Professional Documents
Culture Documents
doğdu. Berlin, Paris ve Tübingen’de felsefe eğitimi aldı. Çeşitli Alm an üniversitele
rinde çalıştı, Riga ve Tiflis üniversitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı. Bir dönem
Z ürih’te bir hastanede hastalara “felsefeyle manevi destek” hizm etinde çalıştı. Halen
E rfurt Ü niversitesinde dışarıdan felsefe dersleri veriyor. Almanya’da ve dünyanın
çeşitli yerlerinde tebliğler sunuyor. O n üç dile çevrilen kitaplarının dünya çapındaki
satışı bir milyona yaklaşıyor.
D İZ İ E D İT Ö R Ü Bahar Siber
KAPAK Suat Aysu
T urgut Demir
K A P A K T A K İ Ç İZ G İ
U YG U LAM A H üsnü Abbas
D Ü Z E L T İ İpek Şahinler
Sena Ofset ■SERTİFİKA NO. 12064
B A SK I ve C İL T
Litros Yolu 2. M atbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11
T opkapı 34010 Istanbul Tel: 212.613 03 21
Mutsuz Olmak
Bir Yüreklendirme
Unglücklich Sein
Eine Ermutigung
¿M/
—- •*
iletişim
İÇİNDEKİLER
Ö N S Ö Z .................................................................................. 9
BİRİNCİ BÖLÜM
T A L İH B E N İ B U L D U Ğ U N D A 15
İKİNCİ BÖLÜM
M U T L U L U K HER ZA M A N M UTLU EDER M İ? 23
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
E B E D İ H O Ş N U T L U Ğ A V E D A .................................................. 31
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
H A Y A T IN B E R E K E T İ
S A D E C E O L U M L U Ş E Y L E R D E N İB A R E T D E Ğ İ L D İR 39
BEŞİNCİ BÖLÜM
D E P R E S İ F O L M A K : M E L A N K O L İ ............................................ 47
ALTINCI BÖLÜM
DEPRESYO N: H AST ALIK 55
YEDİNCİ BÖLÜM
U Ç U R U M U N K IY IS IN D A Y A Ş A M A K 63
SEKİZİNCİ BÖLÜM
M U T S U Z L U K L A B E R A B E R Y A Ş A M A K İÇ İN R E H B E R 71
DOKUZUNCU BÖLÜM
A Ş K I N L I K Y E T E N E Ğ İ O L A R A K M E L A N K O L İ ............................ 79
ONUNCU BÖLÜM
M E L A N K O L İ N İ N G E L M E K T E O L A N Ç A Ğ I ................................ 85
Ö N SÖ Z
CCT ) ugün benim günüm değilm iş!” Bunu diyebilenin ta-
U lihi yaver gitm iş dem ektir: Zira birçok in sanın kö
tü günü bir günden fazla sürer. En büyük m utsuzluğu ya
şam ak onların payına düşer ve bunu kendileri seçmemişler-
dir. İnsanları sürekli m utlu olmaları gerektiğine inandırm ış
bir çağda yaşamak, bu durum u iyice ağırlaştırır. İlan pano
ları “M u tlu lu k !” diye bağırır. Reklam spotlarından “Böyle
m utlu olursunuz!” kıvılcım ları çakar. Broşürler “Daha fazla
m u tlu lu k !” vaat eder. Gezi düzenleyen kuruluşlardan “M ut
lu olma garantisi”yle yer ayırtabilirsiniz. “Direksiyonu m ut
luluğa kırm anın yolları” başlığı atan gazeteler, çok geçme
den hayretle sorarlar: “Niçin daha m utlu değiliz?”
Yanlış anlamayın: Sadece hayatta kalm ak ve ödevlerin ifa
sı değil de m utluluk olabiliyorsa insanın meselesi, bu büyük
bir kazanmadır. Peki am a ya m utluluğun kendisi ödev hali
ne geldiyse? M utluluk norm atif bir anlam kazanm ış bu lu n u
yor, yeni bir norm nakşediyor insanın alnına: M utlu olmak
zo ru n d asın , yoksa hayatın yaşam aya değm ez. M utsuz in
san, kendini suçlam aya başlıyor, m utlu hayatın icaplarıyla
9
başa çıkam adığına göre kendinde bir eksik buluyor. Belli ki
başarısız olmuş. Başka herkes başarm ış görünüyor, en azın
dan bu izlenim i uyandırm ak için sıkı çaba sarf ediyor. Kıs
kançlık m utsuzun ru h u n u kemiriyor: Dünya çapında yapı
lan m utlu lu k araştırm alarına bakılırsa, bu gezegeni doldu
ran b ü tü n o m utlu insanlarla bir irtibat kurabilm ek m üm
kün olmayacak asla.
Mutluluk diktatörlüğü tehdidi, m utsuz olmaya pek alan bı
rakm ıyor. M utluluğun insan hayatı üzerindeki m utlak ege
m enliğinden şüphe duyan herkes suratına sert bir rüzgâr yi
yor. Keskin bir karam sarlığın can sıkıcı bir şey olduğu doğ
rudur. Lâkin kışkırtıcı bir iyim serlik de her zam an keyifli ol
maz. M utsuzlar öylesine sindirilirler ki, durum ları hakkın
da konuşm aya hatta düşünm eye bile cesaret edemez olurlar,
çü n k ü her şeyi pozitif görm eleri gerekiyorken negatif d ü
şüncelere kapılmış olacaklardır.
D urup durup patlak veren m utluluk histerisinin sebeple
ri nelerdir? Bir sebep, mutluluğa kaçıştır. Dış koşulların bas
kısı arttıkça, insanlar içsel m utluluklarını sorgularlar: M utlu
m uyum ben? Gelecekte nasıl m utlu olabilirim? Fakat m ut
luluğun gölgedeki yanlarına baktıkça kendini dayatan acil
sorular da vardır: Ne kadar çok insan, sırf m u tlu olm ala
rı gerektiğine inandıkları için m utsuz oluyordur acaba? Pe
ki ya m utsuz olan ve sadece bununla değil bir de tüm toplu
m un m utluluktan m est olm uş görünm esiyle baş etm ek zo
runda olan onca insana ne demeli? G örünüşte m utlu olan
lar m utluluklarında ısrar ettikçe, m utsuzlar kendileri dışlan
mış hissetm ezler mi?
Dört bir yana saçılan m utluluk m ethiyeleri böylesi sorula
rı tahrik eder, çünkü, vurgulayarak söyleyeyim, en azından
kısm en asosyaldir bu m ethiyeler. Hiçbir m u tluluk ağma gi
rem eyenler üzerinde, yani toplum da, hele dünya toplum un-
da en berbat ko şu lların m utsuzluğuyla yaşam ak zo ru n d a
10
olanlar üzerinde nasıl bir etki yarattıklarına kayıtsızdırlar.
M utluluğun gölgeli yanları? Olm az öyle şey. Yine de oluyor
sa, insanın kendi suçudur. Kendi m ahvına sebep olacak şe
kilde, refüze ediyordur m utluluğu. Yeterince çaba göster
m iyordun Envai çeşit m utluluk rehberini yeterince dikkat
li okum am ıştır. Belki de m utluluğa kabiliyetsizdir, genetik
bir kusuru, üzücü bir sosyal engeli vardır. Basitçe talihsizdir
belki de, am a o da “benim sorunum değil”dir. M utsuz kişi,
m odern vebaya yakalanm ış dem ektir, cüzamlı gibi davranı
lır ona, insanlar ondan uzak durm ayı tercih ederler.
Ben de bir kitap yazarak m utluluğa ilginin artm asına kat
kıda bulunm am ış mıydım? Olabilir ama o n u n hayattaki en
önem li şey olmadığı şerhini de düşm üştüm .1 Niyetim m u t
luluğun insan hayatındaki her türlü anlam ını inkâr etm ek
değil ki... m u haklaşm akta olan anlam ını görelileştirm ek, sa
dece. M utluluk önem lidir ama anlam daha önem lidir. Ha
yatta tek m eselenin m u tluluk olduğu, m odern hayattaki an
lam kaybını m utlulukla ikam e etm ek isteyenlerin bir m asa
lıdır; am a m utluluğun sırtına kesinlikle taşıyamayacağı bir
y ük yüklem iş olurlar böylece. M utluluk hayatın güzel bir
ilavesidir, m utluluktan nasibine bir şeyler düşen herkes bu
na m innettar olabilir ama insanlar ancak kısm en pay alabi
lirler ondan. M utluluğun sınırları vardır ve hayattan haddin
den fazlasını istem ek anlam sızdır.
Yaşam sanatının ödevi, başarılı bir hayata katkıda bulun
m ak ve insanı m utlu etm ek değil midir? Evet, kısm en öyle
dir ama başarısız ve m utsuz olm ak da vardır insan hayatın
da. En azından basitçe “def edemeyeceğiniz” için vardır. Ba
şarı zorunluluk değildir, başarısızlık hep bir ihtim aldir. Biri
si başarılı bir hayattan söz ettiğinde hep irkildiğim i fark edi
1 W ilh elm Schm id, G lück - alles, was Sie darüber wissen müssen, und warum es
nicht das W ichtigste im Leben ist [M utluluk - H akkında bilm eniz gereken her
şey ve n ed e n hayatta en önem li şey olm adığı ü zerin e], Insel Verlag, F ra n k
furt am M ain, 2007.
11
yorum . İnsanlar başarıyı kendilerine tahsis edem ezler, ko
layca elde edemezler bunu; olsa olsa, bir şeyi kısm en başara
bilirler. Güzel, dolu bir hayat, m utlaka başarılı bir hayat de
m ek değildir. O halde başarıya ve m utluluğa kilitlenm ek ni
ye? Ya talih beni bulmazsa? Talih çekip giderse, bir proje,
bir ilişki, bir kariyer ve nihayetinde tüm bir hayat başarısız
lığa uğrarsa, ne olacak?
M utluluk üzerine çok fazla konuşm ak, hiçbir zayiatı, hiç
gölgeli yanı olmayan başarılı bir hayatın, başarılı bir ilişki
nin m ü m k ü n olabileceği illüzyonunu besler. B unun so n u
cu, bir başarısızlık halinde iki kat, üç kat m utsuz olm ak
tır. Her ne pahasına olursa olsun şım arıkça m utlulukta ısrar
eden ve en ufak m utsuzluğu kabullenem eyen, m utluluğun
gölgeli yanlarının kolayca bertaraf edilemeyeceğini fark et
tiğinde, daha da m utsuz olur. O gölgeli yanlarla kavga eder
ken, onlarla daha iyi başa çıkm ak için kendisine lazım olan
kuvveti kaybeder, bunu izleyen takatsizlik daha da büyütür
m utsuzluğu.
İnsanlık tarihinin kitabında m u tluluk bölüm ü pek ince,
geri kalan bölüm pek kapsam lıdır. Bu orantıyı değiştirm e is
teği kesinlikle desteklenm eye değer, onu tersine döndürm e
yi istem ek ise gerçekçi değildir. M utsuz olm ak insanlığın bir
hususiyeti değildir, m uhtem elen hayvanlar da becerebilirler
bunu. Lâkin insanlar alternatifleri düşleyebilirler. M utsuzlu
ğun sebepleri olduğunu bilebilir, sebep bulam azlarsa bu se
bepten ötürü iyice m utsuz olabilirler. Hayvanlığa geri dön
me yolu onlara kapalıdır, ancak insan olm anın hususiyetle
rini tanıyarak hayatlarını zenginleştirebilir ve aynı zam anda
kolaylaştırabilirler.
İnsan hayatındaki esas m eydan okum a, m utlu olm ak de
ğildir. Biraz bilgi ve herkes denemeyle b u n u başarabilir, sı
nırlı bir süreliğine de olsa. M utsuz olm akla baş etm ek, onu
sindirm ek ve ona dayanm ak çok daha zordur; k ah ram an
12
ca olan, böyle bir hayattır. Yaşama sanatının öteki ve belki
de daha büyük kısm ını, bu m eydana getirir; çünkü herhan
gi bir anda m utsuzlar her toplum un küçük bir azınlığından
daha fazlasını oluştururlar. Bu kitap işte onların varlığını ta
nımaya, onların o nurunu kurtarm aya ve onları yüreklendir
meye adanm ıştır.
13
BİRİNCİ BÖLÜM
17
ikili anlam ıyla bir tanrıça olarak hürm et edilir ve ondan kor
kulurdu: Eski Yunancada Tyche, Latincede Fortuna. Böyle
likle insanlar her iki durum u da tanrısal bir kaynağa dayan
dırır ve her ikisini de tevekkülle kabullenirlerdi.
M odern insanlarsa yalnızca lehteki tesadüfü talih olarak
kabul ederler. M utlu tesadüf kapıyı çalmazsa, bu onları kız
dırır, hayal kırıklığı yaratır ve bir m utsuzluk sebebidir. Ö r
neğin oyunda, um ulan talihten m ahrum kalınırsa, hele bir
de bu durum tekerrür ederse: “Hiçbir zam an bir şey kaza
nam ıyorum .” Tesadüfen bir şey kazanan az sayıdaki insanın
gölgesinde, kendi hataları olm aksızın kazanm aktan m ah
rum kalan çok insan vardır. Bu hayal kırıklığından ve onu
izleyen m u tsu zlu k tan kaçınm ak isteyenin yapacağı en iyi
şey, oynamayı bırakm aktır. Tabii b u n u n bedeli de hayatın
daki heyecanı gitgide kaybetm ek olabilir, yani belki de bir
başka m utsuzluk hah.
