You are on page 1of 581

l5 "-.) .

7o ('ı LC ' L,
~,..-
jl C'l ~ 5P f · 1 \

cevşen şerhi PROF. DR. ABDULAZIZ


HATIP
Takdim

Cenab-ı Allah'ın isim ve sıfatları, beşeri manalardan çok yüksek, büyük ha-
kikatler taşımaktadır. Bu sebeple Allah'ın isimlerinin hakiki tercümesini yap-
mak mümkün olmamaktadır. Bunun için Arapça olan bu gibi isimleri açıklar­
ken yine Arapça kelimeler kullanmak zarureti do~aktadır. Yine de o ismin
tam olarak ifade edildiği söylenemez. Böyle olduğu için sadece bir tercüme ça-
lışması hiçbir zaman Cevşen'in manasını tamamen aksettiremez. Bu itibarla,
tek başına tercüme olsa olsa bu duanın geniş hakikatiarına erişmek için bir ba-
samak ve bir pencere olarak değerlendirilebilir.
Cevşen'in ilk Türkçe tercümesini yaphğımız andan itibaren işaret ettiğimiz
bu boşluk ve eksikliği bir nebze olsun doldurmak düşüncesiyle bu mübarek
isimterin şerh ve izahma niyetlendim. Bundan yaklaşık on sene önce de fiilen
başladım. Ancak, bine yakın İlahi ismin şerh ve izahı gerçekten kolay değildi.
Çok uzun soluk isteyen bir maratondu. İşlerimin zaman zaman yoğunlaşması
nedeniyle biraz uzun süren molalar vermek zorunda kaldım. Hatta şu ana ka-
dar defalarca basılan "Kur'an ve Kamat Penceresinden Esrna-i Hüsna" (Genç-
lik Yayınları) ile "Allah'tan Gönüllere Sevgi Kuşağı: Esrna-i Hüsna" (Niın Ya-
yınalık) isimli çalışmalar, bu çok uzun yolculuğun ara meyveleri niteliğinde­
dir. Yüce Rabbime sonsuz hamd ve şükürler olsun ki, bu maratonu başanyla
tamamlamaya muvaffak kıldı. Belki de bu kadar uzun bir zamana yayılması ve
ara meyveler vermesi, hem fikir ve gönül dünyamda konunun iyice mayalanıp
olgunlaşması, hem de çıkan söz konusu çalışmalarm siz değerli okuyucular-
dan alacağı katkı sağlayıcı ve yapıcı eleştirilerden tepkilerden yararlanılması
açısından hayırlı olmuştur.

Bu çalışmada birinci derecede kaynağım Allah'ın yüce kelamı Kur'an-ı Ke-


rim, Hz. Peygamber'in (a.s.m.) hadis-i şerifleri, Bediüzzaman'ın başlı başına bir
Cevşen açılımı niteliğindeki Risale-i Nur Külliyatı, Arapça ve Osmarılıca söz-
lükler, Tefsir Kitaplan ve genel olarak Esrna-i Hüsna şerhleridir.
6 • Kur'.in ve Hıkmet J~ıQında CEVŞEN ŞERH İ

Bazı isimlerin şerh ve izahı daha bir detaylı oldu. Birbirine yakın manalı İla­
hi isim ve sıfatiann izahlannı ilk geçtiği yerde daha doyurucu verip sonrakiler-
de kısa açıklamalarla öncekine göndermeler yaphk. Her seviyedeki insanımı­
zın rahatça yararlanabilmesi için, bilgilerin sağlamlığıyla birlikte, dilinin sade-
liğine, cümlelerin kısalığına özen gösterdik. İsimlerin, başta insan ve canlılar
olmak üzere evren ve evrendeki diğer varlıklar üzerindeki panlh ve tecellileri-
ne sık sık dikkat çektik.
Bu çalışmamız, aynı zamanda bir Esrna-i Hüsna şerhi ve bu isimlerden bir.
kadanru içine alan Cevşen'in açıklaması olduğuna göre, öncelikle, Esrna-i Hüs·
na ve Cevşen hakkında bilgi vererek başlamayı uygun gördük.
Çalışmanın bu güzel kisvesiyle siz değerli okuyuculannın eline ulaşması
için hiçbir fedakarlıktan kaçınmayan Nesil Yayınlan yetkililerine, özellikle Dr.
Veli Sınm ve Ali Erdoğan Bey'e, aynca dikkatle okuyup tashihlerde bulunan
kızım Tuba ve öğrencim Kübra Zümrüt'e en içten teşekkürlerimi sunuyor, Yü-
ce Rabbimden kendilerine bol mükafatlar diliyorum.
Rabbimiz'in burada bulunan ve bulunmayan, bildiğimiz ve bilemediğİrniz
bütün güzel isimlerini şefaatçı ederek bu çalışmamızın, Cevşen' deki çok yük-
sek manalara ulaşmaya ve O'nu tanıma ufuklanna doğru uzanıp, bumana ba-
samaklannda biraz daha yükselmeye vesile olmasını niyaz ediyorum. Bu vesi-
leyle ahirete imanla göçrnüş tüm geçmişierimize rahmet; hepimize de tefekkür,
marifetullah ve afiyet dolu bir hayat diliyorum.

Prof. Dr. Abdulaziz Hatip


Giriş

A. Esrna-i Hüsna Hakkında


Genel Bilgi
Esmi-i Hüsni Teriminin Manası
Kur'cin'da, "En güzel isimler Allah'ındır. O'nu bu isimlerle çağırın." (7:180)
buynılarak, Yüce Allah'ın birçok güzel isminin bulunduğuna işaret edilir. Her
birisi güzel ve yüce manalar ifade eden bu isimlere "ei-Esmaü'l-Hüsna" veya
kısaca "Esmi-i Hüsna"' denir.

İsimler manasma gelen "esmi" ile, "güzel" veya "en güzel" manasma gelen
"hüsna" kelimelerinden, sıfat terkibiyle meydana gelen bu deyim, "güzel isim-
ler'' veya "en güzel isimler" demektir.
Hepsi de aslında birer sıfat olan bu isimler, sonsuz kemal ve cemal, azarnet
ve celal sahibi olan ve bu vasfı kainattaki sanat eserlerinden, beşeriyete gön-
derdiği Yüce Kur'an'ından ve sevgili elçisi Hz. Muhammed'in tarif ve tavsiflc-
rinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu isimler gerçekten güzeldir. Çünkü Allah'ın
yücelik ve sınırsız kemalini ifade ederek kullarının gönlünde bir sevgi hissi
uyandırırlar; kulların dua ve zikirlerinin doğru ve makbul olmasına vesile
olurlar; anıldıklan zaman sevap kazandırırlar; kalplere huzur ve sükıln verir-
ler; Allah'ın lütuf ve rahmetini telkin ederler; kulları Allah hakkında en doğru
ve yeterli bilgiye ulaşhnrlar vs.
Allah'ın bize bildirilen bütün güzel isimlerinin ortak noktası, O'nun her tür-
lü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu belirbneleri ve her türlü üstün nitelik-
leri taşıdığını ifade etmeleridir. Bu mübarek isimleri Yüce Allah'ın takdis ve
tenzihine vesile olup "tevhid" inancının akıl ve gönüllere nakşolmasının birer
araadırlar.
8• Kur'.ln ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI

