Professional Documents
Culture Documents
Editörler
Prof. Dr. Mesut OKUMUŞ
Arş. Gör. Ömer DİNÇ
Mehmet EREN*
Giriş
Hayatının ilk 20 yılını Tunus’ta, 26 yılını Cezayir, Fas ve Endülüs’te,
4 yılını yine Tunus’ta, son 24 yılını Kahire’de geçiren İbn Haldûn (ö.
808/1406) iyi eğitim görmüş, küçük yaştan itibaren ilim ve fikir hayatına
ilgi duymuş, ayrıca siyasetin cazibesine kapılmıştır. Sık sık kabileler ara-
sında dolaşarak bedevî kabile hayatını yakından tanımış, fırsat buldukça
ilim ve öğretimle meşgul olmaya devam etmiştir. Ünlü Mukaddime’sini
böyle bir bilgi ve tecrübe birikimiyle kaleme almıştır.
İbn Haldûn’a göre, din esas itibariyle bir inşa ve olup bitene müdaha-
ledir. Bundan dolayı şer’î haberlerde vakıaya mutabakat aranmaz. Dinî
bir haberin kendisi “inşâî” olduğu için, inanıldığı vakit bir vakıaya esas
teşkil eder ve tesiri açısından diğer zorunlu ilkeler gibi gidişatı değiştirir.
Şer’î ilimler gereği gibi veya belirli bir oranda gelişmeseydi, aklî ilimlere
dair tercüme ve teliflerin yapılması mümkün olmazdı. Bu durum aynı za-
manda dinin “teklîfî emir” ihtiva etmesiyle doğrudan alâkalıdır ve bu emir
“tekvînî emir” ile birleşince, insanlığın yeryüzünü imar etmekten ibaret
olan yaratılış amacı gerçekleşmiş olur.
Kendine mahsus fikirleri ve metoduyla sonraki nesiller üzerinde de
rin etkiler uyandıran İbn Haldûn –Mukaddime’sinin gösterdiği gibi– çok
yönlü bir ilim adamıdır. Daha çok tarih ve sosyoloji alanlarında meşhur
olmakla birlikte, İslâmî ilimlerde de önemli bir birikime sahiptir. Mesela
Hadis ilmine vakıf olduğu anlaşılmaktadır. Zira bir müddet hadis hoca-
lığı yaptığı gibi, Mukaddime’sinde birçok hadis zikrederek onları anlayıp
yorumlamaya çalışmıştır. Ayrıca “ulûmu’l-hadîs” başlığı altında verdiği
bilgilerin, Hadis ilim dalında bilgisinin genişliğine ve sağlamlığına tanık-
lık eder mahiyette olduğu ifade edilir.1
*
Prof. Dr., Necmettin Erbakan Üniversitesi İlahiyat Fakültesi.
1 Mukaddime’deki hadis yorumculuğu konusunda bk. Köktaş, Yavuz, “İbn Haldûn’un Mukad-
dime Adlı Eserinde Hadis-Sosyoloji İlişkisi”, Cumhuriyet Ü. İlahiyat Fakültesi Dergisi, cilt:
VII/1, Sivas, Haziran 2003, s. 299-343.
314 Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu
A. MEHDÎ KONUSU
1. Fâtımî (Mehdî) ile İlgili Rivayetlerin Ravileri Yönünden
Değerlendirilmesi
Asırlardır Müslüman gruplar arasındaki meşhur görüş, ahir zamanda
mutlaka ehl-i beytten bir şahsın zuhur edeceği yönündedir. Mehdî deni-
len bu kişi dini kuvvetlendirecek, adaleti hakim kılacak, Müslümanlar
ona tabi olacak ve o İslâm ülkelerine hâkim olacaktır. Mehdî’den sonra;
sahih hadislerle sabit olan Deccâl’in çıkışı ve sonraki kıyamet alametle-
ri görülecek, Hz. Îsâ inip Deccâl’i öldürecek yahut yanına indiği Mehdî
Deccâl’in öldürülmesinde ona yardımcı olacak, ayrıca Hz. Îsâ namazla-
rında Mehdî’ye uyacaktır.
