You are on page 1of 18

Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus:

müzikte ‘model alarak besteleme’yle ilgili üç


yöntem arasındaki muhtelif bağlantılar üzerine

Okan Murat Öztürk* Giriş

Müzik, üzerinde düşünülen ve yorumlanan bir


konu olarak felsefenin; unsurlarını araştır-
ma ve inceleme bakımından bilimin ve ‘insan tarafından düzene
konulmuş’ bir ses ve zaman olgusu olarak da sanatın konusudur.
Antik dönemlerden beri felsefeciler, sofistler, sûfîler, ilahiyatçılar,
âlimler, bilgeler, şeyhler ve hocalar, müzik üzerine farklı yönelim-
lere sahip metinler ortaya koymuşlardır. Bunların önemli bir kıs-
mı, bugün, ‘müzik teorisi’ veya ‘mûsikî nazariyatı’ olarak nitelen-
dirilen alanı teşkil eder. Tarihî birikim açısından bakıldığında,
Osmanlı dünyasında bestecilik alanının ne tür ‘amel’ ve ‘ilim’ler
içinde şekillendiği hususu, bu yazının ana araştırma konusunu
oluşturmaktadır. Osmanlı dünyasında bir mûsikî eseri nasıl yara-
tılmakta ve ‘meydana getirme’ süreci nasıl şekillenmekteydi? Bes-
teciler ile mûsikî nazariyatı arasında nasıl bir ilişki vardı? Yeni
bir eser verilirken, ne gibi yol ve yöntemlerden yararlanılıyordu?
Bu bağlamda ‘nazîre’ yönteminin, besteciler açısından işlev ve ge-
çerliliği ne idi? Bu yazıda belirtilen sorular çerçevesinde üç alan-
daki bilgi birikiminin beraber değerlendirilmesi ve yorumlanma-
sı amaçlanmaktadır: Nazîre, makam nazariyatı ve bütünleyici bir
* Ankara Müzik ve Güzel Sanatlar Üniversitesi. mukayese konusu olarak Avrupa müziğinde bestecilik alanının

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

50 51
bilinen en kadim yöntemlerinden birini oluşturan cantus firmus toplamda % 4,25 gibi bir oran teşkil eder. Bu örnekler, Ali Ufkî
tekniği. Bu alanların karşılaştırmalı ve tamamlayıcı nitelikte bir ve Mustafa Kevserî’nin notalamalarıyla mukayese edildiğinde,
araştırmaya konu edilmesi suretiyle, aslında, özellikle Osmanlı üç koleksiyondaki toplam nazîre sayısının on yediye çıktığı; ama
on sekizinci yüzyılında, bestecilerin, ‘model alarak besteleme’ ko- bunlardan bir kısmının ilgili koleksiyonların tümü tarafından
nusuyla irtibatlarının irdelenmesi ve buna dair tespitlerde bulu- ihtiva edilmediği veya farklı isimlerle kaydedilmiş olduğu gö-
nulması hedeflenmektedir. rülür. Özellikle farklı isimlerle kaydedilme olgusunun, nazîre
meselesini tarihsel açıdan ele almada önemli bir sorun teşkil et-
Durum tespiti: Osmanlı on sekizinci yüzyıl mûsikî dağarında tiğini vurgulamak gerekir. Çünkü bu eğilim, belli bir zamanda
nazîrelerin yeri nazîre olarak tanınan bir eserin, süreç içinde ‘müstakil’ bir eser
Osmanlı on sekizinci yüzyıl mûsikî dağarını değerlendirmek olarak bilinir hâle geldiğini ve dolayısıyla nazîre olarak anılma
için iki tarihî nota koleksiyonu mevcuttur: Kantemiroğlu1 (ö. veya kayıt altına alınma vasfını kaybettiğini açıkça gösterir. Bu
1723) ve Mustafa Kevserî 2 (ö. 1750) koleksiyonları. Bunlara, hem durum ise nazîre konusunun bütünlüklü bir çerçevede değerlen-
tarihsel bir süreklilik temin etmek hem de değişim adına ortaya dirilmesi önünde, en azından başlangıç aşamasında, önemli bir
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

çıkan kimi hususları tespit etmek adına Ali Ufkî’nin 3 (ö. 1675?) sorun oluşturur.
Mecmûa-i Sâz ü Söz’ündeki kimi ortak eserleri de eklemekte
fayda vardır. Belirtilen koleksiyonlar, kabaca, 1650 ile 1750 yıl- Makam nazariyatı konusu ve bestecilik bakımından önemi
ları arasında şekillenmiş, yaklaşık ellişer yıllık farklarla oluş- Makam nazariyatı alanı, konuya ilgi gösteren muhtelif köken-
turulmuş koleksiyonlardır. Burada bu üç koleksiyon arasından den nazariyatçıların bakış açıları ve bilgileri çerçevesinde şekil-
Kantemiroğlu koleksiyonu temel alınmakta; diğerleri mukayese lenmiş; değişik yüzyıllarda farklı yaklaşım ve işlevlerle donatıl-
amaçlı olarak değerlendirilmektedir. Buna göre Kantemiroğlu mış bir alan olarak gelişme göstermiştir. Osmanlı dünyasında on
koleksiyonunda kayıt altına alınmış toplam üç yüz elli üç eser- beşinci yüzyıldan itibaren varlık gösteren ilk Türkçe metinlerle
den sadece on beş adedi ‘nazîre’ olarak kaydedilmiştir ki bu sayı, birlikte, temelde sûfî geleneğe özgü perde, makam, seyir ve de-
vir4 gibi terimler etrafında şekillendiği görülen bu alanın asıl

1 Kantemiroğlu, Kitâbu ilmi’l-mûsikî alâ vechi’l-hurûfât, ed. Yalçın Tura


(İstanbul: YKY, 2001); E. Popescu-Judetz, Prens Dimitrie Cantemir: Türk
musıkisi bestekarı ve nazariyatçısı (İstanbul: Pan Yayıncılık, 2000); O. 4 Perde: Bir mûsikî terimi olarak ses, avaz; sesin yükseklik/tizlik veya
Wright, Demetrius Cantemir: The collection of notations. Part 1: Text alçaklığı/pestliği. Telli çalgılarda çalgının sapı üzerindeki bağlar (‘perde
(London: School of Oriental and African Studies, University of London, 1992). bağı’); destan, desatin. Akustik olarak ‘saniyedeki titreşim sayısı’. Sûfî
2 E. Popescu-Judetz, XVIII. yüzyıl musiki yazmalarından Kevserî mecmuası terminolojiye göre ‘hakikat’i gizleyen ve açığa çıkmasını engelleyen örtü,
(İstanbul: Pan Yayıncılık, 1998); M.U. Ekinci, Kevserî mecmuası: 18. yüzyıl peçe, ayraç ve ayrıca mertebe, derece.
saz müziği külliyatı (İstanbul: Pan Yayıncılık, 2016). Makam: Yer, konum, durum, mertebe, mahal, mevki, menzil. Nağmede
3 H. Cevher, Ali Ufki Bey ve Hâzâ mecmua-i saz ü söz (İzmir, 1998). merkezi durumda olan perdenin, tüm sistem içindeki yeri, konumu ve

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

52 53
Tablo 1. Kantemiroğlu, Ali Ufkî ve Mustafâ Kevserî nota
koleksiyonlarında kayıtlı nazîrelere dair mukayeseli liste
Kantemiroğlu (1700) Ali Ufkî (1650) Mustafâ Kevserî (1750)
eser besteci makam usul tür

1 23 Nazîre-i Muhammes-i Kebîr Kutb-i Nâyî Hüseynî Fâhte Peşrev — 202 Hârûn Yahûdî (K. K., Hüseynî)
24 Nazîre-i Küll-i Külliyât Muzaffer Hüseynî Fâhte Peşrev — 203 Nazîre-i Küll-i Külliyât
2 25 “Şükûfezâr” Hasan Can Hüseynî Düyek Peşrev 54 “Şükûfezâr” 218 “Şükûfezâr”
90 Nazîre-i Şükûfezâr — Hüseynî Düyek Peşrev 68 Şükûfezâr Nazîresi 219 Nazîre-i Şükûfezâr
3 34 — Seyf el-Mısrî Irâk Düyek Peşrev 263-64 Irâk-ı Muhâlif 29 Seyfü’l-Mısrî (Irak, Düyek)
194 Nazîre-i Seyf el-Mısrî — Irâk Düyek Peşrev — 30 Nazîre-i Seyfü’l-Mısr
4 37 Küme Acemler Muhayyer Düyek Peşrev 72-3 Acem Kümesi 294 Küme (Düyek)
36 Nazîre-i Küme — Muhayyer Düyek Peşrev — 295 Nazîre-i Küme
5 — [Kutb-i Nâyî] [Sünbüle] [Devr-i Kebîr] [Peşrev] [285?] [Pîşrev-i Sünbüle] —
41 Nazîre-i Kutb-i Nâyî — Sünbüle Devr-i Kebîr Peşrev — 308 Nazîre-i Kutb-i Nâyî
6 60 — Bâyezîd Nevâ Fâhte Peşrev 113 Nazîre-i Küçük Ahmed Beg 179 Bâyezîd (Nevâ, Fâhte)
59 Nazîre-i Bâyezîd — Nevâ Fâhte Peşrev — 180 Nazîre-i Bâyezîd
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

7 63 — — Nevâ [Muhammes] Peşrev — 161 (Nevâ, Muhammes Kebîr)


