You are on page 1of 7

ELEŞTİRİ / İNCELEME

OĞUZNAMELER GÖZÜMÜ AÇTI


Ahmet B. Ercilasun

Bir Türkoloğun dokunmadan geçemeyeceği metinler vardır. Üni-


versitelerde yıllarca Türk dili dersleri veren bir öğretim üyesinin
üzerinde durmadan geçemeyeceği konular vardır. Bence hiçbir
Türkolog Kök Türk Anıtları’na temas etmeden meslek hayatını
tamamlayamaz. Anadolu ağızlarının enginliklerinde dolaşırken
de Sibirya’daki küçük Türk topluluklarının dillerini incelerken de
Türkologlar bengü taşlara uzanmak ihtiyacını duyarlar.
Türk diliyle uğraşanların dokunmadan geçemeyeceği bir eser de
Dîvânu Lugâti’t-Türk’tür. Bir kelimenin, bir ekin açıklanması ge-
rekince ilk başvurduğumuz eserlerden biri bu eserdir. Nice mes-
lektaşımın Besim Atalay ciltlerini eskittiğini biliyorum.
Kutadgu Bilig de böyle eserlerden biridir. Reşid Rahmeti Arat çok
genç yaşlarında, otuzlarında Kutadgu Bilig ile uğraşmaya başladı.
Ömrünü verdi bu esere. Şimdi Kutadgu Bilig toplantıları yapıyoruz,
bildiriler okuyoruz ve sözün bir yerinde mutlaka Reşid Rahmeti
Arat diyoruz. Yusuf Has Hâcib… Ulu bilge… Bilmiyorum, daha ne
kadar yıl kendisinden söz ettirecek? Belki de bengi yıllarca.
Ulu bilge deyince Dede Korkut’u unutmak mümkün mü? Önce
Seyhun boylarında yayılan Oğuz çadırlarının konuğu oldu Kor-
kut Ata. Yüzyıllarca ozanlar onu çaldılar, onu söylediler. Sonra
adı unutuldu ama masalları dillerde yaşadı. Günün birinde ya-
ban ellerde yeniden ortaya çıktı. Dirildi yeniden ölmemecesine.
Adı bilinmez, kutu yaşayası bir yazıcı ozan, ak yapraklar üzerine
yazmıştı Dede’nin anlattıklarını. Doğu bilimciler, Türk bilimciler,
destan bilimciler yıllarca bu yapraklara baktılar.

4 TÜRK DİLİ OCAK 2020 Yıl: 69 Sayı: 817


..Ahmet B. Ercilasun..

