You are on page 1of 96

W ILHELM SCH M ID 1953’te A lm anya’da Bavyera-Süebya (Schw aben) bölgesinde

doğdu. Berlin, Paris ve Tübingen’de felsefe eğitimi aldı. Çeşitli Alm an üniversitele­
rinde çalıştı, Riga ve Tiflis üniversitelerinde misafir öğretim üyeliği yaptı. Bir dönem
Z ürih’te bir hastanede hastalara “felsefeyle manevi destek” hizm etinde çalıştı. Halen
E rfurt Ü niversitesinde dışarıdan felsefe dersleri veriyor. Almanya’da ve dünyanın
çeşitli yerlerinde tebliğler sunuyor. O n üç dile çevrilen kitaplarının dünya çapındaki
satışı bir milyona yaklaşıyor.

U n g lü c k lic h S ein . E in e E r m u tig u n g


© 2012 Insel Verlag, Berlin

İletişim Yayınları 1946 • Psykhe 12


ISBN-13: 978-975-05-1413-5
© 2014 İletişim Yayıncılık A. Ş.
1. BASKI 2014, Istanbul
2. BASKI 2014, Istanbul
3. BASKI 2014, Istanbul

D İZ İ E D İT Ö R Ü Bahar Siber
KAPAK Suat Aysu
T urgut Demir
K A P A K T A K İ Ç İZ G İ
U YG U LAM A H üsnü Abbas
D Ü Z E L T İ İpek Şahinler
Sena Ofset ■SERTİFİKA NO. 12064
B A SK I ve C İL T
Litros Yolu 2. M atbaacılar Sitesi B Blok 6. Kat No. 4NB 7-9-11
T opkapı 34010 Istanbul Tel: 212.613 03 21

İletişim Yayınlan ■s e r t i f i k a n o . 10721


B inbirdirek M eydanı Sokak, İletişim H an 3, Fatih 34122 İstanbul
Tel: 212.516 22 60-61-62 • Faks: 212.516 12 58
e-mail: iletisim@ iletisim.com .tr • web: w w w .iletisim .com .tr
WILHELM SCHMID

Mutsuz Olmak
Bir Yüreklendirme
Unglücklich Sein
Eine Ermutigung

ÇEVİREN Tanıl Bora


ÇİZGİLER T urgut D em ir

¿M/
—- •*
iletişim
İÇİNDEKİLER

Ö N S Ö Z .................................................................................. 9

BİRİNCİ BÖLÜM
T A L İH B E N İ B U L D U Ğ U N D A 15

İKİNCİ BÖLÜM
M U T L U L U K HER ZA M A N M UTLU EDER M İ? 23

ÜÇÜNCÜ BÖLÜM
E B E D İ H O Ş N U T L U Ğ A V E D A .................................................. 31

DÖRDÜNCÜ BÖLÜM
H A Y A T IN B E R E K E T İ
S A D E C E O L U M L U Ş E Y L E R D E N İB A R E T D E Ğ İ L D İR 39

BEŞİNCİ BÖLÜM
D E P R E S İ F O L M A K : M E L A N K O L İ ............................................ 47

ALTINCI BÖLÜM
DEPRESYO N: H AST ALIK 55

YEDİNCİ BÖLÜM
U Ç U R U M U N K IY IS IN D A Y A Ş A M A K 63
SEKİZİNCİ BÖLÜM
M U T S U Z L U K L A B E R A B E R Y A Ş A M A K İÇ İN R E H B E R 71

DOKUZUNCU BÖLÜM
A Ş K I N L I K Y E T E N E Ğ İ O L A R A K M E L A N K O L İ ............................ 79

ONUNCU BÖLÜM
M E L A N K O L İ N İ N G E L M E K T E O L A N Ç A Ğ I ................................ 85
Ö N SÖ Z
CCT ) ugün benim günüm değilm iş!” Bunu diyebilenin ta-
U lihi yaver gitm iş dem ektir: Zira birçok in sanın kö­
tü günü bir günden fazla sürer. En büyük m utsuzluğu ya­
şam ak onların payına düşer ve bunu kendileri seçmemişler-
dir. İnsanları sürekli m utlu olmaları gerektiğine inandırm ış
bir çağda yaşamak, bu durum u iyice ağırlaştırır. İlan pano­
ları “M u tlu lu k !” diye bağırır. Reklam spotlarından “Böyle
m utlu olursunuz!” kıvılcım ları çakar. Broşürler “Daha fazla
m u tlu lu k !” vaat eder. Gezi düzenleyen kuruluşlardan “M ut­
lu olma garantisi”yle yer ayırtabilirsiniz. “Direksiyonu m ut­
luluğa kırm anın yolları” başlığı atan gazeteler, çok geçme­
den hayretle sorarlar: “Niçin daha m utlu değiliz?”
Yanlış anlamayın: Sadece hayatta kalm ak ve ödevlerin ifa­
sı değil de m utluluk olabiliyorsa insanın meselesi, bu büyük
bir kazanmadır. Peki am a ya m utluluğun kendisi ödev hali­
ne geldiyse? M utluluk norm atif bir anlam kazanm ış bu lu n u ­
yor, yeni bir norm nakşediyor insanın alnına: M utlu olmak
zo ru n d asın , yoksa hayatın yaşam aya değm ez. M utsuz in ­
san, kendini suçlam aya başlıyor, m utlu hayatın icaplarıyla

9
başa çıkam adığına göre kendinde bir eksik buluyor. Belli ki
başarısız olmuş. Başka herkes başarm ış görünüyor, en azın­
dan bu izlenim i uyandırm ak için sıkı çaba sarf ediyor. Kıs­
kançlık m utsuzun ru h u n u kemiriyor: Dünya çapında yapı­
lan m utlu lu k araştırm alarına bakılırsa, bu gezegeni doldu­
ran b ü tü n o m utlu insanlarla bir irtibat kurabilm ek m üm ­
kün olmayacak asla.
Mutluluk diktatörlüğü tehdidi, m utsuz olmaya pek alan bı­
rakm ıyor. M utluluğun insan hayatı üzerindeki m utlak ege­
m enliğinden şüphe duyan herkes suratına sert bir rüzgâr yi­
yor. Keskin bir karam sarlığın can sıkıcı bir şey olduğu doğ­
rudur. Lâkin kışkırtıcı bir iyim serlik de her zam an keyifli ol­
maz. M utsuzlar öylesine sindirilirler ki, durum ları hakkın­
da konuşm aya hatta düşünm eye bile cesaret edemez olurlar,
çü n k ü her şeyi pozitif görm eleri gerekiyorken negatif d ü ­
şüncelere kapılmış olacaklardır.
D urup durup patlak veren m utluluk histerisinin sebeple­
ri nelerdir? Bir sebep, mutluluğa kaçıştır. Dış koşulların bas­
kısı arttıkça, insanlar içsel m utluluklarını sorgularlar: M utlu
m uyum ben? Gelecekte nasıl m utlu olabilirim? Fakat m ut­
luluğun gölgedeki yanlarına baktıkça kendini dayatan acil
sorular da vardır: Ne kadar çok insan, sırf m u tlu olm ala­
rı gerektiğine inandıkları için m utsuz oluyordur acaba? Pe­
ki ya m utsuz olan ve sadece bununla değil bir de tüm toplu­
m un m utluluktan m est olm uş görünm esiyle baş etm ek zo­
runda olan onca insana ne demeli? G örünüşte m utlu olan­
lar m utluluklarında ısrar ettikçe, m utsuzlar kendileri dışlan­
mış hissetm ezler mi?
Dört bir yana saçılan m utluluk m ethiyeleri böylesi sorula­
rı tahrik eder, çünkü, vurgulayarak söyleyeyim, en azından
kısm en asosyaldir bu m ethiyeler. Hiçbir m u tluluk ağma gi­
rem eyenler üzerinde, yani toplum da, hele dünya toplum un-
da en berbat ko şu lların m utsuzluğuyla yaşam ak zo ru n d a

10
olanlar üzerinde nasıl bir etki yarattıklarına kayıtsızdırlar.
M utluluğun gölgeli yanları? Olm az öyle şey. Yine de oluyor­
sa, insanın kendi suçudur. Kendi m ahvına sebep olacak şe­
kilde, refüze ediyordur m utluluğu. Yeterince çaba göster­
m iyordun Envai çeşit m utluluk rehberini yeterince dikkat­
li okum am ıştır. Belki de m utluluğa kabiliyetsizdir, genetik
bir kusuru, üzücü bir sosyal engeli vardır. Basitçe talihsizdir
belki de, am a o da “benim sorunum değil”dir. M utsuz kişi,
m odern vebaya yakalanm ış dem ektir, cüzamlı gibi davranı­
lır ona, insanlar ondan uzak durm ayı tercih ederler.
Ben de bir kitap yazarak m utluluğa ilginin artm asına kat­
kıda bulunm am ış mıydım? Olabilir ama o n u n hayattaki en
önem li şey olmadığı şerhini de düşm üştüm .1 Niyetim m u t­
luluğun insan hayatındaki her türlü anlam ını inkâr etm ek
değil ki... m u haklaşm akta olan anlam ını görelileştirm ek, sa­
dece. M utluluk önem lidir ama anlam daha önem lidir. Ha­
yatta tek m eselenin m u tluluk olduğu, m odern hayattaki an­
lam kaybını m utlulukla ikam e etm ek isteyenlerin bir m asa­
lıdır; am a m utluluğun sırtına kesinlikle taşıyamayacağı bir
y ük yüklem iş olurlar böylece. M utluluk hayatın güzel bir
ilavesidir, m utluluktan nasibine bir şeyler düşen herkes bu­
na m innettar olabilir ama insanlar ancak kısm en pay alabi­
lirler ondan. M utluluğun sınırları vardır ve hayattan haddin­
den fazlasını istem ek anlam sızdır.
Yaşam sanatının ödevi, başarılı bir hayata katkıda bulun­
m ak ve insanı m utlu etm ek değil midir? Evet, kısm en öyle­
dir ama başarısız ve m utsuz olm ak da vardır insan hayatın­
da. En azından basitçe “def edemeyeceğiniz” için vardır. Ba­
şarı zorunluluk değildir, başarısızlık hep bir ihtim aldir. Biri­
si başarılı bir hayattan söz ettiğinde hep irkildiğim i fark edi­
1 W ilh elm Schm id, G lück - alles, was Sie darüber wissen müssen, und warum es
nicht das W ichtigste im Leben ist [M utluluk - H akkında bilm eniz gereken her
şey ve n ed e n hayatta en önem li şey olm adığı ü zerin e], Insel Verlag, F ra n k ­
furt am M ain, 2007.

11
yorum . İnsanlar başarıyı kendilerine tahsis edem ezler, ko­
layca elde edemezler bunu; olsa olsa, bir şeyi kısm en başara­
bilirler. Güzel, dolu bir hayat, m utlaka başarılı bir hayat de­
m ek değildir. O halde başarıya ve m utluluğa kilitlenm ek ni­
ye? Ya talih beni bulmazsa? Talih çekip giderse, bir proje,
bir ilişki, bir kariyer ve nihayetinde tüm bir hayat başarısız­
lığa uğrarsa, ne olacak?
M utluluk üzerine çok fazla konuşm ak, hiçbir zayiatı, hiç
gölgeli yanı olmayan başarılı bir hayatın, başarılı bir ilişki­
nin m ü m k ü n olabileceği illüzyonunu besler. B unun so n u ­
cu, bir başarısızlık halinde iki kat, üç kat m utsuz olm ak­
tır. Her ne pahasına olursa olsun şım arıkça m utlulukta ısrar
eden ve en ufak m utsuzluğu kabullenem eyen, m utluluğun
gölgeli yanlarının kolayca bertaraf edilemeyeceğini fark et­
tiğinde, daha da m utsuz olur. O gölgeli yanlarla kavga eder­
ken, onlarla daha iyi başa çıkm ak için kendisine lazım olan
kuvveti kaybeder, bunu izleyen takatsizlik daha da büyütür
m utsuzluğu.
İnsanlık tarihinin kitabında m u tluluk bölüm ü pek ince,
geri kalan bölüm pek kapsam lıdır. Bu orantıyı değiştirm e is­
teği kesinlikle desteklenm eye değer, onu tersine döndürm e­
yi istem ek ise gerçekçi değildir. M utsuz olm ak insanlığın bir
hususiyeti değildir, m uhtem elen hayvanlar da becerebilirler
bunu. Lâkin insanlar alternatifleri düşleyebilirler. M utsuzlu­
ğun sebepleri olduğunu bilebilir, sebep bulam azlarsa bu se­
bepten ötürü iyice m utsuz olabilirler. Hayvanlığa geri dön­
me yolu onlara kapalıdır, ancak insan olm anın hususiyetle­
rini tanıyarak hayatlarını zenginleştirebilir ve aynı zam anda
kolaylaştırabilirler.
İnsan hayatındaki esas m eydan okum a, m utlu olm ak de­
ğildir. Biraz bilgi ve herkes denemeyle b u n u başarabilir, sı­
nırlı bir süreliğine de olsa. M utsuz olm akla baş etm ek, onu
sindirm ek ve ona dayanm ak çok daha zordur; k ah ram an ­

12
ca olan, böyle bir hayattır. Yaşama sanatının öteki ve belki
de daha büyük kısm ını, bu m eydana getirir; çünkü herhan­
gi bir anda m utsuzlar her toplum un küçük bir azınlığından
daha fazlasını oluştururlar. Bu kitap işte onların varlığını ta­
nımaya, onların o nurunu kurtarm aya ve onları yüreklendir­
meye adanm ıştır.

13
BİRİNCİ BÖLÜM

TALİH BENİ BULDUĞUNDA


u tlu lu k çok defa m u tlu tesadüfün eseridir. İnsanlar
M hayatları boyunca ona çok ihtiyaç duyarlar. D önüp de
şimdiye kadarki hayatına bakan herkes, birçok dönüm nok­
tasında b eklenm edik tesadüflerin devrede o ld u ğ u n u fark
eder. Daha doğum da böyledir bu ve m uhtem elen son nefe­
se kadar da böyle olacaktır. İnsanlar tüm hayatları boyunca
lehlerine gelişecek tesadüflere m uhtaçtırlar - işlerini kolay­
laştıran tesadüfi karşılaşm alara, sözgelimi. Ama m utlu tesa­
düfün sihirli değnekle çağrılamayacağı gerçeğiyle yaşam ak
zorundadırlar; onun gelişi bahta bağlıdır. Şayet gelirse.
Tesadüf, birisin in b ah tın a çıkandır; lehine veya aleyhi­
ne, nereden, nasıl gelirse gelsin. Eski çağlar, her iki ihtim a­
li de hesaba katacak kadar tem kinliydiler, çünkü tesadüfle­
rin daim a lehte olması söz konusu değildir. Aleyhte tesadüf­
lerin olasılığı önlem lerle azaltılabilir ama tam am en ortadan
kaldırılam az. Alm ancada Ortaçağ’m gelücke’sinden türeyen
“Glück” [m utluluk] kelimesi, başlangıçta bir m eselenin tesa­
düfen olum lu veya olum suz anlam da sonuca bağlanm asını
tanım lıyordu. Daha eski kültürlerde talihin tesadüfiliğine bu

