You are on page 1of 2844

■WHM

İÇ HASTALIKLARI
PRENSİPLERİ
CİLT: 1
EDİTÖRLER Ç E V İR İ EDİTÖRÜ

EUGENE 3RAUNWALD, :.,o, MD(Hon), ScD(Hon) Prof.Dr. YAHYA SAGLIKER


Distinguished Hersey Professor of Medicine, ISURAT, Uluslararası Üremik Araştırmalar ve Toksisite Dem.Seçilmiş
Başkanı
Faculty Dean for Academic Programs at Brigham and
IFKF, Uluslararası Böbrek Vakıfları Federasyonu Bir Önceki Genel
Women's Hospital and Massachusetts General
Sekreteri
Hospital, Harvard Medical School; Vice-President for
Ulusal Böbrek Vakfı Kurucu Başkanı
Academic Programs, Partners Healthcare Systems,
Hipertansiyon Demeği Kurucu Başkanı
Boston
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nefroloji-Hipertansiyon Bilim Dalı Öğretim Üyesi
Adana, Türkiye
ANTHONY S. FAUCI, MD ScD(Hon)
Chief, Laboratory of Immunoregulation; Director,
National Institute of Allergy and Infectious Diseases, ÇEVİRİ EDİTÖR YARDIMCILARI
National Institutes of Health, Bethesda
Prof Dr. YAKUP SARICA
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Nöroloji Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi-Adana, Türkiye
DENNIS L. KASPER, mo ma{Hoo)

William ellery Channing Professor of Medicine,


Professor ofMicrobiology and Molecular Genetics, Yrd.Doç.Dr, TAMER C.İNAİ.
Executive Dean for Academic Programs, Harvard Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Medical School; Director, Channing Laboratory, Biyokimya Ana Bilim Dalı Öğretim Üyesi-Adana, Türkiye
Department of Medicine, Brigham and Women's
Hospital, Boston Yrd.Doç.Dr,ABD V LLAH CANATAROĞLU
Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Romatoloji-İmmünoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi
STEPHEN L. HAUSER, md Adana, Türkiye
Betty Anker Fife Professor and Chairman,
Department of Neurology, University of California San Yrd.Doç.Dr. .BİROL GÜVENÇ
Francisco, Çukurova Üniversitesi Tıp Fakültesi
Hematoloji Bilim Dalı Öğretim Üyesi-Adana, Türkiye

OAN L. LONGO, mo

Scientific Director, National Institute on Aging, UVJOr. MEHMET HOROZ


Harran Üniversitesi Tıp Fakültesi
National Institutes of Health, Bethesda and Baltimore
Nefroloji B.D. Öğretim Görevlisi, Şanlıurfa, Türkiye

J. L W h Y M ^ e s o t i .10 , MO • * »’ L .S A Ğ U K F R O /A ' \YNAK


Irving S. Cutter Professor and Chairman, Sağlıker Nefroloji-Hipertansiyon Ünitesi Sorumlu Hekimi
Department of Medicine, Northwestern University Ulusal Böbrek Vakfı Kurucu Üyesi
Medical School; Physician-in-Chief, Northwestern Hipertansiyon Demeği Kumcu Üyesi
Memorial Hospital, Chicago Kuvayımilliye Dergisi Sağlık Köşesi Yazan, Adana, Türkiye

2004
İÇİNDEKİLER

Katkıda bulunanlar 14. Karın Ağrısı 67


Önsöz William Silen
Mert Umut Özkaynak, Yahya Sağlıker Uğur Güney Ergün, Nafiz Bozdemir

Bölüm Bir 15. Başağrısı,Migren ve küme Tipi Başağrısı 70


K LİN İK T IB B A G İRİŞ Neil H. Raskin, Stephen J. Peroutka
Kürşat Özşahin, Yahya Sağlıker

1. Tıbbı Uygulama 1 16. Sırt ve Boyun Ağrısı 79


Editörler
John W. Engstrom
Pırıl Sağlıker Özkaynak, Yahya Sağlıker
Mustafa Aktekin
2. Klinik Tıpta Etik Konular 5
Bernard Lo
K ISIM 2
Pırıl Sağlıker Özkaynak, Yahya Sağlıker
VÜCUT SICA K LIĞ IN D A D E Ğ İŞ İK L İK L E R
3. Klinik Tıpta K arar Verme 8
Daniel B. Mark, 17. Ateş ve Hipertermi 91
Didem Arslan, Yahya Sağlıker Charles A. Dinarello, Jeffrey A. Geifand
Tuncay Özgünen
4. Klinik Tıpta Ekonomik Konular 14
Daniel B. Mark 18. Ateş ve DÖKÜNTÜ 95
Fatih Köse, Yahya Sağlıker Elaine T. Kaye, Kenneth M. Kaye
Mehmet Derya Onuk
5. Çevresel ve Mesleki Tehlikelerin Hastalık üzerine
Etkileri 19 19. Aniden Rahatsızlanan İnfekte Ateşli Hastaya
Howard Hu / Frank E. Speizer Yaklaşım 102
Serkan Yaraş, Yahya Sağlıker Tamar F. Barlam, Dennis L. Kasper
Ejder Küçükaltun, Yahya Sağlıker
6. Kadın Sağlığı 21
Anthony L. Komaroff, Celeste Robb-Nicholson, 20. Hipotermî ve Frostbite (Soğuk Çalması) 107
Andrea E. Dunaif Daniel F. Danzl
Serkan Yaraş, Yahya Sağlıker Kürşat Özşahin, Yahya Sağlıker

7. Gebelikte Görülen Tıbbi Bozukluklar 25


Robert L. Barbieri / John T, Repke
K ISIM 3
Kürşat Özşahin, Yahya Sağlıker
SİNİR SİSTEM İN İN FO N K SİYO N B O Z U K L U K L A R I
8. Adölesan Sağlık Sorunları 31
Mehul T. Dattani I Charles G.D. Brook 21. Baygınlık, Senkop, Baş dönmesi, ve Vertigo 111
Burhan Özdil, Yahya Sağlıker Robert B. Darojf, Mark D. Carlson
Yakup Sarıca
9. Geriatrik Tıp 36
Neil M. Resnick 22. Güçsüzlük, Myalji, Hareket Bozuklukları ve
Şule Oktay, Yusuf Karataş Dengesizlik 119
Richard K. Olney, Michael J Aminoff
10. Koruyucu Hekimliğin İlkeleri 46 Yakup Sarıca, Ayşe Filiz Koç
Maureen TConnelly / Thomas S. Inui
Bünyamin Sarıtaş, Yahya Sağlıker 23. Uyuşma, Karıncalanma, ve Duyu Kaybı 128
Arthur K. Asbury
11. Alternatif Tıp 49 Mün'ıfe Neyal
Adriane Fugh-Berman
Meral Keyer Uysal 24. Akut Konfüzyonel Durumlar ve Koma 132
Allan H. Ropper
B ölüm İk i Münife Neyal
HASTALIKLARIN ANA B U L G U L A R I VE TAKDİM
ŞEK İLLERİ 25. Afaziler ve Diğer Fokal Serebral Bozukluklar 140
M.-Marsel Mesulam
KISIM 1 Mustafa Yılmaz
AĞRI
26. Hafıza Kaybı ve Demans 148
12. Ağrı: Patofizyoloji ve Yönetim 55 Thomas D. Bird
Howard L. Fields, Joseph B. Martin Mustafa Yılmaz
Dilek Özcengiz
27. Uyku Bozuklukları 155
13. Göğüs Ağrısı ve Çarpıntı 60 Charles A. Czeisler, John W. Winkelman,
Thomas H. Lee Gary S. Richardson
Şeydi Okumuş, Yahya Sağlıker Yakup Sarıca
43. Kilo Kaybı 250
Carol M. Reife
Birol Özer, Ender Serin , Yahya Sağlıker
28. Göz Hastalıkları 164
44. Gastrointestinal Kanamalar 252
Jonathan C. Horton
Loren Laine
Altan A.Özcan
Kürşat Özşahin, Yahya Sağlıker
29. Tat, Koku, ve İşitme Bozuklukları 179
45. Sarılık 255
Anıl K. Lalwani, James B. Snow, Jr,
Daniel S. Pratt, Marshall M. Kaplan
Yücel Akbaş
İdris Emir, Güven Gül, Yahya Sağlıker
30. Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları 187
46. Abdominal Şişlik ve Assit 260
Marlene Durand, Michael Joseph
Robert M. Glickman
Yücel Akbaş, Cengiz Özcan
Mustafa Aktekin
31. Hastalıkların Oral Belirtileri 193
John S. Greenspan
Yücel Akbaş, Cengiz Özcan

47. Azotemi ve İdrar Anormallikleri 262


Bradley M. Denker, Barry M. Brenner
Ejder Küçükaltun, Yahya Sağlıker

32. Dispne ve Pulmoner Ödem 199 48. İnkontinans ve Alt Üriner Sistem Yakınmaları 268
Roland H. Ingram, Jr., Eugene Braunwahl Philippe E. Zimmern, John D. McConnell
Mehmet Aksoy Bülent Soyupak

33. Öksürük ve Hemoptizi 203 49. Sıvı ve Elektrolit Bozuklukları 271


Steven E. Weinberger, Eugene Braunwald Gary G. Singer, Barry M. Brenner
Cemal Sağlıker, Yahya Sağlıkçı- Tamer C. İnal

34. Kardiyak Üfürümlü Hastaya Yaklaşım 207 50. Asidoz ve Alkaloz 283
Patrick T. O'Gara, Eugene Braunwald Thomas D. DuBose, Jr.
İlyas Akdemir, Serdar Soydinç Tamer C. İnal

35. Hipertansiyonlu Hastaya Yaklaşım 211


Gordon H. Williams
Pırıl Sağlıker Özkayııak, Yahya Sağlıkçı-
51. Erektil Disfonksiyon 291
36. Hipoksi ve Siyanoz 214
Kevin T. McVary
Eugene Braunwald
Şaban Doran
Mehmet Necdet Akkuş
52. Menstürasyon Düzensizlikleri veKadınlarda Sık
37. Ödem 217
Görülen Diğer Jinekolojik Yakınmalar 295
Eugene Braunwald
Bruce R. Carr, Karen D. Bradshaw
Banu Karlılar,Sıddık Momin Adam, Yahya Sağlıker
Aytekin Altıntaş
38. Şok 222
53. Hirsutismus ve Virilizasyon 297
Ronald V. Maier
David A. Ehrmann
Fatma Yiğit,Yahya Sağlıker
Aytekin Altıntaş
39. Kardiyovasküler Kollaps, Kardiak Arrest ve
54. İnfertilite ve Fertilite Kontrolü 301
Ani Kardiyak Ölüm (SCD) 228
Janet E. Hail
Robert J. Myerburg, Agustin Castellanos
Aytekin Altıntaş
Dilek Özcengiz

55. Deri Hastalığı olan Hastaya Yaklaşım 305


40. Disfaji 233 Thomas J. Lawley, Kim B. Yancey
Raj K. Goyal Varol Aksungur
Figen Doran
56. Ekzema, Psöriazis, Kutanöz İnfeksiyonlar,
41. Mide Bulantısı, Kusma, ve Hazımsızlık 236 Akne ve Diğer Deri Bozuklukları 309
William L. Hasler Robert A. Swerlick, Thomas J. Lawley
Figen Doran Murat Durdu, Aydın Yücel

42. Diare ve Konstipasyon 241 57. İç Hastalıkların Deri Belirtileri 315


David A. Ahlguist, Michael Camitleri Jean L. Bolognia, Irwin M. Braverman
Kemal Kul, Mustafa Güçlü Aydın Yücel
içindekiler

58. İmmünolojik Mekanizmalarla Gelişen Deri 71. İlaçların Yan (Toksik) Tesirleri 430
Hastalıkları 331 Alastair J.J. Wood
Kim B. Yancey, Thomas J. Lawley Yusuf Karataş
Soner Uzun
72. Otonomik Sinir Sisteminin Fizyolojisi ve
59. Kütanöz İlaç Reaksiyonları 336 Farmakolojisi 438
Robert S. Stern, Olivier M. Chosidow, Lewis Landsberg, James B. Young
Bruce U. Wintroub Cemil Göçmen
Varol Aksungur
Bölüm Beş
60. Fotosensitivite ve Diğer Işık Reaksiyonları 342 BESLENME
David R. Bickers
Gül Denli, Sühan Günaştı 73. Besin Gereksinimleri ve Diyet Değerleri 451
•CİSİM 10 Johanna Dwyer
HEMATOLOJİK D EĞ İŞİKLİKLER Sema Şimşek, Yahya Sağlıker

61. Anemiler ve Polisitemiler 348 74. Kötü Beslenme ve Beslenmeye ilişkin


John W. Adamson, Dan L. Longo Değerlendirme 455
Yurdanur Kıiınç Charles H. Halsted
Sema Şimşek, Yahya Sağlıker
62. Kanama ve Tromboz 354
Robert I. Handin 75. Vitamin ve Eser Mineral Eksikliği ve Fazlalığı 461
Cengiz Beyan, Oral Nevruz Robert M. Russell
Tamer C. İnal
63. Lenfadenomegali ve Splenomegali 360
Patrick H. Henry, Dan L. Longo 76. Enteral ve Parenteral Nütrisyon Tedavisi 470
Emel Gürkan Lyn Howard
Ender Serin, Cengiz Pata
64. Granülositlerin ve Monositlerin Hastalıkları 366
Steven M. Holland, John I. Gallin 77. Obezite 479
Celalettin Camcı Jeffrey S, Flier
Kemal Bakır
Tıpta ve Fizyolojide Nobel Ödülü, 1990 374
Joseph Edward Murray t Edward D om ail Thomas 78. Yeme Bozuklukları 486
Işıl Öcal B. Timothy Walsh
Ejder Küçükaltun, Yahya Sağlıker
Bölüm Üç
GENETİK VE HASTALIK Holüm Altı
ONKOLOJİ VE HEMATOLOJİ
65. İtısan Genetiğinin İlkeleri 375
J. tarry Jameson, Peter Kopp KISIM 1
Halil ^asap, Mülkiye Kasap N E G P L A ST IK H A STA LIK LA R

66. Kromozom Düzensizlikleri 396


79. Kanserli Hastaya Yaklaşım 491
Terry Hassold, Stuart Schwartz
Dan L. Longo
Halil Kasap, Mülkiye Kasap
Şükran Sevimli, Yahya Sağlıker
67. Mitokondrial Genetik Bozuklukların Neden Olduğu
80. Kanserin Önlenmesi ve Erken Saptanması 497
Hastalıklar 404
Otis W. Brawley, Barnett S. Kramer
Donald R. Johns
Mehmet Horoz, Yahya Sağlıker
Halil Kasap, Mülkiye Kasap

68. Tarama, Danışma ve Genetik Bozuklukların 81. Kanser Genetiği 503


Önlenmesi 407 Francis S. Collins, Jeffrey M, Trent
Susan Miesfeldt, J. Larry Jameson Mülkiye Kasap, Halil Kasap
Mülkiye Kasap, Belde Kasap
82. Kanserin Hücre Biyolojisi 509
69. Gen Tedavisi 412 Robert G. Fenton, Dan L. Longo
Mark A. Kay, David W. Russell Kemal Bakır
Halil Kasap, Mülkiye Kasap
83. Angiogenez 517
Tipta vs Fizyolojide Nehri Ödülü, 1905 Judah Folkman
Robert Koch Kemal Bakır
Mülkiye Kasap, Halil Kasap, Işıl Öcal
84. Kanser Tedavisinin Prensipleri 530
Bolum üort Edward A. Sausville, Dan L. Longo
K L İ N İ K EARMASOl OJİ Yurdanur Kıiınç

70. İlaçla Tedavi İlkeleri 419 85. Kanserli Hastalarda İnfeksiyonlar 547
John A. Oates, Dan M. Roden, Grant R. Wilkinson Robert Finberg
Şule Oktay, Yusuf Karataş Hayrettin Akdeniz
86. Melanoma ve Diğer Deri Kanserleri 554 Michael C. Perry, Dan L. Lonp
Arthur J. Sober, Howard K. Koh, Gregory P. Wittenberg, Belgin Büyükakıllı
Carl V. Washington, Jr.
Celalettin Camcı Kİ.SİM 2
H KM ATOPOEZ BOZUKLUKLARI
87. Baş Boyun Kanseri 559
Everett E. Vokes 104. Hematopoez 653
Yücel Akbaş Peter J. Quesenberry, Gerald A. Colvin
Mustafa Dikilitaş, İsmet Aydoğıiu
88. Akciğer Neoplazmları 562
John D. Minna 105. Demir Eksikliği ve Diğer Hipoproliferatif Anemiler 660
Ali Özdülger John W. Adamson
Oral Nevruz, Birol Güvenç
89. Meme Kanseri 571
Marc E. Lippman 106. Hemoglobinopatiler 666
Melek Koksal Erkişi Edward J. Benz, Jr.
Yurdanur Kılmç
90. Gastrointestinal Kanal Kanserleri 578
Robert J. Mayer 107. Megaloblastik Anemiler 674
Alper Akınoğlu, H. Mehmet Haznedar Bernard M. Babior, H. Franklin Bunn
Çağatay Ünsal, Birol Güvenç
91. Karaciğer ve Safra Yolları Tümörleri 588
Jules L. Dienstag, Kurt J. Isselbacher 108. Hemolitik Anemiler ve Akut Kan Kaybı 681
Birol Özer, Ender Serin, Yahya Sağlıker H. Franklin Bunn, Wendell Rosse
Pervin Topçuoğlu, Meltem KurtYüksel, Yahya Sağlıker
92. ankreas Kanseri 591
Robert J. Mayer 109. Aplastik Anemi, Miyelodisplazi, ve İlişkili İlik Yetmezliği
Mahmut Akgöz,Yahya Sağlıker Sendromları 692
Seal S. Young
93. Gastrointestinal Sistem ve Pankreasta Endokrin
Mustafa Dikilitaş, İsmet Aydoğdü
Tümörleri 593
Robert T. Jensen 110. Polistemi Vera ve Diğer Miyeloproliferatif
Yüksel Gümürdülü,Yahya Sağlıker Hastalıklar 701
604 Jerry L. Spivak
94. Mesane ve Böbrek Hücre Karsinoması
Howard I. Seher, Robert J. Motzer Süleyman L. Dinçerler
Bülent Soyupak
111. Akut ve Kronik Miyeloid Lösemiler 706
95. Prostat Bezinin Hiperplazik ve Malign Hastalıkları 608 Me ir Wetzler, John C. Byrd, Clara D. Bloomfield
Howard /. Seher Berksoy Şahin
Atilla Arıdoğan
112. Lenfoid Hücre Malignensileri 715
James O. Armitage, Dan L. Longo
96. Testis Kanseri 616
Zahit Bolaman
Robert J. Motzer, George J. Bosl
Nihat Satar 113. Plazma Hücre Hastalıkları 727
Dan L. Longo
97. Jinekolojik Kanserler 620
İmdat Dilek
Robert C. Young
Aytekin Altıntaş 114. Transfüzyon Biyolojisi ve Tedavisi 733
Jeffery S. Dzieczkowski, Kenneth C. Anderson
98. Yumuşak Doku ve Kemik Sarkomları ve Kemik
Gürhan Kadıköylü, Zahit Bolaman
Metastazları 625
Shreyaskumar R. Patel, Robert S. Benjamin 115. Kemik İliği ve Kök Hücre Transplantasyonu 739
Elif Güler Frederick R. Appelbaum
Atila Tanyeli
99. Primer Yeri Bilinmeyen Metastatik Kanser 628
Richard M. Stone K ISIM 3
Elif Güler .'IEM OSTAZ BO ZU K LU K LA RI

100. Paraneoplastik Sendromlar 632 116. Trombosit ve Damar Duvarı Bozuklukları 745
Bruce E. Johnson Robert I. Handin
Fatin Koçak, Yahya Sağlıker Yurdanur Kılmç

101. Paraneoplastik Nörolojik Sendromlar (PNNS) 636 117. Koagülasyon ve Tromboz Bozuklukları 751
Muhammad T. Al-Lozi, Alan Pestronk Robert I. Handin
Süleyman Alıcı Emel Gürkan

102. Onkolojik Aciller 642 118. Antikoagülan, Fibrinolitik, ve Antitrombostik Tedavi 758
Rasim Gucalp, Janice Dutcher Robert I. Handin
Kazım Uygun, İrfan Çiçin A.Uğur Ural
103. Kanser ve Tedavisinin Geç Sonuçları 650 Tıpta "e Fh.yMojUe el O lii'ii, U. 0
içindekiler

Karl Landsreiner
Klinik Yaklaşım 839
Işıl Öcal King K. Holmes
Tıpta ve Fizyolojide Nobel Ödülü, 1962 Ali Kaya

Francis Harry Compton Crick, James Dewey Watson, 133. Pelvik İnflamatuar Hastalık 848
Maurice Hugh Frederick Wilkins King K. Holmes, Robert C. Brunham
Işıl Öcal ytekin Altıntaş
KISIM 3
Bölüm Yedi
K LİN İK SE N D R O M LA R : HASTANE KÖKENLİ
EN FEK SİYO N H A STA LIK LA R I
EN FEK SİYO N LA R
KISIM 1
EN FEKSİYON HA STA LIKLA RIN D A T E M E L DÜ ŞÜ N CELER
134. Hastanede Enfeksiyon Kontrolü 853
Robert A. Weinstein
119. Enfeksiyon Hastalıklarına Giriş: Konak-Parazit Aylin Dalkıran, Neşe Saltoğlu
İlişkileri 763
Lawrence C. M adoff, Dennis L. Kasper 135. Hastanede Edinilmiş ve Damar İçi Araca İlişkin
Mesut Yılmaz, Recep Öztürk Enfeksiyonlar 857
Dori F. Zaleznik
120. Mikrobiyal Patogenezin Moleküler Mekanizmaları 767 Neşe Saltoğlu
Gerald B. Pier
Bilgül Mete, Recep Öztürk 136. Transplant Alıcılarında Enfeksiyonlar 860
Robert Finberg, Joyce D. Fingeroth
121. İnfeksiyon Hastalıklarının Laboratuar Tanısı 775 Neşe Saltoğlu
Andrew B. Onderdonk KISIM 4
Recep Öztürk B A K T E R İY E L H A STA LIK LA RIN fEDA VİSİN E YAKLAŞIM

122. Bağışıklama Prensipleri ve Aşı Kullanımı 780


Gerald T. Keusch, Kenneth J. Bart 137. Bakteriye! Enfeksiyonların Tedavi ve Profilaksisi 867
Aysan Murtezaoğlu, Recep Öztürk Gordon L. Archer, Ronald E. Polk
Neşe Saltoğlu
123. Uluslararası Seyahatte Sağlık Önerileri 793 KISIM 5
J.S. Keystone, P.E. Kozarsky G R A M -P O Z İT İF B A K T E R İL E R İN NEDEN OLDUĞU
Aygül Doğan Çelik, Recep Öztürk E N FEK SİYO N LA R
K ISIM 2
K LİN İK SK N D RO M LA R :TO PLU M KAYNAKÇI
İN FEK SİY O N LA R 138. Pnömokokların Neden Olduğu Enfeksiyonlar 882
Daniel M. Musher
Yeşim Taşova
124. Sepsis ve Septik Şok / 799
Robert S. Munford 139. Stafilokokların Neden Olduğu Enfeksiyonlar 889
Ali Kaya Jeffrey Parsonnet, Robert L. Deresiewicz
Yeşim Taşova
125. Nedeni Bilinmeyen Ateş 804
Jeffrey A. Gelfand 140. Streptokoklar ve Enterokoklar ile Oluşan
Ali Kaya Enfeksiyonlar 901
Michael R. Wessels
126. İnfektif Endokardit 809
Yeşim Taşova
Adolf W. Karchmer
Ali Kaya 141. Difteri, Diğer Korinebakteriler ile Oluşan
Enfeksiyonlar ve Antraks 909
127. Isırık ve Yanıkların İnfeksiyöz Komplikasyonları 817
Randall K. Holmes
Lawrence C. Madoff /
Yeşim Taşova
Ali Kaya
142. Listeria Monocytogenezin neden olduğu
128. Deri, Kas, ve Yumuşak Doku İnfeksiyonları 821
Enfeksiyonlar 915
Dennis L. Stevens
Anne Schuchat, Claire V. Broome
Ali Kaya
Aydın Karaarslan
129. Osteomiyelit 825 143. Tetanoz 918
James H. Maguire Elias Abrutyn
Ali Kaya
Aydın Karaarslan, Ebru Us

130. Batın içi İnfeksiyonlar ve Abseler 829 144. Botulizm 920


Dori F. Zaleznik, Dennis L. Kasper Elias Abrutyn
Şaban Çavuşlu Aydın Karaarslan, Emel Sesli Çetin

131. Akut İnfeksiyöz İshaller ve Bakteriyel Besin 145. Gazlı Gangren, Antibiyotik İlişkili Kolit, ve Diğer
Zehirlenmesi 834 Clostridial Enfeksiyonlar 922
Joan R. Butterton, Stephen B. Calderwood Dennis L. Kasper, Dori F. Zaleznik
Oral Öncül Devran Gerçeker <isı M 6
132. Cinsel Yolla Bulaşan Hastalıklar: Genel Bakış ve
162. Veba ve Diğer Yersinia Enfeksiyonları 993
Grant L. Campbell, David T Dennis
A. Seza İnal
146. Meningokok İnfeksiyonları 927
Robert S. Munford 163. Kedi-Tırmığı Hastalığı Ve Bartonella EnfeksiyonlarılOOl
Şaban Esen Lucy Stuart Tompkins
A.Seza İnal
147. Gonokokkal İnfeksiyonlar 931
Sanjay Ram, Peter A. Rice 164. Donovanoz 1004
Dilek Arman Gavin Hart
A.Seza İnal
148. Moraxella catarrhalis ve Diğer Moraxella Türleri 938
Daniel M. M usher
Hakan Leblebicioğlu

149. Haemophilus Enfeksiyonları 939


165. Nokardiyoz 1006
Timothy F. Murphy
Gregory A. Filice
Ahmet Saniç
Gülden Ersöz
150. HACEK Grubu ve Çeşitli Gram-Negatif Bakterilerle
166. Aktinomikoz 1008
Meydana Gelen İnfeksiyonlar 942
Thomas A. Russo
Dennis L. Kasper, Tamar F. Barlam
Gülden Ersöz
Gülay Yetkin, Rıza Durmaz
167. Miks Anaerobik İnfeksiyonlar 1011
151. Legionella İnfeksiyonu 945
Dennis L. Kasper
Feng-Yee Chang, Victor L. Yu
Gülden Ersöz
Gülay Yetkin, Rıza Durmaz

152. Boğmaca ve Diğer Bordetella Enfeksiyonları 949


Scott A. Halperin
Gülay Yetkin, Rıza Durmaz

153. Gram-Negatif Enterik Basiller Tarafından 168. Antimikobakteriyel Ajanlar 1017


Oluşturulan Hastalıklar 953 Paul W. Wright, Richard J. Wallace, Jr.
Thomas A. Russo Ali Kocabaş, Sedat Kuleci
Gülay Yetkin, Rıza Durmaz
169. Tüberküloz 1024
154. Helicobacter pylori İnfeksiyonları 960 Mario C. Raviglione, Richard J. O'Brien
John C. Atherton, Martin J. Blaser Ali Kocabaş , Sedat Kuleci
Necla Tülek
170. Lepra (Hansen Hastalığı) 1035
155. Pseudomonas Türleri ve İlişkili Mikroorganizmalara Robert H. Gelber
Bağlı İnfeksiyonlar 963 Gülden Ersöz
Christopher A. Ohl, Matthew Pollack
171. Nontüberküloz Mikobakterilere Bağlı İnfeksiyonlar 1040
Necla Tülek
Bernard Hirschel
156. Salmonelloz (Tifo) 970 Gülden Ersöz
Camnıie F. Lesser, Samuel l. Miller
Necla Tülek

157. igelloz 975


Gerald T. Keusch
Necla Tülek 172. Sifilis 1044
Sheila A. Lukehart
158. Campylobacter ve İlişkili Türlere Bağlı Özlem Kandemir
Enfeksiyonlar 978
Martin J. Blaser 173. Endemik Treponematosis 1053
A.Seza İnal Sheila A. Lukehart
Özlem Kandemir
159. Kolera ve Diğer Vibriyo Hastalıkları 980
Gerald T. Keusch, Robert L. Deresiewicz, 174. Leptospirosis 1055
Matthew K. Waldor Peter Speelman
A.Seza İnal Özlem Kandemir

160. Bruselloz 986 175. Tekrarlayan Ateş 1058


M. Monir Madkour, Dennis L. Kasper David T. Dennis, Grant L. Campbell
A.Seza İnal Özlem Kandemir

161. Tülaremi 990 176. Lyme Borreliosis 1061


Richard F. Jacobs Allen C. Steere
A. Seza İnal Özlem Kandemir
177. Riketsiyal Hastalıklar 1065 191. İnsan Retrovirüsleri 1131
David Walker, Didier Raoult, J. Stephen Dumler, Anthony S, Fauci, Dan L. Longo
Thomas Marrie Mehmet Horoz, Yahya Sağlıker
Ayhan A kçayiğit, Sıddık Momin Adam, Yahya Sağlıker
192. Viral Gastroenteritler 1135
178. Mikoplazma Enfeksiyonları 1073 Harry B. Greenberg
William M. McCormack İbrahim Halil Özerol
Ayhan A kçayiğit, Sıddık Momin Adam,Yahya Sağlıker
193. Enterovirüsler ve Reovirüs 1138
179. Klamidya Enfeksiyonları 1075 Jeffrey l. Cohen
Walter E. Stamm Mustafa Namıduru
Ayhan A kçayiğit, Sıddık Momin Adam, Yahya Sağlıker
194. Kızamık (Rubeola) 1143
Anne Gershon
Cemal Sağlıker, Yahya Sağlıker

195. Kızamıkçık (Rubella, Alman Kızamığı) 1145


180. Tıbbi Viroloji 1084
Anne Gershon
Fred Wang, Elliott Kieff
İbrahim Halil Özerol
Selma Ay
196. Kabakulak 1147
181. Antiviral Kemoterapi, (Antiretroviral İlaçlar Hariç) 1092
Anne Gershon
Raphael Dolin
İbrahim Halil Özerol
Çimen Karasu
197. Kuduz Virüsü ve Diğer Rhabdovirüsler 1149
Lawrence Corey
, îK C.-Î.K tU
İdris Şahin

182. Herpes Simplex Virüsler 1100 198. Eklembacaklı (Arthropod) ve Kemirgen Kaynaklı
Lawrence Corey Virüslerin Neden Olduğu Enfeksiyonlar 1152
Murat Ertürk C.J. Peters
Metin Otkun
183. Varisella-Zoster Virüs Enfeksiyonları 1106
Richard J. Whitley 199. Filoviridae (Marburg ve Ebola Virüsleri) 1166
Murat Ertürk C.J. Peters
İbrahim Halil Özerol
184. İnfeksiyöz Mononükleoz’u da İçeren Epstein-Barr
Virüs İnfeksiyonları 1109
Jeffrey I. Cohen
Fadile Yıldız Zeyrek

185. Sitomegalovirüs ve İnsan Herpesvirüs Tipleri


200. M antar Enfeksiyonlarının Tanımı ve Tedavisi 1168
6 , 7 , ve 8 111
John E. Bennett
Martin S. Hirsch
Ali Matur, İrem Matur
Çiğdem Kuzucu
201. Histoplazmosis 1171
186. Smallpoks, Vaksinya ve Diğer Poksvirüsler 1115
John E. Bennett
Fred Wang
Ali Matur, Ebru Derici
Çiğdem Kuzucu
202. Coccidioidomycosis 1172
187. Parvovirüs 1117
John E. Bennett
Neil R. Blacklow
Ali İrfan Güzel, Ali Matur
Çiğdem Kuzucu
203. Blastomikozis 1173
188. İnsan Papilloma virüsleri 1118
John E. Bennett
Richard C. Reichman
Mukadder Çalıkoğlu
Çiğdem Kuzııcu
204. Kriptokokkosis 1174
John E. Bennett
Meral Ürünsak , Ali Matur

189. Sık Rastlanan Solunum Enfeksiyonları 1120 205. Candidiyazis 1176


Raphael Dolin John E. Bennett
Mehmet Sait Tekerekoğlu Mukadder Çalıkoğlu

190. influenza 1125 206. Asperjillozis 1178


Raphael Dolin John E. Bennett
Hatice Özbilge Mukadder Çalıkoğlu
207. Mukormikoz 1179 222. Şistozomiazis ve Diğer Trem atod İnfeksiyonları 1242
John E. Bennett Adel A.F. Mahmoud
Fadile Yıldız Zeyrek Aynur Atilla , Mustafa Sünbül

208. Diğer M ikozlar ve Algal İnfeksiyonlar 1180 223. Sestodlar 1248


John E. Bennett A. Clinton White, Jr., Peter F. Weller
Mukadder Çalıkoğlu Alper Akınoğlıı. Gürhan Sakınan

209. Pnömosistitis karini İnfeksiyonıı 1182


Peter D. Waller
Mukadder Çalıkoğlu Alper Akınoğlıı. Gürhan Sakman, Işıl Öcal

210. Parazit Enfeksiyonlu H astalara Yaklaşım 1185


Peter F. Weller
Ayhan Akçayiğit, Sıddık Momin Adam,Yahya Sağlıker
224. Kalp Hastalıklı H astaya Yaklaşım 1253
211. Parazit Enfeksiyonlarının L ab o ratu ar Teşhisi 1186
Eugene Braunwald
Charles E. Davis
Burhan Özdil. Yahya Sağlıker
Ayhan Akçayiğit. Sıddık Momin Adam.Yahya Sağlıker
225. Kardiyovasküler Sistemin Fizik Muayenesi 1255
212. P arazit Enfeksiyonlarının Tedavisi 1192
Robert A. ORourke, Eugene Braunwald
Thomas A. Moore
Bünyamin Sarıtaş, Yahya Sağlıker
Ayhan Akçayiğit. Sıddık Momin Adam. Yahya Sağlıker
226. Elektrokardiyografi 1262
Ary L. Goldberger
Ahmet Birand
213. Amebiazis ve Serbest Yaşayan Amipler ile
Enfeksiyon 1199 227. Kalbin Noninvazif Görüntülenm esi: Ekokardiyografi
Sharon L. Reecl ve Nükleer Kardiyoloji 1271
Ayhan Akçayiğit. Sıddık Momin Adam, Yahya Sağlıker Rick A. Nishimııra, Raymond J. Gibbons, A. Jamil Tajik
Ahmet Çamsan
214. Sıtma ve Babesiozis: Alyuvar Parazitlerinin Sebep
Olduğu Hastalıklar 1203 228. Tanısal K alp K ateterizasyonu ve Anjiyografisi 1277
Nicholas J. White, Joel G. Breman Donald S. Bairn, William Grossman
Ayhan Akçayiğit. Sıddık Momin Adam.Yahya Sağlıker Ahmet Çamsan

215. Leishmaniazis 1213


Barbara L. Herwaldt
Ayhan Akçayiğit, Sıddık Momin Adam, Yahya Sağlıker
229. Bradiaritm iler: Sinüs Düğümü ve AV İletim
216. Tripanozomiazis 1218
Bozuklukları 1283
Louis V. Kirchhojf
Mark E. Josephson, Peter Zimetbaum
Şaban Gürcan
Feridun Koşar, Ergün Topal
217. Toksoplazma Enfeksiyonu 1222
230. Taşiaritm iler 1292
Lloyd H. Kasper
Mark E. Josephson, Peter Zimetbaum
Müşerref Tatman Otkun
Feridun Koşar. Ergün Topal
218. Protozoal Intestinal İnfeksiyonlar ve Trikomoniyoz 1227
Peter F. Weller
İrfan Şencan

231. Normal ve Anormal M iyokard Fonksiyonları 1309


Eugene Braunwald
Mehmet Necdet Akkuş
219. Trichinella ve Diğer Doku Nematodları 1231
Peter F. Weller, Leo X. Liu 232. Kalp Yetersizliği 1318
Feza Otağ Eugene Braunwald
Ahmet Birand
220. İnce Barsak Nematodlar 1233
Peter F. Weller, Thomas B. Nutman 233. K ardiyak Transplantasyon 1329
Feza Otağ John S. Schıveder
Nehir Sucu, Esra Kocadurmuşoğlu
221. Filariyoz ile İlgili İnfeksiyonlar (Loaz, Onkoserkoz,
ve Drakunkuloz) 1237 234. Erişkinde Konjenital Kalp Hastalığı 1331
Thomas B. Nutman, Peter F. Weller William F. Friedman, John S. Child
Gülay B ö rek çi, Feza Otağ Mesut Demir
İçindekiler

235. Romatizma! Ateş 1340 250. Solunum Fonksiyonu Bozuklukları 1446


Edward L. Kaplan Steven E. Weinberger, Jeffrey M. Drazen
Mehmet Necdet Akkuş Serap Hastürk

236. Kalp Kapak Hastalıkları 1343 251. Solunum Sistemi Hastalıklarında Tanı Yöntemleri 1453
Eugene Braunwald
Vedat Davutoğlu Steven E. Weinberger, Jeffrey M. Drazen
Bahar Ulubaş
237. Kor Pulmonale 1355
Eugene Braunwald K ISIM 2
M. Hakan Dinçkal SOLUNUM S İS T E M İ HASTAL IK LA R I

238. Kardiyomiyopatiler veMiyokarditler 1359


Joshua Wynne, Eugene Braunwald 252. Astım 1456
İlyas Akdemir E.R. McFadden, Jr.
Serap Hastürk
239. Perikard Hastalığı 1365
Eugene Braunwald 253. Hipersensitivite Pnömonisi ve Eozinofili ile Seyreden
Ahmet Birand Pulmoner İnfiltrasyonlar 1463
Joel N, Kline, Gary W. Hunninghake
240. Kardiyak Tümörler, Sistemik Hastalıkların Kardiyak
Serap Hastürk
Bulguları ve Travmatik Kardiyak Yaralanma 1372
Wilson S. Colucci, Daniel T. Price 254. Çevresel Akciğer Hastalıkları 1467
Nehir Sucu, Esra Kocadurmuşoğlu Frank E. Speizer
K ISIM 4 Bahar Ulubaş
DAMAR H A STA LIĞ I
255. Pnömoni, Nekrotizan Pulmoner Akciğer
241. Aterosklerozun Patogenezi 1377 Enfeksiyonları (Akciğer Apsesi) 1475
Peter Lihhy atthew E. Levison
Mehmet Kanadaşı Bahar Ulubaş

242. Aterosklerosizin Önlenmesi ve Tedavisi 1382 256. Bronşiektazi 1485


Peter Lihhy Steven E. Weinberger
Çimen Karasu Bahar Ulubaş

243. Akut Miyokard İnfarktüsü 1386 257. Kistik Fibrosis 1487


Elliott M. Antman, Eugene Braunwald Richard C. Boucher
Ahmet Birand Tamer C, İnal

244. İskemik Kalp Hastalığı 1399 258. Kronik Bronşit, Amfizem, ve Hava Yolu
Andrew P. Selwyn, Eugene Braunwald Obstrüksiyonu 1491
İlyas Akdemir, Murat Akçay, Ahmet Birand Eric G. Honig, Roland H. Ingram, Jr.
Ali Özdülger
245. Perkutan Koroner Revaskülarizasyon 1410
Donald S. Baim 259. İnterstisyel Akciğer Hastalıkları 1499
Nehir Sucu, Esra Kocadurmuşoğlu Talmadge E. King, Jr.
Nesimi Eren , Akın Eraslan Balcı
246. Hipertansif Vasküler Hastalıklar 1414
Gordon H. Williams 260. Primer Pulmoner Hipertansiyon 1506
Hasan Sabit Sağlıker, Pırıl Sağlıker Özkaynak, Stuart Rich
Yahya Sağlıker Nesimi Eren , Akın Eraslan Balcı

247. Aort Hastalıkları 1430 261. Pulmoner Tromboembolizm 1508


Victor J. Dzau, Mark A. Creager Samuel Z. Goldhaber
Fatma Yiğit, Yahya Sağlıker
İsmail Hanta, Ali Kocabaş
248. Ekstremitelerin Damarsal Hastalıkları 1434
262. Plevra, Mediasten, ve Diafragma Hastalıkları 1513
Mark A. Creager, Victor J. Dzau
Richard W. Light
Nehir Sucu , Ali Gül
Nesimi Eren , Akın Eraslan Balcı
t;İ l.T H
263. Yentilasyon Bozuklukları 1517
B ölüm Dokuz Eliot A. Phillipson
SOLUNUM SİSTEM İN İN H ' Nesimi Eren, Akın Eraslan Balcı

K'SIM i 264. Uyku Apnesi 1520


l'ANI Eliot A. Phillipson
Nesimi Eren , Akın Eraslan Balcı
249. Solunum Sistemi ile İlgili Hastalığı Olan Hastaya
Yaklaşım 1443 265. Akut Respiratuar Distres Sendromu 1523
Jeffrey M. Drazen, Steven E. Weinberger Marc Moss, Roland H. Ingram, Jr.
Serap Hastürk Nesimi Eren , Akın Eraslan Balcı
266. Mekanik Ventilasyon Desteği 1526
Edward P. Ingenito, Jeffrey M. Drazen
Dilek Özcengiz

267. Akciğer Transplantasyonu 1531 Nihat Satar , Işıl Öcal


Janet R. Maurer
Ali Özdülger

Işıl Öcal

282. Gastrointestinal Hastalığı olan Hastaya Yaklaşım 1631


Daniel K. Podolsky, Kurt J. Isselbacher
268. Böbrek Fonksiyonunda Bozulmalar 1535 Macit Ümran Sandıkçı
Robert M. Brenner, Barry M. Brenner
283. Gastrointestinal Endoskopi 1635
Bülent Tokgöz , Cengiz Utaş
Mark Topazian
269. Akut Böbrek Yetmezliği 1541 Macit Ümran Sandıkçı
Hugh R. Brady, Barry M. Brenner
284. Özofagus Hastalıkları 1642
Hülya Taşkapan
Raj K. Goyal
270. Kronik Böbrek Yetmezliği 1551 Macit Ümran Sandıkçı
Karl Skorecki, Jacob Green, Barry M. Brenner
Mehdi Yeksan , H. Zeki Tonbul 285. Peptik Ülser Hastalığı ve İlgili Hastalıklar 1649
John Del Valle
271. Böbrek Yetmezliği Durumunda Diyaliz Tedavisi 1562 Macit Ümran Sandıkçı
Ajay K. Singh, Barry M. Brenner
Necati Kıralp, Süha Kıralp, Yahya Sağlıker 286. Absorbsiyon Bozuklukları 1665
Henry J. Binder
272. Böbrek Yetmezliği Tedavisinde Transplantasyon 1567 Murat Öksüz, Yahya Sağlıker
Charles B. Carpenter, Edgar L. Milford.
Mohamed H. Sayegh 287. İnflamatuar Barsak Hastalığı 1679
Zeki Yılmaz Sonia Friedman, Richard S. Blumberg
Fatih Yüksel Işıksal, Yahya Sağlıker
273. Glomeruler Hastalıkların Patogenezi 1572
Hugh R. Brady, Barry M. Brenner 288. İrritabl Barsak Sendromu 1692
Sevgi Mir Chung Owyang
Bülent Yıldırım
274. M ajor Glomerül Hastalıkları 1580
Hugh R. Brady, Yvonne M. O’Meara, Barry M. Brenner 289. Barsak ve Peritonun Divertiküler, Vasküler ve
Saime Paydaş Diğer Hastalıkları 1695
Kurt J. Isselbacher, Alan Epstein
275. Sistemik Hastalıklarla Birlikte olan Glomerül Bahri Abaylı, Yahya Sağlıker
Hastalıkları 1590
Yvonne M. O'Meara, Hugh R. Brady, Barry M. Brenner 290. Akut intestinal Obstrüksiyon 1703
Saime Paydaş William Silen
Alper Akınoğlu, Cem Kaan Parsak
276. Kalıtsal Tübüler Hastalıklar 1598
John R. Asplin, Fredric L. Coe 291. Akut Apandisit 1705
Aytül Noyan William Silen
Alper Akınoğlu, Cem Kaan Parsak
277. Böbreğin Tübülointerstisyel Hastalıkları 1606
Alan S.L. Yu, Barry M. Brenner
Ayşa Balat

278. Böbrekte Damarsal Hasarlanma 1610 292. Karaciğer Hastasına Yaklaşım 1707
Kamal F. Badr, Barry M. Brenner Marc Ghany, Jay H. Hoofnagle
Reha Erkoç, Hayriye Sayarlıoğlu Hikmet Akkız

279. Böbrek Taşı Hastalığı 1615 293. Karaciğer Fonksiyonlarının Değerlendirilmesi 1711
John R. Asplin, Fredric L. Coe, Murray J. Favus Daniel S. Pratt, Marshall M. Kaplan
Nihat Satar Tamer C. İnal

280. Üriner Sistem Enfeksiyonları ve Piyelonefrit 1620 294. Bilirubin Metabolizması ve Hiperbilirubinemiler 1715
Walter E. Stamm Paul D. Berk, Allan W. Wolkoff
Ayşe Balat Tamer C. İnal

281. Üriner Sistem Obstrüksiyonları 1627 295. Akut Viral Hepatitler 1721
Julian L. Seifter, Barry M. Brenner Jules L. Dienstag, Kurt J. Isselbacher
Nihat Satar Bülent Değertekin
296. Toksik ve İlaca Bağlı Hepatitler 1737 Abdullah Canatroğlu
Jules L. Dienstag, Kurt J. Isselbacher 311. Sistemik Lupus Eritematozus 1922
Selahattin Ünal, Tarkan Karakan Bevra Hannahs Hahn
Abdullah Canatroğlu
297. Kronik Hepatitler 1742
Jules L. Dienstag, Kurt J. Isselbacher 312. Romatoid Artrit 1928
İbrahim Doğan Peter E. Lipsky
Erkan Kozanoğlu, Abdullah Canatroğlu
298. Alkolik Karaciğer Hastalığı 1752
Mark E. Mailliard, Michael F. Sorrell 313. Sistemik Skleroz (Skleroderma) 1937
Şükrü Dumlu, Tarkan Karakan Bruce C. Gilliland
Şeminur Haznedaroğlu
299. Siroz ve Komplikasyonları 1754
Raymond T. Chung, Daniel K. Podolsky 314. Sjögren Sendromu 1947
Fatin Koçak, Yahya Sağlıker Haralampos M. Moutsopoulos
Berna Göker
300. Karaciğeri Etkileyen Metabolik, Genetik ve İnfiltratif
Hastalıklar 1767 315. Ankilozan Spondilit, Reaktif Artrit, ve Tanımlanmamış
Daniel K. Podolsky Spondiloartropati 1949
Gülleyla Kılıç, Nurcan Araş Ateş Joel D. Taurog, Peter E. Lipsky
Hüseyin T E. Özer
301. Karaciğer Nakli 1770
Jules L. Dienstag 316. Behçet Sendromu 1956
Özgür Yağmur Haralampos M. Moutsopoulos
Hüseyin T. E. Özer
302. Safra Kesesi ve Safra Yollarının Hastalıkları 1776
Norton J. Greenberger, Gustav Paumgartner 317. Vaskülit Sendromları 1956
Sunay Sandıkçı Anthony S. Fauci
K ISIM 3 Hüseyin T. E. Özer
PANKREAS H A STA LIK LA R I
318. Sarkoidoz 1969
303. Pankreas Hastalıklı Hastaya Yaklaşım 1788 Ronald G. Crystal
Phillip P. Toskes, Norton J. Greenberger Berna Göker
Sunay Sandıkçı
319. Amiioidoz 1974
304. Akut ve Kronik Pankreatit 1792 Jean D. Sipe, Alan S. Cohen
Norton J. Greenberger, Phillip P. Toskes Şeminur Haznedaroğlu
Sunay Sandıkçı
Bölüm Oniki K ISIM 3
İMMÜN SİSTEM , BAĞ DOKUSU V E E K L E M E K L E M H A STA LIK LA R I
H A ST A LIK LA R I
320. Eklem ve Kas İskelet Sistemi Hastalıklarına
KİŞİM i
Yaklaşım 1979
İMMÜN S İST E M H A STA LIK LA R I
John J. Cush, Peter E. Lipsky
Abdullah Milcan
305. İmmün Sisteme Giriş 1805
Barton F. Haynes, Anthony S. Fauci 321. Osteoartrit 1987
Abdullah Canataroğlu, Birol Güvenç Kenneth D. Brandt
Nurgül Arıncı İncel
306. M ajor Doku Uygunluğu Gen Kompleksi 1830
Gerald T. Nepom, Joel D. Taurog 322. Gut ve Diğer Kristal Artropatiler 1994
Hüseyin T.E. Özer Antonio J. Reginato
Günşah Şahin
307. Otoimmünite ve Otoimmün Hastalıklar 1839
Peter E. Lipsky, Betty Diamond 323. İnfeksiyöz Artritler 1998
Didem Arslan, Yahya Sağlıker Scott J. ThalerJam es H. Maguire
Selda Bağış
308. Primer İmmün Yetmezlik Hastalıkları 1843
Max D. Cooper, Harry W. Schroeder, Jr. 324. Psöriatik Artrit ve Gastrointestinal Hastalık ile
Didem Arslan, Yahya Sağlıker İlişkili Artritler 2003
309. İnsan Bağışıklık Yetmezliği Virüs (HIV) Hastalığı; Peter H. Schur
Selda Bağış
AİDS ve İlişkili Bozukluklar 1852
Anthony S. Fauci, H. Clifford Lane
325. Tekrariayıcı Polikondritve Diğer Artritler 2005
Mehmet Soy, Ömer Nuri Pamuk
Bruce C. Gilliland
K ISIM 2
Özlem B. Çimen
İM.'-iü'.N HASARLA İL İŞ K İL İ KONUKLUKLAR
326. Ekstremitelerin Periartiküler Hastalıkları 2016
310. Alerjiler, Anafilaksi, ve Sistemik Mastositozis 1913 Bruce C. Gilliland
K. Frank Austen Özlem B. Çimen
342. Osteoporoz 2226
Robert Lindsay. Felicia Coşman
Musa Bali, Tarkan Karakan

343. Paget Hastalığı ve Kemiğin Diğer Displazileri 2237


Stephen M. Krone. Alan L. Schiller
Yasemin Erten, Bahadır Ercan
327. Endokrinolojinin Prensipleri 2019
J. Larry Jameson
Muştala Araz

328. Ön Hipofiz ve Hipotalamus Hastalıkları 344. Lipoprotein Metabolizması Bozuklukları 2245


2029
Henry N. Ginsberg. Ira J. Goldberg
Shlomo Melmed
Liilüfer Tamer. Bahadır Ercan
Kürşat Özşahin, Yahya Sağlıker
345. Henıokromatozis 2257
329. Nörohipofiz Bozuklukları 2052
Lawrie W. Powell, Kurt J. Isselbacher
Gary L. Robertson
Şükrü Dumlu, Bülent Değertekin
Belda Dursun. Gültckin Süleymanlar
346. Porfirialar 2261
330. Tiroid Bezi Hastalıkları 2060
Robert J. Desnick
J . Larry Jameson, Anthony P. Weetman
Pınar Ergin. Sıddık Momin Adam, Yahya Sağlıker
Mehmet Horoz , Yahya Sağlıker
347. Pürin ve Pirimidin Metabolizma Bozuklukları 2268
331. Adrenal Korteksin Hastalıkları 2084 Robert L. Wortmann
Gordon H. Williams, Robert G. Dlıthy Kuddusi Cengiz, Okay Özer
Meltem Pekpak
348. Wilson Hastalığı 2274
332. Feokromositoma 2105 /. Herbert Seheinberg
Lewis Landsberg. James B. Young Selahattin Ünal
Musa Bali
349. Lizozomal Depo Hastalıkları 2276
333. Diabetes Mellitus 2109 Gregory A. Grabowski
Alvin C. Powers Bülent Değertekin
Mustafa Araz
350. Glikojen Depo Hastalıkları ve Karbonhidrat
334. Hipoglisemi 2138 Metabolizmasının Diğer Kalıtsal Geçişli
Philip E. Cryer Bozuklukları 2281
Binnur Erbağ , Mustafa Araz Yuan-Tsong Chen
Bülent Değertekin
335. Testisin Hastalıkları 2143
James E. Griffin, Jean D. Wilson 351. Konnektif (Bağ) Dokunun Kalıtsal Hastalıkları 2290
İ. Atilla Arıdoğan Darwin J. Prockop, Helena Kuivaniemi, Gerard Tromp.
Leena Ala-Kokko
336. Kadın Üreme Sistemi ve Overiıı Hastalıkları 2154 Nurcan Araş Ateş
Bruec R. Carr. Karen D. Bradshaw
Meral Aban, Aytekin Altıntaş 352. Kalıtsal Aminoasit Metabolizması ve Depo
Hastalıkları 2301
337. Göğüste Endokrin Bozukluklar 2168 Nicola Longo
Jean D. Wilson Nurcan Araş Ateş
Yalçın Kekeç
353. Membran Transportunun Kalıtsal Bozuklukları 2309
338. Cinsel Farklılaşma Bozuklukları 2172 Nicola Longo
Jean D. Wilson, James E. Griffin Nurcan Araş Ateş
Şaban Doran
354. Lipodistrofiler ve Diğer Primer Yağ Doku
339. Multipl Endokrin Sistemleri Etkileyen Hastalıklar 2184 Bozuklukları 2316
Steven /. Sherman, Robert F. Gaged Abhimanyu Garg
Levent Zaman, Sıddık Momiıı Adam, Yahya Sağlıker Tamer C. İnal

Tamer C. İnal, Işıl Öcal

340. Kemik ve Mineral Metabolizmasına Giriş 2192


Michael F. Holick, Stephen M. Krone
Murat Duranay, Serdar Güler

341. Paratiroid Bezinin Hastalıkları ve Diğer Hiper- ve


Hipokalsemik Bozukluklar 2205 355. Hastalıkların Nörobiyolojisi 2321
John T. Potts, Jr. Stephen L. Hauser. M. Flint Beal
Aydan Yüksel, Galip Güz, Nedim Yılmaz Selçuk Yakup Sarıca
356. Nörolojik Hastalıklarda Hastaya Yaklaşım 2326 373. Viral Menenjit ve Ensefalitler 2471
Joseph B. Martin, Stephen L. Hauser Kenneth L, Tyler
Ayşe Filiz Koç, Yakup Sarıca Semiha Gülsüm Kurt

357. Santral ve Periferik Sinir Sistemlerinin 374. Kronik ve Tekrarlayan Menenjit 2481
F.lektrofizyolojik Çalışmaları 2331 Walter J. Koroshetz, Morton N. Swartz
Michael J. Aminoff Ali Özeren
Hacer Bozdemir
375. Prion Hastalıkları 2486
358. Nörolojik Bozukluklarda Nöroradyoloji 2337 Stanley B. Prusiner, Patrick Bosque
William P. Dillon Ejder Küçükaltun, Yahya Sağlıker
Şebnem Bıçakçı
376. Nörolojik Yoğun Bakım 2491
359. Nörolojik Bozuklukların Moleküler Tanısı 2342 J. Claude Hemphill. M. Flint Beal, Daryl R. Gress
Joseph B. Martin, Frank M. Longo Münife Neyal
Şebnem Bıçakçı
K ISIM 1 KISIM 3
SİN İR VK KA SLA RIN BO ZU K LU K LA RI
SANTRAL SİN İR S İS T E M İ H A STA LIK LA R I

360. Nöbetler ve Epilepsi 2354 377. Periferik Nöropatili Hastalara Yaklaşım 2498
Daniel H. Lowenstein Arthur K. Asbury
Hacer Bozdemir Ş. Fatin Reel

361. Serebro Vasküler Hastalıklar 2369 378. Guillain-Barre Sendromu ve Diğer İmmün-Aracılı
Wade S. Smith, Stephen L. Hauser, J. Donald Easton Nöropatiler 2507
Ayşe Filiz Koç, Yakup Sarıca Arthur K. Asbury, Stephen L. Hauser
Ayşe Filiz Koç, Yakup Sarıca
362. Alzheimer Hastalığı ve Diğer Primer Demanslar 2391
Thomas D. Bird 379. Charcot-Marie-Tooth Hastalığı ve Diğer Herediter
Ali Özeren Nöropatiler 2512
363. Parkinson Hastalığı ve Diğer Ekstrapiramidal Sistem Phillip F. Chance, Thomas D. Bird
Hastalıkları 2399 Ayşe Filiz Koç, Yakup Sarıca
Michael J. Aminoff
380. Miyastenia Gravis ve Nöromusküler Kavşağın Diğer
Meltem Demirkıran
Hastalıkları 2515
364. Ataksik Bozukluklar 2406 Daniel B. Drachman
Roger N. Rosenberg Münife Neyal
Meltem Demirkıran
381. Kas Hastalığı olan Hastaya Yaklaşım 2520
365. Amyotrofik Lateral Skleroz ve Diğer Motor Nöron Jerry R. Mendell
Hastalıkları 2412 Münife Neyal
Robert H. Brown, Jr.
382. Polimiyozit, Dermatomiyozit, ve Inklüzyon Cismi
Ş. Fatin Reel
Miyoziti 2524
366. Otonom Sinir Sistemi Bozuklukları 2416 Marinos C. Dalakas, Jr.
John W. Engstrom, Joseph B. Martin Mustafa Yılmaz
M. Betigül Yürüten, Emine Genç
383. Müsküler Distrofiler ve Diğer Müsküler Hastalıklar 2529
367. Kraniyal Sinirlerin Sık Görülen Hastalıkları 2421 Robert H. Brown, Jr., Jerry R. Mendell
M. Flint Beal, Stephen L. Hauser Mustafa Yılmaz
Ümit Hıdır Ulaş KISIM 4
368. Omurilik Hastalıkları 2425 KRONİK YORGUNLUK SKNDUO.MU
Stephen L. Hauser
Süleyman İlhan 384. Kronik Yorgunluk Sendromu 2541
Stephen E. Straus
369. Kafa ve Omurganın Travmatik Yaralanmaları 2434
Lut Tamam, Mehmet Ünal
Allan H. Ropper
Cavit Boz >.İSİM 5
İ’M K -V U 'N io BOZU K LU K LA R
370. Sinir Sisteminin Primer ve Metastatik Tümörleri 2442
Stephen M. Sağar, Mark A. Israel
385. Ruhsal Bozukluklar 2542
Kazım Uygun, İrfan Çiçin
Victor l. Reııs
371. Multipl Skleroz ve Diğer Demiyelinizan Hastalıklar 2452 Lut Tamam, Nurgül Özpoyraz
Stephen L. Hauser, Donald E. Goodkin
KlSSM *:
Hulusi Keçeci ■ ■ . m a k u l a u ü m u i .i g İ

372. Bakteriyel Menenjitler ve Diğer Pürülan


Enfeksiyonlar 2462 386. Bağımlılığın Biyolojisi 2557
Karen L. Roos, Kenneth L. Tyler Robert O. Messing
Yüksel Kablan Lut Tamam, Mehmet Ünal
387. Alkol ve Alkolizm 2561 394. Radyasyon Yaralanmaları 2585
Marc A. Schuckit Stephen M. Hahn, Eli Glatsteiıı
Lut Tamam, Mehmet Ünal Ferdi Tanır

388. Opioid Madde Kötüye Kullanımı ve Bağımlılığı 2567 395. Ağır Metal Zehirlenmesi 2590
Marc A. Schuckit, David S. Segal Howard Hu
Aylin Ertekin Y a z ıc ı, Kemal Yazıcı Ferdi Tanır

389. Kokain ve Diğer Yaygın Olarak Kötüye Kullanılan


Maddeler
Jack H. Mendehon, Nancy K. Mello
Kemal Yazıcı, Aylin Ertekin Yazıcı

390. Nikotin Bağımlılığı


David M. Burns 396. Zehirlenmeler ve İlaç Aşırı Dozları 2595
Fevziye Toros Christopher H. Linden, Michael J. Burns
Yüksel Gökel

397. Sürüngen Sokmalarının ve Deniz Canlılarına


Işıl Öcal Maruziyetin Neden Olduğu Bozukluklar 2616
Robert L. Norris, Paul S. Auerbach
Esra Saatçi, Nafiz Bozdemir

398. Ektoparazit Enfestasyonları, Eklembacaklıların


Işıl Öcal
Isırıkları ve Sokmaları 2622
James H. Maguire, Andrew Spielman
Ersin Akpınar, Nafiz Bozdemir

391. Spesifik Çevresel ve Mesleki Tehlikeler 2579 Işıl Öcal


Howard Hu, Frank E. Speizer
Ferdi Tanır EK LER

392. Boğulma ve Boğulma Tehlikesi 2581 Ek A: Klinik Önemi Olan Laboratuar Değerleri A -l
Jerome H. Modeli
Ek B: Kültür Örneklerinin Alınması ve Taşınması İçin
Ferdi Tanır
Kurallar A -ll
393. Elektrik Yaralanmaları 2583
İNDEKS 1-1
Raphael C. Lee
Ferdi Tanır
KATKIDA B UL (İNANLAR

Parantez içerisindeki numaralar yazarların yazdığı konuların numa­ PAUL S. AUERBACH, MD


ralarını göstermektedir. Clinical Professor of Surgery, Division of emergency Medicine, Stanford
University School of Medicine, Los Altos [397]

ELIAS ABRÜTYN, MD
K. FRANK AUSTEN, MD
Professor of Medicine and Public Health; Associate Provost and Associate
Theodore Bevier Bayles Professor of Medicine, Harvard Medical School;
Dean for Faculty Affairs, Department of Medicine, Division of Infectious
Director, Inflammation and Allergic Diseases Research Section, Division of
Disease, MCP Hahnemann University School o f Medicine, Philadelphia
Rheumatology, Immunology and allergy, Brigham and Women’s Hospital,
[143, 144]
Boston [310]

JOHN W. ADAMSON, MD
BERNARD M. BABIOR, MD, PhD
Director, Blood Research Institute, Blood Center of Southeastern Wiscon­
sin, Milwaukee [61, 105] Head, Division of Biochemistry, Department of Molecular and Experimen­
tal Medicine, The Scripps Research Institute; Professor and Staff Physician,
Division of Hematology and Oncology, Department of Medicine, Scripps
DAVID A. AHLQUIST, MD
Clinic and research Foundation, La Jolla [107]
Professor of Medicine, Mayo Medical School; Consultant in Gastroentero­
logy, Mayo Clinic and Foundation, Rochester [42]
KAM ALF. BADR, MD
Professor and Chair, Department of Internal Medicine, American university
LEEN A ALA-KOKKO, MD
o f Beirut (Lebanon); Attending Physician, American University of Beirut
Collagen Research Unit, Biocenter Oulu and Department of Medical Bioc­
Medical Center, Beirut, Lebanon [278]
hemistry, university o f Oulu, Finland [351]

DONALD S. BAIM, MD
MUHAMMAD T. AL-LOZI, MBBS
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, Center for Mini­
Assistant Professor of Neurology, Washington University, St. Louis [101]
mally invasive Therapy, Brigham and Women’s Hospital, Boston [228,245]

M ICHAEL J. AMINOFF, MD
ROBERT L. BARBIERI, MD
Professor of Neurology, university of California San Francisco, San Franc-
Kate Macy Ladd Professor Obstetrics, Gynecology and Reproductive B i­
cisco [22, 357, 363]
ology, Harvard Medical School; Chairman, Department o f Obstetrics and
Gynecology, Brigham and Women’s Hospital, Boston [7]
KENNETH C. ANDERSON, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Medical Direc­
TAMAR F. BARLAM, MD
tor, Blood Component Laboratory, Dana-Farber Cancer Institute, Boston
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Senior associate
[114]
Physician, Beth Israel Deaconess Medical Center, Boston; Director, Project
on antibiotic Resistance, Center for Science in the Public Interest, Washing­
ELLIO TT M. ANTMAN, MD
ton, D.C. [19, 150]
Associate Professor o f Medicine, Harvard Medical School; Director, Samu­
el A. Levine Cardiac Unit, Brigham and Women’s Hospital, Boston [243]
KENNETH J. BART, MD, MPH, MSHPM
Director, Graduate School of Public Health, San Diego State University,
FR ED ER IC K R. APPELBAUM , MD
San Diego [122]
member and Director, Clinical Research Division Fred Hutchinson Cancer
Research Center; Professor and Head, Division of Medical Oncology, uni­
versity o f Washington School of Medicine, Seattle [115] M. FLINT BEAL, MD
Anne Parrish Titzel Professor and Chairman o f Neurology, Weill Medical
GORDON L. ARCHER, MD College; Neurologist-in-Chief, New York Presbyterian Hospital, New York
[367,376]
Chairman, Division of Infectious Diseases, Department of Internal Medici­
ne; Professor of Medicine and Microbiology/Immunology, Medical Colle­
ge of Virginia, Campus of Virginia Commonwealth university, Richmond ROBERT S. BENJAMIN, MD
[137] Internist and Professor of Medicine, chairman, Department of Melano-
ma/Sarcoma Medical Oncology; Medical Director, Multidisciplinary Sar­
JA M ES O. ARMITAGE, MD coma Center, The university o f Texas M.D. Anderson Cancer Center, Hous­
Dean, College o f Medicine, and Professor o f Internal Medicine, Section of ton [98]
Oncology/Hematology, University of Nebraska, Omaha [112]
JOHN E. BENNETT, MD
ARTHUR K. ASBURY, MD Head, Clinical Mycology Section, Laboratory of Clinical Investigation, Na­
Van Meter Professor of Neurology Emeritus, University of Pennsylvania tional Institute of Allergy and Infectious Diseases, National Institutes of He­
School o f Medicine, Philadelphia [23, 377, 378] alth, Potomac [200, 201, 202, 203, 204, 205, 206, 207, 208]

JOHN R. ASPLIN, MD EDWARD J. BENZ, JR ., MD


Assistant Professor of Medicine, Section of Nephrology, University of Chi­ Richard and Susan Smith Professor of Medicine, Professor of Pediatrics
cago, Pritzker School of Medicine, Chicago [276, 279] and Pathology, Harvard Medical School; President, Dana-Farber Cancer
institute, Boston [106]
JOHN C. ATHERTON, M RCP
Lecturer, Department of Medicine, Division of Gastroenterology and Insti­ PAUL D. BERK, MD
tute of Infections and Immunity, University of Nottingham, Nottingham, Department of Medicine, Division of Liver Disease, Mount Sinai School of
England [154] Medicine, New York [294]
DAVID R, B IC K E R S , MD Partners Healthcare System, Boston [32, 33, 34, 36, 3 7 ,2 2 4 ,2 2 5 ,2 3 1 ,2 3 2 ,
Carl Truman Nelson Professor and chairman, Department of Dermatology, 236, 237, 238, 239, 243, 244]
Columbia university. New York [60]
IRW IN M. BRAVERM AN, MD
H EN RY J. BIN D ER, MD Professor of dermatology, Yale University School of Medicine, New Haven
Professor of Medicine, Section of f festiv e Diseases, Yale University, New [571
Haven [2X6]
OTIS W. BR A W L EY , MD
THOM AS D. BIRD, MD Assistant director, Office of Special Populations Research, Office of the Di­
Professor of neurology, university o f Washington; Chief of neurology, Ve­ rector, National Cancer Institute, national Institutes of Health, Bethesda
terans Affairs medical Center, Seattle [26, 362, 379] [80]

N E IL R. B L A C K L O W , MD JO E L G. BREM A N , MD, DTPH


Richard M. Haidack Distinguished Professor of Medicine, Molecular Gene­ Deputy Director Division of international Training and Research, Fogarty
tics and Microboiology, university of Massachusetts Medical School, Wor­ international Center, National Institutes of Health, Bethesda [214]
cester [187]
B A R R Y M. B R EN N ER , MD, DSc(Hon), DMSc(Hon)
M ARTIN J . B L A S E R , MD Samuel A, Levine Professor of Medicine, Harvard Medical School; Direc­
Frederick J. King Professor of internal Medicine, Chairman, Department of tor, Renal Division, Brigham and Women4s Hospital, Boston [47, 49, 268,
Medicine, and Professor of Microbiology, New York University School of 269, 270,. 27 1 ,2 7 3 , 274, 275, 277, 278, 281 ]
Medicine, new york [154, 158]
R O B E R T M. BR EN N ER , MD
C L A R A D. B L O O M FIE L D , MD Associate Medical Director, Clinical Research, Amgen Inc., Thousand
Director, The Ohio State University Comprehensive Cancer Center; Deputy Oaks, California [268]
Director, The arthur G. James Cancer Hospital and Richard J. Solove Rese­
arch Institute; William G. Pace 111 Endowed Chair in Cancer Research; Di­ C H A R L E S G. D. BRO O K , MA, MD
rector and Professor, Division of Hematology and Oncology, Department of Emeritus Professor of Pediatric Endocrinology, university College London,
Internal Medicine; College of Medicine and Public Health, '['he Ohio, Sta­ London, UK [8]
te University, Columbus [111]
C L A IR E V. BR O O M E, MD
RICH A RD S. B L U M B E R G , MD Senior Advisor to the Director, Integrated Health Information Systems,
associate Professor of Medicine, Harvard medical School; Chief, division Centers for Disease Control and Prevention, Atlanta [142]
of Gastroenterology, Department o f Medicine, Brigham and Women’s Hos­
pital, boston [287] R O B E R T H. BRO W N , JR ., DPhil, MD
Associate Neurologist, Massachusetts General Hospital; Professor of Ne­
JE A N L . BOLOGNIA, MD urology, Harvard Medical School, Boston [365, 383]
Professor of Dermatology, yale university School of medicine, New Haven
[57] R O B E R T C. BRUNHAM , MD
Professor of Medicine; Director and Medical Director, university of British
G E O R G E J . BO SL, MD Columbia Centre for Disease Control, Vancouver, BC, Canada [133]
Chainnan, Department of Medicine, Memorial Sloan-Kcttering Cancer
Center; Professor of Medicine, Cornell University Medical College, New H. FR A N K LIN BUNN, MD
York [96] Professor of Medicine, Harvard Medical School; Physician, Brigham and
Women’s Hospital, Boston [107, 108]
PATRICK BO SQ U E, MD
Assistant Professor of Neurology, Institute for neurodegencrative Diseases, DAVID M. BURNS, MD
University of California San Francisco, San Francisco 1375] Professor of Medicine, University of California San diego, san Diego [390]

RICH A RD C . BO U C H ER , MD M IC H A E L J . BURNS, MD
William Rand Kenan Professor of Medicine, University of North Carolina Instructor of Medicine, Harvard Medical School; Department of emergency
at Chapel Hill; Director, Cystic Fibrosis/Pulmonary Research & Treatment Medicine, Division of Toxicology, Beth Israel Deaconess Medical Center,
Center, Chapel Hill 1257] Boston [397]

JO A N R . BU TTER TO N , MD
K A R EN D. BRADSHAW, MD
assistant Professor of Medicine, harvard medical School; Assistant in Me­
Associate Professor oTObstetrics ;utd Gynecology, The University ol'Texas
dicine, Infectious Disease Division, Massachusetts General Hospital, Bos­
Southwestern Medical Center, Dallas [52, 336]
ton [131]

HUGH R . BRADY, MD, PhD


JO H N C. BYR D , MD
Professor of Medicine and Therapeutics, University College Dublin; Mater
Director o f Clinical Research, Hematology-Oncology Service, Department
Misericordiac Hospital, Dublin, Ireland [269, 273, 274, 275]
of Medicine, Walter Reed Army Medical Center, Washington, D.C. [ I l l ]

KEN N ETH D. BRANDT, MD ST EP H E N B. C A LD ER W O O D , MD


Professor of Medicine and head, Rheumatology Division, Indiana Univer­ Chief, Division o f Infectious Diseases, Massachusetts General Hospital;
sity School of Medicine; Director, Indiana University Multipurpose Arthri­ Associate Professor of Medicine (Microbiology and Molecular Genetics),
tis and Musculoskeletal Disease Center, Indianapolis [321] Harvard medical School, Boston [131]

E U G E N E BRAUNW ALD, MD, M D(Hon), ScD(Hon) M IC H A E L C A M İL L E R İ, MD


Distinguished Hersey Professor of Medicine; Faculty Dean for Academic Professor of Medicine and Physiology, Mayo Medical School; Consultant
Programs at Brigham and Women’s Hospital and Massachusetts General in Gastroenterology, Physiology and Biophysics, Mayo Clinic and Mayo
Hospital, Harvard Medical School; Vice-President for Academic Programs, Foundation, Rochester [42]
Katkıda Bulunanlar

GRANT L. CAM PBELL, MD, PhD WILSON S. COLUCCI, MD


Division of Vector-Borne Infectious Diseases, National Center for Infecti­ Professor of Medicine, and Chief, Cardiovascular Medicine, Boston univer­
ous Diseases, Centers for Disease Control and Prevention, Fort Collins sity School of Medicine, Boston [240]
[162, 175]
GERALD A. COLVIN, DO
MARK D. CARLSON, MD Assistant Professor of Medicine and medical Research Scientist, University
t Vice Chair, Department of Medicine, University Hospitals of Cleveland; o f Massachusetts Memorial Medical Center, Worcester [104]
AssociateProfessor of Medicine, Case Western Reserve University School
o f Medicine, Cleveland [21] MAUREEN T. CONNELLY, MD, MPH
%
-t Instructor in Medicine, Harvard Medical School; Harvard Pilgrim Health
l
CHARLES B. CARPENTER, MD Care, Boston [10]
Professor of Medicine, harvard Medical School; Senior Physician, Brigham
and Women’s Hospital, Boston [272] MAX D. COOPER, MD
Professor of Medicine, Pediatrics and Howard Hughes Medical Institute In­
BRUCE R. CARR, MD vestigator, University of Alabama at Birmingham, Birmingham [308]
Professor and Director, Division of Reproductive endocrinology, and Hol­
der, Paul C. MacDonald Distinguished Chair in obstetrics and Gynecology, LAWRENCE COREY, MD
The University of Texas Southwestern Medical Center, Dallas [52, 336] Professor, Medicine and Laboratory Medicine, and head, Virology Divisi­
on, University o f Washington; Head, Program in Infectious Diseases, Fred
AGUSTIN CASTELLANOS, MD Hutchinson Cancer Research Center, Seattle [182, 197]
Professor o f Medicine and Director, clinical Electrophysiology, University
of Miami School of Medicine, miami [39] FELICIA COŞMAN, MD
Associate Professor of Clinical Medicine, Columbia University; Medical
PH ILLIP F. CHANCE, MD Director, Clinical Research Center, Helen Hayes Hospital, West Haverstraw
Professor of Pediatrics and Neurology, university of Washington School of [342]
Medicine; Chief, Division of Genetics and Development, Children’s Hospi­
tal and regional Medical Center, Seattle [379] MARK A. CREAG ER, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, Vascu­
FEN G Y-YEE CHANG, MD, DSc lar Center, Brigham and Women’s Hospital, Boston [247, 248]
Associate Professor o f Medicine, National Defense Medical Center; Chief,
Division of Infectious Diseases, Tri-Service General Hospital, Taipei, Ta­ PHILIP E. C RYER, MD
iwan [151] Irene E. and Michael M. Karl Professor of Endocrinology and metabolism,
and Director, Division of Endocrinology, Diabetes and Metabolism, Was­
YUAN-TSONG CHEN, MD, PhD hington university School of Medicine, St. Louis [334]
Professor of Pediatrics and Genetics, and Chief, Division of Medical Gene­
tics, Duke University Medical Center, Durham [350] RONALD G. CRYSTAL, MD
Bruce Webster Professor of Medicine, Director, Institute of Genetic Medi­
JOHN S. CHILD, MD cine, and Director, The Arthur and Rochelle Belfer Gene Therapy Care Fa­
Professor of Medicine, university of California, los Angeles; Co-Chief, Car­ cility, Weill Medical College of Cornell University, New York [318]
diology and Co-Director, ahmanson/UCLA Adult Congenital heart Disease
Center, UCLA Medical Center, los Angeles [234] JOHN J. CUSH, MD
Medical Director, arthritis Center, Presbyterian Hospital o f Dallas, Dallas
OLIVIER M. CHOSIDOW, MD [320]
Department of Internal Medicine, Pitie-Salpetribre Hospital, Paris, France
[59] CHARLES A. C ZEISLER , MD, PhD
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, Sleep Disorders
RAYMOND T. CHUNG, MD and Circadian Medicine, Brigham and Women’s Hospital, Boston [27]
Medical Director, Liver Transplant Program; Director, Liver Service, Gast­
rointestinal Unit, Massachusetts General Hospital; Assistant Professor of MARINOS C. DALAKAS, JR ., MD
Medicine, Harvard Medical School, Boston [299] Chief, Neuromuscular Diseases Section, National Institute of Neurological
Disorders and Stroke, National Institutes of Health, Bethesda [382]
FREDRIC L. COE, MD
Professor of Medicine and Physiology and Director, Clinical Research Tra­ DANIEL F. DANZI, MD
ining Program, university of Chicago Pritzker School of Medicine, Chica­ Professor and Chair, Department o f Emergency Medicine, University of
go [276, 279] Louisville School of Medicine, Floyd Knobs, IN [20]

ALAN S. COHEN, MD ROBERT B. DAROFF, MD


Distinguished Professor of Medicine in Rheumatology, Emeritus, and Con­ Chief of Staff and Senior Vice President for Academic Affairs, University
rad Wesselhoeft Professor of Medicine, emeritus, Boston University Scho­ Hospitals of Cleveland; Professor of Neurology and Assciate Dean, Case
ol of Medicine; Chief of Medicine and Director, emeritus, Thorndike Me­ Western Reserve University School of Medicine, Cleveland [21]
morial Laboratory, Boston City Hospital, Boston [319]
MEHUL T. DATTANI, MD
JE F F R E Y I. COHEN, MD Senior Lecturer/Honoray Consultant in Pediatric Endocrinology, Institute
Head, Medical Virology Section, Laboratory of Clinical Investigation, Na­ of Child Health and Great Ormond Street Children’s Hospital, London, UK
tional institute of Allergy and Infectious Diseases, national Institutes of He­ [ 8]
alth, Bethesda [184, 193]
CHARLES E. DAVIS, MD
FRANCIS S. COLLINS, MD, PhD Professor of Pathology and Medicine, University of California - San Diego
Director, National Human Genome Research Institute, National Institutes School of Medicine; Director emeritus, Microbiology Laboratory, UCSD
of Health, Bethesda [81] Medical Center, San Diego [211]
JOHN DEL VALLE, MD JANICE DUTCHER, MD
Professor of Medicine, Division of Gastroenterology, Department of Medi­ Professor of Medicine, New York Medical College; Associate Director for
cine, University of Michigan School of Medicine. Ann Arbor [285] Clinical Affairs, Our Lady of Mercy Comprehensive Cancer Center, New
york [102]
BRADLEY M. DENKER, MD
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Associate Physi­ JOHANNA DW YER, MD
cian. Brigham and Women’s Hospital, Boston [47] Professor of Medicine and Community Health, Tufts, University School of
Medicine; Professor. Tuffs, University School of Nutrition Science and Po­
DAVID T. DENNIS, MD, MPH licy; Senior Scientist, Jean Mayer USDA Human nutrition Research Center
Chief. Bacterial Zoonoses Branch, Centers for Disease Control and Preven­ at Tufts University, Boston [73]
tion. Fort Collins [162, 175]
VICTOR J. DZAU, MD
ROBERT L. D ERESIEW ICZ, MD Hersey Professor of the Theory and Practice of Physic (Medicine), Harvard
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School, Boston 1139, Medical school; Chairman, Department of Medicine, and director of Rese­
159] arch, Brigham and Women's Hospital, Boston [247, 248]

ROBERT J. DESNICK, PhD, MD JE F F E R Y S. DIZIECZKOW SKI, MD


Professor and Chairman, Department of Human Genetics, Mount Sinai Assistant Professor, departments of Pathology and Internal Medicine, Way­
School of Medicine, New York [346] ne State University School of Medicine, Detroit [114]

BETTY DIAMOND, MD J . DONALD EASTON, MD


Chief, Division of Rheumatology, Department of Microbiology and Immu­ Professor and Chair. Department of Clinical neurosciences. Brown Univer­
nology, Albert Einstein College of Medicine. New york [307] sity School of Medicine; Neurologist-in-Chief, Rhode Island Hospital, Pro­
vidence [361]

JU LES L. DIENSTAG, MD
DAVID A. EHRMANN, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Physician, Mas­
sachusetts General Hospital, Boston [9 1 ,2 9 5 , 296, 297, 301] Associate Professor, Section of Endocrinology, Department of Medicine,
University of Chicago, Chicago [53]

W ILLIAM P. DILLON, MD
JOHN W. ENGSTROM, MD
Professor of Radiology. Neurology and neurosurgery; Chief, Diagnostic
Neuroradiology. University of California San Francisco, San Francisco Associate Professor of Neurology, and Vice Chairman, Department of ne­
[358] urology. University of California San Francisco, San Francisco [16, 366]

CHARLES A. DINARELLO, MD ALAN EPSTEIN, MD


Professor of Medicine. Harvard Medical School, Brigham and Women’s Assistant Professor of Medicine, Brown University School of Medicine,
Providence [289]
Hospital. Boston [331]

ROBERT G. DLUHY, MD ANTHONY S. FAUCI, MD


Professor of medicine, harvard Medical School, Brigham and Women’s Chief, Laboratory of lmmunoregulation; Director, National Institute of Al­
lergy and Infectious Diseases, National Institutes of Health, Bethesda [191,
Hospital, Boston [331]
305, 309. 317]

RAPHAEL DOLIN, MD
MURRAY J. FAVUS, MD
Maxwell Finland Professor of Medicine, and dean for Clinical Programs,
Professor of Medicine, university of Chicago Prit/.ker School of Medicine;
Harvard Medical School. Boston [181, 189. 190]
Director. General Clinical Research Center; Director, Bone Program, Chi­
cago [279]
DANIEL B. DRACHMAN, MD
Professor of Neurology and Neurosciences: Director, Neuromuscular Unit
ROBERT G. FENTON, MD, PhD
The Johns Hopkins University School o f Medicine, Baltimore [380]
Associate Professor of Medicine, University of Maryland Greenebaum
Cancer Center, Baltimore [82]
JE F F R E Y M. DRAZEN, MD
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Senior Physician. Brig­
HOWARD L. FIELD S, MD, PhD
ham and Women’s Hospital, Boston [249. 250. 2 5 1,2 6 6 ]
Professor of Neurology and Physiology, University of California San Fran­
cisco, San Francisco [12]
THOMAS D. DUBOSE, JR ., MD
Peter T. Bohan Professor and Chairman, Department of Internal Medicine;
GREGORY A. F IL IC E , MD
Professor of Molecular and Integrative Physiology. University of Kansas
Associate Professor of Medicine, University of Minnesota; Chief, Infecti­
School of Medicine, Kansas City [50]
ous Disease Section, Veterans Affairs Medical Center, Minneapolis [165]

J. STEPHEN DUMLER, MD ROBERT FINBERG, MD


Associate Professor and Associate Director. Division of Medical microbi­
Professor of Medicine, and Chair Department of Medicine, University of
ology. Department of Pathology, The Johns Hopkins Medical Institutions, Massachusetts Medical School, Worcester [85, 136]
Baltimore [177]
JO Y C E D. FINGEROTH, MD
ANDREA E. DUNAIF, MD Assistant Professor of Medcine, Harvard Medical School; Physician, Beth
Associate Professor of Medicine, Director, Center of Excellence in Wo­ Israel Deaconess Medical Center. Boston [ 136]
men’s Health, Harvard Medical school; Chief, Division of Women’s Health
and Senior Physician, Brigham and Women's Hospital, Boston [6] JE F F R E Y S. F L IE R , MD
George C, Reisman Professor of Medicine, Harvard Medical School: Vice-
MARLENE DURAND, MD Chair for Research, and Chief, Division of Endocrinology, Department of
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School, Boston [30] Medicine. Beth Israel Deaconess Medical Center. Boston [77] ‘
atkıda Bui imanlar

JUDAH FOLKMAN, MD ROBERT M. GLICKMAN, MD


Surgeon-in-Chief, emeritus, Director, Surgical Research Laboratory, Child­ Professor o f Medicine and dean, New York university School of Medicine,
ren’s Hospital; Andrus Professor of Pediatric Surgery, Professor o f Cell B i­ New York [46]
ology, Department of Surgery, Harvard Medical School, Boston [83]
IRA J . GOLDBERG, MD
SONIA FRIEDMAN, MD Professor o f Medicine, Division of Preventive Medicine and Nutrition, Co­
Instructor in Medicine, Harvard Medical School; Associate Physician in lumbia University College o f Physicians and Surgeons, new York [344]
Medicine, Brigham and Women’s Hospital, Boston [287]
ARY L. GOLDBERGER, MD
W ILLIAM F. FRIEDMAN, MD Associate Professor o f Medicine. Harvard Medical School; Director, Marg-
J.H. Nicholson Professor of Pediatrics (Cardiology); Associate Dean for ret and H.A. Rey Laboratory for Nonlinear Dynamics in Medicine, Beth Is­
Academic Affairs, University of California, Los Angeles School of Medici­ rael Deaconess Medical Center, Boston [226]
ne and UCLA Medical Center, Los Angeles [234]
SAMUEL Z. GOLDHABER, MD
ADRIANE FUGH-BERMAN, MD Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, Veno­
Assistant Clinical Professor, Department of Health Care Sciences, George us Thromboembolism Research Group; Director, Cardiac Center’s Antico- ■
Washington University School of Medicine, Washington, D.C. [11] agulahon Service, Brigham and Women’s Hospital, Boston [261]

ROBERT F. GAGEL, MD DONALD E. GOODKIN, MD


Chairman, Department o f Internal Medicine Specialties, and Chief, Section San Rafael, California [371]
o f Endocrine Neoplasia and Hormonal Disorders, University of Texas M.D.
Anderson Cancer Center, Houston [339] RAJ K. GOYAL, MD
Associate Chief of Staff for Research and Development. VA Medical Cen­
JOHN I. GALLIN, MD ter, Mallinckrodt Professor o f Medicine, Harvard Medical School, West
Director, NIH Warren Grant g. Magnuson Clinical Center; NIH Associate Roxbury [40,284]
Director for Clinical Research; Chief Laboratory of Host Defenses, Nati­
onal Institute o f Alleigy and Infectious Diseases, National Institutes of He­ GREGORY A. GRABOWSKI, MD
alth, Bethesda [64] Professor of Pediatrics; Director, Division and Program in Human Genetics,
Children’s Hospital Research Foundation, Cincinnati [349]
ABHIMANYU GARG» MD
Professor, Department o f Internal Medicine, Center for Human Nutrition, JACOB GREEN, MD
University of Texas Southwestern Medical Center at Dallas; Director, Di­ Associate Professor o f Medicine, Department of Nephrology, Technion Fa­
abetes Clinic, Department o f Veterans Affairs Medical Center, Dallas [354] culty of Medicine, Haifa, Israel [270],

ROBERT H. G ELBER , MD HARRY B. GREENBERG, MD


Clinical Professor o f Medicine and Dermatology, University o f California Senior Associate Dean for Research, Professor o f Medicine, Microbiology
San Francisco, San Anselmo [170] and Immunology, and ACOS for Research VAPAHCS, Stanford University,
Stanford [192]

JE F F R E Y A. GELFAND, MD
NORTON J . GREEN BERGER, MD
Visiting Professor of Medicine, Harvard Medical School; Distinguished
Professor of Medicine, Tufts University School o f Medicine; Attending Professor of Medicine, and senior Associate Dean for Medical Education,
Physician in Infectious Diseases, Massachusetts General Hospital, Boston University of Kansas school of Medicine, Kansas City [302, 303, 304]
[17, 125]
JOHN S. GREENSPAN, BDS, PhD
ANNE A. GERSHON, MD professor and Chair, Department o f Stomatology and Director, Oral AIDS
Center, School of Dentistry; Professor, Department o f Pathology, and Di­
Professor of Pediatrics, and Director of Division o f Pediatric Infectious Di­
rector, AIDS Clinical Research Center, School o f Medicine, University of
seases, Columbia University College o f Physicians and surgeons, New York
California San Francisco, San, Francisco [31]
[1 9 4 ,1 9 5 ,1 9 6 ]