Âlimler, Mehdî konusunda imamların tahriç ettiği bazı hadisleri delil
olarak kullanmışlardır. Mehdî’nin zuhurunu inkâr edenler ise, bazen o
hadisleri tenkit etmişler, bazen de bazı rivayetlerle onlara karşı çıkmış-
lardır. Müteahhir mutasavvıflarının Mehdî hakkında başka bir yöntem ve
farklı bir istidlalleri vardır. Onlar bu konuda herhalde asıl metotları olan
keşfe dayanmaktadır.
Bu bilgileri veren İbn Haldûn sonra şu açıklamada bulunur: Burada,
konuyla ilgili hadisleri, münkirlerin onlara yönelik tenkitlerini ve dayanak-
larını zikrettikten sonra, mutasavvıfların sözleri ve görüşlerinden bahse-
deceğiz. Böylece inşaallah konuya dair doğru hususlar açıklanmış olacak.
Mehdî hadislerini, Ebû Davud, Tirmizî, İbn Mâce, Hâkim, Bezzâr,
Taberânî, Ebû Ya’lâ el-Mevsılî gibi bir grup imam tahriç etmiş2 ve onları
değişik isnadlarla Hz. Ali, İbn Abbâs, İbn Ömer, Talha b. Abdillah, İbn
Mesûd, Ebû Hüreyre, Enes b. Mâlik, Ebû Saîd el-Hudrî, Ümmü Habîbe,
2 Mehdî rivayetlerini topluca görmek için bk. Ebû Davud, nr. 4279-4290; Tirmizî, nr. 2230-
2232; İbn Mâce, nr. 4082-4088; Hâkim, el-Müstedrek (Beyrut, ts., I-IV), IV, 441-442, 454,
514, 554, 557-558.
International Ibn Khaldun Symposium 315
la itham edilen biri olup, zayıflığına dair imamların sözlerini uzun uzun
zikretmeye gerek yok.”10
Süleyman b. Ubeyd’den kütüb-i sitte müelliflerinin hiçbiri tahriçte bu-
lunmamıştır. Ama İbn Hibbân onu Sikât’ında zikreder, tenkidine dair
bir bilgi yoktur. Ebü’l-Vâsıl’a (Abdülhamid b. Vâsıl) gelince, kütüb-i sitte
müelliflerinden hiçbiri ondan hadis tahriç etmemiştir. İbn Hibbân onu
Sikât’ta zikrederek Enes’ten rivayet ettiğini, ondan da Şu’be ile Attâb b.
Bişr’in rivatyet ettiğini belirtir.11
Muhaddislerce hadîsü’r-râyât olarak bilinen İbn Mesûd hadisinin (İbn
Mâce, nr. 4082) ravisi Yezîd b. Ebî Ziyâd hakkında Şu’be: “raffâ’ idi” der
(yani merfû olarak bilinmeyen hadisleri merfû yapardı). Özetle, çoğunluk
onun zayıf olduğu kanaatindedir. İmamlar bu râyât hadisinin zayıflığını
açıkça ifade etmişlerdir. Ebû Kudâme, bu hadis için Ebû Üsâme’nin şöyle
dediğini duymuştur: “Şayet yanımda elli kasâme yemini edilecek olsa bile,
yine onu tasdik etmezdim. O, hiç İbrahim’in (en-Nehaî) görüşü olabilir mi?
Alkame’nin görüşü olabilir mi? Abdullah b. Mesûd’un görüşü olabilir mi?”
Ukaylî bu hadisi Duafâ’sında zikretmiş, Zehebî de “sahih değil” demiştir.