Talihin yüzüne güldüğü insanı da kıskanm am alı. M utlu
tesadüfü elinde tutamazsa, o da m utsuz olur. U ğurlu tesadüf
le elde ettiğine inanıp da yan gelip yatar, m utluluğunu m u
hafaza etm ek için bir şey yapmazsa şayet, talih uçup gider
elinden. Bu çeşit m utluluğun m ükem m el mecazı, kârdır: kâ
rı sapasağlam elinde tutacağına inanan biri, onun eriyip git
tiğine şahit olacaktır; talih oyunlarının en yaygını olan aşk
ta, sözgelimi, iki kişinin birbirini bularak m utluluğa eriş
m iş olması, hep öyle kalacakları anlam ına gelm ez, m u tlu
luğu hep onlarla eğleşmeye zorlayabilecekleri anlam m aysa
hiç gelmez.
M utlu tesadüfün tam tersine dönüştüğüne de rastlanır. Yü
ze gülen tesadüfün de aslında insanın aleyhine olduğu orta
ya çıkabilir. Talihli tesadüfün talihsizlik olduğu anlaşılabi
lir zam an içinde, talihsizliğin de talih olduğu. Max Frisch’in
Homofaber rom anında W alter Faber adlı yolcu garip bir bi
çimde, bilet aldığı aktarm a uçuşundan vazgeçivermiştir, son
18
anda uçağa çağrıldığında da hiç hoşlanm az bundan. Talih
sizlik eseri, uçak düşer, talih eseri, b ü tü n yolcular kurtulur.
Ne var ki trajik karışıklıklara yol açan yeni bir hikâye baş
lar buradan da.
M utsuz olm anın esaslı bir nedeni, tesadüfi talihin daha
baştan olum suz biçim de sökün etmesidir: tesadüfi talihsizlik
olarak. Bunu önleyebilm ek için bir insanın her türlü tesadü
fe kendini kapatm ası gerekirdi. 17. yüzyılda yaşayan Fran
sız filozof Blaise Pascal’in bir tespiti b u n u n yolunu gösterir:
“D ünyadaki b ü tü n talihsizlikler, insanların evlerinde o tu r
m am alarından doğar.” A ncak bu tem elde, hayat boyu gü
venceyi planlayabilirsiniz. Ama nasıl bir hayat? Açılm ak,
tem kinle de olsa kendini hayatın belirsizliklerine bırakm ak
daha caziptir. Bazen tam da talihsiz hadiseler yeni bakış açı
larına im kân verir. Hayata faydası dokunabilecek bir şeyi de
nem enin emsalsiz fırsatını sunar.
M utlu tesadüfü şans getiren biri ya da bir şey aracılığıy
la neredeyse sihirle kendine çekme arzusuna yatkındır in
sanlar, o şeyin her zam an işlemediği aşikâr olsa bile. Bazı in
sanlar bizzat tesadüfleri çeken bir mıknatıs taşıyor gibidirler:
bunlar şanslı kim selerdir veya öteki kutupta bahtı karalar
dır, bir açıklam ası da yoktur bu halin. Tesadüflerin istatis-
tiki dağılım ı böylesi uçları da kapsar ve her insan hayatın
da gerek küçük gerek büyük hadiselerde bazen büyü yapıl
m ış gibi olur: Bir iki m utlu tesadüfün kendi dinam ikleriy
le başka m utluluklara da yol açm alarına ( “baht çizgisi”) de
ğil, talihsiz tesadüflerin birbirini koltuklam asına da rastlanır
( “her zam an beni b u lu r”). Bir başarıyı bir diğerinin izleme
si, bu kendini hayatın hep güneşli yanında zannetm eye vesi
le olur, başarısızlıkların art arda gelmesi ise hep gölgeli yan
da zannetm eye; oysa bu seri bir vakit m utlaka bozulacaktır.
Talihsiz tesadüflerde, talihsiz vakalarda ve kazalarda keş-
fedilebilecek bir anlam saklı m ıdır? Bir insan neden ağır bir
19
hastalığa yakalanır? N eden o adam veya o kadın? Bir ceza
m ıdır bu, cezaysa neyin cezası? Eli u zu n bir görünm ez gü
cün yazdığı bir senaryo m u söz ko n u su d u r? Bir yazgı mı
vardır, yazgıysa yazan kim dir? M odern olm ayan kü ltü rler
de onca insanın yazgıya inanm ası gibi, m odern olmayan on-
ca insan da yazgının olmadığına inanır. Yazgının var olup ol
m adığının kesin cevabını bilemeyiz. İnsanlar hayatın tam a
m ını göremezler, hele dünyada olup bitenlerin tam am ını hiç
göremezler, nerede kaldı ki görünüşteki tesadüfilik üzerin
de etki sahibi olabilecek -e n azından, m odern çağda da epey
bir insanın etkisine kani o ld u ğ u - yıldızları görebilsinler.
Kesin olan tek şey, bir oluşun, tam am en tesadüf olsa bile,
yazgı olarak yorumlanmaya m üsait olmasıdır. Artık olmamış
kılınam ayacak olanda bir yazgı görmeye dönük kendiliğin
den itki, b ü tü n kuvvetlerin, kötüyle iyi baş etm eye yoğun
laştırılm asını gerektirir. Daha fazla beyhude karşı koym ak
yerine kendi kendine “Bu benim yazgım. Olacak olan olur,
hayrını şerrini kimse bilem ez” demek, kişinin elindedir. Her
yazgıyı kabullenm ek gerekm ez, birçok şey değiştirilebilir,
örneğin bir hastalık ihtim alini veya onun seyrini değiştirebi
lirsiniz. Ama her şeyi değiştiremezsiniz, m üm kün her hasta
lığı tüm zam anlar için önleyemezsiniz.
Masaldaki gökten yağan güm üş paralar gibi insanın kuca
ğına düşen m utlu tesadüfleri kabullenm ekte büyük bir m a
rifet yoktur. Asıl büyük yaşama becerisi, talihin gölgeli ya
nında lazımdır insana, gökten bahtsızlık yağarken, herhan
gi bir şeyi kabullenm ek zor geldiğinde. M utsuz olanlar ve
bahtsızlığı taşıyanlar çok defa bunu sadece kendileri için de
ğil başkaları için de yaparlar, örneğin bir hastalığın tedavi
sinden başka insanların faydasına olacak ya da onları daha
baştan bu talihsizlikten koruyacak bir şey öğrenilebildiğin-
de, böyledir bu. Sayısız teknolojik iyileştirme bu zorlu yol
dan m eydana gelmiştir, çünkü hiçbir teknoloji ilk ham lede
20
m ükem m el işlemez. İnsanlar tecrübeyle öğrenirler, tecrübe
n in de önem li bir kısmı kötü tecrübedir. Sonrasında mesele,
bireysel ve toplum sal rikkatle talihsiz tesadüflerin ihtim ali
ni azaltm aktır, ama onları insan hayatından tam am en sürüp
atm ak hiçbir zam an m üm kün olmayacaktır.
21
İKİNCİ BÖLÜM
25
m u tlu lu k ha! A şktan ne anladığınızdan neredeyse bağım
sız olarak, insan hayatında daha istikrarlı m u tsu zlu k geti-
*ı _____ _____
ren başka bir alan var m ıdır acaba? Bir toplum sal yüküm lü
lüğün ifası olarak aşk, duyguların rolüne yer verm ediği için
m utsuz eder. Güzel duyguların ifası beklenecek olursa aşk
tan, o duygular eksik kaldığı anda -geçici veya kalıcı- m ut
suz eder. Âşık olm am ak daha m ı iyidir o halde? Hayır, aksi
ne: Daha fazla anlam bahşeden bir şey yoktur. Ama insanla
rın hayatta bir m iktar m utsuz olmaya da ihtiyaçları vardır,
aşk da b u n u n güvenilir bir tedarikçisidir.
Hayatta ve aşkta m utluluk birçokları için “m üm kün olan
en büyük zevktir.” Jo h n Locke 1690’da yazdığı İnsan Zihni
Üzerine Bir Deneme’de m utluluğu böyle tanımlamıştı. O za
m andan beri çıta öyle yüksektir ki, kimse üzerinden aşam ı
yor. M odern çağ, o çıtayı aşmayı tekrar tekrar denem e hır
sından alıyor itkisini. Locke’u n insanlara tanıdığı “m u tlu
luk için uğraşm a hakkı” (pursuit of happiness) 1776 Ameri
kan Bağımsızlık Bildirgesi’nde yerini aldı ve o zam andan be
ri başka ülkelerin insanlarının da düşlediği bir hak ko n u m u
na erişti. Birileri b u n d an bireyin tam am en kendi bileğinin
kuvvetiyle, başkaları tarafından, toplum ve devlet tarafından
m üm kün olduğunca rahatsız edilm eden, kendi m u tluluğu
nu bulm asını anlarlar. Diğerleri ise, her bireyin, durm adan
hayatta kalabilm ek için debelenm eyip de m utluluk için uğ
raşm a im kânına sahip olabilmesi için, bir tem el güvenceye
kavuşturulm asında ısrar ederler.
Birçokları m utlu lu k için uğraşma hakkı fikrini mutluluk
hakkına çevirirler, genel olarak toplum ve devlet, özel olarak
hayat ve aşk bunu onlara sağlayacaktır. Fakat böyle bir hak
talebi nasıl karşılanabilir? Devlet beni bir anlığına m u tlu
edecek bir fincan espressonun parasım m ı ödem elidir sözge
limi, b u n u n için im kânım yoksa? Başka şeyleri tam am en bir
kenara bırakıyorum . Sevdiğim insandan m utluluk borcum u
26
nasıl talep ederim, ne gibi yaptırım ların tehdidiyle? M odern
insanlar, talihten hesapsız ve ölçüsüz taleplerde bulunm aya
eğilimlidirler. Oysa Im m anuel Kant 1764’te Güzellik ve Yü
celik Duygusu Üzerine Gözlemler'inde “hayatın saadetleri ve
insanların m ükem m elliğe erişmesiyle ilgili fazla yüksek (!)
taleplerde bulunm am a” tavsiyesinde bulunm am ış mıydı?
Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde “son insanın” küçük
m u tlu lu ğ u n u alaya alan (“G ündüz için k ü çü k hazları, ge
ce için küçük hazları vardır”, Z erdüşt’ü n Öndeyişi,) Friedri-
ch Nietzsche bile, birkaç yıl sonra Ahlâkın Soykütüğü Üzeri
ne başlıklı m etninde (üçüncü bahis, 14), icat ettiği yeni in
sana bir mutluluk hakkı tanıyacak kadar ileri gitti. Bu hakla
rını alabilmeli ve m utsuzların d u rum unu gözetmeyi de faz
la abartm adan kullanabilm elidirler. Bir iktidar meselesi m i
dir, gelecek zam anların bir önden zuhuru m u d u r m utluluk?
Olabilir, insanlar m utluluk için çabalayabilirler. Fakat bu
çaba her yönden karanlık bir çerçeve içine alınmıştır: insan
lar, m utsuz oldukları için m utlu olmaya çabalarlar. M utlu
luğu bulduklarında da m utsuzluk olm adan yapam azlar çün
kü m u tlu lu ğ u n zıddına m uhtaçtırlar; bu nedenle, seyirci
lerini m u tlu etm ek isteyen h içbir yeni televizyon progra
mı, bir m utsuzluk tasvirinden kendini alamaz. M utluluk in
sanları terk ettiğinde de tekrar m utsuzluğa düşerler. M utlu
luk anları ve zam anları, m utsuzluğun nekaheti için anlam lı
dır ama m utluluğu sürekli istem ek anlam sızdır, çünkü ebe
diyen sürm esi m ü m k ü n değildir. En vahim i, birçoklarının
m utluluktan tam da b u n u um m asıdır: Kesintisiz hoşluk ha
li, daim i neşe, keyifler hep yerinde olsun ve bol eğlence. Ne
var ki m utluluğu bir tür daim i zevkte aram ak, m utsuz olma
n ın en em in yoludur.
Hiçbir insan hep sadece sevinç duyamaz, bedendeki m ut
luluk horm onları ve endorfinler de dışarıdan alınan uyarıcı
lar ve ilaçlar da bunu pek değiştiremez. Zaten “m utluluk ve
27
ricilerin” etkisi abartılır da bazen. Çikolatanın dişlerdeki ko
ruyucu tabakaya ve bedenin yuvarlaklıklarına olan katkıla
rı, m aalesef horm on bütçesine olan katkısının epeyce üze
rindedir. En sevdiğiniz yemeği fazla sık yerseniz, m em nuni
yetten ziyade bıkkınlığı teşvik edersiniz. Wellrıess1 da abar
tıya kaçabilir, kan dolaşım ı uyarıcı sinyallerin fark edilm e
sini beklem ez. Seks elbette m utlu eder ama yokluğu varlı
ğından daha fazla zam an tutar, bu da onun varlığını um anı
m utsuz eder. O nun “d o k u n u şu n u ” hissetm ek üzere her Ye
ni Ki,si nin peşinden koşan, kendisinin geride kaldığını fark
etm ekte geç kalır; bin bir zahm etle kendini yeni baştan b ul
maya girişmesi gerekir.
