç­
güdüsel tehlikeyi gidermek için baş vurduğu tek yol, kendi
teşkilatına kısıtlamalar koymak ve içgüdüyü sakat bırak­
masına karşılık, onun yerine semptom meydana gelmesine
göz yummaktır. Buna rağmen reddedilen içgüdünün baskısı
yeniden kuvvetlenirse, sonuç olarak egoda nevrotik acı ve
rahatsızl ık başgösterecektir.
Sanının, neJ1rozun tabiatı ve sebepleri hakkında bilgi
şimdilik bu kadardır.

82
İLAVELER
ÖNCEKİ GÖRÜŞLER ÜZERİNDE
BAZI DEGİŞİKL1KLER

İleri sürü.len iddialarııı arasında


bazı konulara değinmiş ve çabııcak geç­
miştik. Şimdi onları bir araya toplayıp,
hak ettikleri dikkati vermemiz gerekir.

a ) Direnme ve Anticathexis

Bastırma teorisinin önemli bir yam da bu sürecin tek


bir münasebetle meydana gelmediği, devamlı bir çaba har­
camasını gerektirdiğidir. Bu çabaya muvakkaten ara veri­
lirse, kaynaklarından kendine doğru devamlı bir akış olan
bastırılmış sebep, çıkmış olduğu yola dönecek ve bastırma
amacına ulaşamamış olacak tır. Ya da bastırma hedefine va­
rıncaya kadar sayısız tekrara uğmyacaktır. İ çgüdüsel sebe­
bin kesintiye uğramama özelliği, egonun üzerinde bir istek
yaratmakta, ara verilmeyen bir çaba harcamasıyla savunma­
sını garantiye almak istemektedir. Tedavi çalışmalarımız sı­
rasında, bastırmanın korunması için girişildiğini gördüğü­
müş bu faaliyete D İ RENME adı verilmektedir. Direnmeden
önce anticathexis gelir. Bunun bir örneğini zorlanma nevro­
zunda görebiliriz. An ticathexis egoda bir değişme, egoda mey.
dana gelen bir tepki şeklinde ortaya çıkmaktadır. Bu, ( acı­
ma, vicdan azabı, temizlik ) gibi bastırılmak istenen içgüdü­
sel temayülün lam aksi olan davranışın yoğun laşması yo­
luyla olmaktadır. Zorlanma nevrozunda göze çarpan tepki­
ler, geç devirde gelişen normal karakter özelliklerinin mü-

85
ÖNCEKİ GÖRÜŞLER ÜZERİNDE BAZI DECİŞİKLİKLER

balağalı halleridir. İ sterideki anticathexisi de göstermek çok


zordur. Burada tepki meydana gelmesi yoluyla egoda belli
bir değişme göze çarpar. Bu bazı hallerde o kadar belirli bir
hal alır ki, klinik sendromunda baş semptom olarak incele­
nebilir. İ sterideki çelişkinin çözümü bu yolla olmaktadır. Me.
sela sevilmesi gereken birine duyulan nefret, ona karşı aşırı
düşkünlük ve merak perdesi ardına gizlenebilir. Burada zor­
lanma nevrozundan ayrılan nokta, bu tür tepki meydana gel­
melerinin karakter özelliklerinin genel tabiatına uygun düş­
mediği, aksine çok özel durumlarla alakalı olduğudur. Me­
sela, aslında nefret ettiği çocuklarına aşın şefkat gösteren
isterik kadın, sevgiye diğer kadınlardan daha meyilli demek
değildir. İ steride tepki meydana gelmesi özel bir nesneye
bağlı kalmakta ve egonun genel düzeninin seviyesine erişe­
memektedir. Zorlanma nevrozunun özellikleri arasında, bu
evrenselleşmeyi, nesneler arası alakaların gevşekliğini ve nes ­
ne seçiminin değişebilir niteliğe sahip oluşunu sayabiliriz.
Bir başka tür anticathexis is terinin özel tabiatına daha
uygun düşmektedir. Bastırılmış içgüdüsel sebep iki yönden
harekete geçirilmiş olabilir : söz konusu içgüdünün kuvve­
tindeki artış yoluyla içerden, ya da içgüdünün istediği içgü.
dünün idrakiyle dışardan. Artık anticathexisin isteri tipi di­
ğerlerine kıyasla üstünlük kazanarak, tehlikeli idrake karşı
dışarı dönük bir hal almıştır. Öyle ki, egoya empoze edilen
kısıtlamalar yoluyla özel bir bekçilik görevi yüklenmiş, teh­
likeli idrakin kaçınılmaz olduğu durumları önlenmeye hazır
bir vaziyet almıştır. Eğer korkulan durum ortaya çıkmış­
sa, dikkatleri idrakin üzerinden saptırmaya çalışır. Bazı
Fransız yazarları, ( mesela Laforgue ) isteride göze çarpan
bu sµreci tanımlamak için özel bir terim (Scotomization)
kullanmışlardır. Bu anticathexis tekniği, korkulan idrakle
karşı karşıya kalma ihtimalinin giderek azaltılmaya çalışıl-

86
ENDİŞE

dığı fobilerde daha da çarpıcı olmaktadır. İsteri -fobi, is.