Hz. Ali’den nakledilen hadisin (İbn Mâce, nr. 4085) ravilerinden Yasin
el-Iclî hakkında her ne kadar İbn Maîn leyse bihî be’s dese de, Buhârî
onun için fîhi nazar demiştir ki, o bu ifadeyi çok zayıf raviler için kullan-
maktadır. İbn Adî el-Kâmil’de, Zehebî de el-Mîzân’da bu rivayeti zikredip,
onu Yasin el-Iclî’nin münker rivayeti kabul etmişlerdir.12
Taberânî’nin el-Evsat’ta Hz. Ali’den naklettiği hadisin (I, 56, nr. 157)
senedinde Abdullah b. Lehîa var, o zayıf olup hali maruftur. Yine Ömer
(Amr olmalı) b. Câbir el-Hadramî var, o Abdullah (b. Lehîa)’dan daha za-
yıftır. İkinci rivayetin (I, 96, nr. 291; krş. IV, 176, nr. 3905) senedinde de
Abdullah b. Lehîa var, o zayıf olup hali maruftur. (Taberânî, rivayetin Hz.
Ali’den sadece bu isnadla nakledildiğini, İbn Lehîa’nun bunu rivayette
tek kaldığını ve İbn Lehîa’dan da onu sadece Zeyd b. Ebi’z-Zerkâ’nın riva-
yet ettiğini belirtmiştir). Hâkim, bu hadisi rivayet edip “isnadı sahih, ama
iki imam tahriç etmedi” der (IV, 596). Hâkim’in rivayetinde, metinin son
tarafında farklı bir cümle olup senedinde de İbn Lehîa yoktur. Söylediği
gibi o sahih bir isnaddır.13
Hâkim, bir kişinin Hz. Ali’ye Mehdî hakkında sorması rivayetini (IV,
596) naklederek, “iki imamın şartı üzere sahih” der. (Zehebî de bu hü-
kümde ona uyar). Hâlbuki o sadece Müslim’in şartı üzere sahihtir. Zira
10 İbn Haldûn, I, 394.
11 İbn Haldûn, I, 394, 395.
12 İbn Haldûn, I, 396.
13 İbn Haldûn, I, 397.
318 Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu
senedinde Ammâr ed-Dühnî ile Yunus b. Ebî İshak vardır. Buhârî bu iki
kişinin rivayetlerini tahriç etmemiştir. Yine Amr b. Muhammed el-Abkarî
(el-Ankazî olmalı) vardır ki, Buhârî el-Ankazî’den ihticac için değil, istiş-
had için hadis tahriç etmiştir. Ammâr ed-Dühnî’nin Şiî olduğu da ilave
edilmeli. Birçok cerh-tadil âlimi Dühnî’yi sika saysa da, Ali b. el-Medînî
onun teşeyyu sebebiyle cezalandırıldığı bilgisini nakletmiştir.14
Sevbân’dan nakledilen hadisin (İbn Mâce, nr. 4084) ravileri Sahihayn
ravileridir. Ancak Zehebî ve başkaları Ebû Kılâbe (Abdullah b. Zeyd) el-
Cermî’nin müdellis olduğunu söyler. Süfyan es-Sevrî de tedlisle meşhur-
dur. İkisi de an’ane ile nakledip semalarını tasrih etmediği için rivayet ka-
bul edilmez. Yine senedde Abdürrezzak b. Hemmâm var. O da Şiî olmakla
meşhurdur. Ömrünün sonunda a’ma olup ihtilata maruz kalmıştır. İbn
Adî: “Abdürrezzak fezâile dair bazı hadisler rivayet etmiş, onlarda başka biri
kendisine muvafakat etmemiştir. Onu teşeyyua nisbet etmişlerdir” der.15
Ebû Ya’lâ’nın rivayet ettiği hadisin (el-Müsned, Dimaşk, 1984, nr.
6665) ravilerinden Beşîr b. Nehîk için Ebû Hâtim lâ yuhteccü bih dese de,
Buhârî ile Müslim onunla ihticac etmiştir. Âlimler de onu sika sayarak
Ebû Hâtim’in sözüne itibar etmezler. Yalnız senedde hali muhtelefün fîh
olan Recâ’ b. Ebî Recâ’ el-Yeşkürî olup, Buhârî ondan tek bir muallak
hadis almıştır.16
İbn Haldûn rivayetler ve tenkit edilen raviler hakkında verdiği bilgile-
rin sonunda şöyle der: “İşte bunlar, Mehdî ve onun ahir zamanda çıkışı
ile ilgili imamların tahriç ettiği hadislerin genelidir. Gördüğün gibi onlar-
dan azı, hatta pek azı tenkitten kurtulabilmiştir.”