64 Nazîre-i Muhammes-i Kebîr — Nevâ [Muhammes] Peşrev — 162 Nazîre-i Muhammes-i Kebîr
8 79 — Ferrûh Hüseynî Sakîl Peşrev — 214 Ferrûh (Hüseynî, Sakîl)
80 Nazîre-i Sakîl-i Ferrûh — Hüseynî [Sakîl Peşrev — 215, 445 Nazîre(-i) Ferrûh(un)
9 105 — Şeyh [Râst] Düyek Peşrev — 87 Şeyh (Râst, Düyek)
300 Nazîre-i Şeyh — Râst Düyek Peşrev — 88 Nazîre-i Şeyh
10 121 – Papa Zeytûn Râst Devr-i Kebîr Peşrev — 79 Baba Zeytûn (Râst, Devr-i Kebîr)
122 “Gül Devri” — Râst Devr-i Kebîr Peşrev 232 Baba Zeytûn Nazîresi 78 “Gül Devri”
11 157 — — Baba Tâhir Devr-i Kebîr Varsağı — 305 (Baba Tâhir, Varsağı, Devr-i Kebîr)
158 Nazîre-i Devr-i Kebîr — [Baba Tâhir] [Devr-i Kebîr] Varsağı 86-7 Muhayyer 306 Nazîre-i Varsağı
12 161 — Acemler Bûselik Sakîl Peşrev — 125 Acemlerin (Pûselik, Sakîl)
334 Nazîre-i Sakîl-i Acemî — Bûselik [Sakîl] Peşrev — 126 Nazîre-i Sakîl Acemlerin
13 277 – — Isfahân Remel Peşrev — 152 Bâyezîd (Isfahân, Remel Cedîd)
278 Nazîre-i Isfahân Kantemiroğlu [Isfahân] Remel Peşrev — 153 Nazîre-i Isfahân (Remel Cedîd)
14 295 “Nefîr Dem” — Pençgâh Düyek Peşrev 223 Şehlâ Hasan Çelebi 59 Nefîr Dem (Pençgâh, Düyek)
301 Nazîre-i Nefîr Dem — Pençgâh Düyek Peşrev — 60 Nazîre-i Nefîr Dem
15 327 “Gamzekâr” — Hüseynî Düyek Peşrev 63 Gamzekâr 229 Gamzekâr (Hüseynî, Düyek)
314 Nazîre-i Gamzekâr — Hüseynî Düyek Peşrev — 230 Nazîre-i Gamzekâr (Hüseynî, Düyek)
16 182 — Ruhbân Segâh Düyek Peşrev — 115 Ruhbân (Segâh, Düyek)
183 — [Ruhbân?] Segâh-ı Kebîr Düyek Peşrev — 392 Nazîre-i Ruhbân (Segâh, Düyek)
17 232 Kanbûsu M. Çl. Uşşâk Hafîf Peşrev — 96 Kanboso M. Çelebi (Uşşâk, Hafîf)
— — — — — — — 539 Kanbos Nazîresi (Uşşâk, Hafîf)

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

54 55
odaklandığı husus, ‘nağmenin hareket tarzı’nı tarif ve tasnif et- Makam nazariyatının temel unsurlarını perde ve nağme
mektir. 5 oluşturur. Perde, nağmenin gelişiminde temel unsur olarak, bel-
Makam; nağmelerin hareket tarzlarını ‘bilmek’ ve ‘tarif et- li sayı ve tertipte yer alır. 6 Başta Doğu Akdeniz dünyası olmak
mek’ ihtiyacıyla geliştirilmiş; ‘mekân’ kavrayışının ürünü ve do- üzere Akdeniz kültürleri ile İpek Yolu kültürlerinin önemli bir
layısıyla ‘geometrik’ bir kavramdır. Esas itibarıyla yer, konum, du- kısmında bu tertip, çift-sekizli esasına dayandırılmış bir ‘ses
rum, mertebe, mahal, mevki ve menzil bildiren bu kelime, mûsikî sistemi / perde düzeni’ olarak karşımıza çıkar. Yedi ana perde-
nazariyatı alanına, on beşinci yüzyıldan itibaren hâkim olmuş- nin iki oktav teşkil edecek tarzda bir araya getirildiği bu tertip,
tur. Yüzyıllar içinde farklı nazarî modeller etrafında şekillendiği Kadîm Yunan’da systema ametabolon, Hristiyan dünyasında ga-
görülen bu alan, Osmanlı dünyasında, ‘melodik hareket tarzı’nı mut/gamma-ut, İslâm dünyasında ellezi bi’l-külli merrateyn ve
esas alan nazariyelere temel oluşturmuştur. Osmanlı’da ise ‘on altı perde’ olarak anılmıştır. Tamamen ‘ana/
tam/asıl perdeler’ tarafından şekillendirilen bu sistem, iki sekiz-
li içinde toplam on beş adet perde barındırır. Osmanlı’da on altı
mertebesi. Farsçada –gâh ekiyle belirtilen yer: ‘dü-gâh: ikinci tam perdenin perde denilmesinin sebebi, tiz tarafta bir tam perde (‘tîz hüsey-
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

yeri’; ‘karar-gâh: ezgide bitişin gerçekleştiği son bitiş perdesinin yeri’.


nî’) daha kullanılmasıdır.
Çalgılarda ellerin ‘pozisyon’u: ‘dest-gâh’. Abdülbâkî Nâsır Dede’nin tarifine
göre makam: “mâdde-i asliyesi üzerine semâ‘ında [asıl unsurlarıyla
işitildiğinde] kendüye mahsûs bir hey’et sâhibi olup şunun gibi uhrâya
inkisâma kâbil olmayan [başka parçalara bölünmesi (başka şeye
benzetilmesi) mümkün olmayan] lahndir.” Bkz. Abdülbâkî Nâsır Dede, 6 “imdi bilmen gerek on iki makâm yedi agâze dört şube ve kırk sekiz terkîb
Tedkîk ü tahkîk, SK-Nafiz Paşa 1242, yk. 8b; Abdülbâkî Nâsır Dede, İnceleme bu cümleden on altı perdenin içinde mevcûd olupdur.” Kadızâde Tirevî,
ve gerçeği araştırma (tedkîk ü tahkîk), ed. Yalçın Tura (İstanbul: Pan Risâle-i mûsikî, BDK-Veliyüddin Efendi 3181, yk. 176b; “agâh ol ki mûsikî
Yayınları, 2006), 35. bu otuz üç hurûf ile mutazammın ve bu perdelerin içinde cümle nağmeler,
agâzeler, terkîbler ve makâmlar icrâ olurlar.” Kantemiroğlu, Kitâbu
Seyir: Durulan iki makam arasındaki ‘hareket’ kesiti. Nağmelerin hareket
ilmi’l-mûsikî alâ vechi’l-hurûfât, ed. Yalçın Tura (İstanbul: YKY, 2001), 11.
bakımından doğrultu, gidiş ve istikametleri. On sekizinci yüzyıldan sonra,
Burada ikinci alıntıdaki ‘otuz üç harf’ ifadesi, Kadızâde Tirevî’nin ifade
bestecilik bakımından eser için lâhinde takip edilebilecek stratejileri ve
ettiği ‘on altı tam perde’ye, on yedi adet ‘nim perde’nin ilave edilmişliği
potansiyel ezgi imkânlarını belirten bir muhtevaya kavuşmuştur.
anlamına geliyor. Burada tam perdeler bakımından sistemde bir değişiklik
Devir: Dönüş, döngü, çarh, deveran. Nağmede dairesel hareketle, başlanılan meydan gelmemesine karşın, bunlar arasında yer alan ve önceki sistem
yere dönüşü ifade eden terim. Aynı zamanda sekizli dizilerde, birbirinin kavrayışında sistem oluşturucu unsurlar olarak görülmeyen ve bu yüzden
mukabili (‘oktavı’) olan seslerden kurulu bütünlük; ‘sekizli-dizi ve daireler’. de ‘sayılmayan’ nim/yarım veya ‘ara’ perdeler, artık, ‘sistem kavrayışı’na
Çoğulu olan ‘edvâr’, aynı zamanda ‘mûsikî nazariyatı’ üzerine yazılmış dâhil edilmiş durumdadır. On sekizinci yüzyılda tam ve nim perdelerin
eserler için kullanılmıştır. Sûfî kültüründe aynı zamanda semâvî feleklerin tümü, hem adlandırma hem de nağme üretimi bakımından artık ‘eşit
dönüşünü sembolize eden ‘semâ ve deverân’. Tasavvufta ‘devir nazariyesi’ statü’ kazanmış ve ses sisteminde tümü birden oluşturucu unsur olarak
başlığı altında ele alınan ‘yaratma döngüsü’: “hayy’dan gelen, hû’ya gider.” sayılır hale gelmiştir. Sırf bu değişim bile, on sekizinci yüzyıldaki nağme
Edebiyatta bu nazariyeyi işleyen ve ‘devriyye’ olarak bilinen edebî türün üretiminde her şeyden önce ‘beğeni kültürü’ açısından ortaya çıkan
konusu. Zaman, çağ, dönem, gün. değişimi ve bunun sistem kavrayışına yansımasını somut olarak göstermesi
5 Okan Murat Öztürk, “Makam musikisinde ezgi ve makam ilişkisinin nedeniyle büyük önem arz eder. Bkz. Okan Murat Öztürk, “Osmanlı
analizi ve yorumlanması açısından yeni bir yaklaşım: perde düzenleri ve mûsikîsinde havas beğenisine mahsusiyetin tezahürü olarak klasik üslûp,”
makamsal ezgi çekirdekleri” (Dr Tezi, İstanbul Teknik Üniversitesi, 2014). İÜ Sosyoloji Dergisi 37, s. 2 (2017): 343-78.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