teri- zorlanma nevrozu arasındaki zıtlığı andıran anticat­
hexise yönel ik terslik, oldukça önemli görünmektedir. Bu­
nun sonucu olarak, gerileme ve dahili anticathexiste ( reak­
siyon meydana gelmesiyle egoda değişme) olduğu gibi, bas­
tırma ve harici anticathexis arasında da yakın bir alaka ol.
duğu fikrine kapılırız. Tehlikeli idraklere karşı savunma,
nevrozun genel görevidir. Zorlanma nevrozunun çeşitli emir
ve engellemeleri de ayın amaca hizmet ederler.
Şunu açıklamamız gerekir ki, analiz sırasında yenme­
miz gereken direnme, anticathexislerine sıkı sıkı sarılmış
ego tarafından yaratılmıştır. Ego, önceleri kural olarak ka­
çındığı idrak ve fikirlere eğilmeyi güç bulmakta, ya da en
büyük tezatı meydana getiren sebepleri kabullenmek isteme­
mektedir. Analiz sırasında direnmeyle savaşmamız işte ego­
nun bu faraziyesine dayanmaktadır. Bastırılanla ilişkisi olan
şuursuz direnmeyi şuurlu kılmaya çalışırız. Şuurlu hale gel.
diğinde de mantıklı tartışmalarla ona karşı koyar, direnme
ortadan kal ktığında ortaya çıkacak avantaj ve başarı müka­
fatlarını sıralarız. Demek oluyor ki, egonun direnmesi açısın.
dan problem teşkil edecek ya da düzeltilecek bir durum yok­
tur. Öte yandan ortada direnmenin tek başına, analizde kar­
şı karşıya kaldığımız duıumla boy ölçüşüp ölçüşemeyeceği
problemi · vardır. Anladığımıza göre, ego, direnmelerinden
vazgeçtikten sonra bile bastırmalarını yok etmekte güçlük
çekmektedir. Bu değerli kararı takibeden zorlu devreyi «İşi
tamamlama» devresi olarak adlandırırız. Şimdi bu tamam­
lamayı şart kllan dinamik faktörü kolayca tanıyabiliriz. Ego
direncinin kaybolmasından sonra, tekrarlamaların kuvveti
ve şuursuz modellerin, bastırılmış içgüdüsel süreç üzerin­
deki cazibelerinin yenilmesi söz konusudur. Buna uygun
olarak faktöıü bilinçaltının direnmesi olarak nitelendi-

87
ÖNCEK1 GÖRÜŞLER ÜZERİNDE BAZI DEGİŞ İ KLİKLER

rebiliriz. Bu Lür tashihlere ayırdığımız vakte acımama­


mız gerekir. İ lerde bazı konuları anlamamız için yardımları
olabilir. Belki eski faraziyelerim izi zenginleştirir, genelleme­
lerimizi daraltıp dar olanları genişletebilirler.
İ leri sürülen tashihler yoluyla, analizde karşımıza çıkan
direnme çeşitleriyle ilgili tam bir görüş açısına varmış sa­
yılamayız. Meselenin daha derinine inecek olursak, ego, id
ve süper egonun teşkil ettiği üç kaynaktan doğan beş çeşit
direnme olduğunu görürüz. Ego, sadece dinamikleri açısın­
dan birbirinden ayrılan üç direnmeye kaynak teşkil �tınek­
tedir. Bunlardan ilki yukarda sözünü ettiğimiz btı.stırma di­
rencidir. B undan başka, aynı karakterde olan fakat analiz­
de daha kesin yollarla kendini gösteren t ransfer direnmesi
vardır. Bu direnme analiz edilen durum ve analistin şahsi­
yetiyle bir ilişki kurabilmekte ve tabiri caizse ancak halır­
lanabilen bastırmayı canlandırabilmektedir. Bu, başka bir
bünyeye sahip olmakla beraber bir ego-direnmesi olarak ka­
bul edilebilir. Bu direnme lmstalı k ka zancından doğmakta
ve semptomun egoya dahil edilmesi temeline dayanmakta­
dır. Bu hazdan vazgeçmeye ya da rahatlamaya karşı çıkışa
tekabül etmektedir. İ dle ilgili dördüncü direnme «işi ta­
mamlama» fikrine dayanmaktadır. Süper egoyla ilgili olan
beşincisi ise suç hissi ya da cezalandırılma ihtiyacından doğ­
makta, başarıya karşı direnmekte ve bu sebeple analiz yo­
luyla iyileşmeyi güçleştirmektedir. Bu direnme sonradan or
taya çıkmasına ve tamamen açıklanamamış olmasına rağmen
güçsüz sayılmaz.