17
ikili anlam ıyla bir tanrıça olarak hürm et edilir ve ondan kor­
kulurdu: Eski Yunancada Tyche, Latincede Fortuna. Böyle­
likle insanlar her iki durum u da tanrısal bir kaynağa dayan­
dırır ve her ikisini de tevekkülle kabullenirlerdi.
M odern insanlarsa yalnızca lehteki tesadüfü talih olarak
kabul ederler. M utlu tesadüf kapıyı çalmazsa, bu onları kız­
dırır, hayal kırıklığı yaratır ve bir m utsuzluk sebebidir. Ö r­
neğin oyunda, um ulan talihten m ahrum kalınırsa, hele bir
de bu durum tekerrür ederse: “Hiçbir zam an bir şey kaza­
nam ıyorum .” Tesadüfen bir şey kazanan az sayıdaki insanın
gölgesinde, kendi hataları olm aksızın kazanm aktan m ah ­
rum kalan çok insan vardır. Bu hayal kırıklığından ve onu
izleyen m u tsu zlu k tan kaçınm ak isteyenin yapacağı en iyi
şey, oynamayı bırakm aktır. Tabii b u n u n bedeli de hayatın­
daki heyecanı gitgide kaybetm ek olabilir, yani belki de bir
başka m utsuzluk hah.
Talihin yüzüne güldüğü insanı da kıskanm am alı. M utlu
tesadüfü elinde tutamazsa, o da m utsuz olur. U ğurlu tesadüf­
le elde ettiğine inanıp da yan gelip yatar, m utluluğunu m u­
hafaza etm ek için bir şey yapmazsa şayet, talih uçup gider
elinden. Bu çeşit m utluluğun m ükem m el mecazı, kârdır: kâ­
rı sapasağlam elinde tutacağına inanan biri, onun eriyip git­
tiğine şahit olacaktır; talih oyunlarının en yaygını olan aşk­
ta, sözgelimi, iki kişinin birbirini bularak m utluluğa eriş­
m iş olması, hep öyle kalacakları anlam ına gelm ez, m u tlu ­
luğu hep onlarla eğleşmeye zorlayabilecekleri anlam m aysa
hiç gelmez.
M utlu tesadüfün tam tersine dönüştüğüne de rastlanır. Yü­
ze gülen tesadüfün de aslında insanın aleyhine olduğu orta­
ya çıkabilir. Talihli tesadüfün talihsizlik olduğu anlaşılabi­
lir zam an içinde, talihsizliğin de talih olduğu. Max Frisch’in
Homofaber rom anında W alter Faber adlı yolcu garip bir bi­
çimde, bilet aldığı aktarm a uçuşundan vazgeçivermiştir, son

18
anda uçağa çağrıldığında da hiç hoşlanm az bundan. Talih­
sizlik eseri, uçak düşer, talih eseri, b ü tü n yolcular kurtulur.
Ne var ki trajik karışıklıklara yol açan yeni bir hikâye baş­
lar buradan da.
M utsuz olm anın esaslı bir nedeni, tesadüfi talihin daha
baştan olum suz biçim de sökün etmesidir: tesadüfi talihsizlik
olarak. Bunu önleyebilm ek için bir insanın her türlü tesadü­
fe kendini kapatm ası gerekirdi. 17. yüzyılda yaşayan Fran­
sız filozof Blaise Pascal’in bir tespiti b u n u n yolunu gösterir:
“D ünyadaki b ü tü n talihsizlikler, insanların evlerinde o tu r­
m am alarından doğar.” A ncak bu tem elde, hayat boyu gü­
venceyi planlayabilirsiniz. Ama nasıl bir hayat? Açılm ak,
tem kinle de olsa kendini hayatın belirsizliklerine bırakm ak
daha caziptir. Bazen tam da talihsiz hadiseler yeni bakış açı­
larına im kân verir. Hayata faydası dokunabilecek bir şeyi de­
nem enin emsalsiz fırsatını sunar.
M utlu tesadüfü şans getiren biri ya da bir şey aracılığıy­
la neredeyse sihirle kendine çekme arzusuna yatkındır in ­
sanlar, o şeyin her zam an işlemediği aşikâr olsa bile. Bazı in­
sanlar bizzat tesadüfleri çeken bir mıknatıs taşıyor gibidirler:
bunlar şanslı kim selerdir veya öteki kutupta bahtı karalar­
dır, bir açıklam ası da yoktur bu halin. Tesadüflerin istatis-
tiki dağılım ı böylesi uçları da kapsar ve her insan hayatın­
da gerek küçük gerek büyük hadiselerde bazen büyü yapıl­
m ış gibi olur: Bir iki m utlu tesadüfün kendi dinam ikleriy­
le başka m utluluklara da yol açm alarına ( “baht çizgisi”) de­
ğil, talihsiz tesadüflerin birbirini koltuklam asına da rastlanır
( “her zam an beni b u lu r”). Bir başarıyı bir diğerinin izleme­
si, bu kendini hayatın hep güneşli yanında zannetm eye vesi­
le olur, başarısızlıkların art arda gelmesi ise hep gölgeli yan­
da zannetm eye; oysa bu seri bir vakit m utlaka bozulacaktır.
Talihsiz tesadüflerde, talihsiz vakalarda ve kazalarda keş-
fedilebilecek bir anlam saklı m ıdır? Bir insan neden ağır bir

19
hastalığa yakalanır? N eden o adam veya o kadın? Bir ceza
m ıdır bu, cezaysa neyin cezası? Eli u zu n bir görünm ez gü­
cün yazdığı bir senaryo m u söz ko n u su d u r? Bir yazgı mı
vardır, yazgıysa yazan kim dir? M odern olm ayan kü ltü rler­
de onca insanın yazgıya inanm ası gibi, m odern olmayan on-
ca insan da yazgının olmadığına inanır. Yazgının var olup ol­
m adığının kesin cevabını bilemeyiz. İnsanlar hayatın tam a­
m ını göremezler, hele dünyada olup bitenlerin tam am ını hiç
göremezler, nerede kaldı ki görünüşteki tesadüfilik üzerin­
de etki sahibi olabilecek -e n azından, m odern çağda da epey
bir insanın etkisine kani o ld u ğ u - yıldızları görebilsinler.
Kesin olan tek şey, bir oluşun, tam am en tesadüf olsa bile,
yazgı olarak yorumlanmaya m üsait olmasıdır. Artık olmamış
kılınam ayacak olanda bir yazgı görmeye dönük kendiliğin­
den itki, b ü tü n kuvvetlerin, kötüyle iyi baş etm eye yoğun­
laştırılm asını gerektirir. Daha fazla beyhude karşı koym ak
yerine kendi kendine “Bu benim yazgım. Olacak olan olur,
hayrını şerrini kimse bilem ez” demek, kişinin elindedir. Her
yazgıyı kabullenm ek gerekm ez, birçok şey değiştirilebilir,
örneğin bir hastalık ihtim alini veya onun seyrini değiştirebi­
lirsiniz. Ama her şeyi değiştiremezsiniz, m üm kün her hasta­
lığı tüm zam anlar için önleyemezsiniz.
Masaldaki gökten yağan güm üş paralar gibi insanın kuca­
ğına düşen m utlu tesadüfleri kabullenm ekte büyük bir m a­
rifet yoktur. Asıl büyük yaşama becerisi, talihin gölgeli ya­
nında lazımdır insana, gökten bahtsızlık yağarken, herhan­
gi bir şeyi kabullenm ek zor geldiğinde. M utsuz olanlar ve
bahtsızlığı taşıyanlar çok defa bunu sadece kendileri için de­
ğil başkaları için de yaparlar, örneğin bir hastalığın tedavi­
sinden başka insanların faydasına olacak ya da onları daha
baştan bu talihsizlikten koruyacak bir şey öğrenilebildiğin-
de, böyledir bu. Sayısız teknolojik iyileştirme bu zorlu yol­
dan m eydana gelmiştir, çünkü hiçbir teknoloji ilk ham lede

20
m ükem m el işlemez. İnsanlar tecrübeyle öğrenirler, tecrübe­
n in de önem li bir kısmı kötü tecrübedir. Sonrasında mesele,
bireysel ve toplum sal rikkatle talihsiz tesadüflerin ihtim ali­
ni azaltm aktır, ama onları insan hayatından tam am en sürüp
atm ak hiçbir zam an m üm kün olmayacaktır.

21
İKİNCİ BÖLÜM

M utluluk H er Za m a n M utlu Eder m İ?


ayattan zevk alabilm ek ve hayatı sevebilmek, güzeldir.
Ama herkes için her an m üm kün olmaz bu. Gerçi in ­
sanların gönül hoşluğu için yapabilecekleri çok şey bulunur.
Ama her hoşluğa tekabül eden bir nahoşluk, her iyilik haline
tekabül eden bir kötülük hali, her m utlu oluşa tekabül eden
bir m utsuzluk vardır. İnsan kendini hoşluk haline ne den­
li bırakırsa, karşı k utbun potansiyeli o denli büyür. M utlu­
luğunu sağlığa bağlarsa, bir nezle bile onu m utsuz edebilir.
Hep eğlence istiyorsa gönlü, bir saat sıkılm ak onu m utsuz
etm eye yeter. Hep genç kalm ayı istese, yaşlanm ak ona da­
ha fazla acı verir. Hayat sırf zevk alm ak için mi yaşanır? Öy­
le ise, dişçide duyacağınız acı peşinen hayatınızın bir hafta­
sını gölgeleyecektir. Sırf başarı m ıdır önem li olan? O zaman
tek bir başarısızlık bile hayattan bıktırabilir. Yaşama sana­
tı, her şeyde mucizevi olanı görm ek midir? O zam an günde­
lik hayata damgasını vuran ve hiç de m ucizevi olmayan şey­
ler değersizleşir, oysa onlarla yaşamak da yaşama sanatının
parçasıdır.
B irçokları g önül h o ş lu ğ u n u aşkta b u lm a k ister. Aşkta

25
m u tlu lu k ha! A şktan ne anladığınızdan neredeyse bağım ­
sız olarak, insan hayatında daha istikrarlı m u tsu zlu k geti-
*ı _____ _____

ren başka bir alan var m ıdır acaba? Bir toplum sal yüküm lü­
lüğün ifası olarak aşk, duyguların rolüne yer verm ediği için
m utsuz eder. Güzel duyguların ifası beklenecek olursa aşk­
tan, o duygular eksik kaldığı anda -geçici veya kalıcı- m ut­
suz eder. Âşık olm am ak daha m ı iyidir o halde? Hayır, aksi­
ne: Daha fazla anlam bahşeden bir şey yoktur. Ama insanla­
rın hayatta bir m iktar m utsuz olmaya da ihtiyaçları vardır,
aşk da b u n u n güvenilir bir tedarikçisidir.
Hayatta ve aşkta m utluluk birçokları için “m üm kün olan
en büyük zevktir.” Jo h n Locke 1690’da yazdığı İnsan Zihni
Üzerine Bir Deneme’de m utluluğu böyle tanımlamıştı. O za­
m andan beri çıta öyle yüksektir ki, kimse üzerinden aşam ı­
yor. M odern çağ, o çıtayı aşmayı tekrar tekrar denem e hır­
sından alıyor itkisini. Locke’u n insanlara tanıdığı “m u tlu ­
luk için uğraşm a hakkı” (pursuit of happiness) 1776 Ameri­
kan Bağımsızlık Bildirgesi’nde yerini aldı ve o zam andan be­
ri başka ülkelerin insanlarının da düşlediği bir hak ko n u m u ­
na erişti. Birileri b u n d an bireyin tam am en kendi bileğinin
kuvvetiyle, başkaları tarafından, toplum ve devlet tarafından
m üm kün olduğunca rahatsız edilm eden, kendi m u tluluğu­
nu bulm asını anlarlar. Diğerleri ise, her bireyin, durm adan
hayatta kalabilm ek için debelenm eyip de m utluluk için uğ­
raşm a im kânına sahip olabilmesi için, bir tem el güvenceye
kavuşturulm asında ısrar ederler.
Birçokları m utlu lu k için uğraşma hakkı fikrini mutluluk
hakkına çevirirler, genel olarak toplum ve devlet, özel olarak
hayat ve aşk bunu onlara sağlayacaktır. Fakat böyle bir hak
talebi nasıl karşılanabilir? Devlet beni bir anlığına m u tlu
edecek bir fincan espressonun parasım m ı ödem elidir sözge­
limi, b u n u n için im kânım yoksa? Başka şeyleri tam am en bir
kenara bırakıyorum . Sevdiğim insandan m utluluk borcum u

26
nasıl talep ederim, ne gibi yaptırım ların tehdidiyle? M odern
insanlar, talihten hesapsız ve ölçüsüz taleplerde bulunm aya
eğilimlidirler. Oysa Im m anuel Kant 1764’te Güzellik ve Yü­
celik Duygusu Üzerine Gözlemler'inde “hayatın saadetleri ve
insanların m ükem m elliğe erişmesiyle ilgili fazla yüksek (!)
taleplerde bulunm am a” tavsiyesinde bulunm am ış mıydı?
Böyle Buyurdu Zerdüşt adlı eserinde “son insanın” küçük
m u tlu lu ğ u n u alaya alan (“G ündüz için k ü çü k hazları, ge­
ce için küçük hazları vardır”, Z erdüşt’ü n Öndeyişi,) Friedri-
ch Nietzsche bile, birkaç yıl sonra Ahlâkın Soykütüğü Üzeri­
ne başlıklı m etninde (üçüncü bahis, 14), icat ettiği yeni in­
sana bir mutluluk hakkı tanıyacak kadar ileri gitti. Bu hakla­
rını alabilmeli ve m utsuzların d u rum unu gözetmeyi de faz­
la abartm adan kullanabilm elidirler. Bir iktidar meselesi m i­
dir, gelecek zam anların bir önden zuhuru m u d u r m utluluk?
Olabilir, insanlar m utluluk için çabalayabilirler. Fakat bu
çaba her yönden karanlık bir çerçeve içine alınmıştır: insan­
lar, m utsuz oldukları için m utlu olmaya çabalarlar. M utlu­
luğu bulduklarında da m utsuzluk olm adan yapam azlar çün­
kü m u tlu lu ğ u n zıddına m uhtaçtırlar; bu nedenle, seyirci­
lerini m u tlu etm ek isteyen h içbir yeni televizyon progra­
mı, bir m utsuzluk tasvirinden kendini alamaz. M utluluk in­
sanları terk ettiğinde de tekrar m utsuzluğa düşerler. M utlu­
luk anları ve zam anları, m utsuzluğun nekaheti için anlam lı­
dır ama m utluluğu sürekli istem ek anlam sızdır, çünkü ebe­
diyen sürm esi m ü m k ü n değildir. En vahim i, birçoklarının
m utluluktan tam da b u n u um m asıdır: Kesintisiz hoşluk ha­
li, daim i neşe, keyifler hep yerinde olsun ve bol eğlence. Ne
var ki m utluluğu bir tür daim i zevkte aram ak, m utsuz olma­
n ın en em in yoludur.
Hiçbir insan hep sadece sevinç duyamaz, bedendeki m ut­
luluk horm onları ve endorfinler de dışarıdan alınan uyarıcı­
lar ve ilaçlar da bunu pek değiştiremez. Zaten “m utluluk ve­

27
ricilerin” etkisi abartılır da bazen. Çikolatanın dişlerdeki ko­
ruyucu tabakaya ve bedenin yuvarlaklıklarına olan katkıla­
rı, m aalesef horm on bütçesine olan katkısının epeyce üze­
rindedir. En sevdiğiniz yemeği fazla sık yerseniz, m em nuni­
yetten ziyade bıkkınlığı teşvik edersiniz. Wellrıess1 da abar­
tıya kaçabilir, kan dolaşım ı uyarıcı sinyallerin fark edilm e­
sini beklem ez. Seks elbette m utlu eder ama yokluğu varlı­
ğından daha fazla zam an tutar, bu da onun varlığını um anı
m utsuz eder. O nun “d o k u n u şu n u ” hissetm ek üzere her Ye­
ni Ki,si nin peşinden koşan, kendisinin geride kaldığını fark
etm ekte geç kalır; bin bir zahm etle kendini yeni baştan b ul­
maya girişmesi gerekir.
M utluluğun kimyası şayet fazla zorlanırsa insanı m utsuz
eder. Ç ünkü çabucak tükenen, bu nedenle yenilenm esi ge­
reken m addeler söz konusudur; yenilenm elidirler ki haya­
tı tekrar k ışkırtabilsinler ve yeniden tükensinler... M utlu
olm aktan bazen yorulan insan da tükenir, onlarla beraber.
Kendi haz hırsının kurbanı olm uştur; nihayet kendini, on­
dan daim i bir neşe hissi için çaba harcam asını talep etmeyen
keyifsizliğin kollarına bırakabildiği için m em nundur. Ü zün­
tü hali onun geri çekilme hattına dönüşür. En nihayet ken­
di içindeki öteki tarafı sonuna kadar yaşayabilecektir. G er­
çi “havasında olm ayan” insan sosyal ölüm tehdidi altında­
dır, kim se onu yakınında istem ez. Ama “h er zam an key­
fi yerinde olan”ın d urum u da her zam an daha iyi değildir,
çünkü o da hoşnutluk hissini sonsuza kadar sürdüreyim di­
ye nafile debelenirken, istem eden, çevresi için bir dayatm a­
ya dönüşür.
Kim senin en güzel anında bırakm ası gerekmez, fakat her­
kes güzelliğin sonuna kadar eğleşmeyeceğine, benzer veya
başka bir tarzda tekrar dönüp gelebilmesi için vakitlice ge­

1 İyilik, h o şlu k hissi. 1950’lerden so n ra ABD’de, so n on yılda b ü tü n dünyada,


fiziksel bakım aktiviteleri bu terim le anılıyor - ç.n.