56 57
Nağme, aslında perdeler üzerinde gelişen çıkma, inme ve lerin âhengi / kürelerin mûsikîsi’ sembolizmine dayalı olan 12
durma bileşenleriyle karakterize olan melodik harekete denir. makam, 7 avaze, 4 şûbe ve 48 terkib sınıflandırması, on sekizinci
Perdeler üzerinde ya belli bir perdeyi merkez alarak (devrî/dairevî yüzyılda mûsikîşinasların makam ve terkib esaslı nağme üretim-
hareket) ya da bir merkezden diğer bir merkeze doğru yönelmekle lerine dayalı pratik bilgi bakımından dönüşüme uğramış ve yeni
(müstakim hareket) şekillenen nağmeler, belli figür veya motifler bir sınıflandırma ihtiyacının gelişmesine yol açmıştır. Bu yüzyıl-
halinde gelişme gösterir. Makam nazariyatı, nağmelerin perdeler- da Osmanlı dünyasında nağme üretimi adına bestecilik ve irtical
le olan irtibatını temel almak suretiyle, esasen, nağme dünyasın- alanlarında ortaya çıkan ‘yeni’ gelişmeleri, sadece nazarî kaynak-
daki çeşitliliği hem tarif hem de tasnif etmek ihtiyacıyla gelişme larda takip edilen açıklama modellerindeki değişim üzerinden
göstermiştir. Bu yüzden makam nazariyatının kapsamında perde bile okumak mümkündür. Bu yüzyılda ağırlıklı olarak mistik ve
ve düzen bilgisi yanında nağmelerin hareket tarzlarının bilinme- ezoterik sembolizm temelinde şekillendirilmiş olan bu alan, on
si, adlandırılması ve sınıflandırılması asıl amaç olmuştur. sekizinci yüzyıldan itibaren, önceki birikimlerle kimi bağlantı
Makam nazariyatı, asıl gelişimini, nağmeler arasında perde, ve süreklilikler içinde olan ama yeni durumda daha çok ‘yaratı-
düzen, ezgi hareket tarzı ve ‘kontur’7 bakımından mevcut olan cılık’ temelinde, bestecilik ve taksim alanlarının ihtiyaçlarına
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

benzerlikler ve farklılıkların ayırt edilmesi ve sınıflandırılmasına cevap vermek üzere yeni bir muhtevaya kavuşmuştur. Özellikle
borçludur. Bu bağlamda kimi nazariyecilerde sembolik bazı eği- Kantemiroğlu’nun metni bir başlangıç kabul edildiğinde, Osman-
limler öne çıkarken, kimilerinde de uygulamadaki işlevsellikler lı on sekizinci yüzyılında mevcudiyet gösteren mûsikî nazariyatı
önem kazanır. Ama her durumda, ezgiyi tanımak ve adlandırmak eserlerinin hemen tümünde bu yeni ihtiyaca yönelik bilgiyle karşı
ihtiyacı, makam nazariyatı açısından asıl belirleyenler olmuştur. karşıya gelinir. Nazarî metinlerde görülen salt bu dönüşüm bile,
Bu yüzden makam nazariyatı konusunu, ezgi çeşitliliğini tarif ve Osmanlı mûsikî kültüründeki tarihsel değişimi anlamaya önemli
tasnif etmeye dönük nazarî çalışmalar olarak anlamak gerekir. bir referans teşkil eder.
On beşinci yüzyıl Osmanlı dünyasında daha çok Pisagorcu ‘âlem- Ortaya çıkan yeni muhtevayı öncekinden farklılaştıran en
önemli husus, yeni metinlerde, ‘mevcut ezgi dağarı’nı tarif etmeye
dayalı (descriptive) değil de ‘yaratılacak’ veya ‘yeni ortaya konula-
7 Kontur: Kelime anlamıyla ‘hat, çizgi’. Müzik terminolojisinde ezginin
başta gelen hususiyetlerinden birini oluşturan kontur, ezginin ‘inişler
cak’ esere dönük bir tür ‘kılavuz’ (prescriptive) olmadır. Buna göre
ve çıkışlar’ anlamında sunduğu çizgisellikleri anlama ve açıklamada bu yeni anlayış, salt bir nağmenin nasıl şekillendirilebileceğine
başvurulan analitik bir niteliktir. Geometrik açıdan bakıldığında ezgi,
‘noktaların birleşimi’ anlamında ‘çizgi’ kategorisine ait bir unsurdur.
değil, aynı zamanda ‘eser’ boyunca nağme üretimi bakımından
Seslerin zaman içindeki değişiminin verdiği grafik, yalın şekilde ezgiyi izlenebilecek temel stratejilerin neler olabileceğine yöneliktir. Bu
oluşturur. Kontur, ezginin sunmuş olduğu farklı çizgisellikleri benzerlik
ve farklılık ekseninde tanımlama ve sınıflama amacı taşır. Ayrıntılar için
süreçte ‘beste’ veya ‘taksim’ nağmesine yönelik yaklaşımda, ‘seyir’
bkz. Öztürk, “Makam musikisinde ezgi ve makam ilişkisinin analizi ve kavramı, bir tür ‘potansiyel ezgi’ olarak, makam terimiyle birlikte
yorumlanması açısından yeni bir yaklaşım: perde düzenleri ve makamsal
ezgi çekirdekleri.”
merkezî bir rol kazanmaya başlar. Seyir kelimesine yüklenen yeni

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

58 59
anlam, ‘bestecilik açısından’ eserde kullanılabilecek perde düzen- Bu temel durumda özellikle on sekizinci yüzyıl makam na-
leri, merkezleşilebilecek perdeler ve bunlar etrafında örülebilecek zariyatı alanının, sembolik bir teori alanı olmaktan çıkıp, kom-
nağmelerle ilgilidir. Bu anlayışın iz ve etkileri, günümüz ‘makam- pozisyon alanında ihtiyaç durulan ve pratiğe dönük bir bilgi ve
şinas’ çevrelerinin ‘makam teşekkülü’ diye nitelendirdikleri kav- tecrübe paylaşımını yansıttığı belirtilebilir. Böylece bu yeni teo-
rayışta tipik yansımasını bulur. Eser için nağme üretiminde takip rik yönelim, aslında kompozisyon alanıyla beraber gelişme gös-
edilecek yol ve yöntemlerin tümü, bu ‘makam teşekkülü’ kavrayı- teren ve ‘seyir’ terimini kavrayışın merkezine yerleştiren anlayı-
şının birer unsuru olduğu gibi, doğrudan ‘seyir’ kavramıyla ifade şa da referans teşkil eder. 9 Bu bağlamda Yalçın Tura’nın, Nâsır
edilmek istenen tüm potansiyel veya kılavuz nitelikleri de içerir. Dede’nin (ö. 1821) nazarî yaklaşımıyla ilgili şu değerlendirmesi
Burada açıkça görülmektedir ki ‘mevcut ezgi dağarı’nın tarif ve önem taşır:
tasnifine dönük bir anlayıştan, bestelenecek veya doğaçlanacak
Yazarı eski "edvâr" yazarlarından ayıran önemli bir özellik de
yeni bir ‘eser lâhni’ne kılavuzluk edecek daha ayrıntılı bir be-
onun, makamları, başlangıcı, bitimi belli olmayan, sadece, birta-
timlemeye geçilmiştir. Bu yeni anlayışta ortada yaratılacak eser
kım dörtlülerin ve beşlilerin birleşmesi şeklinde sunulan diziler,
açısından değerlendirilebilecek ‘imkân’ ve ‘seçenekler’in neler ol-
devirler yerine, başlangıcı, gezinme yönü ve gezindiği perdeleri,
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

duğuna ilişkin tecrübe ve beğeni esaslı bir bilgi paylaşımı vardır


kararı, genişleme ve süsleyicileriyle ‘seyir’ kavramını göz önünde
ve besteci veya irtical sanatkârının bu imkânlardan nasıl yararla-
tutarak açıklamaya çalışmasıdır.10
nabileceği, bu tecrübe ve tavsiyeler ışığında ortaya konulmuş olur.
Bu yüzden yeni anlayış, yönergesel bir mahiyet kazanmıştır. Yeni Bu yeni yönelimde, beste ve taksim açısından bir tür yol gös-
durumda ‘bir’ makam başlığı altındaki nağme üretiminin, aslın- tericilikle karşılaşılır. Dolayısıyla bu eğilim, bestecilik alanını,
da, farklı perde merkezleri etrafında gelişme sergileyen ‘terkib’ sembolik bakımdan değil, fakat pratik ve işlevsel bakımdan ge-
niteliğinde bir ‘düzenler ve nağmeler karışımı’na doğru gelişme lişmiş makam nazariyatı alanıyla daha irtibatlı hâle getiren bir
gösterdiğine tanık olunur. Bu yeni anlayışta hem nağmelerin üre- boyut kazanmış olur. Bu yüzden yüzyıl başından itibaren muh-
tildiği merkezî perdelerin sayısı artmış, hem de farklı düzen uy- telif nazariyatçılar eliyle ‘serzenîş’ hâlinde dile getirilen ‘nazarî
gulamalarını ihtiva eden ‘giriftli’ uygulama daha yaygın bir hale bilginin ihmâl edilmişliği’ne ilişkin görüşlerin11, aslında, pratik
gelmiştir. Bu nedenle nağme üretimi adına ortaya çıkan her yeni
ihtiyaç, talep, buluş veya nevzuhur uygulamanın, bestecilikte ve
bu tarz beste yapımını ‘takdir’, ‘teşvik’ ve ‘himaye’ eden sanat pat- 9 F. W. Stubbs, “The art and science of taksim: An empirical analysis of
traditional improvisation from 20th century Istanbul” (PhD diss., Wesleyan
ronajında meydana gelen beğeni değişimine işaret ettiği açıktır.8 University, 1994).
10 Abdülbâkî Nâsır Dede, İnceleme ve gerçeği araştırma (tedkîk ü tahkîk), 18.
11 Bu tarihsel serzenîşlerin iki önemli örneğini Kantemiroğlu ve Abdülbâkî
8 Öztürk, “Osmanlı mûsikîsinde havas beğenisine mahsusiyetin tezahürü Nâsır Dede oluşturur. Kantemiroğlu, a.g.e., 35’te “bu ana değin şerh-i
olarak klasik üslûp.” makâmâtı ve edvâr-ı mûsikîyi îcâd ve peydâ idenler yalnız ameli görüp