b ) Libidonun şekil değiştirmesinden doğan endişe

Eskiye nazaran, endişe hakkında ileri sürülen yeni fara­


ziyeler oldukça değişiktir. Ö nceleri endişeyi haz alamama ha-

88
ENDİŞE

linde egonun gösterdiği genel tep k i olarak kabul etmiş ve


onu tasvir etmeye çalışmıştım. « Gerçek» newozlar üzerinde
yapılan araşt ırmalara dayanarak, ego tarafından istenmeyen
ya da kuUaml ına�'an l i bidonun (cinsi haz), doğrudan doğruya
endişe halinde dışarı atıldığını belirtmiştim. Ama şurası ke­
sindir k i , tarifler arasında fa rklılıklar vardır ve genel likle
birbirlerine U)'mazlar. Bunun yanı sıra endişe ve endişenin
genel karakt eriyle uyuşamayan l i bido arasında özel bir ya­
kın i lişki göze çarpmaktadır.
Bu faraziyeye karşı ç ı k a n lar egoyu endişenin tek yeri
olarak kabul etmek is temek tedi rler. Bu karşı çıkma, Ego
ve jcJ'de savunulan ruhi gereçlerin o rtaya atı lmasının sonuç­
larından b i ridir. Önceki faraziyeye göre, endişenin kaynağı
bastırılan içgüdüsel sebebin l i b idosudur. Yenisi ise, endişe
konusunda egoyu sorum lu tu t m a k tadır. Sonuç olarak. ego -
endişesi ya da içgüdüsel ( id )-endişesi onaya çıkmaktadır.
Ego cin siyetlenmem i ş enerj iyle çalış tıgı için, yeni faraziye­
de, endişe ve libido arasındaki sıkı bağ da gevşemiş durum­
dadır. Umid ederim ki, çel iskiyi aydın i a t ı p be l i rsizlik sınırını
açıkça çizdim.
Benim de ilk başta öne sürdüğüm gibi, Rank 'ın endişe­
n i n , doğum sürecinin bir sonucu ve o zaman yaşanılan ola­
yın tekrarı olduğunu ortaya a tması, endişe prob lem inin ye­
niden incelenmesi gereğini doğurm u ş t ur. Ama doğ9mu has­
talı k yaratan bir olay, endi şe durumunu boşalımın tepkisi,
her endişe tekrarını Ja olaya daha b i.iyük bir tepki göster­
me şekl inde alan fara ziye, i ncelemede ileri gi tmem i , engel­
lemi ş tir. Sonuç olarak, endişe tepkisinden tehlike durnmıı·
na geri dönme i h t iyacı doğmuş tur. Bu faktörün işe karış­
masıyla, üzerinde durulması gereken yeni noktalar ortaya
çıkmıştır. Doğum , sonraki tehlike halleri nin bir modeli ha­
line gelmi ş t i r. Sonraki tehlike halleri değişen varolma şek-

89
ÖNCEKİ GÖRÜŞLER ÜZERİNDE BAZI DEGİŞİ KLİKLER

linin yarattığı yeni şartlar altında ortaya çıkmaktadır. Ama


doğumun önemi model olara k tehlikeye yakın olmasından
ileri gelmektedir. Doğum sırasında hissedilen endişe artık,
diğer etkilerle aynı kaderi paylaşmak zorunda kalan etkile·
yic i halin bir modeli olmaktadır. Endişe ya otomatik ola rak
ilk tehlike haline benzer durumlarda ortaya çıkmakta ya da
ego tarafından kon trol a ltına a lınarak, bir tehl ike işareti
ya da zevk-acı mekanizmasını harekete geçiren bir etken
olarak yeniden öne sürülmektedir. Endişenin biyoloj ik öne­
mi, endişenin, tehlike haline karşı evrensel bi r tepki olarak
kabul edilmesiyle sağlamlaşmıştır. Endişe alanı olarak ego­
nun rol ü de, gerekli hallerde endişe doğurma görevinin ego­
ya verilmesiyle daha büyük bir önem kazanmıştır. Daha
sonra endişenin kaynağıyla ilgili iki şekil ortaya a tılmıştır.
İ lki istek dışı ve otomatiktir. İ kincisi ise tehlike tehdidi a l­
tında kalan egonun korunmak için giriştiği faaliyettir. İ kin­
cisinde ego, mesela bir hastalık sıra sında virüslerin saldırı­
sından kurtulmak için aşıya boyun eğermişcesine, endişeye
itaat etmektedir. Ego bu acı tecrübeyi çok az zara r verecek
bir ima ya da bir sinyale dönüştürm eye çabalarken, tehl i­
ke halini a yrıntılarıyla canlandırmaktadır. Çeşitli tehlike
ha ll erinin birbiri ardından nasıl geliştiği ve j enetik olarak
b irbirine bağlı kaldığını evvelce açıklamıştık. Nevrotik en­
dişe ve gerçek endişe arasındaki ilişki konusunu d erinleme­
sine inceleyecek olursak, endişe hakkındaki bilgimizi daha
da arttı rabiliri z.
Daha önc e kabull enmiş olduğumuz, libid onun doğrudan
doğruya endişeye dönüştüğü fikri şimdi gözümüzde değeri­
ni yitirmiştir. Bu faraziye üzerinde israr edecek olursak,
birçok ihtimal arasından bir seçim yapma, mecburiyeti do­
ğacaktır. Egonun sinya l olarak dışarı vurduğu endişenin var­
lığı halinde, bu şekil değiştirme işe karışmamakta ve böyle-

90
ENDİŞE

ce egoyu bastırmaya iten tehlike durumlarında hiçbir rol oy­


namamaktadır. Dönme isterisinde de açıkça görüldüğü gibi,
.
bastırılmış içgüdüsel sebebin libidoyla i l gili cathexisine bir
başka görev verilmiştir. Öte yandan daha ilerde endişe ha­
lini tartışırken, başka bir açıdan bakmamız gereken, endişe
nin gelişimiyle ilgili safhalarla karşılaşacağımız kesindir.

c) Bastırma ve savunma

Endişe problemiyle ilgili tartışmaya bağlı olarak bir fa­


raziye, daha doğrusu bir terim ileri sürmek isterim. O tuz
sene önce çalışmalarıma başladığımda ·bu terimden fayda­
lanmış, daha sonra da bir kenara bırakmıştım. Sözünü etti­
ğim şey savunma sürecidir. Daha sonra, bunun yerine bas­
tırmayı kullandım ama ikisi arasındaki ilişki hiç bir zaman
açıklığa kavuşmadı. Şimdi bu eski faraziyeye dönmek ben­
ce faydasız olacaktır. Çünkü bu, egonun, nevroza yol açan
çelişkilerde faydalandığı tekniklerin genel bir gösterisi ola­
rak ileri sürülebilir. Bu arada bastırma, araştırmalarımızın
akışına göre karşılaştığımız ilk; tarz olan özel savunma me­
todu için kullanılan terimdir.