28
çip gitm esi gerektiğine, vakitlice kendini alıştırabilir. G ü­
zelliğin olmadığı zaman, güzel bir zam an değildir. Bu zam a­
nı ne pahasına olursa olsun güzellemeye kalkm ak, güzelli­
ğin yokluğunu daha da sü n d ü rm ek ten başka bir işe yara­
maz. B unun yerine keyifsizliğe, hoşnutsuzluğa, m u tsu zlu ­
ğa alan açarsanız, enerji tasarrufu m odunda bir yenilenm e­
ye zam an yaratırsınız, böylece m utluluk dinlenip toparlana­
bilir. Burada tek önem li şey, “sonraki” ve “aradaki” zam an­
ların, “m ola verm enin” ve “durgunluğun” hakkını çiğnem e­
m ektir. M utluluk tribine girm iş olan zam anın ru h u n a itiraz
edebilecek cesareti ancak birey gösterebilir. Zam anları de­
ğiştiren de kendilerini değiştiren insanlardır.
Tam da nicedir özlenen saadet hissi nihayet gelip çattık­
tan sonra, bunu hem en peşinden bir m utsuzluk izleyebilir.
Elverişli ve hoş hayat şartları, bunlar için çaba sarf etm ek­
teyken ve ardından bir m üddet daha, teşvik ederler m utlu­
luğu. Ama sonra, hayatın bu hedefe yönelm iş heyecanı fos­
lar. K endisine ne oldu ğ u n u anlam az insan, oysa her şeye
erişmiştir: işim, ailem, arabam, evim. Hep bunlar içindi. Pe­
ki şim di daha ne olacak? Refahın artmasıyla, onu kaybetme
korkusu da artar. İlişkilere duyulan güven kaybolur, omuz
om uza verm ek niye gereksindir ki artık? Eski değerlerden
koptukça yeni sorular çıkar: Doğru ne, yanlış ne? Seçme öz­
gürlüğünün artm ası, sürekli tercihte bulunm anın ve bu ter­
cihin sorum luluğunu üstlenm enin sıkıntısı büyür. M odern
hayatın sunduğu im kânların çokluğu da m utsuz eder, çün­
kü hayat, şimdiye dek hiç olmadığı kadar uzadıysa bile, b u n ­
ların hepsini gerçekleştirem eyecek kadar kısadır. M utlulu­
ğun trajedisi, m odern m utluluk kavram ının insanları siste­
m atik olarak m utsuzluğa sürüklem esindedir.
Kuşkusuz, insanların hazzı aram akta ve acılardan kaçın­
m akta hayatî bir çıkarları vardır. Ama eşyanın tabiatı ica­
bı bunu her zam an başarm ak m üm kün olmaz. Acılar, istis­

29
naları bir kenara bırakırsak, insanları m utsuz eder. Hayatı­
m ızdan çıkmalıdırlar. Ama er geç çıkagelirler; yaralanm a ve
hastalığa bağlı bedensel acılar, hayal kırıklığı hissine ve duy­
guların incinm esine bağlı ruhsal acılar, geçicilik ve ölümle
karşılaşınca düşündüğüm üz anlamsızlığa bağlı zihinsel acı­
lar. Ağrı kesicilerin dindirici etkisi olur ama b ü tü n ağrı ke­
sici cephaneliklerini toplasanız bile, acıların her daim olma­
sını engelleyemez.
Lâkin acıları anlamlandırma biçim i değiştirilebilir. Haz­
zı hissedilebilir kılan zıtlık deneyim ini sağlamaz mı acılar?
Acıyı tanım asam , hazzm ne olduğunu nereden bilecektim?
En yoğun m utluluk anları, acının dindiği anlar değil midir?
Dem in az kaldı bulanıklaşacak olan gerçekliğe ayna gibi ber­
rak bir tanım getiren, acı değil m idir? Hayata yeni bir yön
verm eyi teşvik etm ez mi? Ben ne yaptım , neyi belki yanlış
yaptım? Benim için önem li olan nedir? Hangi insanlara iti­
m at edebilirim? Bitip gittiğimde bu hayattan geriye ne kala­
cak? Aktaracağım ne var? Tabii acı olm adan da m ü m k ü n ­
dür, kendine sürekli yeni yön tayin etm ek, ama pek kimse
yapm az bunu çünkü iş ciddiye binm iş değildir. İnsanların
hayatlarına dair huzursuzluk duym aları için bir şeyin onları
acıtması gerekir: işte bunu m utsuzluğa borçluyuzdur.

30
ÜÇÜNCÜ BÖLÜM

EBEDİ HOŞNUTLUĞA VEDA


İ nsanın kendi ülkesi m utluluğa erişme hakkı için bir ter­
tibat almıyorsa, en azından um u d u n sığınağı olarak Bhu-
tan Krallığı vardır; orada her şey gayrı safi milli umut hasıla­
sı uğrunadır, m utluluk turizm i de katkıda b u lu n u r buna. Ne
var ki dikkatli bakm ayan, Bhutan tuzağına düşm ekten kaçı-
namaz, çünkü Budist kültürde m utluluğun en önem li koşu­
lunu göz ardı eder: Kaderin sorgusuz sualsiz kabullenilm e-
sidir bu, hayranlık uyandırıcı fakat artık kaderi tanım ak is­
tem eyen m odern k ü ltü rü n k in d en tam am en farklı bir m u t­
luluk anlayışıdır. M utluluğun gölgeli yanını B hutan’daki in­
sanlar da yaşarlar: Milli kıyafeti giyme yüküm lülüğü sadece
eski geleneklerin korunm asına değil, Nepalli göçm enlerin
asim ilasyonuna da hizm et eder.
Birçok ülkede insanlar için m utluluk, hayatta kalabilmek­
tir. M üreffeh ülkelerde insanlar, hoşnutluğun güvenli ve da­
ha yüksek bir biçim ine erişm elerini sağlayacak bir iyi yaşa­
mın düşünü kurarlar; buna yardım ı olan ü rü n ve hizm etler,
gayrı safi sosyal hasılayı artırır. Birçokları, lüks m allar saye­
sinde hayatın öngörülem ezliklerini kendilerinden uzak tu ­

33
tabileceklerini um arlar. Lüks, m utluluğu yüksekçe bir m ad­
di düzeyde sabitlem e ve hayatın her türlü değişkenliğine
karşı kalın duvarların ardında, bir kalenin yüksek burçla­
rı arkasında siper alma çabasıdır - kelim enin tam anlamıyla
burjuvaca1 bir çaba, insanların hayata karşı daha korunm a­
sız oldukları en basit bir kulübe, olanca m utsuzluğa karşılık
m uhtem elen daha fazla m utluluğa yuvadır.
Bu arka planı göz önüne aldığınızda, m utlulukla ilgili ge­
zegeni dört dönen m ukayeseler sersemce görünür. Bir Map
of Happiness’ın 2 hem en p eşinden bir yenisi çıkar, b unları
hazırlatan Happiness Enstitüleri er geç bir Happiness-Over-
kill’e3 sebebiyet verirler. M utluluk m ukayeselerinin bilimsel
bir ciddiyeti olamaz, çünkü elmalarla arm utları karşılaştırır­
lar: Gezegenin dört bir yanında b ü tü n insanların aynı anla­
m ı atfedeceği bir m utluluk kavram ı yoktur. M utlulukta her-
m enötik bir yük vardır, başka her şeyden fazla, yoruma bağ­
lıdır. Norm atif ön koşullar tartışmalıdır: Hayatta esas m ese­
le sahiden m utluluk m udur? M utluluk sahiden h o şnutluk
dem ek m idir? Ö lçülebilirliğe dayanan bir bilim sellik, b u ­
n u n dışında, aynı sonuçları ortaya koyan incelem elerin tek­
rar edilebilirliğini talep edecektir: Ne var ki ülkeler, o kadar
kısa bir sürede m utlulukları lehine veya aleyhine fazla bir
şey yapmış olmaksızın, ölçek üzerindeki yerlerinden sürek­
li kayıverirler.
A lm anya’daki in sa n la r kendi d u ru m la rın ı görm ek için
m utlulu k atlasını açıp b a k a b ilirle r. M ü n ih ’te yaşayanlar
H am burg’dakilerden daha az m utsuzsalar, açığı kapatm a­
ya çalışabilirler: Partilerde, m eyhanelerde ve yataklarda bi­
raz daha fazla çaba sarf ederek kısa sürede her şey bam baş­

1 Batı dillerinde bu rjuva, Burg yani kale (kaleyle çevrili şehir) kelim esinden tü ­
rem iştir - ç.n.
2 M u tlu lu k H aritası - ç.n.
3 M u tlu lu k ifrad ın d an ölm ek - ç.n.

34
ka olabilir, aralardaki gündelik hayat ise hep suskunluktur.
Daha da geliştirebiliriz bunu: Her hafta aralarında m üsabaka
yapm alarını sağlayarak mesela! Kim m utluluğun Bundesli-
ga’sında4, kim m ahalli ligdedir? Yılın m utluluk şam piyonlu­
ğunu kim kazanacak? Şampiyonlar Ligi’nde kim oynayacak?
Hangi ülkeler m utluluğun dünya şam piyonalarında elem e­
leri geçebilecek? Nihayet dikkatler iktisadi koşullardan baş­
ka şeylere de çevrilir, m utluluğun reytinglerini ölçen ajans­
ların risk oyunlarına çevrilir b ü tü n gözler. İktisatçı Francis
Edgew orth’u n daha 19. yüzyılda tasarladığı hazölçerle, her
bireyin hoşnutluk derecesini saniye saniye ölçebilirsiniz. Pe­
ki ama neden sadece insanlar arasında m ukayese yapılır da
insanla hayvan karşılaştırılmaz? Hangisi daha m utludur, in­
san mı koyun mu? Koyun ise şayet, neden koyun olmayı ter­
cih etmeyelim?
Herkes, kendisi için arzuladığı hoşnutluk ölçüsüne erişm e­
ye layıktır. Gevşemiş, arkasına yaslanm ış olm aktan daha gü­
zel ne vardır; her zam an bir sebebiniz olmasa da kendiniz­
den hoşnut, bir türlü hepten daha iyi bir dünya haline gel­
miyorsa da dünyadan hoşnut. Ama devamlı böyle olur mu?
A paydınlık bir dünyada apaydınlık bir hayat sürm ek m u t­
laka güzel olurdu ama ölü doğaya dönüşm üş bir dünyada
em ekli hayatı yaşam aya benzerdi herhalde. Arada bir hoş­
n u t olm ak kötü değildir am a m arifet b u n u abartm am aktır,
çünkü gevşeklik halinde ısrar etm ek bir soruna dönüşür: Bu
halin değişikliğe ve iyileşmeye yol açtığı hiç görülm em iştir;
tersine, hoşnutluk ve kendinden hoşnutluk her türlü geliş­
meye sekte vurur.
Bu n e d e n le , in sa n la rı h o ş n u tlu ğ u n verdiği m u tlu lu ğ a
adanm aya çağırm ak ve b u n d a n bir ideoloji, bir hoşnutluk
ideolojisi çıkartm ak sorunludur. M utlu bir toplum daki m ut­
lu insanlar büyük bir tehlikeye düşerler: H oşnutlukları, in­
4 F ederal lig. A lm anya’da futbol vd. sp o r b ranşlarında en ü s t lig - ç.n.

35
sana her zam an gerekli olan, koşullara ilişkin h u zursuzlu­
ğun önünde engeldir. Kimse aslında isteyemez bunu. Başka­
ları gönüllerinin istediğini alırken, yaşam ak için elzem şey­
lerden m ahrum olan insanlar hoşnut m u olm alıdırlar? De­
niz seviyesi tekrar yükselecek olursa, G üney Pasifik’teki Va-
nuatu Adaları’nm kıskanılacak denli hoşnut insanlarının ha­
li ne olur? Pisa A raştırm ası’nın eğitim alanında bir çöküşe
tanıklık ettiği Alm anya’nın hah, h o şnut vaziyette arkasına
yaslansaydı eğer, ne olurdu? Ne m utlu ki fazlasıyla h u zu r­
suz olarak tepki verdi Almanya buna; burada m utluluk, ko­
şulları iyileştirme isteğindeydi. Sürekli hoşnutluğun m utlu­
luğunu arayacağınıza önünüzdeki işi yapm ak ve olabildiğin­
ce iyi yapmak, iyi bir fikirdir.
Ebedi hoşnutluğa veda etm ek tabii sadece teorik bir veda-
dır, pratikte zaten hiç gerçekleşm em iştir ebedi hoşnutluk.
İnsanın kaderi daim a hep hoşnut olmak değildir, yoksa hâlâ
ağaçlarda yaşıyor olurduk. Birisi de çıkıp diyebilir ki: öyle­
si daha iyi olurdu. Sanatların ve bilim lerin tarihi, insanların
ne kadar dikkate değer gelişmelere kadir olduğunu gösteri­
yor. Bu gelişmeye katılanların birçoğu eserlerini h o şnutluk­
tan yaratm am ış, keşiflerini hoşnutluktan yapm am ıştır. Ga-
lilei ve Einstein gibi kâşifler kafalarını çatlatırcasm a düşü n ­
meye göm ülüp durm asalar, M adam Curie gibi araştırm acı­
lar hayatlarını riske etmeseler, ne olurdu? Ona bu dünyada
bir çare bulunsa, H einrich von Kleist’m eseri m eydana ge­
lir m iydi? K endine ve sanatına bakarken hiçbir gerginliği
olmasa, Vincent van Gogh fırçasını tuvale öyle şiddetle vu­
ru r m uydu? Sisyphos Efsanesini yeniden anlatan Albert Ca-
m us’yü m utlu bir insan olarak m ı düşünmeliyiz?
İnsanlığın tarihinde m eydana getirilm iş olan, hayranlık
uyandırıcı ne varsa, bunların ancak küçük bir kısm ı h o şn u t­
luk eseridir. Yaşam ereği olarak hoşnutluğa haddinden faz­
la değer biçiliyor. Yeni eylem lerin m ahm uzu hoşııutsuzluk-

36
tur, insan olmaya özgü olan budur. “M utluluk ancak h o ş­
n u tsu z lu k ta d ır” (Georg Kreisler, Letzte Lieder5, otobiyog­
rafi, 2011). Belki de ancak şüphe edebilen, çaresizliğe dü-
şebilen insan, büyük ve fevkalade şeyler yaratabilir. H oş­
n u t olan, arkasına yaslanm ayı yeğleyecektir. Bu bakım dan,
bir h o şn u tlu k eğer fazla u z u n sürerse h o şn u tsu zlu ğ u n ta­
m am en kendiliğinden doğuverm esi şans olarak görünebilir.
Fark edilebilir bir dış etki olm aksızın insanın içinin sıkılm a­
sıyla da olabilir bu, bir m eydan okum aya dönüşen dış etki­
lere bağlı da olabilir: Yenilgiler, başarısızlıklar, kızgınlıklar,
m ünakaşalar ve ters giden işler, kim senin sevmediği ama yi­
ne de kaçınılm az olan hoşnutsuzluk zam anlarına kapı açar­
lar. Bu terslikleri akim a bile getirm ek istem eyenleri dehşe­
te sevk ederek...

