You are on page 1of 3

DENİZİN ADAMI...

(hikaye)

31 Mayıs 2012, 14:09

Hava kapalıydı. Kesin bu karanlık bulutların ardından hırçın bir yağmur, deli gibi yeryüzüne akacak
gibi duruyordu. Sahil, eski güzelliklerini kaybetmiş, yıllara yenik düşmüş bir kadın gibiydi. Kumları
uçmuş yerine kocaman volkanik kayalar yerleştirmişlerdi. Uzakta, denizin içine doğru yerleştirilmiş
bir kayada, bezgin bir halde oturan, birisi gözüme ilişti. Sigara içiyordu. Gözlerimi ona doğru diktim
ve yürümeye başladım. Yaklaştıkça ayrıntılar dökülüyordu ortalığa. Adamın üstündeki ceket yer yer
yırtılmış, pörsümüştü; çok eski olduğu görünüyordu. Çok yıpranmış ve salaş bir hale bürünmüştü.
Neredeyse tamamen aklara bürünmüş saçları, sakalları birbirine karışmıştı. Uzun bir zamandır
berber eli ve tarak değmemiş saçlarına, yalnızca rüzgarın dokunduğu karışıklığından belliydi.
Parmaklarının arasında yanan filtresiz bir sigara vardı. Büyük ihtimal sarma sigaraydı. Her
çektiğinde ciğerlerine giden duman, kederlerine bir kat keder daha ekliyordu adeta.

Deniz durgun, sütlimandı. Maviliği göz alıcıydı. İnsanın gözü bu güzelliğe bir takıldımı kolayca
vazgeçemiyordu. Usulca oynaşan gündüz yakamozları, tatlı renkleriyle izleyeni davet eden bir tavır
sergiliyorlardı. Adam, ayaklarının ucunda oynaşan dalgacıklardan başka yere bakmıyordu.
Sigarasından nefes çekerken bile kafasını kaldırıp çevresine bakınmıyordu. 65 yaşlarında birisiydi.
Çok yakınında bir kayaya oturmuş, bende bir sigara yakmıştım. Tatlı tatlı esen lodos, güzel deniz
eşliğinde içilen sigaranın tadı gibisi yoktur. Gözüm adamın ayakkabılarına takıldı. Ceketi gibi
onlarda oldukça eskimiş, boyaları bile kalmamış derileri ortaya çıkmıştı sanki. Ellerinde hafiften bir
titreme olduğunu gördüm. Sanırım yaşlılıktandı. Hayat adamı çok yıpratmıştı. Beli bükülmüştü. İlk
baktığınızda hayattan hiç bir beklentisi kalmadığı için ölümün gelip onu almasını beklediğini
anlayabilirdiniz. Bakışlarım onu rahatsız etmiş olmalı ki, bir an kafasını kaldırdı ve bana baktı.
Birkaç saniye gözlerimiz takıldı. Gözlerinde sönmüş bir güneşin kalıntılarını buldum. O gözler ki,
yaşadığı yıllarda neler görmüş, nelere şahitlik etmişlerdi? Şimdi böylesi ölgün bakmaları, ağır bir
hüznün altında ezilmeleri için tarihin bir çok kalıntısını beraberlerinde taşıyorlardı. Adam tekrar
başını önüne eğdi, sigarasından koca bir nefes çekti. Birkaç küçük dalga gelip ayaklarının dibinde
şakladı. Açıklardan küçük bir yelkenli, hafif rüzgarı yelkenlerine doldurmuş, bir kuğu misali denizin
yüzeyinde kayıp geçiyordu. Yelkenli geçip gidene kadar onu seyrettim. Adamın umurunda bile
değildi.

Dayanamadım, kalkıp yanına gittim. Oturduğu kayanın yanındaki kayaya bende çöktüm. 

"-Selamün aleyküm amca!"

"-Aleyküm selam!"

Dedi ve başını tekrar öne eğdi. Bir süre öylece oturduk ve sigaralarımızın dumanını havaya saldık. 

 
"-Hayat ne garip değil mi? Hevesle seni yaşatmaya başlıyor ama öyle büyük kederlerle seni
yaşlandırıyor ki; son noktayı sabırsızlıkla bekler hale geliyorsun. Hayatın albenisi kaybolduğu anda,
aslında neden ağlayarak dünyaya geldiğini anlayıveriyor insan. Kocaman bir vefasızlık buklesi!"

Adam başını kaldırmadan, yan gözlerle, aldırmıyormuşcasına baktı. Sonra tekrar gözlerini
ayaklarının önüne dikti. 

Denizin durgunluğu gibi, adamda durgundu. Denizi sevdiğinden mi buradaydı yoksa öylesine mi,
anlamak güçtü. Adam kendi haline dalınca, bende denizin durgunluğuna daldım bir süre. Nerede
olduğumuz, çevremizde kimlerin olduğu hiç umurumuzda değildi. Gözlerimi denizden ayırdım ve
şöyle bir çevrede gezdirdim. Kayalarda aralıklarla oturmuş insanlar vardı. Kimisi sevgilisiyle, kimisi
bir dostuyla oturmuş sohbete dalmıştı. Kimileri de salmış oltayı denize bir balık tutmanın derdinde,
diğer ellerinde bira şişeleri vardı. Kayaların arasında irili ufaklı kediler geziniyordu. Onlar buranın
daimi ikametçisi idi. Kedileri severim. Onların oynaşmaları, denizde dalgalarla yakamozların
oynaşması gibi çok hoş gelir bana. Sonra yeniden adama döndüm;

"-Şunca yıl yaşamışsın, bu yaşa gelmişsin ama gördüğüm o ki, çok muzdaripsin. Konuşmaya
üşenirsin, bakmaya üşenirsin, zorda kalmasan nefes almaya üşenirsin. Hangi gül ağacı, gülünün
yaprağı döküldü diye sitem eder ki?" 