DARYL R. GRESS, MD
MARC GHANY, MD
Associate Professor of Neurology and Neurosurgery; Director, Neurovascu­
Medical Staff Fellow, Liver Diseases Section, Digestive Diseases Branch,
lar Service, University of California San Francisco, San Francisco [376]
National Institute o f Diabetes and Digestive and Kidney Diseases, National
Institutes o f Health, Bethesda [292]
JAM ES E. GRIFFIN, MD
Diana and Richard C. Strauss Professor in Biomedical Research, and Pro­
RAYMOND J . GIBBONS, MD
fessor of Internal Medicine, University of Texas Southwestern Medical
Arthur M. and Glady D. Gray Professor o f Medicine, Mayo Medical Scho­ Center, Dallas [335, 338]
ol, Rochester [227]

W ILLIAM GROSSMAN, MD
BRUCE C. GILLILAND, MD Myer Friedman Distinguished Professor of Medicine, University of Califor­
Professor of Medicine and Laboratory Medicine, University of Washington nia San Francisco; Chief o f Cardiology, university o f California San Fran­
School of Medicine, Seattel [313, 325,326] cisco Medical Center, San Francisco [228]

HENRY N. GINSBERG, MD RASIM GUCALP, MD


Irving Professor of Medicine, Columbia University College o f Physicians Associate Professor of Medicine, Department o f Oncology, Montefiore Me­
Mid Surgeons, New York [344] dical Center, Albert Einstein College of Medicine, New York [102]

I'Ll GLATSTEIN, MD BEVRA HANNAHS HAHN, MD


Vice-Chairman and Clinical Director, Radiation Oncology, University of Professor of Medicine, Chief of Rheumatology, and Vice-Chair, Depart­
!’ -nnsylvania Medical Center, Philadelphia [394] ment of Medicine, university of California, Los Angeles, Los Angeles [311]
S T EP H E N M. HAHN, MD STEV EN M. H O LLA N D , MD
Assistant Professor of Medicine, Department of Radiation Oncology, uni­ Senior Investigator and Head, lmmunoputhogencsis Unit, Clinical Pat­
versity of Pennsylvania Medical Center, Philadelphia [394] hophysiology Section, Laboratory of Host Defenses, National Institute of
Allergy and Infectious Diseases, National Institute of Health, Bethesda [64]
JA N E T E. H A L L , MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Assistant Chief, KING K. H O L M ES , MD, PhD
Reproductive Endocrine Unit, Massachusetts General Hospital, Boston [54] Professor of medicine, and Director, Center for AIDS and Sexually Trans­
mitted Diseases, University o f Washington; Head. Infectious Diseases, Har-
S C O TT A. H A LP E R IN , MD borview Medical Center, Seattle [132, 133]
Professor of Pediatrics, and Associate Professor of Microbiology and Im­
munology, Dalhousie University; Head, Pediatric Infectious Diseases, RANDALL K. H O L M ES , MD, PhD
IWK-Grace Health Center, Halifax, Nova Scotia, Canada [152] Professor and Chair, Department of Microbiology, University of Colorado
School of Medicine, Denver [141]
C H A R L E S H. H A LSTED , MD
Professor of Internal Medicine, Division of Clinical Nutrition and metabo­ E R IC G. HONIG, MD
lism, university of California-Davis School of Medicine, Davis [74] Professor of Medicine, Emory University School of Medicine, Atlanta
[258]
R O B E R T I. HANDIN, MD
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Co-Director. Hematology JA Y H. H O O FN A G LE, MD
Division, and Executive Vice Chairman, Department of Medicine, Brigham Director, Division of Digestive Diseases and nutrition. National Institute of
and Women's Hospital, Boston [62, 116, 117, 118] Diabeles and Digestive and Kidney Diseases, national Institutes of Health.
Bethesda [292]
GAVIN HART, MD, MPH
Director, STD Services, Royal Adelaide Hospital; Clinical Associate Pro­ JONATHAN C . HORTON, MD, PhD
fessor, School of Medicine, Flinders University, Adelaide South Australia, Associate Professor of Ophthalmology, Neurology, and Physiology, Uni­
Australia [164] versity of California San Francisco, San Francisco [28]

W IL L IA M L . H A SL E R , MD LYN HOWARD, MB
Associate Professor of Internal Medicine, Division of Gastroenterology, Professor of Medicine, associate Professor of Pediatrics, and Head-Divisi­
university of Michigan Medical Center, Ann Arbor [41] on of Clinical Nutrition in Department of Medicine, Albany Medical Colle­
ge, Albany [76]
T E R R Y HASSOLD, PhD
Professor, Department of Genetics, Case Western Reserve University and HOWARD HU, MD, DPH
the Center for Human Genetics, University Hospitals of Cleveland, Cleve­ Associate Professor of Occupational Medicine, Harvard School of Public
land [66] Health; Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Associ­
ate Physician, Channing Laboratory, Brigham and Women's Hospital, Bos­
ST EP H E N L . H A U SER, MD ton [5 .3 9 1 ,3 9 5 ]
Betty Anker Fife Professor and Chairman, Department of Neurology, uni­
versity of California San Francisco, San Francisco [355,356, 3 6 1,367, 368, G A RY W. H UNNINGHAKE, MD
371 ,3 7 8 ] Professor, Department of Internal Medicine, and Director, Division of Pul­
monary, Critical Care, and Occupational medicine. University of Iowa Col­
BARTON F. HAYNES, MD lege of Medicine, Iowa City [253]
Frederic M. Hanes Professor of Medicine, anil Chair, Department of Medi­
cine, Duke University Medical Center, Durham [305] EDWARD P. IN G EN ITO , MD
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, Pulmo­
J . C LA U D E H E M P H IL L III, MD nary Function Laboratory, Brigham and Women’s Hospital, Boston [266]
Assistant Professor of Neurology, university of California San Francisco;
Director, Neurovascular and Neurocritical Care Program, San Francisco ROLAND H. IN G RAM , J R ., MD
General Hospital, san Francisco [376] Martha West Looney Professor Emeritus, Emory university School of Me­
dicine. Atlanta [3 2 ,2 5 8 ,2 6 5 ]
PATRICK H. HENRY, MD
Chairman, Department of Medicine, St John's mercy Medical Center, St.
THOMAS S. INUI, ScM , MD
Louis [63]
President and CEO, The Fetzer Institute, Kalamazoo, Michigan [10]

BA RBA RA L . HERVALDT, MD, MPH


Medical Epidemiologist, Division of Parasitic Diseases, Centers for Dise­ M ARK A. IS R A E L , MD
ase Control Prevention, Atlanta [215] Professor, Departments o f Neurological Surgery and pediatrics. Director,
Preuss Laboratory of Molecular Neuro-Oncology, university of California
San Francisco, San Francisco [370]
MARTIN S. HIRSCH, MD
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, AIDS Clinical
Research, Massachusetts General Hospital, Boston [185] KURT J . IS S E L B A C H E R , MD
Distinguished Malilinckrodt Professor of Medicine, Harvard Medical Scho­
BERN A RD H IR SC H EL, MD ol; Physician and Director, Massachusetts General Hospital Cancer Center,
associate Professor of Medicine; Head, HIV/AID.S Section, Division of In­ Boston [91, 282, 289, 295, 296, 297, 345]
fectious Diseases, University Hospital, Geneva [171]
RICHARD F. JA C O B S , MD, FA A P
M IC H A E L F. H O L IC K , MD, PhD Horace C. Cube Professor of Pediatrics, University of Arkansas for Medi­
Professor of Medicine, Department of endocrinology. Diabetes and metabo­ cal Sciences; Chief, Pediatric Infectious Diseases, Arkansas Children's
lism, Boston University School of Medicine, Boston [340] Hospital, Little Rock [161]
Katkıda Bulunanlar

.1. LARRY JAMESON, MD, PhD J. S. KEYSTONE, MD


Irving S. Cutter Professor and Chairman, Department of Medicine, North­ Professor of Medicine, university of Toronto; Centre for Travel and Tropi­
western university Medical School; Physician-in-Chief, Northwestern Me­ cal Medicine, Division of Infectious Disease, Toronto General Hospital, To­
morial Hospital, Chicago [65, 68, 327, 330] ronto, Ontario, Canada [123]

ROBERT T. JENSEN, MD ELLIO TT K IEFF, MD, PhD


Digestive Diseases Branch, National Institute of Diabetes and Digestive albee Professor of Medicine and microbiology and Molecular Genetics,
and Kidney Diseases, National Institutes of Health, Bethesda [93] Harvard medical School, Boston [180]

DONALD R. JOHNS, MD TALMADGE E. KING, JR ., MD


Associate Professor of Neurology and Ophthalmology; Harvard Medical Constance B. Wofsy Distinguished Professor and Vice Chairman, Depart­
School; Director, Division of Neuromuscular Disease, Beth Israel Deaco­ ment of Medicine, University of California San Francisco; Chief, Medical
ness Medical Center, Boston [67] Services, San Francisco General Hospital, san Francisco [259]

BRUCE E. JOHNSON, MD LOUIS V. KIRCHHOFF, MD, MPH


Associate Professor of Medicine, Brigham and Women’s Hospital and Har­ Professor, department of Internal Medicine, University of Iowa; Staff
vard Medical School; Program Director, Lowe Center for Thoracic onco­ Physician, department of Veterans Affairs Medical Center, Iowa City [216]
logy, Dana-Farber Cancer Institute, Boston [100]
JO E L N. KLIN E, MD
MICHAEL JOSEPH, MD Assistant Professor, university of Iowa College of Medicine, Iowa City
Physician, Weber Medical Clinic, Ltd., Olney Illinois [30] [253]

MARK E. JOSEPHSON, MD HOWARD K. KOH, MD, PhD


Professor of Medicine, Harvard medical School; Director of the Harvard Professor of Dermatology, Medicine and Public Health, Boston university
Thorndike Electrophysiology Institute and Arrhythmia Services, Beth Isra­ Schools of Medicine and Public Health; Co-Director, Skin Oncology Prog­
el Deaconess Medical Center, Boston [229, 230] ram, director, Cancer Prevention and Control Center, Boston [86]

EDWARD L. KAPLAN, MD ANTHONY L. KOMAROFF, MD


Professor of Pediatrics, Department o f Pediatrics, university of Minnesota Professor of Medicine, Harvard medical School; Senior Physician, Briham
Medical school, Minneapolis [235] and Women’s Hospital, Boston [6]

MARSHALL M. KAPLAN, MD PETER KOPP,M D


Professor of Medicine, Tufts University School of Medicine; Chief, Gastro­ Assistant Professor of Medicine, Division of Endocrinology, Metabolism
enterology Department, New England medical Center, Boston [45, 293] and Molecular Medicine, Northwestern University, Chicago [65]

ADOLF W. KARCHMER, MD WALTER J. KOROSHETZ, MD


chief, Division of Infectious Diseases, Beth Israel Deaconess Medical Cen­ Associate Professor of Neurology and Medicine; Associate Director, Stro­
ter; Professor of Medicine, Harvard medical school, Boston [126] ke and Clinical Neurology Services, Massachusetts General Hospital, har­
vard Medical School, Boston [374]

DENNIS L. KASPER, MD, MA (Hon)


P. E. KOZARSKY, MD
William Ellery Channing Professor of Medicine, Professor of Microbiology
Associate Professor of Medicine, Emory university School of Medicine;
and Molecular Genetics, Executive Dean for Academic Programs, Harvard
Adjunct Assistant Professor of Medicine, Emory University School of Me­
medical school; Director, channing Laboratory, Department of Medicine,
dicine; Adjunct Assistant Professor of Medicine, Emory University School
Brigham and Women’s Hospital, Boston [19, 119, 130, 145, 150, 160, 167]
of Public Health, Atlanta [123]

LLO YD H. KASPER, MD
BARNETT S. KRAM ER, MD, MPH
Professor of Medicine (Neurology) and microbiology, Dartmouth Medical
Director, Office of Medical Applications of Research, National Institutes of
School, Hanover [217]
Health, Bethesda [80]

MARK A. KAY, MD, PhD STEPHEN M. KRANE, MD


Director, Program in Human Gene Therapy, and Associate Professor, De­ Persis, Cyrus and Marlow B. Harrison Professor of Medicine, Harvard Me­
partments of Pediatrics and Genetics, Stanford University School of Medi­ dical School; Physician and Chief, Arthritis Unit, Massachusetts General
cine, Stanford [69] Hospital, Boston [340, 343]

ELAINE T. KAYE, MD HELENA KUIVANIEMI, MD, PhD


Clinical Instructor in Dermatology, Harvard Medical School; Assistant in Associate Professor, Wayne State University School of Medicine, Detroit
Medicine, Department of Medicine, Children’s Hospital Medical Center, [351]
Weston [18]
LOREN LAINE, MD
KENNETH M. KAYE, MD Professor of Medicine, university of Sofuthem California School of Medi­
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical school; Associate Physi­ cine, Los Angeles [44]
cian, Division of infectious diseases, Brigham and Women’s Hospital, Bos­
ton [18] ANIL K. LALWANI, MD
Associate Professor, Department of Otolaryngology-Head and Neck Sur­
GERALD T. KEUSCH, MD gery, University of California San Francisco, San Francisco [29]
Associate Director for International research; Director, Fogarty internati­
onal Center, National institutes of Health; Professor of Medicine, Tufts Uni­ LEW IS LANDSBERG, MD
versity School of Medicine; New England Medical Center, Bethesda [122, Professor of Medicine, Vice-President for Medical Affairs, and Dean,
157, 159] Northwestern University Medical School, Chicago [72, 332]
H. CLIFFORD LANE, MD DANIEL H. LOW ENSTEIN, MD
Head, Clinical and molecular Retrovirology Section. Laboratory of lmmu- Carl W. Walter Professor of neurology and dean for Medical Education,
noregulation; Clinical Director, National Institute of allergy and Infectious Harvard Medical School, Boston [360]
Diseases, National Institutes of Health, Bethesda [309]
SHEILA A. LUKEHART, PhD
THOMAS J . LAW LEY, MD Research Professor of Medicine, Division of Allergy and Infectious Dise­
Professor, Department of Dermatology, and Dean, Emory University Scho­ ases, university of Washington School of Medicine, Seattle [172, 173]
ol of Medicine, Atlanta [55, 56, 58]
M. MONIR MADKOUR, DM
RAPHAEL C. L E E , MB M E, MD, ScD, PhD (Hon) Military Hospital, Riyadh, Saudi Arabia; Faculty of Medicine, Ain Shams
university, Cairo, Egypt, Riyadh, Saudi Arabia [160]
Professor of Surgery (Plastic), Professor of Organisma Biology and Ana­
tomy (Biomechanics) and, Director, Electrical Injury Research Program,
university of Chicago; Attending Surgeon, Ancilla / St. Mary’s Bum Cen­ LAW RENCE C. MADOFF, MD
ter, Chicago [393] Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Associate Physi­
cian, Channing Laboratory and Division of Infectious Diseases, Brigham
and Women’s Hospital, Boston [119, 127]
THOMAS H. L E E , MD, MSc
Associate Professor, harvard medical school; Medical director, partners
JAM ES H. MAGUIRE, MD
Community Health Care, lnc„ Boston [13]
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; department of
Immunology and Infectious Diseases, Harvard School of Public Health,
CAMMIE F. LESSER, MD, PhD Boston [129, 3 2 3 ,3 9 8 ]
Infectious Disease Fellow, University of Washington, Seattle [156]

ADEL A.F. MAHMOUD, MD, PhD


MATTHEW E. LEVISON, MD President, Merck Vaccines, Merck & Co., Inc., Whitehouse Station, New
Professor of Medicine and public Health, and Chief, Division of Infectious Jersey [222]
Diseases, Allegheny University of the Health Sciences, Philadelphia [255]
RONALD V. M AIER, MD
PET ER LIBBY, MD Professor and Vice Chairman of Surgery, university öf Washington; Surge­
Mallinckrodt Professor of Medicine, Harvard Medical School; Chief, Car­ on in Chief, Harboriew Medical Center, Seattle [38]
diovascular Medicine, Brigham and Women’s Hospital, Boston [241, 242]
MARK E. M AILLIARD, MD
RICHARD W. LIGHT, MD Associate Professor of Medicine, Division o f Gastroenterology and Hepa­
Professor of medicine, Vanderbilt university; Director, Pulmonary Diseases, tology, university of Nebraska Medical Center, Omaha [298]
Saint Thomas Hospital, Nashville [262]
DANIEL B. M ARK, MD, MPH
Professor o f Medicine, Duke University Medical Center, Director, Outco­
CHRISTOPHER H. LINDEN, MD
mes Research and Assessment Group, Durham [3, 4]
associate Professor, Department of Emergency Medicine, University of
Massachusetts Medical School, Worcester [396]
THOMAS M ARRIE, MD
Professor and Chair, Department of Medicine, university of Alberta, Ed­
ROBERT LINDSAY, MBChB, PhD
monton, alberta, Canada [177]
Professor of Clinical Medicine, Columbia University College of Physicians
and Surgeons; Chief, Internal medicine, Helen Hayes Hospital, West Ha-
JOSEPH B. MARTIN, MD, PhD, MA (Hon)
verstraw, New Şork [342]
Dean of the Faculty of Medicine; Caroline Shields Walker Professor of Ne­
urobiology and Clinical Neuroscience, Harvard Medical School, Boston
MARC E. LIPPMAN, MD
[12, 356, 359, 366]
John G. Searle Professor and chairman, Department of Internal Medicine,
University of Michigan Health Science System, Ann Arbor [89]
JANET R. M AURER, MD
Head, Section of Advanced Lung Disease and Lung Transplantation, Divi­
P ET E R E . LIPSKY, MD
sion of Pulmonary and Critical Care Medicine, and Medical Director,
Scientific Director, National Institute of Arthritis and Musculoskeletal and Transplant Center, The Cleveland Clinic Foundation, Cleveland [267]
Skin Diseases, National Institutes of Health, Bethesda [307, 312, 315, 320]

ROBERT J. M AYER, MD
LEO X. LIU, MD, DTMH
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Vice-Chair for Academic
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Division of In­
Affairs, Department of Adult Oncology, Dana-Farber Cancer Institute, Bos­
fectious Diseases, Department of Medicine, Beth Israel deaconess Medical
ton [90, 92]
Center, Boston [219]

BERNARD LO, MD JOHN D. M CCONNELL, MD


Professor of Medicine and Director, Program in Medical Ethics, university Professor of Medicine, Harvard Medical School; Vice-Chair for Academic
of California San Francisco, San Francisco [2] Affairs, Department of Adult Oncology, Dana-Farber Cancer Institute, Bos­
ton [90, 92]

DAN L. LONGO, MD
Scientific Director, National institute on Aging, National institutes of He­ W ILLIAM M. M CCORMACK, MD
alth, Bethesda and baltimofe [6 1 ,6 3 , 79, 82, 84, 103, 112, 113, 191] Professor of Medicine and o f Obstetrics and Gynecology, and Chief, Divi­
sion of Infectious Diseases, State University of New York, New York [178]
FRANK M. LONGO, MD, PhD
Professor of neurology, university of California San Francisco; Chief of Ne­ E. REGIS MCFADDEN, JR ,, MD
urology Veterans Affairs Medical Center, Department of Neurology, San Argyl J. Beams Professor of Medicine, Director, Division of Pulmonary and
Francisco [359] Critical Care Medicine, University Hospitals of Cleveland, Cleveland [252]
KEVIN T, MCVARY, MD ROBERT S. MUNFORD, MD
Associate Professor, Department of Urology, Northwestern university Me­ Jan and Henri Bromberg Professor of Internal Medicine, and Professor of
dical School, Chicago [51] Microbiology, university o f Texas Southwestern Medical Center, Dallas
[124, 146]
NANCY K. M ELLO, PhD
Professor of Psychology (Neuroscience), harvard Medical School; Alcohol TIMOTHY F. MURPHY, MD
and Drug Abuse Research Center, McLean Hospital, Belmont [389] Professor of Medicine and Microbiology, and Chief, Division of Infectious
Diseases, State University of New York at Buffalo, Buffalo [149]
SHLOMO MELMED, MD
Professor and Director, Cedars Sinai Research Institute, University of Cali­ DANIEL M. MUSHER, MD
fornia Los Angeles School of Medicine, Los Angeles [328] Professor of Medicine, and Professor of Molecular Virology, Baylor Colle­
ge of Medicine; Chief, Infectious Diseases, Veterans Affairs Medical Cen­
JE R R Y R. MENDELL, MD ter, Houstan [138, 148]
Chairman and Professor of Neurology; Director, Neuromuscular Disease
Center, The ohio State University, Columbus [381,383] ROBERT J , M YERBURG, MD
Professor o f Medicine and Physiology; Director, Division of Cardiology,
JA C K H. MENDELSON, MD university of Miami School of Medicine, Miami [39]
Professor of Psychiatry (Neuroscience), Harvard Medical School; Alcohol
and Drug Abuse Research Center, McLean Hospital, Belmont [389] GERALD T. NEPOM, MD, PhD
Professor, Department o f Immunology, University of Washington School of
ROBERT O. MESSING, MD Medicine; Director, Virginia Mason Research Center, Seattle [306]
Associate Professor of Neurology, and Associate Director, Ernest Gallo Cli­
nic and Research Center, university o f California San Francisco, San Fran­ RICHARD A. NISHIMURA, MD
cisco [386] Professor o f Medicine, Mayo Medical School, Rochester [227]

M. -MARSEL MESULAM, MD ROBERT L. NORRIS, MD


Ruth and Evelyn Dunbar Professor o f neurology and Psychiatry; Director, Associate Professor o f Surgery, Department of Surgery; Chief, Division of
Center for Behavioral and Cognitive Neurology; Director, Alzheimer’s Emergency Medicine, Stanford university, Stanford [379]
Program, Northwestern University Medical school, Chicago [25]

THOMAS B. NUTMAN, MD
SUSAN MIESFELDT, MD
Head, Helminth Immunology Section, Laboratory of Parasitic Diseases,
Assistant Professor of Medicine, Division of Hematology and Oncology,
National Institute of Allergy and Infectious Diseases, National Institutes of
University of Virginia Health System, Charlottesville [68]
Health, Bethesda [220,221]

EDGAR L. MILFORD, MD
JOHN A. OATES, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director of Re­
The Thomas F. Frist, Sr. Professor of Medicine, and Professor o f Pharma­
nal Transplantation, Brigham and Women’s Hospital, Boston [272]
cology, Vanderbilt University School of Medicine, Nashville [70]

SAMUEL I. M ILLER, MD
Professor of Medicine and Microbiology, University of Washington, Seatt­ RICHARD J . O’BREIN, MD
le [156] Chief, Research and Evaluation Branch Division of Tuberculosis Elimina­
tion, Centers for Diseases Control and Prevention, atlanta [169]
JOHN D. MINNA, MD
Professor, internal Medicine and Pharmacology; Director, Hamon Center PATRICK T. O’GARA, MD
for Therapeutic Oncology Research, University of Texas Southwestern Me­ Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Director, Clini­
dical Center, Dallas [88] cal Cardiology, Brigham & Women’s Hospital, Boston [34]

JER O M E H. MODELL, MD CHRISTOPHER A. OHL, MD


Associate Vice President for Health Affairs, and Professor of Anesthesi­ Assistant Professor of Medicine, Section on Infectious Diseases, Wake Fo­
ology, College of Medicine, university of Florida, Gainesville [392] rest University School of Medicine; Director, Center for Antimicrobial Uti­
lization, Stewardship and Epidemiology, Baptist Medical Center, Winston-
THOMAS A. MOORE, MD Salem [155]
Clinical Assistant Professor, Department of Internal Medicine, university of
Kansas School of Medicine, Wichita [212] RICHARD K. OLNEY, MD
Professor of Neurology, university of California San Francisco, San Fran­
MARC MOSS, MD cisco [22]
Assistant Professor of Medicine, Emory University School of Medicine;
Director, Medical Intensive Care Unit, Grady Memorial Hospital, Atlanta
YVONNE M. O’MEARA, MD, FR CPI
[265]
Senior Lecturer in Medicine, University College Dublin; Consultant Neph­
rologist, Mater Misericordiae Hospital, Dublin, Ireland [274, 275]
ROBERT J . MOTZER, MD
Associate Attending Physician, Division of Solid Tumor Oncology, Depart­
ment of Medicine, Memorial Sloan-Kettering Cancer Center; Associate ANDREW B. ONDERDONK, PhD
Professor of Medicine, Cornell University Medical College, New York [94, Professor of Pathology, Harvard Medical School; Director of Clinical Mic­
96] robiology, Brigham and Women’s Hospital, Boston [121]

HARALAMPOS M. MOUTSOPOULOS, MD ROBERT A. O’ROURKE, MD


Professor and Director, Department o f Pathophysiology, National Univer­ Charles Conrad Brown Distinguished Professor of Cardiovascular Science,
sity School of Medicine; President of the National Organization for Medi- University of Texas Health Science Center at San Antonio, San Antonio
l ines, Athens, Greece [314, 316] [225]
CHUNG OW YANG, MD Vanderbilt University School of Medicine; Chief, Section of endocrinology
Professor of Internal Medicine, H. Marvin Pollard Collegiate Professor and and Diabetes, VA Medical Center, Mashville [333]
Chief, Division of Gastroenterology, Department of Internal Medicine, Uni­
versity of Michigan Medical Center, Ann Arbor [288J D A N IEL S. PRA TT, MD
Assistant Professor of Medicine, Tufts University School of Medicine; Me­
J E F F R E Y PARSONNET, MD dical Director of Liver Transplantation, New England Medical Center, Bos­
Associate Professor of Medicine and of Microbiology, Dartmouth Medical ton [45, 293]
School: Staff Physician, Infectious Diseases Section, Dartmouth-Hitchcock
Medical Center, Lebanon [139] DARW IN J . PR O C K O P, MD, PhD
Professor and Director, Center for Gene Therapy, Philadelphia [351]
SH REYA SK U M A R R . P A T E L , MD
Associate Professor of Medicine, Department of Melanoma/Sarcoma, Me­ D A N IEL T. P R IC E , MD
dical Oncology, University of Texas, MD Anderson Cancer Center, Hous­ Assistant Professor of Medicine, Boston University School of Medicine;
ton [98] Staff Physician, Boston Veterans Affairs Medical Center, West roxbury
[240]
GUSTAV PAU M G A RTN ER, MD
Professor of Medicine, Ludwig Maximilian! University of Munich, Durch- STA N LEY B. PR U SIN ER , MD
wal, Germany [302] Director, Institute for Neurodegenerative Diseases; Professor, Departments,
of Neurology, Biochemistry and Biophysics, University of California San
S T EPH EN J . P E R O U T K A , MD Francisco, San Francisco [375]
Burlingame, California [15]
P E T E R J . Q U E S E N B E R R Y , MD
M IC H A E L C. P E R R Y , MD, MS Professor of Medicine, university of Massachusetts School of Medicine,
Professor of Internal Medicine; Director, Division of Hematology/Onco- Worcester [ 104]
logy, Nellie B. Smith Professor of Oncology, University of Missouri/Ellis
Fischel Cancer Center: Consultant, Harry S. Truman VA Hospital, Colum­ SANJAY RA M , MD
bia [103] Assistant Professor of Medicine, Section of Infectious Diseases, Boston
University School of Medicine and Boston Medical Center, Boston [147]
ALAN PESTR O N K , MD
Professor of Neurology, Washington University, St. Louis [101] DID IER RAOULT, MD
Professor of Medicine, Unite des Rickettsies, School of Medicine, Univer­
C L A R E N C E J . P E T E R S , MD sity of Aux-Marseille, Marseille, France [177]
Chief. Special Pathogens Branch, Centers for Disease Control and Preven­
tion; Adjunct Professor of Microbiology and Immunology, Emory Univer­ N E IL H. RA SKIN , MD
sity, Atlanta [198, 199] Professor of Neurology, university of California San Francisco, San Fran­
cisco [15]
E L IO T A. P H ILLIPSO N , MD
Sir John and Lady Eaton Professor and chair. Department of Medicine, Uni­ M ARIO RA V IG LIO N E, MD
versity of Toronto, Toronto, Ontario, Canada [263, 264] TB Coordinator, Communicable Disease Programme, World Health Orga­
nization, Geneva, Switzerland [169]
G E R A LD B. P IE R , PhD
Professor of Medicine (Microbiology and Molecular Genetics), Harvard SHARON L . R E E D , MD
Medical School; Microbiologist, Brigham and Women's Hospital, Boston Professor of Pathology and Medicine, and Director, Microbiology and Vi­
[ 120] rology Laboratories, University of California, San Diego Medical Center,
San Diego [2 13]
D A N IEL K. PO D O LSK Y, MD
Mallinckrodt Professor of Medicine, Harvard Medical School; Chief of
ANTONIA J . REG IN A TO , MD
Gastrointestinal unit; Director, Center for the Study of Inflammatory Bowel
Professor of Medicine, and Head. Division of Rheumatology, Cooper Uni­
Disease, Massachusetts General Hospital, Boston [282, 299, 300]
versity Medical Center, Robert Wood Johnson Medical School at Camden,
Camden [322]
RONALD E . P O L K , P harm . D.
Professor, Pharmacy and medicine. School o f Pharmacy Medical College of
RICH A RD C. REIC H M A N , MD
Virginia Campus, Virginia Commonwealth University, Richmond [137]
Professor of Medicine, Microbiology and Immunology, Head Infectious Di­
seases Unit, Senior Associate Dean for Clinical Research, University of
M A TTH EW P O L L A C K , MD
Rochester School of Medicine and Dentistry, Rochester [188]
Professor of Medicine, Uniformed Services University; F. Edward He’bert
School of Medicine; Attending Staff Physician, Internal Medicine and In­
fectious Diseases, National Naval Medical Center. Bethesda [155] C A R O L M. R E IF E , MD
Clinical Assistant Professor of Medicine, Jefferson Medical College, Tho­
JO H N T. PO TTS, JR ., MD mas Jefferson University, Philadelphia [43]
Distinguished Jackson Professor of Clinical Medicine, Harvard Medical
School; Director of Research, Massachusetts General Hospital, Boston JO H N T. R E P K E , MD
[341] Chris J. and Marie A. Olson Professor of Obstetrics and Gynecology, and
Chainnan, Department of Obstetrics and Gynecology. University of Neb­
L A W R IE W. P O W E L L , MD, PhD raska Medical Center, Omaha [7]
Professor of Medicine, The university of Queensland and Royal Brisbane
Hospital, Brisbane, Queensland, Australia [345] N E IL M. R E S N IC K , MD
Professor of Medicine, University of Pittsburgh School of Medicine; Chief,
ALVIN C. P O W ER S, MD Division of Gerontology and Geriatric Medicine, University of Pittsburgh
Associate Professor of Medicine, Molecular Physiology and Biophysics, Healthcare System, Pittsburgh [9]
Katkıda Bulunanlar

VICTOR I. REUS, MD I. HERBERT SCHEINBERG, MD


Professor of Psychiatry, University o f California San Francisco; Medical Senior Lecturer in Medicine, College of Physicians and surgeons, Colum­
Director, langley Porter Hospital, San Francisco [385] bia University, New York [348]

PETER A. RICE, MD HOWARD I. SCHER, MD


Professor of Medicine and Chief, Section of Infectious Diseases, Boston Attending Physician, Chief, Genitourinary Oncology Service, Division of
University School of Medicine and Boston Medical Center, Boston [147] Solid Tumor Oncology, Department of Medicine, Memorial Sloan-Kette-
ring Cancer Center; Professor of Medicine, Department of Medicine, Weill
STUART RICH, MD Medical College, New York [94, 95]
Professor of Medicine, Rush Medical College; Director, Rush Heart Insti­
tute Center for Pulmonary Heart Disease, Chicago [260] ALAN L. SCH ILLER, MD
Irene Heinz Given and John LaPorte Given Professor and Chairman of Pat­
GARY S. RICHARDSON, MD hology, Mount Sinai School of Medicine; Chairman of Pathology, The Mo­
Assistant Professor of Psychiatry, Case Western Reserve University; Seni­ unt Sinai Hospital, New York [343]
or Research Scientist, Sleep Disorders and Research Center, Henry Ford
Hospital, Cleveland [27] HARRY W. SCHROEDER, JR ., MD, PhD
Professor of Medicine and Microbiology, University o f Alabama at Bir­
C E L E ST E ROBB-NICHOLSON, MD mingham, Birmingham [308]
Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Assistant Physi­
cian, Massachusetts General Hospital, Boston [6] JOHN S. SCHROEDER, MD
Professor of Medicine, Cardiovascular Medicine, Stanford University
GARY L. ROBERTSON, MD School of Medicine, Stanford [233]
Professor of Medicine and Neurology, Northwestern University Medical
School, Chicago [329] ANNE SCHUCHAT, MD
Chief, Respiratory Diseases Branch, Division of Bacterial and Mycotic Di­
DAN M. RODEN, MD seases, National Center for Infectious Diseases, Centers for Disease Cont­
Professor of Medicine and Pharmacology; Director, Division of Clinical rol and Prevention, Atlanta [142]
Pharmacology, Vanderbilt University School of Medicine, Nashville [70]
MARC A. SCHUCKIT, MD
KAREN L. ROOS, MD Professor of Psychiatry, University of California San Diego, and Veterans
Professor of Neurology, Indiana University School of Medicine, Indianapo­ Affairs Medical Center, San Diego [387, 388]
lis [372]
PETER H. SCHUR, MD
ALLAN H. ROPPER, MD
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Physician, Brigham and
Professor and Chairman of Neurology, Tufts University School of Medici­
Women’s Hospital, Boston [324]
ne; Chief, Division of Neurology. St. Elizabeth’s Medical Center, Boston
[24, 369]
STUART SCHWARTZ, PhD
ROGER N. ROSENBERG, MD Professor, Department of Genetics, Case Western Reserve University and
Zale Distinguished Chair in Neurology; Professor of Neurology and Physi­ the Center for Human Genetics, University Hospitals of Cleveland, Cleve­
ology, University of Texas Southwestern Medical Center; Attending Neuro­ land [66]
logist, Parkland Hospital and Zale-Lipsky University Hospital, Dallas [364]
DAVID S. SEGAL, PhD
W ENDELL ROSSE, MD Professor of Psychiatry, university o f California San Diego, La Jolla [388]
Florence Reynaud McAlister Professor of Medicine and Medical Research,
Department of Medicine, Duke University Medical School, Durham [108] JULIAN L. SEIFTER , MD
Associate Professor o f Medicine, Harvard Medical School; Physician, Brig­
DAVID W. RUSSELL, MD, PhD
ham and Women’s Hospital, Boston [281]
Associate Professor of Medicine, Division of Hematology University of
Washington School of Medicine, Seattle [69]
ANDREW P. SELW YN, MA, MD
ROBERT M. RUSSELL, MD Professor of Medicine, Harvard medical School, Boston [244]
Professor of Medicine and Nutrition, Tufts University; Associate Director,
USDA Human Nutrition Research Center, Tufts University, Boston [75] STEVEN I. SHERMAN, MD
Associate Professor, Section of Endocrine Neoplasia and Hormonal Disor­
THOMAS A. RUSSO, MD, CM ders, university of Texas M.D. Anderson Cancer Center, Houston [339]
Assistant Professor of Medicine, Division of Infectious Diseases, Depart­
ment of Medicine, State University of New York at Buffalo, Buffalo [153, KARL SKORECKI, MD
166]
Annie Chutick Professor of Medicine, Bruce Rapport Faculty of Medicine,
Technion-Israel Institute of Technology; Director, Department of Nephro­
STEPHEN M. SAGAR, MD
logy and Molecular Medicine, Rambam Medical Center, Haifa, Israel [270]
Professor of Neurology, Case Western Reserve School of Medicine, Cleve­
land [370]
W ILLIAM SİLEN, MD
EDWARD A. SAUSVILLE, MD, PhD Johnson and Johnson Distinguished Professor of Surgery, and dean for Fa­
Associate Director, Developmental Therapeutics Program, Division of Can­ culty Development and diversity, Harvard medical School; Physician, Brig­
cer Treatment and Diagnosis, National Cancer Institute, Bethesda [84] ham and Women’s Hospital, boston [14, 290, 291]

MOHAMED H. SAYEGH, MD GARY G. SINGER, MD


Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Research Direc­ Assistant Professor of Medicine, Washington University School of Medici­
tor, Laboratory of lmmunogenetics and Transplantation, Brigham and Wo­ ne; Associate Director, Transplant Nephrology, Barnes Jewis Hospital, St.
men’s Hospital, Boston [272] Louis [49]
AJAY K. SINGH, MD MORTON N. SWARTZ, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Directory of Professor, Department of Medicine, Harvard Medical School; Chief, James
Clinical Nephrology, Brigham and Women’s Hospital, Boston [271] Jackson Firm Medical services, Massachusetts General Hospital, Boston
[3741
JEAN D. SIPE, PhD
Scientific Review Administrator, Center for Scientific Review, National ROBERT A. SW ER LIC K , MD
Institutes of Health; Adjunct Professor, Department o f Biochemistry, Bos­ Associate Professor, Department of dermatology, Emory University School
ton University School of Medicine, Bethesda [319] o f Medicine, Atlanta [56]

WADE S. SMITH, MD, PhD A.JAM IL TAJIK, MD


Assistant Professor of Neurology; Director, Stroke Service, university of Thomas J. Walker Jr. Professor of Medicine and Pediatrics, Mayo Medical
California San Francisco, San Francisco [361] School; Chair, Division of Cardiovascular Diseases, Mayo Clinic, Roches­
ter [227]

JAM ES B. SNOW, JR ., MD
Professor Emeritus, department of Otorhinolaryngology, University of JO E L D. TAUROG, MD
Pennsylvania; former Director, national Institute on Deafness and Other Professor of Internal Medicine, and William M. and Gay Burnett Professor
Communication Disorders, National Institutes of Health, Bethesda [29] for Arthritis Research, University of Texas Southwestern Medical Center;
Interim Chief, Division of Rheumatic Diseases and Interim Director, Ha­
rold C. Simmons Arthritis Research Center, Dallas [306, 315]
ARTHUR J. SOBER, MD
Associate Professor of Dermatology, Harvard Medical School; Associate
SCOTT J . TH ALER, MD
Chief of Dermatology, Massachusetts General Hospital, Boston [86]
Director, Clinical Monitor, Clinical Research, Vaccines, Merck Research
Laboratories. Merck & Co., Inc., Blue Bell [323]
M ICHAEL F. SO RRELL, MD
Robert L. grissom Professor of Medicine; Medical Director, Liver Transp­
lant Program, University of Nebraska Medical Center, Omaha [298]
LUCY STUART TOMPKINS, MD, PhD
Professor of Medicine (Infectious Diseases and Geographic Medicine), Pro­
PET ER SPEELMAN, MD fessor of Microbiology, Immunology and Pathology, Stanford University
Division o f Infectious diseases, Tropical Medicine and AIDS, Department School of Medicine, Stanford [163]
of Internal Medicine, Academic Medical Center, University o f Amsterdam,
Amsterdam, The Netherlands [174]
MARK TOPAZIAN, MD
Associate Professor of Medicine, Yale university School of Medicine; As­
FRANK E. SPEIZER, MD sistant Director, Gastrointestinal Procedure Center, Yale New Haven Hos­
Edward H. Kass Professor of Medicine, Harvard Medical School; Co-Di­ pital, New Haven [283]
rector, Channing Laboratory, Brigham and Women’s Hospital, Boston [5,
254, 391] PH ILLIP P. TOSKES, MD
Professor of Medicine and Director, Division of Gastroenterology, Hepato­
ANDREW SPIELMAN, ScD logy and Nutrition; Associate Chairman for Clinical Affairs, Department of
Professor of Tropical Public Health, harvard School of Public Health, Bos­ Medicine, University of Florida, Gainesville [303, 304]
ton [398]
JE F F R E Y M. TRENT, PhD
JE R R Y L. SPIVAK, MD Chief, Laboratory of Cancer Genetics; Director, Division of Intramural Re­
Professor o f Medicine and Oncology, The Johns Hopkins University Scho­ search, National Human Genome Research Institute, National Institutes of
ol o f Medicine, Baltimore [110] Health, Bethesda [81]

WALTER E. STAMM, MD GERARD TROMP, PhD


Professor of Medicine and Head, Division of Allergy and Infectious dise­ Assistant Professor, Wayne State university School of Medicine, Detroit
ases, University of Washington School of Medicine, Seattle [179, 280] [351]

ALLEN C. STEERE, MD KENNETH L. T Y L E R , MD


Zucker Professor of Medicine, Tufts University School of Medicine; Chief, Vice Chairman and Professor of Neurology, Professor of medicine, Micro­
Rheumatology/Immunology, New England Medical Center, Boston [176] biology and Immunology, university of Colorado Health Sciences Center;
Chief, Neurology Service, Denver VA Medical Center, Denver [372, 373]

ROBERT S. STERN, MD
EVERETT E. VOKES, MD
Carl J. Herzog Professor of Dermatology, Harvard Medical School; Derma-
tologist-in-Chief, Beth Israel Deaconess Medical Center, Boston [59] Duchossois Professor, departments, of Medicine and Radiation Oncology;
director, Section of Hematology/oncology, University of Chicago Medical
Center, Chicago [87]
DENNIS L. STEVENS, MD, PhD
Professor o f Medicine, university of Washington School of Medicine, Se­
MATTHEW K. WALDOR, MD
attle; Chief, Infectious Diseases, VA Medical Center, Boise [128]
Assistant Professor of Medicine, New england Medical Center, Tufts Uni­
versity School of Medicine, Boston [159]
RICHARD M. STONE, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard Medical School; Clinical direc­ DAVID W ALKER, MD
tor, Adult Leukemia Program, Dana-Farber Cancer Institute, Brigham and Professor and Chairman, Department of Pathology, University of Texas
Women’s Hospital, Boston [99] Medical Branch, . Galveston [177]

STEPHEN E. STRAUS, MD RICHARD J . W ALLACE, JR ., MD


Chief, Laboratory of Clinical Investigation, National Institute of Allergy Professor and Chairman, Department of Microbiology and research, Uni­
and Infectious diseases, National Institutes o f Health, Bethesda [384] versity of Texas health Center at Tyler, Tyler [168]
Katkıda Bulunanlar

B. TIMOTHY WALSH, MD JOHN W. WINKELM AN, MD, PhD


William and Joy Ruane Professor o f Pediatric Psychopharmacology, De­ Assistant Professor of Psychiatry, Harvard medical School: Medical dji
partment of Psychiatry, College o f Physicians and surgeons, Columbia uni­ tor, Sleep Health Center, Brigham and Women's Hospital, Boston [27]
versity; Director, Eating Disorders Research Unit, New York State Psychi­
atric Institute, New York [78] BRUCE U. WINTROUB, MD
Associate Dean, Professor and Chair o f dermatology, University of Calif
PET ER D. WALZER, MD nia at San Francisco, San Francisco [59]
Professor of Medicine, University of Cincinnati College of Medicine; Chi­
ef, Infectious Diseases, VA Medical Center, Cincinnati [209] GREGORY P. W ITTEN BERG , MD
Rapid City Medical Center, LLP, Rapid City [86]
FREDERICK C.S. WANG, MD
Associate Professor of Medicine, Harvard medical School; Physician, Brig­ ALLAN W. W O LKO FF, MD
ham and Women's Hospital, Boston [180, 86] Department of Medicine and Marion Bessin Liver Center, Albert Einste
College of Medicine, new York [294]
CARL V, WASHINGTON, JR ., MD
Assistant Professor of Dermatology, Emory University School o f Medicine; ALASTAIR J .J , WOOD, MB, ChB
Director, Mohs Surgery Unit, The Emory Clinic, Atlanta [86} Assistant Vice Chancellor, Professor o f Medicine, Professor of Pharmacc
logy, Vanderbilt University, School o f Medicine, Nashville [71]
ANTHONY P. W EETMAN, MD, DSC
Professor of Medicine and dean, university of Sheffield Medical School; ROBERT L. WORTMANN, MD
Consultant Physician, Northern General Hospital, Sheffield, UK [330] Professor and Chairman, Department o f Internal Medicine, University o
Oklahoma College of Medicine, Tulsa [347]
STEVEN E. W EINBERG ER, MD
Professor o f Medicine, Harvard Medical School; Vice-Chairman, Depart­ PAUL W. WRIGHT, MD
ment o f Medicine, Beth Israel deaconess medical Center, Boston [3 3 ,2 4 9 , Director of Predoctoral Education and Professor o f Family Practice, Uni­
2 5 0 ,2 5 1 ,2 5 6 ] versity of Texas Health Center, Tyler [168]

ROBERTA. WEINSTEIN, MD JOSHUA WYNNE, MD, MBA


Professor of Medicine, Rush Medical College; Chairman of Infectious di­ Professor of Internal Medicine, Wayne State University, Detroit [238]
seases, Cook County Hospital, Chicago [134]

KIM B. YANCEY, MD
PET ER F. W E LL E R , MD Senior Investigator. Dermatology Branch, Division o f Clinical Sciences,
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Co-Chief, Division of In­ National Cancer Institute, National Institutes o f Health; Adjunct Professor,
fectious Diseases, Chief, Division of Allergy and Inflammation, Depart­ Department of Dermatology, Uniformed Services University o f the Health
ment of Medicine, Beth Israel deaconess Medical Center, Boston [210.218; sciences, Bethesda [55, 58]
2 1 9 ,2 2 0 .2 2 1 ,2 2 3 ]

JAM ES B. YOUNG, MD
M ICHAEL R. W ESSELS, MD
Professor of Medicine, Northwestern University Medical School; Attending
Associate Professor of Pediatrics and medicine, Harvard Medical School; Physician, Northwestern Memorial Hospital, Chicago [7 2 ,3 3 2 ]
Chief, Division of infectious Diseases, Children's Hospital; Channing La­
boratory, Brigham and Women's Hospital, Boston [140]
N EA LS. YOUNG, MD
Chief, Hematology Branch, National Heart, Lung and Blood Institute, Na­
M EIR W ETZLER, MD
tional Institutes o f Health, Bethesda [109]
Assistant Professor o f Medicine, State University of New York at Buffalo,
Buffalo [111]
ROBERT C . YOUNG, MD
President, Fox Chase Cancer Center, Philadelphia [97]
A. CLINTON W HITE, JR ., MD
Associate Professor of Medicine, Department of Medicine, Microbiology
ALAN S.L. YU, MB, BChir
and Immunology, Baylor College of Medicine, Houston [223]
Assistant Professor o f Medicine, Harvard medical School; Associate Physi­
cian, Renal Division, Brigham and Women's Hospital, Boston [277]
NICHOLAS J . W HITE, DSC, MD
Professor o f Tropical Medicine, Mahidol University, Thailand and Oxford
VICTOR L. YU, MD
university, UK, bangkok, Thailand [214]
Professor o f Medicine, University o f Pittsburgh; Chief, Infectious Disease
Section, VA Medical Center, Pittsburgh [151]
RICHARD J . W HITLEY, MD
Loeb Eminent Scholar Chair in Pediatrics, Professor o f Pediatrics, Micro­
D O RIF. ZALEZNIK, MD
biology and medicine, University of Alabama at Birmingham, Birmingham
[183] Assistant Professor of Medicine, Harvard Medical School; Senior Physici­
an, Beth Israel deaconess Medical Center, Wellesley, Boston [130, 135,
145]
GRANT R. WILKINSON, PhD
Professor of Pharmacology, Vanderbilt University School o f Medicine,
Nashville [70] PETER ZIMETBAUM, MD
Instructor in Medicine, Harvard Medical School; Cardiovascular Division,
GORDON H. W ILLIAM S, MD Beth Israel Deaconess Medical Center, Boston [2 2 9 ,2 3 0 ]
Professor of Medicine, Harvard Medical School; Chief, Endocrine-Hyper­
tension Division, Brigham & Women's Hospital, Boston [3 5 ,2 4 6 ,3 3 1 ] PH ILIPPE E. ZIMMERN, MD
associate Professor of Urology, The university of Texas Southwestern Me­
JEAN D. WILSON, MD dical School, Dallas [48]
Charles Cameron Sprague Distinguished Chair and Clinical Professor o f In­
ternal Medicine, The university of Texas Southwestern Medical Center,
Dallas [335. 337. 338]
Parantez içerisindeki numaralar yazarların yazdığı konuların numa­ A YTEK İN ALTINTAŞ
ralarını göstermektedir. Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D Öğr.Üyesi
Adana (52, 53, 54, 97, 133, 336)
M ERA LA BA N
Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Kadın Hastalıkları ve Doğum A.B.D Öğr.Üyesi NURCAN ARAŞ ATEŞ
Mersin (336) Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Tıbbi Biyoloji ve Genetik A.B.D Öğr.Üyesi
Mersin (300, 3 5 1 ,3 5 2 ,3 5 3 )
BA H R İ A BA YLI
Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F Gastroentroloji B.D Adana (289) MUSTAFA A RA Z
Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F İç Hastalıkları-Nefroloji B.D. Öğr.Üyesi Gazian­
SIDDIK MOMİN ADAM tep (327, 333, 334)
Uz.Dr., Sağlık Bakanlığı Adana Numune Eğitim Hastanesi Nekroloji Klini­
ği Adana (37, 177, 178, 1 7 9 ,2 1 0 ,2 1 1 .2 1 2 ,2 1 3 .2 1 4 ,2 1 5 ,3 3 9 , 346) A TİLLA ARIDOĞAN
Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F. Üroloji A.B.D. Öğr. Üyesi Adana (95, 335)
YÜ CELA K BAŞ
Yrd.Doç.Dr.. Mersin Ü.T.F Kulak Burun Boğaz Hast. A.B.D Öğr.Üyesi D İL E K ARMAN
Mersin ( 2 9 ,3 0 ,3 1 ,8 7 )
Prof.Dr., Gazi Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
A.B.D Öğr. Üyesi Ankara (147)
M URAT AKÇAY
Uz.Dr., Koşuyolu Kalp ve Araştırma Hast.Kaıdiyoloji Kliniği İstanbul
DİDEM ARSLAN
(244)
Arş.Gıv. Dr.,Çukurova Ü.T.F. İç Hastalıkları A.B.D Adana (3, 307, 308)

AYHAN A K Ç A YİĞ İT
AYNUR A TİLLA
Uz.Dr., Sağlık Bakanlığı Numune Hastanesi Hemodiyaliz Ünitesi Adana
(177, 178, 179, 210, 211,212, 213, 214, 215) Arş.Gıv.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalık­
ları A.B.D Öğr. Üyesi Samsun (222)

İLYAS A KD EM İR
Doç.Dr., Gazianlep Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Gaziantep (34. 238, SEL M A AY
244). Doç.Dr., İnönü Ü T.F Tıbbi Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Malatya (180)

H A YR ETTİN AKDENİZ İS M E T AYDOĞDU


Doç.Dr., 100 Yıl Ü.T.F Araştırına Hastanesi Enfeksiyon Hastalıkları ABD Prof.Dr., İnönü Ü.T.F Hematoloji B.D Öğr.Üyesi Malatya (104, 109)
Öğr. Üyesi Van (85)
SELD A BAĞIŞ
M AHM UT AKGÖZ Yrd.Doç.Dr. Mersin Ü.T.F Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D Öğr. Üye­
Uz.Dr., Sağlık Bakanlığı Tarsus Devlet Hastanesi Hemodiyaliz Merkezi si Mersin (323, 324)
Tarsus (92)
K E M A L BA K IR
A L P E R AKINOĞLU Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F. Patoloji A.B.D. Öğr. Üyesi Gaziantep (77, 82,
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Genel Cerrahi A.B.D Öğr.Üyesi Adana (90, 223, 83)
2 9 0 ,2 9 1 )

A YŞE BA LAT
H İK M E T A K K IZ
Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Nefıoloji B.D Öğr. Üyesi Gaziantep (277, 280)
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Gastroenteroloji B.D Öğr. Üyesi Adana (292)

AKIN ERA SLA N B A LC I


M E H M E T N EC D ET AKKUŞ
Yrd.Doç.Dr., Dicle Ü.T.F Göğüs Cerrahisi A.B.D Öğr. Üyesi Diyarbakır
Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Kardiyoloji A .B.D Öğr.Üyesi Mersin (36, 231,
(259, 260, 262, 263, 264, 265)
235)

MUSA BA Lİ
ERSİN AKPINAR
Prof.Dr., Gazi Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr. Üyesi Ankara (332, 342)
Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Aile Hekimliği A .B.D Öğr.Üyesi Adana
(398)
C EN G İZ BEYAN
M E H M E T AKSOY Prof.Dr., GATA Hematoloji B.D Ankara (62, 118)
Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Gaziantep (32)
ŞEBN EM BIÇ A K Ç I
VAROL AKSUNGUR Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Nöroloji A.B.D Öğr. Üyesi Adana (358, 359)
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Dermatoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (55, 59)
A H M ET BİRAND
MUSTAFA A K TEK İN Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Adana (226, 232,
Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Anatomi A.B.D Öğr.Üyesi Mersin (16, 46) 239, 243, 244)

S Ü LEY M A N A LIC I ZA H İT BO LAM AN


Yrd.Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Ü.T.F Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları Medi- Prof.Dr., Adnan Menderes Ü.T.F Hematoloji B.D Öğr.Üyesi Aydın (112,
kal Onkoloji B.D Öğr.Üyesi Van (101) 114)
43

l CAV İT »OZ MELTEM DEMİRKIRAN


f Yrd.Doç.Dr., Karadeniz Teknik Ü.T.F Nöroloji A.B.D Öğr. Üyesi Trabzon Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Nöroloji A.B.D Öğr. Üyesi Adana (363, 364)
j i 169)
GÜL DENLİ
j »A C E R BOZDEMİR Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Dermatoloji A.B.D Öğr. Üyesi Adana (60)
} Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Nöroloji A .B.D Öğr. Üyesi Adana (357, 360)
I EBRU DERİCİ
} NAFİZ BOZDEMİR Arş.Grv.Dr., Mersin Ü.T.F Tıbbi Biyoloji A.B.D Mersin (201)
j Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Aile Hekimliği A .B.D Öğr.Üyesi Adana (397,
! 398) MUSTAFA DİKİLİTAŞ
Arş.Grv.Dr., İnönü Ü.T.F Hematoloji B.D Öğr.Üyesi Malatya (104, 109)
GÜLAY BÖREKÇİ
î Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F., Sağlık Yüksekokulu Öğr. Üyesi Mersin (221) İMDAT DİLEK
Doç.Dr., Yüzüncü Yıl Ü.T.F Araştırma Hastanesi İç Hastalıkları, Hemato­
BELGİN BÜYÜKAKILLI loji B.D Öğr. Üyesi Van (113)
î Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Biyofizik A.B.D Öğr.Üyesi Mersin (103)
SÜLEYMAN L. DİNÇER
CELALETTİN CAMCI Prof.Dr., Sağlık Bakanlığı Numune Hastanesi, Kemik İliği ve Nakli Bölü­
! Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Tıbbi Onkoloji A.B.D Öğr. Üyesi Gaziantep (64, mü Ankara (110)
; 86)
M. HAKAN DİNÇKAL
\ ABDULLAH CANATAROĞLU Yrd.Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Gaziantep
■ Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Romatoloji B.D Öğr. Üyesi Adana (305,310, (237)
311,312)
İBRAHİM DOĞAN
j KUDDUSİ CENGİZ Yrd.Doç.Dr., Gazi Ü.T.F Gastroenteroloji B.D Öğr. Üyesi Ankara (297)
s Prof.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Samsun (347)
FİGEN DORAN
i MUKADDER ÇALIKOĞLU Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Patoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (40, 41)
j Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Göğüs Hastalıkları A .B.D Öğr.Üyesi Mersin
I (203, 205, 206, 208, 209) ŞABAN DORAN
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Üroloji A .B.D Öğr.Üyesi Adana (51,338)
î AHMET ÇAMSARI
Yrd Doç Dr., Mersin Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Mersin (227, ŞÜKRÜ DUMLU
! 228) Prof.Dr., Gazi Ü.T.F Gastroenteroloji B.D Öğr.Üyesi Ankara (298, 345)

f ŞABAN ÇAVUŞLU MURAT DURANAY


j Prof.Dr., Gülhane Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğitim Hastanesi En- Doç.Dr., Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Kliniği Ankara
| feksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü İstanbul (130) (340)
■|
I AYGÜL DOĞAN Ç ELİK MURAT DURDU
i Arş.Grv.Dr., İstanbul Ü.Cerrahpaşa T.F Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F Dermatoloji A .B.D Adana (56)
î Mikrobiyoloji A.B.D İstanbul (123)
j
RIZA DURMAZ
I EM EL SESLİ ÇETİN Prof.Dr., İnönü Ü.T.F Tıbbi Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Malatya (150,
| Uz.Dr., Ankara Ü.T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D Anka- 1 5 1 ,1 5 2 ,1 5 3 )
I ra (144)
BELDA DURSUN
{ İRFAN ÇİÇİN Prof.Dr., Pamukkale Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Denizli (329)
• Uz.Dr., Trakya Ü.T.F Medikal Onkoloji B.D Edime (102, 370)
İDRİS EMİR
J B. ÖZLEM ÇİMEN Uz.Dr., Sağlık Bakanlığı Antakya Devlet Hastanesi Dahiliye Kliniği An­
İ Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D Öğr. Üye- takya (45)
j si Mersin (325, 326)
BİNNUR ERBAĞ
AYLİN DALKIRAN Yrd.Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F İç Hastalıkları A.B.D Öğr. Üyesi Gaziantep
Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalık­ (334)
ları A.B.D Adana (134)
BAHADIR ERCAN
VEDAT DAVUTOĞLU Araş.Grv.Dr., Mersin Ü.T.F Biyokimya A.B.D Mersin (344)
Yrd.Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Gaziantep
(236) NESİMİ EREN
Prof.Dr., Dicle Ü.T.F Kalp Damar Cerrahisi A.B.D Öğr.Üyesi Diyarbakır
BÜLENT DEĞERTEKİN (2 5 9 ,2 6 0 ,2 6 2 ,2 6 3 , 264, 265)
Uz.Dr., Gazi Ü.T.F Gastroentereloji B.D Ankara (295, 345, 349, 350)
PINAR ERGİN
MESUT DEMİR Uz.Dr., Sağlık Bakanlığı Adana Numune Eğitim Hastanesi Nefroloji Klini­
Yrd.Doç Dr., Çukurova Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Adana (234) ği Adana (346)

m'
w~

44

U.GÜNEY ERGÜN EM EL GÜRKAN


Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Aile Hekimliği A .B.D Öğr.Üyesi Adana (14) Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Hematoloji B.D Öğr, Üyesi Adana (63, 117)

M ELEK KOKSAL ERKİŞİ BİROL GÜVENÇ


Prof Dr., Çukurova Ü.T.F Onkoloji B.D Öğr. Üyesi Adana (89) Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Hematoloji B.D Öğr.Üyesi Adana (105,107,
305)
REHA ERKOÇ
Doç.Dr., 100.yıl Ü.T.F Araştırma Hastanesi Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Van GALİP GÜZ
(278) Doç.Dr., Gazi Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Ankara (341)

GÜLDEN ERSÖZ ALİ İRFAN GÜZEL


Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Klmik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkla­ Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F Tıbbi Biyoloji A.B.D Adana (202)
rı A.B.D Öğr. Üyesi Mersin (165, 166, 167, 170, 171)

İSMAİL HANTA
YASEMİN ERTEN
Uzm.Dr., Çukurova Ü.T.F Göğüs hastalıkları A.B.D Adana (261)
Doç.Dr., Gazi Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr. Üyesi Ankara (343)

SERAP HASTÜRK
MURAT ERTÜRK
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Göğüs Hastalıkları A.B.D Öğr.Üyesi Adana (249,
Prof.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Samsun (182,
250, 252, 253)
183)

H. MEHM ET HAZNEDAR
ŞABAN ESEN
Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F Genel Cerrahi A.B.D ( 90)
Yrd.Doç.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hasta­
lıkları A.B.D Öğr.Üyesi (146)
ŞEMİNUR HAZNEDAROĞLU
EMİNE GENÇ Doç.Dr., Gazi Ü.T.F İç Hastalıkları A .B.D ÖğrÜyesi Ankara ( 3 J3 , 319)
Yrd.Doç.Dr., Selçuk Ü. Meram T.F Nöroloji A.B.D Öğr.Üyesi Konya (366)
MEHM ET HOROZ
DEVRAN GERÇEKER Uz.Dr. Harran Ü,T.F İç Hastalıkları A.B.D Şanlıurfa (80, 191, 330)
Doç.Dr., Ankara Ü.T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.
Üyesi Ankara (145)
FATİH YÜK SEL IŞIKSAL
Uz.Dr., Çukurova Ü.T,F Gastroentroloji B.D Öğr.Grv Adana (287)
C EM İL GÖÇMEN
Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Farmakoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (72)
SÜLEYMAN İLHAN
Prof.Dr., Selçuk Ü. Meram T.F Nöroloji A.B-D Öğr.Üyesi Konya (368)
YÜK SEL GÖKEL
Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Acil A .B.D Öğr. Üyesi Adana (396)
A. SEZA İNAL
BERNA GÖKER Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon HtPtiddb
lan A.B.D Öğr.Üyesi Adana (158, 159, 160, 161, 162, 163, 164)
Doç.Dr., Gazi Ü.T.F Romatoloji B.D Öğr.Üyesi Ankara (314, 318)

MUSTAFA GÜÇLÜ TAMER C, İNAL


Uz.Dr., Başkent Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Gastroente­ Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Biyokimya A,B.D Öğr.Üyesi Adana (49, 50,
roloji B.D Adana (42) 75, 257, 293, 3 5 4 )

ALİ GÜL NURGÜL ARINCI İNCEL


Dr., Mersin Ü.T.F Kalp ve Damar Cerrahisi A .B.D Mersin (248) Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D Öğr.Üye­
si Mersin (321)

GÜVEN GÜL
Uz.Dr.,Sağlık Bakanlığı Antakya Devlet Hastanesi Kardiyoloji Kliniği An­
YÜK SEL KABLAN
takya (45) Yrd.Doç.Dr., Gaziosmanpaşa Ü-T-F Araştırma ve Uygulama Hastanesi Nö­
roloji A.B.D Öğr. Üyesi Tokat (372)

E L İF GÜLER
Yrd.Doç.Dr. Gaziantep Ü.T.F Çocuk Onkoloji B.D Öğr. Üyesi Gaziantep GÜRHAN KADIKÖYLÜ
(98, 99) Yrd.Doç.Dr., Adnan Menderes Ü.T.F Hematoloji B.D Öğr.Üyesi Aydın
(114)
SERDAR GÜLER
Uzm.Dr., Ankara Eğitim ve Araştırma Hastanesi Nefroloji Kliniği Ankara MEHM ET KANADAŞI
(340) Yrd.Doç.Dr, Çukurova Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (241)

YÜ K SEL GÜMÜRDÜLÜ ÖZLEM KANDEMİR


Uz.Dr., Başkent Ü.Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Gastroentero­ Yrd.Doç. Dr., Mersin Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalık-
loji B.D Adana (93) lan A.B.D Öğr. Üyesi Mersin ( 172. 173, 174, 175, 176 )

SUHAN GÜNAŞTI AYDIN KARAASLAN


Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F Dermatoloji A.B.D Adana (60) Doç.Dr., Ankara Ü.T.F. Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A .B.D Öğr.
Üyesi Ankara (142, 143, 144)
ŞABAN GÜRCAN
Yrd.Doç.Dr, Trakya Ü.T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D TARKAN KARARAN
Öğr. Üyesi Edime (216) Uz.Dr., Gazi Ü.T.F Gastroenteroloji B.D Ankara (296, 298, 342)
45

ÇİMEN k a r a s u KEM AL KUL


Prof.Dr, Gazi Ü.T.F Tıbbi Farmakoloji A.B.D Öğr.Üyesi Ankara Uz.Dr., Başkent Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Gastroentero­
(181,242) loji B.D Adana (42)

YUSUF KARATAŞ SEDAT KU LECİ


Doç.Dr.,Çukurova Ü.T.F Farmakoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (9,70,71) Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F Göğüs Hastalıklan A.B.D Adana (168, 169)

BANU KARLILAR SEMİHA GÜLSÜM KÜRT


Dr., Fresenius Hemodiyaliz Ünitesi Adana (37) Yrd.Doç.Dr., Gaziosmanpaşa Ü.T.F Araştırma ve Uygulama Hastanesi Nö­
roloji A.B.D Öğr. Üyesi Tokat (373)
BELD E KASAP
Uz.Dr., Dokuz Eylül Ü.T.F. Çocuk Sağlığı ve Hastalıktan A.B.D İzmir (67, ÇİĞDEM KUZUCU
6 8 ,6 9 ,8 1 ) Yrd.Doç Dr., İnönü Ü.T.F Tıbbi Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Malatya
(185, 186, 187, 188)
HALİL KASAP
Prof.Dr,, Çukurova Ü.T.F. Tıbbi Biyoloji ve Genetik A .B.D Öğr.Üyesi EJD ER KÜÇÜKALTIN
Adana (6 5 ,6 6 , 67, 68, 69, 81) Arş.Grv.Dr., Sağlık Bakanlığı Adana Numune Eğitim Hast, Aile Hekimliği
A.B.D (19, 47, 78 ,375)
M ÜLKİYE KASAP
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F. Tıbbi Biyoloji ve Genetik A .B.D Öğr. Üyesi HAKAN LEBLEBİC İO Ğ LU
Adana (6 5 ,6 6 , 67, 6 8 ,6 9 ,8 1 ) Prof.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
A.B.D Öğr. Üyesi Samsun (148)
ALİ KAYA
Prof.Dr., Mersin Ü.T.F Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji ALİ MATUR
A .B.D Öğr. Üyesi Mersin (124, 125, 126, 127, 128, 129, 132) Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Tıbbi Biyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Adana (200,
2 0 1 ,202, 204)
HULUSİ KEÇECİ
Yrd.Doç.Dr., Düzce T.F Nöroloji A .B.D Öğr.Üyesi Düzce (371) İREM MATUR
İstanbul Ü. Cerrahpaşa Tıp Fak. Biyoloji Bölümü İstanbul (200)
YALÇIN KEKEÇ
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Genel Cerrahi A.B.D Öğr.Üyesi Adana (337) BİRGÜL M ETE
Arş Grv.Dr., İstanbul Ü.Cerrahpaşa T.F Enfeksiyon Hastalıklan ve Klinik
G Ü LLEYLA KILIÇ Mikrobiyoloji A.B.D İstanbul (120)
Uz.Dr., Embriyoloji ve Tıbbi Genetik Uzmanı, Adatıp Hastanesi İnfertilite
ve Tüp Bebek Ünitesi Adapazan (352) ABDULLAH MİLCAN
Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Ortopedi ve Travmatoloji A.B.D Öğr, Üyesi
YURDANUR KILINÇ Mersin (320)
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Çocuk Hematoloji B.D. Öğr. Üyesi Adana (61,
84, 106, 116)
SEVGİ MİR
Prof.Dr., Ege Ü.T.F Pediyatrik Nefroloji B.D Öğr.Üyesi İzmir (273)

NECATİ KlRALP
AYSAN MURTEZAOĞLU
Uz.Dr., RNC Diyaliz Merkezi Mersin (271)
Arş.Grv., İstanbul Ü.Cerrahpaşa T.F Enfeksiyon Hastalıklan ve Klinik Mik­
robiyoloji A.B.D İstanbul (122)
SÜHA KlRALP
Mak.Mühendisi., RNC Diyaliz Merkezi Mersin (271)
MUSTAFA NAMIDURU
Yrd.Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Enfeksiyon Hastalıklan ve Klinik Bakteriyo­
ALİ KOCABAŞ loji A.B.D Öğr.Üyesi Gaziantep (193)
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Göğüs Hastalıktan A .B.D Öğr.Üyesi Adana
(168, 169) ORAL NEVRUZ
Uz.Dr., GATA Hematoloji B.D Ankara (62, 105, 118)
ESRA KOCADURMUŞLU
Arş.Grv.Dr., Mersin Ü.T.F Kalp ve Damar Cerrahisi A .B.D Mersin ( 233, MÜNİFE NEYAL
240, 245) Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F Nöroloji A.B.D. Öğr.Üyesi Gaziantep (23, 24,
3 7 6 ,380, 380)
AYŞE FİL İZ KOÇ
Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F. Nöroloji A .B.D Adana (22, 356, 3 6 1 ,3 7 8 , 379) AYTÜL NÖYAN
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Pediyatrik Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Adana (276)
FATİN KOÇAK
Uz.Dr. Sağlık Bakanlığı Devlet Hastanesi İç Hastalıkları, Gastroenteroloji ŞULE OKTAY
Kliniği Tarsus (100) Prof.Dr., Omega Ar.Org. Dan. Eğ. Şirketi İstanbul (9,70)

FERİDUN KOŞAR ŞEYDİ OKUMUŞ


Doç.Dr., İnönü Ü.T.F Kardiyoloji A .B.D Öğr.Üyesi Malatya (229, 230) Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F. Dahiliye A .B.D Adana (13)

ERKAN KOZANOĞLU MEHM ET DERYA ONUK


Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Fizik Tedavi ve rehabilitasyon A.B.D Öğr.Üyesi Prof.Dr., Atatürk Ü.T.F Gastroenteroloji B.D. Öğr. Üyesi Erzurum (18)
(312)
FEZA OTAĞ
FATİH KÖSE Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D
Aış.Grv. Dr.,Çukurova Ü.T.F. İç Hastalıklan A .B.D Adana (4) Öğr. Üyesi Mersin (219, 220, 221)
46

METİN OTKUN KÜRŞAT ÖZŞAHİN


Prof.Dr. Trakya Ü. T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D Öğr. Arş.Grv. Dr., Başkent Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Aile He­
Üyesi Edirne (198) kimliği A.B.D, Adana (7, 15, 20, 44, 328)

M ÜŞERREF TATMAN OTE JN R EC EPÖ ZTÜ R K


Yrd.Doç.Dr.. Trakya Ü.T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D Prof.Dr., İstanbul Ü.CcrrahpaşaT.F Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mik­
Öğr.Üyesi Edirne (217) robiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi İstanbul (119. 120, 121, 122, 123)

IŞIL ÖCAL ÖMER NURİ PAMUK


Dr., Ç.Ü.T.F Biyofizik A.B.D Adana (Nobeller) Uz.Dr., Trakya Ü.T.F İç Hastalıkları A.B.D Edirne (309)

MURAT ÖKSÜZ CEM KAAN PARSAK


Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F Gastrocntroloji B.D. Adana (286) Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F Genel Cerrahi A.B.D Adana (290,291)

ORAL ÖNCÜL CENGİZ PATA


Yrd.Doç.Dr., Güllüne Askeri Tıp Akademisi Haydarpaşa Eğilim Hastanesi Yrd.Doç.Dr., Başkent Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Gastro-
Enfeksiyon Hastalıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü İstanbul (131) entereloji B.D Adana (76)

HATİCE ÖZBİLGE SAİME PAYDAŞ


Yrd.Doç.Dr., Harran Ü.T.F mikrobiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Şanlıurfa Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr. Üyesi Adana (274, 275)
(190)
MELTEM PEKPAK
ALTAN A. ÖZCAN Prof.Dr., İstanbul Ü.Cerrahpaşa T.F. Nefroloji D.B Öğr. Üyesi İstanbul
Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Göz Hastalıklım A .B.D Öğr.Üyesi Adana (28) (331)

CENGİZ ÖZCAN Ş. FATİN R EE L


Doç.Dr., Mersin Ü.T.F. Kulak Burun Boğaz Hast. A.B.D.Öğr. Üyesi Mersin Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Nöroloji B.D Öğr. Üyesi Adana (365, 377)
(3 0 ,3 1 )
ESRA SAATÇİ
DİLEK ÖZCENGİZ Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Aile Hekimliği A.B.D Öğr.Üyesi Adana
Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Anesteziyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (12, 39, (397)
266)
CEMAL SAĞLIKER
BURHAN ÖZDİL Dr., Sağlık Bakanlığı Meydan Sağlık Ocağı Adana (33, 194)
Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F. İç Hastalıklım A .B.D Adana (8, 224)
HASAN SABİT SAĞLIKER
ALİ ÖZDÜLGER Dr., Sağlıker Nefroloji-Hipertansiyon Ünitesi, Adana ( 1 , 2 , 3 5 , 246)
Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Göğüs Cerrahisi A .B.D Öğr. Üyesi Mersin (88. 258)
YAHYA SAĞLIKER
BİROL ÖZER Prof.Dr., Çukurova Ü. T. F. Dahiliye-Nefıoloji B.D. Öğr.Üyesi Adana (1 ,2 ,
Uz.Dr., Başkent Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Gastroentero­ 3 ,4 , 5 ,6 ,7 ,8 , 10, 13, 15,20, 3 3 ,35, 3 7 ,4 3 ,4 4 ,4 5 ,4 7 ,7 3 ,7 4 ,7 8 ,7 9 , 80,91,
loji B.D Adana (4 3 ,9 1 ) 92, 93, 100. 108 , 177, 178, 179, 191, 194, 210, 21 1 ,2 1 2 , 213, 214, 215,
224, 246 ,247, 2 7 1 ,2 8 6 , 287,289, 299, 307, 308, 328, 330, 339,346, 375)
HÜSEYİN T.E ÖZER
Yrd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Romatoloji B.D Öğr. Üyesi Adana (306, 315, GÜRHAN SAKMAN
316, 317) Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F Genel Cerrahi A.B.D (223)

OKAY ÖZER NEŞE SALTOĞLU


Arş.Grv.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Nclroloji B.D Öğr. Üyesi Samsun (347) Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
A.B.D Öğr.Üyesi Adana (134, 135, 136, 137)
ALİ ÖZEREN
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Nöroloji A .B.D Öğr. Üyesi Adana (362. 374) SUNAY SANDIKÇI
Doç.Dr., Sağlık Bakanlığı Numune Hastanesi İç Hastalıkları Kliniği Ada­
İBRAHİM HALİL ÖZEROL na (302, 303, 304)
Doç.Dr., İnönü Ü.T.F Tıbbi Mikrobiyoloji A.B.D Öğr. Üyesi Malatya (192,
195, 196. 199) MACİT ÜMRAN SANDIKÇI
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Gastroentıoloji B.D Öğr.Üyesi Adana (282, 283,
TUNCAY ÖZGÜNEN 284, 285)
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Fizyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (17)
AHMET SANİÇ
MERT UMUT ÖZKAYNAK Prof.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
Arş.Gör. İstanbul T.Ü Makine ve Mctallürji Bölümü İstanbul (Önsöz, İthaf­ A.B.D Öğr. Üyesi, Samsun (149)
lar)
YAKUP SARICA
PIRIL SAĞLIKER ÖZKAYNAK Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Nöroloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (21, 22,
Dr., Sağlıker Nefroloji-Hipertansiyon ünitesi Adana (1 ,2 , 35, 246) 27,355,356 3 6 1 ,3 7 8 ,3 7 9 )

NURGÜL ÖZPOYRAZ BÜNYAMİN SARITAŞ


Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Psikiyatri A.B.D Öğr.Üyesi Adana (385) Arş.Grv.Dr., Çukurova Ü.T.F. İç Hastalıkları A.B.D Adana (10, 225)
47

NİHAT SATAR ATILLA TANYELİ


Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F. Üroloji A.B.D. Öğr.Üyesi Adana (96, 279, 281) Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Çocuk Hematoloji B.D Öğr. Üyesi Adana (115)

HAYRİYE SAYARLIOĞLU HÜLYA TAŞKAPAN


Yıd.Doç.Dr., lOO.yıl Ü.T.F Araştırma Hastanesi Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Yrd.Doç.Dr., İnönü Ü.T.F. Nefroloji B.D. Öğr. Üyesi Malatya (269)
Van (278)
YEŞİM TAŞOVA
NEDİM YILMAZ SELÇUK Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Klinik Bakteriyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
Prof.Dr., Atatürk Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr. Üyesi Erzurum (341) A.B.D Öğr. Üyesi Adana (138, 139, 140, 141)

ENDER SERİN MEHM ET SAİT TEK EREKO Ğ LU


Yıd.Doç.Dr., Başkent Ü. Adana Uygulama ve Araştırma Hastanesi Gastro­ Yrd.Doç.Dr., İnönü Ü.T.F Tıbbi Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Malatya
enteroloji B.D Adana (43, 76, 91) (189)

.ŞÜKRAN SEVİMLİ BÜLENT TOKGÖZ


Çukurova Ü.T.F Sosyal Hizmetler Uzmanı, Tıp Tarihi A.B.D Arş.Gı v. Ada­ Yrd.Doç.Dr., Erciyes Ü.T.F Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Kayseri (268)
na (79)
H. ZEKİ TONBUL
Prof.Dr., Selçuk Ü. Meram T.F Nefroloji B.D.Öğr.Üyesi Konya (270)
MEHMET SOY
Doç.Dr., Trakya Ü.T.F Romatoloji B.D ve Sağlık Bilimleri Enstitüsü İııı-
ERGÜN TOPAL
minoloji A.B.D Öğr.Üyesi Edirne (309)
Uz.Dr., İnönü Ü.T.F Kardiyoloji A.B.D Malatya (229, 230)

SERDAR SOYDİNÇ
PERVİN TOPÇUOĞLU
Yıd.Doç.Dr., Gaziantep Ü.T.F. Kardiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Gaziantep
Uz.Dr., Ankara Ü.T.F İbni Sina Hastanesi Hematoloji B.D Öğr. Üyesi An­
(34)
kara (108)

BÜLENT SOYUPAK F E V Z İY E TOROS


Doç Dr., Çukurova Ü.T.F Üroloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (48, 94) Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Çocuk Psikiyatri A.B.D Öğr.Üyesi Mersin
(390)
NEHİR SUCU
Yıd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Kalp ve Damar Cerrahisi A.B.D Öğr.Üyesi' NECLA TÜ LEK .
Mersin (233, 240, 245, 248) Doç.Dr., Sağlık Bakanlığı Eğitim ve Araştırma Hastanesi, Enfeksiyon Has­
talıkları ve Klinik Mikrobiyoloji Bölümü Ankara (154, 155, 156, 157)
GÜLTEKİN SÜLEYMANLAR
Prof.Dr., Akdeniz Ü.T.F. Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Antalya (329) ÜMİT HIDIR ULAŞ
Yrd.Doç.Dr., Gülhane Askeri T.F. Nöroloji A.B.D Ankara (367)
MUSTAFA SÜNBÜL
Doç.Dr., 19 Mayıs Ü.T.F Klinik Mikrobiyoloji ve Enfeksiyon Hastalıkları
BAHAR ULUBAŞ
A.B.D Öğr.Üyesi Samsun (222) Yrd.Doç.Dr., Mersin Ü.T.F Göğüs Hastalıkları A.B.D Öğr. Üyesi Mersin
(2 5 1,254, 255, 256)

BERKSOY ŞAHİN
EBRU US
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Onkoloji B.D Öğr.Üyesi Adana (111)
Uz.Dr., Ankara Ü.T.F Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobiyoloji A.B.D Anka­
ra (143)
GÜNŞAH ŞAHİN
Yrd.Doç.Dr.,Mersin Ü.T.F Fiziksel Tıp ve Rehabilitasyon A.B.D Öğr. Üye­ CENGİZ UTAŞ
si Mersin (322) Prof.Dr., Erciyes Ü.T.F. Nefroloji B.D Öğr.Üyesi Kayseri (268)