5 Son şarkılar.

37
DÖRDÜNCÜ BÖLÜM

H a y a t in B e r e k e t İ
S adece O l u m l u Ş e y l e r d e n İb a r e t d e ğ İl d î r
içbir psikoloji el kitabı onu tasdik etm eden yapamaz,
h er köşede ona öyle can-ı gönülden inanan insanlara
rastlarsınız ki, adeta bir dinle karşı karşıyasım zdır: P ozitif
düşünmek, yirm i otuz yıl içinde Batı k ü ltürünü fethetm iştir.
Pozitif yanları da yok değildir bu düşüncenin: N egatif ha­
berler tufanının ortasında arada bir karayı görebilm ek iyidir.
H er şeyi hep negatif görm ezseniz bir dirilik hissedersiniz,
taze kuvvetler devreye girer. Peki ama her şeyde daim a sa­
dece pozitif olanı göreceğim diye kendini kasm ak niye? Ne­
den her günüm üz ille pozitif olsun? Hayatın başka zam an­
ları da vardır, pozitif olanın kıym etini onlar sayesinde bilir­
siniz. Biraz da hüzünleneyim diyor ya şarkısında Michy Re-
incke (Das böse Glück1 albüm ü, 1993):

Yalnız bırak beni işte,


Yok bugün hiçbir şeye sevinesim,
Başka hiçbir şey almıyor içim.

1 Kara b aht.

41
Keyfi yerinde olm ak m ecburi olursa, her aksaklık büyük
bir arızaya dönüşür. En göze görünm ez düzensizlik nega­
tif görünür o zaman; negatiflik bir pozitif dü şü n en in pozi­
tif düşünebileceğinden daha çabuk kopup geliverdiğinden,
yeldeğirm enlerinin kanatlarına karşı bir savaş başlar. Olan­
ca güçleriyle pozitif bakış açısını koruyabilm e çabası insa­
n ın iliğini kurutur, b u n u n sonucu pozitif düşünm eye öfkey­
le devam etm ektir. Belki insanın kendi içinde bir şeyleri ye­
re serm esi gerekecektir. Belki de ana kural budur: İnsanlar
pozitifte ne denli ısrar ederlerse, o denli negatife batarlar.
İyi am a şeyleri olmadıkları gibi görm ekte teselli bulm a­
nın yararı ne? Kalıcı olamaz ki bu teselli. Pozitif düşünm ek,
sorunlu şeyleri başka bir açıdan görm ek için ilham verici­
dir. Pozitif d ü şünm ek sadece pozitif olanı görm e isteğine
yol açarsa, bir sorun halini alır. Artık hiçbir şeyi ciddiye al­
maz, her şeyi bir bakış açısı sorunu olarak görürsünüz. Ağır
bir hastalığı olan bir insanın, kendi kendine her şeyin çok
iyi olacağını telkin etm esinin bir faydası do k u n u r m u? O tuz
sekiz yaşında akciğer kanserinden ölen bir adam , hafızam ­
dan hiç çıkmaz. Son nefesine dek, hastalığının ölüm cül ol­
duğunu kabullenm edi, onu alt edeceğine kesinkes inanm ış­
tı. Kimseyle vedalaşmadı, bir vasiyet hazırlam adı; kalanları
için b u n u n sonuçları hoş olmadı tabii.
Şeylerin ve koşulların, insanların onlar h a k k m d ak i d ü ­
şüncelerinden etkilenebileceğini, ilkin antik filozoflar keş­
fetmişti. Daha Epiktetos, olup bitenlerin anlam landırılm ası-
m n insanın iktidarında olduğunu biliyordu, insan berbat bir
şeyi onla yaşanabilir kılacak şekilde yorum layabilirdi, çün­
kü başım ıza gelen değil de o n u n hakkm daki kanaatim izdi
canımızı sıkan. Ama her şeyi istediğiniz gibi a n la m la n d ır­
mazsınız. Bardakların her zam an yarısı dolu veya yarısı boş
olmaz, bazen de tam am en boş olurlar. Ancak b u n u vakitli­
ce fark ederseniz onu doldurabilirsiniz. Krizler şanstır, hep

42
böyle söylenir, am a bazen de sadece so ru n değil m idirler
basbayağı? Borç bir yeniden yapılandırmayla başka bir çerçe­
veye o tu rtu lu r da, gün gelip silinecek m idir acaba? Bir insa­
nın sadece pozitif düşünm enin enerjisiyle arzularını gerçek­
leştirdiği de olur bazen ama arzuladığı şeye asla öyle kolay­
ca erişemez, belki düşünü gördüğü ideal koşullara asla ka­
vuşamaz.
“Hep ileri bak” - geride kalanlardan bir şey öğrenm eye ni­
yeti olm ayanların şiarı budur. Pozitif beklentilere sahip ol­
m ak ve iyim serlikle geleceğe bakm ak iyi bir niyettir fakat
negatif olanı göz ardı etm eye ve ona karşı vakitlice hazır­
lık yapam am aya sebebiyet verir. Salt pozitif düşünm ek so­
ru n lar karşısındaki duyarlılığın ve yerinde eleştirinin altını
oyar, öğrenm eyi sağlayan bir sistem değildir. Bireysel ve top­
lum sal açıdan felakete yol açabilir bu. Kim senin pozitif dü­
şünm eyle 20. yüzyıl totalitarizm inin tarihi arasında şu bağ­
lantıyı kurm ayışı tuhaftır: Nasyonal sosyalist “Neşeyle Kuv­
vet” program ının2 niyeti de insanları pozitif bir ru h haline
sokm aktı. N eşeden kuvvet doğabileceğine şüphe yok, ama
bir istism ara set çekebilm ek için birkaç soru sorm akta fayda
vardır. Ne için kuvvetleneceğiz? Nasıl bir neşeyle? Neşesini
bulam ayacak durum da olanlar ne olacak?
Ayrım yapabilen bir yaşam sanatı, olaylara yeri geldiğinde
pozitif bakıp, bununla beraber negatif şeylerin kayıtsız şart­
sız farkında olm aktadır. Körü körüne pozitife inanıp da ne­
gatif ihtim ale karşı körleşm em ek te, eleştirel sorular sorup
bir şeyleri iyileştirm eye çalışm aktadır. Sadece negatif olan­
daki pozitif yanı değil, pozitif olandaki negatif yanı da gör­
m ektedir. Yeterince u z u n m ü d d et “iyi olacak” diye d ü şü ­
nürsen, her şeyin iyi olacağına dair sonsuz bir um uda ken­
dini kaptırm ak yerine, m eseleleri açıkça ortaya koyup soğuk

2 İşçileri (işverenleri ve yöneticileriyle beraber) toplu gezilere g ö türerek m illi


kaynaşm ayı teşvik etm eyi hedefleyen örgütlenm e - ç.n.

43
kanlılıkla çözüm aram aktadır. İnsanlar ancak böyle çabucak
kurtulabilirler belâdan, yoksa daha devam eder.
Peşinen negatif ihtim ali düşünen kişi, self-fulfilling prop­
hecy3 anlam ında, o negatif ihtim ali bizzat gerçekleştirm e
tehlikesine düşmez mi? Pozitifin de salt ona inanm akla ha­
kikat olacağına inananlar inanır sadece buna. Felsefî düşü­
n ü şü n eski bir yöntem i, sadece pozitif yorum getirm eyip
o n u n tarafından faka bastırılm am ak için “kötüyü önceden
düşünm ek” tir. Negatif ihtim al gerçekten vuku bulacak olur­
sa insan gafil avlanmaz ve hayat devam eder. Vuku bulm az­
sa bu daha da sevindirici olur, olağan şartlarda üzerinde bi­
le durmayacağınız bu hoşluğun bilinçli olarak keyfine varır­
sınız. Bu tarzda negatif düşüneni ya olaylar teyit eder ya da
o kişi hep iyi şeyler yaşar. Dik kafalı pozitif düşünce ise kö­
tü sürprizlerle karşılaşabilir.
Pozitif düşünm enin günah listesi uzundur. Pozitif düşü n ­
ce züm resi m ensupları m asum negatif duygulanım ları bile
yüksek bulaşıcılık tehlikesi içeren “duygusal virüsler” ola­
rak görürken, pozitif dü şü n m en in virüsü de çok bulaşıcı­
dır. Kelimenin düz anlamıyla bulaşıcıdır: Birçok insan, sade­
ce onlara bir şey olmayacağını düşündükleri ve herhangi bir
önlem alm adıkları için ölüm cül virüslerden etkilenir, böy-
lece kendileri de başkalarını tehlikeye sokarlar. 21. yüzyılın
ilk yıllarında pozitif düşünm enin şaheseri, gerek icat eden­
leri gerekse kapılanları yüksek kâr um utlarına sevk eden ze­
hirli mali yatırım araçlarıydı. Çok fazla insanın sadece po­
zitif düşünüp, yeterince u zu n süre yapılan tüm uyarıları ve
gittikçe daha şiddetli çalan uyarı çanlannı inatla kaale alma- -
ması, bitm ek bilm eyen mali krizlere, iktisadi krizlere, dev­
let krizlerine yol açtı. Ama hakikati istediğiniz gibi eğip bü-
kemezsiniz.
Negatif düşünüş de her zam an haklı çıkmaz, yoksa dünya
3 K endi k en d in i gerçekleştiren k eh an et —ç.n.

44
şim diye kadar kaç defa batardı. Pozitifin de negatifin de tek
boyutluluğu, hayatın çok boyutluluğunun hakkını veremez.
Yaşam sanatı hayatın her iki yanıyla da geçinebilmeyi gerek­
tirir; sadece pozitif olanla, hoş ve haz dolu olanla değil, ne­
gatif olanla, nahoş ve acı verici olanla da baş edebilmeyi...
Kimse bir ötekini istemez ama onu devre dışı bırakm ak da
m üm kün değildir. Hayatı tüm dolgunluğuyla kapsayan, baş­
ka türden bir m utluluk söz konusudur burada: sadece m u t­
lu tesadüfler ve gönül hoşluğu değil, onlarla beraber talihin
karanlık tarafı da buna esastan dahildir.
Kemale ermenin saadeti dediğim bu m utluluk, insanın bir
an d urup şunu düşünebilm esine bağlıdır: Hayat nedir aslın­
da? Esas olarak kutupsallıklarla geçmez m i hayat, yapabil­
m ek ve yapam am ak gibi, başarı ve başarısızlık gibi, sevinç ve
hiddet gibi, cesaret ve korku gibi, haz ve acı gibi, sağlık ve
hastalık gibi, hoşnutluk ve hoşnutsuzluk gibi, neşe ve keder
gibi karşıtlık ve çelişkiler arasında? M odern dünya ve insan
imgesi, bir zam an gelip her şeyin sadece pozitif olacağından
hareket ediyordu am a yine de hâlâ ortadan kalkm ayan ne­
gatif şeyler var. Başka kültürlerin kafası bu konuda açıktır:
Hintli yazar A rundhati Roy 201 l ’de bir m ülakatta “Bu hasar
görmez m ükem m el hayat fikri bizde yoktur,” demişti.
K utupsallık, in san ların k en d ilerin i er veya geç m utsuz
hissettikleri ilişkilere de damgasını vurur. Çok defa ötekiy­
le ilgilidir bu, o artık bir zam anlar olduğu gibi doğru kişi de­
ğildir; o zam an da çekip gitme veya değiştirm e seçeneği b u ­
lu n u r. Lâkin onca değişiklikten sonra m u tsu z lu k ta n yine
de kaçılamıyorsa, çünkü en azından ara ara hayatın bir par­
çasıysa, o vakit ne yapacaksınız? Daimi bir gönül hoşluğu­
nu gerçekleştirm e isteğiyle başlatılan ilişkiler çabuk b iter­
ler. Oysa bir ilişkide anlam görebiliyorsanız, çünkü onu ka­
der ortaklığı cemaati olarak düşünüyorsanız örneğin, o iliş­
ki m utsuz zam anları da daha iyi atlatabilir. Burada belirleyi­

45
ci soru şudur: Tek tek h er bir vakada olmasa bile, ilke olarak
hayatın kutupsallığıyla barışık olabilir miyim? H erkesin bu­
na kendi cevabını bulm ası gerekir. Ancak bunu kabullene­
rek, m utsuzluğu da hayata ve aşka katabilirsiniz. En iyi ih­
tim alle azaltabilirsiniz m utsuzluğu, ama b u n u n da koşulu
onun varolm a hakkını tanım aktır.
Kemale erm enin m utluluğu nefes alıp veren bir m utluluk­
tur , çü n k ü m u tlu lu ğ u n da nefes alıp verebilm esi gerekir.
Hiçbir insan hep sadece nefes alamaz, yeniden nefes alabil­
m ek için nefes vermelidir. Böylece insan pozitifle negatif ku­
tupları arasında gidip gelebilir: Hayatın daraldığı sorunlu bir
zam anda, iyi gelen bir şey olduğunda yeni nefes alır; haya­
tın bir zirve anında, başka zam anların da geleceğine hazır­
lıklı olursunuz. Ancak zıtlıklar arasındaki tecrübelerin olan­
ca genişliği, kem ale erm iş, dolgun bir hayatın heyecanını
kazandırır insana. Elverişli veya elverişsiz tesadüflere ve gö­
nül hoşluğu ile can sıkıntısı arasındaki anlık dalgalanm ala­
ra bağımlı olmayan asıl felsefî m utluluk budur. Daha antik
filozofların ona atfetm iş oldukları bir devamlılığı vardır bu
m utluluğun ve m utsuzluğun yaygın bir biçimi olan depresif-
liği de dışlamamalıdır.