Aynca, Cenab-ı Hakk'm isim ve sıfatlanru "celili" ve "cemaü" şeklinde iki


~~~a ~yıran alimler, O'nun kahr ve gazabını gösteren isim ve sıfatlan için "ce-
lilı ; lutuf ve hoşnutluğuna delilet edenler için ise "cemali" terimini kullanır­
lar.

Esmi-i Hüsni'mn Sayısı


Esrna-i Hüsna'run sayısı konusunda öncelikle başvurulacak kaynak şüphe­
siz ki Kur'an ve Sahih Hadisler'dir. Kur'an-ı Kerim'de çeşitli kalıplanyla AJ-
lah'a nispet edilmiş olan kavramiann sayısını 313'e kadar çıkaranlar vardır.
(Kureşi, el-Cevahiru'l-Mudie, I, 12-15) Bu konuda "Allah'ın doksan dokuz ismi-
nin bulunduğunu ve bunlan ezberleyip benimseyenlerin (ihsa) Cennet'e gire-
ceğini ifade eden hadis-i şerif ise, Buhari ve Müslim gibi ünlü hadis otoriteleri
tarafından rivayet edilmiştir. (Buhari, Tevhid 12; Müslim, Zikir 5-6) Bu ve ben-
zeri kaynaklarda geçen rivayetlerin muhtevası iki kısma aynlır. Tamammda
yer alan birinci kısmın meali: "Allah'ın doksan dokuz -yüzden bir eksik- ismi
vardır. Bunlan ihsa eden (ezberleyip özümseyen) Cennet'e girer." şeklindedir.
Bazı rivayetlerde "ahsaha" lafzırun "hafizaha = onlan ezberlerse" ifadesiylt·
nakledildiği görülmekte; bazılannın sonunda da: "Allah tektir ve O tek olanı
sever." ilavesi yer almaktadır.
Hz. Peygamber de duaniteliğindekibir hadisinde, Allah'm, Kur'an'da be-
yan ettiği veya yaratıklanndan herhangi birine öğrettiği isimlerinden başka,
gayp aleminde sakladığı isimlerinin de mevcut olduğunu belirtmek suretiyle
(Ahmed, Müsned, I, 391) kendisinin de bilmediği isimlerinin mevcudiyetine
işaret etmiştir.

Fahreddin er-Razi, bir kitapta, "Allah'ın dört bin isminin bulunduğunu,


bunlardan bin tanesinin Kur'an ve Sahih Hadisler'de, bin tanesinin Tevrat'ta,
bin tanesinin İncil' de geçtiğini" okuduğunu belirtir. Razi, devamla şöyle der:
"Bin tanenin de Levh-i Mahfuz' da olduğu ve bunların insanlık ilemine ulaş­
madığı söylenmektedir. Ben diyorum ki bu, akıldan uzak değildir. Biz, Al-
lah'm sıfatlarının kısı.mlarırun selb (yani, Allah'ın belli bir noksanlığının bulun-
madığını belirten) ve izifetler (Mesela Kabilu't-Tevb, Şedidu'I-İkab gibi) hase-
biyle sonsuz olduğunu belirtmiş ve bu konuyu güzel bir şekilde şerh ve izah
etmiştik. Hatta diyoruz ki: Kişi, Allah'ın alem-i ulvi (gökler) ve alem-i süfli'nin
(yerin) idaresindeki hikmet eserlerinden ne kadar çok haberdar olursa, medih
ve lazimi gerektiren sıfatiara vukufiyeti de o kadar artar. Mesela, insan bedeni-
nin anatomismi (teşrih) inceleyen bir kimse, onda insanın yaratılışıyla ilgili,
İlahi rahmet ve hikmetin on bin kadar çeşidine vakıf olur. Söylediğimiz hikmet
ve rahmet sayısını gördükten sonra bu, bilmediklerinin yanında bildiklerinin
çok az bir yer tuttuğunu anlar. Demek ki, Allah'ın hikmet çeşitleri sayısız ve sı­
nırsızdır." (Razi, Mefatih, c.1, s. 160-161)
Kur'-'n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHİ • 9

Kısaca Allah'ın kemalah ve üstün vasıflan sonsuz olduğundan bu kemala-


tın birer ~mbolü olan Esrna-i Hüsna'sı da aslında sonsuz ve sırursızdır. İnsa­
noğlu kiinat kitabını inceledikçe, makro-alem ve mikro-alemin derinlik ve en-
ginliklerine doğru uzandıkça İlahi sanatın incelik ve ihtişamıru daha iyi görebi-
liyor. Dolayısıyla Allah'a karşı yürekten heyecan, heybet, saygı ve sevgisi arh-
yor. "Allah'tan kullan içinde ancak ilimler korkar." (35:28) ayeti bu gerçeğe
işaret etse gerektir.

Esmi-i Hüsni'nın Günlük Hayata Etkileri


Sıkıntılarla dolu şu dünya hayatında Allah'ı tanımak, O'nu her an yanında
hissetmek, hatta her bir hücre ve zerresini O kudret, merhamet ve hikmeti son-
suzun elinde görmek, bir insan için çok büyük bir emniyet ve saadet vesilesi-
dir. Allah'ı tanımanın ölçüsü ise, Zat'ı hakkında Kitabı'nda bildirdiği ve Pey-
gamberinin diliyle haber verdiği isimlerini gerçek manalan, tesir ve tecelWe-
riyle bilmektir. Bir insan bu isimlerden ne kadannı bilir, Kur'an ve kciinattaki
mana ve tecellilerini ne derece gönül gözüyle görürse, o nispette Allah'ı tanı­
yor demektir.
Bu, hpkı çok yönlü bir sanatkann, bütün bu yönlerinden her birini ifade
eden vasıflannı bilen bir insanın, o sanatkar hakkındaki marifet ve malumatı­
nın çok olmasına benzer. Kısaca kişi, inandığı Allah'ın isimlerini bilmekle, va-
sıtasız olarak O'nunla bir nevi dostluk ve diyalog kuracak imkaru elde etmiş
olur. Rabbi hakkında hiçbir şey bilmemenin verdiği bunalımdan kurtulur.

Esmi-i Hüsni'yı Zikrebnenin Önemi


Esrna-i Hüsna'yı
zikretmek demek, sadece dil ile, kuru kuruya ve manalan-
nı düşünmeden, pencere olduklan Allah bilgisine, marifetullaha ve iman ger-
çeklerine ulaşmaya vesile yapmadan tekrarlamanın fazla bir anlam, etki ve ka-
zancı olmaz. Ancak, bu da bir ilk adım ve basamaktır. Orada kalmamalı, şerh
ve izahlannın yardımıyla insan ve evren üzerindeki etki ve tecellileri üzerinde
tefekküre geçilmelidir.
Allah'ın isimlerinden her biri, O'nu tanımaya, iman ve marifetullah nurun-
dan istifade etmeye, İlahi huzur ve güven meltemini teneffüs etmeye açılan bir
penceredir. Her bir isim Yüce Allah'ın bir kemal, cemal ve yüceliğinin sembo-
lü, formülü ve ifadesidir. Dolayısıyla bir kimse, Allah'm, aslında birer sıfat
olan isimlerini ne kadar çok bilir, mana ve tecellilerini dış alemdeki varlıklar
aynasında ne kadar seyrederse Allah'ı o kadar iyi tanıyor demektir. Hayatm
tüm huzur, lezzet ve saadeti Allah'ı gerçek anlamda tanımada saklı değil mi-
dir? İman, Cennet hayatırım bir çekirdeğini taşımıyor mu? Hayatın zevkini,
tezzetini ve saadetini dileyen kimse, hayabm iman ve marifetullahla hayat-
landırmak durumunda değil midir?. İşte bunun yolu, Allah'm, hepsi de güzel
ve çok anlamlı olan isimlerini bilmekten geçer.
10 • K ur' .1 n v! H i k m! t ı~ ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H ı

Hayabn tüm bunalım ve sıkınhlan, maneviyat eksikli~den, kendini yapa-


yalnız ve sahipsiz hissebnekten, haksızlıklara u~amanın ve hakkını alarnama-
nın verdi~ manevi azaptan ileri gelmektedir. Tüm bu sıkıntıların ilacı ve mer-
hemi güçlü bir Allah inancıdır. Bunun yolu da Esrna-i Hüsna'yı daha fazla öğ­
renme ve mesajlarını daha güzel aniayıp yararlanmaktan geçer.
Sadece Allah'ın isimlerini anmarun; imanı beslemede, İlahi huzuru hisset-
tirmede, O'na olan sevgiyi artırmada, O'nun karşısında derin saygı duymada,
O'nun kahnda olanarağbet etmede, dünya musibetlerini küçümsemede, dün-
yanın nimetlerini kaybetmekten dolayı üzüntüsünü azalbnada büyük faydala-
n vardır. Peygamberimiz Hz. Muhammed'in (a.s.m.) çeşitli durumlarda okun-
masını tavsiye ettiği dua ve zikir formüllerinin, Allah'ın isimleriyle dolu olma-
sı da bu faydalan göstermektedir.

Mümin, hayahnın her anında, kendisini hiçten yaratan Yüce Rabbi'nin bu


isimlerinin pek çoğuna mazhar, onlar sayesinde varlıkta ve hayatta olduğunu
bilmeli ve bunun şuurunda olmalıdır. Eline bir lokma ekme~ bile geçmesi
için, cansız ve şuursuz toprak zerrelerinden hıhın, bulut ve güneşe varıncaya
kadar kainattaki büyük küçük, canlı cansız birçok unsurlann seferber edildiği­
ni düşünmeli; bütün bunların, en küçük bir canlının bile nzık. ihtiyacını unut-
mayan bir Rezzak'ın emri ve iradesiyle gerçekleştiğini hissetmelidir.
Özellikle hayvani ve insani annelerin gönüllerini ışığıyla pariatan ve şefkate
muhtaç yavrularına onlan hizmetkar eden ilahi rahmetin panibiarını gördü-
ğünde, bunun tek ve aynı kaynaktan aksettiğini bilmeli ve hayatının en güçsüz
anından kendisini yalnız bırakmayan O hakiki rahmet sahibinin yine rahmet
dolu emirlerine şuuru ve iradesiyle sanlmalıdır.
O'nun sadece Rahman veRahim değil, aynı zamanda iktidarının gücünü,
zerrelerden hıtun da yıldız ve gezegeniere kadar her şeye boyun eğdirerek
gösteren, bütün varlıklan emrinde çalışbran muhteşem ve eşsiz saltanat sahibi
olduğunu düşünerek emrine itaatsizliğe asla cesaret etmemelidir. O'nun Rah-
man ve Rahim olmasının yanısıra Şedidu'l-İkab = Cezası şiddetli, Seriu'l-Hisab
=Hesabı süratlı, Aziz ve Zü'n-Tikam =Güçlü ve intikam sahibi vs. olduğunu
da bilmelidir. Bunu düşünmeyip, günah işleyeniere fırsat verildiğini, hemen
yakalarma yapışılmadığuu gördüğünde buna aldanmamalı, Allah'ın Sabur =
Çok sabredici olduğunu bilmeli; imha) etse de yani, zalimlere mühlet verse de
cezalarını ihmal etmeyeceğini düşünmelidir.

İnsan olması, nefis taşıması ve şeytan gibi sinsi bir düşmanının bulunması
hasebiyle günah işledi~de, derhal O'nun Gaffir ve Tevvab olduğunu idrak
ebneli ve tevbe ederek keremi sonsuz Efendisi'nin dergahına dönüş yapmalı­
dır. Kısacası, her anına ve her haline uygun bir veya birkaç ismi her saniye ya-
nında hissetmeli, bunlan kendisiyle Rabbi arasında bir bağ ve O'na manen
yaklaştıran bir mukaddes ip gibi kabul ve bundan istifade etmelidir.
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHi • l l

Öte yandan haddini ve gücünü aşmadan, kul olduğunu bilerek bu isimlere


ayna olmaya çalışmalı, gerek kendi küçük özel dünyasında, gerekse diğer var-
lıklara karşı bunlann tecellilerini aksettirmeye gayret etmelidir. Mesela, Sabur
isminin tecellisini aksettirerek sabırlı; Rahman ve Rahlm isrnine ayna olarak
merhametli; Rakib ve Hafiz isimlerine iradesiyle mazhar olmaya çalışarak kö-
tülüklere karşı hassas, yol vermez ve gerek kendisini gerekse içinde bulundu-
ğu cemiyeti koruyup kollayan birisi olmalıdır.
Yine, İslam düşmanianna karşı her yönden güçlülüğüyle Aziz; kötülere ve
kötülüklere fırsat tanımayarak, onları mağlup ederek Kahhar isminden kapasi-
tesi nispetinde birer panlh taşımalıdır. Şunu unutmamak gerekir ki, hadiste
ifade edilen o büyük mükafata ermek, Allah'ın bilinen en güzel isimlerinden
doksan dokuzunu Allah'la olan inanç ve iletişiminde onlanrı sınırlannı koru-
yup, güzelce riayet edilmesine bağlıdır.

Esmi-i Hüsni Sahibi Allah Sonsuz Sevgiye Layıktır


Bediüzzaman, Kur'an gerçeğinin umumi olarak mürnine şöyle dediğini be-
lirtiyor: "Ey mümin! Sendeki nihayetsiz muhabbet kabiliyetini, çirkin, noksan,
kötü ve sana zararlı olan nefs-i emmarene (kötülüğe sevk eden nefsine) verme.
Onu kendine sevgili ve kötü isteklerini kendine tann edinme. Aksine sendeki o
nihayetsiz sevgi kabiliyetini, nihayetsiz bir sevgiye layık, hem sana nihayetsiz
ihsan edebilen, hem gelecekte seni nihayetsiz mesut edecek olan, hem bütün
atakalı olduğun, saadetleriyle mesut olduğun bütün zatları, ihsanlanyla mesut
eden, hem nihayetsiz kemalah bulunan ve nihayetsiz derecede kutsi, yüce,
münezzeh, kusursuz, noksansız, yok olmaz bir cemal sahibi olan; bütün isim-
leri, son derece güzel olan; her isminde pek çok güzellik ve cemal nurlan bulu-
nan; Cennet bütün güzellikleri ve nimetleriyle, O'nun rahmetinin güzelliğini
ve güzelliğinin rahmetini gösteren; sevimli ve sevilen bütün varlıklardaki bü-
tün güzellik, cemal ve kemaller O'nun cemaline, kemaline işaret ve delalet
eden ve alarnet olan bir Zat'ı, mahbub ve mabud edin ...
Hem der: Ey insan! O'nun isim ve sıfatianna ait sevme kabiliyetini, diğer
ölümlü varlıklara verme; faydasız olarak yaratıklara dağıtma. Çünkü eserler
ve yarahklar fanidirler. Fakat o eserlerde ve o sanatlarda nakışlan, panlhlan
görünen Esrna-i Hüsna bikidirler, daimidirler. İsim ve sıfatiann her birisinde
binlerce ihsan ve cemal mertebeleri ve binlerce kemal ve sevgi tabakaları var.
Sen yalnız Rahman ismine bak ki: Cennet bir cilvesi, ebedi saadet bir parıltısı
ve dünyadaki bütün nzk ve nimet, bir damlasıdır." (Sözler, s. 637)
B. Cevşen ve Fazileti

Açıklamasını yapbğırnız İlahi isimlerin kaynağı olan Cevşenü'l-Kebir, isim


olarak her ne kadar tanıbina ihtiyaç duymayacak kadar ünlü bir eser ise de,
mahiyeti hakkında biraz bilgi vermekte fayda mülahaza ediyoruz:
Cevşen kelimesi, sözlükte, "bir tür zırh, savaş elbisesi" anlamına gelmekte-
dir. Terim olarak ise, Ehl-i Beyt tarikıyla Hz. Peygamber'e nisbet edilen ve
"Cevşenü'l-Kebir" adıyla ün salmış bir duadır. Ehl-i Beyt İmamlanndan Musa
el-I<.lıım, Cafer-i Sadık, Muhammed el-Bakır, Zeynelabidin, Hz. Hüseyin ve
Hz. Ali (Allah hepsinden razı olsun) tarikıyla Hz. Peygamber'e kadar ulaşbn­
lır.

Kaynaklarda anlabldığına göre, Asr-ı Saadet'te cereyan eden savaşlardan


birinde, muharebenin kızışbğı ve üzerindeki zırhın kendisini fazlasıyla sıkbğı
bir sırada Hz. Peygamber (a.s.m.) ellerini açarak Allah'a dua etmiş, bunun üze-
rine gök kapıları açılarak Cebrail gelmiş ve "Ey Muhammed! Rabbin sana se-
lam ediyor ve üzerindeki zırhı çıkarıpbuduayı okurnam istiyor. Bu dua hem
sana, hem de ümmetine zırhtan daha sağlam bir emniyet sağlayacaktır demiş­
tir."
Aynca Cebrail Hz. Peygamber'e Cevşen'in faziletiyle ilgili izahatta da bu-
lunmuştur. (Bkz. Türkiye Diyanet Vakfı İslam Ansiklopedisi, "Cevşen" mad-
desi)
"Muhtevasırun güzelliği, ifadelerinin akıcılığı ve okundu~nda elde edile-
bilecek dünyevi ve uhrevi güzel sonuçlara dair rivayetlerin çokluğu sebebiyle
olacakbr ki, Cevşen-i Kebir Müslümanlar arasında ilgiyle karşılanmışbr. Duayı
Ahmed Ziyaeddin Gümüşhanevi, tarikata dair birçok evrad ve ezkarı derlediği
Meanuatü'l-Ahzab adlı eserinde nakletmiştir.
Cevşenü'l-Kebir, büyük ölçüde Kur'an ve hadislerde de yer alan, mana ve
muhteva bakımından Allah' a nisbetinde hiçbir sakınca bulunmayan kelime ve
cümlelerle münacat ve niyazlardan ibaret bir metin olup bu tür metinlerle du-
ada bulunmak, dini hayat bakımından tavsiyeye şayan bir davranış olarak gö-
rülür.
Peygamberimizin (a.s.m.) binlerce dua ve münacaabndan benzersiz bir dua
olan ve çok geniş hakikatleri içine alan Cevşen, az önce de işaret edildiği gibi
Yüce Allah tarafından Peygamberimize vahyedilmiş geniş ve şümullü bir du-
Kur'In ve Hikmet liı!lında CEVŞEN ŞERHI • 13

adır. Cenab-ı Hakkın yaklaşık bin ismini içine alır. İsim ve sıfatlanyla Rabbimi-
zi bize tarif eder.
Bu duada Cenab-ı Hakk'ın isimleriyle; insan, kainat ve ahiret arasında mü-
kemmel bir irtibat kurulur. Hatta Resulullah'ın peygamberliğine en büyük de-
lillerden bir tanesidir. Çünkü ancak ve ancak Allah'ın elçisi olan bir zat, Rab-
bini bu kadar kesin, doğru ve hiç kimseyi taklit etmeksizin tarif ve tavsif edebi-
lir.
Bu duayı okuyan bir kimse her türlü kemalat ve ubudiyette olduğu gibi du-
ada dahi Resulullah'ın eşi ve benzeri yoktur diyecektir. Tarih boyunca gelmiş
geçmiş bütün maniveyat büyüklerinin dua ve münacatlan bu mübarek müna-
catla karşılaştınldığında bu dediklerimize hak verilecektir.
Cevşenü'l-Kebir duası, Allah'ı tanıtan birer dil olan bütün kainab adeta ko-
nuşturmakta ve Allah'ı tanıtmaya vesile kılmaktadır. Gerçekten de k.ainatta
her varlık Allah'ın birçok isminin tecellisini üzerinde gösterir. Mesela her var-
lığın besin ihtiyacnın karşılanmasında açık bir nzık verme fiili vardır. Bu fiil
"nzık verici" manasında Rezzak ismini gösterir. Yeryüzünün adeta büyük bir
eczahane gibi yarablıp hastalıklara deva sunulması "şifa verici" manasında şa­
fi ismini, canlıların her birine kendi ihtiyaçlarına göre görme ve işitme kaabili-
yeti verilmiş olması, "her şeyi hakkıyla gören" Basir ismini ve "her şeyi hak-
kıyla işiten" Semi' ismini gösterir. Kamatta görülen bütün hikmetli işler Hakim
ismini, kusurlan örtmesi Settar ismini, günahlan bağışlaması Afüvv ve Gafılı
isimlerini gösterir. Kainatta gördüğümüz ve şahit olduğumuz bütün fiiller
Rabbimizin bir veya birkaç isminin tecellisidir.
İşte Cevşen'de, Allah'a bu güzel isimleriyle dua edilir. Rabbimiz de kulla-
nndan kendisine güzel isimleriyle dua etmelerini istemektedir. Mesela, Ta Ha
Slıresi'nin 8., Haşir Suresi'nin 24. ve İsra Suresi'nin 110. ayetinde "en güzel
isimterin Kendisine ait olduğunu" ifade eden Rabbimiz, A'raf Suresi'nin 180.
ayetinde de şöyle buyurmaktadır:
"En güzel isimler Allah'ındır; o isimlerle O'na dua edin. O'nun isimleri hak-
kında haktan aynlanlan ise bırakın. Onlar işlediklerinin cezasını görecekler-
dir."
Peygamberimiz de Rabbimize İsm-i A'zamla yapılan dualarm kabul edile-
ceğini ifade etmiştir. (İbni Mace, Dua: 9) İsm-i A'zam, Allah'ın diğer isimlerini
de içine alan şümullü ve cami' bir isimdir. İsm-i A'zam da dahil Rabbimizin
bin bir ismini içine alan Cevşen ile yapılacak dualarm ne derece kabule mazhar
olacağı açıkbr.

Bir müminin en büyük gayesi, Allah'ın nzasını kazanmak, ihsanına nail ol-
mak ve azabından kurtulmakhr. Cevşen'in en az yüz yerinde Cenab-ı Hakk'ın
çeşitli isimleri şefaatçi edilerek Cehennem'den kurtarması için Allah'a dua edi-
lir. Yüce Rabbimiz bu duasını kabul ettiği kulunu elbette Cehennem'den kur-
14 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

tuluşa vesile olan salih amel işlemeye ve günahlardan kaçınmaya muvaffal


edecektir.
Okuyana çok büyük sevaplar kazandıran Cevşen, ayru zamanda insanı
maddi ve manevi musibetlerden koruyan bir zırh olur. Mecmuatü'l-Ahzab' da
Cevşen'in hastalıklara şifa vesilesi olacağını, ihlasla okumaya devam eden
kimsenin evinin Allah'ın izniyle yangından, hırsızdan korunmasına vesile ola-
cağı, bu duayı okumaya devam eden kimseye meleklerin büyük bir tevazu ile
hürmet edecekleri rivayet edilir ve Cevşen'in daha birçok fazileti zikredilir.
Ancak şunu hemen belirtelim ki, Cevşen'in bütün bu faydalan umumi de-
ğildir. Cevşen'in hankulade taydalanna kemal mertebede Peygamberimiz
(a.s.m.), Sahabiler ve sair maneviyat büyükleri mazhar olmuştur. Sair Müslü-
manlar da kaabiliyetleri ve okumadaki ihlas ve samirniyetleri nisbetinde bun-
dan istifade ederler.
Bediüzzaman Hazretleri, Lem'alar isimli eserinde kulluğun Allah'ın emir
ve nzasına bakhğını, faydasının ahirette görüleceğini ifade eder.
Gaye olmamak ve maksad yapılmamak şarhyla istenilmeden verilen dün-
yaya ait faydalarm ibadete zarar vermeyeceğini, belki zayıflar için bir şevk un-
suru olacağını belirtir. Sonra da sözlerine şöyle devam eder:
"Eğer o dünyaya ait faideler ve menfaatler o ubudiyete; o virde veya o zikre
illet veya illetin bir cüz'ü olsa; o ubudiyeti kısmen iptal eder. Belki o hasiyetli
virdi akim (neticesiz) bırakır. İşte bu sırrı anlamayanlar, mesela yüz hasiyeti ve
faidesi bulunan Evrad-ı Kudsiye-i Şah-ı Nakşibendi'yi veya bin hasiyeti bulu-
nan Cevşenü'l-Kebir'i o faidelerin bazılanru maksud-u bizzat niyet ederek
(bizzat o faideleri kazanma niyetiyle) okuyorlar. O faideleri göremiyorlar, gö-
remeyecekler ve görmeye de haklan yoktur. Çünkü o faideler, o evradlann il-
leti olamaz ve ondan onlar kasten ve bizzat istenilmeyecek. Çünkü onlar fazli
bir surette (Cenab-ı Hakkın bir ihsaru olarak), o halis virde talepsiz terettüb
eder. Onlan niyet etse ihlası bir derece bozulur. Belki ubudiyetten çıkar ve kıy­
metten düşer. Yalnız bu kadar var ki: Böyle hasiyetli evradı okumak için, zayıf
insanlar bir müşevvik ve müreccihe (teşvik edici ve tercih edilmeye sebep olan
bir şeye) muhtaçtırlar. O faideleri düşünüp şevke gelip; evradı sırf nza-i İlahi
için, ahiret için okusa zarar vermez. Hem de makbuldür. Bu hikmet anlaşılma­
dığından; çoklar aktabtan ve selef-i salihinden mervi (rivayet edilen) faideleri
görmediklerinden şüpheye düşer, hatta inkar da eder." (l..em'alar, s. 122)
Cevşen'in hususi bir okunma vakti yoktur. Diğer dualar gibi her vakit oku-
mak mümkündür. Namazdan, bilhassa sabah namazından sonra; mübarek
mevkilerde, mescid ve camilerde, cuma günleri, Üç Aylar' da, mübarek geceler-
de, bilhassa Kadir Gecesi'nde okumanın sair vakitlerde okumaya nisbeten da-
ha faziletli olduğu da bir gerçektir. Çünkü bu vakitlerde yapılan ibadetlere
Kur'An ve Hikmet l~ı§ında CEV~EN ŞERHi • 15

hem kat kat sevap verilmekte, hem de kabul edilmesi kuvvetle ümit edilmekte-
dir. (Mektubat, s. 258.)
Bediüzzaman Hazretlerinin her gün okuduğu bu mübarek duanın okunaca-
~ miktar hususunda bir ölçü koymak da mümkün değildir. Bazı kimseler her-
gün okur, bazılan haftada bir, bazılan ayda bir, bazılan sadece mübarek gece-
lerde okur. Bu, kişinin tercihine kalmışhr. Mühim olan hassas bir denge kura-
bilmektir.
Cevşen okuyaca~m diye imani eserleri daha az okumak veya onun neşri
için çalışmayı azaltmak ise uygun de~ildir. (Lem'alar, s. 156,157) "Ben nasıl olsa
Cehennem'den kurtulmak için Allah'a dua ediyorum'" düşüncesiyle farzlarda
ihmalkarlık göstermek, harama karşı hassasiyeti terk etmek ise kesinlikle yan-
lış bir anlayışhr.
Kur'an ve Hikmet Işısında
CEVŞEN ŞERHI

-1-

Allah'ıml Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

',-
ı/ı. Ya Allah! O ~1 Ç
Varlı~ zorunlu, tüm üstün niteliklere sahip ve kulluk edilen anlarnma ge-
len Allah ismi, bütün kemal sıfatlanru üzerinde toplayan odak kavramdır. Al-
lah'm diğer bütün isim ve sıfatlanru içine alan en kapsamlı ismidir. Doksando-
kuz ismin en büyüğüdür. Sıfatiann hiçbiri O'ndan bağımsız kalamaz. Doğru­
dan doğruya, bütün k.iinah yarahp idare eden, ayakta tutup mülkiyetini elin-
de bulunduran Yüce varlığın Zit'ma delalet eder.
Diğer bütün isim ve sıfatlar bu mukaddes isme sıfat olarak kullanılabildiği
halde, bu mübarek isim onlarasıfat olarak kullanılamaz. (Beydavi, Tefsir, Fati-
ha 1. ayetinin izahı) Yine diğer isim ve sıfatlar, birer manaya delalet ettikleri
halde, bu isim diğer bütün isimlerin hepsinin manasını öz olarak kendinde bu-
lundurur. Allah ismi, bütün diğer isimler içerisinde en has isimdir. Bu ismin
tarih boyunca Hak Ma'bud olan Zit'tan başkası hakkında kullanıldığma ilişkin
hiçbir bilgi yoktur. Cahiliye devri insanlan da, bu ısmi hiçbir bahl tann için
kullanmarnışlardır. (Suat Yıldınm, Kur'an'da Uluhiyet, s. 100) Bu mübarek isim,
Kur'an-ı Kerim'de tam 2697 kez geçmektedir. (M. F. Abdulbaki, Mu'cemu'I-Mü-
fehres, "Allah" maddesi) Bu da onun önemini açıkça göstermeye yeter. "Ya Al-
lah!" diye yalvaran bir mümin, aynı zamanda diğer bütün isirolerin sahibi olan
Hak Ma'bud'u çağırmış oluyor. Çünkü nasıl "Güneş" denilince ısısı, ışı~ ve
18 • Kur'3n v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

ışığının yedi rengiyle birlikte bir varlık ha b ra geliyorsa, "Allah" denilince de


Zlt'ma uygun isim ve sıfatlarla birlikte bir Yüce Yaraha akla gelir. Allah'ı
bunlarsız düşünmek mümkün değildir.
Allah kelimesinin, kök olarak nereden geldiği konusunda alimler arasmda
farklı görüşler vardır. Bu mübarek ismin hiçbir kökten türetilmediğini, doğru­
dan doğruya Allah' a özel isim olarak verildiğini söyleyenler varsa da Razi,
kendisinin bu görüşü tercih ettiğini, bunun, el-Halil, Sibeveyh ve ekser usuliy-
yfuı ve fukahanm da görüşü olduğunu söylemektedir. (Razi, Mefatih, I, 162)
Tercih edilen görüş, "ilah" kökünden gelmiş olduğudur. Nitekim Kadı Beyda-
vi, bu ismin aslında müştak (başka bir kökten türetilmiş) olduğunu, fakat ale-
miyet (özel isimlik) yönünün galip geldiğini söylemektedir. (Kadı Beydavi, Tef-
sir, Fatiha 1. ayetin izahı)
hall kelimesinin aslı, buna bağlı olarak manası üzerinde de değişik görüşler
vardır. "Abede = ibadet etti" anlamına "elehe" den ism-i mef'ul olup, "kendisi-
ne ibadet edilen" anlamına gelebilir. "Tehayyere = hayrette kaldı" anlamına
gelen "elihe" kökünden ism-i mef'Ul olup, hayret edilen, hayranlık duyulan
anlamına gelebilir. Gerçekten de kul, O'nun sıfatlannı düşündüğünde hayrette
kalır. Aslının, "vilah =yönelme, sevgi besleme" mastanndan yine ism-i mef'ul
olduğunu söyleyenler de vardır. Kendisine yönelinen, sevgi beslenilen demek-
tir. Yönelme ve bağlılık, cansız varlıklarda olduğu gibi, gayr-i iradi ve yaradı­
lıştan olabileceği gibi, canlılar ve akıllılarda olduğu gibi hem fıtraten, hem de
iradeyle de olabilir. Bu kelime, "ihtecebe = perdelendi, gizlendi" anlamına ge-
len "lahe, yeluhu, liyahen" kökünden gelebilir. (Bütün bu ve berızeri görüşler
hakkında geniş bilgi ve değerlendirmeler için bkz. Razi, Mefatih, l, s. 164-168)

Bu köklerden hangisinden gelmiş olursa olsun, "ilah" kelimesinin gerçek


anlamda kullanımı Allah'a yakışır. Çünkü O, hem gerçek ma'bud; hem akılla­
nn, sıfatlan konusunda hayrete düştüğü, hayranlık beslenen; hem sevgi ve
bağlılık gösterilen; hem de duyu organlanyla algılarımaktan münezzeh, bahn
ve gizli olandır. Bütün bu anlamlanyla Cenab-ı Hak, bütün her şeyin ilahıdır.
Onun dışmda hiçbir şeye gerçek anlamıyla "ilah" adı verilemez. Çünkü, bu
manalar başka hiçbir varlık için söz konusu değildir.
Kısaca, Cenab-ı Hak, kutsi sıfatlarının ve güzel isimlerinin eelali ve cemali
tecellilerini her bir varlık üzerinde izhar eden ve bütün mevcudahn bütün iba-
detlerine merd olan, hepsince hayranlık duyulan, dergahına yönelinen ve id-
rakten gizli olan Zat'tır.
Madem ki, tek ve hakiki İlah Allah'tır, o halde kul kalbini O'nun sevgisiyle
doldurmalı. Bütün himmet ve gayretini O'nun yolunda sarf etmeli. O'ndan
başkasıru, O'nun izin verdiği çerçevenin dışında görmemeli. O'ndan başkasına
bağlarımamalı. Yalnız O'ndan ummalı ve yalnız O'ndan korkmalıdır. Çünkü,
Kur'in ve Hikmet 1·1 ı!jında CEVŞEN ŞERHI • 19

O'ndan başka her şey fani. ölümlü ve acizdir. Diğer bütün varlıklar O'nun var
etmesi ve ibkası ile v~r ve ayaktadırlar.

t/2·3· YARahmin!YiRahim!0 ~:JÇ 0 ~:JÇ


Bu iki ismin kökü olan rahmet, sözlükte kalp inceliği, meyletme ve acıma
manalarma gelir. Bu anlamıyla Allah hakkında mecaz olarak kullanılır. Yani,
yüce Allah, birine acıyan, onun üzerine eğilen ve durumu karşısında kalbi in-
celen bir kimse ne yapıyorsa, mahlukatına karşı aynısını, fakat ulühiyetinin
şanına yakışır biçimde ve buna mazhar olaniann kapasitesine göre yapar.

Rahman, bol ve geniş rahmetiyle bütün yarablmışlar için nzıklan, yaşama


şartlarınıve her türlü faydaları temin eden demektir. Bu ismi gereği, bu dün-
yada Allah'ın rahmeti, mürnin olsun, kafir olsun, iyi olsun, kötü olsun herkesi
kapsar. Rahman ismi, Allah'tan başkası için ne Kur'an'da, ne de Hadislerde hiç
kullanılmamışhr. Kur'an'da genellikle Allah'ın özel ismi, bazen de sıfatı olarak
kullanılmışhr. Rahlrn ise daima O'nun sıfatı olarak geçer. Tek bir ayette "mü-
minlere şefkatli" anlamında Hz. Peygamber için kullanılmıştır. (9:128)
"Ya Rahman!" diye dua eden bir mümin, kendisine Allah'ın rahmet nazan-
nı celbederek, bundan istifade etmeyi niyaz eder. O'na maddi ve manevi her
türlü nzkı vermesi için yalvanr. Rahmetinin bu dünyada kafiri bile dışanda bı­
rakmadığını düşünerek, büyük bir ümit ve iştiyakla dergahına sığınır.

Allah, aynı zamanda Rahim'dir. Yani, rahmet etmesi çoktur. Bütün ince ve
latif nimetierin sahibidir. Ahirette sadece müminlere merhamet edendir. Özel-
likle onlann günahlarına af ile muamelede bulunacak alandır. Bu mübarek is-
mi, manasını düşünerek telaffuz eden bir kimse, günahları ne kadar çok olursa
olsun, Allah'ın af ve rahmetinin daha geniş olduğunu düşünerek rahatlar. O
sonsuz rahmete, iltica eder. Ahirette bu sonsuz rahmetin sadece müminlere
tahsis edileceğini düşünerek buna layık olmak için çırpırur. Bu liyakati kaybet-
mekten korkup titrer.

Kur'in'da rahmet
Kur'an'da, Allah'ın rahmet etmeyi Kendine gerekli kıldığı bildirilmektedir.
(6:12) Rahmet, Kur'an'da değişik şeyler için kullanılır. Mesela, Kur'an'ın ken-
disi bir rahmettir. (12:111; 16:89 vd.) Dünyevi nimet ve ihsanlar birer rahmettir.
(11:9; 30:33) Yeryüzünü ölü ve kupkuruyken canlandırmaya vesile olan yağ­
mur rahmettir. (7:57) Peygamberlik gibi manevi bir nimet (11:28; 18:65; 41:50),
uhrevi ecir ve sevap (57:28 vd.) hep birer rahmettir. Allah tüm bu rahmetleri
elinde bulunduran, onlann gerçek ve biricik sahibi olan Rahman ve Rahim' dir.
Kur'an'ı indiren O, yağmuru yağdıran O, peygamberlikle görevlendiren ve
20 • Kur'In ve Hıkmeı 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI

peygamberler gönderen O, ahirette rahmetinin bir hediyesi olarak Cennet'i bir


deste gül gibi hayırlı kullanna takdim edecek olan yine O.
Kur'an-ı Kerim'de, Allah'ın rahmetinin her şeyi kapsadığı haber verilir:
"Rahmetim her şeyi kaplamışbr; onu (daha sonra sadece) emir ve yasaklanını­
za karşı gelmekten sakınan, zekitlannı veren ve ayetlerintize iman edenlere
nasip ederim." (7:156)
Kur'an'da, Allah'ın rahmet vasfuu ifade etmek için, Rahman veRahim sıfat­
Ianndan başka, "Erhamurrahimin = merhamet edenlerin en merhametlisi"
(7:151; 12:64, 92; 21:83); "Hayrurrahimin = merhamet edenlerin en hayırlısı"
(23:109, 118); "Zü'r-Rahrneti'I-Vasi'a =geniş rahmet sahibi" (6:147) nitelemeleri
de kullanılmış br.

İlahi Rahmet ve Kızaya Erme Ümidi, Hayırlı İşierin TemeUdir:


Allah, mahlukabna karşı nihayetsiz rahmet ve merhamet sahibi olan ve
ehl-i iman ve itaate nzasını vadeden zat-ı Rahim'dir. Allah'ın rahrneti bu kai-
nat hamurunun mayası olduğu ve her şey O'nun rahmetiyle yoğrulduğu gibi,
O'nun nzası da, Cennet meyvesini vermiştir. Aynca, bu dünyadaki bütün kar-
şılıksız ve samimi iyilikler, hep O'nun rahmet ve hoşnutluğunu kazanma yo-
lunda gerçekleşmektedir.
Kul, Allah'ın şefkat ve merhametinin eserlerini görüp üzerinde düşünerek,
O'nun rahmet ve h1tfunu dilemeli, bunlann ahirette de devam etmesi için,
dünyada O'nun emir ve yasaklanna özen göstermelidir.
İmam Gazali de, kulun Allah'ın Rahman veRahim isminden alacağı dersler
ve hisseler bulunduğunu belirterek özetle şöyle der:
Rahman isminden hissesini alan kul, Allah' ın gafil kullanna da merhamet
eder. Nasihatle onları gaflet yolundan çevirmeye çalışır. Bunu kına olarak de-
ğil, nezaket ve merhametle yapar. Kendini onların yerine koyar. Onlara ineitici
ve aşağılayıa gözle bakmaz. Bunu, o kişi Allah'ın gazabına uğramasın ve ya-
kınlığını kazansın diye yapar.

Rahim isminden nasibini almış olan da, hiçbir muhtaa ihtiyaç içinde bırak­
maz. Gücüyettiği kadanyla onun her türlü ihtiyaanı görür. Yakınında, köyün-
de kentinde bir fakir, bir muhtaç görmeye dursun! Hemen onun elinden tutar.
Koruyuculuğunu üzerine alır. İhtiyaaru giderir. Bunu, nasıl muktedir oluyorsa
ve nasıl yapılması lazım geliyorsa öyle yapar. Malı ile, makam ve salahiyen ile,
başkasına yardıma olarak onun hakkını korumaya çalışmak suretiyle ... Eğer
bu yollann hiçbiriyle kendisine yardımcı olamazsa -bir lütuf, bir esirgeme ol-
mak üzere- dua ederek ve içinde bulunduğu sıkınbdan dolayı izhar-ı hüzün
eyleyerek yardıma olur. Bunu, sanki içinde bulunduğu sıkınh ve ihtiyaç husu-
sunda kendisine ortakmı.şçasına yapar." (Gazali, Makiısıd, s. 39-40)
Kur'1n ve Hikmet I~ı{pnda CEVŞEN ŞERH i • 21

Bu mübarek ismi telaffuz eden bir kimse, saydığımız manalarmı göz önün-
de bulundurursa günahlan ne kadar çok olursa olsun, Allah'ın af ve rahmeti-
nin daha geniş olduğunu göz önüne getirerek rahatlar. O sonsuz rahmete iltica
eder. Ahirette bu sonsuz rahmelin sadece müminlere tahsis edilece~i düşü­
nerek buna layık olmak için çırpırur. Bu liyakati kaybetmekten korkup titrer.
Ne mutlu bu rahmetin kapısını çalıp, prnanndan kana kana içenlere ...

t/4· Yi Alim! 0 ~ \J

Alim, eşyayı gerçekte nasıl ise öyle bilen demektir. Allah, Alim sıfatını
Kur'an'da tam 153 kez zikretmiştir. Bütün varlıklar Allah'ın eseridir. Yaratıa­
lan onlan çok iyi bilir. Allah, olmuş olanı, olmakta olanı ve gelecekte olacak
şeyleri bilen, Kendisine kainattan hiçbir şey gizli kalmayan ve ilmi, küçük-
büyük, zahir-batın her şeyi kuşatandır. O, uçsuz bucaksız fezada, dünyanın en
derin merkezinde gizlenen şeyleri, denizlerde ve karalarda olup bitenleri, yere
gireni ve ondan çıkaru, gökten ineni ve oraya yükseleni, gökte olsun, yerde ol-
sun söylenen her bir sözü bilir. Aynca, "Bulunduğumuz her durumu, Kur'an'-
dan okuduğumuz her ayeti, içine daldığımız her bir işi mutlaka şahit olarak bi-
lir. Yerde ve gökte hiçbir zerre O'ndan gizli kalamaz. Zerreden daha küçük ve
daha büyük her şeyi apaçık bir kitapta kaydetmiştir." (10:61)
Allah, her şeyi bildiğini şöyle delillendirir: "Yaratan bilmez mi?" (67:14) Ya-
ni, Yaraha olan nasıl olur da, yarattığı mahluku bilemez? Belki mahluk Yarah-
a'smdan habersiz olabilir, ama kesinlikle Yaratan ondan habersiz olamaz. Öy-
le ki, onun her zerresini dahi bilir. O Allah ki, yaratıklarm damarlannda dola-
şan hücrelerden bile haberdardır. Çünkü kul her nefesini O'nun izniyle almak-
tadır. Bedenindeki her organ, yine O'nun koyduğu kurallara göre işlemektedir.
Dolayısıyla bizlerin hiçbir şeyi O'na gizli kalamaz. (Mevdudi, Tefhim, VI, 421)

Konuya ilişkin birkaç ayet-i kerime şu mealdedir:


"Gökte ve yerde olanlar Allah'mdır. Her insan şu anda ne yapıyorsa Allah
onu bilir. Ve insanlann, huzuruna döndürülecekleıi kıyamet gününde, yaptık­
lannı onlara tek tek haber verecektir." (24:64)

"Gökteki ve yerdeki varlıklar gibi bu ikisi arasmda kalanlar da, hatta yerin
derinliklerinde olanlar da O'nundur. Kişi ister sözünü açığa vursun, isterse
içinde saklasın, Allah onu bilir. Hatta gizlinin gizlisini de bilir." (20:67)
"Allah'ın bilgisi dışmda bir yaprak bile dalından düşmez. Bir tane bile top-
rağa girip filizlenmez. O her şeyi çok önceden apaçık bir kitapta kaydetmiştir."
(6:59)
"Allah, bakışlardaki hainliği de, sineleriniçini de bilir." (40:19)
22 • Kur'Jn vt Hikmtt lşıOında CEVŞEN ŞERH i

Tüm bu ve benzeri ayet-i kerimeler ışığında diyoruz ki: Allah her şeyi bilir.
O'nun içirı gizli ve açık farkı yoktur. Olmuş ve olacak her şey O'nun bilgisi
kapsamındadır. O'nun bilgisi eksiksizdir. Sonradan ve bir vasıtayla kazanılmış
bir bilgi değildir. Allah içirı yanlış bilme de düşünülemez. Biz annemiziri kar-
rundayken, dak~ ay boyunca göze, kulağa, ele ayağa, mideye, barsağa vs. ih-
tiyaamız yoktu. Ileride bunlann bize lazım olacağını da bilemiyorduk. Fakat
bizi yaratan Rabbimiz, dünyaya gözümüzü açacağımız anda bu organiara ihti-
yacımız olacağını biliyor. Onun için bunları bize eksiksiz olarak vermiştir.
Bunlar gibi hiç haberimiz bile olmadan sayısız ihtiyaçlanmızı karşılayan Allah,
bizi bilmez mi? Bizim gibi sayısız canlılardan her birine, daha annelerinirı ra-
himlerinde, tohum ve çekirdeklerde, yumurta ve yumurtaaklar içerisirlde iken
özel bir nitelik ve şekil vermek, seslerini, parmak izlerini, yüz hatlarını, şekil ve
desenierini, tat ve kokulannı vs. farklı farklı yaratmakla sonsuz ilmirıi karutla-
maktadır. Aynca, en küçük varlıktan en büyüğüne kadar her şeyde gözetilen
sayısız hikmet ve fayda, tertip ve düzen, ölçü ve ahenk, sarıat ve güzellik, lutuf
ve ihsan, sürat ve kolaylık ancak sonsuz bir ilimle olabilir. Yaratıklar da, sahip
olduklan sınırlı ve azıak ilimleriyle Allah'ın o sonsuz ilminin birer aynası
olurlar.
Bediüzzaman'ın dediği gibi, gözümüzle görüyoruz ki; bizleri ve bütün can-
lılan bilir ve bilerek şefkatle himaye eder, ihtiyaanı ve her derdini bilir ve bile-
rek yardımıyla imdadına yetişir çok merhametli ve her şeyi bilen Birisi var. Sa-
yısız örnekleririden birisi şudur: İnsanın nzık, ilaç ve muhtaç olduğu madenler
yönüyle gelen özel ve genel yardımlar, pek açık bir biçimde bir kuşaha ilmi
gösterir ve bir Rahman ve Rahim'e rızık, ilaç ve madenierin sayısınca şahitlik
ederler. Evet, insanın, özellikle güçsüzleriri ve yavrulann besienişleri ve bil-
hassa mide mutfağında bedenin rızık isteyen organlarına, hatta hücreciklerirıe,
her birirıe uygun rızkın yetiştirilmesi ve dağların bir eczane ve insana gerekli
bütün madenierin bir arnbarı olmalan gibi son derece hikmetli işler, gayet ku-
şaba bir ilim ile olabilir. Serseri tesadüf, kör kuvvet, sağır tabiat, cansız, hissiz
sebepler, basit, istilaa unsurlar; hiçbir cihette bilerek, görerek, hikmetlice, mer-
hametle, özen ve şefkatle besleme, geçim, koruma ve çekip çevinneye kanşa­
mazlar. Yalnız, o görünüşteki sebepler; İlmi Sınırsız'ın emriyle, izniyle, ilim ve
hikmeti dairesirlde İlahi kudretin izzetirıe bir perde olarak kullanılıyor ve hiz-
met ettiriliyorlar. (Şualar, 648)
İmam Gazali'nirı işaret etiği gibi, irısanın en büyük şerefi, Yüce Allah'ın sı­
fah olan ilme sahip olmadadır. İlimleriri en üstünü, şahı ve padişahı ise, konu-
su Allah, O'nun sıfatları, emir ve yasakları olan ilimdir. Bir ilim, Allah'ın fiille-
rini, eserlerindeki incelikleri, O'na yaklaşhncı yol ve yöntemleri bilmeye hiz-
met ettiği ölçüde. değerlidir.
Yüce Allah'ı bu vasfıyla bilen mümin, kendine çeki düzen verir. Söz ve
davranışianna dikkat eder. Her an, O'nun manevi huzurunda ve bilgisi daire-
sinde olduğunu düşünerek iyi bir kul olma çabası içinde bulunur.
Kur'An vt Hikmtt l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI • 23

Bu ismiyle Rabbini anarak "Ya Alim!" diye yalvaran mümin, kendi halini
en derin ve gizli teferruahyla bilen Rabbine arz eder. Halini O'nun bildiğini iti-
raf eder. Kusurlannın af ve ıslahını O'ndan bekler. İyi yönlerinde sabit ve daim
kılmasını O'ndan niyaz eder. "Sen her şeyi bilirsin. Senin bilip de benim bile-
mediğim nice günahlanm var. Hepsini affeyle. Hakkımda neyin hayırlı, neyin
şerli olduğunu da bilirsin. Hayırlı işlere muvaffak, şerli işlerden ise muhafaza
eyle ..." diye yalvanr, halis bir duada bulunur.

t/5· Yi Halim! 0 ~Ç

Halim kelimesi, "hilm" kökünden sıfattır. Hilm, sözlükte, nefsi ve tab'ı öf-
kenin heyecanından alıkoymakhr. Halim ise, bu özelliği kendisinde bulundu-
ran zat demektir. Allah için kullanıldığında, çok sabırlı, gücü yettiği halde is-
yankarları cezalandırmakta aceleci olmayan, gazabın Kendisini taşkınlığa sevk
etmediği, bir yoldan sapmışın düşüncesizliğinin, bir asinin isyanının Kendisini
hemen galeyana getirmediği, af ve teenni sahibi demektir." (Hattabi, a.g.e., s.
63)
Bir zabn halim sıfabnı alabilmesi için, cezalandırmaya gücünün yetmesi ge-
rekir. Daha açık bir ifade ile, cezalandırmaya gücüyettiği halde cezalandırma­
yan, güçlü olduğu halde affeden, cezalandırmada acele etmeyen, teenni göste-
ren kimseye ancak halim denebilir.
Halim vasfı, Kur'an-ı Kerim'de Allah hakkında 13 kez yer almaktadır.
Allah'ın
halim olduğu Kur'an-ı Kerim'de bildirildiği gibi, bunca günahla-
rın, isyanlann, kötülüklerin kol gezmesine rağmen hala dünyanın bu kötü in-
sanların başına yıkılmamasından, hemen yakalarma yapışılmamasmdan da
açıkça belli olmaktadır. Allah'ın engin hilmi olmasaydı, dünyamız bir gün ol-
sun bunca günahkarlan sırhnda taşımaz, şükürsüz, şirke bulaşmış medeniyet-
lerini başlarına yıkılırdı. İşte Yüce Allah, o Zit'hr ki, asilerin isyanını müşahe­
de eder, emrine muhalefet edildiğini görür de, hemen öfkeye kapılıp onlan ce-
zalandırmaz.

Bir ayet-i kerimede bu gerçek şöyle belirtilir:


"Eğer
Allah, işledikleri günahlar yüzünden insanlan hemen cezalandırsay­
dı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları cezalandırmayı belli
bir zamana kadar tecil ediyor ... " (35:45)
Allah'ın bu ismini bilen mürnin O'nu daha çok sever, O'na verdiği sözlere
bağlı kalır, vaatlerini yerine getirir.
öte yandan, Allah'ın Halim olması insanı aldatmamalı, af ve rahmetine gü-
vendirip de boşvermişliğe sevk etmemeli. Çünkü Allah "imha!" etse de, "ih-
24 • Kur'~n ve Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI

mal" etmez. Kullanna belli bir süre tarusa da, onlan başıboş bırakmaz. Yaphk-
lanrun hesabını bir gün mutlaka sorar.
Kulun bu isimden alacağı hisse, ona ayna olmaya çalışmak, sabırlı ve ta-
hammül sahibi olmakhr. Yani, emri alhndakilere karşı yumuşak huylu, affedi-
ci, öfkesini dizginleyici davranmakhr. Kişi, Rabbinin, kendisine hilimle, affedi-
cilikle muamele etmesini istiyorsa, o da idaresi albndakilere, hatta tüm canlıla­
ra karşı aynı şekilde muamele etmelidir.
Tezeliili ve günahlan itiraf makamı olan münacat ve dua makamında bu
mübarek sıfab zikretmenin ruhlan ferahlaha ne büyük bir iksir olduğu açıkhr.

ı/6. Yi Azim! 0 ~ Ç

Azim kelimesi, Kur'an'da alh yerde Allah'ı nitelernek için kullarulmışhr.


Aynı zamanda Allah'ın azametine ışık tutan bu ayetterin bir tanesi şu mealde-
dir: "Allah, o İlah'hr ki kendisinden başka ilah yoktur. Hayy'dır, Kayyum'dur
kendisini ne bir uyuklama, ne de uyku tutar. Göklerde ve yerde ne varsa
O'nundur. İzni olmadan huzurunda şefaat etmek kimin haddine? Yarattığı
mahluklann önünde ardında ne var, hepsini bilir. Mahlukat ise O'nun diledi-
ğinden başka, ilminden hiçbir şey kavrayamazlar. O'nun kürsüsü gökleri ve
yeri kaplamışhr. Gökleri ve yeri koruyup gözetmek O'na ağır gelmez, O öyle
Ulu, öyle Azim' dir " (2:255)
Azamet, Allah'ın kudret ve izzetinin, varlıklar üzerindeki tezahürüdür.
Allah'tan başka her şeyin büyüklüğü sınırlı ve izafidir. Allah'ın büyüklüğü
ise, mutlak ve kendindendir. Allah, hiçbir aklın düşünemeyece~ kadar büyük-
tür.
Allah'ın azameti, bütün mevcudab ihata eder. Sınırsız ve ebedi hakimiyeti,
bütün alemiere hükmeder. Göklerde ve yerdeki bütün cisimleri, kudretinin
emir ve tasarrufu alhna alarak vazifelerde çalışhnr. Bütün alemde saltanahnın
eserleri pek parlak bir biçimde müşahede edilir.
Allah, öylesine büyüktür ki, zerrelerden güneşiere kadar bütün mevcudah
hükmüne boyun eğdirip idare etmektedir. Yine şu kainatta mevsimlerin de~ş­
mesi gibi muhteşem icraat, gezegenlerin uçaklannkini andıran azametti hare-
ketleri, yeri insanlara beşik, güneşi canWara larnba yapmak gibi müthiş teshir-
ler, ölmüş, kurumuş kocaman yerküresini yeniden diriltip süslendirmek gibi
geniş tahvilat gösteriyor ki, perde arkasında muazzam bir rububiyet var, muh-
teşem bir saltanatta hükmediyor. Allah'ın öyle bir azarnet ve saltanab var ki,
Arş'tan Ferş'e, yıldızlardan sineklere, meleklerden en küçük bir canlıya, geze-
genlerden zerrelere kadar her şey O'na itaatle secde, kulluk, hamd ve tesbih
eder.
Kur'In vr Hikmrt lııOında CEVŞEN ŞERH İ • 25

Mesela, bir ayette "Biz güneşi bir larnba yaptık." buyrulmaktadır. Bu ifade,
şu alemin bir saray; içinde olan eşyanın ise, insan ve canlılar için hazırlanmış
süsler, yiyecekler ve malzemeler; güneşin de itaatkar bir mum olduğunu hahr-
latmakla Sanatkar'ının haşmeti.ni ve Yaraha'sının ihsaruru hahra getirerek tev-
hide bir delil gösterir. (Bediüzzaman, Sözler, s. 377)
Merhum A. O. Tatlısu, bu isim hakkında şu güzel açıklamayı yapar:
Yaradılmışlar kendi aralannda içlerinden bazılan hakkında ''büyük" sözü-
nü kullanırlar. Mesela, zaferler kazanmış bir komutana büyük asker, bilgi şu­
belerinin herhangi birinde yepyeni mevzular açana büyük alim, Süleymaniye
Camii gibi seyredilmesi bile insana hayranlık veren eserler kurana büyük mi-
mar vs. derler. Kendilerine büyüklük ünvanı verilen bu zatların büyüklükleri-
ni ispat eden alamet, şüphe yok ki her birinin ortaya koyduğu eserdir. Bu eser-
Iere ne kadar nüfuz edilirse, onlann büyüklük dereceleri o kadar iyi anlaşılmış
olur ve o nispette de gönüllerde kendilerine karşı bir sevgi ve tazim hissi uya-
nır. Fakat bu eseriere nüfuz edebilmek de bilgiye bağlıdır. Süleymaniye'nin bir
sanat abidesi olduğunu herkes görüyorsa da sanatın bütün inceliklerine vakıf
olan bir mimar, mühendis kadar zevk alamaz.
İyice düşünülürse tasdik edilir ki, büyük dediğimiz bütün adarnlan, bir
damlaaksudan meydana getiren ve onlara büyüklük vasfıru kazandıran, kud-
ret ve kabiliyet bağışlayan, büyükler büyüğü Allah Teala, daha evvel sezilmek,
Kendisine sevgi ve saygının en yükseğine layık olan zathr. Her göz athğımız
noktada, Allah'ın yarathğı, bir değil, milyarlarca eser görüyoruz. Bir çimen
yaprağı, Allah Tea.Ia'nın sanahndaki büyüklüğü gösteren bir kitaphr. Ufak bir
çimen yaprağında, Süleymaniye Canili'nden daha fazla sanat incelikleri bu-
lunduğunda şüphe yoktur. (Tatlısu, a.g.e., s. 101-103)

Bu isimden ders alan bir mümin, Yüce Allah'ın, büyük bildiğimiz tüm in-
sanlann yaratıası olduğunu, herhangi bir kimseyi tannlaştınrcasına yüceltme-
nin doğru olmayacağını, tüm varlıklarm yaratılmışlık noktasında eşit oldukla-
nnı bilir, büyüklükten nasip almış herkese saygı duymakla beraber, onlara kar-
şı özgürlüğünü korumaya çalışır. Kimseye tepeden bakmadığı gibi, kimsenin
karşısında da eğilmez. Çünkü, tüm büyüklüklerin kaynağı ve eşsiz büyük ola-
rak sadece Allah' ı tanır.
Allah'ı bu ismiyle tanımak, O'ndan gereği gibi korkmayı, itaat edip isyan
etmemeyi, hatıriayıp unutmamayı, şükredip nankörlük etmemeyi, emir ve ya-
saklanna saygı gösterip onlan çiğnememeyi gerektirir.

t/7· Yi Hakim! 0;. -~



~

Hakim, doğru olandan başkasını söylemeyen ve yapmayan demektir. Al-


lah'ın
tüm fiilieri isabetli, sanatlı ve maharetli olduğundan böyle nitelenmiştir.
26 • kur'in vr Hikmrt ı,ı§ında CEVŞEN ŞERH!

Allah, ortaya koyduğu bütün ölçü, hüküm ve takdirlerinde sonsuz bir hik-
metle iş görmektedir. Varlıklara tefekkür gözüyle bakhğımızda her şeyde bir
düzen, ölçü ve gaye gözetildi~ görürüz. Canlı cansız bütün yarahlmışlarda
en faydalı, en uygun, en kullanışlı şekil; en ince, en hafif suret; en kısa yol ve
en kolay tarz kullanılmış; manasızlı~a, gayesizli~e, gereksizli~e yer verilme-
miştir. Her şeye de~eri ruspetinde feyiz, kabiliyet ve gelişme verilmiş; hiçbir
şeyde israf, lüzumsuzluk ve faydasızlığa meydan bırakılmamışbr. Varlıkların
bir realite olan bu sır ve inceliklerini, ölçü ve düzenini, gaye ve hikmetlerini in-
celemek, araşhrmak ve tespit etmek içindir ki fizyoloji, biyoloji, fizik, kimya,
botanik, jeoloji, astrofizik gibi çeşit çeşit ilimler ortaya çıkmışhr. Kısaca bu ilim-
ler Hakim isminin parlak birer panlhsmdan başka bir şey detildir.
ilmi gelişmelerin başdöndürücü bir hızla ileriediği günümüzde en küçük
bir atomun bile parçalan incelenmiş ve birer görevinin bulunduğu ortaya ko-
nulmuştur. Hele hele canlılarm vücuduna yerleştirilmiş bulunan maddi ve
manevi organ ve cihaziarın hepsi belli bir hikmet ve amaca hizmet etmektedir.
Bunlar içerisinde insan vücudunu göz önüne getirdiğimizde bu hikmet, ölçü
ve gaye daha açık bir biçimde göze çarpmaktadır. Vücudumuza yerleştirilmiş
organ ve duygularm hiçbirinin gayesiz ve hikmetsiz olmaması bir yana, bazen
bir tek organa yüzlerce gaye yüklenmiştir. Kainattaki bütün tatlan alıp değer­
lendirme görevi şu küçücük dilimize yüklenmiş, bunun yanmda aynı organı­
mıza sayısız kelimeleri şekillendirme vazifesi verilmiştir.

Karaci~erimizin dört yüzü aşkın görevinin bulunduğu bp ilmince ispat-


lanmış bulunmaktadır. En basit bir duygu sandığımız hayal gücünün olmama-
sının, dünyayı bizim için nasıl zindan edeceği ve sınırsız ilmi gelişmelerin bir
anda duracağı düşünülürse, di~er duyu ve latifelerimizin de ne kadar çok
hikmetlerle donatılmış olduğu açıkça görülecektir.
Mesela, anlama, düşünme, fikir yürütme, sentez, hayal etme gücü gibi bir-
çok fonksiyona sahip olan, yaklaşık 1450 g a~lığındaki beynimiz ise 60 bin
kadar snaps denilen nöronlar arası bağlanhlarla bu faaliyetlerini yürütebilmek-
te, ağırlığından milyonlarca defa daha büyük işlerin üstesinden gelmektedir.
Tıp ilmi, "hakim" ismi sayesinde yeryüzünü ilaçları güzelce hazırlanmış
mükemmel bir eczane olarak görür. Bu isme dayanan kimya ilminin gözünde
yeryüzü harika bir laboratuvardır. Matematik ilmine göre, sayısız yarahklara
rağmen son derece hesaplı ve geometrik bir düzenin hakim olduğu harika bir
eserdir. Mimarlık nazarında, alem doruk noktada bir mimari eserdir. İktisat il-
mi onu her türlü erzaka depolanmış, her türlü ihtiyaca cevap verecek tarzda
harcanmakta olan bir arnbar ve depo alarak değerlendirir. Askerlik ve savun-
ma ilmine göre yeryüzü büyük bir ordugahhr. Öyle bir ordugah ki, her bahar
K ur' i n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 27

mevsiminde yeni silah alhna alınan canlıtarla dolup taşar. İki milyon bitki ve
hayvan türünü içine alan bu ordunun her bir türünün elbisesi ayn, erza~ ayn,
talim ve terhisleri ayn ayndu. Hiçbir şeyleri unutulmaz, kanşhnlmaz, her şey
son derece özenle yürütülür.
Bilimlerin ifade etmeye çalışhğı bu düzen, ölçü ve gaye sonsuz bir ilim, ira-
de ve hikmetin görüntülerinden ibarettir. Hiç şüphesiz bütün bunlar bir Ha-
kim zahn varlı~nı göstermektedir.
Hakim isminin tecellisiyledir ki, yerin altından uzayın derinliklerinde yer
alan yıldızlara kadar her şeyde sayısız faydalar, gayeler, hikmetler, gayet açık
biçimde görünmektedir.
Mesela, canlıların yaşayabileceği
ortalama sıcaklığın devam edebilmesi için
dünyamızın büyüklüğü, yörüngesi ve dönüş hızının son derece hassasiyetle
ayarlanması gerekir. Eğer dünyamız bugünkünden daha küçük, mesela ay ka-
dar olsaydı ne atmosferini, ne de suyu üzerinde tutabilirdi. Çünkü gezegeni-
mizin çekim kuvveti bunlan tutmaya yetmezdi.
Gezegenimizin bugünkünden çok daha büyük olması halinde de dengeler
yine bozulacaktı.
Şirin gezegenimizin dörtte üçünü teşkil eden suyun sıvı, kah ve buhar ha-
linde oluşunun da birçok hikmeti vardır. Su donduğunda diğer bütün madde-
lerin aksine hacmi genişiernekte ve yoğunluğu da azalmaktadır. Bunun hayati
bir önemi vardır. Çünkü donan buz, suyun yüzeyinde kalabilmektedir. Aksi
ha.Ide ağırlaşan buzlar deniz ve göllerindibine çökecek, denizlerde hayat son
bulacakh.
Örnekleri daha da çoğaltmak mümkündür. Acaba denizierin balıklarından
sema denizinin balıklan hükmündeki yıldızlara kadar kimatta hükmünü sür-
düren bu hikmetten daha dakik, daha güzel, daha açık, daha büyüleyici bir
hikmet düşünülebilir mi?
Bu isimden ders alan bir mümin, gerek varlıklar aleminde ve gerekse kendi
hayahnda meydana gelen acı tatlı her İlahi icraatın sayısız hikmetleri bulun-
duğunu düşünerek sıkınhlara sabreder, nimetierin de veriliş hikmetini araşhnr
ve kendisine ihsan edilen nimetleri o yönde kullanır. Kamatta sayısız ince hik-
metler üzerinde düşünür, ibret alır, Allah'ın büyüklüğünü daha iyi anlamaya
çalışır. Allah'ın emir ve yasaklarının da sayısız hikmetler içerdiğini bilerek ti-
tizlikle riayet eder. Öte yandan bu isme iradesiyle de ayna olmaya, onu yansıt­
maya çalışır; her sözünü hikmetle ölçüp tartar, her davranışını yüksek bir ga-
yeye yönelik yapar; anlamsız, faydasız, yersiz her türlü söz ve davranıştan ti-
tizlikle sakırur.
28 • Kur'In ve Hlkmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

ı/8. Yi Kadim! 0 ~f Ç

Bu sıfat Allah'ın zati sıfatianndan biridir. Allah'ın ezeli ve ebedi oldu~u


ifade eder. Bu sıfahn mastan kıdemdir. I<ıdem, varlığının başlangıcı bulun-
mamak demektir. Yüce Allah'ın varlığı için bir başlangıç düşünülemez. Hiçbir
şey yokken de O vardı. O'nun dışındaki her şey, sonradan olmuştur. Geçmişe
doğru ne kadar gidilirse gidilsin, Yüce Allah'ın var olmadığı bir an, bir zaman
yoktur. Eğer Allah ezeli olmasaydı, var olması için bir yarahaya muhtaç ola-
cakh. O yaraha da başka bir yarahaya ihtiyaç duyacakb. Zincirleme halinde
böyle sonsuza kadar devam edip gidecekti. Bu ise, aklen ve ilmen imkansızdır.
Bunu bir örnekle aç:ı.klayalım:
Kırk vagonlu bir treni ele alalım. Vagonlardan her birini bir öndeki vagon
çeker. Ve neticede lokomotife gelinir. Artık lokomotifi kim çekiyor?" diye bir
soru anlamsızdır. Çünkü lokomotifin gücünün kendisinden oldu~u aklı ye-
ten küçük bir çocuk dahi bilir. Onu da çeken bir lokomotif olsa, zaten o, loko-
motif olmaktan çıkar, vagon sayılır. Bu defa onu çeken bir başka lokomotif için
aynı soru hahra gelir ve sonsuza kadar böyle gider.

Lokomotife "lokomotif' denilebilmesi için, başka bir çekiciye ihtiyaç duy-


maması gerekir. Aynı şekilde, Allah' a yara b cı denebilmesi için de başka bir ya-
rahcıya muhtaç olmaması gerekir. Eğer ihtiyaç duysa, o zaman Allah olamaz.
Allah olabilmesi için, yarahlmamış olması ve varlığı için hiçbir şeye muhtaç ol-
maması lazımdır.

Allah'ın ezeli oluşunu akıllarına sığışhramayanlar, kainatın ezeli olduğunu


kabul etmek zorunda kalıyorlar. Bu ise, Allah'ın ezeli oluşunu kabul etmekten
yüzbinlerce defa daha zordur. Hatta iınkansızdır. Çünkü madde her yönüyle
ezeli olmaya zıttır. Bir sarayın mimanrun ondan önce var olduğunu, sarayın o
mimar tarafından inşa edildiğini kabul etmeyen kişi, hem sarayın kendi kendi-
sine yapıldığını kabul etmiş, hem de akılsız, şuursuz ve cansız binaya mimarın
bütün özelliklerini vermiş olur. İşte, Allah'ın ezelden beri var ve bu kainatın
O'nun sanah olduğunu kabul etmeyen kimse, hem kainatın kendi kendine var
olduğunu iddia etmiş, hem de onun ezeli oldu~u kabul etmiş olur.
Kısaca insan iki varlıktan birinin ezeli oldu~u kabul etmek zorundadır.
Bu ya Allah olur veya kainat. Allah'ın ezeli, bir sanat harikası olan kainab ise
O'nun eseri oldu~u kabul etmek en makul yoldur.

,~, ~1'
t/9· Yi MuJd.m.! 0
Her şeyiayakta tutan ve devam ettiren, kayyfunuyet sımyla bir an bile hiç-
bir şeyden alakasız olmayan demektir. Varlık aleminde bulunan her şey, Allah
Kur'An ve Hikmet I~ıQında CEVŞEN ŞER Hİ • 2cı

tarafından yaratılıp yaşatılıyor. Hepsi de varlıklanru Allah'a borçludurlar. Al-


lah dilerse onlan varlıkta bırakır, dilerse yok eder. Allah ise, ne varlığında ve
ne de varlığını devam ettirmesinde bir başkasına muhtaçtır.
Yeryüzünde bulunan, kar tanecikleri, su damlaaklan, ayna parçalan gibi
şeyler güneşin doğmasıyla birlikte parlarlar. Bu parlaklık güneştendir. Fakat
güneşin ışık ve parlaklığı kendisindendir. Güneşin o parlak şeylere ihtiyac
yoktur. Bu örnekte olduğu gibi, bütün varlıklar, varlıklanru, hayatlanru, de-
vamlanru Allah'a borçludurlar. Fakat Allah varlığını ve hayabm kimseye borç-
lu değildir.
Mukim ismi, Allah'ın beka sıfahyla da ilgilidir. Beka, (Allah'ın varlığının
sonu olmaması demektir. Yüce Allah'ın varlı~ı son bulmaksızın devam eder.
Allah ebedidir. O'nun için yokluk düşünülemez. Çünkü, yokluk, sorıradan var
edilenler için söz konusudur. Allah sorıradan var olmadığına göre yok da ola-
maz. Nitekim Kur'in-ı Kerim'de Rahman Suresi'nin 26 ve 27. ayetlerinde şöyle
buyrulmaktadır:

"Yeryüzünde bulunan her şey fanidir, gelip geçici, yok olucudur. Ancak
yüce ve cömert olan Rabb'inizin varlığı ebedidir, son bulmaz."

ı/ıo. Yi Kerim! 0 ~F Ç

Kerim kelimesi, Allah'ın sıfatı olarak şu manalara gelir: iyiliği çok olan, cö-
mert, bağışı tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti Kendisinde toplayan, işleri
övülmeye layık, yüce, yaraşmayan şeylerden münezzeh, aziz, affedid. (Taberi,
a.g.e., IX, 44)
Allah'ın kerim vasfına Kur'an'da iki ayette yer verilmiştir:
"Ey insan! Kerim Rabbine karşı seni aldatan nedir? O ki seni yaratmış; son-
ra şekil vermiş, senin yaradılışını düzgün kılıp denkleştirmiş ve istediği şekilde
seni terkip etmiştir (vücudunu oluşturmuştur)." (82:5-8)
Bu ayette Allah'ın hiçbir karşılık beklemeksizin, bir istihkak sahibi olmayan
insana varlık vermesi, onu bildiğimiz maddi-manevi seçkin nitelik ve yetenek-
lerle donatınası şeklinde kendini gösteren bir İlahi kerem söz konusu ediliyor.
(Suat Yıldınm, a.g.e., s. 99)
İkind ayette ise Hz. Süleyman'ın dilinden şöyle buyruluyor:
" ... Ben şükür mü edece~im, yoksa nankörlük mü edeceğim diye beni sına­
yan Rabbimin lutfundandır. Şükreden ancak kendisi için şükretıniş olur; fakat
nankörlük eden (bilsin ki) Rabbim Müstağni'dir, Kerim' dir." (27:40)
Bu ayet de, Allah'ın teşekküre bile muhtaç olmayarak kullanna iyilikte bu-
lunduğunu, bunun da zahnda Kerim oluşundan kaynaklandı~ını ifade ediyor.
30 • Kur'.in v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

Kerim olmak için, ihsanm kendini göstermesi şarttır. Allah kerem sahibi ol-
duA-u içindir ki, hak sahibi olmayan yarattıklarına do~dan do~ya nimet
verir. Bir karşılık beklemeksizin bağışta bulunur. Günahı örter. Kötülük yapanı
affeder. (Beyhaki, a.g.e., s. 54)
Kerim isminin tecellisi olarak bu alemde sınırsız bir cömertlik ve kerem gö-
ze çarpmaktadır. Kainatta her şey, nihayetsiz derece sanatlı olmasma rağmen
nihayetsiz bolluktadır. Bir çiçekteki sanah düşünün. Bütün insanlarm bir araya
gelip rengini, desenini, tazelik ve hayatiyelini veremedi~ böyle bir çiçe~ sa-
yısız benzerleri yeryüzünün her tarafında bolca ve cömertçe yaratılıyor. Koca
koca ağaçların hayat programlarını içinde taşıyan tohum ve çekirdekler sınır­
sız sayıda yaratılıyor, kimisi öğütülüp yeniyor, kimisi kuşlara ve haşerelere
yem oluyor, kimisi de ayaklar altında ezilip gidiyor. Cismi itibariyle şu ufaak
insan için galaksiler, güneş sistemleri vs. yaratılıyor. Güneş, ısı ve ışığıyla başı­
m okşayıp alemini aydmlahrken, diğer taraftan sayısız türdeki meyve ve yiye-
ceklerini pişinneye vesile oluyor. Eğer bu İlahi cömertlik ve kerem olmasaydı,
bir çekirdeği ve bir yudum suyu bile milyarlar verseydik elde edemezdik.
Gazali'nin de belirtti~ gibi, Kerim Allah, özellikle Kendisine ümit besleyen-
lere karşı son derece cömert, bağışı bol, övülmeye layık olacak derecede ihsan
edendir. Özellikle, günah işleyip de af için Kendisine ümit besleyenlerin tevbe
ve istiğfarlanru boşa çıkannaz.
Allah, takdir etti~i kulunun yararına olarak silebilecek, vadetti~i yerine
getirecek, verdi~ zaman umulandan fazlasını verecek, ne kadar verdiğine, ki-
me verdi~e aldınş etmeyecek, hep kendisinden istenilmesini arzu edecek, is-
tenilmedi~ zaman razı olmayacak, kendisine sığmanlan himaye edecek, vesi-
lelere ve şefaatçilere muhtaç bırakmayacak kadar Kerim' dir. (Bkz. Gazali,
a.g.e., s. 84)
Gaza.Ii, Arapça'da asma dalına "kenn" denmesini, onun latif, meyvesi gü-
zel, salkırnma uzarulıp toplanması kolay, dikenden ve diğer meşakkatli sebep-
lerden uzak olmasma bağlar. Böylece asma dalının Allah'ın kerem sıfatına
mazhar olduğuna işaret eder. Allah'ın ruhsuz, şuursuz ve akılsız bir yarabğı
böylesine kereme mazharsa O'nun kereminin ne kadar bol olduA-u düşünül­
sün. (Gaza.Ii, Makılsıd, s. 85)
Bediüzzaman da, Risale-i Nur'un pek çok yerinde Allah'ın Kerim ismine
dikkat çeker ve parlak tecellilerine vurgu yapar. Böyle bir kerem Sahibinin, in-
sanı ölümle yokluğa mahkum etmeyeceğini, ebedi bir alemde sonsuza dek ke-
remini sürdünnek için ahireti getireceğini belirtir:
Büyük bir yoksulluk ve ihtiyaç içerisinde bulunan kainatın tür ve fertlerine
gerekli olan hususlan ve ihtiyaçlarını tam uygun zamanmda hiç ummadığı
yerden yerine getirmek, Kerim bir Rezzak'ın varlığının zorunlu olduğuna delil
teşkil eder. (Bediüzzaman, Mesnevl-i Nuriye, s. 61)
Kur'An ve Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 31

Kainat sayfasının yüzünde bir özenle bakım ve gözetim parlıyor. Bu bakım


ve gözetim, taşıdığı hikmet, hituf, güzelleştirme sıfatlanyla Kerim bir yarabcı­
nın varlığının zorunlu olduğuna işaret eder. Çünkü nimetlendirme ve ihsan et-
me, nimet verici ve ihsan edicisiz olmaz. (Bediüzzaman, a.g.e., s. 60)
Yeryüzü sofrasında keremi sonsuz olan Rahman-ı Rahim'in misafirlerine,
rahmet tarafından hazırlanan hadsiz yiyeceklerin ayn ayrı ve güzel kokuları­
na, değişik, süslü renklerine ve çeşit çeşit, hoş tatlanna ve canlıların zevk ve se-
fasına yardım eden cihaziara bakan, Rabbani ikram ve kerimiyelin gayet şirin
cemalini ve gayet tatlı güzelliğini görür. (Bediüzzaman, a.g.e., s. 78)
Madem güneş gibi, gündüz gibi, yeryüzünde bir umumi rahmet, kuşaba
bir şefkat ve keremi gözümüzle görüyoruz. Mesela o rahmet, her baharda bü-
tün ağaçlan ve meyveli bitkileri Cennet hurileri gibi giydirip, süslendirip, elle-
rine her çeşit meyveleri verip bizlere uzabp "Haydi alınız, yiyiniz!" dediği gi-
bi; bir zehirli sineğin eliyle bizlere şifalı, tatlı balı yedirdiği ve elsiz bir böceğin
eliyle en yumuşak ipeği bizlere giydirdiği gibi, bir avuç kadar küçücük çekir-
deklerde, tohumcuklarda binler kilo yiyecekleri bizim için saklayan ve tedbir
için saklanan gıda maddesi olarak o küçücük depolarda yerleştiren bir rahmet,
bir şefkat, elbette hiç şüphe olamaz ki; bu derece nazlı bir şekilde beslediği bu
sevimli, minnettar ve ibadetkar olan mürnin insanlan ölüm ile yok etmez. Ak-
sine onları daha parlak rahmetiere mazhar etmek için, dünya hayah görevin-
den terhis eder diye "Rahim" ve "Kerim" isimleri "el-Cennetü Hakkun = Cen-
net hakhr." diyorlar. (Bediüzzaman, Sözler, s. 210)
Bütün canlıların, özellikle güçsüzlerin ve bilhassa yavruların, bütün yeryü-
zünde ve havada özel tercih ve güçlerinin dışında olarak nzıklannı gayet hari-
ka bir tarzda hiçten, birbirine benzer çekirdeklerden, su damlacıklarından ve
toprak zerrelerinden yetiştiriyor. Hatta ağacın başındaki yuvada kanatsız, za-
yıf kuşçuldara annelerini bir emir eri gibi gezdirir, nzıklannı getirttirir. Ve aç
bir asianı yavrusuna hizmetçi eder, elde ettiği bir eti yemeyip yavrusuna yedi-
rir. Ve sair hayvanların ve insanın yavrularına memeler musluğundan Kevser
suyu gibi hoş, besleyici, safi, halis, beyaz sütleri kırmızı kan ve kirli işkembe
içinden bulaşmadan, bulandırmadan imdatlanna gönderir, annelerinin şefkat­
lerini yardıma verir. Ve bir çeşit nzık isteyen umum ağaçlara, münasip nzıkla­
nru onlara pek harika bir biçimde koşturduğu gibi, bir nevi maddi ve manevi
nzık isteyen insanın duygularına; akıl, kalp ve ruhlarına da pek geniş birerzak
sofrası onlara ihsan ediliyor. Sanki kainat, gül çiçeğinin yapraklan ve mısır
sümbülünün gömlekleri gibi birbiri içinde sanlı, yüzbinlerce ayn ayrı, çeşit çe-
şit nimet sofralandır ki; o sofralar sayısınca ve onlardaki yiyecekler ve nimetler
miktarınca diller ile, ayrı ayrı, külli ve cüz'i lisanlar ile bir Rahman-ı Rezzak'ı,
bir Rahim-i Kerim'i bütün bütün kör olmayana gösterir. (Bediüzzaman, a.g.e.,
s. 610)
32 • Kur'.ln ve HikmH l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

İşte ey nankörlük içinde kendini başıboş zanneden bedbaht gafil! Bu derece


hadsiz lisanlarla kendini sana taruthran, bildiren ve sevdiren cemal sahibi bir
Kerim, tanımak istenilmezse bu dilleri susturmalı. Mademki susturulmaz, din-
lemeli. Gafletle kulağını kapasan kurtulamazsın. Çünkü sen kulağını kapa-
makla kiinat sükut etmez, varlıklar alemi susmaz, O'nun varlık ve birliğinin
şahitleri seslerini kesmezler. Elbette seni mahkfım ederler." (Bediüzzaman,
a.g.e, s. 669)
İşte "Ya Kerim!" diye yalvaran bir mürnin bütün bu manalan taşıyan bir
ismin hakikatine sahip bir Zat' a el açıp dua ediyor demektir. Bu sonsuz kerem
Sahibi'nin ise Kendisine açılan elleri boş çevirmesi keremine sı~az. O halde
kul da bunu ayn bir lutuf ve mazhariyet bilmeli ve her an ona el açıp yalvar-
malıdır. Kendisinden istenilmediği zaman hoşnut olmayan tek kerem sahibi
yüce Allah'br.
Mümin, Rabbinin bu engin kerem ve cömertliğini rehber ve örnek alarak,
baştaMüslümanlar olarak tüm insanlara, hatta tüm canlılara karşı son derece
cömert, hoş görülü ve fedakar davranmalıdır. Elden geldiğince iyilik etmeli,
mal, mülk, mevki, makam ve ilmini onlann yararına kullanmalıdır. Kısaca,
herkese her yönden yardımcı olmalıdır.

u5en her tiirlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehmnem ateşinden koru!"

Bu mübarek cümle, Cevşenü'I-Kebir'in yüz bendinden her birinin sonunda


tekrar edilmektedir. Bu cümle bendierde yapılan yakanş ve niyaziann doruğa
ulaşmasının ifadesidir. Kulun, aczini, faknru, hiçliğini ve günahkarlığını ifade
edişinin tercümarudır. Münacat havası öyle bir noktaya vanyor ki, kul Cehen-
nem ateşini karşısındaymış gibi müşahede ediyor. Daha önce saydığı isim ve
sıfatiara dayanarak, Allah'ın her türlü noksanlıklardan uzak bulunduğunu ik-
rar ediyor ve o korkunç Cehennem ateşinden koruması için O'na bütün benli-
ğiyle yalvanyor. Tabii, ateşten AUah'a sığırurken, aslında ateşin vesileleri ve
yoUarı olan günahlardan korumasını da Allah'tan niyaz ediyor. Çünkü hakika-
ten her haram, ateşten farksızdır. İnsanın dünya hayahnı da yakar, ahiret ha-
yabnı da. Bu cümlede sürekli olarak birinci çoğul şahıs kipi kullanılmışbr. Yal-
varan, "Beni kurtar!" demiyor. "Bizi kurtar" diyeniyaz ediyor. Bu da bir yan-
dan vücudunun sayısız hücre, organ, duyu ve latifelerden meydana gelmesi,
dua ederken bütün bu unsurlarm Cehennem' den kurtulması için dua etmesi;
öte yandan din kardeşlerini de niyet ederek onların kurtuluşunu da dilemesiy-
le izah edilebilir.
Kur'In vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 33

Aynca, Allah' ı, "Ey Kendisinden başka ilah bulunmayan" diye tavsif etmesi
de çok anlamlıdır. Bunu söyleyen bir kul, adeta Hz. Yunus'a iktida ediyor. O
da karanlık gecede, balığın karnında, denizin dalgalan arasmda bütün sebep-
terin tesirden düştüğünü görmüş, doğrudan doğruya sebepterin gerçek Sahi-
bi'ne yönelmişti. Buradaki cümleyi söyleyen kişi de, Senden başka ilah yok ki,
ona yönelelim. Senden başka kurtana yok ki, kapısını çalalım. Senden başka
yardımcı yok ki, ona sığınalım. Her şeyden yüz çeviriyor, doğrudan doğruya
Sana yalvanyoruz. Ancak Sen bizi kurtarabilirsin!" demek istiyor.
Hele bu mübarek cümlede geçen "El-Eman! el-Eman!" ifadesi en katı kalb-
leri bile yumuşahyor. Rahmet deryasını coşturuyor. Çünkü tam bir çaresizlik,
acizlik ve feryadm ifadesidir. Kısaca, Cevşenü'l-Kebir cümle cümle, kelime ke-
lime ve bend bend tam manasıyla bir münacat ve duadır. Bütün bu manalan
ve hatta ihtiva ettiği daha nice esran düşünerek onu okuyan kişi, "Duada dahi
Reslılullah'm (a.s.m.) eşi ve benzeri yoktur" demekten kendisini alamayacak-
tır. Evet, gerçekten her güzel alanda olduğu gibi duada da onun benzeri yok-
tur. Çünkü onun muallimi ve terbiyeasi bizzat Allah Teala'dır.

-2-

2/ı. Ey efendilerin Efendisi! 0 .......:_.ıi~L7.JI


.... '(..,:.
,
Ç

Allah bütün efendilerin efendisi ve bütün sultaniann sultanıdır. Allah, dün-


ya hayahrun düzgün yürümesi ve bir imtihan sırrı olarak varlıklan ve özellikle
insanlan birçok yönden birbirinden farklı ve bazılanru diğerlerinden daha ge-
niş imkaruarla yaratmıştır. Kimisi zengin kimisi fakir, kimisi güçlü kimisi zayıf,
kimisi zeki kimisi saf, kimisi sağlam kimisi sakat olarak şu dünya sahnesinde
bulunmakla onlara roller yüklemiştir. Bu, hem hayata bir renklilik katıyor,
hem insanlar arasmda iş bölümünü sağlıyor, hem de her birinin rolünü güzel-
ce oynayıp oynamayacağı konusunda bir sınamaya vesile oluyor. Bu farklı ya-
rablışm sonucu olarak insaniann bir kısmı patron oluyor bir kısmı işçi, bir
kısmı amir oluyor bir kısmı memur, bir kısmı yönetici oluyor, bir kısmı yöneti-
len, hatta tarihin uzun bir dönemi boyunca bir kısmı köle bir kısmı da efendi
olmuştur. İstisnasız bütün varlıklar Allah'ın mahluku ve kuludur. Yaratıcılık­
tan uzak olma noktasında eşit olduklan gibi, yaratılmış olma yönünden de bir-
dirler. Dolayısıyla Allah bütün sultanlarm sultanı ve bütün efendilerin efendi-
sidir.
"Ey efendilerin Efendisi!" diye yalvaran kul, bütün yaratıklan bir yana bı­
rakarak doğrudan doğruya yaratıklann Yaraba'sına yönetiyor, ihtiyacını O'na
arzediyor demektir. Önemli olanın O'nu razı etmek olduğunu düşünüyor. O
34 • Kur'In vr Hlkmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

razı olduktan ve kabul ettikten sonra bütün kainat aleyhte de olsa önemsizdir.
Çünkü O bir şeyi istedikten sonra yaratıklara da o işi gördürür.

2/2. Ey dualara cevap veren! 0 ~~~~\


,
~, Ç
Duayı kabul etmek, Kendisini çağıran çaresizin sıkınbsıru kaldırıp gider-
mek Allah' a mahsustur (27:62), sahte tannlar ise, duaları işitip karşılık vere-
mezler: "Gerçek dua ancak Allah'a olan duadır. O'ndan başka yalvardıklan
(putlar) kendilerine hiçbir cevap veremezler." (13:14) "Kafirlerin dualan boşa
çıkmaya mahkfundur." (40:50) Allah, kullannın Kendisinden istemelerini em-
reder: "Rabbiniz: 'Bana dua edin ki size mukabele edeyim. Bana kulluk etmeyi
gururlanna yediremeyenler, alçalmış olarak Cehennem'e gireceklerdir."
(40:61)
Dua üç türlüdür. İstidat lisaniyle yapılan duadır ki, bütün çekirdekler, to-
humlar, potansiyel yetenekleri diliyle sonsuz hikmet sahibi Yarabcı'lanna ma-
nen şöyle dua ederler: "Senin güzel isimlerinin nakış ve tecelWerini daha tafsi-
latlı ve açık olarak göstermek için bize gelişip boy atma imkanı ver, küçük ha-
kikahmızı filizlendir ve büyük bir ağaca dönüştür."

Aynca sebeplerin toplanması da neticenin gerçekleşmesi için bir çeşit dua-


dır ve bu kısma girer. Mesela: Su, hararet, toprak ve güneş ışığı bir çekirdek et-
rafında bir vaziyet aldıklan zaman bu bir bakıma şöyle bir dua oluyor: "Bu çe-
kirdeği ağaç yap ey Yarahamız!" Çünkü harika bir kudret mucizesi olan o
ağaç, şuursuz, cansız ve basit maddeler tarafından yapılamaz. Bu imkansızdır.
Demek ki, sebeplerin toplanması da bir çeşit duadır.
İkinci çeşit dua da, fıtri ihtiyaç lisaruyla yapılarudır. Mesela anne karnındaki
yavrularm sayısız organ, duyu ve yeteneklere ihtiyac var. Dünyaya ayak ba-
sar basmaz, anne ve babasının sıcak şefkatine ve annesinin gıdalı sütüne ihti-
yac var. Ama bunlann hiçbirine eli yetişemiyor. Kendi kendisine elde edemi-
yor. İşte yavrunun o fıtri ihtiyaç hill, bir bakıma dua hükmüne geçiyor. Al-
lah'ın rahmet, hikmet ve kudret hazinesinden gelmesi için istiyor. Allah da ona
ihsan ediyor.
Bu iki çeşit dua daima makbuldur. Mutlaka yerine getirilir.
Üçüncü çeşit dua ise, ihtiyaç dairesinde insaniann duasıdır. Bu da, şartları­
na uygun yapıldığında genellikle makbuldür.
Bu üçüncü çeşit duada da Allah mutlaka kuluna cevap verir. Ya istediğinin
aynısını verir. Veya daha hayırlısını verir. Ya da dünyada vermez de, ahirette
yapbğı duanını sevabıru kat kat ihsan eder. Mesela, doktordan bir ilaç isteyen
bir hastaya doktor, "Buyurun, ne istediniz?" diye cevap verir. Falan ilaa istedi-
Kur'.ln •e Hikmet l~ıgında CEVŞEN ŞERHI • 35

ğini söyleyen hastaya, ya istediği ilacın aynısını verir, ya daha iyisini verir ve-
ya o anda ilaç kullanması zararlı oldu~ için hiç vermez.
İstidat lisanıyla bütün tohumlar tarafından; ihtiyac-ı fıtri lisaruyla bütün
hayvanlar tarafından; lisan-ı ısbrari ile bütün muztarlar tarafından edilen dua-
ların makbuliyeti Allah'ın varlığına en büyük dellilerden biridir. Zira bu niha-
yetsiz dualar, bilınüşahede kabul ve icabeti, her biri Allah'ın varlığına ve birli-
ğine şehadet ve işaret ettikleri gibi; mecmu'u büyük bir mikyasta bilbeda-
he/apaçık bir şekilde bir Halık-ı Rahim ve Kerim ve Mucib'e delalet eder ve
bakhnr. (Sözler, 33. Söz, 4. Pencere)
Bu açıklamalar ışığında "Ey dualara cevap veren!" cümlesini söyleyen kim-
senin ne geniş bir hakikah dile getirdiğini, Rabbini nasıl tavsif ettiğini düşüne­
biliyor muyuz?

2/3· Ey iyüiklerin Sahibi! 0 .._:....ıl:" ;jı ~~


/ ,
Ç

Bizim "sahip" diye tercüme ettiğimiz "veli" kelimesi, arapçada, "dost, yar-
dımcı, seven, işlerini üzerine alan, sahip çıkan ... " gibi anlamlara gelir.
Veli kelimesi Kur'an-ı Kerim'de 13 yerde Allah Teila hakkında açık olarak
kullanılrnışhr.

"İyilikler'' diye tercüme ctitğiıniz "hasenat" ise, "hasene" kelimesinin ço~­


ludur. Hasene, iyilik, güzellik, hayırlı amel ve Allah'ın nzasına uygun iş de-
mektir.
"Hasenat, ya kalb ile veya kalb ve beden ile ya da mal ile olur. A'mal-i kal-
biyenin şemsi (güneşi) imandır. A'mal-i bedeniyenin fihristesi namazdır.
A'mal-i maliyenin kutbu ise zekattır." (İşaratü'I-İ'caz)
Bu açıklamalar ışığında "Veliyyü'l-Hasenat", her türlü iyilik, güzellik, ha-
yırlı iş ve nzasına uygun olarak yapılan amelleri, seven, destekleyen, sahip çı­
kan, gerçekleşmesi için yardımcı olan ve bu işleri yapanların dostu olan de-
mektir. Allah'ın "Veliyyü'l-Hasenat" olması bu anlamdadır.
Bu mübarek cümleyi söyleyen bir mümin, Allah'tan hem iyiliğe sevk etme-
sini, hem de hayırlı işlerde muvaffak etmesini zırrınen istemiş olmaktadır.
Çünkü, her hayır ve iyiliğin ancak O'nun hazinesinden çıkbğını, O'nun izni ve
kudretiyle gerçekleştiğini, O'nun tarafından sahiplenilip desteklendiğini, dola-
yısıyla kendisine de bunu nasip etmesini dilemiş oluyor.

2/4· Eydereceleriyükselten! 0 ~~.)~1 ~.) Ç


"Rafiu'd-derecat" deyimi kısaca "mertebeleri yüce olan" demektir. Allah
için kullanıldığı zaman ise, "Azarnet bakımından Kendisinin üstünde hiç kim-
36 • Kur'An ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞERHI

se bulunmayan, yüceli~e hiç kimsenin ortak olamadığı, mutlak yüce" diye


tanımlanır. (el-Beyhaki, s. 16'da el-Halimi'den naklen)
Ancak "Rafi"' kelimesinde yükseltme anlamı da vardır. Bu hem maddi yük-
seltme ve hem de manevi yükseltme şeklinde olabilir. Buna göre Allah'ın
"Rafi'ud'd-derecat" olması yaratıklannın bir kısmını maddeten bir kısmını da
manen yükselttiğini ifade eder.
"Rafiu'd-derecat" yalnız bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ı tavsit için getiril-
miştir: "Arşın sahibi, mertebesi yüce olan, kavuşma gününü ihtar etmek için
kullarmdan dilediğine vahyi indirir." (40:15)

2/5· Ey bereketleri büyük olan! 0 ~~)1~


, , Ç
Bereket sözlükte, bolluk, çokluk, feyiz, lütuf, ihsan, meymenet, saadet...gibi
manala ra gelir.
Allah'ın kullarına sağladığı
feyzi, lütfu, ihsanı ve saadeti, hem kemiyeten ve
hem de keyfiyeten gerçekten çok büyüktür.
Allah'ın lütuf ve İhsanlarını kim sayıp tüketebilir? Bir tek baharda yumurta
ve yumurtacıklan, tohum ve çekirdekleri İlahi hikmet, ilim ve kudretle çatiab-
larak dünyaya gönderilen hadsiz canlı ve bitkiler ve bunların, insaniann nzk.ı
ve hayab için sağladığı faydalar, temine vesile olduklan saadet ve nimetler göz
önüne getirildiğinde Allah'ın ne büyük bereketleri bulunduğu anlaşılıyor. öte
yandan salih kullarının kalbierine yağdırdığı feyizler, bir tek arnele karşılık en
az on, bazen yetmiş, bazen yediyüz ve hatta sayısız sevaplan yazdırması hep
O'nun bereketlerinin ömekleridir.
İşte "Ey bereketleri büyük olan!" diye niyazda bulunan bir mürnin bir taraf-
tan Allah'ı tazim ve sena ederken, diğer taraftan bu büyük bereketlerden fay-
dalandırmasuu O'ndan istemektedir.

2/6. Ey hataları örten! 0 ~l!J.;Jı


, , ~~, Ç

Allah, mağfiret sıfabnı belirtmek için GFR kökünden gelen bazı isimleri
Zcit'ı
için kullanmışhr. Bu isimler aralanndaki bazı nüanslarla birlikte aynı ma-
natan fade ederler. Bunlar, Caffır, Caffar, Cafir isimleridir.
Bu üç vasfın kökü olan GFR maddesi, örtmeyi ifade eder. "Kullaruun kusur
ve günahlarını örten, suçlanndan ve hatalarmdan geçen" anlamına gelir.
İmam Gazali; Caffır, Caffar ve Gafir kelimeleri arasmda şöyle bir farkın bu-
lunduğuna dikkat çeker: Gcifir, mağfiret fiilinin yalnız aslına; Caffır, günahla-
rm çokluğu ruspetinde mağfiretin de çok olduğuna delalet eder. Günahiann
Kur'In ve Hikmet IııOındil CEVŞEN ŞERHI • 37

sadece bir çeşidiıli ba~layana Gaffır denilemez. Gaffar ise, günahlan tekrar
tekrar, çokça ba~layan demektir. Bütün günahlan bir tek defada ma~ret
eden ve fakat defalarca günaha dönen insanı bağışlamayan, Gaffar ismine la-
yık olamaz. (Gazali, a.g.e., s. 20)

2/7· Ey belalan defeden! 0 ~~~!~il d'~ Ç


Bu cümlenin Arapça'sında geçen Dan' kelimesi, defeden, savan, meneden
anlamına gelir. Beliyyat ise, felaketler, gamlar, kederler ve sıkınb.lar demektir.
Allah felaketleri, gamlan, kederleri ve sıkınb.lan defeden, savan ve meneden-
dir.
Allah'ın koruyuculuğu, rumayesi ve muhafazası olmasaydı canlılann ve he-
le insanın bir an bile hayatta kalması mümkün olmazdı. Allah, insanı hıfz, hi-
maye ve koruyuculuğunun kundağına sarmış bulunmaktadır. Her an uzaydan
gelen sayısız zararlı ışınlardan tut, yediğimiz gıdadan, içtiğimiz suya kadar her
yarumızı sarmış sayısız bakterilere kadar hadsiz zararlı unsurlardan bizi ko-
ruyan, hepsinin zaranru savan, takdir ettiği ecelimiz gelinceye kadar bizi yaşa­
tan Allah gerçekten belalan defedicidir.
Gerek canlılar dünyasında ve gerekse insanlık aleminde hastalıklar, musi-
betler ve felaketler istisnadır, genel değildir. Asıl ve genel olan sağlıktır, afiyet-
tir, saadettir, huzurdur. Mevcut felaket ve sıkıntılann pek çoğu da daha büyük
felaket ve sıkınb.lardan korumak veya insanlara ders ve ibret vermek için İlahi
hikmet tarafından müsaade edilmiştir. Aynca bütün İlahi ikazlara rağmen in-
sanlann kendi elleriyle sebebiyet verdikleri musibet, felaket ve sıkınb.lar da az
değildir. Kısaca hangi yönden bakılırsa bakılsın mevcud sıkıntı ve felaketler
Allah'ın bu vashnı zedelemezler.

2/8. Ey tüm sesleri işiten! 0 ~~~~~ ~~ Ç

S.imi', S MA kökünden ism-i faildir. İşiten anlamındadır. Allah'ın bu sıfatı


Kur'an-ı Kerim'de genellikle semi' şeklinde mana fazlalığı ifade eden kipiyle
belirtilmiştir. Allah'ın bir sıfatı da semi' olmasıdır. Allah her şeyi işitir. Allah'ın
işitmesinde uzaklık, yakınlık, gizlilik, açıklık, farketmez. Ne kulağa ve ne de
sesleri nakleden havaya ihtiyacı yoktur. O, en gizli hsılb.lan ve dilden dökülen
yalvarışiarı duyar. Allah için bir şeyi işitmek diğer bir şeyi işitmeye engel de-
ğildir. O bütün kfunattaki gizli açık her şeyi aynı anda işitir. Her şeyi işiteme­
yen zaten Hak Ma'bud olamaz. O yaratıklannın sesini işitecek ki, çağırdıkla­
nnda yardımlanna koşsun ve her türlü ihtiyaçlannı karşılasın. Sayısız canlıla­
ra, işitme duyusu ve yeteneğini veren Allah'ın böyle bir özellikten yoksun ol-
38 • Kur'.ln ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERHI

ması düşünülemez. Aksi halde Kendisinde bulunmayan bir üstünlüğü yaratık­


Ianna vermiş olması gerekir ki bu mümkün değildir. Kur'an-ı Kerim'in birçok
yerinde Allah'ın her şeyi işittiği belirtilir.

2/9· Ey istenenleri veren! 0 ~~_,!.:...j1 ~ Ç

Allah, kullarının dualarını kabul eder, isteklerini yerine getirir. İhtiyaçlarını


verir. Özellikle bu istekler, çok zor durumdaki bir kimsenin veya bir mazlu-
mun ağızından, ya da halis ve zamimi bir gönülden kopup İlahi dergaJuna
yükselmiş olsun ... Böyle bir isteğin geri çevrilmesi, sahibinin yardımsız terke-
dilip mahrum bırakılması düşünülemez. Allah, kendisine çevrilen elleri geri
çevirmekten haya edecek kadar Kerim' dir.
Bu istek sözlü olduğu gibi, fiili de olabilir. Mesela çiftçinin tarlasını sürüp
tohumunu saçması, Allah'ın nzık ve rahmet kapısını çalması demektir. Bu fiili
duanın neticesi olarak çiftçi bire on, bire yirmi alır. Bir bahçıvan bazen bir çe-
kirdekten veya bir fideden tonlarca meyve elde eder. İşte bütün bunlar, Al-
lah'ın istenenleri vermesinin en açık ömekleridir.

2/to. Ey sırlan ve gizlilllderi bilen! 0 ~::./


.,.
;;Jij j..7.JI~l$.
" ,. , ,
Ç

Alim, "ilm" mastanndan ism-i faildir. "Bilen" ve "bilici" anlamına gelir.


Kur'an'da her zaman muzaf (tamlanan) olarak yer almıştır ve 13 yerde Allah'ı
tavsif etmek için kullanılmışhr. Bilhassa, alimu'l-gaybi ve'ş-şehadeti (gizli ve
açığı bilen) şeklinde daha çok geçer. Kur'an'da geçtiği yerler incelendiğinde
alim vasfının hemen her zaman "gayp" kelimesine muzaf olarak getirildiği gö-
rülür. Zaten Cevşen'in bu cümlesinde geçen "sır ve hafiyyat" da "gayp" anla-
mındadır.

İmam Gazali, Allah'ın Alim sıfahru açıklarken "Bu ismin manası açıkhr. Bu-
nun kemali, her bir şeyin içini-dışını, ufağını-büyüğünü, önünü-sonunu, alhnı­
üstünü ilmen ihata etmektir. Bu ihata ediş, vuzuhluk/açıklık bakımından o ka-
dar tam ve kamildir ki, artık ondan daha açık bir müşahede ve keşif tasavvur
edilemez. Bundan başka, bu ihata ediş bilinen şeylerden elde edilmiş olmaz.
Bilakis bilinen şeyler(= malumat) ondan elde edilmiş olur."
Sır kelimesi de şu manalara gelmektedir: "Gizli hakikat. Gizli iş. Herkese
söyleomeyen şey. Müşahedetullah'ın mahalli olan kalbdeki latife. İnsanın aklı­
nın ermediği şey." Bu manalardan hangisi göz önüne getirilirse getirilsin, hatta
hepsi birden mülahaza edilsin, Allah'ın sırlan bildiği kesindir.
Hafiyyat da gizlilikler anlamında olup, "es-sırr" kelimesini açıklayıp pekiş­
tiriyor.
Kur'in vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 39

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem' ateşinden koru!"

-3-
3/t. Ey maifiret edenlerin en hayırlısıl O ~~Wl
,... ~ Ç
Bu İlahi tavsif, Kur'an-ı Kerim'de Hz. Musa'nın bir duasında yer almışhr:
"Musa, tayin ettiğimiz o vakit için kavminden yetmiş kişi seçti. Onları kuvvetli
bir sarsınh yakalayınca, Musa şöyle dedi: 'Ey Rabbim eğer dileseydin, bunları
ve beni daha önce helak ederdin. İçimizdeki beyinsizlerin yaphklan yüzünden
bizi helak mı edeceksin? Bu olanlar, ancak Senin bir imtihanındır. Sen bu imti-
hanla dilediğini saphrır, dilediğini de hidayete erdirirsin. Sen bizim Veli'miz-
sin. Arhk bizi bağışla, bize merhamet et. Sen bağışlayanların en hayırlısısın.
(7:155)
Yarahklann bağışlaması elbette Allah'ınkiyle mukayese edilemez. Dağlar
kadar günahlan birden ve sebepsiz olarak dilerse bağışlaması, bağışlamakla
kalmayıp sınırsız ihsanda bulunması, başa kakınasının. karşılık beklemesinin
söz konusu olmaması gibi sebeplerden dolayı Allah "Hayru'l-gafirin"dir. (5.
Yıldırım, Kur'an'da Ulühiyet, s. 158)

3/2. Ey yardım edenlerin en hayırhsı! 0 ~..1"""01


, ... ~Ç

Allah Teala, elementleri bitkilerin, bitkileri hayvanların, hayvanları insanla-


rın yardımına koşturan, canlıların ihtiyaç duyduklan şeyleri umulmadık yer-
lerden ellerine yetiştiren ve varlıklar üzerinde yardımlaşma ve birbirinin ihti-
yaçlarına cevap verme mührünü vurandır. Öte yandan Allah Teala, sevdiği
kullarının yardımına maddi ve manevi yardımını ulaşhran, meleklerini ve sa-
yısını Kendisinden başka kimsenin bilemediği görünür ve görünmez orduları­
nı yardıma koşturandır.

Allah hadsiz ihtiyaçlar içinde kıvranan her bir mahlukun mededkandır.


Mesela insan, yokluk karanlıklanndan çıkarılıp, zerreler alemine, oradan da gı­
dalar alemine, bir nutfe ve yumurta olarak baba ve arınesinin vücutlarına, arıne
rahmine, çocukluğa, gençliğe, ihtiyarlığa kadar uzanan aşamalar zincirinden
her birine nakledildiğinde sayısız ihtiyaçlar içindedir. Her aşamanın farklı ihti-
yaçlarını bilerek hikmet ve inayetle kendisine ulaşhran o "Rahmet-i Son-
40 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

suz" dan başka kim olabilir? Bunun en açık de Iili, insanın, en küçük bir ihtiya-
ana bile elinin ulaşamaması ve onu karşılamaktan aciz olmasıdır. Mesela, ye-
di~ lokmayı yaratmak bir yana, onu vücuduna alıp sindirrnek ve hücrelerine
dağıtmak bile binlerce ince ameliyelerden sonra gerçekleşir ve bu ameliyeler-
den binde birisi bile onun irade ve bilgisi dahilinde cereyan etmiyor. Her birisi
kendisi için çok hayati birer önem taşıyan vücudunun diğer sayısız fonksiyon-
lan da buna kıyas edilsin.
İnsan aciz bir varhkhr. Hayah ve dünyası tehlikeler, sıkınhlar ve musibet-
lerle doludur. Bir veba veya verem mikrobundan tutun da gökteki kuyruklu
bir yıldıza kadar her şey onu tehdit ediyor. O da tek başına bütün bu hadsiz
düşmanlanyla baş edemiyor. Bundan dolayı sürekli dehşet, korku ve endişeye
hedef ve maruz kalıyor. Zaten bu şekilde yarablmasının hikmetide onu duaya,
Rabbinin himayesine sığırunaya, kısaca hayabrun gayesi olan halis bir kulluğa
sevk etmektir. İşte bu mübarek vasfı inanarak söyleyen bir mümin, bu kulluk
şuurunun farkına varmış, halis bir tevhid inanana ermiş demektir.

3/3· Ey hükmedenlerin en hayırlısır 0 ~.7t;.i1 ~ Ç


1

Allah bu vasfıyla Kur'an-ı Kerim'de üç yerde tanıhlmışbr. (7:87; 10:109;


12:80) Allah gerçekten hakimierin en hayırlısıdır. Çünkü, sırf adaletle, hak ve
ha.kikate göre hükmeder. Hükmünde tarafgirlik veya zulüm asla bulunmaz.
Aynca verdi~ hükmü bozan hiç kimse de yoktur.

3/4· Ey fetbedenierin en hayırlısı! 0 ~Wl~ Ç


1"

"Hayru'l-Fatihin" vasfı, müfessirler tarafından genellikle "hükmedenlerin


en hayırlısı" olarak açıklanmaktadır. Bu İlahi vasıf Kur'an-ı Kerim'de sadece
bir ayette geçer. (7:89)
Yüce Allah'ın Fettah ismiyle alakah genişçe açıklama 64/7'de gelecektir.

3/5· Ey zikredenlerin en hayırlısıl 0 ~..r?l~l ~ Ç


1

Allah ananların en hayırlısıdır. Nitekim bir hadis-i kudside şöyle buyurur:


"Kulum, sen beni kimsece bilinmeyen yerde anarsan, ben de seni öyle ana-
rım. Eğer sen beni, bir topluluk içinde zikredersen, ben de seni onlardan daha
hayırlı ve daha büyük bir cemaat içinde ananm." (Feyzu'I-Kııdir, IV, 194)

İnsanlar birbirini anabilirler, birbirlerinin adını zaman zaman habrlayabilir-


ler. Fakat çoğu zaman bunun habrlanana hiçbir faydası olmaz. Hatta bazen
gıybet veya tahkir ile ona zarar bile verebilir.
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 41

Fakat Allah'ın kulunu anınası böyle midir? Asla! O, kulunu rahmetiyle,


mağfiretiyle, ihsanıyla anar. Dolayısıyla O'nun anınası öyle boşu boşuna ve
neticesiz değildir. Öyleyse O, ananların en hayırlısıdır. O'nun yüce katında
anılmaya vesile olacak iyi işler yapanlara ne mutlu!

3/6. Eyvirislerin en hayırlısı! O ~;1)1 #ı~


Ç

Varis kelimesi Allah hakkında kullanıldığı zaman: "Ölümsüz hayat sahibi,


bütün mahluklarının yok olmasından sonra kalan Baki" diye açıklanır. (Tacü'l-
Aros, VRS maddesi)
Allah, dünyada nimetlendirdiği mülk sahiplerinin göçüp gitmelerinden
sonra baki kalır. Çünkü hem onların, hem mal ve mülklerinin varlığı O'nun
varlığı iledir. Oysa Allah'ın varlığı, başkasına bağlı değildir. (Beyhaki, s.13)

Allah'ın "Viris" ismi hakkında Taberi şöyle diyor:


"Eğer biri çıkıp da: 'Ma'ruf olan miras, mülk sahibinin ölümünden sonra
varise intikal eden şeydir. Halbuki mahlukahn yok olmalanndan önce de, son-
ra da dünya Allah' a ait değil midir?" diye sorarsa cevaben denir ki: 'Bunun
(Allah'ın Viris olmasının) anlamı, zikrettiğimiz gibi, Allah'ın Zat'ını beka ile
tavsif etmesidir, yaratıklan hakkında faniliği kararlaşhrdığıru bildirmesidir,
Kendisinden başka herkesin fani olduğunu bildirmesidir." (Taberi, VII, 440-
441)
Mülk ancak Allah' a aittir; mahlukların ise, mecazi ve görünüşte olan bir
mülkiyet ve tasarruflan vardır. Nitekim hesap gününde O, bu gerçeği onlara
ikrar ettirecektir: "Bugün hükümranlık (mülk) kimindir? denir. Hepsi de Mut-
lak Hakim olan Tek Allah'ındır." derler. (40:16) Bu ayet Allah hakkında Va-
ris'ten maksadın ne olduğunu anlamamızı kolaylaşhrmaktadır. (S. Yıldınm: s.
222)
Bu açıklama genel olarak Varis vasfıyla ilgiliydi. Hayru'l-Varisin'e gelince
bu da şöyle açıklarur:
"Kendisinden başka her şey zeval bulan, her şeyin fenasından sonra Baki
kalan ve kulların sahip olduklan şeyler, sadece Kendisine rad' olan ... " (Tacu '1-
Aros, 1:652) Allah'ın bu vasfı Kur'an-ı Kerim'de Hz. Zekeriya'nın duasından
nakledilmektedir: "Zekeriyya'yı da habrla. Hani Rabbine: "Rabbim! Beni yal-
nız bırakma. Sen viiisierin en hayırlısısın!" diye dua etmişti." (21:89)

3/7· Ey harndedenlerin en hayırlısı! 0 ~~l,;.jı # Ç

Hamd, "kendisindeki güzel vasillardan ve yaptığı iyiliklerden dolayı bir


kimseyi övmek" demektir. Allah'ın kullarına harndetmesi hakiki anlamıyla
42 • Kur'An •e Hikmet 11ıOında CEVŞEN ŞERH!

mümkün değildir. Bu olsa olsa mecazi manadadır. Hamdin kendisi değil, la-
zımı murattır. Yani, kullannın birbirlerine yaptıklan iyilikleri kendisine yapıl­
mış gibi kabul edip, yaptıklanna karşılık bol bol mükafat vermesi demektir.
Allah yarahklanna yapılan iyiliklerden dolayı razı olur, onlara yapılan bir kö-
tülükten dolayı da gazap eder. Bir iyilik yapıldığında onu karşılıksız bırakmaz.
Allah'ın harndedenlerin en hayırlısı olması bu anlamda olabilir. Doğrusunu yi-
ne O bilir.

3/8. Ey rızık verenlerin en hayırlısıl 0~}~1 ~ Ç


',

Rızık, "kendisinden yararlanılan şey, yahut canlının varlıkta kalması ve ge-


lişmesi için. Allah'ın canlıya sevk ettiği şey" demektir. ( Ttku'l-Arus, RZK
maddesi)
Rağıb el-Isfaharu'nin tesbitine göre nzık maddesi Kur'an'da şu manada yer
alıp,Rezzak vasfı hepsini de kapsamaktadır:
a) Dünyevi veya uhrevi devamlı bağış.
b) Nasip.
c) Gıda.
Kur'an'da beş yerde Yüce Allah Hayru'r-Razıkin vasfıyle nitelendirilmekte-
dir. (34:39; 23:72; 5:114; 22:58; 62:11) Allah'ın nzık verenlerin en hayırlısı olması
şu anlamdadır: O vereceği nzıklarda tam bir kudret ve yetki sahibidir. Rızık
hazinesi tükenmek bilmez. Rızkı kesme endişesi yoktur. Verdiğini başa kak-
maz. Karşılığında bir şey beklemez. Bu noktalardan dolayı O'nun rezzakiyeti,
bu niteliklerin zıddı ile nitelenebilecek yarahklann, hakiki olmayan, mevhiım
ve zahiri nzık verenlerin çok üstünde olacakhr. (5. Yıldınm, s. 240)

3/9· Ey fasledenlerin en hayırlısı! 0 ~Wl~ Ç


',
Allah, Kur'an'da da Zat'ını "Hayru'l-Fasılin" diye nitelendirmiştir. "Adalet-
le hükmedenlerin en hayırlısı" demektir. Fasıl, "fasleden" anlamına gelir. Fas-
letmek ya da fasl ise, "İki şeyin arasını bir açıklık meydana gelecek kadar ayır­
makhr." (Rağıb, Müfredılt., s. 381) Hakkı bahldan ayırmaya da fasl denilmiştir.
(Zebidi, a.g.e., FSL md. VIII, s. 59) Buna göre, bu isim, hak ile bahlın arasını
ayırdedenlerin ve adaletle hükmedenlerin en hayırlısı" anlamında kullanılmış­
br. "Hükmetmeyi" adaletle kayıtlamarnızın sebebi, ancak adil hüküm ve kara-
nn, hasımiann nizasma son verip onlan birbirinden ayıracağı ve ihtilafı bitire-
ceğidir. Bir karann hasımlan ayına, sulhu sağlayıa olabilmesi için adil olması
gerekir.
K ur' an ve H 1k m et 1i ı Qı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 43

Hayru'l-Fasılin, bütün Kur'in'da yalnız En'am Süresi'nin 55. ayetinde geç-


mektedir. Ayet şu mealdedir: "Hüküm Allah'tan başkasının de~dir. O, doğ­
ruyu haber verir ve fasledenlerin (hükmedenlerin) en hayırlısıdır." Bu anla-
mıyla bu vasıf, Adi isminin yanısıra daha "Hayru'l-Haki.min = Hükmedenlerin
en hayırlısı", "Hayru'l-Fatihin = Fethedenlerin en hayırlısı" birbirine çok yakın
bir mana taşırlar.
Bu isimle aynı kökten gelen "yafsilu" fiili, Kur' in' da üç ayette Allah hak-
kında "hükmeder" manasında yer alır. (32:25; 22:18; 60:3)

3/to. Ey ihsanda bulunanların en hayırlısıl 0 ~ ·', ;..jı :,;.;.. Ç

"İhsanda bulunan" diye tercüme ettiğimiz "muhsin" kelimesi, sözlükte "ih-


san eden, iyilikte bulunan, kerim, cömert, yaphğı işin hakkını vererek yapan .. .''
gibi manalara gelir.
Bu manalardan hangisi esas alınırsa alırısın, bu vasfın Allah hakkında kul-
lanılması doğru ve yerindedir. Allah gerçekten de, en iyi ihsan ve iyilikte bu-
lunan, en cömert ve yaphğı işin hakkını en güzel bir biçimde veren Zat'hr. Di-
ğer bütün mahlukahn iyilikleri, ihsanlan, cömertlikleri hem O'nun izni, kudre-
ti ve yardımı dahilinde, hem de çoğu zaman birçok noksanlıkla doludur. İn­
sanlar, çoğu zaman yapb.kları iyilikleri başa kakarlar, sürdüremezler, eksik ya-
parlar. Allah'ın ihsan ve iyilikleri öyle midir? Asla!

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-4-

4/t. Ey izzet ve cemal Kendisine ait olan! O~~\)~~~:;. Ç

İzz, bazen şiddet ve kuvvet, bazen de değer yüksekliği veya nadir olmak
anlamianna gelir. Allah'ın bu vasfını tarif eden zatlar, bu manaları göz önünde
tutarlar. Alimierin her biri, kelimenin bir yönü üzerinde ağırlıklı olarak dur-
muşlar. Kimisi, "Kendisine üstün gelinemeyen güçlü", "Kimisi eşi ve benzeri
44 • Kur'In ve Hlkmrt 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI

olmayan", kimisi, "İrade ettiği hiçbir şey kendisine imkansız olmayan, cezalan-
dıraca~ ve intikam alaca~ hiç kimsenin elinden kurtulamadı~" şeklinde ta-
rumlamışbr.

Cemal ise güzellik, lütuf ve ihsan ile tecelli demektir. Allah sonsuz cemal
sahibidir. Kainattaki göze çarpan, bir güldeki ebru, bir kelebe~ kanadındaki
desen, gökyüzündeki muhteşem ve büyüleyici manzara, insan simasındaki çe-
kicilik vs. hep O'nun o sonsuz cemalinin tecellisidir. Aynca O'nun lütf ve ih-
san ile tecellisi de sonsuzdur.
Allah'ın bazı isimleri izzet ve celal, di~er bir kısmı ise cemal ifade ederler.
İşte, "Ey izzet ve cemal kendisine ait olan!" diye yalvardı~a, bu iki gurup
isimleri zab üzerinde toplayan Yüce Yaraha'yı ça~rmış, O'nun himayesine sı­
ğınmış oluyoruz. Çünkü di~er yarahklardaki izzet ve güzellik hep O'nunizzet
ve güzelliğinin gölgeleri ve tecellileridir. Yoksa kendilerinden ve hakiki değil­
dirler. Aynaya yansıyan güneşin aydınlık ve parlaklığından farksızdır. Ayna
kınlsa da güneşin güzellikve parlaklı~ devam eder. Ama güneş, ışığını ayna-
dan çekse ayna siyah ve karanlık kalır.
, 61 • ,J • ,J. ,,

4/2. Ey saltanat ve celal kendisine ait olani 0 ~~lj ~14.1:;. Ç

Allah "mülk"ün gerçek sahibidir. Mülk, memleketinde hükmünü yürüt-


mek, istediği gibi tasarruf etmek, tam hükümranlık anlamına gelir. Mülk yara-
hklar üzerinde emir ve nehiy ile tasarruf ve hükmedebilmektir.
Allah, Malikü'l-Mülk'tür. Yani, tanımladı~ımız şekliyle dünya ve ahiret
mülkü, yalnız Kendisine ait olandır. Di~er bütün saltanatlar, hükümranlıklar,
geçici birer gölge ve mecazi birer otoritedir.
"İnsanın hükümran olan bir Tann'ya ve yalnız O'na kulluk etmek üzere ya-
ratıldığını anlamamak mümkün de~ildir. Mutlak ve gerçek hükümdan (el-Me-
likü'l-Hakk) bulamayınca, uydurduğu tannlara bu vasfı verdiği görülmekte-
dir. Bu vasıfla tecelli etmeyen Tann'run unutulduğu gerçe~ hahrlayacak
olursak, Allah'ın Kendisini hükümranlıkla nitelemesinin hikmetini anlamamız
çok kolay olacakhr." (S. Yıldınm, s. 132)
Allah, aynı zamanda celal sahibidir de. Hatta gerçek celal ve yücelik sadece
O'na mahsustur. Celal, sözlüktenihayet derecede büyüklük, az.imet, hiddetli-
lik, hışım anlamianna gelir. Buradaki anlamı ise, Cenab-ı Hakk'ın kahnrun ve
azametinin tecellisi. Cenab-ı Hakk, vahdaniyetine delil olacak çok şeyler yarat-
hğından veya ihata edilmekten ali ve yüce olduğu veya duyutarla algılanmak­
tan münezzeh bulunduğundan O'na Celal Sahibi denir.
Kur'in vt Hikmet liı~ında CEVŞEN ŞERH i • 45

4/3· Ey kudret ve kemal Kendisine ait olan!0 jl,jjıj i;:,ujı ~:; Ç

Kudret, güç, takat, kuvvet ... gibi anlamlara gelir. Kudret, Allah Tei.la'ya
mahsus ezeli ve ebedi ve bütün kainab kuşatan bir sıfattır. Bediüzzaman, Al-
lah'm kudreti karşısında mahlukabn durumunu şöyle açıklar: "Arkadaş! Bir
kelime-i vahidenin işitilmesinde, bir adam, bin adam birdir. Yaradılış husu-
sunda -Kudret-i Ezeliyeye nisbeten- bir şey bin şey birdir. Nev' ile fert arasın­
da fark yoktur." (Mesnevi-i Nuriye)
Yüce Allah'ın her şeye gücü yeter. Allah'ın gücü için bir sınır yoktur. Uçsuz
bucaksız uzayda, sayısız yıldız ve gezegenleri boşlukta tutan, birbirine çarp-
hnnadan döndüren, ısı ve ışıklarını sağlayan Allah'ın her şeye gücü yeter. Öte
yandan, rakamlara bile sığmayan sonsuz atom ve molekülleri şekilden şekle
sokarak bunca canlı ve cansız varlığı yaratan Allah'ın gücüne hiçbir şey engel
olamaz. Allah dilerse var ettiği bu evreni içindekilerle birlikte bir anda yok
eder. Her sene bahan bir çiçek demeti ve bir nimet sofrası gibi önümüze seren
Allah'ın neye gücü yetmez ki?

Allah aynı zamanda kemal sahibidir de. Kemal, sözlükte mükemmellik, ol-
gunluk, erginlik, fazilet, değer ... anlamlarına gelir. Buradaki manası ise, bütün
güzel sıfatlarla muttasıf olmak demektir. Allah gerçekten bütün güzel sıfatlan
Kendisinde bulunduruyor. Bediüzzaman kainattaki varlıklardan hareketle Al-
lah'ın kemalatını şöyle açıklıyor:

"Madem mevcudat, zeminin yüzünde büyük bir nehir gibi, kemalatın


lem'alanyla parlar geçer; o nehir güneşin cilveleriyle parladığı gibi, şu seyl-i
mevclıdat dahi, hüsün ve cemal ve kemalin lem' alanyla muvakkaten parlar gi-
der. Arkalarından gelenler aynı parlamayı, aynı lem'alan gösterdiklerinden
anlaşılıyor ki: Cereyan eden suyun kabaraklarındaki cilveler, güzellikler nasıl
kendilerinden değil; belki bir güneşin ziyasının güzellikleri, cilveleridir. Öyle
de, şu seyl-i kainattaki muvakkat parlayan mehasin ve kemalat bir Şems-i Ser-
medi'nin lemeat-ı cemal-ı esmasıdır." (Sözler)

4/4· Eybüyükveyüceolan! 0 ~ı;,:~ il~.< Jı ;:;.. Ç


1

Kebir sıfah,büyük manasındadır. Allah, celal ve şan yüceliği ile mevsuf


olandır. Her büyük, O'nun celalinin yanında küçük kalır. Yarahklara benze-
mekten yüce olandır. Allah yücelik sahibidir. Kibriya ise, ululuğun son derece-
si olup, yalnız O'na mahsustur. Elmalılı'ya göre, Allah "Kebir'dir, yani her şey
kendisinden daha küçük olan ve hiçbir şekilde, hiçbir çerçeveye sığdırılama-
46 • Kur'in vt Hikmet ltıQında CEVŞEN ŞERH!

yan tek ve biricik büyüktür. (ElmaWı, Tefsir, 13:9'un tefsiri) Kebir vasfı daha
önce açıkladığımız Azim vasfıyla yakın anlamdadır. "Allah, göklerde ve yerde
yücelik sahibidir. O, Aziz' dir, Hakim' dir." (45/37)
Kebir vasfı beş ayet-i kerimede el-Aliy ismiyle (4:34; 22:62; 31:30; 34:23;
40:12) bir ayette de el-Kebiru'l-Muteal şeklinde geçmektedir. (13:9)
Uzun zaman yaşamış kimselere, yaşlı anlamında "kebir" denildi~e göre,
varlığının başlangıa ve sonu olmayan Allah için bu vasfın kullanılmasının ne
kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılır.
Bir sanat eseri ortaya koyan mimara, ressama, hattata; bir buluş gerçekleşti­
ren mfıdde büyük vasfı verilirse, sayısız sanat eserinin sanatkan, hadsiz var-
Iıkiann yarahası olan Allah' a büyük denilmesi ne kadar da yerindedir.

Bu büyüklük şüphesiz ki, dsmani ve maddi büyüklük değildir. Rütbe, ma-


kam ve değer büyüklüğüdür.
Göklerde ve yerde eşsiz tek büyük Allah Teala'dır. Kainatın büyüklüğü, el-
bette ki Yaratanının büyüklüğünü gösterir. Bulutsuz berrak bir gecede, başını
gökyüzüne kaldıran ve orada sayısız yıldıziann ışıldadıklanru gören aklı ba-
şında, insafı yerinde bir insanın bu büyüklüğe hayran olmaması mümkün de-
ğildir. O parlayan yıldıziann her biri, bizim güneşimiz gibi birer güneştir ve
her biri başlı başına birer alemin merkezidir. Sonsuz denebilecek genişlikteki
uzayda sayısız güneşler vardır. İşte akılları durduran ve insan hayaline sığma­
yan bu varlık alemi, Allah'ın ilim, irade, kudret ve hikmetinin eseridir. O'nun
hakimiyeti ve kayyfımiyetiyle ayakta durmakta ve düzenli varlığını sürdür-
mektedir. Allah dilerse bu evren gibi sayısız evrenler dahi yaratır ve bu O'nun
kudretinden hiçbir şey eksiltmez. Bir zerreyi yaratmakla, bu sayı ve sınıra sığ­
mayan alemleri yaratması arasmda O'nun için hiçbir fark yoktur. Her şeyin
varlığı da, yokluğu da Allah Teala'nm iradesine bağlıdır. "Ol!" deyince oluve-
rir. "Olma!" derse bir anda her şey yokluğa dönüşüverir. O, öylesine Kadir ve
Kebir'dir.
İmam Gazali'nin belirttiği gibi, Allah'ın Kebir sıfatma ancak tüm güzel has-
Ietleri kendinde toplayan kimseler mazhardırlar. Böyle kimseler, aynı zaman-
da sahip olduklan güzel ahlaktan ve üstün niteliklerden başkalannı da yarar-
landınrlar. Meclislerinde oturan her irısan kendilerirıin güzel ahiakından mut-
laka istifade eder. Kemalin ölçüsü de, ilim ve takvadır. Kebir (büyük) irısan,
ilim ve takva sahibidir, halka doğru yolu gösterir, iyilikte önder olmaya, nu-
rundan ve ilminden istifade edilmeye layıktır.
Allah aynı zamanda Müteal'dir.
Kur'an-ı Kerim' de, bir tek ayette Allah'ı niteleyen bu isim, yükseklik ve yü-
celik, kuvvet ve kudret, şan ve şeref sahibi olmak anlamındaki "ulüv" ve "ala"
Kur'in ~e H ik m et 11ıQında C E VŞ E N Ş ER H 1 • 47

kökünden türetilmiş bir sıfathr. Bu isim de aynı kökten gelen ve daha önce
açıklamasını yaptığımız el-Ali ismi gibi, ''Yücelik ve hükümranlıkta Kendisine
eşit ve Kendisinden daha büyük bir varlık bulunmayan; mutlak anlamda yüce
olan, övgüyelayık bütün üstün nitelikleri Kendisinde toplayan, yergi ve eksik-
lik ifade eden bütün menfi sıfatiardan da münezzeh bulunan kemal sahibi, ulu
ve en yüce varlık" anlamianna gelmektedir.
Kısaca,el-Müteali ismi Allah hakkında kullanıldığında, O'nun çok ileri de-
recede yüce ve üstün olduğunu ifade eder. O'nun, kainattaki bütün kusurlar-
dan ve dalalet ehlinin batıl ve asılsız fikirlerinden münezzeh, beşeri tasavvu-
run tahayyül edeceği her şeyin ötesinde ve üstünde olduğunu belirtir.
Allah, Zit'ı itibariyle çok yüce, sıfatlan itibariyle yarahklanyla mukayese
edilemez derecede üstündür. O, genişliği k.iinahn ömrü kadar ışık yıllanyla
ölçülebilecek şu uçsuz bucaksız uzayı, içindeki bütün güneş, yıldız ve geze-
genleriyle yaratan, onlan bir ordu gibi takımlara, bölüklere, taburlara, alaylara
ayıran, hepsini disiplin içerisinde sevk ve idare eden, gerekli bütün ihtiyaçlan-
nı temin edendir. öte yandan, sayı ve sınıra sı~az atomlan özünde birer gü-
neş sistemi gibi yaratıp daha sonra onlan sayısız bitki, hayvan ve insan vürut-
lannda, cisim ve madenierde şekilden şekle sokan, kısaca bunlan bir başka
yönden muhteşem bir ordunun neferleri misali teşkilatlandınp çalışhrandır.
Bütün bu icraatlan düşünüldüğünde O'nun nasıl da bütün hayal ve düşünce­
lerin ötesinde, aşkın ve yüce bir varlık olduğu ve O'nu ancak kendisinin bil-
dirdiği ve sanat eserleri üzerinde tecelli ettiği ölçüde taruyabileceğimizi anlıyo­
ruz.
Kur'an'ın ifadesiyle, "0, görülmeyen ve görülen her şeyi bilen büyük ve
yücedir." (13:9) "0, gözleri idrak ve ihata ettiği halde gözler O'nu idrak ede-
mez. O, ilmi her şeye nüfuz eden ve her şeyden haberdar olandır." (6:102) "0,
eş ve evlat edinmekten münezzehtir." (72:3) "Dereceleri çok yüksek olup, O'n-
dan başka ilah yoktur ve O yüce Arş'ın sahibidir." (23:1 16) "0, müşriklerin
söylediklerinden nihayet derecede münezzeh ve yücedir." (17:42) "0, her şeyi
duyan ve gören olduğu halde O'na benzeyen hiçbir varlık yoktur." (42:11)
Alimler, yüce Allah'ın bu vasfıru şu güzel cümleyle formülleştirınişlerdir:
"Küllu ma hatara bibalik, fe'llahu Teala gayru zalik = Hatır ve hayaline her ne
gelirse, bilesin ki Allah Teala o değildir."
İnsana düşen, Allah hakkındaki inanç ve düşüncesini yine O'nun bildirdiği
ölçülerle şekillendirmek ve bunun ötesine geçmemektir. Aksi halde haktan
sapmış, haddini aşmış ve kendisini büyük bir inanç kaosuna maruz bırakmış
olur.
48 • Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI

4/5· Ey yakalaması şiddetli olan! 0 ~~~ ~~ ~ ~ Ç

Allah hakkında Şedid vasfı hiçbir zaman tek başına ve başka bir kelimeden
mücerred olarak gelmez. Ancak muzaf (tamlanan) olarak gelir ve aslında mu-
zaf olduğu mefhumun vasfıdır. Allah Şedidü'l-azab'dır. Yani azabı şiddetli
olandır. (2:165) Şedidü'l-mihaldır. Yani, (Hz. Ali'ye göre) yakalaması şiddetli
veya (Mücahid' e göre) kuvveti şiddetlidir. (S. Yıldınm, s. 246)
Allah'ın gerçekten hem kuvveti ve hem de suçlulan yakalaması çok şiddet­
lidir. Allah'ın kudretinden kim dışan çıkabilir? O'nun kıskıvrak yakalayışın­
dan kim kaçıp kurtulabilir?

4/6. Ey azabı şiddetli olan! 0 --=-'LiJI ~.W.'~_".; Ç


"""' ,. ' J-,_,

Kamabn hadsiz delilleriyle kesin olan varlığını inkar eden, Rububiyyetini


hafife alan. kullanna zulmeden sapık ve azgın kafir ve isyankarlara karşı Al-
lah'ın azabı pek şiddetlidir. Bu O'nun adaletinin bir gereğidir.

Allah, Zat'ını Kur'an-ı Kerim'de 13 yerde bu sıfatla nitelendirir. Kur'an'da


geçtiği bu yerlere bakhğımızda şu konulardan sözedilirken bu İlahi vasfa dik-
kat çekildiğini görüyoruz: Allah'a ve Resfılü'ne karşı gelmek (8:13; 59:4; 23:21);
Firavun3:11; (8:52); İlahi emirlere dikkat etmenin lüzumu (2:196; 5:20; 8:48); in-
sanlann zulümleri. (13:6)
Allah Şedidü'l-azab'dır. Yani azabı şiddetli olandır. (2:165) Şedidü'l-mi­
haldır. Yani, (Hz. Ali'ye göre) yakalaması şiddetli veya (Mücihid'e göre) kuv-
veti şiddetlidir. (Yıldınm, a.g.e., s. 246)
Allah'ın gerçekten hem kuvveti ve hem suçlulan yakalaması, hem de ceza-
landırması çok şiddetlidir. Allah'ın kudretinden kim dışan çıkabilir? O'nun
kıskıvrak yakalayışından kim kaçıp kurtulabilir? O'nun şiddetli azabına kim
takat yetirebilir? Şu halde, bu vasfı göz önünde bulundurularak eelalinden ce-
maline, azabından rahrnetine, cezasından mükafahna sığırulmalı ve bunun ge-
reği yerine getirilmelidir.

4/7· Ey hesabı süratlı olan! 0 y~l C!;~~ Ç


Allah, kullannın kaydettiği arnellerini süratle hesapiayıp hükme baAlar.
Bunun nasıl olacağını biz bilemeyiz. O'ndan arnelin bir zerresi bile saklanmaz.
Büyük küçük bütün yapılanların hesabını görür ve hepsinin karşılığını verir.
Aynca bir kulun hesabını görmesi Kendisini başka birisinin hesabını görmek-
Kur'An •e Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHl • 49

ten de alıkoymaz. Böyle olmak Allah'a mahsus olduğundan zat'ını bu vasıfla


nitelendinniştir. Resuluilah (a.s.m.)'m bir duasında "Allah'ım! ( ... )Ey Seriu'l-
hisab! Bu birleşmiş düşmanlan bozguna uğrat!" buyunnasmdan, dünyada da,
"işi çabuk bitiren" manasma geldi~ anlaşılır. (Buhar!, Cihad 98; Tirmizi, Cihad
8; İbn Mace, Cihad 15; Müsned, IV, 353)

r , . , eJ.:.s- y. .
~-~,, ,~. ~, ~ ,~

0 y~

' ı:.r-> ~
~ ':t

4/8. Ey güzel mükifat Kendi kabnda olan!

Allah, adaletinin, izzet-i Uh1h.iyetini muhafazasının ve kullannın haklanru


korumasının gere~i olarak Şedidü'l-İkab iken, aynı zamanda itaatkar kulları
için de en güzel mükcifatları Kendi nezdinde saklanuşhr. O'nun, saltanahnın
kanadı albna girip Rububiyyetine itaat eden kullan için sakladı~ı mükcifatlan
ne göz görmüş, ne kulak işitmiş ve ne de hiçbir insanın hahr ve hayalinden
geçmiştir. Dünyada bizlere bahşettiği bunca güzel nimetler, Cennet'teki nimet-
Ierin ancak bir gölgesi ve onlara teşvik edici çok çok ufak birer numunesidir.
Rahmetinin, ancak yüzde birisinin tecellisi olarak bu dünyada bize lutfetti~
bunca güzel nimetler böylesine bizi mest ve hayran bırakırken, o rahmetin
yüzde doksan dokuzunun tecelli edeceği Cennet'indeki nimetleri tasavvur ve
hayal etmek bile mümkün de~ldir. İşte Yüce Rabbimizin, zat'ını bu vasıfla ni-
telendirmesi bu açıdan çok anlamlıdır.
. ,,-
419· Ey Ümmü'I-Kitap Kendi kabnda olan! 0~~1 ri~~~;.:;. Ç

Ümmü'l-Kitap, bütün varlık ve hadiselerin, bütün hal, tavır, şekil ve hare-


ketleriyle kaydedildi~ Levh-i Mahfuz demektir. Ümmü'l-Kitap kitaplarm ana-
sı ve kaynağı demektir. Aynca Kur' an, İlm-i İlahi'de Levh-i Mahfuz'da ezeli ve
ebedi olarak mahfuz bulunduğundan "Kur'an'm aslı ve anası" anlamında bir
tabir olarak da kullanılmaktadır. Ümmü'l-Kitap, Allah'ın her şeyi kuşatan son-
suz ilminin bir divanı niteliğindedir. İşte nasıl ki, nüfus dairelerinde bir belde-
nin bütün insanlannı içine alan nüfus kütükleri var. Daha sonra bu kütükler-
deki bilgiler ışığında her ferde küçük küçük kimlik dizdanlan tanzim edilip
veriliyorsa, Levh-i Mahfuz diğer deyimiyle Ümrnü'l-Kitap da bütün mahlukat
ve mevcudabn bütün özellikleriyle kayıtlı bulunduğu ana kitap demektir, ay-
nca bu ana kitaptaki bilgiler ışığında her varlığın ayn bir mukadderat-ı hayah
bulunmaktadır. Tıpkı her çekirdeğin, kendi ağaanın kirnli~ oluşturduğu gi-
bi.
İşte Allah Zat'ını, "Ümmü'l-Kitap Kendi kahnda olan" diye nitelendinnek-
tedir.
50 • Kur'in vr Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

4/ıo. Ey yüklü bulutları oluşturan! 0 .:J~I y~l t_,: ~; ~ ~ Ç

Bu vasıf da Allah'ın büyük bir icraabna işaret ediyor. Allah'ın azametini ifa-
de ederken, aynı zamanda insan gözünde büyük bir tefekkür ufkunu da açı­
yor. O da safi, berrak ve açık hava boşluğunda çok kısa bir zamanda yağmur
yüklü bulutlan bir emirle oluşturup bir ordu gibi vazife başına sevk etmesidir.
Rahmet adı verilecek kadar faydatarla donahlmış trilyonlarca ton yağmuru
damla damla o buluttan sağmasıdır. Bu ifadeyle Yüce Rabbimiz, sulann buhar-
Jaşmasıyla başlayan ve bir sürü ince ve hayret verici fiziki muamelelerle de-
vam eden ve sonunda rahmet yüklü birer kervan gibi oradan oraya koşan ve
dudaklan çatlamışcasına suya hasret kalmış topraklan gördüğünde adeta göz
yaşlannı tutamayarak ağlayıp o topraklan çiçekler ve yeşilliklerle güldüren bir
bulutun oluşum hikayesini bir film şeridi gibi gözler önüne seriyor. Bu rumle-
yi söyleyen bir müminin Rabbine karşı muhabbeti ve O'na itaat etme arzusu
ne kadar da enginleşir. Buna mukabil Allah'ın bu halis kalbden kopup gelen
yakarışiara icabeti ne kadar da sürat kazanır!

0
,
~, ~
- ............. -
,;; ,-:,
)81
, , ıJ~\11 ıJ~\11 ~1 \1~ 41~\1 ~!li~

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-5-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:


, ,
s/ ı- Ya Hannin! 0 ıJG Ç

Hannan, mahlukabna olan ince rahmetini fiil ve eserleriyle gösteren, yara-


tıklannın üzerine titreyen, çok merhametli demektir. Allah'ın mahlukabnı bu
kadar sevmesi, özen göstermesi onlara olan ihtiyacndan veya zati bir mü-
kemmelliklerinden değildir. Aksine yine sonsuz cemal ve kemaline ayna oluş­
lan ve zatlan itibariyle sonsuz merhamet ve inayete muhtaç bulunmalan itiba-
riyledir. İşte "Ya Hann.in!" diye Rabbini çağıran bir kul, O'nu bu vasfıyla tanı-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 51

dığıru itiraf etmekte ve hadsiz acz ve ihtiyac O'nun nazar-ı rahmetini celbet-
mektedir.
~ ...

5/2. Ya Mennin! 0 0G Ç
Mennan, ihsaru bol, çok nimet veren anlamındadır. Allah'ın kullanna olan
nimetleri gerçekten de sayınakla bitmez.
Bir insan olarak her birimizin elinde o kadar çok nimet var ki, bir tanesinin
bile şükrünü yerine getiremeyiz. Örneğin, her nefes alış verişimizde Allah'a iki
can borçluyuz. Çünkü, nefesimizi alamazsak havasızlıktan ölürüz. Nefesi al-
dıktan sonra onu dışan veremezsek, yine boğuluruz. Dakikada kaç kez nefes
alıp veriyorsak, onun en az iki katı Allah' a şükretmeliyiz. Çünkü, bize nefes al-
ma imkarn veren Allah'br. Öte yandan her birimizin milyarder olduğumuz
söylense bunu garipsememeliyiz. Ne var ki elimizdeki servetin farkında deği­
liz. Mesela, hangimiz, gözümüzü milyarlara değişiriz? Ellerimizi trilyonlara
satarız? Bütün dünyayı verseler aklımızı verir miyiz? Akıl olmadıktan sonra
bütün dünya bizim olsa ne önemi var ki? Diğer canlılar da tek tek buna kıyas
edilse Allah'ın kullanna ne büyük lutuflarda bulunduğu daha iyi anlaşılır.
İşte bütün bu nimetleri veren Allah, zahnı Mennan diye nitelendirmiştir.
Mennan kelirnesinin, "yaptığı iyiliği başa kakan" anlamı varsa da bu Allah
için söz konusu değildir. Çünkü bu kötü bir sıfattır. Allah verdiğini karşılıksız
olarak verir ve hiçbir zaman kullannın başına kakmaz.

~ ...
5/3· Ya Deyyin! 0 0~:> Ç

Bu ismin iki anlamı vardır: 1. Yaratıkianna baş eğdiren, onlan zat'ına itaate
mecbur eden. Bu anlamıyla Kahhar ismiyle büyük bir yakınlık gösterir. 2. Kul-
lannın yaptıklannın karşılığını eksiksiz veren. Hiçbir arneli boşa çıkarmayan.
Bu anlamıyla da Kadi, Hakim ve Hasib isimleriyle yakınlık arzeder.
Allah, bu iki anlamıyla da tam olarak Deyyan ismine layıktır. Çünkü mik-
roptan file, sinekten gergedana kadar bütün canlılan, zerreden güneşiere ka-
dar da bütün cansızlan emirlerine boyun eğdirmiştir. Hiçbir şey O'nun izin ve
itaatinden zerre kadar dışan çıkamaz. İnsanlara ve cinlere imtihan gereği kısmi
bir serbestlik vermiştir. Onların kötü olanlannın İlahi emirlerin dışına çıkması
yine Allah'ın kudreti ve bilgisi dahilindedir. İstediği anda istediği düşmanını
kahreder ve itaab dairesine çeker.
İkinci anlamıyla da Allah Deyyan'dır. Kullannın hiçbir yaptığını boşa çıkar­
maz. Bütün arnellerini kaydeder. Kısmen dünyada, geri kalanını ise ahirette
tam olarak karşılıklandınr. İyiliğin mükafatını, kötülüğün ise cezasını verir.
52 • Kur'In vt Hikmet llıgında CEVŞEN ŞERHf

Ahiret için Din (Cez~) Günü denmesinin sebebi, o gün Deyyan isminin tam
olarak tecelli etmesi, Ilahi adaletin bütün ihtişamıyla ortaya çıkmasıdır.

~ .~

5/4· Yi Gufrin! 0 01p Ç

O, bağışlama sıfabna sahip ve affedici alandır. Bu kelime, aslında Cenab-ı


Hakk'ın günahlan affedip örtmesi anlamına gelirken. yani mastar iken, mana-
yı kuvvetlendirrnek ve adeta bağışlamayla bütünleşip aynileştiğini ifade etmek
için ism-i fail (bağışlayıa, ayıp örtücü) anlamında kullarulnuştır. Tıpkı, "adalet
etmek" anlamına gelen "adi" isminin" Adil" anlamında kullanıldığı gibi.
~

s/s. Yi Burhin! 0 0li.:;. Ç


Burhan kelimesi sözlük anlamıyla, delil, hüccet, ispat vasıtası vs. demektir.
Terimmanası ise, inkar edilmesi mümkün olmayan kesin delil anlamını taşır.
Bu anlamda Allah için "Burhan" isminin kullanılması, O'nun zahna ve bildir-
diği gerçekiere en büyük delil olmasını ifade eder. Allah, zahnın, sıfatlarırun,
gönderdiği din ve peygamberlerin hak ve gerçek olduğuna en büyük delildir.
O'nun "göklerin ve yerin nuru" olması da bu gerçeğe ışık tutar. Evet O, maddi
gözümüzün önünü görmesi için, güneşleri, ayları ve diğer her türlü ışıklan ya-
rattığı gibi, aklımızın gerçekleri görmesi için de her türlü delil ve bürhanları
halk etmiş, kainab hikmet ışıklanyla doldurmuştur. Gözleri görmeyen bir
.imanın elinden tutup onu doğruca istediği yere götürdüğümüz gibi, Allah da
yaratbğı sayısız delillerle aklımızın elinden tutar gerçekiere ve en doğru yola
iletir. O, Kendisinden başka ilah bulunmadığına şahitlik eder. O'nun şahitli­
ğinden daha kesin ve daha ikna edici hangi şahitlik olabilir ki? Çünkü, başka
şahitler, müşahede ettikleri nesne veya olayın sadece dış görünüşünden ha-
berdardırlar. O ise, her şeyin özünü ve iç yüzünü hakkıyla bilir.

Allah Burhan'dır. Çünkü, k.iinab sayısız delillerle donatmış, varlık ve aza-


metini gösteren yolu bütün genişliğiyle aklın önüne açmışhr. O'nun halk ettiği
kevni delilleri rehber edinen, birer hakikat kandili olarak gönderdiği peygam-
berlerinin izini tutan ve birer manevi ip gibi indirdiği semavi kitaplanna dört
elle yapışan insanlar, bir an olsun yollanru şaşırmadan doğruca O'nun İlahi
derg.ihına varır, ebedi saadete ererler.

Allah, zahyla zabna delalet eder. Allah'ın akıl gözünün önüne serdiği sayı­
sız deliller olmasaydı, O'nun ne olduğu bilinmezdi. Allah'ı, O'nun bildirdiği
ve yol gösterdiği biçimde tanımak gerek. Aksi halde O'nu tanıyorum diye,
başka ilahiann peşinetakılmak kaçınılmaz olur. Hakkı ararken bahlm kucağı­
na düşülmekten kurtulunmaz.
Kur'in ve Hikmet ı,ıQındl CEVŞEN ŞERHI • 53

.. , • .J

s/6. Yi Sultin! 0 ı)Uı.J...:, Ç

Allah Sultan'dır. Yani varlık memleketinin sahibi, idarecisi ve çekip çeviri-


cisidir. Bütün yaratıklar, hem O'nun mülkü, hem kullan ve hem de mülkünde
çalışan hizmetkarlandır. O'nun saltanab ezelden ebede kadar mevcud ve ba-
kidir. O sadece mülk, yani mahlukabn dış görünüşü üzerinde hakim ve sultan
değil, aynı zamanda melekut, yani mahlukahn iç yüzü ve hakikatleri üzerinde
hakim ve sultandır. Her şeyin dizgini O'nun elinde, her şeyin anahtan O'nun
yanındadır. Her şey O'nun emir ve iradesiyle halledilir. O'nu bulan, her türlü
muradına ermiştir. Hadsiz elemlerden ve korkulardan kurtulmuştur. O'nu yi-
tiren ise, her şeyi yitirmiştir. Çünkü, bir memleketin sultaruru razı edenin, o
memlekette her işi görülür, rahat eder. Sultanı gücendiren ise, bütün ahaliyi
memnun etse bile önemsizdir. Çünkü, işinin görülmesi yine sultanın izin ve
müsaadesine ba~lıdır.
,
S/7· YiSübhin! 0 .J~Ç

Allah'ın bir ismi de Sübhan'dır. Her türlü şeriklerden, kusurlardan ve ek-


sikliklerden uzak ve münezzeh, bütün mukaddes isimlerle muttasıf demektir.
İnsan, hayret ve şaşkınlık uyandıran bir nesne veya olay karşısında "Sübhanal-
lah!" der. Bununla, Allah'ın her şeye kildir oldu~u, çünkü bütün eksiklik ve
kusurlardan münezzeh bulunduğunu dile getirir. Böylece hayret ve şaşkmlı~­
nı bir parça olsun dindirir.

Sübhan'm başka bir anlamı daha vardır. O da, Kendisine do~ süratle ko-
şulan ve emirlerine itaatte acele edilen demektir. Kamat deryasmda her varlık
denizlerdeki balıklar gibi O'na do~ru kulaç ahp yol alır, her ruh engin rahmet
okyanusunda O'nun huzuruna doğru yüzer.
,
s/8. Ya Müsteint 0 .J~ Ç

Kendisinden yardım istenen ve yardım beklenen demektir. İstiane masta-


nndan ism-i mef'uldür. İstiane, Kur'an'da sadece Allah'tan dilenen bir yardım
olarak ele alınmıştır. Kullardan istiane yapılmaz. Dolayısıyla, Müstean yalnız­
ca Yüce Allah'hr. Allah'ın bu ismi, basit bir işte yardım isternek değil de, bir
kulluk tavn, yardıma çağınnak, yalvannak, yakannak ve istediğini gerçekleş­
tireceğine yakin besleyerek, ümitle olan bir niyaz manasını taşıyor gibidir.
(Yıldınm, a.g.e., s. 228)
S4 • Kur'In vt Hlkmtt llıOında CEVŞEN ŞERH i

Müstean vasfı Kur'an'da iki yerde geçer. İkisi de mutlak manadadır. Yani
sebepler tükenip kesilince, sadece Allah'tan yardım istenilerek O'na yönelmeyi
bu ayetler öğretir. Birinde, Hz. Yakub'un oğulları, Hz. Yusuf'un kana bulanmış
gömleğini getirip, onu kurt yediğini söyleyince o: "Sabır güzel şeydir. Anlattık­
lanmza karşı Müstean ancak Allah'br!" der. (12:18) Razi, bunu Fatiha'da geçen
ve "Ancak Sana kulluk ederiz" ifadesinden sonra yer alan "Ancak Senden yar-
dım dileriz!" ayetine benzetir. (Razi, a.g.e., XVIII, 106) Yani, nasıl ki, kul sadece
Allah'a ibadet edeceğini söyleyince, bunu bile kendi güç ve kuvvetiyle yapa-
mayacağını, bu konuda da O'nun yardımına muhtaç olduğunu belirtmek için
"Ve ancak Senden yardım dileriz!" diyorsa, Hz. Ya'kub da "Sabır güzel şey­
dir." dediğinde, buna da ancak Allah'ın yardımıyla muvaffak olunabileceğini
belirtmek istiyor. Öbürü ise, Hz. Muhammed'in dilinden dökülen bir münacat-
ta geçer: "Peygamber: 'Rabbim! (Kavmimle) aramızda hakla hükmeyle. Söyle-
diklerinize karşı Müstean ancak Rahman Rabbimizdir." (21:1 12) Bu vasıf, iki
peygamberin niyazmda yer alan ve bilhassa duada anılması telkin olunan bir
isimdir.
Her varlık, her şeyinde ve her işinde Allah'ın yardımına muhtaçtır. Ya
ihtiyac-ı fıtri, ya ısbrar lisanı veya sözlü olarak O'ndan yardım diler. Bütün ka-
inattan Allah'ın dergcihına doğru bir dua, niyaz ve yakanş akar durur. Çünkü,
hiçbir varlık hiçbir an O'ndan ihtiyaçsız kalamaz. O gerek toplu olarak ve ge-
rekse fert fert varlıklardan yardımını bir anlık çekse her şey derhal yok olur.
O'nun için farkında olalım veya olmayalım, her an Allah'tan yardım istemekte
ve dergcihına sığmmaktayız. O bütün dualann ve yardım dileklerinin tek kapı
ve kıblesidir.

5/9· Ey menn ve beyan Sahibi! 0 ~Qij ~1 1~ Ç

Bu vasıfla Allah'ın menn ve beyan Sahibi olduğu belirtiliyor. Menn, daha


önce Mennan isminin açıklamasmda geçtiği gibi, ata, lutuf, ihsan, nimet ve iyi-
lik anlamianna gelir. Allah, her türlü ata, lutuf, nimet, iyilik ve ilisanın gerçek
sahibidir. Bu tür şeyler her kimden kime gelse aslında kaynağı Allah'ın rahmet
hazinesidir. Çünkü Allah, yapacağı iyiliği ya doğrudan doğruya veya bir baş­
ka yarabğı vasıtasıyla yapar. Buna göre, iyiliğin, nimet ve ihsanın kaynağı gibi
görünen bütün varlıklar aslında Allah'ın rahmet hazinesinin birer kapıası, he-
diyesini bize taşıyan birer hizmetçisi, nimet bohçasmı getiren birer emirher ne-
feridir. Bu isim bütün nimet ve iyiliklerin gerçek kaynağına işaret ederek, bü-
tün hamd ve teşekkürterin doğrudan doğruya ve öncelikle O'na yapılmasının
lüzumuna parmak basıyor.
K ur • ~n v r H ı k m rt 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 55

Bu isimde geçen beyan kelimesi ise, keşfetme, açıklama ve ortaya çıkarma


anlamına gelir. Allah beyanın da sahibidir. Bu alem baştan başa bir açıklama
ve keşfetme iradesinin ifadesidir. Allah bu maddi alemi yaratmakla bazı gizli
gerçekleri ifade etmek istiyor. Görünen alem görünmeyen alemler üzerinde bir
tül perde gibi gerilmiştir. Akıl gözümüzü bu alemdeki varlıklara iyice yaklaş­
brdıkça arkalarında daha derin ve engin manalan görmekteyiz. Kısaca bu ale-
min bu şekliyle yaratılması fiili bir beyan ve açıklamadır. Allah hem fiilen o
varlıklan ortaya çıkarmış, hem de o varlıklan birer kandil yaparak, onlar vası­
tasıyla başka gerçekleri açıklamışhr. Bu kainahn diğer bir adı da "Alem" değil
midir? Alem, işaret ve nişan demektir. Demek ki bu kainat bazı gerçekiere gö-
türen bir işaret, delil ve nişandır. Alemin yarabcısı ve sahibi Allah olduğuna
göre, Allah beyan sahibidir.
Allah'ın beyan sahibi olması başka bir açıdan da ele alınabilir. O hem kitap-
lar ve peygamberler göndererek bizzat kendi muradını açıklamış, hem de bü-
tün yarabklarına birer özel anlaşma ve kendilerini ifade etme vasıtası vererek
maksatlannı açıklama yeteneğini bahşetmiştir. Evet bütün canlı varlıklar bir-
birleriyle bir bakıma konuşup anlaşma yeteneğiyle donahlmışlardır. Hepsi de
birbiriyle duygu alışverişinde bulunabiliyorlar. Özellikle kendi hemcinsleri
arasında bu alışveriş son derece mükemmeldir. İşte bütün bu kendini açıklaya­
bilme yeteneğinin sahibi ve ihsan edecisi Allah'br. Yoksa, mesela basit bir yu-
murta sansından yarahlan kuşlann cıvıldaşarak anlaşmalan, bir su damlasın­
dan yaralılan insanların meramlannı en güzel bir şekilde birbirlerine aktarma-
lan mümkün olur muydu? Kısaca özellikle bütün zişuur kullarına, idrak, be-
yan ve ifade-i meram nimetini ihsan eden Allah en büyük beyan sahibidir.
Bu isim, beyanın ne büyük bir nimet olduğuna da işaret ediyor. Çünkü bü-
tün iyilik, ihsan ve lfıtuflar demek olan "Menn" bir tarafa konulmuş, beyan ise
onun karşısına yerleştirilmiştir. Rahman Sfıresi'nde, "(Allah) insanı yarath ona
beyanı öğretti." (Rahman: 4) buyrulurken aynı gerçeğe işaret edilmiyor mu?

s/ıo. Eyeman Sahibi! 0 ~~~~~~ Ç

Eman, hıfz, himaye, imdat, yardım, emniyet ve güven anlamlarına gelir. Al-
lah' ın eman sahibi olması, yarahklarına karşı her türlü hıfz, himaye, imdat,
yardım imkanına sahip olduğunu; onlan her türlü korku ve tehlikeden emin
kıldığını ifade eder. Allah'ın kullarına imdadı olmasa ve onlan her türlü tehli-
ke ve korkudan emin kılmasaydı bir saniye olsun hayatta kalmak mümkün
olur muydu. Çünkü hayat baştan başa tehlikelerle doludur. Hayat ve hayattaki
her yaratık bir oluşun ifadesidir. Bir şeyin var olabilmesi ve varlığını sürdüre-
bilmesi, her an İlahi imdadı gerektirir. Vücudumuzdaki hücrelerin gıda ihti-
56 • Kur'an we Hikmet lşıOında CEVŞEN ŞERH i

yaçlanru kuru bir topraktan yarabp kendilerine yetiştirmekten tutun da gökte-


ki yıldız ve gezegenlerin boşlukta tutulması ve kendilerine göre enerji ve ışık­
lannın onlara temin edilmesine vanncaya kadar her türlü ihtiyaç Allah'ın im-
dat ve yardımıyla yerine ulaşmaktadır. Özellikle canlı varlıkların etrafırusaran
mikroplardan, gökteki kuyruklu yıldızlara dek ne kadar çok düşman vardır!
Allah kullanru bütün bu tehlikelerden himaye etmekte ve belirlenmiş hayat
sürelerini tamamlayıncaya kadar onlan sürekli korumaktadır.
Allah'ın eman Sahibi olması, ahirette daha açık bir şekilde mürnin kullarına
karşı tecelli edecektir. Onlann yardımına koşacak, onlan himaye edecek ve bü-
tün korku ve minnetlerden onlan ebeciiyen emin kılacakbr.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-6-
, ~ .
0 ~: ;.1ı..~ :~ ~ 2 1Y:;.. ç
6/ı. Ey her şeyin, azameti karşısmda mütevaziyine boyun eidili!

Allah öyle bir kudret ve azarnet sahibidir ki, istisnasız bütün varlıklar
O'nun büyüklüğü karşısında teslim olur, boyun e~er, itaat eder.
Milyonlarca seneden beri güneşimizin bir lamba ve soba olarak hayata hiz-
met etmekte bir anlık kusur etmemesi, ayın bir takvim ve gece lambası olarak
mütevazıyane çalışması, dünyamızın bir kaç hareketiyle hem mevsimleri, hem
gece ve gündüzü netice verecek şekilde bıkıp usanmadan bir mevlevi gibi dö-
nüp durması; öte yandan bitki ve hayvanlardan her birinin hayat programlan
çerçevesinde bir an bile görevinden geri kalmaması büyük bir tevazu, mahvi-
yet ve itaatkarlı.kla hayat sahnesinde vazifelerini sürdürmeleri bu İlahi vasfın
ne kadar doğru ve geniş muhtevalı olduğunu göstermeye yeter.

6/2. Ey her şeyin, kudretine teslim oldujul

Zerrelerden yıldızlara kadar her şey, O'nun ezeli kudretine karşı nihayet
derecede itaatkar ve musahhardır. En büyük şey en küçük şey gibi o kudrete
Kur'In •e Hikmet Jııgında CEVŞEN ŞERH! • 57

boyun e~er. Baharda, koca yeryüzü bir bahçe gibi, bahçe bir saksı gibi kudreti-
ne boyun eğerek neşv ü nemaya mazhar olur, hadsiz bi~ki, çiçek ve canlılarla
donanır. Bir baharda yarathğı karasineklerin sayısı Hz. Adem'den tutun ta kı­
yamete kadar gelip geçecek bütün insaniann sayısından daha fazladır.
Işı~ saniyedeki hızı 300 bin kilometredir. Yaratıldığı günden beri ışığı bize
doğru geldi~ halde henüz dünyarmza ulaşmayan yıldız ışıklan vardır. Karna-
tın genişliğine bu örnekle bir derece bakılabilir. İşte böylesi uçsuz bucaksız bir
kainattaki rakamlara sı~az yıldız, gezegen ve sistemleri ayakta tutan, birbiri
etrafında ve iç içe döndürerek birbirine çarptınnayan, her birisine gerekli ener-
ji ve yakıtı aksatmadan sağlayan bir Kudret' e hangi varlık boyun e~ez?
Öte yandan sayısız atom, molekül ve elementleri seferber ederek hadsiz
canlı varlıklarm hücre, doku ve vücut sistemlerini dokuyan bir kudrete hiçbir
şey ağır gelir mi? Elbette hayır!
. ,
0 ~~:~jbj~:;ç
6/3· Ey her şeyin, izzetine tevazuyla boyun eğdiği!

İzzet, bazen şiddet ve kuvvet, bazen değer yüksekli~ veya nadir olmak an-
lamlanna gelir. Kısaca ABah'ın izzet sahibi olması, Kendisine üstün gelineme-
yecek derecede güçlü olması, eşi ve benzeri olmaması, irade ettiği hiçbir şeyin
kendisine imkansız bulunmaması, cezalandıracağı ve intikam alacağı hiç kim-
senin elinden kurtulamaması demektir.
Bu anlamda aziz olan Allah'ın izzeti karşısında her mahluk sonsuz bir
mahviyet ve hiçlik içindedir. O'nun izzetine dayanmayan her şey zelil, değer­
siz ve önemsizdir. Mahlukatta görülen izzet panltılan da O'nun sonsuz izze-
tinden birer akistir. Onun içindir ki, bütün yaratıklar sonsuz bir zillet ve mah-
viyet içinde O'nun sınırsız izzeti karşısında boyun eğer, itaat ederler.

6/4· Ey her şeyin, azametine fiilen ve bedenen boyun eidiii!

Bu vasıfta geçen "Heybet" kelimesi sözlükte şu anlamlara gelir: Azamet.


Hünnetle beraber korku hissini veren hal. Sakırup korkulacak hal..
Yine bu vasıfta yer alan "Hada'a" kelimesi ise, birine bedenen, zahiren ve
fiilen itaat etmek ve boyun e~ek anlamına gelen "Hudu"' mastannın mazi si-
gasidir.
Buna göre, Allah öyle büyük ve muhteşem bir saltanat sahibidir ki, bütün
mevcudat istisnasız O Yüce saltanat altında büyük bir hürmet ve korku hali
58 • Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hi

içinde hükmüne boyun eğmekte ve her türlü icraabna itaatte bulunmaktadır­


lar.
Mükellef olan cin ve insaniann ihtiyari, yani kendi tercihlerine bırakılan fiil-
Ieri dışmda canlı ve cansız bütün varlıklar fıtri ve İlahi birer kanunla itaat al h-
na alınmışlardır. Hiçbir varlığın kendisi için çizilen o fıtri kanuniann dışına
çıkması mümkün değildir. Sadece insanlar ve cinler, mükellef olduklan için
imtihan gereği bazı fiilerinde hür bırakılmışlardır. Yüce Allah bu fiilleri de ba-
şıboş bırakmamış, gönderdiği şeriatlerle bir ölçü ve sınır altına almışbr. İnsan­
lar ve cinler bu sınırın dışına çıkabiliyorlarsa da bu, imtihan gereğidir. Zaten
bunlar da Allah'ın ilmi, kudreti ve meşieti dışmda cereyan etmez.

0 .,... ;;...~~ı. . , '-"• ~ ~~


~ ~- -
~ 'ı~:, ,
""! ':!
~\A,, .....
1'

6/s. Ey her şeyin, hikiıniyetine boyun eğdiği!

Bu vasıfta geçen ve bizim "hakimiyet" diye tercüme ettiğimiz "mülket/mil-


ket" kelimesi, kullar ve köleler üzerindeki mülkiyet ve hakimiyet anlamına ge-
lir. (Müfredat, s. 473) Buna göre bu vasıf, cin, insan ve meleklerden meydana
gelen bütün akıl sahiplerinin, Allah'ın saltanat ve hakimiyetine büyük bir inkı­
yadla boyun eğdiklerini ifade ediyor. Sayıları hiçbir rakama sığmayan çeşit çe-
şit melek ve ruhaniler, bütünüyle Allah'a itaat ve inkıyad halindedir. Cinler ve
insanlar da zahiri ve bahni fonksiyonlannın büyük bir kısmıyla Allah'a ister is-
temez itaat ederler. Geri kalan ihtiyari fiilerinde de mürninler yine Allah itaat
ederler. Kafirler vefasıklar ise sadece ihtiyari fiilieriyle bu emirlere ters hareket
ederler. Bu da zaten O'nun ilmi, meşieti ve kudreti dahilinde cereyan ediyor.
Allah dilemezse, insan, değil küfür ve isyana sapmak, bir an olsun varlık saha-
sında bile duramaz.

........... ,ı.J ", .......


O ~~ ~ :ı.rı ~ ı:,ıb ı:ı-- ç
6/6. Ey her şeyin, korkusundan zilletle boyun eğdiği!

Bu vasıfta
geçen "Dane" fiilinin mastan "devn" ve "dun" gelir. Manası ise,
değersiz,hakir ve zayıf oldu; boyun eğdi, son derece ittat etti, şeklindedir.
(Mu'cemu'/-Vasit, c. 1, s. 305)
Bu tanımlar ışığında bu vasfı şöyle açıklamak mümkündür: Havf ve haşyeti
albnda her şey, nihayet derecede zelil ve itaatkardır. O'nu tanıyan ve bilen kişi,
kendi nihayetsiz hiçliğini, aczini, fakrmı ve zilletini anlamakta gecikmez. Bu-
nunla da kalmayarak O'nun bütün emir ve hükümlerine kayıtsız şartsız teslim
olur. O'na itaatsizliğe ve hele fani vücudunda bir varlık hissetmeye asla cesaret
edemez. O'na dayanır, O'na güvenir, bütün hayat yükünü O'nun kudret ve
Kur'An ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 59

rahmet gemisine bırakır, O'nun kendisinden istedi~ yapar, gerisine hiç ka-
nşmaz. Böylece sonsuz bir huzur ve rahatlık duyar, saadetle kabir kapısını ara-
layarak ebedi hayata girer.
Tıpkı annesinin şefkat dolu tokatlanndan korkarak sürekli olarak O'nun
huzur dolu kucağına kendisini atan ve bir an olsun annesinin emirlerine karşı
gelmeyen yavru gibi tatlı bir korku hissiyle Rabbinin eelalinden cemaline, ga-
zabından nzasına, azabından mükafatına sığınu ...

6/7· Ey korkusundan dailann parçalandılı!

Allah eelaliyle bir yere tecelli etmeye görsün. O böyle tecelli etti~ an karşı­
sındaki nesne büyük bir dağ bile olsa korkusundan paramparça olur. Nitekim
A'raf Suresi'nin 143. ayetinde belirtildiği gibi, dağa tecelli edince onu param-
parça etmiştir. Hz. Musa da bu manzara karşısında kendini tutamayarak ba-
yılmış, kendisine geldiğinde şöyle demişti: "Seni noksan sıfatiardan tenzih
ederim, Sana tevbe ettim. Ben inananların ilkiyim."
Yine Haşr Suresi'nin 21. ayet-i kerimesinde şöyle buynıluyor: "Eğer biz bu
Kur'an'ı bir dağa indirseydik, muhakkak ki onu, Allah korkusundan baş eğe­
rek, paramparça olmuş görürdün. Bu misalleri insanlara düşünsünler diye ve-
riyoruz."

6/8. Ey emriyle göklerin ayakta durduğu!

Dünyamızda yaşayan mahlukabn yukansında kalan her şey sema diye nite-
lendirilebilir. Bu taruma göre, atmosfer tabakalanndan tutun da uçsuz bucak-
sız fezalarda birer top mermisi gibi uçuşan ve birbirine çarpmadan hareket
eden sayısız yıldız ve gezegenler hep sema kapsamı içine dahildir. Belki de bi-
zim tarafımızdan görülen bütün yıldızlar birinci kat semada yer alırlar ve bu-
nun dışında daha alb kat sema daha vardır. Allah'ın mülkü genişti.r. Bu gök-
yüzü gibi daha başka gökleri de içine alabilir.
İşte Allah öylesine sonsuz bir ilim, hikmet ve kudret sahibidir ki, başta at-
mosferimiz olmak üzere sayısız yıldız, gezegen ve sistemleri varlıkta ve ııyakta
tutar. Emrinde büyük bir itaat içerisinde çahşbnr. Yok olup gitmekten muha-
faza eder.
Mesela, dünyamızı saran atmosfer, eğer Allah'ın emir ve koruması sayesin-
de olmasaydı bir an olsun varlığını sürdüremezdi. Top mermisinden daha hızlı
yol alan dünyamızın etrafından dağılır, uçsuz bucaksız fezada kaybolurdu. O
60 • Kur'.ln ve Hikmet II•Oında CEVŞEN ŞERH İ

zaman insaniann gerek havasızlıktan ve gerekse uzaydan gelen sayısız zararlı


ışınlann, gök taşlannın bombardımanı sebebiyle ne hile geleceklerini düşün­
mek bile dehşet vericidir.
Bir insan olarak bir kilo atıdığında bir cismi bir saat bile elimizle yukanda
tutanuyoruz. Ama Allah'ın kudretine bakınız ki, dünyamızdan milyarlarca de-
fa daha büyük gök cisimlerini boşlukta tutuyor, birbiri etrafında çeşitli hare-
ketlerle döndürüyor ... Hepsini ayakta ve varlıkta muhafaza ediyor. Ne büyük
kudret ve ne muhteşem emir ve irade!

6/9· Ey arzın, izniyle istikrar bulduiu! 0 ~~~~;~ı ~:a: ·. 1ı:;~

Zemin adı da verilen yerküremizin şimdiki kararlı hi.lini bulması. üzerinde


yaşanabilir bir vaziyet alması Allah'ın izin ve emriyle olmuştur. Bu detişik açı­
lardan açıklanabilir: Bilinditi gibi dünyamız güneşten kopmuş bir ateş kütle-
siydi. Zamanla soğudu ve katılaştı. Sotuduldan sonra tamamen su ve ma-
yi/sıvı kalsaydı, üzerinde yaşamak mümkün olmazdı. Taş gibi sert olsaydı yine
hayata elverişli olmazdı. Aksine tamı tamına şimdiki gibi değişik unsur ve
özelliklere aynlmahydı ki bitki ve hayvaniann hayabna müsait olsun. İşte
dünyamız bu özellikleriyle ve Allah'ın izniyle istikrar bulmuştur.
Öte yandan dünyamız top mermisinden daha hızlı bir şekilde hem güneşin
etrafında ve hem de kendi ekseni etrafında çok çeşitli hareketler yaparak dön-
mektedir. Buna ratmen öyle bir istikrar bulmuştur ki, üzerinde yaşayan başta
insanlar olmak üzere diğer canlı varlıklar bunu hissetmiyor bile ... Onlan sars-
mıyor, rahatlarını bozmuyor ve kendilerini uzaya fırlatmıyor. Tam bir istikrar
içerisinde hareketlerine devam ediyor.
Yine dünyamızın dörtte üçünün denizlerden meydana gelditi biliniyor.
Dünya yuvarlak olduğuna göre bu denizler tamamen boşlukta ve her an dö-
külmeye elverişli olarak dünyanın çevresinde durmaktadır. İşte Allah'ın izniy-
le bu durum da olmamakta ve dünyamız gerek atmosferi ve gerekse denizle-
riyle hiçbir kazaya meydan vermeden yoluna devam edip gitmektedir.
Öte yandan dünyamızın merkezi harareti binlerce dereceye varan bir ateş
kitlesiyle ve çok kızgın madenlerle doludur. Hatta bu kitlelere göre dünyamı­
zın kabuğu oldukça incedir. Kısacası dünyamız patlamaya hazır bir bomba gi-
bi durmaktadır. Ama bu bomba hiç patlamamakta ve Allah'ın izniyle insanlara
(her türlü ihtiyaçlarını da barındıran) bir gemi gibi yol almaya devam etmek-
tedir. Dünyamız bu yönüyle de tam bir istikrar içerisindedir.
Bütün bu saydıklan.nuzın belli sebeplerle izah edilebileceği ileri sürülebilir.
Fakat bu sebepleri devreye sokan, onlan belli bir hedefe yönelik olarak çalıştı­
ran bir Müsebbibü'l-Esbab vardır. Her şey O'nun izni ve emriyle gerçekleş­
mektedir. Bu da hiç kimse tarafından inkar edilemez.
Kur'.ln vf Hlkmfl l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 61

. . ,'...., JAI, ,
~ ,.,,, . , ,,
"
0 ..,....-~ ...
ıS~
, J ıJA ':!
6/ıo. Ey memleketinin ahalisine zulmebneyen!
Kainat Allah'ın memleketidir. Yani hüküm ve saltanatının tecelli yeridir.
Burada yaşayan bütün varlıklar da o saltanatın sahibi sultanın himayesi altın­
da hayat süren birer raiyyet ve ahalidir. Allah'ın, memleketinin ahalisine zul-
mebnesi, onlann hakianna tecavüzde bulunması düşünülemez. Çünkü O, sa-
dece memleketin de~il, ahalinin de yarahası, sahibi ve çekip çeviricisidir. On-
lara ait ne varsa hepsi O'nundur. Onlar, hem O'nun mülkü, hem memlUku ve
hem de mülkünde çalışan hizmetkarlandırlar. Yani kısaca onlann Allah'a karşı
hak dava etmeleri haksızlık olur.
öte yandan Allah, Adil-i Mutlak'br. Zulmü kendine haram kılmıştır. K.ii-
natta her şeyi yerli yerince yaratması, her varh~ layık oldu~ cihaz ve duyu-
lada donatması, her hak sahibinin hakkını mükemmel şekilde belirleyip hima-
ye etmesi O'nun sonsuz adaletinin en açık öme~ de~ midir? Allah bizzat kul-
larına zulmetmekten münezzeh oldu~ gibi, onların haklannı birbirinden al-
mamaktan, birinin öbürüne zulmetmesine göz yummaktan da son derece mü-
nezzeh ve alidir. Ahiretin icadı bu zulümleri temizlemek ve haksızların cezası­
nı vermek içindir.

Kısacası Allah, memleketinin ahalisine zulmetmekten ve hukuklarını zayi


etmekten hadsiz derecede münezzehtir. Hiçbir zulüm hiçbir şekilde O'na bula-
şamaz.

"Sen hn türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-


lunmayan. Eman vn bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-7-

7/t. Ey hataları baiışlayan! 0 çlia.;ıjı ~U. Ç

Allah hatalan ba~şlayandır.Hata, burada günah manasındadır. Allah kul-


larının günahlarını mağfireteder. Onlan, Settar ismiyle örter ve bu günahlar-
dan dolayı onlan cezalandırmaz. Allah'ın, kullarını ma~firet etti~i hususu da-
ha önce Hayre'l-~afirin vasfını açıklarken (3. Bendin 1. kelimesinde) geçti~
için burada kısa kesiyoruz.
b2 • Kur'in Ye Hikmet li•Oında CEVŞEN ŞER HI

7/2. Ey belaları kaldıran! Q Ç~l ~~ Ç


~

Bu vasıfta geçen ve bizim "kaldıran" manasını verdi~iz "keşfeden" keli-


mesi iki anlama gelir. Birincisi, bizim tercümede verdiğimiz şekilde "kaldıran",
"defeden"; diğeri ise, "Belarun gerçek mahiyetini ortaya çıkaran, yüzünden
perdeyi çekip kaldıran."
Bela ise, sözlükte şu manalara geliyor: Afet. Sıkınb. Tasa. Kaygı. Musibet.
Nikmet.
Bütün bu manalann yanında bela, bir de imtihan anlamına geliyor. Zaten
bu iki farklı gibi görülen mana aslında birbirini tamamlar niteliktedir. Yani, in-
sanın başına gelen her felaket, musibet, sıkınb ve tasa aslında onun için bir im-
tihandır. O belayı veren Allah, kulunu deniyor. Sabırla o belayı göğüsleyip, is-
yana sapmadan, kulluk görevini unutmadan ve kendisini kaybetmeden daya-
nıp dayanmayacağını imtihan ediyor.
Bu açıklamalardan sonra Allah'ın "Belalan keşfedici" olması vash daha iyi
anlaşılıyor. Allah zamanı geldiğinde ve musibet vazifesini tamamladı~da be-
la, sıkınb ve musibeti defeder, kaldırır. Derdi veren O olduğu gibi dennam ve-
ren de O'dur. Nice onulmaz gibi görülen hastalıklara şifa verir ve birçok kulu-
nu ölümün eşiğinden geri döndürür. Bu, O'nun kudret ve rahmetine ağır gel-
mez. Aynca, gönderdiği peygamberleri, indirdiği kitaplan ve verdiği akıl ni-
metiyle kullarına felaket ve musibetlerin gerçek mahiyetini göstermiştir. Sun-
Iann birer imtihan vesilesi olduğunu bildirmiştir. Kısaca belalann üzerindeki
örtüyü kaldırıp hakikatını kullarına gösteren O'dur.

7/a. Ey ümiderin son mercii! 0 Çl;.-~1 uıf: ~: Ç

Bütün canlıların bütün arzu, emel, ümit ve ihtiyaçlarının ilk ve son mercii
Allah Teala' dır. Özellikle insanların sonsuza kadar uzanıp giden arzu ve emel-
lerini karşıtayabilecek yalnız O'dur. Özellikle sebepler bütün bütün sükut
edip, insanın hiçbir dayanağının kalmadığı naçar kaldığı anlarda o sonsuz
ümit kaynağı bütün parlaklığıyla tecelli eder. Karanlık gecede, uçsuz bucaksız
bir deryada, balığın karnma düşen Hz. Yunus'un hali buna en açık örnektir.
Esbap (sebepler) bütünüyle devreden çıkınca Ehadiyet sırn tecelli etti ve tek
bir ümit kapısı kaldı. O kapı da böyle anlarda ardına kadar açılıyor. Yeter ki
kul, bunun şuurunda olsun ve o kapıyı niyaz ile çalsın.
Kul, Allah'a karşı daima ümitli olmalıdır. Rahmet esintilerini her an bekle-
melidir. Fakat azabından da asla emin olmamalıdır. Bu dengeyi korumak çok
önemlidir. Bir tek kişinin Cennet'e gideceği söylense insan o kimsenin kendisi
olabileceğini ümit etrneli, bir tek kişinin de Cehennem'e ahlacağı söylense bu-
nun da kendisi olabileceğini düşünüp korkmalıdır.
Kur'in ve Hikmet llıOında CEVŞEN ŞERH i • 63

7/4· Ey batışiarı büyük olan! 0 Çu.JI .:Jr Ç

Allah'ın ata, lutuf, ihsan ve bağışianna nihayet yoktur. Her varlık özellikle
canlılar ve hele insan O'nun nimet ve ihsan deryası içinde yüzmektedir. Al-
lah'ın bağış ve nimetlerini değil tek tek, toptan bile sayıp bitirmek mümkün
değildir. Mesela, vücudumuzdaki her bir hücre, doku, organ, duyu ve duygu
bizim için birer nimettir. Ayrıca her birisi yine Allah'ın nimeti olan hayat şart­
ları ve nzıklarla varlıklarını sürdürüyorlar. Mide bir nimettir, mideyi okşayan
ve kupkuru bir topraktan yaratılan sayısız yiyecekler ayrıca birer nimettir. O
nimetierin ortaya çıkmasına vesile olan yerküresi biz insanlar için üçüncü bir
nimettir. Yerküresinin güneş sistemi içerisinde şu andaki yerini ve ahengini
bulup sürdürmesi başka bir nimettir. Kısaca nimetler bir gül goncasının yap-
raklan gibi bizi sarıp sarmalamıştır. Böylesine bize nimet eden bir zabn bağış,
ihsan ve lutuflanna nihayet olabilir mi?

7/5· Ey hediyeleri her tarafı kaplayan! 0 Çl~l el) Ç


Allah'ın rahmet hazinesinden çıkan ve kulları için hazırlanan hediyeler kai-
natın her tarafını doldurmuştur. Yeryüzünü bir nimet sofrası, bahan o sofra
üzerinde bir deste gül haline getiren, her mevsimde sayısız ve enva-i çeşit yi-
yecekleri canlı mahlukahnın ve özelli.kle insaniann önüne seren, dünyayı bir
saray, güneşi bir lamba ve soba, ayı bir kandil, göğü bir kubbe, sayısız yıldızla­
n ise bir avize hıiline getiren ve kullarını böylesine mutena ikramlarla ağırla­
yan bir rahmet ve kerem Sahibi'nin hediyeleri ne geniş ve ne engindir!
Bu hediyeler kıiinatın dört bir yanından ve hatta kıiinat ötesi alemlerden bi-
ze gönderilmektedir. lşığımız güneşten gelmekte, teneffüs ettiğimiz hava kim
bilir hangi dağın zirvesinden esmekte, yediğimiz balıklar hangi deryanın engin
sularından çıkmaktadır!

Hele Kur'an öyle bir hediyedir ki, bütün hediyeler onunla değer kazanır. O
Kur' cin'ın bize ta nereden gönderildiğini ise akıl ve id rak, anlamak ta güçlük
çekmektedir. Böylesi eşsiz hediyelerle bizi ağırlayan Rabbimize sonsuz şükür­
ler olsun!

7/6. Ey mahlu.kata nzık veren! 0 Çl,;.jl 2;_;1.) Ç

Allah, nzka muhtaç bütün mahlukat türlerinden hiçbirini unutmayarak ayrı


ayn rahimane nzıklandırandır.
64 • Kur'in vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

717· Ey ölümleri takdir eden! 0 ÇF ~ iı ~ll Ç

<?, bü.~ canlılarm ömür sürelerini belirleyen, ecellerini tayin eden, hayat
vazıfelenru tamamlayan her canlının. önceden kararlaşbrdığı ölümünü gerçek-
leştirendir.

7/8. Ey şikAyetleri işiten! 0 Çl~l ~t.::, Ç

O, her dertlinin .ihını işiten, her mazlumun şikayetini dinleyen ve hepsine


en uygun şekilde karşılık verip imdatlanna yetişendir.

7/9· Ey ordular gönderen! 0 Çl~l ~Ç Ç

Bizim "gönderen" diye tercüme etti~imiz "B.iis" kelimesi iki anlama gel-
mektedir. Birinci manası dirilten, ihya eden; ikinci anlamı ise bizim tercih etti-
ğimiz şekliyle, gönderen. Allah hem sayısız ordulan yoktan var edip diriltiyor.
Hem de emrinde çalışbrdığı ordularını düşmanlannın üzerine gönderiyor.
Şimdi bu gerçeği birazak açıklayalım: Göklerin ve yerin bütün ordulan Al-
lah'ındır. Bütün mevcudat türlerini birer muntazam ordu h.ilinde icad etmekte
ve emrinde çalışbnnaktadır. Her bahar yüzbinlerce zihayat ordularını ayn ayn
erzaklan, elbiseleri, cihazatlan, talim ve talimatlanyla haşredip yeryüzüne
gönderen O'dur. Bu O'nun görünen ordulan. Bir de görünmeyen ordulan var-
dır. Bunlar da sayısız ruhaniler ve meleklerdir. Allah görünen ve görünmeyen
ordulanyla dilediği kuluna yardım eder. Allah'ın bunca ordularıyla destekle-
diği kullanru yenebilecek kim vardır? O'nun sayısız ordulanndan bir tek fert
bile koca bir zorba zalimi yere serebilir. Bir sivrisinek bir Nemn'id'u öldürür.
Bir kannca bir Firavun'un sarayını yıkar. Gözle görülmeyecek kadar küçük bir
mikrop zalim bir diktatörü Cehennem' e yuvarlar.
Bedir Harbi'nde ve daha başka nice İslami savaşlarda meleklerin yardımı
görülmüş ve bunlardan alınan destekle k.ifirler ordusu darmadağın edilmiştir.

' ..1. , • .1
7/10. Ey esirleri sabveren! 0 ~Jt.::,\ll~ Ç

Allah esirleri salıveren, onlan kurtarandır. Esaret çeşit çeşittir. Nefis ve şey­
tanın esareti var. Heva ve hevesin esareti var. Şüphe ve kuruntulann esareti
var. Dünya sevgisinin esareti var. Zatimiere ve diktatörlere esaret var. Hapis-
hanelere düşmek suretiyle esaret var. Düşman ordulannın elinde esir olmak
var. Allah, kullarını bütün bu esaretlerden kurtanr. Onlan Kendine aziz bir kul
Kur'in ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞEAHI • &S

yapar. Yeter ki, halis bir şekilde ve gönülden O'na müracaat edilsin, O'nun ka-
pısı dua ve niyaz ile çalınsın. Allah kendisine hakkıyla kul olanlan başkalanna
kulluktan kurtanr. "Ey esirleri salıveren!" diye niyaz eden bir mürnin yukanda
işaret etti~iz bütün o esaretleri düşünmeli ve bunlardan kurtarması için
Rabbine yalvarmalıdır. Çünkü insan bu esirliklerden bir veya birkaç tanesine
mübtela olabilir. Bunlar da özellikle manevi ve ruhani olanlan, bazen insanın
ahiret hayabm mahvetmeye sebep olur.

, - . ,. . ,.-' ' ,
0 ~81 ~ ~ ı:>t;"il ı:>t;"il ~' 'it 4lt"i ~~
-: ,

"Sen her türlü noksan sıfatiardtın münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize muın diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-8-

8/ı. Ey hamd ve sena sahibi! O ~ GJij ~1 6 Ç


Bu cümlede geçen "hamd" kelimesi sözlükte, medih, övmek, Cenab-ı
Hakk' a karşı memnuniyet ve sevinçlerini medih ve şükür ile bildirmek anlamı­
na gelir. Allah'ın hamd sahibi olması ise, ezelden ebede kadar hangi nimet ve
iyilik vesilesiyle olursa olsun ve kimden kime yapılırsa yapılsın bütün övgüler,
medih ve senalann Allah'a ait olması demektir. Çünkü, nimetler O'nundur.
O'nun hazinesinden çıkar. ÖVgüye konu olan nimeti de, nimete vesile olan
varlıklan da, hamd ve teşekkür etme kabiliyetini de veren Allah'br. İyilik ve
nimetierin zahiri sahipleri ise birer vasıta ve vesileden başka bir şey değildir­
ler.
Sena kelimesi ise, medihle tarif, methetrnek, övmek anlamına geliyor. Allah
her türlü harnde layık ve sahip oldu~ gibi, her türlü sena, medih ve övgüye
de layık ve sahiptir. Çünkü O, hem zahnda, hem sıfatlannda, hem de fiillerin-
de mutlak kemal sahibidir. O, bu yönleriyle mutlak övgüyelayık olduğu gibi
kullanna yaphğı hadsiz lutuf ve nimetlerden dolayı da her türlü övgüye layık­
tır.

8/2. Ey mecd ve sena sahibi! 0 ~ j=:;; llj ~1 1~ Ç

Mecd, sözlükte genişlik, kerem ve ululuk anlamına gelir. (Müfredızt, s. 463)


Allah'ın Meôd sıfah da bu kökten gelmektedir. EI-Halimi, Mecid'i şöyle ta-
66 • Kur'In ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERH i

nımlıyor: "el-Meni', el-Mahmud, yani erişilmesi imkansız, kuvvet sahibi oldu-


ğu halde harnde layık olan." (Beyhaki, s. 39) Ona göre bir kimseye Mecid den-
mesi için şu iki unsurun bir arada bulunması gerekir: Ulaşılamayacak izzet ve
şevketi olacak, fakat bu şevketinin yanında güzel hasletleri ve fiileri buluna-
caktır. Allah Teila kendisine erişilmekten münezzehtir. Bununla beraber ihsan
ve in'arn eden fazl ve lutuf sahibidir ki, insan nimetlerini saymaktan acizdir.
El-Alusi ise, daha ziyade azarnet manasını tercih ediyor. (S. Yıldının. s. 169)
Sena kelimesi de, ulviyet ve yükseklik anlamına geliyor. Allah mutlak ve
gerçek bir yücelik ve yükseklik sahibidir.

8/a. Ey fahr ve beha sahibi! 0 ~ ~lj _;.,illi~ Ç


Fahr kelimesi, sözlükte övünme, yaptıklannı sayarak iftihar etme, fazilet,
büyüklük, şeref gibi anlamlara gelir.
Allah'ın fahr sahibi olması, övünmeye layık her güzellik ve kemalahn ken-
disinden gelmesi, eserlerinde bunların açıkça görünmesi demektir. Demek ki,
övünülebilecek ne kadar güzel haslet ve mükemmellikler varsa hepsi Allah'ın
eseri olup O'nun tarafından yaratılmaktadır.
Beha kelimesi ise, hüsün ve güzellik anlamındadır. Allah, fahr ve övgüye
medar her fiil ve eserin gerçek sahibi olduğu gibi, güzel ve kıymetli her şeyin
de hakiki sahibidir.

8/4· Ey abd ve vefa sahibi! 0 ~~)lj ,~ili~ Ç


Ahd sözlükte, vaat ebne, söz verme, yemin, peyman, mukavele, vasiyet, mi-
sak gibi anlamlara gelir.
Allah, bütün bu manalanyla tam bir ahd sahibidir. Hem kendisi bizzat çe-
şitli ahd ve vaatlerde bulunmuş, hem de çeşitli zamanlarda ya bütün kullann-
dan veya belli şalus veya milletlerden abitler almışbr. Mesela, bütün insano-
ğullaruu babalan olan Hz . .Adem'in sulhünden alarak "Ben sizin Rabbiniz de-
ğil miyim?" diye sormuş. Onlar da: "Evet Sen bizim Rabbimizsin" diyerek ru-
bubiyyetini ikrar etmişlerdir. Bu O'nun kullarından almış olduğu bir ahittir.
Hayata geldiklerinde insaniann bir kısmı bu sözlerine bağlı kalarak Allah'ın
Rububiyetini ikrara devam etmiş, bir kısmı da bu ahde sırt çevirerek başka yol-
lara sapmışlardır.
Aynca İsrailoğullan'ndan çeşitli abitler alnuşhr.
Bunun yanı sıra, Kendisi de birçok vaatlerde bulunmuş ve bu vaatlerini ye-
rine getireceğine söz vermiştir. Mesela, salih ve muttaki kullarnun galip ve
muzaffer olacağına dair abdi, dünyadan sonra kullaruu başka bir aleme sevk
edeceğine, iyileri mükatatlandınp, kötüleri cezalandıraca~ına ilişkin hadsiz
Kur'.\n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 67

sözleri hep bu İlahi vaatlere birer örnektir. Allah, kullanndan aldığı vaatlerin
yerine gelmesini istediği gibi, Kendisi de verdiği sözlere mutlak derecede sa-
dık ve bağlıdır. Allah sözünden asla dönmez. Çünkü sözden dönme, ya acz-
den veya vefasızlıktan gelir. Bu ikisi de Allah hakkında muhaldir. Allah'a hiç-
bir şey zor gelmez. Verdiği her sözü yerine getirmeye kadirdi.~. O'nun, kulları­
na karşı vefasızlık etmesi de mutlak kemal ve izzetine zıttır. Oyleyse Allah çe-
şitli ahitlerin sahibi olduğu gibi, bu ahitlere karşı da vefa sahibidir.

8/s. Ey af ve nza sahibi! 0 ~l1:,Jij


,
~1
,
1~ Ç

Aiv, "Suçtan dolayı cezalandırmamak" (es-Sıhah, VI, 2433) demektir. Bu ke-


lime silmek anlamına da gelir. Türkçemizde kısaca "bağışlama" diye karşıla­
nabilir. Allah'ın affetmesi, suçları bağışlamakta olduğu gibi, dini mükellefiyet-
Ieri hafifletmek ve kolaylaşhrmakla da ortaya çıkar. (2:187; 5:101; 4:43) Rıza ise,
hoşnutluk demektir. Allah, yaphğı hata ve günahlardan dolayı pişmanlık rlu-
yarak yüce dergahına dönenlere afv ve nzasıyla ikramda bulunur. Onlardan
hoşnut olur, onlan mükafatlandınr. Ayrıca herkesi gücü ölçüsünde dini yü-
kümlülüklerden sorumlu tutar. Gücü yetmeyen kullanndan bir kısım dini yü-
kümlülükleri düşürür. Bunlara da aynen o yükümlülükleri yerine getirenler
gibi nza ve mükafatla karşılık verir.

-
8/6. Ey iyilik ve ihsan sahibi! O~ Ua.;jıj ~1 1~ Ç

İyilik diye tercüme ettiğimiz, "menn" kelimesi, nimet vermek, iyilik etmek,
nza, esiri ücretsiz salıvermek vs. gibi anlamlara gelir. Ata kelimesi ise, verme,
bağışlama, lfıtuf gibi manalar ifade eder.

Allah gerçekten de sayısız nimet ve iyilik sahibidir. Rızasına nihayet yoktur.


Bunu daha önce bu manaya yakın başka isimleri açıklarken izah ettik. O, kul-
Ianna iyilik ve ihsanda bulunurken karşılığında hiçbir fayda beklemez. KuBa-
rmdan istediği dini yükümlülükler ise, kendisi için değil yine kullannın men-
faatı ve iyiliği içindir. Allah mutlak gına ve ihtiyaçsızlık içindedir. Kullarını
türlü türlü esaretlerden kurtarırken hiçbir karşılık ve menfaat beklemez.
Kısaca O, kainah dolduran hadsiz nimetler ve canlıların mazhar olduklan
atiyyeler/ba~şlar Kendi rahmet ve kereminin eseri olan sonsuz lfıtuf sahibidir.

8/7· Ey fas) ve kadi sahibi! 0 ~ 1ı ailj ~1 1~ Ç

Fasl, sözlükte, iki şeyin arasını bir açıklık meydana gelecek kadar ayırmak­
hr. (Müfredat: s. 381) Buradaki manası ise, hakla bahlın arasını ayırmak, onlar
68 • Kur'An vr Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI

arasmda kesin hükmü vermektir. (facü'l-Anls, FSL maddesi) Allah verdiği


akıl, gönderdiği peygamberler ve indirdiği kitaplada hakkı hak olarak göster-
miş ve ona sanlmayı emretmiş, batılı da babl olarak göstenniş, ondan da sakı­
nılınasını emir buyurmuştur. Aynca bu sıfah en geniş ve gerçek şekliyle ahiret-
te tecelli edecek, kurdu~ o büyük mahkemede hak ile batılı, haklı ile haksızı
birbirinden tamamen ayıracak, bu konuda en ufak bir kapalılık ve kanşıklığa
meydan bırakmayacakhr.
Allah'ın kada sahibi olması da, mahlukat arasmda vukubulan dava ve an-
laşmazlıklan adalet ölçüleri dairesinde halledip hükme bağlaması demektir.
Hakiki "kadı" Allah'tır. Beşeri kadılar ise Allah adına O'nun hükümlerini kul-
larına tatbik eden birer sebep ve vasıtadır.

8/8. Ey izzet ve beka sahibU 0 ~ LA:;jlj ~~~~ Ç

Allah, düşmanianna galip, istediğini yapmaya hiçbir şey engel olmayan ve


nihayetsiz bir üstünlüğe sahip olmanın yanında bu vasfı ve hepsi de kemal ifa-
de eden diğer bütün vası.flanyla Baki' dir. Yani daim ve ebedidir. Varlığının so-
nu düşünülemez. İzzet-i iktidanna uygun olarak ahireti yaratması da bu izzet
ve bekasının gereğidir. o alemde hem isim ve sıfatianna ebedi ayinedarlık ya-
pacak mahlukatma sonsuza kadar hayat sürme irnkfuu verecek, hem de dün-
yada izzet-i saltanatma karşı saygısızlık eden kullannı cezalandırarak izzetinin
gereğini yerine getirecektir.

8/9. Ey cömertlik ve nimet sahibi! 0 ~~:;.~llj ~_;.j11~ Ç

"Cömertlik" diye tercüme ettiğimiz, "Cud" kelimesi sözlükte, cömertlik, se-


havet, el açıklığı, muhtaçlarm durumlannı ve ihtiyaçlannı bildirmelerine mey-
dan vermeden lutuf ve ilisanda bulunmak ... gibi anlamlara gelir.
Kısaca, mecbur olmadığı h.ilde, hiçbir karşılık beklemeden ve verdikten
sonra da gönlü verdiğine takılıp kalmaksızın iyilik ve ilisanda bulunmaya rud
adı verilir. Allah bu manada mutlak rud sahibidir. Çünkü iyilik yapmaya hiç-
bir mecburiyeti yoktur. Yapbğı iyilik karşısında hiçbir şey beklemez. Verdikten
sonra bir pişmanlık ve üzüntü duyması da hadsiz derecede muhaldir. Yeryü-
zünü bir nimet sofrası yapması, had ve hesaba gelmez mahlukatını sayısız ni-
metleriyle perverde etmesi bunun en açık delilidir.
Bu vasıfta geçen "na'ma"' kelimesi de ihsan ve atiyye anlamındadır. Al-
lah'ın ihsan ve atiyye sahibi olması konusunu daha önce çeşitli vesilelerle açık­
ladığımız için burada bu kadarla yetiniyoruz.
Kur•:ın vr Hlkmrt l~ıQında CEVŞEiıl ŞER HI • 69

,., • , • (lll

8/ıo. Ey fazi ve ili' sahibi! 0 !' ':Nij ~~~~ Ç

Fazlın burada kast edilen manası cömertlik, ihsan, keremdir. Ala ise, bahşiş,
hituf, nimet, ihsan demektir. Alimler "nimet" kelimesi ile "ata" kelimesi ara-
sında şöyle bir fark bulundu~u söylerler: Nimet, Allah'ın gözle görülen za-
hiri hituflandır. Ala ise gizli lfıtuflardır. Mesela, insanın eli bir nimettir. Bu elin
fonksiyonunu yerine getirebilmesi ise bir atadır. Mesela eli bulunduğu halde,
felç gibi bir anzadan dolayı eli işlemeyen bir kimsede nimet var, fakat ala yok-
tur. Bunun gibi göz de bir nimettir. Gözün görebilmesi ise bir aladır. Meyve bir
nimet, meyvenin besleyicilik özelliğine sahip olması ise aladır.
Bu vasıftan anlıyoruz ki. Allah, kullanna açık ve gizli nimetlerini karşılıksız
olarak ve sırf İlahi fazlıyla bahşediyor. Lfıtuf ve keremiyle mahlukabrun yüzü-
nü güldürüyor.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver biu eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-9-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

9/1. Yi Mini'! Q e:~ Ç


Kısaca kötülük ve tehlikeleri engelleyen; dilemediği şeyin gerçekleşmesine
müsaade etmeyen anlamını ifade eder.
Maru', himaye eden, kurtaran, yardım eden, savunan manalarma geldiği
gibi (Abdulcevad, a.g.e., s. 213), meneden, alıkoyan, engel olan gibi manalara
da gelir. Bu isim, Kur'an-ı Kerim'de bu kalıpla açıkça geçmese de, bilhassa Al-
lah'ın himaye ediciliğini, O'ndan başka himaye edicinin bulunmadığını ifade
eden ve bu kökten gelen fiiller kullanılmışhr. Bu manada Allah "Maru"' dir;
O'ndan başka yaratıklanru koruyup kollayacak, onlara yardım edecek hiç kim-
se yoktur. Mülk Suresi'nde Allah bu gerçeği dile getirmektedir: "Rahman'dan
70 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

başka kimmiş o size yardım edecek kuvvet? İnkaralar ancak derin bir aldan-
mışlık içindedirler." (67:20) Ayet, aynı surede daha önce sayılan bütün o tehli-
keler karşısında Allah'tan başka ve özellikle de O'na karşı insanoğluna yardım
edecek, onu kurtaracak hangi kuvvetin bulunabilece~i soruyor. İnsanı dü-
şünmeye sevk ediyor. Gerçekten de insan sadece kendi vücuduna Yüce Al-
lah'ın yerleştirmiş oldu~ savuruna sistemini düşünse, O yüce kuvvetten baş­
ka hiçbir koruyucu ve savunucusunun bulunmadığını, O'nun yanında tesir ve
destek sahibi zannettiği varlıklarm adının bile anılmasının yersiz ve çirkin ol-
du~nu anlayacaktır. Şöyle ki:

İnsanın, insan vücudunun her türlü dış ve iç etkene karşı korurıma görevini
yapan donanımın laboratuvan kemik iliğidir. Savuruna görevini yapan hücre-
ler bu fabrikada üretilir. Üretim mekanı olarak burarun seçilmesi de son derece
hikmetli olup, dış etkenlerden uzak olma bakımından en güvenli yer burasıdır.
Kemik iliğinde, bir tek hücreden her türlü hücre yapılır. Normalde her hücre
kendine benzer bir hücre meydana getirdiği halde, bu hücre kendi genetik kar-
tını tamamen bırakarak apayn hücreler imal eder. Bir hücrenin kendisiyle ala-
kası olmayan apayn hücreler yapması kanunu, biyolojide tek istisna kanun-
dur. İşte insan, ana rahmine düştüğü andan itibaren ta dünyaya veda edinceye
kadar, hayahnın her aşamasında, gerek dış ve gerekse iç düşmanianna karşı
son derece hassas biçimde ve binbir özenle konınmaktadır. Anne rahminde
plasenta içerisinde dış etkilerden son derece uzaktır, dünyaya gözünü açtığı
anda, sözünü ettiğimiz dahili savunma sistemiyle donatılmış haldedir, dünya
gezegeni üzerinde de tıpkı anne rahminde olduğu gibi, bu defa da, atmosfer
denilen koruyucu zırhla, uzaydan gelen sayısız tehlikeli etkeniere karşı korun-
makta ve gözetilmektedir. Bütün bu koruma ve gözetimierin ne derece rahmet
ve şefkatle yürütüldüğü göz önüne getirildiğinde, ayette özellikle Rahman is-
mine yer verilerek, "Rahımin'dan başka şu sizi koruyacak kuvvet kirnmiş?"
şeklindeki vurgunun ne kadar yerinde olduğu daha iyi anlaşılıyor. Hadislerde
de "mani"' bu manada kullanılmıştır.
Allah'ın zatını bu sıfatla nitelendirmesirıin daha pek çok gerekçeleri vardır.
Mesela, akılları, Zat'ını idrakten menetmektedir. Hiçbir akıl O'nu tam olarak
idrak edemez.
Aynca, itaatkar kullarını sürekli müdafaa ve muhafaza eder, düşmanlarının
onlara bir zarar vermesine fırsat vermez. Dünya imtihanının gereği geçici ola-
rak zarar görseler veya mağlup edilseler de nihai zafer onlarındır.
Yine Allah, kullarına dilediğini verir, dilediğini onlardan meneder. Yani
hikrneti gereği bazı şeyleri onlardan esirgeyerek vermez. Doktor, hastasına
perhiz tutturarak bazı gıdaları vermediği gibi, Allah da sevdiği bazı dostlann-
dan dünyalık bazı güzel gibi görünen şeyleri esirger.
Kur'~n ve Hikmet 11ıQında CEV~EN ~ERHI • 71

Yine, mahlukatı, hadlerini tecavüz etmekten meneder. Helak edici sebeple-


rin onlara zarar vermesine engel olur. İşte bu ve benzeri manalan düşünülerek
bu mübarek isim söylendiğinde ne büyük hakikatierin dile getirildiği düşünül­
melidir.
İnsanın başına gelen her felaket, musibet, sıkıntı ve tasa aslında onun için
bir imtihandır. O belayı veren Allah, kulunu deniyor. Sabırla o belayı göğüsle­
yip, isyana sapmadan, kulluk görevini unutmadan ve kendisini kaybetmeden
dayanıp dayanmayaca~ıru imtihan ediyor. İşte Allah zamanı geldiğinde ve
musibet vazifesini tamamladığında bela, sıkıntı ve musibeti defeder, kaldınr,
böylece kuluna daha fazla zarar ve sıkıntı vermekten meneder.
Ayrıca, gönderdiği peygamberleri, indirdiği kitaplan ve verdi~i akıl nime-
tiyle kullarına felaket ve musibetlerin gerçek mahiyetini göstermiştir. Bunların
birer imtihan vesilesi olduğunu bildirmiştir. Kısaca belalarm üzerindeki örtü-
yü kaldınp hakikatini kullanna gösteren O'dur. Böylece de, kulunu stresler-
den, bedbinliklerden ve ruhi çöküntülerden esirgeyip meneder.
Allah, mahlukatından hadsiz düşmanlan meneder. izni dışında herhangi
bir zarann kendilerine gelmesine fırsat vermez. Hayat vazifelerini yerine geti-
rip kemal noktasına doğru ilerlerken yollannı tıkayan engelleri meneder. Me-
sela bir çekirdek meyveli a~aç olmaya, anne karnındaki döllenmiş bir yumurta
hücresi mükemmel bir insan olmaya do~ru yoluna devam ederken, onlara la-
zım olan her şeyi ulaştırdı~ı gibi, onlan yollanndan alıkoyan manialan/engel-
leri de defeder.
Allah felaketleri, gamlan, kederleri ve sıkıntılan defeden, savan ve mene-
dendir. Allah'ın koruyuculu~, himayesi ve muhafazası olmasaydı bir canlının
ve hele insanın bir an bile hayatta kalması mümkün olmazdı. Allah, insanı
hıfz, himaye ve koruyuculuğunun kundağına sarmış bulunmaktadır. Her an
uzaydan gelen sayısız zararlı ışınlardan tutun, yediğimiz gıdadan, içtiğimiz
suya kadar her yarumızı sarmış sayısız bakterilere kadar hadsiz zararlı unsur-
lardan bizi koruyan, hepsinin zararını savan, takdir ettiği ecelimiz gelinceye
kadar bizi yaşatan Allah gerçekten belaları engelleyendir.
Bu isim, her türlü zarann Allah'ın elinde olduğunu, dilediği anda bu zarar
ve sıkıntılan kaldırmaya kadir bulunduğunu, dolayısıyla bu gibi durumlarda
ilk olarak O'nun kapısının çalınması gerektiğini ifade eder.
Verenin de esirgeyenin de gerçekte Allah olduğunu bilen mümin, insania-
nn elinden bir şey elde ettiği zaman, minnettariılda aşınya kaçmaz, zillet dere-
cesinde önünde eğilmez. Aynı şekilde ihtiyacı olan bir şey kendisinden esir-
gendi~inde de, insanlara karşı kin ve nefret beslemez. Bunun mutlaka bir hik-
meti bulunduğunu, böylesinin belki de daha hayırlı olduğunu düşünerek sab-
reder. Hayırlı bir kapı açması için Rabbine yalvanr. Verenleri ve esirgeyenleri
gördü~de Allah'ın izin verdiği ölçüde övgü ve yergide bulunur.
72 • Kur'In ve Hikmet JııOında CEVŞEN ŞERHI

9/2. Yi Difi'! 0 ~~~ Ç

Dafi', defeden, meneden, ortadan engelleri kaldıran anlamına gelir. Allah,


mahlukabndan hadsiz düşmanlan defeder. İzni dışında herhangi bir zarann
kendilerine gelmesine fırsat vermez. Hayat vazifelerini yerine getirip kemal
noktasına doğru ilerlerken yollanru tıkayan engelleri defeder. Mesela, bir çe-
kirdek meyveli ağaç olmaya, anne karnındaki döllenmiş bir yumurta hücresi
mükemmel bir insan olmaya doğru yoluna devam ederken, onlara lazım olan
her şeyi ulaşhrdığı gibi, onlan yollanndan alıkoyan manialan/engelleri de de-
feder.

9/3· Yi Nafi'! (D ~'15 Ç

Nafi', sözlükte, menfaat ve yarar sağlayan anlamına gelir. Bu isim Allah'ın,


yarabklanna fayda ve menfaal verdiği, her türlü faydalı şeyi yarathğı mesajmı
taşımaktadır. Kur'in'da gerçek ve tek fayda vericinin Allah olduğu açıkça be-
lirtilmektedir.
Gerçekten de her türlü hayır ve menfaat Allah'ın elindedir. Her faydalı şey
O'nun hazinesinden çıkmaktadır. Her şeyde bir fayda, hikmet ve masiahat gö-
zetendir. Yarathklannı umulmadık şeylerden yararlandırandır. Her canlının
fayda ve çıkarlannı dileyen ve onlara ikram edendir. O'nun kudret ve iradesi
olmadan hiç kimse hiçbir konuda hiç kimseye bir yarar ve menfaat sağlaya­
maz. O'nun dışındaki varlıklar için bu ismin kullanılması mecazidir. Hakiki
Nafi' O'dur. O'nun dışındakiler ise, ancak O'nun emri, izni ve ilmi dairesinde
verdiği i.ınkinlarla başkasına fayda temin edebilirler.

Her varlık, her şeyinde ve her işinde Allah'ın yardımına muhtaçtır. Ya fıtri
ihtiyaç, ya zorda ve d arda kalmışlık lisanı veya sözlü olarak O' dan yardım di-
ler. Bütün kiinattan Allah'ın dergMuna doğru bir dua, niyaz ve yakanş akar
durur. Çünkü hiçbir varlık, bir an olsun O'ndan müstağni kalamaz. O, gerek
toplu olarak ve gerekse fert fert varlıklardan yardırnmı bir anlık çekecek olsa,
her şey derhat yok olur.
İrademiz dışında bize bu kadar fayda ve iyilik kaynak ve imkanlannı sağla­
dığı gibi, bir de, irademizle izlememiz için önümüzde bir iman ve İslam yolu-
nu açarak, dünyada ve ahirette bizi ihya edecek hayat düsturlannı elimize ve-
rerek de bize sonsuz fayda ve iyiliklerde bulunmuştur.
O, bize emanet olarak verdiği canımızı ve malımızı, duyu ve duygulanmızı,
varlık ve iınkanlanmızı Cennet karşılığında bizden sabn alarak bize ikind bir
kez de fayda dakundurmak istemektedir. Bu alış verişte, bizden sahn almakla,
imk.inlanrnızı elimizden almamakta, sadece Kendi nzası dairesinde kullanma-
Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI • 73

nuzı istemektedir. Bunu yapb~ takdirde, zaten fani olan bu imkaniann


ebedi hile geleceğini, değerlerinin kat kat artacağını, külfet ve sorumluluklan-
nın hafifleyeceAini, hain duruma düşmekten kurtulacağımızı ve üstelik Cennet
gibi ebedi bir fiyat kazanacağımızı bildirerek Nafi' isminin bir başka tecellisini
göstermektedir.
İşte bütün bu nimet, inayet, ihsan ve yardımiann gerçek sahibi olan Rabbi-
miz, Zat'uu bize en-Nafi' diye tarutmakta, her türlü zarar gibi, bilcümle fayda
ve menfaatlerin de Kendisinin elinde olduğunu habrlatmaktadır.
Her türlü fayda ve zarar Allah'ın elinde olduğuna göre, kullara müracaat
edip yorulmak veya onlardan korkmak yersizdir. Her fayda ve tehlike karşı­
sında doğrudan doğruya zarar ve faydayı elinde bulunduran Yüce Allah' a
müracaat edilmelidir. Ona dayanıp güvenmelidir.

9/4· Yi Simi'! 0 ~L::, Ç

İşiten ve dinleyen anlamına gelir. Allah bu vasfıyla, gizli ve açık bütün ses-
leri, fısılblan ve sessiz feryatlan, hal ve lisanla edilen bütün dua, yalvanş ve
yakarışlan işitir ve en uygun karşılıklarla cevap verir.

9/5· Yi Rafi'! 0 ~1) Ç

Rafi', yükselten, kaldıran, yücelten anlamına gelmektedir. Bu yükseltme


maddeten olabildiği gibi, manen de olabilir. Mesela, Allah gökleri yükseltmiş­
tir. Dağlan yükseltmiştir. Bunlar maddi yükselmelere örnektir. Manevi olarak
da Allah bazı mahlukabnı diğerlerinden yüksek ve üstün kılmaktadır. Mesela
insanlar diğer yaratıklar arasmda üstün bir mertebeye yükseltilmişlerdir. İn­
sanlar da kendi aralannda kıymet ve fazilet bakırnından aynı derecede değil­
dirler. Yine bazılan bazılanndan üstün kılmmışbr. Allah, peygamberlerini di-
ğer insanlardan üstün kıldığı gibi, bütün peygamberler de aynı manevi merte-
bede değildirler. Onlann da bir kısmı bir kısmından üstün kılırımışhr.
Kısaca maddi ve manevi bütün rütbeler O'nun meşietine tabidir. Her şey
O'nun yükseltmesiyle yükselir.

9/6. Yi Sani'! 0 ~l:., Ç

Sani', sanatkarca yapan, yaratan, sanat eseri olarak meydana getiren anla-
mına gelir. Gerçek Sani' Allah'br. Çünkü doğrudan doğruya, hiçbir şeye muh-
taç olmadan her şeyin aslını, esasuu ve teferruatını yapan, akıllan hayrette bı-
74 • Kur'In ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH!

rakacak güzellikte yaratan O'dur. O'nun bütün sanatlan son derece ustaca w
mükemmeldir.
Kainat ve içindeki bütün varlıklar Allah'ın bu sıfahnı ispat etmektedir:
"Eğer eşya kendi nefislerine isnad edilirse, her bir zerreye bir uluhiyyet
vermek lazımdır. Mesela, Ayasofya'nm barusi inkar edildiği takdirde her bir
taşı mimar olması lazım geliyor. Öyle ise, kainahn San i' a olan delaleti kendi
nefsine olan delaletinden daha vazıh, daha zahir, daha evladır. Öyle ise k.iina-
bn inkan mümkün olsa bile, Sani'in inkan mümkün değildir." (Mesnevi-i Nüri-
ye)
Şu kainat sanki bir sanat sergisidir. Her şey son derece harika, mükemmel
ve gözkarnaşbncı sanat ve güzelliktedir. Nihayetsiz bolluk ve çeşitlilik bu sa-
nat eserlerinin değer ve kalitesini düşürmüyor. Bir bahardakuru bir topraktan
yaratılan sayısız gül ve çiçeklerin istisnasız sanatlı ve göz alıcı olması bu ger-
çeği ispata yeter. İşte kainat, içindeki sanat eserleriyle birlikte Sanatkarlarının
büyüklüğünü haykınyor. Bütün insanlan O'na imana ve itaata çağınyor.

9/7· Yi Şafi't 0 2Wı Ç

Şafi', şefaatçı,
suçlarm affedilmesi için yardım eden demektir. Şefaat ise,
günahkar müminlerin affedilmeleri ve ilaatlı müminlerin ise makam ve dere-
celerinin yükselmesi için yapılan araalık anlamına gelir. Bu, yine Allah'ın iz-
niyle başta Hz. Muhammed Mustafa (a.s.m.) başta olmak üzere, diğer peygam-
berler, salih insanlar, ilmiyle amel eden alimler tarfından gerçekleşecektir. Bu
sıfahn Allah hakkında kullanılması ise, ihtiyac-ı mutlak içindeki canlılara ve
özellikle insana rahmetini şefaatçı yapıp onlan gazap ve azabından muhafaza
etmesi, iyi olanlannın mertebesini daha da yükseltmesi, işaret ettiğimiz mak-
bul kullannın şefaatlerini kabul etmesi sebebiyledir.
Aynca Yüce Allah bazı kullarını affetmek istediğinde, o kulun üzerinde kul
hakkı varsa, hak sahibini memnun ederek hakkını aifettirir ve ikisini birlikte
Cennet'ine koyar. Bu da bir bakıma Allah'ın hak sahibi nezdinde başka bir ku-
lunu affettirmek için aracı ve şefaatçı olması anlarnma gelebilir. Allah böylece
kullarının arasını bulur, düzeltir ve iki tarafı da rahmetine mazhar kılar.

9/8. Yi Cami'! 0 ~b,- Ç

Cami' kelimesi, sözlükte, cem'eden, toplayan, buluşturup birleştiren ania-


mma geliyor. Kur'an'da iki ayette Allah'ın vasfı olarak kullanılmışhr: "Ey Rab-
bimiz! Gerçekleşmesinde şüphe olmayan günde insanlan bir araya toplayacak
olan Sen'sin." (3:9) "Şüphesiz Allah, münafıklann ve kafirlerin hepsini Cehen-
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 75

nem'de toplayacak alandır." (4:140) Bunun dışında "cem" kökünden _türeyen


çeşitli fill kalıplan değişik ayet ve hadislerde Allah' a nispet edilmektedır.
Kur'an'da ahiret, "yevmu'l-cem' =toplanma günü" olarak nitelendirilmek-
tedir. (42:7; 64:9) Allah, ölüp yok olan, maddi varlıklan gözle görülemeyecek
hale gelen insanlan ahiret hayahnda bedenlerinin asli unsurlannı bir araya g~
tirrnek suretiyle yeniden canlandıracakhr. Onlan hesaba çekmek, aralanndaki
anlaşmazlıklan gidermek ve davalannı görmek için bütün mahlukahru yüce
divanında toplayacak ve onlan muhasebeye tabi tutacakhr. Bu hesap sonunda
iyilik ve iyileri Cennet'e, kötülük ve kötüleri ise Cehennem'e doldurup cem'e-
decektir.
Allah, Cami'dir. Çünkü, zat, sıfat, esma ve efa'linde bütün enva-ı kemalab
toplamışhr. En büyük mahlukatındaki hikmet ve sanat numunelerini toplayıp
en küçük masnuatına da yerleştirmiştir. Mesela, alemi büyük bir insan, insanı
da küçük bir alem şeklinde yaratmışbr. Büyük bir ağacın bütün organ ve un-
surlarının numune ve programını küçücük bir çekirdeğinde toplayıp yerleş­
tirmiştir. Gözle görülmeyen bir hücre olan embriyonda mükemmel bir insanın
beden ve hayat programını toplayıp kodlamışhr.
Allah, atomun, çekirdek, elektron, nötron ve proton gibi farklı öğelerini bir
araya getirmiş, atomlan toplayıp elementleri, elementleri bir araya getirip mo-
lekülleri, molekülleri cem'edip sayısız canlı ve cansız cisim ve organizmalan
oluşturmuş ve oluşturmaktadır.

Gazali'ye göre birbirine benzeyen veya birbirinden çok farklı, hatta birbiri-
ne zıt olan birçok unsurun tam bir ahenk, nizarn ve düzen içinde birleşerek bir
kosmos oluşturan bu alem, Allah'ın Cami' isminin tecellisi ve terkibinin eseri-
dir. Mesela, gökleri, yıldızları, havayı, yeri, denizleri, hayvanlan, bitkileri ve
çeşitli madenieri bir arada toplamışhr. Bütün bunların şekilleri, tatlan ve diğer
vasıflan ayrı ayndır, birbirlerine benzemez. Böyle olduğu halde onlan bir sis-
tem içerisinde bir araya getirmiştir. Hayvanların bedeninde kemikleri, sinirleri,
damarlan, adaleleri, beyni, deriyi, kanı ve diğer unsurlan bir terkiple bir araya
getirmesi de böyledir.
Bu ismin bir tecellisi de, cemiyetin çekirdeği olan ailedeki eşler ve çocuklar-
dan tutun, ta kabile ve milletiere kadar Allah'ın kalpleri uzlaşhnp birleştirme­
si, böylece birbirleriyle kaynaşan, yekdiğerine ısınıp ilifet eden, amaç birliği
yapabilen oluşum ve birliktelikleri sa~lamasıdır. Allah. insaniann gönüllerini
ya sevgi ve şefkat ba~ veya menfaat ve amaç ortaklığı gibi görünmeyen iplerle
birbirine bağlamasaydı, hiçbir birliktelik ve organizasyon olmaz, insanlar bir
arada yaşayamaz, her biri hpkı insanlar gibi birer topluluk olan di~er canlı tür-
leri birlikte hareket edemez, herkes ve her şey tek başına yaşamaya kalkışır, ipi
çekilip alınmış tesbih taneleri gibi fertler dağılır, hayatın tadı kaçar, hatta belki
de hayattan eser kalmazdı.
76 • Kur'In vr Hlkmrt JııOında CEVŞEN ŞER HI

Allah'ın bu~ ~ilen bir mümin, Rabbine kulluk yolunda kendini topar-
lamaya ~ır;~ ~y~t, arzu, duygu ve düşüncesini bu noktada yoğunlaş­
tınnaya ozen gosteru. Ote yandan, iç dünyası veya dış görünüşüyle ilgili ne
kadar dini edep ölçüleri varsa hepsini kendisinde toplamaya gayret eder. Böy-
le bir mümin, sırf kendisi için yaşamaz, bilgisi, ilgisi, güzel niyeti ve faydalı ol-
ma arzusuyla bütün müminleri, hatta bütün canWar alemini kucaklar. Allah'ın
insanlan toplamak istediği çizgide toplamaya, böylesi birlikteliklerde yer al-
maya özen gösterir.

9/9. Yi Visi'! 0 C:-ılj ~

el-Visi', nimet ve keremi her ihtiyao olana kafi, bol bol ihsan eden, ilmi
cümle eşyayı içine almış, nzkı bütün mahlukata şamil ve rahmeti her şeyi kap-
lamış, af ve bağışı engin olan Allah demektir.
Gaz.ili, bu isim hakkında şu açıklamayı yapar: "Vasi', genişlik, bolluk, zen-
ginlik manasında olan 'si'at' mastanndan ism-i faildir. "Si'at" ise, bazen çok
geniş malumab ihata eden ilimde, bazen bol ihsan ve ikramda kullanılır. Her
nasıl kabul edilirse ve ne hakkında kullarulusa kullanılsın mutlak Vasi', ancak
ve yalnız Yüce Allah' br.
İlmine bakıldığında, kuşatbtı malumat denizinin sahili olmadıtı, hatta de-
nizler mürekkep olsa, ağaçlar kalem olsa da, bununla O'nun ilmi yazılmak is-
tense kifi gelmeyeceği açıkhr. Allah'ın yarattıklanna olan ihsan ve nimetlerine
bakıldığında, bunun da sınırsız oldutu anlaşılır. Allah'ın, ilim, nimet ve İhsan­
lannın dışındaki her ilim, nimet ve ihsan ne kadar büyük olursa olsun sınırlı­
dır ve bir yerde sona erer. Dolayısıyla Allah, bu sıfata herkesten daha layıktır.
O'nun Vasi' sıfab izafi değil, mutlakbr. Yani başka bir varlığınkiyle kıyaslan­
dığında geniş olması söz konusu değil, özünde sırursızdır." (Gazili, a.g.e., 194)

Şu ayetler Cenab-ı Hakk'ın bu vasfına ışık tutarlar:


"0, kullannın yaptıklarını ve yapacaklarıru bilir. O'nun bildirdiklerinin dı­
şında insanlar O'nun ilminden hiçbir şeyi ihata edemezler. O'nun kürsüsü
gökleri ve yeri içine alır." (2:255) "Doğu da Allah'ındır, bab da. Nereye döner-
seniz Allah'ın yüzü (Zat'ı) oradadır. Şüphesiz Allah'(ın rahmeti ve nimeti) ge-
niştir, O her şeyi bilendir." (2:115) "Ufak tefek kusurlar dışında, büyük günah-
lardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki Rabb'in, affı geniş olan-
dır!" (53:32) "Allah'ın rahmeti geniştir ve O her şeyi hakkıyla bilir." (3:73)
"Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmışbr." (6:80) "De ki: Rabbiniz geniş bir rahmet
sahibidir. Bununla beraber O'nun azabı, suçlular toplulutundan uzaklaşhn­
lamaz." (6:147) "Allah'ın h1tfu geniş, hikmeti büyüktür." (4:30)
Kur'An ve Hikmet ı,ıQında CEVŞEN ŞERHI • 77

Allah'ın diğer bütün isim ve sıfatlan da nihayetsiz derecede şümullü ve iha-


talıdır. Zerrelerden güneşiere kadar bütün varlıklar O'nun ilim, hikmet, kud-
ret, rahmet ve inayel deryasmda yüzmektedir. O bütün isim ve sıfatlanyla her
şeyi her yönüyle kaplamış ve avucuna almışhr. O'nun tasarruf, tedbir ve ida-
resinin dışına taşan hiçbir varlık yoktur.
Işık saniyede 300 bin km yol aldığı halde, kiinat yaratılalı beri yola çıkan
bir ışık, şu kainah yani uçsuz bucaksız fezayı bir baştan bir başa kat edemez.
işte böylesine geniş bir maddi alemi bile ilmi, hikmeti, rahmeti, kudreti ve ira-
desiyle kuşatan, çekip çeviren, en küçük zerrelerinden en büyük galaksilerine
kadar her şeyi yarahp idare eden Allah, Vasi' ismine layı.kbr.
Allah, her türlü bağış, lutuf, nimet, iyilik ve ilisanın gerçek sahibidir. Bu tür
şeyler kimden kime gelse, aslında kaynağı Allah'ın o geniş olan ilim, hikmet,
kerem ve rahmet hazinesidir. iyiliğin, nimet ve ihsarun kaynağı gibi görünen
bütün varlıklar da, aslında Allah'ın rahmet hazinesinin birer kapıası, hediye-
sini bize taşıyan birer hizmetçisi, nimet paketini getiren birer memurudur.
Bu isimden ders alan mümin, tüm mana ve çağnşımlanyla, kapasitesine gö-
re O'na ayna olmaya çalışır. İlmini, hilmini, cömertliğini bütün varlıkları kuşa­
tacak şekilde genişletme çabası içinde olur. ilim, rahmet, kudret ve bağışlan
engin olan Rabbi dururken başka kapılara gitmeye, O'nun izin ve nzası dışm­
da başkalarından bir şey istemeye asla tenezzül etmez. Tam anlamıyla aziz bir
kul olarak yaşar ve Cennet'te ebedi saadete erer.

9/to. Yi MOsi'! 0 e-; Ç

Musi' kelimesinin sözlükte şu anlamlara geldiğini görüyoruz: Genişlendi­


ren. Ferahlık veren. Zengin. Muktedir.
İsm-i Fail olan bu kelimenin mastan olan vus' takatmanasma gelir. Allah
Kur'an-ı Kerim'de Zit'mı azarnet cem'iyle (Musi'tin) diye nitelendinniştir.
"Göğü kuvvetimizle Biz kurduk; Biz genişletidyiz (veya geniş kudret sahibi-
yiz). (51:47) Kadir, nzkı, mülkü ve nimeti genişleten gibi anlamlan da vardır.
(Ruhu'I-Meani, XXVII, 17)
Kısaca maddi ve manevi bütün genişlikler Allah'ın genişletmesiyle gerçek-
leşmektedir. Müminlerin ruhlarmdaki bast ve inşirah hill, Musi' isminin eseri
ve tecellisi olduğu gibi, dev bir atomdan fışkırarak çıkarılan ve durmadan ya-
yılan kainattaki genişleme de aynı ismin eseri ve tecellisidir. Aynca her yönüy-
le fakr ve ihtiyaç içinde bulunan mahlukatm türlü türlü cihazlarla, maddi ve
manevi imkinlarla zenginleşmesi de yine bu ismin tecellisidir.
78 • Kur'1n vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru/"

-10-

10/1. Ey her masn6un sanatkin! 0 tF ~ ~l:., Ç


tl ,

Kainattaki her bir varlık mükemmel bir sanat eseridir. Her şey harika sanat
eserleriyle süslenmiş. Bütün bu varlıklarm yarahası tek ve O da Allah oldu-
ğuna göre bütün sanatlarm yarabcısı O'dur. Hatta yapb~ sanatlanyla övünen
insanı da yaratan, ona o kabiliyet ve gücü veren O' dur. Böyle olunca her sanat
doğrudan doğruya O'nun kudret, ilim ve hikmet elinden çıkmaktadır.

Allah sanat eserlerini vüclıda getirirken bir madde ve müddete de muhtaç


d~ldir. İstediği şeyi yoktan, anında ve bir tek emirle varlık sahasına çıkarır.
Hakikatte O'ndan başka sanatkar yoktur.

10/2. Ey her bir yarabiın yarabcısı! 0 ~~~~bı- Ç


Halık, yaratma anlamına gelen halk mastannın ism-i failidir, yaraha de-
mektir. Halk, aslında düzgün bir biçimde takdir etmek demektir. "Bir asla uy-
maksızın bir şeyi icad etmek" için de kullanılır. Mesela, "Gökleri ve yeri halk
etti." (6:11) ayetinde bunu, yani "ibda'" manasını ifade eder. Halk kelimesi,
bazen, "Var olan bir şeyden başka bir şeyi icad etmek" hakkında da kullanılır:
"0, insanı pişmiş çamur gibi kuru bir balçıktan halk etti." (55:14) ayetinde ol-
duğu gibi.
Allah Teala, her iki anlamda da her şeyin yarahasıdır. İki türlü yaratması
vardır: Birisi ihtira' ve ibda' iledir. Diğeri ise sun' ve inşa iledir. Mesela, her
bahar, sayısız canlı varlıklann şekillerini, suretlerini, renklerini, bitkiyse koku-
larmı, tatlarmı ... kısaca cevher ve ana maddelerinden başka bütün özelliklerini
yoktan yarabyor. Küçük bir su sızınbsı büyük bir kaynağını gösterdiği gibi, te-
femıattaki sun' ve inşa suretindeki bu yaratma, o varlıklarm ana maddeleri ve
revherlerinin de yoktan yarahldı~nı göstermektedir. Nitekim bu kamat bütün
yönleriyle bir zamanlar yoktu. Allah O'nu yoktan var etmiştir. Kainabn ve ka-
inat içindeki canlı ve cansız varlıklarm bütün özellikleri sorıradan yaratıldığı
gibi, ana maddeleri ve cevherleri de sonradan yarahlmışhr.
Kur'.\n ve Hikmet l~ıgında CEVŞEN ŞERH i • 79

İmam Gazali, Allah'ın isimlerinden olan el-Hhlı.k, el-Bari ve el-Musavvir ke-


limeleri üzerinde durur ve açıklamayı yapar:
"Bu üç ismin müteradif (eş anlamlı) kelimeler olduklan ve hepsinin de ya-
ratma manasma geldiği sarulabilir. Fakat mesele hiç de böyle değildir. Zira yok
iken var olan her bir şey, önce takdir edilir. Yani mukadderat çerçevesine alı­
nır. Sonra bu takdire uygun olarak icad edilir, meydana getirilir. Daha sonra
da tasvir edilir, şekil verilir.
Şam yüce Allah, takdir edici olarak, yani bir şeyi mukadderat çerçevesine
alma bakımından Halık'hr. Yaralıcı olarak Bari'dir. Yarabalıklarını en güzel
şekilde suretlendinci olarak da Musavvir'dir.

Bu hpkı bir bina misaline benzer. Yapılacak bir binaya ne kadar ağaç, ne ka-
dar tahta, ne kadar çimento-harç gideceğini; genişliğinin, uzunluğunun ve
yüksekliğinin ne kadar olacağını, kaç tane duvanrun olması gerektiğini ... he-
saplayacak birisine ihtiyaç vardır. Bunları mühendis yapar. Hesaba-kitaba vu-
rur. Planını-projesini çizer. Bundan sonra binayı fiilen yapacak ustaya ihtiyaç
hasıl olur. Bina meydana geldikten sonra da nakışlanru ve tezyinahru yapacak
ustalar lazımdır. Demek her üç işi de ayn ayn kişiler yapmaktadır.
İnsanlar için durum budur. Yani, takdir edenle binayı yapan ve onu süsle-
yen ayrı ayn kişilerdir. Halbuki şaru yüce Allah'ın fiilieri bahsinde durum böy-
le değildir. Bilakis O, hem takdir edici, hem yaratıcı-yapıcı ve hem de tezyin
edicidir." (Esmdü'l-Hüsna, s.l23)

t0/3· Ey her bir rızıklananın Rizıkı! 0 ~/):; ~ J;ıl) Ç

Razı.k, nzı.kveren demektir. Rızk ise, "kendisinden yararlanılan şey, yahut


canlının varlı.kta kalması
ve gelişmesi için, Allah'ın canlıya sevk ettiği şey" de-
mektir. (Tacu'l-Arus, RZK maddesi, VI, 355)
Bu isme göre Allah, ayn ayn nzıklan tam bir rahmetle gönderilen her bir
canlının Razık'ıdır. Anne rahmindeki yavrunun, denizdeki balığın kısaca aciz
ve zayıf sayısız canlıların nzkını en mükemmel biçimde veren Allah için bu
isim ne kadar da yerindedir.
İmam Gazali Hazretleri, Allah' ın rızı.k vericiliği konusunda şu açıklamayı
yapar:
"O rızıkları ve rızıklandırdıklannı yaratan, onlara rızıklarıru ulaşhran ve
rızı.k elde etme sebeplerini husfıle getirendir. Rızı.klar iki kısımdır:

1. Bedenin muhtaç olduğu nzıklar. Bunlar her türlü maddi yiyeceklerle içe-
ceklerdir.
2. Kalbin muhtaç olduğu nzıklar. Bunlar her türlü bilgiler, mükaşefelerdir.
Bahni rızıklar, yani kalbın gıdası olan bilgiler, mükaşefeler, nzıklann en üstü-
80 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHİ

nüdür. Çünkü babni nzıklann semeresi ebedi hayattır. Zahiri nzıklann, yani
bedenin ihtiyaa olan gıdalarm semeresi ise kısa bir süre için bedenin kuvvetli
kalmasıdır. Allah. her iki nzkı yarabnayı üzerine alan ve her ikisini de lutfun-
dan verendir. Bununla beraber o nzkı dilediğinesaçar ve takdir eder." (Esma-
ü'l-Hüsrui, s. 137)
Gazali daha sonra kulun bu isimden alacağı iki ders ve hisse bulunduğunu
belirterek şöyle der:
"Rızkı yaratanın da verenin de ancak Allah olduğunu ve O'ndan başkasının
nzkı yaratamayacağıru ve veremeyeceğini bilmesidir. Bunu kesinlikle anlayan
şahıs, nzkı ancak O'ndan bekler. Rızık hususunda ancak O'na tevekkül eder.
Hatem-i Esam'ın hayatından nakledilen bir sahne, nzık ve tevekkül hususun-
da doğru yolu bize göstermektedir: Bir adam Hatem-i Esam' a sordu: "Nereden
geçiniyorsun?" Hatem: "Allah'ın hazinesinden ... " Adam: "Gökten sana ekmek
mi yağdınyor?" Hatem: "Eğer yeryüzü O'nun olmasaydı, elbette yağdınrdı."
Adam: "Sen sözü te'vil ediyorsun!" Hatem: "Çünkü Allah gökten yalnız Ke-
lam indirmiştir." Adam: "Anlaşıldı, seninle başa çıkamayacağım." Hatem: "El-
bette başa çıkamazsın. Çünkü babl hak ile başa çıkamaz!"
İkincisi: Allah'ın, kendisine hidayete götüren bir ilim, irşad eden ve öğreten
bir dil, infak edip sadakalar veren bir el verdiğini bilmeli, sözleri ve hareketle-
riyle kalplere değerli nzıkların ulaşmasına sebep olmalıdır.
Şaru yüce Allah bir kulunu sevdi mi, halkın ona olan ihtiyaçını artınr. Kul
Allah ile insanlar arasında, yüce nzıkların onlara ulaşmasında vasıla oldukça
bu isimden bir hazza nail olur." (A.g.e, s. 138)

ıo/4· Ey her bir memldkun Miliki! 0 .;;J~ ~ ~~ Ç


Allah, kendimülkü olan kainat memleketindeki her bir varlığın mutlak sa-
hibi, hakimi ve hükümrarudır. Çünkü O, hem zatında hem de suatlannda
mevcudattan nihayet derecede mustağnidir. Kendisinin haricindeki her bir
mevrud ise O'na muhtaçbr. Öyle ki, hiçbir şey, hiçbir şeyde; ne zatında ne sı­
fatlannda, ne var oluşunda ve ne de varlığının devamında O'ndan müstağni
olamaz. Hatta her bir şeyin varlığı O'ndan veya O'ndan olandandır. Her şey,
zatında ve sıfatlannda O'nun kuludur. O ise her şeyden müstağnidir, hiçbir
şeye muhtaç değildir.

ıofs. Ey her dertlinin derdini izale eden! 0 ~


-J:J.:. ~ ~l? Ç
, ,

Bu vasıfta yer alan ve bizim de "izale eden" manasını verdiğimiz, "kaşif"


kelimesi, bir şeyi bürüyüp kaplayan örtü gibi bir şeyi kaldıran, açan, gideren
Kur'.ln ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞER Hi • 81

manasma gelir. Burada dert, sıkınb ve üzüntü, insanı bir örtü gibi kaplayan bir
duman, sis veya buluta benzetilmiş. Allah böylesine dert, sı.kınh ve üzüntülere
gömülen ve bo~ak derecesine gelen her dertliyi bu halden kurtarır. Dert ve
üzüntüsünü kaldmp ona nefes aldım. Her insan hayahnda Allah'ın bu vasb-
nın birçok tecellisini görmüştür. Hiçbir dert ve sı.kınb ebedi değildir. Her
üzüntünün bir müddeti vardır. Zamanı gelip vazilesini ifa ettiğinde Allah tara-
fından ortadan kaldırılır.

Bu vasfıyla Allah, her dertli ve sı.kınhlı kimsenin doğrudan doğruya Kendi-


sine başvurmasıru, dergahına sı~asıru tavsiye ediyor, müracaat yeri olarak
Kendi kapısını gösteriyor.

ıo/6. Ey her kederlinin kederini gideren! Q ~ jb t_;U Çr- , ,


Allah gam ve kedere maruz her bir ruhu ferahlandınr. Elemlerini sürura,
a~lamalanru gülmeye çevirir. Bu ve bundan önceki ismiyle Allah, müzmin
dertlere, onulmaz gibi görülen hastalıklara, hatta intihara kadar sürükleyebile-
cek bunalımiara maruz kalmış kullarma büyük bir ümit aşılıyor. Ruhen yıkıl­
mamasının çaresini gösteriyor. Derdi verenin, her derdin dermaruru da yanın­
da sakladığını müjdeliyor. Bu ismin hakikatına varan karnil imanlı bir mürni-
nin hayahnda ruhi bunalım ve intiharlarm yeri olabilir mi? Böyle bir kimse şu
imtihan dünyasında gam ve kederin de bir vazifesi bulundu~u düşünür,
Rabbine iltica eder, ferah ve sürurlu günlerin gelmesini ümitle bekler. Şu kısa­
ak dünyada gerçekleşmese bile ahirette mutlaka bu İlahi vaadin gerçekleşece­
ğini, bu ismin tecelli edece~ habrlar, rahat eder.

t0/7· Ey rabmete muhtaç her bir varlıp rahmet eden!

Kainah baştan başa kuşabp aydınlatan pek geniş bir merhamet müşahede
edilmektedir. Yüce Allah, bütün yeryüzünü çok geniş bir nimet sofrası yapmış.
Bu sofrayı her türlü rahmet hediyeleriyle donatmış. Tam bir ziyafet sergilemiş.
Bu rahmetle, dünya bir tren hükmüne geçmiş; her sene gayp aleminden tüm
canlılarm her türlü ihtiyaçlarını yüklenip getiriyor. Her mevsim bir vagon ol-
muş, en uygun yiyecek ve nzıklan getirip önümüze seriyor. O rahmet saye-
sinde biz canlılar gayet nazla ve merhametle besleniyoruz.
Bununla da kalınmayarak, bu sonsuz nimetlerden istifade etmek için canlı­
lara yüz binlerce arzular, iştahlar, ihtiyaçlar, duygular, duyular ve latifeler ve-
rilmiş. Mesela biz insanlara öyle bir dil, damak ve mide verilmiş ki, hadsiz yi-
yeceklerden lezzet alır. Öyle bir hayat ihsan edilmiş ki, duygularıyla, bu engin
82 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

sofradaki hadsiz nimetlerden istifade eder. Öyle birinsaniyet verilmiş ki, akıl
ve kalp gibi çok cihazlanyla, hem maddi hem manev1 alemin nihayetsiz hedi-
yelerinden zevk alır. Öyle bir İslamiyet liitfedilmiş ki, görünen ve görünmeyen
alemierin nihayetsiz iyilik ve güzellik hazinelerinden nur alır. Öyle bir imana
hidayet edilmişiz ki, dünya ve ahiret alemlerinin sayı ve sınıra sı~az mane\i
ışık ve hediyelerinden istifade ettirir. Rahmet tarafından, bu kiinat her şeyiyle
hadsiz antika ve kıymetli nakışlarla bezeli bir saray haline getirilmiştir. Bütün
o sarayda hikmetlerle dolu ve gizemli bölme ve sandıklan açacak olan anahtar-
lar insanın akıl ve ellerine; hepsinden istifade ettirecek ihtiyaç, duyu ve duy-
gular da onun fıtrabna takılnuşhr.
Tüm kainat, özellikle de yeryüzü rahmetle yo~lmuştur. Her şeyde, özel-
likle canlılar üzerinde büyük bir rahmet ve keremin panltılan göze çarpıyor.
Her bir canlı, bu ralınıetin sıcak ve okşayıcı kundağına sanlarak dünyaya ayak
basıyor. Hatta dünyaya gelmeden çok önce ve canlılığın ilk basamağına adım
athğı andan itibaren bu rahmet ve keremin avucu içine alınıyor ve adım adını
bu rahmet ve keremi soluyor. Acizliği, zayıflığı, çelimsizliği ve hiçliği oranında
bu rahmet ve keremden daha çok pay alıyor. Her bir varlık üzerinde bir rah·
met tecellisi göze çarprnakla beraber, güçsüzlük ve ihtiyacın artması oranında
üzerindeki bu rahmet tecellisi daha da parlıyor.
insani, hayvani ve hatta bitkisel arınelerin, hayatlannın meyveleri olan yav-
ruları üzerinde şefkatle titreyişleri, canlılar için bir gemi ve beşiği andıran yer-
küresinin vücut damarları içinde çay, çeşme ve ırmaklarm gece gündüz deme-
den kıvnlarak akışı, yağmur yüklü bulutlarm susuzluktan dudaktan çatlarnı~
kara parçalanna adeta acıyarak üzerlerinde gözyaşlanru akılması ve onları çi-
çeklerle güldürmesi, sayısız sebze ve meyvelerin bizleri yemeğe davet ederce-
sine süslenişleri vs., anlayan için hep o rahmetten mesajlar taşıyor.
Bir İlahi gemi ve uçağı andıran yerkürenin güneşe, peyki olan ayın da dün-
yaya olan şu andaki uzaklığının ayarlanması; mevsimlere uğraması için şirin
gezegenimizin değişik hareketlere tabi tutulması; gül goncasının yapraklan
misali bizi saran atmosferimizdeki gaz oranlannın belirlenmesi; her birinin
hacminin hayata elverişli olarak ayarlanması gibi sayısız ince rahmet tecellile-
rinden tutun, ana rahmindeki hücrenin mükemmel bir bebek olmaya doğru
yol almasına; o dar ve karanlık atemde, iterisi için gerekli tüm maddi ve mane-
vi cihaziann takılması ve bu dünyaya ayak basbğı anda hazır bulduğu sıcacık
hayat şartianna kadar her şey, o sonsuz kerem ve rahmetidile getirmektedir.
Denizlerdeki balıkiann beslenmesi, en zayıf ve cılız canlılar olan meyve
kurtlannın, nzık mahzenlerine yerleştirilmeleri, kımıldama iınkirundan bile
yoksun olan bitki ve ağaç köklerinin ayağına nzıklannın getirilmesi gibi sayı­
sız örnekler, hep o sonsuz kerem ve rahmete işaret ediyor. Bir tek canlı ferdine
bu kadar şefkat gösteriliyorsa, bir anda sayısız carılı benzerlerine gösterilen
Kur'in vr Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 83

merhamet ve ihsarun ne kadar muhteşem olduğu düşünülmelidir. Bu sınırsız


kerem ve rahmet, elbette tükenmez bir hazineden coşup gelmektedir.
Allah'ın iki türlü merhameti vardır. Birisi umumi, diğeri ise hususidir.
Umumi rahmet bütün mahlukatabakar ve bütün kiinah kaplar. Hem müsta-
hak olana, hem de olmayana, hem dünyaya hem de ahirete, hem zaruri olan
ihtiyaçlara, hem de zaruri olmayanlara şamildir. Hususi rahmeti ise, özel ina-
yet ve rahmete muhtaç olanların yardımına koşmasıyla kendisini gösterir. Al-
lah, acizlerin, muhtaçların acz ve zaafına, fakr ve ihtiyacına özel merhamet
edip dertlerine derman yetiştiren Rahman ve Rahim'dir.
Bütün varlıklar, yalnız başianna aslında kendilerini idare edemeyen birer
aciz, miskin ve muhtaçtır. Özellikle canlı olaniann ihtiyaçlan sonsuz olduğu
halde, en ufağına bile elleri yetişemiyor. Yetişse bile emrini geçirip onu alamı­
yor. Alsa bile kendine yarayışlı h.ile getiremiyor. Mesela, insanın muhtaç ol-
duğu maddi nzkı, çok değişik yerlerden kopup imdadına geliyor. Gerek bu
nzıklar ve gerekse bunlara kaynaklık eden büyük sebepler insanı tanımadığı­
na, ona acımadığına göre, bunlar kendiliğinden gelmiyor; insanı tanıyan, ona
merhamet eden, fakr ve ihtiyaçlanna şefkat eden bir zat tarafından gönderili-
yor. Mesela, bir iki dakika alamadığımız takdirde öleceğimiz havanın yarablı­
şı, temizlenişi, yelpaze gibi estirilmesi, ciğerlerimize dolup vücudumuza yara-
yışlı bir özellik kazanması, ağzımızdan dışan atılırken bile konuşmamıza yar-
dıma olması, daha sonra da karbondioksit halinde bitki, sebze ve meyveleri-
mize hayat kaynağı olması; aynca aynı havanın sayısız ses ve görüntüleri foto-
kopi makinesi gibi çoğalbp hiç karışbrmadan radyo ve televizyonlarımıza,
oradan da göz ve kulaklanmıza nakletmesi gibi sayısız görevlerle imdadımıza
koşturan biz değiliz. Buna gücümüz yetmez, onu bu şekilde çalışhrmaya eli-
miz yetişmez. Havanın kendi başına bizi tanıyıp aayarak bize bu şekilde hiz-
met etmesi de düşünülemez. Demek ki o, bir Rahim ve Kerim'in memurudur.
O'nun izniyle, her anı ve her tavrıyla bizlere hizmet etmektedir.
Elimize aldığımız bir meyvenin, bize rızık olabilecek şekilde, göz, burun,
dil, damak, mide vs. gibi birçok duyulanmızı okşayarak, haz vererek vücudu-
muza yarayışlı bir gıda oluncaya dek geçirdiği safhalar düşünüldüğünde, nasıl
bir merhamete mazhar olduğumuz daha iyi anlaşılır. Nitekim, o meyvenin ye-
tiştiği ağaç, ağacının kaynağı olan çekirdek, boy atbğı toprak vs., ilim, hikmet,
rahmet ve kudretten yoksun birer miskindir. Bütün bunların Sahibi, hem bun-
lara muhtaç oldukları her şeyi yetiştirir, hem de bunları başka birer muhtaç
olan canlı yarabklannın imdadına koşturur. Mesela toprak, özünde son derece
aciz ve fakirdir. Mücessem rahmet olan yağmurun imdada koşmasıyla hadsiz
çiçek, ekin, sebze ve meyvelerle donanıp zenginleşir. Kışın bir iskelet gibi kup-
kuru ve çıplak duran ağaçlar birer yoksuldur. Bahar ve yazın gelmesiyle Yara-
bası tarafından yemyeşil üniformalarta ve hadsiz çiçek ve meyve nişanlanyla
süslenip zenginleşir.
84 • Kur'in ve Hikmet ı,ıQında CEVŞEN ŞERHI

Tüm annelerin, (hatta bir bakıma bitkilerin bile) yavrulanna olan şefkatleri
ve küçük, zayıf yavrulannın kolaylıkla beslenişleri, O'nun rahmet deryasından
sadece bir damladır. Özellikle insan, hele anne rahmindeyken ve dünyaya
ayak bastığı ilk yıllarda en ufak ihyacıru karşılayamayacak kadar aciz bir var-
lıkbr. Allah, onu sayısız organ ve duygularla donatarak, imdadına anne ve ba-
basının şefkatini ulaşhnp rahmetine mazhar eder.

Bir canlının nasıl bir rahmet tecellisiyle hayat yolculu~na başladı~ de-
~erli bir yazar şöyle dile getirir: "Bir canlı gözünü açar dünyaya sessizce. Bir
hayat yaratılır, bir dünya kurulur yuvalarm birinde. Misafir daha gelmeden
başlar hazırlıklar. Bir anne ve bir baba ona hizmetkir olur. Ya uzak yerlerden
gece gündüz rızık taşınır yavrunun aya~a. yahut bembeyaz bir sütü kendisı
için hazırlanmış bulur yavru dünyaya gözünü açbğında. Ya nzkı ayağına gelir
yavrunun, ya da nzkıyla beraber gelir. Her iki h.ilde de bir Rızık Verici görüp
gözetmektedir onu. Anne ve baba ise, kendilerine tevdi edilen bir emaneti ko·
rumak için çırpmır günler ve geceler boyu. Sonra haftalar, aylar takip eder bir·
birini. Bazen de yıllarca sürer bir yavrunun yetişmesi. Ve yavru uçar gider yu·
vadan. Anne ile baba, başka yolculan beklerneye başlar. Gidenlerden de hiçbir
menfaat görmez, gelecek olandan da. Onlar sadece yavru yetiştirir. Yetişen
yavrular da ya anne olur ya baba. Onlar da dört elle sanlır yaradılış görevleri-
ne. Ve hayatlan pahasına yerine getirirler verilen emri. Her canlı ya anne ol-
mak için gözünü açar dünyaya, yahut baba olmak için. Ve canlılar dünyasına
göz atanlar, sadece üç varlık bulur karşılannda: Anneler, babalar ve yavrular
Onlar ise bir saydam perdedirler ki, arkasından dünyayı kuşatan bir rahmet
görünür bütün ihtişamıyla." (Ümit Şimşek, Bakıp da Görmediklerimiz, s. 149-151)

0~J~}br-GÇ
, ,

ıo/8. Ey yardımsız bırakılan herkesin yardımcısı!

Yardıma muhtaç oldu~ h.ilde başkalan tarahndan yüzüstü terkedilen, her


türlü destekten yoksun bırakılan biçareterin yardımasıdır Allah. Çünkü böyle
durumlarda genellikle kul gerçek yardıması olan O'nu hatırlar. Yalnızca
O'ndan medet ister. O'nun himayesine sı~. Bütün sebepler O'nun gözün-
den düşmüştür. Do~rudan doğruya Müsebbibü'l-Esbab'a yönelir. Allah da
böylesine içten ve halisane yapılan bir yardım çağnsmı cevapsız bırakmaz. He-
men görünen ve görünmeyen ordulanyla harekete geçer. Bütün, yardımolara
bedel tek başına o kulunu, içinde bulundu~ sıkıntı ve mazlumiyetten kurta-
nr. Tarih bunun örnekleriyle doludur. Özellikle Allah dostlan olan peygam-
berlerin ve onların varisieri olan gerçek alim ve salihlerin hayat hikayeleri bu-
nun en açık delilleridir.
Kur'in ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERHI • 85

t0/9· Ey her kusurlunun ayıbını örten! 0 "-/;_:: ~ ~L::, Ç


Ne kiinatta ve ne de kiinattaki varlıklarda mutlak kemal yoktur. Mutlak
kemal Allah'a mahsustur. Varlıklar bu kusur ve eksiklikleriyle Allah'ın mutlak
olan kemaline ayinedarlık ediyorlar. Hele insan, kendi ihtiyar ve tercihiyle bir
sürü hata ve kusur işler. Bunlann başkalan tarafından bilinmesi onu mahcup
ve rüsva eder. Allah, onun bu hata ve kusurlannın pek çoğunu örter. Kısaca,
Allah ayıp ve kusurlara mübtela her bir mahlukun bu hallerini örter, çirkinlik-
leri perdeler alhnda gizler, bu şekilde dünyayı içindekilerle birlikte yaşanabilir
bir vaziyette tutar.
Bu ismin ne büyük ehemrniyet taşıdığını bilmek için, her bir insanın bütün
eksik yönlerinin, işlediği bütün günah ve kusurlarm herkes tarafından bilindi-
ğini düşünelim. Dünyada ünsiyet, dostluk ve arkadaşlıktan eser kalır mıydı?
Yine, karşınuzdaki insana bakh~da, onun iç organlannı, midesinde sindi-
rilen gıdalarını gördü~müzü farzedelim. Hayat nasıl da yaşanmaz ha.Ie gelir-
di! İşte Allah, bütün bu nahoş durumlan Settar ismiyle örtmekte ve bu tür hal
ve nesneleri yaratıklanndan gizlemektedir.
Allah'ın hata ve günahlan örtmesinin diğer birhikmetide onlan ahirette af-
fetmesidir. Allah, affetmek istediği bazı kullannın hata ve günahlannı diğer
yarahklanndan gizli tutar. Böylece ahirette bu kulunu affeder. Onun için, biz
de "Allah'ın bildiğini neden kuldan saklayayım" diyerek kimsenin bilmediği
hata ve kusurlanmızı etrafa yaymamalı, Allah'ın örtmüş olduğu ayıplanmızı
başkalanna açmamalıyız.

... . . : .
10j1o. Ey her mazlumun sıpnap! 0 r~ ~ ~Ç
- ,

Allah öyle bir Adil' dir ki, adaleti, zulme u~amış her kulunun biricik sığı­
nağıdır.Allah'm, mazlumayardım edeceğine dair vaadi vardır. Küfür ve inkar
devam etse de zulüm devam etmez. Zulmün ömrü kısadır. Mazlumun ahı yer-
de kalmaz, ta arşa kadar çıkar. Mağdurun şikayetiyle Allah arasmda hiçbir
perde ve engel yoktur. Bu ismin ne kadar, müessir bir teselli kaynağı olduğunu
zulme uğrayan, desteksiz biçareler çok daha iyi bilirler.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"
86 • Kur'An ve Hikm~t liıl)ında CEVŞEN ŞERH!

-11-

11/ı. Ey sıkınb.m anında hazırlıiun! 0 J~


, , ~, J~
, , Ç
Bizim "hazırlık" diye tercüme ettiAimiz, "uddet" kelimesi, kişinin sıkıntılı,
dar ve meşakkatli günler için hazırladığı mal ve silah gibi şeyler anlamındadır
Savaş hazırlık ve techizah için de kullanılır. Bu kelimenin Allah hakkında kul-
lanılması mecazidir. Allah her bir kulun en sıkınblı, en meşakkatli, en dar za-
manında ve maddi sebep ve hazırlıkların kar etmediği anında rahmet, inayet
ve kudretiyle imdadına koşar, sıkıntısını feraha, meşakkatini rahata, darlığını
genişliğe çevirir. Hadsiz, düşman ve ihtiyacahna karşı zafer ve kurtuluş bah-
şeder.

Cevşenin bu bendini okuyan kimse, kendini üns makamında hissediyor,


dua edilen zarın, öz annesinden, babasından ve di~er bütün varlıklardan da-
ha Rahim, daha şefkatlı olduğunu düşünerek, aslında bütün mevcudatın des-
tekçisi, sahibi, dostu, mededkan ve delili iken sadece kendisine nisbet ederek,
"Ey sıkıntım anında hazırlığım! Ey gurbetimanında arkadaşım!.." gibi sıcak ve
ünsiyet dolu ifadelerle ve büyük bir iştiyakla yalvanyor.
Bu münacatla, büyük bir lezzet, büyük bir şeref ve büyük bir iftihar hissi
duyuyor. Kendisi, bir zerre iken güneşlerden daha büyük inayeti yanında bu-
luyor. Hiçlikler içinde kaybolurken, bütün mevcudatın Sultan ve Sahibini bü-
tün hazineleriyle arkasında hissediyor. Böylece küçüklüğü ve hiçliğiyle bera-
ber, O'na intisap ve dayanmakla kainatlara meydan okuyacak bir kuvve-i ına­
neviye kazanıyor. Bu intisaptan hissesi fazla olanlara ne mutlu!

11/2. Ey musibetim anında ümidim! 0 .~ ~, ~~)


, Ç ,
~------;----

Şu fani imtihan dünyasında musibetler, hastalıklar, aalar ve felaketler eksik


olmaz. Böyle durumlarda insan iman şuuruyla, yalnız olmadığını, her şeye
kadir, rahmeti sonsuz bir Rabbinin ve sahibinin bulunduğunu bildiğinde aa
ve sıkınhsı binden bire iner. Önünde büyük bir ümit kapısı açılır. Bu kuvve-i
maneviye ve moral gücüyle maddi musibet ve acının kökünü keser. Dayanma
gücü kazanır. Sabır kuvveti artar. Hem dünyada emsallerinden ruhen binlerce
defa daha az hırpalanır. Hem de ahirette büyük bir mükafat kazanır. Mesela,
büyük bir zelzele veya yangında malını, servetini ve hatta ci~erparesi olan ev-
ladıru, annesini, babasını ve hayat arkadaşını kaybeden bir kimseyi düşünelim.
Bu kişi mürnin ise, şöyle düşünür: "Mahm da, canım da, yakınlanm da hep Al-
lah' ın. Sunlan o vermişti. Şimdi ise, hikmeti iktiza ettiği ve öyle dilediği için
Kur'an ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 87

onlan geçici olarak benden aldı. Malım benim için sadaka hükmüne geçti. Fani
iken bakileşti. Yann daha çok muhtaç olduğum ahiret gününde baki bir surette
karşuna çıkacak. Evlatlanm, anne ve babam da manevi şehit oldular. Bir anlık
aa çektiler ama, büyük bir evliyalıktan daha büyük bir manevi makama çıkh­
lar. Allah'ın rahmet ve mükafatına uçtular. Ben de buna sabrettiğim takdirde
aynca bir mükafat ve hepsinden önemlisi Rabbimin nzasını kazanacağım ... "
Yine mümin, ağır bir hastalığa mübtela olmuşsa, şöyle düşünür: "Bu hastalık
her şey gibi Allah'ın bir memurudur. Bir görevi vardır. Onu yerine getirdikten
sonra geçecek. Ben, şuursuz, merhametsiz, hissiz ve cansız sebeplerin ve tesa-
düfierin mahkumu değilim. Hastalık da, hastalığı meydana getiren sebepler de
Allah'ın ilim, hikmet ve kudreti dahilindedir. O istediği an hepsinin vazifesine
son verir ve beni şifaya kavuşturur ... Eğer hikmeti benim ölümümü murad et-
mişse, bundan da korkulacak bir şey yok. Çünkü, ölüm bir terhistir. Bir yer de-
ğişikliğidir. Hayatın ağır vazifesinden bir paydostur. Yüzde doksandokuz ah-
baba/sevgililere kavuşmadır. Ebedi memleketimiz olan ahirete bir göçüştür ... "
Bir de böyle bir ümit kaynağından yoksun bulanan inkara veya imanı çok
zayıf birini düşünelim ve ikisinin ruh halini mukayese edelim. O zaman musi-
bet anında Allah'a iman ve marifetin ne büyük bir teselli ve ümit kapısı oldu-
ğunu daha iyi anlanz.

11/3· Ey yalnızlıAunda ünsiyet verenim! 0 ~.J ~


' ,.
,_,--j_;
, ...
Ç

Allah kimsesizlerin kirnsesidir. Yalnızlann, sahipsizlerin hamisidir. Onlara


huzuroyla ünsiyet verir. Hadsiz melekleri ve her yeri dolduran ruhani mahlu-
kahyla gönül gözü açık olanlara sayısız arkadaşlar bahşeder. Zikri, ariflerin
göz nuru, kalp zevki, gönül hazzı ve ruh cennetidir. O'nu tanıyan ve seven,
zindanlarda da olsa bahtiyardır, mutludur. O'nu hakiki tanımayan ve sevme-
yen kişi ise, saraylarda dahi olsa zindandadır bedbahttır.
Kısaca mü min, Allah' a kullukla ünsiyet eder, isimlerinin tecellilerini göre-
rek ünsiyet eder, hadsiz melek ve ruhanilerin arkadaşlığıyla ünsiyet eder. Hiç-
bir yerde gerçek anlamda yalnızlık çekmez. Yalnızlığı zahiridir. K.iliıattaki
canlı cansız bütün varlıklan Rabbinin vazifeli memurlan ve kendisinin kulluk
arkadaşlan olarak görür, huzur bulur.

11/4· Ey gurbetiınde arkadaşımi 0 ~). ~ ~~ Ç

Gurbetler çeşit çeşit, garipler de türlü türlüdür. En büyük garip, öz memle-


ketinde ve nesebi yakınlan arasında imanından, diyanetinden dolayı horlanan,
aniaşılamayan ve yalnızlığa itilendir. Kadirbilmez cahiller arasındaki alim de
88 • Kur'~n ve Hikmet Jıı~ında CEVŞEN ŞERH!

gariptir. İnkıbaz halinde bulunan, tecellilerden ve kurb esintilerinden geçici de


olsa uzak kalan ruh da gariptir. Yardan ve diyardan uzak düşen kimse de ga-
rip ise de bu sayclıklanmızdan sonra gelir. Bu son kısım gariplerin de en garibi,
ahiret yolculuğuna çıkmış, dünyaya veda etmiş, kabir yalnızlı~da arneliyle
başbaşa kalmış kimsedir. Bu kişi eğer salih bir kimse ise, onun da gurbeti me-
cazi ve zahiridir. Çünkü arneli en güzel ve cana yakın bir insan suretinde te-
messül ve tecelli eder, bir an olsun onu yalnız bırakmaz. İşte Allah bütün bu
garipterin arkadaşıdır. Hamisiz, ümitsiz gurbet yalnızlıklannda kudret ve
rahmetiyle, hıfz ve himayesiyle, sohbet ünsiyetiyle, miinis ve musahhar hadsiz
kullanyla onlann yanındadır. Onlar görünüşte yalnız ve kimsesizdirler. Haki-
katte ise kainatm Sultanı ile beraberdirler. Dünyalan şen, iç alemleri aydınlık­
br. Kamat mescidinde, Allah'a kullukta saf tutmuş sayısız canlı ve cansız var-
lıklarla omuz omuza ve diz dizedirler. Böyleleri için gerçek gariplikten söz et-
mek mümkün mü?

ıı/s. Ey nimetienişim anında Sahibiıni 0 ~ ~~ ~.J Ç


• •
Bizim, "Sahip" diye tercüme ettiğimiz, Veli kelimesi, Allah'ın vasfı olarak
"Yardım eden, kamahn ve mahlukatmişlerini üzerine alan" anlamianna gelir.
(Beyhaki, s. 168) Bu isme "Seven" manası da verilmiştir. Kelimenin ilk anlamı
sevgi kavramını taşımasa bile, en azından sevgi, velayenin lazımı sayılmalıdır.
Çünkü birine yardıma olmak, onun işini üzerine almak, şüphe yok ki sevgi ile
yakından ilgilidir. Velinin, "dost, seven" anlamlan Lisanü'l-Arab'da (XV, 411)
nakledildiği gibi, Kur'an'ın da bazı kullanışiarı bu manayı desteklemektedir.
(S. Yıldınm, s. 188)
Burada Allah'ın vetayetinin özellikle nimet anında vurgulanmasında büyük
bir incelik vardır. O da şudur: Nimet, bolluk ve refah anında çoğu kimseler,
kendilerini kaybederler. Sahip olduklan bu imk.in.lan başta kendi güç, iktidar
ve zekaları olmak üzere bir takım sebeplere verirler. Böylece en büyük bir nan-
körlük içine düşerler. Oysa nimet, bolluk ve refah şükür ister. Şükrün kökü ise
kalbin şükrüdür. Bu da nimet vereni düşünmek ve nimetingeldiği gerçek hazi-
neyi tanımakla olur. Daha sonra dil ile ifade etmek gerekir. Bu da dilin şükrü­
dür. İşte, "Ey nimetienişim anında Sahibim!" diyen bir mümin, hem kalbi ve
hem de lisani bir şükürde bulunmuş oluyor. Nimetin gerçek kayna~ı tanıdı­
ğım gösteriyor. "Nimeti bana veren Sensin! Bu da Senin dostluğun, himayen
ve kefaletinin eseridir ... " demek istiyor.
Aynca Allah'a bir taahütte de bulunmuş oluyor. Nimet ve bolluk anında
baştan çıkarak nimet vereni unutmayaca~a, sürekli olarak O'nu dost, Sahib
ve Vekil bileceğine söz veriyor. Böylece peşinen bir şükürde bulunmuş oluyor.
Kur'in ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERH( • 84J

ıı/6. Ey üzüntüm anında dertlerimi kaldıran!

Bu mübarek vasfın öncekiyle çok sıkı bir münasebeti vardır. Çünkü ikisi
birbirini tamamlamaktadır. Önceki vasıfta, vücudi ve müspet olan nimetiere
bir şükür söz konusu iken burada da, sıkınh ve üzüntünün izalesi demek olan
menfi ve ademi olan nimete şükre işaret ediliyor. Öncekinde nimetin O'nun
hazinesinden çıkb~, dostluk ve sevgisinin eseri olduğunu, refah ve bolluk
halinde azmayaca~ ifade ve itiraf eden kul, bu vası.fla da musibeti O'ndan
başkasının kaldıramayacağını, böyle bir durumda O'nun kapısından başka ka-
pı çalmayacağıru, derman ve çareyi O'ndan bileceğini kabul ediyor. Bu da şük­
rün başka bir yönüdür.
Bu ve bundan önceki vasfın kula kazandırdı~ şuur, karlere imanın da te-
melini oluşhıruyor. Kahn da lfıtfu da Allah'tan bilme düşüncesini veriyor.
Böylece hem lutuf, hem de kahranında müracaat yeri olarak O'nun kapısını
gösteriyor. Mümini, azgınlıktan muhafaza ettiği gibi ümitsizlikten de koru-
yor.

11/7· Ey ihtiyacım anında mededkinm! 0 ı;~l i: ';ı '~ ~~ ~

Alah gerçekten, hadsiz ihtiyaçlar içinde kıvranan her bir mahlukun meded-
kandır. Mesela insan, yokluk karanlıklarından çıkarılıp, zerreler alemine, ora-
dan da gıdalar alemine, bir nutfe ve yumurta olarak baba ve annesinin vücut-
lanna, anne rahmine, çocukluğa, gençliğe, ihtiyarlığa kadar uzanan aşamalar
zincirinden her birine nakledildiğinde sayısız ihtiyaçlar içindedir. Her aşama­
nın farklı ihtiyaçlarını bilerek hikmet ve inayetle kendisine ulaşhran o Rahmeti
Sonsuz' dan başka kim olabilir? Bunun en açık del ili, insanın, en küçük bir ihti-
yacına bile elinin ulaşamaması ve onu karşılamaktan aciz olmasıdır. Mesela,
yediği lokmayı yaratmak bir yana, onu vücuduna alıp sindirrnek ve hücreleri-
ne dağıtmak bile binler ince ameliyelerden sonra gerçekleşir ve bu ameliyeler-
den binde birisi bile onun irade ve bilgisi dahilinde cereyan etmiyor. Her birisi
kendisi için çok hayati bir önem taşıyan vücudunun diğer sayısız fonksiyonlan
da buna kıyas edilsin.
İşte yukandaki cümleyi şuurlu bir şekilde söyleyen bir kul, bütün bu mana-
lan göz önüne alarak dile getiriyor demektir. Ayrıca, hadsiz arzu ve ihtiyaçlan
halinde ne zaman dergahına el açsa kendisine yardım elini uzatan bir Rabbinin
bulunduğunu ifade ve itiraf etmiş oluyor.
90 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

ıı/8. Ey zor durumda kaldığımda sıimağı.m! 0 ~;Ipi ~ ~ Ç


' , , '
Allah kudret ve rahmetiyle, muztar kalmış, dara düşmüş ve sıkıntıya duçar
olmuş her kulun sığınağıdır. O'nun himayesi öyle bir koruyucu kaledir ki,
oraya sığman bir kimse asla mağlup olmaz. Yeter ki, kul, böyle muhkem bir sı­
ğmağmm bulunduğunu bilsin ve şuuri olarak oraya iltica etsin. Fakat kişi, ge-
nişlik ve rahatlık zamanında Allah'ı unutmayacak ki, Allah da darlık ve sıkıntı
zamanında onun imdadına koşsun ve hususi himayesine alsın.

11/9· Ey korku ve dehşetint anında yardımcım! 0ıf.')


, ~"' ~
, , Ç
İnsan aciz bir varlıktır. Hayatı ve dünyası tehlikeler, sıkıntılar ve musibet-
lerle doludur. Bir veba veya verem mikrobundan tutun ta gökteki kuyruklu bir
yıldıza kadar her şey onu tehdit ediyor. O da tek başına bütün bu hadsiz düş­
manlanyla baş edemiyor. Bundan dolayı sürekli dehşet, korku ve endişeye he-
def ve maruz kalıyor. Zaten bu şekilde yaratılmasının hikmetide onu duaya,
Rabbinin himayesine sığmmaya, kısaca hayahnm gayesi olan halis bir kulluğa
sevk etmektir. İşte bu mübarek vasfı, inanarak söyleyen bir mümin, bu kulluk
şuurunun farkına varmış, halis bir tevhid inancına ermiş demektir.

ıı/10. Ey şaşkınlığun anında yol gösterenimi 0 ~ ~ ~~ Ç


, "' ' ,

Her bir varlık, özellikle canlılar, hususan büyüyüp gelişme yeteneğinde


olan tohum, çekirdek ve nutfeler yaratılışlannın başlangıcında sayısız yollar
arasmda mütereddit ve şaşkın bulunuyorlar. Bu sayısız yollardan hangisini tu-
tarlarsa hedefleri olan kemallerine ulaşacaklannı bilemiyorlar. Allah, ilim, hik-
met, irade ve kudretiyle her birinin elinden tutar, sayısız yollar içinden en fay-
dalı ve neticeye ulaştına olana sevk eder. Onu bir an olsun başıboş ve kendi
hilinde bırakmayarak hedef ve kemaline ulaştım. Mesela, çekirdekse kendi
cinsine ait meyveli ve muhteşem bir ağaç yapar. Nutfeyse, gerekli bütün organ
ve duyguları takarak annesinin kucağında sevimli bir yavru yapar. Bu tered-
düdümüz ve tekamülümüz fıtri olup, ihtiyanmız dışmda cereyan etmektedir.
Aynca irade ve ihtiyanmız dahilindeki işlerimizde de çoğu zaman şaşkınlık
içine girer, ne yapacağımız bilemez, iyiyi, doğruyu ve taydalıyı kestiremeyiz.
Böylesi tereddüt ve şaşkınlık halimizde hemen Rabbimizin derg.ihına sığınır,
O'ndan yardım ister, bize en doğru ve faydalı ne ise onu göstermesini niyaz
ederiz. O da kalbirnize en doğrusunu ilham eder, yolumuzu gösterir, bizi te-
reddüt ve şaşkınlık kararsızlığından kurtanr. Aynca insan nevi olarak da tarih
Kur'an ve Hikmet l~ığında CEVŞEN ŞERH i • 91

boyunca yolumuzu her şaşırdığımızda, başta peygamberler olmak üzere ma-


nevi rehberler tayin edilerek ve semavi kitaplar indirilerek hayat yolumuza
ışık tutulmuş ve sapıklık zulümahndan kurtanlmışız. İşte, "Ey şaşkınlığım
anında yol gösterenim!" diyen mümin, bir nutfeden mükemmel bir insan olun-
eaya kadar geçen hayahnın bunca dönemeçlerinde kendisine yol gösteren Rab-
binin bu nimetini hahrlar ve her şeyi bilen, her şeye gücü yeten Rabb-ı Ra-
him'inden, kendisini hiçbir zaman şaşkınlık içinde başıboş bırakmamasıru,
hakkı hak olarak gösterip, uymayı; bahlı da bahl olarak gösterip, sakınınayı
nasip etmesini dilemiş oluyor.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-12-

t2/t. Eygaypları çokiyi bilen! 0 ~;til r~ Ç


"Çok iyi bilen" diye tercüme ettiğimiz, "allam" kelimesi, "alim" kelimesinin
mübalağa ifade eden şeklidir. Aynca tekerrür de ifade eder. Yani, her an ve
çok iyi bilen demektir. "Allamu'l-Guyılb" ise, "Gizli denilen hiçbir şey kendisi-
ne gizli kalmayan, olmuşu ve olacağı bilen, gökte ve yerde ilminden hiçbir şey
saklanamayan" tarzında tarumlanmışhr. (Beyhaki, s. 20-21; Müfreddt, s. 344)
Allah, Kur'an-ı Kerim'de dört yerde (5:109; 9:78; 34:48; 109:116) Allamu'l-
Guyılb vasfıyla nitelenmiştir.Bu dört ayetten ikisinde bizzat Allah Kendisinin
bu vasfı taşıdığını haber vermekte, birinde melekler, birinde de bir peygamber
(Hz. İsa) O'nu böylece vasfetmektedir.
Guyılb kelimesi de gayplar demektir. Gayp ise, bilinmeyen, gizli olan an-
lamına gelir. Bu da iki türlüdür: "İzafi gayp", "mutlak gayp". İzafi gayp, bazı
varlıklann bilip, diğerlerinin bilemediği şeyler demektir. Bu durumda birisine
göre gayp olan bir husus diğerlerine göre gayp değildir. Mesela, meleklerin
bildikleri birçok şeyi insanlar bilmeyebiliyor. Peygamberlerin bildikleri birçok
şeyi diğer insanlardan gizli kalabiliyor.

Bir de mutlak gayp vardır ki, bunu Allah'tan başka kimse bilemez. Allah
için "bilinmez" diye bir şey yoktur.
~ • Kur'In ve Hikmet Jııtında CEVŞEN ŞERH!

12/2. Ey günahlan çokça baiışlayan! 0 -.-~;~ll


;-
)~ Ç
Bu vasıfta geçen Gaffar ismi, günahlan örten, suçlardan geçen manasındaki
:afir kelimesinin mana çoklu~ ve tekrar ifade eden sigasıdır. Günahlan çok-
il ve sıksık örten ve bağışlayan demektir. Allah'ın aynı kelime kökünden gE'-
!11 ism-i şerifleri Cevşen' de tam on yerde geçmektedir. Daha önce, 2. Bendin tı.
;mi olan Gafiru'l-Hatiat ve 7. Bendin 1. ismi olan Gafinı'l-Hataya isimlerini
çıklarken yeterli izahah verdiğimiz için burada fazla detaya girmeyeceğiz.

Zünub kelimesi ise günah manasındaki "zenb" kelimesinin çoğuludur.

12/3· Ey ayıplan örten! 0 _.


~i, 'ı'- 1'..
~ ~ .;\.W.ol 'l

Settar, örtrnek manasındaki setr mastannın ism-i faili olan Satir kelimesinin
tübala~a ifade eden sigasıdır. Çok kimsenin, çok sayıdaki hata ve ayıplannı
Jkça örten anlammdadır. Bu isim hakkında daha önce, 10. bendin 9. ismi olan
Ya 5atire Külli Ma'ylıb!" ifadesini açıklarken birazizahat vermiştik. Şimdi de
nam Gazali Hazretleri'nin bu konudaki açıklamalanna kulak verelim:
"Allah'ın kulu üzerindeki ilk örtüsü, onun gören gözlere çirkin gelecek yer-
~rini içeride, hoş gelecek yerlerini de dışanda yaratmış olmasıdır. İnsano~lu­
un, temizlik-habislik, güzellik-çirkinlik hususunda dışı ile içi arasında nice
ice farklar vardır. Bak gör ki, Allah insan vücudunun nerelerini örtmüş ve nt·-
~lerini açık bırakmışbr.

Şaru yüce olan Allah'm, kullanna olan ikinci örtüsü, kötü düşüncelere ve
ırkin arzulara karargah olarak kalbi tayin ebniş olmasıdır. Bu öyle bir örtüşle
rtınedir ki, hiçbir kimse oradaki düşüncelere vakıf olamaz. E~er kişinin kal-
inde taşıdığı şeytanlıklara, hilelere, hiyanetlere, su-i zanlara ... diğer insanlar
akıf olmuş olsalardı, kendisine kin ve düşmanlık beslemekten geri durmazlar,
atta öldürme~e bile teşebbüs ederlerdi. Bak gör ki, Allah insanın kötü düşün­
~lerini, ayıplanru, insani olmayan duygularını ... di~er insanlardan nasıl gizle-
ıiş.

Allah'ın kullarına olan üçüncü örtüsü, onların günahlarını affetmesidir.


:ul, öyle günahlar, öyle kusurlar işler ki, onlar sebebiyle halk önünde kötülen-
teye, hor-hakir görülmeye müstehak olur. İnsanlar, onun işlediği bu günah-
ırdan birine vakıf olduklan zaman onu rezil-rüsva ederler. İşte Allah, kulları­
m bu günahlannı affetme lutfunda bulunabilir. Bütün bunlardan başka, bir
e, kulunun kötü arnellerini iyi arnellere tebdil edece~ini de va' demiştir. Bunu,
nanlı olarak ölenlerin güzel arnellerinin sevabı ile, günahlannın çirkinliklerini
rtmek için yapar." (Esmtiü'/-Hüsnd, s. 128)
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 93

12/4· Ey kederleri çokça kaldıran!


. ~i .; '• <". . .
0 "tJ.;-1-.fl
Allah, bütün meşakkatleri, kederleri ve sıkıntılan lCıtuf ve rahmetiyle da~­
br. Müminin maddi ve manevi varlığuu saran hüzün bulutlaruu kaldım. Ona
nefes aldınr. Cevşenin 7. Bendinin 2. ismi olan "Kişifü'l-Belaya"; 10. Bendinin
S. İsmi olan "Kişifu Külli Mekrüb" ve yine 11. Bendin 6. İsmi olan "Kişifi inde
kurbeti" ifadelerini açıklarken bu isimde de yer alan "kederleri çokça kaldı­
ran" anlamındaki "Keşşif" ismi hakkında yeterli izahab verdik. Bu isimle aynı
kökten gelen ve buna çok yakın manalar ifade eden isimler ileride de gelecek-
tir. Kısaca Cevşen' de bu kökten gelen kelimelerle ifade edilen isimler tam ll
yerde geçmektedir. Bunları yeri geldikçe açıklayacağız.
~,. ..., ,
12/5· Ey kalpleri bilden hile döndüren! 0 ~.,Wl~ Ç
.;

Kalp, sadece vücudumuzun kan dolaşımının merkezi olan organmuz de-


~dir. Fakat, çam kozala~ andıran maddi kalbimiz, manevi kalbirnizi içine
alıyor. Aynca her iki kalp arasında da vazife bakınundan bir benzerlik ve para-
lellik söz konusudur. O da şudur: Nasıl ki, maddi kalbimiz maddi bedenimizin
merkezi ve temel direğiyse, ona daima kan ve hayat pompalıyorsa, manevi
kalbimiz de manevi hayahmızın direği olup, ona daima hayat neşrediyor. Üs-
tad Bediüzzaman, bu gerçekleri şöyle açıklıyor:
"Kalbden maksat, sanevberi -çam kozalağt gibi- bir et parçası değildir. An-
cak bir latife-i Rabbaniye' dir. Mazhar-ı hissiyat-ı, vicdan; ma'kes-i efkar-ı di-
mağdır. Binaenaleyh o latife-i Rabbaniyeyi tazammun eden o et parçasuun
kalp tabirinden öyle bir letafet çıkıyor ki; o latife-i Rabbaniyenin insanın mane-
viyatma yaph~ hizmet, cism-i sanevberinin cesede yaph~ hizmet gibidir. Na-
sıl ki, bütün aktar-ı bedene ma-ü'l-hayah neşreden o cism-i sanevberi bir ma-
kine-i hayattır ve maddi hayat onun işlemesiyle kaimdir, sekteye uğradığı za-
man cesed de sükuta uğrar; kezalik o latife-i Rabbaniye a'mal ve ahval ve ma-
neviyabn hey'et-i mecmuasıruhakiki bir nur-u hayat ile canlandırır, ışıklandı­
nr: Nur-u imanın sönmesiyle mahiyeti meyyit-i gayr-ı müteharrik gibi bir hey-
kelden ibaret kalır."
İşte Allah bu manevi kalbirnizi her an halden hale döndürür. Kalb bütün
halleriyle O'nun tasarrufundadır. Onu dilediği gibi çekip çevirir. O kalp, birini
şiddetle severken, bir anda ondan nefret eder olur. Sevinç ve neşeyle çoşarken
bir anda üzüntü ve kederle burkulur. Bast halinde İlahi tecellilerle mest olur-
ken bir anda o güneşmisal tecelli gizleniverir ve ink.ıbaz haline bürünür. Kısaca
insan kalbi çok şüratli olarak renkten renge dönüşür. Zaten kalbe bu ismin ve-
rilmesinin sebebi de, daima tak.allub etmesi, halden hale ink.ılab etmesi ve ken-
disine hahralann süratle ve peşpeşe gelmesidir. Bütün bunlar ise Allah'ın me-
şietiyle gerçekleşir. Onun için Allah'ın bir ismi de Mukallibu'l-Kulub'tur.
94 • Kur'an ve Hikmet I~ıOında CEVŞEN ŞERHi

.....
12{6. Ey kalbieri süsleyenl O ~,Wl~;
.,. Ç

Allah, kalpleri süsleyendir. Gönülleri, güzel itikadlar, Rabhani tecelliler ve


Rahmani düşüncelerle süsler. Kalplerin en güzel süsü, sağlam bir iman ve kuv-
vetli bir marifetullahbr. Allah sevgisi de kalplerin en parlak cilasıdır. Kalbin
parlak bir süsü de ihlas ve samimiyettir. Güzel düşünceler, iyi niyetler de kalp-
leri tezyin eder. Bütün bu güzel şeylerin sebeplerini yaratan, onlan insana il-
ham eden, melekleriyle destekleyen ve insanın kalbine nakşeden ise doğrudan
doğruya Allah Teala'dır. Bunlarda insanın rolü pek azdır. O da sadece bir te-
veccüh, bir kesp ve bir tercihten ibarettir. Gerisi tamamen Allah'ın irade ve ta-
sarrufu ile olmaktadır. Dolayısıyla Allah Teala için ''Kalblerin süsleyicisi" ma-
nasma gelen "Müzeyyinü'l-Kuhib" isminin kullanılması büyük bir hakikahr.
ifadesidir.

12{7. Ey kalbieri nuriandıranı 0 ~


.,. _,illı ;;,:
,
Ç

Allah kalplerin nurlandıncısı ve aydmlabcısıdır. Gönülleri iman ve marife-


tiyle aydmlahr. İman, insanın kendi özel tercih ve ihtiyanru sarfettikten sonra
Allah tarafından kalbe ahlan bir nurdur diye tarif edilir. Aynca insan kafasının
gözü olduğu gibi, -ki buna basar denilir- insan kalbinin de manevi gözleri
vardır ve buna da basiret denilir. Kafa gözünün nuru gittiğinde insan bir yeri
göremediği ve karanlığa gömüldüğü gibi, gönül gözü olan basiretin de ışığı
gittiğinde insanın iç dünyası karanlığa gömülür. Kalb gözünün nuru, Allah'ı
tanımak ve O'na iman etmektir. İnsan kalbinde iman ve marifet kandilini tu-
tuşturmaya vesile olan hadsiz delilleri kainatta yaratan, Kitaplar indiren, pey-
gamberler gönderen Allah olduğuna ve aynca bu nuru bizzat insan kalbine at-
bğına göre insan kalbinin nurlandıncısı da O'dur.

,.. . ,
12{8. Ey kalbierin tabibi olan! 0 ---;:-' _,la.JI ~ Ç
Allah, kalplerin aradığı manevi sağlık, huzur ve saadeti indirdiği kitaplan
ve gönderdiği peygamberler ve görevlendirdiği evliyalanyla sağlayan ve hasta
gönülleri şifaya kavuşturandır.
. ...
12{9. Ey kalbierin sevgilisi! 0 ---;:-'_,u.ll·~ _;;. Ç
Allah, her şeyden daha çok sevilmeye layıkhr. Çünkü, bir şey, ya çok üstün
ve mükemmel olduğu için, ya da sağladığı faydalardan dolayı sevilir. Bu iki
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 95

yönden de bakıldığında Allah'ın her şeyden daha çok sevilmesi gerektiğini an-
larız. En yüce ve üstün sıfatlar Allah'ındır. Bu yönüyle O her şeyden daha çok
sevilmetidir.
öte yandan Allah, bize sonsuz iyiliklerde bulunmuştur. Bizi, yoklukta bı­
rakmamış, bir taş, bir bitki, bir hayvan olarak yaratmamış, insan olarak var et-
miş. Bu dünya hayatında bizi gerekli bütün organ ve duyularla donatmış. Mi-
demizin açlık duygusunu gidermek için basit bir topraktan çeşit çeşit renk, ko-
ku, tat ve lezzette sayısız yiyecekler ikram ediyor. Canlı, cansız bütün varlık­
lar, O'nun emriyle bize hizmet etmek için adeta birbiriyle yanşıyor.
O'nun ernriyle, dünya bir saray olmuş. Biz de bu sarayın ağırlanan misafi-
riyiz. Arı bizim için bal yapıyor. Koyun, bizim için bir süt çeşmesi olmuş, en
lezzetli bir gıdayı bize sunuyor. Tavuk, yumurtası ve etiyle bizi besliyor. Kuş­
lar, en güzel ses ve desenleriyle dünyamızı şenlendiriyor. Güneş, ışığıyla bizi
aydınlahrken ısısıyla, sayısız yiyeceklerimizi olgunlaşhnyor. Yıldızlar, bir avi-
ze gibi gök kubbernizi süslüyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar birer kazan olmuş çe-
şit çeşit sebze ve meyveleri birbirine kanşbrmadan bizim için pişiriyor. Kuşku­
suz bunlar, aslında bizi tanımıyor. Bütün bunları bizim hizmetirnize veren Yü-
ce Allah' br. Diğer taraftan en çok sevdiğimiz anne, baba ve diğer yakınlanmızı
da yarahp besleyen O'dur. Bize bu kadar iyilikte bulunan Allah'ı her şeyden
daha çok severiz. Sevdiklerirnizi de Allah adına ve O'nun belirlediği ölçüler
içerisinde severiz.
Şüphesiz, Allah'ı sevmek de kuru bir iddia ile olmaz. Bunu davranışlan­
mızia kanıtlamak zorundayız. Seven, sevdiğinin dediklerini tutar. Onu kırmak,
incitmek istemez. Onu memnun etmek için çırpırur. Ona karşı bir kusur işlese,
özür ve af diler. Allah'ı sevdiğimize göre, buyruklarını da tutanz. Zaten bu
buyruklar da hep bizim iyiliğimiz içindir. Allah'ı gücendirmemeye çahşınz.
Bir kusur işiediğimizde hemen, tevbe eder, O' ndan af dileriz.

12/10. Ey kalbiere ünsiyet veren! 0


.....
~ ji.ll ~1
~-

Burada geçen "enis" kelimesi sözlükte, dost, arkadaş, alışılmış, kendisiyle


ülfet edilen, sevgili manalarma gelir. Bütün bu manalarla Allah gerçek Enis' tir.
Allah nihayetsiz bir yalnızlık ve ürkeklik aleminde insan kalbini dostluğu, be-
raberliği, ülfeti ve sevgisiyle teselli ve tatmin eder. O'nu tanımak ve yoluna
girmek demek olan hidayet, büyük bir saadet, vicdani bir lezzet ve ruhun cen-
netidir. O'nu tanıma zevkini bir kere tadan kişi, bir daha küfre ve inkara dön-
mektense ateşe ahimayı yeğler. Onu bulan her matlubunu bulmuş, hadsiz
elemlerden, korkulardan kurtulmuştur. Kalbler, O'nun zikri ile mutmain olur
ve huzura erer.
96 • Kur'An vt Hikmet I$ıOında CEVŞEN ŞERHI

0
, . ,., -'
. ..... , ' -: ,
~UJI ~ F :,!;. ~ı;'il ~ı;'il ~1 'it 4lt'i ~~

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-13-

Allah'ı.m! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:


~

13/1. Yi CeiD! 0 ~~

Cerıi, eelAlet sahibi, azim, mertebesi yüksek, kahnru ve azametini gösteren


anlanundadır. Celil sıfab Kur'an'da bu kalıpla Allah hakkında geçmemekle
birlikte, iki ayet-i kerimede Allah'ın celal ve ikram sahibi oldu~ bildirilmek-
tedir. (55:27, 78) Allah Teala'run celal sahibi olması, yücelik ve ululuğuna delil
teşkil eden büyük varlıklar yaratmasını, ihata edilmekten çok daha büyük ve
münezzeh olmasını, duyu organlanyla algılarunaktan yüce olmasını ve hak
edenlere gazap ve azabıyla tecelli etmesini ifade eder.
İmam Gazali, bu vasfın, eşanlamWan gibi görünen Kebir ve Azim' den far-
kını şöyle dile getirir: "Kebir ismi, zatın kemaline deıalet eder; Celil ismi, sıfat­
Iarın kemalini gösterir; Azim ise, hem zatın hem de sıfatıarın beraberce kema-
line delalet eder." (Gaz.ili, a.g.e., s. 83)
Allah, Vacibu'l-Vüciıd, Kadim, Sermedi, Ebedi, Vahid, Ehad, Ferd, Saıned,
Aziz, Cebbar, Mütekebbir, Kahhar ... (Bediüzzaman, ei-Mesneviyyu'I-Arabi, s.
134) gibi eelali isimleri taşıyan bir azarnet ve yücelik sahibidir. Celal sıfatlan,
muhtaç olmama, hakimiyet, noksanlıklardan münezzeh oluş, ilim ve kudr~t
sahibi olma gibi sıfatlardır. Allah, bütün celal sıfatiarını Kendisinde toplayan
mutlak Celil' dir. (Gazali, a.g.e., s. 83)
Kainatta aslında Celil isminin tecellileriyle Cemil isminin tecellileri ço~ za-
man iç içedir. Mesela, dünyamızdan milyonlarca defa daha büyük olan ve ken-
::fi içinde adeta küçük bir cehennemi andıran, her an milyonlarca hidrojm
bombalannın patlamasına sahne olan ve etrafına binlerce dağ büyüklüğünde
ıteş dalgaları salan, müthiş çekim gücüyle onu aşkın gezegeni küçüklü büyük-
lü peykleriyle kendisine bağlayıp uzay boşluğunda belli bir istikamete doğru
iıeybetle yol alan Güneş bu haliyle seyredildiğinde, onun, Yaraha'sının Cem
;ıfatıru nasıl da adeta haykırdığı görülecektir. Aynı güneş dünyamızda adeta
ı<ur'3n ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI • 97

bir soba ve lamba gibi sıcak, munis, okşayıcı, yol gösterici, sayısız çiçeklerin
açılıp gülümsemesine vesile oluru, yeryüzü mutfaıında hadsiz sebze ve mey-
velerin olgunlaşıp tatlanmasma sebep oluru özelliğiyle Yarabcı ve Sanatkir'ı­
nın cemali isimlerini göstermektedir. Aynı şekilde, fırtınalı bir havada haşmet­
le kabanp dag gibi dalgalar salan bir okyanusa bakıldıkmda, o dehşet dolu
dalgalarm adeta Ya Celil, Ya Celü diye Allah'ı zikrettiği gönül kulağıyla işitile­
cek Aynı anda celal ile kabaran o deryarun içinde sayısız canlılarm rahmet,
hikmet ve ilimle o hayat ortamma en uygun biçimde yarab.hp, donahlıp, besle-
nip yaşahimasma bakıldıgmda ise onların da hal dilleriyle Ya Cemil, Ya Cemil
diye zikrettikleri duyulacakbr. Yine, aslan gibi mahlukabn heybetli, güçlü kuv-
vetli, gazap.h ve öfke dolu haline bakan kişi, Allah'ın Celil sıfahrun eseri ve
cüz'i bir tecelligaru oldugunu görecek, aynı canavarın yavrusuna karşı engin
şefkatine bakıldığında ise Yaraha'sının Cemil sıfahna aynadarlık yaphğı fark
edilecektir.
İşte "Ya Celil!" diyen kimse, bütün bu derin manalanyla Allah'ın büyük bir
ismini gönülden dile getirmekte, Cehennem' den kurtuluşu için kendisine şefa­
atçi kılmaktadır.
Mümin, eger Kur' an' daki ahlaki d üsturları gözetip tatbik ederse, tatlı ve se-
vimli bir heybet, izzet ve şeref kazanır ve bu haliyle Allah'ın Celil ismine ira-
desiyle aynalık etmiş olur.
,
13/2. Yi Cemil! 0 ~Ç

Hak ve mutlak cemil yalnız şanı yüce Allah'hr. Çünkü kimatta olan her bir
güzellik, kemal, değer ve cemal, hep O'nun zahrun nurlarmdan ve sıfatlarının
eserlerindendir. O'ndan başka, mutlak cemal ve kemale sahip hiçbir varlık
yoktur. Allah, zat, sıfat ve esmasmda hüsün ve cemalin nihayet mertebelerini
cemeden ve bütün hayat bütün güzellikleriyle O'nun bir cemal aynası olan
Cemil'dir. Kainatta bizleri hayran bırakan, kendilerine aşık eden bütün güzel-
likler O'nun mutlak cemalinin birer tecelli ve parılhsıdır. Celal Sahibi sanatki-
nn, zatma layık öyle hadsiz bir hüsn-ü cemali var ki, gölgesi bütün mevrudab
baştan başa güzelleştirmiş ve öyle münezzeh ve mukaddes bir güzelliği var ki,
bir panlhsı kainah baştan başa süsleyip aydınlabnış ve bütün varlıklan hüsün
ve cemal panltılanyla tezyin edip ışıklandırnuştır. Mesela, bütün canlılarm
düzenli bir biçimde gayp perdesi arkasından gelen nzıklarma bakan kişi İlahi
rahmaniyetin cemalini görür. Bütün yavrularm mucize biçiminde beslenmele-
ri, başlan üstünde annelerinin sinelerine asılmış tatlı, safi, kevser suyu gibi iki
tulumbacık sütü seyreden kişi İlahi rahimiyetin cemalini görür. Bütün kiinah
bütün türleriyle büyük bir hikmet kitabı haline getirip, her harfinde yüzer ke-
lime, her kelimede yüzer sahr, her sabrından yüzer bölüm, her bölümünde
98 • Kur'1n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH!

yüzer kitap yazan İlahi hakimiyetin eşsiz güzelli~ görür. Bütün kiinab bü-
tün mevcudahyla mizarn albna alan, bütün gök ve yer asimlerini dengeli bir
biçimde yarahp varlıkta tutan, güzelli~in en önemli bir temeli olan ahengi ve-·
ren, her şeye en güzel vaziyeti verdiren, her canlıya bir hayat hakkı lutfetip bu
hakkını kullandıran, onu hadsiz saldınlar karşısında koruyan, haksızlık ve zul-
medenleri cezalandıran bir adaleti gören kişi, bu adalet sahibinin adiliyetinin
güzelliğini anlar. Yine yeryüzü sofrasında mutlak kerem sahibi olan Rahman-ı
Rahim'in misafirlerine, rahmet tarafından hazırlanan hadsiz yiyeceklerin ayrı
ayrı güzel kokulanna, değişik süslü renklerine, türlü türlü hoş tatlarına, her
canlının zevk ve safasma yardım eden cihaziara bakan kişi, İlahi ikram ve keri-
miyetin gayet şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini görür. Yine Fettah ve Mu-
savvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olmak üzere bütün canlılann, su
damlalanndan, yumurta ve yumurtaok.lardan açılan pek çok manalı suretleri-
ne ve bahar çiçeklerinin tohum ve zerreciklerinden açhran çok çekici simaları­
na bakan, İlahi Fettahiyet ve suret vericiliğin güzelliğini görür. İşte bu zikrett-
ğimiz örneklerekıyas ederek, her bir İlahi ismin kendine mahsus öyle bir kut~i
cemali var ki, bir tek parılhsı koca alemi ve hadsiz bir nev'i güzelleştiriyor. Bir
tek çiçekte bir ismin cemal panlhsı görüldüğü gibi, büyük çiçek olan bahar da
ve görülmedik bir çiçek olan Cennet de kendi büyüklükleri ölçüsünde o ebedi
cemalin güzelliğini yansıhyorlar. Bütün bu hadsiz güzelliklere karşı iman gü-
zelliği ve ubudiyet cemaliyle mukabele eden kimse çok güzel bir varlık olur.
Dalaletin hadsiz çirkinliği ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşıl.ı­
yan, en çirkin bir mahluk olmakla kalmaz, bütün güzel mevcudahn manen
nefretine hedef olur. (Şudlar, 62-63)
Madem ki, bu .ilem sarayının başka emsali yok ki güzellikleri ondan iktibas
edip taklit edilsin. Elbette ve her halde bunun ustası kendi zat ve isimlerinde
kendine layık güzellikleri var ki, kciinat güzelliğiniondan alıyor, ona göre ya-
pılmış ve onlan ifade etmek için bir kitap gibi yazılmışhr. (Şualar, s. 63-64)

İşte bunun içindir ki, Allah'ı taruyan ve cemalini temaşa eyleyen, Cennet
nimetlerini ve gözlere görülen suretleri küçümseyecek derecede zevk, haz ve
sevinç duyar. Kul, Allah'ı tanıdığı ve hasiret gözüyle cemalini temaşa eylediği
zaman artık onun nazarında Cennet nimetleri ve gözle görülen şekiller değer­
siz hale düşer. (Gaz.ili, a.g.e, s. 188-189)
Cevşeni okuyup Ya Cemil diyen kişi, bütün güzellikterin sahibi olan Rabbi-
ni ça~yor ve bu güzelliğirıi şefaatçi ederek Cehennem'den korunmayı niyaz
ediyor demektir.
,
13/3· Yi Vekili 0 ~J Ç

Vekil, Allah'ın vasfı olarak, her şeyi çekip çeviren, idare eden ve gözet~n;
Kendisinden hiçbir şeyin bilgisi gizli kalmayan; hiçbir şeyi korumak ve id.ire
Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! •99

etmek Kendisine ağır gelmeyen, demektir. (Taberi, 4/132 ayeti tefsiri) Bazı
alimiere göre ise Vekil: "Yarattığı her şey üzerinde gözetici ve Hafiz (Emin)
olan, hepsinin nzıklanrun ve idarelerinin Kendisine ait oldu~" anlamına ge-
lir. (Taberi, a.g.e., 6:102 hk.) Müminler, "Allah bize kafidir, O ne güzel Ve-
kil' dir!" (3:173 vb) derken "0, işlerimizin ne güzel kefil ve idarecisidir." demek
istiyorlar.
Kamatta maddi ve ruhani sayısız varlıklardan her birinin gerek varlı~a
ayak basmada, gerekse varlıklannı sürdürmede sayısız ihtiyaçlan bulunmak-
tadu. Bu ihtiyaçlann en küçü~e en büyük varlığın kendi başına eli yetişe­
mernekte ve onun temininden aciz kalmaktadır. Mesela, vücudumuza lazım
olan bir lokma ekmeğin elimize geçmesi için gök, yer, bulut, rüzgar ve su gibi
büyük ve önemli varlıklann yanında; harmancı, değirmenci, fınncı gibi beşeri
hizmetçilerio seferber olması lazımdır. Lokmayı ağzımıza koyduktan sonra da
çiğnenip, hazmedilip vücuda yarayışlı hale gelinceye kadar geçen süre zarfın­
da yine birçok unsurlar görev almaktadır. İşte bütün bu hizmetçileri yaratıp
fıtri bir biçimde seferber eden Cenab-ı Hak' tır.

Yüce Allah, insandan başka diğer varlıklann da özellikle canlı olanlannın,


bütün hayat şart ve ortamlarını sağlayıp onları garanti altına almaktadır. Hiç-
birini unutmadan, şaşırmadan, eksik bırakmadan vakti vaktine yerine getirir.
öte yandan, onların kendilerine özgü hadsiz ve gerçekleştirmekten son de-
rece aciz olduklan emel, arw ve ümitlerini gerçekleştirir. Onları, hadsiz düş­
manianna karşı korumayı üzerine alır. Özellikle akıl sahibi olanlannı manevi
elçi ve mesajlarla yönlendirir, doğru yolu gösterir, zulmet ve dalaletlerden ko-
ruyacak her türlü şartlan temin eder. Küçük bir mide ihtiyacını tatmin etmek
için mevsimleri değiştirip bahar ve yazı getirdiği gibi, ebedi yaşama aşk ve ar-
zusunu tatmin için de dünyayı kaldırıp ahireti yerine koyar ve nihayetsiz ge-
nişlik ve güzellikteki Cennet' i yaratır.

İşte, hadsiz ihtiyaçlannı, emellerini, korkularını, hastalıklarını vs. düşünen


kişi,bunlardan faydalı olanlannı kendisine sağlayan, zararlı olanlarını da her
an ve her saniye defeden Yüce Rabbine karşı büyük bir güven ve itimat hisse-
der, ne derece emin ve merhametli bir Malik'in himayesi altında bulunduğunu
düşünür. Bu fıtri teminat ve tekeffülü sağlayan Allah'a özgür iradesiyle de tes-
lim olur. O'nu her işinde kefil kabul eder.
Bu dünyada insanın en çok üzerine titrediği ve asla kaybetmek istemediği
en değerli varlığı hayatıdır. İman şuuroyla Allah'a bağlanan, O'nu kendine
vekil bilen mümin, hayatını, Yaratıcı'sının ebedi hayatına ayna ve gölge bilerek
sonsuz bir güven hisseder ve şöyle düşünür: O'nun bekasıyla benim için ölmez
bir hakikat gerçekleşir. Zira "Benim mahiyetim, hem baki hem daimi bir ismin
gölgesi olur; artık ölmez" diye iman şuuroyla anlar.
100 • Kur'In vr Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH!

Aynca, hayahnı ve saadetini hayatlan ve mutluluklan için seve seve feda


etti~ sayısız akraba ve dostlan nanuna Allah'a dayanıp güvenmekten bir tez-
zet alır. Çünkü bir samimi dostun saadetiyle şefkatli dostu dahi mutlu olur,
tezzet alır. Şu halde, Baki-i Zülkemal'in bekası ve varlıtıyla, başta Resiil-i Ek-
rem ve AI ve Ashabı olarak bütün büyük insaniann ve dostlan olan bütün ev-
liya, asfiya ve diğer hadsiz dostlannın ebedi yok oluştan kurtulduğunu ve bır
sonsuz saadete mazhariyetlerini, o iman şuuroyla hisseder. Münasebet, alaka,
kardeşlik, dostluk sırrıyla saadetlerinin kendisine de yansıyıp saadetlendirdi-
ğini anlar ve bütün varlıtıyla Allah' ı kendisine vekil kabul eder.
Yine, insan dünyada yapbğı güzel amellerin, faydalı işlerin, iyi davranışia­
nn kaydedilmesini ister, bunlann boşu boşuna yok olup gibnelerinden son de-
rece korkup üzülür. İşte, Allah'ın Baki olması gibi daimi bir mük.üat yurdu-
nun da bulunduğunu, burada yapılan iyi işlerin melekleri tarafından kayde-
dildiğini, orada mükafatlanrun görüleceğini düşünen mümin, bütün üzüntü-
sünü atar ve Allah' ı kendine en sağlam vekil tanır.
Yine, insan zaman zaman öyle aa durumlara, haksız muamelelere ve zalim-
ce hücumlara maruz kalır ki, eli kolu bağlı bir adama ordularm saldırması gibi
çaresiz bir duruma düşer. Gökteki kuyruklu yıldızdan tutun, sayısız mikrop ve
canavara kadar hadsiz düşmanlar üzerine saldınr. Diğer taraftan kendi hem-
cinslerinin sayısız düşmanlıkianna hedef olur. Böyle bir durumda öyle bir Ve-
kil'e ve himayesini üzerine alacak öyle bir zata ihtiyaç duyar ki, bütün di.ış­
manlanru savabilsin, hadsiz korku ve endişelerini emniyete çevirsin. Bu da an-
cak öyle bir zat olabilir ki, yeryüzünde her baharda dörtyüz bin milletten olu-
şan bitki ve hayvan ordulannın bütün donarumlannı tam bir intizamla ver-
mekle beraber, her sene ağaçlar ve kuşlar denilen o iki muazzam ordusunun
elbiselerini tazelendirerek onlara yeni giysiler giydirir, urbalannı ve formalan-
nı değiştirir, kuşun tüylerini de~ştirdiği gibi datın libasını ve sahrarun yüz dr-
tüsünü de değiştirir. Başta insan olmak üzere canlılar denilen muazzam ordu-
nun bütün erzaklannı tohum ve çekirdek denilen o Rahmaru kutucuklara ko-
yup, mükemmel bir gıda olarak pişirilip önüne konması için gerekli progranun
içine sanp, muhafaza için küçücük ambalajlara sanp gönderir.
İşte mümin, iman vesikasıyla böyle bir dayanak noktası bulabildiğinden
hadsiz bir kuvvete ve kudrete dayanabilir. Allah'ın vekil ismini düşündükçe
öyle bir manevi destek bulur ki, düşmanlan yüz derece daha ziyadeleşse onla-
ra meydan okuyabilir.
Aciz ve fakir insan, hadsiz ihtiyaçlan karşısında çaresizliğe düşmüşken kul-
luk ve ubudiyet mensubiyetiyle öyle bir Malik-i Kerim'i kendine vekil tayin
eder ki, her bahar ve yazda gayptan ve hiçten umulmadık yerden ve kuru bir
topraktan kaldım indirir tarzda yüz defa yeryüzü sofrasını ayn ayn yemekle-
riyle süsler, serer. Öyle ki, zamanın seneleri ve senenin günleri, birbiri arkasın-
Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • lOl

dan gelen ihsan meyvelerine ve rahmet taamlarına birer kap ve bir Rezzak-ı
Rahim'in külli ve cüz'i ihsanat mertebelerine birer sergidir.
İşte insan, böyle bir Mutlak Gani'nin kuludur. Kulluğunun bilincindeyse
onun acıklı yoksulluğu lezzetli bir iştaha dönüşür. (Bu ismin hadsiz tecellileri-
nin son derece parlak örnekleri için bk. Bediüzzaman, Şudlar, s. 49-65) Bütün
bu kerem dolu icraatların sahibi olan zat'ı kendinevekil bilir ve bütün benli-
ğiyle O'na teslim olur.

. -- ,
13/4· Yi Kefil! 0J.~~ ~

Kefil, KFL kökünden, fail kalıbında olup ism-i faildir. Bir işi boynuna alıp
garanti eden, bir kimsenin geçimini üstlenen demektir. (Ahteri, s. 211) Allah'ın
bu ismi, Ris.lle-i Nur'da da defalarca geçer. (Msi. 792-793)
K.iinatta maddi ve ruhani sayısız varlıklardan her birinin gerek varlığa
ayak basmada, gerekse varlıklarmı sürdürmede sayısız ihtiyaçlan ve levazıma­
h bulunmaktadır. Bu ihtiyaçlarm en küçüğüne en büyük varlığın kendi başına
eli yetişememekte ve onun temininden aciz kalmaktadır. Mesela, vücudumuza
lazım olan bir lokma ekmeğin elimize geçmesi için gök, yer, bulut, rüzgar ve
su gibi büyük kevni varlıklarm yanmda harmana, değirmenci, fırına gibi be-
şeri hizmetçilerin seferber olması lazımdır. Lokmayı ağzımıza koyduktan son-
ra da çiğnenip hazmedHip vücuda yarayışlı hale gelinceye kadar geçen süre
zarfında yine birçok unsurlar görev almaktadır. İşte bütün bu hizmetçileri ya-
ratıp fıtri bir biçimde seferber eden Cenab-ı Hak' br. Yüce Allah, insandan baş­
ka diğer varlıklarm da özellikle canlı olanlannm, bütün hayat şart ve ortamla-
rını sağlayıp garanti alhna almaktadır. Hiçbirini unutmadan, şaşırmadan, ek-
sik bırakmadan vakti vaktine yerine getirir.
öte yandan, onlann kendilerine mahsus hadsiz ve gerçekleştirmekten son
derece aciz olduklan emel, arzu ve ümitlerini gerçekleştirir. Onlan, hadsiz
düşmanianna karşı korumayı üzerine alır. Özellikle akıl sahibi olanlarını ma-
nevi elçi ve mesajtarla yönlendirir, doğru yolu gösterir, zulmet ve dalaletler-
den koruyacak her türlü şam temin eder. Küçük bir mide ihtiyaaru tatmin et-
mek için mevsimleri değiştirip bahar ve yazı getirdiği gibi, ebedi yaşama aşk
ve arzusunu tatmin için de dünyayı kaldınp ahireti yerine koyar ve nihayetsiz
genişlik ve güzellikteki Cennet'i yarahr.

İşte, hadsiz ihtiyaçlarını, emellerini, korkularıru, hastalıklannı vs. düşünen


kişi,bunlardan faydalı olanlarını kendisine sağlayan, zararlı olanlarını da her
an ve her saniye defeden Yüce Rabbine karşı büyük bir güven ve itimad hisse-
der, ne derece emin ve merhametli bir Malik'in himayesi alhnda bulunduğunu
düşünür. Bu fıtri teminat ve tekeffülü sağlayan Allah'a ihtiyanyla da teslim
olur. O'nu her işinde kefil kabul eder ve "La havle vela kuvvete illa billah =
102 • K u r' .i n ve H ı k m et 1~ı ~ ı n da C E V Ş E N Ş ERH1

Kötü ve zararlı şeylerden sakırunak, lazım ve faydalı şeyleri elde ehnek ancak
ve ancak Allah'ın yardınuyladır." der, O'nun iradesine ba~lanır.
.
13/5· Yi DelU! 0 ~~ Ç

Bu isim, Cevşen' de "DeIili inde hayren = Şaşkınlı~ımda yol gösterenim


(11.10)", Delilü men la delile leh = Yol göstereni bulunmayarun yol gösteriasi
(58.8)", "Delilü'l-mütehayyirin = Şaşkınlara yol gösteren (14.1) şeklinde olmak
üzere beş defa geçer.
Bu isim hakkında (11/lO)'da açıklamada bulunduk. Burada şu kadanru de-
riz ki, delil, kılavuzluk eden manasma geldiği gibi, kendisinden hareketle baş­
ka bir varlı~a istidlal edilen işaret anlamına da gelir. Her iki anlama göre de
Allah, Delil' dir. Hem yarattıklanna fıtri ve ihtiyari faydalı yollar göstererek cn-
lara kılavuzluk eder, hem de Kendi varlığından hareketle başka gerçekiere is-
tidlal edilir, delil ve işaretler çıkanlır. Mesela, imanın alh esası birbirine delil-
dir. Her birisi öbürünün varlı~ını gerektirir. Mesela, Peygamberler ve Kitaplar,
Allah'ın varlığını gösterdiği gibi, Allah'ın varlığı da Peygamberlerin ve semavi
kitapların bulunmasını ister. Yine ahiretin varlığına en büyük delil, bizzat Ce-
nab-ı Hakk'hr. Ahiretin, hiçbir gerekçesi ve delili olmasa, Allah'ın Rahirn, Ke-
rim, Adil ve Muntakim isimleri ahiretin gelmesi için yeterli sebeptir. Allah, di-
~er bütün iman esaslannın da ayn ayn delilidir.

Aynca, Allah, alemde varlık ve birli~ine hadsiz deliller yaratan, nihayetsiz


mümkün yollar içinde tereddütlü ve şaşkın bulunan varlıkların vücud, vasıf ve
kimliklerini kazanmalarında ve hayat vazifelerini yerine getirmelerinde en hik-
metli yolu gösteren ve onlara şuurlu vazifeler gördürendir. Yine, şuur salıibi
kullanna gönderdiği rehberlerle nereden gelip nereye gittiklerini bildiren ve
onlara ebedi saadet yolunu gösterendir.

. .
13/6. Yi Mukil! Q ~Ç

Mukil, "Kayl" kökünden "Kale" fiilinin if'al sigasından ism-i faildir. Hata-
lan, yanlışlan bağışlayan, aya~ı sürçenlerin elinden tutan demektir. Araplar,
"Ekalellahu usreteke = Allah yanılgı ve hatanı affetsin!" derler. (Kamus, c. 4, s.
43)
Allah, her an gafletle sayısız hatalara düşen kullanru affehnekte, ayağı ka-
yan, manevi bataklığa düşen, kurtulma ümidi bile bulunmayan nice kullannın
elinden tutup onları kaldırmakta, hayatianna yepyeni bir yön ve islikarnet ver-
mektedir. Gerek tarihte, gerekse günümüzde bunun örnekleri o kadar çoktur
K ur' an v t H i k m tt I~ ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 103

ki saymakta bitmez. Özellikle adeta yeniden diriliş ve Allah'ın yoluna dönüş


mevsimi olan günümüzde aya~ kayıp da inkar ve günaha dalmış pek çok
kimsenin Allah'ın hidayet ve inayetiyle toparlandığına, hayatına çeki düzen
verdiğine şahit olmaktayız. Bu da Allah'ın Mukil isminin açık bir tecellisi ve
inkar edilemez bir delliidir. Hangimiz özel hayahmızda, zaman zaman hata ve
günahlarta manen burkulmamış, Allah'ın mağfiretine sığındıktan sonra ise, o
İlahi affın ruh okşayıa nesimini ta ruhumuzun derinliklerinden hissetmemi-
şiz?

13/7· Yi Habir! 0 ~Ç
'
Habir, kendisine hiçbir şey gizli kalmayacak tarzda bilen demektir. Allah
öyle bir Zit'tır ki, gizli diye nitelendirilen haberler bile Kendisinden gizlene-
mez. Gerek cismani alemde, gerekse ruhani alemde meydana gelen her bir ha-
diseden, hareket eden her bir zerreden, alınan ve verilen her bir nefesten mut-
laka haberdardır. Habir, Alim manasmdadır. Fakat, Alim'in mastan olan ilm,
bahni, gizli şeyleri bilme hakkında kullanıldığı zaman "hıber" haber alma adı­
nı alır. Bu gizli haberi alana daHabir denilir. (Gazali, a.g.e., s. 73)

Kur' an' da Ha bir sı fa h Allah hakkında 45 yerde kullarulmışhr.


Allah'ın her şeyden haberdar olduğu Kur'an'da şöyle ifade edilmektedir:
"Sizden, sözü gizleyenle onu açığa vuran, geceleyin gizlenenle gündüzün
yürüyen (O'nun ilminde) eşittir." (13:10); "Yaratan bilmez mi? O Latiftir,
Habir'dir." (67:14); "Gizliyi ve açığı bilendir ve O, hikmet sahibidir, her şeyden
haberdardır." (6:73); "Allah yapmakta olduklannızdan haberdardır." (2:234);
"Şüphesiz Allah, onlann yapmakta olduklanndan haberdardır." (24:30); "0,
kullarının haberini alandır, onları görendir." (42:28)

Habir'in daha çok eşyanın iç yüzü ve gizli yönleriyle ilgili olduğunu söyle-
dik. Kamat ve içindeki her bir varlığın iç yüzü dış yüzünden çok daha sanatlı,
mükemmel ve harikadır. Hatta genellikle bu varlıklarm dışında görülen güzel-
lik, içindeki sanat ve mükemmelliğin bir yansımasından ibarettir. Mesela, bir
çiçekteki renk, estetik güzellik ve hoş koku, onun yapıtaşlan olan hücrelerin iç
alemlerinin mükemmel yapılış ve işleyişinin, bu hücrelerin özellik ve fonksiyo-
nundan haberdar olarak sanatlı, ahenkli ve hikmetli bir biçimde dizilip örül-
mesinin ve dış dünyayla ilişkilerinin en ince ve hassas biçimde ayarlanmasının
sonucudur. Bunlan ise ancak, toprağın, havanın, suyun ve güneşin sahibi,
bunlann hasiyet, tabiat ve iç yüzünden hakkıyla haberdar olan Allah istihdam
ve seferber ederek o çiçeği yaratabilir.
Yine, insanın ruhu bedeninden mükemmeldir. İnsan vücudu denilen İlahi
fabrika ve makinenin iç donarumı, dışından binlerce defa daha harikadır. İşte,
bütün bu harikalar harikası gizli ve manevi sanatlan yapan, her şeyin iç yü-
104 • Kur'In ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERH!

zünden haberdar olan ve Habir sıfabna azami mertebede sahip Allah olabilir.
Yoksa, maddi, cansız, kesif, pek çok yönden sınırlı, aciz ve varlığı ile yokluğu
başkasının elinde olan tabiat ve sebeplerin eseri olamaz.

Bunun gibi, şu gördüğümüz alem de büyük bir insandır. Görünen yüzü,


görünmeyen yüzünün üzerinde tül bir perde gibi durmaktadır. Maddi işle};­
şinin ahenk, düzen ve mü.kemmelli~ manevi ve melekuti cihetinin mükem-
melli~den ileri gelmektedir. O manevi cihetin gerçek sahibi ve çekip çevirid-
si ise, her şeyin iç yüzünden haberdar olan Cenab-ı Hakk'br.
Bu isimden ders alan mümin, kendisini ilgilendiren konu, hadise ve mesele-
leri, dinin müsaade ettiği ölçüde gerçek mahiyetiyle araşhrarak bilmeye çalış­
malıdır. Bilhassa bir memleketi andıran kendi vücudunu ve maddi mant-vi
varlığını tanımaya gayret etmeli, küçük dünyasında büyük bir sultan olduğu­
nu bilmeli, hakimiyeti altındaki maddi ve manevi alanlarda Allah'ın izin ve n-
zasına ters bir şeyin yapılmasına asla müsaade etmemelidir.

13/8. Yi Latif! 0 ~Ç
'
Latif, Allah'ın sıfah olarak, "faydalı şeyleri yarabklanna güzellik ve incelik-
le ulaşhran, lutuf ve ihsan eden, işlerin en ince ve gizli yönlerini bilen" diye
tanımlanır.

Allah'ın Latif olduğu,


Kur'in'da 7 yerde bildirilir. Şöyle ki: Hz. Yusuf, ço-
cukluğundan Mısır idaresinin başına geçineeye kadar, Allah'ın kendi üzerin-
deki nimetlerini özetledikten sonra "Muhakkak ki Rabbim, dilediği şeyler hak-
kında Latif'tir." der. (12:100) Şuara 19'da Allah'ın dilediğini nimetlendire-
bileceği bağlamında getirilir. Hac 6'da, Allah'ın gökten yağmur indirmesi se-
bebiyle, yeryüzünün yemyeşil kılınması, bu İlahi isimle gerekçelendirilir. Hz.
Muhammed'in hanımlanna, dinin buyruklanna herkesten fazla ihtimam gös-
termeleri emrolunduktan sonra, "Allah'ın evlerinizde okunup duran ayetlı:·rini
ve hikmeti habrlayın. Allah, Latif, Habir'dir." (33:34) denilmektedir. Burada
emirleri gözetmeleri Latif ismiyle pekiştirilirken, öbür yandan vahyin indiği
evin hanımı kılınmalanndaki lutuf hahrlablmaktadır. Hz. Lokman, oğluna -
hardal tanesi kadar bile olsa, göklerde veya yerin dibinde bile olsa- yapılan
arnelin zayi olmayacağını, Allah tarafından insanın önüne getirileceğini söy-
lerken, bu durumun sebebini, "Çünkü Allah Latif, Habir'dir." (31:16) diye izah
eder. Burada da gizliliklere nüfuz anlamı üstün olmakla birlikte, lutuf yönü de
eksik değildir. Bir başka yerde Allah'ın, sözlerin gizlisini ve kalbierin özünü
bilmesi, Latif, Habir vasıflanyla sebeplendirilirken, hemen sonra, O'nun yt·ryü-
zünü -içinde olan her şeyle birlikte- insaniann emrine arnade kıldığı bildiri-
lir. (16:13-14) Son olarak En'am 103'de, gözlerin Kendisini idrak ve ihata ede-
rneyeceği bildirilirken, bu vasfın gelmesinde "son derece letafet ve nüfuz edil-
mezlik" anlamı bariz bir şekilde hakimdir.
Kur'.ln vr Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 103

Allah, ilminde son derece ince ve derin, fullerinde nihayetsiz derecede nfk
ve yumuşaklık sahibidir. Gazali, Latif ismini bir örnekle şöyle açıklar:
"Çocuğu anne karnında kak kat karanlıklar içinde yaratması Allah'ın lut-
fundandır. Allah renini orada yaratır. Muhafaza eder. Doğumuna kadar göbek
ba~ vasıtasıyla orada besler. Do~duğu zaman, memeyi ağzına alıp emmesini
ilham eder. Doğar doğmaz, gecenin karanlı~da da olsa, görmeden ve kim-
seden de öğrenmeden hemen memeye yapışıp emmeye başlar. Bütün bunlar
Allah'ın birer lutfu olduğu gibi çok ince ve nafiz (latif) ilminin eseridir. Aynı
bebe~in büyüme ça~da da bu İlahi h1tuf ve Jetafetler devam eder. Doğumu
takip eden ilk aylarda dişlerini yaratmaz ki, memeyi rahatlıkla emebilsin. Çün-
kü o dönemde onun gıdası sadece süttür. Artık sütün haricinde gıda alabilece-
ği zamana gelince dişleri çıkmaya başlar. Zira yeme~e ihtiyacı başlamakta, mi-
deye yavaş yavaş pişmiş yemekierin girmesi gerekmektedir. O dişierin farklı
şekillerde yarabirnası da aynca üzerinde düşünülmeye değer." (Gazali, a.g.e., s.
71-72)
Bunlardan başka, yine Gaz.ili'nin devamla de~indiği noktalar paralelinde
düşünmeye devam ediyor ve diyoruz ki: En büyük görevi konuşmak yani, bir
nefes halinde dışan salmacak azıcık bir havayı sayısız kelime biçim ve formla-
ra sokan dil de, bir yandan yeryüzü mutfa~ında rahmetle pişen sayısız yiye-
ceklerin ayrı ayn tatlarını zevkle hissetmek için mizancıklar halinde tat alma
hücrelerini taşımakta, öte yandan da ağızda yemeği sa~a sola götürmek için
bir kürek vazifesi görmektedir. Kulun zahmetsizce yuttuğu bir lokma yiyecek-
te Allah'ın lutfu ve ince ilminin tesiri saymakta bitmez. Zira bir lokma o kıva­
ma gelinceye kadar sayısız varlı~ın ona emeği geçmektedir. Toprak, hava, su,
güneş ışığı, topra~ verimli hale getiren bakteriler; diğer taraftan toprağı süren-
ler, ekini ekenler, sulayanlar, bakanlar, biçenler, toplayanlar, temizleyenler,
öğütenler, yoğuranlar, pişirenler hep Allah tarafından yarahlıp istihdam edili-
yorlar.
Kullarına yetecek miktardan fazla nimetler vermesi, takatıarını aşacak yü-
kümlülükler yüklememesi, kısacık bir dünya hayahnda yaptıklan çok az iba-
dete karşılık ebedi ve sonsuz nimetlerle dolu bir Cennet'i ihsan etmesi hep Al-
lah'ın lutfunun eseridir.

öte yandan kan, idrar ve dışkı arasından saf sütü, sert taşlardan nefis cev-
herleri, zehirli bir böcek olan andan balı, elsiz bir böcek eliyle ipeği, sedef ka-
buğundan inciyi bahşetmek vs. de O'nun lutuflan arasındadır. Bütün bunlar-
dan daha hayret ve hayranlık verici olanı, değersiz bir su damlasından insanı
yaratarak, onu, Kendisini tanıyacak, emanetini yüklenecek, göklerin meleku-
tunu müşahede edecek bir mertebeye yüceltmesidir.
Allah, hükümlerinde de Latif'tir. Allah, kevni ve kelami her hükmünde in-
ce, zarif, yumuşak, dostça, sevimli ve hoş davranandır.
106 • Kur'~n vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

Kısacası, O, yaphğı her işte, verdiği her hükümde ve ortaya koyduğu her
takdirde hem son derece gizliilidere nüfuz edici bir ilim, hem de sonsuz bir
lutufla iş görür. Her icraatırun alhnda derin bir ilim ve lutuf saklıdır.
Bediüzzaman' a göre, ilahi inayetler genellikle latif suretierde gelir ve bek-
lenmedik şekillerde gerçekleşirler. Bilhassa bahara ve onda cereyan eden latif
canlaruş, süsleniş ve kuruluşlara kulak verilse, diğer birçok ismin yanısıra ~n
çok "Ya Latif" dedikleri işitilecektir. (Sözler, s. 334) Çünkü, o muhteşem dorıa­
nış, kuruluş ve süsleniş birkaç hafta zarfında sessiz sedasız ve lutuf dolu bir
faaliyet ve çok ince bir ilimle gerçekleşir.
Yine, ağaç ve otlann bütün hususiyetlerirıin, kendi yavrulan niteliğindt~ki
meyvelerinde saklı tohum ve çekirdeklere süzülerek intikal ettirilip kaydedilişi
de diğer bazı isirolerin yanısıra Latif isminin de bir tecellisini gösterir. Şöyle ki:
Her meyveli ağacın veya çiçekli bir otun da arnelleri var, fulleri var, vazifeleri
var, esrna-i İlahiyeyi ne şekilde göstererek tesbihat etmiş ise ibadetleri var. İşte
onun bütün bu arnelleri hayat tarihleriyle beraber bütün çekirdeklerinde, to-
humcuklannda yazılıp başka bir baharda, başka bir zeminde çıkar. Gösterdiği
şekil ve suret diliyle, gayet açık ve net bir surette, analannın ve asıllannın y.ıp­
tıklanru habrlattığı gibi; dal, budak, yaprak, çiçek ve meyveleriyle, "amel say-
falan"nı açıp gözler önüne serer. İşte gözümüzün önünde bu hikmet dolu, ko-
ruyup gözetmeyi gösteren, tedbir ve terbiyeyi yansıtan ve latif bir biçimde ger-
çekleştirilen bu iş ancak Allah tarafından yapılabilir. (Sözler, s. 426)

Yine, Allah birçok varlığı öyle bir tarzda süslüyor ve aydınlahyor ki: Lütuf
ve kerem manalan, onda o derece hükmediyor ki; adeta o süslü varlık, onurlu
sanat eseri; cisim şekline girmiş bir lutuf ve beden giymiş bir kerem hükmüne
geçer. "Latif ve Kerim" ismini zikreder. (Sözler, s. 629)
Kulun bu isimden alacağı hisse, kendisine gizli lutuflarda bulunan Rabbine
şükretmek; O'nun en gizli fül, söz ve hillerini bildiğini düşünerek O'ndan ha-
ya etmek ve kötülüklerden uzak durmak; ince bilgi ve ferasetiyle insanların
halinden anlamak, onlara ummadıklan şekilde iyilikler dokundurmaya gayret
göstermek, Allah'ın kullan olan tüm canlılara nfk, mülayemet, nezaket ve yu-
muşaklıkla davranmakhr. Bir insan Latif isminden ders ve nasibini almışsa,
herkesin hayır ve iyiliğini diler, onların dünya ve ahirette mesut olmalan için
çırpınır. iyiliği tavsiye görevini yerine getirirken asla kına olmaz, insanlara
maharetli ve merhametli bir doktor gibi yaklaşır. Daima iyilik, güzellik, sevgi
ve saygı ile hareket eder. Daha önemlisi ve tesirli olanı ise, iyi davranış, güzel
ahlak ve faydalı hizmetleriyle herkese örnek olmasıdır.
İşte Cevşeni okuyup "Ya Latif!" diyen kişi, şunu demek istemektedir Ey
mevcudah latif incelikler ve nazenin güzellikler içinde yaratan, canlı mahluka-
bnı lutufkir inayet ve ikramlara mazhar eden ve ezeli muhit ilmiyle bütün eş­
yanın bütün inceliklerine nüfuz eden Zit!
Kur'.\n ve Hikmet lşıQında CEVŞEN ŞERHl • 107

13/9· Yi Aziz! 0 !r-f ~


Aziz; galip, güçlü, değeri yüksek, onurlu vb. anlamlara gelir. Bu isim,
Kur'an-ı Kerim' de, 90'ı Allah hakkında olmak üzere 99 yerde geçer. Çoğunluk­
la Allah'ın mutlak kudret ve üstünlüğünü belirten bağlamlarda yer alır. "Tan
yerini ağartan, geceyi dinlenme zamanı, Güneş ve ayı vakit ölçüsü kılandır. İş­
te bu, Aziz, Kadir olanın nizamıdır." (6:97) ayeti buna örnektir.
Aziz ismi, Kur' an' da tek başına hiç gelmemiştir. Esrna-i Hüsna' dan değişik
on isimle terkip edilerek zikredilmiştir. Bu isimler bazen birbirini teyit eder:
"Kavi Aziz", "Aziz Muktedir", "Aziz Zu'ntikam" gibi. Bazen de birbirini den-
geler: Aziz Hakim", Aziz Rahim", Aziz Gafür'' gibi.
ll
11
ll

Mesela, Hakim ismiyle bir arada zikredilmesinden şu mesajı anlamak


mümkündür: Allah'ın kudreti galiptir. Fakat, hikmetiyle kötülerin cezasını er-
teler, kötülük edip durmakta olan insanlan cezalandırmakta acele etmez.
Kur'an'da, izzet"in sadece Allah'a, Peygamberine ve müminlere ait oldu-
11

ğu (63:8), izzet isteyenin, bütün izzetin Allah'a ait bulunduğunu (35:10) bilerek
O'na dayanması gerektiğine işaret edilir. Allah'tan başka yerde izzet arayan
kimselerin bu tutumlan kmarur. (4:139)
Allah tarih boyunca, hep peygamberlerini ve onlann yolundan gidenleri
muzaffer kılmış, düşmanlannı kahretmiş, izzetini bu şekilde ispat etmiştir.
Allah bu ismiyle bütün mahlukahna boyun eğdirmekte, hiçbir varlık O'nun
izin ve iradesi olmadan kanunu dışına zerrece çıkamamaktadır. Uçsuz bucak-
sız fezada sayılan ve büyüklükleri sayı ve sınıra sığmayan cisimleri yaratması,
varlıkta tutması, birbiri içinde çarpışhrmadan döndürmesi, nur ve hararetlerini
temin etmesi ve birer disiplinli asker gibi çalışhrrnası bunun açık delilidir.
Allah'ın izzetine dayanmayan her şey zelil, değersiz ve önemsizdir. Bütün
varlıklar özlerinde sonsuz bir zillet ve mahviyet içinde O'nun sınırsız izzeti
karşısında boyun eğer. Mesela, canlı ve cansız varlıklar, özellikle insan olarak
vücudumuz ve menşeimiz itibariyle nihayet derecede zelil olmamıza rağmen,
üzerimizde bir izzetin panlh ve cilveleri var. Demek ki O'nun izzetinin aynala-
nyız.

Geçmişte sayısız baharlan birer deste çiçek gibi şuur sahibi kullarına tak-
dim eden; her yaz hadsiz nimetlerle dolu bir sofrayı hiçten, umulmadık bir bi-
çimde getirip rızka muhtaç mahlukabnın önüne seren, güz mevsiminde sayısız
bitki ve hayvan türlerini ölüme mazhar edip ertesi bahar yeniden dirilten Al-
lah, izzetiyle ahireti getirecek, mahşerde canlılan yeniden yaratacak, Cennet'i
sevgili kullarına bahşedecektir. Çünkü bütün bu icraah yapacağına söz vermiş­
tir. O, sözünü tutmayarak izzetini rencide etmekten münezzehtir.
108 • K ur' 1 n ve H i k m et 1 ~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i

Demek ki, Allah'ın ahireti yaratması, izzet ve bekasırun gereğidir. O, alem-


de hem isim ve sıfatianna ebedi aynalık yapacak mahlukahna sonsuza dek ha-
yat sürme imkanı verecek, hem de dünyada saltanabrun izzetine karşı saygı­
sızlık eden kullarını cezalandırarak izzetinin gereğini yerine getirecektir.
Kul, Rabbinin bu sonsuz gücünü bilerek O'nu bir an olsun aklından çıkar­
mamalı. O'nun kudret avucunda oldu~u bilerek günahlardan uzak durup,
hep yararlı şeylerle meşgul olmalı. Allah'ın mutlak hakim olduğunu, her şeyin
sevk ve idaresinin O'nun elinde bulundu~u; O'nun himayesi olmadan ko-
runamayacağıru; O'nun yardımı olmadan başan sa~lanamayacağını bilmeli,
her ihtiyacı için do~rudan doğruya O'na müracaat etmelidir. öte yandan kul,
Allah'ın Aziz ismine kendi iradesiyle de mazhar olmaya çatışmalı; her yönd~n
güçlü olmaya, din ve Allah düşmanianna galip gelmeye gayret göstermeli; "5u
gibi aziz" ve aranan kimse olmalıdır.
İşte Cevşen okuyup "Ya Aziz!" diyen bir mümin, şunu demek istemektedir:
Ey kudretinin izzeti ve kudsi sıfatlan aczden, kusurdan münezzeh olan ve
rububiyetirıin haşmetli saltanahnda kimseyi zerrece haddinden tecavüz eHir-
meyen ve bütün mevcudat acz, zaaf ve tezellül içinde Kendisine musahhar bu-
lunan, düşmaniamu kahredip hükmünü infaz eden Zcit-ı Zülcelcil!
Aziz ismi, Cevşen'de "Ya Azizen la yudam! =Ey karşı konulamayan Aziz"
(32. 1) şeklinde bir kez daha geçmektedir.
,
ıa/ıo. Yi Melild 0 ~, Ç
Melik ismi, Kur'an-ı Kerim'de bir ayette "Melik Muktedir = tam kudn!tle
güçlü Hükümdar'' terkibiyle geçmektedir. (54. 55)
Melik kelimesi, hükümdar demektir. "Me leke-Yemlüku" fiilinden gelen,
fazlalık ve süreklilik ifade eden sıfat-ı müşebbehe sigasıdır. Bu fiilin en çok
kullanılan mastarlan, mülk, milk, memleke vezinlerinde gelir. Kur'an'da en
çok mülk şekli kullanılmış, kırktan fazla yerde mülk, yani hükümranlık Al-
lah'a nisbet olunmuştur. En çok "göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır." ifade-
siyle gelmiştir. Aynca mübala~a gösteren mastar sigası ile melekut şekli de
dört ayette varid olmuştur. Melekut, "tasarruf edilen şey üzerinde, müstakil
olarak tam hükümran olmakbr." (Mufredôt., s. 472)
Beşerimanada hükümranlı~m de~eri, idare olunanlara ve idarecideki zati
vasıflara göre büyür veya küçülür. Allah'ın mülkü ise, hiçbir hükümranlıkla
kıyas edilemez. Zira O, bu hükümranlığında memleketini ve oradaki insanlar
da dahil bütün varlıklan, yoktan var etmektedir. Hükümranlı~ı sürekl;dir;
O'ndan alınması düşünülemez. Allah öyle bir Melik'tir ki, buyurma, yok etme,
ölüme mazhar etme, diriltme, ceza verme, mükafatlandırma ... gibi hususlarda
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 109

ne ortağı ne de engelleyeni olmaksızın, istediği gibi tasarruf eder. Hakiki ve


mutlak tek Melik Allah'br. Beşeri hükümdarlar hakkında mülk ve saltanat me-
cazidir. Allah bu gerçe~i, hasr ve tahsis ifade eden "Lehü'l-mülk = O'nundur
mülk" (35. 13), "ellezi biyedihi'l-mülk = hükümranlık elinde olan" (67:1) gibi
pek çok ayette bildirmektedir.
Gerçekten de Allah öyle bir Mellk'tir ki, ferşten Arşa, seradan süreyyaya,
zerrattan seyyarata, ezelden ebede kadar her bir mevcut O'nun tarafından ya-
rahlmış ve yaratılmakta, O'nun tarafından varlıkta tutulup tasarruf edilmekte,
dizgini O'nun elinde bulunmakta ve hiçbir şey zerre kadar O'nun iradesi dışı­
na çıkmamaktadır.
İnsan vücudunu, birer fert ve raiyet olan hücrelerden meydana getirip bü-
tün maddi ve manevi duyu ve organlanyla küçük fakat muhteşem bir alem ve
memleket haline getirerek idare ettiği gibi kainah da büyük bir insan gibi aynı
intizam ve itaatle yaratmış ve çekip çevirmektedir.
İnsan gerek kendisinde, gerekse hemcinslerinde gördüğü cüz'i sıfatlan birer
mihenk, birer mikyas edinerek Allah'ın mutlak sıfatlanru hissedip anlayabilir.
Malikiyel ve hıikimiyet sıfatı buna örnek verilebilir. Mesela insan şöyle düşü­
nebilir: Ben nasıl bu evi yaphysam ve onu içindekilerle beraber idare ediyor,
bakımını sağlıyor, geçimini temin ediyorsam, şu koca kainat sarayının da bir
ustası, bakıası, yöneticisi ve hükümdan vardır.

Bir ülke hükümdarsız olmadığı gibi, bir ülkeden hadsiz derecede daha inti-
zamlı, daha bakıınlı ve daha adilane yürüyen şu alem de sahipsiz ve maliksiz
değildir.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-14-

14/1. Ey şaşkınlık içinde olanlara yol gösteren! O~,;:~:~ ı 'i_ı~ Ç i~


,...
Bu vasıf, "şaşkmlara yol gösteren" anlammdadır. "Yol gösteren" diye tercü-
me ettiğimiz "Delil" ismini daha önce 11/10. ve 13/5. bendierde açıkladık. Bu-
rada şu kadarını deriz ki:
110 • Kur'in vf Hikmfl l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

Her varlığın gerek varlı~a ayak basmasında, gerekse kendi nevine has bir
takım özellik ve nitelik kazanırken hadsiz haller ve ihtimaller karşısında bu-
lunmaktadır. Bakıyoruz ki, o ilimsiz, şuursuz, iradesiz varlık bütün o hadsiz
ihtimaller içinden amaca götüren sebep ve yollardan yalnız birini seçmekte ve
onu takip etmektedir. Hadsiz tohum ve çekirdekterin kendi türüne ait mü-
kemmel birer bitki ve ağaç haline gelmelerinde, sayısız yumurta ve yumurta-
aklann kuş ve böcek halini almalarında, nihayetsiz nutfelerin insan ve hayvan
kisvesine bürünmelerindeki durum hep böyledir. Bütün bu bir bakıma şaşkın
ve mütehayyir olan tohum, yumurta ve su damlaaklanna yol gösteren, kendi-
lerine lazım olan her şeyi temin edip zararlı her şeyden koruyarak terbiye edip
kemallerine ulaşhran her şeyin dizgini elinde bulunan, sonsuz ilim, hikmet \·e
irade sahibi Cenab-ı Hak'hr.
Aynca, ilim ve irade sahibi cin ve insanlara da peygamberler gönderip, ki-
taplar indirip onlann mütehayyir, mütereddit ve şaşkın akıl ve iradelerine ışık
tutup yol gösterir.
öte yandan canlı varlıklann, özellikle insaniann maddi ve manevi sayısız
ihtiyaçlan vardır. Bu ihtiyaçlarm nasıl temin edilece~ kendilerinin bilmeleri
mümkün değildir. İşte bu şaşkın ve mütehayyir vaziyetteki canlılara Yaraha-
lan çoğu zaman ilhamen yol göstererek onlan ihtiyaçlanna kavuşturur. Mese-
la, gözleri görmeyen bir kedinin, hastalığına şifa olan bir otu bulup gözüne sü-
rerek iyileşmesi, diğer bir takım vahşi hayvanların berızer yollara başvurma-;ı,
göçmen kuş ve balıkiann belli mevsimlerde binlerce kilometre uzaklıklara,
kendilerine daha elverişli ortamlara gidip belli bir süre sonra eski yerlerine ge-
ri dönmeleri, hatta bazan bir tür balıkta olduğu gibi yeni vatanlannda yumur-
talanru bırakıp toptan ölmeleri, yumurtadan çıkan yavru balıkların anayurtla-
ona geri dönmeleri ve aynı yaşayış biçimini sürdürmeleri, insanoğlunun sos-
yal, teknik ve medeni hadsiz ihtiyaçlannı gidermesi için lazım olan sayısız ilmi
keşif ve icatlan gerçekleştirirken akıl ve iradesini kullanmasının yanısıra bir-
çok İlahi ilhama mazhar olması hep Allah'ın bu "Şaşkın ve mütehayyirlere yol
gösterici" sıfatının tecellilerine örnek ve delildir.

"' ,.,. , , ,
14/2. Ey imdat isteyenlerin mededkirı! O ~-, •, · .11-!..J~, ~

Gıyas kelimesi sözlükte, imdat ve yardım manasındadır. Fakat, burada


medetkar, yardımcı, nusret veren, imdada koşan manasında kullanılmışhr. Ke-
limenin mastar manasından ism-i fail manasma intikal etmesinde büyük bir
hikmet ve incelik vardır. Allah'ın isimleri arasında bu tür uygulamalann ba~ka
örnekleri de vardır. Mesela Allah'ın bir ismi Adl'dir. Adi, aslında adalet anla-
mındadır. Oysa Allah adalet değil, adaleti sağlayan Adil'dir. Fakat, o kadar
çok adalet sahibidir ve adildir ki, adeta adaletin ta kendisidir.
Kur'~n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • lll

Gıyas ismi için de aynı durum söz konusudur. Allah, o kadar çok yardımcı,
mededkar, nusret verici ve imdada koşucudur ki, adeta yardım, imdat ve nus-
retin ta kendisidir.
Allah gerçekten de, sayısız varlı~ın gerek fıtri, gerek ihtiyaç ve gerekse ısh­
rar lisaniyle yaphkları sayısız imdat ça~nsına cevap vermekte, hepsine yardım
etmekte ve o anda lazım olan ihtiyacını gidermektedir. Mesela, anne rahmin-
deki yavru ve yumurtadaki kuş, ihtiyac-ı fıtri lisaruyla Rablerinden ileriki ha-
yatlan için lazım olan sayısız organ ve duygu ve kabiliyetler isterler. Allah bu
istediklerini ummadıklan, bilmedikleri, güçlerinin yetmediği yerden kendile-
rine ihsan eder. Yine o yavru gerek o anda, gerekse hayahrun di~er safhalan-
nın her birinde kendisine lazım olan hadsiz maddi ve manevi nzıklannı yine
lisan-ı ihtiyaç ile isteyerek Rabbinden meded ister. Rabbi de bu manevi imdat
sesine koşar ve her türlü ihtiyaçlarını karşılar.
Ayrıca, her canlı ve özellikle insan, hayatında zaman zaman zor durumlarla
karşılaşır. Her türlü maddi sebepten ümidi kesilir. Sebeplerin dizginini elinde
tutan Müsebbibü'l-Esbab olan Allah'tan başka kimsesi kalmaz. İşte tam o anda
halis bir niyaz ile Rabbinden imdat ister. Birdenbire, aleyhte olan bütün sebep-
ler ve şartlar lehine döner ve mucizevi bir biçimde kurtulup sahil-i selamete
çıkar. Her insan gerek özel hayahnda gerekse çevresindeki insanlarda bunun
örneklerini görmüş ve duymuştur. Büyük bir balık tarafından yutulup bütün
sebeplerin sükut etti~ bir hengamede yalnızca Müsebbibü'l-Esbab' dan imdat
isteyen Yunus Nebi'nin kurtuluşu bunun en güzel öme~idir.

~·~J :,-:..
0 '-'-- ~il C!-:-~
...::, (;
,, , •

14/3· Ey feryat edip ağlayarak medet isteyenlerin feryadına koşan!

Bu vasıfta
yer alan "sarih" kelimesi, SRH kökünden fail kahbından sıfat-ı
müşebbehedir. Bu kelime, iki zıt anlamda kullanılabilen kelimelerdendir. Yani,
hem feryada koşan, hem de feryadına koşulan anlamlannda kullanılabilir. Fa-
kat burada "feryada koşan" manasında kullanılmıştır. Allah için diğer mana-
sının kullanılması mümkün de~ildir. Zaten belirttiğimiz manada kullanıldığı
muzaf (tamlanan) kılındı~ı "Müstasrihin = feryad edip yardım isyenler" ifade-
sinden de anlaşılıyor.
Gerçekten de Allah, ağır belalara, şıkınhlı hallere düşen kullannın imdat
çığlıkianna ve feryatlarına koşan, onlara yardım ulaştıran ve onları kurtaran-
dır.

Allah'ın, yarahklanrun feryadına bu yardımı iki türlü olmaktadır. Zira bu


feryatlar, ya fıtridir veya ihtiyari, di~er bir ifadeyle ya halidir veya kali. Mese-
la, her bir varlık özellikle canlılar varlığı ve bekası için şiddetli ihtiyaçlar için-
dedir. Hadsiz engellerle yüzyüzedir. İşte bütün bu ihtiyaçlarını temin edecek,
112 • K ur' an ve H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i

yollanndan alıkoyan hadsiz engelleri kaldıracak ve varlıklanru tehdit eden sa-


yısız musibetleri defedecek birine muhtaçtırlar. Hal dilleri ve fıtri lisanlanyla
O'na yalvanr ve imdat isterler. O zat da öyle biri olabilir ki, kiinab bir memle·
ket, bir saray ve bir vücut gibi başbaşa, el ele ve omuz omuza verdirsin, her şe­
yi bir şeyin irndadına koştursun. Hepsini birlikte hayata ve hayabn odak nok-
tasında bulunan insana hizmet ettirsin.
Akılsız, şuursuz bu yaratıklarm birbirlerini ve özellikle insanlan tarumaları,
aamalan, irndadına koşmalan mümkün olmadığına göre, bizi taruyan rahrneti
sonsuz bir Yaraba'nın rahmet ve hikmetiyle imdadımıza koşuyorlar demektir.
O rahmet ve hikmetle dünya aydınlarur, kiinat şenlenir, ihtiyaçlar içerisinde
kıvrarıan yarahklann imdadına koşulur. O rahmelle her şey bize hizmet eder,
yardım ellerini uzahr. Bize ise, etrafımızdaki her şeyi bir hizmetçi gibi koştu­
ran bu rahmet sahibine şükretrnek düşer.
Bir de ihtiyari feryatlar var ki, onulmaz hastalıklar, müzmin dertler, intihara
sevk eden acı ve elemler içerisinde kıvranan birçok varlığın feryadlandır. Bun-
lar, bu haıJerden kurtulmak için feryat ederler, çığlık atarlar ve bu çığlıklan
meçhul bir boşlukta yankılanır. Derken, manevi bir cihetten bir sük\ın, bir hu-
zur ve bir tesellinin acılanru dindirdiğini, ateşlerine su serptiğini ve albnda
ezildiideri yüklerini hafiflettiğini hissederler. Bu gibi durumlarda bu sıfata sa-
hip Rahim, Alim ve Hakim bir sahibinin bulunduğunu, çalacak bir kapısının
mevcut olduğunu bilen bir kimse ne kadar bahtiyardır! Böyle bir inançtan
mahrum olan ise, ne kadar zavallı, perişan ve ümitsizdir!

14/4· Ey korunmak isteyenleri koruyan! 0 ::r-.r--"!-: • ~h )~ Ç


' '
Car, CVR kökünden ism-i fail olup, "yakın olan, ortak olan, yardım edm"
manalarma gelir. Müstecirin kelimesi ise, müstecir'in çoğulu olup, "himaye,
kurtuluş ve korunmak isteyenler" anlamındadır. Allah gerçekten de, yardım,
destek, himaye ve korunma isteyenlerin koruyucusudur. Felaketlerden, musi-
betlerden, azap ve ikaptan necat ve kurtuluş isteyenlere en büyük sığınakbr.
Kiinatta bu ismin pek çok tecellileri vardır. Canlı ve cansız her varlık aslın­
da binbir türlü tehlikeyle kuşahlmış vaziyettedir. Kiinat düzenindeki en ufak
bir hesap yanlışlığı ve sapma, uçsuz bucaksız fezada top merrnileri süratinde
hareket eden ve bir kısmı dünyamızdan milyonlarca defa büyük cisimlt~rin
çarpışmasına sebep olup .ilemin sonunu getirebilir. Milyonlarca tür caniıyı içi-
ne alıp uçsuz bucaksız fezada seyahat eden dünya gemisinin yolculan lis.ın-ı
halleriyle bu ismi okuyor ve bizi yok olmaktan koru diyeniyaz ediyorlar. Çün-
kü, gemi ve uçaklan olan dünyanın güneşe olan uzaklık ve yakınlığında mey-
dana gelecek çok az bir değişiklik, hepsinin bir anda kavrulınasına veya buz
kesilmesine neden olur.
Kur'in ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH( • 113

öte yandan anne rahmindeki yavru, yumurta ve yumurtaaklardaki civdv


ve larvalar lisan-ı halleriyle hep bu ismi okuyorlar. Kendilerini o yokluktan, te-
fessühten, çürümekten, nzıksızlıktan ve yollanndan alıkoyucu her türlü tehli-
keden korumasını Rab ve Yarahcılanndan diliyorlar. Yediğimiz gıdalarda sa-
yısız bakteri bulunmakta, bunlar Allah'ın bu isminin tecellisisayesinde bizim
için bir tehdit ve tehlike oluşturmak şöyle dursun, faydalı görevler üstlenmek-
tedirler.
Yine, her akıl sahibinin, özellikle insanın önündeki en büyük tehlike sonsu-
za kadar süren hayat yolculuğunda kendisini bekleyen tehlikeli konaklar, özel-
likle bunlann sonuncusu olan ebedi Cehennem hapsidir. Cehennem'de ateş
olup insanı yakan ise dünyadaki günahlardır. Aklı başında herkes, hayat yo-
lundaki bu tehlikeli konaklardan, özellikle en büyük tehlike olan Cehen-
nem' den ve bunun yol ve vesileleri olan günahlardan koruması için Rabb-ı Ra-
him'ine yalvarmalıdır. Bu isim, bu tehlikelerin şuurunda olan herkes için bü-
yük bir ümit kaynağıdır. Dergahına sığırunanlan her türlü tehlikeden koruya-
ca~a dair hahi bir müjde ve taahhüd mesajını ihtiva etmektedir.

14/5· Ey isOerin sığınap! 0 ~t,;jı ~ Ç


1

Melce', sığınılacak, halas olunacak, kurtuluşa erilecek yer anlamındadır.


Asin ise, asi kelimesinin çoğulu olup, isyan eden, emir ve yasaklara itaat etme-
yen, günah işleyenler demektir.
Gerçekten Allah öyle bir affedici ve bağışlayıcıdır ki, dergah-ı rahmeti, af ve
keremi bütün günahkar ve asiler için bir pişmanlık ve sığınma kapısıdır.
Allah'ın bu ismi de, emrinde sayısız melek ve ruhanilerin çalışhğı, güneş ve
gezegenlerin itaat ettiği, hadsiz canlı ve cansız varlıklann zerre kadar isyan ve
itaatsizliğe yeltenmeden vazife gördüğü bir Sultan-ı Zü'l-Celal'in mülkünde
O'nun emir ve yasaklarını çiğnemiş, İlahi bir emanet olan ruh ve benliğini gü-
nah bataklığında kirletmiş ve Cennet'e liyakatini kaybedip Cehennem'i hak
etmiş günahkarlar için büyük bir ümit kaynağıdır. Bu tür insanlar çoğu zaman
tevbe de etseler, yaphklanndan vazgeçseler de toplum onlan dışlar, kendileri-
ni hor ve hakir görür, bir takım haklardan mahrum bırakır. Ama Yüce Allah,
onlar için de en güvenli, en huzurlu sığınakhr. O Gaffir-u Rahim, yaphğı gü-
nahtan pişmanlık duyup dergahına sığınan hiç kimsenin ümidini boşa çıkarıp
geri çevirmez.
Allah'ın, asilerin sığınağı olması, başkalannın sığınağı olmadığı anlamına
gelmez. Özellikle, günahkar, asi ve azabı hak etmiş kimselerin sığınmaya, ko-
runmaya, temizlenıneye ve affa ihtiyaçlan daha fazla bulunduğundan onlann
sığınağı olduğu belirtilmiştir. Yoksa Allah'ın affı, rahmeti, keremi ve himayesi
herkesin ve her şeyin en büyük sığınağıdır.
114 • Kur'an ve Hikmet lşıQında CEVŞEN ŞERHI

14/6. Ey günahkirlan bajışlayan! 0 ~~~ ~~ Ç


.~ ~

Allah, mağfiret vasfını belirtmek için GFR kökünden gelen bazısıfatlan zah
için kullarunışhr. Bu isimler aralannda bazı nüanslarla birlikte aynı manaları
ifade eder. Bunlar, Gaffir, Gaffar, Gafir sıfatlandır.
Gafir kelimesinin kökü olan GFR maddesi setri, yani örtmeyi ifade eder.
Müznib, kelimesi ise, eznebe fiilinden ism-i fail olup, günah işleyen, suçlu d~­
mektir. Buna göre Gafiru'l-Müznibin, "Günahkarlann günahlannı örten, suç-
lanndan ve hatalanndan geçen, onlan bağışlayan" anlamına gelir.
Gerçekten de Allah günahkarlan kamil rahmetiyle dergahına kabul edip
merhamet eder ve onları bağışlar. Bu isim de, hata ve günahlarlakendi kendi-
lerine zulmetmiş, toplumda dışlanmış, ahirette rezil-rüsva olmayı ve Cehen-
nem azabma maruz kalmayı hak etmiş, fakat daha sonra yaptıklanndan piı­
manlık duyup Allah'ın af ve rahmetine iltica etmiş kimseleri bağışlar, işledikle­
ri suçlan yapılmamış gibi sayar.

14/7· Ey korkanların güvencesi! 0 ~~~


.... ~~~ Ç

Eman; emniyet, güvenme, korkudan uzaklık anlammdadır. Haifin ise, haif


kelimesinin çoğulu olup, "korkanlar, endişe edenler" demektir. Allah, hadsız
canlılarm nihayetsiz korku ve endişelerine karşı en büyük güvence ve emni-
yettir. Her birisi için bir hayat ortamı hazırlamış, gerekli her şeyi yarahp im-
datlanna göndermiş, hayatlannı tehdit eden sayısız düşmaniara karşı onlan
korumuş ve korumaktadır. Mesela, insan vücuduna öyle bir savunma sistemi
yerleştirmiş ki, vücuda giren herhangi bir zararlı bakteri anında kuşahlıp imha
edilir. Diğer canlılan da gerek dahili, gerekse harici benzer savunma sistemlt•-
riyle donatmışhr.
Allah'ı tanıyan, seven ve O'na itaat eden, her matlubunu bulmuş, hadsiz
elemlerden korkulardan kurtulur. Kendini O kamat Sultanının sadık bir me-
muru ve itaatkar bir askeri bilip, O'nun ve bütün yaratıklannın güç ve destt·-
ğini kendi gücüne katar. O'na güvenip dayanır, şahsi kuvvetinden hadsiz de-
rece ziyade bir kuvvet kazanır. Allah'ı tam tanımayan, sevmeyen, itaat etnw-
yen ise, hadsiz elemlere korkulara ve endişelere hem bilkuvve hem de bilfiil
maruzdur. Böyle bir insan seyyidinden kaçmış bir köle, en önemli bir savaş es-
nasında siperini bırakıp, silah ve techizahnı da çalarak firar etmiş, nefsinin k<ı­
tü arzulannın peşine düşüp kışlasmı terketmiş bir askerdir. Böyle bir askerin
her an yakalanabilir ve ceza görebilirim halet-i ruhiyesiyle nasıl bir korku ve
endişe içerisinde bulunduğu kıyas edilsin.
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • llS

Aynca Allah, beşerolması itibariyle hatalardan, kusurlardan ve günahlar-


dan bir an olsun uzak olmayan insan için, af, ma~firet ve bağışlayıcılığıyla en
büyük güven kaynağıdır. Kulun günahı ne kadar büyük olursa olsun O'nun af
ve merhameti daha büyük ve daha geniştir. O'nunrahmeti gazabını aşmışhr.
Tevbe edip pişman olan kullannı affeder. Günahlannı, işlenınemiş sayar, ni-
hayetsiz şer ve tahrip kabiliyetini nihayetsiz hayır ve iyilik kabiliyetine çevirir.
Sonunda da Cehennem'in o müthiş korkusundan emin kılıp Cennet'ine girdi-
rir.
Kısaca Allah, şefkat-ı rahmeti, hıfz ve hirnayesiyle en müthiş korkular karşı­
sında en emin melce'dir. Böyle bir Rabbi olanın kimden korkusu olabilir?

14/8. Ey iciz muhtaçların merhamet edicisi! 0 ~dl~l)


, , Ç

Rahlm, RHM kökünden ism-i fail olup, acıyan, merhamet eden, esirgeyen,
bağışlayan anlamlarına gelir.
Mesakin, miskin kelimesinin çoğulu olup, kendi kendini idare edemeyen,
kazanmaktan aciz, mal ve mül.kü hiç olmayan kimseler demektir.
Allah, acizlerin, muhtaçlarm acz ve zaafına fakr ve ihtiyacına merhamet
edip dertlerine derman yetiştiren Halık-ı Rahim'dir.
Bütün varlıklar, kendi başianna aslında kendi kendilerini idare edemeyen
birer aciz, miskin ve muhtaçhrlar. Özellikle canlı olaniann ihtiyaçlan sonsuz
olduğu halde bunlann en ufağına bile eli yetişemiyor. Yetişse bile emTini geçi-
rip alamıyor. Alsa bile kendine yarayışlı hale getiremiyor.
Mesela, insanın muhtaç olduğu maddi nzkı çok değişik yerlerden kopup
imdadına geliyor. Gerek bu nzıklar ve gerekse bu rızıklara kaynaklık eden bü-
tün sebepler insanı tanımadığına, ona acımarlığına göre demek ki bu nzıklar
kendiliğinden gelmiyor, insanı tanıyan, ona merhamet eden, fakr ve ihtiyaçla-
nna şefkat eden bir zat tarafından gönderiliyor. Mesela, bir iki dakika alama-
dığımız takdirde öleceğimiz havanın yarahlışı, temizlenişi, estirilrnesi, ciğerle­
rimize dolup vücudumuz için yarayışlı hayati bir özellik kazanması, ağzımız­
dan dışarı atılırken konuşmamıza yardımcı olması gibi sayısız görevlerle im-
dadımıza koşturan biz değiliz. Buna gücümüz yetmez, onu bu şekilde çalışbr­
maya elimiz yetişmez. Havanın ise, kendi başına bizi tanıyıp aayarak bize bu
şekilde hizmet etmesi de düşünülemez. Demek bir Rahim-i Kerim'in me'muru-
dur. O'nun izniyle kullanna hizmet etmektedir.
Elimize aldığımız bir elmanın, bir portakalın bize nzık olarak göz, burun,
dil, damak, mide .. gibi birçok duyulanmızı okşayarak vücudumuza yarayışlı
bir gıda oluncaya kadar geçirdiği safhalar düşünüldüğünde gerçekten de mis-
kinlert~ merhamet edenin sonsuz şefkat ve merhamet sahibi olan Allah olduğu
116 • Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

daha iyi anlaşılır. Nitekim, o elmanın yetişti~i a~aç, ağaanın kaynağı olan çe-
kirdek, boy athğı toprak ... ilim, hikmet, rahmet ve kudretten yoksun birer mis-
kindir. Bütün bunlann sahibi olan Allah, hem bunlara muhtaç olduklan her şe­
yi yetiştirir, hem de bunları, başka birer muhtaç ve miskin olan canlı yarahkla-
nrun imdadına koşturur. Mesela toprak, zahnda son derece aciz, muhtaç ve
miskindir. Mücessem rahmet olan ya~urun imdada koşmasıyla hadsiz çiçek,
ekin, sebze ve meyvelerle donarup zenginleşir. Kışın bir iskelet gibi kupkuru
ve çıplak duran ağaçlar birer miskindir. Bahar ve yazın gelmesiyle yarabcısı ta-
rafından yemyeşil urbalarla ve hadsiz meyve nişanlanyla süslenip zenginleşir.

İşte, denizden birer katre olan bu örnekler üzerinde düşünüldü~de mah-


lukahn ne kadar aciz, fakir ve miskin oldukları, bu özellikleriye nasıl bir Ra-
him, Kerim ve Gani'ye aynadarlık ettikleri anlaşılır.

14/9· Ey yalnızlık çekenlerin can yoldaşıl 0 ~


, , j: · ~il ~~, Ç
Enis, E N S kökünden sıfat-ı müşebbehe olup, dost, arkadaş, kendisine ülfet
ve ünsiyet edilen, ısından ve alışılan, cana yakın, sevgili anlamlarına gelir.
"Müstevhışin" ise, VHŞ kökünden gelen istevhaşe fiilinin ism-i faili olan
"müstevhış"in çoğuludur. Ürküntü, yalnızlık, yabanilik çeken kimseler anla-
mındadır.

Gerçekten de Allah, ıssızlık içinde yalnızlık, kimsesizlik ve ürküntüye ma-


ruz kalaniann dehşetini huzuruyla, duasına cevabıyla ve yarathğı hadsiz ro-
hani yarabklanyla ünsiyete çeviren Enis-i Karib'tir.
İnsanlar, bazen gurbet içinde, yalnızlık içinde ruhen bunalabilirler. Böyle
bir durumda Allah' ı tanıyan ve iman ile O'na bağlanan kimse şöyle düşünür:
"Madem Rahim bir yaraham var, benim için her şey var. Madem o var,
metaikeleri de var. Öyle ise bu dünya boş değil, hali da~lar, boş sahralar Ce-
nab-ı Ha.kk'ın ibadiyle doludur. Zişuur ibadından başka, O'nun nuroyla
O'nun hesabıyla taşı da ağacı da birer munis arkadaş hükmüne geçer. Usan-ı
hal ile benimle konuşabilirler ve beni eğlendirirler. Evet bu kamahn mevcudab
adedince ve bu büyük kitab-ı alemin harfleri sayısınca varlığına şehadet eden;
ve ziruhlann şefkat, rahmet ve inayet vesileleri olan organları ve yiyecekleri ve
nimetleri adedince rahmetini gösteren deliller, şahitler bana Rahim, Ker'ım,
Enis, Vedud olan Yarabamın, Sanatkanmın, Koruyucumun dergihını gösteri-
yorlar. (Lem'alar, s. 215)

14/ıo. Ey zorda kalmlflann dualarına cevap veren!


Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 117

Allah, zor durumda kalmış ve muztar hale düşmüş bütün canlılann duala-
nna cevap veren zat' br.
Muztar ve zor durumda kalan her bir canlı kesin bir iltica ile dua eder, ken-
disini himayeye kadir bir zata sığırur, o anda Rabb-i Rahim'ine teveccüh eder.
İşte bu şekilde muztar olaniann dualannın büyük bir tesiri vardır. Bazen o
gibi dualann hürmetine en büyük bir şey en küçük bir şeye musahhar ve muti'
olur. Evet, kınk bir tahta parçası üzerindeki fakir ve kalbi kınk bir masumun
duası hürmetine denizin fırbnası, şiddeti, hiddeti dinmeye başlar. Demek dua-
lara cevap veren Zat, bütün mahlukata hakimdir. Öyle ise bütün mahlukata da
Halık'hr." (Mesnevi-i Nuriye, s. 78)

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru/"

-15-

ıs/ı. Ey cömertlik ve ihsan Sahibi! 0 0Gjlj ~ _;..jı 1~ Ç


~ ~

Allah cömertlik ve ihsan sahibidir. Bu dünyada nihayetsiz bir cömertlik ve


sehavet, bitmez hazineler göze çarpmaktadır. Allah yeryüzünü sayısız müzey-
yen sanat eserleriyle süslendirmiş, ay ile güneşi lamba yapmış, yeryüzünü bir
nimet sofrası haline getirerek yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmuş,
meyveli ağaçlan birer kap yapmış, bu sofrayı her mevsimde birkaç kez yenili-
yor ve böylece hadsiz ctıd ve sehavetini gösteriyor.
Aynca yeryüzünde göze çarpan ve normalde müşevveşiyeti iktiza eden ve
intizamsızlığasebep olması gereken bu nihayetsiz sehavet ve ctıd-u mutlak
gayet derecede bir insicam ve intizam içinde görünüyor. Yaz mevsiminde yer-
yüzünü süsleyen bütün bitkiler bunun en canlı şahitleridir. (Sözler, s. 665)
Cenab-ı Hak, bu görünen hadsiz mebzuliyet ve nihayetsiz ucuzluk llsaniyle
ctıd-u mutlakını gösterir ve hadsiz sehavetini ve nihayetsiz hallakıyetini izhar
eder. (Mektubat, s. 247)
Türleriri efradında, bilhassa haşereler ve küçük küçük hayvanaklar kıs­
mında görünen fevkalade çoklukta müşahede edilen, gayr-ı mütenahi bir ctıd
ve se ha vet vardır. Kemal-i itkan ve intizamla bütün en va' da bulunan şu kesret-
118 • Kur'~n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH!

i efrad, tecelliyal-ı ilahiyenin gayr-ı mütenahi olduğuna ve Cenab-ı Hakk'ın


mahiyeti her şeye mübayin olduğuna ve bütün eşya O'nun kudretine nisbeten
müsavi olduğuna açıkça delalet eder. Evet icattaki bu bolluk, sanatkarın varlı­
ğının zorunlu olmasındandır. (Mesnevi-i Nuriye, s. 209)

Fevkalade bir suhuletle, harika bir süratle, mu' ciz bir itkan ve intizamla
ci'ıd-u
mutlaktan akan eserlerden anlaşılıyor ki, mikrop gibi en küçük ve daha
küçük havai, mai, türabi hayvanlar boş zarınedilen aıemin yerlerini doldur-
muşlardır. (Mesnevi-i Nuriye, s. 243)

Allah öyle bir ihsan sahibidir ki, cin, insan ve hayvanlan bir denizi andıran
alem fezasında seyir ve seyahat ettiren, İlahi bir gemi olan koca dünya küresi·
nin üzerine bindirip, yüzünde hadsiz yiyecek çeşitlerini ihtiva eden bir sofrayı
serip, bütün canlılan küçük bir kahvalh hükmünde olan o ziyafete davet et·
mekle beraber, gayet mükemmel ve bütün enva-ı lezaizi cami', sermedi, ebedi
bir dar-ı bekada Cennet'leri, her birini birer sofra-i nimet yaparak hadsiz lezzet
ve lfıtuflan cami' bir tarzda, nihayetsiz bir zamanda, nihayetsiz muhtaç, niha··
yetsiz müştak nihayetsiz ibadına, hakiki yemek için ziyafet açan bir Rahman-ı
Rahlm'dir.
Gerçekten de bakıyoruz ki, bir zat-ı Kerim, ihsanıyla bizi gayet derece tez-
yin ve tenvir ve terbiye ediyor. İnsan ihsan edene perestiş eder. (Sözler, s. 339)
Madem ki, her kalp kendine ihsan edeni sever ve hakiki kemale muhabbet
eder ve ulvi cemale meftun olur. Kendiyle beraber sevdiği ve şefkat ettiği zat··
lara dahi ihsan edeni daha pek çok sever. Acaba her isminde binler ihsan defi-
neleri bulunan ve bütün sevdiklerimizi ihsanlanyla mes'ud eden ve binler ke··
malatın menbaı olan ve binler güzellik tabakalarının medarı olan Cemil-i Zü'l-
cela.I, Mahbfıb-u Zü'l-Kemal ne derece aşk ve muhabbete layık olduğu ve bü-
tün kainat, O'nun muhabbetiyle mest ve sergerdan olmasının şayeste bulun·
duğu anlaşılmaz mı? (Sözler, s. 625)

İhsan kelimesinin güzelleştirme, güzel yapma manası da vardır. Nitekim.


"0, her şeyi en güzel şekilde yaratandır." (32:7) ayeti bu manaya işaret eder
Gerçekten de Allah, her şeye o şeyin mahiyetinin kabiliyetine göre kemal-i mi·
zan ve intizamla biçip hüsn-i sanatta tertip edip en kısa yoldan en güzel bir su-
rette, en hafif bir tarzda, isti'malce en kolay bir şekilde (mesela kuşların elbise-
lerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalanna ve isti'mal etmelerine bak),
hem israfsız, hikmetli bir tarzda vücut vermek, suret giydirmek eşya adedinCE
dillerle bir Sani' -i Hakim' i gösteriyor. (Sözler, s. 664)
"Şu kainata bakhğımız vakit, bağıstan şeklinde tavanı ulvi yıldızlarla yal-
dızlanmış, zemini ziynetli mevcudatla şentenmiş surette görünüyor. İşte şu ba-
ğıstandaki muntazam nurani ecram-ı ulviye ve hikmetli ve ziynetli mevcudat-ı
süfliye, umumen her biri lisan-ı mahsusuyla kendilerini bu şekilde yaratan Sa-
ni'lerini taruhyorlar.
Kur'3n vr Hikmet l~ı4ında CEVŞEN ŞERHI • 119

Şu alem bağıslamndaki yerküresine bakıyoruz. Görüyoruz ki, bir bahçe şek­


linde, rengarenk, yüzbinler süslü, çiçekli bitkiler taifeleri onda serilmiş ve çeşit
çeşit yüzbinler enva-ı hayvanat onda serpilmiştir. İşte şu zemin bahçesinde bü-
tün süslü nebatat ve ziynetli hayvanat, muntazarn suretleri ve mevzun şekille­
riyle ilan ediyorlar ki: "Biz bir tekSani'-i Hakim'in sanahndan birer mucizesi,
birer harikasıyız ve vahdaniyetinin birer dellalı, birer şahidiyiz."
Hem o bahçedeki ağaçlarm başlarına bakar, görürüz ki: Gayet derecede ali-
mane, hakimane, kerimane, lanfane, cemilane yapılmış muhtelif suretierde
meyveleri, çiçekleri görüyoruz. İşte şunlar bilumum bir lisan ile ilan ederler ki,
"Biz bir Rahman-ı Zü'l-Cemal'in, bir Rahlm-i Zü'l-Kemal'in mu'ciznüma ih-
sanlanyız, hayretnüma hediyeleriyiz." (Mektubat, s. 236)

Bütün zihayatlarda tezahür eden hadsiz en va-ı ihsan ve in' amatıyla bilya-
kin ve belki bilmüşahede varlığı tahakkuk eden hadsiz ilisanatı var. (Lem'alar,
s. 57)

15/2. Ey fazi ve imtinan sahibi! 0 ~ı: ::~ıj ~ iw~iı 1~ Ç

Bu vasıfta yer alan "fazi" kelimesine sözlükte şu manalann verildiğini görü-


yoruz: Hüner. Fazlalık, ziyadelik İhsan. Kerem. (Ahteri, s. 126; Yeni Lügat, s.
151)
Burada ise, Allah'ın cemal, kemal, kerem ve cömertlik bakımından başkala­
nndan üstünlüğü ve bundan yaratıklanru yarariandırması anlamındadır.
İmtinan ise, Allah hakkında kullanıldığında, hak edilmemişken karşılıksız
vermek demektir. Nitekim, Allah'ın ismi olarak Mennan bu anlamdadır. (Bkz.
Karnusu '1-Muhit, c. 3, s. 274) Allah, nimet ve lutuflanru, kullan tarafından hak
edilmeden, karşılıksız verendir.
İmtinan'ın, kendini tanıtmak ve şükre sevk etmek için nimetini sayıp dök-
mek anlamı da vardır. Allah Kur'an-ı Kerim'de imtinan makarnında nimetleri-
ni hatıriatmakta ve böylece başka bir nimet olan imana ve şükre sevk etmek is-
temektedir.
Buna göre, Cenab-ı Hakk'ın fazi ve keremi nihayetsiz, karşılıksız in'am ve
ihsanıhadsizdir.
Allah'ın kemal ve kerem bakımından kullanyla mukayesesİ mümkün değil­
dir. O, kemal ve kerem mertebelerinin nihayetine sahiptir. Aynca bu kemal ve
keremi kendisinde kalmamakta, bundan yaratıkianna da bol bol vermektedir.
Bunu yaparken de, yaratıklan bu kerem ve nimeti hak etmiş de değillerdir.
Bizler daha anne rahmindeyken, hangi ücret karşılığında sayısız organ ve
hissiyatımızı aldık? Bunların tamamı beklenmedik bir tarzda, ilim, güç ve kud-
retimiz haricinde fazi ve minnet sahibi Rabbimiz tarafından verilmemiş midir?
120 • Kur'.ln ve Hikmet 11ıOınela CEVŞEN ŞERH i

Bizim gibi di~er sayısız bitki ve hayvanlar da aynı fazi ve ni'met-i İlaruyeyı!
mazhar olmakta ve Allah'ın fazi ve kerem sahibi oldu~u ispat etmektedirler.

ıs/3· Ey emn veeman sahibi! 0 ı?~~lj ~~~ 1~ Ç

Emn ve eman hemen hemen aynı manada olup, eminlik, korkusuzluk, em-
niyet, bir şeye itimat etmek, rahatlık demektir. (Ahteri, s. 70; Yeni Lügat, s. 127)
Bütün korkulardan ve bütün tehlikelerden eman ve emniyet ancak O'nun
himayesi altına girmekle kazanılır. O'na kul olmakla rahat ve huzura kavuşu­
lur. O'nu anınakla gönüller huzur bulur. (13:28) O'ndan uzak olmada her türlü
tehlike, dünyevi ve uhrevi her çeşit felaket vardır. Bunun içindir ki, Kur'an-ı
Kerimde, "Ailah'a kaçın!" (51:51) buyrulmuştur. Allah'ı tanımak ve kulluk w-
sikasıyla O'na bağlanmak demek olan iman bu dünyada dahi bir manevi Cen-
net'in çekirde~ini taşıyor. İnkar ve küfür ise, bir manevi cehennemin çekirdeği­
ni içinde sakhyor.

ıs/4· Ey paklık ve münezzehlik sahibi! 0 ~~lj IJ"":WI 1~ Ç


, , .
, ,

Kuds, paklık ve temizlik demektir.


Sübhan, aslında tesbih etmek demektir. Mastar yerinde kullanılan bir isim-
dir. "Sübhanallah" denildi~de, "Nüsebbihullahe tesbihan" denilmiş olmak-
tadır. Bu dururnda cümlenin füli hazfedilip yerine mastar makamında "Süb-
han" ikame edilmektedir. (Ahteri, s. 386)
Sübhan. tenzih manasma da gelir. (Ahteri, s. 386)
Sübhan, bizzat Allah'ın ismi olarak da kullarulmışhr. Bu manadak.i kulla-
rum için daha önce (5/7'de) bilgi vermiştik.
Gerçekten de Allah öyle bir Zit'hr ki, şerikten, noksandan, zulümden, acz-
den, kısaca kemal, cemal ve celaline muhalif bütün kusurlardan münezzeh ve
mukaddestir. Kainattak.i bütün nezafet ve paklık O'ndan gelir. Bütün mevcu-
dahn bütün tesbihat ve takdisab O'nun kudsiyelini ilan eder.
İsm-i Kuddfıs'ün cilve-i a'zamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kaina-
hn mevcudatıru temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli kanşmamak şar­
hyla, hiçbir şeyde hakiki nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor." (L.em'alar, s.
309)

ıs/s. Ey hikmet ve beyin sahibi! 0 ı?Qij ~:h~l 1~ Ç

Allah, sonsuz hikmet sahibidir. Her şeyi bir hatta birçok gayeye matuf ola-
rak yapar. Faydasız, hikmetsiz, gayesiz hiçbir şeyi yaratmamışhr. Kainattak.i
Kur'in v~ Hikm~t l~ıQında CEV~EN ŞERHI • 121

canlı ve cansız varlıklar bunun en açık delilidir. Aynca, gönderdiği semavi ki-
taplarla, canlı varlıklara bildirdiği sonsuz ilhamlarla beyanlarda bulunmakta-
dır.

Bunun en açık tecellisi, hikmetle dolu olan Kur' in-ı Hakim ve bu Kur' in' a
muhatap olan ve Kur'an'da dünya ve ahiretin bütün inceliklerinin kendisi için
açıklandığı insandır.

ıs/6. Ey rahmet ve rıza sahibi! O ı:>l~.:rııj


, , ~~1 1~ Ç

Allah, mahlukabna karşı nihayetsiz rahmet ve merhamet sahibi olan ve ehl-


i iman ve itaate, nzasıru vadeden Zat-ı Rahim'dir.
Allah'ın rahmeti bu kainat hamurunun mayasıdır. Her şey O'nun rahmetiy-
le yoğrulmuştur. O'nun nzası da, Cennet meyvesini vermiştir. Aynca, bu dün-
yadaki bütün karşılıksız ve samimi iyilikler, hep O'nun hoşnutlu~ yolunda
gerçekleşmektedir. Allah'ın nzası, bütün müesseseleriyle İslam medeniyetinin
temelidir.
İslam medeniyetinde, öyle bahtiyarlar yetişmiştir ki, dünyayı bir misafirha-
ne-i askeri telakki etmiş, öyle inanmış ve ona göre hareket etmiş, bununla en
büyük makam olan nza makamını çabuk elde etmiştir. Bunlar kınlacak şişe
parçasına daimi bir elmasın fiyahnı vermemiş, istikametle hayatlarını geçirmiş­
lerdir.

ıs/7· Ey hüccet ve burhan sahibi! 0 ı;>lA~lj ~1 1~ Ç

Hüccet, belge, vesika, delil, bir iddianın doğruluğunu ispat için getirilen şa­
hit anlamianna gelir.
Burhan da, delil, hüccet, ispat vasıtası, red ve inkar için itiraz kabul edilme-
yecek şekilde hakikati ispat eden kesin hüccet demektir. (Yeni Lügat, s. 70-71)
Allah, varlığına, birli~e ve sıfatianna kesin delilleri ve açık bürhanları ka-
inahn her tarafına nakşetmiştir. Ayrıca vahiy ve ilhamlanyla, irşad ve hidaye-
tiyle varlığını ve birli~i akıl sahibi kullanna kesin olarak tanıtmış ve tarut-
maktadır.

Bir iğnenin ustasız, bir köyün bile muhtarsız bulunmadığı bu alemde canlı
ve cansız hadsiz sanat eseri kendi sanatkarlannı vücutlanndan yüz kere daha
fazla bir biçimde tanıhyor. Bir memleketten binler defa daha muntazam şu ka-
inat da, Yarahasının ve çekip çevincisinin varlı~ına ve birliğine kesin bir delil-
dir.
122 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

Aynca, başta Hz. Muhammed olmak üzere bütün peygamberler ve hadsiz


evliyalar Allah'ın birer konuşan bürhanıdırlar.

ıs/8. Ey azarnet ve saltanat sahibi! 0


,., ,
ı:>u.ı...:Jij
. ,
, ,~\ \~ Ç

Azamet, ululuk ve büyüklük demektir. Sultan ise, hüccet ve hükümdarın


güç ve kudreti demektir. (Kamusu'I-Muhit, Sultan md.)
Allah'ın azameti bütün muvcudatı ihata eder. Saltanat-ı Sennediyesi bütün
alemiere hükmeder. Gökte ve yerdeki bütün cisimleri kudretinin emir ve tasar-
rufu albna alarak vazifelerde çalıştınr. Kısaca bütün alemde saltanabrun eser-
leri pek parlak bir biçimde müşahede edilir.
Rububiyetin saltanatı, ubudiyet ve itaati ister. Hem rububiyetin kemal-i
kudreti dahi ister ki, kul, kendi zaafını ve mahlukatın aczini gönnekle, Kudret-
i Samedaniyenin muazzam eserlerine karşı istihsan ve hayret içinde Allahu
Ekber deyip huşu' ile eğilip O'na iltica ve tevekkül etsin.
Allah, güneşlerden, ağaçlardan zerretere kadar bütün mevcudatı emirber
nefer hükmünde teshir edip idare etmektedir. Yine şu kainatta mevsimlerin
değişmesi gibi haşmetli icraat, gezegenlerin uçaklannkini andıran azametti ha-
reketleri, yeri insanlara beşik, güneşi canlılara lamba yapmak gibi müthiş tes-
hirler, ölmüş, kurumuş kocaman yerküresini yeniden diriltip süslendirmek gi-
bi geniş tahvilat gösteriyor ki, perde arkasında muazzam bir rububiyet var,
muhteşem bir saltanatla hükmediyor. Kısaca Allah'ın öyle bir azarnet ve salta-
natı var ki, Arştan ferşe, yıldızlardan sineklere, meleklerden semeklere, seyya-
rattan zerrelere kadar her şey O'na secde, ibadet, hamd ve O'nu tesbih eder.
Sultan kelimesi, hüccet ve bürhan manasında anlaşıldığı zaman da hakika-
tin ta kendisidir. Allah, kesin hüccet ve karşı konulmaz bürhan sahibidir. Bir
tek örneğine şu ayet-i kerimeyi delil getirerek işaret edelim:
"Ve ceale'ş-şemse siracen = güneşi de bir kandil yaptı." Yani, lamba tabiriy-
le şöyle bir üsluba pencere açar ki: Şu alem bir saray; ve içinde olan eşya ise.
insana ve canlılara hazırlanmış süsler, yiyecekler ve malzemeler olduğunu; vt
güneş musahhar bir mumdar olduğunu hatıriatmakla Sanatkannın haşmetin;.
ve Yaratıcısının ilisaruru hatıra getirerek tevhide bir deW gösterir ki, müşrikle·
rin en mühim, en parlak tann zannettikleri güneş, musahhar bir lamba, cansu
bir yaratıktır. Demek sirac tabirinde, Yaratıanın azamet-i rububiyetindeki rah·
metini ihtar eder; rahmet genişliğindeki ilisanını itharn eder; ve o ifhamda, sal·
tanatının haşmetindeki keremini ihsas eder; ve o ihsasta vahdaniyeti ilam eder
ve manen der ki: "Cansız bir musahhar lamba, hiçbir cihette ibadete layık ola··
maz." (Sözler, s. 377)
İşte bu tek örnek bile Allah'ın ne büyük hüccetler sahibi olduğunu göster·
meye yeter.
Kur'.\n ve Hikmet l~ıQında CEV~EN ~ERHI • 123

ıs/9· Ey af ve gufran sahibi! 0 ~lpilj ~~~~ Ç


Afv, suçu hoşgörüyle karşılamak, cezayı hak edeni cezalandınnamak, gü-
nahı silmek manasma gelir. (Kamusu'I-Muhit, c. 4, s. 366)
Gufran ise, GFR kökünden mastar olup günahı örtmek, affetmek anlamına
gelir. (Kamusu'I-Muhit, c. 2, s. 106)
Allah'ın dergah-ı rahmetinde, hadsiz günahkarlarm nihayetsiz günahlarına
yetecek, hepsini örtecek afv ve mağfireti vardır. Kulun günahı ne kadar büyük
ve çoksa Allah'ın af ve rahmetiondan daha çoktur. O'nun af ve mağfiretinden
asla ümit kesilmez. Bundan ümit kesenler, Allah'ı hakkıyla tanımayanlardır.
Bu vasfın tecellilerine hepimiz her an mazhar olmaktayız. İnsan olmamız
hasebiyle, bir an olsun hata, kusur ve günahtan hali olmadığımız halde Allah,
bu hata ve günahlarımızın üzerindeki örtüyü kaldırmamakta, bizi rezil rüsva
etmemektedir. Dünyada örttüğü günahlarta ahirette de bizi sorguya çekmeye-
cektir.
Allah'ın af ve gufranı asıl engin anlamıyla ahirette mürnin kullan üzerinde
tecelli edecektir. Onların pek çok günahının üzerine af ve mağfiret örtüsünü
gerecek ve o günahlan işlememiş gibi hadsiz mürnin kulunu Cennet'e koya-
caktır.

.
ısfıo. Ey ince rahmet ve bol yardım sahibi! 0 ~1 :-:. • ~ iıj ~i~ll~ Ç

Re'fet, rahmetin en şiddetli, en keskin, en ince ve en latif olanıdır. (Kamft-


su'I-Muhit, c. 3, s. 147) Türkçede bir manada buna şefkat diyebiliriz.
Muste'an ise burada, AVN kökünden gelen "iste' ane" fiilinin mastar-ı mi-
misi olup bol yardım etme anlamındadır. Müste'an kelimesinin ism-i mef'fıl
olarak, yani "kendisinden yardım dilenen" manasında kullanımı daha fazladır.
Fakat burada mastar olarak, "yardım etme" manasında kullanılmış olması da-
ha büyük ihtimaldir. Çünkü, re'fet kelimesine atfedilmiştir. "Zu"ya atfedilmiş
olması çok uzak bir ihtimal olup, burada yer alan diğer vasıflarla olan uyuma
ters tir.
Allah, re'fet ve bol yardım sahibidir. Her canlı mahlukuna hususi ihsanlan,
gaybi yardımlan ve Rahmaru imdatlarıyla en ince rahmet ve şefkatini göster-
mekte ve her şey her ihtiyaa için O' dan yardım ve medet beklemektedir.
Allah'm, re'fet ve yardımının kainatta hadsiz tecelli ve örnekleri vardır.
Mesela insan, şu kainat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa benzer. Niha-
yet derecede aciz ve zayıf olduğu halde, bu güçsüzlüğünde büyük bir kuvvet
ve aczinde büyük bir kudret göze çarpmaktadır. Çünkü, o zaafın kuvvetiyle
124 • Kur'in vt Hlkmrt 1$ıOında CE\IŞEN ŞERHi

ve o aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat baştan başa ona musahhar olmu~.


E~er insan zaafını anlayıp diliyle, haliyle ve tavnyla dua etse, aczini bilip
Rabbinden yardım dilese, bu geniş teshirin şükrünü eda etmekle beraber, ar-
zusuna öyle muvaffak olur ve maksatlan ona öyle musahhar olur ki, şahsi
güç ve kuvvetiyle onun binde birisine muvaffak olamaz. Ne yazık ki, hil di-
liyle yaptı~ı bir duası sonucu gerçekleşen bir arzusunu yanlış olarak kendi
özel iktidanna atfeder.
Yine bu İlahi re'fetin tecellisiyledir ki, korkak ve çekingen tavuk Allah'ın.
küçücük yüreğine koydu~ o engin şefkatle adeta kahraman kesilmekte w
yavrusunu kapbrmamak için aslana saldırarak kendini feda etmektedir. Yine.
o İlahi re'fetin tecellisiyledir ki, dünyaya gelen aslan yavrusu, o canavar ve aç
asianı kendine musahhar ederek onu aç bırakıp kendi tok oluyor.

Evet bir gözsüz akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerelere mağlup olan insa·-
na, elsiz bir kurtçuktan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, in--
sanın kendi güç ve kuvveti değil, aksine bu, onun güçsüzlüğünün bir meyvesı
olarak Rabhani bir teshir ve Rahmani bir ikramdır.
Nasıl ki, nazlı bir çocuk ya a~lamasıyla, ya istemesiyle veya aaklı hiliyle is-
teklerine öyle muvaffak olur ve öyle güçlüler ona hizmet ederler ki, o arzulan-
nın binde birine bin kat kuvvetçiğiyle yetişemez. Demek ki, güçsüzlük ve aciz-
lik, onun hakkında şefkat ve harniyeti harekete geçirdikleri için, küçücük par-
mağıyla kahramanlan kendine hizmetkar eder. Şimdi böyle bir çocuk, o şefkati
inkar etmek ve o harniyeti küçümsemek suretiyle, ahmakçasına bir gururla
"Ben kuvvetimle bunlan emrime alıyorum." dese, elbette bir tokat yemeyecek
midir?
İşte insan da, Yarahasının rahmetini inkar ve hikmetini itharn edecek bir
tarzda küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi "Bilgim sayesinde bu bana veril-
di." (28:78; 39:49) yani, ben kendi ilmim ve kendi iktidanmla kazandım, dese
elbette azap tokadına müstehak olur.
Demek şu görünen insan saltanatı ve beşer terakkiyan ve medeniyet kema-
latı, celb ile değil, galebe ile değil, mücadele ile değil, belki insana onun zaafı
için teshir edilmiş, fakn için ihsan edilmiş, cehli için ona ilham edilmiş ve ihti-
yaa için ona ikram edilmiştir. O saltanatın sebebi de kuvvet ve iktidar-ı ilmi
değil, aksine şefkat ve re'fet-i Rabhaniye ve rahmet ve hikmet-i ilahiyedir ki,
eşyayı ona teshir etmiştir.

Madem gerçek budur, insan gururu ve enaniyeti bırakmalı, Ulfıhiyetin der-


gahında acz ve zaafını istimdat lisanıyla; fakr ve ihtiyaçlarını yakarış ve dua li-
saruyla ilan etme li, kul olduğunu göstermeli ve "Allah bana yeter. O, ne iyi ve-
kildir!" diyerek manen ve maddeten yükselmelidir. (Bu konuda geniş bilgi için
bk. Sözler, s. 327-328)
Kur'In ve Hikmet 1\ıOında CEVŞEN ŞERHİ • l2S

, ., -
, ............
e ~~ı~ r: :.!;. ıJ~'iı ıJ~'iı ~ı 'it ;Jt'i ~~
,,,~,

"Sen her türiii nolcsan sıfatiardan miinezzehsin. Ey Kerulisindm başluı ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehmnem ateşinden koru!"

-16-

16/1. Ey her şeyin Rabbi olan! 0


..
!~ ~ YJ ~:;. Ç
..

Her şeyin Rabbi yalnızca Allah Teala'dır. Her şeyi ilim ve hikmetle yarabp,
onlara bir kemal noktası tayin edip, şefkat, rahmet, inayet ve ihsanla o kemal
noktasına do~ ilerleten, her bir mevcudu şeriksiz Rububiyetinde tutan
O' dur. Bu kemal noktasına doğru giderken, kendisine lazım olan maddi ve
manevi techizat ve malzemeyi tam da ihtiyaç anında yetiştiren, bu yoldan alı­
koyan her şeyden de ya tekvini veya teşri'i olarak sakındıran O'dur. Bu şekil­
de, en küçük bir çekirdekten, yumurtadan, nutfeden tutun da yeni doğan ga-
laksilere ve hatta belli bir zaman önce doğup gelişme, büyüme ve genişlemesi­
ne devarn eden kainata kadar; öte yandan manevi, ruhi ve kalbi seyir, inkişaf
ve terakkisine başlayıp sürdüren hak yolun yolcusu olan bir fertten tutun,
ibtidai olarak başlayıp bir kemale doğru ilerleyen, din ve medeniyetlere kadar
her şeyin hakiki sahibi, yönlendiricisi, yol gösteriasi Allah'br. İşte "Ey her şe­
yin Rabbi olan!" cümlesini söyleyen bir kimsenin ne kadar engin ve derin ma-
nalarla Rabbini tavsif ettiği düşünülsün!

16/2. Ey her şeyin bihı olan! 0


. '
!~ ~ ~t ~:;. Ç

İlah kelimesinin aslı, buna bağlı olarak da manası üzerinde değişik görüşler
vardır." Abede =ibadet etti" anlamına "Eiehe"den ism-i mef'ul olup, kendisine
ibadet edilen anlamına gelebilir. Tehayyere = hayrette kaldı" anlamına gelen
"Elihe" kökünden ism-i mef'ul olup, hayret edilen, hayranlık duyulan anlamı­
na gelebilir. Gerçekten de kul O'nun sıfatiarını düşündüğünde hayrette kalır.
Aslı, "Vilah = Yönelme, sevgi besleme" mastarından yine ism-i mef'Uldür.
Kendisine yönelinen, sevgi bestenilen demektir. Yönelme ve bağlılık, cansız
varlıklarda olduğu gibi, gayr-i iradi ve yaradılıştan olabileceği gibi, canlılar ve
akıllılarda olduğu gibi hem fıtraten, hem de iradeyle olabilir. Bu kelime,
"İhtecebe = perdelendi, gizlendi" anlamına gelen "Lahe, yehihu, liyahen" kö-
künden gelebilir. Bu köklerden hangisinden gelmiş olursa olsun, İlah kelimesi-
nin gerçek anlamda kullanımı Allah'a yakışır. Çünkü O, hem gerçek ma'bud,
126 • Kur'.ln vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

hem akıllann sıfatlan konusunda hayrete düştüğü, hayranlık beslenen, hem


sevgi ve bağlılık gösterilen, hem de duyu organlanyla algılanmaktan münez-
zeh, bahn ve gizlidir. Bütün bu anlamlanyla Cenab-ı Hak, bütün her şeyin ila-
hıdır. O'nun dışında hiçbir şeye gerçek anlamıyla ilah adı verilemez. Çünkii,
bu manalar başka hiçbir varlık için söz konusu değildir.
Kısaca, Cenab-ı Hak, kudsi sıfatlanrun ve güzel isimlerinin eelali ve cemali
tecellileriyle her bir varlık üzerinde izhar eden ve bütün mevcudahn bütün
ibadetlerine merci olan, hepsince hayranlık duyulan, dergahına yönelinen, id-
raktan gizli olan Zat'hr.

ı6/3· Ey her şeyin Yarabcısı olan! 0 !~ ~ ~l,;;..;:;. Ç

Hhlık ism-i failinin mastan olan halk, Arapça' da aslında düzgün biçimde
tasariama ve ölçüp biçme anlamına gelir. Bir şeyi, hiçten, örneksiz ve modelsız
olarak yaratma için de kullanılır.
Kur'an-ı Kerim'de Allah hakkında "Halık" kelimesi, genellikle "Halıku kül-
li şey"' terkibiyle kuUanılır. (Mesela bkz. 6:107; 13:16; 39:62; 40:62)
Allah, gerçekten de, birinci manasıyla biricik, ikinci manasıyla ise kamil ve
hakiki manada "H.iılık"tır. Her şeyi, ya yoktan, modelsiz, örneksiz ve bir asıl­
dan olmayarak yaratmış veya bir başka bir şeyden ve örnekleri bulunarak var
etmiştir. Bütün mevcudah yaratan, tedbirini görüp levazımahnı yetiştiren, her
bir mahluk üzerindeki taklit edilmez hilkat ve sanat mühürleriyle her şeyin ya-
rahası olduğunu gösterendir.

ı6/4· Ey her şeyin üstünde olan! 0 ! ~ ;j 2; jj ; :;. Ç


Burada fevkıyet/üstünlük, mekan itibariyle değil, kahr ve galebe bakımın­
dandır. Nitekim bir ayet-i kerimede "Ve Hüve'l-Kahiru fevka ibadih =O, kul-
larının üstünde hükmünü yürüten mutlak hükümrandır" (6:18) buyrulmuşhır.
Gerçekten Allah, kudreti, galibiyeti ve izzetiyle her şeyin üzerindedir. Hiçbir
şey, O'nu mağlub edemez, O'nun kudretine karşı koyamaz, emrini geri çevi-
remez. En büyük güneşler en küçük zerreler gibi O'nun kahr ve galebesine bo-
yun eğmiştir. Gökteki yıldızlar, yerdeki ateş böceği ve yıldız çiçeği gibi O'nun
emrinde çalışmaktadır. Kısaca O, ilim ve kudretiyle, isim ve sıfatlanyla, hü-
küm ve hakimiyetiyle her şeyin nihayet derecede fevkindedir. Bu sıfat, aynı za-
manda, bütün yarahkların ma'bud olmaktan uzaklık noktasında eşit olduklan
gibi, mahlukiyet noktasında da bir olduklannı ifade eder. Çünkü, Allah istis-
nasız her şeyin üzerinde galip, aziz ve kahir olduğunu belirtiyor. Demek ki,
hiçbir şey bu noktalarda O'nunla rekabet içine giremez ve bu sıfab O'nunla as-
la paylaşamaz.
K ur',\ n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 127

ı6/s. Ey her şeyden önce olani 0 !~ ~ J..l ~:;. Ç


Allah Teala, ezeli olduğundan varlık bakımından bütün yaratıklanndan ön-
cedir. O, bütün kudsi sıfatlarıyla ve güzel isimleriyle her mevcuttan önce bu-
lunan, sonradan olmaktan ve zaman kaydı altına girmekten münezzeh olandır.
Hiçbir şey yokken, O vardı. Şu gördüğümüz ve göremediğimiz bütün varlıklar
hep O'ndan sonra ve O'nun var etmesiyle olmuşlardır. Öte yandan, rütbe ve
değer bakımından da her şeyden öncedir. O'nun büyüklüğü, önemi, hakkı ya-
ratıklarla mukayese edilmeyecek kadar öncelik sahibidir. O, her şeyden önde
tutulmalı, hakkına öncelik tarunmalı, O'nunla ilgili her şey, O'nu dışındaki her
şeyden fazla önemli görülmelidir.

ı6/6. Ey her şeyden sonra olan! 0 ! ~ ~ 'ı:.! ~:;. Ç

Allah sönüp giden bütün mevcudatın ardından bütün esma ve sıfahyla baki
kalan ebedi ve baki Zit'tır. O'nun zatı dışındaki her şey fanidir. O, yarathğı
varlık tabaka ve dairelerinden birinden ötekine gönderdi~ yarahklarının bu
intikalinden etkilenmekten münezzehtir. Her şey, kendisine mahsus bir varlık
tabaka ve dairesinden çıkarılıp, şu dünyamıza bir süre görev yapmak için gön-
derilir, ardından buradan da bir yönden uful edip başka bir varlık dairesine
sevk edilir. Ama, her şeyin yarahası olan Allah Teala, bütün bu intikallerden
sonra hep baki ve varistir. Her şey de~ik açı ve yönlerden yok olur, fakat O
hep baki kalır ve asla yok olmaz.

ı6/7· Ey her şeyi bileni 0 !~ ~ ~~ ~:;. Ç


Allah'ın ilmiyle ilgili geniş açıklamalanmız, 1/4 ve 12/l'de geçti. Alim, ilm
mastanndan ism-i fail olup bilici ve bilen demektir. Allah'ın sıfatı olarak Alim,
kendisinden hiçbir şey gizli kalmayan anlamındadır. Nitekim, "Sizden en ufak
bir şey bile gizli kalmaz." (69:18) buyrulmuştur. Kur' in' da "Alimü'l-gaybi
ve'ş-şehade = "Görünmeyeni de, görüneni de, olmuşu da, olacağı da O bilir."
şeklinde geçer. Çoğu yerde gayba muzaf olarak gelmiştir. Burada geçti~ şek­
liyle Alimü kilili şey' ise, her şeyi bütün ahvaliyle, geçmiş ve gelece~yle bilen
demektir.
Allah'ın eşyayı bilmesi kemal mertebededir. O, her şeyin içini, dışını, ufağı­
ru büyüğünü, önünü sonunu, altını üstünü ihata etmiştir. Allah'ın ilmi üç nok-
tadan kullarınkinden aynlır: 1. Kulun bilgisi ne kadar geniş olursa olsun yine
sınırlıdır. Allah'ın ilmi ise sırursızdır. 2. Kulun ilmi ne kadar açık olursa olsun,
bu açıklık ve netlik yine de mükemmel de~ldir. İnsanın eşyayı tanıyıp bilmesi,
128 • Kur'In vt Hikmtt liıOında CEVŞEN ŞERH!

hpkı onlan bir tül perde arkasından görmesine benzer. Eşyayı, sabahın alaca-
karanlı~da görmekle öğlenin berrak aydınlığında görmek arasında fark var-
dır. İşte Allah'ın eşya ve hadiseler hakkındaki ilmi, son derece net, berrak ve
açıkhr. Kulunki ise, sisli, perdeli ve bulanıktır. 3. Allah'ın ilmi eşyadan alınma
değildir. Bilakis eşya Allah'ın ilminden alınmadır. Halbuki insanın eşyayı bil-
mesi eşyaya tabidir, eşyadan sonra hasıl olmuştur. Bu farkı daha anlamak için
şöyle bir misal verelim: Satranç oyununu öğrenenle bu oyunu icat edenin ko-
nuyla ilgili bilgisini karşılaşhralım. Satranç oyununu icat eden bu varoluşunun
sebebidir. Oyunun varoluşu da onu öğrenenin ilminin sebebidir. Oyunu icat
edenin bilgisi, oyundan önce mevcuttur. Oyunu öğrenenin ilmi ise, oyunun
var olmasından sonra var olur.
İşte, her şeyin yaratacısı olan Allah'ın ilmi o şey yarablmadan önce de var-
dı,o şey Allah'ın ilmi ışığında varolmuştur. Ama kulun bilgisi eşya ve hadise-
lerden sonradır. Eşya olmasaydı, insanın ilmi de olmazdı.
İnsanın şerefi, şaru yüce olan Allah'ın ilim sıfahndan ne derece nasiplendi~i
ölçüsündedir. Bir kimsenin bilgisi ne kadar çoksadeğeri de o kadar büyüktür.
Fakat en üstün ve şerefli ilim, bilineni en üstün olan ilimdir. Bilinen şeylerin ·~n
üstünü ise şüphesiz ki şam yüce olan Allah'tır. Demek ki, ilimierin şalu ve pa-
dişahı marifetullah ilınidir. Allah'ı tanımak tanımalann en şereflisidir. Al-
lah'tan başka şeyleri bilmek, O'nun fiillerini, isim ve sıfatlanru tanımaya vesile
olması ölçüsünde önem kazanır. Bilgi, Allah'a götürmeye vesile olabiliyorsa
değerlidir. Bunun haricindeki bilgilerin pek fazla önemi yoktur. Hatta, sahıbi
için büyük bir mesuliyet kaynağı da olabilir.

ı6/8. Ey her şeyeKAdir olan! 0 !~~~~ll~:;. Ç


Kadir, KOR maddesinden ism-i faildir. İki türlü kullanılır. Bu kullanırnlilra
göre manası da değişir. Birinci kullanım, mefulunün başına "Ala" edatuun
gelmesi ki bu durumda gücü yeten, yapabilen anlamındadır. Bu kullanıma gö-
re, en meşhur mastan "kudre" olur. İkinci kullanım, meflunün başına hiçbir
edahn gelmemesi, yani doğrudan doğruya geçişli olmasıdır ki, bu durumda
mastan, "kadr" ve "kader" gelir. Bu kullanıma göre manası takdir ve taroim
edendir. Burada da, "Kadiru külli şey"' denilip, "külli şey'in" başına "ala"
edab getirilmediğine göre, ey her şeyi takdir ve tanzim eden" manasını ver-
mek gerekir.
Kadir ismi, Kur'an'da yedi defa geçer. Her zaman, "ala" edahyla birlikte
kullanılarak, zikrolunan şeylere Allah'ın gücünün yettiğini, O'nun hakkmda
acz düşünülmeyeceğini ifade eder. Genellikle, öldükten sonra insanın tekrar
diriltileceğine dairdir. (75:40; 86:8; 46:33; 36:81; 17:99) Bir ayette, Allah'ın her-
hangi bir şekilde azap göndermeye gücünün yettiğini (6:65), birinde de ayet
Kur'an ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 129

(mucize) göndermeye Kadir oldu~u bildirir. (6:37) Kcldir isminin geçti~ ye-
di surenin hepsi Mekki'dir.
Kadir, uala" ile kullanılırsa, "dilerse yapan, dilemezse yapmayan Zit" de-
mektir. Burada, "mutlaka yapar" şartı yoktur. Şüphesiz, şam yüce olan Allah,
kıyameti hemen gerçekleştirmeye kadirdir. Dilerse hemen gerçekleştirebilir.
E~er şu anda hemen gerçekleştirmiyorsa, bu onu dilernemiş olmasından ve
ezelde tayin ettiği zamanı gelmeden önce gerçekleşmesini de dilemeyeceğin­
dendir. Bunun böyle olması O'nun kudretine noksanlık getirmez. Mutlak Ka-
dir O'dur ki, tek başına her bir mevcudu yaratır. Yaratırken hiçbir şeyin yardı­
mına muhtaç olmaz. İşte bu, ancak ve ancak, şanı yüce olan Allah' tır.
Burada Allah'ın her şeye k.ldir olması demek, her şeyi ölçüp biçmesi, önce-
den zamanını belirlemesi ve belirlenen o şeyin belirlendi~ şekilde varlık ve
vücut bulmasıdır. Mesela Allah, çekirde~in k.ldiridir. Yani takdir edicisidir.
Onun, aslının bütün özelliklerini taşıyacak biçimde filizlenip a~aç olmasını
takdir edendir. İnsan ve hayvaniann temel taşı olan embriyonun da kadiridir.
, Meydana gelecek canlının bütün özelliklerini orada kodlayandır. Zamanı ge-
lince o bitki, a~aç, hayvan ve insan, kendisi için kodlanan İlahi takdirden bir
zerre bile sapmadan vücut bulur, şekillenir ve hayat sahnesinde rolünü ifa
eder.

ı6/9· Ey her şeyin sanatkin olan! 0 :~ ~ ~~;:;.. Ç


Sani' kelimesinin mastan olan sun', fiili güzel yapmak demektir. Her sun'
fiildir, fakat her fiil sun' değildir. Sun' eylemi, hayvaniara ve cansıziara nispet
edilemez. Onlar için kullanılamaz. Fakat fiil onlara nisbet edilebilir. (Ra~b,
Müfredıit, s. 276-277) Kur'an'da, bu isim geçmemekle birlikte onun mastan olan
sun', Allah için kullanılmaktadır. Bununla ilgili ayet-i kerime şu mealdedir:
"Da~ları görür, onlan yerinde sabit sanırsın. Halbuki onlar bulutların geçişi
gibi geçip gitmektedir. Allah'ın sanatıdır ki, her şeyi hikmetle, yerli yerinde ve
sapasa~lam yaratmıştır. Şüphesiz ki O, işlediklerinizden hakkıyla haberdar-
dır." (27:88)

Gerçekten de Allah, her şeyi güzel sanatla yaratan, her bir varlığa sanatının
taklit edilemez mühürlerini nakşeden Ezeli sanatkardır.

ı6/ıo. Ey her şey fani oldulu hilde Kendisi baki kalacak olan!

Beka, fenanın zıttı olup, bir şeyin ilk hali üzere kalmaya devam etmesi de-
mektir. Baki, iki türlüdür:
130 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

Bizatihi baki olup, bu beka ve kalıcılık belli bir süreye kadar olmayan ki bu
Allah TeaJa'dır. Allah'ın fani olması düşünülemez.
Başkası ile baki olan: Bu da Allah'ın dışındaki varlık.lardır. Bunlann fani
olması mümkündür.
Allah, bizatihi varlığı zaruri olan mevcuttur. Fakat O, zihinde istikbale izafe
edildiğizaman "Baki" adını alır. Maziye izafe edildiği takdirde ise "Kadim"
adını alır.

Mutlak Baki, istikbaldeki varlığı düşünüldü~ zaman bir sona dayarımayan


(ebedi olan)' dır. Bu açıdan düşünüldü~ zaman Allah aynı zamanda ebedidir.
Allah dışındaki bütün varlıklar, zatlan, cinsleri ve nevileriyle, kendi başla­
rına düşünüldüklerinde fani, yok oluru ve ölümlüdürler. Her şey var olmasın­
da ve varlığını devam ettirmesinde Allah'a muhtaçtır. Demek ki, gerçek baki
Allah Teala'dır. O'nun dışındaki her şey bizatihi fanidir. Belli bir süre varlığını
sürdürse de sonunda yok olacakhr.
Kısaca, Allah'tan başka her şey fani olup ölümü tadacakbr. Yalnız O'nun
zat-ı Akdes'i, bütün isim ve sıfatlanyla baki, her türlü zeval ve fena lekesinden
münezzehtir.
Nitekim Rahman Suresi'nde, "Yeryüzündeki her şey fanidir. Baki olan, yal-
ruz, celal ve ikram sahibi olan Rabbinin zahdır." (55:26-27) buyrulmuştur.

"Sm her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman fJer bize eman diliyoruz. Bizi Cehmnem ateşinden koru!"

-17-
,
aCLı
- , ,, ,
d!!..:, ı~J
~ ;.

Allah'ı.m! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

17/1. Ey dopuları tasdik eden ve kullanna güven veren Mümin!

Mümin, hem "tasdik eden, doğrulayan", hem de "emin kılan, güven veren"
anlamına gelir. "Emin kılan" anlamıyla O, yarattıklanna zulmetmeyen, onlan
Kur'An vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 131

bundan emin kılan, haksız yere cezalandırmayan, Kıyamet gününde mürnin


kullanru azaptan kurtarandır.
"Tasdik eden" anlamıyla da, Allah, kullanna olan va' dini do~ar ve taah-
hüt ettiği şeyleri yerine getirir. inanmış kullanrun, Kendisi hakkındaki ümit ~e
emellerini boşa çıkarmaz. Kullarını, Kendisine olan imanlan konusunda tasdik
eder. Kendi zatıru, yarattı~ delillerle kanıtlar. Peygamberlerini de gönderdiği
kitaplar ve verdiği mucizelerle doğrular. Kıyamet gününde inananiann öteki
insanlar hakkındaki tanı.klı.klanru kabul eder.
Allah'ın, Mürnin vasfıyla kullanna imdadı, onlan her türlü tehlike ve kor-
kudan emin kılışı olmasaydı, bir saniye olsun hayatta kalmak mümkün olur
muydu? Mesela, göz kulak, el ayak ve özellikle akıl, bizim için ne büyük gü-
ven ve emniyet kaynağıdır! Bu gerçeği, söz konusu organiann bir anlık yok-
lukları anında ne büyük korku, endişe ve tehlikelere maruz kalacağımızı düşü­
nerek daha iyi anlayabiliriz. Vücudumuza bunlan takıp ilisanda bulunan Rab-
bimiz, bunlann vesile olduklan her türlü emniyet ve güveni lutfetmiş demek-
tir.
Özellikle canlı varlıklarm etrafını saran mikroplardan, gökteki meteor ve
kuyruklu yıldızlara dek ne kadar çok düşman vardır! Allah kullannı bütün bu
tehlikelerden himaye etmekte ve belirlenmiş hayat sürelerini tamarnlayıncaya
kadar onlan sürekli güven içinde korumaktadır.
Allah, "Mümin" vasfıyla, ihtiyaçlanmızı temin edip umduklanrruzı ver-
mekle de bize emniyet ve güven verir. Bir şeyin var olabilmesi ve varlığını sür-
dürebilrnesi, her an İlahi imdadı gerektirir. Vücudumuzdaki hücrelerin gıda
ihtiyaçlanru kuru bir topraktan yarahp kendilerine yetiştirmekten tutun da,
gökteki yıldız ve gezegenlerin boşlukta tutulması ve kendilerine göre enerji ve
ışıklannın onlara temin edilmesine vanncaya kadar her türlü ihtiyaç, Allah'ın
imdat ve yardımıyla yerine gelmektedir. Bizim için hayati önem taşıyan bu ih-
tiyaç teminini garanti eden Rabbimiz, ne büyük emniyet vericidir!
Allah'ın Mürnin (emniyet verici) olması ahirette daha açık bir şekilde imanlı
ve itaatkar kullanna karşı tecelli edecektir. Onlann yardımına koşacak, onlan
himaye edecek ve bütün korku ve tehlikelerden ebediyen emin kılacakhr.
Bütün korku ve tehlikelerden eman ve emniyet, ancak O'nun rumayesi alh-
na girmekle kazanılır. O'na kul olmakla rahata kavuşulur. O'nu anmakla gö-
nüller huzur bulur. (13:28) O'ndan uzak olmada her türlü tehlike, dünyevi ve
uhrevi her çeşit felaket vardır. Bunun içindir ki, Kur' an' da, "Allah' a kaçın!"
(51:51) denilmiştir.
Allah, ıssızlık içinde yalnızlık,
kimsesizlik ve ürküntüye maruz kalanın
dehşetini yakınlığıyla, duasına cevabıyla ve yarattığı hadsiz ruhani yarathkla-
rıyla ünsiyete çeviren dost ve can yoldaşıdır. Allah, şefkat ve rahmeti, hıfz ve
rumayesiyle en müthiş korkular karşısında en emin sığınakhr.
132 • Kur'An ve Hikmtt IJı§ında CEVŞEN ŞERHI

I<ainatta bu ismin daha başka pek çok tecelWeri vardır. Kainat düzenindeki
en .ufak bir hesap yanlışlığı ve sapma, uçsuz bucaksız fezada top merrnileri sü-
ra~de hareket eden ve bir kısmı dünyamızdan milyonlarca defa büyük cisim-
lenn çarpışmasına neden olup alemin sonunu getirebilir. Milyonlarca tür can-
Iıyı omzuna alıp uçsuz bucaksız fezada seyahat eden dünya gemisinin yolcula-
n lisan-ı halleriyle bu ismi okuyor ve "Bizi yok olmaktan koru" diye niyaz edi-
yorlar. Çünkü, gemi ve uçaklan olan dünyanın, güneşe olan uzaklık ve yakın­
lığında meydana gelecek çok az bir değişiklik, hepsinin bir anda yanmasına
veya buz kesilmesine neden olur.
Öte yandan anne rahmindeki yavru, yumurta ve yumurtaaklardaki civciv
ve larvalar, lisan-ı halleriyle hep bu ismi okuyorlar. Kendilerini o yokluktan,
dağılmaktan, çürümekten, nzıksızlıktan ve yollanndan alıkoyucu her türlü
tehlikeden korumasını Rab ve Yarahcı'larından diliyorlar.
Yine, her akıl sahibinin, özellikle insanın önündeki en büyük korku, sonsu-
za dek süren hayat yolculuğunda kendisini bekleyen tehlikeli konaklardır. Ct~
hennem'de ateş ve azaba dönüşüp insanı yakan ise, dünyadaki günahlardır.
Hayat yolundaki bu tehlikeli konaklardan ve buralarda sıkınb çekmenin ne-
denleri olan günahlardan, emir ve yasaklanyla bizi korumaktadır. Bu isim,
saydığımız tehlikelerin bilincinde olan herkes için büyük bir ümit kaynağıdır.
Dergahına sığınanlan her türlü tehlikeden koruyacağına diir İlahi bir müjde
ve taahhüt anlamını içerir.
Allah, hadsiz canlılann nihayetsiz korku ve endişelerine karşı en büyük
güvencedir. Her birisi için bir hayat ortarnı hazırlamış, gerekli her şeyi yarabp
imdatlanna göndermiş, hayatlarını tehdit eden sayısız düşmanlarakarşı onları
korumuş ve korumaktadır. Mesela, insan vücuduna öyle bir savunma sistemi
yerleştirmiş ki, vücuda giren herhangi bir zararlı bakteri, anında kuşatılıp im-
ha edilir. Di~er canlılan da gerek dahili, gerekse harici benzer savunma sistem-
leriyle donatmışbr.
Allah'ı tanıyan, seven ve O'na itaat eden, her muradına erer, hadsiz elem-
lerden korkulardan kurtulur. Kendini O kainat Sultanı'nın sadık bir memuru
bilip, O'nun ve bütün yaratıklannın güç ve deste~ kendi gücüne katar. O'na
güvenip dayanır, şahsi kuvvetinden hadsiz derece ziyade bir kuvvet kazanır.
Allah' ı tam tanımayan, sevmeyen, O'na itaat etmeyen ise, hadsiz elemlere, kor-
kulara ve endişelere hedeftir. Böyle bir insan en önemli bir savaş esnasında si-
perini bırakıp, silah ve teçhizahnı da çalarak firar etmiş, nefsinin kötü arzuları­
nın peşine düşüp kışiasım terk etmiş, her an yakalanma ve ceza görme korku-
suyla yaşayan firari bir askerdir.
Aynca Allah, beşer olması itibariyle hatalardan, kusurlardan ve günahlar-
dan bir an olsun uzak olmayan insan için, af ve bağışlayıalığıyla en büyük gü-
ven kaynağıdır. Kulun günahı ne kadar büyük olursa olsun O'nun af ve mer-
Kur'An vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 133

hameti daha büyük ve daha geniştir. O'nunrahmeti gaza~~ a~~- Tövbe


edip pişman olan kullannı affeder. Sonunda da Cehennem ın o muthiş korku-
sundan emin kılıp Cennet'ine girdirir.
Allah, nihayetsiz bir yalnızlık ve korku dolu bu alemde insan kalbini dost-
lu~, beraberli~, ülfeti ve sevgisiyle teselli ve tatmin eder. O'nu tanımak ve
yoluna girmek demek olan hidayet, büyük bir saadet, vicdani bir lezzet ve ru-
hun Cennet'idir. O'nu bulan, her matlubunu bulmuş, hadsiz elemlerden, kor-
kulardan kurtulmuştur.
Bu ismi tecellileriyle bilen ve taruyan bir mümin, Allah' ı sürekli onunla ana-
rak kalbini huzur ve güvene kavuşturmalıdır.
Gazali'nin belirttiği gibi, bir kulun bu isimden alacağı hisse, bütün mahlu-
kata güven vermesi, hepsinin onun kötülüğünden emin olmasıdır. Hatta o,
bununla da yetinmeyerek, tehlike ve korkulara maruz kalanlar için elden gel-
diğince bir müracaat kapısı ve sığınak olmaya çalışır. Manevi ve uhrevi tehli-
kelere karşı başvuru kaynağı olan Peygamberler ve gerçek alimler bu isimden
en fazla nasip alanlardır.

... , . 1'
17/2. Ey Görüp gözeten! 0 ~~

Müheymin ismi Kur'an'da bir defa Allah'ın ismi olmak (59:23) üzere iki de-
fa kullarulmışbr. El-Müheymin, şahid, emin ve hakim anlamlannı aynı anda
içeren bir kelimedir ve Yüce Allah'ın bu üç özelliğini dile getirir. Kur'an'da
Hz. İbrahim'in şu duası, Yüce Allah'ın gizli açık her şeyi bildiğini, her şeyi gö-
zetim ve kontrolü altında bulundurduğunu dile getirir:
"Ey Rabbimiz! Şüphesiz ki Sen bizim gizleyeceği.mizi de açı.klayacağımızı
da bilirsin. Çünkü ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (14:38)
Bu gözetim ve kontrol bazen direkt O'nun tarafından gerçekleştirilir: "On-
lar, sırlannın da, fısılhlarının da Allah tarafından bilindiğini ve O'nun bütün
gizli şeyleri en iyi bilen olduğunu hala anlamadılar mı?" (9:78)
"Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur' an' dan bir şey okusan ve
siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman Biz mutlaka üstünüzde
şahidizdir. Ne yerde, ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve giz-
li) kalmaz. Bundan daha küçüğü ve daha büyüğü yoktur ki apaçık kitapta bu-
lunmasın." (10:61)

Bazen de görevli melekleri tarafından yerine getirilir: "İnsan hiçbir söz söy-
lemez ki, yanında gözetleyen, yazmaya hazır bir melek bulunmasın." (50:18)
A. O. Tatlısu'nun belirttiği gibi, Allah bu isminin tecellisi olarak, kullannın
üzerinde Hakim ve Hakem' dir, yaptıklannı görür, kaydeder, onlan murakabe
ve kontrol eder, yaptıklan iyi ve kötü işleri son derece emniyet ve özenle mu-
134 • Kur'in Vf Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHl

hafaza eder Buyruk tutu P guze·· I · ı


• • • • • •ış er yapan kullannın yaphklan iyi işlerden
A

hiçbmm saklaınaz, i.nkar etmez, hak ettikleri sevaptan bir zerresini eksiltmez.
~ahut, kullan iyilik yapmakta birbiriyle yanş edercesine faaliyet gösterseler,
. Artık yeter, ben bunlann karşılığını veremem" demez. Bilakis onlann güzel
ışler yapmakta birbirlerini geçmeye çalışmalanndan hoşnut olur, vadettiği se-
vabı kat kat arbnr. Buyruk tanımayan asilerin de cüret ettikleri kötülüklerin
cezasuu bir zerre arthrmaz, ne yapınışiarsa onu hakkıyla görüp kaydeder. Gö-
recekleri ceza da tam olarak ona göredir. (Tatlısu, a.g.e., s. 55-56.)
Allah'ı bu ismiyle tanıyan, yani manevi kameralarta çepeçevre kuşatıldığı­
nı, her arnelinin kaydedildiğini, söz ve davranışlanrun, hatta en gizli kalbi dü-
şünce ve duygulannın manevi kasetiere alındığını, kısaca bütün hal ve fulle-
riyle ve bütün harekat ve duruşlanyla gözetildiğini, murakabe edilip korun-
duğunu anlayan kişi, Allah' a ilimat eder, O'nun himaye ve garantisine güvt'-
nir, en küçük ve basitine varıncaya kadar yaphğı her faydalı işin kaydedildiğı­
ni bilerek ümit kazanır, aynca kötülüklere kolay kolay cüret edemez. Ahirettt·,
yaphğı bütün kötülüklerin bir film şeridi gibi, hem de herkesin huzurunda
gözler önüne serileceğini düşünerek şimdiden utanır ve fenalıklardan el çeker.
Özellikle, Allah'ın da tanıklığına tanık olduğunu bilerek yalancı tanıklıklardan
titizlikle uzak durur, en yakınlarının, hatta bizzat kendisinin yaran veya zaran
söz konusu olsa bile gerçeği söylemekte tereddüt etmez.
Kısaca,
herkes kendi küçük dünyasında büyük komutan olduğunu ve bu
küçük dünyadan başlamak üzere elinin ulaşhğı, sözünün geçtiği her yerde İla­
hi emir ve yasaklara riayeti temin etmekle yükümlü bulunduğunu bilir.
~

17/3· Ey Oluşturan! 0ı/,P Ç

Mükevvin, tekvin mastanndan ism-i fail olup, yok olan bir şeyi yokluktan
varlığa çıkaran ve var eden demektir. Bu sıfahn ilim, irade ve kudretle ilişkisi
şudur: ilim ile malumat bilinir, kudret ile bir işin fiili veya terki geçerli olur,
irade ile de fiil, yaratma veya terketme şıklarından biri tercih edilmiş olur. Ya-
ratmada, var etmede bilfiil tesir eden sıfat ise tekvindir. Tekvin de kudret ve
irade gibi mahlukata taalluk eder.
Allah, Teala'nın
bir tek emirle ve "Ol!" diyerek varlıklan icat ettiği, bu emir
karşısında mahlukahn varlık sahasına çıkhğı şu ayet-i kerimede belirtilmiştir:
"Gökleri ve yeri, hiçbir benzeri olmaksızın yaratan O'dur. Bir şeyin yarahi-
masını murat ettiğinde O'nun işi, sadece "Ol!" demektir; o da oluverir." (2:117)
"Meryem, 'Ya Rabbi, benim nasıl çocuğum olabilir? Bana hiçbir insan eli
değmemiştir' dedi. Allah Teala buyurdu ki: 'Evet öyledir. Lakin Allah dilediği­
ni yarahr. Bir şeyi murat ettiği zaman, O'nun işi sadece 'Ol!' demektir; o da
oluverir." (3:47)
K ur • ~n ve H i k m el 1\ı 0ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 135

"Hayab da veren O' dur, ölümü de. O bir şeyin olmasını dilediği zaman
O'nun işi sadece 'Ol!' demektir; o da oluverir." (40:68)
. ,, , ,
17/4· Eytelldneden! 0 ~~

Mülakkin, telkin eden, birinin aklına bir şeyi yerleştiren, talimat ve emir ve-
ren vs. anlamianna gelir. Allah Teala, her bir varlığa yaradılış görevini ve ha-
yatına lazım olan her şeyi, o varlığa uygun bir yolla ilham edendir. Peygam-
berler göndererek, kitaplar indirerek, emir ve talimatlannı mükellef kullanna
ileten, onlara türlü türlü üslup, ifade, delil ve yöntemlerle bu talimatlan be-
nimsetmeye çalışan ve telkin edendir.

17/s. Ey güzelce açıklayan! 0~ Ç

Mübeyyin, bir şeyi açığa çıkaran, görünür yapan, duyuran, ilan eden, ifade
eden, dile getiren, gösteren, işaret eden, açıklayan, izah eden anlamlanna gelir.
Bumanalann hepsi en kirnil derecede Allah Tealahakkında geçerlidir. Al-
lah Teala, varlıklan yokluk karanlıklanndan alıp aydınlık varlık sahasına çıka­
nyor, onlan açık ve görünür hale getiriyor. Hakikatleri kullanna halen, kalen,
işareten ve delaleten duyuruyor. İlahi hakikatleri açıklamak üzere indirdiği ki-
tabını kullarına güzelce açıklamak için peygamberlerini görevlendiriyor.

Kainah, manfetine vesile olacak hayret uyandına sanatlarla süslü bir bü-
yük hikmet kitabı şeklinde yazarak onunla Kendisini güzelce tarubyor, isim ve
sıfatiarını açıklıyor. ifadeleri mucize olan Kur'aruyla kiinatın hikmet ve haki-
katlerini açıklıyor. Kendisini ins ve cinne tanıhyor. Razı olduğu her şeyi beyan
ediyor. Şuur sahibi yarabklanna idrak ve meramlanru ifade kabiliyetlerini ve-
riyor vs. İşte bütün bu icraatlarda bulunan Cenab-ı Hak, kirnil manada Mü-
beyyin' dir.
,
17/6. Ey Hafitleten! 0 ~~ Ç

Mühevvin, "Ala" edabyla kullanılırsa, kolaylaşhran, basitleştiren, ağırlığı


gideren anlamına gelir. (el-Mu'cemü'l-Arabiyyü'l-Hadis, s. 953) Bu kelime, doğ­
rudan ve edatsız olarak kullanılırsa, "İstehaffe bih = Hor ve hakir kıldı, alçalt-
b" anlamına gelir. (el-Mu'vemü'l-Vasit, c. 2, s. 1011) Allah Teala, kullarının üze-
rindeki yükümlülükleri güçlerinin yeteceği dereceye indirir, yüklerini hafifle-
tir. Mesela, su bulamayan veya su bulduğu halde kullanması zararlı olanın,
toprakla teyemmüm etmesine izin verir. Musibetlerini, aalarını, va'dettiği mü-
kifatlarla ve bahşettiği sabır kuvvetiyle hafifletir. Öte yandan, düşmanlanru
136 • Kur'.ln ve Hikmet ltıOında CEVŞEN ŞERH i

hor ve hakir kıJa r. o··zellikle ahirette, gerek mahşerin değişik safhalarında ve


~e~ Cehennem' de onlan zillete, aşa~anmaya ve horlanmaya maruz bıra­
. çaltıc "Mühln" bir azapla onlan azaplandınr.

17/7· EySüsleyenf 0~~ ~

Müzeyyin kelimesi, süsleyen, bezeyen, güzelleştiren aniamma gelir. Süs, üç


türlü dür:
a) İlim ve güzel inanç gibi ruhi ve kalbi süsler. "Allah size imanı sevdirdi ve
onu kalplerinizde güzelleştirdi." (49:7) ayeti ziynetin bu çeşidine işaret eder.
b) Güç, kuvvet ve boy pos gibi bedeni süsler.
c) Mal, makam, mevki ve güzel elbiseler gibi hariô süsler.
Bunlar insanlar ilgili süslerdir. Ayrıca, insan dışındaki varlıklan süslemt-k
de Allah için söz konusudur.
Allah Teala, göklerin ziynetli yüzünden. zeminin süslü yüzünden ta çiçek-
lerin gülen yüzlerine kadar bütün masnuab güzellik nurlanyla, tam bir hikmet
ve sanatla süsleyendir. öte yandan insanlan, en güzel karnet, hüsün ve kabili-
yetlerle süsleyen, ona mal, mülk, makam ve itibar bahşeden. türlü türlü giysi
ve mücevheratlan halk ederek bu yönden süslenmesine imkan veren, has kul-
lan olan mürninleri başta sağlam bir iman olmak üzere, güzel bir ahlak, salih
arneller ile süsleyen hep O' dur.
"Bir çiçek bir güzelliktir. Renklerle kokularla desenlerle gülümser. Ve yer-
yüzünü çiçeklerle, gökyüzünü yıldıztarla süsleyen bir tasvir ediciyi anlatır sa-
yısız dillerle.

Şefkat bir güzelliktir. Annelerin sinesinden akar, yavrulanru sanp sarmalar.


Ve bütün canlılann bütün anne ve babalanru şefkatle donatan bir rahmet sahi-
bini anlabr sayısız dillerle. Rızık bir güzelliktir. Renklerle, kokularla tatlarla iş­
tahlan açar. Ve yeryüzüne diziimiş sayısız nimetleri, sayısız canlılarm önüne
birer sofra gibi seren ve her an bütün canhlan kendilerine layık bir nzı.kla bes-
leyen bir nzık vericiyi anlabr sayısız dillerle.
ilim bir güzelliktir. Her şeyde, her varlıkta eserini gösterir. Ve ezelden ebe-
de her şeyi her haliyle ve bütün incelikleriyle kuşatan bir ilmin sahibini anlatır
sayısız dillerle.

Adalet bir güzelliktir. Tenasüple, intizamla, her şeye layık olanı vermekle
kendisini gösterir. Ve her şeyi en düzenli ve orantılı şekliyle yaratan, her canlı­
ya layık olduğu bir vücudu, nzkı ve nimetleri bağışlayan ve en büyük tecelli-
sini haşir gününe saklayan bir adalet sahibini anlabr sayısız dillerle.
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi •137

Baştan başa güzelliktir kainat. Binlerce güzellikle sanlı.p sü.sleru~'ıi~, ~t kat


bir gül goncası gibi bir güzellik. Kimini göz gö~r ~ güzel~e~ ..Kimını kul~
işitir. Kimi ağızia tadılır. Kimi akılla anlaşılır. Kimı ~~ hi~~d~ır. Ama hep.~ı
de bütün bir kalble sevilir. Çünkü, her biri, sınırsız bır Ilahi ısmın sınırsız gu-
zelli~inden bir parılhdır o güzelliklerin." (Ümit Şimşek, Bakıp da Görmedikleri-
miz, s. 199-202)
İşte, Cevşen'i okuyup, "Ya Müzeyyin!" diyen bir mümin, ne derin ve hakiki
bir vasıfla Rabbini andı~ düşündükçe şevk ve gayreti artar, imanı kuvvet
kazanır.

.J, , .J ,

17/8. Ey büyüten! 0 ~Ç

Muazzim, büyüten, daha büyük yapan, yücelten, ululayan, tazim eden, ge-
anlamlanna gelir. (el-Mu'cemü'l-Arabiyyü'l-Hadis, s. 579)
nişleten

Allah Teala, gerek kela.mi ve gerekse tekvini ayetleriyle zahru tazim eden-
dir. Yani Kur'an ayetleriyle büyüklü~ü, ululuğunu ve yüceli~ sık sık dile
getirdiği gibi, mevcudat aynalannda, sebepler perdesinde ve vasıtalar aynala-
nnda azametini izhar edendir. öte yandan makbul ve mükerrem kullanru tek-
rim ve tazime mazhar kılandır.
K.iinattaki uçsuz bucaksız fezalan ve bu fezalarda aklın ve hayatin erişe­
meyeceği kadar çok sayıda büyük gök cisimlerini yarahp onlan hareket etti-
ren; bakılıp düşünüldüğü zaman insanı hayrette bırakarak "Allahü Ekber!",
"Sübhanallah" dedirten bütün bu mahlukat ve hadiseler hep Allah Teala tara-
fından yarahlnuşhr. İşte O bütün bunlarla, Zihnın azamet, ululuk ve yüceliği­
ni gösteren de O'dur. öte yandan, başta Peygamberleri olmak üzere salih kul-
lannı ve dostlanru büyütüp yücelten, şan ve de~erlerini arbran, yüksek maddi
ve manevi makamlara yükselten de O'dur.
~

17/9· Ey yardım ettiren! 0 ~r ç

Muavvin, yardım ettiren, muavenete koşturan anlamına gelir. Allah Teala,


elementleri bitkilerin, bitkileri hayvanlann, hayvanlan insaniann yardımına
koşturan, canlılann ihtiyaç duydukları şeyleri umulmadık yerlerden ellerine
yetiştiren ve varlıklar üzerine yardımlaşma ve birbirinin ihtiyaçlarına cevap
verme mührünü vurandır. öte yandan Allah Teala, sevdiği kullannamaddi ve
ma'nevi yardımını ulaşhran, meleklerini ve sayısını kendisinden başka kimse-
nin bilemedi~i görünür ve görünmez ordulanru imdada koşturandır.
138 • Kur'In vr Hllcmrt f$ı0ında CEVŞEN ŞERHİ

17/10. Ey Renklendiren! 0 ıJ
"

,

Mülevvin, renklendiren, boyayan, renkli ve çeşitli kılan; cinslere ve nevilere


ayıran anlamındadır. (el-Mu'cemü'l-Arabiyyü'l-Hadis, s. 813; Müfredat, 457-458)
Allah Tea.Ja, şu ayet-i kerimeleriyle bu sıfatına ve delillerine işaret buyurmak-
tadır: "Allah'ın gökten bir su indirdiğini görmedin mi ki, onunla rengarenk
meyveler çıkardı k .. Dağlarda da bey azlı, kırmızılı, siyahlı, muhtelif renklerde
damarlar yarattık. Insanlardan, yerde yürüyen canlılardan ve ehli hayvanlar-
dan da renkleri böylece çeşit çeşit olanlar vardır. Kullan içinden ancak alimler
Allah'tan korkar. Şüphesiz ki Allah'ın kudreti her şeye galiptir ve O çok bağış­
layıadır." (35:27-28)

Ayet-i kerirnelerin de işaret buyurduğu gibi Cenab-ı Hak, basit bir toprak-
tan, basit bir suyu vesile ederek türlü türlü renkte bulunan bitki ve ağaçlan on-
lardan da yine tatlan, renkleri, şekilleri, hasiyet ve faydalan sayılamayacak
kadar tür ve çeşitteki meyveleri yaratmaktadır. Öte yandan, yeryüzünün top-
raklarını, dağ ve revherlerini de çok çeşitli renk ve özellikte yaratmıştır. Sayısız
madenler hep O'nun kudretinin ürünüdür. İnsanlan, yerde yürüyen irili ufaklı
canlılan ve deve, koyun, keçi, sığır gibi ehli hayvanlan da türlü türlü renk ve
çeşitte halk etmiş ve etmektedir. İşte bütün bu gerçekler düşünüldüğünde Al-
lah' m mülevvin sıfabrun ne kadar geniş bir dairede hüküm sürdüğünü ve etki-
sini gösterdiğini daha iyi anlıyoruz.
Şu maddi alemde bu konuda sadece renkler dile gelse bize ne büyük haki-
katler terennüm edeceklerini düşünmek bile insanı heyecanlandınyor. Mesela,
Ümit Şimşek Bey'in dediği gibi, "Gökten dünyaya gelen, bir beyaz gün ışığıdır.
Onunla rengarenk bir dünya serilir gözümüzün önüne. Karalar, denizler, gök,
yer bir renk tarlası olur. Gerçi siyah beyaz bir dünya da işimizi görürdü ama;
bize sunulan, bundan çok daha fazlasıdır.
Mavi gökler bile yeknesak kalmaz. Dakika dakika farklı renklerle yeni yeni
tablolar çizilir ufukta. Hiçbir gurup aynen tekrarlanmaz.
Beyaz yumurtanın içinde kuş yavrusu şekillenmeye başlarken, tüy kökleri-
ne renklerin programı verilir. Zamanı geldiğinde, tüycüklere m.iligramlarla
pigmentler atılır. Her köşesi inceden ineeye işlenmiş, uyumlu renklerle süslen-
miş bir elbise biçilir ve giydirilir kuşa.

Çiçeğin ve kelebek kanadının renkleri de, desenleriyle beraber, bir kaderle


belirlenmiştir. Hiçbirinde uyumsuzluktan eser görülmez. Hiçbiri deneme ya-
nılma yoluyla yapılmaz. Hepsi bir defada ve en güzel şekilde yaratılır.

Bazen gözlerde dile gelir renkler, bazen kanatlarda. Bazen güllerle güler.
Bazan bir dağ yamaanı bir güle çevirir. Gözümüzü nereye çevirsek, renkler
içinde bir sanat eseriyle karşılaşınz. O sanat eserleri bir araya geldiğinde ise,
Kur'In ve Hikmet 1\ı§ında CEV~EN ~ERHİ •139

ya sadelik içinde bir muhteşem tablo çıkar ortaya, ya da harikulade bir _re~
zenginli~ içinde bir estetik enerji fışkınr o ~a.blod~. Ve re~lerle bezenmış -~ _
nat eserleri, çok sesli ve ahenkl_i bir koro halınde overler, bır ~yaz ~~~a dun
yayı binlerce renge boyay~ru. 'Işte bu Allah'ın bo~asıd~. ~1~ tan guzel boya
vuran kim var?' (2:138)" (U mit Şimşek, Bakıp da Görmediklerımız, s. 75-77)
Kısaca Allah Teala, alemi süsleyen, muntazam sanat eserlerini rengarenk
nakışlarla bezeyen, güzel isimlerinin gizli güzelliklerine birer ayna yapandır.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru/"

-18-

ı8/ı. Ey saltanahnda diim olan! Q~


~ . ... ... .,
.... ,
, "~
, J, .JA ıY' Ç
"Mülkünde Mukim Olan"ın anlamı, egemenlik, hükümranlık ve saltanatın­
da zevalsiz, daim, koruyucu, değişmez, başkasına ihtiyaç duymayan, görüp
gözeten, her şeyin tam hakkını veren, çekip çeviren ve eğrilik-aksaklıklan dü-
zeltendir. Allah'ın hükümranlık alanı ve saltanat meydanı olan şu kainata bak-
hğımızda bütün bu manalann sayısız örneklerini görürüz. Allah, mülkünün
tedbir, idare ve muhahafazasında, her şeyin tegayyür ve tebeddülünde sınırsız
malikiyetle devam edendir.

ı8/2. Ey Celalinde Aziın olan! 0 ~ 41%- J, ~:;. Ç


~ ....

Celal, değeri sorısuz derecede büyüklük, ululuk, yücelik, hiddetlilik, Al-


lah'ın kahnrun ve azametinin tecellisi gibi anlamlara gelir. (Bkz. Yeni Lügat, s.
78) Celal, Allah'ın vasfı olarak kullanılır. Ayet-i kerimede Allah'ın, celal ve ik-
ram sahibi olduğu bildirilmiştir. (55:27) Allah Teala'run celal sahibi olması, yü-
celik ve ululuğuna deW teşkil eden büyük varlıklar yaratması veya ihata edil-
mekten çok daha büyük ve mukaddes veya duyu organlanyla algılanmaktan
münezzeh olmasından dolayıdır.
Allah Teala, celal vasfıyla birlikte aynı zamanda Azim'dir. Celal ve azameti
Kendinde birleştirmiştir. Azim demek, büyük, güçlü, kuvvetli, kudretli, önem-
140 • Kur'.ln vr Hikmrt 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!

li, ?'uhteşem, muazzam demektir. (el-Mu'cemü'l-Arabiyyü'l-Hadis, s. 579) AI-


lah tan başka ~e~ şeyin bü~_üğü sınırlı ve izafidir. Allah'ın büyüklüğü ise,
mutlak v_~ ~ti-~ır. Allah, hiçbır aklın düşünemeyece~ kadar büyüktür. Bu
mutlak buyuklük, akıllarm sınınru aşmıştır. Gazali Allah'ın büyüklüğü le ·a-
ra bkl arın b''uyu''kl''ğü'
u arasın daki· farkı göstermek için şöyle bir öme~e yer
y ver-
}
mektedir:
"Kulların büyükleri peygamberlerle alimlerdir. Akıl sahibi birisi, onlann
vasıflarından birini öğrendi~ zaman gö~sü heybetle dolar. Kalbi alacağı hev-
beti almış olur. Öyle ki, artık onda bir boşluk kalmaz. Ümmetinin gözünde
peygamber büyüktür. Müridin gözünde şeyh büyüktür. Talebenin gözünde
hocası büyüktür. Zira aklı O'nun sıfatlarının tamamını kavramaktan aciz kalır.
E~er talebe ilirnce hocasının seviyesine gelir veya onu geçerse arb.k talebesine
nisbetle hocası büyük sayılmaz. Allah'tan başka varlıklar için düşünülebilen
her bir büyüklük mutlaka eksiktir. Mutlak büyüklük değildir. Zira Allah'ın bü-
yüklüğünden başka her bir büyüklük, ancak kendisine nazaran küçük olan bir
şeye nispetledir. Ortaya kendisinden daha büyük bir şey çıkhğı zaman onun
büyüklüğü zail olur. Oysa şam yüce Allah'ın azameti böyle değildir. O'nun
büyüklüğü mutlak büyüklüktür, bir küçüğe nispetle değildir." (Gaza.Ii, a.g.e., s.
168)

ı8/a. Ey saltanabuda Kadim olan! 0 ~..U .:,u.l..:, j ~;; ~


' ,... '
Bu sıfat,
Allah Teala'nın, Sultan olmakla birlikte aynı zamanda Kadim ol-
duğunu ifade eder. Sultan, güç, kuvvet, hüküm, otorite gibi anlamlara gelir.
(el-Mu'cemü'l-Arabiyyü'l-Hadis, s. 400) Kadim ise, ezeli olan, varlığının bir baş­
langıa bulunmayan demektir. Allah Teala'nın varlığı zahnın gere~ oldu~
için, O Kadim ve Ezeli'dir, Evvel'dir, ilk olandır, sonradan var edilmiş değil­
dir.
Eğer Allah, Kadim değil de hadis, yani sonradan meydana gelmiş bir varlık
olsaydı, bir muhdise (var ediciye) muhtaç olurdu. Bu ise, O'nun Vacibü'l-
Vüc\ıd oluşuyla çelişir. Çünkü, vacibin özelliklerinde biri de, varlığı zabnın ge-
r~ ve kendinden oldu~ için daima var olmaktır. Öyleyse, Allah Tea.Ia hadis
olmayıp kıdem sıfabyla muttasıf kadimdir. K.ıdemin zıddı olan hudlıs, Allah
hakkında mümteni'dir, muhaldir, i.rnkansızdır. (Ş. Gölcük, S. Toprak, Kelam, s.
183)
Cevşendeki bu cümleyle, Allah'ın, her şeyi kuşatan ebedi saltanahnda ezeli
oldu~u öğrenmiş oluyoruz.
Kur'in vt Hlkmtt ıııOında CEVŞEN ŞERHI • 141

ı8/ 4· Ey kuluna karşı pek merhametli olan!


Allah, kullanna karşı pek merhametlidir. Bütün yaratıklan O'nun birer ku-
ludur. Bu yaratıklar, hayatlanru, nzıklanru, bekalannı, beslenip büyümelerini
İlahi rahmete borçludurlar. Buhari, Müslirn ve diğer birçok muhaddisin bazı
lafız farklılıklanyla rivayet ettikleri şu hadis-i şerif Allah'ın kullarına karşı
merhametini ifade etmektedir: "Allah Teala mahlukab yaratmayı irade etti-
ğinde, Kendi katında Arşı üzerine koydu~ bir fermanda 'Benim merhametirn,
gazahımdan ileridir' diye yazmıştır." (Buhari, Tevhid, 15; Müslim, Tevbe 14-16)
Selman-ı Farisi de Reswüllah'ın şöyle dediğini rivayet etmiştir: "Şüphesiz ki
Allah, gökleri ve yeri yarattığı gün yüz rahmet yaratmıştır. Her bir rahmet, yer
ile gök arasındaki mesafeye mutabık büyüklüktedir. Allah, bu yüz rahmetten
bir tanesini yere koydu. İşte bu tek rahmet sebebiyle anne çocuğuna meyl ve
şefkat eyler. Vahşi hayvanlar, kuşlar da yine bu rahmetiyle birbirlerine karşı
meyl ve şefkat eylerler. Kıyamet günü olduğu zaman bu rahmeti, o rahmetle
kemale erdirecektir." Müslim'in bir önceki rivayetinde: " ... Allah, doksan do-
kuz rahmetide geri bırakmıştır. Kıyamet gününde onunla da kullannarahmet
edecektir!" şeklindedir. (Müslim, Tevbe 21; Müsned, li, 434; İbn Mace, Zühd, 35)
Allah'ın kullarına rahmetinin varlıklar alemindeki panltılanna göz attığı­
mız zaman da büyüleyici nice muhteşem tabioyla karşılaşınz.

ı8/s. Ey her şeyi çok iyi Bilen! 0 ~ ~-~ -,~: ~ ·.,; Ç


·- ~....,
Kur'an-ı Kerim'in pek çok ayetinde Allah Teila, "Ve hüve bi kulli şey'in
alim = O, her şeyi çok iyi bilendir'' diye nitelendirilmektedir. (2:29, 231, 282;
4,176; 5:97; 6:101; 8:75... )
Gerçekten de Allah her şeyi hakkıyla bilendir. Çünkü O'nun ilmi sonsuz ve
sınırsızdır. Bu nedenle biterneyeceği hiçbir şey yoktur. İnsarılann ilmi zamanla
geliştiği, inkişaf ettiği halde O'nun ilmi her zaman sınırsız ve kuşablmazdır.
Bilgisi dışında cereyan eden en küçük bir olay dahi yoktur. Geçmişi, geleceği,
keşfedileni, keşfedilmeyeni, insanların açığa vurduklarıru, gizlediklerini bilir.
Her yarahğa ayn bir mahiyet, şekil ve özellik, canhlara da apayn birer suret ve
ses vermekle, parmak izlerini, simalarmı farklı farklı yaratmakla sonsuz ilmini
ortaya koymuş ve ispatlamışbr.
Kainata dikkatli bir gözle bakıldığında her bir şeyde O'nun sonsuz ilminin
parıltılanru görmemek mümkün değildir. En küçük varlıktan en büyü~e ka-
dar her şeyde görülen sayısız hikmet ve fayda, tertip ve düzen, ölçü ve ahenk,
sanat ve güzellik, lutuf ve ihsan, sürat ve kolaylık ancak sonsuz bir ilimle ola-
142 • Ku • •
ran ve H·ıkmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

~ili~. :ar~hklar da, sahip oldukları sınırlı ve azıak ilimleriyle Allah'ın 0 sonsuz
ılmırun bırer aynası ve delili niteliğindedirler.

0~~~~~~ç
ı8/6. Ey Kendisine kaba davrananlarakartı Halim olan!

Cefa, Arapça' da ka balık; nefret, sevgisizlik, iğrenme; yabanalaşma; sertlik,


müsamahasızlık manalarma gelir. (el-Mu'cemül-Arabiyyü'l-Hadis, s. 121)
Halim sıfahrun mastan olan "hilm" ise, yumuşak huyluluk, müsamaha,
hoşgörü, göz yumma; sabır, tahammül, kendini tutma, anlayış vs. anlamianna
gelir. Buna göre, Halim ise, yumuşak huylu, sabırlı, tahammüllü anlamındadır.
Buna göre Allah Teala O'dur ki, asilerin isyanını müşahede eder, emrine
muhalefet edildiğini görür de, hemen öfkeye kapılıp onları cezalandırmaz.
Halbuki, derhal cezalarını vermeye muktedirdir. Fakat O, zatına karşı her tür-
lü kabalık ve küstahlığı yapana karşı Halim'dir. Yumuşak davranır, ceza ver-
mekte acele etmez, sabreder, tahammül gösterir ve tevbe ebnelerini bekler. İn­
sanlann bunca hata, günah ve saygısızlıkianna ra~en hala yeryüzünde ya-
şama nimetinden mahrum bırakılmamalan Cenab-ı Hakk'ın hilminin neticesi-
dir. Allah'ın hilmi olmasaydı, günah işleyen, Allah'ın bunca nimetlerine karşı
nankörlük eden hiçbir insana göz yumulmaz ve o kişiler hemen hayat sahne-
sinden silinirdi. Nitekim bir ayet-i kerimede şöyle buyunnaktadır:
"Eğer Allah, işledikleri günahlar yüzünden insanlan hemen cezalandırsay­
dı, yeryüzünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat Allah onları cezalandınnayı belli
bir zamana kadar erteliyor ... " (35:45)

ı8/7· Ey Kendisine ümit besleyenlere karşı Kerim olan!

Kerim, iyiliği çok olan, cömert, bağışı tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti
Kendisinde toplayan, işleri övülmeye layık, yüce, yaraşmayan şeylerden mü-
nezzeh, Aziz, affedici demektir. Allah Teala, Kendisine ümit besleyenlere karşı
son derece cömert, bağışı bol, övülmeye layık olacak derecede verendir. Özel-
likle, günah işleyip de af için Kendisine ümit besleyenterin tevbe ve istiğfarla­
nnı boşa çıkarmaz.

Takdir ettiğini, kulunun yaranna olarak silebilecek, vadettiğini yerine geti-


recek, verdiği zaman umulandan fazlasını verecek, ne kadar verdiğine, kime
verdiğine aldınş etmeyecek, hep Kendisinden istenilmesini arzu edecek, iste-
nilmediği zaman razı olmayacak, kendisine sığınanlan himaye edecek, vesile-
Kur'~n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 143

lere ve şefaatçılara muhtaç bırakmayacak kadar keri.mdir. (Bu manalar için


bkz. Gazali, a.g.e., s. 190)
Gazili, Arapça' da asma dalına "kenn" denınesini, onun latif, me~esi gü-
zel, salkımına uzarulıp toplanması kolay, dikenden ve di~er meşakkatli sebep-
lerden uzak olmasına bağlar. Böylece asma dalının Allah'ın kerem sıfabna
mazhar olduğuna işaret eder. Allah'ın ruhsuz, şuursuz ve akılsız bir yaratığı
böylesine kereme mazharsa Allah'ın kereminin ne kadar bol olduğu düşünül­
sün. (Bu manalar için bkz. Gazali, a.g.e., s. 190)

0:._, < ~.ft~l.i;j~~


,.,.. , ' ç
ı8/8. Ey ölçülerinde Hakim (hikmetli) olan!

Allah, hadsiz mevcudabn her birinin programlarını ve miktarlarını nihayet


derece hikmet içinde çizen, takdir eden ve her varlığın maddi ve manevi sure-
tinin her yönünü hikmetiyle kuşatan, böylece hikmetinin izlerini gösterendir.

ı8/9· Ey hükmünde Latif olani 0 ~, •,...•4;. j ' ~ ~ Ç


Allah'ın sıfah olarak Latif, "faydalı olan şeyleri kullarına ve mahlukabna
güzellik ve ineelikle ulaştırmakla lutuf ve ihsan eden veya işlerin en ince ve
gizli yönlerini bilen" diye tanımlanır. Görüldüğü gibi, esas olan iki mana var-
dır: İhsan ve sırlan bilmek. Birinci anlam, fiilin latafa yaltuhı; ikinci anlam ise
latufa yaltufu şeklinden çıkar. Birinci durumda mastar lutf, ikincisinde ise,
letife (daha az olarak llı.tuf) şeklinde gelir. (Tacü'I-Arus, LTF md. c. 6, s. 245)
Kısacası, Allah Teila yaptığı her işte, verdiği her hükümde ve ortaya koy-
duğu her takdirde hem son derece gizliliklere nüfuz edici bir ilim, hem de son-
suz bir lutufla iş görür. Her icraatinin alhnda derin bir ilim ve lutuf saklıdır .
.,
ı8/ıo. Ey liltfunda Kadir olani 0 ~ii ülıa3 j ~ ~ Ç
' ,, '
Allah Teala latif olmasının yanısıra aynı zamanda sonsuz kudret sahibidir.
Dilediği kimseye lutfunu ulaşhnnaya gücü yeter. Buna hiç kimse engel ola-
maz. Bir kimse kerim ve latif olabilir. Fakat, bu llı.tuf ve keremini layık ve muh-
taç olanlara ulaşhramadığı takdirde bunun büyük bir önemi kalmaz. Allah
Teala ise, böyle olmaktan münezzehtir. O hem llıtuf sahibidir, hem de lutfunu
dilediği kuluna istediği şekilde ulaştırabilir.

Kısacası Allah Teala, herkese layık olduğu llıtfunu kerimane yapabilen ve


dilediğine her lutfu yapmayakadir alandır.
144 • Kur'in vr Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-19-
~.J 7 ""' .
19/1. Ey fazlından başkası umulmayan! 0 ,. '
~\'~ır.-~\'.._;;. Ç

Fazl, veren kimsenin vermek zorunda bulunmadıtJ her türlü hediye ve ih-
sandır. Ayet-i kerimede, "Fazi, Allah'ın elindedir." (3:73) "Allah'ın faztından
isteyiniz." (4:32), "Bu Allah'ın fazlıdır." (4:70), "Allah büyük fazi sahibidir.'
(2:105), "Eğer Allah'ın fazlı olmasaydı." (2:64) buyrularak Allah'ın faztından
söz edilmektedir.
Allah Teala öyle bir fazi ve kerem sahibidir ki, her şey için fazi ve keremin-
den başka ümit kapısı bulunmaz. Başka fazi ve keremler ümit bağlanmaya
değmez. Çünkü, başka fazi ve kerem sahiplerinin bu durumlan da zaten
O'nun vergisidir. Kaldı ki, O'nun dışındakiler ya insanı tanımaz, tanısa da ba-
zen sevmez, sevse de her derdine çare olacak iyilik ve ilisanlar hazinelerinde
bulunmaz. Dolayısıyla Allah'ın tükenmez fazi ve kerem hazinesi dururken,
başkasına ümit bağlamak akıl kan değildir.

0~~~~~~~~ç
19/2. Ey adaletinden başka bir şeyden korkulmayan!

Adalet, iyilik olsun kötülük olsun eşit bir biçimde karşılık vermektir. (Müf-
redat, s. 325)
Bu ismin manası şudur: Ey en küçük bir haksızlığı cezasız bırakmayan sı­
nırsızadaletinden daha çok korkulmaya layık hiçbir adalet bulunmayan zat!
Allah'ın mükafatlandırması fazlındandır, cezalandırması ise adaletinden-
dir. Çünkü, insanın yaphğı bütün iyilikler mazhar olduğu en küçük bir nime-
tin bile fiyab olamaz. Kalıyor suç ve günahları. Bunların cezasını görmesi ta-
mamen İlahi adaletin gereğidir. İşte eğer Allah Teala, her işlediğimiz hata, suç
ve günahı adaleti gereği cezalandırırsa, afv, fazi ve keremiyle muamele etmez-
se asıl korkulması gereken husus odur. Başkalannın adaleti, yani cezalandır­
ması, hem kısacık dünya hayatıyla sınırlı, hem de kişinin her suçundan haber-
dar olmama ihtimali bulunduğundan o kadar korkulmaya değmez. Ama Allah
Teala'nınki öyle mi ya? O, hem yapbğımız küçük büyük her suçu bilir, hem de
K u r • l n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V ~ E N ~ E R H i • 145

cezasını ebedi olan ahirette verir. Bu açıdan O'nun adaleti gerçekten korkul-
maya de~er.
,, ' .J, , • , , • , ,

t9/3· Ey iyiJipnden başkası beklenmeyen! 0•.ıt ~t~ ~ ,y' Ç

Birr, hayır işlemede engin davranmak ve bolca iyilik etmektir. Birr, hem Al-
lah için hem de kul için kullanılır. Kul için kullanıldığında, Allah' a kullukta
engin olmak, O'na bolca itaat etmek anlamına gelir. Allah hakkında kullanıl~ı­
ğında ise, kuluna bol bol sevap ve mükifat vermek demek olur. Mesela, "In-
nellahe Hüve'l-Berru'r-Rahim ... Gerçekten O, Berr'dir, Rahim'dir (hayırlann
kayna~dır, merhamet ve ihsanı boldur)." (52:28) ayeti buna örnektir.
Gerçekten de Allah Teala, bütün hayır, sevap ve iyilikler Kendi fazi ve ke-
reminden beklenen Zit'hr. Bütün yaratıklar, özellikle insanlar hep O'nun iyi-
lik, sevap ve mükifahnı bekler ve gözlerler.

19/4· Ey afvından başkası dilenmeyenl 0 ~~ ~t j~ · ~ ~ _:; Ç

Afv, iki anlama gelir:


a) Fazlalık ve ihtiyaç dışı olan şeyler.
b) Günah ve hatalan bağışlama, görmezlikten gelme. Her iki anlarnda da
Allah'tan sadece "afv" istenir. O'ndan başkası "afv" dilenmeye layık değildir.
Birinci anlama göre, Allah'ın kula verecekleri, kulun ise, şiddetle ihtiyaç du-
yup arzu ettiği şeyler, O'nun gerçekte ihtiyaç duymadı~, mülkünden, hazine-
sinden hiçbir şey eksiitmeyen ve kendisi için hiçbir önemi olmayan şeylerdir.
Bu anlamda, Cevşen' deki bu cümleyi tekrar eden kimse, "Ey Rabbim, benim
için hayati önem taşıyan ve son derece muhtaç olduğum şeyi vermek Sana çok
kolaydır. Çünkü, Senin ona ihtiyaon yoktur. Hazinen onun gibi sayısız şeyler­
le doludur. Dolayısıyla onu benden esirgeme!" demek ister. İkinci anlama gö-
re, afv ve ba~şlanrna dilenıneye tek layık Zat, Allah Teala'dır. Sadece O'nun
affetmesi dilenir. önemli olan bizden hiç eksik olmayan hata ve kusurlanmızı
O'na bağışlatabilmektir. O'nu razı ebnektir. O'nun dışındakiler aciz birer yara-
hkbr. Afv ve ba~şlamalannın çok büyük bir önemi yoktur. Bu afv ve ba~şla­
ma Allah'ınkiyle paralellik gösterir ve O'nun da onayına mazhar olursa ancak
bir değer ifade eder.

19/s. Ey saltanabndan başkası devam ebneyenl


Allah'tan başka hiçbir kimsenin otorite, yetki, hükümdarlık, saltanat ve sa-
hibiyeti sonsuz değildir. Bütün hükümdarlar, yetki sahipleri, krallar, sultanlar
146 • Kur'in ve Hikmet f~ıOında CEVŞEN ŞERHI

hep belli bir süre bu nimete sahip olur, belli bir zaman sonra bunu ya ölümle
veya başka bir yolla ellerinden kaçınrlar. Hakiki hükümdar ve otorite sahibi
olan Allah Teala'run saltanab ise, sonsuz ve ebedidir. O'nun için ölüm söz ko-
nusu değil ki, bu yolla saltanab elinden çıksın. Gücü ve kudretinin üzerirıde
bir güç ve kudret yoktur ki, galebeyle hakimiyeti Kendisinden alınsın. Ayt•t-i
kerimeninde ifade ettiği gibi mülkün hakiki sahibi O'dur. O dilediğine haki-
miyet verir, dilediğinden de hakimiyeti çekip geri alır. Her türlü hayır sadece
O'nun elindedir ve O'nun her şeye gücü yeter. (3:26)
Kısaca Allah, mülkünden başka hiçbir mülkün devam ve bekası bulunma-
yan, zahiri hükümdarlarm peşpeşe zeval bulmalannda O, sınırsız malikiyeti-
nin devam ve bekası görünen Ebedi ve KayyU.m olan Zit'br.
Nitekim ahirette bütün saltanat sahiplerinin yok olup gittiği bir anda Allah
Teala, "Bugün hakimiyet kimindir?" diye soracak, cevap veren bulunmayınca,
yine Kendisi, "Vahid ve Kahhar olan Allah'ındır!" cevabını verecektir. (40:16)

o ~UJ..:, ~~~~'i~ ç
19/6. Ey otoritesinden başka otorite bulunmayan!

Otorite diye çevirdiğimiz "sultan" kelimesi, sözlükte, güç, kuvvet; hüküm,


kanun, yol; otorite, sulta; izin ve ruhsat verme; yasa koyma (ei-Mu'cemü'I-Ara-
biyyü'l-Hadis, s. 400), kuvvetli delil (Müfredat, s. 238) gibi anlamlara gelir.
Allah'tan başka hiç kimsenin gerçek anlamda ve müstakilen, ne güç ve
kuvveti, ne geçerli hüküm ve kanunu, ne otorite ve egemenliği, ne izin ve ruh-
sat verme, ne de kanun koyma yetkisi bulunmaktadır. O'nun ortaya koydu~
deliller de fıtrata seslendiği ve yaradılışın bağrından çıkhğı için karşı konul-
maz kesinliktedir. O'nun uluhiyet saltanabndan başka, hiçbir yerde hiçbir sal-
tanabn hiçbir yönden imkan ve belirtisi bulunmamaktadır.

0 ~li:; ~~~li:; 'i~ ç


19/7· Ey delilinden başka kesin delil bulunmayan!

Burhan, sürekli olarak doğruluğu gerektiren, delillerin en kuvvetlisidir.


Burhan, red ve inkar için itiraz kabul edilmeyecek biçimde hakikati ispat
eden kuvvetli hüccettir. (Yeni Lügat, s. 71)
Allah Teala, burhan kelimesine birkaç ayet-i kerimede bizim açıkladığımız
manada yer vermektedir. (4:174; 40:117; 2:111; 21:24; 27:64; 28:75)
Bunlardan Nisa Suresi 174. ayette geçen burhan; Hz. Muhammed (a.s.m.),
apaçık nur ve din-i hakhr. Hz. Muhammed'e burhan denmesinin sebebi, Al-
Kur'in ve Hikmet lıı§ında CEVŞEN ŞERHi •147

lah'ın izniyle gösterdiği ve doğruluğunu şüphe bırakmayacak derecede ispat


eden mucizeleridir.
Allah'tan başka hiç kimsenin, Hz. Muhammed (a.s.m.) gibi kesin bir hakkın
hücceti bulunmamaktadır. O'nun gönderdiği din de, eşi benzeri ortaya konu-
lamayacak bir hak ve gerçek rehberdir.

19/8. Eyrahm.etiherşeyikaplayan! Q~!~~J ,.~


- ~1<- ~J;;
,
Ç

İki ayet-i kerimede Allah Teala'run rahmetinin her şeyi kapladığı haber ve-
rilir. " ... Allah buyurdu ki: 'Ben azabı.mı dilediğime veririm. Rahmetim ise her
şeyi kaplamışbr; onu, emir ve yasaklarımıza karşı gelmekten sakınan, zekatla-
nru veren ve ayetlerimize iman edenlere nasip ederim." (7:156) Bir ayette de
aynı gerçek, Arş'ı taşıyan ve onun etrafında bulunan meleklerin dilinden ifade
edilir. (40:7)
A'raf Suresinin 156. ayetini tefsir eden Elmalılı merhum, konumuzia ilgili
olarak şu bilgileri vermektedir:
"Rahmetim dünyada mürnin katir, sorumlu sorumsuz, hatta şey adını alan
her varlık ve her ne varsa hepsini kaplamış, hepsini kuşatmışbr, onların hepsi-
ne şamil olmuştur. İleride meydana gelecek ve varlık aleminde zuhur edecek
olan şeylerin hepsine şamil olmak üzere rahmetim her şeyi kuşatmışbr. Rah-
metimin özelliği de budur. Hiçbir şey yoktur ki ilk varoluşundan itibaren Al-
lah'ın rahmetinden nasibini almamış olsun. Rahmetinonadar geleceği, yetme-
yeceği ve yetişemeyeceği hiçbir şey yoktur. O'nun rahmetinin dışında bir şey
tasavvur etmek dahi mümkün değildir. Ancak bunun böyle olması, her şeyin
rahmetten eşit pay alması gerektiğini ortaya koymaz. İşin başında olduğu gibi
sonunda aynı rahmete mazhar olmasını gerektirmez. Rahmeti her şeyi kuşat­
mış olduğu halde, o her şeyi kuşatmış ve kaplamış olan rahmeti içinden her
kimi azabına uğratmak isterse, ona azabını isabet ettirir, hükmüne ve iradesine
kimse müdahele edemez, itiraz da edemez, azabı aynıyla isabet ve doğru olur.
Şu halde ya bu azapta da o kimseler için bir rahmet vardır veya o kimseler o
rahmetelayık olmaktan çıkmışlar, azabı hak etmişlerdir.

Hasılı, Allah'ınrahmeti genel ve her şeyi kapsamına alan bir rahmettir. Ya-
rablmış olup da bundan nasibini almamış olan hiçbir şey yoktur. Hatta bu sıl­
renin (A'raf Suresi'nin) başında görüldü~ üzere, İblis bile önceleri Cennet'te
yaşamış ve "Bana mühlet ver!" dileği dahi bir zaman için yerine getirilmiştir.
Ancak bu genellikte ve genişlikte zorunluluk yoktur. Gelecek açısından herkes
hakkında söz konusu rahmetin mutlaka devam etmesi mecburiyeti yoktur.
İlahi irade ve murat gerektirince kim olursa olsun azap ile isabete uğrar, onun-
la mübtela kılınır." (Elmalılı, a.g.e., c.4, s. 144)
148 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

19/9. Ey rahmetigazabını aşan! 0 ~..: i.~ J ~!;:...ı.~ ~~ -:".:;. Ç


Ebu Hüreyre (r.a.) tarabndan rivayet edilen bir hadis-i şerifte Resıllüllah
(~.s.m.) şöyle buyurmuştur: Allah Teala mahlukab yarattığı zaman, Arş'ın üs-
tünde, yanıbaşında bulunan kitabına, 'Rahmetiın gazabımı geçti' diye yazmış­
tır. (Buhari, Tevhid, 15, 22; Müslim Tevbe, 4; Tinnizi, Daavat 100 (5:549) Bu ha-
dis-i şerilin ifade ettiği gibi Allah Tea.Ia'run cemal sıfatlan, celal sıfatlannı geç-
miştir.

Allah'ın rahmetinin kaynağı bizzat Kendisidir. Yoksa insaniann rahmeti


hak etmiş olmalan değildir. Rahmetiyle bütün mahlukab nzıklandınr, onlara
hayat verir, hayatlannı idarne ettirecek vesileleri ve her türlü istifade i.mkinla-
nru onlara nasip eder. Aynı şekilde insanlara, zararlı şeyleri anlamada kullan-
sınlar diye, vicdan, akıl, hisler ve bunlara destek olarak, nefislerinin tezkiyesi-
ni, fıtratlannın tekarnülünü temin edici dini bağışlamıştır. Rahmeti, mümin,
kafir, iyi, kötü herkese şamildir.
Hz. Ömer'in rivayet ettiği şu hadis-i şeriften, Allah'ın rahmetini daha güzel
ortaya koymak iınk.ansızdır: "Nebi (a.s.)'ın huzuruna Havazin kabilesinden bir
takım esirler gelmişti. Bunlar içinde çocuğunu kaybetmiş, emzikli bir kadın
vardı. O, göğsünde biriken sütünü sağıyor, başka çocuklara veriyordu. Kadın
esirler arasında çocuğunu bulunca hemen kapıp bağrına basb ve derin bir şef­
kat ile çocuğunu emzirmeye başladı. Bu yüksek şefkat tablosunu gördüğünde
Resıllullah (a.s.m.) bize: 'Şu kadının çocuğunu ateşe atabileceğini düşünebilir
misiniz?' dedi. Biz de: 'Hayır, atmamaya gücü yettikçe atmaz' dedik. Bunun
üzerine, 'İşte Allah Teala, kullanna şu kadının çocuğuna duyduğu şefkatten
daha merhametlidir.' buyurdu. (Buhari, Edeb 18; Müslim, Tevbe 4)

19/10. Ey her şeyi iliınle kuşatan! 0 ; ;i~!~~ 1t,;..\:;. Ç


Allah'ın ilminin her şeyi kuşatıp kapladığı birkaç ayet-i kerimede açıkça
ifade edilmektedir. (bkz. 6:80; 7:89; 20:98; 40:7; 65:12)
Elmalılı merhum, Talak Sılresi'nin 12. ayetini tefsir ederken şu açıklamayı
yapar: "Ve Allah ilmiyle her şeyi kuşatmışhr. Zira bütün o ulvi ve süfli, cisma-
ni ve ruhani kainahn yaratılış ve düzeni, o bilimsel işlerin yayılması, hepsine
hakim bir kudreti.n ve hepsinin iç ve dışıyla bütün hakikatini, başını ve sonunu
kuşatıcı bir ilmin delil ve bürharudır. Binaenaleyh bütün bu hükümleri, o ilim
ile takdir etmiş ve kanun yapmış, o kudretle indirmiş ve tebliğ buyurmuştur.''
(Elmalılı, a.g.e., c. 8, s. 130)

Kur'an-ı Kerim, Cenab-ı Hakk'ın ilminden, başka ayet-ikerimelerde de şöy­


le söz etmektedir: "O her şeyi hakkıyla bilendir." (2:29) "Şüphesiz ki Allah
göklerin ve yerin gizliliklerini bilir.'' (49:18)
Kur'In ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI • 14,

Gerçekten de Allah'ın ilmi sonsuzdur. Silerneyeceği şey yoktur. insanıann


ilimleri zamanla geliştiği, inkişaf ettiği hilde O'nun ilmi her zaman sınırsızdır,
mükemmeldir. Bilgisinin dışmda cereyan eden en küçük bir olay bile yoktur.
Geçmişi, geleceği, keşfedileni, keşfedilmeyeni, insaniann açığa vurduklanru,
gizlediklerini bilir. Her yarabğa ayn bir mahiyet, şekil, özellik, canWara apayn
birer suret, ses vermekle, parmak izlerini, simalanru farklı farklı yaratınakla
sonsuz ilmini ortaya koymuştur.
I<ainata dikkat nazanyla bakıldı~da her şeyde O'nun sonsuz ilminin pa-
nlblannı görmemek mümkün değildir. En küçük varlıktan en büyü~e kadar
her şeyde gözetilen sayısız hikmet ve fayda, tertip ve düzen, ölçü ve ahenk,
sanat ve güzellik, lutuf ve ihsan, sürat ve kolaylık ancak sonsuz bir ilimle ola-
bilir. Yaratıklar da sınırlı ve azıak ilimleriyle Allah'ın o sonsuz ve kuşaha il-
minin birer aynası olurlar.

"Sen her türlü nokstın sıftıtltırdan


münezzehsin. Ey Kendisinden başka iltıh bu-
lunmtıyan. Emtın ver bize emtın diliyoruz. Bizi Cehennem ~ıteşinden koru!"

-20-

20/1. Ey üzüntüleri gidereni Q~l tl:-t Ç


"Hemm" kelimesi, burada tedirginlik, endişe, tasa, kaygı vs. gibi anlamlara
gelir. Faric de buradaki manasıyla; gideren, uzaklaşbran, gönlü ferahlatan, ke-
deri hafifleten, içi rahatlatan anlamlanndadır. Buna göre, Allah'ın bu vasfı,
O'nun her türlü tedirginliği, endişeyi, tasayı, kaygıyı gideren, uzaklaşhran; ku-
lunun gönlünü ferahlatan, tedirginliğini yok eden, kederini hafifleten ve onu
rahatlatan zat olduğunu ifade eder.

20/2. Ey gaın ve kederleri kaldırani 0 ;;jı


,
~~
,
Ç

Kur'an-ı Kerim'de, birkaç ayet-i kerimede Cenab-ı Hakk'm, zaran, (6:17;


16:54; 10:12, 107; 23:75), cezayı (7:135), azabı (43:50; 44:12, 15), insaniann kaldı­
nimasını istedikleri şeyi (6:41), kötülüğü (27:62) kaldırdığı bildirilmektedir.
Görüldüğü gibi bütün bu hususlarm ortak noktası, kul için bir gam ve keder
lSO • Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

ka~ğı ve sebebi olmalandır. Bu vasıfta da Allah Tea.Ia'run, gam ve kedt·ri,


yanı zaran, azabı, sıkıntıyı, cezayı kaldıncı olduğu belirtilmektedir.
Bu isim, her türlü zarann Allah'ın elinde olduğunu, dilediği anda bu zarar
~e sıkıntılan kaldırmaya kadir bulunduğunu, dolayısıyla bu gibi durumlarda
ilk olarak O'nun kapısının çalınması gerektiğini ifade eder. Gerçekten de, her
türlü sıkıntının, gam ve kederin kaldmiması Allah'ın iradesine bağlıdır. Çün-
kü, ya bunlan doğrudan doğruya kaldınr veya kaldınlmasıru birer sebebe bağ­
lar. Mesela hastalıklara doğrudan doğruya şifa veren O olduğu gibi, bunu
hikmeti gereği belli sebeplere bağlayan da O' dur. Söz konusu sebeplere başvu­
rulduğunda, yine, onlara başvurmayı ilham eden ve tesirini halk eden de Allah
Teala'dır.

20/3. Ey suçlan örten! 0 ' ,


~lll.).!\s. Ç
, ,

Allah'ın bu vasfı, Kur'an-ı Kerim'de bir ayet-i kerimede geçmektedir. (40:3)


Müfessirler, bu ayetin, dolayısıyla bu vasfın, büyük günah işlemiş bir kul
tevbe etmese de Allah Teala'run dilerse günahını aifedebileceğini ifade ettiğini
söylerler. Bu, Ehl-i Sünnet'in görüşüdür. Mu'tezile ise, kul tevbe etmedikçe Al-
lah onun günahını bağışlamaz kanaatindedir. Ehl-i Sünnet bu görüşlerini şöy­
lece açıklamaktadır:
"Mağfiret (bağışlama) örtme manasınadır. Örtme ise, mevcut olup üzeri ör-
tülebilecek şeyler hakkında söz konusu olur. Halbuki küçük günahlar, onu iş­
leyenin çokça yaptığı taatler sayesinde, silinir gider. Dolayısıyla küçük günah-
lar için "örtme" düşünülemez. Ayetteki bu sıfatın, kulun tevbe etmesi halinde,
büyük günahlannın bağışlanması manasma hamledilmesi de mümkün değil­
dir. Çünkü, Allah'ın (ayette bu vasıftan hemen sonra gelen) "kabilü't-tevb"
(tevbleri kabul edici) sıfatının manası zaten budur. Dolayısıyla eğer, "Gafirü'z-
Zenb" ifadesiyle de bu mana kastedilmiş olacak olsa, lüzumsuz bir tekrar söz
konusu olur ki, Kur'an için bu düşünülemez. Böylece, Allah Teala'run Gafir ol-
masının, kulun tevbesinden önce büyük günahlan bağışlayıcı olduğunu anlat-
tığı sabit olur.

Öte yanda Cafiru 'z-Zenb tabiri, büyük bir övgü olarak getirilmiştir. Dolayısıyla
bunu, en büyük medih çeşidini ifade edecek bir manaya hamletmek gerekir. Bu mana
dıı, Cenab-ı Hakk'm, kul tevbe etmese de, onun büyük günahlarını bağışlayıcı olması­
dır." (Razi, Mefatih, c. 19, s. 241-242)

2o/4· Ey tevbeleri kabul eden! 0 --r ~IJtU Ç


Cenab-ı Hak, Kur'an-ı Kerim'de bir yerde zabnı bu vasıfla nitelemektedir.
(40:3)
Kur'In ~e Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHİ • 151

Bu vasıfta geçen "Tevb" kelimesi, "tibe"" tevbe etti" fiilinin mastan ola~i~e:
ceği gibi, "tevbe"nin çoğulu da olabilir. Birinci anlama _göre, tevbe etme ışıru
kabul edendir. İkinci anlama göre, tevbeleri kabul edendır.
Bu vasfın geçtiği ayet-i kerimeyi yorumlayan müfessirler konuyla ilgili ola-
rak şu açıklamayı yapmaktadırlar:
"Ehl-i Sünnet alimlerimizin görüşüne göre, günahkann tevbelerinin kabu-
lü, Cenab-ı Hakk'ın bir h1tfu ve ikramıdır. Tevbeyi kabul, Allah'a vacip (gerek-
li) değildir. Mu'tezile ise, Allah'ın tevbeyi mutlaka kabul etmesi gerektiğini
söylemiştir. Ehl-i Sünnet alimlerimiz şöyle delil getirmişlerdir: "Allah Teala,
tevbeleri kabul edici oluşunu, bir meth ü sena sadedinde zikretmiştir. Binaena-
leyh eğer bu iş kendisine vacip olmuş olsaydı, bunda, kullan, görevlerini hak-
kıyla yapıp yasaklardan sakındıklannda bunlar için tahakkuk edecek az bir
fazlalık hariç, medih nanuna hiçbir şey kalmazdı." (Razi, a.g.e., c. 19, s. 242)

20/5· Ey yarabldann Yarabcısı! 0 j.;.jı


, ~~
, Ç

Allah, bütün yaratıkların Yarahcısıdır. O'ndan başka yarahcı yoktur. Gör-


dü~müz ve göremediğimiz ne kadar varlık varsa hepsi O'nun eseridir. Mo-
delsiz, maddesiz, kalıpsız, bir zamana veya mekana ihtiyaç duymadan yarat-
ma sadece Allah'a mahsustur. Dilediğini dilediği anda yoktan yarahr. Kamat,
nizam, zaman, hayat, hareket vs. hep O'nun yaratmasıyla var olmuştur.
Yaratmakla ne O'nun gücüne bir şey ilave olmuş olur, ne de yaratmadığın­
da O'nun gücünde eksilme olur.
Kainat, içindeki bütün varlıklarla O'nun yaratmasının eseridir. Bugün il-
men ispat edilmiştir ki kainat yoktan yarahlmışhr. Elbette ki kitabı yazan yazar
kitabı yazmadan önce, resmi yapan ressam resmi çizmeden önce, binayı yapan
usta binayı inşa etmeden önce, vardır. Kainat sonradan yarahldığına göre el-
betteki onlan yaratan Allah da ondan önce vardı.
Allah'ın yaratması iki türlüdür. Biri ibda' ve ihtira' tarzında, yani hiç yok-
tan; ikincisi de, inşa, yani mevcut zerrelerden değişik canlı ve cansız vücutlan
inşa etmesi. İster birinci, ister ikinci şekilde olmuş olsun, kamah yaratan bir
Yarabcının varlığı zorunludur. Allahın kudreti açısından meseleye bakacak
olursak zorluk-kolaylık diye bir durumun söz konusu olmadığını, her iki şek­
lin de Allah için son derece kolay olduğunu görürüz. En küçük bir hücreyi bile
yaratmaktan aciz olan insan, her şeyde olduğu gibi bu konuda da Allah'ı ken-
dine kıyas ederek yaratmayı bir türlü aklına sığışhramamaktadır. Oysa bir şeyi
değerlendirirken, o şeyi kendi özellikleriyle değerlendirmek lazım. Allah'ı da
insanlara göre değil, kendi isim ve sıfatlarıyla birlikte düşünmelidir. Yer ve
152 • Kur'An vr Hikmrt l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI

g~kl~~ ve içlerinde sayısız varlıklan yaratmakla sonsuz kudretini gösteren bir


zat ıçın nasıl, "Şunu yapabilir, ama şunu yapamaz, yaratarnaz" denilebilir?
Halbuki zerreyi yarattı~ kolaylıkta, koca koca güneşleri de yaratmaktadır.
İlmin belirttiğine göre, kainat 15-20 milyar sene kadar önce yaratılmışhr. Bu
yaradılış ibda' tarzındadır. Çünkü ortada uyulacak, örnek alınacak hiçbir ka-
nun, model, plan. örnek, madde, süre ve suret yoktu. Hiçbir şeyle kıyaslama
yapılmamış, ölçüsünü, şeklini, süresini, siiretini. kısacası her şeyi bizzat Allah
Teala kendisi koyarak emsalsiz bir biçimde yaratmışbr. Daha sonraki yaratma-
lar daha çok elementlerin bir araya getirilmesi tarzındadır ki bu da ikinci kıs­
ma girer.
İbda' ve inşa tarzındaki yaradılış hala devarn etmektedir. Çünkü yaratılan
her varlık belli bir plan ve prograrn içerisinde yarahlrnakta, ona değişik birçok
sıfat, özellik ve vaziyetler verilmektedir. Bir sanat eserindeki titiz plan ve proje,
ince sanat ve güzel nakış, motifler ve tezyinat, harika denge ve uygunluk, bü-
yüleyici ihtişam nasıl sanatkinnın ortaya koyduğu ibdayı andıran bir eser ise
ve o eser bir taş ve tahta yığını veya maden külçesi olarak görülemiyorsa, tabi-
at da her an yarahlmakta olan planlı, programlı, ölçülü, dengeli, sanatlı yaradı­
lış ve özellikleri birer ibda' dır, hiçten, yoktan yaratılrnakhr. Sanat eseri taş, tah-
ta veya madenden de yapılmış olsa onların belli ölçü ve miktarlada bir araya
getirilmesinde olduğu gibi tabiattaki her eşyanın belli madde ve elementlerden
derlenip toplanması da inşa tarzındaki yaratmadır. Meseleyi bir örnekle açık­
lamaya çalışalım: Küçücük bir zigotun bölünüp çoğalarak meydana getirdiği
yüz trilyon hücrelik insan vücudu, şüphe yok ki şuursuz zigotun marifeti de-
ğildir. Onu belli ve hassas bir plan ve program dahilinde yaratan sonsuz Kud-
ret, hangi elemenlin hangi organda, hangi organın nerede ve nasıl yer alacağı­
nı en ince ayrıntısına varıncaya kadar planlayıp öyle yaratmaktadır.

Vücudumuzda altmış kadar element kullanılmışhr. Elbetteki bu elemente-


ler rastgele ve gelişigüzel yığılmış da insan vücudu meydana gelmiş değildir.
Sanatkan olan Allah, o elementleri adeta yoğurmuş, görebilen, işitebilen, düşü­
nebilen harika bir sanat eseri ortaya çıkarmışhr. İnsan, şekli, biçimi, görünü-
mü, rengi, hepsinden önemlisi hayah, kalbi ve kalbe bağlı duygu ve kabiliyel-
leri itibariyle ibdanın güzel bir leeeliisi olmaktadır. Elementlerin bir araya geti-
rilip vücudun yarahiması da inşaya örnektir. Kainat, her an, her saniye bu iki
çeşit yaratılışın sayısız örnekleriyle dolup taşmaktadır. Aynı elementler, aynı
su, aynı ışık ve aynı topraktan dokunmakta olan nice canlı ve cansız tüıiin, cin-
sin, hatta yaratığın şekil, suret, renk, koku, tat, canlılık, duygu, mizaç ve kabili-
yel bakımından farklı farklı yarablışlarını ve her an maruz kalmakta olduklan
değişiklikleri görmemek mümkün değildir.
Kur'in ve Hikmet l~ığında CEVŞEN ŞERH! •153

20/6. Ey va'dinde dopou olan! O ~~~ J~t;, Ç


Allah, gerçekten de verdiği her sözd~ do~dur. Sözünd_en asla ~~m~.
Çünkü sözden caymak acizlikten doğar. Insanlar hakkında bile çok çırkin bır
vasıftır. Allah'ın, gücü ise her şeye yeter. O'nun hakkında acizlik, dolayısıyla
sözden dönme de düşünülemez.

20/7· Eyyavrulara rızık veren! 0 ~~~~~ J.;I.J Ç


İnsan olsun hayvan olsun, herhangi bir canlı yavrusu gözünü şu dünyaya
açar açmaz, önünde bir dünyanın kurulduğunu görür. Misafir henüz gelme-
den hazırlıklar başlamışbr. Bir arme ve bir babayı kendine hizmetkar bulur.
Uzak yerlerden gece gündüz nzı.k taşınır o yavrunun ayağına. Veya bembeyaz
bir sütü kendisi için hazırlanmış bulur yavru dünyaya gözünü açtığında. Kısa­
ca ya rızkı ayağına gelir veya o nzkıyla beraber gelir. Her iki halde de bir nzı.k
verici görüp gözetmektedir onu. Anne ve baba ise, kendilerine verilen bir ema-
neti korumak için çırpırur günler ve geceler boyu. Sonra haftalar, aylar takip
eder birbirini. Bazen de yıllarca sürer bir yavrunun yetişmesi. Aslında anne ve
baba birer saydam perdedir. Arkasından dünyayı kuşatan bir rahmet ve rezza-
kiyet görünür bütün ihtişamiyle. İşte, "Ey yavrulara nzık veren!" diye Rabbine
niyazda bulunan kişi, birden yeryüzündeki bütün yavruları göz önüne getir-
diğinde ne büyük bir hakikatle Rabbini tavsif ettiğini anlar. İmanı ve münacat
şevki bir kat daha artar.

20/8. Ey abdini eksiksiz yerine getiren! 0 ~1


,
tb~
,
Ç

"Mlıfi", ifa eden, ödeyen yerine getiren anlamına gelir. "Ahd" ise, söz ver-
me, mukavele, misak anlamianna gelir. Allah Teal.i, verdiği bütün sözleri hak-
kıyla yerine getirendir. Allah, ahdinde hulf etmez. Allah'tan daha fazla ahdine
bağlı olan kim vardır? Allah, ahdin yerine getirilmesini emreder. (2:4, 40; 5:1;
6:152; 7:85; 11:85; 16:91; 17:34, 35; 22:29) Ahdine bağlılık göstermeyenleri yerer.
Ahdine bağlı olanlan da birçok ayet-i kerimede över. (3:74; 48:10; 76:7; 13:20)

20/9· Ey sırlan bilen! 0 _r:.JI;Jl$.


, , ,
Ç

O, sırlan bilendir. Nitekim Mülk SU.resi 13. ayetinde, "Sözünüzü ister gizle-
yin, ister açığa vurun, şüphesiz O, kalbierin özünü çok iyi bilir." buyrulmakta-
dır.
154 • Kur'~n ve Hikmet lşıOında CEVŞEN ŞERHi

Sözlerimiz ve eylemlerimiz, hangi şekilde tahakkuk ederse etsin, Allah' ın


onu bilmesi açısından aynıdır. Dolayısıyla günahlan açıkça işlernekten sakınıl­
dığı gibi gizlice işlernekten de sakırulmalıdır. Çünkü bu, Allah'ın bilmesi açı­
smdan bir farklılık arzetmez.

2o/1o. Ey daneleri açan! 0 ~1


,
c)!, Çu
Allah birer küçük sandukça hükmünde olan sayısız tohum ve çekirdeği
Fettah ve Falik isimlerinin anahtanyla açıp filizlendiren, böylece yeryüzüni.ı
hadsiz bitki ve çiçekte bezeyen, mahlukahna verdiği nzkı, bunlardan çıkaran­
dır. O'ndan başka kimin haddi var ki, mesela bir bu~day tanesinden bir filiz ve
o filizden bazen bir, bazen de bir birkaç başak çıkarsm ve her başakta da onlar-
ca taneyi hem de basit bir topraktan vücuda getirsin ve yaratıkianna rızık yap-
sm. İşte "Ey daneleri açan!" ifadesini dile getiren bir mürnininin gözünde bü-
tün yeryüzü geniş bir tarla olarak canlarur. Ve sonsuz ve sayısız denecek kadar
çok tohumlardan bunca filizleri çıkaran bir zat' a seslendi~ hatırlar, imanıyla
O'na mensup oluşundan dolayı hadsiz bir terahlık ve inşirah hisseder. Hadsiz
bir şükür ve iftihar duygusunu yüreğinde duyar.

~, ~
fll .......... -
,,,-:,.

0 .)01
, , ıJ~'il ~~'il~~ 'it 41t'i ç ~~

"Sen hn türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-


lunmayan. Eman vn bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-21-

Şu isimlerinin hakkı için Sen' den istiyor ve yalvanyorum:

21/1. Yi Aliy! Q ~Ç

Aliy, izzet, şeref ve hükümranlıkta en üstün; yüceler yücesi anlamianna ge-


lir. Allah, yüceler yücesidir. O'nun derecesinin üstünde hiçbir derece yoktur.
O'nun Aliy ismi, yücelik anlamına gelen uluvv kökünden gelir. ''Yaratıkları
üzerinde, mutlak yükseklik sahibi olan" anlammdadır. Bununla, Allah'ın istis-
Kur'An ~f Hikmfl 1\ıOında CEVŞEN ŞERHi • 155

nasız her şeyin üzerinde galip, aziz, khllir; kusurlardan münezzeh ve mukad-
des oldu~u belirtilir.
Yükseklik iki türlüdür. Biri maddi, biri de manevidir. Mesela, bir merdive-
nin basamakları veya minarenin şerefeleri düşünüldü~nde, bunlardaı:' bir
sonraki bir öncekinin üstündedir. Bu üstte olma maddı noktadandır. Bır de
manevi yükseklik vardır. Mesela, askeriyedeki rütbeler derece derecedir. Bu
rütbelerden birinden diğerine yükselen kimse, bir önceki rütbesine göre daha
yüksektedir. Bu, ta Genelkurmay Başkanı'na kadar gider. Artık bu son rütbe-
nin üstünde bir rütbe yoktur.
Allah bütün her şeyden daha üstün ve yücedir. Sebepleri de neticeleri de
yaratan O' dur. Ölümü yarahp, canlıları öldüren O olduğu gibi, hay ah yara hp
ölüleri dirilten de O' dur. Elementleri, bitkileri, hayvanla n, insanlan ve melek-
leri de var eden ve varlıkta tutan O'dur.
O, ezeli ve ebedi bir hayata sahiptir. Noksanlıklann her çeşidinden münez-
zehtir, mukaddestir. Cansızın derecesi olan en aşağı dereceden tutun, ta Arş'ın
derecesine kadar bütün derecelerden daha yüksek ve daha üstün bir derecede
bulunan O'dur. Yani, kemal derecelerinin zirvesi olan noktada ancak şaru yüce
olan Allah vardır.
Bir ayette, "Ve Hüve'l-Kahiru fevka ibadih =O, kullannın üstünde hükmü-
nü yürüten mutlak hükümrandır." (6:18) buyrulmuştur. Allah, kudreti, galibi-
yeti, izzeti ve kemaliyle her şeyin üzerindedir. Hiçbir şey, O'nu mağlup ede-
mez, O'nun kudretine karşı koyamaz, emrini geri çeviremez, O'na bir eksiklik
ve noksanlık bulaştıramaz, en büyük güneşler, en küçük zerreler gibi O'nun
kahr ve galebesine boyun eğmiştir. Gökteki yıldızlar, yerdeki ateş böceği gibi
O'nun emrinde çalışmaktadır. Kısacası O, ilim ve kudretiyle, isim ve sıfatlany­
la, hüküm ve hakimiyetiyle her şeyin nihayet derecede fevkindedir. Bu sıfat,
aynı zamanda, bütün yaratıklann, mabud olmaktan uzaklık noktasında eşit
oldukları gibi, mahluk olma noktasında da bir olduklannı ifade eder.

Elmalılı, Bakara Süresi: 255. ayetini (Ayetü'l-Kürsi) tefsir ederken şöyle der:
"İnsanlar kendilerince, yerkürenin küçük bir parçası üzerinde bile bir devlet ve
hükümet ele geçirip idare ve muhafaza ebnenin ne kadar zor bir iş olduğunu
ve asırlardan beri gelen nice nice devletlerin, milletierin bu yüzden memleket-
lerini koruyamayarak yıkılıp gittiklerini görüp bildiklerinden, nihayetini ta-
savvur edemedikleri bu göklerin ve yerin bir kabza-i tasarrufta vahdet kürsü-
sünden bir saltanat ile idare olunur bir memleket olduğunu düşündükleri za-
man, 'koruması ne kadar zor ve ağırdır' gibi bir zarına düşebilirler. Fakat o İla­
hi Kürsü, bütün gökleri ve yeri tutmuş olmakla birlikte, bu gökleri ve yeri o
vahdet (birlik) kürsüsünden tasarruf avucunda tutup muhafaza ebnek ve ko-
rumak Allah'a ağır da gelmez. O'nun için bu hiçbir şey değildir. O şanı yüce
Allah pek yüksek, pek büyüktür. Biricik yüce, biricik ulu olan ancak O'dur. Bu
156 • Kur'In vt Hikmtt l1ıOındı CEVŞEN ŞERHI

bakımdan O'ndan başka gerçek bir ilah nasıl mümkün olur? Ve buna karşı
başkalanna tapılıp da şefaatleri nasıl umulur? Ve böyle yapan kafirler ne kad
bedbahttır!" ar
Allah'ı bu ismiyle tanıyan mürnin, O'na yürekten kulluk eder. içtenlikle
O'na..duada bulunur. O'nun sonsuz büyüklü~ karşısında saygıyla eğilir. Gü-
~1 _so~_ve hayırlı arnellerinin sabah akşam O'nun yüce huzuruna yükseltildi-
tini bilır. Bu nedenle O'nun katında kendisini utandıracak söz ve davranışlar­
dan kaçırur. O'nun yüce kabndan k.ainabn yönetimi, çekip çevrilmesiyle ilgili
sayısız fermanların her an indiğini düşünerek, hakkında hayırlı hükümlerin
verilmesi için dua eder. Büyük Arş'ından yönettiği uçsuz bucaksız saltanabm
düşünerek, O'nun kulu olmakla iftihar eder ve bu büyük şerefe layık olmaya
çalışır.

21/2. Yi Vefi! 0 QJ ~
Vefi, "Vefalı", "tam, mükemmel", "kifayet eden, yeterli gelen" gibi anlamla-
ra gelir. (Osmonlıca Türkçe Ansiklopedik Büyük Lügat, s. 1041) Allah, tam ve mü-
kemmeldir. Başkaca hiçbir varlığa ihtiyaç bırakmayacak derecede kuluna kifa-
yet eden ve kulunun ihtiyaçlarına yetendir. O'nu bulan, her türlü muradına
ermiş, hadsiz korku, endişe, huzursuzluk ve tedirginlikten kurtulmuştur. Ay-
nca, abdini yerine getirmesine engel olacak hiçbir şey yoktur. Aksine, tüm isim
ve sıfatları, başta ahiret hayahnı getirmek üzere tüm ahitlerini yerine getirme-
sini gerektirmektedir.

21/3· Ya Veliy! 0lli


,
~

Gerçek ve sadık dost anlamına gelir. Kur'an'da aynı kökten Allah'ı nitele-
yen üç vasıf yer almışhr: el-Veli, el-Mevla ve el-Vali. Bunların hepsi, anlam ba-
kımından da aynı asla vanrlar. Bu kök, esas itibanyla; yardım, yakınlık ve biri-
nin işini üzerine almayı ifade eder. (Alusi, a.g.e., VII, 177) "Veli", "kayyim (ida-
re eden) manasma gelir. Aynı şekilde sadık dost, seven gibi anlamlan da var-
dır. Veli, düşmanın zıddıdır; bir başkasının işini üstlenen, onun "velisi" olur.

Allah'ın vasfı olarak el-Veli, "Yardım eden, kainatın ve mahluklann işlerini


üzerine alan" diye tanımlanır. (Beyhaki, s. 162) Gazali, "Seven, yardım eden"
diye manalandınr. (Gazali, a.g.e., s. 93) Kelimenin ilk anlamı "sevgi" kavramı­
nı, doğrudan doğruya taşımasa bile, en azından bu, "velayet''in tabü gereği sa-
yılmalıdır. Çünkü birine yardımcı olmak, onun işini üzerine almak, şüphe yok
ki, sevgi ile yakından ilgilidir. Veli'nin "dost, seven" anlamlannı Kur'an'ın ba-
zı kullanışlan da desteklemektedir. Mesela: "Allah, müminlerin Velisi'dir; on-
Kur'in ve Hikmet ıııOında CEVŞEN ŞERHI • 157

lan karanlıklardan aydınlı~a çıkaru" (2:257) ayetinin tefsirinde el-Beydavi:


"Onlan seven ve işlerini denıhte eden" anlamını vermektedir.
Veli kelimesi, Kur'an'da 13 kadar yerde açık olarak Allah'ı niteler. Buna,
"Sana (veya size veya onlara) Allah'dan başka ne Veli ne de Nasir (yardıma)
yoktur'' olumsuzluk fonnah ile gelen ifadeleri de eklersek, bu sayı oldukça
yükselir.
Bu vasfın, Kur'an'da geçti~ ba~amlara göz atmak, faydalı olacakhr:
a) Allah'ın, kullanru gözetti~ belirtildikten ve O'nun nimetleri sıralandık­
tan sonra, ancak O'nun harnde layık Veli olduğu bildirilir. (42:28)
b) Allah'tan başka Veli aramanın boşuna olduğu bildirildikten sonra, ancak
O'nun harnde layık Veli olduğu: "Halbuki Veli ancak Allah'hr!" ifadesiyle ge-
rekçelendirilir. (42: 9)
c) Kavminin buza~ya tapmasından sonra, Allah'ın rahmet ve ba~şlamasıru
isteyen Hz. Musa da niyazında, umduğu rahmeti "Sensin bizim velimiz!" diye
gerekçelendirir. (7:155)
d) Melekler, kendilerine tapma iddiasında olanlardan teberri ederken Al-
lah'a hitaben: "Seni tenzih ederiz. Sensin bizim velimiz!" (34:41) derler.
e) Müşriklerin veli edindiği putların aczieri belirtildikten sonra, Hz. Mu-
harnmed'in lisanından "Benim velim Kitabı indiren Allah'hr; O, iyilere sahip
çıkar (dost edinir)" dediği nakledilir. (7:196)

f) Allah'ın
kendisine vermiş olduğu nimetiere şükreden Hz. Yusuf, "Dün-
yada ve ahirette benim velim Sensin!" der. (12:101) el-Beydavi: "Yardımam ve
işimi deruhte eden" diye tefsir eder.

g) Allah, müminlerin (2:257; 3:68), muttakilerin (45:19) Veli'sidir.


h) "Sizin veliniz, ancak Allah'hr, Resülü'dür ve iman edenlerdir." Bütün
bunlara bakarak veli vasfının Kur'an'da: Yardıma, koruyucu, sahip çıkan gibi
anlamlan ifade etti~ anlaşılır.
Kısacası, Allah Teala mürnin kullannındostudur. Onlara yardım eder, sı­
kınhlan, darlıklan kaldım, ferahlık verir, hidayet eder, iyi işlere muvaffak kı­
lar, her çeşit karanlıklardan kurtanr, nuriara çıkanr, gönüllerini nurlandınr.
Bu sayede o gönüller, hayah bugünün dar çemberi içinde sıkışmış görmezler,
ezellere, ebedlere uzarurlar.
Peki ya biz, her nereye baksak dost yüzünün tebessümlü panlhlannı gör-
düğümüz Allah' a dost muyuz? Allah dostlannın özellikleri nelerdir? Gaz.ili'ye
göre Allah'ın dostu "Allah'ı sever. İlahi hükümlerin h.ikim olması için çalışır.
Allah'ın dostlanna dost olur, Allah'ın düşmanlannı kahreder. Kendisini Al-
lah'tan alıkoyan nefis ve şeytanı da mağlup eder. Böyle olan bir kimse Allah'ın
veli kullan zümresindendir." (Gaz.ili, MakQsıd, s. 94)
158 • Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI

I<ıs~~~ı k~ Allah'ın nimet ve ihsanlarla dolu bu engin ve sımsıcak dostlu-


ğuna şukurl~, ıtaatle ve samimi kullukla karşılık vermeli. Böyle yapan kulun-
dan Allah. hidayet ve yardımını hiçbir zaman kesmez.

21/4. Ya Gani! 0 ~Ç

Gani, her türlü ihtiyaçtan münezzeh olan, Kendi nezdinde bulunan ve ma-
lik olduğu şeylerle kamil olan, başkasına ihtiyacı olmayan manasma gelmek-
tedir.
Gani vasfı Kur'an'da, bazen tek başına, bazen de diğer bir isimle birlikte
zi.kredilmiştir. Tek başına kullanıldığı zaman bilhassa Allah'ın bütün varlık­
lardan müstağni olduğunu bildirir. Birlikte yer aldığı diğer İlahi vasıflar ise,
Cenab-ı Allah'ın yaratıklanyla münasebette olan başka yönlerini aynı anda tel-
kin etmek suretiyle, Zit'uun tam istiğnasıyla birlikte yaratıklara, özelli.kle in-
sanlara karşı ilgisiz olmadığını belirtmektedir. Mesela, "Allah rahmet sahibi
Gani'dir"; her ğani böyle olmayabilir. "Hamde, övülmeye layık Cani'dir"; zira
yaratıklanna, onlan övgüye sevk eden h1tuflarda bulunur. (Suat Yıldırım,
Kur'tin'da Uluhiyet, s. 206)
Allah. yaratıklara hiçbir şekilde muhtaç olmadığını belirtmeye büyük önem
verir. Maddeten ihtiyaçsızlığı belli olduğu gibi, ibadetler bakımından ihtiyaç-
sızlığı da açıkhr. Birçok ayet bunu dile getirir. Mesela, O'nun nzası için kesilen
"kurbanlık hayvanlarm ne etleri, ne de kanlan Allah'a ulaşamaz; O'na ancak
insanlardan takva (dini duyarhlık ve kalbi içtenlik) ulaşır." (22:37) Birçok inanç
sisteminde, tannlann insanlara muhtaç durumda düşünüldüğü hatırlanırsa,
bu İlahi hususiyetİn önemi daha iyi anlaşılır. Allah'ın kurhaniara ihtiyacı ol-
madığı gibi, öbür ibadetlere de ihtiyacı yoktur. Bundan ötürü Kur' an' da Cani
vasfı, Allah'ın gerçekte insaniann faydaları için koyduğu ibadet ve hayır emir-
lerini takip eder. Bu vasfın zikredilmesi, iyilik ve ibadet emrinin bir yanlış an-
lamaya sevk etmesini önleyerek, bunları emretmekle esas faydanın o emirleri
yerine getirecek insanlara döneceğini, "Allah'ın her şeyden müstağni olduğu­
nu" hahrlahr. Yarahklara olduğu gibi, Allah'abile minnet etmeye eğilimli in-
san bencilliği düşünülürse, buikazın ne kadar yerinde olduğu anlaşılır. Mese-
la, hac ibadeti (3:97); muhtaçlara yardım (2:263, 267); Allah'ı tanıma ve O'na
şükrün gerekliliği (14:8; 31:12) gibi konulardan sonra O'nun Cani vasfı hahrla-
hlarak, aslında bütün bu iyilik ve ibadetlerden müstağni ve ihtiyaçsız bulun-
duğu uyansı yapılmışhr. (Suat Yıldırım, a.g.e., s. 207)

Gazali'nin dediği gibi gerçek ve mutlak ğani, asla ve hiçbir şekilde başkası­
na muhtaç olmayandır. Muhtaç olan, fakat muhtaç olduğu şey kendisinde bu-
lunan kişi, mecazen ğanidir. Bu hal, Yüce Allah'tan başka varlıklar hakkında
mümkün olabilecek ğaniliğin son sırundır. Fakat, esas muhtaç olma duru-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEV~EN ~ERHI •15q

mundan asla kurtulamazlar. Muhtaç olma özelliğinin onlardan yo~ .o~~~ im-
kansızdır. Kul Allah'tan başkasına muhtaç olmadığı zaman ğanı ısmını alır.
Fakat esas muhtaç olma durumu hiçbir zaman kendisinden yok olmaz." (Ga-
zili, Malcasıd, s. 105) Yüce Allah' ın," Allah Gani'dir, sizler ise fakirsiniz!"(47:38)
sözü Gazali'nin, bu tespitinde isabetli olduğunu gösteriyor. Gerçekten de, ne
kadar zengin olursa olsun istisnasız her varlık Allah'a sayısız yönler muhtaçtır.
Allah öyle bir Gani'dir ki; yeryüzünü, yaz zamanında, canlı misafirlerine
bir Rabbani mutfak yapar ki; ondaki her bir bağ ve bahçe birer kazandır. Her
bir meyveli ağaç, birer kaptır. Bütün onları, feyiz ve rahmetinden lezzetli yiye-
ceklerle doldurur. İncecik sicim gibi iplerle indirip bizlere ikram ediyor. (Bedi-
üzzaman, Nurun İlk Kapısı, s. 50-51)
O, her bahar ve yazda görünmeyen bir alemden, hiçten, umulmadık yerden
ve kuru bir topraktan kaldınr, indirir tarzda yüz defa yeryüzü sofrasını ayrı
ayn yemeklerle donatır, serer. Sanki zamanın seneleri ve her senenin günleri,
birbiri arkasından gelen ihsan meyvelerine ve rahmet yiyeceklerine birer kap
ve bir Rezzak-ı Rahim'in külli ve cüz'i ihsan mertebeleri için birer sergidir. İşte
insan böyle bir Ganiyy-i Mutlak'ın kuludur. Kulluğunun şuurunda ise, onun
acıklı yoksulluğu lezzetli bir iştaha döner." (Bediüzzaman, Şualar, s. 65-66)
Allah'ın bu isminden ders alan mümin, bitmez tükenmez hazineleri bulu-
nan bir Rabbinin bulunduğunu bilerek, onu tanımakla onur duyar, böyle bir
kerim efedisine dayandığı için aciz varlıklara karşı müstağni ve gözü tok dav-
ranır, Rabbini bırakıp onlara el açarak onurunu zedelemez. O, en büyük zen-
ginliğin, Allah'a muhtaç olma bilinci olduğunu bilir. O'na muhtaçlığını şefaatçi
ederek, O'na el açar. İhtiyaçlannın karşılanmasını O'ndan bekler. Mutlak zen-
ginin Allah ve zenginliğin de O'ndan olduğunu bilir. Eğreti zenginleri kıs­
kanmaz. Zenginliğin bir imtihan, dünya malının bir sınav vesilesi olduğunu
bilerek dikkatli davranır. Varlıklıysa, varlık imtihanını kazanmaya çalışır. Yok-
sulsa, haline sabır gösterir, hatta böyle bir zorlu sınava muhatap olmadığı için
şükreder.

21/5· Ya Meliy! 0 ~Ç

Meliy, zengin, varlıklı, maldar, eşraf gibi anlamlara gelir. (Ans. Büyük Lü-
gat: s. 613) Buna göre Yüce Allah, sonsuz, bitmez tükenmez hazinelere sahip
olandır. Kelimenin, "muktedir = güç ve iktidar sahibi" manası da bulunması
hasebiyle (el-Müncid, s. m), Allah, kudreti her şeye yetendir. Bu kelime
Kur'an'da (19:46) "uzun zaman= Vehcumi meliyya" anlamında da kullarul-
mışhr. Buna göre, bu isimle Yüce Allah'ın ebedilik ve ölümsüzlük vasfına dik-
kat çekilmiştir. Aynı ayette, "Meliy" kelimesine, "silim", yani zarar eriştiril-
160 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

mez, anlamı da verilmiştir. (Bu manalar içın' bk. Taberi vm 347) B ..


Y" Allah .. .. , , una gore,
uce , her türlu zarar ve tehlikeden salim ve uzakbr Hiç kim hiçb'
kild O' . · se, ır şe-
e na zarar dokunduramaz. Ibadet ve itaat edenler, O'na fayda dokundu-
ramadıklan gibi, isyan ve tu~anda bulunanlar da O'na herhangi bir zarar ve-
remezler.

21/6. YaZeldy! 0~5 Ç

"ÖVülen" (Mu'cemu'l-Vasit, 396); "halis", "temiz", "hali temiz olan" gibi


manalara gelir. (Ansiklopedik Büy. Lügat, 1066) Buna göre Yüce Allah, her türlü
kusur ve kötülükten pak, annmış ve uzak; her haliyle temiz olandır. Allah,
bizzat her türlü kötülük ve kusurdan uzak bulundu~ gibi, kullanru da maddi
ve manevi kir, pislik ve kötülüklerden anndıran, uzak tutmaya çalışandır. Bu
isimle Rabbini çağıran kimse, şöyle demek istemekte ve kendi hadsiz günah ve
kusurlarını gidermesi için merhamet nazanru celbebneye çalışmaktadır: "Ey
kusur ve ayıplardan müberra olan, kullar ancak Senin tezkiyenle günahlardan,
maddi ve manevi kirlerden annabilir ve Senin tezkiye ebnediğini kimse temize
çıkaramaz. Ne olur, beni de hata, kusur ve günahlardan uzak tutarak anndır!"

21/7· Ya Radi! 0 ~J Ç

Radi, çokça razı kalan, seven, yetinen manalarma geldi~ gibi, ism-i mefill
olarak kabul edilip, Kendisinden razı kalınan, Kendisiyle yetinilen ve sevilen
gibi manalarada gelir. (Mu'cemu'l-Vasit, s. 351) Buna göre, Yüce Allah, iyilik ve
ihsanlanyla Kendini kullanna sevdiren; buna şükürle karşılık verip ibadet ve
itaatle mukabelede bulunan kullanndan da hoşnut olandır. Kısaca, Yüce Allah,
salih amellerden, yararlı işlerden ve iyi kullanndan razı olup; Kendisi de mü-
min kulları tarafından sevilip, kabul ve nza ile ubudiyet ve kulluk edilendir.

21/8. Ya Bedi! 0 ~~ Ç

Çok aşikar, göz önünde olan manasma gelir. (Ans. Büyük Lügat: s. 103) Yü-
ce Allah, sanat eserlerinin aynalarında her şeyden daha açık ve aşikardır.
Allah'ın alemde "zuhfıru", O'nun sıfatları araalığıyla varlıklar aynasında
kendini göstermesi, varlıtından haberdar etmesidir. Mesela, varlıkları mü-
kemmel yaratmakla ilmini; her birine ayn bir şekil tercih edip belirlemekle ira-
desini; yokluktan varlığa çıkarmakla da kudretini gösterir. Allah'ı tarumamıza
vesile olan bu zuhurdur. Yani, varlıklar aleminin delaleti ve işaretiyle kendini
bize tarutmasıdır.
K ur • .l n ve H 1k m et 11ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • lfıl

Allah Teila'run varlığı, her şeyden hatta varlıklarm bizzat kendilerinden


daha açık ve aşikardır. Çünkü, mesela bir harf kendi varlığını haani ve cismi
kadar gösterir ve tanıbrken, katibini bir sahr kadar, hatta bazen bir paragraf
kadar anlahp tanıhr. İşte bunun gibi, her bir zerre bir harftir. Her bir hücre, bir
kelimedir. Bunlar, kendi varlıklanru hacimleri ve cisimleri kadar gösterirken,
yarahalamu sayfalar dolduracak nitelemelerle tarif edip tanımlar. Bir harf ka-
tipsiz, bir i~e ustasız olmazken, sırlan keşfedildikçe derinleşen, derinleştikçe
muammalaşan ve adeta dipsiz birer kuyu gibi karşımızda duran atomlar; bun-
ların meydana getirdiği element, molekül ve nihayet hücreler nasıl yarabasız,
sahipsiz ve idarecisiz olabilir? Öte yandan, her bir tohum ve çekirdek de birer
kelimedir, birer İlahi mesaj zarfıdır. Fakat bunlar öyle basit birer kelime olma-
yıp, ağaç gibi, çiçek gibi ciltlerce kitaplarla anlatılamayan birer kitabın kendi-
sinde şifrelerle kodlandığı birer kelimedir. Öte yandan, kainahn ince sırlan
karşısında insanlık bunca teknik ve bilimsel terakki ve inkişafına rağmen he-
nüz büyük bir okyanusun kıyısında deniz kabuklanyla oynayan bir çocuktan
farksızdır. Önünde keşfedUrneyi bekleyen öylesine engin sır ve muammalar
durmaktadır ki, bunlann ancak deryadan bir damlasının esrar perdesini arala-
yabilmiştir.

Genişliği milyarlarca ışık yılıyla ölçülebilen uçsuz bucaksız fezalan, birer sır
küpü olan atomlan bir tarafa barakalım, bize en yakın olan ve ruh kuşumuzun
yuvasını teşkil eden öz vücudumuza bakalım. Acaba vücudumuzun sırlannın
kaçta kaçını keşfedebilmişiz? Dünyanın en gelişmiş fotoğraf makineleri ve ka-
meralannın çok sönük kaldığı, hatta yanında sözü bile edilemeyeceği, kamat
sergisindeki bütün renkleri idrak edip tahlil eden gözümüz, dünyanın bütün
tatlannı algılayıp değerlendiren dilimiz, hayabmız boyunca gördüklerimizi,
duyduklanmızı, kokladıklanmızı, okuyup dinlediklerimizi en gelişmiş bilgi-
sayarlara taş çıkartacak biçimde arşivleyen, ihtiyaç duydu~uz anda hiçbir
maddi düğmeye basma ihtiyaanı bile hissettirmeyecek şekilde gözümüzün
önüne getiren kuvve-i hafızamız nedir? Mahiyeti, künhü ve hakikati tam ola-
rak neyden ibarettir? Aklımız, ruhumuz, duyu ve duygulanmız nasıl ve nere-
den geldi, nasıl oluştu? Ne şekilde çalışıp faaliyet gösteriyor? Bunlara ihtiya-
amızı kim bilip karşıladı? Bütün bunlann kaçta kaçını biliyoruz acaba?

Bütün bunlar ve daha nice sanat eserleri, sebepsiz ve sahipsiz, yaratıcısız ve


sanalkarsız olabilir mi? Sanatkar ve yarahalan olan Cenab-ı Hak.k'ın varlığı ne
kadar zahir ve aşikarsa, O'nun mahiyet ve künhünün tam olarak bilinemernesi
de o kadar normal ve tabiidir. Henüz, en basit bir sanatını, hatta sanabrun zer-
resini tam olarak idrak edip tahlil edemediğimiz O Yüce Sanaikann zabru nasıl
idrak edip kavrayabiliriz?
Öz varlığını, varlığının temel taşı olan atomu, uçsuz bucaksız kamat mem-
leketinde kapı komşusu niteliğindeki gezegen ve yıldızlan tam olarak tanıyıp
kavrayamamış insan, bütün bunlann yaraha ve sanatkan olan Allah' ı mahiyet
162 • Kur'in ve Hikmtt JııOında CEVŞEN ŞERHI

ve künhüyle idrak etmek istiyor! Bunu beceremeyince de O'nu inkara kalkışı­


yor! Gerçekten şaşılacak durum.
Kısaca belirbnek gerekirse, Yüce Allah'ın varlığı her şeyden daha açık ve
aşikardır. Gözümüzün gördüğü her manzara, kulağımızın işittiği her nağme,
elimizin tuttuğu, gözümüzün gördüğü her şey, fikirlerimizin üzerinde işledi~i
her mana, kısaca gerek içimizde, gerek dışımızda şimdiye kadar aniayıp seze-
bildiğirniz her şey, O'nun varlığına, birliğine, üstün niteliklerine sayısız yön-
den şahitlik ediyor. Çünkü, bütün bunlan yaratan ve yaşatan O' dur. Hiçbir şey
yoktur ki, gerek varlı~a çıkarken, gerekse varlıkta dururken, her an O'nun var··
lığını ispat etmesin. Her şey, hal dili ile şunu haykınnaktadır: "Ben hiçim, beru
var eden, tutan, görüp gözeten biri var ve ben her an O'na muhtacım, bende
görülen kuvvetlerin, kabiliyet ve kıymetlerin hepsi O'nun birer emaneti, birer
lfıtuf ve ihsanıdır." Bu umumi şehadet, Allah'ın varlığını ve kusursuz nitelikle-
rini en kesin ve aşikar bir hakikat haline getirmiştir.
Bu kelimenin aslı "el-Bedi"' olduğu takdirde, manası evvel olan, ilkin icat
eden, yoktan var eden manalarma gelir. "Allah'ın mahlukunu ilk baştan nasıl
yarattığını, sonra bunu tekrarladığıru görmediler mi? Şüphesiz bu, Allah'a gö-
re kolaydır." (29:19); "Bilin ki O, (kainat yokken) ilk olarak yaratan, (ölümden
sonra tekrar hayab.) geri getirendir." (85:13) gibi ayet-i kerimelerle Yüce Al-
lah'ın bu vasfına dikkat çekilmiştir.

,
21/9· Yi Hafil 0 ~Ç

Gizli, mestur manasma gelir. Önceki isim olan Bedi'nin zıddıdır. Zahir ve
Bahn gibi. Allah, bir açıdan son derece açıkken di~er açıdan son derece gizli-
dir. Allah, şiddetli zuhurundan gizlenmiştir.
Allah'ın varlığı ve birliği ne kadar aşikar ve kesinse, O'nun zatının künhü
ve mahiyeti de o kadar yüksek, erişilmez ve idrak edilmezdir.
Allah, kudret delilleri ve sanat eserleriyle öylesine açıkhr ki, zatıyla kulla-
nndan gizlenmiştir. Bu gizlilik, hiç kuşkusuz, kulun acizliğinden ileri gelmek-
tedir.
Her şeyi aydınlatan, varlığını gösteren güneşe bakan ve onu görmek isteyen
gözler kamaşır. Üzerine onlarca projektör çevrilen insan, bu ışıklann tesirini
hissettiği halde kaynağını göremez. İşte, Allah'ın varlık delilleri karşısında in-
sanın akıl gözü de kamaşmakta, O'nun zahnı kavramak isteyenler O'nu inkar
tehlikesiyle karşı karşıya bulunmaktadırlar. Şu halde en iyisi, Allah'ın iki kita-
bı olan kiinat ve Kur'an'a bakıp, bunlann ve müfessirleri olan Resfılullah'ın
açıklamalan ölçüsünde O'nu tanımak, kulluğunu bilip emirlerini yerine getir-
mekle meşgul olmakhr. Bundan öteye gitmek ise, kuyumcu terazisiyle tonlarca
Kur'3n ve Hikmet I~ıOında CEV~EN ŞERHI • 1&3

ağırlıktaki yükleri tartmaya kalkışmakbr ki, terazinin kendisini mahvetmekten


başka bir şeye yaramaz.

Şair bu gerçeği ne kadar zarif formüle etmiştir:


Zuhuru perde olmuştur zuhura,
Aklı olan delil ister mi n ura?

21/10. Ya Kaviy! 0 ~} Ç
Kaviy, kuvveti kamil olan; asla aciz düşmeyen demektir. Allah'ın vasfı ola-
rak, "Hiçbir şekilde acizliğin Kendisine yol bulamadığı, kuvveti eksiksiz olan"
anlamına gelir. Yarahlmışlar, "kuvvet" ile nitelenseler de, kuvvetlerinin gerek
nitelik, gerekse nicelik yönünden bir sının vardır. Oysa, el-Kaviy, istediği her
şeyeKadir alandır. Allah, kuvvetiyle bütün kainah hakimiyeti altına alan, bü-
tün her şeyi zapt eden ve bütün eş yayı hükmü alhnda tutan Kaviy' dir.
Kaviy ismi, Kur'an'da on bir defa geçer. Dokuzunda Allah için kullanılmış­
tır. Şu bağlamlardaAllah, Kendisini ei-Kaviy diye tavsif eder:
a) Gönderilen peygamberleri yalanlayan kavimlerin helak edilmelerinde.
(11:16; 40:22; 8:52)
b) Kullanna lfıtufkar muamele edip onlan dilediği gibi nimetlendinnesinde.
(42:19)
c) Savaşta müminlere yardım ve düşmanlannı perişan etmede. (33:25)
d) Yarahklann, özellikle sahte tannların, acizlikleri karşısında Allah'ın mut-
lak kudretinin tezahüründe. (22:74)
e) Bir ayette de bu sıfat, Allah'ın ve Resullerinin üstün geleceklerinin temi-
nah olarak zikredilir (58:21),
f) Kullanndan, dinine yardım etmelerini isterken, aslında buna Kendisinin
muhtaç bulunmadığına işaret ederken hemen peşinden "Aziz, Kaviy" vasfına
yer verilir. (22:50; 57:25)
Yüce Allah aynca, bütün kuvvetin Kendisine ait bulunduğunu bildiriyor.
(2:165) Tek kuvvet kaynağının Kendisi olduğunu, insanlar tevbe ve istiğfar et-
tikleri takdirde kuvvetlerine kuvvet katacağını haber veriyor. (11:52)
Her şey her işinde tek bir Yüce Yarahaya muhtaçtır. Evet kainattaki varlık­
lara bakıyoruz ve görüyoruz ki: Mutlak zayıflık içinde mutlak bir kuvvetin gö-
rüntüleri var. Ve mutlak acizlik içinde, mutlak bir kudretin izleri görünüyor.
Mesela bitkilerin tohumlannda ve köklerindeki hayat düğümlerinin uyanışlan
zamanında gösterdikleri harika vaziyetleri buna örnektir. Hem mutlak fakirlik
ve kuruluk içinde mutlak bir zenginliğin görüntüleri var: Kıştaki toprağın ve
ağaçlann yoksul vaziyetleri ve baharda muhteşem servet ve zenginlikleri gibi.
164 • Kur'In ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞEI!Hf

Hem mutlak cansızlık içinde bir mutlak hayahn sızınblan görünüyor: Cansız
elementlerin canlı maddelere dönüşmesi gibi. Hem mutlak bir bilgisizlik içindt·
her şeyi kuşatan bir şuurun belirtileri göze çarpıyor: Zerrelerden yıldızlara ka-
dar her şeyin, hareketlerinde alemin düzenli kurallarına, hayabn faydalanna
ve hikmetin gereklerine uygun bir tarzda hareket etmeleri ve şuurlu vaziyelle-
ri gibi.
İşte bu acizlik içindeki kudret, zayıflık içindeki kuvvet, fakirlik içindeki ser-
vet ve zenginlik, cansızlık ve bilgisizlik içindeki hayat ve şuur; apaçık biçimde
ve zorunlu olarak bir Kudreti Sonsuz, Kuvveti Sonsuz, Zenginliği Sonsuz, İlmi
Sonsuz, Hayat Sahibi ve bütün varlıklan ayakta tutan zat'ın zorunlu varlı~a
ve birliğine karşı her taraftan pencereler açar. Bütün bunlar birlikte olarak bü-
yük bir ölçüde bir nurani caddeyi gösterir. İşte tabiat bataklı~ düşen gafil,
eğer tabiatçılığı bırakıp İlahi kudreti tanımazsa; her bir şeyde, hatta her bir zer-
rede, sonsuz bir kuvvet ve kudret, nihayetsiz bir hikmet ve maharet, hatta eş­
yanın büyük çoğunluğunu görecek, bilecek, idare edecek bir iktidann bulun-
duğunu kabul etmesi gerekecektir. (Bediüzzaman, Sözler, s. 663-664)

Allah'ın sonsuz güç ve kuvvetini bilen mümin, kendi güç ve kuvvetiyle gu-
rurlarup övünmez. Denizden bir damla, güneşten bir zerre bile olmayan cüzi
kuvvetini O'nun sınırsız kudretine bağlayarak güç almak için O'na yönelir, O
kainat Sultanı'nın himayesine girer, aciz kullara kulluk etmeye asla tenezzül
etmez. En şiddetli musibet flmnalarına karşı bile sarsılmaz ve ruhi çöküntülere
düşmez.

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-22-

22jı. Ey güzel olanı ortaya çıkaran! O ~ı _Alı,\:; Ç

Güzel olan şeyleri gözlere göstermek, çirkin şeyleri ise gözlerden uzak tut-
mak bir İlahi prensiptir.
Yüce Allah, sanat eserlerinde güzel sanabm izhar eder, varlıklarm yarablış
ve hareketlerinde güzelliğin mertebelerini ve bunların güzel neticelerini göste-
rir. Kainatta esas ve temel gaye güzelliklerin tüm rerı.k ve tonlanyla ortaya ko-
Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI • 1&5

nulması ve bütün ihtişamıyla sergilenmesidir. Hatta çirkinlikler bile sırf güzel-


likler fark edilsin ve dereceleriyle açığa çıksın diye yaratılmış ve araya serpişti­
rilmişlerdir. Bediüzzaman bu gerçeği şu sözleriyle dile getirir:
"Hem istikra-i timme ve tecrübe-i umumi gösteriyor, netice veriyor ki:
Şer, kubh, çirkinlik, bahl, fenalık hilkat-ı kainatta cüz'idir. Maksud değil, te-
beidir ve dolayısıyladır. Yani mesela çirkinlik, çirkinlik içirı kiinata girmemiş;
belki güzelliğin bir hakikab çok hakikatiara inkılab etmek içirı çirkinlik bir va-
hid-i kıyasi olarak hilkata girmiş. Şer, hatta şeytan dahi beşerin hadsiz terakki-
yahna müsabaka ile vesile olmak içirı beşere musallat edilmiş. Bunlar gibi cüz'i
şerler, çirkinlikler, külli güzelliklere, hayırlara vesile olmak içirı kiinatta halk
edilmiş.
İşte kainatta hakiki maksad ve netice-i hilkat istikra-i tamme ile ispat ediyor
ki; hayır ve hüsün ve tekemmül esashr ve hakiki maksud onlardır." (Hutbe-i
Şdmiye, s. 39)

22/2. Ey çirkin olanm üzerini örten! 0 Ç:; i iı j ~:;. Ç

Güzellikleri gözlere göstermek esas olduğu gibi, çirkinlikleri perdeler altın­


da gizlemek de Yüce Allah'ın bir kanunudur. Maddi ve manevi her alanda du-
rum hep böyledir. Mesela, vücudundan, özellikle yüzünden derisi soyulmuş
veya yanmış bir insanı gördüğümüzde, bu incecik perdenin ne büyük nimet
olduğunu ve görmeye tahammül edemeyeceğimiz ne ürkütücü şeyleri örttü-
ğünü daha iyi anlanz. öte yandan, birbirimize bakhğımızda olumlu ve olum-
suz tüm duygu ve düşünceleri okuyabilseydik, mide ve barsaklardaki gıdala­
rın sindirilmelerini müşahede etseydik, etrafımızda adeta kaynayan küçük kü-
çük sayısız bakteri ve hayvancığı görebilseydik hayatın nasıl çekilmez hale ge-
leceğini anlardık

öte yandan, Yüce Allah kullannın birçok iradi ayıp ve kusurlarını da örter,
onlan ortaya çıka np insanlar arasında rezil etmez. Bu nedenle kullar da, "Al-
lah'ın bildiklerini kullardan mı saklayacağım!" dememeli, gerek kendilerinin
ve gerekse birbirlerinin ayıp ve kusurlarını örterek haysiyetlerini korumalı,
onurlanru zedeleyecek işleri açıktan işlernekten veya gizli işlediklerini etrafa
yaymaktan kaçınmalıdırlar.

22/3· Ey suçtan dolayı hemen cezalandırmayan!

Allah halimdir, sablırdur; hilim ve sabır sahibidir. Affı engin, merhameti


geniştir. Bu nedenle, suç işleyen kullarını hemen cezalandırma yoluna gitmez.
166 • K ur' 3 n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş ER H j

Onlara karşı alabildiğine müsamahakar davranır. Tövbe ebneleri, Kendi ai ka-


pısına dönüş yapmalan için mühlet verir. Ancak bu, suçlu günahkirlan aldat-
mamalı, cezasız bırakılacaklarını zannettirmemelidir. Çünkü Allah, mühlet
verse de ihmal ebnez. Aksi halde, zalim zulmü, mazlum ise ezilmişliği ve hak-
kının yenmişliğiyle kalır ki, bu Allah'ın şan, izzet ve celaline yakışmaz. Kısaca,
Allah günahkar kullarını, suçlan için hemen cezalandırmayan; tevbe ve piş­
manlıkla derg.ihına dönmeleri için imkanlar yaratan ve fırsatlar veren zat-ı
Halim ve Rahim'dir. Şu ayet-i kerimeler de Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çe-
ker:
"Senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir; şayet yaptıklan yüzün-
den onlan (hemen) muahaze edecek olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi.
Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan kaçıp kurtula-
caklan bir sığınak bulamayacaklardır." (18:58)
"Eğer Allah, insanlan zulümleri yüzünden cezalandıracak olsaydı, yeryü-
zünde hiçbir canlı bırakmazdı. Fakat onlan takdir edilen bir müddetekadar er-
teliyor. Ecelleri geldiği zaman onlar ne bir saat geri kalabilirler ne de öne geçe-
bilirler." (16:61)
Eğitimin temel ilkelerinden biri sabırlı ve hoşgörülü olmak, cezalandırmad.ı
acele etmemek, eğitilenlere zaman ve fırsat tanımakhr. Bu sebeple ayette Allah
Teala'nın, inkarcılar ve zalimler de dahil olmak üzere çeşitli insan toplulukla-
nru kötülükleri nedeniyle hemen cezalandırmayıp adaleti, merhameti ve kere-
rniyle, belirlenmiş bir sürenin sonuna kadar onlara mühlet tanıdı~ ifade buy-
rulmuştur. Ancak sapkın fikir ve yaşayışlannı sürdürüp hakka karşı direnen
topluluklarm muayyen bir sürenin sonunda tarih sahnesinden silinip gittikleri
de bilinmektedir.
~ ,
22/4· Ey perdeyi yırbnayan! 0 ;.:.ı
, ı ~, -+. '1 :; Ç
Allah, kullan üzerindeki gizli örtüyü yırhp onlan rezil rüsva etmiyor. Diğer
bir ifadeyle onlann izzet ve şereflerini ayaklar altına almıyor. Aksi halde bu
dünya hayatında sosyal bir çevre içinde huzur içerisinde yaşaması mümkün
olmaz, hayat onun için zindana dönerdi. İçinde kurduğu veya gizli işlediği kö-
tülük, taşıdığı ayıp ve eksiklikleri üzerinden perde kaldınlmış, herkes tarafın­
dan olduğu gibi bilinen, ayıplanan bir fert olarak yaşamak, Cehennem' de azap
çekmekten farksızdır. Ahirette de, Yüce Allah lutuf ve keremiyle mürnin kulla-
nnın dünyada örttüğü bazı günah, ayıp ve kusurlannı açığa çıkannayacak,
mahşer meydanında herkesin gözü önünde onlan rezil etmeyecek, hatta aife-
dip Cennet'ine koyacaktır. İşte bu isimle Rabbine yalvaran kul, gerek dünyada
gerekse ahirette bu şekilde muamele ettiği kullan arasına kendisini de katma-
sıru gönülden istemektedir.
Kur'.ln vf Hlkmtl 1\ıOında CEVŞEN ŞERHi •1&7

Rivayet edildiğine göre, Hz. Musa zamanında bir günahkar yüzünden bü-
yük bir kuraklık baş göstermiş. Bunun üze~e yağmur duasına çıkılmışb. Bu
arada Hz. Musa, cemaate seslenerek. "Ey lsrailoğullan! Yağmurun ya~ası
için, içinizde günahkar olan varsa bizden aynisın, gelmesin" demiş. Fakat kim-
se aynlmadığı halde namaz ve duanın sonunda ya~ur yağmış. Hz. Musa,
"Ya Rabbi! Günahkar kimse aynlmadığı halde ya~uru yağdırdın. Bunun hik-
meti nedir?" diye sormuş. Yüce Allah, o kimsenin içtenlikle tevbe ettiğini, bu
nedenle onu affettiğini haber vermiş. Hz. Musa, o kişiyi tanımak istediğini be-
lirtmiş. Yüce Allah ise şu ibretli cevabı vermiş: "O kulum günahkarken, onu
kimseye söylerneyerek üzerine örtümü gerdim. Şimdi tevbe etmişken, açıkla­
yıp onu nasıl rezil ederim!"
Allah'ın bu ayıp örtücü settarlığına insan aldanmamalı, sınırlarını zorlama-
malı, yani günahla ısrar ve kötülükle övünme yoluna gitmemelidir. Aksi hal-
de, er veya geç, dünyada veya ahirette onu teşhir edecek, dost ve düşman her-
kesin gözü önünde, onu rezil ve rüsva durumuna düşürecektir.

22/5· Ey afvı büyük olan! 0 ~~+ Ç


Allah'ınaf ve bağışlaması tüm asi ve günahkarlan kapsayacak kadar büyük
ve geniştir. Pişmanlıkduyup tevbe ettikten sonra, O'nun, dergüıına kabul et-
meyeceği hiçbir kimse yoktur. Ne kadar büyük günah işlerse işlesin, kişinin af-
fedilmeyeceğini düşünürek İlahi af ve rahmetten ümidini kesmesi, işlediği gü-
nahtan daha büyük günahtır. Bu isimler, günah bataklığında boğulmak dere-
cesine gelmiş kullar için ruhen teneffüs edeceği ve kurtuluş mecali kazanacağı
en güzel pencerelerdir. Oradan af esintilerini ve merhamet gıdasını bulur. Kur-
tuluş için enerji ve kuvvet kazanır.

22/6. Ey günahlardan geçişi güzel olan! 0 ;~~~:;:.;. Ç

Günahlardan geçmek, onu affetmek, ondan dolayı sahibini cezalandırma­


mak demektir. Allah, lutuf ve kereminden dolayı kullannın birçok hata ve gü-
nahını görmezlikten gelmekte ve onlan için bağışlamaktadır. Bu şekilde dav-
ranmak O'nun büyüklüğünün şe'nidir. Kullanna da birbirlerine karşı böyle
davrarımalarını, hoşgörülü olmalarını emretmiştir.

22/7· Ey bağışlamasıgeniş olan! 0 ~!. j1 el) Ç

Bu İlahi vasfın yer aldığı bir ayet-i kerimede Yüce Allah, "Ufak tefek kusur-
lan dışında, büyük günahlardan ve edepsizliklerden kaçınanlara gelince, bil ki
168 • Kur'In Vf Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

~~b~ affı bol olandır." (53:32) buyurmak suretiyle ümit kapısını açmış, ümit-
sızliği yasaklamışbr. Yani şüphesiz Allah'ın rahmeti her şeyi kuşabr, tevbe
edenler için mağfireti bütün günahlan kapsar. Başka bir ayet-i kerimede de:
"De ki: Ey kendileri aleyhine haddi aşan kullanm! Allah'ın rahmetinden ümit
kesmeyin. Şüphesiz Allah bütün günahlan bağışlar. Şüphesiz o çok bağışlaya­
nın, çok merhamet edenin ta kendisidir." (39:53) buyrulmuştur.
Yapılan iyiliklerin karşılığı verilirken kimsenin en küçük bir haksızlığa uğ­
rablmayacağı kesin olmakla beraber, hata ve günahlara karşı İlahi lutuf ve ba-
ğışlama hususu Yüce Allah'ın mutlak iradesine bağlıdır; bu konuda milinine
düşen, ümitvar olmak, ama buna güvenerek görevlerinde gevşeklik göstermt•-
mektir.

22/8. Ey rahmetle elleri açık olan! 0 ~~~ J~l .1.-ç Ç


" " "

"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden


elleri bağlanası ve lanet olasıcalar! Bilakis, Allah'ın elleri açıkbr, dilediği gibi
verir." (5:64)
Burada, cömertlik. ellerin açık olması ile ifade edilmiştir. Çünkü cömert
olan bir kimse iki eliyle verir.
O, lutfu geniş ve cömert olandır. Bağış ve ihsanı pek çoktur. Her şeyin bü·
tün hazineleri O'nun nezdindedir. Mahl\ıkatı üzerindeki her bir nimet yalnızca
O'ndandır, O'nun hiçbir ortağı yoktur. O şöyle buyurmaktadır: "O size Kendi-
sinden istedi~ her şeyden verdi. Allah'ın nimetlerini asla sayıp bitiremez-
siniz." (14:34)
Resuluilah (a.s.m.) buyurdu ki: "Şüphesiz Allah'ın hazinesi dopdoludur.
Hiçbir harcama onu eksiltmez. O, gece ve gündüz durmadan sağanak sağanak
rahmetini yağdırır. Gökleri ve yeri yarattığı günden beri bütün infak ettikleri
var ya, şüphesiz bunlar O'nun hazinesinden hiçbir şey eksiitmiş değildir." (Be-
ğavi, Şerhu's-Sünne, lll, 189)

22/9· Ey her gizli yalvarışm sahibi! 0LS~ Jb ~ı;,\;


"Gizli yalvanş" diye çevirdiğimiz "necva" kelimesi, sır ve fısıldaşma an-
lamlarına da gelir. Yüce Allah, gizli açık her şeyi bilmesi sebebiyle, iyi veya kö-
tü, Kendisine veya kullanna yönelik her fısıltınm ve bütün fısıldaşanlann ya-
nında hazır olup hepsinden haberdardır. Bütün sessiz münacatlan, dualan, ni-
yazlan ve gizi yalvanşları işitir ve bilir.
Kur'An ~e Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞER Hİ • 169

Bu İlahi vasıfta kötüler için bir tehdit, gönül arzulannı, kalbi yalvanşlanru
sunacak kapılan olmayanlar, bu yüzden gözyaşlannı içlerine akltanlar için de
büyük bir ümit ifade etmektedir. Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeken şu
ayet-i kerimeler oldukça anlamlıdır:
"(Münafıklar), Allah'ın, orılann sımnı da bsılhlanru da bilditffii ve gayplan
(gizli şeyleri) çok iyi bilen olduğunu hala anlamadılar mı?" (9:78)
"Yoksa orılar, Bizim kendilerinin sırlannı ve gizli konuşmalanru işitmediği­
mizi mi sanıyorlar? Hayır, öyle değil; yanlanndaki elçilerimiz (hafaza melekle-
ri de) yazmaktadırlar." (43:80)
"Kocası hakkında seninle tarhşan ve Allah' a şikayette bulunan kadının sö-
zünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çünkü Allah işitendir, bi-
lendir." (58:1)

,c-~. .. .. •...... 1"'


22jıo. Ey her şikiyetin son mercii! 0 ..;~ ~ ~ ':f

Hangi dert ve sıkınhdan dolayı olursa olsun tüm kullannın tüm başvuru ve
şikayetlerinin son mercii O'nun dergihıdır.
Şikayet, yakınma ve feryatlan O'ndan başkası cevaplayamaz. Görünüşte şi­
kayetleri gidererıler de gerçekte birer sebep ve perde niteliğindedirler. Her tür-
lü şikayetin giderilmesi, feryatların dindirilmesi, gözyaşlarının silinmesi O'nun
irade ve onayına ba~lıdır. Nitekim bu gerçeği çok iyi bilen Hz. Yakub (a.s.),
görılünün çiçeği Yusufunu yitirdiğinde şöyle demiştir:

"(Ya'kub: Ben gam ve kederimi sadece Allah'a arzediyorum. Ve ben sizin


bilemeyece~iniz şeyleri Allah tarafından (vahiy ile) biliyorum." (12:86)

Amr b. Şuayb'in babasından, onun da dedesinden naklettiğine göre Cebrail


(a.s.) bir gün daha önce hiç gelmediği güzel bir şekilde, sevinçli ve güler yüzlü
olarak Hz. Peygamber'in yanına gelmiş, selam vermiş ve: "Allah beni sana,
Arş'ın definelerinden sana ihsan ettiği bir hediyeyle gönderdi." demiş ve bu-
nun, (Cevşen'in bu bendinde yer alan) şu isimleri de içine alan şu dua olduğu­
nu söylemiştir:
, .1, ., ,. • , •••
.. . . - -.
......Jıa$. G. . ~. '1 .• ı_.-: 'ı ~ :_ıL~!"'·" 'ı: c~: 1<-' . . :ı..ı: . . ,. .
-, - . r ,.- ' ~ , J ,. -.r:w
' ,.. , )J ı:r ' .r- J. . ~1
- ' . ~ ı:r 'ıl
170 • K u r' ol n ve H i k m e 1 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

"Ey güzellikleri ortaya çıkaran, çirkinlikleri örten! Ey suçlan hemen ceza-


~dınnayan ve perdeyi yırtmayan! Ey affı büyük olan ve günahlardan geçişi
guzel olan! Ey bağışlaması geniş olan! Ey rahmeti bol bol saçan! Ey her gizli
yalvanşın sahibi! Ey her şikayetin son mercii! Ey hoşgörüsü kerem dolu olan!
Ey ihsaru büyük olan! Ey nimetleri doğrudan doğruya ve henüz hak edilme-
den veren! Ey Rabbimiz! Ey Efendimiz! Ey Mevlamız! Ey arzumuzun son he-
defi! Ya Allah! Cehennem ateşiyle bedenimi yakmarnam Sen'den diliyorum!''
(Hakim. Müstedrek, I, 729)

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah bu-
lunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-23-
23/ı. Ey bol nimet sahibi! 0 ,~l!Jı
, ,:. ~~ll
, 1~ Ç

Allah'ın
kula olan gerek gizli ve gerekse açık nimetleri gerçekten sayılama­
yacak kadar çoktur. Bir ayet-i kerimede bu gerçek şöyle dile getirilmektedir:
"Allah' ın, göklerde ve yerdeki nice varlık ve imkanlan sizin emrinize ver-
diğini, nimetlerini açık ve gizli olarak size bolca ihsan ettiğini görmediniz mi?"
(31:20)
Bu ayetin öz olarak verdiği mesajı şu şekilde açmak mümkündür:
Gece ve gündüz kendileriyle aydınlanacağıruz güneş, ay ve yıldızlar gibi
göklerde bulunan bütün varlıklan; insan, hayvan ve bitkileri sulamak için ken-
disinden yağmur inecek bulutlar; yeryüzünde bulunan madenler, nehirler, de-
nizler, ağaçlar, bitkiler ve meyveler ve benzeri gıdalan sizin emrinize veren
O'dur. Sizin üzerinize açık-gizli, maddi-manevi, bilinen-bilinmeyen nimetleri-
ni tam ve mükemmel olarak veren O' dur. Kitaplann indirilmesi, peygamberle-
rin gönderilmesi, kuşkulann, bahaneterin ve mazeretierin giderilmesi bu ni-
metlerden sadece bazılandır.
İslam dini zahiri nimetierin en büyüğü; yapbğımız kötü işlerin setredilmesi
de gizli nimetierin önde gelenidir. Yine, "zahir: açık" olanın bir örneği, gözler-
le görülen mal, makam, güzellik, ibadet ve taate muvaffakiyet gibi hususlardır.
"Batın: gizli" olana örnek ise, kişinin gönlünde duyduğu Allah'ı bilme, güzel
Kur'ın ve Hikmet l~ığında CEV~EN ~ERHi •171

ve yakini bir iman ile kuldan uzaklaşhnlan afetlerdir. (Vehbe Zuhayü, et-Tefsi-
ru'l-Münir)
Bunca nimetler karşısında "Allah'ın şükrünü yerine getirmek kimin elin-
den, kimin dilinden gelir?" diyen Sa' di-i Şi razi, bunu somut bir örnekle ispat
eder: "Alınan her nefes hay ah uzahr; verildiği zaman da vücudu ferahlahr.
Demek her nefeste iki nimet var. Her nimet için ise bir şükür gerek." (Gülistan,
s. 3)
Evet, her saniye nefes alır veririz. Alırken solukladığımız hava, carumıza
can katar. Verirken de, kaçınılmaz bir ölümden kurtuluruz. Hem atmosferi,
hem de solunum sistemimizi tam da buna elverişli biçimde yarabp hizmetimi-
zeveren Yüce Sanatkar, her an bize iki can bağışlamaktadır. Şu halde nimetine
yaraşır teşekkürü yapmak mümkün mü? O ki aynca, "Rahmetinin hesapsız
yağmuru herkese saçılmış. Nimetinin cömertlik sofrası her yere açılmış. Çirkin
bir günah yüzünden kullannın namus perdesini yırtmaz; uygunsuz bir kusur
için onlann nzık gelirini kesmez." (Gülistan, s. 4)
Onun gözüyle, yeryüzünü yemyeşil çayır ve çirnenlerle bezemeye vesile
olan seher meltemi, dünya evimizi düzenleyen bir hizrnetçidir. Bahar bulutu
bir süt anne, bitkiler de onun eliyle beslenip nazla büyütüten bebeklerdir.
Zümrüt yeşili yapraklardan dokulu elbiseler giyinmiş ağaçlar, en değerli bay-
ramlığını kuşanmış dilberlerdir. İncecik dallarm uçlanndaki çiçekler, fidan
boylularm başındaki taçlardır. Şeker kamışının özsuyu, has ve halis baldır. Çe-
kirdeği, yaradılıştan kendisi için belirlenmiş bir kemal noktası olan meyveli bir
ağaç olarıa dek adım adım ilerleten ve bu yolda kendisine gereken her şeyi te-
min edip, yolundan alıkoyan her şeyden ise sakındıran eylem, bir gencin eğiti­
minden farksızdır. Tüm bunlar da sebepsiz ve sahipsiz değildir. (Gülistan, s. 4)
Sa' di, nimet dairesini daha bir genişletir, orada yerlerini alan varlıkların
bizlere hizmet için yollara döküldüğüne dikkat çeker ve Allah'a kullukta umu-
mi ahenklerine uymayı önerir:
"Bulut, rüzgar, ay, güneş ve gök, sen eline bir lokma ekmek alasın da gaflet-
le yemeyesin diye çalışmaktalar. Senin yolunda hepsi dönerek, dolaşarak Al-
lah'ın buyruğunu yerine getirirken, sen emre uymayasın, insafa sığmaz." (s. 4)

O halde, "Kula yakışan odur ki, Allah katında kusurlannın özrünü dilesin.
Yoksa O'nun Tannlığına layık olarıı kimse yerine getiremez." (s. 3)

23/2. Ey geniş rahmet sahibi! 0 ~: ;·1)1 ~~~~~ Ç

Kur'an-ı Kerim'de de, Allah'ın rahmetinin her şeyi kapsadığı haber verilir:
"Rahrnetim her şeyi kaplamışhr; onu (daha sonra sadece) emir ve yasaklanmı-
172 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

za karşı gelmekten sakınan. zekatlanru veren ve ayetlerimize iman edenlere


nasip ederim." (7:156)

23/3. Ey tam hikmet sahibi! 0 ~QI


,
~;;. -J11~
,
Ç

Allah, sonsuz hikmet sahibidir. Her şeyi bir, hatta birçok gayeye mahıf ola-
rak yapar. Faydasız, hikmetsiz, gayesiz hiçbir şeyi yaratmamışbr. K.iinattaki
canlı ve cansız varlıklar bunun en açık delilidir.

23/4· Ey kimil kudret sahibi! O ~~~ !}:u.ill~ Ç


Allah'ın güç ve kuvvetinde bir eksiklik, bir sınır yoktur. O'nun, üstesinden
gelemeyeceği hiçbir şey bulunmaz. Varlık, ehliyet, becerebilıne, zenginlik, ka-
biliyet ve güç yetirebilıne anlamlarına gelen kudret, Allah'ın ezeli, ebedi ve bü-
tün kainata hükmü geçen bir sıfabdır. Ağzınuzdan çıkan bir kelimeyi işitmek
bakımından bir kişi ile bin kişi arasmda fark yoktur. Allah'ın kudreti karşısm­
da da bir ile bin birdir. Tür ile fert arasmda fark yokhır.

23/5· Ey kesindelll sahibi! 0 ~~Wl ~;jı6 Ç

Allah'ın gerek tekvirU (kozmolojik) kitabı olan kainat, gerekse teşrii kitabı
olan Kur'an kesin, karşı konulmaz ve çürütülmez sayısız delillerle doludur.
Tüm bu delillerle dalalet ehlinin batıl fikirlerini çürütür, tabiatta şirk ihtimaline
zerre kadar yer bırakmaz, verdiği hükümlerin haklılı~ açıkça ortaya koyar.
"De ki: Kesin delil, ancak Allah'mdır." (6:149) ayetide bu gerçeğe dikkat çeker.
Kısaca, asıl güvenilecek olan üstün ve gerçek delil, Allah'mdır; O'nun orta-
ya koyduğu, akla, ilme, irfana dayalı delildir ki, o da Allah'ın gerek vahyedilen
bilgilerde, gerekse akıl ve hasiret sahiplerine hitap eden tabiat düzeninde ser-
gilediği gerçeklerdir. Peygamberlerinin eliyle göstermiş olduğu mu'cizeler de
bu kesin, çürütülmez ve karşı konulmaz delillerdendir.
,
• tti"". • ...

23/6. Ey açık ikram sahibi! 0 ~llia.JI ~1~11~ Ç

Allah'ın canlı yarabklanna, özellikle insanlara olan ikram ve iyilikleri güneş


gibi açık ve aşikardır. Bu iyilik ve ikramı, yeryüzünde serdiği ziyafet sofrala-
rmda sunduğu maddi ve manevi nimetlerde açıkça görülmektedir. Aynca, ser-
gilenen bu engin nimet sofrasından doya doya istifade edebilmeleri için her
Kur'in vr Hlkmrt li•Oında CEVŞEN ŞERHİ • 173

caniıyı sayısız duyu ve duygularla, ihtiyaç ve iştahlada donatarak başka bir


açıdan da i.kramda bulunmuştur.
Önceki ismin, "kesin delil" diye işaret etti~ peygamber mucizelerinden he-
men sonra yer alması açısından burada geçen "keramet" kelimesi, yine birer
ilahi ikram ve iltifat olan ve inkarolara karşı bir delil teşkil eden evliya kera-
metierine de dikkat çekmekte ve tüm kerametierin Allah'ın elinde bulunduğu­
na ve O'nun tarafından yarabldığına işaret etmektedir. Yüce Allah, itikad ve
amel bakımından sa~lam, samimi olan sevdi~ kullarına, bazı ola~anüstü işler
yapmayı nasip edebilir. Hak olan evliya kerametleri açık olupinkarı mümkün
de~ldir.

23/7· Ey yüce sıfat sahibi! 0 9t;j1


, ~~ ,':.116 Ç

Yüce Allah her türlü üstün sıfata sahiptir. Kusur ve eksiklik ifade eden bü-
tün niteliklerden uzakhr. Allah'ın ne gibi sıfatiara sahip olduğunu Kur'an-ı
Kerim'in bildirmesi ve Hz. Peygamber'in açıklamasıyla öğreniyoruz. Kendili-
~izden Allah'ı bir takım sıfatlarla niteleyemeyiz. İslam dininde Allah'a ger-
çek anlamda iman, ancak Allah'ın varlı~ına, birli~e ve sıfatiarına inanmalda
elde edilir. Allah'ın bu kudsi sıfatlan yarahlrnışlann sıfatlarından ve varlıkla­
rın bütün niteliklerinden sonsuz derecede uzak ve yüksektir. Sadece Cevşe­
nü'l-Kebir'i okuyan kimse bile Yüce Allah'ın ne büyük, yüce ve mukaddes sı­
fatlara sahip olduğunu anlar ve O'na olan sevgi ve saygısı o ölçüde artar.

23/8. Ey daimi izzet sahibi! 0