Eğer meseleye yeni bir ifade şekli getiriyor ve görüş­


lerimizi genişletiyorsa sadece terimdeki bir yen ilik bile fay­
dalı olabilir. Eski savunma faraziyesini yeniden ele alacak
olursak, uzun zamandır bilinen fakat son buluşlarla daha
da önem kazanan bir gerçeğe de yer vermek fırsatını bulu­
ruz. Bastırma ve semptom meydana gelişine ilk defa iste­
ride rastlamış ve heyecan veren tecrübelerin i drakle ilgili
muhtevasının, hastalık komplekslerinin fikirle ilgili muh­
tevasının, hafızadan silinip unutulduğunu görmüştük. Sonuç
olarak, bunların şuurluluktan ahkonuşlarında isterik bastır-

91
ÖNCEKİ GÖRÜŞLER ÜZERİ NDE BAZI DEG1ŞlKLİKLER

manın ana özelliğini bulmuştuk. Daha sonra, zorlanma nev­


rozunu incelerken, bu rahatsızlıktaki hastalıkla alakalı olay­
ların unutulmadığını gördük. Bunlar şuurlu kalmakla bera­
ber, henüz anlayamadığımız bir tarzda « uzaklaşmakta» ve is­
terik hafıza kaybıyla aynı neticeyi vermektedir. Ama arada­
ki fark, tezimizi ispatlamak için yeterlidir. Zorlanma nevro­
zunun içgüdüsel istekle başa çıkış yolunun, isterininkiyle ay­
nı olmasına imkan yoktur. İncelemeler derinleştiri l ince, zor­
lanma nevrozunda, egonun karşı çıkmasını n etkisi al tında
içgüdüsel sebeplerin libi doyla ilgili eski safhalardan birine
doğru geriledikleri ortaya çıkmaktadır. Bunun yanı sıra is­
teride de yer alan anticathexis, zorlanma nevrozunda, tepki
gösteren ego değişimi şeklinde, önemli bir savunma rolü oy­
namaktadır. Son olarak duyduğumuz, «uzaklaşma» süreci
adını verdiğimiz ve kesin olarak açıklayamadığımız teknik,
kendi için semptomatik bir ifade geliştirmiştir. Sihirli «boz­
ma» sürecinin, «bastırma» süreciyle yakın bir iliş kisi yok­
tur. Bu hadiseler eski savunma fikri ni yeniden ortaya atmak
için yeterli sebeplerdir. Çünkü bu fikir aynı amaca h izmet
eden düşünceleri b ir araya toplamakta ( mesela, içgüdüsel
isteklere karşı egonun korunması ) ve bastırmayı bu başlık
al tında yer alan özel bir olay olarak kabul etmektedir. Özel
savunma şekilleri ve bazı az rastlanır rahatsızlıklar, mc�·�Lı
bastırma ve isteri arasında herhangi bir yakınlığı ortaya Çı ­
karabilmesi bakımından, böyle bir fihrist bize büyük fayda­
lar sağlayabilir. Bu defa ümitlerimiz yeni ve önemli bir nla.
ka ihtimaline yönelecektir. Şunu kolayca öne sürebili riz k i ,
ruhi araçlar, ego ve idin kesin farklılaşmasından önce. he­
nüz süper ego da daha kendini belli etmemişken, başka sa­
vunma metodları kullanmaktadırlar.

92
ENDİŞE HAKKINDA YARDIMCI GÖRÜŞLER

Endişeyle ilgili bazı özellikler vardır ki , b unları geniş şe.


kilde inceleyecek olursak bazı karanlık noktalan aydınlata­
biliriz. End işeyle bekleme arasında yakın alaka mevcuttur.
Endişe olması beklenen şeyle ilgili tedirginliktir. Endişede
belli bir sonsuzluk ve nesnesizlik fikri vardır. Doğru kul­
lanım bir nesne bulur bulmaz ad değiştirmekte ve «korku»
söz konusu olmaktadır. Endişe tehlikeye ol duğu gibi nev­
roza da bağlıdır. Bu konuyu aydınlatmak için büyük bir ça­
ba sarfedilmiştir. Buradan, neden endişeyle ilgili bütün tep­
kilerin nevrotik olmadığı, neden çoğunun normal olarak ka­
bul edild iği sorusu doğmaktadır. Sonuç olarak gerçek endi­
şeyle ( Real angst ) nevroti k endişe arasındaki farkın dikkat­
le değerlen dirilmesi mecburiyeti ortaya çıkmaktadır.
İşe son sorudan başlamamız m ümkündür. Kaydettiği­
miz ilerleme, endişeye tepkiden, tehlike haline kadar geri
geri giden bir yol izlemekten ibarettir. Aynı süreci gerçek
endişeye uygulayacak olursak, kolayca sonuca varab iliriz.
Gerçek tehlike, bildiğimiz tehlike, gerçek endişe ise b u tür
tehlike ile alakal ı endişedir. Nevrotik endişe, bilmediğimiz
bir tehlikeye işaret eder. Bu yüzden ilk aranacak şey ncvro­
t i k tehlikedir. Analizlere göre bu içgüdüsel bir tehli kedir.
Egonun farkında olmadığı bu tehlikeyi şuur üstüne çıkarır-