46
BEŞİNCİ BÖLÜM

DEPRESİF OLMAK: MELANKOLİ


ir yük altında depresif, ezgin veya perişan olma halinin,
B çoğu vakada depresyon denen hastalıkla bir alakası yok­
tur, çok defa klinik belirti de vermez. G ündelik dildeki kul­
lanım tıpkı tıbbî kavram ın kendisi kadar m uğlaktır ama bi­
raz dikkatle kulak verirseniz, çoğul depresyonlarla tekil kul­
lanılan sahici depresyonu ayırt edersiniz. D epresyonlar ve
depresiflik hali geleneksel olarak melankoli diye de tanım la­
nır. Bir depresyon teşhisi konanların birçoğu aslında m elan­
koliktir. D epresyonlardan m usdariptirler onlar, depresyon
hastalığından değil. M elankoli insanın varolm asının tarz ve
biçim lerinden birisidir, ru h u n bir oluş tarzıdır, insan varo­
lu şu n u n asli bir unsurudur, b u n u herhangi b ir biçim de ma-
razi sayamayız.
İnsan hayatında sadece yaşam sevincini bilm eyiz, yaşam
kederini de biliriz, sadece gülmeyi değil ağlamayı da biliriz,
hep sin in zam anı vardır. Eski A hit’te Süleym an’ın Meselle­
rin d e k i hikm etlerde (7. Bap, 3. cümle) yas tutm ak gülmeye
yeğ tutulur, zira bu tecrübe “kalbi iyileştirir”. O zam an in ­
san bam başka bir yerden, bir uçurum dan bakarak tanır ken­
49
dini. Ötekileri de başka bir yanlarıyla tanır: İyi gün dostları­
nın bir yerlerde bir işleri çıkıverm iştir de, keyifleri hoş tut­
ma gayretinde pek atak olm ayanlar şimdi yanı başm ızdadır-
lar, güvenebilirsiniz onlara.
M elankolinin m ünasip düştü ğ ü zam anlar vardır: Buluğ
çağında çocukluğunun yitik günlerine, sonbaharda düşen
yapraklara ve kelleşen ağaçlara bakıp m elankoliye kapılm a­
yan, hayatta bir şeyleri yanlış yapıyor dem ektir. O sıra m e­
lankolinin gelip geçici m i olduğunu u z u n süre devam mı
edeceği baştan bilemezsiniz. Çoğu durum da atlatılabilir ama
kim se kesin olarak söyleyemez atlatılacağını - atlatılm ası ge­
rektiğini yazan rehber kitaplar hariç. Güncel veya kalıcı bir­
çok nedeni olabilir: İnsanlar anlam verdikleri bir şeyi, bir
ilişkiyi, bir işi kaybettiklerinde “depresyona düşerler”. Ama,
um dukları şeyi elde edem ediklerinde de. Dahası, şiddetle ar­
zuladıkları bir şeye eriştikten sonra beklenm edik bir boşlu­
ğa düştüklerinde de: Bir ereğe ulaşan kişi, tüm o çabalarının
ve fedakârlıklarının şim di gözlerinden yaşlar getirm esine ve
tüm o gayretinin uçup gitm esine hazır değildir.
Bu dünyanın budalalarla dolu ve sırf kendi “ben”inin b u n ­
dan istisna olduğunu açıkça görm ek de insanı depresif ya­
par. Adaletsiz bir m uam eleye tabi tu tu ld u ğ u n u hisseden,
hayal kırıklığı, horlam a, aşağılam a ve şiddet deneyim i ya­
şayan insanlar, ezgin olurlar. B unların hiçbirinin kabulle­
nilm esi gerekmez ama etkilerini ebediyen bertaraf etm ek de
m üm kün değildir. K endilerinden hoşlanılm adığm da, sevil­
m ediklerinde, aşkta sevdikleri ötekinden m ah ru m kaldık­
larında veya onun tarafından terk edildiklerinde, m utsuzlu­
ğun en derinlerine düşebilirler insanlar. H epsinden de faz­
la, kendisi veya onun için bir anlam ifade eden bir başkası
hastalıkla yüz yüze olduğunda ve ölüm ihtim ali hayatın içi­
ne girdiğinde.
Hayatta derin iz bırakan şeyler, bir daha öyle kolayca din-
50
dirilem eyecek acılarla ilintilidir. Doğrudan doğruya hayatın
ve dünyanın, -b ize nasıl görünüyorlarsa-, sebebiyet verdik­
leri dünya sancısı ise iyice kavranam az ve teselli edilmez bir
acıdır. Fakat dünya sancısının güncel bir nedeni olm adan da
sağlam tem elleri olabilir, çünkü hayat süresinin kısıtlı oldu­
ğunun, bu hayatı ve en sevdiklerimizi günün birinde terk et­
m ek zorunda olduğum uzun bilincinde olm ak bile m utsuz
etmeye yeter insanı. Hiçbir şey kalıcı değildir, her şey geçici­
dir, geçip gideni geri getirem ezsiniz. Her şeyin geçip gidece­
ği gerçeğini değiştiremezsiniz.
Esastan acı veren bir şey, varoluşun aşılamaz yalnızlığı­
dır. Belki bu bilgiye insanlar her zam an vakıftılar ama benlik
öne çıktığı oranda ağırlaşır b u n u n tecrübesi. Bu hayatı ya­
şayan benim, başkası değil. M utsuz olmaya ve felakete açı­
lan uçurum a doğru bakmaya katlanacak olan, benim. Bu ha­
yatı nihayetine vardıracak olan benim, başkası bunu benden
devralamaz. Bütün ötesine dair daldığım düşünceler de be­
nim düşüncelerim dir, sadece benim için bir anlam ifade eder
bunlar, başkaları başka şeyler düşünürler ve bizi birbirim ize
bağlayan hiçbir şey yoktur - aşk, arkadaşlık veya hiç değilse
bir hoşlanm a dışında.
Düşüncelere dalmak: Kimi insanlar için bu zaten depres­
yona girm ekle eşanlam lıdır. M elankolikler her şey üzerine
düşünürler, nitekim on un için öteden beri aralarında çok fi­
lozof ve sanatçıya rastlanır. Bilhassa düşünen ve yaratan in ­
sanların m elankoliye yakalanacaklarını, ü n lü antik m etin­
lerden Problem XXX,Tin yazarı* da belirtm işti. M odern çağ­
da psikolojik araştırm alar, depresyondan m ustarip in san ­
ların düşünce ödevlerini daha esaslı ele aldıklarını ve daha
akıllıca kararlara vardıklarını teyit ediyor (Basel Üniversite­
si, 2011). Soruna daha uzun ve daha dikkatli bakıyor, pem ­
be bir gözlüğün bakışlarını bulandırm asına izin vermiyorlar.
(*) Seneca

51
Kesinlik izlenim i uyandıran her d urum un kesinlikten uzak
ve her şeyin kuşkulu olduğunu biliyorlar. İnsan eylem leri­
n in kuşkululuğu k o n u su n d a ve insanın v a ro lu şu n u n esas
itibarıyla nasıl hiçlik mesafesine inebileceği konusunda zi­
hinleri açık. O nları duygulandıran ve harekete geçiren, ha­
yatın olası trajikliğidir. O nların m aruz bulundukları tehlike
hayatı fazla yüzeysel görm ek değil, u çurum un derinliklerin­
den çıkam am ak, belki de kendi “kim liklerinin” çöküşünü
yaşam ak ve kendilerine yabancılaşm aktır.
Lâkin m elankoli sadece taşkın bir düşünce selinin değil,
duyguların vahşi dalgalanm asının dam gasını taşır. Pek az
insan bu dalgalanmayı mutluluk olarak hisseder ama her d u ­
rum da buna anlam yükleyebilirsiniz: Eğer hayatta meseleniz
büyük duygular yaşam aksa, o zam an bunlar sadece sevinç,
aşk ve cezbenin iyi duyguları olamaz. Duygu hayatını tüm
yelpazesiyle yaşam adan, kem ale erilmez. G örünüşte en se­
bepsiz olan üzüntü hali de herhalde buradan doğar: “Aslın­
da her şey yolunda gidiyor, bana ne oluyor böyle, bilm iyo­
ru m .” A henkten başka bir şey bilm eyen bir hayat, ahengin
bozulm asını istiyor dem ektir. Kesintisiz yaşam sevinci insa­
nı takatten düşürebilir, yaşam kederinin sunduğu türden bir
m olaya ihtiyaç duyabilirsiniz, insan olm anın b ü tü n im kân­
larını yoklam ak ve hayatın kem aline varm ak için, ilk bakış­
ta çok uzak gelse bile, galiba üzüntüyü de sonuna kadar tat­
m ak gerekir.
insanlar iradeleriyle de üzüntüye kapılabilirler mi? Evet,
hiç şüphe yok, mesela acı verici hatıraları tekrar hatırlaya­
rak yaparlar bunu, çünkü acı esasen hiç yok olmaz - sevi­
len bir insandan ayrılmak mesela. Dünya sancısı, kasıtlı ola­
rak her zam an duyulabilir: hayatın ve her şeyin hatta bel­
ki bizzat dünyanın geçiciliğinin sancısı - her ne kadar bili­
m in b ü tü n im kânlarıyla bile olsa, b u n u ihata etm ek m üm ­
k ü n olmasa da. Pozitif olanı dengelem ek, hayatın kutupsal­

52
lığını yeniden tesis etm ek, m u tluluğun ölçüsünü kaçırm a­
m ak için üzüntüyü bilinçli olarak davet edebilirsiniz. Fried-
rich Hollaender’in M arlene D ietrich’in söylediği bir şarkısın­
da dile geldiği gibi:

Bir şey dileyebilecek olsam kendime


Azıcık mutlu olmayı isterdim
Çünkü, fazlaca mutlu olsaydım
Üzüntünün hasretini çekerdim.

53
ALTINCI BÖLÜM

DEPRESYON: HASTALIK
epresyon hastalığı, “paspas gibi hissetm e hali”, m elan­
D kolideki duygu ve d ü şü n ce dalgalanm asından farklı
olarak duyguların donm asıyla, isteksizlikle ve tepki verm e­
ye olan hakiki bir kabiliyetsizlikle belirlenir. Bir konuşm ada
bu fark hem en hissedilir. Bu dertten m ustarip olan, düşün­
celerinin dar çem beri dışına çıkamaz, kendine yardım ede­
mez, en basit faaliyetleri bile yürütem ez. Onayıyla onun adı­
na sorum luluk üstlenecek insanlara, yanından ayrılmayacak
akraba ve arkadaşlara, davranışçı terapi veya derinlik psiko­
lojisi yöntem leriyle onu tedavi edecek terapistlere, sanatları­
n ın güncel kuralları çerçevesinde onunla m eşgul olacak he­
kim lere ihtiyaç duyar.
Depresyon teşhisinin m elankoliyle ilgili olarak da enflas-
yonist biçim de kullanılm ası, hasta sayısını saçma derecede
artırm aktadır. Bu durum hastalığın kam usal tanm ırhğı bakı­
m ından yararlıdır fakat m elankoliye kapıldıysa ilaçtan ziya­
de sohbet edecek arkadaşa, depresyondaysa sohbet partne­
ri olarak bir hekim e ve tedaviye ihtiyaç duyan insanlara, d u ­
rum larına uygun m uam elenin yapılması bakım ından yarar­
57
lı değildir. İlaç alarak serotonin h o rm o n u n u n salgılanm a­
sı sağlanabilir, vücudun eksikliğini çektiği m addeler takvi­
ye edilebilir; örneğin eksikliğinin çekildiği kuzey ülkelerin­
de pek de m asum olm ayan kış depresyonunda payı olan D vi­
tam ini horm onu yüklenebilir. Ayrıca depresyonun nedeni
de sonucu da olabilen organik sorunların tedavisi söz k o n u ­
su olabilir; sözgelimi tiroid bezlerindeki bir işlev bozukluğu
horm on salınım larm ın düzenini de bozar.
Tıbbî açıdan hafif ve ağır depresif evrelerin arası olan ve
her ikisi de psikotik belirtilerle beraber gelişebilen m elanko­
li ile depresyon arasındaki gri bölge, zorluk yaratır. Hastalık
tam nerede başlar? Bir depresif reaksiyon ak u t veya kronik
gerginlik d u rum larının sonucu olarak ortaya çıkar, bazen
kaynağında geçmişteki travm atik deneyim ler vardır ve b u n ­
lar nevrozlara dönüşm üş olabilirler. Fark edilebilir bir dışsal
sebep olmaksızın insanın içinde endojen1 bir depresyon ken­
diliğinden, -m u h te m e le n genetiğe bağlı o lara k - oluşabilir
ve beyindeki m etabolizm a hareketlerini değiştirebilir. Ağrı­
lar ve bedensel belirtilerin gerisinde bir gizli depresyon sak­
lanıyordun Manik-depresif hastalık insanları m anik bir can­
lılıkla depresif bir ölüm e yakınlık hissi evreleri arasında bir
0 yana bir bu yana savurup durur; bazen çok keskince, ba­
zen o kadar değil, “sevinç çığlıklarıyla göklere sıçrayarak ve
ölüm cül bir kederle.”
Bum out2 teşhisi depresyonunkiyle örtüşür, şüphe halinde
geçiş üstünlüğü onda, tükenm işliktedir, çünkü kulağa daha
pozitif gelir: Birisi haddinden fazla çalışmış hatta başkaları
için, ailesi için, şirketi için, toplum için feda etm iştir kendisi­
ni (parantez içinde bir “kendi kabahati” lafının kılıcı sessiz­
ce savrulur). Tükenm işlik de, hayatın bir parçası olan m elan­
koli ile en ağır halinde yaşamsal tehdit içerebilen depresyon

1 T ıpta içsel, içten k ay n ak lanan —ç.n.


2 T ü k en m işlik - ç.n.

58
hastalığı arasındaki geniş yelpaze içinde devinir. Buradan çı­
kan sonuç şudur: Basit bir yorgunluğun tükenmişliği için bir
mola, bir m iktar dinlenm e ye terlidir, kendiyle barışık olmak
için biraz çaba gösterm ek gerekir, böylece kendine daha fazla
dikkat etm ek ve daha iyi davranm ak m üm kün olur. Kronik­
leşen tam tükenmişliğin tedavisi bunla kıyaslanm ayacak ka­
dar zahm etli olabilir; daha önce yaşanmış olduğu gibi bir ha­
yata dönm ek için başkalarının devamlı desteği gerekir.
M odern zam anda h e r yerde karşılaşılan bu tü k e n m iş­
lik hallerinin sebepleri olarak çok defa ilişkilerdeki zorluk­
lardan ve çalışma koşullarının ağırlığından bahsedilir. Es­
ki çağlarda yok m uydu bu sebepler? Shakespeare’in Venedik
Taciri A ntonio da “N eden böyle kederli olduğum u bilm iyo­
ru m ” derken, herhalde kronik tükenm işlik içinde olmalıdır.
Sebeplerini bilm iyordur ve du ru m u n u açıklayacak bir kav­
ram ı yoktur elinde, dem ek d u rum unu haklı görm esini sağ­
layacak bir duygudan yoksundur. Birçokları için ancak bir
kavram ın olduğu yerde bir gerçeklik vardır; bir kavram or­
taya çıktığı anda da herkes gerçekliğine bir sığm ak bulm ak
için ona hücum eder. “B um out" kavram ının bir işlevi budur
belki de: Gerçekliği insanların onu algıladığı biçimiyle kav­
ram ak ve bir reaksiyona im kân sağlamak. Hastalık olarak ta­
nım lanm ası insanları tükenm iş olmaya selahiyetli kılar ve
iyileşmeye hak kazandırır. Lâkin m odern çağda tükenm işli­
ğin sebepleri başka çağlardakinden farklı olsa gerektir ve te­
rapilerin buna cevap verebilm esi gerekir.
M odern to p lu m d a giderek d ah a çok in sa n anlam yok­
sunluğu çekiyor. Her alanda ve her düzlem de çekiyorlar bu
yoksunluğu: Çalışmayı anlam landırm ada, kendi hayatları­
nı anlam landırm ada, genel olarak hayatı anlam landırm ada.
Anlam kuvvet verir, anlam sızlık kuvvetten düşürür. İnsan­
lar bir anlam görürlerse, birçok şeye göğüs gerebilir, birçok
şeyi alt edebilirler, bir anlam görem ezlerse hem en hiçbir şe­
59
yin üstesinden gelemezler. Eskiden insanlar anlam ın kader­
de ve yüksek bir takdirde olduğunu farz ederlerdi. Anlamı
sorgulam ıyor, onu, bilincinde olm aksızın, başkalarıyla ve
beşer dışı bir m akam la olan güvenilir ilişkilerinde buluyor­
lardı. M odem çağda birçok anlam pınarının kurum ası nede­
niyle anlam giderek daha işitilir biçimde sorgulanıyor. M ad­
di refah, hangi ideal hedefe hizm et ettiği aşikâr olm ayınca
anlam ve enerji kaynağı olamıyor, dolayısıyla anlam sorusu­
na tatm inkâr bir cevap sunm uyor. Anlam boşluğunu m addi
m allarla doldurm aya dönük her denem e daha ziyade kaygı
doğuruyor, çünkü bunlar her zam an kaybedilebilirler. Mo­
dern insanlar anlam ı nerede bulabilirler?
O nu m utlulukta bulm ayı um arlar. Fakat m utlu lu k anla­
m ı ikam e edem ez, hele uçucu gönül hoşluğu hiç edemez.
M utluluğa erişme çabasındaki ısrar, anlam yoksunluğunun
yol açtığı çaresizliğin bir işaretidir sadece. M odern hayatın,
aşkın ve çalışm anın stresli koşulları yaşam kuvvetlerini ke­
m irdiklerinden, m utluluk beklentisiyle son yedekler sefer­
ber edilecektir. İnsanlar seziyorlar m ıdır tehlikeyi? Çöküşe
karşı koyabilm ek için çılgınlar gibi m utluluğun peşinde ko­
şarlar, habire m utluluktan dem vurulm ası bundandır. Böy-
lece başka bir stres m eydana gelir, mutlu olma stresi. İnsan­
lar m u tlulukları için her şeyi yapm aya hazırdırlar, b u n u n
tüm kuvvetlerine m al oldu ğ u n u fark etm ezler. Nefes alıp
veren bir m u tluluk değildir bu, kemale erm enin m utluluğu
değildir, tükenm işliği engellemez, tersine tahrik eder. Pozi­
tif olana, m utluluğa dönük ısrarlı çaba, bu anlam da insanı
Burnout’a sürükleyebilir.
Oysa kendini m utsuz hissetm ek, anlam üzerine düşünmek
için, yani vakitlice anlam ı sorgulam ak için bir vesile olabilir­
di. M utsuz olm anın bizzat bir tü r hastalık olarak görülm esi­
n in anlam ı nedir, bu bakım dan? Hakikatte hasta olan kim ­
dir? Niçin bir insanın hızlı tesirli ilaçların da yardım ıyla bir

60
an evvel “dipten kurtulm ak” için her şeyiyle çabalaması ge­
reksin? Niçin, kötü hissettiğinde, m üm kün olduğunca ça­
buk “daha iyi hissetm ek” için her yola başvurm ası gereksin?
Y önünü yeniden tayin etm ek için düşünm esi, hayatında,
çevresinde, toplum da yanlış gidenin ne olduğunu ve kuvve­
tini topladığında doğrusunu yapm ak için elinden neler gele­
bileceğini sorgulaması gerekm ez mi?
Gerek m elankoli hali gerekse depresyon hastalığının in­
tihar fikriyle el ele verm esi ender değildir. Fark şuradadır:
M elankolikler bu fikirle oynayıp durur, intihar üzerine sonu
gelmez düşünceler kurar, intihar lehine ve aleyhine akıl y ü­
rütm elerle çok ilgilenirler. Depresyon hastalığı çeken insan­
ların ise bu fikirle oynam adan ve lehte aleyhte savlarla hiç il­
gilenm eden, günün birinde ölüm cül bir kararlılıkla ne yapıp
yapıp son adım ı atm aları ihtim ali daha yüksektir.