İDRİS ŞAHİN KAZIM UYGUN


Yrd.Doç.Dr., İzzet Baysal Ü. Düzce T.F. Mikrobiyoloji ve Klinik Mikrobi­ Yrd.Doç.Dr., Trakya Ü.T.F Onkoloji B.D Öğr. Üyesi Edirne (102, 370)
yoloji A.B.D Öğr.Üyesi Düzce (197)
M ERAL K EY ER UYSAL
İRFAN ŞENCAN Prof.Dr., Marmara Ü. Eczacılık Fak. Farmakoloji A.B.D Öğr. Üyesi İstan­
Yıd.Doç.Dr., Abaııt İzzet Baysal Ü. Düzce T.F. Enfeksiyon Hastalıkları ve bul (11)
Klinik Mikrobiyoloji A.B.D Öğr.Üyesi Düzce (218)
SONER UZUN
SEMA ŞİMŞEK Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Dermatoloji A.B.D Öğr.Üyesi Adana (58)
Sağlık Bakanlığı Adana Devlet Hastanesi Diyet Bölümü Adana (73, 74)
MEHM ET ÜNAL
Prof.Dr., Çukurova Ü.T.F Psikiyatri A.B.D Öğr.Üyesi Adana (384, 386,
I 1)1 TAMAM
387)
Vnl.l loç.Dr., Çukurova Ü.T.F Psikiyatri A.B.D Öğr. Üyesi Adana (384,
3S5, 386,387)
SELEHATTİN ÜNAL
Prof.Dr., Gazi Ü.T.F Gastroenteroloji B.D Öğr.Üyesi Ankara (296, 348)
Lİ LÜFER TAMER
I hu, I >r.. Mersin Ü.T.F Biyokimya A.B.D Öğr.Üyesi Mersin (344) ÇAĞATAY ÜNSAL
Uz.Dr., Çukurova Ü.T.F İç Hastalıkları A.B.D Adana (107)
I ERDI TANIR
Yıd.Doç.Dr., Çukurova Ü.T.F Halk Sağlığı A.B.D Öğr.Üyesi Adana ( 391, M ERAL ÜRÜNSAK
392, 393, 394, 395) Arş.Grv. Dr., Çukurova Ü.T.F Mikrobiyoloji A.B.D Adana (204)
2 mallik arayışım kapsamalıdır. Fizik muayene sistematik olmazsa,
önemli kısımlar atlanabilir. Hikayenin ayrıntıları gibi, muayene so­
hastalığın tiim görünüşlerini açıklamak için zıuuııu verine işleği ve nuçları da hafızada çarpıklık yaratacak şekilde saatler sonra değil
lıekinıleıiııkinden Farklı kültürlere, yaşam tarzlarına, davranışlara de, ortaya çıktığı anda kaydedilmelidir. Fiziksel tanıda beceri, tec­
ve değerlere salıip hastalarla görüşürken önyargısız bir tutum, insa­ rübe gerektirir, fakat bulguları onaya çıkarmada başarıyı belirleyer
ni bir hekimin birkaç özelliğidir. Her hekim, zaman zaman, güçlü yalnızca teknik değildir. Yayılmış birkaç peleşi .hafif bir diyastolik
ııegaıil' (veya giiçlii pozitif) tutumda hastalarla yüz yiizc gelenektir. üfüriim veya karında küçük bir kitlenin tespiti, daha keskin gözle­
Hekimler, böyle hastalara ve durumlara kendi reaksiyonları karşı­ rin ve kulakların veya daha hassas parmakların değil, bu bulgulara
sında uyanık olmalıdır ve tüm hareketlerinde hastaların çıkarları hazır bir zihnin sorusunun tespitidir. Fiziksel bulgular değişebilece­
esas dürtü kalaeak şekilde, davranışlarını bilinçli olarak izlemeli ve ğinden, fizik muayene, klinik durumların garantisi olarak sıklıkla
kontrol etmelidir. tekrarlanmalıdır.
Hasla bakımının önemli bir görüşü, "hayat kalite"sinin değer­ L ab o ratu ar Testleri Bir dizi laboratuar testlerinin uygulanır
lendirilmesini, her hastanın eıı çok ııeyc değer verdiğinin sübjektif olması, klinik problemlerin çözümünde bu çalışmalara olan güve­
bir değerlendirmesini içerir. Böyle bir değerlendirme, genellikle nimizi artırmıştır. Laboratuar verilerinin toplanması, hekimi, hasta­
düşünceli, acelesiz ve sık tekrarlı konuşmalarla edinilen ayrıntılı ve nın dikkatli gözlemi, muayenesi ve çalışılması sorumluluğundun
bazen mahrem hasta bilgisini gcrckıirir.Bıı durumlarda, tedavi yön­ kurtarmaz. Böyle testlerin kısıtlılığını akılda tutmak esastır. Kişisel
temindeki zaman sınırlaması problem yaratır. olmayan kalite, karışıklık ve açık kesinlikleri nedeniyle, genellikle
testlerin kendilerinin, testlerde kullanılan aletlerin ve onları uygu­
Dr. Francis Peabody 'ııiıı üç çeyrek asır önce söylediği, şimdi layan ya da yorumlayan bireylerin hatalı olma ihtimallerine bak­
daha geçerli olan meşhur sözleri: maksızın bir otoriıc kazanırlar. Hekimler, yapılmasını söyledikleri
H ekim ve h a sın a n ıs ın d a k i in a l in in k iş is e l ilişkin in ö n em i laboratuar işlemlerinin masrafıyla, sağlayacakları bilginin değerini
g e r e k liğ i k a d a r v u rg u lan m azsa d a , o la ğ a n ü stü f a z l a m ik tard a kıyaslamalıdırlar.
v akan ın h em lan ı h em ted a v is i d ir e k o l a r a k o n a b a ğ lıd ır, K lin is- Basit laboratuar testleri nadiren önerilir. Onlar genellikle, sık­
y en in tem el d e ğ e r le r in d e n b ir is i in sa n lığ a o la n ilgisidir. Ç iin k ii lıkla kullanılan çoklu testlerin bataryası olarak bulunurlar. Örneğin,
h a s ta n ın te d a v is in in sırr ı h a s t a y a b a k m a n ın için d ed ir. hepatik fonksiyon anormallikleri kronik karaciğer hastalığının tanı­
sını destekleyen genel güçsüzlük ve artan yorgunluk gibi nonspesi-
K LİN İK B E C E R İL E R Hikaye Alma Bir hastalığın yazılı hi­ fik semptomları sağlayabilir. Bazen yükselmiş serum kalsiyum se­
kayesi. hastanın hayatındaki medikal hususların tümünü şeklctmc- viyesi gibi tek başına bir anormallik hiperparatiroidizm veya alttan
lidir. Yeni olmuş hadiseler en çok dikkat edilmesi gerekenlerdir. yatan ıualignite gibi özel hastalıkları işaret eder.
Hasiamıı sözü bölünmeden hastalığıyla ilgili hikayesini anlatma Tarama testlerinin düşünceli kullanımı gelişigüzel laboratuar
imkanı verilmeli, hastayla ilgili olduğunu, teşvik ettiğini ve eırıpa- testleriyle karıştırılmamalıdır. Tarama testlerini kullanımı daha dü­
tisini hekim belirtmelidir. Hasta ile ilişkili önemsiz ya da uzak gibi şük giderli tek bir kan örneğinden, elverişli olarak bir grup labora­
görülebilen ama tıbbi sorunun çözümünde anahtar olabilecek olay­ tuar saptamalarını başarmak esasına dayanır. Tarama testleri yaygın
ların varlığında hekim uyanık olmalıdır. hastalık ve bozuklukların yönetiminde en faydalıdırlar, sonuçları
Bilgi verici bir hikaye, semptomların sırayla listelenmesinden aksi takdirde daha masraflı olacak yararlı testleri ya da müdahale­
daha fazlasıdır; hastaları dinlemektir, semptomlarını anlatış yollan­ leri yönetir. Biyokimyasal ölçümler, kan sayımı, idrar analizi ve se-
ın not etmektir. Seslerinin yükselip alçalması, yiiz ifadeleri, hareket dimentasyon oranı gibi basit laboratuar ölçümleriyle birlikte, sık­
ve tavırları hastaların semptomlarını toplamada önemli ipucu ola­ lıkla patolojik bir durumun varlığı için büyük bir ipııcıı olmuştur.
bilir. Alınan hikaye sıklıkla toplama bilgi içerir. Hastalar, tıbbi çok- Aynı zamanda hekim, anlamlı hastalığı, ister istemez akla getirme­
bilınişlikleri içinde ve gerçekleri anımsama yeteneğinde farklılık yecek tarama testlerinin içinden, ara sıra olan anormallikleri değer­
gösterirler. Bu nedenle, tıbbi hikaye mümkün olan her seferinde te­ lendirmeyi öğrenmelidir.. Aslında iyi olan bir insanın izole bir la­
yit edilmelidir. Aile ve sosyal öykü de, aynı zamanda düşünülen boratuar çalışmasının raporundaki anormallik sonrasındaki derin
hastalık tiplerinde iç yüzünü gösteren önemli bir anlayış sağlayabi­ bir çalışma hemen her zaman gereksiz ve verimsizdir. Hastalara ru­
lir. Hikayeyi dinlerken, hekim yalnızca hastalıkla ilgili şeyleri de­ tin olarak uygulanan 4 0 ’dan fazla testin içinden, bir veya ikisi ge­
ğil. aynı zamanda hastayla ilgili birşeyleri de keşfeder. Hikaye al­ nellikle biraz anormaldir. Altta yatan bir hastalığın hiç şüphesi yok­
ma süreci, hastanın tavırlarını gözleme ve fizik muayenede bakıla­ sa, çoğunlukla anormalliğin bir laboratuar hatasını göstermediğini
cak özelliklerin daha adamakıllı izlenme imkanını sağlar. ispatlamak için bu testler tekrarlanır. Eğer bir anormallik onaylanır­
Öykiiyii açığa çıkarmak, daha sonraki ideal hasta-hekim ilişki­ sa, hastanın durumu ve diğer test sonuçlarının çerçevesinde potan­
sinin temeli olacak özel bir ilişkinin oluşmasını sağlar. Hastanın siyel anlamını belirlemek önemlidir.
hastalığını algılamasının sağlanması, hekimden ve sağlık hizmet Görüntüleme Teknikleri Ultrasonogrnfi mevcudiyeti, daha
sisteminden beklentilerini geliştirmesinde ve hastalığın mali ve önee ulaşılamayan organları izotoplar aracığılıyla görüntüleyen çe­
sosyal imajını değerlendirmesinde yardımcı olur. Hasta-hekim iliş­ şitli scanler, kompııtürize tomografi, ve manyetik rezonans imaging
kisinin gizliliği vurgulanmalıdır ve hastaya hikayenin göz ardı edi­ yeni tanısal ufuklar açmıştır ve hastalara faydalı olmuştur. Çünkü
lemeyecek herhangi bir durumunu, fark gözetmeden belirtme im­ bu yeni teknikler invazif olanların yerine geçmiştir. Noninvazif tek­
kanı verilmelidir. noloji için istek anlaşılırken, bu testlerin uygulanmasındaki harca­
Fizik Muayene Fiziksel bulgular, hastanın hikayesinde zaten malar sıklıkla yüksektir ve edinilen bilginin potansiyel faydalarını
belirttiği, fonksiyonel ve yapısal değişikliklerle loıvvetlendirildi- değerlendirirken iyice düşünülmelidir.
ğiııde önemi artan objektif belirtilerdir. Mamafih, zaman zaman, fi­
ziksel bulgular hastalığın tek kanıtları olabilir. HASTA TEDAVİSİNİN E SA S LA R I Tıbbi K a ra r Verilme­
Fizik muayene hastanın rahatı ve namusu düşünülerek, sistem­ si Hem hekim hikayeyi alırken, fizik muayeneyi yaparken ve labo
li ve baştan aşağı yapılmalıdır. Her ne kadar, dikkat sıklıkla hika­ ratııar ve görüntüleme verilerine bakarken hem de kısmen sonrasın­
yedeki hasla organ veya vücut bölgesine yönelse de, yeni bir hasta­ da ayrıca tanıların ve tıbbi karar vermenin meydan okuyucu süreci
nın muayenesi, baştan ayak başparmağına kadar objektif bir anor­ başlar. Ayırıcı tanıları formül halinde açıklamak sadece derin bir
■ ......... i' I........ U-r.il ayın zamanda çeşitli hastalıkların rölutif olası- 3
•i.iiıııı, ıl.-ğcrlendirebilme ve daha az benzer olabilecek, gözden
i ............ hi s h'i in önemini anlayabilme yeteneğini gerektirir. Bir ta- günsüz ithamlarından ve toplumu tıbbi kaynakların fazla klulanı-
ı i ,ı ■,ıı ııKik bilimsel metod uygulamasını gerektirir. Özel bir teşhi- mıyla ilişkili aşırı masraflardan korur. Diğer yandan klinik rehber
ı kaimi ı-ııııck veya reddetmek için değerlendirmede hipotezler ku- kitaplar tıbbın kompleksitesini fazla basitleştirmeye meyillidir.
ii.mr, veriler loplunır ve objektif sonuçlara varılır. Ayrıca tanının Perspektifleriyle ayrılan farklı gruplar, orta yaş grubundaki insan­
i ı ıli/ı lekrarlııyıeı bir süreçtir. Yeni bilgiler ve test sonuçları edinil- lar için periyodik sigmoidoskopi ihtiyacı kadar temel konular hak­
■iıkı-, diişiinülen hastalık süreçleri grubu uygun olarak daralabilir kında çeşitli öneriler geliştirebilirler. Ayrıca temel kitaplar lıcr bir
ı-.a genişleyebilir. Tıbbi karar verme, tanısal ve tedavi süreçlerin- bireyin ve hastalığının eşsizliğini hesaba katarrıaz ve bu beklene­
’ bu meydana gelir.İlave testlerin ordır edilmesini, danışmalar için mez de. Hekimin karşılaştığı meydan okuma, klinik uygulama te­
m alan ve tanı ve tedavi hakkında kararları içerir. Bu işlem, hasta­ mel kitaplarını hazırlayan ustaların önerdiği faydalı tavsiyeleri gtî"
lığın doğal hikayesini vc patofizyolojisini derinlemesine anlamayı, zü kapalı olarak kabul etmeden veya onlarla sınırlanıp uygunsuz
İm ders kitabında neden kuvvetlice bu özelliklerin üzerinde durul­ duruma düşmeden klinik uygulamayla birleştirmektir.
duğunu açıklamayı gerektirir. Aşağıda anlatıldığı gibi, karar verme Tedavi Sonuçlarının Değerlendirilmesi Klinisyenler genel­
ı.aima dayalı olmalıdır. Buna uyarak, hastaların hekimlerce bilinı- likle terapötik bir müdahalenin masraflarını kararlaştırmak için o b ­
.el bilgiden tam yarar çıkartmalarını sağlamalıdır. j e k t i f l e mevcut ölçülebilir parametreleri kullanırlar. Örneğin, k:ın-
Kanıta Dayalı Tıp Sackctt, kanıta dayalı tıbbı "hasta bireyle- basıncı seviyesi, bir anjiyogramdaki bir koroner arterin açıklığı ve­
ı m bakımı için kararlar verirken, geçerli eıı iyi kanıtın dürüst, kesin ya radyolojik değerlendirmede bir kitlenin boyutu gibi fizik ya da
ve ıcdbiıli kullanımı” olarak tanımlamıştır. Tamıtamına ele geçiri­ laboratuvar değerlendirmelerindeki bulgular kritik önem için bilgi
len kanıt, genellikle tarafı tutulan anektodal deneyimle zıtlaşır. Hat- sağlayabilir. Mamafih, hastalar genellikle sübjektif nedenlerden
ıa eıı deneyimli hekimler bile, karar vermede daha büyük daha ob- dolayı tıbbi ilgi ararlar; acıdan arınmak isterler, fonksiyonlarını ye­
jikıif çalışmaların uygulanmasının önemine uyum sağlamışlarsa, niden ele geçirmek ve hayattan zevk almak isterler. Bir hastanın
seçilmiş hastalarla olan yeni deneyimlerden etkilenirler. Prospcktif sağlık durumunun veya yaşam kalitesinin öğeleri, fiziksel konfor,
olarak tasarlanmış, çift kör randomize kinik çalışmalar, terapötik fiziksel aktivite için kapasite, kişisel ve profesyonel fonksiyon,
kararlar hakkında kanıt sağlanması için "altın standarfi simgeler, seksüel fonksiyon, idrak fonksiyonu ve baştanaşağı sağlık idrakim
lakat tek kaynak değildir. Hastalık ve prognozunun doğal hikayesi içerebilir. Bu önemli alanların heıbiri, planlanmış görüşmeler ara­
lıakkındaki değerli kanıt, prospektif kohoıt çalışmalarından ve ana- cılığıyla veya özel olarak tasarlanmış anketler aracılığıyla değer­
Iiıik tetkiklerden gelebilir.Diagnostik testlerin doğruluğu üzerine lendirilebilir. Böyle değerlendirmeler aynı zamanda, hekimin özel­
ikna edici kanıtlar, spesifik bir hastalıktan şüphenden hastaların likle kronik hastalıkta hastanın kendi yetersizliğine sübjektif bakı­
çapraz kesimli çalışmalarından çıkarılabilir. Kanıtlar, biıbirlcriyle şını vc tedaviye cevabını değerlendirebileceği faydalı parametre.,
kıyaslanabildi ve birmctaanalizle yada sistemik gözden geçirmey­ sağlar. Tıp uygulaması hem objektif hem de sübjektif sonuçların
le suuuUıbilen çoklu incelemelerle onaylandığında gayet güçlenmiş değerlendirilmesini ve integrasyonunu gerektirir.
ulur. Yaşlıların Bakımı Önümüzdeki pekçok on yıl boyunca, tıp uy­
En iyi ve en geçerli kanıtı uygulama hatasına düşen hekim, has- gulaması artan yaşlı populasyonunun sağlık bakım ihtiyaçlarıyla
ı;ıyı gereksiz yere riske atmış olur. Mamafih, en uygun kanıtın bil­ çokça etkilenecektir. Birleşmiş Milletlerde 65 yaşın üstündeki popu-
gisi ya da en uygun kanıta hızlı geçiş, optimal bakım için yeterli de­ lasyon önümüzdeki 30 yıl içinde neredeyse üç katı olacaktır. Yaşlan­
ğildir. Hekim, soruyla kanıtın hastayla ilgili olup olmadığını vc mayla ilişkili gelişen fizyoloik süreçleri, yaygın hastalıklara yaşlıla­
eğer öyleyse, herhangi özel bir durumda uygulanmasının sonuçla­ rın farklı yanıtları ve genellikle yaşlanmayla meydana gelen depres­
nın bilinçlidir. Derin bir kanıt uygulama için gereken beceriler ve yon, demans. zayıflık, üriner inkontinans ve fraktürler gibi hastalık­
karar, artan bir meydan okuma sunar. Gerçekten de, "iyi bir doktor” ları anlamanız vc takdir etmeniz esastır.Yaşlılar, ilaçlara, büyük kıs­
Kimıtamına clc geçirilen kanıtın sürekli büyüyen şeklini (tıp bili­ mı, değişen farmokokinetik ve farmakodinamiğe bağlı olan daha
mi). duyarlı, merhametli bir tavırla (tıp sanatı) kullanan kişi şeklin­ çok yanetkilcre sahiptir.Digoksin ve aminoglikozidler gibi yaygın
de yeniden tanımlanabilir. kullanılan ilaçlar, yaşlılarda yarı ömürlerini uzatmışlardır ve santral
Biyolojik vc fizyolojik mekanizmaların anlaşanı, çağdaş tıbbın sinir sistemi gibi dokular benzodiazepinler ve narkotikler gibi belli
temelini oluştururken, bir tedavi modalitesi seçildiği zaman, en faz­ ilaçlara daha duyarlıdır. Yaşlılarca kullanılan büyük miktardaki ilaç­
la öncelik genellikle altta yattığına inanılan siireçtense k lin ik m a s ­ lar, özellikle bakım koordine olmayan pekçok hekim tarfından sağ­
r a fa tanınır. Örneğin, miyokard enfarktüsü olan hastalar on yıllar­ lanmaktaysa, istenmeyen etkileşimlerin riskini artırır.
ca. bunların vertriküler fıbrilasyon vc ani ölüm habercileri olduğu­ Erkeklere Karşılık Kadınlardaki H astalıklar Geçmişte, pek
na inanıldığından, sık ventrikiilcrekstrasistolleri baskılayan ilaçlar­ çok epidemiyolojik çalışmalar ve klinik çalışmalar erkekler üzeri­
la sezgisel olarak tedavi edilir. Klinik çalışmalar, mamafih, antiarit- ne odaklanmıştı. Şimdi takdir edilmektedir ki; hem kadınlara hem
mik ajanların böyle hastalarda gerçekten ölüm riskini artırdığına erkeklere bela olan hastalıklarda anlamlı cinsiyet farklılıkları var­
dair sabit kaıııt sağlamıştır. Bu bulgu, ekstrasistollcrin fatal olayla­ dır. 50 yaşın altında akut miyokard enfarktüsü olanlarda, kadınların
rın sebebinden ziyade yüksek riskin belirleyicileri olduğunu ileri mortalite oranları, erkeklerinkine göre anlımlı olarak yüksektir. Hi­
Mirer. pertansiyon, Afrikan-Amerikan kadınlarda, erkek karşıtlarına güre
Uygulama Kılavuzları Hekimler, potansiyel olarak faydalı ta­ daha yaygındır (ve Afrikan Amerikanlarda beyaz erkeklerden daha
nı tekniklerini ve terapötik tercihleri gösteren, büyük, artan ve ge­ yaygındır), osteoporoz östrojenin menapozal kaybını işaret ederek,
nellikle şaşırtıcı bir kanıt şekliyle yüzyüzedir. Akıllı ve maliyet et­ kadınlarda daha yaygındır, lupus eritematozis, mültipl skleroz vc
kili tıp uygulaması, özel bir hasta ve klinik duruma en yerinde se­ primer biliyer siroz gibi imrnün sistemi ilgilendiren hastalıklar ka­
ni illeri yapmaktan ibarettir. Profesyonel organizasyonlar ve hükü- dınlarda daha sıklıkla meydana gelir ve kadınların ortalama yaşam
...... ajansları bu çabada, hekimlere ve diğer sağlık hizmetlerine beklentisi erkeklerden daha fazladır.Geçmiştc yeterli olarak dikka­
•unlun etmede, resmi klinik uygulama temel kitapları geliştirmek­ ti çekmemiş bir konu olan kadın sağlığı konularına, son zamanlar­
ledir Temel yayınlar geçerli olduğunda ve uygun şekilde uygulan- da hatırı sayılır bir dikkat gösterilmektedir. Sürmekte olan çalışma­
di ’ iııda, belirli tanı veya semptomlu hastaların yönetimi için fayda­ ların, cinsiyet farklılıklarının mekanizmalarıyla ilgili ve belli hasta­
lı İm iskelet sağlarlar. Özellikle standartın altında bakım almayla lıkların sonuçları ile ilgili anlayışlarımızı arttırması gereklidir.
■in si/ sağlık bakım çıkarları olan hastaları koruyabilirler. Rehber İyatrojenik Bozukluklar İyatrojenik bir hastalıkta, bir tera­
. ■nılıır, avın zamanda cliirüst sağlık hizmetlerini, malpraktisin uy- pötik veya tanısal manevranın bozucu etkileri, müdahalenin yapıl-
4 Hekim duygusal, fiziksel ve ruhsal destek sağlamalı veya ayar­
lamalıdır ve merhametli, acelesiz ve açık olmalıdır. Ellerinden ge­
dığı dununda bağımsız olarak patoloji yaratabilir. Hospitalize has­ lebilecek olandan daha fazlası vardır. Ağrı uygun olarak kontrol
taların cn azından % 5’ indc ilaç ters etkileri meydana gelmektedir edilmelidir, insanlık itibarı sürdürülmeli vc aileden izolasyondan
ve iıısidans bıiyiik miktarda ilaç kullanımı ile artar. Klinik dunun kaçımlmalıdır.Bakımın bu görünüşleri, yaşam destekleyici aletlerin
ne olursa olsıın, faydalı etkisi, potansiyel tehlikeleri ve ücreti için zoıia içeri girmesinin kolayca kişinin dikkatinden kaçabileceği ve
tam önemle güçlü tcrapötik ölçümleri akıllıca kullanmak, hekimin yaşam korkutucu hastalık yerine, konsantrasyonları cesaretlendiri­
va/.ilesidir.Tüm tıbbi yöntemler, tanısal ya da tcrapötik, zarar po­ ci yerler olan hnstnlenclerdc gözden kaçmamalıdır,aksi takdirde sa­
tansiyeline sahiptir. Fakat muhtemel risklerden ötürü, tanı ve teda­ vaş nc olursa olsun eninde sonunda kaybedilir. Terminal hastalık
videki mantıklı basamaklar atlanırsa, modern bilimsel tıbbın yarar­ suretinde, ilaçların hedefi bakımdan bakıma, dönemin cn derin his-
larını sağlamak imkansız hale gelir. ’'Mantıklı’', hekimin bir prose­ lcriyle değişmelidir. Ölmekte olan hastaya bakım önerirken hekim,
dürün leylılc ve aleyte olan noktalarını tarttığını ve mümkün oldu­ aile bireylerine bilgi sağlamaya ve onların suç ve acılarıyla başet-
ğu kadar objektif kanıt tentelinde sonuçlandırdığını, bir tanıyı bil­ ıneyc hazırlanmış olmalıdır. Doktor için, aileyi yapılması gereken
dirmek için, rahatsızlığın çaresi ve hastalığın tedavisi için bunun herşeyiıı yapıldığına ikna etmek önemlidir.
gerekli olduğunu ifade eder. Mamafih, bir hekimin yapabileceği za­ "Resüsıtasyon Yapmayın" Em irleri ve Tedavinin kesilmesi
rar. ilaçların ve yöntemlerin ihtiyatsız kullanımı ile sınırlı değildir. Zamanında vc tısta bir tutumla yönetildiğinde, kardiyopulmoncr rc-
Eşit olarak önemli olan yanlış değerlendirilmiş ve doğrulanmamış süsistasyon genellikle ani, beklenmedik ölümün önlenmesinde fay­
sözlerdir. Hekim, bir kalp üfıiriimü bulgusunu yanlış yorumlama dalıdır. Mamafih, tersi için nedenler olmadığı sürece, yalnızca ter­
temelinde tehlikeli bir tanıyı riske attığı için, pek çok hasta kardi- minal, tedavi edilemez hastalığı olan hastanın yaşamım uzatmak
yak bir nevroz geliştirmiştir. Sadece tanısal prosedür yada tedavi için bu prosedür uyguluıımamalıdır.Resüsite etmek veya etmemek
değil avın zamanda hekimin sözleri ve davranışı da hasara yolaçma veya hatta tedavi edilemez ve terminal olarak hasta olan kişiyi te­
kapasi tcsiııdcdir. davi etmek kararı sıklıkla gözden geçirilmelidir ve hastanın duru­
Bilgilendirme Sonrası İzin Hastalar çoğunlukla, ağrılı veya mundaki herhangi bir beklenmedik değişiklikler dikkate alınmalı­
biraz risk arzeden tanısal ve tcrapötik yöntemleri gereksinirler. dır. Bıı şartlarda, sıvıların veya yiyeceğin yönetimi, tedavi olarak
Böyle pek çok prosedür için, hastaların bir rıza formu imzalamala­ düşünülür. Bu kararlar, ayın zamanda lıcııı altta yatan tıbbi durumu,
rı gerekir. Hasta bu yöntemlerin gerektirdiği riskleri açıkça anlama­ özellikle reversibilitesini, hem de hastanın isteklerini, özellikle br
lıdır; bu, "bilgili izin”iıı tanımıdır. Hekim için, yöntemleri açık ve canlı vasiyetinde veya öneri direktifinde belirtilmişse, gözönündc
anlaşılır bir tutum içinde anlatmak vc hastanın hem yöntemin tabi­ tutulmalıdır. Eğer hastanın istekleri direkt olarak tahkik edilemez­
atını hem de devamındaki riskleri kavrayıp kavramadığını soruştur­ se, yakın bir akraba veya hastanın isteklerini aktarmada güvenile­
mak gereklidir. Hospitilizasyon tabiatında var olan, bilinmeyenin bilecek ve basta için cn iyisine rehber olabilecek başka bir vekile
korkusu böyle açıklamalarla yatı.ştırılabilir. dnnışılmalıdır.Ha.stanm özerkliği -seçim tedaviye devam ya da te­
Tedavi Edilemezlik ve Ölüm Hiçbir problem tedavisiz bir davi sonlandırılması olsa da veya bir kardiyopıılmoner arrest duru­
hastalıklı hastada varolandan daha stresli olamaz, özellikle erken munda resüsite edilmek veya edilmemek olsada- en üstün olmalı­
ölüm kaçınılmaz ise. Hasta ve ailesine ne söylenmelidir, yaşamı dır. Mahkemeler, yetkin hastaların tedaviyi reddedebileceğini ve
sürdürmek için hangi ölçütler alınmalıdır,yaşam kalitesini korumak yetkin olmayan bir hastanın yaşam desteği ilgili önceki ifade edil­
için neler yapılabilir, ve ölüm nasıl anlatılmalıdır? miş isteğinin bu yüzden saygıyla karşılanması gerektiğini belirt-
Tedavi edilemez hastalık ve terminal bakım kavramı, genellik­ mişlerdir.Ölüm vc ölnıc sürecini içeren sorunlar tıptaki en zorlardır.
le kanser örneklerini akla getirir. Mamafih, kronik obstriktif akci­ Onlara rasyonel olarak vc tutarlı olarak yaklaşmak için, hekin. tıb­
ğer hastalığı, konjestif kalp yetmezliği, böbrek veya hepatik yet­ bın hem bilimini hem de sanatını birleştirmclidir.
mezlik ve kuvvetli enfeksiyonu içeren diğer pek çok son dönem HEKİM İN B Ü Y Ü Y E N R O L Ü Genetik ve Tıp Genomik ta­
hastalıklı hastalar, benzer sorunlarla karşılaşırlar. Bu vakaların her- rih tıp uygulamasında neredeyse bir devire yolaçmıştır. Tüm insan
birindc aynı terminal bakım kuralları uygulanmalıdır. Hastanın ih­ genomunun DNA serisinin clc geçirilmesi, yaygın kronik hastalık­
tiyaçlarına odaklanmış küçük gözüken şeyleri yapmak, kişinin son ların -hipertansiyon, şeker hastalığı, atcroskleroz, pek çok kanser,
haftaları veya günleri sırasında rahatlığını ve itibarım yenilemek demaııs ve davranışsal ve otoimmün hastalıklar- genetik kompe-
için çok şey yapabilir. Ayıtı şekilde, ağrı kibarca analjezikle yöne­ nentlcıinin aydınlanmasına yardım edebilir. Bu bilgi, bu durumlara
tilmelidir. Tüm çabalar nefesin kısalığım hafifletmek için ve iyi cilt bireysel hassasiyeti, hayatın erken dönemlerinde belirlemeyi ve bi
bakımı sağlamak için yapılmalıdır. reysel korunma porgramlarım yürütmeyi olanaklı kılar.Pekçok has­
Gerçi bazıları diğer şekilde tartışırlar; hasta önemli aile sorum­ talığın genetik bir temelde altsınıflandınlması, her hasta için uygun
lulukları olan bir yetişkin olsa dahi, hastaya "herşeyiıı” doğrudan tedavi seçimine izin verir. İlaçlara cevap daha talimin edilebilir ol­
doğruya anlatılması gerekir, gibi bozulmaz bir kural yoktur. Ne ka­ dukça farmokoterapi daha mantıklı olmalıdır. Kısaca, insan genom
dar anlatılacağı, bireyin yakın ölüm olasılığıyla ba.şedebilme yete­ projesinin tamamlanması hekimlerin, hastalarının sağlığı vc iyi ol­
neğine bağlı olmalıdır.Sıklıkla bu kapasite zamanla artar ve müm­ malarına olan etki kabiliyetlerinde yeterli bir artışa muhtemel ola­
kün oldukça, birdenbireden ziyade kademeli açıklama en iyi strate- rak yol gösterecektir.
jidir.Akıllı ve anlayışlı bir hekime,sıklıkla bir hastanın neyi bilmek Eğer hekimler, yeni teknolojiyle gözleri korkmuş pasif seyirci­
istediği vc ne zaman bilmek istediği anlayışıyla rehberlik edi- ler olmaktansa, bu güçlü, duyarlı, yeni bilgiyi uygulamada aktif rol
lir.l lastanııı dini inançları da aynı zamanda değerlendirmeye alıııa- oynarlarsa, hastalar en iyi hizmeti almış olacaktır. Bıı, hızla gelişen
bilir.Hastayn hekimle bir konuşma ve sorular sorma olasılığı veril­ bir alandır ve hekimler ve diğer sağlık hizmetleri profesyonelleri
melidir. Hastalar, ölümle ilgili duygularım aile bireylerine göre da­ bu yeni bilgileri uygulamak için günceliklerini konımalıdır.Gcnetik
ha objektif ve daha az duygusal olabilen hekimleriyle paylaşmayı taranması, belli bireylerdeki sonuçlarının ifadeleri kadar, testlerin
daha kolay bulabilirler. William Oslcr’in yazdığı gibi; değerinin vc sınırlarının anlaşılması temeline de dayanan akıllı gö­
.Şu k e s in d ir : sizin işiniz siy a h ş a p k a y ı ta kıp hüküm v er iy o r g i ­ rüşmeleri gerektirir.
bi, h iç b ir h a stan ın ü m idin i h a s ta d a n a lm a k d eğ ild ir. U mııt h e p i­ İnternette Tıp Bireysel bilgisayarlarla internet kullanımındaki
mi.: içindir. patlama, pekçok pratisyen hekim üzerinde önemli bir etkiye sahip­
Hasta direkt olarak ’ oluyor muyum'’ diye sorsa bile, hekim bu­ tir. İnternet geniş bir aralıktaki bilgiyi, hekimler için nerdeyse he­
tum bilgi için bir rica mı yoksa teminat için bir ısrar mı olduğunu men, günün veya gecenin herhangi bir zamanında ve dünyada her­
belirlemeye gayret etmelidir. Sadece, hasta ve bekim arasındaki hangi bir yerden ulaşılabilir kılmaktadır.Bu araç güncel bilgileri
açık bir iletişim bu somya karar verebilir vc bekime, ne söylemesi pratik rehber yayınları, konferansları, dergi içeriklerini, kitapları
ve nasıl söylemesi için rehberlik edebilir. (bu yayın da dahil) ve diğer bekim ve uzmanlarla direkt iletişimi
............. . irin müthiş bir potansiyele sahiptir ve bu nedenle hasta- S
........ laııısı ve bakımıyla ilgili, artan derin ve geniş bilgiyi hckimlc-
n- ulaşılabilir kılar.Şu anda hızlı ve geniş kapsamlı bilgi kaynakla­ kısıtlamaktır. Bu tip gözden geçirmeler, tıbbi uygulamanın tüm
rı sağlayan, çoğıı tıbbi dergi on-line olarak ulaşılabilir haldedir. Ay­ alanlanna yayılmaya başlamıştır ve tıp uygulamasını derinden de­
nı /amanda gittikçe artan sayıda hastalar da, hastalıkları ve tedavi­ ğiştirmektedir. Hekimlerden aynı zamanda zorunlu devamlı eğitim­
leri hakkında bilgi toplamak ve ıntcrnet-kaynaklı destek gruplarına lerinin, hasta dinleme kayıtlarının, inceleme ile yeniden sertifika ve
kaiılınak için internete bağlanmaktadır. Hekimler, hastalıklarının yeniden lisansla yeterliliklerinin kanıtlanması beklenmektedir.
anlayışıyla ilgili olarak daha sofistike hastalarla karşılaşmaya git- Devamlı Öğrenme Vicdanlı bir hekim, tıp bilgisi devamlı ge­
likçc daha çok yüzyüze kalmaktadır. Bu noktada, kritik olarak nişlediği ve tazelendiği için, sürekli bir öğrenci olmalıdır. Tıp mes­
önemli olan bir tek uyarı vardır. Hemen hemen herşey internette leği, hastanın iyiliği için kullanılacak yeni bilgiler için kariyer bo­
yayınlanabilir, bunun için kaliteli yayının bir parçası olan gözden yunca, susuzluk duymayı gerektirir. Okuyarak, konferanslara vı.,
geçirme ve konırol sistemleri çalışamaz. Tıbbi bilgi için interneti kurslara katılarak ve meslektaşlarına ve internete danışarak sürek!,
araştıran hekim ve hastaların bu tehlikenin farkında olması gerekir. yeni bilgi elde etmek, hekimin sorumluluğudur.Bu, meşgul bir he­
Bu sınırlamanın dışında, internetin uygun kullanımı hekimler için kim için zor bir görevdir. Fakat, böyle devamlı bir öğrenime tabi ol­
devrim niteliğinde bilgi kaynağıdır ve tıp uygulamasında pozitif bir mak hekim olmanın gerekli bir bölümüdür ve en büyük öncelik bu­
güçtür. na verilmelidir.
Maliyete Dayalı Sağlık Hizmeti Verilmesi Sağlık hizmetleri­ Araştırm a ve Öğretme Doktor kelimesi, katince docorc. "öğ-
nin masrafları arttıkça kaynakların harcanmasında’öncclik belirlen­ rctmek"ten gelir ve hekimler bilgi ve tıbbi bilgiyi meslektaşlarıyla,
mesi gerekli olmuştur. Bazı durumlarda, aşılama, güçlendirilmiş tıp ve ilgili meslek öğrencileriyle ve hastalarıyla paylaşmalıdır.Tıb-
sanitasyon, kaza ve mesleki tehlikelerde azalma, yenidoğanın DNA bi uygulama bilimsel araştırma, klinik gözlem, analiz ve yorumun
yöntemleri ve biyokimyasal taramaları gibi koruyucu yöntemler, bitmeyen zincirini temel alan tıbbi bilginin tam toplamına dayanır.
harcamalar için en büyük getiriyi sağlamaktadır. Örneğin, yenido- Tıptaki gelişmeler, genellikle hastaları içeren araştırmalarda yeni
gan (aramasında fenilketonüri tespiti binlerce doların korunmasını bilgiler edinilmesine dayanır.Gelişmiş tıp hizmetleri bu bilginin
sağlar. iletilmesini gerektirir.Daha geniş toplumsal sorumlulukların parça­
Kaynaklar gittikçe sınırlandıkça, hekim, sadece bir sınırlı hayat sı olarak, hekim, bir rahatsızlık, huzursuzluk ve tehlike empoze et­
beklentisi olanlarda pahalı yöntemleri kullanmanın muhtemel fay­ miyorlarsa hastaları etik ve uygun klinik araştırmalara katılmaya
dalarıyla, tıbbi hizmetlere yeterli olarak ulaşamayan hastaların zo­ teşvik etmelidir. Osier şöyle demiştir;
runlu primer bakım ihtiyaçlarını karşılaştırmalıdır. Her hasta için, "Timi z a m a n la rd a f il o z o fl a r ı a lla k - b ıılla k e d e n s ır la r ı d o ğ a n ın
eğer toplam sağlık hizmeti herkesin gücünün yeteceği bir fiyatla elin d en a lm a k , h a s ta lık la r ın n e d en le rin in izini sü rm ek , h a s t a ­
karşılanabilecekse, aşırı hastane masraflarının mümkün olduğunca lıktan k o r u n m a k ve te d a v i için h ız la h a z ır b u lu n a b ile c e k en
azaltılması önemlidir. Bu politika, şüphesiz hastalar, hekimler, iş­ b ilg i k a y n a k la r ıy la ilişk ili o lm a k ; b u n la r bizim tu tku larım ız­
verenler, ödeme yapanlar ve hükümet arasındaki yakın kooperas- da'. "
yonıı belirtir ve ona dayanır. Hekimler için, istekleri tanısal yön­
temlerin ücretini, verdikleri ilaç ve diğer tedavilerin masraflarını B iB I.İO G R A T V A

bilmek ve masraflar ve etkinliği beraber izlemek eşit derecede COLLINS FS: Shaltıck Lecture: Medical Socicıal Concqucnscs of the Humman
önemlidir. Tıbbi profesyonellik, masrafların kontrolü konularında Genome Projcst. N Engl J Med 341:28,1999
COUNCIL on Graduate Medical Education:77mve<?nt/ı ReponiPhysicicm Educa­
topluma önderlik ve rehberliği sağlamalıdır.Ve bu sorumluğu he­
tion for a Changing Health Care Environemeul.USA Dcpartcmcnt of Health
kim. hizmeti sunan olmaktan ya da gibi görünmekten ziyade, ciddi and Human Services,March 1999
olarak almalıdır. Fakat, sağlık hizmetlerinin ulaştırılmasının ekono­ SACKET DL et al: Evidence Based Medicine.How to Practice and Teach EBM.
mik yönleri, hastaların refah düzeyi ile çatı.şmamalıdır, Hasta, ken­ London.Churchill Livingstone, 1997
TAUBES G:Looking for the Evidence in Mcdicinc.Scicncc 272:22,19%
di hekimine sağlık hizmeti konularında kendi temel avukatı gibi
güvenebilmelidir.
Sorumluluk Tıp tatmin edici fakat talep edici bir meslektir.
Hekimler hizmet ettikleri toplumun özelliklerini anlamalı ve hasta­ B e rn a rd L o
larının sağlık, hastalık ve ölüme karşı sosyal ve kültürel davranış­
larına saygı duymalıdır. Sağlık konularında toplum daha eğitimli ve
X L I N l l v T iP T A E T IK K O N U L A X
sofistike oldukça, genel olarak sağlık sisteminden ve kısmen kendi Pırıl Sağlıkcr Özkaynak, Hasan Sabit Sağlıker, Yahya Sağlıker
hekimlerinden beklentileri artmaktadır.Hekimlerden hastalarının
eşsiz ihtiyaçlarını düşünürken (tıp sanatı), aynı zamanda hızla geli­ Hekimler, şaşırtıcı, zaman kaybettirici, duygusal olarak tüket;
şen alanlardaki becerilerini sürdürmeleri (tıp bilimi) beklenmekte­ ci etik konularla klinik uygulamada sık sık karşılaşırlar. Tecrübe,
dir. Böylcce hekimler sadece sağladıkları hizmetin teknik boyutla­ sağduyu, ve temelde iyi bir insan olmak, hekimlerin etik çıkmazla­
rından dolayı değil aynı zamanda hastanın hizmetten memnuniyeti rı belirleme ve çözmelerini garantilemez. Yaygın etik çıkmazlar
ve tedavinin masrafları konularında da hesap vermek durumunda­ hakkında bilgi de aynı zamanda önemlidir.
dır.
Amerika Birleşik Devletlerinde, federal ve yerel yönetimlerin
bildirdiği kesin standartları sağlamak yoluyla, tıbbi uygulamaları
konusunda açıklama yapmaları için artan bir talep vardır.Devlet ya Hekimler iki önemli, fakat sıklıkla çelişen etik başvuru kayna­
da 3.kişiler tarafından sağlık masrafları ödenen kişilerin hastaneye ğını izlemelidirler: Hasta özerkliğine saygı ve hastanın en yararına
yatırılmaları, uygulamaları, gözden geçirilmeye tabidir. Bunun için çalışmak.
hekim eğer masraflar belli "ortalama" standartların dışına çıkarsa, HASTA Ö Z E R K L İĞ İN E SAYGI Kabiliyetli, bilgili hastalar,
haşlanın hastanede yatış sebebini ve süresini savunmaltdır, Geri önerilen müdahaleleri reddedebilir ve makul alternatiflerden birini
ödeme talimatları, artan bir şekilde, hikaye ve fizik muayenenin ka­ seçebilirler.
yalı öğeleri ile gösterilen, bir hastalığın doğasının ve karışıklığının Bilgili İzin Bilgili izin, hekimlerin hastalarla, teklif edilen ba­
I.ayıtlarına dayanır.Bu uygulamaların amacı hem sağlık hizmetleri­ kımı, alternatifleri,her birinin risk ve yararlarını,yaklaşık sonuçları­
nin standartlarını iyileştirmek hemde sağlık hizmet maliyetlerini nı tartışmasını ve hastanın tedaviye onayını elde etmesini gerekti-
6 LEN D İR İLM ESİ Tüm yetişkinler, bir kurulca yetersiz belirtil­
medikleri sürece yasal olarak yeteri idir. Pratikte, hekimler genellik­
rir.Bilgili izin,izin formları üzerindeki imzaları.elde etmekten faz­ le sağlık tedavisi kararı vermekte noksan olan hastaları kurulsuz
lasını içerir. Hekimler hastaları bilgilendirmeli, soruları yanıtlama- belirlerler ve bunu yapacak vekilleri ayarlarlar. Netlikle, yeterli
lı, tavsiyelerde bulunmalı, ve onlara tartmalarında yardımcı olma­ hastalar bir tercih sunabilir ve tıbbi durumu, teklif edilen tedaviyi,
lıdır. Hastalar tıbbi dille, gereksizce karışık açıklamalarla veya bir se­ alternatifleri ve herbirinin risklerini, yararlarını ve sonuçlarını, tak­
ferde çok fazla bilgiyle bunalabilirler. dir cdcbilirler.Tercilrleri, değerleri ile ycterlidir ve delüzyon veya
Bilginin Açıklanmaması Hekimler ciddi bir tanıyı saklamayı, halüsinasyonlar sonucu ortaya çıkmamalıdır. Zor vakalarda psiki-
sLinınanıayı veya prognoz veya risk tartışmasını sınırlamayı düşüne­ yatristler yardım edebilirler çünkü mental olarak bozuk hastalarla
bilirler, çünkü baştanın ciddi bir anksiyete veya depresyon geliştire­ görüşmelerde tecrübelidirler ve tedavi edilebilir depresyon ve psi­
bileceğinden veya gerekli tedaviyi reddedeceğinden korkarlar. Hasta­ kozu belirleyebilirler. Bozukluklar değişken ve reversibl ise, karar­
lar, onların istekleri doğrultusunda bilgi almaya zorkınınamalıdır- lar, eğer mümkünse hasta karar verme yeteneğini tekrar kazanınca-
Iar.Çoğu insan, her nasılsa, tanılarını ve progııozlarıııı, terminal ola­ ya kadar ertelenebilir.
rak basta olsalar bile bilmek isterler. Genel olarak, hekimler, ilgili bil­ V E K İL S EÇ İM İ Eğer bir hasta karar verme kapasitesinden
giyi sağlamalı, empati ve umut sunmalı ve kötü haberlerle baş etme­ noksansa, hekimler rutin olarak aile fertlerine vekil olmalarını so­
lerinde hastalarına yardım etmelidir. rarlar. Çoğu hasta, aile fertlerinin vekil olmalarını ister, ve aile fert­
Acil Tedavi Bilgili onay, hasta izin veremediği ve tedavinin ge­ leri genellikle hastaların tercihlerini bilir vc hastanın en iyi çıkarla­
cikmesi bayatlarını ve sağlıklarını tehlikeye atacağı zaman gerekli rını kalpte bilirler. Hastalar, belli bir bireyi vekil olsun diye tayin
dcğildir.lnsanların, önceden tersini belirtmedikleri sürece, acil teda­ edebilir; böyle tercihlere saygı gösterilmelidir. Bazı devletler, has­
viyi istedikleri farz edilir. ta bir vekil tayin etmemişse, hangi yakının vekil olacağının önce­
Yarımsız Müdahale Özerklik, hastalara her istedikleri tedaviye likli bir listesini saptamıştır.
ısrar hakkını vermez. Hekimler, fizyolojik mantığı olmayan veya za- V E K İL K A R A R LA R I İÇİN STANDARTLAR Öneri Di­
leıı başarılı olmamış yararsız müdahaleleri sağlamak mecburiyetinde rektifleri Bunlar yetkin hastaların eğer karar verme yetkinlikleri­
değillerdir. Örneğin; maksimum tedaviye rağmen progresif hipotan­ ni kaybederse, direkt bakım için cümleleridir. (1) Hangi müdahale­
siyonla bir hastaya kardiyopulmoner resüsitasyon yararsız bir müda­ leri reddedeceklerini veya kabul edeceklerini veya (2) kimin vekil
haledir. Hekimler, başarı olasılığının çok diişiik olduğuna, hiçbir so­ olacağını belirtebilirlcr.Hastanın öneri talimatlarına uyarak, vekil
nuca ulaşılamayacağına, hastanın hayat kalitesinin beklenmedik ol­ hastanın özerkliğine saygı duyar.
duğuna, veya maliyetin çok yüksek olduğuna inandıklarında, müda­ S özlü d iy a lo g la r , öneri talimatlarının en yaygın şeklidir. Böyle
hale yapmak için tek yönde karar vermede dağınık hislerde oklukla­ diyaloglar alışıldığı üzere klinik uygulamada uygulanır, nedensel
rında “yararsız" terimini kullanmada uyanık olmalıdırlar.Terimin veya belirsiz yorumlar güvenilir olmayabilir.
böyle başarısız kullanımı sorunludur çünkü tutarsız olabilir ve değer C a n lı v a siy etleri, hekimleri, eğer hasta terminal bir dunıma ve­
yargılarını gizleyebilir. ya devamlı bitkisel bir duruma girerse, yaşam destekleyici müda­
HASTALARIN YARARINA ÇA LIŞM AK Kazanç kaynağı, haleleri yapmaya veya sağlamaya yöneltir. Hastalar genellikle “sa­
hekimlerin, hastalarının çıkarı için hareket etmelerini gerektirir. Mes­ dece ölüm sürecini uzatan" müdahaleleri reddederler. Bir sağlık ve­
leğe yabancı insanlar tıbbi uzmanlığa malik değildir ve hastalıkların­ kili, hasta tarafından, kendisi karar verme yetisini kaybederse, sağ­
dan dolayı incinebilirler. Haklı olarak, hekimlerin sözlü tavsiyeler lık bakım kararlarını versin diye belirlenmiş bir kişidir. Canlı vasi­
sağlamasına ve iyi olmalarını ilerletmelerine güvenirler. Hekimler, yetlerinden daha esnek ve geniş kapsamlıdır, hastanın karar verme­
güven gibi cesaret de verirler. Bundan dolayı, hekimlerin hastaların ye yetersiz olduğu her durumda uygulanır.
çıkarına davranmak gibi itibari bir görevleri vardır.Hastanın çıkarla­ H e k im le r h a s t a la r ı, öneri direktifleri sağlamada, hem ne iste­
rı,hekimlerin kendi çıkarlarının veya hastaneler vc sigortalar gibi diklerini hem de kimin vekil olması gerektiğini belirtmede ve ter­
üçüncü grupların çıkarlarının üstündedir. Hekimlerin bu itibari mec­ cihlerini vekilleriyle tartışmalarında cesaretlendirebilirler. Hasta­
buriyetleri, güvenmeyle karakterize olmayan “alıcının gözünü aç" ile larla görüşmelerde, hekimler öneri talimatlarının bilgilenmiş, gün­
karakterize, iş ilişkileri ile şiddetle çakışır, “Zarar verme" kaynağı he­ cel olmalarını ve olası klinik senaryolara hitap etmelerini sağlaya­
kimlerin etkisiz müdahaleleri yapmalarını veya dikkatli davranma­ bilir. Böyle gelişmeler en iyi ambulatuar ortamlarda başarılır. Fede­
malarını yasaklar. Hala sıklıkla bahsedilen bu hüküm, sadece sınırlı ral Hasta Öz Saptama Yasası, hastanelerin ve sağlık koruma orga­
rehberlik sağlar, çünkü pek çok faydalı müdahalenin aynı zamanda nizasyonlarının, hastaların kendi sağlık bakım kararlarını verme
ciddi riskleri de vardır. Iraklarını bildirmelerini ve öneri talimatları sağlamalarını gerektirir.
YARAR VE Ö Z E R K LİK ÇATIŞM ALARI Hastaların tedavi­ Vekil K ararı Net öneri talimatları yokluğunda, vekiller ve he­
ye itirazları, kendi amaçlarını engelleyebilir veya kendilerine ciddi kimler, şartlar altında, hasta hakkındaki tüm bilgilerini kullanarak
zarar yaratabilir. Örneğin, astımlı genç bir adam reversibl solunum hasta gibi karar vermeye çalışmalıdırlar. Böyle vekil kararları has­
yetmezliği için mekanik ventilasyonu reddedebilir. Temel olarak böy­
tanın değerlerine saygılı olmaya çalışırken, spekülatif vc hatalı ola­
le itirazları kabul etmek, özerkliğe saygı adı altında, ahlaki olarak ça­
bilirler. Bir vekil, hastanın tercihlerinde yanılabilir; özellikle açık­
lışmalıdır. Hekimler hastaların beklentilerini ve kaygılarını karşılaya­
ça tartışmamışlarsa.
bilir. yanlış anlamaları düzeltebilirler ve faydalı tedavileri kabul et­
Ç ıkarlar Hastanın tercihleri belirsiz veya bilinmiyor ise, ka­
melerini iknaya çalışabilirler. Eğer görüşmeden sonra anlaşmazlık­
rarlar hastanın çıkarlarına dayandırılmalıdır. Hastalar genellikle
lar devam ederse, hastanın bilgili tercihleri ve kişinin çıkarlarına
kendileri için karar verirken,hayatın devamı kadar kalitesini de he­
bakış açısı galip olur. Önerilen tedaviyi reddetmek bir hastayı yete­
saba katarlar. Anlaşılabilir ki, vekiller, karar verme yetisi noksan
neksiz kılmazken, hekimi, daha sonra hastanın bilgili kararlar ver­
hastaların aynı zamanda hayat kalitesini dc düşüneceklerdir. Yaşam
mekte yeterli olmasını sağlamaya araştırmaya yönlendirebilir.
kalitesi ile ilgili kararlar eğer hastanın kendi değerlerini yansıtıyor­
sa uygundur. Önyargı veya görüş ayrılıkları meydana gelebilir, ma­
mafih, eğer diğerleri kendi değerlerini hastaya yansıtırsa veya has­
tanın sezilen sosyal değerini tartarsa. Çoğu kronik hastalıklı hasta,
Hastalar bilinçsizlik, deinans, deliryum veya diğer durumlardan kendi yaşam kalitelerini, aile fertlerinin ve hekimlerin yaptığından
dolayı bilgili kararlar vermeye yeterli olmayabilir. Hekimler böyle daha yüksek tartarlar.
hastayı değerlendirirken iki soru sormalıdır: Uygun vekil kimdir? Yasal Konular Hekimler, karar verme yetisi noksan hastaları
Hasta ne yapılmasını isterdi? değerlendirmeyle ilgili ülke yasalarını bilmek zorundadır. Bazı ül­
T IB B İ K A R A R LA R V ER M E KAPASİTESİNİN D E Ğ ER ­ ke mahkemeleri, doktorlara, yalnızca hastalar yazılı öneri talimat-
■it ,i ' iik u/.;;iil sozlti (ihmhin sağlamış oldukları takdirde, yaşam î Klinik Tıbba Giriş 7
i- f i- müdahalelerini kullanma izni verir.
Aııljsıuazlıklar pottmsiycl vekiller arasında veya hekim ve vekil sıklıkla yaşamlarının son günlerinde dinmeyen ağrılar ve diğer semp­
lUMü'la anlaşmazlıklar meydana gelebilir. Hekimler herkese,kararları, tomlarla acı çekerler. Doktorlar, ölümü hızlandıracaklarından korka­
k•-ıi. !iIc-riııkiııc değil haşlanın isteğine dayandırmalarını hatırlatabilir, rak, yüksek doz narkotik ve sedatifleri vermekten çekinebilirler. Ter­
i l.r.it'iıe (ilik Komitesi veya diğer bir hekimle konsültasyon genellikle minal hastalıkta ağrının azaltılması ve mekanik ventilasyon yapılma­
ıni.ışma/lıklnrı çözmeye yardım eder. Böyle bir konsültasyon, aynı za- yan hastalarda dispnenin giderilmesi, hastanın rahatını ve değerini iyi­
Mt.ııiıla. eğer bastımın vekili yoksa ve öneri talimatları da yoksa yarar­ leştirir. Eğer düşük doz narkotikler ve sedatifler ağrı azaltılmasında ba­
lıdır. Mahkemeler yalnızca anlaşmazlıklar klinik ortamda çözüleme- şarısız kalmışsa, dozu solunum işini baskılayan seviyelere çıkarmak
dıkce son merci olarak kullanılmalıdır. etik olarak uygundur; çünkü hekimin amacı ölümü hızlandırmak değil,
acıyı hafifletmektir. Hekimler aynı zamanda ölmek üzere olan hasta­
V \S A M D E S T E K L E Y İC İ M Ü D A H A L E L E R larla vakit geçirerek, onları dinleyerek ve psikolojik stresleri ile ilgile­
nerek de acılarını hafifletebilirler.
HAKKINDA KARARLAR

Tıbbi teknoloji hayatları kurtarabildiği halde,ölüm sürecini uzatabilir ÇIKAR Ç A T IŞ M A L A R I


de. Yeterli, bilgili hastalar yaşam destekleyici müdahaleleri reddedebi­
lirler. Böyle müdahaleler, karar verme yetisi noksan hastalarda öneri Hastaya en faydalı şekilde davranmak hekimin kendi çıkarlarıyla veya
uıliınatları temelinde veya uygun vekillerin kararlarınca da kısıtlanabi­ hastane veya sigorta şirketleri gibi üçüncü grupların çıkarlarıyla çatı­
lir. Mahkemeler, vazgeçilen yaşam destek müdahalelerin intihar yada şabilir. Etik olarak esas olan; hastanın çıkarlarını ön planda tutmaktır.
cinayet olmadığını bildirmişlerdir. Bir çıkar çatışması görünümü bile, mesleğe inancı sarsabilir.
ALDATICI Ö Z E LL İK L ER İnsanlar yaygın olarak, iç güdüsel FİNANSAL YAKLAŞIMLAR Yönetimli Sağlık Sistemlerinde,
olasılı fakat detaylı analizlerle ispatlanmış, savunulmaz farklar çizer­ hekimler bekçi görevini üstlenebilirler veya harcamalar için finansal
ler. risk taşırlar. Böyle yaklaşımlar, yetersizliği ve israfı azaltmayı hedef­
Olağanüstü ve Olağan Bakım Bazı hekimler, cerrahi, mekanik lese de, hekimlerin giderleri kontrol etmek için faydalı bakımı kısıtla­
veııtilasyoıı, veya renal diyaliz gibi "olağanüstü" veya "cesur" müda­ yacakları endişesi mevcuttur. Zıt olarak, hekimler hizmet karşılığı ma­
halelere gitmemeyi isterler fakat antibiyotikler, intravenöz sıvılar veya aş aldıklarında gerekenden fazla bakım sağlama, veya hastaları kendi
beslenme tüpleri gibi "olağan" olanları sağlamada ısrar ederler. Mama­ yatırımlarının olduğu tıp kuruluşlarına yönlendirme eğilimleri olabilir.
fih, bu ayrını mantıklı değildir çünkü tüm tıbbi müdahaleler hem risk­ Finansal yaklaşımları dikkate almadan, hekimler hasta için en yararlı
lere, hem de faydalara sahiptir. Eğer hasta bireyin sıkıntıları, faydala­ olan uygun bakımı - ne daha fazla, ne daha az- önermelidir.
rı geçerse herhangi bir müdahale kısıtlanabilir. SİGORTA REDDİ Gereksiz hizmetleri azaltmak için tasarlanmış
Geri Çekilen ve Kısıtlanan Müdahaleler Çoğu sağlık bakımı tekrar kullanım programları,aynı zamanda hekimin hastaya faydalı
sağlayıcısı müdahaleleri kesmeyi, ilk başta kısıtlamaktan daha zor bu­ olacağına inandığı bakımın, sigorta reddini de getirebilir.Hckimler,;y;,
lur. Böyle duyguların doğrulanması gerekirse de, iki olay arasında plan standart bakımı karşılamadığı zaman, hastalarını bilgilendirmedir
mantıksal bir farklılık yoktur. Kısıtlanan müdahalelerin doğrulanması, ve böyle sigorta redlerinde, hasta savunucusu olarak; yardım talebinde
hastaların veya vekillerin reddi gibi, aynı zamanda geri çekilmelerin bulunmalıdır. Hastalar, sigorta karşılığını ve maluliyet haklarını almak
ıloğrulanmasıdır.Ek olarak, bir müdahale başladıktan sonra başarısız için hekimlerden, durumlarını farklı göstermelerini isteyebilirler. He­
olabilir veya hastanın tercihleri veya durumu ile ilgili yeni bilgiler ge­ kimler, kabul edilebilir olarak hastalarına yardım etmek isteseler
çerli olabilir. Eğer müdahaleler kesilmezse, hastalar ve vekiller yarar böyle yanlış sunumlar, hekimlerin güvenilirlik ve dürüstlük ilkelerini
getirecek tedavilere gayret etmeyedebilirler. ihlal eder.
RESÜSİTASYON YAPMAYIN (DNR) E M İR L E R İ Eğer bir İLAÇ FİRMALARINDAN H ED İYELER Hekimlere tüken­
hastada kardiyopulmoner bir arrest olursa, bir DNR emri yapılmamış­ mez kalem ve not defterleri gibi hediyelerden, aşırı hediyelere kadar
sa kardiyopulmoner resüsitasyon (CPR) başlatılmalıdır. CPR insanla­ armağanlar sunulabilir. Eleştirmenler, ilaç firmalarından herhangi bir
ra kuvvetli bir sağlık verebileceği gibi, aynı zamanda huzurlu bir ölü- hediyenin objektifliği olumsuz etkileyeceği, sağlık bakını maliyetini
ınii bozabilirde. Genel bir hastane servisinde CPR uygulandıktan son­ arttıracağı ve çıkar çatışması görünümü verebileceği için endişelen­
ra, hastaların yalnızca % 14’ii, yaşarlar ve taburcu olurlar. Hatta bazı alt mektedir. Bu durumda yardımcı bir kural, eğer hekimlerinin böyle he­
gruplarda bu yüzde daha da azdır. DNR emirleri eğer hasta veya veki­ diyeleri kabul ettiklerini bilselerdi hastaların onaylayıp onaylamaya­
li onları isterse, veya CPR yararsız olacaksa geçerlidir. Yanlış anlaş­ cağını düşünmektir.
maları yok etmek için, hekimler tıbbi kayıtlarına DNR emirlerini ve M ESLEKİ RİSK LER Bazı sağlık bakım çalışanları, fatal mes­
nedenlerini yazmalıdır. "Yavaş" veya "göster" kodları CPR sağlayan leki enfeksiyonlardan korkarak, HIV enfeksiyonlu veya çoklu ilaç -
yanıltıcıdır ve bunun için kabul edilemezler. Bir DNR emri yalnızca resistan tüberkülozlu hastalara bakmayı reddedebilirler. Kişisel güven­
CPR’ın kısıtlanacağını belirttiği halde, DNR emirlerinin doğrulayan likle ilgili böyle korkular, onaylanmalı, kurumlar temel eğitim, dona­
nedenler bakım için diğer planları yeniden bir tartışmaya yol açabilir. nım ve denetimi sağlayarak, mesleki riski azaltmalıdır. Hekimler, k.v
YARDIMLI İNTİHAR VE A KTİF ÖTENAZİ Bu tartışmalı ko­ sel riske rağmen, klinik uzmanlıkları doğrultusunda uygun bakımı sağ­
nunun taraftarları, terminal hastalıklı yetkin hastaların yaşamın sonlan- lamalıdır.
dırılması üzerinde kontrol sahibi olmaları gerektiğine ve doktorların, HATALAR Klinik tıpta hatalar kaçınılmazdır. Hastalara ciddi
onları son dönem acılarından kurtarması gerektiğine inanmaktadır. zarara sebep olabilir veya yönetimde önemli değişiklikler yaratabi­
Karşı görüştekiler, böyle müdahalelerin yaşamın kutsallığını zedeleye­ lirler. Hekimler ve öğrenciler böyle hataların ortaya çıkmasının ka­
ceğini, acıların genellikle dinebileceğim, istismarların olabileceğini ve riyerlerine zarar verebileceğinden korkarlar. Fakat,hatalar ortaya
lıiiylc davranışların hekimin temel rolünün dışında olduğunu ileri sür­ çıkarılmadığında, hastalar klinik durumlarını bilemez., sonraki ba­
mektedirler. Bu girişimler, Oregon’da hekim destekli intihann, belirli kım için bilinçli tercihler yapamaz. Benzer olarak, stajyerlerin ha­
koşullarda yasal olmasının dışında, tüm Birleşik Devletlerde yasadışı- talarından habersiz olduklarında hekimler, en uygun tedaviyi sağla­
dır. Keııdi kişisel bakışları ne olursa olsun hekimler, hastalarının ihti­ yamaz ve stajyerlerin hatalardan ders almalarına yardım edemez,
yaçlarına anlayış ve ilgiyle cevap vermelidirler.Hekimler fiziksel K LİN İK B E C E R İL E R İN Ö Ğ R EN İLM ESİ Klinik tıbbı öğ­
semptomlar, kontrol kaybı veya depresyon gibi altta yatan nedenleri renmek, özellikle invazif yöntemlerin uygulanmasının öğrenilmesi,
•'■c ip, dikkate almalıdır. Sıklıkla, stresi geçirmek için yapılan ek çaba­ hastalar için rahatsızlık veya risk getirebilir. Hasta işbirliğini sağla­
lar başarılıdır ve bu yapıldıktan sonra hastalar genellikle müdahaleler mak için, öğrenciler doktor olarak tanıtılabilir veya hastalara işlem­
n ın yaptıkları istekleri geri alırlar. leri stajyerlerin uygulayacağı söylenmeyebilir. Böyle yanlış bir ta­
Ö l.M l’.K Ü ZERE OLAN HASTALARIN BAKIMI Hastalar, nıtım güveni sarsabilir,daha incelikli bir aldatmaya dönüşebilir ve
s LO B: Resolving Ethical Dilemmas: A Guide for Clinicians. 2d eel. Philadelphia,
Lippincoll Williams & Wilkins. 2000.
MEISEL A: The Right to Die, 2d cd. New York. Wiley, 1995.
hastaların. kendi bakımları için bilinçli seçimler yapmalarını zor­
QUILL TE el al: Palliative opiions of lası rcsorl: A comparison of voluntarily
laştırabilir. Hastalara bakımı kimin sağlayacağı, stajyerlerden gele­ slopping caling and drinking, lcrminul scdalion. physician-assislcd suicide,
cek yararlar vc sakıncalar ve stajyerlerin nasıl denetlendiği söylen­ and voluntary aclive culhunasia. JAMA 278: 2099, 1997.
melidir. Çoğıı hasta, bilgilendirildiklerinde bakımlarında stajyerle­ TULSKY JA ct al: Opening lhe black box: How do physicians communicalc
rin aktif bir rol oynamasına izin vermektedir. aboul advance directives. Ann Inlcm Med 129:441, 1998.
DAVRANIŞ B O Z U K L U K L U H E K İM L E R Hckiıııler.alkol
kötü kullanımlı,ilaç kötii kullanımlı, psikiyatrik veya tıbbi hastalık­
lı meslektaşlarının riske attığı hastalan kabul etmekte tereddüt ede­
bilir. Mamafih,toplum, kendilerini korumaları için yiııe doktorlara D a n ie l D. M a rk
güvenmektedir. Davranış bozukluklu hekimin meslektaşları, hasta­
ları korumak için adım atmazsa.başka hiç kimse bunu yapabilecek
pozisyonda olmayabilir.
S T A JY E R L E R İÇİN Ç E L İŞ K İL E R Tıp öğrencileri ve staj­ Didem Arslan, Yahya Sağlıker
yerler, hastanın yararı için, hataları ortaya çıkarırlarsa, görevleri­
nin yanlış sunumundan kaçınırlar vc davranış bozukluklu meslek­ Hastanın öyküsünü almak ve fizik muayene yapmak için iki saate
taşlarını bildirirlerse düşük notlar ve kötü değerlendirmeler alacak­ ve bunları tutarlı bir sunilin için organize etmek üzere ek birkaç sa-
larından korkabilirler. Bu tür ikilemeleri daha kıdemli hekimlerle aıe ihtiyaç duyan bir tıp öğrencisi için.deneyinıli bir kliııisyenirı kı­
tartışmak, stajyerlerin durumla ilgili kendi yorumlarını değerlen­ sa bir zaman dilimi içerisinde tanıya ulaşabilme ve yönetim planı­
dirmelerine ve tavsiye ve yardım almalarına yardımcı olur. na karar verebilme yeteneği olağan dışı gibi görünür. Kıdemli kli-
nisyeniıı ayırıcı tanıya ve plana hızla ulaşabilme yeteneğinde tıbbi
bilgi ve deneyim önemli rol oynadığından, sürecin çoğunu klinik
karar verme yeteneği tııtar.Bu konunun birinci amacı klinik muha­
G İZ LİLİĞ İN KORUNM ASI Tıbbi bilgilerin gizliliğin korunma­ keme için çalışmaya bir giriş yapmaktır.
sı. hastaların özerkliğine ve dokunulmazlıklarına saygı göstermek­ Öğrencilere eşit oranda şaşırtıcı gelen şey, tanı koydıırucu test­
tir, onları tedavi arayışı vc problemlerini açıkça tartışmaya yönlen­ lerin uygun kullanımı ve klinik değerlendirme için sonuçların bü-
dirir ve ayırımları önler. Hekimler, asansörlerde hastalan hakkında tiiıılcştirilnıcsidir.Acemi bir tıbbi pratisyen , hedefin tam olarak m
konuşmak gibi; gizliliğin kasıtsız ihlaline karşı uyanık olmalıdır­ olduğunu bilmeksizin, hedefi vurma ümidi ile, test yapmak için ti­
lar. Gizliliğin korunması kesin bir kural değildir. Kanunlar,hekim­ pik olarak gelişi güzel yaklaşım uygular. Diğer taraftan uzmanın
lerin üçüncü kurumlan korumak için,gizliliği gözardı etmesini ge- kafasında özel bir hedefi vardır ve buna yönelik yeterli bir test yap­
rekıirebiIir.örneğiıı:tiiberküIoz ve sifiliz gibi spesifik bulaşıcı has- ma stratejisi uygular. Bu konunun ikinci amacı da, tanı koydıırucu
talalıklı kişileri, silah yarakınmalı kişileri ve büyüklerin istismarı testlerin kullanımı ve uygun yorumlanmalarını yönetmek amacıyla
ve eviç'ı şiddet mağdurlarını hükümet yetkililerine bildirmek gibi. can alıcı temel istatistiksel kavramları kısaca gözden geçirmektir.
Bilgisayara kayıtlı tıbbi kayıtlar ek kaygıları getirir çünkü gizliliğin
ihlali pek çok hastayı etkileyebilir.
KAYNAKLARIN A D İL D AĞILIM I Sınırlı sağlık bakım
kaynaklarının dağılımı problemlidir. İdeal olarak, dağılım kararla­ K LİN İK M U A Y EN E: En önemli klinik faaliyetler yöntemler ve­
rı hekimlerce sağlanan verilerle kamu politikası olarak verilmelidir. ya reçelelendirmeler değil ancak klinik tıbbın yürütüldüğü diğer
Hasta başucunda, hekimler genellikle toplum tarafından çizilen yönlerden verilen kararlardır. Geniş randomize deneylerin modem
doğrultuda, makul sigorta giderleri ve sağlam tecrübeyle hasta sa­ çağında, bu zor kazanılan mental aktivitenin önemine göz atmak ve
vunucuları olarak hareket etmelidir. Hasta başııcıındaki hekimin bunun karşılığında iyi bakımı yapılandırmak için algoritmik pratik
böyle yargıya varması bazen tutarsız,ayrımcı ve etkisiz olabilir. kılavuzlara odaklanmak daha kolaydır. Bu açık ihmal için bir neden
Mamafih bazı vakalarda, doktorun zamanı veya yoğun bakımda bir de şııdıır ki doktorların açıkça nasıl karar verdiklerinden çok nasıl
yatak gibi aynı sınırlı kaynaklar için iki hasta mücadele ediyor ola­ karar vermeleri gereği üzerine (aşağıda tartışılan Bayes modeli kul­
bilir. Bu gerçekleşirse,hekimler hastaların tıbbi gereksinimleri ve lanarak) daha da fazla araştırma yapılmıştır. Bu nedenle klinik mu­
fayda olasılıklarına göre zamanlarını ve kaynaklarım ayarlamalıdır. hakeme ile ilgili bildiklerimizin çoğu tıp dışı problem çözme dav­
ETİK KONULARDA YARDIM Çelişkili etik konuları, sağ­ ranışı ile ilgili deneysel çalışmalardan gelir.
lık bakını ekibinin diğer üyeleri ile, meslektaşlarla veya hastane 20. yüzyıldaki büyük teknolojik gelişmelere rağmen, belirsiz
etik komitesi ile ıartışnıak. sıklıkla konulan açığa kavuşturur ve ile­ tıbbi karar vermenin tüm safhalarında halen esas rol oynar.Bir has­
tişimin ilerlemesi ve güçlü duygularla başetmek için yollar önerir. tanın çok yaşamayacağını biliriz aıııa ne kadar yaşayacağından
Zor etik konularla uğraşırken hekimler, kendi temel hükümlerini emin olamayız. Bir hastanın hastalığının gidiş yönünü tersine çe­
yeniden değerlendirmek, belirsizliği tolere etmek ve diğerlerinin virmek için yeni bir güçlü reseptör blokörü reçete edebiliriz ama
düşüncelerine saygı göstererek bütünlüğü sürdürmek zorunda kala­ yan etkileri olmaksızın bıınıı nasıl yapacağından emin olamayız.
bilirler. Tıbbi sonuçlardaki belirsizlik, karar vermede yol göstermeye yar­
dım etmek için olasılıklar ve matematiksel/ istatistiksel araçlar için
ihtiyaç doğurmaktadır. (Bu araçlardan, konunun içinde daha sonra
ALI’ERS A. LO B: When is CPR lülile? JAMA 273: 156. 1995. gözden geçirilecektir).
AMERICAN COLLEGE OF PHYSICIANS: American College of Physicians Belirsizlik, modern tıbbı niteleyen aşırı bilgi yükü ile şiddetlen-
Ethics Manual. Ann Imem Mai. 128:576. 1998. dirilnıektcdir. Bugünün deneyimli klinisyeni tıbbı uygulamak için
IILAUOIAMP TL. CHILDRESS JF: Principles of Biomedical Ethics, 5lh eel.
yaklaşık iki milyon parça bilgiye ihtiyaç duyar. Her yıl doktorlar
New York, OOford University Press. 2000.
EMANUEL EJ cl al: The practice of euthanasia and physician-assislcd suicide in 2500 yeni makaleden fazlasını temsil eden ortalama 7 dergiye abo­
ihc Uniicd Slates: Adherence lo proposed safeguards and effects on physi­ ne olurlar. Bilgisayarlar, tıbbi bakım için günlük belirsizliklerin yö­
cians. JAMA 280:507. 1998. netimi ve daha iyi kantitasyonıı amacıyla hem bilgi toplama hem de
GR1SSO T. APPELBAUM P: Assessing Competence to Consent lo Treatment: A yönetme için kesin çözümler önerirler. Tıbbi pratiği bilgisayıırlaştı-
Guide for Physicians and Other Health Professionals. New York, Oxford
racak teknoloji mümkün olduğundan, hastanın bilgilerinin tek bir
university Press. 1998.
KASSIRER JP: Managed care ami lhe morality of lhe markelplace. N Engl J elektronik platformda bütünleştirilip standardize edilebilmesinden
Med 533:50. 1995. önce pek çok problem pratik çözümü beklemektedir.
, M ,i,v ,,inekle klinik muhakeme olgusu sunulmaktadır. ■ V v o .,. İniş 9
• . .ti ,kııiiıı.ısı lıcıııoptizi olan 46 yaşındaki bir adam iç hasta-
tti l.ıı ı doktoruna başvuruyor. Doktor bilir ki kanser ve tüberkü­ masının, daha geniş örnekleri temel alana göre muhtemelen daha az
lozu da içermek üzere hemoptizinin ayırıcı tanısı yüzün üzerin­ güvenilir olacağının farz edilmesinin sonucudur.
de farklı durumu içerir. (Konu 33) Muayene bazı genel, geçmi­ İkinci en sık kullanılan kavramsal kestirme yol, kullanışlılık
şe dair sorularla başlar ve hastadan semptomları ve bunların anlayışı daha önceki benzer vaka veya sonuçlarının ne kadar kolay­
kronolojisini anlatması istenir. Zamanla muayene tamamlanır lıkla akla getirilebildiği temelinde verilen kararları içerir. Örneğin,
ve herhangi bir test yapılmadan önce bile doktor iş görebilecek deneyimli bir klinisyen, son birkaç yıldır akut başlangıçh ağrısız
tanısal bir hipotez formüle etmiştir ve bunu test etmek için bir dispne ile gelen ve akut miyokard ınfarktüsü olduğu saptanan 20
seri basamağı planlamıştır. Sigara içmeyen, viral bronşitten iyi­ yaşlı hastayı hatırlayabilir. Deneyimsiz bir klinisyen kardiyak tanı­
leşmesi dışımla sağlıklı olan bir hastada doktorun hipotezi, has­ yı hesaba katmak ve keşfetmekten önce semptomların pulmoner
tanın saptadığı az miktarlı kanlı balgamdan akut bronşitin so­ sebebini aramak için en değerli zaman dilimini harcayabilir. Bu du­
rumlu olması olacaktır. Bu vakada göğüs röntgeni ve PPD deri
rumda hastanın klinik örneği akut miyokard infarktüsünün bel
testi (piiıifiye protein derivatı) yeterli olacaktır.
nen örneğine uymaz, ama bu olağan dışı sunum ile deneyim ve bu­
• Başlıca aynı yakınmaları olan ikinci bir 46 yaşında, 100-paket
nu hatırlama yeteneği doktora direkt olarak tanıda yardımcı olur.
yıl sigara içme öyküsü olan hastada, prodüktif sabah öksürüğü
Kullanışlılık anlayışındaki hatalar, tekrar hatırlanma eğilimin­
ve kanlı balgam epizotları, AC karsinomasını esas tanısal hipo­
deki birkaç kaynaktan gelebilir. Örneğin nadir felaketler net bir şe­
tez olarak ortaya çıkarabilir. Ardından, göğüs röntgeni ve ppd
kilde hatırlanır ve değer oranlarını zorlarlar, yeni deneyimler lam,
deri testinin yanı sıra, doktor, hastayı bronkoskopiye göndere­
ki tekrar hatırlamayı kolaylaştırır ve klinik kararlarda bu yüzden
bilir.
daha etkilidirler.
• Gelişmekte olan bir ülkeden gelen 4 6 yaşındaki üçüncü henıop-
Üçüncü en sık kullanılan kavramsal kestirme yol, dayandırma
tizili hasta aynı zamanda ekokardiyogram ile değerlendirilmiş­
anlayışıdır, bilinen bir noktadan başlama olasılığını hesaba katar ve
tir çünkü doktor, romatizmal mitral stenozu düşündürecek şe­
bunu yeni vakaya uygular. Örneğin bir klinisyen artmış karsino-
kilde, kardiyak oskültasyonda apexte yumuşak bir sistolik üfü-
embriyonik antijen(CEA) tarama testi sonucu ardından kolorektal
rüm duyduğunu düşünmüştür.
kanser olasılığının oldukça artmış olacağı kararına varabilir çünkü
Bu üç kısa hikaye uzman klinik muhakemenin iki yönünü can­ kolorektal kanseri öngörme, bu test sonucuna dayandırılmıştır. He­
landırır: 1-Klinik değerlendirmede biriktirilen yapılandırılmamış nüz aşağıda tartışıldığı gibi, test edilen hastanın klinik tablosu bu
materyal kompleksini organize etmek için bir yol, kavramsal kes­ hastalık için düşük bir olasılığı işaret ediyorsa (örneğin 30 yaşında,
tirme yolların veya anlayışların kullanımı ve 2- bilgiyi birleştirmek hiç bir risk faktörü olmayan bir kadın hasta) bu öngörme yetersiz
için tanısal hipotezlerin kulanımı ve uygun yönetim basamaklarınt- olacaktır. Dayandırma, tanı için güçlü bir araç olabilir ama sıklıkla
belirlemek. yanlış kullanılmaktadır,(BakınızıHastalık olasılığı ve Bayes teore­
KAVRAM SAL K E S T İR M E Y O L L A R IN K U LLA N IM I: mi ölçütleri)
Anlayışlar, bir problemin karmaşıklığını, yönetilebilir bir seviyeye TANISAL H İP O T E Z İ G E L İŞ T İR M E : Deneyimli klinisyen-
indirger. Psikologlar, insanların üç temel anlayışa güvendiklerini lerin düşünme süreçlerini çalışan kavramsal bilim adamları, klinis-
bulmuşlardır. Örneğin bir hastayı değerlendirirken klinisyenler ge­ yenlerin, veri gruplarını, paketler ve yığınlar halinde hafızalarında
nellikle, hesaba katılan ana tanısal hipotezi olan hasta grubu ile bu depoladıklarını ve tanısal hipotezler geliştirmek üzere müdahale et­
hastanın klinik özelliklerinin benzeşme olasılığını tartarlar. Diğer tiklerini saptamışlardır.Kısa deneyimli hafıza tipik olarak bir anda
bir deyişle klinisyen, hastanın temsili bir örnek gibi göründüğü ta­ sadece 7 ila 10 arası başlık tutabileceğinden, hipotez geliştirici ak-
nıyı arar; bu kavramsal kestirme yol temsil edebilirlik anlayışı ola­ tivitelere aktif olarak bütünleştirilen paket sayısı da benzer şekilde
rak adlandırılır. Temsil edebilirlik anlayışı kullanarak anlamlı bir sınırlıdır. Oluşturulduğu anda çoğu hızla atılan, yukarıda tartışılan
tanısal hipoteze varmak için, uzman bir klinisyenin, anamnezden kavramsal kestirme yollar tanısal hipotez geliştirilmesinde anahtar
sadece birkaç özelliği alması yeterlidir. Örneğin, yaşlı bir hastada rol oynarlar.
yeni başlayan ateş, fazla miktarlı balgamlı prodüktif öksürük, tek Bir tanısal hipotez, izlenecek tanısal basamaklar için koşulları
taraflı plöretik göğüs ağrısı ve dispne, muhtemelen bakteriyel kay­ kurar ve test edilebilir öngörüleri sağlar. Örneğin eğer fizik muaye­
naklı bir akut pnömoni örneğine uymakla kolayca tanınır. Fizik nede hissedilen hafifçe hassas ve büyümüş bir karaciğer akut viral
muayenedeki fokal pulmoner konsolidasyon kanıtı, klinisyenin ta­ hepatite bağlıysa (hipotez), geçerli özgül karaciğer testleri bariz
nıya güvenini arttırır çünkü bu akut bakteriyel pnömoninin bekle­ yükselmiş olmalıdır (öngörü). Eğer test normal olarak saptanırsa,
nilen örneğine uyar. Bunu bilmek, öykü ve fizik muayenede direkt hipotezden vazgeçilmeli veya esası değiştirilmelidir.
ilişkisi olmayan birkaç şey olsa bile, deneyimli bir klinisyenin, ye­
Tanısal nedenlendirmeyi öğretmeyi çok zor kılan nedenlerden
terli, yönlendirilmiş ve tedavi açısından verimli olacak hasta değer­
birisi de şudur ki, uzman klinisyen hasta muayenesinde sabit bir yol
lendirmesine izin verecektir. Klinik tıpta daha sık görülen örnekle­
izlemez. Başlangıçtan itibaren tanısal hipotezi oluşturuyor, saflı.,
ri henüz öğrenmemiş olan deneyimsiz bir tıp öğrencisi veya asis­
tırıyor veya vazgeçiyordun Öyküde sordukları soru, o anda çalış­
tan, komptilsif olarak biriktirilmiş ama faydası olmayacak veriler
tıkları hipotez tarafından yönlendirilir. Fizik muayene bile, önce­
denizinde, sıklıkla önemli klinik problemi atlama riski altındadır
den karar verilmiş kontrol listesinden ziyade özgül sorularla yönc-
ve aynı sonucu yakalayabilmek için daha çok çaba göstermesi ge­
tilir.Bir öğrenci alkolik bir hastanın karnını palpe ederken onu etki­
reklidir.
leyecek bir bulgu beklerken, deneyimli klinisyen bir arama görevi­
Her nasılsa, temsil edebilirlik anlayışını kullanan doktorlar,
ne odaklanmıştır. Dalak büyümüş müdür? Karaciğer ne kadar bü­
eğer temel alınan iki rakip tanının mevcudiyetini hesaba katmazlar­
yümüştür? Hassas mıdır? Herhangi bir palpabl kitle veya nodül var
sa hatalı sonuçlara ulaşabilirler. Plöretik göğüs ağrısı, dispne ve ha­
mıdır?Her bir soru, muayene edenin bir sonraki özgül soruya geç­
fif ateşi olan bir hastayı düşünelim. Bir klinisyenin iki önde gelen
mesine izin verecek şekilde, tüm diğer veriler dışlanana kadar dik­
tanısal alternatif olarak akut pulmoner embolizm ve akut pnömoni-
yi hesaba katması gerekir. Temsil edebilirlik anlayışını kullanan katini yoğunlaştırır,
klinisyenler her ne kadar altta yatan popülasyonda pnömoni çok Tanısal hipotezi kurmak ve sadeleştirmek için negatif bulgular
fazla mevcut ise de her iki tanısal adayı da eşit şekilde muhtemel da pozitif olanlar kadar önemlidir. Aktif bir hastada, hareketle kö­
saymalılardır. tüleşmeyen veya başlamayan göğüs ağrısı, altta yatan nedenin kro­
Hatalar, bir örneğin daha az sayılı önceki saptamaları temel al- nik iskemik kalp hastalığı olma ihtimalini azaltır. Tiroid bez büyü-
10 tirirler ancak kararları yönetmede ve tanısal hipotezleri şekillendir­
mede diğer birkaç anahtar faktör önemli rol oynar. Bu faktörler
most vc dinlenirn ıaşikardisi yokluğu, paroksismal atriyal fibrilas- kavramsal olarak üç kesişen gruba ayrılabilir. 1- Doktorların özel­
yonu olan bir hastada lıipcrtiroidizın ihtimalini azaltır. likleri ve uygulamadaki tarzlaryla ilişkili faktörler 2- pratiği oturt­
Erken tanısal hipotezi şekillendirmede temsil edebilirlik ve ya­ mayla ilişkili faktörler vc 3- ekonomik güdülü faktörler.
rarlılık anlayışları majör rolleri oynayabilir, hastanın hastalığının Uygulama tarzı faktörleri Tıbbi bakımda doktorların oynadığı
suhleti de çok etkili olabilir. Örneğin, her ne kadar diseksiyoııun ti­ anahtar rollerden biri, gerekli yüksek kaliteli bakımın sağlandığı­
pik öyküsü miyokard infaktüsünden farklı vc diseksiyon daha az na dair hastanın kurıımıına garanti vermek hizmetidir. Bu rolü et­
görülüyor olsa da. klinisyenler, akut şiddetli göğüs ağrısının muh­ kileyen faktörler, doktorun bilgi, eğitim ve deneyimini içerir. Şu
temel nedeni olarak, miyokard infarklüsünii olduğu kadar, aort di- açıktır ki eğer doktorlar kanıta yabancı ise. kanıta dayalı tıpta uy­
seksiyonunu da rutin olarak hesaba katarlar. Bu öneri; aort diseksi- gulama yapamazlar. Beklcnileceği gibi uzmanlar genellikle genel
vonu gibi göreceli olarak nadir ama felaket bir tanıma eğer şiddet­ tıpçılara göre kendi alanlarındaki kanıtları daha iyi bilirler. Cerrah­
le hesaba katılmazsa konulamayacağı esasına dayanmaktadır. Eğer ların, cerrahinin yararlı etkilerine inançları daha fazla olduğundan
klinisyen, öykü ile temel diseksiyon özelliklerini bulamaz ve her ıuedikal doktorlara göre cerrahiyi önermede daha heveslidirler. Ay­
iki kolda kan basınçları eşit ve nabız defisiti yok ise, aort diseksi­ nı sebepten, invazif kardiyologlar, non-invazif kardiyologlara veya
yon hipotezinden vazgeçmekle kendini rahat hissedecektir. Eğer, genel tıpçılara göre göğüs ağrısı hastalarını tanısal kateterizasyona
her nasılsa, göğüs röntgeninde genişlemiş ıucdiasten görülürse, hi­ daha fazla yönlendirirler. Bu değişik uygulama stillerini yöneten
potez tekrar kurulur vc daha ayrıntılı incelemek için tanısal test is- doktor inanışları, kişisel deneyim, kullanılabilir tıbbi kanıtların yo­
lenir.törneğin torasik bilgisayarlı tomografi değerlendirmesi, tıan- rumu ve tekrar biriktirilmesi temeline dayammaktadır. Örneğin
sö/.elujial ekokardiyogram). Kritik olmayan durumlarda, potansi­ kalp yetersizliği uzmanları, kalp yetersizlikli hastalımda hedef alan
yel alternatif tanıların varlığı, tanısal hipotez oluşturulmasında da­ anjiyotensin converting enzim (ACE) inhibitor tedavisi uygulama­
ha baskın bir rol oynamaktadır. Önemli ama belirsiz ipuçlarını at­ yı genel lıpçıhırdaıı daluı çok başarırlar, çünkü hedeflerin ne oldu­
lamaktan kaçınmak için organ sistemleri ve semptomların hızlı sis­ ğu konusunda daha aşinadırlar (geniş klinik çalışmalarda Mnımlan-
tematik klinik araştırmasını yürütmenin değeri ubarlılınaınalıdır. dığı gibi), özel ilaçlara daha fazla aşinalıkları vardır (dozlama ve
Uygun tanısal hipotezi değerlendirmek ve geliştirmek tüm kli- yan etkiler dahil), semptomatik hipotansiyon ve kreatinin seviyele­
nisycnlerin eşil derecede sahip olmadığı bir yetenek olduğu için bu rinde hafifçe artma gibi tedavide önceden de bilinen problemlere
süreçte hatalar olabilir vc ciddi akut hastalığı ohuı hastada trajik so­ aşırı tepkiyi daha az gösterirler. Diğer bir ilgi uyandıran çalışmada,
nuçlara yol açabilir.Aşağıdaki hipotetik örneği göz önüne alın: 45 tıbbi literatürde yaygın kanıt dağılımının ardından peptik ülser has­
yaşında erkek hasla, dispıte ve prodiikif öksürük semptomları ile talığı için antibiyotik tedavisinin kabul edilme zamanlarının geniş
‘nezle benzeri' üst solunum yolu enfeksiyonuna 'Ü SE ' ait 3 hafta­ dağılımı gösterildi. Bazı gastroenterologlar kanıtlar net olmadan
lık öykü ile başvuruyor. Mevcut yakınmalar temelinde klinisyen, önce yeni tedaviyi kabul ettiler, (belki agresif bir uygulama tarzını
bakımın kalite ve etkinliğini arttırmak amacı ile 'Ü SE formu’ uy­ yansıtma) ve bazı gastroenterologlar bu uygulamada geride kaldı
guluyor. Bu oluşturulmuş formda belirtilen muayene öğelerini hız- (konservatif uygulama tarzı, bu durum daha eski doktorlarla ilişki­
ia ıamamlıyor ve özellikle ateş yokluğunu ve temiz göğüs muaye­ li). Bir grup olarak, dahiliyeciler gastroenterologların birkaç yıl ge­
nesini not ediyor. Sonra muhtemel bronşit için bir antibiyotik reçe­ risinde kaldılar.
te ediyor, hipcrventilasyonunu rahatlatmak için kağıt torbaya nasıl Etkili liderlerin fikirleri, uygulama örnekleri açısından çok
soluyacağını gösteriyor ve hastalığının ciddi olmadığının garantisi önemli olabilir. Bu etki hem yerel seviyede (örn; yerel eğitim prog­
ile eve gönderiyor. Torbaya tekrar solumanın rahatlatmadığı aşikar ramları konsülünüm) hem de ulusal seviyede olabilir (örn: ulusal
bir dispıte ile geçen uykusuz bir geceden sonra hastada bulantı vc toplantılarda dersler veren uzman doktorlar). Fikir liderleri doktor
kusma oluyor ve hasta yığılıyor. Kardiyak arrest ile acil departma­ olmak zorunda değildir. Klinik farmakologlarla hasta ziyaretlerini
nına getiriliyor ve ıesüsite edilemiyor. Otopside arka duvarda mi­ yönetirken, doktorlar daha az tıbbi hata yapıyorlar ve kanıta daya­
yokard enfarktüsü vc aterosklerotik sağ koroner arterde taze trom- lı tedavilerin hedef değerlerini daha fazla kullaııııyorlar.
biis gösteriliyor. Yanlış giden nedir? Klinisyen öyküye başlamadan Bir hastanın iyileşmesi sadece klinik kararlarla ilişkili değildir.
önce bile hastanın yakınmalarının ciddi olmadığına karar vermiş­ Kötü bir sonuç veya hatalı bir karardan kaynaklanan yanlış uygu­
ti.Bu yüzden , başlangıç hipotezini doğrulamak veya çürütmek için lama riski hakkında doktorun algılaması, savunucu tıp olarak ad­
uygun testleri uygulamak ve geniş olanakları değerlendirmek yeri­ landırılan bir uygulama tarzını yaratır. Bu uygulama kötü bir sonuç
ne 'Ü SE' değerlendirme protokolü uygulayarak kısa vc odaklanmış durumunda, gelecek eleştirileri önlemek amacıyla çok küçük çaplı
muayene yapmanın güvenilir olacağını hissetti. Bazen, Ü SE’na ödemeler ile tedavi ve testlerin kullanımını içerir. Örneğin uzun
konsantre olmak ile klinisyen çok daha ciddi hastalıklarını düşiin- süredir aralıklı başağrısı öyküsü olan 40 yaşındaki bir kadında, nor­
dürebilecck. lam bir dispıte öyküsünü değerlendirmede eksik kalır mal nörolojik muayene ile yeni gelişen şiddetli başağrısında, yapı­
ve haltta kendini doğru tanıya yönlendirecek diğer semptomları sal intrakraniyal patoloji olasılığı çok düşüktür. Kafanın tomogra­
aramaz bile. fi veya manyetik resonans görüntüleme 'M R F testi uygulaması bu
Bu örnek gösterdi ki, hastalar ders kitaplarında geçen semp­ durumda savunucu tıbbı oluşturur. Diğer taraftan anksiyetesi olan
tomlardan farklılık gösterebilir ve gerçek dünya mücadeleleri için bir hasta için test sonuçları garanti sağlayacaktır.
tanısal süreci adapte etmenin mümkün olmayacağı potansiyel so­ Uygulamayı kurm a faktörleri Bu kategorideki faktörler doktorla­
nuçlar doğabilir. Uzman, sık görülen şeylerin sık meydana geldiği­ rın uygulamalarına ve uygulama koşullarına sağlanabilecek fizik­
ni hatırlamakla birlikle, ilk tanının yanlış olabileceğine dair ipuçla­ sel kaynaklara bağlıdır. Doktor kaynaklı talep, doktorların, kendi­
rı için çok uyanık bir şekilde, her bir değerlendirmeye yaklaşır. lerine sağlanacak tıbbi olanakları kullanmaları vc bariz uyum sağ­
Hastalar genellikle hesaba katılan öncül tanısal hipotezlerin her­ lama yetenekleri olduğunun tekrarlanmış saptamaları olarak adlan­
hangi birine uymayan bilgiler sağlarlar. Gerçek ipuçlarını, yanlış dırılır. Bu alanda önceden yapılmış klasik bir çalışma gösterdi ki
izlerden ayırmak ancak pratik ve deneyim ile kazanılabilir. Çok ye­ şehir halkının sağlık durumları açısından belirgin bir fark olmama­
terli olmaya çalışan az deneyimli bir klinisyen, ciddi halalar yapa- sına rağmen New HaveıTdcki doktorlara göre, Boston’daki doktor­
bilir.fyukarıdaki örnekte olduğu gibi) lar % 50 daha yüksek oranda hastaneye başvuru alıyorlar. Ne New
K1İNİK KARAR V ER M ED E ANA E T K E N L E R Klinik uygula­ Havcn’deki doktorlar hastalar için daha az hastane yatağı kullan­
ma örneklerinde değişimler üzerine araştırmalar bir asırdan fazla­ dıklarının farkındaydılar, ne de Boston’ daki doktorlar, hastalarını
dır klinik kararları şekillendiren güçleri aydınlatmaktadır. Yukarıda kabul etmek için daha az uyulması gereken kriter kullandıklarının
ayrıntılaudırılan anlayışla ilgili kestirme yollar, kısmi açıklama ge­ farkındaydılar.
i. 'i.ıi u iiiii' yi tikilcyecek diğer çevresel faktörler: uzmanların 11
•••:i ı . I ı . r <1111; 11 '.-e prosedürler için MRI makineleri, kalp cerrahi
" " •i.ıınkın, anjiyopral'i odaları gibi yüksek teknoloji ürünlerini hastalığı olmayan hastaları bit testin ne kadar iyi tanımladığını yan­
‘•n11 1 1 1 111 k1a 11 çevrede sağlayabilmelerini içerir. sıtır. Yanlış pozitiflik oranı: (1- özgüllük) 'tiir.Mükemmel bir testin
Kkoııomik teşvikler Ekonomik teşvikler, uygulamayı yönlcn- % 100 duyarlılık ve % 100 özgüllük oranı olması gerekir. Ve hasta­
■nnnı lal liiıleıc ait diğer iki kategori ile yakından ilişkilidir. Finan- lığı olan hastalarla olmayan hastaları tamamıyla ayırdetmelidir.
nl l.oıııılar, klinik uygulamalarda hem caydırıcı hem de teşvik edi- Duyarlılık ve özgüllüğü hesaplamak için, normali, hasta olgulardan
• ı 'ikileri ortaya çıkarır. Genellikle doktorlara servis için ücret,
mlam başı iieret veya maaş temelinde ödeme yapılır. Servis için iic-
•ıir, doktor ne kadar çok çalışırsa, o kadar çok ödeme yapılır. Bu Hastalık Durumu