-
~~~~ ~~~~ Ç

İzzet, kıymet, de~er, güç, kuvvet, şeref ve azarnet gibi anlamlara gelir. Al-
lah, izzet kelimesinin içerdi~ bu ve benzeri bütün zengin manalan her zaman
taşımakta ve izzet O'ndan bir an olsun ayn düşünülememektedir. Şu ayet-ike-
rimeler her türlü izzet, kuvvet, şan ve şeretin Allah'a ait olduğunu, O'nun ya-
kınlı~yla ve ancak O'na dayarımakla kuvvet, şan ve şeref kazanılabilece~i
açıkça ifade etmektedir:

"Müminleri bırakıp da katirieri dost edinenler, onların yanında izzet (güç


ve şeref) mi anyorlar? Bilsinler ki bütün izzet yalnızca Allah'a aittir." (4:139)
"(Resulüm!) Onların (inkaroların) sözleri seni üzmesin. Çünkü bütün izzet
(ve üstünlük) Allah'ındır. O, işitendir, bilendir." (10:65)
"Onlar: 'Andolsun, e~er Medine'ye dönersek, üstün olan, zayıf olanı oradan
mutlaka çıkaracaktır, diyorlardı.' Halbuki asıl üstünlük, ancak Allah'ın, Pey-
gamberinin ve müminlerindir. Fakat münafıklar bunu bilmezler." (63:8)
174 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

23/9· Ey sarsılmaz kuvvet sahibi! 0 3:.:; iı !~ll~ Ç


Allah'ın metin ve sarsılmaz kuvvetine hiçbir kuvvetle karşı çıkılamaz.
Hükmü ve iradesi hiçbir şekilde geri çevrilemez. O kudrete acizlik bulaşamaz.
Az-çok, küçük-büyük, parça-bütün. zerre-küre, atom-güneş vs. o kudret karşı­
sında eşittir. Her şeyi bir şey kolaylığında ve rahatça yapar, icad eder. O, kulla-
nna ibadeti ve dinine yardımı emretmesi, buna ihtiyaa olduğundan değil, ya-
radılış amaçlannı gerçekleştirmeleri, kullannın fayda, sevap ve mük.ifat elde
etmeleri içindir. Buna işaret eden bir ayet-i kerimede bu İlahi sıfat aynen geç-
mektedir:
"Şüphesiz nzık veren, sarsılmaz kuvvet sahibi olan ancak Allah'tır." (51:58)

23/to. Ey geçmiş minnet sahibi! 0 ~\!.ll


, ~J11~
, Ç

Allah'ınminneti, yani iyili~ ve buna karşı duymamız gereken şükran. her-


kesinkinden ziyade, üstün ve ileridedir. Hiç kimse, O'nun kadar bize iyilik ve
ihsanda bulunmamış ve yine hiçbir varlık O'nun kadar teşekküre layık değil­
dir.
Minnet, birisine iyilik etmek ve bu iyiliğe karşı duyulan şükran hissi de-
mektir. Her iki anlamda da, Yüce Allah geçmiş ve peşin minnet sahibidir. Nite-
kim, bizim yaptığımız ibadet ve taatler, yeni nimet ve mük.ifalann yatınmı ve
fiyatı de~l; önceden mazhar olduğumuz ve boynumuzda borç olarak duran
sayısız ilahi h1tuflann şükrüne ve Allah' a karşı gönlümüzü dolduran minnet-
tarlık duygusunun tatmininine yöneliktir. Nitekim, Allah en başta bizi yoktan
yaratmakla en büyük nimeti bahşetmiş, ardından sayısız maddi ve manevi n-
zıklarla devam ve beka h1tfetmiştir. Bediüzzaman bu gerçeği, şöyle açıklamak­
tadır:

"Ey nefis! Ubudiyet, mukaddeme-i mük.ifat-ı lahika değil, belki netice-i ni-
met-i s.ibıkadır. Evet biz ücretimizi almışız. Ona göre hizmetle ve ubudiyetle
muvazzafız. Çünkü ey nefis! Hayr-ı mahz olan vücudu sana giydiren Hhlık-ı
Zülcelal, sana iştihalı bir mide verdiğinden Rezz.ik ismiyle bütün mat'umatı
bir sofra-i nimet içinde senin önüne koymuştur. Sonra sana hassasiyetli bir ha-
yat verdiğinden, o hayat dahi bir mide gibi nzık ister. Göz, kulak gibi bütün
duygulann, eller gibidir ki; ruy-i zemin kadar geniş bir sofra-i nimeti, o elierin
önüne koymuştur. Sonra manevi çok rızık ve nimetler isteyen insaniyeti sana
verdiğinden, alem-i mülk ve melekfıt gibi geniş bir sofra-i nimet, o mide-i in-
saniyetin önüne ve aklın eli yetişecek nispette sana açmıştır. Sonra nihayetsiz
nimetleri isteyen ve hadsiz rahmetin meyveleriyle tegaddi eden ve insaniyet-i
Kur'3n vt Hlkmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 175

kübra olan İslamiyeti ve imanı sana verdiğinden, daire-i mümkinat ile beraber
Esrna-i Hüsna ve sıfat-ı mukaddesenin dairesine şamil bir sofra-i nimet ve saa-
det ve lezzet sana fethetmiştir. Sonra imanın birnuru olan muhabbeti sana ver-
mekle, gayr-ı mü tenahi bir sofra-i nimet ve saadet ve lezzet sana ihsan etmiştir.
Yani, cismaniyetin itibariyle küçük, zaif, aciz, zelil, mukayyed, mahdud bir
cüz'sün. O'nun ihsanıyla cüz'i bir cüz'den, külli bir küll-ü nurani hükmüne
geçtin. Zira hayab sana vermekle, cüz'iyetten bir nevi külliyete ve insaniyeti
vermekle hakiki külliyete ve İslamiyeti vermekle ulvi ve nurani bir külliyete ve
marifet ve muhabbeti vermekle muhit bir nura seni çıkarmış.
İşte ey nefis! Sen bu ücreti almışsın. Ubudiyet gibi lezzetli, nimetli, rahat,
hafif bir hizmetle mükellefsin. Halbuki, buna da tembellik ediyorsun. Eğer ya-
nrn yamalak yapsan da, güya eski ücretleri kafi gelmiyormuş gibi, çok büyük
şeyleri mütehakkimane istiyorsun. Ve hem 'Niçin duam kabul olmadı' diye
nazlaruyorsun. Evet, senin hakkın naz değil, niyazdır. Cenab-ı Hak, Cennet'i
ve saadet-i ebediyeyi, mahz-ı fazi ve kererniyle ihsan eder. Sen, daima rahmet
ve keremine iltica et!" (Sözler, s. 360-361)

, lll ... • -
e ~L:Jı ~ r: :a!;... !)~~' ~~~' ~' ~t ;.ıt~ ç ~~
~ ... • , ' , -: ,

"Sen her türlü noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden başka ilah


bulunmayan. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem ateşinden koru!"

-24-

24/1. Ey bütün hükmedenlerden daha hikim! 0 ~t;jı~f


',
Ç
Allah, hakimler hakimidir. Tüm hükmedenleri hükmü alhnda tutan, hepsi-
ne hükmü geçen, hepsini yöneten O'dur. Hakim, emri ve hükmü alhndakileri
adaletle yöneten ve en azından böyle yönetmesi gereken, onlan gerek kendi ta-
raf tutma meylinden, gerekse birbirlerinin haksızlıklanndan koruyan veya ko-
ruması gereken kimsedir. Buna göre, Yüce Allah, hakimierin en üstünüdür.
Çünkü, hem diğer tüm mecazi (sözde) hükümdarlardan daha iyi bir şekilde
mahlukahnı yönetip sevk ve idare etmekte, hem de hepsini her türlü zulüm ve
haksızlıktan korumaktadır.

İki ayet-i kerimede de Yüce Allah bu sıfatla nitelenmiştir:


"Nuh Rabbine hitap edip: 'Ya Rabbi, dedi, elbette boğulan oğlum da ailem-
dendi, öz evladımdı. (Halbuki ben onlan gerniye alırken Sen bana kurtulacak-
176 • Kur'In ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERHİ

lanru, müjdelemiştin). Senin vaadin elbette haktır ve Sen hikim.lerin H.i-


kim'isin!" (11:45)
"Allah hakimlerin Hakimi detil midir?" (95:8)
Bu vasıf öncekinin delili niteliğindedir. Yani o tüm adillerden daha adil ol-
masaydı, hakimiyet ve saltanah muhkem olamazdı. Mahlukab, birbirlerine
karşı haksızlık yapmaktan engelleyemezdi.
Allah, zulmü hem kendi zahna haram kılmış, hem de mahlukahnın birbir-
lerine karşı bu yola başvunnalarını yasaklamıştır. O, iyi ile kötüyü birbirinden
ayınr ve her birine layık olduğu şekilde muamele eder, hak ettiti karşılığı ve-
rir. Her hak sahibinin hakkını eksiksiz teslim eder. Ne kadar adil olursa olsun,
başka varlıklarm bilerek veya bilmeyerek haksızlık yapmasından korkulur.
Ancak, Yüce Allah'ın böyle bir şey yapacağından asla endişe edilmez.

24/2. Ey bütün adillerden daha adll! 0 ~.,)~1


,, .:J~I Ç
Allah mutlak adildir. Her işi denge, ölçü ve adaletledir. Gerek küçük alem
olan insan, gerekse büyük insan olan kainat alemindeki şu görünen uyum,
ahenk, ölçü ve denge hep sanatkarlan olan Yüce Allah'ın adaletinin eseridir.
O, her varlığa, özellikle her canlıya hakkını verir; her nesneye layık olanı yetiş­
tirir. Fiziki alemindeki bu adaletinden başka hukuk alanında da mutlak adalet
sahibi O'dur. Bütün hüküm ve kanunlan adilane ve hakkaniyet üzeredir. Bu
dünyada haksıziara zaman zaman vurduğu te' dip silleleri, O'nun ileride başka
bir alemde tam tecelli edecek mutlak adaletinin delil ve işaretleridir. Diğer bü-
tün adil diye bildiklerimiz, bu vasıflanru O'nun adil hüküm ve kanunianna
uygun davrandıklan ölçüde kazanırlar. Bu açıdan bakıldığında İlahi adalet
mukayese ve muvazeneye gelmeyecek kadar ince, hassas, büyük ve kapsamlı­
dır.

24/3· Ey bütün dotrulardan daha dolnı! 0 ~.,)L!.JI Ji;.,l Ç


',
Bizzat Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle, "Allah'tan daha doğru sözlü kim olabi-
lir ki?" (4:87-122) Yani, sözünde, verditi haberde, vaat ve tehdidinde Yüce Al-
lah'tan daha sadık ve doğru hiçbir kimse yoktur, tek ilah O'dur, başka bir rab
olamaz ki, O'nun sözünü tutmasına engel olsun ve O'nu yalana çıkarsın. öte
yandan, O'nun verdiği bir bilgi bütün kiinab kuşatan ilminden kaynaklan-
maktadır. Dolayısıyla realiteye tamamen uygundur. Sözün doğru olmaması,
bazen unutmak veya yanılmaktan da ileri gelebilir. Bu ise Allah için söz konu-
su değildir. Bu husus, "Benim Rabb'im hata da etmez, unutmaz da." (20:52)
ayetiyle vurgulanmışbr.
Kur'in ve Hikmet 1\ıfpnda CEVŞEN ŞERHi • 177

Allah'tan daha doğru sözlü kimsenin bulunamay~cağıru belirten her iki


ayet-i kerimenin de özellikle öldükten sonra diriliş ve Ilahi adalet bağlamında
yer alması anlamlıdır.

24/4· Ey varlıp açık olaniann hepsinden daha açık olan!

Allah'ın varlığının apaçık ortada, hatta birer sanat eseri olan varlıklarınkin­
den çok daha açık olduğu gerçeğini daha önce Bedi ismini izah ederken açık­
lamıştık. Tüm varlıklan yokluk karanlığından çıkanp gözlere gösteren, hepsini
ayakta tutup türlü türlü rızıklarla varlık ve bekalanru sürdüren Yüce Allah bü-
tün varlıklardan dahaçık olmaz mı? Ataullah İskenderi, bu gerçeği iki vecize-
siyle dile getirmiştir. İlgili veeizeleri açıklamalanrnızla birlikte kaydedelim:
"Kiinat tümüyle, özünde karanlıkhr. Onu ancak Hakk'ın tecellisi aydınlat­
mıştır. Varlıklangörüp de, ya içinde, ya yanında, ya öncesinde veya sonrasın­
da O'nu görmeyen kişi, nurları görmekten yoksun kalmış, fani eserlerin bulu-
tuyla marifetullah güneşlerinden perdelenmiştir."
Şu gördüğümüz alem baştan başa yokluk karanlığına gömülüydü. Onu
apaydınlık varlık sahasına çıkaran Cenab-ı Hakk'm isim ve sıfatlannın tecelli-
leridir. Şu görünen alem, görünmeyen manevi ilemler üzerinde bir tül perde
gibi gerilmiştir. Eğer, dış görünüşüne takılıp kalınırsa, Yüce Sanatkirının on-
da her an içten içe işleyen icraat ve faaliyetleri fark edilemez, dolayısıyla Sa-
natkir'ına bakan ince hikmetleri anlaşılamaz. Bir imtihan diyan olduğu, ahiret
alemleriyle bir bütün oluşturduğu, onunla ancak anlam kazandığı bilinemez.
Manası anlaşılamayan, niçin yazıldığı kestirilemeyen meçhul ve "karanlık" bir
kitap olarak görünür. Kısacası, gaflet gözüyle kapkaranlık bir görüntü arz
eder. Dolayısıyla bir tül perde gibi öteleri göstermesi gereken, bir resim ve mi-
mari eser gibi sanatkannın maharetini yansıtan bir kitap gibi mesaj yüklü ma-
nalar içeren bu alem, ancak Cenab-ı Hakk narnma bakılırsa aydınlanır. Bu şe­
kilde bir İlahi sanat galerisi olan aleme bakmayan, onda Hakk'm zuhur ve te-
cellisini görmeyen veya vicdan ve gönlünün sesi ve fıtrabnın pusulasıyla ön-
ceden Allah'ı taruyıp alemi o iman gözlüğüyle seyretmeyen; ya da alemi gör-
dükten sonra dumandan hareketle ateşi ilmen ve delil yoluyla bulmak ve taru-
mak gibi aklıyla Allah'a doğru yol almayan bir kimse İlahi nuriann güneşleri
andıran ihtişammdan yoksun kalır. Marifetullah güneşlerinin aydınlığından,
aslında O'nun sanat eserleri olan kiinat bulutlanyla gözleri perdelenir.
"Yanında varlığı bile söz konusu olmayan bu alemin O'na karşı sana perde
olması, sana olan kahrının işaretidir."

Bizzat resmin ressamırıı, mimari eserin mimannı perdelemesi, bunlara takı­


lıp kalmarak şaru ve şöhreti dünyayı sarmış sanatkarlannın unutulması, hatta
178 • Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHJ

inkar edilmeye kalkışılması ne büyük talihsizliktir! Oysa, ne kadar mükemmel


olur~ ols_un bir sanat eserinin kendi sanatkanyla kıyaslandığında bir değeri
olabilır mı? Varlığı mutlak olan, her şeyin varlığını borçlu olduğu, her baharda
yeryüzü sergisinde yüz binlerce hayvan ve bitki türlerini çok kısa bir zaman
zarfında sanat ve özenle yarabp dikkat ve ibret gözlerimize sunan Yüce Sanat-
kar' ı görmemenin ve O'nu unutmanın bahanesi bulunabilir mi? Hakikatte var-
lığının yanında varlıklan söz konusu bile olmaması gereken, nurunun ihtişamı
karşısında gözlerden kaybolup gitmesi, adının bile anılmaması icap eden fani
varlıklarm O'na karşı gözlerimize perde olması nasipsizlikten başka ne ile izah
edilebilir? Gafillerin kendi elleri ve kötü tercihleriyle sebebiyet verdikleri bu
nasipsizlik Cenab-ı Hakk'ın kahr ve gazabının işaretidir. Korkup titremeli, ger-
çekler gerçeği bir an evvel görülüp kabul edilmelidir.

0~~lkıı~IÇ
,,
24/5· Ey bütün temiz olanlardan daha temiz olan!

Yüce Allah, zat, sıfat ve fiilieriyle mutlak derecede pak, temiz ve münezzeh-
tir. Hiçbir kir, kusur ve leke O'na bulaşamaz. Bütün maddi ve manevi temiz-
likler hep O'nun irade ve emriyle gerçekleşmektedir. Karalan ve denizleri, at-
mosferi ve gökleriyle tüm evreni milyarlarca yıldan beri, tüm kirletici etkeniere
rağmen temiz ve pınl pınl tutan, insaniann kirli ve bulaşık eli kanşmamak şar­
byla hiçbir şeyde hiçbir kirillik ve bulaşıklığa yer bırakmayan O'dur. Ne mut-
lu, samimi bir tevbeyle manevi kirlerinden, günde beş defa bir nehirde yıkarur
gibi abdestiyle maddi kirlerinden temizlenen, namazıyla da O'nun huzuruna
çıkmaya liyakat kazanan içiyle dışıyla temiz kullanna!

24/6. Ey yarabcılık mertebelerinin en güzelinde olan!

Halk kelimesinin Türkçe çevirisi olan "yaratmak" birkaç manaya delalet


eder:
a) Doğru takdir,
b) Aslı, mayası olmaksızın bir şeyi var edip ortaya çıkartmak, (Yerin ve gök-
lerin yaratılması, insanın nutfe ve yumurtadan oluşması gibi),
c) Bir şeyi diğer bir şeyden icat etmek (insanlann ilk insanAdem (a.s.)'dan
yarahiması gibi).

İkinci manadaki "halk" yani yaratma, sadece Allah'a mahsustur. Birinci ve


üçüncü manalardaki "halk" ise, hem Allah, hem de insanlardan icat etme ye-
Kur'in ve Hikmet l~ı4ında CEVŞEN ŞERHI •179

teneğini ortaya koyanlar hakkında kullanılır. Şüphesiz ki Cenab-ı Hak, "ya-


ratma"nın her üç yönüyle de en güzel yaratandır.
"Sonra nutfeyi alaka yaptık. Peşinden, alakayı, bir parça et haline soktuk;
bu bir lokmacık eti kemiklere çevirdik; bu kemikleri etle kapadık. Sonra onu
başka bir yaratışta insan yaptık. Yapıp yarataniann en güzeli olan Allah pek
yücedir." (23:14)
Ayetin verdiği mesaj şöyledir:
Sonra bu nutfeyi, yani akan suyu, pıhtıya benzer donuk bir kan hiline ge-
tirdik. Sonra bu donuk kanı da şekilsiz ve azalan belirsiz bir et parçası haline
getirdik. Sonra bu et parçasını, bedeni dik tutsun diye sert kemik haline getir-
dik. Bu kemikleri de etle örttük ve onu kemiklere bir elbise gibi giydirdik. Bu
aşamalardan geçtikten sonra ona ruh üfledik ve en güzel biçimde bambaşka
yeni bir varlık olarak meydana getirdik. Fahreddin Razi şöyle der: Onu önceki
varlığından farklı bir varlık haJ..ine getirdik. Zira, daha önce cansız iken canlı
oldu, dilsiz iken konuşur hale geldi, sağırken duyar oldu, kör iken görmeye
başladı. Azalanndan her biri son derece güzel ve hikmetli bir şekilde yerli yeri-
ne kondu. Ondaki bu güzellikleri kimse anlatamaz. Yaratıcıların en güzeli olan
Allah, kudretinde ve hikmetinde yücedir.
Yarahalann en güzeli olan Allah ne mübarektir. Evet, bu insanı yaratan Al-
lah ne kadar da yücedir. Bereketler, hayırlar, nimetler hep o yüce Allah'tan ve
noksanlıklardan münezzeh Yaratıcı'dan gelir. O, övgüye, tazime ve ibadete la-
yıktır. O'ndan başka tanrı, O'ndan başka tapınılacak bir Zat yoktur.

24/7. Ey bütün hesaba çekenlerden daha süratlı hesap gören!

Bir ayet-i kerimede de Yüce Allah bu sıfatla nitelenmiştir: "Nihayet sizden


birine ölüm vakti geldiğinde elçilerimiz hiç geciktirmeksizin ve hiçbir işi ak-
satmaksızın onun ruhunu alırlar. Sonra onlar gerçek efendileri, Mevlalan olan
Allah'a götürülüp teslim edilirler. İyi bilin ki bütün hüküm yetkisi O'nundur
ve O, hesaba çekenlerin en süratlisidir." (6:61-62)
O, hesap görenlerin en süratlisidir. Herkesi en az bir vakitte ve en süratli bir
şekilde hesaba çeker. Hiçbir şey O'nu meşgul etmez. Birisinin hesabını görmesi
ötekinin hesabını görmesine engel değildir.

24/8. Ey bütün işitenlerden daha iyi işiten! 0 ~t..:.JI 1.-


,~
~~ ~

Allah her şeyi işitir. Allah'ın işitmesinde uzaklık, yakınlık, gizlilik, açıklık
farketmez. O, en gizli hsılhlan ve dilden dökülen yalvanşları duyar. Mazlum-
180 • Kur'Jn vt Hikmtt IJıOında CEVŞEN ŞERHİ

lann, darda kalmışlann, yakaraniann niyazianna cevap verir. Ezelden ebede


kadar Ke~d~sine yöneltilmiş ne kadar övgüler, şükürler, dualar varsa hepsini
duy_ar,_ mükafatl~.d~. Allah için bir şeyi işitmek diğer bir şeyi işitıneye engel
değildir. Her şeyı ışıtemeyen zaten Hak Ma'bud olamaz. O yaratıklannın sesi-
ni işitecek ki, çağırdıklarmda yardımianna koşsun ve her türlü ihtiyaçlannı
karşılasın. Güzel sesleri yarabnakla kalmayıp bunlan duyurmak için sayısız
canlılara, işitme duyusu ve yeteneğini veren Allah'ın böyle kamil bir özellikten
yoksun olması düşünülemez.
E~er biz canlı varlıklarda bu kadarcık olsun işitme sıfatı bulunmasaydı VE'
Allah Teala Kendi kemal sıfabru bize sezdirmek için, bizde bu sıfabn izlerini, ni-
şarılanru yaratmış olmasaydı, bu İlahi sıfat bize kapalı ve bizce bilinmez kalırdı.

'.. '~'-iı ,,ac


0 ~.r--ı r.r· -
24/9. Ey bütün ikram edenlerden daha iyi i.kram edeni

Kerem, karşılıksız vermektir. iyiliği, maddi veya manevi hiçbir milifat


beklemeden yapmakhr. Verip de, verdiğinin karşılığını isteyen. kerim değildir.
Karşılı~, ayn (maddi bir şey) olması gerekmez. ÖVgü, kınanmaktan korunma
vs. gibi şeylerin tümü de karşılıktır. Kerim olan, gereken iyiliği yaparken bun-
lann hiçbirini düşünmez.
Aıimler, Cenab-ı Hakk'ın "Ekrem= En Kerim" olmasının sebebi konusunda
şunlan zikrebnişlerdir:

a) Nice kerim kimse vardır ki, suç esnasında sabır gösterir, tahammül göste-
rir, ama onun ihsan ve keremi, suç işlenmezden önceki tarz üzere devam et-
mez. Halbuki Allah Teala, suç işlendikten sonra da, ilisanını devam ettirdiği
için, "Ekrem" dir.
b) O nasıl "Ekrem = En Kerim" olmasın ki, her kerim kimse, keremi ile,
medh veya mükafaat gibi ya bir menfaat elde eder veya bir zaran savuşturur.
Ama, O, yaptığını sırf kereminden dolayı yapmaktadır.
c) Ekrem olan, O' dur; zira, her kerem ve ilisanın asıl kaynağı ve sebebi ger-
çekte O' dur.
d) O'nun keremi, tam gerektiği kadardır ve eksiklikten münezzehtir.

0~~~~~~1Ç
',
24/to. Ey bütün merhamet edenlerden daha merhametli olan!

Kur'an'da dört büyük Peygamber'in dilinden Yüce Allah'a bu sıfatla dua


edilmesi ve dualannın kabul olması, dualann süratle kabulü konusunda bu is-
min ne büyük bir şefaatçi olduğunu açıkça göstermektedir:
Kur'.lln ve Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 181

"Musa: 'Ya Rabbi, beni ve kardeşimi affet. Rahmetine bizi de dahil et; çün-
kü merhamet edenlerin en merhametiisi Sensin Sen!'" (7:151)
"Yakub dedi ki: 'Daha önce onun kardeşini size inanıp güvendiğirn gibi
bunu da size inarup emanet edeyim, öyle mi? Ben size de~ sadece Allah'a ıs­
marlanm. Çünkü en iyi koruyan Allah' br ve O, merhametlllerin en merhamet-
lisidir' ." (12:64)
"Yusuf (kardeşlerine) şöyle cevap verdi: 'Bugün sizi kınayacak, serzenişte
bulunacak değilim! Ben hakkımı helal ettim, Allah da sizi affetsin. Çünkü mer-
hamet edenlerin en merhametiisi O'dur." (12:92)
"Eyy(ıb'u da an. Hani o: 'Ya Rabbi, bu dert bana iyice dokundu. Sen mer-
hametlllerin en merhametli olanısm' diye niyaz etmiş, Biz de onun duasını ka-
bul huyurup kahmizdan bir lfıtuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, has-
talığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlanru bir misliyle beraber vermiştik."
(21:83-84)

24/tı. Ey bütün şefaatçilerden daha iyi şefaat eden


ve şefaatleri kabul eden!

O en büyük şefaatçidir. Zira günahiann affıru ister. Bağışlamak için yardım­


a olur. Adaletine karşı lfıtuf ve keremiyle kullanru himaye eder. Kullannın
dualanru kabul etmek için adeta vesileler yarahr. Dilediği kullanna günahkar-
lar lehine, Kendi nezdinde bağışlama talebinde bulunma yetkisi verir. O'nun
izni olmadan hiç kimse kimseye şefaat edemez. Tüm şefaat yetki ve iznini elin-
de bulunduran O'dur. Tüm bu noktalar düşünüldüğünde O'nun bu vasfa ne
derece layık olduğu daha iyi anlaşılır.

"Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok
ki bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar."

-25-

asfl. Ey gökleri yoktan yaratan! O~~~~ Ci~ Ç

Bedi', ibda' eden manasmdadır. İbda' ise, "daha önceki bir örneğe uymak-
sızınbir şeyi yapmak" demektir. Buna göre, Bed i', "yoktan, benzersiz, örneksiz
182 • Kur·~n vt Hlkmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

ve modelsiz icat eden" anlamına geliyor. Bu isim Kur'an-ı Kerim'de iki ayette
"Göklerin ve yerin örneksiz olarak yarahcısı" anlamında "Bedi'u's-semavati
ve'l-ard" şeklinde ve sadece Allah hakkında kullanılmışhr. (2:117; 6:101)
~ah, gökleri bütün cisimleriyle yoktan ve örneksiz olarak meydana geti-
rendir.
Bediüzzaman, göklerin, ayetlerde de belirtilen bu eşsiz yaratılışına ve bu-
nun O Yüce Sanatkar'ın varlık ve birliğine delaletine ilişkin olarak şu güzel bil-
gilere yer vermektedir:
"Ya İlahi ve ya Rabbi! Ben imanın gözüyle ve Kur'an'ın talimiyle ve nuruy-
la ve Resul-i Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın dersiyle ve İsm-i Hakim'in gös-
termesiyle görüyorum ki: Semavatta hiçbir deveran ve hareket yoktur ki; böyle
intizamıyla Senin mevcudiyetine işaret ve delalet etmesin. Ve hiçbir ecram-ı
semaviye yoktur ki; sükutuyla gürültüsüz vazife görerek direksiz dunnalany-
la, Senin rububiyetine ve vahdetine şehadeti ve işareti olmasın. Ve hiçbir yıldız
yoktur ki; mevzun hilkahyla, muntazam vaziyetiyle ve nurani tebessümüyle
ve bütün yıldızlara mümaselet ve müşabehet sikkesiyle Senin haşmet-i ulum-
yetine ve vahdaniyetine işaret ve şehadette bulunmasın. Ve on iki seyyareden
hiçbir seyyare yıldız yoktur ki; hikmetli hareketiyle ve itaatli musahhariyetiyle
ve intizamh vazifesiyle ve ehemmiyetli peykleriyle Senin vücub-u vücuduna
şehadet ve saltanat-ı uluhiyetine işaret etmesin!

Evet gökler; sekeneleriyle, her biri tek başına şehadet ettikleri gibi, heyet-i
mecmuasıyla derece-i bedahette, -ey zemin ve gökleri yaratan yarahcı!- Senin
vücub-u vücuduna öyle zahir şehadet.. -ve ey zerratı, muntazam mürekkeba-
hyla tedbirini gören ve idare eden ve bu seyyare yıldızlan manzum peykleriy-
le döndüren, emrine itaat ettiren!- Senin vahdetine ve birli~ine öyle kuvvetli
şehadet ederler ki, göğün yüzünde bulunan yıldızlar sayısınca nurani bürhan-
lar ve parlak deliller o şehadeti tasdik ederler. Hem bu safi, temiz, güzel gök-
ler; fevkalade büyük ve fevkalade süratli ecramıyla muntazam bir ordu ve
elektrik lambalanyla süslenmiş bir saltanat donanması vaziyetini göstermek
cihetiyle, Senin rububiyetinin haşmetine ve her şeyi icad eden kudretinin aza-
metine zahir delalet.. ve hadsiz semavah ihata eden hakimiyetinin ve her bir
zihayah kucağına alan rahmetinin hadsiz genişliklerine kuvvetli işaret.. ve bü-
tün mahlukat-ı semaviyenin bütün işlerine ve keyfiyetierine taalluk eden ve
avucuna alan, tanzim eden ilminin her şeye iliatasına ve hikmetinin her işe şü­
mulüne şüphesiz şehadet ederler. Ve o şehadet ve delalet o kadar zahirdir ki;
güya yıldızlar, şahid olan göklerin şehadet kelimeleri ve tecessüm etmiş nurani
delilleridirler. Hem semavat meydanında, denizinde, fezasındaki yıldızlar ise;
muti' neferler, muntazam sefineler, harika tayyareler, acaip lambalar gibi vazi-
yetiyle, Senin saltanat-ı uluhiyetinin şaşaasını gösteriyorlar. Ve o ordunun ef-
radından bir yıldız olan güneşimizin seyyarelerinde ve zeminimizdeki vazife-
Kur'in v~ H ik m et l~ıOında C E V~ E N ~ER H İ • 183

lerinin delalet ve ihtanyla, güneşin sair arkadaşlan olan yıldıziann bir kısmı
ahiret ilemlerine bakarlar ve vazifesiz de~iller; belki baki olan alemierin gü-
neşleridirler.
Ey Vacib-ül Vücud! Ey Varud-i Ehad! Bu harika yıldızlar, bu acip gün~şler,
aylar; Senin mülkünde, Senin semavatında, Senin emrin ile ve kuvvetin ve
kudretin ile ve Senin idare ve tedbirin ile teshir ve tanzim ve tavzif edilmişler­
dir. Bütün o ecram-ı ulviye, kendilerini yaratan ve döndüren ve idare eden bir
tek Halık' a tesbih ederler, tekbir ederler, Iisan-ı hal ile "Sübhanallah, Allahü
Ekber" derler. Ben dahi onlann bütün tesbihatıyla Seni takdis ederim." (Münd-
cat Risalesi: s. 7-11)
rl ,
25/2. Ey karanlıklan meydana getiren! 0 ~Wlall ~l;,.. Ç

Allah'ın karanlıklan meydana getirici olması, aynı zamanda aydınlığı mey-


dana getirici olmasını ifade ediyor. Buna Arapça'da iktifa sanatı denilir ki, iki
zıttan birini belirtip diğerini de kast etmek demektir. Bir ayet-i kerimede de
Cenab-ı Hakk'ın bu niteliğine şöyle yer verilir:

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıklan ve aydınlığı var eden Allah'ın


hakkıdır. Bir de kafirler kalkmışlar, bir takım putlan Rab'lerine eşit sayıyor­
lar!" (6:1)
Ayette karanlıklar ço~l, aydınlık (nur) tekil olarak gelmiştir. Çünkü karan-
lı~ sebepleri çoktur. Nur ise kaynakları birden çok olsa bile tektir. Karanlık­
Iann nurdan önce söz konusu edilmesi ise varlık itibariyle onlann daha önce-
den var olması dolayısıyladır. Çünkü önce kainatın karanlık maddesi var edil-
di.
Allah'ın karanlıklan yaratması, nurun değerinin daha iyi anlaşılması ve
isimlerinin nurlu tecellilerine ayna yapması hikmetine binaendir.

25/3· Ey gizlilikleri bilen! 0 ~ 1~ ~:JI~l$. Ç


Gizlilikleri bilenden, açık olan şeyler gizli kalamaz. Aslında, açıklık ve gizli-
lik, gayp ve şehadet biz kullar içindir. Yüce Allah için ise, ikisi arasmda fark
yoktur. Her ikisini de aynı derecede bilir ve görür. Allah'ın gizlilikleri de bil-
diti şu ayet-i kerimelerde açıkça belirtilmiştir: "Görünmeyeni de, görüneni de,
olmuşu da olaca~ da O bilir. Hakim ve Habir, tam hüküm ve hikmet sahibi ve
her şeyden hakkıyle haberdardır." (6:73); "Bundan böyle de, yapaca~ınız her
şeyi Allah da, Resiilü de görüp değerlendirecek, daha sonra da, gizli olsun açık
olsun, her şeyi bilen Allah'ın huzuruna götürüleceksiniz. O da bütün yaptıkla­
nnızı bir bir önünüze serecektir." (9:94); "Gayp ve şehadet alemini de, görün-
184 • Kur'in vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHf

meyen ve görünen alemi de bilen, büyük ve yüce olan O'dur." (13:9); "Görün-
meyen ve görünen, gizli ve aşikar her şeyi bilen Allah, oruann iddia ettiideri
şerikJeri olmaktan yücedir." (23:92); "İşte gaybı ve şehadeti, görünmeyen ve
görünen ilemJeri bilen, mutlak gaJebe, kudret ve rahmet sahibi O'dur." (32:6)
Bu isimde, özellilde insano~lunun içinde, kalp ve kafasında gizlediklerinin
Allah tarahndan bilindi~e işaret edilmiş, dolayısıyla herkesin ona göre dav-
ranıp aya~ denk alınası istenmiştir.

25/4· Ey için için üzülenlere acıyan! 0 ~ı;.:iı~I.J


, , Ç

Bu isimde geçen "aberat" kelimesi, göz yaşlan anlamına gelir. Göz yaşlan
genellilde üzüntü ve gönül kınklı~ işaretidir. Buna göre, Yüce ABah, gözü
yaşlı, yüre~i yanıkolanlara merhamet edendir. Bu ismi yürekten anan, günah
derdinden ve musibetlerin baskısından ba~n yaruk bir kimse, O'nun merha-
met nazanru kendine celbetmek ister. Gözyaşlanru onun merhamet dergilun-
da bir şefaatçi yapar.

25/5· Ey utanılacak şeyleri örten! 0 ":"I.Jyjl ~t.:::, Ç


Bu isimde geçen "averat kelınesi, "avret"in ço~ludur. Avret ise, eksik, ge-
dik, gizlenmesi lazım gelen şey demektir. Erkek ve kadında vücudun dinen ör-
tülınesi gereken kısımlan da bu kapsama girer. Yüce ABah, açığa çıkmasından,
görünmesinden rahatsız oldu~muz çirkin yönlerimizi, hata ve kusurlanmızı
örten, bin bir türlü hikmet ve faydayı içeren tesettürü emredendir. Bu ismi yü-
rekten anan mümin, dünyada ve ahirette sayısız hata ve kusurlannın, ayıp ve
noksanJanrun örtülınesini O'ndan dilemiş olmaktadır.

25/6. Ey belaları kaldıran! 0 ~\~(il


, , ~lb
, Ç

Beliyyat, beliyye kelimesinin ço~ludur. Felaketler, gamlar, kederler, prob-


lemler, musibetler, afetler ve tasalar anlamına gelir. Buna göre, Yüce ABah,
tüm bela, musibet, şer zarar vs.'yi kaJdınp gideren ve kulu tüm bu gibi husus-
lardan kurtarıp ferahJatan ve kula nefes aJdırandır.

25/7· Ey ölüleri dirilten! 0 ~ı;'iı


, ~
, Ç

Yüce Allah. Kur'in'da iki yerde Kendini bu isimle nitelemektedir. "İşte bak,
ABah'ın rahmetinin eserlerine, ölmüş toprağa nasıl hayat veriyor! İşte bunları
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHi • 185

yapan kim ise, ölüleri de O diriltecektir. O, her ~y_e hakkıyla ~adirdir." _(30:50);
"O'nun kudretinin ve hikmetinin delillerinden bın de şudur ki: Sen yen boynu
bükük, kupkuru görürsün. Fakat, Biz üzerine su indirince harekete geçip kaba-
nr. İşte bu yere kim hayat veriyorsa ölüleri de O diriltecektir. Çünkü O, her şe­
ye kadirdir." (41:39) Cenab-ı Hak, cansız maddelerden sayısız canhlan yarat-
makta ve kışın ölmüş, kurumuş yeryüzünü her bahar sınırsız hayat sahipleriy-
le diriltmektedir. Her sene sayısız örneklerini sergilediği gibi Büyük Diriliş'te
de, tüm ölüleri yeniden ihya edip hesap için huzurunda toplayacakhr. Aynca,
Yüce Allah taş gibi kab, kuru toprak gibi cansız kalpleri iman ve takva ile ye-
niden diriltendir. Bir münacat ikliminde O'nun bu vasfıru habrlayıp, manevi
diriliş bahşetmesi için şefaatçi yapmak ne kadar da anlamlıdır!

25/8. Ey sevapiarı kat kat yazant 0 ~ı:"' ;.lı· '4~W, Ç

Yüce Allah'ın, "hasenat" olarak adlandınlan sevap ve iyilikleri kat kat arb-
rıcı niteliğine bir ayet-i kerimede şöyle dikkat çekilir: "Şu kesindir ki Allah,
kullanna zerre kadar bile zulmetmez. Ama kulun zerre kadar bir iyiliği bile ol-
sa, onu kat kat arbrır ve aynca Kendi tarafından büyük bir mük.lfat verir."
(4:40) Ayette, Allah'ın kimseye zulmetmeyeceği, O'nun katında kimsenin hak-
kının zayi olmayaca~ ve zerre miktan da olsa arnelinin hesap edileceği, bu
arnel hayır arneli ise on katından iki yüze kadar katlanaca~ ve ona büyük bir
ecir verileceği vurgulanıyor. Allah Teala kulun yapb~ iyiliği değerinden fazla-
sıyla, ecrini katiayarak mükafatlandırmaktadır; iyilik ve ibadet, kulun elinden
gelendir, mük.ifah ise Allah vermekte ve şaruna layık bir keyfiyel ve kemiyette
ihsan buyurmaktadır.

25/9· Ey bereketleri indiren! 0 ~tb


, )ı ..:J~
, Ç

"Berekat", "bereket"in ço~lu olup, bolluk, çokluk, feyiz, lutuf, ihsan, uğur
ve saadetler anlamına gelir. Allah, dilediği kullarının üzerine bu güzellikleri
sağanak sağanak yağdınr ve onu bereketlere boğar. Bu gibi manevi bereketleri
göremeyenler, O'nun maddi rızıklanmızın katianmasına vesile olan ve serapa
rahmet ve bereket olan yağmurun yeryüzünde ne gibi imkan, zenginlik ve sa-
adetlere vesile olduğunu görmeli ve onu indirene gönül dolusu şükretmelidir­
ler.

25/10. Ey cezalan şiddetli olan! 0 ~ı:


,
i~ ll ~..W, Ç
ı

O, bazı kimseleri kötü fiil ve eylemlerinden dolayı şiddetle cezalandırandır.


Söz konusu fiillerden zarar gören suçsuz kullannın hakkını ve öcünü şiddetli
186 • Kur'In v~ Hlkm~t l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI

bir şekilde alandır. Küfür, isyan ve zulüm ehli kimseleri şiddetle cezalandıra­
rak, yaphklannı yanlanna kar bırakmayandır. Aksi halde canavara taviz ve
aoma, o canavann pençesi alhnda ezilip parçalanan masuma gaddarlık ve zu-
lüm anlamına gelirdi.

"Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok
ki bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar."

-26-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

26/ı. Ey her varlıja münasip şekil giydiren Musavvir! 0 ~~ \;


Musavvir, tasvir eden, her şeye bir suret, şekil ve hususiyet veren anlamın­
dadır. Bu şekil, suret ve özellik maddi olabileceği gibi manevidir de. "Size su-
ret verip de suretierinizi güzel yapan, sizi temiz şeylerle rızıklandıran Al-
lah'tır." (40:67) ayeti buna işaret eder.

Evrendeki bunca varlığa ve yeryüzündeki milyonlarca canlıya, birbiriyle


büyük ölçüde benzeşen, ancak dikkatle incelendikleri takdirde, ince farklılıklar
gösteren çeşitli maddi ve manevi suretler, şekil ve özellikler verilmesi bu ismin
eseridir.
Mesela insanlar içerisinde, tamamıyla birbirine benzeyen iki fert yoktur.
Birçok yönleri birbirine benzese bile, mutlaka benzemeyen taraflan bulunur.
İnsanlarm yüzlerindeki organlar hep birbirinin aynı olduğu halde, hpahp aynı
iki insan görülmez. Bundan daha garibi, parmak uçlanndaki çizgilerdir. Bu
çizgiler, insaniann sayısı kadar değişiklik gösteriyor ve hiçbiri ötekine uymu-
yor. Şu halde insanın hiç taklit edilemeyecek gerçek imzası, bashğı parmaklar-
dır. Bu mübarek isim gereğince varlıklar birbirinden ayn şekiller giymiştir.
Bunlar Yüce Allah'ın ne büyük rahmet ve hikmetidir! Eşyayı birbirinden ayı­
ran özellikler olmasaydı, hayvanlar ve insanlar kendi aralannda birbirinden
seçilemeseydi ne karışıklıklar ve kötü sonuçlar doğardı!
Allah bir ayet-i kerimede Zat'ını "el-Musavvir" olarak nitelendirdiği gibi
(59:24.), tasvir fiilinde bulunduğunu da değişik vesilelerle dile getirmektedir:
K ur • i n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 187

"Andolsun sizi yarattık, sonra size şekil verdik ... " (7:11); "Ey~~! ~sanı
bol Rabbine karşı seni aldatan nedir? O Allah ki seni yaratb, senı duzgun ve
dengeli kılıp, ölçülü bir biçim verdi. Seni istediğ~ herhangi .~~. şekil~e, parça-
lardan oluşturdu." (82:6-8); "Yeri sizin için yerleşım alanı, goğü de bır bına kı­
lan, size şekil verip de şeklinizi güzel yapan ve sizi temiz besinlerle nzıklandı~
ran Allah'br. İşte sizin Rabbiniz olan Allah budur." (40:64); "Gökleri ve yen
yerli yerince yarath. Sizi şekillendirdi ve şekillerinizi de güzel yaph. Dönüş an-
cak O'nadır." (64:3); "Şüphesiz ki ne yerde ne de gökte hiçbir şey Allah'a gizli
kalmaz. Rahirnlerde sizi dilediği gibi şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah
yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahibidir." (3:5-6.)
Başka bir ayet-i kerimede, bu farklı şekillendinne ve tasvir edicilik vasfını
sadece hayvan ve insanlarla sınırlı tutmayarak diğer varlıklara da teşmil et-
mektedir:
"0, gökten su indirendir. İşte Biz her çeşit bitkiyi onunla bitirdik. O bitki-
den de kendisinde üstüste binmiş taneler bilireceğimiz bir yeşilli.k; hurmanın
tomurcuğundan sarkan salkımlar, üzüm bağları; bir kısmı birbirine benzeyen,
bir kısmı da benzemeyen zeytin ve nar bahçeleri meydana getirdik. Meyve ve-
rirken ve olgunlaştığı zaman her birinin meyvesine bakın! Kuşkusuz bütün
bunlarda inanan bir toplum için ibretler vardır." (6:99)
Yüce Allah, tasvir edici, süsleyip bezeyici ve renklendirici icraatma
Kur'an'da başka örneklerle de işaret eder: "Allah'm gökten bir su indirdiğini
görmedin mi ki, onunla rengarenk meyveler çıkardık Dağlarda da beyazlı, kır­
mızılı, siyahlı, muhtelif renklerde damarlar yarattık. İnsanlardan, yerde yürü-
yen canlılardan ve ehli hayvanlardan da renkleri böylece çeşit çeşit olanlar
vardır. Kullan içinden ancak alimler Allah'tan korkar. Şüphesiz ki Allah'ın
kudreti her şeye galiptir ve O çok bağışlayıcıdır." (35:27-28)
Bu ayet-i kerimelere göre o Yüce Sanatkar, basit bir topraktan, basit bir su-
yu vesile ederek türlü türlü renkte bulunan bitki ve ağaçları, onlardan da yine
tatlan, renkleri, şekilleri, hususiyet ve faydalan sayılamayacak kadar tür ve çe-
şitteki meyveleri yaratmaktadır. Öte yandan, yeryüzünün topraklarını, dağ ve
cevherlerini de çok çeşitli renk ve özellikle yaratmışhr. Sayısız madenler hep
O'nun kudretinin ürünüdür. İnsanları, yerde yürüyen irili ufaklı canlıları ve
deve, koyun, keçi, sığır gibi ehli hayvanlan da türlü türlü renk ve çeşitte halk
etmiş ve etmektedir. İşte bütün bu gerçekler düşünüldüğünde Allah'ın tasvir,
süsleme ve renklerle bezemeye ne büyük önem verdiğini ve vasfının ne kadar
geniş bir dairede hüküm sürdüğünü ve tecellisini gösterdiğini daha iyi anlıyo­
ruz.
Mahir ressamların en güzel resimleri, tabiab ve tabiattaki tabloları en güzel
aksettiren, renk ayrımlarını en titiz ve ince biçimde yansıtanlarıdır. Şu halde o
mahir ressamlar da dahil tabiattaki bütün güzel manzaraları yarabp resmeden
Allah, bütün eksikliklerden münezzehtir.
188 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

.. O, ~~ s~s.ley~, _muntazam sanat eserlerini rengarenk nakışlarla bezeyen,


~1 ısmtlenrun gızli güzelliklerine birer ayna yapandır. O, göklerin ziynetli
yuzunden, zeminin süslü yüzünden, ta çiçeklerin gülen yüzlerine kadar bütün
masnuatı güzellik nurlarıyla, tam bir hikmet ve sanatla süsleyendir.
Sayısız hayvani ve insani annelerin rahimlerinde, hatta birer anne rahmini
andıran yumurta ve yumurtaaklarda sayısız canlıları en uygun ve türlerini her
yönüyle andıran, hayat vazifelerini en mükemmel tarzda yerine getirecek bi-
çimde şekillendiren Allah, en kirnil manada Musavvir ismine layıktır.
Bu isimden ders alan mümin, kiinattaki canlı ve cansız sanat harikası olan
sayısız varlıklar üzerinde düşünür, Yüce Sanatkar'ın özenle yarattığı bu varlık­
Iann en küçü~e bile büyük bir saygı ve önem gösterir. Alemi adeta bir sanat
sergisiymiş gibi gezip seyreder. Kendisi de, yaptı~ her işte sanatkirane davra-
nır. Hep güzel ve faydalı şeyler üretip canlılann, özellikle de insaniann istifa-
desine sunar. Ruh ve beden denge ve estetiğine özen gösterir. Allah'ın, en
önemli bir sanat eseri olan kendi ruh ve bedenini birer emanet bilerek koruma-
ya çalışır.

26/2. Ey her şeyin plan ve programım ölçülü yapan Mukaddir!

Allah, varlıklan eşsiz bir plan, ölçü ve mukaderat içinde yaratandır. Her şey
için bir program, bir miktar, bir kader, bir ölçü belirler ve ona göre o varlığı ya-
ratır. Külli, cüz'i, büyük küçük bütün varlıkları bütün durum ve nitelikleriyle,
her şeyi kuşatan ilim ve sınırsız iradesiyle takdir eden ve muntazam miktarlar
tayin ve tespit edendir. Mesela, ağaayaratmadan önce plan ve programını çe-
kirdeğinde, hayvan ve insanı var etmeden mukadderabru ana hücresinde (zi-
got) tespit eder. Hatta, henüz bu asli çekirdekler olmadan da, eşyanın varlığına
karar verir, bunu ilminde takdir eder, planlar ve ona göre yaratır. Aynca, var-
lıklara tek tek ve bütün hilinde fıtri hedefler tayin eder ve her şeyi o fıtri hede-
fine doğru yönlendirir. Mukaddir vasfı, fiil kalıbıyla Kur'an-ı Kerim'de birkaç
yerde Yüce Allah için kullanılmıştır: "Tenzih et Rabbinin yüce adını. O, seni
yaratıp, mükemmel yaratılış vereni. O her caniıyı bir ölçüye göre yapıp hayatı­
nın devamını sağlayacak yollan göstereni, O, yeşillikleri çıkarıp sorıra da onu
kara kuru bir çöpe çevireni." (87:1-5); "Gece ve gündüzü yaratıp sürelerini öl-
çen Allah'tır." (73:20); "Ay için de bir takım safhalar, duraklar tayin ettik, dola-
şa dolaşa, nihayet eski hurma salkımının çöpü gibi kuru, san, kavisli bir hale
gelir. Ne gündüz Aya kavuşabilir, ne gece gündüzün önüne geçebilir, o gök ci-
simlerinden her biri, birer yörüngede akar, durur." (36:39-40)
Kur'ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • l&IJ

26/3-Ey her şeyi maddi ve manevi kirlerden temizleyen Mutahhir!

Allah, temizleyen ve anndırandır. Bütün varlıklar, O'nun temiz tutmasıyla


pik ve temiz kalır. Maddi ve manevi bütün pislikler O'nun gidermesiyle orta-
dan kalkar. Kalpler O'nun tathiriyle şirkten. günahlardan ve sahte tannlann
sevgi ve alakasından anrur. Kur'an'da O'nun bu vasfına şu ayet-ikerimelerde
bazı örnekleriyle değinilmiştir: "Hani melekler dediler ki: 'Meryem! Muhakkak
ki Allah seni seçti. Seni tertemiz kıldı, hatta seni (döneminde) dünyadaki bü-
tün kadınlara üstün kıldı." (3:42)
Abctestin nasıl alınacağı ve önemine dikkat çekilerek şöyle buyrulmaktadır:
"Allah size güçlük çıkarmak istemez, fakat şükredesiniz diye sizi temizleyip
anndırmak ve size olan nimetlerini tamama erdirmek ister." (5:6)

Şu ayet-i kerimeler de Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çekerler:


"Düşman korkusundan gözünüze uyku girmedi~ için o vakit Allah, inayeti
ile güven ve süklınet vermek için sizi hafif bir uykuya daldınyordu. Sizi temiz-
lemek, Şeytanın pisliğini, vesvesesini sizden gidermek, kalbierinize kuvvet
vermek ve savaş meydanında ayaklannızı sabit kılmak için gökten üzerinize
su indiriyordu." (8:11)
"Ey Peygamberin şerefli hane halkı, ey Ehl-i beyt! Allah sizden her türlü ki-
ri giderip sizi tertemiz yapmak istiyor." (33:33)

26/4· Ey nuroyla her şeyi nuriandıran Münevvir! 0 ~~ Ç

Yüce Allah, alemi ve varlıklan maddi ve manevi nurtarla nurlandırandır.


Maddi nurlar, başta güneş ve ay olmak üzere, ışık saçıp bizi aydınlatan ve yine
O'nun yaratması ve istihdam etmesiyle bize hizmet eden her türlü cisimdir.
Manevi nurlar ise, iman ve Kur'an hakikatleri, ibadet ve taatlerdir. Özellikle,
manevi dünyamızın semasını süsleyen ve bizi manen aydınlatan peygamber-
ler, evliyalar da Allah'ın yarahp istifademize sunduğu ve bizi kendileri vasıta­
sıyla aydınlathğı nurlardır.

26/s. Ey diledilini öne geçiren Mukaddi.m! 0 r:U:. Ç


"Mukaddim", sözlükte "öne alan", "bir şeyi veya birini öne geçiren", yapıl­
ması gereken bir şeyi "Önceden yapan" anlamındadır. Yüce Allah, mukaddim
vasfıyla kullarına,ahirette kendilerini bekleyen her şeyi ve bu konuda bilmele-
ri gereken her şeyi önceden haber verdiğini bildiriyor: "Çekişmeyin huzurum-
190 • Kur'.trı ve Hikmet l~ıOırıda CEVŞEN ŞERHI

da! ~uyuru~ w~llah. Çünkü Ben daha önce, gelecek tehlikeyi size bildirmiş tim.
Benım verdıgım kararlar değiştirilrnez. Ben, kullanma karşı asla zulmetmem'''
(50:28) .

. Bundan sonra gelen Muahhir ismiyle beraber zikredilmesi gereken bu isim,


bır sonrakiyle birlikte biraz daha açıklanacakbr.

26/6. Ey istediibıi geriye bırakan Muahhir! 0 ~~ Ç

"Muahhir", "geri koyan", "arkaya bırakan" demektir. Kur'an-ı Kerim'de,


Yüce Allah'ın bu niteliğine gerçekleştirdiği fiiller ve icraatlerden örneklerle
dikkat çekilir: "Biz o günü (Kıyameti) ancak belirli bir müddete kadar erteleriz.
Dünyanın ömrü sınırsız ve sonsuz olarak devam edip gitmeyecektir. O aslın­
da, günleri sayılı az bir süredir." (11:104); "Hiç gökleri ve yeri yaratan Yüce
Yaraha hakkında şüphe edilebilir mi? O, günahlanruzı aifetmeye ça~nyor ve
muayyen bir süreye kadar size müsaade ediyor, mühlet veriyor." (14:10); "Sen,
o zalimlerin işlediklerinden, sakın Rabbinin habersiz olduğunu zannetme! O,
sadece onlann, dehşetinden gözlerinin donup kalaca~ bir güne ertelemekte-
dir." (14:44); "Eğer Allah, zulümleri yüzünden insanlan cezalandıracak olsaydı
dünyada tek canlı bile bırakrnazdı. Fakat onları takdir ettiği bir vadeye kadar
bekletir. Vadeleri gelince ne bir an öne alabilir, ne bir an geriye bırakabilirler."
(16:61)
Esrna-i Hüsna şerhlerinde, bu ve önceki isim birlikte açıklanır.
Yüce Allah, ilmi, hikmeti ve adaleti gereği bazı eşya, hadise ve varlıkları
takdim edip öne alır, bazılannı da erteleyip geri bırakır. Mesela, önce gökleri
ve yeri yaratmış, onlarda gerekli olan nzık ve nimetleri var etmiş, daha sonra
insanlan bu dünya sarayına bir misafir olarak buyur etmiştir.
Öte yandan, insanoğlu anne rahminde teşekkül etmeye başladı~ andan iti-
baren bazı cihaz ve hususiyetlerini önce var etmekte, bir kısmını ise sonra ya-
ratmaktadır.

Maddi noktada eşya ve hadiseleri sıraya koyarak bir kısmını öne alan, bir
kısmını sonraya bırakan O olduğu gibi, manevi alanda da, öncelik ve sonralık­
Ian belirleyen O' dur. Mesela, sevdiği kullarını dost edinir, imanı ve taati onla-
ra sevdirir, böylece onlan Kendine manen yaklaşhnr, ilerletir, öne alır. Kendi
tercih ve iradesiyle kötülüğü seçen, günah bataklığına saplanan, nefsini şeyta­
na esir eden kullannı da geri bırakır, rahmet ve huzurundan uzaklaşhnr.
İmam Gazali de meseleye özellikle bu noktadan bakarak özetle şu açıkla­
mayı yapar:

Şüphesiz ki O, hem ilerletendir, hem de gerileten. Buradaki ilerietme ve ge-


riletmeden maksat rütbe bakımındandır. İlim ve arneli ile ilerlemiş olan bir kul,
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHİ • 191

kendi kendine ilerlemiş değildir. Bilakis Yüce Allah'ın ilerietmesi ile ilerlemiş­
tir. Geri kalan da böyledir. (Gazali, a.g.e, s. 99)
Bu açıklamadan kulun iradesinin etkisizliği gibi bir netice çıkanlmasın. Ku-
lun irade, istek ve gayreti, ilerlemesi açısından çok önemli bir şartbr. Ancak bu
arzu, istek ve gayret yeterli değildir. O her an Allah'ın destek ve inayetine
muhtaçtır.
Bu iki ismin insana verdiği mesaj şudur: Gerçek tesir sahibi Allah'hr. Kulun
başan ve başansızlıklannda İlahi destek ve inayetin veya bundan mahrum bı­
rakılmarun rolü hiçbir zaman unutulmamalıdır. Sürekli olarak O'nun dergi-
hından dua ve niyaz ile yardım dilemek gerekir.
öte yandan vazife ve yükümlülüklerde öncelikleri belirleyen, görevleri
önem derecesine göre sıraya koyan O'dur. Bazı işleri, mutlaka yerine getiril-
mesini gerekli kılmakla öne almış, bazılarını ise mecburi kılmamakla geri bı­
rakmışhr. Kul da iradesini Allah'ın irade ve nzasına tabi kılarak günlük yaşan­
bsında yapacağı işlerde öncelik ve sonralıklan ona göre belirlemeli, hayahnı
ona göre tanzim etmelidir.
Yüce Allah, bazen kullarnun teşebbüslerini onlann bekledikleri zamanda
neticelendinneyip, o anda bilemedikleri çeşitli hikmetlere binaen erteler. Bu
durumda kula düşen, gerekenleri yaphktan sonra takdir edilene razı olmaktır.
Bu durumda sabretmek ve hikmetlerini sezmeye çalışmak da bir ibadettir.

26/7. Ey hayırlı işleri kolaylaştıran Müyessir! 0 ~: :~ Ç

Allah, kullanna işleri kolaylaştınr. Emirlerinin uygulanmasını müyesser kı­


lar. Dininin yaşanınasında kolaylıklar sağlar. Mahlukab için hayatı kolaylaştı­
or. Hayatın dayanılmaz dertlerine karşı sabır ve esenlik verir. Cenab-ı Hakk'ın
bu ismine dayanak olan bazı eylemlerine Kur' an' da örnekler sunar:
"Sizden kim ramazan ayının hili.lini görürse, o gün oruca başlasın. Hasta
veya yolcu olan, tutamadığı günler sayısınca, başka günlerde oruç tutar. Allah
sizin hakkıruzda kolaylık ister, zorluk istemez. Oruç günlerini tamamlamaruzı,
size doğru yolu gösterdiğinden ötürü Allah'ı tazim etmenizi ister. Şükredesi­
niz diye bu kolaylığı gösterir." (2:185)
"Biz bu Kur'in'ı zikir için kolaylaşhrdık. Öğüt alan yok mu?" (54:17); "Biz
Kur'in'ı, insanlar iyi aniayıp ibret alsınlar diye, senin dilinle indirerek anlaşıl­
masını kolaylaşhrdık." (44: 58); "Bizim, Kur'in'ı senin dilinle indirip kolaylaş­
tınnamızın başlıca sebebi, senin müttak.ileri müjdelemen ve inatçı kimseleri de
onunla uyannandır." (19:97); "Biz, (böylece nihai) huzura ve rahatlığa giden
yolu senin için kolaylaşbracağız." (87:8)
192 • kur'.ln ve Hikmet l$ıOında CEVŞEN ŞERH!

26/8. Ey kullannı azabıyla uyaran Münzir! 0 ~ ~..:::, Ç

Bu isim, uyarmak, korkutmak manasma gelen "inzar" maslarından ism-i fa-


ildir. "Uyana" anlamına gelir. Yalnız bir ayet-ikerimedeve çoğul olarak (aza-
met cem'iyle) Münzirin şeklinde Allah'ı nitelernek üzere geçmektedir. (59:3)
Allah, gerçekten de fayda ve zarar verecek hususlan bildirmek ve bundan son-
ra zarar görenlerin Allah' a karşı bir bahanelerinin kalmaması için zaman za-
man insanlan uyanr. Bu vasfın geçtiği ayette, "i.nn.i künna münzirin" ifadesi-
nin kullanılması, yani, hem "k.ine" fiilinin kullanılması, hem de cümlenin sü-
reklilik ifade eden isim cümlesi şeklinde gelmesi, "inzar, zaten Bizim şanımız­
dandır." mesajını katmak içindir. Allah, gerek akıl ihsan etmek, gerek peygam-
berler göndermek, gerekse kitaplar indirmekle insanoğlunu önceden uyarmak-
tadır. Uyaran, peygamber veya kitap ise de, aslında bunlan gönderen Allah ol-
ması hasebiyle asıl uyana O' dur.

Bir ayette "inzar = uyarma" fiili Allah'a isnat edilir: "Biz sizi yakın bir azap
ile inzar ettik."(78:40; 40:15)

26/9. Ey kullannı Cennet ve dijer mükifadarla


miijdeleyen Mübeşşir! 0 ~: ~: Ç

Allah, iyiyi haber verip sevindiren, hayırlı haberler gönderendir. Kur'an-ı


Kerim'de Yüce Allah'ın, bu vasfı taşıdığına değişik ayetlerle değinilmiştir:
"O' dur ki, rahmeti olan (ya~unın) önünden müjdeci olarak rüzgarlar
gönderir. Nihayet bu rüzgarlar o ağır bulutlan hafif bir şeymiş gibi kaldınp
yüklendiklerinde, bakarsın Biz onlan, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevk eder, der-
ken oraya su indiririzde orada her türlüsünden meyveler, ürünler çıkannz."
(7:57)
"Zekeriyya mihrapta namaz kılmakta iken melekler kendisine seslenip: 'Al-
lah sana, Allah'tan bir kelimeyi tasdik edecek, hem efendi, hem gayet zahit,
hem peygamber olacak olan Yahya'yı müjdeler' dediler." (3:39)
"Gün geldi, melekler ona: 'Ey Meryem! Allah Kendisi tarafından bir kelime
vereceğini sana müjdeliyor. Adı İsa, lakabı Mesih, sıfatı Meryem oğludur.
Dünyada da ahirette de itibarlı, Allah'a en yakın kullardan olacakbr." (3:45)
"Onlann Rabbi kendilerinin, katından bir rahrnete, bir ndvana ve içinde da-
imi nimetler bulunan Cennet'lere gireceklerini müjdeler." (9:21)
"Büyük duruşma günü zalimlerin, kendi yaptıklan işlerden bucak bucak
uzak durup, korkudan titrediklerini görürsün. Halbuki çare yok, onların cezası
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 193

tepelerinin üstünde durmaktadır. İman edip makbul işler işleyenler ise, Cennet
bahçelerindedirler. Rableri yanında, Cennet'te, istedikleri ne varsa kendilerine
verilecektir. İşte bu da pek büyük bir h1tuftur. İşte bu, Allah'ın iman edip
makbul ve güzel işler yapan kullarına verdiği mutluluk müjdesidir." (42:22-23)

0~~ç
26/ıo. Ey bütün kiinab tam bir nizarn içinde idare eden Müdebbir!

Bu isim, tedbir eden, düzenleyen, çekip çeviren, idare eden, yöneten anla-
mına gelir. Yüce Allah, evvelden planlayıp işleri ona göre ayarlayan, her şeyin
evvelden tedbirini yapan, ilmiyle her şeyin akıbetini ihata edip ona göre hik-
metle iş görendir.
Yüce Allah'ın bu vasfına Kur'an-ı Kerim'de aynı kökten fiillerle dikkat çe-
kilmiştir:

"Sizin Rabbiniz, gökleri ve yeri alh günde yaratan, sonra da Arş'ı üzerinde
hükümran olan, her işi yerli yerince çekip çeviren Allah'hr." (10:3)
"De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden nzıklandıran? Kimdir kulaklanruzı ve
gözlerinizi yaratan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir bü-
tün işleri çekip çeviren, kiinab yöneten? 'Allah!' diyecekler, duraksamadan:
De ki: 'O halde sakınmaz mısınız O'nun cezasından?' (10:31)
"Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin emrinize verdi. Bunlardan her biri
belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır. Bütün işleri O yönetir. Delillerini size
açıklar ki Rabbinize kavuşacağınıza iman edesiniz." (13:2)

"Gökten yere kadar her işi düzenleyip yönetir." (32:5)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-27-

27/1· Ey Beytü'l-Haram'm Rabbi! Q rl~l ·: ~~j1 ~~ Ç


"
Beytü'l-Haram, Ka'be-i Muazzama ve civarının bir ismidir. Kafirlerin yak-
laşmalanrun men edildiği, oraya girmelerinin haram olduğu, aynca saygınlı-
194 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

ğından dolayı orada Müslümanlarca da bazı şeylerin yapılması, özellikle Hac


mevsiminde yasak olduğu için bu isim verilmiştir. Yüce Allah, her şeyin, hatta
.ilemlerin Rabbi ve sahibi olduğu halde, özellikle bazı yer, varlık ve nesneleri
kendine ait kılarak onlann Rabbi ve sahibi olduğunu belirtmesi, o varlıklarm
özel bir önem ve değere sahip olduğuna işaret etmek içindir. Kureyş Sıire­
si'nde, Yüce Allah, Zat'ıru, Kabe'ye işareten "Rabbe haze'l-Beyt = Bu Ev'in Sa-
hibi" olarak nitelemiş ve şöyle buyurmuştur: "Yalnız Bu Ev'in (Ka'benin) Rab-
bine ibadet etsinler." (106:3)

27/2. Ey Haram Ayiann Rabbi! 0 r'_:,.;.j' ~·;;All~.) ç


Haram, "yapılması yasaklanmış olan, dokunulmaz, kutsal" anlamına gelir.
"Haram ay" tabiri ise, savaş yapmanın yasak ve haram olduğu, diğer bir deyiş­
le banş dönemi olan aylan ifade eder. Bunlar Karneri Takvim'e göre birinci,
yedinci, on birinci ve on ikinci aylardır. (Muharrem, Receb, Zilkade, Zilhicce)
Eski dönemlerden beri Yüce Allah, bu aylan kutsal addederek o aylarda savaşı
yasak kılmış, Araplar da bu ayiann saygınlığını kabul ederek savaş yapmama-
ya özen göstermişlerdir. Yüce Allah, zatıru, bu ayiann Rabbi ve sahibi olarak
nitelektedir.

27/3· Ey Mescidü'l-Haraınm Rabbi! 0 rl_:,.;.jl ~'r. ; il~.) Ç

Mescid-i Haram, Mekke-i Mükerreme'de, içinde Ka'be'nin bulunduğu en


büyük, mukaddes ibadet yeri demektir. Yüce Allah, önem ve kutsallığına
işareten burayı Kendine ait kılmış ve zatını bu mübarek mabedin sahibi olarak
ni telemiştir.

27/4· Ey haram belde olan Mekke'nin Rabbi! 0 rl_:,.;.jl ,~1 ~) Ç


"el-Beledü'l-Haram"dan maksat Mekke'dir. Bir ayet-i kerimede "el-Bele-
dü'l-Haram" ifadesi aynen geçmekte ve şöyle buyrulmaktadır: "De ki: Bana,
bu beldeyi muhterem ve mukaddes kılan ve her şey Kendisine ait bir olan Al-
lah'a ibadet etmem emredildi." (27:91) Bu ayette dinin özü ve amaa, Hz. Pey-
gamber'in şahsında insanlara anlahlmakta, Mekke şehrini harem bölgesi (do-
kunulmazlı.k alanı) kılan bir tek Allah'a kulluk etmeleri, O'na teslim oldukları­
nı açıklamalan ve insanlara, Kur'an okumalan emredilmektedir. Allah Teala, o
dönemde can güvenliğinin bulunmadığı Arap yanmadasında inşa edildiği
günden itibaren Ka be' yi müminlerin kıblesi yapmış, Mekke' de kan d ökme,
zulmetme, avianma ve bitkileri koparma gibi eylemler konusunda yasaklar
Kur'in ve Hikmet 1\ıOında CEVŞEN ŞERHI • 195

koymuş; bu şehri emniyetli, saygın ve dokunulmaz (harem) bir şehir haline ge-
tirmiştir. Arap yanmadasının her tarafında insanlar kan akıtırken Mekkeliler
gerek burarun saygınlığından, gerekse güvenli bir belde oluşundan geniş ola-
rak faydalanmışlardır. İşte Cenab-ı Hak, bu ismiyle insanlara bu nimetini hatır­
Iatmakta ve onlan şükre sevk etmektedir.

0 rlij')
,
~~'
,
~; ç
27/5· Ey Rükn-ü Haceri'I-Esved ve Makam-ı İbrahim'in Rabbi!

Köşe, yan ve taraf gibi anlamlara gelen "Rükün" kelimesi, küp şeklinde
olan Ka'be-i Muazzama'nın köşelerinden her biri için kullanılmışbr. Ka'benin
dört köşesi vardır: Doğu köşesine, Rükn-i Hacer-i Esved veya Rükn-i Şarki;
Güney köşesine, Rükn-i Yemaru; bab köşesine, Rükn-i ş.imi; kuzey köşesine
de, "Rükn-i lraki adı verilir.
"Makam-ı İbrahim" ise, İbrahim'in makamı demek olup, Hz. İbrahim'in Ka-
be'yi inşa ederken üstüne bashğına, üzerine ayak izlerinin çıkbğına inanılan
taş veya bu taşın bulunduğu yerdir. Bugün bu taş Ka'be'nin kuzeydoğu kena-
rının karşısında, Kabe'ye yaklaşık 15 m. mesafededir. Bakara Suresi 125. ayette,
"Biz Beyt-i Şerif'i insanlara sevap kazanmalan için toplanb ve güven yeri kıl­
dık. Siz de Makam-ı İbrahim'i namazgah edininiz!" buyrulmaktadır. Ayetteki
"İbrahim'in makamından kendinize namaz kılacağınız bir yer edinin" buyru-
ğu uyarınca Müslümanların namazgah saydıklan, tav af namazının kılındığı bu
makamın korunması için halifeler ve diğer hükümdarlar özel tedbirler almış­
lar, taşın çevresine kıymetli madenierden çemberler geçirmişlerdir. Sonraki
dönemlerde Makam-ı İbrahim için özel bir oda inşa edildi. Hicri 900 yılında bu
yapı yenilendi. Osmanlı Sultanı Abdülaziz aynı yapının kubbesini 1 m. kadar
yükselttirdi. Ancak Suudi Prensi Suud b. Abdülaziz bu kubbeyi kaldırtarak ta-
şı ve üzerindeki ayak izini rahatlıkla görlitebilecek bir hale getirdi. Zamanla
hacılann sayısı arnnca Ka'be'nin çevresindeki "met.if" denilen alandaki küçük
yapıtann tavafı güçleştirmesi üzerine Kral Faysal'ın emriyle bu yapılarta birlik-
te Makam-ı İbrahim için yapılan oda da yıkıldı; asıl Makam-ı İbrahim sayılan
taş ise camlı bir kafes içine alındı. (Hayrettin Karaman vd., Kur'an Yolu, ilgili
ayetin tefsiri)
Burada Yüce Allah, iki önemli sembol ve tarihi zengin çağnşımlara vesile
olan "Rükün" ve "Makam" ın Rabbi ve sahibi olarak adlandırılmaktadır.

27/6. Ey Meş'ar-i Haram'ın Rabbi! 0rl_;j1 ~~ ~J Ç

Meş'ar-i Haram, Mekke'de, Müzdelife bölgesinde bulunan Kuzah Da-


ğı'ndaki bir tepenin adıdır; bu tepe dolayısıyla Müzdelife'nin tamamına da
196 • Kur'An vr Hikmrt lııOında CEVŞEN ŞERHI

Meş'ar-i Haram denir. Hacılar Arafat'tan sonra buraya gelir ve arefeyi bayra-
ma bağlayan geceyi burada geçirir, ikinci bir vakfe daha yaparlar. Kur'an-ı Ke-
rim' de "Meş' ar-ı Haram" ifadesi bir yerde şöyle geçmektedir: "Arafat'ta vak-
feden ayrılıp sel gibi Müzdelife'ye doğru akın ettiğinizde, Meş'ar-ı Haram'da
Allah'ı zikredin. O size nasıl güzelce hidayet ettiyse, siz de öyle güzel bir şe­
kilde O'nu zikredin. Bilirsiniz ki, O'nun yol göstermesinden önce siz yolu şa­
şırmış kimselerdendiniz." (2:198)

27/7· Ey helal ve haramın Rabbi! 0 rl_;.jl) ~1 ~.) Ç


... ...

Bu isim terkibinde yer alan ve "helal" yani yapılması yasak olmayan diye
çevirdiğimiz, "hill" kelimesinin, bu anlamının yanı sıra, yukandan beri gelen
akışa da uygun olan iki anlamı daha vardır: 1. Ka'be haremi ile (ihrama girilen)
Mikat arasındaki alan. 2. Hac zamanında Mekke-i Mükerreme dışından gelen
hacılarm ihrama girdikleri yerin dışmda kalan saha.
''Bu isim terkibinde geçen "haram" ise, helal olmayan, İslamiyetçe ve dinen
nehyedilen şeyler ve eylemler, Allah'ın izin vermediği, menettiği şeyler, kısa­
cası helalin zıtb anlamına gelir. Bu anlamının yanı sıra, isirnlerin sıralaruş bağ­
Iarnı da göz önünde bulundurularak, Harem-i Şerif de denilen ve kifir ve müş­
riklerin girmesi yasak olan ve canlı mahlukun öldürülmesi menedilen Mukad-
des Ka'be'nin civarı, hac ve umre sırasında ihramla girilmesi gereken bölge
şeklinde anlaşılması daha doğru olur.

Kısaca, Yüce Allah, tüm bu anlam ve çağnşımlanyla helal ve haramın Rab-


bi, sahibi, belirleyicisi, uygulayıası, koruyucusu ve gözeticisidir.

~ 1

27/8. Ey nur ve karanbim Rabbi! 0 rjjJI) ~_;JI ~.) Ç


...

Nfrr kelimesi, aydınlık, parılh, parlaklık, her çeşidiyle zulmetin zıtb, ışık vb.
anlamlara gelir. Bu kelime, Kur'an-ı Kerim, iman, İslamiyet, Hz. Peygamber
gibi, manevi karaniılan defeden manen aydmlahcılar için de kullanılmıştır.
Nur, dünyevi ve uhrevi olmak üzere iki çeşittir. Dünyevi olanı da aynca iki çe-
şittir:

a) Envar-ı ilahiye'den intişar eden nur. Akıl ve Kur'an gibi.


b) Görmekle hissedilen nurlu cisimler. Güneş ve ay gibi.
Uhrevi nur ise, "Gün gelir, mürnin erkekleri ve mürnin kadınlan, önlerinde
ve sağ taraflanndaki nurlanyla, koşareasma Cennet' e doğru ilerlediklerini gö-
rürsün. Kendilerine: 'Bugün size müjdeler olsun! Buyurun, içinden ırmaklar
akan Cennet'lere, ebedi kalmak üzere girin!' denilir. İşte en büyük başan ve
mutluluk budur." (57:12) ayet-i kerimesinde ifade edilen nurdur.
Kur'An ve Hikmet l~ığında CEVŞEN ŞERHi • 197

Nur, alemin manen aydınlığına vesile olan Hz. Peygamber için de kulla-
rulmışbr. "Ey Ehl-i Kitap! Kitap'tan (Tevrat'tan) gizlediklerinizin çoğunu size
beyan eden, birçoğunu da yüzünüze vurmayarak affed.en Resillümüz size gel-
miş bulunuyor. İşte size Allah tarafından bir Nur ve hakikatleri açıklayan bir
Kitap geldi." (5:15) ayetinde belirtildiği gibi, eşyarun hakikabru olduğu gibi
beyan eden şeye de nur denir.
"Zalam" da, nurun zıttı olarak karanlık ve zulmet anlamına gelir.
İşte Cenab-ı Hak tüm ve bu zengin içerik ve geniş anlamlanyla nur ve ka-
ranlıklann Rabbi ve sahibidir. Hepsini yaratan, idare eden, yöneten ve çekip
çevirendir.

27/9· Ey tahiyyat ve selamın Rabbi! 0 rj.!Jij ~~ ~.) Ç


,

"Tahiyye", selamlar, dualar, hayır temennileri; mülk, be ka, devamlılık; ma-


nevi hayat hediyeleri; hayahn tezahür ve işaretleri vs. gibi anlamlara gelir.
"Selam" ise, kusurlardan, tehlikelerden salim oluş; selamet, emniyet, sulh,
asayiş, bütün korkulanlardan emin olma; Allah'ın nzasına erişmek için mü-
minlerin birbirlerine yaptıklan hayır dua, iyilik temennisi vs. gibi anlamlara
gelir.
İşte tüm bu zengin anlam ve çağnşımlarıyla Yüce Allah, "tahiyye ve se-
lam"ın Rabbi ve sahibidir. Bunlan öncelikle kendisi meydana getiren, ortaya
koyan, emreden, sağlayan ve sahiplenendir.

27/to. Ey celal ve ikramm Rabbi! 0 ri~ jlj ~~~ ~.) Ç

Allah, celal ve ikram sahibidir. Celal, azamet, ululuk ve büyüklük anlamın­


dadır. İkramın kökü olan kerem ise, sözlük manasındaki aslı ve insanlar için
kullanılan şekliyle, özgür, asil, cömert, güzel ahlaklı, geniş kalpli, şerefli, ihsan
eden vb. manalara gelir. Allah hakkında ise, faydası çok olan, cömert, bağışı
tükenmeyen, her türlü şeref ve fazileti Kendisinde toplayan, işleri övülmeye
layık, yüce, aziz, affedici diye izah edilir. "İkram"ı ise, kullarını ve yarabklanru
cömertlik, hayır ve nimetlerinden faydalandırması, onlan şeref ve fazilet sahibi
kılması, övgüyelayık h.ile getirip aziz etmesi anlamına gelir. Özellikle de, di-
nine sahip çıkıp yardım eden dostlanna ikram etmesi, dünyada onlan Kendi-
sine itaate muvaffak kılması, derecelerini yükseltmesi, yaphklarını kabul edip
Cennet'te makamlarını yüceltmesi demektir..
Bu sıfata göre O, zahnda yüce, büyük ve ulu olduğu gibi, kullarına karşı da
ikram ve ihsan sahibidir.
198 • Kur'In vt HikmH J~ıOında CEVŞEN ŞERH!

Şu ayette, Allah'ın insanoğluna bakan izzet ve ikrarnına ışık tutulur: "Ye-


min olsun ki Biz, insanoğlunu üstün bir şerefe mazhar kıldık. Onları karalarda
ve denizlerde taşıdı.k. Rızıkların en güzelleriyle besledik. Onlan yaratıklanmı­
zın birçoklarından daha üstün kıldık." (17:70)
Büyüklük alameti ne kadar üstün nitelik varsa hepsi de Yüce Allah' a mah-
sustur. Başkasında görülen zahiri kemal, cemal ve üstün niteliklerin hepsi
O'nun bu sıfatlarının birer gölgesi, birer tecelli ve panlhsıdır. Çünkü, başta in-
san olmak üzere, canlı ve cansız, bitki ve hayvan bütün varlıklar bizzat ve
menşeleri itibariyle son derece zelil, noksan ve hakirdirler. Şu varlıklar içerisin-
de en güçlü, en izzetli, ihtiyar ve iradesi en geniş, bazen ruh ve vücut aynasın­
da gördüğü ve aslında Rabbinden kendisine akseden bir takım kemalahna ba-
karak bunlan kendinden sanıp kibirlenen, gururlanan ve hatta Firavun gibi
"En yüce rabbiniz benim ben!" (79:24) deyip tannlık iddiasında bulunan insan
bile gerek menşei ve yarahidığı madde, gerekse bu emanet güç ve iktidanrur
zirvesinde iken birden bire maruz kaldığı ölüm sonucu dönüştüğü hal itibariy-
le son derece aciz, zelil, kusurlu, fakir ve muhtaçhr. Demek ki, kendisindeki
zahiri kemalat, üstün nitelik ve vasıflar, nimet ve ihsanlar onun değil, kendisi-
ne başka bir kaynaktan geliyor.
İnsanoğluna yakışan, gerek maddi ve manevi vücudunda, gerekse bir gül
goncası gibi etrafını saran türlü nimetlerle dolu dış alemindeki sayısız ikram,
nimet ve ihsanlann, izzet ve değerlerin gerçek kaynağını bulmak, O'na gönül-
den minnettarlık duyup hoşnutluğunu kazanacak bir hal, tavır ve yaşanh içine
girmektir. Yoksa, bütün bunlan kendinden bilmek, sahiplenmek, kibir ve gu-
rura kapılmak o nimet ve şerefledinnenin büyüklüğü ölçüsünde bir zulüm,
haddi aşma ve nankörlüktür, ebedi Cehennem azabını gerektirir.
Aynca bu isimden ders alan bir mümin, Rabbi kendisine iyilik ve ikramda
bulunduğu gibi o da, başkalarına iyilik ve ikramda bulunur. İnsanların kendi-
sine yaptıklan hatalan bağışlar. Kendisinden iyi ilişkilerini kesenlerle bile iyi
ilişkilerini sürdünneye çalışır. Kötülük edenlere iyilikle karşılık vermeye gay-
ret eder. Kötülüklerden vazgeçmeyen ve artık manen zarar göreceği kimseler-
den güzelce uzaklaşır. Tüm bu ve benzeri niteliklerin, kerim olmanın vazge-
çilmez şartlan olduğunu bilerek onları uygular.

e .;t.:..ıı ~~~~\lı ~~\lı~~\'~- ;.ır~ ç ~~


,
,

,
-~

,
.... .J .... ,,,~,.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başkıı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • lCJq

-28-

28/1. Ey desteği olmayaniann desteti! 0 j ~~'i:;.~~ Ç


Bu isimde geçen ve bizim "destek" diye tercüme ettiğimiz "imad" kelimesi,
direk, temel, esas, kuvvet anlamianna gelir. Mecazen de, bir kavmin reisi ve
başta geleni için kullanılır. Kelimenin bu hakiki ve mecazi manalan ışığında
diyebiliriz ki, Yüce Allah, hayatını ve geçimini sürdürecek bir destek, kuvvet,
kaynak ve dayanaktan yoksun olan varlıklann biricik kuvvet, destek ve daya-
nağıdır. Varlık ve bekalan için hükmü tüm kainata geçen, isimlerinin tecellile-
riyle zerreleri ve küreleri birbirine bağlayıp, canlı ve cansız tüm varlıklan bir-
birinin imdadına gönderebilen Allah'tan başka, canlılarm değil vücut binalan-
ru, fayda ve menfaatlerini, bir tek hücresini bile ayakta ve varlıkta tutan kimse
bulunmaz. Kör kuvvet, sağır tabiat, serseri ve başıboş tesadüf, bir çiçeği, bir
meyveyi, hatta bir hücre ve zerreyi bile yarahp varlı~ sürdürmeye esas ola-
maz. Canlı ve cansız her varlık, O'na dayanır, O'ndan kuvvetini alır, O'nu nok-
ta-i itimad edinir. Başka destek noktalannı arayanlar veya böyle bir şeyin var-
lığını sananlar, serap peşinde koşmuş, er geç kendini boşlukta bulmuş ve uçu-
ruma yuvarlandıklanru görmüş olurlar.

28/2. Ey dayanağı olmayaniann dayanap! 0 j ;ı.:::,'i:;. ;ı:"':. Ç

Bu isimde geçen ve bizim "dayanak" diye çevirdiğimiz "sened" kelimesi,


dayanılacak, itimad edilecek ve sığınılacak varlık anlamına gelir. İşte, gerçekte
tüm bu gibi imkanlardan yoksun olan canlılann, özellikle insaniann nokta-i is-
tinadı sadece ve sadece Yüce Allah'hr.

"Allah'a tevekkül edene Allah kafidir. Allah, k.imil-i mutlak olduğundan


lizatihl mahbuptur. (kendiliğinden sevilir) Allah mucid, vacib-ül vücud oldu-
~ndan kurbiyetinde vücud nurlan, budiyetinde adem zulrnetleri vardır. Al-
lah melce ve mence (sığınak ve dayanak)'dir. Kainattan küsmüş, dünya ziyne-
tinden iğrenmiş, vücudundan bıl<nuş ruhlara melce ve mence O'dur. Allah ba-
kidir, alemin bekası ancak O'nun bekasıyladır. Allah maliktir, sendeki mülkü-
nü senin için saklamak üzere alıyor. Allah Ganiyy-i Mugni' dir, her şeyin anah-
tarı O'ndadır. Bir insan Allah'a halis bir abd olursa, Allah'ın mülkü olan kai-
nat, onun mülkü gibi olur." (Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye: s. 130)
200 • Kur'.tn ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

28/a. Ey övünillecek birşeyi bulunmayaniann övüncü!

"ÖVünç" diye çevirdiğimiz "zuhr'' kelimesi, sehavetli zenginlik ve yüksek


şeref gibi anlamlara da gelir. Aynca bu kelimeyi, hazırlık anlamına gelen "za-
hire" olarak anlayanlar da vardır. Buna göre, Allah, istifade edebileceği seha-
vetli bir zenginliği, üstün bir şan ve şerefi, llerisi ve dar günü için bir hazırlığı
bulunmayan kimselerin biricik başvuru merciidir. O'nun rahmet hazinesi yok-
sulla~ definesidir. O'na olan ihtiyaorun farkına varaniann en büyük hazırlı­
ğıdır. Ovünülecek bir şeyi bulunmayaniann en büyük iftihar kaynağıdır.

~ .. , "' 1' ,_ "' • , "' 1' ,_ 1'


v~.....:.....ı~ Jıf"~~':l

28/4· Ey iındadına koşacak kimsesi olmayaniann mededkirı!

Bu isimde geçen, "gıyas" kelimesi, mededkar, yardıma, nusrete yetişen, im-


dat ve yardım anlamianna gelir. İşte Yüce Allah, tüm bu imkanlardan yoksun
olanlann, "Bir imdat edici yok mu?" diye çaresiz bekleyenierin medetk.ir ve
yardımcısıdır.

28/s. Ey konınaca.k yeri olmayaniann konıyucusu!

Bu isimde geçen "hırz" kelimesi, koruyucu, sığınılacak muhkem yer ve kale


anlamına gelir. Buna göre Yüce Allah, hadsiz düşman ve musibetler karşısında
sığınacak bir koruyucu kalesi bulunmayaniann koruyucusu ve himaye edicisi-
dir. Aslında, O herkesin koruyucusu ve hamisi olmakla beraber, sebepleri ko-
ruyucu olarak görmeyen, tüm sebepleri elinde bulunduran O Müsebbibü'l-Es-
bap'tan başkasını tanımayan, O'ndan başkasının kapısını çalmayanlarm imda-
dına çok daha süratle koşan ve onlan erişilmez ve ilişilmez himayesine alan-
dır.

28/6. Ey iftihar edecek kimsesi olmayaniann medar-ı iftihan!

Bu isimde geçen "fahr'' kelimesi, övünme, yaptığını sayarak iftihar etme; fa-
zilet, büyüklük, şeref gibi arılamlara gelir. Buna göre, gerçekte acizlik ve fakir-
likten başka hiçbir şeye sahip olmayan varlıklann, özellikle mecazi ve sahte if-
K ur 'l n ve H i k m et 1\ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 201

tihar ve gurur vesilelerinin mahiyetini aniayıp bunlardan yüz çevirmiş bahti-


yarlann medar-ı iftihan, fazilet, büyüklük ve şeref kaynağıdır.

28/7. Ey izzeti olmayaniann izzeti! 0 ~~'i:;~ Ç


Kendisinden başka her şeyin, kızgın çöl yolcusunun su sandığı aldaha bir
serap olduğunu bilenler ve onlara itibar etmeyenler için Yüce Allah, gerçek
kuvvet, izzet, değer, üstünlük, saygınlık ve itibar kaynağıdır. O, böylesi bilinçli
kullanru intisabiyle aziz edendir.

28/8. Ey yardımcısı olmayaniann yardımcısıl 0 ~~'i:;~ .


, Ç
Allah, yardımsız bırakılan kullannın yardımasıdır. Yardıma muhtaç oldu-
ğu halde başkalan tarafından yüzüstü terkedilen, her türlü destekten yoksun
bırakılan biçareterin yardımasıdır. Çünkü böyle durumlarda genellikle kul
gerçek yardıması olan O'nu hahrlar. Yalnızca O'ndan medet ister. O'nun hi-
mayesine sığırur. Bütün sebepler onun gözünden düşmüştür. Doğrudan doğ­
ruya sebepleri elinde bulundurana yönelir. Allah da böylesine içten ve halisa-
ne yapılan bir yardım çağnsıru cevapsız bırakmaz. Hemen, görünen ve görün-
meyen ordulanyla harekete geçer. Bütün yardımcılara bedel tek başına o kulu-
nu içinde bulunduğu sıkınh ve mazlumiyetten kurtanr. Tarih bunun örnekle-
riyle doludur. Özellikle Allah dostlan olan peygamberlerin ve orılann varisieri
olan gerçek alim ve salihlerin hayat hikayeleri bunun en açık delilleridir.

28/9· Ey dostu olmayaniann dostut .


0 ~ ~~ .:J:; ....,.:...;,1
-, Ç
"Dost" diye çevirdiğimiz, "enis" kelimesi, bu manasından başka, arkadaş,
ünsiyet edilen, alışılmış olan, kendisiyle ülfet edilmiş, sevgili vb. anlamlara ge-
lir. Yüce Allah, tüm bu zengin içeri~yle gerçek anlamda "erus"tir. O, ünsiyet
ve ülfet edilecek kimsesi olmayan, garip ve dostlanndan ayn düşmüşlerin ha-
kiki dostu ve can yoldaşıdır.

28/ıo. Ey zenginiili olmayaniann ihtiyacını gören!

Allah, sınırsız yoksulluk ve ihtiyaçlar içinde yuvartanan mahlukata, bitmez


ve tükenmez hazineleri ve sonsuz rahmetiyle imdat eden, böylece onların baş-
202 • Kur'An ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI

kalanna ihtiyaçlannı bırakmayan gerçek zengindir. Buna göre, önemli olan


O'nu bulmak ve nzasını kazanmakhr.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-29-
~~:
,
·..~, ~~~ ·..fj
Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

29/1· Ey varlıimda başkasına muhtaç olmayan Kaiın! Q~Li Ç

Kur'an-ı Kerim' de, bu isim Yüce Allah hakkında iki yerde kullanılmıştır. Bi-
rinde, adaleti ikame eden (3:18); di~erinde ise, rızıklan ve ömür sürelerini be-
lirleyen ve her insanın yaptıklannı görüp gözeten anlamında (13:33). Buna gö-
re yüce Allah, varlı~ı zorunlu ve bizatihi varlı~ını sürdüren, di~er bütün var-
lıklar O'nun var etmesi ve varlıkta tutmasıyla var kalabilen zat' br.

29/2. Ey varlığının sonu olmayan Daim! 0 ~~~ Ç

Yüce Allah, daimdir. Varlığı daimi, sonsuz, ebedi ve ba.kidir. Varlıklann,


varlıkta kalabilmeleri de, O'nun devam ve bekasına ba~lıdır. Hatta varlı.klann,
ömür denilen bir arılık parlamanın ardından ölümle sönmeleri, arkalanndan
gelen yeni varlıklarm aynı şekilde hayatla parlaması, hepsine hayat veren, ha-
yah daim ve baki olan bir Zat'ın varlı~ını gösterir.

29/3· Ey mahlukabna merhamet eden Rihim! 0 ~\.) Ç

"Rahim", rahmet kökünden ism-i faildir. Merhamet eden demektir. Allah,


rahmetiyle bütün varlıklan kuşatandır. Kainatta.ki bütün lutuf ve merhametler
O'nun rahmetinin panlh ve sızınhlandır.
Kur'in ve Hikmet l~ı§ında CEV~EN ŞERHİ • 203

29/4· Ey mevcudabna hükmeden Hildm! 0 ~t;. Ç


Hakim, hükmeden; hakiıyı ve haksızı ayınp hak ve adalet üzere karar ve-
ren; başkasını müdahale ettirmeden idare eden manasma gelir. Buna göre Yüce
Allah, her şeyi kuşatan hüküm ve hakimiyetinde hiçbir rakip kabul etmeyen
ve hiçbir şerike yer bırakmayan hükümrandır.

29/5· Ey her şeyi bilen Alim! 0 ~l$. Ç

Bu isim, Yüce Allah hakkında, hemen tamamında "gayp ve şehadeti bilen",


az bir kısmında da sadece "gaybı bilen şeklinde toplam 12 defa Kur' an-ı Ke-
rim' de kullanılmış br. Buna göre, Yüce Allah kendisinden asla ayn düşünüle­
meyen sonsuz ve kuşaba ilmiyle, görünen ve görünmeyen tüm varlık ve .ilem-
leri kuşatandır.

29/6. Ey yaratbldanm konıyan Asım! O ~l$.


,
Ç

Allah, Asım' dır; mahlukahnı tehlikelere karşı korur, himaye eder, günah-
lardan alıkoyar, kötülüklere karşı muhafaza eder, peygamberlerine ismet sıfa­
hnı vererek, onları hatalardan uzak tutar, kötü niyetiiierin şerrioden muhafaza
eder. Bu ismin ifade ettiği mana, fiil suretinde Kur'an-ı Kerim'de bir defa Yüce
Allah hakkında kullanılmışbr: "Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buy-
rukları tebliğ et! Eğer bunu yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun.
Allah seni, zarar vermek isteyenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kafidere
hidayet etmez, emellerine kavuşturmaz." (5:67)

29/7· Ey her şeyi adaletle taksim eden Kasım! 0 ~ll Ç

Taksim eden, ayıran, bölen manasındaki kasım kelimesi, Yüce Allah hak-
kında kullanıldığında; hak ve adaleti taksim eden, kullanna hak ettiklerini ve-
ren, yarabklannın haklarını eksiksiz ihsan eden, hayat sahiplerinin istek ve ih-
tiyaçlannı gereği gibi taksim edip paylaşhran vs. anlamı kastedilir. Yeryüzü
şekilleri ve dağlannın dengeli ve düzenli biçimde dağılımından tutun da insan
bedeninde organların muntazam olarak konumlandırılmasma ve mideye karı­
şık olarak inen gıda maddelerinin zerreler halinde vücut hücrelerine en uygun
ve faydalı biçimde bölüştürülüp dağttılmasına kadar olan faaliyetleri düşünen
bir insan Allah'ın bu isme ne kadar layık bulunduğunu anlar. Bir ayet-i keri-
mede Yüce Allah'ın bu isimle yapbğı icraahna şöylece dikkat çekilir: "Onlar mı
204 • Kur'An ve Hikmet JııOrnda CEVŞEN ŞERH i

R~bbinin rahmetini pay edecekler? Biziz geçimlerini, aralannda paylaşbran,


dunya yaşayışında bir kısmı, bir kısmına hizmet etsin diye bazılarını derece
bakınundan bazılanndan üstün halk ettik ve Rabbinin rahmeti, onlann topla-
yıp biriktirdi.klerinden daha hayırlıdır." (43:32)

29/8. Ey ayıp ve kusur kendisine anz olmayan Silim! 0 ~t.::, Ç

Sağlam, noksansız, eksiksiz, her türlü tehlikeden uzak, emin ve korkusuz


anlamianna gelen "salim" kelimesi, tüm bu zengin içeri~yle Yüce Allah için
aynen geçerlidir. Buna göre O, noksansızdır, ayıp ve kusurlardan münezzehtir,
sınırsız kemaldedir, yaratılnuşlara benzemez. Bu isminin tecellisi olarak da,
tüm canlılara selamet, esenlik ve huzur bahşeder. Yüce Allah'ın bununla he-
men hemen ayru manaya gelen bir ismi de "Selam" dır.
Selam, Allah'ın ismi olarak, zat'ı her türlü eksiklikten uzak ve salim oldu~
gibi, başkalanna da esenlik veren anlamına gelir. Bazılarının bu iki özelli~ ayı­
rarak yalnız birini, yani her türlü eksiklikten salim olmayı veya öbürünü, yani
başkalanna esenlik vermeyi ön plana çıkardıklan görülür. (bkz. Yıldınm, a.g.e.,
s. 267-268) Oysa her iki anlamda da Yüce Allah "Selam" dır. Hem zat'ı her tür-
lü eksi.klikten, kusurdan, değişiklikten, dertten, beladan münezzeh ve uzakbr,
hem de yaratıkianna her türlü emniyet, güven, esenlik ve selamet O'ndan ge-
lir. Aynca ahirette Cehennem'den kurtarmak ve Cennet'i bahşebnek suretiyle
de mürnin kullanna esenlik ve selamet lutfedendir.
Selarn ismi, bir ayette Allah için kullanılrnışhr. (59:23) Diğer birçok ayette
ise, selarnet, esenlik anlamına gelebilece~ gibi, Allah'ın vasfı da olabilir. Mese-
la, "Lehüm daru's-selam" (6:127) ayeti, "Onlar için selamet yurdu" veya "Se-
lam olan Allah'ın beldesi vardır." diye anlaşılabilir. (Rağıb, Müfredıit, s. 421-
422)
Allah, Selam ismiyle kullannı ve yaratıkianna manevi oldu~ kadar maddi,
dünyevi olduğu kadar uhrevi bir selamet, banş ve esenlik verir, onlan kötü-
lüklerden ve anzalardan muhafaza eder.
Bu mübarek isim, Kuddus ismine yakın bir mana taşımakta ise de, Kuddus
ismi, hem geçmiş hem de şimdiki zamana bakarken, Selarn ismi, daha ziyade
istikbale bakar. Yani, Yüce Allah'ın gerek zah gerek sıfab ileride en ufak bir
değişikliğe uğramaktan münezzehtir. O, asla yok olmaz, ilmi azalmaz, kudreti
kesilmez, mülkü elinden çıkmaz. Buna göre bu sıfat gerçek ve kamil anlarnda
Allah'a hasbr. O'ndan başka salim kalacak yoktur. Yaratıklar, varken yok olur,
sultanken kul olur, bilirken cahil, güç ve kuvvet sahibiyken hiç olur. Hiçbir
varlığa bu anlarnda inamhp güvenilmez. Çünkü hepsi bir anda yok oluverir.

Dünyada, yaratıklanrun sahip olduğu her türlü selarnet, huzur ve güven


Allah'tan geldiği gibi, ahirette de Cennet'teki mürnin kullarına selam edecek-
Kur'in we Hikmet IJıgında CEVŞEN ŞERHI • 205

tir. Nitekim, Yasin Suresi'nde "Cennet ehline, Rahim olan Rab' dan doğrudan
doğruya iletilen bir selam vardır." (36:58) Mürninler arasında alırup verilen se-
lam, bir selamet, esenlik ve saadet, dilek ve temennisidir. Allah'tan gelen selam
ise, bir temenni değil bizzat bu selamet ve esenliğin lfıtfedilip gerçekleştirilme­
sidir.
A. Osman Tatlısu'nun belirttiği gibi, selameti yalnız O'ndan bilmeli ve yal-
nız O'na teşekkür etmeliyiz. O, her türlü tehlikenin selamet yollannı ve sebep-
lerini yaratmış, tanzim ve tertip etmiştir. Fakat bu sebepler, kurtuluşumuz için
sadece birer vesileden ibarettir. Öyleyse tehlikeden kurtulup selamete çıkarun,
vasıtaya değil, o vasıtayı yarahp sevk edene teşekkür etmesi icap eder. Gerçi
vasıtaya da teşekkür edilir, fakat, Allah' a ortak gibi değil, iyi bir işe vesile ol-
duğu için (Ali Osman Tatlısu, Esmii-i Hüsnii., s. 47-49)

Bu ismin Sahibini taruyan mümin, her işinde fanilere değil, yalnız Allah' a
dayanıp güvenmeli. Çünkü yıkılmayacak ve her türlü afet ve beladan salim ka-
lacak olan yalnız O'dur. Fanilere bağlananlar, hayal kınklığına uğrarlar.
Yine, Allah' ı selam ismiyle tanıyan, bir iyi dilek temennisi ve kendinden za-
rar gelmeyeceği ifadesi olarak selamı yayar, elden geldiğince herkese selam ve-
rir. Dini hayabm her türlü şüphe ve hurafelerden uzak tutar. Kendisini uçu-
ruma götüren nefsani arzu ve isteklerinin peşinden gitmez. Dünya ve ahirette
selamet bulmak için, dizginlerini şehvet ve öfkesinin eline değil, aklının eline
verir.
Selam isminden nasibini alan kimse, ne kendine ne de başkasına zarar ver-
memeye özen gösterir. Kişinin kendi kendisine en büyük zaran ve zulmü,
dünya ve ahirette felaketine sebep olacak günahlan işlemektir. Başkasının,
elinden ve dilinden selamette olmadığı kimse, Allah'ın Selam isminden ders
almamış demektir. Ahirette O'nun huzuruna salim, temiz ve samimi bir gönül-
le çıkabilenlere ne mutlu!

29/9· Ey istediPnin maddi ve manevi nzkını daraltan Kı\bıd!

Bu isim Esrna-i Hüsna şarihleri tarafından genellikle bundan hemen sonra


gelen Basıt ismiyle birlikte açıklanır. Biz de aynı yönteme uyarak sonraki isim-
le birlikte ele alaca~ız:

29/to. Ey istediiin.in maddi ve manevi rızkını genişleten Basıt!

Kabıd, sıkan, daraltan, kısan; Basıt ise, açan, genişleten, yayan, ferahlık ve-
ren ve dilediği kulunun rızkıru genişleten demektir.
206 • Kur·~n ve Hikmet lpOında CEVŞEN ŞERHI

Bu iki isim, Kur'an-ı Kerim'de bu kalıpla geçmeyip, sadece meşhur Esrna-i


Hüsna Hadisi'nde yer almaktadır. Ancak, Kur'an'da da, bu isimlerle aynı kök-
ten gelen fiiller Allah Tealahakkında kullanılmış, böylece Allah'ın bu vasıfları
taşıdı~a işaret edilmiştir. Bu iki isim, birlikte zikredilmesi gereken isimler-
dendir. Genellikle, "Nimet ve nzıklan belli bir ölçüye göre tutup veren; ruhları
bedenlerden alan ve salan" manalannda anlaşılıyorsa da, sözlük manalan esa~
alınarak her türlü kısma ve genişletme, daraltma ve ferahlandırma, alma ve
verme, tutma ve salma manasında anlaşılması bizce daha doğru olur. Zaten,
"Kabzeden de, bast eden de Allah'hr." (2:245) mealindeki ayette de görüldüğü
gibi her ikifiilinde mefulü zikredilmeyerek kullanılması, bu iki kavrama daha
geniş bir anlam verilmesine imkan hazırlamışhr. (Metin Yurdagür, Esrnd-i Hüs-
n4', s. 115)
Allah özellikle "kabd" sıfah ve icraahyla ilgili olarak şöyle buyurur:
"Yahudiler, Allah'ın eli bağlıdır (sıkıdır), dediler. Hay dedikleri yüzünden
elleri bağlanası ve lanet olasılar! Bilakis, Allah'ın elleri açıkhr, dilediği gibi ve-
rir." (5:64)
"Allah O'dur ki, rüzgarlan gönderir, bunlar da bulutu kaldım. Derken, Al-
lah onu gökte dilediği gibi yayar ve parça parça eder; nihayet arasından yağ­
murun çıkhğıru görürsün. Allah dilediği kullarına yağmuru nasip edince, on-
lar seviniverirler." (30:48)
"Allah nzkı kullarından dilediğine bol bol verir, dilediğine de kısar. Şüphe­
siz Allah her şeyi hakkıyla bilendir." (29:63)
Gerçekten de bütün varlık alemi, Allah Teala'nın kudret kabzasındadır. is-
tediği kulundan, liitfettiği servet ve ihsaru, evlat ve iyali yahut hayat zevkini,
gönül ferahlığıru alıverir. O kimse zenginken fakir olur, yahut evlat aasına bo-
ğulur, yahut iç sıkınhsına, ıshrap ve huzursuzluğa düşer. İşte bu haller el-
Kabıd isminin tecellileridir. İstediği kuluna da yepyeni bir hayat verir, neşe ve-
rir, nzık bolluğu verir. Bu da el-Basıt isminin tecellileridir. Allah hakimdir; ku-
luna bazen kabz ile, bazen de bast ile muamele buyurur. Bast ettiğinde de,
kabz ettiğinde de hikmeti vardır. Hayat imtihandan ibarettir. Allah her kulunu
bir çeşit imtihana tabi tutar. (Tatlısu, a.g.e., s. 80)
Gazali'nin de belirttiği gibi, Allah Teala, Kabıd ve Basıt isimlerinin tecelli-
siyle, ölüm anında ruhlan kabzeder, dünyaya gelirken ve hayatta iken onlan
bedeniere bırakır. Zenginlerden zekat ve sadakalan alır, zayıflara nzıklannı
verir. Zenginlere, hiç ihtiyaç kalmayacak kadar bol nzık verir, fakirlerden de
nzkı kısar. Kimi kalpleri tutar, daralhr, böylece onlara İlahi tecellilerini az sa-
lar. Kimi kalpleri de liitfu ve keremiyle iyice genişletir. Böylece Kendisine daha
çok yaklaşırlar ve Dahi tecelliler daha çok olur. (Gaza.Ii, a.g.e., s. 59)
Allah, üzüntü ve sevinç merkezimiz olan kalbirnizi her an halden hale dön-
dürür. Kalp bütün halleriyle O'nun tasarrufundadır. Onu dilediği gibi çekip
Kur'An ve Hıkmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 207

çevirir. O kalp, sevinç ve neşeyle coşarken bir anda üzüntü ve kederle burku-
lur. Bast halinde İlahl tecellilerle mest olurken, bir anda o güneş misali tecelli
gizleniverir ve inkıbaz haline bürünür. Kısaca, insan kalbi çok süratli olarak
manen renkten renge girer. Zaten kalbe bu ismin verilmesinin sebebi de, daima
takallüp etmesi, halden hale inkılap etmesi, kendisine doğuşlann süratle ve
peş peşe gelmesidir. Bütün bunlar ise Allah'ın meşietiyle gerçekleşir. Onun
için Allah'ın bir ismi de Mukallibü'l-Kulfıb'dur.
İnsan kalbinde iman ve marifet kandilini tutuşturmaya vesile olan hadsiz
delilleri kciinatta yaratan, kitaplar indiren, peygamberler gönderen ve aynca
bu nuru (kişi tercihini bu yönde kullandıktan sonra) bizzat insan kalbine atan,
vücudunun her hücresine ruhunun en ücra köşelerine kadar sindirip yayan
Allah, Basıt ismine layıkhr. Bunun yanı sıra, kulun kötü tercihi sonucu kalbin-
den iman nurunu çekip alan (kabzeden) da yine Allah Teala' dır.
Her gece uyurken, ölümün kardeşi olan uykuyla ruhumuzu bir derece ala-
rak, bedenin aktivitesini nispeten kısıtlaması Kabıd isminin tecellisini göster-
diği gibi, uykudan uyandığımızda da ruhumuzu geri salarak, hareket ve akti-
vitemizi bahşetmesi, Basıt isminin tecellisini göstermektedir. Ölümle ruhları­
mızı bütünüyle kabzedecek olan, ahiretteki büyük dirilişle yeniden bedenleri-
mize salıp göndererek yine bu iki isminin tecellilerini gösterecektir.
Bütün evreni önce dev bir atom içinde zapt edip sıkıştıran, daha sonra "Bü-
yük Patlayış"la bunu bast edip bütün bu alemi inkişaf ettiren Allah olduğu gi-
bi, ağacı, çiçeği, insanı ve diğer bütün canlı varlıklan birer çekirdek, yumurta
ve hücrede dercedip, daha sonra bunlan ağaç, çiçek, insan vs. suretinde bast ve
irıkişaf ettiren de O'dur.

Kısaca, her alanda vermek de almak da, genişletrnek de daraltmak da, se-
vindirmek de, üzüntüye boğmak da Allah'ın elindedir. Bunu bilen kul, her an
ve yalnızca O'nun dergahına başvurmalı, O'na sığınmalı, O'nun eelalinden
cemaline, kahnndan lfıtfuna, azabından sevabına iltica etmelidir.
Yine insana düşen, gerek maddi gerekse manevi atemde bu İlahi icraatlan
görüp, bir hali tek kanun kabul etmeyip, her arı her şeyin değişebileceğini anla-
yıp, aa tatlı, kabz bast, sıkınb huzur, inkişaf irıkıbaz gibi bütün hallere hazır
olmak ve her hal karşısında kendisinden bekleneni yerine getirmektir. Sıkınh
halinde sabretmek, huzur ve ferahlık halinde şükretrnek, kabz halinde, basta
karşı yay gibi gerilip bast haliyle de maddi ve manevi alanda daha büyük te-
rakki ve ilerlemeler kaydetmektir.
Allah'ıbu iki vasfıyla bilen bir mümin, O'na karşı sürekli korku ve ümit
arasında bulunur. Ne varlıkla şımanr, ne de yoklukla bedbinleşir. Nimet ve
nzkı genişletme ve daraltma yetkisinin Allah'ın elinde olduğunu bilerek, aciz
kullara minnet etmez. Varlıkta şükreder, darlıkta ise sabreder. Allah'ın verdiği
208 • Kur'.ln ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI

nimetleri O'nun diğer kullanyla paylaşır. Verirken ve esirgerken hikmetli dav-


ranır.

İmam Gazali'ye göre, bu isimlerden nasibini almış kimseye, hikmet ve ha-


kikat dolu sözler ilham edilir. Böylece kah Allah'ın rahmetinden ve hikmet in-
celi.klerinden bahsederek insaniann gönüllerini açıp ferahlahr, kah Allah'ın ce··
lali, kibriyası, çetin imtihanlan ve düşmanianna yönelik cezalan ile korkutarak
gönüllerine korku ve endişe verir. Hz. Peygamber de sahabilerine sohbet eder-
ken böyle davrarurdı.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman vn bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-30-

30/1. Ey Kendisine sıtmmak isteyenleri koruyan!

Allah, aslında herkesin koruyucusu olmakla beraber, bu ismiyle Kendisin-


den koruma isteyen, himayesi alhna girmeyi arzu eden kimseleri daha çok ko-
ruduğunu ifade etmiş oluyor.

0 ~:;..:,ı ~~1) ç
30/2. Ey Kendisinden merhamet dileyenlere merhamet eden!

O'nun merhametinden nasiplenmeyen, yararlanmayan hiçbir canlı bulun-


mamakla birlikte, o merhametin koruyucu kanatlan altına iltica eden kimseleri
daha sıcak bir şekilde sanp sannalar.

30/3· Ey Kendisinden yardım isteyenlere yardım eden!

O, yardımı olmadan hiçbir varlığın varlıkta kalamayacağı zat olmakla bir-


likte, nusret ve imdadıru dileyenierin yardımına daha çok koşandır.
Kur'in ve Hikmet 1\ıOında CEVŞEN ŞER HI • 20CJ

30/4· Ey korunmak isteyenleri muhafaza eden!


O, her varlığı koruyan, hıfz ve himaye eden olmakla beraber, koruması alh-
na girmek için can atanlan daha fazla koruyandır. Bir ayet-i kerimede Yüce Al-
lah'ın bu koruyucu vasfına Hz. Yakub'un dilinden şöylece dikkat çekilmiştir:
"(Yakup), bundan önce kardeşini ne kadar emniyet ettiysem bunu da o kadar
emniyet ederim size; şüphe yok ki Allah, koruyaniann en hayırlısıdır ve O,
merhametlilerinen merhametlisidir." (12:64)

30/5· Ey Kendisinden ikram isteyenlere ikram eden!

Allah, herkese ikramda bulunan, her varlığı şu dünya misafirhanesinde gü-


zelce ağırlayan ve hepsine değer veren olmakla birikte, ikramıru dileyenlere
hususi ikramıyla muamelede bulunandır. Yüce Allah, ikram edici vasfına ve
bu vasfının tecellisi karşısında bazı insaniann olumsuz tutumuna bir ayet-i ke-
rimede şöyle dikkat çeker: "Rabbi, insanı denemek için ona değer verip, nimet-
Iere gark edince o: 'Rabbim hakkım olan ikramı yaph' der." (89:15)

0 ~:w,~\ ı:;
,
:w,~
,
ç
30/6. Ey Kendisinden irşad edilmeyi isteyenleri irşad eden!

Allah, her varlığın yol göstericisi, irşad ve hidayet edicisi olmakla birlikte,
hak yolunda istikamet nasip etmesini gönülden isteyenlere hususi rüşt ve hi-
dayetini ihsan edendir.

30/7· Ey Kendisindeninayet isteyenlere inayet eden!

Yüce Allah, her varlığın yardımcısı, kötü gününde her kulunun en yakın
dostu olmakla birlikte O'nun bu yardımcılığının farkında olup O'ndan hususi
yardım talep edenlere daha çok yardım eder.

Kur'an-ı Kerim'de de, Yüce Allah yardım konusunda sadece Kendisine mü-
racaat edilmesini ister. Mesela, Fatiha Suresi'nde, mürnin kullanna şöyle dua
etmelerinin yolunu gösterir: "Biz sadece Sana kulluk eder ve yalnızca Sen' den
yardım dileriz." (1:5) Başka bir ayette de mürnin kullarından, "Sabır ve namaz
araalığıyla Allah'tan yardım istemelerini" öğütler. (2:153) Hz. Musa'nın diliyle
210 • K u r' ~n vt H i k m tt 11 ı ~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

de müminlere şu öğüdü verir: "Allah'tan yardım dileyin ve sabredin. Muhak-


kak ki dünya Allah'ın mülküdür; kullanndan dilediğini oraya varis kılar. Gü-
zel akıbet, elbette müttakilerindir." (7:128)

0. ~1":'":. ·ı , , ...
~I.A.ö....ol ı:;-- ~ ~
, ,
1'

30/8. Ey Kendisinden imdat isteyenlere iındat eden!

Bu isimde geçen "mugis" kelimesi. yardım eden, yardıma koşan, medet


edici ve feryada yetişen anlamına gelir. Allah'ın bu vash her mahlukuna karşı
gerçerli ise de, dara giren, yardıma ihtiyacı acil hale gelen, çaresizlik ve zorda
kalmışlıktan feryat eden ve O'ndan imdat ve yardım isteyen kullannın yardı­
mına hususi imdadıyla yetişir, elinden tutar ve onlan sıkınhdan kurtanr.

30/9· Ey feryat edenlerin feryadına koşan! 0 ~~~ ~ ~~ Ç


, \,;,

O, kendisine yükselen imdat feryatlannı işiten, feryat sahiplerinin çağnsına


kabul ile cevap verendir.

30/ıo. Ey Kendisinden maifiret isteyenleri bağışlayan!

dergahına af ve mağfiret bulmak için gelen, günahlanndan bunalrnış,


O,
bağış
ve merhamet esintilerini teneffüs etmek isteyenlere af ve ma~firetiyle
muamele edendir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-31-

Bu isimde geçen ve bizim "af" diye çevirdi~ "safh" kelimesi, suçu ba-
ğışlama, günah ve cürmü affeyleme, dostluk etme manalarma gelir. Buna göre
K ur' 1 n v t H 1k m e 1 1~ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 211

Yüce Allah'ın, affediciliği, bağışlayıcılığı ve dostluğu hep cömertçe ve kerem


doludur.

31/2. Ey iyiJip büyük olan! 0 ~~~


, , Ç
"İyilik" diye çevirdiğimiz "merın" kelimesi, nimet vermek, hoşnutluk gös-
termek, esiri ücretsiz olarak salıvermek vs. gibi anlamlara gelir. Buna göre Yü-
ce Allah, büyük nimetler veren, nzası büyük olan ve büyük suç işleyen, ebedi
zindanında manevi esareti hak etmiş kullannı karşılıksız salıverendir.

31/3· Ey bayrı çok olan! 0 ;.;j1 ~


, , Ç

Bu isimde geçen "hayr" kelimesi, faydalı, nurlu ve sevaplı arnel; insaniann


ra~bet ettiği akıl, ilim, ibadet, adalet, ihsan, mal gibi nimetler vs. anlamianna
gelir. Buna göre Yüce Allah, kullarına tavsiye ettiği hayır ve hasenatı çok; lut-
fettiği meyve ve nimetleri bol olandır.

31/4· Ey fazlı kadim olan! 0 ~1


,
~.U
, Ç
Bu isimde geçen "fazi", erdem ve hüner açısından yüksek derece; bir şeyin
başka şeylerden cemal, kemal ve fayda cihetinden üstürılüğü gibi anlamlara
gelir. Yüce Allah, tüm bu içeriğiyle kadim fazi ve kerem sahibidir. Zira O, var-
lığının başlangıcı olmayan kadim ve ezeli olduğundan, her şey O'nun fazi ve
keremi sayesinde vücuda gelmiş ve her varlık, ilk andan itibaren her an coşup
taşan nimet ve ihsanıyla varlıkta kalmakta ve hayatını sürdürmektedir.

31/5· Ey sanab güzel olan! 0 ~1


,

Allah, sanatı latif, ince ve zarif olandır. Aynca sanat eserleri, lfıtuf ve kere-
minin incelikleriyle süslenmiş ve bezenmiştir. Kendi vücudumuzdan tutun, is-
tifade etti~imiz, hava, su, ışık ve bunlardan meydana gelen gıda maddelerine
kadar O'nun tüm sanat eserleri hep letafet ve lfıtuf incelikleriyle işlenmiş ve
oluşturulmuştur.

31/6. Ey ltltfu daim olan! 0


.., -
~1~1:) Ç

Allah, lfıtuf ve ihsarılan daimi, sürekli ve kesintisiz olan ve tüm varlıklarda


lfıtuf, inayel ve ince sanatının panltılan her an açıkça müşahede edilendir.
212 • Kur'In vr Hikmrt 1tı4ında CEVŞEN ŞERH(

31/7. Ey sıkınbyı gideren! 0 y~l ~\5 Ç

Allah, her türlü sıkınh, bela, ga.m, tasa, keder, endişe ve göz değmesine
hükmü geçip onu kaldıran, tüm zararlı şeylerin etkisini giderendir. Dolayısıyla
bu gibi durumlarda doğrudan doğruya O'na başvurulmalı, O'nun dergahına
sığınıimalı ve O'ndan şifa dilenmelidir.

31/8. Ey zaran kaldıran! 0 _;1Jı. ""il :~ Ç

Bu konuda şu iki ayet-i kerime çok anlamlı olup başkaca da bir açıklamaya
ihtiyaç bırakmamaktadır: "Eğer Allah sana bir sıkınh verirse O'ndan başkası
onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse ... Zaten O her şeye olduğu gibi,
buna da elbette kadirdir." (6:17); "Ve (bil ki,) eğer senin başına Allah bir darlık,
bir sıkınb saracak olsa, O'ndan başka onu giderecek yoktur: Ve eğer hakkında
iyilik, genişlik diliyorsa, O'nun lutuf ve cömertliğini engelleyebilecek kimse de
yoktur; O, lutuf ve cömertliğini kullanndan dilediğine nasip eder. Çünkü çok
aayan, esirgeyen gerçek bağışlayıa O'dur." (10:107)

31/9· Ey mülkün sahibi olan! 0 ~1 ~~ Ç

Allah, kendi mülkü olan kiinat memleketindeki her bir varlığın mutlak sa-
hibi, hakimi ve hükümranıdır. Yarathğı ve sahip olduğu bütün varlıklar üze-
rinde kudreti tamdır. Dilediğini var eder, dilediğini ise yoklukta bırakır. Var
ettiklerinden de dilediğini varlıkta bırakır dilediğini yok eder. Dilediğini dile-
diğine verir, dilediğinden de dilediğini esirger. Aziz kılar, zelil eder. Dünyanın
da ahiretin de sahibi ve hükümranıdır. İnsan sadece bu ismin manasını, haki-
kat ve tecellilerini tam olarak kavrasa Allah'ı tanıması ve hayattaki tavır, İsti­
karnet ve saadeti bakımından ona kafidir. Zerreden güneşe, mikroplan file,
zelzeleden gökteki meteorlara, kabirden, mahşerden, sırattan, Cehennem ve
Cennet' e kadar bütün maddi ve manevi varlık ve hadiselerin dizgininin O'nun
elinde olduğunu bilen bir insanın buna göre tavır takınması, hayat geçirmesi
ne kadar rahatlaha, doğru yön ve istikarnet belirleyici ve hayat yükünü hafif-
leticidir! Allah'ı her şeye kadir, dilediğini yapmaya muktedir, hiçbir şeye ihti-
yac olmayan ve bütün ihtiyaçlan karşılayabilen, zillet ve izzet Kendi elinde
olan, yüceitme ve alçaltmanın yegane yetkilisi olarak bilen bir insan, O'ndan
başkasının kapısına başvurur mu? Malikü'l-Mülk isminin geçtiği tek ayet-i ke-
rimenin meali bu yüce ismin manasma ışık tutmaktadır:
"De ki: Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü dilediğine verir,
dilediğinden de geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçalbrsın. Her
türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten de Sen her şeye kadirsin." (3:26)
Kur'An ve Hikmet ltıOında CEVŞEN ŞERHI • 213

Allah' tan başka hiç kimsenin gerçek anlamda ve kendi başına, ne güç ve
kuvveti, ne geçerli hüküm ve kanunu, ne otorite ve egemenliği, ne izin ve ruh-
sat verme, ne de kanun koyma yetkisi bulunmaktadır. O'nun ortaya koyduğu
deliller de, fıtrata seslendiği ve yaratılışın bağnndan çıkhğı için karşı konul-
maz kesinliktedir. O'nun uluhiyyet saltanabndan başka, hiçbir yerde hiçbir
saltanatın hiçbir yönden imkan ve belirtisi bulunmamaktadır.
Buna göre, bu vasıf, cin, insan ve meleklerden meydana gelen bütün akıl
sahiplerinin, Allah'ın saltanat ve hakimiyetine büyük bir itaatle boyun eğdikle­
rini ifade ediyor. Sayılan hiçbir rakama sığmayan çeşit çeşit melek ve ruhaniler
bütünüyle Allah'a itaat halindedir. Cinler ve insanlar da zahiri ve batınİ fonk-
siyonlarının büyük bir kısmıyla Allah'a ister istemez itaat ederler. Geri kalan
ihtiyari fiilierinde de müminler yine Allah'a itaat ederler. Kafirler ve fasıklar
ise sadece ihtiyari fiilleriyle bu emirlere ters hareket ederler. Bu da zaten
O'nun ilmi, meşieti ve kudreti dahilinde cereyan ediyor. Allah dilemezse insan
değil küfür ve isyana sapmak, bir an olsun varlık sahasında bile duramaz.

Allah'ıbu ismiyle taruyan mümin, O'ndan başkasına sığınmaz. Başkasın­


dan yardım dilemez. Himayesinden başka himaye aramaz. Allah, hükmranlı­
ğın tek ve gerçek sahibi olmakla, Kendisine inananiann da tek koruyucusu,
hamisi ve yardımcısı, destekleyicisi ve dostudur. Böyle bir sığınak, dayanak ve
dostu bulan milininin herhangi bir şeyden korku ve endişesi olabilir mi?
Bediüzzaman, başka bir vesileyle, konumuzu ilgilendiren şu güzel açıkla­
mayı yapar: "Mülk umumen onundur. Sen, hem O'nun mülküsün, hem mem-
luküsün, hem mülkünde çalışıyorsun. Şu kelime (lehü'l-mülk = mülk O'nun-
dur), şöyle şifalı bir müjde veriyor ve diyor: Ey insan! Sen kendini, kendine
malik sayma. Çünkü sen kendini idare edemezsin, o yük ağırdır. Kendi başına
muhafaza edemezsin, belalardan sakırup, levazımabnı yerine getiremezsin.
Öyle ise beyhude ızdıraba düşüp azap çekme, mülk başkasınındır. O hem Ma-
lik, hem Kadir'dir, hem Rahim'dir; kudretine istinad et, rahmetini ittiham et-
me. Kederi bırak, keyfini çek. Zahmeti at, safayı bul.
Hem der ki: Manen sevdiğin ve alakadar olduğun ve perişaniyetinden mü-
teessir olduğun ve ıslah edemediğin şu kainat, bir Kadir-i Rahim'in mülküdür.
Mülkü sahibine teslim et, ona bırak.. cefasıru değil, safasuu çek. O hem Ha-
kim' dir, hem Rahim' dir. Mülkünde istediği gibi tasarruf eder, çevirir. Dehşet
aldığın zaman, İbrahim Hakkı gibi "Mevla görelim neyler, neylerse güzel ey-
ler" de, pencerelerden seyret, içlerine girme." (Mektubat, 224-225)

31/to. Ey hak ile hükmeden! 0 ~~


, , ~ll
,
Ç

Allah'ın hükmü ve karan tamamıyla gerçeğe ve realiteye uygundur. Çünkü


O, her şeyi bilen Alim, her şeyden haberdar olan Habir ve bilgisi her şeye nü-
214 • K ur' J n ve H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H j

fuz eden Latif'tir. Dolayısıyla O'nun verdiği hüküm ve kararda ancak adalet
olur.

Sm biitiin kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki


bize inuüıt etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart

-32-

32/1. Ey majlôp edilmeyen Aziz! 0 r' -:-,~~ ~; Ç


Aziz, izzet, güç ve kuvvet sahibi demektir. Allah, asla mağlup edilemeye-
cek, zillete düşürülemeyecek, zulüm ve hakarete uğrahlamayacak kadar
Aziz' dir. İzzet ve iktidarına hiç kimse hiçbir surette karşı çıkamaz. O'nun mül-
künde ve kudretinin avucunda olan, O'nun verdiği nzıkla beslenen, küfür, in-
kar ve isyan ehli kimseler O'na en küçük bir zarar ve zulüm dokunduramazlar.

32/2. Ey Kendisine ulaşılamayan Litifl 0 rı;.'J ~ Ç

Allah, künh-i zat'ına erişilemeyecek, hakikati idrak edilemeyecek, mahiyeti


bilinemeyecek kadar gizlidir. Çünkü, her türlü şekillenmelerden münezzehtir.
Dolayısıyla ihata edilemez, idrak edilemez, göz ve akılların kavramasından
uzakhr. Şu ayet-ikerime de, Jetafet kökünden gelen Latif'in bu manasma işaret
etmektedir: "Hiçbir beşeri görüş ve tasavvur O'nu kuşatamaz, ha.Ibuki O her
türlü beşeri görüş ve tasavvuru çevreleyip kuşahr, zira yalnız O' dur (hikmeti-
ne) tam nüfuz edilemez olan, her şeyden haberdar bulunan." (6:103)
Bu ismin bir başka manası da şudur: Allah, ilminden gizlenilip kaçılamaya­
cak, bilmesinden hariç kalınamayacak kadar Latif olandır. Çünkü O, ilminin
incelik, nüfuz ve ihatasıyla en gizlisi de dahil, her şeyi kuşatmışhr.