M utluluğun kimyası şayet fazla zorlanırsa insanı m utsuz
eder. Ç ünkü çabucak tükenen, bu nedenle yenilenm esi ge
reken m addeler söz konusudur; yenilenm elidirler ki haya
tı tekrar k ışkırtabilsinler ve yeniden tükensinler... M utlu
olm aktan bazen yorulan insan da tükenir, onlarla beraber.
Kendi haz hırsının kurbanı olm uştur; nihayet kendini, on
dan daim i bir neşe hissi için çaba harcam asını talep etmeyen
keyifsizliğin kollarına bırakabildiği için m em nundur. Ü zün
tü hali onun geri çekilme hattına dönüşür. En nihayet ken
di içindeki öteki tarafı sonuna kadar yaşayabilecektir. G er
çi “havasında olm ayan” insan sosyal ölüm tehdidi altında
dır, kim se onu yakınında istem ez. Ama “h er zam an key
fi yerinde olan”ın d urum u da her zam an daha iyi değildir,
çünkü o da hoşnutluk hissini sonsuza kadar sürdüreyim di
ye nafile debelenirken, istem eden, çevresi için bir dayatm a
ya dönüşür.
Kim senin en güzel anında bırakm ası gerekmez, fakat her
kes güzelliğin sonuna kadar eğleşmeyeceğine, benzer veya
başka bir tarzda tekrar dönüp gelebilmesi için vakitlice ge
28
çip gitm esi gerektiğine, vakitlice kendini alıştırabilir. G ü
zelliğin olmadığı zaman, güzel bir zam an değildir. Bu zam a
nı ne pahasına olursa olsun güzellemeye kalkm ak, güzelli
ğin yokluğunu daha da sü n d ü rm ek ten başka bir işe yara
maz. B unun yerine keyifsizliğe, hoşnutsuzluğa, m u tsu zlu
ğa alan açarsanız, enerji tasarrufu m odunda bir yenilenm e
ye zam an yaratırsınız, böylece m utluluk dinlenip toparlana
bilir. Burada tek önem li şey, “sonraki” ve “aradaki” zam an
ların, “m ola verm enin” ve “durgunluğun” hakkını çiğnem e
m ektir. M utluluk tribine girm iş olan zam anın ru h u n a itiraz
edebilecek cesareti ancak birey gösterebilir. Zam anları de
ğiştiren de kendilerini değiştiren insanlardır.
Tam da nicedir özlenen saadet hissi nihayet gelip çattık
tan sonra, bunu hem en peşinden bir m utsuzluk izleyebilir.
Elverişli ve hoş hayat şartları, bunlar için çaba sarf etm ek
teyken ve ardından bir m üddet daha, teşvik ederler m utlu
luğu. Ama sonra, hayatın bu hedefe yönelm iş heyecanı fos
lar. K endisine ne oldu ğ u n u anlam az insan, oysa her şeye
erişmiştir: işim, ailem, arabam, evim. Hep bunlar içindi. Pe
ki şim di daha ne olacak? Refahın artmasıyla, onu kaybetme
korkusu da artar. İlişkilere duyulan güven kaybolur, omuz
om uza verm ek niye gereksindir ki artık? Eski değerlerden
koptukça yeni sorular çıkar: Doğru ne, yanlış ne? Seçme öz
gürlüğünün artm ası, sürekli tercihte bulunm anın ve bu ter
cihin sorum luluğunu üstlenm enin sıkıntısı büyür. M odern
hayatın sunduğu im kânların çokluğu da m utsuz eder, çün
kü hayat, şimdiye dek hiç olmadığı kadar uzadıysa bile, b u n
ların hepsini gerçekleştirem eyecek kadar kısadır. M utlulu
ğun trajedisi, m odern m utluluk kavram ının insanları siste
m atik olarak m utsuzluğa sürüklem esindedir.
Kuşkusuz, insanların hazzı aram akta ve acılardan kaçın
m akta hayatî bir çıkarları vardır. Ama eşyanın tabiatı ica
bı bunu her zam an başarm ak m üm kün olmaz. Acılar, istis
29
naları bir kenara bırakırsak, insanları m utsuz eder. Hayatı
m ızdan çıkmalıdırlar. Ama er geç çıkagelirler; yaralanm a ve
hastalığa bağlı bedensel acılar, hayal kırıklığı hissine ve duy
guların incinm esine bağlı ruhsal acılar, geçicilik ve ölümle
karşılaşınca düşündüğüm üz anlamsızlığa bağlı zihinsel acı
lar. Ağrı kesicilerin dindirici etkisi olur ama b ü tü n ağrı ke
sici cephaneliklerini toplasanız bile, acıların her daim olma
sını engelleyemez.
Lâkin acıları anlamlandırma biçim i değiştirilebilir. Haz
zı hissedilebilir kılan zıtlık deneyim ini sağlamaz mı acılar?
Acıyı tanım asam , hazzm ne olduğunu nereden bilecektim?
En yoğun m utluluk anları, acının dindiği anlar değil midir?
Dem in az kaldı bulanıklaşacak olan gerçekliğe ayna gibi ber
rak bir tanım getiren, acı değil m idir? Hayata yeni bir yön
verm eyi teşvik etm ez mi? Ben ne yaptım , neyi belki yanlış
yaptım? Benim için önem li olan nedir? Hangi insanlara iti
m at edebilirim? Bitip gittiğimde bu hayattan geriye ne kala
cak? Aktaracağım ne var? Tabii acı olm adan da m ü m k ü n
dür, kendine sürekli yeni yön tayin etm ek, ama pek kimse
yapm az bunu çünkü iş ciddiye binm iş değildir. İnsanların
hayatlarına dair huzursuzluk duym aları için bir şeyin onları
acıtması gerekir: işte bunu m utsuzluğa borçluyuzdur.
30
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
33
tabileceklerini um arlar. Lüks, m utluluğu yüksekçe bir m ad
di düzeyde sabitlem e ve hayatın her türlü değişkenliğine
karşı kalın duvarların ardında, bir kalenin yüksek burçla
rı arkasında siper alma çabasıdır - kelim enin tam anlamıyla
burjuvaca1 bir çaba, insanların hayata karşı daha korunm a
sız oldukları en basit bir kulübe, olanca m utsuzluğa karşılık
m uhtem elen daha fazla m utluluğa yuvadır.
Bu arka planı göz önüne aldığınızda, m utlulukla ilgili ge
zegeni dört dönen m ukayeseler sersemce görünür. Bir Map
of Happiness’ın 2 hem en p eşinden bir yenisi çıkar, b unları
hazırlatan Happiness Enstitüleri er geç bir Happiness-Over-
kill’e3 sebebiyet verirler. M utluluk m ukayeselerinin bilimsel
bir ciddiyeti olamaz, çünkü elmalarla arm utları karşılaştırır
lar: Gezegenin dört bir yanında b ü tü n insanların aynı anla
m ı atfedeceği bir m utluluk kavram ı yoktur. M utlulukta her-
m enötik bir yük vardır, başka her şeyden fazla, yoruma bağ
lıdır. Norm atif ön koşullar tartışmalıdır: Hayatta esas m ese
le sahiden m utluluk m udur? M utluluk sahiden h o şnutluk
dem ek m idir? Ö lçülebilirliğe dayanan bir bilim sellik, b u
n u n dışında, aynı sonuçları ortaya koyan incelem elerin tek
rar edilebilirliğini talep edecektir: Ne var ki ülkeler, o kadar
kısa bir sürede m utlulukları lehine veya aleyhine fazla bir
şey yapmış olmaksızın, ölçek üzerindeki yerlerinden sürek
li kayıverirler.
A lm anya’daki in sa n la r kendi d u ru m la rın ı görm ek için
m utlulu k atlasını açıp b a k a b ilirle r. M ü n ih ’te yaşayanlar
H am burg’dakilerden daha az m utsuzsalar, açığı kapatm a
ya çalışabilirler: Partilerde, m eyhanelerde ve yataklarda bi
raz daha fazla çaba sarf ederek kısa sürede her şey bam baş
1 Batı dillerinde bu rjuva, Burg yani kale (kaleyle çevrili şehir) kelim esinden tü
rem iştir - ç.n.
2 M u tlu lu k H aritası - ç.n.
3 M u tlu lu k ifrad ın d an ölm ek - ç.n.
34
ka olabilir, aralardaki gündelik hayat ise hep suskunluktur.
Daha da geliştirebiliriz bunu: Her hafta aralarında m üsabaka
yapm alarını sağlayarak mesela! Kim m utluluğun Bundesli-
ga’sında4, kim m ahalli ligdedir? Yılın m utluluk şam piyonlu
ğunu kim kazanacak? Şampiyonlar Ligi’nde kim oynayacak?
Hangi ülkeler m utluluğun dünya şam piyonalarında elem e
leri geçebilecek? Nihayet dikkatler iktisadi koşullardan baş
ka şeylere de çevrilir, m utluluğun reytinglerini ölçen ajans
ların risk oyunlarına çevrilir b ü tü n gözler. İktisatçı Francis
Edgew orth’u n daha 19. yüzyılda tasarladığı hazölçerle, her
bireyin hoşnutluk derecesini saniye saniye ölçebilirsiniz. Pe
ki ama neden sadece insanlar arasında m ukayese yapılır da
insanla hayvan karşılaştırılmaz? Hangisi daha m utludur, in
san mı koyun mu? Koyun ise şayet, neden koyun olmayı ter
cih etmeyelim?
Herkes, kendisi için arzuladığı hoşnutluk ölçüsüne erişm e
ye layıktır. Gevşemiş, arkasına yaslanm ış olm aktan daha gü
zel ne vardır; her zam an bir sebebiniz olmasa da kendiniz
den hoşnut, bir türlü hepten daha iyi bir dünya haline gel
miyorsa da dünyadan hoşnut. Ama devamlı böyle olur mu?
A paydınlık bir dünyada apaydınlık bir hayat sürm ek m u t
laka güzel olurdu ama ölü doğaya dönüşm üş bir dünyada
em ekli hayatı yaşam aya benzerdi herhalde. Arada bir hoş
n u t olm ak kötü değildir am a m arifet b u n u abartm am aktır,
çünkü gevşeklik halinde ısrar etm ek bir soruna dönüşür: Bu
halin değişikliğe ve iyileşmeye yol açtığı hiç görülm em iştir;
tersine, hoşnutluk ve kendinden hoşnutluk her türlü geliş
meye sekte vurur.
Bu n e d e n le , in sa n la rı h o ş n u tlu ğ u n verdiği m u tlu lu ğ a
adanm aya çağırm ak ve b u n d a n bir ideoloji, bir hoşnutluk
ideolojisi çıkartm ak sorunludur. M utlu bir toplum daki m ut
lu insanlar büyük bir tehlikeye düşerler: H oşnutlukları, in
4 F ederal lig. A lm anya’da futbol vd. sp o r b ranşlarında en ü s t lig - ç.n.
35
sana her zam an gerekli olan, koşullara ilişkin h u zursuzlu
ğun önünde engeldir. Kimse aslında isteyemez bunu. Başka
ları gönüllerinin istediğini alırken, yaşam ak için elzem şey
lerden m ahrum olan insanlar hoşnut m u olm alıdırlar? De
niz seviyesi tekrar yükselecek olursa, G üney Pasifik’teki Va-
nuatu Adaları’nm kıskanılacak denli hoşnut insanlarının ha
li ne olur? Pisa A raştırm ası’nın eğitim alanında bir çöküşe
tanıklık ettiği Alm anya’nın hah, h o şnut vaziyette arkasına
yaslansaydı eğer, ne olurdu? Ne m utlu ki fazlasıyla h u zu r
suz olarak tepki verdi Almanya buna; burada m utluluk, ko
şulları iyileştirme isteğindeydi. Sürekli hoşnutluğun m utlu
luğunu arayacağınıza önünüzdeki işi yapm ak ve olabildiğin
ce iyi yapmak, iyi bir fikirdir.
Ebedi hoşnutluğa veda etm ek tabii sadece teorik bir veda-
dır, pratikte zaten hiç gerçekleşm em iştir ebedi hoşnutluk.
İnsanın kaderi daim a hep hoşnut olmak değildir, yoksa hâlâ
ağaçlarda yaşıyor olurduk. Birisi de çıkıp diyebilir ki: öyle
si daha iyi olurdu. Sanatların ve bilim lerin tarihi, insanların
ne kadar dikkate değer gelişmelere kadir olduğunu gösteri
yor. Bu gelişmeye katılanların birçoğu eserlerini h o şnutluk
tan yaratm am ış, keşiflerini hoşnutluktan yapm am ıştır. Ga-
lilei ve Einstein gibi kâşifler kafalarını çatlatırcasm a düşü n
meye göm ülüp durm asalar, M adam Curie gibi araştırm acı
lar hayatlarını riske etmeseler, ne olurdu? Ona bu dünyada
bir çare bulunsa, H einrich von Kleist’m eseri m eydana ge
lir m iydi? K endine ve sanatına bakarken hiçbir gerginliği
olmasa, Vincent van Gogh fırçasını tuvale öyle şiddetle vu
ru r m uydu? Sisyphos Efsanesini yeniden anlatan Albert Ca-
m us’yü m utlu bir insan olarak m ı düşünmeliyiz?
