Professional Documents
Culture Documents
Cevşen Şehri - OCR PDF
Cevşen Şehri - OCR PDF
7o ('ı LC ' L,
~,..-
jl C'l ~ 5P f · 1 \
Cenab-ı Allah'ın isim ve sıfatları, beşeri manalardan çok yüksek, büyük ha-
kikatler taşımaktadır. Bu sebeple Allah'ın isimlerinin hakiki tercümesini yap-
mak mümkün olmamaktadır. Bunun için Arapça olan bu gibi isimleri açıklar
ken yine Arapça kelimeler kullanmak zarureti do~aktadır. Yine de o ismin
tam olarak ifade edildiği söylenemez. Böyle olduğu için sadece bir tercüme ça-
lışması hiçbir zaman Cevşen'in manasını tamamen aksettiremez. Bu itibarla,
tek başına tercüme olsa olsa bu duanın geniş hakikatiarına erişmek için bir ba-
samak ve bir pencere olarak değerlendirilebilir.
Cevşen'in ilk Türkçe tercümesini yaphğımız andan itibaren işaret ettiğimiz
bu boşluk ve eksikliği bir nebze olsun doldurmak düşüncesiyle bu mübarek
isimterin şerh ve izahma niyetlendim. Bundan yaklaşık on sene önce de fiilen
başladım. Ancak, bine yakın İlahi ismin şerh ve izahı gerçekten kolay değildi.
Çok uzun soluk isteyen bir maratondu. İşlerimin zaman zaman yoğunlaşması
nedeniyle biraz uzun süren molalar vermek zorunda kaldım. Hatta şu ana ka-
dar defalarca basılan "Kur'an ve Kamat Penceresinden Esrna-i Hüsna" (Genç-
lik Yayınları) ile "Allah'tan Gönüllere Sevgi Kuşağı: Esrna-i Hüsna" (Niın Ya-
yınalık) isimli çalışmalar, bu çok uzun yolculuğun ara meyveleri niteliğinde
dir. Yüce Rabbime sonsuz hamd ve şükürler olsun ki, bu maratonu başanyla
tamamlamaya muvaffak kıldı. Belki de bu kadar uzun bir zamana yayılması ve
ara meyveler vermesi, hem fikir ve gönül dünyamda konunun iyice mayalanıp
olgunlaşması, hem de çıkan söz konusu çalışmalarm siz değerli okuyucular-
dan alacağı katkı sağlayıcı ve yapıcı eleştirilerden tepkilerden yararlanılması
açısından hayırlı olmuştur.
Bazı isimlerin şerh ve izahı daha bir detaylı oldu. Birbirine yakın manalı İla
hi isim ve sıfatiann izahlannı ilk geçtiği yerde daha doyurucu verip sonrakiler-
de kısa açıklamalarla öncekine göndermeler yaphk. Her seviyedeki insanımı
zın rahatça yararlanabilmesi için, bilgilerin sağlamlığıyla birlikte, dilinin sade-
liğine, cümlelerin kısalığına özen gösterdik. İsimlerin, başta insan ve canlılar
olmak üzere evren ve evrendeki diğer varlıklar üzerindeki panlh ve tecellileri-
ne sık sık dikkat çektik.
Bu çalışmamız, aynı zamanda bir Esrna-i Hüsna şerhi ve bu isimlerden bir.
kadanru içine alan Cevşen'in açıklaması olduğuna göre, öncelikle, Esrna-i Hüs·
na ve Cevşen hakkında bilgi vererek başlamayı uygun gördük.
Çalışmanın bu güzel kisvesiyle siz değerli okuyuculannın eline ulaşması
için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Nesil Yayınlan yetkililerine, özellikle Dr.
Veli Sınm ve Ali Erdoğan Bey'e, aynca dikkatle okuyup tashihlerde bulunan
kızım Tuba ve öğrencim Kübra Zümrüt'e en içten teşekkürlerimi sunuyor, Yü-
ce Rabbimden kendilerine bol mükafatlar diliyorum.
Rabbimiz'in burada bulunan ve bulunmayan, bildiğimiz ve bilemediğİrniz
bütün güzel isimlerini şefaatçı ederek bu çalışmamızın, Cevşen' deki çok yük-
sek manalara ulaşmaya ve O'nu tanıma ufuklanna doğru uzanıp, bumana ba-
samaklannda biraz daha yükselmeye vesile olmasını niyaz ediyorum. Bu vesi-
leyle ahirete imanla göçrnüş tüm geçmişierimize rahmet; hepimize de tefekkür,
marifetullah ve afiyet dolu bir hayat diliyorum.
İsimler manasma gelen "esmi" ile, "güzel" veya "en güzel" manasma gelen
"hüsna" kelimelerinden, sıfat terkibiyle meydana gelen bu deyim, "güzel isim-
ler'' veya "en güzel isimler" demektir.
Hepsi de aslında birer sıfat olan bu isimler, sonsuz kemal ve cemal, azarnet
ve celal sahibi olan ve bu vasfı kainattaki sanat eserlerinden, beşeriyete gön-
derdiği Yüce Kur'an'ından ve sevgili elçisi Hz. Muhammed'in tarif ve tavsiflc-
rinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu isimler gerçekten güzeldir. Çünkü Allah'ın
yücelik ve sınırsız kemalini ifade ederek kullarının gönlünde bir sevgi hissi
uyandırırlar; kulların dua ve zikirlerinin doğru ve makbul olmasına vesile
olurlar; anıldıklan zaman sevap kazandırırlar; kalplere huzur ve sükıln verir-
ler; Allah'ın lütuf ve rahmetini telkin ederler; kulları Allah hakkında en doğru
ve yeterli bilgiye ulaşhnrlar vs.
Allah'ın bize bildirilen bütün güzel isimlerinin ortak noktası, O'nun her tür-
lü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu belirbneleri ve her türlü üstün nitelik-
leri taşıdığını ifade etmeleridir. Bu mübarek isimleri Yüce Allah'ın takdis ve
tenzihine vesile olup "tevhid" inancının akıl ve gönüllere nakşolmasının birer
araadırlar.
8• Kur'.ln ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI
İnsan olması, nefis taşıması ve şeytan gibi sinsi bir düşmanının bulunması
hasebiyle günah işledi~de, derhal O'nun Gaffir ve Tevvab olduğunu idrak
ebneli ve tevbe ederek keremi sonsuz Efendisi'nin dergahına dönüş yapmalı
dır. Kısacası, her anına ve her haline uygun bir veya birkaç ismi her saniye ya-
nında hissetmeli, bunlan kendisiyle Rabbi arasında bir bağ ve O'na manen
yaklaştıran bir mukaddes ip gibi kabul ve bundan istifade etmelidir.
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHi • l l
adır. Cenab-ı Hakkın yaklaşık bin ismini içine alır. İsim ve sıfatlanyla Rabbimi-
zi bize tarif eder.
Bu duada Cenab-ı Hakk'ın isimleriyle; insan, kainat ve ahiret arasında mü-
kemmel bir irtibat kurulur. Hatta Resulullah'ın peygamberliğine en büyük de-
lillerden bir tanesidir. Çünkü ancak ve ancak Allah'ın elçisi olan bir zat, Rab-
bini bu kadar kesin, doğru ve hiç kimseyi taklit etmeksizin tarif ve tavsif edebi-
lir.
Bu duayı okuyan bir kimse her türlü kemalat ve ubudiyette olduğu gibi du-
ada dahi Resulullah'ın eşi ve benzeri yoktur diyecektir. Tarih boyunca gelmiş
geçmiş bütün maniveyat büyüklerinin dua ve münacatlan bu mübarek müna-
catla karşılaştınldığında bu dediklerimize hak verilecektir.
Cevşenü'l-Kebir duası, Allah'ı tanıtan birer dil olan bütün kainab adeta ko-
nuşturmakta ve Allah'ı tanıtmaya vesile kılmaktadır. Gerçekten de k.ainatta
her varlık Allah'ın birçok isminin tecellisini üzerinde gösterir. Mesela her var-
lığın besin ihtiyacnın karşılanmasında açık bir nzık verme fiili vardır. Bu fiil
"nzık verici" manasında Rezzak ismini gösterir. Yeryüzünün adeta büyük bir
eczahane gibi yarablıp hastalıklara deva sunulması "şifa verici" manasında şa
fi ismini, canlıların her birine kendi ihtiyaçlarına göre görme ve işitme kaabili-
yeti verilmiş olması, "her şeyi hakkıyla gören" Basir ismini ve "her şeyi hak-
kıyla işiten" Semi' ismini gösterir. Kamatta görülen bütün hikmetli işler Hakim
ismini, kusurlan örtmesi Settar ismini, günahlan bağışlaması Afüvv ve Gafılı
isimlerini gösterir. Kainatta gördüğümüz ve şahit olduğumuz bütün fiiller
Rabbimizin bir veya birkaç isminin tecellisidir.
İşte Cevşen'de, Allah'a bu güzel isimleriyle dua edilir. Rabbimiz de kulla-
nndan kendisine güzel isimleriyle dua etmelerini istemektedir. Mesela, Ta Ha
Slıresi'nin 8., Haşir Suresi'nin 24. ve İsra Suresi'nin 110. ayetinde "en güzel
isimterin Kendisine ait olduğunu" ifade eden Rabbimiz, A'raf Suresi'nin 180.
ayetinde de şöyle buyurmaktadır:
"En güzel isimler Allah'ındır; o isimlerle O'na dua edin. O'nun isimleri hak-
kında haktan aynlanlan ise bırakın. Onlar işlediklerinin cezasını görecekler-
dir."
Peygamberimiz de Rabbimize İsm-i A'zamla yapılan dualarm kabul edile-
ceğini ifade etmiştir. (İbni Mace, Dua: 9) İsm-i A'zam, Allah'ın diğer isimlerini
de içine alan şümullü ve cami' bir isimdir. İsm-i A'zam da dahil Rabbimizin
bin bir ismini içine alan Cevşen ile yapılacak dualarm ne derece kabule mazhar
olacağı açıkbr.
Bir müminin en büyük gayesi, Allah'ın nzasını kazanmak, ihsanına nail ol-
mak ve azabından kurtulmakhr. Cevşen'in en az yüz yerinde Cenab-ı Hakk'ın
çeşitli isimleri şefaatçi edilerek Cehennem'den kurtarması için Allah'a dua edi-
lir. Yüce Rabbimiz bu duasını kabul ettiği kulunu elbette Cehennem'den kur-
14 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ
hem kat kat sevap verilmekte, hem de kabul edilmesi kuvvetle ümit edilmekte-
dir. (Mektubat, s. 258.)
Bediüzzaman Hazretlerinin her gün okuduğu bu mübarek duanın okunaca-
~ miktar hususunda bir ölçü koymak da mümkün değildir. Bazı kimseler her-
gün okur, bazılan haftada bir, bazılan ayda bir, bazılan sadece mübarek gece-
lerde okur. Bu, kişinin tercihine kalmışhr. Mühim olan hassas bir denge kura-
bilmektir.
Cevşen okuyaca~m diye imani eserleri daha az okumak veya onun neşri
için çalışmayı azaltmak ise uygun de~ildir. (Lem'alar, s. 156,157) "Ben nasıl olsa
Cehennem'den kurtulmak için Allah'a dua ediyorum'" düşüncesiyle farzlarda
ihmalkarlık göstermek, harama karşı hassasiyeti terk etmek ise kesinlikle yan-
lış bir anlayışhr.
Kur'an ve Hikmet Işısında
CEVŞEN ŞERHI
-1-
',-
ı/ı. Ya Allah! O ~1 Ç
Varlı~ zorunlu, tüm üstün niteliklere sahip ve kulluk edilen anlarnma ge-
len Allah ismi, bütün kemal sıfatlanru üzerinde toplayan odak kavramdır. Al-
lah'm diğer bütün isim ve sıfatlanru içine alan en kapsamlı ismidir. Doksando-
kuz ismin en büyüğüdür. Sıfatiann hiçbiri O'ndan bağımsız kalamaz. Doğru
dan doğruya, bütün k.iinah yarahp idare eden, ayakta tutup mülkiyetini elin-
de bulunduran Yüce varlığın Zit'ma delalet eder.
Diğer bütün isim ve sıfatlar bu mukaddes isme sıfat olarak kullanılabildiği
halde, bu mübarek isim onlarasıfat olarak kullanılamaz. (Beydavi, Tefsir, Fati-
ha 1. ayetinin izahı) Yine diğer isim ve sıfatlar, birer manaya delalet ettikleri
halde, bu isim diğer bütün isimlerin hepsinin manasını öz olarak kendinde bu-
lundurur. Allah ismi, bütün diğer isimler içerisinde en has isimdir. Bu ismin
tarih boyunca Hak Ma'bud olan Zit'tan başkası hakkında kullanıldığma ilişkin
hiçbir bilgi yoktur. Cahiliye devri insanlan da, bu ısmi hiçbir bahl tann için
kullanmarnışlardır. (Suat Yıldınm, Kur'an'da Uluhiyet, s. 100) Bu mübarek isim,
Kur'an-ı Kerim'de tam 2697 kez geçmektedir. (M. F. Abdulbaki, Mu'cemu'I-Mü-
fehres, "Allah" maddesi) Bu da onun önemini açıkça göstermeye yeter. "Ya Al-
lah!" diye yalvaran bir mümin, aynı zamanda diğer bütün isirolerin sahibi olan
Hak Ma'bud'u çağırmış oluyor. Çünkü nasıl "Güneş" denilince ısısı, ışı~ ve
18 • Kur'3n v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ
O'ndan başka her şey fani. ölümlü ve acizdir. Diğer bütün varlıklar O'nun var
etmesi ve ibkası ile v~r ve ayaktadırlar.
Allah, aynı zamanda Rahim'dir. Yani, rahmet etmesi çoktur. Bütün ince ve
latif nimetierin sahibidir. Ahirette sadece müminlere merhamet edendir. Özel-
likle onlann günahlarına af ile muamelede bulunacak alandır. Bu mübarek is-
mi, manasını düşünerek telaffuz eden bir kimse, günahları ne kadar çok olursa
olsun, Allah'ın af ve rahmetinin daha geniş olduğunu düşünerek rahatlar. O
sonsuz rahmete, iltica eder. Ahirette bu sonsuz rahmetin sadece müminlere
tahsis edileceğini düşünerek buna layık olmak için çırpırur. Bu liyakati kaybet-
mekten korkup titrer.
Kur'in'da rahmet
Kur'an'da, Allah'ın rahmet etmeyi Kendine gerekli kıldığı bildirilmektedir.
(6:12) Rahmet, Kur'an'da değişik şeyler için kullanılır. Mesela, Kur'an'ın ken-
disi bir rahmettir. (12:111; 16:89 vd.) Dünyevi nimet ve ihsanlar birer rahmettir.
(11:9; 30:33) Yeryüzünü ölü ve kupkuruyken canlandırmaya vesile olan yağ
mur rahmettir. (7:57) Peygamberlik gibi manevi bir nimet (11:28; 18:65; 41:50),
uhrevi ecir ve sevap (57:28 vd.) hep birer rahmettir. Allah tüm bu rahmetleri
elinde bulunduran, onlann gerçek ve biricik sahibi olan Rahman ve Rahim' dir.
Kur'an'ı indiren O, yağmuru yağdıran O, peygamberlikle görevlendiren ve
20 • Kur'In ve Hıkmeı 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI
Rahim isminden nasibini almış olan da, hiçbir muhtaa ihtiyaç içinde bırak
maz. Gücüyettiği kadanyla onun her türlü ihtiyaanı görür. Yakınında, köyün-
de kentinde bir fakir, bir muhtaç görmeye dursun! Hemen onun elinden tutar.
Koruyuculuğunu üzerine alır. İhtiyaaru giderir. Bunu, nasıl muktedir oluyorsa
ve nasıl yapılması lazım geliyorsa öyle yapar. Malı ile, makam ve salahiyen ile,
başkasına yardıma olarak onun hakkını korumaya çalışmak suretiyle ... Eğer
bu yollann hiçbiriyle kendisine yardımcı olamazsa -bir lütuf, bir esirgeme ol-
mak üzere- dua ederek ve içinde bulunduğu sıkınbdan dolayı izhar-ı hüzün
eyleyerek yardıma olur. Bunu, sanki içinde bulunduğu sıkınh ve ihtiyaç husu-
sunda kendisine ortakmı.şçasına yapar." (Gazali, Makiısıd, s. 39-40)
Kur'1n ve Hikmet I~ı{pnda CEVŞEN ŞERH i • 21
Bu mübarek ismi telaffuz eden bir kimse, saydığımız manalarmı göz önün-
de bulundurursa günahlan ne kadar çok olursa olsun, Allah'ın af ve rahmeti-
nin daha geniş olduğunu göz önüne getirerek rahatlar. O sonsuz rahmete iltica
eder. Ahirette bu sonsuz rahmelin sadece müminlere tahsis edilece~i düşü
nerek buna layık olmak için çırpırur. Bu liyakati kaybetmekten korkup titrer.
Ne mutlu bu rahmetin kapısını çalıp, prnanndan kana kana içenlere ...
t/4· Yi Alim! 0 ~ \J
Alim, eşyayı gerçekte nasıl ise öyle bilen demektir. Allah, Alim sıfatını
Kur'an'da tam 153 kez zikretmiştir. Bütün varlıklar Allah'ın eseridir. Yaratıa
lan onlan çok iyi bilir. Allah, olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak
şeyleri bilen, Kendisine kainattan hiçbir şey gizli kalmayan ve ilmi, küçük-
büyük, zahir-batın her şeyi kuşatandır. O, uçsuz bucaksız fezada, dünyanın en
derin merkezinde gizlenen şeyleri, denizlerde ve karalarda olup bitenleri, yere
gireni ve ondan çıkaru, gökten ineni ve oraya yükseleni, gökte olsun, yerde ol-
sun söylenen her bir sözü bilir. Aynca, "Bulunduğumuz her durumu, Kur'an'-
dan okuduğumuz her ayeti, içine daldığımız her bir işi mutlaka şahit olarak bi-
lir. Yerde ve gökte hiçbir zerre O'ndan gizli kalamaz. Zerreden daha küçük ve
daha büyük her şeyi apaçık bir kitapta kaydetmiştir." (10:61)
Allah, her şeyi bildiğini şöyle delillendirir: "Yaratan bilmez mi?" (67:14) Ya-
ni, Yaraha olan nasıl olur da, yarattığı mahluku bilemez? Belki mahluk Yarah-
a'smdan habersiz olabilir, ama kesinlikle Yaratan ondan habersiz olamaz. Öy-
le ki, onun her zerresini dahi bilir. O Allah ki, yaratıklarm damarlannda dola-
şan hücrelerden bile haberdardır. Çünkü kul her nefesini O'nun izniyle almak-
tadır. Bedenindeki her organ, yine O'nun koyduğu kurallara göre işlemektedir.
Dolayısıyla bizlerin hiçbir şeyi O'na gizli kalamaz. (Mevdudi, Tefhim, VI, 421)
"Gökteki ve yerdeki varlıklar gibi bu ikisi arasmda kalanlar da, hatta yerin
derinliklerinde olanlar da O'nundur. Kişi ister sözünü açığa vursun, isterse
içinde saklasın, Allah onu bilir. Hatta gizlinin gizlisini de bilir." (20:67)
"Allah'ın bilgisi dışmda bir yaprak bile dalından düşmez. Bir tane bile top-
rağa girip filizlenmez. O her şeyi çok önceden apaçık bir kitapta kaydetmiştir."
(6:59)
"Allah, bakışlardaki hainliği de, sineleriniçini de bilir." (40:19)
22 • Kur'Jn vt Hikmtt lşıOında CEVŞEN ŞERH i
Tüm bu ve benzeri ayet-i kerimeler ışığında diyoruz ki: Allah her şeyi bilir.
O'nun içirı gizli ve açık farkı yoktur. Olmuş ve olacak her şey O'nun bilgisi
kapsamındadır. O'nun bilgisi eksiksizdir. Sonradan ve bir vasıtayla kazanılmış
bir bilgi değildir. Allah içirı yanlış bilme de düşünülemez. Biz annemiziri kar-
rundayken, dak~ ay boyunca göze, kulağa, ele ayağa, mideye, barsağa vs. ih-
tiyaamız yoktu. Ileride bunlann bize lazım olacağını da bilemiyorduk. Fakat
bizi yaratan Rabbimiz, dünyaya gözümüzü açacağımız anda bu organiara ihti-
yacımız olacağını biliyor. Onun için bunları bize eksiksiz olarak vermiştir.
Bunlar gibi hiç haberimiz bile olmadan sayısız ihtiyaçlanmızı karşılayan Allah,
bizi bilmez mi? Bizim gibi sayısız canlılardan her birine, daha annelerinirı ra-
himlerinde, tohum ve çekirdeklerde, yumurta ve yumurtaaklar içerisirlde iken
özel bir nitelik ve şekil vermek, seslerini, parmak izlerini, yüz hatlarını, şekil ve
desenierini, tat ve kokulannı vs. farklı farklı yaratmakla sonsuz ilmirıi karutla-
maktadır. Aynca, en küçük varlıktan en büyüğüne kadar her şeyde gözetilen
sayısız hikmet ve fayda, tertip ve düzen, ölçü ve ahenk, sarıat ve güzellik, lutuf
ve ihsan, sürat ve kolaylık ancak sonsuz bir ilimle olabilir. Yaratıklar da, sahip
olduklan sınırlı ve azıak ilimleriyle Allah'ın o sonsuz ilminin birer aynası
olurlar.
Bediüzzaman'ın dediği gibi, gözümüzle görüyoruz ki; bizleri ve bütün can-
lılan bilir ve bilerek şefkatle himaye eder, ihtiyaanı ve her derdini bilir ve bile-
rek yardımıyla imdadına yetişir çok merhametli ve her şeyi bilen Birisi var. Sa-
yısız örnekleririden birisi şudur: İnsanın nzık, ilaç ve muhtaç olduğu madenler
yönüyle gelen özel ve genel yardımlar, pek açık bir biçimde bir kuşaha ilmi
gösterir ve bir Rahman ve Rahim'e rızık, ilaç ve madenierin sayısınca şahitlik
ederler. Evet, insanın, özellikle güçsüzleriri ve yavrulann besienişleri ve bil-
hassa mide mutfağında bedenin rızık isteyen organlarına, hatta hücreciklerirıe,
her birirıe uygun rızkın yetiştirilmesi ve dağların bir eczane ve insana gerekli
bütün madenierin bir arnbarı olmalan gibi son derece hikmetli işler, gayet ku-
şaba bir ilim ile olabilir. Serseri tesadüf, kör kuvvet, sağır tabiat, cansız, hissiz
sebepler, basit, istilaa unsurlar; hiçbir cihette bilerek, görerek, hikmetlice, mer-
hametle, özen ve şefkatle besleme, geçim, koruma ve çekip çevinneye kanşa
mazlar. Yalnız, o görünüşteki sebepler; İlmi Sınırsız'ın emriyle, izniyle, ilim ve
hikmeti dairesirlde İlahi kudretin izzetirıe bir perde olarak kullanılıyor ve hiz-
met ettiriliyorlar. (Şualar, 648)
İmam Gazali'nirı işaret etiği gibi, irısanın en büyük şerefi, Yüce Allah'ın sı
fah olan ilme sahip olmadadır. İlimleriri en üstünü, şahı ve padişahı ise, konu-
su Allah, O'nun sıfatları, emir ve yasakları olan ilimdir. Bir ilim, Allah'ın fiille-
rini, eserlerindeki incelikleri, O'na yaklaşhncı yol ve yöntemleri bilmeye hiz-
met ettiği ölçüde. değerlidir.
Yüce Allah'ı bu vasfıyla bilen mümin, kendine çeki düzen verir. Söz ve
davranışianna dikkat eder. Her an, O'nun manevi huzurunda ve bilgisi daire-
sinde olduğunu düşünerek iyi bir kul olma çabası içinde bulunur.
Kur'An vt Hikmtt l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI • 23
Bu ismiyle Rabbini anarak "Ya Alim!" diye yalvaran mümin, kendi halini
en derin ve gizli teferruahyla bilen Rabbine arz eder. Halini O'nun bildiğini iti-
raf eder. Kusurlannın af ve ıslahını O'ndan bekler. İyi yönlerinde sabit ve daim
kılmasını O'ndan niyaz eder. "Sen her şeyi bilirsin. Senin bilip de benim bile-
mediğim nice günahlanm var. Hepsini affeyle. Hakkımda neyin hayırlı, neyin
şerli olduğunu da bilirsin. Hayırlı işlere muvaffak, şerli işlerden ise muhafaza
eyle ..." diye yalvanr, halis bir duada bulunur.
t/5· Yi Halim! 0 ~Ç
Halim kelimesi, "hilm" kökünden sıfattır. Hilm, sözlükte, nefsi ve tab'ı öf-
kenin heyecanından alıkoymakhr. Halim ise, bu özelliği kendisinde bulundu-
ran zat demektir. Allah için kullanıldığında, çok sabırlı, gücü yettiği halde is-
yankarları cezalandırmakta aceleci olmayan, gazabın Kendisini taşkınlığa sevk
etmediği, bir yoldan sapmışın düşüncesizliğinin, bir asinin isyanının Kendisini
hemen galeyana getirmediği, af ve teenni sahibi demektir." (Hattabi, a.g.e., s.
63)
Bir zabn halim sıfabnı alabilmesi için, cezalandırmaya gücünün yetmesi ge-
rekir. Daha açık bir ifade ile, cezalandırmaya gücüyettiği halde cezalandırma
yan, güçlü olduğu halde affeden, cezalandırmada acele etmeyen, teenni göste-
ren kimseye ancak halim denebilir.
Halim vasfı, Kur'an-ı Kerim'de Allah hakkında 13 kez yer almaktadır.
Allah'ın
halim olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildirildiği gibi, bunca günahla-
rın, isyanlann, kötülüklerin kol gezmesine rağmen hala dünyanın bu kötü in-
sanların başına yıkılmamasından, hemen yakalarma yapışılmamasmdan da
açıkça belli olmaktadır. Allah'ın engin hilmi olmasaydı, dünyamız bir gün ol-
sun bunca günahkarlan sırhnda taşımaz, şükürsüz, şirke bulaşmış medeniyet-
lerini başlarına yıkılırdı. İşte Yüce Allah, o Zit'hr ki, asilerin isyanını müşahe
de eder, emrine muhalefet edildiğini görür de, hemen öfkeye kapılıp onlan ce-
zalandırmaz.
mal" etmez. Kullanna belli bir süre tarusa da, onlan başıboş bırakmaz. Yaphk-
lanrun hesabını bir gün mutlaka sorar.
Kulun bu isimden alacağı hisse, ona ayna olmaya çalışmak, sabırlı ve ta-
hammül sahibi olmakhr. Yani, emri alhndakilere karşı yumuşak huylu, affedi-
ci, öfkesini dizginleyici davranmakhr. Kişi, Rabbinin, kendisine hilimle, affedi-
cilikle muamele etmesini istiyorsa, o da idaresi albndakilere, hatta tüm canlıla
ra karşı aynı şekilde muamele etmelidir.
Tezeliili ve günahlan itiraf makamı olan münacat ve dua makamında bu
mübarek sıfab zikretmenin ruhlan ferahlaha ne büyük bir iksir olduğu açıkhr.
ı/6. Yi Azim! 0 ~ Ç
Mesela, bir ayette "Biz güneşi bir larnba yaptık." buyrulmaktadır. Bu ifade,
şu alemin bir saray; içinde olan eşyanın ise, insan ve canlılar için hazırlanmış
süsler, yiyecekler ve malzemeler; güneşin de itaatkar bir mum olduğunu hahr-
latmakla Sanatkar'ının haşmeti.ni ve Yaraha'sının ihsaruru hahra getirerek tev-
hide bir delil gösterir. (Bediüzzaman, Sözler, s. 377)
Merhum A. O. Tatlısu, bu isim hakkında şu güzel açıklamayı yapar:
Yaradılmışlar kendi aralannda içlerinden bazılan hakkında ''büyük" sözü-
nü kullanırlar. Mesela, zaferler kazanmış bir komutana büyük asker, bilgi şu
belerinin herhangi birinde yepyeni mevzular açana büyük alim, Süleymaniye
Camii gibi seyredilmesi bile insana hayranlık veren eserler kurana büyük mi-
mar vs. derler. Kendilerine büyüklük ünvanı verilen bu zatların büyüklükleri-
ni ispat eden alamet, şüphe yok ki her birinin ortaya koyduğu eserdir. Bu eser-
Iere ne kadar nüfuz edilirse, onlann büyüklük dereceleri o kadar iyi anlaşılmış
olur ve o nispette de gönüllerde kendilerine karşı bir sevgi ve tazim hissi uya-
nır. Fakat bu eseriere nüfuz edebilmek de bilgiye bağlıdır. Süleymaniye'nin bir
sanat abidesi olduğunu herkes görüyorsa da sanatın bütün inceliklerine vakıf
olan bir mimar, mühendis kadar zevk alamaz.
İyice düşünülürse tasdik edilir ki, büyük dediğimiz bütün adarnlan, bir
damlaaksudan meydana getiren ve onlara büyüklük vasfıru kazandıran, kud-
ret ve kabiliyet bağışlayan, büyükler büyüğü Allah Teala, daha evvel sezilmek,
Kendisine sevgi ve saygının en yükseğine layık olan zathr. Her göz athğımız
noktada, Allah'ın yarathğı, bir değil, milyarlarca eser görüyoruz. Bir çimen
yaprağı, Allah Tea.Ia'nın sanahndaki büyüklüğü gösteren bir kitaphr. Ufak bir
çimen yaprağında, Süleymaniye Canili'nden daha fazla sanat incelikleri bu-
lunduğunda şüphe yoktur. (Tatlısu, a.g.e., s. 101-103)
Bu isimden ders alan bir mümin, Yüce Allah'ın, büyük bildiğimiz tüm in-
sanlann yaratıası olduğunu, herhangi bir kimseyi tannlaştınrcasına yüceltme-
nin doğru olmayacağını, tüm varlıklarm yaratılmışlık noktasında eşit oldukla-
nnı bilir, büyüklükten nasip almış herkese saygı duymakla beraber, onlara kar-
şı özgürlüğünü korumaya çalışır. Kimseye tepeden bakmadığı gibi, kimsenin
karşısında da eğilmez. Çünkü, tüm büyüklüklerin kaynağı ve eşsiz büyük ola-
rak sadece Allah' ı tanır.
Allah'ı bu ismiyle tanımak, O'ndan gereği gibi korkmayı, itaat edip isyan
etmemeyi, hatıriayıp unutmamayı, şükredip nankörlük etmemeyi, emir ve ya-
saklanna saygı gösterip onlan çiğnememeyi gerektirir.
Allah, ortaya koyduğu bütün ölçü, hüküm ve takdirlerinde sonsuz bir hik-
metle iş görmektedir. Varlıklara tefekkür gözüyle bakhğımızda her şeyde bir
düzen, ölçü ve gaye gözetildi~ görürüz. Canlı cansız bütün yarahlmışlarda
en faydalı, en uygun, en kullanışlı şekil; en ince, en hafif suret; en kısa yol ve
en kolay tarz kullanılmış; manasızlı~a, gayesizli~e, gereksizli~e yer verilme-
miştir. Her şeye de~eri ruspetinde feyiz, kabiliyet ve gelişme verilmiş; hiçbir
şeyde israf, lüzumsuzluk ve faydasızlığa meydan bırakılmamışbr. Varlıkların
bir realite olan bu sır ve inceliklerini, ölçü ve düzenini, gaye ve hikmetlerini in-
celemek, araşhrmak ve tespit etmek içindir ki fizyoloji, biyoloji, fizik, kimya,
botanik, jeoloji, astrofizik gibi çeşit çeşit ilimler ortaya çıkmışhr. Kısaca bu ilim-
ler Hakim isminin parlak birer panlhsmdan başka bir şey detildir.
ilmi gelişmelerin başdöndürücü bir hızla ileriediği günümüzde en küçük
bir atomun bile parçalan incelenmiş ve birer görevinin bulunduğu ortaya ko-
nulmuştur. Hele hele canlılarm vücuduna yerleştirilmiş bulunan maddi ve
manevi organ ve cihaziarın hepsi belli bir hikmet ve amaca hizmet etmektedir.
Bunlar içerisinde insan vücudunu göz önüne getirdiğimizde bu hikmet, ölçü
ve gaye daha açık bir biçimde göze çarpmaktadır. Vücudumuza yerleştirilmiş
organ ve duygularm hiçbirinin gayesiz ve hikmetsiz olmaması bir yana, bazen
bir tek organa yüzlerce gaye yüklenmiştir. Kainattaki bütün tatlan alıp değer
lendirme görevi şu küçücük dilimize yüklenmiş, bunun yanmda aynı organı
mıza sayısız kelimeleri şekillendirme vazifesi verilmiştir.
mevsiminde yeni silah alhna alınan canlıtarla dolup taşar. İki milyon bitki ve
hayvan türünü içine alan bu ordunun her bir türünün elbisesi ayn, erza~ ayn,
talim ve terhisleri ayn ayndu. Hiçbir şeyleri unutulmaz, kanşhnlmaz, her şey
son derece özenle yürütülür.
Bilimlerin ifade etmeye çalışhğı bu düzen, ölçü ve gaye sonsuz bir ilim, ira-
de ve hikmetin görüntülerinden ibarettir. Hiç şüphesiz bütün bunlar bir Ha-
kim zahn varlı~nı göstermektedir.
Hakim isminin tecellisiyledir ki, yerin altından uzayın derinliklerinde yer
alan yıldızlara kadar her şeyde sayısız faydalar, gayeler, hikmetler, gayet açık
biçimde görünmektedir.
Mesela, canlıların yaşayabileceği
ortalama sıcaklığın devam edebilmesi için
dünyamızın büyüklüğü, yörüngesi ve dönüş hızının son derece hassasiyetle
ayarlanması gerekir. Eğer dünyamız bugünkünden daha küçük, mesela ay ka-
dar olsaydı ne atmosferini, ne de suyu üzerinde tutabilirdi. Çünkü gezegeni-
mizin çekim kuvveti bunlan tutmaya yetmezdi.
Gezegenimizin bugünkünden çok daha büyük olması halinde de dengeler
yine bozulacaktı.
Şirin gezegenimizin dörtte üçünü teşkil eden suyun sıvı, kah ve buhar ha-
linde oluşunun da birçok hikmeti vardır. Su donduğunda diğer bütün madde-
lerin aksine hacmi genişiernekte ve yoğunluğu da azalmaktadır. Bunun hayati
bir önemi vardır. Çünkü donan buz, suyun yüzeyinde kalabilmektedir. Aksi
ha.Ide ağırlaşan buzlar deniz ve göllerindibine çökecek, denizlerde hayat son
bulacakh.
Örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Acaba denizierin balıklarından
sema denizinin balıklan hükmündeki yıldızlara kadar kimatta hükmünü sür-
düren bu hikmetten daha dakik, daha güzel, daha açık, daha büyüleyici bir
hikmet düşünülebilir mi?
Bu isimden ders alan bir mümin, gerek varlıklar aleminde ve gerekse kendi
hayahnda meydana gelen acı tatlı her İlahi icraatın sayısız hikmetleri bulun-
duğunu düşünerek sıkınhlara sabreder, nimetierin de veriliş hikmetini araşhnr
ve kendisine ihsan edilen nimetleri o yönde kullanır. Kamatta sayısız ince hik-
metler üzerinde düşünür, ibret alır, Allah'ın büyüklüğünü daha iyi anlamaya
çalışır. Allah'ın emir ve yasaklarının da sayısız hikmetler içerdiğini bilerek ti-
tizlikle riayet eder. Öte yandan bu isme iradesiyle de ayna olmaya, onu yansıt
maya çalışır; her sözünü hikmetle ölçüp tartar, her davranışını yüksek bir ga-
yeye yönelik yapar; anlamsız, faydasız, yersiz her türlü söz ve davranıştan ti-
tizlikle sakırur.
28 • Kur'In ve Hlkmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
ı/8. Yi Kadim! 0 ~f Ç
,~, ~1'
t/9· Yi MuJd.m.! 0
Her şeyiayakta tutan ve devam ettiren, kayyfunuyet sımyla bir an bile hiç-
bir şeyden alakasız olmayan demektir. Varlık aleminde bulunan her şey, Allah
Kur'An ve Hikmet I~ıQında CEVŞEN ŞER Hİ • 2cı
"Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, gelip geçici, yok olucudur. Ancak
yüce ve cömert olan Rabb'inizin varlığı ebedidir, son bulmaz."
ı/ıo. Yi Kerim! 0 ~F Ç
Kerim kelimesi, Allah'ın sıfatı olarak şu manalara gelir: iyiliği çok olan, cö-
mert, bağışı tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti Kendisinde toplayan, işleri
övülmeye layık, yüce, yaraşmayan şeylerden münezzeh, aziz, affedid. (Taberi,
a.g.e., IX, 44)
Allah'ın kerim vasfına Kur'an'da iki ayette yer verilmiştir:
"Ey insan! Kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki seni yaratmış; son-
ra şekil vermiş, senin yaradılışını düzgün kılıp denkleştirmiş ve istediği şekilde
seni terkip etmiştir (vücudunu oluşturmuştur)." (82:5-8)
Bu ayette Allah'ın hiçbir karşılık beklemeksizin, bir istihkak sahibi olmayan
insana varlık vermesi, onu bildiğimiz maddi-manevi seçkin nitelik ve yetenek-
lerle donatınası şeklinde kendini gösteren bir İlahi kerem söz konusu ediliyor.
(Suat Yıldınm, a.g.e., s. 99)
İkind ayette ise Hz. Süleyman'ın dilinden şöyle buyruluyor:
" ... Ben şükür mü edece~im, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sına
yan Rabbimin lutfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretıniş olur; fakat
nankörlük eden (bilsin ki) Rabbim Müstağni'dir, Kerim' dir." (27:40)
Bu ayet de, Allah'ın teşekküre bile muhtaç olmayarak kullanna iyilikte bu-
lunduğunu, bunun da zahnda Kerim oluşundan kaynaklandı~ını ifade ediyor.
30 • Kur'.in v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞERH i
Kerim olmak için, ihsanm kendini göstermesi şarttır. Allah kerem sahibi ol-
duA-u içindir ki, hak sahibi olmayan yarattıklarına do~dan do~ya nimet
verir. Bir karşılık beklemeksizin bağışta bulunur. Günahı örter. Kötülük yapanı
affeder. (Beyhaki, a.g.e., s. 54)
Kerim isminin tecellisi olarak bu alemde sınırsız bir cömertlik ve kerem gö-
ze çarpmaktadır. Kainatta her şey, nihayetsiz derece sanatlı olmasma rağmen
nihayetsiz bolluktadır. Bir çiçekteki sanah düşünün. Bütün insanlarm bir araya
gelip rengini, desenini, tazelik ve hayatiyelini veremedi~ böyle bir çiçe~ sa-
yısız benzerleri yeryüzünün her tarafında bolca ve cömertçe yaratılıyor. Koca
koca ağaçların hayat programlarını içinde taşıyan tohum ve çekirdekler sınır
sız sayıda yaratılıyor, kimisi öğütülüp yeniyor, kimisi kuşlara ve haşerelere
yem oluyor, kimisi de ayaklar altında ezilip gidiyor. Cismi itibariyle şu ufaak
insan için galaksiler, güneş sistemleri vs. yaratılıyor. Güneş, ısı ve ışığıyla başı
m okşayıp alemini aydmlahrken, diğer taraftan sayısız türdeki meyve ve yiye-
ceklerini pişinneye vesile oluyor. Eğer bu İlahi cömertlik ve kerem olmasaydı,
bir çekirdeği ve bir yudum suyu bile milyarlar verseydik elde edemezdik.
Gazali'nin de belirtti~ gibi, Kerim Allah, özellikle Kendisine ümit besleyen-
lere karşı son derece cömert, bağışı bol, övülmeye layık olacak derecede ihsan
edendir. Özellikle, günah işleyip de af için Kendisine ümit besleyenlerin tevbe
ve istiğfarlanru boşa çıkannaz.
Allah, takdir etti~i kulunun yararına olarak silebilecek, vadetti~i yerine
getirecek, verdi~ zaman umulandan fazlasını verecek, ne kadar verdiğine, ki-
me verdi~e aldınş etmeyecek, hep kendisinden istenilmesini arzu edecek, is-
tenilmedi~ zaman razı olmayacak, kendisine sığmanlan himaye edecek, vesi-
lelere ve şefaatçilere muhtaç bırakmayacak kadar Kerim' dir. (Bkz. Gazali,
a.g.e., s. 84)
Gaza.Ii, Arapça'da asma dalına "kenn" denmesini, onun latif, meyvesi gü-
zel, salkırnma uzarulıp toplanması kolay, dikenden ve diğer meşakkatli sebep-
lerden uzak olmasma bağlar. Böylece asma dalının Allah'ın kerem sıfatına
mazhar olduğuna işaret eder. Allah'ın ruhsuz, şuursuz ve akılsız bir yarabğı
böylesine kereme mazharsa O'nun kereminin ne kadar bol olduA-u düşünül
sün. (Gaza.Ii, Makılsıd, s. 85)
Bediüzzaman da, Risale-i Nur'un pek çok yerinde Allah'ın Kerim ismine
dikkat çeker ve parlak tecellilerine vurgu yapar. Böyle bir kerem Sahibinin, in-
sanı ölümle yokluğa mahkum etmeyeceğini, ebedi bir alemde sonsuza dek ke-
remini sürdünnek için ahireti getireceğini belirtir:
Büyük bir yoksulluk ve ihtiyaç içerisinde bulunan kainatın tür ve fertlerine
gerekli olan hususlan ve ihtiyaçlarını tam uygun zamanmda hiç ummadığı
yerden yerine getirmek, Kerim bir Rezzak'ın varlığının zorunlu olduğuna delil
teşkil eder. (Bediüzzaman, Mesnevl-i Nuriye, s. 61)
Kur'An ve Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 31
u5en her tiirlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehmnem ateşinden koru!"
Aynca, Allah' ı, "Ey Kendisinden başka ilah bulunmayan" diye tavsif etmesi
de çok anlamlıdır. Bunu söyleyen bir kul, adeta Hz. Yunus'a iktida ediyor. O
da karanlık gecede, balığın karnında, denizin dalgalan arasmda bütün sebep-
terin tesirden düştüğünü görmüş, doğrudan doğruya sebepterin gerçek Sahi-
bi'ne yönelmişti. Buradaki cümleyi söyleyen kişi de, Senden başka ilah yok ki,
ona yönelelim. Senden başka kurtana yok ki, kapısını çalalım. Senden başka
yardımcı yok ki, ona sığınalım. Her şeyden yüz çeviriyor, doğrudan doğruya
Sana yalvanyoruz. Ancak Sen bizi kurtarabilirsin!" demek istiyor.
Hele bu mübarek cümlede geçen "El-Eman! el-Eman!" ifadesi en katı kalb-
leri bile yumuşahyor. Rahmet deryasını coşturuyor. Çünkü tam bir çaresizlik,
acizlik ve feryadm ifadesidir. Kısaca, Cevşenü'l-Kebir cümle cümle, kelime ke-
lime ve bend bend tam manasıyla bir münacat ve duadır. Bütün bu manalan
ve hatta ihtiva ettiği daha nice esran düşünerek onu okuyan kişi, "Duada dahi
Reslılullah'm (a.s.m.) eşi ve benzeri yoktur" demekten kendisini alamayacak-
tır. Evet, gerçekten her güzel alanda olduğu gibi duada da onun benzeri yok-
tur. Çünkü onun muallimi ve terbiyeasi bizzat Allah Teala'dır.
-2-
razı olduktan ve kabul ettikten sonra bütün kainat aleyhte de olsa önemsizdir.
Çünkü O bir şeyi istedikten sonra yaratıklara da o işi gördürür.
ğini söyleyen hastaya, ya istediği ilacın aynısını verir, ya daha iyisini verir ve-
ya o anda ilaç kullanması zararlı oldu~ için hiç vermez.
İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından; ihtiyac-ı fıtri lisaruyla bütün
hayvanlar tarafından; lisan-ı ısbrari ile bütün muztarlar tarafından edilen dua-
ların makbuliyeti Allah'ın varlığına en büyük dellilerden biridir. Zira bu niha-
yetsiz dualar, bilınüşahede kabul ve icabeti, her biri Allah'ın varlığına ve birli-
ğine şehadet ve işaret ettikleri gibi; mecmu'u büyük bir mikyasta bilbeda-
he/apaçık bir şekilde bir Halık-ı Rahim ve Kerim ve Mucib'e delalet eder ve
bakhnr. (Sözler, 33. Söz, 4. Pencere)
Bu açıklamalar ışığında "Ey dualara cevap veren!" cümlesini söyleyen kim-
senin ne geniş bir hakikah dile getirdiğini, Rabbini nasıl tavsif ettiğini düşüne
biliyor muyuz?
Bizim "sahip" diye tercüme ettiğimiz "veli" kelimesi, arapçada, "dost, yar-
dımcı, seven, işlerini üzerine alan, sahip çıkan ... " gibi anlamlara gelir.
Veli kelimesi Kur'an-ı Kerim'de 13 yerde Allah Teila hakkında açık olarak
kullanılrnışhr.
Allah, mağfiret sıfabnı belirtmek için GFR kökünden gelen bazı isimleri
Zcit'ı
için kullanmışhr. Bu isimler aralanndaki bazı nüanslarla birlikte aynı ma-
natan fade ederler. Bunlar, Caffır, Caffar, Cafir isimleridir.
Bu üç vasfın kökü olan GFR maddesi, örtmeyi ifade eder. "Kullaruun kusur
ve günahlarını örten, suçlanndan ve hatalarmdan geçen" anlamına gelir.
İmam Gazali; Caffır, Caffar ve Gafir kelimeleri arasmda şöyle bir farkın bu-
lunduğuna dikkat çeker: Gcifir, mağfiret fiilinin yalnız aslına; Caffır, günahla-
rm çokluğu ruspetinde mağfiretin de çok olduğuna delalet eder. Günahiann
Kur'In ve Hikmet IııOındil CEVŞEN ŞERHI • 37
sadece bir çeşidiıli ba~layana Gaffır denilemez. Gaffar ise, günahlan tekrar
tekrar, çokça ba~layan demektir. Bütün günahlan bir tek defada ma~ret
eden ve fakat defalarca günaha dönen insanı bağışlamayan, Gaffar ismine la-
yık olamaz. (Gazali, a.g.e., s. 20)
İmam Gazali, Allah'ın Alim sıfahru açıklarken "Bu ismin manası açıkhr. Bu-
nun kemali, her bir şeyin içini-dışını, ufağını-büyüğünü, önünü-sonunu, alhnı
üstünü ilmen ihata etmektir. Bu ihata ediş, vuzuhluk/açıklık bakımından o ka-
dar tam ve kamildir ki, artık ondan daha açık bir müşahede ve keşif tasavvur
edilemez. Bundan başka, bu ihata ediş bilinen şeylerden elde edilmiş olmaz.
Bilakis bilinen şeyler(= malumat) ondan elde edilmiş olur."
Sır kelimesi de şu manalara gelmektedir: "Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese
söyleomeyen şey. Müşahedetullah'ın mahalli olan kalbdeki latife. İnsanın aklı
nın ermediği şey." Bu manalardan hangisi göz önüne getirilirse getirilsin, hatta
hepsi birden mülahaza edilsin, Allah'ın sırlan bildiği kesindir.
Hafiyyat da gizlilikler anlamında olup, "es-sırr" kelimesini açıklayıp pekiş
tiriyor.
Kur'in vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 39
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem' ateşinden koru!"
-3-
3/t. Ey maifiret edenlerin en hayırlısıl O ~~Wl
,... ~ Ç
Bu İlahi tavsif, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa'nın bir duasında yer almışhr:
"Musa, tayin ettiğimiz o vakit için kavminden yetmiş kişi seçti. Onları kuvvetli
bir sarsınh yakalayınca, Musa şöyle dedi: 'Ey Rabbim eğer dileseydin, bunları
ve beni daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaphklan yüzünden
bizi helak mı edeceksin? Bu olanlar, ancak Senin bir imtihanındır. Sen bu imti-
hanla dilediğini saphrır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Sen bizim Veli'miz-
sin. Arhk bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
(7:155)
Yarahklann bağışlaması elbette Allah'ınkiyle mukayese edilemez. Dağlar
kadar günahlan birden ve sebepsiz olarak dilerse bağışlaması, bağışlamakla
kalmayıp sınırsız ihsanda bulunması, başa kakınasının. karşılık beklemesinin
söz konusu olmaması gibi sebeplerden dolayı Allah "Hayru'l-gafirin"dir. (5.
Yıldırım, Kur'an'da Ulühiyet, s. 158)
suz" dan başka kim olabilir? Bunun en açık de Iili, insanın, en küçük bir ihtiya-
ana bile elinin ulaşamaması ve onu karşılamaktan aciz olmasıdır. Mesela, ye-
di~ lokmayı yaratmak bir yana, onu vücuduna alıp sindirrnek ve hücrelerine
dağıtmak bile binlerce ince ameliyelerden sonra gerçekleşir ve bu ameliyeler-
den binde birisi bile onun irade ve bilgisi dahilinde cereyan etmiyor. Her birisi
kendisi için çok hayati birer önem taşıyan vücudunun diğer sayısız fonksiyon-
lan da buna kıyas edilsin.
İnsan aciz bir varhkhr. Hayah ve dünyası tehlikeler, sıkınhlar ve musibet-
lerle doludur. Bir veba veya verem mikrobundan tutun da gökteki kuyruklu
bir yıldıza kadar her şey onu tehdit ediyor. O da tek başına bütün bu hadsiz
düşmanlanyla baş edemiyor. Bundan dolayı sürekli dehşet, korku ve endişeye
hedef ve maruz kalıyor. Zaten bu şekilde yarablmasının hikmetide onu duaya,
Rabbinin himayesine sığırunaya, kısaca hayabrun gayesi olan halis bir kulluğa
sevk etmektir. İşte bu mübarek vasfı inanarak söyleyen bir mümin, bu kulluk
şuurunun farkına varmış, halis bir tevhid inanana ermiş demektir.
mümkün değildir. Bu olsa olsa mecazi manadadır. Hamdin kendisi değil, la-
zımı murattır. Yani, kullannın birbirlerine yaptıklan iyilikleri kendisine yapıl
mış gibi kabul edip, yaptıklanna karşılık bol bol mükafat vermesi demektir.
Allah yarahklanna yapılan iyiliklerden dolayı razı olur, onlara yapılan bir kö-
tülükten dolayı da gazap eder. Bir iyilik yapıldığında onu karşılıksız bırakmaz.
Allah'ın harndedenlerin en hayırlısı olması bu anlamda olabilir. Doğrusunu yi-
ne O bilir.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-4-
İzz, bazen şiddet ve kuvvet, bazen de değer yüksekliği veya nadir olmak
anlamianna gelir. Allah'ın bu vasfını tarif eden zatlar, bu manaları göz önünde
tutarlar. Alimierin her biri, kelimenin bir yönü üzerinde ağırlıklı olarak dur-
muşlar. Kimisi, "Kendisine üstün gelinemeyen güçlü", "Kimisi eşi ve benzeri
44 • Kur'In ve Hlkmrt 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI
olmayan", kimisi, "İrade ettiği hiçbir şey kendisine imkansız olmayan, cezalan-
dıraca~ ve intikam alaca~ hiç kimsenin elinden kurtulamadı~" şeklinde ta-
rumlamışbr.
Cemal ise güzellik, lütuf ve ihsan ile tecelli demektir. Allah sonsuz cemal
sahibidir. Kainattaki göze çarpan, bir güldeki ebru, bir kelebe~ kanadındaki
desen, gökyüzündeki muhteşem ve büyüleyici manzara, insan simasındaki çe-
kicilik vs. hep O'nun o sonsuz cemalinin tecellisidir. Aynca O'nun lütf ve ih-
san ile tecellisi de sonsuzdur.
Allah'ın bazı isimleri izzet ve celal, di~er bir kısmı ise cemal ifade ederler.
İşte, "Ey izzet ve cemal kendisine ait olan!" diye yalvardı~a, bu iki gurup
isimleri zab üzerinde toplayan Yüce Yaraha'yı ça~rmış, O'nun himayesine sı
ğınmış oluyoruz. Çünkü di~er yarahklardaki izzet ve güzellik hep O'nunizzet
ve güzelliğinin gölgeleri ve tecellileridir. Yoksa kendilerinden ve hakiki değil
dirler. Aynaya yansıyan güneşin aydınlık ve parlaklığından farksızdır. Ayna
kınlsa da güneşin güzellikve parlaklı~ devam eder. Ama güneş, ışığını ayna-
dan çekse ayna siyah ve karanlık kalır.
, 61 • ,J • ,J. ,,
Kudret, güç, takat, kuvvet ... gibi anlamlara gelir. Kudret, Allah Tei.la'ya
mahsus ezeli ve ebedi ve bütün kainab kuşatan bir sıfattır. Bediüzzaman, Al-
lah'm kudreti karşısında mahlukabn durumunu şöyle açıklar: "Arkadaş! Bir
kelime-i vahidenin işitilmesinde, bir adam, bin adam birdir. Yaradılış husu-
sunda -Kudret-i Ezeliyeye nisbeten- bir şey bin şey birdir. Nev' ile fert arasın
da fark yoktur." (Mesnevi-i Nuriye)
Yüce Allah'ın her şeye gücü yeter. Allah'ın gücü için bir sınır yoktur. Uçsuz
bucaksız uzayda, sayısız yıldız ve gezegenleri boşlukta tutan, birbirine çarp-
hnnadan döndüren, ısı ve ışıklarını sağlayan Allah'ın her şeye gücü yeter. Öte
yandan, rakamlara bile sığmayan sonsuz atom ve molekülleri şekilden şekle
sokarak bunca canlı ve cansız varlığı yaratan Allah'ın gücüne hiçbir şey engel
olamaz. Allah dilerse var ettiği bu evreni içindekilerle birlikte bir anda yok
eder. Her sene bahan bir çiçek demeti ve bir nimet sofrası gibi önümüze seren
Allah'ın neye gücü yetmez ki?
Allah aynı zamanda kemal sahibidir de. Kemal, sözlükte mükemmellik, ol-
gunluk, erginlik, fazilet, değer ... anlamlarına gelir. Buradaki manası ise, bütün
güzel sıfatlarla muttasıf olmak demektir. Allah gerçekten bütün güzel sıfatlan
Kendisinde bulunduruyor. Bediüzzaman kainattaki varlıklardan hareketle Al-
lah'ın kemalatını şöyle açıklıyor:
yan tek ve biricik büyüktür. (ElmaWı, Tefsir, 13:9'un tefsiri) Kebir vasfı daha
önce açıkladığımız Azim vasfıyla yakın anlamdadır. "Allah, göklerde ve yerde
yücelik sahibidir. O, Aziz' dir, Hakim' dir." (45/37)
Kebir vasfı beş ayet-i kerimede el-Aliy ismiyle (4:34; 22:62; 31:30; 34:23;
40:12) bir ayette de el-Kebiru'l-Muteal şeklinde geçmektedir. (13:9)
Uzun zaman yaşamış kimselere, yaşlı anlamında "kebir" denildi~e göre,
varlığının başlangıa ve sonu olmayan Allah için bu vasfın kullanılmasının ne
kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılır.
Bir sanat eseri ortaya koyan mimara, ressama, hattata; bir buluş gerçekleşti
ren mfıdde büyük vasfı verilirse, sayısız sanat eserinin sanatkan, hadsiz var-
Iıkiann yarahası olan Allah' a büyük denilmesi ne kadar da yerindedir.
kökünden türetilmiş bir sıfathr. Bu isim de aynı kökten gelen ve daha önce
açıklamasını yaptığımız el-Ali ismi gibi, ''Yücelik ve hükümranlıkta Kendisine
eşit ve Kendisinden daha büyük bir varlık bulunmayan; mutlak anlamda yüce
olan, övgüyelayık bütün üstün nitelikleri Kendisinde toplayan, yergi ve eksik-
lik ifade eden bütün menfi sıfatiardan da münezzeh bulunan kemal sahibi, ulu
ve en yüce varlık" anlamianna gelmektedir.
Kısaca,el-Müteali ismi Allah hakkında kullanıldığında, O'nun çok ileri de-
recede yüce ve üstün olduğunu ifade eder. O'nun, kainattaki bütün kusurlar-
dan ve dalalet ehlinin batıl ve asılsız fikirlerinden münezzeh, beşeri tasavvu-
run tahayyül edeceği her şeyin ötesinde ve üstünde olduğunu belirtir.
Allah, Zit'ı itibariyle çok yüce, sıfatlan itibariyle yarahklanyla mukayese
edilemez derecede üstündür. O, genişliği k.iinahn ömrü kadar ışık yıllanyla
ölçülebilecek şu uçsuz bucaksız uzayı, içindeki bütün güneş, yıldız ve geze-
genleriyle yaratan, onlan bir ordu gibi takımlara, bölüklere, taburlara, alaylara
ayıran, hepsini disiplin içerisinde sevk ve idare eden, gerekli bütün ihtiyaçlan-
nı temin edendir. öte yandan, sayı ve sınıra sı~az atomlan özünde birer gü-
neş sistemi gibi yaratıp daha sonra onlan sayısız bitki, hayvan ve insan vürut-
lannda, cisim ve madenierde şekilden şekle sokan, kısaca bunlan bir başka
yönden muhteşem bir ordunun neferleri misali teşkilatlandınp çalışhrandır.
Bütün bu icraatlan düşünüldüğünde O'nun nasıl da bütün hayal ve düşünce
lerin ötesinde, aşkın ve yüce bir varlık olduğu ve O'nu ancak kendisinin bil-
dirdiği ve sanat eserleri üzerinde tecelli ettiği ölçüde taruyabileceğimizi anlıyo
ruz.
Kur'an'ın ifadesiyle, "0, görülmeyen ve görülen her şeyi bilen büyük ve
yücedir." (13:9) "0, gözleri idrak ve ihata ettiği halde gözler O'nu idrak ede-
mez. O, ilmi her şeye nüfuz eden ve her şeyden haberdar olandır." (6:102) "0,
eş ve evlat edinmekten münezzehtir." (72:3) "Dereceleri çok yüksek olup, O'n-
dan başka ilah yoktur ve O yüce Arş'ın sahibidir." (23:1 16) "0, müşriklerin
söylediklerinden nihayet derecede münezzeh ve yücedir." (17:42) "0, her şeyi
duyan ve gören olduğu halde O'na benzeyen hiçbir varlık yoktur." (42:11)
Alimler, yüce Allah'ın bu vasfıru şu güzel cümleyle formülleştirınişlerdir:
"Küllu ma hatara bibalik, fe'llahu Teala gayru zalik = Hatır ve hayaline her ne
gelirse, bilesin ki Allah Teala o değildir."
İnsana düşen, Allah hakkındaki inanç ve düşüncesini yine O'nun bildirdiği
ölçülerle şekillendirmek ve bunun ötesine geçmemektir. Aksi halde haktan
sapmış, haddini aşmış ve kendisini büyük bir inanç kaosuna maruz bırakmış
olur.
48 • Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI
Allah hakkında Şedid vasfı hiçbir zaman tek başına ve başka bir kelimeden
mücerred olarak gelmez. Ancak muzaf (tamlanan) olarak gelir ve aslında mu-
zaf olduğu mefhumun vasfıdır. Allah Şedidü'l-azab'dır. Yani azabı şiddetli
olandır. (2:165) Şedidü'l-mihaldır. Yani, (Hz. Ali'ye göre) yakalaması şiddetli
veya (Mücahid' e göre) kuvveti şiddetlidir. (S. Yıldınm, s. 246)
Allah'ın gerçekten hem kuvveti ve hem de suçlulan yakalaması çok şiddet
lidir. Allah'ın kudretinden kim dışan çıkabilir? O'nun kıskıvrak yakalayışın
dan kim kaçıp kurtulabilir?
r , . , eJ.:.s- y. .
~-~,, ,~. ~, ~ ,~
0 y~
' ı:.r-> ~
~ ':t
Bu vasıf da Allah'ın büyük bir icraabna işaret ediyor. Allah'ın azametini ifa-
de ederken, aynı zamanda insan gözünde büyük bir tefekkür ufkunu da açı
yor. O da safi, berrak ve açık hava boşluğunda çok kısa bir zamanda yağmur
yüklü bulutlan bir emirle oluşturup bir ordu gibi vazife başına sevk etmesidir.
Rahmet adı verilecek kadar faydatarla donahlmış trilyonlarca ton yağmuru
damla damla o buluttan sağmasıdır. Bu ifadeyle Yüce Rabbimiz, sulann buhar-
Jaşmasıyla başlayan ve bir sürü ince ve hayret verici fiziki muamelelerle de-
vam eden ve sonunda rahmet yüklü birer kervan gibi oradan oraya koşan ve
dudaklan çatlamışcasına suya hasret kalmış topraklan gördüğünde adeta göz
yaşlannı tutamayarak ağlayıp o topraklan çiçekler ve yeşilliklerle güldüren bir
bulutun oluşum hikayesini bir film şeridi gibi gözler önüne seriyor. Bu rumle-
yi söyleyen bir müminin Rabbine karşı muhabbeti ve O'na itaat etme arzusu
ne kadar da enginleşir. Buna mukabil Allah'ın bu halis kalbden kopup gelen
yakarışiara icabeti ne kadar da sürat kazanır!
0
,
~, ~
- ............. -
,;; ,-:,
)81
, , ıJ~\11 ıJ~\11 ~1 \1~ 41~\1 ~!li~
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-5-
dığıru itiraf etmekte ve hadsiz acz ve ihtiyac O'nun nazar-ı rahmetini celbet-
mektedir.
~ ...
5/2. Ya Mennin! 0 0G Ç
Mennan, ihsaru bol, çok nimet veren anlamındadır. Allah'ın kullanna olan
nimetleri gerçekten de sayınakla bitmez.
Bir insan olarak her birimizin elinde o kadar çok nimet var ki, bir tanesinin
bile şükrünü yerine getiremeyiz. Örneğin, her nefes alış verişimizde Allah'a iki
can borçluyuz. Çünkü, nefesimizi alamazsak havasızlıktan ölürüz. Nefesi al-
dıktan sonra onu dışan veremezsek, yine boğuluruz. Dakikada kaç kez nefes
alıp veriyorsak, onun en az iki katı Allah' a şükretmeliyiz. Çünkü, bize nefes al-
ma imkarn veren Allah'br. Öte yandan her birimizin milyarder olduğumuz
söylense bunu garipsememeliyiz. Ne var ki elimizdeki servetin farkında deği
liz. Mesela, hangimiz, gözümüzü milyarlara değişiriz? Ellerimizi trilyonlara
satarız? Bütün dünyayı verseler aklımızı verir miyiz? Akıl olmadıktan sonra
bütün dünya bizim olsa ne önemi var ki? Diğer canlılar da tek tek buna kıyas
edilse Allah'ın kullanna ne büyük lutuflarda bulunduğu daha iyi anlaşılır.
İşte bütün bu nimetleri veren Allah, zahnı Mennan diye nitelendirmiştir.
Mennan kelirnesinin, "yaptığı iyiliği başa kakan" anlamı varsa da bu Allah
için söz konusu değildir. Çünkü bu kötü bir sıfattır. Allah verdiğini karşılıksız
olarak verir ve hiçbir zaman kullannın başına kakmaz.
~ ...
5/3· Ya Deyyin! 0 0~:> Ç
Bu ismin iki anlamı vardır: 1. Yaratıkianna baş eğdiren, onlan zat'ına itaate
mecbur eden. Bu anlamıyla Kahhar ismiyle büyük bir yakınlık gösterir. 2. Kul-
lannın yaptıklannın karşılığını eksiksiz veren. Hiçbir arneli boşa çıkarmayan.
Bu anlamıyla da Kadi, Hakim ve Hasib isimleriyle yakınlık arzeder.
Allah, bu iki anlamıyla da tam olarak Deyyan ismine layıktır. Çünkü mik-
roptan file, sinekten gergedana kadar bütün canlılan, zerreden güneşiere ka-
dar da bütün cansızlan emirlerine boyun eğdirmiştir. Hiçbir şey O'nun izin ve
itaatinden zerre kadar dışan çıkamaz. İnsanlara ve cinlere imtihan gereği kısmi
bir serbestlik vermiştir. Onların kötü olanlannın İlahi emirlerin dışına çıkması
yine Allah'ın kudreti ve bilgisi dahilindedir. İstediği anda istediği düşmanını
kahreder ve itaab dairesine çeker.
İkinci anlamıyla da Allah Deyyan'dır. Kullannın hiçbir yaptığını boşa çıkar
maz. Bütün arnellerini kaydeder. Kısmen dünyada, geri kalanını ise ahirette
tam olarak karşılıklandınr. İyiliğin mükafatını, kötülüğün ise cezasını verir.
52 • Kur'In vt Hikmet llıgında CEVŞEN ŞERHf
Ahiret için Din (Cez~) Günü denmesinin sebebi, o gün Deyyan isminin tam
olarak tecelli etmesi, Ilahi adaletin bütün ihtişamıyla ortaya çıkmasıdır.
~ .~
Allah, zahyla zabna delalet eder. Allah'ın akıl gözünün önüne serdiği sayı
sız deliller olmasaydı, O'nun ne olduğu bilinmezdi. Allah'ı, O'nun bildirdiği
ve yol gösterdiği biçimde tanımak gerek. Aksi halde O'nu tanıyorum diye,
başka ilahiann peşinetakılmak kaçınılmaz olur. Hakkı ararken bahlm kucağı
na düşülmekten kurtulunmaz.
Kur'in ve Hikmet ı,ıQındl CEVŞEN ŞERHI • 53
.. , • .J
Sübhan'm başka bir anlamı daha vardır. O da, Kendisine do~ süratle ko-
şulan ve emirlerine itaatte acele edilen demektir. Kamat deryasmda her varlık
denizlerdeki balıklar gibi O'na do~ru kulaç ahp yol alır, her ruh engin rahmet
okyanusunda O'nun huzuruna doğru yüzer.
,
s/8. Ya Müsteint 0 .J~ Ç
Müstean vasfı Kur'an'da iki yerde geçer. İkisi de mutlak manadadır. Yani
sebepler tükenip kesilince, sadece Allah'tan yardım istenilerek O'na yönelmeyi
bu ayetler öğretir. Birinde, Hz. Yakub'un oğulları, Hz. Yusuf'un kana bulanmış
gömleğini getirip, onu kurt yediğini söyleyince o: "Sabır güzel şeydir. Anlattık
lanmza karşı Müstean ancak Allah'br!" der. (12:18) Razi, bunu Fatiha'da geçen
ve "Ancak Sana kulluk ederiz" ifadesinden sonra yer alan "Ancak Senden yar-
dım dileriz!" ayetine benzetir. (Razi, a.g.e., XVIII, 106) Yani, nasıl ki, kul sadece
Allah'a ibadet edeceğini söyleyince, bunu bile kendi güç ve kuvvetiyle yapa-
mayacağını, bu konuda da O'nun yardımına muhtaç olduğunu belirtmek için
"Ve ancak Senden yardım dileriz!" diyorsa, Hz. Ya'kub da "Sabır güzel şey
dir." dediğinde, buna da ancak Allah'ın yardımıyla muvaffak olunabileceğini
belirtmek istiyor. Öbürü ise, Hz. Muhammed'in dilinden dökülen bir münacat-
ta geçer: "Peygamber: 'Rabbim! (Kavmimle) aramızda hakla hükmeyle. Söyle-
diklerinize karşı Müstean ancak Rahman Rabbimizdir." (21:1 12) Bu vasıf, iki
peygamberin niyazmda yer alan ve bilhassa duada anılması telkin olunan bir
isimdir.
Her varlık, her şeyinde ve her işinde Allah'ın yardımına muhtaçtır. Ya
ihtiyac-ı fıtri, ya ısbrar lisanı veya sözlü olarak O'ndan yardım diler. Bütün ka-
inattan Allah'ın dergcihına doğru bir dua, niyaz ve yakanş akar durur. Çünkü,
hiçbir varlık hiçbir an O'ndan ihtiyaçsız kalamaz. O gerek toplu olarak ve ge-
rekse fert fert varlıklardan yardımını bir anlık çekse her şey derhal yok olur.
O'nun için farkında olalım veya olmayalım, her an Allah'tan yardım istemekte
ve dergcihına sığmmaktayız. O bütün dualann ve yardım dileklerinin tek kapı
ve kıblesidir.
Eman, hıfz, himaye, imdat, yardım, emniyet ve güven anlamlarına gelir. Al-
lah' ın eman sahibi olması, yarahklarına karşı her türlü hıfz, himaye, imdat,
yardım imkanına sahip olduğunu; onlan her türlü korku ve tehlikeden emin
kıldığını ifade eder. Allah'ın kullarına imdadı olmasa ve onlan her türlü tehli-
ke ve korkudan emin kılmasaydı bir saniye olsun hayatta kalmak mümkün
olur muydu. Çünkü hayat baştan başa tehlikelerle doludur. Hayat ve hayattaki
her yaratık bir oluşun ifadesidir. Bir şeyin var olabilmesi ve varlığını sürdüre-
bilmesi, her an İlahi imdadı gerektirir. Vücudumuzdaki hücrelerin gıda ihti-
56 • Kur'an we Hikmet lşıOında CEVŞEN ŞERH i
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-6-
, ~ .
0 ~: ;.1ı..~ :~ ~ 2 1Y:;.. ç
6/ı. Ey her şeyin, azameti karşısmda mütevaziyine boyun eidili!
Allah öyle bir kudret ve azarnet sahibidir ki, istisnasız bütün varlıklar
O'nun büyüklüğü karşısında teslim olur, boyun e~er, itaat eder.
Milyonlarca seneden beri güneşimizin bir lamba ve soba olarak hayata hiz-
met etmekte bir anlık kusur etmemesi, ayın bir takvim ve gece lambası olarak
mütevazıyane çalışması, dünyamızın bir kaç hareketiyle hem mevsimleri, hem
gece ve gündüzü netice verecek şekilde bıkıp usanmadan bir mevlevi gibi dö-
nüp durması; öte yandan bitki ve hayvanlardan her birinin hayat programlan
çerçevesinde bir an bile görevinden geri kalmaması büyük bir tevazu, mahvi-
yet ve itaatkarlı.kla hayat sahnesinde vazifelerini sürdürmeleri bu İlahi vasfın
ne kadar doğru ve geniş muhtevalı olduğunu göstermeye yeter.
Zerrelerden yıldızlara kadar her şey, O'nun ezeli kudretine karşı nihayet
derecede itaatkar ve musahhardır. En büyük şey en küçük şey gibi o kudrete
Kur'In •e Hikmet Jııgında CEVŞEN ŞERH! • 57
boyun e~er. Baharda, koca yeryüzü bir bahçe gibi, bahçe bir saksı gibi kudreti-
ne boyun eğerek neşv ü nemaya mazhar olur, hadsiz bi~ki, çiçek ve canlılarla
donanır. Bir baharda yarathğı karasineklerin sayısı Hz. Adem'den tutun ta kı
yamete kadar gelip geçecek bütün insaniann sayısından daha fazladır.
Işı~ saniyedeki hızı 300 bin kilometredir. Yaratıldığı günden beri ışığı bize
doğru geldi~ halde henüz dünyarmza ulaşmayan yıldız ışıklan vardır. Karna-
tın genişliğine bu örnekle bir derece bakılabilir. İşte böylesi uçsuz bucaksız bir
kainattaki rakamlara sı~az yıldız, gezegen ve sistemleri ayakta tutan, birbiri
etrafında ve iç içe döndürerek birbirine çarptınnayan, her birisine gerekli ener-
ji ve yakıtı aksatmadan sağlayan bir Kudret' e hangi varlık boyun e~ez?
Öte yandan sayısız atom, molekül ve elementleri seferber ederek hadsiz
canlı varlıklarm hücre, doku ve vücut sistemlerini dokuyan bir kudrete hiçbir
şey ağır gelir mi? Elbette hayır!
. ,
0 ~~:~jbj~:;ç
6/3· Ey her şeyin, izzetine tevazuyla boyun eğdiği!
İzzet, bazen şiddet ve kuvvet, bazen değer yüksekli~ veya nadir olmak an-
lamlanna gelir. Kısaca ABah'ın izzet sahibi olması, Kendisine üstün gelineme-
yecek derecede güçlü olması, eşi ve benzeri olmaması, irade ettiği hiçbir şeyin
kendisine imkansız bulunmaması, cezalandıracağı ve intikam alacağı hiç kim-
senin elinden kurtulamaması demektir.
Bu anlamda aziz olan Allah'ın izzeti karşısında her mahluk sonsuz bir
mahviyet ve hiçlik içindedir. O'nun izzetine dayanmayan her şey zelil, değer
siz ve önemsizdir. Mahlukatta görülen izzet panltılan da O'nun sonsuz izze-
tinden birer akistir. Onun içindir ki, bütün yaratıklar sonsuz bir zillet ve mah-
viyet içinde O'nun sınırsız izzeti karşısında boyun eğer, itaat ederler.
Bu vasıfta
geçen "Dane" fiilinin mastan "devn" ve "dun" gelir. Manası ise,
değersiz,hakir ve zayıf oldu; boyun eğdi, son derece ittat etti, şeklindedir.
(Mu'cemu'/-Vasit, c. 1, s. 305)
Bu tanımlar ışığında bu vasfı şöyle açıklamak mümkündür: Havf ve haşyeti
albnda her şey, nihayet derecede zelil ve itaatkardır. O'nu tanıyan ve bilen kişi,
kendi nihayetsiz hiçliğini, aczini, fakrmı ve zilletini anlamakta gecikmez. Bu-
nunla da kalmayarak O'nun bütün emir ve hükümlerine kayıtsız şartsız teslim
olur. O'na itaatsizliğe ve hele fani vücudunda bir varlık hissetmeye asla cesaret
edemez. O'na dayanır, O'na güvenir, bütün hayat yükünü O'nun kudret ve
Kur'An ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 59
rahmet gemisine bırakır, O'nun kendisinden istedi~ yapar, gerisine hiç ka-
nşmaz. Böylece sonsuz bir huzur ve rahatlık duyar, saadetle kabir kapısını ara-
layarak ebedi hayata girer.
Tıpkı annesinin şefkat dolu tokatlanndan korkarak sürekli olarak O'nun
huzur dolu kucağına kendisini atan ve bir an olsun annesinin emirlerine karşı
gelmeyen yavru gibi tatlı bir korku hissiyle Rabbinin eelalinden cemaline, ga-
zabından nzasına, azabından mükafatına sığınu ...
Allah eelaliyle bir yere tecelli etmeye görsün. O böyle tecelli etti~ an karşı
sındaki nesne büyük bir dağ bile olsa korkusundan paramparça olur. Nitekim
A'raf Suresi'nin 143. ayetinde belirtildiği gibi, dağa tecelli edince onu param-
parça etmiştir. Hz. Musa da bu manzara karşısında kendini tutamayarak ba-
yılmış, kendisine geldiğinde şöyle demişti: "Seni noksan sıfatiardan tenzih
ederim, Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim."
Yine Haşr Suresi'nin 21. ayet-i kerimesinde şöyle buynıluyor: "Eğer biz bu
Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğe
rek, paramparça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye ve-
riyoruz."
Dünyamızda yaşayan mahlukabn yukansında kalan her şey sema diye nite-
lendirilebilir. Bu taruma göre, atmosfer tabakalanndan tutun da uçsuz bucak-
sız fezalarda birer top mermisi gibi uçuşan ve birbirine çarpmadan hareket
eden sayısız yıldız ve gezegenler hep sema kapsamı içine dahildir. Belki de bi-
zim tarafımızdan görülen bütün yıldızlar birinci kat semada yer alırlar ve bu-
nun dışında daha alb kat sema daha vardır. Allah'ın mülkü genişti.r. Bu gök-
yüzü gibi daha başka gökleri de içine alabilir.
İşte Allah öylesine sonsuz bir ilim, hikmet ve kudret sahibidir ki, başta at-
mosferimiz olmak üzere sayısız yıldız, gezegen ve sistemleri varlıkta ve ııyakta
tutar. Emrinde büyük bir itaat içerisinde çahşbnr. Yok olup gitmekten muha-
faza eder.
Mesela, dünyamızı saran atmosfer, eğer Allah'ın emir ve koruması sayesin-
de olmasaydı bir an olsun varlığını sürdüremezdi. Top mermisinden daha hızlı
yol alan dünyamızın etrafından dağılır, uçsuz bucaksız fezada kaybolurdu. O
60 • Kur'.ln ve Hikmet II•Oında CEVŞEN ŞERH İ
. . ,'...., JAI, ,
~ ,.,,, . , ,,
"
0 ..,....-~ ...
ıS~
, J ıJA ':!
6/ıo. Ey memleketinin ahalisine zulmebneyen!
Kainat Allah'ın memleketidir. Yani hüküm ve saltanatının tecelli yeridir.
Burada yaşayan bütün varlıklar da o saltanatın sahibi sultanın himayesi altın
da hayat süren birer raiyyet ve ahalidir. Allah'ın, memleketinin ahalisine zul-
mebnesi, onlann hakianna tecavüzde bulunması düşünülemez. Çünkü O, sa-
dece memleketin de~il, ahalinin de yarahası, sahibi ve çekip çeviricisidir. On-
lara ait ne varsa hepsi O'nundur. Onlar, hem O'nun mülkü, hem memlUku ve
hem de mülkünde çalışan hizmetkarlandırlar. Yani kısaca onlann Allah'a karşı
hak dava etmeleri haksızlık olur.
öte yandan Allah, Adil-i Mutlak'br. Zulmü kendine haram kılmıştır. K.ii-
natta her şeyi yerli yerince yaratması, her varh~ layık oldu~ cihaz ve duyu-
lada donatması, her hak sahibinin hakkını mükemmel şekilde belirleyip hima-
ye etmesi O'nun sonsuz adaletinin en açık öme~ de~ midir? Allah bizzat kul-
larına zulmetmekten münezzeh oldu~ gibi, onların haklannı birbirinden al-
mamaktan, birinin öbürüne zulmetmesine göz yummaktan da son derece mü-
nezzeh ve alidir. Ahiretin icadı bu zulümleri temizlemek ve haksızların cezası
nı vermek içindir.
-7-
Bütün canlıların bütün arzu, emel, ümit ve ihtiyaçlarının ilk ve son mercii
Allah Teala' dır. Özellikle insanların sonsuza kadar uzanıp giden arzu ve emel-
lerini karşıtayabilecek yalnız O'dur. Özellikle sebepler bütün bütün sükut
edip, insanın hiçbir dayanağının kalmadığı naçar kaldığı anlarda o sonsuz
ümit kaynağı bütün parlaklığıyla tecelli eder. Karanlık gecede, uçsuz bucaksız
bir deryada, balığın karnma düşen Hz. Yunus'un hali buna en açık örnektir.
Esbap (sebepler) bütünüyle devreden çıkınca Ehadiyet sırn tecelli etti ve tek
bir ümit kapısı kaldı. O kapı da böyle anlarda ardına kadar açılıyor. Yeter ki
kul, bunun şuurunda olsun ve o kapıyı niyaz ile çalsın.
Kul, Allah'a karşı daima ümitli olmalıdır. Rahmet esintilerini her an bekle-
melidir. Fakat azabından da asla emin olmamalıdır. Bu dengeyi korumak çok
önemlidir. Bir tek kişinin Cennet'e gideceği söylense insan o kimsenin kendisi
olabileceğini ümit etrneli, bir tek kişinin de Cehennem'e ahlacağı söylense bu-
nun da kendisi olabileceğini düşünüp korkmalıdır.
Kur'in ve Hikmet llıOında CEVŞEN ŞERH i • 63
Allah'ın ata, lutuf, ihsan ve bağışianna nihayet yoktur. Her varlık özellikle
canlılar ve hele insan O'nun nimet ve ihsan deryası içinde yüzmektedir. Al-
lah'ın bağış ve nimetlerini değil tek tek, toptan bile sayıp bitirmek mümkün
değildir. Mesela, vücudumuzdaki her bir hücre, doku, organ, duyu ve duygu
bizim için birer nimettir. Ayrıca her birisi yine Allah'ın nimeti olan hayat şart
ları ve nzıklarla varlıklarını sürdürüyorlar. Mide bir nimettir, mideyi okşayan
ve kupkuru bir topraktan yaratılan sayısız yiyecekler ayrıca birer nimettir. O
nimetierin ortaya çıkmasına vesile olan yerküresi biz insanlar için üçüncü bir
nimettir. Yerküresinin güneş sistemi içerisinde şu andaki yerini ve ahengini
bulup sürdürmesi başka bir nimettir. Kısaca nimetler bir gül goncasının yap-
raklan gibi bizi sarıp sarmalamıştır. Böylesine bize nimet eden bir zabn bağış,
ihsan ve lutuflanna nihayet olabilir mi?
Hele Kur'an öyle bir hediyedir ki, bütün hediyeler onunla değer kazanır. O
Kur' cin'ın bize ta nereden gönderildiğini ise akıl ve id rak, anlamak ta güçlük
çekmektedir. Böylesi eşsiz hediyelerle bizi ağırlayan Rabbimize sonsuz şükür
ler olsun!
<?, bü.~ canlılarm ömür sürelerini belirleyen, ecellerini tayin eden, hayat
vazıfelenru tamamlayan her canlının. önceden kararlaşbrdığı ölümünü gerçek-
leştirendir.
Bizim "gönderen" diye tercüme etti~imiz "B.iis" kelimesi iki anlama gel-
mektedir. Birinci manası dirilten, ihya eden; ikinci anlamı ise bizim tercih etti-
ğimiz şekliyle, gönderen. Allah hem sayısız ordulan yoktan var edip diriltiyor.
Hem de emrinde çalışbrdığı ordularını düşmanlannın üzerine gönderiyor.
Şimdi bu gerçeği birazak açıklayalım: Göklerin ve yerin bütün ordulan Al-
lah'ındır. Bütün mevcudat türlerini birer muntazam ordu h.ilinde icad etmekte
ve emrinde çalışbnnaktadır. Her bahar yüzbinlerce zihayat ordularını ayn ayn
erzaklan, elbiseleri, cihazatlan, talim ve talimatlanyla haşredip yeryüzüne
gönderen O'dur. Bu O'nun görünen ordulan. Bir de görünmeyen ordulan var-
dır. Bunlar da sayısız ruhaniler ve meleklerdir. Allah görünen ve görünmeyen
ordulanyla dilediği kuluna yardım eder. Allah'ın bunca ordularıyla destekle-
diği kullanru yenebilecek kim vardır? O'nun sayısız ordulanndan bir tek fert
bile koca bir zorba zalimi yere serebilir. Bir sivrisinek bir Nemn'id'u öldürür.
Bir kannca bir Firavun'un sarayını yıkar. Gözle görülmeyecek kadar küçük bir
mikrop zalim bir diktatörü Cehennem' e yuvarlar.
Bedir Harbi'nde ve daha başka nice İslami savaşlarda meleklerin yardımı
görülmüş ve bunlardan alınan destekle k.ifirler ordusu darmadağın edilmiştir.
' ..1. , • .1
7/10. Ey esirleri sabveren! 0 ~Jt.::,\ll~ Ç
Allah esirleri salıveren, onlan kurtarandır. Esaret çeşit çeşittir. Nefis ve şey
tanın esareti var. Heva ve hevesin esareti var. Şüphe ve kuruntulann esareti
var. Dünya sevgisinin esareti var. Zatimiere ve diktatörlere esaret var. Hapis-
hanelere düşmek suretiyle esaret var. Düşman ordulannın elinde esir olmak
var. Allah, kullarını bütün bu esaretlerden kurtanr. Onlan Kendine aziz bir kul
Kur'in ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞEAHI • &S
yapar. Yeter ki, halis bir şekilde ve gönülden O'na müracaat edilsin, O'nun ka-
pısı dua ve niyaz ile çalınsın. Allah kendisine hakkıyla kul olanlan başkalanna
kulluktan kurtanr. "Ey esirleri salıveren!" diye niyaz eden bir mürnin yukanda
işaret etti~iz bütün o esaretleri düşünmeli ve bunlardan kurtarması için
Rabbine yalvarmalıdır. Çünkü insan bu esirliklerden bir veya birkaç tanesine
mübtela olabilir. Bunlar da özellikle manevi ve ruhani olanlan, bazen insanın
ahiret hayabm mahvetmeye sebep olur.
, - . ,. . ,.-' ' ,
0 ~81 ~ ~ ı:>t;"il ı:>t;"il ~' 'it 4lt"i ~~
-: ,
"Sen her türlü noksan sıfatiardtın münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize muın diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-8-
sözleri hep bu İlahi vaatlere birer örnektir. Allah, kullanndan aldığı vaatlerin
yerine gelmesini istediği gibi, Kendisi de verdiği sözlere mutlak derecede sa-
dık ve bağlıdır. Allah sözünden asla dönmez. Çünkü sözden dönme, ya acz-
den veya vefasızlıktan gelir. Bu ikisi de Allah hakkında muhaldir. Allah'a hiç-
bir şey zor gelmez. Verdiği her sözü yerine getirmeye kadirdi.~. O'nun, kulları
na karşı vefasızlık etmesi de mutlak kemal ve izzetine zıttır. Oyleyse Allah çe-
şitli ahitlerin sahibi olduğu gibi, bu ahitlere karşı da vefa sahibidir.
-
8/6. Ey iyilik ve ihsan sahibi! O~ Ua.;jıj ~1 1~ Ç
İyilik diye tercüme ettiğimiz, "menn" kelimesi, nimet vermek, iyilik etmek,
nza, esiri ücretsiz salıvermek vs. gibi anlamlara gelir. Ata kelimesi ise, verme,
bağışlama, lfıtuf gibi manalar ifade eder.
Fasl, sözlükte, iki şeyin arasını bir açıklık meydana gelecek kadar ayırmak
hr. (Müfredat: s. 381) Buradaki manası ise, hakla bahlın arasını ayırmak, onlar
68 • Kur'An vr Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI
,., • , • (lll
Fazlın burada kast edilen manası cömertlik, ihsan, keremdir. Ala ise, bahşiş,
hituf, nimet, ihsan demektir. Alimler "nimet" kelimesi ile "ata" kelimesi ara-
sında şöyle bir fark bulundu~u söylerler: Nimet, Allah'ın gözle görülen za-
hiri hituflandır. Ala ise gizli lfıtuflardır. Mesela, insanın eli bir nimettir. Bu elin
fonksiyonunu yerine getirebilmesi ise bir atadır. Mesela eli bulunduğu halde,
felç gibi bir anzadan dolayı eli işlemeyen bir kimsede nimet var, fakat ala yok-
tur. Bunun gibi göz de bir nimettir. Gözün görebilmesi ise bir aladır. Meyve bir
nimet, meyvenin besleyicilik özelliğine sahip olması ise aladır.
Bu vasıftan anlıyoruz ki. Allah, kullanna açık ve gizli nimetlerini karşılıksız
olarak ve sırf İlahi fazlıyla bahşediyor. Lfıtuf ve keremiyle mahlukabrun yüzü-
nü güldürüyor.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver biu eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-9-
başka kimmiş o size yardım edecek kuvvet? İnkaralar ancak derin bir aldan-
mışlık içindedirler." (67:20) Ayet, aynı surede daha önce sayılan bütün o tehli-
keler karşısında Allah'tan başka ve özellikle de O'na karşı insanoğluna yardım
edecek, onu kurtaracak hangi kuvvetin bulunabilece~i soruyor. İnsanı dü-
şünmeye sevk ediyor. Gerçekten de insan sadece kendi vücuduna Yüce Al-
lah'ın yerleştirmiş oldu~ savuruna sistemini düşünse, O yüce kuvvetten baş
ka hiçbir koruyucu ve savunucusunun bulunmadığını, O'nun yanında tesir ve
destek sahibi zannettiği varlıklarm adının bile anılmasının yersiz ve çirkin ol-
du~nu anlayacaktır. Şöyle ki:
İnsanın, insan vücudunun her türlü dış ve iç etkene karşı korurıma görevini
yapan donanımın laboratuvan kemik iliğidir. Savuruna görevini yapan hücre-
ler bu fabrikada üretilir. Üretim mekanı olarak burarun seçilmesi de son derece
hikmetli olup, dış etkenlerden uzak olma bakımından en güvenli yer burasıdır.
Kemik iliğinde, bir tek hücreden her türlü hücre yapılır. Normalde her hücre
kendine benzer bir hücre meydana getirdiği halde, bu hücre kendi genetik kar-
tını tamamen bırakarak apayn hücreler imal eder. Bir hücrenin kendisiyle ala-
kası olmayan apayn hücreler yapması kanunu, biyolojide tek istisna kanun-
dur. İşte insan, ana rahmine düştüğü andan itibaren ta dünyaya veda edinceye
kadar, hayahnın her aşamasında, gerek dış ve gerekse iç düşmanianna karşı
son derece hassas biçimde ve binbir özenle konınmaktadır. Anne rahminde
plasenta içerisinde dış etkilerden son derece uzaktır, dünyaya gözünü açtığı
anda, sözünü ettiğimiz dahili savunma sistemiyle donatılmış haldedir, dünya
gezegeni üzerinde de tıpkı anne rahminde olduğu gibi, bu defa da, atmosfer
denilen koruyucu zırhla, uzaydan gelen sayısız tehlikeli etkeniere karşı korun-
makta ve gözetilmektedir. Bütün bu koruma ve gözetimierin ne derece rahmet
ve şefkatle yürütüldüğü göz önüne getirildiğinde, ayette özellikle Rahman is-
mine yer verilerek, "Rahımin'dan başka şu sizi koruyacak kuvvet kirnmiş?"
şeklindeki vurgunun ne kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hadislerde
de "mani"' bu manada kullanılmıştır.
Allah'ın zatını bu sıfatla nitelendirmesirıin daha pek çok gerekçeleri vardır.
Mesela, akılları, Zat'ını idrakten menetmektedir. Hiçbir akıl O'nu tam olarak
idrak edemez.
Aynca, itaatkar kullarını sürekli müdafaa ve muhafaza eder, düşmanlarının
onlara bir zarar vermesine fırsat vermez. Dünya imtihanının gereği geçici ola-
rak zarar görseler veya mağlup edilseler de nihai zafer onlarındır.
Yine Allah, kullarına dilediğini verir, dilediğini onlardan meneder. Yani
hikrneti gereği bazı şeyleri onlardan esirgeyerek vermez. Doktor, hastasına
perhiz tutturarak bazı gıdaları vermediği gibi, Allah da sevdiği bazı dostlann-
dan dünyalık bazı güzel gibi görünen şeyleri esirger.
Kur'~n ve Hikmet 11ıQında CEV~EN ~ERHI • 71
Her varlık, her şeyinde ve her işinde Allah'ın yardımına muhtaçtır. Ya fıtri
ihtiyaç, ya zorda ve d arda kalmışlık lisanı veya sözlü olarak O' dan yardım di-
ler. Bütün kiinattan Allah'ın dergMuna doğru bir dua, niyaz ve yakanş akar
durur. Çünkü hiçbir varlık, bir an olsun O'ndan müstağni kalamaz. O, gerek
toplu olarak ve gerekse fert fert varlıklardan yardırnmı bir anlık çekecek olsa,
her şey derhat yok olur.
İrademiz dışında bize bu kadar fayda ve iyilik kaynak ve imkanlannı sağla
dığı gibi, bir de, irademizle izlememiz için önümüzde bir iman ve İslam yolu-
nu açarak, dünyada ve ahirette bizi ihya edecek hayat düsturlannı elimize ve-
rerek de bize sonsuz fayda ve iyiliklerde bulunmuştur.
O, bize emanet olarak verdiği canımızı ve malımızı, duyu ve duygulanmızı,
varlık ve iınkanlanmızı Cennet karşılığında bizden sabn alarak bize ikind bir
kez de fayda dakundurmak istemektedir. Bu alış verişte, bizden sahn almakla,
imk.inlanrnızı elimizden almamakta, sadece Kendi nzası dairesinde kullanma-
Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI • 73
İşiten ve dinleyen anlamına gelir. Allah bu vasfıyla, gizli ve açık bütün ses-
leri, fısılblan ve sessiz feryatlan, hal ve lisanla edilen bütün dua, yalvanş ve
yakarışlan işitir ve en uygun karşılıklarla cevap verir.
Sani', sanatkarca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren anla-
mına gelir. Gerçek Sani' Allah'br. Çünkü doğrudan doğruya, hiçbir şeye muh-
taç olmadan her şeyin aslını, esasuu ve teferruatını yapan, akıllan hayrette bı-
74 • Kur'In ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH!
rakacak güzellikte yaratan O'dur. O'nun bütün sanatlan son derece ustaca w
mükemmeldir.
Kainat ve içindeki bütün varlıklar Allah'ın bu sıfahnı ispat etmektedir:
"Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir uluhiyyet
vermek lazımdır. Mesela, Ayasofya'nm barusi inkar edildiği takdirde her bir
taşı mimar olması lazım geliyor. Öyle ise, kainahn San i' a olan delaleti kendi
nefsine olan delaletinden daha vazıh, daha zahir, daha evladır. Öyle ise k.iina-
bn inkan mümkün olsa bile, Sani'in inkan mümkün değildir." (Mesnevi-i Nüri-
ye)
Şu kainat sanki bir sanat sergisidir. Her şey son derece harika, mükemmel
ve gözkarnaşbncı sanat ve güzelliktedir. Nihayetsiz bolluk ve çeşitlilik bu sa-
nat eserlerinin değer ve kalitesini düşürmüyor. Bir bahardakuru bir topraktan
yaratılan sayısız gül ve çiçeklerin istisnasız sanatlı ve göz alıcı olması bu ger-
çeği ispata yeter. İşte kainat, içindeki sanat eserleriyle birlikte Sanatkarlarının
büyüklüğünü haykınyor. Bütün insanlan O'na imana ve itaata çağınyor.