32/3· Ey uyumayan gözetleyici! 0 'J


r~ ~.) Ç

Rakib, daima görüp kontrol eden, sürekli gözeten anlamındadır. Yüce Al-
lah'ın Rakib isminin genişçe açıklaması 45/2'de gelecektir. Burada şu kadarını
deriz ki: Yüce Allah'ın uykudan, uyuklamaktan ve dalgınlıktan münezzeh bir
Kur'.in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ • 215

murakabe edici oldu~nu Ayetü'l-Kürsi'deki şu ifadeler açıkça bildirmektedir:


"Öyle bir Allah ki O'ndan başka yoktur tapacak. Diridir, her an yarattıklanru
tedbir ve tasarruf edip durur. Ne uyuklamaya kapılır, ne uykuya dalar."
(2:255)

32/4· Ey yok olmayan KMm! 0 ~ ~'J ~~ Ç


Kaim, mevcut ve baki anlamındadır. Ayrıca daima iş başında, mevcudab
tedbir eden ve tasarrufta bulunan anlamı da vardır. Buna göre Yüce Allah, öy-
le bir mevcuttur ki, O'nun kayyılmiyetinin, yani varlıklan varlıkta tutuşunun
etkisinden hiçbir şey bir an bile hariç değildir. Her şey varlıktaki halini muha-
faza etmeyi O'na borçludur.

32/5· Ey ölmeyen Hayy! 0 ~;.; ~ ç.. Ç


Hayat kelimesinden sıfat olan "Hayy" kelimesi, kısaca "hayat sahibi, diri"
anlamına gelir.
Hayy kelimesi, Kur'an'da Allah'ın vasfı olarak 5 ayette geçer:
1) ilkin Furkan Suresi'nde geçer. Burada özel isim durumundadır ve "ölüm-
süz" sıfabyla nitelenmiştir: "Ölümsüz Diri'ye tevekkül et!" (25:58)
2) Bundan sonra Haşir' den bahseden bir konuda bu isme yer verilir: ''Yüz-
ler Hayy ve Kayyfım'a boyun eğmiştir." (20:111) Mahşerde O'nun Hayy vasfı
kemaliyle zuhur edecektir. Bütün hayatıann sahibi olan Kamil Hayy, onlardaki
emanet hayatlan geri alıp onlan ölüme mazhar etmiştir. Sonra hepsini bir ara-
ya toplayarak yine onlara hayat vermiş Hayy'ın ancak Kendisi oldu~u onla-
ra bir kere daha göstermiştir.
3) Allah O Ha yy' dır ki, bu isminin tecellisiyle, ölü ve karanlık maddenin
içine giren bir sır, panlblar hilinde o ismin Sahibine şehadet eder. Tecellinin
değişme zamanı gelip de, o sır alınınca, hayat maddesi, ölümle öbür maddeler-
den bir madde haline dönüşmekle de, yine O Hayy'e şehadetini yeniler.
4) Bir ayette de, "O'dur Hayy; O'ndan başka ilah yoktur." buyrulmakla,
kamil manada tek Hayy'ın O olduğu belirtilir.
5) Bu vasıf iki ayette de el-Hayy el-Kayyfım şeklinde gelir. (2:255; 3:2)
Demek ki bu İlahi vasıf, ya "ölümsüz" sıfahyla, ya hasr ifadesiyle veya el-
Kayyılm ismiyle birlikte getirilerek, bildiğimiz diriler gibi bir dirinin değil, aş­
kın ve yüce bir Zat'ın huzurunda olduğumuz hatırlahlmışhr. (Suat Yıldınm,
a.g.e., s. 202-205)
216 • Kur'In ve Hikmet laıOında CEVŞEN ŞERHI

32/6. Ey yok olmayan Melild 0 ,_:,J:;.'i ~ Ç


Melik, "hükümdar" demektir. Kur'an, kırktan fazla yerde her türlü hüküm-
ranlığın Allah'a ait olduğunu özellikle ve önemle vurgular. (Bk. 3:189; 35:13;
67:1 vb.)
Allah mülkün, hükümranlı~ın hakiki sahibidir. Dünya ve ahiretin hüküm-
ranlığı yalnız O'na aittir. Di~er bütün saltanatlar, hükümranlıklar geçici birer
gölge ve mecazi birer otoritedir.
Yerde ve gökte, bütün kainatta, dünya ve ahirette tasarruf ve saltanat, icat
etme ve yok etme, tesir ve tedbir, emirlerini uygulatma, hükümlerini yürütme,
hituf ve kahır, yüceitme ve nimetlendirme hep O'nun elinde, O'nun kudret
avucundadır. Her şey O'nun emir ve iradesiyle cereyan eder. Birine bunlan
verirse emaneten ve imtihan için verir. Hükümranlığında ortak kabul etmez.
Diledi~ zaman diledi~, verdi~ saltanattan azleder.
O, milyarlarca ışık yılı ile ölçülebilen, sayısız denebilecek kadar çok sakin-
leri ve raiyeti bulunan bu kainat memleketini ve oradaki canlı cansız tüm var-
lıklan yoktan var etmiş ve her an etmektedir. Yerden gö~e, zerrelerden geze-
genlere, ezelden ebede kadar her bir mevrut O'nun tarahndan yarahlmış ve
yarablmakta, O'nun tarahndan varlıkta tutulmakta, dizgini O'nun elinde bu-
lunmakta ve izni olmadan hiçbir şey zerre kadar emrinin dışına çıkamamak­
tadır.

İnsan vürudunu, birer fert olan hücrelerden meydana getirip bütün maddi
ve manevi duyu ve organlanyla küçük, fakat muhteşem bir alem ve memleket
haline getirerek idare ettiği gibi, kainab da büyük bir vücut misali aynı intizam
ve itaatle yaratmış, çekip çevirmekte ve idare etmektedir.
En muhteşem bir ülkeden hadsiz derecede daha intizamlı, daha bakırnlı ve
kanunlan daha adilane yürüyen şu alem, elbette sahipsiz ve maliksiz değildir.
Bütün yarabklar, Allah'ın hem mülkü, hem kullan ve hem de mülkünde çalı­
şan memurlandırlar. O'nun saltanab ezelden ebede kadar mevcut ve bakidir.
Yaratma ve inşasında hiçbir nesneyi kendi arzusuna bırakmamış, her şeyi mut-
lak iradesiyle dilediği gibi yaratmışbr.
O, varlıklardan diledi~e can vermiş, diledi~e yan can. Bir kısmını gök-
lerde uçurmuş, bir kısmını yerde süründürmüş. Dilediğinin önüne et koymuş;
dilediğininkine ot. Birine denize girmeyi yasaklamış, diğerine denizden çıkma­
yı. Kimine kol vermiş kanat vermemiş, kimine kanat vermiş kol vermemiş. Bir
kısmını iki ayaklı yapmış, başkalanru dört, alb yahut kırk ayaklı vs. Kısaca her
şeyin dizgini O'nun elinde, her şeyin anahtan O'nun yarundadır. Her şey
O'nun emir ve iradesiyle halledilir.
Kur'in vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 217

O'nun hiçbir yardımcıya, vezire, vekile ve vasıtaya ihtiyacı da yoktur. Her


ne dilerse Kendi kudretiyle yapar. Hiçbir iradesi yerine gelmemiş olmaz.
Kur' an' ı dinleyelim:
"De ki: Ey mülkün gerçek sahibi olan Allah'ım! Sen mülkü diledi~e verir-
sin ve mülkü dilediğinden geri alırsın. Dilediğini yüceltir, dilediğini de alçal-
tırsın. Her türlü iyilik Senin elindedir. Gerçekten Sen her şeye kadirsin. Geceyi
gündüze katar, gündüzü de geceye katarsın. Ölüden diriyi, diriden de ölüyü
çıkarırsın. Dilediğine de sayısız nzık verirsin." (3:26-27)
Bu isimden hissesini alan kimse, her şeyin hükümranlığının Allah'ın elinde
oldu~u bilir. O'na olan ihtiyacının, kendi ruh ve bedenine olan ihtiyaçtan bi-
le ileri olduğunun bilincindedir. Dolayısıyla O'ndan başkasına sığınmaz. Kul-
lara kulluğa tenezzül etmez. Sadece Mevla 'sını razı etmeye çalışır. Özellikle
sıkıntı ve felaket anlarında, düşmanlarıyla karşılaştığı durumlarda her şeyin
dizgini elinde, her şeyin anahtan yanında, her şeyin yönetimi avucunda olan
kiinat Malikine sığınır. Aynca kendi küçük dünyasında büyük bir komutan
gibi davranır. Özel egemenlik alanında kötülüklere asla geçit vermemeye çalı­
şır. Kendine ait olan bedeninde dil, göz, el, ayak ve diğer organlanru güzelce
komuta ederek Allah'ın nzası yolunda sevk ve idare eder. Şehvet, gazap, heva
gibi manevi donanımlarını hep iyiye, güzele ve do~ya kanalize eder.

32/7· Ey fena bulmayan Baki! 0 ~'i ~Ç Ç

Baki kelimesi, sözlükte, bir şeyin ilk hali üzere kalmaya devam eden, kesin-
tiye uğramayan, geleceğe do~ sürüp giden, ölümsüz anlamına gelir. Baki, iki
türlüdür:
1) Bizatihi ve gerçek baki olup, bu beka ve kalıcılık belli bir süreye kadar
olmayan, sonsuza dek süren ki, bu ancak Allah Teala'dır. Allah'ın fani olması
düşünülemez.

2) Başkası
ile baki olan: Bu da Allah'ın dışındaki varlıklardır. Bunların fani
olması mümkündür.
Kur'an-ı Kerim'de, ölümsüzlük ve değişmezlik anlamındaki beka vasfı,
ism-i tafdil sigasiyle (Ebka =en baki, en değişmez) sadece Allah'a nispet edil-
mektedir. (20:73; 55:27) Bir ayet-i kerimede de Allah'ın ölmeyen diri olduğu
belirtilerek (25:58) yine O'nun bekası dile getirilmiştir. Bazı Hadislerde aynı
anlamı ifade etmek üzere "ed-Daim" isminin de kullanıldığı görülmektedir.
Allah hakkında kelam alimleri tarafından kullanılan "Vacibu'l-Vücud =Varlığı
zorunlu" deyimi de O'nun bekasının başka bir ifadesidir. Aslında, Allah za-
manla bağımlı değildir. Ancak, insan her şeyi bir zamanla birlikte düşünüp id-
rak etmeye alışkın olduğu ve bundan kendini kurtaramadığı için, alimler, Yüce
Allah'ın geçmiş açısından sonsuzluğunu "Kadim" ve "Ezeli"; gelecek açısın-
218 • K u r' .l n ve H i k m et 1~ 1 0 1 n da C E V Ş E N Ş E R H j

dan nihayetsizliğini de "Baki" ve "Ebedi" kavramlanyla ifade etmeye çalışmış­


lardır.
(Gazali, a.g.e., s. 251)
Allah dışındaki bütün varlıklar, zatlan, cinsleri ve nevileriyle, kendi başia­
nna düşünüldüklerinde fani, yok olucu ve ölüınlüdürler. Her şey var olmasın­
da ve varlığını devam ettirmesinde Allah'a muhtaçhr. Demek ki, gerçek Baki
Allah Teala'dır. O'nun dışındaki her şey bizatihi fanidir.
Varlık aleminde bulunan her şey, Allah tarafından yarahlıp yaşatılıyor.
Hepsi de varlıklannı Allah'a borçludurlar. Allah dilerse onlan varlıkta bırakır,
dilerse yok eder. Allah ise, ne varlığında ne de varlığını devam ettirmesinde
bir başkasına muhtaçhr.
Yeryüzünde bulunan, kar tanecikleri, su damlaaklan, ayna parçalan gibi
şeffaf şeyler güneşin do~masıyla birlikte parlarlar. Bu parlaklık güneştendir.
Fakat güneşin ışık ve parlaklı~ı kendisindendir. Güneşin o parlak şeylere ihti-
yaa yoktur. Bu örnekte oldu~ gibi, bütün varlıklar, varlıklanru, hayatlannı,
devamlannı Allah'a borçludurlar. Fakat Allah varlığını ve hayabm kimseye
borçlu değildir.
Zaman içerisinde varlıklar ve özellikle canlılar, belli bir süre için var oluyor,
ardından ölüp gidiyorlar. Yerlerine yeni canlılar geliyor. Onlar da bir süre ya-
şayıp kayboluyor. Böylece sürüp gidiyor. Bundan anlıyoruz ki, bütün bunlan
var eden ve Kendisi ise hiç yok olmayan bir Zat var. Bütün varlıklar gelip geçi-
ci, Allah ise sonsuza dek kalıadır. Yine anlıyoruz ki, hayat ve ölüm Allah'ın
baki ve ebedi oldu~a en büyük delillerden biridir. Nitekim, çok eskiden beri
atalanmız, mezar taşlan üzerine "Hüve'l-Baki =O'dur Baki" ifadesini yazagel-
mişler, böylelikle verdi~imiz temsilin hakikatine işaret etmişlerdir.

Yüce Allah, bütün eşsiz güzel isimleriyle birlikte Baki ve ebedi oldu~na
göre, ölümle görünüşte yokluğa bürünen sevdiklerimizden dolayı üzülmeye
gerek yok. Çünkü, hem başka varlıklan sevrnemize sebep ne varsa hepsinin
yarahası ve kaynağı O olduğu gibi, O'nun güzelliğinin aynalan olan söz ko-
nusu sevdiklerimizi ebediyen yokluk karanlığında bırakmaz. Ebedi'nin ayna-
lan da ebedi olmalıdır. Öyleyse, aynlıklar geçicidir. O varsa, bizim için her gü-
zellik ve vuslat var. Asıl O'nu tanımayanlar, bilmeyenler ölümden ve ayniık­
tan korksun!
, ,
32/8. Ey Kendisine cehalet bulaşmayan Alim! 0 ~~ ~~ \;

Alim ismi 29/S'te açıklanmışb. Allah, ezeli ve sınırsız ilmine hiçbir şekilde
cehalet müdahale etmeyendir. Dolayısıyla O'run ilminin kapsamına girmeyen
bir zerre bile yoktur. O'na cehalet asla bulaşmaz.
Kur'in ve Hikmet ı,ığında CEVŞEN ŞERHI • 219

32/9· Ey yiyip içmeye muhtaç olmayan Samed! 0 ~"i r~ Ç


Samed, kısaca, kendisi hiçbir şeye muhtaç olmayan; her türlü arzu ve ihti-
yaçta müracaat kapısı olan demektir. Samed ismi, Kur'an-ı Kerim'de sadece bir
kere geçer. O da İhlas Suresi'nin 2. ayetidir. Yüce Allah'ın yiyip içmekten mü-
nezzeh olduğu şu ayet-i kerimede ifade ediliyor: "De ki: 'Gökleri ve yeri yara-
tan Allah'tan başkasını mı dost edinirim? Halbuki o, nzık veriyor, yediriyor;
ve yedirilmekten, beslenmekten münezzeh bulunuyor." (6:14)
Samed kelimesi sözlükte, çok farklı manalara geldiği için alimler de, bu ko-
nuda çok değişik izahlar yapmışlardır. Şöyle ki:
a) "Yaratıkların, ihtiyaç ve isteklerinde Kendisine başvurduklan, Kendisine
yöneldikleri Zat." (İbn Kesir, a.g.e., VIII, 547) Buna göre Allah, Kendisine baş­
vurulandır. Her türlü ihtiyaçta başvuru kapısıdır. Hacetierin bilirilmesi ve ıstı­
raplann giderilmesi için tek mercidir. Araplar, kapısına ihtiyaç sahiplerinin
akın ettiği yüksek değerli zatlara "Samedü'I-Kavm" derler.

b) "Ululukta azamette, hilimde, zenginlikte, ihtiyaçsızlıkta ve hikmette, kı­


saca üstün sıfatiarın her çeşidinde kamil olan." (İbn Kesir, a.g.e., VIII, 547)
c) Eksiksiz, ihtiyaçsız olan, yemeyen, içmeyen.
d) Doğurmayan, doğmayan. Çünkü, doğup da ölmeyen hiçbir şey yoktur.
Ölene de başkası varis olur. Allah ise, ne ölür, ne de başkası O'na vans ve halef
olur." (ed-Darimi, er-Redd ald el-Cehmiyye, s. 262)
Kısaca, Allah, her ihtiyaç anında Kendisine müracaat edilen ve ilisanlar
Kendisinden beklenendir. Ululuğun zirvesi O'na mahsustur. O, gerek dini ge-
rekse dünyevi hususlarda insanlan kime muhtaç etmişse ve onların ihtiyaçla-
rını kimin eli veya dili vasıtasıyla bitirmişse bu isminden bir tecelli ile ona ik-
ram etmiş demektir. (Gazali, a.g.e., s. 96-97)
Allah, Samed vashyla, Kur'an-ı Kerim'de bir kez İhlas Suresi'nde nitelenmiş
olmakla birlikte, O'nun, hiçbir varlığa muhtaç bulunmadığı, bilakis bütün ya-
ratıklann velisi, sahibi ve ihtiyaç mercii olduğu birçok ayette açıkça belirtilir.

Bu ismi ve tecellilerini düşünen mü min, yalnızca Allah' a yönelir. Bütün ih-


tiyaçlannı O'ndan ister. Her sıkıntısında O'na sığınır. Araya başka aracılar
koymaz. Allah'ın izni dışmda aciz kullardan, özellikle türbe ve mezarlardan
yardım dilemez. Samedolan Allah'ın dininin ve Kitabının da her türlü maddi
ve manevi ihtiyaçlara çözüm ve kafi geldiğini bilerek, problemlerinin çözümü
için onlara müracaat eder. Öte yandan, gücü ölçüsünde bu isme ayna olmaya
çalışarak, diğer insanlara ve canlılara elden geldiğince yardımcı olmaya çalışır.
Bu özelliğiyle ve Allah için herkese başvuru kapısı olur.
220 • Kur'in vt Hikmet l~ıOınd;ı CEVŞEN ŞERH!

32/ıo. Ey zaafa düşürülemeyen Kavil 0 ·\;, ;.;~ Ç;i li


Yüce Allah, zerreden güneşe kadar tüm varlıklara boyun eğdiren sonsuz
kuvvet ve kudret sahibidir. Sınırsız kuvvet ve kudretine zaiflik ve acizlik hiçbir
surette bulaşamaz. Ka vi isminin genişçe açıklaması 21/10' da geçti.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-33-
~,;
,
·. t di~ ·..fj
,

Allah'ı.m! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyonım:

33/). Ey isim, sıfat ve fiilierinde ortap olmayan Vihid! O ~lj li


Arapça "vahd" veya "vahde" kökünden türetildikleri kabul edilen "Varud"
ve "Ehad" kelimeleri Allah hakkında kullanıldığında ''bölünmesi (tecezzi, in-
kısam) ve sayısının artması (tekessür) mümkün olmayan, bir, tek, yegane var-
lık" anlamını ifade eder.

Elmalılı, "Varud" kelimesinin dilde geldiği beş kadar manayı sıraladıktan


sonra, altına olarak, Allah hakkındaki kullarulışuu da şöyle izah eder: "Gerçek
anlammda kullanılan vahdettir: Varud, Allah Teala'nm vasfı oldu~ zaman, ne
bölünme, ne çoğalma ve ne üreme söz konusu olmayan Vahid demektir. Ve bu
vahdetin ağırlığından dolayı Allah, 'Allah bir olarak anıldığı vakit ahirete
inanmayanlarm yürekleri burkulur' (39:45) buyurmuştur ki, bu anlamda Va-
hid, münferit (tek, yalnız) demektir. Yukarıda da geçtiği üzere (önceki mana-
larda) bununla Allah'tan başkası da vasfolunabilir, fakat "Ehad" ile Allah'tan
başkası vasıflanamaz. (El.malılı, a.g.e., İhlas: 1. ayetinin tefsiri)
Kur' an-ı Kerim' de Allah' m birliğini doğrudan ifade etmek üzere daha çok
"Vahid", "Ehad" ve "Vahdeh" gibi kelimelerin kullanıldığı, bunun bazı hadis-
lerle de desteklendiği görülmektedir. Esrna-i Hüsna' dan biri olarak bazı hadis-
lerde yer alan "Vitr = tek" kelimesini (Buhari, Daavat 69) de Allah'ın birliğini
doğrudan telkin eden isimler arasmda saymak gerekmektedir.
Kur'In ve Hikmet tııOında CEVŞEN ŞERHİ • 221

Allah zabnda birdir. O'nun yaratb~ ve ayakta tuttuğu bir mahluk, hiç O'na
denk olabilir mi? Sıfatlannda birdir; hiçbir sıfatının benzeri başkasında bu-
lunmaz. Yaratıklarında, bilhassa insanlarda O'nun sıfatlarının benzerleri değil,
ancak izleri ve tecellileri vardır ki, onlardan Allah'ın yüce sıfatları sezilir ve
iman edilir. Allah, işlerinde birdir; her şeyi yaratmada idare etmede, çekip çe-
virmede hiçbir yardımaya ihtiyacı yoktur. Maddi ve manevi sebepler, kendi
başlarına hiçbir şeyde müessir olamazlar. Allah, isimlerinde birdir; güzel isim-
lerinden hiçbirisinde hakiki manasıyla benzeri yoktur. Hükümlerinde birdir;
hikimiyet yalnızca O'nun işidir. Helali, haramı, sevabı mükafab belirlemek an-
cak O'na mahsustur. Şu helaldir, şu haram, şu yasakbr, şu serbesttir, demeye
Allah'tan başka kimsenin yetkisi yoktur. Bütün bu sayılan hususlarda Allah'a
bir denk bulunabileceğini kabul etmek şirktir. Şirk, yarahlmışlar içinde her-
hangi birini, bu hususlann herhangi birinde Allah' a benzetrnek veya Allah' a
ortak tutmak, dolayısıyla onun tannlığını kabul edip ona tapmakbr. (Tatlısu,
a.g.e., s. 178)

33/2. Ey istediğini bulan Vicid! 0 ~lj Ç

Vacid, istediıou istediği vakit bulan, varlık aleminde mevcut her şeye sahip
olan, her varlığa kadir, hiçbir şey Kendisinden gizlenemeyen, hiçbir şeye ihti-
yacı bulunmayan, her şey Kendisinin görme ve işitme dairesi içinde bulunan,
göklerde, yerde, ikisi arasında ve yerin derinliklerinde ne varsa hepsi Kendisi-
ne ait olan demektir. (Abdulcevad, a.g.e., s. 165)
Bu kelime, fakıd (yitiren, elde edemeyen, arzusuna ulaşamayan) kelimesi-
nin zıddıdır. Vacid; kendisine darlık, fakirlik ve acizlik anz olmayan, kendisi
için lüzumlu şeylerin hiçbirinden mahrum bulunmayan manasma geldiğine
göre, Cenab-ı Hak da uhihiyyet sıfatlan ve bunların kemali hususunda lazım
olan her şeye sahiptir. (Gazali, a.g.e., s. 96) Bu mübarek isim, her ne kadar
Kur'an'da açıkça yer almıyorsa da, taşıdı~ manayı ifade eden pek çok ayet bu-
lunmaktadır. Allah'ın her şeye yakın olduğunu, gayp ve şehadeti bildiğini,
göklerde ve yerde ne zerre büyüklüğünde bir şeyin, ne de ondan küçük veya
büyüğünün O'ndan gizlenemediğini, her şeyin apaçık olarak bir kitapta bu-
lunduğunu (34:3) Gani olduğunu ve yaratıklarından ihtiyaçsız bulunduğunu
(47:38) ifade eden ayet-i kerimeler örnek verilebilir.
Kısaca "Yüce Allah, her şeyi, bilhassa hükmünü infaz edeceği kimseleri, is-
tediği vakitte hemen bulur. Herhangi bir şeyi ele geçirmek için zaman kolla-
mağa, tedbir almağa, tuzak kurmağa ihtiyacı yoktur. İstediği şey, istediği za-
man hemen o an huzurundadır. Hiçbir şey O'na karşı kendini gizleyemez ve
O'nun elinin ermeyeceği, gücünün yetmeyeceği bir noktaya kaçıp kurtulamaz,
her şey daima Cenab-ı Hakk'ın huzurundadır." (fatlısu, a.g.e., s. 175)
222 • Kur'an vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

33/3- Ey her yerde hizır ve nazır olan Şihid! 0 ~W, Ç

Allah'ın vasfı olarak şahid, "Kendisinden hiçbir şey saklanamayan ve hiçbir


şeyi unutmayan" anlamına gelir. Şahit olmak, ilk önce "hazır olma" düşünce­
sini uyandıru. Şahit oluşu, bilmenin öbür nevilerinden ayıran, özellikle bu ha-
zır olma kavranudır. "Allah her yerde hazır ve nazırdır." demek, "Her şeye ve
her zerreye yakınlıAı birdir." demektir. (Tatlısu, a.g.e., s. 142) Yakın oldu~
için, yapılan her işi görmekte ve söylenen her sözü işitmektedir. Gazali'ye göre
ilim, mutlak, yani kayıtsız olarak düşünülürse, Allah "Alim"; gayba ve gizli ta-
raflara izafe edilirse "Habir"; zahiri durumlan bilme söz konusu olursa "Şe­
hid"dir. (Gazali, a.g.e., s. 91)
Kur'an'da Allah, Kendisinden başka tann olmadığına şehadet eder. (3:18)
Yine O, Kendi ilmiyle Kitab'ı indirdi~e şahitlik eder. (4:166) insaniann bazı
işlerine, mesela münafıklann yalana olduklanna (63:1) şehadet eder. En büyük
şehadet Allah'ın şehadetidir. (6:19) Allah şehadet alemini olduğu gibi gaybı da
bilendir (39:46; 64:18 vb.)

33/4· Ey sonsuz şan ve yücelik sahibi Micid! 0 ~~ Ç

Macid, genişlik, ululuk ve kerem manasma gelen "Mecd" kökünden gelir.


Şaru yüce, sıfat ve fiilieri güzel, kadri büyük, himmeti yüksek, çok cömert ve
eli açık olan manasınadır. (Abdulcevad, a.g.e., s. 167) Bu isim de, meşhur Esrna-
i Hüsna Hadisi'nde yer almakla beraber, Kur'an-ı Kerim'de geçmemektedir.
Ancak Kur'an'da, Allah'ın bu vasfının manasma delalet eden birçok ayet
vardır. Esrna-i Hüsna şarihlerinden merhum A. O. Tatlısu, bu isim hakkında
şu güzel açıklamayı yapar:

"Allah Teala'nın, Kendisiyle aşinalığı olan kullarına kerem ve cömertliği


ifadeye sığmaz, ölçüye gelmez. Mesela, onları temiz ahlak sahibi olmaya, iyi iş­
ler yapmaya muvaffak kılar, sonra da yapbklan o güzel işleri, haiz olduklan
seçkin vasıfları anarak onları över, sitayişlerde bulunur. Kusurlannı affeder,
kötülüklerini siler. Fakat bunları anarak onları utandırmaz. Mazeretlerini ka-
bul eder, haklarını himaye ve müdafaa lutfunda bulunur. Sıkışık zamanlannda
bilinmeyen, akıl ve hayale gelmeyen yollardan yardım eder, salah ve saadetle-
rinin sebeplerini hazırlar, her türlü müşküllerini halleder. Nihayet onlara olan
vaatlerini yerine getirir, onları ebedi saadetlere kavuşturur. Kula gereken şey,
Allah Teala'nın bu lutuf ve keremini daima habrlayarak onu candan sevmek
ve bütün emirlerini baş taa yapmakbr. Hatta Allah'tan korkmanın bile, O'nu
sevmenin kuvvetinden ileri gelmiş olması lazımdır. (Tatlısu, a.g.e., s. 176)
Kur'.in vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 223

33/S· Ey bütün işlerini ezeli hikmetine göre


neticeye ulaştıran Rişid! 0 ~1) Ç
Allah raşiddir. Yani, her sözü hak ve doğrudur. Doğruyu ve hak olanı em-
reder. Doğruya ve gerçeğe yönlendirir. Kullannın ve bütün varlıklarm işlerini
en iyi sonuca ulaşhnr. İnsanlan erdemlere, hayra, iyiliğe ve rüşde davet eder
ve bu davetine uyanlan doğru yola eriştirir. Olgun ve selim akıl sahibi, iyi ah-
laklı kullanna yardım eder.

33/6. Ey peygamberler gönderen ve ölüleri dirilten Biis! 0~Ç Ç

Bais, sözlükte, harekete geçirmek, bir tarafa yöneltip göndermek, bir işle gö-
revlendirmek, uykudan uyandırmak ve diriltmek anlamlanna gelen ''ba's" kö-
künden gelir. Buna göre, Bais de bütün bu işleri gerçekleştiren zat demektir.
Bu isim daha çok "ölüleri dirilten" olarak tarumlaruyorsa da, bizce manası da-
ha geniş olup sözlükteki manalannın hepsini içine almaktadır. Nitekim, Yüce
Allah peygamberleri gönderen; yarahklanndan her birini bir vazife ile görev-
lendirip o vazifeyi ifa etmek için hayat sahnesine sevk eden, yağmur yüklü bu-
lutlan toplayıp rahmete muhtaç yerlere gönderen; canlılan, ölümün kardeşi
olan uykudan uyandıran; maddi ve manevi sayısız ordulanru sevk eden; me-
lekleri, müminlere yardım etmek üzere seferber eden ve gerek bahar mahşe­
rinde canlılan dirilten, gerekse Büyük Mahşer' de insanlan diriiterek kabirie-
rinden kaldınp hesap meydanına sevk edecek olandır.
Bu isim, Esrna-i Hüsna'yı sayan meşhur hadiste geçmekte, Kur'an'da bu ka-
lıplayer almamaktadır. Ancak, Kur'an'da ''ba's" kökünden türeyen eliiyi aşkın
kelimenin Allah hakkında kullanıldığı görülmektedir. (Mesela, bkz. 22:7; 36:52)
Bu kelimenin İslami literatürdeki öncelikli ve en yaygın anlamı, "Kıyamet
gününde Allah'ın ahiret hayabm başlatmak üzere ölüleri diriltmesi, onlan ka-
birlerinden çıkararak yeniden hayata döndürmesi" oldu~a göre öncelikle bu
nokta üzerinde duralım. Bunun için önce bu konuya ışık tutan bazı ayetleri
mealen kaydedelim:
"Onlar:' Allah ölen bir kimseyi diriltmez' diye olanca güçleriyle Allah'a ant
içtiler. Aksine, bu O'nun bizzat Kendisine karşı gerçek bir vaadidir. Fakat in-
sanlann çoğu bilmez." (16:38)
"İnkar edenler, kesinlikle diriltilmeyeceklerini ileri sürdüler. De ki: Hayır!
Rabbime andolsun ki mutlaka diriltileceksiniz, sonra yaphklannız size haber
verilecektir. Bu, Allah'a göre kolaydır." (64:7)
224 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

"Ey insanlar! Eğer yeniden dirilmekten şüphede iseniz, şunu bilin ki, biz si-
zi topraktan, sonra nutfeden (spermden), sonra alakadan (aşılanmış yumurta-
dan), sonra uzuvlan (önce) belirsiz, (sonra) belirlenmiş canlı et parçasından
(uzuvlan zamanla oluşan ceninden) yarattık ki, size kudretimizi gösterelim. Ve
diledi~mizi, belirlenmiş bir süreye kadar rahimlerde bekletiriz; sonra sizi bir
bebek olarak dışarı çıkannz. Sonra güçlü çağımza ulaşmanız için (sizi büyütü-
rüz). İçinizden kimi vefat eder; yine içinizden kimi de örnrün en verimsiz çağı­
na kadar götürülür; ta ki bilen bir kimse olduktan sonra bir şey bilmez hale
gelsin. Sen, yeryüzünü de kupkuru ve ölü bir halde görürsün; fakat biz, üzeri-
ne yağmur indirdi~izde o, kıpırdarur, kabanr ve her çeşitten (veya çiftten) iç
açıabitkiler verir. Çünkü Allah, hakkın ta kendisidir; O, ölüleri diriltir; yine O,
her şeye hakkıyla kadirdir. Kıyamet vakti de gelecektir; bunda şüphe yoktur.
Ve Allah kabiderdeki kimseleri diriltip kaldıracakbr." (22:5-7)
Bediüzzaman'ın ifade etti~ gibi, bahar mevsiminde birkaç gün zarfında, in-
san nevinin hepsinden bin kat fazla olan bütün bitkilerin bütün yaprakların,
evvelki baharın aynısı gibi birden mükemmel bir biçimde inşalan; yine bütün
ağaçlarm bütün çiçeklerin. meyvelerin ve yaprakların, geçmiş baharın ürünleri
gibi, şimşek misali bir hızla icatlan; hem o baharın asıllan olan sayısız tohum-
cuklann, çekirdeklerin ve köklerin, birden ve beraber uyaruşlan, gelişmeleri ve
dirilişleri; hem kemiklerden ibaret olarak ayakta duran ölüler gibi bütün ağaç­
Iann cenazelerinin bir emir ile bir anda "Öldükten sonra diriliş" e mazhar oluş­
lan; hem küçücük hayvan türlerinin sayısız üyelerinin gayet derecede sanatlı
bir biçimde diriltilmeleri; hem bilhassa sinek kabilelerinin haşirleri ve bilhassa
sürekli yüzünü, gözünü, kanadını temizlemekle bize abdesti ve temizliği ham-
latan ve yüzümüzü okşayan gözümüz önündeki kabilenin bir senede canlan-
dmlan fertleri, insanoğlunun Hz. Adem zamanından bu yana gelen bütün fert-
lerinden daha fazla olduğu halde, her baharda sair kabileler ile beraber birkaç
gün zarfında inşalan, canlandınlmalan ve haşirleri; elbette Kıyamet'te insan
bedenlerinin yeniden inşasına bir değil, binlerce ömektirler. {Bk. Bediüzza-
man, Sözler, s. 113)
"Bais" kelimesinin bir manasının da "gönderen" olduğunu belirtmiştik. Bu
ikinci anlamıyla Bais olan Allah, hem sayısız ordulan yoktan var edip dirilti-
yor. Hem de emrinde çalıştırdığı ordularını düşmanlannın üzerine gönderiyor.
Şöyle ki:

Göklerin ve yerin bütün ordulan Allah'mdır. Bütün mevcudat türlerini bi-


rer muntazam ordu halinde icat etmekte ve emrinde çalıştmnaktadır. Her ba-
har yüz binlerce canlı ordulanru ayrı ayn erzaklan, elbiseleri, cihazatlan, talim
ve eğitimleriyle haşredip yeryüzü karargahma gönderen O'dur. Bu O'nun gö-
rünen orduları. Bir de görünmeyen ordulan vardır. Bunlar da sayısız ruhaniler
ve meleklerdir. Allah, görünen ve görünmeyen ordularıyla dilediği kuluna
Kur'.\n ve Hikmet lııQında CEVŞEN ŞERH! • 225

yardım eder. Allah'ın bunca ordulanyla desteklediği gerçek ve samimi kulla-


nru yenebilecek kim vardır?
O'nun sayısız ordulanndan bir tek fert bile büyük bir zorbayı yere serebilir.
Bir sivrisinek bir Nemnid'u öldürür. Bir kannca bir Firavun'un sarayını yıkar.
Gözle görülmeyecek kadar küçük bir mikrop zalim bir diktatörü Cehennem' e
gönderir. Bedir Harbi'nde ve daha başka nice İslami savaşlarda meleklerin
yardımı görülmüş ve bunlardan alınan destekle kcifirler ordusu darmadağın
edilmiştir. (Mesela bkz. 3:124-125; 8:9, 12)
Bais vasfı, Allah'ın başka büyük bir icraatına da işaret ediyor. Allah'ın aza-
metini ifade ederken, aynı zamanda insan gözünde büyük bir tefekkür ufkunu
da açıyor. O da saf, berrak ve açık hava boşluğunda çok kısa bir zamanda
yağmur yüklü bulutlan bir emirle oluşturup bir ordu gibi vazife başına sevk
etmesidir. Rahmet adı verilecek kadar faydalarla donahlmış trilyonlarca ton
yağmuru damla damla o buluttan sağmasıdır. Bu ifadeyle Yüce Allah, sulann
buharlaşmasıyla başlayan, birçok ince ve hayret verici fiziki muamelelerle de-
vam eden ve sonunda rahmet yüklü birer kafile halinde oradan oraya koşan ve
dudaklan çatlamışçasına suya hasret kalmış topraklan gördüğünde adeta göz
yaşlanru tutamayarak ağlayıp o topraklan çiçekler ve yeşilliklerle güldüren bir
bulutun oluşum hikayesini bir film şeridi gibi gözler önüne seriyor.
Kanncayı rehbersiz, anyı arıbeysiz bırakmayan Yüce Kudret, insanoğlunu
da peygambersiz bırakmanuşbr. Peygamber ''ba'setmek =göndermek" uluhi-
yetin en önemli özelliklerinden biridir. Tarihte, en az 124 bin peygamber gön-
deren Cenab-ı Hak bu manada da Bciis ismine layıkbr.
Allah'ın "Bciis" isminin bir manasının da "uykudan uyandıran" olduğunu
belirtmiştik. Uyku büyük bir nimet olduğu gibi, uykudan uyanabilmek de bir
nimettir ve bir kudret mucizesidir. Allah, ölümün küçük kardeşi olan uykudan
uyandırarak bir nevi yeniden hayatakavuşturmaklada Bciis (diriltici) olduğu­
nu ispat etmektedir. Şu sabrlar konumuza ışık tutar niteliktedir: "Uyku ve
uyanıklık haileri ölümden sonra da hayahn olacağı konusunda bize güzel bir
örnek teşkil eder. Son derece normal ve basit bir durum gibi görünen uyuyup
uyanma meselesi, gerek biyolojik, gerekse psikolojik açıdan son derece dikkat
çekicidir. Her gün yıpranıp ölen insan vücudundaki hücrelerin yerlerinin yeni-
leriyle doldurulması; her gece fonksiyonları kesintiye uğrayan duyuların misil-
leriyle iade olunup hayat sahnesinde yeniden faaliyete başlaması ruhun birli-
ğine, devamlılığına delaletten önce Allah'ın varlığına, bekasına, vahdaniyetine
ve insanı, cismani olarak tam manasıyla öldükten sonra yeniden diriltıneye ka-
dir olduğuna açık bir şahit ve kesin bir delildir. Bu delil, dirilişin sadece müm-
kün olduğunun de~, aynı zamanda fiilen gerçekleştiğinin ömeğidir." (Mu-
hammet Çelik, Kur'an'ın ikna Hususiyetleri, s. 103)
226 • Kur'In vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

Bu isimden ders alan bir mümin, onun tecelWeri üzerinde düşünür. Al-
lah~~ kudretine, diriliş ve ahiretin mutlaka gelece~e, peygamberlik müesse-
ses~ hak olduğuna olan _imanı artar. Bu isimden müminin alacağı derse baş­
ka bır açıdan dikkat çeken Imam Gazali'nin şu cümleleri çok anlamlıdır:
"Cehalet en büyük ölümdür. ilim ise en şerefli hayatbr. Şanı Yüce Allah, il-
mi de cehli de Kur'an'da zikretmiş ve ilme 'hayat', cehle de 'memat' ismini
vermiştir. Kim ki, birisini cehalet çukurundan kurtanp ilim yüceliğine yüksel-
tirse, işte onu yeni bir hayatla diriltmiş ve ona güzel bir hayat bahşetmiştir. Bu
açıdan, eğer halka ilim öğretip onları AUah yoluna çağırmakta kulun bir rolü
olursa, bu da bir nevi diriitme demektir. Bu, peygamberlerle onlann varisi olan
.ilimlerin derecesidir." (Gazali, a.g.e., s. 91)

33/7· Ey bütün mülk ve servetierin hakiki sahibi Viri.s! 0 ~~lj Ç

"Varis" kelimesi, sözlükle "Mirasçı" demektir. Allah hakkında kullanıldığı


zaman ise, "Ölümsüz hayat sahibi, bütün yarabklannın yok olmasından sonra
kalan Baki" diye açıklanır. Bu isim Kur'an-ı Kerim'de iki ayette fallin yücelik
ve üstünlüğünü bildiren bir üslup içinde, azarnet ço~u ile, (Varisfuı/Varisin)
şeklinde AUah'ı nitelemektedir. (15:23; 28:58) Kur'an'da, Hz. Zekeriya'nın bir
duasının nakledildiği diğer bir ayette (21:89) ise, aynı vasfın "Hayru'l-Varisin =
Vcirislerin en hayırlısı" şeklinde tekrarlandığı görülmektedir.
Allah'ın Varis ismi hakkında Taberi şöyle diyor:
"Eğer biri çıkıp da: 'Bilinen anlamda miras, mülk sahibinin ölümünden son-
ra varise intikal eden şeydir. Halbuki mahlukahn yok olmalanndan önce de,
sonra da dünya Allah'a ait değil midir?" diye sorarsa cevaben denir ki: 'Bunun
(Allah'ın Varis olmasının) anlamı, zikrettiğimiz gibi, Allah'ın zatını beka ile
tavsif etmesidir, yaratıklan hakkında faniliği hükmetti~ bildirmesidir, Ken-
disinden başka herkesin fani olduğunu haber vermesidir." (Taberi, a.g.e., VII,
440-441)
Allah, dünyada nimetlendirdiği mülk sahiplerinin göçüp gitmelerinden
sonra da baki kalır. Çünkü, hem onlann, hem mal ve mülklerinin varlığı
O'nun varlığı iledir. Oysa Allah'ın varlığı, başkasına bağlı değildir. (Beyha.ki,
a.g.e., s.13)
Mülk aslında Allah' a aittir; yarablmışlann mecazi ve görünüşte olan bir
mülkiyet ve tasarruflan vardır. Nitekim hesap gününde O, bu gerçeği onlara
ikrar ettirecektir: "Bugün hükümranlık (mülk) kimindir? (denir. Hepsi:) Mut-
lak Hakim olan tek AUah'ındır' derler." (40:16) Bu ayet, Allah hakkında Va-
ris'ten maksadın ne olduğunu anlamamızı kolaylaştırmaktadır. (Suat Yıldın.m,
Kur'an'da Uluhiyet, s. 222)
Kur'~n ve Hikmet l~ığında CEV~EN ŞERHI • 227

imam Gazili de, bu ayet-i kerime hakkında şu açıklamayı yapar: "Birçok


insan, sahip olduklan mal ve mülkün gerçekten kendilerine ait olduğunu san-
maktadırlar. Oysa ki o mal mülk, çok kısa bir zaman için onların tasarrufuna
verilmiştir. İşte Allah, 'Bugün mülk kiınindir?' diye soracağı gün, hakikat bü-
tün açıklığıyla ortaya çıkacakhr. Bu sesleniş, o gün onlar için ortaya çıkacak
hakikatten ibarettir. Geçici dünyada bir miktar mal mülk ile böbürlenen gaflet
ehlinin durumu budur. Yani, yukandaki İlahi hitap, gaflet içinde bulıman kirn-
selere yöneliktir. Gönül gözleri açık olanlara gelince, onlar, bu sesienişin dile
getirdi~i sahneyi her zaman seyrederler. Sessiz ve harfsiz olarak, İlahi bir hitap
halinde onu daima işitirler. Mülkün, her gün, her saat ve her an, Bir ve Kahhar
olan Allah'a ait olduğunu kesinlikle bilirler." (Gazali, a.g.e., s. 109)
Mal mülk adına şu anda elimizde ne varsa hepsi bir zamanlar bizden önce-
ki birilerinin elindeydi. Onlar, yeryüzünde şu geçici hayat yolculuklarını ta-
mamlayınca gerçek mal sahibine hepsini devrederek aynhp gittiler. Allah, yer-
lerine bizi getirerek o imkanlan emaneten bizim elimize verdi. Tarihte milyon-
larca defa tekrarlandı~ı gibi, gün gelecek, emanet ister istemez bizim elimizden
de alınacak. Öyleyse, akıllı kimse emanette emin davranır. Onu, emanet sahi-
binin izni ve hoşnutluğu çerçevesinde kullanır. Ondan helal dairede güzelce is-
tifade ederek, sevabıru da toplayıp ebedi mükifat diyanna tertemiz olarak gö-
çer.

33/8. Ey hikmeti gereli elem ve zarar verici şeyleri de


yaratan Dirr! 0 ~ -
jL;, Ç

Hadis-i Şeriflerde "Darr-Nafi' = Zarar ve fayda veren", "Muhyi-Mümit =


Dirilten-öldüren", "Kabıd-Basıt = Daraltan-Genişleten", "Zahir-Batın =Açık ve
gizli olan" gibi zıt anlamlı isimlerin birlikte kullaruldıklan görülür. Zıt anlamlı
isimterin bu kullanım biçimi, Allah hakkında zihinlerde bir ikilem ve bir çelişki
oluşturmamalı. Bilakis bu, Yüce Allah'ın, birbirinin karşıh veya alternatifi du-
rumundaki varlık ve olaylardan meydana gelen kiinah nasıl bir düzen ve
ahenk içinde idare ettiğine ışık tutmaktadır. Bu açıdan Allah' ın, "ed-Darr" ismi
sadece "zarar veren" şeklinde anlaşılmamalı, "zarar verenler de dahil olmak
üzere her şeyi yaratan, evreni karşılıklı etki-tepki ilişkisi içinde düzenleyip yö-
neten" tarzında yorumlanmalıdır. Zaten alimler, Allah'ın sadece en-Nafi' (fay-
da veren) diye nitelendirilmesinin caiz olduğunu, bu sıfatla olmayarak sadece
"ed-Darr" (zarar veren) diye nitelendirilmesinin caiz olmadığını söylemekte-
dirler. (Yurdagür, a.g.e., s. 238-239)
228 • Kur'An ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞERH!

ed-Darr ismi, bu kalıp la, Kur' in-ı Kerim' de geçmemekle beraber; bpkı fay-
da, menfaat ve hayır gibi, zarar, kötülük ve şerrin de Allah'ın elinde olduğu
değişik vesilelerle dile getirilerek Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çekilir.
Meilini kaydetmekle yetineceğimiz şu ayet-i kerimeler buna örnektir:
"E~er Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek
yoktur. E~er sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur.
O, haynru kullarmdan dilediğine eriştirir. Ve O ba~şlayandır, esirgeyendir."
(10:107); "De ki: Ben kendime bile Allah'ın dilediğinden başka ne bir zarar ne
de bir menfaat verme güc.i.ine sahibim." (10:49); "Yeryüzünde vuku bulan ve
sizin başınıza gelen herhangi bir musibet yoktur ki, biz onu yaratmadan önce,
bir kitapta yazılmış olmasın." (57:22)
Bazı ayet-i kerimelerde de, Allah'tan başka ibadet edilen sözde tannlann,
zarar ve fayda sa~lamaya güçlerinin yetmeyen varlıklar olduklan vurgulana-
rak, dolaylı olarak Allah'ın buna güc.i.inün yetti~ hahrlablıyor. (5:76; 10:18;
21:66; 22:12; 25:55)
Bir kısım ayetlerde ise, insanın başına gelen zarann gerçek anlamda ancak
Allah tarafından giderilebileceğine dikkat çekilerek yine zararın da Allah'ın
elinde olduğuna işaret edilir. Çünkü, zarara kildir ve hakim olmasaydı ve onu
elinde bulundurmasaydı, onu gidermeye de gücü yetrnezdi. (6:17; 10:12; 12:53-
54; 17:56; 21:83-84; 26:72-74)
Gazali'nın de ifade etti~ gibi Allah, bizatihi ve sırf kötülük ve zaran murat
etmez. Ancak kötülüğün ve zararın içinde daha büyük bir hayır ve fayda giz-
lenmekte ise, o takdirde murat eder. Zaten ortada, sırf kötülük olma vasfını ta-
şıyan bir kötülük de mevcut de~ldir. Her kötülü~n alhnda mutlaka bir de
fayda yatmaktadır. (Gazali, a.g.e., s. 44)
Şu ayet-i kerimelerde, insano~luna verilen zarar ve sıkınhlann bazı hikmet-
lerine işaret edilir:
"Muhakkak ki, sizi biraz korku, biraz açlık ve mallardan, canlardan, ürün-
lerden biraz eksiitmeyle deneriz. Sabrederıleri müjdele!" (2:155); "Şüphesiz ki,
senden önce de ümmetiere peygamberler gönderdik. Dua edip yakarsırılar di-
ye, darlık, zarar ve sıkınhya soktuk." (6:2)
Yüce Allah'ın bu ismi ve yine İslam ilikadına göre, hayrm da şerrinde Al-
lah'ın yaratmasıyla olduğu gerçe~i, kainatta.ki şer problemini ve kötülüklerin
varlık hikmetlerini gündeme getiriyor. Bediüzzaman bunu, nisbi (göreceli) ha-
kikatlerin meydana gelmesine ve görünmesine vesile olacağı hikmetine bağlı­
yor.
Bilindi~ gibi k.iinatta özü itibariyle hayırlı ve faydalı, güzel ve mükemmel
şeyler vardır. Bir de zahnda ve özü itibariyle faydalı, güzel ve mükemmel ol-
madığı halde başka bir gerekçeden dolayı, başkasına nispetle ve başka hayırla-
Kur'ln ve Hikmet l~ıl)ında CEVŞEN ŞERHI • m
ra, faydalara, güzelliklere ve kemallere vesile oldu~, onlann bütün derece ve
tonlanyla görünmesineyardım ettiği için faydalı, güzel ve kamil olarak kabul
edilen şeyler vardır. Bu nisbi hayırlar, faydalar, kemaller ve güzellikler, hakiki-
lerine nispetle sayılamayacak kadar çokturlar ve kamattaki bu maddi ve ma-
nevi çeşni ve renklilik hep nisbi gerçekler sebebiyledir. Mesela, asıl ve ana
renkler vardır ve bunlar çok azdırlar. Bir de ara renkler var ki, bunlar sayıla­
mayacak kadar çoktur. Bu ara renklerin varlığı, ana ve asıl renklere, zıtlan olan
başka renklerin az veya çok müdahalesi ve kanşmasıyla ortaya çıkarlar. Yine,
asıl karanlık ve aydınlık bir tanedir. Karanlığın içine aydınlığın müdahalesi ve
kanşması ölçüsünde karanlığın sayısız tonlan ortaya çıkıyor. Zi.firi kararılık­
tan, alaca karanlığa kadar ve kuşluk vaktinden günortasına değin sayısız nur
ve ışık dereceleri kendini göstermektedir. Tatlar da bu açıdan aynen renkler
gibidir. Zıtlannın müdahalesi ölçüsünde ara tatlarm çeşitleri çoğalmaktadır.
Sıcaklık da böyledir. Zıddı olan so~kluğun müdahalesiyle sıfırın altındaki
yüzlerce dereceden sıfınn üstündeki sayısız derecelere değin, değişik ton ve
mertebeleri bulunmaktadır.
Bunun gibi, aslında hayır ve şer de asıllan itibariyle birer tanedir. Fakat,
mesela haynn, yani fayda ve kemalin arasına zıddı olan şer ve noksanın kanş­
ması ve kabşmasıyla sınırsız derece, mertebe ve tonlan ortaya çıkmaktadır. Bu
da hayata renklilik ve güzellik kabyor, onu monotonluk ve sıkıcılıktan kur-
tardığı gibi, en güzel bir imtihan salonu olması için dünyanın dekorlan, ışıklan
ve renkleri oluyor. Bediüzzaman bizim kısaca değindiğimiz bu gerçeği bir iki
sual münasebetiyle genişçe izah eder. (İşaratu'I-İ'caz, s. 26-27) K.iinatta şerlerin
yarablış hikmetiyle ilgili olarak da şöyle der:

Soru: Fakat Cemil-i Mutlak ve Rahim-i Mutlak ve Hayr-ı Mutlak olan Zdt-r
Ganiyy-i Alelrtlak (istisnasrz her şeyden müstağni ve ihtiyaçsız olan Allah), nasıl olu-
yor da, zavallı cüz'i fertleri ve şahısları musibete, şerreve çirkinliğe müptela ediyor?
Cevap: Ne kadar iyilik, güzellik ve nimet varsa, doğrudan doğruya o Cemil
veRahim-i Mutlak'ın rahmet hazinesinden ve hususi ihsanlanndan gelir. Mu-
sibel ve şerler ise, Rububiyet saltanatının adetullah adıyla ve külli iradelerin
temsilcileri olan genel ve her yerde geçerli kanunlannın çok neticelerinden tek-
tük cüz'i neticeleri olmasından, o kanunlar cereyarurun cüz'i gerekleri oldu-
ğundan, elbette külli fayda ve hikmetlere vesile olan o kanunlan muhafaza
ebnek ve gözetmek için o şerli, cüz'i neticeleri de yaratır. Fakat o cüz'i ve acıklı
neticelere karşı, Rahmani özel imdatlar ve Rabhani hususi ihsanlar ile, musibe-
te düşen o efradın feryatlanna ve belalara maruz kalan şahısiann yardım çağn­
Ianna yetişir. Ve tercihiyle iş yapan fail olduğunu, her bir şeyin her bir işi,
O'nun meşietine bağlı bulunduğunu ve bütün kanunlannın dahi, daima irade
ve tercihine tabi bulunduklanru ve o kanunlarm tazyikinden (baskısı altında)
feryat eden fertleri, bir Rabb-ı Rahim'in dinlediğini ve imdatlanna ihsaruyla
ZJ0 • Kur'in vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI

yetiştiğini göstermekle; Esrna-i Hüsna'nın kayıtsız ve hadsiz tecellilerine, had-


siz ve kayıtsız bir meydan açmak için o külli adetullah prensiplerinin ve 0
umumi kanuniann istisnai olarak dışına çıkılmasıyla ve hem şerli cüz'i netice-
leriyle, hususi ihsanlar ve hususi biçimde sevdirmelerle hususi tecellilerin ka-
pılannı açık bırakmışbr. (Şudlar, s. 30-31)

Yine Bediüzzaman' a göre, toplumun başına gelen bazı umumi zarar ve fela-
ketler, çoAunluAun hata veya ilimalinden kaynaklanır. Ancak, arada zarar gö-
ren çocuklar, yaşlılar, masum ve suçsuzlar için büyük mükafatlara vesile olur.
(Mektubat, s. 458)

33/9· Ey hayır ve menfaatli feyleri var eden Nifi'! 0 C!ı:, Ç

Nafi', sözlükte, menfaat ve yarar sa~layan anlamına gelir. Bu isim Allah'ın,


yarabklanna fayda ve menfaat verdiği, her türlü faydalı şeyi yaratb~ mesajını
taşımaktadır. Yukanda ed-Darr ismini açıklarken kaydettiğimiz ayet-i kerime-
lerde de görüldüğü üzere, gerçek ve tek fayda vericinin Allah olduğu açıkça
belirtilmektedir.
Gerçekten de her türlü hayır ve menfaat Allah'ın elindedir. Her faydalı şey
O'nun hazinesinden çıkmaktadır. O, her şeyde bir fayda, hikmet ve masiahat
gözetendir. Yaratbklannı umulmadık şeylerden yararlandırandır. Her canlının
fayda ve çıkarlannı dileyen ve ikram edendir. O'nun kudret ve iradesi olma-
dan hiç kimse hiçbir konuda hiç kimseye bir yarar ve menfaat sa~layamaz.
O'nun dışındaki varlıklar için bu ismin kullanılması mecazidir. Hakiki Nafi'
O'dur. O'nun dışındakiler ise, ancak O'nun emri, izni ve ilmi dairesinde verdi-
ği imkan.larla başkasına fayda temin edebilirler.

Her varlık, her şeyinde ve her işinde Allah'ın yardımına muhtaçtır. Ya fıtri
ihtiyaç, ya zorda ve darda kalmışlık lisanı veya sözlü olarak O' dan yardım di-
ler. Bütün kclinattan Allah'ın dergahına doğru bir dua, niyaz ve yakanş akar
durur. Çünkü hiçbir varlık, bir an olsun O'ndan müstağni kalamaz. O, gerek
toplu olarak ve gerekse fert fert varlıklardan yardımını bir anlık çekecek olsa,
her şey derhal yok olur.
İrademiz dışında bize bu kadar fayda ve iyilik kaynak ve imkanlanru sağ­
ladı~ gibi, bir de, irademizle izlememiz için önümüzde bir iman ve İslam yo-
lunu açarak, dünyada ve ahirette bizi ihya edecek hayat düsturlarıru elimize
vererek de bize sonsuz fayda ve iyiliklerde bulunmuştur.
O, bize emanet olarak verdiği canımızı ve malımızı, duyu ve duygulanmızı,
varlık ve i.ınkanlanmızı Cennet karşılığında bizden sab.n alarak bize ikinci bir
kez de fayda dokundunnak istemektedir. Bu alış verişte, bizden sabn almakla,
imk.inlanmızı elimizden almamakta, sadece Kendi nzası dairesinde kullanma-
Kur'In ve Hikmet l~ıl)ında CEVŞEN ŞERH İ • 231

mızı istemektedir. Bunu yapb~mız takdirde, zaten fani olan bu imkarnann


ebedi hale gelece~, değerlerinin kat kat artaca~, külfet ve so~~~uklan­
run hafifleyece~, hain durumuna düşmekten kurtulacağımızı ve ustelik Cen-
net gibi ebedi bir fiyat kazanacağımızı bildirerek Nafi' isminin bir başka tecel-
lisini göstermektedir.
İşte bütün bu nimet, inayet, ihsan ve yardımlarm gerçek sahibi olan Rabbi-
miz, zahnı bize en-Nafi' diye tarutmakta, her türlü zarar gibi, bilcümle fayda
ve menfaatlerin de Kendisinin elinde olduğunu hatırlatmaktadır.
Her türlü fayda ve zarar Allah'ın elinde olduğuna göre, kullara müracaat
edip yorulmak veya onlardan korkmak yersizdir. Her fayda ve tehlike karşı­
sında, doğrudan doğruya zarar ve faydayı elinde bulunduran Yüce Allah'a
müracaat edilmeli, O'na dayanıp güvenilmelidir. Öte yandan mümin, Allah
dostları olan mürninler başta olmak üzere bütün canlı varlıklara fayda verme-
ye çatışmalı, sadece saldırgan kafir ve zalimlere, bu tutumlannda ısrar ettikleri
sürece zarar vermekle yetinmelidir.

33/to. Ey kullanna yol gösterip ldtfuyla hitiayet veren Hadi!

Hadi, aynı anlama gelen "huda" ve ''hidaye" kökünden gelir. Hidaye, llıtuf
ve nezaketle rehberlik etmek anlamındadır. Allah'ın vasfı olarak ise, şu şekilde
tanımlanmıştır: Her mahluku varlık ve bekasını sürdürmesi için gerekli olan
cihetlere yönelten, rızık aramalanru ve zararlardan sakınınalarmı ilham eden,
varlıklan, özellikle canlılan Rububiyetini tanıyacak kabiliyette yaratan, Kendi-
sini taruma yollarını kullanna tanıhp gösteren, bundan fazla olarak kullann-
dan dilediğini iman ve tevhid nuruyla şereflendiren, bu iman ve itaatin netice-
sinde de Cennet'e ve ebedi nimetiere kavuşturandır. (Suat Yıldırım, Kur'an'da
Uluhiyet, s. 199)
Yüce Allah şu ayet-i kerimelerle değişik yönlerden hidayet edici ve yol gös-
terici vasfına ışık tutmaktadır: "Rabbimiz O' dur ki, her şeyi yaratmış, sonra da
onlara yol göstermiştir." (20:50); "O her şeyi ölçü ile yaparak sonra da doğru
yolu gösterdi." (87:3); "Onlan, buyru~muz ile, insanlan doğru yola götüren
önderler yaptık." (21:73); "Hidayeti kabul edenlerin Allah hidayetini artınr."
(47:17); "Allah iman edenleri hidayet etti." (2:213) Ve nihayet Cennet'likterin
dilinden nakledilen şu ifadeler: "Hamd O Allah' a olsun ki, bizi buna hidayet
etti." (7:43)
Bu hidayet türlerinden sadece davet ve yolu tarutma çeşidinde Allah'tan
başkasının cüz'i bir rolü vardır. Öbürleri ise tamamen Allah'a aittir.
Şimdi bu ayet-i kerimelerin işaret ettiği hidayet çeşitlerini açıklayalım:
232 • Kur'An vr Hlkmrt IJıOında CEVŞEN ŞERHI

H~r va~lık, öze~e c~. olanlar gerek varlığa ayak basmasında, gerekse
kendi nev'ıne has bır takım ozellik ve nitelik kazanuken hadsiz haller ve ihti-
maller ~şısın~a mütereddit, şaşkın bulunmaktadır. Bakıyoruz ki, 0 ilimsiz,
şuursuz: ~a.desız varlık bütün o hadsiz ihtimaller içinden amaca götürücü olan
yalnız bınru seçmekte ve onu takip etmektedir. Hadsiz tohum ve çekirdeklerin
kendi türüne ait mükemmel birer bitki ve ağaç ha.Iine gelmelerinde, sayısız yu-
~urta ve ~~u~aakların kuş ve böcek halini almalannda, nihayetsiz nutfelt'-
rın gereklı tüm cihaz, duyu ve duygularla donarup insan ve hayvan kisvesine
bürünrnelerinde durumu hep böyledir. Bu tereddüt ve tekamüller hep fıtri
olup, o varlıkların ihtiyarlan dışında cereyan etmektedir. Bütün bu bir bakıma
şaşkın ve mütehayyir olan tohum, yumurta ve su damlaaklanna yol gösteren,
onlan, kendilerine lazım olan her şeyi temin edip zararlı ve yollanndan alıko­
yucu her şeyden ise koruyarak terbiye edip kemallerine ulaştıran, her şeyin
dizgini elinde, sonsuz ilim, hikmet ve irade sahibi Cenab-ı Hak'tır.
öte yandan canlı varlıkların, özellikle insaniann maddi ve manevi sayısıı
ihtiyaa vardır. Bu ihtiyaçlanru nasıl temin edeceklerini kendilerinin bilmeleri
mümkün değildir. İşte bu şaşkın ve mütehayyir vaziyetteki canlılara Yaratıcı­
ları çoğu zaman ilhamen yol göstererek onları ihtiyaçlarına kavuşturur. Her
yaratığa ihtiyaçlarını giderme konusunda kendisine lazım olanı öğretir.
Yüce Allah Hadi ismiyle, insanoğlunun hayat serüveninin her aşamasında
hidayetini dilerniştir. Bunun için gerekli her türlü imkiru hitfetmiş, şartları ha-
zırlamıştır. Nitekim, henüz dünyaya gözlerini açmadan ve bulunduğu ortam-
da ihtiyaa yokken, dokuz ay sonrasında ayak basacağı dünya hayatında ge-
rekli her türlü duyu ve duygutarla donatrnıştır. Dünyaya gelişini kolaylaştır­
mış, doğar doğmaz, bir süt çeşmesi gibi devreye giren, annesinin şefkatli sine-
sinden istifade refleksini bahşetmiştir. Her birisi ayn bir nimet dünyası olan
tatlar, sesler, renkler, hoş kokular vs. definelerini açacak anahtarlan eline vere-
rek tüm bunlardan istifade yolunu göstermiştir. En az bunlar kadar önemli
olan, alemi dona ttığı, her taşma, hatta her zerresine nakşettiği hikmet incelikle-
rini kavrayıp yararlanacak aklı ihsan etmiştir. Gözünün görmesi için güneşi,
kulağının işitmesi, bumunun koku alması için hava zerrelerini hizmetine ver-
miştir. Tüm bunlar, Yüce Allah'ın istisnasız bütün kullarına, hatta bütün canlı­
lara en iyiye, en güzele ve en faydalıya yönelik yol gösterme arzu ve iradesine
delildir.
Yüce Allah, hidayet alanındaki hituf ve nimetlerini bununla da sınırlı tut-
mamış, aynca yerleri, gökleri ve içindeki tüm sanat eserlerini, ilim ve hikmet
incelikleriyle bezeyerek, Kendine ulaştıracak, kapısına vardıracak birer işaret
ve delil gibi bayrak bayrak dalgalandırmıştır. Kur'in'da, evrene "alem" den-
mesinin sebebi, belki de, Yüce Sanatkir'ına her zerresiyle alarnet ve işaret ol-
masıdır.

O, yine de kullannın elini bırakmamış, onlara belli aralıklarla kendi hem-


cinslerinden manevi rehber ve önderler göndermiş, yani peygamberler görev-
Kur'In ~t Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞER HI • 233

lendirmiştir. Aynca, bu peygamberlerin elinde bir prograrn olacak, vefatların­


dan sonra da ümmetierine yol gösterecek küçüklü büyüklü kitaplar indirmiş­
tir. Buraya kadar olan İlahi rehberlik ve yol göstericilik, genel, yani istisnasız
olarak tüm insanlar için geçerlidir. Deyim yerindeyse, Yüce Allah, tüm kullan-
nın önüne doya doya istifade edecekleri mükellef bir hidayet sofrası sermiştir.
Ne yazık ki, bu hidayet sofrasına hepsi aynı şekilde ilgi gösterip gereği gibi
ondan yararlanma yoluna gitmemiş, hatta büyük bir kısmı özellikle kainatta
dalgalanan tevhid delillerine ve bunlann terrumanı olan peygamber ve kitap-
lara hiç iltifat etmemiştir. Yüce Allah, tüm bu geniş alan ve anlamlanyla hida-
yetinin güneşini gönül odalannın pencerelerine kadar her zaman getirmiş, fa-
kat pek çoğu, gaflet ve cehalet perdelerini aralama zahmetine katlanmayarak,
o latif ve ruh okşayıa ışığın içeri süzülmesine engel olmuştur. Buna karşın,
hayabrun ta ilk adımından itibaren İlahi inayelin bu ılık gölgesini ve yol göste-
riciliğini sezen, bundan Rabbinin iradesi doğrultusunda büyük bir manevi haz
ve gönül dolusu şükranla yararlanmaya çalışan, gelen peygamber ve kitaplan
da birer manevi ışık gibi görüp istifade edenler de olmuştur.
Yüce Allah da, hidayetini bunlann gönlünde gerçekleştirip hedefine ulaş­
hrmışbr. Diğer bir ifadeyle bunlara iman nasip etmiş, onlan hakikate eriştir­
rniştir. Bu anlamda Allah'tan başka hidayet edici yoktur. Kulunun o islikarnet-
teki özel tercihinden sonra gönlünü iman ışığıyla aydınlatacak O'ndan gayn
bir varlık bulunmaz. Kevni (kozmolojik) deliller, peygamberler ve semavi ki-
taplar o asıl gaye için sadece birer basamak ve vesiledir.
İman hidayetinin de bir meyvesi ve mükafab vardır ki, bu da Kur' an dilin-
de "Hidayet" olarak nitelenmiştir: Ebedi nimetler diyan olan Cennet' e ulaşma.
Kur' an, bir yerde cennetiikierin gıpta edilesi hillerini tasvir etmekte ve bu ger-
çeği onlann dilinden aktarmaktadır:

"İman edip makbul ve güzel işler yapanlar ise -ki hiç kimseye Biz gücünün
yetmeyeceği yükü yüklemeyiz- cennetlik olup, orada ebedi kalacaklardır. Öyle
bir halde ki içlerinde kin kabilinden ne varsa hepsini söküp çıkarmışızdır, ön-
lerinden ırmaklar akar. 'Hamdolsun bizi bu Cennet'e eriştiren Allah'a! Eğer
Allah bizi muvaffak kılmasaydı kendiliğimizden biz yol bulamazdık. Rabbi-
mizin elçilerinin gerçeği bildirdikleri bir kere daha kesinlikle anlaşılmışhr' der-
ler. Kendilerine de: 'İşte güzel işlerinize karşılık, karşınızda duran şu muhte-
şem Cennet' e varis kılındınız, buyurun!' diye nida edilir." (7:42-43)

Allah'ı bu vasfıyla bilen mümin, O'ndan başkasından kalbine nur ve haya-


tına ışık bekler mi? Elinden geldiğince, diğer insanlara hatta tüm canlılara en
iyi ve en faydalı yolu göstermeye gayret etmez mi? Allah'ın bu vasfını en güzel
yansıtan gerçek alim ve manevi rehberiere gönülden sevgi ve saygı beslemez
mi?
234 • Kur'In vt Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞER Hi

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-34-
34/1· Ey bütün azimlerden daha Aziıni Q~ ·~~ .:....~f Ç'
tl ' ,_,..--V,
Allah, büyük ve yüce olarak bilinenierin de yarabcısı olması hasebiyle, bü-
yüklük ve yücelikte onlarla mukayeseye bile gelmez. Ancak, insanlar zihin ve
hayallerinde bazı tanileri haddinden fazla büyütüp yücelttikleri için, bu gönül
ve hayailerindeki azamelli şeylerden de daha azim olduğu, dolayısıyla yara-
tılmışlan bırakıp hepsinin yarahcı ve büyüklük kazandıncı Gerçek Azim'e yö-
nelmek gerektiği böylece hahrlablıyor.
,,, . , .... -;
34/2. Ey bütün cömertlerden daha Kerim! 0 ~.J ~ ~ r.JS1 ~
-' ,

Kerim kelimesi, sözlükte, iyi, faydalı, ihsan ve inayet sahibi, şerefli, izzetli,
saygın, cömert, müsamahakar gibi manalara gelir. Yüce Allah, tüm bu zengin
içeriğiyle en üstün kerem sahibidir. Bütün kerim bildiklerimiz de onun kere-
miyle var olup varlığını sürdüren muhtaçlardır. Bu açıdan düşünüldüğünde,
bu ismin Yüce Allah'a ne kadar çok uygun düştüğü daha iyi anlaşılır.

0~; 'i~~~;IÇ
tl ' ,_,..-- ...

34/3· Ey bütün merhametlilerden daha Rahim!

Rahmeti sayesinde hayab yaşanır hale getiren, yeryüzünü bir nimet sofrası
hatine getirip tüm canlılan orada en ince lezzetlerle ağıdayan ve tüm hayvani,
hatta nebati anneleri yavnılanna karşı şefkat ve merhametle donatan Cenab-ı
Hakk'a bu isim ne kadar da yakışıyor!
0~ ,_,..--~
'i~·. _A;..IÇ
tl \

34/4· Ey bütün hikmet sahiplerinden daha Hakim!

Hakim isminin tecellisiyle yeryüzünü ve bütün kainab ince ve derin hik-


metlerle dolu çok manalı bir kitap haline getirip okuması için insan aklının
önüne seren o cemal sahibi Hakim'den daha büyük hakim olabilir mi?
Kur'~n ve Hikmet 11ıOında CEVŞEN ŞERHi • 235

34/5· Ey bütün ilimlerden daha Alim! 0 ~ jk ~_;js.\ Ç


tl ,

Her biri, O'nun her şeyi kuşatan, zerre ve hücrelerini birer yapı taşı olarak
kullanıp vücut binalarını meydana getiren, tüm maddi ve manevi ihtiyaçlannı
bilip en uygun biçimde karşılayan ilminin deryasında bir damla olarak yüz-
dükleri Yüce Allah'ın birer sanat eseri olan tüm varlı.klann ilmi toplansa O'nun
ilmi yanında okyanuslardan bir damla veya güneşlerden bir zerre bile olabilir
mi? Bu gerçek düşünüldüğünde O'nun tüm ilim sahiplerinden daha alim ol-
duğu rahatlıkla anlaşılmaz nu?

34/6. Ey bütün önce yaratılanlardan daha evvel mevcut olan Kadim!

Bir varlık ne kadar köklü, eski ve tarihi olursa olsun, yine O'nun tarafından
yarahlmamış mıdır? Hatta, O'ndan başkasına kadim demek bile, ancak mecazi
ve diğer bazı yaratılmışlara nispetledir. Yoksa gerçekte O'ndan başka kadim ve
ezeli yoktur.

34/7· Ey bütün büyüklerden daha büyük! 0


" , ,
~ ~~
~
·..... :;,61 Ç
.-
,
~'~V,

Allah, büyüklük ve kibriya mertebelerinin zirvesindedir. Mümin, her gün


namaz ve dualalarında onlarca defa "Allahü Ekber= Allah en büyüktür" diye-
rek O'nun eşsiz ve erişilrnez büyüklüğünü vurgulayıp bu konudaki inancını
pekiştirmektedir. Maddi ve manevi ne kadar büyük bildiklerimiz varsa hepsini
yarahp varlı.kta tutan, hepsine büyüklük vasfını kazandıran Yüce Allah yarun-
da onların büyüklüklerinden söz edilebilir mi?

34/8. Ey bütün yücelerden daha yüce! 0 ~ ~ ~ ~1 Ç


., ~ ... -
tl ' ,

"Yüce" diye çevirdiğimiz "Celil" kelimesi, eeladet sahibi, büyük, mertebesi


yüksek gibi anlamlara gelir. Kelimenin bu içeriğiyle Yüce Allah tüm celil bil-
diklerimizden daha büyük eeladet sahibidir.

34/9· Ey bütün izzet sahiplerinden daha Aziz! 0 r-f l ~ ~~ Ç


Yüce Allah, izzet ve kuvvet mertebelerinin nihayetindedir. Tüm aziz bildik-
lerimizdeki izzet ve kuvvet, O'nun hitfu, ihsanı ve Aziz isminin küçük bir te-
cellisidir. Dolayısıyla, bu isim O'nun hakkında gerçeğin ta kendisidir.
236 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

34/ıo. Ey bütün ltituf sahiplerinden daha Latif!

Allah, tüm lütuf ve letafet sahibi bildiklerimizden hadsiz derecede daha la-
tiftir. Çünkü, hepsi de var olmak, yaşamak ve varlıklanru sürdürmek için
O'nun lütuf ve keremine, ince ve nafiz ilmine muhtaçtırlar.

.,. ,.J -
e ~ı.:ıı ~ 15~, ıJ~'i' ~~'i'~' 'it~t'i ç ~~
..... ..... , ' ' ~ ..,.

Sen bütiin kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehemrem'den kurtar!

-35-

35/1· Ey abdinde vefalı! O tJJ ·~ j ' ~ :;. Ç


, ,...

İşte, Kur'an-ı Kerim'den Yüce Allah'ın yapbğı bir vaat örneği ve ahdini ye-
rine getirmede benzerinin bulunmadığının vurgusu:
"Hiç şüphesiz Allah, mürninlerden -karşılıtmda onlara mutlaka Cennet'i
vermek üzere- canlanru ve mallannı sabn almışbr. Onlar Allah yolunda sava-
şırlar, öldürürler ve öldürülürler; (bu,) Tevrat'ta, İncil'de ve Kur'an'da O'nun
üzerine gerçek olan bir vaattir. Allah'tan daha çok ahdine vefa gösterecek olan
kimdir? Şu halde yapbğıruz bu alışverişten dolayı sevinip müjdeleşiniz. İşte
'büyük kurtuluş ve mutluluk' budur." (9:111)

35/2. Ey vefasmda kuvvetli! 0 ~ J ~~J


~ ,...
j ~:;. Ç
'
Ahde vefasızlık ya hıyanetten veya acizlikten ileri gelir. Allah hakkında hı­
yanetin asla söz konusu olamayacağına bütün Esrna-i Hüsna'sı ve yukandaki
ayet-i kerirne şahittir. Bu isimle de, O'nun, ahdini yerine getirmede son derece
kuvvetli ve hiç kimse tarafından engellenemez olduğu vurgulanıyor. Kısaca O,
vaadini yerine getirme yolundaki her engeli sonsuz izzet ve kudretiyle aşacak
güçtedir.
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 237

35/3· Ey kuvvetinde yüce! 0 ~ ~~ j;:; Ç


, y '

O, kuvvet ve kudretinde yücelik ve üstünlüğünü her vesileyle sergileyen ve


geçmişte yaptıklanyla, gelecekte tüm vadettiklerine kadir olduğunu fiilen gös-
terendir.

35/4· Ey yücelilinde yakın! 0 ~) ·J~


, •,r, J;:; Ç
O sonsuz derecede yükseklik ve üstünlükle nihayet derecede yakınlığı bir-
leştirendir. O, Zah itibanyla mekindan münezzeh olduğu halde ilim, irade ve
kudret gibi isim ve sıfatlanyla her varlığı her hücre ve zerresiyle avucunda tut-
maktadır. Tıpkı O'nun latif bir sanat eseri olan güneşin, zahyla son derece
yüksek ve üstün bulunduğu her bir parlak şeyi ışığı ve yedi rengiyle pariatma-
sı ve tecellisiyle her aynanın adeta kalbine yerleşmesi gibi. Kısaca, Yüce Allah,
ilmiyle, istek ve ihtiyaçlanna cevap vermesiyle her varlığa, o varlıktan bile da-
ha yakındır. Şu ayet-ikerime bu konuda çok anlamlıdır: "Kullanm, sana Beni
sorariarsa bilsinler ki Ben, muhakkak onlara pek yakınım. Beni çağıran, Bana
dua eden kişiye, çağırdığı, dua ettiği anda icabet ederim. Arb.k onlar da Benim
çağınnama koşsunlar, bana inansınlar da doğru yolu bulsunlar." (2:186)

35/5· Ey yakınbtmda Latif! 0 , ,... J;:;


~~.:,i , Ç

O sadece kullanna yakın olmakla kalmaz, ilmiyle onlann en ince yönlerine


nüfuz eder, hallerinden çok iyi anlar ve onlara son derece hitufkar davranır.

35/6. Ey hltfunda Şerif! 0


~

~~
. ~

, 4AJıaJ
,... J' ~:; Ç
O, hitfunu, şaruna ve yüceliğine uygun olarak gerçekleştirir. Lutfuna muh-
taç mahlukabna, üstünlüğüne yaraşır lutuflarda bulunur.

35/7· Ey şerefinde Aziz! 0 ~_;.


, ü;iı
,... J, ~:; Ç

O, yükseklik ve büyüklüğünde eşsiz ve karşı konulmazdır. Yücelik ve şa­


nmda acizlikten ve ortaklardan münezzeh ve mukaddestir.
238 • Kur'An ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!

35/8. Ey izzetinde Azim! 0 ~ ~~ j;:;. Ç


1

O, izzetli celalinde ve kudretli icraahnda her zaman azametini ve manevi


büyüklük ve değerini gösterendir.

._ ,
35/9. Ey azametinde Mecid! 0 ~, ~
,... , j;:;. C.
O padişahlar padişahı, büyüklüğünde, şeref ve ihsan sahibidir. Şu ayet-ike-
rime Allah'ın Hamid ve Mecid isimlerinin manasma ışık tutmaktadır: "Elçi
melekler: 'Sen, dediler, Allah'ın emrine mi şaşınyorsun? Ey peygamber ocağı­
nm ev halkı! Allah'ın rahmeti ve bereketi sizin üzerinize olsun. O gerçekten
her türlü övgüye layıkbr, hayır ve ihsanı boldur'." (11:73)

35/to. Ey yücetipnde Hamid! 0 ~, .~


,... j ' ~ ~ Ç
Hamid, güzel nitelikler sahibi, hür iradesiyle h1tuf ve iyilikte bulunan, say-
gı, sevgi ve övgü gören demektir. Kur'an'da defalarca "Hamdin Allah'a mah-
sus olduğu" belirtilir.
Allah, gerçek anlamda Hamid'dir. Çünkü son derece güzel sıfatiara sahip-
tir. Bunlar, sanat eserlerinin tanıklığıyla birer realitedir. Lutuf ve ihsanlann-
dan yararlanmayan, nimetleri içinde yüzmeyen hatta her zerresiyle varlığını
O'na borçlu olmayan hiçbir varlık yoktur. Yaphğı iyilik ve hltu.flan hiç kim-
senin zorlaması ile değil tamamen özgür iradesiyle yapmaktadır. Canlı cansız
bütün varlıklar tarafından hal, söz ve fiilierin diliyle övülmektedir. Kendisine
hamd ve sena yöneltilirken O'na karşı sonsuz bir tazirn ve hürmet içinde bu-
lunulmaktadır. Bizce acı, tatlı bütün işlerinde hiçbir yanlışlık ve hikmetsizlik
söz konusu değildir. Yaphklan ve söyledikleriyle her zaman övülmeye layık­
br.
Allah, şanının ve kemal sıfatlannın nihayetsiz yüceliğiyle sonsuz hamd ve
senaya, övgü ve minnete layık olan, sayısız kullan tarafından bilfiil övülendir.

... ... .J .... ,. ... - ' , -: ...

9 ).:JI
, ~, lS~I
, ~~\'1 _;,~\'1 ~1 \'t4lt\' Ç ~~

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize inuüıt etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'~n we Hikmet l~ı(pnda CEV~EN ~ERHİ • 239

-36-
,
36/1. Ey her şeyin Kendisine boyun eğdiği!~ ~l,;.. !~} j.:; ~

Canlı cansız her varlık, içten bir tevazu, heybet, saygı ve bağlılıkla O'na bo-
yun eğer. Hiçbir varlık, O'nun koyduğu fıtri ve tabü kalıplar dışına zerre kadar
çıkamaz.

36/2. Ey her şey Kendisi için var olan!


- ,
0 ~ ~\? !~ J ~:;. Ç
Her şey O'nun var etmesi ve O'nun tarafından yokluk karanlığından aydın­
lık varlık sahasına çıkarılmasıyla vardır. Dolayısıyla var olan her şey O'nun-
dur, O'nun kudret elinde ve tasarrufu alhndadır. Göklerde ve yerde ne varsa
hepsinin O'na ait olduğu Kur'an-ı Kerim'de defalarca belirtilmiştir.
, ~,

36/a. Ey her şey Kendisi için var olan! 0 ~ ~;.. y !~ JS" ~:;. Ç

Her şey O'nun yaratmasıyla var olduğu ve O'na ait bulunduğu gibi, yine
O'nun için, O'nun narnına, O'nu tanıtmak ve O'na kulluk için vardır. Kendi
başına, O'ndan bağımsız, yani mana-yı ismiyle hiçbir şey yoktur. Aksine,
O'nun isimlerinin tecellilerine mazhariyetle her bir şeyin varlığı söz konusu
olabilir. Öte yandan hiçbir şey O'nun için madum değil, hiçbir şey O'nun elin-
den ve ilminden yokluk ve zevale kaçamaz ve her mevcudun varlık gayeleri
öncelikle O'na bakar.
,.
- , .,.
36/4· Ey her şeyin Kendisine döndüp! 0 ~ ~ !~ JS" ~:;. Ç

Her şeyin, özellikle efendisinden kaçmış köle, birliğinden firar etmiş bir ka-
çak asker durumundaki her günahkcinn dönüp dolaşaçağı kapı yine O'nun
rahmet ve mağfiret kapısıdır. Tövbe ve pişmanlıkla gönüllü olarak O'nun ka-
pısına sığınmayanlar, eninde sonunda ölümle eli kelepçeli olarak ister istemez
O'nun huzuruna getirileceklerdir.
240 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHl

. .,. - ,. . ~ ı~ ,.. ·. , 1'


0 ~~ı;. ~

, , _ı..r ~ .JA ıJ" 'l


36/s. Ey her şeyin Kendisinden korJrtuiu!

Allah: a karşı korku, haşyet, heybet ve ürperti duymayan hiçbir varlık yok-
tur. Değil canlılar, cansızlar bile O'na karşı korkuyla ürperir. Şu ayet-i kerime-
ler cansıziann bile Allah'tan haşyet duyduklanru açıkça ifade ediyor: "Sonra
bunun ardından kalpleriniz yine katılaşh; taş gibi, hatta daha katı oldu. Çünkü
taş vardır ki, içinden ırmaklar fışkırır. Taş vardır ki yanlır da içinden sular çı­
kar. Taş da vardır ki, Allah korkusuyla (yerinden kopup) düşer. Allah, yaphk-
lanruzdan hiçbir zaman habersiz değildir." (2:74); "Şayet Biz bu Kur'.in'ı bir
dağın üzerine indirmiş olsaydık, andolsun ki onu Allah korkusundan saygı ile
baş eğmiş, parça parça olmuş görürdün. İşte Biz, belki düşünürler diye, insan-
lara böyle örnekler veririz." (69:21)
..
0~ö"::~~~~~
36/6. Ey her teYiD Kendisini tesbih ettijil

Tesbih, Allah'ı noksan sıfatiardan ve uhJ.hiyete aykın şeylerden tenzih et-


mektir. Bu amaçla tekrarlanan zikir ve dualar, yapılan davranışlar, sergilenen
duruş ve tutumlar hep birer tesbihtir.

Her şeyin Allah'ı tesbih ettiği Kur'an-ı Kerim'de defalarca belirtilir: "Yedi
gök, yer ve bunlann içinde bulunanlar Allah'ı tesbih ederler. Her şey O'nu
hamdile tesbih eder. Ancak, siz onlann tesbihlerini anlamazsınız. O, Halim'dir
(hemen cezalandırmaz, mühlet verir}, çok bağışlayandır." (17:44; aynca bk.
57:1; 69:1,24; 61:1; 62:1; 64:1)
Genellikle bu tesbih şu usüllerle gerçekleşmektedir:
a) Sözlü tesbih ve tenzih. Peygamber ve mürninterin tesbihi bu şekildedir.
b) Fiili tesbih. Meleklerin tesbihatı gibi.
c) Hal dili ile tesbih. Canlı olsun, cansız olsun bütün varlıklarm Allah'ın
varlığına, birliğine, ilmine, hikmetine, kudretine, kısaca kemal ifade eden bü-
tün sıfatlarla nitelenmiş bulunduğuna ve her türlü eksiklerden münezzeh ol-
duğuna hal dilleriyle şahitlik etmeleri gibi.

Bu yapılan taksimat genellik itibariyledir. Yoksa, aslında sayılan her bir var-
lık türünün diğer tesbih ve tenzih çeşidini de yerine getirdiği kesin bir gerçek-
tir. Mesela, mürnin insan, hem hali, hem sözlü, hem de fiilieriyle Allah'ı tesbih
ve tenzih eder. Yine mesela, dağ ve kuşlann, hali tesbihlerinin yanısıra Hz.
Kur'An ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER Hi • 241

Davud ile birlikte tesbih ettikleri Kur' an' da ifade edilmektedir. Bu tesbih sözlü
olmalıdır ki, di~er normal tesbihlerinden farklı olsun. Meleklerin de hem halle-
ri, hem sözleri, hem de fiilieriyle tesbih ettikleri bir gerçektir.

Cansız ve Şuursuz Varbklann Allah'ı Tesbih Etmeleriyle bgili


Genel Bir Delerlendirme:
Gerçekten göklerde ve yerde ne varsa Allah'ı tenzih ve tesbih eder. Yani,
O'nun her türlü kusur ve noksanlıktan uzak ve yüce oldu~u gösterip ilan
eder. Gökler, tesbih eden bir derya ise, güneşler, aylar, yıldızlar o tesbihin ke-
limeleridir. Dünyamız uzay boşlu~da uçan İlahi bir uçak ve kuş ise, onun
tesbihabrun kelimeleri de hayvanlar, bitkiler ve a~açlardır. Öte yandan, her bir
ağaç da sayısız yaprak, çiçek ve meyvelerinin hususi dili ile yarabcılanru, sa-
natkar ve şekillendincilerini tesbih eder; O'nun her türlü kusurdan uzak ve
yüce oldu~u adeta haykınr. Sanki bütün kainat bir büyük zikir musikisidir.
En ince nağme, en gür nağmelere kanşarak bu zikre muhteşem bir letafet veri-
yor.
Bu yüksek hakikatleri yakından seyretmek isteyen kişi, gidip fırtınalı bir
denizden, zelzeleli bir zemirıden, "Ne diyorsunuz?" diye sormalı. Elbette, "Ya
Celil, Ya Celil, Ya Aziz, Ya Cebbar" dediklerini kalp kulağıyla işitecektir. Son-
ra, deniz içinde ve zemin yüzünde merhamet ve şefkatle beslenip bakılan kü-
çük canlılardan ve yavrulardan "Ne diyorsunuz?" diye sorsa, elbette, "Ya Ce-
mil, Ya Rahim, Ya Rahman, Ya Rezzak" dediklerini işitecektir. Sahara kulak
verse, "Ya Harman, Ya Kerim, Ya Lanf, Ya Musavvir, Ya Müzeyyin!" gibi çok
isimleri işitecektir.
Kısaca, iç içe daireler gibi bir tek merkeze bakan şu varlıklarm intiza.mlı su-
retlerinin her biri birer dildir. Ölçülü vücutlarının her biri birer şehadet lisaru-
dır. Mükemmel hayatlannın her biri birer tesbih edici lisandır. Bütün o dillerin
pek açık bir surette tesbihatlan, yani bir tek mukaddes Zat' a şehadetleri, ışığın
güneşi gösterdiği gibi varlı~ı zorunlu bir tek zat'ı gösterir. Ulfıhiyetinin mü-
kemmelliğine delil teşkil eder. (Nursi, Sözler, s. 605)

- ..
36/7. Ey her şey Kendisiyle ayakta olan! 0 ~~U!~ J ı;.~ Ç
Şu k.iinattaki gök cisimlerinin ayakta kalışlan ve devamlan, Allah'ın
kayyıimiyeti sırnna bağlıdır. Kayyiımiyet tecellisi bir dakika olsun yüzünü çe-
virse, bir kısmı yerküresinden bin defa büyük milyorılarla küreler, şu uçsuz
bucaksız uzay boşlu~da da~lacak, birbiriyle çarpışacak, yokluğa döküle-
cekler. Nasıl ki, havada binlerce muhteşem saraylan tam intizamla uçaklar gibi
durdurup gezdiren bir Zat'ın kayyıimiyet gücü, o havadaki sarayiann sebat,
242 • Kur'In vt Hikmtt ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI

düzen ve devamlan ile ölçülürse; Kayyıim olan Allah da, sayısız gök cisimleri-
ne, nihayet derecede düzenlilik ve ölçü içinde kayy-ılmiyet sımyla bir kıyam,
bir beka, bir devam vererek, bir kısmı yerküresinden bir milyon defa daha bü-
yük milyonlarca muazzam küreleri direksiz, dayanaksız, boşlukta durdurmak-
la beraber, her birini bir görev ile görevlendirip gayet muhteşem bir ordu şek­
linde Kendine tam bir bağlılıkla itaat ettirmesi, ism-i Kayy-Um'un tecellisine bir
ölçü olduğu gibi, her bir varlığın zerreleri de, yıldızlar gibi, kayy-Umiyet sımy­
la ayakta kalıyor ve varlıklanru sürdürüp devam ettiriyorlar.
Bir canlının bedenindeki zerrelerin her bir organa özgü bir şekil ile küme
küme toplanrnalan, sel gibi akan unsurlarm fırtınalan içinde vaziyetlerini mu-
hafaza edip da~mamalan ve düzenli bir biçimde durmalan, besbelli ki kendi
kendilerinden olmayıp, aksine kayyumiyet sımyla olduğundan; her bir beden
düzenli bir tabur, her bir tür muntazam bir ordu hükmünde olarak bütün can-
lılar ve terkip h.ilindeki varlıklarm yeryüzünde ve yıldıziann uzayda durmala-
n ve gezmeleri gibi, bu zerreler de sayısız dilleriyle kayy(ımiyet sımru ilan
ediyorlar. (Bkz. Bediüzzaman, Lem'alar, 340-356)
, ~ ~

0 ~C=ıt;.. :~~ ~:;ç


36/8- Ey her şeyin Kendisine saygıyla itaat ettiği!

"Saygıyla itaat eden" diye çevirdi~miz "haşi"' kelimesi, huşu' ve tezellül


içinde olan; alçak gönüllülük eden; kusurlarını düşünerek, ürpererek Cenab-ı
Hakk'a niyaz edip yalvaran anlamianna da gelir. Allah'a karşı bu özellikleri
taşımayan hiçbir varlık yoktur. inkarcılar bile, kendi iradeleri dışmda faaliyet
gösteren hücre ve zerreleriyle Allah'a karşı büyük bir itaat ve saygı içinde çalı­
şırlar.

·'~"/.,.ı ..... ~ .... ,


36/9· Ey her şeyin Kendisine döndüğü! 0 ~t;~ !~ JS" ~ ıJ8 Ç

Şu fani dünyadaki ömrünü tamamlayıp görevini bitiren her şey O'nun yüce
huzuruna dönmektedir. Bu gerçeği pek çok ayet-ikerime dile getirmektedir:
"Elçi ve onunla birlikte olan müminler, Rabbi tarafından ona indirilene ina-
nırlar. Hepsi, Allah'a, meleklerine, vahiylerine ve elçilerine inarurlar; O'nun el-
çilerinden hiçbiri arasmda aynm yapmazlar ve: 'İşittik ve itaat ettik. Bize mağ­
firet et ey Rabbimiz, zira bütün yolculukların varış yeri Sensin!' derler."
(2:185); "Allah, kendisine karşı gelmekten sakınmanızı emretmektedir ve dö-
nüp vanlacak yer de Allah kapısıdır." (3:28); "Göklerde ve yerde ve ikisi ara-
smda bulunan her şey üzerindeki hükümranlık Allah' a aittir ve bütün yolcu-
K u r • 4 n ve H 1k m et 1~ 1 0 1 n da C E V ~ E N ~ E R H 1 • 243

luklar O'nda nihayet bulur." (5:18); "Zulümde aşın giden nice memleket vardı
ki Ben onlara önce mühlet verip sonra da tuttuğum gibi işlerini bitirdim! Her-
kesin dönüşü ancak Bana' dır." (22:48)
;;; .. ~ ~ .
0~) \'~~~ :~J==' ;.:;.. ç
36/ıo. Ey Kendisine bakan yüzü müstesna, her şeyin fani oldup!

Allah'tan başka her şey fanidir. Şu ayet-i kerimeler de aynı gerçe~ ifade
ediyorlar:
"Allah'la beraber tutup başka bir tannya yalvarmaya kalkma! (Çünkü)
O'ndan başka tann yok; (çünkü) O'nun (ebedi) Zah'ndan başka her şey, her-
kes, yok olmaya mahkumdur; hüküm bütünüyle O'nun elindedir ve sonunda
O'na döndürüleceksiniz." (28:88); "Göklerde ve yerde var olan her şey yok
olup gitmeye mahkumdur; ama kudret ve ihtişam sahibi olan Rabbinizin Zat'ı
sonsuza dek kalıcıdır." (55:26-27)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-37-
~ı:
,
·.
~, ~~~ ·. \J
Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

37/1· Ey kullanna yeten Kifi! 0 j~ Ç


,
Bu isim, "kifayet eden", "yeten", "üzerine alan" anlamlanna gelir. (ez-
Zebidi, Tticu'I-Arus, KFY maddesi, X, 316). Kur'an'da bu vasıf, bu kalıpla sade-
ce bir ayette yer almakla beraber, Allah'ın her şeyi bilen (Alim) olarak (4:70),
her şeye şahit (Şehid) olarak (29:52), Her şeyden haberdar (Habir) ve her şeyi
gören (Basir) olarak (17:17), Vekil olarak (14:81), dost ve sahip (Veli) olarak
(4:45), hesaba çekici (Hasib) olarak (4:6) kifi olduğu, "kefa" fiiliyle ifade edil-
mektedir.
244 • Kur'An vt Hikmtt l1ı~ında CEVŞEN ŞERH!

Kafi isminin Allah hakkında bu kalıp la geçtiği tek ayet şu mealdedir: "Allah
kuluna kifi değil midir? Seni O'ndan başkasıyla korkutmak istiyorlar. Allah'ın
saphrdığını doğru yola iletecek yoktur." (39:36)
Fahreddin Razi, söz konusu ayetin tefsirinde özetle şu bilgileri kaydetmek-
tedir: "Genellikle haksızlar, haklılan birçok şeyle korkutmaya çalışırlar. Allah
şu ifadeyle bu şüpheyi kökünden kesmiştir: 'Allah kuluna kifi değil midir?'
Zihinlere iyice nakşetmek için bunu soru şekliyle dile getirmiştir. Gerçekten
öyledir. Çünkü, kesinlik kazanmışbr ki, Allah, her şeyi bilir, her şeye gücü ye-
ter, her türlü ihtiyaçtan münezzehtir. Yine O, kullannın bütün ihtiyaçlannı bi-
lir. Onlan gidermeye, nimet ve rahatlada değiştirmeye kadirdir. O, cimri ve
muhtaç da değildir ki, cimriliği ve ihtiyac, o istenenleri vermesine engel olsun.
Bu kesin olduktan sonra, O'nun her türlü afeti defettiği. belalan giderdiği ve
kuluna her türlü isteği ulaşbrdığı da açıkça ortaya çıkar. Bunun için "Allah ku-
luna kafi değil midir?" buyurmuştur. Allah bu girişi kaydettikten sonra, neti-
cesine de yer verdi: "Seni O'ndan başkasıyla korkutmak istiyorlar." Yani, Al-
lah'ın kuluna kafi olduğu kesinlik kazanınca, arbk O'ndan başkasıyla korkut-
mak abes ve asılsız olur. Rivayet edildiğine göre, müşriklerin Hz. Muham-
med'e, "Korkanz ki tanrılanmız seni çarparlar." diye korkutmak istemeleri
üzerine bu ayet inmiştir. Allah, önceki peygamberlere kafi gelmiştir. Hz. Mu-
hammed'e de kafi gelecektir."(Razi, Mefatih, XVI, 282)

37/2. Ey her türlü derde deva veren Şafi! 0JW.


, Ç
Allah, kullannamaddi ve manevi şifa verendir. Allah, her derdin dermanı­
nı yarabruşhr. Yeryüzü büyük bir eczanedir. Bu ilaçları araşbnp bulmak, kul-
lanıp istifade etmek Allah'ın emridir. Ancak bunda da insanlar için büyük bir
imtihan söz konusudur. Tesiri ilaçlardan beklemek, iyileştiğinde ilacın veya
doktorun iyileştirdiğini söylemek insana i.mtihanı kaybettirir. Şifa veren Al-
lah'br. İlaçlar ve doktorlar sadece birer vasıtadır. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Al-
lah'ın şifa verici olduğuna defalarca dikkat çekilmektedir: Mesela Hz. İbrahim,
kavrnine şöyle demiştir: "Hastalandığımda O' dur bana şifa veren!" (26:80) Yü-
ce Allah, aniann şifa kaynağı olarak yarabldığını açıklar: "Rabbin bal ansına
şöyle vahyetti: 'Dağlardan, ağaçlardan ve insaniann kurduklan çardaklardan
kendine göz göz ev (kovan) edin. Sonra da her türlü meyveden ye de Rabbinin
sana yayılman için belirlediği yollan tut.' Onlann kannlanndan renkleri çeşit
çeşit bir şerbet çıkar ki onda insanlara şifa vardır. Elbette düşünen kimseler
için bunda alacak ibret vardır." (16:68-69) Cenab-ı Hak, Kur'an'ı da bir şifa
kaynağı yaplığını belirtir: "0, iman edenler için hidayet ve şifadır. Ama iman
Kur'in ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞER HI • 245

etmeyenlerin kulaklannda a~rlıklar vardır. Kur'an o~ara ka~al~ ve karanlık


gelir. Onlann, çok uzak bir yerden sesleniliyormuş da soyl~ hiç aniaı:ruyo~­
lamuş gibi bir hilleri vardır." (41:44) Başka bir ayette de: Ey insanlar! Işte sı­
ze, Rabbinizden bir ö~t, gönüllerdeki dertlere bir şifa, müıninlere do~ yolu
gösteren bir hidayet ve rahmet geldi." (10:57)

37/3· Ey vaadinde duran Vifi! 0 Jlj Ç


1

Bu ismin, iki esas manası var:


a) Tam, kafi, yeter.
b) Sözünde duran, vaadini mutlaka yerine getiren.
Bu her iki manayı da göz önünde bulundurarak deriz ki: Allah ahdinde ve-
fası tam olan, her türlü şüpheden uzak bulunan; bütün mevcudabn her türlü
ihtiyaçlannı sonsuz kudreti, kuşaha ilmi ve hadsiz rahmetiyle ifa edendir.
Ayet-i kerimede belirtildiği gibi: "Ahdine, Allah'tan daha vefalı kim var?"
(9:111)

37/4· Ey kullanna afiyet veren Muafi! 0J~ Ç


1

Allah afiyet verendir. Afiyet de sağlık, selamet, esenlik, huzur; her türlü
maddi ve manevi kötülükten uzaklık demektir. Buna göre O, sağlık, sıhhat, şi­
fa, huzur ve esenlik verendir. Onlan sağlıksız gelişmelerden koruyandır. Hatta
verdiği maddi hastalıklan da, sabredildiği takdirde, uzun vadede ve dolaylı
olarak maddi veya manevi afiyet ve selametiere vesile edendir. illetleri giderip
afiyet veren, sağlık nimetini ihsan edendir.

3715· Ey her teyiyle yüce olan Ali! 0 j~ Ç


1

Allah; zah, sıfatlan ve işleriyle mahlukahnkinden hadsiz derecede yüce ve


her türlü kusurdan, kemale ters her çeşit sıfattan münezzeh ve yüksektir.
Kur'an-ı Kerim'de O'nun ulviyetine şöyle dikkat çekilir:

"Kudret ve egemenliğinde eksiksiz ve kusursuzdur O; yücelikte ve ululuk ta


onlann söyleyegeldiklerinden sonsuz derece ötede, sonsuz derece aşkındır!"
(17:43)
246 • Kur'in ve Hikmet f$ı§ında CEVŞEN ŞERH i

37/6. Ey iyilije ve Cennet'e davet eden Dii! Q~l~ Ç

. A~ Dai'dir. Kullarını, Cennet'e ve onun vesileleri olan doğru yola, hakka,


ımana, ıbadete, hayra, iyiliğe, kısaca rahmetine çağınr. Bunu, insana bahşettiği
maddi ve manevi duyu ve latifeler, kiinata serpiştirdiği iman ve hidayet delil-
leri, gönderdiği bunca peygamber ve indirdiği semavi kitaplar, her biri bir hi·-
dayet yıldızı ve iman kandili olan gerçek alim ve evliyalar vasıtasıyla yapar
Bir ayet-i kerimede yüce Allah'ın bu vasfına şöyle dikkat çekilir:
"Ey iman edenler! Allah ve Res{ılü size hayat verecek hakikatiere sizi davet
ettiğinde ona icabet edin. Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği
takdirde arzusunu gerçekleştirmesini önler) ve siz dönüp O'nun huzurunda
toplanacaksınız." (8:24)

Yüce Allah bu vasfını, kabirierinden kalkmak için kullanru çağırdığı zaman


da gösterecektir:
"O'nun (varlığının ve kudretinin) delillerinden biri de göğün ve yerin, Ken-
disinin buyruğu ile kaim olmalan, belirlenen yerde sapasağlam bulunmaları­
dır. Sonra sizi yathğınız yerden bir çağırdı mı, birden kabirlerinizden çıkıverir­
siniz!" (30:25)
Allah'ın tüm çağnlan, huzur ve saadet diyarı olan Cennet'inedir: "Allah in-
sanlan esenlik ve mutluluk ülkesine davet eder ve dilediği kimseleri doğru yo-
la iletir." (10:25)

37/7· Ey iyi kullanndan hoşnut olan Ridi! 0 ~1.) Ç


'
Allah, mürnin kullanru nzasıyla karşılayan, iyi işlerden hoşnut olan, arnel-
lerini kabul buyurandır. O'nun rızasının bir zerresi bütün cihan saltanatma
bedeldir.
Allah, kullan için din olarak sadece İslam'ı beğenip seçmiştir: "İşte bugün
sizin dininizi kemale erdirdim ve üzerinizdeki nimetimi tamarnladım. Sizin
için din olarak İslarn'ı beğendim." (5:3)
Hz. İsmail, Rabbinin razı olduğu kullara bir örnektir: "Halkına namazı ve
zekib tavsiye ederdi. Rabbinin razı olduğu biri idi." (19:55)
Allah, mürnin kuluna ölüm anında şöyle seslenecektir. "Ey gönül huzuruna
ermiş ruh! Sen Rabbinden razı, O da senden razı olarak dön Rabbine! Sen de
katıl has kullanmın içine, gir Cennet'ime!" (89:28)
Kur'~n vf Hikmft l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 247

37/8. Ey hilmıet ve adaletle hükmeden KAdi! 0 ~UÇ


1

Kadi kelimesi, hüküm veren, hükmünü icra eden, ihtiyaçlan gideren, irade-
sini yerine getiren anlamianna gelir. Buna göre Yüce Allah, hikmet ve adaletle
hükmedendir. Önceden takdir buyurup programladığı kararlan yeri ve zama-
nı geldi~de uygular. Tüm ihtiyaç sahibi kullannın ihtiyaçlannı umulmadık
yerlerden ve yoUardan yerine getirir. Dua ve dileklerini gerçekleştirir.
Kur'an-ı Kerim'de yüce Allah'ın bu vashna şöyle dikkat çekilir:
"Allah ve Res\ılü herhangi bir meselede hüküm bildirdikten sonra, hiçbir
erkek veya kadın müminin, o konuda başka bir tercihte bulunma haklan yok-
tur. Kim Allah'a ve Resulüne isyan ederse besbelli bir sapıklığa düşmüş olur."
(33:36)
"Ve Rabbin, kendisinden başkasına kulluk etmemenizi ve anaya, babaya
iyilik etmenizi hükmetmiştir." (17:23)
"Her ümmet için mutlaka bir elçi olagelmiştir: ancak (her ümmetin) elçisi
geldikten (ve tebli~ yaptıktan) sonra onlar hakkında bütünüyle adaletle yar-
gıda bulunulur; ve onlara asla haksızlık yapılmaz." (10:47)

"Haksızlık yapan herkes, dünyadaki her şey onun olsa, (o gün) onu kur-
tulmak için fidye olarak verirdi. Ve (o zalimler kendilerini bekleyen) azabı gö-
rünce pişmanlıklanru gösterecek gücü (bile) kendilerinde bulamayacaklar. Yi-
ne de onlar hakkında adaletle yargıda bulunulacak; kendilerine zulmedilme-
yecektir." (10:54)
"Elbette senin Rabbin, (dinde ihtilaf eden kimselerin) aralarında hükmünü
verecektir. Allah Aziz'dir =hükmünde galiptir, Alim'dir =bütün haıierini bi-
lir." (27:78)

37/9· Ey varlıiunn sonu olmayan Bald! 0 JÇ Ç


1

Baki ismi, ebedi, daimi, sonu gelmez, ölümsüz ve sonsuz anlamına gelir.
Buna göre Cenab-ı Hak, zat, sıfat ve isimleriyle daimi olan ve her türlü yokluk
ve zevallekesinden münezzeh bulunandır. Kur'an-ı Kerim'de O'nun bu vasfı­
na şöyle dikkat çekilir:
"Yerin üstünde ne varsa fanidir. Ve ancak ululuk ve kerem sahibi Rabbinin
zabdır kalan." (55:26-27)

Bu isimle ilgili geniş açıklama 32/7' de geçti.


248 • Kur'3n vr Hikmrt IııOında CEVŞEN ŞERH!

37/ı o. Ey dllecJiiini dolru yola ulaştıran Hidir 0 ~.,t;. Ç


'
(Bk. 33/10)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-38-

38/1. Ey Kendisinden başka kaçılacak yer olmayani

Her türlü tehlike anında


özellikle tehlikelerin en büyüğü olan Kıyamet deh-
şeti karşısında kaçılacak yer O'nun dergahı ve himayesidir: "Gözlerin kamaş­
bıı, ay karanlığa gömüldüğü, güneş ve ay bir araya getirildiği zaman, o gün
insan 'kaçış nereye?' diyecektir. Hayır, sığınacak hiçbir yer yoktur. O gün va-
np durulacak yer, sadece Rabbinin huzurudur." (75:7-10)
O gün, huzura vanldığında hoşça karşılanmak ve himayesinin serin gölge-
sinden yararlanmak için, daha bugünden ve fırsat elde iken, yerde ve gökler-
deki bunca kudret delillerine de bakarak kendi irademizle, nefis, şeytan ve her
türlü kötülük ve kötülerin cazibeli kandınnacasından kaçıp tam bir teslimiyet-
le O'na sığınmalıyız: "Göğü Biz çok sağlam bir şekilde bina ettik, onu genişle­
ten Biziz. Çünkü Biz geniş kudret ve hakimiyet sahibiyiz. Yeryüzünü de Biz
döşedik, bakınız Biz ne de güzel döşedik! Her şeyi de çift yarattık ki düşünüp
ders alasınız. 'O halde, Allah'a kaçın, çabuk Allah'ın himayesine koşun. Zira
ben O'nun tarafından, sizi uyarmak için gönderilen apaşikir bir elçiyim!"'
(51:47-50)

38/2. Ey Kendisinden başka sıtmılacak yer olmayan!

Allah, öyle bir rahmet ve cemal sahibidir ki, dünya ve ahiretin her türlü
dehşet ve korkusuna karşı O'nun tahassungahına; O'nun eelalinden cemaline;
K u r' .l n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 249

gazabından rahmetine; Cehennem'inden Cennet'ine sığınmaktan başka çare


yoktur.

38/3. Ey Kendisinden başka iltica edilecek yer olmayan!

Melce', sığırulacak, halas olunacak, korunulacak yer demektir. Özellikle


O'nun tevbeleri kabul ediciliği ve bağışlayıcılığı biz günahkar kulları için en
büyük sığınakbr. Yüce Allah, bir ayet-i kerimede, savaştan geri kalan ve hakla-
nndaki hüküm ertelenen üç kişinin durumuna ibret için değinirken bu sıfatına
da dikkat çeker: "Onlar öylesine bunaldılar ki dünya bütün genişliğine rağmen
başianna dar geldi. Vicdanları da kendilerini sıkbkça sıktı. Nihayet, Allah'ın
cezasından, yine Allah'ın kapısından başka sığınacak hiçbir yer olmadığını an-
ladılar da, bundan sonra, önceki iyi hallerine dönsünler diye, Allah onlan tev-
beye muvaffak kıldı. Çünkü Allah tevvabdır, rahlmdir (tevbeleri çok kabul
eder, tevbe edenleri sever ve pek merhametlidir)." (9:1 18)

38/4· Ey Kendisinden başka tevekkül edilecek kimse olmayan!

Allah, öyle bir kudret, ilim ve rahmet sahibidir ki, O'ndan başka bel bağla­
nacak, işlerimizi sonuçlandınnayı havale edecek, belimizi büken tüm hayat
yükümüzü rahmet gemisine koyup rahatça seyahat edilecek başkaca bir varlık
yoktur. O'nu vekil edinip, emir ve yasaklan istikametinde hareket edenlere,
O'nun hüküm ve kararlarına teslim ve sonuçlanna razı olanlara O kafidir.
Kur'an'ında da açıkça ilan ettiği gibi: "Kim Allah'a karşı gelmekten sakırursa,
Allah ona sıkıntıdan çıkış kapıları açar. Onu hiç ummadığı yerlerden nzıklan­
dınr. Allah'a dayanıp güvenene Allah kafidir." (65:3)

Bediüzzaman'ın ifadesiyle:
"İman hem nurdur, hem kuvvettir. Evet hakiki imanı elde eden adam, kai-
nata meydan okuyabilir ve imanın kuvvetine göre hadisatın tazyikatından
kurtulabilir. 'Tevekkeltü alallah' der, sefine-i hayatta kemal-i emniyetle hadisa-
tın dağlarvan dalgalan içinde seyran eder. Bütün ağırlıklannı Kadir-i Mut-
lak'ın yed-i kudretine emanet eder, rahatla dünyadan geçer, berzahta İstirahat
eder. Sonra saadet-i ebediyeye girmek için Cennet'e uçabilir. Yoksa tevekkül
etmezse, dünyanın ağırlıkları uçmasına değil, belki esfel-i safiline çeker. De-
mek iman tevhidi, tevhid teslimi, teslim tevekkülü, tevekkül saadet-i dareynİ
i.ktiza eder. Fakat yanlış anlama. Tevekkül, esbabı bütün bütün reddetmek de-
ğildir. Belki esbabı dest-i kudretin perdesi bilip riayet ederek; esbaba teşebbüs
2SO • Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

ise, bir nevi dua-i fiili telakki ederek; müsebbebab yalnız Cenab-ı Hak'tan is-
temek ve neticeleri ondan bilmek ve ona minnettar olmaktan ibarettir." (Bedi-
üzzaman, Sözler, s. 315)
-
38/s. Ey Kendisinden başka maksud olmayan! 0~t ~t 'ı -:.i:~:; Ç

Maksud, hedeflenen, kastedilen, istenen, arzulanan, gaye edinilen anlamına


gelir. Yüce Allah, tüm bu anlamlanyla gerçek Maksud'dur. Hatta hakikatte
O'ndan başka maksud ve kalbin alakasına de~en hiçbir varlık yoktur. Çünkü,
O'nu bulan her maksudunu bulmuş, hadsiz, elemlerden ve tehlikelerden kur-
tulmuştur. O'nun dışındakiler ise, ay ve güneş bile olsa batmaya, sönmeye,
kaybolmaya mahkumdurlar. O halde, Hz. İbrahim gibi "U uhibbü'l-afilin ""
Batanlan sevmem." (6:76) deyip sadece O'na yönelmek gerek.
Bediüzzaman'ın şu ifadeleri bu gerçe~i ne güzel dile getirmektedir:
"Fıtrah aşkla yoğrulmuş gibi sermest-i cam-ı aşk olan Mevla na Cami, kes-
retten vahdete yüzleri çevirmek için, bak ne güzel söylemiş:
. _(' ~~ ~~- ~~ • ~~ • ' ~~ ~1 ', ~~ '1 ', ~~d . ti
,;~ ~ .) ~ ~ ~ 4-SY":" ~ ~ ~ o~ ~ emış r.
1 -Yani: Yalnız biri iste, başkalan istenmeye de~iyor.
2- Biri çağır, başkalan imdada gelmiyor.
3 - Biri taleb et, başkalar layık değiller.
4 - Biri gör, başkalar her vakit görünmüyorlar, zeval perdesinde saklanıyor­
lar.
5- Biri bil, manfetine yardım etmeyen başka bilmekler faidesizdir.
6- Biri söyle, ona aid olmayan sözler malayani sayılabilir .

• ~ ;a,Wı ~ • ~ _;;.jı ~. ~ _,ll.jı ~ • ~~ ~~ ~;.;, ;.;.5


• ~;.:._jl ~
Evet Cimi, pek doğru söyledin. Hakiki Mahbub, hakiki Matlub, hakiki
Maksud, hakiki Mabud; yalnız O'dur.

r !
..
lt&, ı;~
6 '
•'1 ,' ' \'1 4.11 \'
~.r..r.Y' - -
..
o-
Çünkü bu ilem bütün mevcudahyla muhtelif dilleriyle, ayn ayn na~ama­
hyla zikr-i Dahi'nin halka-i kübrasında beraber 'La ilahe illa Hu' der, vahdani-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 251

, ' '
yete şehadet eder. ~~l-......>1
,....
. -::
. , ~ in açtığı yaraya merhem sürüyor ve alakayı
kestiği
mecazi mahbublara bedel, bir Mahbub-u Uyezali'yi gösteriyor." (Bedi-
üzzaman, Sözler, 218-219)

38/6. Ey Kendisinden başka kurtuluş yeri olmayan!

Mence', kurtuluş ve necat bulunacak yer demektir. Hz. Peygamber, gecele-


yin uyumak üzere yatağına uzandığmda, bu isme de yer veren şu duayı okur-
lardı: "Allahümme eslemtü nefsi ileyke, ve veccehtü vechi ileyke, ve fevvadtü emri
ileyke, ve elce'tü zahri ileyke, rağbeten ııe rahbeten ileyke, la melcee ve la meneli minke
illa ileyke. Amentü bi kitabikellezi enze/te ve nebiyyikellezi erselte: "Allahımf Kendimi
Sana teslim ettim. Yüzümü Sana çevirdim. İşimi Sana ısmarladım. Rızanı isteyerek,
azabından korkarak sırtımı Sana dayadım, Sana sığındım. Sana karşı yine Sen'den
başka sığınak yoktur. İndirdiğin kitaba ve gönderdiğin peygambere inandım. "(BuhQri,
Daavat 5)
-
~ı ~' , -: .,~ ·. , ı:;
0 ,·, ,~.ft ı:r-.

38/7· Ey Kendisinden başkasına ralbet edilmeyen!

Allah'tan başka hiçbir şey kalbin alaka ve rağbetine değmez. Kur'an-ı Ke-
rim'de, sadece O'na rağbet etmesini vurgulayacak bir ifade kalıbıyla Hz. Pey-
gamber'in şahsında tüm insanlara: "Ve ila Rabbike ferğab =Ve yalnızca Rabbi-
ne rağbet et!" (94:5) diye seslenilir.
Bir başka
ayet-i kerimede de, hatalı davranan bazı mürnin kullarm nasıl
davranması gerektiği belirtilirken şöyle buyrulur:

"Ne olurdu bunlar, Allah ve Peygamberi kendilerine ne verdiyse ona razı


olsaydılar da: 'Bize Allah yeter, Allah bize llıtfundan yine verir, peygamberi
de. Bizim bütün rağbetimiz Allah'adır' deselerdi." (9:59)
Yine, sahip olduklan güzel bahçelerinin fakirierin hakkı olan gelirinden
vermedikleri için helak oluşuna bakıp pişman olan bazı kullannın pişmanlık
ve tevbelerine değinirken de şöyle buyurur:
"Umulur ki Rabbimiz, onun (helak olan bahçemizin) yerine bize daha da
hayulısmı verir, gerçekten de biz, sadece Rabbimizi dilemede, O'ndan isteme-
deyiz." (68:32)
2S2 • Kur'An ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERHI

38/8- Ey Kendisinden başkasına ibadet edilmeyen!

Allah'tan başkasına ibadet edilmeyeceği, ve O'ndan başkasından gerçek an-


lamda yardım dilenemeyeceği Kur'an-ı Kerim'de açıkça ifade edilmiştir. Nite-
kim, namaz kılan bir mümin, günde kırk defa tekrar ettiği Fatiha Suresinde
şöyle demektedir:"Yalruz Sana ibadet eder, sadece Senden yardım dileriz.'
(1:5)
ibadet; İnsanın bütün benliğiyle, bütün duygulanyla, iç ve dış bütün havas-
sıyla,fikri melekeleri, his alemi, kafası ve lisaruyla Allah'a teveccühten ibaret
olan sistemli bir hareket tarzına denir.
Aczini, faknru, zaafını, ihtiyaanı, hiçliğini nazar-ı itibara alarak, ferah, refah
ve saadeti O'na yaklaşmada bilerek kemal-i tazim ve tekrimle O'na doğru git-
menin adıdır. Allah'a karşı yapılan bu şekildeki tazim ve tekrim bir başkasına
yapılmadı~ ve yapılamayaca~ için, başkalarına karşı gösterilen saygı, ha.Ien
ve khlen takınılan hürmet çeşitlerinin hiçbirisine ibadet denemez.
Gönül verdiğiniz, ümit bağladığınız hangi fani vardır ki, sizden evvel gö-
çüp gitmeyeceğine, bütün ümit ve arzularuuzı is' af edeceğine diir teminat ver-
sin? Allah' a verilecek muhabbeti o ölçüde Rasulullah' a dahi vermek caiz ol-
mazsa, sizin bir sürü küçük, fani mabudlanruza ve sanemielinize göstereceği­
niz muhabbet ve alakayı tevhid şuuruyla gözden geçirmek iktiza edecektir.
Gönül fani varlıklara teveccüh edince, insan düal yaşamaya başlar, adeta
ikileşir. Çünkü insanın içinde korku ve muhabbet vardır. Bu muhabbet ve kor-
ku hakiki sahibini bulamazsa, insan bir ölçüde her korku ve muhabbet duydu-
ğuna bağlanır; hatta perestiş eder. Böylece o, bir sürü ilah uydurup başına mu-
sa.llat etmiş olur. Ama o, korkunun da, muhabbetinde ilk ve son mercii Allah'ı
bilir ve bunu bütün ruhuyla kabullenirse, o insan, tevhide yükselmiş ve bu
korku ve muhabbet sayesinde hakiki huzur ve saadete ermiş olur. (Fethullah
Gülen, Fatiha Üzerine Mülahazalar)
~ , "'
0 ~~~!)ı;,-:.~~:;. ç
38/9· Ey Kendisinden başkasından yardım istenilmeyen!

"Yardım isteme" diye çevirdiğimiz istiane, yapbğınuz bütün işlerden Al-


lah' a karşı bir avn ve malınet/yardım talep etme, yapbğımız ibadetlerin suhu-
letle yapılmasını Allah'tan dilerne ve insanın karşı karşıya kaldı~ meselelerde
Allah'ın yardımına, Allah'ın inayetine belbağlama demektir. Bu itibarla biz
ibadetlerimizde, işlerimizde halis, muhlis olarak bütün samirniyet ve içtenliği-
Kur'In ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI • 253

mizle yardımı sadece ve sadece Allah'tan istiyoruz. (Fethullah Gülen, Fatiha


Üzerine Mülahaz.ıılar)

38/ıo. Ey Kendisinden bqka güç ve kuvvet sahibi bulunmayan!

Herkes, her zararlı şeyden ve her türlü düşman ve tehlikeden ancak O'nun
havliyle kurhılur; yine herkes her arzu ve ihtiyaona sadece O'nun kuvvetiyle
erişebilir.

Bunun manası, günahtan dönmek ve taate yönelmek, zaran defetmek ve


fayda sağlamak kulun değil, sadece Allah'ın kuvvetiyle olur. Bu mana insan
hayahrun bütün aşamalan ve varlığının bütün safhalan için geçerlidir. Nite-
kim insan, yokluk karanlığından, cansız zerreler alemine, gelişip büyüyen bit-
kisel hayata, duygular taşıyan hayvan hayahna, insan suretine ve mürnin ol-
ma nimetine kadar uzanan bir dizi aşamadan, yarahlış tavırlanndan geçmiş­
tir. İşte bütün bu safhaların her birinde insanın bir takım ihtiyaçlan ve düş­
manlan olmuştur. İnsan latifelerinin bir takım elemleri ve lezzetleri vardır. İş­
te "La havle vela kuvvete illa billah" cümlesini söyleyen kimse şöyle demek
istemektedir:
Yokluktan kurtuluş, varlığa erişancak Allah'ın yardımıyladır.

Yok olmaktan kurhıluş ve varlığa devam ebne ancak Allah'ın yardımıyla-


dır.

Zararlardan korunma ve faydalara enne ancak Allah'ın yardımıyladır.

Musibetlerden sakınma ve arzulara erişme ancak Allah'ın yardımıyladır.


Günahlardan sakınma, taatlere güç yetinne ancak Allah'ın yardımıyladır.
Azaplardan sakınma, nimetiere enne ancak Allah'ın yardımıyladır.
Kötülüklerden sakınma, iyiliklere enne ancak Allah'ın yardınuyladır.

Elemlerden kurhıluş ve erneilere kavuşma ancak Allah'ın yardımıyladır.


Korkunç karanlıklardan kurtuluşve parlak nuriara erme ancak Allah'ın
yardımıyladır. (Bkz:Bediüzzaman, el-Menroiyyü'l-Arabiyyü'n-Nuri, s.)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
254 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

-39-

39/1. Ey Kendisinden korkulaniann en hayırlısı! O~;~1 # Ç


1

Allah. kendisinden korkulaniann en hayırlısıdır. Allah'tan, azametinden


dolayı korkulur. Tehditlerine hedef olmaktan korkulur. Mükifat ve müjdeleri-
ni yitirmekten dolayı korkulur. Acaba, uçsuz bucaksız şu evreni içindeki canlı
ve cansız tüm varlıklarla birlikte bir memleket, bir şehir, bir hane gibi innzam-
la idare eden, her şeye sözü ve hükmü geçen Kainat Sultanı'nın azametinden
dolayı derin bir heybet, bir heyecan duyulmaz mı? O'nun Yüce Kitabı'nda ve
Peygamberinin diliyle tekrar tekrar dile getirdi~i tehditlerinden korkulmaz
mı? Mürnin ve Kendine itaatkar kullan için verdi~i bunca müjdeli mük.lfatlan
kaçırmaktan endişe edilmez mi? Tüm bu noktalardan bakıldığında, korkulma-
ya O'ndan daha layık ve hak sahibi bir varlık olabilir mi? Üstelik O'nun korku-
su, öyle acı ve hayah zehir edici bir kibus da de~ildir. Tıpkı, yavrunun annesi-
nin şefkatli tokadından korkup, yine onun sevgi dolu kucağına ahiması gibi-
dir.
öte yandan bu korkunun hem dünyevi hem de uhrevi sayısız faydalan da
vardır. Hatta, güzel ahlakın, hikmetli ve faydalı bir yaşayışın da temelidir. Me-
sela, Allah'tan korkan kişi, sadakat, vefa, do~ruluk, dürüstlük, samirniyet gibi
tüm güzel ahlaka ait tavırlan gösterir. Kur'an'ın birçok yerinde bu üstün ahlak
özelliklerini sergileyen mürninlerden bahsedilir. Gerçekte, tüm insaniann öz-
lemini duyduğu insan modeli de budur. Fakat, Allah korkusu olmadı~ı tak-
dirde bir insanda bu özelliklerin gerçek anlamda ve devamlı bulunmas1 asla
mümkün de~ildir. Çünkü Allah'tan korkmayan bir kişi kendi menfaatleriyle
çahşhğı anda üstün Kur' an ahlakını de~il, çıkarlannın gerektirdi~i davranış
biçimini benimseyecektir. Allah'tan, O'na hesap vermekten, Cehennem'e girip
kötü davranışlannın karşılı~ını görmekten korkmadığı için böyle davranması­
nı engelleyen bir endişesi yoktur.

0
"' J• • "'
39/2. Ey matlublann en hayırlısıl ~_,u...;.JI ~ Ç
1

Allah, gaye edinilen, arzu, talep ve istekte bulunulanlarm en hayırlısıdır.


O'nun bir zerrecik rızası dünya ve ahiretin bütün gaye ve arzulanndan daha
üstün, hayırlı ve faydalıdır. O'nu arayan, bulan, hoşnutluk ve sevgisini kaza-
nan, her türlü saadet ve nimete dünyada bilkuvve, ahirette ise bilfiil mazhar-
dır.
Kur'in ve Hikmet l~ıgında CEVŞEN ŞER HI • 255

39/3· Ey ralbet edilenlerin en hayırlısıl 0 ~)..:,.j1 ~ Ç


1

"Rağbet edilen" diye çevirdiğimiz "Merglıb" kelimesi, bu manasından baş­


ka, beğenilen, çok kıymet verilen, çoklan tarafından istenen anlamianna gelir.
Yüce Allah, rağbet ettiğimiz, beğendiğimiz, değer verdiğimiz ve hararetle iste-
diğimiz, gönlümüzün azizi bildiğimiz ne varsa hepsinden daha çok rağbet
edilmeye ve uğrunda didinilmeye layıktır. Çünkü, en değerli bildiğimiz şeyler
bile ancak O'nun sayesinde var olmuş ve varlıklarını sürdürebilmişlerdir. Ki-
min için O var, onun için her şey var.

39/4· Ey dilekte bulunulanlann en hayırlısı! 0 ~ j.:..j1~ Ç


1

Allah'ın dergaru, dilekierin sunulduğu,


sonuçlann alındığı, muratlara erişi­
len en hayırlı kapıdır. Başkaları,
kendilerinden bir şey istenildi~de, hele hele
ısrar edildiğinde kınlır, gücenir ve küçümserken, O, istenmediği zaman, kapı­
sına baş vurolmadığı zaman gücenir, dua edildiği zaman kulundan razı olur
ve onun için bunu bir değer ölçüsü kabul eder. Aynca, hiçbir kulunun dua ve
dileğini de cevapsız ve karşılıksız bırakmaz. Ya aynısını veya daha hayırlısını,
ya dünyada veya ahirette mutlaka verir. Bundan daha hayırlı ve büyük bir ke-
rem sahibi bulunabilir mi?

39/s. Ey maksud olanların en hayırlısı! 0 ::r-~ ~1 ~ Ç


1

Bu fani dünyada herkesin bir maksudu vardır. Her yiğidin gönlünde bir
arslan yatar, her Mecniin'un gönlünde bir Leyla bulunur. İşte, her kim neyi
gaye-i maksat yaparsa yapsın, bütün bu gaye ve maksatlar içerisinde en hayır­
lı, en faydalı ve en değertisi Alemierin Rabbi olan Yüce Allah' br.

39/6. Ey zikredilenterin en hayırlısı! O ::r-;~\jı ~ Ç


1

Allah zikredilenlerin en hayırlısıdır. Çünkü ancak O'nu anmakla gönüller


huzura ve itminana kavuşur. O'nun zikri kalplere gıda, ruhlara ab-ı hayat, lati-
felere hava-i nesimdir. Zikrin faydalan saymakla bitmez. Yüce Allah bir tane-
sine şöyle dikkat çeker:
"İşte onlar iman edip gönülleri Allah'ı zikretmekle, O'nu anmakla huzur
bulan kimselerdir. İyi bilin ki gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur."
(13:28)
256 • Kur'In ve Hikmet IııQında CEVŞEN ŞER HI

"Allah' ı anmak gerçekten en büyük (erdem ve iyilik)'tir. Allah bütün yap-


tıklanruzıbilir." (29:45)
Zikrin faydalan tasavvuf erbabı tarafından kısaca şöyle özetlenmiştir: Zik-
reden insanlar şeytanı kovar, onun belini kırar. AUah, zakir kulundan razı
olur. Allah razı olduktan sonra, ötesi kalmamışbr. Zikir kalbderı gam, kaygı ve
kederleri giderir. Zikir kalbe ferah, sürur ve genişlik verir. Zikir kalbi ve yüzü
nurlandınr. Allah diyen insaniann yüzlerinde bir nur vardır. Zikir nzkı da
celb eder. Allah Teili'nın ismini anmak suretiyle nzı.k bollaşır, genişler. İs­
lam'ın ruhu olan zikri yapan zakire, Allah sevgisini ihsan eder. Zikrullah tev-
beyi netice verir. Bu da Allah'a rücu' etmek için kalbine tesir eder. Sığınacağı
yeri, ilticagaru ve kalbinin kıblesi Allah olur. Zikrullah kalbe cila verir, kalbin
paslannı giderir. Kalbin pası, gaflet ve nefsin hevasına uymakbr. Zikir, kul ile
Halık arasındaki soğukluk ve korkuyu giderir. Cenab-ı Hak ile ünsiyet peyda
eder. Zikir, dilin gıybet, nemime, yalan, boş ve faydasız sözlerden korunması­
na sebep olur. Zikir ibadetterin en kolayı, en büyüğü ve efdalidir.

39/7· Ey şükredilenlerin en hayırlısıl 0 ~JJ=-=.


1
·. ;iı:,;;. Ç
Allah, şükre en layık ve en müstahak olandır. Nimet ve imkan adına sahip
olduğumuz ne varsa hepsi gerçekte O'nun ihsanıdır. Üstelik Kendisine şükre­
dildikçe, nimetini arbracağını kesin vaat etmiştir: "Ve düşünün ki: Rabbiniz
şöyle ilan buyurdu: 'Eğer şükrederseniz, Ben nimetlerimi daha da artınnm,
ama nankörlük ederseniz haberiniz olsun ki azabı.m pek şiddetlidir!" (14:7)
O Mün'im-i Hakiki'nin, tatlı nimetleriyle rahmet ve şefkatini göstermesine
karşı(tüm varlıklar) şükür ve hamd ile mukabele eder ve derler ki:

"Senin hak şükrünü nasıl eda edebiliriz? Sen öyle şükre layık bir meşkur­
sun ki, bütün kainata serilmiş bütün ihsanatın açık lisan-ı halleri, şükür ve se-
nanı okuyorlar. Hem alem çarşısında diziimiş ve zeminin yüzüne serpilmiş bü-
tün nimetierin ilanahyla hamd ve medhini bildiriyorlar. Hem rahmet ve nime-
tin manzum meyveleri ve mevzun yemişleri, senin cı1d u keremine şehadet
etmekle Senin şükrünü enzar-ı mahlukat önünde ifa ederler." (Sözler, s. 124)

39/8. Ey sevilenlerin en hayırlısı! 0 ~ _;.;..jı :,;;. Ç


1

Yüce Allah'ın bu vasfına şu sahrlar ne güzel ışık tutar:


Kur'.ln ~e Hikmet J~ı§ında CEVŞEN ŞERH! • 257

"Sevdiğin şey,ya seni tanımaz, Allah'a ısmarladık demeyip gider -gençli-


ğin ve malın gibi- ya muhabbetiniçin seni tahkir eder. Görmüyor musun ki,
mecazi aşklarda yüzde doksandokuzu, maşukundan şikayet eder. Çünkü Sa-
med ayinesi olan babn-ı kalb ile sanem-misal dünyevi mahbublara perestiş et-
mek, o mahbublann nazannda sakildir ve istiskal eder, reddeder. Zira fıtrat,
fıtri ve layık olmayan şeyi reddeder, atar.

Demek sevdiğin şeyler ya seni tanımıyor, ya seni tahkir ediyor, ya sana re-
fakat etmiyor. Senin rağmına müfarakat ediyor. Madem öyledir; bu havf ve
muhabbeti, öyle birisine tevcih et ki, senin havfın lezzetli bir tezellül olsun.
Muhabbetin, zilletsiz bir saadet olsun." (Sözler, s. 360)
"Evet insan evvela nefsini sever. Sonra akaribini, sonra milletini, sonra zi-
hayat mahlu.klan, sonra kainah, dünyayı sever. Bu dairelerin her birisine karşı
alakadardır. Onlann lezzetleriyle mütelezziz ve elemleriyle müteellim olabilir.
Halbuki şu here ü merc alemde ve rüzgar deveranında hiçbir şey kararmda
kalmadığından biçare kalb-i insan, her vakit yaralanıyor. Elleri yapışhğı şeyler­
le, o şeyler gidip ellerini paralıyor, belki kopanyor. Daima ıshrap içinde kalır,
yahut gaflet ile sarhoş olur. Madem öyledir, ey nefis! Aklın varsa, bütün o mu-
habbetleri topla, hakiki sahibine ver, şu belalardan kurtul. Şu nihayetsiz mu-
habbetler, nihayetsiz bir kemal ve cemal sahibine mahsustur. Ne vakit hakiki
sahibine verdin, o vakit bütün eşyayı onun namayla ve onun ayinesi olduğu ci-
hetle ıshrapsız sevebilirsin. Demek şu muhabbet, doğrudan doğruya kamata
sarfedilmemek gerektir. Yoksa muhabbet en leziz bir nimet iken, en elim bir
rukmet olur." (Sözler, s. 360)
"Rahmanürrahim ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün ar-
zulanna cami' bir meskeni, senin cismani hevesabna ihzar eden ve sair esma-
sıyla senin ruhun, kalbin, sımn, aklın ve sair letaifin arzulanru tatmin edecek
ebedi ihsanahnı o Cennet'te sana müheyya eden ve her bir isminde manevi çok
hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezeli'nin, elbette bir zerre mu-
habbeti, kainata bedel olabilir. Kainat onun bir cüz'i tecelli-i muhabbetine be-
del olamaz." (Sözler, s. 360)

39/9· Ey indirenlerin (konuldatanlann) en hayırlısı!

Bir ayet-i kerimede Hz. NUh'un dilinden, Yüce Allah'ın bu ismine şöyle yer
veriliyor: "Ya Rabbi, beni güvenli ve kutlu bir yere indir. Çünkü Sen konukla-
taniann en iyisi, en mükemmelisin!" (23:29)
Yüce Allah, bu yeryüzü misafirhanesini, sayısız canlı varlık, özellikle de in-
sanoğlu için en mükemmel bir şekilde hazırlayıp tefriş etmiş, misafir olarak
a~ladığı kullannın her türlü ihtiyaçlanru karşılamış ve onlan bir gemiye ben-
258 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

zeyen şu şirin gezegenimize bindirerek ahiret memleketine doğru seyahat et-


tinnekte, yann kıyamet günü Cennet'te de mürnin kullaruu çok daha güzel şe­
kilde, gözlerin görmediği, kulaklann duymadığı, akıl ve hayallerden bile geç-
meyen mesken ve nimetlerle sonsuza dek ağırlayacakbr. Dolayısıyla O'ndan
daha kerim bir milimandar olabilir mi?
Yukandaki ayette geçen "inzal" kelimesi, yalnızca karaya ayak bashrma an-
lamında değildir; sözcüğün içinde "konuklama" anlamı da gizlidir; şöyle den-
mektedir sanki: "Ey Rabbimiz, artık Senin konuklanruz ve yalnızca Sensin bi-
zim ev sahibimiz." (Mevdudi, Te.fhim)
Ayet-i kerimede yüce Allah, kullanna bindikleri yahut indikleri vakit bu
duayı yapmalannı öğretmektedir. Hatta evlerine girip selam verdikleri vakit
böyle demelidirler. Hz. Ali (r.a.)'dan rivayet edildiğine göre o mescide girdiği
sırada: "Rabbim, beni mübarek bir yere indir. Sen indirenlerin en hayırlısısın."
dermiş. (Kurtubi, el-Cami' Li Ahkdmi'l-Kur'an, ilgili ayetin tefsirinden)

0 ,<,),!-~~~'ıl
.i-:_• ~i,'•' ı'
,,
39/to. Ey kendisine ünsiyet edilenlerin en hayırlısıl

Allah, ünsiyet edilen, ısırulan, beğenilen, alışılan ve bir an olsun Kendisin-


den ayn yaşamaya katlarulamayan en samimi ve hayırlı dosttur. Çünkü, balı­
şettiği iman nuruyla, huzur ve ünsiyetiyle bütün yalnızlık ve can sıkınhlannı
lezzet ve saadete tebdil edendir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-40-
, ,
40/1. Ey yarabp düzene koyan! 0 ı.> j.::j ~ ~ :;. Ç
Bir ayet-i kerimede de Yüce Allah "Yaratan ve bir düzen içinde biçim ve-
ren" olarak nitelenmektedir. (87:2)
Ayetteki "tesviye" kavramı, Kur'an'da genellikle Allah'ın, yarathğı varlığa,
o varlık
türünün gerektirdiği yapıyı ve şekli vermesi, uygun formata kavuş­
turması anlamında kullanılmaktadır. Gerek bu isimde ve gerekse ayet-i keri-
K ur' l n ve H 1k m!! 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 259

mede "sevva" fiilini -nesnesi belirtilmedi~den- "her şeye uygun şeklini ver-
me" olarak anlamak gerekir.
Buna göre, Allah, yeryüzünden gökyüzüne kadar, kainattaki her şeyi, en
mükemmel surette, ölçülü ve düzenli bir şekilde yaratmışbr. Bu nizamın mü-
kemmel bir ölçüyle yarabldığına ve onun bir yarabcısı olduğuna, bizzat bu
muazzam nizamın kendisi şehadet etmektedir. Bu bir tesadüf olmadığı gibi,
birkaç tane yarabcının da eseri de~ildir. Çünkü o takdirde sayısız parçalann
biraraya getirilmesiyle bu kadar ahenkli ve uyumlu bir güzelli~in oluşması
mümkün olmazdı. (Mevdüdi, Tefhim, ilgili ayetin tefsiri)

40/2. Ey takdir edip hedefe götüren! 0~ ·~ )~;:;. Ç

Bu hahi vasıf, "0, (her şeyi) ölçüyle yapıp yönlendirendir." (87:3) ifadesiyle
Kur'an-ı Kerim'de de aynen geçmektedir. Mevdüdi, bu ayeti yorumlarken ko-
numuza ilişkin şu güzel açıklamayı yapar:
Her şeyin daha yarahlmadan fonksiyonu tayin edilmiş ve o fonksiyonuna
göre şekil alrnışbr. Kendisine uygun özellikler verilmiş, yaşayacağı yer belir-
lenmiş, hayabm sürdürebilmesi için ne gibi imkanlar gerekiyorsa temin edil-
miş ve nihayet onun sonu da kararlaşhnlmışhr. İşte tüm bu plan "kader" dir ve
bu kader umumi olarak kainattaki her varlık için söz konusudur. Açıkça anla-
şılmaktadır ki, bu kainat p!ansız, programsız bir oluşum de~ildir. Bilakis Ha-
kim ve Habir olan Allah tarafından yaratılmış ve planlanmıştır.
öte yandan, hiçbir mahluk başı boş bırakılmamışhr. Yaratılan her şeyin bir
görevi vardır ve o görevine göre yönlendirilmiştir. Yani Allah sadece Halık
değil, aynı zamanda Hadi (Yol gösterici)'dir. Allah yarathğı her şeyin yolunu
gösterme sorumluluğunu üzerine almıştır. Nitekim Allah arza, güneşe, yıldız­
lara da yol göstermektedir. Yine hava, su, ışık ve bitkilere de yol gösteriyor ve
onlar da görevlerini yerine getiriyorlar. Madenler de böyledir. Tüm varlıklar
Allah'ın kendilerini yarattığı sebebe dayalı olarak görevlerini hakkıyla yerine
getirmektedirler. Di~er bir örnek de bitkilerdir ki, Allah'ın emrine uyarak kök-
lerini topra~ın derinliklerine salarlar ve Allah'ın onlara gıdalannı verdiği yere
kadar köklerini uzatırlar. Daha sonra da dal, budak salarak meyve verirler. İşte
böylece de kendilerine verilen görevi yerine getirmiş olurlar. Yeryüzü, hava,
su, her çeşidine ayn bir özellik verilmiş sayısız cinsle hayvanlar ve insanı hay-
retler içinde bırakan bu nizamın bizzat kendisi, tüm bunlann bir yarabcısı ol-
duğunu ilan etmektedir. Allah' a ortak koşan, hatta ateist olan bir kimse bile,
bu nizamın ne kadar muazzam olduğunu kabul etmek zorundadır. Hayvanla-
ra öylesine bir içgüdü verilmiştir ki, değil insanoğlunun kendisi, en hassas
aletler bile onların tespit edebildikleri bazı şeyleri tespit edemezler. İnsanoğlu
için iki türlü yol gösterme söz konusudur. Birincisi insanın tabii olarak sürdür-
260 • Kur'In vr Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞERH!

dü~ hayatı ile ilgilidir. Öme~ her çocuk do~duktan hemen sonra süt içmeyi
ö~enir ve göz, kulak, burun, kalp, mide, ci~erler, damarlar vs. tüm organlan
birden kendi görevlerini yaparlar. İnsanın bizzat kendisi bunu idrak etmese bi-
le, bu organlar fonksiyonlan icra ederler. Çünkü onlann çalışmalan insano~lu­
nun iradesine ba~lı de~dir. Allah (c.c.) insanı çocuklu~dan ergenli~e, ol-
gunlu~dan yaşWığına kadar sürekli bir değişim içine sokar. Bu değişim de
insanın elinde de~dir. Bu değişim insanın iradesiyle alakatı olmadığı için,
onun iradesi olmasa da bu değişiklikler yine de vuku bulacaktır. Buraya kadar
aniahianlar insan şuurunun dışında cereyan eden bir yol göstermedir. İkincisi
insanın aklı ve zihinsel hayah ile ilgilidir. Bunun mahiyeti insanın iradesi dı­
şında cereyan eden olaylardan oldukça farklıdır. Çünkü insano~luna bu saha-
da geniş bir özgürlük tanınmıştır. Bu sahada birincisinde oldu~dan daha
farklı bir yol gösterme söz konusudur. Dolayısıyla insanoğlu ne kadar karşı çı­
karsa çıksın, Allah (c.c.) her varlığa fıtrahna uygun bir yol göstermiştir. İnsana
geniş bir özgürlük vermiş olmasına rağmen yine de ona istikametini tayin ede-
bilmesi için, bir yol göstermemiş olması mümkün değildir. (Mevdi'ıdi, Tefhim,
ilgili ayetin tefsiri)

40/3· Ey belayı kaldıran! 0 ~p1 ~ •4: ~ ~:; Ç


Allah, bela ve musibeti giderendir. Dolayısıyla, bela ve musibete maruz ka-
lanlann doğrudan doğruya baş vuracaklan tek kapı O'nun dergarudır. Bu mü-
barek ismi telaffuz eden bir mümin, O'nu kendine şefaatçi ederek Yüce Rab-
binden, maddi ve manevi dert ve belalannın ağır yüklerini kaldırmasını ve
üzerinde dolaşan kara bulutlan da~tmasını istemektedir.

40/4· Ey gizli fısılbyı işiten! 0 ~~~ ~ · ! ~:; Ç

"Fısılh" diye çevirdiğimiz "Necva" kelimesi, "gizli yakanş" anlamına da


gelse de, Kur'an'da bu kelime genelde olumsuz gizli konuşmalar ve kulisler
için kullanılmıştır. Şu ayet-i kerimeler, Yüce Allah'ın her türlü gizli konuşmayı
bilip duyduğunu ifade etmektedir:
"Yoksa onlar, dışan vurmadıklan düşüncelerini ve gizli konuşmalannı
duymaz mıyız sanırlar? Elbette (Biz duyanz) ve yanıbaşlanndaki semavi güç-
lerimiz (bütün o gizlediklerini) kaydederler." (43:80)
"Görmez misin ki Allah göklerde ne var, yerde ne varsa bilir? Bir araya ge-
lip gizlice fısıldaşan üç kişinin dördüncüleri mutlaka Allah'hr. Beş kişi gizli
konuşsa alhnalan mutlaka Allah'tır. Bundan ister daha az, ister daha çok ol-
sunlar, nerede bulunurlarsa bulunsunlar, mutlaka O, kendileriyle beraberdir.
Kur'in ve Hikmet l~ıOında C E VŞ E N Ş ER H 1 • 261

O, ileride kıyamet gününde, yapmış olduklan işleri onlara tek tek bildirecek,
(dilerse karşılığıru da verecektir). Şüphesiz ki Allah her şeyi bilir." (58:7)
"Biz, onlann seni dinlerken ne maksatla dinlediklerini, kendi aralannda fı­
sıldaşırlarken de o zaliınlerin: 'Siz, büyülenmiş bir adamdan başkasına uynlU-
yorsunuz!' dediklerini çok iyi biliriz." (17:47)

40/5· Ey babDışı kurtaran! 0


' ..
J_:;JI ·~~ ~:;. Ç
Allah, dünyanın binlerce boğucu girdabında boğulmak üzere olanlan, mu-
sibet ve felaketlerle boğuşanlan, günah deryasına batrnış olanlan kurtaran son-
suz merhamet ve kerem sahibidir. Şu ayet-ikerime dolaylı olarak Allah'ın bu
ismine ışık tutmaktadır:
"Şayet dileseydik onlan bo~ardık. Ne feryatlanna koşan bir kimse bulabilir,
ne de başka türlü kurtanlırlardı." (36:43)

40/6. Ey helak olana necat veren! 0 ~lfjı ~ ~:;. Ç

Allah, felakete maruz kalmış, tehlikeye girmiş olaniann tek kurtancısıdır.


Her türlü necat ve kurtuluş O'nun iradesiyle gerçekleşir. Çünkü, en korkunç
ve dehşetli görünen nesne ve hadiseler de dahil, her şeyin dizgini O'nun elin-
dedir. Hiçbir şey hiçbir kimseye O'nun izni olmadan en ufak bir zarar vere-
mez. Mahlukat, tüm hareket ve duruşlannda O'na tabidir. Dolayısıyla her tür-
lü kurtuluş ve necatı sadece O'ndan beklemeli.

40/7. Ey hastaya şüa veren! 0 ~_rj ı u~ •a! ~:;. Ç

Allah, insano~lunun tüm hastalık, mikrop ve zehiriere karşı korunması için


öylesine ilaç ve panzehirler yaratmıştır ki, insan bilgisi bunlan bütünüyle kav-
ramaktan acizdir. Bütün bu tabü düzenlemelerde bulunmamış olsaydı, tek bir
diken bile canlı için felaketler doğurabilirdi. Yaratıcı'nın, bu her şeyi saran rah-
met ve donatımı, insana hayatının her anında yetişirken; insanın, Allah'tan
başkalannın önünde eğilmesinden, ihtiyaç ve sıkıntı halinde başka yardımcılar
aramasından daha büyük bir akılsızlık ve nankörlük olabilir mi?

40/8. Ey öldüren ve dirilten! 0 ;.;.ıJ _:..~f ~:;. Ç

Yani, Allah '0, hanginizin daha güzel amel edeceğini imtihan etmek için
ölümü de hayatı da takdir eden ve yaratandır' (67:2) ayetinde de beyan edildi-
2&2 • Kur'.\n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

ği gibi ölümü de, hayab da yaratan O'dur. O öldürmeye de, diriltmeye de, tek-
rar yaratmaya da kadirdir.
Şu açıklamada konumuz açısından oldukça ilginçtir:
Şu varlıklar nehri, Allah'ın iradesi ile akmaktadır. Şu kainat kafilesi, Rabbi-
nin emri ile yürümektedir. Şu yarabklar, Allah'ın izni ile, zaman nehrinde sü-
rekli olarak akıyor. Gayp aleminden gönderiliyor, şehadet aleminde görünen
birer vücut giydiriliyor, sonra gayp alemine düzenli bir biçimde yağıyor, ini-
yor. Rabbinin emri ile, devamlı olarak istikbalden gelip, şimdiki zamana uğra­
yarak teneffüs eder, ardından geçmiş zamana dökülür.
İşte yaratıklann şu akışı, gayet hikmetlice, rahmet ve ihsan dairesinde; şu
yürüyüşü, son derece ilim, hikmet ve intizam dairesinde; şu cereyanı, gayet
merhametli bir şekilde şefkat ve ölçü dairesinde baştan aşağıya kadar hikmet-
lerle, faydalarla, neticelerle ve gayelerle yapılıyor. Demek ki, Şanı Yüce, Kudre-
ti ve Kemali Sonsuz bir zat, sürekli olarak varlıklann gruplannı, her grup
içindeki fertleri ve o gruplardan meydana gelen alemleri, kudretiyle hayat ve-
rip görevlendirir. Sonra hikmetiyle bu vazifeden terhis edip, ölüme mazhar
eder; gayp alemine gönderir. Kudret dairesinden, ilim dairesine çevirir. İşte
hiç mümkün müdür ki, şu kainah, bir bütün olarak çekip çevirmeğe gücü yet·
meyen, bütün zamanlara hükmü geçmeyen, alemleri hayata ve ölüme bir fert
gibi mazhar etmeğe kudreti yetmeyen ve baharlan, birer çiçek gibi hayat verip,
yeryüzüne takıp, sonra ölüm ile ondan kopanp alamayan bir zat; ölüme ve can
almaya sahip çıkabilsin? Evet en küçük bir canlının ölümünün bile, hayah gibi,
hayahn bütün gerçekleri ve ölümün bütün türleri elinde bulunan bir Yüce
zat'ın kanunuyla, izniyle, emriyle, kuvvetiyle, ilmiyle olması zorunludur. (Be-
diüzzaman, Mektubat, s. 238-239)
Ölümün sevimli yüzü:
Her duyarlı insanı derin üzüntüye boğan "canlılann ölümü" konusunda
çarpıa bulduğumuz bir açıklamayı mefhum olarak sunuyoruz:
O KeremiSonsuz Sanatkar, Rahmeti Sınırsız Yaraba; hayat bayramında her
bir canlı türünün yeryüzündeki resmi geçit nöbeti bittikten ve o resmi geçitten
maksat olan sonuçlar alındıktan sonra, çoğunlukla dünyadan merhametli bir
biçimde nefret ettirip usandınyor. İstirahata bir arzu ve başka bir aleme göç-
rneğe bir istek ihsan ediyor. Hayat vazifesinden terhis edilecekleri zaman, asıl
vatanianna istek dolu bir özlemi ruhlannda uyandınyor. Hem o Rahın..ln'ın
nihayetsiz rahmetinden uzak değil ki, nasıl vazife uğrunda, cihad işinde haya-
hnı kaybeden bir askere şehitlik rütbesini veriyorsa; kurban olarak kesilen bir
koyuna, ahirette cismani bir baki vücut vererek Sırat üstünde, sahibine Burak
gibi bir bineklik mertebesini vermekle mükafatlandınyorsa; sair canlı ve hay-
vaniann da, kendilerine özgü fıtri ve Rabhani vazifedeve İlahi emirlere itaatte
telef olan ve şiddetli güçlük çeken ruh sahiplerinin, onlara göre bir çeşit ruhani
Kur'an vr Hikmrt l~ıOında CEIIŞEN ŞERHİ • 2&3

mükafatın ve onların yeteneklerine göre bir çeşit manevi ücretin o tükenmez


rahmet hazinesinde bulunması akıldan uzak değil. Ta ki dünyadan gitmele-
rinden pek çok incinmesinler, hatta memnun olsunlar.
Fakat ruh sahiplerinin en üstünü ve şu bayramlarda nicelik ve nitelik y~
nünden en fazla istifade eden insana, dünyaya pek çok düşkün ve tutkun ol-
duğu hilde, dünyadan nefret ve ölümsüzlük alemine geçmek için rahmet eseri
olarak özlem dolu bir hilet verir. Kendi insanlığı imansızlık yolunda boğul­
mayan insan, o haletten istifade eder. Gönül rahatlığı ile gider. Şimdi, o haleti
netice veren yönlerden, numune olarak beşini belirteceğiz:
• İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevi, güzel ve çekici şeyler üstünde fanilik ve
yokluk damgasını ve acı manasını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, o
faniye bedel, ölümsüz ve kalıa bir matlubu arattınyor.
• İnsanın ilgi kurduğu bütün dostların yüzde doksan dokuzu, dünyadan
gidip diğer bir ileme yerleştikleri için, o ciddi sevginin etkisiyle o dostların git-
tiği yere bir özlem ihsan edip, ölüm ve eceli sevinçle karşılattınyor.

• İnsandaki sonsuz zayıflık ve acizliği, bazı şeylerle hissettirip, hayat yükü


ve yaşama güçlüklerinin ne kadar ağır olduğunu anlattınp, İstirahata ciddi bir
arzu ve bir başka diyara gitmeye samimi bir istek veriyor.
• Mürnin insana iman nuru ile gösterir ki: Ölüm, yok oluş değil; yer de~i­
şiklWdir. Mezar ise, karanlıklı bir kuyu ağzı değil; aydınlık alemierin kapısı­
dır. Dünya ise, bütün parlaklığıyla ahirete nispeten bir zindan hükmündedir.
Elbette dünya zindanından Cennet ba~larına çıkmak ve sıkıcı maddi hayat bo-
ğuşmalanndan rahat bir aleme ve ruhların uçuş meydanına geçmek ve yarahk-
lann sıkınhlı gürültüsünden sıynlıp Rahmeti Sonsuz'un huzuruna gitmek; bin
can ile arzu edilir bir seyahattir, hatta bir saadettir. (Bediüzzaman, Sözler, s.
202-204)

Kur'in'm ölüme yükledip mana:


• Kur'an'ı dinleyen insana, Kur'an'daki hakikat ilmi ve hakikat nuruyla
dünyanın mahiyetini bildinnesiyle, dünyaya aşk ve alakanın pek manasız ol-
duğunu anlatmakhr. Yani, (Bediüzaman'ın belirttiği gibi) insana der ve ispat
eder ki:
Dünya, bir İlahi kitaphr. Harf ve kelimeleri kendilerine değil, bilakis başka­
sının zat, sıfat ve isimlerine delalet ediyorlar. Öyle ise manasını bil al, şekilleri­
ni bırak git.
Hem bir tarladır, ek ve ürününü al, muhafaza et; çöplerini at, önem verme.
Hem birbiri arkasında sürekli gelip geçen aynalar bütünüdür. Öyleyse, on-
larda Kendini göstereni bil, nurlanru gör ve onlarda görünen isimlerinin pan!-
264 e Kur'in Vf Hikmrt Jıı§ında CEVŞEN ŞERH(

blannı anla, Sahip'lerini sev ve yoklu~a, kınlmaya mahkum olan o cam parça-
lanndan alakanı kes.
Hem gelip geçici bir pazardır. Öyle ise alışverişini yap, gel ve senden kaçan
ve sana iltifat etmeyen kafilelerin arkalarından beyhude koşma, yorulma.
Hem geçici bir gezinti yeridir. Öyle ise, ibret gözüyle bak ve görünüşteki
çirkin yüzüne değil; aksine o Ölümsüz Güzel' e bakan gizli, güzel yüzüne dik-
kat et, hoş ve faydalı bir gezinti yap, dön ve o güzel manzaralan ve güzelleri
gösteren perdelerin kapanmasıyla akılsız çocuk gibi a~lama, merak etme.
Hem bir misafirhanedir. Öyle ise, onu yapankeremi sonsuz Sahibi'nin izni
dairesinde ye, iç, şükret. Kanunu dairesinde işle, hareket et. Sonra arkana
bakma, çık git. Gevezelikle fuzuli bir şekilde kanşma. Senden aynlan ve sana
ait olmayan şeylerle manasız u~aşma ve geçici işlerine ba~lanıp bo~lma" gi-
bi açık gerçeklerle dünyanın içyüzündeki sırları gösterip dünyadan aynlı~ı
gayet hafifleştirir, hatta gaflette uyumayanlara sevdirirve rahmetinin her şey­
de ve her işinde bir izi bulundu~u gösterir. (Bediüzzaman, Sözler, s. 202-204:ı
Yüce Allah'ın bu isminden müminin alaca~ derside Bediüzzaman, başka
bir vesileyle şöyle dile getirir:
"Mevti (ölümü) veren O'dur. Yani: Hayat vazifesinden terhis eder, fani
dünyadan yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten azad eder. Yani: Hayat-ı fani-
yeden, seni hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime (ve yumit = ölüme mazhar
eder), şöylece fani cin ve inse ba~ınr (seslenir), der ki:
Sizlere müjde! Mevt i' dam (yok ediliş) değil, hiçlik değil, fena değil, irikıraz
(çüriiyüp da~ılma) değil, sönmek değil, firak-ı ebedi değil, adem (yokluk) de··
ğil, tesadüf değil, failsiz bir in'idam değil. Belki (aksine) bir Fail-i Hakim-i Ra-
him tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekandır. Saadet-i Ebediye tarafına, va-
tan-ı aslilerine bir sevkiyatbr. Yüzde doksandokuz ahbabm mecma'ı olar.
alem-i berzaha bir visal kapısıdır." (Bediüzzaman, Mektubdt, s. 226)

Yani, ferah da gam ve keder de Allah tarahndandır. Acı ve tatlı, müsibet ve


refah hep Allah'ın dilernesine bağlıdır. Öyleyse, sevindirici şeyleri sadece
O'ndan istemeli, üzücü durumlardan da yalnızca O'na sığınmalıdır.
Kısaca, dünyada diledi~ sevindirerek güldüren, dilediğini üzerek a~la­
tan, kulları hakkında gülmeyi de ağlamayı da, sevinç ve üzüntü ile bunların
sebeplerini de yaratan O'dur. Bu, İlahi kudretin delilidir. Burada özellikle ağ­
lama ve gülme vasıflarının zikredilmesinin sebebi, bu sıfatiann nedeninin tam
olarak bilinemeyişidir. Yani hiç kimse gülme ve a~lama sıfabnın canlılar içinde
sadece insanda bulunuşunun sebebini kesin olarak bulamıyor.
Kur'3n vr Hikmtt I~ıOında CEV~EN ~ERHİ • 2&5

40j1o. Ey sapbran ve hidayete erdiren! 0<.S~\j ~~;.:; Ç

Allah durup dururken, hiç kimseyi do~ yoldan alıp e~ri yola saphrmaz,
imandan küfre düşürmez. Ancak, kul kendi özgür iradesiyle kötülü~ tercih
eder, ipek böceğinin kendi kendisinin etrafına ördüğü ağın içinden çıkamaz
hale gelmesi gibi günahı kendisi için ikinci bir karakter haline getirirse, Allah
da, böyle birinin tercih ve hak ettiği dalaleti yarahr. Şu ayet-ikerime bu hususa
ne güzelışık tutmaktadır:
"Ne var ki, zulüm işlemeye şartlanmış olanlar bir (hakikat) bilgisine da-
yanmadan kendi arzu ve heveslerinin peşinde giderler. Allah'ın (bu şekilde)
saphrdıklannı kim do~ru yola sevk edebilir ve (bu işte) kim onlara yardım
edebilir?" (30:29)
İnsan, küfrü tercih ettikten, iman istidadmı kaybettikten sonra ve artık şirk
onun tabiab olunca hidayet verecek ve onu Hakk' a muvaffak kılacak hiçbir
kimse yoktur.
Doğru yolu gösteren tüm işaret ve delilleri yaratan, gerekli tüm aydınlatma
ve uyarılarda bulunan, bunlardan yararlarup do~ru tercih edenlerin gönlürıe
imanı ve hidayeti yerleştiren de Yüce Allah'tan başkası değildir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münez:zehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart

-41-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

41/1. Ey diledip kullannın günahlannı silen Öifir! 0 ~t1 Ç

Gafir, ba~şlayan ve ma~firet edendir. Hz. Musa'nın dilinden bir yakanşta


bu isim aynen geçmektedir: "Musa: 'Ya Rabbi! dedi, dileseydin beni de bunlan
da daha önce imha ederdin. Şimdi bizi aramızdaki beyinsizlerin yaphklann-
266 • Kur'in ~e Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHI

dan dolayı helak mi edeceksin? Bu sırf Senin bir imtihanından ibarettir. Diledi-
ğini bu imtihanla şaşırhr, diledi~ine yol gösterirsin. Sensin bizim Mevla'mız!
Affet bizi, bize merhamet eyle! Sen aifedenlerin en hayırlısı (Hayre'l-Gati-
rin)'sın!" (7:155)

Bir başka ayet-i kerimede de Yüce Allah yine bu isimle nitelenmektedir:


"0, aynı zamanda günahlan bağışlar (Gafiru'z-Zenbi), tevbeleri kabul bu-
yurur, ama cezalandırması da çetin olup, hituf ve ilisanı pek geniştir. O'ndan
başkatann yoktur. Dönüş yalnız O'na olacakhr." (40:3)

41/2. Ey ayıp ve kusurlan örten Sitiri 0 ~ı..::, Ç

Yüce Allah Sitir ismiyle, ayıplan, kusurlan, avretleri, tiksindirici ve utandı­


na bütün nesne ve halleri perdeler alhnda gizlerneyi prensip ve adet haline
getirendir. Böyle davranınayı kullanna da önemle emir ve tavsiyede bulun-
muştur.

41/3· Ey dW,manlanm, majlup eden IWıir! 0 ~UÇ


...

Aynı kökten gelen ve sadece biraz daha mana fazlalı~ına sahip Kahhar ismi
açıklandığında Yüce Allah'ın bu vasfı ve tecellileri hakkında genişçe bilgi veri··
lecektir. (Bkz: 64/3) Burada şu kadanru deriz ki: O, kuvvet ve kudreti, hükürr.
ve hakimiyeti her şeye boyun e~diren; hiçbir güçle karşısına çıkdamayan V€
sürekli galip alandır. Yüce Allah, Kur'an'da iki ayet-i kerimede bu isimle anıl­
maktadır:

"0, kullannın üstünde hükmünü yürüten mutlak hükümrandır (el-Kahir),


her işi tam hikmetle yapar ve her şeyden haberdardır." (6:18)
"0, kullannın üstünde yegane kudret ve tasarruf sahibidir. (el-Kahir) Size
koruyucular gönderir. Nihayet birinize ölüm geldi mi elçilerimiz (görevli me-
lekler) onun canını alırlar. Onlar vazifede kusur ehnezler." (6:61)

41/4· Ey her şeye gücü yeten KAdir! 0 ~~U Ç

Allah'ın ismi olarak Kadir, iki türlü kullanılır. Bu kullanırnlara göre manası
da değişir. Birinci kullanım, mef'ulunün başına "ala" edahnın gelmesidir ki,
bu durumda, gücü yeten, yapabilen anlamındadır. Bu kullanıma göre, en meş­
hur mastan "kudret" olur. İkinci kullanımı, do~dan doğruya geçişli olması­
dır ki, bu durumda mastan, "kadr" ve "kader" gelir. Bu kullanıma göre mana-
sı "takdir ve tanzim eden" dir.
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 2&7

Kadir ismi, Kur'an'da yedi defa geçer. Her zaman, "ala" edabyla birlikte
kullanılarak, zikrolunan şeylere Allah'ın gücünün yettiğini, O'nun hakkında
acizlik düşünülemeyeceğini ifade eder. Genellikle, öldükten sonra insanın tek-
rar diriltileceğine dairdir. (75:40; 86:8; 46:33; 36:81; 19:99) Bir ayette, Allah'ın
herhangi bir şekilde azap göndermeye gücünün yettiğini (6:65}, birinde de ayet
(mucize) göndermeye Kadir oldu~u belirtir. (6:37)
Kadir isminin bir de takdir eden, planlayan manası olduğunu söyledik. Bu-
na göre, Allah'ın "Kadir" olması demek, her şeyi ölçüp biçmesi, önceden za-
manını belirlemesi ve belirlenen o şeyin belirlendiği şekilde varlık bulmasıdır.
Mesela Allah, çekirdeğin "Kadir'i"dir. Yani, takdir edicisidir. Onun, aslının bü-
tün özelliklerini taşıyacak biçimde filizlenip ağaç olmasını takdir edendir. İn­
san ve hayvaniann temel taşı olan embriyonun Kadir'idir. Meydana gelecek
canlının bütün özelliklerini orada kodlayandır. Zamanı gelince o bitki, ağaç,
hayvan ve insan, kendisi için kodlanan İlahi takdirden bir zerre bile sapmadan
vücut bulur, şekillenir ve hayat sahnesinde rolünü alır. Örnek iki ayet:
"0, yeryüzüne sabit dağlar yerleştirdi. Orada bereketler yarattı ve orada
tam dört günde isteyenler için fark gözetmeden gıdalar takdir etti." (41:9-12)
"Güneşi ışıklı, ayı da parlak kılan, yıllarm sayısını ve hesabı bilmeniz için
ona (aya) bir takım menziller takdir eden O'dur." (10:5)
Şu ayet-i kerimelerde de, her şeye gücü yeten manasındaki Kadir vasfma
dikkat çekilmiştir:
"De ki: Allah'ın size üstünüzden (gökten) veya ayaklanruzın altından (yer-
den) bir azap göndermeye ya da birbirinize düşürüp kiminize kirninizin hıncı­
nı tattırmaya gücü yeter." (6:65)

"İnsan neden yaratıiclığına bir baksın! Atılan bir sudan yaratıldı. (O su) sırt
ile göğüs kafesi arasından çıkar. İşte Allah (başlangıçta bu şekilde yarattığı) in-
sanı tekrar yaratmaya da kadirdir." (86:5-9)

"İnsan, kendisinin kemiklerini biraraya toplayamayacağımızı mı sanır?


Evet, bizim, onun parmak uçlannı bile aynen eski haline getirmeye gücümüz
yeter." (75:3-4)
"İnsan, kendisinin başıboş bırakılacağını mı sarur! O, (döl yatağına) akıtılan
meninin içinden bir nutfe (sperm) değil miydi? Sonra bu, alaka (aşılanmış yu-
murta) olmuş, derken Allah onu (insan biçiminde) yarabp şekillendirmişti. On-
dan da iki eşi, yani erkek ve dişiyi var etmişti. Peki (bunlan yapan) Allah'ın,
ölüleri tekrar diriltıneye gücü yetmez mi?" (75:36-40)
"Bunlar yeryüzünde gezip de kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl ol-
duğunu görmediler mi? Halbuki onlar, bunlardan daha güçlü idiler. Ne gök-
lerde ne de yerde Allah'ı aciz bırakacak bir güç vardır. O, bilendir, güçlüdür."
(35:44)
268 • Kur'An ve Hikmet llıOında CEVŞEN ŞERH!

Yararlı zararlı, iyi kötü her şeye güce yeten, kudreti her şeyi kuşatan Allah'ı
bu sıfabyla bilen müminin, O'na saygı, güven ve teslirniyeti artar. Nimet ve ih-
sanlanru ümit eder, ceza ve azabına hedef olmaktan ise korkar.

41/5· Ey bütün mahlukabrun hillerini gören Nizır! 0 ~~ Ç

Nazır, bakan, gözeten ve kontrol eden demektir. Şu iki ayet-i kerimede Yi.ı­
ce Allah'ın kullanru kontrol ettiğine ve nasıl davranacaklanru gözetlediğine
dikkat çekilir:
"Umulur ki, Rabbiniz düşmanlanruzı imha eder de, onların yerine sizi ha-
kim kılıp nasıl hareket edeceğinize bakar." (7:129)
"Sonra onların peşinden, nasıl davranacağıruzı görmek için, bu dünyada
onların yerine sizi geçirdik." (10:14)

41/6. Ey bütün mahlukab yoktan var eden Fibr! O ~U Ç

Fahr ismine genellikle iki mana verilmiştir:

a) Yoktan yaratan, ilkin yaratan, ilk meydana getiren. Buna göre, Kur'an'da
alb defa geçen (Mesela bkz. 6:14; 12:11), "Fabra's-semavah ve'l-ard" ifadesi,
"Göklerin ve yerin yoktan yarabası" demektir. İbn Abbas' dan nakledilen bir
izaha göre, "Fahr"da 'ilk yaratan', 'ilk meydana getiren' manası vardır. (Razi,
Mefatih, XII, 178) Bu manayı tercih eden ei-Hattabi de, "De ki: Sizi ilk defa ya-
ratan (fatarakum) sizi tekrar diriltecektir." (17:51) ayetini kendi görüşüne delil
getirir.
b) Bitişik olan iki şeyi birbirinden ayıran. Bu manaya göre, "Fahra's-sema-
vah ve'l-ard" ifadesi, "gökleri ve yeri birbirinden ayıran" demektir. Bu manayı
tercih eden el-Halimi de, "O kafirler görmediler mi ki, gökler ve yer bitişik idi,
Biz onları ayırdık" (21:30) ayetini şahit getirir. (Beyhaki, a.g.e., s. 27)
Her iki manaya göre de Yüce Allah, her şeyin Fabr'ıdır. Hem onları yoktan
yaratan, hem de diğer varlıklardan farklı biçimde var edendir.

41/7· Ey Kendine yapdan ibadet ve ,ükürlere


bol mükifat veren Şikir! 0 ~W. Ç

Kur' an' da Allah için kullanılan iki isim olan şakir ve Şe kur kelimeleri
"şükr" mastarından gelmektedir. Şakir, söz konusu mastardan ism-i fail (şük­
redici); Şekur ise, ism-i failin mana çokluğu ve tekrar ifade eden şeklidir. "Çok
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 269

ve tekrar tekrar şükreden" demektir. Şükür, "Yapılan ihsaru bilmek ve gerekli


her yerde bunu dile getirmektir."
Bu isim, 56/4'te gelecek olan Şekur ismi açıklanırken, daha detaylı bir şekil­
de ele alınacakbr. Buna göre O, kullannın şükür ve ibadetini bilen ve şükreden
hiçbir kimsenin şükrünü boşa çıkarmayan, şükredenlere daha güzeli ve daha
fazlasıyla mük.ifat ve bereketler verendir.

41/8. Ey Kendisine zikredenleri yid eden Zildr! 0 ~~~ Ç

Yüce Allah, salih kullarını Kendi yüksek kabnda, mukarreb (has) melekleri
arasında hoşnutluk ve yüksek mük.ifatla ailandır. Ebu Hüreyre (r.a.) anlabyor:
"Resulullah (a.s.m.) buyurdular ki: "Allah Teala Hazretleri diyor ki: "Kulum,
beni andıkça ben onunla beraberim. O, Beni içinden anarsa Ben de onu içim-
den ananm. O, Beni bir cemaat içinde anarsa, Ben de onu daha hayırlı bir ce-
maat içinde anarım." (Buhari, Tevhid 15, 35; Müslim, Zikr 2, Tevbe 1)
İbni Abbas'dan (r.a.) rivayetle:
Allahu Taala şöyle buyurdu: "Kulum, sen Beni yalruzken anarsan Ben de
seni yalruzken habrlanm. Sen Beni bir topluluk içerisinde anarsan, Ben de seni
onlardan daha hayırlı ve daha büyük bir topluluk içerisinde ananın."
Cenab-ıAllah bu kullanru kendisine yakın olanlar arasında sayar. Onlar da
mukarreb melekler ve Peygamberlerdir.

41/9· Ey dostlarına yardım eden N asır! 0 ~t;; Ç


Allah mağlup edilemeyen kuvvetlidir. Hakiki olarak yardım edendir. Diğer
insanların yardımı ise hem eksik, hem de geçicidir. Kulların yardım etmesi de
yine Allah'ın izin ve kudretine bağlıdır. Öyleyse yalnızca O'ndan yardım di-
lemek ve O'na güvenrnek gerekir.

41/to. Ey kınk gönülleri saran ve zararları telafi eden Cibir!

Bu ismin iki manası vardır:

a) Yaralan saran, zararlan telafi eden. Bu manaya göre, Yüce Allah, kınkla­
n, kınlmış gönülleri saran, düzelten, iyileştiren, ihtiyaçlan gideren, ihsan eden-
dir. Bir peygamber duasında geçen, "Allahümrne' cbümi ve'hdini" ifadeleri,
"Allah'rm beni hastalıklardan iyileştir, kınk gönlümü düzelt, yoksulluğumu
gider ve beni hidayete eriştir!" demektir.
270 • K u r' 1 n ve H i k m et 1 ~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

b) Zorlayan, zor kullanan. Bu manaya göre, Yüce Allah, zerreden güneşe


kadar her varlığı, emrinde ister istemez çalıştıran, hepsine boyun eğdirendir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok kı
bize imdııt etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-42-

42/1. Ey karada ve denizde yolu olan! O~


, . . j;:;. Ç
, ~lj
,
:;..JI
, ,

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu ismine şöyle işaret edilir: "O'dur sizi
karada ve denizde gezdirip dolaşhran." (10:22) Yani size gemiler, vapurlar; ha-
vada uçaklar gibi bilinen vasıtalarla bir yerden bir yere intikal etme veya biz-
zat yürüme imkanı veren Allah'hr. Karada ve denizde yollar yaratıp hem mai-
şet, hem de seyahat için insanlara dotaşma imkanı verdiği gibi, yine kara ve
denizlerdeki her varlık üzerinde kudret delillerini dalgalandırarak, Kendisini
tanımaya, marifet nuruna, huzuruna varmaya sayısız manevi yollar açandır.

, , .
42/2. Ey dış ilemde ayetleri bulunan! 0 ~ÇI ~U'il~;:;. Ç

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfırıa şöyle işaret edilmektedir: "Var-
lığımızın delillerini, (kciinattaki uçsuz bucaksız) ufuklarda ve kendi nefisle-
rinde onlara göstereceğiz ki, o Kur'an'ın gerçek olduğu onlara iyice belli olsun.
Rabbinin, her şeye şahit olması yetmez mi?" (41:53) Buna göre, O, k.iinatın uç-
suz bucaksız ufuklannda ve alemin dört bir yanmda sayısız kudret delilleri
bulun andır.
, .
42/3· Ey ayetlerinde delili olan! 0 ~li~ ~
,
Ç\11 j, ; :;. Ç

Yüce Allah'ın gerek kelami (Kur'aru) gerekse alem kitabının kevni (kozmo-
lojik) ayetlerinde sayısız akli delilleri bulunandır. Bir ayet-i kerimede Kur'an-ı
Kerim'in tamamı ve tüm ayetleri (veya Hz. Muhammed) bürhan (kesin ve akli
delil) olarak nitelendirilmiştir: "Ey insanlar, size Rabbinizden reddi mümkün
olmayan bir delil (bürhan) gelmiştir ve size apaçık bir nur indirdik." (4:174)
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 271

Buna göre, Yüce Allah'ın, Kur'an'ında yer verdiği ve k.linat kitabında yarattığı
her işaret ve nişanede, varlık ve birliğinin inkan ve reddi mümkün olmayan
nihayetsiz delilleri mevcuttur. Kur'an'da bu gerçeğe işaret eden çok sayıdaki
ayetten bir tanesini bile ibretle okumak yeterlidir: "Göklerin ve yerin yaratılı­
şında, gece ile gündüzün sürelerinin değişmesinde (ve birbirini izlemesinde),
insanlara fayda sağlamak üzere denizlerde gemilerin süzülüşünde, Allah'ın
gökten indirip kendisiyle ölmüş yeri canlandırdığı yağmurda, ve yeryüzünde
hayat verip yaydığı canlılarda, rüzgarların yönlerini değiştirip durmasında,
gökle yer arasında emre hazır bulutlann duruşunda, elbette aklını çalışhran
kimseler için Allah'ın varlığına ve birliğine nice deliller vardır." (2:164)

42/4· Ey ölümlerde kudreti tecelli eden! 0 ~).:J ~~ı


,
j , ~:; Ç

Buradaki "kudret" kelimesi, Türkçe'de bilinen manasıyla güç kuvvet de-


mek olabileceği gibi, belirleme ve takdir anlamına da gelebilir. Her iki anlama
göre de canlılann ölümlerinde Allah'ın "kudreti" apaçık tezahür ve tecelli
eder. Birinci anlama göre düşünüldüğünde, yere göğe sığmayan, güç ve kud-
retlerinin zirvesindeki sultan ve krallar veya çok büyük ve heybetli hayvanlar,
ecelleri geldiğinde o dağ gibi bünyeleri yere seriliyor ve ölümün aa şerbetini
içmek zorunda kalıyorlar. Bu, çok büyük bir İlahi kudretin delili ve tezahürü-
dür.
İkinci manasma göre de, ecel ve ölüm Allah'ın belirleme ve takdirini göste-
rir. "Aranızda ölümü Biz takdir ettik." (56:60) ayeti de ölümün bir yaratma ve
takdir ile olduğunu, bir tesadüf eseri olmadığını gösterir.

42/5· Ey kabirierde izzeö olani 0 J;


~~, , iiı j, ~:;. Ç

Kabristanlara gidip, şah ve geda, zengin ve fakir herkesin aynı yere serildi-
ğine, aynı mezar toprağına kanşhğına bakınca Yüce Allah'ın kudretinin ne
karşı konulmaz, hükmü ne geri çevrilmez, izzeti ne galip olduğunu gözleriyle
görür. Ünlü Gülistan sahibi Sa' di-i Şirazi'nin şu sahrlan ne de ibret vericidir:
"Birkaç günceğiz bekle bakalım; toprak, o hayaller kuran başın beynini ye-
sin! Yazılan kader gelip çatınca, şahlık kölelik farkı kaybolur. Bir kimse ölünün
toprağını açsa, zengin mi, fakir mi, ayırt edemez." (s. 66)

"Keyhüsrev'in taana şunlar yazılmışh: 'Yeryüzünde yürüyenler, yıllarca ve


ömürlerce başımızın üstünden geçecekler. Saltanat elden ele bize kadar nasıl
geldiyse, başka ellere de öyle gidecek'." (s. 63)
272 • K ur' .l n ve H ı k m et 1 'ı§ ı n da C E V Ş E N Ş E R H i

42/6. Ey Kıyamette saltanab olan! 0 :~~, ~l;.ill


,
j , ~:;. Ç

Şu ayet-i kerirneler, Yüce Allah'ın bu perdesiz ve vasıtasız h.ikimiyetine nt-


güzel ışık tutmaktadır! Kur'an'ın beyanı üstüne beyan abestir:
"O büyük buluşma günü, bütün insaniann mezarlanndan kalkıp meydana
çıkanldıklan bir gündür. Öyle ki onların işlerinden ve hillerinden bir tek şey
bile Allah'a saklı kalamaz. Allah onlara şöyle hitab eder: 'Bugün mülk ve ha-
kimiyet kimin? Mutlak galip, tek hakim olan Allah'm!'" (40:16)
"O gün hakimiyet yalnız Allah'mdır. İnsanlar hakkındaki hükmünü verir.
İman edip makbul ve güzel işler yapanlar, Naim Cenneti'ndedirler." (22:56)
"İşte o gün tam hilimiyetin Rahman'a ait olduğu iyice açıta çıkacakbr. Ka-
firler için o gün, çok çetin bir gün olacaktır." (25:26)

o :~~:·y~lj~:;.ç , , ,

42/7· Ey hisapta (hesap günü) heybeti olan!

Yüce Allah, öyle bir hakimler hakimidir ki, huzlır-u kibriyasmda topladığı
bütün cin ve insanlan kılı kırk yaran bir muhasebeye tabi tutacak, heybet,
azarnet ve celalini tüm kullanna açıkça gösterecektir.
Hisabm (hesap günü) varlığını haber veren ve o gün insaniann gönlünü
dolduran İlahi heybete ışık tutan ayet-i kerimelerden bazılan şunlardır: "Rab-
bine kasem ederim ki hiç şüphesiz hepsine, yapmış olduklanndan muhakkak
soracağız." (15:92) Görüldüğü gibi bu ayet-i kerimede Cenab-ı Hak, kullannın
dünyada yaptıklanndan hesaba çekileceklerini tekitle haber vererek günahkar-
ları tehdit ediyor. Ve bu hesabm Allah'a zor olmayıp süratli bir şekilde ger-
çekleştirileceğini de: "Allah hesabı süratli görendir." (2:202) ayetiyle bildiriyor.

Yine kulların ölmekle fena bulmayacaklanna, yokluk karanlığına gömüle-


rek saklanamayacaklannı da: "Muhakkak ki onların dönüşü ancak Bizedir.
Hesaplan (nı görmek) da Bize aittir." (88:25-26) ayet-i kerimeleriyle haber ve-
riyor.
Şu ayet-i kerimeler de aynı hakikati dile getiriyorlar: "Semavat ve arzdaki
her şey Allah'mdır. Siz nefislerinizdeki şeyleri açığa vursaruz da gizleseniz de
Allah sizi onunla hesaba çekecektir. Sonra dilediği kimse için (günahları) ba-
ğışlar. Dilediğini de azaplandıru. Allah her şeye kadirdir." (2:284)

"Muhakkak ki kulak, göz ve kalp bütün bunlardan (kula) sorulacaktır."


(17:36)
Kur'in vr Hlkmrt l~ı!jında CEVŞEN ŞERHI • 273

"O gün muhakkak ve muhakkak nimetlerden sorguya çekileceksiniz."


(102:8)

42/8. Ey Mizanda hükmü olan! 0


,, - .,
~~ ıJI~I j Y' ıJA Ç
. ,. , . ,. ,

, ' ,

Mizan, ahirette Yüce Allah'ın adil hükmünün sergileneceği vesilelerden bi-


ridir.
Mizan, Mahşer' de insanların arnellerini tartınaya yarayan bir adalet ölçü-
südür. Bununla arnelierin iyilik ve kötülük miktarlan anlaşılacak ve kullar bu-
nu gözleriyle göreceklerdir.
Bu konuyu açıklayan pek çok ayet-i kerime varsa da, sadece bir kaç tanesini
burada zikredelim: Cenab-ı Hak, bu kurulacak terazinin çok hassas olacağını
ve hiçbir surette kimseye zul.medilmeyerek herkesin arnelinin ölçüsüne göre
ceza veya mükafat göreceğini beyan buyurur: "Kıyamet günü doğru teraziler
kuranz; hiçbir kimse hiçbir haksızlığa uğrahlmaz. Hardal tanesi kadar olsa bile
yapılanı ortaya koyanz. Hesap gören olarak Biz yeteriz." (21:47)

Diğer bir ayet-i kerime' de sev ap terazi si ağır gelenlerin, hoşnut olacaklan
bir hayat içine girecekleri, terazileri hafif gelenlerin ise yerinin Cehennem ola-
cağı belirtilir: "Ama tartılan ağır gelen kimse, hoş bir hayat içinde olacaktır.
Tartılan hafif gelenler ise, onlann yeri bir çukurdur. O çukurun ne olduğunu
sen bilir misin? O kızgın bir ateştir." (101:6)
Hiç şüphe yok ki ahirette, terazimizin sevap kefesinin ağır gelebilmesi için,
daha dünyada iken hal, hareket ve hislerimizi Kur'an'ın ve İslam'ın terazisine
vurup, yapılması gerekenleri yapmak, sakınılması gerekenlerden de sakınmak
lazımdır. Yani Hz. Ömer (r.a.)'in buyurduğu gibi "Hesaba çekilmeden önce
kendimizi hesaba çekmemiz", arnellerimizin tartılacağı o dehşetli gün gelme-
den önce, hat ve hareketlerimizi ölçüp tartmanuz gerekir.

42/9· Ey Cennet'terahmeti olan! 0:~; ;.; ~1 ~ ~:;. Ç

Cennet, Allah' ın sevdiği iyi kullan için hazırladığı sonsuz bir mükafat yur-
dudur. Kulakların duymadığı, gözlerin görmediği, hahr ve hayale gelmeyen
nimetlerle doludur. Dünyanın binlerce yıl mutlu hayah, Cennet hayahnın bir
anına bile değmez. Cennet, gökleri ve yeri kaplayacak kadar geniştir, içinde
çeşit çeşit ırmak ve çağlayanlar akar. Zümrüt gibi yeşilliklerle dolu bahçeler-
den meydana gelmiştir. Köşkleri inci, yakut ve mercanlardan yapılmışhr. Cen-
netlikler, sonsuza kadar genç, dinç ve gürbüz olarak nimetler içinde yüzecek-
ler, canlarının her istediğini bulacaklardır.
274 • Kur'An vt Hikmtı IııOında CEVŞEN ŞERHi

Cennet'te soğuk ve sıcak yoktur. Orası ebedi bir yeşillikte ilkbahar ikliminin
hüküm sürdüğü yerdir. Evler, köşkler, saraylar gökteki yıldızlar gibi parlak ve
yüksek inşa edilmiştir. Bu meskenlerde tertemiz eşleriyle birlikte cennetlikler
oturur.
Yüksek Cennetierin altından ırmaklar akar, pınarlar, çeşmeler fışkırır. Hiç
bozulmayan tatta süt, leziz meşrubat, berrak su ve bal ırmaklan bulunur.
(47:15)
Gölgeliklerde ve su kenarlannda her çeşit meyve olgun bir şekilde cennet-
liklerin ellerinin ucunda kopanlmaya hazır bir hildedir.
Neşe ve huzur cennetliklerin yüzünden okunur. Çok lüks, şatafatlı, muhte-
şem bir hayat onlan bütün yönlerden samuşhr. Elbiseleri lükstür. Yiyecekleri.
alhn, gümüş ve kristalden kaplar içinde daima hazırdır, hizmet için genç deli-
kanlılar hazır beklerler. Aynca daima bakire, tertemiz, mükemmel bir tarzda
Allah'ın yarattığı inci, mercan, yakut gibi güzel, aynı yaşta, iri gözlü, süslü hu-
riler cennetlik mürnin içindir. Dünya kadını, Cennet'te, hurilerden yetmiş bin
defa daha üstündür. Bu üstünlü~e, dünyada yapbğı ibadetler sayesinde ermiş­
tir.
Cennet'te boş söz ve yalan yoktur. Orada sadece "Selam, Selam" sözleri işi­
tilir, eski hahralar arulır, Allah'a hamd edilir. Yorgunluk, üzüntü, korku ve ha-
karet yoktur.
Cennet'te saadetin her türlüsü bütün aynnhlanyla vardır. Orası carun arzu
ve isteklerinin tamamıyla yerine geldi~ ebedi islirahat yurdudur.
Orası müzikten yana da zengindir. Cennet'te a~açlann, tepelerin, tatlı rüz-
gann esintisiyle verdikleri ses, bütün gök halkım onu dinlemeye sevk eder.
Cennet'eki bütün maddi ve manevi zevkterin üstünde en büyük nimet
elbetteki celal ve cemal sahibi Allah'ın güzelli~ seyir ve tamaşa etmektir.
Cennetlikler cuma günleri sonsuz büyüklükteki Allah'ın Arşı'nın önünde top-
lanıp nurdan perde kalkınca Allah Teala'yı mekandan ve zamandan münez-
zeh olarak görürler. Bu temaşa, onlara bütün diğer Cennet nimetlerini unuttu-
rur. Allah, cennetlik kullanndan razı olduğunu bildirir. Cennetlikler de Al-
lah'tan razı olduklannı söylerler. Böylece ebedi bir tarzda Cennet hayah sü-
rüp gider ... (Daha fazla bilgi için bkz. Subhi Salih, Crnnet ve Cehrnnem, s. 11
vd)
Hz. Peygamber (a.s.m.) başka bir hadisinde Cennet'i şöyle canlandırır:
"Crnnet ebedi bir ikamet halinde panldayan bir nur, yaygın bir hoş koku, çok iyi inşa
edilmiş köşkler, akan ırmaklar, olgun meyveler, yeşillikler, serinlik ve tazelik yurdu-
dur." (İbn Mace, 39)
Kur'in ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 275

Cennet'te bütün maddi zevk unsurlan bulunduğu gibi manevi zevk unsur-
ları da eksik bırakılrnamışbr. Bedenin ve ruhun bütün ihtiyaçlan orada gide-
rilmiş, maddi ve manevi tüm kirler yok edilmiş, yükümlülükler kaldınlrnış,
imtihanm korku ve sıkmhları giderilmiş, ebedi bir rahatlık ve mutluluk dört
yandan insanı kuşatmışh. (Kelam, Ş. Gölcük, Süleyman Toprak, s. 394-396)
İşte, tüm bu nitelikleriyle Cennet, Yüce Allah'ın rahmetinin en büyük ayna
ve sergisidir.

42/ıo. Ey Cehennem'de azabı olan! 0 ~ll$. ;~1 j ~:; Ç


" "

Cehennem, inkara, kötü, zalim ve ahlaksız insaniann ahlacaklan bir ceza


evidir. Kur'an-ı Kerim'de, yakıh insanlar ve taşlar olan bir ateş deryası olarak
anlahlır. Aslında Allah'a ve ahiret gününe inanmayan katirler için hazırlan­
mışhr. Bunlar sonsuza kadar Cehennem'de kalacaklardır. Ancak, inandığı hal-
de, inana do~Itusunda yaşamayan, günah işiernekte direten insanlar da ce-
zalannı çekineeye kadar burada kalacaklardır. Cennet ve Cehennem'in varlığı
İlahi adaletin gereğidir. Kötü insaniann cezalandınlmaması iyilere zulümdür.
Allah kimseyi durup dururken cezalandırmak istemez. Onun içindir ki, sık sık
insanları uyarır. Tövbe etmeye çağırır.

Cehennem'in yedi tabakası ve yedi de kapısı vardır. Her kapı bir sınıf insa-
na aynlrnıştır.

Cehennemlikler hakaret ve nefretle o İlahi zindana atılırlar. Cehennem, lav-


lar çıkaran ve yanardağ gibi alevler saçan bir durumdadır. Cehennem, ateşten
örtü ve yataklanyla Cehennemlikleri her taraftan kuşahr.
Cehennem ateşten bir dünyadır. Yiyecekleri, içecekleri, meyveleri ve diğer
bütün tüketim maddeleri ateşten olan bir dünya! Acı ve ıstırap kaynağı olarak
ateş her yeri istila etmiştir. Ceza ve azabın şiddeti kötü arnelierin derece ve
miktanna göredir. Günahkar mürnin kafir gibi; kafir de münafık gibi değildir.
En çetin azap, içi kafir dışı mürnin olan münafıklanndır.
İşte tüm bu özellikleriye Cehennem, Yüce Allah'ın azap ve cezasının ifadesi
ve tecelligahıdır.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdııt etsin. E.man ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
276 • Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

-43-
4311. Ey korkmlann Kendisine kaçtığı! 0 ~ ~lljı y~ ~~ ~:;. Ç
Maddi ve manevi herhangi bir tehlikeyle yüzyüze kalıp emniyetli bir yen•
sığınma ihtiyaa hissettiğinde inanan veya inanmayan her insanın bilinçli ola·
rak veya refleks sonucu sığındığı tek kapı O'nun kapısıdır. Müminlerin, böyle·
si durumlarda O'na sığınmalan rahatça anlaşılabilecek bir durum ise de, başı
dara girdi~de ınkaralann bile O'nun adını haykırarak himayesine sığınma­
lan son derece ibret vericidir. Şu ayet-i kerimeler bu gerçeği dile getirmektedir
"Gemide olduğunuz zamanı düşünün: Gemiler, tatlı bir rüzg.irla içindeki yol·
culan alıp götürdüğü ve yolcular da bundan ötürü keyiflendikleri bir sırada.
birden gemiye şiddetli bir fırbna gelir, dalgalar her taraftan onlan sarar ve ar·
tık kendilerinin tamamen kuşabbp bir daha kurtulamayacaklanru zannedince,
bütün niyaz ve ibadetlerini yalnız Allah'a yapıp gönülden O'na yalvanrlar
'Ahdimiz olsun ki, eğer bizi bu felaketten kurtanrsan, mutlaka şükreden kulla-
nndan olacağız!' derler." (10:22)
"Gemide yolculuk yaparken boğulma tehlikesine düşünce bütün kalpleriyle
yalnız Allah'a yalvanrlar. O da onlan kurtanp karaya çıkannca bir de bakar-
sanız ki yine müşrik oluvermişler!" (29:65)

"Nitekim, dalgalar onlan (ölümün) gölgeleri gibi kuşatbğında, (o anda) bü-


tün içtenlikleriyle yalnız ve sadece Allah'a bağlanarak O'na sığınırlar fakat Al-
lah onlan sağ salim kıyıya ulaşhrdığında da bir kısmı yolun ortasında (inan-
mak ile inkar etmek arasında) kalıverirler. Ama hiç kimse, haince bir nankör-
lüğe kapılmadıkça mesajlanmızı bile bile reddetmez." (31:32)

: . ·~ı tr-ı
0 ı.)~ . '~' ~ı , . ı:r-
,. ,.JA "' G.
43/2. Ey günahkirların Kendisine sıpndığı!

isyanlarının farkına varan, kendilerini bekleyen aa sonucu fark eden asi ve


günahk.irlar, derhat tevbeyle O'na dönüş yapma telaşına düşer ve bir an evvel
O'nun affına dehalet ederler.
: ... ·~i ı ~
0 ı.)~ . ~, ~ı ' . ·. ' G
• ,.JI'ıj8.
' , ,

43/3· Ey inabe edenlerin Kendisine yöneldilif

İnabe
edip Hakk'a meyleden, günahlan terk ile Rabbi'ne rücu' eden, hatala-
nndan nedamet edip dönen; kainattan yüzünü çevirip Baki-yi Hakiki'ye yöne-
Kur'In vr Hikmrt l1ıOında CEVŞEN ŞERHl • 277

len herkes maksat ve gaye olarak O'nu seçer, O'nu özler ve O'na kavuşma az-
minde olur.

43/4· Ey asllerin Kendisine lltica ettiiii 0 _, .', ~....


J _,.:-t;Jı ~ ~t ı;.
"
:;. Ç
Birli~den fuar etmiş askerin veya velinimeti olan efendisinden kaçmış
hizmetçinin dönüp dolaşacağı yer, yine birliği ve efendisinin kapısıdır. İşte, Al-
lah' m emir ve yasaklanru çi~eyerek O'na asi olaniann son sığınağı da yine
O'dur.

43/5· Ey zahidlerin Kendisine raibet ettiii!

Zahid, borç olan ibadetlerini, asli görevlerini yerine getirmekten başka,


dünya süs ve makamianna rağbet etmeyen, bunlardan feragat edip perhizkar
davranan takva sahibi kimsedir. Zahid, bu tavır ve tutumuyla aslında Rabbi-
nin hoşnutluğunu ve O'nun sonsuz nimet ve mük.afatlanru hedefiernekte ve
buna rağbet etmektedir.

43/6. Ey hatalılann Kendisine ümit beslediii!

Hata ve günah işleyenierin tek ümit kaynağı yine O'nun af ve mağfiretidir.


O da, zaten kadim ve hiç kimsenin bir an olsun uzak kalamadığı sonsuz rah-
met ve lfıtufkarlığıyla bu ümidi pekiştirirken, Yüce Kitabının ve Peygam-
ber'inin diliyle verdiği ümit ışıklaoyla da bunu beslemektedir. Bu konuda şu
ayet-i kerime ne kadar anlamlıdır: "De ki: 'Ey çok günah işleyerek kendi öz
canianna kötülük etmede ileri giden kullanm! Allah'ın rahmetinden ümidinizi
kesmeyiniz. Allah bütün günahlan affeder. Çünkü O, gafur ve rahlmdir (çok
affedicidir, merhamet ve ihsaru fazladır)." (39:53)

0~J~_;jı
, ~,., ~t:.
, J ı;.:;. ç

43/7· Ey Kendisini anulayanlann Kendisiyle ünsiyet buldup!

Murat ve maksadı Allah olanlar, O'nu anmak, O'na vasıl olmakla huzur ve
ünsiyet bulurlar. O'nun bir anlık vuslahnı bütün bir cihana değişmezler. O'n-
dan ayn ve kopuk yaşamaktansa, ölmeyi, hatta ateşlerde yanrnayı tercih eder-
ler.
278 • K ur' An ve H 1k m et 1~ı Qı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

43/8. Ey muhsinlerin Kendisiyle iftihar ettip!

"Muhsin", ihsan sahibi demektir. İhsan ise, kendisini her an Rabbinin huzur
ve gözetimi alhnda hisseden, hatta O'nu görüyormuşçasına tam bir kulluk bi-
linciyle dünyevi ve uhrevi işlerini yerine getiren, yaphğı işin hakkını verer:
kamil müminin vasfıdır. İşte ihsan sahibi bu kamil mümin, her an kendinı
Rabbinin huzurunda hissetmek ve O'nun murakabesi alhnda bulunmakla ifti-
har eder ve bunu en büyük şeref sayar.
, , . ..., ,
01)_,1Ş'~IJS'~~ ~:;ç
43/9· Ey tevekkül edenlerin Kendisine güvendip!

Tevekkül, Allah'ı her işindevekil kabul etmektir. Her işte buyruğu O'na bı­
rakmak ve kendini O'nun buyurduğu vazifeyi yerine getirmekle yükümlü
görmektir. Tıpkı, bir bebeğin, annesinin sımsıcak sinesinden başka sığırulacak
yer tarumaması gibi, Rabbinden başka ihtiyaç ve başvuru mercii tarıımamakhr.
Kısacası tevekkül, Allah'ın kudretine istinat, hikmetine itimathr. Tevekkül; ku-
lun kalbiyle O'nun rububiyetine, bedeniyle de O'na kulluğa odaklanmasıdır.
Mütevekkil, kendisini yokluk karanlıklarından alıp aydınlık varlık sahasına çı­
karan ve nimetierin zirvesi olan mürnin insan seviyesine yükselten Rabbinin
rahmet gemisine hayat yükünü bırakıp sadece kendi işiyle meşgul olandır. Kı­
sacası tevekkül sahibi, Rabbinin kudret, hikmet ve rahmetinin sonsuzluğunu
bildiği için O'nu kendinden bile daha çok itimada şayan görendir.

0 : .r-; ·, ...,
u~
~ -~~
,;.~
~ ~.
. ı.-J
,.. , . , 1'"4
~
,.._ .....
I-._,

43/to. Ey kuvvetli iman sahiplerinin Kendisiyle huzur bulduğu!

Kuvvetli iman dediğimiz "yakin" kelimesi gerçeği, şüphesiz, sağlam ve ke-


sin olarak bilmek, marifet, dirayet ve benzeri bilgi derecelerinin en üstünüdür.
Allah'ı böylesine kesin, şüphesiz ve sağlam olarak bilen bir kimsenin O'na her
konuda tam olarak güvenmemesi, dayanmaması ve itimat etmemesi düşünü­
lemez. Bu şekildeki bir teslimiyet ve güvene erişen mürnin Rabbiyle elbette
huzur bulacakhr.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'In ve Hlkmrt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 279

-44-
,-, • .J ..... -;

44/1· Ey bütün yakınlardan daha yalan! 0 ~~ ~ ~ yJJI Ç

Allah, diğer varlıklar şöyle dursun, bize bizden bile daha yakındır. O, "İn­
sanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığıru, neler telkin
ettiğini de Biz pek iyi biliriz. Çünkü Biz ona şahdamarından daha yakınız."
(50:16) ayet-i kerimesinin ifadesiyle bize şahdamanmızdan bile daha yakındır
ve "Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer (dilediği takdirde arzusunu ger-
çekleştirmesini önler)" (8:24) ayetinin ifadesiyle bizimle kalbimiz arasına bile
müdahale etmektedir. Beynimizin çalışmasını, kalp abşlarımızı düzenleyen;
midemize karışık olarak indirdiğimiz ve yine O'nun rahmet mutfağmda pişiri­
lip hazırlarımış türlü türlü gıdalarm zerreciklerini kan hücrelerimize bindirip,
ihtiyaç duyan diğer hücrelerinüze bölüştürerek ulaşhran böylece hiçbir yanlışa
meydan vermeden kemik, kas, ciğer, kıl, kıkırdak, tırnak vs. hücrelerinin ihti-
yaçlarını eksiksiz yerine getiren Rabbimizden bize daha yakın bir varlık bulu-
nabilir mi?
., .J ... -

44/2. Ey bütün sevilenlerden daha sevgili! 0 ~ ı<~ ~1


tl , ı.r , Ç

Allah, bütün sevilenlerden daha sevimlidir. Çünkü, bütün sevdiklerimizi


sevimli olarak yaratan ve hepsini sevimli kılan O'dur. O'nun rahmetinin bir
parıltısı, Kainab birbirine dost, tüm arınelerin yüreklerini birer şefkat pınarı
haline getirdiği gibi cemal ve kemalinin bir lem'ası da, gül ve çiçeklerden yıl­
dızlara, seyretmeye doyamadığımız bahar manzaralanndan Cennet'teki huri-
lere kadar tüm güzelleri güzelleştirip cemal ve kemaline ayna yapmış ve bizle-
ri de onlara aşık etmiştir. Böylesine bir güzelliğin gerçek sahibi ve kaynağı gö-
nüller dolusu sevilmez mi ve uğruna canlar feda edilmez mi? Ayet-i kerime
de, bu şuur ve idrake sahip müminlerin O'nu her şeyden daha çok sevdiklerini
şöyle dile getiriyor: "Öyle insanlar vardır ki, Allah'tan başkasını Allah'a denk
tutar, tıpkı Allah'ı severeesine onları severler. Müminlerin Allah'a olan sevgi-
leri ise her şeyden daha ileri ve daha kuvvetlidir. Böyle yaparak kendilerine
zulmedenler, azabı gördükleri zaman anlayacaklan gibi, bütün kuvvet ve kud-
retin yalnız Allah'a ait olup, Allah'ın azabmm pek şiddetli olduğunu, keşke
şimdiden bilselerdi!" (2:165)

44/3· Ey bütün büyüklerden daha büyük! 0 ~ i~~~~ Ç


tl'~,

Bir ucundan bir ucuna ışığın ancak kainabn ömrü kadar bir sürede ulaşa­
bildiğiuçsuz bucaksız evreni yaratan ve maddeten-manen tüm büyük bildikle-
280 • Kur'In ve Hikmet llı~ında CEVŞEN ŞERH!

rimizi de var eden Yüce Allah'la büyüklük konusunda mukayese edilecek bir
varlık söz konusu olabilir mi?

44/4· Ey bütün i.zzet sahiplerinden daha azizi 0 :r-f ıf ~ ~1 ~


., . , -
Aziz, kuvvet ve kudret sahibi olan, ma~lup edilmesi mümkün olmayan an-
lamına geldiğine göre, en büyük ve en güçlü de olsa, kendi sanat eseri ve yara-
himışı olan herhangi bir şey Allah'tan daha aziz olabilir mi? Demek ki O, hiç-
bir izzet ve kudret sahibinin hükmünü engelleyemedi~, iradesini geri çevire-
mediği mutlak azizdir.

, lll .. , •~"-

44/5· Ey bütün kuvvetlilerden daha kavil 0 ~_;i~~ ı.,S_,il ~

Şu ayet-i kerimeler özel bir vurguyla Yüce Allah'ın en kamil manada biricik
kavi ve aziz olduğunu ifade ediyor: "Doğrusu, senin Rabbin, gerçekten sırursız
kuvvet ve kudret sahibi olan O yüceler yücesidir." (11:66) "Allah, kullanna
lütfeder, dilediğini nzıklandınr ve O'dur pek kuvvetli ve üstün." (42:19)

44/6. Ey bütün zenginlerden daha zengin! O


. . ~ ~1 ~
:s;s,... ~ ~.,-

tl ,

Şu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın bu vasfma gerekçesiyle birlikte ışık tutar:


"Göklerde ve yerde var olan her şey O'na aittir; ve Allah'tır, yalnız O'dur, bü-
tün övgülere layık ve kendine yeterli olan." (22:64) Şu ayet-i kerime de hepi-
mizin Allah' a muhtaç yoksullar olduğumuzu ilan ediyor: "İşte sizler Allah yo-
lunda harcamaya davet ediliyorsunuz. İçinizden bazılan cimrilik ediyor. Her
kim cimri davranırsa, ancak kendine cimrilik eder. Müstağni (hiçbir şeye ihti-
yac olmayan), Allah'br; muhtaç olan ise sizlersiniz. Şayet imandan ve takva-
dan yüz çevimseniz O, yerinize başka bir millet getirir de, onlar sizin gibi ha-
yırsız olmazlar." (47:38)

Allah'ı bu ismiyle tanıyan mümin, bitmez tükenmez hazineleri bulunan bir


Rabbinin bulunduğunu bilerek, onu tanımakla onur duyar, böyle bir kerim
efendisine dayandı~ı için aciz varlıklara karşı müstağni ve gözü tok davranır,
Rabbini bırakıp onlara el açarak onurunu zedelemez. O, en büyük zenginliğin,
Allah'a muhtaç olma bilinci olduğunu bilir. O'na muhtaçlığını şefaatçi ederek,
O'na el açar. İhtiyaçlarnun karşılanmasıru O'ndan bekler. Mutlak zengin ve
zenginli~ kendinden olanın sadece Allah olduğunu bilir. iğreti zenginleri kıs­
kanmaz. Zenginli~n bir imtihan, dünya malının bir sınav vesilesi olduğunu
bilerek dikkatli davranır. Varlıklıysa, varlık imtiharımı kazanmaya çalışır. Yok-
Kur'An vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 281

sulsa, haline sabır gösterir, hatta böyle bir zorlu sınava muhatap olmadı~ için
şükreder.

44/7· Ey bütün cömertlerden daha cömert! 0 ~~~ ~ ~ ~~~ Ç


Cevvad (cömert) isminin tecellisi olarak bu alemdesınırsız bir cömertlik ve
kerem göze çarpmaktadır. Kainatta her şey, nihayetsiz derecede sanatlı olma-
sma rağmen aynı zamanda da nihayetsiz bolluktadır. Bir çiçekteki sanatı dü-
şünün. Bütün insanlarm bir araya gelip rengini, desenini, tazelik ve hayaliyeti-
ni veremedi~ böyle bir çiçe~ sayısız berızerleri yeryüzünün her tarafında
bolca ve cömertçe yaratılıyor. Koca koca ağaçlarm hayat programlarını içinde
taşıyan tohum ve çekirdekler sınırsız sayıda yaratılıyor, kimisi öğütülüp yeni-
yar, kimisi kuşlara ve haşerelere yem oluyor, kimisi de ayaklar alhnda ezilip
gidiyor. Gsmi itibariyle şu ufaak insan için galaksiler, güneş sistemleri vs. ya-
ratılıyor. Güneş, ısı ve ışı~yla başını okşayıp alemini aydmlatırken, diğer taraf-
tan sayısız türdeki meyve ve yiyeceklerini pişirmeye vesile oluyor. Eğer bu
İlahi cömertlik ve kerem olmasaydı, bir çekirde~ ve bir yudum suyu bile mil-
yarlar verseydik elde edemezdik.
İşte O'nun bunca cömertliğinden istifade ederek hayatını sürdüren herhan-
gi bir varlık, cömertlikte O'nunla yanşahilir mi?

44/8. Ey bütün şefkatlilerden daha Radfl 0


. .. ..
~J~ 1 ' - •.... ~ljl
, -
Ç
->' ~V,

Allah'm, re'fet ve yardımının kamatta hadsiz tecellileri vardır. Risale-i


Nur' da belirtildi~ gibi insan, şu k.ainat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa
berızer. Nihayet derecede aciz ve zayıf olduğu halde, bu güçsüzlüğünde bü-
yük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret göze çarpmaktadır. O zaafın kuv-
vetiyle ve o aczin kudretiyledir ki, şu mevcudat baştan başa ona hizmetkar ol-
muş. Eğer insan zaafını aniayıp diliyle, haliyle ve tavnyla dua etse, aczini bilip
Rabb'inden yardım dilese, bu geniş teshirin şülaünü eda etmekle beraber, ar-
zusuna öyle muvaffak olur ki, şahsi güç ve kuvvetiyle onun binde birisine
muvaffak olamaz. Ne yazık ki, bazen hal diliyle yaptığı bir duası sonucu ger-
çekleşen bir arzusunu yanlış olarak kendi özel iktidarına atfeder.

Bu İlahi re'fetin tecellisiyledir ki, korkak ve çekingen tavuk, Allah'ın, küçü-


cük yüreğine koyduğu o engin şefkatle adeta kahraman kesilınekte ve yavru-
sunu kaptırmamak için aslana saldırarak kendini feda etmektedir. Yine, o İlahi
re'fetin tecellisiyledir ki, dünyaya gelen aslan yavrusu, o canavar ve aç asianı
kendine musahhar ederek onu aç bırakıp kendi tok oluyor.
282 • Kur'In vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

Gözsüz bir akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerelere mağlup olan insana,
elsiz bir kurtçuktan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, insanın
kendi güç ve kuvveti değil; onun güçsüzlüğünün bir meyvesi olarak Rabhani
bir teshir ve Rahmaru bir ikramdır.
İnsan, Yarabasının rahmetini inkar ve hikmetini itharn edecek bir tarzda
küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi "Bilgim sayesinde bu bana verildi" (28:78;
39:49) yani, ben kendi ilmim ve kendi i.ktidanrnla kazandım, dese elbette azap
tokadına müstahak olur.

Madem gerçek budur, insan, gururu ve enaniyeti bırakmalı, Uluhiyetin


dergahında acz ve zaafını istimdat lisaruyla; fakr ve ihtiyaçlannı yakanş ve
dua lisanıyla ilan ebneli, kul olduğunu göstermeli ve "Allah bana yeter. O,
ne iyi vekildir!" diyerek manen ve maddeten yükselmelidir. (Sözler, s. 327-
328)
Yine Bediüzzaman, ehl-i imanı, tevbe ve istiğfar içinde günahlardan ann-
malan ve affa nail olmalan için RaUf olan Allah'a sığınmaya çağırarak (Mesne-
vi-i Nuriye, s 113), bu ismin kötülüklerden koruyucu etkisine işaret eder.
Allah'ın bu ismini bilen mümin, O'ndan gelen aa tatlı her şeyin alhnda
rahmet ve şefkatpanlhlanrun bulunduğuna inarur. Hoşa gitmeyen şeylerin de,
hpkı şefkatli ve mahir bir doktorun hastasına perhiz tutturması veya acı ilaçlar
içinnesi gibi sonuçlan itibariyla faydalı olduğunu bilir. Rabb'ine karşı tam bir
teslimiyet ve tevekkül hali kazanır.
öte yandan, bu ismi taruyan bir mümin, kendi kendisine ve diğer tüm canlı
varlıklara karşı şefkatli davranır.Kendisine olan şefkatini, kötülük ve günah-
lardan uzak durmakla, ruh ve beden sağlığına dikkat etmekle gösterirken, di-
ğer canlılara olan şefkatini de, onlara en ufak bir zarar vermek şöyle dursun
hep iyilik etmeyi prensip edinerek ortaya koyar. Böylece ahirette de Allah'ın
engin şefkat ve mehametine mazhar olmaya devam eder.

0~) ~~-·....~jiÇ
-
' ~,.,.,,.
44/9· Ey bütün merhametlilerden daha Rabimi

O'nun gönüllere yansıthğı merhamet panlbsıyla birbirlerine ve özellikle


şefkatemuhtaç yavrulanna merhamet gösteren tüm varlıklarm merhameti bir
araya gelse, güneş karşısında bir kıvılcımdan bile binlerce defa cılız ve sönük
kalır.

44/ıo. Ey bütün yücelerden daha yücel 0~ ~ ~ ~1 Ç


-, ., "-

-, ,
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEV~EN ~ER Hi • 283

Allah Celil'dir. Yani, bütün celal sıfatlanyla muttasıf olan. mevcudahn kül-
liyat ve envaındaki icraat ve tecelliyabyla haşmet-i rububiyyetini gösteren,
vahdaniyetini ve zat-ı Kibriyasma layık haşmetli evsafıru bildirendir. Bu özel-
liğiyle, hiçbir varlığın O'nunla mukayeseye bile girmesi mümkün mü?

0
, ,, .... , .... , -' ' ~

~DI ~ ~~1 ı:>~\'1 ı:>~\'1 ~1 \lt 4lt\' Ç ~~


,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-45-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

45/1· Ey her şeye her şeyden daha yakın olan Karib! 0 ~) Ç


1

Karib, yakındemektir. Bu yakınlık elbetteki maddi bir yakınlık değil, ilmi,


yardımı, muhafazası, her duayı işitmesi özelliğiyledir. Maddi yakınlık olsay-
dı, o zaman her varlığa yakın olması mümkün olmayacak, bir varlığa yakın­
lığı başka varlığa uzaklığını veya varlıklar arasmda bölünmesini gerektire-
cekti. Bu noktalan kaydeden Fahreddin Razi, bu yakınlığın maddi olma ihti-
malini çürüten geniş izahlarda bulunmaktadır. (Bkz. V, 104-105) Halimi, ko-
nuyla ilgili olarak şöyle der: "Karib'in manası, Allah ile kulu arasmda bir
mesafe olmayıp, kulunun duasını işitip halini bilmesidir. Kısaca bu isim, il-
miyle ve kendisine dua edenlere icabetiyle yakın olan demektir. (Beyhaki,
a.g.e, s. 40)
Kur'an'da Karib ismi üç ayette Allah'ı nitelernek için yer almıştır. Bu üç ye-
rin ikisinde normal biçimde (2:186; 11:61), birinde Semi ismiyle beraber kulla-
nılmıştır. (34:50) İki ayette de Akreb (daha yakın) kalıbıyla gelmiştir. (50:16;
56:85)
Bediüzzaman, Allah'ın bütün yaratıkianna yakınlığını akıllanna sığıştıra­
mayanlara şöyle bir izahla cevap vermektedir: "Sam' -i Zülcelal'in Esrna-i Hüs-
na'smdan Nılr isminin bir kesif aynası hükmünde olan güneşin, emr-i Rabhani
ve teshir-i İlahi ile mazhar olduğu vazifeler, şu hakikati fehme yaklaşbnr. Şöy­
le ki:
284 • Kur'In ve Hikmet II•Oında CEVŞEN ŞERH i

Güneş ulviyetiyle beraber bütün şeffaf ve parlak şeylere nihayet derecede


yakın. hatta onlann zatlanndan onlara daha yakın olduğu, cilvesiyle, aksiyle
ve tasarrufa benzer çok cihetlerle onlan etkilediği hilde; o şeffaf şeyler ise, bin-
ler sene ondan uzakbrlar. Onu hiçbir yönden etkileyemezler, yakınlık iddia
edemezler. Hem o güneş, her şeffaf zerrede, hatta ziyası nereye girmiş ise ora-
da hazır ve nazır gibi olduğu, o zerrenin kabiliyet ve rengine göre güneşin aksi
ve bir nevi timsali görünmesiyle anlaşılır. Hem güneşin azamet-i nuraniyeti
derecesinde ihatası, nüfuzu ziyadeleşir. Nuraniyet azametindendir ki, en kü-
çük şeyler, ondan gizlenip kaçamazlar. Demek azamet-i kibriyası, cüz'i ve ufak
şeyleri, nuraniyet sırrıyla harice atmak değil; bilakis daire-i ihatasına alıyor.
Hem güneşi, mazhar olduğu cilvelerde ve vazifelerde farz-ı muhal olarak ter-
cih sahibi bir fail farzetsek, o derece kolaylık, sürat ve genişlik içinde, zerrederı,
darnladan, deniz yüzünden, gezegeniere kadar izn-i İlahi ile öyle işliyor ki, şu
büyük icraab yalnız bir emir ile yapar diye tahayyül edilebilir. Zerre ile geze·
gen, emri karşısında eşittirler. Deniz yüzüne verdiği feyzi, zerreyede kabiliye·
tine göre tam bir intizam ile verir. İşte, sema denizinin yüzünde ışıklı bir ka-
barak ve Kadir-i Mutlak'ın Nur isminin cilvesine kesif bir aynaak olan şu gü-
neşin, bilmüşahede şu hakikatın üç esasının numunelerine mazhar olduğunu
görüyoruz. Elbette güneşin nur ve harareti, ilim ve kudretine nisbeten toprak
gibi kesif hükmünde, 'Nfır-un Nur, Münevvir-un Nur, Mukaddir-un Nur' olan
Zlt-ı Zülcelai, her şeye, ilim ve kudretiyle nihayetsiz yakın, hazır ve nazır, eşya
ise ondan gayet uzak olduğuna, hem o derece külfetsiz, temassız, kolaylıkla iş­
leri yapar ki, yalnız mahz-ı emrin sürat ve kolaylığıyla icat eder gibi anlaşıldı­
ğına; hem hiçbir şey, cüz'i-küUi, küçük-büyük, daire-i kudretinden harice çık­
madığına ve kibriyası ihata etti~e şuhud derecesinde bir yakin-i imani ile
iman ederiz ve iman etmek gerektir. (Sözler, s. 166)

45/2. Ey bütün mahlukab gözetleyen Raldb! 0 ~J ~


'
Allah Rakib'dir. Kullarından göz açıp kapanıncaya kadar olsun gafil ve ha-
bersiz kalmaz. Yarattıklarının hiçbir fiili, hiçbir hali O'na gizli değildir. Sürekli
olarakonlan müşahede, muhafaza, murakabe edip gözetler. Her hallerinden
haberdardır. O'nu, ne uyku, ne gaflet, ne de dalgınlık tutmaz. (2:255) Yüce Al-
lah, her şeyi görüp gözettiğini, kontrol ve murakabe ettiğini şu ayetlerle de
açıkça ifade ediyor: "Allah, her şeyin üzerinde kontrolcüdür." (33:52); "Allah,
üzerinizde gözeticidir." (4:1); "Şüphesiz insanı Biz yarattık. Nefsinin kendisine
ne fısıldadığını biliriz ve Biz ona şah damarından daha yakınız." (50:16) Yine,
Hz. İsa'nın dilinden, Kendisinin, insanlan kamil manada kontrol ettiğini ve her
şeyi görüp müşahede etti~ini ifade etmektedir. (5:117) Aynca insanlara şöyle
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 285

hitap etmektedir: "Nerede bulunursaruz bulunun, O sizin yaruruzdadır." (57:4)


Meleklerinden de, kullanru gözetleyenleri tayin etmiştir. Söz konusu melekler,
insanlan murakabe etmekte, söyledikleri her sözü, yaptıklan her davranışı
kaydebnektedirler. (50:18)
Bu ismin, Alim ve Hafiz' den farkı, kötülere karşı bir nevi tehdit ve caydın­
cılıkihtiva ve ifade etmesidir. (Gazili, a.g.e., s. 85) Her an gözetlendi~, yap-
tıklannın yanına kar kalmayacağını bilen kişi, kolay kolay kötülü~e cesaret
edemez, iyilikl.ere yönelir, vazifesini daha bir şevkle yerine getirir.
Kulun bu mübarek isimden alaca~ ders ve ibretler: Allah, insanı her an gö-
rüp gözetlemektedir. Şu halde, her h.il, hareket, hatta niyet ve düşüncelerine
dikkat ederek yaşamalı, Allah'ın huzurunda kendisini mahcup ve mesul ede-
cek her şeyden titizlikle sakınmalıdır. Allah'ın bunca gözetim, müşahede ve
murakabesi boşuna de~il, büyük bir mahkemede sıkı bir muhasebe içindir. Şu
halde, ahiret vardır, Cennet ve Cehennem insanlan beklemekte ve gözetlemek-
tedir. Mümin, dahili ve harici, manevi ve maddi düşmanianna karşı uyanık ve
tedbirli olmalıdır. İnsanın en büyük ve en tehlikeli düşmanları, nefis ve şey­
tandır. Bunlan yenemeyen, dizginlerini elinde tutamayan kişi, dış düşmanlan­
na karşı da peşinen ma~lup ve esir düşmüştür. Şu halde önce nefis ve şeytanın
hile, desise ve tuzaklanna karşı uyanık bulunulacak, sonra da harici din ve fa-
zilet düşmanianna fırsat verilmeyecektir.

45/3· Ey müminlerin sevgilisi olan Habib! 0 ~Ç


1

Habib kelimesi, hem sevilen hem de seven anlamına geliyor. Her iki anlama
göre de Yüce Allah gerçek anlamda Habib'tir. O, çok sevilen, çok istenen, çok
aranan, çok özlenen ve çok arzu edilendir.
Allah, her şeyden daha çok sevilmeye layıktır. Çünkü, bir şey, ya çok üstün
ve mükemmel olduğu için, ya da sa~ladı~ı faydalardan dolayı sevilir. Bu iki
yönden de bakıldığında Allah'ın her şeyden daha çok sevilmesi gerektiğini an-
lanz. Allah'ın ne derece eksiksiz ve mükemmel olduğunu geçen sıfatianndan
anladık.

öte yandan Allah, bize sonsuz iyiliklerde bulunmuştur. Bizi, yoklukta bı­
rakmamış, bir taş, bir bitki, bir hayvan olarak yaratmamış, insan olarak var
etmiş. Bu dünya hayabnda bizi gerekli bütün organ ve duyulada donatmış.
Midemizin açlık duygusunu gidermek için basit bir topraktan çeşit çeşit renk,
koku, tat ve lezzette sayısız yiyecekler ikram ediyor. Canlı cansız bütün varlık­
lar, O'nun emriyle bize hizmet etmek için adeta birbiriyle yanşıyor.
O'nun emriyle, dünya bir saray olmuş. Biz de bu sarayın a~ırlanan misafi-
riyiz. An bizim için bal yapıyor. Koyun, bizim için bir süt çeşmesi olmuş, en
286 • Kur'~n vt Hikmet JııOında CEVŞEN ŞER HI

lezzetli bir gıdayı bize sunuyor. Tavuk, yumurtası ve etiyle bizi besliyor. Kuş··
lar, en güzel ses ve desenleriyle dünyamızı şenlendiriyor. Güneş, ışığıyla bizı
aydınlahrken ısısıyla, sayısız yiyeceklerimizi olgunlaşhnyor. Yıldızlar, bir avi-
ze gibi gök kubbemizi süslüyor. Batlar, bahçeler, tarlalar birer kazan olmuş çe-
şit çeşit sebze ve meyveleri birbirine karışhrmadan bizim için pişiriyor. Kuşku­
suz bunlar, aslında bizi tanımıyor. Bütün bunlan bizim hizmetirnize veren Yü-
ce Allah'hr.
Diğer taraftan en çok sevdiğimiz anne, baba ve diter yakınlanmızı da yara-
tıp besleyen O'dur. Bize bu kadar iyilikte bulunan Allah'ı her şeyden daha çok
severiz. Sevdiklerimizi de Allah adına ve O'nun belirlediği ölçüler içerisinde
severiz.
O'nun bütün güzel isimleri, sanatının eseri olan biz kullarına olan sevgisi-
nin birer ifadesidir.

45/4· Ey kullarınm dualarına cevap veren Mucib! 0 ~, Ç


Mucib, sözlük anlamı olarak "Cevap veren, kabul eden" anlamına gelir. Al-
lah hakkında kullanıldıtında ise, "Dua ve dilekleri yerine getirerek karşılık ve-
ren, isteyene arzu ettiği şeyi yetiştiren" demektir. Duayıkabul etmek, Kendisi-
ni çağıran çaresizin sıkıntısını gidermek Allah'a özgüdür. Kur'an'a göre, sahte
tanrılar dualan işitip karşılık veremezler. (13:14) Bu nedenle Allah, kullannın
Kendisinden istemelerini emreder: "Bana dua edin ki, karşılık vereyim. Bana
kulluk etmeyi gururlanna yediremeyenler, alçalmış olarak Cehennem'e gire-
ceklerdir." (40:60) "Kullanm Beni sana sorarlarsa, de ki, Ben kendilerine çok
yakınım. Biri Ben'den bir şey istediğinde onun dileğini yerine getiririm."
(2:186)
Mucib kelimesi Kur'an'da bir kez Allah'ı nitelernek için kullanılmıştır:
"Semfıd kavminede kardeşleri Salih'i gönderdik. Dedi ki: 'Ey kavmim! Allah'a
kulluk edin. Sizin O'ndan başka tanrınız yoktur. O sizi topraktan yarattı. Ve
sizi yeryüzünde yaşattı. O halde O'ndan bağışlanma dileyin, sonra da O'na
tevbe edin. Çünkü Rabb'im, kullanna çok yakındır, dualannı kabul edendir'."
(11:61) Aynı ismin, "Andolsun ki Nuh Bize yalvanp yakardı. Biz de duayı ne
güzel kabul ederiz!" (37:75.) mealindekibir ayette de azarnet bildiren çoğul ka-
lıbıyla "Mucibfın" şeklinde Allah'ı nitelediği görülmektedir.

Şu ayetler de, Yüce Allah'ın dualara cevap verdiğini örnekleriyle ispat edi-
yor: "Eyyiıb'u da hatırla. Hani Rabbine: 'Başıma bu dert geldi. Sen, merhamet-
Iiierin en merhametlisisin' diye niyaz etmişti. Bunun üzerine Biz, tarahmızdan
bir rahmet, kulluk edenler için de bir hatıra olmak üzere onun duasını kabul
ettik; kendisinde dert ve sıkıntı olarak ne varsa giderdik ve ona aile efradını,
aynca bunlarla birlikte bir mislini daha verdik." (21:83, 84)
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 287

"Zünn\ın'u (Yunus'u) da hahrla. O öfkelenerek çekip gitmişti; Bizim kendi-


sini asla sıkışhrmayacağımızı zannetmişti. Nihayet karanlıklar içinde: 'Sen' den
başka hiçbir tann yoktur. Seni tenzih ederim. Gerçekten ben zalimlerden ol-
dum!' diye niyaz etti. Bunun üzerine onun duasını kabul ettik ve onu keder-
den kurtardık. İşte Biz, mürninleri böyle kurtanrız. Zekeriya'yı da habrla. Hani
o, Rabbine şöyle niyaz etmişti: 'Rabbim! Beni yalnız bırakma! Sen, varisierin en
hayırlısısın!' Biz onun da duasını kabul ettik ve ona Yahya'yı verdik; eşini de
kendisi için (çocuk doğurmaya) elverişli kıldık." (21:78-90)
Görüldüğü gibi, Allah, kullannın dualarını kabul eder, isteklerini yerine ge-
tirir. Onlara ihtiyaçlannı verir. Özellikle bu istekler, çok zor durumdaki bir
kimsenin veya bir mazlumun ağzından, ya da halis ve samimi bir gönülden
kopup İlahi dergahına yükselmiş olsa, böyle bir isteğin geri çevrilmesi, sahibi-
nin yardımsız terk edilip mahrum bırakılması düşünülemez. Allah, Kendisine
çevrilen elleri boş döndürmekten haya edecek kadar Kerim'dir. İnsanlar, ken-
dilerinden çok istekte bulunanları sevmezler. Allah ise, Kendisinden isteme-
yenleri sevmez. Hiçbir isteği de geri çevirmez. Ya dünya hesabına veya ahiret
hesabına yerine getirir.