İnsanlığın tarihinde m eydana getirilm iş olan, hayranlık
uyandırıcı ne varsa, bunların ancak küçük bir kısm ı h o şn u t
luk eseridir. Yaşam ereği olarak hoşnutluğa haddinden faz
la değer biçiliyor. Yeni eylem lerin m ahm uzu hoşııutsuzluk-
36
tur, insan olmaya özgü olan budur. “M utluluk ancak h o ş
n u tsu z lu k ta d ır” (Georg Kreisler, Letzte Lieder5, otobiyog
rafi, 2011). Belki de ancak şüphe edebilen, çaresizliğe dü-
şebilen insan, büyük ve fevkalade şeyler yaratabilir. H oş
n u t olan, arkasına yaslanm ayı yeğleyecektir. Bu bakım dan,
bir h o şn u tlu k eğer fazla u z u n sürerse h o şn u tsu zlu ğ u n ta
m am en kendiliğinden doğuverm esi şans olarak görünebilir.
Fark edilebilir bir dış etki olm aksızın insanın içinin sıkılm a
sıyla da olabilir bu, bir m eydan okum aya dönüşen dış etki
lere bağlı da olabilir: Yenilgiler, başarısızlıklar, kızgınlıklar,
m ünakaşalar ve ters giden işler, kim senin sevmediği ama yi
ne de kaçınılm az olan hoşnutsuzluk zam anlarına kapı açar
lar. Bu terslikleri akim a bile getirm ek istem eyenleri dehşe
te sevk ederek...
5 Son şarkılar.
37
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
H a y a t in B e r e k e t İ
S adece O l u m l u Ş e y l e r d e n İb a r e t d e ğ İl d î r
içbir psikoloji el kitabı onu tasdik etm eden yapamaz,
h er köşede ona öyle can-ı gönülden inanan insanlara
rastlarsınız ki, adeta bir dinle karşı karşıyasım zdır: P ozitif
düşünmek, yirm i otuz yıl içinde Batı k ü ltürünü fethetm iştir.
Pozitif yanları da yok değildir bu düşüncenin: N egatif ha
berler tufanının ortasında arada bir karayı görebilm ek iyidir.
H er şeyi hep negatif görm ezseniz bir dirilik hissedersiniz,
taze kuvvetler devreye girer. Peki ama her şeyde daim a sa
dece pozitif olanı göreceğim diye kendini kasm ak niye? Ne
den her günüm üz ille pozitif olsun? Hayatın başka zam an
ları da vardır, pozitif olanın kıym etini onlar sayesinde bilir
siniz. Biraz da hüzünleneyim diyor ya şarkısında Michy Re-
incke (Das böse Glück1 albüm ü, 1993):
1 Kara b aht.
41
Keyfi yerinde olm ak m ecburi olursa, her aksaklık büyük
bir arızaya dönüşür. En göze görünm ez düzensizlik nega
tif görünür o zaman; negatiflik bir pozitif dü şü n en in pozi
tif düşünebileceğinden daha çabuk kopup geliverdiğinden,
yeldeğirm enlerinin kanatlarına karşı bir savaş başlar. Olan
ca güçleriyle pozitif bakış açısını koruyabilm e çabası insa
n ın iliğini kurutur, b u n u n sonucu pozitif düşünm eye öfkey
le devam etm ektir. Belki insanın kendi içinde bir şeyleri ye
re serm esi gerekecektir. Belki de ana kural budur: İnsanlar
pozitifte ne denli ısrar ederlerse, o denli negatife batarlar.
İyi am a şeyleri olmadıkları gibi görm ekte teselli bulm a
nın yararı ne? Kalıcı olamaz ki bu teselli. Pozitif düşünm ek,
sorunlu şeyleri başka bir açıdan görm ek için ilham verici
dir. Pozitif d ü şünm ek sadece pozitif olanı görm e isteğine
yol açarsa, bir sorun halini alır. Artık hiçbir şeyi ciddiye al
maz, her şeyi bir bakış açısı sorunu olarak görürsünüz. Ağır
bir hastalığı olan bir insanın, kendi kendine her şeyin çok
iyi olacağını telkin etm esinin bir faydası do k u n u r m u? O tuz
sekiz yaşında akciğer kanserinden ölen bir adam , hafızam
dan hiç çıkmaz. Son nefesine dek, hastalığının ölüm cül ol
duğunu kabullenm edi, onu alt edeceğine kesinkes inanm ış
tı. Kimseyle vedalaşmadı, bir vasiyet hazırlam adı; kalanları
için b u n u n sonuçları hoş olmadı tabii.
Şeylerin ve koşulların, insanların onlar h a k k m d ak i d ü
şüncelerinden etkilenebileceğini, ilkin antik filozoflar keş
fetmişti. Daha Epiktetos, olup bitenlerin anlam landırılm ası-
m n insanın iktidarında olduğunu biliyordu, insan berbat bir
şeyi onla yaşanabilir kılacak şekilde yorum layabilirdi, çün
kü başım ıza gelen değil de o n u n hakkm daki kanaatim izdi
canımızı sıkan. Ama her şeyi istediğiniz gibi a n la m la n d ır
mazsınız. Bardakların her zam an yarısı dolu veya yarısı boş
olmaz, bazen de tam am en boş olurlar. Ancak b u n u vakitli
ce fark ederseniz onu doldurabilirsiniz. Krizler şanstır, hep
42
böyle söylenir, am a bazen de sadece so ru n değil m idirler
basbayağı? Borç bir yeniden yapılandırmayla başka bir çerçe
veye o tu rtu lu r da, gün gelip silinecek m idir acaba? Bir insa
nın sadece pozitif düşünm enin enerjisiyle arzularını gerçek
leştirdiği de olur bazen ama arzuladığı şeye asla öyle kolay
ca erişemez, belki düşünü gördüğü ideal koşullara asla ka
vuşamaz.
“Hep ileri bak” - geride kalanlardan bir şey öğrenm eye ni
yeti olm ayanların şiarı budur. Pozitif beklentilere sahip ol
m ak ve iyim serlikle geleceğe bakm ak iyi bir niyettir fakat
negatif olanı göz ardı etm eye ve ona karşı vakitlice hazır
lık yapam am aya sebebiyet verir. Salt pozitif düşünm ek so
ru n lar karşısındaki duyarlılığın ve yerinde eleştirinin altını
oyar, öğrenm eyi sağlayan bir sistem değildir. Bireysel ve top
lum sal açıdan felakete yol açabilir bu. Kim senin pozitif dü
şünm eyle 20. yüzyıl totalitarizm inin tarihi arasında şu bağ
lantıyı kurm ayışı tuhaftır: Nasyonal sosyalist “Neşeyle Kuv
vet” program ının2 niyeti de insanları pozitif bir ru h haline
sokm aktı. N eşeden kuvvet doğabileceğine şüphe yok, ama
bir istism ara set çekebilm ek için birkaç soru sorm akta fayda
vardır. Ne için kuvvetleneceğiz? Nasıl bir neşeyle? Neşesini
bulam ayacak durum da olanlar ne olacak?
Ayrım yapabilen bir yaşam sanatı, olaylara yeri geldiğinde
pozitif bakıp, bununla beraber negatif şeylerin kayıtsız şart
sız farkında olm aktadır. Körü körüne pozitife inanıp da ne
gatif ihtim ale karşı körleşm em ek te, eleştirel sorular sorup
bir şeyleri iyileştirm eye çalışm aktadır. Sadece negatif olan
daki pozitif yanı değil, pozitif olandaki negatif yanı da gör
m ektedir. Yeterince u z u n m ü d d et “iyi olacak” diye d ü şü
nürsen, her şeyin iyi olacağına dair sonsuz bir um uda ken
dini kaptırm ak yerine, m eseleleri açıkça ortaya koyup soğuk
43
kanlılıkla çözüm aram aktadır. İnsanlar ancak böyle çabucak
kurtulabilirler belâdan, yoksa daha devam eder.
Peşinen negatif ihtim ali düşünen kişi, self-fulfilling prop
hecy3 anlam ında, o negatif ihtim ali bizzat gerçekleştirm e
tehlikesine düşmez mi? Pozitifin de salt ona inanm akla ha
kikat olacağına inananlar inanır sadece buna. Felsefî düşü
n ü şü n eski bir yöntem i, sadece pozitif yorum getirm eyip
o n u n tarafından faka bastırılm am ak için “kötüyü önceden
düşünm ek” tir. Negatif ihtim al gerçekten vuku bulacak olur
sa insan gafil avlanmaz ve hayat devam eder. Vuku bulm az
sa bu daha da sevindirici olur, olağan şartlarda üzerinde bi
le durmayacağınız bu hoşluğun bilinçli olarak keyfine varır
sınız. Bu tarzda negatif düşüneni ya olaylar teyit eder ya da
o kişi hep iyi şeyler yaşar. Dik kafalı pozitif düşünce ise kö
tü sürprizlerle karşılaşabilir.
Pozitif düşünm enin günah listesi uzundur. Pozitif düşü n
ce züm resi m ensupları m asum negatif duygulanım ları bile
yüksek bulaşıcılık tehlikesi içeren “duygusal virüsler” ola
rak görürken, pozitif dü şü n m en in virüsü de çok bulaşıcı
dır. Kelimenin düz anlamıyla bulaşıcıdır: Birçok insan, sade
ce onlara bir şey olmayacağını düşündükleri ve herhangi bir
önlem alm adıkları için ölüm cül virüslerden etkilenir, böy-
lece kendileri de başkalarını tehlikeye sokarlar. 21. yüzyılın
ilk yıllarında pozitif düşünm enin şaheseri, gerek icat eden
leri gerekse kapılanları yüksek kâr um utlarına sevk eden ze
hirli mali yatırım araçlarıydı. Çok fazla insanın sadece po
zitif düşünüp, yeterince u zu n süre yapılan tüm uyarıları ve
gittikçe daha şiddetli çalan uyarı çanlannı inatla kaale alma- -
ması, bitm ek bilm eyen mali krizlere, iktisadi krizlere, dev
let krizlerine yol açtı. Ama hakikati istediğiniz gibi eğip bü-
kemezsiniz.
Negatif düşünüş de her zam an haklı çıkmaz, yoksa dünya
3 K endi k en d in i gerçekleştiren k eh an et —ç.n.
44
şim diye kadar kaç defa batardı. Pozitifin de negatifin de tek
boyutluluğu, hayatın çok boyutluluğunun hakkını veremez.
Yaşam sanatı hayatın her iki yanıyla da geçinebilmeyi gerek
tirir; sadece pozitif olanla, hoş ve haz dolu olanla değil, ne
gatif olanla, nahoş ve acı verici olanla da baş edebilmeyi...
Kimse bir ötekini istemez ama onu devre dışı bırakm ak da
m üm kün değildir. Hayatı tüm dolgunluğuyla kapsayan, baş
ka türden bir m utluluk söz konusudur burada: sadece m u t
lu tesadüfler ve gönül hoşluğu değil, onlarla beraber talihin
karanlık tarafı da buna esastan dahildir.
Kemale ermenin saadeti dediğim bu m utluluk, insanın bir
an d urup şunu düşünebilm esine bağlıdır: Hayat nedir aslın
da? Esas olarak kutupsallıklarla geçmez m i hayat, yapabil
m ek ve yapam am ak gibi, başarı ve başarısızlık gibi, sevinç ve
hiddet gibi, cesaret ve korku gibi, haz ve acı gibi, sağlık ve
hastalık gibi, hoşnutluk ve hoşnutsuzluk gibi, neşe ve keder
gibi karşıtlık ve çelişkiler arasında? M odern dünya ve insan
imgesi, bir zam an gelip her şeyin sadece pozitif olacağından
hareket ediyordu am a yine de hâlâ ortadan kalkm ayan ne
gatif şeyler var. Başka kültürlerin kafası bu konuda açıktır:
Hintli yazar A rundhati Roy 201 l ’de bir m ülakatta “Bu hasar
görmez m ükem m el hayat fikri bizde yoktur,” demişti.
K utupsallık, in san ların k en d ilerin i er veya geç m utsuz
hissettikleri ilişkilere de damgasını vurur. Çok defa ötekiy
le ilgilidir bu, o artık bir zam anlar olduğu gibi doğru kişi de
ğildir; o zam an da çekip gitme veya değiştirm e seçeneği b u
lu n u r. Lâkin onca değişiklikten sonra m u tsu z lu k ta n yine
de kaçılamıyorsa, çünkü en azından ara ara hayatın bir par
çasıysa, o vakit ne yapacaksınız? Daimi bir gönül hoşluğu
nu gerçekleştirm e isteğiyle başlatılan ilişkiler çabuk b iter
ler. Oysa bir ilişkide anlam görebiliyorsanız, çünkü onu ka
der ortaklığı cemaati olarak düşünüyorsanız örneğin, o iliş
ki m utsuz zam anları da daha iyi atlatabilir. Burada belirleyi
45
ci soru şudur: Tek tek h er bir vakada olmasa bile, ilke olarak
hayatın kutupsallığıyla barışık olabilir miyim? H erkesin bu
na kendi cevabını bulm ası gerekir. Ancak bunu kabullene
rek, m utsuzluğu da hayata ve aşka katabilirsiniz. En iyi ih
tim alle azaltabilirsiniz m utsuzluğu, ama b u n u n da koşulu
onun varolm a hakkını tanım aktır.
Kemale erm enin m utluluğu nefes alıp veren bir m utluluk
tur , çü n k ü m u tlu lu ğ u n da nefes alıp verebilm esi gerekir.