2. Mehdî’nin Zuhurunu İnkâr Edenlerin Delili Olan Rivayet
İbn Haldûn’a göre, Mehdî’nin çıkışını inkâr edenler muhtemelen şu
rivayete dayanmışlardır: Muhammed b. Hâlid el-Cenedî > Ebân b. Sâlih/
Ebân b. Ebî Ayyâş > el-Hasen el-Basrî > Enes b. Mâlik > Hz. Peygamber:
“… Îsâ b. Meryem’den başka Mehdî yoktur.”
Yahya b. Maîn, Muhammed b. Hâlid için “sika” der. Beyhakî,
Muhammed’in bu hadisi rivayette tek kaldığını söyler. Hâkim de, onun
için ‘meçhul biri’ der. İsnadda ihtilaf edilmiştir: Bazen yukarıda verilen
isnadla (mevsûl olarak) rivayet ederler ki, bu imam Şâfiî’ye nispet edilir
(Şâfiî’nin bunu Muhammed b. Hâlid’den naklettiği söylenir). Bazen de,
Muhammed b. Hâlid > Ebân (b. Ebî Ayyâş) > el-Hasen el-Basrî > Hz. Pey-
gamber şeklinde mürsel olarak rivayet ederler.
25 Decelin kelime anlamı, bir hususu karıştırmak suretiyle o konuda muhatabı aldatmak ve
yanıltmaktır. “Âhir zamanda birtakım deccâller ortaya çıkacak” hadisindeki “deccâller” ile
“yalancılar, karıştırıcılar, göz boyayıcılar” kastedilir. Hadislerde harf-i tarifli geçen ed-Deccâl
ise, âhir zamanda çıkıp ilahlık iddia edecek belli şahıs için kullanılır. Arapça Deccâl ismi,
mübalağa kalıbında olup “yalanı ve karıştırması çok olan kişiyi” ifade etmektedir (İbnü’l-Esîr,
el-Mübârek b. Muhammed, en-Nihâye fî garîbi’l-hadîs ve’l-eser, Beyrut, 1979, II, 102).
26 İbn Haldûn, I, 403, 405. Bir hadise göre: “Daha beşikte iken sadece üç kişi konuşmuştur: Hz. Îsâ,
Cüreyc kıssasındaki çocuk ve Benî İsrail’den bir kadının çocuğu” (Buhârî, “Enbiyâ”, 48; Müslim,
“Birr”, 8). Bilgi için bk. Küçük, Abdurrahman, “Cüreyc”, DİA, İstanbul, 1993, VIII, 137-138.
27 Cündî, Abdülhalîm, el-İmâm Ca’fer es-Sâdık, Kahire 1986, s. 234.
28 Rivâyetler için bk. Buhârî, “Ahkâm”, 51; Müslim, “İmâret”, 5-10; Ebû Davud, “Mehdi”;
1; Tirmizî, “Fiten”, 46 (hasen-sahih bir hadis, der); Ahmed b. Hanbel, I, 398, 406 (İbn
Mesûd’dan); V, 86-90, 92-95, 97-101, 106, 107, 108.
322 Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu
33 Ebû Hüreyre ve Câbir b. Semüre’den nakledilen hadisler için bk. Buhârî, “Cihad”, 157; “Hu-
mus”, 8; “Menâkıb”, 25; “Eymân”, 3; Müslim, “Fiten”, 75-78; Tirmizî, “Fiten”, 41.
34 Bişr el-Has’amî/el-Ganevî’den nakledilen rivayet için bk. Ahmed b. Hanbel, nr. 18977 (Şuayb
el-Arnaût şöyle der: Ravilerden Bişr el-Has’amî’nin oğlu Abdullah meçhul olduğu için isnadı
zayıftır. el-Velîd b. el-Mugîre el-Meâfirî bu hadisi ondan rivayette tek kalmıştır. Onun hak-
kında İbn Hibbân’dan başkasının tevsîki nakledilmez); Taberânî, el-Kebîr, II, 38, nr. 1216;
Hâkim, el-Müstedrek, IV, 468 (İsnadı sahih bir hadis, ama iki imam onu tahriç etmedi” der.