Şafi', şefaatçı,
suçlarm affedilmesi için yardım eden demektir. Şefaat ise,
günahkar müminlerin affedilmeleri ve ilaatlı müminlerin ise makam ve dere-
celerinin yükselmesi için yapılan araalık anlamına gelir. Bu, yine Allah'ın iz-
niyle başta Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m.) başta olmak üzere, diğer peygam-
berler, salih insanlar, ilmiyle amel eden alimler tarfından gerçekleşecektir. Bu
sıfahn Allah hakkında kullanılması ise, ihtiyac-ı mutlak içindeki canlılara ve
özellikle insana rahmetini şefaatçı yapıp onlan gazap ve azabından muhafaza
etmesi, iyi olanlannın mertebesini daha da yükseltmesi, işaret ettiğimiz mak-
bul kullannın şefaatlerini kabul etmesi sebebiyledir.
Aynca Yüce Allah bazı kullarını affetmek istediğinde, o kulun üzerinde kul
hakkı varsa, hak sahibini memnun ederek hakkını aifettirir ve ikisini birlikte
Cennet'ine koyar. Bu da bir bakıma Allah'ın hak sahibi nezdinde başka bir ku-
lunu affettirmek için aracı ve şefaatçı olması anlarnma gelebilir. Allah böylece
kullarının arasını bulur, düzeltir ve iki tarafı da rahmetine mazhar kılar.
Gazali'ye göre birbirine benzeyen veya birbirinden çok farklı, hatta birbiri-
ne zıt olan birçok unsurun tam bir ahenk, nizarn ve düzen içinde birleşerek bir
kosmos oluşturan bu alem, Allah'ın Cami' isminin tecellisi ve terkibinin eseri-
dir. Mesela, gökleri, yıldızları, havayı, yeri, denizleri, hayvanlan, bitkileri ve
çeşitli madenieri bir arada toplamışhr. Bütün bunların şekilleri, tatlan ve diğer
vasıflan ayrı ayndır, birbirlerine benzemez. Böyle olduğu halde onlan bir sis-
tem içerisinde bir araya getirmiştir. Hayvanların bedeninde kemikleri, sinirleri,
damarlan, adaleleri, beyni, deriyi, kanı ve diğer unsurlan bir terkiple bir araya
getirmesi de böyledir.
Bu ismin bir tecellisi de, cemiyetin çekirdeği olan ailedeki eşler ve çocuklar-
dan tutun, ta kabile ve milletiere kadar Allah'ın kalpleri uzlaşhnp birleştirme
si, böylece birbirleriyle kaynaşan, yekdiğerine ısınıp ilifet eden, amaç birliği
yapabilen oluşum ve birliktelikleri sa~lamasıdır. Allah. insaniann gönüllerini
ya sevgi ve şefkat ba~ veya menfaat ve amaç ortaklığı gibi görünmeyen iplerle
birbirine bağlamasaydı, hiçbir birliktelik ve organizasyon olmaz, insanlar bir
arada yaşayamaz, her biri hpkı insanlar gibi birer topluluk olan di~er canlı tür-
leri birlikte hareket edemez, herkes ve her şey tek başına yaşamaya kalkışır, ipi
çekilip alınmış tesbih taneleri gibi fertler dağılır, hayatın tadı kaçar, hatta belki
de hayattan eser kalmazdı.
76 • Kur'In vr Hlkmrt JııOında CEVŞEN ŞER HI
Allah'ın bu~ ~ilen bir mümin, Rabbine kulluk yolunda kendini topar-
lamaya ~ır;~ ~y~t, arzu, duygu ve düşüncesini bu noktada yoğunlaş
tınnaya ozen gosteru. Ote yandan, iç dünyası veya dış görünüşüyle ilgili ne
kadar dini edep ölçüleri varsa hepsini kendisinde toplamaya gayret eder. Böy-
le bir mümin, sırf kendisi için yaşamaz, bilgisi, ilgisi, güzel niyeti ve faydalı ol-
ma arzusuyla bütün müminleri, hatta bütün canWar alemini kucaklar. Allah'ın
insanlan toplamak istediği çizgide toplamaya, böylesi birlikteliklerde yer al-
maya özen gösterir.
el-Visi', nimet ve keremi her ihtiyao olana kafi, bol bol ihsan eden, ilmi
cümle eşyayı içine almış, nzkı bütün mahlukata şamil ve rahmeti her şeyi kap-
lamış, af ve bağışı engin olan Allah demektir.
Gaz.ili, bu isim hakkında şu açıklamayı yapar: "Vasi', genişlik, bolluk, zen-
ginlik manasında olan 'si'at' mastanndan ism-i faildir. "Si'at" ise, bazen çok
geniş malumab ihata eden ilimde, bazen bol ihsan ve ikramda kullanılır. Her
nasıl kabul edilirse ve ne hakkında kullarulusa kullanılsın mutlak Vasi', ancak
ve yalnız Yüce Allah' br.
İlmine bakıldığında, kuşatbtı malumat denizinin sahili olmadıtı, hatta de-
nizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa da, bununla O'nun ilmi yazılmak is-
tense kifi gelmeyeceği açıkhr. Allah'ın yarattıklanna olan ihsan ve nimetlerine
bakıldığında, bunun da sınırsız oldutu anlaşılır. Allah'ın, ilim, nimet ve İhsan
lannın dışındaki her ilim, nimet ve ihsan ne kadar büyük olursa olsun sınırlı
dır ve bir yerde sona erer. Dolayısıyla Allah, bu sıfata herkesten daha layıktır.
O'nun Vasi' sıfab izafi değil, mutlakbr. Yani başka bir varlığınkiyle kıyaslan
dığında geniş olması söz konusu değil, özünde sırursızdır." (Gazili, a.g.e., 194)
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru/"
-10-
Kainattaki her bir varlık mükemmel bir sanat eseridir. Her şey harika sanat
eserleriyle süslenmiş. Bütün bu varlıklarm yarahası tek ve O da Allah oldu-
ğuna göre bütün sanatlarm yarabcısı O'dur. Hatta yapb~ sanatlanyla övünen
insanı da yaratan, ona o kabiliyet ve gücü veren O' dur. Böyle olunca her sanat
doğrudan doğruya O'nun kudret, ilim ve hikmet elinden çıkmaktadır.
Bu hpkı bir bina misaline benzer. Yapılacak bir binaya ne kadar ağaç, ne ka-
dar tahta, ne kadar çimento-harç gideceğini; genişliğinin, uzunluğunun ve
yüksekliğinin ne kadar olacağını, kaç tane duvanrun olması gerektiğini ... he-
saplayacak birisine ihtiyaç vardır. Bunları mühendis yapar. Hesaba-kitaba vu-
rur. Planını-projesini çizer. Bundan sonra binayı fiilen yapacak ustaya ihtiyaç
hasıl olur. Bina meydana geldikten sonra da nakışlanru ve tezyinahru yapacak
ustalar lazımdır. Demek her üç işi de ayn ayn kişiler yapmaktadır.
İnsanlar için durum budur. Yani, takdir edenle binayı yapan ve onu süsle-
yen ayrı ayn kişilerdir. Halbuki şaru yüce Allah'ın fiilieri bahsinde durum böy-
le değildir. Bilakis O, hem takdir edici, hem yaratıcı-yapıcı ve hem de tezyin
edicidir." (Esmdü'l-Hüsna, s.l23)
1. Bedenin muhtaç olduğu nzıklar. Bunlar her türlü maddi yiyeceklerle içe-
ceklerdir.
2. Kalbin muhtaç olduğu nzıklar. Bunlar her türlü bilgiler, mükaşefelerdir.
Bahni rızıklar, yani kalbın gıdası olan bilgiler, mükaşefeler, nzıklann en üstü-
80 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHİ
nüdür. Çünkü babni nzıklann semeresi ebedi hayattır. Zahiri nzıklann, yani
bedenin ihtiyaa olan gıdalarm semeresi ise kısa bir süre için bedenin kuvvetli
kalmasıdır. Allah. her iki nzkı yarabnayı üzerine alan ve her ikisini de lutfun-
dan verendir. Bununla beraber o nzkı dilediğinesaçar ve takdir eder." (Esma-
ü'l-Hüsrui, s. 137)
Gazali daha sonra kulun bu isimden alacağı iki ders ve hisse bulunduğunu
belirterek şöyle der:
"Rızkı yaratanın da verenin de ancak Allah olduğunu ve O'ndan başkasının
nzkı yaratamayacağıru ve veremeyeceğini bilmesidir. Bunu kesinlikle anlayan
şahıs, nzkı ancak O'ndan bekler. Rızık hususunda ancak O'na tevekkül eder.
Hatem-i Esam'ın hayatından nakledilen bir sahne, nzık ve tevekkül hususun-
da doğru yolu bize göstermektedir: Bir adam Hatem-i Esam' a sordu: "Nereden
geçiniyorsun?" Hatem: "Allah'ın hazinesinden ... " Adam: "Gökten sana ekmek
mi yağdınyor?" Hatem: "Eğer yeryüzü O'nun olmasaydı, elbette yağdınrdı."
Adam: "Sen sözü te'vil ediyorsun!" Hatem: "Çünkü Allah gökten yalnız Ke-
lam indirmiştir." Adam: "Anlaşıldı, seninle başa çıkamayacağım." Hatem: "El-
bette başa çıkamazsın. Çünkü babl hak ile başa çıkamaz!"
İkincisi: Allah'ın, kendisine hidayete götüren bir ilim, irşad eden ve öğreten
bir dil, infak edip sadakalar veren bir el verdiğini bilmeli, sözleri ve hareketle-
riyle kalplere değerli nzıkların ulaşmasına sebep olmalıdır.
Şaru yüce Allah bir kulunu sevdi mi, halkın ona olan ihtiyaçını artınr. Kul
Allah ile insanlar arasında, yüce nzıkların onlara ulaşmasında vasıla oldukça
bu isimden bir hazza nail olur." (A.g.e, s. 138)
manasma gelir. Burada dert, sıkınb ve üzüntü, insanı bir örtü gibi kaplayan bir
duman, sis veya buluta benzetilmiş. Allah böylesine dert, sı.kınh ve üzüntülere
gömülen ve bo~ak derecesine gelen her dertliyi bu halden kurtarır. Dert ve
üzüntüsünü kaldmp ona nefes aldım. Her insan hayahnda Allah'ın bu vasb-
nın birçok tecellisini görmüştür. Hiçbir dert ve sı.kınb ebedi değildir. Her
üzüntünün bir müddeti vardır. Zamanı gelip vazilesini ifa ettiğinde Allah tara-
fından ortadan kaldırılır.
Kainah baştan başa kuşabp aydınlatan pek geniş bir merhamet müşahede
edilmektedir. Yüce Allah, bütün yeryüzünü çok geniş bir nimet sofrası yapmış.
Bu sofrayı her türlü rahmet hediyeleriyle donatmış. Tam bir ziyafet sergilemiş.
Bu rahmetle, dünya bir tren hükmüne geçmiş; her sene gayp aleminden tüm
canlılarm her türlü ihtiyaçlarını yüklenip getiriyor. Her mevsim bir vagon ol-
muş, en uygun yiyecek ve nzıklan getirip önümüze seriyor. O rahmet saye-
sinde biz canlılar gayet nazla ve merhametle besleniyoruz.
Bununla da kalınmayarak, bu sonsuz nimetlerden istifade etmek için canlı
lara yüz binlerce arzular, iştahlar, ihtiyaçlar, duygular, duyular ve latifeler ve-
rilmiş. Mesela biz insanlara öyle bir dil, damak ve mide verilmiş ki, hadsiz yi-
yeceklerden lezzet alır. Öyle bir hayat ihsan edilmiş ki, duygularıyla, bu engin
82 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
sofradaki hadsiz nimetlerden istifade eder. Öyle birinsaniyet verilmiş ki, akıl
ve kalp gibi çok cihazlanyla, hem maddi hem manev1 alemin nihayetsiz hedi-
yelerinden zevk alır. Öyle bir İslamiyet liitfedilmiş ki, görünen ve görünmeyen
alemierin nihayetsiz iyilik ve güzellik hazinelerinden nur alır. Öyle bir imana
hidayet edilmişiz ki, dünya ve ahiret alemlerinin sayı ve sınıra sı~az mane\i
ışık ve hediyelerinden istifade ettirir. Rahmet tarafından, bu kiinat her şeyiyle
hadsiz antika ve kıymetli nakışlarla bezeli bir saray haline getirilmiştir. Bütün
o sarayda hikmetlerle dolu ve gizemli bölme ve sandıklan açacak olan anahtar-
lar insanın akıl ve ellerine; hepsinden istifade ettirecek ihtiyaç, duyu ve duy-
gular da onun fıtrabna takılnuşhr.
Tüm kainat, özellikle de yeryüzü rahmetle yo~lmuştur. Her şeyde, özel-
likle canlılar üzerinde büyük bir rahmet ve keremin panltılan göze çarpıyor.
Her bir canlı, bu ralınıetin sıcak ve okşayıcı kundağına sanlarak dünyaya ayak
basıyor. Hatta dünyaya gelmeden çok önce ve canlılığın ilk basamağına adım
athğı andan itibaren bu rahmet ve keremin avucu içine alınıyor ve adım adını
bu rahmet ve keremi soluyor. Acizliği, zayıflığı, çelimsizliği ve hiçliği oranında
bu rahmet ve keremden daha çok pay alıyor. Her bir varlık üzerinde bir rah·
met tecellisi göze çarprnakla beraber, güçsüzlük ve ihtiyacın artması oranında
üzerindeki bu rahmet tecellisi daha da parlıyor.
insani, hayvani ve hatta bitkisel arınelerin, hayatlannın meyveleri olan yav-
ruları üzerinde şefkatle titreyişleri, canlılar için bir gemi ve beşiği andıran yer-
küresinin vücut damarları içinde çay, çeşme ve ırmaklarm gece gündüz deme-
den kıvnlarak akışı, yağmur yüklü bulutlarm susuzluktan dudaktan çatlarnı~
kara parçalanna adeta acıyarak üzerlerinde gözyaşlanru akılması ve onları çi-
çeklerle güldürmesi, sayısız sebze ve meyvelerin bizleri yemeğe davet ederce-
sine süslenişleri vs., anlayan için hep o rahmetten mesajlar taşıyor.
Bir İlahi gemi ve uçağı andıran yerkürenin güneşe, peyki olan ayın da dün-
yaya olan şu andaki uzaklığının ayarlanması; mevsimlere uğraması için şirin
gezegenimizin değişik hareketlere tabi tutulması; gül goncasının yapraklan
misali bizi saran atmosferimizdeki gaz oranlannın belirlenmesi; her birinin
hacminin hayata elverişli olarak ayarlanması gibi sayısız ince rahmet tecellile-
rinden tutun, ana rahmindeki hücrenin mükemmel bir bebek olmaya doğru
yol almasına; o dar ve karanlık atemde, iterisi için gerekli tüm maddi ve mane-
vi cihaziann takılması ve bu dünyaya ayak basbğı anda hazır bulduğu sıcacık
hayat şartianna kadar her şey, o sonsuz kerem ve rahmetidile getirmektedir.
Denizlerdeki balıkiann beslenmesi, en zayıf ve cılız canlılar olan meyve
kurtlannın, nzık mahzenlerine yerleştirilmeleri, kımıldama iınkirundan bile
yoksun olan bitki ve ağaç köklerinin ayağına nzıklannın getirilmesi gibi sayı
sız örnekler, hep o sonsuz kerem ve rahmete işaret ediyor. Bir tek canlı ferdine
bu kadar şefkat gösteriliyorsa, bir anda sayısız carılı benzerlerine gösterilen
Kur'in vr Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 83
Tüm annelerin, (hatta bir bakıma bitkilerin bile) yavrulanna olan şefkatleri
ve küçük, zayıf yavrulannın kolaylıkla beslenişleri, O'nun rahmet deryasından
sadece bir damladır. Özellikle insan, hele anne rahmindeyken ve dünyaya
ayak bastığı ilk yıllarda en ufak ihyacıru karşılayamayacak kadar aciz bir var-
lıkbr. Allah, onu sayısız organ ve duygularla donatarak, imdadına anne ve ba-
basının şefkatini ulaşhnp rahmetine mazhar eder.
Bir canlının nasıl bir rahmet tecellisiyle hayat yolculu~na başladı~ de-
~erli bir yazar şöyle dile getirir: "Bir canlı gözünü açar dünyaya sessizce. Bir
hayat yaratılır, bir dünya kurulur yuvalarm birinde. Misafir daha gelmeden
başlar hazırlıklar. Bir anne ve bir baba ona hizmetkir olur. Ya uzak yerlerden
gece gündüz rızık taşınır yavrunun aya~a. yahut bembeyaz bir sütü kendisı
için hazırlanmış bulur yavru dünyaya gözünü açbğında. Ya nzkı ayağına gelir
yavrunun, ya da nzkıyla beraber gelir. Her iki h.ilde de bir Rızık Verici görüp
gözetmektedir onu. Anne ve baba ise, kendilerine tevdi edilen bir emaneti ko·
rumak için çırpmır günler ve geceler boyu. Sonra haftalar, aylar takip eder bir·
birini. Bazen de yıllarca sürer bir yavrunun yetişmesi. Ve yavru uçar gider yu·
vadan. Anne ile baba, başka yolculan beklerneye başlar. Gidenlerden de hiçbir
menfaat görmez, gelecek olandan da. Onlar sadece yavru yetiştirir. Yetişen
yavrular da ya anne olur ya baba. Onlar da dört elle sanlır yaradılış görevleri-
ne. Ve hayatlan pahasına yerine getirirler verilen emri. Her canlı ya anne ol-
mak için gözünü açar dünyaya, yahut baba olmak için. Ve canlılar dünyasına
göz atanlar, sadece üç varlık bulur karşılannda: Anneler, babalar ve yavrular
Onlar ise bir saydam perdedirler ki, arkasından dünyayı kuşatan bir rahmet
görünür bütün ihtişamıyla." (Ümit Şimşek, Bakıp da Görmediklerimiz, s. 149-151)
0~J~}br-GÇ
, ,
... . . : .
10j1o. Ey her mazlumun sıpnap! 0 r~ ~ ~Ç
- ,
Allah öyle bir Adil' dir ki, adaleti, zulme u~amış her kulunun biricik sığı
nağıdır.Allah'm, mazlumayardım edeceğine dair vaadi vardır. Küfür ve inkar
devam etse de zulüm devam etmez. Zulmün ömrü kısadır. Mazlumun ahı yer-
de kalmaz, ta arşa kadar çıkar. Mağdurun şikayetiyle Allah arasmda hiçbir
perde ve engel yoktur. Bu ismin ne kadar, müessir bir teselli kaynağı olduğunu
zulme uğrayan, desteksiz biçareler çok daha iyi bilirler.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
86 • Kur'An ve Hikm~t liıl)ında CEVŞEN ŞERH!
-11-
onlan geçici olarak benden aldı. Malım benim için sadaka hükmüne geçti. Fani
iken bakileşti. Yann daha çok muhtaç olduğum ahiret gününde baki bir surette
karşuna çıkacak. Evlatlanm, anne ve babam da manevi şehit oldular. Bir anlık
aa çektiler ama, büyük bir evliyalıktan daha büyük bir manevi makama çıkh
lar. Allah'ın rahmet ve mükafatına uçtular. Ben de buna sabrettiğim takdirde
aynca bir mükafat ve hepsinden önemlisi Rabbimin nzasını kazanacağım ... "
Yine mümin, ağır bir hastalığa mübtela olmuşsa, şöyle düşünür: "Bu hastalık
her şey gibi Allah'ın bir memurudur. Bir görevi vardır. Onu yerine getirdikten
sonra geçecek. Ben, şuursuz, merhametsiz, hissiz ve cansız sebeplerin ve tesa-
düfierin mahkumu değilim. Hastalık da, hastalığı meydana getiren sebepler de
Allah'ın ilim, hikmet ve kudreti dahilindedir. O istediği an hepsinin vazifesine
son verir ve beni şifaya kavuşturur ... Eğer hikmeti benim ölümümü murad et-
mişse, bundan da korkulacak bir şey yok. Çünkü, ölüm bir terhistir. Bir yer de-
ğişikliğidir. Hayatın ağır vazifesinden bir paydostur. Yüzde doksandokuz ah-
baba/sevgililere kavuşmadır. Ebedi memleketimiz olan ahirete bir göçüştür ... "
Bir de böyle bir ümit kaynağından yoksun bulanan inkara veya imanı çok
zayıf birini düşünelim ve ikisinin ruh halini mukayese edelim. O zaman musi-
bet anında Allah'a iman ve marifetin ne büyük bir teselli ve ümit kapısı oldu-
ğunu daha iyi anlanz.
Bu mübarek vasfın öncekiyle çok sıkı bir münasebeti vardır. Çünkü ikisi
birbirini tamamlamaktadır. Önceki vasıfta, vücudi ve müspet olan nimetiere
bir şükür söz konusu iken burada da, sıkınh ve üzüntünün izalesi demek olan
menfi ve ademi olan nimete şükre işaret ediliyor. Öncekinde nimetin O'nun
hazinesinden çıkb~, dostluk ve sevgisinin eseri olduğunu, refah ve bolluk
halinde azmayaca~ ifade ve itiraf eden kul, bu vası.fla da musibeti O'ndan
başkasının kaldıramayacağını, böyle bir durumda O'nun kapısından başka ka-
pı çalmayacağıru, derman ve çareyi O'ndan bileceğini kabul ediyor. Bu da şük
rün başka bir yönüdür.
Bu ve bundan önceki vasfın kula kazandırdı~ şuur, karlere imanın da te-
melini oluşhıruyor. Kahn da lfıtfu da Allah'tan bilme düşüncesini veriyor.
Böylece hem lutuf, hem de kahranında müracaat yeri olarak O'nun kapısını
gösteriyor. Mümini, azgınlıktan muhafaza ettiği gibi ümitsizlikten de koru-
yor.
Alah gerçekten, hadsiz ihtiyaçlar içinde kıvranan her bir mahlukun meded-
kandır. Mesela insan, yokluk karanlıklarından çıkarılıp, zerreler alemine, ora-
dan da gıdalar alemine, bir nutfe ve yumurta olarak baba ve annesinin vücut-
lanna, anne rahmine, çocukluğa, gençliğe, ihtiyarlığa kadar uzanan aşamalar
zincirinden her birine nakledildiğinde sayısız ihtiyaçlar içindedir. Her aşama
nın farklı ihtiyaçlarını bilerek hikmet ve inayetle kendisine ulaşhran o Rahmeti
Sonsuz' dan başka kim olabilir? Bunun en açık del ili, insanın, en küçük bir ihti-
yacına bile elinin ulaşamaması ve onu karşılamaktan aciz olmasıdır. Mesela,
yediği lokmayı yaratmak bir yana, onu vücuduna alıp sindirrnek ve hücreleri-
ne dağıtmak bile binler ince ameliyelerden sonra gerçekleşir ve bu ameliyeler-
den binde birisi bile onun irade ve bilgisi dahilinde cereyan etmiyor. Her birisi
kendisi için çok hayati bir önem taşıyan vücudunun diğer sayısız fonksiyonlan
da buna kıyas edilsin.
İşte yukandaki cümleyi şuurlu bir şekilde söyleyen bir kul, bütün bu mana-
lan göz önüne alarak dile getiriyor demektir. Ayrıca, hadsiz arzu ve ihtiyaçlan
halinde ne zaman dergahına el açsa kendisine yardım elini uzatan bir Rabbinin
bulunduğunu ifade ve itiraf etmiş oluyor.
90 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-12-
Bir de mutlak gayp vardır ki, bunu Allah'tan başka kimse bilemez. Allah
için "bilinmez" diye bir şey yoktur.
~ • Kur'In ve Hikmet Jııtında CEVŞEN ŞERH!
Settar, örtrnek manasındaki setr mastannın ism-i faili olan Satir kelimesinin
tübala~a ifade eden sigasıdır. Çok kimsenin, çok sayıdaki hata ve ayıplannı
Jkça örten anlammdadır. Bu isim hakkında daha önce, 10. bendin 9. ismi olan
Ya 5atire Külli Ma'ylıb!" ifadesini açıklarken birazizahat vermiştik. Şimdi de
nam Gazali Hazretleri'nin bu konudaki açıklamalanna kulak verelim:
"Allah'ın kulu üzerindeki ilk örtüsü, onun gören gözlere çirkin gelecek yer-
~rini içeride, hoş gelecek yerlerini de dışanda yaratmış olmasıdır. İnsano~lu
un, temizlik-habislik, güzellik-çirkinlik hususunda dışı ile içi arasında nice
ice farklar vardır. Bak gör ki, Allah insan vücudunun nerelerini örtmüş ve nt·-
~lerini açık bırakmışbr.
Şaru yüce olan Allah'm, kullanna olan ikinci örtüsü, kötü düşüncelere ve
ırkin arzulara karargah olarak kalbi tayin ebniş olmasıdır. Bu öyle bir örtüşle
rtınedir ki, hiçbir kimse oradaki düşüncelere vakıf olamaz. E~er kişinin kal-
inde taşıdığı şeytanlıklara, hilelere, hiyanetlere, su-i zanlara ... diğer insanlar
akıf olmuş olsalardı, kendisine kin ve düşmanlık beslemekten geri durmazlar,
atta öldürme~e bile teşebbüs ederlerdi. Bak gör ki, Allah insanın kötü düşün
~lerini, ayıplanru, insani olmayan duygularını ... di~er insanlardan nasıl gizle-
ıiş.
.....
12{6. Ey kalbieri süsleyenl O ~,Wl~;
.,. Ç
,.. . ,
12{8. Ey kalbierin tabibi olan! 0 ---;:-' _,la.JI ~ Ç
Allah, kalplerin aradığı manevi sağlık, huzur ve saadeti indirdiği kitaplan
ve gönderdiği peygamberler ve görevlendirdiği evliyalanyla sağlayan ve hasta
gönülleri şifaya kavuşturandır.
. ...
12{9. Ey kalbierin sevgilisi! 0 ---;:-'_,u.ll·~ _;;. Ç
Allah, her şeyden daha çok sevilmeye layıkhr. Çünkü, bir şey, ya çok üstün
ve mükemmel olduğu için, ya da sağladığı faydalardan dolayı sevilir. Bu iki
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 95
yönden de bakıldığında Allah'ın her şeyden daha çok sevilmesi gerektiğini an-
larız. En yüce ve üstün sıfatlar Allah'ındır. Bu yönüyle O her şeyden daha çok
sevilmetidir.
öte yandan Allah, bize sonsuz iyiliklerde bulunmuştur. Bizi, yoklukta bı
rakmamış, bir taş, bir bitki, bir hayvan olarak yaratmamış, insan olarak var et-
miş. Bu dünya hayatında bizi gerekli bütün organ ve duyularla donatmış. Mi-
demizin açlık duygusunu gidermek için basit bir topraktan çeşit çeşit renk, ko-
ku, tat ve lezzette sayısız yiyecekler ikram ediyor. Canlı, cansız bütün varlık
lar, O'nun emriyle bize hizmet etmek için adeta birbiriyle yanşıyor.
O'nun ernriyle, dünya bir saray olmuş. Biz de bu sarayın ağırlanan misafi-
riyiz. Arı bizim için bal yapıyor. Koyun, bizim için bir süt çeşmesi olmuş, en
lezzetli bir gıdayı bize sunuyor. Tavuk, yumurtası ve etiyle bizi besliyor. Kuş
lar, en güzel ses ve desenleriyle dünyamızı şenlendiriyor. Güneş, ışığıyla bizi
aydınlahrken ısısıyla, sayısız yiyeceklerimizi olgunlaşhnyor. Yıldızlar, bir avi-
ze gibi gök kubbernizi süslüyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar birer kazan olmuş çe-
şit çeşit sebze ve meyveleri birbirine kanşbrmadan bizim için pişiriyor. Kuşku
suz bunlar, aslında bizi tanımıyor. Bütün bunları bizim hizmetirnize veren Yü-
ce Allah' br. Diğer taraftan en çok sevdiğimiz anne, baba ve diğer yakınlanmızı
da yarahp besleyen O'dur. Bize bu kadar iyilikte bulunan Allah'ı her şeyden
daha çok severiz. Sevdiklerirnizi de Allah adına ve O'nun belirlediği ölçüler
içerisinde severiz.
Şüphesiz, Allah'ı sevmek de kuru bir iddia ile olmaz. Bunu davranışlan
mızia kanıtlamak zorundayız. Seven, sevdiğinin dediklerini tutar. Onu kırmak,
incitmek istemez. Onu memnun etmek için çırpırur. Ona karşı bir kusur işlese,
özür ve af diler. Allah'ı sevdiğimize göre, buyruklarını da tutanz. Zaten bu
buyruklar da hep bizim iyiliğimiz içindir. Allah'ı gücendirmemeye çahşınz.
Bir kusur işiediğimizde hemen, tevbe eder, O' ndan af dileriz.
0
, . ,., -'
. ..... , ' -: ,
~UJI ~ F :,!;. ~ı;'il ~ı;'il ~1 'it 4lt'i ~~
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-13-
13/1. Yi CeiD! 0 ~~
bir soba ve lamba gibi sıcak, munis, okşayıcı, yol gösterici, sayısız çiçeklerin
açılıp gülümsemesine vesile oluru, yeryüzü mutfaıında hadsiz sebze ve mey-
velerin olgunlaşıp tatlanmasma sebep oluru özelliğiyle Yarabcı ve Sanatkir'ı
nın cemali isimlerini göstermektedir. Aynı şekilde, fırtınalı bir havada haşmet
le kabanp dag gibi dalgalar salan bir okyanusa bakıldıkmda, o dehşet dolu
dalgalarm adeta Ya Celil, Ya Celü diye Allah'ı zikrettiği gönül kulağıyla işitile
cek Aynı anda celal ile kabaran o deryarun içinde sayısız canlılarm rahmet,
hikmet ve ilimle o hayat ortamma en uygun biçimde yarab.hp, donahlıp, besle-
nip yaşahimasma bakıldıgmda ise onların da hal dilleriyle Ya Cemil, Ya Cemil
diye zikrettikleri duyulacakbr. Yine, aslan gibi mahlukabn heybetli, güçlü kuv-
vetli, gazap.h ve öfke dolu haline bakan kişi, Allah'ın Celil sıfahrun eseri ve
cüz'i bir tecelligaru oldugunu görecek, aynı canavarın yavrusuna karşı engin
şefkatine bakıldığında ise Yaraha'sının Cemil sıfahna aynadarlık yaphğı fark
edilecektir.
İşte "Ya Celil!" diyen kimse, bütün bu derin manalanyla Allah'ın büyük bir
ismini gönülden dile getirmekte, Cehennem' den kurtuluşu için kendisine şefa
atçi kılmaktadır.
Mümin, eger Kur' an' daki ahlaki d üsturları gözetip tatbik ederse, tatlı ve se-
vimli bir heybet, izzet ve şeref kazanır ve bu haliyle Allah'ın Celil ismine ira-
desiyle aynalık etmiş olur.
,
13/2. Yi Cemil! 0 ~Ç
Hak ve mutlak cemil yalnız şanı yüce Allah'hr. Çünkü kimatta olan her bir
güzellik, kemal, değer ve cemal, hep O'nun zahrun nurlarmdan ve sıfatlarının
eserlerindendir. O'ndan başka, mutlak cemal ve kemale sahip hiçbir varlık
yoktur. Allah, zat, sıfat ve esmasmda hüsün ve cemalin nihayet mertebelerini
cemeden ve bütün hayat bütün güzellikleriyle O'nun bir cemal aynası olan
Cemil'dir. Kainatta bizleri hayran bırakan, kendilerine aşık eden bütün güzel-
likler O'nun mutlak cemalinin birer tecelli ve parılhsıdır. Celal Sahibi sanatki-
nn, zatma layık öyle hadsiz bir hüsn-ü cemali var ki, gölgesi bütün mevrudab
baştan başa güzelleştirmiş ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki,
bir panlhsı kainah baştan başa süsleyip aydınlabnış ve bütün varlıklan hüsün
ve cemal panltılanyla tezyin edip ışıklandırnuştır. Mesela, bütün canlılarm
düzenli bir biçimde gayp perdesi arkasından gelen nzıklarma bakan kişi İlahi
rahmaniyetin cemalini görür. Bütün yavrularm mucize biçiminde beslenmele-
ri, başlan üstünde annelerinin sinelerine asılmış tatlı, safi, kevser suyu gibi iki
tulumbacık sütü seyreden kişi İlahi rahimiyetin cemalini görür. Bütün kiinah
bütün türleriyle büyük bir hikmet kitabı haline getirip, her harfinde yüzer ke-
lime, her kelimede yüzer sahr, her sabrından yüzer bölüm, her bölümünde
98 • Kur'1n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH!
yüzer kitap yazan İlahi hakimiyetin eşsiz güzelli~ görür. Bütün kiinab bü-
tün mevcudahyla mizarn albna alan, bütün gök ve yer asimlerini dengeli bir
biçimde yarahp varlıkta tutan, güzelli~in en önemli bir temeli olan ahengi ve-·
ren, her şeye en güzel vaziyeti verdiren, her canlıya bir hayat hakkı lutfetip bu
hakkını kullandıran, onu hadsiz saldınlar karşısında koruyan, haksızlık ve zul-
medenleri cezalandıran bir adaleti gören kişi, bu adalet sahibinin adiliyetinin
güzelliğini anlar. Yine yeryüzü sofrasında mutlak kerem sahibi olan Rahman-ı
Rahim'in misafirlerine, rahmet tarafından hazırlanan hadsiz yiyeceklerin ayrı
ayrı güzel kokulanna, değişik süslü renklerine, türlü türlü hoş tatlarına, her
canlının zevk ve safasma yardım eden cihaziara bakan kişi, İlahi ikram ve keri-
miyetin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini görür. Yine Fettah ve Mu-
savvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olmak üzere bütün canlılann, su
damlalanndan, yumurta ve yumurtaok.lardan açılan pek çok manalı suretleri-
ne ve bahar çiçeklerinin tohum ve zerreciklerinden açhran çok çekici simaları
na bakan, İlahi Fettahiyet ve suret vericiliğin güzelliğini görür. İşte bu zikrett-
ğimiz örneklerekıyas ederek, her bir İlahi ismin kendine mahsus öyle bir kut~i
cemali var ki, bir tek parılhsı koca alemi ve hadsiz bir nev'i güzelleştiriyor. Bir
tek çiçekte bir ismin cemal panlhsı görüldüğü gibi, büyük çiçek olan bahar da
ve görülmedik bir çiçek olan Cennet de kendi büyüklükleri ölçüsünde o ebedi
cemalin güzelliğini yansıhyorlar. Bütün bu hadsiz güzelliklere karşı iman gü-
zelliği ve ubudiyet cemaliyle mukabele eden kimse çok güzel bir varlık olur.
Dalaletin hadsiz çirkinliği ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşıl.ı
yan, en çirkin bir mahluk olmakla kalmaz, bütün güzel mevcudahn manen
nefretine hedef olur. (Şudlar, 62-63)
Madem ki, bu .ilem sarayının başka emsali yok ki güzellikleri ondan iktibas
edip taklit edilsin. Elbette ve her halde bunun ustası kendi zat ve isimlerinde
kendine layık güzellikleri var ki, kciinat güzelliğiniondan alıyor, ona göre ya-
pılmış ve onlan ifade etmek için bir kitap gibi yazılmışhr. (Şualar, s. 63-64)
İşte bunun içindir ki, Allah'ı taruyan ve cemalini temaşa eyleyen, Cennet
nimetlerini ve gözlere görülen suretleri küçümseyecek derecede zevk, haz ve
sevinç duyar. Kul, Allah'ı tanıdığı ve hasiret gözüyle cemalini temaşa eylediği
zaman artık onun nazarında Cennet nimetleri ve gözle görülen şekiller değer
siz hale düşer. (Gaz.ili, a.g.e, s. 188-189)
Cevşeni okuyup Ya Cemil diyen kişi, bütün güzellikterin sahibi olan Rabbi-
ni ça~yor ve bu güzelliğirıi şefaatçi ederek Cehennem'den korunmayı niyaz
ediyor demektir.
,
13/3· Yi Vekili 0 ~J Ç
Vekil, Allah'ın vasfı olarak, her şeyi çekip çeviren, idare eden ve gözet~n;
Kendisinden hiçbir şeyin bilgisi gizli kalmayan; hiçbir şeyi korumak ve id.ire
Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! •99
etmek Kendisine ağır gelmeyen, demektir. (Taberi, 4/132 ayeti tefsiri) Bazı
alimiere göre ise Vekil: "Yarattığı her şey üzerinde gözetici ve Hafiz (Emin)
olan, hepsinin nzıklanrun ve idarelerinin Kendisine ait oldu~" anlamına ge-
lir. (Taberi, a.g.e., 6:102 hk.) Müminler, "Allah bize kafidir, O ne güzel Ve-
kil' dir!" (3:173 vb) derken "0, işlerimizin ne güzel kefil ve idarecisidir." demek
istiyorlar.
Kamatta maddi ve ruhani sayısız varlıklardan her birinin gerek varlı~a
ayak basmada, gerekse varlıklannı sürdürmede sayısız ihtiyaçlan bulunmak-
tadu. Bu ihtiyaçlann en küçü~e en büyük varlığın kendi başına eli yetişe
mernekte ve onun temininden aciz kalmaktadır. Mesela, vücudumuza lazım
olan bir lokma ekmeğin elimize geçmesi için gök, yer, bulut, rüzgar ve su gibi
büyük ve önemli varlıklann yanında; harmancı, değirmenci, fınncı gibi beşeri
hizmetçilerio seferber olması lazımdır. Lokmayı ağzımıza koyduktan sonra da
çiğnenip, hazmedilip vücuda yarayışlı hale gelinceye kadar geçen süre zarfın
da yine birçok unsurlar görev almaktadır. İşte bütün bu hizmetçileri yaratıp
fıtri bir biçimde seferber eden Cenab-ı Hak' tır.
dan gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzak-ı
Rahim'in külli ve cüz'i ihsanat mertebelerine birer sergidir.
İşte insan, böyle bir Mutlak Gani'nin kuludur. Kulluğunun bilincindeyse
onun acıklı yoksulluğu lezzetli bir iştaha dönüşür. (Bu ismin hadsiz tecellileri-
nin son derece parlak örnekleri için bk. Bediüzzaman, Şudlar, s. 49-65) Bütün
bu kerem dolu icraatların sahibi olan zat'ı kendinevekil bilir ve bütün benli-
ğiyle O'na teslim olur.
. -- ,
13/4· Yi Kefil! 0J.~~ ~
Kefil, KFL kökünden, fail kalıbında olup ism-i faildir. Bir işi boynuna alıp
garanti eden, bir kimsenin geçimini üstlenen demektir. (Ahteri, s. 211) Allah'ın
bu ismi, Ris.lle-i Nur'da da defalarca geçer. (Msi. 792-793)
K.iinatta maddi ve ruhani sayısız varlıklardan her birinin gerek varlığa
ayak basmada, gerekse varlıklarmı sürdürmede sayısız ihtiyaçlan ve levazıma
h bulunmaktadır. Bu ihtiyaçlarm en küçüğüne en büyük varlığın kendi başına
eli yetişememekte ve onun temininden aciz kalmaktadır. Mesela, vücudumuza
lazım olan bir lokma ekmeğin elimize geçmesi için gök, yer, bulut, rüzgar ve
su gibi büyük kevni varlıklarm yanmda harmana, değirmenci, fırına gibi be-
şeri hizmetçilerin seferber olması lazımdır. Lokmayı ağzımıza koyduktan son-
ra da çiğnenip hazmedHip vücuda yarayışlı hale gelinceye kadar geçen süre
zarfında yine birçok unsurlar görev almaktadır. İşte bütün bu hizmetçileri ya-
ratıp fıtri bir biçimde seferber eden Cenab-ı Hak' br. Yüce Allah, insandan baş
ka diğer varlıklarm da özellikle canlı olanlannm, bütün hayat şart ve ortamla-
rını sağlayıp garanti alhna almaktadır. Hiçbirini unutmadan, şaşırmadan, ek-
sik bırakmadan vakti vaktine yerine getirir.
öte yandan, onlann kendilerine mahsus hadsiz ve gerçekleştirmekten son
derece aciz olduklan emel, arzu ve ümitlerini gerçekleştirir. Onlan, hadsiz
düşmanianna karşı korumayı üzerine alır. Özellikle akıl sahibi olanlarını ma-
nevi elçi ve mesajtarla yönlendirir, doğru yolu gösterir, zulmet ve dalaletler-
den koruyacak her türlü şam temin eder. Küçük bir mide ihtiyaaru tatmin et-
mek için mevsimleri değiştirip bahar ve yazı getirdiği gibi, ebedi yaşama aşk
ve arzusunu tatmin için de dünyayı kaldınp ahireti yerine koyar ve nihayetsiz
genişlik ve güzellikteki Cennet'i yarahr.
Kötü ve zararlı şeylerden sakırunak, lazım ve faydalı şeyleri elde ehnek ancak
ve ancak Allah'ın yardınuyladır." der, O'nun iradesine ba~lanır.
.
13/5· Yi DelU! 0 ~~ Ç
. .
13/6. Yi Mukil! Q ~Ç
Mukil, "Kayl" kökünden "Kale" fiilinin if'al sigasından ism-i faildir. Hata-
lan, yanlışlan bağışlayan, aya~ı sürçenlerin elinden tutan demektir. Araplar,
"Ekalellahu usreteke = Allah yanılgı ve hatanı affetsin!" derler. (Kamus, c. 4, s.
43)
Allah, her an gafletle sayısız hatalara düşen kullanru affehnekte, ayağı ka-
yan, manevi bataklığa düşen, kurtulma ümidi bile bulunmayan nice kullannın
elinden tutup onları kaldırmakta, hayatianna yepyeni bir yön ve islikarnet ver-
mektedir. Gerek tarihte, gerekse günümüzde bunun örnekleri o kadar çoktur
K ur' an v t H i k m tt I~ ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 103
13/7· Yi Habir! 0 ~Ç
'
Habir, kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak tarzda bilen demektir. Allah
öyle bir Zit'tır ki, gizli diye nitelendirilen haberler bile Kendisinden gizlene-
mez. Gerek cismani alemde, gerekse ruhani alemde meydana gelen her bir ha-
diseden, hareket eden her bir zerreden, alınan ve verilen her bir nefesten mut-
laka haberdardır. Habir, Alim manasmdadır. Fakat, Alim'in mastan olan ilm,
bahni, gizli şeyleri bilme hakkında kullanıldığı zaman "hıber" haber alma adı
nı alır. Bu gizli haberi alana daHabir denilir. (Gazali, a.g.e., s. 73)
Habir'in daha çok eşyanın iç yüzü ve gizli yönleriyle ilgili olduğunu söyle-
dik. Kamat ve içindeki her bir varlığın iç yüzü dış yüzünden çok daha sanatlı,
mükemmel ve harikadır. Hatta genellikle bu varlıklarm dışında görülen güzel-
lik, içindeki sanat ve mükemmelliğin bir yansımasından ibarettir. Mesela, bir
çiçekteki renk, estetik güzellik ve hoş koku, onun yapıtaşlan olan hücrelerin iç
alemlerinin mükemmel yapılış ve işleyişinin, bu hücrelerin özellik ve fonksiyo-
nundan haberdar olarak sanatlı, ahenkli ve hikmetli bir biçimde dizilip örül-
mesinin ve dış dünyayla ilişkilerinin en ince ve hassas biçimde ayarlanmasının
sonucudur. Bunlan ise ancak, toprağın, havanın, suyun ve güneşin sahibi,
bunlann hasiyet, tabiat ve iç yüzünden hakkıyla haberdar olan Allah istihdam
ve seferber ederek o çiçeği yaratabilir.
Yine, insanın ruhu bedeninden mükemmeldir. İnsan vücudu denilen İlahi
fabrika ve makinenin iç donarumı, dışından binlerce defa daha harikadır. İşte,
bütün bu harikalar harikası gizli ve manevi sanatlan yapan, her şeyin iç yü-
104 • Kur'In ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERH!
zünden haberdar olan ve Habir sıfabna azami mertebede sahip Allah olabilir.
Yoksa, maddi, cansız, kesif, pek çok yönden sınırlı, aciz ve varlığı ile yokluğu
başkasının elinde olan tabiat ve sebeplerin eseri olamaz.
13/8. Yi Latif! 0 ~Ç
'
Latif, Allah'ın sıfah olarak, "faydalı şeyleri yarabklanna güzellik ve incelik-
le ulaşhran, lutuf ve ihsan eden, işlerin en ince ve gizli yönlerini bilen" diye
tanımlanır.
Allah, ilminde son derece ince ve derin, fullerinde nihayetsiz derecede nfk
ve yumuşaklık sahibidir. Gazali, Latif ismini bir örnekle şöyle açıklar:
"Çocuğu anne karnında kak kat karanlıklar içinde yaratması Allah'ın lut-
fundandır. Allah renini orada yaratır. Muhafaza eder. Doğumuna kadar göbek
ba~ vasıtasıyla orada besler. Do~duğu zaman, memeyi ağzına alıp emmesini
ilham eder. Doğar doğmaz, gecenin karanlı~da da olsa, görmeden ve kim-
seden de öğrenmeden hemen memeye yapışıp emmeye başlar. Bütün bunlar
Allah'ın birer lutfu olduğu gibi çok ince ve nafiz (latif) ilminin eseridir. Aynı
bebe~in büyüme ça~da da bu İlahi h1tuf ve Jetafetler devam eder. Doğumu
takip eden ilk aylarda dişlerini yaratmaz ki, memeyi rahatlıkla emebilsin. Çün-
kü o dönemde onun gıdası sadece süttür. Artık sütün haricinde gıda alabilece-
ği zamana gelince dişleri çıkmaya başlar. Zira yeme~e ihtiyacı başlamakta, mi-
deye yavaş yavaş pişmiş yemekierin girmesi gerekmektedir. O dişierin farklı
şekillerde yarabirnası da aynca üzerinde düşünülmeye değer." (Gazali, a.g.e., s.
71-72)
Bunlardan başka, yine Gaz.ili'nin devamla de~indiği noktalar paralelinde
düşünmeye devam ediyor ve diyoruz ki: En büyük görevi konuşmak yani, bir
nefes halinde dışan salmacak azıcık bir havayı sayısız kelime biçim ve formla-
ra sokan dil de, bir yandan yeryüzü mutfa~ında rahmetle pişen sayısız yiye-
ceklerin ayrı ayn tatlarını zevkle hissetmek için mizancıklar halinde tat alma
hücrelerini taşımakta, öte yandan da ağızda yemeği sa~a sola götürmek için
bir kürek vazifesi görmektedir. Kulun zahmetsizce yuttuğu bir lokma yiyecek-
te Allah'ın lutfu ve ince ilminin tesiri saymakta bitmez. Zira bir lokma o kıva
ma gelinceye kadar sayısız varlı~ın ona emeği geçmektedir. Toprak, hava, su,
güneş ışığı, topra~ verimli hale getiren bakteriler; diğer taraftan toprağı süren-
ler, ekini ekenler, sulayanlar, bakanlar, biçenler, toplayanlar, temizleyenler,
öğütenler, yoğuranlar, pişirenler hep Allah tarafından yarahlıp istihdam edili-
yorlar.
Kullarına yetecek miktardan fazla nimetler vermesi, takatıarını aşacak yü-
kümlülükler yüklememesi, kısacık bir dünya hayahnda yaptıklan çok az iba-
dete karşılık ebedi ve sonsuz nimetlerle dolu bir Cennet'i ihsan etmesi hep Al-
lah'ın lutfunun eseridir.
öte yandan kan, idrar ve dışkı arasından saf sütü, sert taşlardan nefis cev-
herleri, zehirli bir böcek olan andan balı, elsiz bir böcek eliyle ipeği, sedef ka-
buğundan inciyi bahşetmek vs. de O'nun lutuflan arasındadır. Bütün bunlar-
dan daha hayret ve hayranlık verici olanı, değersiz bir su damlasından insanı
yaratarak, onu, Kendisini tanıyacak, emanetini yüklenecek, göklerin meleku-
tunu müşahede edecek bir mertebeye yüceltmesidir.
Allah, hükümlerinde de Latif'tir. Allah, kevni ve kelami her hükmünde in-
ce, zarif, yumuşak, dostça, sevimli ve hoş davranandır.
106 • Kur'~n vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
Kısacası, O, yaphğı her işte, verdiği her hükümde ve ortaya koyduğu her
takdirde hem son derece gizliilidere nüfuz edici bir ilim, hem de sonsuz bir
lutufla iş görür. Her icraatırun alhnda derin bir ilim ve lutuf saklıdır.
Bediüzzaman' a göre, ilahi inayetler genellikle latif suretierde gelir ve bek-
lenmedik şekillerde gerçekleşirler. Bilhassa bahara ve onda cereyan eden latif
canlaruş, süsleniş ve kuruluşlara kulak verilse, diğer birçok ismin yanısıra ~n
çok "Ya Latif" dedikleri işitilecektir. (Sözler, s. 334) Çünkü, o muhteşem dorıa
nış, kuruluş ve süsleniş birkaç hafta zarfında sessiz sedasız ve lutuf dolu bir
faaliyet ve çok ince bir ilimle gerçekleşir.
Yine, ağaç ve otlann bütün hususiyetlerirıin, kendi yavrulan niteliğindt~ki
meyvelerinde saklı tohum ve çekirdeklere süzülerek intikal ettirilip kaydedilişi
de diğer bazı isirolerin yanısıra Latif isminin de bir tecellisini gösterir. Şöyle ki:
Her meyveli ağacın veya çiçekli bir otun da arnelleri var, fulleri var, vazifeleri
var, esrna-i İlahiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ibadetleri var. İşte
onun bütün bu arnelleri hayat tarihleriyle beraber bütün çekirdeklerinde, to-
humcuklannda yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği
şekil ve suret diliyle, gayet açık ve net bir surette, analannın ve asıllannın y.ıp
tıklanru habrlattığı gibi; dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle, "amel say-
falan"nı açıp gözler önüne serer. İşte gözümüzün önünde bu hikmet dolu, ko-
ruyup gözetmeyi gösteren, tedbir ve terbiyeyi yansıtan ve latif bir biçimde ger-
çekleştirilen bu iş ancak Allah tarafından yapılabilir. (Sözler, s. 426)
Yine, Allah birçok varlığı öyle bir tarzda süslüyor ve aydınlahyor ki: Lütuf
ve kerem manalan, onda o derece hükmediyor ki; adeta o süslü varlık, onurlu
sanat eseri; cisim şekline girmiş bir lutuf ve beden giymiş bir kerem hükmüne
geçer. "Latif ve Kerim" ismini zikreder. (Sözler, s. 629)
Kulun bu isimden alacağı hisse, kendisine gizli lutuflarda bulunan Rabbine
şükretmek; O'nun en gizli fül, söz ve hillerini bildiğini düşünerek O'ndan ha-
ya etmek ve kötülüklerden uzak durmak; ince bilgi ve ferasetiyle insanların
halinden anlamak, onlara ummadıklan şekilde iyilikler dokundurmaya gayret
göstermek, Allah'ın kullan olan tüm canlılara nfk, mülayemet, nezaket ve yu-
muşaklıkla davranmakhr. Bir insan Latif isminden ders ve nasibini almışsa,
herkesin hayır ve iyiliğini diler, onların dünya ve ahirette mesut olmalan için
çırpınır. iyiliği tavsiye görevini yerine getirirken asla kına olmaz, insanlara
maharetli ve merhametli bir doktor gibi yaklaşır. Daima iyilik, güzellik, sevgi
ve saygı ile hareket eder. Daha önemlisi ve tesirli olanı ise, iyi davranış, güzel
ahlak ve faydalı hizmetleriyle herkese örnek olmasıdır.
İşte Cevşeni okuyup "Ya Latif!" diyen kişi, şunu demek istemektedir Ey
mevcudah latif incelikler ve nazenin güzellikler içinde yaratan, canlı mahluka-
bnı lutufkir inayet ve ikramlara mazhar eden ve ezeli muhit ilmiyle bütün eş
yanın bütün inceliklerine nüfuz eden Zit!
Kur'.\n ve Hikmet lşıQında CEVŞEN ŞERHl • 107
ğu (63:8), izzet isteyenin, bütün izzetin Allah'a ait bulunduğunu (35:10) bilerek
O'na dayanması gerektiğine işaret edilir. Allah'tan başka yerde izzet arayan
kimselerin bu tutumlan kmarur. (4:139)
Allah tarih boyunca, hep peygamberlerini ve onlann yolundan gidenleri
muzaffer kılmış, düşmanlannı kahretmiş, izzetini bu şekilde ispat etmiştir.
Allah bu ismiyle bütün mahlukahna boyun eğdirmekte, hiçbir varlık O'nun
izin ve iradesi olmadan kanunu dışına zerrece çıkamamaktadır. Uçsuz bucak-
sız fezada sayılan ve büyüklükleri sayı ve sınıra sığmayan cisimleri yaratması,
varlıkta tutması, birbiri içinde çarpışhrmadan döndürmesi, nur ve hararetlerini
temin etmesi ve birer disiplinli asker gibi çalışhrrnası bunun açık delilidir.
Allah'ın izzetine dayanmayan her şey zelil, değersiz ve önemsizdir. Bütün
varlıklar özlerinde sonsuz bir zillet ve mahviyet içinde O'nun sınırsız izzeti
karşısında boyun eğer. Mesela, canlı ve cansız varlıklar, özellikle insan olarak
vücudumuz ve menşeimiz itibariyle nihayet derecede zelil olmamıza rağmen,
üzerimizde bir izzetin panlh ve cilveleri var. Demek ki O'nun izzetinin aynala-
nyız.
Geçmişte sayısız baharlan birer deste çiçek gibi şuur sahibi kullarına tak-
dim eden; her yaz hadsiz nimetlerle dolu bir sofrayı hiçten, umulmadık bir bi-
çimde getirip rızka muhtaç mahlukabnın önüne seren, güz mevsiminde sayısız
bitki ve hayvan türlerini ölüme mazhar edip ertesi bahar yeniden dirilten Al-
lah, izzetiyle ahireti getirecek, mahşerde canlılan yeniden yaratacak, Cennet'i
sevgili kullarına bahşedecektir. Çünkü bütün bu icraah yapacağına söz vermiş
tir. O, sözünü tutmayarak izzetini rencide etmekten münezzehtir.
108 • K ur' 1 n ve H i k m et 1 ~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i
Bir ülke hükümdarsız olmadığı gibi, bir ülkeden hadsiz derecede daha inti-
zamlı, daha bakıınlı ve daha adilane yürüyen şu alem de sahipsiz ve maliksiz
değildir.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-14-
Her varlığın gerek varlı~a ayak basmasında, gerekse kendi nevine has bir
takım özellik ve nitelik kazanırken hadsiz haller ve ihtimaller karşısında bu-
lunmaktadır. Bakıyoruz ki, o ilimsiz, şuursuz, iradesiz varlık bütün o hadsiz
ihtimaller içinden amaca götüren sebep ve yollardan yalnız birini seçmekte ve
onu takip etmektedir. Hadsiz tohum ve çekirdekterin kendi türüne ait mü-
kemmel birer bitki ve ağaç haline gelmelerinde, sayısız yumurta ve yumurta-
aklann kuş ve böcek halini almalarında, nihayetsiz nutfelerin insan ve hayvan
kisvesine bürünmelerindeki durum hep böyledir. Bütün bu bir bakıma şaşkın
ve mütehayyir olan tohum, yumurta ve su damlaaklanna yol gösteren, kendi-
lerine lazım olan her şeyi temin edip zararlı her şeyden koruyarak terbiye edip
kemallerine ulaşhran her şeyin dizgini elinde bulunan, sonsuz ilim, hikmet \·e
irade sahibi Cenab-ı Hak'hr.
Aynca, ilim ve irade sahibi cin ve insanlara da peygamberler gönderip, ki-
taplar indirip onlann mütehayyir, mütereddit ve şaşkın akıl ve iradelerine ışık
tutup yol gösterir.
öte yandan canlı varlıklann, özellikle insaniann maddi ve manevi sayısız
ihtiyaçlan vardır. Bu ihtiyaçlarm nasıl temin edilece~ kendilerinin bilmeleri
mümkün değildir. İşte bu şaşkın ve mütehayyir vaziyetteki canlılara Yaraha-
lan çoğu zaman ilhamen yol göstererek onlan ihtiyaçlanna kavuşturur. Mese-
la, gözleri görmeyen bir kedinin, hastalığına şifa olan bir otu bulup gözüne sü-
rerek iyileşmesi, diğer bir takım vahşi hayvanların berızer yollara başvurma-;ı,
göçmen kuş ve balıkiann belli mevsimlerde binlerce kilometre uzaklıklara,
kendilerine daha elverişli ortamlara gidip belli bir süre sonra eski yerlerine ge-
ri dönmeleri, hatta bazan bir tür balıkta olduğu gibi yeni vatanlannda yumur-
talanru bırakıp toptan ölmeleri, yumurtadan çıkan yavru balıkların anayurtla-
ona geri dönmeleri ve aynı yaşayış biçimini sürdürmeleri, insanoğlunun sos-
yal, teknik ve medeni hadsiz ihtiyaçlannı gidermesi için lazım olan sayısız ilmi
keşif ve icatlan gerçekleştirirken akıl ve iradesini kullanmasının yanısıra bir-
çok İlahi ilhama mazhar olması hep Allah'ın bu "Şaşkın ve mütehayyirlere yol
gösterici" sıfatının tecellilerine örnek ve delildir.
"' ,.,. , , ,
14/2. Ey imdat isteyenlerin mededkirı! O ~-, •, · .11-!..J~, ~
Gıyas ismi için de aynı durum söz konusudur. Allah, o kadar çok yardımcı,
mededkar, nusret verici ve imdada koşucudur ki, adeta yardım, imdat ve nus-
retin ta kendisidir.
Allah gerçekten de, sayısız varlı~ın gerek fıtri, gerek ihtiyaç ve gerekse ısh
rar lisaniyle yaphkları sayısız imdat ça~nsına cevap vermekte, hepsine yardım
etmekte ve o anda lazım olan ihtiyacını gidermektedir. Mesela, anne rahmin-
deki yavru ve yumurtadaki kuş, ihtiyac-ı fıtri lisaruyla Rablerinden ileriki ha-
yatlan için lazım olan sayısız organ ve duygu ve kabiliyetler isterler. Allah bu
istediklerini ummadıklan, bilmedikleri, güçlerinin yetmediği yerden kendile-
rine ihsan eder. Yine o yavru gerek o anda, gerekse hayahrun di~er safhalan-
nın her birinde kendisine lazım olan hadsiz maddi ve manevi nzıklannı yine
lisan-ı ihtiyaç ile isteyerek Rabbinden meded ister. Rabbi de bu manevi imdat
sesine koşar ve her türlü ihtiyaçlarını karşılar.
Ayrıca, her canlı ve özellikle insan, hayatında zaman zaman zor durumlarla
karşılaşır. Her türlü maddi sebepten ümidi kesilir. Sebeplerin dizginini elinde
tutan Müsebbibü'l-Esbab olan Allah'tan başka kimsesi kalmaz. İşte tam o anda
halis bir niyaz ile Rabbinden imdat ister. Birdenbire, aleyhte olan bütün sebep-
ler ve şartlar lehine döner ve mucizevi bir biçimde kurtulup sahil-i selamete
çıkar. Her insan gerek özel hayahnda gerekse çevresindeki insanlarda bunun
örneklerini görmüş ve duymuştur. Büyük bir balık tarafından yutulup bütün
sebeplerin sükut etti~ bir hengamede yalnızca Müsebbibü'l-Esbab' dan imdat
isteyen Yunus Nebi'nin kurtuluşu bunun en güzel öme~idir.
~·~J :,-:..
0 '-'-- ~il C!-:-~
...::, (;
,, , •
Bu vasıfta
yer alan "sarih" kelimesi, SRH kökünden fail kahbından sıfat-ı
müşebbehedir. Bu kelime, iki zıt anlamda kullanılabilen kelimelerdendir. Yani,
hem feryada koşan, hem de feryadına koşulan anlamlannda kullanılabilir. Fa-
kat burada "feryada koşan" manasında kullanılmıştır. Allah için diğer mana-
sının kullanılması mümkün de~ildir. Zaten belirttiğimiz manada kullanıldığı
muzaf (tamlanan) kılındı~ı "Müstasrihin = feryad edip yardım isyenler" ifade-
sinden de anlaşılıyor.
Gerçekten de Allah, ağır belalara, şıkınhlı hallere düşen kullannın imdat
çığlıkianna ve feryatlarına koşan, onlara yardım ulaştıran ve onları kurtaran-
dır.
Allah, mağfiret vasfını belirtmek için GFR kökünden gelen bazısıfatlan zah
için kullarunışhr. Bu isimler aralannda bazı nüanslarla birlikte aynı manaları
ifade eder. Bunlar, Gaffir, Gaffar, Gafir sıfatlandır.
Gafir kelimesinin kökü olan GFR maddesi setri, yani örtmeyi ifade eder.
Müznib, kelimesi ise, eznebe fiilinden ism-i fail olup, günah işleyen, suçlu d~
mektir. Buna göre Gafiru'l-Müznibin, "Günahkarlann günahlannı örten, suç-
lanndan ve hatalanndan geçen, onlan bağışlayan" anlamına gelir.
Gerçekten de Allah günahkarlan kamil rahmetiyle dergahına kabul edip
merhamet eder ve onları bağışlar. Bu isim de, hata ve günahlarlakendi kendi-
lerine zulmetmiş, toplumda dışlanmış, ahirette rezil-rüsva olmayı ve Cehen-
nem azabma maruz kalmayı hak etmiş, fakat daha sonra yaptıklanndan piı
manlık duyup Allah'ın af ve rahmetine iltica etmiş kimseleri bağışlar, işledikle
ri suçlan yapılmamış gibi sayar.
Rahlm, RHM kökünden ism-i fail olup, acıyan, merhamet eden, esirgeyen,
bağışlayan anlamlarına gelir.
Mesakin, miskin kelimesinin çoğulu olup, kendi kendini idare edemeyen,
kazanmaktan aciz, mal ve mül.kü hiç olmayan kimseler demektir.
Allah, acizlerin, muhtaçlarm acz ve zaafına fakr ve ihtiyacına merhamet
edip dertlerine derman yetiştiren Halık-ı Rahim'dir.
Bütün varlıklar, kendi başianna aslında kendi kendilerini idare edemeyen
birer aciz, miskin ve muhtaçhrlar. Özellikle canlı olaniann ihtiyaçlan sonsuz
olduğu halde bunlann en ufağına bile eli yetişemiyor. Yetişse bile emTini geçi-
rip alamıyor. Alsa bile kendine yarayışlı hale getiremiyor.
Mesela, insanın muhtaç olduğu maddi nzkı çok değişik yerlerden kopup
imdadına geliyor. Gerek bu nzıklar ve gerekse bu rızıklara kaynaklık eden bü-
tün sebepler insanı tanımadığına, ona acımarlığına göre demek ki bu nzıklar
kendiliğinden gelmiyor, insanı tanıyan, ona merhamet eden, fakr ve ihtiyaçla-
nna şefkat eden bir zat tarafından gönderiliyor. Mesela, bir iki dakika alama-
dığımız takdirde öleceğimiz havanın yarahlışı, temizlenişi, estirilrnesi, ciğerle
rimize dolup vücudumuz için yarayışlı hayati bir özellik kazanması, ağzımız
dan dışarı atılırken konuşmamıza yardımcı olması gibi sayısız görevlerle im-
dadımıza koşturan biz değiliz. Buna gücümüz yetmez, onu bu şekilde çalışbr
maya elimiz yetişmez. Havanın ise, kendi başına bizi tanıyıp aayarak bize bu
şekilde hizmet etmesi de düşünülemez. Demek bir Rahim-i Kerim'in me'muru-
dur. O'nun izniyle kullanna hizmet etmektedir.
Elimize aldığımız bir elmanın, bir portakalın bize nzık olarak göz, burun,
dil, damak, mide .. gibi birçok duyulanmızı okşayarak vücudumuza yarayışlı
bir gıda oluncaya kadar geçirdiği safhalar düşünüldüğünde gerçekten de mis-
kinlert~ merhamet edenin sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah olduğu
116 • Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
daha iyi anlaşılır. Nitekim, o elmanın yetişti~i a~aç, ağaanın kaynağı olan çe-
kirdek, boy athğı toprak ... ilim, hikmet, rahmet ve kudretten yoksun birer mis-
kindir. Bütün bunlann sahibi olan Allah, hem bunlara muhtaç olduklan her şe
yi yetiştirir, hem de bunları, başka birer muhtaç ve miskin olan canlı yarahkla-
nrun imdadına koşturur. Mesela toprak, zahnda son derece aciz, muhtaç ve
miskindir. Mücessem rahmet olan ya~urun imdada koşmasıyla hadsiz çiçek,
ekin, sebze ve meyvelerle donarup zenginleşir. Kışın bir iskelet gibi kupkuru
ve çıplak duran ağaçlar birer miskindir. Bahar ve yazın gelmesiyle yarabcısı ta-
rafından yemyeşil urbalarla ve hadsiz meyve nişanlanyla süslenip zenginleşir.
Allah, zor durumda kalmış ve muztar hale düşmüş bütün canlılann duala-
nna cevap veren zat' br.
Muztar ve zor durumda kalan her bir canlı kesin bir iltica ile dua eder, ken-
disini himayeye kadir bir zata sığırur, o anda Rabb-i Rahim'ine teveccüh eder.
İşte bu şekilde muztar olaniann dualannın büyük bir tesiri vardır. Bazen o
gibi dualann hürmetine en büyük bir şey en küçük bir şeye musahhar ve muti'
olur. Evet, kınk bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kınk bir masumun
duası hürmetine denizin fırbnası, şiddeti, hiddeti dinmeye başlar. Demek dua-
lara cevap veren Zat, bütün mahlukata hakimdir. Öyle ise bütün mahlukata da
Halık'hr." (Mesnevi-i Nuriye, s. 78)
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru/"
-15-
Fevkalade bir suhuletle, harika bir süratle, mu' ciz bir itkan ve intizamla
ci'ıd-u
mutlaktan akan eserlerden anlaşılıyor ki, mikrop gibi en küçük ve daha
küçük havai, mai, türabi hayvanlar boş zarınedilen aıemin yerlerini doldur-
muşlardır. (Mesnevi-i Nuriye, s. 243)
Allah öyle bir ihsan sahibidir ki, cin, insan ve hayvanlan bir denizi andıran
alem fezasında seyir ve seyahat ettiren, İlahi bir gemi olan koca dünya küresi·
nin üzerine bindirip, yüzünde hadsiz yiyecek çeşitlerini ihtiva eden bir sofrayı
serip, bütün canlılan küçük bir kahvalh hükmünde olan o ziyafete davet et·
mekle beraber, gayet mükemmel ve bütün enva-ı lezaizi cami', sermedi, ebedi
bir dar-ı bekada Cennet'leri, her birini birer sofra-i nimet yaparak hadsiz lezzet
ve lfıtuflan cami' bir tarzda, nihayetsiz bir zamanda, nihayetsiz muhtaç, niha··
yetsiz müştak nihayetsiz ibadına, hakiki yemek için ziyafet açan bir Rahman-ı
Rahlm'dir.
Gerçekten de bakıyoruz ki, bir zat-ı Kerim, ihsanıyla bizi gayet derece tez-
yin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ihsan edene perestiş eder. (Sözler, s. 339)
Madem ki, her kalp kendine ihsan edeni sever ve hakiki kemale muhabbet
eder ve ulvi cemale meftun olur. Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zat··
lara dahi ihsan edeni daha pek çok sever. Acaba her isminde binler ihsan defi-
neleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsanlanyla mes'ud eden ve binler ke··
malatın menbaı olan ve binler güzellik tabakalarının medarı olan Cemil-i Zü'l-
cela.I, Mahbfıb-u Zü'l-Kemal ne derece aşk ve muhabbete layık olduğu ve bü-
tün kainat, O'nun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şayeste bulun·
duğu anlaşılmaz mı? (Sözler, s. 625)
Bütün zihayatlarda tezahür eden hadsiz en va-ı ihsan ve in' amatıyla bilya-
kin ve belki bilmüşahede varlığı tahakkuk eden hadsiz ilisanatı var. (Lem'alar,
s. 57)
Bizim gibi di~er sayısız bitki ve hayvanlar da aynı fazi ve ni'met-i İlaruyeyı!
mazhar olmakta ve Allah'ın fazi ve kerem sahibi oldu~u ispat etmektedirler.
Emn ve eman hemen hemen aynı manada olup, eminlik, korkusuzluk, em-
niyet, bir şeye itimat etmek, rahatlık demektir. (Ahteri, s. 70; Yeni Lügat, s. 127)
Bütün korkulardan ve bütün tehlikelerden eman ve emniyet ancak O'nun
himayesi altına girmekle kazanılır. O'na kul olmakla rahat ve huzura kavuşu
lur. O'nu anınakla gönüller huzur bulur. (13:28) O'ndan uzak olmada her türlü
tehlike, dünyevi ve uhrevi her çeşit felaket vardır. Bunun içindir ki, Kur'an-ı
Kerimde, "Ailah'a kaçın!" (51:51) buyrulmuştur. Allah'ı tanımak ve kulluk w-
sikasıyla O'na bağlanmak demek olan iman bu dünyada dahi bir manevi Cen-
net'in çekirde~ini taşıyor. İnkar ve küfür ise, bir manevi cehennemin çekirdeği
ni içinde sakhyor.
Allah, sonsuz hikmet sahibidir. Her şeyi bir hatta birçok gayeye matuf ola-
rak yapar. Faydasız, hikmetsiz, gayesiz hiçbir şeyi yaratmamışhr. Kainattak.i
Kur'in v~ Hikm~t l~ıQında CEV~EN ŞERHI • 121
canlı ve cansız varlıklar bunun en açık delilidir. Aynca, gönderdiği semavi ki-
taplarla, canlı varlıklara bildirdiği sonsuz ilhamlarla beyanlarda bulunmakta-
dır.
Bunun en açık tecellisi, hikmetle dolu olan Kur' in-ı Hakim ve bu Kur' in' a
muhatap olan ve Kur'an'da dünya ve ahiretin bütün inceliklerinin kendisi için
açıklandığı insandır.
Hüccet, belge, vesika, delil, bir iddianın doğruluğunu ispat için getirilen şa
hit anlamianna gelir.
Burhan da, delil, hüccet, ispat vasıtası, red ve inkar için itiraz kabul edilme-
yecek şekilde hakikati ispat eden kesin hüccet demektir. (Yeni Lügat, s. 70-71)
Allah, varlığına, birli~e ve sıfatianna kesin delilleri ve açık bürhanları ka-
inahn her tarafına nakşetmiştir. Ayrıca vahiy ve ilhamlanyla, irşad ve hidaye-
tiyle varlığını ve birli~i akıl sahibi kullanna kesin olarak tanıtmış ve tarut-
maktadır.
Bir iğnenin ustasız, bir köyün bile muhtarsız bulunmadığı bu alemde canlı
ve cansız hadsiz sanat eseri kendi sanatkarlannı vücutlanndan yüz kere daha
fazla bir biçimde tanıhyor. Bir memleketten binler defa daha muntazam şu ka-
inat da, Yarahasının ve çekip çevincisinin varlı~ına ve birliğine kesin bir delil-
dir.
122 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ
.
ısfıo. Ey ince rahmet ve bol yardım sahibi! 0 ~1 :-:. • ~ iıj ~i~ll~ Ç
Evet bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerelere mağlup olan insa·-
na, elsiz bir kurtçuktan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, in--
sanın kendi güç ve kuvveti değil, aksine bu, onun güçsüzlüğünün bir meyvesı
olarak Rabhani bir teshir ve Rahmani bir ikramdır.
Nasıl ki, nazlı bir çocuk ya a~lamasıyla, ya istemesiyle veya aaklı hiliyle is-
teklerine öyle muvaffak olur ve öyle güçlüler ona hizmet ederler ki, o arzulan-
nın binde birine bin kat kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek ki, güçsüzlük ve aciz-
lik, onun hakkında şefkat ve harniyeti harekete geçirdikleri için, küçücük par-
mağıyla kahramanlan kendine hizmetkar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati
inkar etmek ve o harniyeti küçümsemek suretiyle, ahmakçasına bir gururla
"Ben kuvvetimle bunlan emrime alıyorum." dese, elbette bir tokat yemeyecek
midir?
İşte insan da, Yarahasının rahmetini inkar ve hikmetini itharn edecek bir
tarzda küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi "Bilgim sayesinde bu bana veril-
di." (28:78; 39:49) yani, ben kendi ilmim ve kendi iktidanmla kazandım, dese
elbette azap tokadına müstehak olur.
Demek şu görünen insan saltanatı ve beşer terakkiyan ve medeniyet kema-
latı, celb ile değil, galebe ile değil, mücadele ile değil, belki insana onun zaafı
için teshir edilmiş, fakn için ihsan edilmiş, cehli için ona ilham edilmiş ve ihti-
yaa için ona ikram edilmiştir. O saltanatın sebebi de kuvvet ve iktidar-ı ilmi
değil, aksine şefkat ve re'fet-i Rabhaniye ve rahmet ve hikmet-i ilahiyedir ki,
eşyayı ona teshir etmiştir.
, ., -
, ............
e ~~ı~ r: :.!;. ıJ~'iı ıJ~'iı ~ı 'it ;Jt'i ~~
,,,~,
"Sen her türiii nolcsan sıfatiardan miinezzehsin. Ey Kerulisindm başluı ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehmnem ateşinden koru!"
-16-
Her şeyin Rabbi yalnızca Allah Teala'dır. Her şeyi ilim ve hikmetle yarabp,
onlara bir kemal noktası tayin edip, şefkat, rahmet, inayet ve ihsanla o kemal
noktasına do~ ilerleten, her bir mevcudu şeriksiz Rububiyetinde tutan
O' dur. Bu kemal noktasına doğru giderken, kendisine lazım olan maddi ve
manevi techizat ve malzemeyi tam da ihtiyaç anında yetiştiren, bu yoldan alı
koyan her şeyden de ya tekvini veya teşri'i olarak sakındıran O'dur. Bu şekil
de, en küçük bir çekirdekten, yumurtadan, nutfeden tutun da yeni doğan ga-
laksilere ve hatta belli bir zaman önce doğup gelişme, büyüme ve genişlemesi
ne devarn eden kainata kadar; öte yandan manevi, ruhi ve kalbi seyir, inkişaf
ve terakkisine başlayıp sürdüren hak yolun yolcusu olan bir fertten tutun,
ibtidai olarak başlayıp bir kemale doğru ilerleyen, din ve medeniyetlere kadar
her şeyin hakiki sahibi, yönlendiricisi, yol gösteriasi Allah'br. İşte "Ey her şe
yin Rabbi olan!" cümlesini söyleyen bir kimsenin ne kadar engin ve derin ma-
nalarla Rabbini tavsif ettiği düşünülsün!
İlah kelimesinin aslı, buna bağlı olarak da manası üzerinde değişik görüşler
vardır." Abede =ibadet etti" anlamına "Eiehe"den ism-i mef'ul olup, kendisine
ibadet edilen anlamına gelebilir. Tehayyere = hayrette kaldı" anlamına gelen
"Elihe" kökünden ism-i mef'ul olup, hayret edilen, hayranlık duyulan anlamı
na gelebilir. Gerçekten de kul O'nun sıfatiarını düşündüğünde hayrette kalır.
Aslı, "Vilah = Yönelme, sevgi besleme" mastarından yine ism-i mef'Uldür.
Kendisine yönelinen, sevgi bestenilen demektir. Yönelme ve bağlılık, cansız
varlıklarda olduğu gibi, gayr-i iradi ve yaradılıştan olabileceği gibi, canlılar ve
akıllılarda olduğu gibi hem fıtraten, hem de iradeyle olabilir. Bu kelime,
"İhtecebe = perdelendi, gizlendi" anlamına gelen "Lahe, yehihu, liyahen" kö-
künden gelebilir. Bu köklerden hangisinden gelmiş olursa olsun, İlah kelimesi-
nin gerçek anlamda kullanımı Allah'a yakışır. Çünkü O, hem gerçek ma'bud,
126 • Kur'.ln vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
Hhlık ism-i failinin mastan olan halk, Arapça' da aslında düzgün biçimde
tasariama ve ölçüp biçme anlamına gelir. Bir şeyi, hiçten, örneksiz ve modelsız
olarak yaratma için de kullanılır.
Kur'an-ı Kerim'de Allah hakkında "Halık" kelimesi, genellikle "Halıku kül-
li şey"' terkibiyle kuUanılır. (Mesela bkz. 6:107; 13:16; 39:62; 40:62)
Allah, gerçekten de, birinci manasıyla biricik, ikinci manasıyla ise kamil ve
hakiki manada "H.iılık"tır. Her şeyi, ya yoktan, modelsiz, örneksiz ve bir asıl
dan olmayarak yaratmış veya bir başka bir şeyden ve örnekleri bulunarak var
etmiştir. Bütün mevcudah yaratan, tedbirini görüp levazımahnı yetiştiren, her
bir mahluk üzerindeki taklit edilmez hilkat ve sanat mühürleriyle her şeyin ya-
rahası olduğunu gösterendir.
Allah sönüp giden bütün mevcudatın ardından bütün esma ve sıfahyla baki
kalan ebedi ve baki Zit'tır. O'nun zatı dışındaki her şey fanidir. O, yarathğı
varlık tabaka ve dairelerinden birinden ötekine gönderdi~ yarahklarının bu
intikalinden etkilenmekten münezzehtir. Her şey, kendisine mahsus bir varlık
tabaka ve dairesinden çıkarılıp, şu dünyamıza bir süre görev yapmak için gön-
derilir, ardından buradan da bir yönden uful edip başka bir varlık dairesine
sevk edilir. Ama, her şeyin yarahası olan Allah Teala, bütün bu intikallerden
sonra hep baki ve varistir. Her şey de~ik açı ve yönlerden yok olur, fakat O
hep baki kalır ve asla yok olmaz.
hpkı onlan bir tül perde arkasından görmesine benzer. Eşyayı, sabahın alaca-
karanlı~da görmekle öğlenin berrak aydınlığında görmek arasında fark var-
dır. İşte Allah'ın eşya ve hadiseler hakkındaki ilmi, son derece net, berrak ve
açıkhr. Kulunki ise, sisli, perdeli ve bulanıktır. 3. Allah'ın ilmi eşyadan alınma
değildir. Bilakis eşya Allah'ın ilminden alınmadır. Halbuki insanın eşyayı bil-
mesi eşyaya tabidir, eşyadan sonra hasıl olmuştur. Bu farkı daha anlamak için
şöyle bir misal verelim: Satranç oyununu öğrenenle bu oyunu icat edenin ko-
nuyla ilgili bilgisini karşılaşhralım. Satranç oyununu icat eden bu varoluşunun
sebebidir. Oyunun varoluşu da onu öğrenenin ilminin sebebidir. Oyunu icat
edenin bilgisi, oyundan önce mevcuttur. Oyunu öğrenenin ilmi ise, oyunun
var olmasından sonra var olur.
İşte, her şeyin yaratacısı olan Allah'ın ilmi o şey yarablmadan önce de var-
dı,o şey Allah'ın ilmi ışığında varolmuştur. Ama kulun bilgisi eşya ve hadise-
lerden sonradır. Eşya olmasaydı, insanın ilmi de olmazdı.
İnsanın şerefi, şaru yüce olan Allah'ın ilim sıfahndan ne derece nasiplendi~i
ölçüsündedir. Bir kimsenin bilgisi ne kadar çoksadeğeri de o kadar büyüktür.
Fakat en üstün ve şerefli ilim, bilineni en üstün olan ilimdir. Bilinen şeylerin ·~n
üstünü ise şüphesiz ki şam yüce olan Allah'tır. Demek ki, ilimierin şalu ve pa-
dişahı marifetullah ilınidir. Allah'ı tanımak tanımalann en şereflisidir. Al-
lah'tan başka şeyleri bilmek, O'nun fiillerini, isim ve sıfatlanru tanımaya vesile
olması ölçüsünde önem kazanır. Bilgi, Allah'a götürmeye vesile olabiliyorsa
değerlidir. Bunun haricindeki bilgilerin pek fazla önemi yoktur. Hatta, sahıbi
için büyük bir mesuliyet kaynağı da olabilir.
(mucize) göndermeye Kadir oldu~u bildirir. (6:37) Kcldir isminin geçti~ ye-
di surenin hepsi Mekki'dir.
Kadir, uala" ile kullanılırsa, "dilerse yapan, dilemezse yapmayan Zit" de-
mektir. Burada, "mutlaka yapar" şartı yoktur. Şüphesiz, şam yüce olan Allah,
kıyameti hemen gerçekleştirmeye kadirdir. Dilerse hemen gerçekleştirebilir.
E~er şu anda hemen gerçekleştirmiyorsa, bu onu dilernemiş olmasından ve
ezelde tayin ettiği zamanı gelmeden önce gerçekleşmesini de dilemeyeceğin
dendir. Bunun böyle olması O'nun kudretine noksanlık getirmez. Mutlak Ka-
dir O'dur ki, tek başına her bir mevcudu yaratır. Yaratırken hiçbir şeyin yardı
mına muhtaç olmaz. İşte bu, ancak ve ancak, şanı yüce olan Allah' tır.
Burada Allah'ın her şeye k.ldir olması demek, her şeyi ölçüp biçmesi, önce-
den zamanını belirlemesi ve belirlenen o şeyin belirlendi~ şekilde varlık ve
vücut bulmasıdır. Mesela Allah, çekirde~in k.ldiridir. Yani takdir edicisidir.
Onun, aslının bütün özelliklerini taşıyacak biçimde filizlenip a~aç olmasını
takdir edendir. İnsan ve hayvaniann temel taşı olan embriyonun da kadiridir.
, Meydana gelecek canlının bütün özelliklerini orada kodlayandır. Zamanı ge-
lince o bitki, a~aç, hayvan ve insan, kendisi için kodlanan İlahi takdirden bir
zerre bile sapmadan vücut bulur, şekillenir ve hayat sahnesinde rolünü ifa
eder.
Gerçekten de Allah, her şeyi güzel sanatla yaratan, her bir varlığa sanatının
taklit edilemez mühürlerini nakşeden Ezeli sanatkardır.
ı6/ıo. Ey her şey fani oldulu hilde Kendisi baki kalacak olan!
Beka, fenanın zıttı olup, bir şeyin ilk hali üzere kalmaya devam etmesi de-
mektir. Baki, iki türlüdür:
130 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i
Bizatihi baki olup, bu beka ve kalıcılık belli bir süreye kadar olmayan ki bu
Allah TeaJa'dır. Allah'ın fani olması düşünülemez.
Başkası ile baki olan: Bu da Allah'ın dışındaki varlık.lardır. Bunlann fani
olması mümkündür.
Allah, bizatihi varlığı zaruri olan mevcuttur. Fakat O, zihinde istikbale izafe
edildiğizaman "Baki" adını alır. Maziye izafe edildiği takdirde ise "Kadim"
adını alır.
"Sm her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman fJer bize eman diliyoruz. Bizi Cehmnem ateşinden koru!"
-17-
,
aCLı
- , ,, ,
d!!..:, ı~J
~ ;.
Mümin, hem "tasdik eden, doğrulayan", hem de "emin kılan, güven veren"
anlamına gelir. "Emin kılan" anlamıyla O, yarattıklanna zulmetmeyen, onlan
Kur'An vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 131
I<ainatta bu ismin daha başka pek çok tecelWeri vardır. Kainat düzenindeki
en .ufak bir hesap yanlışlığı ve sapma, uçsuz bucaksız fezada top merrnileri sü-
ra~de hareket eden ve bir kısmı dünyamızdan milyonlarca defa büyük cisim-
lenn çarpışmasına neden olup alemin sonunu getirebilir. Milyonlarca tür can-
Iıyı omzuna alıp uçsuz bucaksız fezada seyahat eden dünya gemisinin yolcula-
n lisan-ı halleriyle bu ismi okuyor ve "Bizi yok olmaktan koru" diye niyaz edi-
yorlar. Çünkü, gemi ve uçaklan olan dünyanın, güneşe olan uzaklık ve yakın
lığında meydana gelecek çok az bir değişiklik, hepsinin bir anda yanmasına
veya buz kesilmesine neden olur.
Öte yandan anne rahmindeki yavru, yumurta ve yumurtaaklardaki civciv
ve larvalar, lisan-ı halleriyle hep bu ismi okuyorlar. Kendilerini o yokluktan,
dağılmaktan, çürümekten, nzıksızlıktan ve yollanndan alıkoyucu her türlü
tehlikeden korumasını Rab ve Yarahcı'larından diliyorlar.
Yine, her akıl sahibinin, özellikle insanın önündeki en büyük korku, sonsu-
za dek süren hayat yolculuğunda kendisini bekleyen tehlikeli konaklardır. Ct~
hennem'de ateş ve azaba dönüşüp insanı yakan ise, dünyadaki günahlardır.
Hayat yolundaki bu tehlikeli konaklardan ve buralarda sıkınb çekmenin ne-
denleri olan günahlardan, emir ve yasaklanyla bizi korumaktadır. Bu isim,
saydığımız tehlikelerin bilincinde olan herkes için büyük bir ümit kaynağıdır.
Dergahına sığınanlan her türlü tehlikeden koruyacağına diir İlahi bir müjde
ve taahhüt anlamını içerir.
Allah, hadsiz canlılann nihayetsiz korku ve endişelerine karşı en büyük
güvencedir. Her birisi için bir hayat ortarnı hazırlamış, gerekli her şeyi yarabp
imdatlanna göndermiş, hayatlarını tehdit eden sayısız düşmanlarakarşı onları
korumuş ve korumaktadır. Mesela, insan vücuduna öyle bir savunma sistemi
yerleştirmiş ki, vücuda giren herhangi bir zararlı bakteri, anında kuşatılıp im-
ha edilir. Di~er canlılan da gerek dahili, gerekse harici benzer savunma sistem-
leriyle donatmışbr.
Allah'ı tanıyan, seven ve O'na itaat eden, her muradına erer, hadsiz elem-
lerden korkulardan kurtulur. Kendini O kainat Sultanı'nın sadık bir memuru
bilip, O'nun ve bütün yaratıklannın güç ve deste~ kendi gücüne katar. O'na
güvenip dayanır, şahsi kuvvetinden hadsiz derece ziyade bir kuvvet kazanır.
Allah' ı tam tanımayan, sevmeyen, O'na itaat etmeyen ise, hadsiz elemlere, kor-
kulara ve endişelere hedeftir. Böyle bir insan en önemli bir savaş esnasında si-
perini bırakıp, silah ve teçhizahnı da çalarak firar etmiş, nefsinin kötü arzuları
nın peşine düşüp kışiasım terk etmiş, her an yakalanma ve ceza görme korku-
suyla yaşayan firari bir askerdir.
Aynca Allah, beşer olması itibariyle hatalardan, kusurlardan ve günahlar-
dan bir an olsun uzak olmayan insan için, af ve bağışlayıalığıyla en büyük gü-
ven kaynağıdır. Kulun günahı ne kadar büyük olursa olsun O'nun af ve mer-
Kur'An vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 133
... , . 1'
17/2. Ey Görüp gözeten! 0 ~~
Müheymin ismi Kur'an'da bir defa Allah'ın ismi olmak (59:23) üzere iki de-
fa kullarulmışbr. El-Müheymin, şahid, emin ve hakim anlamlannı aynı anda
içeren bir kelimedir ve Yüce Allah'ın bu üç özelliğini dile getirir. Kur'an'da
Hz. İbrahim'in şu duası, Yüce Allah'ın gizli açık her şeyi bildiğini, her şeyi gö-
zetim ve kontrolü altında bulundurduğunu dile getirir:
"Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen bizim gizleyeceği.mizi de açı.klayacağımızı
da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (14:38)
Bu gözetim ve kontrol bazen direkt O'nun tarafından gerçekleştirilir: "On-
lar, sırlannın da, fısılhlarının da Allah tarafından bilindiğini ve O'nun bütün
gizli şeyleri en iyi bilen olduğunu hala anlamadılar mı?" (9:78)
"Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur' an' dan bir şey okusan ve
siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman Biz mutlaka üstünüzde
şahidizdir. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve giz-
li) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta bu-
lunmasın." (10:61)
Bazen de görevli melekleri tarafından yerine getirilir: "İnsan hiçbir söz söy-
lemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (50:18)
A. O. Tatlısu'nun belirttiği gibi, Allah bu isminin tecellisi olarak, kullannın
üzerinde Hakim ve Hakem' dir, yaptıklannı görür, kaydeder, onlan murakabe
ve kontrol eder, yaptıklan iyi ve kötü işleri son derece emniyet ve özenle mu-
134 • Kur'in Vf Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHl
hiçbmm saklaınaz, i.nkar etmez, hak ettikleri sevaptan bir zerresini eksiltmez.
~ahut, kullan iyilik yapmakta birbiriyle yanş edercesine faaliyet gösterseler,
. Artık yeter, ben bunlann karşılığını veremem" demez. Bilakis onlann güzel
ışler yapmakta birbirlerini geçmeye çalışmalanndan hoşnut olur, vadettiği se-
vabı kat kat arbnr. Buyruk tanımayan asilerin de cüret ettikleri kötülüklerin
cezasuu bir zerre arthrmaz, ne yapınışiarsa onu hakkıyla görüp kaydeder. Gö-
recekleri ceza da tam olarak ona göredir. (Tatlısu, a.g.e., s. 55-56.)
Allah'ı bu ismiyle tanıyan, yani manevi kameralarta çepeçevre kuşatıldığı
nı, her arnelinin kaydedildiğini, söz ve davranışlanrun, hatta en gizli kalbi dü-
şünce ve duygulannın manevi kasetiere alındığını, kısaca bütün hal ve fulle-
riyle ve bütün harekat ve duruşlanyla gözetildiğini, murakabe edilip korun-
duğunu anlayan kişi, Allah' a ilimat eder, O'nun himaye ve garantisine güvt'-
nir, en küçük ve basitine varıncaya kadar yaphğı her faydalı işin kaydedildiğı
ni bilerek ümit kazanır, aynca kötülüklere kolay kolay cüret edemez. Ahirettt·,
yaphğı bütün kötülüklerin bir film şeridi gibi, hem de herkesin huzurunda
gözler önüne serileceğini düşünerek şimdiden utanır ve fenalıklardan el çeker.
Özellikle, Allah'ın da tanıklığına tanık olduğunu bilerek yalancı tanıklıklardan
titizlikle uzak durur, en yakınlarının, hatta bizzat kendisinin yaran veya zaran
söz konusu olsa bile gerçeği söylemekte tereddüt etmez.
Kısaca,
herkes kendi küçük dünyasında büyük komutan olduğunu ve bu
küçük dünyadan başlamak üzere elinin ulaşhğı, sözünün geçtiği her yerde İla
hi emir ve yasaklara riayeti temin etmekle yükümlü bulunduğunu bilir.
~
Mükevvin, tekvin mastanndan ism-i fail olup, yok olan bir şeyi yokluktan
varlığa çıkaran ve var eden demektir. Bu sıfahn ilim, irade ve kudretle ilişkisi
şudur: ilim ile malumat bilinir, kudret ile bir işin fiili veya terki geçerli olur,
irade ile de fiil, yaratma veya terketme şıklarından biri tercih edilmiş olur. Ya-
ratmada, var etmede bilfiil tesir eden sıfat ise tekvindir. Tekvin de kudret ve
irade gibi mahlukata taalluk eder.
Allah, Teala'nın
bir tek emirle ve "Ol!" diyerek varlıklan icat ettiği, bu emir
karşısında mahlukahn varlık sahasına çıkhğı şu ayet-i kerimede belirtilmiştir:
"Gökleri ve yeri, hiçbir benzeri olmaksızın yaratan O'dur. Bir şeyin yarahi-
masını murat ettiğinde O'nun işi, sadece "Ol!" demektir; o da oluverir." (2:117)
"Meryem, 'Ya Rabbi, benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan eli
değmemiştir' dedi. Allah Teala buyurdu ki: 'Evet öyledir. Lakin Allah dilediği
ni yarahr. Bir şeyi murat ettiği zaman, O'nun işi sadece 'Ol!' demektir; o da
oluverir." (3:47)
K ur • ~n ve H i k m el 1\ı 0ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 135
"Hayab da veren O' dur, ölümü de. O bir şeyin olmasını dilediği zaman
O'nun işi sadece 'Ol!' demektir; o da oluverir." (40:68)
. ,, , ,
17/4· Eytelldneden! 0 ~~
Mülakkin, telkin eden, birinin aklına bir şeyi yerleştiren, talimat ve emir ve-
ren vs. anlamianna gelir. Allah Teala, her bir varlığa yaradılış görevini ve ha-
yatına lazım olan her şeyi, o varlığa uygun bir yolla ilham edendir. Peygam-
berler göndererek, kitaplar indirerek, emir ve talimatlannı mükellef kullanna
ileten, onlara türlü türlü üslup, ifade, delil ve yöntemlerle bu talimatlan be-
nimsetmeye çalışan ve telkin edendir.