93
ENDİŞE HAKKINDA YARDIMCI GÖRÜŞLER

ken, gerçek ve nevrotik endişe arasmdaki farkı siler, ikisine


de aynı şekilde muamele ederiz.
Gerçek tehlike anında iki çeşit tepki ortaya çıkmakta­
dır : endişe patlaması ve tehlikeden kaçma hareketi. İçgü­
düsel tehlike anında da aynı şey vuku bulur. İki tepki bir
amaca hizmet eder şekilde bir araya gelmekte, biri diğeri­
nin başlaması için sinyal vermektedir. Bu arada gereksiz
bir şeklin ( yani korku neticesi felç olmanın ) varlığından da
söz etmemiz gerekir.
Gerçek ve nevrotik endişenin vasıflarının birbirine ka­
rıştığı durumlar vardır. Tehlike belirli ve gerçektir, ama
buna karşılı k endişe aşırı oranda artmaktadır. Bu aşırılık
nevrotik elemanın açıklık kazanmasına yardımcı olmak ta­
dır. Gene de, b u olaylar yeni bir kural getirmemektedir. Ana­
lizlere göre, belirsiz, içgüdüsel bir tehlike, bilinen gerçek tell..
l i keyle kaynaşmış durumdadır.
Aslında endişenin tehlikeye dönüşmesi tatmin edici bir
durum sayılmamalıdır. Tehlike halinin ardındaki gerçek ne­
dir? Belli ki, bu, onun büyüklüğüyle bizim k uvvetimizin tah­
minine, gerçek bir tehlike karşısında somut, içgüdüsel bir
tehlike karşısındaki ruhi güçsi.izlüğümüze bağlıdır. Hükmü­
müze yol gösterecek olan, gerçek tecrübedir. Kişinin değer­
lendirmede hataya düşmesi sonucu etkilememektedir. Güç­
süz olduğumuz bir durumda edindiğimiz tecrübeye dayana­
rak, «hastalıklı» hali « tehlike» halinden ayırdedebiliriz.
Bu güçsüzlük durumu önceden görülüp hissedilebilirse,
kendimizi koruma konusunda önemli bir gelişme kaydetmiş
oluruz. Tehlikeyi bekler hale gelmemizin sebebini içinde ba­
rındıran durumu ele alacak olursak, b u tehlike anında en­
dişe sinyal i verildiğini söyleyebiliriz. Bunun anlamı şudur :
Bir güçsüzlük hali ortaya çıkmak üzeredir. Bu bana evvelce
edindiği m tecrübel erden birini hatırlatmaktadır. Bu sebep-

94
ENDİŞE

le gelecek rahatsızlığı bekleyecek ve henüz bunu defetme


şansım varken, çoktan tehlikeye maruz kalmış gibi davrana­
cağım. Demek ki endişe bir yandan tedirgin edici olayı bek­
leyişi, öte yandan bunun tekrarlanmasını ifade etmektedir.
Endişeyle ilgili olarak gözümüze çarpan iki özellik, başka
bir kaynaktan doğuyor demektir. Bunun beklemeye olan ya­
kınlığı tehlike haliyle, sonsuzluk ve nesnesizliğe olan yakın­
lığı ise, tehlike durumunda ken dini belli eden güçsüzlük ha­
liyle ilgilidir.
Endişe-tehlike-güçsüzlük serisini meydana getirdik ten
sonra, meseleyi şu şekilde özetlememiz mümkündür. Tehli­
ke hali, bilinen, hatırlanan ve beklenen güçsüzlük durumu­
dur. Endişe, tedirginlik halinde güçsüzlüğün ana tepkisi ol­
maktadır. Bu, tehlike halinde bir imdat çağrısı olarak orta­
ya çıkar. Hadiseyi pasif şekilde geçiştiren ego şimdi etkisi
gittikçe azalan tekrarlara başvurmakta, her şeyi kendi yöne­
.
timi altına almak istemektedir. Edindiği acı tecrübeler kar­
şısında, bir çocuk da aynı davranış şekillerini gösterecek,
pasiften aktife geçiş yoluyla, tecrübe ve etkilerle başa çık­
maya çabalayacaktır. Eğer « tedirgin edici olaya karşı tepki­
de bulunma» buysa, bir itirazımız yoktur. Ama meselenin
temel noktası, endişeye gösterilen tepkinin güçsüzlük duru­
mundaki kaynağından alınarak tehlike durumunun beklen­
diği devreye aktarılmasıdır. Bunu diğer yer değiştirmeler
takibeder. Bunlar tehlikenin, tehlikeye fırsat veren hal lere,
mesela nesne kaybına dönüşmesidir.
Küçük çocukları « şımartmak», diğer tehlikelere kıyasla
nesne kaybı tehlikesinin daha büyük bir önem kazanması
gibi istenmeyen bir sonuç doğurmaktadır. Bu sebeple hare­
ket ve ruh güçsüzlüğünün özel bir nitelik taşıdığı o çocuk­
luk devrinin sürdürülmesinde israr edilmiş olmaktadır.
Buraya kadar gerçek endişeyi, nevrotik endişeden ayır-

95
ENDİŞE HAKKINDA YARDIMCI GÖRÜŞLER

maya fırsat bulamadık sayılır. Aralarındaki fark bizce ma­


lumdur. Gerçek tehlikede harici bir nesne, nevrotik tehli­
kede ise içgüdüsel istek söz konusudur. İçgüdüsel emir ger­
çeğin bir parçası olduğuna göre, nevro t i k endişenin de ger­
çeğe dayandığını düşünebiliriz. Anlad ığımıza göre, endişe ve
nevroz arasındaki gözle görülür yakınlık, egonun, içgüdüsel
tehlike karşısında aynen bir harici gerçek tehlikeden koru­
nu rmuşcasına davrandığı gerçeğine dayanmaktadır. Ama
ruhi mekanizmanın anza yapması sonucu, savunma faal iye­
ti nevrozla neticelenecektir. B u arada, içgüdüsel emirlerin,
sık sık dahili tehlike halini a l dık ları gerçeği ortaya çıkmış­
tır. Bunun da sebebi, istek lerin tatmininin harici bir teh­
like yaratacağıdır. Demek ol uyor ki, dah ili tehlike, harici
bir tehlikeyi temsil etmektedir.