Zehebî de “sahih” demiştir).
35 Ebû Saîd el-Hudrî’den nakledilen bir rivayete göre Hz. Peygamber: “Ümmetimden Mehdî ge-
lecek. Ömrü ister uzun, ister kısa olsun, o yedi veya sekiz yahut dokuz sene yaşayacak…”
buyurmuştur (Ahmed b. Hanbel, 11228. Şuayb Arnaût, “isnadı zayıf” der. Yine bk. ve krş.
nr. 11344, 11502. Şuayb Arnaût ikisi için de “isnadı zayıf” der. Hâkim, el-Müstedrek, IV, 601,
“isnadı sahih bir hadis, ama iki imam tahriç etmedi” der). Ebû Hüreyre’den nakledilen rivayet
için bk. Taberânî, el-Evsat, V, 311-312, nr. 5406. Taberânî: “Bu hadisi, Hişâm b. Hassân
> Muhammed b. Sîrîn kanalıyla sadece Muhammed b. Mervân rivayet etti. Muhammed b.
Mervân’dan nakilde de Ebû Büreyd (el-Cermî) tek kaldı” der.
36 “Kırk” rivayeti için bk. İbnü’l-Esîr, en-Nihâye, I, 20. İslâm ümmetinin ömrüne dair zaman kay-
dı ihtiva eden rivayette, el-Berâ’ b. Nâciye’nin nakline göre Abdullah b. Mesûd Rasûlüllah’ın
kendilerine şöyle buyurduğunu bildirmiştir: “İslâm’ın değirmeni (hükmü) 35 veya 36 yahut
37 sene dönmeye devam eder. Şayet Müslümanlar helak olursa, helak olan kişilerin (üm-
metlerin) yoluna uymalarındandır. Dinlerini bağlı kalırlarsa, yetmiş sene ayakta kalırlar.”
Hz. Ömer: “Yâ Nebiyyallah, geçen süre ile mi yoksa kalan süre ile mi?” diye sorunca, Hz.
Peygamber: “Hayır, bilâkis kalan süre ile” buyurmuştur (Müsnedü’ş-Şâşî, Şâmile nüshası,
nr. 822; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 566). Hâkim: “Bu, isnadı sahih bir hadis ama iki imam
onu tahriç etmedi. İsnadı (yani ravileri) üç hadis kaynağında (Sünenler olabilir) bulunmama-
sına rağmen, içinde bulunduğumuz duruma/konuya uygun hayreti mucip bilgi ihtiva ettiği
için bunu tahriç ettim” der. Zehebî de “sahih” demiştir. Bilgi için ayrıca bk. İbnü’l-Esîr, en-
Nihâye, II, 211.
37 İbn Haldûn, I, 403, 406.
324 Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu
38 en-Nevvâs b. Semân’dan: Müslim, nr. 2937 (110, 111); Ebû Davud, nr. 4321; Tirmizî, nr.
2166; İbn Mâce, nr. 4075; Ahmed b. Hanbel, nr. 17666; Hâkim, el-Müstedrek, IV, 537-
538. Hâkim: “İki imamın şartına göre sahih, ama tahriç etmediler”; Zehebî de: “Buhârî ve
Müslim’in şartına uygun” der. Hâlbuki Müslim bu rivayeti kitabına almıştır. Taberânî, en-
Nevvâs b. Semân rivayetini Müsnedü’ş-şâmiyyîn’e almış (Beyrut, 1984, I, 355, nr. 614; III,
388-389, nr. 2525); oldukça uzun olan bu rivayetin sadece yukarıdaki cümlesini ise, Evs b.
Evs ve Keysân’dan nakletmiştir (el-Kebîr, I, 217, nr. 590; XIX, 196, nr. 440).