durumda teşvik daha fazla çalışmaktır. Ücretler düşürülürse (ser- Test Sonucu Var Yok
■ıs için ücrette indirim yapılırsa) doktorlar hesaplandırılan servis Poziıif Gerçek Poziıif (GP) Yanlış Pozitif (YP)
ayısını arttırma eğiliminde olurlar. Aksine, adam başı ücrette, bir Negaıif Yanlış Negaıif (YN) Gerçek Negaıif (GN)
•d için hasta başına sabit bir ödeme sağlanır, doktorlar her hastaya
daha az hizmet sağlamak ama daha fazla hasta almak için teşvik
' ililir. Bu tip teşvikten, pahalı olmayan koruyucu hizmetlerden zi­ Gerçek poziıiflik oranı: (Duyarlılık) = GPI (GP + YN)
yade pahalı hizmetler daha çok etkilenir. Maaş karşılığı ödemeler­ Yanlış negatiflik oranı = YN / (GP + YN)
de. uygulanan klinik çalışma miktarından bağımsız olarak doktor­ Gerçek poziıiflik oranı = 1 - yanlış negaıiflik oranı
lara aynı ödemeyi yapmak planlanır. Buradaki teşvik daha az has­
la görmektir. Doktor davranışının bu güçlü şekillendiricileri göz
ı ıiıünde bulundurulursa, pahalı testlerin ve tedavilerin kullanımını Gerçek negatiflik oranı (özgüllük) = GN / ( GN + YP)
sınırlandırılırken doktorun bireysel üretkenliğini iyileştirme hede­ Yanlış poziıiflik oranı = YP / (GN + YP)
fi için üç geri ödeme tipinin kombinasyonunu araştırmak üzere Gerçek negaıiflik oranı = 1 - yanlış poziıiflik oranı
hasla bakımının yönetilmesi için planlar hazırlanmaya başlamıştır
ayırmak için bir sınır noktası değeri seçimine ihtiyaç vardır. Duyar­
Özet olarak uzman klinisyenin karar vermesi, hepsi güçlü, ba­
zen de zıt etkili dış etkenler tarafından şekillendirilen; deneyim, lılığı düzeltmek için sınır noktası değiştirilirse, aksine, tipik olarak
eğilim ve uygulamaları yansıtan, doktorların eğilimleri ile etkileşi­ özgüllük düşer. Hastalığı olan ve olmayan olguları daha doğru ta­
me giren fazla miktarlı bilgi kompleksini basite indirgemek için nımlamak için dinamik bir değiş tokuş, grafik olarak alıcının etki­
kullanılan kavramsal yöntemler arası karmaşık etkileşim olarak de­ lediği özellikler (ROC) eğrisi olarak canlandırılır. Bir ROC eğrisin­
ğerlendirilebilir. Bir sonraki bölümde belirsizlikdurumlarında kli­ de duyarlılık (y-aksı) ve buna karşılıklı I-duyarlılık (x-aksı) çizdi­
nik karar vermede yardımcı olabilecek istatistiksel araç ve kavram­ rilir. Eğrideki her bir nokta duyarlılık ve özgüllükle birlikte bunlar­
ların bir grubunu gözden geçireceğiz. la ilişkili potansiyel bir sınır noktasını temsil eder. ROC eğrisi altın­
daki alan genellikle testin bilgi içeriğinin kantitatif ölçümü olarak
V.-\K1>İ\
i. İV A '* K . \ iv % 1-;.v kullandır. Değerler 0 .5 ’ten (tanı koydurucu değer pek yok, test yi;
zı tura atmak ile eşdeğerde) 1’e kadar (test mükemmel) değişir.
u :.S İv K A N T İ T ^vHV VÎKHH)L \.R
Tanısal test yapma literatüründe ROC alanları genel olarak al­
Tıbbi karar verme süreci iki kısma ayrdabilir. 1-uygulanabilir hare­ ternatif testleri kıyaslamak için kullanılır. En yüksek alanı olan tes­
ke! yönlerini tanımlama ve her biri için muhtemel sonuçları hesap tin (yani l ’e yakın) en geçerlisi olacağı tahmin edilir. Ancak ROC
eline ve 2- sonuçların arzu edilir şekilde olmasını tayin etme. Ön­ eğrisi, tanısal testin yararlılığını değerlendirmek için her derde de­
ceki taslak, karar probleminin yapısını oluşturma için tıbbi litera­ va değildir. Bayes teoremi gibi diğer potansiyel olarak ilişkili veri­
türden alınan uygun kanıtlar yoluyla hasta hakkında anahtar bilgi­ lerin dışlanmasında tek bir muhtemel test parametresine (ör: tread-
yi bütünleştirmeyi içermektedir. Bu konunun devamında klinisye- mil egzersiz testine ST yanıtı) tipik olarak odaklanmışlardır. Ek
ııo. bu akıivitelerinde yardımcı olacak kantitatif araçlar sunulmak­ olarak ROC alanı kıyaslamaları, klinik uygulamadaki test bilgileri­
ladır. Bu araçlar, karar sürecine direkt olarak destek olacak ve daha nin geçerli kullanım yolunu teşvik etmez. Sonuçta ıemel alınan po-
sonra karar vermek için kullanılacak olanlar, daha iyi sonuç tahmi­
pülasyonun eğilimleri, ROC eğrilerini (örn: temsil edemeyecek test
ni yapmakta klinisyene yardım edecek olanlar olarak ayrılmışlar­
örneğine bağlı olarak) ROC alanı eğilimlerini ve testler arasındaki
dır. Günlük klinik uygulamada araçlar bu rutin olarak kullanılma­
kıyaslamanın geçerliliğini oluşturmak için kullanılır.
dığı için, tıbbın bilgisayarlaştırılması, gelecekteki yaygın kullanım­
Hastalık olasılık ölçümleri ve Bayes teorem i: Ne yazık ki
ları açısından gerekli materyali yaratmaktadır.
mükemmel testler yoktur, her test tamamlandıktan sonra, hastanın
KANTİTATİF T IB B İ TA H M İN LER Tanı koydurucu test
hastalık durumu belirsiz kalmaktadır. Bu geri kalan belirsizliğin
ya|ima Bir hastaya test yapmanın amacı, hastanın tanısı veya prog-
kantitasyonu Bayes teoremi ile yapılabilir. Bu teorem, test sonrası
ıiD/.u ile ilgili şüpheyi azaltmak veya yönetim kararları konusunda
hastalık ihtimalini üç parametreden basit matematik yolla hesapla­
I Iiniğe yardım etmektir. Her ne kadar tanısal testler genellikle la-
mayı sağlar: test öncesi hastalık olasılığı, test duyarlılığı ve test o*,
l'oıaiuvar tesleri (örn: serum amilaz ölçümleri) veya prosedürler
güllüğü (Tablo 3-2). Test öncesi olasılık, test uygulanmadan önce
(mu: kolonoskopi veya bronkoskopi) olarak düşünülse de, hastanın
pıoblemini kavramamızı değiştirebilecek her türlü teknoloji tanısal tanıya güvenin kantitatif yansıtılmasıdır. Daha güvenilir bilgi yok­
ı.-si olarak tanımlanabilir. Bu yüzden öykü ve fizik muayene bile luğunda, genellikle altta yatan popula.syondaki hastalık prevalansı
iım ı ianısal test formu olarak algılanabilir. Klinik tıpta testlerin so­ ile hesaplanır. Koroner arter hastalığı (KAH) gibi bazı sık rastlanı­
nuçlarım normal veya anormal, pozitif veya negatif gibi ikili bir so­ lan durumlar için, öykü ve fizik muayene bileşenlerinden, test ön­
nuca indirgemek yaygındır. Pek çok durumda bu basitleştirme , ya­ cesi olasılığının daha iyi hesaplanmasını sağlamak için nomogram-
rn lı bilgilerin boşa harcanmasıyla sonuçlanabilir. Ancak bu tip ba- lar ve istatistiksel modeller yaratılmıştır. Test sonrası olasılığı, bu
11 lı şiiııııelcr, test verilerinin kullanılabileceği bazı kantitatif yolla- durumda, test sonrası ne bilindiği hesaba alınarak tanıya güvenin
•ı ! imı ııl :1111:1yı kolaylaştırır. tekrar gözden geçirilme durumudur.
lanı koydurucu testlerin geçerliliğini karakterize etmek için Bu tekrar gözden geçirilmiş güven durumunu Bayes teoreminin
"iııı.lc dört terim kullanılır (Tablo 3-1). G e r ç e k p o z itiflik o r a m : nasd oluşturduğunu anlamak için, hastalığın test sonrası olasılığım
■sı a ıld ık :) bu hastalığı olan hastaların, bu lest tarafından ne kadar önceden tahmin etmek üzere aynı üç parametrenin kullanıldığı B a­
. '.ınııııl.indiğinin ölçümünü sağlar. Yanlış n e g a tiflik o r a m : (1-du- yes teoreminin nomogram versiyonunu incelemek faydalı olacaktır
d 1 olarak hesaplanır. G e r ç e k n e g a tiflik o r a m : (özgüllük:) (Şekil 3-1). B 11 nomogramda; gerçek pozitiflik oranının, yanlış po-
12 bir test sonucu. 9 kat daha muhtemeldir. Test ne kadar geçerli ise
olasılık oranı o kadar yüksektir. Ancak eğer duyarlılık mükemmel
ama özgüllük az ise olasılık oranı sonuçta o kadar düşecektir, (örn:
% 90 duyarlılık ama %60 özgüllük ile olasılık oranı 2 .2 5 ’tir). Tıp­
Tesı öncesi haşinlik olasılığı = ıcsı yapılırından önce haşinlik olasılığıdır; taki pek çok test için pozitif bir sonuç durumunda olasılık oranı 1.5
haşinliğin popiilasyondnki prevulansını veya bıı olasılığı hesaplamnk için ile 2 arasındadır.
dnhn l'nzln başlaya özgül veri kullanılabilir. Koroner arter hastalığı tanısında sıklıkla kullanılan iki testi, eg­
Tesı sonrası hastalık olasılığı = Hem test öncesi olasılık hem de ıcsı sonuç­ zersiz treadmil ve egzersiz talium-201 SPECT (Single photon
ları hesaba alman hastalık olasılığıdır, emission CT) testini hesaba katalım. (Konu 244) Meta analizler
aynı zamanda ıcsıin inlimin değeri olarak da adlandırılabilir. göstermiştir ki trendindin ortalama duyarlılığı % 66 ve ortalama öz­
Baycs Teoremi güllüğü % 84‘tür. 4.1 gibi bir olasılık oranı ile sonuçlanır (0.66/ (1-
I Icsaplama Versiyonu: 0.84)). Test öncesi KAH olasılığı %10 olan bir hastaya bu testi uy­
Test öncesi olasılık x ıcsı duyarlılığı gularsak, pozitif test sonucu ardından hastalığın test sonrası olası­
Tesı sonrası olasılık = ---------------------------------------------------------- lık oranı sadece % 30'a yükselir. KAH için test öncesi olasılığı %80
Tesı öncesi olasılık x ıcst duyarlılığı + olan bir hastada pozitif bir test sonucu ile test sonrası hastalık ola­
( I- hastalık prevalansı ) x tcsıin yanlış pozitiflik oranı
sılığı yaklaşık % 95’tir.
Örnek : |itan öncesi olasılığı 0.5ü ve pozitif ıanısal lest sonucu ( ıcsı duyar­ KAH tanısında egzersiz talium SPECT testi daha geçerli bir
lılığı = (1.90 ve ıesı özgiilliiğii = 0.90)]: testtir. Bizim amaçlarımız için . hem duyarlılık hem de özgüllüğün
% 90 olduğunu farz edersek olasılık oranı 9 ile sonuçlanır. (0.90 /
(0.50) (1.1.90)
Tesı sonrası olasılık = ------------ ------------------------------------- (1- 0.90)) Eğer test öncesi düşük olasılık taşıyım bir hasta için tek­
( (1.50 ) (0 .9 0 ) + ( (1.50 ) ( (1.10 ) rar test yaparsak ve testi pozitif çıkarsa, Şekil 3 -l'i kullanarak
= 0.90
KAH için test sonrası olasılığının %10'dan % 50’ye çıktığını göste­
zitillik oranımı oranı olan (veya duyarlılık / (1- özgüllük)); pozitif rebiliriz. Ancak karar verme açısından bakıldığında, daha geçerli
bir test için olasılık oranı ile özetlenen, sorgulanan testin geçerlili­ test, yönetimi değiştirmek için yeterli tanısal güvenliği sağlamaya
ği aktanlmıştır.Örncğin duyarlılığı 0.90 ve özgüllüğü 0.90 olan bir muktedir değildir. Aslında, test bizi hastanın kesinlikle KAH olma­
testin olasılık oranı (0.90 / I- 0.90) veya 9 ‘dur. Bundan dolayı bu dığındım emin olmaktan, tamamen kararsız olmaya sevkeder. (has­
hipotetik testte, hastalığı olan bir hasta için olmayana göre pozitif talığın 50:50 değişimi). Test öncesi olasılığı % 80 olan bir hastada,
daha geçerli olan talium SPECT testi kullanarak test sonrası olası­
lığı %97'ye çıkarılabilir (%95 olan egzersiz treadmil ile kıyaslanır-
sal.Tckrar, daha geçerli test, yönetimi değiştirmek için test sonrası
güven için yeterli düzeltme sağlamamaktadır ve sadece klinik veri­
lerden bildiğimizden daha fazla düzeltme yapamamıştır.
Eğer test öncesi olasılığı düşükse (örn: < 20), çok geçerli bir
testteki pozitif bir sonuç bile test sonrası olasılığı, hastalığı tanım­
landıracak kadar yüksek menzilli bir test sonrası olasılığına tanıya­
mamıştır. (örn: > % 80 Tersine, yüksek bir test öncesi olasılığı var­
lığında negatif test, hastalığı dızlatmayacaktır). Bu yüzden bir tes­
tin tanısal güvenilirliğindeki cn büyük kazancı sağlamak, eğer bu
testi uygulamadan önce klinisyen tanı konusunda çok kararsız ise
mümkün olabilir (örn: test öncesi olasılığı % 30 ile % 70 arasında
ise). Örneğin KAH için bir hastanın test öncesi olasdığı %50 ise,
pozitif egzersiz treadmil testi ile test sonrası olasılık % 80’e ve po­
zitif egzersiz talium SPECT testi ile % 90’a değişecektir (Şekil 3-1).
Yukarıda bahsedildiği gibi Bayes teoremi, hesaba alınması ge­
reken pek çok önemli basitleştirmeyi sağlar. Birincisi, birkaç testin
sadece iki işe yarar sonucu vardır, pozitif veya negatif ve pek çok
test, hasta hakkında pek çok parça veri sağlar. Her ne kadar bunlar
özet bir sonuçla birleştirilsc bile pek çok seviyede gerekli bilgi
mevcut olabilir, (örn: güçlü pozitif, pozitif, saptanamayan, negatif,
güçlü negatif). Baycs teoremi, bu çok detaylı test sonucu formatına
adapte edilebileceği için, bunu yapmak hesaplama olarak karma-
şıktır.İkincisi, Bayes teoremi; testten elde edilen bilginin tamamen
tek okluğunu ve test öncesi olasılığını hesaplamak için kullanılan
bilgi ile üstüste binmediğini farzeder. Ancak bu bağımsız farzetme
genellikle yanlıştır. Pek çok vakada, test sonuçları hastanın özellik­
olasılık Duyarlılık olasılık
leri ile uyumludur. Örneğin göğüs röntgeninde akciğer ödemi ve
1-Özgüllük
kardiyomegali bulguları; kalp yetmezliğinin öyküdeki özellikleri
ŞEKİL 3-1 Bayes teoreminin nomogram versiyonu, pozitif bir test için vc sol ventrikiil apikal vurusunun yer değiştirmesi, S3 galo ve rai­
(ortadaki skala) olasılık oranı ve test öncesi hastalık olasılığı (sağda­ ler gibi fizik bulgularla karakterizedir. Bu vakada (göğüs röntgeni)
ki skala) kullanılarak hastalığın test sonrası olasılığını (soldaki skala) testin katkıda bulunduğu tek pozitif bilgi; toplam bilginin sadece
tahmin etmek için kulanılmıştır. Olasılık oranı, (duyarlılık / 1 - özgül­
bir kısmıdır, çünkü test yapılmadan önce kalp yetersizliği olasılığı
lük) olarak hesaplanmıştır. Kullanmak için test öncesi olasılığı ve ola­
hakkında zaten pek çok şey öğrenilmiştir.
sılık oranını birleştiren düzgün bir köşe yerleştirin ve test sonrası ola­
Sonuç olarak .duyarlılık vc özgüllük, testin güvenilirliği açısın­
sılığını okuyun. Bu şekilde test öncesi koroner arter hastalığı (KAH)
%50 olan bir hastada pozitif talium egzersiz SPECT çalışması ile dan prevalanstan bağımsız parametrelerdir ve halen pek çok metin­
(olasılık oranı 9) pozitif egzersiz treadmil egzersiz testinin (olasılık de bu iddia öne sürülmektedir. Ancak istatistiksel olarak yararlı
oranı 4) değeri tanımlanmıştır. Treadmil sonuçları düz çizgi ile, tali­ olan bu tahmin, klinik olarak yanlıştır. Örneğin tek damar KAH
um sonuçları aralıklı çizgi ile gösterilmiştir. (Fajan TJ:N Engl J Med olan hasta popülasyonu için, treadmil egzersiz testinin % 30 civa­
292: 257, 1975'ten adapte edilmiştir.) rında duyarlılığı vardır ancak şiddetli uç damar KAH’da duyarlılık
A .SOY ytıkl;ışır. Bu yüzden özel bir A
kurar için duyarlılığın cıı iyi hesap­
laması, her /.ınııaıı lest edilen po-
piikısyondaki mevcut hastalık ev­
resi dağılımına bağımlı olarak de­
ğişmektedir. Hastanede yatan po-
piilasyonda tipik olarak daha yük­ TEE stratejisi
t — ” •Ç T E E 'd e 2 haftalık — ——
sek bir hastalık prevalansı vardır negatif sonuç j tedavi A
j değil

ve özellikle poliklinik popiilasyo- şE ndokardit B'ye


•o1
ıııına kıyasla daha ilerlemiş hasta­
lık evresi prevalansı daha yüksek­ E ndokardit ö lü m c ü l
tir. Sonuç olarak test duyarlılığı Y önetim | ıS U zun-dönem li 4 haftalık A Ölümcül
T ___değil___ ^
hastanede yatan hastalarda daha problem i çH strateji
strateji [ tedavi /S
V E n d o ka rd it
yüksek olma eğiliminde iken, test -oB’ye
özgüllüğü poliklinik hastalarında
E ndokardit ö |0 m c 0 |
daha yüksektir. yok T Ölümcül
| Kısa-dönem li 4 haftalık
İstatistiksel tahmin modelle­ r~ < deal1 a
j strateji j tedavi —(S
ri: Yukarıda bahsedildiği gibi Ba­ 'E ndo ka rd it
- o B'ye
yes teoremi, bir klinisyenin yüzleş­
tiği pek çok probleme gerçekçi ol­
mayarak basitçe bağımlı olan kli­ -m
L
Inme C’ye
_ Q<
nik tahmin problemi ile ilişkilidir. Ö lüm cül
Tahmin modelleri çok değişkenli [Tedavi m inm e X Ölümcül
Tekrar I T değil
istatistiksel modelleri temel alır, Ö lüm I
Kapak 4 haftalık ; K apak Ö lüm cül
daha çok karışık problemin üste­ E ndokardit
İR e la p s Relaps tedavi A replasm anı A Ölümcül
sinden gelebilir ve sonuçta özel o - -Q - v . O V I değil
ile d a v i i
durumlar için tahmin geçerliliğini
Ö lüm cül
arttırır. Bunların özel avantajı pek Ö lüm io ia y s ız A Ölümcül
-m V değil
çok üstüste binen bilgi parçalarını Jfte la p s
-9— n(
hesaba katma yeteneğidir ve her
jTedavi
birisine soruyu tahmin etmek için ~m
özel katkılarını temel alacak şekil­ ŞEKİL 3-2 Kateter ilişkili Stafilokok aereus bakteriyemisi ardından enfektif endokardit riskinin yönetimi
de göreceli ağırlık vermeye işaret için stratejileri değerlendirmede kullanılan karar modeli. Kare düğümler, muhtemel yönetim stratejileri
eder. Örneğin KAH olasdığını tah­ arasında kararı gösterir, yuvarlak düğümler değişen olayları temsil eder, dikdörtgen düğümler (veya ter­
min etmek için bir lojistik regres-
minal) ilginin sonucunu gösterir. Ana ağaçtaki tüm terminal olmayan değişim düğümleri altyapı B ’ye gi­
rer. Altyapı B’deki tüm terminal olmayan değişim düğümleri altyapı C’ye gker. TEE: transözefajiyal eko-
yon modeli, klinisyenin Bayes te­
kardiyografi (Rosen ve ark.’dan)
oremi ile veya kendi kafasından
yönettiği bir avuç veri yerine; tanısal test yapma ve klinik muaye­ sistemler tahminler yapamaz ancak klinik uygulamaları yönlendir­
neden gelen ilişkili bağımsız faktörleri hesaba katar. Ancak bu gü­ mek için uygulama rehberleri gibi mevcut algoritmaları kullanırlar.
ce rağmen modeller bir bilgisayar veya hesap makinası olmaksızın Genellikle, her nasılsa karar destek sistemlerinin pratiğe çok küçük
kullanmak için çok karmaşık hesaplamalardır (he ne kadar bu sınır­ etkileri gösterilmiştir. Hatırlatıcı sistemler her ne kadar henüz yay­
lamalar tamamen bilgisayarlı bir platformdan tıbbın yürütüldüğü gın kullanımda olmasalar da, özellikle kılavuz bağlantısını başlat­
zaman aşılabilecekse de). Bu zamana kadar sadece bir avuç tahmin mada ve doğru ilaç dozlamasında, en fazla ümit vaat ettikleri görül­
modeli geliştirilmiş ve uygun şekilde geçerliliğini korumuştur. Mo­ müştür. Bu yaklaşımların tam potansiyeli tıp uygulamasına bilgisa­
deli geliştirmek için kullanıln ayrı bir popülasyonda bağımsız ge­ yarın tamamıyla bütünleşmesinden sonra başarılabilir,
çerliliğin önemi abartılamaz. Ne yazık ki yayınlanan pek çok mo­ K A R A R A N A LİZİ Yukarıda tartışılan metodlarda, karar ana­
del uygun şekilde geçerli kullanılmamıştır. Bu, en iyi durumda, kli­ lizi, karar desteğine tamamen farklı bir yaklaşımı temsil eder. Bun­
nik uygulamada kendi kullanımını şüpheli kılmaktadır. ların esas uygulamaları, karmaşık ve gerçek risk içeren, bazı anah­
İstatistiksel modeller uzman klinisyenler tarafından direk ola­ tar alanlarda yüksek dereceli belirsizlik olan veya sağlanabilen ka­
rak kıyaslanırsa beklenildiği gibi daha sabit bulunmuşlardır ancak nıtlara uymayan özel durumlarla ilgili özellikler gibi karar prob-
anlamlı olarak daha geçerli değillerdir. Bu durumda en büyük vaat, lemlerindedir. Üç genel basamak mevcuttur. Birincisi karar proble­
daha az deneyimli klinisyenlerin sonuçlar için daha kesin tahmin mi açıkça tanımlanmalıdır.İkincisi, kararın bileşenleri apaçık orta­
ediciler olacağı gibi görünmektedir. ya konmalıdır. Bu, hesaba katılan alternatifleri özelleştirmeyi, on­
larla ilgili sonuçları, her bir sonuçla ilgili olasılıkları ve her bir so­
KAKAM DESTEKLEYEN AMAÇLAR nucun göreceli arzu edilebilirliğini (fayda olarak adlandırılır) içer­
mektedir. Maliyet, maliyet-etkinlik hesaplamalarına izin verecek
KARAR D E ST E K S İS T E M L E R İ Son 30 yddan fazladır, klinis- şekilde karar ağacının her bir dalına atfedilebilir (Konu 4).
yenlcrin karar vermelerine ve yönetimlerine yardım edecek bilgisa­ Kateter ilişkili S t a filo k o k a u re u s bakteriyemisinin ardından en­
yar sistemleri geliştirmek için pek çok girişim yapılmıştır. Kavram­ fektif endokadit riskinin yönetimi için stratejileri değerlendirmek
sal olarak bilgisayarlar bugünün doktorunun yüzleştiği gereksiz amacıyla kullanılan bir karar ağacı Şekil 3 -2 ’de gösterilmektedir.
bilgi yükü ile başa çıkacak çok çekici yollar önerirler. Bilgisayar, Yaklaşık 35.000 S. A e reu s bakteriyemi vakası Birleşik Devletler’de
sonuç için geçerli tahminleri yapmada yardım edebilir, tüm karar meydana gelmektedir. % 6 vakada oluşan komplikasyonlu endokar­
sürecini taklit edebilir, veya algoritmik rehberlik sağlayabilir. Ba­ dit gelişimi yüksek morbidite (%31 mortalite ve %21 inme oranı)
yesian veya istatistiksel regresyon modeli kullanan bilgisayar-te- ve tıbbi maliyet ile ilşkilidir. Bakteriyeminin üç yönetimi: 1- Tran­
ıııclli tahminler bir klinik karar bildirebilir ancak açıkçası bir sonu­ sözefajiyal ekokardiyografi (TEE) 2- 4 haftalık intravenöz antibi­
ca veya öneriye ulaşamaz. Yapay zeka sistemleri, bilgisayar temel­ yotik uygulaması (uzun dönem) 3- 2 haftalık intravenöz antibiyotik
li biı eşdeğer ile insan muhakemesinin yerini almaya veya taklit et­ uygulaması (kısa dönem). TEE stratejisinde eğer endokardit aşikar­
meye kalkmaktadırlar. Bugün için bu gibi yaklaşımlar sadece sınır­ sa 4 haftalık antibiyotik tedavisi verilir, eğer değilse 2 haftalık te­
lı haşarıya ulaşmışlardır. Hatırlatıcı veya protokolle yönlendirilen davi verilir. Her bir stratejide de majör komplikasyon olarak veya
14 K_;iiiiK Tıbba Giriş NAYLOR CD: Gray zones of clinical practice: Some limits to evidence-based
medicine. Lancet 345:840, 1995
ROSEN AB el al: Cosl-cffectivcness of lranscsophageal echocardiography lo de­
olmayarak halalarda cıulokaıdit geliştirme riski mevcuttur. Bu
termine the duration of therapy for inlravuscular calhelcr-associalcd Staphy­
aııali/ıle en nztın kalitesi düzeltilmiş yaşam süresi (5.47 kalitesi dü- lococcus aureus bacleremia. Ann Inlem Med 130:810. 1999
/. lıılınış yaşam yılı), aynı zamanda en yüysek maliyete sahip olan SCHULMAN KA el al: The effect of race and sex on physicians' recommenda­
ı Iıasıa başına 14.136 dolar), 4 haftalık antibiyotik stratejisi ile ilgi­ tions for cardiac calhelerizalion. N Engl J Med 340:618. 1999
lidir. ancak en düşük maliyet (hasta başına 9830 dolar) ve en kötü SEKKAR1E MA, MOSS AH: Withholding and withdrawing dialysis: The role of
physician specially and education and palienl functional slalus. Am J Kidney
sonuçlar, (5.42 kalitesi düzeltilmiş yaşam yılı) iki haftalık antibiyo­
Dis 31:464, 1998
tik tedavisi ile ilgilidir. Klinik bakış açısından (maliyet hesaba ka­
tılmazsa) 4 haftalık antibiyotik tedavisi en iyisidir. Maliyet- etkin­
lik bakış açısından T E E stratejisi (5.46 kalitesi düzeltilmiş yaşam /| I D a n ie l B . M a rk
yılı ve hasta başına 10.051 dolar maliyet), eklenen yararlar ve ma­
liyet için en iyi dengeyi sağlar. Bu yüzden yukarıda bahsedildiği gi­ ~ j K L İ N İ K rn P T ^ E K C ) N O M İ K
bi yeterli randomize çalışmaların yapılması muhtemel gibi görün­
KO N ULAR
meyen durumların olduğu zor yönetim koşullarında sonuçlar ve
maliyetteki değiş tokuşu netleştirmede karar analizleri oldukça yar­ ------- J Fatih Köse, Yahya Sağlıker
dımcı olabilir.
Karar ağacını (Şekil 3-2) doldurmak için gerekli veriler, tipik Birleşik devletler herhangi bir gelişmiş ülkenin sahip olabileceği en
olarak, literatürü (randomize deneyler, meta-analizler, gözlemsel iyi tıbbi bakıma sahip olduğu için bir ayrıcalığa sahiptir. Biz dün­
çalışmalar) ve uzman fikrini içeren pek çok değişik kaynaktan dö­ yadaki çoğu en iyi doktora ve hastaneye sahibiz. Araştırmalarımız
şenmişlerdir. Bir kere karar ağacı bittiği zaman, ağacın her bir da­ önemli yeni tedavi yenilikleri ile dolu, devrimci genetik-bazlı teda­
lının ortalama değeri hesaplanarak karar analiz edilir. En yüksek viler belkide yanlızca bir dekat ilerdedir. Bizim vatandaşlarımızın
safi değere (beklenen yaradanım) sahip karar kolu tercih edilen se­ çoğu şu prensipte birleşmektedir ki mükemmel tıbbi bakım ödeye­
çimdir. Bu örneğin değeri, her nasılsa; karmaşık ve zor bir kararın bilme gücüne bakılmaksızın herkes tarafından elde edilebilir olma­
baskı noktalarını ve anahtar elemanlarını ortaya çıkaracak olduğu lıdır. Henüz biz 43 milyon insanın üzerinde (bunların çoğu işçidir
ve düşük ücretle çalışmaktadır.) insan hiçbir sağlık sigortasına sa­
için hareket önerisini geliştirmede çok fazla değildir. Kıııar ağacını
hip değildir.ve bunlardan sayıca daha fazlası yetersiz bir şekilde si-
yapılandırma süreci, hesaba alınan tüm seçenekler ve bunlarla iliş­
gortalanmıştır. 1994’deki Clinton’un sağlık bakımı reform çalışma­
kili sonuçlar ile ilgili olarak tahlil ediciyi apaçık olmaya zorlar.
sının çökmesinden sonra, B.D sağlık politikası bazen kuvvetli ve
Yüksek belirsizlik alanları hali hazırda tanımlanır. Duyarlılık ana­
bazende tıpta ters dürütlere yol açan güçlü piyasa şirketleri tarafın­
lizleri. karar analizlerinin birleştirici parçasıdır ve tercih edilen yö­
dan yönetilmektedir. Sağlık sigortası şirketleri bütün sebepleri ileri
netim stratejisinin seçimine etkilerini değerlendirmek için tek başı­
sürereksigortalamaktan kaçınd hasta insanları ılar; "managed care”
na (tek yönlü duyarlılık analizi) modelinde, çift halinde (iki yol)
programlarıyla sâdece masrafları yönettiler. Doktorlar sağlanan
veya yüksek kombinasyonlarda (çok değişkenli); herbir anahtar pa­
dürtülerle daha az medikal bakım sağladılar ve ilaç şirketleri çoğu
rametrenin değerinin sistematik olarak değişimi yer alır. Yukarıda­
yaşlı ve kronik hastaların ödeyemeyeceği çok güçlü ve pahalı yeni
ki örnekte. S. A u reu s bakteriyemisinin sonucunda oluşan endokar- ilaçlar geliştirdiler. Bunun gibi güçlü ve kaotik güçlerle yüzleşmek,
dit insidansının % 3’ten % 50’ye değişmesinin, T E E ’nin tercih edi­ doktorları kendilerini en rahat hissesttirecekleri alanlara yoğunlaş­
len strateji olarak seçilmesinde bir etkisi yoktur. tırdı: özel hastaların bakımı .tedavisi ve akademik araştırma çalış­
Kullanıcı dostu kişisel bilgisayar temelli yazılım paketleri, es­ maları.
kiden olduğundan daha fazla karar ağaçlarının analizini ve oluştu­ Çoğu doktor ekonomiyi tutunmak için çok önemsediler ve bun­
rulmasını daha düzgünce yapmaktadır. Ancak bu süreç halen, rutin dan dolayı çabalamadılar bile. Sonuç olarak ekonomik olaylar ve
temelli kullanım için çok hantal ve zaman kaybettiricidir.Tıbbın ta­ aletlerle gösterildiğinde onlar yasal olanı yanlış olandan ayıramadı­
mamen bilgisayarlı bir platformdan uygulandığı zaman, her bir lar. Daha da önemlisi, doktorlar modem "managed care” alanında
hasta için pratisyenin çalışmasını desteklemek amacıyla kullanıcı­ karakterize eden pahalı ve önemli içerik içinde hastaların ilgilerini
ya göre ayarlanabilir değerleri olan ön yapılandırılmış karar ağaç­ savunmak için yetersiz donatıldılar.
ları kütüphanesi mümkün olacaktır. Bu bölüm 2 hedefe sahiptir. Birincisi, daha büyük ekonomik
güçler şekillendirdiği tıbbi pratiklerin bazıları hakkında özet bilgi
SONUÇLAR sağlamak ve İkincisi, harcama-verim dengesinin analizini içerecek
şekilde, medikal pratiğin değerini değerlendirmek için kullanılan
Kanıta dayalı tıp çağında, pratisyenlerin yüzleşmek zorunda kaldı­ ekonomik araçlarla tanıştırmak.
ğı tüm zor kararların hali hazırda veya yakın zamanda çözülmüş ol­
duğunu, uygulama kılavuzlarına ve bilgisayar belleklerine göre dü­ S A Ğ L IK H A R C A M A L A R I ve F İN A N S M A N I
zenlendiğini düşünmek, çok ilgi çekicidir. Ancak görünen gelecek­
te böyle bir durum söz konusu değildir. Yeterli randomize deneyler SA Ğ L IK B A K IM IN A N E K A D A R H A R C A N IY O R ?
olmadığı taktirde meta-analizler kanıt oluşturamaz ve klinisyenle- 1997’de Birleşik Devletler sağlık sistemi için 1,1 trilyon dolar har­
rin yiiz yüze kaldığı şeylerin pek çoğu hiçbir zaman randomize ça­ camıştır, GSMH’sının % 13,5’ine tekamül etmektedir. Bunların ço­
lışmalarla tamamıyla test edilemeyecektir. Muhtemel klinik muha­ ğu (969 milyon dolar) sağlık personeline gitmiştir. % 34 hastanele­
kememe yetenekleri ve iyi düzenlenmiş kantitatif araçlarla sağla­ re, %20’si doktorlara, %7'si hemşirelere,%8’i polikliniklere gelen
nan deneyim ve bireysel hasta tercihleri için özenli bir değerlendir­ hastaların ilaç masraflarına gitmektedir. Buna karşılık Kanada ve
me tıbbi pratisyenlerin gelecek yılları açısından fevkalade önemli Batı Avrupa ülkeleri ulusal gelirlerinin %6 ve % 10 oranında harca­
olmaya devam edecektir. ma yapmalarına rağmen vatandaşları eşit sağlıkta görünmektedir,
en azından yaşam zamanı ve çocuk mortalite oranı gibi kaba öl­
A JRLIÜ G RA l'YA çümler düşünüldüğü zaman, ekonomistler ve politikacılar bu veri­
lerle uzun yıllardır Birleşik Devletlerin sağlık bakımına aşırı harca­
AYANIAN JZ cl al: Knowledge and practices of gcncralisı and specialist physi­
ma yaptığı konusunda hemfikirdir. Bu konu, sağlığa ne kadar har­
cians regarding drug therapy for acute myocardial infarction. N Engl J Med
331:1136.1994 -
candığı, 1. derecede politika ile ilişkilidir, bununla beraber ekono­
EDDY DM: Analomy of a decision. JAMA 263:441. 1990 mi disiplini de bu konuda çok şey söyleyecek durumda değildir.
H1RTH RA cl al: Specialist and generalist physicians' adoption of anlibioiic the­ SAĞ LIK BA K IM IN I K İM Ö D E Y E C E K ? Tıbii bakım har­
rapy to eradicate Helicobacter pylori infection. Med Care 34:1199, 1996 camalarını yöneten iki asıl faktör bulunmaktadır; medikal pratiğe
KASS1RER JP. KOPELMAN Rl: Learning Clinical Reasoning. Ballimore, Wil­ giren yeni ve pahalı teknolojiler (ilaçlar, aletler,prosedürler) ve
liams & Wilkins, 1991
B.D. popülasyonun yaşlanması (ki yaşlı insanlar gençlerden daha
■:'>k nhbi bakıma ihtiyaç duyar) Harcamalar toplumda eşit olmayan 4 Klinik Tıpta ükoııomık Konular 15
İm- ;.ckıldc dağılmıştır. 1997'de, hükümet toplam şağlık harcamala-
nııııı % 47’sini ödemiş, özel sigortalar %32'sini ödemiş ve bireyler faydalanan yaşlı ve sakat insanlar için harcanmaktadır, bunlar ek
‘.a 17'siııi ödemiştir. Hükümet, tabiiki parasını vergilerden alır ve olarak tıbbi yardım programlarından da faydalanmaya hak kazan­
Medicare ve Medicaid programları ile (aşağıda tartışılmıştır) sağlık mışlardır.
harcaması bütçesinden kullanır. Yükselen tıbbi harcamalara cevap SA Ğ LIK BAKIM ININ Ö Z E L FİNANSMANI Yaklaşık ola­
1ermek için, hükümet vergilerini yükseltebilir veya fonlar savunma rak yaşlı olmayan Birleşik Devletler nüfusunun %70'i bazı özel
e eğitim gibi programlardan sağlık programlarına kaydırılabilir. sağlık sigortaları tarafından sigortalanmıştır. Grup sigortaların tıb­
Hu seçimlerin hiçbiri politik olarak çekici değildir. Alternatif ola-
bi bakım için olabilirliği öncelikle 1930'Iarda Blue Cross tarafından
luk. tıbbi piyasadaki büyüklüğünden dolayı hükümet ilaç sağlayıcı­
ispat edilmiştir, kazançsız grupların oy hakkını sağlayarak hastane­
larına kaynakları idare edebilmesi için düşük ücretleri empoze ede­
de yatış masraflarının karşılayarak kötü durumdaki B.D. hastane
bilir. Çoğu özel sigorta poliçesi işverenler tarafından işçi çıkar pa­
endüstrisi finansal olarak desteklenmiştir. Blue Shield, Blue
ketleri yoluyla desteklenmektedir. Tıbbi harcamalar arttıkça sağlık
Cross'tan sonra modellenen farklı bir organizasyon, 1939 dan beri
sigortası maliyetleri de artmakta ve işverenler yüksek sigorta pri­
hastane doktor servisleri için sigorta sağlamıştır. İkinci dünya saw:
mine geçmek ve onların işçilerinin ödeme harcamalarını yükselt­
şı boyunca işçi ücretleri hükümet tarafından dondurulmuştur, bazı
mek. ücretlerini arttırmak (potansiyel olarak piyasadaki rekabet
işverenler işçileri kandırmak için sağlık sigortasını ek olarak sun­
sanşını bozuyor) veya kazanç sınırını azaltmak. Hükümet gibi işve­
muşlardır. İşveren sponsorluğunda grup sağlık sigortalarının olabi­
renler de sağlık hizmeti sağlayıcıları ve/veya sağlık sigortaları ile
leceği Blue tecrübeleri tarafından ispatlanmıştır, ticari sigortacılar
düşük ücretler konusunda anlaşabilir.
piyasaya girmeye başlamıştır. Hastanenin ve doktorların desteğim
SA Ğ LIK BAKIM ININ U LU SA L FİNANSMANI Ulusal
sağlamak amacıyla sigortacılar bütün akla uygun ödemeleri yapma
sektör (hükümet toplum için bir vasıtadır) tıbbi bakımve tıbbi yar­
ıl ım programları gibi veterans uygulama hastane sistemi, askeri sa­ konusunda anlaştılar ve bütün tıbbi yönetim kararlarını doktorlara
vunma bakım sistemi bölümü, ulusal sağlık servisi ve indian (asıl bıraktılar. Bu "servis için ödeme” ödeme sistemi, ikinci dünya sa­
yerli halkın) sağlık servisini finanse eder. Bunların içinde tıbbi ba­ vaşı sonrasında yaratıldı. Bu 1970 ve I980'Ier boyunca B.D. sağlık
kım en büyüğü ve en etkilisidir. 39 milyon insan sağlık sigortası sisteminde gözlenen aşırı maliyet artışının tohumlarını ekti.
alır ve bunun 1997'deki maliyeti 214,6 milyar dolardır. Tıbbi bakım Tazminat sigortalarının orijinal odak planları bireyleri yüksek
programı 1965'te kongre tarafından yasallaştırılmış, bu 1935'teki tıbbi bakım masraflarından ortaya çıkabilecek katastrofik para kay­
toplumsal güvenlik hareketinin bir düzeltmesi olarak yapılmıştır. bından korumuştur. Sigortacılık bireyler için tahmin edilemeyen
Bu Birleşik Devletlerde ulusal sağlık sigortasına doğru ilk adım özel olaylara karşı koruma sağlayan kontrattır. Bunlar birey için
olarak başkan Lyndon B. Johnson tarafından atılmıştı. Bunun B.D. kolay tahmin edilemese de büyük gruplar için güvenle saptanabilir.
sağlık sisteminin değişiminde etkisi derindir. Orjinal kongre kararı "Ana Tıbbi" sağlık sigortası katastrofi hastalıklar ki bunlar toplum­
yaşlılar için (65 yaş ve üstü) sağlık sigortası sağlamıştır bunlar sos­ da çok nadirdir, için dizayn edilmiştir. Grubu sigortalamak bireyi
yal güvence için hak kazanmıştır, (emekli işçiler, çalıştığı yıllarda sigortalamaktan daha ucuzdur. Çünkü sigortacıya yüksek miktarda
sisteme para ödeyenler) 1972'de içerik bütün yaşlardaki sakatları para çıkışına yol açacak riskleri büyük toplumlara yaymayı sağlar
(5 milyon) ve kronik böbrek yetmezliği (284 bin) hastalarını içine bunlar hak iddia etmeden sigorta primini öder
alacak şekilde genişletilmiştir. Kapsam katastrofilerden rutin medikal bakımın sağlanması
Tıbbi bakım iki birbiriyle alakalı sigorta programından oluş­ üzerine odaklaştığı zaman sağlık sigortacılığının manası talimin
maktadır. Tıbbi bakım hastane sigortası güven fonu Medicare (part edilemeyen ödemelerden tahmin edilebilen ödemelere doğru kayar.
A olarak da bilinir) hastane bakımını ve eğitilmiş ev hemşiresini Sonuç daha yüksek sağlık sigortası primidir. Sağlık sağlama orga­
kapsar ve işçi ve işverenlerin zorunlu federal vergilerinden fonla- nizasyonlarının (SSO) erken başvurusu şudur ki, bunlar rutin önle­
nır. Tıbbi bakım Medicare (Part B), tıbbi destek sigorta programı, me bakımı sağlayarak ekonomik olarak etkili bir yol sunmayı ve
doktor ücretlerini olduğu gibi laboratuar ve diğer teşhiş araçlarını çok nadir katastrofik hastalıkları yönetme şansını verir.
karşılar ve diğer genel federal vergi gelirlerinden ve hasta sigorta Y Ö N ETİLEN BA KIM Yönetilen bakım genel bir terimdir, fi­
priminden karşılanır. Her iki programın kapsamada bazı açıkları nansman ve sağlık bakımının sağlanmasının arasındaki bağlantıyı
mevcuttur, bu açıklar destekleyici sigortaya ihtiyaç duyar (tıbbi sağlamak için çok geniş bir sistem spektrumunun önemini belirtir.
açık denetleyicileri). Bunun zorunlu gelir tekrar dağılımı özelliğin­
Yönetilen bakım organizasyonu (YBO ) doktorlar ve hastanelerle
den dolayı, işçilerden aldığı vergileri yaşlı vatandaşların sağlık ba­
kontrat imzalar, bunu sabit sigorta primleri olan üyeler için ayrıntı­
kımını ödemek için kullanır (bunların çoğunun geliri yoksulluk sı­
lı olarak yapar. SSO orijinal olarak yönetilen bakım formudur,
nırındadır). Tıbbi bakım hem sağlık sigorta programı hem de sos­
I940'Iar ve 1960'Iar arasında organize edilmiştir ve servis için öde­
yal refah programıdır. Sakat yaşlılarda ki yoksulluğa bir savaş ver­
meyi baz alan özel sigortaların üstünlüğüne bir alternatiftir.
mek için dizayn edilmiştir. Onların vergi paralarının karşılığında
1970'Ierde ki tıbbi enflasyonun gelişi ile, SSO biçimi federal hükü­
150 milyon işçi programı fonlar ve bunlara yaşlandıklarında aynı
met tarafından tıbbi harcamalan kontrol altında tutmak için destek­
tip bir sosyal güvence söz verilmiştir (gelecek nesil işçileri tarafın­
lenmiştir. Bu başlangıç için erken büyük ilgi sınırlıdır 1984'te işve­
dan ödenecek).
ren kaynaklı sağlık sigortalarındaki bireylerin sadece %5'i SSC
Tıbbi yardım fakirler için toplumsal sigorta programıdır. Bu
içindedir. Bununla beraber, 1998'de bu şekil %85'e yükselmiştin
program federal ve hükümet tarafından beraber yürütülür. Birleşik
Yönetilen bakımın çok hızlı büyümesi 1990'Iarın içinde işveren ta­
hükümet her eyalete eyaletin gelirine oranlayarak program için bü­
yük miktarda para verir (1997'de bu toplamda 95 milyar dolardır) rafından önceki iki dekattaki kontrol edilemeyen tıbbi enflasyona
ve eyalet gerisini öder (65 milyar dolar 1997'de). Bu programda bir cevap olarak başlamıştır.
tıbbi bakım gibi, başkan Johnson'un "büyük sosyal” programının İşverenler ve tıbbi yardım programları tarafından yönetilen ba­
bir parçası olarak 1965 yılında kongre tarafından yürürlüğe sokul­ kım için gösterilen yüksek ilgi yönetilen bakım endüstrisi içinde
muştur. Hak sahipleri sayısı olarak (41 milyon insan) tıbbi bakım­ hızlı ve bazen de şaşırtıcı değişimlere yol açmıştır. Önemli akım
dan büyüktür. Fakat bütçe açısından küçüktür (160 milyar dolar kazanç için yönetilen bakım şirketlerinin gelişmesidir. SSO üyele­
toplam ulusal sağlık harcamalarının %12'si) tıbbi yardıma hak ka­ rinin yarısı şimdi kazanç için planına dahildir. Wall Street'te yatırım
zanmak için belirlenen kurallar çok sıkı olduğu için çoğu 65 yaş al­ yapılan dolarlar, yönetilen bakım opsiyonları için işverenler tara­
tı düşük ücretli insanlar hak kazanamamaktadır. fından yapılan isteğe hızlı ve kolay bir şekilde cevap verebilmesini
Hak kazanma kriterleri her eyalet tarafından genel federal reh­ sağlamıştır. Bununla beraber kazanç için olmayan eşdeğerleri ile
berler içinde ayarlanmaktadır ve gelir ve servet testleri hak kazan­ karşılaştırıldığında, kazanç için olan SSO'Iar üyelerinin sağlık ba­
mak için eyaletler arasında çok değişkenlik göstermektedir. Tıbbi kımı için ödenen her sigorta priminin daha küçük bir miktarını har­
yuıdıın programlarındaki çoğu ptıratıbbi bakım programlarından da camaktadır. paradoksik olarak isimlendirilmiştir (tıbbi kayıp ora-
16 ödeme sistemini prospektif ödeme sistemi ile yer değiştirdi. Bu sis­
temde, büıiin hastaneye yatışlar yaklaşık olarak 500 Teşhis Bağlı
mî. Soııııç nl.ii.il 1 a, am- n, in SS O 'lar kazanç için olm ayan planlar­ Gruba (TBG) ayrıldı, bunlarda şunlar baz alındı, yatış için öncelik­
dı ıı ı o ı 1 1<■■ ii i l'.ıl m i a.iglama açısından daha az başarılı olmuşlardır. le çıkış tanısı ve birkaç ek faktör de yaş, ameliyat performansı ve
I'” ’! d.ıiıl.an sonraki bir başka yaygın akım da geleneksel SSO komlikasyon oluşumu. Her TBG ortalama bir ödemeyle işaretlen­
1 <-ı* •ı...........(«İdlerden asıl SSO modellerine geçiştir, bunlar toplum di. Eğer hastane hu miktardan daha az ile gerekli bakımı sağlayabi­
İsi imleri ve hastaneleri ile yapılan kontratlarla inşa edilir. Üç tane lirse kazanç sağlayacak. Bu miktardan daha fazlasını harcamak du­
SSO modeli ekip-persoııcl modeli, grup nıodedi ve bağımsız pratik rumunda kalırsa, para kaybedecek. TBG sistemi verimliliği ve has­
birliği (B P B )’dan oluşur. Personel modeli vertikal olarak düzenlen­ tane. bazlı bakını içinde masraf içeriğini teşvik eiıuek için dizayn
miş bir organizasyondur. Bu kendi hastanelerine sahiptir, kendi edilmiştir. Bu yöntem tıbbi bakım masraflarını azaltmamıştır, bu-
doktorları gün boyu maaşlıdır ve özel bir coğrafi alana odaklanmış­ nını sebebi de masrafların hastanelerden özel sigorta sektörlerine
tır. Grup model SSO, Group Health Cooperative of Puget Sound ta­ kaymasından dolayıdır.
rafından örneklcndirilmiştir, bunlar bir veya daha fazla büyük de­ 1975 v cl9 8 7 arasında, doktorlara olan tıbbi bakım ödemeleri
ğişik uzmanlıkları olan grup doktorlar kendi hastalarının bakımı %18 oranında artmıştır, bu enflasyonun oranının üzerindedir. Dok­
için kontrat imzalar. Bu doktorlar SSO olmayan hastalar ile ilgilen­ tor servisi için yapılan toplanı harcamalar. Tıbbi bütçesinin % 25‘in-
mezler. BPB modelinde, SSO kendi işine sahip doktorlar ile, bun­ dett dalıa azma tutsa da, doktorlar tıbbi bakım üzerindeki (prose­
lar hem SSO hem de SSO olmayan hastalara bakar, kontrat yapar­ dürlerin kullanımı, kalış süresi, hastane başvurusu) etkilerinden do­
lar. Ağ modeli diğer ayrı üç SSO modelinin karışımını gösterir. layı etkilerin tıbbi bakımın bütçesinin % 75‘i üzerinde gösterirler.
BPB ve network model SSO'hır şu anda B.DAle SSO üyeliklerinin Masraf içeriğinin içinde doktorların önemini farketmek, kongreyi
çoğunu oluşturmaktadır. yeni bir doktor ödeme sistemini kaynak bazlı relatif değer skalası-
Yönetilen bakını organizasyonlarının bir diğer kısmı servis nın (KBRDS) kullanılmasına sevketmiştir. Tıbbi bakım ödeme
noktası (SN) ve tercih edilebilir sağlanan organizasyonlar programı ilk defa 1992‘de kullanılmıştır. 3 kısımdır, l-)Hcr dokto­
(TSO) dıır. SN planları lıcııı SSÜların ve geleneksel servis için öde run bütün uzmanlıklarda standardize edilmiş şekilde içeren toplanı
planlanılın analılar özelliklerinin birleşimidir. Hasta bakımı sağla- çalışımı zamanını ölçmek. 2-) Doktor ofisi çalıştırmanın maliyetle­
yıet ağdan veya ağ dışından seçebilir. Ağ içindeki bakım sadece mi­ rini kapsayacak şekildeki doktor masrafları. 3-)Yanlış uygulama si­
nimal bir ödeme ister, ağ dışındaki bakım ise büyük (% 30) ödeme gorta masraflarım kapsayacak miktar; Tıbbi bakım ödeme progra­
ister. Planın amacı hastalara seçim şansı sunmak fakat planın SSO mı tüm doktorları Amerikan Tıbbi Birliğinin kesin prosedür termi­
kısmında kalmaları için de gerekli parasal dürtüleri sağlamaktır. noloji kodlarına uygun olarak klasifiye etmiştir. Her KTP kodu re­
TSO kullanımı sağlayıcı ağ tarafından tanımlanmıştır (doktorlar, latif değer birimi (RDB) ile alakalıdır, RDB ağırlığı ulusun konver-
hastaneler) kaydedilen üyelerin servis için ödeme (servis başına siyon faktörleri ile çarpıldığında servisle ilgili genel doktor ücreti
ödeme) bakımının indirimli olduğunu kabul etmişlerdir. TSO belki ortaya çıkar. Ücret kontrolleri masraf içeriği için çekicidir, çüıtkii
birçok yönetilen baktın özelliğini birleştirmişlerdir, bunlar doktor, bunlar hacim kontrollerinden dalıa ucuzdur ve tıbbi bakımın mikro
kapı bekçileri ve kullanım özetleridir.
yönetimine gerek duymaz. Tek başına ücret kontrolü genellikle
SİG O RTA LA N M A M IŞ ve DÜŞÜK S İG O R T A L IL A R
sağlayıcıların koıııpansatuar cevapları olduğu için tek başına mas­
B.D.Census Bureau'dan alınan bilgiye göre 1997‘dc 43,4 milyon
rafların kontrolünü sağlamaz. Tıbbi bakım prospektif ödeme, has­
insan sağlık sigortasına sahip değildi ve 7 L 5 milyon insan en azın­
taneleri klinik dışı hasta bakımına daha çok yöneltmiştir, TBG kul­
dan yılın bir kısmında sağlık sigortasından yoksundu. Sağlık sigor­
lanılmamıştır. Doktorlar düşük ücretlere hacmi ve servis yoğunlu­
tasız insanların çoğunluğu küçük işverenler için (sağlık sigortası
ğunu arttırarak cevap vermişlerdir.
önermeydiler) çalışmakta veya daha sıklıkla, önerilen sigorta pri­
Hacim kontrolü pahalı teknolojileri (kalp ameliyatı) veya extra
mi ödeme planı için çaba göstermiyorlardı. Düşük sigortalama aile
hastane yataklarının kullanımını .sınırlandıran başka bir program­
gelirlerinin büyük oranının sağlık sigorta primleri ödemek zorunda
dır. Sınırlar düzenleyici bir yaklaşım (ihtiyacın sertifikası program­
kaldıkları için zayıf çalışmanın üzerinde önemli etkiye sahiptir; he­
ları) ya da bütçe yaklaşımları kullanarak yapılır. Kullanım özeti
sap dışı tıbbi masraflar (ödemeler ve sağlık sigorta kapsam dışı ba­
yaklaşımı tıbbi uygulamada hangi pahalı aletlerin kullanılıp hangi­
kını) klinik dışı yazılan reçeteler, ilaçlar düşük sigortalanmanın ana
lerinin kullanılmayacağını anlamaya çalışır.
kaynağını oluşturmaktadır. Reçete edilen ilaç maliyetleri ulusal tıb­
Biitçc kontrolü hacim kontrolü ya da ücret kontrolünden daha
bi bütçenin ett hızlı büyüyen parçasıdır ve sağlık sigortaları tarafın­
zordur. Örnek olarak; Kanada’da hastaneler genel bir bütçeye sa­
dan en az kapsanan kısmıdır. Yaşlılar özellikle etkilenmektedir.
hiptir. Harcamalar her hastane için kendisi tarafından belirlenir.
Tıbbi bakını klinik dışı reçetelerini gerektiği kadar kapsamaz ve
Eğer bütçe aşılırsa, açığın karşılanmasının hiçbir garantisi yoktur.
tıbbi açık politikaları da sınırlı kapsamaya sahiptir.
En sonunda izleyiciler masraflarım diğer gönüllü ödeyicilerin
Bazı eyaletler sağlık kapsamalarını onların tıbbi yardım prog­
ödemeleri için kontrol edebilirler. Örnek olarak, eğer sağlık sigorta
ramlarının sigortasız insanlara yardımı ile genişletmişlerdir (Ore­
primleri yükselirse, işveren bu masrafları işçilerin üzerine geçirebi­
gon tıbbi yardım programları). Bununla beraber; federal hükümetin
lir. Para kaybeden hastane ve doktorlar (tıbbi bakım hastalarına
yakıtı bir gelecekte bu problemi esaslı bir şekilde ele alacağı görül­
baktığından) dalıa fazla özel sigorta hastalarına yönelerek kayıpla­
memektedir.
rını azaltmaya çalışabilirler. Sigorta şirketleri sınırlı veya klinik dı­
M A SR A F-İÇ E R İK S T R A T E JİL E R Federal hükümetin sağ­
şı ilaçları karşılayamayacağını teklif etine yöntemini seçebilir, bu
lık bakım finansman danışmanının (SBFD) görüşlerinden sağlık
da yeni pahalı ilaçların bütün masraflarım hastalara yüklemeyi sağ­
bakını harcamaları iki katına çıkacak veya milli gelirin % 16,2‘sinc
lar.
eşit olacaktır, 2008 yılında geçmiş 30 yılda, B.D. sağlık bakım sis­
temi masraf-içerik stratejilerinin çok geniş düzenlemelerini ele al­
makladır. Kavramsal olarak, tıbbi harcamaları kontrol etmek için 4
iane ana yol bulunmaktadır. 1-) Ücretleri kontrol etmek 2-) sağla­
nan bakımın hacmini kontrol etmek 3-) bakım için sağlanacak top­
lanı bütçeyi kontrol etmek ve 4-) masrafları başka bir ödeyiciye TIBB İ M A SR A F K O N S E P T L E R İ Tıbbi masraf analizi, ala­
sevketıuek, nını ağırlıklı olarak İteni ekonomik hem de hesaptan alan bir alan­
Tıptaki iki önemli ücret kontrol başlangıcı, tıbbi bakım hastane dır, Ekonomik anahtar soruların sorulacağı teorik bir yapı sunar.,
olası ödeme sistemi ve doktorlar için tıbbi bakını ödeme programı hesap bir çok ölçüm aleti sunar. Geleneksel ekonominin belli başlı
1983'te. tıbbi bakını kendisinin retrospektive masraf bazlı hastane en major aksiyonu toplumsal kaynaklar, sınırlıdır. Bu sebepten do­
layı toplum kaynakların kullanılacağı bu yollardan birini seçmeli
ve tüm toplumsal hedeflerin gerçekleşemeyeceğini bilmelidir. Eko­
nomi teorik çatısını bulmak ve aletler bütünü (masraf-verim anali­ çamaşır, bakım ve bireysel hastaların bakım ile ilgilendirilemeyen
zini içerecek şekilde) toplumsal kaynaklar için ana yarışmacı he­ hastaneye başvuru masrafları ve bunlar tıbbi bakımı sağlayan dok­
defleri tanımlamaya yardım eder ve bunların parasından toplumun tor veya hemşirenin kontrolü altında değildir. Direkt ve indirekt
btittiıı ihtiyaçlarını en etkili şekilde karşılayacak olanları seçmeye arasında ayırımı yapmak masraf-içerik çabalarının içindeki kulla­
yardım eder. Maliyet ekonomideki paradan ziyade sınırlı sosyal nım için yararlıdır. Burada birinci basamak tüm major maliyet
kaynakların bir yolda kullanılırken kaybedilen fırsatları gösterir.
komponentlerini belirlemek ve bunların nasıl kontrol edilebileceği­
Örnek olarak, eğer bizim tıbbi sektörümüz gelecek on yılda daha
ne karar vermek.
kuvvetli fakat daha pahalı terapilerle kuvvetlendirilirse ve bunlar
Tıbbi maliyet değerlendirmenin içinde yapılan bir genel hata da
standart klinik pratiğinde uygulanırsa, ülkenin eğitimdeki, savun­
izole olarak teste ve terapinin maliyeti üzerinde odaklanmaktır. He­
madaki ve taşımacılıktaki gelişmesi sekteye uğrayabilir. Maliyetin
men hemen her ana tıbbi yönetmen kararı aşağı doğru bir sonuç ya­
kaynaktan alternatif yollarla kullanılmasıyla kaybedilen fırsatlar
ratır. Örnek olarak, eğer doktor bir teşhis için görüntüleme araç m,;)
"fırsatlar mâliyesi" olarak isimlendirilir. Maliyetin bu en saf ekono­
başvurursa ve test anormal ise onlar kesin sonuç verecek veya doğ­
mik fikrini tanımlarken, bunu ölçmenin pratik biri yolu yoktur.
Muhasebeciler, ölçme konularıyla daha fazla ilgilenenler, mali­ rulayacak daha fazla teste ihtiyaç duyarlar. Eğer onlar güçlü yeni
yet ölçümlerinin 'Altın Standartını' önermişlerdir gerçek 'H esap bir antibiotik order ederse ve bu hastaların bazıları karaciğer yet­
M aliyeti', bu özel tıbbi bir iyilik veya servis için tüketilen bireysel mezliği geliştirirse (tahmin edilemeyecek şekilde), Antibiotik kul­
kaynakların sıralanmasını içerir ve bunların her biri için piyasa fi­ lanımının toplam masrafı sadece ilaç masrafı değil fakat karacjğçy
yatını işaret eder. Toplam maliyet her bir komponentin kaynak için yetmezliğinin tedavisini de içerir. Bazı teşhis ve tedavi kararlarının
dolar maliyetidir. Bu hesaplamaya rağmen, bununla birlikte, bazı sonucuna göre eklenen extra masraflar 'indüklenmiş masraflar' ola­
sebeplerden dolayı 'gerçek Dünya1 uygulamalarında olanak veril­ rak isimlendirilir. Benzer olarak, eğer yönetim kararı aşağı doğru
meyecek derecede zordur. Birincisi, tüm tıbbi bakımlar kolayca he­ tasarrufa yol açarsa bu da 'indüklenmiş tasarruf olarak gösterilir.
saplanabilecek personel zamanı kompenentine ve disposable des­ Örnek olarak Hiperkolesterolemisi olan hastaya HMG-COA reduk-
teklere ihtiyaç duymaz fakat alt yapı komponentleri ofis kirası, ka­ tase inhibitörü uygulanması gelecekte olan enfarktüs riskini engel­
mu maliyeti ve ofis çalışanlarının masrafları gibi. İkincisi, eğer tüm leyebilir ve revaskülarizasyon procedürlerini engelleyebilir bunla­
kullanılan komponentler hesap edilebilse bile, bunların hepsini sı­ rın ikisi de yüksek hastane masrafı olan olaylardır.
ralamak pahalıdır. En sonunda, Tıp kolayca elde edilebilecek bir pi­ Bir önemli maliyet konsepti de, üreticiliğin hastalığa bağlı ola­
yasa değerine sahip değildir bunlar kolayca tıbbi maliyet analizle­ rak kaybedildiği toplumsal maliyettir. Ekonomistler bunları indi­
rinden elde edilemez, ücretleri sağlayabileceğimiz yollar otomobil­ rekt maliyet olarak gösterseler de, indirekt maliyetlerin hesapların
ler ve buzdolapları içindir. Bunun sebebi tıpta gerçek yarışmacı öz­
karşılığı sebebiyle çoğu alternatif bir terim kullanmayı tercih eder,
gür piyasanın bulunmayışıdır ve bu tıbbi ödemelerde masraf-deği-
Üreticilik Maliyeti.
şim uygulamaları tarafından yaratılan ciddi fiyat çarptırılmasıyla
M A L İY E T Ö LÇÜ M Ü Bazı değişken derecede basitlemeleri
birliktedir.
kullanırsak, tıbbi masraflar hem yukarıdan aşağıya hemde aşağıcık''
ANAHTAR M A L İY E T T E R İM L E R İ Birkaç çeşit anahtar
yukarıya kullanılarak ölçülebilir. Aşağıdan yukarıya yaklaşımlar
maliyet terimi tıpta kullanılır.Sağlık hizmeti hacmi arttığında veya
bir tip bakımın veya bir kerelik bakımın toplam maliyetini kompo-
azaldığında maliyetler değişken veya sabit bir davranış gösterebi­
nent kaynaklardan hesaplamaya yarar. Micro maliyet altın standart
lir. ’Değişken maliyetler1 üretim hacminin içindeki her birimin de­
bir yaklaşımdır. Bu tüketilen tüm kaynakların dikkatli bir şekilde
ğişmesi ile (yukarı veya aşağı) değişebilir. Örnek olarak bir grup
çocuğa uygulanan her aşılama ile (aşı dozuna ve tek kullanımlık şı­ numaralandırılmasını ve her komponent kaynağının maliyetinin
rınga miktarı) öngörülebilir lineer bir şekilde maliyet artar 'sabit ayrıntılı masraf-hesaplarımn tahminini içerir.
maliyetler' sağlanan hizmet hacminde kısa dönemli değişikliklerle Sınırlı sayıdaki tıbbi merkez modifiye tip bir micro masraf ana­
değişmez. Örnek olarak, klinik bina kirası ve ısıtma masraf, aydın­ lizi yapan bir bilgisayar bazlı maliyet hesaplama sistemlerini kul­
latma masraf ve bunlar günde aşılanan birey sayısı ile değişmez. lanmaktadır. Zor toplanan kaynak verileri için (sistemler bir bakım
Bazı kısım maliyetler hem değişken hem de sabit komponentlerin için gereken zaman ve personel tipi). Bu sistemler ampirik veri ye­
melez özelliklerini gösterir. Örnek olarak, klinik personel maliyeti rine uzman fikrini kullanır. Yaklaşımlar yukardan aşağıya kategori­
(hemşireler, sekreterler) belki sabit olabilir. Eğer bu personeller kli­ sini bir diğer ucu da numaralandırmayı içerir ve sadece "büyük bi­
nik hacmine önem verilmeden ve bakılmadan aylık alıyorsa. Eğer let" veya pahalı aletler için masrafları hesaplar, bunlar hastaneye
klinik hacmi çok artarsa olan personel gece de çalışmak zorunda yatış episodları, masraflı testler ve işlemlerdir....
kalır belki yeni personel eklenebilir veya olan personel mesai dışı Yukarıdan aşağıya metodlar tıbbi masraf tahminlerinin birik­
çalışır. Bu değişikliklerin hepsi sabit personel masraflarının üzeri­ miş verilerini tahmin edip hesaplamaya yarar. Böyle bir yaklaşım
ne eklenebilen değişken komponentlerdir. hastane bütçe verilerini ve maliyeti işlenen fiyat-masraf dönüşüm
Marjinal maliyet, ekonomistler tarafından yeni bir sağlık bakım oranlarını kullanır. Bu oranlar her hastanenin tıbbi bakım raporun­
ünitesi kurmak veya iyileştirmek için verilen maliyetinin karşılı­ da kullanılmalıdır. İncelenen yaklaşımlar yerine, bu yaklaşım çc t '
ğında kullanılan bir konsepttir. Örnek olarak bir fazla veya bir ek­
B.D. hastaneleri tarafından kullanılmaktadır ve resmi karşılaşmak
sik teşhis amaçlı kardiak kateterizasyonu yapmanın maliyeti onun
nn yapılmasını gerektiren bu iki olayın içinde aşağıdan yukarıya
marjinal maliyeti olacaktır. Tüm pratik amaçlar için, bu onun değiş­
yaklaşımlar oldukça yakın sonuç vermektedir. Diğer yukarıdan
ken maliyeti ile aynı şeydir (sabit maliyetler hacimdeki küçük de­
aşağıya yaklaşımlar TBG'lerin işaretlerini ve ödemelerini kullanır.
ğişikliklerle değişmeyeceği için). Eğer hacim içindeki birim deği­
Bunları hastanede yatış episodları için standart masrafların mikta
şikliklerinim! konsepti değişirse teorik olarak ilginçtir. Daha pratik
nm sağlamak için kullanılır.
olaysa bir grup hastada stratejiden diğerine geçildiğinde masraf-ve-
M A SR A F-V ER İM A N A LİZİ Verilen sınırlı bütçe (tüm sağ­
rimin değişmesidir. Çoğu uzman bu tip bir geçişe 'artan maliyet' te­
rimini kullanır. Artan Analiz masraf-verim analizinin anahtar kom- lık sistemi için veya özel bir çeşidi için) hastalarımıza en faydalı
ponentidir (aşağıda). sağlık hizmetini sağlamak için elimizde bulunan parayı nasıl kul­
Başka terim grubu da sağlık bakımı iyiliğini ve servisini üret­ lanmalıyız? Klinisyen için politik konularla çok fazla alakaları
menin maliyetinin izini sürmek için kullanılan terimlerdir. Direkt yoktur. Önemli soru yeni tedavi ekonomik olarak çekicimidir.Bu
masraflar, hemşirelik ve doktor personeli ve tek kullanımlık des­ soruyu cevaplamak için kullanılan analiz metodu yeni tedavinin
tekler, sağlanan sağlık bakımı ile direkt alakalandırılabilir ve bun­ maliyeti ve etkinliğini eğer eski standart bakımla karşılaştırırsak
lar sağlık bakım sağlayıcıların kontrolü altındadır. İndirekt mas­ nasıldır? (Şekil 4-1). Masraf verim analizi yeni tedavinin etkinliği
raflar, bazen yukarıda olarak da bilinir. Örnek olarak, işe yararlılık, daha fazla ise ve maliyet daha fazla ise kullanılır. Bu analiz yeni te-
18 Masraf-etkinlik analizleri birçok değişik perspektiften yapıla­
bilir, fakat en yaygın uygulanabilen perspektif toplumsaldır. Diğer
perspektifler genellikle daha dardır ve çekici olmayan kalitededir.
Örnek olarak, Managed care organizasyonu belli sade kısa zaman­
lı maliyet ve sonuçlarla ilgilenir, hastalar onların sağlık sigortaların
her birkaç yılda bir değiştirmeye meyil ettiklerini bilir.
Masraf-etkinlik oranlarının sıra işaretleri geniş tıbbi kullanım
içindeki kabul edilmiş olup diğer tedavilerin karşılaştırılması ile
karar verilir. Yararlı bir sıra işareti K B Y için hemodiyaliz progra­
mıdır, 1973'ten beri son dönem böbrek yetmezliği programı ile fe­
dere hükümet tüm böbrek yetmezliği hastalarının diyalize girmesi­
ni ödemiştir. Son tahminler bunun tıbbi bakım programına hasta
başına 50.000 dolar/yıl’a mal olduğu ve kronik böbrek yetmezliği
hastalarının yaşamını 1 yıl uzattığıdır. Bu sebepten dolayı çoğu
analistler ekonomik olarak çekici olan terapileri belirlemek hastaya
eklenen yıl için 50.000 dolar altını masraf-etkinlik oranı olarak kul­
lanır, hastanın yaşamına 1 yıl eklemek için gereken masrafı
100.000 dolar olursa bu terapi ekonomik olarak çekici değildir ve
her 1 yıl için 50.000-100.000 dolar gereken tedaviler "gri bölge"
içinde kalmaktadır.
Masraf-etkinlik analizi hakkındaki bazı şeyler not edilmelidir.
Öncelikle, masraf- etkinlik analizleri tanımlayıcıdır, problem çözü­
cü değildir. Elde edilebilir sağlık bakımı dolarları ile üretilmesi ge­
reken değerleri ölçer fakat bu dolarların nasıl kullanılmasını nasıl
ŞEKİL 4-1 Mevcut olan standartla bir yeni tedavi veya strateji karşı­ düzenlenmesi gerektiğini söylemez. Eğer pahalı yeni bir tedavi bu­
laştırıldığında ortaya çıkan örneklerin ve masraf farklılıklarının şe­ lunmuşsa ve sıra işaretlerini üzerinde ekonomik olarak can çekici
ması. Etki daima en önde düşünülmelidir çünkü yeni tedavi daha bulunduysa bile, eğer bütçede bunu ödeyecek para yok ise hala kul­
ucuzsa onun masrafı düşündürücü olmalıdır. Eğer etki daha iyi ve­ lanılamaz. İkincisi, masraf-etkinlik oranı ancak onu hesaplamak
ya en azından eşitse masraflar hazırlanmalıdır. Eğer sonuçlar daha
için kullanılan veriler kadar iyidir. Yüksek kalitedeki sonuçlar için
iyi fakat net masrafları yüksek ise masraf-etki analizi yapılmalıdır.
kullanılan eğer ekonomik analizler prospektif olarak yüksek katı­
Eğer masraf eşit veya düşük ise tedavi için dominant denilebilir (bu
şekil tercih edilen şekil olur). Eğer sonuçlar eşitse, masraf analizi için lımlı çoklu merkezli rasgele çalışmaların dizaynı ile birleştirildi­
en etkili olan, en az masraflı tercih kullanılır. Masraf analizi formu ba­ ğinde sağlanabilir. Üçüncüsü, masraf-etkinlik analizleri genellikle
zen masraf minimizasyonu veya m a s r a f-e tk i an alizi ş e k lin d e ifa d e karar verici olarak tanımlansa da, onlar genellikle büyük miktarlar­
edilebilir. da belirsizlik içermektedir. Bunlar hassaslık analizleri (Eğer sonuç­
lar materyal olarak değiştirilirse anahtar parametreyi akla yakın bir
aralık boyunca değiştirmek) veya güvenlik limitlerinin hesaplan­
ması ile araştırılmalıdır.
davi veya stratejinin bazı kaynak standartlara bakılarak sağlığa ek­
T IB B İ EK O N O M İK ve K LİN İK PR A T İK Yeni tedavileri
lediği yararlar ve eklediği masrafların oranını hesaplar. Genel for­
değerlendirirken, 3 konuya işaret edilmelidir. 1-) Yeni tedavi daha
mül şöylediri
önceki tedaviden önemli oranda daha iyimidir? ve 2-) Ne kadara
mal oluyor ve ekonomik olarak çekici midir? 3-) Bu tedaviye kaç
Eyerli " Ggcııcl bakım
hasta ihtiyaç duyacak ve satın alınabilirini? Doktor birincil olarak
Masraf-etkinlik oranı = -------------------------------------
ilk sorunun cevabını vermek ile yükümlüdür. Şimdi masraf konula­
^'yenı " ^genel bakım rı klinik hayatın günlük gerçekleri olmasına rağmen ve masraf-içe-
rik baskılan genelde güçlü olmasa da, doktorlar tarafından klinik
C = Masraf ve £=etkinlik
gereklilikten ziyade birincil olarak ekonomiyi baz alarak verilen
Masraf-etkinlik oranı yeni tedavi ile her bir extra iyilik için ru­ kararlar doktorlan iki ajan rolüne koyar (hem hastanın hem de öde­
tin bakımla veya başka bir standartla karşılaştırıldığında gerekli yicinin yansı gibi davranmak) ve bizim yasaklanmızın hastayla uz­
olan para miktarını kantitatif olarak ölçmemizi sağlar. İyilik her­ laşmasını sağlar. İkinci soru masraf etkinliği gösterir ve eğer olabi­
hangi bir anlamlı klinik ünitesi için hesaplanabilir, eklenen yaşa­ lirse terapinin adaptasyonu için doktorlann argümanlannı destekle­
yanlar veya daha fazla hastaya doğru tanı konması. Bununla bera­ mek için kullanılır. İdeal dünya içinde en azından etkinliği ve eko­
ber, çoğu masraf etkinlik analizi yaşanan yılları epidemiyolojik ge­ nomik olarak çekiciliği büyük veri bazlı çalışmalarla desteklenen
nel konsepti sağlanan faydayı göstermek için kullanır. Hemen he­ tedaviler böyle bir destekleyici veriye sahip olmayan tedavilere ter­
men masraf-etkinlik için olan bütün işaretler bu son nokta ile ala­ cih edilmelidir. Son soru ise özellikle ödeyiciler ve sağlık politika­
kalıdır. Çünkü bazı tedaviler yaşam kalitesini etkiler ama süresini sı analistlerini ilgilendirir. Kullanmak için çok pahalı olan etkili bir
etkilemez. Daha genel etkinlik ölçümü yaşam süresi ve yaşam ka­ tedaviyi kullanmak yeni keşfedilmiş bir tedaviden çok az daha faz­
litesinin tek bir kompozit ölçüm içinde kombine edilmiştir. Kalite la değere sahiptir.
ayarlanmış yaşam yılı (K A YY) ekstra K A YY eklemek için gerekli
hesaplanan dolarlarla masraf-fayda analizi. K A YY yararlı bir kon-
septtir fakat çoğu detay ölçümle ve yorumuyla ilgili çelişkili kal­ AZIMA NA, WELCH HG: The effectiveness of cost effectiveness analysis in
containing costs. J Gen Intern Med 13:664, 1998
maktadır. Ekonomik etkinlik analizinin 3. formu masraf- fayda
BODENHEIMER T: The American health care system: Physicians and the chan­
analizidir. Bu form sağlık yararlarının para eşdeğerlerine çevrilme­
ging medical marketplace. N Engl J Med 340:584, 1999
sini gerektirir. Teoride, masraf-etkinlik analizinin sınırlan tüm CANTOR SB, GANIATS TG: Incremental cost effectiveness analysis: The op
önemli masraf ve sağlık sonuçlannı (değerlendirilen tedavi ve stra­ timal strategy depends on the strategy set. J Clin Epidemiol 52:517, 1999
tejinin) kapsamalıdır. Genellikle analistler yaşam boyunu kullanır. GRANATA AV, HILLMAN AL: Competing practice guidelines: Using cost ef­
fectiveness analysis to make optimal decisions. Ann Intern Med 128:56, 1998
Çünkü çoğu ender deneysel çalışmalar tüm yaşam sonuçları göz­
HLATKY MA et al: for the BARI Investigators: Medical care costs and quality
lemlemek için yeteri kadar uzundur (özellikle kronik hastalıklar ça­ of life after randomization to coronary angioplasty or coronary bypass sur­
lışıldığında). gery. N Engl J Med 336:92, 1997
tn
' J < .1 ...i . . t .
VlAl'iK I m . ı ı ..M . liri iıvmms» ol thrombolytic ılıcrapy wilh tissue plasmi­
nogen ııcıivaior as compared with streptokinase for acute myocardial infarcti­ şüphelenme katsayısı ve çevresel/mesleki tıbba ait birincil ana fi­
on. N Engl J Med 332:1418, 1995 kirlere uygulamayı gerektirir. Dahası, hekimlerce alışılmadık has­
talık belirtilerinin erken dönemde tanınması veya toksinlerin düşük
doz etkileriyle birlikte (örneğin yükselmiş serum kurşun seviyesi)
görülen asemptomatik maruziyete ait kanıtlar, sağlık yöneticilerine,
kontrol önlemlerinin alınması ihtiyacı konusunda uyarıcı olabilir­
ler. Yerel otoritelere gönderilen veya sıklıkla yakın takip çalışmala­
H o w a rd H u , F ra n k E. S p e ize r rı şeklinde literatürde yayınlanan olgu raporları yeni tehlikelerin ta­
nımlanmasına ulaştırabilir. Örneğin 1992’de başlamak üzere Mas­
sachusetts’ deki hekimler için pnömokonyoz, mesleki astım, karpal
- 'v Y i .. .a1 L Î-, . (/..'s i . / . \ i
tünel sendromu ve karbonmonoksit zehirlenmesine ait olguların ra­
; Fi .; 3, / J / ’< I'N ; i - V S T . a * ,j a por edilmesi zorunlu hale getirilmiştir. Bir hastalığın çevresel/mes­
leki etyolojisinin tanımlanması hasta için önemli ekonomik son_s
Serkan Yaraş,Yahya Sağlıker lar getirir (örneğin, hastane masraflarını ve ücret kaybını kapsayan
işçi tazminatlarının ödenmesinde). Son olarak hekimlerden toksik

Hvclc, işyerinde ve toplumda tehlikeli maddeler ve işlemlere maru- maruziyetler ve hastalıklar arasındaki nedensel ilişkide sıklıkla
/.iyet, çok sayıda hastalığı kötüleştirebilir veya bunlara neden ola- mahkemelerde tıbbi bilirkişilik istenir.
bilir.Hekimler genellikle tıp uygulamasında bu hastalıktan tedavi
Ç E V R E S E L /M E S L E K İ Ö Y K Ü Bir hekim için bu hastalıkların
ederler, buna rağmen, altta yatan tehlikeli maruziyetle bağlantı ta-
tanınmasında en önemli basamaklar, bunların ayırıcı tanıda akılda
nımlanamadıkça ve azaltılmadıkça, en iyisi neden yerine hastalık­
tutulması ve hasta kabulünde iyi bir çevresel/mesleki öykü alınma­
lar tedavi edilirse sadece koşullar iyileştirilir. En kötüsü, tehlikeli
sıdır. Öyküde inilecek detayların düzeyi klinik duruma göre deği­
maruziyetlerin ihmal edilmesi hem tedavinin yetersizliğine hem de
şir. Bilgiler daima şimdiki ve geçmişteki mesleklere ait olmak üze­
büyük öneme sahip toplumsal bir sağlık probleminin tanınmasının
eksikliğine yol açabilir. re saptanmalı ve hastaların kendi sağlık problemlerinin kendi mes­
lekleriyle özel çevreleriyle veya maruziyetle ilgili olup olmadığı
Mevcut olan gözlem ve tanımlama sistemlerinin hiçbiri tehlike­
konusunda düşünceleri sorgulanmalıdır. Sistemler gözden geçirilir­
li maruziyetlerin morbidite ve mortaliteye toplam katkılarını hesap-
ken hastaların toza, dumana, kimyasalarla radyasyona veya yüksek
layamaz. Buna karşılık dikkatli hikaye alındığında, hastanelerde iç
gürültüye maruziyetleri sorgulanmalıdır. Hasta ve hekim etyolojisi
hastalıkları kliniklerine başvuruların % 10’dan daha fazlasında
kesin olmayan bir hastalıkla karşı karşıya kaldıklarında, bu faktör­
mesleki faktörler tanımlanmıştır, solunumsal veya muskuloskeletal
ler daha detaylı gözden geçirilmeli, başlangıç noktası olarak çevre­
hastalıklarda bu oran daha da yüksektir. A .B D .’de meslek kökenli
sel/mesleki öykü alınmalıdır. (Tablo 5 -1 ’de özetlenmiş bir örnek
hastalıklarda yeni olgu sayısına ait tahminler yılda 125.000-
öykü gösterilmiştir).
350.000 arasındadır; bu rakamlar 5.3 milyonluk meslek ilişkili ya­
Spesifik tehlikeli kimyasal temasların tanımlanması güç olabi.
ralanmaları kapsamamaktadır.
lir. Evde kullanılan ürünlerin etiketlerinde kimyasal içerikleri liste-
Çevresel maruziyetler, sağlık önlemlerinde azalma ile gittikçe
lenmelidir, işyerindeki temaslar için ABD Mesleki Güvenlik ve
artan miktarda bağlantılıdır, sonuçlar subklinik veya klinik olarak
Sağlık Kurulu (OSHA), kimyasal madde üreticilerini, ürünleri ile
katastrofiktir. Örneğin, genel toplumdaki düzeylerde alışıldık sevi­
birlikte materyal güvenlik veri belgelerinin sağlanmasını ve işve
yelerde kurşun maruziyeti, yüksek kan basıncı ve düşük kreatinin
renlerin bu belgeleri işçiler tarafından ulaşılır hale getirmelerini zo­
klirensi ile bağlantılıdır. Ozon ve ince partiküllü maddelere bağlı
runlu kılar. Veri belgeleri hekim veya işçi tarafından telefonla veya
hava kirliliği, sırasıyla respiratuar ve kardiovasküler hastalıklar ne­
yazılı istekle elde edilebilir; işverenin böyle bir isteği 30 gün için-
deniyle hastaneye başvurular ve artmış mortalite oranlan ile bağ­
lantılı bulunmuştur. Kapalı alanlarda radon ve pasif tütün dumanı
maruziyeti akciğer kanseri riskinde artış ile bağlantılıdır.
Hekimler üzerinde, bu tür bilgiler hakkında çözüme götürücü ırıruı l.ııiHîüUAtrıi.ı .tiılm'ı) Kürdk \'-;:ıfıM:ii
olmayı gerektirmeyen fakat önerici olmak açısından bilinçli olmak
1. Belirleme sorulan
ve bu yönde hareket etmek zorunluluğu vardır.
a. ö n plandaki belirti ve mevcut hastalığın öyküsü
Hastalar, tehlikeli maruziyetler hakkında gittikçe artan oranlar­ • Nasıl bir işte çalışıyorsunuz?
da ilgi gösterir hale getirmektedir. Bir primer bakım kliniğinde yü­ • Sağlık problemlerinizin işinizle, evinizle ya da diğer özel çevreyle
rütülen bir çalışmada hastaların % 15’inde çoğu kendilerinin sağlık veya maruziyetle ilişkili olduğunu düşünüyormusunuz?
problemlerinin meslek bağlantılı olduğunu ifade etmişler ve bu alt • Belirtilerin ortaya çıktığı zamanın evde veya işte olmayla ya da
grubun % 75’i de bir veya daha fazla toksik ajana maruziyetlerinin özel olarak maruziyetrerle, aktivitelerle herhangi bir ilişkisi var
mı?
olduğunu bildirmişlerdir. Hastalar sıklıkla çok spesifik sorulara ce­
b. Sistemlerin gözden geçirilmesi
vap bulmayı isterler. Örneğin, "Şehrimizdeki su içmeye uygun mu?
• Geçmişte veya şu anda toza, dumana, kimyasallara, radyasyona
"İş yerimin bulunduğu binadaki yeni çatı izolasyon malzemesi so­ veya gürültüye maruz kaldınız mı?
lunum problemimle ilişkili olabilir mi?"gibi. Hekimler kimyasal 2. Başlangıçtaki şüpheler üzerine detaylı sorgulama
riskler de dahil olmak üzere, sağlık risklerine ait bilgiler açısından • Meslek kronolojisi: Meslek kolu, endüstri türü, çalışma günleri, mes­
en güvenilir kaynaklar olduğu için danışılan kişilerdir. Ne yazık ki leğin tanımı, tipik bir gün, potansiyel tehlikeli madde maruziyetleri.
çok az hekim çevresel ve mesleki tıp alanındaki basit eğitimden kullanılan koruyucu ekipman
• Konutların kronolojisi: Potansiyel tehlikeli madde maruziyetlerinin
fazlasına sahiptir. Bu açıdan birinci basamak hekimlerinin çevresel
tanımlanması (örneğin gazlı ev aletleri, pestisid kullanımı, kimyasal­
ve mesleki tehlikelere maruziyetle oluşan semptomları tanıyabilme
ların kullanıldığı ev hobileri)
ve olguların tedavilerinin veya uygun olabilecek şevklerinin yapı­ • Benzer sağlık problemlerine sahip diğer işçilerin veya ev halkının ta­
labilme yeteneklerine sahip olmaları önem kazanır. nımlanması
Maruziyete bağlı hastalıkların bulguların bir çoğu nonspesifik- • Ön plandaki belirti ve olası maruziyetler arasında zamansal bağlantı­
lir. (Örneğin başdönmesi, başağnsı), ya da genel dâhiliyede genel­ ların ayrıntılı olarak araştırılması
likle karşılaşılan şekildedir (Örneğin myokardial infarkt, kanser). • Klinik ipuçları (şüpheli senaryolar; metne bakınız)