Mübeyyin, bir şeyi açığa çıkaran, görünür yapan, duyuran, ilan eden, ifade
eden, dile getiren, gösteren, işaret eden, açıklayan, izah eden anlamlanna gelir.
Bumanalann hepsi en kirnil derecede Allah Tealahakkında geçerlidir. Al-
lah Teala, varlıklan yokluk karanlıklanndan alıp aydınlık varlık sahasına çıka
nyor, onlan açık ve görünür hale getiriyor. Hakikatleri kullanna halen, kalen,
işareten ve delaleten duyuruyor. İlahi hakikatleri açıklamak üzere indirdiği ki-
tabını kullarına güzelce açıklamak için peygamberlerini görevlendiriyor.
Kainah, manfetine vesile olacak hayret uyandına sanatlarla süslü bir bü-
yük hikmet kitabı şeklinde yazarak onunla Kendisini güzelce tarubyor, isim ve
sıfatiarını açıklıyor. ifadeleri mucize olan Kur'aruyla kiinatın hikmet ve haki-
katlerini açıklıyor. Kendisini ins ve cinne tanıhyor. Razı olduğu her şeyi beyan
ediyor. Şuur sahibi yarabklanna idrak ve meramlanru ifade kabiliyetlerini ve-
riyor vs. İşte bütün bu icraatlarda bulunan Cenab-ı Hak, kirnil manada Mü-
beyyin' dir.
,
17/6. Ey Hafitleten! 0 ~~ Ç
Adalet bir güzelliktir. Tenasüple, intizamla, her şeye layık olanı vermekle
kendisini gösterir. Ve her şeyi en düzenli ve orantılı şekliyle yaratan, her canlı
ya layık olduğu bir vücudu, nzkı ve nimetleri bağışlayan ve en büyük tecelli-
sini haşir gününe saklayan bir adalet sahibini anlabr sayısız dillerle.
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi •137
.J, , .J ,
17/8. Ey büyüten! 0 ~Ç
Muazzim, büyüten, daha büyük yapan, yücelten, ululayan, tazim eden, ge-
anlamlanna gelir. (el-Mu'cemü'l-Arabiyyü'l-Hadis, s. 579)
nişleten
Allah Teala, gerek kela.mi ve gerekse tekvini ayetleriyle zahru tazim eden-
dir. Yani Kur'an ayetleriyle büyüklü~ü, ululuğunu ve yüceli~ sık sık dile
getirdiği gibi, mevcudat aynalannda, sebepler perdesinde ve vasıtalar aynala-
nnda azametini izhar edendir. öte yandan makbul ve mükerrem kullanru tek-
rim ve tazime mazhar kılandır.
K.iinattaki uçsuz bucaksız fezalan ve bu fezalarda aklın ve hayatin erişe
meyeceği kadar çok sayıda büyük gök cisimlerini yarahp onlan hareket etti-
ren; bakılıp düşünüldüğü zaman insanı hayrette bırakarak "Allahü Ekber!",
"Sübhanallah" dedirten bütün bu mahlukat ve hadiseler hep Allah Teala tara-
fından yarahlnuşhr. İşte O bütün bunlarla, Zihnın azamet, ululuk ve yüceliği
ni gösteren de O'dur. öte yandan, başta Peygamberleri olmak üzere salih kul-
lannı ve dostlanru büyütüp yücelten, şan ve de~erlerini arbran, yüksek maddi
ve manevi makamlara yükselten de O'dur.
~
17/10. Ey Renklendiren! 0 ıJ
"
pÇ
,
Ayet-i kerirnelerin de işaret buyurduğu gibi Cenab-ı Hak, basit bir toprak-
tan, basit bir suyu vesile ederek türlü türlü renkte bulunan bitki ve ağaçlan on-
lardan da yine tatlan, renkleri, şekilleri, hasiyet ve faydalan sayılamayacak
kadar tür ve çeşitteki meyveleri yaratmaktadır. Öte yandan, yeryüzünün top-
raklarını, dağ ve revherlerini de çok çeşitli renk ve özellikte yaratmıştır. Sayısız
madenler hep O'nun kudretinin ürünüdür. İnsanlan, yerde yürüyen irili ufaklı
canlılan ve deve, koyun, keçi, sığır gibi ehli hayvanlan da türlü türlü renk ve
çeşitte halk etmiş ve etmektedir. İşte bütün bu gerçekler düşünüldüğünde Al-
lah' m mülevvin sıfabrun ne kadar geniş bir dairede hüküm sürdüğünü ve etki-
sini gösterdiğini daha iyi anlıyoruz.
Şu maddi alemde bu konuda sadece renkler dile gelse bize ne büyük haki-
katler terennüm edeceklerini düşünmek bile insanı heyecanlandınyor. Mesela,
Ümit Şimşek Bey'in dediği gibi, "Gökten dünyaya gelen, bir beyaz gün ışığıdır.
Onunla rengarenk bir dünya serilir gözümüzün önüne. Karalar, denizler, gök,
yer bir renk tarlası olur. Gerçi siyah beyaz bir dünya da işimizi görürdü ama;
bize sunulan, bundan çok daha fazlasıdır.
Mavi gökler bile yeknesak kalmaz. Dakika dakika farklı renklerle yeni yeni
tablolar çizilir ufukta. Hiçbir gurup aynen tekrarlanmaz.
Beyaz yumurtanın içinde kuş yavrusu şekillenmeye başlarken, tüy kökleri-
ne renklerin programı verilir. Zamanı geldiğinde, tüycüklere m.iligramlarla
pigmentler atılır. Her köşesi inceden ineeye işlenmiş, uyumlu renklerle süslen-
miş bir elbise biçilir ve giydirilir kuşa.
Bazen gözlerde dile gelir renkler, bazen kanatlarda. Bazen güllerle güler.
Bazan bir dağ yamaanı bir güle çevirir. Gözümüzü nereye çevirsek, renkler
içinde bir sanat eseriyle karşılaşınz. O sanat eserleri bir araya geldiğinde ise,
Kur'In ve Hikmet 1\ı§ında CEV~EN ~ERHİ •139
ya sadelik içinde bir muhteşem tablo çıkar ortaya, ya da harikulade bir _re~
zenginli~ içinde bir estetik enerji fışkınr o ~a.blod~. Ve re~lerle bezenmış -~ _
nat eserleri, çok sesli ve ahenkl_i bir koro halınde overler, bır ~yaz ~~~a dun
yayı binlerce renge boyay~ru. 'Işte bu Allah'ın bo~asıd~. ~1~ tan guzel boya
vuran kim var?' (2:138)" (U mit Şimşek, Bakıp da Görmediklerımız, s. 75-77)
Kısaca Allah Teala, alemi süsleyen, muntazam sanat eserlerini rengarenk
nakışlarla bezeyen, güzel isimlerinin gizli güzelliklerine birer ayna yapandır.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru/"
-18-
~ili~. :ar~hklar da, sahip oldukları sınırlı ve azıak ilimleriyle Allah'ın 0 sonsuz
ılmırun bırer aynası ve delili niteliğindedirler.
0~~~~~~ç
ı8/6. Ey Kendisine kaba davrananlarakartı Halim olan!
Kerim, iyiliği çok olan, cömert, bağışı tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti
Kendisinde toplayan, işleri övülmeye layık, yüce, yaraşmayan şeylerden mü-
nezzeh, Aziz, affedici demektir. Allah Teala, Kendisine ümit besleyenlere karşı
son derece cömert, bağışı bol, övülmeye layık olacak derecede verendir. Özel-
likle, günah işleyip de af için Kendisine ümit besleyenterin tevbe ve istiğfarla
nnı boşa çıkarmaz.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-19-
~.J 7 ""' .
19/1. Ey fazlından başkası umulmayan! 0 ,. '
~\'~ır.-~\'.._;;. Ç
Fazl, veren kimsenin vermek zorunda bulunmadıtJ her türlü hediye ve ih-
sandır. Ayet-i kerimede, "Fazi, Allah'ın elindedir." (3:73) "Allah'ın faztından
isteyiniz." (4:32), "Bu Allah'ın fazlıdır." (4:70), "Allah büyük fazi sahibidir.'
(2:105), "Eğer Allah'ın fazlı olmasaydı." (2:64) buyrularak Allah'ın faztından
söz edilmektedir.
Allah Teala öyle bir fazi ve kerem sahibidir ki, her şey için fazi ve keremin-
den başka ümit kapısı bulunmaz. Başka fazi ve keremler ümit bağlanmaya
değmez. Çünkü, başka fazi ve kerem sahiplerinin bu durumlan da zaten
O'nun vergisidir. Kaldı ki, O'nun dışındakiler ya insanı tanımaz, tanısa da ba-
zen sevmez, sevse de her derdine çare olacak iyilik ve ilisanlar hazinelerinde
bulunmaz. Dolayısıyla Allah'ın tükenmez fazi ve kerem hazinesi dururken,
başkasına ümit bağlamak akıl kan değildir.
0~~~~~~~~ç
19/2. Ey adaletinden başka bir şeyden korkulmayan!
Adalet, iyilik olsun kötülük olsun eşit bir biçimde karşılık vermektir. (Müf-
redat, s. 325)
Bu ismin manası şudur: Ey en küçük bir haksızlığı cezasız bırakmayan sı
nırsızadaletinden daha çok korkulmaya layık hiçbir adalet bulunmayan zat!
Allah'ın mükafatlandırması fazlındandır, cezalandırması ise adaletinden-
dir. Çünkü, insanın yaphğı bütün iyilikler mazhar olduğu en küçük bir nime-
tin bile fiyab olamaz. Kalıyor suç ve günahları. Bunların cezasını görmesi ta-
mamen İlahi adaletin gereğidir. İşte eğer Allah Teala, her işlediğimiz hata, suç
ve günahı adaleti gereği cezalandırırsa, afv, fazi ve keremiyle muamele etmez-
se asıl korkulması gereken husus odur. Başkalannın adaleti, yani cezalandır
ması, hem kısacık dünya hayatıyla sınırlı, hem de kişinin her suçundan haber-
dar olmama ihtimali bulunduğundan o kadar korkulmaya değmez. Ama Allah
Teala'nınki öyle mi ya? O, hem yapbğımız küçük büyük her suçu bilir, hem de
K u r • l n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V ~ E N ~ E R H i • 145
cezasını ebedi olan ahirette verir. Bu açıdan O'nun adaleti gerçekten korkul-
maya de~er.
,, ' .J, , • , , • , ,
Birr, hayır işlemede engin davranmak ve bolca iyilik etmektir. Birr, hem Al-
lah için hem de kul için kullanılır. Kul için kullanıldığında, Allah' a kullukta
engin olmak, O'na bolca itaat etmek anlamına gelir. Allah hakkında kullanıl~ı
ğında ise, kuluna bol bol sevap ve mükifat vermek demek olur. Mesela, "In-
nellahe Hüve'l-Berru'r-Rahim ... Gerçekten O, Berr'dir, Rahim'dir (hayırlann
kayna~dır, merhamet ve ihsanı boldur)." (52:28) ayeti buna örnektir.
Gerçekten de Allah Teala, bütün hayır, sevap ve iyilikler Kendi fazi ve ke-
reminden beklenen Zit'hr. Bütün yaratıklar, özellikle insanlar hep O'nun iyi-
lik, sevap ve mükifahnı bekler ve gözlerler.
hep belli bir süre bu nimete sahip olur, belli bir zaman sonra bunu ya ölümle
veya başka bir yolla ellerinden kaçınrlar. Hakiki hükümdar ve otorite sahibi
olan Allah Teala'run saltanab ise, sonsuz ve ebedidir. O'nun için ölüm söz ko-
nusu değil ki, bu yolla saltanab elinden çıksın. Gücü ve kudretinin üzerirıde
bir güç ve kudret yoktur ki, galebeyle hakimiyeti Kendisinden alınsın. Ayt•t-i
kerimeninde ifade ettiği gibi mülkün hakiki sahibi O'dur. O dilediğine haki-
miyet verir, dilediğinden de hakimiyeti çekip geri alır. Her türlü hayır sadece
O'nun elindedir ve O'nun her şeye gücü yeter. (3:26)
Kısaca Allah, mülkünden başka hiçbir mülkün devam ve bekası bulunma-
yan, zahiri hükümdarlarm peşpeşe zeval bulmalannda O, sınırsız malikiyeti-
nin devam ve bekası görünen Ebedi ve KayyU.m olan Zit'br.
Nitekim ahirette bütün saltanat sahiplerinin yok olup gittiği bir anda Allah
Teala, "Bugün hakimiyet kimindir?" diye soracak, cevap veren bulunmayınca,
yine Kendisi, "Vahid ve Kahhar olan Allah'ındır!" cevabını verecektir. (40:16)
o ~UJ..:, ~~~~'i~ ç
19/6. Ey otoritesinden başka otorite bulunmayan!
İki ayet-i kerimede Allah Teala'run rahmetinin her şeyi kapladığı haber ve-
rilir. " ... Allah buyurdu ki: 'Ben azabı.mı dilediğime veririm. Rahmetim ise her
şeyi kaplamışbr; onu, emir ve yasaklarımıza karşı gelmekten sakınan, zekatla-
nru veren ve ayetlerimize iman edenlere nasip ederim." (7:156) Bir ayette de
aynı gerçek, Arş'ı taşıyan ve onun etrafında bulunan meleklerin dilinden ifade
edilir. (40:7)
A'raf Suresinin 156. ayetini tefsir eden Elmalılı merhum, konumuzia ilgili
olarak şu bilgileri vermektedir:
"Rahmetim dünyada mürnin katir, sorumlu sorumsuz, hatta şey adını alan
her varlık ve her ne varsa hepsini kaplamış, hepsini kuşatmışbr, onların hepsi-
ne şamil olmuştur. İleride meydana gelecek ve varlık aleminde zuhur edecek
olan şeylerin hepsine şamil olmak üzere rahmetim her şeyi kuşatmışbr. Rah-
metimin özelliği de budur. Hiçbir şey yoktur ki ilk varoluşundan itibaren Al-
lah'ın rahmetinden nasibini almamış olsun. Rahmetinonadar geleceği, yetme-
yeceği ve yetişemeyeceği hiçbir şey yoktur. O'nun rahmetinin dışında bir şey
tasavvur etmek dahi mümkün değildir. Ancak bunun böyle olması, her şeyin
rahmetten eşit pay alması gerektiğini ortaya koymaz. İşin başında olduğu gibi
sonunda aynı rahmete mazhar olmasını gerektirmez. Rahmeti her şeyi kuşat
mış olduğu halde, o her şeyi kuşatmış ve kaplamış olan rahmeti içinden her
kimi azabına uğratmak isterse, ona azabını isabet ettirir, hükmüne ve iradesine
kimse müdahele edemez, itiraz da edemez, azabı aynıyla isabet ve doğru olur.
Şu halde ya bu azapta da o kimseler için bir rahmet vardır veya o kimseler o
rahmetelayık olmaktan çıkmışlar, azabı hak etmişlerdir.
Hasılı, Allah'ınrahmeti genel ve her şeyi kapsamına alan bir rahmettir. Ya-
rablmış olup da bundan nasibini almamış olan hiçbir şey yoktur. Hatta bu sıl
renin (A'raf Suresi'nin) başında görüldü~ üzere, İblis bile önceleri Cennet'te
yaşamış ve "Bana mühlet ver!" dileği dahi bir zaman için yerine getirilmiştir.
Ancak bu genellikte ve genişlikte zorunluluk yoktur. Gelecek açısından herkes
hakkında söz konusu rahmetin mutlaka devam etmesi mecburiyeti yoktur.
İlahi irade ve murat gerektirince kim olursa olsun azap ile isabete uğrar, onun-
la mübtela kılınır." (Elmalılı, a.g.e., c.4, s. 144)
148 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
-20-
Öte yanda Cafiru 'z-Zenb tabiri, büyük bir övgü olarak getirilmiştir. Dolayısıyla
bunu, en büyük medih çeşidini ifade edecek bir manaya hamletmek gerekir. Bu mana
dıı, Cenab-ı Hakk'm, kul tevbe etmese de, onun büyük günahlarını bağışlayıcı olması
dır." (Razi, Mefatih, c. 19, s. 241-242)
Bu vasıfta geçen "Tevb" kelimesi, "tibe"" tevbe etti" fiilinin mastan ola~i~e:
ceği gibi, "tevbe"nin çoğulu da olabilir. Birinci anlama _göre, tevbe etme ışıru
kabul edendir. İkinci anlama göre, tevbeleri kabul edendır.
Bu vasfın geçtiği ayet-i kerimeyi yorumlayan müfessirler konuyla ilgili ola-
rak şu açıklamayı yapmaktadırlar:
"Ehl-i Sünnet alimlerimizin görüşüne göre, günahkann tevbelerinin kabu-
lü, Cenab-ı Hakk'ın bir h1tfu ve ikramıdır. Tevbeyi kabul, Allah'a vacip (gerek-
li) değildir. Mu'tezile ise, Allah'ın tevbeyi mutlaka kabul etmesi gerektiğini
söylemiştir. Ehl-i Sünnet alimlerimiz şöyle delil getirmişlerdir: "Allah Teala,
tevbeleri kabul edici oluşunu, bir meth ü sena sadedinde zikretmiştir. Binaena-
leyh eğer bu iş kendisine vacip olmuş olsaydı, bunda, kullan, görevlerini hak-
kıyla yapıp yasaklardan sakındıklannda bunlar için tahakkuk edecek az bir
fazlalık hariç, medih nanuna hiçbir şey kalmazdı." (Razi, a.g.e., c. 19, s. 242)
"Mlıfi", ifa eden, ödeyen yerine getiren anlamına gelir. "Ahd" ise, söz ver-
me, mukavele, misak anlamianna gelir. Allah Teal.i, verdiği bütün sözleri hak-
kıyla yerine getirendir. Allah, ahdinde hulf etmez. Allah'tan daha fazla ahdine
bağlı olan kim vardır? Allah, ahdin yerine getirilmesini emreder. (2:4, 40; 5:1;
6:152; 7:85; 11:85; 16:91; 17:34, 35; 22:29) Ahdine bağlılık göstermeyenleri yerer.
Ahdine bağlı olanlan da birçok ayet-i kerimede över. (3:74; 48:10; 76:7; 13:20)
O, sırlan bilendir. Nitekim Mülk SU.resi 13. ayetinde, "Sözünüzü ister gizle-
yin, ister açığa vurun, şüphesiz O, kalbierin özünü çok iyi bilir." buyrulmakta-
dır.
154 • Kur'~n ve Hikmet lşıOında CEVŞEN ŞERHi
~, ~
fll .......... -
,,,-:,.
0 .)01
, , ıJ~'il ~~'il~~ 'it 41t'i ç ~~
-21-
21/1. Yi Aliy! Q ~Ç
nasız her şeyin üzerinde galip, aziz, khllir; kusurlardan münezzeh ve mukad-
des oldu~u belirtilir.
Yükseklik iki türlüdür. Biri maddi, biri de manevidir. Mesela, bir merdive-
nin basamakları veya minarenin şerefeleri düşünüldü~nde, bunlardaı:' bir
sonraki bir öncekinin üstündedir. Bu üstte olma maddı noktadandır. Bır de
manevi yükseklik vardır. Mesela, askeriyedeki rütbeler derece derecedir. Bu
rütbelerden birinden diğerine yükselen kimse, bir önceki rütbesine göre daha
yüksektedir. Bu, ta Genelkurmay Başkanı'na kadar gider. Artık bu son rütbe-
nin üstünde bir rütbe yoktur.
Allah bütün her şeyden daha üstün ve yücedir. Sebepleri de neticeleri de
yaratan O' dur. Ölümü yarahp, canlıları öldüren O olduğu gibi, hay ah yara hp
ölüleri dirilten de O' dur. Elementleri, bitkileri, hayvanla n, insanlan ve melek-
leri de var eden ve varlıkta tutan O'dur.
O, ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir. Noksanlıklann her çeşidinden münez-
zehtir, mukaddestir. Cansızın derecesi olan en aşağı dereceden tutun, ta Arş'ın
derecesine kadar bütün derecelerden daha yüksek ve daha üstün bir derecede
bulunan O'dur. Yani, kemal derecelerinin zirvesi olan noktada ancak şaru yüce
olan Allah vardır.
Bir ayette, "Ve Hüve'l-Kahiru fevka ibadih =O, kullannın üstünde hükmü-
nü yürüten mutlak hükümrandır." (6:18) buyrulmuştur. Allah, kudreti, galibi-
yeti, izzeti ve kemaliyle her şeyin üzerindedir. Hiçbir şey, O'nu mağlup ede-
mez, O'nun kudretine karşı koyamaz, emrini geri çeviremez, O'na bir eksiklik
ve noksanlık bulaştıramaz, en büyük güneşler, en küçük zerreler gibi O'nun
kahr ve galebesine boyun eğmiştir. Gökteki yıldızlar, yerdeki ateş böceği gibi
O'nun emrinde çalışmaktadır. Kısacası O, ilim ve kudretiyle, isim ve sıfatlany
la, hüküm ve hakimiyetiyle her şeyin nihayet derecede fevkindedir. Bu sıfat,
aynı zamanda, bütün yaratıklann, mabud olmaktan uzaklık noktasında eşit
oldukları gibi, mahluk olma noktasında da bir olduklannı ifade eder.
Elmalılı, Bakara Süresi: 255. ayetini (Ayetü'l-Kürsi) tefsir ederken şöyle der:
"İnsanlar kendilerince, yerkürenin küçük bir parçası üzerinde bile bir devlet ve
hükümet ele geçirip idare ve muhafaza ebnenin ne kadar zor bir iş olduğunu
ve asırlardan beri gelen nice nice devletlerin, milletierin bu yüzden memleket-
lerini koruyamayarak yıkılıp gittiklerini görüp bildiklerinden, nihayetini ta-
savvur edemedikleri bu göklerin ve yerin bir kabza-i tasarrufta vahdet kürsü-
sünden bir saltanat ile idare olunur bir memleket olduğunu düşündükleri za-
man, 'koruması ne kadar zor ve ağırdır' gibi bir zarına düşebilirler. Fakat o İla
hi Kürsü, bütün gökleri ve yeri tutmuş olmakla birlikte, bu gökleri ve yeri o
vahdet (birlik) kürsüsünden tasarruf avucunda tutup muhafaza ebnek ve ko-
rumak Allah'a ağır da gelmez. O'nun için bu hiçbir şey değildir. O şanı yüce
Allah pek yüksek, pek büyüktür. Biricik yüce, biricik ulu olan ancak O'dur. Bu
156 • Kur'In vt Hikmtt l1ıOındı CEVŞEN ŞERHI
bakımdan O'ndan başka gerçek bir ilah nasıl mümkün olur? Ve buna karşı
başkalanna tapılıp da şefaatleri nasıl umulur? Ve böyle yapan kafirler ne kad
bedbahttır!" ar
Allah'ı bu ismiyle tanıyan mürnin, O'na yürekten kulluk eder. içtenlikle
O'na..duada bulunur. O'nun sonsuz büyüklü~ karşısında saygıyla eğilir. Gü-
~1 _so~_ve hayırlı arnellerinin sabah akşam O'nun yüce huzuruna yükseltildi-
tini bilır. Bu nedenle O'nun katında kendisini utandıracak söz ve davranışlar
dan kaçırur. O'nun yüce kabndan k.ainabn yönetimi, çekip çevrilmesiyle ilgili
sayısız fermanların her an indiğini düşünerek, hakkında hayırlı hükümlerin
verilmesi için dua eder. Büyük Arş'ından yönettiği uçsuz bucaksız saltanabm
düşünerek, O'nun kulu olmakla iftihar eder ve bu büyük şerefe layık olmaya
çalışır.
21/2. Yi Vefi! 0 QJ ~
Vefi, "Vefalı", "tam, mükemmel", "kifayet eden, yeterli gelen" gibi anlamla-
ra gelir. (Osmonlıca Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, s. 1041) Allah, tam ve mü-
kemmeldir. Başkaca hiçbir varlığa ihtiyaç bırakmayacak derecede kuluna kifa-
yet eden ve kulunun ihtiyaçlarına yetendir. O'nu bulan, her türlü muradına
ermiş, hadsiz korku, endişe, huzursuzluk ve tedirginlikten kurtulmuştur. Ay-
nca, abdini yerine getirmesine engel olacak hiçbir şey yoktur. Aksine, tüm isim
ve sıfatları, başta ahiret hayahnı getirmek üzere tüm ahitlerini yerine getirme-
sini gerektirmektedir.
Gerçek ve sadık dost anlamına gelir. Kur'an'da aynı kökten Allah'ı nitele-
yen üç vasıf yer almışhr: el-Veli, el-Mevla ve el-Vali. Bunların hepsi, anlam ba-
kımından da aynı asla vanrlar. Bu kök, esas itibanyla; yardım, yakınlık ve biri-
nin işini üzerine almayı ifade eder. (Alusi, a.g.e., VII, 177) "Veli", "kayyim (ida-
re eden) manasma gelir. Aynı şekilde sadık dost, seven gibi anlamlan da var-
dır. Veli, düşmanın zıddıdır; bir başkasının işini üstlenen, onun "velisi" olur.
f) Allah'ın
kendisine vermiş olduğu nimetiere şükreden Hz. Yusuf, "Dün-
yada ve ahirette benim velim Sensin!" der. (12:101) el-Beydavi: "Yardımam ve
işimi deruhte eden" diye tefsir eder.
21/4. Ya Gani! 0 ~Ç
Gani, her türlü ihtiyaçtan münezzeh olan, Kendi nezdinde bulunan ve ma-
lik olduğu şeylerle kamil olan, başkasına ihtiyacı olmayan manasma gelmek-
tedir.
Gani vasfı Kur'an'da, bazen tek başına, bazen de diğer bir isimle birlikte
zi.kredilmiştir. Tek başına kullanıldığı zaman bilhassa Allah'ın bütün varlık
lardan müstağni olduğunu bildirir. Birlikte yer aldığı diğer İlahi vasıflar ise,
Cenab-ı Allah'ın yaratıklanyla münasebette olan başka yönlerini aynı anda tel-
kin etmek suretiyle, Zit'uun tam istiğnasıyla birlikte yaratıklara, özelli.kle in-
sanlara karşı ilgisiz olmadığını belirtmektedir. Mesela, "Allah rahmet sahibi
Gani'dir"; her ğani böyle olmayabilir. "Hamde, övülmeye layık Cani'dir"; zira
yaratıklanna, onlan övgüye sevk eden h1tuflarda bulunur. (Suat Yıldırım,
Kur'tin'da Uluhiyet, s. 206)
Allah. yaratıklara hiçbir şekilde muhtaç olmadığını belirtmeye büyük önem
verir. Maddeten ihtiyaçsızlığı belli olduğu gibi, ibadetler bakımından ihtiyaç-
sızlığı da açıkhr. Birçok ayet bunu dile getirir. Mesela, O'nun nzası için kesilen
"kurbanlık hayvanlarm ne etleri, ne de kanlan Allah'a ulaşamaz; O'na ancak
insanlardan takva (dini duyarhlık ve kalbi içtenlik) ulaşır." (22:37) Birçok inanç
sisteminde, tannlann insanlara muhtaç durumda düşünüldüğü hatırlanırsa,
bu İlahi hususiyetİn önemi daha iyi anlaşılır. Allah'ın kurhaniara ihtiyacı ol-
madığı gibi, öbür ibadetlere de ihtiyacı yoktur. Bundan ötürü Kur' an' da Cani
vasfı, Allah'ın gerçekte insaniann faydaları için koyduğu ibadet ve hayır emir-
lerini takip eder. Bu vasfın zikredilmesi, iyilik ve ibadet emrinin bir yanlış an-
lamaya sevk etmesini önleyerek, bunları emretmekle esas faydanın o emirleri
yerine getirecek insanlara döneceğini, "Allah'ın her şeyden müstağni olduğu
nu" hahrlahr. Yarahklara olduğu gibi, Allah'abile minnet etmeye eğilimli in-
san bencilliği düşünülürse, buikazın ne kadar yerinde olduğu anlaşılır. Mese-
la, hac ibadeti (3:97); muhtaçlara yardım (2:263, 267); Allah'ı tanıma ve O'na
şükrün gerekliliği (14:8; 31:12) gibi konulardan sonra O'nun Cani vasfı hahrla-
hlarak, aslında bütün bu iyilik ve ibadetlerden müstağni ve ihtiyaçsız bulun-
duğu uyansı yapılmışhr. (Suat Yıldırım, a.g.e., s. 207)
Gazali'nin dediği gibi gerçek ve mutlak ğani, asla ve hiçbir şekilde başkası
na muhtaç olmayandır. Muhtaç olan, fakat muhtaç olduğu şey kendisinde bu-
lunan kişi, mecazen ğanidir. Bu hal, Yüce Allah'tan başka varlıklar hakkında
mümkün olabilecek ğaniliğin son sırundır. Fakat, esas muhtaç olma duru-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEV~EN ~ERHI •15q
mundan asla kurtulamazlar. Muhtaç olma özelliğinin onlardan yo~ .o~~~ im-
kansızdır. Kul Allah'tan başkasına muhtaç olmadığı zaman ğanı ısmını alır.
Fakat esas muhtaç olma durumu hiçbir zaman kendisinden yok olmaz." (Ga-
zili, Malcasıd, s. 105) Yüce Allah' ın," Allah Gani'dir, sizler ise fakirsiniz!"(47:38)
sözü Gazali'nin, bu tespitinde isabetli olduğunu gösteriyor. Gerçekten de, ne
kadar zengin olursa olsun istisnasız her varlık Allah'a sayısız yönler muhtaçtır.
Allah öyle bir Gani'dir ki; yeryüzünü, yaz zamanında, canlı misafirlerine
bir Rabbani mutfak yapar ki; ondaki her bir bağ ve bahçe birer kazandır. Her
bir meyveli ağaç, birer kaptır. Bütün onları, feyiz ve rahmetinden lezzetli yiye-
ceklerle doldurur. İncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor. (Bedi-
üzzaman, Nurun İlk Kapısı, s. 50-51)
O, her bahar ve yazda görünmeyen bir alemden, hiçten, umulmadık yerden
ve kuru bir topraktan kaldınr, indirir tarzda yüz defa yeryüzü sofrasını ayrı
ayn yemeklerle donatır, serer. Sanki zamanın seneleri ve her senenin günleri,
birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet yiyeceklerine birer kap
ve bir Rezzak-ı Rahim'in külli ve cüz'i ihsan mertebeleri için birer sergidir. İşte
insan böyle bir Ganiyy-i Mutlak'ın kuludur. Kulluğunun şuurunda ise, onun
acıklı yoksulluğu lezzetli bir iştaha döner." (Bediüzzaman, Şualar, s. 65-66)
Allah'ın bu isminden ders alan mümin, bitmez tükenmez hazineleri bulu-
nan bir Rabbinin bulunduğunu bilerek, onu tanımakla onur duyar, böyle bir
kerim efedisine dayandığı için aciz varlıklara karşı müstağni ve gözü tok dav-
ranır, Rabbini bırakıp onlara el açarak onurunu zedelemez. O, en büyük zen-
ginliğin, Allah'a muhtaç olma bilinci olduğunu bilir. O'na muhtaçlığını şefaatçi
ederek, O'na el açar. İhtiyaçlannın karşılanmasını O'ndan bekler. Mutlak zen-
ginin Allah ve zenginliğin de O'ndan olduğunu bilir. Eğreti zenginleri kıs
kanmaz. Zenginliğin bir imtihan, dünya malının bir sınav vesilesi olduğunu
bilerek dikkatli davranır. Varlıklıysa, varlık imtihanını kazanmaya çalışır. Yok-
sulsa, haline sabır gösterir, hatta böyle bir zorlu sınava muhatap olmadığı için
şükreder.
21/5· Ya Meliy! 0 ~Ç
Meliy, zengin, varlıklı, maldar, eşraf gibi anlamlara gelir. (Ans. Büyük Lü-
gat: s. 613) Buna göre Yüce Allah, sonsuz, bitmez tükenmez hazinelere sahip
olandır. Kelimenin, "muktedir = güç ve iktidar sahibi" manası da bulunması
hasebiyle (el-Müncid, s. m), Allah, kudreti her şeye yetendir. Bu kelime
Kur'an'da (19:46) "uzun zaman= Vehcumi meliyya" anlamında da kullarul-
mışhr. Buna göre, bu isimle Yüce Allah'ın ebedilik ve ölümsüzlük vasfına dik-
kat çekilmiştir. Aynı ayette, "Meliy" kelimesine, "silim", yani zarar eriştiril-
160 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
21/7· Ya Radi! 0 ~J Ç
Radi, çokça razı kalan, seven, yetinen manalarma geldi~ gibi, ism-i mefill
olarak kabul edilip, Kendisinden razı kalınan, Kendisiyle yetinilen ve sevilen
gibi manalarada gelir. (Mu'cemu'l-Vasit, s. 351) Buna göre, Yüce Allah, iyilik ve
ihsanlanyla Kendini kullanna sevdiren; buna şükürle karşılık verip ibadet ve
itaatle mukabelede bulunan kullanndan da hoşnut olandır. Kısaca, Yüce Allah,
salih amellerden, yararlı işlerden ve iyi kullanndan razı olup; Kendisi de mü-
min kulları tarafından sevilip, kabul ve nza ile ubudiyet ve kulluk edilendir.
21/8. Ya Bedi! 0 ~~ Ç
Çok aşikar, göz önünde olan manasma gelir. (Ans. Büyük Lügat: s. 103) Yü-
ce Allah, sanat eserlerinin aynalarında her şeyden daha açık ve aşikardır.
Allah'ın alemde "zuhfıru", O'nun sıfatları araalığıyla varlıklar aynasında
kendini göstermesi, varlıtından haberdar etmesidir. Mesela, varlıkları mü-
kemmel yaratmakla ilmini; her birine ayn bir şekil tercih edip belirlemekle ira-
desini; yokluktan varlığa çıkarmakla da kudretini gösterir. Allah'ı tarumamıza
vesile olan bu zuhurdur. Yani, varlıklar aleminin delaleti ve işaretiyle kendini
bize tarutmasıdır.
K ur • .l n ve H 1k m et 11ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • lfıl
Genişliği milyarlarca ışık yılıyla ölçülebilen uçsuz bucaksız fezalan, birer sır
küpü olan atomlan bir tarafa barakalım, bize en yakın olan ve ruh kuşumuzun
yuvasını teşkil eden öz vücudumuza bakalım. Acaba vücudumuzun sırlannın
kaçta kaçını keşfedebilmişiz? Dünyanın en gelişmiş fotoğraf makineleri ve ka-
meralannın çok sönük kaldığı, hatta yanında sözü bile edilemeyeceği, kamat
sergisindeki bütün renkleri idrak edip tahlil eden gözümüz, dünyanın bütün
tatlannı algılayıp değerlendiren dilimiz, hayabmız boyunca gördüklerimizi,
duyduklanmızı, kokladıklanmızı, okuyup dinlediklerimizi en gelişmiş bilgi-
sayarlara taş çıkartacak biçimde arşivleyen, ihtiyaç duydu~uz anda hiçbir
maddi düğmeye basma ihtiyaanı bile hissettirmeyecek şekilde gözümüzün
önüne getiren kuvve-i hafızamız nedir? Mahiyeti, künhü ve hakikati tam ola-
rak neyden ibarettir? Aklımız, ruhumuz, duyu ve duygulanmız nasıl ve nere-
den geldi, nasıl oluştu? Ne şekilde çalışıp faaliyet gösteriyor? Bunlara ihtiya-
amızı kim bilip karşıladı? Bütün bunlann kaçta kaçını biliyoruz acaba?
,
21/9· Yi Hafil 0 ~Ç
Gizli, mestur manasma gelir. Önceki isim olan Bedi'nin zıddıdır. Zahir ve
Bahn gibi. Allah, bir açıdan son derece açıkken di~er açıdan son derece gizli-
dir. Allah, şiddetli zuhurundan gizlenmiştir.
Allah'ın varlığı ve birliği ne kadar aşikar ve kesinse, O'nun zatının künhü
ve mahiyeti de o kadar yüksek, erişilmez ve idrak edilmezdir.
Allah, kudret delilleri ve sanat eserleriyle öylesine açıkhr ki, zatıyla kulla-
nndan gizlenmiştir. Bu gizlilik, hiç kuşkusuz, kulun acizliğinden ileri gelmek-
tedir.
Her şeyi aydınlatan, varlığını gösteren güneşe bakan ve onu görmek isteyen
gözler kamaşır. Üzerine onlarca projektör çevrilen insan, bu ışıklann tesirini
hissettiği halde kaynağını göremez. İşte, Allah'ın varlık delilleri karşısında in-
sanın akıl gözü de kamaşmakta, O'nun zahnı kavramak isteyenler O'nu inkar
tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadırlar. Şu halde en iyisi, Allah'ın iki kita-
bı olan kiinat ve Kur'an'a bakıp, bunlann ve müfessirleri olan Resfılullah'ın
açıklamalan ölçüsünde O'nu tanımak, kulluğunu bilip emirlerini yerine getir-
mekle meşgul olmakhr. Bundan öteye gitmek ise, kuyumcu terazisiyle tonlarca
Kur'3n ve Hikmet I~ıOında CEV~EN ŞERHI • 1&3
21/10. Ya Kaviy! 0 ~} Ç
Kaviy, kuvveti kamil olan; asla aciz düşmeyen demektir. Allah'ın vasfı ola-
rak, "Hiçbir şekilde acizliğin Kendisine yol bulamadığı, kuvveti eksiksiz olan"
anlamına gelir. Yarahlmışlar, "kuvvet" ile nitelenseler de, kuvvetlerinin gerek
nitelik, gerekse nicelik yönünden bir sının vardır. Oysa, el-Kaviy, istediği her
şeyeKadir alandır. Allah, kuvvetiyle bütün kainah hakimiyeti altına alan, bü-
tün her şeyi zapt eden ve bütün eş yayı hükmü alhnda tutan Kaviy' dir.
Kaviy ismi, Kur'an'da on bir defa geçer. Dokuzunda Allah için kullanılmış
tır. Şu bağlamlardaAllah, Kendisini ei-Kaviy diye tavsif eder:
a) Gönderilen peygamberleri yalanlayan kavimlerin helak edilmelerinde.
(11:16; 40:22; 8:52)
b) Kullanna lfıtufkar muamele edip onlan dilediği gibi nimetlendinnesinde.
(42:19)
c) Savaşta müminlere yardım ve düşmanlannı perişan etmede. (33:25)
d) Yarahklann, özellikle sahte tannların, acizlikleri karşısında Allah'ın mut-
lak kudretinin tezahüründe. (22:74)
e) Bir ayette de bu sıfat, Allah'ın ve Resullerinin üstün geleceklerinin temi-
nah olarak zikredilir (58:21),
f) Kullanndan, dinine yardım etmelerini isterken, aslında buna Kendisinin
muhtaç bulunmadığına işaret ederken hemen peşinden "Aziz, Kaviy" vasfına
yer verilir. (22:50; 57:25)
Yüce Allah aynca, bütün kuvvetin Kendisine ait bulunduğunu bildiriyor.
(2:165) Tek kuvvet kaynağının Kendisi olduğunu, insanlar tevbe ve istiğfar et-
tikleri takdirde kuvvetlerine kuvvet katacağını haber veriyor. (11:52)
Her şey her işinde tek bir Yüce Yarahaya muhtaçtır. Evet kainattaki varlık
lara bakıyoruz ve görüyoruz ki: Mutlak zayıflık içinde mutlak bir kuvvetin gö-
rüntüleri var. Ve mutlak acizlik içinde, mutlak bir kudretin izleri görünüyor.
Mesela bitkilerin tohumlannda ve köklerindeki hayat düğümlerinin uyanışlan
zamanında gösterdikleri harika vaziyetleri buna örnektir. Hem mutlak fakirlik
ve kuruluk içinde mutlak bir zenginliğin görüntüleri var: Kıştaki toprağın ve
ağaçlann yoksul vaziyetleri ve baharda muhteşem servet ve zenginlikleri gibi.
164 • Kur'In ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞEI!Hf
Hem mutlak cansızlık içinde bir mutlak hayahn sızınblan görünüyor: Cansız
elementlerin canlı maddelere dönüşmesi gibi. Hem mutlak bir bilgisizlik içindt·
her şeyi kuşatan bir şuurun belirtileri göze çarpıyor: Zerrelerden yıldızlara ka-
dar her şeyin, hareketlerinde alemin düzenli kurallarına, hayabn faydalanna
ve hikmetin gereklerine uygun bir tarzda hareket etmeleri ve şuurlu vaziyelle-
ri gibi.
İşte bu acizlik içindeki kudret, zayıflık içindeki kuvvet, fakirlik içindeki ser-
vet ve zenginlik, cansızlık ve bilgisizlik içindeki hayat ve şuur; apaçık biçimde
ve zorunlu olarak bir Kudreti Sonsuz, Kuvveti Sonsuz, Zenginliği Sonsuz, İlmi
Sonsuz, Hayat Sahibi ve bütün varlıklan ayakta tutan zat'ın zorunlu varlı~a
ve birliğine karşı her taraftan pencereler açar. Bütün bunlar birlikte olarak bü-
yük bir ölçüde bir nurani caddeyi gösterir. İşte tabiat bataklı~ düşen gafil,
eğer tabiatçılığı bırakıp İlahi kudreti tanımazsa; her bir şeyde, hatta her bir zer-
rede, sonsuz bir kuvvet ve kudret, nihayetsiz bir hikmet ve maharet, hatta eş
yanın büyük çoğunluğunu görecek, bilecek, idare edecek bir iktidann bulun-
duğunu kabul etmesi gerekecektir. (Bediüzzaman, Sözler, s. 663-664)
Allah'ın sonsuz güç ve kuvvetini bilen mümin, kendi güç ve kuvvetiyle gu-
rurlarup övünmez. Denizden bir damla, güneşten bir zerre bile olmayan cüzi
kuvvetini O'nun sınırsız kudretine bağlayarak güç almak için O'na yönelir, O
kainat Sultanı'nın himayesine girer, aciz kullara kulluk etmeye asla tenezzül
etmez. En şiddetli musibet flmnalarına karşı bile sarsılmaz ve ruhi çöküntülere
düşmez.
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-22-
Güzel olan şeyleri gözlere göstermek, çirkin şeyleri ise gözlerden uzak tut-
mak bir İlahi prensiptir.
Yüce Allah, sanat eserlerinde güzel sanabm izhar eder, varlıklarm yarablış
ve hareketlerinde güzelliğin mertebelerini ve bunların güzel neticelerini göste-
rir. Kainatta esas ve temel gaye güzelliklerin tüm rerı.k ve tonlanyla ortaya ko-
Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI • 1&5
öte yandan, Yüce Allah kullannın birçok iradi ayıp ve kusurlarını da örter,
onlan ortaya çıka np insanlar arasında rezil etmez. Bu nedenle kullar da, "Al-
lah'ın bildiklerini kullardan mı saklayacağım!" dememeli, gerek kendilerinin
ve gerekse birbirlerinin ayıp ve kusurlarını örterek haysiyetlerini korumalı,
onurlanru zedeleyecek işleri açıktan işlernekten veya gizli işlediklerini etrafa
yaymaktan kaçınmalıdırlar.
Rivayet edildiğine göre, Hz. Musa zamanında bir günahkar yüzünden bü-
yük bir kuraklık baş göstermiş. Bunun üze~e yağmur duasına çıkılmışb. Bu
arada Hz. Musa, cemaate seslenerek. "Ey lsrailoğullan! Yağmurun ya~ası
için, içinizde günahkar olan varsa bizden aynisın, gelmesin" demiş. Fakat kim-
se aynlmadığı halde namaz ve duanın sonunda ya~ur yağmış. Hz. Musa,
"Ya Rabbi! Günahkar kimse aynlmadığı halde ya~uru yağdırdın. Bunun hik-
meti nedir?" diye sormuş. Yüce Allah, o kimsenin içtenlikle tevbe ettiğini, bu
nedenle onu affettiğini haber vermiş. Hz. Musa, o kişiyi tanımak istediğini be-
lirtmiş. Yüce Allah ise şu ibretli cevabı vermiş: "O kulum günahkarken, onu
kimseye söylerneyerek üzerine örtümü gerdim. Şimdi tevbe etmişken, açıkla
yıp onu nasıl rezil ederim!"
Allah'ın bu ayıp örtücü settarlığına insan aldanmamalı, sınırlarını zorlama-
malı, yani günahla ısrar ve kötülükle övünme yoluna gitmemelidir. Aksi hal-
de, er veya geç, dünyada veya ahirette onu teşhir edecek, dost ve düşman her-
kesin gözü önünde, onu rezil ve rüsva durumuna düşürecektir.
Bu İlahi vasfın yer aldığı bir ayet-i kerimede Yüce Allah, "Ufak tefek kusur-
lan dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki
168 • Kur'In Vf Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
~~b~ affı bol olandır." (53:32) buyurmak suretiyle ümit kapısını açmış, ümit-
sızliği yasaklamışbr. Yani şüphesiz Allah'ın rahmeti her şeyi kuşabr, tevbe
edenler için mağfireti bütün günahlan kapsar. Başka bir ayet-i kerimede de:
"De ki: Ey kendileri aleyhine haddi aşan kullanm! Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahlan bağışlar. Şüphesiz o çok bağışlaya
nın, çok merhamet edenin ta kendisidir." (39:53) buyrulmuştur.
Yapılan iyiliklerin karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğ
rablmayacağı kesin olmakla beraber, hata ve günahlara karşı İlahi lutuf ve ba-
ğışlama hususu Yüce Allah'ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda milinine
düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek görevlerinde gevşeklik göstermt•-
mektir.
Bu İlahi vasıfta kötüler için bir tehdit, gönül arzulannı, kalbi yalvanşlanru
sunacak kapılan olmayanlar, bu yüzden gözyaşlannı içlerine akltanlar için de
büyük bir ümit ifade etmektedir. Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeken şu
ayet-i kerimeler oldukça anlamlıdır:
"(Münafıklar), Allah'ın, orılann sımnı da bsılhlanru da bilditffii ve gayplan
(gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğunu hala anlamadılar mı?" (9:78)
"Yoksa orılar, Bizim kendilerinin sırlannı ve gizli konuşmalanru işitmediği
mizi mi sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlanndaki elçilerimiz (hafaza melekle-
ri de) yazmaktadırlar." (43:80)
"Kocası hakkında seninle tarhşan ve Allah' a şikayette bulunan kadının sö-
zünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bi-
lendir." (58:1)
Hangi dert ve sıkınhdan dolayı olursa olsun tüm kullannın tüm başvuru ve
şikayetlerinin son mercii O'nun dergihıdır.
Şikayet, yakınma ve feryatlan O'ndan başkası cevaplayamaz. Görünüşte şi
kayetleri gidererıler de gerçekte birer sebep ve perde niteliğindedirler. Her tür-
lü şikayetin giderilmesi, feryatların dindirilmesi, gözyaşlarının silinmesi O'nun
irade ve onayına ba~lıdır. Nitekim bu gerçeği çok iyi bilen Hz. Yakub (a.s.),
görılünün çiçeği Yusufunu yitirdiğinde şöyle demiştir:
"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
-23-
23/ı. Ey bol nimet sahibi! 0 ,~l!Jı
, ,:. ~~ll
, 1~ Ç
Allah'ın
kula olan gerek gizli ve gerekse açık nimetleri gerçekten sayılama
yacak kadar çoktur. Bir ayet-i kerimede bu gerçek şöyle dile getirilmektedir:
"Allah' ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanlan sizin emrinize ver-
diğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?"
(31:20)
Bu ayetin öz olarak verdiği mesajı şu şekilde açmak mümkündür:
Gece ve gündüz kendileriyle aydınlanacağıruz güneş, ay ve yıldızlar gibi
göklerde bulunan bütün varlıklan; insan, hayvan ve bitkileri sulamak için ken-
disinden yağmur inecek bulutlar; yeryüzünde bulunan madenler, nehirler, de-
nizler, ağaçlar, bitkiler ve meyveler ve benzeri gıdalan sizin emrinize veren
O'dur. Sizin üzerinize açık-gizli, maddi-manevi, bilinen-bilinmeyen nimetleri-
ni tam ve mükemmel olarak veren O' dur. Kitaplann indirilmesi, peygamberle-
rin gönderilmesi, kuşkulann, bahaneterin ve mazeretierin giderilmesi bu ni-
metlerden sadece bazılandır.
İslam dini zahiri nimetierin en büyüğü; yapbğımız kötü işlerin setredilmesi
de gizli nimetierin önde gelenidir. Yine, "zahir: açık" olanın bir örneği, gözler-
le görülen mal, makam, güzellik, ibadet ve taate muvaffakiyet gibi hususlardır.
"Batın: gizli" olana örnek ise, kişinin gönlünde duyduğu Allah'ı bilme, güzel
Kur'ın ve Hikmet l~ığında CEV~EN ~ERHi •171
ve yakini bir iman ile kuldan uzaklaşhnlan afetlerdir. (Vehbe Zuhayü, et-Tefsi-
ru'l-Münir)
Bunca nimetler karşısında "Allah'ın şükrünü yerine getirmek kimin elin-
den, kimin dilinden gelir?" diyen Sa' di-i Şi razi, bunu somut bir örnekle ispat
eder: "Alınan her nefes hay ah uzahr; verildiği zaman da vücudu ferahlahr.
Demek her nefeste iki nimet var. Her nimet için ise bir şükür gerek." (Gülistan,
s. 3)
Evet, her saniye nefes alır veririz. Alırken solukladığımız hava, carumıza
can katar. Verirken de, kaçınılmaz bir ölümden kurtuluruz. Hem atmosferi,
hem de solunum sistemimizi tam da buna elverişli biçimde yarabp hizmetimi-
zeveren Yüce Sanatkar, her an bize iki can bağışlamaktadır. Şu halde nimetine
yaraşır teşekkürü yapmak mümkün mü? O ki aynca, "Rahmetinin hesapsız
yağmuru herkese saçılmış. Nimetinin cömertlik sofrası her yere açılmış. Çirkin
bir günah yüzünden kullannın namus perdesini yırtmaz; uygunsuz bir kusur
için onlann nzık gelirini kesmez." (Gülistan, s. 4)
Onun gözüyle, yeryüzünü yemyeşil çayır ve çirnenlerle bezemeye vesile
olan seher meltemi, dünya evimizi düzenleyen bir hizrnetçidir. Bahar bulutu
bir süt anne, bitkiler de onun eliyle beslenip nazla büyütüten bebeklerdir.
Zümrüt yeşili yapraklardan dokulu elbiseler giyinmiş ağaçlar, en değerli bay-
ramlığını kuşanmış dilberlerdir. İncecik dallarm uçlanndaki çiçekler, fidan
boylularm başındaki taçlardır. Şeker kamışının özsuyu, has ve halis baldır. Çe-
kirdeği, yaradılıştan kendisi için belirlenmiş bir kemal noktası olan meyveli bir
ağaç olarıa dek adım adım ilerleten ve bu yolda kendisine gereken her şeyi te-
min edip, yolundan alıkoyan her şeyden ise sakındıran eylem, bir gencin eğiti
minden farksızdır. Tüm bunlar da sebepsiz ve sahipsiz değildir. (Gülistan, s. 4)
Sa' di, nimet dairesini daha bir genişletir, orada yerlerini alan varlıkların
bizlere hizmet için yollara döküldüğüne dikkat çeker ve Allah'a kullukta umu-
mi ahenklerine uymayı önerir:
"Bulut, rüzgar, ay, güneş ve gök, sen eline bir lokma ekmek alasın da gaflet-
le yemeyesin diye çalışmaktalar. Senin yolunda hepsi dönerek, dolaşarak Al-
lah'ın buyruğunu yerine getirirken, sen emre uymayasın, insafa sığmaz." (s. 4)
O halde, "Kula yakışan odur ki, Allah katında kusurlannın özrünü dilesin.
Yoksa O'nun Tannlığına layık olarıı kimse yerine getiremez." (s. 3)
Kur'an-ı Kerim'de de, Allah'ın rahmetinin her şeyi kapsadığı haber verilir:
"Rahrnetim her şeyi kaplamışhr; onu (daha sonra sadece) emir ve yasaklanmı-
172 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
Allah, sonsuz hikmet sahibidir. Her şeyi bir, hatta birçok gayeye mahıf ola-
rak yapar. Faydasız, hikmetsiz, gayesiz hiçbir şeyi yaratmamışbr. K.iinattaki
canlı ve cansız varlıklar bunun en açık delilidir.
Allah'ın gerek tekvirU (kozmolojik) kitabı olan kainat, gerekse teşrii kitabı
olan Kur'an kesin, karşı konulmaz ve çürütülmez sayısız delillerle doludur.
Tüm bu delillerle dalalet ehlinin batıl fikirlerini çürütür, tabiatta şirk ihtimaline
zerre kadar yer bırakmaz, verdiği hükümlerin haklılı~ açıkça ortaya koyar.
"De ki: Kesin delil, ancak Allah'mdır." (6:149) ayetide bu gerçeğe dikkat çeker.
Kısaca, asıl güvenilecek olan üstün ve gerçek delil, Allah'mdır; O'nun orta-
ya koyduğu, akla, ilme, irfana dayalı delildir ki, o da Allah'ın gerek vahyedilen
bilgilerde, gerekse akıl ve hasiret sahiplerine hitap eden tabiat düzeninde ser-
gilediği gerçeklerdir. Peygamberlerinin eliyle göstermiş olduğu mu'cizeler de
bu kesin, çürütülmez ve karşı konulmaz delillerdendir.
,
• tti"". • ...
Yüce Allah her türlü üstün sıfata sahiptir. Kusur ve eksiklik ifade eden bü-
tün niteliklerden uzakhr. Allah'ın ne gibi sıfatiara sahip olduğunu Kur'an-ı
Kerim'in bildirmesi ve Hz. Peygamber'in açıklamasıyla öğreniyoruz. Kendili-
~izden Allah'ı bir takım sıfatlarla niteleyemeyiz. İslam dininde Allah'a ger-
çek anlamda iman, ancak Allah'ın varlı~ına, birli~e ve sıfatiarına inanmalda
elde edilir. Allah'ın bu kudsi sıfatlan yarahlrnışlann sıfatlarından ve varlıkla
rın bütün niteliklerinden sonsuz derecede uzak ve yüksektir. Sadece Cevşe
nü'l-Kebir'i okuyan kimse bile Yüce Allah'ın ne büyük, yüce ve mukaddes sı
fatlara sahip olduğunu anlar ve O'na olan sevgi ve saygısı o ölçüde artar.
İzzet, kıymet, de~er, güç, kuvvet, şeref ve azarnet gibi anlamlara gelir. Al-
lah, izzet kelimesinin içerdi~ bu ve benzeri bütün zengin manalan her zaman
taşımakta ve izzet O'ndan bir an olsun ayn düşünülememektedir. Şu ayet-ike-
rimeler her türlü izzet, kuvvet, şan ve şeretin Allah'a ait olduğunu, O'nun ya-
kınlı~yla ve ancak O'na dayarımakla kuvvet, şan ve şeref kazanılabilece~i
açıkça ifade etmektedir:
"Ey nefis! Ubudiyet, mukaddeme-i mük.ifat-ı lahika değil, belki netice-i ni-
met-i s.ibıkadır. Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle
muvazzafız. Çünkü ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hhlık-ı
Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezz.ik ismiyle bütün mat'umatı
bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir ha-
yat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi nzık ister. Göz, kulak gibi bütün
duygulann, eller gibidir ki; ruy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o elierin
önüne koymuştur. Sonra manevi çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana
verdiğinden, alem-i mülk ve melekfıt gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i in-
saniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nispette sana açmıştır. Sonra nihayetsiz
nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i
Kur'3n vt Hlkmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 175
kübra olan İslamiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber
Esrna-i Hüsna ve sıfat-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saa-
det ve lezzet sana fethetmiştir. Sonra imanın birnuru olan muhabbeti sana ver-
mekle, gayr-ı mü tenahi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.
Yani, cismaniyetin itibariyle küçük, zaif, aciz, zelil, mukayyed, mahdud bir
cüz'sün. O'nun ihsanıyla cüz'i bir cüz'den, külli bir küll-ü nurani hükmüne
geçtin. Zira hayab sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti
vermekle hakiki külliyete ve İslamiyeti vermekle ulvi ve nurani bir külliyete ve
marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.
İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahat,
hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tembellik ediyorsun. Eğer ya-
nrn yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kafi gelmiyormuş gibi, çok büyük
şeyleri mütehakkimane istiyorsun. Ve hem 'Niçin duam kabul olmadı' diye
nazlaruyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenab-ı Hak, Cennet'i
ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazi ve kererniyle ihsan eder. Sen, daima rahmet
ve keremine iltica et!" (Sözler, s. 360-361)
, lll ... • -
e ~L:Jı ~ r: :a!;... !)~~' ~~~' ~' ~t ;.ıt~ ç ~~
~ ... • , ' , -: ,
-24-
Allah'ın varlığının apaçık ortada, hatta birer sanat eseri olan varlıklarınkin
den çok daha açık olduğu gerçeğini daha önce Bedi ismini izah ederken açık
lamıştık. Tüm varlıklan yokluk karanlığından çıkanp gözlere gösteren, hepsini
ayakta tutup türlü türlü rızıklarla varlık ve bekalanru sürdüren Yüce Allah bü-
tün varlıklardan dahaçık olmaz mı? Ataullah İskenderi, bu gerçeği iki vecize-
siyle dile getirmiştir. İlgili veeizeleri açıklamalanrnızla birlikte kaydedelim:
"Kiinat tümüyle, özünde karanlıkhr. Onu ancak Hakk'ın tecellisi aydınlat
mıştır. Varlıklangörüp de, ya içinde, ya yanında, ya öncesinde veya sonrasın
da O'nu görmeyen kişi, nurları görmekten yoksun kalmış, fani eserlerin bulu-
tuyla marifetullah güneşlerinden perdelenmiştir."
Şu gördüğümüz alem baştan başa yokluk karanlığına gömülüydü. Onu
apaydınlık varlık sahasına çıkaran Cenab-ı Hakk'm isim ve sıfatlannın tecelli-
leridir. Şu görünen alem, görünmeyen manevi ilemler üzerinde bir tül perde
gibi gerilmiştir. Eğer, dış görünüşüne takılıp kalınırsa, Yüce Sanatkirının on-
da her an içten içe işleyen icraat ve faaliyetleri fark edilemez, dolayısıyla Sa-
natkir'ına bakan ince hikmetleri anlaşılamaz. Bir imtihan diyan olduğu, ahiret
alemleriyle bir bütün oluşturduğu, onunla ancak anlam kazandığı bilinemez.
Manası anlaşılamayan, niçin yazıldığı kestirilemeyen meçhul ve "karanlık" bir
kitap olarak görünür. Kısacası, gaflet gözüyle kapkaranlık bir görüntü arz
eder. Dolayısıyla bir tül perde gibi öteleri göstermesi gereken, bir resim ve mi-
mari eser gibi sanatkannın maharetini yansıtan bir kitap gibi mesaj yüklü ma-
nalar içeren bu alem, ancak Cenab-ı Hakk narnma bakılırsa aydınlanır. Bu şe
kilde bir İlahi sanat galerisi olan aleme bakmayan, onda Hakk'm zuhur ve te-
cellisini görmeyen veya vicdan ve gönlünün sesi ve fıtrabnın pusulasıyla ön-
ceden Allah'ı taruyıp alemi o iman gözlüğüyle seyretmeyen; ya da alemi gör-
dükten sonra dumandan hareketle ateşi ilmen ve delil yoluyla bulmak ve taru-
mak gibi aklıyla Allah'a doğru yol almayan bir kimse İlahi nuriann güneşleri
andıran ihtişammdan yoksun kalır. Marifetullah güneşlerinin aydınlığından,
aslında O'nun sanat eserleri olan kiinat bulutlanyla gözleri perdelenir.
"Yanında varlığı bile söz konusu olmayan bu alemin O'na karşı sana perde
olması, sana olan kahrının işaretidir."
0~~lkıı~IÇ
,,
24/5· Ey bütün temiz olanlardan daha temiz olan!
Yüce Allah, zat, sıfat ve fiilieriyle mutlak derecede pak, temiz ve münezzeh-
tir. Hiçbir kir, kusur ve leke O'na bulaşamaz. Bütün maddi ve manevi temiz-
likler hep O'nun irade ve emriyle gerçekleşmektedir. Karalan ve denizleri, at-
mosferi ve gökleriyle tüm evreni milyarlarca yıldan beri, tüm kirletici etkeniere
rağmen temiz ve pınl pınl tutan, insaniann kirli ve bulaşık eli kanşmamak şar
byla hiçbir şeyde hiçbir kirillik ve bulaşıklığa yer bırakmayan O'dur. Ne mut-
lu, samimi bir tevbeyle manevi kirlerinden, günde beş defa bir nehirde yıkarur
gibi abdestiyle maddi kirlerinden temizlenen, namazıyla da O'nun huzuruna
çıkmaya liyakat kazanan içiyle dışıyla temiz kullanna!
Allah her şeyi işitir. Allah'ın işitmesinde uzaklık, yakınlık, gizlilik, açıklık
farketmez. O, en gizli hsılhlan ve dilden dökülen yalvanşları duyar. Mazlum-
180 • Kur'Jn vt Hikmtt IJıOında CEVŞEN ŞERHİ
a) Nice kerim kimse vardır ki, suç esnasında sabır gösterir, tahammül göste-
rir, ama onun ihsan ve keremi, suç işlenmezden önceki tarz üzere devam et-
mez. Halbuki Allah Teala, suç işlendikten sonra da, ilisanını devam ettirdiği
için, "Ekrem" dir.
b) O nasıl "Ekrem = En Kerim" olmasın ki, her kerim kimse, keremi ile,
medh veya mükafaat gibi ya bir menfaat elde eder veya bir zaran savuşturur.
Ama, O, yaptığını sırf kereminden dolayı yapmaktadır.
c) Ekrem olan, O' dur; zira, her kerem ve ilisanın asıl kaynağı ve sebebi ger-
çekte O' dur.
d) O'nun keremi, tam gerektiği kadardır ve eksiklikten münezzehtir.
0~~~~~~1Ç
',
24/to. Ey bütün merhamet edenlerden daha merhametli olan!
"Musa: 'Ya Rabbi, beni ve kardeşimi affet. Rahmetine bizi de dahil et; çün-
kü merhamet edenlerin en merhametiisi Sensin Sen!'" (7:151)
"Yakub dedi ki: 'Daha önce onun kardeşini size inanıp güvendiğirn gibi
bunu da size inarup emanet edeyim, öyle mi? Ben size de~ sadece Allah'a ıs
marlanm. Çünkü en iyi koruyan Allah' br ve O, merhametlllerin en merhamet-
lisidir' ." (12:64)
"Yusuf (kardeşlerine) şöyle cevap verdi: 'Bugün sizi kınayacak, serzenişte
bulunacak değilim! Ben hakkımı helal ettim, Allah da sizi affetsin. Çünkü mer-
hamet edenlerin en merhametiisi O'dur." (12:92)
"Eyy(ıb'u da an. Hani o: 'Ya Rabbi, bu dert bana iyice dokundu. Sen mer-
hametlllerin en merhametli olanısm' diye niyaz etmiş, Biz de onun duasını ka-
bul huyurup kahmizdan bir lfıtuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, has-
talığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlanru bir misliyle beraber vermiştik."
(21:83-84)
"Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok
ki bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar."
-25-
Bedi', ibda' eden manasmdadır. İbda' ise, "daha önceki bir örneğe uymak-
sızınbir şeyi yapmak" demektir. Buna göre, Bed i', "yoktan, benzersiz, örneksiz
182 • Kur·~n vt Hlkmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i
ve modelsiz icat eden" anlamına geliyor. Bu isim Kur'an-ı Kerim'de iki ayette
"Göklerin ve yerin örneksiz olarak yarahcısı" anlamında "Bedi'u's-semavati
ve'l-ard" şeklinde ve sadece Allah hakkında kullanılmışhr. (2:117; 6:101)
~ah, gökleri bütün cisimleriyle yoktan ve örneksiz olarak meydana geti-
rendir.
Bediüzzaman, göklerin, ayetlerde de belirtilen bu eşsiz yaratılışına ve bu-
nun O Yüce Sanatkar'ın varlık ve birliğine delaletine ilişkin olarak şu güzel bil-
gilere yer vermektedir:
"Ya İlahi ve ya Rabbi! Ben imanın gözüyle ve Kur'an'ın talimiyle ve nuruy-
la ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın dersiyle ve İsm-i Hakim'in gös-
termesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle
intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delalet etmesin. Ve hiçbir ecram-ı
semaviye yoktur ki; sükutuyla gürültüsüz vazife görerek direksiz dunnalany-
la, Senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın. Ve hiçbir yıldız
yoktur ki; mevzun hilkahyla, muntazam vaziyetiyle ve nurani tebessümüyle
ve bütün yıldızlara mümaselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulum-
yetine ve vahdaniyetine işaret ve şehadette bulunmasın. Ve on iki seyyareden
hiçbir seyyare yıldız yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle
ve intizamh vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna
şehadet ve saltanat-ı uluhiyetine işaret etmesin!
Evet gökler; sekeneleriyle, her biri tek başına şehadet ettikleri gibi, heyet-i
mecmuasıyla derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yarahcı!- Senin
vücub-u vücuduna öyle zahir şehadet.. -ve ey zerratı, muntazam mürekkeba-
hyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızlan manzum peykleriy-
le döndüren, emrine itaat ettiren!- Senin vahdetine ve birli~ine öyle kuvvetli
şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nurani bürhan-
lar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler. Hem bu safi, temiz, güzel gök-
ler; fevkalade büyük ve fevkalade süratli ecramıyla muntazam bir ordu ve
elektrik lambalanyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek
cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve her şeyi icad eden kudretinin aza-
metine zahir delalet.. ve hadsiz semavah ihata eden hakimiyetinin ve her bir
zihayah kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bü-
tün mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetierine taalluk eden ve
avucuna alan, tanzim eden ilminin her şeye iliatasına ve hikmetinin her işe şü
mulüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delalet o kadar zahirdir ki;
güya yıldızlar, şahid olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nurani
delilleridirler. Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise;
muti' neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acaip lambalar gibi vazi-
yetiyle, Senin saltanat-ı uluhiyetinin şaşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun ef-
radından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazife-
Kur'in v~ H ik m et l~ıOında C E V~ E N ~ER H İ • 183
lerinin delalet ve ihtanyla, güneşin sair arkadaşlan olan yıldıziann bir kısmı
ahiret ilemlerine bakarlar ve vazifesiz de~iller; belki baki olan alemierin gü-
neşleridirler.
Ey Vacib-ül Vücud! Ey Varud-i Ehad! Bu harika yıldızlar, bu acip gün~şler,
aylar; Senin mülkünde, Senin semavatında, Senin emrin ile ve kuvvetin ve
kudretin ile ve Senin idare ve tedbirin ile teshir ve tanzim ve tavzif edilmişler
dir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir
tek Halık' a tesbih ederler, tekbir ederler, Iisan-ı hal ile "Sübhanallah, Allahü
Ekber" derler. Ben dahi onlann bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim." (Münd-
cat Risalesi: s. 7-11)
rl ,
25/2. Ey karanlıklan meydana getiren! 0 ~Wlall ~l;,.. Ç
meyen ve görünen alemi de bilen, büyük ve yüce olan O'dur." (13:9); "Görün-
meyen ve görünen, gizli ve aşikar her şeyi bilen Allah, oruann iddia ettiideri
şerikJeri olmaktan yücedir." (23:92); "İşte gaybı ve şehadeti, görünmeyen ve
görünen ilemJeri bilen, mutlak gaJebe, kudret ve rahmet sahibi O'dur." (32:6)
Bu isimde, özellilde insano~lunun içinde, kalp ve kafasında gizlediklerinin
Allah tarahndan bilindi~e işaret edilmiş, dolayısıyla herkesin ona göre dav-
ranıp aya~ denk alınası istenmiştir.
Bu isimde geçen "aberat" kelimesi, göz yaşlan anlamına gelir. Göz yaşlan
genellilde üzüntü ve gönül kınklı~ işaretidir. Buna göre, Yüce ABah, gözü
yaşlı, yüre~i yanıkolanlara merhamet edendir. Bu ismi yürekten anan, günah
derdinden ve musibetlerin baskısından ba~n yaruk bir kimse, O'nun merha-
met nazanru kendine celbetmek ister. Gözyaşlanru onun merhamet dergilun-
da bir şefaatçi yapar.
Yüce Allah. Kur'in'da iki yerde Kendini bu isimle nitelemektedir. "İşte bak,
ABah'ın rahmetinin eserlerine, ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHi • 185
yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her ~y_e hakkıyla ~adirdir." _(30:50);
"O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerinden bın de şudur ki: Sen yen boynu
bükük, kupkuru görürsün. Fakat, Biz üzerine su indirince harekete geçip kaba-
nr. İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir. Çünkü O, her şe
ye kadirdir." (41:39) Cenab-ı Hak, cansız maddelerden sayısız canhlan yarat-
makta ve kışın ölmüş, kurumuş yeryüzünü her bahar sınırsız hayat sahipleriy-
le diriltmektedir. Her sene sayısız örneklerini sergilediği gibi Büyük Diriliş'te
de, tüm ölüleri yeniden ihya edip hesap için huzurunda toplayacakhr. Aynca,
Yüce Allah taş gibi kab, kuru toprak gibi cansız kalpleri iman ve takva ile ye-
niden diriltendir. Bir münacat ikliminde O'nun bu vasfıru habrlayıp, manevi
diriliş bahşetmesi için şefaatçi yapmak ne kadar da anlamlıdır!
Yüce Allah'ın, "hasenat" olarak adlandınlan sevap ve iyilikleri kat kat arb-
rıcı niteliğine bir ayet-i kerimede şöyle dikkat çekilir: "Şu kesindir ki Allah,
kullanna zerre kadar bile zulmetmez. Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile ol-
sa, onu kat kat arbrır ve aynca Kendi tarafından büyük bir mük.lfat verir."
(4:40) Ayette, Allah'ın kimseye zulmetmeyeceği, O'nun katında kimsenin hak-
kının zayi olmayaca~ ve zerre miktan da olsa arnelinin hesap edileceği, bu
arnel hayır arneli ise on katından iki yüze kadar katlanaca~ ve ona büyük bir
ecir verileceği vurgulanıyor. Allah Teala kulun yapb~ iyiliği değerinden fazla-
sıyla, ecrini katiayarak mükafatlandırmaktadır; iyilik ve ibadet, kulun elinden
gelendir, mük.ifah ise Allah vermekte ve şaruna layık bir keyfiyel ve kemiyette
ihsan buyurmaktadır.
"Berekat", "bereket"in ço~lu olup, bolluk, çokluk, feyiz, lutuf, ihsan, uğur
ve saadetler anlamına gelir. Allah, dilediği kullarının üzerine bu güzellikleri
sağanak sağanak yağdınr ve onu bereketlere boğar. Bu gibi manevi bereketleri
göremeyenler, O'nun maddi rızıklanmızın katianmasına vesile olan ve serapa
rahmet ve bereket olan yağmurun yeryüzünde ne gibi imkan, zenginlik ve sa-
adetlere vesile olduğunu görmeli ve onu indirene gönül dolusu şükretmelidir
ler.
bir şekilde alandır. Küfür, isyan ve zulüm ehli kimseleri şiddetle cezalandıra
rak, yaphklannı yanlanna kar bırakmayandır. Aksi halde canavara taviz ve
aoma, o canavann pençesi alhnda ezilip parçalanan masuma gaddarlık ve zu-
lüm anlamına gelirdi.
"Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok
ki bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar."
-26-
"Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik ... " (7:11); "Ey~~! ~sanı
bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yaratb, senı duzgun ve
dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediğ~ herhangi .~~. şekil~e, parça-
lardan oluşturdu." (82:6-8); "Yeri sizin için yerleşım alanı, goğü de bır bına kı
lan, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle nzıklandı~
ran Allah'br. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur." (40:64); "Gökleri ve yen
yerli yerince yarath. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaph. Dönüş an-
cak O'nadır." (64:3); "Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli
kalmaz. Rahirnlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah
yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir." (3:5-6.)
Başka bir ayet-i kerimede, bu farklı şekillendinne ve tasvir edicilik vasfını
sadece hayvan ve insanlarla sınırlı tutmayarak diğer varlıklara da teşmil et-
mektedir:
"0, gökten su indirendir. İşte Biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitki-
den de kendisinde üstüste binmiş taneler bilireceğimiz bir yeşilli.k; hurmanın
tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen,
bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve ve-
rirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün
bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır." (6:99)
Yüce Allah, tasvir edici, süsleyip bezeyici ve renklendirici icraatma
Kur'an'da başka örneklerle de işaret eder: "Allah'm gökten bir su indirdiğini
görmedin mi ki, onunla rengarenk meyveler çıkardık Dağlarda da beyazlı, kır
mızılı, siyahlı, muhtelif renklerde damarlar yarattık. İnsanlardan, yerde yürü-
yen canlılardan ve ehli hayvanlardan da renkleri böylece çeşit çeşit olanlar
vardır. Kullan içinden ancak alimler Allah'tan korkar. Şüphesiz ki Allah'ın
kudreti her şeye galiptir ve O çok bağışlayıcıdır." (35:27-28)
Bu ayet-i kerimelere göre o Yüce Sanatkar, basit bir topraktan, basit bir su-
yu vesile ederek türlü türlü renkte bulunan bitki ve ağaçları, onlardan da yine
tatlan, renkleri, şekilleri, hususiyet ve faydalan sayılamayacak kadar tür ve çe-
şitteki meyveleri yaratmaktadır. Öte yandan, yeryüzünün topraklarını, dağ ve
cevherlerini de çok çeşitli renk ve özellikle yaratmışhr. Sayısız madenler hep
O'nun kudretinin ürünüdür. İnsanları, yerde yürüyen irili ufaklı canlıları ve
deve, koyun, keçi, sığır gibi ehli hayvanlan da türlü türlü renk ve çeşitte halk
etmiş ve etmektedir. İşte bütün bu gerçekler düşünüldüğünde Allah'ın tasvir,
süsleme ve renklerle bezemeye ne büyük önem verdiğini ve vasfının ne kadar
geniş bir dairede hüküm sürdüğünü ve tecellisini gösterdiğini daha iyi anlıyo
ruz.
Mahir ressamların en güzel resimleri, tabiab ve tabiattaki tabloları en güzel
aksettiren, renk ayrımlarını en titiz ve ince biçimde yansıtanlarıdır. Şu halde o
mahir ressamlar da dahil tabiattaki bütün güzel manzaraları yarabp resmeden
Allah, bütün eksikliklerden münezzehtir.
188 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
Allah, varlıklan eşsiz bir plan, ölçü ve mukaderat içinde yaratandır. Her şey
için bir program, bir miktar, bir kader, bir ölçü belirler ve ona göre o varlığı ya-
ratır. Külli, cüz'i, büyük küçük bütün varlıkları bütün durum ve nitelikleriyle,
her şeyi kuşatan ilim ve sınırsız iradesiyle takdir eden ve muntazam miktarlar
tayin ve tespit edendir. Mesela, ağaayaratmadan önce plan ve programını çe-
kirdeğinde, hayvan ve insanı var etmeden mukadderabru ana hücresinde (zi-
got) tespit eder. Hatta, henüz bu asli çekirdekler olmadan da, eşyanın varlığına
karar verir, bunu ilminde takdir eder, planlar ve ona göre yaratır. Aynca, var-
lıklara tek tek ve bütün hilinde fıtri hedefler tayin eder ve her şeyi o fıtri hede-
fine doğru yönlendirir. Mukaddir vasfı, fiil kalıbıyla Kur'an-ı Kerim'de birkaç
yerde Yüce Allah için kullanılmıştır: "Tenzih et Rabbinin yüce adını. O, seni
yaratıp, mükemmel yaratılış vereni. O her caniıyı bir ölçüye göre yapıp hayatı
nın devamını sağlayacak yollan göstereni, O, yeşillikleri çıkarıp sorıra da onu
kara kuru bir çöpe çevireni." (87:1-5); "Gece ve gündüzü yaratıp sürelerini öl-
çen Allah'tır." (73:20); "Ay için de bir takım safhalar, duraklar tayin ettik, dola-
şa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, san, kavisli bir hale
gelir. Ne gündüz Aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir, o gök ci-
simlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur." (36:39-40)
Kur'ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • l&IJ
da! ~uyuru~ w~llah. Çünkü Ben daha önce, gelecek tehlikeyi size bildirmiş tim.
Benım verdıgım kararlar değiştirilrnez. Ben, kullanma karşı asla zulmetmem'''
(50:28) .
Maddi noktada eşya ve hadiseleri sıraya koyarak bir kısmını öne alan, bir
kısmını sonraya bırakan O olduğu gibi, manevi alanda da, öncelik ve sonralık
Ian belirleyen O' dur. Mesela, sevdiği kullarını dost edinir, imanı ve taati onla-
ra sevdirir, böylece onlan Kendine manen yaklaşhnr, ilerletir, öne alır. Kendi
tercih ve iradesiyle kötülüğü seçen, günah bataklığına saplanan, nefsini şeyta
na esir eden kullannı da geri bırakır, rahmet ve huzurundan uzaklaşhnr.
İmam Gazali de meseleye özellikle bu noktadan bakarak özetle şu açıkla
mayı yapar:
kendi kendine ilerlemiş değildir. Bilakis Yüce Allah'ın ilerietmesi ile ilerlemiş
tir. Geri kalan da böyledir. (Gazali, a.g.e, s. 99)
Bu açıklamadan kulun iradesinin etkisizliği gibi bir netice çıkanlmasın. Ku-
lun irade, istek ve gayreti, ilerlemesi açısından çok önemli bir şartbr. Ancak bu
arzu, istek ve gayret yeterli değildir. O her an Allah'ın destek ve inayetine
muhtaçtır.
Bu iki ismin insana verdiği mesaj şudur: Gerçek tesir sahibi Allah'hr. Kulun
başan ve başansızlıklannda İlahi destek ve inayetin veya bundan mahrum bı
rakılmarun rolü hiçbir zaman unutulmamalıdır. Sürekli olarak O'nun dergi-
hından dua ve niyaz ile yardım dilemek gerekir.
öte yandan vazife ve yükümlülüklerde öncelikleri belirleyen, görevleri
önem derecesine göre sıraya koyan O'dur. Bazı işleri, mutlaka yerine getiril-
mesini gerekli kılmakla öne almış, bazılarını ise mecburi kılmamakla geri bı
rakmışhr. Kul da iradesini Allah'ın irade ve nzasına tabi kılarak günlük yaşan
bsında yapacağı işlerde öncelik ve sonralıklan ona göre belirlemeli, hayahnı
ona göre tanzim etmelidir.
Yüce Allah, bazen kullarnun teşebbüslerini onlann bekledikleri zamanda
neticelendinneyip, o anda bilemedikleri çeşitli hikmetlere binaen erteler. Bu
durumda kula düşen, gerekenleri yaphktan sonra takdir edilene razı olmaktır.
Bu durumda sabretmek ve hikmetlerini sezmeye çalışmak da bir ibadettir.
Bir ayette "inzar = uyarma" fiili Allah'a isnat edilir: "Biz sizi yakın bir azap
ile inzar ettik."(78:40; 40:15)
tepelerinin üstünde durmaktadır. İman edip makbul işler işleyenler ise, Cennet
bahçelerindedirler. Rableri yanında, Cennet'te, istedikleri ne varsa kendilerine
verilecektir. İşte bu da pek büyük bir h1tuftur. İşte bu, Allah'ın iman edip
makbul ve güzel işler yapan kullarına verdiği mutluluk müjdesidir." (42:22-23)
0~~ç
26/ıo. Ey bütün kiinab tam bir nizarn içinde idare eden Müdebbir!
Bu isim, tedbir eden, düzenleyen, çekip çeviren, idare eden, yöneten anla-
mına gelir. Yüce Allah, evvelden planlayıp işleri ona göre ayarlayan, her şeyin
evvelden tedbirini yapan, ilmiyle her şeyin akıbetini ihata edip ona göre hik-
metle iş görendir.
Yüce Allah'ın bu vasfına Kur'an-ı Kerim'de aynı kökten fiillerle dikkat çe-
kilmiştir:
"Sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri alh günde yaratan, sonra da Arş'ı üzerinde
hükümran olan, her işi yerli yerince çekip çeviren Allah'hr." (10:3)
"De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden nzıklandıran? Kimdir kulaklanruzı ve
gözlerinizi yaratan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir bü-
tün işleri çekip çeviren, kiinab yöneten? 'Allah!' diyecekler, duraksamadan:
De ki: 'O halde sakınmaz mısınız O'nun cezasından?' (10:31)
"Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin emrinize verdi. Bunlardan her biri
belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır. Bütün işleri O yönetir. Delillerini size
açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza iman edesiniz." (13:2)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-27-
koymuş; bu şehri emniyetli, saygın ve dokunulmaz (harem) bir şehir haline ge-
tirmiştir. Arap yanmadasının her tarafında insanlar kan akıtırken Mekkeliler
gerek burarun saygınlığından, gerekse güvenli bir belde oluşundan geniş ola-
rak faydalanmışlardır. İşte Cenab-ı Hak, bu ismiyle insanlara bu nimetini hatır
Iatmakta ve onlan şükre sevk etmektedir.
0 rlij')
,
~~'
,
~; ç
27/5· Ey Rükn-ü Haceri'I-Esved ve Makam-ı İbrahim'in Rabbi!
Köşe, yan ve taraf gibi anlamlara gelen "Rükün" kelimesi, küp şeklinde
olan Ka'be-i Muazzama'nın köşelerinden her biri için kullanılmışbr. Ka'benin
dört köşesi vardır: Doğu köşesine, Rükn-i Hacer-i Esved veya Rükn-i Şarki;
Güney köşesine, Rükn-i Yemaru; bab köşesine, Rükn-i ş.imi; kuzey köşesine
de, "Rükn-i lraki adı verilir.
"Makam-ı İbrahim" ise, İbrahim'in makamı demek olup, Hz. İbrahim'in Ka-
be'yi inşa ederken üstüne bashğına, üzerine ayak izlerinin çıkbğına inanılan
taş veya bu taşın bulunduğu yerdir. Bugün bu taş Ka'be'nin kuzeydoğu kena-
rının karşısında, Kabe'ye yaklaşık 15 m. mesafededir. Bakara Suresi 125. ayette,
"Biz Beyt-i Şerif'i insanlara sevap kazanmalan için toplanb ve güven yeri kıl
dık. Siz de Makam-ı İbrahim'i namazgah edininiz!" buyrulmaktadır. Ayetteki
"İbrahim'in makamından kendinize namaz kılacağınız bir yer edinin" buyru-
ğu uyarınca Müslümanların namazgah saydıklan, tav af namazının kılındığı bu
makamın korunması için halifeler ve diğer hükümdarlar özel tedbirler almış
lar, taşın çevresine kıymetli madenierden çemberler geçirmişlerdir. Sonraki
dönemlerde Makam-ı İbrahim için özel bir oda inşa edildi. Hicri 900 yılında bu
yapı yenilendi. Osmanlı Sultanı Abdülaziz aynı yapının kubbesini 1 m. kadar
yükselttirdi. Ancak Suudi Prensi Suud b. Abdülaziz bu kubbeyi kaldırtarak ta-
şı ve üzerindeki ayak izini rahatlıkla görlitebilecek bir hale getirdi. Zamanla
hacılann sayısı arnnca Ka'be'nin çevresindeki "met.if" denilen alandaki küçük
yapıtann tavafı güçleştirmesi üzerine Kral Faysal'ın emriyle bu yapılarta birlik-
te Makam-ı İbrahim için yapılan oda da yıkıldı; asıl Makam-ı İbrahim sayılan
taş ise camlı bir kafes içine alındı. (Hayrettin Karaman vd., Kur'an Yolu, ilgili
ayetin tefsiri)
Burada Yüce Allah, iki önemli sembol ve tarihi zengin çağnşımlara vesile
olan "Rükün" ve "Makam" ın Rabbi ve sahibi olarak adlandırılmaktadır.
Meş'ar-i Haram denir. Hacılar Arafat'tan sonra buraya gelir ve arefeyi bayra-
ma bağlayan geceyi burada geçirir, ikinci bir vakfe daha yaparlar. Kur'an-ı Ke-
rim' de "Meş' ar-ı Haram" ifadesi bir yerde şöyle geçmektedir: "Arafat'ta vak-
feden ayrılıp sel gibi Müzdelife'ye doğru akın ettiğinizde, Meş'ar-ı Haram'da
Allah'ı zikredin. O size nasıl güzelce hidayet ettiyse, siz de öyle güzel bir şe
kilde O'nu zikredin. Bilirsiniz ki, O'nun yol göstermesinden önce siz yolu şa
şırmış kimselerdendiniz." (2:198)
Bu isim terkibinde yer alan ve "helal" yani yapılması yasak olmayan diye
çevirdiğimiz, "hill" kelimesinin, bu anlamının yanı sıra, yukandan beri gelen
akışa da uygun olan iki anlamı daha vardır: 1. Ka'be haremi ile (ihrama girilen)
Mikat arasındaki alan. 2. Hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışından gelen
hacılarm ihrama girdikleri yerin dışmda kalan saha.
''Bu isim terkibinde geçen "haram" ise, helal olmayan, İslamiyetçe ve dinen
nehyedilen şeyler ve eylemler, Allah'ın izin vermediği, menettiği şeyler, kısa
cası helalin zıtb anlamına gelir. Bu anlamının yanı sıra, isirnlerin sıralaruş bağ
Iarnı da göz önünde bulundurularak, Harem-i Şerif de denilen ve kifir ve müş
riklerin girmesi yasak olan ve canlı mahlukun öldürülmesi menedilen Mukad-
des Ka'be'nin civarı, hac ve umre sırasında ihramla girilmesi gereken bölge
şeklinde anlaşılması daha doğru olur.
~ 1
Nfrr kelimesi, aydınlık, parılh, parlaklık, her çeşidiyle zulmetin zıtb, ışık vb.
anlamlara gelir. Bu kelime, Kur'an-ı Kerim, iman, İslamiyet, Hz. Peygamber
gibi, manevi karaniılan defeden manen aydmlahcılar için de kullanılmıştır.
Nur, dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki çeşittir. Dünyevi olanı da aynca iki çe-
şittir:
Nur, alemin manen aydınlığına vesile olan Hz. Peygamber için de kulla-
rulmışbr. "Ey Ehl-i Kitap! Kitap'tan (Tevrat'tan) gizlediklerinizin çoğunu size
beyan eden, birçoğunu da yüzünüze vurmayarak affed.en Resillümüz size gel-
miş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir Nur ve hakikatleri açıklayan bir
Kitap geldi." (5:15) ayetinde belirtildiği gibi, eşyarun hakikabru olduğu gibi
beyan eden şeye de nur denir.
"Zalam" da, nurun zıttı olarak karanlık ve zulmet anlamına gelir.
İşte Cenab-ı Hak tüm ve bu zengin içerik ve geniş anlamlanyla nur ve ka-
ranlıklann Rabbi ve sahibidir. Hepsini yaratan, idare eden, yöneten ve çekip
çevirendir.
,
-~
,
.... .J .... ,,,~,.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başkıı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • lCJq
-28-
Bu isimde geçen "fahr'' kelimesi, övünme, yaptığını sayarak iftihar etme; fa-
zilet, büyüklük, şeref gibi arılamlara gelir. Buna göre, gerçekte acizlik ve fakir-
likten başka hiçbir şeye sahip olmayan varlıklann, özellikle mecazi ve sahte if-
K ur 'l n ve H i k m et 1\ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 201
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-29-
~~:
,
·..~, ~~~ ·..fj
Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:
Kur'an-ı Kerim' de, bu isim Yüce Allah hakkında iki yerde kullanılmıştır. Bi-
rinde, adaleti ikame eden (3:18); di~erinde ise, rızıklan ve ömür sürelerini be-
lirleyen ve her insanın yaptıklannı görüp gözeten anlamında (13:33). Buna gö-
re yüce Allah, varlı~ı zorunlu ve bizatihi varlı~ını sürdüren, di~er bütün var-
lıklar O'nun var etmesi ve varlıkta tutmasıyla var kalabilen zat' br.
Allah, Asım' dır; mahlukahnı tehlikelere karşı korur, himaye eder, günah-
lardan alıkoyar, kötülüklere karşı muhafaza eder, peygamberlerine ismet sıfa
hnı vererek, onları hatalardan uzak tutar, kötü niyetiiierin şerrioden muhafaza
eder. Bu ismin ifade ettiği mana, fiil suretinde Kur'an-ı Kerim'de bir defa Yüce
Allah hakkında kullanılmışbr: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buy-
rukları tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.
Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kafidere
hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz." (5:67)
Taksim eden, ayıran, bölen manasındaki kasım kelimesi, Yüce Allah hak-
kında kullanıldığında; hak ve adaleti taksim eden, kullanna hak ettiklerini ve-
ren, yarabklannın haklarını eksiksiz ihsan eden, hayat sahiplerinin istek ve ih-
tiyaçlannı gereği gibi taksim edip paylaşhran vs. anlamı kastedilir. Yeryüzü
şekilleri ve dağlannın dengeli ve düzenli biçimde dağılımından tutun da insan
bedeninde organların muntazam olarak konumlandırılmasma ve mideye karı
şık olarak inen gıda maddelerinin zerreler halinde vücut hücrelerine en uygun
ve faydalı biçimde bölüştürülüp dağttılmasına kadar olan faaliyetleri düşünen
bir insan Allah'ın bu isme ne kadar layık bulunduğunu anlar. Bir ayet-i keri-
mede Yüce Allah'ın bu isimle yapbğı icraahna şöylece dikkat çekilir: "Onlar mı
204 • Kur'An ve Hikmet JııOrnda CEVŞEN ŞERH i
tir. Nitekim, Yasin Suresi'nde "Cennet ehline, Rahim olan Rab' dan doğrudan
doğruya iletilen bir selam vardır." (36:58) Mürninler arasında alırup verilen se-
lam, bir selamet, esenlik ve saadet, dilek ve temennisidir. Allah'tan gelen selam
ise, bir temenni değil bizzat bu selamet ve esenliğin lfıtfedilip gerçekleştirilme
sidir.
A. Osman Tatlısu'nun belirttiği gibi, selameti yalnız O'ndan bilmeli ve yal-
nız O'na teşekkür etmeliyiz. O, her türlü tehlikenin selamet yollannı ve sebep-
lerini yaratmış, tanzim ve tertip etmiştir. Fakat bu sebepler, kurtuluşumuz için
sadece birer vesileden ibarettir. Öyleyse tehlikeden kurtulup selamete çıkarun,
vasıtaya değil, o vasıtayı yarahp sevk edene teşekkür etmesi icap eder. Gerçi
vasıtaya da teşekkür edilir, fakat, Allah' a ortak gibi değil, iyi bir işe vesile ol-
duğu için (Ali Osman Tatlısu, Esmii-i Hüsnii., s. 47-49)
Bu ismin Sahibini taruyan mümin, her işinde fanilere değil, yalnız Allah' a
dayanıp güvenmeli. Çünkü yıkılmayacak ve her türlü afet ve beladan salim ka-
lacak olan yalnız O'dur. Fanilere bağlananlar, hayal kınklığına uğrarlar.
Yine, Allah' ı selam ismiyle tanıyan, bir iyi dilek temennisi ve kendinden za-
rar gelmeyeceği ifadesi olarak selamı yayar, elden geldiğince herkese selam ve-
rir. Dini hayabm her türlü şüphe ve hurafelerden uzak tutar. Kendisini uçu-
ruma götüren nefsani arzu ve isteklerinin peşinden gitmez. Dünya ve ahirette
selamet bulmak için, dizginlerini şehvet ve öfkesinin eline değil, aklının eline
verir.
Selam isminden nasibini alan kimse, ne kendine ne de başkasına zarar ver-
memeye özen gösterir. Kişinin kendi kendisine en büyük zaran ve zulmü,
dünya ve ahirette felaketine sebep olacak günahlan işlemektir. Başkasının,
elinden ve dilinden selamette olmadığı kimse, Allah'ın Selam isminden ders
almamış demektir. Ahirette O'nun huzuruna salim, temiz ve samimi bir gönül-
le çıkabilenlere ne mutlu!
Kabıd, sıkan, daraltan, kısan; Basıt ise, açan, genişleten, yayan, ferahlık ve-
ren ve dilediği kulunun rızkıru genişleten demektir.
206 • Kur·~n ve Hikmet lpOında CEVŞEN ŞERHI
çevirir. O kalp, sevinç ve neşeyle coşarken bir anda üzüntü ve kederle burku-
lur. Bast halinde İlahl tecellilerle mest olurken, bir anda o güneş misali tecelli
gizleniverir ve inkıbaz haline bürünür. Kısaca, insan kalbi çok süratli olarak
manen renkten renge girer. Zaten kalbe bu ismin verilmesinin sebebi de, daima
takallüp etmesi, halden hale inkılap etmesi, kendisine doğuşlann süratle ve
peş peşe gelmesidir. Bütün bunlar ise Allah'ın meşietiyle gerçekleşir. Onun
için Allah'ın bir ismi de Mukallibü'l-Kulfıb'dur.