39 Bu ifade, İbn Abbâs rivayetinde, Hz. Peygamber’in miracda gördüğü peygamberlerin şemai-
linden bahsederken Hz. Îsâ ile ilgili anlatımda geçmektedir (Buhârî, “Bedü’l-halk”, 7; Müslim,
“İman”, 268). Ama kastedilen rivayet herhalde Ebû Hüreyre’den nakledilen hadistir (Abdür-
rezzak, el-Musannef, XI, 401, nr. 20845; krş. Hâkim, el-Müstedrek, II, 651. Hâkim: “İsnadı
sahih iki imam tahriç etmedi”; Zehebî de “sahih” der). Zira bu rivayette, İbn Abbâs rivayetin-
de geçmeyen “Hz. Îsâ’nın nüzulü ve ilgili hususlara dair bazı bilgiler” bulunmaktadır.
40 Bu ifadenin geçtiği rivayet bulunamadı.
41 İlletli sayılan bu rivayet hakkında bilgi ve değerlendirme daha önce geçmişti.
42 İbn Haldûn, I, 407. Abdülhak b. İsmail el-Bâdisî için bk. Uludağ, Süleyman, “Bâdisî”, DİA,
İstanbul, 1991, IV, 420.
International Ibn Khaldun Symposium 325
- Ebû Bekr b. İshak > Abdullah b. Ahmed b. Hanbel > Ahmed b. Mu-
hammed b. Eyyub > İbrahim b. Sa’d > Muhammed b. İshak > Muham-
med b. İkrime > Saîd b. Cübeyr > İbn Abbâs: “Rasûlüllah Medine’ye
geldiğinde Yahudiler şöyle diyordu: ‘Bu dünya sadece yedi bin yıldır.”51
- İbn Humeyd > Yahya b. Vâdıh > Yahya b. Yakub > Hammâd > Saîd b.
Cübeyr > İbn Abbâs: “Dünyanın ömrü, ahiret cumalarından bir Cuma
kadar olup yedi bin yıldır. Altı bin yüz yılı geçmiştir. Sonunda mutlaka
bir yüz sene gelecek o zaman üzerinde hiçbir muvahhid kalmayacak.”52
Son rivayetin metni Yahudilere nispet edilmese de, bunun onlardan
alınmış olması büyük ihtimaldir. Zira İbn Abbâs ehl-i kitaptan –bilhassa
Ka’bu’l-Ahbâr’dan– bilgi nakleden sahabilerin başında gelir. Dolayısıyla
onlardan nakledildiği belli olan yukarıdaki haberlere itimat edilmez.
b) Sahîhaynda bulunan bir hadise göre Rasûlüllah şöyle buyurmuştur:
“Önceki ümmetlerin ömrüne göre sizin ömrünüz, ikindi namazı vaktinin
başından güneşin batışına kadar olan süre gibidir.”53 Yine şöyle buyu-
rur: “Ben, kıyamete sadece şu kadarcık bir süre kala kala gönderildim.”54
Kendisi ile kıyamet arasındaki sürenin kısalığını, işaret ve orta parmağı
arasındaki uzunluk farkıyla göstermiş ve ikindi namazıyla güneşin batışı
arasındaki zaman ile takdir etmiştir. İki takdirde de, müddet yaklaşık
yedide (altıda olmalı) birin yarımı (1/12) olmaktadır. (Gün 24 saat oldu-
ğuna göre, bu da iki saatlik zaman dilimine tekabül eder). Yani (İslâm’ın
zuhurundan itibaren dünyanın ömrü) tam bir ahiret cumasının yedide
(altıda olmalı) birinin yarımı olup o da 500 senedir. (Dünyanın toplam
ömrü altı bin sene idi). Nitekim Hz. Peygamber’in şu sözü de bunu teyit
eder: “Allah, bu ümmeti yarım gün sonraya bırakmaktan aciz değildir.”55
Bu hesaplama gösteriyor ki, İslâm’ın zuhurundan önce dünyanın
yaşı 5500 senedir. Vehb b. Münebbih’ten “geçen sürenin 5600 sene”,
Ka’b’dan da “dünyanın ömrünün 6000 sene olduğu” bilgisi nakledilir.