Öte yandan harici ( gerçek ) tehlike egonun faaliyetle­


rinde önemli bir rol oynayacaksa, içe dönme işlemine m a­
ruz kalacaktır. Yaşanmış, tecrübe edilmiş bir güçsüzlük du­
rumuyla arasındaki alakanın ortaya çıkması gereklidir*.

Dış:an gelecek tehl ikeleri içgüdü sayesinde hissetmek


tabiatın insanlara . bahşettiği yetenekler arasında yer alma·
maktadır. Varsa bile, buna çok az ölçüde rastlanabilir. Kü­
çük çocuklar daima haya tlarını tehlikeye sokacak işler pe-

(*) Bu arada sık rastlanan bir durum daha va rd r .


ı B i r tch·
like halinde, kıymetlendirme do�ru yap ı lmı ş sa , ortalama bir
miktar içgüdüsel endişe gerçek endişeye i la ve edilmektedir. Bu
sebeple, tatmini egon un geri çekilmesine sebep olan içgüdüsel
istek mazoistik bir mahiyet kazanm"l.kta, yıkıcı sebep kişinin
kendi ş:ı.hsına sırt çevirmektedir. Bdki hu sonradan ilave edi ·
len el em an endişe tepkisinin aşırı ve fel ce uğratıcı oluşunu
açı klayabilir . Yüksek yerlerden korkmanın temeli büyük bir
ihtimalle buna dayanmaktadır. Bunun dişilere has gizlil iği ma­
zoizmi akl a get irme ktedi r .

96
ENDİŞE

şindedirler. B u yüzden yanlarında koruyucu bir varlık ol­


madan yapamazlar. İnsanın çaresiz kaldığı güçsüzlük duru­
munda harici ve dahili tehlike, gerçek tehlike ve içgüdüsel
istek birbiriyle karşılaşmaktadır. Ego bir yandan dindiri­
lemeyen bir acıyla kıvranmaktadır, öte yandan ortada tat­
mini imkansız bir istek vardır. Durum her iki halde de ay­
nıdır. Hareketle ilgili güçsüzlük, ruhi güçsüzlük şeklinde i fa­
de edilebilmektedir.
Erken çocukluk devrinin muammalı fobilerine de bu
noktada değinmeden geçemeyiz. Bazıları, mesela yalnız kal­
ma korkusu, karan l ı ktan ve yabancılardan ko rkma, nesne
kaybı tehlikesine gösterilen tepkiler olabilir. Küçük hayvan­
lardan, fırtınadan korkma gibi diğerleriyle kıyaslayacak
olursak, bunların diğer hayvanlarda etraflıca gelişmiş olan
gerçek tehli kelere karşı doğuştan bir hazırlığın dumura uğ­
ramış halini temsil ett iklerini düşünebiliriz. Bu, tek başına
insan için faydalı olan nesne kaybıyla ilgili eski mirasın bir
parçasıdır. Eğer bu çeşit çocu kluk fobileri yerleşip kuvvet­
lenir, hayatın ileri safhalarında da kendini gösterirse, ana­
lizlere göre bunların muhtevası içgüdüsel isteklerle ilişki
kurmuş, iç tehlikelerin temsilcileri olmuş demektir.

9'/
ENDİŞE, ÜZüNTÜ VE YAS TUTMA

Duyguların psikolojisi hakkında o kadar az şey bilin­


mektedir ki, ileri süreceğimiz görüşler tenkide maruz kala­
bilir. Problem, önemli bir noktada karşımıza çıkmaktadır.
·

Endişenin, nesne kaybı tehlikesine karşı gösterilen tepki ol­


duğu sonucu bize zorla kabul ettirilmek istenmiştir. Şimdi
elimizde nesne kaybına tepki olarak ileri sürebileceğimiz bir
olay vardır : yas tutma. Şimdi hangisinin ne zaman kulla­
nılacağı sorusu doğmaktadır. Daha önce incelemiş olduğu­
muz yas tutmada özel likle karanlık kalmış bir nokta var­
dır : yas tutmanın çok acı verici olması. Nesneden ayrılma­
ma üzüntü yaratacağı bir gerçektir, ama problem sanıldığı
kadar basit değildir. Ayrılma ne zaman endişeye, ne zaman
yas tutmaya, ve ne zaman sadece üzüntüye yol açmaktadır?
Önceden söyleyelim ki, bu sorulara kesin bir cevap bu­
labilmemiz imkansızdır. Ancak bazı sınır çizgilerine işaret
edip, bi rkaç tavsiyede bulunabiliriz.
Çıkış noktamız gene anladığımıza inandığımız bir olay,
annesi yerine yabancı birini gören çocuğun içinde bulundu­
ğu durum olacaktır. Çocuk bu ortamda nesne kaybı tehli­
kesi sonucu endişe duymaktadır. Ama durum göründüğün­
den daha karışıktır ve daha detaylı . bir incelemeyi gerektir­
mektedir. Bu endişenin . yam sıra, yüz ifadesi ve ağlaması,