İnsan kalbinde iman ve marifet kandilini tutuşturmaya vesile olan hadsiz
delilleri kciinatta yaratan, kitaplar indiren, peygamberler gönderen ve aynca
bu nuru (kişi tercihini bu yönde kullandıktan sonra) bizzat insan kalbine atan,
vücudunun her hücresine ruhunun en ücra köşelerine kadar sindirip yayan
Allah, Basıt ismine layıkhr. Bunun yanı sıra, kulun kötü tercihi sonucu kalbin-
den iman nurunu çekip alan (kabzeden) da yine Allah Teala' dır.
Her gece uyurken, ölümün kardeşi olan uykuyla ruhumuzu bir derece ala-
rak, bedenin aktivitesini nispeten kısıtlaması Kabıd isminin tecellisini göster-
diği gibi, uykudan uyandığımızda da ruhumuzu geri salarak, hareket ve akti-
vitemizi bahşetmesi, Basıt isminin tecellisini göstermektedir. Ölümle ruhları
mızı bütünüyle kabzedecek olan, ahiretteki büyük dirilişle yeniden bedenleri-
mize salıp göndererek yine bu iki isminin tecellilerini gösterecektir.
Bütün evreni önce dev bir atom içinde zapt edip sıkıştıran, daha sonra "Bü-
yük Patlayış"la bunu bast edip bütün bu alemi inkişaf ettiren Allah olduğu gi-
bi, ağacı, çiçeği, insanı ve diğer bütün canlı varlıklan birer çekirdek, yumurta
ve hücrede dercedip, daha sonra bunlan ağaç, çiçek, insan vs. suretinde bast ve
irıkişaf ettiren de O'dur.
Kısaca, her alanda vermek de almak da, genişletrnek de daraltmak da, se-
vindirmek de, üzüntüye boğmak da Allah'ın elindedir. Bunu bilen kul, her an
ve yalnızca O'nun dergahına başvurmalı, O'na sığınmalı, O'nun eelalinden
cemaline, kahnndan lfıtfuna, azabından sevabına iltica etmelidir.
Yine insana düşen, gerek maddi gerekse manevi atemde bu İlahi icraatlan
görüp, bir hali tek kanun kabul etmeyip, her arı her şeyin değişebileceğini anla-
yıp, aa tatlı, kabz bast, sıkınb huzur, inkişaf irıkıbaz gibi bütün hallere hazır
olmak ve her hal karşısında kendisinden bekleneni yerine getirmektir. Sıkınh
halinde sabretmek, huzur ve ferahlık halinde şükretrnek, kabz halinde, basta
karşı yay gibi gerilip bast haliyle de maddi ve manevi alanda daha büyük te-
rakki ve ilerlemeler kaydetmektir.
Allah'ıbu iki vasfıyla bilen bir mümin, O'na karşı sürekli korku ve ümit
arasında bulunur. Ne varlıkla şımanr, ne de yoklukla bedbinleşir. Nimet ve
nzkı genişletme ve daraltma yetkisinin Allah'ın elinde olduğunu bilerek, aciz
kullara minnet etmez. Varlıkta şükreder, darlıkta ise sabreder. Allah'ın verdiği
208 • Kur'.ln ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman vn bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-30-
0 ~:;..:,ı ~~1) ç
30/2. Ey Kendisinden merhamet dileyenlere merhamet eden!
0 ~:w,~\ ı:;
,
:w,~
,
ç
30/6. Ey Kendisinden irşad edilmeyi isteyenleri irşad eden!
Allah, her varlığın yol göstericisi, irşad ve hidayet edicisi olmakla birlikte,
hak yolunda istikamet nasip etmesini gönülden isteyenlere hususi rüşt ve hi-
dayetini ihsan edendir.
Yüce Allah, her varlığın yardımcısı, kötü gününde her kulunun en yakın
dostu olmakla birlikte O'nun bu yardımcılığının farkında olup O'ndan hususi
yardım talep edenlere daha çok yardım eder.
Kur'an-ı Kerim'de de, Yüce Allah yardım konusunda sadece Kendisine mü-
racaat edilmesini ister. Mesela, Fatiha Suresi'nde, mürnin kullanna şöyle dua
etmelerinin yolunu gösterir: "Biz sadece Sana kulluk eder ve yalnızca Sen' den
yardım dileriz." (1:5) Başka bir ayette de mürnin kullarından, "Sabır ve namaz
araalığıyla Allah'tan yardım istemelerini" öğütler. (2:153) Hz. Musa'nın diliyle
210 • K u r' ~n vt H i k m tt 11 ı ~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1
0. ~1":'":. ·ı , , ...
~I.A.ö....ol ı:;-- ~ ~
, ,
1'
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-31-
Bu isimde geçen ve bizim "af" diye çevirdi~ "safh" kelimesi, suçu ba-
ğışlama, günah ve cürmü affeyleme, dostluk etme manalarma gelir. Buna göre
K ur' 1 n v t H 1k m e 1 1~ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 211
Allah, her türlü sıkınh, bela, ga.m, tasa, keder, endişe ve göz değmesine
hükmü geçip onu kaldıran, tüm zararlı şeylerin etkisini giderendir. Dolayısıyla
bu gibi durumlarda doğrudan doğruya O'na başvurulmalı, O'nun dergahına
sığınıimalı ve O'ndan şifa dilenmelidir.
Bu konuda şu iki ayet-i kerime çok anlamlı olup başkaca da bir açıklamaya
ihtiyaç bırakmamaktadır: "Eğer Allah sana bir sıkınh verirse O'ndan başkası
onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse ... Zaten O her şeye olduğu gibi,
buna da elbette kadirdir." (6:17); "Ve (bil ki,) eğer senin başına Allah bir darlık,
bir sıkınb saracak olsa, O'ndan başka onu giderecek yoktur: Ve eğer hakkında
iyilik, genişlik diliyorsa, O'nun lutuf ve cömertliğini engelleyebilecek kimse de
yoktur; O, lutuf ve cömertliğini kullanndan dilediğine nasip eder. Çünkü çok
aayan, esirgeyen gerçek bağışlayıa O'dur." (10:107)
Allah, kendi mülkü olan kiinat memleketindeki her bir varlığın mutlak sa-
hibi, hakimi ve hükümranıdır. Yarathğı ve sahip olduğu bütün varlıklar üze-
rinde kudreti tamdır. Dilediğini var eder, dilediğini ise yoklukta bırakır. Var
ettiklerinden de dilediğini varlıkta bırakır dilediğini yok eder. Dilediğini dile-
diğine verir, dilediğinden de dilediğini esirger. Aziz kılar, zelil eder. Dünyanın
da ahiretin de sahibi ve hükümranıdır. İnsan sadece bu ismin manasını, haki-
kat ve tecellilerini tam olarak kavrasa Allah'ı tanıması ve hayattaki tavır, İsti
karnet ve saadeti bakımından ona kafidir. Zerreden güneşe, mikroplan file,
zelzeleden gökteki meteorlara, kabirden, mahşerden, sırattan, Cehennem ve
Cennet' e kadar bütün maddi ve manevi varlık ve hadiselerin dizgininin O'nun
elinde olduğunu bilen bir insanın buna göre tavır takınması, hayat geçirmesi
ne kadar rahatlaha, doğru yön ve istikarnet belirleyici ve hayat yükünü hafif-
leticidir! Allah'ı her şeye kadir, dilediğini yapmaya muktedir, hiçbir şeye ihti-
yac olmayan ve bütün ihtiyaçlan karşılayabilen, zillet ve izzet Kendi elinde
olan, yüceitme ve alçaltmanın yegane yetkilisi olarak bilen bir insan, O'ndan
başkasının kapısına başvurur mu? Malikü'l-Mülk isminin geçtiği tek ayet-i ke-
rimenin meali bu yüce ismin manasma ışık tutmaktadır:
"De ki: Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir,
dilediğinden de geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçalbrsın. Her
türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten de Sen her şeye kadirsin." (3:26)
Kur'An ve Hikmet ltıOında CEVŞEN ŞERHI • 213
Allah' tan başka hiç kimsenin gerçek anlamda ve kendi başına, ne güç ve
kuvveti, ne geçerli hüküm ve kanunu, ne otorite ve egemenliği, ne izin ve ruh-
sat verme, ne de kanun koyma yetkisi bulunmaktadır. O'nun ortaya koyduğu
deliller de, fıtrata seslendiği ve yaratılışın bağnndan çıkhğı için karşı konul-
maz kesinliktedir. O'nun uluhiyyet saltanabndan başka, hiçbir yerde hiçbir
saltanatın hiçbir yönden imkan ve belirtisi bulunmamaktadır.
Buna göre, bu vasıf, cin, insan ve meleklerden meydana gelen bütün akıl
sahiplerinin, Allah'ın saltanat ve hakimiyetine büyük bir itaatle boyun eğdikle
rini ifade ediyor. Sayılan hiçbir rakama sığmayan çeşit çeşit melek ve ruhaniler
bütünüyle Allah'a itaat halindedir. Cinler ve insanlar da zahiri ve batınİ fonk-
siyonlarının büyük bir kısmıyla Allah'a ister istemez itaat ederler. Geri kalan
ihtiyari fiilierinde de müminler yine Allah'a itaat ederler. Kafirler ve fasıklar
ise sadece ihtiyari fiilleriyle bu emirlere ters hareket ederler. Bu da zaten
O'nun ilmi, meşieti ve kudreti dahilinde cereyan ediyor. Allah dilemezse insan
değil küfür ve isyana sapmak, bir an olsun varlık sahasında bile duramaz.
fuz eden Latif'tir. Dolayısıyla O'nun verdiği hüküm ve kararda ancak adalet
olur.
-32-
Rakib, daima görüp kontrol eden, sürekli gözeten anlamındadır. Yüce Al-
lah'ın Rakib isminin genişçe açıklaması 45/2'de gelecektir. Burada şu kadarını
deriz ki: Yüce Allah'ın uykudan, uyuklamaktan ve dalgınlıktan münezzeh bir
Kur'.in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ • 215
İnsan vürudunu, birer fert olan hücrelerden meydana getirip bütün maddi
ve manevi duyu ve organlanyla küçük, fakat muhteşem bir alem ve memleket
haline getirerek idare ettiği gibi, kainab da büyük bir vücut misali aynı intizam
ve itaatle yaratmış, çekip çevirmekte ve idare etmektedir.
En muhteşem bir ülkeden hadsiz derecede daha intizamlı, daha bakırnlı ve
kanunlan daha adilane yürüyen şu alem, elbette sahipsiz ve maliksiz değildir.
Bütün yarabklar, Allah'ın hem mülkü, hem kullan ve hem de mülkünde çalı
şan memurlandırlar. O'nun saltanab ezelden ebede kadar mevcut ve bakidir.
Yaratma ve inşasında hiçbir nesneyi kendi arzusuna bırakmamış, her şeyi mut-
lak iradesiyle dilediği gibi yaratmışbr.
O, varlıklardan diledi~e can vermiş, diledi~e yan can. Bir kısmını gök-
lerde uçurmuş, bir kısmını yerde süründürmüş. Dilediğinin önüne et koymuş;
dilediğininkine ot. Birine denize girmeyi yasaklamış, diğerine denizden çıkma
yı. Kimine kol vermiş kanat vermemiş, kimine kanat vermiş kol vermemiş. Bir
kısmını iki ayaklı yapmış, başkalanru dört, alb yahut kırk ayaklı vs. Kısaca her
şeyin dizgini O'nun elinde, her şeyin anahtan O'nun yarundadır. Her şey
O'nun emir ve iradesiyle halledilir.
Kur'in vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 217
Baki kelimesi, sözlükte, bir şeyin ilk hali üzere kalmaya devam eden, kesin-
tiye uğramayan, geleceğe do~ sürüp giden, ölümsüz anlamına gelir. Baki, iki
türlüdür:
1) Bizatihi ve gerçek baki olup, bu beka ve kalıcılık belli bir süreye kadar
olmayan, sonsuza dek süren ki, bu ancak Allah Teala'dır. Allah'ın fani olması
düşünülemez.
2) Başkası
ile baki olan: Bu da Allah'ın dışındaki varlıklardır. Bunların fani
olması mümkündür.
Kur'an-ı Kerim'de, ölümsüzlük ve değişmezlik anlamındaki beka vasfı,
ism-i tafdil sigasiyle (Ebka =en baki, en değişmez) sadece Allah'a nispet edil-
mektedir. (20:73; 55:27) Bir ayet-i kerimede de Allah'ın ölmeyen diri olduğu
belirtilerek (25:58) yine O'nun bekası dile getirilmiştir. Bazı Hadislerde aynı
anlamı ifade etmek üzere "ed-Daim" isminin de kullanıldığı görülmektedir.
Allah hakkında kelam alimleri tarafından kullanılan "Vacibu'l-Vücud =Varlığı
zorunlu" deyimi de O'nun bekasının başka bir ifadesidir. Aslında, Allah za-
manla bağımlı değildir. Ancak, insan her şeyi bir zamanla birlikte düşünüp id-
rak etmeye alışkın olduğu ve bundan kendini kurtaramadığı için, alimler, Yüce
Allah'ın geçmiş açısından sonsuzluğunu "Kadim" ve "Ezeli"; gelecek açısın-
218 • K u r' .l n ve H i k m et 1~ 1 0 1 n da C E V Ş E N Ş E R H j
Yüce Allah, bütün eşsiz güzel isimleriyle birlikte Baki ve ebedi oldu~na
göre, ölümle görünüşte yokluğa bürünen sevdiklerimizden dolayı üzülmeye
gerek yok. Çünkü, hem başka varlıklan sevrnemize sebep ne varsa hepsinin
yarahası ve kaynağı O olduğu gibi, O'nun güzelliğinin aynalan olan söz ko-
nusu sevdiklerimizi ebediyen yokluk karanlığında bırakmaz. Ebedi'nin ayna-
lan da ebedi olmalıdır. Öyleyse, aynlıklar geçicidir. O varsa, bizim için her gü-
zellik ve vuslat var. Asıl O'nu tanımayanlar, bilmeyenler ölümden ve ayniık
tan korksun!
, ,
32/8. Ey Kendisine cehalet bulaşmayan Alim! 0 ~~ ~~ \;
Alim ismi 29/S'te açıklanmışb. Allah, ezeli ve sınırsız ilmine hiçbir şekilde
cehalet müdahale etmeyendir. Dolayısıyla O'run ilminin kapsamına girmeyen
bir zerre bile yoktur. O'na cehalet asla bulaşmaz.
Kur'in ve Hikmet ı,ığında CEVŞEN ŞERHI • 219
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-33-
~,;
,
·. t di~ ·..fj
,
Allah zabnda birdir. O'nun yaratb~ ve ayakta tuttuğu bir mahluk, hiç O'na
denk olabilir mi? Sıfatlannda birdir; hiçbir sıfatının benzeri başkasında bu-
lunmaz. Yaratıklarında, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzerleri değil,
ancak izleri ve tecellileri vardır ki, onlardan Allah'ın yüce sıfatları sezilir ve
iman edilir. Allah, işlerinde birdir; her şeyi yaratmada idare etmede, çekip çe-
virmede hiçbir yardımaya ihtiyacı yoktur. Maddi ve manevi sebepler, kendi
başlarına hiçbir şeyde müessir olamazlar. Allah, isimlerinde birdir; güzel isim-
lerinden hiçbirisinde hakiki manasıyla benzeri yoktur. Hükümlerinde birdir;
hikimiyet yalnızca O'nun işidir. Helali, haramı, sevabı mükafab belirlemek an-
cak O'na mahsustur. Şu helaldir, şu haram, şu yasakbr, şu serbesttir, demeye
Allah'tan başka kimsenin yetkisi yoktur. Bütün bu sayılan hususlarda Allah'a
bir denk bulunabileceğini kabul etmek şirktir. Şirk, yarahlmışlar içinde her-
hangi birini, bu hususlann herhangi birinde Allah' a benzetrnek veya Allah' a
ortak tutmak, dolayısıyla onun tannlığını kabul edip ona tapmakbr. (Tatlısu,
a.g.e., s. 178)
Vacid, istediıou istediği vakit bulan, varlık aleminde mevcut her şeye sahip
olan, her varlığa kadir, hiçbir şey Kendisinden gizlenemeyen, hiçbir şeye ihti-
yacı bulunmayan, her şey Kendisinin görme ve işitme dairesi içinde bulunan,
göklerde, yerde, ikisi arasında ve yerin derinliklerinde ne varsa hepsi Kendisi-
ne ait olan demektir. (Abdulcevad, a.g.e., s. 165)
Bu kelime, fakıd (yitiren, elde edemeyen, arzusuna ulaşamayan) kelimesi-
nin zıddıdır. Vacid; kendisine darlık, fakirlik ve acizlik anz olmayan, kendisi
için lüzumlu şeylerin hiçbirinden mahrum bulunmayan manasma geldiğine
göre, Cenab-ı Hak da uhihiyyet sıfatlan ve bunların kemali hususunda lazım
olan her şeye sahiptir. (Gazali, a.g.e., s. 96) Bu mübarek isim, her ne kadar
Kur'an'da açıkça yer almıyorsa da, taşıdı~ manayı ifade eden pek çok ayet bu-
lunmaktadır. Allah'ın her şeye yakın olduğunu, gayp ve şehadeti bildiğini,
göklerde ve yerde ne zerre büyüklüğünde bir şeyin, ne de ondan küçük veya
büyüğünün O'ndan gizlenemediğini, her şeyin apaçık olarak bir kitapta bu-
lunduğunu (34:3) Gani olduğunu ve yaratıklarından ihtiyaçsız bulunduğunu
(47:38) ifade eden ayet-i kerimeler örnek verilebilir.
Kısaca "Yüce Allah, her şeyi, bilhassa hükmünü infaz edeceği kimseleri, is-
tediği vakitte hemen bulur. Herhangi bir şeyi ele geçirmek için zaman kolla-
mağa, tedbir almağa, tuzak kurmağa ihtiyacı yoktur. İstediği şey, istediği za-
man hemen o an huzurundadır. Hiçbir şey O'na karşı kendini gizleyemez ve
O'nun elinin ermeyeceği, gücünün yetmeyeceği bir noktaya kaçıp kurtulamaz,
her şey daima Cenab-ı Hakk'ın huzurundadır." (fatlısu, a.g.e., s. 175)
222 • Kur'an vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
Bais, sözlükte, harekete geçirmek, bir tarafa yöneltip göndermek, bir işle gö-
revlendirmek, uykudan uyandırmak ve diriltmek anlamlanna gelen ''ba's" kö-
künden gelir. Buna göre, Bais de bütün bu işleri gerçekleştiren zat demektir.
Bu isim daha çok "ölüleri dirilten" olarak tarumlaruyorsa da, bizce manası da-
ha geniş olup sözlükteki manalannın hepsini içine almaktadır. Nitekim, Yüce
Allah peygamberleri gönderen; yarahklanndan her birini bir vazife ile görev-
lendirip o vazifeyi ifa etmek için hayat sahnesine sevk eden, yağmur yüklü bu-
lutlan toplayıp rahmete muhtaç yerlere gönderen; canlılan, ölümün kardeşi
olan uykudan uyandıran; maddi ve manevi sayısız ordulanru sevk eden; me-
lekleri, müminlere yardım etmek üzere seferber eden ve gerek bahar mahşe
rinde canlılan dirilten, gerekse Büyük Mahşer' de insanlan diriiterek kabirie-
rinden kaldınp hesap meydanına sevk edecek olandır.
Bu isim, Esrna-i Hüsna'yı sayan meşhur hadiste geçmekte, Kur'an'da bu ka-
lıplayer almamaktadır. Ancak, Kur'an'da ''ba's" kökünden türeyen eliiyi aşkın
kelimenin Allah hakkında kullanıldığı görülmektedir. (Mesela, bkz. 22:7; 36:52)
Bu kelimenin İslami literatürdeki öncelikli ve en yaygın anlamı, "Kıyamet
gününde Allah'ın ahiret hayabm başlatmak üzere ölüleri diriltmesi, onlan ka-
birlerinden çıkararak yeniden hayata döndürmesi" oldu~a göre öncelikle bu
nokta üzerinde duralım. Bunun için önce bu konuya ışık tutan bazı ayetleri
mealen kaydedelim:
"Onlar:' Allah ölen bir kimseyi diriltmez' diye olanca güçleriyle Allah'a ant
içtiler. Aksine, bu O'nun bizzat Kendisine karşı gerçek bir vaadidir. Fakat in-
sanlann çoğu bilmez." (16:38)
"İnkar edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır!
Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaphklannız size haber
verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır." (64:7)
224 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
"Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz si-
zi topraktan, sonra nutfeden (spermden), sonra alakadan (aşılanmış yumurta-
dan), sonra uzuvlan (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından
(uzuvlan zamanla oluşan ceninden) yarattık ki, size kudretimizi gösterelim. Ve
diledi~mizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir
bebek olarak dışarı çıkannz. Sonra güçlü çağımza ulaşmanız için (sizi büyütü-
rüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de örnrün en verimsiz çağı
na kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale
gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzeri-
ne yağmur indirdi~izde o, kıpırdarur, kabanr ve her çeşitten (veya çiftten) iç
açıabitkiler verir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O, ölüleri diriltir; yine O,
her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur.
Ve Allah kabiderdeki kimseleri diriltip kaldıracakbr." (22:5-7)
Bediüzzaman'ın ifade etti~ gibi, bahar mevsiminde birkaç gün zarfında, in-
san nevinin hepsinden bin kat fazla olan bütün bitkilerin bütün yaprakların,
evvelki baharın aynısı gibi birden mükemmel bir biçimde inşalan; yine bütün
ağaçlarm bütün çiçeklerin. meyvelerin ve yaprakların, geçmiş baharın ürünleri
gibi, şimşek misali bir hızla icatlan; hem o baharın asıllan olan sayısız tohum-
cuklann, çekirdeklerin ve köklerin, birden ve beraber uyaruşlan, gelişmeleri ve
dirilişleri; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran ölüler gibi bütün ağaç
Iann cenazelerinin bir emir ile bir anda "Öldükten sonra diriliş" e mazhar oluş
lan; hem küçücük hayvan türlerinin sayısız üyelerinin gayet derecede sanatlı
bir biçimde diriltilmeleri; hem bilhassa sinek kabilelerinin haşirleri ve bilhassa
sürekli yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve temizliği ham-
latan ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede canlan-
dmlan fertleri, insanoğlunun Hz. Adem zamanından bu yana gelen bütün fert-
lerinden daha fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler ile beraber birkaç
gün zarfında inşalan, canlandınlmalan ve haşirleri; elbette Kıyamet'te insan
bedenlerinin yeniden inşasına bir değil, binlerce ömektirler. {Bk. Bediüzza-
man, Sözler, s. 113)
"Bais" kelimesinin bir manasının da "gönderen" olduğunu belirtmiştik. Bu
ikinci anlamıyla Bais olan Allah, hem sayısız ordulan yoktan var edip dirilti-
yor. Hem de emrinde çalıştırdığı ordularını düşmanlannın üzerine gönderiyor.
Şöyle ki:
Bu isimden ders alan bir mümin, onun tecelWeri üzerinde düşünür. Al-
lah~~ kudretine, diriliş ve ahiretin mutlaka gelece~e, peygamberlik müesse-
ses~ hak olduğuna olan _imanı artar. Bu isimden müminin alacağı derse baş
ka bır açıdan dikkat çeken Imam Gazali'nin şu cümleleri çok anlamlıdır:
"Cehalet en büyük ölümdür. ilim ise en şerefli hayatbr. Şanı Yüce Allah, il-
mi de cehli de Kur'an'da zikretmiş ve ilme 'hayat', cehle de 'memat' ismini
vermiştir. Kim ki, birisini cehalet çukurundan kurtanp ilim yüceliğine yüksel-
tirse, işte onu yeni bir hayatla diriltmiş ve ona güzel bir hayat bahşetmiştir. Bu
açıdan, eğer halka ilim öğretip onları AUah yoluna çağırmakta kulun bir rolü
olursa, bu da bir nevi diriitme demektir. Bu, peygamberlerle onlann varisi olan
.ilimlerin derecesidir." (Gazali, a.g.e., s. 91)
ed-Darr ismi, bu kalıp la, Kur' in-ı Kerim' de geçmemekle beraber; bpkı fay-
da, menfaat ve hayır gibi, zarar, kötülük ve şerrin de Allah'ın elinde olduğu
değişik vesilelerle dile getirilerek Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çekilir.
Meilini kaydetmekle yetineceğimiz şu ayet-i kerimeler buna örnektir:
"E~er Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek
yoktur. E~er sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur.
O, haynru kullarmdan dilediğine eriştirir. Ve O ba~şlayandır, esirgeyendir."
(10:107); "De ki: Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne
de bir menfaat verme güc.i.ine sahibim." (10:49); "Yeryüzünde vuku bulan ve
sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce,
bir kitapta yazılmış olmasın." (57:22)
Bazı ayet-i kerimelerde de, Allah'tan başka ibadet edilen sözde tannlann,
zarar ve fayda sa~lamaya güçlerinin yetmeyen varlıklar olduklan vurgulana-
rak, dolaylı olarak Allah'ın buna güc.i.inün yetti~ hahrlablıyor. (5:76; 10:18;
21:66; 22:12; 25:55)
Bir kısım ayetlerde ise, insanın başına gelen zarann gerçek anlamda ancak
Allah tarafından giderilebileceğine dikkat çekilerek yine zararın da Allah'ın
elinde olduğuna işaret edilir. Çünkü, zarara kildir ve hakim olmasaydı ve onu
elinde bulundurmasaydı, onu gidermeye de gücü yetrnezdi. (6:17; 10:12; 12:53-
54; 17:56; 21:83-84; 26:72-74)
Gazali'nın de ifade etti~ gibi Allah, bizatihi ve sırf kötülük ve zaran murat
etmez. Ancak kötülüğün ve zararın içinde daha büyük bir hayır ve fayda giz-
lenmekte ise, o takdirde murat eder. Zaten ortada, sırf kötülük olma vasfını ta-
şıyan bir kötülük de mevcut de~ldir. Her kötülü~n alhnda mutlaka bir de
fayda yatmaktadır. (Gazali, a.g.e., s. 44)
Şu ayet-i kerimelerde, insano~luna verilen zarar ve sıkınhlann bazı hikmet-
lerine işaret edilir:
"Muhakkak ki, sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürün-
lerden biraz eksiitmeyle deneriz. Sabrederıleri müjdele!" (2:155); "Şüphesiz ki,
senden önce de ümmetiere peygamberler gönderdik. Dua edip yakarsırılar di-
ye, darlık, zarar ve sıkınhya soktuk." (6:2)
Yüce Allah'ın bu ismi ve yine İslam ilikadına göre, hayrm da şerrinde Al-
lah'ın yaratmasıyla olduğu gerçe~i, kainatta.ki şer problemini ve kötülüklerin
varlık hikmetlerini gündeme getiriyor. Bediüzzaman bunu, nisbi (göreceli) ha-
kikatlerin meydana gelmesine ve görünmesine vesile olacağı hikmetine bağlı
yor.
Bilindi~ gibi k.iinatta özü itibariyle hayırlı ve faydalı, güzel ve mükemmel
şeyler vardır. Bir de zahnda ve özü itibariyle faydalı, güzel ve mükemmel ol-
madığı halde başka bir gerekçeden dolayı, başkasına nispetle ve başka hayırla-
Kur'ln ve Hikmet l~ıl)ında CEVŞEN ŞERHI • m
ra, faydalara, güzelliklere ve kemallere vesile oldu~, onlann bütün derece ve
tonlanyla görünmesineyardım ettiği için faydalı, güzel ve kamil olarak kabul
edilen şeyler vardır. Bu nisbi hayırlar, faydalar, kemaller ve güzellikler, hakiki-
lerine nispetle sayılamayacak kadar çokturlar ve kamattaki bu maddi ve ma-
nevi çeşni ve renklilik hep nisbi gerçekler sebebiyledir. Mesela, asıl ve ana
renkler vardır ve bunlar çok azdırlar. Bir de ara renkler var ki, bunlar sayıla
mayacak kadar çoktur. Bu ara renklerin varlığı, ana ve asıl renklere, zıtlan olan
başka renklerin az veya çok müdahalesi ve kanşmasıyla ortaya çıkarlar. Yine,
asıl karanlık ve aydınlık bir tanedir. Karanlığın içine aydınlığın müdahalesi ve
kanşması ölçüsünde karanlığın sayısız tonlan ortaya çıkıyor. Zi.firi kararılık
tan, alaca karanlığa kadar ve kuşluk vaktinden günortasına değin sayısız nur
ve ışık dereceleri kendini göstermektedir. Tatlar da bu açıdan aynen renkler
gibidir. Zıtlannın müdahalesi ölçüsünde ara tatlarm çeşitleri çoğalmaktadır.
Sıcaklık da böyledir. Zıddı olan so~kluğun müdahalesiyle sıfırın altındaki
yüzlerce dereceden sıfınn üstündeki sayısız derecelere değin, değişik ton ve
mertebeleri bulunmaktadır.
Bunun gibi, aslında hayır ve şer de asıllan itibariyle birer tanedir. Fakat,
mesela haynn, yani fayda ve kemalin arasına zıddı olan şer ve noksanın kanş
ması ve kabşmasıyla sınırsız derece, mertebe ve tonlan ortaya çıkmaktadır. Bu
da hayata renklilik ve güzellik kabyor, onu monotonluk ve sıkıcılıktan kur-
tardığı gibi, en güzel bir imtihan salonu olması için dünyanın dekorlan, ışıklan
ve renkleri oluyor. Bediüzzaman bizim kısaca değindiğimiz bu gerçeği bir iki
sual münasebetiyle genişçe izah eder. (İşaratu'I-İ'caz, s. 26-27) K.iinatta şerlerin
yarablış hikmetiyle ilgili olarak da şöyle der:
Soru: Fakat Cemil-i Mutlak ve Rahim-i Mutlak ve Hayr-ı Mutlak olan Zdt-r
Ganiyy-i Alelrtlak (istisnasrz her şeyden müstağni ve ihtiyaçsız olan Allah), nasıl olu-
yor da, zavallı cüz'i fertleri ve şahısları musibete, şerreve çirkinliğe müptela ediyor?
Cevap: Ne kadar iyilik, güzellik ve nimet varsa, doğrudan doğruya o Cemil
veRahim-i Mutlak'ın rahmet hazinesinden ve hususi ihsanlanndan gelir. Mu-
sibel ve şerler ise, Rububiyet saltanatının adetullah adıyla ve külli iradelerin
temsilcileri olan genel ve her yerde geçerli kanunlannın çok neticelerinden tek-
tük cüz'i neticeleri olmasından, o kanunlar cereyarurun cüz'i gerekleri oldu-
ğundan, elbette külli fayda ve hikmetlere vesile olan o kanunlan muhafaza
ebnek ve gözetmek için o şerli, cüz'i neticeleri de yaratır. Fakat o cüz'i ve acıklı
neticelere karşı, Rahmani özel imdatlar ve Rabhani hususi ihsanlar ile, musibe-
te düşen o efradın feryatlanna ve belalara maruz kalan şahısiann yardım çağn
Ianna yetişir. Ve tercihiyle iş yapan fail olduğunu, her bir şeyin her bir işi,
O'nun meşietine bağlı bulunduğunu ve bütün kanunlannın dahi, daima irade
ve tercihine tabi bulunduklanru ve o kanunlarm tazyikinden (baskısı altında)
feryat eden fertleri, bir Rabb-ı Rahim'in dinlediğini ve imdatlanna ihsaruyla
ZJ0 • Kur'in vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI
Yine Bediüzzaman' a göre, toplumun başına gelen bazı umumi zarar ve fela-
ketler, çoAunluAun hata veya ilimalinden kaynaklanır. Ancak, arada zarar gö-
ren çocuklar, yaşlılar, masum ve suçsuzlar için büyük mükafatlara vesile olur.
(Mektubat, s. 458)
Her varlık, her şeyinde ve her işinde Allah'ın yardımına muhtaçtır. Ya fıtri
ihtiyaç, ya zorda ve darda kalmışlık lisanı veya sözlü olarak O' dan yardım di-
ler. Bütün kclinattan Allah'ın dergahına doğru bir dua, niyaz ve yakanş akar
durur. Çünkü hiçbir varlık, bir an olsun O'ndan müstağni kalamaz. O, gerek
toplu olarak ve gerekse fert fert varlıklardan yardımını bir anlık çekecek olsa,
her şey derhal yok olur.
İrademiz dışında bize bu kadar fayda ve iyilik kaynak ve imkanlanru sağ
ladı~ gibi, bir de, irademizle izlememiz için önümüzde bir iman ve İslam yo-
lunu açarak, dünyada ve ahirette bizi ihya edecek hayat düsturlarıru elimize
vererek de bize sonsuz fayda ve iyiliklerde bulunmuştur.
O, bize emanet olarak verdiği canımızı ve malımızı, duyu ve duygulanmızı,
varlık ve i.ınkanlanmızı Cennet karşılığında bizden sab.n alarak bize ikinci bir
kez de fayda dokundunnak istemektedir. Bu alış verişte, bizden sabn almakla,
imk.inlanmızı elimizden almamakta, sadece Kendi nzası dairesinde kullanma-
Kur'In ve Hikmet l~ıl)ında CEVŞEN ŞERH İ • 231
Hadi, aynı anlama gelen "huda" ve ''hidaye" kökünden gelir. Hidaye, llıtuf
ve nezaketle rehberlik etmek anlamındadır. Allah'ın vasfı olarak ise, şu şekilde
tanımlanmıştır: Her mahluku varlık ve bekasını sürdürmesi için gerekli olan
cihetlere yönelten, rızık aramalanru ve zararlardan sakınınalarmı ilham eden,
varlıklan, özellikle canlılan Rububiyetini tanıyacak kabiliyette yaratan, Kendi-
sini taruma yollarını kullanna tanıhp gösteren, bundan fazla olarak kullann-
dan dilediğini iman ve tevhid nuruyla şereflendiren, bu iman ve itaatin netice-
sinde de Cennet'e ve ebedi nimetiere kavuşturandır. (Suat Yıldırım, Kur'an'da
Uluhiyet, s. 199)
Yüce Allah şu ayet-i kerimelerle değişik yönlerden hidayet edici ve yol gös-
terici vasfına ışık tutmaktadır: "Rabbimiz O' dur ki, her şeyi yaratmış, sonra da
onlara yol göstermiştir." (20:50); "O her şeyi ölçü ile yaparak sonra da doğru
yolu gösterdi." (87:3); "Onlan, buyru~muz ile, insanlan doğru yola götüren
önderler yaptık." (21:73); "Hidayeti kabul edenlerin Allah hidayetini artınr."
(47:17); "Allah iman edenleri hidayet etti." (2:213) Ve nihayet Cennet'likterin
dilinden nakledilen şu ifadeler: "Hamd O Allah' a olsun ki, bizi buna hidayet
etti." (7:43)
Bu hidayet türlerinden sadece davet ve yolu tarutma çeşidinde Allah'tan
başkasının cüz'i bir rolü vardır. Öbürleri ise tamamen Allah'a aittir.
Şimdi bu ayet-i kerimelerin işaret ettiği hidayet çeşitlerini açıklayalım:
232 • Kur'An vr Hlkmrt IJıOında CEVŞEN ŞERHI
H~r va~lık, öze~e c~. olanlar gerek varlığa ayak basmasında, gerekse
kendi nev'ıne has bır takım ozellik ve nitelik kazanuken hadsiz haller ve ihti-
maller ~şısın~a mütereddit, şaşkın bulunmaktadır. Bakıyoruz ki, 0 ilimsiz,
şuursuz: ~a.desız varlık bütün o hadsiz ihtimaller içinden amaca götürücü olan
yalnız bınru seçmekte ve onu takip etmektedir. Hadsiz tohum ve çekirdeklerin
kendi türüne ait mükemmel birer bitki ve ağaç ha.Iine gelmelerinde, sayısız yu-
~urta ve ~~u~aakların kuş ve böcek halini almalannda, nihayetsiz nutfelt'-
rın gereklı tüm cihaz, duyu ve duygularla donarup insan ve hayvan kisvesine
bürünrnelerinde durumu hep böyledir. Bu tereddüt ve tekamüller hep fıtri
olup, o varlıkların ihtiyarlan dışında cereyan etmektedir. Bütün bu bir bakıma
şaşkın ve mütehayyir olan tohum, yumurta ve su damlaaklanna yol gösteren,
onlan, kendilerine lazım olan her şeyi temin edip zararlı ve yollanndan alıko
yucu her şeyden ise koruyarak terbiye edip kemallerine ulaştıran, her şeyin
dizgini elinde, sonsuz ilim, hikmet ve irade sahibi Cenab-ı Hak'tır.
öte yandan canlı varlıkların, özellikle insaniann maddi ve manevi sayısıı
ihtiyaa vardır. Bu ihtiyaçlanru nasıl temin edeceklerini kendilerinin bilmeleri
mümkün değildir. İşte bu şaşkın ve mütehayyir vaziyetteki canlılara Yaratıcı
ları çoğu zaman ilhamen yol göstererek onları ihtiyaçlarına kavuşturur. Her
yaratığa ihtiyaçlarını giderme konusunda kendisine lazım olanı öğretir.
Yüce Allah Hadi ismiyle, insanoğlunun hayat serüveninin her aşamasında
hidayetini dilerniştir. Bunun için gerekli her türlü imkiru hitfetmiş, şartları ha-
zırlamıştır. Nitekim, henüz dünyaya gözlerini açmadan ve bulunduğu ortam-
da ihtiyaa yokken, dokuz ay sonrasında ayak basacağı dünya hayatında ge-
rekli her türlü duyu ve duygutarla donatrnıştır. Dünyaya gelişini kolaylaştır
mış, doğar doğmaz, bir süt çeşmesi gibi devreye giren, annesinin şefkatli sine-
sinden istifade refleksini bahşetmiştir. Her birisi ayn bir nimet dünyası olan
tatlar, sesler, renkler, hoş kokular vs. definelerini açacak anahtarlan eline vere-
rek tüm bunlardan istifade yolunu göstermiştir. En az bunlar kadar önemli
olan, alemi dona ttığı, her taşma, hatta her zerresine nakşettiği hikmet incelikle-
rini kavrayıp yararlanacak aklı ihsan etmiştir. Gözünün görmesi için güneşi,
kulağının işitmesi, bumunun koku alması için hava zerrelerini hizmetine ver-
miştir. Tüm bunlar, Yüce Allah'ın istisnasız bütün kullarına, hatta bütün canlı
lara en iyiye, en güzele ve en faydalıya yönelik yol gösterme arzu ve iradesine
delildir.
Yüce Allah, hidayet alanındaki hituf ve nimetlerini bununla da sınırlı tut-
mamış, aynca yerleri, gökleri ve içindeki tüm sanat eserlerini, ilim ve hikmet
incelikleriyle bezeyerek, Kendine ulaştıracak, kapısına vardıracak birer işaret
ve delil gibi bayrak bayrak dalgalandırmıştır. Kur'in'da, evrene "alem" den-
mesinin sebebi, belki de, Yüce Sanatkir'ına her zerresiyle alarnet ve işaret ol-
masıdır.
"İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise -ki hiç kimseye Biz gücünün
yetmeyeceği yükü yüklemeyiz- cennetlik olup, orada ebedi kalacaklardır. Öyle
bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarmışızdır, ön-
lerinden ırmaklar akar. 'Hamdolsun bizi bu Cennet'e eriştiren Allah'a! Eğer
Allah bizi muvaffak kılmasaydı kendiliğimizden biz yol bulamazdık. Rabbi-
mizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmışhr' der-
ler. Kendilerine de: 'İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhte-
şem Cennet' e varis kılındınız, buyurun!' diye nida edilir." (7:42-43)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-34-
34/1· Ey bütün azimlerden daha Aziıni Q~ ·~~ .:....~f Ç'
tl ' ,_,..--V,
Allah, büyük ve yüce olarak bilinenierin de yarabcısı olması hasebiyle, bü-
yüklük ve yücelikte onlarla mukayeseye bile gelmez. Ancak, insanlar zihin ve
hayallerinde bazı tanileri haddinden fazla büyütüp yücelttikleri için, bu gönül
ve hayailerindeki azamelli şeylerden de daha azim olduğu, dolayısıyla yara-
tılmışlan bırakıp hepsinin yarahcı ve büyüklük kazandıncı Gerçek Azim'e yö-
nelmek gerektiği böylece hahrlablıyor.
,,, . , .... -;
34/2. Ey bütün cömertlerden daha Kerim! 0 ~.J ~ ~ r.JS1 ~
-' ,
Kerim kelimesi, sözlükte, iyi, faydalı, ihsan ve inayet sahibi, şerefli, izzetli,
saygın, cömert, müsamahakar gibi manalara gelir. Yüce Allah, tüm bu zengin
içeriğiyle en üstün kerem sahibidir. Bütün kerim bildiklerimiz de onun kere-
miyle var olup varlığını sürdüren muhtaçlardır. Bu açıdan düşünüldüğünde,
bu ismin Yüce Allah'a ne kadar çok uygun düştüğü daha iyi anlaşılır.
0~; 'i~~~;IÇ
tl ' ,_,..-- ...
Rahmeti sayesinde hayab yaşanır hale getiren, yeryüzünü bir nimet sofrası
hatine getirip tüm canlılan orada en ince lezzetlerle ağıdayan ve tüm hayvani,
hatta nebati anneleri yavnılanna karşı şefkat ve merhametle donatan Cenab-ı
Hakk'a bu isim ne kadar da yakışıyor!
0~ ,_,..--~
'i~·. _A;..IÇ
tl \
Her biri, O'nun her şeyi kuşatan, zerre ve hücrelerini birer yapı taşı olarak
kullanıp vücut binalarını meydana getiren, tüm maddi ve manevi ihtiyaçlannı
bilip en uygun biçimde karşılayan ilminin deryasında bir damla olarak yüz-
dükleri Yüce Allah'ın birer sanat eseri olan tüm varlı.klann ilmi toplansa O'nun
ilmi yanında okyanuslardan bir damla veya güneşlerden bir zerre bile olabilir
mi? Bu gerçek düşünüldüğünde O'nun tüm ilim sahiplerinden daha alim ol-
duğu rahatlıkla anlaşılmaz nu?
Bir varlık ne kadar köklü, eski ve tarihi olursa olsun, yine O'nun tarafından
yarahlmamış mıdır? Hatta, O'ndan başkasına kadim demek bile, ancak mecazi
ve diğer bazı yaratılmışlara nispetledir. Yoksa gerçekte O'ndan başka kadim ve
ezeli yoktur.
Allah, tüm lütuf ve letafet sahibi bildiklerimizden hadsiz derecede daha la-
tiftir. Çünkü, hepsi de var olmak, yaşamak ve varlıklanru sürdürmek için
O'nun lütuf ve keremine, ince ve nafiz ilmine muhtaçtırlar.
.,. ,.J -
e ~ı.:ıı ~ 15~, ıJ~'i' ~~'i'~' 'it~t'i ç ~~
..... ..... , ' ' ~ ..,.
Sen bütiin kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehemrem'den kurtar!
-35-
İşte, Kur'an-ı Kerim'den Yüce Allah'ın yapbğı bir vaat örneği ve ahdini ye-
rine getirmede benzerinin bulunmadığının vurgusu:
"Hiç şüphesiz Allah, mürninlerden -karşılıtmda onlara mutlaka Cennet'i
vermek üzere- canlanru ve mallannı sabn almışbr. Onlar Allah yolunda sava-
şırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun
üzerine gerçek olan bir vaattir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan
kimdir? Şu halde yapbğıruz bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte
'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur." (9:111)
~~
. ~
, 4AJıaJ
,... J' ~:; Ç
O, hitfunu, şaruna ve yüceliğine uygun olarak gerçekleştirir. Lutfuna muh-
taç mahlukabna, üstünlüğüne yaraşır lutuflarda bulunur.
._ ,
35/9. Ey azametinde Mecid! 0 ~, ~
,... , j;:;. C.
O padişahlar padişahı, büyüklüğünde, şeref ve ihsan sahibidir. Şu ayet-ike-
rime Allah'ın Hamid ve Mecid isimlerinin manasma ışık tutmaktadır: "Elçi
melekler: 'Sen, dediler, Allah'ın emrine mi şaşınyorsun? Ey peygamber ocağı
nm ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. O gerçekten
her türlü övgüye layıkbr, hayır ve ihsanı boldur'." (11:73)
9 ).:JI
, ~, lS~I
, ~~\'1 _;,~\'1 ~1 \'t4lt\' Ç ~~
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize inuüıt etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'~n we Hikmet l~ı(pnda CEV~EN ~ERHİ • 239
-36-
,
36/1. Ey her şeyin Kendisine boyun eğdiği!~ ~l,;.. !~} j.:; ~
Canlı cansız her varlık, içten bir tevazu, heybet, saygı ve bağlılıkla O'na bo-
yun eğer. Hiçbir varlık, O'nun koyduğu fıtri ve tabü kalıplar dışına zerre kadar
çıkamaz.
36/a. Ey her şey Kendisi için var olan! 0 ~ ~;.. y !~ JS" ~:;. Ç
Her şey O'nun yaratmasıyla var olduğu ve O'na ait bulunduğu gibi, yine
O'nun için, O'nun narnına, O'nu tanıtmak ve O'na kulluk için vardır. Kendi
başına, O'ndan bağımsız, yani mana-yı ismiyle hiçbir şey yoktur. Aksine,
O'nun isimlerinin tecellilerine mazhariyetle her bir şeyin varlığı söz konusu
olabilir. Öte yandan hiçbir şey O'nun için madum değil, hiçbir şey O'nun elin-
den ve ilminden yokluk ve zevale kaçamaz ve her mevcudun varlık gayeleri
öncelikle O'na bakar.
,.
- , .,.
36/4· Ey her şeyin Kendisine döndüp! 0 ~ ~ !~ JS" ~:;. Ç
Her şeyin, özellikle efendisinden kaçmış köle, birliğinden firar etmiş bir ka-
çak asker durumundaki her günahkcinn dönüp dolaşaçağı kapı yine O'nun
rahmet ve mağfiret kapısıdır. Tövbe ve pişmanlıkla gönüllü olarak O'nun ka-
pısına sığınmayanlar, eninde sonunda ölümle eli kelepçeli olarak ister istemez
O'nun huzuruna getirileceklerdir.
240 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHl
Allah: a karşı korku, haşyet, heybet ve ürperti duymayan hiçbir varlık yok-
tur. Değil canlılar, cansızlar bile O'na karşı korkuyla ürperir. Şu ayet-i kerime-
ler cansıziann bile Allah'tan haşyet duyduklanru açıkça ifade ediyor: "Sonra
bunun ardından kalpleriniz yine katılaşh; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü
taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yanlır da içinden sular çı
kar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaphk-
lanruzdan hiçbir zaman habersiz değildir." (2:74); "Şayet Biz bu Kur'.in'ı bir
dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun ki onu Allah korkusundan saygı ile
baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insan-
lara böyle örnekler veririz." (69:21)
..
0~ö"::~~~~~
36/6. Ey her teYiD Kendisini tesbih ettijil
Her şeyin Allah'ı tesbih ettiği Kur'an-ı Kerim'de defalarca belirtilir: "Yedi
gök, yer ve bunlann içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Her şey O'nu
hamdile tesbih eder. Ancak, siz onlann tesbihlerini anlamazsınız. O, Halim'dir
(hemen cezalandırmaz, mühlet verir}, çok bağışlayandır." (17:44; aynca bk.
57:1; 69:1,24; 61:1; 62:1; 64:1)
Genellikle bu tesbih şu usüllerle gerçekleşmektedir:
a) Sözlü tesbih ve tenzih. Peygamber ve mürninterin tesbihi bu şekildedir.
b) Fiili tesbih. Meleklerin tesbihatı gibi.
c) Hal dili ile tesbih. Canlı olsun, cansız olsun bütün varlıklarm Allah'ın
varlığına, birliğine, ilmine, hikmetine, kudretine, kısaca kemal ifade eden bü-
tün sıfatlarla nitelenmiş bulunduğuna ve her türlü eksiklerden münezzeh ol-
duğuna hal dilleriyle şahitlik etmeleri gibi.
Bu yapılan taksimat genellik itibariyledir. Yoksa, aslında sayılan her bir var-
lık türünün diğer tesbih ve tenzih çeşidini de yerine getirdiği kesin bir gerçek-
tir. Mesela, mürnin insan, hem hali, hem sözlü, hem de fiilieriyle Allah'ı tesbih
ve tenzih eder. Yine mesela, dağ ve kuşlann, hali tesbihlerinin yanısıra Hz.
Kur'An ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER Hi • 241
Davud ile birlikte tesbih ettikleri Kur' an' da ifade edilmektedir. Bu tesbih sözlü
olmalıdır ki, di~er normal tesbihlerinden farklı olsun. Meleklerin de hem halle-
ri, hem sözleri, hem de fiilieriyle tesbih ettikleri bir gerçektir.
- ..
36/7. Ey her şey Kendisiyle ayakta olan! 0 ~~U!~ J ı;.~ Ç
Şu k.iinattaki gök cisimlerinin ayakta kalışlan ve devamlan, Allah'ın
kayyıimiyeti sırnna bağlıdır. Kayyiımiyet tecellisi bir dakika olsun yüzünü çe-
virse, bir kısmı yerküresinden bin defa büyük milyorılarla küreler, şu uçsuz
bucaksız uzay boşlu~da da~lacak, birbiriyle çarpışacak, yokluğa döküle-
cekler. Nasıl ki, havada binlerce muhteşem saraylan tam intizamla uçaklar gibi
durdurup gezdiren bir Zat'ın kayyıimiyet gücü, o havadaki sarayiann sebat,
242 • Kur'In vt Hikmtt ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI
düzen ve devamlan ile ölçülürse; Kayyıim olan Allah da, sayısız gök cisimleri-
ne, nihayet derecede düzenlilik ve ölçü içinde kayy-ılmiyet sımyla bir kıyam,
bir beka, bir devam vererek, bir kısmı yerküresinden bir milyon defa daha bü-
yük milyonlarca muazzam küreleri direksiz, dayanaksız, boşlukta durdurmak-
la beraber, her birini bir görev ile görevlendirip gayet muhteşem bir ordu şek
linde Kendine tam bir bağlılıkla itaat ettirmesi, ism-i Kayy-Um'un tecellisine bir
ölçü olduğu gibi, her bir varlığın zerreleri de, yıldızlar gibi, kayy-Umiyet sımy
la ayakta kalıyor ve varlıklanru sürdürüp devam ettiriyorlar.
Bir canlının bedenindeki zerrelerin her bir organa özgü bir şekil ile küme
küme toplanrnalan, sel gibi akan unsurlarm fırtınalan içinde vaziyetlerini mu-
hafaza edip da~mamalan ve düzenli bir biçimde durmalan, besbelli ki kendi
kendilerinden olmayıp, aksine kayyumiyet sımyla olduğundan; her bir beden
düzenli bir tabur, her bir tür muntazam bir ordu hükmünde olarak bütün can-
lılar ve terkip h.ilindeki varlıklarm yeryüzünde ve yıldıziann uzayda durmala-
n ve gezmeleri gibi, bu zerreler de sayısız dilleriyle kayy(ımiyet sımru ilan
ediyorlar. (Bkz. Bediüzzaman, Lem'alar, 340-356)
, ~ ~
Şu fani dünyadaki ömrünü tamamlayıp görevini bitiren her şey O'nun yüce
huzuruna dönmektedir. Bu gerçeği pek çok ayet-ikerime dile getirmektedir:
"Elçi ve onunla birlikte olan müminler, Rabbi tarafından ona indirilene ina-
nırlar. Hepsi, Allah'a, meleklerine, vahiylerine ve elçilerine inarurlar; O'nun el-
çilerinden hiçbiri arasmda aynm yapmazlar ve: 'İşittik ve itaat ettik. Bize mağ
firet et ey Rabbimiz, zira bütün yolculukların varış yeri Sensin!' derler."
(2:185); "Allah, kendisine karşı gelmekten sakınmanızı emretmektedir ve dö-
nüp vanlacak yer de Allah kapısıdır." (3:28); "Göklerde ve yerde ve ikisi ara-
smda bulunan her şey üzerindeki hükümranlık Allah' a aittir ve bütün yolcu-
K u r • 4 n ve H 1k m et 1~ 1 0 1 n da C E V ~ E N ~ E R H 1 • 243
luklar O'nda nihayet bulur." (5:18); "Zulümde aşın giden nice memleket vardı
ki Ben onlara önce mühlet verip sonra da tuttuğum gibi işlerini bitirdim! Her-
kesin dönüşü ancak Bana' dır." (22:48)
;;; .. ~ ~ .
0~) \'~~~ :~J==' ;.:;.. ç
36/ıo. Ey Kendisine bakan yüzü müstesna, her şeyin fani oldup!
Allah'tan başka her şey fanidir. Şu ayet-i kerimeler de aynı gerçe~ ifade
ediyorlar:
"Allah'la beraber tutup başka bir tannya yalvarmaya kalkma! (Çünkü)
O'ndan başka tann yok; (çünkü) O'nun (ebedi) Zah'ndan başka her şey, her-
kes, yok olmaya mahkumdur; hüküm bütünüyle O'nun elindedir ve sonunda
O'na döndürüleceksiniz." (28:88); "Göklerde ve yerde var olan her şey yok
olup gitmeye mahkumdur; ama kudret ve ihtişam sahibi olan Rabbinizin Zat'ı
sonsuza dek kalıcıdır." (55:26-27)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-37-
~ı:
,
·.
~, ~~~ ·. \J
Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:
Kafi isminin Allah hakkında bu kalıp la geçtiği tek ayet şu mealdedir: "Allah
kuluna kifi değil midir? Seni O'ndan başkasıyla korkutmak istiyorlar. Allah'ın
saphrdığını doğru yola iletecek yoktur." (39:36)
Fahreddin Razi, söz konusu ayetin tefsirinde özetle şu bilgileri kaydetmek-
tedir: "Genellikle haksızlar, haklılan birçok şeyle korkutmaya çalışırlar. Allah
şu ifadeyle bu şüpheyi kökünden kesmiştir: 'Allah kuluna kifi değil midir?'
Zihinlere iyice nakşetmek için bunu soru şekliyle dile getirmiştir. Gerçekten
öyledir. Çünkü, kesinlik kazanmışbr ki, Allah, her şeyi bilir, her şeye gücü ye-
ter, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir. Yine O, kullannın bütün ihtiyaçlannı bi-
lir. Onlan gidermeye, nimet ve rahatlada değiştirmeye kadirdir. O, cimri ve
muhtaç da değildir ki, cimriliği ve ihtiyac, o istenenleri vermesine engel olsun.
Bu kesin olduktan sonra, O'nun her türlü afeti defettiği. belalan giderdiği ve
kuluna her türlü isteği ulaşbrdığı da açıkça ortaya çıkar. Bunun için "Allah ku-
luna kafi değil midir?" buyurmuştur. Allah bu girişi kaydettikten sonra, neti-
cesine de yer verdi: "Seni O'ndan başkasıyla korkutmak istiyorlar." Yani, Al-
lah'ın kuluna kafi olduğu kesinlik kazanınca, arbk O'ndan başkasıyla korkut-
mak abes ve asılsız olur. Rivayet edildiğine göre, müşriklerin Hz. Muham-
med'e, "Korkanz ki tanrılanmız seni çarparlar." diye korkutmak istemeleri
üzerine bu ayet inmiştir. Allah, önceki peygamberlere kafi gelmiştir. Hz. Mu-
hammed'e de kafi gelecektir."(Razi, Mefatih, XVI, 282)
Allah afiyet verendir. Afiyet de sağlık, selamet, esenlik, huzur; her türlü
maddi ve manevi kötülükten uzaklık demektir. Buna göre O, sağlık, sıhhat, şi
fa, huzur ve esenlik verendir. Onlan sağlıksız gelişmelerden koruyandır. Hatta
verdiği maddi hastalıklan da, sabredildiği takdirde, uzun vadede ve dolaylı
olarak maddi veya manevi afiyet ve selametiere vesile edendir. illetleri giderip
afiyet veren, sağlık nimetini ihsan edendir.
Kadi kelimesi, hüküm veren, hükmünü icra eden, ihtiyaçlan gideren, irade-
sini yerine getiren anlamianna gelir. Buna göre Yüce Allah, hikmet ve adaletle
hükmedendir. Önceden takdir buyurup programladığı kararlan yeri ve zama-
nı geldi~de uygular. Tüm ihtiyaç sahibi kullannın ihtiyaçlannı umulmadık
yerlerden ve yoUardan yerine getirir. Dua ve dileklerini gerçekleştirir.
Kur'an-ı Kerim'de yüce Allah'ın bu vashna şöyle dikkat çekilir:
"Allah ve Res\ılü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir
erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma haklan yok-
tur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur."
(33:36)
"Ve Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya, babaya
iyilik etmenizi hükmetmiştir." (17:23)
"Her ümmet için mutlaka bir elçi olagelmiştir: ancak (her ümmetin) elçisi
geldikten (ve tebli~ yaptıktan) sonra onlar hakkında bütünüyle adaletle yar-
gıda bulunulur; ve onlara asla haksızlık yapılmaz." (10:47)
"Haksızlık yapan herkes, dünyadaki her şey onun olsa, (o gün) onu kur-
tulmak için fidye olarak verirdi. Ve (o zalimler kendilerini bekleyen) azabı gö-
rünce pişmanlıklanru gösterecek gücü (bile) kendilerinde bulamayacaklar. Yi-
ne de onlar hakkında adaletle yargıda bulunulacak; kendilerine zulmedilme-
yecektir." (10:54)
"Elbette senin Rabbin, (dinde ihtilaf eden kimselerin) aralarında hükmünü
verecektir. Allah Aziz'dir =hükmünde galiptir, Alim'dir =bütün haıierini bi-
lir." (27:78)
Baki ismi, ebedi, daimi, sonu gelmez, ölümsüz ve sonsuz anlamına gelir.
Buna göre Cenab-ı Hak, zat, sıfat ve isimleriyle daimi olan ve her türlü yokluk
ve zevallekesinden münezzeh bulunandır. Kur'an-ı Kerim'de O'nun bu vasfı
na şöyle dikkat çekilir:
"Yerin üstünde ne varsa fanidir. Ve ancak ululuk ve kerem sahibi Rabbinin
zabdır kalan." (55:26-27)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-38-
Allah, öyle bir rahmet ve cemal sahibidir ki, dünya ve ahiretin her türlü
dehşet ve korkusuna karşı O'nun tahassungahına; O'nun eelalinden cemaline;
K u r' .l n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 249
Allah, öyle bir kudret, ilim ve rahmet sahibidir ki, O'ndan başka bel bağla
nacak, işlerimizi sonuçlandınnayı havale edecek, belimizi büken tüm hayat
yükümüzü rahmet gemisine koyup rahatça seyahat edilecek başkaca bir varlık
yoktur. O'nu vekil edinip, emir ve yasaklan istikametinde hareket edenlere,
O'nun hüküm ve kararlarına teslim ve sonuçlanna razı olanlara O kafidir.
Kur'an'ında da açıkça ilan ettiği gibi: "Kim Allah'a karşı gelmekten sakırursa,
Allah ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden nzıklan
dınr. Allah'a dayanıp güvenene Allah kafidir." (65:3)
Bediüzzaman'ın ifadesiyle:
"İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakiki imanı elde eden adam, kai-
nata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın tazyikatından
kurtulabilir. 'Tevekkeltü alallah' der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hadisa-
tın dağlarvan dalgalan içinde seyran eder. Bütün ağırlıklannı Kadir-i Mut-
lak'ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta İstirahat
eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül
etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safiline çeker. De-
mek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareynİ
i.ktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek de-
ğildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs
2SO • Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
ise, bir nevi dua-i fiili telakki ederek; müsebbebab yalnız Cenab-ı Hak'tan is-
temek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir." (Bedi-
üzzaman, Sözler, s. 315)
-
38/s. Ey Kendisinden başka maksud olmayan! 0~t ~t 'ı -:.i:~:; Ç
r !
..
lt&, ı;~
6 '
•'1 ,' ' \'1 4.11 \'
~.r..r.Y' - -
..
o-
Çünkü bu ilem bütün mevcudahyla muhtelif dilleriyle, ayn ayn na~ama
hyla zikr-i Dahi'nin halka-i kübrasında beraber 'La ilahe illa Hu' der, vahdani-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 251
, ' '
yete şehadet eder. ~~l-......>1
,....
. -::
. , ~ in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alakayı
kestiği
mecazi mahbublara bedel, bir Mahbub-u Uyezali'yi gösteriyor." (Bedi-
üzzaman, Sözler, 218-219)
Allah'tan başka hiçbir şey kalbin alaka ve rağbetine değmez. Kur'an-ı Ke-
rim'de, sadece O'na rağbet etmesini vurgulayacak bir ifade kalıbıyla Hz. Pey-
gamber'in şahsında tüm insanlara: "Ve ila Rabbike ferğab =Ve yalnızca Rabbi-
ne rağbet et!" (94:5) diye seslenilir.
Bir başka
ayet-i kerimede de, hatalı davranan bazı mürnin kullarm nasıl
davranması gerektiği belirtilirken şöyle buyrulur:
Herkes, her zararlı şeyden ve her türlü düşman ve tehlikeden ancak O'nun
havliyle kurhılur; yine herkes her arzu ve ihtiyaona sadece O'nun kuvvetiyle
erişebilir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
254 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
-39-
0
"' J• • "'
39/2. Ey matlublann en hayırlısıl ~_,u...;.JI ~ Ç
1
Bu fani dünyada herkesin bir maksudu vardır. Her yiğidin gönlünde bir
arslan yatar, her Mecniin'un gönlünde bir Leyla bulunur. İşte, her kim neyi
gaye-i maksat yaparsa yapsın, bütün bu gaye ve maksatlar içerisinde en hayır
lı, en faydalı ve en değertisi Alemierin Rabbi olan Yüce Allah' br.
"Senin hak şükrünü nasıl eda edebiliriz? Sen öyle şükre layık bir meşkur
sun ki, bütün kainata serilmiş bütün ihsanatın açık lisan-ı halleri, şükür ve se-
nanı okuyorlar. Hem alem çarşısında diziimiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bü-
tün nimetierin ilanahyla hamd ve medhini bildiriyorlar. Hem rahmet ve nime-
tin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri, senin cı1d u keremine şehadet
etmekle Senin şükrünü enzar-ı mahlukat önünde ifa ederler." (Sözler, s. 124)
Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana re-
fakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve
muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun.
Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun." (Sözler, s. 360)
"Evet insan evvela nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zi-
hayat mahlu.klan, sonra kainah, dünyayı sever. Bu dairelerin her birisine karşı
alakadardır. Onlann lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir.
Halbuki şu here ü merc alemde ve rüzgar deveranında hiçbir şey kararmda
kalmadığından biçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapışhğı şeyler
le, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki kopanyor. Daima ıshrap içinde kalır,
yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o mu-
habbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz mu-
habbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakiki
sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namayla ve onun ayinesi olduğu ci-
hetle ıshrapsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kamata
sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elim bir
rukmet olur." (Sözler, s. 360)
"Rahmanürrahim ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün ar-
zulanna cami' bir meskeni, senin cismani hevesabna ihzar eden ve sair esma-
sıyla senin ruhun, kalbin, sımn, aklın ve sair letaifin arzulanru tatmin edecek
ebedi ihsanahnı o Cennet'te sana müheyya eden ve her bir isminde manevi çok
hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezeli'nin, elbette bir zerre mu-
habbeti, kainata bedel olabilir. Kainat onun bir cüz'i tecelli-i muhabbetine be-
del olamaz." (Sözler, s. 360)
Bir ayet-i kerimede Hz. NUh'un dilinden, Yüce Allah'ın bu ismine şöyle yer
veriliyor: "Ya Rabbi, beni güvenli ve kutlu bir yere indir. Çünkü Sen konukla-
taniann en iyisi, en mükemmelisin!" (23:29)
Yüce Allah, bu yeryüzü misafirhanesini, sayısız canlı varlık, özellikle de in-
sanoğlu için en mükemmel bir şekilde hazırlayıp tefriş etmiş, misafir olarak
a~ladığı kullannın her türlü ihtiyaçlanru karşılamış ve onlan bir gemiye ben-
258 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi
0 ,<,),!-~~~'ıl
.i-:_• ~i,'•' ı'
,,
39/to. Ey kendisine ünsiyet edilenlerin en hayırlısıl
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-40-
, ,
40/1. Ey yarabp düzene koyan! 0 ı.> j.::j ~ ~ :;. Ç
Bir ayet-i kerimede de Yüce Allah "Yaratan ve bir düzen içinde biçim ve-
ren" olarak nitelenmektedir. (87:2)
Ayetteki "tesviye" kavramı, Kur'an'da genellikle Allah'ın, yarathğı varlığa,
o varlık
türünün gerektirdiği yapıyı ve şekli vermesi, uygun formata kavuş
turması anlamında kullanılmaktadır. Gerek bu isimde ve gerekse ayet-i keri-
K ur' l n ve H 1k m!! 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 259
mede "sevva" fiilini -nesnesi belirtilmedi~den- "her şeye uygun şeklini ver-
me" olarak anlamak gerekir.
Buna göre, Allah, yeryüzünden gökyüzüne kadar, kainattaki her şeyi, en
mükemmel surette, ölçülü ve düzenli bir şekilde yaratmışbr. Bu nizamın mü-
kemmel bir ölçüyle yarabldığına ve onun bir yarabcısı olduğuna, bizzat bu
muazzam nizamın kendisi şehadet etmektedir. Bu bir tesadüf olmadığı gibi,
birkaç tane yarabcının da eseri de~ildir. Çünkü o takdirde sayısız parçalann
biraraya getirilmesiyle bu kadar ahenkli ve uyumlu bir güzelli~in oluşması
mümkün olmazdı. (Mevdüdi, Tefhim, ilgili ayetin tefsiri)
Bu hahi vasıf, "0, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir." (87:3) ifadesiyle
Kur'an-ı Kerim'de de aynen geçmektedir. Mevdüdi, bu ayeti yorumlarken ko-
numuza ilişkin şu güzel açıklamayı yapar:
Her şeyin daha yarahlmadan fonksiyonu tayin edilmiş ve o fonksiyonuna
göre şekil alrnışbr. Kendisine uygun özellikler verilmiş, yaşayacağı yer belir-
lenmiş, hayabm sürdürebilmesi için ne gibi imkanlar gerekiyorsa temin edil-
miş ve nihayet onun sonu da kararlaşhnlmışhr. İşte tüm bu plan "kader" dir ve
bu kader umumi olarak kainattaki her varlık için söz konusudur. Açıkça anla-
şılmaktadır ki, bu kainat p!ansız, programsız bir oluşum de~ildir. Bilakis Ha-
kim ve Habir olan Allah tarafından yaratılmış ve planlanmıştır.
öte yandan, hiçbir mahluk başı boş bırakılmamışhr. Yaratılan her şeyin bir
görevi vardır ve o görevine göre yönlendirilmiştir. Yani Allah sadece Halık
değil, aynı zamanda Hadi (Yol gösterici)'dir. Allah yarathğı her şeyin yolunu
gösterme sorumluluğunu üzerine almıştır. Nitekim Allah arza, güneşe, yıldız
lara da yol göstermektedir. Yine hava, su, ışık ve bitkilere de yol gösteriyor ve
onlar da görevlerini yerine getiriyorlar. Madenler de böyledir. Tüm varlıklar
Allah'ın kendilerini yarattığı sebebe dayalı olarak görevlerini hakkıyla yerine
getirmektedirler. Di~er bir örnek de bitkilerdir ki, Allah'ın emrine uyarak kök-
lerini topra~ın derinliklerine salarlar ve Allah'ın onlara gıdalannı verdiği yere
kadar köklerini uzatırlar. Daha sonra da dal, budak salarak meyve verirler. İşte
böylece de kendilerine verilen görevi yerine getirmiş olurlar. Yeryüzü, hava,
su, her çeşidine ayn bir özellik verilmiş sayısız cinsle hayvanlar ve insanı hay-
retler içinde bırakan bu nizamın bizzat kendisi, tüm bunlann bir yarabcısı ol-
duğunu ilan etmektedir. Allah' a ortak koşan, hatta ateist olan bir kimse bile,
bu nizamın ne kadar muazzam olduğunu kabul etmek zorundadır. Hayvanla-
ra öylesine bir içgüdü verilmiştir ki, değil insanoğlunun kendisi, en hassas
aletler bile onların tespit edebildikleri bazı şeyleri tespit edemezler. İnsanoğlu
için iki türlü yol gösterme söz konusudur. Birincisi insanın tabii olarak sürdür-
260 • Kur'In vr Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞERH!
dü~ hayatı ile ilgilidir. Öme~ her çocuk do~duktan hemen sonra süt içmeyi
ö~enir ve göz, kulak, burun, kalp, mide, ci~erler, damarlar vs. tüm organlan
birden kendi görevlerini yaparlar. İnsanın bizzat kendisi bunu idrak etmese bi-
le, bu organlar fonksiyonlan icra ederler. Çünkü onlann çalışmalan insano~lu
nun iradesine ba~lı de~dir. Allah (c.c.) insanı çocuklu~dan ergenli~e, ol-
gunlu~dan yaşWığına kadar sürekli bir değişim içine sokar. Bu değişim de
insanın elinde de~dir. Bu değişim insanın iradesiyle alakatı olmadığı için,
onun iradesi olmasa da bu değişiklikler yine de vuku bulacaktır. Buraya kadar
aniahianlar insan şuurunun dışında cereyan eden bir yol göstermedir. İkincisi
insanın aklı ve zihinsel hayah ile ilgilidir. Bunun mahiyeti insanın iradesi dı
şında cereyan eden olaylardan oldukça farklıdır. Çünkü insano~luna bu saha-
da geniş bir özgürlük tanınmıştır. Bu sahada birincisinde oldu~dan daha
farklı bir yol gösterme söz konusudur. Dolayısıyla insanoğlu ne kadar karşı çı
karsa çıksın, Allah (c.c.) her varlığa fıtrahna uygun bir yol göstermiştir. İnsana
geniş bir özgürlük vermiş olmasına rağmen yine de ona istikametini tayin ede-
bilmesi için, bir yol göstermemiş olması mümkün değildir. (Mevdi'ıdi, Tefhim,
ilgili ayetin tefsiri)
O, ileride kıyamet gününde, yapmış olduklan işleri onlara tek tek bildirecek,
(dilerse karşılığıru da verecektir). Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir." (58:7)
"Biz, onlann seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralannda fı
sıldaşırlarken de o zaliınlerin: 'Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uynlU-
yorsunuz!' dediklerini çok iyi biliriz." (17:47)
Yani, Allah '0, hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için
ölümü de hayatı da takdir eden ve yaratandır' (67:2) ayetinde de beyan edildi-
2&2 • Kur'.\n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
ği gibi ölümü de, hayab da yaratan O'dur. O öldürmeye de, diriltmeye de, tek-
rar yaratmaya da kadirdir.
Şu açıklamada konumuz açısından oldukça ilginçtir:
Şu varlıklar nehri, Allah'ın iradesi ile akmaktadır. Şu kainat kafilesi, Rabbi-
nin emri ile yürümektedir. Şu yarabklar, Allah'ın izni ile, zaman nehrinde sü-
rekli olarak akıyor. Gayp aleminden gönderiliyor, şehadet aleminde görünen
birer vücut giydiriliyor, sonra gayp alemine düzenli bir biçimde yağıyor, ini-
yor. Rabbinin emri ile, devamlı olarak istikbalden gelip, şimdiki zamana uğra
yarak teneffüs eder, ardından geçmiş zamana dökülür.
İşte yaratıklann şu akışı, gayet hikmetlice, rahmet ve ihsan dairesinde; şu
yürüyüşü, son derece ilim, hikmet ve intizam dairesinde; şu cereyanı, gayet
merhametli bir şekilde şefkat ve ölçü dairesinde baştan aşağıya kadar hikmet-
lerle, faydalarla, neticelerle ve gayelerle yapılıyor. Demek ki, Şanı Yüce, Kudre-
ti ve Kemali Sonsuz bir zat, sürekli olarak varlıklann gruplannı, her grup
içindeki fertleri ve o gruplardan meydana gelen alemleri, kudretiyle hayat ve-
rip görevlendirir. Sonra hikmetiyle bu vazifeden terhis edip, ölüme mazhar
eder; gayp alemine gönderir. Kudret dairesinden, ilim dairesine çevirir. İşte
hiç mümkün müdür ki, şu kainah, bir bütün olarak çekip çevirmeğe gücü yet·
meyen, bütün zamanlara hükmü geçmeyen, alemleri hayata ve ölüme bir fert
gibi mazhar etmeğe kudreti yetmeyen ve baharlan, birer çiçek gibi hayat verip,
yeryüzüne takıp, sonra ölüm ile ondan kopanp alamayan bir zat; ölüme ve can
almaya sahip çıkabilsin? Evet en küçük bir canlının ölümünün bile, hayah gibi,
hayahn bütün gerçekleri ve ölümün bütün türleri elinde bulunan bir Yüce
zat'ın kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olması zorunludur. (Be-
diüzzaman, Mektubat, s. 238-239)
Ölümün sevimli yüzü:
Her duyarlı insanı derin üzüntüye boğan "canlılann ölümü" konusunda
çarpıa bulduğumuz bir açıklamayı mefhum olarak sunuyoruz:
O KeremiSonsuz Sanatkar, Rahmeti Sınırsız Yaraba; hayat bayramında her
bir canlı türünün yeryüzündeki resmi geçit nöbeti bittikten ve o resmi geçitten
maksat olan sonuçlar alındıktan sonra, çoğunlukla dünyadan merhametli bir
biçimde nefret ettirip usandınyor. İstirahata bir arzu ve başka bir aleme göç-
rneğe bir istek ihsan ediyor. Hayat vazifesinden terhis edilecekleri zaman, asıl
vatanianna istek dolu bir özlemi ruhlannda uyandınyor. Hem o Rahın..ln'ın
nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, cihad işinde haya-
hnı kaybeden bir askere şehitlik rütbesini veriyorsa; kurban olarak kesilen bir
koyuna, ahirette cismani bir baki vücut vererek Sırat üstünde, sahibine Burak
gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükafatlandınyorsa; sair canlı ve hay-
vaniann da, kendilerine özgü fıtri ve Rabhani vazifedeve İlahi emirlere itaatte
telef olan ve şiddetli güçlük çeken ruh sahiplerinin, onlara göre bir çeşit ruhani
Kur'an vr Hikmrt l~ıOında CEIIŞEN ŞERHİ • 2&3
blannı anla, Sahip'lerini sev ve yoklu~a, kınlmaya mahkum olan o cam parça-
lanndan alakanı kes.
Hem gelip geçici bir pazardır. Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan
ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
Hem geçici bir gezinti yeridir. Öyle ise, ibret gözüyle bak ve görünüşteki
çirkin yüzüne değil; aksine o Ölümsüz Güzel' e bakan gizli, güzel yüzüne dik-
kat et, hoş ve faydalı bir gezinti yap, dön ve o güzel manzaralan ve güzelleri
gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi a~lama, merak etme.
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapankeremi sonsuz Sahibi'nin izni
dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana
bakma, çık git. Gevezelikle fuzuli bir şekilde kanşma. Senden aynlan ve sana
ait olmayan şeylerle manasız u~aşma ve geçici işlerine ba~lanıp bo~lma" gi-
bi açık gerçeklerle dünyanın içyüzündeki sırları gösterip dünyadan aynlı~ı
gayet hafifleştirir, hatta gaflette uyumayanlara sevdirirve rahmetinin her şey
de ve her işinde bir izi bulundu~u gösterir. (Bediüzzaman, Sözler, s. 202-204:ı
Yüce Allah'ın bu isminden müminin alaca~ derside Bediüzzaman, başka
bir vesileyle şöyle dile getirir:
"Mevti (ölümü) veren O'dur. Yani: Hayat vazifesinden terhis eder, fani
dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten azad eder. Yani: Hayat-ı fani-
yeden, seni hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime (ve yumit = ölüme mazhar
eder), şöylece fani cin ve inse ba~ınr (seslenir), der ki:
Sizlere müjde! Mevt i' dam (yok ediliş) değil, hiçlik değil, fena değil, irikıraz
(çüriiyüp da~ılma) değil, sönmek değil, firak-ı ebedi değil, adem (yokluk) de··
ğil, tesadüf değil, failsiz bir in'idam değil. Belki (aksine) bir Fail-i Hakim-i Ra-
him tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekandır. Saadet-i Ebediye tarafına, va-
tan-ı aslilerine bir sevkiyatbr. Yüzde doksandokuz ahbabm mecma'ı olar.
alem-i berzaha bir visal kapısıdır." (Bediüzzaman, Mektubdt, s. 226)
Allah durup dururken, hiç kimseyi do~ yoldan alıp e~ri yola saphrmaz,
imandan küfre düşürmez. Ancak, kul kendi özgür iradesiyle kötülü~ tercih
eder, ipek böceğinin kendi kendisinin etrafına ördüğü ağın içinden çıkamaz
hale gelmesi gibi günahı kendisi için ikinci bir karakter haline getirirse, Allah
da, böyle birinin tercih ve hak ettiği dalaleti yarahr. Şu ayet-ikerime bu hususa
ne güzelışık tutmaktadır:
"Ne var ki, zulüm işlemeye şartlanmış olanlar bir (hakikat) bilgisine da-
yanmadan kendi arzu ve heveslerinin peşinde giderler. Allah'ın (bu şekilde)
saphrdıklannı kim do~ru yola sevk edebilir ve (bu işte) kim onlara yardım
edebilir?" (30:29)
İnsan, küfrü tercih ettikten, iman istidadmı kaybettikten sonra ve artık şirk
onun tabiab olunca hidayet verecek ve onu Hakk' a muvaffak kılacak hiçbir
kimse yoktur.
Doğru yolu gösteren tüm işaret ve delilleri yaratan, gerekli tüm aydınlatma
ve uyarılarda bulunan, bunlardan yararlarup do~ru tercih edenlerin gönlürıe
imanı ve hidayeti yerleştiren de Yüce Allah'tan başkası değildir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münez:zehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
-41-
dan dolayı helak mi edeceksin? Bu sırf Senin bir imtihanından ibarettir. Diledi-
ğini bu imtihanla şaşırhr, diledi~ine yol gösterirsin. Sensin bizim Mevla'mız!
Affet bizi, bize merhamet eyle! Sen aifedenlerin en hayırlısı (Hayre'l-Gati-
rin)'sın!" (7:155)
Aynı kökten gelen ve sadece biraz daha mana fazlalı~ına sahip Kahhar ismi
açıklandığında Yüce Allah'ın bu vasfı ve tecellileri hakkında genişçe bilgi veri··
lecektir. (Bkz: 64/3) Burada şu kadanru deriz ki: O, kuvvet ve kudreti, hükürr.
ve hakimiyeti her şeye boyun e~diren; hiçbir güçle karşısına çıkdamayan V€
sürekli galip alandır. Yüce Allah, Kur'an'da iki ayet-i kerimede bu isimle anıl
maktadır:
Allah'ın ismi olarak Kadir, iki türlü kullanılır. Bu kullanırnlara göre manası
da değişir. Birinci kullanım, mef'ulunün başına "ala" edahnın gelmesidir ki,
bu durumda, gücü yeten, yapabilen anlamındadır. Bu kullanıma göre, en meş
hur mastan "kudret" olur. İkinci kullanımı, do~dan doğruya geçişli olması
dır ki, bu durumda mastan, "kadr" ve "kader" gelir. Bu kullanıma göre mana-
sı "takdir ve tanzim eden" dir.
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 2&7
Kadir ismi, Kur'an'da yedi defa geçer. Her zaman, "ala" edabyla birlikte
kullanılarak, zikrolunan şeylere Allah'ın gücünün yettiğini, O'nun hakkında
acizlik düşünülemeyeceğini ifade eder. Genellikle, öldükten sonra insanın tek-
rar diriltileceğine dairdir. (75:40; 86:8; 46:33; 36:81; 19:99) Bir ayette, Allah'ın
herhangi bir şekilde azap göndermeye gücünün yettiğini (6:65}, birinde de ayet
(mucize) göndermeye Kadir oldu~u belirtir. (6:37)
Kadir isminin bir de takdir eden, planlayan manası olduğunu söyledik. Bu-
na göre, Allah'ın "Kadir" olması demek, her şeyi ölçüp biçmesi, önceden za-
manını belirlemesi ve belirlenen o şeyin belirlendiği şekilde varlık bulmasıdır.
Mesela Allah, çekirdeğin "Kadir'i"dir. Yani, takdir edicisidir. Onun, aslının bü-
tün özelliklerini taşıyacak biçimde filizlenip ağaç olmasını takdir edendir. İn
san ve hayvaniann temel taşı olan embriyonun Kadir'idir. Meydana gelecek
canlının bütün özelliklerini orada kodlayandır. Zamanı gelince o bitki, ağaç,
hayvan ve insan, kendisi için kodlanan İlahi takdirden bir zerre bile sapmadan
vücut bulur, şekillenir ve hayat sahnesinde rolünü alır. Örnek iki ayet:
"0, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada
tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti." (41:9-12)
"Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yıllarm sayısını ve hesabı bilmeniz için
ona (aya) bir takım menziller takdir eden O'dur." (10:5)
Şu ayet-i kerimelerde de, her şeye gücü yeten manasındaki Kadir vasfma
dikkat çekilmiştir:
"De ki: Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklanruzın altından (yer-
den) bir azap göndermeye ya da birbirinize düşürüp kiminize kirninizin hıncı
nı tattırmaya gücü yeter." (6:65)
"İnsan neden yaratıiclığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt
ile göğüs kafesi arasından çıkar. İşte Allah (başlangıçta bu şekilde yarattığı) in-
sanı tekrar yaratmaya da kadirdir." (86:5-9)
Yararlı zararlı, iyi kötü her şeye güce yeten, kudreti her şeyi kuşatan Allah'ı
bu sıfabyla bilen müminin, O'na saygı, güven ve teslirniyeti artar. Nimet ve ih-
sanlanru ümit eder, ceza ve azabına hedef olmaktan ise korkar.
Nazır, bakan, gözeten ve kontrol eden demektir. Şu iki ayet-i kerimede Yi.ı
ce Allah'ın kullanru kontrol ettiğine ve nasıl davranacaklanru gözetlediğine
dikkat çekilir:
"Umulur ki, Rabbiniz düşmanlanruzı imha eder de, onların yerine sizi ha-
kim kılıp nasıl hareket edeceğinize bakar." (7:129)
"Sonra onların peşinden, nasıl davranacağıruzı görmek için, bu dünyada
onların yerine sizi geçirdik." (10:14)
a) Yoktan yaratan, ilkin yaratan, ilk meydana getiren. Buna göre, Kur'an'da
alb defa geçen (Mesela bkz. 6:14; 12:11), "Fabra's-semavah ve'l-ard" ifadesi,
"Göklerin ve yerin yoktan yarabası" demektir. İbn Abbas' dan nakledilen bir
izaha göre, "Fahr"da 'ilk yaratan', 'ilk meydana getiren' manası vardır. (Razi,
Mefatih, XII, 178) Bu manayı tercih eden ei-Hattabi de, "De ki: Sizi ilk defa ya-
ratan (fatarakum) sizi tekrar diriltecektir." (17:51) ayetini kendi görüşüne delil
getirir.
b) Bitişik olan iki şeyi birbirinden ayıran. Bu manaya göre, "Fahra's-sema-
vah ve'l-ard" ifadesi, "gökleri ve yeri birbirinden ayıran" demektir. Bu manayı
tercih eden el-Halimi de, "O kafirler görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik idi,
Biz onları ayırdık" (21:30) ayetini şahit getirir. (Beyhaki, a.g.e., s. 27)
Her iki manaya göre de Yüce Allah, her şeyin Fabr'ıdır. Hem onları yoktan
yaratan, hem de diğer varlıklardan farklı biçimde var edendir.
Kur' an' da Allah için kullanılan iki isim olan şakir ve Şe kur kelimeleri
"şükr" mastarından gelmektedir. Şakir, söz konusu mastardan ism-i fail (şük
redici); Şekur ise, ism-i failin mana çokluğu ve tekrar ifade eden şeklidir. "Çok
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 269
Yüce Allah, salih kullarını Kendi yüksek kabnda, mukarreb (has) melekleri
arasında hoşnutluk ve yüksek mük.ifatla ailandır. Ebu Hüreyre (r.a.) anlabyor:
"Resulullah (a.s.m.) buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri diyor ki: "Kulum,
beni andıkça ben onunla beraberim. O, Beni içinden anarsa Ben de onu içim-
den ananm. O, Beni bir cemaat içinde anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir ce-
maat içinde anarım." (Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1)
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Allahu Taala şöyle buyurdu: "Kulum, sen Beni yalruzken anarsan Ben de
seni yalruzken habrlanm. Sen Beni bir topluluk içerisinde anarsan, Ben de seni
onlardan daha hayırlı ve daha büyük bir topluluk içerisinde ananın."
Cenab-ıAllah bu kullanru kendisine yakın olanlar arasında sayar. Onlar da
mukarreb melekler ve Peygamberlerdir.
a) Yaralan saran, zararlan telafi eden. Bu manaya göre, Yüce Allah, kınkla
n, kınlmış gönülleri saran, düzelten, iyileştiren, ihtiyaçlan gideren, ihsan eden-
dir. Bir peygamber duasında geçen, "Allahümrne' cbümi ve'hdini" ifadeleri,
"Allah'rm beni hastalıklardan iyileştir, kınk gönlümü düzelt, yoksulluğumu
gider ve beni hidayete eriştir!" demektir.
270 • K u r' 1 n ve H i k m et 1 ~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok kı
bize imdııt etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-42-
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu ismine şöyle işaret edilir: "O'dur sizi
karada ve denizde gezdirip dolaşhran." (10:22) Yani size gemiler, vapurlar; ha-
vada uçaklar gibi bilinen vasıtalarla bir yerden bir yere intikal etme veya biz-
zat yürüme imkanı veren Allah'hr. Karada ve denizde yollar yaratıp hem mai-
şet, hem de seyahat için insanlara dotaşma imkanı verdiği gibi, yine kara ve
denizlerdeki her varlık üzerinde kudret delillerini dalgalandırarak, Kendisini
tanımaya, marifet nuruna, huzuruna varmaya sayısız manevi yollar açandır.
, , .
42/2. Ey dış ilemde ayetleri bulunan! 0 ~ÇI ~U'il~;:;. Ç
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfırıa şöyle işaret edilmektedir: "Var-
lığımızın delillerini, (kciinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefisle-
rinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.
Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?" (41:53) Buna göre, O, k.iinatın uç-
suz bucaksız ufuklannda ve alemin dört bir yanmda sayısız kudret delilleri
bulun andır.
, .
42/3· Ey ayetlerinde delili olan! 0 ~li~ ~
,
Ç\11 j, ; :;. Ç
Yüce Allah'ın gerek kelami (Kur'aru) gerekse alem kitabının kevni (kozmo-
lojik) ayetlerinde sayısız akli delilleri bulunandır. Bir ayet-i kerimede Kur'an-ı
Kerim'in tamamı ve tüm ayetleri (veya Hz. Muhammed) bürhan (kesin ve akli
delil) olarak nitelendirilmiştir: "Ey insanlar, size Rabbinizden reddi mümkün
olmayan bir delil (bürhan) gelmiştir ve size apaçık bir nur indirdik." (4:174)
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 271
Buna göre, Yüce Allah'ın, Kur'an'ında yer verdiği ve k.linat kitabında yarattığı
her işaret ve nişanede, varlık ve birliğinin inkan ve reddi mümkün olmayan
nihayetsiz delilleri mevcuttur. Kur'an'da bu gerçeğe işaret eden çok sayıdaki
ayetten bir tanesini bile ibretle okumak yeterlidir: "Göklerin ve yerin yaratılı
şında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde (ve birbirini izlemesinde),
insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah'ın
gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda, ve yeryüzünde
hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında,
gökle yer arasında emre hazır bulutlann duruşunda, elbette aklını çalışhran
kimseler için Allah'ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır." (2:164)
Kabristanlara gidip, şah ve geda, zengin ve fakir herkesin aynı yere serildi-
ğine, aynı mezar toprağına kanşhğına bakınca Yüce Allah'ın kudretinin ne
karşı konulmaz, hükmü ne geri çevrilmez, izzeti ne galip olduğunu gözleriyle
görür. Ünlü Gülistan sahibi Sa' di-i Şirazi'nin şu sahrlan ne de ibret vericidir:
"Birkaç günceğiz bekle bakalım; toprak, o hayaller kuran başın beynini ye-
sin! Yazılan kader gelip çatınca, şahlık kölelik farkı kaybolur. Bir kimse ölünün
toprağını açsa, zengin mi, fakir mi, ayırt edemez." (s. 66)
o :~~:·y~lj~:;.ç , , ,
Yüce Allah, öyle bir hakimler hakimidir ki, huzlır-u kibriyasmda topladığı
bütün cin ve insanlan kılı kırk yaran bir muhasebeye tabi tutacak, heybet,
azarnet ve celalini tüm kullanna açıkça gösterecektir.
Hisabm (hesap günü) varlığını haber veren ve o gün insaniann gönlünü
dolduran İlahi heybete ışık tutan ayet-i kerimelerden bazılan şunlardır: "Rab-
bine kasem ederim ki hiç şüphesiz hepsine, yapmış olduklanndan muhakkak
soracağız." (15:92) Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, kullannın
dünyada yaptıklanndan hesaba çekileceklerini tekitle haber vererek günahkar-
ları tehdit ediyor. Ve bu hesabm Allah'a zor olmayıp süratli bir şekilde ger-
çekleştirileceğini de: "Allah hesabı süratli görendir." (2:202) ayetiyle bildiriyor.
, ' ,
Diğer bir ayet-i kerime' de sev ap terazi si ağır gelenlerin, hoşnut olacaklan
bir hayat içine girecekleri, terazileri hafif gelenlerin ise yerinin Cehennem ola-
cağı belirtilir: "Ama tartılan ağır gelen kimse, hoş bir hayat içinde olacaktır.
Tartılan hafif gelenler ise, onlann yeri bir çukurdur. O çukurun ne olduğunu
sen bilir misin? O kızgın bir ateştir." (101:6)
Hiç şüphe yok ki ahirette, terazimizin sevap kefesinin ağır gelebilmesi için,
daha dünyada iken hal, hareket ve hislerimizi Kur'an'ın ve İslam'ın terazisine
vurup, yapılması gerekenleri yapmak, sakınılması gerekenlerden de sakınmak
lazımdır. Yani Hz. Ömer (r.a.)'in buyurduğu gibi "Hesaba çekilmeden önce
kendimizi hesaba çekmemiz", arnellerimizin tartılacağı o dehşetli gün gelme-
den önce, hat ve hareketlerimizi ölçüp tartmanuz gerekir.
Cennet, Allah' ın sevdiği iyi kullan için hazırladığı sonsuz bir mükafat yur-
dudur. Kulakların duymadığı, gözlerin görmediği, hahr ve hayale gelmeyen
nimetlerle doludur. Dünyanın binlerce yıl mutlu hayah, Cennet hayahnın bir
anına bile değmez. Cennet, gökleri ve yeri kaplayacak kadar geniştir, içinde
çeşit çeşit ırmak ve çağlayanlar akar. Zümrüt gibi yeşilliklerle dolu bahçeler-
den meydana gelmiştir. Köşkleri inci, yakut ve mercanlardan yapılmışhr. Cen-
netlikler, sonsuza kadar genç, dinç ve gürbüz olarak nimetler içinde yüzecek-
ler, canlarının her istediğini bulacaklardır.
274 • Kur'An vt Hikmtı IııOında CEVŞEN ŞERHi
Cennet'te soğuk ve sıcak yoktur. Orası ebedi bir yeşillikte ilkbahar ikliminin
hüküm sürdüğü yerdir. Evler, köşkler, saraylar gökteki yıldızlar gibi parlak ve
yüksek inşa edilmiştir. Bu meskenlerde tertemiz eşleriyle birlikte cennetlikler
oturur.
Yüksek Cennetierin altından ırmaklar akar, pınarlar, çeşmeler fışkırır. Hiç
bozulmayan tatta süt, leziz meşrubat, berrak su ve bal ırmaklan bulunur.
(47:15)
Gölgeliklerde ve su kenarlannda her çeşit meyve olgun bir şekilde cennet-
liklerin ellerinin ucunda kopanlmaya hazır bir hildedir.
Neşe ve huzur cennetliklerin yüzünden okunur. Çok lüks, şatafatlı, muhte-
şem bir hayat onlan bütün yönlerden samuşhr. Elbiseleri lükstür. Yiyecekleri.
alhn, gümüş ve kristalden kaplar içinde daima hazırdır, hizmet için genç deli-
kanlılar hazır beklerler. Aynca daima bakire, tertemiz, mükemmel bir tarzda
Allah'ın yarattığı inci, mercan, yakut gibi güzel, aynı yaşta, iri gözlü, süslü hu-
riler cennetlik mürnin içindir. Dünya kadını, Cennet'te, hurilerden yetmiş bin
defa daha üstündür. Bu üstünlü~e, dünyada yapbğı ibadetler sayesinde ermiş
tir.
Cennet'te boş söz ve yalan yoktur. Orada sadece "Selam, Selam" sözleri işi
tilir, eski hahralar arulır, Allah'a hamd edilir. Yorgunluk, üzüntü, korku ve ha-
karet yoktur.
Cennet'te saadetin her türlüsü bütün aynnhlanyla vardır. Orası carun arzu
ve isteklerinin tamamıyla yerine geldi~ ebedi islirahat yurdudur.