Süheylî bu görüşe şöyle itiraz eder: “İki hadiste de, Taberî’nin zikrettiği
husususa şahitlik/delalet edecek bir şey yoktur. Üstelik vakıa da bu bil-
ginin tersinedir. (Yani hicretten 500 sene geçtiği halde dünya yok olma-
mıştır). (Süheylî şöyle devam eder): “Allah, bu ümmeti yarım gün sonraya
bırakmaktan aciz değildir” sözü, yarım günden fazla müddetin nefyini
gerektirmez. “Ben kıyamete şu kadarcık kala gönderildim” beyanında da,
sadece kıyametin yakınlığına, kendisiyle kıyamet arasındaki zaman dili-
minde başka bir peygamber, şeriatinden başka bir şeriat gelmeyeceğine
işaret vardır.” Süheylî daha sonra tahkiki yapılamayacak başka bir yön-
temle İslâm ümmetinin ömrünü tayin ve takdir etmeye çalışır.56
Derim ki (İbn Haldûn): Hurûf-u mukattaanın muktezayât ve fevâidinden
ötürü bu hesabın “uzak ihtimal olmama”sı, zahir olmasını ve ona dönme-
yi gerektirmez. (Yani hurûf-u mukattaa ile yapılan söz konusu hesapla-
ma, kendisine yönelmeye ve itimada şayan değildir). Süheylî’yi bu izaha
sevkeden, İbn İshak’ın Siyer’inde bulunan ilginç bir kıssa olup ona göre
Yahudi âlimlerinden Ahtab’ın iki oğlu Ebû Yâsir ile Hay, huruf-u mukat-
taadan hareketle böyle bir hesaplama yapmaya çalışmışlardır. Ancak
İbn İshak (o iki Yahudi’nin yanlış tevilini reddetmek için): “Bunun üze-
rine, ‘onun bazı ayetleri muhkem olup onlar kitabın aslıdır, diğerleri de
müteşâbihtir’ (Âl-i İmrân, 3/7) ayeti nazil oldu” der.
Malum ola ki, İslâm ümmetinin ömrünün söz konusu sayı ile tayin
ve takdirine dair bu kıssadan yeterli bir delil çıkmaz. Zira bu harflerin
(ebced hasabına göre) ilgili sayılara delaleti, ne delâlet-i tabîiyye, ne de
delâlet-i akliyyedir. Bilâkis vaz’ ve ıstılaha binaen onlara delaleti sadece
delâlet-i vaz’iyye kabilinden olup buna cümmel hesabı adı verilir. Evet,
bu hesaplama usulü eski ve meşhur bir yöntemdir. Ancak ıstılahın (kul-
lanımın) eski olması delil olmaz. Ayrıca, Ebû Yâsir ile kardeşi Hay bu
konuda görüşleri delil alınacak kişilerden olmadıkları gibi, onlar Yahudi
âlimlerden de değillerdir. Her milletin avamı gibi onlar da bu tür hesap-
lamayı kulaktan duyma öğrenmişlerdir o kadar. Dolayısıyla onların iddia
ettiği şeyde Süheylî için bir delil olması söz konusu değildir.
3. İslâm Ümmetinde Zuhur Edecek Yönetim Grupları Hakkında
Genel Rivayetler
(Başlangıçtan kıyamete kadar) İslâm ümmetinde çıkacak yönetim
grupları özelinde genel bilgi veren müsned (senedi muttasıl merfû) bir
hadis vardır. Ebû Davud’un Huzeyfe b. Yemân’dan tahriç ettiği o hadiste
Huzeyfe şöyle der: “Vallahi, arkadaşlarım şu bilgiyi unuttu mu yoksa
unutmuş gibi mi davranıyorlar bilmiyorum (yani onu niye nakletmiyor-
lar): Vallahi, Rasûlüllah dünyanın sonuna kadar zuhur edecek her bir
(fitne) grubun(un) beraberinde üç yüz ve daha fazla kişi bulunacak lide-
rini kendi, baba ve kabilesinin ismiyle mutlaka bize bildirdi.”57 Ebû Da-
vud bu hadis hakkında susar. Risâle’sinde belirttiği gibi onun Sünen’inde
sükût ettiği hadisler salihtir.58
Sahih kabul edildiği takdirde bu rivayet mücmel olup icmalinin beya-
nı ve müphemâtının tayini hususunda isnadları sağlam başka rivayetlere
muhtaçtır. O, Ebû Davud’un Sünen’i dışında başka kitaplarda farklı se-
nedlerle gelmiştir (İbn Haldûn böyle dese de başka kaynakta bulunamadı).