98
ENDİŞE

çocuğun acı da duyduğunu göstermektedir. Sanki içinde


daha sonra ayrılacak iki şey birleşmiş gibidir. Henüz te­
melli kaybı, geçici ayrılıktan ayırdcdememektedir ama, bir
defa annesini göremezse onu artık hiç bir zaman, göreme­
yecekmiş gibi davranır. Anne nin kaybolmasından bir süre
sonra yeniden ortaya çıkacağını öğrenene kadar devamlı te­
selli ihtiyacı içinde kıvranacaktır. Anne de elleriyle yüzünü
gizleyip gösterme oyunuyla onun bu bilgisini daha da iler­
letecektir. Bu suretle çocuk ümitsizliğe düşmeden istemeyi
öğrenecektir.
Anneye özlem duyduğu hal, çocı.. k için tehlike durumu
olmaktan çıkmış, ted irgin lik haline dönüşmüştür. Daha doğ­
rusu bu noktada annenin tatm i n edeceği bir ihtiyaç içindey­
se, tedirginlik başgösterir. İhtiyacın acil olmadığı hallerde
bu, tehlike durumuna dönüşür. Egonun ileri sürdüğü endi­
şe doğurucu sebep, daha sonra nesne kaybı şeklini alan nes­
nenin idrakinin kaybolmasıdır. Sevgi kaybı henüz işe karış­
mamıştır. Daha sonra tecrübelerle, nesnenin varlığını de­
vam ettirmekle beraber çocuğa kızabileceğini ve böylece sev­
gi kaybının çocuk için daha uzun vadeli bir tehlike ve en­
dişe durumu teşkil edeceğini anlarız.
Anneye duyulan özlemin yarattığı tedirginlik doğum ola­
yının yarattığı tedirgin edici halden fark lıdır. Doğum ola­
yında elden gidecek bir nesne olmamasına rağmen endişe tek
tepki olarak ortaya çıkmaktadır. Buna bağlı olarak. tatmin
duygusunun yer aldığı devamlı tekrarlanan durumlar anne­
yi ihtiyaç anında yoğun , özlem dolu cathexislerin alıcısı olan
bir nesne haline getirm iştir. Üzüntü tepkisi için bu yenili­
ğe başvu mlabilir. Sonuç olarak üzüntü nesne kaybına Jıas
bir tepki, bu nesne kaybının yol açtığı endişe, ya da nesne
kaybının tehlikesine karşı gösterilen bir tepkidir.
Acı hakkında da çok az bilgimiz vard ı r. Sadece acının,

99
ENDİŞE, ÜZÜNTÜ VE YAS TUTMA

kaide olarak, sınıra çarpan dürtünün, kuvvetli dürtülere


karşı koyan savunma tertibatını yıkması sonucu meydana
geldiği bilinmektedir. Bu sure t le dürtü sürekli bir içgüdü­
sel itme gibi davranmış olur. Eğer acı deri üzerinde bir yer­
den değil de, bir iç organdan yayılıyorsa, durumda bel l i baş­
lı bir değişiklik göze çarpmaz. Bu, dış çerçevenin bir kısmı·
nın iç çerçeveyle yer değiştirdiği anlam ına gelir. Çocuğun
bu çeşit bir acıyı tatma fırsatı vardır. Acınıı:ı kaynağının, nes­
ne kaybıyla fazla ortak yönleri olduğu söylenemez ve acı ha­
linde temel olan tahrik ( dürtü ) faktörü, çocuğun özlem ha­
l inde kesinlikle ortadan kalkmıştır. Bu arada, dilin ruhi acı­
yı yaratmış olması ve nesne kaybı ile ilgili hisleri fiziki acı.
ya eşitlemesi önemle üzerinde durulacak bir noktadır.
Fiziki acı durumunda, narkisistik tabir edilebilecek yo­
ğun bir cathexis ortaya çıkmakta ve vücudun acı çeken kıs.
mında düzenl i bir şekilde arlan bu cathexis ego üzerinde bo­
şaltıcı bir etki yaratmaktadır. Bilinen bir gerçektir k i, in.
san iç organ larında bir acı duyarken başka zaman farkına
varmayacağı hislerin etkisi alt ına girer Bu arada kişinin me.
rakı bir başka tarafa yönelecek olursa, yoğun fiziki acı et­
kisini kaybedecektir. Bunun da sebebi c..a thexisin , vücuçlun
ağrıyan yerinin ruhi temsilcisinde yoğunlaşmış olmasıdır.
İşte acı hissinin zihni alana geçişi bu noktada vuku bul­
maktadır. Kaybolan nesnenin yoğun , teskini mümkün olma­
yan ve gittikçe artan cathexisi, incinmiş tarafı n acı dol u
cathexisiyle aynı şartları yaratmaktadır. Böylece fiziki acı­
nın yöredeki kararl ı l ığını yenmek mümkün olmaktadır. Fi­
ziki acıdan ruhi acıya geçiş, narkisistik olandan nesne-cat­
hexisinc dönüşe tekabül etmektedir. Kate ktik sürecin sürek­
li ve engellenemeyen karakteri ruhi güçsüzlükle aynı sonu­
ca yol açmaktadır. Eğer o sırada ortaya çı kacak tedirginlik
hissi, endişe şeklinde ifade edilmeyip acı niteliğini taşırsa,