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

60 61
alanda meydana gelen değişim üzerinden dikkatle okunup yo-
Tablo 2. Nağme anlayışındaki değişimi yansıtmak üzere iki farklı
rumlanması gerektiği açıktır. Buna göre Osmanlı dünyasında yüzyıldan Hüseynî makamına ait iki tarifin karşılaştırılması
nağme üretimi bakımından besteciler, irtical üzerine taksim
Seydî Es-Seyyid Mehmed Emîn
ve gazel icra edenler ile bunları himaye eden mûsikîsever hâmî- (on altıncı yüzyıl başları) (on sekizinci yüzyıl ortaları)
ler, nazariyattan ziyade eser vermeye odaklı, pratik amaçlara
Hüseynîyi dilersen bilesin tur Makâm-ı perde-i Hüseynî bir garîb
hizmet eden bir eğilim içindedir. On sekizinci yüzyılda somut Var ol Şeşgâh evinün kılın ur perdedir ki mahalliyle Dügâh itibâr
olarak ortaya çıkan durum, mûsikî alanında ‘yaratma’ sürecinin Karâr it in Dügâhın perdesinde olunur. Vaktâ çok nagamât icrâ ve zâhir
Ve ger var ise derk u akl sende olur. Hareket-i evveli Dügâh perdesinden
ve pratik alanın, teoriden öncelikli bir konumda olduğu; bu yüz-
şürû hareket edüp, Sabâ ve Nevâ
den de eser vermeye dair temel eğilimin, nazarî bilgi dışında, perdesinden Hüseynî perdesine çıkdıkda
tecrübe ve beğeni çerçevesinde pratik alandaki yenilikleri öne tekrâr Nevâ perdesiyle çâr mızrâb nağme
edüp, Evc, Gerdâniyye ve Muhayyer
çıkaran yöntemler dahilinde gelişme gösterdiğidir. Kaldı ki bu
perdesinden avdet edüp tam perdeler
yüzyılda kaleme alınan nazarî kaynaklarda bile, sonuçta pratik ile Dügâh perdesinde karâr etdikde
alanda ihtiyaç duyulan türden, daha ‘ayrıntılı’ betimsel nağme Hüseynî makâmı olduğu malûm olur.
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

İmdi Muhayyer ve Gerdâniyye ile yine


tariflerinin egemenliği söz konusudur. Burada çok anlamlı bir şürû, gerü kendü perdesine geldikde Sabâ
mukayese ile ‘aynı’ makam için Seydî12 ile es-Seyyid Mehmed perdesine inüp bir mikdâr meks edüp ve
Emîn’in13 (ö. 1782) tariflerine odaklanmak, yeterince fikir ver- yine Nevâ ile perde-i mezkûru gösterüp
ve Acem perdesiyle nağme etdikde tekrâr
mektedir (Tablo 2): Tîz Nevâ ile hareket ve Hüseynî perdesine
Tablo 2’deki ikinci tarifin yönergesel mahiyette bir ‘kılavuz’ indikde tam perdeler ile Sabâ perdesine
cüz’î Çârgâh gibi nağme ederek Dügâh
niteliği kazandığı ve nağme üretiminde yer alacak tüm perdelerin,
perdesine indikde eğer Irâk perdesinde
karâr ederse Zîrkeş-Hâverân dedikleri
nağme zâhir olur. Dahi Irâk perdesine
kavâid-i ulûm ve şürût-ı kavânîn üzre bir nesne tasnîf itmemişler ve bir Dügâh perdesinde karâr ederse Hüseynî
makâm neden olur gerçi göstermişler yohsa ne içün böyle olur ya bilmediler makâmı icrâ olur. Dahi bundan sonra
yâhûd bildiler ise ilmi inkâr idüp amele kanâat kılmışlar” der iken, hareketi Hüseynî gibi, lâkin nağme
Abdülbâkî Nâsır Dede de, Tedkîk ü tahkîk, yk. 2a’da “lâkin ‘ilm-i nazariyesi
etdikde Acem lezzeti ve Çârgâh âgâzesi
beldemizde mevcûd ise de gâyetü’l-gâye nâdir belki en-nâdiru ke’l-madûm
eder gibi Dügâh perdesinde karâr ederse
[‘nadir olan yok hükmündedir’] olup mesmû‘um olmadığından mekteb-i
ârzûda mu‘allim-i gaybîden ders mütâla’aya meşgûl ve bi-kadri’l-kudre Necd-i Hüseynî zâhir olur. Ve bu perde-i
tahsîl eylediğimde […]” ifadelerini kullanır. mezkûra vaktâ çok nağme mensûbdur

12 Seydî, Hâze’l-matla’i fî beyâni’l-edvârî ve’l-makâmâtî ve fî ilmi’l-esrârî ve’r-


riyâzâtî, TSMK-III. Ahmed Kitaplığı 3459; M. Arısoy, “Seydî’nin el-Matla
adlı eseri üzerine bir çalışma” (YL Tezi, Marmara Üniversitesi, 1988); E.
Popescu-Judetz, Seydi’s book on music (Frankfurt am Main: IGAIW, 2004).
13 M. Bardakçı, “Derviş es-Seyyid Mehmet Emin’in tanbur perdeleri risâlesi,”
Musikişinas, s. 4 (2000): 6-39.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

62 63
aynı zamanda belli bir sıra gözetilmek suretiyle, olabildiğince ay- olarak, aynı zamanda makam nazariyatının tarif ve tasnif etme
rıntılandırılmış yeni bir içeriğe kavuşturulduğu açıkça görülmek- amacı taşıdığı ‘nağmelerin hareket tarzları’ ile benzer bir anlamı,
tedir. Bu değişim, pratik alanda ortaya çıkan ihtiyaç ve eğilimlerin, bu bağlamda da yansıtmış olur. Neticede belirtilen kelimeler ara-
bu türden tariflerle karşılanmaya çalışıldığına somut olarak işaret sında bir dizi kavramsal bağ olduğu aşikârdır.14
etmektedir. Neticede Osmanlı dünyasında nağme üretiminin na- Besteci elinden çıkmış eserlere bakıldığında, belli bazı anlayış
zarî boyutunu ortaya koyma amacındaki nazariyat kaynaklarının, ve yöntemlerle karşılaşılır. Buna göre besteciler, eserlerini biçim-
on sekizinci yüzyılda ulaşılan pratik seviyenin tüm ihtiyaçlarını lendiren nağmeleri besteler veya tanzim ederlerken, görenek yoluy-
karşılamakta açıkça yetersiz kaldığını göstermektedir. Bu yüzden la kazanılmış bazı ilkelere bağlı kalmaktadır. Bunun tipik örneği,
bestecilik ve irtical alanlarında eser verme hadisesi, sadece ‘nazarî nağmelerde devrî/dairevî veya müstakîm/doğrusal tarzda hatlar
bilgi’ üzerinden gelişme göstermemiş ve doğrudan eser üretim sü- takip etmeleridir. Bu anlamda nazariyecinin tarif etmeye çabaladı-
recinde rol oynayacak olan başka bazı yöntemlere başvurulmak ğı nağmelerin hareket tarzlarına ilişkin hususiyetleri bestecilerin,
suretiyle üretimin gerçekleşmesi mümkün olmuştur. Bu tespiti so- belli hareket ilkelerine bağlı kalmak suretiyle doğrudan gerçekleş-
mut olarak destekleyen unsurların başında, özellikle on sekizinci tirdikleri; bu anlamda da bazı göreneksel yöntemlere bağlı kalmayı
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

yüzyılda, yeni makam ve terkibler geliştirmeye karşı gösterilen özel tercih ettikleri anlaşılıyor. Çünkü bir besteci açısından ‘eser mey-
ilgi gelir. Böylece ‘yenilik’ yapma anlayışının, aynı zamanda bu ye- dana getirme’deki asıl amaç, belli düzenlerdeki perdeleri merkez
niliklerin takip edilmesi ve örnek alınması gibi, bir yönüyle rekabet alarak nağmeler üretmek ve bunları birbirine ‘ahenkli’ şekilde bağ-
esaslı bir durumu tetiklediği anlaşılıyor. lamaktır. Böylece, temelde iki ana unsurun berraklaştığı görülür:
Makam teriminin nağme ve ezgiyi açıklamaya dönük niteli- 1. bir merkezî perdede nağme yapmak (devir, dönüş hareketi)
ği, mûsikîşinaslar arasındaki kullanımda, makam ile nağmenin
2. bir merkezden diğerine nağmeleri birbirine bağlayarak
aynı anlamda kullanılırlığına zemin sağlamıştır. Özellikle halk
yönelmek (müstakîm hareket)
mûsikîsi derlemelerinde ‘âşık makamları’ başlığı altında derlenen
örneklerde öne çıkan temel husus, bunların ‘belirli’, ‘sabit’ ve çoğu
zaman da ‘kalıp’ halinde ezgi dağarları olduğudur. Bu noktayı
14 Bu dikkate değer bağlantıların neredeyse aynısı, Avrupa kültüründe
önemsemek gerekmektedir çünkü nağme-ezgi-makam ve hatta kullanılan melody, tune, air kelimeleri arasında da mevcuttur. Bu nedenle
‘hava’ kelimeleri arasında, ‘kavrayış’ açısından temel bazı bağlan- meselenin bu yönü üzerinde ayrıntılı çalışmalara ihtiyaç olduğuna burada
işaret etmekle yetinilebilir. Belli ezgi tarzlarının Kadîm Yunan’dan beri
tılar bulunduğu, bu vesileyle de açığa çıkmış olmaktadır. Çoğu ‘özgülük’ belirten kavim, halk veya coğrafya bölgeleriyle adlandırılması
kez ‘ezgiyi hatırlamak’ ile ‘makamı hatırlamak’ ifadeleri, eş-an- eğiliminde, özellikle ‘hava’ kavrayışının önemli bir yeri olduğu görülüyor.
Türk, Acem, Arap, Hint, Kürt ve Frenk yanında Frigya, Dorya, Lidya,
lamlı şekilde kullanılır. İrticalen söylenen bir şiiri ‘makama bin- Eolya, İyonya tarzları ile Hicaz, Maveraünnehir, Horasan, Nihavend,
dirmek’ ifadesi, aslında onun ‘ezgilendirilerek söylenmesi’ anla- Neyrîz [sonradan Nikriz], Isfahân, Tebriz gibi makam ve terkib nağme
adlandırmaları arasındaki benzerlik, bu anlamda, gözden uzak tutulabilir
mına gelir. Benzer şekilde ‘hava’, temelde ‘tarz’ belirten bir kelime ve ihmal edilebilir durumda değildir.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