Orası müzikten yana da zengindir. Cennet'te a~açlann, tepelerin, tatlı rüz-
gann esintisiyle verdikleri ses, bütün gök halkım onu dinlemeye sevk eder.
Cennet'eki bütün maddi ve manevi zevkterin üstünde en büyük nimet
elbetteki celal ve cemal sahibi Allah'ın güzelli~ seyir ve tamaşa etmektir.
Cennetlikler cuma günleri sonsuz büyüklükteki Allah'ın Arşı'nın önünde top-
lanıp nurdan perde kalkınca Allah Teala'yı mekandan ve zamandan münez-
zeh olarak görürler. Bu temaşa, onlara bütün diğer Cennet nimetlerini unuttu-
rur. Allah, cennetlik kullanndan razı olduğunu bildirir. Cennetlikler de Al-
lah'tan razı olduklannı söylerler. Böylece ebedi bir tarzda Cennet hayah sü-
rüp gider ... (Daha fazla bilgi için bkz. Subhi Salih, Crnnet ve Cehrnnem, s. 11
vd)
Hz. Peygamber (a.s.m.) başka bir hadisinde Cennet'i şöyle canlandırır:
"Crnnet ebedi bir ikamet halinde panldayan bir nur, yaygın bir hoş koku, çok iyi inşa
edilmiş köşkler, akan ırmaklar, olgun meyveler, yeşillikler, serinlik ve tazelik yurdu-
dur." (İbn Mace, 39)
Kur'in ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 275
Cennet'te bütün maddi zevk unsurlan bulunduğu gibi manevi zevk unsur-
ları da eksik bırakılrnamışbr. Bedenin ve ruhun bütün ihtiyaçlan orada gide-
rilmiş, maddi ve manevi tüm kirler yok edilmiş, yükümlülükler kaldınlrnış,
imtihanm korku ve sıkmhları giderilmiş, ebedi bir rahatlık ve mutluluk dört
yandan insanı kuşatmışh. (Kelam, Ş. Gölcük, Süleyman Toprak, s. 394-396)
İşte, tüm bu nitelikleriyle Cennet, Yüce Allah'ın rahmetinin en büyük ayna
ve sergisidir.
Cehennem'in yedi tabakası ve yedi de kapısı vardır. Her kapı bir sınıf insa-
na aynlrnıştır.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdııt etsin. E.man ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
276 • Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi
-43-
4311. Ey korkmlann Kendisine kaçtığı! 0 ~ ~lljı y~ ~~ ~:;. Ç
Maddi ve manevi herhangi bir tehlikeyle yüzyüze kalıp emniyetli bir yen•
sığınma ihtiyaa hissettiğinde inanan veya inanmayan her insanın bilinçli ola·
rak veya refleks sonucu sığındığı tek kapı O'nun kapısıdır. Müminlerin, böyle·
si durumlarda O'na sığınmalan rahatça anlaşılabilecek bir durum ise de, başı
dara girdi~de ınkaralann bile O'nun adını haykırarak himayesine sığınma
lan son derece ibret vericidir. Şu ayet-i kerimeler bu gerçeği dile getirmektedir
"Gemide olduğunuz zamanı düşünün: Gemiler, tatlı bir rüzg.irla içindeki yol·
culan alıp götürdüğü ve yolcular da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada.
birden gemiye şiddetli bir fırbna gelir, dalgalar her taraftan onlan sarar ve ar·
tık kendilerinin tamamen kuşabbp bir daha kurtulamayacaklanru zannedince,
bütün niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah'a yapıp gönülden O'na yalvanrlar
'Ahdimiz olsun ki, eğer bizi bu felaketten kurtanrsan, mutlaka şükreden kulla-
nndan olacağız!' derler." (10:22)
"Gemide yolculuk yaparken boğulma tehlikesine düşünce bütün kalpleriyle
yalnız Allah'a yalvanrlar. O da onlan kurtanp karaya çıkannca bir de bakar-
sanız ki yine müşrik oluvermişler!" (29:65)
: . ·~ı tr-ı
0 ı.)~ . '~' ~ı , . ı:r-
,. ,.JA "' G.
43/2. Ey günahkirların Kendisine sıpndığı!
İnabe
edip Hakk'a meyleden, günahlan terk ile Rabbi'ne rücu' eden, hatala-
nndan nedamet edip dönen; kainattan yüzünü çevirip Baki-yi Hakiki'ye yöne-
Kur'In vr Hikmrt l1ıOında CEVŞEN ŞERHl • 277
len herkes maksat ve gaye olarak O'nu seçer, O'nu özler ve O'na kavuşma az-
minde olur.
0~J~_;jı
, ~,., ~t:.
, J ı;.:;. ç
Murat ve maksadı Allah olanlar, O'nu anmak, O'na vasıl olmakla huzur ve
ünsiyet bulurlar. O'nun bir anlık vuslahnı bütün bir cihana değişmezler. O'n-
dan ayn ve kopuk yaşamaktansa, ölmeyi, hatta ateşlerde yanrnayı tercih eder-
ler.
278 • K ur' An ve H 1k m et 1~ı Qı n da C E V Ş E N Ş E R H 1
"Muhsin", ihsan sahibi demektir. İhsan ise, kendisini her an Rabbinin huzur
ve gözetimi alhnda hisseden, hatta O'nu görüyormuşçasına tam bir kulluk bi-
linciyle dünyevi ve uhrevi işlerini yerine getiren, yaphğı işin hakkını verer:
kamil müminin vasfıdır. İşte ihsan sahibi bu kamil mümin, her an kendinı
Rabbinin huzurunda hissetmek ve O'nun murakabesi alhnda bulunmakla ifti-
har eder ve bunu en büyük şeref sayar.
, , . ..., ,
01)_,1Ş'~IJS'~~ ~:;ç
43/9· Ey tevekkül edenlerin Kendisine güvendip!
Tevekkül, Allah'ı her işindevekil kabul etmektir. Her işte buyruğu O'na bı
rakmak ve kendini O'nun buyurduğu vazifeyi yerine getirmekle yükümlü
görmektir. Tıpkı, bir bebeğin, annesinin sımsıcak sinesinden başka sığırulacak
yer tarumaması gibi, Rabbinden başka ihtiyaç ve başvuru mercii tarıımamakhr.
Kısacası tevekkül, Allah'ın kudretine istinat, hikmetine itimathr. Tevekkül; ku-
lun kalbiyle O'nun rububiyetine, bedeniyle de O'na kulluğa odaklanmasıdır.
Mütevekkil, kendisini yokluk karanlıklarından alıp aydınlık varlık sahasına çı
karan ve nimetierin zirvesi olan mürnin insan seviyesine yükselten Rabbinin
rahmet gemisine hayat yükünü bırakıp sadece kendi işiyle meşgul olandır. Kı
sacası tevekkül sahibi, Rabbinin kudret, hikmet ve rahmetinin sonsuzluğunu
bildiği için O'nu kendinden bile daha çok itimada şayan görendir.
0 : .r-; ·, ...,
u~
~ -~~
,;.~
~ ~.
. ı.-J
,.. , . , 1'"4
~
,.._ .....
I-._,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'In ve Hlkmrt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 279
-44-
,-, • .J ..... -;
Allah, diğer varlıklar şöyle dursun, bize bizden bile daha yakındır. O, "İn
sanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığıru, neler telkin
ettiğini de Biz pek iyi biliriz. Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız."
(50:16) ayet-i kerimesinin ifadesiyle bize şahdamanmızdan bile daha yakındır
ve "Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu ger-
çekleştirmesini önler)" (8:24) ayetinin ifadesiyle bizimle kalbimiz arasına bile
müdahale etmektedir. Beynimizin çalışmasını, kalp abşlarımızı düzenleyen;
midemize karışık olarak indirdiğimiz ve yine O'nun rahmet mutfağmda pişiri
lip hazırlarımış türlü türlü gıdalarm zerreciklerini kan hücrelerimize bindirip,
ihtiyaç duyan diğer hücrelerinüze bölüştürerek ulaşhran böylece hiçbir yanlışa
meydan vermeden kemik, kas, ciğer, kıl, kıkırdak, tırnak vs. hücrelerinin ihti-
yaçlarını eksiksiz yerine getiren Rabbimizden bize daha yakın bir varlık bulu-
nabilir mi?
., .J ... -
Bir ucundan bir ucuna ışığın ancak kainabn ömrü kadar bir sürede ulaşa
bildiğiuçsuz bucaksız evreni yaratan ve maddeten-manen tüm büyük bildikle-
280 • Kur'In ve Hikmet llı~ında CEVŞEN ŞERH!
rimizi de var eden Yüce Allah'la büyüklük konusunda mukayese edilecek bir
varlık söz konusu olabilir mi?
, lll .. , •~"-
Şu ayet-i kerimeler özel bir vurguyla Yüce Allah'ın en kamil manada biricik
kavi ve aziz olduğunu ifade ediyor: "Doğrusu, senin Rabbin, gerçekten sırursız
kuvvet ve kudret sahibi olan O yüceler yücesidir." (11:66) "Allah, kullanna
lütfeder, dilediğini nzıklandınr ve O'dur pek kuvvetli ve üstün." (42:19)
tl ,
sulsa, haline sabır gösterir, hatta böyle bir zorlu sınava muhatap olmadı~ için
şükreder.
Gözsüz bir akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerelere mağlup olan insana,
elsiz bir kurtçuktan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, insanın
kendi güç ve kuvveti değil; onun güçsüzlüğünün bir meyvesi olarak Rabhani
bir teshir ve Rahmaru bir ikramdır.
İnsan, Yarabasının rahmetini inkar ve hikmetini itharn edecek bir tarzda
küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi "Bilgim sayesinde bu bana verildi" (28:78;
39:49) yani, ben kendi ilmim ve kendi i.ktidanrnla kazandım, dese elbette azap
tokadına müstahak olur.
0~) ~~-·....~jiÇ
-
' ~,.,.,,.
44/9· Ey bütün merhametlilerden daha Rabimi
-, ,
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEV~EN ~ER Hi • 283
Allah Celil'dir. Yani, bütün celal sıfatlanyla muttasıf olan. mevcudahn kül-
liyat ve envaındaki icraat ve tecelliyabyla haşmet-i rububiyyetini gösteren,
vahdaniyetini ve zat-ı Kibriyasma layık haşmetli evsafıru bildirendir. Bu özel-
liğiyle, hiçbir varlığın O'nunla mukayeseye bile girmesi mümkün mü?
0
, ,, .... , .... , -' ' ~
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-45-
Habib kelimesi, hem sevilen hem de seven anlamına geliyor. Her iki anlama
göre de Yüce Allah gerçek anlamda Habib'tir. O, çok sevilen, çok istenen, çok
aranan, çok özlenen ve çok arzu edilendir.
Allah, her şeyden daha çok sevilmeye layıktır. Çünkü, bir şey, ya çok üstün
ve mükemmel olduğu için, ya da sa~ladı~ı faydalardan dolayı sevilir. Bu iki
yönden de bakıldığında Allah'ın her şeyden daha çok sevilmesi gerektiğini an-
lanz. Allah'ın ne derece eksiksiz ve mükemmel olduğunu geçen sıfatianndan
anladık.
öte yandan Allah, bize sonsuz iyiliklerde bulunmuştur. Bizi, yoklukta bı
rakmamış, bir taş, bir bitki, bir hayvan olarak yaratmamış, insan olarak var
etmiş. Bu dünya hayabnda bizi gerekli bütün organ ve duyulada donatmış.
Midemizin açlık duygusunu gidermek için basit bir topraktan çeşit çeşit renk,
koku, tat ve lezzette sayısız yiyecekler ikram ediyor. Canlı cansız bütün varlık
lar, O'nun emriyle bize hizmet etmek için adeta birbiriyle yanşıyor.
O'nun emriyle, dünya bir saray olmuş. Biz de bu sarayın a~ırlanan misafi-
riyiz. An bizim için bal yapıyor. Koyun, bizim için bir süt çeşmesi olmuş, en
286 • Kur'~n vt Hikmet JııOında CEVŞEN ŞER HI
lezzetli bir gıdayı bize sunuyor. Tavuk, yumurtası ve etiyle bizi besliyor. Kuş··
lar, en güzel ses ve desenleriyle dünyamızı şenlendiriyor. Güneş, ışığıyla bizı
aydınlahrken ısısıyla, sayısız yiyeceklerimizi olgunlaşhnyor. Yıldızlar, bir avi-
ze gibi gök kubbemizi süslüyor. Batlar, bahçeler, tarlalar birer kazan olmuş çe-
şit çeşit sebze ve meyveleri birbirine karışhrmadan bizim için pişiriyor. Kuşku
suz bunlar, aslında bizi tanımıyor. Bütün bunlan bizim hizmetirnize veren Yü-
ce Allah'hr.
Diğer taraftan en çok sevdiğimiz anne, baba ve diter yakınlanmızı da yara-
tıp besleyen O'dur. Bize bu kadar iyilikte bulunan Allah'ı her şeyden daha çok
severiz. Sevdiklerimizi de Allah adına ve O'nun belirlediği ölçüler içerisinde
severiz.
O'nun bütün güzel isimleri, sanatının eseri olan biz kullarına olan sevgisi-
nin birer ifadesidir.
Şu ayetler de, Yüce Allah'ın dualara cevap verdiğini örnekleriyle ispat edi-
yor: "Eyyiıb'u da hatırla. Hani Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhamet-
Iiierin en merhametlisisin' diye niyaz etmişti. Bunun üzerine Biz, tarahmızdan
bir rahmet, kulluk edenler için de bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul
ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını,
aynca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik." (21:83, 84)
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 287
Bu istek sözlü olduğu gibi, fiili de olabilir. Mesela çiftçinin tarlasını sürüp
tohumunu saçması, Allah'ın nzık ve rahmet kapısını çalması demektir. Bu fiili
duanın sonuru olarak çiftçi bire on, bire yirmi alır. Bir bahçıvan bazen ektiği
bir çekirdek veya fideden tonlarca meyve elde eder. Bu da Allah'ın istenenleri
vermesinin açık bir ömeğidir.
Allah'ın bu isminden ders almış bir insan da, öncelikle Yüce Rabbinin çağ
nianna kulak verir; emirlerine uyar, yasaklanndan sakmır. Sonra da ihtiyaç sa-
hibi varlıklann, özellikle insaniann yardımına koşar, davetlerine icabet eder.
"İsteyiciye gelince, onu da azarlayıp kovma!" (93:10) ayetinin ifadesine göre,
kendisinden meşru bir istekte bulunan hiç kimseyi terslemez. Gücü ruspetinde
karşısındakinin isteğini yerine getirir. Bu ismi tecelWeriyle bilen mümin, en sı
kınhlı ve çaresiz hallerde bile ümidini yitirmez. Allah'ın, kendisine şahdama
rından bile daha yakın olduğunu, sesini, dualanru, hatta kalbi arzularını işitti
ğini, olumlu cevap verdiğini ve hikmeti çerçevesinde er veya geç, ama mutlaka
yardımına koşacağını bilerek teselli bulur.
a) Hesaba çeken.
b) Kafi gelen. Allah her iki manada da Hasib'dir. Şimdi bu iki manayı ayrı
ayn ele alalım:
Allah, kullannın hiçbir yaptığını boşa çıkarmaz. Bütün arnellerini kaydeder.
Kimisini dünyada, geri kalanını ise ahirette tam olarak karşılıklandırır. İyiliğin
mük.afabru, kötülüğün ise cezasını verir. Ahiret için "Yevmu'l-His.ib = Hesap
Günü" derrmesinin sebebi, o gün Hasib isminin tam olarak tecelli etmesi, İlahi
adaletin bütün ihtişarruyla ortaya çıkmasıdır.
Allah, kullannın kaydettiği arnellerini süratle hesapiayıp hükme bağlar.
O'ndan arnelin bir zerresi bile saklanmaz. Büyük küçük bütün yapılaniann he-
sabını görür ve hepsinin karşılığını verir. Aynca bir kulun hesabını görmesi,
Kendisini başka birisinin hesabını görmekten de alıkoymaz. Bunun nasıl ola-
cağını biz bilemeyiz. Böyle olmak Allah'a mahsus olduğundan Zat'ını "Seri'ul-
hisab" vasfıyla da nitelendirmiştir. Resulullah'm bir duasında "Allah'ım! (... )
Ey Seriu'l-hisab! Bu birleşmiş düşmanları bozguna uğrat." (Buhari, Cihad 98)
buyurmasından, dünyada da, "işi çabuk bitiren" manasma geldiği anlaşılır.
"Biz, Kıyamet günü için adalet terazileri kuranz. Artık kimseye, hiçbir şe
kilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu ge-
tiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz."(21:47)
"Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını sorandır." (4:86)
"Sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız Bize ait-
tir." (13:40)
"Şüphesiz onlann dönüşü sadece Bize'dir. Sonra onlann sorguya çekilmesi
de sadece Bize aittir." (88:25-26)
"Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki
hüküm yalnız O'nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur." (6:61-62)
Hasib kelimesinin Kafi manasma da geldiğini gösteren iki ayet:
"Kim Allah'a güverıirse O, ona yeter." (65:3) "Bir kısım insanlar, müminle-
re: 'Düşmanlanruz olan insanlar size karşı asker topladılar; aman sakının on-
lardan!' dediklerinde bu, onlann imanlanru bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize
yeter. O ne güzel vekildir!' dediler." (3:173)
Acaba, Bediüzzaman'ın dediği gibi, ihtiyarı bir kıl, iktidan bir zerre, hayat-
tan nasibi sönmek üzere olan bir şule, ömürden nasibi hemen gelip geçen bir
dakika, şuuru yok oluveren bir panlh, zamandan nasibi akıp geçen bir an, me-
kandan hissesi daraak bir kabir olan; bunun karşısında, sınırsız bir acizliği,
nihayetsiz ihtiyaçları, sonu gelmez fakirliği, bitmez tükenmez emelleri bulu-
nan bir kimse, elindeki imkanlara mı güvenmeli ve nefsine mi itimat etmeli,
yoksa rahmeti, keremi, ilim ve kudreti sonsuz, ezeli ve ebedi olan ve her şeye
bedel herkese kan gelen Allah'a mı tevekkül etmeli? O Allah ki, O'nun rahmet
hazinelerinin ve nimet sandıklarının bir zarfı, şu nurlarla dolu güneşler ve
meyvelerle yüklü ağaçlardır. O'nun rahmet denizlerinden bir damla şu deniz-
ler; feyiz deryalanndan bir esinti şu atmosferdir. (Nursi, Mesnevi, s. 191)
Allah'ın, neden her şeye bedel kafi olduğunu, dolayısıyla gerektiğinde uğ
runda caniann bile feda edilmesi gerektiğini açıklayan Bediüzzaman şöyle der:
1. Allah, mutlak kemal sahibidir. Kemal ise, bizzat sevilir ve uğrunda canlar
feda edilir. 2. Allah. bizzat sevilendir. Gerçek sevgili O'dur. Sevgi, feda edil-
meyi gerektirir. 3. O, mevcuttur ve varlığı zorunludur. Dolayısıyla O'na yakın
olmada varlık nurlan, O'ndan uzak olmada ise yokluk karanlıklan vardır.
O'ndan uzak olmada insan ruhunun bütün emelleri söner. Dolayısıyla büyük
bir elem içinde kalır. 4. Allah; dünyası daralan, hayahn süs ve tantanasından
bıkan, varlıklar ileminin düşmanlığına hedef olan, yetimce bir şefkat ve ma-
tem dolu bir merhamet albnda beli bükülen insan ruhu için gerçek sığınak ve
dayanakhr. S. Allah bakidir. Varlıklarm bekası O'nunla mümkündür. O'nsuz,
zeval söz konusudur. Her türlü azap ise zevaldedir. O'nsuz, varlıklar sayısınca
elemler ruhun başına üşüşür. O'nu bulup tevekkül eden kimse ise, varlıklar
sayısınca saadetler hisseder. 6. Mülkün gerçek sahibi O'dur. Senin yanında
290 • Kur'In ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERHI
emaneten duran mülkünü senden sabn alıp, muhafaza etmek istiyor. O ema-
neti sahiplenmekle albnda ezilirsin. O baki olduktan ve nimet aAaa, rahmet
ağaa var olduktan sonra, sen elindekinin yok olmasından elem çekmezsin.
Tıpkı denizin, güneşin vurmasından dolayı panldayan üzerindeki kabarakla-
nrun, değişmekten, parçalanmaktan, hatta yok olmaktan bir şey kaybetmedik-
leri gibi. Çünkü onlann değişmesi güneşin tecellisini tazeliyor. 7. Allah ğani ve
muğnidir. Her şeyin anahtan O'nun yanındadır. O'na halis bir kul olup, karna-
ta öyle bakarsan, onlan sahibinin mülkü, memur ve askerleri olarak görürsün,
onlara ısınır ve hpkı kendi mülkün gibi hissedersin. Hatta öz mülkünden bilt!
daha çok sevinç verir. Çünkü, onlara bakma külfetini çekmez ve yok olmalan-
nın endişesini hissetmezsin. Evet, Sultarun halis ve muhabbetinde fani olmuş
bir hizmetçisi, sultana ait her şeyle iftihar eder. 8. Allah, peygamber ve resulle··
rin, evliya ve müttakilerin Rabbidir. Hepsi de, O'nun rahmetiyle mesutturlar
Onlann mesut olduklannı bilmen, kalbin varsa sana bir saadet ve lezzet verir
(Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, s. 130)
Allah'ın "Hasib" olduğunu bilen mümin, ahirette inceden ineeye hesaba
çekilmeden önce, kendi kendini hesaba çeker. Kılı kırk yaran Mizan'da arnelle-
ri tartılmadan, söz ve davranışlarını ince bir değerlendirmeye tabi tutar. Gü-
nahlan için içtenlikle tevbe eder. İyiliklerde ve hayırlı işlerde eksikliklerini ta-
mamlar.
Yine bu ismi tanıyan, her an ve her ihtiyaa için Allah'a muhtaç; Allah'ın da
her türlü ihtiyaanı karşılamaya kadir ve tek başına kafi olduğunu bilir ve her
ihtiyacmda doğrudan doğruya O'na müracaat eder.
Gazali'ye göre bu isimden ders ve hisse almış kimse, gayret ve isteğinin tek
amaa olarak Allah'ı görür. Yapbğı taat ve ibadetlerde yalnızca Allah'ın hoş
nutluğunu murat eder. Kalbi ne Cennet ümidi, ne de Cehennem korkusuyla
meşguldür. ibadetlerini Cennet nimetlerine ulaşmak için değil, sırf Allah nzası
için yapar. Kötülüklerden kaçınması da Allah içindir. Kısacası, ulaşmak istedi-
ği tek gayesi Yüce Allah'ın hoşnutluğudur.
37/3'te geçen şafi ismi izah edilirken Yüce Allah'ın bu vasfı hakkında geniş
çe bilgi verilmişti. Kısaca O, maddi ve manevi tüm dertlere deva, her türlü has-
talıklara şifa ihsan eden, gönüllere huzur ve terahlık verendir.
Basir, görücü, gören demektir. Basir ismi, Kur'an'da 44. ayette Allah'ı nite-
lemek üzere yer almışhr.
Kur'In ve Hikmet llıOrnda C E VŞ E N Ş ER H i • ~1
Allah her şeyi hakkıyla görür. Allah'ın görmediği, göremeyeceği şey yok-
tur. Karanlıkta da görür, aydınlıkta da. Karanlıkta görebilen cihazlar yapabile-
cek kabiliyeti kullanna balışeden Allah, elbette karanlıkta da aydınlıkta olduğu
gibi görür. Gelmiş, geçmiş, olmuş olacak ne varsa hepsini birden ve aynı anda
görür. O'nun uzağı, yakını görmesi arasmda da fark yoktur. En gizli yerlerde
işlediğimiz kötülükleri gördüğü gibi, kimsenin bilmediği iyiliklerimizi de gö-
rür ve muhakkak karşılıklanru verir. Karanlık, aydınlık; uzaklık yakınlık; gizli-
lik açıklık; geçmiş ve gelecek vs. hep bize göredir.
Allah, başta insan olmak üzere pek çok canlıyı görme ve işitme yeteneğine
sahip olarak yaratmıştır. İnildikçe derinleşen ve bir türlü sonu gelmeyen bu
kadar ince sanat eserlerini yaratıp, görebilenlere gösterip dururken, Kendisinin
de görmemesi ve işitmemesi mümkün müdür? O, görenleri de yaratan, onlar
üzerinde istediği gibi tasarruf eden ve hiç benzeri bulunmayan gerçek Ba-
sir'dir.
Bediüzzaman, Yüce Allah'ın kainattaki ince sanat eserlerinden örnekler ve-
rerek dotaylı olarak O'nun Basir ismine delil getirmektedir. Ona göre, varlıkla
rın son derece kanşık olmasıyla beraber birbirleriyle kanşhnlmadan, fevkalade
ayncalığa ve özel suretler giydirilmeye mazhar olmalan, her şeyi gören, her
şeye şahit ve bir fiili diğer bir fiilden kendisini menetmeyen zat' a has tır:
"Her bir çiçekte, her bir meyvede bir ölçü var. O ölçü, bir düzenlilik içinde;
o düzenlilik, tazelenen bir diizenleme ve tartma içinde; o tartma ve düzenleme,
bir süs ve sanat içinde; o süs ve sanat, anlamlı kokular ve hikmetli tatlar içinde
bulunduğundan, her bir çiçek, o ağacın çiçekleri sayısınca Hakem-i Zülcelal' e
işaretler ediyor. Ve bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir
meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın içindekilerini, programını
taşıyan küçük bir kutucuktur. Bunun gibi, kainat kitabının bütün satırlan, say-
falan böyle Hakem ve Hakim isimlerinin panltısıyla yalnız her bir sayfası de-
ğil, hatta her bir satın, her bir kelimesi, her bir harfi ve her bir noktası, birer
mucize hükmüne getirilmiştir ki; bütün sebepler toplansa, bir noktasının ben-
zerini getiremezler, boy ölçüşemezler. Evet kamat denilen bu büyük Kur'an'ın
her bir maddi ayeti, o ayetin noktalan ve harfleri sayısınca mucizeler göster-
diklerinden, elbette serseri tesadüf, kör kuvvet, gayesiz, ölçüsüz, şuursuz tabi-
at hiçbir yönden o hikmetlice ve bir görmenin sonucu olan özel ölçüye vega-
yet ince düzenliliğe kanşamazlar. Eğer kanşsaydılar, elbette kanşıklık eseri gö-
rünecekti. Halbuki hiçbir cihette düzensizlik müşahede edilmiyor." (Bediüzza-
man, Lem'alar, s. 312)
Mümin, Basir isminin bir tecellisi olarak Allah'ın ihsan ettiği görme duyu-
sunu, veriliş amao doğrultusunda kullanır. Varlıklardaki kudret delillerine ve
292 • Kur'An v~ Hikm~t 1$ıOında CEVŞEN ŞER HI
hikmet inceliklerine dikkatle bakarak ders ve ibret alır. Göz nimetini, günah ve
haramda kullanarak nimete karşı nankörlük etmez.
Allah'ın her hareketimizi gördü~nü ve her sözümüzü işittiğini düşünmek
insanı gerçek insan eder. Mesela, insan çok saygı duydu~ büyük bir zatın hu-
zurunda bulunurken, tavırlannda, hareketlerinde ve konuşmalannda edep ve
terbiye dışına çıkamaz. Hilbuki, Allah Teala, tüm büyük bildiklerimizi de ya-
ratan ve yaşatan büyükler büyü~dür ve her an ilim ve müşahedesi ile yanı
mızda ve bizimle beraberdir. O'nun göremeyeceği, işitemeyeceği hiçbir şey
yoktur. Şu halde her an Allah'ın huzurunda bulunan bizler, nasıl O'na karşı
saygısızlık edebiliriz? Emir ve yasaklanru nasıl çiğneyebiliriz?
lannda gizli iken onlan varlık nuruna çıkarmışhr. Hakkı ve gerçeği izhar eden,
insaniann muhtaç olduğu hidayet yollannı açıklayan da O'dur. Kendi varlı~
kullanna izhar eden yine O'dur.
el-Mübin vasfı, tek bir ayette Allah' ı nitelernek için kullanılmıştır. Söz konu-
su ayet şu mealdedir: "O gün Allah, onlara işlerinin karşılığını tastamam vere-
cek ve onlar Allah'ın Hakk, Mubin olduğurlu bileceklerdir." (24:25)
, ,, .... , ....
e ~o ı~ ~~~1)~~,1)~\', ' , , - ~
~~ \'t 4lt\' ç ~~
...
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-46-
,
46/1. Ey matJup olmayan Galip! O~~~~~ Ç ,
Galip ismi, Kur'an'da bir ayette geçer: "Allah işinde galiptir, fakat insania-
nn çoğu bunu bilmezler." (12:21) Bu umumi hüküm, Hz. Yusuf'un hayatına,
Allah'ın hususi bir biçimde müdahale edip, zahiri sebeplerin tersine, onu iste-
diği gayeye yöneltmesi konusunda yer almışhr. Yani, nonnal şartlarda ve se-
bepler dahilinde başka türlü neticelenmesi adeta kaçırulmazken, Allah'ın iste-
diği oluyor ve Allah, "işinde galip gelerek" Hz. Yusuf'un hayatı O'nun istediği
biçimde şekilleniyor. Nitekim, kardeşleri ona en büyük kötillü~ etmek iste-
mişler, onu tuzağa düşürmüşler, Allah ise onun iyiliğini dilemiş. Netice Al-
lah'ın murat ettiği gibi olmuştur. Ne var ki insaniann çoğu, bütün işlerin Al-
lah'ın elinde olduğunu bilmezler. Dünyanın halleri, acayip durum ve gelişme
leri üzerinde düşünen kimse, bütün işlerin Allah'ın elinde olduğunu, Allah'ın
takdirinin galip geldiğini kesin olarak bilip buna inanır. (Razi, a.g.e., xvm, ı 12-
122.)
Bu isim hakkında şu açıklamalar yapılmıştır. Allah, işinde galip olandır. is-
teseler de istemeseler de mahlukatı hakkında muradım yerine ulaştırandır. Bu,
Cenab-ı Hakk'ın kudret ve hikmetinin kemaline bir işarettir. O mağlup edile-
mez, O'na hile yapılamaz. (Beyhaki, a.ge., s. 41'de el-Halimi'den) Dünyada bazı
düşüş ve zahiren yenik hallerde bile, Allah'a olan itimat sarsılmamalıdır. Bi-
linmelidir ki, iyi akibet takva sahiplerinin olacaktır. (11 :49) Galip gelecek de Al-
24ı4 • Kur'An v~ Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
Allah'ın galibiyeti, sadece hüccet, delil ve haklıhkla izah etmek bizce doğru
değildir. Çünkü, delli bakımından güçlü ve haklı kimse her zaman galip olma-
yabilir. Bu durumda, Allah'ın bu ismi gerçek manasma kavuşmamış olur. Öy-
leyse Allah, hem hüccet ve delil bakımından, hem de maddi güç bakımından
galip ve üstündür. Neticede her zaman ve ancak O ve O'nun tarafında yer
alanlar galip gelmişlerdir. Ayetlerde kafirler hakkında, "mağlup olacaksınız."
(3:12), "İşte burada yenildiler." (17:119) gibi meçhul fiilerin faili de gerçekte Al-
lah'tır ve bunlann bir kısmı ahiretle ilgilidir.
Allah, her şeyi ölçerek, biçerek, takdir ederek yoktan yarattığı halde, yara·
tılmış olmaktan münezzehtir.
0t}~~~I)Ç
-
46/6. Ey yükseltilmelden münezzeh olan yükseltici!
O, her şeyi
her türlü zarar ve tehlikeden koruduğu halde, hiç kimsenin ko-
rumasına ihtiyaa bulunmayandır. Allah'ın bir ismi de Samed'dir. Yani, hiçbir
konuda hiçbir şeye ihtiyac bulunmadı~ halde, her şey her konuda O'na muh-
taçhr.
Her türlü yardım, destek, himaye ve zafer O'ndan geldiği halde, hiçbir şe
kilde yardımaya ihtiyaç duymayan ve bundan sonsuz derecede münezzeh
olandır.
Allah, öyle bir Şarud' dir ki, bir an olsun, bilme, görme ve işitmesiyle hiçbir
varlıktan uzak olamaz. Çünkü, her varlığın varlık, hayat ve bekası Allah'ın bu
şekildeki huzur ve şuhuduna bağlıdır.
-
e ~81 ~ lS~~ J~':/1 J~':/1 ~~ ":/~ 41~':/ ç ~~
... ,~ ..... , ,. " i: ' -: ....
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar/
296 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ
-47-
Allah'ın Nur ismi, Kur'an'da mutlak değil de kayıtlı, yani muzaf olarak
(Nuru's-semavati ve'l-arz =Göklerin ve yerin Nuru, şeklinde) gelmekle birlik-
te, yine aynı ayette (24:35) Allah'ın Nurunun olduğundan bahsedilmesi, bazı
sahih Hadislerde O'nun Nur olarak nitelenmesi (Müslim, İman 291), Hadiste
Allah'ın "Nur-i vechi"ne sı~nılması gibi sebeplerle ve nurun noksanlık değil,
kemal vasfı olmasından dolayı Müslümanlar Allah hakkında "Nur" ismini
kullanagelmişlerdir.
Nfu kelimesi, Arapça'da ışık, ışın. panlh, lamba, far manalarma gelir. (Mut-
çalı, el-Mu'cemu'l-Arabiyyu ed-Dirasi, s. 547-548) Bu manalarma bakarak Nür
isminin Allah hakkında kullanılıp kullanılmayacağı konusunda alimler esas
olarak iki gruba aynlmışlardır:
A) Nur'un, yani ışık, ışın ve panlhnın yarahlmış ve sonradan olma özellik-
lerine bakarak bunun hakiki manada Allah için kullanılmasının caiz olmadığı
nı, bunun te'vil edilmesi, yanilisan bakımından muhtemel başka manalanna
hamledilmesi gerektiğini söyleyenler. Bu görüş sahipleri de, çok farklı yorum-
lar önermektedirler.
B) Te'vile başvurmaksızın, ayet ve hadislerde bu ismin Allah hakkında
açıkça kullanıldığını göz önünde bulundurarak, olduğu gibi kabul edilmesi
gerektiğini, Allah'ın Nur olduğunu, fakat nasıl bir nur olduğunun tarafımız
dan bilinernediğini söyleyenler.
Meseleyi bu şekilde öz olarak sunduktan sonra, önce birinci görüşün, yani
te'vil yolunu tutanların, yorum ve izah olarak takdim ettikleri önerileri kaydt...
delim ve en sonunda da kendi şahsi kanaatimizi belirterek terahimizi yapalıır.:
a) "Hadi= yol gösteren hidayet veren." Buna göre, Allah'ın göklerin ve yt·-
rin niıru olması şu anlama gelir:" Allah göklerde ve yerde olanların Hadi'sidir.
Onlar, Kendisinin nuruyla hakka yol bulurlar ve O'nun hidayetiyle sapıklıktan
korunurlar."
b) "Göklerin ve yerin Müdebbiri" yani çekip çevineisi ve idare edeni.
c) Nur demek, "göklerin ve yerin Münevviri = Nurlandıncısı" demektir. Bu
izaha göre Allah, güneş, ay ve yıldızlarla gökleri ve yeri aydınlattı~ için Ken-
disine bu vasfı vermiş olmalıdır.
d) Nur, "el-Müzeyyin = Süsleyen, bezeyen" demektir. Bu görüşe göre ayet-
ten şu mana çıkmaktadır: "Gökleri ve yeri aydınlatan, süsleyen ve göğü melek-
lerle, yeri de nebiler ve velilerle dona tan" dır.
Kur'An ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERH i • 297
Bizim anladığımız kadanyla Gazali, Nur ismini te'vil etmiyor, mecaza git-
miyor gibi görünüyorsa da, aslında bu isme, "Gerçek ve en zahir mevcut" ma-
nasını veriyor ve dolayısıyla Türkçe' deki deyimiyle, "Gün gibi aşikar hakiki
varlık" demeye getiriyor. Nitekim kendisi şöyle demektedir: "ez-Zahir isminin
manasını açıklarken söylediklerimiz, Nur isminin manasını aniatmağa kati-
dir." (Gazali, a.g.e., s. 107)
Yukanda görüldü ki, Allah hakkında Nur isminin kullanılabileceği görüşü
ağırlıktadır. Ancak problem, bunun ne şekilde anlaşılacağıdır.
Her nura ve her nurlu varlı~a irade ve kudretiyle maddi ve manevi suret
veren O' dur.
Ne kadar maddi ve manevi nur, ışık, aydınlık ve nurlu varlık varsa hepsi-
nin yarahası O' dur.
Allah' ın, nurlan ve nurlu varlıklan takdir ve idare ettiğine ilişkin bazı ayet-i
kerimeler: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıklan ve aydınlı~ var eden
Allah'ın hakkıdır. Bir de kafieler kalkmışlar, bir takım putlan Rab'lerine eşit
sayıyorlar!" (6:1)
Allah, tüm nurlarm çekip çeviricisidir. Ne kadar, nur ve nurarn varlık varsa
hepsini yaratan, hepsini sevk ve idare eden, emir ve iradesine boyun eğdiren
O'dur.
O, öyle mukaddes ve yüce bir nurdur ki, O'na benzeyebilecek hiçbir nur
yoktur. Zaten şu ayet-i kerime, hiçbir şeyin hiçbir şekilde O'na benzemediğini
açıkça ifade ebnektedir: "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkıyla
işitir ve bilir." (42:1 1)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-48-
ı...A.ı~ •jllı.S.:; Ç
'
Allah'ın rahmet ve kereminin meyveleri olan bağış ve ihsanlan son derece
açık, de~erli ve boldur. Cenab-ı Hak Kur'an'da, Süleyman Peygamber'e ver-
diklerini hahrlatbktan sonra bağış ve ilisanının hesapsız olduğunu ifade buyu-
ruyor: "İşte bu, sana ihsarurnızdır. İster dağıt, ister yanında tut, bu hesapsız
dır." (38:39)
Bu dünyada, kim neyi isterse Allah onu kendisine verir: "Hepsine, dünyayı
isteyenlere de, ahireti isteyenlere de Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ih-
sanı kısıtlanmış değildir." (17:20)
Allah'ın fiilleri, hem son derece letafetli, ince ve zariftir; hem de büyük lutuf
ve ihsan gayelerine yöneliktir. Hz. Mevlana, Yüce Allah'ın ince, lutuf dolu fiil.
lerini, baharda canlılar alemi üzerinde yaphğı etkiyle akla yaklaşhnnaya çalı
şır. Ona göre gizli bahar, etkilerinden; görmediğimiz Yüce Sanatkar da eserle-
rinden bilinir: "Selviler, yeşillikler, çiçekler, güller dilsiz dudaksız olarak suya
ve ilkbahann adaletine teşekkür edip dururlar! Zarif, kıymetli elbiseler giymiş
ler, eteklerini sürükleyerek, neşeli, kendilerinden geçmiş gibi hoş bir halde oy-
namadalar ve her tarafa misk-i arnher kokulan saçmadalar! Onlann her cüz'ü,
Kur'In ve Hikmet lııQında CEVŞEN ŞERH! •301
her parçası bahar padişahından gebe kalmışlar; bedenleri, meyve incileri ile
dolmuş taşıyor! Sanki, evlenmeden, kendisine dokunulmadan Hz. İsa'ya gebe
kalmış Meryem'ler gibi susmaktalar; laf ettikleri yok, fakat hal dilleri ile, gönül
dilleri ile çok fasih, çok manalı, latif sözler söylüyorlar! Her konuşan dil, ko-
nuşma gücünü Hakk'ın nurundan alrnadadır! Bahar mevsiminde her ağacın
sayısız yapra~, her çiçek, her yeşil, hatta ağaçlarda neşeli neşeli öten kuşlar,
böcekler hepsi hepsi lisan-ı haıieri ile konuşmadalar; hepsi de, konuşma gücü-
nü Hakk'ın nurundan alrnadadır!"
"Ey insan-ı müşteki! Sen madum (yoklukta) kalmadın, vücud nimetini giy-
din, hayab tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslamiyet nimetini bul-
dun, dalalette kalrnadın, sıhhat ve selamet nimetini gördün ve hakeza ...
Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana
verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imka-
nat ve aderniyet nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen layık olmadı~ yük-
sek nimetierin sana verilmediğinden babl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva edi-
yorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun? Acaba bir adam; minare başına çıkmak
gibi ali derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta
büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: 'Niçin o mi-
nareden daha yükseğine çıkamadım' diye şekva ederek ağlayıp sızlasın. Ne
kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nirnete düşer, ne kadar büyük diva-
nelik eder, divaneler dahi anlar." (Bediüzzaman, Mektubat, 286)
302 • Kur'in vt Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH i
o# ~
Allah'ın affının bir fazi ve kerem, azabının ise adaletin ta kendisi olduğuna
şu sabrlar ne güzel ışık tutar: "Nefs-i emmare tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz
cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidan pek azdır ve cüz'idir. Evet, bir
haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz. Lakin e~er enaniyeti bıraksa,
':. ~\ J~ (Ancak
, ,,. , "'
şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler müstesna-
dır. Allah onlann kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevapiara çevirir. Çünkü
Allah, Gafur'dur, Rahim'dir [(çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.)
(25:70)] sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabi-
liyet-i hayra inkılab eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, a'la-yı illiyyine çıkar.
Kur'1n ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH! • 303
İşte ey gafil insan! Bak Cenab-ı Hak.k'm fazlma ve keremine! Seyyieyi (kötü-
lüğü) bir iken bin yazmak, haseneyi (iyili~) bir yazmak veya hiç yazmamak
adalet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bazan yetmiş,
bazan yediyüz, bazan yedi bin yazar. Hem şu nükteden anla ki; o müthiş Ce-
hennem' e girmek ceza-yı ameldir, ayn-ı adildir. Fakat Cennet'e girmek, mahz-ı
fazıldır." (Sözler: 320-321)
wl:;.\;
, J
Kul için, Allah ile dost, hemdem ve sırdaş olmak dünya ve ahirette erilecek
en yüksek mazhariyet ve en ulvi lezzettir. Cennet'te, O'nun Yüce huzuruna
hususi kabulün ve cemalini seyretmenin verdiği lezzetin, tüm cennet nimetle-
rini unutturduğu hadis-i şeriflerde dile getirilmiştir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-49-
Allah, bu isminin gereği olarak türlü türlü nzık ve yiyecekler yarabr, mah-
lukatina bolca ikram eder. Denizin dibindeki balıklardan, karaiann en küçük
canlıianna kadar, hiçbir varlığı maddi ve manevi gıdasız bırakmaz.
Allah bu vasfının gereği olarak mesela, gece ve gündüzü bir birbiriyle de·
ğiştirmekte, yeryüzünü mevsimden mevsime çevirmekte, insaniann renk vt·
dillerini birbirinden farklı kılmaktadır. Günde bazen birkaç defa, atmosferi bu·
lutlarla doldurup ardından rüzgar süpürgesiyle silip süpürerek gökyüzü say·
fasını değiştirmektedir. Aynca, kıyametteyeri ve gökleri başka yer ve göklerle
değiştirecek, Cehennem' e giden bed.bahtlann yanan derilerini yeni derilerle
değiştirecektir.
Allah, bal ansına yaylım yollan müsahhar kılan (16:69); binrnek ve etlerin-
den yemek için hayvanlan insaniann emrine arnade kılan (36:72); Cennet ağaç
lannın meyvelerini kolayca kopanlacak bir şekilde dostlannın hizmetine hazır
hale getirendir. (76:14)
Gökten yere, yukandan aşağıya inen her türlü maddi ve manevi varlıklann
indiricisi Yüce Allah'hr. Buna göre, yağmuru, nzık ve bereketleri, vahiy ve
kutsal kitaplan indirendir. Aynca, alçalhlmayı hak eden kimselerin derece ve
riitbesini de düşürendir.
Gökyüzünü çeşit çeşit yıldızlarla, yeri türlü türlü çiçek ve rengarenk, kü-
çüklü büyüklü hayvanlarla, insan vücudunu sayısız hüsün tecellileriyle güzel-
leştiren ancak O'dur.
0 J; h__: Ç
~
İslam dinini biz kullan için bir hayat programı olarak mükemmel kılan
O'dur. Her şeye bir kemal noktasına ulaşması için gerekli donarumı verip, o
kemal noktasına doğru adım adım ilerleten, bu süreçte lazım olan her şeyi ona
sağlayan ve hedeflenen kemali gerçekleştiren O'dur. Kısaca, her konuda ol-
gunlaşbnp tamamlayan O'dur.
306• Kur'An ve Hikmet !~ıQında CEVŞEN ŞERH!
Sen bütün kusıır ve noksan sıfatiardan miinezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-50-
Böylesine, her hayat sahibini ihya eden Zat, başkası tarafından ihya edilmiş
olmaktan hadsiz derecede münezzehtir.
En'am Suresi 14. ayet-i kerimesinde Yüce Allah'ın bu vasfı açıkça dile geti··
rilmiştir: "De ki: Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka
sını mı Tann edinecek mişim?"
Fıtrabn güçlü ve köklü manbğıdır bu. Dostluk kime sunulacak, kime bağla··
rulacak? Göklerin ve yerin yoktan var edicisine değil de kime?· Göklerde w
yerde yaşayan bütün canlılarm rızkıru verene, herkesi yedirdiği halde yediren1
olmayana değil de kime? (Seyyid Kutub, Fi Zıldl, ilgili ayeti.n tefsiri)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
310 • Kur'In ve Hikmet lşıOında C EV~ EN ~ERHI
-51-
"En iyi" diye çevirdi~iz, "Ni'me" kelimesi, aslında "ne iyi", "ne güzel"
anlamındadır.
Dünya en büyük hastane, yeryüzü bir eczane, Yüce Allah ise, her derde bir
derman yaratan, gerçek şifa kayna~ olan en iyi tabiptir:
"Müthiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer tevhid nazanyla bakılsa; birden,
zemin denilen hastahane-i kübrada bulunan bütün dertWere, alem denilen
eczahane-i ekberden ilaçlan ve dermanlanyla şifa ihsan etmek yüzünde, Ra-
him-i Mutlak'ın cemal-i şefkati ve mehasin-i rahimiyeti külli ve şaşaalı bir su-
rette görünür. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa; o cüz'i fakat alimane, basira-
ne, şuurkarane olan şifa vermek dahi, camid ilaçlarm hasiyetlerine ve kör ku\'-
vete ve şuursuz tabiata verilir. Bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve kıyme
tini kaybeder." (Bediüzzaman. Şudlar, s. 8)
a) Hesaba çeken.
b) Kafi gelen.
Allah her iki manada da en iyi ve en güzel Hasib'tir. Bu isimle ilgili geniş
açıklama 45/S'te geçti. Yüce Allah, kullarına en iyi şekilde kafi gelen, yeterli
olandır. Aynı zamanda hesabı göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede gö-
ren, muhasebeyi çabuk yapan ve affetmediği kulunu sıkı hesaba çekrnektf'n
vazgeçmeyendir.
Bir ayet-i kerimede bu isim şöyle yer almaktadır: "Nuh, bize seslenmişti de
Biz, ona ne güzel karşılık vermiştik." (37:75)
Ayette, Hz. Nuh'un feryadına işaret olunuyor. O uzun bir tebliğ dönemin-
den sonra ümidini kesmiş ve Allah'a şöyle feryad etmişti: "Rabbim, ben yenil-
dim, bana yardım et!"
Allah'ın Hz. Nfıh'a cevabı, duasını kabul huyurup düşmanlanru helak et-
mesi, kendisiyle beraber mürninleri kurtuluşa erdirmesi şeklinde olmuştur.
İki ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu ve bundan sonraki vasıflan yer al-
maktadır. Biri şu mealdedir: "Ve bütün bunlara rağmen onlar yine de (hakça
olandan) yüz çevirirlerse, arhk bilin ki, Allah sizin yüceler yücesi Efendiniz-
312 • Kur'Jn vf Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!
İlgili ikinci ayet ise şudur: "Ve Allah'ın davası için, O'nun yolunda göste-
rilmesi gereken en zorlu, en üstün çabalara girişin; (mesajına muhatap ve ta~ı
yıa olarak) sizi seçen ve din konusunda üzerinize bir zorluk, bir güçlük yük-
lemeyen O'dur: (Ve size) ataruz İbrahim'in inananı (izlemeyi öneren de O) El-
çinin sizin önünüzde ve sizin de tüm insanlığın önünde gerçeğe tanık olmanız
için geçmiş çağlarda da, bu ilahi mesajda da, sizi 'kendilerini yürekten Allaha
teslim edenler' diye isimlendiren O'dur. Öyleyse, salatta (namazda) devamlı
ve duyarlı olun, annmak için verilmesi gerekeni verin ve sımsıkı Allah'a bağl.ı
nın. Sizin gerçek Efendiniz O'dur; ne üstün, ne yüce Efendi; ne üstün, ne yüce
Yardımcı!" (22:78)
Allah ise, çoğu defa insan istemeden ve ihtiyaanı daha kendisi bile bilme-
den evvel ona yardım eder. (Razi, Mefatih, I, 234) Muvaffakıyet ve muzafferiyet
ancak O'ndan gelir. (8:10) Peygamberlere (21:77; 9:40), müminlere (8:10; 2:286)
yardım eder. O'nun yardım ettiğine kimse galip gelemez. (3:160)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-52-
Arif, Cenab-ı Hakk'ı yine O'nun verdiği nurla iyice bilen; alemi ve hadise-
leri İlahi feyiz ve ilimle gören; İlahi sır ve hakikatiere vakıf; aklıyla beraber
kalbi de nurlanmış, Allah'ın veli kulu demektir. İşte Yüce Allah, bu nitelikteki
has kullannın en büyük huzur, mutluluk ve sevinç kaynağıdır. O'nu bir kez
olsun bilen ve tanıyan bahtiyar bir kul, O'ndan ayn düşmekten, O'nu unut-
maktan ve O'ndan kopuk yaşamaktansa ölümü ve ateşiere atılmayı tercih
eder.
Allah, bu şekildeki kullanna ahirette nasıl bir sevinç ve sürur balışedeceğini
şu ayet-i kerime ile açıklamaktadır: "Allah da onlan o günün felaketinden ko-
rur, onlann yüzlerine nur, gönüllerine sünir verir." (76:11)
Müştak, arzulayan, özleyen, iştiyaklı, kavuşmak için can atan demektir. Al-
lah, bu şekildeKendisini aramak için yollara düşen, uğrunda didinen kullannı
314 • Kur'In ve Hikmet ltıOında CEVŞEN ŞERH!
yan yolda bırakmaz, onlann i.mdadma koşar, ellerinden tutar ve vuslahyla şe·
reflendirir.
~~ı
,,
• ,J.
~b.-) Ç
-
Şu ayet-i kerime de bu konuda çok anlamlıdır: "Eğer Allah sana bir sı.kınh
verirse O'ndan başkası onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse ... Zaten
O her şeye olduğu gibi, buna da elbette kadirdir." (6:17)
, . , .,, . 411" G-
5 2/ıo. Ey önceki ve sonrakilerin İlahı! 0 ~ ·"YI'J~J
~.r: ·- -"YI 1
, -
', '
Allah, evvel geçen ve sonra gelen, kısaca ezelden ebede kadar gelmiş ve ge-
lecek olan tüm varlıklarm biricik yarahcısı, Rabbi ve ma'bududur. Bu gerçeği
şu ayet-i kerimelerde açıkça görüyoruz: "Bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi ara-
sındaki varlıklarm Rabbidir. O'ndan başka tann yoktur. Hayah veren ve hayah
alıp öldüren de O'dur. Sizin ve daha önce gelmiş geçmiş atalannızın da Rabbi-
dir." (44:7-8)
"O'dur Allah. O'ndan başka yoktur ilah. Başta da sonda da, dünyada da
ahirette de bütün hamdler, güzel övgüler O'nadır. Hüküm yetkisi O'nundur.
Sonunda varacağıruz yer de O'nun huzunıdur." (28:70)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
316 • Kur'In vr Hikmrt I1•0ında CEVŞEN ŞERHI
-53-
... • , • <tl"'!
sümbül veren bitkiler; meyvelerini canhlara vermek üzere ellerini uzatDuş ya-
praklı, çiçekli ve meyveli ağaçlar hep O'nun eseri olup O'nun rububiyeti alt-
ındadırlar.
Allah, açığa çıkanlan, dışa vurulan ve açıklanan her şeyin Rabbi ve sahibi
olduğu gibi, gizlenen, saklanan ve dışa vurulmayan tüm nesne ve varlı.klann
da sahibi ve Rabbi' dir. Hatta, hiç dışa vurulmayan duygulann, düşüncelerin.
kalbi fısılb ve nefsi vesveselerin de alimi ve haberdandır. Şu ayet-i kerimeler
bu gerçeği ne güzel ifade etmektedirler:
"Onlann (hakikati inkar edenlerin) sözlerinden üzüntüye kapılma; şüphl·
yok ki Biz, onlann gizlediklerini de, açığa vurduklannı da biliriz." (36:76)
"Allah, onlann gizlernelerini de bilir." (47:24.
"Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini
bilmektedir." (67:13)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-54-
"Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmışhr. Hala düşünüp öğüt almayacak mısı
nız?" (6:80)
"Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan
okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona
(iyice) daldığıruzda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve
gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun da-
ha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın!"
(10:61)
Birçok ayet-i kerimede O'nun her şeyi gördüğü ifade edilir. (Mesela: 67:19)
Özellikle insanlanru yaptıklarını çok iyi gördüğü vurgulanır. Hemen önceki
isimde yer verdiğimiz ayette de, O'nun, her hal ve davranışımız üzerinde şahit
olduğu belirtilmişti. Ayrıca, Allah'ın Basir ismi 45/7'de detaylı olarak açıklan
dı.
"Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden
haberdardır)) (67:14)
İnsan sanahnın, kendi şuuruna delaletinin, insanın güzel yaratılışının Kendi
Yarahcısmın ilmine delaletine nisbeti, karanlık bir gecede bir ateş böceğinin,
gündüzün ortasındaki muhteşem güneşe nisbeti gibidir.)) (Bediüzzaman, Te-
fekkürname-Marifetname)
320 • Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHi
Allah'ınher şeye gücünün yettiği ve kudretinin her bir şeyi içine aldığı bir-
çok ayet-i kerimede belirtilmiştir. (Mesela bk. 2:20)
0 ~ı:;,; ~4Jı
...
~'i.·.;
... '-'
ç
54/4· Ey nimetlerini kullann sayamadılı!
Şu ayet-i kerime, İlahi nimetierin belli başhlanna örnek kabilinden yer vere-
rek sonunda da bu ismin ifade ettiği gerçeği dile getiriyor: "Gökleri ve yeri ya-
ratan Allah'br. Gökten yağmur indirip size nzık olsun diye, onunla türlü türlü
meyveler ve ürünler çıkaran da O'dur. İzni ile denizde dolaşmak üzere gemile-
ri size ram eden, akan sulan ve ırmaklan da sizin hizmetinize veren O'dur.
Mutad seyirlerini yapan güneş ile ayı size arnade kılan, geceyi ve gündüzü isti-
fadenize veren de O'dur. Hasılı O, Kendisinden dilediğiniz her şeyi verdi. Öy-
le ki Allah'ın size verdiği nimetleri birer birer saymaya kalkarsanız, mümkün
değil, orılan sayamazsınız. Gerçekten insan zalim ve nankördür." (14:32-34)
Şükür,
nimete kalben, lisanen ve bedenen müspet karşılık vermektir. Diğer
deyişiyle şükür,
nimetin kaynağını tanımak, O'na karşı kalben minnettarlık
duymak ve o nimeti O'nun nzasına uygun kullanmak demektir.
Bir ayet-i kerimede bu ismin işaret ettiği gerçete şöyle değinilir: "De ki: 'O
sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve gönüller verendir. Siz ne az şükre··
diyorsunuz!"
Ayetin verdiği mesaj kısaca şudur: Sizi, harika bir sanat eseri olarak yaratan
O'dur. Allah'ın ayetlerini dinlemek, ihtiva ettikleri emir ve yasaklara uyma~.
ve öğütlerinden ders almak için size işitme duyusunu veren O'dur. Allah'ın
harika işlerine, güzel isimlerine birer ayna ve delil olan kainattak.i varlıkları
seyretmeniz için gözlerinizi yarabp ihsan eden O'dur. Duyduğunuz ve seyret··
tiğiniz gerek tenzili, gerekse tekvini ayetleri üzerinde düşünmeniz için kalp vt·
Kur'.tn ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH! •321
akıllannızı yara hp lutfeden de O' dur. Siz ise, bunlan yaradılış amaçlan doğ
rultusunda kullanmak suretiyle şükür görevinizi ne az yerine getiriyorsunuz!
Buradaki '' azlıAm" gerçek anlamında mı, yoksa yokluktan kinaye olarak mı
kullanıldığı konusunda farklı yaklaşımlar var. Bize göre bu, muhataplara göre
değişir. Muhatap müminse, yaptığı şükür ne kadar çok olursa olsun mazhar
oldu~ nimetiere göre azdır. Başını secdeden kaldınnayıp ömür boyu ibadet
etse, göz nimetinin şükrünü bile yerine getiremez. Muhatap katir ise, söz ko-
nusu "azlık" yokluktan kinayedir. Çünkü k..ifir, nimetin gerçek kaynağını ta-
nımamakta, bu nimetleri O'nu razı edecek şekilde kullanrnamaktadır.
Bir hadis-i şerifte, "Allah'ın nimetleri üzerinde düşünün. O'nun Zat'ını dü-
şünmeyin. Çünkü, siz buna güç yetiremezsiniz" buyrulur (es-Suylıti, Cdmiu'l-
Ehadis, Xl, s. 325)
Bir şiir de Arapça olarak şöyle der:
Yani, kişi henüz kendi hakikatini idrak edememektedir. Nasıl olur da kı
dem sahibi (ve her şeyi emrine boyun eğdiren) Cebbar'ın keyfiyetini anlasın. O
ki, eşyayı mükemmel bir şekilde yaratmış ve inşa etmiştir. Canı ve ruhu son-
radan yaratılan, nasıl olur da, O'nu idrak edebilsin!"
Bu gerçek çok güzel bir formülle Arapça olarak şöyle ifade edilmiştir:
• ~~~j~~u~~).;.~jb
Yani, "Hahr ve hayaline her ne gelirse, bilesin ki, Allah Teala o değil, ondan
başka bir şeydir."
hğı canlı veya cansız sayısız varlıklardan birine benzetmeye kalkışhk. Örüm·
cekten aslana, mikcoptan balinaya, çiçekten yıldıza, Himalaya Dağı'ndan bir
galaksiye kadar sayısız sanat eserlerinden hangi birine benzeteceğiz.
Yukanda da zikrettiğimiz gibi bir Arap şairi şöyle der: "Hakikatü'l-mer' i
leyse'l-mer'u yüdriküha 1 Fekeyfe keyfiyyetü'l-Cebbiıi Fi'l-Kıdemi? = İnsan
henüz kendi gerçek mahiyetiili tam olarak idrak edememişken, nasıl olur da,
bütün varlıklara boyun eğdiren, Ezeli ve Ebedi olan Allah'ı tam olarak kavra-
yabilir?" Bir kimse düşünün ki, içinde yaşadığı daireyi, evini aydınlatan larn-
hayı ve kapı komşusunu tam tanıyamamışken, milyarlarca ışık yılı ötelerdeki
galaksileri gerçek mahiyetiyle tanımaya kalkışıyor. Biz de henüz aklımızı, ru-
humuzu, beynimizi, karaciğerirnizi; öte yandan kapı komşumuz sayılan, güneş
sistemimizdeki diğer gezegenleri bütün özellik ve fonksiyonlanyla tanıyama
dığımız halde, bir ucundan bir uruna, ışığın, evrenin ömrü kadar bir süred~
ancak ulaşabildiği kamah; sadece görünenleri bile bütün çöllerde ve okyanus
kıyılarmdaki kum tanelerinin on kah fazla sayıdaki yıldızlarla beraber yarah?
aksatmadan yöneten Allah'ın Zat'ını sınırlı aklımızia nasıl kavrayabiliriz?
O'nu kendimize ve diğer canlılara kıyas etmemiz doğru olur mu?
Bir mağarada doğup yaşamış ve güneşi hiç görmemiş bir insan varsayalım.
Adını duyduğu ama hiç görmediği, bunca gezegeni etrafında döndüren, ışıgı
ve ısısıyla dünyalan dolduran güneşi akıl ve hayaliyle ne kadar doğru algıla
yabilir. Güneşi, ışığında büyüdüğü mumun biraz büyüğü bir varlık olarak di.ı
şünecek ve ona ilişkin kafasına göre verdiği hükümlerde yanılacaktır. Biz in-
sanların, bu dünyada Allah'ın Zat'ını kendi aklımızia algılamaya çalışması da
böyledir.
cc;OI
"',
~ ci:U ~,r~ıj
, ~)G
' ~ ~;I)J
, , i;l;:iıj ~~~;
, , ~Ç'~I
,,
(Ebu
ve ağır cezaya sebeptir. Buna göre, Allah'a azarnet ve kibriya yakışır, kula da
kulluk ve tevazu yaraşır.
Bu gerçe~i Bediüzzaman şöyle açıklamaktadır:
"Azarnet ve kibriya, (Allah için) lüzumlu bir perdedir; akıl ile ihata ve kalp-
le görmeye manidir ve tam marifete sed çeker. Ve marifette ve imanın inkişa
fında hadsiz mertebelerin bulunmasına sebeptir. Ve marifetullahta terakki et-
tirmeye cazibedar bir ihticab-ı kudsidir." (Ayetü'I-Kübrd, s. 16)
"Heybet", azamet; hürmetle beraber korku hissini veren hal; sakınılıp kor-
kulacak hal vs. anlamlarına gelir. Buna göre, heybet, azamet, hakimiyet ve sal-
tanat ancak yüce Allah'a yakışır ve O'nun için güzeldir. Aciz kulların, bunlan
O'nunla paylaşmaya kalkışmalan, hadlerini aşmalan anlamına gelir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz Bizi Cehennem'den kurtar/
-55-
' .... • .J • ""'
ss/1. Ey en yüce misaller Kendisine ait olan! O jS-\ll j!.JI ~:; Ç
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle yer verilir: "Mahlukları
ilkin yoktan yaratan, ölümden sonra da dirilten O'dur. Bu diriitme O'na göre
pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O'nundur. Gerçekten O, aziz
ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)." (30:27)
324 • K u r' l n vf H i k m ft 11 ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1
55/7· Ey en güzel isimler Kendisine ait olan! 0~1 ~ı; ·;~1 ~:;. Ç
İsimler manasma gelen "esma" ile, "güzel" veya "en güzel" manasma gelen
"hüsna" kelimelerinden, sıfat terkibiyle meydana gelen bu deyim, "Güzel isim-
ler" veya "En güzel isimler'' demektir.
Kainattaki her varlık, Allah'ın birer sanat eseri olup, O'nun birçok isminin
panlh ve görüntülerini üzerinde gösterir. Mesela, her bir canlının besin ihtiya-
cının karşılanmasında, apaçık bir nzık verme fiili vardır. Bu fiil, "nzık verici"
manasında "Rezzak" isminesahip bir Zat'ı gösterir. Canlıların her birine, k~n
di ihtiyacına göre, bir görme ve işitme kabiliyeti verilmiştir. Bu ise, onu yara-
tan zat'ın gören ve işiten manasında "Basir" ve "Sem.i"' olduğunu gösterir.
Kusurlan örtmesi, Gaffır ismini; günahlan bağışlaması Afuv ismini; kainatta
görülen bütün hikmetli işler de, Hakim ismini gösterir.
Hepsi de aslında birer sıfat olan bu isimler, sonsuz kemal ve cemal, azarnet
ve celal sahibi olan Allah'ın bu vasfı kainattaki sanat eserlerinden, beşeriyete
K u r' 3 n ve H i k m el 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 3Z7
Allah'ınbize bildirilen bütün güzel isimlerinin ortak noktası, O'nun her tür-
lü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu belirtmeleri ve her türlü üstün nitelik-
leri taşıdığını ifade etmeleridir. Bu mübarek isimleri Yüce Allah'ın takdis ve
tenzihine vesile olup tevhid inananın akıl ve gönüllere nakşolmasının birer
arao.dırlar.
Hüküm ve kararın Allah' a ait olduğunu ifade eden birçok ayet-i kerime
vardır. Bazılan şu mealdedir:
"Sonra onlar (alınmış canlar) gerçek efendileri, mevlalan olan Allah' a götü-
rülüp teslim edilirler. İyi bilin ki bütün hüküm yetkisi O'nundur ve O, hesaba
çekenlerin en süratlisidir." (6:62) "Hüküm yalnızca Allah'ındır. O, doğru habe-
ri verir ve O, ayırt edenlerin en hayırhsıdır." (6:57) "O'dur Allah. O'ndan başka
yoktur ilah. Başta da sonda da, dünyada da ahirette de bütün hamdler, güzel
övgüler O'nadır. Hüküm yetkisi O'nundur. Sonunda varacağıruz yer de O'nun
huzurudur." (28:70)
Yüce Allah'ın, kaza (hükmü gerçekleştirme)'nın da biricik sahibi olduğunu
şu ayet-i kerime göstermektedir:
"Allah hakkı yerine getirir, onların O'ndan başka yalvardıklan ise hiçbir
şeyi yerine getiremezler, çünkü Allah'tır hakkıyla işiten, gören." (40:20)
Sen biltün kusur rJe noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman rJer bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar:
-56-
Kadir gecesinde nasıl dua edeceğini soran Hz. Aişe'ye, Hz. Peygamber şöy
le demesini tavsiye etmiştir: "Allah' rm, Sen affedicisin, afh seversin, beni affey-
le!" (İbn Mace, Dua S)
İnsanın, İlahi affı hak edebilmesi ve ona layık olması için, hata ve kusurunu
görmesi ve itiraf etmesi gerekir. Kusurunu görmemek, itiraf etmemek, daha
büyük bir kusurdur. Allah dostlan bu mübarek ismi kendilerine şefaatçi ede-
rek O'ndan ba~ışlanmalannı dilemişler.
Af ve bağışlama dilenıneye tek layık Zat Yüce Allah'hr. Sadece O'nun af-
fetmesi dilenir. Önemli olan hiç eksik olmayan hata ve kusurlanmızı O'na ba-
~ışlatabilmek, O'nu razı etmektir. O'nun dışındakiler aciz birer fanidir. Af ve
ba~ışlamalannın çok büyük bir önemi yoktur.
"Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından
tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirge-
yendir." (6:54)
"Kullanma bildir ki, şüphesiz Ben, çok bağışlayan (Gafıir) ve çok merhamet
edenim." (15:49)
"0, hanginizin daha iyi işler yapaca~ını sınamak için ölümü ve hayab yara-
tandırve O, güçlüdür çok bağışlayandır (Gaffır)." (67:2)
Allah'ın bu ismi, ne kadar günahkir olursa olsun mürnin için büyük bir
ümit kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda örnek alınması, hayata yansıhlmao;ı
gereken güzel bir İlahi ahlak ve sıfatbr.
Hz. Şuayb'ın dilinden şöyle naklediliyor: "Muhakkak ki, Rabbim çok mer-
hametli ve çok sevendir." (1 1:90)
Allah, kullanru sevdiği gibi, bu ve benzeri isiinierinin tecellisi olarak onlar
arasında da sevgi ve muhabbet meydana getirmiştir: "İman edip de iyi davra-
nışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüller-
de) bir sevgi yaratacakbr." (19:96) "Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığı
nın) delillerindendir. Sonra siz, (her tarafa) yayılan insanlar oluverdiniz. Kay-
naşmanız için size kendi (cinsi)'nizden eşler yarabp aranızda sevgi ve merha-
met peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir." (30:20-21)
Şu ayetler de Allah ile kul arasındaki sevgiyi dile getirirler: "Allah onlan,
onlar da Allah' ı severler." (5:54. krş. 3:31), "Allah, iyilik edenleri sever."
(2:195), tevbe edenleri, temizlenenleri (2:222), takva sahiplerini (3:76), sabre-
denleri (3:146), Allah'a dayanıp güvenenleri (3:159), adaletli olanlan (5:42) vs.
sever.
Allah, mahlukabna olan ince sevgisini fiil ve eserleriyle gösteren, onlann
üzerine adeta titreyen ve çok merhametli olandır. Allah'ın mahlukabru bu ka-
dar sevmesi, onlara özen göstermesi, onlara olan ihtiyacndan veya özde bir
mükemmelliklerinden de~ildir. Yine Kendi sonsuz cemal ve kemaline ayna
oluşlan ve özleri itibariyle sonsuz merhamet ve inayete muhtaç bulunmalan
yönündendir. "Ya Vedud!" diye Rabbini çağıran bir kul, O'nu bu vasfıyla ta-
nıdığını dile getirmekte ve hadsiz acizlik ve ihtiyaona O'nun nazar-ı rahmetini
celbetmektedir.
Bir ayette, müminlerin Allah'a olan sevgileri de şöyle dile getirilir: "İnsan
lardan öyle kimseler vardır ki, Allah'tan başka bir takım putlar edinir, onlan,
Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise daha ileri
derecededir." (2:165)
Allah'ı sevmenin ve O'nun sevgisini kazanmanın yolu Hz. Muhammed'i
örnek almaktan geçer: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah
da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (3:31)
Bir varlık ya kendi cemal ve kemalinden veya sa~ladığı faydalar ve yapbğı
iyiliklerden dolayı sevilir. Hangi açıdan meseleye bakılırsa bakılsın Yüce Allah
her şeyden ve herkesten daha çok sevilmeye layıkbr.
Bediüzzaman, Yüce Allah'ın bazı Esmei-i Hüsna'sını ve kciinattaki tecellile-
rini örnek ve delil getirerek O'nun son derece sevilmeye layık olduğunu açık
lar:
Kciinatta olan her bir güzellik, kemal, değer ve cemal, hep O'nun Zat'ının
nurlarından ve sıfatlarının eserlerindendir. Allah; zat, sıfat ve isimlerinde gü-
zellik ve cemalin nihayet mertebelerini toplayan ve bütün hayat bütün güzel-
likleriyle O'nun bir cemal aynası olan Zat'br. Kainatta bizleri hayran bırakan,
kendilerine aşık eden bütün güzellikler O'nun mutlak cemalinin birer tecelli ve
332 • Kur'in vt Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI
panltısıdır. O cemal sahibi Sanatkann, zabna layık öyle hadsiz birhüsnü ce-
mali var ki, gölgesi bütün varlıkları baştan başa güzelleştirmiş; öyle münezzeh
ve mukaddes bir güzelli~i var ki, bir panlbsı kainab baştan başa süslemiş ve
bütün varlıklan hüsün ve cemal panlblarıyla bezeyip ışıklandımuşbr.
Mesela, bütün canlılann düzenli bir biçimde gayp perdesi arkasından gelen
nzıklanna bakan kişi, İlahi Rahmaniyet'in cemalini görür. Bütün yavruların
eşsiz ve harika biçimde beslenmeleri, başları üstünde annelerinin sinelerine
asılmış tatlı, safi, Kevser suyu gibi iki süt çeşmesini seyreden kişi, İlahi Rahimi-
yet'in cemalini görür. Bütün kainab bütün türleriyle büyük bir hikmet kitabı
hatine getirip, her harfinde yüzer kelime, her kelimede yüzer sahr, her sabnn-
da yüzer bölüm, her bölümünde yüzer kitap yazan İlahi hakimli~ eşsiz gü-
zelliğini görür. Bütün k.linah bütün mevcudabyla ölçü albna alan, bütün gök
ve yer asimlerini dengeli bir biçimde yarabp varlı.kta tutan, güzelliğin en
önemli bir temeli olan ahenk ve esteti~i veren, her şeye en güzel vaziyeti verdi-
ren, her canlıya bir hayat hakkı lfıtfedip bu hakkını kullandıran, onu hadsiz
saldınlar karşısında koruyan, haksızlık ve zulmedenleri cezalandıran bir ada-
leti gören kişi, bu adalet Sahibinin adilli~ güzelli~ anlar.
Yine yeryüzü sofrasında mutlak kerem sahibi olan Rahmin-ı Rahim'in mi-
safirleri için rahmet tarafından hazırlanan hadsiz yiyeceklerin ayn ayn güzel
kokulanna, de~işik süslü renklerine, türlü türlü hoş tatlarına, her canlının zevk
ve sefasına yardım eden cihaziara bakan kişi, İlahi ikram ve kerimiyetin gayet
şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini görür.
İmam Gazali de, Allah'ın zat ve sıfatlanrun sonsuz güzelliğine dikkat çek-
tikten sonra şöyle der: İşte bunun içindir ki, Allah'ı taruyan ve cemalini temaşa
eyleyen, Cennet nimetlerini ve gözlere görülen suretleri önemsemeyecek dere-
cede zevk, haz ve sevinç duyar. (Gazali, a.g.e, s. 84)
Allah, yaptığı iyilik, ikram ve ilisanlardan dolayı da sevilmeye layıktır. O,
bize sonsuz iyiliklerde bulunmuş. Bizi, yoklukta bırakmamış, bir taş, bir bitki,
bir hayvan olarak yaratmamış, insan olarak var etmiş. Bu dünya hayatında bizi
gerekli bütün organ ve duyularla donatmış. Midemizin açlık duygusunu gi-
dermek için basit bir topraktan çeşit çeşit renk, koku, tat ve lezzette sayısız yi-
yecekler ikram ediyor. Canlı, cansız bütün varlıklar, O'nun emriyle bize hiz-
met etmek için adeta birbiriyle yanşıyor.
O'nun emriyle, dünya bir saray olmuş. Biz de bu sarayın ağıdanan misafir-
leriyiz. An bizim için bal yapıyor. Koyun, bizim için bir süt çeşmesi olmuş, çok
lezzetli bir gıdayı bize sunuyor. Tavuk, yumurtası ve etiyle bizi besliyor. Kuş
lar, en güzel ses ve desenleriyle dünyamızı şenlendiriyor. Güneş, ışığıyla bizi
aydınlahrken ısısıyla, sayısız yiyeceklerimizi olgunlaştınyor. Yıldızlar, bir avi-
ze gibi gök kubbemizi süslüyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar birer kazan olmuş çe-
şit çeşit sebze ve meyveleri birbirine karıştırmadan bizim için pişiriyor. Bunlar,
aslında bizi tanımıyor. Bütün bunları bizim hizmetimizeveren Yüce Allah'tır.
Diğer taraftan çok sevdiğimiz anne, baba ve diğer yakınlannuzı da yarabp bes-
leyen O'dur.
Şüphesiz, Allah'ı sevmek de kuru bir iddia ile olmaz. Bunu davranışları
mızia kanıtlamak zorundayız. Seven, sevdiğinin dediklerini yapar. Onu kır
mak, incitmek istemez. Onu memnun etmek için çırpınır. Ona karşı bir kusur
işlese, özür ve af diler. Allah'ı sevdiğimize göre, buyruklarını da tutarız. Zaten
bu buyruklar da hep bizim iyiliğimiz içindir. Bir kusur işiediğimizde hemen
tevbe eder, O'ndan af dileriz. Bilelim ki, Allah, kafirleri (3:23}, zalimleri (3:57),
müsrifleri (7:31}, hainleri (8:58), kibirlileri (16:23}, bozgunculan (28:77) vs.
sevmez. O'nun engin sevgi ve muhabbetine layık olmak ve bundan mahrum
kalmamak için bu ve benzeri kötü sıfatiardan şiddetle sakınılmalıdır.
Allah'ın Vedud olduğunu bilen mürnin de, bütün kalbiyle Allah'ı sever. Kö-
tülüklerle O'nun sevgisini kaybetmemeye çalışır. ibadet ve iyilikleriyle daha
çok mazhar olmaya özen gösterir. Allah'ın sevdiği peygamberleri ve salih kul-
lan da sever ve onlara yakın olmak için çabalar.
Yine, Allah'ınbu isminden ders ve hisse alan müminin gönlü tüm yaratıl
mışlara karşı sevgi ve şefkatle doludur. Onların fayda ve iyiliklerini kendisi-
ninkine bile tercih eder. Hatta, değil sedece dünya saadetini, gerekirse ahiret
saadetini bile onları mutlu etme yolunda feda eder. Başka hiçbir mümine yer
kalmasın diye vücudunun Cehennem'i dolduracak kadar büyütülmesini iste-
yecek derecede gönlü sevgi ve şefkatle dolu olan Hz. Ebu Bekir'in bu tutumu
334 • Kur'in ve Hikmet tııOında C E VŞ E N Ş ER H 1
konumuza güzel bir örnektir. Böyle kimseleri, başkalannın öfkesi, kini, hasedi,
eza ve cefası bile onlara iyilik yapmaktan, saadetlerini kendisininkine terah
ebnekten alıkoymaz. Uhud Savaşı'nda dişleri kınlan, yüzü parçalanan, buna
ra~men, "Allah'ım, kavmime hidayet ver. Zira onlar gerçe~ bilmiyorlar." diye
dua eden Hz. Peygamber'in bu tutumu da ibret doludur.
Allah'ın sıfah olarak Şekfu, "Kullannın az arnellerine karşı çok mükafat ve-
ren, ücretlerini kat kat arhran" olarak tanımlanır. Allah'ın kullanna şükrü, on-
lan ba~laması, arnellerinin karşılı~ıru vermesi ve onlan övmesi olarak kendi-
ni gösterir. Bazı alimler bunlara ilaveten, "Kullanndan az şükre razı olan" Wl-
surunu da katar ve derler ki: "Allah'ın Şekur olarak nitelenmesinin mana5-ı,
muhtemelen yarahklan O'na itaate teşvik etmektir. Bu itaat ister az, ister çok
olsun; ta ki insanlar, arnelin çoğunu yapmak kendilerine a~r geldiğinde, azını
da küçümseyerek terk etmesinler."
İmam Gazali'nin belirttiği gibi, Allah, Şekur vasfıyla, azıak ibadetlere karşı
lık birçok manevi dereceler verir. Dünyada sayılı günlerde yapılan iyi arneller
mukabilinde ahirette sınırsız nimetler ihsan eder. Bir kimse kendisine yapılan
herhangi bir iyili~e iyilikle mukabele etse, ona teşekkür etmiş olur. Yine birisi,
yapılan bir iyilikten ötürü kendisine iyilik yapanı övse "Ona teşekkür etti" de-
nilir. Mutlak Şekur'un, Yüce Allah olduğu açıkhr. Zira Allah'ın, yapılan iba-
detlere karşılık olarak verdikleri sırıırsızdır. Cennet nimetlerinin sonsuz oldu-
ğu malumdur. (Gazali, a.g.e., s. 74)
Allah Şekfu'dur, iyiliklerin ecrini zayi etmez. Dünyada da, hayırlı işlerin
güzel ak.is ve yankılarını meydana getirir. Bunlan, cemiyette huzur, sükun ve
saadet vesilesi yapar. Mesela, nimet ve mal, aslında Kendisinin olduğu haldı!,
onun şükrünü bilip de Allah için, Allah'ın harcanmasını emrettiği yerlere sarf
edenlerin, hem daha güzel ve daha fazlasıyla mükafahnı verir, hem kıymetlt•
rini yükseltir, toplumda huzur, sükfın ve saadetintemin edilmesine, bunu ya-
panın da sevilip sayılmasına vesile kılar.
Nimetierin sahibi olan Allah, şükreden kullanna karşı sırf Kendi lutfundan
nimeti daha da artırınakla karşılık vererek şükür muamelesi yapar. Bu muamt•-
lenin dünya ve ahirette kıymetinin ne kadar büyük olduğu hayal bile edilt·-
mez. Bir Kudsi Hadis'te şöyle buyurur: "Mümin kulum, hayır ve nafilelerle ba-
na yaktaşa yaklaşa o dereceye gelir ki, sonWlda ben onun işittiği kula~, gördü-
~ gözü idrak etti~ kalbi olurum." Yani, her işitti~ hak kula~ ile işitir, ht>r
gördü~ü hak gözüyle görür, her idrak etti~ hak bilgisiyle bilir. Hiçbır
işinde şaşmaz, yanılmaz, aldanmaz, aldablmaz, doğruca muradma erer. Allah
K ur' 3 n ~e H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 335
........ c
0 Jr.-" -
s6/s- Ey asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden Sabdr!
Sabır sıfatı, insanlar hakkında kullanıldığında, "Soğukkanlılığını muhafaza
etme, kolayca vazgeçmeme ve tahammül gösterme" gibi anlamlara gelir. Bu
nitelik Allah'a izafe edildi~inde ise, O'nun, Kendisine isyan edenleri cezalan-
dırmada aceleci davranmadığını, bu gibilere mühlet verdiğini, kullarının bin
bir türlü edep ve saygı dışı davranışlarını görüp durduğu, onlan bir anda ce-
zalandırmaya kudreti bulunduğu halde bunu erteleyişini ifade eder.
Sabfır isminin, Halim ismine yakın bir manası varsa da, ondan bir nüansla
aynlmaktadır. O da, Sabfır'da mühlet vermenin söz konusu olması ama ihmal
etmenin ise asla düşünülememesidir. Yani, Allah Sabur ismiyle, suç işleyenle
re süre tarur, fakat cezalandırmayı ihmal etmez. Yeri ve zamanı gelince mutla-
ka suçluların yakasına yapışır ve artık elinden kurtuluş bulunmaz. Halim' de
ise, hem süre ve mühlet verme, hem de bu sıfatı gereği çoğu zaman affetme
söz konusudur. Diğer bir ifadeyle hilimde affetme yönü ağır basmaktadır. Sa-
bırda ise, katianma ve cezalandırmanın en münasip zamanını bekleme ciheti
galiptir.
Kısacası Gazali'nin ifadesiyle Allah O'dur ki, acelecilik hissi, zamarn gel-
meden önce O'nu bir fiili işlemeye sevk etmez. Bilakis bütün işler için belli bir
zaman tayin ve takdir eder, zamanı gelince de onlan icra eder. Ne bir tembelin
yaptığı gibi zamanından daha sonraya bırakır, ne de bir aceleci gibi vakti gel-
meden harekete geçer. Her şeyi, nasıl olması gerekiyorsa ve nasıl daha müna-
sipse öylece yapar. Bütün bunlan yaparken O, hür bir iradeye sahiptir. İrade
sini herhangi bir şey zorlayamaz ve ona hale! getiremez. Sabır denen ahlak, Al-
lah hakkında böyledir. O'nun sabn hususunda herhangi bir meşakkat, bir sı
kıntı söz konusu de~ildir. Sabır ahlakı ile O, herhangi bir sıkıntıya bir meşak
kate katlanmaz. (Gazali, a.g.e., s. 109)
336 • Kur'in vt Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER HI
Sabur ismi, her ne kadar bu kalıpla Kur'an-ı Kerim'de geçmiyorsa da, Al-
lah'ınbu vasfını dile getiren birçok ayet-i ker"ı.me vardır. Birkaç tanesinin meali
şöyledir:
"Eğer Allah, yaptıklan yüzünden insanlan (hemen) cezalandırsaydı, yeryü-
zünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye
kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullanru
görmektedir." (35:45); "Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edil-
di de Ben i.nk.ir edenlere mühlet verdim, sonra da onlan yakaladım. (Görsey-
din ki) azabım nasılmış!" (13:32); "Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken
onlara mühlet verdim. Sonunda onlan yakaladım. Dönüş yalnız Banadır:·
(22:48); "Ayetlerimizi yalanlayanlan, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş
helake götüreceğiz. Onlara mühlet veririm; (ama) Benim cezam çetindir."
(7:182); "Senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir; şayet yaphklan yü-
zünden onları (hemen) muaheze edecek olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi.
Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan kaçıp kurtula-
caklan bir sığınak bulamayacaklardır.'' (18:58)
Aynca, Yüce Allah, karşıtaşlıklan eziyet ve yalanlanmaya karşı sabırlı ol-
maya davet ederek en sevdiği kullannın (peygamberlerin) da bu vasfa sahip
olmalanru ister:
"O halde (Reswüm!), peygamberlerden azim sahibi olaniann sabrettiği gibi
sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vadedildikleri azabı gördükleri
gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldı.klanru sanırlar. Bu,
bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helak edilir mi hiç!"(46:3~);
"Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmışh. Onlar, yalanlan-
malanna ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onh-
ra yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlannı) değiştirebilecek hiçbir kimse yok-
tur." (6:34); "Sabret! Senin sabnn da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan
dolayı kederlenme; kunnakta oldukları tuzaktan kaygı duyma! Çünkü Allah,
(kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir.'' (16:127-128)
Allah, mürnin kullanna da sabırlı olmayı tavsiye ediyor:
"Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihat için)
hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başanya erişebilesiniz."
(3:200)
Allah, Hz. Musa'nın ağzından kullarına şöyle emrediyor:
"Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır.
Kullanndan dilediğini ona varis kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) ia-
kınanlanndır." (7:128)
Bu ismi bilen mümin, O'nu örnek almaya çalışır. Karşılaşhğı zorluklara sab-
reder. Sebatlı olur.
Gözsüz bir akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerelere mağlup olan insana,
elsiz bir kurtçuktan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, insanın
kendi güç ve kuvveti değil; onun güçsüzlüğünün bir meyvesi olarak Rabbani
bir teshir ve Rahmaru bir ikramdır.
İnsan, Yarahasının rahmetini inkar ve hikmetini itharn edecek bir tarzd.ı
küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi "Bilgim sayesinde bu bana verildi. '
(28:78; 39:49) yani, ben kendi ilmim ve kendi iktidanmla kazandım, dese elbet-
te azap tokadına müstahak olur.
Madem gerçek budur, insan, gururu ve enaniyeti bırakmalı, Uluhiyetin der-
garunda acz ve zaafını istimdat lisanıyla; fakr ve ihtiyaçlarını yakanş ve dua lı
sanıyla ilan etmeli, kul olduğunu göstermeli ve "Allah bana yeter. O, ne iyi vt·-
kildir!" diyerek manen ve maddeten yükselrnelidir. (Sözler, s. 327-328)
Yine Bediüzzaman, ehl-i imanı, tevbe ve istiğfar içinde günahlardan ann-
malan ve affa nail olmalan için Rauf olan Allah' a sığınma ya çağırarak (Mesnı•
vi-i Nuriye, s 113), bu ismin kötülüklerden koruyucu etkisine işaret eder.
Allah'ın bu ismini bilen mümin, O'ndan gelen aa tatlı her şeyin alhnda
rahmet ve şefkat panlhlannın bulunduğuna inanır. Hoşa gitmeyen şeylerin d~,
hpkı şefkatli ve mahir bir doktorun hastasına perhiz tutturması veya aa ilaçlar
içirmesi gibi sonuçlan itibariyla faydalı olduğunu bilir. Rabbine karşı tam bir
teslimiyet ve tevekkül hali kazanır.
öte yandan, bu ismi tanıyan bir mü min, kendi kendisine ve diğer tüm car lı
varlıklara karşı şefkatli davranır. Kendisine olan şefkatini, kötülük ve günah-
lardan uzak durmakla, ruh ve beden sağlığına dikkat etmekle gösterirken, di-
ğer canlılara olan şefkatini de, onlara en ufak bir zarar vermek şöyle dursun
hep iyilik etmeyi prensip edinerek ortaya koyar. Böylece ahirette de Allah'ın
engin şefkat ve mehametine mazhar olmaya devam eder.
Kuddtl.s! 0 ~J~ Ç
Kuddus, temiz, pak, mübarek, kutlu, her türlü kusurun ötesinde, son den-ce
münezzeh, gayet mukaddes, her vasfında mükemmel, sırurlamaya ve tasvire
sığmaz, hiçbir leke kabul etmez, tertemiz diye tanımlanır. Bu isim, aynı zaman-
da Allah'ın bütün kemal sıfatlan taşıdığını, üstünlük ve mükemmellikleriyle
Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI •339
"0, öyle Allah' br ki, O'ndan başka ilah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bi-
lendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. O, öyle bir Allah'hr ki, kendisinden baş
ka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet
verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini
zorla yaphran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştuklan
şeylerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'hr. En güzel
isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler.
O, galiptir, hikmet sahibidir." (59:22-24)
"Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh,
aziz ve hakim olan Allah' ı tesbih eder." (62:1)
Kaynaklarda kaydedildiğine göre, Hz. Peygamber de, namazdaki rüku ve
secdelerinde "Subbllhun, Kuddusun, Rabbu'l-melaiketi ve'r-Ruh = Allah, her
türlü kusurdan pak ve münezzehtir. O, meleklerin ve RUh'un (Cebrail'in) Rab-
bidir!" diye zikrederdi. (Müslim, Salat 42)
İmam Gazali'nin yaklaşırnma göre, Allah, duyuların idrak ettiği, hayalin ta-
savvur ettiği, vehmin tasavvur ve hayal ettiği, aklın düşündüğü ve fikrin hük-
mettiği her türlü vasıftan münezzehtir. O sadece, varlıklardaki, cehalet, acz,
körlük, sağırlık, dilsizlik gibi eksiklik ifade eden sıfatiardan münezzeh ve uzak
değil, aynı zamanda onlardaki ilim, irade, kudret, işitme, görme, konuşma, ira-
de gibi üstün sıfatiardan da münezzeh ve uzakhr. Yani Allah'ın, ilmi, iradesi,
kudreti, işitmesi, konuşması vs. diğer varlıklannkinden tamamen farklı ve üs-
tündür. O, mahlukat için tasavvur edilebilen her bir sıfattan ve tasavvur edile-
bilen bu sıfatiara müşabih ve mürnasil olan sıfatiardan da mukaddes ve mü-
nezzehtir. Eğer, bu sıfatiann söz konusu edilmesi hususunda izni olmasaydı
çoğunun söz konusu edilmesi bile caiz olmazdı. (Gazali, a.g.e., s. 43)
bulaşık oluyor ve kokuşmuş maddeler her tarafında yı~ır. E~er pek çok dik-
katle bakılmazsa, temizli~e dikkat edilmezse ve süpürülüp temizlenmezse
içinde durulmaz, insan onda boğulur. Halbuki bu kamat fabrikası ve yeryüzü
misafirhanesi o derece pak, temiz ve naziftir; o kadar kirsiz ve bulaşıksızdır ki,
bir lüzumsuz şey, bir faydasız madde ve tesadüfi bir kir bulunmaz, görünüşte
bulunsa da, çabuk bir dönüşüm makinesine ab.lır, temizlenir. Demek bu fabri-
kaya bakan Zat, çok iyi bakıyor. Ve bu fabrikanın öyle temizleyici bir Sahibi
var ki, o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temiz-
ler, düzenler ve tanzif eder. o pek büyük fabrikanın büyüklüğü ruspetinde
çöpleri, enkazından kalma kirli maddeleri ve süprüntüleri bulunmuyor. A~i
ne büyüklüğü nispetinde, temizli~ine ve nezafetine dikkat ediliyor. Bir insan,
bir ay yıkanmazsa ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir. Demek bu ale:n
sarayındaki paklık, duruluk, nuranilik, temizlik; mütemadiyen hikmetli bir te-
mizlemeden, bir dikkatli yıkamadan ileri geliyor. Eğer o daimi temizleme, su-
pürme ve dikkat ile bakma olmasaydı, bir senede bütün canlılann yüz bin mı 1-
letleri yeryüzünde boğulacaklardı.
Gök boşluğunda, yıkilmaya ve ölüme hedef olan küreterin ve uydulann,
hatta yıldıziann enkazlan, başımızı ve diğer canlılann başlarını, belki de yer-
kürenin başını, hatta dünyamızı tahrip edeceklerdi. Dağlar büyüklüğündeki
taşlan başımıza yağdıracaklardı ve bizi dünya denilen bu vatanımızdan ka~"I
racaklardı.
lut süngeri, zemin bahçesine su serper, tozu toprağı yahşhnr. (Lem'alar, s. 304-
305)
Kudd'lls isminin Risale-i Nur'da dile getirilen tecellilerini mefhum olarak
nakletmeye devam edelim: Sonra gökyüzünü uzun süre kirletmernek için, ça-
buk süprüntülerini toplayıp mükemmel bir düzeniilikle çekilir, gizlenir. Gö-
~ güzel yüzünü ve gözünü, silinmiş ve süpürülmüş, panl panl parlar göste-
riyor. Ve temizliğe ilişkin o emirleri yıldızlar, toprak, hava, su ateş gibi unsur-
lar, madenler, bitkiler dinledikleri gibi, bütün zerreler dahi dinliyorlar ki, hay-
ret uyandına değişiklik fırhnalan içinde o zerreler temizliğe dikkat ediyorlar.
Bir yerde lüzumsuz toplanmıyorlar, kalabalık etmiyorlar. Kirlenseler, çabuk te-
mizleniyorlar. En temiz, en nazif, en parlak ve en pak vaziyetleri; en güzel, en
saf, en hoş suretleri almak için, bir hikmet eli tarafından sevk olunuyorlar.
İşte bu tek fiil, yani tek hakikat olan temizleme; Kuddüs ismi gibi bir ism-i
a'zamdan, kainahn en büyük dairesinde görünen bir büyük panlbdır ki, doğ
rudan doğruya Allah'ın varlığını ve O'nun birliğini güzel isimleriyle beraber,
güneş gibi geniş ve dürbün gibi olan gözlere gösterir.( ... )
"Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever." (2:222) ayeti dahi, temizliği İla
hi sevginin bir vesilesi göstermiştir. (Lem'alar, s. 305-307)
Bu isimden ders alan bir mümin, daima Allah'ın yüceliğini anar, O'nu her
türlü noksanlıklardan tenzih eder, beden ve ruhunu maddi ve manevi her tür-
lü kir ve kötülüklerden anndırmaya çalışır. Bütün haramlardan, mekruhlar-
dan, şüpheli şeylerden uzak durur. İçiyle dışıyla, evi ve çevresiyle pak, nezih
ve temiz olmaya çaba göstererek bu mübarek isme ayna olmaya gayret eder.