Hiçbir insan hep sadece nefes alamaz, yeniden nefes alabil
m ek için nefes vermelidir. Böylece insan pozitifle negatif ku
tupları arasında gidip gelebilir: Hayatın daraldığı sorunlu bir
zam anda, iyi gelen bir şey olduğunda yeni nefes alır; haya
tın bir zirve anında, başka zam anların da geleceğine hazır
lıklı olursunuz. Ancak zıtlıklar arasındaki tecrübelerin olan
ca genişliği, kem ale erm iş, dolgun bir hayatın heyecanını
kazandırır insana. Elverişli veya elverişsiz tesadüflere ve gö
nül hoşluğu ile can sıkıntısı arasındaki anlık dalgalanm ala
ra bağımlı olmayan asıl felsefî m utluluk budur. Daha antik
filozofların ona atfetm iş oldukları bir devamlılığı vardır bu
m utluluğun ve m utsuzluğun yaygın bir biçimi olan depresif-
liği de dışlamamalıdır.
46
BEŞİNCİ BÖLÜM
51
Kesinlik izlenim i uyandıran her d urum un kesinlikten uzak
ve her şeyin kuşkulu olduğunu biliyorlar. İnsan eylem leri
n in kuşkululuğu k o n u su n d a ve insanın v a ro lu şu n u n esas
itibarıyla nasıl hiçlik mesafesine inebileceği konusunda zi
hinleri açık. O nları duygulandıran ve harekete geçiren, ha
yatın olası trajikliğidir. O nların m aruz bulundukları tehlike
hayatı fazla yüzeysel görm ek değil, u çurum un derinliklerin
den çıkam am ak, belki de kendi “kim liklerinin” çöküşünü
yaşam ak ve kendilerine yabancılaşm aktır.
Lâkin m elankoli sadece taşkın bir düşünce selinin değil,
duyguların vahşi dalgalanm asının dam gasını taşır. Pek az
insan bu dalgalanmayı mutluluk olarak hisseder ama her d u
rum da buna anlam yükleyebilirsiniz: Eğer hayatta meseleniz
büyük duygular yaşam aksa, o zam an bunlar sadece sevinç,
aşk ve cezbenin iyi duyguları olamaz. Duygu hayatını tüm
yelpazesiyle yaşam adan, kem ale erilmez. G örünüşte en se
bepsiz olan üzüntü hali de herhalde buradan doğar: “Aslın
da her şey yolunda gidiyor, bana ne oluyor böyle, bilm iyo
ru m .” A henkten başka bir şey bilm eyen bir hayat, ahengin
bozulm asını istiyor dem ektir. Kesintisiz yaşam sevinci insa
nı takatten düşürebilir, yaşam kederinin sunduğu türden bir
m olaya ihtiyaç duyabilirsiniz, insan olm anın b ü tü n im kân
larını yoklam ak ve hayatın kem aline varm ak için, ilk bakış
ta çok uzak gelse bile, galiba üzüntüyü de sonuna kadar tat
m ak gerekir.
insanlar iradeleriyle de üzüntüye kapılabilirler mi? Evet,
hiç şüphe yok, mesela acı verici hatıraları tekrar hatırlaya
rak yaparlar bunu, çünkü acı esasen hiç yok olmaz - sevi
len bir insandan ayrılmak mesela. Dünya sancısı, kasıtlı ola
rak her zam an duyulabilir: hayatın ve her şeyin hatta bel
ki bizzat dünyanın geçiciliğinin sancısı - her ne kadar bili
m in b ü tü n im kânlarıyla bile olsa, b u n u ihata etm ek m üm
k ü n olmasa da. Pozitif olanı dengelem ek, hayatın kutupsal
52
lığını yeniden tesis etm ek, m u tluluğun ölçüsünü kaçırm a
m ak için üzüntüyü bilinçli olarak davet edebilirsiniz. Fried-
rich Hollaender’in M arlene D ietrich’in söylediği bir şarkısın
da dile geldiği gibi:
53
ALTINCI BÖLÜM
DEPRESYON: HASTALIK
epresyon hastalığı, “paspas gibi hissetm e hali”, m elan
D kolideki duygu ve d ü şü n ce dalgalanm asından farklı
olarak duyguların donm asıyla, isteksizlikle ve tepki verm e
ye olan hakiki bir kabiliyetsizlikle belirlenir. Bir konuşm ada
bu fark hem en hissedilir. Bu dertten m ustarip olan, düşün
celerinin dar çem beri dışına çıkamaz, kendine yardım ede
mez, en basit faaliyetleri bile yürütem ez. Onayıyla onun adı
na sorum luluk üstlenecek insanlara, yanından ayrılmayacak
akraba ve arkadaşlara, davranışçı terapi veya derinlik psiko
lojisi yöntem leriyle onu tedavi edecek terapistlere, sanatları
n ın güncel kuralları çerçevesinde onunla m eşgul olacak he
kim lere ihtiyaç duyar.
Depresyon teşhisinin m elankoliyle ilgili olarak da enflas-
yonist biçim de kullanılm ası, hasta sayısını saçma derecede
artırm aktadır. Bu durum hastalığın kam usal tanm ırhğı bakı
m ından yararlıdır fakat m elankoliye kapıldıysa ilaçtan ziya
de sohbet edecek arkadaşa, depresyondaysa sohbet partne
ri olarak bir hekim e ve tedaviye ihtiyaç duyan insanlara, d u
rum larına uygun m uam elenin yapılması bakım ından yarar
57
lı değildir. İlaç alarak serotonin h o rm o n u n u n salgılanm a
sı sağlanabilir, vücudun eksikliğini çektiği m addeler takvi
ye edilebilir; örneğin eksikliğinin çekildiği kuzey ülkelerin
de pek de m asum olm ayan kış depresyonunda payı olan D vi
tam ini horm onu yüklenebilir. Ayrıca depresyonun nedeni
de sonucu da olabilen organik sorunların tedavisi söz k o n u
su olabilir; sözgelimi tiroid bezlerindeki bir işlev bozukluğu
horm on salınım larm ın düzenini de bozar.
Tıbbî açıdan hafif ve ağır depresif evrelerin arası olan ve
her ikisi de psikotik belirtilerle beraber gelişebilen m elanko
li ile depresyon arasındaki gri bölge, zorluk yaratır. Hastalık
tam nerede başlar? Bir depresif reaksiyon ak u t veya kronik
gerginlik d u rum larının sonucu olarak ortaya çıkar, bazen
kaynağında geçmişteki travm atik deneyim ler vardır ve b u n
lar nevrozlara dönüşm üş olabilirler. Fark edilebilir bir dışsal
sebep olmaksızın insanın içinde endojen1 bir depresyon ken
diliğinden, -m u h te m e le n genetiğe bağlı o lara k - oluşabilir
ve beyindeki m etabolizm a hareketlerini değiştirebilir. Ağrı
lar ve bedensel belirtilerin gerisinde bir gizli depresyon sak
lanıyordun Manik-depresif hastalık insanları m anik bir can
lılıkla depresif bir ölüm e yakınlık hissi evreleri arasında bir
0 yana bir bu yana savurup durur; bazen çok keskince, ba
zen o kadar değil, “sevinç çığlıklarıyla göklere sıçrayarak ve
ölüm cül bir kederle.”
Bum out2 teşhisi depresyonunkiyle örtüşür, şüphe halinde
geçiş üstünlüğü onda, tükenm işliktedir, çünkü kulağa daha
pozitif gelir: Birisi haddinden fazla çalışmış hatta başkaları
için, ailesi için, şirketi için, toplum için feda etm iştir kendisi
ni (parantez içinde bir “kendi kabahati” lafının kılıcı sessiz
ce savrulur). Tükenm işlik de, hayatın bir parçası olan m elan
koli ile en ağır halinde yaşamsal tehdit içerebilen depresyon
58
hastalığı arasındaki geniş yelpaze içinde devinir. Buradan çı
kan sonuç şudur: Basit bir yorgunluğun tükenmişliği için bir
mola, bir m iktar dinlenm e ye terlidir, kendiyle barışık olmak
için biraz çaba gösterm ek gerekir, böylece kendine daha fazla
dikkat etm ek ve daha iyi davranm ak m üm kün olur. Kronik
leşen tam tükenmişliğin tedavisi bunla kıyaslanm ayacak ka
dar zahm etli olabilir; daha önce yaşanmış olduğu gibi bir ha
yata dönm ek için başkalarının devamlı desteği gerekir.
M odern zam anda h e r yerde karşılaşılan bu tü k e n m iş
lik hallerinin sebepleri olarak çok defa ilişkilerdeki zorluk
lardan ve çalışma koşullarının ağırlığından bahsedilir. Es
ki çağlarda yok m uydu bu sebepler? Shakespeare’in Venedik
Taciri A ntonio da “N eden böyle kederli olduğum u bilm iyo
ru m ” derken, herhalde kronik tükenm işlik içinde olmalıdır.
Sebeplerini bilm iyordur ve du ru m u n u açıklayacak bir kav
ram ı yoktur elinde, dem ek d u rum unu haklı görm esini sağ
layacak bir duygudan yoksundur. Birçokları için ancak bir
kavram ın olduğu yerde bir gerçeklik vardır; bir kavram or
taya çıktığı anda da herkes gerçekliğine bir sığm ak bulm ak
için ona hücum eder. “B um out" kavram ının bir işlevi budur
belki de: Gerçekliği insanların onu algıladığı biçimiyle kav
ram ak ve bir reaksiyona im kân sağlamak. Hastalık olarak ta
nım lanm ası insanları tükenm iş olmaya selahiyetli kılar ve
iyileşmeye hak kazandırır. Lâkin m odern çağda tükenm işli
ğin sebepleri başka çağlardakinden farklı olsa gerektir ve te
rapilerin buna cevap verebilm esi gerekir.
M odern to p lu m d a giderek d ah a çok in sa n anlam yok
sunluğu çekiyor. Her alanda ve her düzlem de çekiyorlar bu
yoksunluğu: Çalışmayı anlam landırm ada, kendi hayatları
nı anlam landırm ada, genel olarak hayatı anlam landırm ada.
Anlam kuvvet verir, anlam sızlık kuvvetten düşürür. İnsan
lar bir anlam görürlerse, birçok şeye göğüs gerebilir, birçok
şeyi alt edebilirler, bir anlam görem ezlerse hem en hiçbir şe
59
yin üstesinden gelemezler. Eskiden insanlar anlam ın kader
de ve yüksek bir takdirde olduğunu farz ederlerdi. Anlamı
sorgulam ıyor, onu, bilincinde olm aksızın, başkalarıyla ve
beşer dışı bir m akam la olan güvenilir ilişkilerinde buluyor
lardı. M odem çağda birçok anlam pınarının kurum ası nede
niyle anlam giderek daha işitilir biçimde sorgulanıyor. M ad
di refah, hangi ideal hedefe hizm et ettiği aşikâr olm ayınca
anlam ve enerji kaynağı olamıyor, dolayısıyla anlam sorusu
na tatm inkâr bir cevap sunm uyor. Anlam boşluğunu m addi
m allarla doldurm aya dönük her denem e daha ziyade kaygı
doğuruyor, çünkü bunlar her zam an kaybedilebilirler. Mo
dern insanlar anlam ı nerede bulabilirler?
O nu m utlulukta bulm ayı um arlar. Fakat m utlu lu k anla
m ı ikam e edem ez, hele uçucu gönül hoşluğu hiç edemez.
M utluluğa erişme çabasındaki ısrar, anlam yoksunluğunun
yol açtığı çaresizliğin bir işaretidir sadece. M odern hayatın,
aşkın ve çalışm anın stresli koşulları yaşam kuvvetlerini ke
m irdiklerinden, m utluluk beklentisiyle son yedekler sefer
ber edilecektir. İnsanlar seziyorlar m ıdır tehlikeyi? Çöküşe
karşı koyabilm ek için çılgınlar gibi m utluluğun peşinde ko
şarlar, habire m utluluktan dem vurulm ası bundandır. Böy-
lece başka bir stres m eydana gelir, mutlu olma stresi. İnsan
lar m u tlulukları için her şeyi yapm aya hazırdırlar, b u n u n
tüm kuvvetlerine m al oldu ğ u n u fark etm ezler. Nefes alıp
veren bir m u tluluk değildir bu, kemale erm enin m utluluğu
değildir, tükenm işliği engellemez, tersine tahrik eder. Pozi
tif olana, m utluluğa dönük ısrarlı çaba, bu anlam da insanı
Burnout’a sürükleyebilir.
Oysa kendini m utsuz hissetm ek, anlam üzerine düşünmek
için, yani vakitlice anlam ı sorgulam ak için bir vesile olabilir
di. M utsuz olm anın bizzat bir tü r hastalık olarak görülm esi
n in anlam ı nedir, bu bakım dan? Hakikatte hasta olan kim
dir? Niçin bir insanın hızlı tesirli ilaçların da yardım ıyla bir
60
an evvel “dipten kurtulm ak” için her şeyiyle çabalaması ge
reksin? Niçin, kötü hissettiğinde, m üm kün olduğunca ça
buk “daha iyi hissetm ek” için her yola başvurm ası gereksin?
Y önünü yeniden tayin etm ek için düşünm esi, hayatında,
çevresinde, toplum da yanlış gidenin ne olduğunu ve kuvve
tini topladığında doğrusunu yapm ak için elinden neler gele
bileceğini sorgulaması gerekm ez mi?