Bu istek sözlü olduğu gibi, fiili de olabilir. Mesela çiftçinin tarlasını sürüp
tohumunu saçması, Allah'ın nzık ve rahmet kapısını çalması demektir. Bu fiili
duanın sonuru olarak çiftçi bire on, bire yirmi alır. Bir bahçıvan bazen ektiği
bir çekirdek veya fideden tonlarca meyve elde eder. Bu da Allah'ın istenenleri
vermesinin açık bir ömeğidir.
Allah'ın bu isminden ders almış bir insan da, öncelikle Yüce Rabbinin çağ­
nianna kulak verir; emirlerine uyar, yasaklanndan sakmır. Sonra da ihtiyaç sa-
hibi varlıklann, özellikle insaniann yardımına koşar, davetlerine icabet eder.
"İsteyiciye gelince, onu da azarlayıp kovma!" (93:10) ayetinin ifadesine göre,
kendisinden meşru bir istekte bulunan hiç kimseyi terslemez. Gücü ruspetinde
karşısındakinin isteğini yerine getirir. Bu ismi tecelWeriyle bilen mümin, en sı­
kınhlı ve çaresiz hallerde bile ümidini yitirmez. Allah'ın, kendisine şahdama­
rından bile daha yakın olduğunu, sesini, dualanru, hatta kalbi arzularını işitti­
ğini, olumlu cevap verdiğini ve hikmeti çerçevesinde er veya geç, ama mutlaka
yardımına koşacağını bilerek teselli bulur.

öte yandan mümin, kendisini hayır ve iyiliğe çağıran kimselerin bu çağrıia­


nna kulak verir, olumlu cevap verir, hayır ve iyiliğe koşar. Hayah; ümit, dua,
hayırlı hizmetler ve muhtaçlara yardımlada dolu geçer.

45/5· Ey kullarının bütün fiilierinin hesabını gören Hasib!


288 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

Allah, varlıklarm bütün yaptıklanru tek tek kaydedip muhasebesini sınırsız


bir süratle gerçekleştirendir. Yine nihayetsiz acizlik içinde ve sonsuz düşman­
Iara hedef olan yaratıklannın imdadına kudret ve rahmetiyle yetişen onlara
her zaman her ihtiyaçları için kafi ve vekil olandır.
Nebe' Sfuesi 36. ayetinde, müminlere verilecek bir kısım Cennet nimetleri
sayıldıktan sonra, bunlar için, "Rabbinden bir mükafat ve yeterli bir bağış ola-
rak ... (ataen hisaben)" buyrulur. Fahruddin er-Razi, Hasib kelimesiyle a}nı
kökten gelen "Hisab" kelimesinin geldiği yukarıdaki farklı iki manaya göre
şöyle açıklar: "Hisaben" kelimesi konusunda değişik görüşler vardır:
a) Tam kifayet manasında, yeter mi yeter deyinceye kadar, kafi ve vafi an-
lamındadır.Yani onlara mükafatları bu şekilde bol bol verilecektir.
b) Yaptıklan iyi işler hesaplanmış olarak ve sevabı en az on, bazen yedi
yüz, bazen de sınırsız olarak kabul edilip bu hesaba uygun bir biçimde mük.i-
fatlan verilecektir. Bu manaya göre kelimenin mesajı, "Müminin hiçbir arneli
hesap dışı bırakılmaz, ihmal edilmez, önemsemezlik yapılmaz. Ben de mükafa-
tında bir noksanlık, bir cimrilik, bir kusur olmasın diye arnellerinizin mükafatı­
ru verirken hesabı nazar-ı dikkate aldım. Hepsini tek tek saydım ve mükafata
mazhar ettim. O halde, arnelin büyüğüne küçüğüne bakılmamalı, Allah'ı razı
edecek her iş önemsenerek yerine getirilmelidir." (Razi, a.g.e., XXXI, 21)
Görüldüğü gibi, "hasib" kelimesinin iki farklı manası ortaya çıkmaktadır:

a) Hesaba çeken.
b) Kafi gelen. Allah her iki manada da Hasib'dir. Şimdi bu iki manayı ayrı
ayn ele alalım:
Allah, kullannın hiçbir yaptığını boşa çıkarmaz. Bütün arnellerini kaydeder.
Kimisini dünyada, geri kalanını ise ahirette tam olarak karşılıklandırır. İyiliğin
mük.afabru, kötülüğün ise cezasını verir. Ahiret için "Yevmu'l-His.ib = Hesap
Günü" derrmesinin sebebi, o gün Hasib isminin tam olarak tecelli etmesi, İlahi
adaletin bütün ihtişarruyla ortaya çıkmasıdır.
Allah, kullannın kaydettiği arnellerini süratle hesapiayıp hükme bağlar.
O'ndan arnelin bir zerresi bile saklanmaz. Büyük küçük bütün yapılaniann he-
sabını görür ve hepsinin karşılığını verir. Aynca bir kulun hesabını görmesi,
Kendisini başka birisinin hesabını görmekten de alıkoymaz. Bunun nasıl ola-
cağını biz bilemeyiz. Böyle olmak Allah'a mahsus olduğundan Zat'ını "Seri'ul-
hisab" vasfıyla da nitelendirmiştir. Resulullah'm bir duasında "Allah'ım! (... )
Ey Seriu'l-hisab! Bu birleşmiş düşmanları bozguna uğrat." (Buhari, Cihad 98)
buyurmasından, dünyada da, "işi çabuk bitiren" manasma geldiği anlaşılır.

Bu manaya ışık tutan bazı ayetler:


Kur'In ve Hikmet IııOında CEVŞEN ŞERH i • m

"Biz, Kıyamet günü için adalet terazileri kuranz. Artık kimseye, hiçbir şe­
kilde haksızlık edilmez. (Yapılan iş,) bir hardal tanesi kadar dahi olsa, onu ge-
tiririz. Hesap gören olarak Biz yeteriz."(21:47)
"Şüphesiz Allah, her şeyin hesabını sorandır." (4:86)
"Sana ancak (Allah'ın emirlerini) tebliğ etmek düşer. Hesap yalnız Bize ait-
tir." (13:40)
"Şüphesiz onlann dönüşü sadece Bize'dir. Sonra onlann sorguya çekilmesi
de sadece Bize aittir." (88:25-26)
"Sonra insanlar gerçek sahipleri olan Allah'a döndürülürler. Bilesiniz ki
hüküm yalnız O'nundur ve O, hesap görenlerin en çabuğudur." (6:61-62)
Hasib kelimesinin Kafi manasma da geldiğini gösteren iki ayet:
"Kim Allah'a güverıirse O, ona yeter." (65:3) "Bir kısım insanlar, müminle-
re: 'Düşmanlanruz olan insanlar size karşı asker topladılar; aman sakının on-
lardan!' dediklerinde bu, onlann imanlanru bir kat daha arttırdı ve 'Allah bize
yeter. O ne güzel vekildir!' dediler." (3:173)
Acaba, Bediüzzaman'ın dediği gibi, ihtiyarı bir kıl, iktidan bir zerre, hayat-
tan nasibi sönmek üzere olan bir şule, ömürden nasibi hemen gelip geçen bir
dakika, şuuru yok oluveren bir panlh, zamandan nasibi akıp geçen bir an, me-
kandan hissesi daraak bir kabir olan; bunun karşısında, sınırsız bir acizliği,
nihayetsiz ihtiyaçları, sonu gelmez fakirliği, bitmez tükenmez emelleri bulu-
nan bir kimse, elindeki imkanlara mı güvenmeli ve nefsine mi itimat etmeli,
yoksa rahmeti, keremi, ilim ve kudreti sonsuz, ezeli ve ebedi olan ve her şeye
bedel herkese kan gelen Allah'a mı tevekkül etmeli? O Allah ki, O'nun rahmet
hazinelerinin ve nimet sandıklarının bir zarfı, şu nurlarla dolu güneşler ve
meyvelerle yüklü ağaçlardır. O'nun rahmet denizlerinden bir damla şu deniz-
ler; feyiz deryalanndan bir esinti şu atmosferdir. (Nursi, Mesnevi, s. 191)
Allah'ın, neden her şeye bedel kafi olduğunu, dolayısıyla gerektiğinde uğ­
runda caniann bile feda edilmesi gerektiğini açıklayan Bediüzzaman şöyle der:
1. Allah, mutlak kemal sahibidir. Kemal ise, bizzat sevilir ve uğrunda canlar
feda edilir. 2. Allah. bizzat sevilendir. Gerçek sevgili O'dur. Sevgi, feda edil-
meyi gerektirir. 3. O, mevcuttur ve varlığı zorunludur. Dolayısıyla O'na yakın
olmada varlık nurlan, O'ndan uzak olmada ise yokluk karanlıklan vardır.
O'ndan uzak olmada insan ruhunun bütün emelleri söner. Dolayısıyla büyük
bir elem içinde kalır. 4. Allah; dünyası daralan, hayahn süs ve tantanasından
bıkan, varlıklar ileminin düşmanlığına hedef olan, yetimce bir şefkat ve ma-
tem dolu bir merhamet albnda beli bükülen insan ruhu için gerçek sığınak ve
dayanakhr. S. Allah bakidir. Varlıklarm bekası O'nunla mümkündür. O'nsuz,
zeval söz konusudur. Her türlü azap ise zevaldedir. O'nsuz, varlıklar sayısınca
elemler ruhun başına üşüşür. O'nu bulup tevekkül eden kimse ise, varlıklar
sayısınca saadetler hisseder. 6. Mülkün gerçek sahibi O'dur. Senin yanında
290 • Kur'In ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERHI

emaneten duran mülkünü senden sabn alıp, muhafaza etmek istiyor. O ema-
neti sahiplenmekle albnda ezilirsin. O baki olduktan ve nimet aAaa, rahmet
ağaa var olduktan sonra, sen elindekinin yok olmasından elem çekmezsin.
Tıpkı denizin, güneşin vurmasından dolayı panldayan üzerindeki kabarakla-
nrun, değişmekten, parçalanmaktan, hatta yok olmaktan bir şey kaybetmedik-
leri gibi. Çünkü onlann değişmesi güneşin tecellisini tazeliyor. 7. Allah ğani ve
muğnidir. Her şeyin anahtan O'nun yanındadır. O'na halis bir kul olup, karna-
ta öyle bakarsan, onlan sahibinin mülkü, memur ve askerleri olarak görürsün,
onlara ısınır ve hpkı kendi mülkün gibi hissedersin. Hatta öz mülkünden bilt!
daha çok sevinç verir. Çünkü, onlara bakma külfetini çekmez ve yok olmalan-
nın endişesini hissetmezsin. Evet, Sultarun halis ve muhabbetinde fani olmuş
bir hizmetçisi, sultana ait her şeyle iftihar eder. 8. Allah, peygamber ve resulle··
rin, evliya ve müttakilerin Rabbidir. Hepsi de, O'nun rahmetiyle mesutturlar
Onlann mesut olduklannı bilmen, kalbin varsa sana bir saadet ve lezzet verir
(Bediüzzaman, Mesnevi-i Nuriye, s. 130)
Allah'ın "Hasib" olduğunu bilen mümin, ahirette inceden ineeye hesaba
çekilmeden önce, kendi kendini hesaba çeker. Kılı kırk yaran Mizan'da arnelle-
ri tartılmadan, söz ve davranışlarını ince bir değerlendirmeye tabi tutar. Gü-
nahlan için içtenlikle tevbe eder. İyiliklerde ve hayırlı işlerde eksikliklerini ta-
mamlar.
Yine bu ismi tanıyan, her an ve her ihtiyaa için Allah'a muhtaç; Allah'ın da
her türlü ihtiyaanı karşılamaya kadir ve tek başına kafi olduğunu bilir ve her
ihtiyacmda doğrudan doğruya O'na müracaat eder.
Gazali'ye göre bu isimden ders ve hisse almış kimse, gayret ve isteğinin tek
amaa olarak Allah'ı görür. Yapbğı taat ve ibadetlerde yalnızca Allah'ın hoş­
nutluğunu murat eder. Kalbi ne Cennet ümidi, ne de Cehennem korkusuyla
meşguldür. ibadetlerini Cennet nimetlerine ulaşmak için değil, sırf Allah nzası
için yapar. Kötülüklerden kaçınması da Allah içindir. Kısacası, ulaşmak istedi-
ği tek gayesi Yüce Allah'ın hoşnutluğudur.

45/6. Ey bütün dertlere deva veren Tabibi 0W. Ç 1

37/3'te geçen şafi ismi izah edilirken Yüce Allah'ın bu vasfı hakkında geniş­
çe bilgi verilmişti. Kısaca O, maddi ve manevi tüm dertlere deva, her türlü has-
talıklara şifa ihsan eden, gönüllere huzur ve terahlık verendir.

45/7· Ey her şeyi bütün incelikleriyle gören Basir! 0 ~ Ç


1

Basir, görücü, gören demektir. Basir ismi, Kur'an'da 44. ayette Allah'ı nite-
lemek üzere yer almışhr.
Kur'In ve Hikmet llıOrnda C E VŞ E N Ş ER H i • ~1

Allah her şeyi hakkıyla görür. Allah'ın görmediği, göremeyeceği şey yok-
tur. Karanlıkta da görür, aydınlıkta da. Karanlıkta görebilen cihazlar yapabile-
cek kabiliyeti kullanna balışeden Allah, elbette karanlıkta da aydınlıkta olduğu
gibi görür. Gelmiş, geçmiş, olmuş olacak ne varsa hepsini birden ve aynı anda
görür. O'nun uzağı, yakını görmesi arasmda da fark yoktur. En gizli yerlerde
işlediğimiz kötülükleri gördüğü gibi, kimsenin bilmediği iyiliklerimizi de gö-
rür ve muhakkak karşılıklanru verir. Karanlık, aydınlık; uzaklık yakınlık; gizli-
lik açıklık; geçmiş ve gelecek vs. hep bize göredir.
Allah, başta insan olmak üzere pek çok canlıyı görme ve işitme yeteneğine
sahip olarak yaratmıştır. İnildikçe derinleşen ve bir türlü sonu gelmeyen bu
kadar ince sanat eserlerini yaratıp, görebilenlere gösterip dururken, Kendisinin
de görmemesi ve işitmemesi mümkün müdür? O, görenleri de yaratan, onlar
üzerinde istediği gibi tasarruf eden ve hiç benzeri bulunmayan gerçek Ba-
sir'dir.
Bediüzzaman, Yüce Allah'ın kainattaki ince sanat eserlerinden örnekler ve-
rerek dotaylı olarak O'nun Basir ismine delil getirmektedir. Ona göre, varlıkla­
rın son derece kanşık olmasıyla beraber birbirleriyle kanşhnlmadan, fevkalade
ayncalığa ve özel suretler giydirilmeye mazhar olmalan, her şeyi gören, her
şeye şahit ve bir fiili diğer bir fiilden kendisini menetmeyen zat' a has tır:

"Her bir çiçekte, her bir meyvede bir ölçü var. O ölçü, bir düzenlilik içinde;
o düzenlilik, tazelenen bir diizenleme ve tartma içinde; o tartma ve düzenleme,
bir süs ve sanat içinde; o süs ve sanat, anlamlı kokular ve hikmetli tatlar içinde
bulunduğundan, her bir çiçek, o ağacın çiçekleri sayısınca Hakem-i Zülcelal' e
işaretler ediyor. Ve bir kelime olan bu ağaçta, bir harf hükmünde olan bir
meyvede bulunan bir çekirdek noktası, bütün ağacın içindekilerini, programını
taşıyan küçük bir kutucuktur. Bunun gibi, kainat kitabının bütün satırlan, say-
falan böyle Hakem ve Hakim isimlerinin panltısıyla yalnız her bir sayfası de-
ğil, hatta her bir satın, her bir kelimesi, her bir harfi ve her bir noktası, birer
mucize hükmüne getirilmiştir ki; bütün sebepler toplansa, bir noktasının ben-
zerini getiremezler, boy ölçüşemezler. Evet kamat denilen bu büyük Kur'an'ın
her bir maddi ayeti, o ayetin noktalan ve harfleri sayısınca mucizeler göster-
diklerinden, elbette serseri tesadüf, kör kuvvet, gayesiz, ölçüsüz, şuursuz tabi-
at hiçbir yönden o hikmetlice ve bir görmenin sonucu olan özel ölçüye vega-
yet ince düzenliliğe kanşamazlar. Eğer kanşsaydılar, elbette kanşıklık eseri gö-
rünecekti. Halbuki hiçbir cihette düzensizlik müşahede edilmiyor." (Bediüzza-
man, Lem'alar, s. 312)
Mümin, Basir isminin bir tecellisi olarak Allah'ın ihsan ettiği görme duyu-
sunu, veriliş amao doğrultusunda kullanır. Varlıklardaki kudret delillerine ve
292 • Kur'An v~ Hikm~t 1$ıOında CEVŞEN ŞER HI

hikmet inceliklerine dikkatle bakarak ders ve ibret alır. Göz nimetini, günah ve
haramda kullanarak nimete karşı nankörlük etmez.
Allah'ın her hareketimizi gördü~nü ve her sözümüzü işittiğini düşünmek
insanı gerçek insan eder. Mesela, insan çok saygı duydu~ büyük bir zatın hu-
zurunda bulunurken, tavırlannda, hareketlerinde ve konuşmalannda edep ve
terbiye dışına çıkamaz. Hilbuki, Allah Teala, tüm büyük bildiklerimizi de ya-
ratan ve yaşatan büyükler büyü~dür ve her an ilim ve müşahedesi ile yanı­
mızda ve bizimle beraberdir. O'nun göremeyeceği, işitemeyeceği hiçbir şey
yoktur. Şu halde her an Allah'ın huzurunda bulunan bizler, nasıl O'na karşı
saygısızlık edebiliriz? Emir ve yasaklanru nasıl çiğneyebiliriz?

İmam Gazali'nin şu sözü ne kadar ibretlidir: "Şanı Yüce Allah'ın kendisini


gördüğünü bile bile bir günaha yaklaşan insan ne cüretkar, ne bedbahthr! Eğer
bunu, Allah'ın kendisini görmediğini sanarak yapıyorsa o insan ne kafirdir!"

45/8. Ey her şeyden haberdar olan Habir! 0 ~


, Ç
Göklerde ve yerde, gayp ve şehadet aleminde en gizli sırlardan ve en saklı
şeylerden haberdar olan, ilminin dairesinden hiçbir şey hariç kalamayan anla-
mına gelen bu ismin genişçe izahı 13/7' de geçti.

45/9· Ey her şeyi nuroyla aydınlatan Münir! 0 ~Ç


'
Allah, güneş, ay ve yıldızlada gökleri ve yeri maddeten aydınlathğı gibi,
her biri birer hidayet güneşi olan peygamberler ve hakikat kandili olan .ilim ve
evliyalanyla da insanlık alemini aydınlatan ve tenvir edendir.

45/to. Ey kullarına gerekli her şeyi açıldayan


ve varlıp apaçık olan Mübin! 0 ~Ç
'
Bu isim, hem "açık olmak" hem de "açıklamak" şeklinde iki manada ku Ha·
nılan "ibane" mastanndan ism-i faildir. Buna, göre manası, "Açık olan" veya
"Açığa çıkaran" olur. Her iki manada da bu isim Cenab-ı Ha.kk'a yakışır. Nite··
kim Yüce Allah, gizli ve saklı değildir. Sanat eserleri, fiilieri ve icraatlan ile son
derece zahir ve açıkbr. Hatta, "Zahir" ismi açıklanırken belirtildiği gibi, O şid·
det-i zuhurundan gizlenmiştir. Zuhuru, zuhuruna perde olmuştur. öte yan-
dan O, aynı zamanda açıklayıcı ve açığa çıkarıcıdır. Varlıklar yokluk karanlık·
Kur'In ve Hikmet l~ıtında CEVŞEN ŞERHI • 293

lannda gizli iken onlan varlık nuruna çıkarmışhr. Hakkı ve gerçeği izhar eden,
insaniann muhtaç olduğu hidayet yollannı açıklayan da O'dur. Kendi varlı~
kullanna izhar eden yine O'dur.
el-Mübin vasfı, tek bir ayette Allah' ı nitelernek için kullanılmıştır. Söz konu-
su ayet şu mealdedir: "O gün Allah, onlara işlerinin karşılığını tastamam vere-
cek ve onlar Allah'ın Hakk, Mubin olduğurlu bileceklerdir." (24:25)

, ,, .... , ....
e ~o ı~ ~~~1)~~,1)~\', ' , , - ~

~~ \'t 4lt\' ç ~~
...

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-46-
,
46/1. Ey matJup olmayan Galip! O~~~~~ Ç ,
Galip ismi, Kur'an'da bir ayette geçer: "Allah işinde galiptir, fakat insania-
nn çoğu bunu bilmezler." (12:21) Bu umumi hüküm, Hz. Yusuf'un hayatına,
Allah'ın hususi bir biçimde müdahale edip, zahiri sebeplerin tersine, onu iste-
diği gayeye yöneltmesi konusunda yer almışhr. Yani, nonnal şartlarda ve se-
bepler dahilinde başka türlü neticelenmesi adeta kaçırulmazken, Allah'ın iste-
diği oluyor ve Allah, "işinde galip gelerek" Hz. Yusuf'un hayatı O'nun istediği
biçimde şekilleniyor. Nitekim, kardeşleri ona en büyük kötillü~ etmek iste-
mişler, onu tuzağa düşürmüşler, Allah ise onun iyiliğini dilemiş. Netice Al-
lah'ın murat ettiği gibi olmuştur. Ne var ki insaniann çoğu, bütün işlerin Al-
lah'ın elinde olduğunu bilmezler. Dünyanın halleri, acayip durum ve gelişme­
leri üzerinde düşünen kimse, bütün işlerin Allah'ın elinde olduğunu, Allah'ın
takdirinin galip geldiğini kesin olarak bilip buna inanır. (Razi, a.g.e., xvm, ı 12-
122.)
Bu isim hakkında şu açıklamalar yapılmıştır. Allah, işinde galip olandır. is-
teseler de istemeseler de mahlukatı hakkında muradım yerine ulaştırandır. Bu,
Cenab-ı Hakk'ın kudret ve hikmetinin kemaline bir işarettir. O mağlup edile-
mez, O'na hile yapılamaz. (Beyhaki, a.ge., s. 41'de el-Halimi'den) Dünyada bazı
düşüş ve zahiren yenik hallerde bile, Allah'a olan itimat sarsılmamalıdır. Bi-
linmelidir ki, iyi akibet takva sahiplerinin olacaktır. (11 :49) Galip gelecek de Al-
24ı4 • Kur'An v~ Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

lah, Peygamberi (58:21) ve Allah'ın taraftarlan olacakhr. (5:56) Çünkü Allah


işini sağlam tutar. (43:79)

Allah'ın galibiyeti, sadece hüccet, delil ve haklıhkla izah etmek bizce doğru
değildir. Çünkü, delli bakımından güçlü ve haklı kimse her zaman galip olma-
yabilir. Bu durumda, Allah'ın bu ismi gerçek manasma kavuşmamış olur. Öy-
leyse Allah, hem hüccet ve delil bakımından, hem de maddi güç bakımından
galip ve üstündür. Neticede her zaman ve ancak O ve O'nun tarafında yer
alanlar galip gelmişlerdir. Ayetlerde kafirler hakkında, "mağlup olacaksınız."
(3:12), "İşte burada yenildiler." (17:119) gibi meçhul fiilerin faili de gerçekte Al-
lah'tır ve bunlann bir kısmı ahiretle ilgilidir.

46/2. Ey yaratılmış olmayan Sanatkir! 0 t,F :,;J:. ~~ Ç


"
"Sanatkar" diye çevirdiğimiz "Sani"' kelimesi 9/6; Saniu külli masnu' (Her
sanatlı varlığın Sanatkan) 10/1; Saruu külli şey' (Her şeyi sanatla yapan)
16/9'da geçtiği ve gerekli izahlar oralarda yer aldığı için burada izaha gerek
görmüyoruz. O, ne kadar sanatlı mahlukat varsa ve ne kadar güzel yapılı mev-
cudat bulunuyorsa, hepsini sanatla bezeyendir. Ancak Kendisi, başka birinin
sanat eseri olmaktan münezzehtir.
J

46/3· Ey mahluk olmayan Yarabcıl 0 J ~ :,;J:. Cil bo. Ç


" ~

Allah, her şeyi ölçerek, biçerek, takdir ederek yoktan yarattığı halde, yara·
tılmış olmaktan münezzehtir.

46/4· Ey sahip olunamayan mülk sahibi! 0 -:rJ~ :,;J:. ~~ Ç


Allah, ezelden ebede ne kadar varlık varsa hepsini hakimiyeti albnda bu-
lunduran ve yöneten olduğu halde, Kendisi, herhangi birinin hükümranlığı al-
hnda bulunmaktan münezzehtir.

46/s. Ey kendisine üstün gelinemeyen IWıir! 0 ;~ :,;J:.I~ll Ç


" ~

Allah, bütün varlıklan, kanun, emir ve hakimiyeti alhnda tuttuğu, hepsine


boyun eğdirdiği halde, kahr ve galebeyle hiçbir emir ve hükmüne karşı çıkıla­
mayandır.
Kur'An vr Hikmrt l~ı4ında CEVŞEN ŞERHI • 295

0t}~~~I)Ç
-
46/6. Ey yükseltilmelden münezzeh olan yükseltici!

Maddi ve manevi ne kadar rütbe ve derece varsa hepsini bahşeden O oldu-


ğu halde, Kendisi birileri tarafından yükseltilmekten hadsiz derecede yüce ve
münezzehtir.

O, her şeyi
her türlü zarar ve tehlikeden koruduğu halde, hiç kimsenin ko-
rumasına ihtiyaa bulunmayandır. Allah'ın bir ismi de Samed'dir. Yani, hiçbir
konuda hiçbir şeye ihtiyac bulunmadı~ halde, her şey her konuda O'na muh-
taçhr.

46/8. Ey yardım edilmeyen yardım edici! 0 ;~ ~ ı:,_..,lS Ç


- ,

Her türlü yardım, destek, himaye ve zafer O'ndan geldiği halde, hiçbir şe­
kilde yardımaya ihtiyaç duymayan ve bundan sonsuz derecede münezzeh
olandır.

46/9· Ey giib olmayan Şihid! 0 ~~


-, ~ I:U.Wı
,
Ç

Allah, öyle bir Şarud' dir ki, bir an olsun, bilme, görme ve işitmesiyle hiçbir
varlıktan uzak olamaz. Çünkü, her varlığın varlık, hayat ve bekası Allah'ın bu
şekildeki huzur ve şuhuduna bağlıdır.

46/ıo. Ey uzak olmayan yakın! 0 ~ ~ 4-t) Ç


' ' -
Allah, her şeye, bizzat o şeyin kendisinden bile daha yakındır. İnsana şah
damanndan daha yakın olduğu, ayet-i kerimede belirtilmektedir. (56:85) Kul-
lanndan uzak olması da düşünülemez.

-
e ~81 ~ lS~~ J~':/1 J~':/1 ~~ ":/~ 41~':/ ç ~~
... ,~ ..... , ,. " i: ' -: ....

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar/
296 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ

-47-

47/1. Ey nurların nuru! 0 .;)Jı;; Ç

Allah'ın Nur ismi, Kur'an'da mutlak değil de kayıtlı, yani muzaf olarak
(Nuru's-semavati ve'l-arz =Göklerin ve yerin Nuru, şeklinde) gelmekle birlik-
te, yine aynı ayette (24:35) Allah'ın Nurunun olduğundan bahsedilmesi, bazı
sahih Hadislerde O'nun Nur olarak nitelenmesi (Müslim, İman 291), Hadiste
Allah'ın "Nur-i vechi"ne sı~nılması gibi sebeplerle ve nurun noksanlık değil,
kemal vasfı olmasından dolayı Müslümanlar Allah hakkında "Nur" ismini
kullanagelmişlerdir.

Nfu kelimesi, Arapça'da ışık, ışın. panlh, lamba, far manalarma gelir. (Mut-
çalı, el-Mu'cemu'l-Arabiyyu ed-Dirasi, s. 547-548) Bu manalarma bakarak Nür
isminin Allah hakkında kullanılıp kullanılmayacağı konusunda alimler esas
olarak iki gruba aynlmışlardır:
A) Nur'un, yani ışık, ışın ve panlhnın yarahlmış ve sonradan olma özellik-
lerine bakarak bunun hakiki manada Allah için kullanılmasının caiz olmadığı­
nı, bunun te'vil edilmesi, yanilisan bakımından muhtemel başka manalanna
hamledilmesi gerektiğini söyleyenler. Bu görüş sahipleri de, çok farklı yorum-
lar önermektedirler.
B) Te'vile başvurmaksızın, ayet ve hadislerde bu ismin Allah hakkında
açıkça kullanıldığını göz önünde bulundurarak, olduğu gibi kabul edilmesi
gerektiğini, Allah'ın Nur olduğunu, fakat nasıl bir nur olduğunun tarafımız­
dan bilinernediğini söyleyenler.
Meseleyi bu şekilde öz olarak sunduktan sonra, önce birinci görüşün, yani
te'vil yolunu tutanların, yorum ve izah olarak takdim ettikleri önerileri kaydt...
delim ve en sonunda da kendi şahsi kanaatimizi belirterek terahimizi yapalıır.:
a) "Hadi= yol gösteren hidayet veren." Buna göre, Allah'ın göklerin ve yt·-
rin niıru olması şu anlama gelir:" Allah göklerde ve yerde olanların Hadi'sidir.
Onlar, Kendisinin nuruyla hakka yol bulurlar ve O'nun hidayetiyle sapıklıktan
korunurlar."
b) "Göklerin ve yerin Müdebbiri" yani çekip çevineisi ve idare edeni.
c) Nur demek, "göklerin ve yerin Münevviri = Nurlandıncısı" demektir. Bu
izaha göre Allah, güneş, ay ve yıldızlarla gökleri ve yeri aydınlattı~ için Ken-
disine bu vasfı vermiş olmalıdır.
d) Nur, "el-Müzeyyin = Süsleyen, bezeyen" demektir. Bu görüşe göre ayet-
ten şu mana çıkmaktadır: "Gökleri ve yeri aydınlatan, süsleyen ve göğü melek-
lerle, yeri de nebiler ve velilerle dona tan" dır.
Kur'An ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERH i • 297

e) İhsan eden, nimette bulunan, fayda veren.


f) "Göklerin ve yerin Nlır'u" demek, "göklerin ve yerin nuruna sahip" de-
mektir.
g) "Allah göklerin ve yerin Nur' udur'' demek, "Allah, göklerin ve yerin
Mucid'i, yani var edenidir" demektir.
h) Nlır ismini, "her türlü kusurdan münezzeh" şeklinde anlayanlar da var-
dır.

Görüldüğü gibi, yukandaki görüşlerin hepsi Allah'ın "Nur" ismini mecazi


olarak kabul ebniş ve farklı biçimlerde yorumlamışlardır.
ı) Varlığı en açık ve gerçek varlık. Bu görüşte olan Gaz.ili, önceki görüşler­
den farklı
davranarak, "Nur'' ismini Allah hakkında hakikat, Allah dışındaki
varlıklar için mecaz kabul etmekte ve şöyle demektedir: "Hatta çekinmeden
diyebilirim ki, Nlır ismi, İlk Nur'dan başkası hakkında, sırf mecazdır. Zira,
O'ndan başkasının, zahnda nuru yoktur, nurunu emanet almışhr, nuraniyeti
başkasıyla kairndir. Külli Nur O'dur ve O'ndan başkasının nuru yoktur." (Ga-
zali, Mişlaitü'l-Envar, II, 16) Gazali, bu konudaki maksadını en açık bir biçimde
şu açıklamalanyla dile getirir: "Allah, öyle zahirdir ki, her zuhur O'nunladır.
Kendi kendisinde zahir olup (görünüp) başkasını da izhar eden (gösteren),
Nlır ismini alır. Her ne zaman varlık, yoklukla karşılaşırsa zuhur etme (görün-
me) şansı varlığındır. Yokluktan daha karanlık bir şey yoktur. Yokluk zulme-
tinden, hatta mümkin (varlığı ve yokluğu eşit ihtimale sahip) olma zulmetin-
den beri (uzak, münezzeh) olan ve bütün eşyayı yokluk zulmetinden varlık
nuruna çıkaran, Nur adını almaya her şeyden daha çok layıkhr. Varlık, O'nun
zabnın nurundan bütün mevcudata akan bir nurdur. Allah, göklerin de, yerin
de nurudur. Nasıl ki, güneş ışığının her zerresi, aydınlabcı güneşin varlığına
delalet ediyorsa, hpkı bunun gibi, göklerin, yerin ve bunlar arasındaki varlık­
Iann her zerresi de, varlığının mümkün oluşu ile, kendilerini Yaratanın varlı­
ğırun zorunlu olduğuna delalet eder." (Gazali, Makiısıd, s. 106-107)

Bizim anladığımız kadanyla Gazali, Nur ismini te'vil etmiyor, mecaza git-
miyor gibi görünüyorsa da, aslında bu isme, "Gerçek ve en zahir mevcut" ma-
nasını veriyor ve dolayısıyla Türkçe' deki deyimiyle, "Gün gibi aşikar hakiki
varlık" demeye getiriyor. Nitekim kendisi şöyle demektedir: "ez-Zahir isminin
manasını açıklarken söylediklerimiz, Nur isminin manasını aniatmağa kati-
dir." (Gazali, a.g.e., s. 107)
Yukanda görüldü ki, Allah hakkında Nur isminin kullanılabileceği görüşü
ağırlıktadır. Ancak problem, bunun ne şekilde anlaşılacağıdır.

Bizim kanaalimize göre, te'vile gibneyenlerin yaklaşımıyla Yüce Allah'ın,


Zit'ı itibanyla mahiyetini bilemediğimiz bir Nur olması, O'nun kamattaki te-
cellisi ve tesiri itibariyle bizim bildiğimiz maddi ve manevi bütün nurlardan
beklenen fonksiyonlan gerçekleştirmesine, yani bu manada da Nur olarak ka-
24J8 e Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

bul edilmesinemani de~ldir. Mesela O'nun, mahiyetini bilemedi~imiz Nur ol-


ması, maddi ve manevi alanlarda yol göstermesine, hidayet vermesine, varlık­
Iann önünü aydınlatmasına engel teşkil etmez. Yine böyle olması, Gazali'nin
yaklaşımıyla, O'nun, bütün varlıklann Kendisiyle kaim olduğu hakiki varlık
olmasına da engel değildir. Dilde haklı bir mesnedi olan ve te'vilin kurallann.ı
uygun yapılan di~er bütün yorumlar da makbul karşılanabilir. Buna göre, Al-
lah, Nur olduğu gibi, nurların Sahibi, nuriann Yarahcısı, nurların Çekip Çevi-
ricisi, Süsleyip Bezeyen, nur gibi Temiz, Pak ve Nezih vs. kabul edilebilir.
Allah'ı bu ismiyle bilen ve taruyan mümin, O'ndan gelen hüküm ve kural-
lann da hayat için gerçek anlamda bir nur, rehber ve hidayet olduğuna inanır.
Dini prensip ve ölçülere daha bir dikkat ve özenle uymaya çalışır. O'ndan
uzak olmada her türlü körlük ve şakınlığın bulunduğunu bilir, O'na manerı
yakın olmaya gayret eder.

47/2. Ey nurları nuriandırani 0 -1}-JI.J~ Ç


Aıemde maddi ve manevi ne kadar nur, ışık ve aydınlık varsa, hepsini nur
kılan O'dur.

47/3· Ey nuriara suret ve şekil veren! 0 J}.JI.J~


, ,
Ç

Her nura ve her nurlu varlı~a irade ve kudretiyle maddi ve manevi suret
veren O' dur.

47/4· Ey nurları yaratanı 0 J}.JI


, jı.;.
, Ç

Ne kadar maddi ve manevi nur, ışık, aydınlık ve nurlu varlık varsa hepsi-
nin yarahası O' dur.

47/s. Ey nurları takdir eden! 0 J}.JI.J,ll;


, , Ç

Allah' ın, nurlan ve nurlu varlıklan takdir ve idare ettiğine ilişkin bazı ayet-i
kerimeler: "Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıklan ve aydınlı~ var eden
Allah'ın hakkıdır. Bir de kafieler kalkmışlar, bir takım putlan Rab'lerine eşit
sayıyorlar!" (6:1)

"Bir kimseye Allah nur vermemişse, artık o kimsenin aydınlıktan nasibi


yoktur." (24:40)
Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH( • m
"Allah'm, göğsünü İslam'a açtığı, böylece Rabb'inden bir nur üzere bulu-
nan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir?" (39:22)
"Onlar Allah'ın nurunu ağızlanyla üfleyerek söndünnek isterler. Fakat ka-
firlerin hoşuna gitmese de, Allah nurunu tamamlayacak (dünyanın her tarafı­
na ulaşhracakhr)." (61:8)
"O gün Allah, Peygamberini ve onun beraberindeki mürninleri utandınnaz.
Onların nuru, önlerinden ve sağ taraflarmdan süratle ilerler. Şöyle derler onlar:
"Ey Kerim Rabbimiz! Nurumuzu daha da arhr, tamamma erdir, kusurlanrnızı
affet, çünkü Sen her şeye kadirsin." (66:8)

47/6. Ey nurları idare eden! 0 ;}JI ;~ Ç


" ,

Allah, tüm nurlarm çekip çeviricisidir. Ne kadar, nur ve nurarn varlık varsa
hepsini yaratan, hepsini sevk ve idare eden, emir ve iradesine boyun eğdiren
O'dur.

47/7· Ey bütün nurlardan evvel olan Nur! 0 ;} jb J.j r;; Ç


- ,

Tüm nurlan O yarathğma ve varlığının bir başlangıa bulunmadığma göre,


hepsinden önce olması zorunludur.

47/8. Ey bütün nurlardan sonra da varlıp devam eden Nur!

O, bütün nurlar, sönüp kaybolduktan ve yok olup gittikten sonra da varlığı


devam edecek olan ebedi Zlt'hr.

47/9. Ey bütün nurların üstünde olan Nur! 0;} jb Jjll~} Ç


- ,

O'nun nuru bütün nurlarm sonsuz derecede fevkindedir. O'nun tarafından


,
yaratılmış nuriann O'nun azarnet nuroyla mukayese bile edilmesi mümkün
..
mu.

47/to. Ey hiçbir nur kendisine benzemeyen Nur!


300 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

O, öyle mukaddes ve yüce bir nurdur ki, O'na benzeyebilecek hiçbir nur
yoktur. Zaten şu ayet-i kerime, hiçbir şeyin hiçbir şekilde O'na benzemediğini
açıkça ifade ebnektedir: "O'nun benzeri hiçbir şey yoktur. O, her şeyi hakkıyla
işitir ve bilir." (42:1 1)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-48-

48/1. Ey bağış ve ihsan.ı yüksek olan! 0


.,. -
~"'

ı...A.ı~ •jllı.S.:; Ç
'
Allah'ın rahmet ve kereminin meyveleri olan bağış ve ihsanlan son derece
açık, de~erli ve boldur. Cenab-ı Hak Kur'an'da, Süleyman Peygamber'e ver-
diklerini hahrlatbktan sonra bağış ve ilisanının hesapsız olduğunu ifade buyu-
ruyor: "İşte bu, sana ihsarurnızdır. İster dağıt, ister yanında tut, bu hesapsız­
dır." (38:39)

Bu dünyada, kim neyi isterse Allah onu kendisine verir: "Hepsine, dünyayı
isteyenlere de, ahireti isteyenlere de Rabbinin ihsanından veririz. Rabbinin ih-
sanı kısıtlanmış değildir." (17:20)

Mürnin kullanna Cennet'teki bağışını da şöyle niteliyor: "Mutlu olanlar ise


Cennet'tedirler. Senin Rabbinin dilemesi hariç gökler ve yer durdukça orada
ebedi kalacaklardır. Kesintisi olmayan bir ihsan içinde olacaklardır." (1 1:18)

.,. ... .J.J

48/2. Ey fiili latif olan! 0 ~ ~:; Ç

Allah'ın fiilleri, hem son derece letafetli, ince ve zariftir; hem de büyük lutuf
ve ihsan gayelerine yöneliktir. Hz. Mevlana, Yüce Allah'ın ince, lutuf dolu fiil.
lerini, baharda canlılar alemi üzerinde yaphğı etkiyle akla yaklaşhnnaya çalı­
şır. Ona göre gizli bahar, etkilerinden; görmediğimiz Yüce Sanatkar da eserle-
rinden bilinir: "Selviler, yeşillikler, çiçekler, güller dilsiz dudaksız olarak suya
ve ilkbahann adaletine teşekkür edip dururlar! Zarif, kıymetli elbiseler giymiş­
ler, eteklerini sürükleyerek, neşeli, kendilerinden geçmiş gibi hoş bir halde oy-
namadalar ve her tarafa misk-i arnher kokulan saçmadalar! Onlann her cüz'ü,
Kur'In ve Hikmet lııQında CEVŞEN ŞERH! •301

her parçası bahar padişahından gebe kalmışlar; bedenleri, meyve incileri ile
dolmuş taşıyor! Sanki, evlenmeden, kendisine dokunulmadan Hz. İsa'ya gebe
kalmış Meryem'ler gibi susmaktalar; laf ettikleri yok, fakat hal dilleri ile, gönül
dilleri ile çok fasih, çok manalı, latif sözler söylüyorlar! Her konuşan dil, ko-
nuşma gücünü Hakk'ın nurundan alrnadadır! Bahar mevsiminde her ağacın
sayısız yapra~, her çiçek, her yeşil, hatta ağaçlarda neşeli neşeli öten kuşlar,
böcekler hepsi hepsi lisan-ı haıieri ile konuşmadalar; hepsi de, konuşma gücü-
nü Hakk'ın nurundan alrnadadır!"

48/3· Eyldtfu daim olan! 0~~~i,\:; Ç


'
Allah'ın lutuflan kesintisizdir. Rahmet ve keremi baki olduğundan lutuflan
da sürekli tazetenerek devam eder. Allah'ın, lutuf ve nimetinin sonsuz bir ha-
yatta ebedi olarak devam edeceğine ilişkin şu ayet-i kerime çok anlamlıdır:
"Onlann Rabbi kendilerinin, kabndan bir rahmete, bir rıdvana ve içinde daimi
nimetler bulunan Cennet'lere gireceklerini müjdeler." (9:21)

48/4· Ey ihsanı kadim olan! Q~ii ~~~:; Ç


'
Allah'ın biz kullan üzerindeki nimetleri varlık ve hayata adım attığımız ilk
andan itibaren devam etmektedir. Hatta, çok daha eskilere dayanmakta ve sa-
rayımız olan şu dünyanın kurulmaya başlamasından itibaren bu ihsanlar baş­
lamış bulunmaktadır. Şükür gerektiren tüm bu ihsanlar dururken, ibadetleri-
miz karşılı~da yeni ihsanlar beklerneye veya binbir hikmet için maruz bıra­
kıldığımız bir sıkınhdan dolayı yakınmaya hakkımız olabilir mi? Şu sahrlar bu
gerçeği ne güzel ifade etmektedir:

"Ey insan-ı müşteki! Sen madum (yoklukta) kalmadın, vücud nimetini giy-
din, hayab tattın, camid kalmadın, hayvan olmadın, İslamiyet nimetini bul-
dun, dalalette kalrnadın, sıhhat ve selamet nimetini gördün ve hakeza ...
Ey nankör! Daha sen nerede hak kazanıyorsun ki, Cenab-ı Hakk'ın sana
verdiği mahz-ı nimet olan vücud mertebelerine mukabil şükretmeyerek; imka-
nat ve aderniyet nev'inde ve senin eline geçmediği ve sen layık olmadı~ yük-
sek nimetierin sana verilmediğinden babl bir hırsla Cenab-ı Hak'tan şekva edi-
yorsun ve küfran-ı nimet ediyorsun? Acaba bir adam; minare başına çıkmak
gibi ali derecatlı bir mertebeye çıksın, büyük makam bulsun, her basamakta
büyük bir nimet görsün; o nimetleri verene şükretmesin ve desin: 'Niçin o mi-
nareden daha yükseğine çıkamadım' diye şekva ederek ağlayıp sızlasın. Ne
kadar haksızlık eder ve ne kadar küfran-ı nirnete düşer, ne kadar büyük diva-
nelik eder, divaneler dahi anlar." (Bediüzzaman, Mektubat, 286)
302 • Kur'in vt Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH i

o# ~

48/s. Ey sözü hak olan! 0 :,;.. ~ ji ~ Ç


Do~ söylememek, gerçek dışı konuşmak ya bilgisizlikten, ya acizlik ve
korkaklıktan veya hıyanetten ileri gelir. Yüce Allah ise, tüm bu çirkin nitelik-
lerden sonsuz derecede münezzehtir. Şu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın bu vasfı­
nı açıkça ifade etmektedir: "Gökleri ve yeri hak ve hikmetle yaratan O'dur. O,
'ol!' dediği zaman her şey oluverir. Sözü hakhr. Sura üfleneceği gün de haki-
miyet O'nundur. Görümneyeni de, görüneni de, olmuşu da, olacağı da O bilir.
O, hakim ve habirdir (tam hüküm ve hikmet sahibi ve her şeyden hakkıyla ha-
berdardır)." (6:73)

48/6. Ey vaadi doğru olan! 0 j~ ~J.;:.j ~ Ç

Vaadinden dönmek, ya acizlikten veya tehdit ettiklerinini affetmekten ilen


gelir. Sonsuz kudret sahibi Allah için acizlik söz konusu değildir. Hadsiz zu-
lüm ve suç işleyen ve düşmanları olan inkarolan affetmesi de söz konusu
olamaz. Şu ayet-i kerimeler Allah'ın vaadinde sadık olduğunu ifade ediyorlar:
"Size vadolunan şey elbette doğrudur. Hesap ve ceza mutlaka gerçekleşecek­
tir." (51:5-6) "İman edip makbul ve güzel işler yapanları, ebedi kalmak üzere
içinden ırmaklar akan Cennet'lere yerleştireceğiz. Bu, Allah'ın gerçek vaadidir.
Allah'tan daha doğru sözlü kim olabilir?" (4:122); "(Cennet'tekiler de:) 'Bize
verdiği sözü yerine getiren ve bizi dilediğimiz yerinde oturacağımız bu Cennet
yurduna varis kılan Allah' a hamdolsun. (Allah için) çalışaniann ücreti ne gü-
zeldir!' derler." (39:74)
~

48/7· Ey affı fazi olan! 0 ~ ~# ~ Ç

Allah'ın affının bir fazi ve kerem, azabının ise adaletin ta kendisi olduğuna
şu sabrlar ne güzel ışık tutar: "Nefs-i emmare tahrip ve şer cihetinde nihayetsiz
cinayet işleyebilir, fakat icad ve hayırda iktidan pek azdır ve cüz'idir. Evet, bir
haneyi bir günde harab eder, yüz günde yapamaz. Lakin e~er enaniyeti bıraksa,

vazgeçse, istiğfar ederek tam abd olsa; o vakit ~G.::...;. ~~~:


.
hayn ve vücudu tevfik-i İlahi ye' den istese, şer ve tahripden ve nefse itimaddan
~

':. ~\ J~ (Ancak
, ,,. , "'

şu var ki dönüş yapıp iman edenler güzel ve makbul işler işleyenler müstesna-
dır. Allah onlann kötülüklerini iyiliklere, günahlarını sevapiara çevirir. Çünkü
Allah, Gafur'dur, Rahim'dir [(çok affedicidir, merhamet ve ihsanı boldur.)
(25:70)] sırrına mazhar olur. Ondaki nihayetsiz kabiliyet-i şer, nihayetsiz kabi-
liyet-i hayra inkılab eder. Ahsen-i takvim kıymetini alır, a'la-yı illiyyine çıkar.
Kur'1n ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH! • 303

İşte ey gafil insan! Bak Cenab-ı Hak.k'm fazlma ve keremine! Seyyieyi (kötü-
lüğü) bir iken bin yazmak, haseneyi (iyili~) bir yazmak veya hiç yazmamak
adalet olduğu halde; bir seyyieyi bir yazar, bir haseneyi on, bazan yetmiş,
bazan yediyüz, bazan yedi bin yazar. Hem şu nükteden anla ki; o müthiş Ce-
hennem' e girmek ceza-yı ameldir, ayn-ı adildir. Fakat Cennet'e girmek, mahz-ı
fazıldır." (Sözler: 320-321)

48/8. Ey azabı adalet olan! 0 ~~ ~~~:;. \;

Azabmm adalet olduğu bir önceki ismin izahından anlaşıldı.

48/9· Ey zikri tatlı olan! 0 j;.. ~~~:;. \;


Gönüller ancak Allah'ı anmakla huzur bulur ve itmi'nane erer. Bu gerçek,
Allah'ı anmayı, O'nun sanat ve nimetleri üzerinde tefek.kür etmeyi prensip ha-
line getiren herkesçe tecrübeyle sabittir. O'nu anmak, öylesine halavetli, tatlı
ve lezzetlidir ki, tekran, usandırmak şöyle dursun, yapıldı.kça yapana zevk ve
şevk verir.

wl:;.\;
, J

48/ıo. Ey dostlup lezzetli olan! 0 ~.:Ll


1

Kul için, Allah ile dost, hemdem ve sırdaş olmak dünya ve ahirette erilecek
en yüksek mazhariyet ve en ulvi lezzettir. Cennet'te, O'nun Yüce huzuruna
hususi kabulün ve cemalini seyretmenin verdiği lezzetin, tüm cennet nimetle-
rini unutturduğu hadis-i şeriflerde dile getirilmiştir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-49-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyonım:


304 • Kur'an v~ Hikmrt ı,ı~ında CEVŞEN ŞERH!

49/1· Ey kullannı nimet ve ihsanına nail eden Münevvil!Q J~ Ç

Allah, bu isminin gereği olarak türlü türlü nzık ve yiyecekler yarabr, mah-
lukatina bolca ikram eder. Denizin dibindeki balıklardan, karaiann en küçük
canlıianna kadar, hiçbir varlığı maddi ve manevi gıdasız bırakmaz.

49/2. Ey bütün müşkülleri halleden ve bak lle bablın


arasını ayıran Mufassıl! 0 F
~

Allah, mahlukatını tür ve kısırnlara ayıran, gerçekleri hikmetinin gerektir-


diği ölçüde detaylı bir şekilde anlatan, hakkı batıldan ayırt ettiren, adaletini
gerçekleştirerek varlıklarm arasındak ihtilaflan çözüme kavuşturandır. Bır
ayet-i kerirnede, "Biz her şeyi detaylı bir şekilde açıkladık." (17:12) buyurarak
bu vasfına dikkat çekiyor.

49/3. Ey istediğini istedili şekilde deiişt:iren Mübeddil! 0~~ ~

Allah bu vasfının gereği olarak mesela, gece ve gündüzü bir birbiriyle de·
ğiştirmekte, yeryüzünü mevsimden mevsime çevirmekte, insaniann renk vt·
dillerini birbirinden farklı kılmaktadır. Günde bazen birkaç defa, atmosferi bu·
lutlarla doldurup ardından rüzgar süpürgesiyle silip süpürerek gökyüzü say·
fasını değiştirmektedir. Aynca, kıyametteyeri ve gökleri başka yer ve göklerle
değiştirecek, Cehennem' e giden bed.bahtlann yanan derilerini yeni derilerle
değiştirecektir.

49/4· Ey zorlukları kolaylaştıran Müsebhll! 0 Jj"' : Ç


Allah, zorlaştıncı değil, kolaylaştıncıdır. Kullan için kolaylık diler, zorluk
dilemez. Hayah kolaylaştıncı vesile ve vasıtalar yarabr. Zor anlannda kullan-
nın imdadına koşar, sıkınhsını rahata tebdil eder.

49/5· Ey istediğini zelillalan ve mahlukabna boyun


,.,., ,
eldiren Müzellil! 0 J~ Ç
Kur'in vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI •305

Allah, bal ansına yaylım yollan müsahhar kılan (16:69); binrnek ve etlerin-
den yemek için hayvanlan insaniann emrine arnade kılan (36:72); Cennet ağaç­
lannın meyvelerini kolayca kopanlacak bir şekilde dostlannın hizmetine hazır
hale getirendir. (76:14)

49/6. Ey kitaplar ve bereketler indiren; diledilinin


rütbesini alçaltan Münezzil! 0 ~~ Ç

Gökten yere, yukandan aşağıya inen her türlü maddi ve manevi varlıklann
indiricisi Yüce Allah'hr. Buna göre, yağmuru, nzık ve bereketleri, vahiy ve
kutsal kitaplan indirendir. Aynca, alçalhlmayı hak eden kimselerin derece ve
riitbesini de düşürendir.

49/7· Ey kiinattaki bütün işleri döndüren ve kullannı bilden hile


sevk eden Muhavvil! 0 ~ r Ç
Allah, güzel isimlerinin tecelllierini tazelemek ve kullannı imtihan etmek
gibi hikmetlerden dolayı varlıklan halden hale çevirir. Genişlik ve darlı.k, var-
lık ve yokluk, tokluk ve açlık, hayat ve ölüm, aydınlık ve karanlık, sıcak ve so-
ğuk, nimet ve nıkmet vs. hep O'nun izni ve iradesi dahilinde varlıklann zaman
zaman maruz kaldıklan değişikliklerdir.

49/8. Ey her şeyi müni.sip şekilde güzelleştiren Mücemmil!

Gökyüzünü çeşit çeşit yıldızlarla, yeri türlü türlü çiçek ve rengarenk, kü-
çüklü büyüklü hayvanlarla, insan vücudunu sayısız hüsün tecellileriyle güzel-
leştiren ancak O'dur.

0 J; h__: Ç
~

49/9· Ey her şeyi kemale erdiren Mükemmil!

İslam dinini biz kullan için bir hayat programı olarak mükemmel kılan
O'dur. Her şeye bir kemal noktasına ulaşması için gerekli donarumı verip, o
kemal noktasına doğru adım adım ilerleten, bu süreçte lazım olan her şeyi ona
sağlayan ve hedeflenen kemali gerçekleştiren O'dur. Kısaca, her konuda ol-
gunlaşbnp tamamlayan O'dur.
306• Kur'An ve Hikmet !~ıQında CEVŞEN ŞERH!

49/10. Ey istedilini istediline üstün kılan Mufaddlll 0 j ! ~: Ç


Allah, dilediği kuluna üstünlük verir. Her varlığa kendisine özgü üstünlük-
ler lfıtfeder. Kullan arasında hikmeti gereği dereceleri paylaşhnr. Mesela, Hz.
Adem'i ilimle meleklerden üstün kılmışbr. Hz. Muhammed (a.s.m.)'i tüm in-
sanlara üstün kılmışhr. Bir ayet-i kerimede bu üstün kılışın başka bir alanda
tecellisini şöyle ifade etmektedir: "Allah, maişet ve nzık hususunda kiminizi
kiminize üstün kıldı." (6:71)

e .)o1 ~ \;;~1 ~~\'1 ~~'ll~~ '1~- ~~'1 ç ~~


, ,, ... ,.
, ' , , -: ,
, , ,

Sen bütün kusıır ve noksan sıfatiardan miinezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-50-

sofl. Ey her şeyi gören, fakat Kendisi görülmeyeni


Bir ayet-i kerimede, yadırgayıcı bir soruyla "O bilmiyor mu ki Allah, olan
biten her şeyi görür?" (96:14) buyrularak Allah'ın her şeyi gördüğüne dikkat
çekilir.
Hz. Musa'nın, Kendisini görmek istemesi üzerine verilen şu cevap ise,
O'nun bu dünya gözüyle görülemeyeceğini gösterir: ["Sen Beni göremezsin.
Ama şimdi şu dağa bak, eğer yerinde durursa sen de Beni görürsün!" derken
Rabbi dağa tecelli eder etmez onu un ufak ediverdi. Musa da düşüp bayıldı.
Kendine gelince dedi ki: "Sübhansın ya Rabbi. Her noksanlıktan münezzeh ol-
duğun gibi, dünyada Seni görmemizden de münezzehsin. Bu talebimden ötü-
rü tevbe ettim. (Ben ümmetim içinde Seni görmeden) iman edenlerin ilkiyim!"]
(7:143)

so/2. Ey her şeyi yaratan, fakat Kendisi yaratılmayani


O her yarahlmışın yarahası olduğu halde yarablrnış olmaktan münezzeh-
tir.
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 307

S0/3· Ey her şeye yol gösteren, fakat Kendisi


' ,
yol gösterilmeye muhtaç olmayan! 0 ı.>~'Yj ı.S~:; Ç
'
Allah, yol gösterilmeye ve hidayete muhtaç bütün yarahlmışlan yol gösteri-
ci duyu ve duygutarla donatan, bazılanna akıl ihsan eden, peygamberler ve
semavi kitaplar yollayarak da bu vasfıru ortaya koyan ve bunlardan yararla-
nanlara iman nasip ederek tüm bu hidayetlerin en büyük gayesini gerçekleşti­
rendir.

so/4· Ey hayat veren, fakat Kendisi


hayat verilmeye muhtaç olmayan! 0~ ~J ~:;
, Ç

Bediüzzaman, Yüce Allah'ın bu "hayat verici" vasfını şöyle açıklıyor: "Ha-


yat veren yalnız O'dur. Öyle ise, her şeyin Halık'ı dahi yalnız O'dur. Çünkü
kainahn ruhu, nuru, mayesi, esası, neticesi, hülasası hayattır. Hayah veren kim
ise, bütün kainahn Halık'ı da O'dur. Hayatı veren elbette O'dur, Hayy u Kay-
yum'dur.
Zemin yüzünün sahrasında çadırlan kurulmuş gayet muhteşem zihayatlar
ordusunu görüyoruz. Evet Hayy u Kayyum'un hadsiz ordulanndan, her bahar
mevsiminde yeni silah altına alınmış, gaibden gelen taze bir ordu meydana
çıkmış görüyoruz. Şu orduya bakıyoruz ki: Nebatat taifelerinden iki yüz bin-
den ziyade ve hayvanat milletlerinden yine yüz binden fazla çeşit çeşit muhte-
lif kavimler görüyoruz. Her bir milletin, her bir taifenin elbisesi ayn, erzakı ay-
n, talimah ayn, terhisah ayn, silahlan ayn, müddet-i askeriyeleri ayn olduğu
halde; bir kumandan-ı azam hadsiz kudret ve hikmetiyle ve nihayetsiz ilim ve
iradesiyle, bitmez rahmetiyle, tükenrnez hazinesiyle, hiçbirini unutmayarak,
şaşırmayarak, kanşhrmayarak, geciktirmeyerek, ayn ayn bütün o üç yüz bin-
den ziyade milletleri ve taifeleri kemal-i intizam ile, tamam-ı mizan ile, vakti
vaktine ayn ayn erzaklannı, ayn ayn elbiselerini, ayn ayn silahlanru vererek,
ayn ayn talimat yaphrarak, ayn ayrı terhisat ettiğini, gözü bulunan bilmüşahe­
de görür ve kalbi bulunan biaynelyakin tasdik eder.
İşte hiç mümkün müdür ki: Şu ihya ve idareye ve şu terbiye ve iaşeye; o or-
duyu bütün şuunahyla ihata eden bir ilm-i muhitin ve o orduyu bütün levazı­
mahyla idare eden bir kudret-i mutlakanın sahibinden başkası kanşabilsin,
müdahale edebilsin, onda hissesi olsun? Yüzbinler defa haşa!" (Mektubtit, s.
239)
308 • Kur'In ve Hikmet lııQında CEVŞEN ŞERH!

Böylesine, her hayat sahibini ihya eden Zat, başkası tarafından ihya edilmiş
olmaktan hadsiz derecede münezzehtir.

so/s. Ey her şeyi doyuran, fakat Kendisi


doyundmaktan münezzeh olan! 0~~J~:;. Ç

En'am Suresi 14. ayet-i kerimesinde Yüce Allah'ın bu vasfı açıkça dile geti··
rilmiştir: "De ki: Gökleri, yeri yaratan, beslenmeyip besleyen Allah'tan başka­
sını mı Tann edinecek mişim?"

Fıtrabn güçlü ve köklü manbğıdır bu. Dostluk kime sunulacak, kime bağla··
rulacak? Göklerin ve yerin yoktan var edicisine değil de kime?· Göklerde w
yerde yaşayan bütün canlılarm rızkıru verene, herkesi yedirdiği halde yediren1
olmayana değil de kime? (Seyyid Kutub, Fi Zıldl, ilgili ayeti.n tefsiri)

so/6. Ey her şeyi koruyan, fakat Kendisi


konınmaya muhtaç olmayan! 0 ~~~J ~:;. Ç
'
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle dikkat çekilir: "De ki
'Peki her şeyin gerçek yönetimini elinde tutan, Kendisi her şeyi koruyup göze··
ten, ama Kendisi himaye altmda olmayan kimdir? biliyorsanız söyleyin baka··
lım!" (23:88)
Evet, kimdir gücüyle dilediğini koruyan, kimseye ihtiyaa olmayan, kimse-·
nin onu korumasına imkan bulunmayan, kullarmdan birine bir kötülük dile··
diğinde, o kulu kurtaracak hiçbir güç bulunmayan?

so/7· Ey her şey hakkında karar veren, fakat Kendisi


hakkında karar verilemeyen!0 4;. u ;, i~~J ~ ~ Ç
, '
Allah'ın hüküm ve karar verici vasfına şu ayet-i kerimelerle dikkat çekil·
mektedir: "Şüphesiz Allah dilediği hükmü verir." (5:1) "Peki, görmüyorlar mı
yeryüzünü, sahip olduğu en iyi şeylerden her gün biraz daha yoksun bıraka·
rak (cezalandına müdahalelerimizle) nasıl yokluyoruz? (Bilmiyorlar mı ki,:•
Allah hüküm verdiği (zaman) O'nun hükmünün önüne geçecek kimse yoktur
(ve yine bilmiyorlar mı ki) O, hesabı pek çabuk olandır!" (13:41)
Kur'.ln ve Hikmet l~ı!jında CEVŞEN ŞERHI • 309

so/8. Ey hüküm veren, fakat Kendisine hükmedilemeyen!

Allah, ne Kendisi ne de hükmü hakkında başkasının karar almasına izin


vermez: "0, hükmünde kimseyi kendine ortak tutmaz!" (18:26)

S0/9· Ey doturmayan ve doimayan! CD:J; ~J ~ ~ ~ Ç


Allah'ın gerçekliği ezeli ve ebedi olarak değişmeyen bir gerçekliktir. Bir
halden bir hale geçip durmaz. Her durumda mutlak kemal sahibidir. Do~m
ise üremektir. Eksiklik veya yokluktan sonra fazla olan bir varlık halidir. Bu ise
Allah için imk.insızdır. Sonra bu çift olmayı gerektirir. Çift olmak ise denginin
bulunmasını. Bunlar da O'nun hakkında imkansızdır. Bu nedenle "tek" sıfab
baba ve çocuk anlayışını reddetmeyi de kapsamaktadır. (Seyyid Kutub, Fi Zı­
ldl, İhlas Sfıresi: 3. ayetin tefsiri)

sofıo. Ey hiçbir şey Kendisine denk olmayan!

Yani, O'nun bir eşi ve dengi yoktur. Ne varlığının hakikatinde ne faaliyeti-


nin hakikatinde, ne de zati sıfatlannın herhangi birinde eşi ve benzeri yoktur.
Bu da O'nun "Ehad = tektir" sıfah ile ifade edilmiş olmaktadır. Buradaki ise
pekiştirme ve açıklamadır. Bu anlayış dualizm inanoru reddetmektedir. Çün-
kü dualizmde Allah, iyilik ilahı kabul edilir. Karşısında bu inanca göre bir de
kötülük ilahı vardır. Bu kötülük ilahı O'nun iyilik işlerini tersi ile karşılar ve
yeryüzünde bozgunculuğu yaymaya çalışır. Dualizm inanışlannın en yaygın
olanı eski İran inanadır. Bu inançta bir aydınlık ilahı, bir de karanlık ilahı var
kabul edilirdi. Bu anlayış Arap Yanmadası'nın güneyinde hakim olmuştu. Zira
bu kesimler İranlılann nüfuzu ve hakimiyeti alhndaydı. (Seyyid Kutub, Fi Zı­
ldl, İhlas Suresi, 4. ayetin tefsiri)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
310 • Kur'In ve Hikmet lşıOında C EV~ EN ~ERHI

-51-

51/1- Ey en iyi Sevgili! 0 •~ _.;.lı~ Ç


1 ,

"En iyi" diye çevirdi~iz, "Ni'me" kelimesi, aslında "ne iyi", "ne güzel"
anlamındadır.

O sevgilerinen iyisi ve en güzeline layıkbr. Çünkü, sevgisi nzasma ve ebedi


cennetine ualştıru. Üstelik, aasız, elemsiz ve aynlıksızdır.

51/2. Ey en iyi Tabibi 0 <_.kil~


' 1
Ç ,

Dünya en büyük hastane, yeryüzü bir eczane, Yüce Allah ise, her derde bir
derman yaratan, gerçek şifa kayna~ olan en iyi tabiptir:
"Müthiş bir hastalıktan şifa bulmak, eğer tevhid nazanyla bakılsa; birden,
zemin denilen hastahane-i kübrada bulunan bütün dertWere, alem denilen
eczahane-i ekberden ilaçlan ve dermanlanyla şifa ihsan etmek yüzünde, Ra-
him-i Mutlak'ın cemal-i şefkati ve mehasin-i rahimiyeti külli ve şaşaalı bir su-
rette görünür. Eğer tevhid nazarıyla bakılmazsa; o cüz'i fakat alimane, basira-
ne, şuurkarane olan şifa vermek dahi, camid ilaçlarm hasiyetlerine ve kör ku\'-
vete ve şuursuz tabiata verilir. Bütün bütün mahiyetini ve hikmetini ve kıyme­
tini kaybeder." (Bediüzzaman. Şudlar, s. 8)

51/3· Ey en iyi Hesap Görenı0< _ ;jı~: Ç


"Hasib" kelimesinin iki farklı manası vardır:

a) Hesaba çeken.
b) Kafi gelen.
Allah her iki manada da en iyi ve en güzel Hasib'tir. Bu isimle ilgili geniş
açıklama 45/S'te geçti. Yüce Allah, kullarına en iyi şekilde kafi gelen, yeterli
olandır. Aynı zamanda hesabı göz açıp kapayıncaya kadar kısa bir sürede gö-
ren, muhasebeyi çabuk yapan ve affetmediği kulunu sıkı hesaba çekrnektf'n
vazgeçmeyendir.

51/4· Ey en iyi Yakın! 0 ~;ili~ Ç


1 ,

Allah'ınKan'b ismiyle ilgili açıklama, 45/l ve 46/lO'da geçti. Yüce Allah'ın


yakınlı~ en faydalı, en güzel ve en iyi yakınlıkhr. O'nun yakınlı~dan veya
O'nun narnma olan yakınlıklardan başkasmda fayda yoktur.
Kur'.\n vf Hikmft l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 311

sı/s. Ey en iyi Gözetleyici! 0 ~~ı;;.:,


1 ,
Ç

Allah'ın "Rakib" ismiyle ilgili geniş açıklama 32/3 ve özellikle de 45/2'de


geçti. Yüce Allah, mahlukahru en güzel şekilde görüp gözetleyen ve iyi şekilde
onlan muhafaza ve kontrol edendir.

sı/6. Ey en iyi Cevap Veren! 0 / •


-~ı;_;u Ç
1 ,

Bir ayet-i kerimede bu isim şöyle yer almaktadır: "Nuh, bize seslenmişti de
Biz, ona ne güzel karşılık vermiştik." (37:75)
Ayette, Hz. Nuh'un feryadına işaret olunuyor. O uzun bir tebliğ dönemin-
den sonra ümidini kesmiş ve Allah'a şöyle feryad etmişti: "Rabbim, ben yenil-
dim, bana yardım et!"
Allah'ın Hz. Nfıh'a cevabı, duasını kabul huyurup düşmanlanru helak et-
mesi, kendisiyle beraber mürninleri kurtuluşa erdirmesi şeklinde olmuştur.

St/7· Ey en iyi Dost! 0. :.;,~ı;..;.:, Ç


V •1 ,

"Dost" diye çevirdiğimiz "Enis" kelimesi, aynca, arkadaş, ünsiyet edilen,


alışılmış,
ülfet edilen, sevilen vs. anlamianna gelir. Yüce Allah, kelimenin tüm
bu zengin içeriğiyle gerçek anlamda Enis, hem de ne güzel ve ne iyi Enis'tir!
, .
sı/8. Ey en iyi Veldi! 0 ~)H~: Ç

Vekil, birinin işini


üzerine alan, koruyucu ve gözetici, yardım edici ve sahip
çıkıcı anlamlarına gelir. Bu isim bir ayet-i kerimede geçmektedir: "Onlar ki,
kendilerine bazı kimselerin, 'Düşmanınız olan insanlar size karşı ordu toplayıp
hazırladılar, (aman) onlardan korkun!' demeleri, onların ancak imanını arbrdı
da, 'Allah bize yeter, O ne güzel Ve kil' dir (koruyucu ve gözetici, yardım edici
ve sahip çıkıadır)!' dediler." (3:173)
1 •

St/9· Ey en iyi Efendi! 0 jj..JI~ Ç

İki ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu ve bundan sonraki vasıflan yer al-
maktadır. Biri şu mealdedir: "Ve bütün bunlara rağmen onlar yine de (hakça
olandan) yüz çevirirlerse, arhk bilin ki, Allah sizin yüceler yücesi Efendiniz-
312 • Kur'Jn vf Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!

dir; ne yüce, ne üstün bir Efendidir O, ve ne güzel, ne eşsiz bir Yardımcıdır!"


(8:40)
Yani, eğer
küfürlerinden dönmez ve Hz. Peygamber ile savaşmaya son
verınezlerse, Siz de iyi biliniz ki, muhakkak Allah, sizin mevlaruz, veliniz ve
yardımanızdır. Şu halde onlann düşmanlıklanndan korkmayıruz, Allah'a da-
yanıruz, O ne güzel Mevla, ne güzel yardımcıdır ki, sahip çıkhğı kaybolmaz,
yardım ettiği mağlup olmaz.

İlgili ikinci ayet ise şudur: "Ve Allah'ın davası için, O'nun yolunda göste-
rilmesi gereken en zorlu, en üstün çabalara girişin; (mesajına muhatap ve ta~ı­
yıa olarak) sizi seçen ve din konusunda üzerinize bir zorluk, bir güçlük yük-
lemeyen O'dur: (Ve size) ataruz İbrahim'in inananı (izlemeyi öneren de O) El-
çinin sizin önünüzde ve sizin de tüm insanlığın önünde gerçeğe tanık olmanız
için geçmiş çağlarda da, bu ilahi mesajda da, sizi 'kendilerini yürekten Allaha
teslim edenler' diye isimlendiren O'dur. Öyleyse, salatta (namazda) devamlı
ve duyarlı olun, annmak için verilmesi gerekeni verin ve sımsıkı Allah'a bağl.ı­
nın. Sizin gerçek Efendiniz O'dur; ne üstün, ne yüce Efendi; ne üstün, ne yüce
Yardımcı!" (22:78)

51/10. Ey en iyi Yardımcı! 0 ~~~ Ç


1 ,

Yardım etmek manasındaki "Nasr" mastarmdan gelen Nasir, çok yardım


eden, te'yid ve takviye eden demektir. (Beyhaki, a.g.e., s. 68)
Fiil şeklinin çokça geçtiği Nasir ismi, Kur'an'da daha ziyade "Sizin O'ndan
başka veliniz ve yardımanız yoktur." (2:107), "Allah'tan başka kendileri için
bir veli ve yardımcı bulamazlar." (4:173) gibi olumsuzluk ifade eden cümleler-
de bulunur. Bir de en çok geçtiği şekil, "0, ne güzel Mevla , ne güzel yardım
edendir." (22:78; 8:40) medih fiili "Ni'me"ye fail olduğu durumlar ile, "Kefa"
fiili ile ilgili geldiği yerlerdir. "Hidayet edici ve yardım eden olarak Rabbin yt'-
ter." (25:31) şekilleridir.
Bir ayette de Yüce Allah yardım edenlerin en hayırlısı manasında "Hay-
ru'n-Nasırin" olarak nitelenmektedir. (3:150)

"Yardım edici olmak" ullıh.iyetin en ayıncı vasıflanndan birisidir. Çünkü


sahte tanrılar yardım
edemezler. "Belki yardım olunurlar diye Allah'tan
başka tannlar edindiler. (O sahte tannlar) onlara yardım edemezler. Aksine
kendileri onlar için hazırlanmış askerlerdir (onlan koruınaktadırlar).'
(36:74-75)
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 313

Allah ise, çoğu defa insan istemeden ve ihtiyaanı daha kendisi bile bilme-
den evvel ona yardım eder. (Razi, Mefatih, I, 234) Muvaffakıyet ve muzafferiyet
ancak O'ndan gelir. (8:10) Peygamberlere (21:77; 9:40), müminlere (8:10; 2:286)
yardım eder. O'nun yardım ettiğine kimse galip gelemez. (3:160)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-52-

52/1. Ey Kendisini tanıyaniann sevinç kaynap! 0 ~,;~1 JJ~ Ç


...

Arif, Cenab-ı Hakk'ı yine O'nun verdiği nurla iyice bilen; alemi ve hadise-
leri İlahi feyiz ve ilimle gören; İlahi sır ve hakikatiere vakıf; aklıyla beraber
kalbi de nurlanmış, Allah'ın veli kulu demektir. İşte Yüce Allah, bu nitelikteki
has kullannın en büyük huzur, mutluluk ve sevinç kaynağıdır. O'nu bir kez
olsun bilen ve tanıyan bahtiyar bir kul, O'ndan ayn düşmekten, O'nu unut-
maktan ve O'ndan kopuk yaşamaktansa ölümü ve ateşiere atılmayı tercih
eder.
Allah, bu şekildeki kullanna ahirette nasıl bir sevinç ve sürur balışedeceğini
şu ayet-i kerime ile açıklamaktadır: "Allah da onlan o günün felaketinden ko-
rur, onlann yüzlerine nur, gönüllerine sünir verir." (76:11)

52/2. Ey Kendisini arzulayanlann dostu! 0c:).,~.,.jı ~~ Ç


1 ' '

Allah, Kendisini murat eden, arzulayan, özleyen ve Kendisine kavuşmak is-


teyen kullan için huzuru, teveccühü, yakınlığı ve rahmetiyle her şeye ve her-
kese tercih edilen en iyi can dostudur.

52/3· Ey Kendisine müştak olaniann imdadına koşan!

Müştak, arzulayan, özleyen, iştiyaklı, kavuşmak için can atan demektir. Al-
lah, bu şekildeKendisini aramak için yollara düşen, uğrunda didinen kullannı
314 • Kur'In ve Hikmet ltıOında CEVŞEN ŞERH!

yan yolda bırakmaz, onlann i.mdadma koşar, ellerinden tutar ve vuslahyla şe·
reflendirir.

52/4· Eytevbekirların sevgilisi! 0 ~ı;ıı


, ~, Ç
Şüphe yok ki Allah, insanlık gereği meydana gelebilecek kusurlardan dola-
yı çok çok tevbe edenleri sever. Onlar da, O'nu çok severler.

52/5· Ey ihtiyaç sahiplerine nzık veren! 0 ~ı


,, Jjı)
, Ç

İhtiyaç sahibi diye çevirdi~imiz "Mukıll" kelimesi, malı az olan, muhtaç.


fakir ve yoksul demektir. Aslında ve özünde her varlık, hatta en zengin olanı
bile gerçekte yoksul, Allah'ın vereceği nzka muhtaç ve fakirdir. Görünürde
zengin fakat gerçekte yoksul olan tüm zenginleri de nasiplendiren, kısmetlen­
diren ve nzıklarla besleyen O'dur.

52/6. Eygünab.kirlarııı ümidi! 0 "'

~~ı
,,
• ,J.

~b.-) Ç
-

Allah, en büyük günahlan bile işleyen kullannı da rahmet ışı~ göstererek


ümitlendirmekte ve böylece tevbe yoluna girmek için cesaretlendirmektedir:
"De ki: 'Ey çok günah işleyerek kendi öz canianna kötülük etmede ileri giden
kullanm! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günahlan
affeder. Çünkü O, gafur ve rahlmdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı faz-
ladır)." (39:53)

Şu ayet-i kerime de günahkarlar için büyük bir ümit kaynağıdır:


"Şu muhakkak ki Allah kendisine şirk koşulmasını affetmez, ama bunun al-
hndaki di~er günahlan dilediği kimse hakkında affeder." (4:48)

52/7· Ey sıkınbda olanların ferahlabcısı! 0 ~J~_.jı


, ~lS'
,
Ç

Yüce Allah'm, her türlü sıkmhdan ferahlaha olduğuna şu ayet-i kerime


ışık tutmaktadır: "De ki: 'Kararun ve denizin karanlıklarmdan bizi kurtanr-
san, elbette şükredenlerden olacağız', diye yalvararak ve gizlice dua ettiğ;­
nizde, sizi bundan kim kurtanr? De ki: 'Sizi ondan ve bütün sıkınhlardan
kurtaracak olan Allah'hr; böyle olduğu halde siz yine de şirk koşuyorsu­
nuz'." (6:63-64)
Kur'In vr Hlkmrt l~ığında CEVŞEN ŞERHl •llS

Şu ayet-i kerime de bu konuda çok anlamlıdır: "Eğer Allah sana bir sı.kınh
verirse O'ndan başkası onu gideremez. Sana bir hayır ve nimet verirse ... Zaten
O her şeye olduğu gibi, buna da elbette kadirdir." (6:17)

52/8. Ey gamlılara nefes aldıran! 0~~1 ~C ~:~ Ç

Hz. Yunus (a.s.)'ın balı~ın kanundan kurtuluşuna işaret eden şu ayet-ike-


rime Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker: "Biz de onun duasını kabul ettik ve
onutasadan kurtardık. İşte biz, inananlan böyle kurtannz." (21:88)

52/9· Ey mahzunlara kurtuluş yolu gösteren!

Yüce Allah'ın her türlü üzüntü ve endişeyi giderici vasfına, cennetliklerin


bir duasına yer veren şu ayet-i kerimeyle işarette bulunulmuştur: "Şöyle der-
ler: 'Hamdolsun bizden her türlü endişeyi gideren Allah'a! Gerçekten Rabbi-
miz gaffırdur, şektırdur (çok affedicidir, kullannın arnellerini ve şükürlerini
kabul edip mük.ifatlanru fazlasıyla verir).

, . , .,, . 411" G-
5 2/ıo. Ey önceki ve sonrakilerin İlahı! 0 ~ ·"YI'J~J
~.r: ·- -"YI 1
, -
', '
Allah, evvel geçen ve sonra gelen, kısaca ezelden ebede kadar gelmiş ve ge-
lecek olan tüm varlıklarm biricik yarahcısı, Rabbi ve ma'bududur. Bu gerçeği
şu ayet-i kerimelerde açıkça görüyoruz: "Bilin ki O, göklerin, yerin ve ikisi ara-
sındaki varlıklarm Rabbidir. O'ndan başka tann yoktur. Hayah veren ve hayah
alıp öldüren de O'dur. Sizin ve daha önce gelmiş geçmiş atalannızın da Rabbi-
dir." (44:7-8)
"O'dur Allah. O'ndan başka yoktur ilah. Başta da sonda da, dünyada da
ahirette de bütün hamdler, güzel övgüler O'nadır. Hüküm yetkisi O'nundur.
Sonunda varacağıruz yer de O'nun huzunıdur." (28:70)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
316 • Kur'In vr Hikmrt I1•0ında CEVŞEN ŞERHI

-53-

53/). Ey Cennet ve Cehennem'in Rabbi! 0;liılj


, Gl.....::_.,;
, . Ç
Ebedi mükifat yurdu, cemal ve rahmetinin sonsuz tecelligaru olan Cen-
net'in de; ebedi zindaru, celal ve gazabının sahnesi olan Cehennem'in de yara-
bcısı ve sahibi O' dur.

53/2. Ey peygamberlerin ve seçkiıılerin Rabbii0;Çı.


, ~~J~:.~ıı
,, ~) L.
Peygamberleri ve tüm hayırlı kimseleri yaratan, terbiye eden, kemale erdı­
ren ve hepsine sahip çıkan O'dur.

... • , • <tl"'!

53/3· Ey sıddıklarııı ve iyilerin Rabbil 0 ;ı;~ıj ~~~


" , , .... ..._;...,) Ç
Özü sözü do~, içieri dışlan bir, gerçek müminlerin ve iyi kimselerin de
Rabbi O'dur.

53/4· Ey küçülderin ve büyüklerin Rabbil 0 ;~lj


... ...
;~1
"" ...
~) Ç

Varlıklann en küçüğünden tutun da en büyüğüne kadar hepsini türlü yete-


neklerle donatan ve yetenekleri geliştirerek hedeflenen kemallerine erdiren Vt!
bu yolda onlara lazım olan her şeyi sa~layıp hedeflerinden geri bırakacak her
şeyden esirgeyen O'dur.

53/5· Ey danelerin ve meyvelerin Rabbi! 0 ;W~Ij


,
~, _;.;jı ~) Ç

Daneyi ve meyveyi, zigotu ve yumurtayı de terbiye eden, olgunlaşhnp ke-


male ulaşhran O'dur. Özellikle meyveler, O'nun mükemmel fazi ve keremini
hissettinnek için ihsan ve ikramıyla olgunlaşıp süslenerek dikkatleri üzerlerine
çekerler ve kendilerini nzık isteyenlerin nazarianna arz ederler.

53/6. Ey nehirlerin ve apçlann Rabbi! O ~L;...:.~lj ~~~~ ~) Ç


Nehirler, O'nun varidahnı depolama ve emrine boyun eğdinnesiyle yerden
fışkınr.
Mahlukata nzık olmak üzere gönderilen süslü, çiçekli, gülümseyen ve
Kur'3n vt Hlkmtt ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI • 317

sümbül veren bitkiler; meyvelerini canhlara vermek üzere ellerini uzatDuş ya-
praklı, çiçekli ve meyveli ağaçlar hep O'nun eseri olup O'nun rububiyeti alt-
ındadırlar.

Şu cümleleler bitki ve ağaçlann bu delalet yönlerine ne güzel ışık tutuyor:


ccEvet, bütün bitki ve ağaçlar, tam bir netlik ve açıklıkla, sarahat ve beyanla;
bilhassa tomurcuk çıkarma, çiçek açma, yaprak çoğaltma, meyvelerinin olgun-
laşması ve dallan üzerindeki, süslü çiçek ve goncalannın a~lanyla tebessüm
eden evlatlan olan meyvelerinin raksetmesi hengamında, muntaza.m sümbül
ve salkımlanrun dilleri, tohum ve çekirdeklerinin ölçülü harfleri, habbe ve
meyvelerinin manzum kelimeleri ve sanatlı nizamlannın mana ve delaletleriy-
le Sani'lerinin vücub-u vücud ve vahdaniyyetine şehadet ediyorlar. Bu bitki ve
ağaçlann sözü edilen nizamlan, bir mizan içerisindedir. O da bir tanzim için-
de, o da bir tevzin içinde, o da bir tezyin içinde, o da bir temyiz içinde, o da bir
sanat içinde, o da bir boya içinde, o da bir ziynet içinde, o da türlü türlü nakış­
lar içinde, o da çeşit çeşit tatlar içinde, o da muhtelif güzel kokular içinde, o da
renkler içinde, o da Hallak'ının sıfatlarının tecelliyatıru tavsif, isimlerinin cilve-
lerini tefsir, mahlukatına Kendini sevdirme ve tanıttırma iradesini tarif eden
birbirinden farklı ve muntazam şekiller içindedir. Bilhassa bunlar çiçeklerinin
zarif gözlerinden damlayan, sümbüllerinin taze yapraklanndan sızan, meyve-
lerinin bal gibi dudaklanndan dökülen parıltı, sızınh ve damlalarla Hhlıklannı
ve O'nun masnuatına Kendini sevdirme, tanıttırma ve himayelerini üstlenme
iradesini tavsif ediyorlar. Onu her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz. O'nun
bürhanı ne süslü, ne açık ve ne göz alıcıdır!•• (Bediüzzaman, Tefekkürname-Ma-
rifetname)

53/7· Ey sahraların ve ovaların Rabbi! 0 }~;iıj~~~ı


, , _:..,~
. Ç
Yüzeylerini desen desen işleyen türlü yeryüzü şekilleri, çeşit çeşit bitki ve
hayvanlan ve içlerinde bulunanmaden ve cevherleriyle tüm sahraların ve ova-
Iann yarahcısı, şekillendiridsi ve sahibi de yine O'dur.

53/8. Ey kölelerin ve hürlerin Rabbi! 0 ~ı;.~ı) ,~ı~~ Ç


Bu ifadeyle, O'nun tüm insaniann Rabbi olduğu belirtilmiş oluyor. Çünkü
tarih boyunca insanlık şu iki sınıftan başka bir kategoride yer almamış; ya hür
olmuş ya köle, ya efendi olmuş ya hizmetçi, ya yönetici olmuş ya yönetilen, ya
şah olmuş veya geda.

53/9. Ey açığa çıkarma ve gizlernelerin Rabbil0 /;.:,jıj ~~jı ~~ Ç


318 • Kur'ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

Allah, açığa çıkanlan, dışa vurulan ve açıklanan her şeyin Rabbi ve sahibi
olduğu gibi, gizlenen, saklanan ve dışa vurulmayan tüm nesne ve varlı.klann
da sahibi ve Rabbi' dir. Hatta, hiç dışa vurulmayan duygulann, düşüncelerin.
kalbi fısılb ve nefsi vesveselerin de alimi ve haberdandır. Şu ayet-i kerimeler
bu gerçeği ne güzel ifade etmektedirler:
"Onlann (hakikati inkar edenlerin) sözlerinden üzüntüye kapılma; şüphl·
yok ki Biz, onlann gizlediklerini de, açığa vurduklannı da biliriz." (36:76)
"Allah, onlann gizlernelerini de bilir." (47:24.
"Sözünüzü ister gizleyin, ister açığa vurun; bilin ki O, kalplerin içindekini
bilmektedir." (67:13)

53/to. Ey gece ve gündüzün Rabbi! 0 .ılfJI)


,
~~
,
~) Ç
Gece ve gündüzü döndürerek, birbirini takip ettiren, birini kısalhp diğerini
uzatan, birini kullarının dinlenme zamanı, diğerini ise maişet meydanı haline
getiren O' dur. Çok sayıdaki ayet-i kerimeden şu iki örnek bu gerçeği güzelce
ortaya koymaktadır:
"Muhakkak göklerin ve yerin yarahlışında, gece ile gündüzün birbiri ardın­
ca gelip sürelerinin uzayıp kısalmasında düşünen insanlar için elbette birçok
dersler vardır." (3:190)
"O Allah ki geceyi, durmadan onu kovalayan gündüze bürür. Güneş, ay ve
bütün yıldızlar hep O'nun buyruğu ile hareket ederler. İyi bilesiniz ki yarat-
mak da, emretmek yetkisi de O'na mahsustur. Evet o Rabbü'l-Alemin olan Al-
lah ne yücedir!" (7:54)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-54-

54/1· Ey ilmi her şeye ulaşan! 0 ~;i~ !~ ~ ~ ~:;. Ç


Şu ve benzeri ayet-i kerimeler O'nun ilminin ulaşamadığı, kuşatamadığı
hiçbir şey olmadığına ışık tutmaktadır:
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 319

"Rabbimin ilmi her şeyi kuşatmışhr. Hala düşünüp öğüt almayacak mısı­
nız?" (6:80)
"Senin içinde olduğun herhangi bir durum, onun hakkında Kur'an'dan
okuduğun herhangi bir şey ve sizin işlediğiniz herhangi bir iş yoktur ki, ona
(iyice) daldığıruzda, Biz sizin üzerinizde şahitler durmuş olmayalım. Yerde ve
gökte zerre ağırlığınca hiçbir şey Rabbinden uzakta (saklı) kalmaz. Bunun da-
ha küçüğü de, daha büyüğü de yoktur ki, apaçık bir kitapta (kayıtlı) olmasın!"
(10:61)

54/2. Ey görüşü her şeye nüfuz eden! 0 ~~ -;,.!!~~-:u:;:;. Ç

Birçok ayet-i kerimede O'nun her şeyi gördüğü ifade edilir. (Mesela: 67:19)
Özellikle insanlanru yaptıklarını çok iyi gördüğü vurgulanır. Hemen önceki
isimde yer verdiğimiz ayette de, O'nun, her hal ve davranışımız üzerinde şahit
olduğu belirtilmişti. Ayrıca, Allah'ın Basir ismi 45/7'de detaylı olarak açıklan­
dı.

Şu sahrlar, Allah'ın ilminin kuşabalığı konusunda oldukça yoğun bilgi ih-


tiva etmektedir:
«Allah kudret ve ilim bakımından her şeyden daha büyüktür. Çünkü O, her
şeyi, kuşahcı, zatmdan ayrı düşünülemeyen, eşyaya daima taalluk eden bir
ilirnle çok iyi bilir. Her şeyin o ilmin huzurunda olması, müşahedesi albnda
bulunması, her şeye nüfuz etmesi, her şeyi kuşatması ve nurani olması, öte
yandan, var olan birşeyin bilimneyi ve ilim nuruyla ihata edilmeyi gerektinne-
si sırnyla hiçbir şeyin o ilimden uzak kalması mümkün değildir.
Evet, ölçülü intizamlar, ahenkli ölçüler, umwni ve birer gayeye yönelik hik-
metler, her tarafa şamil hususi inayetler, düzenli takdirler, meyvedar miktar-
lar, muayyen eceller, birer kanuna bağlanmış nzı.klar, bilgiyle sağlam yapılmış
sanatlar, süslü ihtimamlar, son derece kolaylıkla yürütülen son derece bir inti-
zam, uyumluluk, denge, ölçü ve birbirinden farklı oluş Allamü'l-Guyub olan
Allah'ın ilminin her şeyi ihata ettiğine delalet etmektedir.

"Hiç yaratan bilmez mi? O, en ince işleri görüp bilmektedir ve her şeyden
haberdardır)) (67:14)
İnsan sanahnın, kendi şuuruna delaletinin, insanın güzel yaratılışının Kendi
Yarahcısmın ilmine delaletine nisbeti, karanlık bir gecede bir ateş böceğinin,
gündüzün ortasındaki muhteşem güneşe nisbeti gibidir.)) (Bediüzzaman, Te-
fekkürname-Marifetname)
320 • Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHi

54/3. Ey kudreti her feye bilijolan! 0~):U !~ JS' Jt.: iıl!:; Ç


O, mutlak, muhit, zaruri, Zat'ırun gereği olan ve mukaddes zat'ından ayrı
düşünülemeyen bir kudretle her şeye k.adirdir. Bu kudrete, zıddırun müdaha-
lesi imkansızdır. Binaenaleyh onda mertebeler bulunmaz ve ona nisbetle zerre-
lerle yıldızlar, cüz ile küL cüz'iyle külli, çekirdekle ağaç, alemle insan aynı ve
eşittir.

Allah'ınher şeye gücünün yettiği ve kudretinin her bir şeyi içine aldığı bir-
çok ayet-i kerimede belirtilmiştir. (Mesela bk. 2:20)

0 ~ı:;,; ~4Jı
...
~'i.·.;
... '-'
ç
54/4· Ey nimetlerini kullann sayamadılı!

Şu ayet-i kerime, İlahi nimetierin belli başhlanna örnek kabilinden yer vere-
rek sonunda da bu ismin ifade ettiği gerçeği dile getiriyor: "Gökleri ve yeri ya-
ratan Allah'br. Gökten yağmur indirip size nzık olsun diye, onunla türlü türlü
meyveler ve ürünler çıkaran da O'dur. İzni ile denizde dolaşmak üzere gemile-
ri size ram eden, akan sulan ve ırmaklan da sizin hizmetinize veren O'dur.
Mutad seyirlerini yapan güneş ile ayı size arnade kılan, geceyi ve gündüzü isti-
fadenize veren de O'dur. Hasılı O, Kendisinden dilediğiniz her şeyi verdi. Öy-
le ki Allah'ın size verdiği nimetleri birer birer saymaya kalkarsanız, mümkün
değil, orılan sayamazsınız. Gerçekten insan zalim ve nankördür." (14:32-34)

,,~, , ..3' . . i,~·;...'i•"ı"


0 ·~~~ • J~'-1

54/5· Ey mahlukabn, gerçek tükrüne erişemediiii

Şükür,
nimete kalben, lisanen ve bedenen müspet karşılık vermektir. Diğer
deyişiyle şükür,
nimetin kaynağını tanımak, O'na karşı kalben minnettarlık
duymak ve o nimeti O'nun nzasına uygun kullanmak demektir.
Bir ayet-i kerimede bu ismin işaret ettiği gerçete şöyle değinilir: "De ki: 'O
sizi yaratan, size işitme duyusu, gözler ve gönüller verendir. Siz ne az şükre··
diyorsunuz!"
Ayetin verdiği mesaj kısaca şudur: Sizi, harika bir sanat eseri olarak yaratan
O'dur. Allah'ın ayetlerini dinlemek, ihtiva ettikleri emir ve yasaklara uyma~.
ve öğütlerinden ders almak için size işitme duyusunu veren O'dur. Allah'ın
harika işlerine, güzel isimlerine birer ayna ve delil olan kainattak.i varlıkları
seyretmeniz için gözlerinizi yarabp ihsan eden O'dur. Duyduğunuz ve seyret··
tiğiniz gerek tenzili, gerekse tekvini ayetleri üzerinde düşünmeniz için kalp vt·
Kur'.tn ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH! •321

akıllannızı yara hp lutfeden de O' dur. Siz ise, bunlan yaradılış amaçlan doğ­
rultusunda kullanmak suretiyle şükür görevinizi ne az yerine getiriyorsunuz!
Buradaki '' azlıAm" gerçek anlamında mı, yoksa yokluktan kinaye olarak mı
kullanıldığı konusunda farklı yaklaşımlar var. Bize göre bu, muhataplara göre
değişir. Muhatap müminse, yaptığı şükür ne kadar çok olursa olsun mazhar
oldu~ nimetiere göre azdır. Başını secdeden kaldınnayıp ömür boyu ibadet
etse, göz nimetinin şükrünü bile yerine getiremez. Muhatap katir ise, söz ko-
nusu "azlık" yokluktan kinayedir. Çünkü k..ifir, nimetin gerçek kaynağını ta-
nımamakta, bu nimetleri O'nu razı edecek şekilde kullanrnamaktadır.

54/6. Ey zihinlerin, yüceiiiini idrak edemediği!

Bir hadis-i şerifte, "Allah'ın nimetleri üzerinde düşünün. O'nun Zat'ını dü-
şünmeyin. Çünkü, siz buna güç yetiremezsiniz" buyrulur (es-Suylıti, Cdmiu'l-
Ehadis, Xl, s. 325)
Bir şiir de Arapça olarak şöyle der:

Yani, kişi henüz kendi hakikatini idrak edememektedir. Nasıl olur da kı­
dem sahibi (ve her şeyi emrine boyun eğdiren) Cebbar'ın keyfiyetini anlasın. O
ki, eşyayı mükemmel bir şekilde yaratmış ve inşa etmiştir. Canı ve ruhu son-
radan yaratılan, nasıl olur da, O'nu idrak edebilsin!"

54/7· Ey hayallerin, hakikatine erişemediği!0 ~ rlA j ~1 jG~:; Ç

Bu gerçek çok güzel bir formülle Arapça olarak şöyle ifade edilmiştir:

• ~~~j~~u~~).;.~jb
Yani, "Hahr ve hayaline her ne gelirse, bilesin ki, Allah Teala o değil, ondan
başka bir şeydir."

Bu tür düşünceleri aklımıza getiren şeytana da demeliyiz ki: Marangozu


masaya, mucidi bilgisayara, ressamı tabloya, Mimar Sinan'ı Selimiye'ye veya
bir nakşına benzetip kıyaslamak ne derece doğrudur? Diyelim ki, Allah' ı yarat-
322 • Kur'.ln vf Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH İ

hğı canlı veya cansız sayısız varlıklardan birine benzetmeye kalkışhk. Örüm·
cekten aslana, mikcoptan balinaya, çiçekten yıldıza, Himalaya Dağı'ndan bir
galaksiye kadar sayısız sanat eserlerinden hangi birine benzeteceğiz.
Yukanda da zikrettiğimiz gibi bir Arap şairi şöyle der: "Hakikatü'l-mer' i
leyse'l-mer'u yüdriküha 1 Fekeyfe keyfiyyetü'l-Cebbiıi Fi'l-Kıdemi? = İnsan
henüz kendi gerçek mahiyetiili tam olarak idrak edememişken, nasıl olur da,
bütün varlıklara boyun eğdiren, Ezeli ve Ebedi olan Allah'ı tam olarak kavra-
yabilir?" Bir kimse düşünün ki, içinde yaşadığı daireyi, evini aydınlatan larn-
hayı ve kapı komşusunu tam tanıyamamışken, milyarlarca ışık yılı ötelerdeki
galaksileri gerçek mahiyetiyle tanımaya kalkışıyor. Biz de henüz aklımızı, ru-
humuzu, beynimizi, karaciğerirnizi; öte yandan kapı komşumuz sayılan, güneş
sistemimizdeki diğer gezegenleri bütün özellik ve fonksiyonlanyla tanıyama­
dığımız halde, bir ucundan bir uruna, ışığın, evrenin ömrü kadar bir süred~
ancak ulaşabildiği kamah; sadece görünenleri bile bütün çöllerde ve okyanus
kıyılarmdaki kum tanelerinin on kah fazla sayıdaki yıldızlarla beraber yarah?
aksatmadan yöneten Allah'ın Zat'ını sınırlı aklımızia nasıl kavrayabiliriz?
O'nu kendimize ve diğer canlılara kıyas etmemiz doğru olur mu?
Bir mağarada doğup yaşamış ve güneşi hiç görmemiş bir insan varsayalım.
Adını duyduğu ama hiç görmediği, bunca gezegeni etrafında döndüren, ışıgı
ve ısısıyla dünyalan dolduran güneşi akıl ve hayaliyle ne kadar doğru algıla­
yabilir. Güneşi, ışığında büyüdüğü mumun biraz büyüğü bir varlık olarak di.ı­
şünecek ve ona ilişkin kafasına göre verdiği hükümlerde yanılacaktır. Biz in-
sanların, bu dünyada Allah'ın Zat'ını kendi aklımızia algılamaya çalışması da
böyledir.

54/8. Ey azaınetve kibriyi, örtüsü olan! Q:'jl~; ~Ç'~ıj i;\a:jı ı;;~


"' "' "' ,

Bir Hadis-i Kudside, Yüce Allah şöyle buyurmaktadır:

cc;OI
"',
~ ci:U ~,r~ıj
, ~)G
' ~ ~;I)J
, , i;l;:iıj ~~~;
, , ~Ç'~I
,,
(Ebu

Ddvud: IV, 12)


"Azamet, izanm; kibriya ise ridamdır. Kim ki bunlardan birini benimle
paylaşmaya kalksa, onu Cehennem'e atanm." Hadiste geçen "izar", peştemal,
eteklik vs. gibi vücudun belden aşağısını örten elbise; "rida" ise, aba ve cübbe
türü üstten giyilen libashr.
Bu hadis-i şerif gösteriyor ki, birine özgü olan bir elbiseyi onunla paylaş­
mak nasıl doğru değilse, Yüce Allah'ın taşıdığı azarnet ve kibriyayı da O'nunla
paylaşmaya, öyle bir tavn takınmaya kalkışmak da aynı şekilde doğru değildir
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 323

ve ağır cezaya sebeptir. Buna göre, Allah'a azarnet ve kibriya yakışır, kula da
kulluk ve tevazu yaraşır.
Bu gerçe~i Bediüzzaman şöyle açıklamaktadır:
"Azarnet ve kibriya, (Allah için) lüzumlu bir perdedir; akıl ile ihata ve kalp-
le görmeye manidir ve tam marifete sed çeker. Ve marifette ve imanın inkişa­
fında hadsiz mertebelerin bulunmasına sebeptir. Ve marifetullahta terakki et-
tirmeye cazibedar bir ihticab-ı kudsidir." (Ayetü'I-Kübrd, s. 16)

54/9· Ey heybet ve saltanat, güzeDip olan!0:'j~ ~UJ.:.Jij ~~:.iı ~ Ç


,

"Heybet", azamet; hürmetle beraber korku hissini veren hal; sakınılıp kor-
kulacak hal vs. anlamlarına gelir. Buna göre, heybet, azamet, hakimiyet ve sal-
tanat ancak yüce Allah'a yakışır ve O'nun için güzeldir. Aciz kulların, bunlan
O'nunla paylaşmaya kalkışmalan, hadlerini aşmalan anlamına gelir.

54/to. Ey bekası, izzetle üstün olan! 0 :'j~ ~l:ı


, , , .)~:; Ç

Allah sonsuz izzet ve kudret sahibi oldu~dan, ezelden ebede kadar,


O'nun varlığını ortadan kaldırmaya kalkışmak, yine Kendi mahluku olan hiç-
bir varlığın haddi değildir. O'nun bekası, sonsuz izzetiyle korunmuştur.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz Bizi Cehennem'den kurtar/

-55-
' .... • .J • ""'
ss/1. Ey en yüce misaller Kendisine ait olan! O jS-\ll j!.JI ~:; Ç
Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle yer verilir: "Mahlukları
ilkin yoktan yaratan, ölümden sonra da dirilten O'dur. Bu diriitme O'na göre
pek kolaydır. Göklerde ve yerde en yüce sıfatlar O'nundur. Gerçekten O, aziz
ve hakimdir (mutlak galiptir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)." (30:27)
324 • K u r' l n vf H i k m ft 11 ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

Buna göre, göklerde ve yerde üstün nitelikler O'nundur. O, kimsenin ortak


olmadı~ nitelikleriyle göklerde ve yerde tektir. Hiçbir şey O'nun benzeri de-
~ldir. O, hiçbir şeye ihtiyacı olmayan fakat her şeyin Kendisine muhtaç oldu-
ğu eşsiz yarahadır. istedi~ yapacak güce sahiptir, dilediğini idare edecek
hükme maliktir.
, . ,
55/2. Ey en yüce sıfatlar Kendisine ait olan! 0 Fl ~ı~ :ıı 4J:; Ç
Evet, en yüce sıfatlar O'nundur. O, i.nk.lr ve dalalet ehli.nin ileri sürdüklt·ri
nitelemelerden hadsiz derecede münezzeh ve yücedir. Bunu birçok ayet-i ke-
rimede de dile getirmiştir. İki tanesi şu mealdedir:
"Allah'ın yarattı~ cinleri O'na ortak koştu lar. Cahilce O'nun için oğullar ve
kızlar icat ettiler. O, onların vasıflandırdıklarından münezzeh ve çok yücedir."
(6:100)
"Gökte ve yerde, Allah'tan başka tannlar bulunsaydı oralann nizarnı bozu-
lurdu. Demek ki o yüce arş ve hükümranlığın sahibi Allah, onların zanlann-
dan, onların Allah'a reva gördükleri vasıflardan münezzehtir, yücedir!" (21:22)
Cevşenü'l-Kebir'i baştan sona inceleyen bir kimse, Yüce Allah'ın ne üstün
ve yüce sıfatlarla muttasıf bulunduğunu açıkça görür.

55/3· Ey ahiret ve dünya Kendisine ait olan! 0


,, . '.
jJ~lj i~ ~141:; ~
"

Şu ayet-i kerimeler de bu gerçe~ dile getirirler:


"Ahiret gibi dünya da elbette Bize aittir." (92:13)
"Ne o, insanoğlu kurduğu
her hülyaya, içinden geçen her şeye nail olur mu
sanıyor? Hayır, öyle de~! Ahiret hayah da, dünya hayah da Allah'ın elinde-
dir. Kime ve neyi verece~ni, Kendisi takdir eder." (53:24-25)

55/4· Ey Cennetü'I-Me'vi Kendisine ait olan! 0~S~W1 ~1 j:; Ç


Banrulacak, yaşanacak yer anlamına gelen Me'va Cennet'i, iman eden ve
salih amel işleyenierin varacaklan, Allah'tan korkanlann, Allah'ın verdi~ rı­
zıklardan hayır yollannda sarf edenlerin (32:16,17,18,19) girecekleri; Hazret-i
Muhammed'in (a.s.m.) gözünün gördü~nü gönlünün yalanlamadığı, Cebraıl
(a.s.) ile birlikte Sidre-i Münteha'da Allah'ın varlığının büyük delilleriyle
(Ayetü'l-Kübra) beraber gördüğü (53:11,12,13,14, 15,16,17,18) baki memleket-
tir.
Kur'in •r Hikmrt ltıOında CEVŞEN ŞERHi • 325

ss/s. Ey Cehennem ve at~i Kendisine ait olan! 0 )allı) ~81 j:;. ~


O'nun sadece Cennet'i ve mükafah yok, aynı zamanda alevii ve kavurucu
ateşlerle dolu cehennem gibi ebedi bir zindam da var. Birisi cemalinin ebedi
tecelligihı, diğeri de kahr ve celalinin daimi aynasıdır.

55/6. Ey en büyük ayetler Kendisine ait olant0~:;&jl ~ ~~~ j:;. Ç


Şu ayet-ikerimelerde Yüce Allah'ın en büyük ayetlerinden bazılarına işaret
edilmektedir; "Vallahi gördü, hem de Rabbinin ayetlerinden en büyüğünü
gördü!" (53:18); "Böylece sana en büyük mucizelerimizden birini göstermek is-
tiyoruz." (20:23); "Ona en büyük mucizeyi gösterdi." (79:20)
Ayet kelimesinin sözlükteki asıl anlamı "bir şeyin ve bir amacın mevcudiye-
tini gösteren alamet"tir. Buna bağlı olarak "açık alamet, delil, ibret, işaret" gibi
anlamlarda da kullanılmışhr. Kur'an'da tekil ve çoğul şeklinde 382 defa geçen
ayet kelimesi terim olarak çeşitli anlamlar ifade etmektedir.
1. Delil. Kur'an-ı Kerim'de Allah'ın varlığını ispat etmeyi amaçlayan delil-
lerden çoğunlukla ayet diye söz edilir. Buna göre göklerin ve yeryüzünün belli
bir düzende yarahlışı, yerküresinin canlılarm yaşamasma elverişli hale getirili-
şi, ona belli bir ağırlık kazandıran dağlarm mevcudiyeti, ziraata ve iskana uy-
gun ovaların, seyahate elverişli yollarm oluşumu, hayat kaynağı suyun gökten
indirilişi, aynı su ile beslenen aynı ikiimin topraklannda tadı ve besin değeri
farklı yiyecek ve meyvelerin bitirilişi, göklerin görülebilir direkler olmaksızın
yükselişi, atmosferin tehlikelerden korunmuş bir tavan haline getirilişi, güne-
şin ısı ve ışık, ayın da aydınlık kaynağı oluşu, insan ve yük naklinde faydalanı­
lan gemilerin denizlerde batınadan seyredişi, besin kaynağı ve binek olarak
kullanılan çeşitli hayvaniann insarılarm emrine verilişi, erkekli dişili olarak ya-
ratılan insanlarm dünyayı imar etmesi ve uyum içinde çoğalmasını sağlamak
üzere karşı cinsler arasmda güçlü bir sevgi bağının kuruluşu, uykuya yatan in-
sanın bir tür ölü haline geldikten sonra tekrar hayata dönüşü ... bütün burılar
"her şeyi bilen", "her şeye gücü yeten" ve "dilediğini yapan" yüce Allah'ın
varlığına dair apaçık ayetlerdir. Ne var ki bunları düşünebilen, gerçekiere
inanmak isteyen, söz ve öğüt dinleyen kimseler anlayabilmektedir.
2. Mucize. Peygamberlerin Allah tarafından görevlendirilmiş elçiler olduk-
lannı ispat eden hankulade olaylar da Kur'an-ı Kerim'de ayet diye ifade edil-
miştir. Peygamberlerin davetinemuhatap olan bütün milletler, davet sahibinin
doğruluğundan emin olmak düşüncesiyle, ondan tabiat kanurılannı aşan ve
ancak İlahl bir kudret sayesinde gerçekleşebilen gözle görülebilir bir alarnet
326 • K ur' .l n v t H 1k m tt 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş ER H i

(ayet) göstermesini istemişlerdir. İnanmak arzusunda olaniann imanını, inkar-


cılarm da bir anlamda inadmı kuvvetlendiren bu ayetler pek çok defa vuku
bulmuştur. Hz. Nuh'un tufanı, Hz. Salih'in devesi, Hz. Musa'nın asası ve diğer
mucizeleri, Hz. İsa'nın babasız olarak dünyaya gelişi, çamurdan yapılmış bir
kuşa can verişi, ölüleri diriltişi, evlerde saklanan yiyecekleri haber verişi gibi
harikulade olaylar Kur'an'da söz konusu edilen ayetlerden bazılandır. Gös-
terilen bunca ayetlere sihir nazanyla bakan ve inanma niyeti taşımayan inkar-
alara helak edici felaketler gönderilerek bunlar yok edilmiş ve geride onlara
dair alametler bırakılmışhr.
3. Kıyamet alametleri. Önceden iman etmeyenlerin veya iman sayesinde ha-
yır kazanmayanlann, Allah'ın bazı ayetleri ortaya çıkbğı anda irıandı.klannı
ifade edişlerinin fayda vermeyeceği belirtilirken kullanılan "ayat'' kelimesi
(6:158), kıyamet alametleri manasında anlaşılmalıdır.
4. Kur'an'ın tamamı veya belli bölümleri.
Kur' an-ı Kerim' deki sf.ırelerin belli bölümlerinden her biri, benzerlerini
meydana getirme imkanı bulunmaması açısından, Hz. Muhammed (a.s.m.)'in
hak peygamber olduğuna belge teşkil ettiği veya bir ifadeyi diğerinden ayırdı­
ğı, yahut da harfler topluluğundan oluştuğu için ayet diye adlandırılmışhr.
(Ahdurrahman Çetin, DİA, Ayet maddesi)

55/7· Ey en güzel isimler Kendisine ait olan! 0~1 ~ı; ·;~1 ~:;. Ç

Kur'an'da, "En güzel isimler Allah'ındır. O'nu bu isimlerle çağınn!" (7:1BO)


buyrularak, Yüce Allah'ın birçok güzel isminin bulunduğuna işaret edilir. Her
birisi güzel ve yüce manalar ifade eden bu isimlere "el-Esmaü'l-Hüsna" veya
kısaca "Esma-i Hüsna" denir.

İsimler manasma gelen "esma" ile, "güzel" veya "en güzel" manasma gelen
"hüsna" kelimelerinden, sıfat terkibiyle meydana gelen bu deyim, "Güzel isim-
ler" veya "En güzel isimler'' demektir.
Kainattaki her varlık, Allah'ın birer sanat eseri olup, O'nun birçok isminin
panlh ve görüntülerini üzerinde gösterir. Mesela, her bir canlının besin ihtiya-
cının karşılanmasında, apaçık bir nzık verme fiili vardır. Bu fiil, "nzık verici"
manasında "Rezzak" isminesahip bir Zat'ı gösterir. Canlıların her birine, k~n­
di ihtiyacına göre, bir görme ve işitme kabiliyeti verilmiştir. Bu ise, onu yara-
tan zat'ın gören ve işiten manasında "Basir" ve "Sem.i"' olduğunu gösterir.
Kusurlan örtmesi, Gaffır ismini; günahlan bağışlaması Afuv ismini; kainatta
görülen bütün hikmetli işler de, Hakim ismini gösterir.
Hepsi de aslında birer sıfat olan bu isimler, sonsuz kemal ve cemal, azarnet
ve celal sahibi olan Allah'ın bu vasfı kainattaki sanat eserlerinden, beşeriyete
K u r' 3 n ve H i k m el 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 3Z7

gönderdiği Yüce Kur'an'ından ve sevgili elçisi Hz. Muhammed'in tarif ve tav-


sitlerinden açıkça anlaşılmaktadır. Bu isimler gerçekten güzeldir. Çünkü, Al-
lah'ın yücelik ve sınırsız kemalini ifade ederek kullannın gönlünde bir sevgi
hissi uyandırırlar; kullann dua ve zikirlerinin doğru ve makbul olmasına vesi-
le olurlar; anıldıklan zaman sevap kazandınrlar; kalplere huzur ve sükfın ve-
rirler; Allah'ın lutuf ve rahmetini telkin ederler; kullan, Allah hakkında en
doğru ve yeterli bilgiye ulaşhnrlar vs.

Allah'ınbize bildirilen bütün güzel isimlerinin ortak noktası, O'nun her tür-
lü eksiklik ve kusurdan uzak olduğunu belirtmeleri ve her türlü üstün nitelik-
leri taşıdığını ifade etmeleridir. Bu mübarek isimleri Yüce Allah'ın takdis ve
tenzihine vesile olup tevhid inananın akıl ve gönüllere nakşolmasının birer
arao.dırlar.

Aynca, Cenab-ı Hakk'ın isim ve sıfatlannı "celali" ve "cemali" şeklinde iki


gruba ayıran aiimler, O'nun kahr ve gazabını gösteren isim ve sıfatlan için "ce-
lali"; lutuf ve hoşnutluğuna delalet edenler için ise "cemali" terimini kullanır­
lar.

ss/8. Ey hüküm ve kaza Kendisine ait olan! 0 ~ı -::;aailj~l ~:;. Ç

Hüküm ve kararın Allah' a ait olduğunu ifade eden birçok ayet-i kerime
vardır. Bazılan şu mealdedir:

"Sonra onlar (alınmış canlar) gerçek efendileri, mevlalan olan Allah' a götü-
rülüp teslim edilirler. İyi bilin ki bütün hüküm yetkisi O'nundur ve O, hesaba
çekenlerin en süratlisidir." (6:62) "Hüküm yalnızca Allah'ındır. O, doğru habe-
ri verir ve O, ayırt edenlerin en hayırhsıdır." (6:57) "O'dur Allah. O'ndan başka
yoktur ilah. Başta da sonda da, dünyada da ahirette de bütün hamdler, güzel
övgüler O'nadır. Hüküm yetkisi O'nundur. Sonunda varacağıruz yer de O'nun
huzurudur." (28:70)
Yüce Allah'ın, kaza (hükmü gerçekleştirme)'nın da biricik sahibi olduğunu
şu ayet-i kerime göstermektedir:
"Allah hakkı yerine getirir, onların O'ndan başka yalvardıklan ise hiçbir
şeyi yerine getiremezler, çünkü Allah'tır hakkıyla işiten, gören." (40:20)

55/9· Ey yüce gökler Kendisine ait olani 0


' .' ... ,
Fl ~1 ~1 ~:;. Ç

Yüce Allah göklerin ve yerin hakimiyet ve idaresinin Kendisine ait olduğu­


nu bir ayet-i kerimede bildirmiş (57:2); bir başka ayette de yine yeri ve yüksek
gökleri yarathğıru haber vermiştir (20:4)
328 • K ur' 1 n v t H i k m tt 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H l

ss/ıo. Ey Arş ve yer Kendisine ait olan! 0 ~.:,ili)~_:,;jı j:;. Ç


Arş, bütün ilemi kuşatan, sınulandınlması ve takdir edilmesi beşer aklının
kapasitesini aşan ve gerçeğini ancak Allah'ın bildiği yüce bir makamdır. Yedi
kat gök, Cennet, Sidre, Kürsi, Arş'ın altında tasavvur edilir. Arş'ın sının, alemi
tasavvurun son sırundır. Reswüllah (a.s.m.) Mirac gecesinde (bk. İsra, 1, Necm,
1 vd. ayetler) Sidre-i Münteha'yı geçerek Arş'a ulaşmışb. Arş'a, taht ve tahttan
kinaye olarak mülk ve saltanat manası da verilmiştir.
Şu ayet-i kerimede Arş'ın Allah'a ait olduğu vurgularur:
"Buna rağmen aldırmaz, yüz çevirirlerse, ey Reslılüm! De ki: 'Allah bana
yeter. O'ndan başka tanrı yoktur. Ben yalnız O'na dayarunm. Çünkü O, büyiık
Arş'ın (muazzam hükümranlığın) sahibidir'." (9:129)

Şu ayet-i kerime, göklerde ve yerde ne varsa, hepsinin Allah'a ait olduğu


belirtilir: "Göklerde ne var, yerde ne varsa O'nundur. Bu ikisi arasında olan,
yerin altında olan da O'nun' dur.

Sen biltün kusur rJe noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman rJer bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar:

-56-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

s6fl. Ey kullarını çok çok aft'eden Afuv! 0 ~ Ç

Afv, suçu hoşgörüyle karşılamak, cezayı hak edeni cezalandırmamak, gü-


nahı silmek manasma gelir. (Firuzabadi, Kamus, IV, 366) Allah'ın affetmesi,
suçlan bağışlamakla olduğu gibi, dini mükellefiyetieri hafifletmek ve kolaylaş­
hrmakta da ortaya çıkar. (2:187; 5:101; 4:43) Allah, yapbğı hata ve günahlardan
dolayı pişmanlık duyarak yüce dergahına dönenlere affıyla ikramda bulunur.
Onlardan razı olur. Aynca herkesi gücü ölçüsünde dini yükümlülüklerle ;o-
rumlu tutar. Gücü yetmeyen bazı kullanndan, bir kısım dini yükümlülükleri
düşürür.
Kur'in vf Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 3ıq

Kadir gecesinde nasıl dua edeceğini soran Hz. Aişe'ye, Hz. Peygamber şöy­
le demesini tavsiye etmiştir: "Allah' rm, Sen affedicisin, afh seversin, beni affey-
le!" (İbn Mace, Dua S)
İnsanın, İlahi affı hak edebilmesi ve ona layık olması için, hata ve kusurunu
görmesi ve itiraf etmesi gerekir. Kusurunu görmemek, itiraf etmemek, daha
büyük bir kusurdur. Allah dostlan bu mübarek ismi kendilerine şefaatçi ede-
rek O'ndan ba~ışlanmalannı dilemişler.
Af ve bağışlama dilenıneye tek layık Zat Yüce Allah'hr. Sadece O'nun af-
fetmesi dilenir. Önemli olan hiç eksik olmayan hata ve kusurlanmızı O'na ba-
~ışlatabilmek, O'nu razı etmektir. O'nun dışındakiler aciz birer fanidir. Af ve
ba~ışlamalannın çok büyük bir önemi yoktur.

Allah'ın rahmet hazinesinde, kullannın nihayetsiz günahianna yetecek,


hepsini örtecek af ve ma~firet vardır. Kulun günahı ne kadar büyük ve çok
olursa olsun Allah'ın af ve rahmetiondan daha çoktur. O'nun af ve ma~firetin­
den asla ümit kesilmez. Bundan ümit kesenler, Allah'ı hakkıyla tanımayanlar­
dır.

Bu vastın tecellilerine hepimiz her an mazhar olmaktayız. İnsan olmamız


hasebiyle, bir an olsun hata, kusur ve günahtan uzak almadığımız halde Allah,
bu hata ve günahlanmızı cezalandırma yoluna gitmemekte ve bizi varlık saha-
sından silip atmamaktadır. Hatta bunca isyan ve günahıımza ra~men bize olan
rızık, nimet ve hituflannı devam ettirmektedir. Ne var ki, bu durum hiçbir
zaman bizi aldatmamalı, rahmetine güvendirip bizi bir ihmal.k.irlık, boş ver-
mişlik ve vurdumduymazlık içine sürüklememelidir. Allah, büyüklü~ünün ge-
reğini yapmakta, bize böyle davranmaktadır. Biz de kullu~muzu bilmeli ve
rahmetinin yanında gazap ve azabının da bulundu~nu bir an olsun hahn-
mızdan çıkarmamalıyız.

Allah'ın af ve bağışlayıcılığı asıl engin anlamıyla ahirette mürnin kullan


üzerinde tecelli edecektir. Onlann pek çok günahının üzerine af ve ma~firet ör-
tüsünü gerecek ve o günahlan işlememiş sayarak sayısız mürnin kullanru Cen-
net'ine koyacaktır.
Allah, Hz. Peygamber'in şahsında tüm mürnin kullarına da affedici olmayı
emretmektedir: "Affa sanl, makul olanı tavsiye et ve kaba insanlara önem ver-
me!" (7:199)

56/2. Ey kullarının günahlanm çokça balaşlayan Gafdr! 0 ~)1 Ç


GFR kökünden gelen ve Allah'ın bağışlayıcılığını ifade eden kelimeler,
Kur'an-ı
Kerim'de en fazla yer alan kelimelerdendir. Bu tür kelimelerin sayısı
330 • Kur'.in vt Hlkmtt 1$ıOında CEVŞEN ŞER HI

250'den fazladır. Bu da, Allah'ın ne derece kullanru bağışlaınayı, onlann hata


ve kusurlarını örtmeyi diledi~ini göstermeye yeter.
Allah, hatalan ba~ışlar. Kullarından, istedi~inin günahlarını mağfiret eder.
Onlan Gaffır ismiyle örter ve bu günahlardan dolayı onlan cezalandırmaz:
"De ki: Ey kendi nefisleri aleyhine haddi aşan kullanm! Allah'ın rahmetin-
den ümit kesmeyin! Çünkü Allah bütün günahlan bağışlar. Şüphesiz ki O, çok
bağışlayan (Gaffır}, çok esirgeyendir." (39:53-56)

"Gerçek şu ki: Sizden kim, bilmeyerek bir kötülük yapar, sonra ardından
tevbe edip de kendini ıslah ederse, bilsin ki Allah çok bağışlayan, çok esirge-
yendir." (6:54)
"Kullanma bildir ki, şüphesiz Ben, çok bağışlayan (Gafıir) ve çok merhamet
edenim." (15:49)
"0, hanginizin daha iyi işler yapaca~ını sınamak için ölümü ve hayab yara-
tandırve O, güçlüdür çok bağışlayandır (Gaffır)." (67:2)
Allah'ın bu ismi, ne kadar günahkir olursa olsun mürnin için büyük bir
ümit kaynağı olduğu gibi, aynı zamanda örnek alınması, hayata yansıhlmao;ı
gereken güzel bir İlahi ahlak ve sıfatbr.

56/3- Ey itaatkir kullannı çok seven ve sevilmeye


layık olan Ved-fid! 0 ~J~J Ç

Vedüd, "sevgi" anlamına gelen "meveddet" ve "vüdd" maslarından gelir.


Hem çok sevilen, hem de çok seven diye manalandınlmışbr. Ah1si'ye gör~,
"Seven" manası tercih edilmelidir. Çünkü, "sevilen" manası, geçtiği ayetlerin
zahirinden anlaşılmıyor. (Ahisi, a.g.e., XXX, s. 92) Gazali de, "Seven" manasma
göre açıklamasını yapmışhr. Biz de, aslında geçtiği ayetlerin muhtevasına ba-
karak, Alüsi ve Gazali'ye hak vermekle beraber, bu kökten gelen kelimelerle
olmasa bile, Allah'ın, kullan tarafından her şeyden daha çok sevildiğini belir-
ten ayetleri de göz önünde bulundurarak, bazı ilk dönem Esrna-i Hüsna şanh­
leri gibi her iki manaya göre de bu ismi ele alacağız. Gerçekten de Yüce Allah,
hem yarahklan tarafından son derece sevilmekte, hem de onlan çok sevmek-
tedir. O'ndan fazla sevgiye layık hiçbir şey olmadığı gibi; O'ndan başkalan an-
cak O'nun sevgisinden dolayı sevilebilir.
Gerek Vedud isminin yer aldığı, gerekse konunlUza ışık tutacak olan bazı
ayetleri mealen kaydedelim:
"0, çok bağışlayan ve çok sevendir." (85:13-16)
Kur'in ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 331

Hz. Şuayb'ın dilinden şöyle naklediliyor: "Muhakkak ki, Rabbim çok mer-
hametli ve çok sevendir." (1 1:90)
Allah, kullanru sevdiği gibi, bu ve benzeri isiinierinin tecellisi olarak onlar
arasında da sevgi ve muhabbet meydana getirmiştir: "İman edip de iyi davra-
nışlarda bulunanlara gelince, onlar için çok merhametli olan Allah, (gönüller-
de) bir sevgi yaratacakbr." (19:96) "Sizi topraktan yaratması, O'nun (varlığı­
nın) delillerindendir. Sonra siz, (her tarafa) yayılan insanlar oluverdiniz. Kay-
naşmanız için size kendi (cinsi)'nizden eşler yarabp aranızda sevgi ve merha-
met peyda etmesi de O'nun (varlığının) delillerindendir." (30:20-21)
Şu ayetler de Allah ile kul arasındaki sevgiyi dile getirirler: "Allah onlan,
onlar da Allah' ı severler." (5:54. krş. 3:31), "Allah, iyilik edenleri sever."
(2:195), tevbe edenleri, temizlenenleri (2:222), takva sahiplerini (3:76), sabre-
denleri (3:146), Allah'a dayanıp güvenenleri (3:159), adaletli olanlan (5:42) vs.
sever.
Allah, mahlukabna olan ince sevgisini fiil ve eserleriyle gösteren, onlann
üzerine adeta titreyen ve çok merhametli olandır. Allah'ın mahlukabru bu ka-
dar sevmesi, onlara özen göstermesi, onlara olan ihtiyacndan veya özde bir
mükemmelliklerinden de~ildir. Yine Kendi sonsuz cemal ve kemaline ayna
oluşlan ve özleri itibariyle sonsuz merhamet ve inayete muhtaç bulunmalan
yönündendir. "Ya Vedud!" diye Rabbini çağıran bir kul, O'nu bu vasfıyla ta-
nıdığını dile getirmekte ve hadsiz acizlik ve ihtiyaona O'nun nazar-ı rahmetini
celbetmektedir.
Bir ayette, müminlerin Allah'a olan sevgileri de şöyle dile getirilir: "İnsan­
lardan öyle kimseler vardır ki, Allah'tan başka bir takım putlar edinir, onlan,
Allah'ı sever gibi severler. İman edenlerin Allah'a olan sevgileri ise daha ileri
derecededir." (2:165)
Allah'ı sevmenin ve O'nun sevgisini kazanmanın yolu Hz. Muhammed'i
örnek almaktan geçer: "De ki: Eğer Allah'ı seviyorsanız, bana uyun ki, Allah
da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın." (3:31)
Bir varlık ya kendi cemal ve kemalinden veya sa~ladığı faydalar ve yapbğı
iyiliklerden dolayı sevilir. Hangi açıdan meseleye bakılırsa bakılsın Yüce Allah
her şeyden ve herkesten daha çok sevilmeye layıkbr.
Bediüzzaman, Yüce Allah'ın bazı Esmei-i Hüsna'sını ve kciinattaki tecellile-
rini örnek ve delil getirerek O'nun son derece sevilmeye layık olduğunu açık­
lar:
Kciinatta olan her bir güzellik, kemal, değer ve cemal, hep O'nun Zat'ının
nurlarından ve sıfatlarının eserlerindendir. Allah; zat, sıfat ve isimlerinde gü-
zellik ve cemalin nihayet mertebelerini toplayan ve bütün hayat bütün güzel-
likleriyle O'nun bir cemal aynası olan Zat'br. Kainatta bizleri hayran bırakan,
kendilerine aşık eden bütün güzellikler O'nun mutlak cemalinin birer tecelli ve
332 • Kur'in vt Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERHI

panltısıdır. O cemal sahibi Sanatkann, zabna layık öyle hadsiz birhüsnü ce-
mali var ki, gölgesi bütün varlıkları baştan başa güzelleştirmiş; öyle münezzeh
ve mukaddes bir güzelli~i var ki, bir panlbsı kainab baştan başa süslemiş ve
bütün varlıklan hüsün ve cemal panlblarıyla bezeyip ışıklandımuşbr.
Mesela, bütün canlılann düzenli bir biçimde gayp perdesi arkasından gelen
nzıklanna bakan kişi, İlahi Rahmaniyet'in cemalini görür. Bütün yavruların
eşsiz ve harika biçimde beslenmeleri, başları üstünde annelerinin sinelerine
asılmış tatlı, safi, Kevser suyu gibi iki süt çeşmesini seyreden kişi, İlahi Rahimi-
yet'in cemalini görür. Bütün kainab bütün türleriyle büyük bir hikmet kitabı
hatine getirip, her harfinde yüzer kelime, her kelimede yüzer sahr, her sabnn-
da yüzer bölüm, her bölümünde yüzer kitap yazan İlahi hakimli~ eşsiz gü-
zelliğini görür. Bütün k.linah bütün mevcudabyla ölçü albna alan, bütün gök
ve yer asimlerini dengeli bir biçimde yarabp varlı.kta tutan, güzelliğin en
önemli bir temeli olan ahenk ve esteti~i veren, her şeye en güzel vaziyeti verdi-
ren, her canlıya bir hayat hakkı lfıtfedip bu hakkını kullandıran, onu hadsiz
saldınlar karşısında koruyan, haksızlık ve zulmedenleri cezalandıran bir ada-
leti gören kişi, bu adalet Sahibinin adilli~ güzelli~ anlar.
Yine yeryüzü sofrasında mutlak kerem sahibi olan Rahmin-ı Rahim'in mi-
safirleri için rahmet tarafından hazırlanan hadsiz yiyeceklerin ayn ayn güzel
kokulanna, de~işik süslü renklerine, türlü türlü hoş tatlarına, her canlının zevk
ve sefasına yardım eden cihaziara bakan kişi, İlahi ikram ve kerimiyetin gayet
şirin cemalini ve gayet tatlı güzelliğini görür.

Yine Fettah ve Musavvir isimlerinin tecellileriyle başta insan olmak üzere


bütün canlılann, su damlalarından, yumurta ve yumurtaaklardan açılan pt·k
çok manalı suretlerine ve bahar çiçeklerinin tohum ve zerreaklerinden açhrı­
lan çok çekici sirnalanna bakan, Dahi Fettahiyet ve şekil vericili~ güzelliğini
görür.
İşte her bir İlahi ismin kendine özgü öyle bir kutsi cemali var ki, bir tek p.ı­
nltısı koca alemi ve hadsiz bir nev'i güzelleştiriyor. Bir tek çiçekte bir ismin
cemal panlhsı görüldü~ gibi, büyük çiçek olan bahar da ve görülmedik bir çi-
çek olan Cennet de büyüklükleri ölçüsünde o ebedi cemalin güzelli~ yansı­
tıyorlar. Bütün bu hadsiz güzelliklere karşı iman güzelli~ ve ubudiyet cema-
liyle mukabele eden kimse de çok güzel bir varlık olur. inkaroh~ın hadsiz çir-
kinli~ ve isyanın menfur kubhuyla mukabele edip karşılayan ise, en çirkin bır
mahluk olmakla kalmaz, bütün bu güzel varlıklann manen nefretine hedd
olur. (Şuıllar, s. 62-63)
Madem ki, bu alem sarayının başka emsali yok ki güzellikleri ondan iktihas
edilip taklit edilsin. Elbette ve her halde bunun Ustası, kendi zat ve isimlerinde
kendine layık güzellikleri var ki, kainat, güzelliğini ondan alıyor, ona göre ya-
pılmış ve onlan ifade etmek için bir kitap gibi yazılmışhr. (Şuıllar, s. 63-64)
K u r' .1 n v ~ H i k m~ t 1~ı ğ ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 333

İmam Gazali de, Allah'ın zat ve sıfatlanrun sonsuz güzelliğine dikkat çek-
tikten sonra şöyle der: İşte bunun içindir ki, Allah'ı taruyan ve cemalini temaşa
eyleyen, Cennet nimetlerini ve gözlere görülen suretleri önemsemeyecek dere-
cede zevk, haz ve sevinç duyar. (Gazali, a.g.e, s. 84)
Allah, yaptığı iyilik, ikram ve ilisanlardan dolayı da sevilmeye layıktır. O,
bize sonsuz iyiliklerde bulunmuş. Bizi, yoklukta bırakmamış, bir taş, bir bitki,
bir hayvan olarak yaratmamış, insan olarak var etmiş. Bu dünya hayatında bizi
gerekli bütün organ ve duyularla donatmış. Midemizin açlık duygusunu gi-
dermek için basit bir topraktan çeşit çeşit renk, koku, tat ve lezzette sayısız yi-
yecekler ikram ediyor. Canlı, cansız bütün varlıklar, O'nun emriyle bize hiz-
met etmek için adeta birbiriyle yanşıyor.
O'nun emriyle, dünya bir saray olmuş. Biz de bu sarayın ağıdanan misafir-
leriyiz. An bizim için bal yapıyor. Koyun, bizim için bir süt çeşmesi olmuş, çok
lezzetli bir gıdayı bize sunuyor. Tavuk, yumurtası ve etiyle bizi besliyor. Kuş­
lar, en güzel ses ve desenleriyle dünyamızı şenlendiriyor. Güneş, ışığıyla bizi
aydınlahrken ısısıyla, sayısız yiyeceklerimizi olgunlaştınyor. Yıldızlar, bir avi-
ze gibi gök kubbemizi süslüyor. Bağlar, bahçeler, tarlalar birer kazan olmuş çe-
şit çeşit sebze ve meyveleri birbirine karıştırmadan bizim için pişiriyor. Bunlar,
aslında bizi tanımıyor. Bütün bunları bizim hizmetimizeveren Yüce Allah'tır.
Diğer taraftan çok sevdiğimiz anne, baba ve diğer yakınlannuzı da yarabp bes-
leyen O'dur.
Şüphesiz, Allah'ı sevmek de kuru bir iddia ile olmaz. Bunu davranışları­
mızia kanıtlamak zorundayız. Seven, sevdiğinin dediklerini yapar. Onu kır­
mak, incitmek istemez. Onu memnun etmek için çırpınır. Ona karşı bir kusur
işlese, özür ve af diler. Allah'ı sevdiğimize göre, buyruklarını da tutarız. Zaten
bu buyruklar da hep bizim iyiliğimiz içindir. Bir kusur işiediğimizde hemen
tevbe eder, O'ndan af dileriz. Bilelim ki, Allah, kafirleri (3:23}, zalimleri (3:57),
müsrifleri (7:31}, hainleri (8:58), kibirlileri (16:23}, bozgunculan (28:77) vs.
sevmez. O'nun engin sevgi ve muhabbetine layık olmak ve bundan mahrum
kalmamak için bu ve benzeri kötü sıfatiardan şiddetle sakınılmalıdır.
Allah'ın Vedud olduğunu bilen mürnin de, bütün kalbiyle Allah'ı sever. Kö-
tülüklerle O'nun sevgisini kaybetmemeye çalışır. ibadet ve iyilikleriyle daha
çok mazhar olmaya özen gösterir. Allah'ın sevdiği peygamberleri ve salih kul-
lan da sever ve onlara yakın olmak için çabalar.
Yine, Allah'ınbu isminden ders ve hisse alan müminin gönlü tüm yaratıl­
mışlara karşı sevgi ve şefkatle doludur. Onların fayda ve iyiliklerini kendisi-
ninkine bile tercih eder. Hatta, değil sedece dünya saadetini, gerekirse ahiret
saadetini bile onları mutlu etme yolunda feda eder. Başka hiçbir mümine yer
kalmasın diye vücudunun Cehennem'i dolduracak kadar büyütülmesini iste-
yecek derecede gönlü sevgi ve şefkatle dolu olan Hz. Ebu Bekir'in bu tutumu
334 • Kur'in ve Hikmet tııOında C E VŞ E N Ş ER H 1

konumuza güzel bir örnektir. Böyle kimseleri, başkalannın öfkesi, kini, hasedi,
eza ve cefası bile onlara iyilik yapmaktan, saadetlerini kendisininkine terah
ebnekten alıkoymaz. Uhud Savaşı'nda dişleri kınlan, yüzü parçalanan, buna
ra~men, "Allah'ım, kavmime hidayet ver. Zira onlar gerçe~ bilmiyorlar." diye
dua eden Hz. Peygamber'in bu tutumu da ibret doludur.

s6/4- Ey rızası için yapılan işleri bol sevapla karşılayan Şekdr!

Allah'ın sıfah olarak Şekfu, "Kullannın az arnellerine karşı çok mükafat ve-
ren, ücretlerini kat kat arhran" olarak tanımlanır. Allah'ın kullanna şükrü, on-
lan ba~laması, arnellerinin karşılı~ıru vermesi ve onlan övmesi olarak kendi-
ni gösterir. Bazı alimler bunlara ilaveten, "Kullanndan az şükre razı olan" Wl-
surunu da katar ve derler ki: "Allah'ın Şekur olarak nitelenmesinin mana5-ı,
muhtemelen yarahklan O'na itaate teşvik etmektir. Bu itaat ister az, ister çok
olsun; ta ki insanlar, arnelin çoğunu yapmak kendilerine a~r geldiğinde, azını
da küçümseyerek terk etmesinler."
İmam Gazali'nin belirttiği gibi, Allah, Şekur vasfıyla, azıak ibadetlere karşı­
lık birçok manevi dereceler verir. Dünyada sayılı günlerde yapılan iyi arneller
mukabilinde ahirette sınırsız nimetler ihsan eder. Bir kimse kendisine yapılan
herhangi bir iyili~e iyilikle mukabele etse, ona teşekkür etmiş olur. Yine birisi,
yapılan bir iyilikten ötürü kendisine iyilik yapanı övse "Ona teşekkür etti" de-
nilir. Mutlak Şekur'un, Yüce Allah olduğu açıkhr. Zira Allah'ın, yapılan iba-
detlere karşılık olarak verdikleri sırıırsızdır. Cennet nimetlerinin sonsuz oldu-
ğu malumdur. (Gazali, a.g.e., s. 74)

Allah Şekfu'dur, iyiliklerin ecrini zayi etmez. Dünyada da, hayırlı işlerin
güzel ak.is ve yankılarını meydana getirir. Bunlan, cemiyette huzur, sükun ve
saadet vesilesi yapar. Mesela, nimet ve mal, aslında Kendisinin olduğu haldı!,
onun şükrünü bilip de Allah için, Allah'ın harcanmasını emrettiği yerlere sarf
edenlerin, hem daha güzel ve daha fazlasıyla mükafahnı verir, hem kıymetlt•­
rini yükseltir, toplumda huzur, sükfın ve saadetintemin edilmesine, bunu ya-
panın da sevilip sayılmasına vesile kılar.

Nimetierin sahibi olan Allah, şükreden kullanna karşı sırf Kendi lutfundan
nimeti daha da artırınakla karşılık vererek şükür muamelesi yapar. Bu muamt•-
lenin dünya ve ahirette kıymetinin ne kadar büyük olduğu hayal bile edilt·-
mez. Bir Kudsi Hadis'te şöyle buyurur: "Mümin kulum, hayır ve nafilelerle ba-
na yaktaşa yaklaşa o dereceye gelir ki, sonWlda ben onun işittiği kula~, gördü-
~ gözü idrak etti~ kalbi olurum." Yani, her işitti~ hak kula~ ile işitir, ht>r
gördü~ü hak gözüyle görür, her idrak etti~ hak bilgisiyle bilir. Hiçbır
işinde şaşmaz, yanılmaz, aldanmaz, aldablmaz, doğruca muradma erer. Allah
K ur' 3 n ~e H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 335

onunla Kendi arasında bu derece manevi yakınlık ve beraberlik meydana geti-


rir.
Kulun bu isimden alacağıders, kendisine yapılan her iyiliğin gerçek kayna-
ğını tanımaya çalışması, o iyili~e en münasip iyilikle karşılık vermesi, nimeti
kötüye kullanarak nankörlük etmekten son derece uzak durmasıdır. Özellikle,
hakiki nimet vereni ve gerçek nimet sahibini (Allah'ı) unutmamak ve anne ba-
baya iyiliği elden bırakmamakhr. Çünkü, bir ayet-i kerimede Allah'tan sonra
anne babaya şükredilmesi emrolunmuştur. (31:14) Hz. Peygamber'in, "İnsan­
lara teşekkür etmeyen, Allah'a da şükretmemiştir." (Ahmed, Müsned, Il, 258)
buyurması da oldukça anlamlıdır.

........ c
0 Jr.-" -
s6/s- Ey asileri hemen cezalandırmayıp çok sabreden Sabdr!
Sabır sıfatı, insanlar hakkında kullanıldığında, "Soğukkanlılığını muhafaza
etme, kolayca vazgeçmeme ve tahammül gösterme" gibi anlamlara gelir. Bu
nitelik Allah'a izafe edildi~inde ise, O'nun, Kendisine isyan edenleri cezalan-
dırmada aceleci davranmadığını, bu gibilere mühlet verdiğini, kullarının bin
bir türlü edep ve saygı dışı davranışlarını görüp durduğu, onlan bir anda ce-
zalandırmaya kudreti bulunduğu halde bunu erteleyişini ifade eder.

Sabfır isminin, Halim ismine yakın bir manası varsa da, ondan bir nüansla
aynlmaktadır. O da, Sabfır'da mühlet vermenin söz konusu olması ama ihmal
etmenin ise asla düşünülememesidir. Yani, Allah Sabur ismiyle, suç işleyenle­
re süre tarur, fakat cezalandırmayı ihmal etmez. Yeri ve zamanı gelince mutla-
ka suçluların yakasına yapışır ve artık elinden kurtuluş bulunmaz. Halim' de
ise, hem süre ve mühlet verme, hem de bu sıfatı gereği çoğu zaman affetme
söz konusudur. Diğer bir ifadeyle hilimde affetme yönü ağır basmaktadır. Sa-
bırda ise, katianma ve cezalandırmanın en münasip zamanını bekleme ciheti
galiptir.
Kısacası Gazali'nin ifadesiyle Allah O'dur ki, acelecilik hissi, zamarn gel-
meden önce O'nu bir fiili işlemeye sevk etmez. Bilakis bütün işler için belli bir
zaman tayin ve takdir eder, zamanı gelince de onlan icra eder. Ne bir tembelin
yaptığı gibi zamanından daha sonraya bırakır, ne de bir aceleci gibi vakti gel-
meden harekete geçer. Her şeyi, nasıl olması gerekiyorsa ve nasıl daha müna-
sipse öylece yapar. Bütün bunlan yaparken O, hür bir iradeye sahiptir. İrade­
sini herhangi bir şey zorlayamaz ve ona hale! getiremez. Sabır denen ahlak, Al-
lah hakkında böyledir. O'nun sabn hususunda herhangi bir meşakkat, bir sı­
kıntı söz konusu de~ildir. Sabır ahlakı ile O, herhangi bir sıkıntıya bir meşak­
kate katlanmaz. (Gazali, a.g.e., s. 109)
336 • Kur'in vt Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER HI

Sabur ismi, her ne kadar bu kalıpla Kur'an-ı Kerim'de geçmiyorsa da, Al-
lah'ınbu vasfını dile getiren birçok ayet-i ker"ı.me vardır. Birkaç tanesinin meali
şöyledir:
"Eğer Allah, yaptıklan yüzünden insanlan (hemen) cezalandırsaydı, yeryü-
zünde hiçbir canlı yaratık bırakmazdı. Fakat Allah, onları belirtilmiş bir süreye
kadar erteliyor. Vakitleri gelince (gerekeni yapar). Kuşkusuz Allah, kullanru
görmektedir." (35:45); "Andolsun, senden önceki peygamberlerle de alay edil-
di de Ben i.nk.ir edenlere mühlet verdim, sonra da onlan yakaladım. (Görsey-
din ki) azabım nasılmış!" (13:32); "Nice ülkeler var ki, zulmedip dururlarken
onlara mühlet verdim. Sonunda onlan yakaladım. Dönüş yalnız Banadır:·
(22:48); "Ayetlerimizi yalanlayanlan, hiç bilmeyecekleri yerden yavaş yavaş
helake götüreceğiz. Onlara mühlet veririm; (ama) Benim cezam çetindir."
(7:182); "Senin, bağışı bol olan Rabbin merhamet sahibidir; şayet yaphklan yü-
zünden onları (hemen) muaheze edecek olsaydı, onlara azabı çarçabuk verirdi.
Fakat kendilerine tanınmış belli bir süre vardır ki, artık bundan kaçıp kurtula-
caklan bir sığınak bulamayacaklardır.'' (18:58)
Aynca, Yüce Allah, karşıtaşlıklan eziyet ve yalanlanmaya karşı sabırlı ol-
maya davet ederek en sevdiği kullannın (peygamberlerin) da bu vasfa sahip
olmalanru ister:
"O halde (Reswüm!), peygamberlerden azim sahibi olaniann sabrettiği gibi
sen de sabret. Onlar hakkında acele etme, onlar vadedildikleri azabı gördükleri
gün sanki dünyada sadece gündüzün bir saati kadar kaldı.klanru sanırlar. Bu,
bir tebliğdir. Yoldan çıkmış topluluklardan başkası helak edilir mi hiç!"(46:3~);
"Andolsun ki senden önceki peygamberler de yalanlanmışh. Onlar, yalanlan-
malanna ve eziyet edilmelerine rağmen sabrettiler, sonunda yardımımız onh-
ra yetişti. Allah'ın kelimelerini (kanunlannı) değiştirebilecek hiçbir kimse yok-
tur." (6:34); "Sabret! Senin sabnn da ancak Allah'ın yardımı iledir. Onlardan
dolayı kederlenme; kunnakta oldukları tuzaktan kaygı duyma! Çünkü Allah,
(kötülükten) sakınanlar ve güzel amel edenlerle beraberdir.'' (16:127-128)
Allah, mürnin kullanna da sabırlı olmayı tavsiye ediyor:
"Ey iman edenler! Sabredin; (düşman karşısında) sebat gösterin; (cihat için)
hazırlıklı ve uyanık bulunun ve Allah'tan korkun ki başanya erişebilesiniz."
(3:200)
Allah, Hz. Musa'nın ağzından kullarına şöyle emrediyor:
"Allah'tan yardım isteyin ve sabredin. Şüphesiz ki yeryüzü Allah'ındır.
Kullanndan dilediğini ona varis kılar. Sonuç (Allah'tan korkup günahtan) ia-
kınanlanndır." (7:128)

Allah sabredenleri müjdeliyor, Rablerinden gelen rahmete mazhar oldukla-


nnı, doğru yolu bulduklanru (2:155-156), onlan sevdiğini (3:146), ecir ve müka-
fatlannın hesapsız verileceğini (39:10), Allah'ın sabredenlerle beraber olduğu­
nu (8:46) Cennet'in onlara ait olduğunu (13:22) haber veriyor.
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHl • 337

Bu ismi bilen mümin, O'nu örnek almaya çalışır. Karşılaşhğı zorluklara sab-
reder. Sebatlı olur.

s6/6. Ey kullanna çok merhamet edip onlan esirgeyen RaM'!

Rauf isminin kökü olan "Re'fet", rahmelin en şiddetli, en keskin, en ince ve


en latif olanıdır. (Firuzabadi, Kıımus, m, 147) Türkçe'de bir anlamda buna "şef­
kat'' diyebiliriz. Buna göre, Rauf, müşfik demektir. Re'fet'in, rahmetten bir far-
kı da şudur: Rahmet, rahmet edilene iyiliğin, faydarun, haynn dokunmasına
sevk eden sevgi dolu aamadır. Nitekim çok büyük faydalanndan ve Allah'ın
nimet ve ihsanlanna vesile olmasından dolayı ya~mur için "rahmet" denilmiş­
tir: "Rahmetinin önünden rüzgan gönderen O'dur." (7:57) Re'fet ise, kötülü-
ğün dokunmasına, zarar görmesine, aa çekmesine mani olmaya sevk eden
sevgi dolu aamadır. Nitekim, ceza vermenin belirtildiği bir ayette "Allah'ın
hükmünü uygulama konusunda onlara karşı aamaruz tutmasın." (24:2) der-
ken "re' fet" kelimesi tercih edilmiştir. (Razi, Mefatih, III, 120) "Allah sizi, Ken-
disinden gelecek bir azaptan sakındınyor. Çünkü Allah, kullanna Rauftur
(çok şefkatlidir)." (3:30) ayetide bu inceli~e işaret eder.
Allah'ın vasfı olarak Rauf, Kur'an'da mürninler hakkında söz konusu edilir.
(9:117; 24:20) Bazen umumi olarak insanlan konu alır. (2:143, 207; 16:7, 47) Al-
lah'ın müminlerin tevbesini kabul etmesi, insaniann hayat şartlanru kolaylaşh­
ran hayvanlan yaratması, insanları karanlıklardan aydınlı~a çıkarması, mü-
minlerin kalplerini birbirlerine karşı kinden antması gibi konular münasebe-
tiyle zikredilir.
Allah'ın, re'fet ve yardım.mın kainatta hadsiz tecellileri vardır. Risale-i
Nur'da belirtildiği gibi insan, şu kainat içinde pek nazik ve nazenin bir çocuğa
benzer. Nihayet derecede aciz ve zayıf olduğu halde, bu güçsüzlüğünde bü-
yük bir kuvvet ve aczinde büyük bir kudret göze çarpmaktadır. O zaafın kuv-
vetiyle ve oaczin kudretiyledir ki, şu mevcudat baştan başa ona hizmetkar ol-
muş. Eğer insan zaafını aniayıp diliyle, haliyle ve tavnyla dua etse, aczini bilip
Rabb'inden yardım dilese, bu geniş teshirin şükrünü eda etmekle beraber, ar-
zusuna öyle muvaffak olur ki, şahsi güç ve kuvvetiyle onun binde birisine
muvaffak olamaz. Ne yazık ki, bazen hal diliyle yaphğı bir duası sonucu ger-
çekleşen bir arzusunu yanlış olarak kendi özel iktidanna atfeder.

Bu hahl re'fetin tecellisiyledir ki, korkak ve çekingen tavuk, Allah'ın, küçü-


cük yüreğine koyduğu o engin şefkatle adeta kahraman kesilmekte ve yavru-
sunu kaphrmamak için aslana saldırarak kendini feda etmektedir. Yine, o İlahi
re'fetin tecellisiyledir ki, dünyaya gelen aslan yavrusu, o canavar ve aç asianı
kendine musahhar ederek onu aç bırakıp kendi tok oluyor.
338 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

Gözsüz bir akrep ve ayaksız bir yılan gibi haşerelere mağlup olan insana,
elsiz bir kurtçuktan ipeği giydiren ve zehirli bir böcekten balı yediren, insanın
kendi güç ve kuvveti değil; onun güçsüzlüğünün bir meyvesi olarak Rabbani
bir teshir ve Rahmaru bir ikramdır.
İnsan, Yarahasının rahmetini inkar ve hikmetini itharn edecek bir tarzd.ı
küfran-ı nimet suretinde, Karun gibi "Bilgim sayesinde bu bana verildi. '
(28:78; 39:49) yani, ben kendi ilmim ve kendi iktidanmla kazandım, dese elbet-
te azap tokadına müstahak olur.
Madem gerçek budur, insan, gururu ve enaniyeti bırakmalı, Uluhiyetin der-
garunda acz ve zaafını istimdat lisanıyla; fakr ve ihtiyaçlarını yakanş ve dua lı­
sanıyla ilan etmeli, kul olduğunu göstermeli ve "Allah bana yeter. O, ne iyi vt·-
kildir!" diyerek manen ve maddeten yükselrnelidir. (Sözler, s. 327-328)
Yine Bediüzzaman, ehl-i imanı, tevbe ve istiğfar içinde günahlardan ann-
malan ve affa nail olmalan için Rauf olan Allah' a sığınma ya çağırarak (Mesnı•­
vi-i Nuriye, s 113), bu ismin kötülüklerden koruyucu etkisine işaret eder.
Allah'ın bu ismini bilen mümin, O'ndan gelen aa tatlı her şeyin alhnda
rahmet ve şefkat panlhlannın bulunduğuna inanır. Hoşa gitmeyen şeylerin d~,
hpkı şefkatli ve mahir bir doktorun hastasına perhiz tutturması veya aa ilaçlar
içirmesi gibi sonuçlan itibariyla faydalı olduğunu bilir. Rabbine karşı tam bir
teslimiyet ve tevekkül hali kazanır.
öte yandan, bu ismi tanıyan bir mü min, kendi kendisine ve diğer tüm car lı
varlıklara karşı şefkatli davranır. Kendisine olan şefkatini, kötülük ve günah-
lardan uzak durmakla, ruh ve beden sağlığına dikkat etmekle gösterirken, di-
ğer canlılara olan şefkatini de, onlara en ufak bir zarar vermek şöyle dursun
hep iyilik etmeyi prensip edinerek ortaya koyar. Böylece ahirette de Allah'ın
engin şefkat ve mehametine mazhar olmaya devam eder.

s6/7· Ey lrullarına karşı pek merhametli olan AtM! 0 ı.:. )as. 4


O, kullanna ve yarathklanna karşı çok şefkatli, çok merhametli, çok aayan
ve çok bağışlayandır.

s6/8- Ey bütün mahlukab maddi ve manevi kirlerden arındıran

Kuddtl.s! 0 ~J~ Ç
Kuddus, temiz, pak, mübarek, kutlu, her türlü kusurun ötesinde, son den-ce
münezzeh, gayet mukaddes, her vasfında mükemmel, sırurlamaya ve tasvire
sığmaz, hiçbir leke kabul etmez, tertemiz diye tanımlanır. Bu isim, aynı zaman-
da Allah'ın bütün kemal sıfatlan taşıdığını, üstünlük ve mükemmellikleriyle
Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI •339

övülmeye layık olduğunu ifade eder. Mealen kaydettiğirniz aşağıdaki ayet-i


kerimelerde Allah'ın, başka sıfatlarının yanı sıra özellikle bu sıfah açıkça dile
getirilmiştir:

"0, öyle Allah' br ki, O'ndan başka ilah yoktur. Görülmeyeni ve görüleni bi-
lendir. O, esirgeyendir, bağışlayandır. O, öyle bir Allah'hr ki, kendisinden baş­
ka hiçbir ilah yoktur. O, mülkün sahibidir, eksiklikten münezzehtir, selamet
verendir, emniyete kavuşturandır, gözetip koruyandır, üstündür, istediğini
zorla yaphran, büyüklükte eşi olmayandır. Allah, müşriklerin ortak koştuklan
şeylerden münezzehtir. O, yaratan, var eden, şekil veren Allah'hr. En güzel
isimler O'nundur. Göklerde ve yerde olanlar O'nun şanını yüceltmektedirler.
O, galiptir, hikmet sahibidir." (59:22-24)
"Göklerde ve yerde olanların hepsi, mülkün sahibi, eksiklikten münezzeh,
aziz ve hakim olan Allah' ı tesbih eder." (62:1)
Kaynaklarda kaydedildiğine göre, Hz. Peygamber de, namazdaki rüku ve
secdelerinde "Subbllhun, Kuddusun, Rabbu'l-melaiketi ve'r-Ruh = Allah, her
türlü kusurdan pak ve münezzehtir. O, meleklerin ve RUh'un (Cebrail'in) Rab-
bidir!" diye zikrederdi. (Müslim, Salat 42)
İmam Gazali'nin yaklaşırnma göre, Allah, duyuların idrak ettiği, hayalin ta-
savvur ettiği, vehmin tasavvur ve hayal ettiği, aklın düşündüğü ve fikrin hük-
mettiği her türlü vasıftan münezzehtir. O sadece, varlıklardaki, cehalet, acz,
körlük, sağırlık, dilsizlik gibi eksiklik ifade eden sıfatiardan münezzeh ve uzak
değil, aynı zamanda onlardaki ilim, irade, kudret, işitme, görme, konuşma, ira-
de gibi üstün sıfatiardan da münezzeh ve uzakhr. Yani Allah'ın, ilmi, iradesi,
kudreti, işitmesi, konuşması vs. diğer varlıklannkinden tamamen farklı ve üs-
tündür. O, mahlukat için tasavvur edilebilen her bir sıfattan ve tasavvur edile-
bilen bu sıfatiara müşabih ve mürnasil olan sıfatiardan da mukaddes ve mü-
nezzehtir. Eğer, bu sıfatiann söz konusu edilmesi hususunda izni olmasaydı
çoğunun söz konusu edilmesi bile caiz olmazdı. (Gazali, a.g.e., s. 43)

Ayrıca kainattaki bütün temizlik ve paklık O'ndan gelir. Bütün mevcudahn


bütün tesbihat ve takdisah O'nun kutsiyetini ilan eder. Bediüzzaman'ın ifade-
siyle; "İsm-i Kuddus'un cilve-i a'zamından gelen tanzif ve nezafet, bütün kai-
nahn mevcudahnı temizliyor, güzelleştiriyor. Beşerin bulaşık eli kanşmamak
şarbyla, hiçbir şeyde hakiki nezafetsizlik ve çirkinlik görünmüyor." (Lem'alar,
s. 310)

Kuddôs ismi ve kiinit


Bu ismin kainattaki tesir ve tecellileri konusunda Risale-i Nur'da öz olarak
şöyle denilmiştir: Bu kainat ve bu yerküresi, sürekli işler bir büyük fabrika ve
her vakit dolar boşalır bir otel, bir misafirhanedir. Halbuki böyle işlek fabrika-
lar, oteller ve misafirhaneler; çöplerle, enkazlarla, süprüntülerle çok kirlenir,
340 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

bulaşık oluyor ve kokuşmuş maddeler her tarafında yı~ır. E~er pek çok dik-
katle bakılmazsa, temizli~e dikkat edilmezse ve süpürülüp temizlenmezse
içinde durulmaz, insan onda boğulur. Halbuki bu kamat fabrikası ve yeryüzü
misafirhanesi o derece pak, temiz ve naziftir; o kadar kirsiz ve bulaşıksızdır ki,
bir lüzumsuz şey, bir faydasız madde ve tesadüfi bir kir bulunmaz, görünüşte
bulunsa da, çabuk bir dönüşüm makinesine ab.lır, temizlenir. Demek bu fabri-
kaya bakan Zat, çok iyi bakıyor. Ve bu fabrikanın öyle temizleyici bir Sahibi
var ki, o koca fabrikayı ve o büyük sarayı küçük bir oda gibi süpürtür, temiz-
ler, düzenler ve tanzif eder. o pek büyük fabrikanın büyüklüğü ruspetinde
çöpleri, enkazından kalma kirli maddeleri ve süprüntüleri bulunmuyor. A~i­
ne büyüklüğü nispetinde, temizli~ine ve nezafetine dikkat ediliyor. Bir insan,
bir ay yıkanmazsa ve küçük odasını süpürmezse çok kirlenir. Demek bu ale:n
sarayındaki paklık, duruluk, nuranilik, temizlik; mütemadiyen hikmetli bir te-
mizlemeden, bir dikkatli yıkamadan ileri geliyor. Eğer o daimi temizleme, su-
pürme ve dikkat ile bakma olmasaydı, bir senede bütün canlılann yüz bin mı 1-
letleri yeryüzünde boğulacaklardı.
Gök boşluğunda, yıkilmaya ve ölüme hedef olan küreterin ve uydulann,
hatta yıldıziann enkazlan, başımızı ve diğer canlılann başlarını, belki de yer-
kürenin başını, hatta dünyamızı tahrip edeceklerdi. Dağlar büyüklüğündeki
taşlan başımıza yağdıracaklardı ve bizi dünya denilen bu vatanımızdan ka~"I­
racaklardı.

Hem zeminin yüzünde her sene ölüm ve hayahn değişmeleri ve dövüşme­


leri yüzünden yüz binlerce canlı türlerinin cenazeleri ve iki yüz bin bitki grup-
larının enkazlan, kara ve denizin yüzlerini olağanüstü derecede öyle kirlete-
ceklerdi ki; şuur sahipleri, o yüzleri değil sevmek, aşık olmak, aksine öylesi çir-
kinlikten nefret edip ölüm ve yokluğa kaçacaklardı. Bir kuşun, kolayca kanat-
lannı ve bir katibin sayfalarını temizlediği gibi, dünya denilen şu uçağın ve
göklerde uçan kuşlann kanatları ve bu kainat kitabının sayfalan da öylece te-
mizleniyor, güzelleşiyor ki; ahiretin hadsiz güzelliğiili bilmeyen ve imanla du-
şünmeyen insanlar, dünyanın bu temizliğine, bu güzelliğine aşık olurlar, adeta
taparlar.
Demek alem denilen bu saray ve bu k.iinat fabrikası, Kuddıls isminin bir
büyük cilvesine aynadır ki, o kutsi temizlemeden gelen emirleri, değil yalnız
denizierin etobur temizleyicileri ve karaiann kartallan, hatta kurtlar ve kann-
calar gibi cenazeleri toplayan sağlık görevlileri bile dinliyorlar. Hatta o kutsi
temizliğe ilişkin emirleri, bedende cereyan eden kandaki alyuvarlar ve akyu-
varlar bile dinleyip, bedenin hücrelerinde temizlik yaptıklan gibi; nefes dahi o
kanı tasfiye eder, temizler. Ve o emri; göz kapaklan, gözleri temizlemek ve ~i­
nekler, kanatlannı süpürrnek için dinledikleri gibi, hava ve bulut dahi dinler.
Hava, zeminin yüzüne konan toz toprak gibi süprüntülere üfler, temizler. Bu-
Kur'~n ve Hikmet llıQında CEVŞEN ŞERH İ • 341

lut süngeri, zemin bahçesine su serper, tozu toprağı yahşhnr. (Lem'alar, s. 304-
305)
Kudd'lls isminin Risale-i Nur'da dile getirilen tecellilerini mefhum olarak
nakletmeye devam edelim: Sonra gökyüzünü uzun süre kirletmernek için, ça-
buk süprüntülerini toplayıp mükemmel bir düzeniilikle çekilir, gizlenir. Gö-
~ güzel yüzünü ve gözünü, silinmiş ve süpürülmüş, panl panl parlar göste-
riyor. Ve temizliğe ilişkin o emirleri yıldızlar, toprak, hava, su ateş gibi unsur-
lar, madenler, bitkiler dinledikleri gibi, bütün zerreler dahi dinliyorlar ki, hay-
ret uyandına değişiklik fırhnalan içinde o zerreler temizliğe dikkat ediyorlar.
Bir yerde lüzumsuz toplanmıyorlar, kalabalık etmiyorlar. Kirlenseler, çabuk te-
mizleniyorlar. En temiz, en nazif, en parlak ve en pak vaziyetleri; en güzel, en
saf, en hoş suretleri almak için, bir hikmet eli tarafından sevk olunuyorlar.
İşte bu tek fiil, yani tek hakikat olan temizleme; Kuddüs ismi gibi bir ism-i
a'zamdan, kainahn en büyük dairesinde görünen bir büyük panlbdır ki, doğ­
rudan doğruya Allah'ın varlığını ve O'nun birliğini güzel isimleriyle beraber,
güneş gibi geniş ve dürbün gibi olan gözlere gösterir.( ... )

Yalnız temizleme fiili bile kainahn Yaratıasma verilmezse, o zaman iman


yolundan sapaniann tuttuğu yolda lazım gelir ki: Ya temizlik ile ilişkili olan
zerreden, sinekten tut, ta moleküllere, yıldızlara kadar bütün yarahklarm her
biri koca kainahn süslenişini, tartılışmı, düzenienişini ve temizlenişini bilecek,
düşünecek ve ona göre davranacak bir kabiliyette olacak veya Alem'in Yarah-
asının kutsal sıfatları kendisinde bulunacak .. veyahut bu kainahn süslenişleri,
temizlenişleri, gelirleri ve giderlerinin dengelerini düzenlemek için, kainat bü-
yüklüğünde bir danışma meclisi bulundurulacak ve hadsiz zerreler, sinekler,
yıldızlar o meclisin üyeleri olacak ve daha bunlar gibi hurafeli, safsatalı yüz-
lerce imkansızlıklar bulunacaktır ki, her tarafta görünen ve gözlernlenen genel
ve kuşaha ulvi süsleme, temizleme ve anndınna gerçeği meydana gelebilsin.
Bu ise bir imkansızlık değil, yüz bin imkansızlık ortaya çıkarır. Evet, eğer gün-
düzün aydınlığı ve yeryüzündeki umum parlak şeylerde görünen hayali gü-
neşçikler güneş'e verilmezse ve bir tek güneş'in yansıyan görüntüsüdür de-
nilmezse, o vakit yeryüzünde parlayan bütün cam parçalannda, su damlala-
rında ve kar tanedklerinde, hatta havanın zerrelerinde birer gerçek güneş bu-
lunmak lazım gelir. Ta ki, o umumi ışık ve aydınlık meydana gelebilsin. (... )
Evet kainat sarayını tertemiz tutan bu ulvi, umumi temizleme; elbette İsm-i
Kuddüs'ün panlbsı ve gereğidir. Evet, nasıl ki bütün yarabklarm tesbihatlan
İsm-i Kuddüs'e bakar; öyle de bütün temizlenişlerini de, Kuddüs ismi ister.
(Kötü hasletlerin, bahl inançların, günahların, dine sonradan sokuşturulan hu-
rafelerin manevi kirlerden olduklan unutulmamalıdır) Temizliğin bu kutsi
ehemmiyetindendir ki; "Temizlik imandandır." (Müslim, Taharet 1; Tirmizi,
Da'avat 91, (3512); Nesai, Zekat 1) hadisi, temizliği imanın nurundan saymış.
342 • Kur'.in vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

"Allah tevbe edenleri ve temizlenenleri sever." (2:222) ayeti dahi, temizliği İla­
hi sevginin bir vesilesi göstermiştir. (Lem'alar, s. 305-307)
Bu isimden ders alan bir mümin, daima Allah'ın yüceliğini anar, O'nu her
türlü noksanlıklardan tenzih eder, beden ve ruhunu maddi ve manevi her tür-
lü kir ve kötülüklerden anndırmaya çalışır. Bütün haramlardan, mekruhlar-
dan, şüpheli şeylerden uzak durur. İçiyle dışıyla, evi ve çevresiyle pak, nezih
ve temiz olmaya çaba göstererek bu mübarek isme ayna olmaya gayret eder.
Özellikle de inancını hurafelerden, ilmini vehim ve kuruntulardan anndırma­
ya özen gösterir.
,
56/9· Ey gerçek hayat sahibi olan Hayy! 0 ;_r Ç
Hayat kelimesinden sıfat olan "Hayy" kelimesi, kısaca "hayat sahibi, diri"
anlamına gelir. Allah'ın sıfah olarak ise, alimler tarafından farklı farklı biçimde
anlaşılmışhr. Taberi, bu farklı görüşleri şu şekilde nakleder:

1) Bu vasıfla zahnı nitelemekle Allah, Kendisinin baki olduğunu ve ezeli ve


ebedi varlığına ölümün gelmesinin muhal olduğunu belirtmek istemiştir.
2) İrade ettiği her şeyin tedbir ve idaresi O'nun için çok kolaydır, istediği
hiçbir şey Kendisi için imkansız değildir; çekip çevirme özelliğine sahip olma-
yan şerikler ve sahte tanrılar gibi değildir.
3) Bazılan, bu vasıftan, "Allah'ın ezeliyetle mevsuf oldu~ gibi ebediyetlt
de mevsuf daimi bir hayab oldu~nu anlarlar.
4) Bazılan, "0, Allah'ın Kendisi için kullandığı bir isimdir. O Kendisim
böyle nitelediği için biz de böyle niteliyoruz." derler.
Taberi bu farklı anlayışlan sıraladıktan sonra şunlan söyler: "Bana göre bu
ismin manası şudur: Allah Teala Kendisini sonu ve kesintisi olmayan, daimi
bir hayatla nitelemiştir. Yarab.klannın ecelleri geldiğinde maruz kaldıklan yok
oluşu ve kesintiyi ise Kendisinden nefyetrniştir. Zat'ına kulluğu, kullan üzeri-
ne vacip kıldığını haber vermiştir. Çünkü, el-Hayy o demektir ki, ölmez ve yok
olmaz. Halbuki Kendisinden başka tannlaşbnlanlar ölürler. Tükenmeyen, öl-
meyen, zail olmayan Allah'ın yanında; tükenen, zail ve fani olan, ölen varlıkla­
ra tapınmanın mümkün olmadı~ını kullanna bildirmek istemiştir. Allah'ın an-
cak ölmeyen, fani olmayan daim olduğunu, bununla Kendisinden başka tann
olmayan Allah olduğunu bildirmek istemiştir. (et-Taberi, a.g.e., (2/255 hk.) \",
387; VI, 156 vd.)
Hayy kelimesi, Kur'an'da Allah'ın vasfı olarak 5 ayette geçer:
1) ilkin Furkan Süresi'nde geçer. Burada özel isim durumundadır ve "ölüm-
süz" sıfahyla nitelenrniştir: "Ölümsüz Diri'ye tevekkül et!" (58. ayet)
Kur'An vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i • 343

2) Bundan sonra Haşir'den bahseden bir konuda bu isme yer verilir: "Yüz-
ler, Hayy ve Kayyfun'a boyun eğmiştir." (20:111) Mahşerde O'nun Hayy vasfı
kemaliyle zuhur edecektir. Bütün hayatiann sahibi olan Kamil Hayy, onlardaki
emanet olan hayatlan geri alıp onları ölüme mazhar etmiştir. Sonra hepsini bir
araya toplayarak yine onlara hayat vermiş, Hayy'ın ancak Kendisi olduğunu
onlara bir kere daha göstermiştir.
3) Allah O Ha yy' dır ki, bu isminin tecellisiyle, ölü ve karanlık maddenin içi-
ne giren bir sır, panlhlar halinde o ismin Sahibine şehadet eder. Tecellinin de-
ğişme zamanı gelip de, o sır alınınca, hayat maddesi, ölümle öbür maddeler-
den bir madde haline dönüşmekle de, yine O Hayy'e şehadetini yeniler.
4) Bir ayette de, "O'dur Hayy; O'ndan başka ilah yoktur." buyrulmakla,
kamil manada tek Hayy'ın O olduğu belirtilir.
5) Bu vasıf iki ayette de el-Hayy el-Kayyfım şeklinde gelir. (2:255; 3:2)
Demek ki bu ilahi vasıf, ya "ölümsüz" sıfahyla, ya hasr ifadesiyle veya el-
Kayyfım ismiyle birlikte getirilerek, bildiğimiz diriler gibi bir dirinin değil, aş­
kın ve yüce bir Zat'ın huzurunda olduğumuz habrlahlmışhr. (Suat Yıldınm,
a.g.e., s. 202-205)
Diğer Esrna-i Hüsna, aynı zamanda Allah'ın "Hayy" ismine delildirler:

Bütün varlıklarm düzenienişinde eseri görünen hahi ilme şehadet eden bü-
tün deliller, kainah idare eden kudreti ispat eden bütün bürhanlar, kainahn
düzenleme ve idaresinde hükmeden irade ve tercihi ispat eden bütün hüccet-
ler, Allah'ın kelamının ve İlahi vahyin vesilesi olan peygamberlikleri ispat
eden bütün alarnet ve mucizeler vb. yedi İlahi sıfata şehadet eden bütün delil-
ler; ittifakla Hayy ve Kayyfun Zat'ın hayahna delalet, şehadet ve işaret ediyor-
lar. Çünkü, nasıl ki bir şeyde görmek varsa, hayah da var; işitmek varsa, haya-
tın alametidir; söylemek varsa, hayahn varlığına işaret eder; seçme yeteneği ve
irade varsa hayah gösterir. Bu kainatta eserleriyle, varlıklan kesin ve apaçık
olan sınırsız kudret, her şeyi kuşatan irade ve her şeyi içine alan ilim gibi hahi
sıfatlar da, bütün delilleriyle zat-ı Hayy ve Kayyfım'un hayahna, zorunlu var-
lığına ve bütün kainah bir gölgesiyle ışıklandıran ve bir panlhsıyla bütün
ahiret diyannı bütün zerreleriyle hayatiandıran daimi hayahna şehadet eder-
ler. (Bediüzzaman, Lem'alar, s. 334-335)

56/ıo. Ey gökleri, yeri ve bütün mahlukab ayakta tutan KayyO.m!

"Kayyfım"; varlığı daim, her şeyi muhafaza eden, değişmez, kendi kendine
yeten, görüp gözeten, her varlığın muhtaç olduğu ortam ve şartlan sağlayan,
her varlığın işlerini yoluna koyan vb. manalara gelir. Yüce Allah, hem değişip
344• Kur'In vr Hikmrt lşıOında CEVŞEN ŞERH!

yok olmayan, hem de yarathğı her şeyin idaresini uygun biçimde yürütendir.
Gökleri, yeri ve onlardaki her şeyi varlıkta tutandır. Her şeye, mukadder olan
vakte kadar durması için sebeplerini ihsan edendir.
Kayyfun ismi, Kur'an'da üç ayette geçer. (2:255; 3:2; 20:73)
Şu kiinattaki gök cisimlerinin ayakta kalışlan ve devamlan, kayylımiyet
sırnna bağlıdır. Kayylımiyet tecellisi bir dakika olsun yüzünü çevirse, bir kıs­
mı yerküresinden bin defa büyük milyonlada küreler, şu uçsuz bucaksız uzay
boşlu~da dağılacak, birbiriyle çarpışacak, yokluğa dökülecekler. Nasıl ki,
havada binlerce muhteşem saraylan tam intizamla uçaklar gibi durdurup gez-
diren bir zat'ın kayylımiyet gücü, o havadaki sarayların sehat, düzen ve de-
vamlan ile ölçülürse; Kayyüm olan Allah da, sayısız gök cisimlerine, nihayet
derecede düzenlilik ve ölçü içinde kayyümiyet sırnyla bir kıyam, bir beka, bir
devam vererek, bir kısmı yerküresinden bir milyon defa daha büyük milyc•n-
larca muazzam küreleri direksiz, dayanaksız, boşlukta durdunnakla beraber,
her birini bir görev ile görevlendirip gayet muhteşem bir ordu şeklinde Kendi-
ne tam bir bağlılıkla itaat ettinnesi, ism-i Kayyfun'un tecellisine bir ölçü oldu-
ğu gibi, her bir varlığın zerreleri de, yıldızlar gibi, kayyümiyet sırrıyla ayakta
kalıyor ve varlıklanru sürdürüp devam ettiriyorlar.
Bir canlının bedenindeki zerreterin her bir organa özgü bir şekil ile küme
küme toplanmalan, sel gibi akan urısurların fırhnalan içinde vaziyetterini mu-
hafaza edip dağıimamalan ve düzenli bir biçimde dunnalan, besbelli ki kendi
kendilerinden olmayıp, aksine kayyümiyet sırrıyla olduğundan; her bir beden
düzenli bir tabur, her bir tür, muntazam bir ordu hükmünde olarak bütün can-
lılar ve terkip halindeki varlıkların yeryüzünde ve yıldızların uzayda dunnala-
n ve gezmeleri gibi, bu zerreler de sayısız dilleriyle kayyümiyet sırrını ilan edi-
yorlar. (Bkz. Bediüzzaman, Lem'alar, 340-356)
Merhum Ali Osman Tatlısu'nun şu tespitleri ne kadar yerindedir:
Nasıl ki ruh, bedenin bütün zerrelerine, hücrelerine, en ince kısımlarına ha-
yat ve intizam serpiyor. Bu sayede vücuttan çekici bir güzellik, zindelik ve sağ­
lık fışkınyor. Beden her an ruhun bu feyiz ve inayetine muhtaçtır. Bu kesildiği
an çirkin ve ürkütücü bir hal alır. Bunun gibi, kainahn her zerresi, her an Al-
lah'ın inayetine, yani, işlerinin yoluna konulup varlıkta bırakılmasına itina ve
özen göstermesine muhtaçbr. (Tatlısu, a.g.e., s. 173-174)
Ey gafil insan! Yüce Allah'ın senden başka nice nice kullan var. Öyleyken O
seni görüp gözebne işini, sanki senden başka kulu yokmuş gibi, hususi bir
ehemmiyetle yerine getirmektedir. Senin ise, O'ndan başka tutanın ve gözete-
nin yokken, seni bıraklverdiği takdirde, sanki elinden tutacak, hayabm kurta-
racak başka himaye edicilerin varmış gibi, kulluğunda tembellik edip gevşek­
lik gösteriyorsun. Allah'ın rahmeti, inayeti ne büyük, senin gafletin ne derin!
(Tatlısu, a.g.e., s. 174)
Kur'In ve Hikmet JııOında CEVŞEN ŞERH! • 345

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-57-

57fl. Ey semada azameti görülen! O ~~: 'ia ~ ~ 1; ' ll ıJ ~:; Ç


Semavatta muntazarn dönüşlerden; yüksek, sessiz, direksiz duran sakin ci-
simlerden; ışık saçan, birbirlerini andıran, yaratılışlan ölçülü ve muntazarn
olan yıldızlardan; tam bir intizarn ve itaatkarlık içerisinde hareket ettirilen ge-
zegenlerden hiçbirisi yoktur ki, O'nun vürub-u vüruduna ve birliğine şehadet­
leri bulunmasın ve nurlu birer bürhan olmasın. Bütün bunlar, O'nun her şeye
bakan rububiyyetinin haşmetine ve kudretinin azametine; her şeyi ihata eden
rahmet ve hakirniyetine; her şeyi içine alan ilmine ve hikmetine delalet eden
nurani şahitlerdir. Saltanat-ı Uhihiyet'inin şa'şaasına işaret ederler. Hepsi de
O'nun mülkünde, O'nun semavatında, O'nun emri, gücü. kuvveti, kudreti ve
iradesiyle teshir ve tanzim edilmişlerdir. Kendilerini bu şekilde yaratan ve tan-
zim eden .lat'ı tesbih ve tazim ediyorlar. (Bediüzzaman, Tefeklcünuime-Milrifet-
name)
Gözlerimizi gökyüzünün süslü ve güzel yüzüne şöyle bir çevirdiğimizde
fevkalade sükunet içinde bir sükutu görüyor ve kudreti sınırsız bir Zat'ın emri
ve boyun eğdirmesiyle o vaziyeti aldıklarını anlıyoruz. Yoksa eğer başıboş ol-
salardı, birbiri içindeki o dehşetli sayısız cisimler, o gayet büyük küreler son
derece süratli hareketleriyle öyle bir gürültü çıkaracaklardı ki, varlıkların ku-
laklarını sağır edecekti. Hem öyle bir kanşıklık zelzelesi içine girecekti ki kai-
nab da~tacaktı. Yıldızlar içerisinde yerküreden milyonlarca defa daha büyük
cisimler bulunduğu ve top mermisinden yetmiş defa daha süratli hareket ettik-
leri halde, sükunet içindeki sessizliklerinde Yüce Allah'ın ne derece kudretli
olduğunu ve o cisimlerin ne derece O'nun emirlerine boyun eğdiklerini ilan
ediyor.
öte yandan, gökyüzünde hikmet içinde bir hareket göze çarpıyor. Son de-
rece hayret verici büyük hareketler, son derece ince ve geniş bir hikmet içinde-
dir. Nasıl ki bir fabrikanın çark ve dolaplarıru hikmet içinde kurup çeviren bir
sanatkar, o fabrikanın azarnet ve intizamı derecesinde sanat ve maharetini gös-
terir. Öyle de, koca güneşe, gezegenlerle birlikte fabrika vaziyetini veren ve
346 • Kur'In ve Hikmet l~ı4ında CEVŞEN ŞERH İ

müthiş büyük küreleri, sapan taşlan misali ve fabrika çarkları gibi etrafında
döndüren bir zat'ın kudret ve hikmetinin derecesini o ölçüde gözler önüne se-
riyor.
Yine, gökyüzünde öyle bir ihtişam içinde bir panldama ve süslü bir tebes-
süm var ki, Yüce Sanatkarının ne kadar muazzam bir saltanah, ne kadar güzel
bir sanah olduğunu gösterir. Donanma günlerinde sayısız elektrik lambaları­
run, o memleket sultanının ihtişam derecesini, teknik ve medeniyetteki ilerle-
me seviyesini gösterdiği gibi, şu uçsuz bucaksız gökler, o muhteşem ve süslü
yıldızlanyla Yüce Sanatkannın mükemmel saltanahru ve güzel sanahru öylece
dikkatli gözlere gösteriyor.
öte yandan, çok değişik ve küçük cisimleri, ya da canlıları döndüren, bır
vazife için çekip çeviren ve özel birer ölçü ile her birini belli bir yolda sevk ve
idare eden bir zat'ın güç ve hikmet derecesini, hareket eden o cisim veya canlı­
Iann O'na itaat ve ba~lılıklannı gösterdikleri gibi, koca gökler o dehşetli aza-
metiyle, hadsiz yıldızlanyla ve o yıldızlar da dehşetli büyüklükleriyle, son dE--
rece şiddetli hareketleriyle beraber zerre miktar ve bir saniyecik kadar sınırla­
nru aşmamalan, yörüngelerinden sapmamatan ve görevlerinden geri kalma-
malan, Yüce Sanatkirlannın ne kadar ince bir özel ölçüyle Rububiyetini yürüt-
tüğünü dikkatli gözlere gösteriyor.

Mesela, göğün süslü tavanına, güneş gibi ışık verici, ısındına bir lambayı
takmak, gece ve gündüz denilen iki iplik ve yazıyla kış ve yaz sayfalannda
İlahi mektuplar hükmündeki bitki ve canlılan dokumak ve yazmak için o gü-
neşi bir mekik ve nur hokk.ası haline getirmek; yine yüksek minare ve kuleler-
deki büyük saatierin parlayan akrepleri misali, gökk.ubbesinde Ay'ı, zaman de-
nilen büyük saat için bir akrep yapmak, de~ik çok hilaller biçiminde her ge·
ceye sanki ayn bir hilal bırakıp, sonra dönüp onlan toplatmak, menzillerindt~
tam bir ölçü ile, ince bir hesapla hareket ettinnek ve gökk.ubbesinde parlayan.
gülümseyen yıldızlarla göğün güzel yüzünü yaldızlamak, elbette nihayetsiz
bir rububiyet saltanahnın işaretleridir. Akıl sahiplerine O'nu tanıtan muhte-
şem bir uluhiyetin simgeleridir, düşünen kimseleri imana ve tevhide davet
ederler. (Bediüzzaman, Sözler, s. 563-565)
1 , •

57/2. Ey yerde ayetleri tecelli eden! 0 ~ÇI ~j 'JI ~ ~:;. Ç

Bir ayet-i kerimede, "Gerçekten göklerde ve yerde mürninler için birçok


ayetler vardır." (45:3) buyrulur. Başka bir ayette yine, "Yeryüzünde yakin sa-
hipleri için ayetler vardır." (51:20) buyrularak aynı gerçeğe dikkat çekilir.
"Arz (yerküresi), türlü türlü tezzetler ve çeşit çeşit yiyeceklerle doldurul-
muş emre arnade Rabbani bir gemidir. Rahman olan Sanatkan, nev-ibeşer ve
K u r' 3 n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 347

cins-i hayvanı memleketinin dörtbir yanında seyahat ettinnek için ona bindir-
miş.

Her bir vadi ve dağdaki, her bir çöl ve sahradaki her bir çiçek ve meyve, her
bir nebat ve ağaç, hatta her bir hayvan ve taş, nakış ve izleri açık bir mühürdür
ki, dikkatli bir nazara şunu gösteriyor: Bu eserin Sahibi, kendi tür ve cinsinin
Sahibinden başkası değildir. O mek.iru ibretli yazılarla dolduran da O'dur. Ka-
ra ve deniz sayfalannı bitki, hayvan ve ağaçlarla yazan da O' dur. (Bediüzza-
man, Tefekkürname-Marifetname)
«Bütün noksan sıfatiardan münezzehtir o Zat ki, bir bahçeye benzeyen arz-
ını, sanatının sergisi, yaratıklannın toplanma yeri, kudretinin mazhan, hikme-
tinin medarı, rahmetinin çiçekdanlığı, Cennet'inin tarlası, mahh1kahrun geçiş
yeri, peşpeşe gelen kafilelerin seyirg.ilu, mevcudatının akış yeri, masnuahnın
ölçeği yapmışhr. Bütün bu gelip geçen kafileler O'nun ilminin mucizeleri, (Cel-
le celalühü) sanahnın harikaları, cömertliğinin hediyeleri, h1tfunun bürhanlan,
dar-ı ahiretteki ilisanının müjdecileridir. Şu halde, meyvelerinin süslenmelerin-
den çiçeklerin tebessümü, çiçeklerin yapraklan üzerinde yağmurların serpiş­
tirilmesi, seher nesimlerinde kuşlann ötüşmesi; annelerin, küçük yavrulanna
aayıp merhamet etmeleri, eşyarun ve ağaçlann süslenmesi, çiçeklerin ve mey-
velerin kendilerini zihayahn nazarianna arz etmesi, ancak mahlukahru seven
bir Sani'in cinlere ve insanlara, ruh ve hayvanlara, melek ve cinlere Kendisini
tanıthnnası, bir Halik-ı Rahman'ın Kendisini sevdinnesi, bir Mün'im-i Han-
nan'ın merhametini ortaya koyması, bir Muhsin-i Mennan'ın şefkatını göster-
mesidir. Bu, delil ve bürhanla, hatta gözle görmekle sabittir.>> (Bediüzzaman,
Tefekkünıame-Marifettıame)

, -: ., ,
57/3· Ey her şeyde delilleri bulunan! 0 ~\'~ !~ ıf ~;. ~ Ç

Bir Arap şairi olan Lebid b. Rabia ünlü bir beytinde şöyle der:
ı •

• ~\'1
, ~
""·'.""/~ - W.G
.. -
ı, i ı ~

J

~~ ·~·
JJ , • ,

,_
--: •

r
• ·,
348 • Kur'An vt Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI

Yani, "Hayret! Nasıl Allah'a isyan edilir? Ya da nasıl bir inkara O'nu inkar
eder? Oysa, her bir şeyde O'nun bir oldu~u gösteren bir delil vardır. Her
hareket ettirme ve durdurmada her an Allah'a bir şihit vardır."
Bir başka şair de,

Yani, "Kainat kitabının sabrlanru iyi oku! Çünkü onlar, en yüce a.Iemden
sana yazılmış mektuplardır."
Buraya kadar olan isi.mlerin ve bundan sonrakilerin açıklamalannda sayısız
tevhid delillerine yer verdik.

57/4· Ey denizde acaip sanatlan bulunan! Q~~


, , , J;:;
.Jt_;J1 , Ç

Denizlerdeki su da.mlalanndan, muntazam ve garip garip mahlukattan,


yüzen balıklardan, süslü ve intizamlı cevherlerden ve sair muntazam denize
ait masnuattan hiçbirisi yoktur ki, O'nun Vücfıb-u Vücudu'na apaçık olarak
şehadet etmesin; ve O'nun her şeyi ihata eden haşmet-i rubiibiyyet ve azamet-i
kudretine; her şeyi içine alan geniş rahmet ve hakimiyyetine ve her şeyi kuşa­
tan ilim ve hikmetine delaletleri bulunmasın; ve O'nun uhrevi rahmet havuz-
Ianna ve ebedi ihsan deryalanna işaretleri bulunmasın. Bütün bunlar, O'nun
mülkünde, O'nun denizlerinde, O'nun emri, havli, kuvveti, kudreti, kuvveti \'e
iradesi ile musahhar ve muvazzafttrlar ve Rablerini tesbih ve tekbirde bulunu-
yorlar. (Bediüzzaman, Tefekkürname-Marifetname)
~ ~~ ~ '-! ~, ... , ..... , ,...
~·~~.
, J~~~

57/5· Ey mahlukab Dk defa yarabp, öldükten sonra tekrar dirilten!

"Hepinizin dönüşü O'nadır. Bu, Allah'ın gerçek olarak verdi~i sözdür.


Mahluklan ilkin O yarabr. (Yoktan yaratan yarabo), öldükten sonra da onlan
haydi haydi diriltir." (10:4)
"De ki: 'Sizin Allah' a ortak saydığıniz putlardan, mahlukab yara hp onla n
ölümlerinden sonra da dirlitebilen var mıdır?' De ki: 'Ancak Allah ilkin yara hp
sonra diriltmeye kadirdir. Öyleyse nasıl oluyor da bu hakikatten vazgeçirili-
yorsunuz?'" (10:34)
"O nesneler mi üstün yoksa mahluklan ilkin yaratan, sonra da onlara tekrar
hayat veren ve sizi gerek gökten gerekse yerden nzıklandıran mı? Hiç Allah il•?
beraber başka tann mı olur?" (27:64)
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 349

Yani: Sizin haşirde iadeniz, dirilmeniz, dünyadaki hilkatinizden daha ko-


lay, daha rahattır." (30:27) Nasıl ki bir taburun askerleri, islirahat için da~sa,
sonra bir boru ile çağnlsa kolay bir surette tabur bayrağı albnda toplanmalan;
yeniden bir tabur teşkil etmekten çok kolay ve çok rahattır. Öyle de: Bir be-
dende birbiriyle imtizac ile ünsiyet ve münasebet peyda eden zerrat-ı esasiye,
Hazret-i İsrafil Aleyhisselam'ın Sür'u ile Hatık-ı Zülcelal'in emrine "Lebbeyk"
demeleri ve toplanmalan; aklen birinci icaddan daha kolay, daha mümkündür.
Hem, bütün zerrelerin toplanmalan belki lazım de~il. Nüveler ve tohumlar
hükmünde olan ve hadiste "Acbü' z-Zeneb" tabir edilen ecza-i esasiye ve zer-
rat-ı asliye, ikinci neş'e için kafi bir esastır, temeldir. sani'-i Hakim, beden-i in-
saniyi onlann üstünde bina eder. (Sözler, s. 525)

57/6. Ey dailarda hazineleri bulunan! 0 ~~~


, J~l
, , J, ~:;. Ç

Da~lann bu hazinelik özelliğine dikkat çeken şu açıklamalar oldukça an-


lamlıdır:

"Da~lann içinde zihayata lazım olan her nevi menba'lar, sular, madenler,
maddeler, ilaçlar o kadar hakimane ve müdebbirane ve kerimane ve ihtiyatka-
rane iddihar ve ihzar ve istif edilmiş ki; bilbedahe kudreti nihayetsiz bir Ka-
dir'in ve hikrneti nihayetsiz bir Hakim'in hazineleri ve ambarlan ve hizmetkar-
lan olduklannı ispat ederler, diye anlar. Ve sahra ve da~lann da~ kadar vazife
ve hikmetlerinden bu iki cevhere sairlerini kıyas edip, dağiann ve sahralann
umum hikrnetleriyle, hususan ihtiyati iddiharlar cihetiyle getirdikleri şehadeti
ve söyledikleri "U ilahe illa Hü" tevhidini, dağlar kuvvetinde ve sebahnda ve
sahralar genişliğinde ve büyüklü~nde görür, "Amentü Billah" der. (Şualar, s.
114)
Ey da~lan zemin sefinesine hazineli direkler yapan Kadir-i Zülcelal! Resul-i
Ekrem Aleyhissalatü Vesselam'ın talimiyle ve Kur'an-ı Hakim'inin dersiyle an-
ladım ki, nasıl denizler acaibleriyle Seni tanıyorlar ve tanıttırıyorlar, öyle de:
Da~lar dahi, zelzele lesirabndan zeminin sükünetine ve içindeki dahili inkıla­
bat fırtınalanndan sükütuna ve denizierin istilasından kurtulmasına ve ha-
vanın gazat-ı muzırradan tasfiyesine ve suyun muhafaza ve iddiharlanna ve
zihayatlara lazım olan madenierin hazinedarlığına ettiği hizmetleriyle ve hik-
metleriyle Seni tanıyorlar ve taruttınyorlar.
Evet dağlardaki taşiann enva'ından ve muhtelif hastalıklara ilaç olan mad-
delerin aksamından ve zihayata, hususan insanlara çok lazım ve çok mütenev-
vi olan madeniyahn ecnasından ve dağlan, sahralan çiçekleriyle süslendiren
350 • Kur'3n vt Hikmtt l$ı4ında CEVŞEN ŞERH!

ve meyveleriyle şenlendiren nebatatın esnafından hiçbirisi yoktur ki; tesadüfe


havalesi mümkün olmayan hikmetleriyle, intizamıyla, hüsn-ü hilkahyla, faide-
leriyle .. hususan madeniyahn tuz, limontuzu, sulfato ve şap gibi sureten birbi-
rine benzemekle beraber tatlannın şiddet-i muhalefetiyle .. ve bilhassa neba-
tatın basit bir topraktan çeşit çeşit envalarıyla, ayrı ayrı çiçek ve meyveleriyle,
nihayetsiz Kadir nihayetsiz Hakim, nihayetsiz Rahlm ve Kerim bir Sani'in ''Ü-
cub-u vücuduna bedahetle şehadet ettikleri gibi; heyet-i mecmuasındaki vilh-
det-i idare ve vahdet-i tedbir ve menşe' ve mesken ve hilkat ve sanatça bera-
berlik ve birlik ve ucuzluk ve kolaylık ve çokluk ve yapılmakta çabukluk nok-
talarından, o Sam'in vahdetine ve ehadiyetine şehadet ederler.

Hem nasıl ki dağların yüzünde ve karnındaki masnu'lar, zeminin her ta-


rafında, her bir nevi aynı zamanda, aynı tarzda, yanlışsız, gayet mükemmel ve
çabuk yapılmalan ve bir iş bir işe mani olmadan, sair neviler ile beraber kanşık
iken, karışhrmaksızın icatları; Senin rububiyetinin haşmetine ve hiçbir şey ona
ağır gelmeyen kudretinin azametine delalet eder; öyle de: Zeminin yüzünd('ki
bütün zihayat mahluklann hadsiz hacetlerini, hatta mütenevvi hastalıklarını,
hatta muhtelif zevklerini ve ayrı ayrı iştihalarını tatmin edecek bir surette, dağ­
Iann yüzlerini ve içierini muntazam eşcar ve nebatat ve madeniyatla doldur-
mak ve muhtaçlara teshir etmek cihetiyle, Senin rahmetinin hadsiz genişliğine
ve hakimiyetinin nihayetsiz vüs' atine delalet .. ve toprak tabaka h içinde, gizli
ve karanlık ve kanşık bulunduğu halde; bilerek, görerek, şaşırmayarak, inti-
zamla, hacetiere göre ihzar edilmeleriyle, Senin her şeye taalluk eden ilminin
ihatasına ve her bir şeyi tanzim eden hikmetinin bütün eşyaya şümulüne ve
ilaçların ihzarah ve madeni maddelerin iddiharahyla rububiyetinin rahimane
ve kerimane olan tedabirinin mehasinine ve inayetinin ihtiyatlı letaifine pek
zahir bir surette işaret ve delalet ederler.
Hem bu dünya hanında misafir yolcular için, koca dağlan levazımatlanna
ve istikbaldeki ihtiyaçlarına muntazam ihtiyat deposu ve cihazat arnbarı ve
hayata lüzumlu olan çok definelerin mükemmel mahzeni olmak cihetinde işa­
ret, belki delalet, belki şehadet eder ki; bu kadar kerim ve misafirperver ve bu
kadar hakim ve şefkatperver ve bu kadar kadir ve rububiyetperver bir Sani'in,
elbette ve herhalde, çok sevdiği o misafirleri için, ebedi bir alemde, ebedi ihsa-
nahnın ebedi hazineleri vardır. Buradaki dağlara bedel, orada yıldızlar o vazi-
feyi görürler.
Ey Kadir-i Külli Şey! Dağlar ve içindeki mahluklar Senin mülkünde ve Se-
nin kuvvet ve kudretinle ve ilim ve hikrnetinle musahhar ve müdahhardırlar.
Onları bu tarzda tavzif ve teshir eden Hhlık'ını takdis ve tesbih ederler (Şwilc;r,
s. 49-51)
Kur'In ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 351

57/7· Ey yaratbp her şeyi en güzel yapan! 0 ~ :~ js- ~~:; Ç


Bir ayet-i kerirnede de Yüce Allah'ın bu vasfına yer verilir:
"Ki O, yarattığı her şeyi en güzel yapan ve insanı yaratmaya bir çamurdan
başlayandır." (32:7)
Bu ayetin varlıklar üzerindeki tecellilerine örnekler veren Bediüzzaman da
şunlan kaydeder:

,,,., ,
.,.,.,,,."" ,
.,
"~ .. ~ ı<~~ ~.:UI sımnca: Her şeye, o şeyin kabiliyel-i mahiyeti-
- ı.J"' '
ne göre kemal-i mizan ve intizam ile biçilip hüsn-ü sanat ile tertip edilip, en kı­
sa yoldan, en güzel bir surette, en hafif bir tarzda, istimalce en kolay bir şekil­
de, (mesela kuşlarm elbiselerine ve her vakit tüylerini kolayca oynatmalanna
ve istimal etmelerine bak) hem israfsız hikmetli bir tarzda vücud vermek, suret
giydirmek, eşya adedince diller ile bir Sani' -i Hakim'in vücub-u vücuduna
şehadet ve bir Kadir-i Alim-i Mutlak'a işaret ederler." (Sözler, s. 665)

57/8. Ey bütün işler Kendisine dönen! 0 ~ ~~~ ~-;.~t;;. Ç

Yüce Allah'ın bu vasfına bir ayet-i kerimede şöyle yer verilir:


"Bununla beraber, göklerin ve yerin gaybmı bilmek Allah'a mahsustur. Bü-
tün işler, hükmetmesi için O'na götürülür. Öyleyse sen yalnız O'na ibadet et,
yalnız O'na dayan, O'na güven. Rabbin yapbklannızdan asla habersiz değil­
dir." (11:123)
Bediüzzaman da bu ayet-i kerirnenin dolayısyla bu İlahi vasfın bir inceliğini
şöyle açıklar:

"Hem nasıl ki müsebbepteki harika sanat ve tezyinat, esbabı aziedip


~

Müsebbibü'l-Esbap olan Vacibü'l-Vücud'a işaret ederek, ~_:;\ri~-;. ~t J


sırnnca, O'na teslim-i umur eder. Öyle de: Müsebbebata takılan neticeler, ga-
yeler, faideler; bilbedahe perde-i esbap arkasında bir Rabb-ı Kerim'in, bir Ha-
kim-i Rahim'in işleri olduğunu gösterir. Çünkü şuursuz esbap, elbette bir ga-
yeyi düşünüp çalışmaz. Halbuki görüyoruz: Vücuda gelen her mahluk, bir ga-
ye deti}, belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takip ederek vücuda
geliyor. Demek bir Rabb-ı Hakim ve Kerim, o şeyleri yapıp gönderiyor. O fai-
deleri orılara gaye-i vücud yapıyor. Mesela, yağmur geliyor. Yağmuru zahiren
intac eden esbap; hayvanab düşünüp, onlara acıyıp merhamet etmekten ne ka-
dar uzak olduğu malumdur. Demek hayvanab halk eden ve nzıklannı taahhüt
352 • Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

eden bir Halık-ı Rahlın'in hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hatta ya~ura


"rahmet" deniliyor. Çünkü çok asar-ı rahmet ve faideleri tazammun ettiğin­
den, güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre
geliyor.
Hem bütün mahlukahn yüzüne tebessüm eden bütün ziynetli nebatat ve
hayvanattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedahe perde-i gayp arkasında bu süs-
lü ve güzel sanatlar ile kendini taruttırmak ve sevdirrnek ve bildirmek isteyen
bir Zat-ı Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ederler. Demek
eşyadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler; tanıttırmak ve sevdirrnek sı­
fatlarma katiyen delalet eder. Sevdirrnek ve tanıttırrnak sıfatlan ise; bilbedahe
Vedud, Maruf bir Sini' -i Kadir'in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet
eder.
Elhasıl: Sebep gayet adi, aciz ve ona isnat edilen müsebbep ise gayet sanatlı
ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi,
cahil ve carnid olan esbabı ortadan atar, bir 5ani' -i Hakim'in eline teslim eder.
Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve maharetler, kendi kudretini zişuurla­
ra bildirmek isteyen ve kendini sevdirrnek arzu eden bir 5ani'-i Hakim'e işaret
eder." (Sözler, 680-681)

57/9· Ey herşeyde ldtfuaçıkçagörünen! 0!~i,j !~jS' j.AJı,:; Ç


, 1

Her şeyde lfıtfunun eserleri, inayetinin panlhlan açıkça görünmektedir. La-


tif olan ve engel tarumayan ilminin nakışlan olan güzel sanatlan, rahmetinin
tatlı hediyeleri her bir varlık üzerinde kendini göstermektedir. Büyük bir insan
olan aleme bakmadan önce küçük bir alem olan insan vücuduna göz ath!ı­
rruzda, tepeden hmağa zerre zerre, hücre hücre, doku doku, organ organ bir
lfıtuflar salkımı olduğunu görüyoruz. Bundan, büyük insan olan alemin de her
zerre ve güneşiyle O'nun lfıtfunun aynası olduğunu anlayabiliyoruz.

57/to. Ey mahlukabna kudretini tanıtan!0 ~J:U ~~~


, J~
, ~;. Ç
Yüce Allah her vesileyle ve sergilediği tüm icraatiyle her şeye kadir ol-
duğunu kullanna bildirmek ve hissettirmek ister.

"Evet, ziya, O'nun türlü türlü sanatlanru göstermek, teşhir ve tenvir etmek
istemesiyle parlar. Rüzgarlar, O'nun, Kendi emirlerini, masnuatına ulaştırmak
maksadıyla görevlendirmesi ve estirrnesiyle eser. Nehirler, O'nun varidahru
depolama ve emrine boyun eğdirmesiyle yerden fışkınr. Taşlar, hayat sahibi
kullarının istifadesi için donatması ve idaresiyle süslü vaziyetler alırlar. Ç;çek-
ler, O'nun, mahlukatina Kendisini taruttırması ve sevdirmesi için süsleme;;i ve
Kur' .ln ve H ik m et l~ıQında C E VŞ E N Ş ER H i • 353

güzelleştirmesiyle tebessüm ederler. Meyveler, mükemmel fazi ve keremini


hissettirmesi için ihsan ve ikramıyla olgunlaşıp süslenerek dikkatleri üzerleri-
ne çekerler. Kuşlar, O'nun güzel iradesini ve rububiyetinin lutfunu göstermek
için ötme kabiliyetini vermesi ve birbirlerine arkadaş kılmasıyla nağme yapa-
rak ötüşürler. Yağmurlar, O'nun, bitkilerin imdadına koştunnası, hayvanları
müjdelernesi için lutuf ve yaAdırmasıyla serpiştirirler. Aylar, O'nun, zişuur
mahlukatına vakit ve yılları bildinnesi için takdir ve döndürmesiyle hareket
ederler. O'nu, her türlü noksan sıfattan tenzih ederiz. O'nun bürharu ne nurlu,
saltanah ne açıkhr!" (Bediüzzaman, Bediüzzaman, Tefekkürndme-Marifetntime)
"Binaenaleyh müzeyyen hayvanlar, nakışlı kuşlar, meyvedar ağaçlar, çiçek-
li bitkiler O'nun ilminin mucizeleri, sanatırun harikalan, cömertliğinin hedi-
yeleri ve lutfunun bürhanlandır. Süslü meyveler verecek diye çiçeklerin tebes-
sümü, seher meltemlerinde kuşlann sanatla ötüşmesi, yağınurlann güllerin ya-
naklan üzerine nağrneli şıpılhlarla serpişmesi, validelerin küçük yavrularına
şefkat ve merhametle titremeleri, bir Vedud'un cin ve insanlara, ruh ve hay-
vanlara, melek ve ruhanilere Kendini tanıthrması, bir Rahman'ın Kendini sev-
dinnesi, bir Hannan'ın merhametini izhar etmesi, bir Mennan'ın şefkatiru gös-
termesinin bir ifadesidir.
Çekirdek ve meyveler, tohumlar ve çiçekler hikmetinin mucizeleri, sanatı­
nın harikaları, rahmetinin hediyeleri, vahdetinin bürhanlan, ahiret yurdunda
yapacaAt lutfunun şahitleridirler. Yaraba'larının, her şeye kildir oldu~un,
her şeyi bildiğinin; rahmet, ilim, yaratma, idare etme, sanatta yapma ve suret-
ler giydirmekle her şeyi ihata ettiğinin sadık birer şahididirler.» (Tefekkürntime-
Marifetname)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başkıı ilah yok ki
bize imdat ttsin. lman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-58-

s8fl. Ey sevgilisi olmayaniann Sevgilisil 0 ~~'i:;.~


, , Ç
Yüce Allah, tüm sevdiklerini kaybeden, gönlünün çiçeği, ruhunun ünsiyet
vesilesi, kalbinin meltemi kalmamış kimselerin, tüm bu sevdiklerine bedel sev-
gilisidir. O'nun bir dakikalık sevgisi, tüm sevdiklerimizinkine bedel kafidir.
354 • K ur' .1 n v t H i k m tt 1~ı 0 ı n da C E V~ E N Ş E R H İ

sS/2. Ey tabibi olmayanların Tabib'i! 0 ~ ( _.k'i:;.·~ ..k Ç


' '
Yüce Allah; çaresiz dertler, müzmin hastalıklar ve onulmaz yaralar içerisir-
de kıvranan, hiçbir hekimden ümidi kalmayan, derdine derman olacak kimsesi
olmayan kimselerin hekimi, şifa vericisi ve sağlığa kavuşturucusudur. Bu gibi
haııerde, başvurulacak bir ümit kaynağına insanın ne kadar çok ihtiyac var!
Bu bilinç ve ümide sahip olan mürnin ne kadar bahtiyar, bundan yoksun olan
inkara veya gafil ise ne kadar bedbahttır.

sS/3· Ey istelderini dinleyip cevap verecek Jdmset~~i olmayaniann

Hz. Yunus (a.s.) gibidardave zorda kalmış, kendisini kuşatan bütün sebep-
ler aleyhine dönmüş, hiç kimse ve hiçbir şeyden bir ümit ve beklentisi kalma-
mış, teryadına kulak verecek, şikayetini dinieyecek herkesi yitirmiş kimselerin
feryat ve şikayetinin yankı bulduğu tek yer O'nun dergahıdır.

sS/4· Ey şefkat edecek kimsesi olmayaniann şefkat edicisi!


İnsan, çocukluk döneminden hayata veda edinceye kadar, en aciz halinden
en güçlü durumuna kadar her aşamada şefkate muhtaç aciz bir varlıktır. Mese-
la anne ve babasının sıcaak şefkatine hayatı boyunca ihtiyaç duyar. İşte, bu şe­
kilde şefkatinin ışığından istifade edeceği kimsesi olmayaniann da şefkat edi-
cisidir O.

sS/s. Ey arkadaşı olmayanların arkadaşı! 0 ~ ~)~:;. ~) Ç


' '
Özellikle yalnız başına kalan, tenhada bulunmaya mecbur olan ve gurbı~tle­
re düşen
herkesin arkadaşa, sırdaşa, yoldaşa ihtiyac var. Hele hele ebed yolcu-
luğunun önemli duraklarının ilki olan kabirde böyle bir arkadaşa ve can yol-
daşma çok muhtaçtır. İşte, dünyada ve dünya ötesindeki hayatta arkada~ı ol-
mayanlann biricik ve gerçek arkadaşı ancak O' dur.

sS/6. Ey şefaat edecek kimsesi olmayanların Şeti'i!


K ur'~ n ve H i k m e 1 1~ı g ı n da C E \1 Ş E N Ş E R H 1 • 355

Şefaatçisi olmayan, derdini ilgili merciiere iletebilecek, sesini yetkili kimse-


lere ulaşhrabilecek kimsesi bulunmayanlara rahmetiyle şefaat ederek onlann
bu ihtiyacını gideren O'dur. Biz de O'nun eelali nezdinde cemaliyle; gazabı
nezdinde rahmetiyle bize şefaat etmesini diliyoruz.

58/7· Ey imdadına koşacak kimsesi olmayaniann imdadına koşan!

Sayısız ihtiyaç, arzu ve emellerine imdat edecek kimsesi olmayan, feryadına


yetişecek kimsesi bulunmayaniann imdat edicisi O'dur.

58/8. Ey yolgösterecek kimsesi olmayaniann yol göstericisi!

Anne rahminden başlayarak sonsuzluğa dek uzanan hayat yolculuğumuz­


da bize yol gösteren, bizi kaybolmaktan koruyan, özellikle hadsiz ihtimaller
içerisinde kurtuluşa götüren tek alternatifi seçmemiz için Hadi isminin ışığıyla
elimizden tutan, kalbimizde iman ışığını tutuşturan, gönül gözümüzü açan,
sonunda da Cennet'ine ulaşmamız için bize yol gösteren O'dur.

58/9· Ey rehberi olmayaniann rehberi! 0 j ~~~:;. ~~ Ç


Hayatın her aşamasında, kapkaranlık olarak önümüzde duran, sayısız ihti-
maller ve hesapsız ihtiyaçlar karşısındaki hayat sahibi kullanna rehberlik
eden, kılavuzluk yapan, ihtiyaçlanna en faydalı ve kısa yoldan irşad eden, ga-
yelerine ulaşhran, kısaca her şeyi ve herkesi sevk ve idare eden O'dur.

58/ıo. Ey merhamet edecek kimsesi olmayaniann


merhamet edicisi! 0j~l,)~ :;.~1,) Ç

Merhamet edecek kimsesi olmayana özel rahmeti, hususi ihsanı ve her şeye
bedel gelen şefkat nazanyla merhamet eden O'dur.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
356 • Kur'in vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

-59-
o~~' ı;;
,
~lb:t ç
59/1· Ey Kendisini her şeye bedel yeter görenlerin Kifi.si!

Bir ayet-i kerimede cevabı belli olan i~eleyici bir sonıyla şöyle buynılur:
"Allah kuluna kifi değil midir?" (39:36)
Allah' ı kafi gören, O'na tevekkül edip bel bağlayana O elbetteki kifidir.
Bediüzzaman bunun gerekçesini şöyle açıklıyor: "Allah'a tevekkül edene
Allah kafidir. Allah, kamil-i mutlak olduğundan lizatihi mahbuptur. Allah mü-
cid, vacib'ü-1-vücud olduğundan kurbiyetinde vücud nurlan, bu'diyetinde
adem zulmetleri vardır. Allah melce ve mencedir. Kainattan küsmüş, dünya
ziynetinden iğrenmiş, vücudundan bıkmış ruhlara melce ve mence O'dur. Al-
lah bakidir, alemin bekası ancak O'nun bekasıyladır. Allah maliktir, sendeki
mülkünü senin için saklamak üzere alıyor. Allah ganiyy-i mugnidir, her şeyin
anahtan O'ndadır. Bir insan, Allah'a halis bir abd olursa, Allah'ın mülkü olan
kamat, onun mülkü gibi olur." (Nursi, Mesnevi, s. 130)

0 ~\'ı;: ·.. ı ı:r~~\.A ç

59/2. Ey Kendisinden hidayet isteyenlerin hidayet edicisi!

Allah'ın fıtri
ve tekvini olarak hidayeti her varlığı kapsar. Kitap indirirken,
peygamber gönderirken istisnasız herkesi doğru yola iletineyi amaçlar. Ancak,
verdiği türlü türlü hidayet vesilelerinden tercihiyle yararlananlan ancak i ma-
na, hidayete ve bunların sonucu olarak da Cennet'ine kavuştunır. Dolayısıyla
bu anlamda hidayetini bulmak için bunu İstemek lazım.

0~~\ı;;j~Ç
, ,

59/3. Ey Kendisinden himaye isteyenleri koruyan!

Allah, himayesine sığınan, rahmetine iltica eden, koruyucu kanatlan ahında


yer almak isteyen herkesi koruyan ve rumayesiyle bürüyendir. Bir ayet-i keri-
mede Yüce Allah'ın bu koruyucu vasfına şöyle dikkat çekilir: "De ki: 'Gt~cele­
yin veya gündüzün gelecek tehlikelere karşı o Rahman'dan başka sizi kim ko-
ruyabilir?' Ama bunu bilip Kendisine yönelecekleri yerde, onlar Rab'lerini an-
maktan yüz çevirmekteler." {21:42)
Kur'in vr Hikmet lııOında CEVŞEN ŞER HI • 357

59/4· Ey çalırmasını isteyenleri davet eden! 0 ~l$. "ı: •.. ı ~~ı~ Ç

Allah, hususi hidayetine, Cennet'ine, mükifabna, cemaline ça~ayı gö-


nülden isteyen ve bu uğurda çaba gösterenierin arzusunu gerçekleştiren ve on-
lan muradına erdirendir.

59/5- Ey Kendisinden şifa isteyene şifa veren! 0 ~\ ~ ·.: ·..ı~


,
jW.
,
Ç

Biricik ve gerçek şifa kapısı O'nun Şafi ismidir. O, maddi ve manevi dert, sı­
kınh ve hastalıklan için şifa isteyenlere şifa bahşedendir. Sebeplerine sanldık­
tan sonra şifayı O'ndan istemeli.

59/6. Ey ihtiyacının karşılarunasını dileyenierin


ihtiyacını karşılayan! O ~\ '?. j: ·..ı ~~ll
, ,
Ç
Allah; ihtiyaanın karşılanmasını, arzusunun yerine getirilmesini isteyen, bu
yönde İlahi hüküm ve kararı bek.Ieyenleri, isteklerinde hayal kınklığına uğrat­
mayarak muratlarına erdirendir.

0 --.-:!-:_ ·ı ,, ! .- 1'
·~ ı:r~':t
59/7. Ey maddi ve manevi zenginlik isteyenleri zenginleştiren!

Şuayet-i kerimeler, Yüce Allah'ın, dergcüuna baş vuran kullanrumaddi ve


manevi her konuda muhtaçlıktan kurtanp zenginleştirece~ müjdelemekte-
dir:
"Rahime ablan nutfeden (spermden) erkek ve dişi çiftini yaratma, öldükten
sonra diriltme, tekrar yaratma O'na aittir. İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halin-
den memnun etmek de O'na aittir." (53:45-48)
"Eğer fakir iseler, Allah hltfu ile onlann ihtiyaçlanru giderir. Çünkü Al-
lah'ın hltfu geniştir. Her şeyi hakkıyla bilir (ihtiyaçlan ve hltfa layık olanlan da
bilir)." (24:32)
"Eğer yoksulluktan endişe ederseniz, Allah dilerse, sizi lutfundan zengin-
leştim. Çünkü Allah alimdir, hakimdir (her şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet
sahibidir)." (9:28)
358 • K ur' ol n v t H i k m t 1 I~ ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ

r:\.~u'·,·ı
\:.,ll • ~ ı;r-jy ~
, ~~~
, ,

59/8. Ey Kendisinden her ihtiyacının yerine getirUmesini


isteyenlerin ihtiyaçlarına yeterli cevap veren!

Yüce Allah ihtiyaç ve dileklerini Kedisine arz eden kullannın her ihtiyacını,
eksiksiz, tastamam ve yeterli derecede yerine getirendir.

0 ~ıja: ·.. ı ı:; _:s~ ç

59/9· Ey kuvvet ve güç isteyenlere kifi güç ve kuvvet veren!

Bir ayet-i kerimede gerçek anlamda biricik kuvvet ve kudret sahibinin Yüce
Allah olduğu kuvvetle vurgularur:
"O'ndan başka gerçek güç ve kuvvet sahibi yoktur." (18:39)
Buna göre, O, kuvvetinden yardım ve destek bekleyen herkese, sınırsız
kuvvetiyle imdat eden ve başkaca hiç kimsenin kuvvetine muhtaç bırakma­
yandır.

Şu ayet-i kerime de, zalim inkarcılann bu gerçeği iş işten geçmeden bilme-


lerine ilişkin temennisini dile getiriyor:
"Kendilerine yazık edenler, azabı gördükleri zaman anlayacaklan gibi, bü-
tün kuvvet ve kudretin yalnız Allah'a ait olup, Allah'ın azabmm pek şiddetli
olduğunu, keşke şimdiden bilselerdi!" (2:165)

59/to. Ey Kendisinden dostluk


ve sahiplik isteyenlerin dost ve sahibi! 0 ~~ı ~
,
;:J.J
,
Ç

O'nun dostluğunu isteyen ve muhabbetini herkese ve her şeye tercih eden-


ler müminlerdir. O da müminlerin dostu olduğunu Yüce Kitabında şöyle ilan
ediyor: "Allah müminlerin dostudur." (3:165)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
K ur' 3 n ve H i k m et 1~ı g ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ • 359

-60-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyoru.m:

6ofl. Ey varlıiuwı başlangıcı ve sonu olmayan


ve her şeyden önce olan Evvel!
,
0 ..::Jjl Ç
,.,. -
Yüce Allah'ın bu ismiyle bundan sonraki Ahir ismi genelde birlikte söyle-
nip açıklanır. Biz de aynı yöntemle, açıklamasını sonrakiyle birlikte sunacağız.
,_
60/2. Ey her şeyden sonra olan Ahir! 0 ~IÇ

Evvel ve Ahir isimleri, Allah'ın vasfı olarak Kur'an'da sadece bir ayette geç-
mektedir: "O'dur, Evvel, Ahir, Zahir ve Bahn. Ve O, her şeyi bilendir." (57, 3)
Hz. Peygamber (a.s.m.) de, ilgili Esrna-i Hüsna Hadisi'nden başka, kendisi-
nin bizzat okuduğu ve kızı Fabma'ya (r.anha) da öğrettiği bir duasında Evvel
ve Ahir isimlerine yer vermiş, manalarını da açıklamıştır. Dua şu mealdedir:
"Ey yedi gök ve büyük Arş'ın Rabbi, ey Rabbirniz ve her şeyin Rabbi, Tevrat'ı,
İncil'i ve Kur'an'ı indiren, tohum ve çekirdekleri açan Allah'ım! Dizgini Senin
elinde olan her şeyin şerrinden Sana sığınırım. Sen Evvel'sin, Sen'den önce
hiçbir şey yoktur. Sen Ahir'sin, Sen'den sonra hiçbir şey yoktur. Sen Zahir'sin,
Sen'den üstün hiçbir şey yoktur, Sen Babn'sın, Sen'den öte hiçbir şey yoktur ... "
(Müslim, Zikir 61; Ebu Davud, Edeb 109; İbn Mace, Dua, 2,15)
"Evvel" kelimesi sözlükte, "Zaman veya rütbe bakımından önde olan" de-
mektir. Allah'ın sıfab olarak ise, "Bütün varlıklardan önce olan, hiçbir şeyin
Kendisinden ileri bulunmadığı zat" diye tanımlanır. Allah, her şeyden hatta
zamandan bile öncedir. Çünkü zaman da dahil olmak üzere, her şeyi var eden
O'dur. "Kıdem" terimiyle bilinen İlahi sıfat, bu "Evvel" isminden alınrnışhr.
Yüce Allah, ezeli olduğundan varlık bakınundan bütün yarattıklarından
öncedir. O, bütün kutsi sıfatlarıyla ve güzel isimleriyle her mevcuttan önce bu-
lunan, sonradan olmaktan ve zamandan münezzeh olandır. Hiçbir şey yokken
O vardı. Şu gördüğümüz ve göremediğimiz bütün varlıklar hep O'ndan sonra
ve O'nun var etmesiyle olmuşlardır. öte yandan. rütbe ve önem bakımından
da bütün her şeyden öncedir. O'nun büyüklüğü, önemi, hakkı yarahklannkiy-
le mukayese edilemeyecek kadar öncelik sahibidir. O, her şeyden önde tutul-
360 • Kur'.ln vr Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH İ

malı, hakkına öncelik tarurunalı, O'nunla ilgili her iş, her şeyden önemli göriil-
melidir.
Ahir ise, "Varlıkların geçip gitmesinden sonra baki olan" demektir. (Alusi,
a.g.e., XXVII, 165) Bu isim Kur' an' da bir tek yerde geçmekle beraber, Allah m
Baki olduğu, başka ayetlerde yer almaktadır. "O'ndan başka ilah yoktur.
O'nun zatından başka her şey yok olacaktır. Hüküm O'nundur ve ancak O'na
döndürüleceksiniz." (38:88)
Allah, sönüp giden bütün mevcudatın ardından bütün isim ve sıfatlanyla
baki kalan ebedi Zit'br. O'nun Zit'ı dışındaki her şey fanidir. O, yaratbğı ve
varlık tabaka ve dairelerinden birinden ötekine gönderdi~i yaratıklannın bu
intikalinden etkilenmekten münezzehtir. Her şey, kendisine mahsus bir varlık
tabaka ve dairesinden çıkanlıp, şu dünyarmza bir süre görev yapmak için
gönderilir, arkasından buradan da bir yönden bahp başka bir varlık daires-ine
sevk edilir. Ama, her şeyin yarabcısı olan Yüce Allah, bütün bu intikallerden
sonra hep baki ve varistir. Her şey değişik açı ve yönlerden yok olur, fakat O
hep baki kalır ve asla yok olmaz.
Allah, bütün varlıklarm mevcudiyetinin O'ndan olması bakımından Evvel
olduğu gibi, ariflerin manen ulaşabilecekleri son menzil olması bakımından da
Arur'dir. Ariflerin derecelerinin son basamağı O'nu tanımaktır. Marifetullah-
tan önce hasıl olan her marifet, marifetullaha bir basamakhr. Son menzil, erişi­
lebilecek son derece ve son hedef, marifetullahtır.
Allah'ın, Evvel ve Ahir isimleri, bpkı di~er zıt manalı vasıfları gibi, ayrı ayn
değil birlikte anılmalıdır.
Allah, Evvel olduğuna göre, O'ndan önce hiçbir varlık yoktu. Şu anda gör-
dü~üz ve görmedi~ ne varsa hepsi O'nun eseridir. Bütün sebepleri ya-
ratan, neticeleri birer meyve gibi sebeplere ba~layan, sebep sonuç kanunlarını
var eden O'dur. O halde sebeplere takılıp kalırunamalı. Sebepler ortadan kalk-
sa da onları yeniden yaratıp istihdam edebileğini bilmeli. O var olduktan sonra
bizim için her şey var. Biz ve tüm canlılar tesadüf oyuncakları değiliz. Biz he-
nüz yaratılmadan çok önce muhtaç olduğumuz her şeyi de yaratan, hizmeti-
mize hazır hale getiren Yüce Rabbimiz, bizi bir an olsun rahmet ve gözetımin­
den ırak tutmaz.
öte yandan, bel ba~ladığırnız ne varsa hepsi de sonunda elirnizden çıkıp
yok olacak, tüm hayat sebep ve vesilelerimiz ortadan kalkacak. Hepsinden
sonra kalacak olan da yine merhamet ve keremisonsuz Rabbimizdir. Bizi yeni-
den yaratıp, bizim için yepyeni bir alem ve bambaşka bir hayat bahşedecek
olan O'dur. Başta O var, sonda da yine O olacaktır. Her şey varlık ve bekasmı
O'na borçlu olduğuna göre yalnızca O'na kul olmalı, O'nu razı etmeli, ebedi
huzura ermeli.
Kur'~n ve Hikmet l~ıOrnda CEVŞEN ŞERHI •361

60/3· Ey varlığı apaçık görünen Zilıir! 0 ~U, Ç

zahir ve Babn isimleri Kur'an-ı Kerim'de sadece bir yerde (57:3) Yüce Al-
lah'ı nitelernek için kullarulmışhr.

Allah'ın vasfı olarak "Zihir", a.li.mler tarafından şu şekillerde anlaşılmışhr:

a) Her şeye galip, her şeyin üstünde olan Yüce. Hz. Peygamber (a.s.m.)'in
şu duası da bu manayı kuvvetlendinnektedir: "Zihir Sen'sin ki, Sen'den üstün
bir şey yoktur, Bahn Sen'sin ki, Sen'den öte (daha içerde, daha gizli) bir şey
olamaz." (Müslim, Zikir 61)
b) İşleriyle apaçık olan.
c) Rububiyetinin gerçekli~ine ve birli~inin do~lu~a dair açık delillerle
her şeyin üstünde olan.
Batın ise, "butUn" mastarmdan gelip, sözlükte "Gizli olan veya içerde olan"
anlamına gelir. Allah'ın sıfah olarak da şu şekillerde anlaşılmışhr:

a) Yarahklann görmelerinden ve idraklerinden saklı olan, hiçbir gözün kav-


rayamayaca~ı, hiçbir halin kuşatamayaca~ Zat.

b) Her şeyin içine (ilmiyle) nüfuz eden, her şeye her şeyden daha yakın
olan.
c) Gizli olan (gayp)'lan çok iyi bilen.
d) Varlı~ ile zahir, ama künhü ve hakikatiyle bahn.
e) Mütefekkirlerin akıl ve kalp gözlerine tecelli etmekle beraber, maddi göz-
lerden saklı olan.
İmam-ı Gaz.ili, her şeyden daha zahir olmasma rağmen Allah'm, aynı za-
manda Batın olmasını bir temsilleşöyle açıklar:

"Var sayalım ki, güneş, istisnasız bütün cisimleri devamlı aydınlatmakta ol-
sun. Hiçbir şekilde hiçbir cisim üzerinden onun ışığı eksik olmasın. Yani hiçbir
cisim, hiçbir suretle karanlı~a maruz kalmasın. Bu durumda ışı~ mevcut ve
renklerden başka bir şey oldu~un anlaşılması güçleşecektir. Çünkü ışı~
zıddı olan karanlık görülmemiştir. Onun için, ışı~ın varlığını anlamak zorlaşa­
cakbr. Ha.lbuki ışık. her şeyin en zahir olarudır. Varlıklar içinde ilk göze çar-
pan, varlığını ilk belli ettiren ışıkbr. Hatta her şeyin görülmesini sağlayan da
odur.
Görüldüıti gibi. (örneğimizde) eşyanın en zahiri olmasına, hatta diğer var-
lıkların görülmesini de sağlamasına rağmen, zıddı bilinmediği için ışı~ varlı-
362 • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

ğırun anlaşılması güçleşmektedir. Diğer bir ifadeyle şiddetli zuhuru yüzünden


varlığı görünmemektedir.
Bunun gibi, Yüce Allah'ın bir an için yokluğu veya bazı durumlarda k.ıy­
bolması düşünülebilseydi, gökler, yer ve O'nun nurundan mahrum kalan her
şey mahvolurdu. Böylece O'nun varlığı ile yokluğu arasındaki fark da anlaşı­
lır, var olduğu kesin bilinirdi. Fakat bütün her şeyin, Allah'ın varlığına ittifakla
şahitlik etmesi, bütün hallerin aynı hedefte birleşmesi, O'nun gizli olmasına
sebep olmuştur. Tıpkı, ışığın zıddı olan karanlığın var olmadığı farzedildiği
zaman, ışığın varlığının bilinemernesi gibi.
O, öyle bir zahirdir ki, O'ndan daha zahir bir varlık yoktur. Yine O öyle bir
batındır ki, O'ndan daha gizli bir varlık yoktur." (Gazali, a.g.e., s. 100)

Yine İmam-ı Gazili'nin ifadesiyle, "Şaru Yüce Allah, duyu organlannın id-
raki ve hayal gücü ile aranacak olursa batındır; deliller yoluyla ve akıl hazine-
siyle aranacak olursa Zahir'dir. Bütün açıklığına rağmen Allah'ın görülmemesi
zuhurunun şiddetinden dolayıdır. O'nun zahir oluşu, batınoluşunun sebebini
oluşturmuştur. Nuru, zuhurunun perdesidir." (Gazali, a.g.e., s. 99)

60/4· Ey her şeyin içyü.zünden haberdar olan Bitıni 0 ~Ç Ç

Bu isim bir öncekiZahir ismiyle birlikte zikredilip açıklanır.

6o/s. Ey tasarladıp şekilde yaratan Halıld 0 ~l,;o.. Ç

Hal ık sıfatının mastan "halk", Arapça' da, düzgün biçimde tasariama ve öl-
çüp biçme anlamına gelir. Bir şeyi, hiçten, örneksiz ve modelsiz olarak yaratma
için de kullanılır.
Her iki anlama göre de Allah, Hhlık'hr. Yani, mahlukatı önceden takdir
edip planlayan, daha sonra da bu plana uygun olarak ya yoktan veya bir başka
maddeden var edendir. O, yoktan yaratma konusunda biricik; takdir edip
planlama ve başka bir maddeden meydana getirme bakımından da, eşsiz, mü-
kemmel ve gerçek anlamda "Halık"tır.
Allah'tan başka hakiki Hhlık ve yaratıcı yoktur. İnsan gibi varlıklarm yap-
tıklannın da gerçekte yaratıcısı Allah'hr. Zahiri var ediciler, birer sebep ve per-
deden başka bir şey değildirler.
Kainat, içindeki tüm varlıklarla birlikte O'nun eseridir. Bilimin belirttiğine
göre, kainat 15-20 milyar sene kadar önce yaratılmıştır. Bu yaradılış ibda' tar-
zındadır. Çünkü ortada uyulacak, örnek alınacak hiçbir kanun, model, plan,
Kur'An ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH! • 363

örnek, madde, süre ve suret yoktu. Hiçbir şeyle kıyaslama yapılmamış, ölçü-
sünü, şeklini, süresini, suretini, kısacası her şeyi bizzat Allah Teala belirleyerek
emsalsiz bir biçimde yaratmışhr. Sonraki yaratmalar daha çok elementlerin bir
araya getirilmesi tarzındadır ki bu da ikinci kısma (inşa) girer.
Hem ibda ve hem de inşa tarzındaki yaradılış hala devam ebnektedir. Çün-
kü yarahlan her bir varlık, belli bir plan ve program içerisinde yarahlmakta,
ona değişik birçok sıfat, özellik ve vaziyetler verilmektedir. Bir sanat eserinde-
ki titiz plan ve proje, ince sanat ve güzel nakış, motifler ve tezyinat, harika
denge ve uygunluk, büyüleyici ihtişam, nasıl sanatkannın ortaya koydu~ be-
dii/eşsiz bir eser ise ve o eser, bir taş ve tahta yığını veya maden killçesi olarak
görülemiyorsa, tabiatta her an yarahlmakta olan planlı, programlı, ölçülü,
dengeli, sanatlı yaratılış ve özelliklerin her biri de birer ibda' dır, hiçten, yoktan
yarahlmadır. Sanat eseri, taş, tahta veya madenden de yapılmış olsa, onlann
belli ölçü ve miktarlarda bir araya getirilmesinde olduğu gibi, tabiattaki her bir
eşyanın belli madde ve elementlerden derlertip toplarıması da inşa tarzındaki
yaratmadır.