Güzel söylüyordu ozanlar. Arada söyledikleri şiir mi neydi! Yoksa şiirden


daha ahenkli şeyler miydi? Aslında onlar, kopuzları eşliğinde söyledikleri-
nin değerinin, güzelliğinin farkındaydılar. Şiir sözü yeterli değildi. Bu gü-
zellik, bu ahenk başka bir sözle anlatılmalıydı. En güzel sözü buldular, soy
dediler. Soy atlar gibi. Dede Korkut boylarının içindeki o üst üste düşen
diziler, o harikulade düzenler olsa olsa soy atlar gibi soy dizeler olurdu.
Soy dediler, soylama dediler. Yalnız Türkologlar değil, edipler de şairler de
çocuklarımıza masal anlatan masalcılar da yıllarca Dedem Korkut’un soy-
lamalarından, boylamalarından beslendiler.
Ancak Türk bilimcileri, destan bilimcileri şaşırtan bir şey vardı. Ak sakallı
Dedem, o küçük destanlarına boy diyordu demesine ama bazen de Oğuz-
name diyordu. Beyrek için, Salur Kazan için Oğuznameler düzüyordu.
Sonra yaban ellerden birinde bir yazma daha ortaya çıktı, Akdeniz’e bakan
eski bir mabedin kütüphanesinde. Bu kez yazıcı duraksamadan Oğuzname
demişti eserine. Hikâyet-i Oğuznâme-i Kazan Beğ ve Gayrı.
Eser üzerinde göz nuru döken ilk bilginlerimiz, ilk Türk bilimcilerimiz
“Oğuzname” sözünün hakkını vermişlerdi. Muallim Cevdetler, Köprülüza-
de Mehmet Fuatlar Dede Korkut Kitabı’nı Oğuzname olarak değerlendirir-
ken daha soyadlarını bile almamışlardı.
İlk önce Muallim Cevdet şaşırtmıştı beni ve gözlerimi açmıştı. Daha 1918
yılında, Yeni Mecmua’nın Çanakkale için çıkarılan o fevkalade nüshasın-
daki makalesine “Oğuzname – Kitâb-ı Dede Korkut” adını vermişti. Dede
Korkut Kitabı’nın, Oğuzname’nin bir “cüz’ü”, bir parçası olduğunu söylü-
yordu. Daha nice eski eserlerimiz Oğuzname adını taşıyormuş. Mesela 3.
Mehmed zamanında yazılan Seyyid Lokman’ın kitabı: İcmâl-i Ahvâl-i Âl-i
Selçuk der-Konya ber-mûceb-i nakl ez-Oğuznâme yani Seyyid Lokman Ana-
dolu Selçuklularının tarihini yazmış ama Oğuzname’den naklen yazmış.
Hatta bu yazarımız, Sarı Saltuk’un Rumeli’ye göçünü bile Oğuzname’den
nakletmiş. 16. yüzyılın tarihçisi Lütfü Paşa bile Selçuklulardan söz eden
tarihine Oğuzname adını vermiş. Muallim Cevdet’in yazdığına göre Ahmet
Vefik Paşa’nın kütüphane fihristinde de iki adet Oğuzname varmış.
Muallim Cevdet’i asıl heyecanlandıran ise Ulu Han Ata Bitigçi adlı kitap-
tı. Bu eserden ilk bahseden Mısırlı Ahmed Zeki Paşa’ydı. 1912 yılında Ati-
na’daki Müsteşrikler (Doğu bilimciler) kongresinde okuduğu bildiride
Ahmed Zeki Paşa, 14. yüzyılda Kahire’de yaşamış Türk asıllı Ebubekir Ab-
dullah Ed-Devâdârî’nin Dürerü’t-Ticân adlı Arapça tarihini tanıtıyor ve bu
eserde anlatılan Ulu Han Ata Bitigçi ile ilgili bilgiler veriyor. Muallim Cev-
det de Dürerü’t-Ticân’ın Damat İbrahim Paşa Kütüphanesi’ndeki nüshasını
bulup aynı bilgileri oradan tekrar okuyor.

OCAK 2020 TÜRK DİLİ 5


14. yüzyılda Ebubekir Abdullah’ın görüp anlattığı Ulu Han Ata Bitigçi1 adlı
kayıp kitap Muallim Cevdet’i o kadar heyecanlandırıyor ki onu kayıp Oğuz-
name sanıyor ve şunları yazıyor: “Oğuzname tamamen bulunsaydı Türkler
için Orhun sütunları kadar mühim bir âbide-i lisan ve târih olacaktı çünkü
miladın 733… tarihinde zikredilen bu sütunlarla Oğuzname’nin bir yaşta
olduğu emr-i muhakkaktır.”
Oysa Ebubekir Abdullah, Ulu Han Ata Bitigçi’nin Kıpçak ve Moğollarca
mukaddes olduğunu söyledikten sonra açıkça “Diğer Türklerin de bir ki-
tabı vardır ki ismi Oğuzname’dir.” diyor. Muallim Cevdet, kendi yaptığı bu
çeviriye rağmen iki kitabın aynı olduğunu düşünüyor. Çeviri açık: “Diğer
Türklerin de…” yani Oğuzname başka, Ulu Han Ata Bitigçi başka bir kitaptır.
1919’da yayımladığı Türk Edebiyatında İlk Mutasavvıflar’da Köprülüzade
de 1935’te yayımladığı Oğuzlara Dair’de Hüseyin Namık Orkun da iki ki-
tabı aynı sanmaya devam ediyorlar. Üstelik Ebubekir Abdullah’taki ilgili
bölümü onlar da benzer şekilde tercüme etmişler.
Tabii büyük bilginler böyle yazınca hatayı düzeltmek kolay olmuyor. Aca-
ba ben mi yanlış anlıyorum diye çok düşündüm. Aziz dostum Kâzım Yaşar
Kopraman’ın yaptığı son çeviriye de baktım. Orada da benzer bir çeviri var.
Kopraman’ın tercümesinde “(Moğollar ve Kıpçaklar) bu kitaba çok değer
verirler.” denildikten sonra şöyle devam edilmiş: “Muahhar Türklerin [et-
Türk el-uhar] de saygı gösterdikleri ve aralarında elden ele dolaştırdıkları
Oğuz-nâme adında bir kitapları vardır.” Kopraman, yazmanın ilgili yaprak-
larının tıpkıbasımını da vermiş; oraya da baktım: et-Türk el-uḫar. İşte çe-
viricilerin “diğer Türkler, nasıl ki, muahhar Türkler” şeklinde çevirdikleri
Arapça ibare bu. Aslında bağlam da çok açık. Moğollar ile Kıpçakların say-
gı gösterdiği (mukaddes bildiği) ve onları eski Türklerle akraba gösteren
bir kitap var; adı Ulu Han Ata Bitigçi. Muahhar (diğer) Türklerin de elden
ele dolaştırdıkları bir kitap var; adı Oğuzname. Ebubekir Abdullah’ın yaz-
dığına göre birinci kitap, Türklerin ilk atası ve ilk anasının Ulu Kara Tağ-
çı adlı bir dağdaki mağarada yaratılışlarından ve onların çocukları Altun
Han’dan söz ediyor. İkinci kitap, “diğer Türkler”in ilk hükümdarlarının
faaliyetlerinden ve ilk hükümdarlarının büyüğü olan Oğuz’dan söz ediyor.
İkincisinde Tepegöz gibi hikâyeler ve hikmetli sözler de varmış.
Dede Korkut üzerinde çalışan Orhan Şaik Gökyay ile Muharrem Ergin ve
Oğuzlar’ın yazarı Faruk Sümer de Oğuzname ile ilgili bölümün çevirisini
eserlerine almışlar ama onlar Ulu Han Ata Bitigçi’den hiç söz etmiyorlar.
Belli ki ikisinin ayrı kitaplar olduğunu fark etmişler. Onlar suskun ama