Gerek m elankoli hali gerekse depresyon hastalığının in
tihar fikriyle el ele verm esi ender değildir. Fark şuradadır:
M elankolikler bu fikirle oynayıp durur, intihar üzerine sonu
gelmez düşünceler kurar, intihar lehine ve aleyhine akıl y ü
rütm elerle çok ilgilenirler. Depresyon hastalığı çeken insan
ların ise bu fikirle oynam adan ve lehte aleyhte savlarla hiç il
gilenm eden, günün birinde ölüm cül bir kararlılıkla ne yapıp
yapıp son adım ı atm aları ihtim ali daha yüksektir.
61
YEDİNCİ BÖLÜM
U ç u r u m u n K iy is in d a Y a ş a m a k
İ ntihar düşüncesi taşıyan kişi bu konuda konuşm ayı kesin
olarak reddedebilir, bu onun doğal hakkıdır. Ama konuş
m a denem esini nasıl yaptığınız önem lidir. Kendisiyle ko
nuşm ak isteyenin onun du ru m u n u tam am en kabul etmesi,
böyle bir konuşm anın en uygun zem inini oluşturur. Depre-
sif insan dört bir yanda büyük endişelere sebebiyet verecek
şeyler görür, tüm dikkati her yerde hazır ve nazır bulunan
zorluklara d önüktür, her şey pek düşündürücüdür. Dünya
ve insanlar çelişkilerle doludur ve o, insanın ne kadar çaba
larsa çabalasın b u n u asla değiştirem eyeceğinin azabını çe
ker. Sadece nafileliğini görürseniz, hayatı sü rd ü rm ek pek
m üm kün değildir. Zem in her yerinden çatırdıyor, her adım
da çukurlar açılıyorsa, tek bir adım atmaya cesaret verecek
m otivasyonu bulam azsınız. Geriye, üm itsizlik kalır.
Yaşam ve ölüm m eselesini zaten etkisiz kalacak şekilde
yasaklar ve tabularla savuşturm ak yerine atak bir tutum la
masaya yatırm ak gerekir. Evet, hayatı terk etm ek ilke olarak
bir olanaktır, insanın kendini öldürm esinde eskiden olduğu
gibi bir “cinayet” değildir söz konusu olan. Gerçi kasıt u n su
ru eksik değildir ama alçakça saiklere dayanan hainlik yok
tur, kimse bundan ötürü itham ve m ahkûm edilemez, insan
zaten hayatı reddedebilen bir m ahluktur. Yaşama m ecburi
yeti, yaşam ak zorunda olma yüküm lülüğü, anlaşılır bir kav
ram değildir. Ölmeyi tercih etm ek, yaşama sanatının bir se
çeneğidir, Seneca daha M.S. 1. yüzyılda, Lucilius’a Etik Üze
rine Mektupları’nda söyler bunu.
Tayin edici hayat m em at sorularını, ilke olarak, yaşamayı
isteyenlere de yöneltebiliriz: Ne yaptığınızı gerçekten biliyor
m usunuz? iyi d ü şü n d ü n ü z m ü? B ütün z o ru n lu lu k lard an
azade, bilinçli bir karar mı verdiniz? Hayat sahiden “kendi
başına bir değer” midir? Hayata kendi başına bir değer atfe
den varoluşsal tercih, şayet yaşamayı tercih etm em e seçene
ğinin olduğu bir zem inde yapılırsa daha inandırıcı olacaktır.
Hayat ancak ölümle olan çelişkisi içinde anlam ve değer ka
zanır, dolayısıyla bizi yaşama kararlılığına sevk eden, ölüm
m eselesidir. Hayatı bu konuda bir yargıda bulunm aksızın
öylesine yaşar giderseniz, hayat belirlenim siz, yüzeysel, rast-
gele olur ve onun gerçekten sahibi olmazsınız. Böyle düşü n
m ek tehlikeli midir? Kuşkusuz kendini öldürm enin sırf dü
şüncesi bile tereddüt anında bu yolu tutm a tehlikesini barın
dırır. Ama b u n u n gibi tehlikelerin olmadığı bir hayat yaşa
m ak zaten hiç yaşam am ak gibidir.
Bu arka plana dayanarak, intihara dair belirleyici sorula
rı daha iyi değerlendirebiliriz: En uç durum larda serbest bir
seçim yapılabilir mi? Bu adım ı atm a özgürlüğüm üz kısıt
lanm ış olabilir. Bir perspektif yanılsaması hayata bakışım ızı
kaydırm ış olabilir, bazı şeyler bu nedenle tam am en anlam
sızm ışçasına kapkara görünebilir, aşk ıstırabında olduğu gi
bi; veya anlam la dolu, pespem be görünebilir, aşk coşkusun
daki gibi. Hayat nasıl bir şeydir sahi? Belli değildir ama b ü
tü n kanıtlar, halihazırda gö rü n d ü ğ ü n d en ibaret olm adığı
nı gösterir bize. Her zam an başka perspektiflerden bakm ak
66
m ü m k ü n d ü r ve bu perspektiflerin hiçbirisi olanakların be
reketini tüketem ez. Anlık bir bakış açısına dayanarak öyle
uzun erim li bir tercihte bulunm ak m üm kündür ama akıllı
ca olmaz.
Hem , bu sonradan pişm an olunacak bir kararsa ne ola
cak? Bu tasavvur edilebilir gelm iyor ama pişm anlıkla kara
racak bir Sonrası’nm olmayacağını kim kesinkes iddia ede
bilir? intiharın kendilerine yegâne çözüm gibi görünm üş ol
duğu ve bir biçim de o durum u atlatm ış olan birçok insanın
deneyim leri, geriye dönüp baktıklarında o zam anki tu tu m
larını dar görüşlü bulduklarını ve bunu nihai sonucuna var
dırm adıkları veya son anda bundan alıkondukları için m em
n u n olduklarını ortaya koyuyor.
Anlam deneyim i gibi, anlam sızlığın deneyim i de bakış açı
sına bağlı görünür. Hayatta ve dünyada hiçbir şeyin m i her
hangi bir anlam ı yok? Ama hiç kim se hayatı ve dünyayı b u
n u kesinkes iddia edebilecek kadar kuşbakışı görem ez ki.
Böyle bir bakış açısına dayanarak nihai bir karar verm ekte
bir keyfîlik vardır, anlık veya daim i bir çaresizlik b u n u göz
den kaçırtam az. Bir intihar nihayetinde, ancak şüphe götür
m ez bir kaçınılm azlık halinde, aslına bakarsanız sadece in
san şifasız bir hastalığa veya taham m ül edilm ez bir teröre
m aruz kaldığında daha az keyfî görünür. O zam an bile anlık
kararla değil, düşünüp olgunlaştırarak.
Yalnızca kolaylaştırıcı im kânlar sağlayan ölüm yardım ı
kuruluşlarının sunduğu türden bir pasif ölüm yardımı alın
dığında bile aktif bir eylem söz konusu olabilir. Fakat N or
veçli maceracı T hor H eyerdahl’in 2002’de seksen yedi yaşın
dayken deneyim lediği türden pasif bir eylem de gerçekleşti
rilebilir: Kendisine beyin tüm örü teşhisi konm ası üzerine gı
da almayı, sıvı almayı, ilaç almayı bıraktı ve kısa süre içinde
öldü, İtalya’daki evinde.
intihar, a k tif ölüm yardımı alındığında da pasiftir. Ne var
67
ki insanın kendisiyle ilgili, bizzat icra edemeyeceği, bu ne
denle aktif yardım a ihtiyaç duyacağı böyle bir karar, kendi
ne özgü bazı sorunları beraberinde getirir. Kaçınılmaz ola
rak başkalarım da sorum luluk dairesine çeker, bununla ilgi
li gösterilmesi gereken dikkat ve özen gereği bazı yasal d ü
zenlem elere lüzum duyulur. Ö lüm isteğinin gerçekten bir
insanın iradesine mi yoksa onun ölüm üyle elde edeceği m i
rasa bir an kavuşm ak ve bakım m asraflarından tasarruf et
m ek isteyen bir yakınının arzusuna mı bağlı olduğu tek tek
her vakada nasıl ayırt edilecektir? Mafya da aktif ölüm yar
dım ı hizm eti sunar ve onun, ölüm adaylarının gerçek niye
tini yeterince sorgulam aktan im tina etm ek için kendince iyi
sebepleri vardır. Bu nedenle, Hollanda’da uzu n süredir uy
gulanm akta olan düzenlem eler anlamlıdır: Ö lüm arzusu “iyi
d üşünülm üş” olmalı ve m üteaddit defalar ikrar edilm elidir
ki, anlık bir duygusal dalgalanmaya dayanm adığından emin
olunsun. Hekimler birbirlerinden bağımsız olarak, ölm ek is
teyenin şifasız bir hastalığı olduğunu ve kararını bizzat ey
leme dökemeyeceğini onaylam alıdırlar. Aktif ölüm yardım ı
ancak ondan sonra ve herhangi bir başkası tarafından değil,
bir hekim tarafından sağlanabilir.
Verilecek kararla ilgili anlam lı ölçütler koym ak için, her
şeyden önce iki şeyi gözetm ek gereklidir. Kendi kendini gö
zetmenin beraberinde getireceği soru şudur: Kendi kendine
böyle bir şiddet uygulam ak, hele benliğin aksi kanaatte olan
yanlarını düşünürsek, kendi benliğine adil davranm ak olur
m u? Başkalarını gözetmenin beraberinde getireceği sorular
da vardır: Kişinin attığı adım ın, onun benliği için önem taşı
yan başkalarına ifade edeceği anlam üzerinde yeterince d ü
şünülm üş m üdür? O nlar Ben’in ölüm üyle ruhen veya m ad
den kötü bir dürüm a düşm eyecekler midir? Meğer ki niyet
tam da bu olmasın: Geride kalanların sırtına zorluklar yük
lem ek, onlar üzerinde u z u n süre çıkm ayacak bir iz b ırak
68
m ak, onları ifa edilmiş bu ölüm ü anlam landırm aya dönük
sonu gelmez bir çabaya m ecbur kılmak. Ç ünkü tam da böy
le bir ölüm , yaşayanları bitm ek bilmez bir huzursuzluğa sü
rükler: Benim yüzüm den mi? Neyi yanlış yaptım ? Gözden
kaçırdığım bir şey mi oldu? Ne yapabilirdim?
M evcut durum a her şeye rağm en katlanm ayı tercih etm e
yi sağlayacak savlar bunlar olabilir. Blumfeld g rubunun bir
şarkısında (“N euer M orgen”, Jenseits von Jedem 1 albüm ü,
2003) “Vazgeçme, koyverm e” der; birçokları kendisi için ve
vaziyeti için tam zam anında, en uygun sözleri ve en uygun
sesi burada bulm uştur. Alternatif, başka türlü mutlu oluna
cak bir hayattır; yaşarken hep kat etm emiz gereken üm itsiz
likleri dışlam ayan, am a her tutam ağı zam anla zayıflatan o
çaresiz üm itsizliğe engel olan, m utsuzluklarla birlikte yaşa-
nabilen bir hayat.
69
SEKİZİNCİ BÖLÜM
73
m an biraz anlam bulm ayı sağlar. Dokunma tecrübesi de ya
tıştırıcıdır, buna rağm en pek az başvurulur ve pek az izin ve
rilir ona.
Bir m elankoliğe en iyi gelecek şey m üzik dinlem ek veya
bizzat m üzik yapm aktır, çünkü m üzik m elankoliyi m ükem
m el bir anlayışla karşılar. O nun titreşim leri bedeni, ru h u ve
zihni topyekûn tek bir akustik uzam a dönüştürm eye elve
rir, böylece m elankolik duygu ve düşünceleri temaşa etm e
yi sağlarlar. Çağlar boyunca, lir eşliğinde söylenen antik şar
kılardan m odern pop parçalara dek, m üzik üretim inin b ü
yük kısm ı, sanatkârane bestelenm iş bir h ü zü n halidir. Ge-
org Friedrich H ândel’in Feuenverksmusik'indeki1 barok ya
şama sevinci, onun Xerses operasının Larghetto bölüm ünde
ki o sakıngan yaşam kederi olm adan düşünülem ez. Rom an
tik m üzik, varoluşun, sonraki dönem lerde “rom antik” sıfa
tının m ünhasıran tahsis edilm ek istendiği aydınlık yanların
dan çök, karanlık yanlarını vurgular: Johannes Brahms Ses
siz Gece parçasındaki seslere “kalbi eriten” “b u ru k acı ve ele
m i” ebedi bir hü zü n ve ebedi bir güzellikle söyletir.
Her tü r spor ve hareket de insana kendi enerjilerini hisset
tirir. Düzenli yürüyüş nice üm itsizlikten kurtulm ayı sağla
yan bir etki yaratır, çünkü m elankolik düşüncelere dalıp gi
derken bir yandan da duyusal olarak dünyanın olanca bere
ketinin tecrübesine varmaya im kân verir. Dans etm enin rit
m ik hareketi m elankolik ruha kendini ifade etme im kânı ve
rirken, bir yandan da belki başka bir ruha yakınlaşm a fırsa
tı sunar. Her türden erotizm, k an n d a bir karıncalanm a his
settirir insana, duyusal bir cezbeyle m elankoliyi defeder ve
kendi u su lünce hayatın kutupsallığını yeniden tesis eder:
olum suz deneyim i olum lu bir deneyim le dengeleyerek ya
par bunu. Ü züntü en büyükken erotik hissin en kuvvetli ol
ması, antik felsefede XXX, I num aralı problem in yazarının
1 H avai fişek gösterisi için m üzik.
74
da dikkatini çekmişti: M elankoliklerin çoğu “şehvetperest-
tiler” ona bakılırsa. Hayat ipekten bir ipliğe bağlıysa, erotiz
me ilişkin bir sezgi, o bağı koparm am anın en güçlü gerekçe
si olabilir. D üşlenen ve reel birleşm e, ikiye bölünm üş olm a
nın acısını sağaltır, en azından geçici olarak sağaltır; m elan
koli sonrasında yine o kadar acı verici olsa bile.