Allah'ın "Halık" ismini daha iyi anlayabilmek için insan kendi vücuduna
bir baksın. Küçücük bir zigotun (döllenmiş yumurta) bölünüp çoğalarak mey-
dana getirdiği yüz trilyon hücrelik insan vücudu, şüphe yok ki, o şuursuz zi-
gotun marifeti değildir. Onu belli ve hassas bir plan ve program dahilinde ya-
ratan sonsuz Kudret, hangi elemenlin hangi organda, hangi organın vücudun
neresinde ve nasıl yer alacağını en ince aynnhsına vanncaya kadar planlayıp
öyle yaratmaktadır.
Vücudumuzda kullarıılan elementler, elbetteki rastgele ve gelişigüzel yı­
ğılmış da insan vücudu meydana gelmiş değildir. Sanatkan olan Allah o ele-
mentleri adeta hikmetle yo~rmuş, görebilen, işitebilen, düşünebilen harika
bir sanat eseri ortaya çıkarmışhr. İnsan; şekli, biçimi, görünümü, rengi, hep-
sinden önemlisi hayah, kalbi ve kalbe bağlı duygu ve kabiliyetleri itibariyle
yoktan yaratmanın (ibda) güzel bir tecellisi olmaktadır. Elementlerin bir araya
getirilip vücudun yarahiması da inşaya örnektir. Kainat, her an, her saniye bu
iki çeşit yarahlışın sayısız örnekleriyle dolup taşmaktadır. Aynı elementler,
aynı su, aynı ışık ve aynı topraktan dokunmakta olan nice canlı ve cansız türle-
rin, cinslerin, fertterin her birinin şekil, suret, renk, koku, tat, canlılık, duygu,
mizaç ve kabiliyel bakımından farklı farklı yarahlışlannı ve her an maruz kal-
makta olduklan değişiklikleri görmemek mümkün mü?
Yüce Allah, her bahar, sayısız canlı varlıklann şekillerini, suretlerini, renk-
lerini, bitkiyse kokulannı, tatlarıru, kısaca cevher ve ana maddelerinden başka
bütün özelliklerini yoktan yarahyor. Küçük bir su sızınhsının büyük bir kay-
nağa işaret ettiği gibi, teferruatta inşa suretindeki bu yaratma, o varlıklarm ana
364 • Kur'in vr Hikmrt l~ı§ında CEVŞEN ŞERHi

maddeleri ve cevherlerinin de yoktan yarabldığıru göstermektedir. Buna göre,


kiinabn ve içindeki canlı ve cansız varlıklann bütün özellikleri sonradan yara-
tıldığı gibi, ana maddeleri ve cevherleri de sonradan yaratılmıştır.

Kısaca,
kainat ve içindeki tüm varlıklar Allah' m bu sıfabru ispat etmektedir.
Şu kainat sanki bir sanat sergisidir. Her şey son derece harika, mükemmel ve
göz kamaştına sanatlılık ve güzelliktedir. Nihayetsiz bolluk ve çeşitlilik, bu
sanat eserlerinin de~er ve kalitesini düşürmüyor. Bir bahardakuru bir toprak-
tan yarablan sayısız gül ve çiçeklerin istisnasız sanatlı ve göz alıa olması, bu
gerçeği ispata yeter. İşte kainat, içindeki sanat eserleriyle birlikte Halık'lanrun
büyüklü~ü haykınyor. Bütün insanlan O'na imana ve itaate çağınyor.

Bütün sanatlarm gerçek yarahası O'dur. Hatta yaphğı sanatlanyla övünen


insanı da yaratan, ona o kabiliyeti ve gücü veren de O'dur.
Bu isimden ders almış bir mümin, her şey gibi kendi ruh ve bedenini de Al-
lah' m sanat eseri olarak görür. Yüce Sanatkir ve Yaratası tarafından kendisine
verilmiş cüz'i ilim, hikmet ve kuvvetiyle hep faydalı işler, sanatlar, eserler ta-
sarlar, planlar ve onlan gerçekleştirmeye çalışır. Kendisi ve hemcinsleri için
hayah kolaylaşhracak keşif ve icatlar peşinde koşar. Arkasından kendisini ha-
yırla yad ettirecek faydalı eserler bırakır. Hep salih ve yararlı bir kul olma ça-
bası içinde olur.

6o/6. Ey her şeyi münisip bir şekilde nzıklandıran Rizakl 0 J~l) Ç

Gerçek anlamda rızık verici, nzıklandırma yetki ve özelliğine sahip tek var-
lık O'dur.

60/7· Ey her işi dojru olan ve sözünü yerine getiren Sidıkl

S.ldık, "sıdk" mastanndan ism-i faildir. "Sözünde, işinde ve vaadinde do~­


ru olan" demektir. Sıdk, sözün içe ve kendisi hakkında haber verilen şeye uy-
gun olması demektir. (Yıldınm, a.g.e., s. 36)
Doğruluk anlarnma gelen sıdk maddesi, çok çeşitli çekim ve türevleriyle
Kur'an'da önemli bir yer tutar. Doğruluğu ifade eden maddelerden sadece
sıdk kökü 160'dan fazla yerde kullanılmışbr. Çoğunlukla insanlara izafe L'dil-
mekle beraber, Allah TeMa'ya nispet olunduğu yerler de az de~ildir. Allah,
dünyada peygamberlerine olan vaadinde (22:9); aynı şekilde müminlere karşı
(3:152; 33:22; Res(ılü Hz. Muhammed'e bildirdiklerinde (48:27) S.ldık'br. Ahi-
Kur'in we Hikmet l~ıQında CEV~EN ŞER HI • 365

rette, müminlere yapbğı vaatlerde (39:74) Sidık'br. Kısaca, Allah, her sözünde
mutlak olarak doğrudur. (3:95) O'ndan daha doğru sözlü hiç kimse olamaz.
(4:87,122) Vaadinden ve ahdinden asla caymaz. (2:80; 2:9; 22:47; 39:20 vb)
Bu kökten, "doğru" demek olan sadık, bir ayette azarnet cem'i ile Allah'ı
tavsif etmektedir. Bu ayet En'am Süresi'nde yer alır. " ... Biz şüphesiz, sadık
olanlanz =Ve innale Sadıkün." (6:146)
Allah gerçekten de verdiği her sözde doğrudur. Sözünden asla caymaz.
Çünkü sözden caymak acizlikten doğar. İnsanlar hakkında bile çok çirkin bir
vasıfhr. Allah'ın, gücü ise her şeye yeter. O'nun hakkında acizlik, dolayısıyla
szden dönme de düşünülemez.
Allah ahdinde hulf etmez. Allah'tan daha fazla ahdine bağlı olan kim var-
dır? Allah, ahdin yerine getirilmesini emreder. (2:4, 40; 5:1; 6:152; 7:85; 11:85;
16:91; 17:34, 35; 22:29) Ahdine bağWık göstermeyenleri yerer. Allah ahdine
bağlı olanlan birçok ayet-i kerimede över. (3:74; 48:10; 76:7; 13:20)

Daha önce geçen Hak isminin izahı sırasında, bu isimle ilgili olarak da bilgi
verilmişti.

6o/8. Ey varlıiı her şeyden önce olan Sibık! 0 ~~ Ç

Allah, her şeyden öncedir. Çünkü, ezeli olup başlangıcı yoktur. öncelik iti-
bariyle O'nu geçen hiçbir varlık söz konusu değildir. O her şeyin önündedir.
O'nun irade ve tercihi de öncelik hakkına sahiptir. Hoşnutluğu her şeyin ba-
şında gelir.

60/9· Ey her şeyi mukadder hedefine sevk eden Siik! 0 ~~ Ç

Her şeyi sevk ve idare eden O' dur. Her varlığı, kendisi için tayin ve takdir
ettiği
bir kemale doğru ilerleten O'dur.
Hayvaniara iç güdü, insana da akıl vererek onlan ihtiyaçlan yönünde yürü-
tüp ilerletir.
Yağmuru, suya muhtaç yerlere sevk etmesi bu isminin tecellisiyledir:
"Görmüyorlar mı ki biz, otsuz, kır araziye su sevk ediyoruz, onun sayesin-
de, hayvaniann ve kendilerinin yiyecekleri ekinleri yetiştiriyoruz. Hila bunlan
görmeyecekler mi?" (32:27)
Mahşerde insanlan layık olduklan yerlere sevk eden de O'dur:
366 • Kur'in ve Hikmet 1\ı~ında CEVŞEN ŞERHI

"Gün gelecek, Allah'ı sayıp


haramlardan sakınan müttakileri, Rahman tara-
fından ağırlanacak
konuk heyet olarak toplayaca~. Suçlulan da susuz olarak
o yakıo Cehennem'e süreceğiz." (19:85-86)

6ojıo. Ey tohum ve çekirdekleri yanp sümbüllendiren Filık!

Bu isim, Kur'an'da sadece iki ayette geçer. Birinde, "Faliku'l-Habbi ve'n-


Neva = tohumlan ve çekirdekleri çatlatan, yanp açan" (6:95) diğerinde i3e,
"Faliku'l-lsbah =Tan yerini ağartan" (6:96) şeklinde yer alır. Gerçekten de da-
ne içinde bir bitkinin, çekirdek içinde koca bir ağaan, nutfeler ve yumurtalar
içinde insanın ve yüz binlerce çeşit hayvanın programını saklamak, bütün can-
lılar dünyasını kaplayan bir kanundur. Bunlardan her birinin programı, mil-
yonlarca sayfalık dev bir ansiklopediye ancak sığdınlabilecek bilgilere denk
gelir. Bu bilgiler gözle görülemeyecek kadar küçük bir hücre içinde açılır, ge-
lişmeye başlar ve canlının kendi vücudundan atılan ölü hükmünde şuursuz bir
su damlası, sonunda bir canlı olup çıkar. Bütün canlılar bu kanuna tabi olduk-
Ianna göre, hepsi de bir tek yaratıanın eseridir. Gerçekten de yüce Allah, to-
humlan ve çekirdekleri yer altında çürümekten, bozulmaktan korur, onlan
canlarup gelişmeye ve boy atmaya hazırlar, sonra da yeşermeleri için onlan
açar. Allah'tan başka hiçbir varlık, sayısız tohum ve çekirdeklerdeki incecik ve
narin hayat düğümünü açarak embriyonlan filizlendiremez. Tohumdan bere-
ketli ekini, çekirdekten muhteşem bir ağacı çıkaramaz. Bu ismin yer aldığı aye-
tin tamamı şu mealdedir: "Taneleri ve çekirdekleri yaran, muhakkak Allah'tır.
Ölüden diriyi çıkaran, diriden de ölüyü çıkaran O'dur." (6:95)
Aynca Allah Teala, yeryüzünü siyah bir kefen gibi bürüyen gece karanlı­
ğını, gündüzün aydınlığıyla açan ve bütün kainat sergisinde diziimiş canlı ve
cansız sanat eserlerini kullannın gözüne gösterendir. Allah'tan başka hiçbir
güç, zifiri karanlığın içinden nurlu sabahı çıkaramaz, geceden sonra gündi.ızü
getiremez. Çünkü, bunu yapabilmek için, dünyayı güneşin etrafında bin bir
ölçü ve hesapla döndürmek gerekir. Allah bu vasfıru da "Faliku'l-Isbah = Tan
yerini ağartan" şeklinde ifade etmektedir. Bu vasfın geçtiği ayet-i kerime de
şu mealdedir: "Tan yerini ağartandır, geceyi dinlenme zamanı, güneş ve ayı
vakit ölçüsü kılmıştır. Bu, yegane galip olan ve, her şeyi bilenin nizamıdır.
(6:96) Bu isim, aydınlığı karanlıktan ayıran, açan, yahut sabahın karanlıguu
açan demektir. Bu vasıflanyla Allah, insanlara geniş bir marifet ufku açmak-
tadır.
Kur'3n ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 367

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-61-

61/1. Ey gece ve gündüzü peşpeşe deliştireni 0)~1) j;jı ·~!i~:;. Ç


Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle dikkat çekilir:
"Allah, gece ile gündüzü birbirine çeviriyor. Elbette bunda görebilenler için
alınacakbir ders vardır." (24:44)
Yani, geceyi gündüze, gündüzü geceye dönüştürüyor, sürelerini uzabp kı­
salbyor.
, ,ı ,
61/2. Ey karaniıldan ve nunı yaratan! 0 );Jij ~~~ ~:;. Ç
En' am Suresi'nin 1. ayet-i kerimesinde Yüce Allah'ın
bu icraabna yer verilir:
"Hamd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıklan ve aydınlığı var eden Allah'ın
hakkıdır. Bir de kafirler kalkmışlar, bir takım putlan Rab'lerine eşit sayıyor­
lar!"

61/3· Ey gölgeleri ve harareti meydana getiren!

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın gölgeyi ve harareti meydana getirici vasfı
şöyle dile getiriliyor:
"Bakmaz mısın Rabbin gölgeyi nasıl uzahyor? Dileseydi onu hareketsiz kı­
lardı. Sonra nasıl güneşi ona delil kılıyoruz? Sonra da nasıl tutup onu azar azar
Kendimize doğru dilediğimiz yere alıyoruz." (25:45-46)
ifade, gölge sahnesini canlandınrken, arka planda yüce Allah'ın planlayıa
elinin gölgeyi şefkatle uzattığını, merhametle kısalttığını gösteriyor.
Gölge, güneş ışınlanna engel olan cisimlerin yansıttıklan hafif karanlıkbr.
Gölge yerin hareketi ile birlikte güneşe karşı, gün boyu hareket eder. Bunun
sonucu yeri, uzunluğu ve şekli de~şir durur. Güneş, aydınlığı ile, sıcaklığı ile
ona yol gösterir, alanını, uzunluğunu ve kısalığını belirler. Uzarken, kısalırken
368 • Kur·~n vt Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞEIIHi

gölgenin adımlannı izlemek insanın içine bir ferahlık, bir huzur verir. Aynca
latif ve hoş bir uyan da verir. Çünkü gölge, latif ve her şeye gücü yeten, yoklan
var eden yarahanın, sanat izlerini taşır. Sonra gölge ve batmak üzere olan gü-
neşin yer aldığı sahne gelir. Güneş kaybolmak üzereyken gölgenin boyu gittik-
çe uzar. Sonra bir anda, evet bir anda, insan hiçbirini göremez olur. Güneş
ufukta gizlendikten sonra gölge de kaybolmuştur. Acaba nereye kayboldu?
Daha önce onu uzatan gizli el, şimdi de onu alıp götürmüştür. Her tarafı kap-
layan koyu karanlık içinde kaybolup gitmiştir. Gecenin gölgesi ve karanlığı
içinde eriyip gitmiştir.
Hiç kuşkusuz bu, yüce Allah'ın güçlü ve latif etidir. Ne var ki, insanlar, ev-
rende bu elin sanatını izlemekten gafildirler. Hiç yorulmadan her şeyi evirip
çeviren bu elin sanabm görmüyorlar.
"Eğer dileseydi onu hareketsiz kılardı." Gölgenin böylesine latif bir şekilde
hareket etmesini sağlayan, gözle görülen evrenin bu uyumlu yapısıdır, güneş
sisteminin bu ahenkli dolaşımıdır. Şayet bu uyumlu sistemde en ufak bir df'ği­
şiklik olsaydı, bu değişikliğin etkisi mutlaka gördüğümüz gölgeye yansıyacak­
h. Eğer dünya hareket etmeseydi, dünya üzerindeki cisimlerin gölgeleri de
uzayıp kısalmayacakh. Eğer dünya bugünkünden daha yavaş veya daha hızlı
hareket etseydi, buna paralel olarak gölge de daha yavaş veya daha hızlı uza-
yıp kısalacakh. Kısacası gölgenin oluşmasını ve gördüğümüz bu özelliklere
sahip olmasını sağlayan, gözlemlenen evrenin bu sistem içindeki uyumlu ha-
reket tarzıdır.
Hergün gördüğümüz, ama farkında olmadan geçip gitti!imiz bu tabiat
olayına dikkat çekilmesi, vicdanlarımızda evrenin sürekli canlı tutulmasına,
çevremizdeki evren aracılığı ile bilincimizin taze tutulmasına, aynı şekilde ola-
~anüstü evrensel salınelerin üzerimizde bırakhğı etkilere uzun süre görmeden
dolayı alışık olmanın kaybettirdiği duyarlılığımızın uyanlmasına ilişkin,
Kur'ana özgü sunuş yönteminin bir yönüdür. Akılların ve kalplerin bu ilginç
ve göz kamaşbna evrenle bağlan h kurmalanna yönelik, Kur' anın öngördüğü
hedefin bir parçasıdır. (Seyyid Kutub, Fi Zılal)

61/4· Ey güneşe ve aya boyun eldiren! 0 _;~ iilj ~1 ').:.,:;. ~

Yüce Allah'ın güneşe ve aya boyun eğdirerek, emrine arnade kıldığıru bdir-
ten birçok ayet-i kerime vardır. İki tanesi şu mealdedir:
"Allah O' dur ki gökleri, sizin de görüp d urduğunuz gibi, direksiz yükst·ltti.
Sonra da Arşının üstüne kuruldu. Güneşi ve ayı hizmet etmeleri için sizin em-
rinize verdi. Bunlardan her biri belirli bir vakte kadar dolaşmaktadır. Bütün iş-
Kur'in ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 369

leri O yönetir. Ayetleri size açıklar ki Rabbinize kavuşacağıruza iman edesi-


niz." (13:2)
"Bilmez misin ki Allah, geceyi gündüze ve gündüzü geceye katmaktadır.
Güneşi ve ayı da buyruğu albna almışbr. Suniann her biri belli bir vadeye ka-
dar hareketine devam eder. Ve Allah, yaptıklanruzdan tamamen haberdardır."
(31:29)
Yani, gündüz ile gecenin sabit ve düzenli bir biçimde zuhur edip dönüşme­
si, güneş ve ayın bir sisteme boyun eğdi~ gösterir. Güneş ve ay burada özel-
likle zikredilmiştir. Çünkü her ikisi de göğün önde gelen cisimleridir. O kadar
ki, en eski dönemlerden beri insanlar arasından bunlara ilah diye tapanlar ol-
muştur. Ancak gerçek şu ki, Allah, arz da dahil olmak üzere kiinabn tüm yıl­
dız ve gezegenlerini, bir parmak bile sapmayacaklan bir sisteme bağımlı kıl­
mışhr.

"I<ur'an'da tevhid doktrinini desteklemek üzere ileri sürülen deWler aynı


şekilde Allah'ın varlığını kabul etmeyen ateistlere karşı O'nun varlığını ispat
için de uygulanabilir. Şöyle: Tüm kiinat -dünya, ay, güneş ve diğer sayısız gök
cisimleri- aynı güçlü yasarun egemenliği albnda işleyen mükemmel bir sistem
teşkil eder. Bu, böyle bir sistemin, Hakim ve Alim olan I<adir-i Mutlak bir
Hükmedici tarahndan düzenlendiğinin delilidir. Bu da sonuç olarak hiçbir
dengi, eşi ve ortağı olmayan bir Allah'ın varlığını gerektirir. Zira yöneticisi ol-
mayan hiçbir düzen, vazediasi olmayan hiçbir yasa, hakimi olmayan hiçbir
hikmet, bileni olmayan hiçbir bilgi yoktur. Şu halde inatçılar ve kendisinde du-
yarlık adına birşey kalmamış olanlar dışında hiç kimse Ha.Iı.k'ı olmayan bir
mahluk düşünemez." (Mevdfıdi, Tefhim)

6ı/s. Ey ölümü ve hayab yaratan! 0 i _;;jıj ~ ~1 ~:; Ç

Mülk Suresi'nin 2. ayetinde Yüce Allah, "Hanginizin daha güzel iş ortaya


koyacağım sınamak için ölümü ve hayah yaratan O' dur!" buyurur. Bu ayette
geçen ve bizim "yaratmak" diye çevirdiğimiz "Haleka" fiilinin aslında iki
manası vardır (Bu iki mana için bkz. Beydavi ve Haşiyesi Şeyhzade, IV, 420-
421):
a) Takdir etti, planladı, tasarladı, belirledi. Bu anlama göre, ölüm de hpkı
hayat gibi "mahluk"tur. Yani, takdir edilir, planlanır, tasarlanır ve belirlenir.
Bunu yapan ise Yüce Allah'hr. Bu şekildeki bir anlayış açısından ayette bir
problem yoktur.
b) "Yarath", "var etti", "icat etti". Ölümü, "hayabn yok olması", "negatifi"
ve "ademi bir olay" olarak kabul edenlere göre, ölümün yarahlmış olmasını
370 • K ur' An v ~ H 1k m rt 1~ı 0 ı n da C E V~ E N ~ E R H 1

anlamak zordur. Bunlara göre, ölüm başlı başına bir varlık de~ildir ki var edil-
sin, yaratılsın. Biz ise diyoruz ki, ölüm de hpkı hayat gibi, başlı başına vücudi,
pozitif bir gerçek ve olaydır.
Mesela, tohum ve çekirdeğin toprak altında ekilerek çürümesi, onun ölü-
mü; tilizlenmesi de hayah kabul edilirse, filizi netice verecek şekilde çürütül-
mesi, çözülmeye maruz bırakılması ve adım adım, sanatta o güzel neticeye
doğru götürülmesi, yani ölümü, en az filiz vermesi yani hayab kadar sanatlı­
dır, bir icat ve yaratmaya ihtiyac vardır.

Kuluçkaya konulan bir yumurtanın, bir civcivi netice verecek biçimde gün-
den güne ve içten içe bir kimyevi işleme tabi tutularak bir nevi çürütülmesi ve
sonunda içinden carılı bir yaratık olan civcivin çıkanlması, en az o civciv kadar
sanatlı, yaratma ve özen gerektiren bir faaliyettir.

Yemyeşil bir buğday tarlasındaki ekinin, olgunlaşa olgunlaşa nihayet ia-


rarması, en sonunda da kuruyup bir bakıma ölmesi de gelişigüzel değil, sanat-
la tedbirle özenle yapılan, yani yaratılan bir faaliyettir. Hele hele, harmanda,
d~rmende, teknede ve fınnda defalarca ölen o buğdayın insan tarafından ye-
nilerek a~da, midede ve daha birçok cihaziarda sindirilmesi, önce kana ve
oradan da hücrelere intikal ettirilmesi, görünüşte bir çözülme, ö~tme ve ölüm
ise de, hayab netice verecek biçimde planlandığı ve oraya do~ özenle SE·vk
edildi~ için en az insan vücudunda et ve kemiğe dönüşmesi, hayata hayat kat-
ması kadar sanatlı ve hikmetlidir. Dolayısıyla bütün bu işlemlerin bir Yaraha
tarahndan özenle yarahlması, icat edilmesi gerekir.
Hele hele insanoğlunun vücuduna yapı taşı olacak elementlerin hava, su,
güneş, toprak vb. gibi büyük unsurlardansüzülerek anne rahmine düşüp bir
tek hücre etrahnda toplanması, başlangıçtaki tek olan o hücrenin aşamadan
aşamaya geçirilerek en sonunda annesinin kucağında sevimli bir bebek haline
getirilmesi ve o hücre, başlangıçtaki ölü ve cansız halinde de, daha sonra bir
nevi bitkisel bir hayat h.ilinde iken de sanatlı ve hikmetliydi. Dolayısıyla ilkin
ölü olan o unsurların, hayah netice verecek biçimde toplatılıp organize edilme-
si, en az o insan vücudu kadar sanatlı, hikmetli ve yaratmayı gerektiren bir
olaydır. Demek ki, ayetin de ifade ettiği üzere, ölüm de hpkı hayat gibi yaratıl­
maktadır.

Bu, aynı zamanda ölümün aslında, öyle tesadüflerle gerçekleşen korkulu


bir olay olmadığına da işaret etmektedir. Buna göre insanın ölümü de bpkı to-
humun toprak altında kimyasal bir reaksiyonla tilize durması gibidir. Yumur-
tanın civcivi netice vermeye hazırlanmasını andınr. Ya da, insanoğlu için bir
anne rahmini andıran bu dünyadan ahiret alemine ikinci bir doğuştur. Önemli
olan, tüm bu işleri yapan Yüce Sanatkan tanımak, O'na inanmak, teslim olmak
Kur'ln ve Hikmet l~ıgında CEVŞEN ŞER HI • 371

ve nzası çerçevesinde yaşamak, böylece hayat imtihanını kazanarak ahiret


.ilemine ücret almak üzere intikal edebilmektir.

6ı/6. Ey yaratmak ve eınretmek Kendisine ait olan!

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle yer verilir:


"Rabbiniz Allah'hr. O, gökleri ve yeri alh günde yarath, sonra Arş'a kurul-
du. O, gündüzü sürekli kovalayan geceyi gündüzün üzerine örter. Güneş, ay
ve yıldızlar O'nun buyruğuna baş eğmişlerdir. İyi bilin ki, yaratma ve yönlen-
dinne O'nun tekelindedir. Alemierin Rabbi olan Allah yücelerin yücesidir."
(7:54)
Buna göre Allah, bu görünür alemi azarnet ve ihtişamı ile yaratmışhr, buy-
ruğu alhna aldığı ve dilediği gibi tasarruftabulunduğu bu evreni hükümranlık
eline almıştır. Geceyi, kendini ısrarla izleyen gündüzün üzerine kapamaktadır.
Gezegenlerin bu yörüngesel hareketinde gece, gündüzü izler. Güneş, ay ve
yıldızlan buyruğu alhna alan Allah, yöntemiyle sizi eğiten, sistemiyle sizi bir
ümmet kılan, dileğiyle size şeriat belirleyen, kanunlan ile aranızda hüküm ve-
ren Rabbinizdir. O, biricik yarahcı ve hükümdardır. Ayrıca, başka bir yarahcı
olmadığı gibi, başka bir hükümdar da yoktur.

Bu manzara karşısında insanlık vicdanı sarsılmakta ve boyun e~en canlılar


kervanırun
bir üyesi olarak itaate sürüklenmektedir.

6t/7· Ey eş ve evlat edinmeyenı 0 ı:Jj ~J ~~ ~ ~:; Ç

Bir ayet-i kerime şu mealdedir: "Şüphe yok ki, Rabbimizin ş3nı yücelerden
de yücedir! Ne bir eş edinmiştir ve ne de evlat." (72:3)

.ıi•iı . ~. -- ~~--~~(.J'.,
0 ~ ıJ ~~ ~ ı:.r---:
, , '
1'
ı:r- ~

6ı/8. Ey mülkünde hiçbir şeriki olmayan!

Allah'ın bu vasfına dikkat çeken iki ayet-ikerime şu mealdedir:


"'Her türlü hamd O Allah'a mahsustur ki, asla evlat edinmemiştir. Hakimi-
yetirlde hiçbir ortağı yoktur. Acze düşüp de bir desteğe muhtaç olmamıştır' de
ve tekbir getirerek O'nun büyüklüğünü ilan et!" (17:111)
372 • K ur' i n ve H i k m et 11ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

"Göklerin ve yerin hakimiyeti O'nundur. O asla evlat edinmedi, hakimiyet-


te hiçbir ortağı olmadı. Her şeyi yarabp nizarn veren ve her şeyin varlı~ bir
ölçüye göre belirleyen O'dur.'' (25:2)
.
0~lıı~~j~~~ç
6t/9· Ey zilletten münezzeh olduju için dosta ihtiyacı olmayan!

Yüce Allah' m "Ac:ze düşüp de bir desteğe muhtaç olmaması" vasfı bundan
önceki ismin açıklamasmda yer verdiğimiz ayet-i kerimede (17:111) aynı!n
geçmişti.

6ıjıo. Ey havl ve kuvvet Kendisine ait olan! 0 i~lj ~ ~1 j ~ Ç

Hz. Peygamber, Ebu Musa el-Eş'ari'ye, Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat ~y"e­
ken c.i.imle hakkında şöyle demiştir: "Ey Ebu Musa, sana Cennet definelerinden
olan bir sözü bildireyim mi?" Ebu Musa, "Evet ya Reswallah" deyince, "O 'La
havle veli kuvvete illa billahhr." cevabını vermiştir. (Buhari, Oaavat 67; Mus-
lim, Daavat 45) Seri Sakati, "Tevekkül, 'La havle vela kuvvete illa billah' diye-
rek kuvvet ve güçten sıynlıp çıkmandır.'' demiştir. (Kelabazi, Doğuş Devrinde
Tasaırvuf, s. 151) Bunun manası, günahtan dönmek ve taate yönelmek, zararı
defetmek ve fayda sağlamak kulun değil, sadece Allah'ın kuvvetiyle olur.
Bu İlahi vasfın açıklaması 38/lO'da geçti.

Sen bütiin kusur ve noksan sıfatiardan miinezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-62-

62/1. Ey dileyenierin dilelini bilen! 0 0:t~,.,j1 :;ı;~~~ Ç


1 1

Her kim neyi dilerse, neyi amaçlarsa, neyi arzularsa ve neye niyet ederse
Allah hepsini bilir. Dolayısıyla herkese arzu ve niyetine göre davranır. Niyeti
Kendi rızası olanı, rızasıyla karşılar; niyeti nefsinin heva ve hevesini tatmin
olanı da bu arzularının sonucuyla baş başa bırakır.
Kur'In vr Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 37;

62/2. Ey Kendisinden dilekte bulunaniann ihtiyaç

duyduldanna sahip olan! 0


,. -
~L:JI d':,;.~:;.\;
,

Allah'ın rahmet hazineleri doludur. Her ihtiyaç sahibinin ihtiyacını karşıla­


yacak her şey onda bulunur. İnsiyle cinniyle bütün mahlukat toplarup O'ndan
tüm talep ettiklerini alsalar, O'nun hazinesinden okyanusa daldıruan parmağa
bulaşan ıslaklık kadar olsun bir eksiitme meydana getinnez.

"._ ·ırJı
0 c.J.!of"' ". ·1,~
,. . ,. ı:r
·. , G.
,... .J' ~, "'- -

62/3· Ey üzüntüsünden kendinden geçenlerin iniemelerini i'iten!

Yüce Allah, herkesin, özellikle Kendisine vuslat hasretinden keder ve hü-


zünle aklı gitmiş, şaşırmış, hayrete düşmüş olan kullannın inlemelerini, feryat
ve vaveylalannı çok iyi işiten ve çarelerini elinde bulundurandır.
... ~,,_~. ı.S.,#,,. ı:r
0 "~ . "[;.
62/4· Ey Kendisinden korkarak aiJayanlann aiJayışlannı duyan!

Başta Hz. Peygamber (a.s.m.) olmak üzere bütün kuvvetli iman sahipleri,
Allah'ı taruyanlar, hep Allah korkusundan ağlamışlar. Nitekim, Allah Resulü,
"Eğer benim bildiklerimi bilseydiniz, az güler çok ağlardıruz!" buyurmuş. (Bu-
luıri, IV, 1689; Müslim, IV, 1832) Sahabe-i Kirim, zaman zaman Resulullah'ı, na-
mazda, ağlamaktan içinin, kazanın kaynaması gibi kaynadı~ı duymuşlar.
(Nesm, III, 13; Ahmed, Müsned IV, 25)
İşte, Yüce Allah her şeyi duyduğu gibi, korkusundan için için ve gizli gizli
ağlayan kullannın bu ağlayışlannı da duyar ve kesinlikle mük.lfatsız bırak­
maz.

0 ".~· t..:.Jı,.~- : ;}:~-ıY'-


·.,. G
62/S· Ey suskunlann içinden geçenleri bilen!

O, suskun duran kimselerin de, içlerinden geçirdikleri duygulan, maksatla-


n ve niyetleri çok iyi bilendir.

o~~tıı r:l:; ı.S;ı:;. ç


62/6. Ey günahlanndan pişmanlık duyanların nedametini gören!
374 • Ku•'h ve Hikmet l1ıOında CEVŞEN ŞERH i

O, hata, kusur ve günahlanndan pişmanlık duyarak, tevbeye ilk adımını


atan kullannın bu pişmanlıklanru gören, kabul eden ve bol mükafatla karşıl.ı­
yandır.

62/7· Ey tevbekirlann özrünü kabul eden! 0 ~llJı )~ ~:; ~


Allah, tevbekarlan sever (2:222) ve bir ayet-i kerimede de şöyle buyurur:
"Allah'ın, kullarının tevbesini kabul edeceğini, sadakalan geri çevirmeyeceğini
ve Allah'ın tevbeyi çok kabul eden ve pek esirgeyen olduğunu hala bilmezler
mi?" (9:104)

6a/8. Ey fesatçdann işini düzeltmeyen! 0 ~~~ F- ~~;; Ç


Yüce Allah'ın bu vasfı bir ayet-i kerimede de vurgulanır: "Şüphe yok ki Al-
lah, bozgunrolann işlerini düzene sokmaz." (10:81) Buna göre O, elbette fesat
ve bozgunculuk peşinde koşaniann işlerini güzel bir şekilde sonlandırmaz, on-
lan asla desteklemez ve kendilerini yapbklannın kötü akıbetiyle baş başa bıra­
kır.

62/9· Ey iyilik yapaniann mükifabru zayi ebneyenl

Kısaca "iyilik yapan" olarak çevirdiğimiz "muhsin" kelimesi, "ihsan" mas-


tanndan gelir. İyi olan, iyilik eden anlamını taşır. Muhsin, tekil, çoğul ve dişil
olarak Kur'an'da 39 yerde; mastan olan ihsan da, 12 yerde geçer. Aynı kökten
gelen ve genellikle "iyilik etme" anlamını taşıyan çeşitli fiil ve isimler de
Kur'an'da yer alır. Muhsin, genel anlamıyla bütün işlerin en iyi, en hayırlı ve
en güzelini yapan; özel anlamıyla ise, Allah'a kulluğu en iyi şekilde yerine ge-
tiren, demektir. Hz. Peygamber'in, "İhsan, Allah'ı görüyormuş gibi O'na kul-
luk etmendir. Çünkü, her ne kadar sen O'nu görmüyorsan da O seni görüyor"
sözü bu özel anlamına örnektir.
Tüm iyilikterin kökü ve en üstünü, ahirete iman etmek, namaz kılmak ve
zekat vermektir. Bu nedenle bir ayette onlann özellikle bu niteliklerine yer ve-
rilmiştir. (31:4) Yoksa, muhsinler sadece bunlan yerine getirmekle kalmaz. ne
kadar iyi ve güzel iş varsa, ya işler veya işleme azim, düşünce, istidat ve arzu-
sunu taşır.
Bu vasfını, "Allah, iyilik yapaniann emeklerini asla boşa çıkarmaz!" (9:120)
buyurarak Kur'an'da da açıkça dile getiren Yüce Allah, "iyiliğin karşıtı~ iytlik-
ten başka bir şey olabilir mi?" (55:60) diye iğneleyici bir üslupla sorar.
Kur'3n ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞER Hİ • 375

62/to. Ey Kendisini tanıyaniann kalplerinden uzaldaşmayan!


O'nu taruyan kimse, mutlaka sevecek ve gönlü O'nun marifetiyle nurlana-
cakbr. İşte bu marifetullah nuru, huzuru ve süruru ile nurianan bir kalp, O'nu
asla unutmaz, O'ndan ayn ve uzak yaşamaktansa, ateşe ahimayı yetler.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-63-

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle dikkat çekilir: "Yeryü-
zünde bulunan her şey fanidir. Ancak senin azarnet ve kerem sahibi Rabbinin
zat'ı baki kalır." (55:26-27)

Bediüzzaman, Kur'an'da Hz. İbrahim (a.s.)'ın dilinden nakledilen "Ben ba-


tanlan sevmem!" (6:76) ifadesini açıklama sadedinde şöyle der:
"Güzel değil babnakla gaip olan bir mahbup. Çünkü zevale mahkum, haki-
ki güzel olamaz. Aşk-ı ebedi için yarablan ve ayine-i Samed olan kalp ile se-
vilmez ve sevilmemeli.
Bir mabud ki, zevalde defnoluyor; onu çağırmam, ona iltica etmem. Çünkü
nihayetsiz muhtaom ve acizim. Aciz olan, benim pek büyük dertterime deva
bulamaz. Ebedi yaralanma merhem süremez. Zevalden kendini kurtaramayan
nasıl mabud olur?

Evet zahire mübtela olan akıl, şu keşmekeş kainatta perestiş ettiği şeylerin
zevalini görmek ile me'yusane feryad eder ve baki bir mahbubu arayan ruh
,
dahi~~~
.', , -::
,... ı........>l
. , ~ feryadıru ilan ediyor." (Sözler, s. 214-215)
63/2. Ey hatalan baiışlayan!
-
0!lia;Jı~~ ~

Şu ve benzeri ayet-i kerimeler, Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutarken, mü-


minler için de çok büyük müjde içerirler: "Şüphesiz Allah, kendisine ortak k<r
376 • Kur'In vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

şulmasıru asla bağışlamaz. Bunun dışında kalan (günah)'lan ise dilediği kimse-
ler için baıışlar." (4:48)

63/3· Ey dualan işiten! 0 ~ ~~~ eL::. Ç


Şu ayet-i kerimeler de, iki Peygamber'in dilinden Yüce Allah'ın bu vasfına
dikkat çekiyor: "Zekeriyya Rabbine niyaz edip 'Ya Rabbi, dedi, bana Senin ta-
rafından tertemiz, hayırlı zürriyet ihsan eyle! Şüphesiz ki Sen dualan işitip ica-
bet edensin." (3:38)
"(İbrahim:) İhtiyarlık çaıımda bana İsmail ve İshak'ı lutfeden Allah'a hanı­
dolsun. Şüphesiz Rabbim duayı işiten (kabul buyuran)'dır." (14:39)
Bediüzzaman bu noktaya ilişkin şu güzel açıklamayı yapar:
"Duanın en güzel, en latif, en leziz, en hazır meyvesi, neticesi şudur ki: Dua
eden adam bilir ki, birisi var ki; onun sesini dinler, derdine derman yetiştirir,
ona merhamet eder. O'nun kudret eli her şeye yetişir. Bu büyük dünya hanın­
da o yalnız değil; bir Kerim Zat var, ona bakar, ünsiyet verir. Hem onun hadsiz
ihtiyacabru yerine getirebilir ve onun hadsiz düşmanlanru defedebilir bir zabn
huzurunda kendini tasavvur ederek, bir ferah, bir inşirah duyup, dünya kadar
, "' ,. • • , ! ... , ....
ağır bir yükü üzerinden atıp ~l,;JI
, y; ,
~ ~\ der." (Bediüzzaman, Mektu-

bat, s. 302)

63/4· Ey ihsanı geniş olan! 0


-
~Ur.;j1 elj Ç

Birçok ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çekilir. Allah'ın


dünyadaki ilisanı hesapsız bir şekilde mürnin kMir herkesi kapsar. Kim J"eyi
dilerse, onu lutfuyla bolca verir:
"Hepsine, dünyayı isteyenlere de, ahireti isteyenlere de Rabbinin ilisanın­
dan veririz. Rabbinin ilisanı kısıtlanmış değildir." (17:20)
Ancak, ahiretteki lutuf, ata ve ilisanı sadece mürnin kuUanna, ama bu kez
sonsuz ve kesintisiz şekilde olacaktır:
"Mutlu olanlar ise Cennet'tedirler. Senin Rabbinin dilemesi hariç gökler ve
yer durdukça orada ebedi kalacaklardır. Kesintisi olmayan bir ihsan içinde ola-
caklardır." (11:108)

63/s. Ey gölderi yükselteni 0 ~ı; :o 1\ di.J Ç

Merhum Elmalılı, Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutan Rahman Suresi'nin 7.


ayetini şöyle meaUendirir:
Kur'An ve Hikmet Jıı~ında CEVŞEN ŞERHI • 377

"Bak şu güzel semaya, verdi ona irtifa' (yükseklik) vazeyleyip mizarn (öl-
çüyü)."
Şuayetler de aynı gerçe~e dikkat çekiyor:
"Allah O' dur ki gökleri, sizin de görüp durdu~nuz gibi, direksiz yükselt-
ti." (13:2)
"Siz ey haşri inkar edenler: Düşünün, sizi yeniden yaratmak nu zor, yoksa
gök alemini mi? İşte bakın: Allah onu nasıl da sa~lam bina etti! Onu direksiz
yükseltti ve kusursuz işleyen bir sisteme bağladı." (79:27-28)

63/6. Ey belalan defeden! 0 ~~ı .....,!'~ Ç


Çağnlara cevap verip belalan deledebilmek uluhiyetin en bariz alametle-
rinden biridir: "(Putlaşhnlan) o nesneler mi üstün, yoksa çaresiz kalıp Kendi-
sine yalvaran insanın duasını kabul edip sıkınhsıru gideren ve sizi dünyada
halifeler yapan Allah mı? Hiç Allah ile beraber başkatann mı olur? Elbette ol-
maz! Ne de az düşünüyorsunuz!" (27:62)
Zarar ve fayda sadece O'nun elindedir. Zaran faydayla değiştirebilmek de
O' nun yetkisi dahilindedir:
"E~er Allah seni bir zarara u~ahrsa, onu Kendisinden başka giderecek
yoktur. Ve e~er sana bir hayır verirse, (bunu da geri alacak yoktur). Şüphesiz
O her şeye kadirdir." (6:17)
"E~er Allah sana bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan başka giderecek
yoktur. E~er sana bir hayır dilerse, O'nun keremini geri çevirecek de yoktur.
O, haynnı kullanndan diledi~e eriştirir. Ve O ba~ışlayandır, esirgeyendir."
(10:107)

63/7· Ey medh ü senası büyük olan! 0 ~GJI~


, Ç
Yerde ve gökte, içte ve dışta ne kadar nimet varsa hepsi O'nun eseri, lutfu
ve keremi olduğuna; ne kadar yüksek kemal varsa hepsi O'nda mevcut oldu-
~na göre, en büyük medih ve senalar, övgü ve şükürler sadece O'nadır.

63/8. Ey yücetip kadim olan! 0 ~ ıO:: ı: ll ~ii


, Ç
Allah, bütün kemal sıfatlan, yüce isimleri ve tecellileri son derece parlak
kemalahyla ezeli oldu~ndan bu yüceliği sonsuza dek de devam edecektir. Şu
cümleler, O'nun ne parlak tecellilere sahip ve dolayısıyla büyük bir muhabbete
layık olduğunu güzelce ortaya koyuyor:
378 • Kur'~n vt Hikmtt JııOında CEVŞEN ŞERH i

"Ey insan! O'nun esma ve sıfahna ait istidad-ı muhabbetini, sair bekasız
mevcudata verme; faidesiz mahlukata dağıtma. Çünkü asar ve mahlukat fani-
dirler. Fakat o asarda ve o masnuatta nakışlan, cilveleri görünen Esrna-i Hüsna
bakidirler, daimidirler. Ve esma ve sıfabn her birisinde binler meratib-i ihsan
ve cemal ve binler tabakat-ı kemal ve muhabbet var. Sen yalnız Rahman ismi-
ne bak ki: Cennet bir cilvesi ve saadet-i ebediye bir lem'ası ve dünyadaki bü-
tün nzk ve nimet, bir katresidir." (Bediüzzaman, Sözler, s. 637)

63/9· Eyvefası çok olan! 0 ~~)1 ~-·~ 4


'
Cin ve insanlara olan vaatlerinin had ve hesabı bulunmadığı ve tüm bu vaat
ve ahillerini harfi harfine yerine getirdiği için bu isme son derece layıkhr.

63/ıo. Ey mükifab yüksek olan!()~\~\· . . &.t;:.


. 4
'
Kulunun yaphğı bir iyiliği, en az on, bazen yetmiş, bazen yedi yüz, baıen
yedi bin, bazen de otuz bin, hatta hesapsız mükafatla karşılayan Yüce Allah'ın
mükafabndan daha büyük mükafat bulunabilir mi? Şu sabrlar Yüce Allah'ın
mük.ifatlandırmadaki bu büyük keremine ışık tutar niteliktedir:

"Her hasenenin sevabı başka vakitte on ise, Receb-i Şerifte yüzden geçer,
Şaban-ı Muazzam'da üç yüzden ziyade ve Ramazan-ı Mübarek'te bine çıkar ve
cuma gecelerinde binlere ve Leyle-i Kadir'de otuz bine çıkar." (Şualar, s. 494)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Emıın ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-64-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

64/1. Ey daima affeden, tekrarlanan günahları batışiayan (;.affir!


Kur'h vr Hıkmrt l~ıQında CEVŞEN ŞER HI • 371J

Gaffar, çokça ve sık sık örten, bağışlayan demektir. O'nun, günahlan ne de-
rece bağışlayıa olduğunu Yüce Kelam'ından öğreniyoruz:
"Allah, kendisine ortak koşulmasını bağışlamaz; bundan başkasını, dilediği
kimse için bağışlar." (4:48) "Göklerin, yerin ve ikisi arasında bulunaniann Rab-
bi üstündür, çok bağışlayıcıdır." (38:66.) "Allah, gökleri ve yeri hak ile yarattı.
Geceyi gündüzün üzerine örtüyor, gündüzü de gecenin üzerine sanyor. Güne-
şi ve ayı emri alhna almışhr. Her biri belli bir süreye kadar akıp gider. O, aziz-
dir ve çok bağışlayandır." (39:5) "Doğrusu insanlar kötülük ettikleri halde Rab-
bin onlar için mağfiret sahibidir." (13:6) "Ben ise sizi, aziz ve çok bağışlayan
Allah'a davet ediyorum." (40:41-42) "Rabbinizden mağfiret dileyin; çünkü O
çok bağışlayıcıdır." (71:10)
Allah, biz kullannın da öyle olmasını isteyerek bu isminin başka yönden te-
cellisini gösteriyor:
"Müminlere söyle: Allah'ın ibret dolu günlerinin geleceğini beklemeyenleri
bağışlasınlar."
(45:14) "Kim sabreder ve aifederse şüphesiz bu hareketi, yapıl­
maya değer işlerdendir." (42:42) "Bu mükafat iman edenler ve Rablerine daya-
nıp güvenenler içindir. Onlar, büyük günahlardan ve hayasızlıktan kaçırurlar;
kızdıklan zaman da kusurlan bağışlarlar." (42:36-37)

Bu ismin anlamına ışık tutan hadisler de vardır:


"Şeytan dedi ki: 'Rabbim! İzzetine ve büyüklüğüne yemin ederim ki, ruhlan
bedenlerinde bulunduğu sürece kullannı yoldan çıkaracağım'. Rab da buyur-
du ki: 'İzzetime ve büyüklüğüme yemin ederim ki, onlar Ben'den bağışlama
diledikçe Ben de onlan bağışlayacağım'." (Ahmed, Müsned, III, 29)
Bir hadiste de, Hz. Peygamber kullardan birinin bir günah işlediğini ve ar-
kasından pişmanlık duyarak, "Rabbim! Bir günah işledim, beni bağışla!" dedi-
ğini, bunun üzerine Yüce Allah'ın, "Kulum, günahı bağışlayan veya onunla
cezalandıran bir Rabbinin olduğunu bildi öyle mi? Ben de kulumu bağışla­
dım!" dediğini ve bu durumun defalarca tekrarlandığını, her defasında kulun
aynı pişmanlıkla aynı sözleri söylediğini, Allah'ın da aynı şekilde karşılık ver-
diğini, sonuncusunda, "Kulum ne yaparsa yapsın, ben onu bağışladım." bu-
yurduğunu haber verir. (Buharl, Tevhid 35; Müslim, Tevbe 29)

Bu hadisten, kulun beşer olduğunu, beşerin hata ve günahtan uzak olama-


yacağını, önemli olanın hiç hata ve günah işlememek değil, hemen günahtan
dddi pişmanlık duyup tevbe etmek olduğunu, ciddi ve samimi bir tevbe edil-
dikten sonra Allah'ın affetmeyeceği hiçbir günahın bulunmadığını anlıyoruz.
Bundan da Allah'ın ne derece Gaffar, yani günahlan tekrar tekrar bağışlayıcı
olduğunu öğreniyoruz.

İmam Gazali bu ismi daha geniş manada ele alarak Allah' ın, bu ismiyle kul-
lan üzerine üç örtü gerdiğini ifade etmektedir. Bu örtülerden biri, vücudunun
göze hoş gelen yerlerini dışanda, hoş gelmeyen yönlerini de görünmeyecek bi-
380 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

çimde yaratması;
ikinci örtüsü kalbinden geçirdi~, başkalan hakkında düşün­
düğü düşüncelerini başkalanna bildirmemesi böylece insaniann sosyal hayab-
nın bozulmasının önlenmesi; üçüncü örtüsü de kusur ve günahlan çoğu za-
man örtmesi, insaniann gözünde rezil duruma düşürmemesi ve özellikle bir-
çoğunu affetmesidir. (Gazati, a.g.e., s. 53-54)

İmam Gazili'nin bu yaklaşım ve izahına göre en geniş manada kusur ve


ayıp örten anlamına gelen bu ismin, ne büyük önem taşıdı~ bilmek için, her
bir insanın bütün eksik yönlerinin, işledi~ bütün günah ve kusurlann herkes
tarafından bilindiğini düşünelim. Dünyada ünsiyet, dostluk ve arkadaşlıktan
eser kalır mıydı? Yine, karşımızdaki insana bakb~mızda, onun iç organlanru,
midesinde sindirilen gıdalan gördüğümüzü farzedelim. Hayat nasıl da ya-
şanmaz hale gelirdil İşte Allah, bütünbunahoş durumları Gaffar ismiyle Cırt­
mekte ve bu tür hal ve nesneleri yarabklanndan gizlemektedir.
AUah'm, Gaffar ismiyle hata ve günahlan örtmesinin bir hikmeti de, onlan
ahirette affetmesidir. Allah, affetmek istediği bazı kullannın hata ve günahla-
nru diğer yarabklanndan gizli tutar. Onun için, biz de "Allah'ın bildiğini ne-
den kuldan saklayayım!" diyerek kimsenin bilmedi~ hata ve kusurlanmızı et-
rafa yaymamalı, Allah'ın örtmüş olduğu ayıplanmızı başkalanna açmamalıyız.
Yüce Allah'ın bu ismi, hayab günah ve hatalardan bir an olsun uzak kala-
mayan biz kullar için büyük bir ümit kapısıdır. Günahlar, manevi birer kir ve
pisliktir. Bunlara bulaşan insan, tertemiz olan fıtrabnı, ruh ve kalbini manen
kirletmektedir. Manevi temizleniş için su ve sabun işlevini gören şey ise, istiğ­
fardır. Allah'tan bağışlamasmı, günahlarını affetmesini gönülden niyaz etmek-
tir. Aksi halde, tevbe ve istiğfar süngeriyle temizlenmeyen kalp aynası, tama-
mıyla karararak arbk iman nurunu yansıtamaz hale gelir. Böyle bir kalp sahibi,
imaruru yitirme tehlikesiyle her an karşı karşıyadır. Hz. Peygamber'in bile
günde en az yüz defa tevbe ve istiğfar etti~ (Müslim: Zikir 42.) düşünülürse
konunun önemi daha iyi anlaşılır.
Allah'm, ayıp ve kusurlan örten Gaffar olduğunu bilen mümin, O'nun rah-
met ve bağışlayıalığından ümit kesmez, bir günah işlediğinde derhat O'nun
kapısına koşar, samimi bir tevbeyle affıru diler. Gizli tutarak Allah'tan bağış­
lanma diler. Yine, başkalannın hata ve kusurlarını kurcalamadığı gibi, gc•rse
bile etrafa yaymaz. Resulullah şöyle buyurur:
"Her kim ki bir müminin kusurunu örterse, Allah da Kıyamet günü onun
kusurunu örter." (Ahmed, Müsned: IV, 153)
Gıybet edenler, ötekinin berikinin kusurunu araştıranlar, intikam peşinde
koşanlar, kötülüğe daha büyük kötülükle mukabele edenler vs. bu isimden na-
sibini almış olmaktan uzaktır. Ondan hissesini alan, Allah kullannın ancak gü-
zel hareket ve davranışlarmdan bahseder.
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ • 38]

64/2. Ey ayıplan çokça örten Settir! 0 ~G.::, Ç


Allah, kullannın birçok ayıp ve kusurunu örter, onlan ortaya çıkanp insan-
lar karşısında rezil etmez. Dolayısıyla kullar da, kendi ayıplarını örterek onur
ve haysiyetlerini korumalı, şereflerini lekeleyecek davranışlardan kaçınmalı­
dırlar.

64/3· Ey her şeye galip gelen ve düşmanlarını kahreden Kahhir!

Allah Kahhar ismiyle, en küçüğünden en büyüğüne, caniısıyla cansızıyla


tüm yaratıklanna galebe edip, onlan isteseler de istemeseler de, irade etti~ ci-
hete yöneltmekte, istediği gibi yönetmektedir. Cüz'i irade sahibi kıldığı cin ve
insanlann, O'nun bazı emir ve yasaklarını dinlememesine engel olmaması im-
tihan gereğidir. Kahhar ismiyle, yaratıklan içinde zorbalan, azgınlan cezasıyla
kahreder. Bütün yarabklannın hayahnı ve ölümünü elinde bulundurmakla on-
lara galiptir. Bu isim, yaratıkianna bazen ağır, meşakkatli, üzücü haller verebi-
leceğini de ifade eder. Ölüm ile hayatlannı ellerinden almak ve bir kısım mad-
di ve izafi şer unsurlarını var etmek bu türdendir. Hiç kimse O'nun tedbir ve
takdirinden dışan çıkamaz. Hep O galip gelir, hiç kimse O'na üstün gelemez.
Kahhar ismi Kur'an'da alh yerde geçer. Geçtiği ayetler, bağlam olarak şöy­
ledirler: Tek Kahhar olan Allah'ın karşısında, realitede hiçbir varlıklan olma-
yan sürü sürü putlara tapmanın manasızlığı (12/39); yaratma fiilinin yalnızca
Allah'a ait bulunduğu, putlarm yaratmalannın söz konusu olmadığı (13:16);
yerin başka bir yerle göklerin de başka göklerle değiştirildiği bir ortamda in-
sanlann ölümden sonra Tek Kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkışlan (14:48);
Allah'ın, gökleri ve yeri yaratan, ibadet edilmeye layık Tek İlah olduğu (14:48);
putlan, Allah kahnda şefaatçi kılmanın saçmalığı; O'nun çocuk edinmekten
münezzeh olduğu, gökleri ve yeri, güneşi ve ayı vb. idare eden tek ilah olduğu
(39:4); haşirde tüm insanlann; zulüm etmeyecek, herkese işlediğinin karşılığını
verecek tek Kahhar olan Allah'ın huzuruna çıkmalan. (24:16-17)
Genel olarak, Kahhar sıfahnın "cezalandırma, azap etme" ile ilgisi kurulur.
Halbuki sözlükteki mana bu olmadığı gibi, Kur'an'ın kullanışı da, görüldü~
gibi, esas olarak bu izlenimi vermemektedir. Kur'an'dan çıkan anlam şudur:
"Hak sahibi olarak adaletle hüküm süren, karşısına hiç kimsenin çıkamayacağı
Tek Hükümran ve Galip." Onun karşısına çıkma cüretini göstereniere hak et-
tikleri cezayı-dilernesi halinde-vermek, bu vasfın sadece gereklerinden biri-
dir. (Yıldınm, a.g.e., s. 184-186)
382 • Kur'.ln ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHI

Allah'ın hak edenlere kahn bulunduğu gibi, kullarına sonsuz hituflan ca


bulunmaktadır. Başta iman ve salih arneller olmak üzere bütün insani ve ahla-
ki faziletler Allah'ın hitfunu celbettiği gibi, başta küfür, şirk, isyan olmak üzere
bütün kötülükler de Allah'ın kahnna hedef olmaktadır. Kula düşen, Allah' ın
kahrına hedef olan düşünce, inanç ve davranışlardan sakınıp, O'nun lfıtfuna
mazhar eden düşünce, tutum ve davranışlara yönelmektir.
Yine kula düşen, nefsinin arzusunu Rabbinin arzusuna bağlayarak kendi
düşmanlarını tesirsiz hale getirmektir. Mümin, kendi düşmanlarını, tehlikesi-
nin büyüklüğüne göre belideyip etkisiz hale getirmeye, kahr ve galebesi altına
almaya çalışacaktır. İnsanın en zararlı düşmanı, bizzat kendi içindeki nefsidir.
(Gazali, a.g.e., s. 54) Nefsin gayr-ı meşru isteklerine uymayıp kendine hakım
olan, öfkesini yenen, kötülüklerden uzak duran kimse Kahhar isminin mazhan
olmaya başlamış demektir. Bundan sonra diğer düşmanlarını yenmek daha bir
kolay olur. Bunu yaptıktan sonra dininin düşmanlarını tesirsiz hale getirmek
önem kazanır.

64/4· Ey istedilini zorla yapbrabilen ve yaralan saran Cebbar!

Cebbar, cebr kökünden gelir. "Çok cebredici" manasını ifade eder. Bu kökte
başlıca
iki mana vardır.
Birincisi, kınğı yerine getirip sıkıca sarmak, eksiği giderip tamamlamak de-
mektir. Bu manada Cebbar ismi yaratılmışların eksikliklerini tamamlayan, ihti-
yaçlarını gideren, işlerini düzelten ve bu konuda gereken şeyi gereği gibi yap-
makta çok iktidarb olan manasını ifade eder. Alimierin çoğu, Allah'ın "Ceb-
bar" isminin bu anlamda olduğunu söylemişlerdir. Buna göre Yüce Allah dert-
lere derman veren, kınlanlan onaran, yoksullan zengin eden, perişanlıklan yo-
luna koyup düzelten en yüce Zat' tır.
İkincisi, icbar etmek, yani dilediğini zorla yaptırmak manasma gelir. Bu ma-
nada Cebbar, zorlu demektir. Allah'a isnadı, yaratılmışları iradesine mecbur
eden, dilediğini ister istemez zorla yaptırmaya kadir olan, hüküm ve nüfuzuna
karşı çıkılma ihtimali bulunmayan güç ve büyüklük sahibi demektir. Ancak
bundan, "kullara hiç irade vermez, her emrini cebirle yürütür, insanlarda ihti-
yari fiiller yoktur." manasını da anlamamak gerekir. Çünkü yasal emirlerin
kulların cüz'i iradeleriyle şartlı kılınmış olduğu da, "Eğer siz Allah'a (O'nun
dinine) yardım ederseniz (Allah da) size yardım eder." (47:7) gibi birçok .ıyet
ve hadisle tespit edilmiştir. Bundan şu mana anlaşılmalıdır ki, Allah birçok fiil-
de insana irade vermiş ve hür yaratmış olmakla beraber bütün isteklerini yeri-
ne getirmeye mecbur değildir. Dilerse, dilediği anda iradelerini yok eder. Emri
yerine gelince de akıllarını onlara geri verir. Dilerse onların akıl ve iradelt~rini
Kur'in vr Hikmrt l~ığında CEVŞEN ŞERH! • 383

yok ebnemekle beraber isteklerinin aksine kendi hüküm ve iradesini zorla


üzerlerinde icra eder. Nitekim Allah'tan korkmayan, emirlerine karşı gelmek
isteyen asiler, azaba ve cezaya yanaşmak istemedikleri halde, vakti gelince ce-
zalarıru çekmeye mecbur olurlar.

Kısacası, Yüce Allah'ın mutlak iradesi altında ma~lup ve mecbur olmaya-


cak hiçbir şey tasavvur edilemez. Bu husus, "Göklerde ve yerde olanlann hep-
si, ister istemez, O'na teslim olmuştur ve O'na döndürülüp götürüleceklerdir."
(3:83) ayetinde ifade edilmiştir.
Allah'ın sıfatianndan olan Cebbar isminde bu iki manadan başka iki farklı
anlamın daha oldu~ belirtilmiştir. Biri: "Erişilmez, el uzahlmaz, demektir.
İkincisi: "Çok büyük ve azametli padişah manasına gelmektedir." (Elmalılı,
Tefsir, Haşir Suresi 23. ayetin izahı)
Allah öyle bir Kudret ve azarnet sahibidir ki, istisnasız bütün varlıklar
O'nun büyüklüğü karşısında teslim olur, boyun eğer, itaat eder. Milyonlarca
seneden beri güneşimizin bir lamba ve soba olarak hayata hizmet etmesi, bir
anlık kusut etmemesi, ayın bir takvim ve gece lambası olarak mütevazı bir şe­
kilde çalışması, dünyamızın birkaç hareketiyle hem mevsimleri, hem gece ve
gündüzü netice verecek şekilde bıkıp usanmadan semaya kalkmış mevlevi gibi
dönüp durması; öte yandan bitki ve hayvanlardan her birinin hayat program-
lan çerçevesinde bir an bile görevinden geri kalmamalan büyük bir tevazu,
mahviyet ve itaatkarlılda hayat sahnesinde vazifelerini sürdürmeleri bu İlahi
vasfın ne kadar do~ru ve geniş muhtevalı oldu~u göstermeye yeter.

Her şey, O'nun ezeli izzet ve kudretine karşı nihayet derecede itaattedir. En
büyük şey, en küçüğü gibi o kudrete boyun e~er. Her bahar, koca yeryüzü bir
bahçe, her bir bahçe de birer saksı gibi kudretine itaat ederek neşv ü nemaya
mazhar olur, hadsiz bitki, çiçek ve canlılarla donanır.
Genişliği ışık yıllanyla ölçülmeye çalışılan uçsuz bucaksız bir kainattaki,
rakamlara sığmaz yıldız, gezegen ve sistemleri ayakta tutan, birbiri etrafında
ve iç içe döndürerek çarpışbrmayan, her birisine gerekli enerji ve yakıb aksat-
madan sağlayan bir Kudrete hangi varlık boyun eğmez?
Öte yandan sayısız atom, molekül ve elementleri seferber ederek hadsiz
canlı varlıklarm hücre, doku ve sistemlerini dokuyan bir kudrete hiçbir şey
karşı koyabilir mi?

Şirin gezegenimizi sarmalayan atmosfer, eğer Allah'ın rahmet dolu koru-


ması olmasaydı, top mermisinden daha hızlı yol alan dünyamızın etrafından
dağılır, fezada kaybolur giderdi. O zaman insaniann gerek havasızlıktan ve
gerekse uzaydan gelen sayısız zararlı ışınlann, gök taşlanrun bombardımanı
altında ne hale geleceklerini düşünmek bile dehşet veriddir.

Dünyamız baş döndürücü bir hızla hem güneş, hem de kendi ekseni etra-
fında çeşitli hareketler yaparak dönmektedir. Buna rağmen öyle bir istikrar ve-
384 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI

rilmiştir ki, üzerinde yaşayan biz canhlar bunu hissetmiyoruz bile. Bizleri sars-
mıyor, rahahmızı bozmuyor ve uzaya fırlatmıyor. Tam bir disiplin içerisinde
hareketlerine aksamadan devam ediyor.
Yuvarlak dünyanın dörtte üçünü saran deniz ve okyanuslar tamamen t-oş­
lukta ve her an dökülmeye müsait olarak çevresinde durmaktadır. Allah'ın iz-
niyle, tüm denizleriyle birlikte, hiçbir istila ve kazaya meydan vermeden yolu-
na devam edip gitmektedir.
Yine dünyamız, harareti binlerce dereceye varan bir ateş kütlesiyle ve çok
kızgın madenlerle doludur. Hacmine oranla portakal kadar ince kabuğuyla her
an patlamaya hazır bir bomba gibi durmaktadır. Ama bu bomba hiç patlarna-
makla ve Allah'ın izniyle insanlar için konforlu bir gemi veya uçak gibi yol
almaya devam etmektedir.
Tüm bu saydıklannuzın belli sebeplerle izah edilebileceği söylenebilir. An-
cak, bizce bu sebepleri devreye sokan, onlan belli bir hedefe yönelik olarak ak-
samadan çalışbran bir Müsebbibü'l-Esbab zorunludur ve her şey O'nun izni ve
emriyle gerçekleşmektedir.
Kısacası, canlı ve cansız tüm varlıklar fıtri ve İlahi birer kanunla sıkı bir ita-
at ve disiplin albna alınmışlardır. Sadece insanlar ve cinler, imtihan gereği bazı
fiilierinde özgür bırakılmışlardır. Yüce Allah, bu fiilieri de başıboş bırakmamış,
gönderdiği İlahi kanunlarla bir ölçü ve sınır albna alm.ışbr. İnsanlar ve cinler
belli fiillerinde bu sınınn dışına çıkabiliyorlar. Zaten bunlar da Allah'ın ilmi,
kudreti ve iradesi dışında cereyan etmez.
Yüce Allah'ı böylece taruyan kişi, kendi nihayetsiz hiçliğini, aczini, faknru
ve zilletini anlamakta gecikmez. O'nun bütün emir ve hükümlerine kayıtsız
şartsız teslim olur. O'na itaatsizli~e ve hele fani vücudunda bir varlık hi.-;set-
meye asla cüret edemez. O'na dayanır, O'na güvenir, bütün hayat yükünü
O'nun kudret ve rahmet gemisine bırakır, O'nun kendisinden istediğini yapar,
gerisine hiç kanşmaz. Böylece sonsuz bir iç huzuroyla kabir kapısını aralaya-
rak ebedi saadete girer.
öte yandan bu isimden nasibini alan kamil bir mümin, örnek ve etkileyici
hal ve hareketleriyle hep başkalarına olumlu yönde etki eder, onlan iyiyt· gü-
zele yönlendirir. Da~ gibi sarsılmazdır. Rüzgarlara göre yön değiştirmez. Ayn-
ca, hata ve kusurlan telafi etmeye çalışır. Kayıp ve zararlan kapatmaya gayret
eder. Yaralan sarmaya, özellikle gönül yaralarma merhem olmaya çaba göste-
rir.
C;, L-
r.'\ ..
\J.).

64/5· Ey çok sabreden ve kullarına sabır gücü veren Sabbir!

Kullanrun, türlü türlü uygunsuz söz, tutum ve davranışiarına sık sık ve her
defasında sabredendir. (Geniş açıklama için Sabur ismine bkz. 56/5)
Kur'3n ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH i • 385

64/6. Ey nıh ve bedenleri en uygun gıdalarla besleyen Rezzik!

Rızık,
bir canlının varlıkta kalması ve gelişmesi için kendisine sunulan mad-
di manevi her imkandır. Rızık verene Razık denir. Rezzak, bunun fazlalık ve
tekrarlama ifade eden şeklidir. "Rızkı çokça ve tekrarla veren, her caniıyı yaşa­
tacak zaruri gıdayı üstlenip sağlayan" demektir. Allah, nzkı yaratan, onu doğ­
rudan veya sebepler aracılığıyla verendir. "Rezzak", Allah'tan başkası için kul-
lanılamaz. Rez.zik ismi Kur'an'da bir yerde geçmektedir. (51:58) Kur'an'da
"nzk" kökünden gelen fiiller de kullanılıyor. Bu fiilierin öznesi her zaman Al-
lah'tır. Bu fiilin insanlar için hiç kullanılmamasından anlaşılıyor ki, Kur'an'a
göre nzık, ya doğrudan veya sebeplendirme yoluyla yalnızca Allah' a aittir.
Kur'an'da ayrıca beş yerde Allah, "Hayru'r-Razıkin = Rızık verenlerin en
hayırlısı"vasbyla nitelendirilmektedir. (34:39; 5:114; 22:58; 62:11) Allah'ın, "n-
zık verenlerin en hayırlısı" oluşu, şu sebeplerdendir:

a) O vereceği nzıklarda tam bir yetki ve kudret sahibidir.


b) Rızık hazinesi tükenmek bilmez.
c) Rızkı kesme endişesi yoktur.
d) Verdiğini başa kakmaz.
e) Karşılığında bir şey beklemez. Oysa gerçek olmayan, mevhum, zahiri rı­
zık vericiler, bu şıkların zıtlanyla nitelenebiliyorlar. Dolayısıyla, Allah'ın nzık
vericiliği onlannkiyle kıyaslanamayacak kadar üstündür. Üstelik Allah, nzık­
landırdığı varlıkların kendilerini de yaratandır.

Yeryüzü bir ordugihhr. Sayılan milyonlan bulan bitki ve hayvan türlerinin


her birisi birer ordu niteliğindedir. Bu ordunun, ayrı ayrı askere alıruşı; farklı
farklı donanımının verilişi; talimi, askerlik (ömür) süresinin tayini ve terhisatı
(ölümleri) bir tek komutan tarafından yapıldığı gibi, her birisinin hiç unutul-
madan ve şaşınlmadan en uygun nzıklarla beslenişi de yine O tek komutan ta-
rafından sağlanmaktadır. Allah, ayrı ayrı nzıklan tam bir rahmetle verilen her
bir canlının Razık'ıdır. Anne rahmindeki yavrunun, denizdeki balığın, meyve
kurtlan gibi aciz ve zayıf sayısız canlıların rızkıru en mükemmel biçimde veren
Allah için bu isim ne kadar da yerindedir!
Canımız da tenimiz de bize Allah'ın lfıtfudur. Bunların her biri için de ayrı­
ca nzık verir. Yüce alemiere mensup ruh ve aklımızı, o alemlerden gelen vahiy
ve ilhamla besler. Bütün peygamberlerin getirdiği vahiy ve talimatlar ruh ve
kalbirnizin tabü gıdalandır. Topraktan gelen tenimizi de topraktan yarahlan n-
zıklarla besler.
386 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i

Rızık garanti altındadu. Canlıların nzkı onlann güçsüzlükleri ve acizlikle-


riyle doğru oranhlı olarak kolaylaşbnlmaktadır. Bu İlahi gözetim, bakım ve
özen, yarahlış merdiveninin ilk basama~ı olan anne karnından itibaren başlar.
Görmekten, yürümekten, hatta a~zımızı kımıldatmaktan aciz oldu~muı o
daracık alemde, en rahat ve garantili bir şekilde, dokuz ay boyunca nzkınuz
temin edilmiş. Yaşadığımız bu serüven bize özgü ve istisnai bir durum da de-
~ildir. Dünyada yaşayan şu kadar milyar insanın her birisi aynı macerayı ge-
çirmiştir. İnsan dışındaki tüm canlılar için de aynı şey geçerlidir. Yumurta
içindeki bir kuş yavrusunun, petekteki bir an larvasının da nzka ihtiyaa var-
dır ve bu, en şefkatli biçimde temin edilmektedir.

O afernde bizi gören, gözeten, besleyen ve yaşatan Allah, bu dünyada bizi


unutur mu? Dünyaya gözümüzü açb~mız anda, yeni konumumuza en uygun
nzkı, en kolay ulaşabilece~iz şekilde yine temin etmiştir: Anne sütü. Aylarca
bu şekilde kolaylıkla beslenmemizi sa~layan Allah, yumuşak diş etlerimiz ara-
sından en sert ve dayanıklı kemikler olan dişleri çıkanrken, ~teceği sayısız
nimetleri de kuru bir topraktan yetiştirir. Su aynı, güneş aynı, hava aynı, top-
rak aynı olduğu halde, yan yana çıkan sebze ve meyvelerin tat, renk, şekil, ko-
ku, lezzet ve vitaminleri farklı farklıdır. Hepsinde de canlıların, özellikle insan-
oğlunun damak tadı ve vücut ihtiyaa gözetilmiştir. Her mevsimin sebze ve
meyvesi, o mevsimin şart ve ihtiyaçlarına uygun vitaminlerle zenginleşhril­
miştir. Üstelik, sebepleri olan su toprak, hava ve bitkilerinde olabilecek her tür-
lü zararlı maddelerden de anndınlmaktadır. İnsanın bu olup bitenlerden, gı­
dalannın içerik ve terkibinden habersiz olması da onun istifadesine engel de-
ğildir. Haberdar olması ise, sadece bilinçli olarak kullanmasına yardıma olur.

Bize lutfedilen nzıklar sadece toprak kaynaklı da değildir. Kara ve deniz-


lerdeki tüm hayvanlar da, bizim için birer besin kayna~dır. Protein dolu t'tle-
rinden besleniyor, sütlerini içiyor, derilerini giyiyor, onları birer hizmetçi ola-
rak çalışhrıyoruz. Dünyamızın uzviyet damarlannda akan ve vücudumuzun
yüzde yetmişini oluşturan su da, bizim için hem bir nzık, hem de büyük bir
İlahi nimettir. Bir ateş topu niteli~deki yerküresinin, kütle olarak çok ince bir
kısmını teşkil eden toprak tabakasındaki soğuk ve tatlı çeşme, çay ve nehirleri,
birden bire yerin alhna çekilip kaybolsa, onu bizim için temin edecek hangi
kuvvet var? Suyun istifademize elverişli mevcut hali, başlı başına bir mucize-
dir. Denizlerin, bizim için hem bir nzık kaynağı, hem de ulaşım vasıtası olması
da ayrıca kaydedilmeye değer. Şüphesiz bütün bunlar tesadüf sonucu olmadı­
ğı gibi, bizim güç ve kuvvetimizle de olmamışhr. Aıemde sorumluluk da ;.rük-
lü bu yüksek statümüzü belirleyen Yüce Allah'hr.
Bu dünya hayah da bizim için ikinci bir anne rahmidir. Ortam ve şartlar
değişsede, görüp gözeten, bakıp besleyen, bir ve ayrudu. Bir farkla ki, <Ynu
taruma mesuliyeti bize yüklenmiştir.
Kur'3n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 387

Bütün bu nimet ve nzıklar, ahirette mürnin kullara verileceklerin numune


ve gölgeleridir. Oradakilere davet içindir. Bunları tattım, iştahlanru açar, ora-
da doyurur. Aklı başmda insan bunlardan ders alır, gönderen Zat'ın büyüklü-
ğünü anlar, şükrünü yerine getirir. Ebedi asıllanna müşteri ve layık olur. Bazı
kimseler ise, bunca nimeti, şuursuz sebepler, kör kuvvet ve sağır tabiata verir.
Hepsini yağma sanarak sorumsuzca ve hoyratça tüketme yoluna gider.
Kur'an-ı Kerim'de: "Allah gökleri ve yeri yaratandır. Üstten (bulutlardan)
su indirip, onunla size nzk olarak türlü mahsuller, meyveler çıkarandır. Emir
ve izniyle gemileri denizden yürümek için size ram edendir. Akarsulan da yi-
ne size musahhar kılandır. Güneşi, ayı adetlerinde daim olarak size teshir eden
O'dur. Geceyi, gündüzü sizin faydamza tahsis eyleyen O'dur. Allah size iste-
diğiniz şeylerin hepsini verdi. Eğer Allah'ın nimetlerini birer birer saymak is-
terseniz (ne mümkün?) Siz toptan bile sayamazsmız. Gerçekten insan çok za-
lim, çok nankördür." (14:32-34)

Güçsüzlerin Rızıklan Hususi Gönderilir:


Yüce Allah, çocuklan dünyaya gönderdiği an, peşlerinden nzıklannı gayet
hoş bir surette gönderip memeler musluğundan ağızlarına akıttığı gibi; çocuk
hükmüne geçen ve çocuklardan daha fazla merhamete layık ve şefkate muhtaç
olan ihtiyarlarm nzıklanru da, bereket suretinde gönderir. Onlann geçimini
açgözlü ve cimri insanlara yüklemez. "Şüphesiz nzık veren, güç ve kuvvet sa-
hibi olan ancak Allah'hr." 151:58) "Nice canlı var ki, nzkını (yanında) taşımı­
yor. Onlara da size de rızık veren Allah'tır. O, her şeyi işitir ve bilir." (29:60)
ayetleri bu gerçeği ifade ediyor. Bunu, bütün canlılardan çeşit çeşit yaratıklar
hal ve beden dilleriyle haykırıyorlar. Hatta değil yalnız ihtiyar akrabaların, in-
sanlara arkadaş verilen ve nzıklan insanların rızıklan içinde gönderilen kedi
gibi bazı yarahklarınki bile, bereket yoluyla geliyor.

Kula düşen, sadece şükür ve kulluktur:


Rızık Allah'ın elindedir. Derin hikmetine binaen rızkı daraltan da genişle­
ten de O'dur. Bize düşen, helal rızkı aramak için elimizden geleni yapmak, Al-
lah'tan ise hayırlısını dilemektir. Bollukta şükür, darlıkta sabır görevimizdir.
Şükür de, sabır da kuru sözle olmaz. Şükrün gereği olarak elimizdeki nimetten
başkalamu da yarariandırmak gerek. Tüm çabamıza rağmen yokluk çekersek,
şikayete sızlanmaya sapmadan, kimseye yüzsuyu dökmeden çalışmaya devam
etmek gerek. Netice ne olursa olsun, sabırla helal rızık için çalışmak başlı başı­
na bir ibadettir. Dünya imtihanı böylece kazanılır. Dünyanın dengesi ancak
böyle devam eder. Her akıl ve imkan seviyesindeki insana ihtiyaç var. Hakkı­
mızda hayırlısının ne olduğunu bilemeyiz.

Kul, rızkı yaratan ve verenin sadece Allah olduğunu bilrneli, yalnızca O'na
bel bağlamalı ve sahip olduğu maddi ve manevi rızıkları O'nun diğer kullarıy-
388 • Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER Hİ

la paylaşmalıdu. Allah bir kulunu sevdi mi, onu halkın ihtiyaçlanru ka~ıla­
maya çokça vesile kılar. Kısacası, garanti edilmiş nzık endişesiyle kullu~ ih-
mal etmek mümine yakışmaz.
İmam Gazili'nin şu ifadeleri son derece anlamlıdır: "Kullann elleri, Al-
lah'm hazineleridir. Öyleyse, eli bedenierin nzık deposu; dili de gönüllerin
nzı.k deposu olan kişiye bu sıfattan bir hisse verilmiş demektir."

64/7· Ey hayırlı kapılar açan, fetihler nasip eden,


güçlükleri kaldıran Fettih! 0 C~ Ç

Kur' an' da FTH kökünden iki İlahi isim zikredilmiştir: el-Fettah ve Hayru'I-
Fatihin (Feth ve hükmedenlerin en hayulısı) (7:89). Feth, kapalılık ve zorluğu
gidermektir. Bu da iki türlüdür:
a) Kapıyı açmak, kilidi açmak gibi gözle görüleni;
b) Üzüntüyü açmak (kaldırmak) kaygıyı gidermek gibi hasiret (kalp gözü)
ile görüleni. Bu da birkaç çeşittir:
1. Dünyalık bir üzüntünün giderilmesi, bir fakirliğin kaldınlması.

2. Zor ve kapalı ilimierin çözülmesi.


3. Bir şeyin başlablması.

4. Birine bir şeyin kolaylaşbnlması.


5. Bir meselenin izahı ve çözüme bağlanması.
6. Fetih, nusret, zafer ve hüküm IU.tfedilmesi. (Rağıb, a.g.e., 621) Yüce Allah
tüm bu anlamlanyla Fettah'tır. Maddi ve manevi anlamda bütün kapalılıkları
açandır. Üzüntü ve kaygılan gidererek insana nefes aldırandır. Fakirlik St·bep-
lerini ortadan kaldınp kulunu zenginleştiren ve onlara imkan kapılarını açan-
dır. Her türlü zorluğu kolaylaşbrandır. Her müşkil meseleyi, verdiği akılla, in-
dirdiği Kitap'la ve sevgili kullannın gönlüneverdiği ilhamla açandır. Ülkeler
fethettiren, zaferler ihsan eden, en adil ve uzlaştına hükümleri verendir.
İmam Gazali, Allah'ın bu vashru izah ederken şu açıklamayı yapar: Allah,
"Kapalı olan her şeyi inayetiyle açan, her müşkili hidayetiyle gideren, hazen
çeşitli ülkeleri peygamberlerine açan, oralan düşmanlannın ellerinden çıkaran
ve şöyle buyuran: 'Biz sana apaçık bir zafer (fetih) verdik' (48:1); bazen \·elile-
rinin kalplerinden perdeyi kalduan ve semasının melekiitüne ve azametinin
cemaline doğru kapılan açan ve şöyle buyurandır: 'Allah'ın açtığı rahmeti ön-
leyebilecek yoktur' (35:2), gaybm ve nzkın anahtarlan elinde olan, elbette
Fettah olmaya layıktır." (Gazali, a.g.e., s. 58)
Kur'In vr Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞER HI • 384J

Bediüzzaman da, Fettah isminin tesir ve tecellisini şöyle açıklıyor: "Fettah


isminin tecellisiyle basit bir maddeden ayn ayn, çeşit çeşit, hadsiz muntazam
suretlerin, beraber, her tarafta bir anda, bir fiil ile açılmasıdır. Evet nasıl ki, bü-
tün k.iinat bağıstanında ayn ayn hadsiz varlıklan; çiçekler misali, Fettah ismiy-
le her birisine münasip bir muntazam biçim ve başkalanndan seçilen bir şahsi­
yeti Yaraha Kudret açmış, vermiş. Aynen onun gibi, fakat daha harika olarak;
yeryüzü bahçesinde dört yüz bin canlı türlerine de, her birisine gayet sanatlı ve
hikmetli, ölçülü, süslü ve birbirinden farklı bir suret vermiş. 'Şüphesiz ki ne
yerde, ne de gökte hiçbir şey Allah' a gizli kalmaz. Rahimlerde sizi dilediği gibi
şekillendiren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur. O mutlak güç ve hikmet sahi-
bidir' (3:5-6) ayetlerinin ifadesiyle tevhidin en kuvvetli delili ve kudretin en
hayret verici mucizesi, suretleri açmasıdır. (Şualar, s. 167) Bütün validelerin ka-
rınlarında insanların suretlerini ayn ayn, ölçülü, birbirinden farklı, süslü ve in-
tizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, kanşbrmadan basit bir mad-
deden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve bütün yeryüzünde aynı kudret,
aynı hikmet, aynı sanatla bütün insanlan, hayvanlan ve bitkileri kuşatan bu
suretleri açma gerçeği; Allah'ın birliğinin en kuvvetli bir delilidir. Çünkü hep-
sini kuşatmak bir birliktir, şirke yer bırakmaz. İhatalanyla vahdete şahitlik
ederler. (Şualar, s. 168)
Fettah isminin tecellisine mazhar olan mümin, hep hayırlı kapıların anahta-
n olur. İlmiyle, irfanıyla, hikmetiyle ve bunlara tercüman olan diliyle, halkın
hem dünyevi, hem de uhrevi problemlerine çözüm getirmeye çalışır. Gönülleri
fethetmek için elinden gelen gayreti gösterir. Tüm problemlerinin çözümünü,
sıkınhlanrun giderilmesini Rabbinden diler. Her derdinin dermanını O'nun
Yüce Kitab'ında ve Sevgili Peygamberinin sünnetinde arar.

64/8. Ey her şeyi çok iyi bilen Allim! 0 r~ Ç

"Allam" kalıbı, her bir şeyi, her defasında bilen; tekrar tekrar bilen anlamı­
na geliyor.
l/4'te geçen Alim; 2/IO'da geçen .ilimü's-sım ve'I-himem; 12/l'de geçen
Allamu'l-Guyiıb; 16/7'de geçen Alimu Külli Şey'; 20/9'da geçen Alimü's-sırr;
25/3'te geçen Alimu'l-Hafiyyat; 29/S'te geçen Alim; 32/S'de geçen Alirnun la
yechel isimleri açıklanırken Yüce Allah'ın ilmiyle ilgili geniş bilgi verildi.

64/9· Ey bol bol ihsan ve batışta bulunan Vehhib! 0 Y~J Ç

Allah'ınismi olarak Vehhab: "Kullarına çok çok ve tekrar tekrar nimet ve-
ren ve hak sahibi olmadıklan halde yarahklarına h1tuf ve ihsanda bulunan"
390 • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

demektir. Bir takım maddi fedakarlıklarda bulunabilen kişiye "varub" denile-


bilirse de; sonsuz cömertlik ve keremini mahlukah üzerinde her an sürdüren,
hastalara şifa ve afiyet, dertlilere deva, çocuğu bulunmayanlara evlat, doğru
yoldan sapmış olanlara hidayet vermek gibi türlü türlü ve sürekli ihsaru bulu-
nan Allah mutlaka "Vehhab" olarak anılmalıdır.
Gazali, Allah'ın karşılıksız ve art niyetsiz, yani hiçbir menfaal beklemeden
yardım yapan, ihsan eden manasındaki Vehhab ismini anlamak için, babanın
eviadına olan yardımını örnek vererek şöyle der: "Baba, evladına, ondan göre-
ceği bir hizmetin zevkine nail olmak için değil, bilakis sırf eviadı olduğu için
yardımda bulunur. Hatta ömrü boyunca evladından en ufak bir hizmet görme-
yeceğini bilse dahi yine de ona yardım eder. Demek ki, bir babanın eviadına
olan yardımı karşılıksız ve garazsızdır." (Gazali, a.g.e., s. 56)
Vehhab ismi, Kur'an'da üç ayette geçer ve sadece Allah'ı nitelernek için ge-
tirilmiştir.
(38:9, 35; 3:8)
Bir ayette de, Allah'ın diledi~e dilediği şeyi bahşedebildiği şöyle anlahlır:
"Göklerin ve yerin mülkü Allah'ındır. Dilediğini yaratır; dilediğine kız çocuk-
lan, diledi~e de erkek çocuklan bahşeder. Yahut onları, hem erkek hem de
kız çocuklan olmak üzere çift verir. Dilediğini de kısır kılar. O, her şeyi bilen-
dir, her şeye gücü yetendir." (42:49-50)
Tarih boyunca başta peygamberler olmak üzere salih insanlar, hep Allah ı
hiçbir karşılık beklemeden bol ihsan edici bilerek O'nun hituf ve bağışlarını di-
lemişler, Allah'ın, hitfuyla kendilerine balışettiği nimetlerini bir şükür ifadesi
olarak dile getirmişlerdir:
"Rabbimiz! Bizi doğru yola ilettikten sonra kalplerimizi eğriltme. Bize tara-
fından rahmet bağışla. Lutfu en bol olan Sensin." (3:8) "Süleyman: Rabbim! Be--
ni bağışla; bana, benden sonra kimsenin ulaşamayacağı bir hükümranlık ver
Şüphesiz sen, daima bağışta bulunansın, dedi." (38:35)

Allah sayısız nimet ve iyilik sahibidir. Hibe ve bağışiarına nihayet yoktur.


O, kullanna iyilik ve ihsanda bulunurken karşılığında hiçbir fayda beklemez.
Kullanndan istediği dini yükümlülükler ise, Kendisi için değil, yine kullannın
menfaati ve iyiliği içindir. Allah mutlak zenginlik ve ihtiyaçsızlık içindedir.
Yüce Allah, nimet, bağış ve ihsanlannın sonsuzluğunu şu ayet-i kerime ile
açıkça ifade etmektedir: "Allah size, istediğiniz her şeyi vermiştir. Eğer Al-
lah'ın nimetlerini saymaya çalışsaruz, onları sayıp bitiremezsiniz." (14:34)

Allah'ın lutuf ve ihsanlannı kim sayıp tüketebilir ki? Bir tek baharda yu-
murta ve yumurtacıklan, tohum ve çekirdekleri İlahl hikmet, ilim ve kudretle
çatlahlarak dünyaya gönderilen hadsiz canlılar, bitkiler ve bunların, irisanların
nzkı ve hayah için sağladığı faydalar, temine vesile olduklan saadet ve nimet-
ler göz önüne getirildiğinde Allah'ın ne büyük ve bitmez tükenmez bereketle-
ri, hediye ve ihsanlan bulunduğu anlaşılıyor. Öte yandan salih kullannın kalp-
Kur'In vt Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 391

lerine yağdırdığı feyizler, bir tek arnele karşılık en az on, bazen yetmiş, bazen
yedi yüz ve hatta daha fazla sevaplan yazdırması, hep O'nun hediyelerinin ör-
nekleridir.
Allah öyle bir ihsan sahibidir ki, cin, insan ve hayvanlan uçsuz bucaksız bir
denizi andıran uzay boşluğunda seyir ve seyahat ettiren, İlahi bir gemi olan
koca dünya küresinin üzerine bindirip, yüzünde hadsiz yiyecek çeşitlerini ih-
tiva eden bir sofrayı serip, bütün canlılan küçük bir kahvalb hükmünde olan o
ziyafete davet etmekle beraber, gayet mükemmel ve bütün lezzet türlerini bu-
lunduran, ölümsüz, ebedi bir dar-ı bekada Cennetleri, her birini birer sofra-i
nimet yaparak hadsiz lezzet ve lutuflan taşıyacak bir tarzda, nihayetsiz bir za-
manda, nihayetsiz muhtaç, nihayetsiz müştak hadsiz kullanna ziyafet sunan
bir Rahman-ı Rahim'dir.
Allah, bu umumi hibe ve ihsanlannın yanı sıra ayrıca itaatkar kulları için en
güzel nimetleri Kendi nezdinde saklamışbr. O'nun, saltanabrun kanadı alhna
girip Rububiyyetine itaat eden kulları için sakladığı lutuflan ne göz görmüş,
ne kulak işitmiş ve ne de hiçbir insanın habr ve hayalinden geçmiştir. Dünya-
da bizlere bahşettiği bunca güzel nimetler Cennet'teki nimetierin ancak bir göl-
gesi ve orılara teşvik edici çok ufak birer numunesidir. Rahmetinin, ancak yüz-
de birinin tecellisi olarak bu dünyada bize lutfettiği bunca güzel nimetler böy-
lesine bizi mest ve hayran bırakırken, o rahmetin yüzde doksan dokuzunun te-
celli edeceği Cennet'indeki nimetleri tasavvur ve hayal etmek bile mümkün
değildir.

Kısaca, Bediüzzaman'ın belirttiği gibi, bu dünyada nihayetsiz bir cömertlik


ve sahavet, bitmez hazineler göze çarpmaktadır. Allah yeryüzünü sayısız sanat
eserleriyle süslemiş, ay ile güneşi larnba yapmış, yeryüzünü bir nimet sofrası
haline getirerek yiyeceklerin en güzel çeşitleriyle doldurmuş, meyveli ağaçları
birer kap yapmış, bu sofrayı her mevsimde birkaç kez yeniliyor ve böylece
hadsiz bir clıd ve sehaveti gösteriyor. Cenab-ı Hak, bu görünen hadsiz bolluk
ve nihayetsiz ucuzluk llsaniyle sınırsız cömertliğini gösterir, hadsiz sehavetini
ve nihayetsiz yarahalığını izhar eder.
Yeryüzü bahçesindeki ağaçlann başlarına bakıyor ve gayet derecede ilim ve
hikmetle bezenmiş, kerem, letafet ve güzellikle yoğrulmuş türlü türlü meyve-
leri, çiçekleri görüyoruz. Bütün burılar hal dilleriyle rahmet, kerem ve cemal
sahibi bir Zat'ın mucizeli ilisarılan ve hayret verici hediyeleri olduklarını adeta
haykınyorlar. (Bediüzzarnan, Mektubat, s. 236)

Rabbinin bunca ihsan ve cömertliğini gören bir mümin, diğer canlılara,


özellikle yardıma muhtaç olarılara karşı gönülden iyilik etme coşkusunu his-
setmez mi? Yapbğı yardımlarda hiç zorlanır mı? Cömertçe yapbğı bağışlarm
arkasında gözü kalır mı?
392 • Kur'In v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ

Şu da unutulmamalı ki, bağış ve yardırnlar sadece maddi olanlarla sınırlı


değildir. Faydalıbir bilgi, doğru bir görüş, yol gösterici bir nasihat vs. de cö-
mertçe verilmesi gereken imkanlardandır. En az maddi imkanlanmız kadar bu
gibi marıevi imkanlanmız da, bize Allah'ın emaneti olup, kullanyla cömertçe
paylaşılmaiıdır.

64/ıo. Ey tevbeleri çok çok kabul eden Tevvib! 0 yi~ Ç

Tevbe kelimesinin sözlük manası "dönüş yapmak" demektir. Bu kökten ge-


len "tevvab", "dönüş işini nicelik ve nitelik bakımından çok yaparı" anlamın.ı
gelir. Allah'ın vasfı olarak ise şu manalan ifade eder: "İtaatine yönelerek Ken-
disine dönen kulu için, onun istediği bağışlamaya yeniden dönen", "I<ullannın
hoşlarımadı.klan şeylerden hoşlandı.klan şeylere rücu' eden."

Kısaca tevbe, kul hakkında, günah ve kötülükten dönmeyi, Allah hakkında


ise, cezalandırmaktan dönmeyi ifade eder. Di~er bir tabirle, kul Rabbine döner.
Rabbi de onun dönüşünü kabul eder.
Birçok ayette gerek inanış, gerek davranış bakımından çeşitli kötülüklerden
dönenlerin, Allah tarafından tevbelerinin kabul olunacağı bildirilir. Hatta Al·
lah, tevbe eden, inanan ve iyi işler yapaniann kötülüklerine bedel iyilikler ve··
rir. (25:70) Allah çok tevbe edenleri sever. (2:222) Allah kullannı terk etmediğ­
için, tevbe etsinler diye onlan bir takım sıkınhlara tabi tutar. (9:126) Hadis-i şe·
rifte de belirtildiği gibi, Allah, "Kulunun tevbesinden dolayı, uçsuz bucaksıı
çölde kaybetmiş olduğu devesini bulan kimsenin duyduğu sevinçten, daha
fazla bir ferah duyar." (Buhari, Daavat 3; Müslim, Tevbe 1-8)
Allah öyle Tevvab'hr ki, kullannın tekrar tekrar tevbe etmeleri için sebepler
hazırlar. Bunun için onlara kudret delillerini izhar eder, tembih ve uyanlanna
kulak vermeye sevk eder. Kötülükten korkutucu ve sakındına emirlerine mut-
tali kılar. Ta ki, O'nun bildirmesiyle kullar, günah ve kötülüklerin getireceği
tehlikelerden haberdar olunca, bu korkutmanın şuuruna ererek tevbeye yönel-
sinler. Böylece işlemiş ve işiernekte olduklan günahlardan tevbe eder, dönerler
ve bir daha işlemerneğe azmederler, Allah da tevbelerini kabul ederek onlara
lutfuyla muamele eder. (Gazali, Makiısıd, s. 101)
Allah'ın, kullannın Kendisine dönüşünü kabul ettiğini ifade eden bir ismi
de "Kabilü't-Tevbi! = tevbeleri kabul eden!" dir. (40:3)
Acaba kullar tevbe etmeksizin de Allah onlan bağışlayamaz mıydı? Tevbe
için bu ısrar ve teşvik neden ileri geliyor? Evet, Allah dilerse bütün günahlan
affeder. (39:53) O'nun meşieti için bir sınır olamaz. Fakat normal olarak, önce
af sonra ihsan etmesi için tevbeyi şart koşmuştur. Zira önemli olan, insanın
dünya hayahnda iken, kötülüklerinden dönüş yaparak, zarannı azaltması, fay-
Kur'in vt Hlkmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 393

dasını artırması,böylece de Allah katındaki de~erinin artmasıdır. (Suat Yıldı­


nm, Kur'a11'da Uluhiyet, s. 255)
Allah, her an gafletle sayısız hatalara düşen kullanru affetmekte, aya~ı ka-
yan, manevi bataklı~a düşen, kurtulma ümidi bile bulurunayan nice kullannın
elinden tutup kaldırmakta, hayatianna yepyeni bir yön ve istikamet vermekte-
dir. Gerek tarihte, gerekse günümüzde bunun örnekleri o kadar çoktur ki say-
makla bitmez. Özellikle adeta yeniden diriliş ve Allah'ın yoluna dönüş mev-
simi olan günümüzde aya~ kayıp da inkar ve günaha dalmış pek çok kim-
senin Allah'ın hidayet ve inayetiyle toparlandı~ına, hayatına çeki düzen verdi-
~ine şahit olmaktayız. Bu da Allah'ın Tevvab isminin açık bir tecellisi ve in.k.ir
edilemez bir delilidir. Hangimiz hayahrnızda, zaman zaman hata ve günahlar-
la manen burkulmamış, Allah'ın mağfiretine sı~ındıktan sonra ise, o İlahi affın
ruh okşayıa nesimini ruhumuzun ta derinliklerinde hissetmemişiz?
Bir an bile hata kusur ve günahlardan uzak kalamayan kul, Yüce Rabbinin
Tevvab oluşunu canına minnet bilmeli. Tevbe ve isti~fan dilinden düşürme­
meli. O'nun bu ismini kendine şefaatçi yapıp hata ve kusurlannın affı için yal-
varmalıdır. Böylece, kötülüklerini iyiliğe, kusurlanru avantaja dönüştürmeye
çalışmalıdır.

Sen bütün kusur ve nolcsan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başb ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-65-

6sfl. Ey beni yarabp azalanını düzene koyan! 0 Jl~j ıjil:..:;. Ç


1 1

Şu ayet-i kerimeler de Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutarlar:


"Terızihet yücelerden yüce olan Rabbinin adını. O, seni yarahp, mükemmel
yaratılış
vereni! O, her caniıyı bir ölçüye göre yapıp hayabrun devamını sa~la­
yacak yollan göstereni!" (87:1-3)
Atamız Hz. Adem de bu şekilde yaratıldıktan sonra önünde meleklerin
secde etmeleri emredilmiş:
"Onun yarahlışını tamamlayıp kemale getirerek ruhumdan ruh üfürünce
derhat ona karşı secdeye kapanın." (15:29)
Her insan için de berızer yarahlış aşamalan söz konusudur:
394 • Kur'In vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

"Sonra ona şekil verip, canlandırdı. Size kulak, gözler ve gönüller verdi. Ne
kadar az şükrediyorsunuz." (32:9)
"Sonra (rahim ddarına) yapışan bir hücre oldu da, Rabbi onu yarabp dü-
zenledi." (75:38)
Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutan şu sahrlar oldukça anlamlıdır:
"Umum eşyada hususan zihayat masnularda hikmetli bir kalıptan çıkmış
gibi her şeye bir miktar-ı muntazam ve bir suret, hikmetle verildi~ ve o suret
ve o miktarda masiahatlar vefaideler için e~ri bü~rü hudutlar bulunması; hem
müddet-i hayatlannda de~tirdikleri suret-i libaslan ve miktarları yine hik-
metlere, maslahatlara muvafık bir tarzda mukadderat-ı hayatiyeden terkip edi-
len manevi ve muntazam birer suret, birer miktar bulunması, bilbedahe göste-
rir ki: Bir Kadir-i Zülcelal'in ve bir Hakim-i Zülkemal'in kader dairesinde su-
retleri ve biçimleri tertip edilen ve kudretin destgahında vücudlan verilen o
hadsiz masnuat, o Zat'ın vücub-u vücuduna delalet ve vahdetine ve kemal-i
kudretine hadsiz lisan ile şehadet ederler. Sen kendi dsmine ve a'zalanna ve
onlardaki eğri büğrü yerlerin meyvelerine ve faidelerine bak! Kemal-i hikmE·t
içinde kemal-i kudreti gör." (Bediüzzaman, Sözler, s. 662)

65/2. Ey bana nzık veren ve beni terbiye eden! 0 j~ )j ~ )) :;. Ç


' '
Allah, her birimizi ve bütün canlılan çok çeşitli maddi ve manevi nzı.klarla
besleyen ve yetenekleriyle donatbğı kemale erdirendir. İlahi rahrnetin en par-
lak aynası canlıların türlü nzı.klarla beslenerek geliştirilmeleridir:
"Evet rahmetin bir ehemmiyetli kısmı nzıktır ki, Rahman'a Rezzak manası
verilir. Rızık ise, o derece zahir bir tarzda bir Rezzak-ı Rahim'i gösterir ki; zer-
re kadar şuuru bulunan tasdike mecbur olur. Mesela: Bütün zihayahn, husu-
sarı acizlerin ve bilhassa yavruların, bütün zeminde ve fezada ihtiyar ve ikti-
darlarının haricinde gayet harika bir tarzda hiçten ve mütemasil çekirdekler-
den ve su katrelerinden ve toprak habbeciklerinden yetiştiriyor. Hatta ağacın
başındaki yuvada kanatsız, zayıf kuşçuklara annelerini emirher nefer gibi gez-
dirir, nzıklanru getirttirir. Ve aç bir arslanı yavrusuna müsahhar eder, elde et-
tiği bir eti yemeyip yavrusuna yedirir. Ve sair hayvanahn ve insanın yavrula-
nna memeler musluğundan ab-ı kevser gibi hoş, mugaddi, safi, halis, beyaz
sütleri kırmızı kan ve mülevves fışkı içinden bulaşmadan, bulandınnadan im-
dadlarına gönderir, validelerinin şefkatlerini yardımcı verir. Ve bir nevi nzık
isteyen umum a~açlara, münasip rızaklarını onlara pek harika bir tarzda koş­
turduğu gibi, bir nevi maddi ve manevi rızık isteyen insanın duygulanna; akıl,
kalb, ruhlarına dahi pek geniş bir sofra-i erzak onlara ihsan ediliyor. Güya kai-
nat, gül çiçeğinin yapraklan ve mısır sümbülünün gömlekleri gibi birbiri için-
de sarılı, yüzbinler ayn ayrı, çeşit çeşit sofralardır ki; o sofralar adedince ve on-
K ur' 3 n ve H i k m et 1ş ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ • 395

lardaki taamlar ve nimetler miktannca diller ile ve ayn ayn, külü ve cüz'i li-
sanlar ile bir Rahmin-ı Rezzak'ı, bir Rahim-i Kerim'i bütün bütün kör olmaya-
na gösterir." (Bediüzzaman, Şualar, s. 609-610)

65/3· Ey beni yedirip içiren! 0Jii.":.jp1:; Ç


' '
Bir ayet-i kerimede, Hz. İbrahim'in dilinden Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle
dikkat çekilir: "Ve öyle bir Mabud'dur ki beni doyurur ve suya kandınr."
(26:79)
Şu ayet-i kerime de Yüce Allah'ın yağmur suyu vasıtasıyla kullanna kana
kana su içirdiğine dikkat çeker:
"Aşılayıarüzgarlar gönderdik. Derken gökten yağmur indirip onunla sizi
suladık. Halbuki o suyu hazinelerde depolayan da sizler değilsiniz." (15:22)
Şu ayette de başka bir şekilde bu İlahi vasıf hahrlahlır:
"Doğrusu davarlarda da size deliller vardır: Zira size onlann kannlarındaki
işkembe ile kan arasından, halis bir süt içiriyoruz ki içenlerin boğazından afi-
yetle geçer." (16:66)

65/4· Ey beni Kendisine yaldaşbrıp, yakın kılan! 0Jl:;~\j ~~:; Ç


' '
Yüce Allah, kullarını Kendine yaklaşhrmaya, manevi yakınlığına almaya
çok isteklidir. Şu hadis-i kudsi bu gerçeği çok güzel ifade eder:
"Kulum Bana bir karış yaklaşırsa; ben ona bir arşın yaklaşırım. Bir arşın
yaklaşırsa, ben ona bir kulaç yaklaşınm. O bana yürüyerek gelirse, ben ona ko-
şarak gelirim." (Buhari, VI, 2741; Müslim, IV, 2061)

Şu Hadis-i Kudsi de, kul, Allah'ı andığında Allah'ın onu nasıl Kendine ya-
kın kıldığıru ifade eder:

"Kulum, beni andığı ve dudaklan benim için kımıldandığı an ben kulumla


beraberim." (Buhari, VI, 2735)

65/5· Ey beni tehlikelerden koruyup bana kifi gelen!

Yüce Allah, her kulunu, özellikle mürninleri günah tehlikelerinden koru-


maya çalışır. İndirdiği kitaplar, gönderdiği peygamberler ve ilhama mazhar et-
tiği salih kullar vasıtasıyla onlan uyanr, dikkate ve ihtiyata sevk eder.
396 • Kur'in ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERH!

Cevşen'in bir Peygamber duası olduğu düşünülürse, bu ismin Hz. Peygam-


ber (a.s.m.) hakkında ne kadar açık tecelli ettiği anlaşılır. Kur'an-ı Kerim de bir
ayetinde yüce Allah'ın, Peygamber'i hakkındaki bu inayetini habrlabr:
"Ey Peygamber! Rabbinden sana indirilen buyruklan tebliğ et! Eğer bunu
yapmazsan risalet vazifesini yapmamış olursun. Allah seni, zarar vermek iste-
yenlerin şerlerinden koruyacaktır. Allah kafiıleri hidayet etmez, emellerine
kavuşturmaz." (5:67)

Aişe (r.anha)'dan yapılan bir rivayete göre, şöyle demiştir: Peygamber


(a.s.m.), ilk zamanlarda muhafızlarca korunurdu. " ... Allah seni inanmayanla-
nn şerrinden koruyacaktır ... " (5:67) ayeti inince bulunduğu yerden başını çıka­
rarak Ey İnsanlar dağılın Allah beni koruma albna almışhr, buyurdu. (Tirmi:.:i,
V, 251)
Allah'ın, Peygamberine kafi geldiğini şu ayet-i kerirne göstermektedir:
"Şimdi sen, sana ne emredilmişse onu açıkça onlara söyle. O müşriklere a.i-
dırma! Seninle alay edenlerin haklarmdan gelmeye Biz yeteriz." (15:95)

6s/6. Ey beni muhafaza edip ayıplanını örten!


Allah, her vakit kulunu himaye ve muhafazası alhnda tutan, onu her kötü·
lükten koruyup saklayandır.

65/7· Ey bana tevfik verip beni hidayet eden! 0 JI~.J ~J:;. Ç


' '
Bir ayet-i kerimede Hz. Şuayb'ın dilinden Yüce Allah'ın tevfik verici vasfına
şöyle dikkat çekilir: "Muvaffak olmam sadece ABah'ın yardımı ile olur. Onun
için ben de yalnız O'na dayanıyorum, O'na yöneliyorum." (1 1:88)
Bir ayet-i kerimede de, Allah'ın hidayet ediciliği konusunda Hz. Peygam-
ber'e hitaben şöyle buyrulur:
"De ki: Rabbim beni doğru yola, İbrahim'in dimdik ayakta duran, babldan
uzak, tamamen Hakka yönelmiş tevhid dinine iletti. O, asla müşriklerden ol-
mamıştı." (6:161)

6s/8. Ey beni aziz kılıp ihtiyaçlanını gideren! 0 Jd:.l.J J~l:;. Ç


' '
Allah, peygamberini aziz ve düşmaniarına galip kılmışhr. Aynca onun her
türlü ihtiyaaru giderip muhtaçlıktan kurtarmışhr. Şu ayet-i kerimeler, Hz.
Peygamber ve mürninler hakkında bu gerçeği ifade etmektedir:
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 397

"Seni ihtiyaç içinde bulup da zengin etmedi mi?" (93:8)


"Münafıklann Peygamber'e ve müminlere kin beslemelerinin tek sebebi,
Allah ve Resülünün Kendi lutfu ile müminlerin ihtiyaçlanru gidermesiydi."
(9:74)
"İnsanı zengin, kanaat sahibi ve halinden memnun etmek de O'na aittir."
(53:48)

65/9· Ey beni öldürüp dirilten! 0 JÇ-lj ~~~:;. Ç


' '
Yüce Allah, Hz. İbrahim'in dilinden bu vasfını şöyle dile getirir:
"Benim canımı alacak, sonra beni diriltecek O'dur." (26:81)

' '
6s/ıo. Ey bana ünsiyet verip beni banndıran! 0 Jl)lj d"" ::ı:;. Ç
' '
Yüce Allah, önce Peygamber'i, daha sonra da di~er mürninler hakkında te-
celli eden bu vasfıru iki ayette şöyle dile getirmektedir:
"O seni yetim olarak bulup bir sı~ınak vermedi mi?" (93:8)
"Düşünün ki bir zaman siz dünyada az ve zayıf idiniz. Öyle ki insaniann
sizi tutup kapacağından endişe ediyordunuz. Bu halde iken Allah size yer yurt
nasip etti, sizi yardımıyla destekledi, sizi temiz ve helal şeylerle nzıklandırdı,
ta ki şükredesiniz." (8:26)
Yüce Allah'ın en güzel hanndırması ise, insanı şu dünya sarayında ağırla­
ması, onu canlı hatta cansız varlıklara ısındırması, her şeyi ona dost ve hizmet-
kar etmesidir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-66-
,
6611. Ey sözleriyle hakkı gerçekleştiren! O ~1; !~ ı);JI ~ :;. Ç
. ~

Allah'ın murat, kanun ve prensibi, er veya geç gerçeği ortaya çıkarmak,


hakkın hak olduğunu göstermek ve hakkın temsilcilerini galip getirmektir. İn-
398 • Kur'an ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!

dirdiği bunca ayetler, verdiği bunca emirler, hep bu gayeye yöneliktir. Bedir
Savaşı'nın öncesinde cereyan eden hadiselere işaret eden şu ayet-ikerime bu-
nu açıkça dile getirmektedir:
"Allah'ın muradı, sözleriyle tam bir uyum içinde, hakkın hak olduğunu
göstermek ve hakkı inkar edenlerin son kalınblannı da silip atmak yönündEy-
di. Böylece O, hakkın (her zaman) hak olduğunu, batılın da bahl olduğunu
gösterecekti; bu, günaha gömülüp gitmiş olanlarm hoşuna gitmese de!" (8:7-8)
Kısaca, her zemin ve zamanda: "Mücrimler hoşlanmasa da, Allah sözleriyle
gerçeği ortaya çıkaracakhr." (10:82)
Şu sahrlar, Yüce Allah'ın bu vasfının hem dünyada hem de ahirette nasıl te-
celli gösterdiğine ışık tutar:
"Evet adalet iki şıkhr. Biri müspet, diğeri menfidir. Müspet ise, hak sahibine
hakkını vermektir. Şu kısım adalet, bu dünyada bedahet derecesinde ihataM
vardır. Çünkü, her şeyin istidat lisanıyla ve ihtiyac-ı fıtri lisanıyla ve ızdırar li-
sanıyla Fahr-ı Zülcelal'den istediği bütün matlubahnı ve vücud ve hayahna la-
zım olan bütün hukukunu mahsus mizanlarla, muayyen ölçülerle bilmüşahedı~
veriyor. Demek adaletin şu kısmı, vücud ve hayat derecesinde kat'i vardır.
İkinci kısım menfidir ki, haksızlan terbiye etmektir. Yani haksızlarm hakkını
tazib ve tecziye ile veriyor. Şu şık ise çendan tamamıyla şu dünyada tezahür
etmiyor. Fakat o hakikatın vücudunu ihsas edecek bir surette hadsiz işarat ve
emarat vardır. Ezcümle: Kavm-i Ad ve Semud'dan tut, ta şu zamanın müte-
merrid kavimlerine kadar gelen sille-i te' di b ve taziyane-i tazib, gayet ali bir
adaletin hükümran olduğunu hads-i kat'i ile gösteriyor." (Sözler, s. 85)
"Mesela adaletperver, ihkak-ı hakkı sever ve ondan zevk alır bir hakim,
mazlumlarm haklannı vermekten ve mazlumlarm teşekkürlerinden ve zalim-
leri tecziye etmekle mazlumlarm intikamlarını almaktan nasıl memnun olur,
bir zevk alır. İşte Hakim-i Mutlak ve Adil-i Bilhak ve Kahhar-ı Zülcelal, değil
yalnız cin ve inste, belki bütün mevcudatta ihkak-ı haktan, yani her şeye
hakk-ı vücudu ve hakk-ı hayah vermekten ve vücud ve hayabm mütecavizler-
den muhafaza etmekten ve dehşetli mevcudlan tecavüzlerden tevkif ve dur-
durmaktan, hususan mahşerde ve dar-ı ahirette cin ve insin muhakemesinden
başka bütün zihayata karşı tecelli-i kübra-yı adi ü hikmetten gelen maam-i mu-
kaddeseyi kıyas edebilirsin ... " (Sözler, s. 624)
_:. . J "' • , .. ,, . , 1'
0 ··~~-........ı.....
,.... , • , ı V.·~'ı!

66/2. Ey hükmünü geri bıraktıracak kimse olmayan!

Şu ayet-i kerirne bu ismin ifade ettiği hakikah bir kez daha ve kuvvetle vur-
guluyor:
Kur'an ve Hikmet l~ı!jında CEVŞEN ŞERHI • 399

"(Bilmiyorlar mı ki,) Allah hüküm verdiği (zaman) O'nun hükmünün önü-


ne geçecek kimse yoktur; (ve yine bilmiyorlar mı ki) O, hesabı pek çabuk olan-
dır!" (13:41)

66/3· Ey kazasını geri çevirecek kimse bulunmayan!

Şu ayet-i kerimeler bu konuda fazla bir açıklamaya ihtiyaç bırakmıyor:


"Ve (bil ki,) eğer senin başına Allah bir darlık, bir sıkınh saracak olsa, O'n-
dan başka onu giderecek yoktur. Ve eğer hakkında iyilik, genişlik diliyorsa,
O'nun lütuf ve cömertliğini engelieyebilecek kimse de yoktur; O lütuf ve cö-
mertliğini kullarından dilediğine nasip eder. Çünkü çok acıyan, esirgeyen ger-
çek bağışlayıa O'dur." (10:107)
"Eğer onlar seni yalana sayarsa de ki: 'Rabbinizin merhameti geniştir; fakat
dilediği zaman O'nun satveti ve azabı, suçlu toplumdan geri çevrilemez."
(6:147)
"O insanın önünde ve ardında devamlı surette nöbetleşerek görevlendirilen
melekler vardır. Bunlar, Allah'ın emrinden ötürü, onu koruyup kollarlar. Bir
toplum kendinde olan durumu değiştirmedikçe, hiç şüphe yok ki, Allah da o
toplumda olan h.ili değiştirmez. Allah bir toplum için de kötülük irade buyur-
du mu, onu geri çevirecek kuvvet yoktur. Arhk Allah'ın dışında onlan himaye
edecek kimse olamaz." (13:11)
"Allah tarafından gelecek ve geri çevrilmesi mümkün olmayacak olan gün
gelmeden önce Rabbinizin çağnsını kabul edip O'na dönün. Yoksa o gün ne
sığınacak bir delik bulabilirsiniz, ne de yaphklarınızı inkara bir çare!" (42:25)

. .
66/4· Ey kişiyle kalbi arasına girebilen! Q~.J ~ _:..;.JI ~ J ~ :;. Ç
~

"Bilin ki Allah insan ile kalbi arasına girer ve siz dönüp O'nun huzurunda
toplanacaksınız." (8:24)
Yani, "Onu ve kalbini birbirinden ayınr. Kalbi kontrolü altına alıp, sıkıca
kavrar ve onu dilediği gibi yönlendirir, istediği yöne çevirir. Sahibi ise, bede-
nindeki kalbine hiçbir şekilde sahip olamaz.
Sürekli uyanık bulunmayı, daima sakınmayı, her zaman tetikte olmayı zo-
runluluk haline getiren bir tablodur bu. Kalbin heyecanlarına, korkulanna ve
paniğe kapılmasına karşı uyanık bulunma ... Kalbi etkileyen vesveselerden ve
parçalanmaya neden olabileceğinden korkulan eğilimlerden sakınma ... Kalbi
saphran, kötülüğü telkin eden duygu ve vesveselere karşı hazırlıklı olma ... Bu-
400 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

nun yanında, herhangi bir yanılgı ya da gaflet veya dehşet anında bu kalbin
başka tarafiara yönelmemesi için Allah'la sürekli bir ilişki gerekmektedir.
Allah'ın peygamberi, masum olduğu halde sık sık yüce Allah'a şöyle dua
ederdi: 'Allah'ım, ey kalpleri yönlendiren, kalbimi dinin üzerinde sabit kıl.' Ya
insanlar ne yapmalıdırlar? Üstelik onlar peygamber ve masum de değiller."
(Kutub, Fi Zı/Q/)

66/s. Ey kullanndan tevbeyi kabul eden! 0 ~~~ ~ ~ :f.Jı ~:; Ç


"O' dur ki kullannın tevbesini kabul eder, günahlannı affeder. Hem sizin
bütün yaphklanruzı da bilir." (42:25)
Allah tevbeleri kabul eder, kötülükleri bağışlar. Şu h.ilde karamsarlığa, gü·
nahta ısrar etmeye ve samimi tevbe ettikten sonra geçmişte işlenen günahlar-
dan dolayı korkmağa da gerek yoktur. Çürıkü Allah kullannın yaptıklannı bi·
lir. Dolayısıyla gerçek tevbeyi de bilir ve onu kabul eder.

0 ~1L ~1 is.ı~ ~.ll c:~;~·.~ C


V ~ , ~ ~

66/6. Ey izni olmadan hiçbir şefaat fayda vermeyen!

Şu ve benzeri ayeH kerimeler de Yüce Allah'ın bu vasfıru dile getirir:


"O gün, Rahman'ın şefaat izni verip sözünden razı olduğu kimselerden
başkasının şefaati fayda vermez." (20:109)

"İzni olmadan O'nun kahnda kim şefaat edebilir?" (2:255)


"Kendisinden izin çıkmadıkça, O'nun kabnda hiçbir şefaatçi iş bitiremez."
(10:3)

66/7· Ey bütün gölder kudretiyle düriiiecek olan!

Gün gelir, Yüce Allah bu vasfıyla, bir ka.tibin yerde yığılmış ve dağınık du·
ran sayfalannı dürmesi gibi gökleri dürüverir. İş artık bitmiştir. Sınav tamam·
lanmışhr. İnsanın şimdiye kadar görüp alışhğı evren dürülüp bir kenara bıra·
kılır. Yeni bir dünya, yepyeni bir alem kurulur:

"Onlar, Allah'ın kudret ve azametini hakkıyla takdir edemediler, O'na layık


tazimi göstermediler. Ha.lbuki bütün bir dünya kıyamet günü O'nun avucun·
da, gökler a.lerni de bükülmüş olarak elinin içindedir. Böyle bir azarnet ve ha·
kirniyet sahibi olan Allah, onlann uydurduklan ortaklardan yücedir, münez·
zehtir." (39:67)
Kur'-in ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHi • 401

"Gün gelir, gök sahifesini, bpkı katibin yazdığı kağıdı dürüp rulo yapması
gibi düreriz. Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak diriitmeyi de Biz gerçekleş­
tiririz. Bu, üzerimize aldı~ımız bir vaattir. Bunu gerçekleştirecek olan da
Biz'iz." (6:104)

66/8. Ey yolundan sapanları en iyi bilen!

Ayet-ikerimelerde Yüce Allah'ın bu vasfı aynen yer almaktadır:


"Onların bilgi seviyesi ancak bu kadardır; bildikleri bilecekleri budur. Senin
Rabbin, kirnin Allah'ın yolundan saph~ını, kirnin do~ru yolda yürüdü~ü
pek iyi bilir." (53:30)
"Sen insanlan Allah yoluna hikmetle, güzel ve makul öğütlerle davet et, ge-
rektiği zaman da onlarla en güzel tarzda mücadele et. Rabbin, elbette, yolun-
dan sapanlan en iyi bildiği gibi kimlerin doğru yola geleceğini de pek iyi bilir."
(16:125)

66/9· Ey gök gürültüsünün hamd ederek,


meleklerin de heybetinden Kendisini tesbih ettip!

Ra'd Slıresi'nin 12-13. ayet-ikerimeleri Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çek-


mektedir:
"Size korku ve ümit içinde şimşeği gösteren ve o yağmur yilldü bulutlan
meydana getiren O'dur. Gök gürlemesi hamd ile O'nu takdis ve tenzih eder.
Melekler de duyduklan saygıdan ötürü O'nu takdis ve tenzih ederler. O, yıldı­
nmlar gönderir, onlarla dilediği kimseleri çarpar. Durum bu iken onlar haHi
Allah hakkında birbirleriyle tarbşıp, ileri geri konuşurlar. Halbuki O'nun ceza-
sı pek çetindir." (13:12-13)

Bu ayetleri tefsir mahiyetinde şu açıklamalar ne kadar canlı ve etkilidir:


"Sonra ra' dı (gök gürlemesini) dinler ve herke (şirnşe~e) bakar, görür ki: Bu

iki hadise-i acibe-i cevviye (ilginç atmosfer hadisesi) tam tarnma ~~1 f:j "'~J

·~
,, ,. ve ,} ~~~, ~~ 4i:;.;
,... G...::ı ~~ ayetlerini maddeten tefsir etmekle be-

raber, yağmurun gelmesini haber verip, muhtaçlara müjde ediyorlar.


402 • Kur'~n ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH!

Evet hiçten, birden harika bir gürültü ile cevvi konuşturmak ve fevkalade
bir nur ve nar (ateş) ile zulmetti cevvi (atmosferi) ışıkla doldurmak ve dağvari
(dağ gibi) pamuk-misal ve dolu ve kar ve su tulumbası hükmünde olan bulut-
lan ateşlendirrnek gibi hikmetli ve garabetli vaziyetlerle baş aşağı gafil insanın
başına tokmak gibi vuruyor: 'Başını kaldır, kendini taruttırmak isteyen faal ve
kudretli bir Zat'ın harika işlerine bak! Sen başıboş olmadığın gibi, bu hadisel~r
de başıboş olamazlar. Her birisi çok hikmetli vazifeler peşinde koşturuluyor­
lar. Bir Müdebbir-i Hakim tarafından istihdam olunuyorlar' diye ihtar ediyor-
lar." (Bediüzzaman, Şuıilar, s. 109)

66/ıo. Ey rahmet olan yaimurun önünde rüzgarlan


müjdeci gönderen! 0 ~J
,. . :S~~ 1~ ;..ç_:,ıı Jl_d_:;.:;. Ç
\. . . . . . c.r:
Şu ayet-i kerimeler de bu İlahi vasfa dikkat çekerler:
"O'nun varlığının
ve kudretinin delillerinden biri de; Size rahmet eserlerini
tattırması, emri ile gemilerin akıp gitmesi ve O'nun hitfundan nasip aramanız
ve şükretmeniz için, rüzgarlan müjdeci olarak göndermesidir." (30:46)
"O nesneler (düzmece tanrılar) mi üstün yoksa size karanın ve denizin ka-
ranlıklannda yol gösteren ve rahmetinin müjdecisi olarak rüzgarlan gönderen
mi? Hiç Allah ile beraber başka tann mı olur? Elbette olmaz! Allah, müşrikle­
rin şirk koşmatanndan münezzehtir." (27:63)
"Rüzgarlan rahmetinin önünden müjdeci olarak gönderen de O'dur. Ölü
diyariara hayat vermek ve yaratbğımız nice hayvaniara ve insanlara su ver-
mek için gökten tertemiz suyu da Biz indirmekteyiz." (25:48)
"O' dur ki, rahmeti olan (yağmurun) önünden müjdeci olarak rüzgarlar
gönderir. Nihayet bu rüzgarlar o ağır bulutlan hafif bir şeymiş gibi kaldınp
yüklendiklerinde, bakarsm Biz onlan, ekinleri ölmüş bir ülkeye sevk eder,
derken oraya su indiririz de orada her türlüsünden meyveler, ürünler çıkan­
nz. İşte ölüleri de böyle çıkaracağız. Herhalde düşünür ve ibret alırsıruz."
(7:57)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
Kur'In vr Hikmrt l~ı~ında CEVŞEN ŞERH i • 403

-67-

67/1· Ey yeri beşikyapan! Q r_,~~j'}l ~:; 4


Nebe' Suresi 6. ayetinde, "Biz yeri bir beşik yapmadık mı?" buyrulmakta-
dır.

Ayette geçen _,lf,. kelimesi mastardır. Bu konuda şu ihtimaller vardır:


~.,

a) _,_,...... = döşenmiş, serilmiş manasında olup, ism-i mef'ulün mastar ile

. ,. ~ ." ,x ;.1 ,_ •, , • .,
ifadesi kabilindendir. "y~"ın YJ~· "~\"in Jy\.AI, "~"ın cj~ ma-

nasında kullanılması gibi.

b) _,lf...., kendi asli manasında olup, arz kelimesi bizzat mastarla nitelenmiş,

adeta bu sıfatın kendisi kabul edilmiştir. "J~


"'· ,,
Zll =Allah adldir", "r......
~ ~j
,

= Zeyd keremdir" örneklerinde olduğu gibi.

c) , _,lf.., ~1,:, takdirinde olup muzaf mukadderdir.


d 1~ • mehden" şeklinde de okunmuş olup, buna göre mana: "Biz yer-

yüzünü siz yaratıklanm ve kullanın için, tıpkı çocuklar için yapılan beşik gibi
bir beşik yapmadık mı?" şeklindedir. Nitekim başka bir ayette, "Yeri sizin için
döşek yapmışhr." (2:22; Görüşler için bkz. Razi, XXXI, 6) buyrulmuştur. Ayette
"beşik" ifadesinin kullanılması, canlılann, özellikle de en nazik ve nazlıları
olan insanoğlunun, narinliğine, acizliğine ve güçsüzlüğüne rağmen, tıpkı nazlı
bir bebek gibi şefkat ve merhametle bakılıp gözetildiğine, emrine verilen bunca
canlı cansız varlık ve kütlelerin onun kendi güç ve kuvvetiyle, zeka ve kurnaz-
lığıyla değil, acizlik ve ihtiyacına binaen, yalvarsın, dua etsin ve kulluğunu bi-
lip ifa etsin diye sağlandığına işarettir.
404 • Kur'ln ve Hikmet 1\ıOında CEVŞEN ŞER HI

67/2. Ey daAlan direk yapan! 0 r.)Gjl ..:J~I j.;-;- ~ ç

Nebe' Suresi'nin 7. ayetinde "Dağları da direkler yapmadık mı?" buyrulmak-


tadır.

Ayette geçen, .)Gjf kelimesi "veted"in ço~ludur. (Bkz. ElrnaWı, VIII, 5531)
Direk ve kazık anlamına gelir. Dağiann direk yapıldığıyla ilgili olarak, aynı
zamanda Kur'an'ın üslup özelliklerinden olan, "ayru ifadeyle değişik sosyal,
bilgi ve zeka seviyesindeki insanlara hedefi doğrultusunda ayru anda mesajlar
venne" konusuna da örnek olabilecek şu ifadelere yer verelim:
"Dağlan zemininize kazıklar yaphk." bir sözdür.
a) Sıradan
bir insanın bu sözden bir hissesi vardır. Bu kişi, ilk bakışta yere
çakılmış direkler gibi görünen dağlan müşahede eder, orılardaki kendine y0-
nelik faydalan ve nimetleri düşünür, Yarabasına şükreder.
b) Bir şairin
bu sözden hissesi: Zemin bir taban, gök kubbesi onun üzerine
konulmuş mavi ve elektrik lambalanyla süslenmiş muhteşem bir çadır, ufki bir
daire suretinde semanın eteklerinin tepesinde görünen dağlan da o çadınn ka ·
zıklan biçiminde tahayyül eder. Bu işin Yüce Sanatkar'ına hayranlıkla kullu]..
eder.
c) Çadır ehli bir edibin bu sözden hissesi: Zeminin yüzünü bir çöl ve sahra,
dağ silsilelerini de pek çok ve değişik göçebe çadırlan gibi, sanki toprak taba-
kası, yüksek direkler üzerinde serilmiş, o direkierin sivri başlan da o toprak
perdesini yukanya kaldımuş, birbirine bakar pek çok değişik yaratıkların
meskeni olaraktasavvur eder. O büyük ve haşmetli dağlan böylece yeryüzün-
de çadırlar misali kolayca kuran ve yerleştiren Yüce Yarabasına hayranlıkla
secde eder.
d) Coğrafyaa bir edibin o sözden hissesi: Yerküresi, uzay ve esir boşluğun­
da yüzen bir gemi, dağlan da o geminin üstünde tespit ve denge için çakılmış
kazıklar ve direkler şeklinde tefekkür eder. O koca yerküreyi, muntazam bir
gemi gibi yapıp, bizleri içine yerleştirip, ilemin dört bir yanında gezdiren kud-
reti sonsuz Rabbini "Sen her türlü kusurdan münezzehsin, şarun ne büyük!"
diye zikreder.
e) Medeniyet ve sosyal hayahn mütehassıs bir bilgininin bu sözden hissesi
şudur: Zemin bir hane, bu hane hayahnın direği canltiann hayahdır. Canlıların
hayahnın direği de hayat için şart olan su, hava ve toprakhr. Su, hava ve top-
rağın direği ise, dağlardır. Zira dağlar, suyun mahzeni, havanın tarağı (zararlı
gazlan emip havayı temizler) ve toprağın koruyucusu (bataklıktan ve denizin
Kur'In vt Hikmtt l~ı~ında CEVŞEN ŞER HI • 405

istilasından muhafaza eder) ve insan hayah için gerekli olan diğer ihtiyaçlarm
hazinesidir. Ayeti böyle anlar ve şu koca dağlan, bu şekilde, hayabmız için bir
hane olan yeryüzüne direk yapan ve hayahmız için hazine haline getiren yüce
ve kerem sahibi Sanatkar'a tam bir tazim ile hamd ve sena eder.
f) Bir tabiat felsefesi filozofunun bu sözden hissesi şudur: Yerkürenin kar-
nında bazı önemli değişiklik ve kaynaşmalar sonucu olarak meydana gelen
sarsınh ve titremelerin, dağiann ortaya çıkmasıyla süklınet bulduğu ve gerek
eksen, gerekse yörüngesindeki istikranrun ve zelzelelerin sarsmasıyla yö-
rüngesinden çıkmamasının sebebinin dağlar olduğunu ve zeminin hiddet ve
gazabının, dağlar menteziyle teneffüs etmekle süklınet bulduğunu anlar,
tamamen imana gelir. "Hamdolsun Allah'a!" der. (Bediüzzaman, Sözler, s.
41~11)

67/3· Ey güneşi kandil kılan! 0 ~~~ ~ ~~.ll j;.;-:;. Ç

Nebe' Suresi 13. ayetinde şöyle buyrulmaktadır: "Hararet ve ışık saçan bir
kımdil yarattık."

Güneşe "lamba" denmesinin verdiği mesaj şudur: Ey insan bu güneş bunca


büyüklüğüyle beraber hizmetinize verilmiştir. Dünya denilen evinizin bir
lambasıdır. Sizi besleyen Zat'ın emriyle yemeklerinizi pişiren bir sobanız ve
aşçınızdır. Demek ki, rahmeti sonsuz bir sahibiniz var. O, öylesine büyüktür
ki, şu güneşler, O'nun kurduğu sayısız evleri arasından bir tek ev olan dünya-
da, misafirleri için yakılmış kandillerden ibarettir. Şu alem bir saraydır. İçinde
olan eşya ise, insan ve canlılar için hazırlanmış birer dekor, yiyecek ve ev eşya­
sıdır. Güneş de insanın ve canlılarm emir ve hizmetine verilmiş bir kandildir.
Demek ki, onun Sanatkan ve sahibi çok muhteşem ve Yaraha'sının ihsaru çok
büyüktür. Böyle bir Yaraha'nın ortağı olamaz. Müşriklerin, en parlak bir
ma'bud zannettikleri güneş bile musahhar bir larnba, cansız bir mahluk oldu-
ğuna göre, diğer sahte tannlarının hiçbir değeri ve ullıhiyette hiçbir ortaklıkla­
rı olamaz. Güneşi bu şekilde yarahp hizmette çalıştıran Zat'ın Rububiyetindeki
rahmetiçok geniştir. Saltanah muhteşem, keremi sonsuzdur. İnsan kendini kü-
çük bir yarahk görerek, "Önemim ne ki benim için bu dünya yıkılıp yerine ye-
ni bir alem kurulsun ahiret getirilsin, Cennet ve Cehennem hazırlansın?" de-
mesin. Çünkü o, bu dünya sarayının en değerli misafiridir. Dünyadan milyon-
larca defa daha büyük olan güneş bile onun için bir lamba ve soba yapılrnışhr.
Ona hizmet için var olan ve hepsi üzerinde tasarruftabulunduğu diğer canlıla­
ra yapılan ihsan ve lutuflar da yine onun hahn için yapılıyor, onun hesabına
yazılıyor, ondan genel ve büyük bir şükür isteniyor.
406 • Kur'3n vr Hikmrt l~ı§ında CEVŞEN ŞERH!

67/4· Ey ayı nur (aydınlık) kılan! 0 r.ı; ~:iii~:;. Ç

Yüce Allah, "ayı nur kıldığuu" bir ayet-i kerimede belirtmektedir:


"Güneşi aydınlaha, ayı ise aydınlık yapan, yıliann sayısını ve hesaplamayı
bilesiniz diye ona menziller belirleyen O' dur. Allah bütün bunlan hikmet ve
fayda esasına göre yaratb. Bilme kabiliyelinde olanlar için de ayetlerini detaylı
bir şekilde gözler önüne seriyor." (10:5)
Mealdeki "aydınlaba" kelimesinin metindeki karşılığı zıya, "aydınlı.k"m
karşılığıise nurdur. Sözlük manası bakımından ziya "güçlü ışık", nur ise "güç-
lü olsun olmasın ışık" demektir. Bilimsel araşhrmalar güneşin ışığının kendin-
den olduğunu, ayın -güneşe nispetle zayıf olan, gece gerektiği kadar aydınlık
veren, ama istirahatı de engellemeyen-ışık ve aydınlığının ise güneşten geldi-
ğini ve aydan yansıdığını ortaya koymuştur.

67/s. Ey geceyi örtü yapanl0 C:.,~ j;jı ~:;. Ç

Nebe' Suresi 10. ayet-i kerimesinde "Geceyi bir örtü kıldık." buyrulmakta-
dır. Örtü diye çevirdiğimiz "libas" kelimesi aslında, insanın giyindiği, sanndı­
ğı giysidir. Gece de, karanlığı ile insanı sardığı, kuşathğı, bürüdüğü ve örttüğü
için insanlar için bir elbise sayılmışhr. Bu nedenle, geceye mecazi olarak "li-
bas" adı verilmiş, insanı örten, bürüyen olduğu kastedilmiştir. (Rizi, a.g.e.,
XXXI, 7-8)
Gerçekten de gecenin karanlığı, uyuyan bir insanın üzerine ablan bir örtü
ve yorgan gibidir. (Bkz. Ebu' s-Suud, a.g.e., IX, 86> Daha iyi istirahat etmemizi
sağlar. Yine bir kimse, düşmanından kaçmak veya bir şeyi gizlemek istedi-
ğinde o kişiyi gözlerden saklar. (Beydavi, a.g.e., IV, 508) Yine, nasıl ki, insa-
nın giyinmesi sayesinde güzelliği artıyor, kuvveti çoğalıyor ve kendisinden
soğuğun ve sıcağın zararlı etkileri bertaraf oluyorsa, geceleyin uykuyla da
insanın güzelliği, tazeliği, his ve hareketlerinin zindeliği artıyor. (Rizi, a.g.e.,
XXXI, 8)

67/6. Ey gündüzü maişet zamanı yapan! O G.~ ~~~ ~:;. Ç


Nebe' Suresi 11. ayette: "Gündüzü maişet vakti yaphk." buyrulmaktadır.
Ayette geçen l..:ıl- kelimesinin anlamı konusunda iki görüş vardır:
Kur'in ve Hikmft 1\ıOında CEVŞEN ŞERH i • 407

a) ı,}ıl$. fiilinin mirnli mastan olup, ~' yani "geçim" anlamındadır. Ra-

ğıb' a göre, canlılara


özgü olan hayat manasma gelir. Sırf meleki ve ruhani ha-
yata "iyş" denmez. Türkçe'deki "maaş" kelimesi, geçimin ve hayahn vesilesi
manasında kullanılır. (Bkz. Elmalılı, a.g.e., VIII, 5537) Bu da, bir şeyin, vesilesi-
ne isim olarak verilmesi kabilindendir. Bu manaya göre mesaj, "Gündüzü, bir
nevi ölüm olan uykunuzdan kurtulup, canlanış vesilesi yaptık." şeklinde olur.

Bu durumda, ~J kelimesinin muzaf olarak varsayılıp ~\.,;.; ~J = gündüzü

sizin için geçim vakti yaphk." şeklinde


-
de kabul edilebilir.
b) Bu kelimenin, ism-i zaman olarak kabul edilmesi de mümkündür ve "Ge-
çim ve hayat için çalışma vakti" demek olur. (Bkz. Razi, a.g.e., XXXI, 8; Kurtubi,
a.g.e., X, 150)

67/7· Ey uykuyu huzur ve sükfuı vasıtası kılan!

Nebe' Suresi 9. ayette "Uykunuzu bir dinlenme yapbk." buyrulmakta-


dır.

Ayette geçen "sübat" kelimesinin manası konusunda farklı görüşler vardır.


(Bu görüşler için bkz. Şeyhzade Haşiyesi, IV, 508)
a) Bu kelime "ölüm" manasındadır. Nitekim, bu kökten gelen "mesbut"
ism-i mef'Ulü, ölü anlamına geliyor. Bir ayet-i kerimede, "0, sizin, geceleyin
caruruzı alan, gündüzün neler kazandığıruzı bilen, sonra da sizi diriltecek olan-
dır." (6:60) buyrularak, uykuya ölüm denilmiştir. Bu anlama kuvvet vermek
üzere, hemen 11. ayette "Gündüzü maişet vakti yaphk." buyrularak, uyanıklık
hali de, hayat olarak kabul edilmiş ve iki ayet arasında bir tekabül ve simetri
gerçe kleştirilmiştir.
b) Bu kelime "kesmek, hraş etmek" manasma gelir. İbnu'l-Arabi bu manayı
vermiştir. Buna göre ayette şu mesajlar verilmek istenmektedir:

1. Biz uykunuzu sürekli değil, kesilebilen, sona eren bir uyku yaptık. İhtiyaç
miktannca uyumak faydalıdır. Fazlası zararlı ve hatta bir hastalıkhr. Uykunun
bu manada nimet olarak sayılması, garipsenmemelidir. Çünkü, birçok büyük
hikmetleri bulunan uykudan uyanmamak da söz konusu olabilirdi. Uykunun
sona ermesi büyük bir nimet olunca, pek yerinde olarak Allah, uykuyu nimet-
leri arasında saymıştır. İnsana uyku nimetini verip, faydalanndan yararlandır-
408 • Kur'ln ve Hikmtt ltı§ında CEVŞEN ŞERH!

dığı halde, onu sona erdirip yeniden günlük hayata kavuşturan Allah, büyt.ik
ilim, kudret ve ihsan sahibidir ve O'ndan öldükten sonra diriitme uzak görü-
lemez.

2. Öte yandan uyku yorgunluğu da keser, giderir. Bu l:i~ kelimesi kes-

rnek olarak ifade edilmiştir.


Türkçe'mizde de, uyumak için "kestinnek" ifadesi
kullanılmaktadır ki, yorgunluğu atmak, bitkinliği uyku vasıtasıyla kesrnek kast
edilse gerek. (Bkz. Elmalılı, a.g.e., VIII, 5534) Bu ayete, "Biz uykuyu rahatlık
kıldık." diye mana verenler de meselenin bu yönünü kast etmişlerdir. Yoksa,

l:i~ kelimesinin "rahatlık" manası yoktur. Ama kesmenin tabü gereği ve nt·-

ticesi murattır. Yani, yorgunluk, usanç ve bitkinlik sona erince rahatlık gerçek-
leşir. Bu açıdan uyku rahatlıktır. (Bu izahlar için bkz. Razi, XXXI, 7)

67/8. Ey semayı bina kılan! 0 ~~;ı;;; ll J;-;,-:;. Ç

Bir ayet-i kerimede, Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle yer verilir: "O Rabbirıiz
ki, yeryüzünü size bir döşek, gö~ de bir kubbe yaptı. Gökten yaımur irıdirip,
onunla size nzık olarak çeşitli mahsuller çıkardı. Öyleyse siz gerçeği bilip du-
rurken sakın Rabbinize eş koşmayın." (2:22)
Bir başka ayet-i kerimede gök aynca "yedi" ve "sağlam" olarak nitelenmek-
tedir: "Üstünüzde yedi sağlam gök birıa ettik. Buna göre, Cenab-ı Hak bu ayet-
le, göklerin yaratılışının sağlam olduğunu, çağların geçmesinin göklerirı bu
durumunu etkilemediğini ve onlarda herhangi bir çatlaklığın, eksik ve kusu-
run bulunmadığını kast etmiştir ki, bunun bir örneği de, "Biz semayı korun-
muş bir tavan kıldık." (21:32) ayetidir. (Bkz. Razi, a.g.e., XXXI, 8)

67/9· Ey eşyayı çift çift yaratan! 0 ~ljjl ;Ç.:.~ı J;-;,-:;. Ç

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına yer verilir: "Sizi çiftler halirıde
yarattık." (78:8)

Bu ayetle ilgili olan ve ezvac kelimesirlin Arapça' daki manasından ileri ge-
len iki görüş vardır:
a) "Sizi erkek ve dişi olarak yarattık." {Bkz. Ebu's-Suud, a.g.e., IX, 86) Bu
anlamın başka bir örneği de, "Ve O, iki çifti; erkek ve dişiyi yarattı." {53:45)
Kur'in vt Hikmet IııQında CEVŞEN ŞERHI • 409

ayetidir. (Bkz. Rizi, a.g.e., XXXI, 7) Gerçekten de, insanlann, sadece erkek ve
dişi olarak yaratılması, her iki cinsin de birbirine ısınacak, birliktelikten hu-
zur duyacak ruhi ve fizyolojik özelliklerle donablmış olmalan ve bunun, in-
san nesiinin devam etmesi için vesile kılınması, Allah'ın ilim, irade ve kud-
retini ispat için yeter. Her iki cins, bir elmanın iki parçası gibi birbirini ta-
mamlamaktadır. Bu konudaki denge öylesine hassasbr ki, savaş gibi bir ta-
kım dış etkenlerle bir cinsin sayısında azalma görüldüğünde, oranın denk-
leştirilmesi ve dengenin sa~lanması için, eksilen cinsin müteakip yıllarda
daha hızlı arttığı ve doğumlarm o eksiği tamamlamaya yönelik gerçekleştiği
görülür.
b) Bu ifadeyle, güzel çirkin, uzun kısa, zengin fakir gibi çeşitlilikler ve zıtlık­
lar, kısaca birbirine tekabül eden bütün değişik hususlar kast edilmiş olabilir
(Bkz. Kurtubi, a.g.e., X, 150; Razi, a.g.e., XXXI, 7) ki bu, bpkı, başka bir ayette,
"Biz her şeyden iki çift yaratbk." (51:49) buyrulmasına benzer. Buna göre, ne-
viler ve cinsler, yani, erkek dişi, zengin fakir, güzel çirkin, zeki bön, farklı mil-
let ve kabilelerden, değişik dilleri konuşan, farklı meslek ve geçim vasıtalanna
sahip, değişik kabiliyel ve melekelere malik olarak yarattık. Gerçekten de yara-
hidıklan madde ve beslendikleri kaynaklar yönünden hemen hemen aynı olan
insanlann, özellikle de onunla aynı dünya memleketini paylaşan di~er canlı
hemşehrileri ve bir bakıma kardeşlerinin sayısız bir çeşitlilik, farklılık ve renk-
liliği, Allah'ın sınırsız kudret, ilim, hikmet ve iradesine delildir. Bu kadar deği­
şik yarabk ve özellikleri kanşbrmaksızın, hikmet ve özenle mükemmel bir bi-
çimde yaratan Allah' a hiçbir şey zor gelmez.

67/ıo. Ey ateşi gözcü kılan! 0 r.)t.;,~ )81 F.:; Ç


Nebe' Suresi 21. ayette Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle işaret edilir: "Ce-
hennem de gözetierne yeri (mirsad) olmuş (suçlulan gözetleyip durmak-
ta)'dır."

Ayette geçen ".)L;,~~~ kelimesi konusunda da iki görüş vardır:

a) Pusu demek olup, içine girilip gözetierne yapılan yerdir. Bu bpkı, içinde
yürünen yola "minhac" denilmesi gibidir. Bu anlamda Cehennem' e "Mirsad ==
pusu, gözetierne yeri" denilmesi şu sebeplerden ileri gelmiştir:
1. Cehennem bekçileri, bir gözetierne yeri olarak Cehennem' de, oraya gire-
cek kimseleri bekleyip gözetlemektedirler.
410 • Kur'an ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH!

2. Müminler, Cennet'e giderken, Cehennem'in üzerinden geçecekler. Böyle-


ce, Cennet bekçileri, mürninleri Cehennem üzerinde karşılarlar ve onlan orada
beklerler.

b) Mirsad, ~J kökünden J~ vezninde bir mübalağalı ism-i faildır.

Çokça gözetleyen anlamındadır. Bunun dilde başka örnekleri de vardır. Me-


sela, mimar= çok imar eden, bina yapan; mit'an =çok yaralayan, çok dil uza-
tan bunlann birkaçıdır. Cehennem'e, "çok gözetleyen" anlamında "mirsad"
denilmesi, Allah düşmanlannı dört gözle beklernesi ve onlara karşı ejderha
gibi ağzını açıp beklemesindendir. "Neredeyse o, öfkesinden çatlayacak. .,
(67:8) ayeti de buna yakın bir mana ifade eder. (Bu görüşler için bkz. Razi.
a.g.e., XXXI, 12)
Kafir ve asiler hiçbir kimsenin kendilerini gözetlemediğini sanmaktadırlar.
Tıpkı av hayvanmın, kendisi için kurulmuş tuzaktan habersiz, hoplayıp zıpla­
ması gibi kafir ve asiler de dünyada böyle yaşarlar. Fakat Cehennem, bir tuzak
gibi hazır beklemektedir ve onlar er geç bu tuzağa düşeceklerdir. (Bkz. Mevdlı­
di, a.g.e, VII, 15)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan miinezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-68-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

68/1. Ey gerçek şefaat sahibi Şefi'! 0 (; ~-;, Ç


Zümer Suresi'nin 43-44. ayet-ikerimeleri bu İlahi vasfa güzelce ışık tutar:
"Onlar kalkmış, Allah'tan başka bir takım sözüm ona şefaatçiler bulmuşlar!
De ki: 'Onlann hiçbir yetkileri olmasa, akıl ve şuurdan mahrum olsalar da mı
onlara ibadet edeceksiniz?' De ki: 'Şefaatin tamamı Allah'a aittir. Çünkü gökle-
Kur'in ve Hikmtt l~ıOında CEVŞEN ŞERHİ • 411

rin ve yerin mülk ve hakimiyeti de O'nundur. Sonunda da O'nun huzuruna


götürülecek, O'na hesap vereceksiniz."'
Buna göre hiç kimse, Allah'ın yanmda kalkıp şefaat etmeye cüret edemez.
Kime izin verip, kime izin vermeyeceği hususu, tamamen Allah'a aittir. Ayrıca
kime şefaat için izin verilmişse, ancak o kimseye şefaat edilebilir.

68/2. Ey gizli açık her sesi işiten Semi'! 0 ~Ç

Semi', işitici, işiten demektir. Kur'an'da Semi' vasfı, 45 yerde Allah'ı nitele-
rnek için kullanılır.
Bediüzzaman, varlıklarm ihtiyaç nidalarırıa olumlu cevaplar verilmesini Al-
lah' m varlığına delil sayarak şöyle der:
"Ey nefis! Kainahn uzak çöllerine gidip Sani'in ispahna deliller toplamaya
ihtiyaç yoktur. Bir kulübecik hükmünde bulunan içerisinde oturduğun beden
kafesine bak! Senin o kulübenin duvarlarına asılan icat silsilelerinden, yarahlış
mucizelerinden ve harika sanatlanndan, kulübeden dışanya uzatılan ihtiyaç
ellerinden ve pencerelerinden yükselen ah ve iniemelerin hal dilleriyle isteni-
len yardımlarmdan anlaşılır ki, o kulübeyi içindekilerle beraber yaratan Yara-
hem, o ah ve iniemeleri işitir, şefkat ve merhamete gelir, ihtiyaç ve arzuların ne
varsa garanti altına alır. Zira sineğin kafasındaki o küçük küçük hücrecikterin
sestenişlerine 'Buyurun!' diyen o 5ani' -i Semi' ve Basir'in, senin dualarını işit­
memesi ve o dualara olumlu cevaplar vermemesinin imkan ve ihtimali var mı­
dır? (Mesnevi-i Nuriye, s. 68)

Yine Bediüzzaman, "Kocası hakkında seninle tartışan ve Allah' a şikayette


bulunan kadının sözünü Allah işitmiştir. Allah, sizin konuşmanızı işitir. Çün-
kü Allah işitendir, bilendir." (58:1) mealindeki ayeti tefsir ederken şöyle der:
"İşte Kur'an der: 'Cenab-ı Hak, Semi'i Mutlak'hr, her şeyi işitir. Hatta en cüz'i
bir macera olan ve kocasından yakınan bir hanımın sana karşı mücadelesini
Hak ismiyle işitir. Hem rahmetin en latif parılhsına mazhar ve şefkatinen fe-
dakar bir hakikatine kaynak olan bir kadının haklı olarak kocasından dolayı
müracaatını ve Cenab-ı Hakk'a şikayetini çok büyük işler gibi Rahim ismiyle
ehemmiyetle işitir ve Hak ismiyle ciddiyetle bakar.' İşte bu cüz'i maksadı ge-
nelleştirmek için, mahlukahn en cüz'i bir hadisesini işiten, gören, kilinatın
mümkinler (sonradan yarahlanlar) dairesinden hariç bir Zat, elbette her şeyi
işitir, her şeyi görür bir zat olmak lazım gelir. Ve kainata Rab olanın, kilinat
içinde mazlum küçük mahlukların dertlerini görmesi, feryatlarını işitmesi ge-
rektir. Dertlerini görmeyen, feryatlarını işitmeyen, 'Rab' olamaz." (Bediüzza-
man, Sözler, s. 427)
412 • Kur'In ~e Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

Kulun bu isimden alacaAı ders, Rabbinin her sesini duydu~u bilerek ko-
nuştuklannadikkat etmek; dualarını işitti~ düşünerek her ihtiyacında O'nu
ça~ak, dilek ve arzulanru O'ndan istemektir.

Öte yandan, Allah'ın bu isminin tecellisi olarak kendisine verilen işitme ni-
metini, nimet Sahibi'nin nzası çerçevesinde kullanarak şükreder. Hep güzel ve
faydalı şeyler dinler, ilim ve hikmete kulak verir; kötü ve zararlı şeyleri dinle-
mekten ise titizlikle sakırur. Allah'ın biremaneti olan işitme cihazını, tertemiz
olarak Cennet' e layık bir şekilde muhafaza eder.

, ·'C
0 ~.).
68/3· Ey istedilini yükselten ve son derece yüce olan Rafi'!

Şu ayet-i kerimeler de değişik alanlarda, yani maddi ve manevi olarak Al-


lah'ın "Rafi'" ismine ışık tutmaktadır:
"Görmekte olduğunuz gökleri direksiz olarak yüksel ten, sonra Arş' a istiva
eden, güneşi ve ayı emrine boyun eğdiren Allah' br." (13:2)
llAllah, sizden inananlan ve kendilerine ilim verilenleri dereceler le yükselt·
sin. Allah yaphklanruzdan haberdardır." (58:11)
"Rabbinin rahmetini onlar mı paylaşhnyorlar? Dünya hayabnda onlann
geçimliklerini aralannda biz paylaşhrdık. Birbirlerine iş gördürmelen için ki-
mini ötekine derecelerle üstün kıldık. Rabbinin rahmeti onlann biriktirdikleri
şeylerden daha hayırlıdır." (43:32)

Allah istediği kulunu yükseltir, ona şan ve şeref verir. Bazı gönülleri iman
ve irfan ışığıyla parlahr, yüksek hakikatlerden haberdar eder. Bazı gönülleri
de, kendi tercihleri yüzünden gaflet ve cehaletle karartır. Onlar da alçaklık
zeminine çakılır kalırlar.
Kısaca,maddi ve manevi, kulun iradesine bağlı olan ve olmayan her türlü
indirme ve yükseltme, alçaltma ve yüceitme tamamen Allah Teala tarafından
gerçekleşmekte ve O'nun bu iki isminin tecellisi bulunmaktadır.

Mümine düşen görev, her türlü düşürme ve yüceitmenin sadece Allah'ın


elinde olduğunu; Allah'ın düşürdüğünü O'ndan başkasının kaldıramayacağı­
ru, O'nun kaldırdığının da başkası tarafından düşürülemeyeceğini bilmek ve
sadece Allah' ı razı etmeye bakmakhr. Diğer bir ifadeyle, Allah'ın yanında ken-
disini kadr u kıymet sahibi yapan davranışlara sanlmak, Allah'ın gözünden
düşürecek işlerden ise kaçınmakhr. Nihai zafer her zaman takva sahiplerinin,
yani İlahi emir ve yasaklara karşı hassasiyet sahibi olanlarındır.
Kur'In ve Hikmet l~ıgında CEV$EN ŞERHI • 413

0~Ç
68/4· Ey istedilini engelleyen ve Kendisine erişllemeyen Menl'!

Meni' kelimesi sözlükte, sarp, çetin, el erişmez, zaptı imkansız vs. anlamia-
nna da geliyor.
Yüce Allah, her an sayısız mahlukahndan hadsiz zararlı ve tehlikeli riskleri
engelleyip savan; en büyük varlıklan en küçükleri gibi hadlerini aşmaktan alı­
koyan; aynı zamanda her türlü zarar ve tehlikeye karşı erişilmez, zapt edilmez
ve çetin olandır.

68/s. Ey eşi emsali olmayan; varlıklan da örneksiz

ve sanatkirane yaratan Bedi'! 0 Ci~ Ç

Bedi', ibda' eden manasınadır. İbda' ise, "daha önceki bir örneğe uymaksı­
zın bir şeyi yapmak" demektir. Buna göre, Bedi', "yoktan, benzersiz, örneksiz
ve modelsiz icat eden" anlamına geliyor. Bu isim Kur'an-ı Kerim'de iki ayette
"Göklerin ve yerin örneksiz olarak yaratıası" anlamında "Bedi'u's-semavati
ve'l-ard" şeklinde ve sadece Allah hakkında kullanılmıştır. (2:117; 6:101)
ei-Bedi' ismi hakkında farklı iki izah ileri sürülmüştür. Bunlardan bir tanesi,
"Bütün varlıklan, başka bir şeyden değil de yoktan (la şey') yaratan varlık"
şeklinde yukarıdaki izahtır. Diğeri ise, "Benzeri bulunmayan, eşsiz yegane var-
lık" şeklindeki izahtır. Bu ikincisi, başta Gazali olmak üzere bazı İslam alimle-
rinin görüşüdür. Gazali bu görüşünü şöyle açıklamaktadır: "Allah O'dur ki,
hiçbir zaman ve hiçbir şekilde benzeri bulunamaz. Ne zahnda, ne sıfatlarında,
ne fiillerinde, ne de O'na ait herhangi bir şeyde benzeri olmayınca, O mutlak
Bedi'dir. Eğer bu sayılanların herhangi birinde O'nun bir benzeri bulunsaydı,
mutlak Bedi' olamazdı. Mutlak olarak bu isme ancak ve ancak Yüce Allah la-
yıktır. O'ndan önce bir varlık yoktur ki, Kendisinden önce bir benzeri var ol-
sun. Her varlık O'ndan sorıradır ve O'nun yaratmasıyla meydana gelmiştir.
O'nun yarattığı bir şey ise, O'nun benzeri olamaz. O halde ezeli ve ebedi ola-
rak Bedi'dir, benzersizdir. Peygamberlikte, yahut velilikte veyahut da ilirnde
belli bir hususiyete sahip olan her kul, ancak kendi asrında diğer irısanlara üs-
tün olabilmiştir. Bu da ancak kendisinin sahip olduğu hususiyete ve içinde bu-
lunduğu zamana nispetledir." (Gazali, el-Makılsıd, s. 107-108)

Bizim kanaalimize göre, bu iki anlayış arasında temelde bir farklılık yoktur.
Zira, kelimenin kökü olan "BDA'" eşsizlik, benzersizlik ve harikalık olduğu
gibi, hep eşsiz, benzersiz, modelsiz ve orijinal güzel şeyler ortaya koyup icat
edenin zatının da böyle olması icap eder, yani zahnda da başka varlıklara ben-
414 • Kur'An vf Hikmft 11ıOında CEVŞEN ŞER HI

zememesi, onlardan üstün olması gerekir. Çünkü, harika ve eşsiz sanat, eşsiz
bir fiile, eşsiz fül, eşsiz isme, eşsiz isim, eşsiz sıfata, eşsiz sıfat eşsiz kabiliyete,
eşsiz kabiliyel de eşsiz zata delalet eder. Allah'ın sanab mutlak olarak orijinal,
harika ve emsalsiz ise, demek ki zah da böyledir.
Örneği yokken Allah'ın kudretiyle meydana gelen fevkalade güzel ve ima-
na hayret verici şeylere, ism-i mef'f.ıl (ibda' olunmuş) manasında bedi' denildi-
ği de olur. Bu açıdan gökler ve yer başta olmak üzere Allah'ın yarattığı her şey,
ne kadar bedi' ne kadar emsalsizdir! Yüce Allah, onlardan bir zerre bile yok-
ken, ortada örnek ve misal tutulacak hiçbir şey bulunmazken, ilk önce bunları
yoktan var etmiş, her türün ilk ferdini, ilk örneğini ibda' edip yoktan vücuda
getirmiştir. Her nevin ilk ferdi misilsiz olarak yarahidığı gibi, bir nev'in bütün
fertleri de her yönden ve tamamıyla birbirinin aynı değildir.
En mahir bir ressam dan, örneksiz olarak zihninden mesela bin insan resm:-
ni çizmesi istense ve bu resimlerinin hiçbirinin diğerine benzernemesi şart kc-
şulsa, bu ressam belli bir sayıdan sonra zihnindeki farklı ihtimal ve alternatif-
leri tüketecek ve arhk çizdiği resimleri gerideki resimlerden birine benzetrnek
zorunda kalacakhr. Fakat, Yüce Allah dünyada ne kadar insan varsa her birine
farklı bir si ma, değişik bir ses ve muhtelif bir parmak izi bahşetmiş ve bu nok ·
talardan hiçbir fert diğerine hpa hp benzememektedir. Bu O'nun hem Bedi
ismini, hem de sınırsız bir irade ve ihtiyar sahibi olduğunu ispat eder.
Allah'ı bu vasfıyla tanıyan mümin, her biri birer sanat harikası olan varlık­
lar üzerinde düşünür. Yüce Sanatkar'ları hakkında ilim ve irfanını her gün bi-
raz daha arhnr. O sanat harikası olan varlıklan örnek alarak, bilim, sanat ve
teknolojide ilerlemeye gayret eder. Kendi yaphğı işlerde ve icra ettiği sanatlar-
da orijinallik ve inceliği esas alır.

. /ı'
68/6. Ey hesabı en süratli bir şekilde gören Seri'! O r:!..( ~
Seri' kelimesi, çabuk, hızlı, az zamanda çok iş yapan anlamına geliyor. Buna
göre Yüce Allah, had ve hesaba gelmeyen mahlukah, birden, mutlak bir sürat
içinde, mutlak bir çokluk ve kolaylıkla yaratandır. Öte yandan, o büyük ahiret
mahkemesinde bütün kullannın hesabını mutlak bir sürat ve çabukluk içinde
görendir.
Şu sahrlar, Yüce Allah'ın mutlak bir sürat içindeki mutlak bir intizam ve
kolaylıkla mahlukah yarattığına güzelce ışık tutar niteliktedir:

"Görüyoruz ki: Bütün yeryüzünde, bir vüs'at-ı mutlaka içinde bir sürat-i
mutlaka, hem o sürat ve vüs'at-ı mutlaka içinde bir sühulet-i mutlaka, hem o
sühulet ve sürat ve vüs' at-ı mutlaka ile beraber bir cf.ıd ve se ha vet-i mutlaka
içinde, nevilerde olduğu gibi her bir fertte görülen gayet mükemmel bir inti-
Kur'in vt Hikmtl J~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 415

zam-ı mutlak ve gayet mümtaz bir hüsn-ü sanat ve gayet mükemıneliyet-i hil-
kat, hem bir anda ve her yerde ve bir tarzda, her fertte müşahede edilen bir sa-
nat-ı harika, elbette ve elbette öyle bir Zit'ın hatemidir ki; o Zat-ı Akdes, hiçbir
yerde olmadığı halde her yerde hazırdır ve hiçbir şey O'ndan gizlenemediği
gibi, hiçbir şey O'na ağır gelemez. Zerreler ve yıldızlar, O'nun kudretine nisbe-
ten müsavidirler." (Nurun İlk Kapısı, s. 114)

68/7· Ey sevdiklerini Cennet ve çeşitli mükifadarla müjdeleyen

Beşir! 0 ~- •! Ç
'
Beşir, sözlükte, müjdeli haber veren, müjde getiren, sevimli, cemal sahibi gi-
bi anlamlara gelir. Yüce Allah, tüm bu anlamlanyla gerçek anlamda Beşir'dir.
Bir ayet-i kerimede bu müjde verici vasfıru şöyle dile getiriyor:
"Rableri, onlan kendi katından (doğup gelen) bir rahmetle (kendi) hoşnut­
luğuyla ve (nihayet) kendilerini kesintisiz bir doyum ve mutluluğun beklediği
o hasbahçelerle müjdeliyor." (9:21)

68/8. Ey kullannı itaate sevk etmek için azabıyla korkutan Nezir!

Nezir, beşirin zıttı olup, bir iş için korkulacak bir şey söyleyip gözdağı ve-
ren; ileride hesap vermekle korkutmak anlamına gelir.
Allah, tekrar tekrar ve şiddetli tehditleriyle dalalet ve isyan ehlirıi, bu halle-
rinden men edip, inkar, isyan ve azgınlığın dehşetli akıbetinden sakındırandır.
Şu ayet-i keri.me bu İlahi vasfa dikkat çeker:
"Biz, gelmesi yaklaşmış bir azabı bildirerek sizi uyanyoruz. O gün gelecek
ve her şahıs, önünde yalnız yapıp ettiklerini bulup bakacak ve kafir: 'Ah ne
olurdu, keşke toprak olaydım!' diyecek." (78:40)

68/9· Ey sonsuz kudret sahibi olan Kadir! 0 ~ii Ç


'
Kadir, kudreti mutlak ve sınırsız, her hususta muktedir, nihayetsiz kudret
sahibi demektir.
Yüce Allah'ın her şeye kadir olduğu Kur'an-ı Kerim'de defalarca vurgula-
rur.
"Bu misafirhane-i dünyaya gelen her zişuur, gözünü açtıkça görür ki: Bir
kudret, bütün kainab kabzasında tutmuş ve nihayetsiz, hiç şaşırmayan ezeli,
416 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

ihatalı bir ilim ve gayet dikkatli, hiç mizansız, faidesiz hareket etmeyen bir ser-
medi hikmet ve inayet o kudretin içinde bulunup zerrat ordusundan bir tek
zerreyi meczup mevlevi gibi döndürerek çok vazifelerde istihdam etti~ gibi;
küre-i arzı aynı anda, aynı kanunla bir senede yirmi dört bin senelik bir daire-
de yine bir meczup mevlevi misiUü gezdirir. Mevsimlerin mahsulatlanru hay-
van ve insanlara getirdiği aynı kanunla, aynı zamanda güneşi bir mekik, bir
çıknk yaparak merkezinde cezbedarane ve cazibekarane döndürüp maru:u-
me-i şemsiye ordusu olan seyyarat yıldızlanru kemal-i mizan ve intizamla \'a-
zifelerde çalışhnr. Ve aynı kudret; aynı zamanda, aynı kanun-u hikmetle ;r.e-
min sahilesinde yüz binler kitap hükmünde yüz binler nevileri beraber, birbiri
içinde, iltibassız, sehivsiz yazar, haşr-i a'zamm binler numunelerini izhar edt~r.
Ve aynı kudret, aynı zamanda hava sahifesini bir yazar-bozar tahtasma çevirir.
Bütün zerrelerini birer kalem uçlan ve o kitabın noktalan hükmünde emir ve
iradenin onlara tayin etti~ vazifelerinde istimal ederek ve bütün o zerretere
her birine öyle bir kabiliyel vermiş ki; güya bütün sözleri ve konuşmalan bilir
gibi alır, neşreder, şaşırmaz. Küçücük birer kulak, incecik birer lisan olarak i.'i-
tihdam edip unsw-u hava, emir ve irade-i Dahinin bir arşı olduğunu ispat
eder.
İşte bu kısa işarete kıyasen, bu kainab bir muntazam şehir, bir mükemmd
apartman ve misafirhane, bir mu' cizatlı kitap ve Kur' an hükmüne getirip he-
yet-i mecmuasından ta bir zerreye kadar bütün mahlukat tabakalanru ve daire-
lerini ve taifelerini mizan-ı ilim ve nizam-ı hikmetle kabzasma alan, tasarruf
eden; kudreti içinde hikmetini, rahmetini gösteren ve rububiyet-i mutlakası
içinde mevcudiyetini ve vahdaniyetini güneş ve gündüz gibi bildirip tanıtbr·
masma mukabil, imanla tanımak ve sevdirmesine mukabil, ubudiyetle sevme~
ve ilisanatıarına mukabil, şükür ve hamd isteyen böyle bir Rahman-ı Rahim'ı
tanımayan ve ubudiyetle onu sevmeye çalışmayan. belki inkar ile ona bir nevi
adavet taşıyan insan suretindeki şeytanlar, birer küçük Nemrud ve Firavun
hükmünde nihayetsiz bir azaba elbette müstehak olw." (Bediüzzaman, Şualar,
s. 605)

68/ıo. Ey sınırsız iktidar sahibi; istediAini yapabilen Muktedir!

Bu isim daha önce açıklamasını yaphğımız Kadir ismiyle aynı kökten gelir.
ei-Hattabi bunun manasını ve Kadir'den olan farkını şöyle açıklar: "Muktedir,
kendisine hiçbir şey imkansız olmayan, şiddet veya kuvvet ile hiç kimsenin,
karşısına çıkamayaca~ı tam kudret sahibi olandır. Muktedir'in mastan olan
"iktidar" (kudrete nispetle) daha beli~dir (daha büyük mana ifade eder) ve
daha kuşabodır, zira mutlaklı~ (smırsızlı~) gerektirir." (Beyhaki, a.g.e., s. 28-
29)
Kur'3n vt Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 417

el-Halimi'ye göre ise, "Muktedir", Kadir olduğu fiili yapmak suretiyle kud-
retini açığa çıkarandır. Allah Tea.Ia'nın hikmeti gereği yapmamış olduğu bir-
çok şeye gücü yeterse de iktidar, onun geçmişte gerçekleştirmiş olmasıyla ilgi-
lidir. Geçmişte yaptık.lanna bakarak O "Muktedir" olarak adiandınimaya la-
yıktır." (Beyhaki, a.g.e., s. 28-29)

Allah'ın bu vashna dikkat çeken ayetler şu mealdedir:

"Onlara şunu da misal göster: Dünya hayatı, gökten indirdiğimiz bir su gi-
bidir ki, bu su sayesinde yeryüzünün bitkisi (önce gelişip) birbirine karışmış;
arkasından rüzgann savurduğu çer çöp haline gelmiştir. Allah, her şey üzerin-
de iktidar sahibidir." (18:45)
"Takva sahipleri Cennetlerde ve ırmaklarm kenarlanndadır. Muktedir bir
Sultan olanın (Allah'ın) huzurunda hak meclisindedirler." (54:54-55)
"Şüphesiz Firavun'un kavmine de uyarıcılar gelmişti. Lakin onlar bütün
ayetlerimizi yalanladılar. Biz de onları güç ve kudretimize layık bir şekilde ya-
kaladık." (54:41-42)

"Gökten uygun bir ölçüde yağmur indirip onu arzda durdurduk. Bizim
onu gidermeye de elbet gücümüz yeter." (52:18)
"Biz seni onlardan alıp götürsek de yine onlardan intikam alırız. Yahut on-
lara vadettiğimiz azabı, sana gösteririz. Çünkü bizim onlara gücümüz yeter."
(43:42)

" ..... .... ... -,


e ~Ol~ ~ı:>~':ll ~~':ll ~1 ':a'~ 41~':/ ç ~m;..~
~ ~ -: ...

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başkıı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-69-

69/1. Ey bütün dirilerden önce var olan gerçek hayat sahibi!

AUah, öyle bir ezeli hayat sahibidir ki, bütün hayat sahiplerinden önce var-
dı ve bütün hayat sahipleri O'nun birer sanat eseridir.

69/2. Ey bütün dirilerden sonra baki kalacak gerçek hayat sahibi!


418 • Kur'.in vt Hikmtt l~ıQında CEVŞEN ŞERH i

Allah, öyle bir ebedi hayat sahibidir ki, bütün hayat sahipleri zahiri sebep-
leri ile birlikte ölecek, O ise daim ve baki kalacaktır.

69/3· Ey hiçbir şeyin Kendisine benzemediii gerçek Hayat sahibi!

O, zat, sıfat ve hayahnda hiçbir dengi ve benzeri bulunmayan gerçek hayat


sahibidir.

69/4· Ey hiçbir dirinin misli gibi olmachp gerçek hayat sahibi!

Bizzat Kur'an'ın ifadesiyle "O'na benzer hiçbir şey yoktur; O her şeyi du-
yan ve her şeyi görendir." (42:11)

. , ~.) ~'Y
.,.

0 4.?
.J .,..
.:UI • , L;
- c.S ' 4.? -
::; ..

69/s. Ey hiçbir dirinin Kendisine ortak olmadılı


gerçek hayat sahibi!

Değişikisimleri açıklarken belirtildiği gibi, kainatta şirke zerre kadar yt·r


yok ve gaynn müdahalesine kıl kadar izin yoktur.

69/6. Ey hiçbir diriye muhtaç olmayan gerçek hayat sahibi!

Ezeli hayat sahibi olduğu, bütün hayat sahiplerine hayatlannı bahşettiği vt•
her hayat sahibi bekasmı O'na borçlu olduğu için, hiçbir canlıya hiçbir şekildt•
ihtiyaa yoktur.

69/7· Ey bütün dirileri ölüme mazhar eden gerçek hayat sahibi!

Her hayat sahibine muayyen bir hayat süresi belirleyip, bu memuriyet ve


hizmet süresi tamamlanınca görevine son veren ve hayat yükümlülüğünden
terhis eden O'dur.
Kur'an vf Hikmtt l~ıQında CEVŞEN ŞERHi • 419

"Mevti veren O'dur. Yani: Hayat vazifesinden terhis eder, fani dünyadan
yerini tebdil eder, külfet-i hizmetten azad eder. Yani: Hayat-ı faniyeden, seni
hayat-ı bakiyeye alır. İşte şu kelime, şöylece fani cin ve inse bağınr, der ki:
Sizlere müjde! Mevt idam değil, hiçlik değil, fena değil, irıkıraz değil, sön-
mek değil, firak-ı ebedi değil, adem değil, tesadüf değil, failsiz bir in'idam de-
ğil. Belki bir Fail-i Hakim-i Rahim tarafından bir terhistir, bir tebdil-i mekandır.
Saadet-i Ebediye tarafına, vatan-ı aslilerine bir sevkiyatbr. Yüzde doksan do-
kuz ahbabın mecma'ı olan ilem-i berzaha bir visal kapısıdır." (Mektubat, s. 226)
r-ı._, 'ı<~-~., .:Jı LG
\:.1 ,.,? ı.r ı.J)ft ..s ,.,? -
- '
69/8. Ey bütün dirileri rızıldandıran gerçek hayat sahibi!

Her hayat sahibinin, hayat süresi boyunca ayrı ayn olan çeşit çeşit nzıklan­
nı unutmayarak, şaşırmayarak ve karıştırmayarak sağlayan O'dur.

69/9· Ey ölüleri dirilten gerçek hayat sahibi!

"Yoksa onlar, Allah'tan başka koruyucular edinebileceklerini_ mi sanıyorlar?


Hayır, yalnız Allah'tır (bütün varlıkların) koruyucusu; çünkü yalnız O'dur
ölüye can veren ve yalnız O'dur her şeyekadir olan." (42:9)
Şu sabrlar Yüce Allah'ın "ölüleri diriltici" vasfına güzelce ışık tutar nitelik-
tedir:
"Her baharda, zihayattan üç yüz bin nevi ve çeşit çeşit tarzlarda ve hadsiz
efradı bulunan bir ordu-yu Sübhani, riıy-i zeminde ihya ediliyor. Onlara hayat
ve levazımat-ı hayatiye kemal-i intizamla veriliyor. Haşr-i A'zam'ın yüzbin
nurnunelerini, belki emarelerini gösterip o ayn ayrı hadsiz mahlukab beraber,
birbiri içinde sehivsiz, yanlışsız, noksansız, hiç şaşınnayarak, kanşık iken hiç
kanştınnayarak, unutmayarak kemal-i mizan ve nizamla dirilten ve hayat ve-
ren ve nutfe denilen mütemasil su katTelerinden ve toprak müteşabih tohumla-
rından ve az farklı habbeciklerinden ve sinekierin birbirinin aynı olan yumur-
taaklarından ve kuşlann aynı havadan, birbirinin aynı nutfelerinden, hem bir-
birinin misli veya az farklı yumurtalanndan o hadsiz efradı bulunan ve birbi-
rinden suretçe, sanatça ve maişetçe ayn ayn yüz binler zihayatlan dirilten ve
zemin ve bahar sahifesinde yüz bin başka başka kitaplan beraber, birbiri için-
de, hatasız, mükemmel yazan; hadsiz bir dikkat ve nihayetsiz bir hikmetle iş
gören, tasarruf eden bir zat-ı Hayy-u Kayyum ve Muhyi bir Hallak-ı Alim ol-
duğuna kanaat getirmeyen, elbette hem kendini, hem bütün zeminde ve za-
man şeridine asılan bütün geçmiş baharlarda ve hayatlı zemin ve feza yüzle-
420 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

rinde bulunmuş bütün zihayatlan inkar etmeğe ve en ahmak ve bedbaht bir


zihayat olmağa mecburdur." (Şudlar, s. 601)
"Hayab veren O'dur. Ve hayah nzık ile idame eden de O'dur. Ve levazı­
mat-ı hayah da ihzar eden yine O'dur. Ve hayabn ali gayeleri O'na aittir ve
mühim neticeleri O'na bakar, yüzde doksan dokuz meyvesi O'nundur. İşte şu
kelime; şöyle fani ve aciz beşere nida eder, müjde verir ve der:
Ey insan! Hayahn ağır tekalifini omuzuna alıp zahmet çekme. Hayahn fena-
sını düşünüp, hüzne düşme. Yalnız dünyevi ehemmiyetsiz meyvelerini gönip
dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme. Belki o sefine-i vücudundaki hayat
makinesi, Hayy-u Kayyum'a aittir. Masanf ve levazımatıru, O tedarik eder. Ve
o hayabn pek kesretli gayeleri ve neticeleri var ve O'na aittir. Sen, o gemide bir
dümenci neferisin. Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefinesi,
ne kadar kıymettar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefine
sahibi zat'ın, ne kadar KerimveRahim olduğunu düşün, mesrurol ve şükret
ve anla ki: Vazileni istikametle yaphğın vakit, o setinenin verdi~ bütün netaic;
bir cihetle senin defter-i a'maline geçer, sana bir hayat-ı bakiyeyi temin eder,
seni ebedi ihya eder." (Mektubat, s. 226)

0 ~~'i~.:Jı~~
'
69/to. Ey hiç ölmeyecek olan gerçek hayat sahibi!

Şu ayet-ikerime Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker:


"Öyleyse, ebediyyen ölmeyecek olan o mutlak diri varlığa güven ve O'nun
sınırsız kudret ve yüceliğini övgülerle an, ki kimse kullannın günahlarmdan
O'nun kadar haberdar değildir." (25:58)
Şu açıklamalar da, bu konuda fazla söze ihtiyaç bırakmıyor:

"Nasıl gündüzde çalkanan bir deniz yüzünde ve akan birnehir üstündeki


kabarcıklarda görünen güneşçikler gitmeleriyle arkalarmdan gelen yeni kabar-
cıklar, aynen gidenler gibi güneşçikleri gösterip gökteki güneşe işaret ve şe­
hadet ederler ve zeval ve vefatlanyla bir daimi güneşin mevcudiyetine ve be-
kasına delalet ederler; aynen öyle de: Her vakit değişen kamat denizinin yü-
zünde ve tazelenen hadsiz tezasında ve zerrat tarlasında ve bütün hadisah ve
fani mevcudab kucağına alarak beraber çalkanan zaman nehrinin içinde mah-
lukat, mütemadiyen süratle akıp gidiyorlar, zahiri sebepleriyle beraber vefat
ediyorlar. Her sene, her gün bir kainat ölür, bir tazesi yerine gelir. Ve zerrat
tarlasında, mütemadiyen seyyar dünyalar ve seyyal alemler mahsulah alındı­
ğından, elbette kabarcıklar ve güneşçikler zevalleriyle daimi bir güneşi göster-
dikleri gibi, o hadsiz mahlukat ve mahsulabn vefatlan ve zahiri sebepleriyle
beraber kemal-i intizamla terhisleri, gündüz gibi şüphesiz, güneş gibi zahir bir
Kur'In ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH i • 421

katiyyette bir Hayy-ı Uyemut'un, bir Şems-i Sermedi'nin. bir Hallak-ı Baki'nin
ve bir Kumandan-ı Akdes'in vürub-u vücudu ve vahdeti ve mevrudiyeti, kai-
nahn mevrudiyetinden bin derece zahir ve katidir diye bütün mevrudat, ayn
ayn ve beraber şehadet ederler." (Şualar, s. 602)
"Yani: Bütün kainatın mevrudatında görünen ve vesile-i muhabbet olan ke-
mal ve hüsün ve ihsanın hadsiz bir derece fevkinde bir cemal ve kemal ve ih-
sarun sahibi ve bütün mahbuplara bedel, bir tek cilve-i cemali kafi gelen bir
Mabud-u Lemyezel, bir Mahbub-u Layezal'in ezeli ve ebedi bir hayat-ı daimesi
var ki; şaibe-i zeval ü fenadan münezzeh ve avanz-ı naks u kusurdan müber-
radır. İşte şu kelime, cin ve inse ve bütün zişuura ve ehl-i muhabbet ve aşka
ilan eder ki:
Sizlere müjde! Mahbuplannızdan nihayetsiz firaklann yaralanru tedavi
edip merhem süren bir Mahbub-u Baki'niz var. Madem O var ve Baki' dir, baş­
kalan ne olursa olsun merak çekmeyiniz. Belki o mahbuplarda, sebeb-i muhab-
betiniz olanhüsnü ihsan, fazi u kemal, o Mahbub-u Bal<i'nin cilve-i cemal-i ba-
kisinden çok perdelerden geçip, gayet zayıf bir gölgenin gölgesidir. Onların ze-
valleri, sizleri incitmesin. Çünkü onlar bir nevi ayinelerdir. Ayinelerin değiş­
mesi şaşaa-i cemalin cilvesini tazeleştirir, güzelleştirir. Madem O var, her şey
var." (Mektubat, s. 226)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-70-

70/1. Ey unutulmayan ve unuttundmayan zikrin sahibi!

Kalpler ancak O'nu anmakla huzur ve itminane kavuştuğu için, gönüller


hep O'nu anmayı özler. Dolayısıyla zikrinin hazzına bir kez olsun varan bir
kimse her an buna ihtiyaç hisseder. Öte yandan şu alem bahçesinde her yap-
rak, çiçek ve meyve; kamat sergisinde her sanat eseri, her an O'nu hatırlatır.
Böyle olan bir Z.it'ı zikir unutulur mu? Ya da tüm teşebbüslere rağmen inkarcı­
lar tarafından gönüllerden silinip unutturulması mümkün mü?
422 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

70/2. Ey söndürülmeyen nurun sahibi! 0 Jl.;~ ~j j:;. Ç


Bir ayet-i kerimede şöyle buyrulur: "Bunlar, Allah'ın nurunu ağızlarıyla
söndürmek istiyorlar. Ha.Ibuki k.lfirler istemese de Allah nurunu tamamlava-
cakhr." (61:8)
Bu, müşriklerin Kur'an-ı Kerim'e karşı iftiralarda bulunmak suretiyle İs­
lam'ı çürütmek istemeleri dolayısıyla Allah'ın kullandığı küçümseyici bir ifa-
dedir. Bu ifade ile onların durumu, söndürmek kasbyla güneşin ışığına üfleye-
nin durumuna benzetilmiştir. Böyle bir şey nasıl imkansız ise, onların yapmak
istedikleri de öylece imkansızdır. (Nesefi, ilgili ayetin tefsiri)
Ayette geçen "Allah'ın N uru" ndan maksat, a) Allah'ın dini, b) Allah'ın Ki-
tab' ı, c) Allah'ın getirdiği delildir. (Beydavi, a.g.e., IV, 394)
Onu ağızlarıyla söndürmeleri, dil uzatarak çürütmeye, gözden düşürmeye
çalışmaları anlamındadır.

Bu ayetle Allah'ın nuru diye ifade edilen, dini, Kitabı veya delili gün~
benzetilmiş, bunları çürütrnek, etkisiz hale getirmek ve gözden düşürmek istı~­
yenler de, güneşi üflemekle söndürmeye kalkışan ahmaklara teşbih edilmi~­
lerdir. Oysa ki, bu bedbahtlar bilmeliydiler ki:

Takdir-i Hudd kuvve-i bazu ile dönmez,


Bir şem'a ki Mevla yaka üjlemekle sönmez.

Evet, Dahi takdir bilek gücüyle hiç geri çevrilebilir mi? Allah'ın yakhğı
bir mum, bir kandil, üflemekle söndürülebilir mi? Allah' ın, Hz. Muhammed
ufkundan tulu' ettirdiği hak nurunu, İslam dinini, uydurma sözler, yalan
yanlış propagandalar, tahrif edilmiş kitaplada engelleyebilirler mi? Asla bu-
güne kadar bunu başaramadıkları gibi bundan sonra da asla başaramaya­
caklardır.

70/3· Ey had ve hesaba gelmeyen medih ve sena sahibi!

Her türlü cemal, kemal ve nimet sadece O'na ait olduğuna göre, buna karşı­
lık yapılantüm övgü, hamd ve teşekkürler de gerçekte ancak ve sadece O'nun
hakkıdır ve O'na gider. Bunun ise had ve hesabı yoktur. Kısaca, ezelden ebede
dek ne kadar medih ve sena varsa ve hangi vesileyle kimden kime yapılırsa
gerçekte Allah' ad ır.
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 423

70/4· Ey hiçbir şekilde deliştirilmeyen vasıflar sahibi!

Allah'ın cemal, celal ve kemal ifade eden tüm sıfatları baki, daimi ve ebedi-
dirler. Hiçbirine en ufak bir değişiklik, zeval ve yokluk bulaşamaz. Ezelde na-
sılsa ebede dek de aynen kalmaya devam eder.

1 ~ ~

70/5· Ey sayılamayan nimeder sahibi! 0 -,:.1"Y~ ~:;. Ç

Şu ayet-i kerimeler, O'nun nimetlerinin sayılamazlığını örnek ve delilleriyle


ne güzel ifade ediyor:
"O'dur ki gökten yağmur indirir. Hem içeceğiniz su ondan oluşur, hem de
hayvarılanruzı içinde otlathğıruz ot ve ağaçlar! Allah, o su sayesinde sizin için
ekirıler, zeytinlikler, hunnalıklar, üzüm bağlan ve çeşit çeşit meyveler yetişti­
rir. Elbette bunda düşünen kimseler için almacak bir ders var! Hem geceyi ve
gündüzü, güneşi ve ayı sizin hizmetinize verdi. Diğer yıldızlar da O'nun em-
riyle size ram edilmiştir. Elbette akimı çalışhran kimseler için bunda alınacak
nice dersler var! Yeryüzünde türlü türlü renklerle, her çeşitten bitki ve hayvan
olarak sizin için yaratbğı daha neler neler var! Elbette bunda düşünen kimseler
için almacak ib ret var. Yine O' dur ki denizi sizin hizmetinize verdi ki oradan
taptaze et yiyesiniz ve takınıp kuşanacağmız ziynet eşyası çıkarasmız. Denizde
gemilerin sulan yara yara akıp gittiklerini görürsün. Bütün bunlar O'nun lfıtfe­
deceği nasibi aramanız ve nimetine şükrehneniz içindir. Hem dünya hareke-
tiyle sizi sarsmasm diye, yeryüzüne sabit dağlar koydu. Amaçlanmza enneniz
için ınnaklar, geçitler yerleştirdi. Yol bulmada yararlanacağmız daha birçok
alametler, işaretler koydu. Yıldızlarla da bir kısım insarılar yol bulurlar. Yara-
tan hiç yaratamayana benzer mi? Hala aklınızı kullanmayacak mısınız? Hal-
buki Allah'ın nimetlerini birer birer saymaya kalksanız, mümkün değil, saya-
mazsmız. Gerçekten Rabbin gafurdur, rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve
ihsaru boldur)." (16:8-18)
"Allah, gökleri ve yeri yaratan, gökten yağmur indiren ve onurıla size rızık
olarak türlü meyveler çıkaran, emri gereğince denizde yüzrnek üzere gemileri
emrinize veren, nehirleri de hizmetinize sunandır. O, adetleri üzere hareket
eden güneşi ve ayı sizin hizmetinize sunan, geceyi ve gündüzü sizin emrinize
verendir. Kendisinden dilediğiniz her şeyi size vermiştir. A11ah'm nimetini sa-
yacak olsanız bitiremezsiniz. Doğrusu insan pek zalim ve çok nankördür."
(14:32-34)
424 • Kur'.ln ve Hikmet 1\ıQında CEVŞEN ŞERHİ

Bu ayet-i kerimelen açıklayan şu satırlar da oldukça anlamlıdır:

"İşte şu ayetler, evvela Cenab-ı Hakk'ın insana karşı şu koca kainah nasıl
bir saray hükmünde halk edip semadan zemine ab-ı hayah gönderip, insanl.ıra
nzkı yetiştirmek için zemini ve semayı iki hizmetkar etti~ gibi, zeminin sair
aktannda bulunan her bir nevi meyvelerinden, her bir adama istifade imkımı
vermek, hem insanlara semere-i sa'ylerini mübadele edip her nevi medar-ı ma-
işetini ternin etmek için gemiyi insana müsahhar etmiştir. Yani denize, rüzga-
ra, ağaca öyle bir vaziyet vermiş ki; rüzgar bir kamçı, gemi bir at, deniz onun
ayağı alhnda bir çöl gibi durur. İnsanları gemi vasıtasıyla bütün zemine mür,a-
sebetdar etmekle beraber ırmakları, büyük nehirleri, insarun fıtri birer vesait-i
nakliyesi hükmünde teshir; hem güneş ile ayı seyrettirip mevsimleri ve mev-
simlerde de~şen Mün'im-i Hakiki'nin renk renk nimetlerini insanlara takdim
etmek için iki müsahhar hizmetkar ve o büyük dolabı çevirmek için iki dümen-
d hükmünde halk etmiş. Hem gece ve gündüzü insana müsahhar yani hab-ı
rahahna geceyi örtü, gündüzü maişetlerine ticaretgah hükmünde teshir etmi;-
tir. İşte bu niaın-ı İlahiyeyi tadad ettikten sonra, insana verilen nimetierin re
kadar geniş bir dairesi olduğunu gösterip, o dairede ne derece hadsiz nimetlt·r

dolu olduğunu şu '1 ~1 .--:. ~;,; IJ4,;.1 ~!.J ~J~!jl:, ~ ~ ~ ~jJ


1": " • ..
ua ~ fezleke ile gösterir. Yani: lstidat ve ihtiyac-ı fıtri lisanıyla
o

insan ne is-

temişse, bütün verilmiş. İnsana olan nimet-i İlahiye, tadad ile bitmez, tüken-
mez. Evet insarun madem bir sofra-i nimeti semavat ve arz ise ve o sofradaki
nimetlerden bir kısmı Şems, Kamer, gece, gündüz gibi şeyler ise, elbette insana
müteveccih olan nimetler hadd ü hesaba gelmez." (Sözler, s. 422)

70/6. Ey zeval bulmayan saltanat sahibi! O .:JJ:;.'1 ~ ~:;. Ç


Allah'ın öyle bir daimi hakimiyeti ve ebedi saltanah var ki, hiçbir zaman
zeval bulup yok olmaz. Şu ayet-i kerime bu İlahi saltanahn ahirette de sonsuza
dek, hem de perdesiz olarak açık bir şekilde sürüp gideceğini ifade etmektedir:
"O büyük buluşmagünü, bütün insaniann mezarlanndan kalkıp meydana
çıkanldıklan bir gündür. Öyle ki onlann işlerinden ve hallerinden bir tek şey
bile Allah'a saklı kalamaz. Allah onlara şöyle hitab eder: Bugün mülk ve haki-
miyet kimin? Mutlak galip, tek hakim olan Allah'ın!" (40:16)

0 .,, :; ~," J~....ı, ~~ • ,


·-~J
1'
~41~\:t

70/7· Ey gerçek mahiyeti aniaşılmayan celal sahibi!


Kur'An ve Hikmet l~ı!jında CEVŞEN ŞERH! • 425

Celal, azamet, ululuk ve büyüklük anla.mındadır. Allah'ın celali, daha çok


k.iinatın geniş dairelerinde, külli varlıklarda ve neviler üzerinde tecelli ettiği
için tam olarak ihata ve idrak etmek mümkün olmuyor. Şu açıklama bu gerçe-
~e işaret eder:
"İsm-i Celal, alelekser nevilerde, külliyatta tecelli eder. İsm-i Cemal ise
mevcudatın cüz'iyatına tecelli eder. Bu itibarla nevilerdeki rud-u mutlak, cela-
lin tecellisidir. Cüz'iyatın nakışları, eşhasın güzellikleri cemalin tecelliyahn-
dandır.
Ve keza celal, vahidiyetin tecellisinden, cemal dahi ehadiyetin tecellisinden
zahir olur. Bazan da cemal, celalden tecelli eder. Evet cemalingözünde celal ne
kadar cemildir, celalin gözünde dahi cemal o kadar celildir." (Mesneııi-i Nuriye,
s. 210)

70/8. Ey reddedilmeyen hüküm sahibi! 0


~ .. , -,
~~'J :~;,):;. Ç
, ...

Allah'ın,aa olsun tatlı olsun, mükafata ilişkin olsun cezaya ilişkin olsun
hiçbir hüküm ve karan geri çevrilemez. Nitekim bir ayet-i kerimede, "De ki:
Rabbinizin merhameti geniştir; fakat dilediği zaman O'nun satveli ve azabı,
suçlu toplumdan geri çevrilemez." (6:147) buyrulur.

70/9· Ey tebdil edilemeyen sıfatlar sahibi! 0 ~~~ ~~ j:;. Ç


O'nun, hepsi de mukaddes ve yüce olan sıfatları değiştirilmekten, tağyir ve
tehditden münezzehtir.

. , ., ""
70/ıo. Ey tam idrak edilemeyen kemal sahibil0 :l~~~ JW' ~:;. Ç

O'nun sınırsız, şeriksiz ve sonsuz olan kemal sıfatları tam olarak idrak ve
ihata edilemez. Şu satırlar, Yüce Allah'ın kemalatının kainat aynasında görü-
nen bir hakikat olduğunu güzelce izah ediyor:
"Evet bu kainahn bütün ulvi hikmetleri, harika güzellikleri, adilane kanun-
lan, hakimane gayeleri, hakikat-ı kemalatın vücuduna bedahetle delalet ve bil-
hassa bu kainah hiçten icat edip her cihetle mu' cizatlı ve cemalli bir surette
idare eden Halık'ın kemalatma ve o Halık'ın ayine-i zişuuru olan insanın ke-
malahna şehadeti pek zahirdir.
Madem kemalat hakikatı vardır. Ve madem kainatı kemalat içinde icat eden
Halık'ın kemalatı muhakkaktır. Ve madem kainahn en mühim meyvesi ve ar-
42b • Kur'3n ve Hikmet liı~ında CEVŞEN ŞERH!

zm halifesi ve Hhlık'ın en ehemmiyetli masnuu ve sevgilisi olan insanın kema-


lab hakbr ve hakikatlidir. Elbette bu gözümüz ile gördüğümüz kemalli ve hik-
metli kiinab, fena ve zevalde yuvarlanan ve neticesiz olarak tesadüfün oyun-
cağı, tabiatın mel'abegaru, zihayatın zalimane mezbahası, zişuurun dehşt·tli
hüzüngaru suretine çeviren ve asan ile kemalah görünen insanı, en biçare ve
en perişan ve en aşağı bir hayvan derekesine indiren ve Halık'm ayine-i kema-
latı olan bütün mevcudatın şehadetiyle nihayetsiz kemalat-ı kudsiyesi bulun<ın
o Halık'ın kemalatını setredip perde çekerek netice-i faaliyetini ve hallakıyetini
iptal eden şirk, elbette olamaz ve hakikatsizdir." (Şudlar, s. 151-152)

" , .... -
. ' .,. ,
0 ~Ol~~ ı:>~'l'l ~~'il~~ 'it 4lt'i Ç d5~
-: ...

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-71-

71!1· Ey ileınierin Rabbi! O ~t;j1 ~) Ç


1 •

Rab kelimesi, aslında mastar olup, ism-i fail manasında kullanılmışhr. Diğer
deyişiyle "terbiye" manasma geldiği halde "terbiye eden" anlamına intikal et-
tirilmiştir. Bunun sebebi de, terbiye işini gerçekleştiren zatın, bu işi çokça yap-
hğı, dolayısıyla işiyle adeta aynileştiği ve onu kemaliyle gerçekleştirdiği hissini
vermek içindir. Bu, hpkı daha önce izahı geçen Adl isminde olduğu gibidir.
Adl de, mastar olduğu halde "Adil" manasında kullarulmışh.
Rab kelimesi, belirli (marife, eliflamlı) olarak sadece Allah için kullanılır.
Başka bir varlık için kullanılmaz. Ancak, "belli bir şeyin rabbi" manasında baş­
ka varlıklar için de kullanılmaktadır. Mesela, "Rabbü'l-Mal = mal sahibi",
"Rabbü'l-beyt =ev sahibi" ifadeleri kullanılır.
Rab ismi, Kur' an' da "Allah" lafzından sonra Cenab-ı Hak hakkında en çok
kullanılan isimdir (970 defa).

Rab kelimesinin şu manalan vardır:


a) itaat olunan efendi.
b) Herhangi bir durumu düzelten kimse.
c) Sahip ve malik.
d) Çekip çeviren, idare eden, kemale erdiren.
Kur'~n vr Hikmrt l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 427

e) Terbiye eden, yani, bir şeyi elverişli ve kabiliyetli bulunduğu kemal nok-
tasına ulaşıncaya dek, yavaş yavaş geliştiren. Bir baba, bir mürebbi, çocuğu ye-
tiştirirken nasıl onun bütün ihtiyaçlanru temin eder, bütün hallerini görüp gö-
zetir, yanlış hallerini düzeltir, merhamet ve şefkatle bilmediklerini ö~etirse
yaratıklarm Rabbi yüce Allah da bütün bunları ziyadesiyle yaratıkianna bah-
şetmiştir.

Bütün bu manalanna göre, gerçek ve kamil manada Rab, yalnızca Yüce Al-
lah'tır. Zerreden güneşe, mikroptan file kadar canlı ve cansız bütün varlıklarca
itaat olunan O'dur. Her şeyi düzeltip yoluna koyan O'dur. Bütün alemi çekip
çeviren, idare eden, kemaline erdiren O'dur. Her şeyden önemlisi ve bütün bu
manalann esası olarak her şeyi ilim ve hikmetle yaratıp, onlara bir kemal nok-
tası tayin edip, şefkat, rahmet, inayet ve ihsanla o kemal noktasına doğru bir
meyil verip ilerleten, her bir mevcudu şeriksiz Rububiyetinde tutan O'dur. Ka-
inat ve içindeki her şey, birer kemal noktasına doğru seferber olmuş ilerliyor.
Bu kemal noktasına doğru giderken, kendisine lazım olan maddi ve manevi
teçhizat ve malzemeyi tam da ihtiyaç anında yetiştiren, bu yoldan alıkoyan her
şeyden de ya tekvini veya teşri'i olarak sakındıran O'dur. Bu şekilde, en küçük
bir çekirdekten, yumurtadan, nutfeden tutun da yeni doğan galaksilere ve hat-
ta belli bir zaman önce doğup gelişme, büyüme ve genişlemesine devam eden
kainata kadar; öte yandan manevi, ruhi ve kalbi seyir, inkişaf ve terakkisine
başlayıp sürdüren hak yolun yolcusu olan bir fertten tutun, ibtidai olarak baş­
layıp bir kemale doğru ilerleyen, din ve medeniyetlere kadar her şeyin hakiki
sahibi, yönlendineisi ve yol göstericisi O'dur.
Allah'ın terbiyesinin tecellisi olarak gerek iç içe alemler ihtiva eden gökyü-
zü, yeryüzü ve insan bedeninde her fert, her unsur ve her organ kendisine
yüklenen görevi mükemmel ve son derece mahirane sürdürmektedir.
Mesela, yaz mevsiminde bulutsuz bir gecede gökyüzünü şöyle bir seyrede-
lim. Evrenin yaratılışının başlangıcında dev bir atomdan, büyük fakat planlı ve
hikmetli bir patlayışla şu kainatı bir çekirdeğin ağaç halinde inkişafı gibi yara-
tan, uçsuz bucaksız sema denizinde, bir okyanusun kıyısındaki kum tanelerin-
den daha fazla, bir kısmı dünyamızdan milyarlarca defa daha büyük ve top
mermisinden daha hızlı dolaşan yıldız ve gezegenleri boşlukta direksiz olarak
tutan, birbiri içinde döndürüp, çarpıştırmayan, milyonlarca seneden beri yakıt­
lannı verip söndürmeyen sonsuz kudret sahibi Yaratıcılan ve Terbiye Edicileri
karşısında iliklerine kadar heybet ve korku duymayan kimse, insan ismine la-
yık olabilir mi?

öte yandan, hava, su, toprak gibi unsurlarda cansız ve dağınık olarak bu-
lunan zerrelerden bir su damlası (sperm) ve yumurta halinde hikmetle yarat-
maya başlayarak sonunda eli ayağı düzgün, her türlü maddi ve manevi cihaz-
428 • Kur'.ln vt Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERH!

lada donablıruş, sanat harikası bir insaru var eden Yüce Sanatk.inn büyüklüğü
karşısında büyük bir hünnet, sevgi ve hayranlıkla kanşık bir ürperti duyulmaz
mı?

Di~er taraftan her bahar, yeryüzünü bir ordugih haline getirip milyonlarca
tür hayvan ve bitkiyi kuru bir toprak ve basit bir sudan yaratarak yeni bir ordu
kuran, her birisinin nzkını, rengini, giysisini, silahını, eğitimini ve askerlik
(hayatta kalış) süresini ayn ayn takdir eden, bunu yaparken de zerre kadar şa­
şınnayan ve kanşıklık çıkarmayan Terbiye Edici bir :lat'a karşı, saygı dolu bir
korku ve heybet duyulmaz mı?
Kısaca, evreni içindeki bütün varlıklarla, insanı taşıdı~ bütün maddi ve
manevi unsurlarıyla dereden mukadder zirveye, hiçlikten hedeflenmiş kemale
doğru adım adım ulaştıran Allah bu vasfından dolayı derin bir saygı ve heybe-
te layık olmaz mı?
Kur'in'da dualar en çok bu isimle yapılır. İnsan, Yarahcısına, Sahip ve Ma-
likine, O'nun şefkat, merhamet ve sevgisine iltica ederek, bütün dilekleriri
Rab ismiyle açar, kulluğunu da işte bu özelliklerinde tek olan Rabb'a tahsis
eder.
Fahreddin er-Razi, Allah'ın Rububiyeti ve sahibiyeti ile diğer varlıklannkini
mukayese ederek şu farklan kaydeder:
a) Allah, terbiye ettiği, besleyip bakh~ yaratıklardan Kendisi için bir men-
faat gözetmez. Di~er terbiyeciler kendileri için bir fayda gözetirler.
b) Allah'tan başkaları, verdikleri terbiye, bakım ve besleme ölçüsünde bir
harcama yaparlar ve servetlerinden eksilme olur. Allah'ın hazinesinden ise
hiçbir şey eksilmez.
c) Allah'tan başkalarından bir fakir ve muhtaç ısrarla bir şey isteyince öfke-
lenir, isteneni vennez ve yoksulu mahrum bırakır. Allah, ısrarlı istek karşısın­
da öfkelenmek şöyle dursun, bilakis bundan hoşnut olur. Nitekim Hz. Pey-
gamber (a.s.m.), "Allah, duada ısrar edenleri sever." buyurmuştur.
d) Allah'tan başka ihsan sahipleri, genellikle, kendilerinden istenmeyince
vermezler. Allah ise istenmeden de verir. Mesela, insan anne rahmindeyken.
dünyaya geleceği zaman nelere muhtaç olaca~ndan habersiz ve bilgisizken,
Rabbi, onu gerekli olan her şeyle donatmıştır.
e) Allah'tan başkalannın iyiliği, yoksulluk, aynlık ve ölümle kesilir. Allah
için ise bu gibi anzalar söz konusu de~dir, dolayısıyla ihsaru ve iyiliği hiç ke-
silmez.
f) Allah'tan başkasının iyilik ve ihsanı sınırlıdır, belli şahıs ve varlıklan içi-
ne alır. Allah'ın terbiyesi, ihsan ve rahmetiise her şeyi kapsamıştır. (Razi, Me-
fatih, 1, 234)
Kur'In ve Hikmet I~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 429

71/2. Ey ameDerin karşılıklannın verildip


Kıyamet Günü'nün sahibi! 0 ~fl
,
r, ';J ~t; Ç
"Din gününün maliki" tamlamasında geçen malik "malın, mül.kün sahibi"
demektir. "Din günü"nün ahiretteki hesaba çekme ve hüküm verme günü ol-
duğu, bunu açıklayan başka ayetlerden anlaşılmaktadır. Allah Teala bütün
zamanlarda ve zaman kavramına bağlı olmaksızın mutlak hakim, sahip, melik
ve maliktir. Ancak Allah, dünya hayahnda, imtihan için kullarına da sahiplik
ve iktidar vermiş; imanı olduğu halde gaflet içinde bulunan kimseler -zaman
zaman da olsa- Allah'ın sahipliği ve iktidannın bilincinde olmaya özen göster-
memişler; imanı olmayanlar ise bunun şuurundan tamamen yoksun kalıp in-
kar etmişlerdir. Ahiret aleminde kulun, bu görünürdeki ve geçici iktidan da
ortadan kal.kacağı için Allah'ın melik ve malik sıfatı bütün azametiyle ortaya
çıkacak, belli olacaktır. Bunun için ahirette O, gerçekte ve görünürde "melik ve
malik" tir.

71/3· Ey sabredenleri seven! 0 ~.,nl..!.JI ~:;. Ç


•' ,

"Nice peygamberler vardı ki, beraberinde birçok Allah erieri bulunduğu


halde savaştılar da, bunlar, Allah yolunda başianna gelenlerden dolayı gev-
şeklik ve zaaf göstermediler, boyun eğmediler. Allah sabredenleri sever."
(3:146)
Sabır, Allah'ın emirlerini yerine getirme kararlılığıdır. Kötülüklerden uzak
durma azim ve iradesidir. Bela ve musibetler karşısında dişini sıkıp yıkılına­
dan ayakta kalabilme çabasıdır. Görüldüğü gibi, sabır kurtuluşun anahtandır.
Zaferin köprüsüdür. Sabırlı olan Allah erleri, can pazan olan savaşta bile gev-
şeklik ve zaaf nedir bilmezler. Allah da tüm bu içeriğiyle sabırlı kullanru sever.

71/4· Ey tevbe edenleri seven! 0 ~1~1


'
~:;.
,
Ç

"Allah tevbe edenleri de sever, temizlenenleri de sever." (2:222) "İlk günden


takva üzerine kurulan mescit (Kuba Mescidi) içinde namaz kılman elbette da-
ha doğrudur. Onda temizlenmeyi seven adamlar vardır. Allah da çok temizle-
nenleri sever." (9:108)
Temizlik iki türlüdür: İç temizlik, dış temizlik. Birisinin yolu tevbeden, di-
ğerinin yolu ise yıkanmadan geçer. İç temizlik araa olan tevbe, bir anlık bir
yanlış karar ve bilinçsizlikle geçici olarak kapısından uzaklaşılmış Allah' a ye-
niden dönüş yapmaktır. Tevbenin kökü, geçmişte yapılan kötülüklerden ciddi
430 • K ur' An ve H 1k m et 1~ 1 ~ 1 n da C E V Ş E N Ş E R H i

gönül pişmanlığıdır. Gövdesi, onlan derhal terk etmek, meyvesi ise bir daha
dönmemeye kesin kararla azmetmek ve kayıplan iyiliklerle telafi etmektir. Bü-
yük veya küçük bir hata etse de, bunda ısrar etmeyen, içiyle dışıyla tertemiz,
pınl pınl, çocuklar misali art niyetsiz kulunu Allah sever.

, :1..:. ~ iı ~ı.JA~
0 ,y.~ ~ , . , ı'
,, ,

71/5· Ey maddi ve manevi kirlerden temizlenenleri seven!

Tertemiz olma~a çalışarılan, terbiye ve ahlaka aykın davranışlardan ve pis-


likten sıyrılıp ak pak olanları sever. O halde biz de Allah'ın sevdi~i gibi olalım
ve Allah'ın sevdiklerini sevelim.

71/6. Ey Allah'ı görür gibi ibadet edenleri


, ,. ,
ve iyilik yapanları seven! 0 ı.J! ,· , ~~ ~:;.
, Ç

Allah bu dünyayı bir saray gibi bilip, onu kuran ve içindeki bunca farklılık,
renklilik ve çeşitlilikteki varlıklan aziz birer misafir gibi ağırlayan Kainat Sul-
tanı'nın sürekli gözlem ve gözetimi altında olduğunu bilerek, el athğı her işin
hakkını veren, ilişkili bulunduğu herkese ve her şeye karşı dürüst olan kulunt:
sever.
Allah'ın sevmesi, kendi başına en büyük manevi mükafat ve mutluluk kay-
na~ı olmakla birlikte, dünyada türlü türlü nimetler, ahirette de gözlerin gör-
mediği, kulaklann işitmediği, hiçbir faninin akıl ve hayalinden bile geçmeyen
mükafatlan da kazandınr. İşte tüm bu mükafatlan hak ettirecek, en geniş kap-
samıyla iyi davrananlan Allah sever. Demek ki, devlet ve servetierin en büyü-
ğü olan Allah sevgisini hak etmek için, büyük küçük demeden, önemli önem-
siz gözetmeden, evrensel olan iyi davranışı prensip edinmelidir.

71/7· Ey yardım edenlerin en hayırlısı! 0 .


~.r"GJI
,
:;.;.. ;. :;. Ç

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah bu vasfını şöyle dile getirir: "Sizin yarinız,
yardımanız Allah'hr. O, yardım edenlerin en hayırlısıdır." (3:150)
Yani, müminlerin yardıması sadece yüce Allah'hr ve en iyi yardıma da
O'dur. Mevla, dostlannı ve velayeti altındakileri korur. Onlara yardım eder ve
menfaatlerini gözetir. Nitekim Uhud Savaşı'nda müslümanlar yenilmiş ve bir
kısmı dağılmış olmalarına ra~en tamamen imha edilmekten Allah'ın yardı­
mıyla kurtulmuşlardır. Allah'ın dostluğunu ve yardımcılığını kazanmış olan
kimse başkalarının yardımına muhtaç olmaz. Çünkü en iyi yardıma O' dur.
Kur'~n ve Hikmet l~ı4ında CEVŞEN ŞER Hi • 431

O'nun yardımının tecelli etti~i yerde ma~lubiyet yoktur. Nitekim bir ayet-i ke-
rimede şöyle buyrulmuştur: "Allah size yardım ederse artık sizi yenecek hiçbir
kimse yoktur; e~er sizi yardımsız bırakırsa O'ndan sonra size kim yardım ede-
bilir? Mürninler yalnız Allah'a güvensinler." (3:160)

71/8. Ey müşkil meseleleri halledip hükme

ballayanlann en hayırlısıl 0 ~Wl:;,;.. ~::; Ç


',

Bir ayet-i kerimede bu isim şöyle ifade edilir: "0, do~ruyu e~riden ayırt
edenlerin, hükmedenlerin en hayırlısıdır." (6:57)
O Yüce Mabud, hak ile batılın arasını en mükemmel şekilde ayınr ve ortaya
çıkanr. O bütün mahlukahn üstünde bir hakimiyete sahip bulunmaktadır.

71/9· Ey iyi anıellere bol karşılık verenlerin en hayırlısı!

Allah, yapılan iyi işlere sadece bire bir karşılık vermez, en az bire on verir.
Bu durum, hesapsız vermeye kadar çıkar. Tüm bu engin keremi düşünüldü­
ğünde, O'nun bu yüce ismini hatırlamaktan insan kendisini alamaz.

71/10. Ey ifsat edenleri en iyi bilen! 0 ~~, ~~i~~~~::; Ç


Yüce Allah'ın bu vash iki ayet-i kerimede geçmektedir:
"E~er yüz çevirirlerse, hiç kuşkusuz Allah, bozgunculan çok iyi bilmekte-
dir." (3:63)
"Onlardan Kur' an' a iman edenler de var, iman etmeyenler de. Rab bin, hak-
kı yalaniayıp
halk içinde fitne ve fesat çıkaranlan pek iyi bilir." (10:40)
Kur'an'a inanmayanlar "müfsid" olarak isimlendirilmektedir. Çünkü onla-
rın inkarlan herhangi bir anlamlı sebebe değil, önyargıya ve nefsaniyete da-
yanmaktadır.

Bu halleriyle başkalarının inanmasına da engel olmaya çalışırlar. "Ve Allah


müfsidleri en iyi bilendir." Çünkü O'ndan hiçbir şey gizli kalmaz. Onlar
Kur' an' ı, bir türlü Allah'ın Kitabı olduğuna ikna edilemedikleri için inkar ettik-
lerine insanları inandınp, onları aldatabilirler, fakat iyi niyetle davrandıklan
yolunda Allah'ı kandıramazlar. Çünkü Allah, onların müfsit (bozguncu) ol-
duklarını bilir. Onlar düzenbazdırlar ve kalbierinin ve bilinçlerinin sesini bas-
hrmaktadırlar. Bile bile kulak ve zihinlerini gerçe~e kapamakta, dünya menfa-
432 • K ur'~ n v r H i k mr 1 1$ı ~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

atlerini, zevk ve sefalanru, şehvetlerini ve arzulanru gerçeğe tercih etmektedir-


ler. Onlann "masum" günahkarlar değil de düpedüz "bozguncu-müfsit" •Jl-
malanrun nedeni budur.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-72-

Allah'ım! Senden şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:


..... ,,
0 C>~ '-ı

72/1· Ey mahlukab örneksiz, yoktan ve ilkin yaratan Mübdi!

Varlıklan maddesiz ve örneksiz olarak ilkin yaratan anlamına gelen Mübdi,


Mucid manasma yakındır. Her ikisi de "yaratan" demektir. Daha önce hiçbir
benzeri yaratılmamış bir şeyi ilk yaratmaya ibda' denir. Bu ilk yaratma işini
yapan da Mübdi' adını alır. İcat da yaratmak manasma gelmekle beraber,
bunda, daha önce bir benzerinin yaratılmamış olması şartı yoktur.
Halık ismi ise, hem Mübdi'i, hem de varlıkları öldükten sonra yeniden dirilten arı­
lamındııki el-Muid'i ve aynı alandaki diğer isimleri de kuşatıcı olup hepsinden daha ge-
neldir.
el-Mübdi' ismi Kur'an'da bu kalıpla yer almamışsa da, bu ismin türetildiği
"bir şeyi ilk olarak, örneksiz ve emsalsiz iken yapmak" anlamındaki "BDE"
kökünden gelen bir fiilin kullanıldığı pek çok ayet vardır: "De ki: Allah'a ortak
koştuklanruz arasında bir şeyi yokken, ilk defa yaratacak, onu ölümünden
sonra hayata yeniden döndürecek (tekrar diriltecek) var mı? De ki: önce yara-
hp onu ölümünden sonra tekrar diriltecek olan Allah'hr. O halde nasıl (hak
yoldan) döndürülüyorsunuz?" (10:34) "Varlıklan ilk defa yaratan, sonra da on-
lan yeniden iade edecek olan O'dur. Bu (iade) O'na daha kolaydır. Göklerde
ve yerde, en yüce sıfatlar O'nundur. O, izzet ve hikmet sahibidir." (30:27) "Gö-
ğü, kitabın sayfalan gibi düreceğimiz gün, her şeyi ilkin yarathğımız gibi, ye-
niden iade edeceğiz, bu Bizim üzerimizde bir vaattir, Biz muhakkak yapaca-
ğız." (21 :104)
K ur' i n ve H i k m et 1~ı 0 ı n da C E ll Ş E N Ş E R H 1 • 433

Esrna-i Hüsna ş.lrihleri, kaydettiğimiz bu ayetterin de yöntemine uyarak


genellikle Mübdi' (ilkin yaratan) ismiyle Muid (yeniden iade eden) ismini bir-
likte açıklamaya tabi tutarlar.
Ezelde, zaman ve mekan mefhumlan söz konusu değilken Allah tüm esma
ve sıfatlanyla kamil bir şekilde vardı. Ortada hiçbir şeyin örneği ve vücudu-
nun malzemesi de yoktu. Allah, varlığını ve kemalini duyurmak için mahluka-
hnı sonsuz rahmet çerçevesinde, k.linah bir şekil ve nizarn üzerine yarath. Her
şeyin ilk örneğini meydana çıkardı.
Bediüzzaman, şu bilgileri veriyor:
Evet Kadir-i Zülcelil'in iki tarzda icadı var. Biri; ihtira' ve ibda' iledir. Yani
hiçten, yoktan vücut veriyor ve ona lazım her şeyi de hiçten icat edip eline ve-
riyor. Diğeri; inşa ile, sanat iledir. Yani kemal-i hikmetini ve çok isimlerinin te-
cellilerini göstermek gibi çok ince hikmetler için, kainahn elementlerinden bir
kısım mevcudab inşa ediyor. Her emrine tabi olan zerreleri ve maddeleri, nzık
verme kanunuyla onlara gönderir ve onlarda çalışhnr. Evet Kadir-i Mutlak'ın
iki tarzda, hem ibda' hem inşa suretinde icadı var. Van yok etmek ve yoku var
etmek; en kolay en sühuletli, hatta daimi, umumi bir kanunudur. Bir baharda,
üç yüz bin hayvan türü yaratıkların şekillerini, sıfatlanru, hatta zerrelerinden
başka bütün keyfiyet ve hallerini hiçten var eden bir kudrete karşı, "yoku var
edemez!" diyen adam, yok olmalı! (Lem'alar, s. 193-194)

o~ç
,
72/2. Ey mahldkab öldükten sonra yeniden dirilten Muid!

Muid, Allah'a nispet edilince "yeniden yaratmayı ve öldükten sonra dirilt-


meyi" ifade eder. Pek çok ayette bu kökten türemiş birçok fiil tekrarlanarak öl-
dükten sonra diriitme kavramına temas edilmiştir.
Kur'an'da ilk yarahlışın yanında yeniden yarahlış ve diriitme konulannın
aynı ayetlerde ele alındığı görülür: "Ey kafirler siz yok iken sizi ilk defa yarahp
dünyaya getiren, hayat veren Allah'ı nasıl inkar ediyorsunuz? O sonra size
ölümü tatbracak ve sizi tekrar diriltecek ve sonunda yine O'na döndürülecek-
siniz." (2:28) Yine, Rum Suresi ll. ayette "Allah önce yarahr, sonra O'nu tek-
rarlar. Nihayet ancak O'na döndürüleceksiniz" buyrulurken; Taha Suresi 55.
ayette de "Sizi ondan (topraktan) yarattık yine ona döndüreceğiz. Hem de on-
dan sizi bir defa daha çıkaracağız." buyrularak, hem ilk yarabşın Allah'a ait ol-
duğuna, hem de öldükten sonra yeniden diriltilmeye açık bir biçimde dikkat
çekilmiştir. Allah'tan başka yaraharun olmadığına, ilk yarabcının O, sonra ye-
niden yaratacak, diriltecek olanın da O olduğuna ise Yunus Slıresi 34. ayet-i
kerimede söyle dikkat çekilmektedir. "De ki: Allah'a eş koştuğunuz ortaklan-
ruzdan, önce yaratacak, sonra onu çevirip yeniden yaratacak olan var nu? De
434 • Kur'~n ve Hikmet l~ı~ıncla CEV~EN ~ERHI

ki: Önce yarahp, sonra onu iade edecek, yeniden diriltecek olan Allah'hr. O
halde nasıl (hak yoldan) döndürülüyorsunuz?"
Bediüzzaman, dotaylı da olsa, bu ismin bu dünyadaki tecellisini gösteren şu
açıklamalan yapıyor:

"Ezeli Nakkaş olan Cenab-ı Hak, her bir asn bir model yaparak kudret mu-
cizeleriyle bezeli, taze bir alemi ona giydiriyor. Her bir seneyi bir ölçü edine-
rek, rahmet harikalanyla sanatlı hale getirilmiş, taze bir kainah o bedene gön•
dikiyor. Her bir günü bir sahr yaparak hikmet incelikleriyle süslü yeni varlık··
lan onda yazıyor. Hem o Kudreti Sonsuz, her bir asrı, her bir seneyi, her bir
günü bir model yaph~ gibi, yeryüzünü, her bir dağ ve ovayı, bağ ve bostaru,
her bir ağaa da birer model yapmışhr. Zaman zaman, taze taze birer kainah
yeryüzünde kuruyor, birer yeni dünyayı icat ediyor. Birer alemi alıp diğer mü-
kemmel düzenli bir alemi getiriyor. Her mevsim, her bağ ve bostanda taze taze
kudret mucizelerini ve rahmet hediyelerini gösterir. Yeni birer hikmetli kitap
yazıyor. Taze taze birer rahmet mutfa~nı kuruyor. Yenilenmiş bir sanatlı elbi-
seyi giydiriyor. Her baharda, her bir ağaca ipekten bir atlas misali taze bir çar-
şaf giydiriyor. İnci misali yeni bir süsle süslendiriyor. Yıldız misali rahmet he-
diyeleriyle ellerini dolduruyor. İşte şu işleri son derece güzel sanat ve mü-
kemmel intizam ile yapan, şu birbiri arkasında gelen ve zaman ipine takılan
seyyar alemleri, son derece hikmet ve özen, mükemmel bir kudret ve sanat ile
değiştiren Zat; elbette gayet Kadir ve Hakim'dir. Nihayet derecede Basir ve
Alim' dir. Tesadüf O'nun işine karışamaz." (Sözler, s. 196-197)
"Canlı yeryüzü, bir baharda 5ani' a şehadet ettiği gibi; onun ölmesi yle, za-
manın geçmiş ve gelecek iki kanadına diziimiş kudret mucizelerine dikkatleri
çeviriyor. Bir bahar yerine binler baharı gösteriyor. Bir mucize yerine binler
kudret mucizelerine işaret eder. Ve onlardan her bahar, şu hazır bahardan da-
ha kat'i şehadet eder. Çünkü geçmiş zaman tarafına geçenler, zahiri sebeple-
riyle beraber gitmişler; arkalannda yine kendileri gibi olan başkalan yerlerine
gelmişler. Demek ki görünüşteki sebepler hiçtir. Yalnız bir Kadir-i Zülcelal, on-
lan yarahp, hikmetiyle sebeplere bağlayarak gönderdiğini gösteriyor. Ve gele-
cek zamanda diziimiş hayat dolu olan yeryüzleri ise, daha parlak şehadet eder.
Çünkü yeniden, yoktan, hiçten yapılıp gönderilecek, yere konup vazife gördü-
rup sonra gönderilecekler. (Sözler, s. 676-677)
Bunlar, Muid isminin dünyadaki tezahür ve tecellileridir. Bu ismin asıl te-
cellisi ahirette mahlukah yeniden yaratması ile gerçekleşecektir.
İşte o gün gelince Allah, va' dini yerine getirecek, herkesin çürümüş bedeni-
ni suya, havaya, toprağa dağılmış olan asli unsurlarını tekrar birleştirecek,
parmak uçlanndaki çizgilere vanncaya kadar en ince hususiyetlerini çevirip
yeni baştan yaratacak ve her bedenin ruhunu kendisine iade edecektir.
K ur'~ n ve H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 435

Kul, kendisini ilkin benzersiz bir şekilde yaratan Rabbinin, ölümle hayahna
geçici olarak son vereceğini, ardından ebedi bir hayatta hiç ölmemek üzere ye-
niden yarataca~ düşünmeli, bu hayat ve vücudun büyük bir görev için ken-
disine verildiğini bilerek var gücüyle o ebedi hayab için çatışmalı, başladığı
hayırlı işleri hiç kesintiye uğratmadan devam ettirmelidir.

72/3· Ey her şeyi muhafaza eden, hiçbir şeyi


,
unubnayan, afet ve belalardan koruyan Hafiz! 0 ~1
Ç

Allah, yapılan işleri bütün tafsilahyla tutan, kaydeden, her şeyi belli vaktine
kadar afetlerden ve belalardan saklayandır.
Allah, gökleri, yeri ve bütün yarablmışları belirlenen ömürlerini tamamla-
yıncaya kadar, her türlü afetlerden ve belalardan muhafaza buyurmaktadır. Bu
sayededir ki, fezalar içinde ölçüye sığmaz bir hızla uçuşan sayısız cisimler,
birbiriyle çarpışmadan, her biri kendisi için çizilmiş sınır içinde yüzmektedir.
Her saat dünyarmza doğru sayısız gök taşı yönelip mermi hızıyla gelmektedir.
Fakat, atmosferi dünya sarayınuz için koruyucu bir tavan yapan Allah'ın,
Hafiz ismiyle biz canlı kullannı korumasıyla o dağlar büyüklüğündeki göktaş­
lan dünyamıza ulaşmadan havada yanarak kül haline gelir, zerreleri bile kay-
bolur. Uzaydan bize yönelip gelen sayısız ışınlar da aynı atmosfer tarafından
süzgeç gibi süzülmekte, zararlı olanları engellenmekte, faydalı olanlan ise
dünyamıza iletilmektedir. Bu da Allah'ın Hafiz isminin bir tecellisidir.

Allah her yarathğına, kendine zararlı olan şeyleri bilecek bir his ilham bu-
yurmuştur. Bu daHafiz isminin tecellilerindendir. Mesela, bir hayvan, kimyevi
tahlil raporuna muhtaç olmadan, kendine zararlı olanotlan bilir ve yemez.
Aynı zamanda her bir canlı kendisini savunacak, hayabm müdafaa edecek
birer çeşit silahla donatılmışhr. Yeryüzü ordugahında aslandan kanncaya, di-
kenli bir ağaçtan ısırgan otuna, süt gibi fakat yakıcı sıvılar salgıtayan bitkilere
kadar her bitki ve hayvan birer silahla donatılmıştır. Bu da, Allah'ın Hafiz is-
minin tecellisidir. Allah yarahklannı bu şekilde de koruyor.
Canlıların vücuduna hatta kan hücrelerinin arasında birer savunma sistem
ve teşkilab kuran Allah'ın hıfz ve rumayesi ne büyük ve geniştir!
Allah, Hafiz ismiyle insarılara zararlı şeyleri haram kılmıştır. Orılann maddi
varlıklarını zehirleyen her türlü maddeyi, fuhşu, al.kolü ve benzerlerini yasak-
ladığı gibi, manevi yapılanru zehirleyen inkcin, sapıklığı, cahilliği vs.'yi de ha-
ram kılmışbr. Bu da koruyuculuğunun bir tecellisidir.
İnsan aciz bir varlıkbr. Hayab ve dünyası tehlikeler, sıkınhlar ve musibet-
lerle doludur. Bir veba veya verem mikrobundan tutun, ta gökteki kuyruklu
436 • K ur' J n ~e H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

bir yıldıza kadar her şey onu tehdit ediyor. İnsan tek başına bütün bu hadsiz
düşmanlanyla baş edemiyor. Kısaca, insanın çevresinde ona zarar verebilme
istidadmda olan sayısız bakteri ve mikroplar, ona zarar vermek şöyle dursun,
pek ço~ insan için son derece faydalı ve hayab için vazgeçilmez birer urıstv"­
durlar. Zararlı olanlanna karşı da Allah Tea.Ia sayısız çareler, ilaçlar, tedbirler
yaratarak insanı bu yönden de korumuştur. Zaten bu şekilde yarablmasırun
hikmeti de onu duaya, Rabbinin himayesine sığmmaya, kısaca hayabrun gaye-
si olan halis bir kulluğa sevk etmektir.
Allah kudret ve rahmetiyle, çaresiz kalmış, dara düşmüş ve sıkınbya duçar
olmuş her kulun sığınağıdır. O'nun hirnayesi öyle bir koruyuru kaledir ki.
oraya sı~an bir kimse asla mağlup olmaz. Yeter ki, kul, böyle muhkem bir sı­
ğınağırun bulunduğunu bilsin ve şuuri olarak oraya iltica etsin. Fakat, kişi, ge-
nişlik ve rahatlık zamanında Allah'ı unutmayacak ki, Allah da darlık ve sıkınb
zamanında onun imdadına koşsun ve onu hususi himayesine alsın.
öte yandan Allah yine bu ismiyle, yarahklan tarafından yapılan hiçbir şeyi
kaçırmaz. İyi olsun kötü olsun kullannın yaptıklan bütün işleri, konuştuklan
bütün sözleri, kafalanndaki bütün düşünce ve niyetleri bir bir bilir, hiçbirini
unutmaz, hiçbirinde yarulmaz, hiçbirini başkalanyla kanşbrmaz. İyilik ve kö-
tülüğün zerresini kaybetmez, yapanlar cezalarını ve mükafatlaruu bulur.