1 Ahmed Zeki Paşa da Muallim Cevdet de son kelimeyi Bilgeci okumuşlardır.

6 TÜRK DİLİ OCAK 2020


..Ahmet B. Ercilasun..

yine de ortada Fuat Köprülü gibi, Hüseyin Namık gibi iki büyük bilginin
yazdıkları var. “Muahhar” araştırıcılar, bazen kendilerinden öncekilerden
söz etmeseler de hatta bazen Ebubekir’in yazdıklarını kendi keşifleri zan-
netseler de aynı hataya devam ediyorlar; “yaŋlış” sürilüp gide yörür. Ne-
hir Destan Oğuzname nam son kitabımda bu ikisinin ayrı eserler olduğunu
yazdımsa da bu “yaŋlış”ın ne zamana dek sürilüp gide yörüyeceğin bilme-
zem.
Aslında Muallim Cevdet’in gözümü açması bu konuda değil. Oğuzname
kavramının genişliği konusunda. Gerçekte neydi Oğuzname? Dede Korkut
boyları Oğuzname idi, Selçuklu tarihinden söz eden eski eserler Oğuzname
idi. Hatta 1424 yılında (belki de 1436’da) Tevârîh- Âl-i Selçuk adlı eseri-
ni yazmış olan Yazıcıoğlu Ali de “Aygur hattı-y-ıla” yazılmış bir Oğuzna-
me’den bahsediyor. Yazıcıoğlu; elif’in üzerine “med” çekmiş, “Aygur” diyor
ama söz ettiği hat (yazı) besbelli ki Uygur yazısı. “Mûteber nâķiller” bu
eserde, yani Uygur yazılı Oğuzname’de, Oğuz kavminin neseplerini “icaz
yollu” ve “mufassal” olarak yazmışlar.
2. Murad’ın elçisi Şükrullah da 1459’da Karakoyunlu sarayında bir Oğuz-
name görmüş. Şükrullah “Moğol yazısı ile yazılmış.” diyor ama Atsız’ın
düştüğü dipnotta yazıldığı gibi “Şükrullahın Moğol yazısı dediği bu yazı-
nın Uygur yazısı olduğu muhakkaktır.” Şükrullah, “Oğuzname” terimini
de kullanmıyor. Farsça eserinde “Oğuz tarihi” diye geçiyor. Daha doğrusu
Atsız böyle çevirmiş ama 2. Murad’ın ve Karakoyunlu Cihanşah’ın neseple-
rini Oğuz Han’a çıkaran bu kitabın da Oğuzname olduğu şüphesizdir.
Sultan Cem’in elinde de Oğuzname olabilir mi? Hani şu gurbette ölen, maz-
lum ve mağdur şehzadenin. Evet, onun elinde de özet bir Oğuzname vardı
ama adı başka idi: Câm-ı Cem-Âyin. Kitabı yazan Bayat boyundan bir Türk,
Hasan ibni Mahmud. Hac farizasını (ben r ile başlayan heceyi uzatarak
söylüyorum ama bilmem ki herkes böyle mi yapıyor?) yerine getirmek için
Mekke’ye giden Bayatlı Hasan’ın elinde bir Oğuzname de varmış. 1480’le-
rin başında Cem Sultan’la orada karşılaşmışlar ve birbirlerine karşılıklı
şiir yazmışlar. Diyor ki Hasan: “Sonunda ‘söz sözü açar’ dedikleri gibi, ülke
açan yüksek Osmanoğulları’nın soyu, Oğuz’un büyük oğlu Gün Han’a ve
onun boylarından Kayı Han’a ulaştığı ve başkaca silsilelerini, eldeki ‘Oğuz-
nâme’den kısaltarak vermemi istediler. ‘Onların isteklerini yerine getir-
mek için’ bir haftada bitirilerek ‘Câm-ı Cem-Âyin’ adı verilip iltifatlarına
yakınlık kazanıldı.”
Allah Allah!.. Ben Tanrı sözünü çok severim ve atalarımın yaptığı gibi Al-
lah yerine sık sık da kullanırım ama bu deyimde de Tanrı Tanrı… denmez
ki. Allah Allah!.. Bayatlı Hasan hacca giderken yanında Oğuzname taşıyor-