İnsan, bedeninin ötesinde derûnunda, her tü rd en ilişki
nin bağışlayabileceği ruhsal anlamdan sadece bir anlığına de
ğil uzu n zam anlar boyunca, hatta belki tüm hayatı boyun
ca etkilenir. R uhu, içinde insanı yaşatan enerjilerin b arın
dığı uzam olarak anlayabiliriz. Duyguların hareketinde tec
rübe edilir, ilişkilerde en kuvvetli ifadesini bulur. Bir ve ay
nı Kendilik içindeki zıt duygulardır ama bunlar, bu neden
le en önemlisi, ötekilerle ilişkilere de nüfuz edebilecek iç ya
rılm aya karşı koyabilm ek için, kendiyle arkadaş olabilm ek
tir. Kendiyle ve m utsuzlukla beraber yaşayabilm enin güçlü
bir ekseni, insanın çalışmasıdır; ilişkiler, bağlantılar kurm a
yı sağladığında ve zevkle yapıldığında anlam lı görünen ça
lışm anın, ücretli çalışm ayla ö rtüşm esi gerekm ez. İnsanın
kalpten bağlandığı ve içinde h ü z n ü n selam etle yaşanabilece
ği bir ağ ören alışkanlıklar da anlam lıdır.
Zıt duyguların konum landığı bağlanm alar da çok önem li
dir: M elankolik insan, duygu yelpazesini paylaşabileceği ve
en azından en derin yalnızlık halinde bile birisinin yanında
olduğunu ona hissettirecek arkadaşlara ihtiyaç duyar. Geçi
ci nahoş duygular ve çatışm aların ilişkilerini etkilem eyece
ği sevgililer, anlam ı bir daha sorgulam azlar çünkü zaten el
lerinde bir cevap vardır. Birbirlerine aidiyet hisseden dostlar,
ilişkilerinden, hayatlarım güzelleştiren ve ihtilafları katla
nılır kılan bir anlam devşirirler. Çocukların olanca saflığıy
la temsil ettikleri, yeni bir hayatın serpilişine iştirak edebil
m ek, dayanıklılığım hüzünde de koruyan kalıcı bir anlam a
aracılık eder. H er ahbaplık, ötekilerle ritüel olarak sü rd ü rü
75
len bağlantılar tem elinde anlam bahşeder ve bir işyerindeki
her işbirliği, anlam sızca başkasına sırtını dönüp kendi işine
bakm aktan daha anlam lı görünür.
Kimileri, m utsuz olduklarında onları anlam ve samimiyet
le kuşatan uzamı, vatanda bulurlar. Başkaları içinse ö uzam,
kim senin onları tanım adığı, dolayısıyla g ö rü n ü şü k u rta r
m ak için bir şey yapm aları gerekm eyen yabancı ellerdir, da
ha ziyade. Bir ilişki ve bağ geliştirebileceğiniz hiçbir insan
yoksa, belki de sizi çok duygulandıran ve bakım ınıza m uh
taç bir hayvan vardır, böylece m utsuzluk halinin ortasınday
ken hayat yeniden bir anlam kazanır. Doğayla ilgili her te
maşa ve her tecrübe, insana kuvvet devşirebileceği bir duyu
sal anlam aktarım ı sağlar, zira açık ki her şey her şeyle ba
ğıntılıdır doğada. Bir bahçeye bakm ak veya sadece balkonda
ki veya pencere pervazındaki bir bitkiyle meşgul olmak, yar
dım cı olur insana, çünkü doğadaki oluş ve tükeniş döngü
sü, m odern k ü ltürün süratle geçip giden düzçizgisel zam a
nına kıyasla, bir m elankoliğin kendini daha fazla yurdunda
hissedeceği bir zam an form unu temsil eder.
M utsuz zam anlarında h er şey hakkında konuşabileceği
niz insanlar tanıyor olmak, bir m utluluktur. Samimi bir soh
bet, sanki laf arasında, esas mesele haline gelm eden, ruhsal
bir anlam kazandırır insana. K onuşm anın yardım ı olur insa
na, susm anın değil; m eğer ki birbirini konuşm adan anlayan
insanların suskunluğu olsun. Fikrî düzeyi yüksek bir k o
nuşm a olması gerekmez, havadan sudan sohbet de anlam lı
dır. Her konuşm a, ehem m iyetsiz de olsa, bir ilişkiye düğüm
atar. Salt vuku buluşuyla, bir anlam duygusuna beden verir;
en çok, insanın kendisine yakın olanlarla konuşm ası böyle-
dir ama tanıdıklarla, tanım adıklarla ve profesyonel kon u ş
ma partnerleriyle konuşm alar da öyle - zira başkasının ilgi
si iyi gelir.
Zihinsel açıdan, anlatısal ilişkiler özellikle önem lidir. An-
76
latılabilen her şey, anlam kaynağıdır. Başka birisine kendi
nizi anlatm a im kânınız olduğunda, hayatınızın fragm anla
rını ve benliğinizin oraya buraya dağılmış parçalarını tekrar
bir araya getirm ek daha kolay olur. En alakasız hadiseler ve
m alum atlar, birazcık m akul olm aları anlam lı görünm eleri
ne yeten bağlantılara otu ru r anlattıkça. Bu nedenle, hikâye
ler anlatm ak ve onları dinlem ek, insanlara tesir eder: onları
anlam sızlık uçurum una yuvarlanm aktan korur.
Zihinsel anlam ayrıca yorumlamanın açtığı yeni bakış açı
larına ve im kânlara olan ilgisiyle de kuvvetlenir. Buna kar
şılık çıkm az sokaklara açılabilen sarsılmaz hakikatlere sap
lanm ak, tehlikelidir. Hayatın zor anlarında, vakitlice iktisap
edilmiş bir yorum lam a potansiyelinden yararlanabilm ek, ta
yin edici bir im kândır; bu sayede sözüm ona nihâî hakikat
lere bağlanm ak yerine olayları başka türlü görebilir, başka
yolları tutabilir, böylece hayatın ve düşüncenin dar geçit
lerinden geçebilirsiniz. Sanat ve edebiyat, eğitim ve sürekli
eğitim, yorum lar ve izahlar için, bir insanın yeni, başka tü r
lü, görülm edik, işitilm edik bağlantılara açık olmasını sağla
yan bitm ez tükenm ez bir m alzem e sunarlar. Hatta olası yo
rum ların çokluğu, hayatta her şeyin aslında birbirine bağlı
ve anlam la dolu olduğu hükm üne varmaya yaklaştırır bizi.
Yorumlamayla ilgili bir soru da, bir şeyin ne için iyi oldu
ğu, hangi hedefe yöneldiği, hangi m aksada hizm et ettiğidir.
İnsanlar h er devirde bu soruda anlam bulm uşlardır. Belki,
b ü tü n hedeflerin göreceliğe rağm en, kendine tedricen yeni
den bir hedef belirlem ek m üm kün olur. Bu yakın veya uzak
bir hedef olabilir. K üçük bir arzu besleyip onun yerine gel
m esine çalışm ak söz konusu olabileceği gibi; büyük bir öz
lem in peşine düşüp, b u n u n yerine gelebilm esinin, oraya ka
dar olan m esafenin uzunluğu ve zorluk derecesiyle doğru
dan orantılı olduğunu tecrübe etm ek de vardır. H edefler
den ve m aksatlardan bilinçli olarak feragat edip hayatı gel
77
diği gibi kabul etm ek ve önüm üze çıkan yoldan yürüm ek de
m üm kündür
Hayat üstüne kafa yorm ak, ona anlam kazandıran bağlan
tılardan birisinin de kutupsallık olduğu telakkisine götüre
bilir insanı; hastalıksız sağlığın, acısız hazzm , ölüm süz ya
şam ın tasavvur edilemeyeceğini, hatta hayatta görünüşte zıt
olanların, örneğin bir inancın kesinliğiyle ona ilişkin şüphe
lerin yan yana durduğu nu düşünebilirsiniz. Yalnızca birisi
nin sorum luluğunu üstlenebileceği iradî bir yapıp etm enin
olmadığını, kim senin sorum luluğunu taşımadığı gayrı iradî
ve yazgısal bir oluşun da olduğu tasavvuruna varabilirsiniz.
N ihayetinde açıklanam ayan, çözüm lenem eyen insani varo
luşun, bunların m uam m alı niteliğiyle yüzleşm esinin gerek
tirdiği bağlantıların da kurulabileceğini görebilirsiniz.
78
DOKUZUNCU BÖLÜM
81
insan olm anın özünü hisseder. Ruh, bitim li, ölüm lü hayatın
içinden sonsuzluğa ve ölüm süzlüğe kurulan köp rü n ü n uh-
revî veya tam am en gayrı m addi malzemesidir.
Tabii sonlu hayatta sonsuzluğun yoğunluğu çok defa yal
nızca yokluğuyla m evcuttur acı verici bir şekilde, m elanko
lik kişi b u n u n ezasını çeker. Kendisi, varoluşun sonsuzlu
ğundaki bir hayatın arz edebileceği sonsuz enerji kaynakla
rına sahip değildir, ancak bedensel sonluluğunun ince deri
siyle hissedebilir bunu; bu da m elankoliyi bir aşkm lık yete
neğine dönüştürür. Duygularda ve düşüncelerde bir sınır aş
m aktır m elankoli, Latince transcenderé anlam ında aşkındır
[transandant]. Aştığı eşik, berisinde bir başkalığın, bir be
lirsizliğin açıldığı sonsuzluğun sınırıdır. M elankolik kişinin
hissi ve düşüncesi, yoğunlaşarak dalm an hakiki hayatın, va
roluşun, halihazır hayatta, orada-oluşta bulunam ayacağıdır -
Buradaki ve Şimdideki hayat ne kadar cazip olursa olsun. Bu
dünya ile öteki dünya arasındaki m etafizik boşluğun ve bu
dünyada kalıcı bir yurt tutam am asınm , daha çok onu ken
dine geri çeken öteki dünyanın sıla hasretini çekiyor olma
sının yasını tutar. M elankoli, insanın kendi zam an dışı kö
kenine yabancılaşm asının yasıdır, bu dünyada öte dünyay
la bir olm anın im kânsız -bilem edin, geçici- o lu şunun yası
dır; ki o bir oluş, kökendeki yoğunluğu yeniden canlandıra
rak özlem i bir anlığına yatıştırabilecektir.
M elankolikler, kendilerini dindar kabul etm eseler bile, bu
yoldan ve her yoldan dinle alakadardırlar. Birçokları mane
viyat demeyi yeğler ama onların da yönelimi, bilinm eyen bir
kaderin, sırlı bir anlam ın m ukim göründüğü bir Ö te’yi esas
alm aktır açıkça. O zam an adı Tanrı olmaz da Tin (Latincede
spiritus) olur; ona düşen de tıpkı tanrı gibi, her şeyin birbi-
riyle bağıntılı olduğu kubbem si bir B ütünün içinde kendine
bir yer bulam adığında katlanılm az hale gelen m utsuzluk ha
lini ve her nevi m utsuzluğu m assetm ektir.
82
Hayatın ötesindeki bu anlam a geçiş, kesinlik olmadığında,
bir kabul m eselesi olabilir. Bu kabul, aşkınlığı neye olursa ol
sun bir “im an” ile bağdaştıram ayan herkese kapıyı açık bı
rakır. Böylelikle, insanın ve tüm dünyanın nereden gelip ne
reye gittiğine dair, varoluşun özüne dair, kadere ve alın ya
zısına dair ebedi soruların - o boyutta m uhtem elen herhan
gi bir yeri olm ayacak- cevaplarının bulunabileceği kestiri
len başka bir boyutun varlığı ihtim alini reddetm eleri gerek
meyecektir.
Sınır aşmak, gerçeklikten bağımsız olarak en azından bir
imkân olarak düşünülebilir; o durum da bile benliğin ve bu
dünyanın dar sınırlarını arkada bırakm ak m üm kün olacak
tır. Kendine böyle bir tasavvur kurm ak, m elankoliklerin de
iyi bildiği yaşama sanatının bir ustalığıdır. Gerçek sonluluk
ile m üm kün sonsuzluk arasındaki hayatın bereketi, b u g ü n
de hissedilen yoksulluk duygusunu aşan bir teselli sağlar;
som ut gerçekliğin sınırları içinde hayatın zenginliği ve varo
luşun ifası im kânı saklıdır o tesellide.