Çevresel ya da mesleki tehlikelerle bağlantı kurma, belirgin bir KAYNAK: Newman’dan uyarlanmıştır, 1995.
JO ği (benzen, iyonize radyasyon) ve mesane (aromatik aminler) bun­
lardandır.
de verine getirmesi OSHA düzenlemelerine aykırıdır ve para ceza­ Koroner A rter Hastalığı ve Hipertansiyon Özellikle bozuk
sı ile yaptırımı vardır. Kimyasal içerik ve yüzde bileşim hakkında- çalışan gazlı aletlerin bulunduğu evlerde ya da motorlu taşıt eksoz
ki bilgi sağlanmasına ek olarak materyal güvenilirliği veri belgele­ dumanlarına yakın çalışma alanlarında karbonmonoksit zehirlen­
ri toksisite konusunda temel bilgilendirmeyi sağlar. Bu bilgilendir­ mesi sıktır. Hemoglobince yapılan oksijen taşımasını azaltarak ve
me klinik çerçeve açısından nadiren yeterlidir fakat beklenen tok- mitokondrial metabolizmayı inhibe ederek karbonmonoksit koro­
sisitenin genel tipini gösterebilir. ner hastalıkları alevlendirebilir. Boya çıkarmada çözücü olarak kul­
K İM YA SA L V EYA Ç E V R E S E L O LASI T E H L İK E L E R İN lanılan metilen klorid, karbonmonoksite dönüşür ve aynı riske sa­
D E Ğ ER L E N D İR İLM E S İ Toksik maruziyetlerin çok çeşitli ol­ hiptir. Sentetik ipek yapımında kullanılan bir kimyasal olan karbon
ması nedeniyle, hekim rutin olarak eldeki hastalıkla ilgili özel teh­ disülfide mariziyet aterosklerotik plak oluşumunu hızlandırır. İlım­
likeleri değerlendirmek için ek başvuru kaynaklarına ulaşmalı- lı düzeylerde olsa bile kronik kurşun maruziyeti hipertansiyon ve
dır.Bilgilendirme için bir çok kaynak mevcuttur. OSHA ve bazı aynı zamanda kardiak iletim anormalliklerinin gelişiminde risk
bölgesel zehir kontrol merkezleri tehlikeler hakkında bilgilere ve faktörüdür.
telefonla, inıernetle veya faksla iletilebilecek kısa özet dokümanla­ Hepatit/Kronik K araciğer Hastalığı Bir viral enfeksiyon,
rına sahiptir. Bölgeye bağlı olarak, diğer kaynaklar il veya eyalet alkol alımı veya ilaç kullanımına ait kanıtların yokluğunda (Konu
sağlık departmanları olabailir; Mesleki Güvenlik ve Sağlık Milli 295,296 ve 297) toksin maruziyeti akılda tutulmalıdır. Toksinle in-
Enstitü ve Çevresel Korunma Ajansına ait bölgesel ofisler, Was- düklenmiş hepatik lıasarlanma sitotoksik, kolestatik veya ikisi bir­
hington'da tüketici ürünleri güvenlik komisyonu, akademik kuru­ likte olabilir. Hepato- ıoksik ilaçların listesi uzundur. Karboııtetrak-
luşlar. bu kuruluşların web siteleri, özelleşmiş toksikologlar, mes- lorür gibi sentetik bileşikler (temizleme sıvılarında ve çözücülerde
leki/çevre sağlığı uzmanlan ya da enüstri hijyenistlerine de ulaşıla­ kullanılır),metilen diamin (bir reçine sertleştiricisi), klordekon gibi
bilir. Kompüterize edilmiş bilimsel verilere de ulaşılabilir, bunlar pestisitler (kepane), metaller özellikle arsenik (pestisit ve boyalar­
arasında CD-ROM iııformasyon sistemlerinde detaylı listelerde da ve yeraltı sularında bulunur) ve pirolidizin alkoloidleri gibi do­
mevcuttur. Milli Tıp Kütüphanesi tarafından kurulan elektronik ve­ ğal toksinler bunlara örnektirler.
ri sistemi olan M ED LA RS’a modern veya internet ile ulaşılabilir Böbrek Hastalığı Birçok kimyasal ve çevresel faktörler renal
ve birçok hekim tarafından bilinirler. Medline dışındaki dosyalar, hasara neden olabilir (Konu 269). Buna rağmen çoğu kronik böb­
örneğin Tehlikeli Maddeler Veri Bankası, kimyasal madelere ait rek hastalığının etyolojisi hala bilinmemektedir. Hipertansiyon ve
spesifik toksisite bilgilerini sağlarlar ve Medline’da bulunmayan kurşun maruziyetiyle kronik böbrek hastalığı arasındaki ilişkiye
toksikolojik referansları içerirler. Bu veri tabanlarının çoğuna inter­ dair şimdilerde güçlü kanıtlar ortaya çıkmaktadır. Bir çalışmada
net ile de ulaşılabilir. EDTA ile şelasyon tedavisiyle ılımlı olarak vücut kurşun yükü art­
Diğer herhangi bir hastalıkta olduğu gibi, laboratuar inceleme­ mış olan böbrek yetmezliğinin ilerlemesinin yavaşladığı gözlen­
leri çok önemli olabilir. Örneğin karbonmonoksit maruziyetini dö- miştir. Bazı çalışmalar hidrokarbonlara kronik maruziyetin (Örne­
kumante etmek için karboksihemoglobiıı düzeyi için testler veya ğin gazyağı, boyalar, çözücüler) goodpasture sendromunu da içeren
organofosfat absorbsiyonunu dökiimante edebilmek için serum an- çeşitli glomerülonefrit tiplerine yol açabileceğini öne sürmektedir.
tikoliııestcraz seviyesi çalışılmalıdır. Akut ilaç dozaşımları olgula­ Çevresel civa maruziyetinin, idrar yolu ile kalsiyum kaybını artır­
rında akut kimyasal maruziyet şüphesi olan hastanın kan ve idrar dığı bulunmuştur, bu durum sonuçta kırık riskini artıran iskelet de-
örneklerinin bulundurulması yararlıdır; bu örnekler daha hassas ta­ ınincralizasyonu ile sonuçlanır.
rama metodlarıyla ilerideki bir tarihte analiz edilebilir. Diğer test­ Periferal Nöropati «-heksan gibi organik çözücüler, kurşun
lerin kullanımı sorgulanan hastalık veya özel tehlikeye ait bilgilere vc arsenik gibi ağır metaller ve bazı organofosfat bileşikleri perife-
dayaııdırılmalıdır. rik sinirlerin aksonlarını hasara uğratabilir. Endüstriyel katalistler-
Ş Ü P H E Lİ SEN A R YO LA R Ba/.ı tıbbi problemler ve klinik den dimetil aminopropionitril mesane nöropatisine yol açar. Üst
senaryolar yüksek derecede nedensel veya katkıda bulunma şeklin­ ekstremitedeki sinir tuzağı sendromları, örneğin karpal tünel send-
de özel olarak mesleki ya da çevresel faktörlerden şüphelenmeye romu. aynı şekilde tekrarlayan hareketleri içeren, özellikle rahatsız
dayanır pozisyonlarda durmayı gerektiren mesleklerde daha sıktır.
Solunum Hastalıkları Mesleki/çevresel faktörlerin solunum Merkezi Sinir Sistemi Hastalıkları Yorgunluk, hafıza kaybı,
hastalıklarına katkısı genellikle iyi ayrılamaz, özellikle bu durum konsantrasyon güçlüğü, emosyonel dengesizlik tolven ve perkloro-
sigara içen ve yaşlı kişilerde geçerlidir. Örneğin, kimyasal maruzi- etilen gibi çözücülere kronik maruziyetlerle bağlantılıdır. Boyacı­
yete bağlı astma nedenle ilişkisiz olarak tedavi edilebilir veya yan­ lar, metal işçileri, plastik işçileri ve temizlikçiler sıklıkla çözücüle­
lışlıkla akut trakeobronşit olarak tanınabilir. Massachusetts’dcki re maruz kalırlar ve yukarıdaki semptomlardan sıkça yakınırlar. Bu
HMO üyeleri arasındaki yeni başlangıçtı astma çalışmasında, bu hastaları ayırtettiren özellikler formal nöro-davranışsal testlerdeki
olguların %21'inde mesleki maruziyete atfedilebilecek, klinik açı­ karakteristik paternleri ve maruziyetin sona ermesinden itibaren
dan belirgin asıma kriterlerini karşılayan olgu saptanmıştır. Bu ol­ hastalardan görülen düzelmedir. Nöro-davranışsal disfonksiyonla
gularda maruziyetin tipi ve meslekler çok çeşitlidir; örnekler bir it­ ilşkili diğer maddeler arasında metaller, pestisitler, örneğin organo-
faiyeci de dumana maruziyeti, bir teknik okul öğrencisinde ağır fosfatlar ve organoklorinler, poliklorinli bifeniller (PCB) ve kar­
metal dumanına maruziyeti, temizlikçide temizleme bileşenlerine bonmonoksit gibi gazlar sayılabilir.
maruziyeti. bir tamircide epoksiye maruziyeti de içerebilir. Belirgin Çevresel faktörler ayrıca diğer nörolojik hastalıklara katkılarıy­
olarak öne çıkan tek bir meslek ya da maruziyet yoktur. Etyolojik la da şüphelidirler, örneğin dejeneıatif bozukluklar, motornöron
hatalara ait diğer örnekler asbestozise bağlı olan nefes darlığının hastalıkları ve ekstrapramidal bozukluklar bunlardandır. Örneğin
kronik obstruktif akciğer hastalığına bağlanması ve kimyasal pno- monozigotik ve dizigotik ikizlerde yapılan bir çalışmada 50 yaşın
ınöııinin bakteriyel enfeksiyon gibi yanlış tanı alması şeklinde ola­ üstünde başlayan tipik Parkinson hastası olan olgularda, çevrese)
bilir. faktörlerin majör etyolojik rol oynadığı (Genetik faktörlerin tersi­
Kanser Birçok kanserin nedensel olarak tütüne ve ek olarak ne) konkordans benzerliği bulunmuştur.
mesleki ve çevresel faktörlerle bağlantılı olduğu düşünülür. Bazıla­ Teratogenez ve Reprodüktif Problem ler Toksinler çeşitli se­
rı özellikle bir kimyasal etyoloji veya bir başka çevresel nedene viyelerde başarılı üreme olayını bozabilir. Örnekler arasında insek-
bağımlı gibidir, örneğin cilt kanseri (solar radyasyon, arsenik, kö­ tisitler, herbisitler, P C B ’ler ve polibrominli bifeniller (PBB), etile-
mür katranı, kül), akciğer (asbestos, arsenik, nikel, radon), plevral noksit (Hastanelerde sterilizasyon gazı olarak kullanılır), metaller
(neredeyse tamamen asbestos) nazal kavite ve sinuslar (krom, ni­ (Kurşun, arsenik, civa, kadmiyum) ve çözücüler sayılabilir. Dibro-
kel. ağaç ve deri tozları), karaciğer (arsenik, vinil kloriir), kemik ili­ mokloropropan, bir nematosittir, spermatogeııezi baskılar. P C B ’lcr,
i'Hli l':ı ■ • kioıınli p.;stısıtler gibi bazı toksinler sütte konsantre c> Karim Sağlığı 21
■■ani.a ıJı,*i Uıkle pestisitlcr gibi spesifik organik hava kirleticiler
mam ıInkularında birikebilirler. Bu kimyasal maddelerin bazılan U.S. cities. N Engl J Med 329:1753. 1993
. ndnkrin fonksiyonları bozabilir ve testis kanser iinsidansı, meme GENNART J-P et al: Importance of accurate employment histories of patients
kanseri ve lıipospadias insidanslarındaki artışla ilişkilendirilebilir. admitted to units of internal medjcine. Scand J Work Environ Health 17:386
1991
İmmunsupresyon - otoimmünite ve hipersensitivite Bazı
Institutes of Medicine: Role of the Primary Care Physician in Occupational and
kimyasal ajanlara maruziyetlerle immün sistemin zayıfladığına da­
Environmental Medicine. Washington, DC. National Academy Press, 1988
ir kanıtlar artmaktadır, bu açıdan tümörlerin (Örneğin PBB’ler) ya LIN JL et al: Chelation therapy for patients with elevated body lead burden and
da infeksiyonların (Örneğin alıştldık hava kirleticilerine maruziye- progressive renal insufficiency. A randomized, controlled trial. Ann Intern
tin ardından görülen solunum enfeksiyonlan) insidanslannda artışa Med 5:7. 1999
yol açarlar. Civa, dieldrin ve metilkolantrenin otoimmün cevabı MILTON DK et al: Risk and incidence of asthma attributable to occupational
exposure among HMO members. Am J Ind Med 33:1, 1998
başlattığı bilinir. Bazı kimyasallar, güçlü alerjik duyarlaştırıcılardır,
NEWMAN LS: Current concepts: Occupational illness. N Engl J Med
dermal ve solunumsal problemlere yol açarlar (Konu 60 ve 254).
333:1128. 1995
BİYOLOJİK B ELİR T EÇ LER Toksik maruziyetlerin ölçü­ PAUL M (ed): Occupational/Environmental Hazards and Reproductive Health:
münde ve tahmininde artan sayıda metodlar mevcuttur, 1. Spesifik A Guide for Clinicians. Baltimore, Williams & Wilkins. 1992
toksinlerin internal dozları, 2. Toksinlerin biyolojik etkileri bunlara ROM WN: Environmental and Occupational Medicine. Philadelphia, Lippin:
aittir, internal doz belirteçleri, kurşun (Kanda), arsenik (Saçta), di­ cott-Raven, 1998 :nk
ğer metaller (Konu 395) ve halojenli bileşikler (PCB’ler) gibi insan STAESSEN JA et al: Environmental exposure to cadmium, forearm bone den­
sity, and risk of fractures: Prospective population study. Lancet 353:1140.
vücudunda biriken toksinlerle ilişkilidir. Toksinlerin biyolojik etki­
1999
lerine ait belirteçlere örnek olarak organofosfat pestisitlere maruzi­ TANNER CM et al: Parkinson disease in twins. An etiologic study. JAMA
yetten sonra gözlenen serum asetiltransferaz enzim seviyesinde 281:341. 1999
azalma, etilenoksit karsinojenine maruziyetten sonra gözlenen pe-
riferik lenfositlerde sister kromatin değişiklikleri ve tütün karsino-
jeıılerine maruziyetten sonra gözlenen DNA birleşmeleri gösterile-
belir. A n th o n y L . K o m a ro ff, C e le ste R o b b -N ic h o lso n ,
T EH LİK ELİ MADDE İLİŞKİLİ HASTALIĞA YAKLA­ . C L i A n d re a E . D u n a if
ŞIM Bir hastalığa önemli katkısı bilinen çevresel tehlike veya kim­
yasal tanımlandığında, sıradaki basamak ileri maruziyeti engelle­
> K A D IN S A Ğ L IĞ I
mektir. Kanser gibi kronik hastalıklarda bu basamak anlamsız ola­
bilir., buna rağmen ileri maruziyetin engellenmesi aynı şekilde ma­ ------l-J Serkan Yaraş, Yahya Sağlıker
ruz kalmış diğer kişiler için hala önemlidir.İleri maruziyetin engel­
lenmesi önemli olduğu zaman, hekim istekli olarak hasta için aktif
bir avukat olmalıdır. Bu savunma hastanın daha fazla tehlikeli mad­ Son yıllarda, kadınların sağlık bakımları ve tıbbi problemleri daha
deye maruz kalmaması veya işten uzak tutulması gerekliliğini be­ çok dikkat toplamaktadır. Morbidite ve mortalite açısından erkek­
lirten rapor yazmayı da kapsar. Alternatif olarak, uygun olarak hü­ ler ve kadınlar arasında farklılıklar vardır. Erkekleri ve kadınların
kümet görevlileri ile veya işçi ve tehlikeli madde maruziyeti ile il­ herikisini de etkileyen hastalıklar kadınlar üzerinde çok iyi araştı­
gilenen diğer avukatlarla ve endüstriyel bağlantı kurmayı da kap­ rılmamıştır. Hastalıktan korunma ve patofızyoloji ile ilgili birç^.;.
sar. Tedavi spesifik tehlikeli maddeye bağlıdır. Tıbbın nadir alanla­ araştırma çalışması sadece erkekleri kapsamaktadır. Hastalıkların
rında bir hekim bundan daha fazla bilimsel belirsizlikle ilgilenir. dışa vurumunda, her iki cinsiyette çok az anlaşılabilmiş farklılıklar
Kimyasal maddelerin sadece küçük bir kısmında atoksik maddeler­ mevcuttur. Bazı alışıldık sağlık problemlerinde kadınların tedavi­
le ilgili bilgiye ulaşılabilir. Genel olarak, hekim koruyucu yaklaşım lerinin erkeklerden farklı olduğu izlenimi mevcuttur. Son olarak,
göstermeli (yani hastalığa katkıda bulunma ihtimali bulunan tehli­ sayılan gittikçe artan kadın, jinekoloji, psikiyatri, iç hastalıklan ve­
keli maddeler hakkında hastaya tavsiyelerde bulunmalı) ve neden­ ya aile hekimliği uzmanlıklarının kombine edildiği mültidisipliner
sel bağlantıları değerlendirmek için güncel bilgileri kullanmalıdır. kadın sağlığı ünitelerinde sağlık hizmetleri almaktadır.
DÜŞÜK DÜZEYDE M ARUZİYETLER VE ETK İLERİ KADINLARDA MORBİDİTE VE MORTALİTE Morbidi­
Çevremizde ve çalışma alanlarımızdaki yaygın olan toksinlerin
te Son çalışmalarda, tüm yaş dağılımlarında aktivitenin kısıtlandı­
subklinik. etkilerine dair ilgi giderek artmaktadır. Kanıtlanmış etki
ğı gün sayısının kadınlarda erkeklerden daha fazla olduğu görül­
eşikleri olmadığı için, karsinojenlere düşük düzeyde maruziyetten
müştür bu da obstetrik ve jinekolojik durumlara bağlanmıştır. Bu­
kaçınılmalıdır, bu maddelerin sadece karsinojenik etkileri değil
na karşın, 1998deki bir çalışma başka bir sonucu ortaya çıkarmış­
karsinojenik olmayan etkileri de önemlidir.
tır. Kadınlar hekimlere daha çok başvurmaktadır, başvuru nedenle­
Belki de kurşun düşük seviyeli karsinojenik olmayan etkileri
ri özellikle kendi kendini sınırlayan hastalıklar için olmaktadır.
açısından büyük bir halk sağlığı problemi olarak en önemli örneği
Mortalite Gelişmiş toplumlarda, kadınlar ekeklerden daha
oluşturmaktadır. Maruziyetin çoklu yolakları kurşunlu gazyağı tü­
uzun yaşarlar. Birleşik Devletler'de,1996 yılında, doğumda ortala­
ketimi, kurşun bazlı boyalar, yiyecek içeren teneke kutularda kur­
ma yaşam bekletişi kadınlar için 79,1 yıl ve erkekler için 73,1 yıl
şun bulunması, şeklinde örneklendirilebilir, bu maruziyet tüm top­
hesaplanmıştır. Oluşan erkek fetüs sayısının dişi fetüs sayısından
lumu etkiler. Benzeri düşük seviyeli maruziyetler infant ve çocuk­
lardaki nöro-davranışsal gelişmeyi bozabilir, erişkinlerde kan ba­ fazla olmasına rağmen her yaş grubunda kadınlar erkeklere oranla
sıncını artırabilir. Dahası, absorbe edilmiş kurşun iskelette depola­ hayatta kalma avantajına sahiptir. Gelişmiş ülkelerdeki erkekler,
nır ve kemik yaptm-yıkımtnın arttığı dönemlerde dolaşıma tekrar nazaran kadınlardaki yüksek yaşam beklentisi büyük oranda iske-
girebilir (örneğin gebelik, laktasyon, osteoporoz ve hipertiro- mik kalp hastalıklarındaki (İKH) mortalite farkına bağlıdır.
idizm). Eğer kronik düşük düzeyli maruziyet erken taranır ve dur­ Tablo 6 -İde görüldüğü gibi, Birleşik Devletlerde genç kadınlar
durulursa subklinik toksik etkilerden korunulabilir. Kurşun örne­ için başta gelen ölüm nedenleri kazalar, cinayet ve intihardır. Orta
ğinde eski evlerde yaşayan genç çocuklarda ve kurşun maruziyeti yaş grubunda, meme kanseri, İKH ve akciğer kanserinden hafitçe
öyküsü olan erişkinlerde düzenli olarak kan kurşun seviyesi ölçüle­ daha sık ölüm nedenidir. 65 ve 74 yaşlan arasındaki kadınlarda
rek maruziyet taranabilir. İKH, akciğer kanseri ve serebrovasküler hastalıklar ölümün en sık
nedeni olan meme kanserini sayıca geçerler. Tüm yaşlardaki kadın­
JİiiL İO G RAFYA lar arasında, İKH, akciğer ve meme kanserininin beş veya altı katı
mortalite hızı ile başta gelen ölüm nedenidir.Bütün bunlara rağmen,
DKROSA C et al: Environmental exposures that affect the endocrine system:
Public healih implications. J Toxicol Environ Health B Crit Rev 1:3, 1998 Birleşik Devletlerdeki kadınların, meme kanserinin kendi yaşamla­
I XK 'K E R Y DW et al: An association between air pollution and mortality in six rı ile ilgili en büyük tehdit olduğuna inandıkları saptanmıştır.
bir kez dışkıda gizli kan testi ve bununla
kombine olarak 5 yılda bir fleksibl sig-
25-34 yaş arası 45-54 yaş arası 65-74 yaş arası Tüm yaşlar moidoskopi, 10 yılda bir kolonoskopi Ve
Toplam 74.7 Toplam 323.3 Toplam 1.979.0 Toplam 806.5 5-10 yılda bir çift kontrastlı baryum ene­
ma önermektedir.
1. Motorlu araç 1. Meme kanseri (38.8 1. İskemik kalp (452.6) 1. İskemik kalp Kemik mineral testi, osteoproz tara­
kazalan (10.7) hastalıklan (172.8) ma aracı olarak ve aynı zamanda gele­
2. HÎV infeksiyonu 2. İskemik kalp hastalıktan 2. Akciğer kanseri 2. Serobrovasküler
cekteki durumu kestirebilmek amacıyla
(8.5) (30.2) (209.0) (71.9)
3. Cinayet (5.5) 3. Akciğer kanseri" (29.0) 3. Gİ kanser* (147.1) 3. Akciğer kanseri
hızlıca kabul görmüştür.Birçok koruyu­
4. Motorlu araç dışı 4. Gİ kanser* (20.2) 4. KOAHc (136.7) 4. Gİ kanser* (20.2) cu ve tedavi edici stratejinin gelişmesi
kazalar (5) üzeerine şimdi birçok otorite kemik mi­
5. İntihar (5.0) 5. Genital organların 5. Serobrovaskiiler 5. KOAHc (38.0) neral testini mevcut durumun gösteril­
kanserleri (16.4) hastalıklar (120.1) mesi amacıyla önermektedir. 65 yaş üze­
" Solunumsa! ve intratorasik organların kanserleri, başta akciğer kanseri Cancer of respiratory and intrathoracic ri veya postmenopozal dönemdeki oste­
organs, predominantly lung cancer. oproz gelişme riski olan tüm kadınlarda
^Sindirim organları ve periton kanserleri.
bir kemik mineral dansitesi testi öneril­
' Kronik obstrüktif akciğer hastalıktan, astma dahil, ve eşlik eden durumlar.
K a y n a k : Sağlık İstatistikleri Ulusal Merkezi Veb sitesinden uyarlanmıştır. Birleşik Devletlerin yaşam istatistik­ mektedir. (Konu 342).
leri, 1996, genel mortalite tablosu GMWK290. URL: www.cdc.gov/nchswww/data/gm290.pdf Sigara alışkanlığı kadınlarda kardi-
yovasküler hastalıklar ve kanserin bir
Morbidite and Mortaliteyi Etkileyen Sosyal Faktörler Mor- majör risk faktörü olarak iyi araştınlmıştır(Konu 390). Geçmiş 60
bidite ve mortalitede görülen cinsiyet farklılıkları, sosyal olarak ta­ yıl boyunca erkekler arasında sigara alışkanlığında keskin bir düşüş
nımlanmış roller, yoksulluk, çalışma kuvvetine katılma, sağlık si­ yaşanırken, kadınlarda böyle olmamıştır, genç kadınlarda sigara iç­
gortası ve yaşam stili gibi psikososyal faktörlerle kısmen açıklana­ me oranı erkek partnerlerinkinden daha yüksektir. Düşük verimli,
bilir. yumuşak sigaralar büyük oranda kadınlara pazarlanmaktadır. Hem­
ABD’de geçtiğimiz 30 yıl içinde yoksulluğun feminizasyonu şireler Sağlık çalışması, iskemik kalp hastalığı riskinin, sigaranın
gerçekleşmektedir. Kadınların aile reisi olduğu ailelerin üçte biri bırakılmasından 2 yıl sonra kaybolduğunu, bütün risklerin ise siga­
aşırı yoksulluk içinde yaşamaktadır ve bunların yarısından fazlası ranın bırakdmasından 10-14 yıl geçtikten sonra kaybolduğunü gös­
Afrika kökenli Amerikanlar ve Latinlerdir. 65 yaşın üzerinde ka­ termiştir.
dınların neredeyse beşte biri açlık sınırının altında yaşamaktadır. Ulusal Kolesterol Eğitim Programı, total kolesterol ve yüksek
Yüksek gelirli grupşarla karşılaştırıldığında, düşük sosyoekonomik dansiteli lipoprotein (HDL) düzeylerinin bir kez ölçülmesini öner­
düzeydeki insanlar daha kötü sağlık şartlarına ve daha yüksek bir mektedir. Eğer her ikisi de normalse, 5 yıl sonra tekrar ölçülmesi
mortalite oranına sahiptir. Fakirler sigara içmeye daha eğilimli, önerilmektedir. Kadınlara ait çok sayıda küçük çalışmanın bir me-
kanser taraması gibi önerilen koruyucu önlemleri uygulamaya da­ taanalizi serum kolesterol düzeyi 265 olan, total kolesterolün HDL
ha az eğilimlidirler. Düşük ücretli, sürekli olmayan geçici meslek­ kolesterole oranı 4'ten büyük olan veya açlık trigliseridi yükselmiş
ler sağlık sigortası sağlamamaktadır. Boşanmış veya dul kadınlar, olan kadınlarda artmış IKH riski olduğunu göstermiştir.
kocalarından dolayı kazanmış olduktan sağlık sigortası haklarını Çeşitli vaka-kontrol ve gözlemsel çalışmalarda, postmenopozal
kaybedebilmektedirler. östrojen tedavisinin İKH na bağlı ölümlerde %40-50 azalma ile
KORUNMA (Aynca bkz KonulO) Primer önleme ve tarama ilişkili bulunmuştur, fakat değer prospektiftir, randomize çalışma­
kadın sağlığını geliştirmede en önemli unsurlardandır.Ulaşdabilir lar henüz dökümante edilmemiştir.
literatür ve uzmanlann konsensusuna dayanarak, otoriteye bağlı Kalsiyum ve östrojen, aynı şekilde alendronat ve selektif östro­
birçok organizasyon kadınlarda primer korunma ile ilgili rehberler jen reseptör modülatörleri, tamoksifen ve raloksifen postmenopo­
yayımlamaktadır. zal kadınlarda osteoporoz gelişimini yavaşlatırlar ve kalça ve ver­
Hekimlerin çoğu, her bir hastaya uygun koruyucu önlemlerin tebra kırığı sıklığım azaltırlar.Randomize klinik çalışmalarda, Ta­
düzenlenmesinde temel olarak öykü ve fizik muayenenin yararlı ol­ moksifen ve naloksifenin her ikisinin de postmenopozal kadınlarda
duğuna inanırlar. Genel olarak, otoriteler, kan basıncının her iki yıl­ meme kanseri riskini azalttığı gösterilmiştir.
da bir ölçülmesini önerirler. Diyet hakkında öneriler, sigaranın bı- Araştırmalar çeşitli antioksidanlann (E ve C vitaminleri dahil)
rakıolması, egzersiz, emniyet kemeri kullanılması hastalıklardan ve beslenmeyle rölatif olarak fazla tüketilmesinin daha düşük oranda
kazalardan primer korunmada kanıtlanmış değere sahiptirler. Gü­ vasküler hastalık ve malignansi ile ilişkili olduğunu göstermekte­
venli cinsel ilişki, alkol bağımlılığı ve şiddet hakkında bilgilendir­ dir. Antioksidan desteği ile ilgili çalışmalar devam etmektedir. Ön
me de önerilmektedir. araştırmalar, düzenli aspirin kullanımının İKH ve kolorektal kanser
Glokom taraması Afrika kökenli Amerikan kadınlarda yaşın­ oranında düşme ile ilgili olduğunu göstermiştir.
dan sonra, Asya kökenli kadınlarda yaşından sonra önerilmektedir. HASTALIKTA CİNSİYET FA R K LILIK LA R I Şüphesiz ba­
Görme keskinliği için yıllık muayeneler 70 yaş üzeri kadınlarda zı hastalıklar ve durumlar tamamen (ya da neredeyse tamamen) ka­
önerilmektedir. dınlarda görülür, örneğin menopz ve çeşitli jinekolojik ve memeye
Meme, serviks ve kolorektal kanserler için düzenli tarama öne­ ait sorunlar bunlardandır. Bunlar bu kitap içinde başka yerlerde tar­
rilmektedir, fakat testlerin ne sıklıkta yapılacağı ve hangi araçların tışılmıştır (Konu 52, 89, 336, 337). Bu bölümde hem erkek hem de
kullanılacağı hala tartışmalıdır. Otoritelerin çoğu, 35-40 yaşından kadında görülen hastalıklarda cinsiyet farklılıklarının altını çizme­
başlayarak tüm kadınlarda yıllık klinik meme muayenesi yapılması­ ye çalışacağız.
nı önermektedirler. 50-59 yaş arasındaki kadınlarda mamografinin İskemik Kalp Hastalıkları (Aynca bkz Konu 244) Çoğu in­
etkinliğini destekleyecek güçlü kanıtlar vardır. 60- ve üzeri yaşlarda­ san İKH m kadınlardan çok erkeklerin primer problemi olarak dü­
ki kadınlar için taramanın yararlarına ait kanıtlar daha az güçlüdür. şünürler, belki de bunun nedeni erkeklerin 35-84 yaşlan arasında
40-49 yaşlan arası kadınlarda taramanın yararlan hala tartışmalıdır. kardiyovasküler morbidite ve mortalite insidansının iki kat yüksek
Otoritelerin çoğu pap-smear taramasını 18 yaşından itibaren olmasıdır. Buna karşın daha önce de değinildiği gibi, ABD'de er­
veya cinsel olarak aktif hale geldiğinde uygulanmasını önermekte­ keklerde olduğu gibi İKH kadınlarda da başta gelen ölüm nedenle-
dir. Birbirini takip eden iki veya üç normal pap-smear sonucu alın­ rindendir. (Tablo 6-1). İKH mortalitesi için oluşturulan grafiklerde,
dıktan sonra, çoğu grup, pap-smear sıklığının 3 yılda bir yapılma­ kadınlar için oluşturulan eğri, erkeklere ait eğriyi yaklaşık 10 yıl
sını önermektedir. Pap-smear 10 yıl boyunca normal sonuçlanırsa, geriden takip eder. Bunlara rağmen, yılda yaklaşık 250.000 kadın
65 yaşından ileri yaşlardaki kadınlarda tasta devam edilmeyebilir. İKH’den ölmektedir; 40 yaşın üzerinde her üç kadından biri kalp
Kolorektal kanser taraması için öneriler değişkendir. 50 yaşın­ hastalığından hayatını kaybedecektir. ABD’de İKH’na bağlı morta-
dan ileri yaşlardaki hastalar için, Amerikan Kanser Topluluğu yılda lite erkeklerde düşmekteyken kadınlarda yükselmektedir.
İKİ I uı:ıııı kadınlarda neden düşüktür? Bazı açılardan daha uy­ 23
gun bir risk profiline sahiptirler: yüksek HDL kolesterol düzeyleri,
düşük trigliserid düzeyleri, ve üst gövde obezitesinin erkeklere göre sus, multipl skleroz, Graves hastalığı ve tiroiditler) kadınlarda erkek­
daha az olması bunlardandır. Fakat aynı zamanda kadınlar diğer açı­ lerden daha sık görülürler. Romatoid artrit, lupus ve multipl sklero­
lardan istenmeyen risk profiline sahiptirler: daha fazla obezite, yük­ zun hayvan modellerinde baskın olarak etkilenenler dişi olanlarıdır.
sek kan basıncı, yüksek plazma kolesterol düzeyleri, yüksek fibrino- Öte yandan, hayvan deneyleri dişilerin enfeksiyona daha az duyarlı
jen düzeyleri ve daha fazla diabet bunlardandır. İKH için cinsiyet olduğunu göstermiştir.
farklılığının en basit açıklaması lipid profilini düzeltmesi, direkt bir
Kısaca, dişi hayvanlar yararlı ve ters sonuçların her ikisi ile bir­
vazodilalör etkisi ve belki diğer faktörler açısından östrojenin kardi-
likte, daha şiddetli bağışıklık yanıtına sahip oldukları izlenimini ver­
' ıprotektif etkileridir. HDL kolesterol düzeyleri kadınlarda İKH için
mektedirler. Östrojenin hücresel ve hümoral bağışıklığın her ikisini
özellikle önemli bir risk faktörü gibi görünmektedir. Erkeklerle kar­
de güçlendirdiğine dair kanıtlar gittikçe artmaktadır. Ayrıca bazı ba­
şılaştırıldığında her yaş grubundaki kadınlarda HDL düzeyleri daha
ğışıklık sistemi hücreleri östrojen, progesteron ve androjen reseptör­
yüksektir ve premenopozal kadınlar ile östrojen replasmanı alan
leri içerirler ve uterus çeşitli sitokinler üretir. Bunlar üreme ve bağı­
postmenopozal kadınlarda da yüksektir. Sigara içimi, kadınlarda
İKH için en önemli risk faktörüdür. şıklık sistemleri arasında karmaşık bir etkileşim olduğunu telkin
İKH kadınlarda ve erkeklerde kendini farklı şekillerde gösterir. eder.
Framingham çalışmasında, anjina kadınlarda en sık başlangıç semp­ Osteoporoz (Ayrıca bkz Konu 342) Bu durum özellikle postme­
tomuydu, kadınların %47’sinde görüldü oysa ki erkeklerde en sık nopozal kadınlarda aynı yaş grubundaki erkeklere göre çok daha s J
görülen başlangıç semptomu myokard infarktüsü idi, erkeklerin tır.Osteoporotik kalça kırığı yaşlı kadınlarda önemli bir morbidite
%46sında görüldü. Egzersiz elektrokardiogrammda kadınlarda er­ nedenidir. Erkekler kadınlardan daha fazla kemik kütlesi oluşturur­
keklere göre daha fazla yanlış pozitif ve yanlış negatif sonuçlar alın­ lar ve bu kütleyi daha yavaş kaybederler. Kemik kütlesinde ılımlı
maktadır. farklılık sadece infant dönemde mevcuttur. Kalsiyum alımı, vitamin
Kadınlar, özellikle Afrika kökenli Amerikan kadınlar bir myo­ D ve östrojen, hepsi osteoporozda önemli rol oynarlar; Kalsiyum al.
kard infarktüsünü takiben erkeklere göre daha yüksek morbidite ve mı zirve kemik kütlesinin oluşumunda özellikle adolesan dönemde
mortalite riskine sahiptirler. Erkeklerle karşılaştırıldığında, koroner önemli bir belirleyicidir. D vitamini eksikliği yaşlı kadınlarda şaşır­
by-pass greft operasyonu geçiren kadınlarda daha ilerlemiş hastalık, tıcı derecede yaygındır. Kemikte östrojenlere ve androjenlere ait re­
daha yüksek perioperatif mortalite oranı, anjinada daha az rahatlama septörler tanımlanmıştır. Androjenleri östrojenlere çeviren aromataz
ve daha düşük greft patensisi olmaktadır; buna karşın 5 ve 10 yıllık enzim sistemi de kemikte bulunmaktadır.
yaşam oranlan her iki cinsiyette benzerdir. Perkütanöz transluminal Hormon Replasman Tedavisi(HRT), veya kalsiyum ya da D vi­
koroner anjioplasti geçiren kadınlarda, klinik ve anjiyografik başarı tamini ile tedavisinin osteoporotik kırık riskini azalttığı gösterilmiş­
erkeklere göre daha düşüktür fakat aynı zamanda daha düşük reste- tir. Bifosfanatlar (alendronat), kalsitonin ve selektif östrojen reseptör
noz oranı ve daha iyi uzun dönem başan oram mevcuttur. Kadınlar
modülatörü olan raloksifen gibi yeni tedavi modaliteleri kemik kay­
trombolitik tedaviden erkeklerden daha az fayda görebilirler ve cid­
bını önlerler ve osteoporotik kırık riskim azaltırlar.
di kanama komplikasyonlan kadınlarda daha sıktır. Kadınlarda ileri
Alzheimer Hastalığı (Ayrıca bkz Konu 362) Alzheimer Hasta­
yaş, daha fazla komorbid durumlar ve daha şiddetli İKH gibi faktör­
lığı (AH) kadınlarda erkeklerden iki kat daha fazla görülmektedir,
ler, en azından kısmen cinsiyet farklılıklannm gözlendiğini kanıtla­
kısmen bu durum kadınların daha uzun yaşamalarına bağlıdır. Bir­
maktadır. İKH olan kadınlar, kolesterol düzeyinn düşüşlerden en
çok gözlemsel çalışmada HRT’nin AH riskini azaltabildiği ve yaşlı
azından erkekler kadar belki de daha fazla fayda sağlarlar
kadınlarda bilişsel işlevleri geliştirdiği görülmüştür.Bu faydalar h..
İKH insidansı menopozla birlikte belirgin olarak yükselir, bu da
östrojenlerin kardiyoprotektif rolünü savunan hipotezi destek- şu anda ve hem de geçmişte HRT kullanan kadınlarda görülmekte­
ler.Gözlemsel çalışmaların bir kısmı, yalnız östrojen veya östrojen- dir. Birkaç deneysel çalışmada, östrojen replasmanının anlamlı ola­
progesteron kombinasyonu şeklinde hormon replasman tedavisi rak plasebo tedavisine göre geliştirilmiş hafıza ile ilişkili olduğu bu­
(HRT) ile kadınlardaki İKH oranında belirgin düşüş olması ile bu hi­ lunmuştur. Östrojenler nöronal gelişmeyi ve aktiviteyi desteklerler,
potezi destekler. Buna karşın, İKH na karşı sekonder korunma yön­ bu da HRTnin bilişsel etkilerine biyolojik temeli oluşturur. Prospck-
temi olarak hormon replasman tedavisiyle ilgili klinik çalışmada tif klinik çalışmalar, Kadın Sağlığı İnisiyatifi dahil, bu gözlemlere
(HERS), sürekli konjuge östrojen (0,625 mg/gün) veya Medroksip- katkıda bulunmaktadır.
rogesteron Asetat (2,5 mg/gün) ile yapılan tedavinin kardiyovaskü- Diabetes Mellitus (Ayrıca bkz Konu 333) Östrojenler insülin
ler olaylarda plasebo ile belirgin bir değişiklik göstermediğini sap­ duyarlılığını erkeklerde artırmazlarken kadınlarda arttırırlar. Buna
tanmıştır. Aslında hormon replasman tedavisş grubunda, çalışmanın rağmen tip 2 diabetes mellitus (DM) prevalansı kadınlarda daha yük­
birinci yılında kardiyovasküler olaylarda yaklaşık %50’lik bir artış sektir, bu kısmen kadınlarda obezitenin daha yaygın olmasındandır.
mevcuttu. Kadın Sağlığı İnisiyatifi, çeşitli hormon replasman tedavi Premenopozal DM'lu kadınlar, kadın cinsiyetinin getirdiği kadiyop-
modalitelerinin, İKH riskinde primer korunmada direkt etkilerini rotektif etkiyi kaybederler, İKH oranlan erkeklerinkiyle aynıdır. Bu
araştırmaktadır. Bugüne kadar ulaşılabilen bulgular, İKH öyküsü bu­ kısmen DM'lu kadınlardaki birçok İKH risk faktörüyle açıklanabilir:
lunan kadınlarda veya sadece kardiyak korunma amacıyla hormon obezite, hipertansiyon ve dislipidemi bunlardandır, son kanıtlar, nor­
replasman tedavisinin dikkate alınması gerektiğini göstermektedir. mal kadınlarla karşılaştınldığmda DM'lu kadınlarda vasküler yanıtın
Hipertansiyon (Ayrıca bkz Konu 246) ABD de Hipertansiyon farklı olduğunu öne sürmektedir. Polikistik over sendromu ve ges-
kadınlarda daha sıktır, bu da büyük oranda hipertansiyonun yaşlı
tasyonel diabetes mellitus (premenopozal kadınlarda yaygın durum­
grubu etkilemesi ve kadınların uzun yaşam sürelerine bağlıdır.Çeşit-
lardandır) belirgin olarak artmış tip 2 DM ile ilişkilidir.
li antihipertansif ilaçların hem etkinlikleri ve hem de yan etkileri ka­
Psikolojik Bozukluklar (Ayrıca bkz Konu 385) Depresyon,
dınlarda ve erkeklerde karşılaştırılabilir gibi görünmektedir. Şiddet­
anksiyete, panik bozukluğu ve yeme bozukluktan (bulimia ve ano-
li hipertansiyonun tedavisinin faydaları erkekler ve kadınların her
reksia nervoza) kadınlarda erkeklerden daha sık görülür. Hem geliş­
ikisinde de belirgindir. Buna karşın, klinik çalışmalarda, hafif ve or­
miş hem de gelişmekte olan toplumlarda majör depresyon , kadınlar­
ta hipertansiyonun tedavisiyle kadınlar morbidite ve mortalite açı­
sından erkeklere göre daha küçük düşüşe sahiptirler, belki bu fark da erkeklerden 2 kat daha sıktır, bu farklılık erken adolesanda başla
kadınların hipertansiyona bağlı olan myokard infarktüsü ve strok ris­ maktadır. Kadınlann %10'unda gebelik sırasında ve %10-15'inde
kinin daha düşük olmasına bağlı olabilir. Yaşlı kadınlar, Yaşlılarda postpartum periyodun ilk birkaç ayında depresyon görülür. Majör
hipertansiyon çalışmasında gösterildiği üzere, en az erkekler kadar depresyon insidansı 45 yaşından sonra azalır, menopozun başlama­
tedaviden fayda görürler. Alışıldık düşük doz oral kontraseptif teda­ sıyla yükselmez. Kadınlarda depresyon erkeklerden daha kötü prog-
vilerinde görülen hipertansiyon insidansı (140/90 üzeri) düşük gö­ noza sahiptir; depresyon epizodlan daha uzun sürer ve spontan re-
rünmektedir (% 5ten az) Postmenopozal östrojen tedavisi kan basın­ misyon oranı daha düşüktür.
cı yüksekliği ile ilişkili değildir. Kadınlardaki bazı bozuklukların prevalansınm yüksekliğinde
İmmünolojik Kökenli Hastalıklar: Çok sayıda immünolojik sosyal faktörler rol oynayabilir; geleneksel olarak kadını toplumda­
kökenli hastalık (örneğin Romatoid Artrit, sistemik lupus eritemato- ki rolünü ikinci plana itilmesi umarsızlık ve engellenme gibi psiki-
24 <;.r, cinsel tecavüze genelde eşleri,eşleri dışında başka bir tanıdık veya
bir yabancı tarafından uğramaktadırlar.
yatıikhastalığa bulunabilecek duygulara yol açabilir. Ek olarak hor- Amerikan Medikal Birliği yönergelerinde ev içi şiddet “ de­
moıılarca etkilenen nörokimyasal değişikliklerin dahil olduğu biyo­ vam etmekte olan, zayıf düşürücü, dış dünyadan artan oranda izo­
lojik faktörlerin de rol oynadığı izlenimi mevcuttur. Limbik sistem lasyon ve kişisel özgürlük ve kaynaklara ulaşımın kısıtlanması ile
ve hipotalamus (tat, duygu ve tatmin ile ilgili beyin alanları) östro- ilişkili evde fiziksel, psikolojik ve/ veya seksüel suiistimal olayla­
diol ve testosteron reseptörü içermektedir. rı” şeklinde tanımlanmaktadır. Her yaştaki her etnik kökendeki ve
Alkol ve İlaç Kötüye Kullanımı: (Ayrıca bkz Konu 387) sosyoekonomik gruptaki tüm kadınları etkilemektedir. Ulusal suç
Amerika daki alkoliklerin üçte biri kadındır. Kadın alkolikler tanı istatistiklerinden yola çıkarak, ABD’de şimdiki veya eski erkek
almaya erkeklerden daha az eğilimlidirler; erkeklerin kadınlardan partnerleri tarafından her yıl tahminen 2 milyon kadın ciddi olarak
daha büyük bir oranı alkol ve ilaç bağımlılığı için yardım ararlar. yaralanmakta ve 1000 den fazla kadın öldürülmektedir. Diğer bü­
Erkekler alkol veya ilaç bağımlılığı tedavisine katılmaya daha eği­ tün yaralanma olayları birleştirildiğinde oluşan sayıyı geçecek şe­
limliyken kadınlar bir primer bakım hekiminden veya mental sağ­ kilde (tecavüz, gasp ve araba kazaları gibi), ev içi şiddet kadınlar­
lık uzmanından psikososyal bir problem gibi göstererek yardım is­ da en sık yaralanma nedenidir. Genç, yalnız yaşayan, hamile, eşin­
teme eğilimindedirler. İleri yaş alkolizmi kadınlarda erkeklerden den ayrı yaşayan veya yakın zaman önce boşanmış, kendisinde ve­
daha yaygındır. 1997de bir epidemiyolojik araştırma 59 yaş üzeri ya partnerinde madde bağımlılığı öyküsü veya mental hastalığı
kadınlar arasında tahminen 1,8 milyon alkol suiistimali yapan ve olan kadınların ev içi şiddete karşı riski yüksektir.
2.8 milyondan fazla psikoaktif veya ruh halini değiştiren ilaç suiis­ Ev içi şiddet ve cinsel saldırı, fiziksel ve psikolojik belirtilerin,
timali yapan kadın olduğunu ortaya çıkarmıştır. muayenehane vizitlerinin ve hastaneye yatışların artmasını da be­
Ortalama olarak alkolik kadın, alkolik erkekten daha az içer, fa­ raberinde getirir. Şiddet olaylarının indirekt dışavurumundan ve ra­
kat aynı derecede uyumsuzluk gösterir.Aynı miktar alkol içildikten por edilmemiş şiddet olaylarının prevalansının yüksekliğinden do­
sonra kan alkol düzeyleri, vücut ağırlığına göre orantılandığında ka­ layı hekimler, özellikle psikolojik bozukluğu veya belirsiz semp­
dında erkekten daha yüksek bulunur. Kadınlardaki bu yüksek alkol tomları olan kadın hastalarda şiddete maruziyet olasılığı ile ilgili
biyoyararlanımı muhtemelen vücuttaki yağ oranının yüksek ve top­ şüphelenme eşiklerini düşük tutmalıdırlar.
lam vücut suyunun oranının düşük olmasına bağlıdır. Kadınlar ayrı­ Cinsel tecavüz ve ev içi şiddet tedavisinde acil yaklaşım, fizik­
ca gastrik alkol dehidrojenazın aktivitesinin düşük olmasıyla ilişki­ sel yaralanmanın belirlenmesi ve tedavisi, emosyonel destek sağ­
li olarak daha düşük bir gastrik ”ilk geçiş metabolizması”na sahiptir. lanması üzerine, cinsel yolla bulaşan hastalıklar ve hamilelik riski­
Ek olarak, alkolik kadınlar sedatifler ve aınfetaminlerin suistimali- nin belirlenmesi ve bunlara müdahale edilmesi üzerine odaklanır.
ne daha yatkındırlar. Kadın alkolikler, alkolik olmayan kadınlardan Hastanın ve diğer aile bireylerinin güveliklerinin sağlanması vc
ve alkolik erkeklerden daha yüksek bir mortalite oranına sahiptirler. hastanın öyküsü ve fizik muayene bulgularının dökümante edilme­
Ayrıca kadınlar, erkeklerle karşılaştırıldığında daha kısa içme öykü­ si önemlidir. Tıbbi ve psikoloijik ihtiyaçlarla ilgilenmenin yanı sı­
sü ve daha düşük düzeyde alkol tüketimi ile alkolik karaciğer hasta­ ra, yasal makamlara, korunma ve sığınma evlerine, destek grupla­
lığı veya diğer alkolle ilgili hastalıklara yakalanmaya eğilimli gö­ rına ve danışmanlık servislerine bilgi sağlanmasına da gereken
rünmektedirler. Alkol suistimali ayrıca hamile veya hamile olmak önem verilmelidir.
isteyen kadınlarda, bebeğin sağlığını ve feıtilitesini kötü etkileyen KADIN SAĞ LIĞ I Ü Z E R İN E A RA ŞTIR M A LA R Kadın
özel bir risk daha getirmektedir (Fetal Alkol Sendromu). sağlığının öneminin artan oranlarda farkına varılması araştırma ça­
Son olarak, çoğu kanundışı ilaçlar için kadınlarda ilaç bağımlı­ lışmalarının hızla çoğalmasıyla sonuçlanmış; gözleme dayalı ve kli­
lığının erkeklere göre daha hızlı geliştiğine dair artan kanıtlar mev­ nik büyük çalışmalar bunlara dahil olmuştur. Birleşik Devletler Ulu­
cuttur. sal Sağlık Enstitüsü kadınların klinik çalışmalara dahil edilmesi ve
İnsan İmmun yetmezlik Virus İnfeksiyonu (Ayrıca bkz Ko­ cinsiyete özgül verilerin rapor edilmesine ait esasları belirlenmiştir.
nu 309) 1998 eylül ayında, Hastalık Kontrol ve Korunma Merkezi Koruyucu Çalışm alar Rancho Bernardo çalışması ve Fri-
(CDC), Birleşik Devletlerde HİV enfeksiyonu bulunan 120.000 ile mingham çalışması bgibi erkek ve kadınlar üzerinde yürütülen bü­
160.000 adolesan ve erişkin kadın yaşadığını hesaplamıştır, AİDS yük gözlem çalışmaları, kadınlara spesifik verileri analiz etmek
li olgular buna dahildir. (Tablo 6-1). 1985 ile 1998 yılları arasında için uyarlanmıştır ve bu çalışmaların sayıları artmaktadır. Hemşire­
Birleşik Devletler ’de Rapor edilen AİDS olgusu olan kadın oranı ler Sağlık Çalışmasında 200,000 den fazla sayıda kadın 20 yıldan
%7den %23e, 3 katına çıkmıştır. 1997de, HİV infeksiyonu ABD de daha uzun bir süredir izlenmektedir, bu çalışmayla sigara bağımlı­
25-44 yaş arası kadınlar arasında başta gelen dördüncü sıradaki lığı, diyet, fiziksel aktivite, ilaç uygulamaları, hastalıktan korunma
ölüm nedeni olmuştur, ayrıca bu yaş grubundaki Afrika kökenli davranışları ile ilgili prospektif olarak bilgi toplamaktadır. Aynı şe­
Amerikalı kadınlarda ikinci sıradaki ölüm nedeni olmuştur. CDC kilde meme kanseri, İKH, inme, diabet (ve ölüm nedenleri) gibi çe­
her yıl oluşacağı tahmin edilen yaklaşık 40.000 yeni AİDS olgusu­ şitli tıbbi bozuklukların riskleri üzerinde bazı psikososyal faktörle­
nun % 30 unu kadınların oluşturacağını tahmin etmektedir. rin etkileri ile ilgili prospektif bilgi toplamaktadır.
1996 ile 1997 arasında ABDdeki yeni AİDS olgularının insidan- Bu çalışmalar, ilk çok merkezli, randomize, çift kör, plasebo-
sında %18 ve AİDS ilişkili ölümlerde %42 azalma gözlenmiştir, bu kontrol çalışması olarak, kardiyovasküler hastalık, kemik mineral
da büyük oranda HİV tedavilerindeki gelişmelere bağlanmıştır. yoğunluğuve endometriyal hiperplaziye ait risk faktörleri üzerine
1997 ve 1998 arasındaki düşüş daha az olmuştur. AİDS insidansı ve üç ayrı östrojen/ progesteron rejiminin etkilerini araştıran Postme-
AİDS-ilişkili mortalite sırasıyla %11 ve % 20 oranında azalmıştır. nopozal Östrojen/Progesteron Aralığı çalışması (PEPİ) gibi klinik
Buna rağmen AİDS insidansı ve ölümlerdeki azalma kadınlarda er­ araştırmalara zemin oluşturmaktadır. Bu çalışmada tek başına veya
keklerdeki kadar hızlı olmamaktadır. HİV ve AİDS orantısız olarak progesteronla kombine edilmiş östrojenin serum HDL düzeylerini
ırksal/etnik azınlıkları ve alt sosyoekonomik sınıflardaki kadınları yükselttiği, düşük dansiteli lipoprotein (LDL) ve fibrinojen düzey­
etkilemeye devam etmektedir. CDC 1998 deki yeni HİV infeksiyon- lerini düşürdüğü saptanmıştır. Progesteron eklenmeden sadece öst-
larının %64 ünün Afrika kökenli Amerikan kadınlarda, %18 inin rojenle lipidler üzerinde en olumlu etki saptanmış fakat endometri­
Hispanik kadınlarda ve %18 inin de beyaz kadınlarda görüldüğünü yal hiperplazi riskinde artışla ilişkili bulunmuştur.
tahmin etmektedir. ABD'deki 1998 deki yeni HİV infeksiyonlarının 1992’de Ulusal Sağlık Enstitüsü (NİH), postmenopozal kadın­
görüldüğü kadınların %75 inin heteroseksüel cinsel ilişki ve %25 ların sağlığı sağlığı üzerine Kadınların Sağlığı İnisiyatifi (WH1)
inin ilaç injeksiyonu ile bulaştığını tahmin etmektedir. isimli bir çalışma başlatmıştır. 160,000’den fazla postmenopozal
K adınlara Karşı Şiddet Kadınlara karşı şiddet ABD'de deva­ kadını içine alan, 2002 yılında A BD ’de 45 klinik merkezde yürütü­
sa bir problemdir. Tecavüz ve ev içi şiddet olayları çok büyük oran­ len WH1, Ulusal Sağlık Enstitüsü tarafından finanse edilen en bü­
da belirlenememektedir. Cinsel saldırı, kadınlara karşı en yaygın yük araştırma çalışmasıdır. WH1 çalışması, kardiyovasküler hasta­
suçlardan biridir. ABD'de yetişkin her beş kadından biri, yaşamı lık, meme kanseri ve osteoporotik kırık riski üzerinde düşük yağlı
boyunca cinsel saldırıya uğradığını bildirmektedir. Erişkin kadınlar diyet, hormon replasman tedavisi, kalsiyum ve D vitamini desteği-
. <•mı .i.'-’ı i l.mıiiruıck üzere oluşturulmuş, 63.0 0 0 ’den fazla 25
ı-Sıiıi ’ m-: .ıkın aralıklı randomize çalışma ve prospektif bir göz-
m ı, .ıliMtıasKİır. Writing Group for the PEPI Trial: Effects of estrogen or estrogen/progestin regi­
I liğer pek çok çalışma, gelecek on yılda kadın sağlığına yeni mens on heart disease risk factors in postmenopausal women: The Postmeno­
pausal Estrogcn/Progestin Interventions Trial. JAMA 273:199; 1995 ’ .
l>.ıkış açıları getirmeye aday olarak devam etme aşamastndadır.
l'';trmakolo.iik Çalışm alar A BD’de her yıl ilaçların çoğunun
I .n İmlanı pazarlanmalarına karşın tarihsel olarak, kadınlar ilaç ça­
lı analarında çok iyi tanımlanmamıştır. Buna karşın durum hızla de-
i'aııektedir. Menstrüel siklus ve menopoza etkileri hakkında, oral 7 R o b e r t L . B a r b i e r i , J o h n T. R e p k e

koııtraseptiflerin etkinliği üzerine etkileri hakkında, FDA, deneysel


ilaçların etkinliği ve güvenilirliğine dair bilgileri zorunlu kılmakta­ G E B E L İK T E GÖRÜLEN TIBBÎ
dır. Kadınların katıldığı çalışmalar, sedatif hipnotikler, antidepre-
.4 BOZUKLUKLAR
sanlar, antipsikotikler, antikonvülsanlar ve beta adrenerjik blokör-
leri içine alan, sık reçetelenen ilaçlara karşı kadınların yanıtlarında .... Kiirşat Özşahin, Yahya Sağlıker
belirgin klinik farklılıklar olduğunu göstermiştir. 1992’de yayınla­
nan FDA Yan Etkiler Raporu’nda kadınlarda erkeklerden daha sık Amerika’da her yıl yaklaşık 4 milyon doğum olmaktadır.Bu do­

olarak ilaç yan etkisi gözlendiği bildirilmiştir. Diğer çalışmalar bir­ ğumların da bariz bir kısmı bir veya daha fazla medikal bozukluk
çok ilacın efikasitesinin kadınlarda erkeklerden farklı olduğunu tarafından komplike edilmektedir. İki dekat önce pekçok tıbbi bo­
öne sürmektedir. Örneğin, şizofreniyi kontrol altında tutmak için zukluk gebeliğe kontrendike idi. Obstetri, neonatalogy obstcı-.
kadınlar, erkeklerden daha düşük dozda nöroleptiklere ihtiyaç du­ anesteziyoloji ve tıptaki gelişmeler gebeliğin tüm bu şartlara rağ­
yarlar. Aynt dozda anestezik uygulandığında kadınlar, erkeklerden men hem anne hem de fetus için mükemmel bir şekilde sonuçlan­
daha çabuk anesteziden uyanırlar, belirli anestezik gruplarına ya­ ma beklentisini artırmıştır. Başarılı bir gebelik kardiak outputta ba­
nıtları da erkeklerden daha güçlü olur. Bu farklılıkların nedenleri riz bir artış gibi önemli fizyolojik adaptasyonlar gerektirir. Gebelik­
bilinmemektedir. Buna karşın bu gibi gözlemler, araştırmacıları teki fizyolojik adaptasyonları bozan tıbbi problemler kötü geberik
cinsiyet zemininde biyolojik işlemleri tanımlamak için gelecekteki sonuçlanma riskini artırır tersine bazı vakalarda da gebelik altta ya­
klinik çalışmalarında cinsiyet etkilerini gözönünde tutmaya yön­ tan tıbbi bir bozukluğu tetikleyebilir
lendirmektedir.
SONUÇ Kadın sağlığı daha dikkatli çalışmalara konu olmakta, HİPERTANSİYON (Bkz.Konu 246)
kadın klinikleri gittikçe yaygınlaşmakta iken aynı zamanda sağlık
uzmanları arasında kadınların oranı da gittikçe yükselmektedir. Ka­
dın hekimlerin sayısı 1970-1990 arasında % 300 artmıştır ve Gebelikte kardiak output % 40 oranında artar bunun da çoğu atım
A BD ’dcki tıp öğrencilerinin % 40’ından fazlası bayandır. Kadınla­ volümüne bağlıdır. 3. trimesterde kalp hızı yaklaşık dakikada 10
rın hekimlik mesleğinde çoğalmaları, kadın sağlığı ve hastalıkları­ vuruş artar. Gebeliğin 2. trimestrında sistemik vasküler direnç aza­
nın kendine özgü yanlarının daha iyi tanınmasına yol açacak gibi lır ve buna kan basıncında bir düşme eşlik eder. Gebelik sırasında
görünmektedir. 140/90 mmHg kan basıncı anormal bir yükseklik olarak değerlen­
dirilir ve perinatal mortalite ve morbiditede bariz artış ile yakinen
;> İB I.İ()G R A F Y A ilişkilidir. Tüm hamile kadınlarda kan basıncı ölçümü oturur pozis­
CDC FACT SHEET . September 99. HIV/AIDS among U.S. women: Minority yonda yapılmalıdır çünkü çoğu hamilede lateral rekümben poz...
and young women at continuing risk, www.cdc.gov/nchslp/hiv-aids/ yon kan basıncı ölçüm sonuçları oturur durumda kaydedilenden da­
pubs/facts/ women.htm ha düşük değerler verir. Hipertansiyon teşhisi için en az altı saatlik
COLDITZ GA: The Nurses' Health Study: A cohort of U.S. women followed sin­
aralarla iki kez yüksek kan basıncı ölçümü gerekmektedir. Gebelik­
ce 1976. J Am Med Women s Assoc 50:40. 1995
Y6COUNCIL ON SCIENTIFIC AFFAIRS, AMERICAN MEDICAL ASSOCI­ te hipertansiyon genellikle preeklampsi, kronik hipertansiyon, ve
ATION: Violence against women. Relevance for medical practitioners. JAMA renal hastalık tarafından meydana getirilir.
267:3184. 1992 PREEKLAM PSİ Tüm hamile kadınların % 5-7’sinde p r e e k ­
GIJSBERS VAN WIJK. CMT ct al: Symptom sensitivity and sex differences in
la m p s i gelişir, yeni ortaya çıkmış ht. (> 140-90) proteinüri (>300
physical morbidity: A review of health surveys in the United States and lhc
Netherlands. Women Health 17:91, 1991 mg/24st) ve patolojik ödem preeklampsiye neden olan plasental
HULLY S et al: Randomized trial of estrogen plus progestin for secondary pre­ faktörlerin henüz bilinmemesine rağmen sonuçta vasospazm ve
vention of coronary heart disease in postmenopausal women. Heart and Est- multiple organlarda endotel yetmezlik ortaya çıkar. Preeklamsi se-
rogcn/Progestin Replacement Study (HERS) Research Group. JAMA 280:
rebral sirkülatuar anomaliler ile ilişkili olup bu da normal kan ba­
605, 1998
KAPLAN NM: The treatment of hypertension in women. Arch Intern Med sıncı düzeylerinde inme riskini artırır. Preeklamsi gelişme risk fak­
185:563. 1995 törleri nulliparite, DM, renal hastalık ve kronik Hipertansiyon öy­
MINKOFF HL. DEHOV1TZ JA: Care of women infected with the human im­ küsü, eski preeklamsi öyküsü, maternal yaş ekstermleri (>35,< 15),
munodeficiency virus. JAMA 266:2253, 1991
MURABITO JM: Women and cardiovascular disease: Conlributions from the
obesite, faktör V Leiden mutasyonu, angiotensin gen T235. antifos-
Framingham Heart Study. J Am Med Women's Assoc 50:35, 1995 folipid antikor sendromu ve multiple gestasyonu içerir.
MUSTARD CA cl al: Sex differences in the use of health care services. N Engl Preeklamsi gelişimini önlemek için yerleşmiş stratejiler yoktur.
J Med 338:1678, 1998 Klinik çalışmalar düşük doz aspirin tedavisinin düşük veya yüksek
R1CH-EDWARDS JW et al: The primary prcvcnlion of coronary heart disease in
women. N Engl J Med 332:1758, 1995
riskli kadınlarda preeklamsiyi önlemediğini göstermiştir. İki meu,
RODIN J. ICKOVICS JR: Women’s health. Review and research agenda as we analiz diette kalsiyum desteğinin preeklamsi gelişimini önleme açı­
approach lhc 21st century. Am Psychol 45:1018. 1990 sından efektif göründüğünü rapor etmektedir. Ancak düşük riskli
SHAYWITZ SE ct al: Effccls of estrogen on brain activation paltems in postme­
kadınlarda yapılan büyük randomize bir klinik çalışmada kalsiyum
nopausal women during working memory tasks. JAMA 2 8 1: 1197, 1999
VERBRUGGE LM. W1NGARD DL: Sex differentials in health and mortality. desteği ile koruyucu etki gösterilememiştir.Bu yüzden kalsiyum
Women Health 12:103, 1987 desteği preeklamsi yönünden yüksek risk altında olan kadınlarda
WEISSMAN MM. OLFSON M: Depression in women: Implications for health düşünülmelidir (yukarıya bakınız). Diyet değişimlerinin erkek ve
care research. Science 269:799. 1995
hamile olmayan kadınlarda hipertansiyon Riskini önlediğinin göz­
WINKLEBY MA et al: Ethnic and socioeconomic differences in cardiovascular
disease risk faciors: findings for women from the Third National Health and lenmesi preeklamsi riskini azaltacak diet uygulamalarının keşfedi­
Nutrition Examination Survey, 1988-1994. JAMA 280:356, 1998 leceği ihtimalini kuvvetlendirmektedir.
26

C ilk li p r e e k la m s i yeni ortaya çıkmış hipertansiyon ve proteinü-


Intramuscular Intravenous
riyc S.SS disfonksiyonu(başağrısı. görme bulanıklığı, inmeler, ko-
ma)kan basıncında bariz yükselme (>160-90mmHg) ciddi prote- 10 g(her kalçaya clerin5g)“ 15 tik tlan fazla 6g bolus Koıılinü inl'il/y-
iniiri(>5 g/24 saat) oligüri veya renal yetmezlik, pulmoner ödem, on pompası ile 1-3g/saal
hcpaıoselliiler hasar (ALT>2x normalin üst sınırı) trombositopeni
(platelet sayısı< 100.000/pl) veya dissemine intravasküler koagii- 4saalle bir diğer 100 mİ krislalloid ile karışlırılabilir: eğer
bölgelere derin im iv puşe şeklinde verilirse %20 solıısynıı
lasyonun eşlik etmesidir. Hafif preeklamsili kadınlar ciddi preek-
hazırlanır,lgr/dk. hızında verilir.
lamsi bulgusu olmaksızın yeni ortaya çıkmış hipertansiyon ve öde­ 40-g M g S04 HjO lOOOml ringer lakım
mi olanlardır. Bu hastalıkta H E L L P sendromu (hemoliz, artmış ka­ içirde: 25-75 ml/saal hızda verilir.
raciğer enzimleri düşük platelet sayısı) morbidite ve mortalitenin (l-3g/saal)"
major sebebidir. Platelet disfonksiyonu ve koagiilasyon bozukluk­
11 % 50 solüsyon şeklinde hazırlanır
larının varlığı inme riskini artırır.

ötensin reseptör blokerleri). Gebelikte Keh tedavisinde en sık alfa


Preeklamsi doğumdan birkaç hafta sonra kaybolur. metildopa ve labetalol kullanılmaktadır. Gebelik sırasında hiper­
27. gestasyon haftasından önce preeklamsili gebelerde eylem tansiyonun ilerlemesi durumunda kronik hipertansiyon etkisinin
annenin morbiditesini azaltır ancak fetusıı prematirr eylem riskine superimpoze eklamsiden ayırt edilebilmesi için renal fonksiyonun
maruz bırakır. Preeklamsinin yönetimi oldukça zordur çünkü kli- baz değerlendirilmesi gereklidir. Zayıf kronik hipertansiyon tedavi­
nisyenin hem anne hem de fetusun sağlığım aynı anda dengeleme­ sinin perinatal sonucu olumlu etkilediği yönünde ikna edici bilgiler
si ve infant survii için en iyi fırsatları sağlayabilcnyönctim kararla­ yoktur.
rı alınası gerekmektedir. Genelde term öncesinde düşük derecede G ESTA SYO N EL H İPERTANSİYON Daha önce kronik hi­
( zayıf) preeklamsili olan kadınlar konservatif olarak yatak istiraha- pertansiyon veya preeklampsinin diğer bulguları yokken gebelikte
ti. kan basıncı ve renal fonksiyon ve fetal surveliansm yakın moni- veya postpartum ilk 24 st.de kan basıncı yükselmesinin gelişmesi­
torızasyonrı ile ele alınabilirler(yönetilebilirlcr). Ciddi preeklamsili dir. Preeklampsiye ilerlemeyen ankomplike gestasyonel hipertansi­
kadınlarda doğum 32. gebelik haftasından sonra tavsiye edilmekte­ yon gebelik üzerinde kötü etkilerle veya kötü uzun dönem prog-
dir. Bu maternal morbiditeyi azaltır ve yenidoğamn prematüritesi nozla ilişkilendirilememiştir.
ile ilgili riskleri hafifçe artırır. 32. gebelik haftasından önce fetus
için prematürite riski büyük olup bazı otörler fetal maturasyonun
devamı için konservatif yaklaşım tavsiye ederler. Ciddi preeklam­
(Bkz. Konu 268)
sinin beklenen idaresi fetus için bazı faydalar sağlarken anne için
de bariz riskler getirir. Bu tip tedaviler maternal-fetal tıbbın, neona­
Normal gebelik glomerular filtrasyon hızında ve kreatinin kleren
tal tıbbın ve kritik bakım tıbbının ekspertizinin uygulanabildiği ter-
sinde bir artış ile karakterizedir. Bu renal plasma akımına ve art­
sier bakım üniteleriyle sınırlı tutulmalıdır.
mış glomerular filtrasyon basınçlarına bağlı sekonder olarak olu­
Preeklamsinin kesin tedavisi fetus ve plasentanın doğumudur.
şur. Altta yatan renal hastalığı veya hipertansiyonu olan hastalarda
Ciddi preeklamsili kadınlar için 160/110 üstü kan basıncı değerle­
gebelikte hipertansiyonun kötüleşmesi beklenebilir. Eğer superim­
rinin agresif tedavisi serebrovaskiiler olayların risklerini azaltır.
poze prccklampsi gelişirse bu hastalarda ek endotelial hasar ile te­
Preeklamsi tedavisinde iv. Labetolol ve hidralaziu en sık kulla­
daviyi çok zor hale getiren kapiller sızma sendromu ortaya çıkabi­
nılan ilaçlardır. Ca kanal blokerleri gibi gibi alternatif ajanlarda
lir. Genelde altta yatan renal hastalığı veya hipertansiyonu olan
kullamlnbilinir. Yükselmiş arteriel basınç hipotansiyonun ve fetal
hastalar agresif kan basıncı tedavisinden gestasyonel hipertansi-
kan akımının azalmasının önlenmesi açısından yavaş düşürülmeli­
yonlulara nazaran daha fazla fayda görürler. Bu hastalar için uygun
dir. A c e iııh ib itöı lc r i v e a n g io te n sin r e s e p t ö r b lo k e r le r i ikin ci ve
risk değerlendirmelerinin yapılabilmesi ve önemli tıbbi değişimler
iiçiin cii trim estird e f e t a l g e liş im i t e r i n d e k i y a n e tk ile r i n e d e n iy le
ve uygulamaların hazırlanabilmesi amacıyla gebelik olmadan önce
k u lla n ılm a m alıd ır. Ace inhibitörleri ile tedavi edilen hamile kadın­
prekonsepsiyonel başvuru önemlidir. Genelde gebelik öncesi se­
larda azalmış renal fonksiyon nedeniyle sıklıkla oligohidramnios
rum kreatinin düzeyi <133 pmol/L (<1.5 mg/L) olması iyi prognoz
gelişir.
işaretidir. Gebelik sırasında renal hastalık kötülerse uzun dönem
Eklamptik atakların önlenme ve tedavisinde magnesium sülfat
maternal renal fonksiyon gözönüne alınarak neonatın prematürite
tedavi seçeneğidir. İki büyük randomize klinik çalışma magnesium
sekelleriyle annenin uzun dönem sekelini karşılaştıran kararlar
sülfatın fenitoin ve diazepam üzerinde üstünlüğünü göstermiştir.
alınması açısından maternal fetal uzman ve nefrolog arasında yakın
Magnesium santral sinir sisteminde N-metil D-aspartat (NMDA)
bir ilişki sağlanması önemlidir.
reseptörleri ile interaksiyona girerek ataklan önlemektedir. Hastalı­
Renal transplantasyon sonrasında başarılı gebelikler bildiril­
ğın ciddiyetinin temelinde eklamptik atakların tahmininin güçlüğü
miştir. Başarı için normal fonksiyon gören transplante böbrek, ge­
göz önünde bulundurularak eylem ile ilgili karar alındığında preek­
belikten önceki iki yıl sürede rejeksiyon olmaması, hipertansiyon
lamsi teşhisi konmuş tüm hastaların magnesium sülfatla tedavisi
yokluğu ve tercihan minimum immunusupresan dozları gerekli sa­
tavsiye edilmektedir.
yılabilir. Siklosporin kullanan kadınların gebelikleri renal yetmez­
likle ve/ya hipertansiyon gelişimi ile komplike olmaya yatkın dır.
KRONİK E SA N S İY E L HİPERTANSİYON Kronik esansi- Bu tür hastaların feto-matemal survelians yönünden çok dikkatli
yel hipertansiyon (Keli) ile komplike gebelik intrauterin büyüme takibi gerekir. Bu gebeliklerin yaklaşık yarısı preterm olarak sonuç­
geriliği ve artmış perinatal mortalite ile ilişkilidir. Keh’li hamileler lanır ve neonatların % 20’si gestasyonel yaşa göre küçüktür. Rejek­
superimpose preeklamsi ve abruptio plasenta yönünden artmış risk siyon gebeliklerin ortalama % 10’unda görülür ve yaklaşık %15
altındadırlar. Keh’ li kadınlar hem hipertansiyonun düzeltilebilir se­ hastanın renal fonksiyonlarında doğum sonrası devam eden yıkım
beplerinin tanımlanması hem de gebelik üzerinde yan etkileri ola­ olacaktır Renal transplant alıcılarında gebelik genellikle iyi tolere
bilecek medikasyonlardan kaçınılması amacıyla detaylı gebelik de­ edilirken graf fonksiyonlarında yıkım olayının gebelik tarafından
ğerlendirmesine rnaruz bırakılmalıdır (ör: ACE inhibitörleri, angi- hızlandırılıp hızlandırılmadığı henüz çelişkilidir. Nakledilmiş böb-
t : ,i I,(«tu»alı amacıyla İmi grup hastalarda kan basıncının dahaag- 7 ; b c ; : k ; c < Ki ! Uİ ÜI İ i .b b l .İİO/üKİ'.lkUr

ss--.it fcoiuml edilmeye çalışılması tavsiye edilmektedir.


Kı•inik ıcnat hastalık ve hipertansiyonla seyreden bir diğer DİĞER KARDİYAK BOZUKLUKLAR Supraventriküler
•ıııpi.ı gebelikleri sistemik lupus eritematozus ile komplike olan taşikardi gebeliğin sık görülen bir kardiak komplikasyonudur (Ko­
hasutlardır (Konu 311). Geçmişte SLE gebelik için bir kontraendi- nu 230). Tedavi gebe olmayan hastada olduğu gibidir ve adenozr
kasynn oluşturmaktaydı. Gebelik üzerinde SLE’nin etkilerinin ve
ve kalsium kanal blokerleri gibi medikasyonların fetal toleransı ka­
bunun tersinin anlaşılması ve SLE tedavisinde farmakolojik metod-
bul edilir. Gerektiğinde elktrokardioversion uygulanabilip genellik­
larm daha iyi bilinmesi ile gebeliklerin başarıyla sonuçlanması
le hem anne hem de fetus tarafından iyi tolere edilir.
mümkün olmuştur.
(Konu 238) Peripartum kardiomyopati gebeliğin myokarditıs
SLE varlığındaki gebeliklerin iyi prognostik faktörleri aşağıda­
ile ilişkili olan ve etiolojisi bilinmeyen nadir bir bozukluğudur. Te­
ki gibidir.
davi semptomatik iyileştirme ve kardiak fonksiyonların düzeltilme­
sine yönlendirilir. Pekçok hasta tamamiyle iyileşir bazılan da prog-
1. Hastalığın inaktif süreci > 6 ay
ressif dilate kardiomyopati ile kalırlar. Bir sonraki gebelikte rekür-
2. Normal kan basıncı (ilaçlı ya da ilaçsız)
3. Normal renal fonksiyon [ kreatinin<133 pmol/L (<1.5mg/dL)] rens bildirilmiştir ve kadınlar peripartum kardiomyopati teşhisin­
4. Antifosfolipid antikor yokluğu den sonra gebe kalınmaması gerektiği yönünde bilgilendirilmelidir.
5. İmmunosupresif kullanılmaması veya minimal dozda ihtiyaç Ö ZEL YÜ K SEK R İSK Lİ KARDİYAK LEZYO N LA R
duyulması Marfan Sendromu (Konu 351’e bakınız). Bu yüksek riskli mater­
6. Daha önce kötü reprodüktif sonuçlanmanın olmaması nal mortalite ile ilişkili otozomal dominant bir hastalıktır. Marfan
sendromlu hamile kadınlann yaklaşık % 15’inde gebelik sırasırd»
Daha önce tartışma konusu iken günümüzde gebeliğin ve postpar­ hemen tüm kadınlann sağ kaldığı majör bir kardiovasküler buıg,
tum dönemin lupus aktivitesinde artışa neden olduğu yönünde ço­ gelişir. 40 mm’den aort kök çapı gebeliğin iyi sonuçlanabileceğinin
ğalan bir konsensüs vardır. Erken gebelik dönemindeki ciddi alev­ işaretidir. Beta blokerler ile profilaktik tedavi önerilmektedir ancak
lenmelerde gebeliğin sonlandınlması genellikle tavsiye edilmelte- gebelikte geniş klinik çalışmalar yapılmamıştır.
dir. Eğer gebeliğin sonlandınlması bir opsiyon değilse lupus alev­ Pulmoner Hipertansiyon (Bkz. Konu 260) Pulmoner hipeer
lenmesinin tedavisi gebeliğin etkisi altında kalınmadan yapılmalı tansiyon bünyesinde maternal mortalite yüksek olup primer pulrno-
ve ve hastadan tedavi için izin alınmalıdır. Pulse glukokortikoid te­ ner hipertansiyon gebelik için kontrendikasyondur. Bu şartlar altın­
davisi, azatiopurin, hidroksiklorakin ve siklofosfamid gibi ilaçların da annenin hayatını korumak amacıyla gebeliğin sonlandınlması
hepsi gebelikte başarı ile kullanılmıştır tavsiye edilir (Konu 234). Eisenmenger sendromunda Örneğin:
konjenital anomalilere bağlı sağdan sola şanda pulmoner hipertan­
K A R D İY A K H A S T A L IK .. siyon kombinasyonunda maternal ve fetal ölüm sıklıkla oluşur. Kan
kaybı, uzamış valsalva manevrası, veya rejyonel anestezi sonrasın-*
VALVULER KALP HASTALIĞI (Bkz. Konu 236) Bu gebe­ da sistemik hipotansiyon gelişebilir ve hipotansiyona sekonder ani
likleri en sık komplike eden kalp hastalığıdır. ölüm dreaded bir komplikasyondur. Bu hastaların idaresi güç olup
Mitral Stenoz Bu gebelikte sıklıkla ölüme neden olabilecek bir eylem ve doğum sırasında invazif hemodinamik monitorizasyon
kapak hastalığıdır. Mitral stenozlu hastalarda gebeliğin indüklediği genellikle önerilmektedir.
kan volümü ve kardiak out-put artışı pulmoner ödeme sebep olabi­ Pulmoner hipertansiyonlu hastalarda hemodinamik olarak va­
lir. Uzun süren mitral darlık ile seyreden gebelik pulmoner hiper­ ginal doğum sezaryene göre daha az streslidir ve sezaryen kabul
tansiyon ile sonuçlanabilir. Bu durumda hipovoleminin oluşmasına görmüş obstetrik endikasyonlar için saklanmalıdır.
izin verildiği takdirde ani ölüm rapor edilmiştir. Özellikle eylem ve
doğum sırasında kalp hızının dikkatli kontrolü kardiak fonksiyon DERİN VENÖZ TROM.BOZİS VE
üzerinde taşikardi ve azalmış ventriküler dolma zamanının etkileri­
PULMONER EMBOLIZM
ni minimize eder. Mitral stenozlu gebe hastalar atrial fıbrilasyon ve
(Bkz. Konu 248ve261)
diğer taşiaritmilerin gelişimi yönünden risk altındadırlar. Ciddi
mitral stenoz ve atrial fıbrilasyonun digoksin ve beta blokerler ile
Hiperkoagülabilite gebeliğin bir karakteristiğidir ve derin ve-
tıbbi tedavisi önerilmektedir. Gebelik sırasında balon valvulotomi
nöz trombozis (DVT) sık görülen bir komplikasyondur. Gerçekten
yapılabilir.
ABD’de maternal ölümün en sık sebebi pulmoner embolizmdir.
Mitral Regurgitation and Aortic Regurgitation Bunlar ge­
Faktör V Leiden mutasyonuna bağlı aktive protein C rezistansı ge­
nellikle gebelikte iyi tolere edilir. Bu şartlarda sistemik vasküler re­
belik sırasında DVT ve pulmoner embolizm riskini artırır. Gebelik
zistansta gebeliğin indüklediği azalma kardiak yetmezlik riskini
sırasında DVT’li kadınlann %25’i faktör V Leiden atletini taşır.
azaltır. Bir kural olarak gebe hasta için mitral valv prolapsusu bir
Faktör V Leiden mutasyon varlığı ciddi preeklamsî riskini artırır.
problem teşkil etmez ve aortik stenoz da çok ciddi olmadıkça iyi to­
Eğer fetus faktör V Leiden mutasyonu taşıyorsa aşın plasental in-
lere edilir. Çoğu ciddi aort stenozu vakalarında aktivite kısıtlanma­
farkt riski çok yüksektir. Gebelik sırasında DVT ile ilişkili ek gene­
sı ve balon valvuloplasty endike olabilir.
tik mutasyonlar protrombin G20210A mutasyonunu (heterozîgotlar
Gebelik ve suni kapakları olan hastalarda konsepsiyon öncesin­
ve homozigotlar) ve metilentetrahidrofolat redüktaz C677T mutas­
de warfarinin kesilip heparine geçilmesi önemlidir. İlk trimesterde
yonunu (homozigotlar) içerir.
warfarin tedavisi fetal kondrodisplazi punktata ile ilgilidir. İkinci
ve üçüncü trimesterde warfarin fetal optik atrofı ve mental retar- .
7/| TEDAVİ DVT’nin ve kuşkulu pulmoner embolizmin agresif
dasyona neden olabilir. j
KONJENİTAL KALP HASTALIĞI (Bkz. Konu 234) Anne- j 1 diagnoz ve tedavisi anne ve fetus açısından sonuçlan optimize
de konjenital kardiak bir lezyonun varlığı yenidoğanda konjenital j eder. Genelde hamile olmayan hastaya uygulanan tüm diagnostik
kardiak hastalık riskini artırır. USG ile konjenital hastalıklar yö- j ve terapotik modaliteler gebelikte kullanılmalıdır. DVT’li hamile
nünden fetusun prenatal taranması tavsiye edilmektedir. Kadının j kadınlarda heparin ile antikoagülan tedavi endikedir. Warfarin ile
gebelik öncesi kardiak durumunun iyi olması koşulu ile pulmoner j ilk trimesterde tedavi fetal kondroplazia punktata ile olan ilişkisi
hipertansiyon yokken atrial veya ventriküler septal defekt gebelik 1 nedeniyle kontraendikedir. 2. ve 3. Trimesterde warfarin fetal op­
sırasında iyi tolere edilir. İntrakardiak şantlara sahip hastalarda ey- I tik atrofı ve mental retardasyona sebep olabilir. Heparinle başlan­
lem ve doğum sırasında hava filtreleri yada intravenöz setlerin kul- ; gıç tedavisinde plasentadan geçmemesi nedeniyle ortalama 100
lanımı tavsiye edilmektedir. IU/vücut ağırlığı intravenöz bolus olarak uygulanabilir. Sürekli he-
28 glukoz kontrolıı ve intensif maternal ve fetal gözetim ile diabetik
nefropatili ve pıolifertif ıetinopatili hastalarda gebelikler iyi sonuç­
parin infüzyonn genellikle 1000 IU/saat başlanır ve parsiel trom­ lar vermektedir.
boplastin zamanı 50-80 saniye olaeak şekilde hedefe ulaşana dek Gebelik ilerledikçe gliseınik kontrolü elde etmek zorlaşabilir.
titre edilir. İlk intıavenöz antikoagiilasyondan sonra günde iki veya Diabetik annelerin fetuslarında pıılmoner olgunlaşma gecikmesi
üç kez intermittan sııbkütan heparin tedavisi 10.000 IU dozunda sebebiyle fetal akciğer olgunlaşması yönünde biokimyasal kanıt ol­
uygulanabilir. Postpartum dönemde DVT oluşunca 7-10 giinliik bir madıkça erken doğumdan kaçınmak gerekir. Genelde glukoz kont­
heparin tedavisini takiben 3-6 aylık bir warfarin tedavisi uygulana­ rolü ve gebeliğin tahmini doğum tarihine dek sürdürülmesi hem an­
bilir. Emziren kadınlarda warfarin kontraendike değildir. ne hem de yenidoğan açısından en iyi sonuçları verir.
Düşük molekül ağırlıklı hcparinlcr plasentadan geçmeyecek öl­
çüde boyut ve yüke sahiptirler ve gebe hastada anfraksiyonc hepa- G ESTA SYO N EL D İYA BET Tüm hamile kadınlar düşük risk
ı inin yerine kullanılabilinir. Düşük molekül ağırlıklı heparin kulla­ grubunda olmadıkça gestasyonel diabet açısından tanınmalıdır. Dü­
nımı ve epidural hematom ile ilişkili yakın dönemde oluşan kaygı­ şük risk grubunda olanlar <25 yaş, viicııt kitle indeksleri <25 kg/m2
lar düşük molekül ağırlıklı heparin alan hastalarda doğum başlama­ olanlar, makrozomi veya gestasyonel diabet yönünden maternal
sına yakın anestezi kullanımı konusunda dikkat gerektiğini göster­ öykiisii olmayanlar, birinci derece akrabasında diabet olmayanlar
mektedir. ve yüksek riskli etnik grup üyeleri olmayanlar (Amerikan, İspan­
yol, Yerli Amerikan) sayılır. Gestasyonel diabet teşhisi için tipik 2
adım stratejisinde 50 g oral glukoz verilir ve 60. dakikada tek öl­
çüm yapılır. Eğer serum glııkozu <7.8 mmol/L (<140mg/dl) ise test
normal olarak kabul edilir. Serum glııkozu >7.8 mmol/L ise lOOg.
D IYA BETES M E L L IT U S (Bkz. Konu 333) Hamilelikte fe- Oral glukoz testi gerekir bunda da ; açlık, ve 1.,2. Ve 3. Saat ölçüm­
toplasental ünite esas amaeı anne metabolik ihtiyaçları için keton­ leri yapılır. Normal değerler açlıkta <5.8 mmol/L (105mg/dl) 10.5
lar ve trigliseritleri kullanırken glukoz ve aminoasitleri fetıısa şant m m ol/L(190 mg/dl), 9.1 mmol/L. (165 nıg/dl) ve 8.0 nım ol/L(145
etmek olan metabolik değişimleri indiikler. Bu metabolik değişim­ ıng/dl)’dir.
ler kısmen plasental steroid üretimi, bir büyüme hormonu varyantı Gestasyonel diabetli hamile kadınlar preeklamsi, gestasyonel
ve plasental laktojenin neden olduğu maternal insiilin rezistansınca yaşa göre büyük infant doğurma ve doğum laserasyonları yönün­
eşlik edilir. Gebeliğin hızlanmış açlık dönemi olarak görülmesine den artmış risk altındadırlar. Fetusları da hipoglisemi ve doğum
rağmen hızlanmış ketozis olarak daha iyi karakterize edilir. Gebe­ travması (brakial pleksus) açısından risk altındadır
likte gece boyu açlıktan sonra plasma glııkozu gebeliğin olmadığı
durumlara göre 0.8-1.1 mmol/L düşüklük gösterir. Bu fetusun glu­
Gestasyonel diabet ilk aşamada diet ile tedavi edilir.
koz kullanımına bağlıdır. Erken gebelikte açlık; sirkiilan glukoz on-
Açlık glukoz konsantrasyonlarının <5.8 mmol/L (<105 mg/dl)
santrusyonlannın 2,2 mmol/L (40mg/dl) seviyesine inmesine neden
veya ikinci saat tokluk <6.7 mmol/L (<120) sağlanamıyorsa insü­
olur ve hipoglisemi semptomları ile beraber olabilir. Maternal glu­
lin tedavisi başlanmalıdır. Gebelikte diabet tedavisi için oral ajan­
koz konsantrasyonlarındaki azalmanın tersine normal bir açlıktan
lar kullanılmamalıdır. Gestasyonel diabetli hastalar daha sonra tipf
sonra plasma hidroksibutirat ve asetoasetat seviyeleri normalin iki
diabet gelişme yönünden risk altında olduklarından postpartum ta­
ila dört katı kadar yüksekliğe ulaşır.
kipten fayda görürler.