OCAK 2020 TÜRK DİLİ 7


muş. Ondan 30 küsur yıl önce Şükrullah, Cihanşah’ın sarayında Oğuzname
görmüş. Ondan da 20-30 yıl önce Yazıcıoğlu Ali, Uygur yazılı bir Oğuzna-
me’den söz ediyor. 1310’larda Kahire’deki Türk tarihçi Ebubekir Abdullah
diyordu ya “diğer Türkler”in ellerinde Oğuzname adlı bir kitap var ve o
kitap “elden ele” dolaşıyor. 1480’lerde hâlâ “elden ele” dolaşıyor. Üstelik
Kâbe’ye giderken Bayat boyundan bir Türk onu yanına alıyor ve bir hafta
içinde özetini çıkarıp Sultan Cem’e veriyor. Şehzadeye güzellik olsun diye
de eserin adını Câm-ı Cem-Âyin koyuyor: “Cem törenli kadeh”. Hem içki
âlemleriyle ünlü efsanevi İran hükümdarı Cem’e hem de şehzadenin adına
göndermede bulunuyor. Şimdi burada Ali Emîrî Efendi de rahmet istedi
çünkü Câm-ı Cem-Âyin’in iki nüshası var ve ikisini de o buldu ve ilk kez o
yayımladı. Bu nüshalar şu anda da onun millete bağışladığı kütüphanede
bulunuyor. Çok uzak değil, Fatih Camisi’ne yakın o kutlu kütüphanede. 20.
yüzyılın başında da bu mübarek topraklarda mübarek insanlar yaşamış.
Şaşırdıkça şaşırıyorum. Oğuznameler bir yandan nesep kitapları. Osma-
noğullarının, Karakoyunluların soylarını Oğuz Han’a çıkaran nesep ki-
tapları. Bir Akkoyunlu tarihi olan Kitâb-ı Diyarbekriyye’nin başında da
Uzun Hasan’ı Oğuz Han’a bağlayan bir şecere var. O bölüm de bir Oğuzna-
me. 1470’lerde Ebûbekir Tihrânî tarafından yazılmış bu Farsça kitap şim-
di kim bilir nerelerde? Ankara’daki Millî Kütüphanenin başında vaktiyle
Adnan Ötüken adlı bir mübarek zat varmış. Bu Akkoyunlu tarihinin Bas-
ra’da yaşayan bir avukatın elinde olduğunu işitmiş. Binbir çaba ile kitabı
bir süreliğine Millî Kütüphaneye getirtmiş. Bir fotokopisini aldıktan sonra
kitabı geri göndermişler. Avukat şimdi ölmüş olmalı. Yazma kim bilir kim-
lerin elinde kaldı? Neyse ki Necati Lugal ile Faruk Sümer, eseri Türk Tarih
Kurumu Yayınları arasında bastırmışlar.
Akıbeti bilinmeyen böyle bir kitap daha var: Tevârîh-i Cedîd-i Mir’ât-ı Cihan.
3. Murad zamanında yazılmış bu eseri, Nihâl Atsız 1936 yılında görmüş,
Türklerle ilgili bölümlerini eliyle kopya etmiş; 1961’de de yayımlamış. An-
cak eser 1940’larda Almanya’ya gitmiş ve şimdi nerede olduğu bilinmiyor.
Eser tam bir nesepname. Zaten birkaç yerinde Bahrü’l-Ensâb (“Nesepler
Denizi”) adlı bir eserden neseplerin nakledildiği belirtiliyor. Selçuklula-
rın da Akkoyunluların da Saltukluların da Mengüçeklilerin de neseplerini
Oğuz Han’a çıkarıyor.
Okudukça şaşırmaya devam ediyorum. Şaşırıyorum ve gözlerim açıldıkça
açılıyor. Yakup Karasoy ve Mustafa Toker’ce yayımlanmış Anonim Şibani-
name’nin ikinci baskısı söz konusu olunca dostum Karasoy esere bakmamı
rica ediyor. Bir şaşkınlık daha yaşıyorum: Cengiz Han’ın şeceresi de Oğuz
Han’a dayanıyormuş. O zaman Cengiz’in şeceresiyle ilgili öteki eserlere de