64 65
Nâyî Osmân Dede15 (ö. 1729): hareketinin başlangıç ve bitişinin aynı perde üzerinde olması du-
Evvel makamların sayısı yedidir rumunu, bu bakışla yorumlamış ve açıklamış olmaktadır.
[Bunların] Başlangıç ve sonları aynıdır [aynı sestir] Makam kavramının nağmede merkez alınan perdeyle olan ta-
Sonu da başlangıcı da aynı yerdedir rihsel ve işlevsel bağının en somut ifade edildiği nazarî metinlerden
Bu makamların isimleri önemlidir biri, yukarıda örneği verilen, Nâyî’ye ait metindir. Nâyî, bir nağme-
Başlangıç ve sonları aynı olduğu için nin ‘makam sahibi’ olabilmesi hususiyetini, temel bir ilke olarak
Bunlar bî-şikestdir [ayrıştırılamaz niteliktedir]
gördüğü ‘devir’ kavramına dayandırır. Nâyî’ye göre herhangi bir
Böyle elhânlara neden makam denir
makam nağmesi, belli bir perdeden başlamak ve o perdede bitmek-
Çünkü bunlar asıl makam sahibi olanlardır
le, ‘devir’ meydana getirmiş olur. Bu anlamda da ‘devir’ yapmış ol-
Nâyî Osmân Dede burada açık bir şekilde, ‘yedi asıl makam’ın mak, nağmenin asıl ‘kusursuzluk’ niteliklerinin başında gelir. Çün-
temel hususiyetlerinin, nağmelerinin başlangıç ve bitişlerinde kü neticede bir mutasavvıf olan Nâyî Osmân Dede, kâinatta her bir
yer alan perdelerin aynı olması olduğunu dile getirir. Başlangıç unsurun belli bir ‘devir’ yaptığına; kâinatın mükemmelliğinin de
ve bitişlerinin kendilerine ait perde üzerinde gerçekleştiği tipteki bu ‘devir ilkesi’ne tabiyetten kaynaklandığına ‘inanmaktadır’:
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

nağmelerin, ‘makam sahibi’ olduklarına yönelik bu vurgu, son de-


Allah, eflâki ve yıldızları halk ettiği ve onlarda tedvir ettiği
rece önemlidir. ‘Bir mahalden kalkıp, aynı mahale tekrar dönmek’
vakit,
ifadesi, içerdiği metafizik sembolizmle birlikte, ‘devir’ anlayışının Her birine eksiksiz şekilde dönmeyi emretti; gece ve gündüz
mûsikîde bulduğu karşılık olmaktadır. Nitekim on beşinci yüzyıl de devirlerine devam ettiler
nazariyatçılarından devlet adamı ve tarihçi Ahmedoğlu Şükrul- […] herşey için devr gerekli olduğuna göre hikmetin bir
lâh, Risâle min İlmi’l-Edvâr başlıklı çeviri-derlemesinde, bu duru- gereği olarak edvarlar da tasnif oldu18
mu, şu sözlerle ifade eder: “nefs ve cân geldügi yeri ârzû ider.”16
Sonuçta metafizik ve tasavvufî kavrayışta ‘devir’ kavramıyla bağ-
lantılı olarak ‘başlanılan yere dönüş’ kavrayışı17, mûsikîde nağme

işleyen ve bu yüzden ‘devriyye’ olarak nitelendirilen türe dair bilgi ve örnekler


için bkz. Bilal Kemikli, “Türk tasavvuf edebiyatında devriyye ve Sun’ullah
15 Nâyî Osman Dede, Rabt-ı tabirât-ı mûsikî, çev. S. Erguner, ed. M. Kalpaklı Gaybî’nin devriyyesi,” İslami Araştırmalar Dergisi 13, s. 2 (2000): 217-26; devir
(Ankara: Kültür ve Turizm Bakanlığı, 2014). anlayışının tasavvuftaki sema ve deveran konularıyla bağlantıları için bkz.
Mustafa Uzun, “Devriyye,” TDVİA, c. 9 (İstanbul: TDV, 1994 ), 151-53.
16 M. Bardakçı, Şükrullah’ın risâlesi ve 15. yüzyıl şark mûsikîsi nazariyatı
(İstanbul: Pan Yayıncılık, 2011) 10. 18 Aynı ifade, on beşinci ve on altıncı yüzyıl Batınî nazariyatçılarından Seydî,
Hâze’l-matla, yk. 5b’de şöyle yer alır: “Hak […] felekleri yaradıcak bunlara
17 ‘Hay’dan gelen hû’ya gider’, ‘her şey aslına rücû eder’, ‘topraktan gelip toprağa
dönmek emr itdi ve dönmeklerinden âvâzeler zâhir oldı. Konuya ilişkin
dönmek’ gibi ifadelerin tümü, tasavvufi manada ‘başlanılan yere dönüş’ün
ayrıntılı bir makale için bkz. Okan Murat Öztürk, “Makam, avaze, şube
somut örneklerini teşkil eder. Bu bağlamda tasavvuftaki ‘devir’ kavramı ve
ve terkib: Osmanlı musiki nazariyatında Pisagorcu ‘kürelerin uyumu/
nazariyesine ilişkin temel bazı kaynaklar için bkz. Süleyman Uludağ, “Devir,”
musikisi’ anlayışının temsili,” Râst: Müzikoloji Dergisi 2, s. 1 (2014): 1-49.
TDVİA, c. 9 (İstanbul: TDV, 1994), 231-32; edebiyatta devir nazariyesini

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

66 67
dairevi/devri hareket

nağme yolları

âgâz karar

perdeler

Şekil 1: Dairevî/devrî harekette nağmelerin başlangıç (‘âgâz’) ve bitişleri


(‘karar’) aynı perde üzerinde gerçekleşir. Okan Murat Öztürk, “The place
of the concept of ‘melodic motion’ in the ideas of makam and mode,”
Proceedings of the IV international musicological symposium “space of
Mugham” (Bakü: Şark-Garb Neşriyyat Evi, 2015), 293-305.
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

Bestecilik açısından nazîrelerde görülen iki temel nağme Şekil 2: Dairevî/devrî hareketle şekillenen nağmelerde
hareket tarzı başlıca ‘kavsî’ görünüşler.
Nazîre ezgileri kesitler hâlinde ele alındığında, nağmelerin, beste-
ciliğe dayalı eser dağarlarında, iki temel hareket tarzına bağlılıkla için, nağme, bir ‘devir’ gerçekleştirmiş olur.19 Devrî hareket ile
şekillendirilmiş oldukları görülmektedir. Buna göre bu iki temel makam kavramı arasında var olan anlam ilişkisi, makamın ‘bu-
tarz, nağmelerin başlangıç ve bitişlerinin aynı perde üzerinde ger- lunulan/durulan yer’ anlamı bakımından, bu hareket tarzıyla
çekleştiği ‘devrî hareket’; ikincisi de iki farklı perde üzerinde ger- cisimleşmiş olur. Nağmenin devir gerçekleştirme hususiyeti,
çekleşen ‘müstakîm hareket’tir. mutlak surette başlangıç ve bitişin aynı perde üzerinde bulunul-
masına bağlıdır ve bu perdenin bulunduğu ‘yer’, aynı zamanda
a) Dairevî/devrî hareket ve tek-merkezli nağmeler ilgili nağmenin ‘makamı’ demektir.
Tek bir merkezi perde etrafında şekillenen nağmeler; âgâz ve Devrî/dairevî hareket, ezgilerde, çoğunlukla yay/kavis şek-
karar işlevlerinin, ‘aynı’ perde üzerinde gerçekleştiği nağme lindeki hatlarla temsil olunur (Şekil 2).
türleridir (Şekil 1). Bunlarda ‘hareket’; başladığı yere döndüğü

19 Devrî/dairevî hareketin Avrupa müzik tarihindeki uygulamalarına dair dikkat


çekici bir makale için bkz. W. Kirkendale, “‘Circulatio’-tradition, ‘Maria Lactans’
and Josquin as musical orator,” Acta Musicologica 56, no. 1 (1984): 69-92.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

68 69
On beşinci yüzyılda Kâdîzâde Tirevî’nin (ö. 1494) Rast ma- nevâ makamı

kamı için verdiği nağme tarifi, tam manasıyla bu devrî harekete nevâ çargâh segâh çargâh nevâ

işaret eder (Şekil 3).

Râst makamı

Râst nerm nerm nerm nerm nerm Râst dügâh segâh çargâh segâh dügâh Râst
segâh hüseyni pençgâh hüseyni segâh
çargâh makamı

çargâh segâh dügâh segâh çargâh

Şekil 3: Kâdîzâde Tirevî’nin Rast Makamı için verdiği nağme tarifinde ‘devrî hareket’.
[Notalamada daire içine alınan perde başlangıç merkezini (âgâz), kare içindeki ise
bitiş merkezini (karar) göstermektedir].

segâh makamı

Çeşitli nağmeler açısından aynı devrî/dairevî kavrayış, on


segâh dügâh Râst dügâh segâh
sekizinci yüzyılda, Nâyî Osmân Dede’nin verdiği makam tarifle-
rinde de yer alır (Şekil 4).

ırak makamı Şekil 4: Nâyî Osmân Dede’ye göre Irak, Râst, Pençgâh, Nevâ, Çargâh ve
Segâh makam nağmeleri. Tümünün, ilkesel olarak, devrî hareketle
ırak Râst dügâh segâh çargâh segâh dügâh Râst ırak şekillenmiş oldukları görülüyor.

b) Müstakim (doğrusal) hareket ve çift-merkezli nağmeler


Çift-merkezli makam nağmelerinde âgâz ve karar işlevleri, iki
Râst makamı ‘farklı’ perde üzerinde gerçekleşir (Şekil 5). ‘Hareket’te yer değiş-
Râst dügâh segâh dügâh Râst rehavî Râst tirme ve belli bir ‘yönelim’ vardır. Makamın ‘mertebe’ anlamı, bu

âgâz

s ey
ir

pençgâh makamı

karar
nevâ hicaz bûselik nevâ çargâh segâh dügâh Râst bûselik hicaz nevâ

Şekil 5: Müstakîm hareketin çift-merkezlilik özelliği. Öztürk, “The place


of the concept of ‘melodic motion’ in the ideas of makam and mode.”