Diyabet ile komplike olan gebelik yüksek maternal TİRO İD HA STA LIĞ I (Bkz. Konu 330) Gebelikte tiroksin
ve perinatal morbidite ve mortalite ile ilişkilidir. Konsepsiyon bağlayıcı globulindeki estrojenee indiiklenen artış sirkiile olan total
öncesi değerlendirme ve tedavi gebelik planlayan diabetik hasta T3 ve total T4 seviyelerinde artışa sebep olur. Normal serbest Tj,
için önemlidir. Prekonsepsiyon glukozu optimize edebilmek ve uy­ serbest T4 ve TSH seviyeleri gebelik tarafından değişime maruz bı­
gun l'olat düzeyleri gibi dietsel ihtiyaçlara dikkat edilmesi bariz bir rakılmaz.
şekilde konjenital fetal malformasyon riskini azaltır. Folat desteği
diabetik annelerin fetuslarında daha büyük sıklıkta görülen fetal Tiroid bezi normalen gebelikte büyür. Maternal hipertroidizm
nöral tüp defektlerinin insidansını azaltır. Ek olarak organogenezi- 1000 de 2 gebelikte görülür ve genellikle hamile kadın tarafından
sin anahtar dönemlerinde glukoz kontrolünün optimize edilmesiy­ iyi tolere edilir. Klinik bulgu ve semptomlar klinisyeni bu hasra lı­
le sııkral agenezis, kaudal displazi, renal agenezis, ve ventrikiiler ğın oluşumu yönünden uyarmalıdır. Gebeliğin fizyolojik adaptas­
septal defekt gibi gibi birtakım konjenital anomaliler azalır. yonlarının çoğu hipertroidizmin müphem işaretlerini taklit edebilir
Gebelik oluştuktan sonra glukoz kontrolü gebelik olmamasına Hamile kadınların hafif hipertroidizmi ileri etkiler olmadan tolere
göre daha agresif tedavi edilmelidir. Dieter değişimlere ek olarak edebilmelerine rağmen daha ağır hipertroidizm spontan abortus,
bıııııın için kan glukozıınıın daha sık monitorizasyonıı ve sıklıkla ek preınatür eyleme sebep olabilir ve tiroid fırtınası yüksek maternal
insiilin enjeksionları veya insülin pompasına dönmek gerekecektir. mortalite riski ile birliktedir.
AKŞ seviyeleri 7.8 mmol/L'yi (140 ıng/dl) geçmeksizin 5.8
mmol/L (<105 ıng/dl) seviyelerinde ayarlamak gerekir, outcome.
Üçüncü tıimesterden başlayarak fetal büyüme ve (obstetrik sonog- Gebelikte görülen h ip ertr o id iz m agresif olarak de­
rali) tetoplasental oksijenasyonun (fetal kalp monitorizasyonıı ve­ ğerlendirilmeli ve tedavi edilmelidir. Tedavi seçeneği propilti-
ya biofizik profil ) değerlendirilmesinin yanında maternal glukoz oıırasildir. Plasentadan geçmesi neticesinde serbest T4 ’ü normal üst
kontrolünün düzenli takibi gebelik sonuçlarını optimize eder. Vas- seviyede tutabilmek amacıyla minimal etkili doz kullanılmalıdır.
kiiler hastalığı olmayan gebe diabetik hastalar makrozomik fetus Mctimazol plasentadan propiltiourasilden daha yüksek bir oranda
doğurma açısından daha biiyiik risk altındadırlar ve klinik ve ultra- geçer ve fetal aplasia entis ile ilişkilendirılmiştir. Radioiodin de ge­
sonik yöntemler ile fetal büyümenin takibi önemlidir. Fetal makro- belikte fetal troid üzerindeki etkisinden dolayı araştırma veya teda­
/.omi artmış maternal ve fetal doğum travması riski ile ilgilidir. Di­ vi amaçlı kullanılmamalıdır. Acil şartlarda beta blokerler ve potas­
abetik hamile kadınlar preeklamsi gelişme riski altındadırlar, vas- yum iyodürün satürc solıısyonu ile ek tedavi gerekebilir. Hipertro­
kiiler hastalığı olanlar ise intrauterin gelişme geriliği açısından bu idizmin kontrolü birince trimesterde çok zor üçüncü trimesterdc ise
da fetal ve neonatal öliitıı açısından daha büyük risk içerir. Agresif çok kolaydır
Hipotroidizm tedavi amacı ise serum TSH’sım normal sınırlar­ 7 Gebelikle Görülen Tıbbi Bozukluklar 29
da tutmaktır ve seçenek tiroksindir. Gebelikleri sırasında yüksek
serum TSH’lı (ve normal total troksini olan) annelerden doğan de tek ajan kemoterapisi geçici olarak kullanılabilir. En sık vinkris-
bebkler nörofızyolojik testlerde kötü performans gösterirler. Gebe­ tin ve doxorubicin kullanılmaktadır. Eylemin erken indüksiyonu
likte TSH’yı normal sınırlarda tutmak için gereken troksin dozu ar­ hem fetus hem de annenin survi şanslarının artırılması açısından
tar. Bir çalışmada gebelik öncesinde TSH’yı normal sınırlarda tuta­ hekime yardımcı olabilir. 28 haftalık fetusun survi şansı %75 ikes
bilmek için 0.1 mg/gün troksin gerekirken gebelik sırasında bu 32 haftalıklannki % 90 civarındadır.
0.15 mg/güne çıkmıştır Reprodüktif yaşta kanseri yenmiş olanlar çocuk isteyebilir. Ge­
belik melanoma rekürrens riskini artırabilir ancak meme ca rekür-
K A LSİYU M M ETA BO LİZM A B O Z U K L U K L A R I (Bkz. rensini etkilemez. Kanserin başarıyle tedavisinden sonra konsepsi-
Konu 340) Gebelik sırasında serum io n iz e Ca değişmeden kalsa da yon oluşabilmesi amacıyla ca tedavisinden önce oosit geri alımı ve
serum albumin konsantrasyonundaki düşmeye bağlı olarak gestas- fertilize veya non-fertilize yumurtaların depolanması uygulanabilir.
yon boyunca serum to ta l Ca konsantrasyonu azalır. Sirküle olan pa-
ratroid hormon konsantrasyonu da gebeliğin seyri sırasında hafifçe
azalır. Gebelik bir fizyolojik absorbtif hiperkalsiüri safhası olarak
tarif edilmiştir. Östrojen ve hem böbrek hem de plasentanın artmış
G A S T R O IN T E S T IN A L Y E K A R A C İĞ E R
1.25 dihidroksivitamin D üretimi gebelik sırasında artmış Ca ab-
sorbsiyonunun mediatörüdür. Fetal Ca ihtiyacı sonucu Milli sağlık
H A S T A L IK L A R I
Enstitüsü gebe kadınlan günde 1500 mg elementer Ca almalarını
Hamile kadınların % 90’ı gebeliklerinin ilk trimesterinde bulantı ve
tavsiye etmiştir ki bu da gebe olmayan erişkinlere tavsiye edilen
kusma yaşar. Bazen hiperemezis gravidorum dehidratasyonun ov
1200 mg/gün den biraz yüksektir.
lenmesi için hospitalize edilir ve bazen de parenteral nutrisyon ge­
rekir.
H E M A T O L O J İK B O Z U K L U K L A R
Crohn hastalığı 2. ve 3. trimesterde ekzaserbasyonlarla gidebi­

Gebelik bir fizyolojik anemi safhasıdır. Hemoglobin konsantrasyo­ lir. Ülseratif kolit 1. trimesterde ve erken postpartum dönemde ek­

nundaki düşmenin bir kısmı dilusyoneldir ancak demir ve folat yet­ zaserbasyonlarla seyredebilir. Gebelik sırasında bu hastalıkların te­

mezlikleri gebelik sırasındaki düzeltilebilir aneminin major sebep­ davisi gebelik dışı durum ile aynıdır (Konu 287).
leridir. 1998’de folik asit besin desteği fetal nöral tüp defekti riski­ Gebelik sırasında safra kesesi hastalığı sık gözlenir. Bu kısmen
ni azaltmıştır. safra, ve yağ asitlerinin gebeliğe bağlı metabolizma değişimine uğ­
Hemoglobinopatiler yönünden (Konu 106) yüksek riskli popu- ramalarına bağlı olabilir. Gebeliğin intrahepatik kolestazı genellik­
lasyonlarda Hemoglobinopatiler artmış maternal ve fetal mortalite le bir 3. trimester olayıdır. Bu duruma derin kaşıntı eklenebilir ve
ile iİşkili olabilir. Tedavi spesifik hemoglobinopatiler için ayarlanır artmış fetal mortalite ile ilişkili olabilir. Plasenta! safra tuz depozis-
ve hem hamile hem de hamile olmayan kadınlar için genellikle ay­ yonunun ilerleyici uteroplasental yetmezliğe katkıda bulunduğu
nıdır. Fetusta hemoglobinopatilerin prenatal teşhisi mümkün olup düşünülmektedir. Bu yüzden intrahepatik kolestaz tanısı konunca
ana-baba ile ya erken gebelikte ya da gebelik öncesi tartışılmalıdır. düzenli fetal gözetim uygulanmalıdır. Ursodiol ile iyi sonuçlar ra­
Trombositopeni gebelik sırasında sıklıkla oluşur. Vakaların ço­ por edilmiştir.
ğu benin gestasyonel trombositopeniler olup ayırıcı tanı immun Akut yağlı karaciğer gebeliğin nadir komplikasyonlarından bi­
trombositopeni ve preeklamsiyi içermelidir (Konu 116). Maternal ridir. Sıklıkla H ELLP sendromu ile ve ciddi preeklamsi ile karışır
trombositopeni ölü fetus retansiyonu, abrupsio plasenta, ve amni- ancak görüntüleme yöntemleri ve laboratuar değerlendirmesi ile
otik sıvı embolizmi gibi katastrofık obstetrik hadiseler sonucunda akut yağlı karaciğer tanısı konur. Gebelikteki akut yağlı k araci^
gelişebilir. genellikle bilirubin ve amonyak seviyelerindeki aşırı artış ve hi­
poglisemi ile karakterizedir. Destekleyici tedavi uygulanır ve takip
N E O P L A S T İK H A S T A L IK L A R eden gebeliklerde rekürrens rapor edilmiştir.
Tüm hamile kadınlar hepatit B yönünden tanımalıdır. Bu bilp*
Maternal neoplasmlar fetusa nadiren transmite olur. Hamile kadın­ infantın doğumundan sonra pediatristler için önemlidir. Tüm in-
larda en sık görülen üç kanser servikal ca (1/1000 ülkeye bağlı ola­ fantlara Hepatit B aşısı yapılır. Hepatit B yüzey antijeni taşıyan an­
rak), meme ca (2/10.000) ve lenfomalar (hodgkin hastalığı veya nelerin doğurduğu infantlar da doğumdan hemen sonra tercihan ilk
ıton-hodgkin lenfomalar). Servikal ca mn erken bulgusu vaginal 72 saatte Hepatit B immun globülini almalıdır.
kanama gebeliğe bağlandığından kaçırılabilinir. Vaginal kanamalı
hamile kadınlar tetkik edilmeli ve şüpheli servikal lezyonlardan bi-
opsi alınmalıdır. Konizasyon genellikle sadece 1.trimesterden son­ IN F E K S İY G N L A R
ra abortus riski nedeniyle uygulanır
Meme kitleleri de gebeliğe bağlı değişimlerden biri olarak dü- B A K T E R İE L İN FE K S İY O N L A R Bakteriel vaginozis haricinde
şiiniilebilinir. Ancak dominant bir kitlesi olan bir kadına diagnos- gebelik sırasında en sık görülen bakteriel infeksiyonlar üriner siste­
lik değerlendirme uygulanmalıdır (mamogram, USG, biopsi). Pri­ mi kapsar (Konu 280). Pekçok hamile kadında muhtemelen urete­
mer lezyonun rezeksiyonu güvenli iken gebeliğin herhangi bir saf­ ral ve mesane düz kasları üzerinde progestasyonel etkiyle oluşan
hasında radyasyon tedavisi uygun değildir. Fetus radyasyonun iç staza bağlı olarak veya büyüyen uterusun kompresyon etkisine
\ayılmasından korunamaz ve terapötik dozlar spontan abortus, art­ bağlı olarak asemptomatik bakteriüri olur. Kendi halinde bu durur.'
mış perinatal ölüm ve SSS’inde ve/ya kognitif fonksiyonlarda de- gebliğe önemli bir etkide bulunmaz. Ancak asemptomatik bakteri­
fV-ktlcrle seyreder. Hamile kadınlar için tamoxifen güvenilir değil­ üri tedavi edilmezse semptomatik pyelonefrit oluşabilir. Gerçekten
dir. gebelikle ilişkili pyelonefrit vakalarının % 7 5 ’i tedavi edilmemiş
l.cnfoma genellikle adenopati ve ateş veya kilo kaybı gibi asemptomatik bakteriürinin sonucudur. Tüm hamile kadınlar ilk
I Hir-ıitLisyonel semptomların temelinde tanı alır. Stageleme 1. Tri- prenatal vizitte idrar kültürüyle asemptomatik bakteriüri için aı.-iş­
ııi'-Merde yapılmaz ilk trimesterdeki kadınlar gebeliğin sonlandırıl- ti rılmalıdır. Sickle cell trait veya üriner sistem enfeksiyon öyküsü
ı.csı .u t ,nidan değerlendirilmelidir. İkinci veya üçüncü trimester- olan gibi yüksek riskli kadınlarda daha sonra nitrit/lökosit esteraz
30 yolları ile olur. Yakın zamanda yapılan bir kohort çalışma daha ön­
ce herpes bulgusu olmayan hamile kadınların % 2’sinin gebelikleri
stripleri ile tetkik endikedir. Pozitif sonuçlan olan tüm kadınlar te­ sırasında yeni herpes enf aldıklarını ortaya koymuştur. Yeni enfek-
davi edilmelidir. te olmuş kadınların % 60’ında klinik semptom yoktu. Enfeksiyon
Bakteriel vaginozis ile preterm eylem arasında ilişki olması ne­ her 3 trimesterde eşit meydana geldi. Eğer herpes erokonversionu
deniyle bakteriel vaginosise yönelik testler riski azaltmak amacıy­ erken oluşursa yenidoğana transmisyon riski çok düşüktü. Doğum­
la kullanılmaktadır. Ancak bakterial vaginosis için standart tedavi dan hemen önce genital herpes alanlarda transmisyon riski yüksek­
preterm eylem riskini azaltmaz. ti. İlk genital herpes epizodlannı gebelikte yaşayan kadınlar için
Geblikte abdominal ağn ve ateş bir açmaz yaratır. En çok önem genital herpes lezyon riskini azaltmak amacıyla gebeliğin son 4
verilen konu intrauterin amniotik enfeksiyondur. Amniotik enfeksi­ haftasında asiklovir reçetelenebilir. Ancak bu stratejinin viral hadi­
yon sıkılıkla membran rüptürünü takip ederken durum her zaman seyi azalttığı veya doğumda daha fazla fetal koruma sağladığı orta­
böyle olmaz. Genelde bu şartlar altında geçici bir yöntem olarak ya konamamıştır.
antibiotik tedavisi önerilmez. Eğer intrauterin enfeksiyondan şüphe Yenidoğanda herpes enf mahvedici olabilir. Dissemine neona­
ediliyorsa yardımcı ntibiotik tedavisi ile eylem indüklenmesi öne­ tal herpes SSS tutulumu ile yüksek mortalite ve morbidite derece­
rilmektedir. intrauterin amniotik infeksiyon sıklıkla E .C o li ve grup lerine ulaşır. Doğum sırasında aktif genital herpes lezyonlan olan
B streptokoklar tarafından oluşturulur. Termde yüksek riskli hasta­ kadınların sezaryen ile doğum yapmaları tavsiye edilir.
larda veya preterm hastalarda grup B streptokolara yönelik rutin
intrapartum profilaksi tavsiye edilmektedir. PenisilinG ve ampisilin Parvovirus (Bkz. Konu 187) Parvovirus enfeksiyonu (insan
tercih edilir. Penisiline allerjik hastalarda klindamisin tercih edilir. parvovirus B 19) gebelikte görülebilir. Nadiren sekel bırakır ancak
Postpartum enfeksiyon maternal mortalite ve morbiditenin ba­ gebelik sırasında enfeksiyon alan kadınlar eritroid aplazi ve derin
riz bir sebebidir. Vaginal doğumdan sonra nadir olmasına rağmen anemiye sekonder fetal hidrops riski altında olabilir.
elektif tekrar sezaryen olan hastaların % 5’inde ve uzamış eylemi
takiben acil sezaryene alınana hastaların % 25’inde postpartum en- Toxoplasmosis (Bkz. Konu 217) A BD ’ de doğum çağındaki
dometriozis gelişir. Sezaryen olacak olan tüm hastalara profilaktik kadınların % 70’i toxoplasmaya hassastır. A BD ’deki vakaların çoğu
antibiotik verilmelidir. Postpartum endometriozis vakalarının çoğu iyi pişmemiş et yemekten meydana gelir. Konjenital to x o p la z m a
polimikrobial olduğundan penisilin ,aminoglikozid ve metranida- teşhisi fetal umblikal kan örnekleme yöntemi ile mümkündür. Eğer
zol içeren geniş spektrumlu antibiotik tedavisi tavsiye edilir (Konu plasental/fetal enfeksiyon yönünden kanıt yoksa spiramisin ile tek
167). Çoğu vaka 72 saat içinde toparlar. Postpartum endometriozis ajan tedavisi tavsiye edilir. Spiramisin, primetamin ve sulfa ile 3 Mü
için antibiotik tedavisine cevap vermeyen kadınlar septik pelvik tedavi eğer fetal enfeksiyon bulgusu varsa veya kadın gebeliğin
trombofilebit yönünden değerlendirilmelidir. Görüntüleme çalış­ sonlanmasını istemiyorsa veya ileri gestasyonel yaş sebebiyle sona

maları temelde bir ayırıcı tanı olan klinik tanıyı desteklemede kul­ erdirilemiyorsa tavsiye edilir. Prenatal tedavinin ciddi enfeksiyon-

lanılır. Septik pelvik trombofilebitli hastalar ateşle uyumsuz taşi- lu infant sayısını düşürdüğü gözlenmiştir.

kardi gösterip iv antibiotik tedavisine hızlı cevap verirler.


Tüm hastalar gonore ve klamidya enfeksiyonları yönünden tet­ Human Immunodeficiency Virus (Bkz. Konu 309) Çocukta

kik edilmeli ve sonucu müsbet olanlar hızlı tedaviye alnmalıdır. HIV enfeksiyonu primer kaynağı perinatal dönemde anneden trans­

Seftriııkson ve azitromisin tedavi seçeneğidir (Konu 147-179). misyondur. Anneden çocuğa transmisyon riskini artıran maruziyet-
ler vaginal doğum, preterm eylem, fetal deriye travma ve maternal
V İR A L E N FE K S İY O N L A R Sitomegalovirus enfeksiyonu
kanamayı içerir. Ek olarak yüksek maternal viral yükle yakın geç­
Gebelikte viral enfeksiyon bariz bir zorluktur. A BD ’de congenital
mişte enf olmak, düşük maternal CD4+T hücre sayısı, uzamış do­
viral enfeksiyonların en sık sebebi CMV dir (Konu 185). Çocuk
ğum, uzamış membran rüptürü, ve sifıliz veya herpes gibi diğer ge­
doğurma çağındaki kadınların % 50-90’ı CMV antikorları taşır an­
nital trakt enf larının varlığı transmisyon riskini artırır. Emzirme
cak nadiren CMV reaktivasyonu neonatal enfeksiyon oluşturur.
yoluyla da yenidoğana HIV geçebilir ve bu yüzden gelişmiş çoğu
Daha sık olarak gebelikte CMV enfeksiyonu kongenital CMV ris­
ülkede HIV infekte annelerin emzirmesi kontrendikedir. Gebelikte
ki yaratır. Gebelik sırasında fetusu effektif olarak koruyacak bir te­
HlV’nin seyrinin değiştiği yönünde açık kanıt yoktur. Ankomplike
davi henüz gösterilememiştir. Dahası hangi fetusun hayatı tehdit
HIV hastalığının gebeliğe tek etkisinin varolan enf riskinden faz­
edecek CMV enfeksiyonu alacağını tahmin etmek imkansızdır. Ye-
lası olduğu yönündede kanıt yoktur.
nidoğanda ciddi CMV sıklıkla peteşi, hepatosplenomegali, ve sarı­
lıkla karakterizedir. Korioretinit, mikrosefali, intrakranial kalsifı-
kasyonlar, hepatitis, hemolitik anemi purpura da gelişebilir. SSS tu­
i : ' ( D a V f Anneden çocuğa (vertikal) HIV transmisyon vakala-
tulumu ile psikomotor, oküler, audituar ve dental anomaliler tarif
.. ' 'rının çoğu intrapartum dönemde olur. Vertikal transmisyon me­
edilmiştir.
kanizmaları membran rüptüründen sonra enfeksiyon ve fetusun
Rubella (Bkz. Konu 195) Rubella bilinen bir teratojen olup
maternal genital trakttan enfekte sekresyonlar ve kana maruz kal­
ilk trimester rubella yüksek risk fetal anomali taşır ancak gebeliğin
masını içerir. HIV enf lu kadınlarda antiretroviral tedavi alınmadı­
ilerleyen safhalarında risk bariz olarak azalır. Konjenital rubella fe­
ğı durumlarda vertikal transmisyon hızı ortalama % 25’tir. Sezaryen
tal kanda IgM antikorların tespit edildiği umblikal örneklerden teş­
seksio ve eylem sırasında ve eylemden sonra zidovudin uygulan­
his konabilir. Bütün hamile kadınlar rubella için immun durumları­
ması vertikal iletim hızınım azaltır. Bir meta analizde annenin pre­
nın tesbiti açısından araştırılmalıdır. Gerçekten gebelik durumuna
natal ve intrapartum dönemde zidovudin ile tedavisi vertikal trans­
bakılmaksızın doğurganlık çağındaki tüm kadınların rubella için
misyon riskini % 7.3 azaltmıştır. Elektif sezaryen artı zidovudin te­
immun durumları araştırılmalı ve gerekirse aşılanmalıdır. A BD ’de
davisi vertikal ileti riskini %2 azaltır. Gebelik sırasında multiple
konj rubella insidansı çok düşüktür.
ilaç tedavisinin rolünün henüz neonat için güvenilir olduğu bildiril­
Herpesvirus (Bkz. Konu 182) Gebelik sırasında genital herpes
memiştir.
alımı spontan abortus, prematürite ve konjenital ve neonatal herpes
DZKT. H Anölev-m ,’vtğiiK 5oranlan

Maternal mortalite geçen 60 yıl zarfında giderek azalmıştır. P L.H E R İE


1996’da maternal ölüm hızı hemen hemen 600/100.000 canlı d o
ğtımdan 8.5/100.000 canlı doğuma düşmüştür. ABD’de maternal Puberte (1) Adölesan boy atımı, (2)sekonder sexüel karakterli
mortalitenin en sık sebepleri azalan sıklıklara göre tromboembolik gelişimi, (3) Fertilite becerisi ve, (4) kişisel sexüel kimliğin oluş
hastalık, hipertansiyon, ektopik gebelik, ve hemorajidir. Gelişmiş rulmasını kapsar.
diagnostik ve terapotik modilitelirin yamsıra infertilite tedavisinde Puberte döneminde geniş değişimler mevcuttur. Pubertenin
ilerlemelerle daha fazla sayıda hasta kompleks obstetrik bakıma ih­ lirtileri Amerikan erkek çocuklarının %95’inde ilk olarak 9-14 (
tiyaç duyacaktır, Bu hastalarda gebeliğin iyi şekilde sonuçlanabil­ talama 11.5) yaşlarında belirir (Şekil. 8-1A). Kızlarda puberte di
mesi pratisyenler ve uzmanların bir ekip oluşturarak gebeliğin risk­ erken başlar, Amerikan kızlarının % 95’i puberteye 8-12 (ortala
leri hakkında bu hastalan bilgilendirmek ve konsepsiyon öncesi te­ 10.5) yaşlarında girerler (Şekil 8-1 fi). Kızlarda menarş yaşı ge
davilerini planlamakla olur. Konsepsiyon öncesi danışmanın önemi miş ülkelerde son 100-150 sene içinde her on yılda bir yaklaşık
azımsanamaz. Üreme çağındaki kadınlarla ilgilenen tüm hekimle­ 3 ay aşağıya inmektedir. Bu azalma muhtemel olarak sosyoekoı
rin bu hastalann reprodüktif planlannı genel sağlıklannın bir par­ mik koşullar, beslenme durumunun düzelmesi ve daha sağlıklı
çası olarak görmek sorumluluklandır. iyi yaşamanın bir sonucudur. Birleşik devletlerde halihazırda oı
lama menarş yaşı 12.8 yıldır. Genetik faktörlerde pubertanin sej
>İ B Lİ 0 ’( 1R A F YA ni etkiler, ikizler arasında yapılan çalışmalarda ortalama men
BROWN ZA et al: The acquisition of herpes simplex virus during pregnancy. N
Engl J Med 337:509, 1997
CARTIfS S et al; Low dose aspirin to prevent preeclampsia in women at high
risk. N Engl S Med 338:701', 1998
GLEICHER N (ed): Principles and Practice o f Medical Therapy in Pregnancy,
3d ed. Stamford, CT, AppletorVLange, 1998
HADDOW JE et al: Maternal thyroid deficiency during pregnancy and subsequ­
ent neuropsychological development of the child. N Eng) J Med 41:549, 1999
H1RSCH DR et al: Pulmonary embolism and deep venous thrombosis during
pregnancy or oral contraceptive use: Prevalence of factor V Leiden. Am He­
art.! 131:1145, 1996
International Perinatal HIV Group: The mode of delivery and the risk of vertical
transmission of human immunodeficiency virus type l_a meta-analysis of 15
prospective cohort studies. N Engl 1 Med 325:1371, 1999
JONES DC, HAYSLETT JP: Outcome of pregnancy in women with moderate or
severe renal insufficiency. N Engl J Med 335:226, 1996
LIPSCOMB KJ et al: Outcome of pregnancy in women with Marfan s syndro­
me. Br J Obstet Gynecol 104:201, 1997
MANDEL SJ et al: Increased need for thyroxine during pregnancy in women
with primary hypothyroidism. N Engl J Med 323:91, 1990
RIDKER PM et al: Factor V Leiden mutation as a risk factor for recurrent preg­
nancy loss. Ann Intern Med 128:1000, 1998
SCOTT LL et al: Acyclovir suppression to prevent cesarean delivery after first
episode genital herpes. Obstet Gynecol 87:69, 1996

M e h u l T. D attani, Charles G. D. B rook

A■ A D Ö L E S A N S A C U K S O R U N L A R I
Burhan Özdil, Yahya Sağlıker

Adolesans çocukluk döneminden yetişkinliğe geçişi ifade eder. Bu


dönemde dramatik olarak belirgin fiziksel ve psikolojik değişiklik­
ler olur. Adölesanlar risk almaya eğilimlidirler. Birleşik devletlerde
adölesan ve genç erişkinler arasında ölümlerin % 73’ü motorlu taşıt
kazaları ve diğer kazalar, cinayet ve intihardır. Adölesanlar sexsüel
olgunlaşmanın bir sonucu olarak sexüel tecrübeye başlarlar ve ne­
ticede sexüel geçişli hastalıklara (STDs), istenmeyen gebeliklere
maruz kalırlar. Altta yatan bir hastalığı bulunan adölesanlar psiko­
lojik durumlarının bir sonucu olarak fiziksel bozukluklarını inkar
ederler veya hastalıklarını kabullenmeyip tedavilerini zorlaştırırlar.
Adölesanlar bu dönemlerde kazanılan ve çoğu yaşam boyu sürecek
olan sağlıkta seçici olma davranışı kazanırlar, bunlar arasında diet
ŞEKİL 8-1 AErkeklerde puberte dönemindeki değişiklikler.Pubik kı
alışkanlıkları, egzersiz çeşitleri, tütün ve alkol kullanımı, sağlık ba­
lar ve sexual gelişim oranı beş evreye ayrılmıştır. (Marshall ve Tat
kım sistemleriyle etkileşim yer alır. Hekim yaşamın bu dinamik dö­ ner den, 1970). B. Kızlarda puberte dönemindeki değişiklikler. Pubi
neminde adölesanlara aileleriyle birlikte klavuzluk konusunda yar­ kıllar ve meme gelişim oranları beş evreye ayrılmıştır. (Marshall v
dım edebilmelidir. Tanner'den, 1969).
32 gelişimi evre 3 te iken ulaşılır. Menarş sonrası bir kız genellikle
yalnızca 5 cm lik ilave bir büyüme gösterir.
yaşı, aynı yumurta ikizlerinde farklı yumurta ikizlerine göre daha ER K EK PUBERTESİ Erkeklerde testislerin büyümesi puber­
benzer bulunmuştur. Sekonder sexiiel gelişim Asya ve Afrika-Ka- tenin ilk bulgusudur ve pulsatil gonodotropin salgısının seminifer
raip kökenli kızlarda Avrupa kökenli kızlara göre daha erken görü­ tübül volümü ve bir derecede leyding hücre kitlesi üzerine etkisini
lür. Pubertenin erken başladığının saptanması, etnik farklılıklar ve yansıtır. Testesteron 5-a reductase enzimi tarafından dihidrotestes-
puberte yaşının geniş dağılım gösterdiğinin bilinmesi prekoks pu- terona dönüştürülür.Her iki hormon androjen reseptörleri aracılı­
berte veya gecikmiş pubertenin saptanmasında önemlidir ve bu ko­ ğıyla pubik kıllar ve external genital organların büyümesini sağlar
nuda adölesan ve ebeveynlerin görüşleri fizyolojik değişimin doğal (Şekil 8-l;K onu 338). Boy atımı erkeklerde testis volümü 10-12 mİ
seyrini anlayabilmek bakımından önemlidir. ye (Prader orşiometresiyle ölçülen) ulaştığında görülür. Testesteron
HORMONAL D EĞ İŞİK LİK LER Puberteye; growt hor- sesi gürleştirir ve kas kitlesini artırır. Dihidrotestesteron prostatın
büyümesini,sakalın uzamasını ve temporal saç çizgisinin gerileme­
mon(GH) yapım ve etkinliğinin artışı,üreme sisteminin olgunlaş­
sini başlatır. Erkekler puberteye kızlardan yaklaşık 6-12 ay geç gi­
ması,adrenal steroit yapımındaki değişikliklerinde aralarında bu­
rerler,buna karşın pubertenin erken evresinde fertilite potansiyeli
lunduğu multipıl hormonal sistemdeki dramatik değişiklikler eşlik
kazanırlar. Testesteronun östradiole aromatizasyonu GHsalmımıy-
eder. Gonadal steroid hormonların artışının bir sonucu olarak se­
la artar,böylece testesteronla sinerjist etki oluşturarak kızlara göre
rum GH seviyeleri pubertenin erken dönemlerinde artar. GH insü-
erkeklerde daha uzun boya ulaşılır.
lin benzeri büyüme faktörü 1 (IGF-1) e dönüşerek onun serum mik­
PUBERTE BOZUKLUKLARI Prekoks puberte genellikle
tarım artırır, böylece lineer kemik büyümesi hızlanır (Konu 328).
pubertenin erken dönemlerde,erkeklerde 9 yaşından önce,kızlarda
Gonadal steroitlere puberte döneminde uzun süreli maruziye epi-
8 yaşından önce saptanmasıdır. Bazı yazarlar pubertenin normal alt
fizlerin erken kapanmasına neden olarak boyun daha fazla uzama­
sınırını Kafkas kızlar için 7 yaş, Afrikalı-Amerikalı kızlar için 6 yaş
sını sınırlar. İştah artışı boy atımıyla beraberdir ve uyku paterni geç
olarak aşağıya indirilmesi gerektiğini düşünürler. Prematür telarş
saatlerde yatıp sabahları geç kalkmak şeklinde değişir. pubertenin diğer bulguları olmadan memenin gelişmeye başladığı
Sekonder sexüel karakterlerin gelişimi adrenarşla başlar. Genel­ dönemi ifade eder. Bu durum en sık olarak yenidoğanlarla, 3 yaş
likle bu dönem 6-8 yaşları arasıdır ve adrenal androjenlerin büyük arası kızlarda görülür ve genellikle kendiliğinden geriler. Prekoks
miktarda yapılmaya başladığı zamanı gösterir. Hormonal mediatör- pubertenin nedenleri santral gonadotropin-ilişkili form ve periferal
lerin araştırılmasına karşın adrenarşın kontrol mekanizması bilin­ gonodotropin-ilişkisiz form olarak ikiye ayrılır (Tablo 8-1). Santral
memektedir. Adrenal hücre farklılaşmasının bir sonucu olabilir ve prekoks puberte kızlarda erkeklere göre çok daha fazladır ve bu va­
bu durum adrenal kortexin en iç tabakasının büyümesiyle karakteri- kaların çoğunluğu spontan GnRH salınmalarının idiopatk aktivas-
zedir.Bu tabaka dihidroepiandrosteron (DHEA) nun esas yapım ye­
ri olan zona retikülaristir. Adrenal androjenlerin (DHEA, androste- Tablo 3-1 Gecikmiş ve prekoks puberle nedenleri
nedione) artan sekresyonları öncelikli olarak üreme sistemini aktive I. Prekoks puberte nedenleri
eder. Yinede, adrenarş ve gonadarş bağımsız olaylardır: Addison A. Santral (gonadotropin-ilişkili)
hastalıklı çocuklar normal zamanda puberteye girerler ve prematür 1. İdiopatik
adrenarşlı çocuklar gonadarşı beklenen zamanda başarırlar. 2. CNS tümör veya inflamatuar durumlar
Sexüel maturasyon, hipotalamo-pituiter eksen tarafından oluş­ 3. Hipotalamik hamartoma
B. Periferal (gonadotropin-ilişkisiz)
turulan gonadal stümülasyonla sex steroid yapımı artırılarak olduk­
1. Kızlarda
ça hızlandırılır. Hipotalamo-pituiter-gonadal eksen, bir dekapeptit a. McCune-Albright sendromu
olan ve mediobazal hipotalamusun arkuat nükleusları tarafından b. Konjenital adrenal hiperplazi
yapılan gonadotropin-releasing hormone (GnRH) nun kontrolü al­ c. Aromataz fazlalık sendromu
tındadır. GnRH pulsatil tarzda salgılanarak gonodotropik hormon­ d. Eksojen östrojen
e. Hipotiroidizm
lar olan folikul stimülan hormon (FSH) ve lüteinizan hormon (LH)
2. Erkekler
nun da pulsatil tarzda salgılanmasına neden olur. Salınım düzenle­ a. Konjenital adrenal hiperplazi
yici olarak adlandırılan GnRH fetal yaşam boyunca ve infantların b. Aktive LH reseptör mutasyonları
erken dönemlerinde hipotalamusta aktif olarak bulunur. Fakat er­ c. CG-salgılayan tümör
ken çocukluk döneminde herhangi bir etki oluştumaz. Pubertenin d. Exojen androjenler
e. Hipotiroidizm
erken evrelerinde steroit inhibisyonuna hassasiyet tedrici olarak
II. Pubertal gecikme nedenleri
kaybolur, böylece GnRH reaktive olur. Yağ hücreleri tarafından A. Konstitüsyonel gecikme
üretilen bir hormon olan leptin,bu olayda kolaylaştırıcı bir rol oy­ B. Kronik hastalıklar (asüm, gastrointestinal problemler, renal yetmez­
nayabil ir,öyleki leptin eksikliği olan kişiler puberteye geç girerler. lik)
Erken puberte LH ve FSH m gece yükselmeleriyle karakterizedir. C. Malnutrisyon
D. Aşın egzersiz
Böylece reprodüktif sistem olgunlaşır,karakterstik feedback kont­
E. Anorexia nervosa
rol özelliği kazanılır. Erkeklerde, testesteron hipotalamik GnRH ve F. Pubertal yetersizliğin Hypothalamik-pituiter nedenleri (düşük go-
pitüiter gonodotropin yapımını inhibe eder. (Konu 335); kızlarda, nadotropinler)
estrogen and progesterone menstrüel siklüsın karakteristik özellik­ 1. Kongenital defektler (Kallmann senromu, konjenital adrenal hi­
lerine uygun olarak feetback kontrol altında üretilir (Konu 336). perplazi,pitüiter hipoplazi)
2. CNS tümörleri ve tedavileri (radioterapi ve cerrehi)
DİŞİ PUBERTESİ Ovaryan östradiol sekresyonunun ilk belir­
3. Hemochromatozis
tisi meme gelişimi veya telarştır. Adrenal androjen sekresyonuyla G. Pubertal yetmezliğin gonadal nedenleri (artmış gonadotropınler)
birlikte aksiller ve pubik kıllar büyür, apokrin ter yapımı başlar, 1. Kızlar
gerçi bunlar östrojen tarafındanda oluşturulabilir. Puberte gelişimi a. Kemoterapi ve radyoterapi
pubik kıl ve meme gelişiminin değerlendirildiği Tanner evreleme- b. Turner sendromu.
sine göre sınıflandırılır: Evrel de preadölesan görünüm ve evre 5 te c. Prematür menapoz
2. Erkekler
erişkin görünüm vardır (Şekil 8 -M). Pubertedeki tüm görünümler
a. Kemoterapi veya radyoterapi
dikkatle değerlendirilmelidir,bunlar farklı endokrin mekanizmalar­ b. Anoreksi
la kontrol edilir. Pubertedeki bu dış değişildiler yanısıra uterusun c. Bilateral inmemiş tesüsler
boyutu ve biçimi de değişir. Pubertal boy alma GH sekresyonunda d. Orşitis
artışa neden olan östrojen sekreyonuna bağlıdır. Bu değişiklikler NOT: CNS, santral sinir sistemi; hCG, insan koriyonik gonadotropin; LH,
sonucunda büyüme hızı iki kat artar, en yüksek boy hızına meme lııteinizasyon hormonu
,î .Kti.a.f, Hu .(urunla çeşitli sinir sistemi tümörleri, yapı- 3 Adöicsan Sağlık Surumun 33
it u.'vtnıi.u ve mllaıııatuar hadiseler neden olabilir,
ııcnkiniş puberte kızlar ve erkekler arasında %3 oranında gö­ döneminin sona erdiğini göstermesi bakımından anlamlıdır. Bu ri­
rülür ve bunlarda beklenen pubertenin ilk bulguları, henüz tüeller kız veya erkek olsun kişilik değişimine uğramış gençlerde
13,2-14,2 yaşlarında gelişmemiştir. Bunlar çoğunlukla hipotala- bir kanaat olarak kalır. Batı kültürlerinde bu davranışların bu yaşa
mo-pituiter gonadal sistemin aktivasyonundaki bir gecikmeye bağ­ gelenlerde nisbeten eksikliği, dünyanın bu bölgesindeki adölesan­
lıdır (Tablo 8-1). Bu bulguların saptandığı kişiler normal puberteye lar arasında tecrübenin elinden alınması anlamına gelebilir.
daha geç girerler. Kısa boy ve gecikmiş iskelet maturasyonu çoğun­ Adölesan döneminde cinsiyet kimliği saptanmalıdır. Gerçi pre­
lukla gecikmiş puberteyle birliktedir. Büyüme gecikmesi erken ço- pubertal çocuklar nisbeten sahip oldukları fiziksel görünümlerden
culukta bariz olabilir;büyüme ve pubertenin konstituyonel gecik­ kız yada erkek olduklarını anlarlar. Cinsiyet rolleriyle ilgili yaşanı­
mesi tanısı, diğer durumların bulunmadığı kısa boylu çocuklarda lan tecrübeler adölesanlarda sık görülen bir durumdur.Ömeğin adö­
gecikmiş kemik yaşı saptandığında düşünülmelidir. Gecikmiş pu- lesanlar en azından değişik cinsleri hayal edebilirler (karşı cins gi­
bertesi bulunan kişiler akranlarına göre emosyonel ve fiziksel ola­ bi giyinme), homosexüalite,yaşça daha büyük kadın veya erkekle
rak geri kalmış olabilir. cinsel ilişki düşlenilebilir. Pubertedeki hormonal değişiklikler fi­
Gecikmiş pubertede başlıca tanısal değerlendirmede, geç yaşta ziksel değişiklikler yanısıra davranışları da etkilerler. Erkeklerde
da olsa puberteye normal olarak girecek olan konstitusyonel gerili­ testeren seviyesinin artması .kızlarda ovaryan ve adrenal androjen-
ği bulunanlarla, altta yatan patolojik bir nedene bağlı olanlar ayıre- lerin artması libidoyu artırır. Cinsel ilişki yaşı toplum içinde ve kül­
dilmelidir. Hipogonadotropik hipogonadizmin neden olduğu pato­ türler arasında geniş farklılıklar gösterir.
lojiden, konstitusyonel gelişme geriliğinin ayrımı GnRH ya LH ve Fakat çoğunlukla bu yaşlar 15-18 yaşlarıdır. Erkeklerde cinsel
FSH yanıtından yapılamaz (Konu 335). Bu nedenle konstitusyonel ilişkinin kızlardan bir yıl kadar erken başladığı bilinir.
gecikme tanısı bir dışlama tanısıdır. Geç dönemdede olsa normal
büyüme ve gelişmenin tamamlanacağını garanti altına almak ama­
ADÖLESANLARDA ŞİDDET
cıyla gelişimsel dönemdeki olayların gözden geçirilmesini gerekti­
rir. Çoğu konstitusyenel puberte gelişme geriliği bulunanlarda hor­ Adölesan ve genç erişkinlerde şiddet oranı hem kurban hemde suç
monal tedavinin gerekli olmadına ikna etmek uygun olur. Buna işleyenler olarak çok yüksektir. Erkeklerde şiddet kızlardan çok da­
karşın erkeklerde anabolik steroitler (aylık 50-100 mg testosterone ha sık görülür ve suçluların % 90’dan fazlasını 10-17 yaş grubu ki­
enanthate, intramusküler) veya kızlarda östrojen (5 to 10 mg/gün şiler oluşturur. Etnik ve ırksal farklılıklar adölesan şiddetiyle an­
ethinyl estradiol, oral) büyümeyi artırmak ve sekonder sex karak­ lamlı birliktelik gösterir.Afrika kökenli Amerikalılar, Hispanics ve
terlerinin yaşla uyumlu gelişimini sağlamak bakımından uygun Amerikan yerlilerinde, Asya ve AvrupalIlara göre şiddete maruz
olabilir. Östrojene aromatize olmayan bir anabolik steroit olan kalma ve öldürücü şiddet uygulama daha fazla görülür. Şiddet ora­
oral oxandrolone (2.5 mg/gün), erkekler için faydalı olabilir,kısa nındaki farklılığın nedenleri karmaşıktır. Yüksek orandaki ölümcül
süreli uygulamaları iskelet matürasyonunu hızlandırmayan bir ste- şiddet düşük sosyoekonomik durumla birliktedir. Kalabalık aileler,
roittir. Bir veya daha uzun süreli tedavi sonrası hormonal tedavi komşu ailelerin sayısal fazlalığı ve aileye eklenenlerin fazlalı­
stoplanabilirve rerodüktif sistem yeniden değerlendirilebilir. ğı,sosyal düzen bozukluğu bu oranları artıran faktörlerdir. Çoğu va­
kalarda bu olaylar birbirini etkiler; artan şiddet artan populasyon
PSİKOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER VE tömoverine ve sosyal organizasyonun bozulmasına neden olur.
SOSYAL FAKTÖRLER Potansiyel olarak patlamaya hazır bulunan suç çeteleri, üyelik
için güç gösterisinde bulunurlar ve üyelikten çıkarmak için bazı tö­
Adölesan yaşlar birçok psikolojik değişiklilerle karakterizedir.Bun- renler düzenlerler. Grup içinde yükselebilmek için şiddete dayanan
lar arasında (1) Soyut düşüncenin gelişimi (2) aileden büyük oran­ bazı yararlılıklar göstermeye çalışırlar. Öldürücü suçlardaki artışın
da bağımsız olma (3) kişiliğin ve sexüel kiliğin şekillenmesi (4) de­
önemli bir bölümünü, ateşli silahları kullanma isteğinin fazla oluşu
ğer yargılarının gelişimi (5) sosyalleşmede artıştır. Adölesanların
ve bu silahlara kolay erişilebilir olması oluşturur.
birçoğu için bu geçişler nisbeten sorunsuzdur. Diğer yandan bu yıl­
Hastalık koruma ve kontrol merkezi 1995’te öğrencilerin yak­
lar sinir bozucu ve kargaşalı olabilir; ebeveynler ve klinisyenler
laşık dörtte birinin okul esnasında bir silah taşıdığını,daha önceki
emosyonel, sexüel ve sosyal konularda problemi olanlara yardım
dönemlerde ise yaklaşık %8-lÖ oranında tabanca taşıdıklarını tes­
etmeye çalışmalı ve onların ihtiyaçlarını anlamaya çalışmalıdırlar.
pit etmiştir. Çoğu adölesanda silah kullanmanın sonucunu ve sos­
Genç insanlar kararsız kaldıklarında duygularını açıkça paylaş­
yal anlamını kavramayı gerektiren beceri ve düşünce eksikliği
ma eğilimindedirler. Hem daha bağımsız olma hemde aile tarafın­
mevcuttur. Gerçi ateşli silahlar şiddete neden olmazlar, fakat özel­
dan sağlama fiziksel ve emosyonel güvene ihtiyaç duyma duygusu
likle el tabancaları öldürücü sonuçlara neden olmayı kolşaylaştırır.
birbirine zıt olarak geçlerde bulunur. Adölesanların sorumlulukları
Yaygın olarak el tabancalarına erişimin zorlaştırılması ciddi yara­
artar fakat henüz yetişkinlerin sahip oldukları bazı kanuni haklar­
lanma ve adölesan suçlarını engellemede esastır.
dan ve bazı sosyal haklardan mahrumdurlar. Adölesanların bu du­
Agresif davranışlar sıklıkla erken çocuklukta saptanır; zorbalık
rumu ebeveyn otoritesine karsı gelmeye ve çatışmalara neden olur.
daha sonraki antisosyal davranışlar için bir öncüdür. Çocuk istisma­
Adölesanlar aileden daha bağımsız olma ve kendi kimliklerini
rı,antisosyal ebeveynler, yetersiz çocuk bakımı ve amaçsız olarak
oluşturmak konusunda güçlü arzuya sahiptirler.Bu yeni kimlik ken­
kardeşkerle ebeveynler arasındaki didişmeler agresif davranışlarla
di akran gurubundan ve bazı kurumsal yapılardan (takım sporları)
beraberdir. Hekim, öğretmenler, ruhban sınıfı diğer yetkili durumda­
güçlü bir şekilde etkilenir. Rol dağılımı adölesanlarda oldulça sık-
ki kişiler, ev içi problemler ve agresif davranış patemleri için uyanık
tır.Bazı gençler birine olan şiddetli bir bağlılıktan hareketle diğer­
olmalıdırlar. Gerçi bu konulara kolay çözüm bulunamaz. Aile ve ebe­
lerine olumsuz davranabilirler. Bu geçici davranış değişiklikleri ye­
veyn davranışlarına yönelik uygun müdahale şiddete son verebilir.
rini daha kalıcı kişisel düşkünlüklere bırakır.
Adölesanlar aynı zamanda bazı geçici davranışların yatıştınl-
masına uğraş da verirler. Çoğu kültürler erişkinliğe değişimi hız­
EAĞUK P R O B L E M L E R İ
landırmak ve geçiş ayinlerini tanıtmak için geleneksel değerleri Adölesanlarda yaygın olarak bulunan ve risk almalarını kolaylaştı­
kullanırlar. Örnek olarak yerli Amerikan kültürleri arasında bir er­ ran, genellikle ölümsüzlük duygusunun eşlik ettiği bir dönem var­
kek çocuk puberte döneminde kasabadan uzağa gönderilir, bir ha­ dır. Adölesan dönemine kadar etkileri veye tedavilerinin sonuçları­
yat görüşü kazanmaları sağlanır ve topluma geri döndüklerinde ye­ nın sarktığı çocukluk dönemi hastaslıklarının varlığı durumlarında
tişkin erkekler arasındaki yerlerini alırlar. Benzer şekilde çoğu kül­ bunun farkına varan adölesan haksızlığa uğradığını düşünebilir ve
türlerde kızlar ilk menstrüasyon zamanında yetişkin kadınlığa ge­ bunu yenmeye çalışabilir. Kızgınlık ve inkar tedavi uygulamasında
çiş döneminde başkalarından uzak tutulurlar. Bu ritüeller çocukluk düşük hasta uyumuna neden olabilir.
■vii i i./bı sto/jıhfiiiti-ır görülür. Aile veya toplumsal değerler
konusunda rızaları olmadan yapılan bir­
Kanser ve hematolojik bozukluklar Ortopedik bozukluklar
Hodgkin hastalığı, lenfomalar Osteosarkom, Ewing sarkomu takım zorlamaları kabul edebilirler. İçe­
Akut myelojenöz lösemi, Kınklar ri görülür. Birleşik devletlerde 1985’de-
akut lenfoblastik lösemi Legg-Calve-Perthes hastalığı (Femur başı ki bir çalışmada sexüel çocuk istismarı
Ovaryan kist/kanser, testikiiler kanser epifizinin kayması) çocukluk döneminde adult kızlarda %27,
Yaşayan çocukluk çağı kanser geçirenler, Osgood-Schlatter disease (tibial tuberosisin
adult erkeklerde %16 olarak saptanmış­
sekonder kanserler osteokondrozisi)
Orak hücreli anemi Skolyosis tır. Kızlar erkeklere oranla daha fazla ai­
Hemofililer Romatolojik bozukluklar le üyelerinin istismarına uğramaktadır­
İnfeksiyon hastalıktan Juvenil romatoid artritis lar. Gerçi yaygın olarak bilinenin aksine
Sexiiel geçişli hastalıklar (metne bakın) Connective bağ doku hastalıklan(öm, sistemik çok daha sık olduğu düşünülen erkek is­
HIV lupus eritematosus)
tismarı konusunda litaratür yetersizdir.
Klamidya, gonore, sifilis Vaskülitler (örn., Takayasu arteriti, Kawasaki
Human papilloma virus hastalığı) Kızlarda ve erkeklerde benzer şekilde
Pelvik inflamatuar hastalıklar Endokrin bozukluklar psikolojik travma oluşur. Sexüel istismar
Toksik şok sendromu Tip 1 diabetes mellitus esnasında adölesanlar kendi akranlarım­
Meningococcal infeksiyon Polikistik over sendromu da olaya katmaya çalışırlar ve sexüel sal­
Tüberkülosis Gecikmiş puberte
dırı veya ırza geçme yaşanabilir. Adöle­
Infeksiyoz mononukleosis Turner sendromu
Pertussis Klinefelter sendromu san kızlarda sexüel istismar sürekli gebe
Rubella Graves' hastalığı kalma korkusuyla birlikte olabilir. 10-19
Parvovirus Nörolojik bozukluklar yaş arası gebelikler veya STDs 1ar ger­
Kardiyak bozukluklar Becker mtiskülar distrofisi çekte istismarın ilk bulgusu olabilir.
Konjenital kalp hastalığı olup da yaşayanlar Migren başağnlan
Çocuklarda istismarın psikolojik so­
Atrial septal defekt, bicuspid aortik kapak, Temporal lob epilepsileri
pulmoner stenosis Multipl sklerosis nucu davranış problemlerinin ortaya çık-
Hipertrofik kardiomyopaty Frederich ataksisi masıdır.Bunlar arasında psikiyatrik bo­
Marfan sendromu Germinomlar zukluklar veya adölesan başlangıcında
Hipertansiyon Menenjitler uyum sorunları bulunur. Çocuk istismarı
Respiratuar bozukluklar Psikiyatrik ve davranış bozukluktan
çocuğun kendini değersiz görmesine ve
Astım Depresyon
Kistik fibrozis Madde bağımlılığı değişik derecelerde sexüel bozukluklara
Tütün kullanımı Antisosyal davranışlar neden olur. Sexüel istismara uğramış
Renal bozukluklar Aşın risk alma genç kadınlarda kendi rızasıyla erken
Yaşayan ve çocukluk döneminde böbrek Yeme bozukluktan seksüel aktivite, istenmeyen erken yaş
yetmezliği olanlar
gebelikleri, multipol sexüel eş, STDs ve
Glomerulonefritler, interstisyel nefritler
Gastrointestinal bozukluklar sexüel saldırıya maruziyet anlamlı dere­
Çöliak hastalığı cede yüksektir. Kötü psikolojik sonuçlar
Kron hastalığı istismarın süresiyle ilişkilidir. İstismar
esnasında zorlama ve şiddetin olması is­
Nisbeten az sayıdaki hastalık adölesan dönemine özgüdür. Ara­
tismara uğrayan çocuklarda suçluluk duygusuna neden olur. Bunla­
larında çoğu herediter geçişli bozukluklar ve infeksiyon hastalıkla-
rın devam etmesinin bir sonucu olarak aile üyeleri ve akranlardan
nmn bulunduğu çocukluk dönemi hastalıkları adölesan döneme ka­
gelen destek azalır. İstsmarın açıklanması bazı psikolojik travmala­
dar sarkabilir. Benzer şekilde çoğu 10-19 yaş arası kişileri etkileyen rın düzelmesine yardım edebilir.
hastalıklar adult populasyonda görülebilir. Örneğin astım ortaya çı­ MADDE BAĞIM LILIĞI İlaç ve madde bağımlılığı adölesan­
kış bulgulan ve tedavisi adölesanlar ve adültlerde benzerdir. Adö­ lar arasında mortali ve morbiditenin önemli nedenlerindendir
lesan döneminde prevalansı nisbeten artan hatalıklardan bazıları (Konu 386-389). Prevalans hızı bölgelere, etnik gruplara, yaş ve
Tablo 8-2’de özetlenmiştir. Bu hastalıklar doğumda göz önüne alı­ cinse göre oldukça değişkendir. Maddeye başlam yaşı tedrici ola­
narak aynıcı tanıda gözönünde bulundurulmalıdır. Örnek olarak rak azalmaktadır. 1997’de Amerikan gençleri arasında madde kula-
egzersiz gögüs ağrısı, senkop, dispnesi bulunan adölesanlarda mmı veya bağımllılığı yaşamları boyunca değişik evreler gösterir..
muhtemel tanı olarak konjenital kalp hastalığı ve hipertrofik kardi- Sigara kullanımı %70, alkol kullanımı %79, marihuana %47, koka­
yomiyopati olası tanılardır. Buna karşın adultlarda daha olası tanı in %8, anabolik steroit %4, enjeksiyon suretiyle kullanılan kanun­
koroner kalp hastalığı olmalıdır. suz ilaçlar %2, diğer yasadışı ilaçlar %17 oranında; örneğin methy­
SEKSÜEL GEÇİŞLİ HASTALIKLAR Sexüel olarak aktif lenedioxymethamphetamine (ecstasy), methamphetamine (ice) ve­
adölesanlar, sexüel geçişli hastalıklar (STDs) yönünden diğer yetiş­ ya eroin, lysergic acid (LSD), phencyclidine (PCP), kullanılır.
kinlere göre büyük risk altındadırlar (Konu 132). STDs’nin adöle­ Madde bağımlılığında bağımlılık şekilleri sürekli değişir.Ana-
sanlarda önlenmesi kolay erişilebilir uygun klinik servislerde yeter­ bolik steroitler yüksek okul son sınf öğrencilerinden erkekler ara­
li sexüel eğitimin verilmesine bağlıdır.İlk cinsel ilişkinin erken dö­ sında şimdilerde %3-5 oranında kullanılmaktadır. Adölesan erkek
nemlerde yaşandığı durumlarda (1) daha sonraki dönemde sexüel atletler arasında bu oran %10’dur. Ayrıca bu ilaçların atletler ara­
eş sayısında artış (2) Hepatit B, HIV, HSV, gibi akkiz kronik STDs’ sında kas gücünü artırmak amaçlı kullanımı yanısıra atlet olmayan
nin artmış riski (3) Kadınlardaa servikal kanser riskinde artış gö­ diğer insanlar arasında da daha erkeksi görünüm sağlamak için kul­
rülür. Ayrıca adölesan kızlarda artmış olan pelvik inflamatuar has­ lanımı mevcuttur. Popüler görünüme karşın anbolik steroitler, çok
talık gelecekte ektopik gebelik, tubal infertilite, kronik pelvik inf- yüksek dozlar dışında performansta artışa neden olmazlar. Yüksek
lamasyon olasılığının artırır. Bariyer kontraseptifkullanımının yay­ dozda kullanımlarında ise yan etkileri anlamlı derecede artar (Ko-
gın olmaması, infeksiyon hastalıklarının bulaşımı ve önlenmesi nu335). İnsan büyüme hormonu ve eritropoetin (EPO)’ninde arala­
hakkında adölesanların yeteli bilgi sahibi olmaması STDs riskinde rında bulunduğu diğer performans artırıcı ajanlar bu hormonların
artışa neden olur. Bu nedenleden dolayı sexüel olarak aktif olan kullanımını sınırlayan yüksek maliyete sahiptir.
genç kız ve erkeklerde STDs yönünden tarama yapılması önerilir Sağlıklı kişilere direk etkilerine ilave olarak madde bağımlılığı
(Tablo 8-3). Çünkü sexüel geçişli hastalığı buluna adölesanlar bu risk alma davranışlarıyla birliikte bulunur. Kullanılan alkolün etki­
durumu inkar ederek yeni kurbanlar oluşturabilirler. siyle bu maddelerin motorlu taşıt kazalarına yolaçtığı iyi birşekilde
ÇOCUK İSTİSMARI Çocuk istismarı henüz gelişimini ta­ ortaya konmuştur.Bununla beraber ilaç ve alkol kullanımı adölesan
mamlamamış çocuklarla sexüel olarak aktif adölesanlar arasında dönemde diğer birçok problemle paralellik gösterir. Bunlar şiddet,
I likaye/tavsiye
Puberte ve adötesanlardaki fiziksel ve psikolojik değişikliklerin incelen­ görülür. Kişisel vakalarda intihar etmenin uygulanabilirliği zordur.
mesi Stresli olaylar depresyonu kolaylaştırabilir ve intihar için riski
Alkol kullanımı, liiliin.aııabolik steroit,yasadışı ilaç kullanımı gibi alış­
artırabilir.Bu stresler arasında akraba veya bir arkadaşın ölümü ,pe-
kanlıkların değerlendirilmesi,
Scxilcl aktiviıe ve scxiicl tercihin sorulması
dağojik bunalımlar, reddedilme veya küçük düşme duygusu,okul
s l'Ds ve islenmeyen gebelikleri önlemeye yönelik stratejiler zorlukları, homoseksüalite konusundaki endişeler yeralır. Bariz şe­
Kuzulunu önlenmesi, özellikle motorlu taşıt,spor, eğlence, silah kazala- kilde düşünülmeden yapılan anormal davranışlar altta yatan daha
ıınııı önlemesine yönelik klavuzluk etmek. ciddi moral bozukluğu, kişilik bozuklukları,veya madde bağımlılığı­
■Aralarında diyet alışkanlıklan ve egzersizinde bulunduğu sağlıklı yaşa­ nın habercisi olabilir. Major depresyon DSM-IV tanı kriterlerine gö­
mın özendirilmesi.
re adölesanlann %4-6 sında görülür (Konu 385). Her depresyonu ve
Iiıuosyonel. sexiiel veya fiziksel istismara ait hikayenin alınması.
Okul durumunun değerlendirilmesğöğrenme yeteneğinin veya perfor­ intihar girişimi bulunan adölesanlar psikiyatrik muayeneden geçiril­
mansın azalması incelenmelidir. melidir ve hospitalize edilip edilmeyeceğine karar verilmelidir.
Muayene Mental sağlık promlemiyle ilişkili hikayenin bulunması,okul ilişki­
fin az her 3 yılda bir kıyaslamalı bir muayene yapılmalıdır. leri,depresyon semptomlan.aile ve arkadaşlar arası ilişkiler,komorbit
Puberte ve büyümenin seyri değerlendirilmelidir.
bozuklulann incelenmesi, adölesanlann iyi anlaşılabilmesi için kı­
Yıllık hipertansiyon yönünden değerlendirme
yaslamak olarak değerlendirilmesi gereken konulardır. Hospitalizas-
Yıllık beden kitle indeksi (BM l),b yeme bozukluklarının değerlendiril­
mesinde önemlidir. yon için endikasyonlar arasında önlenemeyen intihar girişimi,intihar
İntihar ve depresyon için bulgu ve semptomların gözden geçirilmesi. için yapılmış planlara ulaşım,öldürücü araçlar ulaşım, tekrarlayan
Laboratuar testler intihar girişimi, şiddetli depresyon ve psikoz varlığı, madde bağım­
Hiperlipidemi ve bunların risklerini ortadan kaldırmakc lılığı, çevresel streslerden kişinin izole edilme düşüncesi yer alır.
Sexuel olarak aktif adölesanlarda STDs için aralarında klamidya ve go-
ADÖLESANLARDA YEM E BOZUKLUKLARI Çoğu adö-
noreninde bulunduğu hastalıklar için idrar incelemesi veya pelvik mu­
ayene yapılmalı,diğer STDs hastalıkları arasında sifilizde gözönünde bu­ lesanda hızlı büyümenin düzenlenmesi için gerekli kalorinin temini
lundurulmalıdır. ve artan anerji ihtiyacmı karşılamagereginin bir sonucu olarak iştah
H1V için artan riske bölüm. 309 da değinilmiştir. artmıştır. Adölesanlann farklı fiziksel, psikolojik ve sosyal dönem­
İmmunizasyon (Konu 122, 132) lerde gelişimin devamının sağlanması nedeniyle yeme patemleri sü­
Daha önce yapılmış aşılar ve tüberkülin testi değerlendirilmeli reklilik kazanmıştır. Adölesanlarda (kg)/Boy (m2), olarak ölçülen,
Kızamık/Kabakulak/kızamık (MMR), tetanus toxoid 11-12 yaşlarında
vücut kitle indeksi yaş ve cinse göre 95 persentilin üzerinde olması
yenilenmelidir eğer endikeyse,
Varicella aşısı, Çocukluk döneminde suçiçeği aşısı yapılmamışsa yapıla­ aşın kiloluğu belirtir. 85-94 persentil arası aşın kilo için risk oluştu­
bilir rur. 1988-1994 yıllannda NHANES III gözlemine göre, kilolu adö­
Hepatit B lesanlann sıklığında daha önceki dekatlarla kıyaslandığında %6 ora­
Influenza aşısı, eğer altta kardiak veya solunum yolu hastalıkları varsa nında arttığı görülmüştür. Obesitenin artan sıklığı multifaktoriyaldir
yapılmalıdır.
ve aktivite derecesindeki değişimler yaraşıra yeme alışkanlığının
a See Update on the Task Force Report (1987) on High Blood Pressure in Children özelliğini kapsar (Konu 77). Kız ve erkekler arasında fiziksel aktivi­
and Adolescents: A Working Group Report from the High Blood Pressure Educati­ te adölesans boyunca azalma eğilimindedir. Sevilen türde bir egzer­
on Program. NIH Publication No. 96-3790, 1996 (www.nhibi.nih.gov/he-
alth/prof/heart/hbp/hbp-ped.pdf). sizin düzenli yapılması, fiziksel aktivitenin yaşam boyu alışkanlık
6 See Clinical guidelines on the identification, evaluation, and treatment of overwe­ haline getirilmesi ne çalışılmalıdır.
ight and obesity in adults (www.nhibi.nih.gov/guideiines/obesity/ob-gdlns.pdf). Anoreksiya nervoza veya bulimiya nervoza gibi yeme bozukluk-
e See protocol developed by the Expert Panel on Blood Cholesterol Levels in Child-
ren and Adolescents (amhrt.org/Heart-and-Stroke-A-Z-Guide/cholk.html), lan, sıklıkla adölesan dönemde başlar (Konu 78). Diyet aliminin
“ See Centers for Disease Control and Prevention 1998 Guidelines for Treatment of kontrolü adölesanlann aileden bağımsızlık kazanma ve otonomi sağ­
Sexually Transmitted Diseases (aepo-xdv-www.epo.cdc.gov/wonder/prevguid/ lamak için kullandıklan belkide ilk mekanizmalardan biridir. Batı
p0000480/body002.htm).
e See Centers for Disease Control and Prevention Recommendations of the Advisory kültürlerinde adölesan kızlann ve genç adultlann çoğunda vücut bi­
Committee on Immunization Practices (ACIP) www.cdc.gov/nip/publicati- çimlerinden dolayı beslenmekten hoşnutsuz olduklan rapor edilmiş­
ons/ACIP-list.htm. tir. Normal adölesan dönemindeki insanlann incelenmesi sürpriz bir
NOT: STDs, sexually tansmitted diseases.
KAYNAK: Adapted from Guidelines for Adolescent Prevenüve Services (GAPS) şekilde anormal beslenme şekilleri ve yememe sıklığmm yüksekliği­
(www.ama-assn.org/adolhlth/recomend/monogrfl.htm) ni açıklar. Söz gelimi %79 üzerinde kendi isteğiyle, %70 kendinin
şişman olduğunu düşünür, %11 kusmaya çalışır, %5’i lakstif kulla­
intihar, depresyon, STDs ve istenmeyen gebeliktir. Böylece riskli
nır ve %3 ünde ise anoreksiya veya bulimiya nervoza için tam kri­
davranış şekillerinden birinin varlığında diğerleri süratle düşünülme­
terleri mevcuttur.
lidir.
İNTİHAR GİRİŞİMİ VE DEPRESYON Motorlu taşıt kazala­
ADÖLESAN HEKİM İLİŞKİSİ
rı ve öldürülmenin ardından 3. en sık ölüm nedeni adölesanlar ara­
sında intihardır. Son elli yılda bu oranda hemen hemen dört kat artış Çocuk hekimliğinden yetişkin hekimlik uygulamalarına geçiş,adöle­
görülmüştür. 1988’de 15-19 yaş arası guruplarda intihar hızı san,ebeveyn ve hekimler için zorluklar gösterir. Bu gruplarda geçi­
11.3/100.000 olarak hesaplanmıştır.İntihar hızındaki artışın nedeni şin kolay olmasım sağlamak için bu kişilerin özel ihtiyaçlarına yöne-
çok iyi anlaşılabilmiş değildir. Fakat bir teoriye göre modem top- linmeli ve adölesan tıbbi uygulamalarının daha spesifik bölümlerce
lumlarda büyüme kişinin sosyal izolasyonuna ve toplumdan uzaklaş­ yapılması sağlanmalıdır. Adölesanlar yetişkin temelli uygulamalara
masına neden olur. Adölesanlann yaklaşık dörtte biri intihan ciddi geçtiklerinde hekimler ilk olarak hastalarının ebeveynleriyle olan
bir şekilde düşünür ve %8’i de buna teşebbüs eder. İntihar teşebbü­ ilşkilerini saptamalıdır. Gençlerin ihtiyaçları gözlenmeli, güvenlik
sü kızlarda erkeklerden üç kat daha sık görülür; yüksek doz ilaç alı­ kayıtlan güvenilir kaynaklardan elde edilmelidir. Ebeveynleri ve
mı veya bileklerin kesilmeye çalışılması en sık intihar girişim şekil- gençlerle ortak konular görüşülmelidir.
leridir.İntihar girişiminin tamamlanması genç erkeklerde kızlardan Küçüklerin tıbbi uygulamalanyla ilişkili yasal meşelerin yoğun­
3-5 kat daha fazla görülür ve ganellikle ateşli silahlar,asma veya luğu artmaktadır ve yasalar ülkeler arasmda ve zamansal olarak fark­
yüksekten atlama şeklinde görülür. İntihar puberteden önce nadirdir. lılık gösterir (Konu 2). Genel kural olarak 18 yaşına ulaşan herhan­
Adölesanlar arasında intihar için risk faktörleri arasında önceki inti­ gi biri tedaviye izin verme hakkına sahiptir. Bu yaşın altındakilerde
har girişimi, depresyon veya diğer majör psikiyatrik bozukluk hika­ ise ebeveyn veya kanunen sorumlu bir kişinin nzası alınması gerek­
yesi .madde bağımlılık hikayesi, tıbbi hastalı, ailede intihar girişi­ lidir. Bunula birlikte birkaç istisnai durum vardır. Böyle bir durum­
minde bulunanların varlığı,taranan birininin intihar ettiğinin bilini­ da aciliyetin durumu belgelenmeli ve aileye bildirilmeye çalışılma­
yor olması yer alır. Ne yazık ki bu ve diğer risk bu ve diğer risk fak- lıdır. Özgürlüne kavuşmuş ya da yasal sorumlusu olamayan küçük
ıörleri intihar girişimi bulunmayan gençler arasındada nisbeten sık yaştaki biri nza gösterebilir. Bu istisna durumlar askeri servis çalı-
36 i Klinik Tıbba Giriş alışkanlığının kazandırılması bulunur. Adölesan koruyucu servisi
(GAPSfmn genel klavuzu Tablo 8 -3’te özetlenmiştir.
şanları, evli olanlar, finansal olarak bağımsız olanlar, ailesinden ay­
rı yaşayanlar yer alır. Ayrıca küçük yaştaki birinin sağlık durumun­ ÖZET
daki bozukluk potansiyel olarak tehlikeye girme eğilimi taşıyorsa
Adölesan terimi büyüme anlamına gelen latince bir sözcükten türe­
ve ebeveynlerinin rızalarının alınması güçlük gösteriyorsa ki şu du­
tilmiştir. Adölesans birçok yönüyle kimlik oluşturulması ve gelişi­
rumlarda olabilir; madde bağımlılığı, gebelik, STDs larda küçükle­
min doruğa ulaşması aynı zamanda üreme becerisininde kazanıl­
rinde rızaları dikkate alınabilir. Böyle kişilere tedavinin faydası ve ması anlamlarına gelir. Gerçi bu olaylar internal fizyolojik olaylar-
riskleri anlatılmalı ve anlatılanları anlayabildiklerinden emin olun­ ca tetiklenir. Bunlar sosyal çevre ile aile çevresinin içiçe bulundu­
malıdır. ğu durumlardır. Hekim bu geçişlerde adölesanların hastalıklarının
Adölesanlardan alman tıbbi hikaye ihtiva ettiği birçok farklı yönetimi ve bilgi edinebilmelerini kolaylaştırmak bakımından
faktör bakımından adult hikayesinden farklıdır.Bunlar arasında , önemli bir role sahiptir. Üstelik hekimlerin çoğunun adölesanlar
örneğin okul çalışması,ev çevresi,ebeveynlerlerle,kardeşlerle , ar­ için örnek bir model olduğu hatırlatılmalıdır ve objektif olmaları
kadaşlarla ve büyüklerle ilişkiler bulunur.Adölesanların sıklıkla sağlanmalıdır. Tıbbın ötesindeki konularda da bilgi sunmalıdırlar.
tıbbi konulardaki bilgileri eksiktir ve otorite biçimiyle ilgili hassas
konularda bilgi sahibi kişilerle tartışmaktan kaçınabilirler.Bazı ko­ H İB İİO G R A FY A
nularda yönlendirilmeye veya tartışmaya karşı oldukça hassaslar- ELLIOTT DS et al: Violence in American Schools: A New Perspective. New
dır.Bu nedenle onlara sıklıkla yazılı metin veya soru-cevap formla­ York, Cambridge University Press, 1998
rı verilmelidir.Bu sadece göreceli olarak .rahatsız etmeden ve teh­ EMANS SJ et al: Pediatric and Adolescent Gynecology, 4th ed. Philadelphia,
Lippincott-Raven, 1998
dit edici bir şekil dışında bilgilerin toplanmasına yardım etmez ay­
F1NKELHOR D et al: Sexual abuse in a national survey of adult men and wo­
nı zamanda hekimle konuların nasıl tartışılacağı konularında da ve men: Prevalence, characteristics, and risk factors. Child Abuse Negl 14:19,
bu meseleleri kestirebilme ve doğru karar alabilme zorluğunda da 1990
yardımcı olur. Bazen aknenin başlamasıyla ilgili bile sorunlar ola­ GRUMBACH MM, STYNE DM: Puberty: Ontogeny, neuroendocrinology,
physiology, and disorders, in Williams Textbook of Endocrinology. 9th ed, JD
bilir,halbuki aynı kaygı için bazıları HIV enfeksiyonu veya isten­ Wilson, DW Foster, HM Kronenberg, PR Larsen (eds). Philadelphia, Saun­
meyen gebeliğe karşı korku taşırlar.. Adölesanlar sexüel istismar ders, 1998. pp 1509-1625
hakkında suçluluk hissedebilirler veya bazı konularda daha büyük­ Guidelines for adolescent preventive services (GAPS). Arch Pediatr Adolesc
lerinin baskılarına yenik düşmüş olabilirler.. Hekim böyle birçok Med 51:123. 1997
JELLINEK MS, SNYDER JB : Depression and suicide in children and adoles­
konularda, eğer bir tehdit ve anlayış ve ilgi ihtiyacı varsa , ilgili cents. Pediatr Rev 19:255, 1998
yardım etme ve yol gösterici pozisyonda olmalıdır. Bu tip sorunlar KANN L et al: Youth risk behavior surveillanceae United States, 1997. MMWR
nedeni ile erişkini özel olarak sorgulamak önemlidir.Bazı gençler CDC Surveill Summ 47:1, 1998
KAPLOW1TZ PB et al: Reexamination of the age limit for defining when pu­
özellikle ebeveynlerinin ısrarla birlikte görüşmeyi arzu etmeleri ha­
berty is precocious in girls in the United States: Implications from evaluation
linde bile bu duruma şiddetle karşı çıkmayı düşünebilirler.Konuş- and treatment. Pediatrics 104:936, 1999
maların gizli kalması konusunda ısrarcı olmak gereklidir.Erişkinler MARSHALL WA, TANNER JM: Variaüons in pattern of pubertal changes in
bazan bu konuları hekimden önce hemşire veya hastabakıcı ile gö­ girls. Arch Dis Child 44:291, 1969
MARSHALL WA, TANNER JM: Variaüons in the pattern of pubertal changes
rüşmeyi yeğlerler. Böylece çok kısa da olsa konuyu bir başkası ile
in boys. Arch Dis Child 45:13, 1970
danışmak faydalı olabilir.Konuya direk girmek yerine konular hak­ SHAFER MB: Annual pelvic examination in the sexually active adolescent fema­
kında yerel bilgiler almak okul veya büyükler hakkında yetişkinin le: What are we doing and why are we doing it? J Adolesc Health 23:68, 1998
ilgileri,aktiviteleri ve muhtemel risk faktörleri için bilgi verebilir.
Gençler arasında madde bağımlılığı, risk alma davranışları, STDs,
istenmeyen gebelikler,intihar,sexüel uyum problemleri,sexüel istis­
9 N e il M .R esnick
mar,depresyon,yeme bozuklukları bu yaş grubunda rutin değerlen­
dirilmesi gereken önemli konulardır. Girişim aynı zamanda eği­ G E R İA T R İK T IP
tim,sağlık bakımı rehberliği ve konsültasyon için de yeterli zamanı Şule Oktay, Yusuf Karataş
içermelidir.Ayrıca erişkin bakımına esas olmak üzere konular hak­
kında yazılı bilgi de içermelidir. 65 yaşın üzerine ulaşabilmiş tüm insanların yansı şu anda hayatta­
Adölesan fizik muayenesi, yetişkin muayenesinden birçok ko­ dırlar. Bu istatistik önemli demografik ve ekonomik anlama sahip­
nuda farlılık gösterir. Bunlardan en önemlisi büyümenin ve sexüel tir ve koruyucu hekimlik üzerindeki etkisi de önemlidir.
gelişimin değerlendirilmesidir. Ayrıca anketler pubertal gelişim ev­
resinde adölesanların kendi kendi kendilerini tanıma fırsatı sağlar. Y A Ş L A N M A N IN B İY O L O J İS İ
Normal fizyolojinin açıklanmasına fırsat veren daha az stresli mu­
ayeneler yapılabilir. Bütün sağlık değerlendirmesinin bir parçası Yaşlanmanın çok sayıda moleküler mekanizması tanımlanmıştır.
Örneğin, yapısal kromozom anomalilerinde, DNA çapraz bağların­
olarak pelvik muayenenin yapılması konusu tartışmalıdır. Bazıları
da ve DNA tek zincir kırıklarının frekansında artış, DNA metilas-
tüm sexüel olarak aktif genç kadınlarda Pap smear yapmak ve
yonunda azalma ve DNA telomerik dizilerinin kayıp vardır. Prote­
STDs’nin saptanabilmesi için pelvik muayeneyi savunurlar. Kla-
inlerin primer yapıları değişmeksizin, deamidasyon, oksidasyon,
midya ve gonore için idrar testi yanısıra pelvik muayene düşünce­
çapraz bağlanmalar ve non-enzimatik glikasyon gibi posttranslas-
si spesifik endikasyon yokluğunda rutin olarak gerekli değildir.
yonel değişimler artar. Tümüyle olmasa da, mitokondriyal yapı da
Pelvik muayene yapılmak istendiğinde hastaya annesi veya sağlık
bozulur.
ekibinden birinin gözlemci olarak kalmasını isteyip istemediği so­ Ancak, biyolojik değişimler bunu açıklayan mekanizmalardan
rulmalıdır. Fizik muayene adölesans esnasında bulunma olasılığı daha iyi anlaşılmıştır. Gerçekte, yaşlılık fenotipi sıradan olmakla
yüksek olan hastalıklara yönelik yapılmalıdır (Tablo 8-2). Hiper­ birlikte, biyologlar yaşlanmanın hayvanat bahçelerinin ve uygar
tansiyon, hiperlipidemi, obesite gibi bozukluklar adölesan döne­ toplumların ötesinde de bulunduğu ve çoğu türde görüldüğü konu­
minde sıklıkla ilk olarak saptanan bulgulardır. Hastalık önleme sunda fikir birliği içinde değildirler. Üreme tamamlandıktan sonra,
stratejileri arasında immünizasyon, sigara ve aşırı alkol kullanımın­ böylesi uzun ve kompleks bir süreç görülmesinin evrimsel gerek­
dan kaçınma, iyi diyet alışkanlığının oluşturulması,düzenli egzersiz çesi sağlam değildir. Doğada yaşlanmanın olmaması dikkat çekici-
•m, (,«ı.ii-ı, n> .*utı ımn li.tyv.itil.ii, yaşlanmadan ziyade yırtıcı hayvan­ 9 Geriatrik Tıp 37
lar taralından, haftalık ya da çevre faktörleri nedeniyle ölürler. Fark­
lı canlı türlerinin farklı maksimum yaşam süreleri, özgül bir yaşlan­ İanelerinde kaynaklanır) gibi mekanizmalar ortaya konamamıştır.
ma sürecinden bağımsız olarak açıklanabilir: büyüme ve gelişme bir Bugüne kadar, yaşlanmayı geciktirdiği bildirilen tek müdahale
genetik şablona dayanırken, yaşlılık özgül bir mekanizmadan ziyade kalori kısıtlamasıdır. Kalori aliminin %30-40 oranından kısıtlanması­
rastgele hasarların birbirine eklenmesinin yansıması olabilir. nın yararlı etkisi, tek hücreli organizmalardan kemirgenlere kadar pek
liğer yaşlanma farklı bir süreç olarak ortaya çıkıyorsa, aracılık çok farklı türde gösterilmiştir. Kemirgenlerde sadece ortalama bekle­
•ileli mekanizmaların çevreden multifaktöriyel, çevreden etkilenen, nen yaşam süresini ve maksimum ömrü uzatmakla kalmayıp, aynı za­
mgaııa- veya hücreye özgül, veya böyle değilse türe-özgül olma ola­ manda yaşa bağlı bazı hastalıkların ve fizyolojik sistemlerdeki (öm.
sılığı konusunda fikir birliği vardır, ki bu da elimizdeki insan verile­ immün yanıt, glukoz metabolizması, kas atrofisi) gerilemenin ortaya
rini özellikle sorunlu hale getirir. Sonuç olarak, yaşlanmayla ilgili çıkmasını da geciktirir. Dahası, gen ekspresyonu ile protein döngüsü
olarak araştırıcı sayısı kadar teori vardır. Çoğu teori birbiriyle örtü­ ve çapraz bağlanmada üzerine etkisi hem mitotik, hem de postmito-
dür veya tümüyle birbirinden farklı değildir, ve veri eksikliği nede­ tik hücrelerde belirgindiir. Mekanizması henüz belirlenememiş ol­
niyle hiçbiri birbiriyle karşılaştırılabilir değldir. Teoriler, biri yaşlan­ makla birlikte, bu olay herhangi bir diyet komponentinin azaltılması
mayı genetik bir programa atfeden, diğeri ise homeostatik sistemler­ (öm. fat ahmı) veya vitamin ya da antioksidantlann diyete eklenme­
de ilerleyen ve rastgele hasar oluşumuna bağlayan iki ana kategori­ sinden ziyade, kalori kısıtlamasına özgüdür. Ne yazık ki, yüksek me­
ye ayrılabilir. melilerde (primatlar) elde edilmiş yeterli veri henüz yoktur ve insan­
Maksimum yaşam süresindeki türe özgül dramatik farklılıklar, larda kalori kısıtlamasının etkisi halen bilinmemektedir.
ınonozigot ve dizigotik ikizler karşılaştırıldığında hayatta kalma açı­
sından gözlenen güçlü korelasyon ve bazı nematod ve farelerde tek­ GERİATRİK TIBBIN İLKELERİ
li mutasyonlann yaşam süresini %50’den daha fazla uzatabilmesi
şeklindeki gözlemler yaşlanmanın genetik teorilerinin geliştirilmesi Biyolojik çelişkiye rağmen, fizyolojik açıdan insanda yaşlanma her
için itici güç olmuştur. Ancak, bütün genetik teoriler üremenin ta­ bir organ sisteminin homeostatik kapasitesinde giderek ilerleyen da­
mamlanmasını takiben evrimin seleksiyon baskısının çok az düzey­ ralma ile karakterizedir. Çoğunlukla homeostenosis olarak anılan bu
de olduğunu hesaba katmalıdır. Son zamanlarda 3 genetik teori ge­ azalma, 3. onyılda belirgindir ve hızı ve derecesi değişkenlik göster­
liştirilmiş olmakla birlikte, bunları açıklayabilecek çok az veri mev­ mekle birlikte aşamalı olarak ilerler. Her bir organ sistemindeki za­
cuttur. Birinci teori, hayvanların genellikle doğa güçleri karşısında yıflama (Tablo 9-1) diğer organ sistemlerindeki değişikliklerden ba­
maksimum ömür uzunluğuna erişemeden elendiklerini ve yaşlanma­ ğımsız bir şekilde meydana geliyor gibi görünmektedir ve genetik
nın, uzun-dönemde hayatta kalmayı olumsuz yönde etkileyen mutas- faktörlere ilave olarak diyet, çevresel faktörler ve kişisel alışkanlık­
yonlan yansıttığım ileri sürmektedir. Bu mutasyonlar canlı geno­ lardan da etkilenir.
munda birikmeklidir, çünkü onları silecek herhangi bir seleksiyon Bu gerçeklere dayanarak bazı önemli prensipler belirlenmiştir:
baskısı yoktur. İkinci teori olan "pleiotropik antagonizma," üreme­ (1) Bireyler yaşlanmanın değişik stereotiplerine bağlı olarak yaşlan­
den önce yaşamsal avantajlar taşıdıkları için korunan genlerin geç ve dıkça, birbirlerine benzemez hale gelirler; (2) Herhangi bir sistem ya
zararlı etkilerinin yaşlanmaya neden olabileceğini ileri sürer. Üçün­ da fonksiyonda ani azalma "normal yaşlanma 'ya değil, her zaman
cü teori dışarıdan gelen zararlı etkenlerin göreceli olarak düşük ol­ hastalığa bağlıdır; (3) "normal yaşlanma” risk faktörlerinin (öm. kan
duğu ekolojik nişleri (yaşam alanları) temel alır. Böyle bir çevrede basmcı artışı, sigara içme, sedentar yaşam tarzı) giderilmesiyle ya­
hayvanların daha çok yavrulama ve onlan korumaları mümkün oldu­ vaşlanabilir; ve (4) "sağlıklı ihtiyarlık” olasılık dışı değildir. Ger­
ğundan, evrim, yaşlanma sürecini geciktiren mutasyonlan seçebilir. çekte, herhangi bir hastalık yoksa, homeostatik kapasitede azalma
Bu teoriyi destekler nitelikte, izole bir Virginia opossumu (keseli sı­ semptomlara neden olmaz ve yaştan bağımsız olarak, günlük yaşam
çan) topluluğunda yaşlanma hızının, izole edilmeyen kuzenlerine aktivitelerinde çok az kısıtlamaya yol açar.
göre yaklaşık yan yanya daha düşük olduğu görülmüştür. Bu gerçeklerin farkedilmesi, beklenen ömürdeki çarpıcı artışın
"Raslantısal hasar" teorileri süregiden zarar ve tamir arasındaki anlaşılmasını kolaylaştırır. Ortalama beklenen yaşam süresi 65 yaşın­
dengenin bozulma olasılığına dayanır. Bu teoriler, hasarda artış (öm. da 17 yıl, 75 yaşında İl yıl, 85 yaşında 6 yıl, 90 yaşında 4 yıl ve 100
serbest radikaller; oksidasyon veya glikasyon)ile tamirde yetersizliğe yaşında 2 yıldır. Dahası, bu yıllar genelde anlamlı bir bozulmanın bu­
verilen önem ve aracılık eden mekanizmalar açısından farklılık gös­ lunmaması ile karakterizedir (Tablo 9-2). 85 yaşın üzerinde bile, in­
terirler. Ancak, hepsi de, hücre ve organ tamir kapasitesinin yaşa bağ­ sani arın yalnızca %30’unda günlük yaşamda ihtiyaç duyduğu herhan­
lı olarak azaldığı yönündeki gözlemleri paylaşır. 40 yıl kadar önce, gi bir aktivitede azalma olabilmektedir ve yalnızca %20’si huzure-
Hay Flick ve Moorehead kültür hücreleri arasında replikasyonunun vi/bakımevindedir. Kişiler yaşlandıkça, hastalıklardan, beceri kaybın­
sınırlı olduğunu gözlemlemişlerdir. Bunu takip eden çalışmalar bu dan, ve ilaçların yan etkilerinden daha çok zarar görürler ve tüm bun­
replikasyondaki yaşlanmanın hücre siklusunun, DNA senyezinin lar fizyolojik kapasitedeki azalmaya eklenince yaşlı kişi çevresel, pa­
bağladığı nokta olan Gl/S fazında durmasına bağlı olduğunu ortaya tolojik ve farmakolojik faktörlere karşı daha duyarlı hale gelir.
koymuştur. Son yıllarda, hücre replikasyonunun telomerik DNA Aşağıdaki kavramlar konunun geri kalanının temelini oluşturur:
uzunluğu ile de bağlantılı olduğu anlaşılmıştır. Kromozomların uç kı­ 1. Yaşlılarda, özellikle 75-80 yaşındakilerde, hastalıklar çoğun­
sımlarında bulunan telomerik DNA, kromozom instabilitesini, parça­ lukla atipik görünümdedir. Yeni bir hastalığın ortaya çıkmasına bağ­
lanmasını ve yeniden düzenlenmesini önler; kromozomları çekirdek lı olarak görülen homeostatik zorlanma, sıklıkla farklı bir organ sis­
matriksine sabitler; ve DNA’nın kodlama bölgesi ile uçlan arasında temi, özellikle daha önceden var olan hastalık tarafından etkilenmiş
bir tampon görevi görür. Buna ilave olarak, telomerik DNA hücre bö­ olan sistemle ilişkili bazı semptomlara yol açar. Örneğin hipertiro-
lünmesi için de gereklidir. Ancak, her hücre bölünmesi ile telomerde- idzmli yaşlı hastaların dörtte birinden daha azında guatr, tremor ve
ki toplam 2000 baz çiftinin yaklaşık 50’si kaybolmaktadır. Telomerik ekzoftalmus vardır, daha ziyade atrial fıbrilasyon, konfüzyon, dep­
kısalma, metabolizma sonucu oluşan hücre hasarının tamiri için ge­ resyon, senkop ve zayıflama görülür. Anlamlı bir şekilde, yaşlılarda
rekli olan genetik işlevin kaybı ile sonuçlanabilir. DNA sentezin dur­ sıklıkla beyin, alt üriner, kardiyovasküler ve kas-iskelet sistemleri en
masına aracılık eden sitoplazmik faktörlerle birlikte, telomerik kısal­ zayıf durumda olduğundan, altta yatan hastalık ne olursa olsun akut
ma hücrenin bölünme yeteneğini ve buna bağlı olarak da apoptoz ile konfüzyon, depresyon, inkontinans, düşme ve senkop gibi semptom­
kaybedilen hücrelerin yerine konmasını sınırlandırabilir. lar ağırlıklı olarak görülür. Bu yüzden en yaygın geriatrik sendrom-
Yaşlanmaya aracılık ettiği öne sürülen, spontan mutasyon teori­ larda ayıncı tanı, semptomlardan bağımsız olarak, çoğunlukla ben­
si (yaşlanma kendiliğinden oluşan mutasyonlan üstüste eklenmesi zerdir. Sonuç eşit derecede önemlidir: Yaşlılarda belirli bir sempto­
sonucu oluşur), hatalı yıkım teorisi (yaşlanma genetik materyal veya mun ilişkili olduğu organ sistemi olasılıkla gençlerde bu semptomun
protein sentezi yapan birimler için kritik önem taşıyan proteinlerin kaynağından farklıdır. Örneğin, orta yaşlı bireylerle karşılaştırdı­
sentezindeki hatalann sonucunda ortaya çıkabilir) ve intrinsik muta- ğında, yaşlı hastalarda konfüzyon daha az sıklıkta yeni bir beyin lez-
p.eııcz (yaşlanma intrinsik olarak süregiden DNA’nın yeniden düzen- yonundan, depresyon psikiyatrik bir hastalıktan, inkontinens mesa-
Yaşla-ilişkili Yaşla-ilişkili fizyolojik Consequences of
Organ/Sistem Fizyolojik değişiklika değişikliklerin sonuçları Disease, not Age