Bediüzzaman, bu manasıyla Hafiz isminin kainattaki bazı tecellilerini ve


ahiret ile olan ilişkisini öz olarak şöyle açıklar:
Şu kainab idare eden Zat, her şeyi düzenlilik ve ölçü içinde muhafaza edi-
yor. Düzen ve ölçü ise, ilim ve hi.kmetin, irade ve kudretin neticesidir. Görüyo-
ruz ki, sanat eseri her varlık, vücutça son derece intizamlı ve ölçülü yarablıyor.
Hem hayabsüresince değiştirdiği şekiller de, her biri intizamlı olduğu halde,
hepsi birden düşünüldüğünde de bir intizam dahilinde olduklan görülüyor.
Zira vazifesinin bitmesiyle ömrüne son verilen ve şu görünen alemden göçüp
giden her şeyin, Hafiz olan Allah tarafından, birçok suretleri levh-i mahfuzlar
hükmünde olan hafızalarda ve bir çeşit misali aynalarda muhafaza edilip, ha-
yat tarihi, çekirdeğinde, neticesinde nakşedilip yazılıyor. Görünen ve görün-
meyen aynalarda kalıa hale getiriliyor. Mesela insanın hafızası, ağaan meyve-
si, meyvenin çekirdeği, çiçeğin tohumu, hafiziyet kanununun kuşabalığını
gösteriyor.
Mesela, görülüyor ki, kocabahann çiçekli, meyveli bütün varlıklan ve bun-
ların kendilerine göre bütün amelleri, teşkilahrun kanunlan, suretlerinin ör-
nekleri, sınırlı bir miktar tohumruklar içerisinde yazılarak muhafaza ediliyor.
İkinci baharda kendilerine göre bir muhasebe içinde, amel sayfalan açılıp, mü-
kemmel bir intizam ve hikmet ile kocaman bir diğer bahar alemi meydana ge-
tirilmekle, hafiziyetin ne derece kuvvetli bir genişlikle cereyan ettiği gösterili-
yor.
Kur'An vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 437

Şu hafiziyetin bu şekilde tecellisinden anlaşılıyor ki, şu varlıkların Sahibi,


mülkünde cereyan eden her şeyin kayıt ve zaphna büyük bir özen gösterir.
Hakimiyet vazifesinde nihayet derecede dikkat eder. Rububiyet saltanahnda
gayet ihtimam gösterir. O derece ki, en küçük bir hadiseyi, en ufak bir hizmeti
yazar, yazdınr. Mülkünde cereyan eden her şeyin suretini çok şeylerde sakla-
yıp muhafaza eder. Şu hafiziyet işaret eder ki, önemli bir muhasebe-i a'mai
defteri açılacak ve bilhassa mahiyetçe en büyük, en değerli, en yüksek bir yara-
tık olan insanın büyük olan amelleri, önemli olan fiilleri, mühim bir hesap ve
tartıya tabi tutulacak ve amel sayfalan neşredilecektir. (Sözler, s. 77-79)
Acaba hiç mümkün müdür ki, gökte, yerde, karada, denizde; yaş kuru, kü-
çük büyük, önemli önemsiz her şeyi mükemmel bir intizam ve ölçü içinde
muhafaza edip, bir tür muhasebeyle neticelerini elekten geçiren bir hafiziyet
tarafından; insan gibi büyük bir manevi yapıda, yeryüzünün halifeli~ gibi bir
rütbede, büyükemaneti taşımak gibi büyük vazifesi olan beşerin, Allah'ın her
şeyi kapsayan Rububiyetine temas eden arnelleri ve fiilieri muhafaza edilme-
sin, muhasebe eleğinden geçirilmesin, adalet terazisinde tartılmasın, layık bir
ceza ve mükafat görmesin? (Sözler, s. 77)
Bu isimden hisselerini alanlar, gönül ve organlannı kötülüklerden korurlar.
Dini hayatlanru, yıkıcı öfkelerden, kötü arzulardan, nefis ve şeytarun kandıncı­
lığından muhafaza ederler. Çünkü, Cenab-ı Hakk'ın, bu dünyada istisnasız her
şeyi kaydettiğini, büyük bir muhafaza kanunu ile iş gördüğünü, bunun da bü-
yük bir mahkemede, pek büyük bir muhasebeye yönelik olduğunu bilirler.
Hem bu dünyada hem de ebedi hayatta Allah'ın özel gözetim ve himayesine
layık olabilmek için, kendilerinin de Allah'ın emir ve yasaklannı gözetmeleri
gerektiğinin bilincindedirler.

12/4· Ey her şeyi ilim ve kudretiyle kuşatan Muhit! 0 ~Ç


1

Muhit, ihata mastanndan ism-i faildir. "İhata eden", "kuşatan" demektir.


Nimet ve keremi her ihtiyacı olana kafi gelen, bol bol ihsan eden, ilmi cümle
eşyayı içine almış, rızkı bütün mahlukata şamil ve rahmeti her şeyi kaplamış,
bilhassa insanlan ve yaptık.lannı çok iyi bilen, iyileri mükifatsız ve kötüleri ce-
zasız bırakmayacak olan Allah demektir.

Allah'ın sadece bu saydığımız isim ve sıfatlan değil, diğer bütün isim ve sı­
fatlan da nihayetsiz derecede şümullu ve ihatalıdır. Zerrelerden güneşiere ka-
dar bütün varlıklar O'nun ilim, hikmet, kudret, rahmet ve inayet vs. deryasın­
da yüzmektedir. O bütün isim ve sıfatlanyla her şeyi her yönüyle kaplamış ve
avucuna almıştır. O'nun tasarruf, tedbir ve idaresinin dışına taşan hiçbir varlık
yoktur.
438 • K u r' .1 n v t H i k m tt 1~ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H j

Özellikle Kur' an-ı Kerim' de ma~firetinin geniş olduğunu ifade buyunıycr.


(53:32) Bununla bütün günahları affedebilece~e işaret ediyor.
Allah'ın bu ismi Kur'an'da sekiz defa geçer. (2:19; 3:120; 4:108,126; 8:47;
11:92; 41:54; 85:20) Bu ayetlerde bilhassa, "kendisinden kaçılamayan" manası­
nı, ilim ve kudretinin eksiksizli~i, aciz ve gafil olmadığını ifade sadedinde
kullanılmışhr.

72/5· Ey haınd ve senaya en çok layık olan ve çok övülen Hamid!

Hamid ismi Kur'an'da 16 defa geçer. Kur'an'da, şu özellikleri münasebetiy·


le Allah'a hamd edildiğini görüyoruz: Alemierin Rabbi, Rahman ve Rahim, he-
sap gününün hükümranı olduğu (1:2-4); gökleri ve yeri, karanlıklan ve aydın­
lı~ yaratb~ (16:1); göklerde ve yerde hükümran, her şeyi hikmetle yapan ve
her şeyden haberdar olduğu (34:1); has kuluna, e~lik taşımayan dosdo~ bir
kitap indirdiği. (18:1) Ayrıca, insanların (17:1 11; 14:39), meleklerin (39:75; 2:30),
gök gürültüsü gibi meteorolojik unsurların (13:13), kısaca, anlayamadığımız
bir dil ile istisnasız tüm varlıkların (17:44) Allah' ı övdü~ belirtilir.
Görebilen ve duyabilen için, kainat sergisinde sıra sıra diziimiş ihsanlan,
açık bir dil ile O'nu övüyor. Yeryüzü çarşısında sergilenmiş tüm nimetleri,
O'na olan hamdierini ilan ediyor. Rahmet ve kereminin her yönden ölçülü ve
tartılı çeşit çeşit meyveleri, O'nun cömertlik ve hitfuna tanıklık etmekle şükrü­
ne davet ediyor.
Övgüye konu olan nimeti de, nimeti getiren varlıklan da, nimet verme ve
iyilik etme güç ve yeteneğini de veren O'dur. İyilik ve nimetierin zahiri sahip-
leri ise, birer vasıtadan ibarettirler. Bütün varlıklarda övgü ve sena nedeni olan
tüm üstün nitelik ve güzel vasıflar hep O'nun eseridir. Dolayısıyla, ezelden
ebede kadar hangi nimet ve iyilik vesilesiyle olursa olsun ve kimden kime ya-
pılırsa yapılsın bütün övgüler gerçekte O'na gider.

Kainatta bir tek nimete gerçekte sahip olan, bütün nimetiere de sahiptir. Bir
elmayı yaratan da, dünyayı döndürerek mevsimleripeşpeşe getirip yeryüzün-
deki tüm elmaları yaratan da O'dur. Çünkü, aralarında mühür birliği vardır.
Elmayı yaratan, yeryüzünde nzka vesile olan ve beslenmemizi sağlayan tüm
meyve ve nzıklan da yaratandır. Demek ki, en küçük bir canlıya en cüz'i bir
nimeti veren, doğrudan doğruya kamabn Yarahası ve besleyicisi olabilir. Öy-
leyse her türlü şükür ve hamd de doğrudan doğruya O'na aittir.
Şu aleme bakıldığında, tavanı gülümseyen yıldızlarla bezenmiş, tabanı süs-
lü varlıklarla şenlenmiş bir saray, bir bahçe biçiminde görünüyor. Tavanındaki
K ur' .i n ve H i k m el 1'ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ • 439

tüm o parlak, düzenli ve yüksek cisimler, zeminindeki bitki ve hayvan denilen


hikınetli, sanatlı ve süslü varlıklar hep O'nun kudret mucizeleri ve sanat hari-
kalandır. O'nu taruhyor, övüyor ve sevdiriyorlar. Hepsi de, muntazam görü-
nüşleri ve ölçülü şekilleriyle O'nun birli~inin ilancısı ve şahitleridirler. Yeryü-
zü bahçesindeki a~açlarm dallarma takılmış, ilintle, hikmetle, keremle yoğrul­
muş, güzel ve hoş yapılı çeşit çeşit şekil, renk ve desenlerdeki meyveler ve çi-
çekler, türlü diller ile o güzel rahmetin ve mükemmel keremin hediye ve ihsan-
ları olduklannı ilan ediyorlar.

Bazı kimselerin bu harndi yerine getirmemeleri, O'nun övülmeye layık ol-


duğu ve övülmesi gerektiği gerçeğini ortadan kaldırmaz. Mesela, muhtaç biri,
kendisine padişahm de~erli hediyelerini getiren yoksul bir hadernenin ayağını
öpüp, asıl hediye sahibini tanımama akılsızlığını gösterse bile, hediyenin ger-
çek sahibi olan o padişah, yine de teşekküre, övgüye layıkhr. O şahsın kadir-
bilmezliği, padişahm övülmesi gereğini ortadan kaldırmaz. Başkalannca övül-
mesine mani olmaz. Bunun gibi, nimetierin zahiri sebeplerini övüp, Gerçek
Sahibini unutmak; her türlü nimetin kaynağı olan Allah'ın harnde layık oldu-
ğuna ve fiilen de sayısız yarahkları tarafından hamd ve sena edilmesine engel
değildir.

Musibet gibi görünen bazı İlahi icraatlar da aslında birer nimet olup harndi
gerektirirler. Hastalık ve ihtiyarlık, görünüşte aa ve soğuk iseler de, aslında
diğer birçok hikmetlerinin yanında, bize ahireti hahrlathklan ve gideceğimiz
öteki dünya için hazırlık yapmaya sevk ettikleri için birer nimettir. Ölümün bi-
le, hikmetleri düşünüldüğünde büyük bir nimet olduğu idrak edilir. Kirnden
geldiği bilindikten ve iman ile hikmeti anlaşıldıktan sonra, en hoşlanmadığı­
mız bir hadise bile bize gülümser. Neticesi şifa olan aa bir ilaç hükmüne geçer
ve gönül gözü açık olanlar için harnde vesile olur.
Bir mümin, ne kadar çok övgüye layık hfH ve davranışlara sahip olmaya ça-
lışırsabu ismin tecellisine o ölçüde mazhar olur. Bu isimden ders alan bir mü-
min, Allah'tan gelen acı tatlı her şeye sabreder, şükreder. Çünkü, O'ndan an-
cak hayır ve fayda geleceğini, her işinin sonuç itibariyle hayırlı olduğunu bilir.
Tevekkül eder, huzur bulur.

72/6. Ey azamet, şan, şerefve hikimiyeti sonsuz Mecid! 0~


, Ç
Mecd mastan, sözlükte kerem ve ululukta enginlik anlarnma geliyor. Al-
lah'ın Mecid sıfah da bu kökten gelmektedir. Mecid ismi, Kur'an'da bir yerde
açıkça Allah' ı nitelernek için getirilmiştir. (11 :73) Bir ayette de, Allah' ı ını yoksa
Arş'mı ını nitelediği ihtilaflı bulunmaktadır. (85:15) ei-Halimi, Mecid'i şöyle
tanımlıyor: "Erişilmesi imkansız ve kuvvet sahibi olduğu halde harnde (övgü-
ye) layık olan." (Beyhak.i, a.g.e., s. 39) Ona göre bir kimseye Mecid denmesi için
440 • Kur'An vr Hlkmrı l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

kendisinde şu iki unsurun bir arada bulunması gerekir: Ulaşılamayacak dere-


cede izzet ve şevketi olacak, fakat bu şevketinin yanında güzel hasJetleri ve fiı I-
leri bulunacakhr. Allah Teala kendisine erişilmekten münezzehtir. Bununla~­
raber ihsan ve in'am eden fazi ve liituf sahibidir ki, insan O'nun nimetlerini
saymaktan acizdir. Aliisi, daha ziyade azarnet manasını tercih ediyor. (Yıldı­
nm, a.g.e., s. 169) Gazali ise, Mecid'i, "Zat'ı yüksek (şerefli), fiilieri güzel. niml'-
ti ve ihsanı bol olan" diye tarif eder ve şöyle der: "Zat' ının şerefinin yanında h-
il güzelliği de olursa buna mecd denilir. (... )Sanki Mecid ismi, Celil, Vehhab ve
Kerim isimlerinin manalanru kendisinde toplamaktadır." (Gazali, a.g.e., s. 88)
Bu noktalan biraz daha açacak olursak diyebiliriz ki:
Mecid'in Arapça'daki bu manasma göre, mesela, güzel ahiakından dolayı
gönüllerde taht kurmuş, fakat herhangi bir kuvvet karşısında mağlup, aciz vt•
çaresiz bir kimseye "mecid" denmediği gibi, haydutlukla geçinen, sarp dağ-·
larda müstahkem bir kaleye kapanmış, erişilmez eşkıyalara da "mecid" den-
mez.
Allah mutlak ve gerçek bir yücelik ve yükseklik sahibidir. Göklerde ve yer-
de en yüksek şan ancak O'nundur. O'na el ermez, güç yetmez. O, ordularla ku-
şatılmaz, kuvvetlerle mağlup edilmez. Buna rağmen kullarına, kendilerinden
daha yakın ve daha merhametlidir. Af ve ihsanı bol, rahmet ve inayeti hudut-
suzdur. Nimetleri sayılamaz, kerem ve bağışı rakamlara sığmaz, üstün nitelik-
lerinin haddi hududu yoktur. Her namazın son oturuşunda okuduğumuz sa-
lavat duasında "inneke Hamidun Mecid =şüphesiz Sen, çok harnde layık ve
şam yücesin" cümlesinde de Mecid'in bu anlamına işaret bulunabilir.

Bu isimden ders ve hisse alan bir mümin, elden geldiğince güçlü, kuvvetli
ve izzetli olmalı, ancak bu durumu kesinlikle insanlarm yaruna yaklaşmalan­
na, iyilik ve kereminden istifade etmelerine engel olmamalıdır. O, adeta güneş
kadar yüksek ve büyük olmalı, ancak tüm canlılarm başını ışığıyla okşamalı ve
hepsini sımsıcak hararetiye kucaklayıp ısıtmalıdır.

72/7· Ey her türlü mahlukata münasip nzkı veren;


her şeyin tedbir ve idaresini üzerine alan Muldt! 0
, ,
~ ~
1'
,

Mukit ismi hakkında çok değişik açıklamalar yapılmışhr. Hafiz, Şehid, Ka-
dir, her şeyin tedbir ve idaresini üzerine alan gibi anlamlarını başka .ilimlerden
nakleden Taberi, kendisi de değişik şiirler ve Hadislerden deliller getirerek
Kadir anlamını tercih eder. (Taberi, Tefsir, VIII, 583-585) el-Halimi ise şu açık­
lamada bulunur: Muklt, nimet ve yardımıyla imdat eden Mümid'dir. Bu vasfın
aslı, bünyeye kuvvet veren "kiit"tan gelmektedir. Allah, canlılarm bedenlerini,
Kur'In ve Hıkmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 441

vakit vakit çözülen ve gidenlerin yerini yeni unsurlarm almasıyla yenilenen bir
nizama tabi olarak yaratmışbr. İrade etti~ belirli bir vakte kadar, bedenin var-
lıkta durmasını, devamlı surette yenilemekle, Allah, canlılara Mukit vasfıyla
imdat etmektedir. (Beyhaki, a.g.e., s. 66)
Bu isim, Kur' in-ı Kerim' de bir ayet-i kerimede geçmektedir. Bu ayetin mea-
li şöyledir: "Her kim iyi bir şefaatte bulunursa, o iyilikten ona bir nasip vardır.
Her kim de kötü bir şefaatte bulunursa ona da o kötülükten bir hisse vardır.
Allah, her şey üzerinde Mukit'tir." (4:85)
Bu ayette geçen Mukit ismi, daha çok Hafiz, Şehid, Muhit gibi manaları ha-
hra getiriyor.
Gazili de bu ismi şöyle açıklamaktadır: "Mukit'in manası, azıklan yaratan
ve onlan bedeniere -ki bunlaryiyeceklerdir-ve kalplere-ki bunlar (ma'rifet)
bilgidir- ulaşbrandır. Buna göre, Mukit, Rezzak manasındadır. Ancak bu on-
dan daha hususidir. Çünkü, nzık azık olanı da olmayanı da içine almaktadır.
Azık, bedenin devamı için kendisiyle yetinilen şeydir. Bu ismin, bir şeye ege-
men olan ve ona gücü yeten anlamı da vardır. Egemen olma, ilim ve kudret ile
olur. Bu manaya 'Allah, her şey üzerinde Mukit'tir' (4:85) ayeti dela.Iet etmek-
tedir. Burada Mukit, muttali' (haberdar) ve Kadir demektir. Bu durumda da,
Mukit hem ilmi hem de kudreti içine alır ki, ayn ayn Kadir ve Alim sıfatiann­
dan daha tamdır. Çünkü her ikisinin manasını birden içine almaktadır. Bu
açıklamalanmızla bu isim, müteradif (onlarla eşanlamlı) olmaktan çıkmış bu-
lunmaktadır. (Gazali, a.g.e., s. 81)

Bu isimden ders alan bir mümin, çevresinde olup bitenlerden haberdar ola-
rak ve güçlü olmaya gayret ederek, elinden geldiğince uzak yakın ayınmı yap-
madan muhtaç insarılarm, hatta tüm canlılarm ihtiyaçlanrıı karşılamaya çalışır.
, , 1'
0 ~~
.,
72/8. Ey darcia kalan çaresizlerin imdadına koşan Muiis!

Allah, zor anında kulunun yardımına koşandır. Sıkınblı anında imdadına


yetişendir. Sonsuz re'fet ve rahmetiyle yardım sevediğini her vesileyle göste-
rendir. Mesela, susuzluktan şerha şerha yanlrnış topraklara, rahrnete hasret
kalmış bitki, hayvan ve insanlara yağmuda imdada koşandır.

72/9· Ey istecUji.ne izzet veren ve şereftendiren Muizz! 0 ~


, Ç

Bu isim, bir sonrakiyle birlikte açıklanır.


442 • K ur '1 n v ~ H i k m~ t 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

4 ~
72/ıo. Ey istedilini zelll kılan Müzill! 0 J~ Ç

Muizz, izzet veren, ağırlayan, değerli ve şerefli kılan, güçlü, yenilmez ve üs-
tün hale getiren; Müzill ise zillete düşüren, hor ve hakir eden, alçaltan demek-
tir.
Yüce Allah, Kur' anda bu iki sıfabna işaret etmekte ve tecellilerine örnek gt""
tirmektedir: "De ki: Ey mülkün sahibi Allah'ım! Mülkü dilediğine verir, diledı­
~den çekip alırsın. Dilediğini aziz, diledi~ zelil edersin. Şüphesiz ki Sen
her şeye Kadir'sin. Geceyi gündüze katarsın, gündüzü de geceye. Ölüden diri-
yi çıkanrsın, diriden de ölüyü. Dilediğini de hesapsız nzıklandınrsın." (3:26-
27)
Allah, hükümranlığın, güç ve saltanabn hakiki sahibidir. Bunların bir pani-
bsını kullanndan dilediğine verir, verdiklerinden de dilediğinde çekip alır.
Nasıl ki, geceyi gündüze çevirir, gündüzü de geceyle kararbrsa; yine, toprak
gibi kuru bir maddeden, bitkilerin yaprak ve çiçeklerini dokumak, çekirdek
sperm ve yumurta gibi bir nevi cansız olan maddelerden filiz, insan ve kuşlar
çıkarmak suretiyle ölüden diriyi meydana getiriyor ve bütün bunlann hayatia-
nna son vererek hepsini toprağa döndürmek suretiyle ölüme mazhar ediyorsa,
izzetle diriltmek ve zilletle bir çeşit öldürmek de O'nun elindedir.
Mesela, Hz. Muhammed ve sahabilerini aziz, onların düşmanlarını zelil;
mürninleri imanla aziz, katirieri ise tercih ettikleri inkarla zelil; salih kullannı
ihlasla aziz, iki yüzlüleri riyayla zelil; dostlannı Cennet'e girdinnek ve onlara
cemalini göstermekle aziz, düşmanlannı Cehennemle ve Kendinden uzaklaş­
brmalda zelil; yine kendilerinin tercihiyle bazı kullannı kanaat ve tevekkül ile
aziz, diğerlerini hırs ve aç gözlülükle zelil eden hep O' dur.
En büyük zilletlerden biri de esarettir. Esaret çeşit çeşittir. Nefis ve şeytanın
esareti var. Heva ve hevesin esareti var. Şüphe ve kuruntutarın esareti var.
Dünya sevgisinin esareti var. Zalimlere ve diktatörlere esaret var. Hapishane-
lere düşmek suretiyle esaret var. Düşman ordulannın elinde esir olmak var.
Allah, kullannı bütün bu esaretlerden kurtanr. Onları kendine aziz bir kul ya-
par. Yeter ki, samimi bir şekilde ve gönülden O'na müracaat edilsin, O'nun
kapısı dua ve niyaz ile çalınsın. Allah Kendisine hakkıyla kul olanlan başkala­
nna kulluktan er geç kurtarır.
Allah'ın izzet ve zillet vermesi gelişigüzel ve keyfi değil, bir kanun iledir. O,
izzet ve zillet vesilelerini belirlemiş, bunu gerek Kur'an'a ve gerekse ikinci bü-
yük kitabı olan kiinata yerleştirmiştir. İzzetin kapısı, yukanda da işaret edildi-
ği gibi başta iman ve en geniş manasıyla hakiki hürriyettir. Zilletin kapısı ise,
başta Allah'ı tanımama demek olan inkir ve her çeşidiyle esarettir. Nitekim
Allah, Alemierin Rabbini bırakıp buzağı heykeli gibi aciz ve adi bir varlığı tan-
Kur'an vr Hlkmrt ı,ıoında CEVŞEN ŞER HI • 445

Birinci Si.kke: Ferdiyel cilvesi, kiinat yüzünde öyle bir si.kke-i vahdet koy-
muştur ki, kiinah tecezzi kabul etmez bir kül hükmüne getirmiştir. Bütün kai-
nata tasarruf edemeyen bir zat, hiçbir cüz'üne hakiki malik olamaz. O si.kke de
şudur: Kiinahn mevcudah, envalan, en muntazam bir fabrika çarklan gibi bir-
birine muavenet eder; birbirinin vazifesini tekmile çalışır. Öyle bir tesanüd, öy-
le birbirine muavenet, öyle birbirinin sualine cevap vermek ve birbirinin im-
dadına koşmak ve birbirine sanlmak, birbiri içine girmek suretiyle öyle bir
vahdet-i vücud teşkil ediyorlar ki; bir insanın cesedindeki unsurlar gibi, birbi-
rinden kabil-i tefrik olmaz. Bir unsurun dizginini tutan, umumun dizginlerini
tutamazsa, o tek unsurun dizginini zapt edemez.
İşte kainahn simasındaki bu teavün, tesanüd, tecavüb, teanuk; pek parlak
bir si.kke-i kübra-yı vahdettir.
İkinci Si.kke: Zeminin yüzünde ve bahar simasında öyle bir parlak hatem-i
ehadiyet ve si.kke-i vahdaniyet İsm-i Ferd'in cilvesiyle görünüyor ki, Küre-i
Arz'ın yüzünde bütün zihayah bütün efradıyla ve ahval ve şuunahyla idare
etmeyen ve umumunu birden görmeyen ve bilmeyen ve icat etmeyen bir zat,
icat cihetinde hiçbir şeye kanşmadığıru ispat ediyor. O sikke de şudur: Zemi-
nin yüzünde madeni maddelerin, unsurların ve camidat mahlukahn gayet
muntazam, fakat gizli si.kkelerinden kat' -ı nazar; yalnız iki yüz bin hayvanat
taifelerinin ve iki yüz bin nebatat enva'ırun atkı ipleriyle dokunan nakışlı şu
sikkeye bak ki: Birden bahar mevsiminde, zeminin yüzünde, birbiri içinde, be-
raber, ayrı ayrı şekilleri, ayn ayrı hizmetleri, ayn ayrı nzıklan, ayn ayn ciha-
zatlan; hiçbirini şaşırmayarak, yanlış etmeyerek, nihayet kanşıklık içinde niha-
yet derecede temyiz ve tefrik ile, gayet hassas bir mizanla her bir şeye lazım
olan her şeyleri külfetsiz tam vaktinde umulmadığı yerden verildiğini gözü-
müzle gördüğümüzden, zeminin simasında o keyfiyet, o tedbir, o idare öyle
bir hatem-i vahdaniyet ve öyle bir sikke-i ehadiyettir ki; bütün o mevcudah
birden, hiçten icat edip beraber idare etmeyen bir zat; rububiyet ve icat cihetiy-
le hiçbir şeye kanşamaz. Çünkü karışmış olsa, o hadsiz geniş müvazene-i idare
bozulacak. Fakat insaniann o kavanin-i rububiyetin hüsn-ü cereyanlanna yine
emr-i İlahi ile suri bir hizmeti var.
Üçüncü Si.kke: İnsanın yüzünde. Belki, insanın yüzü öyle bir sikke-i ehadi-
yettir ki, Adem zamanından ta kıyamete kadar gelmiş ve gelecek bütün efrad-ı
insaniye birden nazar-ı mütalaasında bulunmayan ve her birine karşı o tek
yüzde birer alarnet-i farika koymayan ve o küçük yüzde hadsiz alarnet-i farika
bırakmayan bir sebep, bir tek insanın yüzündeki hatem-i vahdaniyete icat cihe-
tiyle el uzatamaz. Evet insanın yüzüne o sikkeyi koyan zat, elbette bütün
efrad-ı insaniye nazar-ı şuhudunda ve daire-i ilmindedir ki, her bir insanın si-
ması göz, kulak, ağız gibi aza-yı esaside birbirine benzediği halde, birer ala-
rnet-i farika ile, hiçbirisine tamam benzemez. Nasıl ki o simada göz, kulak gibi
azaların umum efradında birbirine benzediği, o nev' -i insanın 5arıi'i bir, vahid
olduğuna şehadet eden bir sikke-i tevhiddir; öyle de: Hukuk-u insaniyenin
muhafazası için sair enva'ın fevkinde olarak, o sirnalarda birbirine iltibas ol-
mamak ve birbirinden tefriki için, hikmetli pek çok alarnet-i farika ile iftirakla-
n, o 5ani' -i Vahid'in iradesini, ihtiyannı ve meşietini göstermekle beraber, a} n
ve çok dakik bir si.kke-i ehadiyet oluyor ki; bütün insanlan, hayvanlan, belki
kainab halk etmeyen bir zat, bir sebep o sikkeyi koyamaz." (Lem'alar, s. 31 i-
319)

73/3· Ey kusur ve ihtiyaçtan münezzeh olan Samed!

Samed ismi 32/9' da genişçe açıklandığı için burada tekrarla açıklamak istt•-
miyoruz. Oradaki açıklamamızda da görüldüğü üzere, "Samed" kelimesinin
çok farklı ve zengin bir içeriği var. Bu manalardan birisi de, burada da vurgu-
landığı gibi, "kusur'' dan münezzeh ve uzak olmakhr.

Bediüzzaman' a göre, insan hayahnın sırr-ı hakikati, tecelli-i e ha diyete ve


cilve-i samediyete ayna olmakhr. Yani bütün aleme tecelli eden isimlerin bir
odak noktası hükmünde bir kapsayıcılıkla Ehad ve Samedolan Zat'a aynalık­
hr. (Sözler, s. 128-129)

73/4· Ey çifti bulunmayan Vitr! 0 c} t· ~ '~ ; :;. Ç


Allah, eşi ve çifti bulunmayan; zat, sıfat
-ve isimleriyle tek ve emsalsiz olan-
dır.

.,.
73/s. Ey veziri bulunmayan Rab!
- , ~, y);:;. Ç
0 fi:/J
Allah, rububiyet saltanatında, yardıma, destekleyici ve vezirlerden mü-
nezzeh ve ihtiyaçsız olandır. "O Malik-i Zülcelal'in ne mülkünde, ne rububiye-
tinde, ne uluhiyetinde şerik ve naziri yoktur; muin ve vezire muhtaç değil; her
şeyin anahtarı O'nun elindedir; her şeye Kadir-i Mutlak'hr. Esbap, bir perde-i
zahiriyedir; tabiat, bir şeriat-ı fıtriyesidir ve kanunlannın bir mecmuasıdır."
(Ene ve Zerre Risalesi, s. 14)

73/6. Ey fakirliği bulunmayan Cani! Op


- ~, ~;:;.
,
Ç

21/4'te Gani ismiyle ilgili geniş açıklama geçti. Buna göre Allah, muhtaçlık
ve yoksulluğu ifade eden her şeyden hadsiz derecede münezzeh, yüce ve mu-
kaddestir.
Kur'An vr Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHI • 443

n edinen İsrailoğullan hakkında, "İşte onlara mutlaka Rablerinden bir gazap


ve dünya hayatında bir alçaklık erişecektir. Biz iftiracılan böyle cezalandırı­
rız." (7:152) buyurarak, belirttiğimiz "izzet ve zillet kanunu"nu açıkça ortaya
koymuştur. Demek ki, zilletin kaynağı, kiinatlann Rabbini bırakıp maddi ol-
sun manevi olsun sahte tann ve fani sevgiiilere kul köle olmaktır. İzzetin kay-
nağı ise Allah' a, ama sadece Allah' a kul olmak br.

Allah'ı bu isimleriyle tanıyan, Allah'ın emir ve yasaklanna aykın davrana-


rak zelil olmaktan kor kar, Allah' a itaatten aynlmaz, Allah da onu aziz kılar.
Zillete giden yol ise bunun tersi istikamettedir.
Gazali'in kısaca işaret ettiği gibi, izzet ve zillet kanunlannı, sebep ve yollan-
nı bilip, ikincisinden sakınıp birincisine elden geldiğince kuvvet ve ağırlık ve-
ren, yani aziz olma sebeplerinin, elinden ve dilinden zuhur etmesine çaba gös-
teren kimse, Allah'ın bu isimlerinden ders almış demektir.

, . .... ..... -
,:;; \-: ,
e 1oı ~ ~ ~~~' ~~~' ~' ~~ 41~~ ç ~~
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-73-

73/1· Ey zıddı olmayan Ehad!


- , ~, ~~ ~ :;. Ç
0 :W,
Bediüzzamarı'm şu ifadeleri, Ehad ve Varud isimleri arasındaki farka dikkat
çekerken bu isimle ilgili güzel bilgiler veriyor:
"Kainatın bütününde tezahür eden rububiyet ihtişamı, Allah'ın vahdaruye-
tini ispat edip gösterdiği gibi; canlılarm cüz'iyatlarma bir kanuna tabi olarak
erzaklannı veren nimet-i Rabhaniye dahi, Allah'ın ehadiyetini ispat edip gös-
terir. Vahidiyet ise; bütün o mevcudat birinindir ve birine bakar ve birinin ica-
dıdır, demektir. Ehadiyet ise; her bir şeyde, her şeyin Yarancısının çoğu isimle-
ri tecelli ediyor, demektir. Mesela güneşin ışığı, bütün yeryüzünü ihata ettiği
haysiyetiyle, varudiyet misalini gösterir. Ve her bir şeffaf cüz'de ve su darnlala-
nnda, güneşin ışığı ve harareti ve ışığındaki yedi rengi ve bir nevi gölgesi bu-
lunması, ehadiyet misalini gösterir. Ve her bir şeyde özellikle canlılarda ve bil-
hassa her bir insanda; o Sani'in ekser esması onda tecelli ettiği cihetle, ehadiye-
ti gösterir.( ... )
444 • Kur'in vt Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERH!

İşte celal ve haşmet noktasında vahidiyet göründü~ gibi, cemal ve rahmet


noktasında dahi nimet ve ihsan, Allah'ın ehadiyetini ilan eder. Çünkü caniıda
ve bilhassa insanda, o derece sanat-ı camia (özlü sanat) içinde; hadsiz enva' -ı ni-
meti anlayacak, kabul edecek, isteyecek cihazat ve aletler vardır ki; bütün kai-
natta tecelli eden bütün esmasının cilvesine mazhardır. Adeta bir nokta-i mihra-
kıye (odak nokta) hükmünde, bütün Esmi-i Hüsna'yı birden mahiyetinin ayine-
siyle gösterir ve onunla ehadiyet-i ilahiye'yi ilan eder." (Mektubat, s. 234-235)
Şu sabrlar da Yüce Allah'ın bu isminin varlıklar üzerindeki panlb ve tecelli-
lerine ışık tutuyor:
"Evet, her şeyin yüzünde, cüz'i olsun külü olsun, zerrattan ta seyyarata ka-
dar öyle bir sikke var ki, ayinede güneşin cilvesi güneşi gösterdi~ gibi, öyle de
o sikke ayinesi dahi, Şems-i Ezel ve Ebed' e işaret ederek, vahdetine şehadet
eder. O hadsiz sikkelerden burada yalnız kısa bir işaretle üç tanesine bakaca-
ğız. Şöyle ki:

Mecmu-u kiinahn yüzüne, enva'ın birbirine karşı gösterdikleri teavün, te·


sanüd, teşabüh, tedahülden mürekkeb geniş bir sikke-i vahdet konulduğu gibi
zeminin yüzüne de, dört yüz bin hayvani ve nebati taifelerden mürekkeb bir
ordu-yu Sübhani'nin ayn ayn erzak, esliha, elbise, talimat, terhisat cihetinde
gayet intizam ile hiçbirini şaşınnayarak, vakti vaktine verilmesiyle koyduğu o
sikke-i tevhid misillü insanın yüzüne de, her bir yüzün umum yüzlere karşı bi-
rer alimet-i farika bulunmasıyla koyduğu sikke-i vahdaniyet gibi her bir mas-
nu'un yüzünde -cüz'i olsun külli olsun- birer sikke-i tevhid ve her bir mahlu-
kun başında -büyük olsun, küçük olsun, az ve çok olsun- birer hatem-i ehadi-
yet müşahede edilir. Ve bilhassa zihayat mahluklann sikkeleri çok parlakbrlar.
Belki her bir zihayat kendisi dahi birer sikke-i tevhid, birer hatem-i vahdet, bi-
rer mühr-ü ehadiyet, birer turra-i samediyettirler.
Evet her bir çiçek, her bir meyve, her bir yaprak, her bir nebat, her bir hay-
van; öyle birer mühr-ü ehadiyet, birer hatem-i samediyettir ki, her bir ağacı bi-
rer mektub-u Rabhani ve her bir taife-i mahlukab birer kitab-ı Rahmani ve her
bir bahçeyi, birer fennan-ı Sübhani suretine çevirerek, o ağaç mektubuna, çi-
çekleri adedince mühürler ve meyveleri sayısınca imzalar ve yapraklan mikta-
rınca turralar basılmış ve o nev ve taife kitabına dahi, onun katibini göstermek,
bildirmek için ferdieri adedince hatemler basılmış. Ve o bahçe fennaruna, onun
sultaruru tanıthnnak, tarif etmek için o bağ içinde bulunan nebat, ağaç, hayvan
sayısınca sikkeler basıhruşbr."(Şudlar, s. 32-33)

73/2. Ey dengi bulunmayan Ferdi 0 ~ ~ ~jl ~:;. ~

Ferd ism-i a'zamı, a'zami bir tecelli ile kiinahn heyet-i mecmuasına ve her
bir nev'ine ve her bir ferdine birer sikke-i tevhid, birer hatem-i vahdaniyet
koymuştur. Burada yalnız üç sikkeye işaret edeceğiz.
Kur'in v~ Hikm~t l~ıQında CEVŞEN ŞERH! • 447

0 J.)$.
~ , .
73/7· Ey azledllmeyen Sultan!
- ~, ~~ ~:;. Ç
Sultan ismiyle ilgili açıklama 5/6'da geçti. Yüce Allah, rububiyet ve hakimi-
yetinden uzaklaştınlması mümkün olmayan, saltanat tahbndan aziedilmesi
düşünülemeyen, rakiplerden münezzeh tek sultandır.

73/8. Ey aczden münezzeh olan MeJlk! 0p ~ ~ ~:;.. Ç


- , '
Yüce Allah, Kur'an-ı Kerim'de Zat'ını büyük bir iktidar sahibi "Melik" diye
niteliyor: "Müttakiler ise cerınetlerde, bahçelerde ve ırmak kenanndadırlar.
Son derece kuvvetli o Hükümdann (Melik), hak ve dürüstlük meclisinde yer-
lerini alırlar." (54:54-55)
Birçok ayet-i kerimede de Yüce Allah'ı hiçbir şeyin aciz bırakamayacağı be-
lirtilir. Bazılan şu mealdedir:
"Yeryüzünde dolaşmıyorlar mı? Kendilerinden öncekilerin sonunun nasıl
olduğuna bir ba.ksınlar. Onlardan daha güçlüydüler. Allah'ı göklerde ve yerde
aciz bırakacak hiçbir şey yoktur. Çünkü O, her şeyi bilen ve güç yetirendir."
(35:44)
"Onlar yeryüzünde (Allah'ı) aciz bırakacak değillerdir; onlann Allah'tan
başka (yardım isteyecekleri) dostlan da yoktur. Onlann azabı kat kat olacakhr.
Çünkü onlar (gerçekleri) ne görebiliyorlar ne de kulak veriyorlardı." (11:20)
"Sizler ne yerde, ne gökte Allah'ın hakimiyetinin dışına kaçarak kurtula-
mazsınız. Sizin Allah'tan başka ne koruyanınız, ne de yardımcıruz vardır."
(29:22)

73/9· Ey benzeri olmayan Mevcud! 0 ~ ~ ~;.. y ~:;.. Ç


-
Mevcud, var olan ve bulunan demektir. Allah, öyle bir varlıktır ki, hepsi de
O'nun tarafından yaratılan mevcudat arasında O'na benzeyecek hiçbir şey
yoktur. Sanatın sanatkara benzediği görülmüş şey midir?

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyon~z. Bizi Cehennem'den kurtar!
448 • Kur'In ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞER HI

-74-

74/1· Ey zikri, Kendisini zikredenler için büyük şeref olan!

Zikir, Allah'ı anmak, habrlamak, azametini düşünmek demektir. Dil, kalb


ve bedenle zikir vardır. Dil ile zikir, Cenab-ı Hakk'ı güzel isimleriyle anmakbr.
Kalb ile zikir, kalben ve zihnen O'nu düşünmek, yaradılıştaki sır ve incelikleri
seyrebnekle her zerrenin İlahi aleme bir ayna olduıunu gönül gözü ile gör-
mektir. Bütün şuuru ile, Hakk'ın tecelliyat deryasına dalmakhr. Fiili zikir iSt·,
Hz. Peygamber'i örnek alarak İlahi emir ve yasaklara riayet etmektir. Çünkü,
bu riayet yapılırken buyruğun Yüce Allah'tan geldiği düşünülerek yerine geti-
rilir.
İşte tüm bu çeşitleriyle Allah'ı anmak, zikreden için hem dünyada hem dt~
ahirette büyük bir manevi de~er, hakiki şan ve şereftir.

0~~li.u)~~%~:;ç
, ,

74/2. Ey şükrü Kendisine şükredenlere büyük kurtuluş olan!

inanan insanın en önemli görevlerinden biri de şükrebnesidir. Biz insanlar


devamlı olarak şükrebneliyiz. Genellikle sahip olmadı~ınuz şeylere bakıp ya-
kınınz. Onun için de bir türlü Allah'a şükretme görevimizi hakkıyla ifa ede-
meyiz. Oysa her birimizin elinde o kadar çok nimet var ki, bir tanesinin bile
şükrünü tam olarak yerine getiremeyiz.

Şükür de kalp, dil ve davranışlarla olur. Kalp ile şükür, Allah'ın bu nimetle-
ri üzerinde düşünmek ve Allah'a karşı teşekkür duygusu taşımakla olur. Dil
ile şükür, bu nimetlerden dolayı Allah'a sözlü olarak şükretmektir. "Allah'a
şükür'', "Allah'a hamdolsun" gibi sözlerle yerine getirilir. Davranışlarla şükür
ise, bu nimetleri Allah'ın istediği doğrultuda kullanmakla yapılır. Bu da
Kur'an'ın ve Sevgili Peygamberimiz'in buyruklanru tutmakla olur.

Yüce Allah, şükredenlere büyük mlikMatlar vereceğini vaat etmektedir:


"Allah, şükredenleri mükatatlandıracakhr." (3:144)
Şükür, en genel manasıyla, Allah'ın nimet ve keremini düşünerek büyük bir
minnettarlıkla O'nun emir ve yasaklarına riayet demek olduğuna göre, şükre­
den için gerçek ve büyük bir kurtuluş vesilesidir.
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 449

0 v·,,
-~~_ul,;jj, ~ ~~; '-'
·.; ç
74/3· Ey hameli Kendisini övenlere büyük iftihar vesilesi olan!

Hamd, şükriin dil ile yapılanıdır. Kalbi minnettarlı~ın dil oluğundan dışa­
nya taşmasıdır. Allah'ın sonsuz kemalatma karşı mest ve hayran kalarak O'nu
medih ve sena etmektir. Bu da, mürnin için en büyük şeref, iftihar ve övünç ve-
silesidir. Şu sahrlar, Allah' a ham d edebilmek için üzerinde düşünülecek sayı­
sız sahne ve güzelliklerden örnek kabilinden sadece iki tanesine dikkat çeker:

"Düşman, yabana, ölü, ürkütücü ve ağlayan birer yetim olarak tevehhüm


edilen mevcudah, dost, kardeş, canlı, yardıma, Allah'ı tesbih ve zikredici kul-
lar olarak tasavvur ettiren nur-u imandan dolayı Allah' a hamdolsun.
Yani, gaflet nazanyla bakıldığında, alemdeki her bir varlık, muzır düşman­
lar olarak görülür. O zaman insan her şeyden ürker. Eşyayı yabana sarur.
Çünkü, dalalet gözünde, bütün geçmiş ve gelecek zamanlardaki kardeşlik bağ­
lan kopar. Kişinin kardeşlik ve alakası az ve kısa bir hazır zamana sıkışıp kalır.
Binaenaleyh ehl-i dalaletin kardeşliği binlerce sene içerisinde bir dakika gibi-
dir. Ehl-i imanın kardeşliği ise, geçmiş zamanın başlangıandan tut ta sonsuza
kadar uzanır.
Dalalet bakışı, kamattaki cisimleri ürkütücü birer ölü olarak görür. İmanla
bakış ise, o cisimleri dost birer canlı olarak gösterir. Her bir cisim, lisan-ı haliy-
le Yarabasını tesbih etmeye başlar. Bu yönüyle onlann da bir ruhu ve hayah
vardır. Ürkütücü ve dehşet verici değil, aksine cana yakın bir dostturlar. Dala-
let nazan, canlılan, arzularını temin etmekten aciz, kendilerine sevgi göstere-
cek bir hamiden mahrum ve ihtiyaçlanru üstlenecek kimseleri bulunmayan ve
adeta acz, üzüntü ve ümitsizlikten a~layan yetimler olarak görür.
İman gözlüğü ise, canlılann, ağlayan yetimler olmadıklannı, belki yükümlü
birer kul, vazifeli birer memur ve tesbih edici birer zakir olarak görür ve öyle
olduklarını söyler.

Dünya ve ahireti, mürnin için nimetler dolu iki sofra olarak tasvir eden
iman nimetinden dolayı Allah'a hamdolsun. Mürnin imanının eli ve o imanın
ziyasıyla inkişaf eden açık ve gizli enva-ı çeşit duygulan, manevi ve ruhi çeşit
çeşit latifeleriyle bu iki sofradan istifade eder.

Evet, dalaletle bakıldığında, canlıların istifade dairesi zeval ile acılaşan


maddi lezzetlere has kalacak derecede küçülür.
İman nuruyla bakıldığında ise, o canlılarm istifade dairesi semavat ve arzı,
belki dünya ve ahireti ihata edecek kadar genişler. Mümin, evi olan şu dünya-
da güneşi bir lamba, vazifesini yaparken kendisine yardıma olan bir arkadaş
ve hayat yolculuğu esnasında bir munis yoldaş olarak görür. Bu nokta-i nazar-
dan güneş de, kendisine takdim edilen nimetlerden bir nimet olur. Kendisine
450 • Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

takdim edilen nimetlerden bir tanesi güneş olan bir kimsenin ise, istifade daı­
resi ve önüne serilen nimet sofrası semavattan daha geniş hale gelir." (Bediüz-
zaman, Tefekkürname-Marifetruime)
'. ~ . ·ıı~ı- ~ .... -,, ,, . , 1'
.....
0 ~--.!!!·--·~~UI'.,.
, ' .... ,_, 'ıl
74/4· Ey taati, Kendisine itaat edenlere kurtuluş olan!

Allah'a itaat, en geniş ve genel anlamıyla istikamet, denge ve ölçü üzere ya-
şamakhr. Adap ve erkana riayettir. Sırat-ı müstakimi, dosdoğru yolu tutmak-
tır. Bu çizginin dışına taşmak ise, eksi veya artı istikamette uçuruma yuvarlan-
maktır. Yolu şaşırarak ıssız ve ürkütüd.i çöllerde kaybolmakhr. Kısaca, dünya
ve ahirette tek kurtuluş yolu, Allah'ın çizdiği yoldur. Emirlerine uymak, ya·
saklanndan ise sakınmakhr.
~~-~c_, :-c
-._ ,....ıÜ:.ıJ, r.- _,:..u
0~ . . .JA ı:,-- -
\..,.;

74/s. Ey kapısı Kendisini arayanlara açık olan!

O'nun kapısı, ne kadar günahkar olursa olsun, ne kadar O'ndan uzak düş­
müş bulunursa bulunsun, hatasını anlayan, saphğı uzak günah çöllerinden dö-
nüş yapan, içine düştüğü günah bataklığından kurtulmaya çalışan herkes için
ardına kadar açıktır. Yeter ki, o kapıya dönüş yapılsın, pişmanlıkla önünde du-
rulsun ve dua ile çalınsın.

'.. )~iı.-
0 ~ , c='. 1'J ~, ·.,c
-; .,. ı:.r- -

74/6. Ey yolu müıninlere zahir ve belli olan!

Akıl,vicdan ve sağduyularının sesine kulak veren, Allah'ın kitabı olan


Kur'an'ın güneş misali ışığının alhna giren ve hayata iman gözlüğüyle bakan
mürninler için yol gayet açık, aydınlık ve düzlüktür.
Şu ayet-i kerime müminle kafirio hayat yolunda yürüme farkına güzelce
ışık tutar niteliktedir:
"Yüzüstü sürünerek yürüyen mi, yoksa dosdoğru yolda düzgün bir şekilde
giden mi daha iyi yoldadır?"

Ayette geçen, ~J
,, ~~deyimi iki türlü anlaşılabilir:
1 -

a) Allah'ın ihsan ettiği ayaklannı kullanmayarak yüzükoyun yerde sürüne-


rek yürüyen kimse. Küfür, inkar ve isyan, fıtrahn çarpıblmasıdır. Kalp ve nı-
Kur'An •t Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞER HI • 451

hun, akıl ve idrakin asli gayelerinden uzaklaşhnlmasıdır. İnsanı manen ters-


yüz eder, cevherini kömüre dönüştürür. Her şeyi tersinden görüp değerlendir­
meye sürükler. Hayata, kainata ve hadiselere bakışı karanlık olan inkar gözlü-
ğüyledir. Bu haliyle o, yüzüstü sürünerek yürüyen kimseye benzer. Bu kişinin
kısa zamanda kendini harap edeceği, sağlığını bozacağı, üstelik hedefine de
ulaşamayacağı muhakkakhr.

b) Aslında ayakta yürümeye çalışhğı halde, sık sık tökezleyerek yere kapak-
lanan, bu yüzden bir türlü belini doğrultamayan, ayağa kalkar kalkmaz yeni-
den yere kapaklanan kimsedir. Bu tasvir de kafirin haline son derece uygun-
dur. O, kainattaki adetutlah kanunianna ters hareket ettiği için hayat yolunda
yürürken her varlıkla toslaşır, İlahi kanunlarla çelişir. Gerçeklerle ters düşer.
İşte iman nurundan mahrum, Allah'ın kendisi için çizmiş olduğu hak ve haki-
kat caddesinden sapmış, bütün kainahn nefret ve düşmanlığına kendini hedef
etmiş kafuin durumu budur.

Dosdoğru yolda dimdik ve dümdüz yürüyen kimse ise, başta Hz. Peygam-
ber (a.s.m.) olmak üzere bahtiyar müminlerdir. Bunlar, yüksek ideallere doğru,
çizilmiş bir yolda, işlek ve geniş bir caddede adımlannı doğru atarlar. Allah'ın
gerek kevni, gerekse vahyi hidayet ve irşadmdan yararlarurlar. Allah'ın çizdiği
yolda ve O'na doğru intizarnla yol alan varlıklar kafilesine kahlır, onlara ayak
uydururlar. Onlann dostluk ve ünsiyetini kazarur, hedefe de öylece gönül hu-
zuru ile vanrlar. İman hay.-•.ı, İslam yolu kolaylık, istikamet ve denge yoludur.
Küfür hayah ise, zorluk, tökezleme, yalpalama ve gerçek amaçtan sapma yo-
ludur. Hangisi daha iyi hedefe ulaşhnr, murada erdirir? Acaba bu sorunun ce-
vaba ihtiyaa var mı? Demek ki ayetteki bu soru, gerçeği zihinlere nakşetmek
içindir.
Mürnin ile kafirin bu hali aynen ahirette de devam edecek, haşirleri de dün-
yadaki yaşayışlarma uygun biçimde farklı olacaktır. (Bkz. Razi, a.g.e., XXX, 64)
, ... '
0 ~~~ ıJlA:; ~ÇI~:; Ç
74/7· Ey ayetleri, bakanlar için kesin dem olan!

"Ayet" kelimesinin ne anlama geldiği konusunda 55/6 ve 57/2' de örneklerle


genişçe açıklama yapıldığından burada şu kadannı söylemekle yetiniyoruz:

Allah'ın gerek kainat kitabına nakşettiği tekvini, fıtri ve kozmolojik ayetleri


(kudretinin dellileri) olsun, gerek indirdiği kitabında yer verdiği mu'ciz ifade-
leri olsun, gerekse peygamberleri eliyle gösterdiği mucizeler olsun tüm
"ayet"leri, bakıp görenler için kesin ve ikna edici delildir.
452 • K ur' 1 n ve H i k met I~ ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

0 ,~ -~--· ~,((.•'
,... , ·~..ü~~
, ""'
..
1":../_ , , • , 1'
....... ~
I-...,-

74/8. Ey Kitabı kuvvetli iman sahipleri için ötüt olan!

Aslında O'nun yüce kitabı


Kur' aıt, herkese bir öğüt, irşat ve hidayet rehberi
olmak için indirilmiştir. Fakat, kuvvetli iman ve takva sahiplerinden başka~ı
ondan yararlanmadığmdan, onlara bu özelliğiyle bir fayda vermemektedir.
Tıpkı, yanan kandilden sadece gözü görenlerin yaradarup görme yeteneğinden
yoksun olanlarm yararlarunaması gibi. Şu ayet-i kerimeler, Kur'an'ın kimler
için hidayet ve irşat vesilesi olduğunu, kimiler için olmadığına güzelce ışık tu-
tuyor:
"Bu Kur'an, dellileri ile, fikirleri ve kalpleri aydınlatan hasiret nurlandır,
iman edecek kimseler için hidayet rehberi ve rahmettir." (45:20)
"Do~su Kur'an Allah'a karşı gelmekten sakınanlara bir öğüttür." (59:48)
"Gerçeği bilmeyenler dediler ki: 'Allah bizimle konuşmalı veya bize muciz~
gösterilmeli değil miydi?' Onlardan öncekiler de buna benzer sözler söylemiş­
lerdi. Kalpleri nasıl da birbirine benziyor! Gerçekleri iyice bilmek isteyenler
için delilleri apaçık gösterdik." (2:118)
"Rabbinin ayetleriyle öğüt verildiği halde onlara sırbnı dönen ve elleriyle
işlediği suçlanru unutan kimseden daha zalim kim olabilir? Biz onlann kalple-
rine bunu anlamalarma engel olacak perdeler, kulaklanna da ağırlıklar koy-
duk. Sen onlan hidayete çağırsan da, artık onlar ebediyyen hidayete gelemez-
ler." (18:57)
"Onlardan seni Kur'an okurken dinleyenler de vardır. Fakat Biz onu layık
olduğu şekilde anlarnalanna mani olmak için, onlann kalplerine kat kat örtüler
gerdik. Kulaklannın içine de, gereği gibi işitmelerini engelleyen ağırlıklar koy·
duk. Artık onlar her türlü mucize ve belgeyi de görseler yine iman etmezler. O
kadar ki yanma geldikleri zaman seninle münakaşaya girişerek 'Bu, eskilerir
masallanndan başka bir şey değildir' derler." (6:25)
..
0~~~~~~:;.~
,, ,
74/9· Ey affı gü.nahkirlar için sığmak olan!

Yüce Allah, günahkarlan bağışlayıa olduğu için, onlann da dönüp dolaşıp


sonunda varacaklan yer O'nun af ve mağfiret dergahıdır.
, • . •IJ ,. -:: ,, , • , , , • , 1'
O \)!.'... .... ...... ~~ ~.) ~ ı:r- ~
,
74/10. Ey rahmeti muhsinlere yakın olan!
K ur' l n v t H i k m tt 1ı ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 453

Peygamberimizin. muhsinlerin vasfı olan "ihsan"ı tarumlarken buyurdu~


gibi, sanki onu görüyormuşcasına Allah'a kulluk ederler, ki zaten onlar O'nu
görmese de, O onlan görmektedir. Şu ayet-i kerime de bu vasfa sahip olan
muhsinlere İlahi rahmetin, yani hususi ihsarurun yakın olduğunu müjdelemek-
tedir:
"Düzene sokulduktan sonra yeryüzünde bozgunculuk yapmayın. Allah' a
(azabından) korkarak ve (rahmetini) umarak dua edin. Şüphesiz, Allah'ın rah-
metiiyilik edenlere çok yakındır." (7:56)

e ;L:.II ~ ~ ı)t;\'1 _;,ı;';ll~~ \lt- ~t\' ç ~~


"" , ..... .... ,,,-:,
, , ,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman tJer bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-75-

75/1· Ey ismi yüce ve mübarek olan! O ~I..:!J)Q:;. Ç

Bir ayet-i kerimede de Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle dile getirilir:


"Azarnet ve kerem sahibi olan Rabbinin adı çok yücedir, çok yüce!" (55:78)
Yani izzet ve azarnet sahibi, ihlaslı kullarına nimetlerini ikram eden Allah
münezzeh ve mukaddesdir. O, tazime layıkhr, isyan edilmez, yüceltilip ibadet
edilir; şükre layıkhr, nankörlük edilmez; daima hahrlanmaya layıkhr, unutul-
maz.
, 1

75/2. Ey şan ve makamı yüksek olan! 0 ~~ jw:;. Ç


Bir ayet-i kerimede Yüce Allah, cinlerin ağzından bu vasfını şöyle dile getirir:
"Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur' an dinledik. Bun-
dan böyle Rabbimize asla bir şerik tanımayacağız. Rabbimizin şanı çok yüce-
dir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir." {72:3)

75/3· Ey sena ve övgüsü büyük olan! 0 :j8 j;.. :;. Ç


Hanefi Mezhebi'nde her namazda başlangıç tekbirinden hemen sonra oku-
nan Sübh.ineke duasına, cenaze narnazına özgü olarak "Ve celle senaük =Se-
nan ve övgün büyüktür." ifadesi eklenir.
454 • K ur' i n v t H i k m tt 1~ı ğı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

Allah'a, bütün bir mahlukattan Allah'a yöneltilen medih ve senalar, harrıd


ve övgüler gerçekten çok muazzamdır. Sonsuz kemal ve cemale sahip olan Yi.i-
ce Allah da tüm bu övgülere fazlasıyla layıkhr.

75/4· Ey kendisinden başka ilah olmayan! 0 ~~ ~r~:; Ç


Allah'tan başka hiçbir ilah bulunmadığı gerçe~ İslam inanorun esası olup
de~şik isimleri açıklarken defalarca vurgulandı. "Sizin için O'ndan başka ilah
yoktur." (7:59) bu gerçeği dile getiren çok sayıdaki ayetten sadece bir tanesidir.

75/ 5· Ey isimleri mukaddes olan! 0 :'jl; •..\ •~ -:.'W:; Ç


Allah'ın zat, sıfat ve fiilieri münezzeh ve mukaddes olduğu için, bu kudsi-
yetin birer simgesi olan isimleri de her türlü kusur, leke ve eksiklikten son de-
rece mukaddes, rnünezzeh ve yücedir.
"En güzel isimler Allah'ındır. O'na o isimleri ile dua edin. O'nun isimleri
konusunda sapanlan bırakın. Onlar yaphklannın cezasını göreceklerdir."
(7:180)

75/6. Ey bekası devam eden! Q:'j~ rJ~:; Ç

Bir ayet-i kerimede Firavun'un Hz. Musa'ya iman eden sihirbazlarının dı­
linden Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle ifade ediliyor:
"Bize gelince, açıkçası biz, hatalanmızı ve bize sihir alanında zorla yaphı­
dığın şeyleri bağışlaması umuduyla Rabbimize inandık. Çünkü Allah (umut
bağlananlann) en hayırlısı ve en kalıcısıdır."

Allah'ın, baki, ebedi ve ölümsüz olduğu gerçe~ buraya kadar defalarc.ı


vurgulandı.

75/7· Ey azaıneti, güzellik ve pariaklılı olan! O :'j~ ~; lra;, il,;. Ç


,

Allah'ın azameti, O'nun tam olarak takdir edilmesi mümkün olmayan de-
~er ve güzelliğinin kaynağı, sebebi ve vesilesidir.

Büyüklük (kibriya) Yüce Allah'ın hiç kimseyle paylaşmadığı, paylaşmay<ı


kalkanlan asla affetmediği ve O'nu, göz ve akıllann idrak ve ihatasından saklı
K u r' .i n 11 e H i k m et I ~ ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 455

tutan perdesidir. Bu perde, O'nu örten bir perde değil, O'na karşı akıl ve göz-
lerimizi örten bir perdedir.

0 :j~ v :;.; ~ ~ Ç
75/9· Ey gizli nimetleri grup grup bile sayılamayan!

"Rahman Kur'an'ı öğretti. İnsanı yarattı, ona konuşmayı öğretti. Güneş ve


ay bir hesap ile hareket ederler. Yıldızlar ve bitkiler hep secdededirler. Göğü
bu ahenkle O yükseltti ve bu mizanı koydu ki siz de ders alıp ölçü dışına taş­
mayasıruz. Öyleyse siz de tartıyı adaletle yapın, sakın teraziyi, dengeyi a.ksat-
mayın! Allah yeryüzünü de canlı yaratıklar için alçalbp döşedi. Orada meyve
çeşitleri, salkımlada dolu hurma ağaçlan, saplı ve yapraklı hububat ve hoş ko-
kulu bitkiler vardır. O halde Rabbinizin nimetlerinden hangi birini i.rıkar ede-
bilirsiniz?" (55:1-13)
Ayette, Allah'ın kainah halk etti~ ve mahlukahn nzkını temin edebilmesi
için en uygun vasıflarla bu nizarnı yarattığı beyan edildikten sonra "Şimdi
Rabbinizin hangi "Alai"ni yalanlıyorsunuz" denilmektedir. Burada "Alai'' ke-
limesi "nimet" anlamında kullarulmışhr. Fakat ayrıca Allah'ın kemal ve kudre-
tiyle O'nun harnde layık vasıflan da kastedilrniştir. Yani O'nun bu kainatta şa­
şılacak derecede birçok varlık yaratması ve onları en uygun şekilde nzı.klandır­
ması, kudret ve kemalinin bir göstergesidir. Her türlü yiyecek ve meyvayı halk
etmesi, O'nun harnde layık sıfatiarına delalet eder. (Tefhim)
-
o:j~~'J~ç
~ -
75/to. Ey ihsan ve nimeti hesap ve sayıya gelmeyen!

İlahi nimetierin sayılamaz derecede çok oluşu konusunda genişçe açıklama


70/l'de geçti. Burada sadece bir ayet-ikerime ışığında konuya temas edeceğiz:
"Göklerde ve yerde olan her şeyi, Allah'ın size musahhar kıldığını, açık ve
gizli birçok nimetlerini sizin üzerinizde bol bol tamamladığını görmediniz mi?
İnsanlar arasında, hiçbir ilmi, hiçbir rehberi ve aydınlabo hiçbir kitabı yokken,
ha.Ia Allah hakkında mücadele edenler vardır." (31:29)
Teshir (musahhar kılma, emrine verme), insaniann ihtiyaç duyduğu şeyle­
rin meydana gelmesine sebep ve vesile kılmak ve o sebeplerden faydalanmayı
kolaylaşbrmak demektir.

Göklerde ve yerde ne varsa hepsirlin insana musahhar olduğu, doğrudan


doğruya veya dolaylı olarak ona hizmet etti~ kesindir. Bu, şu üç ihtimalden
birisiyledir:
456 • Kur'in ve Hikmet l~ıOı~da CEVŞEN ŞERH i

a) Ya bütün bu büyük küçük, uzak yakın, canlı cansız cisim ve varlıklar, in-
sanı taruyorlar, korkulanndan veya şefkatlerinden onun hizmetine koşuyorlar.
b) Ya insan kendi güç ve kuvvetiyle onlann hepsine elini ve hükmünü ye-
tiştiriyor, onlara kendi gücü ve kuvvetiyle boyun eğdiriyor.

c) Ya da, hem insanı hem de o varlıklan yaratan, insanı cisminin küçüklü-


ğüne ra~en çok büyük görevlerle görevlendiren, onu yeryüzüne halife yapıp,
kainabn kutbu ve merkezi haline getiren, kendinden bir ruh üfleyip, her şeyi
kendi zevkinin hendesesine göre düzenlemesine fırsat veren, dünyayı onun
için bir saray haline getiren, yeryüzünü bir döşek ve serilmiş bir halı yapan;
gö~ sarayına kubbe, güneşi bir lamba ve soba, ayı bir kandil, yıldızlan bir
avize kılan, bu dünya saraymda ona kısa ve uzun vadede lazım olan her şeyi
depolayan, her sene mevsimleri birer büyük vagon gibi gayp ileminden dol-
durup onun önüne seren rahmet, kudret, ilim ve hikmet Sahibi bir yaraha ta-
rafından bütün bu işler yapılıyor. İlk iki şık bahl ve gerçek dışı oldu~na göre,
bu üçüncü şı.kka yani, ayette bu İlahi teshire dikkat çekilmektedir.
Nimet, aslında, hoş ve rahat hal demektir. Daha sonra, "iyilik amaayla baş­
kalanna saılanan menfaat ve yarar" anlammda kullarulmışhr.
Allah'ın nimetleri, aslında sayılamayacak kadar çok ise de, bunlar iki ana
grupta toplanabilir:
A) Dünyevi nimetler
a) Vehbi Nimetler:
1) Manevi nimetler: Ruhun üfürülmesi, akılla donahlması, anlayış, tefekkür
ve konuşma yetenekleri verilmesi vs. gibi.
2) Cismini nimetler: Beden giydirilmesi, duyu organlanyla donablmas:,
sıhhat ve afiyetle taltif edilmesi.

b) Kesbi nimetler: Nefsi, kötü huylardan anndırmak, onu üstünmelekeve


faziletlerle donatmak, bedeni, güzel elbise ve süslerle tezyin etmek, mal ve ma-
kam sahibi olmak.
B) Uhrevi Nimetler: İnsanın günah ve ihmallerini affetmek, mukarreb me-
leklerle birlikte onu yücelerin yücesine çıkarmak ve ebediyetlere kadar onu
cennetlerde yaşatmakhr.
Zahiri ve batıni nimetler hakkında şu görüşler vardır:

a) Zahiri nimetler, İslam, vücudunu düzgün bir biçimde yaratması ve verdi-


~ nzıklar; batıni nimetler ise, insanın günahlannı örtmesi ve kötülükleriyle
onu başkalannın gözünde rezil etmemesidir. (İbn Abbas yoluyla merfu olarak
rivayet edilmiştir).
K u r' 3 n v t H ı k m tt 1i ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 457

b) Zahiri nimet, Kelime-iŞehadeti söylemek, bahni nimet ise, onun muhte-


vasına inanrnakhr
c) Zahiri nimet, Resulullah' a ittiba, bahni nimet ise, onu sevmek tir.
d) Zahiri nimet, duyu organlanyla algılanan, bahni nimet ise, akılla farkına
vanlandır. Bu ve bundan sonraki görüş, Kadı Beydavi'nin görüşüdür.

f) Zahiri nimetler, bildiğiniz nimetler, bahni nimet ise, bilmediğiniz nimet-


lerdir.
İnsan vücudunda ve dış dünyasında insanın yaranna iş gören sayısız şeyler
vardır. Fakat insan, Yarahasının kendisi için hazırladığı, onun koruma ve em-
niyetini, gelişme ve beslenmesini, sağlık ve mutluluğunu sağlayan nice vasıla­
Iann farkına varmaz. Bilimin çeşitli dallannda insan üzerinde yapılan araştır­
malar Allah'ın daha önce insana gizli kalmış nice nimetini açığa çıkarmışhr. Ve
şimdiye dek açığa çıkanlmış olan nimet ve lutuflar, h.ila gizli olanların yanın­
da çok önemsizdir. Mevdudi de bu şıkta Kadı Beydavi gibi düşünrnektedir.
e) Zahiri nimet, uzuvlann sapa sağlam oluşu, bahni nimet ise, onlardaki
kuvvettir. Mesela göz, kulak zahiren bir yağ ve kıkudaktan ibarettir. Dil ve bu-
run, bir et ve kemiktir. Ama her birinde görme, duyma, tatma ve koklama gibi
gizli özellikler vardır. Diğer organiann her biri de böyledir. Bazan kuvvet yok
olur, sadece organ kalır.
Ayette, afaki ve enfüsi nimetler dile getirilmiştir. Afaki nimetlere, "Gökler-
de ve yerde ... " ifadesiyle; enfüsi nimetiere de "Açık ve gizli nimetler ... " ifade-
siyle işaret edilmiştir.
Fah.ruddin Razi, bu son görüşü benimser. Aslında bu görüşlerin bir tanesi
değil, hepsi de murad edilmiş olabilir. Her birisi misal kabilindendir. Yoksa,
"Yalnızca bu kastedilmiştir." arılanuna gelmez.

Nitekim, kalbin abşı, insanın nefes alıp vermesi, sayısız hücrelerindeki faa-
liyetler, her bir duyu ve duygusunun bir .ileme pencere kılınması, böylece sa-
yısız alemlerle irtibat halinde olması, kitaplarm indirilmesi, peygamberlerin
gönderilmesi hep bu gizli ve açık nimetierin içinde yer alırlar.
İnsan bütün bu nimetleri düşününce gerçekten İlahi lutuflar içinde yüzdü-
ğünü arılamış olur.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
458 • Kur'3n vt H ik m tt l~ıOında C E VŞ E N Ş ER H 1

-76-

Allah'ıml Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

76/1. Ey kullarına yardım eden Muin! O~ Ç


'
Allah, kullarına yardım edendir. O'nun yardımı olmasa, hayata adım at-
mak, adım attıktan sonra bir an bile hayatta kalmak mümkün olmaz. Fatiha
Sılresi'nde, günde en az kırk defa "Yalnız Sen'den yardım dileriz" diye O'n.ı,
ama sadece O'na olan yardım ihtiyaamızı dile getiririz. Bir Hadis-i Şerifte de
Hz. Peygamberin (a.s.m.), "Rabbim, bana yardım et, benim aleyhimde kimse} e
yardım etme!" diye dua ettiği bildirilir. (el-Müstedrek, 1, 701)

76/2. Ey açıldanması gereken her şeyi beyan eden

0~
~ ~ 1'
ve varlıp apaşikir olan Mübin! , ~

Bu ismin açıklaması 45/lO'da geçtiği için burada sadece şu kadannı deriz:


Bir ayet-i kerimede Yüce Allah bu vasıfla nitelenmektedir:
"O gün Allah onlara hak ettikleri karşılığı tam tanuna verecek ve onlar d.ı
Allah'ın, gerçeği açıklayan
(el-Mübin), hakkın ta kendisi olduğunu anlayacak-
lardır." (24:25)

Allah, kainah baştan başa dolduran kudret delilleri ve sanat harikalanyla,


indirdiği mukaddes kitaplan ve insana bahşettiği akıl ve hasiret gözleriyle var-
lık ve birliğini apaçık olarak ortaya koyan ve kulları için açıklanması gereken
her şeyi güzelce açıklayandır.

76/3. Ey kullarına emniyet ve huzur veren ve yaratıklann zarar


,-:: ,
dokundurmasmdan münezzeh olan Emin! 0~14
'
Emin kelimesinin, "korku ve endişesi olmayan", "güvende olan" anlamının
yanı sıra,"itimat edilen", "kendisine inanılan" anlamlan da vardır. Her iki an··
larnda da Yüce Allah tam anlamıyla "Emin" dir.
K ur' i n ve H i k m et I~ ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 459

. ._L-:G..
O~
76/4· Ey saltanab muhkem, nüfuz ve iktidar sahibi Mekin!

Mekin, yüksek mertebe, mevki ve makam sahibi; kadri yüce, şanı yüksek
vs. anlamına geldiği gibi; işlerinde kararlı, hükmünde temkinli, işlerinde sabır­
lı ve teenni sahibi, emirlerinde kararlı, sarsılmaz ve vakartı anlamlarını da ta-
şır. Yüce Allah, kelimenin tüm bu zengin içeriğiyle "Mekin" olduğu gibi, kul-
larına da güç, kudret ve imkan bahşedendir.

76/s. Ey hiçbir şey hükmünü sarsmayan


ve Kendisine dayanılan Metin! 0 ~, Ç

Metin'in sözlük manası, sağlam, kuvvetli demektir. Allah'ın sıfatı olarak


Metin'i, İbn Abbas'ın, şedid, yani "sağlam, kuvvetli" olarak açıkladığı nakledi-
lir. (Beyhaki, a.g.e., s. 43)
Bu vasıf, kuvvet, iktidar ve sağlamlık belirtir. Yüce Allah'a fiilierinde me-
şakkat, külfet, yorgunluk gibi fiilerin ulaşamayacağını gösterir. (ez-Zebidi,
a.g.e, 340)
Metin, yalnız bir ayette Allah'ı niteler: "Muhakkak ki Rezz.ik, Kuvvet Sahi-
bi, Metin olan Allah'hr." (51:58)
Yüce Allah kuvvet ve kudretinde Metin'dir. "el-Kaviy" ismi, kudretinin
kemalini ifade ettiği gibi, "el-Metin" ismi de kuvvetinin şiddetini bildirir. Allah
hem Kadir, hem Kaviy, hem de Metin'dir. Hiçbir iş O'na meşakkat vermez,
hiçbir hal O'nu aciz bırakmaz, hiçbir kimsenin yardımına muhtaç olmaz, hiçbir
kimse O'nun iradesine karşı gelemez, hiçbir kimse O'nun kudretinden kurtu-
lamaz.
Metin, iki ayette de, Allah'ın "keydini" (tuzak, düzen) niteler. Keyd,
Kur'an'da bilhassa, kafirlerin, hakkı yok etmek için tuzak kurmalanna karşı,
onların düzenlerini bozacağı anlamında Allah'a nispet edilir (bk. 86:15-16; 8:18;
12:52; 52:42) "Ben onlara mühlet veririm. Doğrusu Benim plarum sağlamdır."
(68:45; 7:183) Allah, "keyd" terimini Tur Suresi 42. ayetinde: "Yoksa (onlar mü-
minlere ve Allah'ın dinine) bir tuzak mı kurmak istiyorlar? Fakat o kafirler
(bilsinler ki) o tuzağa kendileri düşeceklerdir." buyururken, Enfal Suresi 18.
ayet-i kerimesinde de "Bunu gördünüz işte. Allah böylece kafirlerin kurdukla-
rı düzeni boşa çıkarır." huyururken de tuzak ve düzen anlammda "keyd" teri-
mini kullanmıştır. Fakat: A'raf Suresi 183. ayetinde, "Bir de Ben onlara mühlet
veririm, fakat Benim helak ve perişan edişim ise pek çetindir." huyururken
460 • Kur'In ve Hikmet ı,ıQında CEVŞEN ŞERHI

"inne keydi metin" şeklinde beyanla "keyd" deyimini "metin" olarak nitel~­
miştir.

Kul şunu kesin olarak bilmelidir ki: Allah, her şeye nihayet itaat içinde bo-
yun eğdiren, kuvvetine hiçbir fiilinde hiçbir meşakkat peyda olmayan, ne ka-
dar büyük olursa olsun, ne denli güçlü görünürse görünsün varlıklar, madde-
ler, cisimler O'nun fiilierine hiçbir cihette mani olamayan at' br.
Allah Teala'run rahmeti vardır, gazabı da vardır. Sevdiklerine ulaşbnnak is-
tediği rahmetini önleyecek bir kuvvet ve kudret olmadığı gibi, gazap ve inti-
kanundan kurtaracak bir kuvvet de yoktur.
"O halde bir kul, istediği lütuf ve inayeti ancak Allah'tan beklemeli; korku-
su ve endişesi de ancak Allah'ın gazabını icabettiren şeylerden olmalıdır. Bu
suretle, gönülde Allah'tan başkasından korkuyu kaldınnak ve ümidi kesmek,
yüreklerin bütün ümitlerini ve korkulanru Allah'a bağlayabilmek olgunluk-
tur." (Tatlısu, a.g.e., s. 154)

76/6- Ey azap ve ilu\bı şiddetli olan Şedid! Q~..W, Ç



Allah'ın şedid olması, bir tamlanan varsayımıyla: emri sıkı; hükmü kar~ı
konulmaz derecede etkili ve nafiz; azabı çetin; cezası zorlu vs. şeklinde anla-
şılmalıdır. Kur'an-ı Kerim'de Yüce Allah, azabı şiddetli (2:165); cezası şiddetli
(2:196) olarak nitelenmiştir.
Maide Süresi 98. ayette de, bu vasıf cemal ifade eden başkalanyla denge-
lenrniştir:

"Bilin ki Allah'ın cezası şiddetlidir; ama ayru zamanda O, gafurdur, rahim-


dir (afh ve merhameti boldur)."

76/7· Ey kullannın her yapbğını gören Şehid! 0 . ı_f:, Ç



"Şehid", "Çok iyi şahid olan" demektir. Allah'ın vash olarak Şehid "Kendi-
sinden hiçbir şey saklanamayan ve hiçbir şeyi unutmayan" anlamına gelir. Şa··
hit olmak, ilk önce "hazır olma" düşüncesini uyandınr. Şahit oluşu, bilmenin
öbür nevilerinden ayıran, özellikle bu hazır olma kavramıdır. "Allah her yerdt·
hazır ve nazırdır." demek, "Her şeye ve her zerreye yakınlığı birdir." demektir
(Tathsu, a.g.e., s. 142) Yakın olduğu için, yapılan her işi gönnekte ve söylener,
her sözü işitmektedir. Gazali'ye göre ilim, mutlak, yani kayıtsız olarak düşü­
nülürse, Allah "Alim"; gayba ve gizli tarafiara izafe edilirse "Habir"; zahiri
durumlan bilme söz konusu olursa "Şehid"dir. (Gaz.ili, a.g.e., s. 91)
Kur'in vr Hlkmrt l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 461

Kur'an'da Allah, Kendisinden başka tann olmadığına şehadet eder. (3:18)


Yine O, Kendi ilmiyle Kitabı indirdiğine şahitlik eder (4:166) İnsanların bazı iş­
lerine, mesela münahkların yalana olduklarına (63:1 vb.) şehadet eder. En bü-
yük şehadet Allah'ın şehadetidir. (6:19) Allah şehadet a.Iemini oldu~ gibi
gaybı da bilendir. (39:46; 64:18 vb.)

Şehid vasfı Kur'an'da 35 yerde geçer 20'sinde Allah'ı niteler. Allah'ın her
şeye şahit olduğunu bildiren birkaç ayet-i kerimenin meali şöyledir:
"Nerede olsanız, O sizinle beraberdir. Allah yapbklarınızı görür." (57:4)
"O gün Allah onların hepsini diriltecek ve yaptıklanru kendilerine haber
verecektir. Allah onlan bir bir saymışhr. Onlar ise unutmuşlardır. Allah her
şeye şahittir." (58:6)

"Allah: Ey Meryem oğlu İsa! İnsanlara, 'Beni ve anamı, Allah'tan başka iki
tann bilin' diye sen mi dedin, buyurdu~ zaman o, 'H.işi! Seni tenzih ederim;
hakkım olmayan şeyi söylemek bana yakışmaz. Hem ben söyleseydim, Sen
onu şüphesiz bilirdin. Sen benim içimdekini bilirsin, halbuki ben Senin zatında
olanı bilmem. Gizlilikleri eksiksiz bilen yalnızca Sensin. Ben onlara, ancak ba-
na emrettiğini söyledim: Benim de Rabbim, sizin de Rabbiniz olan Allah' a kul-
luk edin, dedim. İçlerinde bulundu~m müddetçe onlar üzerine kontrolcü
idim. Beni vefat ettirince arnk onlar üzerine gözetleyici yalnız Sen oldun. Sen
her şeyi hakkıyla görensin." (5:116-117)
"Ne zaman sen bir işte bulunsan, ne zaman Kur'an'dan bir şey okusan ve
siz ne zaman bir iş yaparsanız, o işe daldığınız zaman Biz mutlaka üstünüzde
şahidizdir. Ne yerde ne gökte zerre ağırlığınca bir şey Rabbinden uzak (ve giz-
li) kalmaz." (10:61) "Rabbinin her şeye şahit olması, yetmez mi?" (41:53)
Allah'ın şahitliğinin bir tecellisi de kullann üzerinde gözetleyid ve her ya-
pılanı ve söyleneni kaydedici melekler görevlendirmesidir. (50:16-18)
Allah her şeye şahit oldu~nu, Kıyamette insanların kendi organlarını ko-
nuşturmakla yapıp ettiklerini söyleterek bir kez daha ispat edecektir. (41:21-23)
Şu halde başkalannın yanında
yapmaktan çekindiğimiz kötü işleri, tek ba-
şımıza kaldığımız vakit yapacak olursak, her zaman ve her yerde ilim ve kud-
retiyle hazır ve nazır olan Allah Telila'ya ehemmiyet vermemiş oluruz. Al-
lah'ın ilmiyle her yerde bulunduğuna ve her işi gördüğüne inanmış olanlar te-
miz ve dürüst insanlardır. Çünkü onlar kimsenin yanında kötülük yapmadık­
lan gibi, tek başianna kaldıklan ve hiç kimsenin görmediği, duymadığı yerde
dahi bir kötülük yapmazlar.
öte yandan, Allah' m, rahmet ve mükafahyla daha fazla tecelli ettiği zaman-
larda (ki bu vakitlere "meşhud" vakitler adı verilir. Seher vakitleri gibi) ibadet
ve taate biraz daha ağırlık verilmekle beraber, her ibadet ve taatin O'nun tara-
462 e Kur'.ln ve Hıkmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERH i

fından görüldüğü düşünülerek büyük bir şevk ve istekle kullukta bulunulma-


lıdır.

0~)Ç
'
76/8. Ey bütün işleri isabetli; irşat eden; kemale erdiren R.eşid!

Arapça' da islikarnet ve doğruluk anlamına gelen "rüşd" kökünden türeyen


bu ismin manası hakkında iki görüş vardır:
a) Reşid, "Mürşid"' doğru olan ve selamete ulaştıran yolu gösteren" mana-
sındadır. Bu anlamıyla el-Hadi ismine yakındır.
b) "Kendisi doğru yolda olan, hiçbir işi boş, abes ve faydasız olmayan" an-
lamını ifade eder. Bu anlamıyla da, Hakim ismini çağnştınnaktadır. Nitekim
Gazali, "Bir mürşidin irşadı, bir yönlendiricinin doğruya yönlendirmesi, bir
müsteşann işareti olmadan, tedbirleri doğru yoldan hedefe ulaşan" manasını
yüklemekle bu vasfa sahip olanın sadece Yüce Allah olabileceğini belirtmekte-
dir.
Bu ismin birinci manasma kuvvet verecek biçimde Kur' an-ı Kerim' de Al··
lah'ın dilediği kuluna islikarnet ve doğru yol nasip ettiği (21:51), gerçek hida-
yet edici mürşidin Allah olduğu (18:17) belirtilir. Bu ayetler aynı zamanda Re-
şid isminin ikinci manasma da delildir. Çünkü, doğru yolda olmayan, islika-
rnet üzere bulunmayan, başkasına doğru yolu gösteremez ve islikarnet vere-
mez.
Yüce Allah, Reşid isminin tecellisi olarak, Kur'an-ı Kerim'in, istikamet€
sevk ettiğini bildirmekle, doğru yola çağıranlan övmekte, istikametten yüz çe-
virenleri kötülemektedir:
"(Resülüm!) De ki: Cinlerden bir topluluğun (benim okuduğum Kur'an'ı)
dinleyip de şöyle söyledikleri bana vahyolunmuştur: Gerçekten biz, hankulade
güzel bir Kur'an dinledik Doğru yola iletiyor, ona iman ettik. (Artık) kimseyi
Rabbimize asla ortak koşmayacağız." (72:1-2); "O iman eden kimse: Ey kav-
mim! dedi, siz bana uyun, sizi doğru yola götüreceğim." (40:38); "Yeryüzünde
haksız yere böbürlenenleri ayetlerimden uzaklaştıracağım. Onlar bütün muci-
zelerigörselerde iman etmezler. Doğru yolu görseler onu yol edinmezler. Fa-
kat azgınlık yolunu görürlerse, hemen ona saparlar. Bu durum, onlann ayetle-
rimizi yalanlamalanndan ve onlardan gafil olmalanndan ileri gelmektedir."
(7:146)
Allah'ın kullanna bir nimeti de, onlann dualannda doğru yolu ve istikame-
ti istemelerini öğretmesidir. (18:10, 24)
Kur'An ve Hikmet I~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 463

Bu isimden ders alan her mümin, Allah'ın diğer kullarına doğru yolu gös-
termeli; onlan İslam ile bağdaşma yan, Allah' a kulluktan alıkoyan bütün dav-
ranış ve alışkanlıklan terk etmeye çağınnalıdır. Bunu yapabilmek için de önce-
likle gerçekleri araşhrmalı, özellikle dini hayahnda doğru olanları tespit etmeli
ve kendi nefsini irşat etmelidir.

76/9· Ey en çok övülen ve en fazla övgüye layık olan Hamid!

36/10 ve 72/5' de geçti.

76/ıo. Ey sonsuz şeref sahibi Mecid! 0 ~ Ç


'
Bu ismin genişçe açıklaması 72/6' da geçti.

,. , ..... .... -
.,,,~"

e ;t:ıı ~ ~ ~~~' -.:.,L;~ı ~' ~~ 41~~ ç ~~


, , ,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-77-

77fl· Ey şanlı kudret tahbnın Sahibi! Q ~1


, '
v1'_:.;j1
,
1~ Ç

Bu isim, Buruc Suresi 15. ayette de geçer.


Buna göre, Allah, bütün mahlukahn üstünde olan Arş'ın Rabbi, mülkün ve
otoritenin sahibi, kadri yüce, büyük, kerem ve lutufta sonsuzluğun maliki ve
yüceler yücesidir.
"Kudret Tahh" diye çevirdiğimiz Arş kelimesi, "Padişah Tahh" anlamında­
dır. Yüce Allah'ın bütün k.iinah ve alemleri idare etmesi, çekip çevirmesi bir
padişahın memleketini idare etmesine benzetilerek akıllara yaklaştınlmaya ça-
lışılmışhr. Allah'ın Arş'ını ismen bilsek de mahiyetini tam olarak bilemeyiz.
Allah'ın Kürsisi "yer ile göğü kaplamışbr." (2:255) Allah'ın Arşı ise, Kürsisin-
den de büyüktür. (Tecrid-i Sarih, Il, 269-271; IX, 7.) Allah'ın "Arş'ın Sahibi" olu-
şu birçok ayet-i kerimede geçmektedir. (17:42; 23:5; 81:20; 85:15 Aynca Allah,
464 • Kur'~n vt Hikmet llıOında CEVŞEN ŞERH!

"Rabbu'l-Arş = Arş'ın Rabbi" olarak da nitelenmektedir. (9:129; 21:22; 27:26;


23:86,116) Allah' ın, "Arş'ın Sahibi" olması, bütün alemierin tek sultanı ve ida-
recisi anlamını ifade eder. Arş, O'nun icraat ve tasarruf tahb demektir.

77/2. Ey dosdoğru sözün sahibi! 0~~1 ~jij11~ Ç

Şu ayet-ikerime Yüce Allah'tan daha doğru sözlü kimsenin olamayacağını


ifade ediyor:
"İman edip makbul ve güzel işler yapanlan, ebedi kalmak üzere içinden ır­
maklar akan cennetiere yerleştireceğiz. Bu, Allah'ın gerçek vaadidir. Allah'tan
daha doğru sözlü kim olabilir?" (4:122)
Yüce Allah, hem Kendisi son derece doğru sözlüdür, hem de kullarına sa-
dece ve dosdoğru söz söylemelerini emreder:
"Ey iman edenler! Allah'a karşı gelmekten sakının ve hep doğru söz söyle-
yin ki Allah da işlerinizi ve hallerinizi düzeltsin, günahlannızı affetsin. Kim
Allah'a ve Reslılü'ne itaat ederse, pek büyük bir mutluluk ve başanya nail
olur." (33:70-71)

77/3. Ey yerli yerince yapılan fazi ve kerem sahibi!

Birçok ayet-i kerimede Yüce Allah'ın, büyük fazl, kerem, hituf ve ihsan sa-
hibi olduğu belirtilir. Burada ise, bunu hikmetle, yerli yerince, doğru bir şekil·
de ve bilinçli bir biçimde yaphğı ifade edilmektedir ki bu gerçeğin ta kendisi-
dir.

0 ~-li.JI
, , ~~~~
, Ç

77/4· Ey kıskıvrak yakalayan şiddetli azap sahibi!

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfına şöyle dikkat çekilir:


"Şüphe yok ki Rabbinin, tutup helak edişipek çetindir." (85:12)
"Tutup helak ediş" diye çevirdiğimiz Batş kelimesi, şiddetli bir şekilde ya-
kalamakhr. Bu kelime aynca "şiddetli" sıfabyle nitelendiği için, bu şiddet kat
kat olmuştur. Bu da, zalim ve zorbalan çok şiddetli bir şekilde yakalayıp ceza-
landırması ve onlara azap etmesi demektir.
Kur'in ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHI • 465

77/5· Ey vaad ve tehdit sahibi! 0 .~)lj


, , ~)1
,
1~ Ç

Kur'an-ı Kerim, Allah'ın, iyi kullanna vaadi, kötülerine ise vaidi (Cehen-
nemle tehdidi) ile doludur. "Şüphesiz ki, Allah'ın vaadi hakhr." (10:55)
Şu da vaidine bir örnektir:
"Elbette Biz o zalimleri imha edeceğiz ve onlardan sonra o ülkeye sizi yer-
leştireceğiz. İşte bu, huzuruma çıkmaktan ve uyardığım azaptan çekinenler
içindir." (14:14)
Allah'ın bunca vaat ve tehditleri ahiretin varlığını kesin olarak gerektirir:
"Hiç mümkün müdür ki: Alim-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak olan şu masnua-
hn (sanatlı varlıklann) Sini'i; bütün enbiyanın tevatürle haber verdikleri ve
bütün sıddıkin ve evliyanın icma' ile şehadet ettikleri mükerrer vaat ve vaid-i
İlahi'sini yerine getirmeyip, -hap- acz ve cehlini göstersin? Halbuki vaat ve
vaidinde bulunduğu emirler (hususlar), kudretine hiç ağır gelmez. Pek hafif ve
pek kolay. Geçmiş bahann hesabsız mevcudahnı, gelecek baharda kısmen ay-
nen kısmen mislen iadesi kadar kolaydır. lfa-yı vaat ise; hem bize, hem her şe­
ye, hem kendisine, hem saltanat-ı rububiyetine pek çok lazımdır. Hulfü'l-vaat
ise; hem izzet-i iktidanna zıttır, hem ihata-yı ilmiyesine münafidir. Zira hul-
fü'l-vaat; ya cehilden, ya acizden gelir." (Sözler, s. 79)
"Hulf-ül vaat ise hem zillet, hem tezellüldür. Hiçbir cihetle celal-i kudsiyeli-
ne yanaşamaz. Hulf-ül vaid ise ya afvdan, ya aczden gelir. Halbuki küfür; ci-
nayet-i mutlakadır, afva kabil değil. Kadir-i Mutlak ise, acizden münezzeh ve
mukaddestir. Şahitler, muhbirler ise; mesleklerinde, meşreplerinde, mezheple-
rinde muhtelif olduklan halde kemal-i ittifak ile şu mes'elenin esasında mütte-
hiddirler. Kesretçe tevatür derecesindedirler, keyfiyetçe icma' kuvvetindedir-
ler. Mevkice her biri nev' -i beşerin bir yıldızı, bir taifenin gözü, bir milletin azi-
zidirler. Ehemmiyetçe şu meselede hem ehl-i ihtisas, hem ehl-i ispattırlar. Hal-
buki bir fende veya bir sanatta iki ehl-i ihtisas, binler başkalardan müreccahhr-
lar ve ihbarda iki müsbit, binler nafileretercih edilir. Mesela Ramazan hilalinin
sübutunu ihbar eden iki adam, binler münkirlerin i.nkarlannı hiçe atarlar."
(Sözler, s. 82)

77/6. Ey uzak olmayan yalan! 0~ :;.J. ~) Ç


-, ,
Ayet-i kerimelerin ifadesiyle Allah, kuluna şahdamarından daha yakındır.
Kişiyle kalbi arasına bile müdahale ederek, kalbini halden hale çevirir. Söz ve
dualannı işitecek kadar yakındır. Hatta, sadece içinden geçirdiklerini, kimsey-
le paylaşmadığı sırlannı bile bilir.
466 • Kur'An v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

77/7· Ey en fazla övgüyelayık olan dost! 0 ~1.j)1 ~:;. Ç


1 ,

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle dile getirilir: "O'dur ki in-
sanlar artık ümitlerini keslikten sonra yağmur indirir, rahmetini her tarafa ya-
yar. O, gerçek dost ve hamiddir, bütünövgülereve harndiere layıktır." (42:28)

0 --ı_,:. :~J ~ ~:;. ç


1 ,

77/8. Ey her şeyi müşahedesi albnda tutani

Bu vasıf da bir ayette şöyle dile getirilir: "De ki: 'Sizden bu hizmetim içn
hiçbir ücret istemiyorum, (ücret sizin olsun!) Benim ücretim yalnız Allah'a ait-
tir ve O, her şeye şahittir' ." (34:47)
Allah'ın "Şahid" ismi hakkında bilgi 33/3; 46/9 da; "Şehid" ismi hakkında
bilgi de 76/7' de geçti.

77/9· Ey kuluna hiçbir şekilde zulmedici olmayani

Allah'ın bu vasfı, iki ayet-i kerimede aynen geçer:


"Melekler o kafirlerin yüzlerine ve arkalarma vurarak 'Tadın bakalım cayır
cayır yanmanın aasıru!' diyerek canlarını alırken bir görmeliydin! İşte bu, sizin
ellerinizin işleyip öne sürdüğü işlerin karşılığıdır; yoksa Allah asla kulların.!
zulmetmez." (8:51)
'"Tadın bakalım o yakıa cezayı!' diyeceğiz. İşte bu, sizin ellerinizle işlediği­
niz günahiann karşılığıdır. Çünkü Allah kullarına asla haksızlık edecek değil­
dir." (3:182)

ll,'-; ;,j~ r~ ~) ~J gibi ayetlerin işaret ettikleri kıyas-ı adlinin hülasası


şudur ki: -
Aıemde çok görüyoruz ki: Zalim, facir, gaddar insanlar gayet refah ve ra·
hatla ve mazlum ve mütedeyyin adamlar gayet zahmet ve zillet ile ömür geçi·
riyorlar. Sonra ölüm gelir, ikisini müsavi kılar. Eğer şu müsavat nihayetsiz ise,
bir nihayeti yoksa, zulüm görünür. Halbuki zulümden tenezzühü, kainatm şe·
hadetiyle sabit olan adalet ve hikmet-i İlahiye, bu zulmü hiçbir cihetle kabul et·
mediğinden; bilbedahe bir mecma' -i aheri iktiza ederler ki; birinci, cezasını;
ikinci, mükafahru görsün. Ta şu intizamsız, perişan beşer, istidadına münasip
tecziye ve mükafat görüp adalet-i mahzaya medar ve hikmet-i Rabbaniye'ye
Kur'.in ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞER Hi • 467

mazhar ve hikmetli mevcudat-ı alemin bir büyük kardeşi olabilsin. Evet şu


dar-ı dünya, beşerin ruhunda mündemiç olan hadsiz istidatlann sümbüllen-
mesine müsait değildir. Demek başka aleme gönderilecektir. Evet insanın cev-
heri büyüktür. Öyle ise, ebede namzettir. Mahiyeti aliyedir, öyle ise cinayeti
dahi azimdir. Sair mevcudata benzemez. İntizamı da mühimdir. İntizamsız
olamaz, mühmel kalamaz, abes edilmez, fena-yı mutlak ile mahkum olamaz,
adem-i sırfa kaçamaz. Ona Cehennem ağzını açmış bekliyor. Cennet ise ağuş-u
nazdaranesini açmış gözlüyor." (Sözler, s. 524)

nfıo. Ey kuluna şahdamanndan daha yakın olan!

Bir ayet-i kerimede bu İlahi vasıf şöyle dile getirilir:


"İnsanı Biz yarattık. Onun için, nefsinin kendisine neler fısıldadığıru, neler
telkin ettiğini de Biz pek iyi biliriz. Çünkü Biz ona şahdamaondan daha yakı­
nız." (50:16)

Bediüzzaman da, bu ince gerçeği bir temsil ile şöyle açıklar:


"Nasıl ki güneş, kayıtsız nuroyla ve maddesiz aksi cihetiyle; sana, senin ru-
hun penceresi ve onun ayinesi olan gözbebeğinden daha yakın olduğu halde;
sen, mukayyed ve maddede mahpus olduğun için ondan gayet uzaksın. Onun,
yalnız bir kısım akisleriyle, gölgeleriyle temas edebilirsin ve bir nevi cilveleriy-
le ve cüz'i tecellileriyle görüşebilirsin ve bir sınıf sıfatlan hükmünde olan el-
vanlarına ve bir taife isimleri hükmünde olan şualanna ve mazharlarına yana-
şabilirsin. Eğer, güneşin mertebe-i aslisine yanaşmak ve bizzat doğrudan doğ­
ruya güneşin zatı ile görüşmek istersen, o vakit pek çok kayıtlardan tecerrüd
etmekliğin ve pek çok meratib-i külliyetten geçmekliğin lazım gelir. Adeta sen,
manen tecerrüd cihetiyle küre-i arz kadar büyüyüp, hava gibi ruhen inbisat
edip ve kamer kadar yükselip, bedir gibi mukabil geldikten sonra bizzat per-
desiz onunla görüşüp, bir derece yanaşmak dava edebilirsin. Öyle de: O Celil-i
Pürkemal, o Cemil-i Bimisal, o Vacib-ül Vücud, o Mucid-i Küll-i Mevcud, o
Şems-i Sermed, o Sultan-ı Ezel ve Ebed, sana senden yakındır. Sen, ondan rıi­
hayetsiz uzaksın. Kuvvetin varsa, temsildeki dekaikı (incelikleri) tatbik et."
(Sözler, s. 197)

-
e :'oı~~ J~l'' -S~l'' ~' l't 4ltl' ç ı!.l5~
"' J ..... ..... ""' ~ , -: ,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart
468 • Kur'in vt Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERH i

-78-

78/1. Ey hiçbir ortak ve veziri olmayani 0 '_r.;/J 'ij ~ ~;:,'i:; Ç


• •
Yüce Allah'ın ortak ve yardımcılardan münezzeh olduğu daha önce defil-
larca açıklandı. Burada sadece şu güzel açıklamalan nakletmekle yetinelim:
"Nasıl ki uluhiyetinde ve saltanatında şeriki yoktur; 'Allah' bir olur, mült!-
addit olamaz. Öyle de; rububiyetinde ve İcraatında ve icadatında dahi şeriki
yoktur. Bazan olur ki; sultan bir olur, saltanatında şeriki olmaz, fakat icraahn-
da, onun memurlan onun şeriki sayılırlar ve onun huzuruna herkesin girmes:-
ne mani olurlar. "Bize de müracaat et!" derler. Fakat ezel, ebed Sultanı olan
Cenab-ı Hak, saltanatında şeriki olmadığı gibi; icraat-ı rububiyetinde dahi mu-
inlere, şerikiere muhtaç değildir. Emr ve iradesi, havl ve kuvveti olmazsa hi~­
bir şey, hiçbir şeye müdahale edemez. Doğrudan do~ya herkes ona müraca-
at edebilir. Şeriki ve muini olmadığından, o müracaatçı adama "Yasakbr, onun
huzuruna giremezsin" denilmez." (Bediüzzaman. Hakikat Nurları, s. 31)
"Allah birdir. Başka şeylere müracaat edip yorulma, onlara tezeliili edip
minnet çekme, onlara temelluk edip boyun e~e, onların arkasma düşüp zah-
met çekme, onlardan korkup titreme. Çünkü Sultan-ı Kainat birdir, her şeyin
anahtan O'nun yanında, her şeyin dizgini O'nun elindedir; her şey O'nun em-
riyle halledilir. Onu bulsan, her matlubunu buldun; hadsiz minnetlerden, kor-
kulardan kurtuldun." (Bediüzzaman, Hakikat Nurları, s. 31)

78/2. Ey hiçbir benzeri ve dengi olmayani 0 .J_ ı.,; ~J ~ ;_.-;,'i:; Ç


' '
"De ki: Faraza müşriklerin iddia ettikleri gibi Allah'tan başka tanrılar bu·
lunsaydı, elbette onlar Arş'm ve kolinat hakimiyetinin sahibi Yüce Allah'a üs-
tün gelmek için çareler arayacaklardı! (Ama besbelli ki böyle bir şey asla vak:
değildir)." (17:42) ayetini Bediüzzaman şöyle açıklar:

"Yani: Eğer şeriki olsa ve başka parmaklar icada ve rububiyete karışsa idi-
ler, intizam-ı kainat bozulacakb. Hilbuki küçücük sineğin kanadından ve göz-
bebeğindeki hüceyrecikten tut, ta tayyare-i cevviye olan hadsiz kuşlara, ta
manzume-i şemsiyeye kadar her şeyde cüz'i-külli, küçük ve büyük en mükem-
mel bir intizam bulunması; şeksiz ve kat'i bir surette şerikierin muhaliyetine ve
marlurniyetine delalet ettiği gibi, Vacib-ül Vücud'un mevcudiyetine ve vahde-
tine bilbedahe şehadet eder." (Şutilar, s. 599)
"Kur'an-ı Kerim, S.lni'in vahdetine dair delillerden hiçbir şey terketrnemiş­
tir. Bilhassa arz ve semada Allah'tan başka ilahlar olmuş olsa idiler, şu görü-
Kur'In ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHi • 469

nen intizam fesada uğrardı' manasında olan lfı"' il ~1 ~t ~j 1; §- ~ ~\? ~ aye-


tinin tazammun ettiği bürhanü't-temanü', 5ani'in vahid ve müstakil olduğuna
kafi bir delildir. Ve istiklaliyet, uluhiyetin zati bir hassası ve zaruri bir lazımı
olduğuna nurlu bir bürhandır." (Bediüzzaman, İşQrdtü'l-i'caz, s. 90)

78/3· Ey güneşin ve nurlu ayın yarabCI8ı!

Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Allah'ın bu vash şöyle dile getirilir:


"Gökte burçlar yaratan, onların içinde bir kandil (güneş) ve nurlu bir ay
yerleştiren
Allah, yüceler yücesidir, hayır ve ihsaru sınırsızdır.'' (25:61)
"O'dur ki güneşi bir ışık yapb. ayı da bir nur kılıp, ona bir takım konaklar
tayin etti ki yılların sayısını ve vakitlerin hesabını bilesiniz. Allah, bunlan boş
yere değil, ancak hikmet uyarınca, sabit bir gerçek olarak yaratmışbr. Bilip an-
layacak kimselere Allah ayetleri böylece açıklar." (10:5)

0~1
. -, ~-
·6ı . _!,c
~-

78/4· Ey şiddetli sıkınbya düşmüş fakirleri zenginleştiren!


Allah, dardakalmış yoksullan ihtiyaçtan kurtanp zenginleştirendir. Yoksul
ve fakirleri gözetici vashna şu ayet-i kerime sadece bir örnektir:
"Siz de onlann (kurbanlıklann) etinden hem kendiniz yiyin, hem de yoksu-
la ve fakire yedirin!" (22:28)
Allah'ın "zenginleştirici" vash hakkında açıklama aynca, 59(1; 88/5'te yer
almaktadır.

78/s. Ey küçük yavrulara nzık veren! 0 ~1 ~~~~~ J;ıl) Ç


Yüce Allah, gerek anne rahminde gelişimini tamamlamak için dokuz ay
bekleyen cenine, gerekse doğumdan sonra son derece aciz olan yavruya gerek-
li maddi ve manevi her türlü nzkı mükemmel şekilde lutuf ve ihsan edendir.
Şu ayet-ikerime Yüce Allah'ın yavrulan yarahp nzıklandırdığıru bir başka ve-
sileyle şöyle habrlatrnaktadır:
"Ey insanlar! Eter siz öldükten sonra dirilmekten şüphe ediyorsanız, bilin
ki: Biz sizi ilkin topraktan, sonra bir nutfeden, sonra (rahim cidanna) yapışan
bir hücreden, sonra esas unsurlanyla hilkati tamamlanmış, ama bütün azala-
470 • K ur' an v t H i k m tt 1~ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H İ

nyla henüz tamamlanmamış bir çiğnem et görünümünde bir ceninden yarattık


ki, kudretimizi size açıkça gösterelim. Dilediğimizi belli bir süreye kadar ana
rahminde durdururuz. Sonra da sizi bir bebek olarak dünyaya çıkannz. Sonra
güç kuvvet kazaruncaya kadar sizi büyütürüz. İçinizden kimi henüz çocukken
öldürülür, kimi de hayatın en düşkün biçimine götürülür. Öyle ki daha önce
bildiği şeyleri bilmez hale gelir. Yeri de kupkuru görürsün, ama oraya Biz su
indirince çok geçmeden kıpırdarur, kabanr da gözü gönlü açan her güzel çift-
ten nice nebat bitirir." (22:5)
Bediüzzaman'ın konuya ilişkin şu açıklaması da dikkate deter:
"iktidarsız ve ihtiyarsız bir yavrunun imdadına umulmadık bir yerden,
yani kan ve fışkı ortasından beyaz, safi, temiz bir süt göndermek olan cüz'i ful
ise; tevhid nazanyla bakıldı~ vakit, birden bütün yavrulann pek çok hankula-
de ve pek çok şefkatkarane olan külli ve umumi iaşeleri ve validelerini onlar.ı
musahhar etmesiyle rahmet-i Rahrnan'ın cemal-i layezalisi kemal-i şaşaa ile
görünür. Eğer tevhid nazanyla bakılmazsa, o cemal gizlenir ve o cüz'i iaşe da-
hi esbaba vetesadüfeve tabiata havale edilir; bütün bütün kıymetini, belki ma-
hiyetini kaybeder." (Şualar, s. 8)

78/6. Ey düşkün ihtiyarlara merhamet eden! O r-P' Ç:: ~. 11~1.) Ç


Şu ayet-i kerime yaşlılar, özellikle anne ve babalar hakkında merhamet-.
ilahiye'nin güzel bir ömeğidir:
"Rabbin şöyle buyurdu: Allah'tan başkasına ibadet etmeyin. Anneye ve ba-
baya güzel muamele edin. Şayet onlardan her ikisi veya birisi yaşlanmış olarak
senin yanında bulunursa sakın onlara hizmetten yüksünme, 'öff!' bile deme,
onlan azarlama, onlara tatlı ve gönül alıcı sözler söyle. Şefkatle, tevazu ile on-
lara kol kanat ger ve şöyle dua et: 'Ya Rabbi, onlar küçüklüğümde nasıl beni
ihtimarola yetiştirdilerse, ona mükafat olarak Sen de onlara merhamet buyur!"'
(17:23-24)
Bu konuda şu açıklamalar da oldukça düşündürücüdür:
"Biliniz ki; ihtiyarlıktaki za'f u acz, rahmet ve inayet-i ilahiye'nin eelbine
vesiledir. Ben kendi şahsırnda çok hadiselerle müşahede ettiğim gibi, zeminin
yüzündeki rahmelin cilvesi de gayet zahir bir tarzda bu hakikah gösteriyor.
Çünkü hayvanatın en aciz ve en zayıfı, yavrulardır. Halbuki rahmelin en şirin
ve en güzel cilvesine mazhar, yine onlardır. Bir ağacın başındaki yuvada bir
yavrunun aczi; annesini en muti' bir nefer gibi -rahrnetin cilvesi- istihdam
ediyor. Etrafı gezer, rızkını getirir. Ne vakit o yavru kanatlannın kuvvetlenme-
siyle aczini unutsa, validesi ona 'Sen git rızkıru ara' der, daha onu dinlemez.
K ur' .l n ve H i k m et 1~ı ~ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 471

İşte bu sırr-ı rahmet, yavrularm hakkında cereyan ettiği gibi, za'f u acz nok-
tasında yavrular hükmüne geçen ihtiyarlar hakkında da caridir. Bana kanaat-ı
kat'iyye verecek derecede tecrübeler vardır ki; nasıl çocuklarm aczierine bina-
en rahmet tarafından nzıklan harika bir surette memeler musluklarından gön-
deriliyor ve akıthnlıyor, öyle de; masumiyet kesbeden imanlı ihtiyarlarm
nzıklan da, bereket suretinde gönderiliyor. Hem bir hanenin bereket direği, o
hanedeki ihtiyarlar olduğu; hem bir haneyi belalardan muhafaza edici, içinde-
ki beli bükülmüş masum ihtiyarlar ve ihtiyareler bulunduğu hadis-i şerilin bir

parçası olan ı!;,~~~~·~ -:,j ~)1 c/~. ll 'i~J yani: Beli bükülmüş ih-
tiyarlannız olmasaydı, belalar sel gibi üzerinize dökülecekti." diye ferman et-
mekle, bu hakikah ispat ediyor." (Lem'alar, s. 235)

0 n _-:. . ~il ı..,Aj~l


~'"
~, c
.
78/7. Ey korku içinde kurtuluş isteyenlerin sığınaiJ.!

Allah, korkuyla rahmetine sığınanlan koruyup himaye ederek korktukla-


rından emin kılandır. Allah, mürnin kulunun gönlünde iki korkuyu bir arada
bulundurmaz: Kendisinden korkanları, Cehennem ve azap korkusundan emin
kılar. Aynı şekilde korku ve ümit arasında gidip gelen bir mümini korktuğun­
dan emin, umduğuna ise nail kılar. (Beyhaki, Şuabü'l-İman, II, 4)
Allah, bu vasfırun gereği olarak, Müslümanlardan eman ve güvence isteyen
kafire bile, eman verilmesini, daha sonra güvenli bir noktaya kadar ulaşhnl­
masını emretmektedir: "Eğer müşriklerden biri senden sığınma hakkı isteyip
yanına gelmek isterse, sen ona güvence ver, ta ki Allah'ın kelamıru dinlesin,
düşünsün. Sonra şayet Müslümanlığı benimsemezse onu, kendisini güvenlikte
hissedeceği yere (vatanına) ulaştır. Öyle! (Bu sığınma ve gönderme işlemini
yapmalı), zira onlar İslam'ın gerçek mahiyetini bilmeyen bir topluluktur." (9:6)
Hz. Peygamber ve Hz. Ebu bekir' e hicret sırasında sığındıkları mağarada
verdiği güven de Yüce Allah'ın bu vasfına güzel bir örnektir:

"O zahn (a.s.m.) evvel ve ahir bütün ahval ve harekatınazar-ı dikkatten ge-
çirilirse, her bir hareketi, her bir hali harikulade değilse de onun sıdkına delalet
eder. Ezcümle: Gar mes'elesinde, Ebu Bekir es-Sıddık ile beraber halas ve kur-

tuluş ümidi tamamıyla kesildiği bir anda, F;.: di


, ' ,
Jt •\~ ~ "Korkma, Allah
bizimle beraberdir!" diye Ebu Bekri's-Sıddık'a verdiği teselli ve tavk-ı beşerin
fevkinde bir ciddiyetle, bir metanetle, bir şecaatle, havfsız, tereddüdsüz gös-
472 • Kur'In ve Hikmrt lp0ında CEVŞEN ŞERH i

terdiği vaziyet; elbette sıdkına ve nokta-i istinadı olan Halık'ına itimad ettiAine
güneş gibi bir bürhandır." (İştiratü'I-İ'cdz, s. 106)

78/8. Ey kullarınm her hAlini gören! 0 ~- ~!~~ı:~;~:;. Ç

Allah'ın, kullannın küçük büyük, gizli açık, iyi kötü tüm hal ve hareketleri-
ni gördü~ daha önce ilgili başka isimler vesilesiyle açıklandı. Yüce Allah'ın,
kulunun her hal ve hareketini gördü~ü sıkça vurgulaması, onu iç hesapla:j-
maya, özeleştiriye ve dikkate sevk etmek içindir. Şu ayet-i kerimeler bu gerçe-
ğe ışık tutar niteliktedir:

"Allah, kullannın bütün yaphklanndan haberdar olup onlan görmektedir."


(35:31)
"De ki: 'Sizinle benim aramda şahit olarak Allah yeter! Doğrusu O, kulları-
mn bütün hallerini bilip görmektedir." (17:96)

., . . .,l:.Jı
0 ~ 1" .. ~ ·... ı:;
V ~, Y' ı:r- .
, • ,. 1:'-J
'
..
78/9· Ey kullarınm ihtiyaçlarından haberdar olan!

Allah, kullannın her ihtiyaç, dert ve sıkınhsından haberdardır. Gereği ne ise


ona göre muamele eder. Şu ayet-ikerime dalaylı da olsa bu gerçeğe ışık tutar:
"Eğer Allah, kullanna nzık ve imkanlan bol bol yaysaydı, onlar dünyada
azarlardı. Lakin O, bu imkanlan dilediği bir ölçüye göre indirir. Çünkü O, kul-
lanndan haberdar olup onlann bütün yaphklanru ve yapacaklannı görmekt€-
dir." (42:27)

78/ıo. Ey her şeye gücü yeten! 0 ~..U!~ 1


Jj
..
~:;. Ç
Yüce Allah'ın her şeyekadir olduğu gerçeği daha önce defalarca belirtildi.
Burada sadece müjde dolu şu sabriara yer vermekle yetinelim:
~
~~~.,U!~
1
JS"Y ~J Yani: O Varud'dir, Ehad'dir, her şeye kadirdir. Hiçbir
-

..
1

şey O'na ağır gelmez. Bir baharı halk etmek bir çiçek kadar O'na kolaydu.
Cennet'i halk etmek, bir bahar kadar ona rahattır. Her günde, her senede, her
asırda, yeniden yeniye icat ettiği hadsiz masnuah, nihayetsiz kudretine niha-
yetsiz lisanlarla şehadet ederler. İşte şu kelime dahi şöyle müjde eder. Der ki:
Ey insan! Yaphğın hizmet, ettiğin ubudiyet boşuboşuna gitmez. Bir dar-ı
mükafat, bir mahall-i saadet senin için ihzar edilmiştir. Senin şu fani dünyana
K ur' An ve H i k m et 1~ı 0 ı n da CEV Ş E N Ş E RH 1 • 473

bedel, baki bir Cennet seni bekler. ibadet ettiğin ve tanıdığın Hill-ı Zülcelal'in
va'dine iman ve itimad et. O'na va' dinde hulfetmek muhaldir. Kudretinde hiç-
bir cihetle noksaniyet yoktur. işlerine, acz müdahale edemez. Senin küçük bah-
çeni halk ettiği gibi, Cennet' i dahi senin için halk edebilir ve halk etmiş ve sana
vadetmiş. Ve vadettiği için, elbette seni onun içine alacak.

Madem bilmüşahede görüyoruz: Her senede, yeryüzünde, hayvanat ve ne-


batahn üç yüz binden ziyade envalanru ve milletlerini, kemal-i intizam ve mi-
zan ile, kemal-i sürat ve sühuleUe haşredip, neşreder. Elbette böyle bir Kadir-i
Zülcelal, vaadini yerine getirmeye muktedirdir. Hem madem her senede, öyle
bir Kadir-i Mutlak, haşrin ve Cennet'in numunelerini binler tarzda icat ediyor.
Hem madem bütün semavi fermanlan ile saadet-i ebediyeyi vaat edip, Cen-
net'i müjde veriyor. Hem madem bütün icraah ve şuunah hak ve hakikattır ve
sıdk ve ciddiyetledir. Hem madem asannın şehadetiyle, bütün kemalat, O'nun
nihayetsiz kemaline delalet ve şehadet eder. Ve hiçbir cihette naks ve kusur
onda yoktur. Hem madem hulf-ül va' d ve hilaf ve kizb ve aldatmak, en çirkin
bir haslet ve naks ve kusurdur. Elbette ve elbette o Kadir-i Zülcelal, o Hakim-i
Zülkemal, o Rahim-i Zülcemal, vaadini yerine getirecek; saadet-i ebediye kapı­
sını açacak, Adem babanızın vatan-ı asiisi olan Cennet' e sizleri ey ehl-i iman
idhal edecektir." (Mektubdt, s. 227)

e ;8ı ~ ~ 0~\'ı ~t;')lı ~~\lt- 4lt\' ç ~~


.,. , ..... ..... .,.;;,-:""
, , ,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyomz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-79-

79/1· Ey cömertlik ve nimetler sahibi! Q~lj


, , ~;,.lll~
, Ç

Yüce Allah'ın son derece cömert ve türlü türlü nimetler sahibi olduğu daha
önce ilgili başka isimler açıklanırken geçti. Burada ise, Yüce Allah'ın bu vasfına
ışık tutan ve ahiretin varlığıyla ilişkisini kuran şu sabrlan kaydetmekle yetine-
lim:
"Evet dünya yüzünü bu kadar müzeyyen masnuabyla süslendirmek, ay ile
güneşi lamba yapmak, yeryüzünü bir sofra-i nimet ederek mat'umatın en gü-
zel çeşitleriyle doldurmak, meyveli ağaçlan birer kap yapmak, her mevsimde
birçok defalar tecdid etmek; hadsiz bir ci.ıd u sehaveti gösterir. Böyle nihayet-
474 • Kur'In ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI

siz bir clıd u sehavet; öyle tükenmez hazineler ve rahmet, hem daimi, hem ar-
zu edilen her şey içinde bulunur bir dar-ı ziyafet ve mahall-i saadet ister. Hem
kat'i ister ki; o ziyafetten telezzüz edenler, o mahall-i saadette devam etsinler,
ebedi kalsınlar. Ta zeval ve firakla elem çekmesinler. Çünkü zeval-i elem lez-
zet olduğu gibi, zeval-i lezzet dahi elemdir. Öyle sehavet, elem çektirrnek is-
temez.
Demek ebedi bir Cennet'i, hem içinde ebedi muhtaçlan ister. Çünkü niha-
yetsiz clıd u seha, nihayetsiz ihsan etmek ister, nimetlendirmek ister. Nihayet-
siz ihsan ve nimetlendirmek ise, nihayetsiz minnettarlık, nimetlenmek ister. Bu
ise, ihsana mazhar olan şahsın devam-ı vücudunu ister. Ta, daimi tena'umla o
daimi in'ama karşı şükür ve minnettarlığını göstersin. Yoksa zeval ile aalaşan
cüz'i bir telezzüz, kısaok bir zamanda öyle bir rud u sehanm muktezasıyla ka-
bil-i tevfik değildir." (Sözler, s. 67)

79/2. Ey fazi ve kerem sahibi! 06~::::Jij ~~~~ Ç


, ,

Bu isim, sahip manasma gelen "Zu" ile lfıtuf ve ihsan manasma gelen
"Fadl" kelimelerinin izafet yoluyla bir araya getirilmesinden oluşmuştur. "Bü-
yük lfıtuf ve ihsan sahibi" demektir. Yüce Allah bu vasfıyla, kullarının dini ve
dünyevi bakımdan sahip olduklan her şeyin, hak sahibi olmaksızın, Kendi ka·
bndan bir lfıtuf eseri olduğunu bildirmektedir.
Dört ayet-i kerimede, Allah'ın nimetleri hahrlahldıktan sonra, "Zu Fadlirı
ale'n-llisi .. Allah, insanlara karşı fazi sahibidir." buyrulmuş, her seferinde dt~
arkasından, "İnsanların çoğu şükretmezler." denilmiştir. <Bkz. 2:243; 10:60:
27:73; 40:61)
Bir ayet-i kerimede, "Allah alemiere karşı fazi sahibidir." buyrulmuştur
İlgili ayette, zulmü temsil eden Calut'a karşı iyiliği temsil eden Talut'un ordu-
sunun üstün gelmesi ve Hz. Davud'un Calut'u öldürdüğü bildirildikten son-
ra, "Allah'ın insanlan birbirleriyle savması olmasaydı, yeryüzünün düzeni
bozulurdu; lakin Allah, alemiere karşı fazı sahibidir." (2:251) ifadesi geçmek-
tedir.
Manevi, nimet ve hidayet (2:105; 3:74) savaştan ziyansız olarak nimetle
dönmek, derin iman anlayışı, günahiann örtülmesi ve affedilmesi (8:29), geniş­
liği gök ve yer kadar olan ebedi Cennet' nimeti (57:29), Allah'ın vereceği ma-
nevi ve uhrevi mükatat (62:4) gibi hususlarm söz konusu edildiği bazı ayet-i
kerimelerde de Allah, "Zü'l-fadli'l-azim = büyük lfıtuf ve ihsan sahibi" olarak
nitelenmektedir. (Aynca bkz. 3:174; 57:21)
Kur'An ve Hikmet l~ıljında CEVŞEN ŞERHİ • 475

Uhud Savaşı'ndabir kısım müminlerin Hz. Peygamber (a.s.m.)'in emrinden


çıkmalan üzerine savaşın seyrinin olumsuz yönde değişmesi konusunda, Al-
lah, bu itaatsizliklerine rağmen onlan aifettiğini bildirdikten hemen sonra
Zat'ını "Zlı Fadlin ale'l-müminin = Müminlere karşı fazl sahibi" olarak nitele-
mektedir. (3:152)

79/3· Ey şiddetli azap ve çetin cezalar sahibi! 0 __..i:llj


, , '-""W
, ı ı~ Ç
Bu isimde geçen "Be's" kelimesi, Kur'an'da güç, kuvvet ve satvet anlamına
geldiği gibi azap anlamına da gelir. Yüce Allah'ın, mazlumun hakkını ve inti-
kamını zalimden almaması, mazluma daha büyük bir haksızlıkhr. Şu ayet-i ke-
rimeler Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutarlar:
"Arhk savaş Allah yolunda, kendinden başkasından sorumlu değilsin sen
ve teşvik et inananlan. Olur da, Allah kafirlerin zararını ve zulmünü defedip
giderirve Allah'ın azabı da pek çetindir, cezası da." (4:84)
"Allah'ın ayetlerini inkar edenlere pek çetin bir azap vardır. Öyle ya, Allah
daima azizdir (mutlak galiptir, mazlumların) intikamını alır." (3:4)
"Sakın Allah'ın, peygamberlerine yaphğı vaatten cayacağını zannetme! Al-
lah elbette mutlak galiptir, intikam sahibidir." (14:47)

79/4· Ey Levh-i Mahfuz'u ve kalemi yaratan! 0-:.•liiıj ç.jİ.ıl ~ı;. Ç


"Hayır, hayır! Kur'an onların iddia ettikleri gibi beşer sözü değildir. O,
Levh-i Mahfuz'da olan pek şerefli bir Kur'an'dır." (85:21-22)
Allah'ın bu sözü korunmuş bir levhadadır. Biz bu levhanın yapısını kavra-
yamıyoruz. Çünkü bu sadece yüce Allah'ın bilebileceği gayp konularından bi-
ridir. Biz sadece ifadenin oluşturduğu gölgeden yararlanıyor ve kalplerde bı­
raktığı etkiden istifade ediyoruz. Bu da, Kur'an-ı Kerim'in korunduğunu, de-
ğişmediğini, Allah'ın sözünün ele alınan her konuda en son merci olduğunu
telkin etmektedir. Bu sözün karşısında tüm sözler erir gider. Fakat bu söz ko-
runmuş, muhafaza edilmiş bir biçimde tüm gerçekliğiyle kalır. (Seyyid Kutub,
Fi Zıldl)
"Nun (Ey Muhammed!) Kalem ve ehl-i kalemin satıriara dizdikleri ve dize-
cekleri şeyler hakkı için: Rabbinin llıtfuyla, deli değilsin." (68:1-2) Tabiin
imamlanndan Mücahid' e göre Kalemden maksad "kendisiyle Kur' an yazılan
kalem", onunla yazılan şey ise Kur'an'dır.
476 • Kur'An ve Hikmet I~ıOında CEVŞEN ŞERH i

Yüce Allah burada "Nun" harfine, kaleme ve yazıya yemin ediyor. Alfab
harflerinden biri olması bakımından, "Nun" harfi ile, kalem ve yazı arasındal
ilgi son derece açıkhr. Fakat bunlara yemin edilmiş olması değerlerini arttır:
yor, bu yolla öğrenmeye önem vermeyen bir toplumda dikkatleri onlara çek
yor. O günkü Arap toplumunda okuryazarlık oranı sıfır denecek kadar düşm
tü ve okuryazar olanlarm sayısı bir elin parmaklanru geçmezdi. Oysa yüce A
lah'ın bilgisi kapsamında onlann hayalında okur-yazarlığa önemli bir rol b:
çilmişti ve bunun geliştirilmesi, aralannda yaygınlaşhnlınası planlanmışh. B·
inanç sistemini ve ona dayalı hayat sistemini dünyanın dört bir yanına taşım~
lan için yazı gerekliydi. Ayrıca insanlığa önderlik etme görevini eksiksiz yer
ne getirmeleri için bu durum kaçırulmazdı. Böylesine büyük bir görevi yerin
getirmek için gerekli olan temel unsurlardan birinin yazı olduğu kuşku ge
tünnez bir gerçektir.
Nitekim Peygamber Efendimize inen ilk vahyin içeriği de bu anlamı peki~
tirmektedir: "Yaratan Rabbinin adıyla oku! O, insanı embriyodan yarath. Okı
Rabbin en büyük kerem sahibidir. O, insana kalemle yazmayı öğretti. İnsan
bilmediğini öğretti." (96:1-5)

Aynca bu kitabın okuma yazma bilmeyen bir peygambere yönelik olmaı


da bu hususu desteklemektedir. (Yüce Allah belli bir hikmetten dolayı Pe}
gamber Efendimizin okuma yazma bilmeyen biri olmasını öngörmüştür). F~
kat yüce Allah okuma yazma bilmeyen bu peygamberine indirdiği ilk vahiyd
okumaya, kalem ile öğrenmeye teşvik edici ifadeler kullanmışhr. Aynı şekild
bu surede de "Nun" harfine, kaleme ve kalemle yazılanlara yemin edilerek b
husus yine pekiştirilmiştir. Bu durum, yüce Allah'ın sonsuz ilminin kaps~
mında planladığı büyük ve evrensel rolü üstlenmek üzere hazırladığı bu ürr
mete yönelik eğitim metodunun bir aşamasıdır.
Yüce Allah, müşriklerin Peygamber Efendimize yönelik yalan ve iftiralarır
çürütmek, böyle bir şeyin olamayacağını vurgulamak, Peygamberine yöneli
lutfunu ve nimetini dile getirmek için, biraz önce de belirttiğimiz gibi yazını
değerini büyütücü, önemini pekiştirici bir üslupla "Nun" harfine, kaleme v
onunla yazılanlara yemin ediyor. (Seyyid Kutub, Fi Zıldl)

79/5· Ey zerreleri ve canlı mahlukab düzgün,


tertipli ve guz''el yaratan! 0 .,.· . - ~WJ ~-lll ı:s~.
; CC-

Bari', bir kalıptan döker gibi düzgün, tertip li ve güzel yaratan, organ ve c
hazlan birbirine mütenasip ve kainattaki genel düzene ve gayelere yardımcı v
uyumlu olarak var eden anlamına gelir. Bari' kalıbı, daha ziyade Allah'ın car
Kur'in ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI • 4n

lılan yaratması, onlan düzgünleştirip denkleştirmesi manasını ça~b.rmakta­


dır. "Varlıklara kalıp veren" diye de açıklanmışhr.

Bu isim, Kur'an'da üç yerde geçer. Biri, "O öyle Allah'hr ki, HMık, Bari',
Musavvir'dir. En güzel isimler O'nundur." (59:24) ayetidir. Bu ayette geçen üç
vasıf arasında icraatta bir derecelenme göze çarpıyor. (Halık) ile "takdir edip
planlama"; (Bari') ile ''bir kalıptan döker gibi düzgün, tertipli yaratma"; (el-
Musavvir) ile de, "güzel bir suret verip bezerne ve tezyin etme" fiilleri vurgu-
lanmış gibidir.

Yüce Allah, her şeyin vücudunu mütenasip, yani organlarını, hayati cihaz-
larını ve unsurlarını özellik bakımından birbirine uygun ve ahenkli yarathğı
gibi, her şeyi de hizmeti ve faydasıyla umumi ahenge münasip olarak yarat-
mışhr. Öyle ki, bütün eşya birbirinden ayrılmaz ve bu sonsuz çokluk ve geniş­
likteki alemler sanki, bir tek fabrikanın bölüm ve parçalanymış gibi her şey bir
şey için ve bir şey her şey için çalışmaktadır.

Halık, Bari' ve Musavvir isimleri aralarındaki ince farkı görmek için şu


ayet-i kerimeler de bize ışık tutabilir: "Ey insan! Nedir kerim Rabbine karşı se-
ni aldatan? O Rab ki, seni yarath (halaka-ke), ardından düzgünleştirdi (fe
sevva-ke) ve (azalarını) denkleştirdi (Fe adele-ke) ve dilediği surette (fi eyyi su-
retin) seni terkip etti." (82:6-8) Burada planlayıp takdir etmek Hhlık; düzgün-
leştirrnek ve denkleştirrnek Bari'; suret vermek ise Musavvir isimlerinin icraa-
tıdır. Böylece Kur'an'ın ifadelerinden Bari' vasfırun, daha hususi ve canlılarla
ilgili bir yaratmayı ifade ettiği anlaşılmaktadır.
İmam Gazali de, Allah'ın isimlerinden olan el-Halık, el-Bari ve el-Musavvir
isimlerine ilişkin şu açıklamayı yapar:
"Bu üç ismin eşanlamlı olduğu ve hepsinin de yaratma manasma geldiği
sanılabilir.Fakat mesele öyle değildir. Zira yok iken var olan her bir şey, önce
takdir edilir. Yani, plan çerçevesine alınır. Sonra bu takdire uygun olarak icat
edilir. Daha sonra da tasvir edilir, şekil verilir.
Allah, takdir edici olarak, yani bir şeyi mukadderat çerçevesine alma bakı­
mından Halık'tir. Yaraha olarak Bari'dir. Yarattıklarını en güzel şekilde şekil­
lendirici olarak da Musavvir' dir.
Mesela, yapılacak bir binaya ne kadar a~aç, ne kadar tahta, ne kadar çimen-
to-harç gidece~ini; genişliğinin. uzunluğunun ve yüksekliğinin ne kadar olaca-
ğını, kaç tane duvarının olması gerektiğini hesaplayacak birisine ihtiyaç vardır.
Bunlan mühendis yapar. Hesaba kitaba vurur. Planını projesini çizer. Bundan
sonra binayı fiilen yapacak ustaya ihtiyaç hasıl olur. Bina meydana geldikten
sonra da nakışlarını ve tezyinahnı yapacak usta lazımdır. Her üç işi ayn ayn
kişiler yapmaktadır.
478 • K ur ' l n v r H i k m rt 1~ı !i ı n da C E V Ş E N Ş E R H l

İnsanlar için durum budur. Yani, takdir edenle binayı yapan ve onu süslt!-
yen ayrı ayrı kişilerdir. Halbuki şaru yüce Allah'ın fiilleri konusunda durum
böyle değildir. O, hem takdir edici, hem yaraha ve hem de tezyin edicidir."
(Gazali, Makilsıd, s. 49-50)
Bu isimden ders alan müminin, başta kendi vücudu, maddi ve manevi bün-
yesi olmak üzere her şeyi en güzel ve sanatkarane yaratan Rabbine iman \e
teslimiyeti artar. Her şeyin ve her hadisenin, O'nun hikmetli yaratmasıyla ol-
duğunu bilerek, olumsuz gibi görülen gelişmelerden korku ve üzüntü duy-
maz. Tam bir tevekkülle O'na teslim olur. Öte yandan, yapbğı her işi tertipli,
düzgün ve güzel yapar. Özellikle icra etti~ sanahn ve gerçekleştirdiği eserin
detaylarına dikkat eder. Eserinin, işe yarar, her parçası ve unsuroyla faydalı
olmasına özen gösterir. İşinde estetik boyutu asla ihmal etmez.

79/6. Ey Arap olan ve olmayan bütün kullanna ilhamcia bulunan~

Allah, Arap olana da olmayana da dillerini ilham etmiştir. Nitekim, dillerin


farklılığı Kur'an-ı
Kerim'de Allah'ın kudret delillerinden biri kabul edilmiştir:
"O'nun (varlığının
ve kudretinin) delillerinden biri de: Gökleri ve yeri ya-
ratması, lisanlarıruzın ve renklerinizin farklı olmasıdır. Elbette bunda bilen \e
anlayan kimseler için ibretler vardır." (30:22)
Ancak, bu vasıfta
geçen "Arap" ve "Acem" kelimeleri, ilk etapta dillerin il-
hamını çağnştrsa da, konu daha genel kabul edilmelidir. Burada, her ırk ve ka-
vimden tüm insanlara yapılan her çeşit gaybi ve hususi ilhamların tek kaynağı­
mn Yüce Allah olduğu belirtilmek isteniyor.

79/7· Ey zarar ve elemi gidereni 0..J~I) _rjall ~~ Ç


,.,... . . ,. ,_
, , ,

Şu ayet-i kerimeler zarar ve elemin sadece O'nun elinde bulunduğunu açık­


ça ifade ediyor:
"Eğer Allah sana bir sıkınh verirse O'ndan başkası onu gideremez. Sana bir
hayır ve nimet verirse ... Zaten O her şeye olduğu gibi, buna da elbette kadir-
dir." (6:17)
"Eğer Allah sana bir sıkınb, bir zarar dokundurursa, onu yine O'ndan baş­
ka giderecek yoktur. Şayet sana hayır dilerse, o durumda O'nun bu lfıtfunu en-
gelleyebilecek de yoktur. O, lfıtfunu ihsanını kullanndan dilediğine eriştirir. O,
öyle Cafur, öyle Rahimdir! (affı, merhamet ve ihsarıı boldur)." (10:107)
İnsan, bunu bilme fıtrabyla yarahidığından başı dara girdiğinde sadece
O'na yalvarır:
Kur'~n ve Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHi • 479

"İnsan bir sıkınbya maruz kalınca gerek yan yatarken, gerek otururken ve-
ya ayakta iken. Bize yalvarıp yakarır. Fakat biz sıkınhsını giderdik mi, sanki
uğradığı dertten dolayı Biz'e yalvaran kendisi değilmiş gibi eski h.iline döner.
İşte (hayat sermayelerini boşuna harcayıp) haddini aşanlara, yaphkları işler,
kendilerine böyle süslenmiş, hoşlarına gitmiştir." (10:12)
"Ama sonra sizin o sıkıntıruzı giderince, içinizden bir kısmı hemen Rab'leri-
ne ortak koşarlar." (16:54)
Yüce Allah, bu vasfıru sevdiği kullanndan bir örnekle göstermiştir:
"EyyCıb'u da an. Hani o: 'Ya Rabbi, bu dert bana iyice dokundu. Sen mer-
hamettilerin en merhametli olanısın' diyeniyaz etmiş, Biz de onun duasını ka-
bul buyurup katımızdan bir lutuf ve ibadet edenlere bir ders olmak üzere, has-
talığını iyileştirmiş, kendisine aile ve dostlanru bir misliyle beraber vermiştik."
(21:83-84)

79/8. Ey gizli sır ve kaygılan bilen! 0 ~I.J


, ... , , , Ç
:,..:JI;Jl$..

Her şey içiyle dışıyla, Yüce Allah'ın müşahedesi altında bulunduğundan O,


tüm gizWikleri, iyi ve kötü bütün niyet, düşünce, kaygı ve kararları bilir.

79/9· Ey Kibe-i MuaZ7,ama ve Harem-i Şerif'in sahibi!

KureyşSuresi'nin 3. ayet-i kerimesinde de Yüce Allah, Zat'ını Ka'be'nirı


Rabbi olarak niteleyerek: "Yalnız bu Ev' in (Ka'be'nirı) Rabbine ibadet etsinler!"
buyurur.
Yüce Allah, Ka'be-i Muazzama ve çevresindeki Harem-i Şerif'i bütün kulla-
rıiçin bir secdegih, bir kıble, Resul-i Ekrem'ine bir mihrab haline getirmiş ve
bir kafaya benzeyen yerkürenin ağzı gibi yapıp Arafat diliyle her sene Kurban
Bayramı'nda Yüce Allah'ın azarnet ve büyüklüğünü Hacc'a giden mürninler
sadasından çıkan tekbirler bütün bir evrene karşı haykırmaktadır.

79/to. Ey eşyayı yoktan yaratan! 0 rJ.;jl ~ 1. Çi,~~ ~:;. Ç

Gördüğümüz ve görmediğimiz her şey Allah tarafından yarahlmışbr. Bu


kainat, içindekilerle birlikte sonradan var olmuştur. Evrenin sonradan yarabl-
dığı artık kanıtlanmıştır. Mimar, yaptığı saraydan önce; yazar, yazdığı kitaptan
önce, ressam, çizdiği tablodan önce de var olduğu gibi Allah da evrenden önce
vardı. Allah, yoktan yarattığı gibi, var olan bazı maddelerden de yepyeni var-
480 • Kur'in vr Hikmrt ı,ıQında CEVŞEN ŞERHf

lıklar yarahr. Mesela, bir portakalın kokusunu, tadını, şeklini, rengini vs. yok-
tan yarahr. Elementlerini de başlangıçta yoktan yaratmakla beraber, hava, -;u
ve topraktan alarak ona gönderir.

0
,

~, ~
..1 ,. .... , -
~ ' -: ,

;81
, , ~~'JI _:,~'JI ~1 'J~ ~~'J Ç ~~

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan müneııehsin, Senden başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-80-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

8ojı. Ey mutlak adalet sahibi ve her şeyi dengeli yapan Adil!

Adi, sözlükte eşit muamele ve denge anlamına gelir. Adi, "çok adil" demek-
tir. Adil ise, kendisinden adalet sadır olan kimse demektir. "Asla zulmetme-
yen, hakkaniyetle hükmeden, haktan ve doğrudan başkasını söylemeyen, bü-
tün İcraatında bu şekilde hareket eden" diye de tanımlanmıştır. Adi ismi, s.ı­
dece meşhur Esrna-i Hüsna Hadisi'nde geçmekte, Allah'ın vasfı olarak bu k.ı­
lıpla Kur'an'da geçmemektedir. Ancak, Allah'ın kainat ve varlıklan dengfli
olarak yarathğı ve adaleti gözetti~ çok kere ifade edilmektedir. Özellikle ah-
rette, hiçbir haksızlı~a meydan vermeyecek şekilde bizzat adaletle hükmedecı!­
~ belirtilmektedir: "Biz, Kıyamet gününde adalet terazilerini kuracağız. O gün
kimseye hiçbir şekilde haksızlık edilmez. Yapılan iş, bir hardal tanesi kadar bi-
le olsa, onu adalet terazisine getiririz. Hesap gören olarak Biz herkese yeteriz "
(21:47; 10:54-55; 39:69)
Kainat, Allah'ın hüküm ve saltanabnın tecelli yeridir. Burada yaşayan bü-
tün varlıklar da o Sultanm rumayesi albnda hayat süren birer raiyyet ve ahali-
dir. Allah'ın,
memleketinin ahalisine zulmetmesi, onların haklarına tecavüzde
bulunması düşünülemez. Çünkü, O sadece memleketin değil, ahalinin de yara-
hası, sahibi ve çekip çeviridsidir. Onlara ait ne varsa hepsi O'nundur. Onlar,
hem O'nun mülkü, hem memlukü ve hem de mülkünde çalışan memurlandır.
Yani, onların Allah'a karşı hak iddia etmeleri haksızlık olur.
K ur' i n ve H 1k m et 1~ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 481

Allah, Adil-i Mutlaktır. Kiinatta her şeyi yerli yerince yaratması, her varlığı
layık oldu~ cihaz ve duyularla donatması, her hak sahibinin hakkını mü-
kemmel şekilde belirleyip himaye etmesi O'nun sonsuz adaletinin en açık ör-
neği değil midir? Allah bizzat kullanna zulmetmekten münezzeh oldu~ gibi,
onlann haklannı birbirlerinden almamaktan, birinin öbürüne zulmetmesine
göz yummaktan da son derece münezzeh ve alidir. Ahiretin icadı bu zulümleri
temizlemek, haksıziann cezasını, iyilerin mükafabru vennek içindir.
İmam-ı Gazclli, Adi ismi ile ilgili olarak şu açıklamayı yapar:
"Adilin adaletini bilmeyen onu tanıyamaz. Adilin fiilini bilmeyen de onun
adaletini bilemez. Bu vasfı anlamak isteyenin, engin göklerin yüceliklerinden
yerin derinliklerine kadar, şanı yüce Allah'ın fiilierini ilmenihata etmesi, iyice
bilmesi gerekir. Onun bu bilme temaşası, kainabn herhangi bir yerinde bir uy-
gunsuzluıu,n, bir kusurun bulunmadığını müşahede edinceye kadar devam
etmelidir.
Kul, Allah'ın mahlukabnda bir kusur, bir uygunsuzluk bulunmadığını gö-
rünce, gözünü tekrar kainata çevirir, yine bakar, yine bir kusur göremez. Sonra
bir kere daha bakar, yine herhangi bir eksiklik göremez. Arbk var olduğunu
sandığı kusuru bulamamış olarak geri döner. O zaman Allah'ın kudretinden,
adaletinde rububiyetinin azametinden bir şeyler anlar. Kiinattaki fevkalade
nizarn ve intizam kendisini hayrete düşürür. İşte o anda şanı yüce olan Al-
lah'ın adaletinin manalanndan bir şey anlamasıyla kendisinde derin bir sevgi
hasıl olur.

Şüphesiz ki Allah, mevcudabn asmanilerini de, ruhanilerini de, kamillerini


de nakıslannı da yaratmış, her bir varlığa hakkını venniştir. İşte bu vasfı ile O,
Cevvad =son derece cömerttir. Yine her bir varlığı, kendine has mahalline yer-
li yerince koymuştur. Bu vasfıyla da Allah Adi= Adildir. Yer, su, hava, gökler,
yıldızlar vs. kainattaki büyük cisimlerdendir. Şaru Yüce olan Allah onlan ya-
ratmış ve bir düzene sokmuştur.

Mesela, insanoğlu önce kendine baksın. Tıpkı kainat muhtelif asimlerden


meydana gelmiş oldu~ gibi, insan vücudu da çeşitli uzuvlardan meydana
gelmiştir. Allah onun vücudunu önce et, kemik, deri vs. kısımlanna ayırmış,
kemikleri birer iç direk, etleri bu kemiklerin koruyucusu, deri kısmını da et kıs­
mının koruyucusu yapmıştır. Eğer Allah, onlan bu tertip üzere değil de bunun
aksi tertiple yaratmış olsaydı, yani kemikler en dışta, et kısımları onun albnda
ve diğer kısımlar da en içte olsaydı, muhakkak ki düzen bozulurdu.
Yine, Allah insan için muhtelif uzuvlar yaratmıştır. El, ayak, göz, kulak, bu-
run vs. O, bütün bu azalan yaratmakla Cevvad' dır. Her bir azayı kendine özel
yerine yerleştinnesi itibariyle de Adl'dir. Çünkü, mesela gözü bedenin en uy-
gun yerinde yaratmıştır. Eğer, onu başın arka tarafında, yahut ayağında veya-
hut elinde veyahut da başının tepesinde yaratmış olsaydı noksanlıktan ve teh-
482 • Kur'An ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH İ

likeye maruz olmaktan uzak kalmazdı. Yine, elleri kollarla omuzlara asmışbr.
Eğer onlan başına yahut beline veyahut da dizlerine asmış olsaydı ortaya yakı­
şıksız bir durum çıkardı ve şimdiki gibi faydalı da olamazlardı. Bütün duyu
organlannın başa konması da böyledir. Duyu organlan haber nakledici birer
gözetleyicidir. Onun için bütün bedene hakim bir mahalde bulunmalan gere--
kir. Eğer onlan başta değil de mesela ayakta yaratmış olsaydı, elbette vücudun
nizarnı bozulurdu." (Gazali, a.g.e., s. 68-70)

Gazali'nin, Adi ismi ile ilgili açıklamasına devam ediyoruz:


"Mesela bir hükümdan ele alalım. Bir gün o, silahlar, paralar ve mallarla
dolu hazinesini açsın. Paralarla mallan zenginlere, silahlan cilimlere, kitaplan
da askerlere dağıtsın. Sonra askerlere: 'Siz camilere, mekteplere gidin', alimiere
de 'Siz de kışlalara kalelere dağılın' desin.
Acaba hükümdann bu hareketi adalet midir? Hiç şüphesiz ki hayır! Çünkı..i
her bir şeyi ehline ve layık olduğu yere vermemiştir. Eğer değerli kitaplan
cilimlere, silahları askerlere vermiş olsaydı, işte o zaman adalet etmiş olacakl'..
Bunun tersini yapmakla, hazinesini dağıttığı insanlara fayda ulaşbnnıştır, fa-
kat adil olamamışbr. Demek ki, adalet, insanlara sadece fayda ulaştırmak de-
mek değildir. Şimdi bir de bunun tersini düşünelim:
Aynı hükümdann, hastalara zorla aa ilaçlan içirdiğini, ameliyat yaphrtb-
ğıru ve böylece onlan iyileştirdiğini; kati ve darp yollanyla katilleri cezalan-
dırdığını kabul edelim. Bu hareketleriyle hükümdar görünüşte, hastalara da,
cezalandırdığı suçlulara da eza etmiştir. Halbuki esasında, hastalan sıhhate ka-
vuşturmak ve haksızlığa uğrayanlarm hakkını korumak suretiyle adalet etmiş­
tir. İşte bu, her şeyi yerli yerince yapmakhr.
Allah idaresinde, hükmünde ve bütün fiillerinde, kendisine itiraz edileme-
yecek derecede adildir. Olan şeyler kulun dileğine uysun veya uymasın, bu
böyledir. Çünkü Allah'ın bütün fiilieri sırf adaletten ibarettir. Allah, her şeyi
nasıl olması gerekiyorsa öyle yapar. Eğer yaphğı bir şeyi yapmamış olsaydı,
mutlaka hasıl olan zarardan daha büyük ve korkunç bir zarar meydana gelirdi.
Tıpkı, kesilmesi lazım gelen kangrenli bir el kesilmediği takdirde zarannın da-
ha büyük olacağı gibi. Zira kangrenli el zamanında kesilmezse, hastalık oradan
bedenin diğer kısımlanna da sirayet eder. Vereceği acı düşünülerek elin kesil-
mesine nza gösterilmezse bu sefer ortaya daha korkunç aalar çıkar. Allah, fiil-
Ieriyle daha büyük zarariann husulünü önlemiş olması bakımından Adil' dir.
Buna inanmak, gerek zahiren ve gerekse batmen belirecek inkar ve ilirazı yok
eder. Yani, Allah'ın fiilieriyle daha büyük zarariann vukuunun önlendiğine
inanan bir insan, ne diliyle ve ne de kalbiyle O'nun fiillerindeki hikmetleri in-
kar edemez, ilirazda bulunamaz. Bu husustaki imanın tamamlanması için,
adet olduğu gibi feleği itharn edip kötü söz söylememek ve hadiseleri ona yük-
leyip itiraz etmemek de gerekir. Bu türlü söz ve davranışlar hatalıdır. Kul, bü-
Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 483

tün hadiselerin birer sebebi olduğunu, bu sebeplerin düzenlenerek, en güzel


bir tertiple; adalet ve h1tuf mefhumlannın en alasıyla hadiselerin idare edildi-
ğini bilmelidir." (Gazali, a.g.e., s. 68-70)

Bediüzzaman da, kamattaki dengeden hareketle Adi ismini şöyle açıkla­


maktadır:

"Canlı bedenlerinin hücreciklerinden, kandaki alyuvar ve akyuvarlardan,


zerrelerin şekilden şekle girmelerinden ve vücut organlannın uyumluluğun­
dan tut, ta denizierin gelir ve giderlerine; ta yer albndaki çeşmelerin gelir ve
harcamalanna; ta hayvan ve bitkilerin doğum ve ölümlerine; ta güz ve bahann
yıkım ve onanmlanna; ta toprak, hava, su ve ateş gibi unsurlann ve yıldıziann
hizmet ve hareketlerine; ta ölüm ve hayabn, aydınlık ve karanlığın, sıcak ve
soğuğun değişmelerine, döğüşmelerine ve çarpışmalarına kadar, o derece has-
sas bir mizan ile, o kadar ince bir ölçü ile tanzim edilir ve tarblır ki, insan aklı
hiçbir yerde gerçek hiçbir israf, hiçbir fuzulilik görmediği gibi; insaniann bul-
duğu fen bilimleri de, her şeyde en mükemmel bir düzen, en güzel bir ölçülü-
lük görüyor ve gösteriyor. Hatta, insaniann bulduğu bu fenler, o düzen ve öl-
çülülüğün bir görüntüsü, bir tercümanıdır." (Lem'alar, s. 308)

Bediüzzaman'ın, Adi ismi ile ilgili açıklamasına devam ediyoruz:


İsm-i Adi'in büyük panlhsından gelen kainattaki eksiksiz adalet, bütün eş­
yanın dengelerini idare ediyor ve insanlığa da adaleti emrediyor. Rahman Su-
resi'nde, "Göğü Allah yüks~ltti ve mizanı (dengeyi) O koydu. Sakın dengeyi
bozmayın. Ölçüyü adaletle tutun ve eksik tartmayın." (55:7-9) ayetterindeki
dört mertebe, dört çeşit ölçüye işaret eden dört defa "mizan" zikretmesi, kai-
natta ölçünün büyüklük derecesini ve fevkalade büyük önemini gösteriyor.
Evet hiçbir şeyde israf olmadığı gibi, hiçbir şeyde de gerçek zulüm ve ölçüsüz-
lük yoktur. Kuddüs isminin büyük parılhsından gelen temizleme ve temizlik,
bütün kainahn varlıklannı temizliyor, güzelleştiriyor. İnsaniann bulaşık eli ka-
nşmamak şarhyla, hiçbir şeyde hakiki kirlilik ve çirkinlik görünmüyor.

İşte Kur'an'ın gerçeklerinden ve İslami prensiplerden olan "adalet, iktisad,


temizlik"in insanlık hayahnda ne derece esaslı birer prensip olduğunu anla!
Kur'an hükümlerinin ne derece kainatla ilişkili ve kainat içine kök salmış ve
sarmış bulunduğunu; o gerçekleri bozmanın, kainah bozmak ve suretini değiş­
tirmek gibi mümkün olmadığını bil! Bu üç büyük ışık gibi; rahmet, inayet, ko-
ruma, saklama gibi yüzlerce her tarafı kuşatmış gerçekler, öldükten sonra diri-
lişi, ahireti gerektirdiği halde, hiç mümkün müdür ki: Kainatta ve bütün var-
lıklarda egemen olan rahmet, inayet, adalet, hikmet, iktisat ve temizlik gibi pek
kuvvetli geniş hakikatler; dirilişin yokluğuyla ve ahiretin gelmemesiyle merha-
metsizliğe, zulme, hikmetsizliğe, israfa, kirliliğe, fuzuliliğe dönüşsünler? Haşi,
yüzbin defa haşi!
484 • Kur'In v~ Hlkmrt ı,ıOında CEVŞEN ŞERH!

Bir sineğin yaşama hakkını merhametle koruyan bir rahmet, bir hikmt·t;
acaba dirilişi getirmemekle bütün şuur sahiplerinin hadsiz yaşama haklanru ve
nihayetsiz varlıklarm nihayetsiz hukukunu zayi' eder mi? Deyim yerindeyse,
rahmet ve şefkatte, adalet ve hikmette hadsiz hassasiyet ve dikkat gösteren bir
muhteşem rububiyet; kemalabm göstermek, kendini tarutbrmak ve sevdimu·k
için bu kiinah hadsiz harika sanatlanyla, nimetleriyle süsleyen bir uluhiy~t
saltanab, böyle hem bütün yüksek sıfatlanru, hem bütün yarabklann ha.klaruu
hiçe indiren ve inkar ettiren haşirsizliğe müsaade eder mi? Haş.l! Böyle bir sı­
nırsız güzellik, böyle bir sonsuz çirkinliğe besbelli ki müsaade etmez. Ev~t
ahireti inkar etmek isteyen kişi, önce bütün dünyayı bütün gerçekleriyle inkar
etmeli. Yoksa, dünya bütün gerçekleriyle, yüzbin dil ile onu yalanlayarak, bu
yalanında yüz bin derece yalanalığını ispat edecek. Onuncu Söz kesin deliller-
le ispat etmiştir ki; ahiretin varlığı, dünyanın varlığı kadar kesin ve şüphesiz­
dir. (Lem'alar, s. 308-310)
Bu isimden ders ve ibret alan kimse, gücü ölçüsünde onun tecellisine ayna
olmaya çalışır. İdaresi albnda bulunan, vücut memleketinden tutun, aile, kent
ve ülkesine kadar, yani söz ve tesirinin geçtiği en küçük daireden en büyüğüne
dek, her yerde adalet kanunlarının egemen olmasına var gücüyle çaba gösterir.
Mesela, vücut ülkesinde öfke, hırs ve şehvet gibi duygulannı akıl ve dininadil
kurallanna göre davranacak şekilde dizginler. Diğer tüm duyu ve duygulannı
dinin adalet ve hayat dolu kurallanna uygun kullanır. Ailede, eşine, çocukları­
na ve diğer yakınlanna karşı adalet ölçülerine göre davranır. Geniş dairede de
elinden geldiğince tümüyle adil olan İlahi emirlerin uygulanması yönünde
gayret gösterir.

~ ,
8oj2. Ey rızası için yapılan işleri kabul eden KAbil! 0 Jtü Ç
Yüce Allah bu isminin gereği olarak, kullan tarafından samimi bir niyetle
edilen dualan, yapılan tevbeleri, yerine getirilen ibadetleri, dergahına yönelt-
len müracaatleri rahmetiyle kabul eder, ilmiyle değerlendirir, kerem dolu bc•l
mük.ifatla karşılar.

~ ,
8oj3. Ey her şeyden üstün ve yüce olan Fadıl! 0 J:ıı'ü Ç

Fadıl, fazilet sahibi demektir. Fazilet ise, değer, meziyet, iyilik, ilim, hüner,
şecaat, in'am, ihsan vs. itibariyle yüksek derece; başkasından cemal, kemal ve
fayda bakımından üstünlüğü demektir. Yüce Allah, kelimenin tüm bu zengin
içeriğiyle gerçek anlamda Fadıl' dır. Buraya kadar geçen bütün güzel isim ve sı­
fatlan O'nun bu isme de nihayet derecede layık olduğunu ortaya koymaktadır.
Kur'In vt Hikmtt l~ıljında CEVŞEN ŞERH! • 485

~ ,
8o/4· Ey her işin bakiki yap1cıs1 olan Fall! 0 ~li Ç

Yüce Allah. daimi ve hikmet dolu faaliyetiyle bütün varlıklan idare etmek-
te, çekip çevirmekte, yenileyip değiştirmekte ve adeta yeniden yaratmaktadır.
O, bu vasfıyla sürekli bir faaliyette bulunmaktadır.
Şu iki ayet-i kerimenin sonunda yüce Allah, azarnet ve kudret ifade eden
çoğul kipi kalıbıyla "Künna fallin ... Biz yapacak olaruz." ifadesini kullanarak
bu vasfına yer vermektedir:
"Biz, çözümü ihtiva eden hükmü Süleyman' a bildirdik. Bununla beraber,
her birine bir hüküm ve bir ilim verdik. Dağları ve kuşlan Davud'un emrine
verdik. Onunla beraber takdis ve ibadet ederlerdi. Biz dilediğimiz her şeyi
yapma kudretine sahibiz." (21:79)
"Gün gelir, gök sahifesini, tıpkı katibin yazdığı kağıdı dürüp rulo yapması
gibi düreriz. Biz ilkin yaratmaya nasıl başladıysak diriltıneyi de Biz gerçekleş­
tiririz. Bu, üzerimize aldığımız bir vaaddir. Bunu gerçekleştirecek olan da
Biz'iz." (21:104)

. ,
8o/s. Ey yarabldarm her işini üzerine alan Kifil! 0 ~lS" Ç

Allah, bütün varlıkların, özellikle canlılarm tüm ihtiyaç ve masrafiamu uh-


desine alan, garantileyen ve kefil olandır.

.
8of6. Ey her şeyi meydana getiren Ciil! 0 ~~ Ç

Yüce Allah, meydana getirmek, oluşturmak, kılmak, tayin etmek gibi an-
lamlara gelen "ca'l" mastanndan fiil ve (bu isimde olduğu gibi) ism-i fail kalıp­
larını zab hakkında kullanmaktadır. Mesela, Hz. Adem'in yaratılıp halife kı­
lınmasıru meleklere bildirirken, "İnni cailun fi'l-ardı halifeh =Yeryüzünde bir
halife meydana getireceğim." ifadesini kullanır. Aynca, En'aın Suresi'nin 1.
ayet-i kerimesinde "karanlık ve aydınlığı var etmek ve meydana getirmek"
ifadeleri için yine bu kelimeyi kullanarak şöyle buyurmaktadır:
"Haınd, gökleri ve yeri yaratan, karanlıkları ve aydınlığı var eden Allah'ın
hakkıdır. Bir de kafirler kalkmışlar, bir takım putlan Rab'lerine eşit sayıyor­
lar!"
486 • Kur'An ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ

~ ,
8oj7. Ey her bakımdan eksiksiz olan Kimil! 0 ~\S' Ç

"Kamil" kelimesi, tam, eksiksiz, kemalde olan, kusursuz anlamına gelir. Al-
lah kamil-i mutlakhr. Zat, sıfat, isim ve fiilleriyle mükemmel olup her türlü
noksandan münezzeh ve yücedir. Şu alemdeve içindeki varlıklarda açıkça gi.ı­
rünen bütün yüksek hikmetler, üstün güzellik.ler, mükemmel yarahlışlar ve
adilane işleyen kanunlar vs. hep O'nun kemalinin eseri ve tecellileridir.

8of8. Ey mahlftkatı yokluk karanlıklarından

varlık nuruna çıkaran Fitır! 0 ~U Ç

Fahr isminin açıklaması 41/6'da geçti. Kısaca, Allah, bu isminin gereği v~


tecellisi olarak, her varlığı özel gaye ve neticelere yönelik olarak ve her birin·~
layık istidat ve yetenekler, alet ve cihazlarla donatarak yokluktan varlığa çı­
karmaktadır.

80/9· Ey kullan için hayır murad eden, onları dergihına çağıran


ve onlardan yaradılış gayelerine uygun görevler talep eden böyle-
ce nza ve nimeti içinde bulunınalanm isteyen Tilibl0 ~U, Ç

8ojıo. Ey kullanmn, nzasına ermek ve cemalini görmek için


~ ~.

can attıği Matlftb! 0 y _,ua; Ç


Allah, önceki ismi gereği kullannı talep ettiği gibi, onlar tarafından da talep
ve arzu edilen, aranan, istenen ve özlenendir. Özellikle ihtiyarlık, hastalık vt·
ağır bir musibete maruz kalmak gibi dünyadan soğutan hallerde O daha çok
ararup özlenir:
"İhtiyarlık mevsimiyle; dünyevi, güzel ve cazibedar şeyler üstünde fena Vt
zevalin damgasını ve acı manasını göstererek o insanı dünyadan ürkütüp, c
faniye bedel, bir baki matlubu arathrıyor." (Sözler, s. 203)

"" , ..... ..... ,;;'-: - ....


0 JL:II
, ~, ~
, J~':JI 0~':JI ~1 ':J~ ;J~':J Ç ~~

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
Kur'An ve Hikmet J~ıQında CEVŞEN ŞERH! • 487

-81-

81/1. Ey gücüyle nimet veren! O~~~~:;. Ç

Allah, nimet denilen, canlılarm hoşuna gidecek her türlü hali sağlayacak
güce ve kuvvete sahip olan; her kimde ne nimet varsa hepsi O'nun kudreti, ira-
desi ve i.kranuyla gerçekleşendir.

81/2. Ey geniş ve bol imkinlanyla ikram eden! 0 ~~ r}\:;. Ç


İkram, ağırlamarun, değer vermenin, onure etmenin ve iltifatta bulunmanın
ifadesi olan her türlü iyilik, hituf ve ihsandır. Allah'ın, kullanna olan ikranu
hadsiz ve hesapsızdır. Bu da O'nun kudret, zenginlik ve rahmetinin genişliği­
nin, servet ve hazinelerinin tükenrnezliğinin göstergesidir.
Şu ayet-i kerime Yüce Allah'ın bu vasfına işaret eder:
"0, aynı
zamanda günahlan bağışlar, tevbeleri kabul buyurur, ama ceza-
landırması da çetin olup, lutuf ve ihsanı pek geniştir. O'ndan başka tann yok-
tur. Dönüş yalnız O'na olacakhr." (40:3)
• J

81/3· Ey tekrar tekrar ldtufta bulunan! 0 ~ :;~ :;. Ç


Vücut, hayat ve bekamız, Yüce Allah'ın lutuf ve ihsanlannın tekranndan
ibarettir. O kadar çok tekrar tekrar ihsan, in' am ve ikramda bulunuyor ki, tüm
bu iyilik ve güzelliklere mazhar olan biz canlılar vücut ve hayatımızı durağan
zannederiz. Oysa, O'nun hazinesinden her an ve kesintisiz akan ihsanlanndan
oluşuyoruz. Tıpkı, bir kaynaktan her an yeniden beslenen birnehrin sabit ve
durgun görünmesi veya enerjisi her an yeniden sağlanan bir elektrik lambası­
nın kendiliğinden yanıyor sanılması gibi.

. J ,
81/4· Ey kudretiyle her yerde izzetini gösteren! 0 ~.J.la.t )~ :;. Ç

Allah, sonsuz kudretiyle her an, her yerde ve her vesileyle galibiyetini, karşı
konulmazlığını ve hükmünün geçerliliğini gösterendir.

81/5· Ey her şeyi hikmetiyle ölçüp biçen! 0 •-; h~.)~ .·..;, Ç


,.... ,.... V

Allah, varlıklarm maddi ve manevi bütün özelliklerini her şeyi kuşatan


hikrnetiyle takdir edip, ölçülü olarak şekillendiriyor. Şu sahrlar bu gerçeği ör-
nekleriyle ispat ediyor:
488 • Kur'In ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH!

"Evet görünüyor ki; şu a.Iemde tasarruf eden zat, nihayetsiz bir hikmetle iş
görüyor. O'na bürhan mı istersin? Her şeyde masiahat ve faidelere riayet et-
mesidir. Görmüyor musun ki: insanda bütün aza, kemikler ve damarlarda,
hatta bedenin hüceyrabnda, her yerinde, her cüz'ünde faydalar ve hikmetlenn
gözetilmesi, hatta bazı azası, bir ağaan ne kadar meyveleri varsa, o derece o
uzva hikmetler ve faydalar takması gösteriyor ki; nihayetsiz bir hikmet eliyle iş
görülüyor.
Hem her şeyin sanatında nihayet derecede intizam bulunması gösterir ki,
nihayetsiz bir hikmet ile iş görülüyor. Evet güzel bir çiçeğin dakik proğramını,
küçücük bir tohumunda dercetmek, büyük bir ağaan sahife-i a'malini, tarihçe-
i hayahru, fihriste-i cihazahnı küçücük bir çekirdekle manevi kader kalemiyle
yazmak; nihayetsiz bir hikmet kalemi işlediğini gösterir.
Hem her şeyin hilkatinde gayet derecede hüsn-ü sanat bulunması; nihayt!t
derecede hakim bir 5.1ni'in nakşı olduğunu gösterir. Evet şu küçücük insan
bedeni içinde bütün kiinatın fihristesini, bütün hazain-i rahmetin anahtarları­
nı, bütün esmalanrun ayinelerini dercetmek; nihayet derecede bir hüsn-ü sanat
içinde bir hikmeti gösterir. (Sözler, s. 66)

8ı/6. Ey tedbiriyle hükmeden! 0 'r-f~


,... , , ..~ h~:; Ç
Allah, mahlukab arasmda işleri bin bir hikmetle düzenleyip tedbir ve idare
ederek onlar üzerindeki hükmünü icra eder. Buna göre kainat gayet ihtişamlı
ve faaliyetlerle dolu bir bir memleket, bir şehir, hatta bir saray hükmündedir.
Bu memleket, şehir ve saraydaki her tür varlık birer çeşit vazife ile gayet itaat-
karane meşguldür. Ayet-i kerimenin ifadesiyle göklerin ve yerin tüm ordulan
Allah'mdır. (48:4) Zerreler ordusundan, bitkiler tugaylarmda ve hayvanlar ta-
burlarmdan tutun ta yıldızlar ordusuna kadar değişik ordular var. Hepsindo:?
büyük bir disiplin içerisinde yer alan küçüklü büyüklü memur ve askerlerdE-,
hikmet dolu tekvini emirler, amirane hükümler, intizamlı kanunlar cereyen et-
mektedir. Bu da, bu ismin de işaret ettiği mutlak bir hakimiyet ve külli bir ami-
riyelin varlığını gösterir. Böylesine mutlak ve her şeyi içine alan bir hakimiyet
ve amiriyelin bulunduğu bir alemde şirke ve başkasının müdahalesine kesin-
likle yer olamaz.

8t/7· Ey ilmiyle her şeyi idare edeni 0 ~ ~~; -;~:; Ç


Şu ve benzeri ayet-i kerimeler, Allah'ın ilminin ne kadar kuşaha olduğunu
güzelce gösterir: "Allah sizi önce topraktan, sonra nutfe (sperm)den yara tb,
sonra sizi çift çift yaph. Bir dişinin gebe kalması ve doğurması hep O'nun bil·
Kur'An •r Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • " "

gisiyledir. Bir canlıya ömür verilmesi de, onun ömründen azaltılması da mut-
laka bir kitapta (yazılı)dır. Şüphesiz bu, Allah'a göre kolaydır." (35:11)
"O'nun bilgisi ve izni olmaksızın, ne bir meyve tomurcu~ndan çıkabilir,
ne her hangi bir dişi hamile kalabilir, ne hamile olan biri yavrusunu do~rabi­
lir." (41:47)
Bediüzzaman, Yüce Allah'ın her şeyi kuşatan, hiçbir şeyin gizlenemediği
engin ilmini özetle şöyle açıklar:
Bütün mevcudatta görünen bütün hikmetler, o ilme işaret eder. Çünkü hik-
met ile iş görmek ilim ile olur.
Hem bütün itina, özen ve süslemeler o ilme işaret eder. itinayla ve lutufk.i-
rane iş gören; elbette bilir ve bilerek yapar.
Hem her biri birer ölçü içindeki bütün düzenli mevcudat ve her biri birer
intizam içindeki bütün mizanlı ve ölçülü şekiller, yine o kuşaha ilme işaret
eder. Çünkü intizam ile iş görmek, ilim ile olur. Ölçü ile, tartı ile sanatkarane
yapan; elbette kuvvetli bir ilme dayanarak yapar.
Hem bütün mevcudatta görünen muntazam miktarlar, hikmet ve maslahata
göre biçilmiş şekiller, bir ezeli hükmün düsturuyla ve kaderin pergeliyle tan-
zim edilmiş gibi meyveli vaziyetler ve biçimler, bir kuşaha ilmi gösteriyor.
Evet eşyaya ayn ayn muntazam suretler vermek, her şeyin mesalih-i hayatiye-
sine ve vücuduna layık hususi bir şekil vermek, bir ilm-i muhit ile olur, başka
türlü olamaz.
Hem bütün canlılara, her birisine layık bir tarzda, münasip vakitte, umma-
dığı yerden nzıklannı vermek; bir ilm-i muhit ile olur. Çünkü nzkı gönderen;
nzka muhtaç olanlan bilecek, tanıyacak, vaktini bilecek, ihtiyaaru idrak ede-
cek ki nzkını layık bir tarzda verebilsin.
Hem bütün canlılann, belirsizmiş gibi görünen aslında belirli bir kanuna
bağlı olan ecelleri, ölümleri bir kuşaha ilmi gösteriyor. Çünkü her taifenin fert-
lerininin görünüşte belirli bir ecel vakitleri görünmüyor, fakat o taifenin iki sı­
nır arasmda belirlenmiş bir zamanda ecelleri muayyendir. O ecel esnasında, o
şeyin arkasından vazifesini devam ettirecek olan neticesinin, meyvesinin, çe-
kirdeğinin muhafazası ve bir yeni hayata dönüştürülmesi; yine o kuşaha ilmi
gösteriyor.
Hem bütün varlıklara şamil ve her bir varlığa layık bir surette rahmelin yö-
nelişi, bir geniş rahmet içinde bir kuşaha ilmi gösteriyor. Çünkü mesela canlı­
ların yavrulanru süt ile besleyen ve yeryüzünün suya muhtaç bitkilerine yağ­
mur ile yardım eden; elbette o yavrulan tarur, ihtiyaçlannı bilir ve o bitkileri
görür ve yağmurun onlara lüzumunu anlar, sonra gönderir vs. bütün hikmetli,
itinalı rahmetinin hadsiz panlhlan; bir kuşaha ilmi gösteriyor.
490 • Kur'In vr Hikmrt l~ıQında CEVŞEN ŞERHI

Hem her şeyin sanabndaki ihtimamlar, sanatkarane şekillendirmeler ve ma-


hirane süslemeler, bir ilm-i muhiti gösteriyor. Çünkü binler muhtemel vaziyel-
ler içinde, intizamlı, süslü, sanatlı ve hikmetli bir vaziyeti seçip tercih etmek,
derin bir ilim ile olur. Böylece bütün eşyadaki şu seçkin suret ve şekiller, bir
kuşaba ilmi gösteriyor.

Hem eşyanın icat ve yarablışındaki mükemmel kolaylık, bir mükemmel il-


me delalet eder. Çünkü bir işte kolaylık ve rahatlıkla, ilim ve maharetin dere-
cesi doğru oranhlıdır. Ne kadar çok bilse, o derece kolay yapar. İşte bu sına
binaen her biri birer sanat mucizesi olan varlıklara bakıyoruz ki; hayret uyan-
dıncı bir derecede kolaylıkla, külfetsiz, zahmetsiz, kısa bir zamanda fakat mu-
cizevi bir surette icat edilir. Demek ki, hadsiz bir ilim var ki, hadsiz kolaylıkla
yapılır.

ifade etti~imiz işaret ve alimetler gibi binlerce kesin belirtiler var ki, şu kai-
natta tasarruf eden Zat'ın kuşaha bir ilmi vardır. Ve her şeyi bütün özelliklt!-
riyle bilir, sonra yapar. Madem şu kainat sahibinin böyle bir ilmi vardır; elbette
insanlan ve insaniann yaptıklannı görür ve insanlar neye layık ve müstehak
olduklannı bilir, hikmet ve rahmetin muktezasma göre onlara muamele edt·r
ve edecektir. Ey insan! Aklını başına al, dikkat et! Nasıl bir zat seni bilir ve ba-
kar, bil ve ayıl! (Mektubat, 243-244)

8ı/8. Ey bilim ve yumuşaldıpyla kullannı


cezalandırmaktan vazgeçeni 0 ~
,......... .)j~:; Ç

Şu ayet-i kerime Yüce Allah'ın bu vasfına güzelce ışık tutuyor:


"Onlar öyle kişilerdir ki, Biz yaphklannın iyilerini kabul ederiz ve kötü fii -
lerini de görmezden geliriz; (onlar,) kendilerine (bu dünyada) verilen doğr.ı
sözün tutulmasıyla Cennet sakinleri arasına kablacaklardır." (46:16)
Bu ayet-i kerimenin de belirttiği gibi Yüce Allah, bazı kullannın dünyada
yaphğı en iyi arnellerine göre hüküm verecek ve ahirette derecelerini ona göre
tayin edecektir. Onlann hata ve zayıflıklannı görmezlikten gelecektir. Tıpkı
asil ve de~er bilir bir efendinin kendi vefakar hizmetkarlanrun küçük bir takım
hatalarma göre değil de onlann yapmış olduğu en büyük hizmetler, fedakar-
lıklar ve üstün vefalanna göre davranması gibi.

,
8t/9· Ey yüceliğiyle beraber kullarına yakın olan10o-~
.r,j \5~:; ~
Allah son derece Yüce ve Mukaddes olduğu halde ilim, kudret, rahmet,
hikmet ve inayeliyle kullanna son derece yakın, hatta onlann şah damanndan
Kur'~n vt Hikmet I~ıt1ında CEVŞEN ŞERHi • 491

bile daha yakın bulunmaktadır. Tıpkı, güneşin bunca yüksekliğiyle beraber,


ışığı, ısısıve renkleriyle hayvan ve bitkilere son derece yakın ve hepsinin hayat
kaynağı olması gibi.

8ıfıo. Ey yakınlıpnda yüceliii tezahür eden! 0 o-;~


,, J, ~ ~ Ç
Yüce Allah, her şeye nihayet derecede, hatta onlann göz bebeğinden daha
yakın bulunduğu halde, onlann bütün kusur, noksan ve zarar dokundurmala-
nndan nihayetsiz derecede yücedir. Tıpkı dünya üzerinde yaşayan değil sade-
ce küçük varlıklar, hatta en büyükleri, hatta ve hatta yerkürenin kendisi bile
güneşe hiçbir zarar dokunduramıyor, ona bir leke bulaşhramadığı gibi,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart

-82-
- J J
82/1. Ey diledilini yaratan! Q~ ~ ~ ~ ~ Ç

Yüce Allah, dilediği şeyi, dilediği biçimde yaratan, her varlığa irade ve me-
şietiyleözel ve mükemmel vaziyetler verendir. Şu ayet-i kerimeler Yüce Al-
lah'ın bu vasfına güzelce ışık tutmaktadırlar:

"Göklerin ve yerin hakimiyeti Allah'ındır. O dilediğini yaratır. Dilediğine


kız evlat, dilediğine erkek evlat verir, yahut kızlı oğlanlı olarak her iki cinsten
karma (ikiz) yapar. Dilediğini de kısır bırakır. O her şeyi mükemmel bilir, her
şeye kadirdir." (42:49)

"Allah o kadirdir ki sizi bir zaaftan yaratmakta, sorıra zaafın ardından bir
kuvvet yaratmakta, müteakiben kuvvetten sonra bir zaaf ve ihtiyarlık yapmak-
tadır. O dilediğini yarabr. Her şeyi bilen, her şeye kadir olan, yalnız O'dur."
(30:54)
"Allah dilediğini yarabr. Zira O, bir şeyin var olmasına hüküm verince sa-
dece 'ol' der, o da derhal oluverir." (3:47)
"Doğrusu göklerin, yerin ve ikisi arasında olan bütün varlıklann hakimiyeti
Allah'a aittir. O dilediğini yaratır. Allah her şeye kadirdir." (5:17)
492 • Kur'in ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI

"Senin Rabbin dilediğini yarabr, dilediğini seçer. Onlann ise seçme haklan
yoktur. Allah, onlann uydurduklan şerikierden münezzehtir, yücedir."
(28:68)

82/2. Ey diledilini yapan! 0 ~ ~ ~ j;, ~:;. Ç


Allah'ın bu ismi, O'nun hem kudreti, hem de iradesiyle ilgilidir. Kur' an' da,
Murid ismi geçmemesine rağmen "yefalu ma yeşi'", "yef'alu m.i yürid" gibi
kalıplarla, Allah'ın dilediğini yapabildiği ve hiçbir kayda ba~lı olmayan irade
sahibi olduğu yeterince anlahlmaktadır. Bazı filozoflann dediği gibi, "Allah bu
kiinah bir defa yaratmış, artık bir daha kanşmıyor" şeklindeki bir uhlhiyet an-
layışını, bu isimle reddetmiştir. Allah her an hikmetine uygun olarak yarahr,
yapar ve bir işte bulunur. (55:29) Çünkü Kur' an, mücerret ve teorik bir tannlığı
anlatan bir teoloji kitabı değildir. Aksine daima tasarruf ve faaliyyette bulunan,
her an yaratmakta olan ve yaratıklanru ayakta tutan, onlann her türlü imdat
ve ihtiyaçlanna yetişen, dualanna icabet eden, onlan sıkınhdan kurtaran bir
Allah'ı tanıtmaktadır. (Ulutürk, a.g.e, s. 118) Kısaca, Allah, genişleyen kainatta
verilen her hayatta, bakan her gözde, tebessüm eden her çiçekte, yeşeren her
tohumda, her bir hücredeki mucizede, makro-kozmozun ve mikro-kozmozun
enginliklerinde ve inanan her kalpte, "her an yaph~ı işte" Faal, Hayy ve Kay-
yfun'dur. (Yıldınm, a.g.e., s. tn)

82/3· Ey diledilini hidayet eden! 0 ~ l1;:;. ~~


, :;. Ç
Yüce Allah, dilediğini do~ yola hidayet eden ve O'nun yol gösterdiği
kimseyi yoldan çıkaracak hiç kimse bulunmayandır. Şu ve benzeri çok sayıda­
ki ayet-ikerime Yüce Allah'ın bu vasfına yer verir:
"Allah insanlan esenlik ve mutluluk ülkesine davet eder ve dilediği kimse-
leri do~ yola iletir." (10:25)
"O dilediği kimseyi doğru yola yöneltir." (2:142)
"Onlan hak yola getirmek senin görevin değil, lakin Allah diledi~i doğnı
yola getirir." (2:2n)

82/ 4· Ey diledilini sapbran! 0


- ~
~ ~:;. ~ :;. Ç

Allah, diledi~i dalaletle bırakabilen ve kendi kötü tercih ve eylemleri yü·


zünden O'nun hidayet nasip etmedi~i kişileri do~ yola sevk edecek hiç kim·
se bulunmayandır.
Kur'An vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 493

82/5· Ey diledilini baiışlayan! 0 ~~ ~ ~:!::; Ç


Şu ayet-i kerimeler Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker:
"Göklerde ve yerde olan her şey Allah'ındır. Ey insanlar! Siz içinizdeki şey­
leri açığa vursaruz da, gizleseniz de, Allah sizi onlardan dolayı hesaba çeker.
Sonra dilediğini affeder, dilediğini azaba uğratır. Doğrusu Allah her şeye ka-
dirdir." (2:284; 3:129)
"Hem Yahudiler, hem de Hıristiyanlar 'Biz Allah'ın evlatlan ve sevgilileri-
yiz' dediler. De ki: 'Öyleyse niçin Allah sizi günahlarınız sebebiyle cezalandı­
nyor?' Hayır, bilakis siz O'nun yarattığı birer beşer topluluğusunuz. Allah di-
lediğini affeder, dilediğini cezalandınr. Göklerde, yerde ve ikisi arasında olan
her şeyin hakimiyeti Allah'ındır. Dönüş de O'na olaca.khr." (5:18)

82/6. Ey dilediline azap eden! 0 ~ ~ ::; y~ ;,~ ::; Ç

Önceki isimde, bu isme de ışık tutacak yeterli ayet-i kerimelere yer verildi.
Şüphesiz ki, Allah'ın diledi~ kimseye azap ehnesi, keyfi ve gayr-i adil bir şe­
kilde de~l, kılı kırk yaran hahi adaletine uygun biçimdedir.

82/7· Ey diledilinin tevbesini kabul eden! 0 ~ L:!.;::; J y ~::; Ç


- 1

Yüce Allah'ın tevbeleri kabul edici vasfıru ifade eden isimler daha önce geç-
ti. Sadece konuya ışık tutan şu iki ayet-i kerimeyi kaydehnekle yetinelim:
"O (ink.ircı)larla savaşın ki Allah sizin ellerinizle onlan cezalandırsın, onlan
rüsvay etsin, onlara karşı size yardım edip zafer yolunu açsın, mürninterin gö-
nüllerini ferahlatsın, kalplerindeki kin ve öfkeyi gidersin. Allah Teala dilediği­
ne tevbe de nasip eder. Allah alimdir, hakimdir (her şeyi hakkıyla bilir, tam
hüküm ve hikmet sahibidir)." (9:15)
"Sonra Allah, bu savaşın peşinden, onlardan dilediği kimseleri küfürden
dönüş yapmaya muvaffak eder. Zira Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merha-
meti boldur)." (9:27)

0 ~ 11;. --.:~ rl,;..j~ı ıJ ~:, -:.~::; ç


82/8. Ey anne rahimlerindeki yavrulan diledip gibi şekillendiren!

"O sizi analanruzın karnında üç karanlık içinde, peş peşe yaratır. İşte ger-
çek ilah olan Allah, bunlan yapan Rabbinizdir. Bütün mülk ve hakimiyet
494 • Kur'.ln ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERH!

O'nundur. O'ndan başka tann yoktur. Hala nasıl oluyor da hak yoldan vazge-
çiriliyorsunuz?" (39:6)
"O'dur ki annelerinizin rahimlerinde size dilediği şekli verir. O'ndan başka
tann yoktur. O, azizdir, hakimdir, (Mutlak galip, tam hi.iküm ve hikmet sahibi-
dir)." (3:6) mealindeki ayet-i kerimelerin açıklaması niteli~deki şu ifadeler bu
konuda oldukça anlamlıdır:
"Evet, mesela mezkur ayetterin ferman ettikleri gibi; üç karanlık içinde bü-
tün annelerin rahimlerinde insaniann suretlerini ayn ayn, mizanlı, imtiyazlı,
ziynetli ve intizamlı olarak, hem şaşırmadan, yanlış etmeden, kanştırmadan
basit bir maddeden açmak ve yaratmak olan fettahiyet ve bütün yeryüzünde
aynı kudret, aynı hikmet, aynı sanatla umuminsanlan ve hayvarılan ve nebat-
lan ihata eden bu feth-i suver (suretlerin açılıp verilmesi) hakikab; vahdaniyı!­
tin en kuvvetli bir bürhanıdır. Çünkü ihata etmek bir vahdettir, şirke yer bı­
rakmaz." (Şuôlar, s. 168-169)

0~~~~~ıJ~;:;.ç
82/9· Ey yaratbldannda diledili şeyi ziyade kılan!

Şu ayet-ikerime ve hakkında yapılan açıklama, konumuz olan bu İlahi isme


güzelce ışık tutar niteliktedir:
"Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi iki, üç, dört ... kanatlı elçiler ya·
pan Allah'a mahsustur. O, yaratıklanndan, istediğine, dilediği kadar fazla
özellik verir, Çünkü O her şeye kadirdir." (35:1)
"Meleklerin kanatlannı daha çok yapabileceği gibi, diğer yarabklannda da
dilediği artırmayı yapabilir. Mesela güzel yüzler, güzel sesler, güzel saçlar, gü-
zel hatlar, gözlerde güzellik, boy ve endamda hoşluk, ince·Iik, biçimde uyumlu-
luk, organlarda tamamlık, güçte şiddet, akılda keskinlik, görüşte ve düşüncede
verimlilik ve bereket, kalpte cesaret, ruhta hoşgörü, dilde güzel ifade, konuş­
makta yeterlilik, işte beceriklilik vs. neler, ne mükemmellikler, ne fazlalıklar
yarabr. Bu yüzden Allah'ın yarabşıru sınırlı suretlerle sınırlamaya kalkışma­
malıdır. Şüphesiz ki Allah her şeye kadirdir." (Elmalılı, İlgili ayet-i kerimenin
tefsiri)
...-. -:., . ,. , . ,. .. , ·., . , . . .
0 --~~~.Jt~~~

82/to. Ey dilediğine hususirahmet eden!

Allah, dilediği kulunu hususirahmet ve inayeline mazhar eder. Bu, diğerle­


rine de bir haksızlık olmaz. Çünkü, herhangi bir varlık kendisine verilen en
Kur'1n vP Hlkmtl l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 495

ufak bir nimetin şükrünü bile tam olarak eda etmekten aciz iken, elindekileri
görrneyip daha fazlasını isteme hakkına nasıl sahip olabilir? Şu ayet-i kerime-
ler Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker:
"Gerek Ehl-i Kitap'tan gerek müşriklerden olsun, kifirler, Rabbinizden size
herhangi bir hayır indirilmesini arzu etmezler. Fakat Allah, rahmetini dilediği­
ne seçip ihsan eder. Allah büyük lutuf sahibidir." (2:105)
"Rahmetini (nübüvvetini) dilediği kuluna has kılar. Allah, büyük lutuf ve
inayet sahibidir." (3:74)
Şu sahrlar, bu isim hakkında güzel bir açıklama niteliğindedir:

"Bir padişahin umumi saltanab ve kanunu ile, merhamet-i şahanesi umum


efrad-ı millete teşmil edilebilir. Her ferd, doğrudan doğruya o padişahın lütfu-
na, saltanabna mazhardır. O suret-i umumiyede, efradın çok münasebat-ı hu-
susiyesi vardır.
İkinci cihet, padişahın ihsanat-ı hususiyesidir ve evamir-i hassasıdır ki;
umumi kanunun fevkinde, bir ferde ihsan eder, iltifat eder, emir verir.
İşte bu temsil gibi; Zat-ı Vacib-ül Vüclıd ve Halık-ı Hakim ve Rahim'in
umumi rububiyet ve şümul-ü rahmetinoktasında her şey hissedardır. Her şe­
yin hissesine isabet eden cihette, hususi onunla münasebetdardır. Hem kudret
ve irade ve ilm-i muhitiyle her şeye tasarrufah, her şeyin en cüz'i işlerine mü-
dahalesi, rububiyeti vardır. Her şey, her şe'ninde O'na muhtaçhr. O'nun ilim
ve hikmetiyle işleri görülür, tanzim edilir. Ne tabiahn haddi var ki, o daire-i
tasarruf-u rububiyetinde saklansın ve tesir sahibi olup müdahale etsin ve ne
de tesadüfün hakkı var ki, o hassas mizan-ı hikmet dairesindeki işlerine kanş­
sın.

İkincisi, hususi rububiyetidir ve has iltifat ve imdad-ı Rahmanisidir ki,


umumi kanuniann tazyikab alhnda tahammül edemeyen ferdierin imdadına
Rahman-ür Rahim isimleri imdada yetişirler. Hususi bir surette muavenet
ederler, o tazyikattan kurtanrlar. Onun için her zihayat, hususan insan, her
anda O'ndan istimdat eder ve meded alabilir." (Mektubat, s. 379)

, ..... , ....... - ;;'-:,


e :18ı ~ ~ ı:,t;\'ı
"'
ıJ~\'ı ~~ \lt 4lt\' ı; ~~

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
4% • Kur'in w~ Hikmet Iıığında CEVŞEN ŞERH!

-83-

Safi. Ey hiçbir eş ve evlat edinmeyeni 0 r..Jj 'ij ~t;, ~ ~ ~ 4


Yüce Allah'ın bu vasfı Kur'an dinleyerek hakikate ermiş olan bir grup cinin
dilinden şöyle dile getiriliyor:
"Biz gerçekten, doğru yolu gösteren harikulade bir Kur'an dinledik. Bun-
dan böyle Rabbimize asla bir şerik tarumayacağız. Rabbirnizin şaru çok yüce-
dir, O ne eş, ne de çocuk edinmiştir. Me~er içimizden bir takım cahiller, Allah
hakkında gerçek olmayan sözler söylüyormuş! Biz de saf saf, insanlan ve cin··
leri, Allah hakkında yalan söylemez sanmışız!" (72:3)
Şu ayet-i kerime de konuya güzelce ışık tutar niteliktedir:
"Allah' a bir de cinleri (gözle görülmeyen yarabklan) ortak koştular. Oysa
ki, onlan O yaratmışhr. Bilgisizce O'na oğullar ve kızlar L<inat etme saçmalığını
gösterdiler. Şaru yücedir O'nun! Onlann nitelemelerinin ötesindedir O! Gökleri
ve yeri yarahp donatan Bedi' O'dur! Nasıl çocuğu olur CYnun, kendisinin bir
eşi olmadı ki! Her şeyi O yarath ve her şeyi en iyi şekilde bilen de O'dur!"
(6:100-101)

83/2. Ey kimseyi hildmiyetine ortak lalmayan!

Allah, alemdeki her zerreyi bile kuşatan sınırsız, eksiksiz ve mukaddes ha-
kirniyetinde hiçbir varlığın ortaklık ve müdahalesine yer bırakmaz ve izin
vermez. Şu ayet-i kerime de O'nun bu vasfını önemle vurgulamaktadır:
"O'nun elindedir göklerin ve yerin gaybı. Ne güzel görendir O, ne güzel işi­
tendir! Onlann, O'ndan başka bir dostlan da yoktur. Ve O, hükmüne hiç kim-
seyi ortak etmez." (18:26)

0Gjj:~~~~ç
83/3· Ey her şeye bir plan ve miktar tayin eden!

Şuayet-i kerime de aynı gerçeği dile getirmektedir:


"Gerçekten Allah her şey için bir ölçü, her iş için bir vade belirlemiştir."
(65:3)
Buna göre her şey miktan, zamanı, yeri, şartlan, sebep ve sonuçlan ile, bir
ölçüye göre belirlenmiştir. Tesadüfle meydana gelen hiçbir şey yoktur. Gerek
Kur'An ve Hikmet liıOında CEVŞEN ŞERHİ • 41J7

bütün evren içinde, gerekse insanın iç aleminde ve hayahnda olup biten hiçbir
şey gereksiz ve boşuna değildir. "Her şeyi yarabp nizarn veren ve her şeyin
varlığını bir ölçüye göre belirleyen O'dur." (25:2) ayeti ile "Biz her şeyi bir ka-
dere (bir düzene, ölçüye, plana) göre yarathk." (54:49) ayeti de aynı gerçeği ifa-
de etmektedir.

83/4· Ey şefkat ve merhameti zeval bulmayıp devam eden!

O'nun her caniıyı kuşatan engin rahmaniyet ve rahimiyeti asla yok olmaz
ve hiçbir şeyden bir an olsun uzak kalmaz.
,,, , , • #',,
83/5· Ey melekleri elçi kılan! 0 ~J ~G::::t.: ı.ıı ~l>. ~

"Hamd, gökleri ve yeri yaratan ve melaikeyi iki, üç, dört ... kanatlı elçiler
yapan Allah'a mahsustur!" (35:1) ayetide Yüce Allah'ın bu vasfıru dile getirir.
Buna göre Allah, melekleri elçiler yapan, yani kendisinden kullannın şuur­
Ianna tebliğ vasıtaları, peygamberlere vahiy, salih insanlara ilham, akıllara
doğru düşünme fikrini getiren araçlar, yahut kudretini, eserlerini yarahklanna
iletici vasıtalar kılandır.

0 .JJ!,
·
~ .... ~L:.:.Jı "i:~ ·.' G
~~~-

83/6. Ey semacia burçlar meydana getiren!

Şu ayet-i kerimeler de Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker:


"Gökte burçlar (büyük takım yıldızlan) yaratan, onlann içine bir kandil
(güneş) ve nurlu bir ay yerleştiren Allah, yüceler yücesidir, hayır ve ihsaru sı­
nırsızdır ." (25:61)

"Gerçekten de, Biz gökyüzüne burçlan (büyük takım yıldızları) serpiştirdik


ve onları, seyredenler için süsleyip bezedik." (15:16)
Ayetlerde geçen "buruc = burçlar" kelimesi, olanca görkemiyle yıldızlar ve
gezegenler olabileceği gibi, yıldız ve gezegenlerin içinde döndükleri yörünge
de olabilir. Her iki durumda da İlahi güce, O'nun yaratma, düzenleme ve sa-
nattaki güzelliğine tanıklık etmektedir.
Ayette, ayrıca evrenin -özellikle şu göklerin- güzelliğine dikkat çekilmek-
tedir. Bu da gösteriyor ki, evrenin yarahimasında gözetilen hedef güzelli.ktir.
Evrende dikkati çeken sadece büyüklük değildir. Gösterilen özen de değildir.
44J8 • Kur'.in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI

Bütün manzaralan düzenleyen, onlann oluşturduğu ahenkten kaynaklanan


güzellik de önemli bir unsurdur. (Fi Zılal, İlgili ayetin tefsiri)

83/7· Ey yeryüzünü kararlı ve hannınaya elverişli kılan!

Şu ayet-i kerimeler, Yüce Allah'ın başka vasıflanrun yanı sıra bu vasfını da


ne güzel dile getiriyorlar:
"Peki kimdir, yeryüzünü (yerleşmeye) uygun bir yer haline getiren ve vadi-
lerden dereler, ırmaklar akıtan; ve onun üzerine sağlam dağlar yerleştiren; v~
iki büyük su kütlesi arasına bir engel koyan? Allah'la beraber başka bir tann,
öyle mi? Hayır hayır, (böyle düşünenlerin) çoğu (ne söylediklerini) bilmiyor-
lar!" (53:61}
"Yeryüzünü sizin için bir dinlenme yurdu ve göğü de bir kubbe yapan, size
şekilveren -çok da güzel bir şekil veren- ve sizi hayatın tertemiz nimetleri ilt~
nzıklandıran Allah'hr. İşte Rabbiniz Allah budur. Bütün alemierin Rabbi oları
Allah ne yücedir!" (40:64)
Sayısız ve çeşitli mahlukat türünün yerküresi üzerinde bulunması ve yaşa­
ması basit bir olay değildir. İnsan, bu yerküresinde tesis edilmiş olan hakimant-
uyum ve koordinasyonu tetkik ederse o, sadece hayrette kalır ve bu fevkalade
uyum, ilişki ve oranlann, ancak Alim, Hakim, ve Kadir-i Mutlak olan bir Zat'ın
yarahp düzenleyebileceği hissini duyar ve kabul eder. Üzerinde yaşadığımız
bu yerküre uzay boşluğunda çok hassas bir hareketle seyrediyor. Hareketinde
henüz herhangi bir sarsınh ve sapma görülmemiştir. Dünyanın bu hareketinde
şayet, depremler esnasında gördüğümüz cinsten en ufak bir sarsıntı olmuş ol-
saydı gezegenimizde hayat olamazdı. Son derece hassas bir biçimde bu küre,
hem kendi hem de güneş etrafında düzenli olarak dönüyor. Kendi etrafında
dönmesi ve dolayısıyla her yüzünün düzenli olarak güneşi görmesi veya gör-
memesi, gece ve gündüzün oluşmasına sebep olur. Dünyanın bir yüzü sürekli
olarak güneşe bakmış olsa, diğer cephesi de hiç güneş almamış olsaydı, bu
ikinci yüzünde hiç hayat bulunmaz ve yaşamak mümkün olmazdı. Çünkü de-
vamlı güneş alan kısmı, hiçbir canlının yaşamasına elverişli olmayacak şekilde
kururdu. Bunun aksine sürekli karanlıkta kalan yüzünde ise, canlı denecek bir
şeyirı yaşamasına imkan vermeyecek derecede dondurucu soğuk hüküm sür-
müş olurdu. Üstünde yaşadığımız yerküreyi, milyonlarca meteorun sürekli
bombardımanına karşı koruyan beşyüz mil kalınlığında bir atmosfer tabakası
çevreler. Aksi halde, saniyede otuz mil hızla dünyaya doğru fırlamakta olan
ortalama yirmi milyon meteor, dünyayı, üzerinde insan, hayvan ve bitki tü-
ründen hiçbir canlının yaşamasına müsait olmayacak dt·recede tahrip etmiş
olacaklardı. Yine aynı atmosfer tabakası, hava ısısını ayarlar, okyanuslardaki
Kur'in vt Hikmtt l~ığında CEVŞEN ŞERH i • 41Jq

sulann buharlaşmasından meydana gelen yağmur bulutlannın yukarılara doğ­


ru yükselmesini temin eder, dünyanın çeşitli yerlerine bu yağmur bulutlanru
taşır ve insan, hayvan ve bitki hayah için lüzumlu çeşitli gazlan sağlar.
Atmosfersiz dünya hiçbir canlı varlık için, yaşamaya uygun bir yer değildir.
Aynı şekilde bu tabii kaynaklann bulunmadığı yerlerde, orada toprak hiçbir
caniıyı besleyemez. Okyanus, nehir, kaynak, yeraltı su rezervleri ve eriyip çay-
lar şeklinde akan dağlar üzerindeki karlar halinde, yeryüzünde bol miktarda
su depolanmış bulunuyor. Bu şekilde bir su düzenlemesi olmasaydı yeryü-
zünde hayat olmazdı.
O halde yerküresi üstünde bulunan, su, hava ve çevresindeki şeyleri kendi-
sine doğru cezbeden uygun bir yerçekim gücü ihsan edilmiş ve böyle bir özel-
lilde techiz edilmiştir. Bu çekim gücü şayet normalden biraz daha az olsaydı,
hava ve suyun yerküresinden aynlıp uzay boşluğuna doğru akışı durdurula-
mazdı. Yine yerküresindeki ısı, şimdikinden fazla olmuş olsaydı, hayat orada
oldukça zorlaşmış olacaktı. Diğer yandan yer çekim kuvveti, normalden biraz
daha fazla olsaydı, atmosfer daha yoğun olmuş olacak, neticede basınç yüksel-
miş, buharlaşma zorlaşmış ve dolasıyla yağmur yağması imkansız hale gelmiş
olacak; soğuklar artmış ve yeryüzünün oturulabilir yerleri daha da azalmış
olacak; insan ve hayvanlar hacim bakımından daha küçük, buna mukabil daha
ağır hale gelmiş olacaklardı. Bu durum da onlann hareket kaabiliyetini azalt-
mış olurdu. Aynca yerküresi, güneşten, üzerinde insan ve canlılarm yaşaması­
na elverecek uygun bir uzaklıkta yer almış bulunuyor. Bu mesafe biraz daha
uzun olsaydı, yerküresi daha az ısı alacak, iklim daha soğuk, mevsimler daha
uzun olup, yerküresi üzerinde yaşanmaz bir yer haline dönüşecekti. Diğer ta-
raftan bu mesafe daha kısa olmuş olsaydı, diğer faktörlerle beraber yüksek ısı,
üzerinde halen yaşamakta olan insan hayahna imkan vermeyecek dereceye
ulaşacak b.

Bunlar, yerküresini, insaniann yaşadığı bir mekan haline getiren tabii kay-
naklar arasmda mevcut olan uyum ve ahenkten sadece birkaçıdır. Bu olaylara
dikkatle bakaninsaf sahibi her insan, bunlar arasındaki uyumun, hakim bir ya-
ratıcmın bir planı olmaksızın sadece bir tesadüfün eseri olarak meydana gel-
miş olduğunu bir an bile kabul edemez ve bir tann veya tannça, bir cin veya
peygamber, bir veli veya meleğin, bu varoluşta d.ihil olduğu ve bu muazzam
nizarnı işler hale soktuğunu da asla kabul edemez. (Mevdiıdi, Tejhim)

83/8. Ey insanı bir damla sudan yaratan! 0 1~ ~Wl ~ j;.;,. :;. Ç


Şuayet-i kerimeler de Yüce Allah'ın bu vasfına dikkat çeker:
"Sizi basit bir sıvıdan yaratmadık mı? (Rahmin içinde) sağlam bir şekilde
muhafaza ettiğimiz (bir sıvıdan), önceden belirlenmiş bir süreyle? Biz, (insanın
500 • Kur'.ln vt Hikmft l~ı§ında CEVŞEN ŞERHİ

yarablışıru) işte böyle gerçekleştirdik. Ne mükemmeldir Bizim (bir şeyi) ger-


çekleştirme kudretimiz!" (77:20-24)
"İnsan, neden yarahldı~a bir baksın: O spermalı bir sıvıdan yarahlmışhr,
(erkeğin) beli ile (kadının) leğen kemiği arasından çıkan. Elbette O, (insanı yok-
tan var eden) onu yeniden (hayata) döndürmeye de kadirdir." (86:5-8)
"İnsanı bir parça sudan yarahp da soy ve evlilik ba~dan oluşan bir sülale
haline getiren de O'dur. Senin Rabbin her şeye kadirdir." (25:54)
Kur'an'ın bu beyarnndan sonra bilmem her hangi bir açıklamaya gerek var
mı?

83/9· Ey her şeyi sayarak hesabını yapan! 0 r_,J.;;. !~ js- ~~:;. Ç


Muhsi, tek tek sayan, ilmi her şeye ayn ayn taalluk eden demektir. Mutlak
Muhsi, ilminde her malumun hududu, adedi ve mebla~ açıkça belli olan Al-
lah'hr.
Kur'an'da, Allah'ın, bütün olup bitenleri, her şeyi ihata eden ezeli ilmiyle
bildiği (19:94, 36:12, 72:28, 78:29) ve insanların dünya hayatında yapıp da unut-
tuklan bütün işlerin ahirette kendilerine bir bir sayılarak hahrlablacağı (18:49)
hep "ihsa" (sayma-sayım) kökünden gelen kelimeler kullanılarak bildirilmek-
tedir. Mesela, "Göklerde ve yerde Rahman'ın huzuruna kul olarak gelmeyecek
hiçbir kimse yoktur. Yemin olsun ki, O hepsini toptan Vl' teker teker saymış­
br." (19:93-94) buyrularak Allah'ın Muhsi ismine dikkat çekilmiştir. Aynca
"Ölüleri dirilten ve onların hayatta iken yaphklan ile gende bıraktıklarını ya-
zan gerçekten Biziz. Zaten her şeyi apaçık bir büyük defterde bir Levh-i Mah-
fuz'da saymışızdır." (36:12) buyrulmak suretiyle yine her şeyin hesap altında
oluşuna dikkat çekilrniştir. Bu hakikat, "O günde Allah onlan hep diriltecek de
bütün yaphklarını kendilerine haber verecek. Allah arnellerini bir bir saymış,
onlarsa unutmuşlardır. Allah her şeye şahittir." (58:6) ayetinde de beyan edilir.
Görüldüğü gibi Allah, bu vasfıyla, yaratıklarının miktarlarını, nefeslerini,
nzıklarıru, onların bildiklerini ve bilmediklerini, kısaca bütün özelliklerini il-
miyle tek tek kuşabnışhr. O, olmuş ve olacak her şeye şaluttir. Bu, O'nun kud-
retini gösterir.
Nebe' Suresi'nde de Yüce Allah, her şeyi tek tek sayıp kaydettiğini ifade et-
mektedir. Değil, yeryüzünün halifesi ve k.iinatın eksen varlığı olan insanın
maddi ve manevi özellikleri ve bu özelliğine değer kazandıran fiilleri, bir ağa­
cın yapraklan ve yaprağındaki hücreler, elementler ve atomlar bile tek tek bi-
linmekte, sayılmakta ve hesaplanmaktadır.
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 501

En önemsiz gibi görünen şeyleri bile Allah tek tek sayıp kaydederken, in-
sanlann yaptıklanru elbette ihmal etmeyecektir. Onlann da söz ve davraruşla­
nru, tüm hareketlerini, hatta niyet ve düşüncelerini bile daha mükemmel bir
surette kayıtlara geçirmektedir. Bazı düşüncesizler ise, istediklerini yapacakla-
nru, kendilerini bir görenin olmadı~ ve hesaba çekilmeyeceklerini sanmak-
tadırlar.

Madem ki bütün işlediklerimizi Allah Teala bir bir görüyor ve biliyor, o h.il-
de bize düşen, yapacaklanınızı yaparken bunu düşünmek, hayır veya şer, eğri
veya doğru, iyi veya kötü olup olmadı~ hesap etmektir. Bir an bile gaflet
etmemek, her vakitte, her nefeste, her harekette, her süklında kendimizi göze-
tip uyanık bulunmak gerekir. Amel defterirnizi okumaya başlayıp, "Eyvah bi-
ze! Bu defter ne hayret verici bir defter, ne küçük bırakmış, ne büyük (yaptık­
lanınızm bir bir) hepsini yazmış!" (18:49) diye hayıflanacaAırnız gün gelmeden
bu hayah ve sonraki ebedi hayatımızı ciddiye almak durumundayız.

83/ıo. Ey her şeyi ilmiyle kuşatan! 0 ~ !:,.::. !-t l,t,;..\:; Ç


Şu ayet-i kerime de aynı İlahi vasfa yer verir:
"Sizin ilahınız yalnız Allah'br. O'ndan başka ilah yoktur. O her şeyi ilmi ile
ihata etmiştir." (20:98)
Bu isim meleklerin duasında da yerini alır:

"Arşı taşıyan, bir de onun çevresinde bulunan melekler devamlı olarak


Rab'lerini zikrederler ve O'na hamd ederler. O'na gerçekten inarur ve mürnin-
ler için şöylece af dileyip dua ederler: 'Ey Ulu Rabbimiz, Senin rahrnetin ve il-
min her şeyi kuşatmışhr! O halde tevbe edenleri ve Senin yoluna tabi olanlan
affet ve onlan Cehennem azabından koru!"' (40:7)
Şu ayet-ikerime de göklerin ve yerin yaratılışma bakarak Allah'ı bu vasfıy­
la tarumamızı önerir:
"Allah, yedi göğü ve aynı şekilde yeri(n sayısız parçasını) yaratandır.
O'nun (yaratıcı) iradesi, bütün bu yarattıklan araalıAtyla kesintisiz tecelli eder
ki Allah'ın her şeye kadir olduğunu ve her şeyi bilgisiyle kuşathğını göresi-
niz." (65:12)
Hz. İbrahim (a.s.), Rabbinin bu vasfında kendine bir dayanak bulur:
"Halkıkendisi ile tartışmaya girişti: O dedi ki: "Allah bana doğru yolu gös-
termişken, siz hala benimle O'nun hakkında tartışıyor musunuz? Sizin O'na
ortak saydığınız şeylerden ben hiçbir zaman korkmam. Rabbim ne dilerse o
olur. Rabbimin ilmi her şeyi kapsar. Hala kendinize gelip ders almayacak mısı­
nız?" (6:80)
502 • Kur'3n vr Hikmet l~ı4ında CEVŞEN ŞERH i

~ , .... -
,. ... ' ' , ~

e :lını ~ ~ ı:.ı~~' ~~~' ~' ~t ~t~ ç ~~


Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok Iri
bize imdat etsin. Emsın ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-84-

Allah'ı.m! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

84/1. Ey eşi ve benzeri olmayan Ferd! O ~_:,j Ç


Allah Ferd'tir. Bir, tek, yekta, biricik, izzette ve azametle eşsiz, üstünlük vt·
yücelikte misilsizdir. Şan, şeref ve ulviyette benzersiz, bütün kemal sıfatlarında
emsalsizdir. İstiklal ve ferdiyet sahibidir.

84/2. Ey zat, sıfat ve fiilierinde çifti olmayan Vitr! 0:}.} Ç

Allah Vitr'dir. Bir'dir. Tek'tir. Eşi


ve benzeri olrnayandır. Dengi, naziri, or-
tağı, yardıması bulunrnayandır. o hem zat' ı itibariyle, hem de isim ve sıfatları
açısından tek, eşsiz, benzersiz, misilsiz ve misalsizdir.

0
J , -

84/3· Ey her bir şeyde biriiiini gösteren Ehad! .ı,;. ı Ç

Allah'ın birliği Risale-i Nur'da son derece orijinal delil ve tespitlerle güzelce
ispat edilmektedir. Bu delilleri, özetle va ana başlıklar halinde kaydedelim:
Tek Yaraha'yı kabul etmeyen her zerreyi yaraha kabul etmelidir
Yeryüzü, sayısız ayna parçaları, cam kırınhları, su damlacıkları, kar tanecik-
leri gibi şeffaf ve parlak şeylerle, hatta göl ve nehirlerle, deniz ve okyanuslarla
kaplı bulunsun. Güneş doğduğu vakit, bunların her birinde ışığıyla, ısısıyla,
yedi rengiyle ve diğer tüm özellikleriyle birer güneş akseder, görünür. Eğer,
gökteki bir tek güneş kabul edilip diğer güneşçikler, onun numuneleri, akisleri
ve görüntüleri kabul edilse kolay ve akla uygun bir yol seçilmiş olur. Yok eğer,
başını kaldırıp gökteki güneşi görmediği veya göremediği için o tek, asıl ve
hakiki güneşi inkar etse, o takdirde, en küçük bir cam kırınhsından tutun, en
büyük bir okyanusa ve birer ayna hükmünde olan gezegeniere kadar, güneşin
Kur'in •f Hikmft l~ı§ında CEVŞEN ŞERH! • 503

kendilerine yansıdı~ı her şeyde gerçek bir güneşi kabul etmesi gerekir. Bir gü-
neşi kabul etmemesine karşın, hadsiz güneşleri var saymak icap eder. Aynen
bunun gibi, zerreden güneşe kadar, tek hücreli bir canlıdan en büyük bir bali-
na veya file kadar her şeyde bir sanat, bir ilim, bir hikmet, bir kudretin eseri,
akisleri ve tecellileri görünüyor. Özellikle o canlı ve cansız varlıklar birer çekir-
dek, yumurta ve bazı canhlann menşei olan hücreler olsa, o zaman bu ilim,
hikmet, irade ve kudret daha net biçimde görünür. İşte bütün bunlarda açıkça
görünen bu üstün özellikler, bütün bu üstün sıfatiann sahibi ve kayna~ı olan
bir tek Allah' a verilmezse, o takdirde, her bir zerred e, çekirdek te, yum u rtada,
hücrede ve tohumda gerçek birer ilahın varlığım kabul etmek gerekir ki, hiçbir
akıl sahibi böyle bir fikre yanaşamaz. Zira zerrelere, özellikle tohum zerreleri
olsa, öyle bir vaziyet verilmiş ki, o zerreler cüz' (parça, ö~e) olduğu canlıya,
hatta o canlının türüne, hatta muhtaç olduğu bütün varlıklara karşı öyle bir
konumda yer alıyorlar ki; ~er o zerrelerin ilişkisi Kudreti Sonsuz' dan kesilse,
o zerrelerin her birine, her şeyi gören bir göz, her şeyi kuşatan bir bilinç ver-
mek lazım gelir (Bediüzzaman, Nurwı İlk Kapısı, s. 110-111)
Evrendeki düzen ve dayanışma tek elden idare edildiğini gösterir.
Şu varlıklar, bir fabrikanın, bir sarayın ve bir düzenli şehrin parça ve bö-
lümleri gibi birbirine do~ru yardımlaşma ellerini uzatmış, birbirinin ihtiyaç di-
leklerine "buyurun!" derler. El ele verip, bir düzen ile çalışırlar. Başbaşa verip,
canlılara hizmet ederler. Omuz omuza verip bir gayeye yönelik olarak bir çe-
kip çevirkiye itaat ederler. Evet güneş ve aydan, gece ve gündüzden, kış ve
yazdan tutun ta bitkilerin, hayvanların imdadına; hayvanların, insanların im-
dadına; gıda zerrelerinin bitkilerin imdadına; yiyecek maddelerinin, beden
hücrelerinin imdadına koşup gelmelerine vanncaya kadar cereyan eden yar-
dımlaşma prensibi ile bütün varlıklar, bir terbiye edicinin emriyle hareket et-
tiklerini gösteriyorlar. İşte kainatta cereyan eden bu dayanışma, bu cevaplaş­
ma, bu kucaklaşma ve bu düzen, bir tek idare edicinin terbiyesiyle idare ve bir
tek terbiye edicinin tedbiriyle sevk edildiğine kesinlikle şehadet eden şu göz
önündeki umumi hikmet, eksiksiz bakım ve gözetim, bunun da içindeki geniş
rahmet, umumi nzık ve her bir şeyi layık olduğu şekilde terbiye öyle parlak bir
birlik mührüdür ki, onu bütün bütün kör olmayan görür.
Kısaca, bütün kainat bir fabrikanın çarklan ve bir insan vücudunun organ-
Ian gibi birbirinin imdadına koşuyor. Buna göre, kainattaki bütün unsurlara
sahip olmayan, bir tekine sahip olamaz. (a.g.e., s. 115-116)
Kudret mucizeleri ve sanat harikaları varlıklar birer mühürdür, bulunduk-
lan yeri Yaraha'larına mal ederler.
Nasıl ki bir tarlada ekilen bir çeşit tohum; o tarlanın, tohum sahibinin idare-
si alhnda olduğunu ve o tohumun da, tarlayı ekip hiçenin tasarrufu albnda bu-
lunduğunu gösterir. Öyle de, elementler denilen, her biri birer sanat eseri olan
504 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

varlıklann tarlası, birlik ve her tarafta aynılık ile beraber her tarafı kuşatmalan
ve şu varlıklar denilen rahmet meyveleri, kudret mucizeleri ve hikmet kelime-
lerinin birbirine benzerneleriyle beraber çok yerlere yayılmalan ve her tarafta
bulunup oraları vatan edinmeleri, mucizeler yaratan bir Sanatkar'ın tasarrufu
albnda olduklarını gösterir. Sanki her bir çiçek. her bir meyve, her bir hayvan;
o Sanatkarın birer iınzasıdır, birer mührüdür, birer tu~rasıdır. Her nerede bu-
lunurlarsa bulunsunlar, hal diliyle derler ki: "Biz kimin mührü isek, bu yerler
de onundur."
En basit bir varlı~a Rab (terbiye edici) olmak, bütün elementleri idaresinin
avucunda tutan zat'a özgüdür. En basit bir elementi çekip çevirmek ve idare
etmek, bütün hayvanları, bitkileri ve di~er varlıklan rububiyet avucunda ter-
biye edene hashr. (a.g.e., s. 117-118)

Aciz olan varhldann umumi düzeni korumalan tevhid delilidir:


Zerrelerden gezegeniere ve güneşiere kadar her şeyin, kendisindeki sınırsız
acizlik ile beraber umumi düzen içerisinde hayret verici görevleri yerine ge-
tirmesi, varlı~ zorunlu olan zat'ın birli~ine şehadet eder. (a.g.e., s. 121)

İnsan yüzü bir tevhid mührüdür:


İnsanın yüzü öyle bir tevhid mührüdür ki, Hz. Adem zamanından ta Kıya­
met' e kadar gelmiş ve gelecek bütün insan fertleri aynı anda gözü önünde bu-
lunmayan ve her birine karşı o tek yüze birer ayırt edici alameti koymayan bir
sebep, bir tek insanın yüzündeki vahdaniyet mührüne icat elini uzatamaz.
Evet, insanın yüzüne o mührü vuran zat, elbette bütün insan fertleri O'nun
gözü önünde ve ilmi dairesindedir ki, her bir insanın siması göz, kulak, ağız
gibi temel organlarda birbirine benzedi~ hilde, birer ayırt edici alarnet ile,
hiçbirisine tamamen benzemez. O simada göz, kulak gibi organlar bütün fert-
lerde birbirine benzemesi, o insan türünün Sanatk.lr'ırun bir oldu~a şehadet
eden bir tevhid mührüdür. Haklannın kaybolmaması için, birbiriyle kanşh­
nlmaması ve birbirinden ayırt edilmesi gayesiyle, o sirnalann hikmetli pek çok
fark ettirici alametler ile aynimaları da, bir olan o Sanatkar'ın iradesini ve ter-
cih yapabilme gücünü göstermenin yanı sıra, ayn ve çok ince bir ehadiyet
mührü oluyor ki; bütün insanları, hayvanları, hatta kamah yaratamayan bir zat
ve bir sebep, o mührü vuramaz.

Tevhid'de kolaylık, şirkte zorluk vardır:


Bir subaya, bin nefere ait vaziyet ve idare havale edilse; bir nefer de on su-
bayın idaresine verilse, o bir neferin idaresi, bir taburun idaresinden on derece
daha problemli ve zahmetli olur. Çünkü ona emredenler, birbirlerine mani
olurlar. Bu karmakarışıklıkla o nefer hiçbir rahat yüzü görmez. Hem bir tabur-
dan arzu edilen vaziyet ve netice, bir tek subaya havale edilse; problemsiz, ko-
Kur'in ve Hikmet l~ıOınd~ CEVŞEN ŞERHI • 505

layca o neticeyi elde edebilir ve o vaziyeti verebilir. EAer o vaziyeti almak ve o


neticeyi elde etmek, o taburdaki başsız, amirsiz, çavuşsuz neferlere havale edil-
se, o istenen vaziyet ve neticeyi almak için çok kanşıklık içinde münakaşalarla
ve bin bir güçlükle ancak eksik bir şekil elde edilebilir. İşte kai.nattaki bu inti-
zam, düzen, mükemmellik ve sanat, sayısız zerre ve yıldızlarm bir olan Al-
lah' ın emrinde olmasının eseridir.
Ayasofya gibi kubbeli bir camiin kubbesindeki taşlan durdurmak vaziyeti
ve yerlerinde asılı tutulması bir ustaya verilse, usta o vaziyeti onlara kolayca
verebilir. EAer o şekle girmesi, taşiann kendilerine havale edilse, her bir taşın,
bütün taşiara hem mutlak hükmedici, hem de mutlak boyun eAid olması lazım
gelir. Ta ki, birbiriyle başbaşa verip, asılı vaziyette durabilsinler. O durumda, o
ustanın kolayca gördüAü işi görmek için yüzlerce usta kadar ustalar kabul edi-
lecek, o işten de yüz derece daha ziyade işler görülecek ki o vaziyetler alınabil­
sin.
Kısacası, bütün eşya Cenab-ı Hakk'a isnat edilse, bir tek şey kadar kolaylık
kazanır. Eğer sebeplere isnat edilse, her bir şey bütün eşya kadar güçlük peyda
eder. Kainattaki fevkalade ucuzluk ve bolluk, tevhid mührünü güneş gibi gös-
terir.

Sınırsız hikimiyet şirke yol bıralanaz:


Hakimiyetin en temel özelliği istiklaldir, tek başına idare etmedir. Hatta ha-
kimiyetin zayıf bir gölgesi; aciz insanlarda bile, bağımsızlığını muhafaza etmek
için, başkasının müdahalesini şiddetle reddeder ve kendi işine başkasının ka-
nşmasına müsaade etmez. Çok padişahlar bu müdahaleyi reddetme gerekçe-
siyle masum evlatlannı ve sevdiği kardeşlerini aamasızca katletmişler.
İşte bu çok esaslı özellik içindir ki, sınırsız rububiyet derecesindeki İlahi
hakimiyet, gayet şiddetle şirki, ortaklığı ve başkasının müdahalesini reddetti-
Ainden, Kur'an-ı Kerim de, gayet hararetle, şiddetle ve pek çok tekrar ile tev-
hidi gösterip; şirki, Allah'a ortak olma iddiasını büyük tehditlerle reddediyor.

Kiiııattaki mükemmel intizam tevhidi gösterir


Kainat yüzündeki nihayet derecede mükemmel ve yıldızlardan tutun da ta
bitkilere, hayvanlara, madenlere; ta cüz'i varlıklara, fertlere ve zerrelere kadar
her şeyde görünen en mükemmel intizam ve en güzel uyum; o tekliğe, o birli-
ğe hiçbir yönden şüphe götürmez doğru bir şahit, kesin bir delildir. Çünkü
başkasının müdahalesi olsaydı, kainatın bu gayet hassas nizam, ahenk ve den-
gesi bozulacakb. "Eğer göklerde ve yerde Allah'tan başka ilahlar olsaydı, her
ikisi elbette fesada giderdi." (21:22) ayetinin sırrıyla, kainatın bu harika nizarnı
kanşacakb ve fesada gidecekti. Halbuki, "Gözünü çevir herhangi bir aksaklık
görebiliyor musun?" (67:3) ayetiyle atomlardan ta gezegenlere, yerden ta Arş'a
kadar hiçbir yönden kusur, eksiklik ve aksaklık eseri görülmediAirtden, gayet
506 • Kur'in vt Hikmtt Jıı~ında CEVŞEN ŞERHi

parlak bir surette, kiinahn bu nizamı, yaratıklann bu düzeni ve varlıklann bu


dengesi, Ferd isminin o büyük tecellisini gösterip birliğe şehadet eder. Hem
ehadiyet tecellisiyle, en küçük bir canlı yaratık, kainatın bir küçültülmüş örne-
ği ve bir fihristesi (indeksi) hükmünde olduğundan; o tek canlıyasahip çıkan.
bütün kainatı idaresinin elinde tutan zat olabilir. Bir çekirdek, yaratılışça bir
a~açtan geri olmadığı, bir a~aç da, küçük bir kainat hükmünde oldu~; her bir
canlı da, küçük bir kiinat ve küçük bir alem hükmünde bulunduğundan; bu
ehadiyet sımnın cilvesi, şirk ve ortaklığı imkansızlık dereı..ooesine getiriyor.

Kur'in, tevhidin delilidir


Allah'ın birliğinin en büyük delillerinden biri de Kur'an'dır. Kur'an, bütün
davasını Allah'ın birliğine dayandırdı~a göre, Kur'an'ın hak ve gerçek oldu-
~nu gösteren bütün deliller aynı zamanda Allah'ın birliğine de delildir.
Kur'.in'ın, erişilmezli~i, eşsizliği, harikalığı ve Allah'ın sözü oluşu konusunda
yüzlerce kitap yazılmış ve sayısız deliller ortaya konulmuştur. Bu delillerin
hepsi aynı zamanda Allah'ın birliğinin de delilidir. Kur'an'ı, bütün bir insanlı­
ğın nazannda sahip oldu~ son derece yüksek ve hürme: duyulan makamın­
dan indirip çürütmeye gücü yetmeyen hiç kimse Allah' ın birliğini de inkar
edemez.

Hz. Muhammed (a.s.m.) tevhidin delilidir


Allah'ın birliğinin bir delili de, Hz. Muhammed'in peygamberliğidir. Çün-
kü onun getirdiği dinin temeli, "L.iilahe iliallah = Allah'tan başka ilah yoktur."
cü.mlesidir. Şu h.ilde, Hz. Muhammed'in, ink.in mümkün olmayan yüzlerce
mucizesi, hal ve tavnndan çıkan sayısız deliller, aynı zamanda Allah'ın birliği­
nin de delilidir. O'nun risaletini ispat eden sayısız delilleri çürütemeyen, tev-
hid inancını sarsamaz.
K.iinat Sultanı olan Rabbinin bir olduğunu, aa tatlı her şeyin yalnızca
O'nun elinde bulunduğunu bilen mümin, O'nun nzasını !<azanmayı her şey­
den önemli görür. O dururken başka kapılara gidip yorulmaz, başkalanna bo-
yun eğip zillet çekmez. O'nu bulduğunda gerçek muradına erdiğini bilir, sayı­
sız ve sınırsız korku ve endişelerden kurtulur.

84/4· Ey hiçbir şeye muhtaç olmayan ve her feyin


Kendisine muhtaç oldulu Samed! 0 ~Ç

Allah, aciz ve ölümlü varlıklann tüm ihtiyaç ve levazımatından münezzeh


olan, her şey her şeyiyle O'na muhtaç bulunandır. Allah'ın bu vasfı, 32/9'da
geçen "Ya Sameden bila ayb!" ve 73/3'te geçen "Ya Sameden la yut'am!" isim-
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEV~EN ŞERHI • 507

leri açıklanırken yeterince izah edildiği için burada fazla bir izaha gerek gör-
müyoruz.

84/5· Ey şan, şeref ve yüceliii en büyük olan ErneecU 0 ~~ ~


Allah, şanının büyüklüğü, izzet, şeref ve yüceliğiyle her şeyden sonsuz de-
recede üstün olandır. Allah'ın, şan, şeref ve yüceliğini ifade eden "Mecid" is-
mi, 8/2; 72/6; 76/10' da yeterince açıklandığı için tekrara girmiyoruz.

84/6. Ey izzet ve galibiyeti mukayeseye gelmeyen Eazz! O~~~

Allah, celalinin izzeti her türlü acizlik ve kusurdan münezzeh; görünüşte


izzet sahibi olanlardan sonsuz derecede üstün ve yüce; şu alemde panlblan
görülen bütün izzetler O'nun eseri olandır. Yüce Allah'ın izzet ve galibiyelini
ifade eden "Aziz" ismi hakkında yeterli açıklama 8/8; 13/9; 23/8 ve 32/1 'de geç-
ti.

84/7· Ey sonsuz azarnet ve celal sahibi Ecel! 0


~
~1
, -
Ç

Allah, bütün varlıklan disiplinli birer memur, itaatkar birer asker gibi em-
rinde bulundurarak celal ve büyüklüğünü gösteren; böylece eelali sıfatlannda
eşsiz ve benzersiz olduğunu ispat eden; kudret ve yüceliğiyle bilcümle mahlu-
katın nihayetsiz derecede üstünde olan ve bu özelliğiyle onlarla mukayeseye
bile gelmeyendir. Yüce Allah'ın celalini ifade eden vasfı "Celil" açıklanırken
13/l'de bu konuda genişçe bilgi verildi.

~ ~-
84/8. Ey her şeyden daha hak ve hak sahibi olan Ehakk! 0 ~1 Ç

Allah, en büyük hak ve gerçektir. Diğer bütün varlıklarm varlık ve gerçek-


liği O'nun hak, kesin ve sabit olan zat, sıfat ve isimleriyle mevcut ve ayaktadır.
O; zah, mevcudiyeti, birliği, vahyi, kelamıyla hak ve hakikakattir. O, hak olanı
emreder, hakkın yerini bulmasını ister, hak ve gerçekten razı olur, haksızlığı
meneder.
Kur' .in' da Yüce Allah'ın hak ve gerçek olduğu kuvvetle vurgulanır:

"O (ölmüş ola)nlar, bunun üzerine Allahın, gerçek Yüce Efendilerinin hu-
zuruna getirilirler. Doğrusu, nihai hüküm yalnız Onun' dur: ve O, hesap gören-
lerin en hızlısıdır!" (6:62)
.508 • Kur'An vr Hikmrt l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

"De ki: 'Size gökten ve yerden kim nzık veriyor? O kulak ve gözlerin sahibi
kim? Kim ölüden diriyi çıkanyor, diriden de ölüyü çıkanyor? Kim bütün işleri
düzenliyor?' Hemen diyecekler: 'Allah!' De ki: 'O ha.Ide (<Ynun azabından) sa-
kınmaz mısınız? İşte bunlan yapan Allah'hr sizin gerçek Rabbiniz. Gerçeğin
ötesinde, dalaletten başka ne kalır? Nasıl oluyor da haktan uzaklaştınlıyorsu­
nuz?'" (10:31-32)
Şu ayet-i kerimeler de Cenab-ı Hakk'ın bu vashna dikkat çekerler:
"İşte orada her kişi, dünyada iken yapbklanrun kaç para ettituU görür.
Hepsi, gerçek efendileri olan Allah'ın huzuruna götürülür ve uydurduklan
putlar ortalıkta görünmez olur." (10:30)
"Allah, kendisinden çe kinilmeye herkesten ve her şeyden daha layık
(ehakk) ve hak sahibidir." (33:37; 9:13)
"De ki: Ortak koştuklarıruzdan hakka ilelecek olan var mı? De ki: 'Hakka
Allah iletir.' Öyle ise hakka ileten mi uyulmaya daha layık (ehakk)tır; yoksa
hidayet verilmedikçe kendi kendine doğru yolu bulamayan mı? Size ne olu-
yor? Nasıl (böyle yanlış) hükmediyorsunuz?" (10:35)
O, nza ve hoşnutluğu gözetilmeye de herkesten daha çok hak sahibidir.
(9:62)

1 , -
84/9. Ey herkesten daha fazla iyilik yapan Eberr! 0 ~1 Ç

Eberr, yüce Allah'ın Kur'in'da da geçen Berr isminin üstünlük ve fazlalık


ifade eden şeklidir. Berr, mutlak iyi olan, herkese iyilik eden, iyiliği çok seven,
iyilik ve faydası engin, iyiliğiyle bütün yaratılmışlan kuşatan ve ihatası bol
olan demektir. Eberr ise, bütün bu noktalarda eşi ve benzeri bulunmayan ve
herkesten ileri olandır.
Berr ismi, bir ayette şöyle geçer: "O'dur Berr, cömertçe iyilik eden; O'dur
rahmetisınırsız olan." (52:28)
Buna göre Eberr, iyilerin en iyisi, kamil manada ve 5-onsuz derecede iyi
olan, sınırsız iyilik eden, hayır ve ihsanlan her türlü tasavvurun ötesinde,
in' am ve ikramlan her türlü nitelemenin üzerinde olan demektir.

1 , -

84/ıo. Ey varbimm sonu olmayan Ebeci! 0 ~1 Ç

Allah; varlık ve kalıcılığı, sıfat ve isimleri, her türlü yokluk ve tanilikten


münezzeh ve yüce olandır. Bediüzzaman Yüce Allah'ın beka ve ebediliğini şu
satırlanyla anlatır:
Kur'in vr Hikmet ı,ıOında CEVŞEN ŞERHI • 509

"Hayah daimidir, ezeli ve ebedidir. Mevt ve fena, adem ve zeval O'na anz
olamaz. Çünkü hayat, O'na zatidir. Zati olan, zail olamaz. Evetezeli olan elbet-
te ebedidir. Kadim olan, elbette bakidir. Vacib-ü'l Vücud olan, elbette sermedi-
dir. Evet bir hayat ki, bütün vücud, bütün envanyla onun gölgesidir. Nasıl
adem (yokluk) ona anz olabilir? Evet bir hayat ki, vacip bir vücud onun lazımı
ve ünvarudır; elbette adem ve fena hiçbir cihetle ona anz olamaz. Evet bir ha-
yat ki; bütün hayatlar mütemadiyen onun cilvesiyle zuhura gelir ve bütün ha-
kaik-i sabite-i kainat ona istinat eder, onunla kaimdir; elbette hiçbir cihetle fena
ve zeval ona anz olamaz. Evet bir hayat ki; onun bir lem'a-i cilvesi, maruz-u
fena ve zeval olan eşya-yı kesireye bir vahdet verip bekaya mazhar eder ve
dağılmaktan kurtanr ve vücudunu muhafaza eder ve bir nevi bekaya mazhar
eder. Yani hayat; kesrete bir vahdet verir, ibka eder. Hayat gitse; dağılır, fena-
ya gider. Elbette öyle hadsiz lemaat-ı hayatiye bir cilvesi olan hayat-ı vacibeye,
zeval ve fena yanaşamaz.
Nasıl ki güneşe karşı cereyan eden bir nehrin yüzünde kabaraklar parlar
gider. Gelenler aynı parlamayı gösterip, taife taife arkasında pariayıp sönüp gi-
der. Bu sönmek, parlamak vaziyetiyle; yüksek daimi bir güneşirı devamına de-
lalet ederler. Öyle de, şu mevcudat-ı seyyaredeki hayat ve mevtirı değişmeleri
ve münavebeleri, bir Hayy-ı Baki'nin beka ve devamına şehadet ederler."
(Mektubat, s. 240)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-85-
0~)-~~J~~
Ss/1. Ey Kendisini tanımak isteyenlerin Miruf'u!