Sahîhayn’da Huzeyfe’nin şu sözü vardır: “Hz. Peygamber bize bir konuşma
yaparak/aramızda bir yerde durarak, onda/bulunduğu yerden ayrılma-
dan, kıyamet kopana kadar olacak her şeyi anlattı. Bu konuşmayı belleyen
belledi, unutan da unuttu. (Onu işte şu arkadaşlarım da bilmektedir) …”59
Tirmizî, Ebû Saîd el-Hudrî’den şu hadisi nakleder: “Rasûlüllah bir
gün bize ikindi namazını erkenden kıldırmıştı. Sonra uzun bir konuşma
yaparak kıyamet kopana kadar olacak her şeyi anlattı. Bu konuşmayı
belleyen belledi, unutan da unuttu. (Şu cümleler o konuşmadandır:…)60
Bu hadislerin tamamı, başka bir şeye değil ancak Sahîhaynda bu-
lunan genel fiten ve eşrât hadislerine hamledilir. Zira Hz. Peygamber’in
âdeti, bu gibi konulardan genel olarak bahsetmektir. (Yani söz konusu
rivayetleri belli gruplara hamletmek hadislerin bilinen ifade tarzına ters
düşer). Dolayısıyla Ebû Davud’un ilgili tarikte tek kaldığı ziyade (berabe-
rinde üç yüz ve daha fazla kişi bulunacak liderlerin kendi, baba ve kabile
isimleriyle bildirilmesi) şaz ve münkerdir. Ayrıca cerh tadil âlimleri o ha-
disin ravilerine dair hükümde de ihtilaf etmişlerdir. O halde, söz konusu
ziyade şaz olmasının yanında bu yönlerden de zayıf sayılır.61
4. Kitâbü’l-Cefr’in Mahiyeti
Cefr ve Cifr şeklinde telaffuz edilen kavram, daha çok “Şiîler tarafın-
dan geleceğe ilişkin haberleri ihtiva ettiği öne sürülen ve Hz. Ali ile Cafer
es-Sâdık’a nispet edilen eserlere” verilen isimdir. Şîa bir de Câmia isimli
kaynaktan bahseder. Bazen bunlar ikisi birlikte el-Cefr ve’l-Câmia şek-
linde de kullanılır.62 Cefr’in Câmia’dan başka olduğuna dair birbirini des-
63 Cündî, s. 185.
64 İbn Haldûn, I, 415-416.
332 Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu
65 İbn Haldûn, I, 416. Burçlar hakkında bilgi için bk. I, 417-418. Zühal, Satürn; Müşterî ise,
Jüpiter gezegenidir.
66 İlk İslâm filozofu ve Meşşai ekolünün kurucusu sayılan Kindî ve eserleri için bk. Kaya, Mah-
mut, “Kindî, Ya’kub b. İshak”, DİA, Ankara, 2002, XXVI, 41-57.
67 İbn Haldûn, I, 418, 419.
68 Hakkında bilgi için bk. Dizer, Muammer, “Ebû Ma’şer el-Belhî”, DİA, İstanbul, 1994, X, 182-184.
International Ibn Khaldun Symposium 333
69 İbn Haldûn, I, 420. İbn Haldûn, Yakub b. İshak el-Kindî’den sonra yönetimler ve olacak
olaylar (el-hıdsân) hakkında manzum, mensur ve recez halinde telif edilmiş el-Melâhim adlı
birçok eser hakkında bilgi vermektedir. Bunların bir kısmı genel olup İslâm ümmetinin
hıdsânına, bir kısmı da özel olup belli bir yönetimin hıdsânına dairdir (I, 421-426).
70 İbn Haldûn, I, 389.
334 Uluslararası İbn Haldun Sempozyumu