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

70 71
hareket tarzında ortaya çıkar. Nağme hareketinin başlangıcı bir açıdan bakıldığında mimesis konusunun, sanat anlayışına temel
perdede gelişirken bitişi mutlak surette farklı bir perdede olur. Bu teşkil ettiği ve bu kavrayışın da aslında bir anlamda Eflatuncu
nedenle müstakîm harekette, çoğunlukla, ince taraftaki bir per- idea (‘formlar’) kavrayışıyla dikkate değer bir bağlantı sergiledi-
deden kalın taraftaki bir perdeye doğru, ‘inici’ tarzda gerçekleşen ği görülmektedir. Ancak Orta çağ Latin Avrupa sanat anlayışında
bir hareket kesitiyle karşılaşılır (Şekil 6). başta şiir olmak üzere müzik alanında da imitatio / aemulatio
konusunun merkezi bir konumda olduğu ve bu konunun –bugün
hüseyni makam nağmesi (müstakim hareket – çift-merkezli makam nağmesi ‘basitçe’ anlaşılma eğiliminde olduğu gibi– sadece ‘taklit’ten iba-
ret bir mesele olarak ele alınmadığı somut olarak görülür. Buna
göre imitatio, bir anlamda ‘öz’ün korunup, ‘form’un değiştirilmesi
gibi anlaşılmakta; bu eğilim de yaratma sürecinin felsefi temel-
hüseyni makam nağmesi (müstakim hareket – çift-merkezli makam nağmesi lerini, ‘idea’ya bağlı ve bağımlı kalmaya götürmektedir. Hiç kuş-
kusuz bu anlayışta, aynı zamanda ‘mevcut nizamın korunması’
kavrayışına sadakat yanında, ‘yeni’yi ‘eski’yle irtibatlı kılma gibi
muhafazakâr bir eğilim de vardır. Bu anlamda imitatio’nun koru-
Şekil 6: Müstakîm hareketin nazîrelerdeki mevcudiyetine dair iki örnek.
yucu, düzen ve devamlılık sağlayıcı işlevlere sahip olduğunun göz
önünde tutulması gerekir.
On sekizinci yüzyıl eser dağarında nazîreler ve bestecilik Gahan’a 20 göre Latin Avrupa’da;

Bu yüzyıla ait nota koleksiyonlarından elde edilen nazîre örnek- Erken Gümüş Çağ [M.S. 18-73] yazarları çoğunlukla öncüllerini aş-
leri üzerinde kimi açılardan dikkatle durulmasında fayda vardır. maya, onları geçmeye ve onlardan daha başarılı olmaya dayanan,
Edebiyat alanında nispeten ayrıntılı çalışmalara konu edildiği ve edebî bir üstünlük sağlama oyununa başvurmuşlardır. Bu yolla
hakkında önemli bazı tespitlerde bulunulduğu görülen nazîre ko- kendilerinden evvelkilere ait kullanıma hazır ve elverişli malze-
nusunda, mûsikî alanındaki araştırmaların henüz başlangıç aşa- meleri ödünç almışlar ve bu örnekleri kendi eserlerine model edin-
masında bile olmadığını belirtmek gerekir. Bu nedenle burada, mişler (imitatio) ve bu malzemeden daha iyisini yapmak için kendi
mûsikî açısından konunun teorik ve işlevsel yanlarına ilişkin kısa modellerini geliştirmeye çabalamışlardır.
da olsa bir çerçeve oluşturmaya ihtiyaç vardır.
Gahan’ın bu görüşü, aslında nazîre konusunda Dilçin’in (ö.
Nazîre konusu, aslında gerek Antik Çağ gerekse de Orta Çağ
2013) değerlendirmelerinden hiç de farklı görünmemektedir:
sanat anlayışında merkezi bir yeri olan mimesis ve imitatio / ae-
mulatio (‘taklit, öykünme’) konularıyla bağlantılıdır. Bu konular-
da gerek uluslararası literatürde gerekse de edebiyat alanıyla ilgili
ulusal literatürde, oldukça ayrıntılı çalışmalar mevcuttur. Felsefî 20 J. T. Gahan, “Imitation in Seneca ‘Phaedra’ 1000-1115,” Hermes 116, no. 1
(1988): 122-24.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

72 73
Bir şairin şiirine başka bir şairce aynı ölçü uyak ve redifte yazılan rının daha etkili olabildiği görülmektedir.23 Feldman’ın dikkatli
benzerine denir. Divan şairlerince bir şairin şiirini tanzîr etmek, gözlemine göre Kantemiroğlu koleksiyonundaki nazîre peşrevler,
ona karşı bir saygı duyulduğunu ve onun şiirinin ve üslûbunun asıl eser ile nazîre arasında herhangi bir bağlantısal formülün
beğenildiğini anlatmak içindir. […] Nazîrenin asıl şiirin bir tak- mevcudiyetine açıkça işaret etmemektedir. Çoğu durumda nazî-
lidi olmaması ve en az onun kadar güzel olması gerekir. […] nazî- renin bizatihi kendisi bir ‘asıl eser’ konumundadır. Bu yüzden
rede asıl amaç, şairin kendi özelliğini ve sanatçı kişiliğini göster- eser başlığında belirtilmediği sürece ‘asıl eser’ ile ‘nazîre’ arasın-
mesidir.”21 daki ilişkinin doğrudan kurulabilmesi pek mümkün değildir: “[…]
Nazîre konusu, dil ve edebiyat açısından, ilgili dildeki re- nazîre serhane ya da mülazimesinin bir bölümünde, daha eski bir
torik imkânlarla beraber başvurulan fenler, sanatlar, teknikler peşrevden açıkça alıntı yapabilir, ancak böylesi durumlarda bile
kısaca ilgili sanatı sürdürebilmekle ilgili araç ve gerecin neler nazîre bir taklit ya da çeşitleme değil, yeni bir bestedir”24 . Abdül-
olabileceği, sanat yapma imkânlarının nelere bağlı ve bağımlı bâkî Nâsır Dede’nin –bir bakıma besteciler ile eserleri arasında bir
olduğuyla ilgili bir tabloyu ortaya çıkarmaktadır. Bu çerçevede tür ‘metinler-arasılık’ın mevcut olduğuyla ilgili olarak– dile getir-
önem kazanan husus ise ‘tarz-ı mahsûs’ bakımından, sanat yapa- diği, “[…] üstâdlar tesânîf-i muteberesinden [beğenilen eserlerin-
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

nın, şiir veya müzikte, neyi söylediği veya bestelediğinden ziyade, den] ahz olunan itibâr üzre [hürmetle kabul edilip] istimâl olunan
‘nasıl’ söylediği veya bestelediği olmaktadır. Bu bağlamda ‘nasıl’ elhân [yararlanılan ezgiler]”25 ifadesi, Feldman’ın 26 bu gözlemini
bağlamı, eser vermede, ‘ne’ bağlamının önüne geçmekte; ‘söyleyiş’ tam manasıyla destekler niteliktedir. Nazîrelerde eser basitçe kop-
veya ‘gerçekleştirme’ye dair özellikler, sanatı değerlendirmenin yalanmamakta ama içerdiği kimi materyallerden alıntılar yapıla-
asıl unsurları konumuna gelmektedir. Dolayısıyla da nazîrecilikte bilmektedir. Bu bağlamda esinlenme ve ‘benzerini yapma’ isteği,
asıl önem kazanan husus, basitçe taklit etmek değil, öğrenmek ve nazîre yapan besteci için kendiliğinden bir amaç haline gelmiş
yetişmek olmuştur.22 Sanatları, fenleri tanıma ve bunlardan eser olmaktadır. Besteci, çoğunlukla öğrenme veya kendini geliştirme
vermede yararlanma ve hatta bunları geliştirme; kendi yetkinlik anlamında, nazîreler yapmaktadır. Buradaki etkileşim, dağarda
ve yeterlikleri içinde yeniden yorumlama gibi ‘meziyet’ler önem yer alan bir eserin asıl mı nazîre mi olduğu sorusunu –başlığında
kazanmaktadır. özel bir ibare taşımadığı sürece– açıkça belirsiz bırakmaktadır.
Nazîrenin mûsikîde notaya alınmış örneklerine bakıldı-
ğında, ‘üstünlük’ ve ‘rekabet’ hususlarının pek göze çarpmadığı;
23 Konuya ilişkin iki çalışma için bkz. Walter Z. Feldman, Music of the
buna karşılık, ‘öğrenme’, ‘beğeni’ veya ‘saygı gösterme’ boyutla- Ottoman court (Berlin: VW, 1996); Recep Uslu, “Müzik terimlerindeki
karmaşanın akademik çalışmalara yansıması: orijinal, nazire, çeşitleme,
varyant, aranjman, cover, icra,” İdil, s. 1/2 (2012): 144-65.
24 Feldman, a.g.e., 414.
21 Cem Dilçin, Örneklerle Türk şiir bilgisi (Ankara: TDK, 1983); 269. 25 Abdülbâkî Nâsır Dede, Tedkîk ü tahkîk, yk. 5a.
22 Fatih Köksal, Sana benzer güzel olmaz (İstanbul: Büyüyenay Yayınları, 2018). 26 Feldman, a.g.e., 414.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