O, aslında her türlü fiil, tasarruf, icraat, sanat ve nimetiyle Kendini kullarına
tanıtandır. Ancak, bunlardan yaradarup O'nu tanıma iradesirıi gösterenlerce
ancak bilirıir. O'nun varlığı aslında şiddetli zuhurundan gizlenmiştir. O'nu ta-
nımak isteyen içirı, en ufak bir sanah, bir hücre, bir çimen yaprağı bile tanıt­
maya ve gönül sarayında marifetullah kandilini tutuşturmaya yeter.
SlO • Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

8S/2. Ey Kendisine ibadet edenlerin Mabud'u! 0 ~~:;. ~ _;.;.; Ç


İbadet, itaahn bilinçli iraeti ve nihai şeklidir. Allah, fıtri ve tekvini olarak
canlı cansız her varlığın, hatta inkaraların vücut zerre vt· organlannın bile i ta.
at ettiği zat olmakla beraber, bu itaati, bilinçli, özgür iradeleriyle ve nihai dere-
cede sergileyenlerin Ma'bud'udur.

Ss/3· Ey Kendisine şükredenlerin Meşldir'u! 0 ~~:;. )j.::.:. Ç

İnsan, iyilik ve ihsarun kuludur. Hatta hayvanlar bile iyiliğin dilinden anlar
ve kaynağına bir sadakat, vefa ve bağlılık gösterirler. Ancak, bu kadirbilirliğin
de iradi ve bilinçli olması lazım ki, anlamlı olsun. İşte, Yüce Allah, savısız ni-
metlerinin kaynağını bilip, geldiği adresi taruyarak minnettarlık duyan, bu
şükran duygusunu diliyle ifade eden ve gelen nimetleri gerçek sahibini razı ve
memnun etmek için kullananların şükürlerinin kıblesidir.

8S/4· Ey Kendisini zikredenlerin Mezldir'u! 0~}'~:;.. )~~ Ç

İnsan, güzellik ve kemale fıtraten aşıktır. Güzellik ve kemali nerede görse


ona hayran ve aşık olur. Bu hayranlık ve aşkını terennüm eder. Allah da, kamil
ve cemil-i mutlaktır. Varlıklardaki bütün kemal ve cemaller O'nun eseri, isim
ve sıfatlarının panlhlandır. Maşukunu anan ve mükemmellik sezdiği bir varlı­
ğı yad eden herkes farkında olsun veya olmasın aslında O'nu anmaktadır. An-
cak bu yad edişin anlamlı olanı, bilinçli ve gerçek hedefin farkında olarak yapı­
lanıdır.

Ss/s. Ey Kendisini övenlerin Mahmlid'u! 0 ~~:;. ~ ~ Ç

Hamd, iradi bir kemalden dolayı birini övmektir. Farkında olunsun olun-
masın, inamisın inarulmasın her türlü kemal Allah' tan geldiğine göre kimden
kime yapılırsa yapılsın her türlü hamd ve övgü de aslında O'nadır. Dolayısıyla
Allah, bütün hamd edicilerin, nimeti arttıran harndierinin biricik kıblesidir.

Ss/6. Ey Kendisini arayanlar için mevcut olan! 0 :J1:;. ~;.. ~ Ç


O'nu özleyip arayan, iştiyak duyup bulmaya çalışan herkes için her zaman
ve her yerde bütün isim ve sıfatlanyla kudret ve inayeliyle mevcut olup, yalnız­
lıklannı ünsiyete çeviren ve teveccühüyle her şeye bedel onlara kafi gelendir.
Kur'An .r Hikmet Jıı~ında CEVŞEN ŞERHi • 5ll

0 ~~J~~;ı,y~
85/7· Ey Kendisini "bir olarak" tanıyaniann Mevsdf'u!

O'nu bir olarak bilen ve tanıyan bütün tevhid ehlince üstün vasıflanyla ta-
nıblan ve kemal sıfatlanyla ispat edilendir.

85/8. Ey Kendisini sevenlerin Sevgili'si! 0 ~~ ~ ~;,;..:. ~

O'nu sevmenin zevkine varan, muhabbetinin hazzını duyan herkesçe sü-


rekli sevilen ve sevgisi uğrunda her şey feda edilendir.

85/9· Ey Kendisini arzulayanlann Merğub'u! 0 ~~1) ~ ~),_:,; ~

O, bütün samimi arzulayıcılann içten ve sadık arzu ve rağbetleri Kendisine


yönelen ve böylece de uğrunda her türlü azim ve irade gösterilmeye layık ol-
duğu ispat edilendir.

85jıo. Ey Kendisine yönelenlerin Maksud'u! O~~ ~Gf:; ~ ~ 4

O, bütün dönüş ve yönelişlerin, talep ve inabelerin gerçek kıblesidir. O'na


yapılan bu yöneliş ve dönüşler ise, O'nun cemal, kemal ve rahmetine delalet
ebnektedir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-86-

86/1. Ey saltanabndan başka gerçek saltanat olmayan!

Mülk, yani hükümranlık ve saltanabn gerçek sahibi O'dur. Her kimde bun-
lar namına bir şey varsa bilsin ki, emanettir ve imtihan için verilmiştir. Tüm
512 • Kur'An ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞERH!

hakimiyetler, O'nun güneşlerden daha parlak ve muhteşem, şeriksiz ve rakip-


siz hükümranlığının silik bir gölgesi ve sönük bir panlbsıdır.

0 ~~ ~ı:JI ~d ~ ı:r--
~, ~
o , ,

86/2. Ey kullarının, senasını saymalda bitiremediiii

O'nun, övgüyü, meth ü senayı gerektiren kemal, cemal ve rahmeti sonsuz


oldu~dan kullar, ne kadar överlerse övsünler layık oldu~ meth ü senayı
yine de yerine getiremezler.

'-·~ı~-.j·., ~
0 ji;,.-~ , ı:.r--
86/3· Ey mahlukabn, celalini tam vasfedemediği!

Celal; azamet, ululuk ve büyüklük anlamındadır. O, öylesine büyük vt·


yüksek bir celal sahibidir ki, bütün akıl ve şuur sahibi mahlukat bütün tarif vt
tavsifleriyle O'nun eelali isim ve sıfatlanru nitelemekten ve tam olarak anlat-
maktan acizdirler.

86/4· Ey gözlerin, kemalini idrak ve ihata edemedip!

O'nun uçsuz bucaksız, sınırsız ve nihayetsiz olan kemalini ne kafa ne de gö-


nül gözü ile keşf ve müşahede, idrak ve ihata etmek mümkün değildir.

86/s. Ey zekilann, sıfatiarına ulaşmaktan aciz kaldıiı!

O'nun sıfatlan, mutlak ve sınırsız olduğu, zıtlannın müdahalesi söz konusu


olmadığı için, sınırlı ve aciz olan insan zihin ve zekasıyla ulaşılamıyar ve tam
olarak kavranamıyor.

86/6. Ey fi.kirlerin, kibriyasmm hakikatine erişemedip!

O öyle bir büyük ve aşkın zattır ki, şuur sahiplerinin bütün fikirleri toptan-
sa, O'nun büyüklüğüne erişemez, idrak ve ihata edemez, hakikatine varamaz.
Kur'.ln ve Hikmet l~ı~ında CEVŞEN ŞERHİ • 513

~ . ,
e~;J~Jw~ı~'i:;ç
86/7· Ey insanların, sıfatiarını hakkıyla tavsü edemedip!

İnsanlar, O'nun cemali, kemali ve eelali sıfatiarını gereği gibi ve güzelce ta-
rif ve tavsit etmekten acizdirler.

86/8. Ey kulların, hükmünü geri çeviremedip!

O'nun hüküm, takdir ve tedbiri, hepsi de aciz olan kuUan tarafından yolun-
dan alıkonamaz, hedefinden geri bırakılamaz ve gerçekleşmekten engeUene-
mez.

86/9· Ey her şeyde Kendisini tanıtan deliller açıkça görülen!

Her şeyde O'nun marifet nuruna açılan bir pencere vardır. Her şey, O'nun
kudret ve hikmet eliyle yazılmış mana ve mesaj dolu mektuplardır. O'nun
kudret delilleri kainat memleketinin her yerinde bayrak bayrak dalgalanmak-
tadır.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-87-
- ~G
'.. lS::j,
0 IJ.!-I
'
. • -.
'
-

87/1. Ey günahları için ve Kendisine olan aşk


ve muhabbetten dolayı ağlayanların Sevgili'si!

Allah böylelerinin sevgilisi oldu~ gibi, O da onlan çok sevmektedir. "Her


biri bir gevher-i yektadan eazdir 1 Ol yaşlar ki akar Allah içindide-i tenden."
Denilmiştir. Yani, Allah için gözden akan her damla yaş, bir eşsiz inciden ma-
514 • Kur'.ln ve Hıkmet I~ı§ında CEVŞEN ŞERH!

nen çok daha aziz ve değerlidir. Allah korkusuyla veya O'nun aşkıyla yüre{.:i
yanarak göz yaşı dökenler Allah'ın sevgili kullandır.

87/2. Ey Kendisine tevekkül edenlerin dayanapi

O, kendisine dayanıp güvenene kafidir. O'nun kafi geldiği kimse içinse, yı-
kılmak söz konusu değildir. Şairin dediği gibi:
Sevdiğini
ebed boyu tutan dinç; O var!
Ölümsüzlük şevki ebedi sevinç; O var!
Yıkılmaz dayanak, kırılmaz destek; O var!
Tekten de tek, bir tek, tek başına tek; O var! (N. F. Kısakürek)

87/3· Ey hak yoldan sapbnlmışlan hidayete erdiren!

Allah; müfsit nefis, şeytan ve kötü arkadaşiann vesvese ve telkinleriyle yol-


lannı şaşınnışlara yol gösteren, önlerine hidayet ışıklannı tutan ve kurtuluş
yollanru aydınlatandır. Allah'ın yol gösterici ve hidayet bahşedici vasfı hak-
kında geniş bilgi için bk. 33/10; 37/10; 59/2.

87/4· Ey müminlerin dost ve sahibi! 0 ~~~ ~J Ç


O, mürnin kullarının dostu, himaye edicisi, koruyucusu, muini ve yardım­
asıdır. Allah'ın tüm bu manalan içeren Veli ismi hakkında geniş bilgi için bk.
11/5; 21/3; 59/10.

87/s. Ey Kendisini zikredenlerin can yoldaşı! 0 ~}'lll~~ Ç


•' '
Allah, Kendisini ananlara ünsiyetinin sıcaklığını hissettiren, bundan büyük
bir haz duymasını sağlayan, böylece zikrini doyumsuz bir tat kazandırandır.
"Can yoldaşı" diye çevirdiğimiz "Enis" ismi hakkında geniş bilgi 12/10;
14/9; 28/9; 52/2'de geçti.

87/6. Ey bütün güçlülerden daha güçlü! 0 ~.),)Wl ~J.j\ Ç


1,

O'nun güç ve kudreti, her türlü sınır ve derecenin ötesindedir. Kendi sanat
eseri olan mahlukahn kuvvetiyle kıyas edilmesi mümkün değildir. Allah'ın
kudret sıfab hakkında geniş bilgi, 16/8; 41/4; 68/9'da geçti.
Kur'~n ve Hikmet I~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 515

87/7· Ey bütün bakanlardan daha iyi gören! O 0:t);liJI


1,
~ -;,~,\ ~
O'nun görmesi, bütün görenlerin görmesinden hadsiz derecede daha yük-
sektir. Bu vasfıyla da her türlü kusur, noksan ve sınırlamadan sonsuz derecede
münezzeh ve mukaddestir.
Allah'ın bu vasfı konusunda geniş bilgi 45/7'de geçti.

87/8. Ey bütün ilim sahiplerinden daha ilim! 0 ~t,;jı_.js.f ~


1,

O'nun ezeli ve her şeyi kuşatan ilmi, Kendi mahluku ve sanat eseri olan di-
ğer varlıklann sonradan kazanılan ve sınırlı olan ilmiyle kıyas bile kabul etmez
ve düşünülebilecek en yüksek sınınn bile sonsuz derece ötesindedir. Allah'ın
ilim sıfah hakkında bilgi 1/4; 2/10; 12/1; 16/7; 20/9; 25/3; 29/5; 32/8; 64/8; 79/8'de
geçti.

87/9· Ey kederli biçareterin kaçıp sığındığı!0 ~_,fljl ~ Ç

O'nun rahmet, adalet vP yardım kapısı, gönlü kınk ve çaresiz bütün maz-
lum ve dertlllerin gerçek ve biricik güvenli sığınağıdır.

87/to. Ey bütün yardım edenlerden daha çok yardım eden!

O, nusret, destek, muavenet ve yardımı her zaman en mükemmel, en güzel


olan, en hayati nitelik taşıyan ve mahlukahnın her türlü yardım ve desteğin­
den sonsuz derecede daha büyük alandır.
Allah'ın, kullarına nusret ve yardım vasfı hakkında geniş bilgi 10/8; 30/3;
41/9; 46/8'de geçti.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!
516 • Kur'An ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI

-88-

Allah'ıml Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

88/1. Ey kullanna i.zzet ve ikram eden Mükrim! Q r;.; Ç


Allah, i.kram sahibidir. İkramın kökü olan kerem ise, sözlük manasındak:ı
aslı ve insanlar için kullanılan şekliyle, özgür, asil, cömert, güzel ahlaklı, ge~
kalpli, şerefli, ihsan eden vb. manalara gelir. (Alusi, Tefsir, XXX, 180) Allah
hakkında ise, faydası çok olan, cömert, bağışı tükenmeyen, her türlü şeref vE·
fazileti Kendisinde toplayan, işleri övülmeye layık, yüce, aziz, affedici diyE
izah edilir. "İkram"ı ise, kullanru ve yaratıklanru cömertlik, hayır ve nimetle-
rinden faydalandırması, onlan şeref ve fazilet sahibi kılması, övgüye layık hale
getirip aziz etmesi anlamına gelir. Özellikle de, dinine sahip çıkıp yardım eden
dostlanna i.kram etmesi, dünyada onlan Kendisine itaate muvaffak kılması,
derecelerini yükseltmesi, yapb.klarını kabul edip Cennet'te makarnlanru yü-
celtmesi demektir. (faberi, Tefsir, XXVII1, 165)
Şu ayette insanoğluna bakanizzet ve i.kranuna ışık tuhılur: "Yemin olsun ki
Biz, insanoğlunu üstün bir şerefe mazhar kıldık. Onlan karalarda ve denizler-
de taşıdık. Rızıklann en güzelleriyle besledik. Onlan yarahklanmızın birçokla-
nndan daha üstün kıldık." (17:70) Bu isim, iki ayette geçer (55:27-78)
İnsanoğluna yakışan, gerek maddi ve manevi vücudunda, gerekse bir gül
goncası gibi etrafını saran türlü nimetlerle dolu dış ilemindeki sayısız ikram,
nimet ve ihsanlann, izzet ve d~erlerin gerçek kaynağını bulmak, O'na gönül-
den minnettarlık duyup hoşnutluğunu kazanacak bir h.il, tavır ve yaşantı içine
ginnektir. Yoksa, bütün bunları kendinden bilmek, sahiplerunek, kibir ve gu-
rura kapılmak o nimet ve şereflendirmenin büyüklüğü ölçüsünde bir zulüm,
haddi aşma ve nankörlüktür, ebedi Cehennem azabını gerektirir.
Aynca bu isimden ders alan bir mümin, Rabbi kendisine iyilik ve ikramda
bulunduğu gibi, o da, başkalarına iyilik ve ikramda bulunur. İnsaniann yaphğı
hatalan bağışlar. Kendisinden iyi ilişkilerini kesenlerle bile iyi ilişkilerini sür-
dürmeye çalışır. Kötülük edenlere iyilikle karşılık vermeye gayret eder. Kötü-
lüklerden vazgeçmeyen ve artık manen zarar göreceği kimselerden güzelce
uzaklaşır. Tüm bu ve benzeri niteliklerin, kerim olmanın vazgeçilmez şartlan
olduğunu bilerek onlan uygular.
Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 517

88/2. Ey diledilini büyüten ve eserleriyle


, • , J ,
büyüklüğünü gösteren Mna7.7:Jm!Q ~ Ç

Allah, dilediği kuluna maddi veya manevi büyüklük bahşederek onu say-
gınve muhterem kılar. Başta peygamberler silsilesi olmak üzere insanlık ale-
minden saygıya mazhar olmuş maneviyat önderleri O'nun bu yüce vasfının en
somut delilleridir.

88/3· Ey mahlukabnı çeşit çeşit nimetiere garkeden Müna'iın!

Canlı mahlukatıru,
zevk duyacaklan, haz alacaklan ve rahat yaşamalanru
sağlayacak, maddi ve manevi nimetleriyle, sayısız ve hesapsız şekilde nimet-
lendiren hakiki Mun'im O'dur. Nimetin kaynağı gibi görülen canlı ve cansız,
şuurlu ve şuursuz tüm varlıklar ise birer tabiacı hükmünde olup, O'nun rah-
met hazinesinden ellerini doldurup bize takdim etmiş olmaktan başka bir şey
yapmıyorlar.

88/4· Ey mahlukabna lazım olan her şeyi veren Mu'ti! 0 ~Ç


'
Her varlığa, varlık ve bekası için gerekli her şeyi veren O' dur:
"(Musa): Rabbimiz, her şeye yaratılışını (varlığını ve biçimini) verip sonra
onu doğru yola ileten (yaratılış gayesine uygun yola yönelten)'dir, dedi."
(20:50)
O'nun ata ve ihsaru umumidir:
"Hepsine, dünyayı isteyenlere de, ahireti isteyenlere de Rabbinin ilisarun-
dan veririz. Rabbinin ihsaru kısıtlarunış değildir." (17:20)
O'nun ata ve ihsanı dünyadakiyle sınırlı değil, mürnin ve itaatkar kullan
için sonsuz bir hayatta da ebediyen sürüp gidecektir:
"Mutlu olanlar ise Cennet'tedirler. Senin Rabbinin dilemesi hariç gökler ve
yer durdukça orada ebedi kalacaklardır. Kesintisi olmayan bir ata (ihsan) için-
de olacaklardır." (11:108)
! J .~
0 ,.yu~
,
88/s. Ey mahlukabnın ihtiyacını giderip zengin kılan Muğni!
518 • Kur'~n ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHi

el-Muğni, GNY kökünden fakat geçişli olan "Ağna" fiilinin ism-i f.illidir.
"Zengin eden, ihtiyaçsız kılan" demektir. Bu isim, Allah'ın istediği kulunu
zengin kılma vasfına sahip olduğunu belirtir. el-Muğni, Kur'an'da bu kalıpla
yer alınadığı halde, Allah'ın kullarını zengin ettiği, ihtiyaçlanru giderdiği bir-
çok ayette açıkça dile getirilmektedir. Mesela, Hz. Peygamber'e hitaben, "an-
gin eden de yoksul kılan da O'dur." (53:48), "Seni fakir bulup zengin etmedi
mi?" (93:8) buyurur. Fahreddin er-Razi, Firavun'un "Rabbiniz de kimmiş?" so-
rusuna Hz. Musa'nın verdiği "Rabbimiz, her şeye varlık ve özelliğini veren,
sonra da doğru yolu gösterendir." (20:49-50) şeklindeki cevabını Allah'ın d-
Muğni olduğuna delil sayar. (Razi, Levamiu'I-Beyyinat, s. 344)

Yine Kur' an, geçinemeyip aynimak zorunda kalan eşler hakkında "Allah,
bol nimetinden her birini zenginleştirir (diğerine muhtaç olmaktan kurtarır);
Allah'ın liitfu geniş, hikmeti büyüktür." (4:130) buyurur. Yoksulluktan kork.ı­
rak evlenemeyen kimseler için, "Eğer yoksulluktan korkarsanız, (biliniz ki) Al-
lah dilerse sizi kendi liitfundan zengin edecektir. Şüphı?siz Allah iyi bilendir,
hikmet sahibidir." der (9:28), "Aranızdaki bekarlan, kölelerinizden ve cariyele-
rinizden elverişli olanlan evlendirin. Eğer bunlar fakir iseler, Allah kendi liitfu
ile onları zenginleştirir. Allah, (liitfu) geniş olan ve (her şeyi) bilendir." (24:32;
59:9) diye garanti verir.
Allah, kendi fazi ve kereminden dilediği kullarını zengin edip ihtiyaçlarını
giderdiği gibi, kullannı da iyilikte bulunmaya, yardım etmeye, muhtaçlarm ih-
tiyaçlarını görmeye teşvik eder, ihtiyaç gideren, zengin kılan manasma gelen
el-Muğni vasfının tecellisini bu şekilde de gösterir: "Arhk kim verir ve takvalı
olursa, en güzeli (Cennet'i ve nimetlerini) de tasdik ederse, Biz de onu en kola-
ya hazırlarız (onda başanlı kılanz). Kim cimrilik eder, kendini müstağni sayar
en güzeli de yalanlarsa, Biz de onu en zora hazırlanz. Düştüğü zaman da malı
kendisine hiç fayda vermez." (92:5-11) "(Yapacağınız hayırlar,) kendilerini Al-
lah yoluna adamış, bu sebeple yeryüzünde kazanç için dolaşamayan fakirler
için olsun. Bilmeyen kimseler, tok gözlülüklerinden dolayı onlan zengin zan-
neder. Sen onlan simalanndan tanırsın. Onlar yüzsüzlük ederek istemezler.
Yaptığınız her hayn muhakkak Allah bilir. Mallarını gece ve gündüz, gizli ve
açık hayra sarfedenler var ya, onlann mükafatlan Allah kahndadır. Onlara
korku yoktur, üzüntü de çekmezler." (2:273-274)
Bediüzzaman, değişik eserlerinde Gani ve Muğni isimlerinin varlıklar üze-
rindeki tecellisine ışık tutan şu açıklamalarda bulunuyor:
"Evet, yeryüzü ve o yeryüzündeki ağaçlarm kıştaki fakir ve yoksulca vazi-
yetleri, baharda ise, muhteşem ve parlak servet ve zenginlikleri gayet kesin bir
biçimde, Kudreti Sonsuz ve Mutlak Gani bir Zat'ın kudret ve rahmetine ayna-
lık edip gösterir. (Mektiibat, s. 241)

Bak, bütün varlıklara, özellikle canlı olanlara! Her birinin son derece çok çe-
şitli ihtiyaçlan var; varlık ve bekasına lazım pek çok ve değişik arzulan var ki,
Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 519

en küçüğüne bile elleri ulaşmaz, güçleri yetişmez. Oysa o hadsiz istekleri,


ummadığı yerden, en uygun vakitte, eksiksiz bir biçimde onların ellerine veri-
liyor ve bu, gözle görünüyor. İşte şu varhklann bu hadsiz fakirlik ve ihtiyaçlan
ve bu fevkalade gaybi yardımlar ve Rahrnaru imdatlar apaçık biçimde gösteri-
yor ki: Bir Ganiyy-i Mutlak, Kerim-i Mutlak ve Kadir-i Mutlak olan bir himaye
edici ve besleyicileri vardır ki, her şey ve her canlı O'ndan yardım diliyor ve
imdat bekliyor." (Mektubat, s. 395)
"Her şey, her şeyinde ve her halinde tek bir Yüce Yaratıaya muhtaçtır. Evet
k.iinattaki varlıklara bakıyor ve görüyoruz ki: Sınırsız bir zayıflık içinde, sınır­
sız bir kuvvetin görüntüleri var. Sınırsız acizlik içinde sınırsız bir kudretin iz-
leri görünüyor. Mesela bitkilerin tohumlannda ve köklerindeki hayat düğüm­
lerinin uyanışlan zamanında gösterdikleri harika vaziyetleri gibi. Hem sonsuz
bir yoksulluk ve kuruluk içinde sınırsız bir zenginliğin görüntüleri var. Kıştaki
topra~ın ve a~açlann fakir ve yoksul vaziyetleri ve baharda parlak ve muhte-
şem servet ve zenginlikleri gibi. Hem sınırsız bir donukluk ve cansızlık içinde
sınırsız bir hayabn sızıntılan görünüyor: Cansız elementlerin canlı maddelere
dönüşmesi gibi. Hem sınırsız bir bilgisizlik içinde her tarafı kuşatan engin bir
şuurun panltılan görünüyor: Zerrelerden yıldızlara kadar her şeyin hareketle-
rinde a.Iemin düzen ve ölçülerine, hayatın faydalarına ve hikmetin gereklerine
uygun bir tarzda hareket etmeleri ve şuur dolu vaziyetleri gibi.
İşte bu acizlik içindeki kudret ve zayıflık içindeki kuvvet ve fakirlik içindeki
servet ve zenginlik, cansızlık ve bilgisizlik içindeki hayat ve şuur; apaçık bi-
çimde ve zorunlu olarak Kadir-i Mutlak, Kaviyy-i Mutlak, Ganiyy-i Mutlak,
Alim-i Mutlak ve Hayy-ı Kayyum bir zatın varlığının zorunlulu~a ve birli-
ğine doğru her taraftan pencereler açar. Hepsi birden büyük bir aydınlık cad-
deyi gösterir. İşte ey tabiat bataklığına düşen gafil! Eğer tabiab bırakıp Allah'ın
kudretini tanımazsan; her bir şeye, hatta her bir zerreye, hadsiz bir kuvvet ve
kudret, nihayetsiz bir hikmet ve maharet, hatta çoğu eşyayı görecek, bilecek,
idare edecek bir iktidarın, her şeyde bulundu~u kabul etmek lazım gelecek-
tir." (Sözler, s. 663-664)
Zenginliğin de fakirli~in de Allah'ın elinde olduğunu bilen mümin, her tür-
lü ihtiyaçlannın karşılanması için O'na müracaat eder. Aynca, Allah'ın bu is-
mine gücü ölçüsünde ayna olmaya çalışarak, ihtiyaç sahiplerinin imdadına ko-
şar. Elinden geldiğince maddi ve manevi ihtiyaçlarını karşılamaya çalışır.

88/6. Ey varlıklara can veren; dirilten Muhyi! O~ Ç


1

ei-Muhyi, hayat veren, dirilten, can bahşeden ve yaşatan manasma gelir.


Kur'an'da Allah'ın ihya, can bahşetme, diriitme fiilinin konu, muhatap ve
mazharlan, yeryüzü, yeryüzündeki bütün canlılar ve özellikle de insanlardır.
520 • Kur'In vr Hikmrt llı~ında CEVŞEN ŞERH!

Aynca ahiret hayah için diriltilecek olanlarla ölümden sonraki hayathr. C:e-
nab-ı Allah'ın, bu dünyada tüm canlılara can ba~laması bu ihya fiilinin bir
sonucu olmakla beraber, gerçek ve ebed.i hayat olan ahiretteki ba's olayı, yani
yeniden diriltme, can ve hayat bahşetme de bu fiille ba~lantılı bir olaydır. Iki
ayet-i kerimede Allah, zahnı "Muhyi'l-mevta = Ölüleri diriltici" olarak vasfet-
mektedir: "Allah'ın rahmetinin eserlerine bir bak; yeryüzünü ölümünden son-
ra nasıl diriltiyor. İşte ölüleri diriltecek olan da O'dur ve O her şeye kadirdir."
(30:50) "Senin yeryüzünü kupkuru görmen de Allah'ın ayetlerindendir. Biz
onun üzerine suyu indirdiğimiz zaman, harekete geçip kabanr. Ona can veren,
elbette ölüleri de diriltir. O, her şeye kadirdir." (41:39)
Bu vasfın, fiil şekilleri, yani, "diriltir", "diriltti", "diriltecek" gibi kullanıın­
lan Kur'an-ı Kerim'de pek çoktur. Kırk dokuz yerde rastlanan bu kullanırnın
faili, birkaç istisna dışmda (bkz. 2:258; 5:32; bir ayette, ölüyü diriitme işi Hz.
İsa'ya izafe edilmiştir. Ancak burada da mucize söz konusu oldu~dan ger-
çek fail (3:49) daima Allah'tır. Bu fiilierin geçtiği birkaç ayet şu mealdedir:
"Hem bir delildir onlara ölü toprak; Biz ona hayat verdik ve ondan daneler .;ı­
kardık da, ondan yeyip duruyorlar." (36:32-33) "O ki, hanginizin daha güzel
davranaca~ sınamak için ölümü ve hayab yaratmışhr. O, mutlak galiptir,
çok bağışlayıodır." (67:2) "O'ndan başka ilah yoktur, (Her şeyi O) diriltir ve
öldürür. Sizin de Rabbiniz, önceki atalanruzm da Rabbidir." (44:8) "Allah, ta-
neleri çirnlendirip çatlatandır, ölüden diri çıkanr, diriden ölü çıkaran da O'dur.
İşte Allah budur. O h.ilde O'ndan nasıl çevriliyorsunuz?" (6:95) "Rüzgarları
gönderip de bulutu harekete geçiren Allah' br. Biz onu ölü bir bölgeye gönderi-
riz de ölümünden sonra topra~a onunla hayat veririz. Ölülerin yeniden diril-
mesi de böyle olacaktır." (35:9) "Siz ölü iken sizi dirilten Allah'ı nasıl inkar
ediyorsunuz? Sonra sizi öldürecek, tekrar sizi diriltecek ve sonunda O'na dön-
dürüleceksiniz." (2:28)
Allah, manen ölü olan imansız kalpleri de iman ve hidayet nuru ile diriltip
canlandırandır: "Ölü iken dirilttiğimiz ve kendisine insanlar arasmda yürüye-
bileceği bir ışık verdiğimiz kimse, karanlıklar içinde kalıp ondan hiç çıkarnaya­
cak durumdaki kimse gibi olur mu? İşte kafirlere, yaphkları böyle süslü göste-
rilmiştir." (6:122)

Şu ayet-i kerimeler de öldükten sonra dirilişi akıldan uzak görenlere güzel-


ce cevap verirken Yüce Allah'ın "Muhyi = diriltici" ismini ispat ediyor: "İnscm
görmez mi ki, Biz onu bir meniden (spermden, hücrecikten) yarattık. Bir de
bakıyorsun ki, apaçık düşman kesilmiş. Kendi yaratılışını unutarak Bize karşı
misal getirmeye kalkışıyor ve: 'Şu çürümüş kemikleri kim diriltecek?' diyor.
De ki: Onlan ilk defa yaratmış olan diriltecek. Çünkü O, her türlü yaratmayı
gayet iyi bilir. Yeşil ağaçtan sizin için ateş çıkaran O'dur. İşte siz ateşi ondan
yakıyorsunuz. Gökleri ve yeri yaratan, onların benzerlerini yaratmaya kadir
Kur'an ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI • 521

değil midir? Evet! Elbette kadirdir. O, her şeyi hakkıyla bilen yarabadır."
(36:77-81)
Allah, öldükten sonra diriltileceklerini inkar edenlerin peygamberlerine
söyledikleri sözleri yadırgayara.k naklediyor:
"Size, öldüğünüzde, toprak ve kemik yığıru haline geldiğinizde, mutlak su-
rette sizin (kabirden) çıkanlacağınızı mı vadediyor? Bu size vadedilen çok
uzak! Hayat, şu dünya hayahmızdan ibarettir. (Kimimiz) ölürüz, (kimimiz) ya-
şarız; bir daha diriltilecek de değiliz." (23:35-37)

Muhyi İsminin Tecellisi


Bir zamanlar ölü idik. Babamızın ve annemizin yediği gıdalarla birer hücre
haline geldik, Rabbirniz bizi yaratmayı murat ettiğinde bir vesile ile anne rah-
mine intikal ettik. Allah orada bize hayat verdi, şekil verdi, ruh verdi ve niha-
yet belli evrelerden geçirdikten sonra, dünyaya gönderdi. Bir zamanlar bir hiç
iken, teneffüs eden, bakan, yiyen, içen, duyan, gülen, ağlayan, konuşan, seven,
nefret eden, bir takım duygulara, güçlere, eğilimlere, tercihlere ve benzeri ha-
yat tecellilerine sahip bir varlık haline geldik. İşte bütün bu geçirilen evreler,
can bağışlayan ve sağlık ihsan eden Cenab-ı Allah'ın Muhyi isminin tecellileri-
dir.
Her bir insan bu evrelerden geçerek şu dünya sarayına gözlerini açtığı gibi,
aynı macera küçük büyük her bir canlı için de söz konusudur. Mesela, büyük
sinek milletinin küçük bir kabilesi sayılabilecek kara sinekierin bir tek baharda,
yumurtaaklarını çatiatarak şu yeryüzüne ayak basan fertlerinin sayısı, belki
de, Hz. Adem' den günümüze kadar gelip geçmiş bütün insaniannkinden faz-
ladır. İşte her bahar böylesine muhteşem bir canlılar ordusunu, basit basit yu-
murta ve yumurtaaklardan, su damlaaklarından, çekirdek ve tohumlardan
canlandırarak çıkanp şu yeryüzünün denizlerine, karaiarına ve havalanna ya-
yan Allah'ın, Muhyi isminin ne geniş ve muhteşem tecellilerinin bulunduğu
düşünülsün. Böylesine büyük İcraatların sahibi olan Rabbimiz, binlerce defa
söz verdiği büyük haşri getirmekten aciz kalır mı? Sözünden dönerek hem
kendisini, hem de yüz binlerce elçisini yalana çıkarır mı?
Bediüzzaman, başka bir vesileyle, konumuza ışık tutan şu güzel açıklamayı
yapar:
"Hayah veren O'dur. Ve hayah nzık ile idame eden de O'dur. Ve levazı­
mat-ı hayah da ihzar eden (hayat için gerekli her şeyi hazırlayan) yine O'dur.
Ve hayahn ali (yüksek) gayeleri O'na aittir ve mühim neticeleri O'na bakar,
yüzde doksan dokuz meyvesi O'nundur. İşte şu kelime (Yuhyi = Diriltir); şöyle
fani ve aciz beşere nida eder, müjde verir ve der:
Ey insan! Hayahn ağır tek.ilifini (yükümlülüklerini) omzuna alıp zahmet
çekme. Hayabn fenasını (yok olacağını) düşünüp, hüzne düşme. Yalnız dün-
522 • Kur'~n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI

yevi ehemmiyetsiz meyvelerini görüp dünyaya gelişinden pişmanlık gösterme.


Belki o sefine-i vücudundaki (vücut gemindeki) hayat makinesi, Hayy-u Kay-
yfun'a aittir. Masanf ve levazımahru, O tedarik eder. Vt! o hayahn pek kesredi
gayeleri ve neticeleri var ve O'na aittir. Sen, o gemide bir dümenci neferisin.
Vazifeni güzel gör, ücretini al, keyfine bak. O hayat sefınesi, ne kadar kıyınet­
tar olduğunu ve ne kadar güzel faideler verdiğini ve o sefine sahibi zahn, ne
kadar KerimveRahim olduğunu düşün, mesrurol ve ~ükret ve anla ki: Vazi-
feni istikametle yapbğın vakit, o setinenin verdiği bütün netaic (sonuçlar); bir
cihetle senin defter-i a'maline geçer, sana bir hayat-ı bai<iyeyi temin eder, seni
ebedi ihya eder." (Mektubtit, s. 226)

88/7· Ey mahlukab maddesiz ve örneksiz ilk defa yaratan Mübdi!


O'nun, yeryüzünün her tarafına saçılmış inci taneleri misali serpiştirilmış
sayısızsanat eserleri varlıklar, öncelikle mevcut şekil ve özellikleri, daha önce
de madde ve zerreleriyle hep yoktan var edilmiş olup bu isminin delilleridir.
Evet, Kur'an-ı Kerim'in ifadesiyle:
"0, ilkin var eden, (sonra dirilterek) döndürecek olandır." (85:13)
Allah, bu vasıf ve icraahru görmeyenleri kınıyor:
"Peki o inkar edenler dünyada gezerek Allah' m, mahlukah yoktan nasıl ya-
ratbğuu, sonra da bu yaratmayı tekrar tekrar yaphğıru görmüyorlar mı? Şüp­
hesiz ki bu işler, Allah'a göre kolaydır." (29:19)

88/8. Ey mahlukabm nimetleriyle hoşnut kılan Murdi! 0 ~; l!



Rahmetinin güzel meyveleri ve şirin nimetleriyle canlı mahlukahru razı ve
memnun eden O'dur. Mürninleri ebedi mükatatlarla memnun ve hoşnut ed~i
ise bir başka olacakbr!

88/9· Ey mahlôkab her türlü tehlikeden kurtaran Münci! ~ ~



Özellikle himayesinin koruyucu kanatlan albna sığınanlan her türlü hüs-
ran, felaket ve helaktan kurtarandır. Bunun pek çok örneği Kur'an-ı Kerim'de
tarihi birer gerçek olarak sunulmaktadır. İşte bir örneği:
"Zünnfın'u (Yfınus'u) da an. Hani o halkına kızmış, onlardan aynlmış, Bi-
zim kendisini sıkışbrmayacağımızı sanmışh. Sonra karanlıklar içinde şöyle ya-
karmışh: 'Ya Rabbi! Sensin ilah, Senden başka yoktur ilah. Sübhansın, bütün
Kur'ln ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 523

noksanlardan münezzehsin, Yücesin! Doğrusu kendime zulmettim, yazık et-


tim. Affıru bekliyorum Rabbim!' Onun da duasını kabul buyurdu.k ve kendisi-
ni o sıkıntıdan kurtardık. İşte Biz mürninleri böyle kurtanrız." (21:88)

88/ıo. Ey bol bol iyilikte bulunan Muhsin! O~ Ç

Allah, her şeye öncelikle en güzel ve istifadeye en uygun yaratılışını ihsan


edendir:
"Yarattığı her şeyi güzel ve muhkem yapıp insanı da ilkin çamurdan yara-
tandır." (32:7)
llAllah o yüce zat'tır ki sizin için yeryüzünü yerleşme yeri, göğü de kubbeli
bir çatı yapmış, size suret verip suretierinizi de güzel kılmış ve sizi helal hoş
nimetlerle nzıklandırmışhr. İşte sizin Rabbiniz olan Allah bu Zat'tır. Alemierin
Rabbi olan Allah ne Yücedir!" (40:64)
"Allah, gökleri ve yeri gerçek bir maksatla, hikmetle yarattı. Sizi yarattı,
hem de size güzel güzel suretler verdi. Dönüşünüz de O'na olacaktır." (64:3)
Allah'ın bu dünyevi ihsanlarmdan güzelce ve gayesine uygun biçimde isti-
fade edenlere ihsanı sonsuz bir hayatta da devam edecektir:
"Kim Allah'a iman eder, makbul ve güzel işler yaparsa, Allah onlan, hem
de devamlı kalmak üzere, içinden ırmaklar akan Cennet'lere yerleştirir. Allah
böyle kuluna gerçekten pek güzel nasip ihsan eder." (65:11)

... , ..... ....


e ;Ol~~ .J~'il .....:ı~\'1 ~~ \'~ 4!~\' ç ~~
-,
.... ;; -: ,

, , ,

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar/

-89-

89jı. Ey her şeye kifi! 0 !~ J j~ Ç


, ,

Allah, her şeye kafidir. Bir ayet-i kerimede "Allah, kuluna kafi değil midir?"
(39:36) diye soruluyor.
Bediüzzaman, kendi şahsının örneğinde, Yüce Allah'ın her şeye bedel kafi
olduğunu şu sözleriyle açıklamaktadır:
524 • Kur'An ve H ik m et lııOında C E VŞ E N Ş ER H 1

Benim ve emsalimin suretlerini, belli bir sudan, ince ve güzel sanat, kudı
hikmet ve rububiyyetiyle açan Zat, bütün arzulanm için bana kafidir.
Aynı şekilde, beni yoktan yaratan, kulak ve gözlerimi açan, cismime bir
san ve kalb takan, bedenime ve cihazahma türlü türlü rahmet hazinelerindı
nimetlerini tartmak için sayılamayacak kadar hassas mizanlar yerleştiren
aynı zamanda, isimlerinin çeşit çeşit hazinelerini anlamarn için lisan, kalb
fıtrahma hadd ve hesaba gelmez hassas aletler dereeden zat, bütün maksat
n m için bana kafidir.
Aynı şekilde, benim küçük ve hakir şahsıma, fakir ve zayıf vücuduma
organ ve aletleri, bu aza ve cihazlan, bu duyu ve duygtılan, bu latife ve maı
viyah; bütün nimet çeşitlerini hissetürrnek ve pekçok isimlerinin tecelliler
tattırmak için, büyük uluhiyeti, güzel rahmeti, yüce rububiyyeti, kerim merl
meti, azim kudreti ve latif hikmetiyle dereeden Zat, bana kafidir.
Ben ve herkes, halimizle, sözümüzle, şükür ve iftiharla şöyle demeli)
"Beni yaratan, yokluk karanlıklarından çıkaran ve vümd nurunu bana ih5
eden Zat, bana kafidir."
Aynı şekilde, beni hayat sahibi kılan ve hayat vasıtasıyla her şeyi ih5
eden ve o sayede elimi her şeye ulaşhran Zat bana kafidir.
Aynı şekilde,
beni insan olarak yaratan ve manen, büyük bir alem olan k
nattan daha büyük, küçük bir alem yapan insaniyet nimetini ihsan eden 2
bana kafidir.
Aynı şekilde, beni mürnin kılan, dünya ve ahireti nimetlerle dolu iki so
halinde önüme süren iman nimetini ihsan eden Zat, barta kafidir.
Aynı şekilde, beni sevgili peygamberi Hz: Muhammed' e (a.s.m.) ümmet ~
pan ve kemalat-ı beşeriyyenin en yükseği olan, Allah'ı sevmek ve O'nun ta
fından sevilmeyi ihtiva eden imanı bana ihsan eden Zilt, bana kafidir. ÇünJ
iman sayesinde kazanılan muhabbetle milininin istifade elleri, imkan ve vüc
dairelerinin ihtiva ettikleri sonsuz nimetiere uzarur.
Aynı şekilde, beni bir cansız, bir hayvan ve bir sapık yapmayarak cins, ne
din ve iman bakımından yarahklarırun birçoğundan üstün kılan Zat, bana 1
fidir. O'na hamd ve şükürler olsun.
Aynı şekilde, beni isimlerinin tecellilerine geniş bir ayna yapan ve "Arz
sema, Beni içine alamazken ben mürnin kulumun kalbine sığanm."- yani,
sarun mahiyeti, bütün kainatta tecelli eden Esrna-i İlahlyye'nin tecellileri iı
geniş bir aynadır-Kudsi Hadisi'nin sırrıyla kainata sığinayan bir nimeti ba
ihsan eden Zat, bana kafidir.
Aynı şekilde, yanımdaki mülkünü, benim için muhafaza etmek üzere b•
den salın alan, sonra da bana geri iade edecek olan ve fiyat olarak da ba
Cennet'i veren Zat bana kafidir. Vücudumun zerrelerinin kainat zerreleri
Kur'1n vf Hikmfl 1$ıOında CEVŞEN ŞERH İ • 525

çarpımından çıkan toplam kadar O'na hamd ve şükürler olsun. (Bediüzzaman,


Tefekkürname-Marifetname)

89/2. Ey her şeyi görüp gözeten! 0 !~ ~


_,
J
. ~ü-:: ~
Allah, kaimdir, daimdir, bakidir. Bütün eşya onunla kaimdir, devam eder
ve vücudda kalır, beka bulur. Eğer kainattan bir dakikacık olsun bu kayyumi-
yet ilişkisi kesilse, kainat mahvolur. Allah, her varlığı, özellikle her caniıyı gö-
rüp gözeten, her türlü ihtiyacını karşılayan ve her yaphğıru görüp değerlendi­
rendir. Bunu yapamayan bir varlık, asla uluhiyet sahibi olamaz. Bir ayet-i ke-
rimede bu hahl vasıf şöyle dile getirilmiştir:
"Tek tek her insanın ne işlediğini görüp gözeten (kaimun ala kulli nefsin)
Allah, hiç bunu yapmaktan aciz olan gibi olur mu? Bununla beraber, tubnuşlar
Allah'a ortak koşuyorlar. De ki: 'Haydi tavsif edin, adlandınn bakayım onlan!
Kimdirler, necidirler, hangi işleri gerçekleştirmişler? Ne o, yoksa Allah' a kendi
mülkünde var olup da bilmediği bir şeyi mi bildireceksiniz. Veya hiçbir gerçe-
ğe tekabül etmeksizin sırf boş laf mı edeceksiniz?"' (13:33)

89/3· Ey hiçbirşey Kendisine benzemeyen! 0 :~ !f; ·. ~ ~:; ~

Bediüzzaman, Yüce Allah'ın bu vasfıru, bir önceki vasıf olan kayylımiyetten


hareketle şöyle açıklar:
"Hem o Zat-ı Zülcelal'in kayyumiyetiyle beraber Kur'an-ı Azimüşşan'da

ferman ettiği gibi:~ 41i.S' ~dür. Yani ne zahnda, ne sıfahnda, ne efalin-


" ,
de naziri yoktur, misli olmaz, şebihi yoktur, şeriki olmaz. Evet bütün kainah
bütün şuunahyla ve keyfiyahyla kabza-i rububiyetinde tutup, bir hane ve bir
saray hükmünde kemal-i intizam ile tedbir ve idare ve terbiye eden bir Zat-ı
Akdes'e misil ve mesil ve şerik ve şebih olmaz, muhaldir. Evet bir zat ki, O'na
yıldıziann icadı zerreler kadar kolay gele .. ve en büyük şey en küçük şey gibi
kudretine müsahhar ola .. ve hiçbir şey hiçbir şeye, hiçbir fiil hiçbir fiile mani
olmaya .. ve hadsiz efrad, bir ferd gibi nazannda hazır ola .. ve bütün sesleri bir-
den işite .. ve umumun hadsiz hacahnı birden yapabile .. ve kainabn mevcuda-
hndaki bütün intizamat ve mizaniann şehadetiyle hiçbir şey, hiçbir hal, daire-i
meşiet ve iradesinden hariç olmaya .. ve hiçbir mekanda olmadığı halde, her bir
yerde ve her bir mekanda kudretiyle, ilmiyle hazır ola .. ve her şey O'ndan ni-
hayet derecede uzak olduğu halde, O ise her şeye nihayet derecede yakın ola-
bilen bir Zat-ı Hayyu Kayy(ımu Zülcelal'in elbette hiçbir cihetle misli, naziri,
52& • Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH)

şeriki,veziri, zıddı, niddi olmaz ve olması muhaldir. Yalnız mesel ve temsil su-
retinde şuunat-ı kudsiyesine bakılabilir. Risale-i Nur'daki bütün temsilat ve
teşbihat, bu mesel ve temsil nev'indendirler." (Lem'alar, s. 341)

89/4· Ey mülküne, hiçbir şey bir şeyi ilave etmeyen!

Bir hadis-i kudside Yüce Allah şöyle buyurur:


"Ey kullanm! Eğer tüm evveliniz ahiriniz, insanınız cinniniz sizden en tak-
valı bir kişinin kalbi gibi bir kalbe sahip olsa, bu benim hükümranlığımda hiç-
bir fazlalık meydana getirmez (bir katkı sağlamış olmaz). Yine hepsi, en kötü-
lerinden birinin kalbine sahip olsalar, bu da benim hakimiyetimden hiçbir şey
eksiltmez. Hepsi tek bir meydanda toplanıp benden istekte bulunsalar, ben de
onlardan her birine istediğini versem, bu benim mülkümden, ancak deryaya
bir defalık bahnlıp çıkanlan bir iğnenin deryada meydana getirebileceği eksık­
lik kadar bir eksiklik meydana getirebilir." (Buhari, Edebü'l-Müfred, s. 172)

89/5· Ey hazinelerinde, hiçbir şey bir eksiklik


meydana getirmeyen! 0 :~~ı;...~~ i~:;~:;. Ç

Önceki vasıfta yer verdiğimiz Hadis-i Kudsi bu vasfa da ışık tutar nitelikte
olmakla beraber hadisin şu rivayeti daha da detaylıdır:.
"Eğer sizin önceki ve sonraki nesilleriniz (Bir başka rivayette; insan ve cin
soyundan olan sizler, küçüğünüz ve büyüğünüz, erkeğiniz ve dişiniz), ya~a­
yanlannız ve ölenleriniz, yaş ve kuru bütün varlığınız kullarımın kalplerindı!n
en şerHsinde toplansa, benim mülküm/otoritemden sivri sinek kanadı kadar bi-
le eksiitme yapamaz. Eğer (bu sayılanlar) kullanmın kalplerinden en hayırlı­
sında toplansa benim mülküme/otoriteme sivri sinek kanadı kadar bile faydası
dokunamaz.
Eğer sizin önceki ve sonraki nesilleriniz (Bir başka rivayette; insan ve cin
soyundan olan sizler, küçüğünüz ve büyüğünüz, erkeğiniz ve dişiniz), yaşa­
yanlannız ve ölenleriniz, yaş ve kuru bütün varlığlnız toplansa, benden her bi-
ri dilediği kadar istese ve her isteyene versem yine (nı.ülkümden bir şey) ek-
silmez. Birinizin deniz kenanna gelip, oraya bir iğne babnp çıkarması gibi
(bunlar da) benim mülkümden hiçbir şeyi eksiltmez." (Ahmed b. Hanbel, d-
Müsned, el-Fethu'r-Rabbani Tertibi, Ensar Yayıncılık: 1/22-25)
Kur'an v~ Hikm~t J~ı~ında CEVŞEN ŞERHi • 527

0 "' '
:c.:,.:,~~~
"'
:;ç
89/6. Ey hiçbir şey Kendisine gizli bulunmayan!

Şu ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfı bir deliliyle birlikte ifade ediliyor:
"Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'tan saklı değildir. Rahimlerde sizi dile-
diğince şekillendiren O'dur." (3:5-6)

Bu vasıf. İbrahim Suresi'nde de şöyle dile getirilir:


"Ey bizim Rabbimiz! Biz ister gizleyelim, ister açığa vuralım, yaptığımız her
şeyi bilirsin. Zaten göklerde ve yerde Allah'a gizli kalan hiçbir şey yoktur."
(14:38)
Tüm genişliğine ve sınırsızlığına rağmen ne yerde ne de gökte hiçbir şey Al-
lah' ın bilgisinden saklanıp kurtulamamaktadır. Öyleyse niyetleri O'ndan gizli
tutmak mümkün olmadığı gibi, tuzakları örtbas etmek de mümkün olmaya-
caktır. O'nun o şaşmaz cezasından, her şeyi en ince ve gizli yönlerine varınca­
ya kadar kuşatan engin bilgisinden kaçma imkarn yoktur.
o_,
0 ~-~~~~':!
~ .1~ ;.- ...... , . "', ...

"" "'
89/7· Ey misli ve benzeri olacak hiçbir şey bulunmayan!

Bir ayet-i kerimede bu İlahi vasıf şöyle dile getiriliyor:


"0, gökleri ve yeri yaratandır. Size kendinizden eşler, hayvanlardan da
(kendilerine) eşler yaratmıştır. Bu suretle sizi üretiyor. O'nun benzeri hiçbir
şey yoktur. O, hakkıyla işitendir, hakkıyla görendir." (42:1 1)

Allah, ne öz varlığında ve ne de işlerinde yarahklara benzemez. Çünkü Al-


lah bütün yönleriyle eksiksizdir. Yaratıklar ise, eksiksiz değildir. Marangozun
tahta cinsinden, demiranin demir cinsinden olmadığı gibi, Allah da yaratıklar
cinsinden bir varlık değildir. Sanat ne kadar mükemmel olursa olsun, sanatkan
seviyesine çıkamaz. Mesela insanlar tarafından yapılan bir robot, ne kadar
mükemmel olursa olsun, kendisini yapan kadar bilgili, maharetli ve üstün ni-
telikli olamaz. İşte yaratıklar da ne kadar mükemmel olurlarsa olsunlar, kendi
yaratıcı ve sanatkarlan olan Yüce Allah'a benzeyemezler. Ne kadar düşünür­
sek düşünelim, Allah'ı oldu~ gibi kavramamız mümkün değildir. Tıpkı kapa-
lı bir yerde doğup büyümüş ve hiç güneşi görmemiş bir kimsenin, ne kadar
düşünürse düşünsün güneşi algılamasının mümkün olmadığı gibi.

89/8. Ey her şeyin anahtarı elinde olan! 0 ~~ ·ı< ~lL •.ç, .·..;. Ç
.. "!"' ' ' . . . . '-'
Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle dile getirilir:
528 • Kur'3n ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ

"Göklerin ve yerin hazinelerinin anahtarlan O'nun yarundadır. Diledi~


nasibini bollaşhnr, diledi~i kimseninnasibini daraltır. Çünkü O, her şeyi bildi·
ği gibi her duruma en uygun olanı da bilir." (42:12)

Elmalılı'run da belirtti~i gibi, O'nundur bütün göklerin ve yerin anahtarlan


Hiç kimsenin erişemedi~i, el süremediği hazineleri, gizli servetleri. Dilediğint·
nzkı açar, kısar da. Kimisine bol verir, kimisine dar. Aynı kimseye de bazen
bol verir, bazen dar. Çünkü O her şeyi bilendir. Hepsini her yönüyle pek iyi bi·
lir, her yaph~ıru gereği gibi bilerek yapar, her dileyişinde, dar vermesinde dt!
bir hayır ve hikmet vardır.
Şu ayet-i kerime de aynı İlahi vasfı bir kez daha vurgular:
"Her şeyi yaratan Allah'hr. Her şey O'nun tasarruf ve yönetimindedir. Gök-
lerin ve yerin hazinelerinin anahtarları O'nun nezdindedir. Allah'ın ayetlerini
inkar edenler var ya, işte asıl hüsrana, en büyük kayba u~ayanlar onlardır. '
(39:62-63)

89/9· Ey rahmetiher şeyi kuşatan! 0 !~ js' ~·~; ;.; ~J:;. Ç


İl.ihi rahmetin her şeyi kuşathğı gerçeği daha önce benzer manayı ifade
eden isimler açıklanırken izah edildi~i için tekrara gerek yoktur.
, '
0:~J~:,~:;.ç
89/10. Ey her şey fani olduğu halde Kendisi baki kalan!

Bir ayet-i kerimede Yüce Allah'ın bu vasfı şöyle dile getirilir:


"Yerin üstünde olan herkes fanidir. Ancak senin azarnet ve kerem sahibi
Rabbinin Zat' ı baki kalır." (55:26-27)
Seyyid Kutub, bu ayet-i kerimeyi tefsir ederken konumuza da ışık tutan ~u
açıklamalan yapar:
"Bu ifadenin gölgesi albnda nefesler kesiliyor, sesler korkudan kısılıyor, el
ayak hareketsiz kalıyor. Yok oluşun gölgesi bütün canlılan kaplıyor, bütün ha-
reketleri kuşa tıyor, göklerin ve yeryüzünün ufuklanru sanyor. Yüce Allah' ın
kalıcı ve kerem saçıcı varlığı vicdanları, vücudun tüm organlanru, zamanı, me-
kanı gölgesi alhna alıyor, tüm varlık alemini ululuğun ve saygınlı~ın örtüsü al-
tına alıyor.

İnsanın dili ve kalemi bu tabioyu tasvir edemez, Kur'an'ın bu ifadesine h;ç-


bir şey
ekleyemez. Bu ifade insan vücudunun bütün organianna ürpertili bir
süklınet, kapsayıcı
bir heybet, korku dolu bir suskunluk dolduruyor. Gözleri-
mizin önünde her tarafı bomboş bırakan bir yok oluş, hareketten eser bırak-
Kur'an ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERHI • 521J

mayan koyu bir ölüm tablosu canlandınyor. Hareket ve hayatla dolup taşan şu
evrende artık hiçbir kımıldama yoktur. Bu tablo aynı zamanda sürekli kalıcılık
realitesini gözlerimizin önünde canlandınr, bu realitenin damgası insan idra-
kine vurulur. Gerçi insan, hayahnın deneyimleri içinde böyle bir realiteye, yani
sürekli kalıcılık gerçe~e yabancıdır, ama bu şaşırhcı Kur' an ifadesini okur-
ken onu derinlemesine kavrar.
Bu derin dokunuşun arkasından, bildiğimiz değerlendirme ayeti ile yüzyü-
ze geliyoruz. Yüce Allah bu realitenin evrene yerleşmesini, yani evrendeki her
şeyin yok oluşunun arkasından sadece Allah'ın keremli ve yüce varlığının kal-
masının pratiğe yansıtılmasıru cinlere ve insanlara yönelik bir nimet sayarak
onlann dikkatlerini bu nimete çekiyor. Okuyalım:
"Peki, Rabbinizin hangi nimetini yalanlıyorsunuz?"
Bu bir nimettir. Daha doğrusu öbür bütün nimetierin temelini oluşturur.
Çünkü bütün bu varlıklar, o kalıcı Varlıktan, O'nun yasalanndan, O'nun dü-
zeninden ve kendine özgü niteliklerinden kaynaklanır. Bu varlıklara ilişkin ya-
salar, değer yargılan, akıbetler, ödüller ve cezalar da bu kalıcı Varlığa dayarur.
Tüm varlıklan yaratan, yoktan var eden O "sürekli canlı"dır. Her şeyi koru-
yan, gözeten de O'dur. Hesaba çeken, ödülleri ve cezalan belirleyen de O'dur.
Sürekli kalıcılık ufkundan ölümcül, fanilik alanını denetim altında tutan da
O'dur. O halde bütün nimetler bu "sürekli kalıcılık" realitesinden kaynaklanır.
Bu alemin varlık sahnesine çıkışı ve düzenli işleyişi bu gerçeğe, yani yok olu-
şun, geçicili~ ötesindeki "sürekli kalıalık" ger~e dayarur." (fi Zılal, İlgili
ayetin tefsiri)

,
0 ;Ol~
, ......... -
,;; ·~ ,
, , ~
, ıJ~~I ~~~~ ~1 ~t 41t~ Ç ı!t~

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-90-

90/1. Ey gaybı Kendisinden başka kimse bilmeyen!

Yüce Allah'ın bu vasfı Kur'an-ı Kerim'de de şöyle dile getirilir:


"Bilinmeyen nice hazineler ve görünmeyen gayp aleminin anahtarlan
O'nun yanındadır. Onlan Kendisinden başkası bilemez. Karada ve denizde ne
530 • K ur'~ n v ~ H i k m~ t 1~ı~ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1

varsa hepsini O bilir. O'nun haberi olmadan bir tek yaprak bile düşmez. Yer al-
h tabakalannın karanlıklan içindeki tek bir tane, hasılı yaş ve kuru hiçbir şey
yoktur ki açık, net bir kitapta bulunmasın." (6:59)
"De ki: 'Gerek göklerde gerek yerde olanlardan hiç kimse gaybı bilemez,
gaybı yalnız Allah bilir." (27:65)
"Ey Resulüm! De ki: 'O sizin tehdit edildiğiniz azap yakın mıdır, yoksa
Rabbim onun için bir süre mi belirler, kesin bilmiyorum.' O bütün gaybı bilir.
Fakat gayplanru kimseye açmaz. Ancak, bildirmeyi dilediği bir elçiye bildirir-"
(72:26-27)

90/2. Ey kullanna isabet eden kötülüiü Kendisinden başka kimse

defedemeyen! 0 ~ ~~; ;Jı ~-l 4) ~:;. ~


Şu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın bu vasfına ve hangi durumlarda ve naMl
kullar için devreye girdiğine bir örnekle ışık tutar niteliktedir:
"Bulunduğu evin harurnı, Yusuf'a sahip olmak istedi ve kapılan kapatarak
'Haydi yaklaş bana!' dedi. 0: 'Allah'a sı~ınm!' dedi. 'Doğrusu, senin kocan
olan benim efendim'in çok iyiliğini gördüm. Hıyanet ederek zalim olanlariflah
olmazlar.' Doğrusu, hanım ona sahip olmayı iyice aklına koymuş ve buna yE-1-
tenmişti de. Eğer Rabbinin bürhanını görmeseydi o da kadına meyledecekti. İş­
te böylece Biz fenalığı ve fuhşu ondan uzaklaşhrmak için bürharumızı göster-
dik. Çünkü o, Bizim tam ihlasa erdirilmiş (gönlünü bize bağlamış) kullanmız­
dandı." (12:23-24)

90/3· Ey bütün işleri Kendisinden başka kimse çekip çeviremeyen!

Bir ayet-i kerirnede Yüce Allah'ın bu vasfı delilleriyle dile getirilmekte ve


bunun gereğinin yapılması istenmektedir:
"De ki: Kimdir sizi gökten ve yerden rızıklandıran? Kimdir kulaklarıruzı ve
gözlerinizi yaratan? Kimdir ölüden diriyi, diriden ölüyü çıkaran? Kimdir bü-
tün işleri çekip çeviren, kainah yöneten? 'Allah!' diyecekler, duraksamadan:
De ki: 'O halde sakırunaz mısınız O'nun cezasından!'" (10:31)

90/4· Ey günahlan Kendisinden başka ldınse malfiret edemeyen!


Kur'.ln ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hi • 531

Bir ayet-i kerimede takva sahibi kullarm bazı nitelikleri sayılırken Yüce Al-
lah'ınbu vasfına da vurgu yapılmaktadır:
"Ve onlar, çirkin bir iş yaptıklan veya kendi kendilerine (başka türlü) bir
zulüm ettikleri zaman, Allah'ı hatırlar ve günahlannın affı için yalvanrlar -
zaten Allah'tan başka kim günahlan affedebilir?- ve her ne (zulüm) işlemişler­
se onda bilerek ısrar ehnezler." (3:135)

0 ,_,.. ~ıtLaiı~~:,
,, .,- c ı:,re.

90/5· Ey kalbieri Kendisinden başkası değiştiremeyen!

Kalpleri kudret avucunda bulundurup, onlan halden hale çevirecek O'ndan


başkası yoktur.

Hz. Enes (r.a.) anlatıyor: "Resulullah (a.s.m.) şu duayı çok yapardı: 'Ey
kalbieri çeviren Allahım! Kalbimi dinin üzerine sabit kıl!' Ben (bir gün kendisi-
ne): 'Ey Allah'ın resulü! Biz sana ve senin getirdiklerine inandık. Sen bizim
hakkımızda korkuyor musun?' dedim. Bana şöyle cevap verdi: 'Evet! Kalpler,
Rahman'ın iki parmağı arasındadır. Onlan istediği gibi çevirir."' (Tirmizi, Ka-
der: 7)
Gerek hadiste ve gerekse bu isimde zikredilen kalp, insan göğsünde yer
alan ve etten yaratılmış olan maddi kalb değildir. Çünkü bu, hayvanlarda da
var. Kalbten murad ruhani bir latife-i Rabbaniyedir. Bu latife insanın hakikati-
ni teşkil eder: Eskiler idrak sahibi emir ve yasağa muhatap, yaptıklanndan so-
rumlu olan bu latifenin, maddi kalple bir ilişkisi bulunduğunu kabul etmiştir.
Kalbin itaat isyan, huzur gaflet, iman küfür gibi pek değişik halleri vardır.
Sadedinde olduğumuz hadis, Cenab-ı Hakk'ın kalb üzerindeki tasarrufunu,
kişiyi bu hallerden dilediğine çevirebileceğini belirtmektedir. Allah hakkında
bu inanç, İslam itikadırun gereğidir. Zira Allah'ın gücüne, tasarrufuna hiçbir
hudut konamaz. Aksini düşünmek, acz nisbet ehnek olur. Allah acz daru.ı hiç-
bir noksan sıfatla muttasıf değildir.
İnsanın ne iman üzere, ne de fısk ve küfür üzere devamlılığı vardır. İnsan
harici tesirlerle her an değişebilir. Ne "Ben iyiyim." deyip hal-i hazır ha.I.imize
güvenmeliyiz, ne de herhangi bir insan için "Bu iyidir!" veya "Bu kötüdür!"
diye kestirip ahnalıyız. Bugün için iyidir ama, yann değişebilir. Öyle ise iyilik
üzere devamı için gayret gereklidir. Kötü de bugün kötüdür, ama düzelebilir,
düzeltmek için gayret göstermelidir.
Yani, iyiler kötüleşebilir, kötüler iyileşebilir. Zira kalb, değişkendir. Allah
dilediği gibi değiştirir. (İbrahim Canan, Kutub-i Sitte Tercüme ve Şerhi, Akçağ
Yayınlan: 10/289)
532 • Kur'in •e H ikmrt lııOında C E VŞ E N Ş ER H 1

90/6. Ey mahlukab Kendisinden bqkası yaratamayan!

Şuayet-i kerime yaratmanın sadece O'na ait olduğunu, bu vasfa sahip ol-
mayanın ise kulluk edilmeye asla layık olamayacağını vurguluyor:

"Göklerin ve yerin Rabbi kimdir?" de! Onlann da kabul ettiği gerçeği sen
açıkla: "Allah' br!" de! Ama siz kalkmış, O'nun dışında, ne kendilerine gelen
bir belayı uzaklaşbrmaya ve ne de kendilerine bir fayda sağlamaya gücü yeten
bir takım tannlar edinmişsiniz. De ki: "Hiç kör ile gören bir olur mu? Yahut
karanlıklada aydınlık bir olur mu? Yoksa Allah'ın yaratbğı gibi yaratan ortak-
lar buldular da yaratma işi kendilerine şüpheli mi geldi?" De ki: "Her şeyin y.ı­
rahcısı Allah'hr. O tektir, her şeyin üstünde mutlak hakimdir." (13:16)

Şu ayet-i kerime de, Yüce Allah'ın yaratbklanna örnekler sayarak, müşrik­


lerden, gerçek iseler O'nun dışındakilerin neler yaratbğını göstermelerini isti-
yor:
"0, gökleri görünür destekler olmadan yaratb; sizi sarsmasın diye yeryü-
zünü sabit dağlar ile donatb ve orada her çeşit canlı varlığın çoğalmasını sağ­
ladı. Biz gökyüzünden sular indirir ve bununla yeryüzünde her türlü faydalı
(canlı)nın yetişip büyümesini sağlanz. Bunlar(ın tümü) Allah'ın hilkatidir: Pe-
ki, gösterin bana, O'ndan başkası ne yaratabilmiş! Hayu, (gösteremezsiniz,) za-
limler açık bir sapıklık içindedirler!" (31:10-11)
Şu ayet-ikerime de yaratma, dolayısıyla emretmenin de sadece O'na ait ol-
duğunu (gerekçelerine örneklerle) ifade ediyor:

"Şüphesiz, Allah'hr sizin Rabbiniz; gökleri ve yeri alh evrede yaratan; ve


Arş'a, o sınusız kudret ve iktidar makamına kurulan. Gündüze, kendisini ive-
dilikle kovalayan geceyi sanp sarmalayan O; koyduğu yasalara boyun eğen
güneşiyle, ayıyla, yıldızlanyla her şey O'nun, bütün bir yarahlış ve tüm bu-
yurma, yasama kudreti. Ne yücedir Allah, ne uludur alemierin Rabbi!" (7:54)

0 ~ ~t~;_;,~,,~ ~:;. ç
90/7· Ey nimetleri Kendisinden bqkası tamamlayamayani

Şu ayet-i kerime, Yüce Allah'ın kullanna olan nimetlerini nasıl eksiksiz kıl­
dığını örnekleriyle açıklıyor:

"Allah evlerinizi sizin için bir huzur ocağı yaph. Davarlann derilerinden
de, gerek göçtüğünüz, gerek konakladığıniZ günlerde sizin için taşınması ko-
lay evler (çadırlar, portatif evler) nasip etti. O davarlann yünlerinden, tüyle-
rinden veya kıllarından bir süreye kadar faydalanacağmız giyilecek, döşenecek
Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞER HI • 533

ve kullanılacak eşyalar yapma imkanı verdi. Allah yarattı~ şeylerin bir kıs­
mında size gölgeli.kler, da~larda da sizin için barmaklar yapb. Sizi sıcaktan ve
so~ktan koruyacak elbiseler ve savaşta sizi koruyacak zırhlar var etti. Böylece
Allah üzerinizdeki nimetlerini tamamlar ki O'na teslimiyetle itaat edesiniz."
(16:80-81)

90/8. Ey yajmuru Kendisinden başkası yaidıramayanl

Şu ayet-i kerime, bazı tevhid delillerine yer verirken Yüce Allah'ın bu vasıf
ve icraabna da dikkat çeker:
"Kıyamet saatinin ne zaman geleceğini yalnız Allah bilir. Yağmuru da O
indirir, rahimlerde olanı O bilir. Hiç kimse yann ne kazanacağını bilemez. Hiç
kimse nerede ölece~ini de bilemez. Her şeyi mükemmel tarzda bilen ve her
şeyden haberdar olan, Allah'br." (31:35)

"Yağmuru Kendisinden başkası ya~dıramayan" vasfının


bundan sonraki
İlahi vasıfla ilişkisi düşünüldü~de verdi~ mesaj şudur: "Yağmuru indiren
ancak O'dur. Dolayısıyla yağmurun sonuç ve meyvelerini planlayıp amaçla-
yan da O'dur. O halde, kupkuru topraklan yeşenneye elverişli hile getiren,
oraya giren tohum ve çekirdekleri çatlatan, onlardan filizler çıkanp bitki ve
ağaçlara boy atbran da O'dur. Böyle bir Zit'a insanlan yeniden diriltmek zor
gelmez."
Aynı gerçeğe vurgu yapan şu iki ayet-ikerime arasındaki bu ilişki daha da
açık br:

"0, (insanlar) bütün ümitlerini yitirmişken ya~muru indiren ve (bu suretle)


rahmetini sergileyendir; çünkü (insanların) koruyucusu yalnız O'dur, hamd
O'na mahsustur. Gökleri ve yeri ve bunlann içinde üretip ç~alttı~ bütün can-
lı varlıklan yaratması, O'nun işaretlerindendir. (Bunlan yaratan) Allah, diledi-
ği zamanonlan (kendi katında) toplama gücüne de sahiptir." (42:28-29)

Bu ayetin açıklaması ba~lamında gelen şu sabrlar da burada kaydedilmeye


değer:

"Sonra (o k.iinat yolcusu) ya~mura bakar, görür ki: Yağmurun taneleri sayı­
sınca menfaatler ve katreteri adedince rahmani cilveler ve reşhalan miktarınca
hikmetler içinde bulunuyor. Hem o şirin ve latif ve mübarek katreler o kadar
muntazam ve güzel halk ediliyor ki, hususan yaz mevsiminde gelen dolu o ka-
dar mizan ve intizam ile gönderiliyor ve iniyor ki; fırtınalar ile çalkanan ve bü-
yük şeyleri çarpıştıran şiddetli rüzgarlar, onlann müvazene ve intizamlannı
bozmuyor; katreteri birbirine çarpıp, birleştirip, zararlı kütleler yapmıyor. Ve
bunlar gibi çok hakimane işlerde ve bilhassa zihayatta çalışhnlan basit ve ca-
534 • Kur'in ve Hikmet ltı4ında CEVŞEN ŞERH!

mid ve şuursuz müveUidülma' ve müvellidülhumuza (hidrojen-oksijen) gibi


iki basit maddeden terekküp eden bu su, yüz binlerle hikmetli ve şuurlu ve
muhtelif hizmetlerde ve sanatlarda istihdam ediliyor. Demek bu tecessüm et-
miş ayn-ı rahmet olan yağmur, ancak bir Rahman-ı Rahirn'in hazine-i gaybi-
ye-i rahmetinde yapılıyor ve nüzulüyle
.J,,,. , .. .J, ..... ,. .. ,... " • ,. • ,. • , • , - ,, • ;; ........

~J ~J I_,Jıa.:..i ~ ~
, ~,. ~1 J_r.:ı
,. ~lll
, JI'J '0, (insanlar) bütün ümit-
lerini yitirmişken yağmuru indiren ve (bu suretle) rahmetini sergileyendir.'
ayetini maddeten tefsir ediyor.'' (Bediüzzaman, Şuiilar, s. 108)

90/9· Ey ölüleri Kendisinden başkası diriltemeyen!

Kur' an' da bu İlahi vasıf defalarca ve kuvvetle vurgulanmaktadır:


"Ölüleri diriltecek Biz'iz. Yapbklan her şeyi ve bütün izlerini bir bir kayde-
den Biz' iz. Velhasıl her bir şeyi, apaçık bir kitap'ta sayıp döken Biz' iz.'' (36:12)
Şu ayet-ikerime de Yüce Allah'ın bu vasfıru, aklı teslime mecbur edecek ik-
na edici delilleriye güzelce kanıtlamaktadır:
"Ey İnsanlar! Ölümden sonra kalkış (olgusun)dan şüphedeyseniz, o zaman,
(hahrlayın ki,) Biz, gerçekten de sizi(n her birinizi) topraktan, sonra bir döl su-
yu damlasından, sonra döllenmiş hücreden, sonra (temel unsurlan ve istidatla-
nyla) tamamlanmış ama (bütün ögeleriyle) henüz tamamlanmamış bir cenin-
den yarattık ki, size (menşeinizi böylece) açıklayalım. Ve (doğmasını) diledi-
ğimizin, (annesinin) rahminde (Bizce) belirlenmiş bir süre için kalmasını sağla­
nz; sonra sizi çocuk olarak dünyaya getirir ve (yaşamanıza i.ınkan veririz);
böylece (bazılarınız) olgunluk çağına erişir; öyle ki, kiminize (daha çocukluk
çağında) ölüm tattınlırken, kiminiz de yaşWığın öyle düşkün çağiarına eriştiri­
lir ki, bildiğini bilmez olur. Ve (sen, ey insanoğlu, ölümden sonra kalkıştan
şüphe ediyorsan, düşün ki:) bir bakıyorsun yeryüzü kupkuru; ama ona su in-
dirdiğimizde, (bir de bakıyorsun) canlanıp kabarmış ve her türden güzel ekin-
ler ortaya koymuş! Bütün bunlar böyle cereyan etmektedir. Çünkü Allah hat..-
kın, gerçeğin ta kendisidir ve çünkü ölüleri dirilten de O'dur. Her şeye hakkıy­
la kadir olan da O'dur.'' (15:5-6)
Şu ayet-i kerime de, bu vasfı taşıyamayanın tanrı sayılamayacağıru ve dola-
yısıyla insanoğlu için gerçek bir hami niteliğine sahip olamayacağını belirtiyor:

"Yoksa onlar, Allah'tan başka koruyucular edinebileceklerini mi sanıyorlar?


Hayır, yalnız Allah'hr (bütün varlıkların) koruyucusu,: çünkü yalnız O'dur
ölüye can veren ve yalnız O'dur her şeyekadir olan.'' (42:9)
K ur' An v t H i k mr t 1~ı§ ı n da C E V Ş E N Ş E R H 1 • 535

Bu konuda şu ayet-i kerime de kaydedilmeye değer:

"Allah kendisine hükümdarlık verdiği için şımararak Rabbi hakkında İbra­


him ile tamşan kişinin haline bir baksana! İbrahim ona: 'Benim Rabbim hayah
veren ve hayah alandır." deyince 0: "Ben de yaşahr ve öldürürüm." dedi. Bu-
nun üzerine İbrahim: "İşte Allah güneşi doğudan doğduruyor, haydi sen de
babdan doğdur bakalım!' der demez kafir donakaldı. Zaten Allah zalimleri hi-
dayet etmez, emellerine kavuştunnaz." (2:258)

0 ~ ~t q_ ~~ı j ~'i:;.
, ç
90jıo. Ey kullannı Kendisinden başkası zengin kılaınayan!

O'ndan başkası kullanru sayısız olan ihtiyaçlanndan kurtaramaz. Rızkı ge-


nişletmek de ancak O'nun elindedir. Şu ayet-i kerime, en büyük ihtiyacımız
olan rızkımızın sadece O'nun yetkisi dahilinde bulunduğunu bir tevhid delili
olarak belirtiyor:
"İbrahim'i de resul olarak gönderdik. 'Ey benim halkım!' dedi, 'yalnız Al-
lah'a ibadet edin ve O'na karşı gelmekten sakının. Eğer bilirseniz, böyle yap-
manız sizin için daha hayırlıdır. Siz Allah'tan başka bir takım putlara tapıyor­
sunuz. Bunları Allah'a şerik yapmakla, açıkça yalan uyduruyorsunuz. Oysa
Allah'tan başka ibadet ettiğiniz putlar, sizin rızı.klarınızı yarahp sizi beslerneye
güç yetiremezler. O halde nzkınızı Allah nezdinde arayın, yalnız O'na ibadet
edin ve O'na şükredin, sonunda yine O'nun huzuruna götürüleceksiniz."
(29:17)
Allah'ın, kullanru tek zenginleştinci olduğunu belirten isimlerini daha önce
59/7; 78/4; 88/5'te genişçe açıkladık.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-91-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:


536 • Kur'3n ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERHi

91/1. Ey belalan kaldıran ve güzellikleri açığa çıkaran Kişifl

O, bütün müşkilleri kudretiyle açan; bütün muammalan nuruyla keşfeden


bütün bela, musibet, mihnet, meşakkat, ıstırap, gam, keder ve elemleri rahme-
tiyle defedendir.
Allah'ın bu vasfını belirten isimlerini daha önce, 7/2; 10/5; 11/6; 20/2; 25/7:
31/8; 52/7; 63/6; 79/7'de genişçe açıkladık.

91/2. Ey keder vetasadan kurtarıp, ferahlatan Fi.ric! 0 6::;~ Ç

Rahmetiyle kurtuluş, ferah, sevinç ve sürur veren O'dur. O'nu imanla tanı­
yan, şükürle seven, ibadetle sevdiğini gösteren kimse her türlü gam, keder, ta-
sa, hüzün ve üzüntüden kurtuluş ve ferah bulur.
Bumanadaki isimler hakkında açıklama 10/6; 20/l'de geçti.

91/3· Ey her mevcuda münasip bir suret açan

ve fetihler müyesser kılan, Fitih! 0 2~ Ç

Her hayırlı kapıyı açan O'dur. Sayısız tohum ve çekirdekleri açıp filizlendı­
ren; bütün hücre, yumurta ve yumurtacıklarm kapısını aralayıp hadsiz canlıla­
n, kuş ve kuşçuklan hayat sahnesine çıkaran; her varlığın suretini birer hamu-
ru andıran basit basit maddelerden mükemmel bir şekilde açan; gönül kapıla­
nnı imana ve marifetine açan ve yeryüzünün hakimiyetine layık kullarına fetih
ve zaferler nasip eden O' dur.
Bu ismin mana çokluğu ifade eden kalıbı olan Fettah ısminin izahı vesilesiy-
le 64/7' de bu İlahi vasıf hakkında geniş açıklama geçti.

91/4· Ey kullanna yardım eden Nasır! 0~~ Ç

Her türlü yardım O'ndandır. Her zafer O'nun kudrt·ti sayesindedir. O'nun
yardım ettiğini yenebilecek kimse bulunmaz.
Bu İlahi vasıf hakkında genişçe açıklama 10/8; 30/3; 4 1/9; 46/8' de geçti.
Kur'in v~ Hikm~t l~ı§ında CEVŞEN ŞERH! • 537

91/S· Ey yarabldarın her türlü ihtiyacını


ve kayıplarının karşılıiuu üzerine alan DBınin! 0 ~L.;, Ç

Yüce Allah, bu vasfıyla her varlığın hayati ihtiyaçlannı eksiksiz karşılaya­


cağıru garanti eder. Zararlanru kat kat sevaba dönüştürmek suretiyle verir.
Hatta bazen cüz'i kayıplarımızın karşılığını dünyada kat kat fazlasıyla telafi
eder. Yeter ki kul, dünya hayahnın imtihanı gereği maruz kaldığı sıkınb ve
musibetlere karşı sabretsin, ecir ve sevabını Rabbinden beklesin.

91/6. Ey her şeye fıtrabnın gaye ve gerelini emreden Amir! 0 ~1'-Ç


Yüce Allah, bir şeyin olmasını irade buyurdu mu, ona sadece "Ol!" diyerek
emreder, o da hemen oluverir. (Bk. Yasin: 82) O'nun emrediciliği ve bu emre
muhatap olanın kayıtsız şartsız testirniyeti sadece akıllı ve canlı varlıklarla ilgi-
li değildir. Yer, gök, ateş vb. gibi cansız varlıklar da O'nun emrine muhatap
olmuş ve bu emri eksiksiz olarak yerine getirmişlerdir.

Şu ayet-i kerimeler bu gerçeğin ifadesidir:


"Kafirler boğulduktan sonra yerle göğe: 'Ey yer suyunu yut ve sen ey gök
suyunu tut!' diye emir buyruldu. Su çekildi, iş bitiriidi ve gemi Cudi üzerinde
yerleşti ve 'Kahrolsun o zalimler!' denildi." (11:44)

"Sonra iradesi, bir gaz halinde olan göğe yöneldi. Ona ve yere şöyle buyur-
du: 'isteyerek de olsa, istemeyerek de olsa emrime gelin!' Onlar da: 'Gönüllü
olarak geldik' dediler." (41:11)
"Biz ateşe şöyle ferman ettik: 'Dokunma İbrahim'e! Serin ve selamet ol ona!'
(21:69)
O'nun emir ve fermarııru zerrelerle güneşler, canlılarla cansızlar hep birlikte
dinler ve hepsi de gönüllü olarak itaat ederler. İç ve dış dünyamızdaki şaşmaz
nizarn ve intizam bu emir ve itaabn tecellisi ve sonucudur.

91/7· Ey her türlü kötülü.lderden sakındıran Nihi! 0 ~ı;; Ç


'
Allah, bu vasfıyla kullarını kötülük ve zararlı şeylerden meneder. O, hiçbir
çirkin niyet ve eyleme razı olmadığı gibi, bunlardan kullarını nehyeder. Bizi
donattığı akıl, görevlendirdiği yüz binlerce peygamber ve indirdiği bunca ki-
tapta bu vasfının gereğirıi yerine getirmiştir. Allah'ın cemali sıfatları kelam
aleminde emir; eelali sıfatları ise nehiy biçiminde tecelli etmiştir. Kur'an-ı Ke-
rim'de Cenab-ı Hakk'ın kullarına yönelttiği çok sayıda nehiyleri vardır. O'nun
538 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

genel olarak neleri emir ve nehiy buyurduğu şu ayet-i kerime bir örnek olarak
kafidir:
"Allah adaleti, hatta adaletten de fazla olarak ihsanı, en güzel davranışı ve
muhtaç olduklan şeyleri yakıniara vermeyi emreder. Hayasızlığı, çirkin işleri,
zulüm ve tecavüzü yasaklar. Düşünüp tutasıruz diye size öğüt verir." (16:90)

91/8. Ey kullarınm ümidi olan Reci! 0 ~JÇ


O, tüm canlı varlıklann
biricik ümit kaynağıdır. Her canlı, her sıkınb ve ıstı­
rabında yalnızca O'na sığırur, ümidini O'na bağlar. Tüm ümit ışıklan söndü-
ğünde O'nun rahmet güneşi daha bir pariayarak ışık saçar. Tüm kapılar ka-
pandığında hiç umulmadık yepyeni kapılar açarak kullannın ümitlerini bo~a
çıkarmadığını gösterir. Müminin O'na olan ümidinde hiçbir zaman bir azalma
olmamalı. O'nun, tüm ve en büyük günahlan bile affetmeye fazlasıyla yeten
rahmet ve mağfiretini dar bulma ve yetersiz görme anlamına gelebilecek ümit-
sizlik girdabına düşmek asla mümine yakışmaz.
Şu ayet-ikerime en büyük günahkarlar için bile ne sönmez bir ümit ışığıdır:
"De ki: Ey çok günah işleyerek kendi öz canianna kötülük etmede ileri gi-
den kullanm! Allah'ın rahmetinden ümidinizi kesmeyiniz. Allah bütün günah-
lan affeder. Çünkü O, gafur ve rahimdir (çok affedicidir, merhamet ve ihsanı
fazladır)." (39:53)

O'na kavuşma ümidinin gereği de şu ayet-i kerimede dile getirilmektedir:


"De ki: 'Ben sadece sizin gibi bir insanım. Ancak şu f.ırkla ki bana 'sizin il.ı­
hıruz tek İlahbr' diye vahyediliyor. Artık kim Rabbine ahirette kavuşacağuu
umuyorsa, makbul ve güzel işler işlesin ve sakın Rabbine ibadetinde hiçbir ŞO!­
yi O'na ortak koşmasın." (18:110)

91/9· Ey kullarının ümid besiedip Mürteci! 0 ~~ Ç

Mürteca, ümit beslenen demektir. Buna göre O'nun, rahmet ve hoşnutluğu­


na kavuşmak, mürnin gönüllerin en büyük emel ve ümididir. Yüce AUah'ın,
ümit kaynağı olduğunu belirten ve peşpeşe gelen üç isim, O'na beslenectk
ümit ve ernelin derecesine göre sıralanmışlardır. Arapça'da, kelimedeki harf
sayısının artması, manasında da bir arbşın işareti olması hasebiyle bu isim bız
kulların önüne öncekinden daha fazla bir ümit ışığı serer. Bumana arbşı, bun-
dan sonra gelen "Azimü'r-Reca" ile de zirveye ulaşır. Çünkü bu ümit, aynca
"azamet" ile nitelenmiştir.
Kur'An •t Hikmet l~ığıncla CEVŞEN ŞERHi • 539

91/10. Ey kendisine büyük ümitler beslenen Azimü'r-Reci!

Bu üç ismin ışığında denebilir ki, Allah sonsuz rahmet ve keremiyle bütün


varlıklarm ümit ve emellerinin mercii, kaynağı ve dayanağıdır. O'nun af ve
bağışlaması günahkarlar için bile en geniş reca kapısıdır.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-92-

92/1. Ey zayıtlann yardımcısı! 0


-,
~ ~1 ~, Ç
Allah. hayahmızm en büyük acizlik ve zayıflık aşamalannda hep bize yar-
dım etmiş, O'nun yardım ve inayetleriyle bulunduğumuz güçlü konumlara
gelmişiz. Ancak, bu güç ve kuvvetin de bizde emanet olduğunu ve bir imtihan
vesilesi olarak h1tfedildiğini unutmamalı, ibret alıp, imkanları hayır yollarmda
değerlendirmeliyiz:

"Sizi zayıf (bir ha.Ide) yaratan, zayıflığmızdan sonra (size) güç veren ve
güc(ünüzü gösterdiğiniz bir dönem)den sonra (yaşlılığın getirdiği) zayıflığa si-
zi düçar eden ve saçlanmza aklar düşüren O'dur! O, dilediğini var eder; O her
şeyi bilendir ve sınırsız güç Sahibidir!" (30:54)

Allah, bu vasfınm gereği, zayıf kullanna özel kolaylıklar ihsan ederek yar-
dım ediyor:

"Allah ve Resülüne sadık kalmak, onlar hakkında iyi düşünceler taşımak


şarhyla zayıflara,
hastalara ve savaşta harcama imkarn bulamadığından dolayı
savaşa kahlamayanlara sorumluluk yoktur. Zira onlar, geri kalmakla beraber,
memleketlerinde iyilik ediyorlar. İyilik edenlere diyecek bir şey yoktur. Ger-
çekten Allah gafurdur, rahimdir (affı ve merhameti boldur)." (9:91)
Allah'ın bu vasfının tecellisi olarak, en parlak bir kudret mucizesi olan can-
lılar acizlik ve zayıflıklanyla doğru oranhlı olarak güzelce beslenirler. Mesela:
"En zaif, en aptal hayvan; en iyi beslenir (Meyve kurtlan ve balıklar gibi).
En aciz, en nazik mahluk; en iyi rızkı o yer (Çocuklar ve yavrular gibi).
540 • Kur'in ve Hikmet tııOında CEVŞEN ŞERH i

Evet vasıta-ı nzk-ı helal, iktidar ve ihtiyar ile olmadığını; belki, acz u za'f
ile oldu~u anlamak için balıklar ile tilkileri, yavrular ile canavarlan, ağaçlar
ile hayvanlan müvazene etmek kafidir." (Bediüzzaman. Sözler, s. 23)

92/2. Eyfakirlerbı haztnesi! 0~1~ii,jı ~ Ç

Allah'ın rahmet hazinesi, maddi ve manevi fakir ve muhtaçlar için bitmez


tükenmez bir hazinedir. Bunu bilmeli ihtiyaçlannuzı O'ndan istemeliyiz. Ayn-
ca Allah, her vesileyle fakir ve muhtaçların durumlanru gözeterek bu vasfının
tecellisini gösterir. Kur'an-ı Kerim'de bunun pek çok delil ve işaretlerini bul-
mak mümkündür:
"Yardımlar,kendilerini Allah yoluna vakfeden yoksullar içindir. Bunlar
yeryüzünde dolaşıp geçimlerini sağlama imkanı bulamazlar. Halktan istemek-
ten geri dunnalan sebebiyle, onlann gerçek hallerini bilmeyen kimse, onları
zengin sarur. Ey Resulüm, sen onlan simalarından tanırsını Onlar yüzsüzlük
ederek halktan bir şey istemezler. Şunu bilin ki, hayır adına her ne verirsenlZ
mutlaka Allah onu bilir." (2:273)
"Allah nzası için yapbğınız maddi yardıınlannızı a(,"lkça verirseniz ne gü-
zel! Ama bu hayırlannızı saklı tutar ve muhtaçlara ulaşhnrsanız, bu sizin için
daha hayırlı olur ve Allah bu sebeple bir kısım günahlanruzı affeder. Allah,
yaphğıruz bütün şeylerden haberdardır." (2:2n)

"Zekatlar sadece fakirlere, düşkünlere, zekat toplayan görevlilere, kalpleri


İslam' a ısındınlacak olanlara, esirlik ve kölelikten kurtulmak isteyenlere, borı;­
lulara, Allah yoluna ve bir de muhtaç kalmış yolcu ve gariplere mahsustur. Al-
lah tarafından kesin olarak böyle farz buyruldu. Allah alimdir, hakimdir (ht!r
şeyi bilir, tam hüküm ve hikmet sahibidir)." (9:60)
"Allah'ın nasip ettiği bu ganiınet mallan o hicret eden fakiriere aittir ki, on-
lar Allah'ın lutfunu ve nzasını taleb etmek, Allah'ın dinine ve ResUlüne destek
vermek için yurtlanndan ve mallanndan edildiler. İşte imanlarında sadık \e
samimi olanlar ancak onlardır." (59:8)

92/3· Ey gariplerin arkadaş ve sahibi! 0 ~~)jl ~t;, Ç


Allah, gurbete düşmüş, yalnızlığa maruz kalmış, yalnızlığını paylaşacak
kimsesi olmayan çaresizlere son derece yakınlığı, huzuru ve ünsiyetiyle her Z<ı­
man ve her yerde en büyük arkadaş ve can yoldaşıdır.
Bediüzzaman, Allah' a karşı acizlik ve yoksullu~u bilip gönlü kınk bır
şekilde O'na sığınanların her türlü gurbet ve çaresizliğini ünsiyete çevireceğini
şu sahrlarla dile getirir:
Kur'h ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER HI • 541

j.
"Nefsim dahi: 'Evet evet, acz ve tevekkül ile, fakr ve iltica ile nur kapısı açı­
lır, zulmetler dağılır. 'Elhamdülillahi ala nuri'I-imani ve'l- İslam' dedi. Meşhur

Hikem-i Ataiye'nin şu fıkrasının: ~~J:;. 'Uj ~~~ ~'w:;. ~J ~~~Ya-

ni: 'Cenab-ı Hakk'ı bulan, neyi kaybeder? Ve O'nu kaybeden, neyi kazanır?' Ya-
ni: 'O'nu bulan her şeyi bulur; O'nu bulmayan hiçbir şey bulmaz, bulsa da başı-
....
na bela bulur' ne derece ali bir hakikat oldu~ u gördüm ve ~ Ç~ ~_,lı. (Ga-
. ' ,

riplere müjdeler olsun) hadisinin sırnnı anladım, şükrettim." (Mektubat, s. 26).

92/4· Ey dostlarının yardımcısı! 0 ~ Qj ~1 ~l:;


, , Ç

Allah, emir ve yasaklanna karşı duyarlılık gösteren dostlannın her zaman


yardımcısıdır. Şu ayet-i kerimelerle bunun garantisini veriyor:
"Allah, iman edenlerin velisi (dostu ve destekçisi) dir. Onlan karanlıklar­
dan nura çıkarır." (2:257)
"Unutmayın ki, Allah'a yakın olaniann korkmalan için bir sebep yoktur;
onlar acı ve üzüntü çekmeyecekler. Onlar, o kimselerdir ki O'na iman edip,
emirlerine aykırı hareketlerden sakınırlar. Dünya hayabnda da ahirette de
müjde vardır onlara. Allah'ın hükümlerinde olsun, verdiği sözlerde olsun, asla
değişiklik olmaz. İşte bu müjdeler en büyük mutluluktur." (10:62)

92/5· Ey düşmanlannın kahredicisi! 0 ~ 1~~1 ~ll Ç


O'nun, düşmanianna karşı kahr sillesi her zaman galip ve ezicidir. Şu ayet-i
kerimelerde, düşmanlannın kimler olduğu ve nasıl kalıredilecekleri açıkça be-
lirtilir:
"İşte Biz de onun için o kafirlere dünyada şiddetli bir azap tattıracağız ve
ahirette de, yaptıklan o pek kötü işlere göre hak ettikleri karşılığı vereceğiz. İş­
te Allah düşmanlannın cezası da: O ateş! Ayetlerimizi bile bile red ve inkar et-
tiklerinden ötürü onlara orada ebedi kalmak vardır." (41:27-28)
"Gün gelir, Allah'ın düşmanlan toplarup Cehennem'e sevk olunmak üzere,
baştan sona tutuklanırlar." (41:19)

92/6. Ey gölü yükselteni O ~ 1;: :: ll di.J Ç


Dünya sarayının tavanı olan gök kubbeyi yükseltip direksiz, sütunsuz
ayakta tutan O'dur. İki ayet-i kerimede bu vasfını dile getirir:
542 • Kur'In v~ Hikm~t l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ

"Allah O'dur ki gökleri, sizin de görüp durduğunuz gibi, direksiz yükselt-


ti." (13:2)
"0, şu görüp durduğunuz gökleri direksiz yarath." (31:10)
Semavat, "sema" kelimesinin çoğuludur. Arapça'da sema, yukanda bulu-
nan her şeydir. Odaya göre tavan sema, tavana göre çah sema, çahya göre at-
mosfer sema, atmosfere göre gök cisimleri semadır. Bu kelime tekil olarak kul-
lanıldığında üstümüzde mavi ve yüksek bir kubbe gibi görünen atmosfer ve
uzay boşluğu kasdedilmektedir. Buradaki gibi çoğul olarak kullanıldığı zaman
ise, hpkı dünyamız gibi özel birer düzeni bulunan o büyük gök cisimlerinın
tamamı kast edilmektedir.

Aynca, "semavat" denince, "es-Semaü'd-dünya =Dünya Seması" diye ifade


edilen ve insanlar tarafından görülebilen sema, birincisi olmak üzere peşpe~
sıralanan yedi kat sema da kast edilmiş olabilir. Her ne şekilde anlaşılusa anla-
şılsın Yüce Allah, muhteşem bir mabedin tüyleri ürperten kubbesi gibi şu gc•k
kubbeyi yıldızlar avizesiyle donatarak yükseltmiş ve sürekli olarak varlıkta ve
ayakta tutmaktadır.

92/7. Ey belaları kaldıran! 0 ~~~ ·. ., _?~ Ç


O, bütün mahlukattan, bütün bela, musibet ve sıkınhlann ağır yüklerini
kaldıran, onlan daha önce sahip olduklan afiyet, rahat ve huzura eriştirendir.

92/8. Ey dostlannın can yoldaşı! 0 ~ Qj~1 ~~ G'


O, iman ve ibadetleriyle Kendisine dost olanlara, kendilerini O'na sevdiren-
lere manevi yakınlık, huzur ve arkadaşlığıyla ünsiyet veren, gerek dünya h.ı­
yahnda, gerekse kabir yalnızlığında ve sonsuzluk yolunda onlan bir an olsun
yalnız bırakmayan, her caniıyı inayet ve himayesinin serin gölgesinde bulwl-
durandır.

92/9· Eytakva sahiplerinin sevgilisi! 0 ~fv~l ~ Ç


, 1

Allah, emir ve yasaklanna tanayıp onlara riayet eden takva sahibi kullannı
pek seven ve sevgisini onlann gönüllerine nakşedendir. Bir ayet-i kerimede bu
vasfını "Zalimler birbirinin dostudur. Allah ise müttakilerin dostudur!" (45:19)
buyurarak dile getirmektedir.
Takvanın mahiyet ve önemine ışık tutacak ve Yüce Allah'ın takva sahipl•!-
rini çok sevmesinin hikmetini anlamaya vesile olacak şu açıklamalar dikk..ıt
çekicidir:
Kur'an ve Hikmet l~ıl)ında CEVŞEN ŞERH i • 543

"Bugünlerde Kur'an-ı Hakim'in nazannda imandan sonra en ziyade esas


tutulan takva ve arnel-i salih esaslannı düşündüm. Takva, menhiyattan ve gü-
nahlardan içtinab ehnek; ve arnel-i salih, emir dairesinde hareket ve hayrat ka-
zanmaktır. Her zaman def' -i şer, eelb-i nef' a racih olmakla beraber; bu tahribat
ve sefahet ve cazibedar hevesat zamanında bu takva olan def' -i mefasid ve
terk-i kebair üssü'l- esas olup, büyük bir rüçhaniyet kesbehniş.
Bu zamanda tahribat ve menfi cereyan dehşetlendiği için, takva bu tahriba-
ta karşı en büyük esastır. Farzlanru yapan, kebireleri işlemeyen, kurtulur. Böy-
le kebair-i azime içinde arnel-i salihin ihlasla muvaffakıyeti pek azdır. Hem az
bir arnel-i salih, bu ağır şerait içinde çok hükmündedir.
Hem takva içinde bir nevi arnel-i salih var. Çünkü bir haramın terki vacib-
dir. Bir vacibi işlemenin, çok sünnetiere mukabil sevabı var. Takva, böyle za-
manlarda, binler günahın tehacürnünde bir tek içtinab, az bir amelle, yüzler
günah terkinde, yüzler vacip işlenmiş oluyor. Bu ehemmiyetli nokta niyetiyle,
takva namıyla ve günahtan kaçınmak kastıyla, menfi ibadetten gelen ehemmi-
yetli a'mal-i salihadır." (Kastamonu Lahikası, s. 148)

92/10. Ey zenginlerin Mabud'u!


- .... , -
O ~ ~ \'1 41~ Ç
O, zenginlerin de İlah'ı ve Mabud'udur. Dolayısıyla onlar da O'nun emir,
idare ve tasarrufu altırıdadırlar. O'na kul olduklannı, mal, servet ve i.mk.inla-
nrun, ellerinde geçici bir emanet, gölge ve panltı olduğunu bir an olsun unut-
mamalı ve yaşanhlannı ona göre düzenlemelidirler.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart

-93-

93/1. Ey her şeyinevveli ve ahiri! 0 ~~~J !~ ~ .:)~\ Ç


Allah, her şeyden önce vardı ve her şey yok olup gittikten sonra da varlığını
sürdürecektir. Bu vasfıyla, her şeyinevveli ve ahiri, başlangıcı ve sonucu, aslı
ve nesli O'nun ilim, hikmet ve kudretine dayanır.
Bu İlahl vasıf hakkında geniş açıklama, 60/l; 60/2'de geçti.
544 • Kur'An vr Hikmrı l~ıOında CEVŞEN ŞER HI

93/2. Ey her şeyin ilihı ve sanatkirı! 0 ~~~ !~ ~ 4lt Ç


. , -
O, her şeyin gönül ve bedeninin gerçek kıblesi; zikir, tesbihat ve ibadetleri-
nin tek mercii, hak mabududur. Her şeyin sanatkarane yarahosı, sanat mühür-
lerini her masnuun üzerine basandır. Allah'ın, ilah vasfı hakkında bilgi, 1/1;
16/2; 92/lO'da "İlah" vasfı açıklanırken; 9/6; 10/1; 16/9; 46/2'de de "Sani"' ismi
izah edilirken geçti.

93/3· Ey her şeyin Rizık'ı ve H8lık'ı! 0 ~~~ !~ ~ J.;ıi.J Ç

O, tüm varlık.lan, kendilerine lazım olan bütün hayat şart ve ortamlar.yla


birlikte son derece hikmetli ve planlı bir biçimde yaratan ve hayatlannın de-
vamı için gerekli maddi ve manevi her türlü nzkı ihsan edendir.

93/4· Ey her şeyin yarabcısı ve sultinı! 0:5::.\:J !~~)'UÇ


O, her şeyi, gerek maddesi ve gerekse şekil ve nitelikleriyle yoktan var
eden; en küçüğünden en büyüğüne, cüz'isinden küllisine kadar hepsini haki-
miyet, tasarruf ve idaresinde büyük bir intizam ve disiplin içerisinde bulundu-
rup fıtri gayeleri istikametinde çalışbrandır.

93/5· Ey her şeyi daraltan ve genişleten! 0 ~~J !~ ~ Jatl. Ç

O, her şeyi kuşatan ilim, hikmet ve rahmetinin gereği olarak kullannın


maddi ve manevi nzık ve imkanıarını kah genişleten kah daraltandır. RUhi ge-
rilim ve inkıbazlar, ferahlık, inşirah ve inbisatlar hep O'nun elindedir. Aynı ha-
k.ikati kah bir çekirdek içine dürüp sıkışbnr, kah açılım kazanduarak meyve-
dar bir ağaç haline getirir.

93/6. Ey her şeyi ilk defa yaratan ve öldükten sonra

tekrar iade eden! O ~J !~ ~ ~ .' ~: Ç


O, ilkin inşa ve ihya ettiği canlı fert ve türlerini günlük, mevsimlik ve asırlık
mükerrer inşa ve ihyalara mazhar edip Kıyamet'teki o en büyük ve umumi in-
şa ve ihyaya numune yaptığı gibi, hepsini büyük mahşer meydanında ismivle
dsmiyle resmiyle yeniden ve aynen iade edecek olandu·.
Kur·~n ve Hikmft l~ı4ında CEVŞEN ŞERH İ • 545

93/7· Ey her şeye gerekli sebepleri yaratan


ve birer ölçü takdir eden! 0 ~J:U:.J ! ~ ~ ·~ : " : Ç
O, varlıklar için gerekli maddi ve manevi sebepleri yarahp kudreti elinde
bulunduran; birer sanat eseri olan varlık ve nimetleri o sebeplere bağlayan ve
bir ilim, takdir ve hikmetle sebeplere iş gördürendir.

93/8. Ey her şeyi terbiye ve idare eden! 0 ~Jt~J !~ JS' :.;;; Ç


O, maddi ve manevi her varlık için bir kemal noktası belirleyip o noktaya
yönelik yeteneklerle donatan ve bu yeteneklerini gerçekleştirerek kemale er-
mesi için gerekli her şeyi sağlayan ve onu yolundan alıkoyacak her engelden
sakmdıran, böylece bütün varlıkları çekip çeviren, idare edendir.

93/9· Ey her şeyi döndüren ve deiiştiren! 0 j r ) !~ JS' 1"F Ç


O, gece ve gündüzü, güneş ve ayı döndürdüğü gibi bütün zerre ve küreleri
bir nizam, intizam içerisinde hikmetle döndüren, böylece sanat eseri olan alem
ve cisimleri halden hale, şekilden şekle çevirendir.

93/10. Ey her şeyi dirilten ve öldüren! 0 ~:. ~ ::, !~ JS' ~ Ç


O, canlılann
bütün fert ve gruplannı kudretiyle hayata mazhar edip bir sü-
reliğine fıtri
görevlerinde istihdam eden, ardından onları hayat memuriyet ve
külfetinden azat ve terhis eden, ücretlerini almalan için ahirete gönderendir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-94-

94/1. Ey yid edenlerin ve yid edilenlerin en hayırlısı!


546 • Kur'3n ve Hikmet IJıOında CEVŞEN ŞERH i

O, sevdiği kulunu hep iyilik, rahmet ve nimetle yad eder. Adını, katındaki
melekler meclisinde anar. O'nun bu yad edişi, o kulun sevgisini önce semavat
ehlinin arasına yayar, ardından yeryüzü sakinlerinin gönüllerine indirir. Bun-
dan daha güzel, hayırlı ve faydalı bir anılma olabilir mi kul için? Öte yand.ın,
O, adı anılması, iyilik ve nimeti yad edilmesi, sanat eserleri üzerinde tefekkür
edilerek hamlanması gerekenierin en hayırlısıclır. Hatta, bu konu mukaye&·ye
bile gelmez. Çünkü, iyilik, kemal ve cemallerinden dolayı yad edilmeye layık
gördüklerimizi de O yaratmış ve bu meziyete mazhar etmiştir.

94/2. Ey Şükrü kabul edenlerin ve şükredilenlerin en hayırlısıl

Kul en ufak bir iyilik yaptı mı, Allah onu görür, takdir ve tebcil eder, kat kat
mükafatla karşılar. öte yandan, sahip olduğumuz tüm nimetierin gerçek sahi-
bidir. Hepsini bize lutfeden O'dur. Dolayısıyla herkesten çok minnettarlı~a, te-
şekküre ve itaate layıktır.

94/3· Ey övenlerin ve övülenlerinen hayırlısıl ~ ~J ;...t;.. p Ç


* *,

O'nun kulunu övmesi, bir anlam ifade eder. Çünkü, realiteye bakar ve ger-
çek bir niteliğinden dolayıdır. Üstelik, O'nun övgüsü, bizzat en büyük iltifat ve
şeref olmakla birlikte büyük mükafatlanrun mukaddimesidir. Ardından maddi
ve manevi, dünyevi ve uhrevi sayısız nimetler gelir. Gündüzün ortasında bü-
tün ihtişamıyla ilemi nurla doldurur, tüm parlak şeyleri aksiyle pariatıp ay-
dınlabr ve sayısız çiçekleri güzellikleriyle yüzümüze güldürürken, güneşi bı­
rakıp onun cilvesiyle parlayan cam kırmb.lan övülmeye d~er mi? Bütün mas-
nuatı yaratıp güzelleştiren Yüce Sanatkin bırakıp, O'nun isimlerinin mazhar
ve aynaları olan mecazi güzellikleri övmenin bundan bir farkı var mı?

94/4· Ey görenlerin ve görülenierin en hayırlısı!

Yokluk karanlığından kurtulup O'nun kudretiyle aydınlık varlık saha~ına


çıkmak ve O'nun rahmet, kerem ve inayet dolu müşahedesine mazhar olmak
tek başına en büyük şeref, nimet, hayır ve faydadır. K.iinat sergisinde bir anlık
olsun yerini almak, O'nun sanat eserleri içerisinde İlahi ve kudsi müşahedesi­
ne sunulmak bir varlık için en büyük mazhariyettir. öte yandan, gözünü çe-
virdiği her şeyde O'nun isim ve sıfatlarının tecellileriru görmek, hikmet incelik-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi • 547

lerini, kudret panltılarını seyretmek bir kul için en büyük kemal, şeref ve ni-
mettir.

0f'~Je:,~ç
-
94/5· Ey çapaniann ve çainJanlann en hayırlısıl

O, kulunu dünyada ve ahirette hayat, kemal ve nimet bulmaya çağınr. Çağ­


nsıyla, onu her yönden ihya etmek ister. Bu açıdan O, çağıran ve davet edenle-
rin en hayırlısıdır. öte yandan, O, çağırdıklanmızın, yalvanp yakardıklanmı­
zın en hayırlısıdır. Çünkü, başkalan ya sesimizi duymuyor, feryadımızı işitmi­
yor veya duysa da imdadımıza gelmeye gücü yetmiyor. İmdadımıza gelse de,
bazen altında ezileceğimiz minnet ve karşılıklar istiyor. Çağnmızdan menmu-
niyet duyan, cevapsız bırakmayan, kat kat karşılık veren ve minneti altında
ezmeyen biricik dua kıblesi O'dıır.

94/6. Ey cevap verenlerin ve cevap verilenierin en hayırlısı!

Bütün mahlukabn sözlü, fiili ve zorda kalmışlık lisanıyla yaphklan bilcüm-


le dualanna en güzel, en uygun cevap ve karşılığı veren; çağnsına da can ve
başla olumlu cevap verilmeye en layık olan O' dur.

94/7· Ey ünsiyet verenlerin ve Kendisiyle


ünsiyet edllenlerin en hayırlısıl

O, sevdiği kuluna en iyi dostluğu sunan, sevgisinin gereğini en güzel şekil­


de yerine getiren, dolayısıyla da Kendisine en sıcak ve hoş duygutarla ısırulan
ve dostluk edilendir.

94/8. Ey bütün dostlann ve meclis arkadaşlannın en hayırlısı!

O'nun manevi huzur ve sohbetinde bulıırımaktan, yakınlık ve dostluğıırıu


kazanmaktan daha faydalı, daha lezzetli ve daha şerefli bir huzur, sohbet ve
yakınlık bulunmaz. Çünkü, O'na bu şekilde yakın olmada her türlü varlık nur
ve feyizleri, uzaklığında ise her çeşit yokluk ve kayıp karanlıkları vardır.
548 • Kur'~n ve Hikmet J~ıQında CEVŞEN ŞERH)

~.

0-;:~J~~~ç
94/9· Ey bütün maksud ve matlubların en ha)-ırlısı!

O, arzu edilen, aranan, kavuşmak için can ahlan, ragbet ve irade edilenlerin
en hayırlısı ve en faydalısıdır. O'nun izin ve nzası dışında, başka hiçbir şey bu
nitelikte aranmaya ve peşinden koşulmaya değmez. Çünkü, kendi kendilerine
bile hayırlan olmayanlan bulsak bile bize ya hiç faydalan olmaz ya da fayda-
lan kalıcı olmaz.

94/ıo. Ey sevenlerin ve sevilenlerinen hayırlısı!


Yüce Allah'ın bu vasfa ne kadar layık olduğunu ifade konusunda şu sahrlar
oldukça anlamlıdır:
"Muhabbetin sebebi, ya kemaldir; zira kemal zatında sevilir. Yahut menfa-
atbr, yahut lezzettir veyahut hayriyettir, ya bunlar gibi bir sebep tahtmda mu-
habbet edilir.
(.o.)
Rahmanürrahim ismiyle, hurilerle müzeyyen Cennet gibi senin bütün ar-
zulanna cami' bir meskeni, senin cismani hevesatma ihzar eden ve sair esma-
sıyla senin ruhun, kalbin, sırnn, aklın ve sair letaifin arzulannı tatmin edecek
ebedi ihsanatını o Cennet'te sana müheyya eden ve her bir isminde manevi çok
hazine-i ihsan ve kerem bulunan bir Mahbub-u Ezeli'nin, elbette bir zerre mu-
habbeti, kainata bedel olabilir. Kainat O'nun bir cüz'i tecelli-i muhabbetine be-
del olamaz." (Bediüzzaman, Sözler, s. 359)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsirı, Serı'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-95-
, ~ . . -:., ~, , .,
~ 1'
0 ~ ·~.,)
'
. ,
.Y' V..... ':t
95/1· Ey Kendisini çapraniara daima ve olumlu cevap veren!
Kur'In ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞERH i • 549

Bir ayet-i kerimede hak ilah olan Yüce Allah'ın bu vasfıyla, sahte tannlar-
dan aynidığı şöyle ifade ediliyor:
"O nesneler mi üstün yoksa. çaresiz kalıp Kendisine yalvaran insanın dua-
sını kabul edip sıkınhsını gideren ve sizi dünyada halifeler yapan Allah mı?
Hiç Allah ile beraber başka tanrı mı olur? Elbette olmaz! Ne de az düşünüyor­
sunuz!" (27:62)

95/2. Ey Kendisine itaat edenleri seven! 0• ~ _ı~ U.\l.f ~ ~:;. Ç

O, hadsiz bir derecede kendini sevdirmeyi ve tanıthnnayı ef aliyle göster-


mesine karşı itaat ve ibadetle mukabele edenleri elbette seven ve bunu da göz-
lerin görmedi~, kulaklann işitmedi~ ve hahr hayale bile gelmeyen yeni ve
ebedi mükafatlarla karşılayandır.

95/3· Ey Kendisini sevenlere yakın olan! 0 ~) ~~ ~ ~:;. Ç


' ~

O, sonsuz kemal, cemal, nimet ve ihsan sahibi olan Kendisini sevenlere ya-
kınlıkgösteren varlığını ve birliıuu onlara hissettirendir.

0~ ~:,ı) :r.t ~:;. ç


95/4· Ey Kendisini arzulayanlan çok iyi bilen!

O, Kendisini özleyen, seven, iştiyak duyan, huzuru için can atan ve rızasına
ennek için canla başla çalışan kullannı çok iyi bilen ve onların bu arzu ve
emellerini asla karşılıksız bırakmayandır.

95/5· Ey Kendisine ümit besleyenlere iyilik eden!

O, İlahi derg.ihına ümitle yöneleniere liıtuf, kerem ve iyiliği bol olandır.

95/6. Ey Kendisine isyan edenlere yumuşak


davranıp hemen cezalandırmayan! 0 ~~w :r.t ~:;. Ç
O, bunca hituf ve nimetlerini nan.körlükle karşılayarak emir ve yasaklarını
çiğneyenleri bile hilmiyle karşılayan, onlan hemen cezlandınnayıp rahmet ve
kerem dolu dergihına dönüş yapmaları için mühlet verendir.
550 • Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

.. ~ ....~ i .......... ,. .
0 , ·~-, ', , J, _,. ,:;-e u-
95/7· Ey yumuşakhtmeta hikmetli davranan!

O, Kendisine isyan edip günaha dalanlara karşı çok halim olmakla beraber,
küfür, şirk ve inkar gibi aifedilmesi mümkün olmayan günahlan işleyeniere
karşı cezası çok şiddetli olandır. Bu vasfıyla, hikmetli davranan ve hilminin is-
tismanna fırsat vermeyendir.

95/8. Ey hükmünde büyük olan! 0 ~, ~


,....
j ' _,;.:;. Ç

O, bütün mahlukah bütün yönleriyle idaresi albnda bulunduran; hakimi-


yet, hüküm ve kararlarında büyüklüğünü gösterendir.

95/9· Ey azametinde merhametli olan! 0 ~.J ~ j


l ,... '
_,;.:;. Ç

Hcikimiyetiyle, en küçüğünden en büyüğüne kadar her şeyi kuşathğı halde,


her bir canlı mahlukunu rahmet ve inayetiyle sarıp sarmalayan, böylece haki-
miyetinin azameti içinde rahmetinin ışılhlannı tecelli ettirendir.

95/to. Ey ihsanında kadim olan! 0 . ...


:.ı.u ~Gt J._,;.:;. Ç
O'nun rahmet, kerem ve ihsaru şimdi ortaya çıkan yeni bir şey değildir O,
ta ezel tarafında mahlukah yokluktan varlığa çıkarmaya başladığından beri
her an sayısız mahlukab nimet ve ihsaruna mazhar etmeye devam edendir. Kı­
saca, bütün varlıklarda görülen her türlü ihsan ve güzelleştirmeler O'nun ezeli
ve zati hüsün, cemal ve kemalinin tecellisidir.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman t1er bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-96-
, - ,.
ı.!.t~L~I'
, , ...
... ; .J

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyonım:


K ur' 1 n ve H 1k m et 1 ~ı 0 ı n da C E V Ş E N ~E R H 1 • 551

96/1. Ey sebepleri takdir eden Müsebbib! O •~ : "' : Ç


O, sebeplendiren, sebepleri takdir edip yaratan, neticeleri meydana getir-
mek için onlan devreye koyan ve sebeple neticeyi birlikte tasarrufu altında bu-
lundurandır. Şu sabrlar bu gerçeği ne güzel ispat etmektedir:

"Kainatta, 'esbap ve müsebbebat' görünen eşyaya bakıyoruz ve görüyoruz


ki: En a'la bir sebebin, en adi bir müsebbebe kuvveti yetmiyor. Demek esbap
bir perded.ir, müsebbepleri yapan başkadır. Mesela; hadsiz masnuattan yalnız
cüz'i bir misal olarak insan başı içinde bir hardal küçüklüğünde bir yerde yer-
leştirilen kuvve-i hafızaya bakıyoruz. Görüyoruz ki: Öyle bir cami' kitap belki
kütüphane hükmündedir ki, bütün sergüzeşt-i hayah, içinde kanşhnlmaksızın
yazılıyor.

Acaba şu mucize-i kudrete hangi sebep gösterilebilir? Telafif-i dimağiye mi?


Basit, şuursuz hüceyrat zerreleri mi? Tesadüf rüzgarlan mı? Halbuki o mucize-
i sanat, öyle bir Zat'ın sanah olabilir ki; beşerin haşirde neşredilecek büyük
defter-i a'malinden muhasebe vaktinde hahra getirilecek ve işlediği her fiilieri
yazıldığını bildirmek için bir küçük sened istinsah edip, yazıp aklının eline ve-
recek bir Sini' -i Hakim'in sana h olabilir.
İşte beşerin kuvve-i hafızasına misal olarak bütün yumurtalan, çekirdekleri,
tohumlan kıyas et ve bu cami' küçücük mucizelere, sair müsebbebah da kıyas
et. Çünkü hangi müsebbebe ve masnua baksan, o derece harika bir sanat var
ki, değil onun adi, basit sebebi, belki bütün esbap toplansa, ona karşı izhar-ı
acz edecekler. Mesela: Büyük bir sebep zannedilen güneşi; ihtiyarlı, şuurlu farz
ederek ona denilse: "Bir sineğin vücudunu yapabilir misin?" Elbette diyecek
ki: "Halık'ımın ihsaruyla dükkfuumda ziya, renkler, hararet çok. Fakat sineğin
vücudunda göz, kulak, hayat gibi öyle şeyler var ki, ne benim dükkanımda bu-
lunur ve ne de benim iktidanm dahilindedir."
Hem nasıl ki müsebbepteki harika sanat ve tezyinat, esbabı aziedip Müseb-
J

bib-ül Esbap olan Vacib-ül Vücud'a işaret ederek, jS- ~\ıl~-;.~[, sırnnca:
Ona teslim-i umur eder. Öyle de: Müsebbebata takılan neticeler, gayeler, faide-
ler; bilbedahe perde-i esbap arkasında bir Rabb-ı Kerim'in, bir Hakim-i Ra-
him'in işleri olduğunu gösterir. Çünkü şuursuz esbap, elbette bir gayeyi düşü­
nüp çalışmaz. Halbuki görüyoruz: Vücuda gelen her mahluk, bir gaye değil,
belki çok gayeleri, çok faideleri, çok hikmetleri takip ederek vücuda geliyor.
Demek bir Rabb-ı Hakim ve Kerim, o şeyleri yapıp gönderiyor. O faideleri on-
lara gaye-i vücud yapıyor. Mesela, yağmur geliyor. Yağmuru zahiren intac
eden esbabın; hayvanab düşünüp, onlara aayıp merhamet etmekten ne kadar
uzak oldu~ malumdur. Demek hayvanab halk eden ve rızıklannı taahhüd
552 • Kur'An ve Hikmet 11ıtında CEVŞEN ŞER HI

eden bir Halık-ı Rahlm'in hikmetiyle imdada gönderiliyor. Hatta yağmura


"rahmet" deniliyor. Çünkü çok asar-ı rahmet ve faideleri tazarnmun ettiğin­
den, güya yağmur şeklinde rahmet tecessüm etmiş, takattur etmiş, katre katre
geliyor.
Hem bütün mahlukahn yüzüne tebessüm eden bütün ziynetli nebatat ve
hayvanattaki tezyinat ve gösterişler, bilbedahe perde-i gayp arkasında bu süs-
lü ve güzel sanatlar ile kendini taruttırmak ve sevdirrnek ve bildirmek isteyen
bir zat-ı Zülcelal'in vücub-u vücuduna ve vahdetine delalet ederler. Demek eş­
yadaki süslü vaziyetler, gösterişli keyfiyetler; taruttırmak ve sevdirrnek sıfatia­
rına kat'iyyen delalet eder. Sevdirrnek ve taruttırmak sıfatlan ise; bilbedahe Ve-
dud, Maruf bir Sam' -i Kadir'in vücub-u vücuduna ve vahdetine şehadet eder.
Elhasıl:Sebep gayet adi, aciz ve ona isnat edilen müsebbep ise gayet sanatlı
ve kıymetli olduğundan, sebebi azleder. Hem müsebbebin gayesi, faidesi dahi,
cahil ve camid olan esbabı ortadan atar, bir Sani' -i Hakim'in eline teslim eder.
Hem müsebbebin yüzündeki tezyinat ve maharetler, kendi kudretini zişuurla­
ra bildirmek isteyen ve kendini sevdirrnek arzu eden bir Sani'-i Hakim'e işaret
eder." (Bediüzzaman, Otuzüç Pencere, s. 56-57)

Qy~Ç
96/2. Ey itaatkir kullarını Kendisine yaklaştıran Mukarribl

Kur'an'da, Yüce Allah'ın bu vasfı gereği Kendisine manen yakınlaşhrdığı


varlıklardan söz edilmektedir. Mesela, Hz. İsa (3:45); bazı melekler (4:172);
iman ve hayır işlerinde öne geçen kullar (56:11) bunlardandır.
Öte yandan, fıtri hidayet delillerinden yararlanan bahtiyar kullarının gılnül
ve ruhlarını Kendine yöneltip yaklaşhnr. Mahlukah, rahmet ve re'fetinin tı!cel­
lileriyle birbirlerine yaklaşhnp kaynaşhnr. Özellikle mürnin kullarının kalple-
rini iman kardeşli~inin sıcaklı~ıyla birbirine yakınlaştınr.

96/3· Ey eşyayı bikmetle peş peşe getiren Muakkib! 0 •~ !:: Ç


O, varlıklan peş peşe getiren, yaratmaya bir an bile ara vermeyendir. O,
zerreden güneşe kadar her şeyi bir sıraya göre hikmetle tarızim edendir. Bazı
varlıklan hayat vazifesinden terhis ederken, yerlerini boş bırakmaz, hemen
başka varlık taifelerini görevlendirir. Hayattaki canlı varlıkların tüm özellikle-
rini tohum, çekirdek ve yumurtalarda toplar, ardından bu esaslar üzerinde ye-
ni canlılar yaratır.
Öte yandan iyiliği de kötülüğü de karşılıksız ve neticesiz bırakrnaz, her bi-
rine uygun sonuçlan her birine takip ettirir.
Kur'In vr Hikmrt llıOında CEVŞEN ŞERHI • 553

96/4· Ey kullannın kalbierini ve kiinattaki varlıkları


bilden hile detiştiren Mukallibi 0 <!i! Ç
O, bu ismiyle, her şeyi her an değiştirir, her varlık hatta her zerre üzerinde
sayısız de~işiklik ve inkılaplar meydana getirir. Gece ve gündüzü, kışı ve ba-
han, yazı ve sonbahan birbirine döndürüp yek di~erine çevirir. Kalp, duyu ve
duyguları halden hale döndürür. Şu ayet-i kerimeler Yüce Allah'ın bu vasfına
örnekler sunuyor:
"Allah gece ile gündüzü birbirine çeviriyor, geceyi gündüze, gündüzü ge-
ceye dönüştürüyor, sürelerini uzabp kısalbyor. Elbette bunda, görebilenler için
alınacak bir ders vardır." (24:44)

"Sen onlan (Ashab-ı Kehf'i) uyanık sanırdın, halbuki gerçekte onlar uykuda
idiler. (Yanlan ezilmesin diye) Biz onlan k.ih sağa, kah sola çevirirdik Köpek-
leri ise mağara girişinde ön ayaklanru yaymış vaziyette duruyordu. Onlan
görseydin sen de ürker, derhal dönüp kaçardın, için korku ile dolardı." (18:18)
Şu ayet-i kerime de, bazı kulların, yaptıklannın cezası olarak, göz ve gönül-
lerinin işlev bakınundan ters çevtildiğini ifade eder:
"Biz onların gönüllerini ve gözlerini ters çeviririz, ilk seferinde buna iman
etmedikleri gibi bırakırız kendilerini de azgınlıklan içinde körü körüne bocalar
dunırlar." (6:1 10)

96/S· Ey her şeye bir miktar tespit eden Mukaddir! 0 ~~U:. Ç

Bu ismin açıklaması 26/2' de geçti. Kısacası O, bu ismiyle her şeyin plan ve


programını ezeli ilmi ve her şeyi kuşatan hikmetiyle ölçülü yapandır.

96/6. Ey her şeyi düzene koyan Mürettip! 0 ~; Ç

Allah, her şeyi tertip eden, hikmet dolu bir nizarn ve sıraya koyandır. Bu is-
min tecellisi olarak her varlık ve her varlıktaki her bir organ, hatta her hücre ve
zerre yerli yerince yaratılmış, donablmış, düzene konulmuş ve yerleştirilmiştir.

96/7. Ey kullarını iyilile teşvik eden Murağpb! 0 ~; Ç

Allah, bu vasfıyla kullanru iyiliğe, hayra ve güzelliğe teşvik eder, hayra ve ha-
senata yönlendirir, doğru yola çağınr, Cennet, cemal ve huzuruna rağbet ettirir.
554 • Kur'an ve Hikmet 11ı0ında CEVŞEN ŞERHI

96/8. Ey kullanna ötüt veren


ve gerekli habrlatmalarda bulunan Müzekldr! 01i:. Ç

Müzekkir, hahrlatan, hahra getiren, yad ettiren, zikrettiren ve anınaya sevk


edendir. Bu vasfıyla O, kitap, hitap ve davetiyle kullanna sürekli faydalı hahr-
latmalarda bulunan, Kendi kudret ve azametini, ceza ve mükafabnı hahrlatan,
böylece onlan iyiliklere sevk edendir.
~

96/9. Ey mahlftkab var eden Mükevvint 0 ı)~ Ç

Mükevvin, var eden ve yaratan demektir. Gördüğümüz ve görmediğimiz


her şey O'nun tarafından yarahlmışhr. Bu kainat içindekilerle birlikte sonra-
dan var olmuştur. Evrenin sonradan yarahidığı arhk karutlanrnışhr. Mimar,
yaphğı saraydan önce; yazar, yazdığı kitaptan önce, ressam çizdiği tablodan
önce var olduğu gibi, Allah da evrenden önce vardı. Yaratmak, şekillendirmek,
diriltrnek, beslemek, hayatı sona erdirmek, ödül veya ceza vermek gibi şeyler
hep Allah'ın bu sıfabrun gereğidir. Bu sıfata Allah'ın iş yapma sıfah da denile-
bilir. Allah, yoktan yarathğı gibi, var olan bazı maddelerden de yepyeni varlık­
lar yarahr. Mesela, bir portakalın kokusunu, tadını, şeklini ve rengini vs. yok-
tan yarahr. Elementlerini de başlangıçta yoktan yaratmakla beraber, hava, su
ve topraktan alarak ona gönderir.

96/ıo. Ey büyüklükte eşsiz olan ve azametini gösteren Mütekebbir!

Mütekebbir, büyük anlamına gelen Kebir ismiyle yakın anlamlıdır. Büyük-


lüğün kemalinde, her şeyden yüce; her tür kötülükten ve yarahklann nitelikle-
rinden münezzeh; taşkınlara karşı büyüklüğünü koruyan; kullanna zulmet-
mekten uzak ve yüksek olan vb. anlamlara gelir. Kısaca, büyüklükte eşsizliği
ve bu vasfa tek başına sahip olmayı ifade eder.
Kur'an'da birçok yerde insanlar hakkında "büyüklük taslayan" anlamında
yer alan (40:27; 16:29) "Mütekebbir" kelimesi, yalnız bir defa Allah için kulla-
nılmışhr. (59:23}

Söz konusu ayeti açıklayan Elmalılı, bu konuda şu bilgileri verir: "Müte-


kebbir", çok büyük, her hususta büyüklüğünü gösteren, büyüklük, ululuk,
kibriya ve azarnet Kendisine mahsus, Kendisinin hakkı olan demektir. Kibir-
tenrnek ve büyüklük taslamak yarahklann hak ettikleri bir sıfat değildir. Onun
K ur' .1 n ve H 1k m et 11 ı 0 ı n da C E V Ş E N Ş E R H i • 555

içindir ki mütekebbir sıfahnın insan için kullanımı, hoş karşılanmarnışbr. Zira


mütekebbir, kibir gösteren, büyüklenen demektir. Halbuki yaratıklarda esasen
büyüklük, ululuk yoktur; aksine aşağılık, horluk, yoksulluk ve ihtiyaç vardu.
Hatta zaman olur ki bir sinek, bir mikrop, bir Nemrud'un işini bitirmeye yeter.
Böylesine acizlik ve ihtiyaçtan kendilerini kurtaramayan ölümlülerin, büyük-
lük ve ululuk taslamaya kalkışmalan, cahillikten ve yalanalıktan başka bir şey
değildir. Onun için yarahklarda tekebbür (büyüklenme), hoş karşıtanmayan
bir noksanlıkbr. Fakat Allah Teala zat, sıfat ve fiilierinde büyüklüğün, yüceli-
ğin ve kutsiyetin her nev'ini toplamışbr. O'nun bu yücelik ve büyüklüğünü
göstermesi, hem hiçbir ortaklık kabul etmeyen hakhr, hem de kendisinin celal
ve cemal sıfatiarını kullarına tanıtmak, onları bilgilendirmek ve huşu ile saade-
te götürmek gibi, büyük bir lutuf ve yardım gösterdiği için son derece güzel
bir sıfattır. O'nun hakkında tekebbür, bizatihi kuvvet, kudret ve birliğini ifade
eden daha fazlamana içindir. Bundan dolayı ayette Allah Teala söz konusu sı­
fatlarla tavsif edildikten sonra, O'nun mahluklardan hiçbirine benzemediğini
ve müşriklerin vehmetmek istedikleri şirk unsurlarından beri olduğunu bir
daha açık bir şekilde anlatmak için buyruluyor ki, "Allah, onların koştukları
şirkten münezzehtir", yani yaratıklardan bazıları, kibirlenerek, zorbalık yap-
mak isteyerek yahut öyle yapmak isteyenlere aşırı sevgi besleyerek Allah'ın
zikredilen sıfatianna şirk koşuyorlar. Halbuki Allah, öyle şirklerden münez-
zehtir. O şirk koşulan şeyler, Allah'tan çok uzakhr. O'nun yüceliği ve büyüklü-
ğü onlarınkine benzemez. Çünkü onlar, kendi nefislerinde mahluk ve esasen
noksan varlıklardu. Tekebbürleri de, noksanlıklanna bir yalancılık ilave et-
mekten başka bir şey de~ildir. Allah Teala ise, bütün büyüklüklerin, bütün
kuvvetlerin ve üstünlüklerin sahibidir. O'nun tekebbürü, büyüklük üstüne bü-
yüklüktür. Bu yüzdendir ki, Allah Teala, büyüklüğüne hiçbir toz kondurmaz.
Ezeli ve kendi zabna mahsus olan üstünlük ve kutsiyetiyle onu her türlü şirk
unsurundan tenzih eder. O, öyle bir sübhan, öyle münezzeh ve mukaddes bir
varlıkbr. (Elmalılı, Tefsir, Haşir Suresi: 23. ayetin izahı)

Bir ayette Yüce Allah, büyüklük vasfına şöyle dikkat çekiyor: "Hamd, gök-
lerin Rabbi, yerin Rabbi ve bütün alemierin Rabbi olan Allah' a mahsus tur.
Göklerde ve yerde azarnet (kibriya) yalnız O'nundur. O, Azizdir, Hakim'dir."
(45:36-37)
Bir Hadis-i Kudsi' de de şöyle buyuruyor: "İzzet gömleğim, kibriya da elbi-
semdir. Bunlan Benden çekip almak isteyenlere azabı.m hakbr." (Müslim, Birr
138)
Netice olarakderiz ki, büyüklük en yüksek mertebede sadece Allah'a mah-
sustur. Asıllan ve menşe'leri itibariyle son derece hakir ve zelil olanları bile
büyük yapan, sonra da büyüklüklerinin zirvesinde iken yine onların o emane-
ten sahip olduklan büyüklüklerini ellerinden alıp yerle bir eden Allah, yegane
556 • Kur'in ve Hikmet lı•O•nda CEVŞEN ŞER HI

büyüktür. Asıl ve ebedi büyüklük, O'na kulluk ve mensubiyette, O'na itaat ve


bağhlıktadır.

Bu mübarek ismi tecellileri ile bilen ve tanıyan mü min, büyüklüğün Allah' a


ait olduğunun bilincindedir, asla büyüklenmez. öte yandan, Rabbine kulluk-
tan aldığı izzet, şeref ve onurunu korumaya çalışır. İnsan olarak, özellikle mü-
min olarak konum ve mertebesine yakışmayan hal ve davranışlardan alabildi-
~ine uzak durur. Allah nzasından başka her şeyin, hiınrnet ve hayahnın fiyatı
olmaktan çok uzak ve de~ersiz olduğunu düşünür, günah dolu çıkar ve zevk-
lere tenezzül ebnez. İzzetle dünyadaki görevini tamamlar, kabir kapısından
onuroyla ebedi hayata geçiş yapar.

,- " ,. ..... -" , , -: ,


0 101 ~ ~ c:>~':JI ~~':JI ~1 ':J~ 4l~':J Ç d5~
Sm bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başluı ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-97-

97fl. Ey bir işitme, Kendisini diler bir işitmeden alıkoymayan!

Buna göre bir işitme O'nu diğerinden meşgul etmez. Her şeyi aynı anda işi­
tir. Birini di~eriyle kanştırmaz. Tıpkı güneşin, biz kendisinden uzak iken bü-
tün özellik ve nitelikleriyle, her birimizin aynasına yansıyarak bizim yanımız­
da yer alması, ışığı ve ısısıyla başırnızı okşaması, bize son derece yakın olması
ve bu özelliğiyle her canlının yanında ayn ayn yer alması ve onunla münase-
bet halinde bulunması gibi, Yüce Allah da Semi' (işiten) ve Basir (gören) vas-
fıyla her caniıyı ayn ayn görür ve işitir. Birisi diğerine engel olmaz.

97/2. Ey Kendisi için bir iş eliler bir işe mini olmayan!

Şu satırlar Yüce Allah'ın bu vasfını anlamayı kolaylaştına bir açıklama ni-


teliğindedir:

"Madem Sam' -i Kadir mekandan münezzehtir, elbette kudretiyle her me-


kanda hazır sayılır. Ve madem tecezzi ve inkısam yoktur; elbette her şeye kar-
şı, bütün esmasıyla müteveccih olabilir. Ve madem her yerde hazır ve her şeye
Kur'In vt Hikmet l~ığında CEVŞEN ŞERHI • 557

müteveccih olur, öyle ise mevrudat ve vesait ve ecram O'nun efaline mürna-
naat etmez, ta'vik etmez (engellemez)." (Bediüzzaman, Mektubat, s. 250)

97/3· Ey bir söz, Kendisinidiler bir sözden oyalamayani

O, aynı anda her canlıyla ayn ayn konuşabilir, hepsine mesajını tek tek ile-
tebilir, her birine yönelik ayrı bir hitap tarzını gerçekleştirebilir, bir konuşması
diğerine engel olmaz, bir mesajını iletmesi diğerinden alıkoymaz. O'nun yarat-
bğı ve görevlendirdiği hava zerrelerinin dalgalan vasıtasıyla izleme imkanına
sahip olduğumuz basit bir cihaz olan televizyon aracılığıyla aynı şahıs her bi-
rimizin evine konuk olup bize konuşabiliyorsa, her şeyin yaraleısı ve sahibi
olan Yüce Allah, bundan hadsiz derece daha mükemmel biçimde her birimizle
ayn ayn görüşüp konaşamaz ve konuşmamızı dinleyemez mi?
., ..J • ...

0 ~~~:;. Jl~ !\,!i.~ 'i:; ç


9714· Ey kullarının bir isıelini yerine getirmesi,
dilerine cevap vermekte Kendisini karışıkiıla sevk etmeyen!

Hiçbir soru bir soruya, bir dilek bir dileğe, bir dua bir duaya karşılık verme-
de O'nu kanştırrnağa sevk etmez, yanılgıya düşürrnez. Her varlığın bu tür is-
teklerine aynayrı ve en uygun biçimde cevap verir.

97/5· Ey ısrarla istekte bulunanların ısrarı


Kendisini usandırmayan! 0~1 ;..ı.;J~~;; ~:; Ç
'... \...... ...

Allah, ısrarlı isteklerden bıkmak, usanmak, gücenmek şöyle dursun, bilakis


hoşnut olur. O'ndan istenmemeye rızası yoktur. Allah, kulunun duasına karşı­
lık vermeye hazır olduğunu bildirir ve her vesileyle Kendisine başvurulmasını
ister. "Kullanm sana Ben'i sorarlarsa, de ki, Ben muhakkak yakırum. Dua ede-
nin duasını Bana dua ettiği anda işitir, ona karşılık veririm. O halde kullanm
da Ben'im davetime uysunlar ve Bana inansınlar." (2:186) ayeti bunu ifade
eder.
Hatta duada ısrara olmak ve bazı cümleleri üç defa tekrarlamak duanın
adabındandır. Çünkü Allah Kendisinden ısrarla istenilmesini sever. Hz. Pey-
gamber de bazı dualarını üç defa tekrarlamışbr. (Buhari, Daavat 20-22) Duanın
kabulü için acele etmemelidir. "Biriniz acele edip de 'dua ettim kabul olmadı'
demedikçe, duasına cevap verilir." hadisi bu gerçe~ ifade eder. Geçmiş aLim-
558 • Kur'An ve Hikmet l~ıQında CEVŞEN ŞER Hİ

lerden yirmi sene Allah' a dua edip duası kabul edilmediği halde hala ümidini
kesmeyip duasına devam edenler bulunmuştur.

o~~ı;J~r~~~~:;.ç
97/6. Ey müminlerin kalbierini İslamla genişleten!

Şu ayet-i kerimeler Yüce Allah'ın bu vasfına ışık tutar:


"Allah kimi do~ yola ulaştırmak isterse, kalbini (O'na) teslim olma arzu-
suyla genişletir; kimin de sapmasına izin verirse onun kalbini daralbr ve sıkış­
tınr, adeta göklere tırmanıyormuş gibi. Böylece Allah. inanmayanlan dehşete
düşürür." (6:125)

"Hiç Allah'ın, göğsünü İslam'a açması sebebiyle, Rabbi tarafından nura ka-
vuşan kimse, kötü tercihinden ötürü fıtratını değiştiren, kalbi katılaşan, göğsü
daralan kimse gibi olur mu? Yazıklar olsun, kalpleri Allah'ı anmak hususunda
katılaşmış olanlara! İşte onlar besbelli bir sapıklık içindedirler." (39:22)

97/7· Ey tevazu ve huşu sahiplerinin kalplerini

zikriyle hoş edip ferahlandıran! 0 ~~ ~.,Ü ~~~ ~U,I:;. Ç


Kalpler ancak, O'nu anmakla huzura erer, ferah bulur, güven ve esenliğe
kavuşur. Sayısız zikir ehli salih kullannın şahitliği ve hepsinin son derece fe-
yizli ve meyveli zikirleri bunun en kesin ve inkan mümkün olmayan delilidir.

97/8. Ey Kendisine iştiyak duyanların kalplerinden kaybolmayan!

0 0,Jı:
'
·• ~i ı y )j ::,s.'~ -·!~ :;. ç
, '

O, iman ve marifetullahın doyumsuz hazzmı bir kez olsun tadıp da kendi-


sine her an iştiyak duyan, O'nu özleyen, O'ndan başkasına razı olmayan bah-
tiyar kullannın gönüllerini daimi bir huzur, sevgi ve iinsiyetle mesrur eder ve
onlar hiçbir zaman O'nu unutamazlar.

97/9· Ey Kendisini arzulayanların son arzusu!

O bütün arzu ve irade sahiplerinin en büyük ve nihai muradıdır. Zahiren


başkalamu arayan, farklı bir sevgili özleyen ve başka muratlar peşinde koşan­
lar bile farkında olmadan aslında O'nu aramakta, fakat yön ve kıble değişikli-
Kur'In ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 559

ğiyle gerçekte aradıklannın yolunu şaşırmış bulunmaktadırlar. Kısacası O, bü-


tün gayelerin gayesi ve biricik sevinç, sürur ve saadet kaynağı olup, herkesin
özlem ve iştiyakının gerçek kıblesidir.
, , ,.'
0~~1j:~~~'Y:;.ç
,
, , ,

97/to. Ey ilemlerde hiçbir şey Kendisine gizli olmayan!

Şu ayet-i kerimeler Yüce Allah'ın bu vasfıru dile getirir:


"Rabbimiz! Şüphesiz sen, gizlediğimizi de, açığa vurduğumuzu da bilirsin.
Yerde ve gökte hiçbir şey Allah'a gizli kalmaz." (14:38)
"Göklerde ve yerde hiçbir şey Allah'tan saklı değildir. Rahimlerde size iste-
diği şekli veren O'dur. O'ndan başka ilah yoktur, O kudret sahibi, hikmet sa-
hibidir." (3:5-6)
"O büyük buluşma günü, bütün insaniann mezarlanndan kalkıp meydana
çıkanldıkları bir gündür. Öyle ki onların işlerinden ve hallerinden bir tek şey
bile Allah'a saklı kalamaz. Allah onlara şöyle hitap eder: 'Bugün mülk ve ha-
kimiyet kimin? Mutlak galip, tek hakim olan Allah' ın!"' (40:16)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtart

-98-
98/ı. Ey ilmi her şeyden önce olan! 0 ~L::,: ~i~ ; :;. Ç
Allah, ilmiyle her şeyi kuşatmıştır. Olmuşu, olacağı ve olmakta olanı aynı
derecede ve bütün yönleriyle eksiksiz bilir. Tıpkı, çok yüksekten tutulan bir
büyük aynarun, aşağıdaki her şeyi öncelik sonralık farkı bulunmaksızın kuşat­
ması ve yansıtması gibi, Yüce Allah'ın ilmi de tüm zamanlardaki varlıklan ay-
nı anda ve eşit derecede kuşabr.

98/2. Ey vaadi dop-u olan! 0 j~L;. ~~J;:;. Ç

Kur'an-ı
Kerim, Yüce Allah'ın vaadinin doğru ve şaşmaz bir gerçek oldu-
ğunu kuvvetle vurgular:
560 • Kur'in ve Hikmet lııOında CEVŞEN ŞER HI

"O tozutup savuran (rüzgarlara), ya~ur yüklenen bulutlara, kolayca akıp


giden (yıldızlar, bulutlar vb.) şeylere, emirleri, nzı.klan, ya~urlan vb. şeyleri
taksim eden meleklere yemin ederim ki: Size vadedilmiş olan kesinlikle doğ­
rudur ve yargılama (günü) mutlaka gelecektir!" (51:5)

98/3· Ey 16tfu açıkolani 0 ~Uı, ~~Li~:;. Ç


Kur'an-ı Kerim'de Hz. Yusufundilinden Yüce Allah'ın bu vasfı, manasına
da ışık tutarak ve kendi başından geçenler örneğinde şöyle dile getiriliyor:
"Babaağım! İşte küçükken gördüğüm rüyanın tabiri! Rabbim o rüyayı ger-
çekleştirdi. O, bana nice ihsanlarda bulundu: Beni zindandan kurtardı ve ni-
hayet, şeytan benimle kardeşlerimin arasını bozduktan sonra sizi çölden geti-
rip bana kavuştunnakla da beni ilisanına mazhar etti. Gerçekten Rabbim dıle­
diği kimse hakkında latiftir (dilediği hususlan çok güzel, pek ince bir tar7da
gerçekleştirir). Şüphesiz O alimdir, hakimdir (her şeyi hakkıyla bilen, tam hik-
met sahibidir)." (12:100)
Şu ayet-i kerimede, Allah'ın açık 1\ıtuflanndan olan nzkına dikkat çekiliyor:
"Allah kullanna büyük 1\ıtuf sahibidir. Dilediği her kulunu, bir türlü rızık­
landınr.O, pek kuvvetlidir, üstün kudret sahibidir." (42:19)

98/4· Ey emri üstün ve galip olan! 0 ~~~~~ ~;;. Ç

Allah'ın emir ve iradesinin galip ve engellenemez olduğu şu ayet-i kerimey-


le de dile getiriliyor:
"Böylece Yusuf'un o ülkede yerini sağlamlaşbrdık, ona irrıkan verdik ve bu
cümleden olarak, ona rüyalarm yorumunu öğrettik. Allah Teila iradesini yeri-
ne getirmekte her zaman mutlak galiptir, fakat insaniann çoğu bunu bilmez-
ler." (12:21)
Hz. Yusuf'un durumunu düşünüyoruz: Onun hakkında, kardeşlerinin bir
isteği vardı. öte yandan Allah'ın da bir iradesi vardı. Ama sonuçta, işinde ha-
kim olmasından ötürüdür ki Allah'ın iradesi gerçekleşmiştir. Oysa, işinde ha-
kim olmak Yusuf'un kardeşleri için söz konusu değildir. Onlar kendi elleriyle,
iki ayaklannı bir pabuca soktular ve sonuçta olaylar onlann arzulannın tam
tersi bir biçimde gelişti. insaniann çoğu ise Allah'ın belirlediği kurallardaki sü-
rekliliğin, sonuçta salt O'nun iradesinin gerçekleşeceğinin farkında değildir.
(Seyyid Kutub, Fi Zılal, İlgili ayetin tefsiri)
Kur'in ve Hikmet JııOında CEVŞEN ŞERH! • 561

98/s. Ey kitabı sajlam olan! 0 ~ ~~;:;. ~

Bir ayet-i kerimede Allah'ın kitabı yani Kur'an-ı Kerim'in muhkem olduğu
belirtilmiştir:

"Bu öyle bir kitaphr ki ayetleri en kesin delillerle destektenmiş (muhkem kı­
lınmış),sonra da güzelce açıklanmış, tam hüküm ve hikmet sahibi, her şeyden
haberdar olan (hakim ve habir) tarafından gönderilmiştir." (11:1)
Buna göre Kur'an'ın muhtevası sabit, sağlam ve değişmezclir. Tüm esasları
birbiriyle uyumlu ve dengelidir. İçine ne bir söz kalabalığı, ne teferruat, ne
demogoji, ne şürsel hayal ve ne de hitabi aşınlık karışmışbr. Hakikat net bi-
çimde zikredilmiştir ve hakikatten ne bir fazla ne bir eksik bir şey vardır. Onda
vehim ve hayallere yer yoktur. Selim akıllar ve bozulmamış kalpler onun hü-
kümlerini kabul ve tasdik eder.

98/6. Ey kaza ve hükmü gerçekleşen! O ~~ :jı ~i.;:;. Ç

Allah'ın,her varlıkla alakalı her takdir, karar ve hükmü iradesine uygun


olarak mutlaka gerçekleşir.

98/7· Ey Kur'in'ı yüce olan! 0 ~ ~ijl;:;. Ç


1

O'nun indirdiği kelamı olan Kur'an, gökte ve yerde, cinler ve insanlar ara-
sında, her zaman ve her mekanda, selim akıl ve temiz fıtratlar nazarında dai-
ma makbul, yüksek ve hakim bir konumdadır. Onun kadar saygı gören, ilgi
duyulan, okunan, bulundurulan ve üzerinde çalışılan, buna rağmen itibar, rağ­
bet ve saygınlığından hiçbir şey yitirmeyen, aksine saygı ve itibarı her geçen
gün daha da artan başka bir kitap yoktur.
İki ayet-i kerimede de Kur' an "meôd" olarak nitelendirilmiştir:
"Hayır, hayır!Kur'an onlann iddia ettikleri gibi beşer sözü değildir. O,
Levh-i Mahfuz'da olan pek şerefli bir Kur'an'dır." (85:21-22)
"Şanlı şerefli Kur'an hakkı için ... " (50:1)

98/8. Ey saltanab kadim olan! 0 ~ii~~;:;. Ç


1

O'nun hakimiyeti ezelidir. O'nun için bir başlangıç söz konusu değildir.
Dolayısıyla da zeval ve faniliği de düşünülemez. Ezelden gelmiş ebede gide-
cek, sonsuza dek sürecektir.
562 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHi

,
98/9. Ey fazlı ve keremi daim olan! 0 ~ ~ ~;;. Ç
1

Allah'ın fazlı, keremi, hituf ve nimeti daimi ve kesintisizdir. İlgili ayet-i ke-
rimelerden birisi şu mealdedir:
"Rableri onlan kendi katından (doğup gelen) bir rahmetle (kendi) hoşnut­
luğuyla ve (nihayet) kendilerini kesintisiz bir doyum ve mutluluğun bekledıği
o hasbahçelerle müjdeliyor." (9:21)

98/ıo. Ey Arş'ı büyük olan! 0~


1
~.)$- j:.;;. Ç

Allah'ın hükümranlık, idare, tasarruf ve icraatmm sembolü olan Arş'mm


büyüklük ve ihtişamıru ifade eden bazı ayet-i kerimeler:
"(Ve) en yüce hükümranlığın, Arş'ın Sahibi olan Allah'tan başka tanrı yok-
tur." (27:26)
"Fakat (bütün bunlara rağmen) onlar yine de yüz çevirirlerse, de ki: 'Allah
bana yeter! O'ndan başka tann yok. Hep O'na dayanmış O'na güvenmişimdir
ben; çünkü O'dur en yüce hükümranlığın Rabbi." (9:129)
"De ki: 'Peki, kimdir yedi kat göğü yerinde tutan ve yüce kudret tahhnda
hükümran olan?"' (23:86)

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sı.,'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

-99-

99/1· Ey rablık iddia edenlerin ve bütün terbiyecilerin Rabbi!

Kendilerini yere göre sığdıramayan, insanlara tepeden bakan, hatta tanrılık


iddiasma kalkışanların da yarabcısı, sahibi ve efendisi Allah'br. Her şey gibi
onlar da O'nun mülkünde, O'nun verdiği nzıkla ve O'nun müsaade ettiği bir
ömür süresi içinde yaşarlar. imtihan gereği onlara verdiği bu mühlet sona erin-
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEIJŞEN ŞERHI • 563

ce de onlan sırça saraylanndan, hayali tahtlanndan ve tam bir kuruntu olan


konumlanndan alaşağı edecek ve hak ettikleri ebedi azabma gönderecektir.
öte yandan yine O, başta peygamberler, gerçek ilimler ve anne babalar ol-
mak üzere tüm terbiye edicilerin de Rabbi, yani terbiye edicisidir. Hepsini hem
fıtri ve tabii, hem de ruhi ve ahlaki olarak terbiye eden, yetenekli bulunduklan
kemallerine eriştiren O'dur.

99/2. Ey bütün kapılan açan! 0 '71Y.~I e~:~

Hayır, bereket ve nzık kapılannı, filizlenmek isteyen tohum ve çekirdekie-


rin o sıkı sıkıya kapalı kapılannı, bir canlıya dönüşüp boy atma yeteneğinde
olan yumurta ve yumurtaaklann kapılannı, muzaffer ettiği fatih komutanlar
vasıtasıyla dininin tebliğine küfür diyarının kapılannı, nihayet has kullan için
Cennet kapılanru, hak edenler için de Cehennem kapılannı açan hep O'dur.

99/3· Ey sebepler, tasarrufunda bulunan! 0 y~


, ~~ ( ,~' : ~

Bütün sebepler zinciri doğrudan doğruya O'nun elinde olup O'nun kudret
ve idaresiyle neticelerine vesile olmaktadırlar. O'nun, bütün sebeplerin yaratı­
cısı, görevlerde istihdam edicisi, neticelere merdiven yapıcısı ve sebeple mü-
sebbebe aynı anda sahip ve tasarruf edici olduğuna daha önce defalarca deği­
nilmekle beraber son olarak şu güzel açıklamalan da kaydedelim:
"Esbap içinde, bilbedahe en eşrefi ve ihtiyan en geniş ve tasarrufatı en vasi',
insandır. İnsanın dahienzahir efal-i ihtiyariyesi içinde en zahiri; eki ve kelam
ve fikirdir. Yani: Yemek, söylemek, düşünmektir. Şu yemek, söylemek, düşün­
mek ise gayet muntazam, acip, hikmetli birer silsiledir. O sUsilenin yüz cüz'ün-
den, insanın dest-i ihtiyanna verilen ancak bir cüz'üdür. Mesela: Yemekten,
bedenin tegaddi-i hüceyratından tut, ta semeratın teşekkülüne kadar olan silsi-
le-i ef'al içinde, insanın dest-i ihtiyanna verilen yalnız ağızdaki dişierin değir­
menini tahrik edip onu çiğnemektir. Ve söylemek sUsilesinden yalnız meharic-i
huruf kalıplanna, havayı sokup çıkarmaktır. Halbuki a~zmda bir tek kelime,
bir çekirdek gibi iken, bir ağaç hükmündedir. Hava içinde milyonlar aynı ke-
lime gibi meyveler verir. Milyonlarla dinleyenlerin kulaklanna girer. Bu misali
sümbüle, insandaki hayatin eli ancak yetişebilir. İhtiyann kısacık eli, nasıl yeti-
şir? Madem esbap içinde en eşrefi ve en ziyade ihtiyar sahibi olan insan, böyle
hakiki icattan eli bağlansa, sair cemadat ve behimat ve anasır ve tabiat; nasıl
hakiki mutasarnf olabilirler?
Yalnız o esbap, birer zarfhr ve masnuat-ı Rabbaniyeye birer kılıfhrlar ve he-
daya-yı Rahmaniyeye birer tablaodırlar. Elbette bir padişahin hediyesinin kabı
564 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH i

veya hediyeye sanlan mendil veyahut hediye eline verilip getiren nefer, o pa-
dişahın saltanabna şerik olamazlar. Ve onlan şerik tevehhüm eden, saçma bir
hezeyan eder. Öyle de esbab-ı zahiriye ve vesait-i suriyenin, rububiyet-i İlahi­
ye'den hiçbir cihette hisseleri olamaz. Hizmet-i ubudiyetten başka nasipleri
yoktur." (Bediüzzaman, Sözler, s. 608)

99/4· Ey sevaplar veren! 0 yi )ili~ Ç


Yine koymuş olduğu tekvini (kozmolojik) ve teşriiyasalanna uygun olarak
mükafat ve ceza verme yetkisi O'nundur. Şu ayet-i kerimeler de aynı gerçeği
ifade ediyor:
"Allah da onlara hem dünya mükafahnı, hem de o güzelim ahiret mükafa-
hru verdi. Allah elbette muhsinleri, hep iyi davrananlan sever." (3:145)
"Her kim dünya mükafahnı isterse, kendisine dünyalık birşeyler veririz.
Kim ahiret mükafab isterse ona da bundan veririz. Biz, şükredenleri elbette
ödüllendireceğiz." (3:148)

99/5· EydoArulanilham eden! 0y1J!al1~ Ç

Anya bal yapmasını, örümceğe ağ örmesini, ipek böceğine dokumacılığı,


bülbüle yuva yapmasını, balığa yumurtalarmı bazen uzak mesafedeki en uy-
gun ortama bırakıp nesiini böylelikle sürdürmesini, insana her türlü ilmi buluş
ve keşifleri, kısaca her varlığa, hayat rol ve hizmetini en doğru şekilde ilham
eden ve böylece hepsini fıtri vazifelerinde çalışman O' dur.

99/6. Ey bulutlan meydana getiren! O yb....7.JI f.,: ~: Ç


Hava boşluğunda bulutlan inşa edip suya hasret canlılarm imdadına koştu­
ran O'dur. Aynı gerçek şu ayet-i kerimede de ifade edilmektedir:
"Size şimşeği göstererek, hem korku hem ümit verir, yağmur yüklü ağır bu-
lutlar oluşturur." (13:12)
Evet, O'dur ya~ur yüklü bulutlan meydana getiren. Yüce Allah'ın bu ev-
reni ve evreni oluşturan unsurlan yarabrken uyguladığı kanun uyarınca bulut-
lar oluşur, yağmurlar yağar. Şayet evrenin yarahiışı bu şekilde gerçekleştiril­
miş olmasaydı, bulutlar meydana gelemez, yağmurlar yağamazdı. Bulutlarm
ne şekilde meydana geldiğinin ve yağmurlarm nasıl yağdığının bilinmesi bu
evrensel mucizenin görkeminden ve işaret ettiği gerçeklerden bir şey azaltmaz.
Çünkü bu mucize, özel evrensel bir bileşim sonucu oluşmaktadır. Ve bunu yü-
Kur'in ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERH! • 565

ce Allah'tan başkası yapamaz. Yüce Allah bu bileşime, belli bir kanuna göre
hükmetmektedir. Bu kanunun uygulanışında da hiçbir Allah kulunun katkısı
yoktur. (Seyyid Kutub, Fi Zıldl)

99/7· Ey azap ve ikabı şiddetli olan! 0 yliJI ~..W,


~ ~ , Ç
Şu ayet-i kerimelerde de geçen bu hahi vasfın yer aldı~ bağlamlar ibret ve-
ricidir:
"Her kim, Allah'ın kendisine lutfetmiş olduğu nimeti değiştirirse (kötüye
alet ederse), iyi bilsin ki Allah'ın cezası pek şiddetlidir." (2:211)
"Sizi Mescid-i Haram' dan alıkoydular diye bir taktmlanna besledi~ kin,
sakın ha sizi, haddi aşmaya sürüklemesin. İyilik ve tak va (Allah' a karşı gel-
mekten sakınma) üzere yardımlaşın. Ama günah ve düşmanlık üzere yardım­
laşmayın. Allah'a karşı gelmekten sakının. Çünkü Allah'ın cezası çok şiddetli­
dir." (5:2)
"Kim Allah'a ve ResUlüne kafa tutarsa kuşkusuz ki, Allah'ın azabı şiddetli
olur." (8:13)

99/8. Ey hesabı süratli gören! 0 ~~~'C!.; Ç


Şu ayet-i kerimelerde de geçen bu hahi vasfın yer aldı~ bağlamlar ibretli-
dir:
"Allah'ın ayetlerini inkar edenler bilsinler ki, Allah onlann hesabını çabuk
görür." (3:19)
"Do~su, geçmiş vahyin mensuplan arasında (gerçekten) Allah' a iman
edenler ve hem size hem de kendilerine indirilene inananlar vardır. Böyleleri,
Allah'tan korkarlar, O'nun mesajlarını ufak bir kazanç için değiştirmezler. On-
larm mükifab, Rableri kabndadır; Allah, hesap görmede hızlıdır!" (3:199)
"Allah her insana kazandığının karşılı~ vermek için (diriltir). Allah. he-
sabıçok çabuk görür." (14:51)
"O gün her insan kazandığının karşılığını görür. O gün hiçbir haksızlık
(yapılmaz). Şüphesiz
Allah, hesabı çabuk görendir!" (40:17)

99/9· Ey dönüş Kendisine olan! 0 y Çjl j:; Ç


O'nun yüce huzuru, iyisiyle kötüsüyle şu fani dünyada hayat süre ve gö-
revlerini tamamlayan tüm varlıklarm dönecekler yerdir. Bir ayet-i kerimede de
aynı İlahi vasfa yer verilmektedir:
566 • Kur'.tn vr Hikmrt ItıOında CEVŞEN ŞERHİ

"(Reslilüm!) Sen insanlan irşada devam et! Zaten senin görevin sadece irşad
edip düşündürmektir. Yoksa sen kimseyi zorlayacak de~lsin. Lakin kim ki
imana sırtını döner ve inkar eder, Allah da onu en büyük cezaya çarphnr. El-
bet onlann dönüşü Bize olacakhr. Elbet hesaplanru görmek de Bizim işimiz
olacakhr." (88:22-26)

99/to. Ey günahlan bağışlayan ve tevbeleri kabul eden!

Kur'an-ı Kerim'in 91 yerinde Gaffır (günahtan bağışlayan), 11 yerinde de


Tevvab (tevbeleri kabul eden) vasfına yer verilmesi, kullanna bu yöndeki hituf
ve ilisaruna güzelce ışık tutar niteliktedir.

0
,.
81 ~
.........
~.:>~'YI
-~ -
,~,~,

_:,~'YI ~1 'Y1411'Y Ç ~~
1
Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar'

-100-

Allah'ım! Sen'den şu isimlerinin hakkı için istiyor ve yalvanyorum:

100/1. Ey Rabbimiz! 0 ~J Ç

Yüce Allah'ın
Rab ismi hakkında açıklama daha önce defalarca geçti. En
geniş açıklama için bk: 71/1. Kur'an-ı Kerim'de 70 yerde "Rabbena - Rabbi-
miz!" diye başlayan dualar yer alır. İşte birkaç örnek:
"Ey bizim Kerim Rabbimiz! Yaph~ıınız bu işi kabul buyur bizden! Hakkıyla
işiten ve bilen ancak Sen' sin!" (2:127)

"Ey bizim (Yüce) Rabbimiz! Bize bu dünyada da iyilik ve güzellik ver,


ahirette de iyilik ve güzellik ver, Ve bizi Cehennem ateşinden koru!" (2:201)
"Ya Rabbena! Eğer unuttuk veya kasıtsız olarak yanlış yaphysak bundan
dolayıbizi sorumlu tuhna! Ya Rabbena! Bizden öncekilere yüklerliğin gibi ağır
yük yükleme! Ya Rabbena! Takat getiremeyece~miz şeylerle bizi yükümlü tut-
Kur'An ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERHI • 567

ma! Affet bizi, lutfen bağışla kusurlanrnızı, merhamet buyur bize! Sensin Mev-
lanuz, yardımcımız! Kafir topluluklara karşı Sen yardım eyle bize!" (2:286)

100/2. Ey bahımız! 0Ufl~Ç


, -
ilah ismi hakkında daha önce açıklamalar geçti. Örnek olarak bk: 16/2.
Kur' an-ı Kerim' de "İlahıınız" şeklinde şu ayet-i kerimede geçer:
"Biz, hem bize indirilen kitaba, hem size indirilen kitaba iman ettik. Bizim
İlahımız da sizin İlahıruz da bir ve aynı ilahtır ve Biz O'na gönülden teslim ol-
duk." (29:46)

100/3· Ey Seyyidimiz! (!) l:;'~· Ç

Sahip ve efendi anlamına gelen bu isim hakkında açıklama 2/1 'de geçti.
,
100/4· Ey Mevlamız! 0 ~ yÇ
Sahip, dost, yar ve yardıma anlamlarına gelen "Mevla" vasfı Kur'an-ı Ke-
rim' de de Yüce Allah hakkında defalarca kullanılır:
"Sensin Mevlamız, yardımamız! Kafir topluluklara karşı Sen yardım eyle
bize!" (2:286)
"De ki: 'Allah bizim hakkımızda ne takdir etmiş, ne yaznuşsa başımıza an-
cak o gelir. Mevlamız, sahibimiz O'dur. Onun için mürninler yalnız Allah'a da-
yanıp güvensinler." (9:51)

"Hayır, sizin yariniz, yardımcıruz Allah'tır. O, yardım edenlerin en hayırlı­


sıdır." (3:150)

1oojs. EyYardımcımız! 0l:;~l:; Ç

Hayati durumlarda önemli yardım edici, zafer ve kurtuluş bahşedici anla-


mına gelen "Nasır" vasfı hakkında açıklama daha önce 10/8; 30/3; 41/9; 91/4;
92/4' de geçti.

1ooj6. Ey Koruyucumuz! 0 (i; !t,;. Ç

Koruyan, muhafaza eden, aayıp esirgeyen anlamlarına gelen Hatız vasfı


hakkında geniş açıklama
daha önce 30/4; 46/7; 65/6; 72/3'te geçti.
568 • Kur'In ve Hikmet J~ıOında CEVŞEN ŞERHI

Yusuf Suresi 64. ayette Hz. Yakub'un dilinden Yüce Allah bu vasıfla anılır:

"Daha önce onun kardeşini size emanet ettiğim gibi bunu (Yusuf'u) da size
inarup emanet edeyim, öyle mi? Ben size de~il sadece Allah'a ısmarlanm. Çün-
kü en iyi koruyan Allah' br ve O, merhametlilerinen merhametlisidir."

100/7· Ey Kadir'imiz! 0l5)~ll Ç

Allah'ın kadir vasfı hakkında açıklama daha önce 16/8 ve 41/4'te geçti.
Kur'an-ı Kerim'de de Yüce Allah Kadir vasfıyla anılır:
"Onu ilkin yaratan Allah, elbette onu diriltmeye de kadirdir." (86:8)
"Görüp düşünmüyorlar mı ki gökleri ve yeri yaratan Allah, kendilerinın
benzerini yaratmaya elbette kadirdir? O, kendileri için asla şüphe götürmeye-
cek bir vade belirlemiştir. Ama zalimlerin işleri güçleri inkardan ibaret!"
(17:99)

100/8. Ey Rizıkunız! 0 w;I.J Ç


Allah'ın "nzık verici" anlamına gelen bu vasfı hakkında açıklama daha ön-
ce 7/6; 10/3; 20(7; 52/5; 60/6; 64/6; 65/2; 78/5'te geçti. Kur'an-ı Kerim'de de Yüce
Allah'ın en iyi nzık verici olduğu belirtiliyor. (62:11)

100/9· Ey DeW'imb:! 0rl_ı:; Ç


1

Yüce Allah'm, "kılavuz, doğru yolu gösteren" anlamına gelen bu vasfı hak-
kında açıklama daha önce 11/10; 13/5; 14/1; 58/8'de geçti.

100/10. Ey Mededkir'ımız! 0 r~. •~ Ç


1

Yardıma koşan, imdat eden, muin anlamına gelen "Muğis" vasfı hakkında
açıklama daha önce 30/8; 52/3; 58(7; 72/8' de geçti.

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin, Sen'den başka ilah yok ki
bize imdat etsin. Eman ver bize, eman diliyoruz. Bizi Cehennem'den kurtar!

0
, • .J ,. .... ,

~81 ~ı: :,!;._~~'il ~~'il ~ı 'it ~t\1 ç ~.!ll~


-
if ' -: ,
Kur'An ve Hikmet l~ı§ında CEVŞEN ŞERH i • 569
,
d:--~lj ~ ~~J ~~J • ~oı ~ ~J • ~~~J • ,~ :.!+- • ~:ı .: ei ır
dl; ·..lj. ~lt. ç ~ll, h~!.~
, , ç ~ ~.
, ...
;ı;.~ı
,.
~~:u :)1:) ~'
'-...,

1 , - , ,

ı?,-:=~~~~ l~h ~1 ~ ~8 ~1
" - .J -: .J , • .J ... •

'J ıJ~'JI ıJ~'JI ~I'J~4l~'J Ç ~~


-
... ~ 1 -: ,


, ~ G- •
t:.,,. dh ·..1. .JJ , ~-: G
.;p - • ~.)
, ,G
, -• ~ , • , G•
ı:r->.J -
~lG- ~
,

'i 0\) :J.~:. :ı~~:,;.~ ~ ;.i-:.j ~ ;1ı j.;, r.ı~ J~J Ç~l
~j. ~ ~
0\) Gb d ~ ,
;. .\
,,
J~ ~j ~ üj ı~ ~;\ uh d~
tl , ,

r'~~lj ~~' '~ ç


,
r';. 'i~~'~~ ı~l:,~~J r8 'i ;ı. d~::; L:.=:.~
570 • K ur' 3 n v r H i k mr t 1~ı~, n da C E V Ş E N Ş E R H i

• ', , ,. ,, . . , ,
~~J
ı-

Ey Allah'ım, ey Rabbimiz! Bizi Cehennem ateşinden halas eyle, muhafa-


za et, necat ver!
Allah'ım, bize afiyet ver, bizi iyilerle birlikte pak ve temiz diyann olan
Cennet'e koy. Bunu sadece afhnla yap, ey kullannı azaptan koruyan Mücir!
Fazi ve kereminle olsun, ey bütün günahlan bağışlayan Gafür! Ben, şu kıy­
metli ve şerefli isimlerinin, şu yüce ve latif sıfatlanrun hakkı için istiyor ve
yalvanyorum ki, Efendimiz Muhammed Aleyhisselatü Vesselama, onun
yapbğı iyilikler sayısınca salat ve selam eyle!

Allah'ın ismiyle. Allah bana kafi. Allah'tan başka ilah yok. Allah her şe­
ye şahilDe ki; O Allah'br. Allah'ın dilediği olur. Rabbim Allah'br. Allah'ın
şaru yücedir. Allah ilidir. Allah'a tevekkül edip güvendim. Allah onlara
karşı kafidir. O her şeyi işiten ve bilendiri

Sen bütün kusur ve noksan sıfatiardan münezzehsin. Ey Kendisinden


başka ilah olmayan Allah'ım! Eman ver bize, eman diliyorum. Sana olan me-
dih ve senalan sayıp dökemiyorum. Sen, Zat'ını övdüğün gibisin. Ey bütün
kemal sıfatlan taşıyan hakiki Ma'bud olan Allah! Ey bütün mahhikata nzık
verip merhamet eden Rahmin! Ey ahirette salih kullanna liıtuflarda buluna-
cak olan Rahim! Ey bütün günahlan bağışlayan Gafür! Ey kullannın ibadet
ve şükürlerine bol mükafatla karşılık veren Şekiır!
Zat'ın için saydığın güzel isimlerin, yüce sıfatiann ve eksiksiz kelimele-
rin hakkı için Sen'den istiyor ve yalvanyorum ki; beni, annemi-babamı, Üs-
tadım Said Nursi'yi, Nur Talebelen'ni ve bütün erkek ve kadın mürnin ve
Müslümanlardan hayatta olan ve ölenleri bağışla!
Kur'~n vt Hikmtt lşıQında CEVŞEN ŞERH İ • 571

Bize öyle bir merhametle bulun ki, Senden başkasınm merhametine ihti-
yacımız kalmasın! Dünyada ve ahiretle ihtiyaçlanmızı yerine getir ve diledi-
ğimizi ihsan eyle! Dünyadan ayrılırken son nefesimizi saadet, şehadet, ik-
ram ve müjdeyle vermemizi nasip eyle!
Bizim adımıza Hazret-i Muhammed Aleyhhisselatü Vesselamı layık ve
müstehak olduğu mükafatlarla mükafatlandır. Gözümüzü açıp kapayıncaya
kadar bizi ne nefsimize, ne de yaratlıklanndan herhangi birine havale etme!
İşlerimizi ıslah edip yoluna koy! Bizi hiç zail olmayan ilim ve siyanetinle hi-
maye ey le! Ayn yaşanamayan desteğinle bizleri muhafaza ey le, ey celil ve
ikram sahibi!
Bizden ve bu isimleri üzerinde taşıyan kimselerden cin, insan ve şeytan­
lardan gelecek afetleri, yer sarsınhlannı ve Allah korkusundan meydana ge-
len dağ parçalaruşlannı, taun ve veba musibetini, kem gözleri, vücut ağnla­
nnı ve diğer felaketleri defeyle! Bizi bütün şer ve kötülüklerden muhafaza
et. Rabmetinle bize dünyada ve ahiretle selamet, afiyet ve hayır nasip eyle,
ey merhametiiierin en merhametlisi!
Allah, Efendimiz Hazret-i Muhammed'e (a.s.m.) onun al ve Ashabma sa-
lat ve selam eylesin!
Alemierin Rabbi olan Allah'a hamdolsun!
BİBLİYOGRAFYA

Abdulcevad, Ahmed, Ve Lillıihi'l-Esmau'l-HilSrıQ, Daru'J-Kutubi'l-İlmiyye, Bey-


rut.tarihsiz..
Abdulbaki, Muhammed Fuad, el-Mu'cemu'l-Mufrhres Li Elftızi'l-Kur'ani'l-Kerim,
Kahire 1378.
el-Alusi, Şihabu'd-Din Mahmud, Ruhu '1-Maani Fi Tefsiri'l-Kur'ani'l-Azim ..., Da-
ru' İhyai't-Turasi'l-Arabi, Beyrut, ts.
el-Beydavi, el-Kadi, Nasıru'd-Din, Envaru't-Tenzir ve Esraru't-Te'vil, (Şeyhzade
Haşiyesi ile birlikte) İhlas Vakfı Yayınlan, İstanbul 1991)
el-Beyhaki, Ebu Bekr Ahmed, Kitabü'l-Esm4 ve's-Sıfat, Neşr. M. Zahid ei-Kev~
ri, Beyrut, Daru İhyai't-Turasi'I-Arabi, ts.
el-Cevheri, Ebu Nasr İsmail, es-Sıhah, Daru'l-Kutubi'l-Arabi, Mısır, 1375/1956.
Çanga. Mahmut. Cevşen'in Nurlılrla Şerhi, Gelenek Yayınolık, İstanbul.
Çelik, Muhammed, Kur'an'ın ikna Hususiyetleri, Nil Yayınlan, İzmir.
Dö~en, Şaban, İlim/erin Diliyle AUah, Gençlik Yayınları. İstanbul 1992.
Elmalılı, Muhammed Harndi Yazır, Hak Dini Kur'an Dili, Eser Neşriyat, İst.
-Hak Dini Kur'arı Dili, Azim Dağıbm, (CD-Room dan).
Firuzabadi, el-Kamusu'I-Muhit, Beyrut 1406/1986.
ei-Gazili, Ebu Hamid Muhammed, el-Makasidu'l-Esnıi Şerhu Esmaillahi'l-Husnd,
Matbaatu't-Takaddum, Mısır, I. Baskı. Tarihsiz.
-Esmd-i Hüsnd', (Tre. Yaman Ankan) Elif Be Neşriyat, İst. 1983.
-MişlcQtü'I-Envar (ei-Kusuru'I-Avali Il. 2. Baskı, s. 4-49) Mısır, Mektebetu'I-
Cundi, 1390/1970.
Hatip, Abdulaziz, Kur'an ve Kıiinat Penceresinden Esrnd-i Hüsna, Gençlik Yayınlan,
İstanbul 2001.
İbn Hacer, ei-Askalani, Fethu'l-Bari Bi Şerhi'l-Buhari, Mısır 1378/1958.
İbn Kesir, Ebu'I-Fida, İsmail, Tefsiru'l-Kur'ani'l-Azim, Neşr Ahmed Ganim vd.
Daru'ş-Şa'b, el-Kahire, 1390/1971.
İbn Manzur, Lisanu'l-Arab, Beyrut, 1374/1955.
Mevdudi, Tefhimü '/-Kur' an, İnsan Yayınlan, İstanbul 1996.
Mutçalı. Serdar, ei-Mu'cnrıu'l-Arabiyyü'l-Hadis, Dağarak Yayınlan, İstanbul
1997.
-el-Mu'cemu'l-Arabiyyü'd-Dirasi, Dağarak Yayınlan, İstanbul 1997.
Nursi, Bediüzzaman, Said, Sözler, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
-Mektubat, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
- Lem 'alar, En var Neşriyat, İstanbul. ts.
l<ur'ln ve Hikmet 1$ıOında CEVŞEN ŞERHI • 573

-İşQratü'l-İ'caz, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.


- Şualıır, En var Neşriyat, İstanbul, ts.
-Mesnevi-i Nuriye, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
-el-Mesneviyyu '1-Arabiyyu 'n-Nuri, Da nı Sözler, İstanbul, 1994.
-Nurun İlk Kııpısı, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
-Muluıkem4t, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
- Emirdilğ lAhilcası l-ll, En var Neşriyat, İstanbul, ts.
- Barla l.Ahikası, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
-Sikke-i Tasdik-i Gaybi, Envar Neşriyat, İstanbul, ts.
Özyazıa, Alparslan, Hücreden İnsana, Yeni Asya Yayınlan, İstanbul, 1983.
er-Ra~b, el-İsfahani, Müfredilt Fi El.fazı'l-Kur'an, Daru'l-Kalem, Beyrut, 1992.
er-Razi, Fahnıddin. et-Tefsiru'l-~bir,
Daru'l-Fikr, Beyrut, 1415/1995.
-Levamiu'l-Beyyinit, (Neşr:
Abdurrauf Sa' d) Beyrut 1404/1984.
Seyyid Kutub, Fi Zıl41i'l-Kur'an, Daru İhyai't-Turasi'l-Arabbi, Beyrut 1967 (5.
Baskı)
Şahin, İbrahim, Esmıi Tecelli ve Tavır (Esma-i Hüsna Şerhi) İstişare, Kayseri, ts.
Şimşek, Ümit, Bakıp dil Gönnediklerimiz, Nesil Basım Yayın, İstanbul, 1996.
-Risale- i Nur Işığındil CeTJŞen Meali, Zafer Yayınlan, 2005
et-Taberi, Muhammid İbn Cerir, Cami'u'l-Beyan an Te'vili'l-Kur'an, neşr. A. M.
fiakir ve M. M. fiakir, Mısır 1955
Tatlısu, Ali Osman, Esmıiü'l-Husnd Şerhi, Seha Neşriyat, İstanbul1993.
Topal~lu, Bekir, Allııh'ın Varlığı (İsbat-ı Vacib), Diyanet İşleri Başkanlı~ Yayın·
lan, Ankara, ts.
- Esmıiü 'l-Hüsnd" DİA
Tehanevi, Muhammed Ali b. Ali, Keşşafu lstılahııti'l-Funun, I<alkuta 1862, İstan·
bul 1404/1984.
Uluda~ Süleyman, Türkiye Diyanet Vakft İslam Ansiklopedisi (DİA), "Celal", VD,
240, "Cemal", 296.
Ulutürk, Veli, Kur'an-ı Kerim Allah'ıNasıl Tanrtıyor?, Nil Yayınlan, İzmir 1994.
Yıldınm, Suad, Kur'an'da Uluhiyyet, I<ayıhan Yayınlan, İstanbul1987
-Fatiha ve En'am Sureleri Tefsiri, Işık Yayınlan, İzmir, 1993.
Ye~, Abdullah. Yeni Lugat, Yeni Asya Yayınlan, İstanbul, ts.
Yurdagür, Metin, Esma-i Hüsn4 (Allah'ın isimleri), Marifet Yayınlan, İstanbU:
1996.
ez-Zebidi, M. Murtaza, Tdcu'l-Arus Min Cevahiri'l-Kamus, Daru Mektebe el-Ha·
yat, Beyrut 1306.
ez-Zeccac, Ebu İshak, Tefsiru Esmai'llahi'l-Husna (Neşr: Ahmed Yusuf ed-Dek
kak) Beyrut 1395/1975.
İçindekiler*

Allah ................................................................... 17 Ze'I-ErnAn .......................................................... 55


RahmAn ............................................................. 19 Men tevAda'a kOIIü tey'in li-'azametlh ............... 56
Rahfm ................................................................ 19 Men istesierne kOIIO şey'in li-kudretlh ........ 56
'Aifm ................................................................... 21 Men zelle kOHO şey'in ll-1zzetih .......................... 57
Halfm .................................................................. 23 Men hada'a kOUO şey'in 11-heytıetih .................... 57
'Azfm .................................................................. 24 Meni'n-kiıde kOIIO şey'in 11-mOTketih ................... 58
HakTm ................................................................. 25 Men dAne kOIIO şey'in mlrHnehAfetlh ................ 58
Kadlm ................................................................. 28 Meni'n-şekkati'k:lbaiO mln-hafyetih .................. 59
MukTm ................................................................ 28 Men kAmetl'a-semAvlto bHmrih ....................... 59
Kerfm ................................................................. 29 Menl's-tekarratl'l-ardu bl-lznlh ............................ 60
Seyylde'a-aAdAt. ................................................. 33 Men lA ya'tedi 'allı ehll memleketlh .................... 61
MucTbe'd-de'avAt ............................................... 34 GAfire'l-hatAyA ................................................... 61
Vellyye'l-hasenAt... ............................................. 35 KAşife'I~AyA ................................................... 62
Raff'a'd-<lereclt. ................................................. 35 MOntehe'r-recAyt ............................................... 62
'Azfme'l-berekAt ................................................. 36 MOczile'l-'atAyA .................................................. 63
GAflre'l-hatTAt ....................................... 36 VAsi'a'l-hedAyA .................................................. 63
DAfia'l-beliyylt. ................................................... 37 Razika'l-berlyl .................................................. 63
SAmi'a'l-asvAt .................................................... 37 Kidıye'l-münAyA ............................................... 64
Mu'tıye'l-mes'OIIıt .............................................. 38 SAmi'a'ş-şeklyl............ . ................................. 64
Aılme's-sırri ve'l-hafiyyAt .................................... 38 BA'ise's-sertyl .................................................. 64
Hayra'I-OAfirfn ..................................................... 39 Mutlika'I-Oslrt ................................................... 64
Hayra'n-nAsırfn .................................................. 39 Ze'l-hamdi ve'!H811Ai ......................................... 65
Hayra'l-hAklmfn .................................................. 40 Ze'l-mecdl ve's-senAi ......................................... 65
Hayra'l-fltihfn ..................................................... 40 Ze'l-fahri ve'l-behAi ............................................ 66
Hayra'z-zAkirfn ................................................... 40 Ze'l-'ahdi ve'l-vefAi ...... .. ... .. .. .. .. . . . .. .. . 66
Hayra'l-vArisTn .................................................. 41 Ze'l-'afvi ve'r-ndAi .......... ............ .... ...... .. .. .... . . . 67
Hayra'l-hAınidTn .................................................. 41 Ze'l-menni ve'l-'atAi ............................................ 67
Hayra'r-rAzikTn .................................................... 42 Ze'l-fasli ve'l-kadti ............................................. 67
Hayra'l-fAsılfn ..................................................... 42 Ze'l-'izzeti ve'l-bekAi .......................................... 68
Hayra'knuhslnTn ................................................ 43 Ze'l-aldl ve·n-na·maı .......................................... 68
Men lehO'I-'izzO ve'kemtl... .............................. 43 Ze'l-fadli ve'I-AIIıi ............................................. 69
Men lehO'I-mOikO ve'l-cellıl... .............................. 44 MAni' .................................................................. 69
Men lehO'I-kudretO ve'l-kemAI ........................... .45 DAfi' .................................................................... 72
Men hOVe'l-kebTrO'I-mote'AI ................................ 45 NAft' .................................................................... 72
Men hOVe şedldO'I-mlhAI... ................................. 48 SAmi' ................................................................. 73
Men hOVe şedTdO'I-IkAb ...................................... 48 RAft' .................................................................... 73
Men hOVe serT'u'l-hlsAb ...................................... 48 Sini' ................................................................... 73
Men hOve 'lndehO huanO'a-aevAb .................... ..49 Şlfi' .................................................................... 74
Men hOve 'lndehO ommO'I-kltAb ......................... 49 CAmi' .................................................................. 74
Men hove yOnfiO'a-aehAbe'a-alkAI ..................... 50 VAsi' ................................................................... 76
HannAn .............................................................. 50 MOsi' ................................................................. n
Mennan .............................................................. 51 SAnl'a kONi masnu' ............................................. 78
DeyyAn ............................................................... 51 HAiika kOlU mahiOk ............................................. 78
Gufrtn............. ............ .. ........................... 52 RAzika kOIIi merzOk ............................................ 79
Bumin .............................................................. 52 Millke kOIII memiOk .... .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. 80
SuıtAn ................................................................. 53 KAşife kOIIi rnekrOb ............................................ 80
SObhAn ............................................................... 53 FArice kOIIi mal)mOm ..................................... 81
MOste'An .... .... .. .. ...... .. .. .. .. ..... .. .. ....................... 53 RAhlme kOlU mertıOm........................................ 81
Ze'I-Mennl ve'I-Beytn ........................................ 54 NAsıra kOIIi mahzOI .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. .. . .... . . .. . . ... 84
Kur'An ve Hikmet IşıQında CEVŞEN ŞERHI • 575

SAtire kO Ili ma'yOb .............................................. 85 Men hüve 'Alim O kO Ili şey'in ............................. 127
Melcee kO lll maziOm .......................................... 85 Men have kAdiru kOIIi şey'in ............................. 128
'lddett 'inde şlddett ............................................. 86 Men hüve sani'u külli şey'in ............................. 129
RecAi 'inde musTbett .......................................... 86 Men hüve yebkA ve yefnA kOIIO şey'in ............. 129
MO n isi 'inde vahşetT ........................................... 87 Mü'min ............................................................. 130
SAhibi 'inde gurbeti ............................................ 87 MO heymin ........................................................ 133
Veliyyi 'inde ni'meti ............................................ 88 Mükewin ......................................................... 134
Kaşifl 'inde kurbati ............................................. 89 MOiekkin .......................................................... 135
OıyasT 'inde'f-tikAri ............................................. 89 Mübeyyin ......................................................... 135
Me leei 'inde'd-tırari ............................................ 90 Mühewin ......................................................... 135
Mu'ini 'inde feze'i ............................................... 90 MOzeyyin ......................................................... 136
Delm 'inde hayretT .............................................. 90 Muazzim .......................................................... 137
NIAme'I-QuyQb ................................................... 91 Mu'awin .......................................................... 137
Oaffara'z-zOnOb ................................................. 92 Mülewin .......................................................... 138
Settare'l-'uyOb .................................................... 92 Men hüve fi-mülkihi mukim ............................. 139
Keşşafe'l-kOrOb .................................................. 93 Men hüve fi-ceiAiihi 'azim ................................ 139
Mukallibe'l-kuiOb ................................................ 93 Men hüve fi-süttanihi kadim ........................... 140
MOzeyyine'l-kuiOb .............................................. 94 Men hOve 'ala 'abdihT rahlm ............................ 141
MOnewira'l-kuiOb ............................................... 94 Men hüve bi-kOIIi şey'in 'alim ........................... 141
Tabibe'l-kuiOb .................................................... 94 Men hüve li-men cefAhu halim ........................ 142
Habibe'l-kulüb .................................................... 94 Men hüve li-men tereccAhO kerim ................... 142
Enise'l-kuiOb ...................................................... 95 Men hüve fi-mekAdlrihi hakim ......................... 143
Cem .................................................................... 96 Men hüve fi-hukmihi IAtTf ................................. 143
Cemi1 ................................................................. 97 Men hüve fi-IOtfihl kadir ................................... 143
Vekil ................................................................... 98 Men la yürcA ma fadluh .................................... 144
Kem .................................................................. 101 Men lA yuhlıfü ma 'adlüh .................................. 144
0em .................................................................. 102 Men lA yOntazaru illA birruh ............................. 145
Mukil ................................................................ 102 Men lA yüs'eiO ma 'afvuh .................................. 145
Habir ................................................................ 103 Men lA yedümu ma mülkOh .............................. 145
Latif .................................................................. 104 Men lA soltane ma sattanOh ............................. 146
'Aziz ................................................................. 107 Men lA burhAne ma burhAnOh .......................... 146
Melik ................................................................ 108 Men vesi'at külle şey'in rahmetüh .................... 147
Delile'l-mütehayyirin ........................................ 109 Men sebekat rahmetOhO 'ala Qadabih ............. 148
Oıyase·ı-mostaQisin ......................................... 110 Men ehata bi-külli şey'In 'llmüh ........................ 148
Sariha'l-müstasrihin ......................................... 111 Farice'l-hemmi ................................................. 149
CAre'l-mOstecirln ............................................. 112 Kaşife'I-Qammi ................................................. 149
Melcee'I-'Asin ................................................... 113 Ölfire'z-zenbi .................................................. 150
Oafire'l-mOznibTn .............................................. 114 Kabile't-tevbi .................................................... 150
Emane'l-hAifln .................................................. 114 Halika'l-halki .................................................... 151
Rahime'l-mesAkin ............................................ 115 Sadika'l-va'di ................................................... 153
Enise'l-mOstevhışin ......................................... 116 RAzika't-tıfli ...................................................... 153
Mucibe da'veti'l-mudtarrin ............................... 116 MOfiye'l-'ahdi. ................................................... 153
Ze'l-cOdi ve'l-ihsAn ........................................... 117 'Aiime's-sirri ..................................................... 153
Ze'l-fadli ve'l-imtinAn ........................................ 119 FAiika'l-habbi ................................................... 154
Ze'l-emni ve'l-eman ......................................... 120 'Aiiyyü .............................................................. 154
Ze'l-kudsi ve's-sObhAn ..................................... 120 Vefiyy0 ............................................................. 156
Ze'l-hikmeti ve'l-beyAn ..................................... 120 VeliyyO ............................................................. 156
Ze'r-rahmeti ve'r-rıdvAn ................................... 121 OaniyyO ............................................................ 158
Ze'l-hücceti ve'l-burhAn .................................... 121 MeliyyO ............................................................ 159
Ze'l-'azameti ve's-sattan ................................. 122 ZekiyyO ............................................................ 160
Ze'l-'afvi ve'I-QufrAn ........................................ 123 Radıyyü ............................................................ 160
Ze'r-re'feti ve'l-müste'An .................................. 123 BediyyO ............................................................ 160
Men hüve rabbO kO Ili şey'in ............................. 125 HafiyyO ............................................................. 162
Men hüve iiAhu külli şey'in ............................... 125 KaviyyO ............................................................ 163
Men hüve hAli ku kO Ili şey'in ............................. 126 Men azhera'l-cemil .......................................... 164
Men hüve fevka külli şey'in .............................. 126 Men setara 'ale'l-kabih .................................... 165
Men hüve kab le kO Ili şey'in .............................. 127 Men la yuAhizO bi'l-cerimeh ............................. 165
Men hüve ba'de klilli şey'in .............................. 127 Men la yehtikO's-sitr ......................................... 166
576 • Kur'In ve Hikmet IJıOındl CEVŞEN ŞER HI

Azfme'I-'Afvl ..................................................... 187


Halene't-ldvQz ............................................. 187
Vlsia'l-maOflrah ............................................... 187
Blsita'l-yedeynl bl'r-rahmetı ............................. 188
Slhlbe kOli nec:vl ........................................... 188
MOnlehA kOIII şekvt ......................................... 169
Ze'n-ni'metl'a-sAbiOah ...................................... 170
Zer'rahrneti'l-vbl'eh ......................................... 171
Ze'ı-tıikmeti'l-bAIIO&h ........................................ 1n
Ze'l-kudnlti'l-kAmlle ........................................ 1n
Ze'l-hOcceti'l-kAtı'ah ......................................... 1n
Ze'l-ken\meti'z-zAhirah .................................... 1 n
Za's-srflli'I-'AIIyeh ............................................ 173
Ze'l-'izzeli'cklllmeh ......................................... 173
Ze'l-kuwetl'l-metlneh ....................................... 174
Za't-minneli's-slblkah ...................................... 174
Ahkeme'l-tılklmtn ............................................ 175
A'dele'l-'lıdinn ................................................... 176
Esdaka's-alıdlktn .............................................. 176
Ezhara'z-zlhtrfn ............................................... 1n
Ethera't-tahlrfn ................................................. 178
Ahsene'l-tıallktn ............................................... 178
Esrt'a'l-tıaslbln ................................................ 179
Esma'a'a-sAmnn .............................................. 179
Ekrame'l-ekremtn ............................................. 180
Erhame'r-rlhimfn ............................................. 180
Etfa'a'ş-şlft1n .................................................. 181
Bedf'a'ıı-sernAvAI ............................................. 181
CA'ile'z-zuıomat ............................................... 183
'Aiime'l-haflyyAt ................................................ 183
Rahime'l-'aberlt .............................................. 184
SAtira'l-'averlt .................................................. 184
KAtlfa 'l-beliyylt ................................................ 184
Muhyiye'l-emvlt ............................................... 184
Dl'ifa'l-tıasenAI ............................................... 185
MOnzila'l-berekAt... ........................................... 185
Şedfde'n-nekamlt ............................................ 185
Musawir .......................................................... 188
Mukaddlr .......................................................... 188
Mutahhlr ........................................................... 189
MOnevvlr .......................................................... 189
Mukadelim ........................................................ 189
Muahhir ............................................................ 190
MOyessir ........................................................... 191
Monzır .............................................................. 192
MObaftlr .......................................................... 192
MOdebblr .......................................................... 193
Rabbe'l-beyti'l-hartm ....................................... 193
Rabbe'ş-f8hrl'l-harlm ...................................... 194
Rabbe'I-Mescidi'I-Harlm .................................. 194
Rabbe'l-beledl'l-harlm ..................................... 194
Rabbe'r-rtıkni ve'l-makAm ................................ 195
Rabbe'l-mef'ari'l-harlm ................................... 195
Rabbe'l-hılll ve'l-harlm .................................... 196
Rabbe'n-nOri ve'z-zallm ................................ 196
Rabbe't-tahiyyali ve'a-seiAm ........................ 197
Rabbe'keiAII ve'l-ikrtım .................................. 197
'lmlde men lA 'imlde leh ............................... 199
Kur'in ve Hikmet J~ıOında CEIJŞEN ŞER HI • 577

HAdi ................................................................. 231 Heyra'l-mahbObTn ............................................ 258


A'zamu min kONI 'azlm ...................................•. 234 Heyra'HTiünziRn ............................................... 257
Ekramu min kOlU kerfm .................................... 234 Heyra'l-mOste'nistn .......................................... 258
Erhamu min kOIH rahTm .................................... 234 Men hOVe halaka fesewA ................................ 258
Ahkemu min kOIII haklm ................................... 234 Men hOve kaddera fehedA ............................... 259
A'lemu min kOIIi ·anm ....................................... 235 Men hOVe yekflfO'I-belvA ................................. 280
Akdemu min kOIII kadlm ................................... 235 Men hove yeameu'n-necvA .............................. 260
Ekberu min kO Ili keblr ...................................... 235 Men hOVe yOnkızO'~rkA ................................ 261
Acellu min kOlU cem ......................................... 235 Men hove yOncl'l-helkA .................................... 261
E'azzu min kOIIi 'azTz ....................................... 235 Men hüve yeşft'l-merdA ................................... 261
Eltafu min kOIII IAtTf ........................................... 236 Men hOve emAte ve ahyA ................................ 261
Men hOVe n-ahdihT veflyyun ............................. 236 Men hOVe adhake ve ebkA .............................. 264
Men hOVe ft-vefAihT kavlyyun ........................... 236 Men hOVe adalle ve ehdA ................................ 265
Men hOVe fi-kuwetlhT 'aliyyun .......................... 237 ~r ................................................................. 265
Men hllve R-'uluwlhT karfbun ........................... 237 SAtir ................................................................. 266
Men hOVe ft-kurbihT laUfun ............................... 237 Kihir ................................................................ 266
Men hOVe fi-IOtflhT şerT1un ................................ 237 Kidir ................................................................ 266
Men hOVe ft-şerafihT 'azTzon ............................. 237 Nazır ................................................................ 268
Men hOVe ft-'izzeUht 'azirnun ........................... 238 Fatır ................................................................. 268
Men hOve n-'azametihT mecTdun ...................... 236 ŞAkir ................................................................ 268
Men hOVe fi-mecdlhl hamTdun ......................... 236 ZAkir ................................................................. 269
Men hOVe kOIIO şey'in hAdı'un leh .................... 239 NAsır ................................................................ 269
Men hOve kOIIO şey'in kAlnOn leh ..................... 239 CAbir ................................................................ 269
Men hOVe kOIIO şey'in mevcOdurı letı ............... 239 Men hüve ft'l-berri ve'l-bahri sebOOh ................ 270
Men hOve kOIIO şey'In mOnlbOn leh .................. 239 Men hOve fi'I-AfAkl AyAtah ................................ 270
Men hOVe kOIIO şey'in hAifun minhu ................. 240 Men hOVe fi'I-Aylli burhAnOh ........................... 270
Men hOVe kOIIO şey'in mOsebbihun leh ............ 240 Men hOVe ft'l-memAtl kudretOh ........................ 271
Men hOve kOHO şey'in kiimun bih .................... 241 Men hOVe ft'l-kubOri 'izzetüh ............................ 271
Men hOve kOli O tey'In hAşlun leh ..................... 242 Men hOve fl'l-kıyAmeti mllketoh ....................... 272
Men hOVe kOIIO f8Y'ln dirun ileyh ................... 242 Men hove fi'l-hisAbi heybetOh .......................... 272
Men hOVe kOli O şey'in hAlikOn IHA vecheh ........ 243 Men hove fi'l-mTzAni kadiOh ............................ 273
Klfl .................................................................. 243 Men hOve fi'k:enneli rahmetoh ....................... 273
ŞAfl .................................................................. 244 Men hOVe fl'n-nAri 'azAbOh .............................. 275
Vati .................................................................. 245 Men hOVe ileyhi yehrebO'I-halfOn ..................... 276
Mu'An ............................................................... 245 Men hOve ileyhi yefze'u'l-mDznibOn ................. 276
·An .................................................................... 245 Men hOVe ileyhi yaksıdO'I-mOnlbOn ................. 276
oaı .................................................................. 246 Men hOve ileyhi yelceO'I-'Asün ......................... 277
RAdl ................................................................. 246 Men hOve ileyhi yerOabO'z-zAhidOn ................. 277
KlıdT ................................................................. 247 Men hOVe nhl yatmaO'I- hat ı ün ........................ 277
BAkT.. ................................................................ 247 Men hOVe yeste'nisO bihi'l-m0r1d0n ................. 277
HAdt ................................................................. 248 Men hOVe yeftehiru bihi'l-muhsinOn ................. 278
Men lA mef&rra illA ileyh ................................... 248 Men hove 'aleyhi yetevekkeiO'ı-motevekkiiOn .. 278
Men lA mefze'a IllA lleyh ................................... 248 Men hOVe yeskOnO bihi'l-mOklnOn ................... 278
Men lA melcee IllA ileyt\ .................................... 249 'Akrabu min-kOili kar1b ..................................... 279
Men lA yOtevekkeiO illA 'aleyh .......................... 249 Ehabbu min-kOili habib .................................... 279
Men lA maksade illA ileyh ................................. 250 A'zamu min-kOili 'azim ..................................... 279
Men lA mencee IllA ileyh .................................. 251 E'azzO min-kOili 'azfz ....................................... 280
Men lA yı.wOabu illA ileyh .................................. 251 AkvA min-kOili kavly ......................................... 280
Men lA yu'bedu IllA lyyAh .................................. 252 Al)na min-kOili i)aniy ........................................ 280
Men lA yOste'ano ıııa mlnh .............................. 252 EcvedO min-kOili cevAcl .................................... 281
Men lA havle veiA kuvvete IllA blh .................... 253 E(efO min-kOili ra'Of ......................................... 281
Hayra'l-merhObln ............................................. 254 ErtıamO min-kOlll rahTm .................................... 282
Hayra'l-matıübTn ............................................... 254 Ecellü min-kOIN cem ......................................... 282
Hayra'l-merOübln ............................................. 255 Kar'lb ................................................................ 283
Hayra'l-mes'üiTn ............................................... 255 Rakib ............................................................... 264
Hayra'l-maksüdln ............................................. 255 Habib ............................................................... 265
Hayra'l-mezk0r1n .............................................. 255 Mucib ............................................................... 286
Hayra'l-nıeşk.Or1n .............................................. 258 Hasib ............................................................... 287
i78 • Kur'An ve Hikmtl lııOında CEVŞEN ŞERH i

rabib ................................................................ 290 Nl'rne'l-karlb ..................................................... 310


~sir ................................................................. 290 Nl'mer-raldb .................................................... 311
-iabTr ................................................................ 292 Nl'rne'l-mOCTb ................................................... 311
~Onlr ................................................................ 292 Nl'me'l-enTs ...................................................... 3ı 1
~ObTn ............................................................... 292 Nrrne·ı-vekll ..................................................... 3 ı 1
~liben Sjayra m&OIOb ...................................... 293 Nl'rne'l-meviA .................................................. 3~ 1
Sini'an O&yra masnü' ...................................... 284 Ni'rne'n-nasTr.................................................... 312
litlikan O&yra mahiOk ...................................... 284 SOrQ(ei-'ArifTn .................................................. 313
MAliken Sjayra rnemiOk ..................................... 284 EnTse'l-mOrTdln ................................................. 313
KMıiran O&yra makhOr ...................................... 284 MuQTse'l-m!lftlkTn ........................................... 313
Rlfi'an O&yra merfU' ......................................... 295 HabTbe't-tevvabTn ............................................. 314
Hlfizan Oayra mahfQz ...................................... 295 RAzika'l-mukıiiTn .............................................. 314
Nlsiran Sjayra rnensOr ...................................... 295 Recle'l-mOznibTn ............................................. 314
ŞAhiden Oayra Ollb .......................................... 295 Ka.ife'l-rnekrObln ............................................. 315
KarTben Sjayra ba'td .......................................... 295 Manefiisen 'ani'l-maı)mOmln ............................ 315
NQra'n-nOr ........................................................ 296 MOferrlcen 'ani'l-mahzOnln .............................. 315
MOnewira'n-nQr ............................................... 298 IIAhe'l-evveiTne ve'I-Ahirfn ................................ 315
Musawira'n-nor ............................................... 298 Rabbe'l-cenneU ve'n-nAr .................................. 316
Hllika'n-nür ...................................................... 298 Rabbe'n-neblyylne ve'l-ehyAr .......................... 316
Mukaddlra'n-nor ............................................... 298 Rabbe's-sıddtkTne ve'l-ebrtr ............................ 316
Mudebbira'n-nCır ............................................... 299 Rabbe's-sıOAri ve'l-klblr .................................. 316
NQran kable kOIII nür ........................................ 299 Rabbe'l-hubQbi va'l-esmlr ............................... 316
NOran ba'de kOIII nür ........................................ 299 Rabbe'l-enhlri ve'l-efcAr ................................. 316
NOran fevka kOl ll nOr ........................................ 299 Rabbe's-sahAnl ve·~ ................................. 317
NOran leyse mialehO nür .................................. 299 Rabbe'l-'abTdl ve'l-ahrlr ................................... 317
Men 'atluhO şer1f ............................................ 300 Rabbe'l-i'llni ve'ı..-tr ..................................... 317
Men fi'IOhQ lllif ................................................ 300 Rabbe'l-leyll ve'n-nehlr ................................... 318
Men lorfuhQ mukTm .......................................... 301 Men lahika n-kOIH fSY'In llmOh ......................... 318
Men ihslnuhO kadlm ....................................... 301 Men nefeze bl-kOHI ,ey' in basaruh .................. 319
Men kaviOhQ hak .............................................. 302 Men bei&Oat ilA kOIIi şey'in kudratoh ................ 320
Men va'dOhO sıdk ............................................. 302 Men lA yuhsı'l-'lbldO na'mleh ......................... 320
Men 'afvQhO fadl .............................................. 302 Men lA tebiQOu'l-haiAiku şOkreh ....................... 320
Men 'azlbOhQ 'adi. ...... ············· ........................ 303 Men lA todrikO'I-efMmu cıeiAieh ....................... 321
Men zikruhO hulv .............................................. 303 Men ll tenAIO'I-evhamO kOnheh ....................... 321
Men OOSOhQ lezlz ............................................. 303 Meni'l-'azameto ve'l-kibriylu ıidluh ................ 322
MOnewil. .......................................................... 304 Meni'l-heybetO ve's-suıtano behAuh ................ 323
Mufassil. ........................................................... 304 Men ta'azzeze bi'l-'izzi bekAuh ........................ 323
MObeddll .......................................................... 304 Men lehO'I-meseiO'I-a'IA ................................... 323
MOsehhil .......................................................... 304 Men lehO's-sıtato·ı-·uıa ..................................... 324
MOzellll ............................................................. 304 Men lehO'I-Ahireto ve'l-üiA ................................ 324
MOnezzll ........................................................... 305 Men lehO'I-CennetO'I-Me'vA ............................. 324
Muhawll ........................................................... 305 Men lehO'n-nAru ve'l-lez.A ................................ 325
MOcemmil ........................................................ 305 Men lehO'I-AyAto'l-kObrA ................................... 325
MOkemmil ........................................................ 305 Men lehO'I-esrnAO'I-hOsnA ................................ 326
Mufaddil ........................................................... 306 Men lehO'I-hukmu ve'l-kaciA ............................. 327
Men yeri veli yOrl .......................................... 306 Men lehO's-semAvato'l-'uiA .............................. 327
Men yahiOku veiA yuhllk .................................. 306 Men lehO'I-'arşu ve's-serl ................................ 328
Men yehdi veli yOhdA ...................................... 307 'AfOvvO ............................................................. 328
Men yuhyT veıa yuhyA ...................................... 307 Qaf0r ................................................................ 329
Men yut'lmu veli yut'am .................................. 308 VedOd .............................................................. 330
Men yOcTru veıa yüclr ...................................... 308 ŞekOr ............................................................... 334
Men yakdi veıa yukdA ·aıeytı ............................ 308 SabOr .............................................................. 335
Men yahkOmu veiA yuhkemu 'aleyh ................. 309 RaOf ................................................................ 337
Men lem yelld velem yQied ............................... 309 'AtOf................................................................. 338
Ve lem yekün lehO küfOven ehad ..................... 309 KuddOs ............................................................ 338
Nl'rnel-habTb ..................................................... 310 Hayyu .............................................................. 342
Nl'rne't-tabTb ..................................................... 31 O KayyQm ........................................................... 343
Nl'rne'l-hasTb .................................................... 310 Men hOve fi's-semAi 'azarnetuh ....................... 345
Kur'in ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞER Hİ • S71l

len hOve ff'l-ardi lyttoh ................................. 346 Men ll yeb'udO ·an kuiObi'I-'Ariffn .................... 375
len hOVe ff-kOHl f8y'ln dellliOh ....................... 347 DAime'l-bekAI ................................................... 375
len hOVe tl'l-bihlr1 acllbuh ............................. 348 Gatire'l-hatai .................................................... 375
len yebcleu'l-halka sOmme yulduh ................ 348 Slmi'a'd-du'AI .................................................. 376
len hOVe 11'1-ciblll hazAinuh ............................ 349 Vlsi'a'l-'atai ..................................................... 376
len ahsene kOlle tey'in halakah ..................... 351 RAfi'a's-semAI .................................................. 376
len lleyhi yurce'u'Hrıw kOllOh ....................... 351 KAşife'l-beiAi .................................................... 377
len zahera fl-kOlli şey'In lotruh ....................... 352 'Azlme's-senAi ...........................•..................... 3n
len yu'arrlfu'l-hallika kudreteh ....................... 352 KadTme's-senAl ................................................ 377
Iabibe men lA habibe leh ................................ 353 Keslre'l-vefAI .................................................... 378

=;~~~':::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::::: ~~:
abibe men lA tabibe leh ................................. 354
kleibe men ıa muclbe leh ............................... 354
effka men lA şeffka lah ....................•............. 354 Settar ............................................................... 381
:affka men lA reffka leh ................................... 354 Kahhtr ............................................................. 381
erra men 11 şerra leh .................................... 354 CebbAr ............................................................. 382
luQise men lA muQfse leh ............................... 355 Sabblr ............................................................. 384
i8lf1e men lA dellle leh .................................... 355 Rezzlk ............................................................. 385
aıcıe men lA kaida leh .................................... 355 Fettah .............................................................. 388
:lhlme men ıa rthime leh ............................... 355 'AIIAm ............................................................... 389
Afiye meni's-takfAh ........................................ 356 VehhAb ............................................................ 389
~Iye meni's-tehdAh ...................................... 356 TewAb ............................................................. 392
Aliye meni's-tekllh ......................................... 356 Men halekani ve sewAnf ................................. 393
>A'iye menl's-ted'Ah ........................................ 357 Men razekanl ve rabbant ................................. 394
Afiye menl's-taşfAh ........................................ 357 Men 'et' arneni ve sekAni .................................. 395
Adiye menl's-takdAh ...................................... 357 Men karrabeni ve ednlnl... .............................. 395
luQnlye menl's-teOnAh .................................... 357 Men ·asamenl ve ketani ................................. 395
IOflye menl's-tevfAh ........................................ 358 Men hafizant ve kalAni ..................................... 396
lukawiye menl's-takvAh ................................. 358 Men vetfakani ve hadAni ................................. 396
ellyye meni's-taviAh ....................................... 358 Men e'azzenl ve SOnAnT .................................. 396
wal ................................................................ 359 Men amAteni ve ahyAni ................................... 397
hir .................................................................. 359 Men Aneseni ve AvAni ..................................... 397
lhlr................................................................. 361 Men yuhlkku'l-hakka bi-kellmAtih ..................... 397
Atın ................................................................ 362 Men lA muakkıbe 11-hOkmlh .............................. 398
lllık ................................................................. 362 Men lA rtdde li-kadllh ..................................... 399
:Azık ................................................................ 364 Men yehüiO beyna'l-mer'i ve kalblh ................. 399
Adık ................................................................ 364 Men yakbelO't-tevbete 'an 'lbAdih .................... 400
Abık ................................................................ 365 Men lA tenfe'u'ş-şefA'atO IllA bi-lznlh ................ 400
Alk .................................................................. 365 Meni's-semAvato matviyyttom-bl-yeminlh ...... 400
llık ................................................................. 366 Men hOve a'lemu bl-men dalle ·an-sabnlh ....... 401
len yukalllbO'I-Ieyle ve'n-nehlr....................... 367 Men yOsabbihll'r-ra'dO bl-hamdlhl ve'l-melllketO
len halaka'z-zuiOmAti ve'n-nOr ....................... 367 min-hifetih ........................................................ 401
len ce'ale'z-zılle va'l-harOr ............................. 367 Men yursiiO'r-rtytha bOşram-beyne yedey
len sehhara'ş-şemse va'l-kamer .................... 368 rahmetlh ........................................................... 402
lalaka'l-mevta va'l-haytt... .............................. 369 Men ce'ale'l-arda mlhAdA ................................ 403
len lehO'I-halku va'Htnıru ............................... 371 Men ce'ale'l-cibAle evtAdA ............................... 404
lan lam yettahiz sahlbeten vaiA veledA .......... 371 Men ce'ale'ş-temse sirAcl .............................. 405
lan lem yekün lehO şerfkOn tl'l-mOiki .............. 371 Men ce'ale'l-kamera nort ................................ 406
len lem yekOn lehO veııyyon min'e-ZZOIII ........ 372 Men ce'ale'l-leyle liblsA ................................... 406
len lehO'I-haviO va'l-kuvvah ............................ 372 Men ce'ale'n-nehAra me'Aşt ........................... 406
len ya'lemO mOrAde'l-mOrtdln ........................ 372 Men ce'ale'n-nevrne SObltA ............................. 407
lan yemllkO havAice's-sAlOn ........................... 373 Men ce'ale's-semAe blnAen ............................. 408
len yesme'u enfne'l-vAIIhfn ............................ 373 Men ce'ale'l-eşyte ezvtcl .............................. 408
lan yeri bOkAa'l-hlifln ................................... 373 Men ce'ale'n-nAra mirsAdA .............................. 409
len ya'lemO damfra's-sAmitln ........................ 373 Şerru ............................................................... 410
len yeri nedeme'n-nAdimln ........................... 373 Semru ............................................................. 411
len yakbela 'uzre't-tAlbln ................................ 374 Retru ............................................................... 412
len ıa yuslihu amele'l-mOfsldln ....................... 374 Menru .............................................................. 413
lan lA yudTu ecre'l-muhsinfn .......................... 374 BedT'u .............................................................. 413
10 • Kur'An ve Hikmet li•!lında CEVŞEN ŞERHI

ıtı1'u ................................................................ 414


ıttlru ............................................................... 415
azTru .............................................................. 415
lldTru .............................................................. 415
utdedlru ......................................................... 416
ayyu kable kOlU hayyin .................................. 417
ayyu ba'de kOHi hayyin ................................. .417
ayyO'I-IezT lA yOfblhuhO şey'On ...................... 418
ayyO~ leyse ke-mislihT hayyun ................ 418
ayyO'I-IezT lA yOf8ı1kOhO hayyun .................... 418
ayyO'I-IezT lA yahtAcO lll hayyin ..................... 418
ayyO'I-IezT yOmftu kO lle hayyin ....................... 418
ayyO'I-IezT yerz(lku kOIIe hayyin ..................... 419
ayyO'I-IezT yuhyt'l-mevtiı ................................ 419
ayyO'I-IezT lA yemOt ........................................ 420
en lehO zilmln lt yOnsA ................................. 421
en lehO nOrun lA yuttA ................................... 422
en lehO aenAun lA yuhsA ............................... 422
en lehO nO'OtOn lt tOQayyer ........................... 423
en lehO ni'arnOn lt tu'ad ................................ 423
en lehO mOikOn lA yezOI ................................ 424
en lehO ceiAIOn lt y0keyyef ........................... 424
en lehO kadAun lA yOrad ................................ 425
en lehO arttton lA tobeddel ........................... 425
en lehO kemAIOn lA yOdrek ............................ 425
abbe'I-'liemin ................................................ 426
Allke yevmi'd-dln ........................................... 429
en yuhlbbO's-sAbirtn ...................................... 429
en yuhlbbO't-tevvabTn .................................... 429
en yuhlbbO'I-mOtetahhirfn .............................. 430
en yuhibbO'I-muhsinTn ................................... 430
en have hayn.ı'n-nAaırtn ................................ 430
en hove hayr0'1-ttsınn ................................... 431
en hOV8 hayru'f-şAklrfn ................................. 431
en hQve a'lemO bi'l-mOfsidTn ......................... 431
Obdi'u ............................................................ 432
u1d ................................................................ 433
anz ................................................................. 435
uhTt ................................................................ 437
amTd .............................................................. 438
ecTd ............................................................... 439
ukTt ................................................................ 440
uQis ............................................................... 441
u'lzzu ............................................................. 441
Ozillu .............................................................. 442
en have ahadOn bill dıddln ........................... 443
en hQve fardOn bill nlddin ............................. 444
en hOVe umadOn bill 'aybin ........................ 446
en hove YltrOn biiA şef'in ............................... 446
en have rabbOn bill vazinn ........................... 446
en have QaniyyOn biiA fakrin ......................... 446
en have sOnAnOn bill 'azlin ........................... 447
en hOve menkOn biiA 'aczln .......................... 447
en have mevcOdOn biiA mislin ....................... 447
en hOve zlkruhu şereton ll'z-zAkirfn .............. 448
en hOVe şOkruhu feyzOn li'ş-şllıkirfn ............... 448
en hOve hamdOhO fahrun li'l-hAmldln ............ 449
en hQve tA'atOhO necatOn 11"1-murrın ............ .450
Kur'an ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERHI • 581

FAdıl ................................................................. 484 MenlAmülke IllA mOikeh ................................. 511


FA'il .................................................................. 485 Men lt yuhsi'l-'ibAdO senAOh ........................... 512
KAfil .................................................................. 485 Men lt tasifu'l-hataiku celaleh .......................... 512
CA'II .................................................................. 485 Men lA yOdrikO'I-absAru kemAieh ..................... 512
KAmll ................................................................ 486 Men lA yebl!l!}u'l-efhAmü sıfAteh ...................... 512
FAtır ................................................................. 486 Men lA yenAIO'I-afkAru klbriyAeh ...................... 512
TAiib ................................................................. 486 Men lA yuhsinü'l-insAnO nO'Qteh ...................... 513
Matl0b .............................................................. 486 Men lA yeruddü'l-'ibAdü kadAah ...................... 513
Men an'ame bl-havllh ....................................... 487 Men zahara fl-külll şey'In AyAtah ..................... 513
Men ekrame bl-tavllh ....................................... 487 Hablbe'l-bekkAin .............................................. 513
Men 'Ade bl-lutrıh ............................................. 487 Senede'l-mOtevekkllln ..................................... 514
Men te'azzeze bHtudretih ............................... 487 HAdiye'l-mudıllln .............................................. 514
Men kaddera bl-hlkmetih ................................ 487 Veliyye'l-mO'minfn ............................................ 514
Men hakerne bi-tedblrih ................................... 488 Enlse'z-zAkirin ................................................. 514
Men dabbera bi-'llmih ..................................... 488 Akdera'l-l<*lirin ................................................ 514
Men tecAveze bi-hllmih .................................... 490 Ebsara'n-nAzırln .............................................. 515
Men danA R-'uluvvih ......................................... 490 A'lerne'I-'Aiimln ................................................ 515
Men 'alA fi-dünovvth ......................................... 491 Mefze'a'l-melhOffn ........................................... 515
Men yahluku mA yeşAu .................................... 491 Ensara'n-nAsır1n .............................................. 515
Men yefalü mA yeştıu ...................................... 492 MOkrim ............................................................. 516
Men yehdl men yeştıu .................................... 492 Mu'azzım ......................................................... 517
Men yudıllu men yeşlu .................................... 492 Müna"im .......................................................... 517
Men ya{lfiru liman yeşAu .................................. 493 Mu'tl ................................................................. 517
Men yu'azzibu men yeşAu .............................. 493 MU!)nl ............................................................... 517
Men yetObu 'aıt men yeşAu ............................ 493 Muhyl ............................................................... 519
Men yusawiru fi'Hırhlml keyfa yeşAu ............. 493 MObdl ............................................................... 522
Men yezldO fl'l-halkı mA )'&tAu ........................ 494 Murdl ............................................................... 522
Men yahtessu bi-rahmetihl men yeşAu ............ 494 MOncl ............................................................... 522
Men lem yettehiz sAhlbetan veiA veleciA .......... 496 Muhsin ............................................................. 523
Men lA yOşrikO fl-hukmlhT ehedA ...................... 496 KAtiye kO Ili şey'in ............................................ 523
Men ce'ale li-kO lll şey'In kadrA ......................... 496 Kilmen 'ata külll şey'in .................................... 525
Men lem yezel rahlmA ..................................... 497 Men lA yOşbihuhO şey'un ................................. 525
CA'IIe'kneiAiketi rusaıt ................................... 497 Men lA yezidu n-molklhl şey'un ....................... 526
Men ce'ale fl's-semAi burOca ........................... 497 Men lA yenkusu min-hazfılnlhl şey'un .............. 526
Men ce'ale'l-arda karArA .................................. 498 Men lA yahfA 'aleyhi şey'un ............................. 527
Men ce'ale mine'I-mAl beşarA .......................... 499 Men leysa kemislihl şey'un .............................. 527
Men ahsA külla şey'in 'adadA ........................... 500 Men bi-yedihll'l'l8k81Tdu külll şey'in .................. 527
Men ehAta bi-külli şey'In 'ilmA .......................... 501 Men vesi'at rahmetohO kOIIe şey'ln .................. 528
Ferdü ............................................................... 502 Men yebkA ve yefnA kütlü şey'in ...................... 528
Vıtru ................................................................. 502 Men lA ya·ıemo·~aybe IllA hO ........................ 529
Ehaclu .............................................................. 502 Men lA yasrifO's-sOe illA hO .............................. 530
Samedu ........................................................... 506 Men lt yOdebbirtl'l-emre illA hO ........................ 530
Emcedu ............................................................ 507 Men ta yaOfiru'z-zOnübe illA hO ...................... 530
E'azzu .............................................................. 507 Men lA yOkalllbO'I-kalbe illA hO ......................... 531
Ecellu ............................................................... 507 Men lA yahlüku'l-halka iHA hO ........................... 532
Ehakku ............................................................. 507 Men ta yut'lmü'n-ni'mete illA hO ....................... 532
Eberru .............................................................. 508 Man lA yOnezziıo·ı-oaysa illA hO ....................... 533
Ebed ................................................................ 508 Men lA yuhyi'l-mevtA IllA hü ........................... 534
Ma'rOfe men ·aratah ......................................... 509 Men lA yuOnT ·aıe·ı-tahklki illA hO ...................... 535
Ma'bUde men 'abedeh ..................................... 510 Kaşif ................................................................ 536
MeşkOra men şekerah .................................... 51 O FAric ................................................................. 536
MezkOra men zekarah ..................................... 510 FAtih ................................................................. 536
MahmOde men hamideh .................................. 510 NAsır ................................................................ 536
MavcOde men talebeh ..................................... 51 O OAmin .............................................................. 537
Mevsüfa men vehhadeh .................................. 511 Amir ................................................................. 537
Mahbübe men ahabbeh ................................... 511 NAhl ................................................................. 537
MarOübe men arAdah ...................................... 511 RecA ................................................................ 538
MaksOde men enAbe lleyh .............................. 511 MürtecA ............................................................ 538
582 • Kur'An ve Hikmet l~ıOında CEVŞEN ŞERH!

•Azlme'r-raca .................................................... 539 Mllrettib ............................................................ 553


Mu1ne'd-du'afAi ............................................... 539 MuraOQib ....... ' .................................................. 553
Kenze'l-fukarAi ................................................. 540 Müzekkir .......................................................... 554
SAhlbe'~rabAi ............................................... 540 Mükevvin ......................................................... 554
NAalra'kıvliyai .................................................. 541 Motekebblr ....................................................... 554
KAhira'l-a'dAi .................................................... 541 Men lA yOş(jiluhO sem'un 'an eem'ln ................ 556
RAfi'a's-semAi .................................................. 541 Men lA yemne'uhO fi'IOn 'an fl'lln ...................... 556
Klfife'l-beiAi .................................................... 542 Men lA yOihlhl kaviOn ·an kavlln ....................... 557
Enlae'kıvllyAI ................................................... 542 Men lA yuOallıtuhO sOAJOn ·an IOAIIn ................ 557
Hablbe'kıtkıyli ................................................ 542 Men llı yObrimuhü ilhAhu'l-mOIIhhln ................. 557
IIAhe'l-aOniyAl ................................................... 543 Men şeraha bl'l-lsiAmi sudQra'l-mO'minln ........ 558
Evvele kOIII şey'in ve Ahlrah ............................. 543 Men eiAbe bi-zlkrlhT kuiObe'l-muhbitTn ............. 558
IIAhe külli şey'In ve sAni'ah .............................. 544 Men lA yaOTbu 'an kuiQbl'l-mOfiAkln ................ 558
RAzi ka kO lll şey'in ve hAlıkah ........................... 544 Men have QAyeto murtıdl'l-mOrldln .................. 558
FAtıra külle şey'in ve rneRkeh ........................... 544 Men lA yahfA 'aleyhi şey'an fi'I-'AiemTn ............ 559
KAblde kOIII şey'In ve bAsltah ........................... 544 Men have llmOhO sAbık .................................... 559
MObclle kOIIi şey'in ve mu1deh ......................... 544 Men have va'dOhO sAdık .................................. 559
MOsebbibe kOIII şey'in ve mukaddAh ............. 545 Men have lotfuhO zAhir .................................... 560
Mınbbiye kOIII şey'in ve miidebbirah .............. 545 Men have emruhü QAiib ................................... 560
MOkevvlra kOIII şey'in ve muhawileh ............... 545 Men have kitlbuhO muhkem ........................... 561
Muhylye kOIIi şey'in ve mOmiteh ...................... 545 Men have kadlıuhO kAin .................................. 561
Hayra zAklrin ve mezkOr .................................. 545 Men have ku(AnuhO mecld ............................. 561
Hayra şAklrln ve meşkOr .................................. 546 Men have mOikOhü kadim ............................... 581
Hayra hAmielin ve mahmOd .............................. 546 Men have fadluhO mukTm ................................ 562
Hayra şAh Id in ve meşhOd ................................ 546 Men have 'arşuhO ·azım ................................. 562
Hayra dA'in ve med'uv ..................................... 547 Rabbe'l-erbAb ................................................. 562
Hayra mOclbin ve mücAb ................................. 547 MüfatUha'Hıbvlb ............................................ 563
Hayra mOniain ve enls ..................................... 547 Müsebbibe'Htablb ......................................... 563
Hayra sahlbin ve oells ...................................... 547 Mu'tıye's-sevtıb ............................................... 564
Hayra maksOdin ve maUOb .............................. 548 MOihlme's-sevAb ............................................. 564
H~yra hablbin ve mahbOb ................................ 548 MOnfle's-sehAb ............................................... 564
Men have ll-men de'Ahü moclb ........................ 548 Şedlde'l-'lkib ................................................... 565
Men have ll-men etA'ahQ hablb ....................... 549 Serra'l-hisAb .................................................... 565
Uen have ll-men ehabbehu karfb .................... 549 Men lehO'I-lytb ................................................ 565
Men have bk'nen ertdehO ·anm ...................... 549 ~ru ya tevvtb ............................................. 566
Men have ıı-men recAtıü ketim ........................ 549 RabbanA .......................................................... 566
Men have bi-men 88AhQ tıaırm ........................ 549 IlAheni ............................................................ 567
Men have fl-tıılmlhl haklm................................ 550 Seyyldena ....................................................... 567
Men have fl-tıukmlhl 'azfm ............................... 550 MevlAnA .......................................................... 567
Men have fl-'azametihl rahlm .......................... 550 NAslranA ......................................................... 567
Men have fl-ihsAnihi kadlm .............................. 550 HaflzanA .......................................................... 567
MOsebbib ......................................................... 551 KicllranA ......................................................... 568
Mukarrib ........................................................... 552 RAzikanA ........................................................ 568
Mu'akkıb ........................................................... 552 DelilenA ............................................................ 568
Mukalllb .......................... '' ................................ 553 MUOlsenA ....................................................... 568
Mukadetir .......................................................... 553

• EsrnA-i IlAhiyayi bulma kolaylıl)ı açısından Arapça asıl metinde i8imlerin batında yet alan -vA• edatı
kaldınlarak oluşturulmuştur.
r

SAHiFE-i SEeCADiYE
VE TÜRKÇE AÇIKlAMASI
·sahile-i SeCGadiye· adıyla tanınan bu eser. bir dua kitabıdır Ancak. aynı za-
manda Imam Ali Zeynelabidin'in. hayatın maddi ve manevi her cephesiyle ılgıli gö-
rüş ve kanaatlerine ılişkin bilgiler ihtiva etmektedır. Yüce Allah ve sıfatları hakkında
bilgi. Allah· a karşı hamd ve şükür görevinin yenne getirilmesi. dunyanın mahiyeti.
dünya malı ve zengınlik, ibadet hayatı. anne baba ve çocuklara karşı görevler. şey­

lana karşı alınacak tavır. günah ve tövbe. hayat ve ölüm. Cennet ve Cehennem.
amel defteri ve hesap. kul hakkı güzel ve kötü ahlak vs. ile ilgili görüşlerini güzelce
yansıtmaktadır

Eserin lafızlarının güıelliği. m~n~larının etkinliği. içeriğinin yüceliği. Allah·a karşı

tOrtü ifadelerle tezeliOlOn dile gelirilişi. medh ü senada bulunulması. af ve kereminin


dilenmesi. yalvarılıp yakarılması vb onun gerçek kaynağına en guzel ışarettir. Bu
yönleriyle Ehl-i Beyt ilmınin en özlü ve kapsamlı kaynağıdır. Bu inci ancak o derya-
dan. bu cevher omadenden ve bu meyve ancak o bahçeden çıkabilirdi

Dualarda sık aralıklarta Hz. Peygamber (a s.m.) ve Ehl-i Beyt'ine salavat getirilir;
yani rahmet okunur. Bunun hikmetı. Hz. Peygamber'in (a.s.m.) duayı. teşekkürü

fazlasıyla hak etmesı hasebiyle sal~v~tın makbul bir dua olması. dolayısıyla ardın­

dan yapılan diğer duaların da kabulüne vasile olmasıdır


--------~<::>~--------

Tuawuft Hilliyeler Hazineel


HiKEM-1 ATAİYYE
İbn Ataullah ei-İskenderi ·nin elinizdeki ölümsüz eseri, üzerine kendisinden
önce hiçbir esere nasip olmayan bir yoOunlukta ~rhler yazılarak hüsn-i kabule
mazhar olmu~tur. Camllerde, medreselerde, tekkelerde ve hatta evlerde gruplar
halinde okunarak büyük bir mazhariyete erml~tir.

Eserin tutulmasının temel sebebi, insan gerçeğine getirdiği yorum ve insanla-


ra verdiOi ümit ı~ığıdır. Her sınıftan insanın zevkle okuduğu eserde, herkesin
anlayacağı ve kabulde zorlanmayatağı hayat gerçekleri vardır. Okuyanlar ve
dinleyenler deOişse de, insanlık tabiatı değivoediği için, her devirde tazeliOini
korumu~ ve insanlara yol gösterici olmuştur.

Eseri, onu en güzel bir Türkçeyle günümüze ~ıyan açıklamalarımızia okur-


ken, ruhta hikmet ~im~klerinin çaktığını, gönül bahçenizde marifetullah ve i h·
las çiçeklerini açtıracak teyizierin damla damla süzüldüğünü hissedeceğinize
gönülden inanıyoruz.

You might also like