Genel Vücut yağıt Yağda-çözünen ilaçların dağılım hacm iî Obezite


Total vücut sıv ısı! Suda-çözünen ilaçların dağılım hacm i! Anoreksia
Gözler/kuiaklar Presbiyopi İAkomodasyon
Lensin saydamlığını kaybetmesi Göz kamaştırıcı uyaranlara hassasiyeti Blindness
(opaklaşması) Daha fazla aydınlık ihtiyacı
Yüksek-frekanslarda keskinlik! Geri planda gürültü varsa kelimeleri
ayırdetmede güçlük
Endokrin Glukoz homeostazında bozulma Akut hastalık durumuna yanıt olarak Diabetes mellitus
glukoz seviyesi?
Tiroksin klirensi (ve üretimi)! Hipotiroidizmde ihtiyaç duyulan T4 dozu! Tıroid dysfunction
A D H Î, renin! ve aldosteron! Na+! , K + î
Testosteron! Impotence
Vitamin D absorpsiyonu ve aktivasyonu! Osteopeni Osteomalaica, fracture
Solunum Akciğer elastikiyeti! göğüs duvarı rijiditesiî Ventilasyon/perfüzyon dengesinde bozulma Dyspnea, hypoxia
ve P 0 2!
Kardiyo-vasküler Arteriyel kompliyans! sistolik K B Î KH artışına hipotansif yanıt, volüm azalması, Syncope
ve SV H -» ya da atrial kontraksiyon kaybı
P-adrenerjik cevaplılıkta! Kalp debisi ve strese KH yanıtı! Heart failure
Baro reseptör duyarlılığı! Ayağa kalkmaya kan basıncı yanıtında Heart block
SA düğümü otomaüsitesi! bozukluk, volüm azalması
Gastrointestinal Hepatik fonksiyon! Bazı ilaçların metabolizmalarının gecikmesi Cirhosis
Gastrik asidite! Aç kamına Ca2+ absorpsiyonu! Osteoporosis, B 12 deficiency
Kolon m otilitesi! Konstipasyon Fecal impaction
Anorektal fonksiyon! Fecal incontinence
Hematoiojik/immün Kemik iliği kapasitesi(?)! Anemia
sistem T hücre fonksiyonu! Yanlış-negatif PPD cevabı
Otoantikorlarî Yanlış-pozitif romatoid faktör, antinükleer antikor Autoimmune disease
Böbrek g fh ! Bazı ilaçların atılanında yetmezlik Serum creatinine?
İdrar konsantrasyonu/dilüsyonu! Tuz ve sıvı kısıtlamasına/yüklemesine gecikmiş N a + !?
(“Endokrin” bölümüne bkz.) cevap; noktüri
Genitoüriner Vajinal/üretral mukozal atrofi Disparöni, bakteriüri Symptomatic UTI
Prostat büyümesi Rezidüel idrar volümü? Urinary incontinence;
urinary retention
Kas-iskelet Yağsız vücut kütlesi, k a s! Functional impairment
Kemik dansitesi! Osteopeni Hip fracture
Sinir sistemi Beyin atıofisi Benign yaşlılık unutkanlığı Dementia, delirium
Beyinde katekolamin sentezi! Depression
Beyin dopamin sentezi! Yürüme sertliği Parkinson’s disease
Düz durma refleksleri! Vücut salınması? Falls
Faz 4 uyku! Erken uyanma, uykusuzluk Sleep apnea

a Herhangi bir semptomu ya da tespit edilebilir hastalığı bulunmayan sağlıklı yaşlılarda genel olarak organ sistemlerinde gözlenen değişiklikler. Bu değişikliklergenellikle, sis­
tem stres altında ise ya da diğer faktörler (ör., ilaçlar, hastalık, ya da çevresel faktörler) eklendiğinde önem kazanır, aksi takdirde nadiren semptomlara yol açar. Kısaltmalar: T4,
Tiroksin; KB, Kan basıncı; KH, Kalp hızı; ADH, antidiüretik hormon; GFH, glomerular fıltrasyon hızı.

nenin fonksiyon bozukluğundan, düşme bir nöropatiden veya sen- tedavisi kalp yatmezliğinin sıklıkla daha az ilerlemesine neden
kop kalp hastalığından kaynaklanır. olur. Böylece, paradoks olarak, altta yatan hastalığın tedavisi daha
2. Azalan fizyolojik kapasite nedeniyle, yaşlı hastalar sıklıklakolaylaşabilir. Nedeni de hastalığın az ilerlemiş olmasıdır. Sonuç
hastalıklarının erken döneminde semptomlar geliştirirler (Şek 9- olarak, daha genç insanlarda yan tesir oluşturma olasılığı olmayan
1). Örneğin, hipertroidizm, hiperparatiroidizmde görülen kognitif ilaçlar veya ilaç dozları yaşlılarda yan etkiye neden olabilir (Konu
fonksiyon bozukluğu, prostat büyümesine bağlı idrar retansiyonu 71). Örneğin, difenhidramin gibi antihistaminik konfüzyon, loop
ve nonketotik hiperosmolar koma gibi hastalıklar hafif derecede diüretikleri üriner inkontinence, digoksin normal serum düzeyle­
olan kalp yetmezliğini açığa çıkarabilir. Çünkü onların zamanında rinde bile depresyonu indükleyebilir ve doktor kontrolunda alınma­
yan sempatomimetikler hafif prostat obstrüksiyonunu olan erkek­
îYmo -Ş'AUm'-n Y.s^ıın Ş iird en u ‘ dünlük VYr-ium A kk v- vktî Ha- lerde üriner retansiyona yol açabilir.
a î î 'is ı / Vvi'i'.u* C ç 'iir ik ’hitı.'n Y ılla r

Beklenen Yaşam Beceri Kaybının


Süresia, ort. Olmadığı Yıllar

Yaş Erkekler Kadınlar Erkekler Kadı: Hastalığın Kompansatuvar


Ciddiyeti Mekanizmalar
65-69 13 20 9 11
70-74 12 16 8 8
75-79 10 13 7 7
80-84 7 10 5 5
>85 7 8 3 3
a Massachusetts’de herhangi bir kuruma bağlı olmayan yaşlı erkekler ve kadınlar.
Semptomatik Asemptomatik
Yaşam süresi ve beceri kaybının olmadığı yaşam süresi şaşırtıcı şekilde uzundur ve
tedavi karan verirken göz önünde bulundurulmalıdır. Tüm rakamlar en yakın yılı
içine alacak şekilde yuvarlanmıştır. Yaşam uzunluğu ile ilgili daha fazla bilgi için ŞEKİL 9-1 Eğer kompansatuvar sistemler bozulmuşsa organ sistem­
metne bakınız. lerinin hafif fonksiyon bozuklukları bile semptomlara yol açabilir. (NM
KAYNAK: S Katz et al: N Engl J Med 309:1218, 1983. Resnick’den: JAMA 276:1832, 1996.)
No yazık ki, hastalığın erken bir döneminde semptomların ge­ 39
lişme eğilimi, yaşın ilerlemesi ile oluşan davranış değişikliğinin
hasıalığa yansıması ile faklılık sergileyebilir. Zaman geçtikçe,
semptomlar ve kuvvet kaybı yaşlanmanın normal sonuçları olarak
kabul edilir. Yaşlılarda semptomlar görülünceye kadar dikkatle
ulaştırılması daha az olasıdır. Böylece, her hangi bir semptom,
"/ellikle fonksiyonel durum değişikliği ile ilgili, acilen değerlendi­
rilmeli ve ciddi bir şekilde önlem alınmalıdır.
3. Hemostatik mekanizmaların fazla sayıda olmasından hemfi­
kir olunduğu için, bunun sonucu tedavi edilecek bir çok anormal­
likler ortaya çıkabilmektedir. Bu anormalliklerin herbirindeki kü-
çıık ilerlemeler büyük faydalar sağlayabilecektir. Örneğin, Alzhe­
imer hastalığı olan hastalardaki kognitif bozukluk donezepil teda­
visinden ziyade morbiditeyi iyileştirme girişimleri daha iyi cevap
verebilir (Şekil 9-2). Benzer yaklaşımlar düşmeler, inkontinens,
depresyon, delirium, senkop ve kırık gibi diğer geriatrik sendrom-
ları içeren durumlarda da söz konusudur. Her bir vakada belirgin
fonksiyonel ilerleme, hastalığın primer tedavisinden ziyade sekon-
Alzheimeryaş
der olarak katkıda bulunan faktörlerin eliminasyonu sonucudur.
4. Bakterimi, prematüre ventriküler kasılmalar, düşük kemik
ŞEKİL 9-2 Genç ve yaşlı hastaların Alzheimer hastalığından benzer
mineral daıısitesi, bozulmuş glukoz toleransı ve inhibe edilemeyen
sıkıntı çektikleri görülebilmesine rağmen, yaşlı hastalardaki hastalı­
mesane kasılmaları gibi genç hastalarda anormal olan çoğu bulgu­ ğın boyutu komorbidite ve ilaç kullanımı ile sıklıkla arttırılır. Alzhe­
lar, yaşlılarda nispeten daha yaygındır. Ancak, onlardan özel bir imer hastalığının yetersiz tedavisine rağmen, katkıda bulunan bu
semptom sorumlu olmayabilir, yanlış tedavi ve hatalı tanı sonucu faktörlerin tanımlanması ve tedavisi yaşlı hastanın fonksiyonunu
olan tesadüfi bulgular da olabilir. Örneğin, bakteriüri bulgusu, ne geliştirecektir. KKY, konjestif kalp yetmezliği; KOAH, Kronik obstrük-
yaşlı hastada akut bir şekilde oluşan ateşin bir kaynağının araştır­ tif akciğer hastalığı.(Resnick ve Marcanionio’dan.)
ma sonucu, ne de rastgele kan şekerinin yükselmesidir. Özellikle
ııöropatinin nedeni olarak sonuçlanabilir. Öte yandan, belli diğer
anormallikler, ör; anemi, impotens, depresyon veya yaşlılık kon-
Kısaca, genel olarak yaşlı hastanın uygun tedavisi genellikle
füzyonu olmaksızın ileri yaş nedeni olarak ortaya çıkabileceği göz­
semptom ya da hastalıkla ilişkili organ sisteminden çok genel bir
den kaçırılmamalıdır.
tedaviyi gerektirir.
5. Yaşlı kişilerde semptomlar bir çok nedene bağlı olduğu için,
DEĞERLEND İRM E Yaşlı hastaların değerlendirilmesi,
teşhiste “law of parsimony" (cimrilik yasası) uygulanmaz. Örneğin,
problemleri bilinmesine rağmen zaman alabilir. Bununla beraber,
ateş, anemi, retinal emboli ve kalpte mır mu- sesinin duyulması,
genç hastalarda enfektif endokardit bulgusunu yansıtır fakat aspiri­ başlangıç araştırmaları sonraki morbiditeyi ve kaynak kullanımını
ne bağlı kanama bozukluğu, kolesterol embolisi, tipik olmayan aor- azaltabilir. Hasta ve doktor memnuniyetini artırabilir. Bunun yanı-
tik skleroz ve viral hastalık gibi belirtiler yaşlı hastada enfektif en- sıra gözlem kadar hastalar veya hastaların bakıcıları tarafından dol­
dokarditi düşündürebilir. Ayrıca tanı doğru olsa bile, yaşlı hastada durulan anketlerde toplanabilir. Bekleme odasında karşılanan hasta
tek bir hastalığın tedavisi nekahatla sonuçlanmayabilir. Örneğin doktora etkili ip uçlan ve kognitif cevaplar verir, örneğin; güçlü el
daha genç bir hastada istemsiz mesane kasılmalarına bağlı inkonti­ sıkma, yardım almaksızın sandalyeden kolaylıkla kalkma, uzun ve
nens, mesane gevşetici bir ajan ile rahatlıkla tedavi edilebilir. An­ güvenli adımlarla yürüme, muayene odasına yönelebilme ve mu­
cak depresyon ve artriti için ilaç alan, beraberinde defakasyon zor­ ayene sandalyesine güvenle oturma gibi, giyinirken ve soyunurken
luğu olan aynı durumdaki yaşlı bir hastada, tek başına mesane gözlenen hastada kognisyon, ince motor beceriler, denge, ve yargı­
spazmlarının tedavisi kontinensi düzeltmeye yeterli olmaz. Diğer lama gücündeki bozulmanın belirlenmesi kolaylaşır. Bu gözlemler
yandan, hatalı tedavinin kesilmesi, etkisiz hale getirilmesi ve artri- sıklıkla standart muayeneden daha çok bilgi sağlayabilir ve klinik
tin tedavisi, mesane gevşetici bir ajana ihtiyaç duymadan, konti­ değerlendirmeyi kısaltabilir.
nensi tedavi edebilir. Bu prensipleri belirlemedeki başarısızlık, YAŞLI HASTALARDA HİKAYE ALIM I Birçok yaşlı hasta
akılcı olmayan ilaç kullanımına ve yaşlı hastalar arasında tedavinin güvenilir medikal hikaye verebilir, ancak şikayetlerin çokluğu hi­
anlamsızlığına ve yukarıda bahsedilen durumlara neden olabilir. kaye almayı güçleştirebilir. Veriler eğer hasta iletişime giremiyor-
6. Çünkü, yaşlı hasta, genç hastaya göre eşit veya daha etkili te­ sa, aile arkadaş veya bakıcılardan alınır. Hikaye; ilaç alımı, diyet
davi görse bile, hastalığın tedavisi ve önlenmesi sırasında doğabi­ alışkanlıkları, düşme, inkontinens, seksüel fonksiyon, depresyon ve
lecek olumsuz sonuçlardan sıkıntı çekme yaşlı hastalarda daha ola­ anksiyeteyi içermelidir.
sıdır. Örneğin; bir myokard infarktüsünden sonra trombolitik ve b- İleri Yönergeler, Bütün yaşlı hastalara ileri sağlık bakımı kap­
blokör tedavisine ek olarak ekzersizin yaşamsal yararları genç samında olup olmadıkları sorulmalıdır. Eğer bu kapsam içindeyse
olanlar kadar yaşlı hastalarda da etkileyicidir ve influenza ve pnö- ilgili belge kayıtlara eklenmelidir. Bu yönergeler bir sağlık bakım
mokokal pnömoniye karşı aşılamaya ilave olarak hipertansiyon ve vekaleti veya hastaların karar veremediği durumda ilgili konuda
geçici iskemik atakların tedavisi yaşlı hastalarda daha efektiftir. karar verecek bir kişinin velayeti veya hastaların iletişim kurama­
Buna ek olarak, yaşlı hastalarda hastalığın önlenmesine geniş bir dığı kritik dönem için önceden belli durumlarda tedavi seçenekle­
çerçevede bakılmalıdır. Örneğin, kemik dansitesini artırma girişim­ rini belirten yönergeler olabilir.
leri yaşlı hastalarda kısıtlı olmasına rağmen, ayakta dik duruşun Hastaların daha önceden bu yönergeleri (direktifleri) hazırlayıp
zorlanmaması, konfüzyon ve ekstrapiramidal postür bozukluğu hazırlamadıkları göz önüne alınmaksızın, hastanın sağlığı konu­
oluşturan nedenlerden ziyade, kemik metabolizmasını etkileyen sunda karar veremediği durumda kimin karar vereceği konusunda
nedenleri de saymazsak, dengenin geliştirilmesi, bacakların güç­ bir kayıt ortaya konmalıdır. Hastalar daha sonra, atanmış vekil ve­
lendirilmesi, periferik ödemin azaltılması, diğer katkıda bulunan ya doklarla görüş alıp-verme konusunda yüreklendirilmelidir. Bu
sağlık problemlerinin tedavisi, beslenme açıklarının düzeltilmesi, tartışmalarda gelecekle ilgili tüm komplikasyonların ortaya konma­
çevresel zararlı etkilerin uzaklaştırılması ve yanlış tedavileri değiş­ sı mümkün olmayabilir. Belli durumlar için hastanın direktiflerinin
tirme çabaları ile de kırık oluşması önlenebilir, kesinleştirilmesi (resasitasyon ve inkübasyon gibi) oldukça güçtür,
40 maddelik bir testte) depresyonu düşündürür. Ancak 5 dakika sonra
bu maddelerin hatırlanmasındaki zorluk demansı düşündürür. Dik­
çünkü prognozla ilgili olarak tercihler değişme eğilimindedir. Ör­ kat zorluğu olan hastalarda (basit kelimeleri heceleyemeyen, 5 ha­
neğin, hasta şiddetli bir felçten sonra küçük bir tedavi sonunda na- neli rakamı tekrarlayamayan, yılları ve ayları sayamayan) bu has­
sogastrik sonda yerleştirilmesi ile ilgilenmeyebilir, ancak örneğin talarda deliryum muhtemeldir ve testin devamının güvenirliği şüp­
pnömoni gibi bir hastalıktan iyileşmesi için kısa süreli kullanımı helidir. Ancak test detaylı bir değerlendirmeden sonra geçerli ola­
kabul edecektir. Hastanın değerlerini ve amaçlarını, ortaya çıkara­ rak yapılmalıdır.
cak empatik öneriler ve açık uçlu sorular içeren bir tartışma daha FONKSİYONEL KAPASİTENİN DEĞERLENDİRİLME­
faydalıdır. Bunun ötesinde herhangi bir durum için seçenekler te­ Sİ Daha genç hastalar için standart bir taslak halinde tanımlanan
mel klinik durumlara ilgili olarak değişebilir. Sağlam yaşlı bireyler sağlık problemlerin listesi sıklıkla daha yaşlı hastalar için yetersiz
için tedavi realistik bir amaçtır ancak komplikasyonlar genç birey­ kalmaktadır. Kalp yetmezliği, inme ve prostat kanseri kurumu ol­
lere göre daha sık görülebilir. Fonksiyonel durumu iyi olmayan mayan yatağa bağlı bir kişi için tanımlanabilir. Böylece hem tıbbi
güçsüz yaşlı hastalar için semptomların azalması bile bir amaç ola­ ve hem de psikososyal problemlerine göre hastanın fonksiyonel ka-
bilir. İleri demansı veya terminal hastalığı olan hastalar için palias- pasitesizliğinin derecesini soruşturmak esastır. Fonksiyonel değer­
yon en iyi strateji olabilir. Her durumda hastanın tercih ve değerle­ lendirme, günlük yaşamın alet kullanarak gerçekleştirilen aktivite-
rinin (hasta belirleyebildiği sürece) erken ortaya konması, gerek lerini, bağımsız yaşam için ihtiyaç duyulan daha kompleks şeyleri
doktorlar, gerek aileleri, hastanın isteğini ortaya koyma amacında yapabilmeye ilave olarak günlük yaşamın temel aktivitelerini ger­
olan vekilleri zor kararlara karşı karşıya bırakmayacaktır. çekleştirebilmek için hastanın yeteneklerinin belirlenmesini içerir.
FİZİK MUAYENE Hikayedeki ip uçlarına yönelik uygun Günlük (temel) yaşam aktiviteleri, banyo yapma, giyinebilme, tu­
muayene yapılmalıdır. Ağırlık ve postural kan basıncı tüm muaye­ valete gitme, beslenme, sandalye ve yataktan kalkma, geri oturma-
nelerde ölçülmelidir. Görme ve duyma kontrol edilmelidir. Eğer yatma ve yürümeyi kapsamaktadır. Günlük yaşamın alet kullanarak
duyma bozukluğu varsa odyolojik testlerden önce dış kulak yolun­ gerçekleştirilen aktiviteleri, alışveriş yapma, yemek pişirme, para­
daki kir temizlenmelidir. Damak protezi çıkarıldıktan sonra ağız sal işlem yapma, ev işlerini yapma, bir telefon kullanma ve ev dı­
boşluğu muayenesi yapılmalıdır. Tiroid hastalıkları yaşlanmakla şına gezi yapmayı içerir. Güçsüz hastalar için, eğitimli bir gözlem­
artmasına karşın spesifik bulguların sensitivite ve spesifitesi genç­ ci tarafından evde bir değerlendirilmeye ihtiyaç duyulabilir, fakat
lere göre daha azalmıştır. Yaşlı kadınlarda daha fazla meme kanse­ bu aktivitelerle başa çıkmaya çalışan çoğu hasta için ise hastanın
ri görülmesi ve memenin oto muayenesi azaldığı için dikkatle mu­ kendisi veya ailesi tarafından yapılabilmektedir. Her iki durumda,
ayene edilmelidir. Aortik skleroza bağlı sistolik üfürüm sıktır ve 4. hekim, düşkünlüğün nedenini ve tedavi edilip edilemiyeceğini be­
kalp sesinin varlığı yaşlı hastalarda önemli bir kardiak hastalığa lirlemelidir. Değerlendirme sosyo-ekonomik koşulların ve sosyal
işaret etmediği bilinmelidir. Yaşa bağımlı gelişen arteriyal sklero­ güvenlik sistemlerinin tanımlanması ile sonuçlanmalıdır.
zun, aortik stenozundan ayrımı yaşlı hastalarda zordur.
İnaktif hastalar ve fekal veya üriner inkontinansı olan hastalar­
da fekal bulaşma gözden geçirilmelidir. Üriner kontinansı olan
özellikle erkek hastalarda şiş idrar kesesi araştırılmalıdır. Perineal
GENEL (JERİATRİK
hassasiyet ve bulbocavernoz reflex de test edilmelidir. Düşen has­
KOŞULLARIN İDARESİ
talarda sandelyeden kalkma yere eğilme, yukarı ulaşma, yürüme,
dönme, tekrar dönme ve tekrar oturma, takip anormallikleri ve den­
Yaşlılardaki çok yaygın olan hastalıklar tekstte başka bir yerde tar­
ge bozuklukları, hastanın gözü açık-kapalı ve sternal itme ile tek-
tışılmıştır. Aşağıda organa spesifik tanılardan ziyade, özellikle 80
tek muayene edilmelidir. Yaşlı hastalarda bacakta vibratör duyu
yaşın üzerinde güçsüz yaşlılarda görülen sağlık problemleri tartışıl­
kaybı, diz sallanmasının yokluğu ve glabellar reflexin olmayabile­

ceği akılda tutulmalıdır.
EN TELLEK TÜ EL ZAYIFLAMA Yaşlı hastalarda mentalite-
MENTAL DURUM MUAYENESİ Ruh hali ve afeksiyonun
de görülen zayıflamanın asıl nedenleri delirium, demans ve depres­
(duygunun dışa vuran ifadesi) değerlendirilmesine ek olarak, kog-
yondur. Bunların herbiri (Konu 24 ve 362) deki metinlerde tartışıl­
nitif testler yaşlı hastalarda temeldir (sadece hafızanın değişik
mıştır, fakat yaşlıların kendilerini idare edebilmeleri burada tartışı­
kompenentlerinin kontrolünü içersede). Orta derecede demansı
lacaktır.
olan kişiler sosyal durumlarını sürdürebilir, entelektüel kayıplarını
Zayıflamış mental yeteneklerin nedenlerinin farklılığı önemli­
şakacı ve koopertif bir görünüm sergileyerek gizleyebilirler, dola­
dir, fakat bunlar yaşlı hastalarda sıklıkla birliktedir. Böylece, en
yısıyla muayene eden kişi içeriği her zaman kontrol etmelidir. Ha­
önemli ilk adım, demans hastalarında (Şekil 9-2) bile kognitif bo­
berleri izleyen hastalar için hangi hikayelerle daha çok ilgilendik­
zulmaya katkıda bulunan tüm faktörleri araştırmak ve doğrulamak
leri ve nedeni sorulabilir. Aynı durum okuma ve sosyal etkinlikler
gerekir. Aynı zamanda tehlikeli davranışın nedeni de araştırılmalı­
içinde geçerlidir (televizyondaki basit komedilerde sorulabilir).
dır (Ör., serbestçe hareket etme, kaybolma ve sobaya temas gibi) ve
Eğer bu sohbetten sonra kognitif faaliyetle ilgili bir soru işare­
bunlar planlanarak yapılmalıdır. Alzheimer hastalığının spesifik
ti varsa daha ileri sorgulama gerekebilir. Kişi yer ve zamana olan
farmakolojik tedavisinin olmamasına ve donepezil gibi ilaçların et­
oryantasyon testleri basit ve orta entelektüel bozukluklar test etme­
kinliğinin kısıtlı olmasına rağmen bu durum hekimin, hastanın ve
de yeterli değildir. Hızlı bir monitörizasyon için basitçe oryantas-
ailesinin tedavisinde başka bir rolünün olmayacağı anlamına gel­
yonun test edilmesi ve elleriyle hastanın bir saat çizmesi (örneğin,
mez. Radikal tedavisi olmayan ve tedavisi yarım kalan hastalara
2 ’ye 10 kala) kognitif durum visuospatial bozukluk veya mantıki
ilaveten, hekim hastaya ve ailesine yardım etmelidir, aslında aile,
bir sekans içinde talimatları yerine getirme, azmin varlığı veya
hekimin hastaya yaptığı yardımdan daha fazlasına ihtiyaç duyar.
yokluğu konusunda fikir verebilir. Biraz daha detaylı muayeneler
için bir çok pratik mental durum testleri vardır. En çok kullanılanı
Folstein’nin (Konu 24) mini-mental durum muayenesidir. Bu mu­ j Gj I EOAV i İhtiyaç duyulursa, bir hemşire ziyareti, kişisel hijye-
ayenede 5-10 dakika içinde nümerik bir değer elde edilir. Yapılani ‘ ni sağlanmış sağlık evi, ev işlerine yardımcı olabilecek bir kişi,
teste bağlı olmaksızın toplam skor defektin spesifik alanının bilin­
S yemek servisi, taşıma servisleri, günlük sağlık merkezleri veya ai-
mesinden dragnostik olarak daha az önemlidir. Genel bir kural ola­
' le üyeleri üzerindeki yükü hafifletmek için geçici tedavi merkezi
rak anlık çağrışımlarla olan disproporsiyonel zorluk (örneğin, 3 i önerilebilir. Alzheimer derneği gibi sosyal gruplar sık sık aileyi zi-
yard çimekte ve problemlerinde onlara yardımcı olmaktadırlar. Bu 9 Gerialrik Tip 41
konudaki danışma merkezleri hastaya yardım etmek için tavsiye
edilmelidir. Aileye bir plan hazırlanmalıdır. Hasta mümkün olduğu ÜRİNER İNKONTİNENS Geçici İnkontinens (Tablo 9-3)
kadar katıldığı sürece daha ileri planlar araştırılmalıdır. Üriner inkontinens, alt üriner yolun kontrolü ile bir bütün oluştur­
Sonuç olarak, hafızanın ani kötüleşmesi ya da olumsuz davra­ masına ilave olarak, yeterli hareketlilik, mental uyum, motivasyon
nışın başlaması, yeni hastalık veya tedavisi için her zaman hareke­ ve el becerisine gereksinim duyduğu için mesane dışı problemler
le geçilmelidir. Özellikle güçsüz yaşlı hastalarda, kognitif fonksi­ inkontinens ile sonuçlanabilir.
yon bozukluğunun abartılması, orta şiddetli enfeksiyonlar ile (ör.
diş absesi, vaginit ya da ülser başlangıcı); çoğu ilacın terapötik se­ 1. Deliryum. Deliryum hali kişinin hem idrar yapma ihtiyacını ta­
viyeleri ile; alkol veya reçetesiz ilaç kullanımı ile; serum sodyum, nımlamasını hem de bu ihtiyacını karşılayacağı uygun yeri
j kalsiyum, glukoz ya da tiroksin anormallikleri ile; orta derece hi- ayırt edebilmesini engeller.
j poksi ile; sınırda beslenme bozuklukları ile; subdural hematom ya 2. Enfeksiyon. Semptomatik üriner kanal enfeksiyonu, yaygın
| da "minor" inme; ve defekasyon zorluğunun gelişmesi, üriner re- olarak inkontinense ya neden olur yada katkıda bulunur.
j tansiyon, ağrı ya da çevresel değişiklik ile meydana gelebilir. An- Asemptomatik enfeksiyonda bu durum söz konusu değildir.
i cak bir sebep bulunamazsa ve davranışı çevresindeki yapılan deği- 3. Atrofik üretritislvajinitis. Vajinal telanjiektazi, peteşi, eritem,
i şikliklere cevap vermezse, düşük doz antipsikotik tedavi (ör., oral ya da kolay parçalanabilme özelliği ile karakterize atrofik üret-
i yolla haloperidol 0,25-2mg/gün; aşağıya bakınız) yardımcı olabilir. ritis/vajinitis, yaygın olarak kadınlarda inkontinense eşlik eder
ve vajinal östrojen kremler veya birkaç aylık düşük doz östro-
DEPRESYON Depresyon, yaşlılar bakım evinde (huzurevi) % jen tedavisine yanıt verir.
5 ile 10 arasında görülür fakat sıklıkla önemsenmemektedir. En bü­ 4. İlaçlar. Daha yaygın olarak geçici inkontinense neden olan
yük risk grubu, inme ya da kırık gibi hastalığı olan bireyler, mah­ ilaçlar Tablo 9 -4 ’de listelenmiştir.
rumiyet durumunda olanlar, sosyal desteklerini kaybetmişler, hem­ 5. Psikolojik. Depresyon ve psikoz pek yaygın değildir fakat teda­
şire bakımından yoksun olanlar ya da alkol yoksunluğu gibi psiki- vi edilebilir nedenlerdir.
atrik öyküsü olan yaşlılardır. Depresyon tanısının konulabilmesi 6. Aşın idrar atılımı. Aşırı idrar atılımı zamanında tuvalete ulaş­
için, en az iki hafta devam eden depresif ruh halinin varlığı ve se­ ma yeteneğini baskılayabilir. Nedenleri arasında diüretikler, al­
kiz semptomun en az dördünün bulunması gerekir. Bu semptomlar; kol, aşırı sıvı alımı ve metabolik bozukluklar (ör; hipoglisemi,
uyku uyuma isteği, ilginin azlığı, suçluluk duygusu, azalmış ener­ hiperkalsemi, diabetes insipidus); vardır. Noktürnal inkonti­
ji, konsantrasyon eksikliği, isteklerde azalma, psikomotor ajitas- nens periferal ödemin çözülmesi sonucu da olabilir.
yon/gerileme ve intihar isteğidir. Bunlarla birlikte tanıya yardımcı 7. Hareket kısıtlılığı. Eğer hareketlilik sağlanamazsa, bir idrar ka­
konular ise depresyonun kişisel ya da ailesel öyküsü, anhedoniya bını veya lazımlık kullanmak kontinensi düzeltebilir.
(memnuniyetsizlik) ve geçmişte kullandığı herhangi bir antidepre- 8. Defekasyon zorluğu. Bu üriner inkontinensin yaygın bir nede­
sana verdiği cevaptır. Yaşlılardaki depresyon sıklıkla sistemik bir nidir, özellikle hastanede yatan ya da yatalak hastalarda görüle­
hastalığın veya ilaçların, katkısı ya da sonucudur. "Subsendromal" bilen, mekanizmanın bilinmemesine rağmen onun varlığına bir
depresyon (yukarıdaki semptomların dördünden daha azı) daha az ipucu hem üriner ve hem de fekal inkontinansın birlikte bulun­
sağlığa ve morbiditeye daha az etkisi olmasına rağmen, tedaviye masıdır. Defekasyon zorluğunun tedavi edilmesi kontinensi dü­
major depresyondan daha az cevap verebildiği görülür.§ zeltir.
Kalıcı İnkontinens (Tablo 9-3) Kalıcı (kronik) inkontinensin

§ TEDAVİ Tıbbi ve farmakolojik katkıda bulunan faktörlerin


düzeltilmesi etkisiz kaldığında ve mani veya önceden majör
sebepleri, son-dönem Alzheimer’s hastalığı ve intrinsik alt üriner
yolun disfonksiyonu gibi irreversibl fonksiyonel bozuklukları içe­
depresyon öyküsü olmadığında, tedavisi ya da rehabilitasyonu ge­ rir. Alt üriner sistem disfonksiyonu geçici(transient) nedenler hariç
ciken akut depresyon tanısı ile hastanede yatan hasta için, metilfe- tutulduktan sonra araştırılmalıdır.
nidat 5-10 mg sabah-öğle çoğu zaman etkilidir. Birkaç gün içerisin­ Detrusor Aşırı-Aktivitesi Bu hastalık (istemsiz mesane kasıl­
de faydalı etkileri görülür. Major depresyonlu hastalar için, ideal ması) hastaların durumu ne olursa olsun her iki cinsiyette geriatrik
antidepresan ilaç yoktur. Hepsi yaklaşık eşit etkinliğe sahiptir. Fa­ inkontinens 3 ’de 2 oranında görülür. Detrusor aşırı aktivitesi kadın­
kat yan etkileri farklıdır (aşağıya ve konu 385’e bakınız). Sonuç larda damlama tarzında idrar yapma şeklinde ortaya çıkar, stres ya
olarak, psikomotor retardasyonlu hastalar için (ör., sertalin, desip- da üriner retansiyon durumlarında meydana gelir ve yoğun idrar
ramin gibi) ve ajitasyonu (ör., nortriptilin veya nefazodon) olanlar yapma isteği vardır. Kadınlarda bu semptomların görülmesi ile bu
için ajanların ikisi veya biri arasında benzerlik olabilir. Potent anti-
kolinerjik ve ortostatik yan etkilerinden dolayı amitriptilin, yaşlı Tablo 9-3 İnkonlinensin Sınıflandırılm ası
hastalara ne zaman verilirse verilsin rahatlıkla verilmesinden sakı-
GEÇİCİ
nılmalıdır. Düşük doz ile başlanmalı ve yan etkilerden sakınmak
için doz yavaş yavaş artırılmalıdır. Çoğunlukla her bir ilacın düşük Deliryum/konfüzyonal durum
Enfeksiyon-üriner (semptomatik)
dozları (nortriptilin 10-50 mg/gün, desipramin 25-75 mg/gün ya da
Atrofik üre tri tis/vaj in itis
sertalin 50-150 mg/gün) yaşlılarda etkilidir. Dikkatli izleme (takip), İlaçlar
j antikolinerjik yan etkileri, ortostatik hipotansiyonu, sedatif etkileri, Psikolojik, özellikle depresyon
j konfüzyonu. bulanık mental semptomlar, kardiyovasküler kompli- Aşın idrar atılımı (ör; KKY, hiperglisemi)
[ kasyonlar ve intihar niyeti ile yüksek doz ilaç almayı önceden tah- Hareket kısıtlılığı
Defekasyon güçlüğü
i min etmeyi ve en aza indirmeyi gerektirir. İlaç yan etkilerinin yaş-
j lanma prosesi nedeniyle olabileceği şeklinde düşünülmemelidir. A M M .I
| Monoamin oksidaz inhibitörlerini dikkatli kullanma, bazen di-
Detrusor aşın-aktivitesi
! ğer antidepresanlar etkisiz olduğunda faydalı olabilir. Ne mono-
Detrusor aktivite-düşüklüğü
' amin oksidaz inhibitörleri ne de selektif serotonin reuptake inhibi- Üretral daralma
j törleri siklik bileşiklerle kombine kullanılmalıdır. Elektrokonvulsif Üretral yetersizlik
j tedavi, kuruntulara da sahipse ilaç tedavisine rağmen ciddi depres-
; yonu olan özellikle yaşlı hastalar tarafından genellikle iyi tolere NOT: KKY, konjestif kalp yetmezliği.
KAYNAK: NM Resnick: Medical Grve Rounds 3:281, 1984'den değiştirilerek alın­
' edilmektedir ve başarılı olmuştur. mıştır.
42 Stress İnkontinens Yaşlı kadınlarda tespit edilmiş inkontinen-
sin en yaygın ikinci nedeni olan bu hastalık, herhangi bir stress du­
=' V--4 o l a r a k Kîiîiansjim Kr»ntini!nsi Kfki’oU'bik,n -laçlar rumunda idrar kaçırma semptomları ile karakterizedir. İdrar kaçır­
ma, detrusor aşırı aktivitesi gibi bir başka anormallik mevcut değil­
İlaç Grupları Örnekler Kontinens se sadece gündüz ortaya çıkar ve sıkıntı oluşturur. Muayene sırasın­
Üzerindeki Etkileri
da, mesane dolu iken hasta kuvvetli öksürme üzerine idrar kaçırır­
sa stress inkontinense işaret eder. Eğer idrar retansiyonu ve semp­
Sedatifler/hipnotikler Uzun-etkili benzodi- Sedasyon, deliryum,
azepinler hareketlerde yavaşlama tomlar tekrar ediyorsa idrar yapma sonrası mesanede kalan rezidü-
Alkol Poliüri, sık idrara çıkma, el idrar hariç tutulursa, idrar kaçırma, öksürme ile uyarılan mesane­
deliryum, hareketlerde nin istemsiz kasılmasını telkin eder.
yavaşlama
Antikolinerjikler Disiklomin, disopiramid, Üriner retansiyon, taşma
sedatif antihistaminik- inkontinensi, deliryum
sıkışma
. ijj TED .AVI Cerrahi en efektif tedavidir. Cerrahi haricinde, orta
1er
Antipsikotikler Tiyoridazin, haloperidol Antikolinerjik etkiler, se­ :-Aiı derecede stress inkontinensinden şikayet eden kadınlar için
dasyon, rijidite, immo- pelvik kas eksersizleri bir seçenektir. Ancak, bu hastalar vaginal
bilite koni ya da biyofeedback kullanmada özel eğitime çoğunlukla ge­
Trisiklik antidepre- Amitriptilin, desipramin Antikolinerjik etkiler, reksinim duyarlar. Eğer kontrendikasyon yoksa bu vakalarda fe-
sanlar sedasyon
nilpropanolamin gibi bir a-adrenerjik agonist özellikle östrojen ile
Antiparkinson ilaçlar Triheksifenidil, benztro- Antikolinerjik etkiler, se­
kombine edildiğinde faydalıdır. Vaginal stenozlu kadınlar için bir
pin mesilat (not L-dopa/ dasyon
selejilin) ped, tampon bile nisbi rahatlama sağlar.
Narkotik analjezikler Opiyatlar Üriner retansiyon, defe-
kasyon zorluğu sedas­ Üretral Daralma Kadınlarda nadir görülür. Yaşlı erkeklerde
yon, deliryum tespit edilen inkontinensin en yaygın ikinci nedeni, üretral daralma­
a-Adrenerjik antago- Prazosin, terazosin, dok- Kadınlarda üretral gevşe-
dır. Bu durum prostat büyümesi, üretral yapışıklık, mesane boynu
nistler sazosin şeme stress inkontin
Erkeklerde üriner retan­ kontraktürü ya da prostat CA gibi nedenlere bağlıdır. Üretral obst-
a-Adrenerjik agonist- Nazal dekonjestanlar
1er siyon rüksiyon, idrar yapma, detrusor aşırı aktivitesi nedeniyle idrar sıkı­
Kalsiyum kanal bio- Bütün dihidropiridinler01 Üriner retansiyon; sıvı şıklığı ya da üriner retansiyon nedeniyle taşma inkontinensinden
körleri retansiyonu nedeniyle sonra damlama inkontinensi olarak tanımlanır. İdrar yaptıktan son­
Potent diuretikler Furosemid, bumetanid Poliüri, sık sık idrara çık­ ra mesane rezidüel volümü 100 ila 200 mİ arasında kalan erkek
ma, sıkışma hissi
hastalarda hidronefroz ayırıcı tanısı için böbrek USG tavsiye edi­
Anjiotensin-dönüş- Kaptopril, enalapril, li- İlacın oluşturduğu öksü-
rük, prostatektomi
lir. Cerrahi planlanan yaşlı erkeklerde, obstrüksiyonun ürodinamik
türücü sinopril
Vinkristin Üriner retansiyon teyiti kesinlikle önerilmelidir.

“Dihidropirinlere örnekler; nifedipin, nikardipin, israpidin, felodipin, nimo- 1 TED A VT Özellikle üriner retansiyon varsa, obstrüksiyonun te-
dipin. i— 1davisi için cerrahi dekompresyon en etkili tedavidir. Ameliyat
KAYNAK; NM Resnick, in Current Medical Diagnosis ve Treatment, LT
edilemiyen bir hasta için geçici ya da kalıcı kateter kullanılır; üri­
Tiemey et al (eds), Norwalk, Appleton & Lange, 1993’den değiştirilerek
alınmıştır.
ner retansiyonun olduğu durumlarda kondom kateter kontrendike-
dir. Retansiyonu olmayan prostat obstrüksiyonlu bir erkekte, a-ad­
hastalık teşhis edilebilir. Erkeklerde semptomlar benzer olmasına renerjik antagonisti (ör; 5-10 mg/gün, terozosin) ile tedavi birkaç
karşın detrusor aşırı aktivitesine sıklıkla üretral obtrüksiyon eşlik hafta içerisinde semptomları azaltabilir. 5<X-redüktaz inhibitörü
eder. Eğer hastaya mesane gevşetici bir ilaç planlanırsa ürodinamik olan finasterid de hastaların üçte biri ya da daha fazlasında semp­
test yapılabilir. Çünkü detrusor aşırı aktivitesi mesane taşı ya da tü­ tomları hafifletebilir, fakat ilacın etkisi orta derecede ve uzun süre
mör nedeniyle de olabilir. Açıklanamayan ani başlayan inkonti­ (birkaç ay) alındıktan sonra ortaya çıkar. Yukarıda adı geçen her iki
nens, özellikle perineal/suprapubik rahatsızlık ya da steril hematü- ilacın kombine tedavisi erkeklerin çoğunda tek başına a blokör te­
ri ile birlikteyse, hemen sistoskopi ve sitolojik inceleme yapılmalı­ davisinden daha iyi olmadığı gösterilmiştir.
dır.

' i TEDAVİ Bu tür hastalarda tedavinin püf noktası kişinin dışa- Detrusor aktivitesinin azlığı İster idiopatik olsun ister sakral
‘ riya akseden hareket ve davranış tarzının tedavisidir. Demansı alt motor sinir fonksiyon bozukluğu olsun bu tip inkontinensin sey­
olmayan hastalara, gündüz bir kez idrar tutabilme, idrar sıkışıklığı­ rek (<%10) görülen sebebidir. Detrusor aktive azlığı, sık sık idrar
nı giderebilme ve bir iki saatte bir idrar yapması (gündüz) için eği­ yapma, gece idrara çıkma ve az miktarlarda idrar yapma isteği şek­
tim verilmelidir. Demansı olan hastalarda benzer intervallerde idrar linde ortaya çıkar. Artmış postvoiding rezidüel volüm (genel olarak
yapması teşvik edilmelidir. İlaç gerektiği zaman bu rejime ilave >450 mİ) onu detrusor aşın aktivitesinden ve stress inkontinensin­
edilmelidir, ve üriner retansiyon oluşmasından sakınmak için izlen­ den ayırır, fakat erkeklerde görülen üretral obstrüksiyondan ayır­
melidir. Bu amaçla kullanılan ilaçlar; oksibutinin (3-4/2,5-5 mak için sadece ürodinamik test (sistoskopi veya i.v. ürografıden
mg/gün, veya 5-20 mg/gün günde bir kez yavaş salıveren prepara- ziyade) yapılmalıdır. Bu gibi testler genellikle kadınlarda yapılmaz.
tı), disiklomin (3x10-30 mg/gün), tolterodin (2x1-2 mg/gün) ve Çünkü üretral obstriksiyon kadınlarda nadir görülür.
imipramin ya da doksepin (yatarken 25-100 mg). Eğer daha yaşlı
hastalar için reçetelenmişse, DDAVP, özellikle böbrek yetmezliği
ya da kalp yetmezliği olanlarda, dikkatli kullanılmalıdır. Günlük j ;i,\ - 1 Mesane kasılabilirliği zayıflamış hastalar için, artmış
idrar miktarı 2500 ml’nin altında olan veya hiponatremili hastalara -- idrar yapma teknikleri (suprapubik basınç uygulama ya da çift
verilmemelidir. Nöromodülasyon gibi alternatif tedaviler halen boşaltma gibi.) çoğunlukla etkilidir. Betanekol gibi farmakolojik
araştırılmaktadır. Kalıcı kateterizasyon, detrusor aşırı aktivitesi için ajanlar nadiren etkilidir. Eğer ileri boşalma atonikli bir hasta için
nadir bir endikasyondur. Eğer bunların hepsi başarısız olursa, ex­ i gerekiyorsa, aralıklarla uygulanan geçici veya kalıcı kateterizas-
ternal idrar toplama cihazı ya da koruyucu ped ya da iç çamaşırı ge­ i yon tek seçenektir. Antibiyotikler semptomatik üst idrar yolu en­
rekebilir. feksiyonlarında ya da aralıklı (intermitent) kateterizasyon uygula-
naıı hastalarda proflaktik amaçla kullanıla­
bilir. Kalıcı kateterli bir hastada proflaktik Önlemler
oltııak kullanılmamalıdır.
Rehabilitasyon veya
Risk Faktörleri Tıbbi çevresel
DÜŞMELER Düşmeler, özellikle ka­
Görme keskinliğinin, karanlığa Gözdeki kırma kusurlarının Güvenli ev ortamının hazırlanması
dınlarda görülmekle beraber yaşlı insanlar adaptasyonun ve algalımamn düzeltilmesi; katarakt ameliyatı
için büyük problemdir. Evde yaşayan yaş­ azalması
lıların %30’u her yıl düşmektedir ve bu İşitmenin azalması Serumenin çıkanlması; odyolojik Eğitim ile mümkün olan işitmenin
oran yaşla birlikte artmaktadır. Her şeye değerlendirme sağlanması; sesin azaltılması
Vestibtiler fonksiyon bozukluğu Vestibüler sistemi etkileyen ilaçlar­ Alışkanlık eksersizleri
rağmen, düşme kazara, kaçınılmaz ya da lardan sakınma; eğer endikasyonu
tedavi edilemez olarak görülmemelidir. varsa, nörolojik ya da kulak, burun
Düşmelerin nedenleri Uyumlu denge, ve boğazın değerlendirilmesi
ayağa kalkma, yürüme, ve dolaşma, çevre Proprioseptif fonksiyon bozukluğu, Vitamin B12 eksikliğinin araştırıl­ Denge eksersizleri; uygun yürüme
servikal dejeneratif hastalıklar ve ması ve servikal spondilosis yardımı; Güvenli ev ortamının
şartlarına hızlı bir şekilde adapte olabilme periferik nöropati hazırlanması
yeteneği ve kognitif, nöromüsküler ve kar- Demans Reversibl sebeplerin tespiti; sedatif Hemşire eşliğinde eksersiz ve aya-
diyovasküler fonksiyonun karşılıklı kanşık veya santral etkili ilaçlardan kalkma, yürüme dolaşma eğitimi;
bir etkileşmesini gerektirir. sakınma düzenli ev ortamının hazırlanması
Kas-iskelet hastalıktan Uygun tanısal değerlendirme Denge ve yürüyüş eğitimi;
Yaşla birlikte, denge zayıflamaya baş­ kas-kuvvet egzersizleri; uygun
lar ve sağa-sola sallanma artar. Düşme de yürüme yardımı; Güvenli ev or­
yukanda sayılan sistemlerin herhangi bi­ tamının hazırlanması
rindeki ilave bir rahatsızlıkla mücadele Ayak hastalıklan (nasırlar, Nasırlann kesilmesi; bunyonektomi; Tırnakların kesilmesi; uygun
bunyonlar, deformiteler, ödem) ödemin tedavisi ayakkabı
düşmeye bağlı yaralanmalarda hazırlayıcı
Postiiral hipotansiyon İlaçla tedavisinin değerlendirilmesi; Dorsifleksiyon egzersizleri; basınç
faktör olarak rol oynarlar. Bundan dolayı, rehidratasyon; kişinin günlük du­ dereceli varis çorabı; yatağın ayak
görünüşte küçük bir düşme pnömoni ya da rumundaki olası faktörlerin değişi­ ucunun yükseltilmesi; durum şid­
myokard infarktüsü gibi ciddi bir problem mi (ör., yiyecekler, postür değişik­ detli ise kişinin eğilmesini engel-
likleri) liyecek türde masa kullanımı
nedeniyle olabilir. Bunlara ilaveten, daha
İlaçlann kullanılması (sedatifler: Atılabilecek adımlar:
yaygın olarak düşmeler, zayıf güçsüz hasta benzodiazepinler, fenotiazinler, 1. Alınan ilaçlann tedaviyi engelle-
ile çevresel mücadele arasında kompleks antidepresanlar, antihipertansifler; miyecek şekilde toplam miktan-
etkileşme nedeniyledir. Düzgün olmayan diğerleri: antiarithmikler, antikon- nın azaltılması.
vülsanlar, diiiretikler, alkol) 2. Her bir ilacın faydalannın veya
zemin, dinç (kuvvetli), uyanık, bir kişi için
risklerinin değerlendirilmesi
çok az sorun oluştururken görme, denge ya 3. Gerekirse, santral olarak etkisi az,
da kognitif bozukluğu olan hastada düşme postüral hipotansiyon ile ilişkisi
ve buna bağlı kalça kemiğinin kırılmasına en az ve kısa etkiye sahip bir
ilacın seçilmesi
yol açabilir. Bundan dolayı yaşlı insanlar­
4. En düşük efektif dozun reçete
daki düşmeler nadiren tek bir sebebe bağlı­ edilmesi
dır. Düşmelere karşı etkili bir koruma, has­ 5. Sık sık faydalann ve risklerin tekrar
tanın mevcut hastalığını, rutin aktiviteleri- değerlendirilmesi
ni ve çevresindeki engellerin etraflı bir şe­ KAYNAK: ME Tınetti ve M Speechley, N Engl i Med 320:1055, 1989.
kilde değerlendirilmesini içerir. lukla düşme korkusunu azaltır. Düşen hastayı güven altına alan zemin
Hastanın mevcut hastalığına ilaveten duygulanım bozukluğu, yar­
seviyesindeki telefonların, bir portabl telefonun ya da radyo çağrı sis­
gılama, kan basıncı düzeni, tepki verme zamanı, denge ve yürüme bo­
teminin mevcudiyetinin sağlanması da önemlidir. Osteoporozisin teda­
zuklukları da (Tablo 9-5) değerlendirilmelidir. İlaç ve alkol kullanımı
visi ve korunmasında olduğu gibi...
düşmenin en yaygın ve reversibl nedenleri arasındadır. Diğer nedenler
HAREKETSİZLİK Hareketsizliğin ana sebepleri zayıflık, sert­
ise postprandiyal hipotansiyon (yemekten sonra 30-60 dakika içerisin­
de pik yapar), uykusuzluk, idrar sıkışması, ayak sorunları ve periferik lik, ağrı, ayakta durma zorluğu (dengesizlik) ve psikolojik problemler­
ödem (bacak gücünü ve yerümeyi engeller) dir. dir. Zayıflık, kasları kullanamama, malnütrisyon, elektrolit bozukluk­
Çevresel engeller Tablo 9-6’ de listelenmiştir. Düşmelerin çoğu ev ları, anemi, nörolojik hastalıklar veya myopatilerden kaynaklanabilir.
içerisinde ya da çevresinde meydana geldiği için hemşire ziyareti, fiz­ Yaşlılardaki sertliğin en yaygın nedeni osteoartrittir; ancak, parkinson
yoterapist ya da hekim sıklıkla bu ortamı hasta yararına düzenlerler. hastalığı, romatoid artrit, gut, psödogut ve haloperidol gibi antipsikoli-
Düşmelerin Komplikasyonları ve Tedavi Düşen insanların dörtte tik ilaçlarda katkıda bulunabilir. Ağrı ister kemikten kaynaklansın (ör.,
birinden fazlası ciddi yaralanma nedeniyle acı çekmektedir. Düşmelerin osteoporozis, osteomalazi, paget hastalığı, metastatik kemik CA, trav­
yaklaşık %5’i kırıkla sonuçlanır ve benzer bir oranla ciddi yumuşak do­ ma) ister eklemlerden kaynaklansın (ör.,osteoartrit,romatoid artrit, gut)
ku yaralanmasına neden olur. Düşme yaşlı insanlarda ölüm nedeninin bursa, kas (ör., polimyalji romatika, intermittent kladikasyo veya psö-
akıncısıdır. Düşme korkusu ve buna bağlı gelişebilecek kalçadaki kırık
dokladikasyo) ya da ayak problemlerinden kaynaklansın hastayı im­
problemleri özgürlük kaybının ana sebeplerdir.
mobilize edebilir.
Subdural hematom tedavi edilebilir bir problemdir. Fakat bu prob­
Düşme korkusu ve dengesizlik immobilizasyonun major sebeple­
lem, baş ağrısı olmadan tek başına konfüzyon halinde ya da yeni nöro­
ridir. Denge bozukluğu, genel kuvvetsizlik, nörolojik sebepler (ör., in­
lojik bulgular ile yaşlı hastalarda kendini gösteren düşmelerin kolayca
gözden kaçabilen komplikasyonudur. Dehidratasyon, elektrolit denge­ me, postüral reflekslerin kaybı, diabetes mellitusa bağlı periferik nöro­
sizliği, kan basıncındaki değişiklikler, rabdomyolizis ve hipotermi de pati, alkol veya malnütrisyon ve vestibüloserebellar anormallikler), or-
meydana gelebilir ve bir düşmeyi takiben hastanın yaşamını tehlikeye tostatik ya da postprandiyal hipotansiyon veya ilaçlar (ör., diüretikler,
atabilir. antihipertansifler, nöroleptikler ve antidepresanlar) sonucu ya da uzun
Düşme riski katkıda bulunan bir çok faktörle ilişkilidir. Çünkü bu süreli yatmayı takiben oluşabilir. Ciddi anksiyete veya depresyon gibi
ilişki iki faktörün toplamından ziyade çok çeşitlidir, ancak bu faktörle­ Psikolojik faktörler de immobilizasyona katkıda bulunabilir.
rin bir kısmında küçük bir azalma bile düşme riskini azaltacaktır. İlave Sonuçları Yaşlılarda tromboflebit ve pulmoner emboliye ek ola­
olarak bir fizyoterapist tarafından yürüyüş eğitiminin verilmesi çoğun­ rak yatakta kalmanın bir çok zararlı yanlan vardır. Kardiyo-vasküler
44 ! yonlar için aşırı basıncı elimine etmek, yeterli beslenmeyi temin et-
! mek ve uygun hijyeni sağlamaktır. Geri kalan ülser tipleri için, has-
: îî!tj iîiısiiıe riskini c i ki l t yı o çı-\ reSi'l üı kl öde r . ta ile ilgilenen kişi de yaranın temiz ve nemli kalmasını sağlamalı-
! dır. Şalin deri örtüsü yara kurumaya yüz tutmadan değiştirilmelidir,
Çevresel Alan ya Amaç ve Tavsiyeler j Sentetik deri örtüsü, şalin deri örtüsünden daha pahalı olmakla bir­
ya da Faktör
likte daha etkilidirler. Çünkü sentetik deri örtülerinin değiştirilme
Bütün alanlar sıklığı daha azdır ve kontaminasyona karşı koruma özelliği vardır.
Işıklandırma Yeterli aydınlatma (yaşlı insanlar genç insanlara göre iki \ Basınç ülserlerinin bakteri kolonizasyonu bilindiği için yara kültür­
kaı daha fazla ihtiyaç duyar); parlaklık ve gölgelerin varlı­ lerinin yapılması gerekmemektedir, ancak hastadaki ülser iki hafta­
ğı; oda girişlerine kolay ulaşılabilir elektrik anahtarları; ya­ lık bir tedavi sonrasında iyileşmemiş ise topikal tedaviye başlanma­
tak odasının, koridorun ve banyonun gece aydınlatılması lıdır, Buna karşın, basınç ülserine selülit, osteomyelit veya sepsis
Zemin Yere kaygan olmayan halı serilmesi; halıların kenarlarının
eşlik ediyorsa, kan veya yaradan iğne biyopsisi ile alınan kültürler-
sabitlenmesi; kalın tüylü halılar; zemin üzerine kaygan
! den sonra sistemik tedavi gerekir. 3. ve 4. derece basınç ülserinde
olamayan cilalama; yürüyüş yoluna ip bağlamak; küçük
objeler (ör., giyecekler, ayakkabılar) yerde olamayacak
S cerrahi girişim veya yara debridmanı gerekir. İlave olarak, günlük
Merdivenler Merdivenlerin başlangıcında ve bitiminde elektrik anah­ j multivitamine (günde iki kez 500 mg) alımı da örn; C vitamini ya-
tarlı yeterli aydınlanma; duvarın her iki tarafında olan par­ I rarlıdır. Günlük multivitamine ilave olarak günde 2 kez 500 mg C
maklıkları güvenli bir şekilde sağlamlaştırmak; yer ve ta­ vitamini de faydalıdır. Yatalak hastalar için özel havalı yataklar (bu
vanda belirgin aydınlık oluşturma; altıdan fazla basamak tip yataklar şişirilebilir, yaraya olan basıncı azaltabilir) faydalıdır.
olmaması; iyi tamir ile sağlamlaştırılması; adım atılacak İmmobiliteye yardımcı olan tedavi şekillerine ilaveten, bir fiz­
yerlerde objelerin olmaması yoterapiste danışılmalıdır. Yatağı aşağı indirmek, trabzan ve san­
Mutfak Zorla ulaşılabilecek yerlere eşyaları koymak gereksiz; dalyelerin hasta için uygun ağırlıkta olması ve koruyucu yapıların
ulaşmak isteniyorsa güvenli sağlam tabure; sağlam, hare­ olması hastanın rahat hareket etmesine olanak sağlayabilir. Ayrıca
ketsiz masa uygun bir yürüteç veya baston yararlı olabilir.
Banyo Banyo küvetinde, duşta ve tuvalette tutunacak yerler; kü­
vet ve duşta yapıştırma lastik paspas; oturduğu yerde duş İYATROJENİK İLAÇ REAKSİYONLARI İleri yaştaki ki­
yapması için sandalyer; Kaygan olamayan yer örtü malze­
şilerin, ilaçların yan tesirlerine maruz kalma olasılıkları birçok ne­
meleri; yükseltilmiş tuvalet oturağı; güvenlik açısından,
denden dolayı 2-3 misli artar (Konu 71). Renal plazma akımının,
acil bir durumda kapı kilitleri açılabilmelidir
glomcrüler filtrasyon hızının düşmesi ve azalan hepatik klerens
Avlu ve eve Asfalttaki çatlakların, çim çukurlarının tamiri; taşların,
giriş yerleri
ilaçtan temizlenen kan miktarının belirgin derecede düşmesine ne­
aletlerin ve diğer yol üzerindeki zararlı şeylerin ortadan
den olur. Hepatik klerensdeki azalma nedeni ilaç metabolizasyo-
kaldırılması; yürüyüş yollarının iyi aydınlatılması, buz ve
nunda rol oynayan mikrozomal enzim aktivitesindeki düşüşe ve
ıslak yaprakların temizlenmesi; yukarıda bahsedildiği gibi
merdiven ve parmaklılar yaşla birlikte karaciğer kan akımının azlmasına bağlıdır. Ayrıca ila­
Kurumlar cın dağılım hacmi, ileri yaşlarda vücut yağının rölatif olarak artma­
Yukardakilerin hepsi; uygun ağırlıkta yatak (ne yüksek ne
alçak); yere dökülen-saçılanları çabucak temizleme; uygun
sından ve total vücut sıvısının azalmasından etkilenir. Dolayısıyla,
yürüme desteklerinin kullanılması ve tekerlekli sandalye
suda-çözünen ilaçların vücut konsantrasyonu artarken, yağda-çö-
Ayakkabı Ayak tabanı sürtünmeyen, kaymayan, sıkı ayakkabılar; zünen ilaçların ise yarılanma ömürleri uzar. Buna ek olarak özellik­
düşük topuk (kişi yüksek topuğa alışık değilse); çorapla
le hasta kişilerde serum albumin düzeyi azalır, dolayısıyla bazı ilaç­
ya da gevşek terlikle yürümekten sakınma
ların (ör,, varfarin ve fenitoin) proteine bağlanma düzeyleri azalır­
SOURCE: After ME Tinetti ve M Speechley, N Engl J Med 320:1055, 1989. ken, serbest (aktif) ilaç miktarında artış gözlenir.
Farmakokinetik değişimine neden olan bozuk ilaç klerensine
sistemin bozukluğu günler içerisinde meydana gelir ve vücut sıvıst ek olarak yaşlı hastalarda aynı ilacın serum seviyelerinde gözlenen
değişiklikleri, sıvı kaybı, azalmış kardiyak output azalmış oksijen cevaplar değişiklik gösterebilir. Bu durum "değişen farmakodina­
uptake’i ve artmış istirahat kalp hızı ile karakterizedir. Dikkati çe­ mi’*1olarak adlandırılır. Bu kişiler bazı ilaçlara (ör., opiyatlar, anti-
ken değişiklikler iskelet kasında da meydana gelir. Bütün kas sevi­ koagülanlar) daha duyarlı iken bazı ilaçlara karşı ise (ör., b-adre-
yesinde atrofi, zayıflık ve kısalma görülürken, hücre seviyesinde nerjik agonistler) duyarlılıkları azalır. Sonuç olarak, multipl kronik
ise hücre içi ATP ve glikojen konsantrasyonlarında azalma, protein durumu (kronik komplikasyonları) olan yaşlı bir hasta , reçetelen-
azalmasında artış ve kasılma hızı ve boyunda zayıflama görülür. memiş ilaçlar da dahil, bir çok ilaç kullanmaktadır. Dolayısıyla bu
Basınca bağlı acılar başka bir komplikasyondur; mekanik basınç, tip hastalarda, yan etki ve doz hatası oluşma olasılığı artmaktadır,
nem, sürtünme gibi hazırlayıcı sebepler bu acıların oluşmasını ko­ özellikle de kişide göz kulak veya hafıza bozukluğu varsa.
laylaştırabilir. Sonuç olarak; yatağa bağlı kalınan günler içerisinde, İlaç Toksisitesinden Sakınmak İçin Önlemler İlaç Seçimi ve
postural hipotansiyon, düşme ve deri bütünlüğünün bozulma riski Uygulanması Tedaviye başlamadan önce, doktor ilk olarak semp­
artar. Dahası bu değişikliklerin geri dönmesi genellikle haftaları ay­ tomun başka bir ilaçtan kaynaklanmadığına emin olmaklıdır. Ör­
ları alır. nek olarak, antipsikotik ilaçlar depresyon benzeri semptomlar gös­
terebilirler (ör., halsizlik, üzerinde baskı hissi,), bu tip semptomlar­
i 9,| TEDAVİ Tedavide en önemli adım mümkün olduğu kadar ya- da antidepresan ilaç kullanmaya başlamaktan ziyade, kullanılan ila­
' :~J tak istirahatinden sakınmaktır. Bu yapılamadığı zaman, birkaç cın dozunu düşürmek önemlidir. Buna ek olarak, ilaç terapisine an­
önlem immobilitenin sonuçlarını azaltmak için kullanılabilir. Has­ cak non-farmakolojik yöntemler denendikten ve ilacın kullanımı­
taların gün içinde mümkün olduğu kadar pozisyonları değiştirilme­ nın açıkça yarar sağlayacağına inanıldığı zaman başlanmalıdır.
lidir. Hareket ckzersizleri hemen başlanmalı ve basınç altında kalan Farmakoterapiye karar verildiği zaman, ilaç uygulanmasına ye­
! deri kısımlarına sık sık bakılmalıdır. Hasta yatağında iken izomet- tişkin dozun altında başlamak ve dozu yavaş yavaş artırmak gerek­
j rik ve izotonik ekzersizler yaptırılmalıdır. Hastalar yapabildikleri mektedir. Bununla beraber yaşlılarda, farmakodinamik ve farmako­
j sürece keııdi kendilerine pozisyonlarını ayarlayabilmeli, kalkabil- kinetik belirgin derecede farklılık gösterdiğinden doz artışı, başarı­
* meli ve kendilerini tedavi edebilmelidirler. Hareket yapılabilir du- lı bir sonuca ulaşılıncaya kadar veya tolere edilemeyen bir yan te­
j ruma geldiğinde, yavaş yavaş hasta yürütülmeye başlanmalıdır. Tc- sir gözleninceye kadar devam etmelidir. Son dozaj şeması, müm­
j kerlckli sandalye basınç ülserlerini önlemek için kullanılmamalıdır, kün olduğunca basit tutulmalıdır ve ilaçların (hapların) sayısı
j çünkü venöz konjesyon ve ödeme neden olurlar, mümkün olduğunca az sayıda olmalıdır. Yaşlı hastalarda, monitori-
j Basınç ülseri gelişirse, tedavi ülserin derecesine bağlıdır. 1. de- zc edilebilen, dar terapötik indekse sahip fenitoin, teofilin, kinidin,
: rece ülserler deri üzerinde meydana gelen kızarıklık ile karakterize- aminoglikozid grubu antibiyotikler, lityum ve nortriptilin gibi psi-
! dir, 2. derece lezyonlar epidermis, dermis veya her ikisinin ülseri- kotropik ilaçların verim düzeyleri genellikle yeterli düzeydedir.
i dir, 3. derece ülserler subkutan dokuya kadar uzanır ve 4. derece Ancak, bazı ilaçların (ör., digoksin, fenitoin) normal terapötik
® lezyonlar kas, kemik ve/veya destek dokuları kapsar. 1. derece lez- düzeylerinde dahi toksisite meydana gelebilir.
İr sali İjstii İlaçlan Yaşlıların yaklaşık % 7 5 ’i düzenli olarak 9 Geri,link T;pş 45
u-çelesız ilaç kullanmaktadır. Bu ilaçların çoğu önemli semptomla­
rı ve/veya diğer ilaçlarla etkileşimlere yol açabilir. Uykusuzluk lar, bazı genel klinik olgularda endike değildir. Örneğin, kişide
içiıı almaıı çoğu aııtikolinerjik olan ilaçlar ve hipertansiyonun kont­ obstrüktif üropati, anatomik anomali veya böbrek taşı gözlenmedi­
rol edilmesine mani olan ve gastrointestinal kanamaya neden olan ği durumlarda asemptomatik üropatide antibiyotik kullanımına ge­
N.SAİİ grubu ilaçlar, reçetesiz kullanılan ilaçlardır. Hafıza güçlen­ rek yoktur. NSAİİ veya bazı kalsiyum antagonistleri gibi ilaçlar ve­
dirici olarak kullanımı artan gingko biloba, stabil antikoagülan ilaç ya sandalyeye bağımlı hastalarda malnütrasyon veya hareketsizlik
grubu ile etkileşebilir. Yaşlılar, ilaçlardan daha çok "koca-karı ilaç­ bile, venöz yetersizlik nedeniyle sık sık ayak bileği ödemine neden
ları" buldukları için, uzman direkt olarak bu konuda hastalarından olur. Ödeme, kalp yetmezliği eşlik etmediği sürece, diüretik kulla­
bilgi almalıdırlar. nılması endike değildir. Klodikasyonda, düzenli egzersiz pentoksi-
Sedatif Hipnotikler Uykusuzluk sorununu çözmek için non- filin kullanımından daha yararlıdır. Sonuç olarak yaşlı hastalar
farmakolojik yöntemlerle başarı sağlanamadıysa, düşük dozda, kı- NSAİİ’ı gençlere göre daha az tolere edebildiğinden lokalize ağrı­
sa/orta süreli ve metabolizması yaştan etkilenmeyen bir ilaç
lar, injeksiyon, fiziksel terapi, ısı, ultrasound veya transkütan elekt­
(ör.,oksazepam; 10-30 mg/gün) ile tedaviye başlanabilir. Kısa veya
rik stimülasyon gibi mümkün olan lokal ölçümler ile tedavi edilme­
uzun etkili (triazolam, flurazepam ve diazepam) gibi benzodazepin
lidir (Konu 12).
türevi ilaçlar, konfüzyon ve diğer yan tesirlerin görülme riski yaş
faktörü ile birlikte arttığından tercih edilmemelidir. Barbitürat türe­
vi ilaçlar bazı nedenlerden dolayı kullanılmamalıdır, Antidepresan
ÖNLENMESİ
türevi ilaçlar ise, eğer kişide depresif bir durum yok ise tercih edil­
Yaşlı insanda hastalığın başlangıcını ve ilerlemesini önlemek için
memelidir.
çok şey yapılabilir. Diyete bağlı yetersizlikler düzeltilebilir. Günlük
Antibiyotikler Yaşlılarda, serum kreatinin düzeyinin yükselme­
kalsiyum alımı yaklaşık 1500 mg olmalı ve yaşlı insanların çoğu
si renal fonksiyon için iyi bir gösterge olmayıp, bununla birlikte se­
rum kreatinin düzeyinin yükselmesi durumunda eliminasyonu böb­ günlük 400 ila 800 IU arasında Vitamin D (bir ya da iki multivita­
reklerden olan ilaçların uygulamasına özel olarak dikkat edilmeli­ min içerebilir) olmalıdır. Sigara ve alkol kullanımı en aza indiril­
dir. İlgili antibiyotiklerin konsantrasyonları direkt olarak ölçülme­ melidir, çünkü 65 yaşın üzerinde bile bu azaltmanın faydaları görü­
lidir. lür. Bir hastanın ilaçlarını kontrol edilmesini ve alkol-sigarasmın
Kalp İlaçlan Dijitaller, prokainamid ve kinidin yarılanma kesilmesinin yeniden gözden geçirilmesinin önemi çok geç kalın­
ömürleri uzun ve dar terapötik indekse sahip ilaçlar, yaşlı hastalar­ madan yapılmalıdır.
da günlük kullanıldığı dozlarda toksisite gösterebilirler. Örneğin, Hipertansiyon, ister izole sistolik hipertansiyon isterse kombi­
terapötik digoksin düzeyinde dahi digoksin toksisitesi-özellikle ne sistolik ve diyastolik hipertansiyon olsun, tedavi edilmelidir. Te­
anoreksiya, konfüzyon veya depresyon-gözlenebilir. davi, bu yaş grubunda kardiyovasküler sistem nedeniyle görülebi­
H 2 Reseptör Antagonistleri Bu grup ilaçların çoğu diğer ilaç­ lecek inme ve ölüm riskini azaltır ve aynı zamanda kognitif bozul­
lar ile hepatik metabolizma düzeyinde etkileşime girebilir. Ayrıca ma riskini de azaltır. Tedavide ilk adım olarak tiazid-benzeri diüre-
bu gruptaki ilaçlar yaşlılıkta konfüzyona neden olabilir. Bu ilaçlar tiğin düşük dozları (Ör, klortalidon,12,5-25 mg/gün) kullanılarak
böbreklerden itrah edildikleri için, yaşlı kişilerde toksisiteyi minu- (hastaların hemen hemen yarısında tek başına etkili) başarı saptan­
muma indirmek amacıyla düşük dozları tercih edilmelidir. mıştır ve gerektiğinde düşük-doz rezerpin (0,05-0,1 mg/gün) ya da
Antipsikotikler ve Trisiklik Antidepresanlar Bu grup ilaçlar tek başına atenolol (25-50 mg/gün) ilave edilebilir. Faydaları çok­
yaşlılarda antikolinerjik tipte yan etkilere yol açabilir (ör., konfüz­ tur, yan etkileri azdır, fiyatı ucuzdur, potansiyel toksisiteleri pek
yon, üriner retansiyon, konstipasyon, ağızda kuruluk). Bu etkiler, görülmemiştir.
non-antikolinerjik (ör., sertralin, nefazodon) bir ajan ile kombinas­ Glokom, yaygınlığı, fonksiyonel etkisi ve kolay tedavi edilebil­
yon suretiyle veya daha zayıf bir antikolinerjik ilaç (ör., olanzapin, mesinden dolayı taraması yapılmalıdır ve görme, işitme bozukluğu
desipramin) kullanılarak minimalize edilebilir. Genelde, psikoz için düzeltilmelidir. Takma dişler ağızlarına uygun bir şekilde ayarlan­
kullanılan potentliği en düşük olan ilaçlar (ör., klorpromazin) en malı ve onların altındaki oral lezyonlar değerlendirilmelidir.
fazla sedatif ve antikolinerjik etkiye sahip olup çoğunlukla da pos­ Tiroid fonksiyon bozukluğu yaşlılarda daha yaygındır ve klinik
tural hipotansiyon meydana getirebilir. Buna karşın en potent antip- olarak teşhisi güçtür ve tedavi edilebilir. Tiroid stimüle eden hor­
sikotik ilaçlar (ör., haloperidol) en az sedatif, antikolinerjik ve hipo- monun serum düzeyleri asemptomatik yaşlı insanlarda en az bir
tansif etkiye sahipken, distoni, akatisia, rijidite ve lardif diskinezi
kez ölçülmelidir ve muhtemelen her 3-5 yılda tekrar edilmelidir.
gibi extrapramidal yan etkilere neden olurlar. Yeni potent antipsiko­
Koroner kalp hastalığı olan kişilerde serum kolesterol miktarı öl­
tikler ise (ör., risperidon, olanzapin, kuetiapin ve klozapin) ise bu
çülmelidir, ancak hastalığı olmayan kişilerde hiperkolesteremi tara­
kuralın dışındadır. Dopamin D2 reseptörüne, seratoninden daha
ması tartışmalıdır. Tedaviye uyumlu, yaşam kalitesi yüksek (görün­
spesifik olan ilaçlar demanslı yaşlı hastalar için daha güvenli olabi­
tü itibarı ile), beklenen yaşam süresi uzun olan (tedaviden yararlan­
lir. Özellikle "Lewy body dementia" ya da halüsinasyonlarm eşlik
ması için yeteri kadar uzun zamanı olan) ve tedavi ile kesin olarak
ettiği veya Parkinson tedavisi gören hastalarda daha güvenli olabi­
fayda sağlanabilecek bir takım problemleri belirlenmiş kişilerin ta­
lir. Ancak bu grup yeni ilaçlar dahi, klinik açıdan gerekli yüksek
ranması uygundur. Daha önce papanikolav testi yapılmamış kadın­
dozlarda spesifikliklerini kaybederler. Dolayısıyla bu ajanların hep­
larda, hem yaşla birlikte artan ölüm ile ilişkili önlenebilir servikal
si oldukça toksiktir.
Glokom Tedavisi Hem topikal b-blokörler ve hem de karbonik karsınoma ve hem de buna bağlı olarak yaşla birlikte gelişen ölüm
anhidraz inhibitörleri sistemik yan tesirlere neden olabilir. Karbo­ riski insidansımn özellikle bu grup için var olmasından dolayı bu
nik anhidraz inhibitörleri, oluşan metabolik asidozdan bağımsız test yapılmalıdır. Önceki iki test normal çıkmazsa, bu test üç sene­
olarak halsizlik ve anoreksiya’ya neden olabilirler. de bir bütün yaşlı kadınlarda tekrarlanmalıdır. En iyi metodun bi­
Antikoagülanlar Yaşlılar, genç insanlar gibi bu grup ilaçlardan linmemesine rağmen, en az 80-85 yaşına kadar kolon kanserinin ta­
aynı oranda faydalanabilirler ancak ciddi kanamalara ve ilaç etkile­ raması yapılmalıdır, influenza, pnömokokal pnömoni ve tetanus
şimlerine karşı yaşlıların hassasiyetleri daha fazladır. Ayrıca daha aşıları yapılmalıdır. PPD testi, kronik tedavi altındaki hastalara ve
dikkatli bir gözlem ve antikoagülanların dozunun daha azaltılarak tüberküloz riski yüksek olan gruba yapılmalıdır. Yaşla birlikte tes­
kullanılması önerilmektedir. te cevap verme oranı azaldığı için, eğer test negatif ise risk altında­
Analjezikler Propoksifen ve meperidin’in deliryum riski vardır ki gruplarda bir hafta içerisinde tekrarlanmalıdır. Yaşlı kadınlarda
ve propoksifen ayrıca kalça kırığı riskini arttırır. NSAİİ’dan indo- meme CA’dan dolayı ölme oranı daha yüksek olduğu için en azın­
metasin konfüzyon, sıvı retansiyonu. gastrointestinal kanama yapa­ dan 75 yaşma kadar her 1-2 yılda bir mamografi taraması yapılma­
bilir. İleri yaşlarda bu grup ilaç kullanımından sakınılması gerekir. lıdır ve tarama sonucu pozitif bulgu verenler tedaviye başlanmalı­
Tedavi Dışı ilaç Kullanımından Kaçınmak Genel olarak ilaç- dır. Düşük doz aspirinin ve kadınlarda östrojen replasman tedavi-
46
'] |J ! M a u re e n T. C o n n e lly , T h o m a s S. In u i

visinin yararlan ve nisbi riskleri, yaşlılarda rutin kullanımda ye­


KOR!.;Vi:tJL; 'JEK İ.V JİJR İN
terince aydınlatılmamıştır. Fakat ilaçlar verilirken kişisel durum
gözönünde bulundurulmalıdır. i L i V İ '.L r j  f
Ekzersizin, yalnızca kan basıncı, kardiyovasküler sistem, glu- ___... Bünyamin Sarıtaş, Yahya Sağlıker
koz dengesi, kemik dansitesi, uykusuzluk, fonksiyonel durum ve
uzun ömürlülük üzerindeki faydalı etkilerinin olmasından değil, fa­
kat aynı zamanda moral ve sosyal durumun geliştirilmesi, konsti-
pasyonun azaltılması ve düşmelerin önlenebilmesi üzerinde de fay­ Koruyucu hekimliğin primer hedefleri eldeki olanaklarla,yaşamı
daları vardır. Eğitim verilmesi önemli ve yürüyüş programı kadar uzatmak, morbiditeyi azaltmak,yaşam kalitesini arttırmaktır. Has­
talarla işbirliği içinde hekimler, eğitimci olarak,sağlık merkezleri­
teşvik edilmelidir. Spinal fleksiyon, osteopenisi olan hastalarda ya­
ne ulaşmada yol gösterici olarak ve sağlığı iyileştirmede farklı öne­
pılmamalıdır, bir fizyoterapist ile konsültasyon faydalı olabilir.
rilerin yorumcusu olarak kritik rol oynarlar. Sağlıklı yaşamın uza­
Düşmeden sakınmak amacıyla alınabilecek önlemler Tablo 9-5
tılmasında ve tıbbi maliyeti azaltmada koruyucu hizmetlerin etkin­
ve Tablo 9-6’da listelenmiştir. Alendronat, yaşlı kadında vertebra
liğini bilinmesine rağmen hekimler sıklıkla günlük bakımlarına ko­
ve kalça kırıklarını önlemede etkinliği ispatlanmıştır. Hali hazırda
ruyucu hizmeteleri entegre etmemektedir. Optimum koruyucu ba­
östrojen tedavisi almayan ve ilaç almaya istekli kadınlarda kemik kımın verilmesindeki engeller, yeterli eğitimin olmaması,koruyucu
dansitesi, ölçülmelidir. Özellikle kognitif bozukluğu olan hastalar önlemlerin etkinliği konusundaki şüpheler,hastaların değişemeye­
için taşıt kullanımı konusunda danışması önemlidir. ceği şüphesi,kısıtlı para ve zaman,profesyonel önerilerin birbiri ile
Yaşlı insanda en değerli koruyucu ölçüt, sadece tek bir şikayet­ çelişmesidir. Toplumsal düzeyde başarı bireysel düzeyde görülme­
te odaklanmak değil fakat aynı zamanda düşme, konfüzyon, dep­ yebilir ve hekim çabalarının kümülatif karşılığının değerini anla­
resyon, alkol bağımlılığı, seksüel fonksiyon bozukluğu ve inkonti- mayabilir. Bazı alanlarda anlamlı derecede başarı sağlanmasına
nens gibi durumlarda gözönüne alınarak dikkatli bir öykü almaktır. rağmen (geçen 35 yılda amerikalı erişkinlerde sigara oranının
Ek olarak, bunların önlenmesi ve doğabilecek komplikasyonların %40’tan % 25’e düşmesi gibi), diğerlerinde efektif davranış deği­
da açığa kavuşturulması gerekir. Örneğin, sigara içen kognitif bo­ şikliği, sıklıkla anlaşılması güç, değişken, hem hekimi hem de has­
zukluğu olan hasta sadece akciğer kanseri riski ile karşı karşıya kal­ tayı bıktırıcı ve zorlayıcıdır.
mayıp fakat aynı zamanda sigarayı elinden düşürüp yangına da se­ TANIMLAR Bu konu primer ve sekonder korumaya değine­
bep olabilir. Narkotik bağımlılığı olan bir hasta defekasyon zorlu­ cektir. Sağlığı iyileştirmenin değişik formlarını ve aşılamayı içeren
ğu, deliryum, üriner retansiyon ve konfüzyon riski altındadır. Hız­ primer koruma, risk faktörlerini ve sonuçta oluşacak olan hastalı­
ğın insidansını azaltmayı amaçlayan çalışmalardır. Sekonder koru­
la kötüleşme riski yüksek olan huzurevindeki hastalar, 80 yaş üze­
ma, hastalığın erken dönemlerinde saptamayı amaçlayan tarama-
ri olanlar, yalnız yaşayanlar, depresif veya muhtaç durumda olan­
dır(preklinik meme Ca tanısında mamografinin kullanımı gibi).
lar, bunama belirtileri gösterenler yakından takip edilmelidirler.
Bazen sekonder koruma daha önce varolan hastalığın tekrarlayan
epizodlarından koruma anlamında da kullanılmasına karşın, çoğu
ÎUBl.H H,'RAFYA
otorite bu tip aktiviteyi tersiyer koruma (varolan hastalığın progno-
BURGIO KL et al: Behavioral vs. drug treatment for urge Üriner incontinence zunu iyileştirmeye yönelik bakım) olarak adlandırır.
in older women: A rveomized controlled trial. JAMA 280:1995, 1998
Hekimlerin hastalarına ne tip primer ya da sekonder koruma
Clinical Practice Guideline: Recognition ve Initial Assessment of Alzheimer's Di­
sease ve Related Dementias. AHCPR Publication No. 97-0702. U.S. Dept. yöntemi uygulayacakları önemsiz bir konu değildir. Diğer organi­
Health ve Human Services, Public Health Service. Rockville, MD, Agency for zasyonlar arasında The United States Preventive Services Task For­
Health Care Policy ve Research, 1997 ce (USPSTF, Birleşik Devletler Koruyucu Hizmetler Bölümü), The
CLOSE J et al: Prevention of Falls in the Elderly Trial (PROFET). A rveomized Canadian Task Force on the Periodic Health Examination (Kanada
controlled trial. Lancet 353:93. 1999
Periodik Sağlık Muayenesi Bölümü) ve the American College of
Council on Ethical ve Judicial Affairs . AMA: Medical futility in end-of-life ca­
re. JAMA 281:937. 1999
Physicians (Amerikan Hekimler Birliği), koruyucu önlemlerin ko­
ERSHLER WB, LONGO DL: The biology of aging. Cancer 80:1284, 1997 ruma pratiğinde ulaşılabilir kanıtların gücünü eleştirel bir şekilde
G1LL1CK M et al: A patient-centered approach to advance medical planning in gözden geçirmişler ve önerilerde bulunmuşlardır. Koruma yöntem­
the nursing home. J Am Geriatr Soc 47:227, 1999 lerini uygulamada kanıta dayalı politikaya uyum, korumayı sağla­
GUI Z et al: Cognitive impairment, drug use. ve the risk of hip fracture in per­
yıcıların, mevcut önerilerin geçerliliğini değerlendirme, korumaya
sons over 75 years old: A community-based prospective study. Am J Epide­
dair tartışmaları bilimsel bir temele oturtma ve hastalara bazı yö-
miol 148:887, 1998
GUEYFF1ER F et al: Antihypertensive ilaçlar in very old people: A subgroup temlerin zarardan çok yarar getirdiğini anlatmada vazgeçilmez bir
meta-analysis of rveomised controlled trials. Lancet 353:793, 1999 adımdır.
1KEGAM1 N: Functional assessment ve its place in health care. N Engl J Med
332:598, 1995 P R I M E R K O R E MA
1NOUYE S et al: A multicomponent intervention to prevent delirium in hospita­
lized older patients. N Engl J Med 340:669. 1999
LEBOW1TZ BD et al: Diagnosis ve treatment of depression in late life. Consen­ RİSK MODİFİKASYONU Amerika’da meydana gelen yılda
sus statement update. JAMA 278:1186. 1997 yaklaşık iki milyon ölümden yarıya yakını önlenebilir nedenlerden
MILLER KE et al: The geriatric patient: A systematic approach to maintaining dolayıdır (Tablo 10-1). Yaşam tarzı ve davranış şekli erişkinlerde
health. Am Family Phys 61:1089, 2000 mortalite ve morbiditenin primer nedenleri (koroner kalp hastalığı,
OUSLVEER JG, SCHNELLE JF: Incontinence in the nursing home. Ann Intern
kanser ve travmalar) arasında rol oynar.
Med 122:438, 1995
REYNOLDS CF et al: Treating insomnia in older adults. JAMA 281:1034, 1999 Tütün Sağlık açısından potansiyel olarak modifiye edilebilir
RESNICK NM. MARCANTONIO ER: How should clinical care of the aged dif­ en büyük risk faktörü tütün ürünlerinin kullanımıdır. Her yıl
fer? Lancet 350:1157, 1997 400.000’den fazla ölümden sorumlu ve topluma yıllık maliyeti 50
SALZMAN C: Clinical Geriatric Psychopharmacology, 3d ed. Baltimore, Wil­ milyar dolar kadar yüksek bir fiyata mal olabilen tütün ve tütün
liams & Wilkins. 1998 ürünleri kullanımı kardiovasküler hastalıklar, pulmoner hastalıklar
SINGER PA et al: Quality end-of-life care. Patients' perspectives. JAMA
ve kanser mortalite ve morbiditesinde önemli bir bölümü kapsa­
281:163, 1999
VESTAL R: Aging ve pharmacology. Cancer 80:1302. 1997
maktadır. Son zamanlarda elde edilen kanıtlar, pasif olarak sigara
YANCIK R, R1ES LA: Aging ve cancer in America: Demographic ve epidemi­ dumanına maruziyetin de bazı erişkinlerde kronik akciğer hastalı­
ologic perspectives. Hem One Clin N Am 14:17, 2000 ğı,kalp-damar hastalğına ve akciğer Ca ile sonuçlanabileceğini dü­
şündürmektedir. Nikotinin bağımlılık yapıcı etkilerinden dolayı, si-
i* )- ! î V'iO \ ;iî!iıi;ı A ın c rik a ' : a O n V n fc b h ir O tu m ie rin ( ie i'io K : u Koruyucu Hekimliğin Mkeıcn 47
■' rd<'!sleri