Özellikle de inancını hurafelerden, ilmini vehim ve kuruntulardan anndırma
ya özen gösterir.
,
56/9· Ey gerçek hayat sahibi olan Hayy! 0 ;_r Ç
Hayat kelimesinden sıfat olan "Hayy" kelimesi, kısaca "hayat sahibi, diri"
anlamına gelir. Allah'ın sıfah olarak ise, alimler tarafından farklı farklı biçimde
anlaşılmışhr. Taberi, bu farklı görüşleri şu şekilde nakleder:
2) Bundan sonra Haşir'den bahseden bir konuda bu isme yer verilir: "Yüz-
ler, Hayy ve Kayyfun'a boyun eğmiştir." (20:111) Mahşerde O'nun Hayy vasfı
kemaliyle zuhur edecektir. Bütün hayatiann sahibi olan Kamil Hayy, onlardaki
emanet olan hayatlan geri alıp onları ölüme mazhar etmiştir. Sonra hepsini bir
araya toplayarak yine onlara hayat vermiş, Hayy'ın ancak Kendisi olduğunu
onlara bir kere daha göstermiştir.
3) Allah O Ha yy' dır ki, bu isminin tecellisiyle, ölü ve karanlık maddenin içi-
ne giren bir sır, panlhlar halinde o ismin Sahibine şehadet eder. Tecellinin de-
ğişme zamanı gelip de, o sır alınınca, hayat maddesi, ölümle öbür maddeler-
den bir madde haline dönüşmekle de, yine O Hayy'e şehadetini yeniler.
4) Bir ayette de, "O'dur Hayy; O'ndan başka ilah yoktur." buyrulmakla,
kamil manada tek Hayy'ın O olduğu belirtilir.
5) Bu vasıf iki ayette de el-Hayy el-Kayyfım şeklinde gelir. (2:255; 3:2)
Demek ki bu ilahi vasıf, ya "ölümsüz" sıfahyla, ya hasr ifadesiyle veya el-
Kayyfım ismiyle birlikte getirilerek, bildiğimiz diriler gibi bir dirinin değil, aş
kın ve yüce bir Zat'ın huzurunda olduğumuz habrlahlmışhr. (Suat Yıldınm,
a.g.e., s. 202-205)
Diğer Esrna-i Hüsna, aynı zamanda Allah'ın "Hayy" ismine delildirler:
Bütün varlıklarm düzenienişinde eseri görünen hahi ilme şehadet eden bü-
tün deliller, kainah idare eden kudreti ispat eden bütün bürhanlar, kainahn
düzenleme ve idaresinde hükmeden irade ve tercihi ispat eden bütün hüccet-
ler, Allah'ın kelamının ve İlahi vahyin vesilesi olan peygamberlikleri ispat
eden bütün alarnet ve mucizeler vb. yedi İlahi sıfata şehadet eden bütün delil-
ler; ittifakla Hayy ve Kayyfun Zat'ın hayahna delalet, şehadet ve işaret ediyor-
lar. Çünkü, nasıl ki bir şeyde görmek varsa, hayah da var; işitmek varsa, haya-
tın alametidir; söylemek varsa, hayahn varlığına işaret eder; seçme yeteneği ve
irade varsa hayah gösterir. Bu kainatta eserleriyle, varlıklan kesin ve apaçık
olan sınırsız kudret, her şeyi kuşatan irade ve her şeyi içine alan ilim gibi hahi
sıfatlar da, bütün delilleriyle zat-ı Hayy ve Kayyfım'un hayahna, zorunlu var-
lığına ve bütün kainah bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir panlhsıyla bütün
ahiret diyannı bütün zerreleriyle hayatiandıran daimi hayahna şehadet eder-
ler. (Bediüzzaman, Lem'alar, s. 334-335)
"Kayyfım"; varlığı daim, her şeyi muhafaza eden, değişmez, kendi kendine
yeten, görüp gözeten, her varlığın muhtaç olduğu ortam ve şartlan sağlayan,
her varlığın işlerini yoluna koyan vb. manalara gelir. Yüce Allah, hem değişip
344• Kur'In vr Hikmrt lşıOında CEVŞEN ŞERH!
yok olmayan, hem de yarathğı her şeyin idaresini uygun biçimde yürütendir.
Gökleri, yeri ve onlardaki her şeyi varlıkta tutandır. Her şeye, mukadder olan
vakte kadar durması için sebeplerini ihsan edendir.
Kayyfun ismi, Kur'an'da üç ayette geçer. (2:255; 3:2; 20:73)
Şu kiinattaki gök cisimlerinin ayakta kalışlan ve devamlan, kayylımiyet
sırnna bağlıdır. Kayylımiyet tecellisi bir dakika olsun yüzünü çevirse, bir kıs
mı yerküresinden bin defa büyük milyonlada küreler, şu uçsuz bucaksız uzay
boşlu~da dağılacak, birbiriyle çarpışacak, yokluğa dökülecekler. Nasıl ki,
havada binlerce muhteşem saraylan tam intizamla uçaklar gibi durdurup gez-
diren bir zat'ın kayylımiyet gücü, o havadaki sarayların sehat, düzen ve de-
vamlan ile ölçülürse; Kayyüm olan Allah da, sayısız gök cisimlerine, nihayet
derecede düzenlilik ve ölçü içinde kayyümiyet sırnyla bir kıyam, bir beka, bir
devam vererek, bir kısmı yerküresinden bir milyon defa daha büyük milyc•n-
larca muazzam küreleri direksiz, dayanaksız, boşlukta durdunnakla beraber,
her birini bir görev ile görevlendirip gayet muhteşem bir ordu şeklinde Kendi-
ne tam bir bağlılıkla itaat ettinnesi, ism-i Kayyfun'un tecellisine bir ölçü oldu-
ğu gibi, her bir varlığın zerreleri de, yıldızlar gibi, kayyümiyet sırrıyla ayakta
kalıyor ve varlıklanru sürdürüp devam ettiriyorlar.
Bir canlının bedenindeki zerreterin her bir organa özgü bir şekil ile küme
küme toplanmalan, sel gibi akan urısurların fırhnalan içinde vaziyetterini mu-
hafaza edip dağıimamalan ve düzenli bir biçimde dunnalan, besbelli ki kendi
kendilerinden olmayıp, aksine kayyümiyet sırrıyla olduğundan; her bir beden
düzenli bir tabur, her bir tür, muntazam bir ordu hükmünde olarak bütün can-
lılar ve terkip halindeki varlıkların yeryüzünde ve yıldızların uzayda dunnala-
n ve gezmeleri gibi, bu zerreler de sayısız dilleriyle kayyümiyet sırrını ilan edi-
yorlar. (Bkz. Bediüzzaman, Lem'alar, 340-356)
Merhum Ali Osman Tatlısu'nun şu tespitleri ne kadar yerindedir:
Nasıl ki ruh, bedenin bütün zerrelerine, hücrelerine, en ince kısımlarına ha-
yat ve intizam serpiyor. Bu sayede vücuttan çekici bir güzellik, zindelik ve sağ
lık fışkınyor. Beden her an ruhun bu feyiz ve inayetine muhtaçtır. Bu kesildiği
an çirkin ve ürkütücü bir hal alır. Bunun gibi, kainahn her zerresi, her an Al-
lah'ın inayetine, yani, işlerinin yoluna konulup varlıkta bırakılmasına itina ve
özen göstermesine muhtaçbr. (Tatlısu, a.g.e., s. 173-174)
Ey gafil insan! Yüce Allah'ın senden başka nice nice kullan var. Öyleyken O
seni görüp gözebne işini, sanki senden başka kulu yokmuş gibi, hususi bir
ehemmiyetle yerine getirmektedir. Senin ise, O'ndan başka tutanın ve gözete-
nin yokken, seni bıraklverdiği takdirde, sanki elinden tutacak, hayabm kurta-
racak başka himaye edicilerin varmış gibi, kulluğunda tembellik edip gevşek
lik gösteriyorsun. Allah'ın rahmeti, inayeti ne büyük, senin gafletin ne derin!
(Tatlısu, a.g.e., s. 174)
Kur'In ve Hikmet JııOında CEVŞEN ŞERH! • 345
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-57-
müthiş büyük küreleri, sapan taşlan misali ve fabrika çarkları gibi etrafında
döndüren bir zat'ın kudret ve hikmetinin derecesini o ölçüde gözler önüne se-
riyor.
Yine, gökyüzünde öyle bir ihtişam içinde bir panldama ve süslü bir tebes-
süm var ki, Yüce Sanatkarının ne kadar muazzam bir saltanah, ne kadar güzel
bir sanah olduğunu gösterir. Donanma günlerinde sayısız elektrik lambaları
run, o memleket sultanının ihtişam derecesini, teknik ve medeniyetteki ilerle-
me seviyesini gösterdiği gibi, şu uçsuz bucaksız gökler, o muhteşem ve süslü
yıldızlanyla Yüce Sanatkannın mükemmel saltanahru ve güzel sanahru öylece
dikkatli gözlere gösteriyor.
öte yandan, çok değişik ve küçük cisimleri, ya da canlıları döndüren, bır
vazife için çekip çeviren ve özel birer ölçü ile her birini belli bir yolda sevk ve
idare eden bir zat'ın güç ve hikmet derecesini, hareket eden o cisim veya canlı
Iann O'na itaat ve ba~lılıklannı gösterdikleri gibi, koca gökler o dehşetli aza-
metiyle, hadsiz yıldızlanyla ve o yıldızlar da dehşetli büyüklükleriyle, son dE--
rece şiddetli hareketleriyle beraber zerre miktar ve bir saniyecik kadar sınırla
nru aşmamalan, yörüngelerinden sapmamatan ve görevlerinden geri kalma-
malan, Yüce Sanatkirlannın ne kadar ince bir özel ölçüyle Rububiyetini yürüt-
tüğünü dikkatli gözlere gösteriyor.
Mesela, göğün süslü tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındına bir lambayı
takmak, gece ve gündüz denilen iki iplik ve yazıyla kış ve yaz sayfalannda
İlahi mektuplar hükmündeki bitki ve canlılan dokumak ve yazmak için o gü-
neşi bir mekik ve nur hokk.ası haline getirmek; yine yüksek minare ve kuleler-
deki büyük saatierin parlayan akrepleri misali, gökk.ubbesinde Ay'ı, zaman de-
nilen büyük saat için bir akrep yapmak, de~ik çok hilaller biçiminde her ge·
ceye sanki ayn bir hilal bırakıp, sonra dönüp onlan toplatmak, menzillerindt~
tam bir ölçü ile, ince bir hesapla hareket ettinnek ve gökk.ubbesinde parlayan.
gülümseyen yıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz
bir rububiyet saltanahnın işaretleridir. Akıl sahiplerine O'nu tanıtan muhte-
şem bir uluhiyetin simgeleridir, düşünen kimseleri imana ve tevhide davet
ederler. (Bediüzzaman, Sözler, s. 563-565)
1 , •
cins-i hayvanı memleketinin dörtbir yanında seyahat ettinnek için ona bindir-
miş.
Her bir vadi ve dağdaki, her bir çöl ve sahradaki her bir çiçek ve meyve, her
bir nebat ve ağaç, hatta her bir hayvan ve taş, nakış ve izleri açık bir mühürdür
ki, dikkatli bir nazara şunu gösteriyor: Bu eserin Sahibi, kendi tür ve cinsinin
Sahibinden başkası değildir. O mek.iru ibretli yazılarla dolduran da O'dur. Ka-
ra ve deniz sayfalannı bitki, hayvan ve ağaçlarla yazan da O' dur. (Bediüzza-
man, Tefekkürname-Marifetname)
«Bütün noksan sıfatiardan münezzehtir o Zat ki, bir bahçeye benzeyen arz-
ını, sanatının sergisi, yaratıklannın toplanma yeri, kudretinin mazhan, hikme-
tinin medarı, rahmetinin çiçekdanlığı, Cennet'inin tarlası, mahh1kahrun geçiş
yeri, peşpeşe gelen kafilelerin seyirg.ilu, mevcudatının akış yeri, masnuahnın
ölçeği yapmışhr. Bütün bu gelip geçen kafileler O'nun ilminin mucizeleri, (Cel-
le celalühü) sanahnın harikaları, cömertliğinin hediyeleri, h1tfunun bürhanlan,
dar-ı ahiretteki ilisanının müjdecileridir. Şu halde, meyvelerinin süslenmelerin-
den çiçeklerin tebessümü, çiçeklerin yapraklan üzerinde yağmurların serpiş
tirilmesi, seher nesimlerinde kuşlann ötüşmesi; annelerin, küçük yavrulanna
aayıp merhamet etmeleri, eşyarun ve ağaçlann süslenmesi, çiçeklerin ve mey-
velerin kendilerini zihayahn nazarianna arz etmesi, ancak mahlukahru seven
bir Sani'in cinlere ve insanlara, ruh ve hayvanlara, melek ve cinlere Kendisini
tanıthnnası, bir Halik-ı Rahman'ın Kendisini sevdinnesi, bir Mün'im-i Han-
nan'ın merhametini ortaya koyması, bir Muhsin-i Mennan'ın şefkatını göster-
mesidir. Bu, delil ve bürhanla, hatta gözle görmekle sabittir.>> (Bediüzzaman,
Tefekkünıame-Marifettıame)
, -: ., ,
57/3· Ey her şeyde delilleri bulunan! 0 ~\'~ !~ ıf ~;. ~ Ç
Bir Arap şairi olan Lebid b. Rabia ünlü bir beytinde şöyle der:
ı •
• ~\'1
, ~
""·'.""/~ - W.G
.. -
ı, i ı ~
•
J
~~ ·~·
JJ , • ,
,_
--: •
r
• ·,
348 • Kur'An vt Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI
Yani, "Hayret! Nasıl Allah'a isyan edilir? Ya da nasıl bir inkara O'nu inkar
eder? Oysa, her bir şeyde O'nun bir oldu~u gösteren bir delil vardır. Her
hareket ettirme ve durdurmada her an Allah'a bir şihit vardır."
Bir başka şair de,
Yani, "Kainat kitabının sabrlanru iyi oku! Çünkü onlar, en yüce a.Iemden
sana yazılmış mektuplardır."
Buraya kadar olan isi.mlerin ve bundan sonrakilerin açıklamalannda sayısız
tevhid delillerine yer verdik.
"Da~lann içinde zihayata lazım olan her nevi menba'lar, sular, madenler,
maddeler, ilaçlar o kadar hakimane ve müdebbirane ve kerimane ve ihtiyatka-
rane iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki; bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Ka-
dir'in ve hikrneti nihayetsiz bir Hakim'in hazineleri ve ambarlan ve hizmetkar-
lan olduklannı ispat ederler, diye anlar. Ve sahra ve da~lann da~ kadar vazife
ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip, dağiann ve sahralann
umum hikrnetleriyle, hususan ihtiyati iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti
ve söyledikleri "U ilahe illa Hü" tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebahnda ve
sahralar genişliğinde ve büyüklü~nde görür, "Amentü Billah" der. (Şualar, s.
114)
Ey da~lan zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadir-i Zülcelal! Resul-i
Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın talimiyle ve Kur'an-ı Hakim'inin dersiyle an-
ladım ki, nasıl denizler acaibleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar, öyle de:
Da~lar dahi, zelzele lesirabndan zeminin sükünetine ve içindeki dahili inkıla
bat fırtınalanndan sükütuna ve denizierin istilasından kurtulmasına ve ha-
vanın gazat-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlanna ve
zihayatlara lazım olan madenierin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hik-
metleriyle Seni tanıyorlar ve taruttınyorlar.
Evet dağlardaki taşiann enva'ından ve muhtelif hastalıklara ilaç olan mad-
delerin aksamından ve zihayata, hususan insanlara çok lazım ve çok mütenev-
vi olan madeniyahn ecnasından ve dağlan, sahralan çiçekleriyle süslendiren
350 • Kur'3n vt Hikmtt l$ı4ında CEVŞEN ŞERH!
,,,., ,
.,.,.,,,."" ,
.,
"~ .. ~ ı<~~ ~.:UI sımnca: Her şeye, o şeyin kabiliyel-i mahiyeti-
- ı.J"' '
ne göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü sanat ile tertip edilip, en kı
sa yoldan, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekil
de, (mesela kuşlarm elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalanna
ve istimal etmelerine bak) hem israfsız hikmetli bir tarzda vücud vermek, suret
giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sani' -i Hakim'in vücub-u vücuduna
şehadet ve bir Kadir-i Alim-i Mutlak'a işaret ederler." (Sözler, s. 665)
"Evet, ziya, O'nun türlü türlü sanatlanru göstermek, teşhir ve tenvir etmek
istemesiyle parlar. Rüzgarlar, O'nun, Kendi emirlerini, masnuatına ulaştırmak
maksadıyla görevlendirmesi ve estirrnesiyle eser. Nehirler, O'nun varidahru
depolama ve emrine boyun eğdirmesiyle yerden fışkınr. Taşlar, hayat sahibi
kullarının istifadesi için donatması ve idaresiyle süslü vaziyetler alırlar. Ç;çek-
ler, O'nun, mahlukatina Kendisini taruttırması ve sevdirmesi için süsleme;;i ve
Kur' .ln ve H ik m et l~ıQında C E VŞ E N Ş ER H i • 353
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başkıı ilah yok ki
bize imdat ttsin. lman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-58-
Hz. Yunus (a.s.) gibidardave zorda kalmış, kendisini kuşatan bütün sebep-
ler aleyhine dönmüş, hiç kimse ve hiçbir şeyden bir ümit ve beklentisi kalma-
mış, teryadına kulak verecek, şikayetini dinieyecek herkesi yitirmiş kimselerin
feryat ve şikayetinin yankı bulduğu tek yer O'nun dergahıdır.
Merhamet edecek kimsesi olmayana özel rahmeti, hususi ihsanı ve her şeye
bedel gelen şefkat nazanyla merhamet eden O'dur.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
356 • Kur'in vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHi
-59-
o~~' ı;;
,
~lb:t ç
59/1· Ey Kendisini her şeye bedel yeter görenlerin Kifi.si!
Bir ayet-i kerimede cevabı belli olan i~eleyici bir sonıyla şöyle buynılur:
"Allah kuluna kifi değil midir?" (39:36)
Allah' ı kafi gören, O'na tevekkül edip bel bağlayana O elbetteki kifidir.
Bediüzzaman bunun gerekçesini şöyle açıklıyor: "Allah'a tevekkül edene
Allah kafidir. Allah, kamil-i mutlak olduğundan lizatihi mahbuptur. Allah mü-
cid, vacib'ü-1-vücud olduğundan kurbiyetinde vücud nurlan, bu'diyetinde
adem zulmetleri vardır. Allah melce ve mencedir. Kainattan küsmüş, dünya
ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence O'dur. Al-
lah bakidir, alemin bekası ancak O'nun bekasıyladır. Allah maliktir, sendeki
mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah ganiyy-i mugnidir, her şeyin
anahtan O'ndadır. Bir insan, Allah'a halis bir abd olursa, Allah'ın mülkü olan
kamat, onun mülkü gibi olur." (Nursi, Mesnevi, s. 130)
Allah'ın fıtri
ve tekvini olarak hidayeti her varlığı kapsar. Kitap indirirken,
peygamber gönderirken istisnasız herkesi doğru yola iletineyi amaçlar. Ancak,
verdiği türlü türlü hidayet vesilelerinden tercihiyle yararlananlan ancak i ma-
na, hidayete ve bunların sonucu olarak da Cennet'ine kavuştunır. Dolayısıyla
bu anlamda hidayetini bulmak için bunu İstemek lazım.
0~~\ı;;j~Ç
, ,
Biricik ve gerçek şifa kapısı O'nun Şafi ismidir. O, maddi ve manevi dert, sı
kınh ve hastalıklan için şifa isteyenlere şifa bahşedendir. Sebeplerine sanldık
tan sonra şifayı O'ndan istemeli.
0 --.-:!-:_ ·ı ,, ! .- 1'
·~ ı:r~':t
59/7. Ey maddi ve manevi zenginlik isteyenleri zenginleştiren!
r:\.~u'·,·ı
\:.,ll • ~ ı;r-jy ~
, ~~~
, ,
Yüce Allah ihtiyaç ve dileklerini Kedisine arz eden kullannın her ihtiyacını,
eksiksiz, tastamam ve yeterli derecede yerine getirendir.
Bir ayet-i kerimede gerçek anlamda biricik kuvvet ve kudret sahibinin Yüce
Allah olduğu kuvvetle vurgularur:
"O'ndan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur." (18:39)
Buna göre, O, kuvvetinden yardım ve destek bekleyen herkese, sınırsız
kuvvetiyle imdat eden ve başkaca hiç kimsenin kuvvetine muhtaç bırakma
yandır.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
K ur' 3 n ve H i k m et 1~ı g ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ • 359
-60-
Evvel ve Ahir isimleri, Allah'ın vasfı olarak Kur'an'da sadece bir ayette geç-
mektedir: "O'dur, Evvel, Ahir, Zahir ve Bahn. Ve O, her şeyi bilendir." (57, 3)
Hz. Peygamber (a.s.m.) de, ilgili Esrna-i Hüsna Hadisi'nden başka, kendisi-
nin bizzat okuduğu ve kızı Fabma'ya (r.anha) da öğrettiği bir duasında Evvel
ve Ahir isimlerine yer vermiş, manalarını da açıklamıştır. Dua şu mealdedir:
"Ey yedi gök ve büyük Arş'ın Rabbi, ey Rabbirniz ve her şeyin Rabbi, Tevrat'ı,
İncil'i ve Kur'an'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açan Allah'ım! Dizgini Senin
elinde olan her şeyin şerrinden Sana sığınırım. Sen Evvel'sin, Sen'den önce
hiçbir şey yoktur. Sen Ahir'sin, Sen'den sonra hiçbir şey yoktur. Sen Zahir'sin,
Sen'den üstün hiçbir şey yoktur, Sen Babn'sın, Sen'den öte hiçbir şey yoktur ... "
(Müslim, Zikir 61; Ebu Davud, Edeb 109; İbn Mace, Dua, 2,15)
"Evvel" kelimesi sözlükte, "Zaman veya rütbe bakımından önde olan" de-
mektir. Allah'ın sıfab olarak ise, "Bütün varlıklardan önce olan, hiçbir şeyin
Kendisinden ileri bulunmadığı zat" diye tanımlanır. Allah, her şeyden hatta
zamandan bile öncedir. Çünkü zaman da dahil olmak üzere, her şeyi var eden
O'dur. "Kıdem" terimiyle bilinen İlahi sıfat, bu "Evvel" isminden alınrnışhr.
Yüce Allah, ezeli olduğundan varlık bakınundan bütün yarattıklarından
öncedir. O, bütün kutsi sıfatlarıyla ve güzel isimleriyle her mevcuttan önce bu-
lunan, sonradan olmaktan ve zamandan münezzeh olandır. Hiçbir şey yokken
O vardı. Şu gördüğümüz ve göremediğimiz bütün varlıklar hep O'ndan sonra
ve O'nun var etmesiyle olmuşlardır. öte yandan. rütbe ve önem bakımından
da bütün her şeyden öncedir. O'nun büyüklüğü, önemi, hakkı yarahklannkiy-
le mukayese edilemeyecek kadar öncelik sahibidir. O, her şeyden önde tutul-
360 • Kur'.ln vr Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH İ
malı, hakkına öncelik tarurunalı, O'nunla ilgili her iş, her şeyden önemli göriil-
melidir.
Ahir ise, "Varlıkların geçip gitmesinden sonra baki olan" demektir. (Alusi,
a.g.e., XXVII, 165) Bu isim Kur' an' da bir tek yerde geçmekle beraber, Allah m
Baki olduğu, başka ayetlerde yer almaktadır. "O'ndan başka ilah yoktur.
O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve ancak O'na
döndürüleceksiniz." (38:88)
Allah, sönüp giden bütün mevcudatın ardından bütün isim ve sıfatlanyla
baki kalan ebedi Zit'br. O'nun Zit'ı dışındaki her şey fanidir. O, yaratbğı ve
varlık tabaka ve dairelerinden birinden ötekine gönderdi~i yaratıklannın bu
intikalinden etkilenmekten münezzehtir. Her şey, kendisine mahsus bir varlık
tabaka ve dairesinden çıkanlıp, şu dünyarmza bir süre görev yapmak için
gönderilir, arkasından buradan da bir yönden bahp başka bir varlık daires-ine
sevk edilir. Ama, her şeyin yarabcısı olan Yüce Allah, bütün bu intikallerden
sonra hep baki ve varistir. Her şey değişik açı ve yönlerden yok olur, fakat O
hep baki kalır ve asla yok olmaz.
Allah, bütün varlıklarm mevcudiyetinin O'ndan olması bakımından Evvel
olduğu gibi, ariflerin manen ulaşabilecekleri son menzil olması bakımından da
Arur'dir. Ariflerin derecelerinin son basamağı O'nu tanımaktır. Marifetullah-
tan önce hasıl olan her marifet, marifetullaha bir basamakhr. Son menzil, erişi
lebilecek son derece ve son hedef, marifetullahtır.
Allah'ın, Evvel ve Ahir isimleri, bpkı di~er zıt manalı vasıfları gibi, ayrı ayn
değil birlikte anılmalıdır.
Allah, Evvel olduğuna göre, O'ndan önce hiçbir varlık yoktu. Şu anda gör-
dü~üz ve görmedi~ ne varsa hepsi O'nun eseridir. Bütün sebepleri ya-
ratan, neticeleri birer meyve gibi sebeplere ba~layan, sebep sonuç kanunlarını
var eden O'dur. O halde sebeplere takılıp kalırunamalı. Sebepler ortadan kalk-
sa da onları yeniden yaratıp istihdam edebileğini bilmeli. O var olduktan sonra
bizim için her şey var. Biz ve tüm canlılar tesadüf oyuncakları değiliz. Biz he-
nüz yaratılmadan çok önce muhtaç olduğumuz her şeyi de yaratan, hizmeti-
mize hazır hale getiren Yüce Rabbimiz, bizi bir an olsun rahmet ve gözetımin
den ırak tutmaz.
öte yandan, bel ba~ladığırnız ne varsa hepsi de sonunda elirnizden çıkıp
yok olacak, tüm hayat sebep ve vesilelerimiz ortadan kalkacak. Hepsinden
sonra kalacak olan da yine merhamet ve keremisonsuz Rabbimizdir. Bizi yeni-
den yaratıp, bizim için yepyeni bir alem ve bambaşka bir hayat bahşedecek
olan O'dur. Başta O var, sonda da yine O olacaktır. Her şey varlık ve bekasmı
O'na borçlu olduğuna göre yalnızca O'na kul olmalı, O'nu razı etmeli, ebedi
huzura ermeli.
Kur'~n ve Hikmet l~ıOrnda CEVŞEN ŞERHI •361
zahir ve Babn isimleri Kur'an-ı Kerim'de sadece bir yerde (57:3) Yüce Al-
lah'ı nitelernek için kullarulmışhr.
a) Her şeye galip, her şeyin üstünde olan Yüce. Hz. Peygamber (a.s.m.)'in
şu duası da bu manayı kuvvetlendinnektedir: "Zihir Sen'sin ki, Sen'den üstün
bir şey yoktur, Bahn Sen'sin ki, Sen'den öte (daha içerde, daha gizli) bir şey
olamaz." (Müslim, Zikir 61)
b) İşleriyle apaçık olan.
c) Rububiyetinin gerçekli~ine ve birli~inin do~lu~a dair açık delillerle
her şeyin üstünde olan.
Batın ise, "butUn" mastarmdan gelip, sözlükte "Gizli olan veya içerde olan"
anlamına gelir. Allah'ın sıfah olarak da şu şekillerde anlaşılmışhr:
b) Her şeyin içine (ilmiyle) nüfuz eden, her şeye her şeyden daha yakın
olan.
c) Gizli olan (gayp)'lan çok iyi bilen.
d) Varlı~ ile zahir, ama künhü ve hakikatiyle bahn.
e) Mütefekkirlerin akıl ve kalp gözlerine tecelli etmekle beraber, maddi göz-
lerden saklı olan.
İmam-ı Gaz.ili, her şeyden daha zahir olmasma rağmen Allah'm, aynı za-
manda Batın olmasını bir temsilleşöyle açıklar:
"Var sayalım ki, güneş, istisnasız bütün cisimleri devamlı aydınlatmakta ol-
sun. Hiçbir şekilde hiçbir cisim üzerinden onun ışığı eksik olmasın. Yani hiçbir
cisim, hiçbir suretle karanlı~a maruz kalmasın. Bu durumda ışı~ mevcut ve
renklerden başka bir şey oldu~un anlaşılması güçleşecektir. Çünkü ışı~
zıddı olan karanlık görülmemiştir. Onun için, ışı~ın varlığını anlamak zorlaşa
cakbr. Ha.lbuki ışık. her şeyin en zahir olarudır. Varlıklar içinde ilk göze çar-
pan, varlığını ilk belli ettiren ışıkbr. Hatta her şeyin görülmesini sağlayan da
odur.
Görüldüıti gibi. (örneğimizde) eşyanın en zahiri olmasına, hatta diğer var-
lıkların görülmesini de sağlamasına rağmen, zıddı bilinmediği için ışı~ varlı-
362 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
Yine İmam-ı Gazili'nin ifadesiyle, "Şaru Yüce Allah, duyu organlannın id-
raki ve hayal gücü ile aranacak olursa batındır; deliller yoluyla ve akıl hazine-
siyle aranacak olursa Zahir'dir. Bütün açıklığına rağmen Allah'ın görülmemesi
zuhurunun şiddetinden dolayıdır. O'nun zahir oluşu, batınoluşunun sebebini
oluşturmuştur. Nuru, zuhurunun perdesidir." (Gazali, a.g.e., s. 99)
Hal ık sıfatının mastan "halk", Arapça' da, düzgün biçimde tasariama ve öl-
çüp biçme anlamına gelir. Bir şeyi, hiçten, örneksiz ve modelsiz olarak yaratma
için de kullanılır.
Her iki anlama göre de Allah, Hhlık'hr. Yani, mahlukatı önceden takdir
edip planlayan, daha sonra da bu plana uygun olarak ya yoktan veya bir başka
maddeden var edendir. O, yoktan yaratma konusunda biricik; takdir edip
planlama ve başka bir maddeden meydana getirme bakımından da, eşsiz, mü-
kemmel ve gerçek anlamda "Halık"tır.
Allah'tan başka hakiki Hhlık ve yaratıcı yoktur. İnsan gibi varlıklarm yap-
tıklannın da gerçekte yaratıcısı Allah'hr. Zahiri var ediciler, birer sebep ve per-
deden başka bir şey değildirler.
Kainat, içindeki tüm varlıklarla birlikte O'nun eseridir. Bilimin belirttiğine
göre, kainat 15-20 milyar sene kadar önce yaratılmıştır. Bu yaradılış ibda' tar-
zındadır. Çünkü ortada uyulacak, örnek alınacak hiçbir kanun, model, plan,
Kur'An ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH! • 363
örnek, madde, süre ve suret yoktu. Hiçbir şeyle kıyaslama yapılmamış, ölçü-
sünü, şeklini, süresini, suretini, kısacası her şeyi bizzat Allah Teala belirleyerek
emsalsiz bir biçimde yaratmışhr. Sonraki yaratmalar daha çok elementlerin bir
araya getirilmesi tarzındadır ki bu da ikinci kısma (inşa) girer.
Hem ibda ve hem de inşa tarzındaki yaradılış hala devam ebnektedir. Çün-
kü yarahlan her bir varlık, belli bir plan ve program içerisinde yarahlmakta,
ona değişik birçok sıfat, özellik ve vaziyetler verilmektedir. Bir sanat eserinde-
ki titiz plan ve proje, ince sanat ve güzel nakış, motifler ve tezyinat, harika
denge ve uygunluk, büyüleyici ihtişam, nasıl sanatkannın ortaya koydu~ be-
dii/eşsiz bir eser ise ve o eser, bir taş ve tahta yığını veya maden killçesi olarak
görülemiyorsa, tabiatta her an yarahlmakta olan planlı, programlı, ölçülü,
dengeli, sanatlı yaratılış ve özelliklerin her biri de birer ibda' dır, hiçten, yoktan
yarahlmadır. Sanat eseri, taş, tahta veya madenden de yapılmış olsa, onlann
belli ölçü ve miktarlarda bir araya getirilmesinde olduğu gibi, tabiattaki her bir
eşyanın belli madde ve elementlerden derlertip toplarıması da inşa tarzındaki
yaratmadır.
Allah'ın "Halık" ismini daha iyi anlayabilmek için insan kendi vücuduna
bir baksın. Küçücük bir zigotun (döllenmiş yumurta) bölünüp çoğalarak mey-
dana getirdiği yüz trilyon hücrelik insan vücudu, şüphe yok ki, o şuursuz zi-
gotun marifeti değildir. Onu belli ve hassas bir plan ve program dahilinde ya-
ratan sonsuz Kudret, hangi elemenlin hangi organda, hangi organın vücudun
neresinde ve nasıl yer alacağını en ince aynnhsına vanncaya kadar planlayıp
öyle yaratmaktadır.
Vücudumuzda kullarıılan elementler, elbetteki rastgele ve gelişigüzel yı
ğılmış da insan vücudu meydana gelmiş değildir. Sanatkan olan Allah o ele-
mentleri adeta hikmetle yo~rmuş, görebilen, işitebilen, düşünebilen harika
bir sanat eseri ortaya çıkarmışhr. İnsan; şekli, biçimi, görünümü, rengi, hep-
sinden önemlisi hayah, kalbi ve kalbe bağlı duygu ve kabiliyetleri itibariyle
yoktan yaratmanın (ibda) güzel bir tecellisi olmaktadır. Elementlerin bir araya
getirilip vücudun yarahiması da inşaya örnektir. Kainat, her an, her saniye bu
iki çeşit yarahlışın sayısız örnekleriyle dolup taşmaktadır. Aynı elementler,
aynı su, aynı ışık ve aynı topraktan dokunmakta olan nice canlı ve cansız türle-
rin, cinslerin, fertterin her birinin şekil, suret, renk, koku, tat, canlılık, duygu,
mizaç ve kabiliyel bakımından farklı farklı yarahlışlannı ve her an maruz kal-
makta olduklan değişiklikleri görmemek mümkün mü?
Yüce Allah, her bahar, sayısız canlı varlıklann şekillerini, suretlerini, renk-
lerini, bitkiyse kokulannı, tatlarıru, kısaca cevher ve ana maddelerinden başka
bütün özelliklerini yoktan yarahyor. Küçük bir su sızınhsının büyük bir kay-
nağa işaret ettiği gibi, teferruatta inşa suretindeki bu yaratma, o varlıklarm ana
364 • Kur'in vr Hikmrt l~ı§ında CEVŞEN ŞERHi
Kısaca,
kainat ve içindeki tüm varlıklar Allah' m bu sıfabru ispat etmektedir.
Şu kainat sanki bir sanat sergisidir. Her şey son derece harika, mükemmel ve
göz kamaştına sanatlılık ve güzelliktedir. Nihayetsiz bolluk ve çeşitlilik, bu
sanat eserlerinin de~er ve kalitesini düşürmüyor. Bir bahardakuru bir toprak-
tan yarablan sayısız gül ve çiçeklerin istisnasız sanatlı ve göz alıa olması, bu
gerçeği ispata yeter. İşte kainat, içindeki sanat eserleriyle birlikte Halık'lanrun
büyüklü~ü haykınyor. Bütün insanlan O'na imana ve itaate çağınyor.
Gerçek anlamda rızık verici, nzıklandırma yetki ve özelliğine sahip tek var-
lık O'dur.
rette, müminlere yapbğı vaatlerde (39:74) Sidık'br. Kısaca, Allah, her sözünde
mutlak olarak doğrudur. (3:95) O'ndan daha doğru sözlü hiç kimse olamaz.
(4:87,122) Vaadinden ve ahdinden asla caymaz. (2:80; 2:9; 22:47; 39:20 vb)
Bu kökten, "doğru" demek olan sadık, bir ayette azarnet cem'i ile Allah'ı
tavsif etmektedir. Bu ayet En'am Süresi'nde yer alır. " ... Biz şüphesiz, sadık
olanlanz =Ve innale Sadıkün." (6:146)
Allah gerçekten de verdiği her sözde doğrudur. Sözünden asla caymaz.
Çünkü sözden caymak acizlikten doğar. İnsanlar hakkında bile çok çirkin bir
vasıfhr. Allah'ın, gücü ise her şeye yeter. O'nun hakkında acizlik, dolayısıyla
szden dönme de düşünülemez.
Allah ahdinde hulf etmez. Allah'tan daha fazla ahdine bağlı olan kim var-
dır? Allah, ahdin yerine getirilmesini emreder. (2:4, 40; 5:1; 6:152; 7:85; 11:85;
16:91; 17:34, 35; 22:29) Ahdine bağWık göstermeyenleri yerer. Allah ahdine
bağlı olanlan birçok ayet-i kerimede över. (3:74; 48:10; 76:7; 13:20)
Daha önce geçen Hak isminin izahı sırasında, bu isimle ilgili olarak da bilgi
verilmişti.
Allah, her şeyden öncedir. Çünkü, ezeli olup başlangıcı yoktur. öncelik iti-
bariyle O'nu geçen hiçbir varlık söz konusu değildir. O her şeyin önündedir.
O'nun irade ve tercihi de öncelik hakkına sahiptir. Hoşnutluğu her şeyin ba-
şında gelir.
Her şeyi sevk ve idare eden O' dur. Her varlığı, kendisi için tayin ve takdir
ettiği
bir kemale doğru ilerleten O'dur.
Hayvaniara iç güdü, insana da akıl vererek onlan ihtiyaçlan yönünde yürü-
tüp ilerletir.
Yağmuru, suya muhtaç yerlere sevk etmesi bu isminin tecellisiyledir:
"Görmüyorlar mı ki biz, otsuz, kır araziye su sevk ediyoruz, onun sayesin-
de, hayvaniann ve kendilerinin yiyecekleri ekinleri yetiştiriyoruz. Hila bunlan
görmeyecekler mi?" (32:27)
Mahşerde insanlan layık olduklan yerlere sevk eden de O'dur:
366 • Kur'in ve Hikmet 1\ı~ında CEVŞEN ŞERHI
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-61-
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın gölgeyi ve harareti meydana getirici vasfı
şöyle dile getiriliyor:
"Bakmaz mısın Rabbin gölgeyi nasıl uzahyor? Dileseydi onu hareketsiz kı
lardı. Sonra nasıl güneşi ona delil kılıyoruz? Sonra da nasıl tutup onu azar azar
Kendimize doğru dilediğimiz yere alıyoruz." (25:45-46)
ifade, gölge sahnesini canlandınrken, arka planda yüce Allah'ın planlayıa
elinin gölgeyi şefkatle uzattığını, merhametle kısalttığını gösteriyor.
Gölge, güneş ışınlanna engel olan cisimlerin yansıttıklan hafif karanlıkbr.
Gölge yerin hareketi ile birlikte güneşe karşı, gün boyu hareket eder. Bunun
sonucu yeri, uzunluğu ve şekli de~şir durur. Güneş, aydınlığı ile, sıcaklığı ile
ona yol gösterir, alanını, uzunluğunu ve kısalığını belirler. Uzarken, kısalırken
368 • Kur·~n vt Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞEIIHi
gölgenin adımlannı izlemek insanın içine bir ferahlık, bir huzur verir. Aynca
latif ve hoş bir uyan da verir. Çünkü gölge, latif ve her şeye gücü yeten, yoklan
var eden yarahanın, sanat izlerini taşır. Sonra gölge ve batmak üzere olan gü-
neşin yer aldığı sahne gelir. Güneş kaybolmak üzereyken gölgenin boyu gittik-
çe uzar. Sonra bir anda, evet bir anda, insan hiçbirini göremez olur. Güneş
ufukta gizlendikten sonra gölge de kaybolmuştur. Acaba nereye kayboldu?
Daha önce onu uzatan gizli el, şimdi de onu alıp götürmüştür. Her tarafı kap-
layan koyu karanlık içinde kaybolup gitmiştir. Gecenin gölgesi ve karanlığı
içinde eriyip gitmiştir.
Hiç kuşkusuz bu, yüce Allah'ın güçlü ve latif etidir. Ne var ki, insanlar, ev-
rende bu elin sanatını izlemekten gafildirler. Hiç yorulmadan her şeyi evirip
çeviren bu elin sanabm görmüyorlar.
"Eğer dileseydi onu hareketsiz kılardı." Gölgenin böylesine latif bir şekilde
hareket etmesini sağlayan, gözle görülen evrenin bu uyumlu yapısıdır, güneş
sisteminin bu ahenkli dolaşımıdır. Şayet bu uyumlu sistemde en ufak bir df'ği
şiklik olsaydı, bu değişikliğin etkisi mutlaka gördüğümüz gölgeye yansıyacak
h. Eğer dünya hareket etmeseydi, dünya üzerindeki cisimlerin gölgeleri de
uzayıp kısalmayacakh. Eğer dünya bugünkünden daha yavaş veya daha hızlı
hareket etseydi, buna paralel olarak gölge de daha yavaş veya daha hızlı uza-
yıp kısalacakh. Kısacası gölgenin oluşmasını ve gördüğümüz bu özelliklere
sahip olmasını sağlayan, gözlemlenen evrenin bu sistem içindeki uyumlu ha-
reket tarzıdır.
Hergün gördüğümüz, ama farkında olmadan geçip gitti!imiz bu tabiat
olayına dikkat çekilmesi, vicdanlarımızda evrenin sürekli canlı tutulmasına,
çevremizdeki evren aracılığı ile bilincimizin taze tutulmasına, aynı şekilde ola-
~anüstü evrensel salınelerin üzerimizde bırakhğı etkilere uzun süre görmeden
dolayı alışık olmanın kaybettirdiği duyarlılığımızın uyanlmasına ilişkin,
Kur'ana özgü sunuş yönteminin bir yönüdür. Akılların ve kalplerin bu ilginç
ve göz kamaşbna evrenle bağlan h kurmalanna yönelik, Kur' anın öngördüğü
hedefin bir parçasıdır. (Seyyid Kutub, Fi Zılal)
Yüce Allah'ın güneşe ve aya boyun eğdirerek, emrine arnade kıldığıru bdir-
ten birçok ayet-i kerime vardır. İki tanesi şu mealdedir:
"Allah O' dur ki gökleri, sizin de görüp d urduğunuz gibi, direksiz yükst·ltti.
Sonra da Arşının üstüne kuruldu. Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin em-
rinize verdi. Bunlardan her biri belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır. Bütün iş-
Kur'in ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 369
anlamak zordur. Bunlara göre, ölüm başlı başına bir varlık de~ildir ki var edil-
sin, yaratılsın. Biz ise diyoruz ki, ölüm de hpkı hayat gibi, başlı başına vücudi,
pozitif bir gerçek ve olaydır.
Mesela, tohum ve çekirdeğin toprak altında ekilerek çürümesi, onun ölü-
mü; tilizlenmesi de hayah kabul edilirse, filizi netice verecek şekilde çürütül-
mesi, çözülmeye maruz bırakılması ve adım adım, sanatta o güzel neticeye
doğru götürülmesi, yani ölümü, en az filiz vermesi yani hayab kadar sanatlı
dır, bir icat ve yaratmaya ihtiyac vardır.
Kuluçkaya konulan bir yumurtanın, bir civcivi netice verecek biçimde gün-
den güne ve içten içe bir kimyevi işleme tabi tutularak bir nevi çürütülmesi ve
sonunda içinden carılı bir yaratık olan civcivin çıkanlması, en az o civciv kadar
sanatlı, yaratma ve özen gerektiren bir faaliyettir.
Bir ayet-i kerime şu mealdedir: "Şüphe yok ki, Rabbimizin ş3nı yücelerden
de yücedir! Ne bir eş edinmiştir ve ne de evlat." (72:3)
.ıi•iı . ~. -- ~~--~~(.J'.,
0 ~ ıJ ~~ ~ ı:.r---:
, , '
1'
ı:r- ~
Yüce Allah' m "Ac:ze düşüp de bir desteğe muhtaç olmaması" vasfı bundan
önceki ismin açıklamasmda yer verdiğimiz ayet-i kerimede (17:111) aynı!n
geçmişti.
Hz. Peygamber, Ebu Musa el-Eş'ari'ye, Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat ~y"e
ken c.i.imle hakkında şöyle demiştir: "Ey Ebu Musa, sana Cennet definelerinden
olan bir sözü bildireyim mi?" Ebu Musa, "Evet ya Reswallah" deyince, "O 'La
havle veli kuvvete illa billahhr." cevabını vermiştir. (Buhari, Oaavat 67; Mus-
lim, Daavat 45) Seri Sakati, "Tevekkül, 'La havle vela kuvvete illa billah' diye-
rek kuvvet ve güçten sıynlıp çıkmandır.'' demiştir. (Kelabazi, Doğuş Devrinde
Tasaırvuf, s. 151) Bunun manası, günahtan dönmek ve taate yönelmek, zararı
defetmek ve fayda sağlamak kulun değil, sadece Allah'ın kuvvetiyle olur.
Bu İlahi vasfın açıklaması 38/lO'da geçti.
Sen bütiin kusur ve noksan sıfatiardan miinezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-62-
Her kim neyi dilerse, neyi amaçlarsa, neyi arzularsa ve neye niyet ederse
Allah hepsini bilir. Dolayısıyla herkese arzu ve niyetine göre davranır. Niyeti
Kendi rızası olanı, rızasıyla karşılar; niyeti nefsinin heva ve hevesini tatmin
olanı da bu arzularının sonucuyla baş başa bırakır.
Kur'In vr Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 37;
"._ ·ırJı
0 c.J.!of"' ". ·1,~
,. . ,. ı:r
·. , G.
,... .J' ~, "'- -
Başta Hz. Peygamber (a.s.m.) olmak üzere bütün kuvvetli iman sahipleri,
Allah'ı taruyanlar, hep Allah korkusundan ağlamışlar. Nitekim, Allah Resulü,
"Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardıruz!" buyurmuş. (Bu-
luıri, IV, 1689; Müslim, IV, 1832) Sahabe-i Kirim, zaman zaman Resulullah'ı, na-
mazda, ağlamaktan içinin, kazanın kaynaması gibi kaynadı~ı duymuşlar.
(Nesm, III, 13; Ahmed, Müsned IV, 25)
İşte, Yüce Allah her şeyi duyduğu gibi, korkusundan için için ve gizli gizli
ağlayan kullannın bu ağlayışlannı da duyar ve kesinlikle mük.lfatsız bırak
maz.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-63-
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle dikkat çekilir: "Yeryü-
zünde bulunan her şey fanidir. Ancak senin azarnet ve kerem sahibi Rabbinin
zat'ı baki kalır." (55:26-27)
Evet zahire mübtela olan akıl, şu keşmekeş kainatta perestiş ettiği şeylerin
zevalini görmek ile me'yusane feryad eder ve baki bir mahbubu arayan ruh
,
dahi~~~
.', , -::
,... ı........>l
. , ~ feryadıru ilan ediyor." (Sözler, s. 214-215)
63/2. Ey hatalan baiışlayan!
-
0!lia;Jı~~ ~
şulmasıru asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)'lan ise dilediği kimse-
ler için baıışlar." (4:48)
bat, s. 302)
"Bak şu güzel semaya, verdi ona irtifa' (yükseklik) vazeyleyip mizarn (öl-
çüyü)."
Şuayetler de aynı gerçe~e dikkat çekiyor:
"Allah O' dur ki gökleri, sizin de görüp durdu~nuz gibi, direksiz yükselt-
ti." (13:2)
"Siz ey haşri inkar edenler: Düşünün, sizi yeniden yaratmak nu zor, yoksa
gök alemini mi? İşte bakın: Allah onu nasıl da sa~lam bina etti! Onu direksiz
yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı." (79:27-28)
"Ey insan! O'nun esma ve sıfahna ait istidad-ı muhabbetini, sair bekasız
mevcudata verme; faidesiz mahlukata dağıtma. Çünkü asar ve mahlukat fani-
dirler. Fakat o asarda ve o masnuatta nakışlan, cilveleri görünen Esrna-i Hüsna
bakidirler, daimidirler. Ve esma ve sıfabn her birisinde binler meratib-i ihsan
ve cemal ve binler tabakat-ı kemal ve muhabbet var. Sen yalnız Rahman ismi-
ne bak ki: Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem'ası ve dünyadaki bü-
tün nzk ve nimet, bir katresidir." (Bediüzzaman, Sözler, s. 637)
"Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer,
Şaban-ı Muazzam'da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek'te bine çıkar ve
cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir'de otuz bine çıkar." (Şualar, s. 494)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Emıın ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-64-
Gaffar, çokça ve sık sık örten, bağışlayan demektir. O'nun, günahlan ne de-
rece bağışlayıa olduğunu Yüce Kelam'ından öğreniyoruz:
"Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını, dilediği
kimse için bağışlar." (4:48) "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunaniann Rab-
bi üstündür, çok bağışlayıcıdır." (38:66.) "Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı.
Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sanyor. Güne-
şi ve ayı emri alhna almışhr. Her biri belli bir süreye kadar akıp gider. O, aziz-
dir ve çok bağışlayandır." (39:5) "Doğrusu insanlar kötülük ettikleri halde Rab-
bin onlar için mağfiret sahibidir." (13:6) "Ben ise sizi, aziz ve çok bağışlayan
Allah'a davet ediyorum." (40:41-42) "Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O
çok bağışlayıcıdır." (71:10)
Allah, biz kullannın da öyle olmasını isteyerek bu isminin başka yönden te-
cellisini gösteriyor:
"Müminlere söyle: Allah'ın ibret dolu günlerinin geleceğini beklemeyenleri
bağışlasınlar."
(45:14) "Kim sabreder ve aifederse şüphesiz bu hareketi, yapıl
maya değer işlerdendir." (42:42) "Bu mükafat iman edenler ve Rablerine daya-
nıp güvenenler içindir. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçırurlar;
kızdıklan zaman da kusurlan bağışlarlar." (42:36-37)
İmam Gazali bu ismi daha geniş manada ele alarak Allah' ın, bu ismiyle kul-
lan üzerine üç örtü gerdiğini ifade etmektedir. Bu örtülerden biri, vücudunun
göze hoş gelen yerlerini dışanda, hoş gelmeyen yönlerini de görünmeyecek bi-
380 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
çimde yaratması;
ikinci örtüsü kalbinden geçirdi~, başkalan hakkında düşün
düğü düşüncelerini başkalanna bildirmemesi böylece insaniann sosyal hayab-
nın bozulmasının önlenmesi; üçüncü örtüsü de kusur ve günahlan çoğu za-
man örtmesi, insaniann gözünde rezil duruma düşürmemesi ve özellikle bir-
çoğunu affetmesidir. (Gazati, a.g.e., s. 53-54)
Cebbar, cebr kökünden gelir. "Çok cebredici" manasını ifade eder. Bu kökte
başlıca
iki mana vardır.
Birincisi, kınğı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği giderip tamamlamak de-
mektir. Bu manada Cebbar ismi yaratılmışların eksikliklerini tamamlayan, ihti-
yaçlarını gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi yap-
makta çok iktidarb olan manasını ifade eder. Alimierin çoğu, Allah'ın "Ceb-
bar" isminin bu anlamda olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Yüce Allah dert-
lere derman veren, kınlanlan onaran, yoksullan zengin eden, perişanlıklan yo-
luna koyup düzelten en yüce Zat' tır.
İkincisi, icbar etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak manasma gelir. Bu ma-
nada Cebbar, zorlu demektir. Allah'a isnadı, yaratılmışları iradesine mecbur
eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna
karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Ancak
bundan, "kullara hiç irade vermez, her emrini cebirle yürütür, insanlarda ihti-
yari fiiller yoktur." manasını da anlamamak gerekir. Çünkü yasal emirlerin
kulların cüz'i iradeleriyle şartlı kılınmış olduğu da, "Eğer siz Allah'a (O'nun
dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder." (47:7) gibi birçok .ıyet
ve hadisle tespit edilmiştir. Bundan şu mana anlaşılmalıdır ki, Allah birçok fiil-
de insana irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yeri-
ne getirmeye mecbur değildir. Dilerse, dilediği anda iradelerini yok eder. Emri
yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Dilerse onların akıl ve iradelt~rini
Kur'in vr Hikmrt l~ığında CEVŞEN ŞERH! • 383
Her şey, O'nun ezeli izzet ve kudretine karşı nihayet derecede itaattedir. En
büyük şey, en küçüğü gibi o kudrete boyun e~er. Her bahar, koca yeryüzü bir
bahçe, her bir bahçe de birer saksı gibi kudretine itaat ederek neşv ü nemaya
mazhar olur, hadsiz bitki, çiçek ve canlılarla donanır.
Genişliği ışık yıllanyla ölçülmeye çalışılan uçsuz bucaksız bir kainattaki,
rakamlara sığmaz yıldız, gezegen ve sistemleri ayakta tutan, birbiri etrafında
ve iç içe döndürerek çarpışbrmayan, her birisine gerekli enerji ve yakıb aksat-
madan sağlayan bir Kudrete hangi varlık boyun eğmez?
Öte yandan sayısız atom, molekül ve elementleri seferber ederek hadsiz
canlı varlıklarm hücre, doku ve sistemlerini dokuyan bir kudrete hiçbir şey
karşı koyabilir mi?
Dünyamız baş döndürücü bir hızla hem güneş, hem de kendi ekseni etra-
fında çeşitli hareketler yaparak dönmektedir. Buna rağmen öyle bir istikrar ve-
384 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI
rilmiştir ki, üzerinde yaşayan biz canhlar bunu hissetmiyoruz bile. Bizleri sars-
mıyor, rahahmızı bozmuyor ve uzaya fırlatmıyor. Tam bir disiplin içerisinde
hareketlerine aksamadan devam ediyor.
Yuvarlak dünyanın dörtte üçünü saran deniz ve okyanuslar tamamen t-oş
lukta ve her an dökülmeye müsait olarak çevresinde durmaktadır. Allah'ın iz-
niyle, tüm denizleriyle birlikte, hiçbir istila ve kazaya meydan vermeden yolu-
na devam edip gitmektedir.
Yine dünyamız, harareti binlerce dereceye varan bir ateş kütlesiyle ve çok
kızgın madenlerle doludur. Hacmine oranla portakal kadar ince kabuğuyla her
an patlamaya hazır bir bomba gibi durmaktadır. Ama bu bomba hiç patlarna-
makla ve Allah'ın izniyle insanlar için konforlu bir gemi veya uçak gibi yol
almaya devam etmektedir.
Tüm bu saydıklannuzın belli sebeplerle izah edilebileceği söylenebilir. An-
cak, bizce bu sebepleri devreye sokan, onlan belli bir hedefe yönelik olarak ak-
samadan çalışbran bir Müsebbibü'l-Esbab zorunludur ve her şey O'nun izni ve
emriyle gerçekleşmektedir.
Kısacası, canlı ve cansız tüm varlıklar fıtri ve İlahi birer kanunla sıkı bir ita-
at ve disiplin albna alınmışlardır. Sadece insanlar ve cinler, imtihan gereği bazı
fiilierinde özgür bırakılmışlardır. Yüce Allah, bu fiilieri de başıboş bırakmamış,
gönderdiği İlahi kanunlarla bir ölçü ve sınır albna alm.ışbr. İnsanlar ve cinler
belli fiillerinde bu sınınn dışına çıkabiliyorlar. Zaten bunlar da Allah'ın ilmi,
kudreti ve iradesi dışında cereyan etmez.
Yüce Allah'ı böylece taruyan kişi, kendi nihayetsiz hiçliğini, aczini, faknru
ve zilletini anlamakta gecikmez. O'nun bütün emir ve hükümlerine kayıtsız
şartsız teslim olur. O'na itaatsizli~e ve hele fani vücudunda bir varlık hi.-;set-
meye asla cüret edemez. O'na dayanır, O'na güvenir, bütün hayat yükünü
O'nun kudret ve rahmet gemisine bırakır, O'nun kendisinden istediğini yapar,
gerisine hiç kanşmaz. Böylece sonsuz bir iç huzuroyla kabir kapısını aralaya-
rak ebedi saadete girer.
öte yandan bu isimden nasibini alan kamil bir mümin, örnek ve etkileyici
hal ve hareketleriyle hep başkalarına olumlu yönde etki eder, onlan iyiyt· gü-
zele yönlendirir. Da~ gibi sarsılmazdır. Rüzgarlara göre yön değiştirmez. Ayn-
ca, hata ve kusurlan telafi etmeye çalışır. Kayıp ve zararlan kapatmaya gayret
eder. Yaralan sarmaya, özellikle gönül yaralarma merhem olmaya çaba göste-
rir.
C;, L-
r.'\ ..
\J.).
Kullanrun, türlü türlü uygunsuz söz, tutum ve davranışiarına sık sık ve her
defasında sabredendir. (Geniş açıklama için Sabur ismine bkz. 56/5)
Kur'3n ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH i • 385
Rızık,
bir canlının varlıkta kalması ve gelişmesi için kendisine sunulan mad-
di manevi her imkandır. Rızık verene Razık denir. Rezzak, bunun fazlalık ve
tekrarlama ifade eden şeklidir. "Rızkı çokça ve tekrarla veren, her caniıyı yaşa
tacak zaruri gıdayı üstlenip sağlayan" demektir. Allah, nzkı yaratan, onu doğ
rudan veya sebepler aracılığıyla verendir. "Rezzak", Allah'tan başkası için kul-
lanılamaz. Rez.zik ismi Kur'an'da bir yerde geçmektedir. (51:58) Kur'an'da
"nzk" kökünden gelen fiiller de kullanılıyor. Bu fiilierin öznesi her zaman Al-
lah'tır. Bu fiilin insanlar için hiç kullanılmamasından anlaşılıyor ki, Kur'an'a
göre nzık, ya doğrudan veya sebeplendirme yoluyla yalnızca Allah' a aittir.
Kur'an'da ayrıca beş yerde Allah, "Hayru'r-Razıkin = Rızık verenlerin en
hayırlısı"vasbyla nitelendirilmektedir. (34:39; 5:114; 22:58; 62:11) Allah'ın, "n-
zık verenlerin en hayırlısı" oluşu, şu sebeplerdendir:
Kul, rızkı yaratan ve verenin sadece Allah olduğunu bilrneli, yalnızca O'na
bel bağlamalı ve sahip olduğu maddi ve manevi rızıkları O'nun diğer kullarıy-
388 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER Hİ
la paylaşmalıdu. Allah bir kulunu sevdi mi, onu halkın ihtiyaçlanru ka~ıla
maya çokça vesile kılar. Kısacası, garanti edilmiş nzık endişesiyle kullu~ ih-
mal etmek mümine yakışmaz.
İmam Gazili'nin şu ifadeleri son derece anlamlıdır: "Kullann elleri, Al-
lah'm hazineleridir. Öyleyse, eli bedenierin nzık deposu; dili de gönüllerin
nzı.k deposu olan kişiye bu sıfattan bir hisse verilmiş demektir."
Kur' an' da FTH kökünden iki İlahi isim zikredilmiştir: el-Fettah ve Hayru'I-
Fatihin (Feth ve hükmedenlerin en hayulısı) (7:89). Feth, kapalılık ve zorluğu
gidermektir. Bu da iki türlüdür:
a) Kapıyı açmak, kilidi açmak gibi gözle görüleni;
b) Üzüntüyü açmak (kaldırmak) kaygıyı gidermek gibi hasiret (kalp gözü)
ile görüleni. Bu da birkaç çeşittir:
1. Dünyalık bir üzüntünün giderilmesi, bir fakirliğin kaldınlması.
"Allam" kalıbı, her bir şeyi, her defasında bilen; tekrar tekrar bilen anlamı
na geliyor.
l/4'te geçen Alim; 2/IO'da geçen .ilimü's-sım ve'I-himem; 12/l'de geçen
Allamu'l-Guyiıb; 16/7'de geçen Alimu Külli Şey'; 20/9'da geçen Alimü's-sırr;
25/3'te geçen Alimu'l-Hafiyyat; 29/S'te geçen Alim; 32/S'de geçen Alirnun la
yechel isimleri açıklanırken Yüce Allah'ın ilmiyle ilgili geniş bilgi verildi.
Allah'ınismi olarak Vehhab: "Kullarına çok çok ve tekrar tekrar nimet ve-
ren ve hak sahibi olmadıklan halde yarahklarına h1tuf ve ihsanda bulunan"
390 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i
Allah'ın lutuf ve ihsanlannı kim sayıp tüketebilir ki? Bir tek baharda yu-
murta ve yumurtacıklan, tohum ve çekirdekleri İlahl hikmet, ilim ve kudretle
çatlahlarak dünyaya gönderilen hadsiz canlılar, bitkiler ve bunların, irisanların
nzkı ve hayah için sağladığı faydalar, temine vesile olduklan saadet ve nimet-
ler göz önüne getirildiğinde Allah'ın ne büyük ve bitmez tükenmez bereketle-
ri, hediye ve ihsanlan bulunduğu anlaşılıyor. Öte yandan salih kullannın kalp-
Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 391
lerine yağdırdığı feyizler, bir tek arnele karşılık en az on, bazen yetmiş, bazen
yedi yüz ve hatta daha fazla sevaplan yazdırması, hep O'nun hediyelerinin ör-
nekleridir.
Allah öyle bir ihsan sahibidir ki, cin, insan ve hayvanlan uçsuz bucaksız bir
denizi andıran uzay boşluğunda seyir ve seyahat ettiren, İlahi bir gemi olan
koca dünya küresinin üzerine bindirip, yüzünde hadsiz yiyecek çeşitlerini ih-
tiva eden bir sofrayı serip, bütün canlılan küçük bir kahvalb hükmünde olan o
ziyafete davet etmekle beraber, gayet mükemmel ve bütün lezzet türlerini bu-
lunduran, ölümsüz, ebedi bir dar-ı bekada Cennetleri, her birini birer sofra-i
nimet yaparak hadsiz lezzet ve lutuflan taşıyacak bir tarzda, nihayetsiz bir za-
manda, nihayetsiz muhtaç, nihayetsiz müştak hadsiz kullanna ziyafet sunan
bir Rahman-ı Rahim'dir.
Allah, bu umumi hibe ve ihsanlannın yanı sıra ayrıca itaatkar kulları için en
güzel nimetleri Kendi nezdinde saklamışbr. O'nun, saltanabrun kanadı alhna
girip Rububiyyetine itaat eden kulları için sakladığı lutuflan ne göz görmüş,
ne kulak işitmiş ve ne de hiçbir insanın habr ve hayalinden geçmiştir. Dünya-
da bizlere bahşettiği bunca güzel nimetler Cennet'teki nimetierin ancak bir göl-
gesi ve orılara teşvik edici çok ufak birer numunesidir. Rahmetinin, ancak yüz-
de birinin tecellisi olarak bu dünyada bize lutfettiği bunca güzel nimetler böy-
lesine bizi mest ve hayran bırakırken, o rahmetin yüzde doksan dokuzunun te-
celli edeceği Cennet'indeki nimetleri tasavvur ve hayal etmek bile mümkün
değildir.
Sen bütün kusur ve nolcsan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başb ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-65-
"Sonra ona şekil verip, canlandırdı. Size kulak, gözler ve gönüller verdi. Ne
kadar az şükrediyorsunuz." (32:9)
"Sonra (rahim ddarına) yapışan bir hücre oldu da, Rabbi onu yarabp dü-
zenledi." (75:38)
Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutan şu sahrlar oldukça anlamlıdır:
"Umum eşyada hususan zihayat masnularda hikmetli bir kalıptan çıkmış
gibi her şeye bir miktar-ı muntazam ve bir suret, hikmetle verildi~ ve o suret
ve o miktarda masiahatlar vefaideler için e~ri bü~rü hudutlar bulunması; hem
müddet-i hayatlannda de~tirdikleri suret-i libaslan ve miktarları yine hik-
metlere, maslahatlara muvafık bir tarzda mukadderat-ı hayatiyeden terkip edi-
len manevi ve muntazam birer suret, birer miktar bulunması, bilbedahe göste-
rir ki: Bir Kadir-i Zülcelal'in ve bir Hakim-i Zülkemal'in kader dairesinde su-
retleri ve biçimleri tertip edilen ve kudretin destgahında vücudlan verilen o
hadsiz masnuat, o Zat'ın vücub-u vücuduna delalet ve vahdetine ve kemal-i
kudretine hadsiz lisan ile şehadet ederler. Sen kendi dsmine ve a'zalanna ve
onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faidelerine bak! Kemal-i hikmE·t
içinde kemal-i kudreti gör." (Bediüzzaman, Sözler, s. 662)
lardaki taamlar ve nimetler miktannca diller ile ve ayn ayn, külü ve cüz'i li-
sanlar ile bir Rahmin-ı Rezzak'ı, bir Rahim-i Kerim'i bütün bütün kör olmaya-
na gösterir." (Bediüzzaman, Şualar, s. 609-610)
Şu Hadis-i Kudsi de, kul, Allah'ı andığında Allah'ın onu nasıl Kendine ya-
kın kıldığıru ifade eder:
' '
6s/ıo. Ey bana ünsiyet verip beni banndıran! 0 Jl)lj d"" ::ı:;. Ç
' '
Yüce Allah, önce Peygamber'i, daha sonra da di~er mürninler hakkında te-
celli eden bu vasfıru iki ayette şöyle dile getirmektedir:
"O seni yetim olarak bulup bir sı~ınak vermedi mi?" (93:8)
"Düşünün ki bir zaman siz dünyada az ve zayıf idiniz. Öyle ki insaniann
sizi tutup kapacağından endişe ediyordunuz. Bu halde iken Allah size yer yurt
nasip etti, sizi yardımıyla destekledi, sizi temiz ve helal şeylerle nzıklandırdı,
ta ki şükredesiniz." (8:26)
Yüce Allah'ın en güzel hanndırması ise, insanı şu dünya sarayında ağırla
ması, onu canlı hatta cansız varlıklara ısındırması, her şeyi ona dost ve hizmet-
kar etmesidir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-66-
,
6611. Ey sözleriyle hakkı gerçekleştiren! O ~1; !~ ı);JI ~ :;. Ç
. ~
dirdiği bunca ayetler, verdiği bunca emirler, hep bu gayeye yöneliktir. Bedir
Savaşı'nın öncesinde cereyan eden hadiselere işaret eden şu ayet-ikerime bu-
nu açıkça dile getirmektedir:
"Allah'ın muradı, sözleriyle tam bir uyum içinde, hakkın hak olduğunu
göstermek ve hakkı inkar edenlerin son kalınblannı da silip atmak yönündEy-
di. Böylece O, hakkın (her zaman) hak olduğunu, batılın da bahl olduğunu
gösterecekti; bu, günaha gömülüp gitmiş olanlarm hoşuna gitmese de!" (8:7-8)
Kısaca, her zemin ve zamanda: "Mücrimler hoşlanmasa da, Allah sözleriyle
gerçeği ortaya çıkaracakhr." (10:82)
Şu sahrlar, Yüce Allah'ın bu vasfının hem dünyada hem de ahirette nasıl te-
celli gösterdiğine ışık tutar:
"Evet adalet iki şıkhr. Biri müspet, diğeri menfidir. Müspet ise, hak sahibine
hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihataM
vardır. Çünkü, her şeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtri lisanıyla ve ızdırar li-
sanıyla Fahr-ı Zülcelal'den istediği bütün matlubahnı ve vücud ve hayahna la-
zım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahedı~
veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücud ve hayat derecesinde kat'i vardır.
İkinci kısım menfidir ki, haksızlan terbiye etmektir. Yani haksızlarm hakkını
tazib ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise çendan tamamıyla şu dünyada tezahür
etmiyor. Fakat o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve
emarat vardır. Ezcümle: Kavm-i Ad ve Semud'dan tut, ta şu zamanın müte-
merrid kavimlerine kadar gelen sille-i te' di b ve taziyane-i tazib, gayet ali bir
adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'i ile gösteriyor." (Sözler, s. 85)
"Mesela adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hakim,
mazlumlarm haklannı vermekten ve mazlumlarm teşekkürlerinden ve zalim-
leri tecziye etmekle mazlumlarm intikamlarını almaktan nasıl memnun olur,
bir zevk alır. İşte Hakim-i Mutlak ve Adil-i Bilhak ve Kahhar-ı Zülcelal, değil
yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı haktan, yani her şeye
hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayah vermekten ve vücud ve hayabm mütecavizler-
den muhafaza etmekten ve dehşetli mevcudlan tecavüzlerden tevkif ve dur-
durmaktan, hususan mahşerde ve dar-ı ahirette cin ve insin muhakemesinden
başka bütün zihayata karşı tecelli-i kübra-yı adi ü hikmetten gelen maam-i mu-
kaddeseyi kıyas edebilirsin ... " (Sözler, s. 624)
_:. . J "' • , .. ,, . , 1'
0 ··~~-........ı.....
,.... , • , ı V.·~'ı!
Şu ayet-i kerirne bu ismin ifade ettiği hakikah bir kez daha ve kuvvetle vur-
guluyor:
Kur'an ve Hikmet l~ı!jında CEVŞEN ŞERHI • 399
. .
66/4· Ey kişiyle kalbi arasına girebilen! Q~.J ~ _:..;.JI ~ J ~ :;. Ç
~
"Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer ve siz dönüp O'nun huzurunda
toplanacaksınız." (8:24)
Yani, "Onu ve kalbini birbirinden ayınr. Kalbi kontrolü altına alıp, sıkıca
kavrar ve onu dilediği gibi yönlendirir, istediği yöne çevirir. Sahibi ise, bede-
nindeki kalbine hiçbir şekilde sahip olamaz.
Sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı, her zaman tetikte olmayı zo-
runluluk haline getiren bir tablodur bu. Kalbin heyecanlarına, korkulanna ve
paniğe kapılmasına karşı uyanık bulunma ... Kalbi etkileyen vesveselerden ve
parçalanmaya neden olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınma ... Kalbi
saphran, kötülüğü telkin eden duygu ve vesveselere karşı hazırlıklı olma ... Bu-
400 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
nun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet veya dehşet anında bu kalbin
başka tarafiara yönelmemesi için Allah'la sürekli bir ilişki gerekmektedir.
Allah'ın peygamberi, masum olduğu halde sık sık yüce Allah'a şöyle dua
ederdi: 'Allah'ım, ey kalpleri yönlendiren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl.' Ya
insanlar ne yapmalıdırlar? Üstelik onlar peygamber ve masum de değiller."
(Kutub, Fi Zı/Q/)
Gün gelir, Yüce Allah bu vasfıyla, bir ka.tibin yerde yığılmış ve dağınık du·
ran sayfalannı dürmesi gibi gökleri dürüverir. İş artık bitmiştir. Sınav tamam·
lanmışhr. İnsanın şimdiye kadar görüp alışhğı evren dürülüp bir kenara bıra·
kılır. Yeni bir dünya, yepyeni bir alem kurulur:
"Gün gelir, gök sahifesini, bpkı katibin yazdığı kağıdı dürüp rulo yapması
gibi düreriz. Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak diriitmeyi de Biz gerçekleş
tiririz. Bu, üzerimize aldı~ımız bir vaattir. Bunu gerçekleştirecek olan da
Biz'iz." (6:104)
iki hadise-i acibe-i cevviye (ilginç atmosfer hadisesi) tam tarnma ~~1 f:j "'~J
·~
,, ,. ve ,} ~~~, ~~ 4i:;.;
,... G...::ı ~~ ayetlerini maddeten tefsir etmekle be-
Evet hiçten, birden harika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalade
bir nur ve nar (ateş) ile zulmetti cevvi (atmosferi) ışıkla doldurmak ve dağvari
(dağ gibi) pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulut-
lan ateşlendirrnek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın
başına tokmak gibi vuruyor: 'Başını kaldır, kendini taruttırmak isteyen faal ve
kudretli bir Zat'ın harika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadisel~r
de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyor
lar. Bir Müdebbir-i Hakim tarafından istihdam olunuyorlar' diye ihtar ediyor-
lar." (Bediüzzaman, Şuıilar, s. 109)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
Kur'In vr Hikmrt l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 403
-67-
. ,. ~ ." ,x ;.1 ,_ •, , • .,
ifadesi kabilindendir. "y~"ın YJ~· "~\"in Jy\.AI, "~"ın cj~ ma-
b) _,lf...., kendi asli manasında olup, arz kelimesi bizzat mastarla nitelenmiş,
yüzünü siz yaratıklanm ve kullanın için, tıpkı çocuklar için yapılan beşik gibi
bir beşik yapmadık mı?" şeklindedir. Nitekim başka bir ayette, "Yeri sizin için
döşek yapmışhr." (2:22; Görüşler için bkz. Razi, XXXI, 6) buyrulmuştur. Ayette
"beşik" ifadesinin kullanılması, canlılann, özellikle de en nazik ve nazlıları
olan insanoğlunun, narinliğine, acizliğine ve güçsüzlüğüne rağmen, tıpkı nazlı
bir bebek gibi şefkat ve merhametle bakılıp gözetildiğine, emrine verilen bunca
canlı cansız varlık ve kütlelerin onun kendi güç ve kuvvetiyle, zeka ve kurnaz-
lığıyla değil, acizlik ve ihtiyacına binaen, yalvarsın, dua etsin ve kulluğunu bi-
lip ifa etsin diye sağlandığına işarettir.
404 • Kur'ln ve Hikmet 1\ıOında CEVŞEN ŞER HI
Ayette geçen, .)Gjf kelimesi "veted"in ço~ludur. (Bkz. ElrnaWı, VIII, 5531)
Direk ve kazık anlamına gelir. Dağiann direk yapıldığıyla ilgili olarak, aynı
zamanda Kur'an'ın üslup özelliklerinden olan, "ayru ifadeyle değişik sosyal,
bilgi ve zeka seviyesindeki insanlara hedefi doğrultusunda ayru anda mesajlar
venne" konusuna da örnek olabilecek şu ifadelere yer verelim:
"Dağlan zemininize kazıklar yaphk." bir sözdür.
a) Sıradan
bir insanın bu sözden bir hissesi vardır. Bu kişi, ilk bakışta yere
çakılmış direkler gibi görünen dağlan müşahede eder, orılardaki kendine y0-
nelik faydalan ve nimetleri düşünür, Yarabasına şükreder.
b) Bir şairin
bu sözden hissesi: Zemin bir taban, gök kubbesi onun üzerine
konulmuş mavi ve elektrik lambalanyla süslenmiş muhteşem bir çadır, ufki bir
daire suretinde semanın eteklerinin tepesinde görünen dağlan da o çadınn ka ·
zıklan biçiminde tahayyül eder. Bu işin Yüce Sanatkar'ına hayranlıkla kullu]..
eder.
c) Çadır ehli bir edibin bu sözden hissesi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahra,
dağ silsilelerini de pek çok ve değişik göçebe çadırlan gibi, sanki toprak taba-
kası, yüksek direkler üzerinde serilmiş, o direkierin sivri başlan da o toprak
perdesini yukanya kaldımuş, birbirine bakar pek çok değişik yaratıkların
meskeni olaraktasavvur eder. O büyük ve haşmetli dağlan böylece yeryüzün-
de çadırlar misali kolayca kuran ve yerleştiren Yüce Yarabasına hayranlıkla
secde eder.
d) Coğrafyaa bir edibin o sözden hissesi: Yerküresi, uzay ve esir boşluğun
da yüzen bir gemi, dağlan da o geminin üstünde tespit ve denge için çakılmış
kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca yerküreyi, muntazam bir
gemi gibi yapıp, bizleri içine yerleştirip, ilemin dört bir yanında gezdiren kud-
reti sonsuz Rabbini "Sen her türlü kusurdan münezzehsin, şarun ne büyük!"
diye zikreder.
e) Medeniyet ve sosyal hayahn mütehassıs bir bilgininin bu sözden hissesi
şudur: Zemin bir hane, bu hane hayahnın direği canltiann hayahdır. Canlıların
hayahnın direği de hayat için şart olan su, hava ve toprakhr. Su, hava ve top-
rağın direği ise, dağlardır. Zira dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (zararlı
gazlan emip havayı temizler) ve toprağın koruyucusu (bataklıktan ve denizin
Kur'In vt Hikmtt l~ı~ında CEVŞEN ŞER HI • 405
istilasından muhafaza eder) ve insan hayah için gerekli olan diğer ihtiyaçlarm
hazinesidir. Ayeti böyle anlar ve şu koca dağlan, bu şekilde, hayabmız için bir
hane olan yeryüzüne direk yapan ve hayahmız için hazine haline getiren yüce
ve kerem sahibi Sanatkar'a tam bir tazim ile hamd ve sena eder.
f) Bir tabiat felsefesi filozofunun bu sözden hissesi şudur: Yerkürenin kar-
nında bazı önemli değişiklik ve kaynaşmalar sonucu olarak meydana gelen
sarsınh ve titremelerin, dağiann ortaya çıkmasıyla süklınet bulduğu ve gerek
eksen, gerekse yörüngesindeki istikranrun ve zelzelelerin sarsmasıyla yö-
rüngesinden çıkmamasının sebebinin dağlar olduğunu ve zeminin hiddet ve
gazabının, dağlar menteziyle teneffüs etmekle süklınet bulduğunu anlar,
tamamen imana gelir. "Hamdolsun Allah'a!" der. (Bediüzzaman, Sözler, s.
41~11)
Nebe' Suresi 13. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: "Hararet ve ışık saçan bir
kımdil yarattık."
Nebe' Suresi 10. ayet-i kerimesinde "Geceyi bir örtü kıldık." buyrulmakta-
dır. Örtü diye çevirdiğimiz "libas" kelimesi aslında, insanın giyindiği, sanndı
ğı giysidir. Gece de, karanlığı ile insanı sardığı, kuşathğı, bürüdüğü ve örttüğü
için insanlar için bir elbise sayılmışhr. Bu nedenle, geceye mecazi olarak "li-
bas" adı verilmiş, insanı örten, bürüyen olduğu kastedilmiştir. (Rizi, a.g.e.,
XXXI, 7-8)
Gerçekten de gecenin karanlığı, uyuyan bir insanın üzerine ablan bir örtü
ve yorgan gibidir. (Bkz. Ebu' s-Suud, a.g.e., IX, 86> Daha iyi istirahat etmemizi
sağlar. Yine bir kimse, düşmanından kaçmak veya bir şeyi gizlemek istedi-
ğinde o kişiyi gözlerden saklar. (Beydavi, a.g.e., IV, 508) Yine, nasıl ki, insa-
nın giyinmesi sayesinde güzelliği artıyor, kuvveti çoğalıyor ve kendisinden
soğuğun ve sıcağın zararlı etkileri bertaraf oluyorsa, geceleyin uykuyla da
insanın güzelliği, tazeliği, his ve hareketlerinin zindeliği artıyor. (Rizi, a.g.e.,
XXXI, 8)
a) ı,}ıl$. fiilinin mirnli mastan olup, ~' yani "geçim" anlamındadır. Ra-
1. Biz uykunuzu sürekli değil, kesilebilen, sona eren bir uyku yaptık. İhtiyaç
miktannca uyumak faydalıdır. Fazlası zararlı ve hatta bir hastalıkhr. Uykunun
bu manada nimet olarak sayılması, garipsenmemelidir. Çünkü, birçok büyük
hikmetleri bulunan uykudan uyanmamak da söz konusu olabilirdi. Uykunun
sona ermesi büyük bir nimet olunca, pek yerinde olarak Allah, uykuyu nimet-
leri arasında saymıştır. İnsana uyku nimetini verip, faydalanndan yararlandır-
408 • Kur'ln ve Hikmtt ltı§ında CEVŞEN ŞERH!
dığı halde, onu sona erdirip yeniden günlük hayata kavuşturan Allah, büyt.ik
ilim, kudret ve ihsan sahibidir ve O'ndan öldükten sonra diriitme uzak görü-
lemez.
l:i~ kelimesinin "rahatlık" manası yoktur. Ama kesmenin tabü gereği ve nt·-
ticesi murattır. Yani, yorgunluk, usanç ve bitkinlik sona erince rahatlık gerçek-
leşir. Bu açıdan uyku rahatlıktır. (Bu izahlar için bkz. Razi, XXXI, 7)
Bir ayet-i kerimede, Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle yer verilir: "O Rabbirıiz
ki, yeryüzünü size bir döşek, gö~ de bir kubbe yaptı. Gökten yaımur irıdirip,
onunla size nzık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip du-
rurken sakın Rabbinize eş koşmayın." (2:22)
Bir başka ayet-i kerimede gök aynca "yedi" ve "sağlam" olarak nitelenmek-
tedir: "Üstünüzde yedi sağlam gök birıa ettik. Buna göre, Cenab-ı Hak bu ayet-
le, göklerin yaratılışının sağlam olduğunu, çağların geçmesinin göklerirı bu
durumunu etkilemediğini ve onlarda herhangi bir çatlaklığın, eksik ve kusu-
run bulunmadığını kast etmiştir ki, bunun bir örneği de, "Biz semayı korun-
muş bir tavan kıldık." (21:32) ayetidir. (Bkz. Razi, a.g.e., XXXI, 8)
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına yer verilir: "Sizi çiftler halirıde
yarattık." (78:8)
Bu ayetle ilgili olan ve ezvac kelimesirlin Arapça' daki manasından ileri ge-
len iki görüş vardır:
a) "Sizi erkek ve dişi olarak yarattık." {Bkz. Ebu's-Suud, a.g.e., IX, 86) Bu
anlamın başka bir örneği de, "Ve O, iki çifti; erkek ve dişiyi yarattı." {53:45)
Kur'in vt Hikmet IııQında CEVŞEN ŞERHI • 409
ayetidir. (Bkz. Rizi, a.g.e., XXXI, 7) Gerçekten de, insanlann, sadece erkek ve
dişi olarak yaratılması, her iki cinsin de birbirine ısınacak, birliktelikten hu-
zur duyacak ruhi ve fizyolojik özelliklerle donablmış olmalan ve bunun, in-
san nesiinin devam etmesi için vesile kılınması, Allah'ın ilim, irade ve kud-
retini ispat için yeter. Her iki cins, bir elmanın iki parçası gibi birbirini ta-
mamlamaktadır. Bu konudaki denge öylesine hassasbr ki, savaş gibi bir ta-
kım dış etkenlerle bir cinsin sayısında azalma görüldüğünde, oranın denk-
leştirilmesi ve dengenin sa~lanması için, eksilen cinsin müteakip yıllarda
daha hızlı arttığı ve doğumlarm o eksiği tamamlamaya yönelik gerçekleştiği
görülür.
b) Bu ifadeyle, güzel çirkin, uzun kısa, zengin fakir gibi çeşitlilikler ve zıtlık
lar, kısaca birbirine tekabül eden bütün değişik hususlar kast edilmiş olabilir
(Bkz. Kurtubi, a.g.e., X, 150; Razi, a.g.e., XXXI, 7) ki bu, bpkı, başka bir ayette,
"Biz her şeyden iki çift yaratbk." (51:49) buyrulmasına benzer. Buna göre, ne-
viler ve cinsler, yani, erkek dişi, zengin fakir, güzel çirkin, zeki bön, farklı mil-
let ve kabilelerden, değişik dilleri konuşan, farklı meslek ve geçim vasıtalanna
sahip, değişik kabiliyel ve melekelere malik olarak yarattık. Gerçekten de yara-
hidıklan madde ve beslendikleri kaynaklar yönünden hemen hemen aynı olan
insanlann, özellikle de onunla aynı dünya memleketini paylaşan di~er canlı
hemşehrileri ve bir bakıma kardeşlerinin sayısız bir çeşitlilik, farklılık ve renk-
liliği, Allah'ın sınırsız kudret, ilim, hikmet ve iradesine delildir. Bu kadar deği
şik yarabk ve özellikleri kanşbrmaksızın, hikmet ve özenle mükemmel bir bi-
çimde yaratan Allah' a hiçbir şey zor gelmez.
a) Pusu demek olup, içine girilip gözetierne yapılan yerdir. Bu bpkı, içinde
yürünen yola "minhac" denilmesi gibidir. Bu anlamda Cehennem' e "Mirsad ==
pusu, gözetierne yeri" denilmesi şu sebeplerden ileri gelmiştir:
1. Cehennem bekçileri, bir gözetierne yeri olarak Cehennem' de, oraya gire-
cek kimseleri bekleyip gözetlemektedirler.
410 • Kur'an ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH!
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan miinezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-68-
Semi', işitici, işiten demektir. Kur'an'da Semi' vasfı, 45 yerde Allah'ı nitele-
rnek için kullanılır.
Bediüzzaman, varlıklarm ihtiyaç nidalarırıa olumlu cevaplar verilmesini Al-
lah' m varlığına delil sayarak şöyle der:
"Ey nefis! Kainahn uzak çöllerine gidip Sani'in ispahna deliller toplamaya
ihtiyaç yoktur. Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun beden
kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan icat silsilelerinden, yarahlış
mucizelerinden ve harika sanatlanndan, kulübeden dışanya uzatılan ihtiyaç
ellerinden ve pencerelerinden yükselen ah ve iniemelerin hal dilleriyle isteni-
len yardımlarmdan anlaşılır ki, o kulübeyi içindekilerle beraber yaratan Yara-
hem, o ah ve iniemeleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, ihtiyaç ve arzuların ne
varsa garanti altına alır. Zira sineğin kafasındaki o küçük küçük hücrecikterin
sestenişlerine 'Buyurun!' diyen o 5ani' -i Semi' ve Basir'in, senin dualarını işit
memesi ve o dualara olumlu cevaplar vermemesinin imkan ve ihtimali var mı
dır? (Mesnevi-i Nuriye, s. 68)
Kulun bu isimden alacaAı ders, Rabbinin her sesini duydu~u bilerek ko-
nuştuklannadikkat etmek; dualarını işitti~ düşünerek her ihtiyacında O'nu
ça~ak, dilek ve arzulanru O'ndan istemektir.
Öte yandan, Allah'ın bu isminin tecellisi olarak kendisine verilen işitme ni-
metini, nimet Sahibi'nin nzası çerçevesinde kullanarak şükreder. Hep güzel ve
faydalı şeyler dinler, ilim ve hikmete kulak verir; kötü ve zararlı şeyleri dinle-
mekten ise titizlikle sakırur. Allah'ın biremaneti olan işitme cihazını, tertemiz
olarak Cennet' e layık bir şekilde muhafaza eder.
, ·'C
0 ~.).
68/3· Ey istedilini yükselten ve son derece yüce olan Rafi'!
Allah istediği kulunu yükseltir, ona şan ve şeref verir. Bazı gönülleri iman
ve irfan ışığıyla parlahr, yüksek hakikatlerden haberdar eder. Bazı gönülleri
de, kendi tercihleri yüzünden gaflet ve cehaletle karartır. Onlar da alçaklık
zeminine çakılır kalırlar.
Kısaca,maddi ve manevi, kulun iradesine bağlı olan ve olmayan her türlü
indirme ve yükseltme, alçaltma ve yüceitme tamamen Allah Teala tarafından
gerçekleşmekte ve O'nun bu iki isminin tecellisi bulunmaktadır.
0~Ç
68/4· Ey istedilini engelleyen ve Kendisine erişllemeyen Menl'!
Meni' kelimesi sözlükte, sarp, çetin, el erişmez, zaptı imkansız vs. anlamia-
nna da geliyor.
Yüce Allah, her an sayısız mahlukahndan hadsiz zararlı ve tehlikeli riskleri
engelleyip savan; en büyük varlıklan en küçükleri gibi hadlerini aşmaktan alı
koyan; aynı zamanda her türlü zarar ve tehlikeye karşı erişilmez, zapt edilmez
ve çetin olandır.
Bedi', ibda' eden manasınadır. İbda' ise, "daha önceki bir örneğe uymaksı
zın bir şeyi yapmak" demektir. Buna göre, Bedi', "yoktan, benzersiz, örneksiz
ve modelsiz icat eden" anlamına geliyor. Bu isim Kur'an-ı Kerim'de iki ayette
"Göklerin ve yerin örneksiz olarak yaratıası" anlamında "Bedi'u's-semavati
ve'l-ard" şeklinde ve sadece Allah hakkında kullanılmıştır. (2:117; 6:101)
ei-Bedi' ismi hakkında farklı iki izah ileri sürülmüştür. Bunlardan bir tanesi,
"Bütün varlıklan, başka bir şeyden değil de yoktan (la şey') yaratan varlık"
şeklinde yukarıdaki izahtır. Diğeri ise, "Benzeri bulunmayan, eşsiz yegane var-
lık" şeklindeki izahtır. Bu ikincisi, başta Gazali olmak üzere bazı İslam alimle-
rinin görüşüdür. Gazali bu görüşünü şöyle açıklamaktadır: "Allah O'dur ki,
hiçbir zaman ve hiçbir şekilde benzeri bulunamaz. Ne zahnda, ne sıfatlarında,
ne fiillerinde, ne de O'na ait herhangi bir şeyde benzeri olmayınca, O mutlak
Bedi'dir. Eğer bu sayılanların herhangi birinde O'nun bir benzeri bulunsaydı,
mutlak Bedi' olamazdı. Mutlak olarak bu isme ancak ve ancak Yüce Allah la-
yıktır. O'ndan önce bir varlık yoktur ki, Kendisinden önce bir benzeri var ol-
sun. Her varlık O'ndan sorıradır ve O'nun yaratmasıyla meydana gelmiştir.
O'nun yarattığı bir şey ise, O'nun benzeri olamaz. O halde ezeli ve ebedi ola-
rak Bedi'dir, benzersizdir. Peygamberlikte, yahut velilikte veyahut da ilirnde
belli bir hususiyete sahip olan her kul, ancak kendi asrında diğer irısanlara üs-
tün olabilmiştir. Bu da ancak kendisinin sahip olduğu hususiyete ve içinde bu-
lunduğu zamana nispetledir." (Gazali, el-Makılsıd, s. 107-108)
Bizim kanaalimize göre, bu iki anlayış arasında temelde bir farklılık yoktur.
Zira, kelimenin kökü olan "BDA'" eşsizlik, benzersizlik ve harikalık olduğu
gibi, hep eşsiz, benzersiz, modelsiz ve orijinal güzel şeyler ortaya koyup icat
edenin zatının da böyle olması icap eder, yani zahnda da başka varlıklara ben-
414 • Kur'An vf Hikmft 11ıOında CEVŞEN ŞER HI
zememesi, onlardan üstün olması gerekir. Çünkü, harika ve eşsiz sanat, eşsiz
bir fiile, eşsiz fül, eşsiz isme, eşsiz isim, eşsiz sıfata, eşsiz sıfat eşsiz kabiliyete,
eşsiz kabiliyel de eşsiz zata delalet eder. Allah'ın sanab mutlak olarak orijinal,
harika ve emsalsiz ise, demek ki zah da böyledir.
Örneği yokken Allah'ın kudretiyle meydana gelen fevkalade güzel ve ima-
na hayret verici şeylere, ism-i mef'f.ıl (ibda' olunmuş) manasında bedi' denildi-
ği de olur. Bu açıdan gökler ve yer başta olmak üzere Allah'ın yarattığı her şey,
ne kadar bedi' ne kadar emsalsizdir! Yüce Allah, onlardan bir zerre bile yok-
ken, ortada örnek ve misal tutulacak hiçbir şey bulunmazken, ilk önce bunları
yoktan var etmiş, her türün ilk ferdini, ilk örneğini ibda' edip yoktan vücuda
getirmiştir. Her nevin ilk ferdi misilsiz olarak yarahidığı gibi, bir nev'in bütün
fertleri de her yönden ve tamamıyla birbirinin aynı değildir.
En mahir bir ressam dan, örneksiz olarak zihninden mesela bin insan resm:-
ni çizmesi istense ve bu resimlerinin hiçbirinin diğerine benzernemesi şart kc-
şulsa, bu ressam belli bir sayıdan sonra zihnindeki farklı ihtimal ve alternatif-
leri tüketecek ve arhk çizdiği resimleri gerideki resimlerden birine benzetrnek
zorunda kalacakhr. Fakat, Yüce Allah dünyada ne kadar insan varsa her birine
farklı bir si ma, değişik bir ses ve muhtelif bir parmak izi bahşetmiş ve bu nok ·
talardan hiçbir fert diğerine hpa hp benzememektedir. Bu O'nun hem Bedi
ismini, hem de sınırsız bir irade ve ihtiyar sahibi olduğunu ispat eder.
Allah'ı bu vasfıyla tanıyan mümin, her biri birer sanat harikası olan varlık
lar üzerinde düşünür. Yüce Sanatkar'ları hakkında ilim ve irfanını her gün bi-
raz daha arhnr. O sanat harikası olan varlıklan örnek alarak, bilim, sanat ve
teknolojide ilerlemeye gayret eder. Kendi yaphğı işlerde ve icra ettiği sanatlar-
da orijinallik ve inceliği esas alır.
. /ı'
68/6. Ey hesabı en süratli bir şekilde gören Seri'! O r:!..( ~
Seri' kelimesi, çabuk, hızlı, az zamanda çok iş yapan anlamına geliyor. Buna
göre Yüce Allah, had ve hesaba gelmeyen mahlukah, birden, mutlak bir sürat
içinde, mutlak bir çokluk ve kolaylıkla yaratandır. Öte yandan, o büyük ahiret
mahkemesinde bütün kullannın hesabını mutlak bir sürat ve çabukluk içinde
görendir.