Adam, kocaman bir nefes çekti sigarasından. Sanki o dumanda yaşıyordu, yaşlanması da o
dumanda olmuştu. Başını yavaşça kaldırdı ve okyanus kadar derin bakan gözlerini gözlerime dikti.
O an vücudumdaki bütün tüylerim diken diken olmuştu. Tuhaf, üşüten bir ürperti dolaştı
vücudumu. Sonra gözlerini gözlerimden ayırıp tekrar ayaklarının ucuna dikti ve titrek bir sesle;

"-Öylesine yaşamanın ne demek olduğunu da sonunda öğretti hayat bana. Ballı böreklerle karşıladı
ilk nefes alışımı. Mavi patikler giydirdi. Ben ilk nefesimi aldığımda, bir çok kişi farklı bir umut ve
sevinç içine girdiler. Sanki ben bir bayramın muştucusuydum. Ne onlar, ne de ben bilmiyorduk
aslında sonu uçuruma uzanan bir yolun başında olduğumu. Bu hayatta güçlü olmam öğretildi,
ağlamamam gerektiği. Kendimden başka kimsenin gücüne aldırmamamı. Bana insanları ezmeyi
öğreterek büyüttüler. İlk yürümeye başladığımda, benden bin kat güçlü karıncaları ezmeye
başladım. Ta o günlerden, bana uzanan ele tükürttüler bana. Sırf ayağımda mavi patikler var diye."

Bir süre sustu, ağzının kenarlarında bazı mimikler belirdi, dudakları anlamsız şekillere girdi çıktı.
Karışan bıyığı ve sakalının ardından o kadar net seçiliyordu ki, büyük bir pişmanlığın izleri
oynaşıyordu dudaklarının arasında.

"-Yaş kemale erdiği zaman, hayata çelme atabileceğim öğretildi. Aslında o çelmelerin hepsi
kendimeymiş kimse söylemedi. Ben, zaptedilmez bir dalga gibi, önüme çıkan şeyi yıkmayı, tahrip
etmeyi maharet saydım. Çevremde kim ne varsa, kendime göre şekillendirmeyi adamlık bildim.
Aslında, bilmeden koca bir nefreti besleyip büyüttüğümü hiç göremedim. Ailem beni büyütürken,
bende nefreti büyütüyordum. Bana ait olmayan ama benim sonumu hazırlayacak nefreti. Aslında
ben, ben değildim, ailemin azametli bir robotuydum. Ben babamın vücut bulmuş bir kibir
abidesiydim. Sonunda onunda üzerine yıkıldım. Sonra eşim, çocuklarım bu yıkıntının altında
kaldılar ve zaman beni toza çevirmeye başladı. Bu dünyadan, senden başka hiç kimsenin nefes
almaya hakkı olmadığını düşünecek kadar büyük bir kibire kulluk ederse insan, o kibire gömüyor
bedenini en sonunda. Yalnızlığını büyütüyor ellerinle büyüttüğün o nefret. Çevreni sıkıca sarmasını
sağlıyor. Ellerinin hissettiği diğer sıcak ellerden kopuyorsun. Varlıkları soğuyor, buz tutuyor sevmen
gereken insanların. Senii hedef alan nefret ve seni çepeçevre saran yalnızlık içinde bir heykel kadar
hissiz, sert, ketum oluyorsun. Kibirin gölgesinde bütün varlığın kayboluyor. Bu dünyada elde ettiğin
ne varsa bir bir ellerinden kayıp gidiyor. Mavi patiklerin ve sen; bir düşün iki vazgeçilmezi gibi
hafsalanda yer kaplıyor. Bir cehennemi canlı yaşamak mı isterdin; işte sana cehennem. Yağan
yağmurun her damlası, bir kurşun gibi gelip teninden sekerken, ruhuna açtığı kapanmaz yaraların
sızısı kıvrandırıyor seni. Suskunluk büyütmeye başlıyorsun. Kaybettiğini sandıklarının aslında asla
senin olmayan şeyler olduğunu farketmeye başlıyorsun. Ağlamak yaban bir hissiyat eylemi haline
dönüşüyor. Aslında önemli olan şeyin, insanlarla insanca yaşamak olduğunu anladığında zaman
çoktan geçmiş oluyor. Nefretin büyüttüğü yalnızlık, çevreni öyle bir sarıp sarmalıyor ki, kendinle
bile haberleşemiyorsun. Bu buz kesiti hissi, ne sarhoşluk alıp götürebiliyor senden, ne de
güvenebileceğin bir varlık. Orada öylece donup, çürümeye mahkum ediyorsun kendini. Sonra
anlamsız bir gülümse gibi yüzünde beliriyor, amaçsız boş hayat. Sorular dolaşmaya başlıyor
beyninde. Cevabını asla veremeyeceğin, kendine dürüstlüğünün bile anlamsız kaldığı bir duruma
düşüyorsun. Bunlar neden kitaplarda anlatılmaz ki?"

Sustu.

Gözleri yeniden ayak ucuna inmişti. Öylesine mahçuptu ki, hayatın sunduğu hiç bir güzelliği
kendine hak görmüyordu. 

Sustum.

Usulca kalktım kayadan, ufak adımlarla bende adamın bilinmezliğine doğru yol aldım. O yine,
büyüttüğü nefretin evladı yalnızlığıyla başbaşa, orada öylece kaldı....şiiradamı

You might also like