61
YEDİNCİ BÖLÜM

U ç u r u m u n K iy is in d a Y a ş a m a k
İ ntihar düşüncesi taşıyan kişi bu konuda konuşm ayı kesin
olarak reddedebilir, bu onun doğal hakkıdır. Ama konuş­
m a denem esini nasıl yaptığınız önem lidir. Kendisiyle ko­
nuşm ak isteyenin onun du ru m u n u tam am en kabul etmesi,
böyle bir konuşm anın en uygun zem inini oluşturur. Depre-
sif insan dört bir yanda büyük endişelere sebebiyet verecek
şeyler görür, tüm dikkati her yerde hazır ve nazır bulunan
zorluklara d önüktür, her şey pek düşündürücüdür. Dünya
ve insanlar çelişkilerle doludur ve o, insanın ne kadar çaba­
larsa çabalasın b u n u asla değiştirem eyeceğinin azabını çe­
ker. Sadece nafileliğini görürseniz, hayatı sü rd ü rm ek pek
m üm kün değildir. Zem in her yerinden çatırdıyor, her adım ­
da çukurlar açılıyorsa, tek bir adım atmaya cesaret verecek
m otivasyonu bulam azsınız. Geriye, üm itsizlik kalır.
Yaşam ve ölüm m eselesini zaten etkisiz kalacak şekilde
yasaklar ve tabularla savuşturm ak yerine atak bir tutum la
masaya yatırm ak gerekir. Evet, hayatı terk etm ek ilke olarak
bir olanaktır, insanın kendini öldürm esinde eskiden olduğu
gibi bir “cinayet” değildir söz konusu olan. Gerçi kasıt u n su ­
ru eksik değildir ama alçakça saiklere dayanan hainlik yok­
tur, kimse bundan ötürü itham ve m ahkûm edilemez, insan
zaten hayatı reddedebilen bir m ahluktur. Yaşama m ecburi­
yeti, yaşam ak zorunda olma yüküm lülüğü, anlaşılır bir kav­
ram değildir. Ölmeyi tercih etm ek, yaşama sanatının bir se­
çeneğidir, Seneca daha M.S. 1. yüzyılda, Lucilius’a Etik Üze­
rine Mektupları’nda söyler bunu.
Tayin edici hayat m em at sorularını, ilke olarak, yaşamayı
isteyenlere de yöneltebiliriz: Ne yaptığınızı gerçekten biliyor
m usunuz? iyi d ü şü n d ü n ü z m ü? B ütün z o ru n lu lu k lard an
azade, bilinçli bir karar mı verdiniz? Hayat sahiden “kendi
başına bir değer” midir? Hayata kendi başına bir değer atfe­
den varoluşsal tercih, şayet yaşamayı tercih etm em e seçene­
ğinin olduğu bir zem inde yapılırsa daha inandırıcı olacaktır.
Hayat ancak ölümle olan çelişkisi içinde anlam ve değer ka­
zanır, dolayısıyla bizi yaşama kararlılığına sevk eden, ölüm
m eselesidir. Hayatı bu konuda bir yargıda bulunm aksızın
öylesine yaşar giderseniz, hayat belirlenim siz, yüzeysel, rast-
gele olur ve onun gerçekten sahibi olmazsınız. Böyle düşü n ­
m ek tehlikeli midir? Kuşkusuz kendini öldürm enin sırf dü ­
şüncesi bile tereddüt anında bu yolu tutm a tehlikesini barın­
dırır. Ama b u n u n gibi tehlikelerin olmadığı bir hayat yaşa­
m ak zaten hiç yaşam am ak gibidir.
Bu arka plana dayanarak, intihara dair belirleyici sorula­
rı daha iyi değerlendirebiliriz: En uç durum larda serbest bir
seçim yapılabilir mi? Bu adım ı atm a özgürlüğüm üz kısıt­
lanm ış olabilir. Bir perspektif yanılsaması hayata bakışım ızı
kaydırm ış olabilir, bazı şeyler bu nedenle tam am en anlam ­
sızm ışçasına kapkara görünebilir, aşk ıstırabında olduğu gi­
bi; veya anlam la dolu, pespem be görünebilir, aşk coşkusun­
daki gibi. Hayat nasıl bir şeydir sahi? Belli değildir ama b ü ­
tü n kanıtlar, halihazırda gö rü n d ü ğ ü n d en ibaret olm adığı­
nı gösterir bize. Her zam an başka perspektiflerden bakm ak

66
m ü m k ü n d ü r ve bu perspektiflerin hiçbirisi olanakların be­
reketini tüketem ez. Anlık bir bakış açısına dayanarak öyle
uzun erim li bir tercihte bulunm ak m üm kündür ama akıllı­
ca olmaz.
Hem , bu sonradan pişm an olunacak bir kararsa ne ola­
cak? Bu tasavvur edilebilir gelm iyor ama pişm anlıkla kara­
racak bir Sonrası’nm olmayacağını kim kesinkes iddia ede­
bilir? intiharın kendilerine yegâne çözüm gibi görünm üş ol­
duğu ve bir biçim de o durum u atlatm ış olan birçok insanın
deneyim leri, geriye dönüp baktıklarında o zam anki tu tu m ­
larını dar görüşlü bulduklarını ve bunu nihai sonucuna var­
dırm adıkları veya son anda bundan alıkondukları için m em ­
n u n olduklarını ortaya koyuyor.
Anlam deneyim i gibi, anlam sızlığın deneyim i de bakış açı­
sına bağlı görünür. Hayatta ve dünyada hiçbir şeyin m i her­
hangi bir anlam ı yok? Ama hiç kim se hayatı ve dünyayı b u ­
n u kesinkes iddia edebilecek kadar kuşbakışı görem ez ki.
Böyle bir bakış açısına dayanarak nihai bir karar verm ekte
bir keyfîlik vardır, anlık veya daim i bir çaresizlik b u n u göz­
den kaçırtam az. Bir intihar nihayetinde, ancak şüphe götür­
m ez bir kaçınılm azlık halinde, aslına bakarsanız sadece in­
san şifasız bir hastalığa veya taham m ül edilm ez bir teröre
m aruz kaldığında daha az keyfî görünür. O zam an bile anlık
kararla değil, düşünüp olgunlaştırarak.
Yalnızca kolaylaştırıcı im kânlar sağlayan ölüm yardım ı
kuruluşlarının sunduğu türden bir pasif ölüm yardımı alın­
dığında bile aktif bir eylem söz konusu olabilir. Fakat N or­
veçli maceracı T hor H eyerdahl’in 2002’de seksen yedi yaşın­
dayken deneyim lediği türden pasif bir eylem de gerçekleşti­
rilebilir: Kendisine beyin tüm örü teşhisi konm ası üzerine gı­
da almayı, sıvı almayı, ilaç almayı bıraktı ve kısa süre içinde
öldü, İtalya’daki evinde.
intihar, a k tif ölüm yardımı alındığında da pasiftir. Ne var

67
ki insanın kendisiyle ilgili, bizzat icra edemeyeceği, bu ne­
denle aktif yardım a ihtiyaç duyacağı böyle bir karar, kendi­
ne özgü bazı sorunları beraberinde getirir. Kaçınılmaz ola­
rak başkalarım da sorum luluk dairesine çeker, bununla ilgi­
li gösterilmesi gereken dikkat ve özen gereği bazı yasal d ü ­
zenlem elere lüzum duyulur. Ö lüm isteğinin gerçekten bir
insanın iradesine mi yoksa onun ölüm üyle elde edeceği m i­
rasa bir an kavuşm ak ve bakım m asraflarından tasarruf et­
m ek isteyen bir yakınının arzusuna mı bağlı olduğu tek tek
her vakada nasıl ayırt edilecektir? Mafya da aktif ölüm yar­
dım ı hizm eti sunar ve onun, ölüm adaylarının gerçek niye­
tini yeterince sorgulam aktan im tina etm ek için kendince iyi
sebepleri vardır. Bu nedenle, Hollanda’da uzu n süredir uy­
gulanm akta olan düzenlem eler anlamlıdır: Ö lüm arzusu “iyi
d üşünülm üş” olmalı ve m üteaddit defalar ikrar edilm elidir
ki, anlık bir duygusal dalgalanmaya dayanm adığından emin
olunsun. Hekimler birbirlerinden bağımsız olarak, ölm ek is­
teyenin şifasız bir hastalığı olduğunu ve kararını bizzat ey­
leme dökemeyeceğini onaylam alıdırlar. Aktif ölüm yardım ı
ancak ondan sonra ve herhangi bir başkası tarafından değil,
bir hekim tarafından sağlanabilir.
Verilecek kararla ilgili anlam lı ölçütler koym ak için, her
şeyden önce iki şeyi gözetm ek gereklidir. Kendi kendini gö­
zetmenin beraberinde getireceği soru şudur: Kendi kendine
böyle bir şiddet uygulam ak, hele benliğin aksi kanaatte olan
yanlarını düşünürsek, kendi benliğine adil davranm ak olur
m u? Başkalarını gözetmenin beraberinde getireceği sorular
da vardır: Kişinin attığı adım ın, onun benliği için önem taşı­
yan başkalarına ifade edeceği anlam üzerinde yeterince d ü ­
şünülm üş m üdür? O nlar Ben’in ölüm üyle ruhen veya m ad­
den kötü bir dürüm a düşm eyecekler midir? Meğer ki niyet
tam da bu olmasın: Geride kalanların sırtına zorluklar yük­
lem ek, onlar üzerinde u z u n süre çıkm ayacak bir iz b ırak­
68
m ak, onları ifa edilmiş bu ölüm ü anlam landırm aya dönük
sonu gelmez bir çabaya m ecbur kılmak. Ç ünkü tam da böy­
le bir ölüm , yaşayanları bitm ek bilmez bir huzursuzluğa sü­
rükler: Benim yüzüm den mi? Neyi yanlış yaptım ? Gözden
kaçırdığım bir şey mi oldu? Ne yapabilirdim?
M evcut durum a her şeye rağm en katlanm ayı tercih etm e­
yi sağlayacak savlar bunlar olabilir. Blumfeld g rubunun bir
şarkısında (“N euer M orgen”, Jenseits von Jedem 1 albüm ü,
2003) “Vazgeçme, koyverm e” der; birçokları kendisi için ve
vaziyeti için tam zam anında, en uygun sözleri ve en uygun
sesi burada bulm uştur. Alternatif, başka türlü mutlu oluna­
cak bir hayattır; yaşarken hep kat etm emiz gereken üm itsiz­
likleri dışlam ayan, am a her tutam ağı zam anla zayıflatan o
çaresiz üm itsizliğe engel olan, m utsuzluklarla birlikte yaşa-
nabilen bir hayat.

1 “Yeni Sabah”, Herkesin Ötesinde.

69
SEKİZİNCİ BÖLÜM

M u tsu zlu kla Beraber


Y A ŞA M A K ¡ÇİN REHBER
ğer her şey anlamsız görünürse geriye ne kalır? Her şe­
E yi o luruna bırakm ak ve buna dertlenm ek - ya da b ü ­
tün anlam sızlığına rağm en ondan kâfi anlam ı çıkartabilm ek
için hayatın bu imkânıyla dost olmak. İnsanın varoluşunun
b ü tü n cepheleri anlam arayışının araçlarına dönüşebilirler.
M utluluk anları da bu araçları sağlayabilirler, fakat anlam, o
anların çok ötesine uzanır.
Anlam duyusal tecrübelerle gelişir; beş duyu, görme, işit­
me, koklam a, tat alma, dokunm a, altıncı duyu olarak hare­
ket duygusu ve yedinci bir duyu olarak da iç duyu, “içgü­
d ü ”, ona aracılık eder. Yedinci duyuya borçlu olduğum uz
şey, sadece şu dakika için, şu saat için, şu gün için “bir an­
lam ı olan” bir şeydir. Gözler, güzel görünenin veya güzel­
ce h ü z ü n lü g ö rü n en in görünüşüyle alt ü st olurlar; im ge­
sel ve gerçek m anzaralar cisim leştirir bu görünüşü, bir be­
denin, özellikle bir çehrenin m anzarası da dahil. Hoş bir ko­
ku yalnızca b u rn u ayartmakla kalm az, keza iğrenç bir k o k u ­
n u n kuvvetlendirebileceği üzü n tü y ü de tahrik eder. Bütün
m utsuzlukların ortasında, lezzetli bir yem ek yem ek h er za­

73
m an biraz anlam bulm ayı sağlar. Dokunma tecrübesi de ya­
tıştırıcıdır, buna rağm en pek az başvurulur ve pek az izin ve­
rilir ona.
Bir m elankoliğe en iyi gelecek şey m üzik dinlem ek veya
bizzat m üzik yapm aktır, çünkü m üzik m elankoliyi m ükem ­
m el bir anlayışla karşılar. O nun titreşim leri bedeni, ru h u ve
zihni topyekûn tek bir akustik uzam a dönüştürm eye elve­
rir, böylece m elankolik duygu ve düşünceleri temaşa etm e­
yi sağlarlar. Çağlar boyunca, lir eşliğinde söylenen antik şar­
kılardan m odern pop parçalara dek, m üzik üretim inin b ü ­
yük kısm ı, sanatkârane bestelenm iş bir h ü zü n halidir. Ge-
org Friedrich H ândel’in Feuenverksmusik'indeki1 barok ya­
şama sevinci, onun Xerses operasının Larghetto bölüm ünde­
ki o sakıngan yaşam kederi olm adan düşünülem ez. Rom an­
tik m üzik, varoluşun, sonraki dönem lerde “rom antik” sıfa­
tının m ünhasıran tahsis edilm ek istendiği aydınlık yanların­
dan çök, karanlık yanlarını vurgular: Johannes Brahms Ses­
siz Gece parçasındaki seslere “kalbi eriten” “b u ru k acı ve ele­
m i” ebedi bir hü zü n ve ebedi bir güzellikle söyletir.
Her tü r spor ve hareket de insana kendi enerjilerini hisset­
tirir. Düzenli yürüyüş nice üm itsizlikten kurtulm ayı sağla­
yan bir etki yaratır, çünkü m elankolik düşüncelere dalıp gi­
derken bir yandan da duyusal olarak dünyanın olanca bere­
ketinin tecrübesine varmaya im kân verir. Dans etm enin rit­
m ik hareketi m elankolik ruha kendini ifade etme im kânı ve­
rirken, bir yandan da belki başka bir ruha yakınlaşm a fırsa­
tı sunar. Her türden erotizm, k an n d a bir karıncalanm a his­
settirir insana, duyusal bir cezbeyle m elankoliyi defeder ve
kendi u su lünce hayatın kutupsallığını yeniden tesis eder:
olum suz deneyim i olum lu bir deneyim le dengeleyerek ya­
par bunu. Ü züntü en büyükken erotik hissin en kuvvetli ol­
ması, antik felsefede XXX, I num aralı problem in yazarının
1 H avai fişek gösterisi için m üzik.