74 75
Bu bağlamda her üç koleksiyondaki kayıtların karşılaştırılması ne benzerse, derhal intihal damgası vurulur. Şarklılar’a affedilmez
en azından bir olguyu somut olarak ortaya çıkarmaktadır ki önce- bir suç olarak görülen intihale, aslında Şark’ta, her yerden daha
ki dönemlerde nazîre olarak bilinen bir eser, sonraki kaynaklarda az rastlanır. […] Yeni bir peşrev yapmak isteyen, melodi, âhenk ve
‘nazîre’ olarak anılma vasfını açık bir şekilde kaybetmekte ve ‘asıl geçkilerinin […] bestelenmiş peşrevlerin hiçbirine benzemeyen bir
eser’ kimliği kazanabilmektedir. eser meydana getirmek zorundadır.27
Konuya besteci ve sahip olduğu ‘araçlar’ gözüyle bakıldığın- Öz olarak bakıldığında besteci ile nazariyatçı arasında, iş-
da, şu hususlar belirginlik kazanmaktadır: levsel bakımdan anlamlı farklar bulunduğu açıkça görülüyor. Her
i. perde, nağme, makam, terkib bilgi ve uygulaması, şeyden önce besteci, ‘bilmek’ten ziyade ‘yapmak’ ve ‘üretmek’le
ii. İkâ, darp, usûl, vezin, hane, mülâzime/nakarat bilgi ve uygu- ilgilidir. ‘Bilgi’si, çoğunlukla ‘meşk’ ve ‘uygulama’ esaslıdır. Usta
laması, seviyede eser veren birçok bestecinin nazarî bilgi veya açıklama-
iii. eser türleri ve meclis / fasıl ortamlarına dair bilgi ve tecrübe, dan yoksun yetişebilmiş olması, eser vermek için ihtiyaç duyulan
bilgi kaynağının sadece nazariyat kaynakları olmadığını somut
iv. mevcut repertuar ve besteciler ve üslûplara dair bilgi ve tec-
olarak göstermektedir. Bestecinin asıl önceliği eser telif etmek ve
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

rübe (eser meşki),


kesin surette ‘taklit’ addedilmemektir. Bunun için de besteciden
v. tarz bakımından örnek alınan üstadlar ve muhtelif eserleri.
asıl beklenen husus, yeni bir eseri belli bir ‘tarz-ı mahsus’ dâhilin-
Bunlardan özellikle meşk ve örnek alınan üstadlar ile eser- de verebilmesi olmaktadır.
leri gibi etkenlerin, Osmanlı mûsikîsinin gelişim seyri açısından Bu çerçevede bestecinin ‘nazariyat’la ilişkisi üzerinde mut-
çok daha etkili unsurlar olduğunu ileri sürmek, hiç de yanlış gö- lak surette düşünülmesi gerekmektedir. Bir besteci yeni bir eseri
rünmez. Çünkü gerek bilinen besteci biyografilerinden edinilen nasıl meydana getirmekteydi? ‘Alet çantası’nda beste yapımıyla
bilgiler, gerekse de Osmanlı dünyasında nazariyat çalışmaları- ilgili ne gibi sanatlar, fenler ve teknikler mevcuttu? Repertuar,
nın bestecilerden ziyade sazendeler, saray mensupları veya mu- çalgı, vokal ve nazarî bilgi gibi araçlar açısından temelde en faz-
tasavvıflar eliyle gelişme göstermiş olması, bu tespiti destekler la yararlandığı unsurlar nelerdi? Öğrenme – ‘meşk’ – eser geçme
mahiyettedir. Meşk yönteminde usûl vurma, yineleme, üslûp anlamında üstadlar ve ‘üstad işi eserler’ ile irtibatları nasıl şekil-
kazanma ve geliştirme, hafıza ve hatırlama gibi unsurlara daya- leniyor ve gerçekleşiyordu? Dolayısıyla da örnek alma, benzerini
nan öğrenme ve icra, aynı zamanda yeni eser meydana getirme yapma, öykünme, atıfta bulunma, saygı gösterme gibi etkenler,
sürecinin de anahtarlarına sahiptir. Bir on sekizinci yüzyıl dra- eser meydana getirme sürecinde ne gibi roller üstleniyordu? Bu
goman ve mûsikîşinâsı olan Fransız Charles Fonton’un (ö. 1793)
gözlemlerine göre:

Bir peşrev bestelemek için, o ana dek bestelenmiş peşrevlerin tü- 27 Charles Fonton, 18. yüzyılda Türk müziği, ed. Cem Behar (İstanbul: Pan
münü bilmek gerekiyor. Eğer yeni yapılan peşrev öncekilerden biri- Yayıncılık, 1987), 71-2.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

76 77
soruların her birinin ayrıntılı incelemelere ihtiyaç gösterdiği ve Nâyî Osmân Dede: Külliyât, der makâm-ı Hüseynî usûleş Fâhte (asıl eser)
bu durumun, bir yönüyle, belirtilen hususlarda şimdiki bilgi bi-
rikiminin yetersizliklerini açıkça gözler önüne serdiği bir ger-
çektir.
Burada ele alınan nazîre örnekleri açısından bakıldığında,
Muzaffer: Nazîre-i Külliyât, der makâm-ı Hüseyni usûleş Fâhte (nazire)
aşağıdaki temel tespitlere ulaşılmaktadır:
1. Nazîre olduğu belirtilen eserlerden sadece iki tanesinin bes-
tecisi bellidir,
2. Nazîrelerin büyük kısmı Düyek usûlündedir (% 41),
3. En çok peşrev türünde nazîre bestelenmiştir (bir adet varsa-
Papa (Baba) Zeytûn: Râst Devr-i Kebîr (asıl eser)
ğı nazîresi var)
4. Nazîreler en çok temel makamlardan olan Hüseynî ve Nevâ
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

makamlarında bestelenmiştir.
5. Bestecilik tekniği açısından çoğu nazîre, model alınan eser- (bestecisi meçhul): "Baba Zeytûn Nazîresi" (A.U., 1650), "Gül Devri" K., 1700 ve M.K., 1750, Râst Devr-i Kebîr (nazîre)
den daha ‘düşük’ bir profile sahiptir; bu yüzden rekabet ve
üstünlükten ziyade, ‘öğrenme’ ve ‘öykünme’ etkenlerinin öne
çıktığı görülür.
6. Form bakımından nazîrelerin çoğu asıl eserden daha kısadır.
Bu nitelik de önceki tespiti pekiştirir mahiyettedir (Şekil 7).
Asıl eser: Hasan Can, "Şükûfezâr Peşrevi". Makam: Hüseyni, usûl: Düyek

Bestecilik açısından tamamlayıcı nitelikte bir mukayese:


Cantus firmus tekniği
Osmanlı dünyasında bestecilik alanında ortaya çıkan ‘mevcut
ezgi’ veya eserleri ‘model alarak’ bestelemeye ilişkin durumu ta- Nazîre: (Bestecisi meçhul), "Nazîre-i Şükûfezâr Peşrevi". Makam: Hüseyni, usûl: Düyek

rihsel ve kültürel açıdan daha geniş bir bakışla değerlendirmek


ve mukayese etmek düşünüldüğünde, Avrupa tarihinde besteci-
lik açısından nispeten iyi bir şekilde belgelenme imkânına sa-
hip bulunan ‘ödünç alma’ veya ‘alıntılama’ (‘musical borrowing’) Şekil 7: Kantemiroğlu nota koleksiyonundaki nazîrelerden asıl eserlerle mukayeseli
olarak üç örnek kesit. Bunlardan hiçbirisinde nazîrelerin kopya veya taklit eserler
olarak şekillenmiş olduklarına dair bir ize rastlanmamaktadır. Şükûfezâr peşrevi ve
naziresinin Kantemiroğlu ve Ali Ufkî'deki notalarının karşılaştırılması için bkz. bu
kitapta s. 85.

78
yöntemleri üzerinde durulmasında fayda vardır. Burkholder 28 Besteciler, hayran ve tarzlarına yatkın oldukları, taklit et-
tarafından özenli bir tasnife tabi tutulduğu görülen bu konu tikleri ve kimi müzik fikirlerini ödünç aldıkları seleflerinin çalış-
içinde özellikle cantus firmus veya canto fermo (‘sabit/değişmez malarından ilham alırlar. Yaratıcı besteleme sürecinde çok fazla
şarkı’) olarak anılan kontrpuan 29 tekniği, nazîre ve makam naza- zaman ve enerji harcayan besteciler, genellikle, yeni müzik buluş-
riyatı bağlamları açısından dikkat çekici görünmektedir. Temel- ları yaratmakta zorlanır ve bu nedenle yenilikçi ve yaratıcı müzik
de besteciler açısından hem bir eğitim/öğrenme ve hem de ‘mev- tarzlarıyla mücadele etmek zorunda kalırlar. Önceden var olan
cut ezgiler’den yeni eserlerde, özellikle kontrpuanın gelişiminde kaynaklardan ödünç malzeme devşirme yeni bir şey değildir. An-
yararlanmaya dayanan bir yöntem olarak gelişme göstermiş bu- cak, bestecilerin eserlerinde yeniden gözden geçirme ve yeniden
lunan bu teknik, tipik olarak Ortaçağ ve Rönesans müziklerinde yaratma tarzları her zaman yenidir. 31
kullanılmıştır. 30 Aslında dokuzuncu yüzyıldan itibaren Avrupa müziğinde
trope (‘dönüş, değişim’), organum (‘organ’, ‘uzuv’, ‘alet’) ve motet
(‘nükteli söz’, ‘deyiş’, ‘vecize’) gibi öncülleriyle mevcut ezgilere bel-
28 Besteci Charles Ives’ın eserlerinden hareketle J. P Burkholder, “The uses of li kurallar dâhilinde eş-zamanlı eşlik sesleri ilave etmeye dönük

ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri
existing music: musical borrowing as a field,” Notes 50, no. 3 (1994): 851-70’de tekniklerin, on üçüncü yüzyıl sonrasında kontrpuan alanının
‘ödünç müzik alma’da başvurulabilen, aralarında ‘modelleme’, ‘çeşitleme’,
‘alıntılama’, ‘düzenleme’, ‘cantus firmus’, ‘terkib etme’, ‘birleştirme’ ve ‘yamama’ gelişimine zemin sağladığı görülür. 32 Yeni bir beste yapmak için
gibi tekniklerin yer aldığı, on dört farklı kategori tespit etmiştir. Belirtilen bu kılavuz veya model olarak kullanılan bu teknikte temel alınan un-
kategorilerden hangilerinin, burada ele alınan konular bakımından etkili
olduklarının belirlenmesi hususunun başlı başına bir mesele teşkil ettiği ve çok sur, ‘önceden var olan’ (‘pre-existing’) ezgilerdir. Bu yönteme baş-
ayrıntılı, analitik ve mukayeseli bir araştırma projesi gerektirdiğini belirtmeye vuran besteciler, mevcut ezgileri model almak veya kullanmak
gerek bile yoktur. Avrupa müzik tarihinde ‘ödünç alma’ meselesine odaklanan
iki ayrıntılı çalışma için bkz. M. J. Lee, “The art of borrowing: quotations and suretiyle yeni eserler bestelemişlerdir. Özellikle ‘çok-ezgililik’ an-
allusions in western music” (PhD diss., University of North Texas, 2016); H. layışının yaygınlaştığı süreçte, melodi ve armoni açısından bazı
Meconi, Early musical borrowing (New York: Routledge, 2004).
kalıp formülasyonlar için kullanılan bu teknik, yirminci yüzyıl-
29 Kontrpuan (Counterpoint): Kelime anlamıyla ‘karşı-nokta’ anlamına
gelmekle beraber kontrpuan, Avrupa müzik tarihinde bestecilik alanında, da, kimi besteciler tarafından geliştirilen ‘on iki ton serileri’ne de
On dördüncü yüzyıldan itibaren kullanılmaya başlanan bir ‘çok-ezgililik’ referans oluşturabilmiştir. 33
yöntemidir. Bu anlamda belli kurallar dâhilinde bir ezgide mevcut bulunan
seslere karşılık gelecek şekilde diğer ezgilerin, ‘notaya-karşı-nota’ (Lat.
punctus contra punctum) ilkesine göre oluşturulması uygulamasıdır.
Ayrıntılı bilgi için bkz. H. Norden, Fundamental counterpoint (Boston:
Crescendo Publishing Company, 1969); W. Piston, Counterpoint (London:
Victor Gollancz Ltd, 1970), K. Sachs, & C. Dahlhaus, Counterpoint, www. 31 Lee, a.g.e., 1.
oxfordmusiconline.com.divit.library.itu.edu.tr/grovemusic/view/10.1093/ 32 F. Reckow & E.H. Roesner, Organum. https://doi.org/10.1093/gmo/
gmo/9781561592630.001.0001/omo-9781561592630-e-0000006690 9781561592630.article.48902 adresinden alınmıştır. [erişim 24.04.2018].
adresinden alınmıştır. [erişim 24.04.2018]. 33 W. Ogdon, “The twelve-tone series as Cantus Firmus: a discussion of Ernst
30 M.J. Bloxam, . https://doi.org/10.1093/gmo/9781561592630.article.0479 Krenek’s ‘Five prayers’,” Bulletin of the American Musicological Society
adresinden alınmıştır. [erişim 24.04.2018]. 11-13 (1948): 86-88.

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

80 81
Cantus firmus’ta temel melodi, genelde, ‘düz-şarkı’ (plain- mında, aslında gnostik ve mistik mektepler arasındaki yaygın bir
chant, cantus planus 34) veya tek-ezgili seküler müzik dağarların- ilkenin, bu yöntemi belirli kurallara bağlayanlar tarafından da
dan devşirilir. 35 Yeni bir eser için örnek alınan ezgi, ölçülü veya gözetildiğini bir anlamda ima etmektedir. Ancak konu bu yönüyle
ölçüsüz olabilir. En yaygın ve günümüzde de geçerli olan anla- ayrı bir araştırmaya ihtiyaç gösterir.
mıyla polifonik bir besteye temel alınan ezgi olarak anlaşılır. Cantus firmus’a temel teşkil eden ‘düz-şarkı’, kaynakları ba-
On altıncı yüzyıldan itibaren, ‘tema’ anlamında kullanılmaya kımından söz unsuruna dayalıdır. Neticede amaçlanan, bir ‘şarkı’
başlanmıştır. Cantus firmus’un bestecilik açısından ana kulla- ezgisi bestelenmesi ve bu yapılırken de mevcut olan bir başka ez-
nım alanını ‘kontrpuan eğitimi’ oluşturur. Kontrpuanda temel ginin örnek alınmasıdır. Bu yüzden düz-şarkıda şiir ve ezgi ilişki-
alınan ezgi tenor olarak adlandırılırken, buna karşılık olarak si önem kazanır. Üretilecek melodide ‘adım’la ilerleme temel bir
yazılan ses ve eşliklere de discantus (‘karşı-ezgi’) denilmiştir. En eğilim olarak, karakteristik bir öncelik taşır. Bu çerçevede cantus
önemli özelliği, eğitsel ve yaratısal açılardan önceden var olan firmus ezgilerinde geniş aralıklara dayalı atlamalar nadiren görü-
bir ezgiyi temel veya örnek alarak, yeni bir eser oluşturulması- lür. Bu tekniğin, sahip olduğu özellikleri itibarıyla Osmanlı dün-
dır. Bu bağlamda cantus firmus, besteciler tarafından hem bir yasında ‘makam nazariyatı’ ile ‘nazîre’ yöntemlerinin, ‘bestecilik
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

öğrenme ve kendini geliştirme, hem de bir ustalaşma aracı ve ve irticâl’ alanlarına sağladığı türden katkı ve işlevlere benzer
yöntemi olarak kullanılmıştır. nitelikler sergilediği açıktır. Bu nedenle de bestecilik açısından
Cantus firmus’un yukarıda açıklanan makam nazariyatı ba- ‘model alarak eser verme’ ihtiyacının, Avrupa müzik tarihinde de
kımından en kayda değer niteliğini, ezgiye aynı sesle başlanması cantus firmus tekniği üzerinden gelişmiş olduğunun göz önünde
ve bitirilmesi ‘kuralı’ oluşturur. Bu temel kuralın ne tür bir ihti- bulundurulması, meseleye yaklaşım bakımından yorumlama uf-
yaçla veya nasıl bir ilkeye bağlı kalınmak adına üretildiği sorusu, kunu önemli ölçüde genişletmektedir.
elbette önemlidir. Çünkü bu kural, ‘başlanılan yere dönme’ anla-
Sonuç
Besteciler, eser verirken, nazariyeden ziyade kendilerine ‘yol
gösterici / kılavuz’ mahiyette bazı eserleri veya nağme yapımı-
34 Cantus planus kavramı için bkz. J. Dean, Cantus planus, https://doi.
org/10.1093/gmo/9781561592630.article.04798 adresinden alınmıştır. [erişim na yönelik açıklamaları bir yöntem olarak benimsemiş görün-
24.04.2018]. Burada planus ve zıttı olan acutus ifadeleri, Osmanlı mûsikîsinde mektedir. Besteci, nazariyatçıdan farklı olarak, tümüyle pratik
de temel bir zıtlık kategorisi teşkil eden ‘nerm’ ve ‘tîz’ ifadeleri açısından
dikkat çekici bir benzerliğe sahiptir. Özellikle Kantemiroğlu’nun, kendi alana yönelik bir tecrübe kazanımını kendisine esas alma eği-
makam sınıflandırmasında kullandığı ‘nerm perdelerin makamları’ ve ‘tîz lim ve mecburiyetindedir. Bu bağlamda bestecinin sadece eser
perdelerin makamları’ ayrımında, bu kavrayışın tipik bir yansımasını görmek
mümkündür. Bu ve benzeri irtibatların bir arada yorumlanabilmesinin, müzik vermesi değil, eseri belli bir tarz-ı mahsûs yansıtacak şekilde ve-
ve bestecilik konularını daha geniş bir ufuk içinde değerlendirmeye önemli rebilmesi önem taşımaktadır. Bu ihtiyaç, eser verme sürecinde
katkılar sağlayacağını belirtmek yerinde olur.
35 Bloxam, a.g.e., 1.
taklit ve intihale düşmeksizin yeni bir eser meydana getirebilme

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

82 83
a b
mecburiyetini öne çıkarmaktadır. Bu yüzden besteciler, nazîreyi
bir taklit aracı olarak değil, bir öğrenme aracı olarak kullanmış
görünmektedir. Beste yapımında yöntemsel olarak bağlı kaldık-
ları iki temel hareket tarzını ise devrî ve müstakîm hareketler
oluşturmuştur. Şiir alanındaki kullanımlarıyla mukayese edil-
diğinde nazîrelerin mûsikîdeki örnekleri, çok daha kısıtlı bir
çerçevede gelişme göstermektedir. Şiirde çokça görülen üstün-
lük sağlama ve meydan okuma gibi özelliklere, mûsikîde hemen
hiç rastlanmamaktadır. Bu araştırmada mevcut nazîre örnekle-
rinden hareketle temelde söylenebilecek olan, nazîrenin, mûsikî-
de, beğeni ve saygı temelinde, öğrenme amaçlı eğitsel bir yöntem
olarak kullanıldığı ve ‘model alma’nın kendisinin, yeni eser ver-
me açısından bir ‘esinlenme’ ve ‘etkilenme’ yöntemi teşkil etmiş
ESKİ TÜRK EDEBİYATI ÇALIŞMALARI XIV: Dîvân’dan nağmeler: farklı boyutlarıyla edebiyat-mûsikî ilişkileri

olduğudur. On sekizinci yüzyıldan itibaren nazarî kaynaklarda


gelişen ‘seyir’ kavramı odaklı ayrıntılı betimsel tariflerde de
öne çıkan husus, yeni eserler için model olabilecek temel nağme
stratejilerini tanıtmak olmuştur. Sonuçta açıkça görülen husus
c d
besteci ile eser arasındaki ‘dinamik’ ilişkinin, nazariyatçı ve na-
zariye arasındaki ‘statik’ ilişkiden farklı olduğu ve besteleme sü-
recinin, sadece nazariyata dayalı bilgi ve açıklamalar üzerinden
şekillenmediğidir. Eser vermede, süreç açısından, beğeni kültü-
rü ve ‘tarz-ı mahsûs yaratma’ gibi etkenlerin çok daha belirleyici
bir rol üstlendikleri ve yeni bestelerde, beğenilen üstadlara ait
eserleri model almanın, pratik seviyede, geleneksel bir yöntem
olarak sürdürülmüş olduğu görülmektedir.

Hasan Can'ın Hüseynî makamında ve düyek usulündeki Şükûfezâr başlıklı peşrevi ve aynı
makam ve usuldeki Nazire-i Şükûfezâr'ın Kantemiroğlu ve Ali Ufkî'nin verdiği notaları.
Kantemiroğlu, Kitâbu ilmi’l-mûsikî alâ vechi’l-hurûfât: a. 25: "Der makâm-ı hüseynî
Şükûfezâr düyek Hasan Cân"; b. 90 (ikinci eser): "Der makâm-ı hüseynî nazîre-i Şükûfezâr
düyek"; Ali Ufkî, Mecmûa-i Sâz ü Söz: c. 54: "Peşrev-i Şükûfezâr usûleş düyek"; d. 68 (ikinci
eser): "Peşrev-i Şükûfezâr nazîre usûleş düyek".

Okan Murat Öztürk Makam nazariyatı, nazîre ve cantus firmus

84 85

You might also like