8 TÜRK DİLİ OCAK 2020


..Ahmet B. Ercilasun..

bakmam farz oluyor. Tört Ulus Tarihi, Şecere-i Türk… Hepsinde de Cengiz’in
soyu, Ergenekon’dan çıkan Kıyat’a; Kıyat’ın soyu da Oğuz Han’a dayanıyor.
Demek ki diyorum, biz yanılıyoruz. Oğuznameleri, Oğuz Kağan Destanı’nı
sadece Oğuzlara ait düşünmekle yanılıyoruz. Baştaki “Oğuz” kelimesi bizi
yanıltıyor. Destanın adında “Oğuz” kelimesi olunca onun sadece Oğuzlara
ait olduğunu sanıyoruz.
Sonra, yıllarca önce yaptığım bazı araştırmaları hatırlıyorum. Ben, Oğuz
Kağan’ı tarihin hangi dönemlerinde aramıştım? Onun torunlarını ve Dede
Korkut’u hangi dönemlere yerleştirmiştim? Bunları hatırlıyorum ve tek-
rar Zeki Velidî Togan’ın 1972’de yayımlanan o destansı eserine dönüyo-
rum: Oğuz Destanı: Reşideddin Oğuznâmesi, Tercüme ve Tahlili.
Dede Korkut’un yaşadığı zamanı; Faruk Sümer’in ancak 10. yüzyıla kadar
geriye götürmesine karşılık, Togan Hoca 8. yüzyıla dek geriye götürebil-
mişti. Ona göre Oğuz Han’ın torunlarından İnalsır Yavkuy -ki destana göre
Dede Korkut onun zamanında yaşamıştı-, 766’da Göktürklere isyan eden
İlmalsın Cebguye olabilirdi. 1931 yılında ise Togan, Dede Korkut’un “Gök
Türk zamanındaki Oğuz yabguları nezdinde bulunan bir Türk hakîmi” sa-
yılabileceğini yazıyordu.
Daha açık bir sonuç olmalıydı. Ne yapabilirdim? Togan Hoca’nın Oğuz Des-
tanı kitabında, Oğuz Han’ın Câmiü’t-Tevârîh’te anlatılan çocukları ve to-
runları bir cetvel hâlinde sıralanmıştı. Üstelik cetvelin yan tarafında aynı
silsilenin Şecere-i Terâkime’deki karşılıkları da vardı. Cetvelin sonundaki
hükümdarlar, açıkça Selçuklu sultanları idiler. Ondan öncekiler Sâmâ-
noğulları hükümdarlarıydı. Daha öncekiler ise Kara Han, Buğra Han gibi
adlar taşıyorlardı. Demek ki onlar da Karahanlı hükümdarları idiler. Fa-
ruk Sümer de bundan şüphe etmiyordu. Öyleyse Karahanlılardan geriye
gitmemek için sebep yoktu. Geridekiler İnal Yavkuy Han, İnalsır Yavkuy
Han, Kayı İnal Han, Kayı Yavku Han gibi adlar taşıyorlardı. Yavkuy, yav-
ku… Bunlar Batı Köktürklerinin unvanları değil miydi? Elbette öyleydi.
Köktürk tarihiyle uğraşanların bildiği bir şeydi bu. Geriye doğru gidince
Batı Köktürklerine ulaşıyorduk. 2006 yılında, DTCF’nin Çağdaş Türk Leh-
çeleri ve Edebiyatları Bölümünün bir sempozyumunda sunduğum bildi-
ride bunu açıklamıştım. Dede Korkut’un vezirlik ettiği hükümdarlar, Batı
Göktürk ve onların devamı olan Türgiş hükümdarlarıydı. Bu sonuç, Dede
Korkut’un peygamber zamanında ortaya çıktığı kayıtlarına da 295 yıl ya-
şadığı rivayetine de uygun düşüyordu. Zaten Oğuz Yabgu hanedanı da Tür-
gişlerden çıkmıştı.