74
da dikkatini çekmişti: M elankoliklerin çoğu “şehvetperest-
tiler” ona bakılırsa. Hayat ipekten bir ipliğe bağlıysa, erotiz­
me ilişkin bir sezgi, o bağı koparm am anın en güçlü gerekçe­
si olabilir. D üşlenen ve reel birleşm e, ikiye bölünm üş olm a­
nın acısını sağaltır, en azından geçici olarak sağaltır; m elan­
koli sonrasında yine o kadar acı verici olsa bile.
İnsan, bedeninin ötesinde derûnunda, her tü rd en ilişki­
nin bağışlayabileceği ruhsal anlamdan sadece bir anlığına de­
ğil uzu n zam anlar boyunca, hatta belki tüm hayatı boyun­
ca etkilenir. R uhu, içinde insanı yaşatan enerjilerin b arın­
dığı uzam olarak anlayabiliriz. Duyguların hareketinde tec­
rübe edilir, ilişkilerde en kuvvetli ifadesini bulur. Bir ve ay­
nı Kendilik içindeki zıt duygulardır ama bunlar, bu neden­
le en önemlisi, ötekilerle ilişkilere de nüfuz edebilecek iç ya­
rılm aya karşı koyabilm ek için, kendiyle arkadaş olabilm ek­
tir. Kendiyle ve m utsuzlukla beraber yaşayabilm enin güçlü
bir ekseni, insanın çalışmasıdır; ilişkiler, bağlantılar kurm a­
yı sağladığında ve zevkle yapıldığında anlam lı görünen ça­
lışm anın, ücretli çalışm ayla ö rtüşm esi gerekm ez. İnsanın
kalpten bağlandığı ve içinde h ü z n ü n selam etle yaşanabilece­
ği bir ağ ören alışkanlıklar da anlam lıdır.
Zıt duyguların konum landığı bağlanm alar da çok önem li­
dir: M elankolik insan, duygu yelpazesini paylaşabileceği ve
en azından en derin yalnızlık halinde bile birisinin yanında
olduğunu ona hissettirecek arkadaşlara ihtiyaç duyar. Geçi­
ci nahoş duygular ve çatışm aların ilişkilerini etkilem eyece­
ği sevgililer, anlam ı bir daha sorgulam azlar çünkü zaten el­
lerinde bir cevap vardır. Birbirlerine aidiyet hisseden dostlar,
ilişkilerinden, hayatlarım güzelleştiren ve ihtilafları katla­
nılır kılan bir anlam devşirirler. Çocukların olanca saflığıy­
la temsil ettikleri, yeni bir hayatın serpilişine iştirak edebil­
m ek, dayanıklılığım hüzünde de koruyan kalıcı bir anlam a
aracılık eder. H er ahbaplık, ötekilerle ritüel olarak sü rd ü rü ­
75
len bağlantılar tem elinde anlam bahşeder ve bir işyerindeki
her işbirliği, anlam sızca başkasına sırtını dönüp kendi işine
bakm aktan daha anlam lı görünür.
Kimileri, m utsuz olduklarında onları anlam ve samimiyet­
le kuşatan uzamı, vatanda bulurlar. Başkaları içinse ö uzam,
kim senin onları tanım adığı, dolayısıyla g ö rü n ü şü k u rta r­
m ak için bir şey yapm aları gerekm eyen yabancı ellerdir, da­
ha ziyade. Bir ilişki ve bağ geliştirebileceğiniz hiçbir insan
yoksa, belki de sizi çok duygulandıran ve bakım ınıza m uh­
taç bir hayvan vardır, böylece m utsuzluk halinin ortasınday­
ken hayat yeniden bir anlam kazanır. Doğayla ilgili her te­
maşa ve her tecrübe, insana kuvvet devşirebileceği bir duyu­
sal anlam aktarım ı sağlar, zira açık ki her şey her şeyle ba­
ğıntılıdır doğada. Bir bahçeye bakm ak veya sadece balkonda­
ki veya pencere pervazındaki bir bitkiyle meşgul olmak, yar­
dım cı olur insana, çünkü doğadaki oluş ve tükeniş döngü­
sü, m odern k ü ltürün süratle geçip giden düzçizgisel zam a­
nına kıyasla, bir m elankoliğin kendini daha fazla yurdunda
hissedeceği bir zam an form unu temsil eder.
M utsuz zam anlarında h er şey hakkında konuşabileceği­
niz insanlar tanıyor olmak, bir m utluluktur. Samimi bir soh­
bet, sanki laf arasında, esas mesele haline gelm eden, ruhsal
bir anlam kazandırır insana. K onuşm anın yardım ı olur insa­
na, susm anın değil; m eğer ki birbirini konuşm adan anlayan
insanların suskunluğu olsun. Fikrî düzeyi yüksek bir k o ­
nuşm a olması gerekmez, havadan sudan sohbet de anlam lı­
dır. Her konuşm a, ehem m iyetsiz de olsa, bir ilişkiye düğüm
atar. Salt vuku buluşuyla, bir anlam duygusuna beden verir;
en çok, insanın kendisine yakın olanlarla konuşm ası böyle-
dir ama tanıdıklarla, tanım adıklarla ve profesyonel kon u ş­
ma partnerleriyle konuşm alar da öyle - zira başkasının ilgi­
si iyi gelir.
Zihinsel açıdan, anlatısal ilişkiler özellikle önem lidir. An-

76
latılabilen her şey, anlam kaynağıdır. Başka birisine kendi­
nizi anlatm a im kânınız olduğunda, hayatınızın fragm anla­
rını ve benliğinizin oraya buraya dağılmış parçalarını tekrar
bir araya getirm ek daha kolay olur. En alakasız hadiseler ve
m alum atlar, birazcık m akul olm aları anlam lı görünm eleri­
ne yeten bağlantılara otu ru r anlattıkça. Bu nedenle, hikâye­
ler anlatm ak ve onları dinlem ek, insanlara tesir eder: onları
anlam sızlık uçurum una yuvarlanm aktan korur.
Zihinsel anlam ayrıca yorumlamanın açtığı yeni bakış açı­
larına ve im kânlara olan ilgisiyle de kuvvetlenir. Buna kar­
şılık çıkm az sokaklara açılabilen sarsılmaz hakikatlere sap­
lanm ak, tehlikelidir. Hayatın zor anlarında, vakitlice iktisap
edilmiş bir yorum lam a potansiyelinden yararlanabilm ek, ta­
yin edici bir im kândır; bu sayede sözüm ona nihâî hakikat­
lere bağlanm ak yerine olayları başka türlü görebilir, başka
yolları tutabilir, böylece hayatın ve düşüncenin dar geçit­
lerinden geçebilirsiniz. Sanat ve edebiyat, eğitim ve sürekli
eğitim, yorum lar ve izahlar için, bir insanın yeni, başka tü r­
lü, görülm edik, işitilm edik bağlantılara açık olmasını sağla­
yan bitm ez tükenm ez bir m alzem e sunarlar. Hatta olası yo­
rum ların çokluğu, hayatta her şeyin aslında birbirine bağlı
ve anlam la dolu olduğu hükm üne varmaya yaklaştırır bizi.
Yorumlamayla ilgili bir soru da, bir şeyin ne için iyi oldu­
ğu, hangi hedefe yöneldiği, hangi m aksada hizm et ettiğidir.
İnsanlar h er devirde bu soruda anlam bulm uşlardır. Belki,
b ü tü n hedeflerin göreceliğe rağm en, kendine tedricen yeni­
den bir hedef belirlem ek m üm kün olur. Bu yakın veya uzak
bir hedef olabilir. K üçük bir arzu besleyip onun yerine gel­
m esine çalışm ak söz konusu olabileceği gibi; büyük bir öz­
lem in peşine düşüp, b u n u n yerine gelebilm esinin, oraya ka­
dar olan m esafenin uzunluğu ve zorluk derecesiyle doğru­
dan orantılı olduğunu tecrübe etm ek de vardır. H edefler­
den ve m aksatlardan bilinçli olarak feragat edip hayatı gel­
77
diği gibi kabul etm ek ve önüm üze çıkan yoldan yürüm ek de
m üm kündür
Hayat üstüne kafa yorm ak, ona anlam kazandıran bağlan­
tılardan birisinin de kutupsallık olduğu telakkisine götüre­
bilir insanı; hastalıksız sağlığın, acısız hazzm , ölüm süz ya­
şam ın tasavvur edilemeyeceğini, hatta hayatta görünüşte zıt
olanların, örneğin bir inancın kesinliğiyle ona ilişkin şüphe­
lerin yan yana durduğu nu düşünebilirsiniz. Yalnızca birisi­
nin sorum luluğunu üstlenebileceği iradî bir yapıp etm enin
olmadığını, kim senin sorum luluğunu taşımadığı gayrı iradî
ve yazgısal bir oluşun da olduğu tasavvuruna varabilirsiniz.
N ihayetinde açıklanam ayan, çözüm lenem eyen insani varo­
luşun, bunların m uam m alı niteliğiyle yüzleşm esinin gerek­
tirdiği bağlantıların da kurulabileceğini görebilirsiniz.

78
DOKUZUNCU BÖLÜM

A ŞK IN L IK YETENEĞİ O LARAK MELANKO Lİ


ayatın ötesinde bir anlam var m ıdır? M elankolik kişi
H kararsızdır bu meselede, bazen birey büsbütün kendi­
siyle ilgili kararsızdır. Kimileri için hayatın ötesinde bir an­
lam tasavvur edilemez bir şeydir, o oranda hayatın anlam ı­
nı duyusallığa yüklerler, o tam am en yeter onlara. Başkala­
rı için aşkın bir anlam ın varlığı tartışm a dışıdır, onlara sade­
ce hayatın kendisi anlam sız görünür. Sofokles’in Kolonoslu
Ödipus’undaki koronun antik bilgeliği onların ru h u n d an ko­
nuşur: En iyisi hiç doğm am ış olm aktır, şayet doğduysan da
olabilecek ikinci iyi şey, nereden geldiysen bir an evvel ora­
ya dönm en olur.
Sınırlı dış dünya, kendilerini hayatın duyusal hazlarm ın
kollarına bırak an m elankoliklere de yabancıdır. İçlerinde
düşsel veya sahiden henüz vakti gelmemiş bir başka dünyayı
hisseder, onu bir içkinlik, bir sonsuzluk olarak taşırlar. R uh­
larının tem elini enerji ve yoğunlukla dolu bu dünya oluştu­
rur; belki b ü tü n bilinen enerji form ları gibi bu enerji de yok
edilemez, yani ölüm süzdür. M elankolik kişi, ruhta, yüzey­
sel b enlikten farklı olarak bir adı olm ayan bu derin benlikte

81
insan olm anın özünü hisseder. Ruh, bitim li, ölüm lü hayatın
içinden sonsuzluğa ve ölüm süzlüğe kurulan köp rü n ü n uh-
revî veya tam am en gayrı m addi malzemesidir.
Tabii sonlu hayatta sonsuzluğun yoğunluğu çok defa yal­
nızca yokluğuyla m evcuttur acı verici bir şekilde, m elanko­
lik kişi b u n u n ezasını çeker. Kendisi, varoluşun sonsuzlu­
ğundaki bir hayatın arz edebileceği sonsuz enerji kaynakla­
rına sahip değildir, ancak bedensel sonluluğunun ince deri­
siyle hissedebilir bunu; bu da m elankoliyi bir aşkm lık yete­
neğine dönüştürür. Duygularda ve düşüncelerde bir sınır aş­
m aktır m elankoli, Latince transcenderé anlam ında aşkındır
[transandant]. Aştığı eşik, berisinde bir başkalığın, bir be­
lirsizliğin açıldığı sonsuzluğun sınırıdır. M elankolik kişinin
hissi ve düşüncesi, yoğunlaşarak dalm an hakiki hayatın, va­
roluşun, halihazır hayatta, orada-oluşta bulunam ayacağıdır -
Buradaki ve Şimdideki hayat ne kadar cazip olursa olsun. Bu
dünya ile öteki dünya arasındaki m etafizik boşluğun ve bu
dünyada kalıcı bir yurt tutam am asınm , daha çok onu ken­
dine geri çeken öteki dünyanın sıla hasretini çekiyor olma­
sının yasını tutar. M elankoli, insanın kendi zam an dışı kö­
kenine yabancılaşm asının yasıdır, bu dünyada öte dünyay­
la bir olm anın im kânsız -bilem edin, geçici- o lu şunun yası­
dır; ki o bir oluş, kökendeki yoğunluğu yeniden canlandıra­
rak özlem i bir anlığına yatıştırabilecektir.
M elankolikler, kendilerini dindar kabul etm eseler bile, bu
yoldan ve her yoldan dinle alakadardırlar. Birçokları mane­
viyat demeyi yeğler ama onların da yönelimi, bilinm eyen bir
kaderin, sırlı bir anlam ın m ukim göründüğü bir Ö te’yi esas
alm aktır açıkça. O zam an adı Tanrı olmaz da Tin (Latincede
spiritus) olur; ona düşen de tıpkı tanrı gibi, her şeyin birbi-
riyle bağıntılı olduğu kubbem si bir B ütünün içinde kendine
bir yer bulam adığında katlanılm az hale gelen m utsuzluk ha­
lini ve her nevi m utsuzluğu m assetm ektir.

82
Hayatın ötesindeki bu anlam a geçiş, kesinlik olmadığında,
bir kabul m eselesi olabilir. Bu kabul, aşkınlığı neye olursa ol­
sun bir “im an” ile bağdaştıram ayan herkese kapıyı açık bı­
rakır. Böylelikle, insanın ve tüm dünyanın nereden gelip ne­
reye gittiğine dair, varoluşun özüne dair, kadere ve alın ya­
zısına dair ebedi soruların - o boyutta m uhtem elen herhan­
gi bir yeri olm ayacak- cevaplarının bulunabileceği kestiri­
len başka bir boyutun varlığı ihtim alini reddetm eleri gerek­
meyecektir.
Sınır aşmak, gerçeklikten bağımsız olarak en azından bir
imkân olarak düşünülebilir; o durum da bile benliğin ve bu
dünyanın dar sınırlarını arkada bırakm ak m üm kün olacak­
tır. Kendine böyle bir tasavvur kurm ak, m elankoliklerin de
iyi bildiği yaşama sanatının bir ustalığıdır. Gerçek sonluluk
ile m üm kün sonsuzluk arasındaki hayatın bereketi, b u g ü n ­
de hissedilen yoksulluk duygusunu aşan bir teselli sağlar;
som ut gerçekliğin sınırları içinde hayatın zenginliği ve varo­
luşun ifası im kânı saklıdır o tesellide.
O luşun öznel olarak algılanan boşluğunu böyle bir duyu­
sal kabulle doldurm ak, mistisizm in nihai bir kesinliğe ih ti­
yaç duym ayan ama yine de bir hakikati m üm kün kılan bir
tarzıdır. M odern çağın bir sorunu, aşkm lığm belirsiz bir bo­
yuttaki anlam ını u zun süre belirli bir öte dünyayla özdeşleş­
tirerek bir kenara bırakm ış olm asıdır. Aynı zam anda, böy­
le bir boyutla kurulacak ilişkiden gür güm rah yeşerebile­
cek kuvvetlerden m ahrum kalınm ıştır, acı bir şekilde. Elde
onun ötesinde bir şey olmadığına göre, tüm düşleri bu tek ve
sonlu dünyada gerçekleştirm e zorunluluğunun baskısını ka­
bartan şey, bir aşkın vukufsuzluk değil miydi? Sonlu hayatın
im kânlarını sonuna kadar gerçekleştirm e denem esinin ba­
şarısızlığa m ahkum oluşunun verdiği ezayı katlanılm az ha­
le getiren, bu vukufsuzluk m uydu? Bu hal, insanları giderek
daha fazla m elankoliye sürüklem em iş midir?

83
Fakat m elankoli yalnızca sonsuz yoğunluktaki düşlerin
yerine gelm esinin im kânsızlığından ötürü kapıldığı m utsuz­
luk değildir insanın, aynı zam anda düşlerin bu dünyada ye­
rine geleceği um udundan azat olm aktır. Bu ifanın m üm kün
olm adığını bilm ek, her şeyi şu gûya biricik hayatta “yakala­
m aya” dönük çileli gayretten kurtulm ayı sağlar. M elankoli­
n in zam anı, yeni bir özgürlüğün zam anı da olabilir o vakit.