Şu sahrlar, Yüce Allah'ın mutlak bir sürat içindeki mutlak bir intizam ve
kolaylıkla mahlukah yarattığına güzelce ışık tutar niteliktedir:
"Görüyoruz ki: Bütün yeryüzünde, bir vüs'at-ı mutlaka içinde bir sürat-i
mutlaka, hem o sürat ve vüs'at-ı mutlaka içinde bir sühulet-i mutlaka, hem o
sühulet ve sürat ve vüs' at-ı mutlaka ile beraber bir cf.ıd ve se ha vet-i mutlaka
içinde, nevilerde olduğu gibi her bir fertte görülen gayet mükemmel bir inti-
Kur'in vt Hikmtl J~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 415
zam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü sanat ve gayet mükemıneliyet-i hil-
kat, hem bir anda ve her yerde ve bir tarzda, her fertte müşahede edilen bir sa-
nat-ı harika, elbette ve elbette öyle bir Zit'ın hatemidir ki; o Zat-ı Akdes, hiçbir
yerde olmadığı halde her yerde hazırdır ve hiçbir şey O'ndan gizlenemediği
gibi, hiçbir şey O'na ağır gelemez. Zerreler ve yıldızlar, O'nun kudretine nisbe-
ten müsavidirler." (Nurun İlk Kapısı, s. 114)
Beşir! 0 ~- •! Ç
'
Beşir, sözlükte, müjdeli haber veren, müjde getiren, sevimli, cemal sahibi gi-
bi anlamlara gelir. Yüce Allah, tüm bu anlamlanyla gerçek anlamda Beşir'dir.
Bir ayet-i kerimede bu müjde verici vasfıru şöyle dile getiriyor:
"Rableri, onlan kendi katından (doğup gelen) bir rahmetle (kendi) hoşnut
luğuyla ve (nihayet) kendilerini kesintisiz bir doyum ve mutluluğun beklediği
o hasbahçelerle müjdeliyor." (9:21)
Nezir, beşirin zıttı olup, bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı ve-
ren; ileride hesap vermekle korkutmak anlamına gelir.
Allah, tekrar tekrar ve şiddetli tehditleriyle dalalet ve isyan ehlirıi, bu halle-
rinden men edip, inkar, isyan ve azgınlığın dehşetli akıbetinden sakındırandır.
Şu ayet-i keri.me bu İlahi vasfa dikkat çeker:
"Biz, gelmesi yaklaşmış bir azabı bildirerek sizi uyanyoruz. O gün gelecek
ve her şahıs, önünde yalnız yapıp ettiklerini bulup bakacak ve kafir: 'Ah ne
olurdu, keşke toprak olaydım!' diyecek." (78:40)
ihatalı bir ilim ve gayet dikkatli, hiç mizansız, faidesiz hareket etmeyen bir ser-
medi hikmet ve inayet o kudretin içinde bulunup zerrat ordusundan bir tek
zerreyi meczup mevlevi gibi döndürerek çok vazifelerde istihdam etti~ gibi;
küre-i arzı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmi dört bin senelik bir daire-
de yine bir meczup mevlevi misiUü gezdirir. Mevsimlerin mahsulatlanru hay-
van ve insanlara getirdiği aynı kanunla, aynı zamanda güneşi bir mekik, bir
çıknk yaparak merkezinde cezbedarane ve cazibekarane döndürüp maru:u-
me-i şemsiye ordusu olan seyyarat yıldızlanru kemal-i mizan ve intizamla \'a-
zifelerde çalışhnr. Ve aynı kudret; aynı zamanda, aynı kanun-u hikmetle ;r.e-
min sahilesinde yüz binler kitap hükmünde yüz binler nevileri beraber, birbiri
içinde, iltibassız, sehivsiz yazar, haşr-i a'zamm binler numunelerini izhar edt~r.
Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasma çevirir.
Bütün zerrelerini birer kalem uçlan ve o kitabın noktalan hükmünde emir ve
iradenin onlara tayin etti~ vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerretere
her birine öyle bir kabiliyel vermiş ki; güya bütün sözleri ve konuşmalan bilir
gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak, incecik birer lisan olarak i.'i-
tihdam edip unsw-u hava, emir ve irade-i Dahinin bir arşı olduğunu ispat
eder.
İşte bu kısa işarete kıyasen, bu kainab bir muntazam şehir, bir mükemmd
apartman ve misafirhane, bir mu' cizatlı kitap ve Kur' an hükmüne getirip he-
yet-i mecmuasından ta bir zerreye kadar bütün mahlukat tabakalanru ve daire-
lerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı hikmetle kabzasma alan, tasarruf
eden; kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve rububiyet-i mutlakası
içinde mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip tanıtbr·
masma mukabil, imanla tanımak ve sevdirmesine mukabil, ubudiyetle sevme~
ve ilisanatıarına mukabil, şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahman-ı Rahim'ı
tanımayan ve ubudiyetle onu sevmeye çalışmayan. belki inkar ile ona bir nevi
adavet taşıyan insan suretindeki şeytanlar, birer küçük Nemrud ve Firavun
hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak olw." (Bediüzzaman, Şualar,
s. 605)
Bu isim daha önce açıklamasını yaphğımız Kadir ismiyle aynı kökten gelir.
ei-Hattabi bunun manasını ve Kadir'den olan farkını şöyle açıklar: "Muktedir,
kendisine hiçbir şey imkansız olmayan, şiddet veya kuvvet ile hiç kimsenin,
karşısına çıkamayaca~ı tam kudret sahibi olandır. Muktedir'in mastan olan
"iktidar" (kudrete nispetle) daha beli~dir (daha büyük mana ifade eder) ve
daha kuşabodır, zira mutlaklı~ (smırsızlı~) gerektirir." (Beyhaki, a.g.e., s. 28-
29)
Kur'3n vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 417
el-Halimi'ye göre ise, "Muktedir", Kadir olduğu fiili yapmak suretiyle kud-
retini açığa çıkarandır. Allah Tea.Ia'nın hikmeti gereği yapmamış olduğu bir-
çok şeye gücü yeterse de iktidar, onun geçmişte gerçekleştirmiş olmasıyla ilgi-
lidir. Geçmişte yaptık.lanna bakarak O "Muktedir" olarak adiandınimaya la-
yıktır." (Beyhaki, a.g.e., s. 28-29)
"Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gi-
bidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış;
arkasından rüzgann savurduğu çer çöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerin-
de iktidar sahibidir." (18:45)
"Takva sahipleri Cennetlerde ve ırmaklarm kenarlanndadır. Muktedir bir
Sultan olanın (Allah'ın) huzurunda hak meclisindedirler." (54:54-55)
"Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti. Lakin onlar bütün
ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize layık bir şekilde ya-
kaladık." (54:41-42)
"Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk. Bizim
onu gidermeye de elbet gücümüz yeter." (52:18)
"Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız. Yahut on-
lara vadettiğimiz azabı, sana gösteririz. Çünkü bizim onlara gücümüz yeter."
(43:42)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başkıı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-69-
AUah, öyle bir ezeli hayat sahibidir ki, bütün hayat sahiplerinden önce var-
dı ve bütün hayat sahipleri O'nun birer sanat eseridir.
Allah, öyle bir ebedi hayat sahibidir ki, bütün hayat sahipleri zahiri sebep-
leri ile birlikte ölecek, O ise daim ve baki kalacaktır.
Bizzat Kur'an'ın ifadesiyle "O'na benzer hiçbir şey yoktur; O her şeyi du-
yan ve her şeyi görendir." (42:11)
. , ~.) ~'Y
.,.
0 4.?
.J .,..
.:UI • , L;
- c.S ' 4.? -
::; ..
Ezeli hayat sahibi olduğu, bütün hayat sahiplerine hayatlannı bahşettiği vt•
her hayat sahibi bekasmı O'na borçlu olduğu için, hiçbir canlıya hiçbir şekildt•
ihtiyaa yoktur.
"Mevti veren O'dur. Yani: Hayat vazifesinden terhis eder, fani dünyadan
yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten azad eder. Yani: Hayat-ı faniyeden, seni
hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fani cin ve inse bağınr, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, irıkıraz değil, sön-
mek değil, firak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in'idam de-
ğil. Belki bir Fail-i Hakim-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekandır.
Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslilerine bir sevkiyatbr. Yüzde doksan do-
kuz ahbabın mecma'ı olan ilem-i berzaha bir visal kapısıdır." (Mektubat, s. 226)
r-ı._, 'ı<~-~., .:Jı LG
\:.1 ,.,? ı.r ı.J)ft ..s ,.,? -
- '
69/8. Ey bütün dirileri rızıldandıran gerçek hayat sahibi!
Her hayat sahibinin, hayat süresi boyunca ayrı ayn olan çeşit çeşit nzıklan
nı unutmayarak, şaşırmayarak ve karıştırmayarak sağlayan O'dur.
0 ~~'i~.:Jı~~
'
69/to. Ey hiç ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi!
katiyyette bir Hayy-ı Uyemut'un, bir Şems-i Sermedi'nin. bir Hallak-ı Baki'nin
ve bir Kumandan-ı Akdes'in vürub-u vücudu ve vahdeti ve mevrudiyeti, kai-
nahn mevrudiyetinden bin derece zahir ve katidir diye bütün mevrudat, ayn
ayn ve beraber şehadet ederler." (Şualar, s. 602)
"Yani: Bütün kainatın mevrudatında görünen ve vesile-i muhabbet olan ke-
mal ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemal ve ih-
sarun sahibi ve bütün mahbuplara bedel, bir tek cilve-i cemali kafi gelen bir
Mabud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Layezal'in ezeli ve ebedi bir hayat-ı daimesi
var ki; şaibe-i zeval ü fenadan münezzeh ve avanz-ı naks u kusurdan müber-
radır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zişuura ve ehl-i muhabbet ve aşka
ilan eder ki:
Sizlere müjde! Mahbuplannızdan nihayetsiz firaklann yaralanru tedavi
edip merhem süren bir Mahbub-u Baki'niz var. Madem O var ve Baki' dir, baş
kalan ne olursa olsun merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda, sebeb-i muhab-
betiniz olanhüsnü ihsan, fazi u kemal, o Mahbub-u Bal<i'nin cilve-i cemal-i ba-
kisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların ze-
valleri, sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi ayinelerdir. Ayinelerin değiş
mesi şaşaa-i cemalin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, her şey
var." (Mektubat, s. 226)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-70-
Bu ayetle Allah'ın nuru diye ifade edilen, dini, Kitabı veya delili gün~
benzetilmiş, bunları çürütrnek, etkisiz hale getirmek ve gözden düşürmek istı~
yenler de, güneşi üflemekle söndürmeye kalkışan ahmaklara teşbih edilmi~
lerdir. Oysa ki, bu bedbahtlar bilmeliydiler ki:
Evet, Dahi takdir bilek gücüyle hiç geri çevrilebilir mi? Allah'ın yakhğı
bir mum, bir kandil, üflemekle söndürülebilir mi? Allah' ın, Hz. Muhammed
ufkundan tulu' ettirdiği hak nurunu, İslam dinini, uydurma sözler, yalan
yanlış propagandalar, tahrif edilmiş kitaplada engelleyebilirler mi? Asla bu-
güne kadar bunu başaramadıkları gibi bundan sonra da asla başaramaya
caklardır.
Her türlü cemal, kemal ve nimet sadece O'na ait olduğuna göre, buna karşı
lık yapılantüm övgü, hamd ve teşekkürler de gerçekte ancak ve sadece O'nun
hakkıdır ve O'na gider. Bunun ise had ve hesabı yoktur. Kısaca, ezelden ebede
dek ne kadar medih ve sena varsa ve hangi vesileyle kimden kime yapılırsa
gerçekte Allah' ad ır.
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 423
Allah'ın cemal, celal ve kemal ifade eden tüm sıfatları baki, daimi ve ebedi-
dirler. Hiçbirine en ufak bir değişiklik, zeval ve yokluk bulaşamaz. Ezelde na-
sılsa ebede dek de aynen kalmaya devam eder.
1 ~ ~
"İşte şu ayetler, evvela Cenab-ı Hakk'ın insana karşı şu koca kainah nasıl
bir saray hükmünde halk edip semadan zemine ab-ı hayah gönderip, insanl.ıra
nzkı yetiştirmek için zemini ve semayı iki hizmetkar etti~ gibi, zeminin sair
aktannda bulunan her bir nevi meyvelerinden, her bir adama istifade imkımı
vermek, hem insanlara semere-i sa'ylerini mübadele edip her nevi medar-ı ma-
işetini ternin etmek için gemiyi insana müsahhar etmiştir. Yani denize, rüzga-
ra, ağaca öyle bir vaziyet vermiş ki; rüzgar bir kamçı, gemi bir at, deniz onun
ayağı alhnda bir çöl gibi durur. İnsanları gemi vasıtasıyla bütün zemine mür,a-
sebetdar etmekle beraber ırmakları, büyük nehirleri, insarun fıtri birer vesait-i
nakliyesi hükmünde teshir; hem güneş ile ayı seyrettirip mevsimleri ve mev-
simlerde de~şen Mün'im-i Hakiki'nin renk renk nimetlerini insanlara takdim
etmek için iki müsahhar hizmetkar ve o büyük dolabı çevirmek için iki dümen-
d hükmünde halk etmiş. Hem gece ve gündüzü insana müsahhar yani hab-ı
rahahna geceyi örtü, gündüzü maişetlerine ticaretgah hükmünde teshir etmi;-
tir. İşte bu niaın-ı İlahiyeyi tadad ettikten sonra, insana verilen nimetierin re
kadar geniş bir dairesi olduğunu gösterip, o dairede ne derece hadsiz nimetlt·r
insan ne is-
temişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlahiye, tadad ile bitmez, tüken-
mez. Evet insarun madem bir sofra-i nimeti semavat ve arz ise ve o sofradaki
nimetlerden bir kısmı Şems, Kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana
müteveccih olan nimetler hadd ü hesaba gelmez." (Sözler, s. 422)
Allah'ın,aa olsun tatlı olsun, mükafata ilişkin olsun cezaya ilişkin olsun
hiçbir hüküm ve karan geri çevrilemez. Nitekim bir ayet-i kerimede, "De ki:
Rabbinizin merhameti geniştir; fakat dilediği zaman O'nun satveli ve azabı,
suçlu toplumdan geri çevrilemez." (6:147) buyrulur.
. , ., ""
70/ıo. Ey tam idrak edilemeyen kemal sahibil0 :l~~~ JW' ~:;. Ç
O'nun sınırsız, şeriksiz ve sonsuz olan kemal sıfatları tam olarak idrak ve
ihata edilemez. Şu satırlar, Yüce Allah'ın kemalatının kainat aynasında görü-
nen bir hakikat olduğunu güzelce izah ediyor:
"Evet bu kainahn bütün ulvi hikmetleri, harika güzellikleri, adilane kanun-
lan, hakimane gayeleri, hakikat-ı kemalatın vücuduna bedahetle delalet ve bil-
hassa bu kainah hiçten icat edip her cihetle mu' cizatlı ve cemalli bir surette
idare eden Halık'ın kemalatma ve o Halık'ın ayine-i zişuuru olan insanın ke-
malahna şehadeti pek zahirdir.
Madem kemalat hakikatı vardır. Ve madem kainatı kemalat içinde icat eden
Halık'ın kemalatı muhakkaktır. Ve madem kainahn en mühim meyvesi ve ar-
42b • Kur'3n ve Hikmet liı~ında CEVŞEN ŞERH!
" , .... -
. ' .,. ,
0 ~Ol~~ ı:>~'l'l ~~'il~~ 'it 4lt'i Ç d5~
-: ...
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-71-
Rab kelimesi, aslında mastar olup, ism-i fail manasında kullanılmışhr. Diğer
deyişiyle "terbiye" manasma geldiği halde "terbiye eden" anlamına intikal et-
tirilmiştir. Bunun sebebi de, terbiye işini gerçekleştiren zatın, bu işi çokça yap-
hğı, dolayısıyla işiyle adeta aynileştiği ve onu kemaliyle gerçekleştirdiği hissini
vermek içindir. Bu, hpkı daha önce izahı geçen Adl isminde olduğu gibidir.
Adl de, mastar olduğu halde "Adil" manasında kullarulmışh.
Rab kelimesi, belirli (marife, eliflamlı) olarak sadece Allah için kullanılır.
Başka bir varlık için kullanılmaz. Ancak, "belli bir şeyin rabbi" manasında baş
ka varlıklar için de kullanılmaktadır. Mesela, "Rabbü'l-Mal = mal sahibi",
"Rabbü'l-beyt =ev sahibi" ifadeleri kullanılır.
Rab ismi, Kur' an' da "Allah" lafzından sonra Cenab-ı Hak hakkında en çok
kullanılan isimdir (970 defa).
e) Terbiye eden, yani, bir şeyi elverişli ve kabiliyetli bulunduğu kemal nok-
tasına ulaşıncaya dek, yavaş yavaş geliştiren. Bir baba, bir mürebbi, çocuğu ye-
tiştirirken nasıl onun bütün ihtiyaçlanru temin eder, bütün hallerini görüp gö-
zetir, yanlış hallerini düzeltir, merhamet ve şefkatle bilmediklerini ö~etirse
yaratıklarm Rabbi yüce Allah da bütün bunları ziyadesiyle yaratıkianna bah-
şetmiştir.
Bütün bu manalanna göre, gerçek ve kamil manada Rab, yalnızca Yüce Al-
lah'tır. Zerreden güneşe, mikroptan file kadar canlı ve cansız bütün varlıklarca
itaat olunan O'dur. Her şeyi düzeltip yoluna koyan O'dur. Bütün alemi çekip
çeviren, idare eden, kemaline erdiren O'dur. Her şeyden önemlisi ve bütün bu
manalann esası olarak her şeyi ilim ve hikmetle yaratıp, onlara bir kemal nok-
tası tayin edip, şefkat, rahmet, inayet ve ihsanla o kemal noktasına doğru bir
meyil verip ilerleten, her bir mevcudu şeriksiz Rububiyetinde tutan O'dur. Ka-
inat ve içindeki her şey, birer kemal noktasına doğru seferber olmuş ilerliyor.
Bu kemal noktasına doğru giderken, kendisine lazım olan maddi ve manevi
teçhizat ve malzemeyi tam da ihtiyaç anında yetiştiren, bu yoldan alıkoyan her
şeyden de ya tekvini veya teşri'i olarak sakındıran O'dur. Bu şekilde, en küçük
bir çekirdekten, yumurtadan, nutfeden tutun da yeni doğan galaksilere ve hat-
ta belli bir zaman önce doğup gelişme, büyüme ve genişlemesine devam eden
kainata kadar; öte yandan manevi, ruhi ve kalbi seyir, inkişaf ve terakkisine
başlayıp sürdüren hak yolun yolcusu olan bir fertten tutun, ibtidai olarak baş
layıp bir kemale doğru ilerleyen, din ve medeniyetlere kadar her şeyin hakiki
sahibi, yönlendineisi ve yol göstericisi O'dur.
Allah'ın terbiyesinin tecellisi olarak gerek iç içe alemler ihtiva eden gökyü-
zü, yeryüzü ve insan bedeninde her fert, her unsur ve her organ kendisine
yüklenen görevi mükemmel ve son derece mahirane sürdürmektedir.
Mesela, yaz mevsiminde bulutsuz bir gecede gökyüzünü şöyle bir seyrede-
lim. Evrenin yaratılışının başlangıcında dev bir atomdan, büyük fakat planlı ve
hikmetli bir patlayışla şu kainatı bir çekirdeğin ağaç halinde inkişafı gibi yara-
tan, uçsuz bucaksız sema denizinde, bir okyanusun kıyısındaki kum tanelerin-
den daha fazla, bir kısmı dünyamızdan milyarlarca defa daha büyük ve top
mermisinden daha hızlı dolaşan yıldız ve gezegenleri boşlukta direksiz olarak
tutan, birbiri içinde döndürüp, çarpıştırmayan, milyonlarca seneden beri yakıt
lannı verip söndürmeyen sonsuz kudret sahibi Yaratıcılan ve Terbiye Edicileri
karşısında iliklerine kadar heybet ve korku duymayan kimse, insan ismine la-
yık olabilir mi?
öte yandan, hava, su, toprak gibi unsurlarda cansız ve dağınık olarak bu-
lunan zerrelerden bir su damlası (sperm) ve yumurta halinde hikmetle yarat-
maya başlayarak sonunda eli ayağı düzgün, her türlü maddi ve manevi cihaz-
428 • Kur'.ln vt Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!
lada donablıruş, sanat harikası bir insaru var eden Yüce Sanatk.inn büyüklüğü
karşısında büyük bir hünnet, sevgi ve hayranlıkla kanşık bir ürperti duyulmaz
mı?
Di~er taraftan her bahar, yeryüzünü bir ordugih haline getirip milyonlarca
tür hayvan ve bitkiyi kuru bir toprak ve basit bir sudan yaratarak yeni bir ordu
kuran, her birisinin nzkını, rengini, giysisini, silahını, eğitimini ve askerlik
(hayatta kalış) süresini ayn ayn takdir eden, bunu yaparken de zerre kadar şa
şınnayan ve kanşıklık çıkarmayan Terbiye Edici bir :lat'a karşı, saygı dolu bir
korku ve heybet duyulmaz mı?
Kısaca, evreni içindeki bütün varlıklarla, insanı taşıdı~ bütün maddi ve
manevi unsurlarıyla dereden mukadder zirveye, hiçlikten hedeflenmiş kemale
doğru adım adım ulaştıran Allah bu vasfından dolayı derin bir saygı ve heybe-
te layık olmaz mı?
Kur'in'da dualar en çok bu isimle yapılır. İnsan, Yarahcısına, Sahip ve Ma-
likine, O'nun şefkat, merhamet ve sevgisine iltica ederek, bütün dilekleriri
Rab ismiyle açar, kulluğunu da işte bu özelliklerinde tek olan Rabb'a tahsis
eder.
Fahreddin er-Razi, Allah'ın Rububiyeti ve sahibiyeti ile diğer varlıklannkini
mukayese ederek şu farklan kaydeder:
a) Allah, terbiye ettiği, besleyip bakh~ yaratıklardan Kendisi için bir men-
faat gözetmez. Di~er terbiyeciler kendileri için bir fayda gözetirler.
b) Allah'tan başkaları, verdikleri terbiye, bakım ve besleme ölçüsünde bir
harcama yaparlar ve servetlerinden eksilme olur. Allah'ın hazinesinden ise
hiçbir şey eksilmez.
c) Allah'tan başkalarından bir fakir ve muhtaç ısrarla bir şey isteyince öfke-
lenir, isteneni vennez ve yoksulu mahrum bırakır. Allah, ısrarlı istek karşısın
da öfkelenmek şöyle dursun, bilakis bundan hoşnut olur. Nitekim Hz. Pey-
gamber (a.s.m.), "Allah, duada ısrar edenleri sever." buyurmuştur.
d) Allah'tan başka ihsan sahipleri, genellikle, kendilerinden istenmeyince
vermezler. Allah ise istenmeden de verir. Mesela, insan anne rahmindeyken.
dünyaya geleceği zaman nelere muhtaç olaca~ndan habersiz ve bilgisizken,
Rabbi, onu gerekli olan her şeyle donatmıştır.
e) Allah'tan başkalannın iyiliği, yoksulluk, aynlık ve ölümle kesilir. Allah
için ise bu gibi anzalar söz konusu de~dir, dolayısıyla ihsaru ve iyiliği hiç ke-
silmez.
f) Allah'tan başkasının iyilik ve ihsanı sınırlıdır, belli şahıs ve varlıklan içi-
ne alır. Allah'ın terbiyesi, ihsan ve rahmetiise her şeyi kapsamıştır. (Razi, Me-
fatih, 1, 234)
Kur'In ve Hikmet I~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 429
gönül pişmanlığıdır. Gövdesi, onlan derhal terk etmek, meyvesi ise bir daha
dönmemeye kesin kararla azmetmek ve kayıplan iyiliklerle telafi etmektir. Bü-
yük veya küçük bir hata etse de, bunda ısrar etmeyen, içiyle dışıyla tertemiz,
pınl pınl, çocuklar misali art niyetsiz kulunu Allah sever.
, :1..:. ~ iı ~ı.JA~
0 ,y.~ ~ , . , ı'
,, ,
Allah bu dünyayı bir saray gibi bilip, onu kuran ve içindeki bunca farklılık,
renklilik ve çeşitlilikteki varlıklan aziz birer misafir gibi ağırlayan Kainat Sul-
tanı'nın sürekli gözlem ve gözetimi altında olduğunu bilerek, el athğı her işin
hakkını veren, ilişkili bulunduğu herkese ve her şeye karşı dürüst olan kulunt:
sever.
Allah'ın sevmesi, kendi başına en büyük manevi mükafat ve mutluluk kay-
na~ı olmakla birlikte, dünyada türlü türlü nimetler, ahirette de gözlerin gör-
mediği, kulaklann işitmediği, hiçbir faninin akıl ve hayalinden bile geçmeyen
mükafatlan da kazandınr. İşte tüm bu mükafatlan hak ettirecek, en geniş kap-
samıyla iyi davrananlan Allah sever. Demek ki, devlet ve servetierin en büyü-
ğü olan Allah sevgisini hak etmek için, büyük küçük demeden, önemli önem-
siz gözetmeden, evrensel olan iyi davranışı prensip edinmelidir.
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah bu vasfını şöyle dile getirir: "Sizin yarinız,
yardımanız Allah'hr. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır." (3:150)
Yani, müminlerin yardıması sadece yüce Allah'hr ve en iyi yardıma da
O'dur. Mevla, dostlannı ve velayeti altındakileri korur. Onlara yardım eder ve
menfaatlerini gözetir. Nitekim Uhud Savaşı'nda müslümanlar yenilmiş ve bir
kısmı dağılmış olmalarına ra~en tamamen imha edilmekten Allah'ın yardı
mıyla kurtulmuşlardır. Allah'ın dostluğunu ve yardımcılığını kazanmış olan
kimse başkalarının yardımına muhtaç olmaz. Çünkü en iyi yardıma O' dur.
Kur'~n ve Hikmet l~ı4ında CEVŞEN ŞER Hi • 431
O'nun yardımının tecelli etti~i yerde ma~lubiyet yoktur. Nitekim bir ayet-i ke-
rimede şöyle buyrulmuştur: "Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir
kimse yoktur; e~er sizi yardımsız bırakırsa O'ndan sonra size kim yardım ede-
bilir? Mürninler yalnız Allah'a güvensinler." (3:160)
Bir ayet-i kerimede bu isim şöyle ifade edilir: "0, do~ruyu e~riden ayırt
edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır." (6:57)
O Yüce Mabud, hak ile batılın arasını en mükemmel şekilde ayınr ve ortaya
çıkanr. O bütün mahlukahn üstünde bir hakimiyete sahip bulunmaktadır.
Allah, yapılan iyi işlere sadece bire bir karşılık vermez, en az bire on verir.
Bu durum, hesapsız vermeye kadar çıkar. Tüm bu engin keremi düşünüldü
ğünde, O'nun bu yüce ismini hatırlamaktan insan kendisini alamaz.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-72-
o~ç
,
72/2. Ey mahldkab öldükten sonra yeniden dirilten Muid!
ki: Önce yarahp, sonra onu iade edecek, yeniden diriltecek olan Allah'hr. O
halde nasıl (hak yoldan) döndürülüyorsunuz?"
Bediüzzaman, dotaylı da olsa, bu ismin bu dünyadaki tecellisini gösteren şu
açıklamalan yapıyor:
"Ezeli Nakkaş olan Cenab-ı Hak, her bir asn bir model yaparak kudret mu-
cizeleriyle bezeli, taze bir alemi ona giydiriyor. Her bir seneyi bir ölçü edine-
rek, rahmet harikalanyla sanatlı hale getirilmiş, taze bir kainah o bedene gön•
dikiyor. Her bir günü bir sahr yaparak hikmet incelikleriyle süslü yeni varlık··
lan onda yazıyor. Hem o Kudreti Sonsuz, her bir asrı, her bir seneyi, her bir
günü bir model yaph~ gibi, yeryüzünü, her bir dağ ve ovayı, bağ ve bostaru,
her bir ağaa da birer model yapmışhr. Zaman zaman, taze taze birer kainah
yeryüzünde kuruyor, birer yeni dünyayı icat ediyor. Birer alemi alıp diğer mü-
kemmel düzenli bir alemi getiriyor. Her mevsim, her bağ ve bostanda taze taze
kudret mucizelerini ve rahmet hediyelerini gösterir. Yeni birer hikmetli kitap
yazıyor. Taze taze birer rahmet mutfa~nı kuruyor. Yenilenmiş bir sanatlı elbi-
seyi giydiriyor. Her baharda, her bir ağaca ipekten bir atlas misali taze bir çar-
şaf giydiriyor. İnci misali yeni bir süsle süslendiriyor. Yıldız misali rahmet he-
diyeleriyle ellerini dolduruyor. İşte şu işleri son derece güzel sanat ve mü-
kemmel intizam ile yapan, şu birbiri arkasında gelen ve zaman ipine takılan
seyyar alemleri, son derece hikmet ve özen, mükemmel bir kudret ve sanat ile
değiştiren Zat; elbette gayet Kadir ve Hakim'dir. Nihayet derecede Basir ve
Alim' dir. Tesadüf O'nun işine karışamaz." (Sözler, s. 196-197)
"Canlı yeryüzü, bir baharda 5ani' a şehadet ettiği gibi; onun ölmesi yle, za-
manın geçmiş ve gelecek iki kanadına diziimiş kudret mucizelerine dikkatleri
çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharı gösteriyor. Bir mucize yerine binler
kudret mucizelerine işaret eder. Ve onlardan her bahar, şu hazır bahardan da-
ha kat'i şehadet eder. Çünkü geçmiş zaman tarafına geçenler, zahiri sebeple-
riyle beraber gitmişler; arkalannda yine kendileri gibi olan başkalan yerlerine
gelmişler. Demek ki görünüşteki sebepler hiçtir. Yalnız bir Kadir-i Zülcelal, on-
lan yarahp, hikmetiyle sebeplere bağlayarak gönderdiğini gösteriyor. Ve gele-
cek zamanda diziimiş hayat dolu olan yeryüzleri ise, daha parlak şehadet eder.
Çünkü yeniden, yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek, yere konup vazife gördü-
rup sonra gönderilecekler. (Sözler, s. 676-677)
Bunlar, Muid isminin dünyadaki tezahür ve tecellileridir. Bu ismin asıl te-
cellisi ahirette mahlukah yeniden yaratması ile gerçekleşecektir.
İşte o gün gelince Allah, va' dini yerine getirecek, herkesin çürümüş bedeni-
ni suya, havaya, toprağa dağılmış olan asli unsurlarını tekrar birleştirecek,
parmak uçlanndaki çizgilere vanncaya kadar en ince hususiyetlerini çevirip
yeni baştan yaratacak ve her bedenin ruhunu kendisine iade edecektir.
K ur'~ n ve H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 435
Kul, kendisini ilkin benzersiz bir şekilde yaratan Rabbinin, ölümle hayahna
geçici olarak son vereceğini, ardından ebedi bir hayatta hiç ölmemek üzere ye-
niden yarataca~ düşünmeli, bu hayat ve vücudun büyük bir görev için ken-
disine verildiğini bilerek var gücüyle o ebedi hayab için çatışmalı, başladığı
hayırlı işleri hiç kesintiye uğratmadan devam ettirmelidir.
Allah, yapılan işleri bütün tafsilahyla tutan, kaydeden, her şeyi belli vaktine
kadar afetlerden ve belalardan saklayandır.
Allah, gökleri, yeri ve bütün yarablmışları belirlenen ömürlerini tamamla-
yıncaya kadar, her türlü afetlerden ve belalardan muhafaza buyurmaktadır. Bu
sayededir ki, fezalar içinde ölçüye sığmaz bir hızla uçuşan sayısız cisimler,
birbiriyle çarpışmadan, her biri kendisi için çizilmiş sınır içinde yüzmektedir.
Her saat dünyarmza doğru sayısız gök taşı yönelip mermi hızıyla gelmektedir.
Fakat, atmosferi dünya sarayınuz için koruyucu bir tavan yapan Allah'ın,
Hafiz ismiyle biz canlı kullannı korumasıyla o dağlar büyüklüğündeki göktaş
lan dünyamıza ulaşmadan havada yanarak kül haline gelir, zerreleri bile kay-
bolur. Uzaydan bize yönelip gelen sayısız ışınlar da aynı atmosfer tarafından
süzgeç gibi süzülmekte, zararlı olanları engellenmekte, faydalı olanlan ise
dünyamıza iletilmektedir. Bu da Allah'ın Hafiz isminin bir tecellisidir.
Allah her yarathğına, kendine zararlı olan şeyleri bilecek bir his ilham bu-
yurmuştur. Bu daHafiz isminin tecellilerindendir. Mesela, bir hayvan, kimyevi
tahlil raporuna muhtaç olmadan, kendine zararlı olanotlan bilir ve yemez.
Aynı zamanda her bir canlı kendisini savunacak, hayabm müdafaa edecek
birer çeşit silahla donatılmışhr. Yeryüzü ordugahında aslandan kanncaya, di-
kenli bir ağaçtan ısırgan otuna, süt gibi fakat yakıcı sıvılar salgıtayan bitkilere
kadar her bitki ve hayvan birer silahla donatılmıştır. Bu da, Allah'ın Hafiz is-
minin tecellisidir. Allah yarahklannı bu şekilde de koruyor.
Canlıların vücuduna hatta kan hücrelerinin arasında birer savunma sistem
ve teşkilab kuran Allah'ın hıfz ve rumayesi ne büyük ve geniştir!
Allah, Hafiz ismiyle insarılara zararlı şeyleri haram kılmıştır. Orılann maddi
varlıklarını zehirleyen her türlü maddeyi, fuhşu, al.kolü ve benzerlerini yasak-
ladığı gibi, manevi yapılanru zehirleyen inkcin, sapıklığı, cahilliği vs.'yi de ha-
ram kılmışbr. Bu da koruyuculuğunun bir tecellisidir.
İnsan aciz bir varlıkbr. Hayab ve dünyası tehlikeler, sıkınhlar ve musibet-
lerle doludur. Bir veba veya verem mikrobundan tutun, ta gökteki kuyruklu
436 • K ur' J n ~e H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1
bir yıldıza kadar her şey onu tehdit ediyor. İnsan tek başına bütün bu hadsiz
düşmanlanyla baş edemiyor. Kısaca, insanın çevresinde ona zarar verebilme
istidadmda olan sayısız bakteri ve mikroplar, ona zarar vermek şöyle dursun,
pek ço~ insan için son derece faydalı ve hayab için vazgeçilmez birer urıstv"
durlar. Zararlı olanlanna karşı da Allah Tea.Ia sayısız çareler, ilaçlar, tedbirler
yaratarak insanı bu yönden de korumuştur. Zaten bu şekilde yarablmasırun
hikmeti de onu duaya, Rabbinin himayesine sığmmaya, kısaca hayabrun gaye-
si olan halis bir kulluğa sevk etmektir.
Allah kudret ve rahmetiyle, çaresiz kalmış, dara düşmüş ve sıkınbya duçar
olmuş her kulun sığınağıdır. O'nun hirnayesi öyle bir koruyuru kaledir ki.
oraya sı~an bir kimse asla mağlup olmaz. Yeter ki, kul, böyle muhkem bir sı
ğınağırun bulunduğunu bilsin ve şuuri olarak oraya iltica etsin. Fakat, kişi, ge-
nişlik ve rahatlık zamanında Allah'ı unutmayacak ki, Allah da darlık ve sıkınb
zamanında onun imdadına koşsun ve onu hususi himayesine alsın.
öte yandan Allah yine bu ismiyle, yarahklan tarafından yapılan hiçbir şeyi
kaçırmaz. İyi olsun kötü olsun kullannın yaptıklan bütün işleri, konuştuklan
bütün sözleri, kafalanndaki bütün düşünce ve niyetleri bir bir bilir, hiçbirini
unutmaz, hiçbirinde yarulmaz, hiçbirini başkalanyla kanşbrmaz. İyilik ve kö-
tülüğün zerresini kaybetmez, yapanlar cezalarını ve mükafatlaruu bulur.
Allah'ın sadece bu saydığımız isim ve sıfatlan değil, diğer bütün isim ve sı
fatlan da nihayetsiz derecede şümullu ve ihatalıdır. Zerrelerden güneşiere ka-
dar bütün varlıklar O'nun ilim, hikmet, kudret, rahmet ve inayet vs. deryasın
da yüzmektedir. O bütün isim ve sıfatlanyla her şeyi her yönüyle kaplamış ve
avucuna almıştır. O'nun tasarruf, tedbir ve idaresinin dışına taşan hiçbir varlık
yoktur.
438 • K u r' .1 n v t H i k m tt 1~ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H j
Kainatta bir tek nimete gerçekte sahip olan, bütün nimetiere de sahiptir. Bir
elmayı yaratan da, dünyayı döndürerek mevsimleripeşpeşe getirip yeryüzün-
deki tüm elmaları yaratan da O'dur. Çünkü, aralarında mühür birliği vardır.
Elmayı yaratan, yeryüzünde nzka vesile olan ve beslenmemizi sağlayan tüm
meyve ve nzıklan da yaratandır. Demek ki, en küçük bir canlıya en cüz'i bir
nimeti veren, doğrudan doğruya kamabn Yarahası ve besleyicisi olabilir. Öy-
leyse her türlü şükür ve hamd de doğrudan doğruya O'na aittir.
Şu aleme bakıldığında, tavanı gülümseyen yıldızlarla bezenmiş, tabanı süs-
lü varlıklarla şenlenmiş bir saray, bir bahçe biçiminde görünüyor. Tavanındaki
K ur' .i n ve H i k m el 1'ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ • 439
Musibet gibi görünen bazı İlahi icraatlar da aslında birer nimet olup harndi
gerektirirler. Hastalık ve ihtiyarlık, görünüşte aa ve soğuk iseler de, aslında
diğer birçok hikmetlerinin yanında, bize ahireti hahrlathklan ve gideceğimiz
öteki dünya için hazırlık yapmaya sevk ettikleri için birer nimettir. Ölümün bi-
le, hikmetleri düşünüldüğünde büyük bir nimet olduğu idrak edilir. Kirnden
geldiği bilindikten ve iman ile hikmeti anlaşıldıktan sonra, en hoşlanmadığı
mız bir hadise bile bize gülümser. Neticesi şifa olan aa bir ilaç hükmüne geçer
ve gönül gözü açık olanlar için harnde vesile olur.
Bir mümin, ne kadar çok övgüye layık hfH ve davranışlara sahip olmaya ça-
lışırsabu ismin tecellisine o ölçüde mazhar olur. Bu isimden ders alan bir mü-
min, Allah'tan gelen acı tatlı her şeye sabreder, şükreder. Çünkü, O'ndan an-
cak hayır ve fayda geleceğini, her işinin sonuç itibariyle hayırlı olduğunu bilir.
Tevekkül eder, huzur bulur.
Bu isimden ders ve hisse alan bir mümin, elden geldiğince güçlü, kuvvetli
ve izzetli olmalı, ancak bu durumu kesinlikle insanlarm yaruna yaklaşmalan
na, iyilik ve kereminden istifade etmelerine engel olmamalıdır. O, adeta güneş
kadar yüksek ve büyük olmalı, ancak tüm canlılarm başını ışığıyla okşamalı ve
hepsini sımsıcak hararetiye kucaklayıp ısıtmalıdır.
Mukit ismi hakkında çok değişik açıklamalar yapılmışhr. Hafiz, Şehid, Ka-
dir, her şeyin tedbir ve idaresini üzerine alan gibi anlamlarını başka .ilimlerden
nakleden Taberi, kendisi de değişik şiirler ve Hadislerden deliller getirerek
Kadir anlamını tercih eder. (Taberi, Tefsir, VIII, 583-585) el-Halimi ise şu açık
lamada bulunur: Muklt, nimet ve yardımıyla imdat eden Mümid'dir. Bu vasfın
aslı, bünyeye kuvvet veren "kiit"tan gelmektedir. Allah, canlılarm bedenlerini,
Kur'In ve Hıkmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 441
vakit vakit çözülen ve gidenlerin yerini yeni unsurlarm almasıyla yenilenen bir
nizama tabi olarak yaratmışbr. İrade etti~ belirli bir vakte kadar, bedenin var-
lıkta durmasını, devamlı surette yenilemekle, Allah, canlılara Mukit vasfıyla
imdat etmektedir. (Beyhaki, a.g.e., s. 66)
Bu isim, Kur' in-ı Kerim' de bir ayet-i kerimede geçmektedir. Bu ayetin mea-
li şöyledir: "Her kim iyi bir şefaatte bulunursa, o iyilikten ona bir nasip vardır.
Her kim de kötü bir şefaatte bulunursa ona da o kötülükten bir hisse vardır.
Allah, her şey üzerinde Mukit'tir." (4:85)
Bu ayette geçen Mukit ismi, daha çok Hafiz, Şehid, Muhit gibi manaları ha-
hra getiriyor.
Gazili de bu ismi şöyle açıklamaktadır: "Mukit'in manası, azıklan yaratan
ve onlan bedeniere -ki bunlaryiyeceklerdir-ve kalplere-ki bunlar (ma'rifet)
bilgidir- ulaşbrandır. Buna göre, Mukit, Rezzak manasındadır. Ancak bu on-
dan daha hususidir. Çünkü, nzık azık olanı da olmayanı da içine almaktadır.
Azık, bedenin devamı için kendisiyle yetinilen şeydir. Bu ismin, bir şeye ege-
men olan ve ona gücü yeten anlamı da vardır. Egemen olma, ilim ve kudret ile
olur. Bu manaya 'Allah, her şey üzerinde Mukit'tir' (4:85) ayeti dela.Iet etmek-
tedir. Burada Mukit, muttali' (haberdar) ve Kadir demektir. Bu durumda da,
Mukit hem ilmi hem de kudreti içine alır ki, ayn ayn Kadir ve Alim sıfatiann
dan daha tamdır. Çünkü her ikisinin manasını birden içine almaktadır. Bu
açıklamalanmızla bu isim, müteradif (onlarla eşanlamlı) olmaktan çıkmış bu-
lunmaktadır. (Gazali, a.g.e., s. 81)
Bu isimden ders alan bir mümin, çevresinde olup bitenlerden haberdar ola-
rak ve güçlü olmaya gayret ederek, elinden geldiğince uzak yakın ayınmı yap-
madan muhtaç insarılarm, hatta tüm canlılarm ihtiyaçlanrıı karşılamaya çalışır.
, , 1'
0 ~~
.,
72/8. Ey darcia kalan çaresizlerin imdadına koşan Muiis!
4 ~
72/ıo. Ey istedilini zelll kılan Müzill! 0 J~ Ç
Muizz, izzet veren, ağırlayan, değerli ve şerefli kılan, güçlü, yenilmez ve üs-
tün hale getiren; Müzill ise zillete düşüren, hor ve hakir eden, alçaltan demek-
tir.
Yüce Allah, Kur' anda bu iki sıfabna işaret etmekte ve tecellilerine örnek gt""
tirmektedir: "De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Mülkü dilediğine verir, diledı
~den çekip alırsın. Dilediğini aziz, diledi~ zelil edersin. Şüphesiz ki Sen
her şeye Kadir'sin. Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye. Ölüden diri-
yi çıkanrsın, diriden de ölüyü. Dilediğini de hesapsız nzıklandınrsın." (3:26-
27)
Allah, hükümranlığın, güç ve saltanabn hakiki sahibidir. Bunların bir pani-
bsını kullanndan dilediğine verir, verdiklerinden de dilediğinde çekip alır.
Nasıl ki, geceyi gündüze çevirir, gündüzü de geceyle kararbrsa; yine, toprak
gibi kuru bir maddeden, bitkilerin yaprak ve çiçeklerini dokumak, çekirdek
sperm ve yumurta gibi bir nevi cansız olan maddelerden filiz, insan ve kuşlar
çıkarmak suretiyle ölüden diriyi meydana getiriyor ve bütün bunlann hayatia-
nna son vererek hepsini toprağa döndürmek suretiyle ölüme mazhar ediyorsa,
izzetle diriltmek ve zilletle bir çeşit öldürmek de O'nun elindedir.
Mesela, Hz. Muhammed ve sahabilerini aziz, onların düşmanlarını zelil;
mürninleri imanla aziz, katirieri ise tercih ettikleri inkarla zelil; salih kullannı
ihlasla aziz, iki yüzlüleri riyayla zelil; dostlannı Cennet'e girdinnek ve onlara
cemalini göstermekle aziz, düşmanlannı Cehennemle ve Kendinden uzaklaş
brmalda zelil; yine kendilerinin tercihiyle bazı kullannı kanaat ve tevekkül ile
aziz, diğerlerini hırs ve aç gözlülükle zelil eden hep O' dur.
En büyük zilletlerden biri de esarettir. Esaret çeşit çeşittir. Nefis ve şeytanın
esareti var. Heva ve hevesin esareti var. Şüphe ve kuruntutarın esareti var.
Dünya sevgisinin esareti var. Zalimlere ve diktatörlere esaret var. Hapishane-
lere düşmek suretiyle esaret var. Düşman ordulannın elinde esir olmak var.
Allah, kullannı bütün bu esaretlerden kurtanr. Onları kendine aziz bir kul ya-
par. Yeter ki, samimi bir şekilde ve gönülden O'na müracaat edilsin, O'nun
kapısı dua ve niyaz ile çalınsın. Allah Kendisine hakkıyla kul olanlan başkala
nna kulluktan er geç kurtarır.
Allah'ın izzet ve zillet vermesi gelişigüzel ve keyfi değil, bir kanun iledir. O,
izzet ve zillet vesilelerini belirlemiş, bunu gerek Kur'an'a ve gerekse ikinci bü-
yük kitabı olan kiinata yerleştirmiştir. İzzetin kapısı, yukanda da işaret edildi-
ği gibi başta iman ve en geniş manasıyla hakiki hürriyettir. Zilletin kapısı ise,
başta Allah'ı tanımama demek olan inkir ve her çeşidiyle esarettir. Nitekim
Allah, Alemierin Rabbini bırakıp buzağı heykeli gibi aciz ve adi bir varlığı tan-
Kur'an vr Hlkmrt ı,ıoında CEVŞEN ŞER HI • 445
Birinci Si.kke: Ferdiyel cilvesi, kiinat yüzünde öyle bir si.kke-i vahdet koy-
muştur ki, kiinah tecezzi kabul etmez bir kül hükmüne getirmiştir. Bütün kai-
nata tasarruf edemeyen bir zat, hiçbir cüz'üne hakiki malik olamaz. O si.kke de
şudur: Kiinahn mevcudah, envalan, en muntazam bir fabrika çarklan gibi bir-
birine muavenet eder; birbirinin vazifesini tekmile çalışır. Öyle bir tesanüd, öy-
le birbirine muavenet, öyle birbirinin sualine cevap vermek ve birbirinin im-
dadına koşmak ve birbirine sanlmak, birbiri içine girmek suretiyle öyle bir
vahdet-i vücud teşkil ediyorlar ki; bir insanın cesedindeki unsurlar gibi, birbi-
rinden kabil-i tefrik olmaz. Bir unsurun dizginini tutan, umumun dizginlerini
tutamazsa, o tek unsurun dizginini zapt edemez.
İşte kainahn simasındaki bu teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk; pek parlak
bir si.kke-i kübra-yı vahdettir.
İkinci Si.kke: Zeminin yüzünde ve bahar simasında öyle bir parlak hatem-i
ehadiyet ve si.kke-i vahdaniyet İsm-i Ferd'in cilvesiyle görünüyor ki, Küre-i
Arz'ın yüzünde bütün zihayah bütün efradıyla ve ahval ve şuunahyla idare
etmeyen ve umumunu birden görmeyen ve bilmeyen ve icat etmeyen bir zat,
icat cihetinde hiçbir şeye kanşmadığıru ispat ediyor. O sikke de şudur: Zemi-
nin yüzünde madeni maddelerin, unsurların ve camidat mahlukahn gayet
muntazam, fakat gizli si.kkelerinden kat' -ı nazar; yalnız iki yüz bin hayvanat
taifelerinin ve iki yüz bin nebatat enva'ırun atkı ipleriyle dokunan nakışlı şu
sikkeye bak ki: Birden bahar mevsiminde, zeminin yüzünde, birbiri içinde, be-
raber, ayrı ayrı şekilleri, ayn ayrı hizmetleri, ayn ayrı nzıklan, ayn ayn ciha-
zatlan; hiçbirini şaşırmayarak, yanlış etmeyerek, nihayet kanşıklık içinde niha-
yet derecede temyiz ve tefrik ile, gayet hassas bir mizanla her bir şeye lazım
olan her şeyleri külfetsiz tam vaktinde umulmadığı yerden verildiğini gözü-
müzle gördüğümüzden, zeminin simasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle
bir hatem-i vahdaniyet ve öyle bir sikke-i ehadiyettir ki; bütün o mevcudah
birden, hiçten icat edip beraber idare etmeyen bir zat; rububiyet ve icat cihetiy-
le hiçbir şeye kanşamaz. Çünkü karışmış olsa, o hadsiz geniş müvazene-i idare
bozulacak. Fakat insaniann o kavanin-i rububiyetin hüsn-ü cereyanlanna yine
emr-i İlahi ile suri bir hizmeti var.
Üçüncü Si.kke: İnsanın yüzünde. Belki, insanın yüzü öyle bir sikke-i ehadi-
yettir ki, Adem zamanından ta kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı
insaniye birden nazar-ı mütalaasında bulunmayan ve her birine karşı o tek
yüzde birer alarnet-i farika koymayan ve o küçük yüzde hadsiz alarnet-i farika
bırakmayan bir sebep, bir tek insanın yüzündeki hatem-i vahdaniyete icat cihe-
tiyle el uzatamaz. Evet insanın yüzüne o sikkeyi koyan zat, elbette bütün
efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, her bir insanın si-
ması göz, kulak, ağız gibi aza-yı esaside birbirine benzediği halde, birer ala-
rnet-i farika ile, hiçbirisine tamam benzemez. Nasıl ki o simada göz, kulak gibi
azaların umum efradında birbirine benzediği, o nev' -i insanın 5arıi'i bir, vahid
olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de: Hukuk-u insaniyenin
muhafazası için sair enva'ın fevkinde olarak, o sirnalarda birbirine iltibas ol-
mamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alarnet-i farika ile iftirakla-
n, o 5ani' -i Vahid'in iradesini, ihtiyannı ve meşietini göstermekle beraber, a} n
ve çok dakik bir si.kke-i ehadiyet oluyor ki; bütün insanlan, hayvanlan, belki
kainab halk etmeyen bir zat, bir sebep o sikkeyi koyamaz." (Lem'alar, s. 31 i-
319)
Samed ismi 32/9' da genişçe açıklandığı için burada tekrarla açıklamak istt•-
miyoruz. Oradaki açıklamamızda da görüldüğü üzere, "Samed" kelimesinin
çok farklı ve zengin bir içeriği var. Bu manalardan birisi de, burada da vurgu-
landığı gibi, "kusur'' dan münezzeh ve uzak olmakhr.
.,.
73/s. Ey veziri bulunmayan Rab!
- , ~, y);:;. Ç
0 fi:/J
Allah, rububiyet saltanatında, yardıma, destekleyici ve vezirlerden mü-
nezzeh ve ihtiyaçsız olandır. "O Malik-i Zülcelal'in ne mülkünde, ne rububiye-
tinde, ne uluhiyetinde şerik ve naziri yoktur; muin ve vezire muhtaç değil; her
şeyin anahtarı O'nun elindedir; her şeye Kadir-i Mutlak'hr. Esbap, bir perde-i
zahiriyedir; tabiat, bir şeriat-ı fıtriyesidir ve kanunlannın bir mecmuasıdır."
(Ene ve Zerre Risalesi, s. 14)
21/4'te Gani ismiyle ilgili geniş açıklama geçti. Buna göre Allah, muhtaçlık
ve yoksulluğu ifade eden her şeyden hadsiz derecede münezzeh, yüce ve mu-
kaddestir.
Kur'An vr Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHI • 443
, . .... ..... -
,:;; \-: ,
e 1oı ~ ~ ~~~' ~~~' ~' ~~ 41~~ ç ~~
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-73-
Ferd ism-i a'zamı, a'zami bir tecelli ile kiinahn heyet-i mecmuasına ve her
bir nev'ine ve her bir ferdine birer sikke-i tevhid, birer hatem-i vahdaniyet
koymuştur. Burada yalnız üç sikkeye işaret edeceğiz.
Kur'in v~ Hikm~t l~ıQında CEVŞEN ŞERH! • 447
0 J.)$.
~ , .
73/7· Ey azledllmeyen Sultan!
- ~, ~~ ~:;. Ç
Sultan ismiyle ilgili açıklama 5/6'da geçti. Yüce Allah, rububiyet ve hakimi-
yetinden uzaklaştınlması mümkün olmayan, saltanat tahbndan aziedilmesi
düşünülemeyen, rakiplerden münezzeh tek sultandır.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyon~z. Bizi Cehennem'den kurtar!
448 • Kur'In ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞER HI
-74-
0~~li.u)~~%~:;ç
, ,
Şükür de kalp, dil ve davranışlarla olur. Kalp ile şükür, Allah'ın bu nimetle-
ri üzerinde düşünmek ve Allah'a karşı teşekkür duygusu taşımakla olur. Dil
ile şükür, bu nimetlerden dolayı Allah'a sözlü olarak şükretmektir. "Allah'a
şükür'', "Allah'a hamdolsun" gibi sözlerle yerine getirilir. Davranışlarla şükür
ise, bu nimetleri Allah'ın istediği doğrultuda kullanmakla yapılır. Bu da
Kur'an'ın ve Sevgili Peygamberimiz'in buyruklanru tutmakla olur.
0 v·,,
-~~_ul,;jj, ~ ~~; '-'
·.; ç
74/3· Ey hameli Kendisini övenlere büyük iftihar vesilesi olan!
Hamd, şükriin dil ile yapılanıdır. Kalbi minnettarlı~ın dil oluğundan dışa
nya taşmasıdır. Allah'ın sonsuz kemalatma karşı mest ve hayran kalarak O'nu
medih ve sena etmektir. Bu da, mürnin için en büyük şeref, iftihar ve övünç ve-
silesidir. Şu sahrlar, Allah' a ham d edebilmek için üzerinde düşünülecek sayı
sız sahne ve güzelliklerden örnek kabilinden sadece iki tanesine dikkat çeker:
Dünya ve ahireti, mürnin için nimetler dolu iki sofra olarak tasvir eden
iman nimetinden dolayı Allah'a hamdolsun. Mürnin imanının eli ve o imanın
ziyasıyla inkişaf eden açık ve gizli enva-ı çeşit duygulan, manevi ve ruhi çeşit
çeşit latifeleriyle bu iki sofradan istifade eder.
takdim edilen nimetlerden bir tanesi güneş olan bir kimsenin ise, istifade daı
resi ve önüne serilen nimet sofrası semavattan daha geniş hale gelir." (Bediüz-
zaman, Tefekkürname-Marifetruime)
'. ~ . ·ıı~ı- ~ .... -,, ,, . , 1'
.....
0 ~--.!!!·--·~~UI'.,.
, ' .... ,_, 'ıl
74/4· Ey taati, Kendisine itaat edenlere kurtuluş olan!
Allah'a itaat, en geniş ve genel anlamıyla istikamet, denge ve ölçü üzere ya-
şamakhr. Adap ve erkana riayettir. Sırat-ı müstakimi, dosdoğru yolu tutmak-
tır. Bu çizginin dışına taşmak ise, eksi veya artı istikamette uçuruma yuvarlan-
maktır. Yolu şaşırarak ıssız ve ürkütüd.i çöllerde kaybolmakhr. Kısaca, dünya
ve ahirette tek kurtuluş yolu, Allah'ın çizdiği yoldur. Emirlerine uymak, ya·
saklanndan ise sakınmakhr.
~~-~c_, :-c
-._ ,....ıÜ:.ıJ, r.- _,:..u
0~ . . .JA ı:,-- -
\..,.;
O'nun kapısı, ne kadar günahkar olursa olsun, ne kadar O'ndan uzak düş
müş bulunursa bulunsun, hatasını anlayan, saphğı uzak günah çöllerinden dö-
nüş yapan, içine düştüğü günah bataklığından kurtulmaya çalışan herkes için
ardına kadar açıktır. Yeter ki, o kapıya dönüş yapılsın, pişmanlıkla önünde du-
rulsun ve dua ile çalınsın.
'.. )~iı.-
0 ~ , c='. 1'J ~, ·.,c
-; .,. ı:.r- -
Ayette geçen, ~J
,, ~~deyimi iki türlü anlaşılabilir:
1 -
b) Aslında ayakta yürümeye çalışhğı halde, sık sık tökezleyerek yere kapak-
lanan, bu yüzden bir türlü belini doğrultamayan, ayağa kalkar kalkmaz yeni-
den yere kapaklanan kimsedir. Bu tasvir de kafirin haline son derece uygun-
dur. O, kainattaki adetutlah kanunianna ters hareket ettiği için hayat yolunda
yürürken her varlıkla toslaşır, İlahi kanunlarla çelişir. Gerçeklerle ters düşer.
İşte iman nurundan mahrum, Allah'ın kendisi için çizmiş olduğu hak ve haki-
kat caddesinden sapmış, bütün kainahn nefret ve düşmanlığına kendini hedef
etmiş kafuin durumu budur.
Dosdoğru yolda dimdik ve dümdüz yürüyen kimse ise, başta Hz. Peygam-
ber (a.s.m.) olmak üzere bahtiyar müminlerdir. Bunlar, yüksek ideallere doğru,
çizilmiş bir yolda, işlek ve geniş bir caddede adımlannı doğru atarlar. Allah'ın
gerek kevni, gerekse vahyi hidayet ve irşadmdan yararlarurlar. Allah'ın çizdiği
yolda ve O'na doğru intizarnla yol alan varlıklar kafilesine kahlır, onlara ayak
uydururlar. Onlann dostluk ve ünsiyetini kazarur, hedefe de öylece gönül hu-
zuru ile vanrlar. İman hay.-•.ı, İslam yolu kolaylık, istikamet ve denge yoludur.
Küfür hayah ise, zorluk, tökezleme, yalpalama ve gerçek amaçtan sapma yo-
ludur. Hangisi daha iyi hedefe ulaşhnr, murada erdirir? Acaba bu sorunun ce-
vaba ihtiyaa var mı? Demek ki ayetteki bu soru, gerçeği zihinlere nakşetmek
içindir.
Mürnin ile kafirin bu hali aynen ahirette de devam edecek, haşirleri de dün-
yadaki yaşayışlarma uygun biçimde farklı olacaktır. (Bkz. Razi, a.g.e., XXX, 64)
, ... '
0 ~~~ ıJlA:; ~ÇI~:; Ç
74/7· Ey ayetleri, bakanlar için kesin dem olan!
0 ,~ -~--· ~,((.•'
,... , ·~..ü~~
, ""'
..
1":../_ , , • , 1'
....... ~
I-...,-
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman tJer bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-75-
Bir ayet-i kerimede Firavun'un Hz. Musa'ya iman eden sihirbazlarının dı
linden Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle ifade ediliyor:
"Bize gelince, açıkçası biz, hatalanmızı ve bize sihir alanında zorla yaphı
dığın şeyleri bağışlaması umuduyla Rabbimize inandık. Çünkü Allah (umut
bağlananlann) en hayırlısı ve en kalıcısıdır."
Allah'ın azameti, O'nun tam olarak takdir edilmesi mümkün olmayan de-
~er ve güzelliğinin kaynağı, sebebi ve vesilesidir.
tutan perdesidir. Bu perde, O'nu örten bir perde değil, O'na karşı akıl ve göz-
lerimizi örten bir perdedir.
0 :j~ v :;.; ~ ~ Ç
75/9· Ey gizli nimetleri grup grup bile sayılamayan!
a) Ya bütün bu büyük küçük, uzak yakın, canlı cansız cisim ve varlıklar, in-
sanı taruyorlar, korkulanndan veya şefkatlerinden onun hizmetine koşuyorlar.
b) Ya insan kendi güç ve kuvvetiyle onlann hepsine elini ve hükmünü ye-
tiştiriyor, onlara kendi gücü ve kuvvetiyle boyun eğdiriyor.
Nitekim, kalbin abşı, insanın nefes alıp vermesi, sayısız hücrelerindeki faa-
liyetler, her bir duyu ve duygusunun bir .ileme pencere kılınması, böylece sa-
yısız alemlerle irtibat halinde olması, kitaplarm indirilmesi, peygamberlerin
gönderilmesi hep bu gizli ve açık nimetierin içinde yer alırlar.
İnsan bütün bu nimetleri düşününce gerçekten İlahi lutuflar içinde yüzdü-
ğünü arılamış olur.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
458 • Kur'3n vt H ik m tt l~ıOında C E VŞ E N Ş ER H 1
-76-
0~
~ ~ 1'
ve varlıp apaşikir olan Mübin! , ~
. ._L-:G..
O~
76/4· Ey saltanab muhkem, nüfuz ve iktidar sahibi Mekin!
Mekin, yüksek mertebe, mevki ve makam sahibi; kadri yüce, şanı yüksek
vs. anlamına geldiği gibi; işlerinde kararlı, hükmünde temkinli, işlerinde sabır
lı ve teenni sahibi, emirlerinde kararlı, sarsılmaz ve vakartı anlamlarını da ta-
şır. Yüce Allah, kelimenin tüm bu zengin içeriğiyle "Mekin" olduğu gibi, kul-
larına da güç, kudret ve imkan bahşedendir.
"inne keydi metin" şeklinde beyanla "keyd" deyimini "metin" olarak nitel~
miştir.
Kul şunu kesin olarak bilmelidir ki: Allah, her şeye nihayet itaat içinde bo-
yun eğdiren, kuvvetine hiçbir fiilinde hiçbir meşakkat peyda olmayan, ne ka-
dar büyük olursa olsun, ne denli güçlü görünürse görünsün varlıklar, madde-
ler, cisimler O'nun fiilierine hiçbir cihette mani olamayan at' br.
Allah Teala'run rahmeti vardır, gazabı da vardır. Sevdiklerine ulaşbnnak is-
tediği rahmetini önleyecek bir kuvvet ve kudret olmadığı gibi, gazap ve inti-
kanundan kurtaracak bir kuvvet de yoktur.
"O halde bir kul, istediği lütuf ve inayeti ancak Allah'tan beklemeli; korku-
su ve endişesi de ancak Allah'ın gazabını icabettiren şeylerden olmalıdır. Bu
suretle, gönülde Allah'tan başkasından korkuyu kaldınnak ve ümidi kesmek,
yüreklerin bütün ümitlerini ve korkulanru Allah'a bağlayabilmek olgunluk-
tur." (Tatlısu, a.g.e., s. 154)
Şehid vasfı Kur'an'da 35 yerde geçer 20'sinde Allah'ı niteler. Allah'ın her
şeye şahit olduğunu bildiren birkaç ayet-i kerimenin meali şöyledir:
"Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yapbklarınızı görür." (57:4)
"O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklanru kendilerine haber
verecektir. Allah onlan bir bir saymışhr. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her
şeye şahittir." (58:6)
"Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki
tann bilin' diye sen mi dedin, buyurdu~ zaman o, 'H.işi! Seni tenzih ederim;
hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim, Sen
onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben Senin zatında
olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin. Ben onlara, ancak ba-
na emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah' a kul-
luk edin, dedim. İçlerinde bulundu~m müddetçe onlar üzerine kontrolcü
idim. Beni vefat ettirince arnk onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen
her şeyi hakkıyla görensin." (5:116-117)
"Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve
siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman Biz mutlaka üstünüzde
şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve giz-
li) kalmaz." (10:61) "Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?" (41:53)
Allah'ın şahitliğinin bir tecellisi de kullann üzerinde gözetleyid ve her ya-
pılanı ve söyleneni kaydedici melekler görevlendirmesidir. (50:16-18)
Allah her şeye şahit oldu~nu, Kıyamette insanların kendi organlarını ko-
nuşturmakla yapıp ettiklerini söyleterek bir kez daha ispat edecektir. (41:21-23)
Şu halde başkalannın yanında
yapmaktan çekindiğimiz kötü işleri, tek ba-
şımıza kaldığımız vakit yapacak olursak, her zaman ve her yerde ilim ve kud-
retiyle hazır ve nazır olan Allah Telila'ya ehemmiyet vermemiş oluruz. Al-
lah'ın ilmiyle her yerde bulunduğuna ve her işi gördüğüne inanmış olanlar te-
miz ve dürüst insanlardır. Çünkü onlar kimsenin yanında kötülük yapmadık
lan gibi, tek başianna kaldıklan ve hiç kimsenin görmediği, duymadığı yerde
dahi bir kötülük yapmazlar.
öte yandan, Allah' m, rahmet ve mükafahyla daha fazla tecelli ettiği zaman-
larda (ki bu vakitlere "meşhud" vakitler adı verilir. Seher vakitleri gibi) ibadet
ve taate biraz daha ağırlık verilmekle beraber, her ibadet ve taatin O'nun tara-
462 e Kur'.ln ve Hıkmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERH i
0~)Ç
'
76/8. Ey bütün işleri isabetli; irşat eden; kemale erdiren R.eşid!
Bu isimden ders alan her mümin, Allah'ın diğer kullarına doğru yolu gös-
termeli; onlan İslam ile bağdaşma yan, Allah' a kulluktan alıkoyan bütün dav-
ranış ve alışkanlıklan terk etmeye çağınnalıdır. Bunu yapabilmek için de önce-
likle gerçekleri araşhrmalı, özellikle dini hayahnda doğru olanları tespit etmeli
ve kendi nefsini irşat etmelidir.
,. , ..... .... -
.,,,~"
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-77-
Birçok ayet-i kerimede Yüce Allah'ın, büyük fazl, kerem, hituf ve ihsan sa-
hibi olduğu belirtilir. Burada ise, bunu hikmetle, yerli yerince, doğru bir şekil·
de ve bilinçli bir biçimde yaphğı ifade edilmektedir ki bu gerçeğin ta kendisi-
dir.
0 ~-li.JI
, , ~~~~
, Ç
Kur'an-ı Kerim, Allah'ın, iyi kullanna vaadi, kötülerine ise vaidi (Cehen-
nemle tehdidi) ile doludur. "Şüphesiz ki, Allah'ın vaadi hakhr." (10:55)
Şu da vaidine bir örnektir:
"Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz ve onlardan sonra o ülkeye sizi yer-
leştireceğiz. İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler
içindir." (14:14)
Allah'ın bunca vaat ve tehditleri ahiretin varlığını kesin olarak gerektirir:
"Hiç mümkün müdür ki: Alim-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak olan şu masnua-
hn (sanatlı varlıklann) Sini'i; bütün enbiyanın tevatürle haber verdikleri ve
bütün sıddıkin ve evliyanın icma' ile şehadet ettikleri mükerrer vaat ve vaid-i
İlahi'sini yerine getirmeyip, -hap- acz ve cehlini göstersin? Halbuki vaat ve
vaidinde bulunduğu emirler (hususlar), kudretine hiç ağır gelmez. Pek hafif ve
pek kolay. Geçmiş bahann hesabsız mevcudahnı, gelecek baharda kısmen ay-
nen kısmen mislen iadesi kadar kolaydır. lfa-yı vaat ise; hem bize, hem her şe
ye, hem kendisine, hem saltanat-ı rububiyetine pek çok lazımdır. Hulfü'l-vaat
ise; hem izzet-i iktidanna zıttır, hem ihata-yı ilmiyesine münafidir. Zira hul-
fü'l-vaat; ya cehilden, ya acizden gelir." (Sözler, s. 79)
"Hulf-ül vaat ise hem zillet, hem tezellüldür. Hiçbir cihetle celal-i kudsiyeli-
ne yanaşamaz. Hulf-ül vaid ise ya afvdan, ya aczden gelir. Halbuki küfür; ci-
nayet-i mutlakadır, afva kabil değil. Kadir-i Mutlak ise, acizden münezzeh ve
mukaddestir. Şahitler, muhbirler ise; mesleklerinde, meşreplerinde, mezheple-
rinde muhtelif olduklan halde kemal-i ittifak ile şu mes'elenin esasında mütte-
hiddirler. Kesretçe tevatür derecesindedirler, keyfiyetçe icma' kuvvetindedir-
ler. Mevkice her biri nev' -i beşerin bir yıldızı, bir taifenin gözü, bir milletin azi-
zidirler. Ehemmiyetçe şu meselede hem ehl-i ihtisas, hem ehl-i ispattırlar. Hal-
buki bir fende veya bir sanatta iki ehl-i ihtisas, binler başkalardan müreccahhr-
lar ve ihbarda iki müsbit, binler nafileretercih edilir. Mesela Ramazan hilalinin
sübutunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin i.nkarlannı hiçe atarlar."
(Sözler, s. 82)
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle dile getirilir: "O'dur ki in-
sanlar artık ümitlerini keslikten sonra yağmur indirir, rahmetini her tarafa ya-
yar. O, gerçek dost ve hamiddir, bütünövgülereve harndiere layıktır." (42:28)
Bu vasıf da bir ayette şöyle dile getirilir: "De ki: 'Sizden bu hizmetim içn
hiçbir ücret istemiyorum, (ücret sizin olsun!) Benim ücretim yalnız Allah'a ait-
tir ve O, her şeye şahittir' ." (34:47)
Allah'ın "Şahid" ismi hakkında bilgi 33/3; 46/9 da; "Şehid" ismi hakkında
bilgi de 76/7' de geçti.
-
e :'oı~~ J~l'' -S~l'' ~' l't 4ltl' ç ı!.l5~
"' J ..... ..... ""' ~ , -: ,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
468 • Kur'in vt Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERH i
-78-
"Yani: Eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsa idi-
ler, intizam-ı kainat bozulacakb. Hilbuki küçücük sineğin kanadından ve göz-
bebeğindeki hüceyrecikten tut, ta tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, ta
manzume-i şemsiyeye kadar her şeyde cüz'i-külli, küçük ve büyük en mükem-
mel bir intizam bulunması; şeksiz ve kat'i bir surette şerikierin muhaliyetine ve
marlurniyetine delalet ettiği gibi, Vacib-ül Vücud'un mevcudiyetine ve vahde-
tine bilbedahe şehadet eder." (Şutilar, s. 599)
"Kur'an-ı Kerim, S.lni'in vahdetine dair delillerden hiçbir şey terketrnemiş
tir. Bilhassa arz ve semada Allah'tan başka ilahlar olmuş olsa idiler, şu görü-
Kur'In ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHi • 469
0~1
. -, ~-
·6ı . _!,c
~-
İşte bu sırr-ı rahmet, yavrularm hakkında cereyan ettiği gibi, za'f u acz nok-
tasında yavrular hükmüne geçen ihtiyarlar hakkında da caridir. Bana kanaat-ı
kat'iyye verecek derecede tecrübeler vardır ki; nasıl çocuklarm aczierine bina-
en rahmet tarafından nzıklan harika bir surette memeler musluklarından gön-
deriliyor ve akıthnlıyor, öyle de; masumiyet kesbeden imanlı ihtiyarlarm
nzıklan da, bereket suretinde gönderiliyor. Hem bir hanenin bereket direği, o
hanedeki ihtiyarlar olduğu; hem bir haneyi belalardan muhafaza edici, içinde-
ki beli bükülmüş masum ihtiyarlar ve ihtiyareler bulunduğu hadis-i şerilin bir
parçası olan ı!;,~~~~·~ -:,j ~)1 c/~. ll 'i~J yani: Beli bükülmüş ih-
tiyarlannız olmasaydı, belalar sel gibi üzerinize dökülecekti." diye ferman et-
mekle, bu hakikah ispat ediyor." (Lem'alar, s. 235)
"O zahn (a.s.m.) evvel ve ahir bütün ahval ve harekatınazar-ı dikkatten ge-
çirilirse, her bir hareketi, her bir hali harikulade değilse de onun sıdkına delalet
eder. Ezcümle: Gar mes'elesinde, Ebu Bekir es-Sıddık ile beraber halas ve kur-
terdiği vaziyet; elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Halık'ına itimad ettiAine
güneş gibi bir bürhandır." (İştiratü'I-İ'cdz, s. 106)
Allah'ın, kullannın küçük büyük, gizli açık, iyi kötü tüm hal ve hareketleri-
ni gördü~ daha önce ilgili başka isimler vesilesiyle açıklandı. Yüce Allah'ın,
kulunun her hal ve hareketini gördü~ü sıkça vurgulaması, onu iç hesapla:j-
maya, özeleştiriye ve dikkate sevk etmek içindir. Şu ayet-i kerimeler bu gerçe-
ğe ışık tutar niteliktedir:
., . . .,l:.Jı
0 ~ 1" .. ~ ·... ı:;
V ~, Y' ı:r- .
, • ,. 1:'-J
'
..
78/9· Ey kullarınm ihtiyaçlarından haberdar olan!
..
1
şey O'na ağır gelmez. Bir baharı halk etmek bir çiçek kadar O'na kolaydu.
Cennet'i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her
asırda, yeniden yeniye icat ettiği hadsiz masnuah, nihayetsiz kudretine niha-
yetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki:
Ey insan! Yaphğın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dar-ı
mükafat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fani dünyana
K ur' An ve H i k m et 1~ı 0 ı n da CEV Ş E N Ş E RH 1 • 473
bedel, baki bir Cennet seni bekler. ibadet ettiğin ve tanıdığın Hill-ı Zülcelal'in
va'dine iman ve itimad et. O'na va' dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiç-
bir cihetle noksaniyet yoktur. işlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bah-
çeni halk ettiği gibi, Cennet' i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana
vadetmiş. Ve vadettiği için, elbette seni onun içine alacak.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyomz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-79-
Yüce Allah'ın son derece cömert ve türlü türlü nimetler sahibi olduğu daha
önce ilgili başka isimler açıklanırken geçti. Burada ise, Yüce Allah'ın bu vasfına
ışık tutan ve ahiretin varlığıyla ilişkisini kuran şu sabrlan kaydetmekle yetine-
lim:
"Evet dünya yüzünü bu kadar müzeyyen masnuabyla süslendirmek, ay ile
güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir sofra-i nimet ederek mat'umatın en gü-
zel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçlan birer kap yapmak, her mevsimde
birçok defalar tecdid etmek; hadsiz bir ci.ıd u sehaveti gösterir. Böyle nihayet-
474 • Kur'In ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI
siz bir clıd u sehavet; öyle tükenmez hazineler ve rahmet, hem daimi, hem ar-
zu edilen her şey içinde bulunur bir dar-ı ziyafet ve mahall-i saadet ister. Hem
kat'i ister ki; o ziyafetten telezzüz edenler, o mahall-i saadette devam etsinler,
ebedi kalsınlar. Ta zeval ve firakla elem çekmesinler. Çünkü zeval-i elem lez-
zet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. Öyle sehavet, elem çektirrnek is-
temez.
Demek ebedi bir Cennet'i, hem içinde ebedi muhtaçlan ister. Çünkü niha-
yetsiz clıd u seha, nihayetsiz ihsan etmek ister, nimetlendirmek ister. Nihayet-
siz ihsan ve nimetlendirmek ise, nihayetsiz minnettarlık, nimetlenmek ister. Bu
ise, ihsana mazhar olan şahsın devam-ı vücudunu ister. Ta, daimi tena'umla o
daimi in'ama karşı şükür ve minnettarlığını göstersin. Yoksa zeval ile aalaşan
cüz'i bir telezzüz, kısaok bir zamanda öyle bir rud u sehanm muktezasıyla ka-
bil-i tevfik değildir." (Sözler, s. 67)
Bu isim, sahip manasma gelen "Zu" ile lfıtuf ve ihsan manasma gelen
"Fadl" kelimelerinin izafet yoluyla bir araya getirilmesinden oluşmuştur. "Bü-
yük lfıtuf ve ihsan sahibi" demektir. Yüce Allah bu vasfıyla, kullarının dini ve
dünyevi bakımdan sahip olduklan her şeyin, hak sahibi olmaksızın, Kendi ka·
bndan bir lfıtuf eseri olduğunu bildirmektedir.
Dört ayet-i kerimede, Allah'ın nimetleri hahrlahldıktan sonra, "Zu Fadlirı
ale'n-llisi .. Allah, insanlara karşı fazi sahibidir." buyrulmuş, her seferinde dt~
arkasından, "İnsanların çoğu şükretmezler." denilmiştir. <Bkz. 2:243; 10:60:
27:73; 40:61)
Bir ayet-i kerimede, "Allah alemiere karşı fazi sahibidir." buyrulmuştur
İlgili ayette, zulmü temsil eden Calut'a karşı iyiliği temsil eden Talut'un ordu-
sunun üstün gelmesi ve Hz. Davud'un Calut'u öldürdüğü bildirildikten son-
ra, "Allah'ın insanlan birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzünün düzeni
bozulurdu; lakin Allah, alemiere karşı fazı sahibidir." (2:251) ifadesi geçmek-
tedir.
Manevi, nimet ve hidayet (2:105; 3:74) savaştan ziyansız olarak nimetle
dönmek, derin iman anlayışı, günahiann örtülmesi ve affedilmesi (8:29), geniş
liği gök ve yer kadar olan ebedi Cennet' nimeti (57:29), Allah'ın vereceği ma-
nevi ve uhrevi mükatat (62:4) gibi hususlarm söz konusu edildiği bazı ayet-i
kerimelerde de Allah, "Zü'l-fadli'l-azim = büyük lfıtuf ve ihsan sahibi" olarak
nitelenmektedir. (Aynca bkz. 3:174; 57:21)
Kur'An ve Hikmet l~ıljında CEVŞEN ŞERHİ • 475
Yüce Allah burada "Nun" harfine, kaleme ve yazıya yemin ediyor. Alfab
harflerinden biri olması bakımından, "Nun" harfi ile, kalem ve yazı arasındal
ilgi son derece açıkhr. Fakat bunlara yemin edilmiş olması değerlerini arttır:
yor, bu yolla öğrenmeye önem vermeyen bir toplumda dikkatleri onlara çek
yor. O günkü Arap toplumunda okuryazarlık oranı sıfır denecek kadar düşm
tü ve okuryazar olanlarm sayısı bir elin parmaklanru geçmezdi. Oysa yüce A
lah'ın bilgisi kapsamında onlann hayalında okur-yazarlığa önemli bir rol b:
çilmişti ve bunun geliştirilmesi, aralannda yaygınlaşhnlınası planlanmışh. B·
inanç sistemini ve ona dayalı hayat sistemini dünyanın dört bir yanına taşım~
lan için yazı gerekliydi. Ayrıca insanlığa önderlik etme görevini eksiksiz yer
ne getirmeleri için bu durum kaçırulmazdı. Böylesine büyük bir görevi yerin
getirmek için gerekli olan temel unsurlardan birinin yazı olduğu kuşku ge
tünnez bir gerçektir.
Nitekim Peygamber Efendimize inen ilk vahyin içeriği de bu anlamı peki~
tirmektedir: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı embriyodan yarath. Okı
Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretti. İnsan
bilmediğini öğretti." (96:1-5)
Bari', bir kalıptan döker gibi düzgün, tertip li ve güzel yaratan, organ ve c
hazlan birbirine mütenasip ve kainattaki genel düzene ve gayelere yardımcı v
uyumlu olarak var eden anlamına gelir. Bari' kalıbı, daha ziyade Allah'ın car
Kur'in ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI • 4n
Bu isim, Kur'an'da üç yerde geçer. Biri, "O öyle Allah'hr ki, HMık, Bari',
Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur." (59:24) ayetidir. Bu ayette geçen üç
vasıf arasında icraatta bir derecelenme göze çarpıyor. (Halık) ile "takdir edip
planlama"; (Bari') ile ''bir kalıptan döker gibi düzgün, tertipli yaratma"; (el-
Musavvir) ile de, "güzel bir suret verip bezerne ve tezyin etme" fiilleri vurgu-
lanmış gibidir.
Yüce Allah, her şeyin vücudunu mütenasip, yani organlarını, hayati cihaz-
larını ve unsurlarını özellik bakımından birbirine uygun ve ahenkli yarathğı
gibi, her şeyi de hizmeti ve faydasıyla umumi ahenge münasip olarak yarat-
mışhr. Öyle ki, bütün eşya birbirinden ayrılmaz ve bu sonsuz çokluk ve geniş
likteki alemler sanki, bir tek fabrikanın bölüm ve parçalanymış gibi her şey bir
şey için ve bir şey her şey için çalışmaktadır.
İnsanlar için durum budur. Yani, takdir edenle binayı yapan ve onu süslt!-
yen ayrı ayrı kişilerdir. Halbuki şaru yüce Allah'ın fiilleri konusunda durum
böyle değildir. O, hem takdir edici, hem yaraha ve hem de tezyin edicidir."
(Gazali, Makilsıd, s. 49-50)
Bu isimden ders alan müminin, başta kendi vücudu, maddi ve manevi bün-
yesi olmak üzere her şeyi en güzel ve sanatkarane yaratan Rabbine iman \e
teslimiyeti artar. Her şeyin ve her hadisenin, O'nun hikmetli yaratmasıyla ol-
duğunu bilerek, olumsuz gibi görülen gelişmelerden korku ve üzüntü duy-
maz. Tam bir tevekkülle O'na teslim olur. Öte yandan, yapbğı her işi tertipli,
düzgün ve güzel yapar. Özellikle icra etti~ sanahn ve gerçekleştirdiği eserin
detaylarına dikkat eder. Eserinin, işe yarar, her parçası ve unsuroyla faydalı
olmasına özen gösterir. İşinde estetik boyutu asla ihmal etmez.
"İnsan bir sıkınbya maruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken ve-
ya ayakta iken. Bize yalvarıp yakarır. Fakat biz sıkınhsını giderdik mi, sanki
uğradığı dertten dolayı Biz'e yalvaran kendisi değilmiş gibi eski h.iline döner.
İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaphkları işler,
kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir." (10:12)
"Ama sonra sizin o sıkıntıruzı giderince, içinizden bir kısmı hemen Rab'leri-
ne ortak koşarlar." (16:54)
Yüce Allah, bu vasfıru sevdiği kullanndan bir örnekle göstermiştir:
"EyyCıb'u da an. Hani o: 'Ya Rabbi, bu dert bana iyice dokundu. Sen mer-
hamettilerin en merhametli olanısın' diyeniyaz etmiş, Biz de onun duasını ka-
bul buyurup katımızdan bir lutuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, has-
talığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlanru bir misliyle beraber vermiştik."
(21:83-84)
lıklar yarahr. Mesela, bir portakalın kokusunu, tadını, şeklini, rengini vs. yok-
tan yarahr. Elementlerini de başlangıçta yoktan yaratmakla beraber, hava, -;u
ve topraktan alarak ona gönderir.
0
,
~, ~
..1 ,. .... , -
~ ' -: ,
;81
, , ~~'JI _:,~'JI ~1 'J~ ~~'J Ç ~~
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan müneııehsin, Senden başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-80-
Adi, sözlükte eşit muamele ve denge anlamına gelir. Adi, "çok adil" demek-
tir. Adil ise, kendisinden adalet sadır olan kimse demektir. "Asla zulmetme-
yen, hakkaniyetle hükmeden, haktan ve doğrudan başkasını söylemeyen, bü-
tün İcraatında bu şekilde hareket eden" diye de tanımlanmıştır. Adi ismi, s.ı
dece meşhur Esrna-i Hüsna Hadisi'nde geçmekte, Allah'ın vasfı olarak bu k.ı
lıpla Kur'an'da geçmemektedir. Ancak, Allah'ın kainat ve varlıklan dengfli
olarak yarathğı ve adaleti gözetti~ çok kere ifade edilmektedir. Özellikle ah-
rette, hiçbir haksızlı~a meydan vermeyecek şekilde bizzat adaletle hükmedecı!
~ belirtilmektedir: "Biz, Kıyamet gününde adalet terazilerini kuracağız. O gün
kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş, bir hardal tanesi kadar bi-
le olsa, onu adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak Biz herkese yeteriz "
(21:47; 10:54-55; 39:69)
Kainat, Allah'ın hüküm ve saltanabnın tecelli yeridir. Burada yaşayan bü-
tün varlıklar da o Sultanm rumayesi albnda hayat süren birer raiyyet ve ahali-
dir. Allah'ın,
memleketinin ahalisine zulmetmesi, onların haklarına tecavüzde
bulunması düşünülemez. Çünkü, O sadece memleketin değil, ahalinin de yara-
hası, sahibi ve çekip çeviridsidir. Onlara ait ne varsa hepsi O'nundur. Onlar,
hem O'nun mülkü, hem memlukü ve hem de mülkünde çalışan memurlandır.
Yani, onların Allah'a karşı hak iddia etmeleri haksızlık olur.
K ur' i n ve H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 481
Allah, Adil-i Mutlaktır. Kiinatta her şeyi yerli yerince yaratması, her varlığı
layık oldu~ cihaz ve duyularla donatması, her hak sahibinin hakkını mü-
kemmel şekilde belirleyip himaye etmesi O'nun sonsuz adaletinin en açık ör-
neği değil midir? Allah bizzat kullanna zulmetmekten münezzeh oldu~ gibi,
onlann haklannı birbirlerinden almamaktan, birinin öbürüne zulmetmesine
göz yummaktan da son derece münezzeh ve alidir. Ahiretin icadı bu zulümleri
temizlemek, haksıziann cezasını, iyilerin mükafabru vennek içindir.
İmam-ı Gazclli, Adi ismi ile ilgili olarak şu açıklamayı yapar:
"Adilin adaletini bilmeyen onu tanıyamaz. Adilin fiilini bilmeyen de onun
adaletini bilemez. Bu vasfı anlamak isteyenin, engin göklerin yüceliklerinden
yerin derinliklerine kadar, şanı yüce Allah'ın fiilierini ilmenihata etmesi, iyice
bilmesi gerekir. Onun bu bilme temaşası, kainabn herhangi bir yerinde bir uy-
gunsuzluıu,n, bir kusurun bulunmadığını müşahede edinceye kadar devam
etmelidir.
Kul, Allah'ın mahlukabnda bir kusur, bir uygunsuzluk bulunmadığını gö-
rünce, gözünü tekrar kainata çevirir, yine bakar, yine bir kusur göremez. Sonra
bir kere daha bakar, yine herhangi bir eksiklik göremez. Arbk var olduğunu
sandığı kusuru bulamamış olarak geri döner. O zaman Allah'ın kudretinden,
adaletinde rububiyetinin azametinden bir şeyler anlar. Kiinattaki fevkalade
nizarn ve intizam kendisini hayrete düşürür. İşte o anda şanı yüce olan Al-
lah'ın adaletinin manalanndan bir şey anlamasıyla kendisinde derin bir sevgi
hasıl olur.
likeye maruz olmaktan uzak kalmazdı. Yine, elleri kollarla omuzlara asmışbr.
Eğer onlan başına yahut beline veyahut da dizlerine asmış olsaydı ortaya yakı
şıksız bir durum çıkardı ve şimdiki gibi faydalı da olamazlardı. Bütün duyu
organlannın başa konması da böyledir. Duyu organlan haber nakledici birer
gözetleyicidir. Onun için bütün bedene hakim bir mahalde bulunmalan gere--
kir. Eğer onlan başta değil de mesela ayakta yaratmış olsaydı, elbette vücudun
nizarnı bozulurdu." (Gazali, a.g.e., s. 68-70)
Bir sineğin yaşama hakkını merhametle koruyan bir rahmet, bir hikmt·t;
acaba dirilişi getirmemekle bütün şuur sahiplerinin hadsiz yaşama haklanru ve
nihayetsiz varlıklarm nihayetsiz hukukunu zayi' eder mi? Deyim yerindeyse,
rahmet ve şefkatte, adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir
muhteşem rububiyet; kemalabm göstermek, kendini tarutbrmak ve sevdimu·k
için bu kiinah hadsiz harika sanatlanyla, nimetleriyle süsleyen bir uluhiy~t
saltanab, böyle hem bütün yüksek sıfatlanru, hem bütün yarabklann ha.klaruu
hiçe indiren ve inkar ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi? Haş.l! Böyle bir sı
nırsız güzellik, böyle bir sonsuz çirkinliğe besbelli ki müsaade etmez. Ev~t
ahireti inkar etmek isteyen kişi, önce bütün dünyayı bütün gerçekleriyle inkar
etmeli. Yoksa, dünya bütün gerçekleriyle, yüzbin dil ile onu yalanlayarak, bu
yalanında yüz bin derece yalanalığını ispat edecek. Onuncu Söz kesin deliller-
le ispat etmiştir ki; ahiretin varlığı, dünyanın varlığı kadar kesin ve şüphesiz
dir. (Lem'alar, s. 308-310)
Bu isimden ders ve ibret alan kimse, gücü ölçüsünde onun tecellisine ayna
olmaya çalışır. İdaresi albnda bulunan, vücut memleketinden tutun, aile, kent
ve ülkesine kadar, yani söz ve tesirinin geçtiği en küçük daireden en büyüğüne
dek, her yerde adalet kanunlarının egemen olmasına var gücüyle çaba gösterir.
Mesela, vücut ülkesinde öfke, hırs ve şehvet gibi duygulannı akıl ve dininadil
kurallanna göre davranacak şekilde dizginler. Diğer tüm duyu ve duygulannı
dinin adalet ve hayat dolu kurallanna uygun kullanır. Ailede, eşine, çocukları
na ve diğer yakınlanna karşı adalet ölçülerine göre davranır. Geniş dairede de
elinden geldiğince tümüyle adil olan İlahi emirlerin uygulanması yönünde
gayret gösterir.
~ ,
8oj2. Ey rızası için yapılan işleri kabul eden KAbil! 0 Jtü Ç
Yüce Allah bu isminin gereği olarak, kullan tarafından samimi bir niyetle
edilen dualan, yapılan tevbeleri, yerine getirilen ibadetleri, dergahına yönelt-
len müracaatleri rahmetiyle kabul eder, ilmiyle değerlendirir, kerem dolu bc•l
mük.ifatla karşılar.
~ ,
8oj3. Ey her şeyden üstün ve yüce olan Fadıl! 0 J:ıı'ü Ç
Fadıl, fazilet sahibi demektir. Fazilet ise, değer, meziyet, iyilik, ilim, hüner,
şecaat, in'am, ihsan vs. itibariyle yüksek derece; başkasından cemal, kemal ve
fayda bakımından üstünlüğü demektir. Yüce Allah, kelimenin tüm bu zengin
içeriğiyle gerçek anlamda Fadıl' dır. Buraya kadar geçen bütün güzel isim ve sı
fatlan O'nun bu isme de nihayet derecede layık olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur'In vt Hikmtt l~ıljında CEVŞEN ŞERH! • 485
~ ,
8o/4· Ey her işin bakiki yap1cıs1 olan Fall! 0 ~li Ç
Yüce Allah. daimi ve hikmet dolu faaliyetiyle bütün varlıklan idare etmek-
te, çekip çevirmekte, yenileyip değiştirmekte ve adeta yeniden yaratmaktadır.
O, bu vasfıyla sürekli bir faaliyette bulunmaktadır.
Şu iki ayet-i kerimenin sonunda yüce Allah, azarnet ve kudret ifade eden
çoğul kipi kalıbıyla "Künna fallin ... Biz yapacak olaruz." ifadesini kullanarak
bu vasfına yer vermektedir:
"Biz, çözümü ihtiva eden hükmü Süleyman' a bildirdik. Bununla beraber,
her birine bir hüküm ve bir ilim verdik. Dağları ve kuşlan Davud'un emrine
verdik. Onunla beraber takdis ve ibadet ederlerdi. Biz dilediğimiz her şeyi
yapma kudretine sahibiz." (21:79)
"Gün gelir, gök sahifesini, tıpkı katibin yazdığı kağıdı dürüp rulo yapması
gibi düreriz. Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak diriltıneyi de Biz gerçekleş
tiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu gerçekleştirecek olan da
Biz'iz." (21:104)
. ,
8o/s. Ey yarabldarm her işini üzerine alan Kifil! 0 ~lS" Ç
.
8of6. Ey her şeyi meydana getiren Ciil! 0 ~~ Ç
Yüce Allah, meydana getirmek, oluşturmak, kılmak, tayin etmek gibi an-
lamlara gelen "ca'l" mastanndan fiil ve (bu isimde olduğu gibi) ism-i fail kalıp
larını zab hakkında kullanmaktadır. Mesela, Hz. Adem'in yaratılıp halife kı
lınmasıru meleklere bildirirken, "İnni cailun fi'l-ardı halifeh =Yeryüzünde bir
halife meydana getireceğim." ifadesini kullanır. Aynca, En'aın Suresi'nin 1.
ayet-i kerimesinde "karanlık ve aydınlığı var etmek ve meydana getirmek"
ifadeleri için yine bu kelimeyi kullanarak şöyle buyurmaktadır:
"Haınd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ın
hakkıdır. Bir de kafirler kalkmışlar, bir takım putlan Rab'lerine eşit sayıyor
lar!"