OCAK 2020 TÜRK DİLİ 9


Tarihî zaman Köktürklere dek ulaşınca bundan bir sonuç daha ortaya çıkı-
yordu: Köktürkler, yalnız Oğuzların ataları değildi. Karluk ve Kıpçak boy-
larının da atalarıydı. Öyleyse Dede Korkut’tan onlarda da iz kalmış olma-
lıydı. Türk Dünyası’na açılma imkânının doğuşu bize pek çok yeni bilgiyi
de getirmişti. Kıpçakların çocukları olan Kazaklar arasında yüzlerce Kor-
kut Ata efsanesi vardı. Hatta bu efsanelerde Korkut Ata, musikinin piriydi.
Öte yanda bir de Alpamış Destanı vardı. Özbeklerde, Kazaklarda, Başkurt-
larda. Sovyet Dönemi Alpamış uzmanlarından Jirmunskiy; Alpamış’ın,
Bamsı Beyrek’in paraleli olduğunu söylüyordu. Dede Korkut boylarıyla
uğraşan bilginler arasında da bu görüşe itiraz eden yoktu. Öyleyse Dede
Korkut ve onun anlattıkları, onun hakkındaki rivayetler yalnız Oğuzlarda
değil, Kıpçak ve Karluk boylarında da vardı.
Oğuz Kağan ise çok daha eskiye gidiyor ve bütün Türkleri hâkimiyeti altın-
da topluyordu. O; yalnız Oğuzların değil, bütün Türklerin hükümdarıydı.
Ebülgazi Bahadır Han, Şecere-i Terâkime’de bunu açıkça belirtiyordu. Oğuz
Han’ın 2-3 nesillik torunlarından sonra sıra yavku / yavı unvanını taşıyan
hükümdarlara gelince arada dört bin yıl vardır, diyordu. Köktürklerden
geriye doğru 4.000 yıl. Elbette bu abartılmış bir sayı idi. Ancak aradaki me-
safenin çok uzun olduğunu gösterdiği de muhakkaktı. Araştırıcıların bir-
çoğunun kabul ettiği gibi Oğuz Han, Asya Hun Hükümdarı Motun (Mete)
olmalıydı veya Togan’ın düşündüğü gibi Alp Er Tonga. Daha doğrusu des-
tan bilimcilerinin “katman” anlayışına göre, çok eski tarihlere ait birkaç
katman destanda birleşmiş olabilir ve Oğuz Kağan, birkaç hükümdarı
temsil etmiş olabilirdi. Yine de onun yaptıkları en çok Motun’a benziyordu.
Bu kadar derinlere dalmaya da aslında gerek yoktu. Destanın en eski değiş-
kesinde, Uygur harfli Oğuz Kağan Destanı’nda “Ben Uygur’un kağanıyım”
demiyor muydu? Uygur, Karluk, Kıpçak, Kalaç Türk boylarının adlarını o
vermemiş miydi? Adlarını verdiği bu beyler, hep onun ordusunun beyleri
değil miydi? Destan bize açıkça söylüyordu: Oğuz, bütün Türk boylarının
kağanı idi. Onun uranı (narası) “gökbörü” idi. Neredeyse bütün dünya-
yı hâkimiyeti altına almıştı ve güneş tuğ idi, gök ise çadır. O, bütün Türk
boylarının “cihan hâkimiyeti mefkûresi”ni temsil ediyordu. Oğuz Kağan;
yalnız Oğuzların değil, bütün Türklerindi ve bütün Türklerin “ülkü”sünün
yol başçısı idi.
Oğuznamelerle uğraşırken “Daha neler gördü bu gözlerim?” diye bir not
almış, bir yerlere yazmışım. Eh, o gördüklerimi de bir başka yazıya sakla-
yayım.

10 TÜRK DİLİ OCAK 2020

You might also like