84
ONUNCU BOLUM

M ELA N KO LİN İN GELMEKTE OLAN ÇAĞI


eyecanlı zam anları başka zam anlar takip eder, m u tlu ­
H luk heyecanı da bundan istisna değildir. Giderek daha
fazla sayıda insanın önceden hiç bilm edikleri bir m elanko­
liye kapılm alarının bir sebebi, bu olabilir. Hayatın anlam ını
kesintisiz yaşam sevincinde aradığınız oranda, hayal kırıklı­
ğı büyük olur. Sürekli keyif saçm ak isteyen birisine bir m üd­
det sonra bizzat kendisinden gına gelir. Her ateş söner bir
noktada, o zam an yapacağınız tek şey külleri karıştırıp yakı-
labilir bir şeyler bulm aya çalışmaktır.
M odernliğin başından itibaren k u ru lan , en fazla sayıda
en büyük m u tlu lu k 1 düşü, heyecan doluydu. Ebedi selam e­
te ilişkin eski tasavvurlar, kesintisiz biçim de m o d em m u t­
luluk tasavvurlarına intikal ettiler, H einrich Heine de “şim ­
di, bu dünyada k urm ak” istiyordu “göksel krallığı” ve “bu
dünyada m utlu olm ak” istiyordu (Almanya. Bir Kış Masalı,
1844). Fakat bu dünya, cennet olmaya inatla direnir. İnsan­
ların m utluluklarım bağladıkları um utların ölçüsü, bireysel

1 F aydacı filozof Jerem y B entham ’m , “e n fazla sayıda in san ın azam i m u tlu lu ­


ğ u n u sağlayan şey, iyidir” ilkesi - ç.n.

87
ve toplum sal b ü tü n çabalar boşa çıktığında hissedilen d ü ­
şüşün yüksekliğini tayin eder. Bilim ve teknoloji yardımıyla
daim î bir m utluluk imal etme arzusundaki kibir, tüm insani
çabanın esasen nafile olduğu düşüncesini tahrik eder. Sos­
yalizm in vaktiyle çok u m u t dolu olan projesiyle ilgili yaşa­
nan tarihsel tecrübeler, esasen benzer bir düşü besleyen ka­
pitalizm de de tekrar edebilir.
Gelecek zam anlardan dönüp 21. yüzyılın ilk on yıllarına
bakınca insanlar çok şaşıracaktır: Nasıl oluyordu da insan­
lar astronom ik devlet borçlanm alarının ve çılgın mali krizle­
rin ortasında bu kadar fazla kişisel m utluluklarıyla m eşgul­
düler? Başka dertleri yok m uydu? Lâkin, yüzlerini m utlulu­
ğa dönüyorlardı çünkü başka dertleri vardı. Olum lu düşün­
m ekte ısrar ediyorlardı çünkü en azından bunun onlara yar­
dımı olacağını um uyorlardı. Onları kuşatan globalleşme hak­
kında olum lu düşünen, mesela b u n u n oluşm akta olan d ü n ­
ya toplum unda koşulların daha adil olm asına im kân sağla­
yacağına inanan pek az insan vardı. O zam anlar koca bir dö­
nem boyunca, koşullar olum suza sürüklendiği oranında, çok
çok olum lu düşünm eye m uhtaç olmuş olmalılar. Baştan aşa­
ğı olum lu bir dünya m eydana getirme girişim inin ümitsizliği
karşısında, bunu vaat eden belagat yükseldikçe yükselmişti.
Dış dünyanın gitgide büyüyen taleplerinin baskısından
kaçm ak ve insanı köşeye sıkıştıran m utsuzluğu kendinden
uzak tutm ak için özel köşelere, küçük m utluluklara çekil­
me eğilimi, bir yaşam refleksi olarak anlaşılır bir şeydir: en
nihayet azıcık m utlu olm ak ister insan. Talepkârlık ölçüsüz
hale geldikçe, im tina etm ek ayartıcı bir alternatife dönüşür.
İç dünyalarıyla ilgili dertlenen insanlar, güm b ü rtü sü y ü k ­
selmeye başlayan bir dönem in ortasında, içe doğru bükebi­
lecekleri bir kıvrım oluştururlar. Zam an boyunca m uazzam
bir gelişme itkisinin kendini gösterdiği bir kültürde, haya­
tın henüz korunaklı olduğu, en azından öyle tasavvur edi­

88
len başka, zam an dışı bir dünyayı hatırlam aktadır hedefle­
nen m utluluk.
Ne var ki m elankoli sadece m u tluluk d üşünden uyanm ak
değildir. Yeni tesellisizliğin ardında, ken d in e yol açm ak­
ta olan bir akıbet vardır, bu nedenle m elankolinin yeni ça­
ğı öncekilere benzem ez. G iderek daha çok insan bizi eko­
lojik açıdan nasıl bir akıbetin tehdit ettiğinin farkına varı­
yor. Lars von Trier’in 2011 yapım ı aynı adlı film indeki Me-
lancholia gezegeni gibi dünyayla çarpışm ak üzere bize yak­
laştığını görüyorlar felaketin; insanları ele geçiren bir kâbu­
sun cisimleşm iş halidir bu. M odern hayatın ve iktisadiyatın
yan etkisi olarak ortaya çıkan hasarın denetim altında tu tu ­
labileceğine dair kör inanca haddinden uzu n süre bağlanıl­
dı. Fakat genç kuşakların, eskilerin ardında bıraktığı gide­
rek büyüyen sorunlarla başa çıkm aları gerektiği görülüyor,
insanlığı m utlu edecek büyük um utların ise hiçbir izi yok.
Gezegene sonbahar gelm ekte, keder zamanı. İlkbaharda her
şey yeşillenir, çiçeklenirken bile m elankoli sökün eder: Da­
ha ne kadar böyle devam eder? İnsanın gözleri bu m anzara­
yı daha ne kadar görür?
M elankolinin gelm ekte olan çağı, insanlığın yok olm ası
ihtimaline dair sezgiye dayanıyor; bir nükleer yıldırım la ve­
ya kozm ik fırtınayla değil de, belki b ü tü n iyi niyetimizle bile
önleyemeyeceğimiz, adım adım ilerleyen bir süreç sonucun­
da yok olm a ihtim ali bu. Seller basacak, insanlar lağım lar­
da boğulacak, bizzat kendi açığa çıkardığı, serbest bıraktığı
m addelerin kudretiyle m ahvedilecekler. Bir insanlığın m ut­
laka var olması gerektiğine dair bir sav ileri sürebilir misiniz?
Yine de, bu konudaki kararın insanlığın sadece kü çü k bir
kısm ı tarafından verileceğini düşününce, ağlayacak gibi olu­
yorsunuz; üstelik yarı uyku halindeyken verecekler kararla­
rını, çünkü insanların ne yapm aları gerektiğini bilip yine de
yapm am aları haline bilinçli denemez.
89
İnsanlığın geriye kalan büyük kısm ının bu kaderi paylaş­
m ak zorunda olması ve gelecek tüm çocuklarla torunların,
ağızlarından “istikbali” düşürm em elerine rağm en gelecek
kuşakların varoluşunu hesaba katm aya yanaşm ış olan ata­
larını dehşetle anacak olm aları, hazindir. Sorunlar apaçık­
tır fakat birey kendi etkinliğinin fazla bir şey değiştireceği­
ne inanm az, kendinden başlamayı pek istemez, b u n u n yeri­
ne sorum luluğu başkalarına yıkmayı tercih eder. M elankoli
ve depresyonu yaygınlaştıran, sadece kudret sahipleri karşı­
sındaki değil, ondan daha da fazla insanın kendi kendisi kar­
şısındaki çaresizlik tecrübesidir. Çaresizlik tecrübesindeki
felç hissi, son kertede, işlerin artık düzeltilem eyecek kadar
ilerlediği varsayım ından beslenir.
Böyle karanlık beklentilerle ilgili “haklı çıkm ak” değildir
mesele. Kimse işlerin oraya varıp varm ayacağını kesin ola­
rak söyleyemez. Belki de m evcut dünyanın karşı karşıya ol­
duğu bazı zorlukları olayın tam am ı sanan dar bir bakış açı­
sı söz konusudur. Gerçi bu ölçekte ekolojik sorunların or­
taya çıkm asına yol açan da, dar bir bakış açısı idi. H uzursuz
edici işaretlere, uzun süre boyunca yatıştırıcı cevaplarla m u­
kabele edildi: Bekleyelim, hele daha veri toplayalım. Lâkin
işlerin nereye gittiği şüphe götürm ez bir açıklıkla anlaşıldı­
ğında, m üdahalede bulunm ak için çok geçtir artık. Bu çıkış-
sızlık ihtim ali, insan varoluşunun bu kendini yok etm e po­
tansiyeli, geleceğin neredeyse metafizik melankolisinin altın­
da yatan bir nedendir. Deyin ki sonsuz evrenin içinde bir
küçük dünyadan ibarettir söz konusu olan, deyin ki kâina­
tın b ir köşeciğindeki bir varlığın önemsiz varoluşudur: Yine
de, yazık olmaz mı?
Gelecek zam anların m elankolisinin önemi, zaten eskiden
de olduğu gibi, eleştirel mesafe kazandırm asında ve insanla­
rın sahiden fark edem eden içinde yaşayıp gittikleri tehlikeli
alışkanlıkları terk ettirm esinde yatıyordur belki de. Tehdit-
90
kâr bir durum u algılamak, farkm dalık kazandıran ve anlam ı
yeniden sorgulatan bir başlangıç noktası olabilir. Bir temel-
sizliğin idrakine vardırabilir bizi ve bu çok temel bir şeydir,
çünkü böylece insan! varoluşun nasıl bir anlam sızlığa tabi
olabileceğinin ve altındaki zem inin nasıl her an ayaklarının
altından çekilebileceğinin bilinci oluşur.
Buna verilebilecek cevaplardan biri, şim dilerdeki, hedef­
ler ve erekler suretinde anlam üretm e çabasıdır. Bu hedef
ve erekleri saptam a görevi uzun süre kilise, devlet ve toplu­
m un heteronom otoritesine aitti. M odem çağda bu görev hızla
ekonom ik kurum larca üstlenildi ama onlar da hedeflerini ve
ereklerini iktisadi büyüm e ve piyasaların fethiyle tüketiyor­
lardı. Otonom m odern insana düşen görev, hayatının bilinçli
idaresi ve yaşama sanatı sayesinde, bundan öte başka bir şey
arzulayacak olsa bile, kendi iradesiyle bir zorunluluğun gere­
ğini yapmasına elverecek anlam lı bir bakış açısına elveren he­
def ve erekler üzerine düşünm ektir. Bir birey için, benliğinin
sınırlarım da aşan bir bakış açısı, ekolojik ve sosyal bir toplum
ve dünya toplum u için çalışmak olabilir; bununla beraber, ya­
pıp ettiklerinin buna ne zam an katkıda bulunup ne zam an
bulunm adığını sürekli yeniden sorgulamaya açık olmalıdır.
B uraya g id en yolda isy an ve d e v rim le rin o lm a sın d a n
korkm alı veya b unları um m ah mı? M elankoliklerin m ey­
li bu yönde değildir. O nların güçlü yanı duyarlılıkları, anla­
m ı ve o n u n yokluğunu hissetm eleridir; onların toplum a ar­
m ağanları budur. Duyarlılık, hâlâ kurtuluş vaat eden yegâne
insan istidadıdır. Talihin karanlık yüzleri, sırf bu yüzden bi­
le anlam sız değildir: M utsuzlar, bir tehlikeyi, bir yanlışlığı,
bir haksızlığı, bir adaletsizliği m utlulardan çok daha çabuk
fark ederler. Birçoğu sorun yüklü bir insanı kendi olum lu
dünya görüşüne bir engel olarak gören iyim serlerden ziya­
de, m elankolikler duygudaşlığa yatkındır: M utsuzluğu cesa­
retlendirirler.

91
M utsuzluk haline bir de infial sebepleri katıldığında, m e­
lankolikler harekete geçer. Kendileri için, sözgelimi daha iyi
koşullara kavuşarak m elankoliden kurtulm ak için yapm az­
lar bunu: onlar m elankolilerine can-ı gönülden bağlıdırlar.
Ancak başkalarının hayatını iyileştirm enin m ü m k ü n oldu­
ğu düşüncesi, m elankoliklere rahat verm ez, iyim serlerden
farklı olarak, b u n u n la uğraşırken, insanın kaderinin, son­
ra tekrar aşağı yuvarlandığını görm ek üzere taşı azimle yo­
kuş yukarı ittiren Sisyphos’un kaderi olduğu konusunda ka­
faları nettir. Başka yerlerde işler yine kötüleşe dursun, onlar
iyileşme sağlayacak gayretlere girmeye hazırdırlar. O zam an
da daim a yapacak bir şeyler vardır. İnsanı m utlu eder m i bu?
M uhtem elen, tam da m utsuz olmayı insan olm anın bir im ­
kânı olarak kabullenirseniz, evet.

92
V
v \l/y
İletişim'den

Psykhe Dizisi

TINA MİLLER

Annelik Duygusu
Mitler ve Deneyimler
Ç eviren G Ü L T U N Ç E R

AYALA MALACH PİNES

 şık Olmak
Sevgililerimizi Neye Göre Seçeriz?
Çeviren M E R C A N U L U E N G İ N

DEBRA UMBERSON

Ebeveynin Ölümü
Yeni Bir Yetişkin Kimliğine Geçiş
Çeviren Ö Z G E Ç A Ğ L A R A K S O Y

PASCALE CHAPAUX-MORELLI - PASCAL COUDERC

İkili İlişkilerde Duygusal Manipülasyon


Narsisit Bir Partnerle Yüzleşmek
Çeviren IŞ IK E R G Ü D E N

JEAN-PIERRE POURTOIS - HUGUETTE DESMET - VVILLY LAHAYE

Kuşaktan Kuşağa Aktarım


Çocuklarımız Çocuklarını Nasıl Eğitiyor?
Çeviren Z. C A N A N Ö Z A T A L A Y
GABOR MATÉ

Vücudunuz Hayır Diyorsa


Duygusal Stresin Bedelleri
Çeviren D E F N E O R H U N

PHILIPPE HOFFMAN

Yeni Bir Başlangıç: Emeklilik


Keşifler, İmkânlar, Fırsatlar
Çeviren Z E Y N E P Ö N E N

SUEPALM ER

Zehirlenen Çocukluk
Modern Dünyanın Çocuklarımız Üzerindeki
Zararlı Etkileri
Çeviren Ö Z G E Ç A Ğ L A R A K S O Y

SUSAN FORWARD - CRAIG BUCK

Zor Bir Ailede Büyümek


Geçmişi Onarmanın ve
Hayatını Geri Kazanmanın Yolları
Çeviren A H U TERZİ

FRANÇOIS LELORD - CHRISTOPHE ANDRE

“Zor Kişiliklerde Yaşam ak


Çeviren RIFAT M A D E N C İ
nsanların, sürekli mutlu olmaları gerektiğine inandı­

İ rıldığı bir çağda yaşıyoruz. Gazeteler, kitaplar, ilan


panoları, reklam spotları mutluluk üzerine söylenebi­
lecek her şeyi tüketmiş halde... Mutlu olmak bir görev,
ödev gibi algılanır oldu ve bu algı, tek başına, kişiler
üstünde önemli bir stres kaynağı haline geldi. Adeta
-“mutluluk diktatörlüğü”nün tahakkümü altında yaşama­
ya başladık. Wilhelm Schmid mutluluğa gereğinden faz­
la anlam yüklendiğini söylüyor ve kitabında mutsuzluk­
tan yana pozisyon alıyor.

Durup durup patlak veren mutluluk histerisinin sebep­


leri nelerdir? Hemen her gün farklı kanallarda rastladı­
ğımız mutluluk formülleri bizi gerçekte nasıl etkiliyor?
Mutlu olmaya “çalışm ak” acaba bireyleri ve toplumu
daha mı mutsuz ediyor? Başarılı olmak, mutlu bir yaşa­
mın olmazsa olmazı mıdır? Güzel ve anlamlı bir hayat
sürmek ne demektir? Mutsuzluk, yaklaştığını fark ettiği­
miz anda kaçmamız gereken modern bir veba mıdır?
Mutsuzlukla baş etmek, hayatımızı ve kişiliğimizi nasıl
zenginleştirir?

Kitapları dünya çapında on beş dile çevrilen felsefeci ve


“m utluluk araştırm acısı” Wilhelm Schm id, Mutsuz
Olmak’ta okurları iniş ve çıkışlarıyla hayatı bir bütün
olarak kabul etmeye yüreklendirirken, karşılığında
doyurucu ve anlamlı bir yaşam vaat ediyor.

17897509

ile tişim

You might also like