100
ENDİŞE

bundan şimdiye kadar açıklamak için büyük bir gayre t sar­


fetmediğimiz bir faktör sorumlu tutulmalıdır. Bu faktör, te­
dirgin lik hissiyle neticelenen süreçlerin meydana geldiği yük·
sek cathexis seviyesine ve libidoya bağlıdır.
Nesne kaybına gösterilen bir başka hissi tepki de, yas
tutmadır. Bunun izahında pek büyük bir güçlüğe rastlanmaz.
Yas tutma gerçekçiliğin teste tabi t u tulması temel i n e daya­
nır. Bu d uruma göre, kişi artık varolmayan nesneden mec­
buren ayrılmış olmaktadır. Artık yas tutmanın vazifesi, nes­
nenin yoğun bir cathexisin alıcısı olduğu bütün durumlarda,
nesneden kopuşu uygulamaktır. Verdiğimiz açıklama bu ay­
rılığın acı nitel iğine uymaktadır. Yani nesneyle olan bağın
koparılması gereken durumların tekrarı sırasında, nesnenin
özlem dolu yoğun cathexisi duruma tatminkar bir açıklık
· kazan dırmaktadır.

101
DERGAH YAYINLARI

1. Cumhuriyet devri Türk şüri/Mehmct Kaplan/2. Baskı/70 TL.


2. Siyasi hatıratım/Sultan Abdülhamit/2. Baskı/20 TL.
3. Hüsn ü Aşk/Şeyh Galip/Hazırlayanlar: Orhan Okay, Hüseyin Ayan/
35 TL.
4. Temel görüşler/Alpaslan Türkeş/3. Baskı/30 TL.
5. Batı çıkmazı/Dostoycvski/10 TL.
6. Büyük Türkiye/Süleyman Demirel/2 Baskı/30 TL.
7. Millet yolunda/Turhan Feyzioğlu/30 TL.
8. Celaleddin Harzemşah/Namık Kcmal/30 TL.
9. Milli görüş/Necmeddin Erbakan/30 TL.
10. BatıWaşma ihaneti/O. Mehmet Doğan/3. Baskı/12,5 TL.
l l . Türk milliyetçiliği ve batılılaşma/D. Özer, A. Dcbbağoğlu, F. Na·
mıkoğlu/10 TL.
12. İnsan, kainat ve ötesi/G. Morrison'dan B. Topaloğlu/2. Baskı/10 TL.
13. Şiir tahlilleri/Mehmet Kaplan/5. Baskı/35 TL.
14. Büyük Türkiye rüyası/Mehmet K:aplan/2.Baskı/25 TL.
15. Türk sanatı/R. Oğuz Arık/25 TL.
16. Kırkkanat/hikayeler/H. Kamil Beşe/20 TL.
17. İslam felsefesinin kaynaklan/Y. . Kumeyr'den F. Olguner/20 TL.
18. Bütün şürleıi/A. Hamdi Tanpmar/20 TL.
19. Doğudan, batıdan, ortadoğudan/M. Atilla Maraş/şiirler/1 0 TL.
20. Millet ve tarih şuuru/H.Z. Ül ken/2. Baskı/35. TL.
21. Türk edebiyatı üzerine araştırmalar/Mehmet Kaplan/70 TL.
22. Yaşadığım gibl/A. Hamdi Tanpınar/35 TL.
23. Saatleri ayarlama enstltüsü/roman/A. Hamdi Tanpınar/30 TL.
24. Tefrik etme hazlncsi/Shankara'dan M. Ali Işını/15 TL.
25. Upanişadlar/20 TL.
26. Demokratik sağ/Ferrnh Bozbeyli/25 TL.
27. Osmanlı lmparatorluj:;rundan Ortadoğu'ya «Şark meselesi�/N. Kur-
dakul/35 TL.
28. Musa ve tektanncılık/S. Freud/15 TL.
29. İslam sosyalimıl/M. Sibai/30 TL.
30. Batının oluşumu/C. Dawson/30 TL.
31. Siyasi tarih üzerine konuşmalar - !./İsmail Usta - Derleyen: Mus-
tafa Kutlu/10 TL.
32. Batının inanç temellerl/G. Scognamillo/15 TL.
33. Beş şehir/Ahmet Hamdi Tanpmar/20 TL.
34. Mahur beste/Ahmet Hamdi Tanpınar/20 TL.
35. Tasavvufun mahiyeti/İbn Haldun/Hazırlayan: Süleyman Uludağ/
35 TL.
36. İslam düşüncesi ve yenilenme hareketleri/Ncdvi'den Sait Şimşek
37. Tarih ve toplum/O. Mehmet Doğan/35 TL.
38. Edebiyat üzerine makaleler/Ahmet Hamdi Tanpınar
39. Batının çöküşü/O. Spcngler'den G. S cognami llo
40. İnsanı tanıma sanatı/Dr. Alfred Adler'den Şelale Başar/25 TL.
4 1 . Tekkeler ve zaviyeler/Mustafa Kara
42. Endişe/S. Freud'dan Leyla Özcengiz/10 TL.

DERGAH YAYINLARI A.Ş.

Cağaloğlu Hamam Sok. Nu: 15 - İstanbul


P.K. 1240 - İstanbul
leh!.' ı r•-_ı göstP.ri: n tı:
o' 1r ır �oz konusu - 1lil· '
ı n ·:a n l •k ı.,. :-ı .., .... rli.dır. I nd şenin meyaan · b
.
ı,
• n s a ·�nması , nı vrozlar, 1-- n stı rma Z'lrlama ve
rı t� ı-- � n �· ı.., •n ruur
a • kı l
t�

to R, 1 �
y · r:!.a n •

K J

You might also like