486 • Kur'An ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ
~ ,
8oj7. Ey her bakımdan eksiksiz olan Kimil! 0 ~\S' Ç
"Kamil" kelimesi, tam, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz anlamına gelir. Al-
lah kamil-i mutlakhr. Zat, sıfat, isim ve fiilleriyle mükemmel olup her türlü
noksandan münezzeh ve yücedir. Şu alemdeve içindeki varlıklarda açıkça gi.ı
rünen bütün yüksek hikmetler, üstün güzellik.ler, mükemmel yarahlışlar ve
adilane işleyen kanunlar vs. hep O'nun kemalinin eseri ve tecellileridir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'An ve Hikmet J~ıQında CEVŞEN ŞERH! • 487
-81-
Allah, nimet denilen, canlılarm hoşuna gidecek her türlü hali sağlayacak
güce ve kuvvete sahip olan; her kimde ne nimet varsa hepsi O'nun kudreti, ira-
desi ve i.kranuyla gerçekleşendir.
. J ,
81/4· Ey kudretiyle her yerde izzetini gösteren! 0 ~.J.la.t )~ :;. Ç
Allah, sonsuz kudretiyle her an, her yerde ve her vesileyle galibiyetini, karşı
konulmazlığını ve hükmünün geçerliliğini gösterendir.
"Evet görünüyor ki; şu a.Iemde tasarruf eden zat, nihayetsiz bir hikmetle iş
görüyor. O'na bürhan mı istersin? Her şeyde masiahat ve faidelere riayet et-
mesidir. Görmüyor musun ki: insanda bütün aza, kemikler ve damarlarda,
hatta bedenin hüceyrabnda, her yerinde, her cüz'ünde faydalar ve hikmetlenn
gözetilmesi, hatta bazı azası, bir ağaan ne kadar meyveleri varsa, o derece o
uzva hikmetler ve faydalar takması gösteriyor ki; nihayetsiz bir hikmet eliyle iş
görülüyor.
Hem her şeyin sanatında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor. Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını,
küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir ağaan sahife-i a'malini, tarihçe-
i hayahru, fihriste-i cihazahnı küçücük bir çekirdekle manevi kader kalemiyle
yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem her şeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü sanat bulunması; nihayt!t
derecede hakim bir 5.1ni'in nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan
bedeni içinde bütün kiinatın fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarları
nı, bütün esmalanrun ayinelerini dercetmek; nihayet derecede bir hüsn-ü sanat
içinde bir hikmeti gösterir. (Sözler, s. 66)
gisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mut-
laka bir kitapta (yazılı)dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." (35:11)
"O'nun bilgisi ve izni olmaksızın, ne bir meyve tomurcu~ndan çıkabilir,
ne her hangi bir dişi hamile kalabilir, ne hamile olan biri yavrusunu do~rabi
lir." (41:47)
Bediüzzaman, Yüce Allah'ın her şeyi kuşatan, hiçbir şeyin gizlenemediği
engin ilmini özetle şöyle açıklar:
Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder. Çünkü hik-
met ile iş görmek ilim ile olur.
Hem bütün itina, özen ve süslemeler o ilme işaret eder. itinayla ve lutufk.i-
rane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar.
Hem her biri birer ölçü içindeki bütün düzenli mevcudat ve her biri birer
intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü şekiller, yine o kuşaha ilme işaret
eder. Çünkü intizam ile iş görmek, ilim ile olur. Ölçü ile, tartı ile sanatkarane
yapan; elbette kuvvetli bir ilme dayanarak yapar.
Hem bütün mevcudatta görünen muntazam miktarlar, hikmet ve maslahata
göre biçilmiş şekiller, bir ezeli hükmün düsturuyla ve kaderin pergeliyle tan-
zim edilmiş gibi meyveli vaziyetler ve biçimler, bir kuşaha ilmi gösteriyor.
Evet eşyaya ayn ayn muntazam suretler vermek, her şeyin mesalih-i hayatiye-
sine ve vücuduna layık hususi bir şekil vermek, bir ilm-i muhit ile olur, başka
türlü olamaz.
Hem bütün canlılara, her birisine layık bir tarzda, münasip vakitte, umma-
dığı yerden nzıklannı vermek; bir ilm-i muhit ile olur. Çünkü nzkı gönderen;
nzka muhtaç olanlan bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyaaru idrak ede-
cek ki nzkını layık bir tarzda verebilsin.
Hem bütün canlılann, belirsizmiş gibi görünen aslında belirli bir kanuna
bağlı olan ecelleri, ölümleri bir kuşaha ilmi gösteriyor. Çünkü her taifenin fert-
lerininin görünüşte belirli bir ecel vakitleri görünmüyor, fakat o taifenin iki sı
nır arasmda belirlenmiş bir zamanda ecelleri muayyendir. O ecel esnasında, o
şeyin arkasından vazifesini devam ettirecek olan neticesinin, meyvesinin, çe-
kirdeğinin muhafazası ve bir yeni hayata dönüştürülmesi; yine o kuşaha ilmi
gösteriyor.
Hem bütün varlıklara şamil ve her bir varlığa layık bir surette rahmelin yö-
nelişi, bir geniş rahmet içinde bir kuşaha ilmi gösteriyor. Çünkü mesela canlı
ların yavrulanru süt ile besleyen ve yeryüzünün suya muhtaç bitkilerine yağ
mur ile yardım eden; elbette o yavrulan tarur, ihtiyaçlannı bilir ve o bitkileri
görür ve yağmurun onlara lüzumunu anlar, sonra gönderir vs. bütün hikmetli,
itinalı rahmetinin hadsiz panlhlan; bir kuşaha ilmi gösteriyor.
490 • Kur'In vr Hikmrt l~ıQında CEVŞEN ŞERHI
ifade etti~imiz işaret ve alimetler gibi binlerce kesin belirtiler var ki, şu kai-
natta tasarruf eden Zat'ın kuşaha bir ilmi vardır. Ve her şeyi bütün özelliklt!-
riyle bilir, sonra yapar. Madem şu kainat sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette
insanlan ve insaniann yaptıklannı görür ve insanlar neye layık ve müstehak
olduklannı bilir, hikmet ve rahmetin muktezasma göre onlara muamele edt·r
ve edecektir. Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zat seni bilir ve ba-
kar, bil ve ayıl! (Mektubat, 243-244)
,
8t/9· Ey yüceliğiyle beraber kullarına yakın olan10o-~
.r,j \5~:; ~
Allah son derece Yüce ve Mukaddes olduğu halde ilim, kudret, rahmet,
hikmet ve inayeliyle kullanna son derece yakın, hatta onlann şah damanndan
Kur'~n vt Hikmet I~ıt1ında CEVŞEN ŞERHi • 491
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
-82-
- J J
82/1. Ey diledilini yaratan! Q~ ~ ~ ~ ~ Ç
Yüce Allah, dilediği şeyi, dilediği biçimde yaratan, her varlığa irade ve me-
şietiyleözel ve mükemmel vaziyetler verendir. Şu ayet-i kerimeler Yüce Al-
lah'ın bu vasfına güzelce ışık tutmaktadırlar:
"Allah o kadirdir ki sizi bir zaaftan yaratmakta, sorıra zaafın ardından bir
kuvvet yaratmakta, müteakiben kuvvetten sonra bir zaaf ve ihtiyarlık yapmak-
tadır. O dilediğini yarabr. Her şeyi bilen, her şeye kadir olan, yalnız O'dur."
(30:54)
"Allah dilediğini yarabr. Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sa-
dece 'ol' der, o da derhal oluverir." (3:47)
"Doğrusu göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıklann hakimiyeti
Allah'a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir." (5:17)
492 • Kur'in ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI
"Senin Rabbin dilediğini yarabr, dilediğini seçer. Onlann ise seçme haklan
yoktur. Allah, onlann uydurduklan şerikierden münezzehtir, yücedir."
(28:68)
Önceki isimde, bu isme de ışık tutacak yeterli ayet-i kerimelere yer verildi.
Şüphesiz ki, Allah'ın diledi~ kimseye azap ehnesi, keyfi ve gayr-i adil bir şe
kilde de~l, kılı kırk yaran hahi adaletine uygun biçimdedir.
Yüce Allah'ın tevbeleri kabul edici vasfıru ifade eden isimler daha önce geç-
ti. Sadece konuya ışık tutan şu iki ayet-i kerimeyi kaydehnekle yetinelim:
"O (ink.ircı)larla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlan cezalandırsın, onlan
rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, mürninterin gö-
nüllerini ferahlatsın, kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin. Allah Teala dilediği
ne tevbe de nasip eder. Allah alimdir, hakimdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam
hüküm ve hikmet sahibidir)." (9:15)
"Sonra Allah, bu savaşın peşinden, onlardan dilediği kimseleri küfürden
dönüş yapmaya muvaffak eder. Zira Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merha-
meti boldur)." (9:27)
"O sizi analanruzın karnında üç karanlık içinde, peş peşe yaratır. İşte ger-
çek ilah olan Allah, bunlan yapan Rabbinizdir. Bütün mülk ve hakimiyet
494 • Kur'.ln ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH!
O'nundur. O'ndan başka tann yoktur. Hala nasıl oluyor da hak yoldan vazge-
çiriliyorsunuz?" (39:6)
"O'dur ki annelerinizin rahimlerinde size dilediği şekli verir. O'ndan başka
tann yoktur. O, azizdir, hakimdir, (Mutlak galip, tam hi.iküm ve hikmet sahibi-
dir)." (3:6) mealindeki ayet-i kerimelerin açıklaması niteli~deki şu ifadeler bu
konuda oldukça anlamlıdır:
"Evet, mesela mezkur ayetterin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bü-
tün annelerin rahimlerinde insaniann suretlerini ayn ayn, mizanlı, imtiyazlı,
ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, kanştırmadan
basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve bütün yeryüzünde
aynı kudret, aynı hikmet, aynı sanatla umuminsanlan ve hayvarılan ve nebat-
lan ihata eden bu feth-i suver (suretlerin açılıp verilmesi) hakikab; vahdaniyı!
tin en kuvvetli bir bürhanıdır. Çünkü ihata etmek bir vahdettir, şirke yer bı
rakmaz." (Şuôlar, s. 168-169)
0~~~~~ıJ~;:;.ç
82/9· Ey yaratbldannda diledili şeyi ziyade kılan!
ufak bir nimetin şükrünü bile tam olarak eda etmekten aciz iken, elindekileri
görrneyip daha fazlasını isteme hakkına nasıl sahip olabilir? Şu ayet-i kerime-
ler Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker:
"Gerek Ehl-i Kitap'tan gerek müşriklerden olsun, kifirler, Rabbinizden size
herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Fakat Allah, rahmetini dilediği
ne seçip ihsan eder. Allah büyük lutuf sahibidir." (2:105)
"Rahmetini (nübüvvetini) dilediği kuluna has kılar. Allah, büyük lutuf ve
inayet sahibidir." (3:74)
Şu sahrlar, bu isim hakkında güzel bir açıklama niteliğindedir:
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
4% • Kur'in w~ Hikmet Iıığında CEVŞEN ŞERH!
-83-
Allah, alemdeki her zerreyi bile kuşatan sınırsız, eksiksiz ve mukaddes ha-
kirniyetinde hiçbir varlığın ortaklık ve müdahalesine yer bırakmaz ve izin
vermez. Şu ayet-i kerime de O'nun bu vasfını önemle vurgulamaktadır:
"O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işi
tendir! Onlann, O'ndan başka bir dostlan da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kim-
seyi ortak etmez." (18:26)
0Gjj:~~~~ç
83/3· Ey her şeye bir plan ve miktar tayin eden!
bütün evren içinde, gerekse insanın iç aleminde ve hayahnda olup biten hiçbir
şey gereksiz ve boşuna değildir. "Her şeyi yarabp nizarn veren ve her şeyin
varlığını bir ölçüye göre belirleyen O'dur." (25:2) ayeti ile "Biz her şeyi bir ka-
dere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarathk." (54:49) ayeti de aynı gerçeği ifa-
de etmektedir.
O'nun her caniıyı kuşatan engin rahmaniyet ve rahimiyeti asla yok olmaz
ve hiçbir şeyden bir an olsun uzak kalmaz.
,,, , , • #',,
83/5· Ey melekleri elçi kılan! 0 ~J ~G::::t.: ı.ıı ~l>. ~
"Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi iki, üç, dört ... kanatlı elçiler
yapan Allah'a mahsustur!" (35:1) ayetide Yüce Allah'ın bu vasfıru dile getirir.
Buna göre Allah, melekleri elçiler yapan, yani kendisinden kullannın şuur
Ianna tebliğ vasıtaları, peygamberlere vahiy, salih insanlara ilham, akıllara
doğru düşünme fikrini getiren araçlar, yahut kudretini, eserlerini yarahklanna
iletici vasıtalar kılandır.
0 .JJ!,
·
~ .... ~L:.:.Jı "i:~ ·.' G
~~~-
Bunlar, yerküresini, insaniann yaşadığı bir mekan haline getiren tabii kay-
naklar arasmda mevcut olan uyum ve ahenkten sadece birkaçıdır. Bu olaylara
dikkatle bakaninsaf sahibi her insan, bunlar arasındaki uyumun, hakim bir ya-
ratıcmın bir planı olmaksızın sadece bir tesadüfün eseri olarak meydana gel-
miş olduğunu bir an bile kabul edemez ve bir tann veya tannça, bir cin veya
peygamber, bir veli veya meleğin, bu varoluşta d.ihil olduğu ve bu muazzam
nizarnı işler hale soktuğunu da asla kabul edemez. (Mevdiıdi, Tejhim)
En önemsiz gibi görünen şeyleri bile Allah tek tek sayıp kaydederken, in-
sanlann yaptıklanru elbette ihmal etmeyecektir. Onlann da söz ve davraruşla
nru, tüm hareketlerini, hatta niyet ve düşüncelerini bile daha mükemmel bir
surette kayıtlara geçirmektedir. Bazı düşüncesizler ise, istediklerini yapacakla-
nru, kendilerini bir görenin olmadı~ ve hesaba çekilmeyeceklerini sanmak-
tadırlar.
Madem ki bütün işlediklerimizi Allah Teala bir bir görüyor ve biliyor, o h.il-
de bize düşen, yapacaklanınızı yaparken bunu düşünmek, hayır veya şer, eğri
veya doğru, iyi veya kötü olup olmadı~ hesap etmektir. Bir an bile gaflet
etmemek, her vakitte, her nefeste, her harekette, her süklında kendimizi göze-
tip uyanık bulunmak gerekir. Amel defterirnizi okumaya başlayıp, "Eyvah bi-
ze! Bu defter ne hayret verici bir defter, ne küçük bırakmış, ne büyük (yaptık
lanınızm bir bir) hepsini yazmış!" (18:49) diye hayıflanacaAırnız gün gelmeden
bu hayah ve sonraki ebedi hayatımızı ciddiye almak durumundayız.
~ , .... -
,. ... ' ' , ~
-84-
0
J , -
Allah'ın birliği Risale-i Nur'da son derece orijinal delil ve tespitlerle güzelce
ispat edilmektedir. Bu delilleri, özetle va ana başlıklar halinde kaydedelim:
Tek Yaraha'yı kabul etmeyen her zerreyi yaraha kabul etmelidir
Yeryüzü, sayısız ayna parçaları, cam kırınhları, su damlacıkları, kar tanecik-
leri gibi şeffaf ve parlak şeylerle, hatta göl ve nehirlerle, deniz ve okyanuslarla
kaplı bulunsun. Güneş doğduğu vakit, bunların her birinde ışığıyla, ısısıyla,
yedi rengiyle ve diğer tüm özellikleriyle birer güneş akseder, görünür. Eğer,
gökteki bir tek güneş kabul edilip diğer güneşçikler, onun numuneleri, akisleri
ve görüntüleri kabul edilse kolay ve akla uygun bir yol seçilmiş olur. Yok eğer,
başını kaldırıp gökteki güneşi görmediği veya göremediği için o tek, asıl ve
hakiki güneşi inkar etse, o takdirde, en küçük bir cam kırınhsından tutun, en
büyük bir okyanusa ve birer ayna hükmünde olan gezegeniere kadar, güneşin
Kur'in •f Hikmft l~ı§ında CEVŞEN ŞERH! • 503
kendilerine yansıdı~ı her şeyde gerçek bir güneşi kabul etmesi gerekir. Bir gü-
neşi kabul etmemesine karşın, hadsiz güneşleri var saymak icap eder. Aynen
bunun gibi, zerreden güneşe kadar, tek hücreli bir canlıdan en büyük bir bali-
na veya file kadar her şeyde bir sanat, bir ilim, bir hikmet, bir kudretin eseri,
akisleri ve tecellileri görünüyor. Özellikle o canlı ve cansız varlıklar birer çekir-
dek, yumurta ve bazı canhlann menşei olan hücreler olsa, o zaman bu ilim,
hikmet, irade ve kudret daha net biçimde görünür. İşte bütün bunlarda açıkça
görünen bu üstün özellikler, bütün bu üstün sıfatiann sahibi ve kayna~ı olan
bir tek Allah' a verilmezse, o takdirde, her bir zerred e, çekirdek te, yum u rtada,
hücrede ve tohumda gerçek birer ilahın varlığım kabul etmek gerekir ki, hiçbir
akıl sahibi böyle bir fikre yanaşamaz. Zira zerrelere, özellikle tohum zerreleri
olsa, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerreler cüz' (parça, ö~e) olduğu canlıya,
hatta o canlının türüne, hatta muhtaç olduğu bütün varlıklara karşı öyle bir
konumda yer alıyorlar ki; ~er o zerrelerin ilişkisi Kudreti Sonsuz' dan kesilse,
o zerrelerin her birine, her şeyi gören bir göz, her şeyi kuşatan bir bilinç ver-
mek lazım gelir (Bediüzzaman, Nurwı İlk Kapısı, s. 110-111)
Evrendeki düzen ve dayanışma tek elden idare edildiğini gösterir.
Şu varlıklar, bir fabrikanın, bir sarayın ve bir düzenli şehrin parça ve bö-
lümleri gibi birbirine do~ru yardımlaşma ellerini uzatmış, birbirinin ihtiyaç di-
leklerine "buyurun!" derler. El ele verip, bir düzen ile çalışırlar. Başbaşa verip,
canlılara hizmet ederler. Omuz omuza verip bir gayeye yönelik olarak bir çe-
kip çevirkiye itaat ederler. Evet güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve
yazdan tutun ta bitkilerin, hayvanların imdadına; hayvanların, insanların im-
dadına; gıda zerrelerinin bitkilerin imdadına; yiyecek maddelerinin, beden
hücrelerinin imdadına koşup gelmelerine vanncaya kadar cereyan eden yar-
dımlaşma prensibi ile bütün varlıklar, bir terbiye edicinin emriyle hareket et-
tiklerini gösteriyorlar. İşte kainatta cereyan eden bu dayanışma, bu cevaplaş
ma, bu kucaklaşma ve bu düzen, bir tek idare edicinin terbiyesiyle idare ve bir
tek terbiye edicinin tedbiriyle sevk edildiğine kesinlikle şehadet eden şu göz
önündeki umumi hikmet, eksiksiz bakım ve gözetim, bunun da içindeki geniş
rahmet, umumi nzık ve her bir şeyi layık olduğu şekilde terbiye öyle parlak bir
birlik mührüdür ki, onu bütün bütün kör olmayan görür.
Kısaca, bütün kainat bir fabrikanın çarklan ve bir insan vücudunun organ-
Ian gibi birbirinin imdadına koşuyor. Buna göre, kainattaki bütün unsurlara
sahip olmayan, bir tekine sahip olamaz. (a.g.e., s. 115-116)
Kudret mucizeleri ve sanat harikaları varlıklar birer mühürdür, bulunduk-
lan yeri Yaraha'larına mal ederler.
Nasıl ki bir tarlada ekilen bir çeşit tohum; o tarlanın, tohum sahibinin idare-
si alhnda olduğunu ve o tohumun da, tarlayı ekip hiçenin tasarrufu albnda bu-
lunduğunu gösterir. Öyle de, elementler denilen, her biri birer sanat eseri olan
504 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI
varlıklann tarlası, birlik ve her tarafta aynılık ile beraber her tarafı kuşatmalan
ve şu varlıklar denilen rahmet meyveleri, kudret mucizeleri ve hikmet kelime-
lerinin birbirine benzerneleriyle beraber çok yerlere yayılmalan ve her tarafta
bulunup oraları vatan edinmeleri, mucizeler yaratan bir Sanatkar'ın tasarrufu
albnda olduklarını gösterir. Sanki her bir çiçek. her bir meyve, her bir hayvan;
o Sanatkarın birer iınzasıdır, birer mührüdür, birer tu~rasıdır. Her nerede bu-
lunurlarsa bulunsunlar, hal diliyle derler ki: "Biz kimin mührü isek, bu yerler
de onundur."
En basit bir varlı~a Rab (terbiye edici) olmak, bütün elementleri idaresinin
avucunda tutan zat'a özgüdür. En basit bir elementi çekip çevirmek ve idare
etmek, bütün hayvanları, bitkileri ve di~er varlıklan rububiyet avucunda ter-
biye edene hashr. (a.g.e., s. 117-118)
leri açıklanırken yeterince izah edildiği için burada fazla bir izaha gerek gör-
müyoruz.
Allah, bütün varlıklan disiplinli birer memur, itaatkar birer asker gibi em-
rinde bulundurarak celal ve büyüklüğünü gösteren; böylece eelali sıfatlannda
eşsiz ve benzersiz olduğunu ispat eden; kudret ve yüceliğiyle bilcümle mahlu-
katın nihayetsiz derecede üstünde olan ve bu özelliğiyle onlarla mukayeseye
bile gelmeyendir. Yüce Allah'ın celalini ifade eden vasfı "Celil" açıklanırken
13/l'de bu konuda genişçe bilgi verildi.
~ ~-
84/8. Ey her şeyden daha hak ve hak sahibi olan Ehakk! 0 ~1 Ç
"O (ölmüş ola)nlar, bunun üzerine Allahın, gerçek Yüce Efendilerinin hu-
zuruna getirilirler. Doğrusu, nihai hüküm yalnız Onun' dur: ve O, hesap gören-
lerin en hızlısıdır!" (6:62)
.508 • Kur'An vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!
"De ki: 'Size gökten ve yerden kim nzık veriyor? O kulak ve gözlerin sahibi
kim? Kim ölüden diriyi çıkanyor, diriden de ölüyü çıkanyor? Kim bütün işleri
düzenliyor?' Hemen diyecekler: 'Allah!' De ki: 'O ha.Ide (<Ynun azabından) sa-
kınmaz mısınız? İşte bunlan yapan Allah'hr sizin gerçek Rabbiniz. Gerçeğin
ötesinde, dalaletten başka ne kalır? Nasıl oluyor da haktan uzaklaştınlıyorsu
nuz?'" (10:31-32)
Şu ayet-i kerimeler de Cenab-ı Hakk'ın bu vashna dikkat çekerler:
"İşte orada her kişi, dünyada iken yapbklanrun kaç para ettituU görür.
Hepsi, gerçek efendileri olan Allah'ın huzuruna götürülür ve uydurduklan
putlar ortalıkta görünmez olur." (10:30)
"Allah, kendisinden çe kinilmeye herkesten ve her şeyden daha layık
(ehakk) ve hak sahibidir." (33:37; 9:13)
"De ki: Ortak koştuklarıruzdan hakka ilelecek olan var mı? De ki: 'Hakka
Allah iletir.' Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha layık (ehakk)tır; yoksa
hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne olu-
yor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz?" (10:35)
O, nza ve hoşnutluğu gözetilmeye de herkesten daha çok hak sahibidir.
(9:62)
1 , -
84/9. Ey herkesten daha fazla iyilik yapan Eberr! 0 ~1 Ç
1 , -
"Hayah daimidir, ezeli ve ebedidir. Mevt ve fena, adem ve zeval O'na anz
olamaz. Çünkü hayat, O'na zatidir. Zati olan, zail olamaz. Evetezeli olan elbet-
te ebedidir. Kadim olan, elbette bakidir. Vacib-ü'l Vücud olan, elbette sermedi-
dir. Evet bir hayat ki, bütün vücud, bütün envanyla onun gölgesidir. Nasıl
adem (yokluk) ona anz olabilir? Evet bir hayat ki, vacip bir vücud onun lazımı
ve ünvarudır; elbette adem ve fena hiçbir cihetle ona anz olamaz. Evet bir ha-
yat ki; bütün hayatlar mütemadiyen onun cilvesiyle zuhura gelir ve bütün ha-
kaik-i sabite-i kainat ona istinat eder, onunla kaimdir; elbette hiçbir cihetle fena
ve zeval ona anz olamaz. Evet bir hayat ki; onun bir lem'a-i cilvesi, maruz-u
fena ve zeval olan eşya-yı kesireye bir vahdet verip bekaya mazhar eder ve
dağılmaktan kurtanr ve vücudunu muhafaza eder ve bir nevi bekaya mazhar
eder. Yani hayat; kesrete bir vahdet verir, ibka eder. Hayat gitse; dağılır, fena-
ya gider. Elbette öyle hadsiz lemaat-ı hayatiye bir cilvesi olan hayat-ı vacibeye,
zeval ve fena yanaşamaz.
Nasıl ki güneşe karşı cereyan eden bir nehrin yüzünde kabaraklar parlar
gider. Gelenler aynı parlamayı gösterip, taife taife arkasında pariayıp sönüp gi-
der. Bu sönmek, parlamak vaziyetiyle; yüksek daimi bir güneşirı devamına de-
lalet ederler. Öyle de, şu mevcudat-ı seyyaredeki hayat ve mevtirı değişmeleri
ve münavebeleri, bir Hayy-ı Baki'nin beka ve devamına şehadet ederler."
(Mektubat, s. 240)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-85-
0~)-~~J~~
Ss/1. Ey Kendisini tanımak isteyenlerin Miruf'u!
O, aslında her türlü fiil, tasarruf, icraat, sanat ve nimetiyle Kendini kullarına
tanıtandır. Ancak, bunlardan yaradarup O'nu tanıma iradesirıi gösterenlerce
ancak bilirıir. O'nun varlığı aslında şiddetli zuhurundan gizlenmiştir. O'nu ta-
nımak isteyen içirı, en ufak bir sanah, bir hücre, bir çimen yaprağı bile tanıt
maya ve gönül sarayında marifetullah kandilini tutuşturmaya yeter.
SlO • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i
İnsan, iyilik ve ihsarun kuludur. Hatta hayvanlar bile iyiliğin dilinden anlar
ve kaynağına bir sadakat, vefa ve bağlılık gösterirler. Ancak, bu kadirbilirliğin
de iradi ve bilinçli olması lazım ki, anlamlı olsun. İşte, Yüce Allah, savısız ni-
metlerinin kaynağını bilip, geldiği adresi taruyarak minnettarlık duyan, bu
şükran duygusunu diliyle ifade eden ve gelen nimetleri gerçek sahibini razı ve
memnun etmek için kullananların şükürlerinin kıblesidir.
Hamd, iradi bir kemalden dolayı birini övmektir. Farkında olunsun olun-
masın, inamisın inarulmasın her türlü kemal Allah' tan geldiğine göre kimden
kime yapılırsa yapılsın her türlü hamd ve övgü de aslında O'nadır. Dolayısıyla
Allah, bütün hamd edicilerin, nimeti arttıran harndierinin biricik kıblesidir.
0 ~~J~~;ı,y~
85/7· Ey Kendisini "bir olarak" tanıyaniann Mevsdf'u!
O'nu bir olarak bilen ve tanıyan bütün tevhid ehlince üstün vasıflanyla ta-
nıblan ve kemal sıfatlanyla ispat edilendir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-86-
Mülk, yani hükümranlık ve saltanabn gerçek sahibi O'dur. Her kimde bun-
lar namına bir şey varsa bilsin ki, emanettir ve imtihan için verilmiştir. Tüm
512 • Kur'An ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERH!
0 ~~ ~ı:JI ~d ~ ı:r--
~, ~
o , ,
'-·~ı~-.j·., ~
0 ji;,.-~ , ı:.r--
86/3· Ey mahlukabn, celalini tam vasfedemediği!
O öyle bir büyük ve aşkın zattır ki, şuur sahiplerinin bütün fikirleri toptan-
sa, O'nun büyüklüğüne erişemez, idrak ve ihata edemez, hakikatine varamaz.
Kur'.ln ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHİ • 513
~ . ,
e~;J~Jw~ı~'i:;ç
86/7· Ey insanların, sıfatiarını hakkıyla tavsü edemedip!
İnsanlar, O'nun cemali, kemali ve eelali sıfatiarını gereği gibi ve güzelce ta-
rif ve tavsit etmekten acizdirler.
O'nun hüküm, takdir ve tedbiri, hepsi de aciz olan kuUan tarafından yolun-
dan alıkonamaz, hedefinden geri bırakılamaz ve gerçekleşmekten engeUene-
mez.
Her şeyde O'nun marifet nuruna açılan bir pencere vardır. Her şey, O'nun
kudret ve hikmet eliyle yazılmış mana ve mesaj dolu mektuplardır. O'nun
kudret delilleri kainat memleketinin her yerinde bayrak bayrak dalgalanmak-
tadır.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-87-
- ~G
'.. lS::j,
0 IJ.!-I
'
. • -.
'
-
nen çok daha aziz ve değerlidir. Allah korkusuyla veya O'nun aşkıyla yüre{.:i
yanarak göz yaşı dökenler Allah'ın sevgili kullandır.
O, kendisine dayanıp güvenene kafidir. O'nun kafi geldiği kimse içinse, yı-
kılmak söz konusu değildir. Şairin dediği gibi:
Sevdiğini
ebed boyu tutan dinç; O var!
Ölümsüzlük şevki ebedi sevinç; O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek; O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek; O var! (N. F. Kısakürek)
O'nun güç ve kudreti, her türlü sınır ve derecenin ötesindedir. Kendi sanat
eseri olan mahlukahn kuvvetiyle kıyas edilmesi mümkün değildir. Allah'ın
kudret sıfab hakkında geniş bilgi, 16/8; 41/4; 68/9'da geçti.
Kur'~n ve Hikmet I~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 515
O'nun ezeli ve her şeyi kuşatan ilmi, Kendi mahluku ve sanat eseri olan di-
ğer varlıklann sonradan kazanılan ve sınırlı olan ilmiyle kıyas bile kabul etmez
ve düşünülebilecek en yüksek sınınn bile sonsuz derece ötesindedir. Allah'ın
ilim sıfah hakkında bilgi 1/4; 2/10; 12/1; 16/7; 20/9; 25/3; 29/5; 32/8; 64/8; 79/8'de
geçti.
O'nun rahmet, adalet vP yardım kapısı, gönlü kınk ve çaresiz bütün maz-
lum ve dertlllerin gerçek ve biricik güvenli sığınağıdır.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
516 • Kur'An ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI
-88-
Allah, dilediği kuluna maddi veya manevi büyüklük bahşederek onu say-
gınve muhterem kılar. Başta peygamberler silsilesi olmak üzere insanlık ale-
minden saygıya mazhar olmuş maneviyat önderleri O'nun bu yüce vasfının en
somut delilleridir.
Canlı mahlukatıru,
zevk duyacaklan, haz alacaklan ve rahat yaşamalanru
sağlayacak, maddi ve manevi nimetleriyle, sayısız ve hesapsız şekilde nimet-
lendiren hakiki Mun'im O'dur. Nimetin kaynağı gibi görülen canlı ve cansız,
şuurlu ve şuursuz tüm varlıklar ise birer tabiacı hükmünde olup, O'nun rah-
met hazinesinden ellerini doldurup bize takdim etmiş olmaktan başka bir şey
yapmıyorlar.
el-Muğni, GNY kökünden fakat geçişli olan "Ağna" fiilinin ism-i f.illidir.
"Zengin eden, ihtiyaçsız kılan" demektir. Bu isim, Allah'ın istediği kulunu
zengin kılma vasfına sahip olduğunu belirtir. el-Muğni, Kur'an'da bu kalıpla
yer alınadığı halde, Allah'ın kullarını zengin ettiği, ihtiyaçlanru giderdiği bir-
çok ayette açıkça dile getirilmektedir. Mesela, Hz. Peygamber'e hitaben, "an-
gin eden de yoksul kılan da O'dur." (53:48), "Seni fakir bulup zengin etmedi
mi?" (93:8) buyurur. Fahreddin er-Razi, Firavun'un "Rabbiniz de kimmiş?" so-
rusuna Hz. Musa'nın verdiği "Rabbimiz, her şeye varlık ve özelliğini veren,
sonra da doğru yolu gösterendir." (20:49-50) şeklindeki cevabını Allah'ın d-
Muğni olduğuna delil sayar. (Razi, Levamiu'I-Beyyinat, s. 344)
Yine Kur' an, geçinemeyip aynimak zorunda kalan eşler hakkında "Allah,
bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır);
Allah'ın liitfu geniş, hikmeti büyüktür." (4:130) buyurur. Yoksulluktan kork.ı
rak evlenemeyen kimseler için, "Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Al-
lah dilerse sizi kendi liitfundan zengin edecektir. Şüphı?siz Allah iyi bilendir,
hikmet sahibidir." der (9:28), "Aranızdaki bekarlan, kölelerinizden ve cariyele-
rinizden elverişli olanlan evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi liitfu
ile onları zenginleştirir. Allah, (liitfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir." (24:32;
59:9) diye garanti verir.
Allah, kendi fazi ve kereminden dilediği kullarını zengin edip ihtiyaçlarını
giderdiği gibi, kullannı da iyilikte bulunmaya, yardım etmeye, muhtaçlarm ih-
tiyaçlarını görmeye teşvik eder, ihtiyaç gideren, zengin kılan manasma gelen
el-Muğni vasfının tecellisini bu şekilde de gösterir: "Arhk kim verir ve takvalı
olursa, en güzeli (Cennet'i ve nimetlerini) de tasdik ederse, Biz de onu en kola-
ya hazırlarız (onda başanlı kılanz). Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar
en güzeli de yalanlarsa, Biz de onu en zora hazırlanz. Düştüğü zaman da malı
kendisine hiç fayda vermez." (92:5-11) "(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Al-
lah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler
için olsun. Bilmeyen kimseler, tok gözlülüklerinden dolayı onlan zengin zan-
neder. Sen onlan simalanndan tanırsın. Onlar yüzsüzlük ederek istemezler.
Yaptığınız her hayn muhakkak Allah bilir. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve
açık hayra sarfedenler var ya, onlann mükafatlan Allah kahndadır. Onlara
korku yoktur, üzüntü de çekmezler." (2:273-274)
Bediüzzaman, değişik eserlerinde Gani ve Muğni isimlerinin varlıklar üze-
rindeki tecellisine ışık tutan şu açıklamalarda bulunuyor:
"Evet, yeryüzü ve o yeryüzündeki ağaçlarm kıştaki fakir ve yoksulca vazi-
yetleri, baharda ise, muhteşem ve parlak servet ve zenginlikleri gayet kesin bir
biçimde, Kudreti Sonsuz ve Mutlak Gani bir Zat'ın kudret ve rahmetine ayna-
lık edip gösterir. (Mektiibat, s. 241)
Bak, bütün varlıklara, özellikle canlı olanlara! Her birinin son derece çok çe-
şitli ihtiyaçlan var; varlık ve bekasına lazım pek çok ve değişik arzulan var ki,
Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 519
Aynca ahiret hayah için diriltilecek olanlarla ölümden sonraki hayathr. C:e-
nab-ı Allah'ın, bu dünyada tüm canlılara can ba~laması bu ihya fiilinin bir
sonucu olmakla beraber, gerçek ve ebed.i hayat olan ahiretteki ba's olayı, yani
yeniden diriltme, can ve hayat bahşetme de bu fiille ba~lantılı bir olaydır. Iki
ayet-i kerimede Allah, zahnı "Muhyi'l-mevta = Ölüleri diriltici" olarak vasfet-
mektedir: "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden son-
ra nasıl diriltiyor. İşte ölüleri diriltecek olan da O'dur ve O her şeye kadirdir."
(30:50) "Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah'ın ayetlerindendir. Biz
onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabanr. Ona can veren,
elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir." (41:39)
Bu vasfın, fiil şekilleri, yani, "diriltir", "diriltti", "diriltecek" gibi kullanıın
lan Kur'an-ı Kerim'de pek çoktur. Kırk dokuz yerde rastlanan bu kullanırnın
faili, birkaç istisna dışmda (bkz. 2:258; 5:32; bir ayette, ölüyü diriitme işi Hz.
İsa'ya izafe edilmiştir. Ancak burada da mucize söz konusu oldu~dan ger-
çek fail (3:49) daima Allah'tır. Bu fiilierin geçtiği birkaç ayet şu mealdedir:
"Hem bir delildir onlara ölü toprak; Biz ona hayat verdik ve ondan daneler .;ı
kardık da, ondan yeyip duruyorlar." (36:32-33) "O ki, hanginizin daha güzel
davranaca~ sınamak için ölümü ve hayab yaratmışhr. O, mutlak galiptir,
çok bağışlayıodır." (67:2) "O'ndan başka ilah yoktur, (Her şeyi O) diriltir ve
öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalanruzm da Rabbidir." (44:8) "Allah, ta-
neleri çirnlendirip çatlatandır, ölüden diri çıkanr, diriden ölü çıkaran da O'dur.
İşte Allah budur. O h.ilde O'ndan nasıl çevriliyorsunuz?" (6:95) "Rüzgarları
gönderip de bulutu harekete geçiren Allah' br. Biz onu ölü bir bölgeye gönderi-
riz de ölümünden sonra topra~a onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden diril-
mesi de böyle olacaktır." (35:9) "Siz ölü iken sizi dirilten Allah'ı nasıl inkar
ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na dön-
dürüleceksiniz." (2:28)
Allah, manen ölü olan imansız kalpleri de iman ve hidayet nuru ile diriltip
canlandırandır: "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasmda yürüye-
bileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkarnaya
cak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere, yaphkları böyle süslü göste-
rilmiştir." (6:122)
değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yarabadır."
(36:77-81)
Allah, öldükten sonra diriltileceklerini inkar edenlerin peygamberlerine
söyledikleri sözleri yadırgayara.k naklediyor:
"Size, öldüğünüzde, toprak ve kemik yığıru haline geldiğinizde, mutlak su-
rette sizin (kabirden) çıkanlacağınızı mı vadediyor? Bu size vadedilen çok
uzak! Hayat, şu dünya hayahmızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) ya-
şarız; bir daha diriltilecek de değiliz." (23:35-37)
, , ,
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar/
-89-
Allah, her şeye kafidir. Bir ayet-i kerimede "Allah, kuluna kafi değil midir?"
(39:36) diye soruluyor.
Bediüzzaman, kendi şahsının örneğinde, Yüce Allah'ın her şeye bedel kafi
olduğunu şu sözleriyle açıklamaktadır:
524 • Kur'An ve H ik m et lııOında C E VŞ E N Ş ER H 1
Benim ve emsalimin suretlerini, belli bir sudan, ince ve güzel sanat, kudı
hikmet ve rububiyyetiyle açan Zat, bütün arzulanm için bana kafidir.
Aynı şekilde, beni yoktan yaratan, kulak ve gözlerimi açan, cismime bir
san ve kalb takan, bedenime ve cihazahma türlü türlü rahmet hazinelerindı
nimetlerini tartmak için sayılamayacak kadar hassas mizanlar yerleştiren
aynı zamanda, isimlerinin çeşit çeşit hazinelerini anlamarn için lisan, kalb
fıtrahma hadd ve hesaba gelmez hassas aletler dereeden zat, bütün maksat
n m için bana kafidir.
Aynı şekilde, benim küçük ve hakir şahsıma, fakir ve zayıf vücuduma
organ ve aletleri, bu aza ve cihazlan, bu duyu ve duygtılan, bu latife ve maı
viyah; bütün nimet çeşitlerini hissetürrnek ve pekçok isimlerinin tecelliler
tattırmak için, büyük uluhiyeti, güzel rahmeti, yüce rububiyyeti, kerim merl
meti, azim kudreti ve latif hikmetiyle dereeden Zat, bana kafidir.
Ben ve herkes, halimizle, sözümüzle, şükür ve iftiharla şöyle demeli)
"Beni yaratan, yokluk karanlıklarından çıkaran ve vümd nurunu bana ih5
eden Zat, bana kafidir."
Aynı şekilde, beni hayat sahibi kılan ve hayat vasıtasıyla her şeyi ih5
eden ve o sayede elimi her şeye ulaşhran Zat bana kafidir.
Aynı şekilde,
beni insan olarak yaratan ve manen, büyük bir alem olan k
nattan daha büyük, küçük bir alem yapan insaniyet nimetini ihsan eden 2
bana kafidir.
Aynı şekilde, beni mürnin kılan, dünya ve ahireti nimetlerle dolu iki so
halinde önüme süren iman nimetini ihsan eden Zat, barta kafidir.
Aynı şekilde, beni sevgili peygamberi Hz: Muhammed' e (a.s.m.) ümmet ~
pan ve kemalat-ı beşeriyyenin en yükseği olan, Allah'ı sevmek ve O'nun ta
fından sevilmeyi ihtiva eden imanı bana ihsan eden Zilt, bana kafidir. ÇünJ
iman sayesinde kazanılan muhabbetle milininin istifade elleri, imkan ve vüc
dairelerinin ihtiva ettikleri sonsuz nimetiere uzarur.
Aynı şekilde, beni bir cansız, bir hayvan ve bir sapık yapmayarak cins, ne
din ve iman bakımından yarahklarırun birçoğundan üstün kılan Zat, bana 1
fidir. O'na hamd ve şükürler olsun.
Aynı şekilde, beni isimlerinin tecellilerine geniş bir ayna yapan ve "Arz
sema, Beni içine alamazken ben mürnin kulumun kalbine sığanm."- yani,
sarun mahiyeti, bütün kainatta tecelli eden Esrna-i İlahlyye'nin tecellileri iı
geniş bir aynadır-Kudsi Hadisi'nin sırrıyla kainata sığinayan bir nimeti ba
ihsan eden Zat, bana kafidir.
Aynı şekilde, yanımdaki mülkünü, benim için muhafaza etmek üzere b•
den salın alan, sonra da bana geri iade edecek olan ve fiyat olarak da ba
Cennet'i veren Zat bana kafidir. Vücudumun zerrelerinin kainat zerreleri
Kur'1n vf Hikmfl 1$ıOında CEVŞEN ŞERH İ • 525
şeriki,veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir. Yalnız mesel ve temsil su-
retinde şuunat-ı kudsiyesine bakılabilir. Risale-i Nur'daki bütün temsilat ve
teşbihat, bu mesel ve temsil nev'indendirler." (Lem'alar, s. 341)
Önceki vasıfta yer verdiğimiz Hadis-i Kudsi bu vasfa da ışık tutar nitelikte
olmakla beraber hadisin şu rivayeti daha da detaylıdır:.
"Eğer sizin önceki ve sonraki nesilleriniz (Bir başka rivayette; insan ve cin
soyundan olan sizler, küçüğünüz ve büyüğünüz, erkeğiniz ve dişiniz), ya~a
yanlannız ve ölenleriniz, yaş ve kuru bütün varlığınız kullarımın kalplerindı!n
en şerHsinde toplansa, benim mülküm/otoritemden sivri sinek kanadı kadar bi-
le eksiitme yapamaz. Eğer (bu sayılanlar) kullanmın kalplerinden en hayırlı
sında toplansa benim mülküme/otoriteme sivri sinek kanadı kadar bile faydası
dokunamaz.
Eğer sizin önceki ve sonraki nesilleriniz (Bir başka rivayette; insan ve cin
soyundan olan sizler, küçüğünüz ve büyüğünüz, erkeğiniz ve dişiniz), yaşa
yanlannız ve ölenleriniz, yaş ve kuru bütün varlığlnız toplansa, benden her bi-
ri dilediği kadar istese ve her isteyene versem yine (nı.ülkümden bir şey) ek-
silmez. Birinizin deniz kenanna gelip, oraya bir iğne babnp çıkarması gibi
(bunlar da) benim mülkümden hiçbir şeyi eksiltmez." (Ahmed b. Hanbel, d-
Müsned, el-Fethu'r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/22-25)
Kur'an v~ Hikm~t J~ı~ında CEVŞEN ŞERHi • 527
0 "' '
:c.:,.:,~~~
"'
:;ç
89/6. Ey hiçbir şey Kendisine gizli bulunmayan!
Şu ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfı bir deliliyle birlikte ifade ediliyor:
"Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'tan saklı değildir. Rahimlerde sizi dile-
diğince şekillendiren O'dur." (3:5-6)
"" "'
89/7· Ey misli ve benzeri olacak hiçbir şey bulunmayan!
89/8. Ey her şeyin anahtarı elinde olan! 0 ~~ ·ı< ~lL •.ç, .·..;. Ç
.. "!"' ' ' . . . . '-'
Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle dile getirilir:
528 • Kur'3n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ
mayan koyu bir ölüm tablosu canlandınyor. Hareket ve hayatla dolup taşan şu
evrende artık hiçbir kımıldama yoktur. Bu tablo aynı zamanda sürekli kalıcılık
realitesini gözlerimizin önünde canlandınr, bu realitenin damgası insan idra-
kine vurulur. Gerçi insan, hayahnın deneyimleri içinde böyle bir realiteye, yani
sürekli kalıcılık gerçe~e yabancıdır, ama bu şaşırhcı Kur' an ifadesini okur-
ken onu derinlemesine kavrar.
Bu derin dokunuşun arkasından, bildiğimiz değerlendirme ayeti ile yüzyü-
ze geliyoruz. Yüce Allah bu realitenin evrene yerleşmesini, yani evrendeki her
şeyin yok oluşunun arkasından sadece Allah'ın keremli ve yüce varlığının kal-
masının pratiğe yansıtılmasıru cinlere ve insanlara yönelik bir nimet sayarak
onlann dikkatlerini bu nimete çekiyor. Okuyalım:
"Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?"
Bu bir nimettir. Daha doğrusu öbür bütün nimetierin temelini oluşturur.
Çünkü bütün bu varlıklar, o kalıcı Varlıktan, O'nun yasalanndan, O'nun dü-
zeninden ve kendine özgü niteliklerinden kaynaklanır. Bu varlıklara ilişkin ya-
salar, değer yargılan, akıbetler, ödüller ve cezalar da bu kalıcı Varlığa dayarur.
Tüm varlıklan yaratan, yoktan var eden O "sürekli canlı"dır. Her şeyi koru-
yan, gözeten de O'dur. Hesaba çeken, ödülleri ve cezalan belirleyen de O'dur.
Sürekli kalıcılık ufkundan ölümcül, fanilik alanını denetim altında tutan da
O'dur. O halde bütün nimetler bu "sürekli kalıcılık" realitesinden kaynaklanır.
Bu alemin varlık sahnesine çıkışı ve düzenli işleyişi bu gerçeğe, yani yok olu-
şun, geçicili~ ötesindeki "sürekli kalıalık" ger~e dayarur." (fi Zılal, İlgili
ayetin tefsiri)
,
0 ;Ol~
, ......... -
,;; ·~ ,
, , ~
, ıJ~~I ~~~~ ~1 ~t 41t~ Ç ı!t~
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-90-
varsa hepsini O bilir. O'nun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yer al-
h tabakalannın karanlıklan içindeki tek bir tane, hasılı yaş ve kuru hiçbir şey
yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın." (6:59)
"De ki: 'Gerek göklerde gerek yerde olanlardan hiç kimse gaybı bilemez,
gaybı yalnız Allah bilir." (27:65)
"Ey Resulüm! De ki: 'O sizin tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır, yoksa
Rabbim onun için bir süre mi belirler, kesin bilmiyorum.' O bütün gaybı bilir.
Fakat gayplanru kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir-"
(72:26-27)
Bir ayet-i kerimede takva sahibi kullarm bazı nitelikleri sayılırken Yüce Al-
lah'ınbu vasfına da vurgu yapılmaktadır:
"Ve onlar, çirkin bir iş yaptıklan veya kendi kendilerine (başka türlü) bir
zulüm ettikleri zaman, Allah'ı hatırlar ve günahlannın affı için yalvanrlar -
zaten Allah'tan başka kim günahlan affedebilir?- ve her ne (zulüm) işlemişler
se onda bilerek ısrar ehnezler." (3:135)
0 ,_,.. ~ıtLaiı~~:,
,, .,- c ı:,re.
Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (a.s.m.) şu duayı çok yapardı: 'Ey
kalbieri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!' Ben (bir gün kendisi-
ne): 'Ey Allah'ın resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim
hakkımızda korkuyor musun?' dedim. Bana şöyle cevap verdi: 'Evet! Kalpler,
Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onlan istediği gibi çevirir."' (Tirmizi, Ka-
der: 7)
Gerek hadiste ve gerekse bu isimde zikredilen kalp, insan göğsünde yer
alan ve etten yaratılmış olan maddi kalb değildir. Çünkü bu, hayvanlarda da
var. Kalbten murad ruhani bir latife-i Rabbaniyedir. Bu latife insanın hakikati-
ni teşkil eder: Eskiler idrak sahibi emir ve yasağa muhatap, yaptıklanndan so-
rumlu olan bu latifenin, maddi kalple bir ilişkisi bulunduğunu kabul etmiştir.
Kalbin itaat isyan, huzur gaflet, iman küfür gibi pek değişik halleri vardır.
Sadedinde olduğumuz hadis, Cenab-ı Hakk'ın kalb üzerindeki tasarrufunu,
kişiyi bu hallerden dilediğine çevirebileceğini belirtmektedir. Allah hakkında
bu inanç, İslam itikadırun gereğidir. Zira Allah'ın gücüne, tasarrufuna hiçbir
hudut konamaz. Aksini düşünmek, acz nisbet ehnek olur. Allah acz daru.ı hiç-
bir noksan sıfatla muttasıf değildir.
İnsanın ne iman üzere, ne de fısk ve küfür üzere devamlılığı vardır. İnsan
harici tesirlerle her an değişebilir. Ne "Ben iyiyim." deyip hal-i hazır ha.I.imize
güvenmeliyiz, ne de herhangi bir insan için "Bu iyidir!" veya "Bu kötüdür!"
diye kestirip ahnalıyız. Bugün için iyidir ama, yann değişebilir. Öyle ise iyilik
üzere devamı için gayret gereklidir. Kötü de bugün kötüdür, ama düzelebilir,
düzeltmek için gayret göstermelidir.
Yani, iyiler kötüleşebilir, kötüler iyileşebilir. Zira kalb, değişkendir. Allah
dilediği gibi değiştirir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınlan: 10/289)
532 • Kur'in •e H ikmrt lııOında C E VŞ E N Ş ER H 1
Şuayet-i kerime yaratmanın sadece O'na ait olduğunu, bu vasfa sahip ol-
mayanın ise kulluk edilmeye asla layık olamayacağını vurguluyor:
"Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" de! Onlann da kabul ettiği gerçeği sen
açıkla: "Allah' br!" de! Ama siz kalkmış, O'nun dışında, ne kendilerine gelen
bir belayı uzaklaşbrmaya ve ne de kendilerine bir fayda sağlamaya gücü yeten
bir takım tannlar edinmişsiniz. De ki: "Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahut
karanlıklada aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah'ın yaratbğı gibi yaratan ortak-
lar buldular da yaratma işi kendilerine şüpheli mi geldi?" De ki: "Her şeyin y.ı
rahcısı Allah'hr. O tektir, her şeyin üstünde mutlak hakimdir." (13:16)
0 ~ ~t~;_;,~,,~ ~:;. ç
90/7· Ey nimetleri Kendisinden bqkası tamamlayamayani
Şu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın kullanna olan nimetlerini nasıl eksiksiz kıl
dığını örnekleriyle açıklıyor:
"Allah evlerinizi sizin için bir huzur ocağı yaph. Davarlann derilerinden
de, gerek göçtüğünüz, gerek konakladığıniZ günlerde sizin için taşınması ko-
lay evler (çadırlar, portatif evler) nasip etti. O davarlann yünlerinden, tüyle-
rinden veya kıllarından bir süreye kadar faydalanacağmız giyilecek, döşenecek
Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞER HI • 533
ve kullanılacak eşyalar yapma imkanı verdi. Allah yarattı~ şeylerin bir kıs
mında size gölgeli.kler, da~larda da sizin için barmaklar yapb. Sizi sıcaktan ve
so~ktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar var etti. Böylece
Allah üzerinizdeki nimetlerini tamamlar ki O'na teslimiyetle itaat edesiniz."
(16:80-81)
Şu ayet-i kerime, bazı tevhid delillerine yer verirken Yüce Allah'ın bu vasıf
ve icraabna da dikkat çeker:
"Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir. Yağmuru da O
indirir, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yann ne kazanacağını bilemez. Hiç
kimse nerede ölece~ini de bilemez. Her şeyi mükemmel tarzda bilen ve her
şeyden haberdar olan, Allah'br." (31:35)
"Sonra (o k.iinat yolcusu) ya~mura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayı
sınca menfaatler ve katreteri adedince rahmani cilveler ve reşhalan miktarınca
hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar
muntazam ve güzel halk ediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o ka-
dar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalar ile çalkanan ve bü-
yük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgarlar, onlann müvazene ve intizamlannı
bozmuyor; katreteri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve
bunlar gibi çok hakimane işlerde ve bilhassa zihayatta çalışhnlan basit ve ca-
534 • Kur'in ve Hikmet ltı4ında CEVŞEN ŞERH!
~J ~J I_,Jıa.:..i ~ ~
, ~,. ~1 J_r.:ı
,. ~lll
, JI'J '0, (insanlar) bütün ümit-
lerini yitirmişken yağmuru indiren ve (bu suretle) rahmetini sergileyendir.'
ayetini maddeten tefsir ediyor.'' (Bediüzzaman, Şuiilar, s. 108)
0 ~ ~t q_ ~~ı j ~'i:;.
, ç
90jıo. Ey kullannı Kendisinden başkası zengin kılaınayan!
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-91-
Rahmetiyle kurtuluş, ferah, sevinç ve sürur veren O'dur. O'nu imanla tanı
yan, şükürle seven, ibadetle sevdiğini gösteren kimse her türlü gam, keder, ta-
sa, hüzün ve üzüntüden kurtuluş ve ferah bulur.
Bumanadaki isimler hakkında açıklama 10/6; 20/l'de geçti.
Her hayırlı kapıyı açan O'dur. Sayısız tohum ve çekirdekleri açıp filizlendı
ren; bütün hücre, yumurta ve yumurtacıklarm kapısını aralayıp hadsiz canlıla
n, kuş ve kuşçuklan hayat sahnesine çıkaran; her varlığın suretini birer hamu-
ru andıran basit basit maddelerden mükemmel bir şekilde açan; gönül kapıla
nnı imana ve marifetine açan ve yeryüzünün hakimiyetine layık kullarına fetih
ve zaferler nasip eden O' dur.
Bu ismin mana çokluğu ifade eden kalıbı olan Fettah ısminin izahı vesilesiy-
le 64/7' de bu İlahi vasıf hakkında geniş açıklama geçti.
Her türlü yardım O'ndandır. Her zafer O'nun kudrt·ti sayesindedir. O'nun
yardım ettiğini yenebilecek kimse bulunmaz.
Bu İlahi vasıf hakkında genişçe açıklama 10/8; 30/3; 4 1/9; 46/8' de geçti.
Kur'in v~ Hikm~t l~ı§ında CEVŞEN ŞERH! • 537
"Sonra iradesi, bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyur-
du: 'isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!' Onlar da: 'Gönüllü
olarak geldik' dediler." (41:11)
"Biz ateşe şöyle ferman ettik: 'Dokunma İbrahim'e! Serin ve selamet ol ona!'
(21:69)
O'nun emir ve fermarııru zerrelerle güneşler, canlılarla cansızlar hep birlikte
dinler ve hepsi de gönüllü olarak itaat ederler. İç ve dış dünyamızdaki şaşmaz
nizarn ve intizam bu emir ve itaabn tecellisi ve sonucudur.
genel olarak neleri emir ve nehiy buyurduğu şu ayet-i kerime bir örnek olarak
kafidir:
"Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve
muhtaç olduklan şeyleri yakıniara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri,
zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasıruz diye size öğüt verir." (16:90)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-92-
"Sizi zayıf (bir ha.Ide) yaratan, zayıflığmızdan sonra (size) güç veren ve
güc(ünüzü gösterdiğiniz bir dönem)den sonra (yaşlılığın getirdiği) zayıflığa si-
zi düçar eden ve saçlanmza aklar düşüren O'dur! O, dilediğini var eder; O her
şeyi bilendir ve sınırsız güç Sahibidir!" (30:54)
Allah, bu vasfınm gereği, zayıf kullanna özel kolaylıklar ihsan ederek yar-
dım ediyor:
Evet vasıta-ı nzk-ı helal, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz u za'f
ile oldu~u anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarlan, ağaçlar
ile hayvanlan müvazene etmek kafidir." (Bediüzzaman. Sözler, s. 23)
j.
"Nefsim dahi: 'Evet evet, acz ve tevekkül ile, fakr ve iltica ile nur kapısı açı
lır, zulmetler dağılır. 'Elhamdülillahi ala nuri'I-imani ve'l- İslam' dedi. Meşhur
ni: 'Cenab-ı Hakk'ı bulan, neyi kaybeder? Ve O'nu kaybeden, neyi kazanır?' Ya-
ni: 'O'nu bulan her şeyi bulur; O'nu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başı-
....
na bela bulur' ne derece ali bir hakikat oldu~ u gördüm ve ~ Ç~ ~_,lı. (Ga-
. ' ,
Allah, emir ve yasaklanna tanayıp onlara riayet eden takva sahibi kullannı
pek seven ve sevgisini onlann gönüllerine nakşedendir. Bir ayet-i kerimede bu
vasfını "Zalimler birbirinin dostudur. Allah ise müttakilerin dostudur!" (45:19)
buyurarak dile getirmektedir.
Takvanın mahiyet ve önemine ışık tutacak ve Yüce Allah'ın takva sahipl•!-
rini çok sevmesinin hikmetini anlamaya vesile olacak şu açıklamalar dikk..ıt
çekicidir:
Kur'an ve Hikmet l~ıl)ında CEVŞEN ŞERH i • 543
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
-93-
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-94-
O, sevdiği kulunu hep iyilik, rahmet ve nimetle yad eder. Adını, katındaki
melekler meclisinde anar. O'nun bu yad edişi, o kulun sevgisini önce semavat
ehlinin arasına yayar, ardından yeryüzü sakinlerinin gönüllerine indirir. Bun-
dan daha güzel, hayırlı ve faydalı bir anılma olabilir mi kul için? Öte yand.ın,
O, adı anılması, iyilik ve nimeti yad edilmesi, sanat eserleri üzerinde tefekkür
edilerek hamlanması gerekenierin en hayırlısıclır. Hatta, bu konu mukaye&·ye
bile gelmez. Çünkü, iyilik, kemal ve cemallerinden dolayı yad edilmeye layık
gördüklerimizi de O yaratmış ve bu meziyete mazhar etmiştir.
Kul en ufak bir iyilik yaptı mı, Allah onu görür, takdir ve tebcil eder, kat kat
mükafatla karşılar. öte yandan, sahip olduğumuz tüm nimetierin gerçek sahi-
bidir. Hepsini bize lutfeden O'dur. Dolayısıyla herkesten çok minnettarlı~a, te-
şekküre ve itaate layıktır.
O'nun kulunu övmesi, bir anlam ifade eder. Çünkü, realiteye bakar ve ger-
çek bir niteliğinden dolayıdır. Üstelik, O'nun övgüsü, bizzat en büyük iltifat ve
şeref olmakla birlikte büyük mükafatlanrun mukaddimesidir. Ardından maddi
ve manevi, dünyevi ve uhrevi sayısız nimetler gelir. Gündüzün ortasında bü-
tün ihtişamıyla ilemi nurla doldurur, tüm parlak şeyleri aksiyle pariatıp ay-
dınlabr ve sayısız çiçekleri güzellikleriyle yüzümüze güldürürken, güneşi bı
rakıp onun cilvesiyle parlayan cam kırmb.lan övülmeye d~er mi? Bütün mas-
nuatı yaratıp güzelleştiren Yüce Sanatkin bırakıp, O'nun isimlerinin mazhar
ve aynaları olan mecazi güzellikleri övmenin bundan bir farkı var mı?
lerini, kudret panltılarını seyretmek bir kul için en büyük kemal, şeref ve ni-
mettir.
0f'~Je:,~ç
-
94/5· Ey çapaniann ve çainJanlann en hayırlısıl
~.
0-;:~J~~~ç
94/9· Ey bütün maksud ve matlubların en ha)-ırlısı!
O, arzu edilen, aranan, kavuşmak için can ahlan, ragbet ve irade edilenlerin
en hayırlısı ve en faydalısıdır. O'nun izin ve nzası dışında, başka hiçbir şey bu
nitelikte aranmaya ve peşinden koşulmaya değmez. Çünkü, kendi kendilerine
bile hayırlan olmayanlan bulsak bile bize ya hiç faydalan olmaz ya da fayda-
lan kalıcı olmaz.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsirı, Serı'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-95-
, ~ . . -:., ~, , .,
~ 1'
0 ~ ·~.,)
'
. ,
.Y' V..... ':t
95/1· Ey Kendisini çapraniara daima ve olumlu cevap veren!
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 549
Bir ayet-i kerimede hak ilah olan Yüce Allah'ın bu vasfıyla, sahte tannlar-
dan aynidığı şöyle ifade ediliyor:
"O nesneler mi üstün yoksa. çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın dua-
sını kabul edip sıkınhsını gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı?
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur? Elbette olmaz! Ne de az düşünüyor
sunuz!" (27:62)
O, sonsuz kemal, cemal, nimet ve ihsan sahibi olan Kendisini sevenlere ya-
kınlıkgösteren varlığını ve birliıuu onlara hissettirendir.
O, Kendisini özleyen, seven, iştiyak duyan, huzuru için can atan ve rızasına
ennek için canla başla çalışan kullannı çok iyi bilen ve onların bu arzu ve
emellerini asla karşılıksız bırakmayandır.
.. ~ ....~ i .......... ,. .
0 , ·~-, ', , J, _,. ,:;-e u-
95/7· Ey yumuşakhtmeta hikmetli davranan!
O, Kendisine isyan edip günaha dalanlara karşı çok halim olmakla beraber,
küfür, şirk ve inkar gibi aifedilmesi mümkün olmayan günahlan işleyeniere
karşı cezası çok şiddetli olandır. Bu vasfıyla, hikmetli davranan ve hilminin is-
tismanna fırsat vermeyendir.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman t1er bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-96-
, - ,.
ı.!.t~L~I'
, , ...
... ; .J
bib-ül Esbap olan Vacib-ül Vücud'a işaret ederek, jS- ~\ıl~-;.~[, sırnnca:
Ona teslim-i umur eder. Öyle de: Müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faide-
ler; bilbedahe perde-i esbap arkasında bir Rabb-ı Kerim'in, bir Hakim-i Ra-
him'in işleri olduğunu gösterir. Çünkü şuursuz esbap, elbette bir gayeyi düşü
nüp çalışmaz. Halbuki görüyoruz: Vücuda gelen her mahluk, bir gaye değil,
belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor.
Demek bir Rabb-ı Hakim ve Kerim, o şeyleri yapıp gönderiyor. O faideleri on-
lara gaye-i vücud yapıyor. Mesela, yağmur geliyor. Yağmuru zahiren intac
eden esbabın; hayvanab düşünüp, onlara aayıp merhamet etmekten ne kadar
uzak oldu~ malumdur. Demek hayvanab halk eden ve rızıklannı taahhüd
552 • Kur'An ve Hikmet 11ıtında CEVŞEN ŞER HI
Qy~Ç
96/2. Ey itaatkir kullarını Kendisine yaklaştıran Mukarribl
"Sen onlan (Ashab-ı Kehf'i) uyanık sanırdın, halbuki gerçekte onlar uykuda
idiler. (Yanlan ezilmesin diye) Biz onlan k.ih sağa, kah sola çevirirdik Köpek-
leri ise mağara girişinde ön ayaklanru yaymış vaziyette duruyordu. Onlan
görseydin sen de ürker, derhal dönüp kaçardın, için korku ile dolardı." (18:18)
Şu ayet-i kerime de, bazı kulların, yaptıklannın cezası olarak, göz ve gönül-
lerinin işlev bakınundan ters çevtildiğini ifade eder:
"Biz onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilk seferinde buna iman
etmedikleri gibi bırakırız kendilerini de azgınlıklan içinde körü körüne bocalar
dunırlar." (6:1 10)
Allah, her şeyi tertip eden, hikmet dolu bir nizarn ve sıraya koyandır. Bu is-
min tecellisi olarak her varlık ve her varlıktaki her bir organ, hatta her hücre ve
zerre yerli yerince yaratılmış, donablmış, düzene konulmuş ve yerleştirilmiştir.
Allah, bu vasfıyla kullanru iyiliğe, hayra ve güzelliğe teşvik eder, hayra ve ha-
senata yönlendirir, doğru yola çağınr, Cennet, cemal ve huzuruna rağbet ettirir.
554 • Kur'an ve Hikmet 11ı0ında CEVŞEN ŞERHI
Bir ayette Yüce Allah, büyüklük vasfına şöyle dikkat çekiyor: "Hamd, gök-
lerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün alemierin Rabbi olan Allah' a mahsus tur.
Göklerde ve yerde azarnet (kibriya) yalnız O'nundur. O, Azizdir, Hakim'dir."
(45:36-37)
Bir Hadis-i Kudsi' de de şöyle buyuruyor: "İzzet gömleğim, kibriya da elbi-
semdir. Bunlan Benden çekip almak isteyenlere azabı.m hakbr." (Müslim, Birr
138)
Netice olarakderiz ki, büyüklük en yüksek mertebede sadece Allah'a mah-
sustur. Asıllan ve menşe'leri itibariyle son derece hakir ve zelil olanları bile
büyük yapan, sonra da büyüklüklerinin zirvesinde iken yine onların o emane-
ten sahip olduklan büyüklüklerini ellerinden alıp yerle bir eden Allah, yegane
556 • Kur'in ve Hikmet lı•O•nda CEVŞEN ŞER HI
-97-
Buna göre bir işitme O'nu diğerinden meşgul etmez. Her şeyi aynı anda işi
tir. Birini di~eriyle kanştırmaz. Tıpkı güneşin, biz kendisinden uzak iken bü-
tün özellik ve nitelikleriyle, her birimizin aynasına yansıyarak bizim yanımız
da yer alması, ışığı ve ısısıyla başırnızı okşaması, bize son derece yakın olması
ve bu özelliğiyle her canlının yanında ayn ayn yer alması ve onunla münase-
bet halinde bulunması gibi, Yüce Allah da Semi' (işiten) ve Basir (gören) vas-
fıyla her caniıyı ayn ayn görür ve işitir. Birisi diğerine engel olmaz.
müteveccih olur, öyle ise mevrudat ve vesait ve ecram O'nun efaline mürna-
naat etmez, ta'vik etmez (engellemez)." (Bediüzzaman, Mektubat, s. 250)
O, aynı anda her canlıyla ayn ayn konuşabilir, hepsine mesajını tek tek ile-
tebilir, her birine yönelik ayrı bir hitap tarzını gerçekleştirebilir, bir konuşması
diğerine engel olmaz, bir mesajını iletmesi diğerinden alıkoymaz. O'nun yarat-
bğı ve görevlendirdiği hava zerrelerinin dalgalan vasıtasıyla izleme imkanına
sahip olduğumuz basit bir cihaz olan televizyon aracılığıyla aynı şahıs her bi-
rimizin evine konuk olup bize konuşabiliyorsa, her şeyin yaraleısı ve sahibi
olan Yüce Allah, bundan hadsiz derece daha mükemmel biçimde her birimizle
ayn ayn görüşüp konaşamaz ve konuşmamızı dinleyemez mi?
., ..J • ...
Hiçbir soru bir soruya, bir dilek bir dileğe, bir dua bir duaya karşılık verme-
de O'nu kanştırrnağa sevk etmez, yanılgıya düşürrnez. Her varlığın bu tür is-
teklerine aynayrı ve en uygun biçimde cevap verir.
lerden yirmi sene Allah' a dua edip duası kabul edilmediği halde hala ümidini
kesmeyip duasına devam edenler bulunmuştur.
o~~ı;J~r~~~~:;.ç
97/6. Ey müminlerin kalbierini İslamla genişleten!
"Hiç Allah'ın, göğsünü İslam'a açması sebebiyle, Rabbi tarafından nura ka-
vuşan kimse, kötü tercihinden ötürü fıtratını değiştiren, kalbi katılaşan, göğsü
daralan kimse gibi olur mu? Yazıklar olsun, kalpleri Allah'ı anmak hususunda
katılaşmış olanlara! İşte onlar besbelli bir sapıklık içindedirler." (39:22)
0 0,Jı:
'
·• ~i ı y )j ::,s.'~ -·!~ :;. ç
, '
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
-98-
98/ı. Ey ilmi her şeyden önce olan! 0 ~L::,: ~i~ ; :;. Ç
Allah, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Olmuşu, olacağı ve olmakta olanı aynı
derecede ve bütün yönleriyle eksiksiz bilir. Tıpkı, çok yüksekten tutulan bir
büyük aynarun, aşağıdaki her şeyi öncelik sonralık farkı bulunmaksızın kuşat
ması ve yansıtması gibi, Yüce Allah'ın ilmi de tüm zamanlardaki varlıklan ay-
nı anda ve eşit derecede kuşabr.
Kur'an-ı
Kerim, Yüce Allah'ın vaadinin doğru ve şaşmaz bir gerçek oldu-
ğunu kuvvetle vurgular:
560 • Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞER HI
Bir ayet-i kerimede Allah'ın kitabı yani Kur'an-ı Kerim'in muhkem olduğu
belirtilmiştir:
"Bu öyle bir kitaphr ki ayetleri en kesin delillerle destektenmiş (muhkem kı
lınmış),sonra da güzelce açıklanmış, tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden
haberdar olan (hakim ve habir) tarafından gönderilmiştir." (11:1)
Buna göre Kur'an'ın muhtevası sabit, sağlam ve değişmezclir. Tüm esasları
birbiriyle uyumlu ve dengelidir. İçine ne bir söz kalabalığı, ne teferruat, ne
demogoji, ne şürsel hayal ve ne de hitabi aşınlık karışmışbr. Hakikat net bi-
çimde zikredilmiştir ve hakikatten ne bir fazla ne bir eksik bir şey vardır. Onda
vehim ve hayallere yer yoktur. Selim akıllar ve bozulmamış kalpler onun hü-
kümlerini kabul ve tasdik eder.
O'nun indirdiği kelamı olan Kur'an, gökte ve yerde, cinler ve insanlar ara-
sında, her zaman ve her mekanda, selim akıl ve temiz fıtratlar nazarında dai-
ma makbul, yüksek ve hakim bir konumdadır. Onun kadar saygı gören, ilgi
duyulan, okunan, bulundurulan ve üzerinde çalışılan, buna rağmen itibar, rağ
bet ve saygınlığından hiçbir şey yitirmeyen, aksine saygı ve itibarı her geçen
gün daha da artan başka bir kitap yoktur.
İki ayet-i kerimede de Kur' an "meôd" olarak nitelendirilmiştir:
"Hayır, hayır!Kur'an onlann iddia ettikleri gibi beşer sözü değildir. O,
Levh-i Mahfuz'da olan pek şerefli bir Kur'an'dır." (85:21-22)
"Şanlı şerefli Kur'an hakkı için ... " (50:1)
O'nun hakimiyeti ezelidir. O'nun için bir başlangıç söz konusu değildir.
Dolayısıyla da zeval ve faniliği de düşünülemez. Ezelden gelmiş ebede gide-
cek, sonsuza dek sürecektir.
562 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi
,
98/9. Ey fazlı ve keremi daim olan! 0 ~ ~ ~;;. Ç
1
Allah'ın fazlı, keremi, hituf ve nimeti daimi ve kesintisizdir. İlgili ayet-i ke-
rimelerden birisi şu mealdedir:
"Rableri onlan kendi katından (doğup gelen) bir rahmetle (kendi) hoşnut
luğuyla ve (nihayet) kendilerini kesintisiz bir doyum ve mutluluğun bekledıği
o hasbahçelerle müjdeliyor." (9:21)
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sı.,'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
-99-
Bütün sebepler zinciri doğrudan doğruya O'nun elinde olup O'nun kudret
ve idaresiyle neticelerine vesile olmaktadırlar. O'nun, bütün sebeplerin yaratı
cısı, görevlerde istihdam edicisi, neticelere merdiven yapıcısı ve sebeple mü-
sebbebe aynı anda sahip ve tasarruf edici olduğuna daha önce defalarca deği
nilmekle beraber son olarak şu güzel açıklamalan da kaydedelim:
"Esbap içinde, bilbedahe en eşrefi ve ihtiyan en geniş ve tasarrufatı en vasi',
insandır. İnsanın dahienzahir efal-i ihtiyariyesi içinde en zahiri; eki ve kelam
ve fikirdir. Yani: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek, söylemek, düşün
mek ise gayet muntazam, acip, hikmetli birer silsiledir. O sUsilenin yüz cüz'ün-
den, insanın dest-i ihtiyanna verilen ancak bir cüz'üdür. Mesela: Yemekten,
bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, ta semeratın teşekkülüne kadar olan silsi-
le-i ef'al içinde, insanın dest-i ihtiyanna verilen yalnız ağızdaki dişierin değir
menini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek sUsilesinden yalnız meharic-i
huruf kalıplanna, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki a~zmda bir tek kelime,
bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı ke-
lime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklanna girer. Bu misali
sümbüle, insandaki hayatin eli ancak yetişebilir. İhtiyann kısacık eli, nasıl yeti-
şir? Madem esbap içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle
hakiki icattan eli bağlansa, sair cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl
hakiki mutasarnf olabilirler?
Yalnız o esbap, birer zarfhr ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıfhrlar ve he-
daya-yı Rahmaniyeye birer tablaodırlar. Elbette bir padişahin hediyesinin kabı
564 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i
veya hediyeye sanlan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o pa-
dişahın saltanabna şerik olamazlar. Ve onlan şerik tevehhüm eden, saçma bir
hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahi
ye'den hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubudiyetten başka nasipleri
yoktur." (Bediüzzaman, Sözler, s. 608)
ce Allah'tan başkası yapamaz. Yüce Allah bu bileşime, belli bir kanuna göre
hükmetmektedir. Bu kanunun uygulanışında da hiçbir Allah kulunun katkısı
yoktur. (Seyyid Kutub, Fi Zıldl)
"(Reslilüm!) Sen insanlan irşada devam et! Zaten senin görevin sadece irşad
edip düşündürmektir. Yoksa sen kimseyi zorlayacak de~lsin. Lakin kim ki
imana sırtını döner ve inkar eder, Allah da onu en büyük cezaya çarphnr. El-
bet onlann dönüşü Bize olacakhr. Elbet hesaplanru görmek de Bizim işimiz
olacakhr." (88:22-26)
0
,.
81 ~
.........
~.:>~'YI
-~ -
,~,~,
_:,~'YI ~1 'Y1411'Y Ç ~~
1
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar'
-100-
100/1. Ey Rabbimiz! 0 ~J Ç
Yüce Allah'ın
Rab ismi hakkında açıklama daha önce defalarca geçti. En
geniş açıklama için bk: 71/1. Kur'an-ı Kerim'de 70 yerde "Rabbena - Rabbi-
miz!" diye başlayan dualar yer alır. İşte birkaç örnek:
"Ey bizim Kerim Rabbimiz! Yaph~ıınız bu işi kabul buyur bizden! Hakkıyla
işiten ve bilen ancak Sen' sin!" (2:127)
ma! Affet bizi, lutfen bağışla kusurlanrnızı, merhamet buyur bize! Sensin Mev-
lanuz, yardımcımız! Kafir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize!" (2:286)
Sahip ve efendi anlamına gelen bu isim hakkında açıklama 2/1 'de geçti.
,
100/4· Ey Mevlamız! 0 ~ yÇ
Sahip, dost, yar ve yardıma anlamlarına gelen "Mevla" vasfı Kur'an-ı Ke-
rim' de de Yüce Allah hakkında defalarca kullanılır:
"Sensin Mevlamız, yardımamız! Kafir topluluklara karşı Sen yardım eyle
bize!" (2:286)
"De ki: 'Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yaznuşsa başımıza an-
cak o gelir. Mevlamız, sahibimiz O'dur. Onun için mürninler yalnız Allah'a da-
yanıp güvensinler." (9:51)
Yusuf Suresi 64. ayette Hz. Yakub'un dilinden Yüce Allah bu vasıfla anılır:
"Daha önce onun kardeşini size emanet ettiğim gibi bunu (Yusuf'u) da size
inarup emanet edeyim, öyle mi? Ben size de~il sadece Allah'a ısmarlanm. Çün-
kü en iyi koruyan Allah' br ve O, merhametlilerinen merhametlisidir."
Allah'ın kadir vasfı hakkında açıklama daha önce 16/8 ve 41/4'te geçti.
Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Allah Kadir vasfıyla anılır:
"Onu ilkin yaratan Allah, elbette onu diriltmeye de kadirdir." (86:8)
"Görüp düşünmüyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinın
benzerini yaratmaya elbette kadirdir? O, kendileri için asla şüphe götürmeye-
cek bir vade belirlemiştir. Ama zalimlerin işleri güçleri inkardan ibaret!"
(17:99)
Yüce Allah'm, "kılavuz, doğru yolu gösteren" anlamına gelen bu vasfı hak-
kında açıklama daha önce 11/10; 13/5; 14/1; 58/8'de geçti.
Yardıma koşan, imdat eden, muin anlamına gelen "Muğis" vasfı hakkında
açıklama daha önce 30/8; 52/3; 58(7; 72/8' de geçti.
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
0
, • .J ,. .... ,
1 , - , ,
ı?,-:=~~~~ l~h ~1 ~ ~8 ~1
" - .J -: .J , • .J ... •
•
, ~ G- •
t:.,,. dh ·..1. .JJ , ~-: G
.;p - • ~.)
, ,G
, -• ~ , • , G•
ı:r->.J -
~lG- ~
,
'i 0\) :J.~:. :ı~~:,;.~ ~ ;.i-:.j ~ ;1ı j.;, r.ı~ J~J Ç~l
~j. ~ ~
0\) Gb d ~ ,
;. .\
,,
J~ ~j ~ üj ı~ ~;\ uh d~
tl , ,
• ', , ,. ,, . . , ,
~~J
ı-
Allah'ın ismiyle. Allah bana kafi. Allah'tan başka ilah yok. Allah her şe
ye şahilDe ki; O Allah'br. Allah'ın dilediği olur. Rabbim Allah'br. Allah'ın
şaru yücedir. Allah ilidir. Allah'a tevekkül edip güvendim. Allah onlara
karşı kafidir. O her şeyi işiten ve bilendiri
Bize öyle bir merhametle bulun ki, Senden başkasınm merhametine ihti-
yacımız kalmasın! Dünyada ve ahiretle ihtiyaçlanmızı yerine getir ve diledi-
ğimizi ihsan eyle! Dünyadan ayrılırken son nefesimizi saadet, şehadet, ik-
ram ve müjdeyle vermemizi nasip eyle!
Bizim adımıza Hazret-i Muhammed Aleyhhisselatü Vesselamı layık ve
müstehak olduğu mükafatlarla mükafatlandır. Gözümüzü açıp kapayıncaya
kadar bizi ne nefsimize, ne de yaratlıklanndan herhangi birine havale etme!
İşlerimizi ıslah edip yoluna koy! Bizi hiç zail olmayan ilim ve siyanetinle hi-
maye ey le! Ayn yaşanamayan desteğinle bizleri muhafaza ey le, ey celil ve
ikram sahibi!
Bizden ve bu isimleri üzerinde taşıyan kimselerden cin, insan ve şeytan
lardan gelecek afetleri, yer sarsınhlannı ve Allah korkusundan meydana ge-
len dağ parçalaruşlannı, taun ve veba musibetini, kem gözleri, vücut ağnla
nnı ve diğer felaketleri defeyle! Bizi bütün şer ve kötülüklerden muhafaza
et. Rabmetinle bize dünyada ve ahiretle selamet, afiyet ve hayır nasip eyle,
ey merhametiiierin en merhametlisi!
Allah, Efendimiz Hazret-i Muhammed'e (a.s.m.) onun al ve Ashabma sa-
lat ve selam eylesin!
Alemierin Rabbi olan Allah'a hamdolsun!
BİBLİYOGRAFYA
SAtire kO Ili ma'yOb .............................................. 85 Men hüve 'Alim O kO Ili şey'in ............................. 127
Melcee kO lll maziOm .......................................... 85 Men have kAdiru kOIIi şey'in ............................. 128
'lddett 'inde şlddett ............................................. 86 Men hüve sani'u külli şey'in ............................. 129
RecAi 'inde musTbett .......................................... 86 Men hüve yebkA ve yefnA kOIIO şey'in ............. 129
MO n isi 'inde vahşetT ........................................... 87 Mü'min ............................................................. 130
SAhibi 'inde gurbeti ............................................ 87 MO heymin ........................................................ 133
Veliyyi 'inde ni'meti ............................................ 88 Mükewin ......................................................... 134
Kaşifl 'inde kurbati ............................................. 89 MOiekkin .......................................................... 135
OıyasT 'inde'f-tikAri ............................................. 89 Mübeyyin ......................................................... 135
Me leei 'inde'd-tırari ............................................ 90 Mühewin ......................................................... 135
Mu'ini 'inde feze'i ............................................... 90 MOzeyyin ......................................................... 136
Delm 'inde hayretT .............................................. 90 Muazzim .......................................................... 137
NIAme'I-QuyQb ................................................... 91 Mu'awin .......................................................... 137
Oaffara'z-zOnOb ................................................. 92 Mülewin .......................................................... 138
Settare'l-'uyOb .................................................... 92 Men hüve fi-mülkihi mukim ............................. 139
Keşşafe'l-kOrOb .................................................. 93 Men hüve fi-ceiAiihi 'azim ................................ 139
Mukallibe'l-kuiOb ................................................ 93 Men hüve fi-süttanihi kadim ........................... 140
MOzeyyine'l-kuiOb .............................................. 94 Men hOve 'ala 'abdihT rahlm ............................ 141
MOnewira'l-kuiOb ............................................... 94 Men hüve bi-kOIIi şey'in 'alim ........................... 141
Tabibe'l-kuiOb .................................................... 94 Men hüve li-men cefAhu halim ........................ 142
Habibe'l-kulüb .................................................... 94 Men hüve li-men tereccAhO kerim ................... 142
Enise'l-kuiOb ...................................................... 95 Men hüve fi-mekAdlrihi hakim ......................... 143
Cem .................................................................... 96 Men hüve fi-hukmihi IAtTf ................................. 143
Cemi1 ................................................................. 97 Men hüve fi-IOtfihl kadir ................................... 143
Vekil ................................................................... 98 Men la yürcA ma fadluh .................................... 144
Kem .................................................................. 101 Men lA yuhlıfü ma 'adlüh .................................. 144
0em .................................................................. 102 Men lA yOntazaru illA birruh ............................. 145
Mukil ................................................................ 102 Men lA yüs'eiO ma 'afvuh .................................. 145
Habir ................................................................ 103 Men lA yedümu ma mülkOh .............................. 145
Latif .................................................................. 104 Men lA soltane ma sattanOh ............................. 146
'Aziz ................................................................. 107 Men lA burhAne ma burhAnOh .......................... 146
Melik ................................................................ 108 Men vesi'at külle şey'in rahmetüh .................... 147
Delile'l-mütehayyirin ........................................ 109 Men sebekat rahmetOhO 'ala Qadabih ............. 148
Oıyase·ı-mostaQisin ......................................... 110 Men ehata bi-külli şey'In 'llmüh ........................ 148
Sariha'l-müstasrihin ......................................... 111 Farice'l-hemmi ................................................. 149
CAre'l-mOstecirln ............................................. 112 Kaşife'I-Qammi ................................................. 149
Melcee'I-'Asin ................................................... 113 Ölfire'z-zenbi .................................................. 150
Oafire'l-mOznibTn .............................................. 114 Kabile't-tevbi .................................................... 150
Emane'l-hAifln .................................................. 114 Halika'l-halki .................................................... 151
Rahime'l-mesAkin ............................................ 115 Sadika'l-va'di ................................................... 153
Enise'l-mOstevhışin ......................................... 116 RAzika't-tıfli ...................................................... 153
Mucibe da'veti'l-mudtarrin ............................... 116 MOfiye'l-'ahdi. ................................................... 153
Ze'l-cOdi ve'l-ihsAn ........................................... 117 'Aiime's-sirri ..................................................... 153
Ze'l-fadli ve'l-imtinAn ........................................ 119 FAiika'l-habbi ................................................... 154
Ze'l-emni ve'l-eman ......................................... 120 'Aiiyyü .............................................................. 154
Ze'l-kudsi ve's-sObhAn ..................................... 120 Vefiyy0 ............................................................. 156
Ze'l-hikmeti ve'l-beyAn ..................................... 120 VeliyyO ............................................................. 156
Ze'r-rahmeti ve'r-rıdvAn ................................... 121 OaniyyO ............................................................ 158
Ze'l-hücceti ve'l-burhAn .................................... 121 MeliyyO ............................................................ 159
Ze'l-'azameti ve's-sattan ................................. 122 ZekiyyO ............................................................ 160
Ze'l-'afvi ve'I-QufrAn ........................................ 123 Radıyyü ............................................................ 160
Ze'r-re'feti ve'l-müste'An .................................. 123 BediyyO ............................................................ 160
Men hüve rabbO kO Ili şey'in ............................. 125 HafiyyO ............................................................. 162
Men hüve iiAhu külli şey'in ............................... 125 KaviyyO ............................................................ 163
Men hüve hAli ku kO Ili şey'in ............................. 126 Men azhera'l-cemil .......................................... 164
Men hüve fevka külli şey'in .............................. 126 Men setara 'ale'l-kabih .................................... 165
Men hüve kab le kO Ili şey'in .............................. 127 Men la yuAhizO bi'l-cerimeh ............................. 165
Men hüve ba'de klilli şey'in .............................. 127 Men la yehtikO's-sitr ......................................... 166
576 • Kur'In ve Hikmet IJıOındl CEVŞEN ŞER HI
len hOve ff'l-ardi lyttoh ................................. 346 Men ll yeb'udO ·an kuiObi'I-'Ariffn .................... 375
len hOVe ff-kOHl f8y'ln dellliOh ....................... 347 DAime'l-bekAI ................................................... 375
len hOVe tl'l-bihlr1 acllbuh ............................. 348 Gatire'l-hatai .................................................... 375
len yebcleu'l-halka sOmme yulduh ................ 348 Slmi'a'd-du'AI .................................................. 376
len hOVe 11'1-ciblll hazAinuh ............................ 349 Vlsi'a'l-'atai ..................................................... 376
len ahsene kOlle tey'in halakah ..................... 351 RAfi'a's-semAI .................................................. 376
len lleyhi yurce'u'Hrıw kOllOh ....................... 351 KAşife'l-beiAi .................................................... 377
len zahera fl-kOlli şey'In lotruh ....................... 352 'Azlme's-senAi ...........................•..................... 3n
len yu'arrlfu'l-hallika kudreteh ....................... 352 KadTme's-senAl ................................................ 377
Iabibe men lA habibe leh ................................ 353 Keslre'l-vefAI .................................................... 378
=;~~~':::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ~~:
abibe men lA tabibe leh ................................. 354
kleibe men ıa muclbe leh ............................... 354
effka men lA şeffka lah ....................•............. 354 Settar ............................................................... 381
:affka men lA reffka leh ................................... 354 Kahhtr ............................................................. 381
erra men 11 şerra leh .................................... 354 CebbAr ............................................................. 382
luQise men lA muQfse leh ............................... 355 Sabblr ............................................................. 384
i8lf1e men lA dellle leh .................................... 355 Rezzlk ............................................................. 385
aıcıe men lA kaida leh .................................... 355 Fettah .............................................................. 388
:lhlme men ıa rthime leh ............................... 355 'AIIAm ............................................................... 389
Afiye meni's-takfAh ........................................ 356 VehhAb ............................................................ 389
~Iye meni's-tehdAh ...................................... 356 TewAb ............................................................. 392
Aliye meni's-tekllh ......................................... 356 Men halekani ve sewAnf ................................. 393
>A'iye menl's-ted'Ah ........................................ 357 Men razekanl ve rabbant ................................. 394
Afiye menl's-taşfAh ........................................ 357 Men 'et' arneni ve sekAni .................................. 395
Adiye menl's-takdAh ...................................... 357 Men karrabeni ve ednlnl... .............................. 395
luQnlye menl's-teOnAh .................................... 357 Men ·asamenl ve ketani ................................. 395
IOflye menl's-tevfAh ........................................ 358 Men hafizant ve kalAni ..................................... 396
lukawiye menl's-takvAh ................................. 358 Men vetfakani ve hadAni ................................. 396
ellyye meni's-taviAh ....................................... 358 Men e'azzenl ve SOnAnT .................................. 396
wal ................................................................ 359 Men amAteni ve ahyAni ................................... 397
hir .................................................................. 359 Men Aneseni ve AvAni ..................................... 397
lhlr................................................................. 361 Men yuhlkku'l-hakka bi-kellmAtih ..................... 397
Atın ................................................................ 362 Men lA muakkıbe 11-hOkmlh .............................. 398
lllık ................................................................. 362 Men lA rtdde li-kadllh ..................................... 399
:Azık ................................................................ 364 Men yehüiO beyna'l-mer'i ve kalblh ................. 399
Adık ................................................................ 364 Men yakbelO't-tevbete 'an 'lbAdih .................... 400
Abık ................................................................ 365 Men lA tenfe'u'ş-şefA'atO IllA bi-lznlh ................ 400
Alk .................................................................. 365 Meni's-semAvato matviyyttom-bl-yeminlh ...... 400
llık ................................................................. 366 Men hOve a'lemu bl-men dalle ·an-sabnlh ....... 401
len yukalllbO'I-Ieyle ve'n-nehlr....................... 367 Men yOsabbihll'r-ra'dO bl-hamdlhl ve'l-melllketO
len halaka'z-zuiOmAti ve'n-nOr ....................... 367 min-hifetih ........................................................ 401
len ce'ale'z-zılle va'l-harOr ............................. 367 Men yursiiO'r-rtytha bOşram-beyne yedey
len sehhara'ş-şemse va'l-kamer .................... 368 rahmetlh ........................................................... 402
lalaka'l-mevta va'l-haytt... .............................. 369 Men ce'ale'l-arda mlhAdA ................................ 403
len lehO'I-halku va'Htnıru ............................... 371 Men ce'ale'l-cibAle evtAdA ............................... 404
lan lam yettahiz sahlbeten vaiA veledA .......... 371 Men ce'ale'ş-temse sirAcl .............................. 405
lan lem yekün lehO şerfkOn tl'l-mOiki .............. 371 Men ce'ale'l-kamera nort ................................ 406
len lem yekOn lehO veııyyon min'e-ZZOIII ........ 372 Men ce'ale'l-leyle liblsA ................................... 406
len lehO'I-haviO va'l-kuvvah ............................ 372 Men ce'ale'n-nehAra me'Aşt ........................... 406
len ya'lemO mOrAde'l-mOrtdln ........................ 372 Men ce'ale'n-nevrne SObltA ............................. 407
lan yemllkO havAice's-sAlOn ........................... 373 Men ce'ale's-semAe blnAen ............................. 408
len yesme'u enfne'l-vAIIhfn ............................ 373 Men ce'ale'l-eşyte ezvtcl .............................. 408
lan yeri bOkAa'l-hlifln ................................... 373 Men ce'ale'n-nAra mirsAdA .............................. 409
len ya'lemO damfra's-sAmitln ........................ 373 Şerru ............................................................... 410
len yeri nedeme'n-nAdimln ........................... 373 Semru ............................................................. 411
len yakbela 'uzre't-tAlbln ................................ 374 Retru ............................................................... 412
len ıa yuslihu amele'l-mOfsldln ....................... 374 Menru .............................................................. 413
lan lA yudTu ecre'l-muhsinfn .......................... 374 BedT'u .............................................................. 413
10 • Kur'An ve Hikmet li•!lında CEVŞEN ŞERHI
• EsrnA-i IlAhiyayi bulma kolaylıl)ı açısından Arapça asıl metinde i8imlerin batında yet alan -vA• edatı
kaldınlarak oluşturulmuştur.
r
SAHiFE-i SEeCADiYE
VE TÜRKÇE AÇIKlAMASI
·sahile-i SeCGadiye· adıyla tanınan bu eser. bir dua kitabıdır Ancak. aynı za-
manda Imam Ali Zeynelabidin'in. hayatın maddi ve manevi her cephesiyle ılgıli gö-
rüş ve kanaatlerine ılişkin bilgiler ihtiva etmektedır. Yüce Allah ve sıfatları hakkında
bilgi. Allah· a karşı hamd ve şükür görevinin yenne getirilmesi. dunyanın mahiyeti.
dünya malı ve zengınlik, ibadet hayatı. anne baba ve çocuklara karşı görevler. şey
lana karşı alınacak tavır. günah ve tövbe. hayat ve ölüm. Cennet ve Cehennem.
amel defteri ve hesap. kul hakkı güzel ve kötü ahlak vs. ile ilgili görüşlerini güzelce
yansıtmaktadır
Dualarda sık aralıklarta Hz. Peygamber (a s.m.) ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirilir;
yani rahmet okunur. Bunun hikmetı. Hz. Peygamber'in (a.s.m.) duayı. teşekkürü
fazlasıyla hak etmesı hasebiyle sal~v~tın makbul bir dua olması. dolayısıyla ardın