O luşun öznel olarak algılanan boşluğunu böyle bir duyu
sal kabulle doldurm ak, mistisizm in nihai bir kesinliğe ih ti
yaç duym ayan ama yine de bir hakikati m üm kün kılan bir
tarzıdır. M odern çağın bir sorunu, aşkm lığm belirsiz bir bo
yuttaki anlam ını u zun süre belirli bir öte dünyayla özdeşleş
tirerek bir kenara bırakm ış olm asıdır. Aynı zam anda, böy
le bir boyutla kurulacak ilişkiden gür güm rah yeşerebile
cek kuvvetlerden m ahrum kalınm ıştır, acı bir şekilde. Elde
onun ötesinde bir şey olmadığına göre, tüm düşleri bu tek ve
sonlu dünyada gerçekleştirm e zorunluluğunun baskısını ka
bartan şey, bir aşkın vukufsuzluk değil miydi? Sonlu hayatın
im kânlarını sonuna kadar gerçekleştirm e denem esinin ba
şarısızlığa m ahkum oluşunun verdiği ezayı katlanılm az ha
le getiren, bu vukufsuzluk m uydu? Bu hal, insanları giderek
daha fazla m elankoliye sürüklem em iş midir?
83
Fakat m elankoli yalnızca sonsuz yoğunluktaki düşlerin
yerine gelm esinin im kânsızlığından ötürü kapıldığı m utsuz
luk değildir insanın, aynı zam anda düşlerin bu dünyada ye
rine geleceği um udundan azat olm aktır. Bu ifanın m üm kün
olm adığını bilm ek, her şeyi şu gûya biricik hayatta “yakala
m aya” dönük çileli gayretten kurtulm ayı sağlar. M elankoli
n in zam anı, yeni bir özgürlüğün zam anı da olabilir o vakit.
84
ONUNCU BOLUM
87
ve toplum sal b ü tü n çabalar boşa çıktığında hissedilen d ü
şüşün yüksekliğini tayin eder. Bilim ve teknoloji yardımıyla
daim î bir m utluluk imal etme arzusundaki kibir, tüm insani
çabanın esasen nafile olduğu düşüncesini tahrik eder. Sos
yalizm in vaktiyle çok u m u t dolu olan projesiyle ilgili yaşa
nan tarihsel tecrübeler, esasen benzer bir düşü besleyen ka
pitalizm de de tekrar edebilir.
Gelecek zam anlardan dönüp 21. yüzyılın ilk on yıllarına
bakınca insanlar çok şaşıracaktır: Nasıl oluyordu da insan
lar astronom ik devlet borçlanm alarının ve çılgın mali krizle
rin ortasında bu kadar fazla kişisel m utluluklarıyla m eşgul
düler? Başka dertleri yok m uydu? Lâkin, yüzlerini m utlulu
ğa dönüyorlardı çünkü başka dertleri vardı. Olum lu düşün
m ekte ısrar ediyorlardı çünkü en azından bunun onlara yar
dımı olacağını um uyorlardı. Onları kuşatan globalleşme hak
kında olum lu düşünen, mesela b u n u n oluşm akta olan d ü n
ya toplum unda koşulların daha adil olm asına im kân sağla
yacağına inanan pek az insan vardı. O zam anlar koca bir dö
nem boyunca, koşullar olum suza sürüklendiği oranında, çok
çok olum lu düşünm eye m uhtaç olmuş olmalılar. Baştan aşa
ğı olum lu bir dünya m eydana getirme girişim inin ümitsizliği
karşısında, bunu vaat eden belagat yükseldikçe yükselmişti.
Dış dünyanın gitgide büyüyen taleplerinin baskısından
kaçm ak ve insanı köşeye sıkıştıran m utsuzluğu kendinden
uzak tutm ak için özel köşelere, küçük m utluluklara çekil
me eğilimi, bir yaşam refleksi olarak anlaşılır bir şeydir: en
nihayet azıcık m utlu olm ak ister insan. Talepkârlık ölçüsüz
hale geldikçe, im tina etm ek ayartıcı bir alternatife dönüşür.
İç dünyalarıyla ilgili dertlenen insanlar, güm b ü rtü sü y ü k
selmeye başlayan bir dönem in ortasında, içe doğru bükebi
lecekleri bir kıvrım oluştururlar. Zam an boyunca m uazzam
bir gelişme itkisinin kendini gösterdiği bir kültürde, haya
tın henüz korunaklı olduğu, en azından öyle tasavvur edi
88
len başka, zam an dışı bir dünyayı hatırlam aktadır hedefle
nen m utluluk.
Ne var ki m elankoli sadece m u tluluk d üşünden uyanm ak
değildir. Yeni tesellisizliğin ardında, ken d in e yol açm ak
ta olan bir akıbet vardır, bu nedenle m elankolinin yeni ça
ğı öncekilere benzem ez. G iderek daha çok insan bizi eko
lojik açıdan nasıl bir akıbetin tehdit ettiğinin farkına varı
yor. Lars von Trier’in 2011 yapım ı aynı adlı film indeki Me-
lancholia gezegeni gibi dünyayla çarpışm ak üzere bize yak
laştığını görüyorlar felaketin; insanları ele geçiren bir kâbu
sun cisimleşm iş halidir bu. M odern hayatın ve iktisadiyatın
yan etkisi olarak ortaya çıkan hasarın denetim altında tu tu
labileceğine dair kör inanca haddinden uzu n süre bağlanıl
dı. Fakat genç kuşakların, eskilerin ardında bıraktığı gide
rek büyüyen sorunlarla başa çıkm aları gerektiği görülüyor,
insanlığı m utlu edecek büyük um utların ise hiçbir izi yok.
Gezegene sonbahar gelm ekte, keder zamanı. İlkbaharda her
şey yeşillenir, çiçeklenirken bile m elankoli sökün eder: Da
ha ne kadar böyle devam eder? İnsanın gözleri bu m anzara
yı daha ne kadar görür?
M elankolinin gelm ekte olan çağı, insanlığın yok olm ası
ihtimaline dair sezgiye dayanıyor; bir nükleer yıldırım la ve
ya kozm ik fırtınayla değil de, belki b ü tü n iyi niyetimizle bile
önleyemeyeceğimiz, adım adım ilerleyen bir süreç sonucun
da yok olm a ihtim ali bu. Seller basacak, insanlar lağım lar
da boğulacak, bizzat kendi açığa çıkardığı, serbest bıraktığı
m addelerin kudretiyle m ahvedilecekler. Bir insanlığın m ut
laka var olması gerektiğine dair bir sav ileri sürebilir misiniz?
Yine de, bu konudaki kararın insanlığın sadece kü çü k bir
kısm ı tarafından verileceğini düşününce, ağlayacak gibi olu
yorsunuz; üstelik yarı uyku halindeyken verecekler kararla
rını, çünkü insanların ne yapm aları gerektiğini bilip yine de
yapm am aları haline bilinçli denemez.
89
İnsanlığın geriye kalan büyük kısm ının bu kaderi paylaş
m ak zorunda olması ve gelecek tüm çocuklarla torunların,
ağızlarından “istikbali” düşürm em elerine rağm en gelecek
kuşakların varoluşunu hesaba katm aya yanaşm ış olan ata
larını dehşetle anacak olm aları, hazindir. Sorunlar apaçık
tır fakat birey kendi etkinliğinin fazla bir şey değiştireceği
ne inanm az, kendinden başlamayı pek istemez, b u n u n yeri
ne sorum luluğu başkalarına yıkmayı tercih eder. M elankoli
ve depresyonu yaygınlaştıran, sadece kudret sahipleri karşı
sındaki değil, ondan daha da fazla insanın kendi kendisi kar
şısındaki çaresizlik tecrübesidir. Çaresizlik tecrübesindeki
felç hissi, son kertede, işlerin artık düzeltilem eyecek kadar
ilerlediği varsayım ından beslenir.
Böyle karanlık beklentilerle ilgili “haklı çıkm ak” değildir
mesele. Kimse işlerin oraya varıp varm ayacağını kesin ola
rak söyleyemez. Belki de m evcut dünyanın karşı karşıya ol
duğu bazı zorlukları olayın tam am ı sanan dar bir bakış açı
sı söz konusudur. Gerçi bu ölçekte ekolojik sorunların or
taya çıkm asına yol açan da, dar bir bakış açısı idi. H uzursuz
edici işaretlere, uzun süre boyunca yatıştırıcı cevaplarla m u
kabele edildi: Bekleyelim, hele daha veri toplayalım. Lâkin
işlerin nereye gittiği şüphe götürm ez bir açıklıkla anlaşıldı
ğında, m üdahalede bulunm ak için çok geçtir artık. Bu çıkış-
sızlık ihtim ali, insan varoluşunun bu kendini yok etm e po
tansiyeli, geleceğin neredeyse metafizik melankolisinin altın
da yatan bir nedendir. Deyin ki sonsuz evrenin içinde bir
küçük dünyadan ibarettir söz konusu olan, deyin ki kâina
tın b ir köşeciğindeki bir varlığın önemsiz varoluşudur: Yine
de, yazık olmaz mı?
Gelecek zam anların m elankolisinin önemi, zaten eskiden
de olduğu gibi, eleştirel mesafe kazandırm asında ve insanla
rın sahiden fark edem eden içinde yaşayıp gittikleri tehlikeli
alışkanlıkları terk ettirm esinde yatıyordur belki de. Tehdit-
90
kâr bir durum u algılamak, farkm dalık kazandıran ve anlam ı
yeniden sorgulatan bir başlangıç noktası olabilir. Bir temel-
sizliğin idrakine vardırabilir bizi ve bu çok temel bir şeydir,
çünkü böylece insan! varoluşun nasıl bir anlam sızlığa tabi
olabileceğinin ve altındaki zem inin nasıl her an ayaklarının
altından çekilebileceğinin bilinci oluşur.
Buna verilebilecek cevaplardan biri, şim dilerdeki, hedef
ler ve erekler suretinde anlam üretm e çabasıdır. Bu hedef
ve erekleri saptam a görevi uzun süre kilise, devlet ve toplu
m un heteronom otoritesine aitti. M odem çağda bu görev hızla
ekonom ik kurum larca üstlenildi ama onlar da hedeflerini ve
ereklerini iktisadi büyüm e ve piyasaların fethiyle tüketiyor
lardı. Otonom m odern insana düşen görev, hayatının bilinçli
idaresi ve yaşama sanatı sayesinde, bundan öte başka bir şey
arzulayacak olsa bile, kendi iradesiyle bir zorunluluğun gere
ğini yapmasına elverecek anlam lı bir bakış açısına elveren he
def ve erekler üzerine düşünm ektir. Bir birey için, benliğinin
sınırlarım da aşan bir bakış açısı, ekolojik ve sosyal bir toplum
ve dünya toplum u için çalışmak olabilir; bununla beraber, ya
pıp ettiklerinin buna ne zam an katkıda bulunup ne zam an
bulunm adığını sürekli yeniden sorgulamaya açık olmalıdır.
B uraya g id en yolda isy an ve d e v rim le rin o lm a sın d a n
korkm alı veya b unları um m ah mı? M elankoliklerin m ey
li bu yönde değildir. O nların güçlü yanı duyarlılıkları, anla
m ı ve o n u n yokluğunu hissetm eleridir; onların toplum a ar
m ağanları budur. Duyarlılık, hâlâ kurtuluş vaat eden yegâne
insan istidadıdır. Talihin karanlık yüzleri, sırf bu yüzden bi
le anlam sız değildir: M utsuzlar, bir tehlikeyi, bir yanlışlığı,
bir haksızlığı, bir adaletsizliği m utlulardan çok daha çabuk
fark ederler. Birçoğu sorun yüklü bir insanı kendi olum lu
dünya görüşüne bir engel olarak gören iyim serlerden ziya
de, m elankolikler duygudaşlığa yatkındır: M utsuzluğu cesa
retlendirirler.
91
M utsuzluk haline bir de infial sebepleri katıldığında, m e
lankolikler harekete geçer. Kendileri için, sözgelimi daha iyi
koşullara kavuşarak m elankoliden kurtulm ak için yapm az
lar bunu: onlar m elankolilerine can-ı gönülden bağlıdırlar.
Ancak başkalarının hayatını iyileştirm enin m ü m k ü n oldu
ğu düşüncesi, m elankoliklere rahat verm ez, iyim serlerden
farklı olarak, b u n u n la uğraşırken, insanın kaderinin, son
ra tekrar aşağı yuvarlandığını görm ek üzere taşı azimle yo
kuş yukarı ittiren Sisyphos’un kaderi olduğu konusunda ka
faları nettir. Başka yerlerde işler yine kötüleşe dursun, onlar
iyileşme sağlayacak gayretlere girmeye hazırdırlar. O zam an
da daim a yapacak bir şeyler vardır. İnsanı m utlu eder m i bu?
M uhtem elen, tam da m utsuz olmayı insan olm anın bir im
kânı olarak kabullenirseniz, evet.
92
V
v \l/y
İletişim'den
Psykhe Dizisi
TINA MİLLER
Annelik Duygusu
Mitler ve Deneyimler
Ç eviren G Ü L T U N Ç E R
 şık Olmak
Sevgililerimizi Neye Göre Seçeriz?
Çeviren M E R C A N U L U E N G İ N
DEBRA UMBERSON
Ebeveynin Ölümü
Yeni Bir Yetişkin Kimliğine Geçiş
Çeviren Ö Z G E Ç A Ğ L A R A K S O Y
PHILIPPE HOFFMAN
SUEPALM ER
Zehirlenen Çocukluk
Modern Dünyanın Çocuklarımız Üzerindeki
Zararlı Etkileri
Çeviren Ö Z G E Ç A Ğ L A R A K S O Y
17897509
ile tişim