Ö lü m ler Diyetteki sodyum miktarını kısıtlamak, genel populasyonda


böyle bir kısıtlamaya ihtiyaç tam olarak açık olmamasına rağmen
Tahm in Total Ö lüm lere
,tuza duyarlı hipertansiyonu olanlarda yarar sağlayabilir. Kalsiyum
Neden Ed ilen Sayı O ranı
ve vitamin D, özellikle menapoza yaklaşan kadınlarda,osteoporoza
Tütün 4 0 0 .0 0 0 19 karşı koruyucudur, ve bulgular tüm yaşlardaki kadınlarda yetersiz
Diet/aktivite patemi 3 0 0 .0 0 0 14
alım olduğunu düşündürmektedir. Menstruasyon gören kadınlar de­
Alkol 100.000 5
mir eksikliği anemisi için risk altındadır. Vitamin ve minerallerin
Enfeksiyöz nedenler 9 0 .0 0 0 4
önerilen miktarlarını alabilmek için vitamin ilaçlan desteğinden çok,
Toksik ajanlar 6 0 .0 0 0 3
Ateşli silahlar 3 5 .0 0 0 2 balık, yağsız et, günlük ürünler, hububat ve günde 5-6 porsiyon mey­
Seksüel davranış 3 0 .0 0 0 1 ve ve sebze içeren değişken diet önerilmektedir. Bununla birlikte ba­
Motorlu taşıtlar 2 5 .0 0 0 1 zı besin maddeleri (örneğin gelişen fetüste nöral tüp defektlerinden
Yasa dışı ilaç kullanımı 2 0 .0 0 0 <1 korunmak için yeterli folik ait) tipik amerikan dieti ile alınamaz ve
TO TA L 1,060,000 50 en iyi vitamin desteği ile sağlanır. Vitamin E ve C gibi antioksidan-
ların kullanımını destekleyen kanıtlar hala yeterli miktarda olmama­
a Gerçek sayılarla (ateşli silahlar) relatif riske dayalı(öm . tütün kull.)tahmi-
sına rağmen, bu mikro besinlerden yeterli miktarda dengeli bir diet-
ni değerleri saptamada farklı yaklaşım lar gösteren çalışmalardan alınmıştır.
le elde edilebilir,
1 0 0 .0 0 0 ’in üzerindeki sayılar 1 0 0 .0 0 0 ’in en yakın katına, 5 0 .0 0 0 ’in üzerin­
dekiler en yakın 1 0 ,0 0 0 'in katına,5 0 ,0 0 0 ’in altındakiler en yakın 5 0 0 0 ’e
Alkol ve İlaçlar Alkol ve ilaç kullanımı yıllık 100.000’den fazla
yuvarlan lmıştır. ölümden sorumludur. Sağlık hizmetlerinin bu tip davranışlara başla­
K A YN A K : M cGinnis JM , Foege W H: Actual cases o f death in the United manın engellenmesindeki etkinliğinin bilinmemesine rağmen, ba­
States, JA M A 2 7 0 :2 2 0 7 , 1993. ğımlılık ve maruziyet açısından tarama yapmak, alkol ve ilaç ilişkili
travma, şiddet, ilaç suistimalinin tıbbi komplikasyonları gibi olayla­
rı önlemedeki çabalan doğrudan yönlendirebilir. CAGE anketi gibi
garayı kontrol etmede, sigaraya başlamanın önlenmesi tercih edilen
alkol bağımlılığını taramada değeri olan araçlar olmasına rağ­
yöntemdir. Sigara içen çoğu erişkin bu alışkanlıklarını genç erişkin
dönemde kazanırlar ve bu nedenle sigaraya başlamanın engellen­ men,uyuşturucu ilaç kullanımını taramada rutinde kullanılan benzer
mesinde bu yaş grubu hedef alınmalıdır. Bununla birlikte sigarayı tarama stratejisi yoktur. Bağımlılık ve diğer komplikasyonlann er­
bırakmak, 65 yaşından sonra bırakanlarda ve hastalığı ortaya çıkan­ ken tedavisindeki etkili tedavilerin bilinmesine rağmen sağlık hiz­
larda bile hayatı uzatır. metlerinde her iki bozukluk da yetersiz taranmaktadır.Son zamanlar­
Tüm koruma panellerinde sigaranın zararları hakkında ve siga­ da yapılan çalışmalardaki bilgileri gözden geçirme ile orta dercede
rayı bırakma önerileri konusunda bilgi verilir. Çünkü her yıl sigara alkol kullanımının kalp hastalıkları üzerine olumlu etkilerinin göste­
içenlerin % 70’i sağlık personeli ile iletişime girer,böylece sağlık rilmesi, hastalarla yeterli alkol kullanımı konusunda bir tartışma ya­
ekibi sigaranın zararları hakkında bilgi verme fırsatı bulur. Sigara ratabilir. Uyuşturucu ilaç kullanımındaki yasal yaptırımlar bu prob­
içenlerin % 70’i sigarayı bırakmak istediklerini söylemelerine rağ­ lemlerin saptanmasını engelleyebilir. Bu bozukluklar için tarama
men birçoğu hemen bir değişiklik yapmaya hazır değildir. Sağlık yöntemleri makul hale geldiğinde, etkinliği kanıtlanmış yöntemler
ekibinin görevi sigara içenleri bırakmaya teşvik etmek,bırakmada­ arasında kısa önerilerde bulunmak, ayaklan veya yatarak tedavi
ki engelleri ortadan kaldırmak ve bırakmak için etkili yöntemler programlarına yönlendirmek, 12-adım ve diğer toplumsal kuruluşla­
(f.ınnakotcrapik yöntemler dahil) önermektir. Sigarayı başarı ile bı­ rın kullanımı ve eroin kullanımında kullanılan metadon gibi ilaçla
rakanların %9()’ı programlı müdahale olmadan sigarayı bırakacak- leılavi yer alır.
lardır.Bırakmak için gün bdirlemck.başhıngıç döneminde telefonla Fiziksel Aktivite Artmış fiziksel aktivite sadece obeziteyi azalt­
görüşme veya ev ziyaretleri yapına.literatür sağlama ve nikotin rep- makla kalmaz, beraberinde sedanter bir yaşamdan kaçınarak kardiak
I.ısınan tedavisi veya diğer etkili tedavi yöntemleri(örncğin bupro­ hastalıklar,hipertansiyon, diabetes ve osteoporotik kırık insidansını
pion) bırakmada haşarı oranını arttırıcı yöntemlerdir. Plasebo ile da azaltır. Erişkin Amerikalıların sadece % 22’sinin en azından hafıf-
karşılaştırıldığında jfikotin replasman sistemleri ve bupropion 6 ay­ orta dereceli fiziksel aktivitede (haftada 3-5 kez 30 dakika yürümek
da yaklaşık 2 kat başarı oranına sahiptir. gibi) bulunduğu tahmin edilmektedir. Populasyonun % 25’i hareketli
Diyet Giderek arlan kanıtlar göstermektedir ki kalorik alımın bir fiziksel aktivitede bulunmamaktadır: Fiziksel aktiviteden elde edi­
modifikasyonu, özellikle de kalorinin kalitesi, kalp-damar hastalık­ len yararın büyüklüğü koroner kalp hastalılarında, %35 kadar büyük
ları,kanser ve diabetin mortalite ve morbiditesini azaltabilir. Aşın azalmaya neden olabilir ve hatta hafif egzersiz bile hiç aktivite olma­
kilo hipertansiyon, hiperlipidemi ve diabet insidansına katkısına ek masına tercih edilir. Günümüzde optimum kardiak yarara ulaşmak
olarak koroner arter hastalıkları için bağımsız bir risk faktörüdür. için gerekli olan fiziksel aktivitenin tipi, süresi, yoğunluğu ve sıklığı
Amerikalıların % 2 0 -3 0 ’u aşırı kiloludur (vücut kitle indeksi hala açık değildir. Daha önceki çalışmalar maksimum risk azaltma
(kg/m2) kabul edilebilir düzeyin % 20’sinin üzerinde) ve bazı alt için güçlü egzersiz yapmak gerektiğini düşündürürken, son zamanlar­
grupların (siyahlar, yerli amerikalı.ıneksikalı kadınlar) da bu oran da yapılan çalışmalar düzenli yapılan orta dereceli (çoğu günlerde yü­
% 40’tır. Ağırlıkta meydana gelen değişimlerdeki riske rağmen, rümek gibi) aktivitelerin kardiak olayların da riski azaltığını düşün­
obesiteııin sağlığa olan zararlı etkileri tekrarlayan kilo alıp verme­ dürmektedir. Isınmadan yapılan güçlü egzersizler miyokard infarktü-
nin potansiyel zararına ağır basmaktadır. sü ve ani ölüm riskini arttırabilir. Hastalar, daha önce fiziksel olarak
Amerikalılar fazla kaloriyi daha yararlı kaynaklar örneğin inaktif olmalarına rağmen, düzenli olarak ve giderek artan yoğunluk­
kompleks karbohidaratlar.mono ansatüre yağlar ve lifli besinlerden ta egzersiz yaparak daha önce sportif olanların kardiovasküler ve di­
ziyade yağlardan özellikle de satüre yağlardan alırlar. Kolestrol dü­ ğer hastalıklara yakalanma oranlarını yakalayabilicekleri konusunda
zeyi ile satüre yağ alımı arasındaki ilişkiden ve plazma kolestrol bilgilendirilmelidir, Başarılı egzersiz programlan günlük rutinler
düzeyindeki her %1 ’lik azalma ile koroner arter hastalığında %2-3 (kendine uygun ve travnmadan uzak) arasında yer almalıdır.
azalmadan dolayı, diet modifikasyonu Amerika’daki primer mor- Seksüel Davranış Korunmasız seksüel aktivite enfeksiyöz has­
lalite rolünü azaltmada merkezi bir rol oynar. Epidemiyolojik çalış­ talıklar ve istenmeyen gebelikler gibi risklerden dolayı, hastalar
malarda gösterilmiştir ki aşırı yağ alımı aynı amanda meme, ko­ yüksek riskli birlikteliklerde(oral, anal ve vajinal ilişkide) -eğer ge­
lon,prostat,ve akciğer kanseri ile de ilişkilidir. Kalori alimim tüm belik istemiyorlarsa ek bir kontraseptif yöntemle beraber- bariyer
yağlarda % 30’a ve satüre yağlarda % 10’a indirmek şeklinde geniş metodlan kullanmalıdır.
çapta kabul gören hedefler mortalite ve morbiditeye yağ tipinin (sa­ Çevre Hekimler, sağlığa oldukça geniş bir yelpazede çevresel
dece yağ değil de) etkilerini açığa çıkaracaktır. Dietteki lifli besin- risk faktörlerine adapte olmalıdır(hastalannın fiziksel,sosyal ve iş
lerin(sebze,baklagiller,hububat vs) miktarını arttırmak özellikle ko­ çevrelerini göz önüne alarak). Ev yaşamına, işine, komşularına,ho­
lon Ca insidansını azaltabilir. bilerine ve yeme alışkanlıklarını göz önüne alarak tam bir maruzi-
48 Duman detektörleri az kullanılmaktadır ve evlerin sadece
% 80’nde bulunmaktadır. Yangına bağlı ölümlerin çoğunluğunun
Hl~2 Turn IcplıHiiıia. ,.;5 a>ş \ c a / e r i n d e dııer itea k a n i >;k -i >âk i mî
yerleşim yerlerinde olmasından dolayı,hastalar evlerinin en azından
ri/.meiteri bir katına yangın detektörü koymaları konuusunda teşvik edilmeli­
dir.
T aram a
İşyerindeki zağlığa zaralı faktörleri dikkate alarak risk altında­
Kan basıncı
Boy ve ağırlık kileri tanımak ve maruziyete bağlı uzun dönemli sonuçları tanımla­
Pap smear seksüel aktivite öyküsü ve serviks varsa yabilir. Çalışma çevresinin değerlendirilmesinde metaller, tozlar,
F O B T ve/veya sigmoidoskopi" duman, kimyasal maddeler, lifler, radyasyon, yüksek ses, aşırı uçta­
Mammografi ± meme muayenesi*
ki sıcaklıklar ve biolojik ajanlara maruziyet hakkındaki soruları
Alkol problemini değerlendirme
Kan kolestrol düzeyi (erkeklerde 3 5 -6 4 yaş arası, kadınlarda 4 5 -6 4 yaş içermelidir.
arası) Toplumsal ve aile içi şiddet özellikle de ateşli silahların hatalı
Görme taraması* kullanımı kazalarla meydana gelen ölümlerde ikinci sırayı aim
İşitme bozukluğunun değerlendirilmesi1' Ateşli silahlar özellikle de tabancalar davetsiz misafirlere ev ahali­
Ö n eriler
sinden daha fazla zarar vermektedir ve çocuklara yönelik şiddet ve
Sigarayı bırakma
Dalarken,yüzeıken,bota binerken alkol ve ilaçlardan kaçınmak intiharlarda kullanımı giderek artmaktadır. Hastaların,silahlarını
Yağ ve kolesırolün kısıtlanması evden uzak bir yerde tutmaları teşvik edilmelidir ve hastalar ateşli
Kalorik dengenin sürdürülmesi silahların depolanması ve güvenliğinin yetersiz olması ile ilişkili
Tahıl,meyve ve sebzeden zengin diet
riskler konusunda bilgilendirilmelidir. En azından tetik kilidi,ateşli
Yeterli kalsiyum
silahlarla meydana gelen kazaları önleyebilir. Amerika’da toplumi-
Fiziksel aktivite
Diz/omuz emniyet kemerleri çi ve aile içi şiddet epidemik iken, bu tip davranışları azaltacak yön­
M olorsiklet ve bisiklet kaskları temler iyi saptanmamıştır. Akraba şiddetine maruziyet taraması.gü-
Duman detektörleri venli yuvalar geliştirmek ve yeterli toplumsal ve hükümet grupları­
Ateşli silahların kaldırılması veye depolanması
na yönlendirmek devam eden hatalı kullanımları önleyebilir.
Cinsel yolla bulaşan hastalıkların önlenmesi
Diş hekimi kontrolleri,fluorid ve diş iplikleri
İM M UNİZASYON Amerika’da yıllık yaklaşık 70.000 kişi he-
Kontrasepsiyon patit B, influenza ve pnömokok enfeksiyonlarına bağlı nedenlerle
Düşmelerin engellenm esi1' hayatlarını kaybeder. Erişkinler tarafından önerilen aşıların fiyat-et-
Evde CPR eğitimi*’ kinlik oranı ve iyi ulaşılabilirliklerine rağmen,sadece hedef toplulu­
Sıcak su ısıtıcısının 120° c altında olması
ğun %40 veya daha azı aşılanmaktadır. Erişkin immunizasyon reh­
İm m unizasyon
Tetanus-difteri (Td) berlerine uyumun az olmasının nedenleri arasında sağlık personeli
Pneumokok aşısı’’ ve hastalar arasında aşının etkinliğine dair güvenin olmaması, he­
Influenza aşısı* def hastalıkların hafife alınması, masrafların yeterince karşılanma­
Rubella serolojisi veya aşısı** ması,yüksek riskli popopulasyonu tanıyacak ve aşılayacak sistem­
K em op rofilaksi
lerin yokluğu ve okul çağındaki çocuklardakine benzer aşılama
Perimenapozal kadınlarda hormon replasman tedavisi
Folik asit içeren Multivitamin** programının erişkinlerde olmamasıdır. Erişkinlerde önerilen aşıla­
rın listesi Tablo 10-2 ’de yer almaktadır.
u 49 yıışındun sonra
^ 49 yaşından sonra; 69 yaşından sonraki kadınlardaki kanıtlar çelişkilidir K E M O P R O F İL A K S İ Primer korumada bazı ilaçların kullanı­
L 65 yaşın üzerindekilerde mını destekleyen yeterli miktarda kanıt vardır. Bu tedavi tipi bir
^ Doğurganlık çağındaki kadınlar anlamda sağlıklı bir insanda risksiz değildir, Kalp-damar hastalık­
KAYNAKîThe U.S. Preventive Services Task Force Guide ıo Clinical Preventive
Services (Birleşik Dcvleıler Koruyucu Hizmetler Bölümünün Klinik Koruyucu
larında ve kolorektal C a’dan korunmada aspirin külhanımı kohort
Hizmetler Rehberimden derlenmiştir. Detaylar için raporun tamamına ve yüksek riskli çalışmalarından ve kalp damar hastalıklarında randomize kontrollü
kişilere öneriler için danışınız. çalışmalardan elde edilen kanıtlarla desteklenmiştir. Serebral kana­
yet öyküsü almak ileride tedavi yöntemlerini ve önerileri yönlendir­ ma ve gastrointestinal intolerans ile hastanın hedef hastalığa karşı
meye yardımcı olabilir.Bölgesel enfeksiyöz hastalıklar veya lokal riskleri ile dengelenmelidir. Her ne kadar mortaliteye katkısı rando­
endüstri tarafından üretilen toksik ürünler gibi bazı lokal faktörler mize çalışmalarla gösterilmemişse de, postmenapozal hormon rep­
hastalara spesifik riskleri belirtse de,sağlığı iyileştirmede bazı öne­ lasman tedavisi,sağlıklı kadınlarda menapozal semptomları kontrol
riler evrensel olmalıdır. etmesinin yanısıra ileride ortaya çıkabilecek hastalıkları (koroner
Cilt Ca en sık görülen malignensi türü olup -k i çoğu güneşe kalp hastalıkları ve osteoporoz) da önleyebilecek bir başka tedavi­
maruz kalmaya sekonderdir- tüm hastalar güneşte fazla kalmamala­ dir. Bu yararlar çıkması muhtemel meme ve endometrial Ca riski ile
rı ve güneş kremi kullanımı konusunda uyarılmalıdır. Hastalar ha­ dengelenmelidir. Hastanın uyumunu arttırabilmek, yeterli miktarda
va kirliliği,evde sigara içme veye karbondioksit veya radon gazla­ medikasyon yapabilmek ve yan etkilerin uzun dönemde takip edi­
rına bağlı gibi potansiyel toksin maruziyetlerini göz önünde bulun­ lebilmesi için hastanın karar verme sürecine katılımı ve bilgilendi­
durmaya teşvik edilmelidir ve bu tip maddelere maruz kaldıkların­ rm iş onay alınması önerilmektedir.
da ortaya çıkabilecek semptomları ve komplikasyonlar konusunda
bilgilendirilmelidir. Yiyecekleri doğru hazırlama ve depolama ile SEKONDER KORE'Yİ A
yiyeceklerle bulaşan hastalıklar önlenebilir.
Kazalar önlenebilir mortalite ve morbiditenin belirgin bir bölü­ TARAM A Var olan hastalığın geniş çaplı taraması için aşağıdaki
münü oluşturur ve 40 yaş altındaki populasyonda başlıca ölüm ne­ kriterler olmalıdır:
denidir. Trafik kazaları, kazalar arasında önde gelendir. Sakatlığa 1. Hedef hastalık populasyonda, tarama yapmaya değer miktarda
yol açabilecek bir kaza içinde yer alma riski kişinin yaşamı süresin­ olmalıdır. Relatif riskteki küçük değişiklikler toplumda kesin
ce % 30 kadın yüksek olabilir ve araba kazalarındaki ölümlerin riskte önemli bir yer tutmalıdır.
% 50’si düzenli emniyet kemeri kullanımı ile önlenebilir. Hekimler 2. Hedef hastalığın iyi anlaşılmış klinik seyri ve preklinik latent
emniyet kemeri kulanımı, motor ve bisiklet kullanıcılarında da kask bir dönemi olmalıdır.
kullanımı konusunda tavsiyelerde bulıunmalıdır, zira bu tip tavsiye­ 3. Tarama yönteminin kabul edilebilir teknik performans paramet­
de bulunulanların çoğunluğunda emniyet kemeri veya kask kullan­ releri olmalıdır; yanlış pozitif ve yanlış negatif sonuçları mini­
ma olasılığı vardır. Hekimler alkol alımı sonrası motorlu araç kul­ mize ederek tarama olmadan saptanabilen evreden daha erken
lanmamalarını tavsiye etmelidir-ki alkol ve uyuşturucu ilaç kullanı- bir evrede saptayabilmelidir.
mt açık bir risk faktörüdür. 4. Hedef hastalığın etkin bir tedavi yöntemi olmalıdır.
’ I ıkın i,mı hastalığın prognozunu değiştirebilmelidir. .Uicmıuif"Tıp 49
ı». Tarama ve erken tedavinin fiyatı,uygulanabilirliği ve kabul edi­
lebilirliği sağlanmalıdır.. rmda enerji, Çin tıbbmda ”qi” veya Ayurvedik tıpta "prana” ) veya is­
pat edilmemiş biyokimyasal hipotezlere (öm. yüksek dozda C vitami­
Hekimler bir yandan bu kriterleri taşıyan tarama servislerinde ni kullanımı) dayanabilir. Her ne kadar çoğu konvansiyonel olmayan
(örneğin 50 yaş üzerindeki kadınlarda düzenli mamogramlar) çalı­ tedavi özenli prospektif klinik çalışmalarla desteklenmemişse de, "al­
şırken, bazı sık yapılan risk tarama etkinliklerinin bugün elle tutu­ ternatif’ "ispat edilmemiş" ile eşanlamlı değildir. Bazı iyi tasarlanmış
lur kanıtları yoktur. Örneğin 50 yaş altındaki kadınlarda mamog- iyi uygulanmış klinik çalışmalarda elde edilen veriler bazı alternatif
ram kullanımı ve prostat spesifik antijen ölçümü birçok klinisyen ilaçların belirli durumlarda kullanımını desteklemektedir (aşağıya ba­
tarafından, yaşam kalitesini artırdığı veya mortalite ve morbidite- kınızı).
yi azalttığına dair kanıtlar olmadan kullanılmaktadır. Hedef şartlar­ Konvansiyonel olmayan tedavilerin kullanımı yaygındır. 1997’de
da ortalama risk taşıyan erişkinlere USPSTF ‘nin önerileri için Tab­ yapılan bir telefon araştırması ABD’deki İngilizce konuşan erişkinle­
lo 10-2’ye bakınız. Özel risk ve hassas populasyon için öneriler rin % 42’sinin bir çeşit alternatif tedavi denediğini ortaya koymuştur.
Kullanımın özellikle zenciler arasında yüksek olması çoğu alternatif
USPSTF Rehber’inden ulaşılabilir.
tedavinin geleneksel ("traditional”) tıp uygulamaları olduğunu düşün­
dürmektedir. Alternatif tıp seçeneklerini kullanan hastalar sıklıkla has­
TOPLUM SAĞLIĞINI K O RU M A
talık yelpazesinin en uç noktalarında bu yönteme başvururlar; ya hafif
Hekimler, doğudan sağlığın iyileştirme veya koruyucu sağlık hiz­ veya kronik hastalıklarda semptomların giderilmesi için, ya da yaşamı
metlerine ek olarak, kendi bilgilerini, deneyimlerini ve uzmanlık tehdit eden durumlarda (tipik olarak konvansiyonel tedavilere ek ola­
bilgilerini toplum düzeyine getirebilirler. Tütün kullanımının azaltıl­ rak).
masına yönelik tartışmalar veya lokal fırınların sağlık riskleri olsun, PLASEBO ETKİSİ VEYA SPESİFİK OLMAYAN ET K İLE R
hekimler klinik dışında sağlığı iyileştirici yardım ve bilginin önem­ P la s e b o etkisi nereye kadar alternatif tıbbın popülerliğini açıklayabilir?
Şimdi daha yaygın olarak "sp esifik olm ayan etk ile r” tabiri kullanılmak­
li kaynaklarıdır. Bu tip aktiviteler, ile hastalara bakım konusunda sü­
tadır; ki bu fenomen çevre, hekim (uygulayan) - hasta ilişkisi, inançlar
rekli hedefler olup hastalığın kökeni ve prevelansı üzerine etkili
ve beklentiler (hem uygulayanın, hem de hastanın), hastalığın doğası ve
olabilir.
bireysel değişkenliği de içeren çeşitli faktörlerin hepsini kapsar. Plase­
bo etkisinin kendisi de ayrıca araştırılmaktadır.
» İB L İO G R A F Y A
Spesifik olmayan etkilerin hem konvansiyonel, hem de konvansi­
BROWN Al, GA RBER AM: A concise review of lhe cosl effectiveness of coro­ yonel olmayan tedavilerin sonuçlarını olumlu yönde etkilerdiği kabul
nary heart disease prevention. Med Clin N Am 84:279, 2000
edilebilir. Ancak, hekimin alteratif tedavilere karşı tutumunu temel ola­
FEDSON DS: Aduli immunization: Summary o f lhe National Vaccine Advisory
Commillee Report. JAMA 272:1133, 1994 rak spesifik değerlendirme belirlemelidir.
GOLDSTEIN MG, N1AURA R: Methods lo enhance smoking cessation afler BİTK İSEL ("h erb al") İLA Ç LA R H erb alizm (fitotıp , fıt o t e r a p i,
myocardial infarction. Med Clin N Am 84:63, 2000 veya bo ta n ik tıp da denir) bitkilerin ve bitki bileşenlerinin medikal
HENSRUD DD: Clinical preventive medicine in primary care: Background and amaçlı kullanımıdır. Bitkilerin ilaç olarak kullanımı insanın evrimi ka­
practice. Mayo Clin Proc 75:165, 2000
dar eskidir; büyük maymunların hasta olduklarında belirli bitkileri ye­
LEM AITRE RN el al: Leisure-lime physical activity and lhe risk of primary car­
diklerine dair kayıtlar vardır. Analjeziklerin çoğu (lidokain ve novoka-
diac arrest. Arch Inlem Med 159:686, 1999
POPE AM, RALL DP (eds): Environmental Medicine: Integrating a Missing in koka bitkisinden (Erythroxylum c o c a ), opioidler afyondan (P a p a -
Element into Medical Education. Washingion, DC, Nalional Academy Press. v er som niferum ), aspirin çayır bitkisinden ("meadowsweet"; Spirea ul-
1995 maria; adındaki "spir” bu bitkiden gelir)) gibi klinik kullanımdaki pek
Smoking Cessaiion Clinical Practice Guideline Panel and S ta ff. The Agency for çok ilaç bitkilerden türetilmiştir. Oral kontraseptiflerin projestin bile­
Heallh Care Policy and Research Smoking Cessation Clinical Practice Guide­
şeni Meksika patatesinden (Diascorea villosa); digoksin yüksükotun-
line. JAMA 275:1270, 1996
dan ("foxglove”; Digitalis lanata) elde edilir; kromolin sodyum bir
SO X HC: Preventive heallh services in adulls. N Engl J Med 330:1589, 1994
U.S. Preventive Services Task Force: Guide to Clinical Preventive Services. 2d Ayurvedik bitki olan Ammi visnaga’dan elde edilen bir "khellin” türe­
ed. Ballimore, Williams & Wilkins, 1995 vidir; ve bir dikumarin türevi olan varfarin tatlı yoncadan (M elilotu s
W ILLETT WC: Diet and heallh: What should we eat? Science 264:532, 1994 o fficin alis) elde edilir. Zehirlenmelerin tedavisi için ilaç dolaplarında
bulunan ipeka bir Güney Amerika fundasının (C ep h a elis ip ec a c u a n h a )
kökünde bulunur; bandajlan cilde yapıştırmaya yarayan benzoin
Styrax benzoi ‘den elde edilen bir sakız reçinesidir; ve hemoroid ağn-
Adriane Fugh-B erm an sını dindirmek için kullanılan cadı fındığı H am am elis virginian a ekst-
residir. Mantarlar da farmasötiklere kaynak olmştur: penisilin Penicil-
A L T E R N A T İF T IP lium notatum adlı mantardan izole edilmiştir, sefalosporinler bir deniz
Meral Keyer Uysal mantanndan (C ep h a losp oriu m acrem on iu m ) türetilmişlerdir, ve lovas-
tatin A spergillu s terreu s isimli bir mantardan elde edilmiştir.
Konvansiyonel tıbbın alternatifleri her zaman var olmuştur. Dışarı­ Aslında her kültürün kendine ait bir geleneksel tıbbı vardır. Batı
dan bakıldığında, bir çağın alternatif tedavileri, başka bir çağda kon­ herbalizminde bitkiler genellikle tek başlarına kullanılırlar, ancak ba-
vansiyonel tedaviler haline gelebilirler. Radyasyon tedavisi ve transkü- zan kombine edilirler. Çin herbal tıbbı pek çok bitkiden oluşan komp­
tanöz elektriksel sinir stimülasyonu, bir zamanlar konvansiyonel teda­ leks karışımlar, bazan da hayvansal maddelerle kombinasyonlar kulla­
viler değilken, şimdi tıpta yaygın olarak kullanılmaktadırlar. Sülük uy­ nır. Bitkiler hastalıkları tedavi etmek veya önlemek için kullanılabilir.
gulaması bile ufak bir dönüş yapmıştır; sülük tarafından salgılanan ve Önleyici olarak, "tonikler" bazı spesifik organ fonksiyonlarını destek­
potent bir antikoagülan olan hirudin, ABD’de "Food and Drug Admi­ ler, ve "adaptojenler” homeostaza dönüşü hızlandırmak için kullanılan
nistration (FDA)” tarafından antitrombotik ajan olarak onaylanmıştır. sepsifik olmayan tedavilerdir.
Bir sağlık sorununa, konvansiyonel tıp uygulamaları arasında yer al­ Saint John’un ”wort”u (SJW) olarak bilinen maddenin depresyon
mayan farklı yaklaşımlara alternatif tıp denir; çoğu alternatif tedavi as­ için, ”kava"mn anksiyetede, "saw palmetto’nun iyi huylu prostat hi-
lında konvansiyonel tıbbın yerini almaktan ziyade onu tamamlayıcıdır. perplazisinde ("benign prostate hyperplasia” - BPH), ve ”ginkgo"nun
Alternatif tıp farklı hastalık teorileri, tanı yöntemleri ve çeşitli te­ serebral kan akımını artırmak için kullanımını destekleyen bazı klinik
davi seçenekleri bulunan sistemlerden (öm. geleneksel Çin tıbbı ve çalışma sonuçları vardır. Sarmısağm kardiyak fonksiyonları iyileştir­
Ayurvedik tıp), arı poleni örneğinde olduğu gibi her derde deva tek bir diği, ve ”echinacea”nm üst solunum yolu infeksiyonlarm tedavisinde
bileşene kadar değişik şekillerde karşımıza çıkar (Tablo 11-1). Kon­ (önlemede değil) kullanımını destekleyen veriler de bulunmaktadır.
vansiyonel batı tıbbı esas olarak fizyoloji ve patofizyolojiye dayanır­ Saint Jo h n ’s W ort (H y p e r ic u m p e r fo r a t u m ) Hafif ve orta de­
ken, alternatif tedaviler alternatif paradigmalara (öm. doğu anlayışla- receli depresyonda SJW kullanılarak toplam 1757 poliklinik hasta-
kez 300 mg dır.
İn vitro, SJW'nin yüksek konsantras­
Ayurvedik tıp Majör Doğu Hindistan geleneksel tıp sistemi, nabız ve dille tanı koyulur; tedavi­
ler arasında diyet, egzersiz, bitkiler, yağla masaj ve eliminasyon rejimleri (eme- yonu dopamin, norepinefrin ve serotonin
tikler, diyareikler, vb. kullanılarak) vardır. uptake'ni inhibe eder, SJW nörötransmit-
Aromaterapi Esansiyel bitki yağlan (damıtılmış konsantreler) ile masaj, banyo veya inhalasyon terler arasında en güçlü olarak g-amino
"Alexander" tekniği Ağrıyı gidermek, iskeletin zorlanmasını azaltmak ve postürü düzeltmek için, kas- butirik asidin (GAB A ) A ve B reseptörle­
lann etkin kullanımının üzerinde duran bir çeşit hareket tedavisi uygulanır.
rine bağlanma affınitesi gösterir, Her ne
Akupunktur Saç inceliğinde iğnelerin meridyen adı verilen anatomik olmayan kanallara batı-
kadar SJW in vitro olarak monoamin ok-
nlması şeklinde bir Çin tıbbı uygulaması
sidazı (MAO) inhibe etttiği gösterilmişse
Antroposofik tıp Bitkiler, homeopati, diyet, ve öritmi ("eurythmy") denen bir çeşit hareket tedavi­
sinden oluşan, tinsel temeli dayalı bir tıp sistemi de bu etkisi in vivo olarak gösterileme­
Çiçek kaynaklı ilaçlar Çiçeklerden elde edilen infüzyonlann sulandırılarak emosyonel durumların miş, ve ayrıca SJW (bitki muhtemelen
("B ad ı flower remedies”) tedavisinde kullanılması serotonin reuptake inhibitörlerini potan-
"Biofeedback" Fizyolojik olayları görsel ve işitsel sinyallere çeviren aletlerin kullanımı. siyalize edebilir) kullananlarda MAO in-
Şiropraktis ("Chiropractic") Nöromüsküler fonksiyonlun etkileme çabasıyla omurların ayarlanması hibisyonuna bağlı hipertansif kriz vaka­
Kraniyal sakral tedavi Baş ve omurganın nazikçe manipülasyonu
ları bildirilmemiştir. SJW'nin yan etkile­
"Curanderismo" Meksika kökenli Amerikan toplumlannda yaygın bir gelenek olan, ritüel biçimin­
ri arasında gastrointestinal belirtiler, yor­
de temizlenme, bitkiler ve büyü aracılığıyla tinsel tedavi
gunluk ve fotosensitizasyonu sayabiliriz,
"Espiritismo/Mesa Medyumlar, bitkiler ve yağlarla tedaviden oluşan, Porto Riko ve Küba'da
Blanca/spiritism" yaygın, dini bir sistem Ginkgo ( G in k g o b ilo b a ) Ginkgo
Dans tedavisi Duygulanım durumunun ifade edilebilmesini kolaylaştırmak amacıyla bazı hare­ yapraklarının ekstreleri Alzheimer veya
ketlerin kullanıldığı tedavi yöntemi multi-infarkt demansın tedavisinde öne­
"Feldenkrais" vücut Uygun baş pozisyonunun vurgulandığı, yüksek derecede yapılandırılmış rilmektedir, Bir çok randomize kontrollü
çalışması bir seri hareket denemelerde günde iki kez 4 0 ila 80 mg
Yönlendirilmiş hayal gücü Hayal gücünün, fizyolojik fonksiyonları etkileyen özgün görüntülerin görülmesi
olarak standardize edilmiş G . b i l o b a
amacıyla yönlendirilerek uyarılması
ekstreleri ile (% 22-27 flavanoid glikozid
Hidropati Çeşitli sıcaklıklarda, hazan havalandırılmış veya basınç altında, hazan da tuzlar
veya diğer maddeler eklenerek su tedavisi
ve % 5-7 terpen laktonlan içeren) 3-6 ay­
Hipnoz Kişinin belirli önerilere karşı algılayıcı hale gelmesini sağlayacak bellek durumu­ lık tedaviden sonra Alzheimer hastaları­
nun indüklenmesi nın kognitif fonksiyonlarında küçük fa­
Masaj Kasları gevşetmek için uygulanan darbeli ve friksiyonlu masaj kat istatiksel olarak anlamlı bir etki sap­
Meditasyon Kişinin düşünmeden farkında olma durumuna ulaşmaya çalıştığı bir süreç tanmıştır, Ginkgo'nun trombosit aktive
Müzik tedavisi Şarkı söyleme, bir enstrüman çalma veya müzik dinleme edici faktörü (PAF) inhibe edici etkisinin
Naturopati Bitkiler, homeopati, akupunktur, hidropati, diyet ve ekzersizin birlikte uygulanması
yanısıra vazoregülatör ve antioksidan et­
Amerikan yerlilerinin Dua, ilahi, müzik, iyileştirme seremonileri, günah çıkarma, bitkiler, kutsanmış bit­
kilere de sahip olduğu görülmektedir,
tıp uygulamaları kilerin dumanı ile ritüelik temizlenme etkinliklerinin kulanıldığı çeşitli sistem­
ler
Ginkgo kullanımına bağlı iki subdural
Refleksoloji/zon tedavisi Eller veya ayaklarda bulunan ve uzak organları etkilediğine inanılan belirli nokta­ hematom, bir intra serebral hemoraji, bir
ların uyarılması subaraknoid hemoraji, bir spontan ön ka­
"Rolfıng'Vyapısal integ- Vücudun derin dokularını uyarmak amacıyla elle yapılan bir tedavidir. mara hemorajisi olmak üzere ciddi inta-
rasyon "Santeria” Güney Nijerya'da Yoruba kabilesinden türetilmiş bir Latin Amerika ruhsal ("spi­ serebral kanama vakaları bildirilmiştir,
ritual") sistemidir; "santero"lann azizlarle iletişim kurduklarına inanılır, Pekçok vakada bu hastalar aynı zamanda
"Shiatsu/acupıessure" Anatomik olmayan meridyenler boyunca bazı noktalara parmakla basınç uygulan­
antikoagulan ilaçları almaktaydılar,
ması
K ava ( P ip e r m eth y sticu m ): Polonez-
"Siddha" tıbbı Nefes alma teknikleri, "incantation", bitkiler ve "muppu" (üç tuzdan oluşan bir
preparat) kullanılan bir Doğu Hindistan medikal sistemi (Tamil dilini konuşan ya'da tören içkisi olarak kullanılan kaya­
kişiler arasından yaygındır). nın kök ve rizomlan Avrupa ve Kuzey
'T a i chi ch'uan" Bir çeşit "hareketli meditasyon" olarak tanımlanabilecek dans benzeri Çin egzer­ Amerikada uykusuzluk ve anksiyetenin
sizi tedavisinde kullanılmaktadır. Muhtelif
Terapötik dokunma 'İyileştirici meditasyon" olarak tanımlanabilecek, eller üzerinde uzanmanın sekü- plasebo-kontrollu denemelerde genellikle
ler versiyonu günde üç kez 7 0 mg dozunda kullanılan
Tibet tıbbı Nabız ve idrar incelemesini tanı için kullanan ve tedavide bitkiler, diyet ve masa­
kava bileşiklerinin (% 70 kavalakton içe­
jı uygulayan tıp sistemi
recek şekilde standardize edilmiş) anlam­
Geleneksel Çin Tıbbı Tam için nabız ve dil incelemesini kullanan, tedavi için akupunktur, bitkisel karı­
şımlar, masaj, egzersiz ve diyet uygulayan tıp sistemi lı anksiyolitik aktivite gösterdiği saptan­
"Trager” vücut çalışması Hastaların hareket serbestliğini en üst düzeye çıkarmalarına yardım etmek için na­ mıştır. Kavalaktonlar (aynı zamanda ka-
zik pasif hareketlerle birlikte hafif masaj vapiron olarak da isimlendirilirler) kas
Unani tıbbı Esas olarak Müslüman topluluklarda uygulanan, İran tıbbından türetilmiş bir Do­ gevşeticidirler ve bunlar kavain, dihidro-
ğu Hindistan medikal sistemi kavain, metisilin, ve dihidrometisilini
Yoga Postür değişiklikleri (asanas), nefes alma egzersizleri (pranayama) ve temizlenme kapsamaktadırlar (son ikisi güçlü norepi­
uygulamaları (kriyas) şeklinde bir Hint uygulaması
nefrin uptake inhibitörüdürler),
Terapötik dozlarda hafif gastrointes­
sında gerçekleştirilen meta-analiz 23 randomize (20 si çift kör) de­ tinal şikayetler veya alerjik deri reaksiyonları ortaya çıkabilir (insi-
neyi kapsamaktadır, Yapılan 15 placebo-kontrollu denemede dens % 1,5 civarında), Kavanın yüksek dozda kronik kullanımı sık­
SJW'nin plesebodan anlamlı bir şekilde daha etkin olduğu bulun­ lıkla gözde iritasyonun eşlik etttiği reversibl iktiyoziform erüpsi-
muştur, 8 tedavi-kontrollü denemede SJW alanlardaki klinik iyileş­ yon olarak isimlenedirilen kava dermopatisine neden olmaktadır.
me trisiklik antidepressan alanlardan farklılık göstermemiştir, Bu Ginseng ( P a n a x g i n s e n g ve diğer p a n a x türleri) Ginseng ge­
meta analizdeki denemeler heterogen olup değişik teşhis kriterleri rek batı gerekse doğu tıbbında tanınan bir bitkidir, Ancak ginseng
ve farklı SJW dozları kullanılmıştır, köklerinin spesifik koşulların tedavisindeki yeri klinik denemeler­
Birçok klinik deney % 0,3 hiperisin içerecek şekilde standardi­ de gösterilmesi gerekmektedir,, Ginseng ginsenozitleri, poliaseti-
ze edilmiş (uzun süre SJW'deki en etkin bileşik olduğu düşünülen) lenleri ve seskiterpenleri içermektedir,Bazı glukokortikoid benzeri
çiçek tomurcuk ekstreleriyle yapılmıştır. Bununla birlikte, hiperfo- etkilere ve hipoglisemik aktiviteyesahip olduğu ve nörötransmitter
rin aktif ana maddedir %3 hiperforin içerecek şekilde standardize aktiviteyi de etkilediği görülmektedir, Glukokortikoid uygulaması
edilmiş ekstreler klinik denemelerde kullanılmıştır ve piyasada gerek in vitro gerekse in vivo ginsenozidlerin etkisini bloke etmek­
mevcuttur, Her iki preparatın da mutad kullanılan dozu günde 3 tedir; ginsenozidler intakt sıçanlarda adrenal siklik AMP düzeyini-
arınınken lıipofizektomize sıçanlarda artırmazlar, böylece adrenal sek- 51
ıesyon üzerindeki etkilerin pituiter bez üzerinden oluştuğu düşünül­
mektedir. Ginseng bilinen fıtoöstrojenleri içermemesine rağmen, muh- derece kalp bloğu ile karakterize sinus bradikardisi, junctional escape
ıclil' vakalarda ginseng kullanımından sonra menapoz sonrası uterus ritmli dal bloğu veya torsade de pointes dahil) içermektedir. Diğer
kanamaları bildirilmiştir. semptomlar arasında göğüs ağrısı, karın ağrısı, diyare, hiperventilas-
Saw Palmetto (Seranoa repens) Saw palmettonun meyvalan yon solunum güçlüğü, terleme, konfüzyon, başağnsı ve aşırı lakrimas-
Amerikan yerlileri tarafından besin olarak kullanılmıştır; bunların gü­ yonu sayabiliriz. Kurtboğanın bilinen spesifik antidotu yoktur ve teda­
nümüzde en yaygın kullanım alanı iyi huylu prostat hipertrofisinin vi başlıca destekleyici niteliktedir. Eğer aşırı kolinerjik belirtiler mev­
ı BI’H) tedavisidir. S. repens meyvasının (tek başına veya diğer bitki­ cut ise atropin verilebilir. Antiaritmikler yararlı olabilir, fakat karakte­
lerle kombine şekilde) ekstreleriyle yapılan randomize kontrollü çalış­ ristik olarak, elektriksel kardi yoversiyon kurtboğan zehirlenmesinde
malar hakkındaki bir derleme çalışmasında 2939 erkekte gerçekleştiri­ belirgin olarak başarısızdır.
len ve 4-48 hafta süren 18 randomize (16 çift kör) çalışma tanımlandı Doymamış pirolizidin alkaloidleri hepatotoksiktir; çocuklar özel­
Plasebo ile kıyaslandığında, S repens üriner semptomların skorlarla- likle duyarlıdırlar. Doymamış pirolizidin alkaloidleri karakafes
masını, noktüriyi ve pik idrar akımını iyileştirmiştir. Finasteridleri S. (Symphytum), hodan (Borago officinalis) yaprağı (tohum yağlan gü­
repens ile karşılaştıran iki çalışmada üriner semptom skorlamasındaki venli), öksürük otu (Tussilago farfara) ve "Crotalaria" ve "Senecio"
iyileşmeler benzerlik gösterdi. S repens ile görülen yan etkiler hafif ve türlerinde bulunmaktadır. ”Chaparral”(Larrea divaricata), yer meşesi
nadirdir. (Teucrium chamaedrys) ve Çin übbında Ju Huan olarak isimlendirilen
Saw palmetto genellikle %70-95 serbest yağ asidi içerecek şekilde (Stephania ve Corydalis bitkilerinde mevcut bir kimyasal bileşik olan
standardize edilmiş liposterolik ekstre halinde uygulanmaktadır; mu- levo-tetrahidropalmitini %36 oranında içerir) bitkilerin de karaciğer
dat olarak kullanılan doz günde iki kez 160 mg dir.Saw palmetto 5a- üzerine toksik etkileri vardır.
reduktaz inhibisyonu ve dihidrotestesteronun sitozolik androjen resep­ İlaç Etkileşimleri En ciddi bitki-ilaç etkileşimleri antikoagülan
törlerine bağlanmasının inhibisyonu gibi farklı mekanizmalar aracılı­ bitkilerle varfarin birlikte verildiğinde görülen kanama riskinde artış­
ğıyla etki gösterir. tır: Kanama vakalan ginkgo (G. biloba), sarımsak (Allium sativum) ve
Polen/Arı Poleni Polen bitkilerden veya onların polenleyicilerin- Çin bitkilerinden ’’danshen” (Salvia miltiorrhiza) ve melek otu (Ange­
den toplanabilir; arı poleni arılar tarafından toplanan çiçek polenidir. lica sinensis) ile bildirilmiştir Çözünür fiberler olan guam sakızı ve fi-
İyi huylu prostat hipertrofili (BPH) 60 hastada kanşık-polen ekstresi silum pek çok ilacın emilimini yavaşlatır veya azaltırlar ve antrasen
verilerek yapılan çift-kör plasebo kontrollü çalışmada, sübjektif iyileş­ içeren laksatifler olan sinameki (Cassia senna ve C.angustifolia) ve ra-
menin tedavi gören grubda anlamlı bir şekilde daha iyi olduğu saptan­ vend (Rhamnus purshiana) de pekçok ilacın emilimini azaltabilirler.
dı; rezidüel idrarda ve ultrasonda prostat çapında anlamlı bir azalma Ayurvedada kullanılan bir şurup olan ’’shankhapushpi” fenitoinin dü­
gözlendi..Bununla birlikte idrar akış hızı ve hacmi değişiklik göster- zeylerini azaltır. Meyan (Glycyrrhiza glabra) oral ve topik glukokorti-
medi.Polen alınımı ile alerjik reaksiyonlar,eozinofılik gastroenterit, ve koidlerin etkisini potansiyalize eder.
hipereozinofili görülebilir. Bazı bitkiler psikotropik ilaçlarla etkileşime girer; yohimbe (Pa-
Echinacea Türleri Echinacea kökleri infeksiyonlann tedavisinde usinystalia yohimbe) bitkisi (aynı zamanda ilaç olarak kullanılan yo-
veya önlenmesinde kullanılmaktadır.Piyasada kullanılan 3 türü vardır; himbin ,her ikisi de impotansın tedavisinde kullanılır.) trisiklik anti-
Echinacea purpurea, Echinacea angustifolia ve Echinacea pallida. depresanlarla birlikte kullanıldığında hipertansiyon riskini arttırır. Ka-
Toplam 3396 katılımcı ile yapılan 16 çalışmayı içeren (üst solunum teşu (Areca catechu) ve nöroleptikleri birlikte alan hastalarda ekstrapi-
yolları infeksiyonu üzerine yapılan 8 ’i tedavi 8 ’i önleme çalışması)bir ramidal etkiler ortaya çıkar, ginseng (P. ginseng) ile antidepressanlan
sistemik derleme çalışmasında, çalışmaların metodolojisinde ve müs­ birlikte kullanan depresyonlu hastalarda mani gelişir ve SJW (H . per­
tahzarların hazırlanışında büyük farklılıklar saptanmıştır. Her ne kadar foratum) ile serotonin reuptake inhibitörleri kombine edildiğinde hafif
plasebo ile kıyaslandığında echinacea’lar için pozitif sonuçlar bildiren ’’serotonin sendromu” oluşturabilirler (kusma, bulantı belirtileri ve
çalışmalar olmasına rağmen, araştırıcılar eldeki bulguların bir spesifik konfüzyon); ilerlemiş serotonin sendromu ise miyoklonus, ajitasyon,
dozu, ürünü veya preparasyonu tavsiye etmek için yeterince güçlü ol­ abdominal kramp, ateş ve hipertansiyonu içerir (Konu 385).
madığı sonucuna vardılar. Kontaminasyona neden olanlar Bitkisel ürünler kontamine ol­
İmmunomodülatör etkiler echinacea preparasyonlanndaki 5 farklı muş, yanlış etiketlenmiş veya yanlış teşhis edilmiş olabilir. Hindistan
sınıf bileşiğe atfedilir: kafeik asit türevleri, alkilamidler, poiasetilenler, ve Sri Lankadan gelen tıbbi bitkiler Fusarium ve Aspergillus gibi tok­
glikoproteinler, polisakkaritler. Alkilamidler en aktif kimyasal bileşen sik mantarlarla kontamine olmuş olabilir. Asya’ya ait bazı bitkisel
olarak kabul edilir.Echinacea hem humoral hem hücresel immuniteyi ürünlerde ağır metaller saptanmıştır (bazen Ayurvedik bitkisel ilaçların
stimüle eder; teorik olarak atopik bireylerde veya otoimmun hastalığı hazırlanışında metaller özellikle kullanılır ) Etiket üzerinde herhangi
olanlarda semptomları kötüleştirir. bir ibare koymadan farmasötik ilaçlar bitkisel ürünler içine ilave edilir,
Bitkilerin Yan Etkileri Bitkiler farmakolojik etkilere sahiptirler bu durum daha çok Tayvan ve Hong-Kong’dan ithal edilen Çin bitki­
ve yan etkiler veya etkileşimler ortaya çıkabilir. Pekçok tıbbı bitki (ve sel ürünlerinin özel sorunudur. "Miracle Herb”, "Tung Shueh" ve
farmasötik ilaçlar) bir dozda tedavi edici, diğer dozda toksikdir. Bitki­ ’’Chuifong Toukuwan” (1974’den beri bu pek kabul görmeyen müstah­
sel bileşiklere ait yan etkiler ve etkileşimlerle ilgili bilgi eksikliği bun­ zarda en az 10 ilaç preparatlar içine ilave edilmiştir) gibi Çin bitkisel
ların pek çoğunun toksik olmayan doğasına ve bunlarla ilgili literatür­ ürünlerinde non-steroid antiinflamatuarlar ve benzodiazepinler bulun-
de az sayıda kayıt bulunmasına bağlanmaktadır. muştur.İmalat standartlarının eksikliği miktarı belirleyememe riskleri­
Tıbda kullanılan en tehlikeli bitkiler kurtboğan (kaplanboğan) ve ni doğurmuştur.
doymamış pirolizidin alkaloidlerini (doymuş pirolizidin alkaloidleri- AKUPUNKTUR Akupunktur yüz yıldan beri batı tıp kitaplarında
nin toksisitesi yoktur) içeren bitkilerdir. Pirolizidin alkaloidlerini içer­ tanınmaktadır; Sir William Osier ilk kez 1892’de yayımlanan "Princip­
meyen bazı bitkilerin hepatotoksik oldukları gösterilmiştir. les and Practice of Medicine isimli kitabında siyatik ve lumbago için
Kurtboğan (kaplanboğan) türleri ağrıyı veya kalp yetmezliğini te­ akupunkturu tavsiye etmektedir ve Gray’s Anatomy’nin 1901 baskısı
davi için bazen Çin bitki karışımlarında kullanılır, akonitini ve C 19 di- siyatikte akupunkturun kullanımından bahsetmektedir.
terpen alkaloidleri içerir. Kurtboğanın uygun doze edilmiş şeklinde di- Akupunktur noktalarının stimülasyonu iğnelerle, parmak basıncı,
terpen alkaloidleri %90 azalmıştır, fakat uygun şekilde doze edilmiş eletriksel stimülasyon veya ısı [genellikle dumanlı koni veya ayvada-
olsa bile bazen ciddi fatal kardiak aritmilere neden olabilir. Kurtboğan na (Artemisia vulgaris) bitkisinden, yapılmış ”moxa”lı çubuklarla uy­
ile görülen ilk zehirlenme belirtileri 90 dakika içersinde başlamaktadır; gulanmaktadır] ile yapılmaktadır. Bulantı ve kusmanın tedavisinde
hastaların çoğunda noıölojik belirtiler (sıklıkla ağız çevresinde karın­ akupunktür etkindir. Yapılan 33 kontrollü çalışmanın 27 sinde çeşitli
calanma veya yanma) mevcuttur, periferik parestezi ve jeneralize kas etiyolojilerden kaynaklanan bulantı ve kusmada akupunktur noktaları­
güçsüzlüğü gelişir. Kusma ve bulantı da sık rastlanır. nın stimülasyonu plasebodan üstün bulunmuştur. Madde suistimali ya­
Kardiyovasküler etkiler bradikardi, hipotansiyon ve aritmiyi (vent- pan kişilerde tedavi eksiklik belirtilerini azaltabilir, fakat yeniden baş­
riküler veya süpraventriküler taşikardi, bidirektional taşikardi, birinci lama riskini önlemede akupunkturun uzun süreli etkisi hakkında bulgu
52 R is k le r Masaj baskıya bağlı ağrıyı önlemede kullanılır, fakat ye­
terince etkin değildir ve kemikli bölgelerde uygulandığında doku hasa­
bulunmamaktadır. Akupunkturün sigara bırakma üzerine etkisiyle ilgi­ rını arttırabilir
li yapılan 16 randomize kontrollü çalışmada, yalancı-kontrol veya te­ ZİHİN/BEDEN TEDAVİLERİ Biofeedback Biofeedback, fiz­
davi görmemiş kişilere kıyasla yararlı bir etki göstermediği saptanmış­ yolojik fonksiyonlar hakkındaki bilgiyi görsel ve işitsel sinyallere dö­
tır. İnmenin rehabilitasyonda akupunkturun muhtemel yararlı etkisini nüştürerek hastanın istemsiz hareketleri kontrol altına almasını öğren­
gösteren sınırlı bulgular mevcuttur. Akupunkturun endorfin salıveril­ mesini sağlayan bir yöntemdir. Yaygın olarak kullanılan cihazlar ara­
mesini stimüle ettiği bilinmesine ve ağrıda kullanımı diğer koşullarda­ sında iskelet kasının elektromiyografık feedback’i, deri ısısının termal
ki kullanımından daha fazla kabul görmesine rağmen, ağrı tedavisinin feedback’i (periferik kan akımının indirek ölçümü), elektroensefalog-
kontrollü klinik denemeleri farklı sonuçlar vermiştir. rafik feedback (EEG), elektrodermal cevap (EDR) ve perinometriyi
R is k le r Uygun şekilde sterilize edilmeyen akupunktur iğneleri (anal sfikterin ve pelvik taban kaslarının kontraksiyonunun feedback’i)
HIV ve epidemik hepatit B dahil pek çok infeksiyona neden olmakta­ sayabiliz
dır. 2 fatal s ta filo k o k sepsis vakası bildirilmiştir. 100den fazla pnömo- Biofeedback tedavi yöntemleri kombine edilebilir. Örneğin, üriner
toraks vakası rapor edilmiştir. Hem spinal travma hem de kardiyak inkontinans için üretral sfınkter basınç aracılığıyla pelvik kas aktivite­
tampon (konjenital sternal foramen penetrasyonuyla oluşan) vakaları sinin ölçümü ve elektromiyografı, vaginal kas manometrisi ve elektro-
ender olarak bildirilmiştir. miyografı, anorektal manometre ve elektromiyografı biofeedback in
HOMEOPATİ Bir Alman doktor olan Samuel Hahnemann tarafın­ kombine kullanılan yöntemleridir. Destruktör basınç tetkiki sistometri
dan 19.yüzyılın başlarında tanımlanan homeopati benzer doktrinler te­ ile ölçülebilir ve abdominal kaslar gevşek iken (mesane üzerine aşın
meline dayanır; sağlıklı kişilerde belirtilere neden olan hayvansal bitki­ basınçdan sakınmak için) pelvik kasın simultan olarak kasılmasını has­
sel ve mineral bileşikler hasta kişilerde aynı belirtileri tedavi etmede tanın öğrenmesinde yardımcı olmada intraabdominal basnç tetkiki kul­
kullanılır. Örneğin, sarmaşık (Rhus tox icod en d ron ) zehiri varisellanın lanılır. Klinik denemeler üriner inkontinans(stres, urge ve miks inkon­
(su çiçeği) tedavisinde kullanılır. Çünkü konvansiyonel tedavi yöntem­ tinans), fekal inkontinans, migren, gerilim başağnsının tedavisinde ve
leri şikayetleri ortaya çıkarmak yerine onları yok etmeğe yönelik oldu­ inme rehabilitasyonunda biofeedback kullanımını desteklemektedir.
ğu için, homeopati konusunda çalışan hekimler konvansiyonel tıbba bu Hipnoz Geleneksel hipnoz derin kendinden geçme durumu söz
nedenle ’’allopati” adını vermişlerdir. konusu olduğunda ancak gerçek amacına ulaşabilir. Pek çok klinik ça­
Genellikle ilaçlar çok seyreltik konsantrasyonlarda kullanılmakta­ lışmalar hipnozun kemoterapinin neden olduğu bulantıda etkin oldu­
dırlar ve homeopatistler en seyreltilmiş ilaçların en etkin olduğuna ina­ ğunu göstermektedir ve iritabl barsak sendromu ve ağrı sendromlarının
nırlar. Kimyasal olarak analiz edildiklerinde pek çok homeopatik ilaç­ tedavisinde de yararlı olabilir. Sayısız kontrolsüz denemeler hipnozun
ların orijinal bileşiği tayin edilebilecek düzeyde içermediği görülür. sigara bırakma üzerine yararlı etkisinin olduğunu göstermiştir, fakat
Aktif madde içermeyen veya çok az miktarlarda içeren bir preparasyo- kontrollü çalışmalarda daha az etkili bulunmuştur. Hipnoterapi hakkın­
nun farmakolojik etkilere sahip olduğunu ve homeopatik tıbbın ileri da 9 randomize kontrollü çalışmaları kapsayan meta-analiz bireysel ça­
sürülen etkilerini oluşturduğunu açıklayabilen bir hipotezin bilimsel lışmaların sonuçları arasında anlamlı heterojende saptamış ve hipnote-
olarak uygulanabilirliğini kabul etmek oldukça zordur. Homeopati için rapinin etkinliği tedavi olmamış veya telkin yoluyla tedavi edilenlere
yapılan 89 plasebo-kontrollü çalışmanın bir meta analizi plaseboya kı­ kıyaslandığnda, çelişkili sonuçlar ortaya çıkmıştır. Hipnoterapi hızlı si­
yasla homeopatinin lehine odds (şans) oranını 2.45 (CI,2.05-2.93) ola­ gara içme tedavisinden (sigaraların hızla birbiri ardından içilmesi so­
rak bulmuştur. Bu çalışmaların kalitesi uniform değildi ve metodolojik nucu tiksinti hissi doğuran tedavi) veya psikolojik tedaviden daha et­
kalitesi yüksek olan çalışmalarla daha az positif sonuçlar alınmıştır. kin değildi.
R is k le r Homeopatik ilaç alımı ile bir pankreatit vakası bildirilmiş­ BESİN TA K V İYELER İ İyi beslenmenin ana prensipleri değişik
tir. Düşük güçlü (seyreltilmiş) homeopatik preparasyonlarda toksik dü­ gıda maddelerinden ölçülü bir şekilde yemek ve alınan kalori ile yakı­
zeyde arsenik ve kadmiyum bulunmuştur. lan kalori arasında denge sağlamaktır. Besin takviyeleri, gıdalarımızın
SPİNAL MANİPÜLASYON Vücudun terapötik manipülasyonu spesifik besinlerden yoksun olduğunu ve bu nedenle bir çok besin bi­
eskilere dayanmaktadır; Hipokrat, Eskülap ve Galen spinal manipülas- leşiklerinin ek olarak alınmasıyla spesifik hastalıkların önlenebileceği­
yonun bazı şekillerini kullanmışlardır. Andrew Taylor Stili isimli bir ni veya tedavi edilebileceğini, atletik ve seksüel performansın iyileşe­
hekim 1892’de osteopatiyi yaratmıştır. Daniel David Palmer 1895’de bileceğini ve hayatın uzayacağını ileri süren yaygın ve kazançlı bir iş
şiropraktisi bulmuştur.Aşağı bel ağrısı için spinal manipulasyonun me­ alanı haline gelmiştir. Ancak ileri sürülen bu iddialar denenmemiş ve
todolojik olarak kabul edilebilir 9 çalışmasının meta-analizi, kompli- ispatlanmamıştır (Tablo. 11-2). Maalesef’ 1994 yayımlanan Besin Tak­
kasyonsuz akut bel ağrılı hastalarda 3 haftada kesin iyileşme saptamış­ viyesi Sağlık ve Eğitim Sözleşmesi (DSHEA) besin takviyelerinin ka­
tır. Kronik ağrılı veya siyatik sinir iritasyonlu hastalar için şiropraktis lite veya güvenliğinin FDA tarafından pazara verilmeden önce izlen­
yararlı değildir mesini önlemiştir. Besin takviyeleri olarak satılanlar besin bileşenleri
Boyun ağrısının servikal manipulasyonunun meta-analizi, manipu­ olmak zorunda bile değildir (DHEA, topikal progesteron kremleri ve
lasyonun diğer tedavilerle birlikte kısa süreli olarak ağrıyı giderdiğini organ ekstraklan dahil tüm reçetesiz satılan hormonların mevcudiyeti
saptamıştır. özellikle endişe vericidir).
R is k le r Spinal manipülasyonun komplikasyonları arasında verteb- Vitamin ve mineral takviyesinin bile beklenmedik sonuçlan vardır.
robaziler olaylar, disk hemisi, vertebra kırılması, spinal kord basısı ve Örneğin, (3-karotence zengin havuç, taze patates, yeşil sebzeler ve di­
kauda equina sendromunu sayabiliriz. Servikal manipülasyondan sonra ğer gıdaların yüksek oranda tüketimi kardiyovasküler hastalık ve kan­
şiropraktisten kaynaklanan % 80 den fazla ciddi komplikasyonlar orta­ ser riskini azaltır. Bununla birlikte, (3-karoten ile ilgili iki büyük pros-
ya çıkmıştır. Şiropraktik manipülasyonlardan kaynaklanan komplikas­ pektif randomize kontrollü çalışma [Alfa Tokoferol Beta Karoten
yonların doğru oranını saptamak mümkün değildir, çünkü değerler 1/ (ATBS) kanser önleme çalışması ve Beta Karoten ve Retinal Etkililik
400000 ila 3-6/10 milyon arasında değişmektedir. Kauda equina send- Denemesi (CARET)] (3-karotence takviye edilmiş gruplarda akciğer
romunun oluşma insidensinin 10 milyon manipulasyon başına 1 den da­ kanseri oranının arttığını göstermiştir. ATBS çalışması kardiyovaskü­
ha az olduğu düşünülmektedir. ler hastalıklarla ilgili olarak bir yarar göstermede başansız olmuştur ve
MASAJ Lenfödemi azaltmada pek çok çalışma masaj kullanılımı- (3-karoten takviyesi diğer çalışmalarda da hayal kırıklığı yaratmıştır. (3-
nı desteklemektedir; bu teknik, uniform basınçlı pnömatik cihazlarının karoten gıda karışımları içinde tipik olarak oluşan yararlı karotenler
etkinliği ile örtüşmektedir. için (likopen, lütein, a-karoten ve (5-kriptoksantin dahil) besinsel gös­
Hastane ortamında yapılan sayısız çalışmalar prematüre bebekle­ terge olabilir.
rin hastanede kalma süresini azaltmak için çocuklara masaj uygulandı­ Benzer şekilde, E vitamininin besinlerle alımmının koroner kalp
ğını bildirmektedir. Randomize denemelerin meta-analizi masaj uygu­ hastalığı riskini azalttığı ve pek çok gözlemsel çalışmada (’’Health Pro­
lamasının günde 5g lık bir kilo kazancının olduğunu göstermekte- fessionals Follow-up Study” ve "Nurses Health Study”) E vitamini tak­
dir.Kör-kontrol gruplarının olmamasına bağlı metodolojik yaklaşım viyesinin önleyici etkisi saptandığı halde prospektif plasebo kontrollü
hataları, sonuçların az değerli olmasına yol açmaktadır. çalışmalar çelişkili sonuçlar vermiştir. Koroner arter hastalığı olan ki-
I. i Kmvc K lin ik D enem e Bulgusu Toksik E tk iler A çıklam alar

■■■'1...... Aralıklı oluşan bacak ağrısında iyileşme Güvenilirliği yüksek


on bulguları ve arterlerde endotelyal
fonksiyonlarda düzelme
\ ......... Ill Türevleri psöriazis, akne ve bazı epitelyal Yüksek dozda (> 50 0 0 0 İU qd) baş ağrıları, A vitamini eksikliği Kuzey Ame-
hücre kanserlerinin tedavisinde kullanılır. bulantı, kemik ağrısı, karaciğer toksisitesi. kada ender görülür. Mega dozla­
Çocukluk dönemi mortaliteyi ve kızamık Teratojeniktir, hamileler > 5000 IU qd içe­ rının belirgin toksik etkileri vardır
ölümlerini (gelişm ekte olan ülkelerde) ren takviyelerden sakınmalıdır.
azaltır
Uılnılaviıı (B 2 Riboflavinin yüksek dozları migren pro- Güvenilirliği yüksek
<il.ıııııııi) fılaksisine yardımcı olur.
r.ıııiııleııik Asit Hiperlipidenıide yararlı olduğuna dair Güvenilirliği yüksek. Yüksek dozlar diyare
ön bulgular oluşturabilir.
H„ v iljiınini Karpal tünel sendromu premenstruel > 200 mg dozlarda sıklıkla kullanılmasına
<piridoksin) sendrom ve ham ileliğe bağlı kusma bu­ rağmen 5 0 mg qd gibi oldukça düşük dozlar
lantı belirtilerini düzeltir sensoriyal nöropati oluşturabilir
İl, >Vitamini Folik asit ile birlikte B l l ’nin sigara içen­ Güvenilirliği yüksek B ]2 eksikliğine Kuzey Amerikada
(kobalamin) lerde bronşda skuamöz metaplaziyi özellikle yaşlılarda ve proton pom ­
azalttığı ile ilgili ön bulgular pası inhibitörü kullananlarda sık
rastlanır. Makrositoz veya anemi
yokluğunda B 12 eksikliği psiki­
yatrik belirtilere neden olabilir.
Tiamin (B|) CH F de muhtemelen yararlı fakat yaygın Güvenilirliği yüksek Marjinal eksiklik yaygındır (semp­
prospektif çalışm alar yok tomlar halsizlik, parestezi ve dep­
resyonu kapsar). Alkol toksisitesi-
ni (tiamin eksikliği olan hastalara
i.v glukoz uygulaması hayatı teh­
dit edici laktik asidoza neden ola­
bilir) tedavi ederken önce i.v tia­
min uygulayın
Niasin (B^ Nikotinik asit serum trigliseritlerini Kızarıklık, kaşınma, döküntü, gastrointestinal Hiperkolesterolemide niasinamid
Vitamini) ve L D L yi düşürür ve HDL’yi yükseltir etkiler ve yorgunluk. Karaciğer fonksiyonu etkin değildir
bozuk olanlarda ve P blokör alanlarda kulla­ ♦
nılmamalıdır. Yavaş-salan preparatları hepa-
totoksiktir ve hiçbir zaman kullanılmamalıdır
C vitamini C H F’li hastaların arterlerinde düzelmiş Yüksek dozlarda diyare; demir emilimini arttırır Epidem iyolojik olarak, C vitamini
endotel fonksiyonları ile ilgili ön bulgu­ alımı veya serum düzeyleri böb­
lar. İlerlemiş kanser vakalarında ve soğuk rek taşının safra kesesi hastalıkla­
algınlığında yararlı olduğuna dair bulgu rının ve bazı kanserlerin azalmış
bulunmamaktadır riski ile bağlantılıdır. Yüksek se­
rum düzeylerine serum kurşun dü­
zeylerindeki azalma eşlik eder
Kalsiyum Kemik kaybım azaltır; kolorektal adenoma Göreceli olarak güvenlidir. Aşırı yüksek dozları Kalsiyumun besinlerle alımı böbrek
nüks riskini düşürür; premenstruyel send- süt-alkali sendromuna veya hiperkalsemiye taşı oluşumunu azaltırken takviye
roma yardımcı olur. Hipertansiyonun teda­ (semptomlar kas tonusu gevşem esi, bulantı, kalsiyum (özellikle öğünler arası)
visi ile ilgili farklı bulgular vardır; hamile­ konstipasyon, idrar hacminde artış, daha ileri oluşum riskini arttırabilir
liğe bağlı hipertansiyon riskini düşürür safada konfüzyon, koma, ölümü kapsayabilir)
neden olabilir
P-Karoten Sigara içenlerde akciğer kanseri riskini art- Hiperkarotenoz (derinin benign karakterde sarı Karotenlerden zengin besinlerin
ürır; kardiyovasküler hastalık riskini arttı­ renk alması), genellikle takviye yararlı gibi gö­ alımı kardiyovasküler hastalık ve
rabilir; tip 2 diyabet riski üzerine etkisi zükmektedir. Karotence zengin gıdaların tüketi­ kanser (metne bakın) riskini azal­
yoktur; servikal intraepitelyal neoplaziyi mi bir risk oluturmamaktadır tır
önlemesi ile ilgili farklı sonuçlar vardır;
oral lökoplakiyi azaltır
D Vitamini Analogları osteporoz, renal osteodistrofı, Yüksek dozlarda halsizlik, yorgunluk, başağrısı, Marjinal eksiklik yaygındır. Güneş­
(K alsiferol) hipokalsemi ve psoriazisin tedavisinde kusma, hiperkalsemi, hiperkalsüri, böbrek ten korunma deride D vitamininin
kullanılır ve kanser tedavilerinde de ça­ fonksiyonlarında bozulmaya neden olabibilir dönüşümünü engeller. D iğer sütlü
lışmalar devam etmektedir ürünleri değil ama sütü takviye
gerekir
E vitamini (a - Akciğer kanserini önlemede kardiyovas­ Hemorajik inme riskini arttırır a-tokoferolün yüksek dozları doku­
tokoferol) küler ölümleri azaltmada veya anginayı larda y-tokoferolün yerine geçer
azaltmada etkin değildir, pankreas kanseri
riskini arttırabilir, miyokard infarktüsü ve
prostat kanseri riskini azaltabilir
Dehidroepiandrost Lupus ve menapoz belirtilerinde yararlı Akne ve hirsütizm (kadında) Yüksek serum düzeyleri, kardiyo­
eron (D H EA ) olabilir vasküler hastalıklarda erkeklerde
azalma kadınlarda artma ve post-
menopozal meme kanseri riskinde
artma ile birliktedir
Koenzim Q 10 C H F’deki yararlı ile ilgili çalışm alar Güvenilirliği yüksek genellikle gastrointestinal
farklıdır bozukluklara neden olur
Demir Dem ir eksikliği olan bireylerde demir Vucüdda yüksek demir birikimi kardiyovasküler Demir, eksikliği oluşmadıkça takvi­
takviyesi huzursuz bacak sendromu be­ hastalık riskinde artış ile bağlantılıdır. Demire ye tavsiye edilmez
lirtilerini azaltır, adolesanlarda hafıza doygunluk kazanılmış genç çocuklarda takviye
ve sözel öğrenmeyi arttırır ve çocuklarda büyümeyi bozabilir
büyümeyi arttırır
Melatonin "Je t lag” ve uyku bozukluklarında kullanı­ Depresyon oluşturabilir. Uzun şiire kullanımının Adjuvant kanser tedavisinde yük­
mı ile ilgili bulgular farklıdır, diğer indi- güvenliği tesbit edilmemiştir sek doz melatoninin etkisi araştı­
kasyonlarda kullanımı iyi incelenmemiştir rılmaktadır
Magnezyum Hipertansiyon ve kardiyovaküler hastalıklarla Yüksek dozda toksiktir (hiporefleksi ve daha son-

(Devamı arka sayada)


. .t/:, ‘.'.--‘ii jükvis-.-ıVn

Takviye K lin ik D enem e Bu lgusu Toksik E tk ile r A çıklam alar

hastalıklarla ilgili çalışm alar farklı sonuçlar ra kalp durmasına neden olur); rölatif olarak
vermektedir; artmiyi azaltabilir migren düşük dozlarda diyareye neden olabilir; böb­
profılaksisine yardım cı olabilir rek hastalığı olanlar takviyeden kaçınmalıdır
Glukozamin Osteoartrilde etkindir Güvenilirliği yüksek; gastrointestinal sıkıntılara
neden olabilir
Kondroitin Osteoartritde yararlı olduğuna dair ön Güvenilirliği yüksek
bulgular bulunmaktadır
B alık yağı Tansiyonu olanlarda kan basıncını düşürür; Oldukça güvenlidir. Gastrointestinal sıkıntılara, B alık yağının besinsel kaynaklan
koroner restenosisde azalma oluşturduğuna antikoagülan etkilere ve nefeste balık kokusuna somon, uskumru, sardunya ve ma­
ilişkin farklı bulgular vardır, psoriazis ve neden olur vi balıktır (bluefısh)
romatoid artrit tedavisinde yardım cı olur,
IgA nefropatisinde böbrek yetm ezliğini g e­
ciktirir, sislik fıbrozisde akciğer fonksiyon­
larını bozar; inflamatuvar kalın barsak has­
talığında semptomları düzeltir. V L D L ’yi dü­
şürür, LD L’yi arttırır, H D L veya total koles­
terol düzeyi üzerine etkisi yoktur.
Selenyum Prostat, akciğer ve kolon kanseri insidensin! Uyuşukluk, bulantı, melalik tat, nefeste sarım­
azaltır; deri kanseri üzerine etkisi yoklur sak kokusu. Çok yüksek dozları (> 4 mg qd)
saç ve tırnak kaybına, deri lezyonlanna, diş
çürümesine ve periferik nöropatiye neden olur
Kam itin Anginalı hastalarda ST-segmentinde çökm e­ Oldukça güvenli, L-kam itin nadiren diyare veya
yi ve egzerzise toleransı düzeltir, sol venl- ajilasyona neden olur. D -kam ilin kas ağrısı ve
rikül disfonksiyonda düzelmelerle ilgili ön güçsüzlüğüne neden olabilir
bulgular vardır
Çinko Bacak ülserinde yaran ile ilgili bir bulgu bu­ Yüksek dozda, bulantı, kusma, diyare, karın ağ­
lunmaktadır. Soğuk algınlığı için kullanılan rısı; bakır tüketimine neden olabilir.
çinko patillerle ilgili farklı sonuçlar vardır.
Gelişm ekle olan ülkelerde solunum sistemi
infeksiyonlarını ve diyareyi azaltır. Yaşlılar­
da hücresel immüniteyi arttırdığı ile ilgili ön
bulgular mevcuttur
Krom Diyabette yararı ile ilgili ön bulgular vardır; Ağızdan alman krom güvenlidir. Hava yolu ile
H D L’yi arttınr. Eksiklik olmayan bireyler­ yüksek doz kroma maruz kalm a dermatite, deri
lerde vücud kompozisyonu veya gücü üze­ ve nazal septum lezyonlan ve akciğer kanseri
rine bir etkisi yoklur insidensinde artmaya neden olabilir

NOT: CHF, konjestif kalp yetm ezliği; H D L, yüksek dansileli lipoprotein; L D L , düşük dansiteli lipoprotein; V L D L , çok düşük dansileli lipoprotein.

şilerde E vitamini takviyesinin plasebo kontrollü çalışması olan ’’Cambri­ yöntem ve tedavilerimize inançlarımız vardır; rasyonel uygulamalardan el­
ge Heart Antioxidant Study”Çalışmasında (CHAOS) E vitamini takviyesi­ de edilecek yararlarda bile spesifik olmayan etkiler nedeniyle kayıplar ol­
nin fatal olmayan myokard infarktüsünü azalttığı, fakat kardiyovasküler ması muhtemeldir.
ölümlerde veya tüm ölüm nedenlerinde azalma oluşturmadığı gösterilmiş­ Hastalarımızın çoğu alternatif tıbdan yararlanırlar; doktorlar uygula­
tir. ATBC çalışmasında majör koroner olaylardan dolayı önceden miyo- maya ön yargısız ve açık fikirle yaklaşmalıdırlar. Hastanın kullandığı tüm
kard infarktüsü geçirmiş sigara içen erkeklerde E vitamini infarktüsü önle­ ilaçlan ve takviyeleri soruşturmalıdırlar. Alternatif tedavi hakkında karar
mede başarısız olmuş ve hemorajik felçden ölüm riskinde artma oluştur­ verme konusunda yardımcı olacak bilgiler giderek artmaktadır. Bir hasta­
muştur. E vitamini, endotel bağımlı vazodilatasyonu anlamlı olarak iyileş­ nın kullandığı tüm tedavilerin ayrıntılı bilgisi, beklenmedik bulguların
tirmesine ve nitrata tolerans gelişimini zayıflatmasına rağmen prospektif açıklanmasına yardımcı olabilir ve hasta tedavisine ’’holistik” yaklaşımın
çalışmalarda anginada E vitamininin yararlı olmadığı saptanmıştır. önemli bir öğesidir.
Vitamin E tek bir bileşik değildir; terim iki grup halinde tokoferol ve Konvansiyonel tıp kendi sınırlan haricindeki tedavilere ihtiyatla yak­
tokotrienoller olan sekiz ilişkili bileşiği içermektedir. Kuzey Amerika’da E laşır, doktorların klasik tedavilerde olduğu gibi alternatif tedavideki veri­
vitamini, besinsel kaynaklarının çoğunda üçte iki oranında y tokoferol üç­ leri de aynı özenle değerlendirmeleri gerekir. Kontrollü klinik çalışmalar­
te bir oranında a tokoferol şeklinde bulunmaktadır, y-tokoferol hem oksi­ dan elde edilen bilimsel veriler alternatif tıbbın özel uygulamalannı des­
jen hem nitrojen serbest radikallerini nötralize eder, halbuki a-tokoferol tekler, günümüzde alternatif olarak kabul edilen bazı tedaviler gelecekte
oksijen serbest radikalleri için selektifdir. E vitamini takviyeleri genellikle konvansiyonel tıbba dahil olabilir.
D-veya D,L-a-tokoferolü içerir ve a-tokoferolün yüksek dozları dokular­
da ve plasmada y-tokoferolün yerini alır. Bİ BLİ OGRAFYA
Günümüzde moda bileşikler olan karotenoid ve tokoferolün düne kı­ D ESM ET AGM el al: Adverse Effects of Herbal Drugs, vol. 3. Berlin, Springer-
yasla gelecekte daha başarılı olarak kullanılacakları ihtimaline rağmen Verlag, 1997
günlük kullanılan doğal gıdaların içinde tüketilmeleri daha çok tercih edi­ ERNST E (ed): Complementary Medicine: An Objeclive Appraisal. Oxford, But-
lecektir lerworth-Heinemann, 1996
Bir koşulda güvenli bulunan besin takviyeleri diğer koşullar altında za­ FUGH-BERMAN A: 5 Minute Clinical Consult to Herbs and Dietary Supple­

rarlı olabilir. Örneğin, yakın zamana kadar serbest radikal doğuran tüm fiz­
ments. Philadelphia, Lippincolt, Williams & Wilkins, in press
FUGH-BERMAN A: Alternative Medicine: What Works. Baltimore, Williams &
yolojik reaksiyonlar ya serbest radikal doğurma ya da serbest radikalleri in­
Wilkins, 1997
dirgeme yeteneği olan oksido-redüksiyon reaksiyonlarıdır. C vitamininin ve JONAS W B, LEVIN JS (eds): Essentials of Complementary and Alternative Me­
diğer bileşiklerin düşük dozlarının antioksidan etkilerinin olmasına rağmen, dicine. Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins, 1999
yüksek dozlarda genellikle prooksidan etkileri vardır. Bazı vitaminler, mi­ KAPTCHUK T J, E1SENBERG DM: Chiropraclic: Origins, controversies, and
neraller ve amino asidlerin (Tablo 11-2) takviyeli kullanımını destekleyen contribuüons. Arch intern Med 158:2215, 1998
LINDE K el al: Are the clinical effects o f homeopalhy placebo effects? A meta­
bazı klinik bulgular bulunmaktadır, fakat ilaçlar kullanılırken gösterilen
analysis of placebo-controlled trials. Lancet 350:834, 1997
özen bu takviyeler yüksek dozlarda alındığında da gösterilmelidir.
SCHULZ V el al: Rational Phytotherapy, 3d ed. Berlin, Springer, 1998
ÖZET Bilimin tıbba dahil olması henüz ondokuzuncu asrın ortaların­ SH1LS M E et al: Modern Nutrition in Health and Disease, 9lh ed. Baltimore,
da başlamıştır; veriye dayalı üp çok yeni bir terim olup hala standart uygu­ Williams & Wilkins, 1999
lamalara kavuşmamıştır. Hastanın objektif tedavisi diye birşey yoktur. Biz VANDENBROUCKE JP: Medical journals and the shaping of medical knowled­
doktorların amaçlarımızı birbirimize aktarmak için kullandığımız birçok ge. Lancet 352:2001, 1998
İKİNCİ BÖLÜM

l A t A L IK E \ E I N A N A B U L G U . A R I V E T A K D EM Ş E K İL L E R İ

Kısım 1
AĞRI

|) H ow ard L . Fields, Joseph B. M a rtin li A-delta (A8) ve miyelinsiz (C lifleri) aksonlardır (Şekil. 12-1).
Bu lifler cilt sinirlerinde, derin somatik ve visseral yapılarda bulu­
: A Ğ R I: A U 'O F İZ Y O L O .J İ nur. Kornea gibi bazı dokular sadece A8 ve C afferentler ile inner­
v e y ö n e t im
ve olur. Çoğu AS ve C afferentler sadece ağrılı uyaranlara maksi­
mal yanıt verirler ve elektriksel uyaranlar olduğu zaman sübjektif
— Dilek Özcengiz
ağn deneyimi oluştururlar, bu onların primer afferent nosiseptörle-
ri (ağn reseptörleri) olarak tanımlanır, A8 ve C aksonlar bloke
edildiği zaman ağrılı uyaranlan algılama yetenekleri tamamen kay­
Tıbbın görevi sağlığı korumak, düzeltmek ve yakınmaları ortadan
bolur.
kaldırmaktır. Bu amaçlar için ağnnın anlaşılması temeldir. Çünkü
Faklılaşmış primer afferent nosiseptörler ağrılı uyaranların bir­
ağrı, evrensel olarak hastalık belirtisi olarak anlaşılır, hastayı heki­
kaç farkı tipine yanıt verebilir. Örneğin resiseptörlerin çoğu sıcak­
me getiren en yaygın semptomdur. Ağn duyu sisteminin işlevi do­
lığa, çimdikleme, irritan kimyasalların uygulanması gibi şiddetli
kudaki hasarı araştırmak, lokalize etmek ve tanımlamaktır. Farklı mekanik uyaranlara yanıt verir.
hastalıklar karakteristik doku hasarlanması özelliklerine neden ol­ Sensitizasyon Dokuda hasar veya inflamasyon varlığında şid­
duğu için bir hastanın ağrısının kalitesi, süresi, lokalizasyonu ve detli, tekrarlayan ya da uzun süreli stimuluslar uygulandığı zaman,
dokunmakla ağrının yeri tamda önemli ip ucudur ve tedaviye yanı­ primer afferent nöronların aktivasyon eşiği düşer ve her uyan şid­
tın değerlendirilmesinde kullanılır. deti için ateşlenme sıklığı artar. Bradikinih, bazı prostaglandinler
ve lökotrienler gibi inflamatuar mediatörler bu olaya katılır, bu sen­
AĞRI DUYU SİSTEM LERİ sitizasyon olarak adlandırılır. Sensitize dokuda normalde ağrısız
olan uyanlar da ağn oluşturur. Sensitizasyon klinik olarak dukun-
Ağn, vücudun bir bölümünde lokalize edilen hoşa gitmeyen bir makla ağn ve hiperaljeziye neden olan önemli bir klinik durumdur.
duygudur. Ağn, sıklıkla delici terimlerle veya dokuyu harap eden Güneş yanığı sensitizasyona örnek gösterilebilir, hafif bir elle vur­
(örnek: ani ve kesici, yamçı, burkucu, yırtıcı, ezici) kavramların tü­ ma veya ılık duş bile ağnya yol açar.
mü veya bir kısmı ya da duygusal tepkilerle (örnek: kötü hissetti­ Normal koşullarda, visserler göreceli olarak ağrılı mekanik ve
ren, bulantı verici, hasta edici) tanımlanır. Bunun ötesinde ağnya termal uyanlara duyarsızdır. Boş visserler gerildiği zaman önemli
şiddetini azaltan veya artıran anksiyete ve bu duygudan kaçma, rahatsızlığa neden olur. Daha da ötesi inflamatuar komponenti olan
kurtulma isteği eşlik eder. Bu özellikler ağrının iki boyutunu orta­ bir hastalıkla etkilendiği zaman eklemler vey a boş organlar gibi de­
ya koyar: duyusal ve emosyonel. Akut olduğu zaman, ağn davra­ rin yapılar mekanik uyanlara aşın duyarlı hale gelir.
nışsal tepki ile ilişkilidir ve kan basmanda, kalp kızında, pupil ça­ Visserleri innerve eden A8 ve C afferentlerin büyük kısmı nor­
pında ve plazma kortizol düzeylerinde artma gibi stres yanıtlan içe­ mal hasarlarımamış ve inflamasyon olmayan dokuda tamamen du­
rir. Ek olarak sıklıkla lokal kas kontraksiyonlan (örnek: bacak flek- yarsızdır. Bunlar bilinen mekanik ve termal uyaranlarla aktive edi-
siyonu, abdominal duvarda rijidite) bulunur. lemeyebilirler ve spontan olarak aktif değillerdir. Mamafih infla­
PRİM ER AFFEREN T NOSİSEPTÖR Periferik sinirlerin matuar mediatörlerin varlığında bu afferentler mekanik uyaranlara
aksonlan üç farklı nöron tipi içerir: primer duyu afferentleri, motor sensitize hale gelir. Bu tür afferentler sessiz nosiseptörler olarak
nöronlar ve sempatik postgangliyonik nöronlar (Şekil 12-1). Pri­ adlandınlır ve karakteristik özellikleri iıasıl olup da patolojik du­
mer afferentlerin hücre gövdeleri vertebral foraminada dorsal kök rumlarda göreceli olarak duyarsız derin dokuların şiddetli ağn ve
gangliyalannda yer alır. Primer afferent aksonu bir oluşumu spinal hassasiyet kaynağı olduğunu açıklayabilir.
korda diğerini innerve
ettiği dokuya gönder­
mek için bifurkasyona
uğrar. Primer afferent-
ler çapları, miyelini-
zasyon dereceleri ve
iletim hızlanna göre sı-
nıflandınlırlar. En bü­
yük çaplı lifler A-beta
(A/f) lifleridir, hafif
dokunma ve hareketli
uyaranlara maksimal
yanıt verirler; primer
olarak cildi innerve
eden sinirlerde bulu­
nurlar. Normal birey­
lerde bu lifler ağn üret­
mezler. Primer affe- ŞEKİL 12-1 Tipik kutanöz sinirin komponentleri. Aksonların kesin 2 fonksiyon kategorileri vardın dorsal kök gang-
ı»Millerin diğer iki sını- liyonunda hücre gövdeleri ile primer afferentler ve sempatik gangliyonda hücre gövdeleri ile sempetik postgang­
11 . küçük çaplı miyelin- liyonik lifler. Primer afferentler geniş çaplı miyelinli (A/3), küçük çaplı miyelinli (A<5) ve mitelinsiz (C) aksonları içe­
rir. Tüm sempatik postgangliyonik lifler miyelinsizdir.
56

Nosiseptör- İnflam asyonca Tetiklenen Son yıllarda ortaya çı­


kan önemli kabullerden biri de afferent nosiseptörlerin ayrıca ııöro-
efektör işlevlerinin de olduğudur. Çoğu nosiseptör aktive edildiği
zaman periferik sinir terminalinden salınan polipeptid mediatörler
içerir (Şekil 12-2). Bir 11-amino-asid-peptid olan P maddesi örnek
verilebilir. P maddesi primer afferent nosiscptörlcrden salınır ve
birçok biyolojik aktiviteye sahiptir. Potent vazodilatördür, mast
hücrelerini degaranülize eder, lökositler için kemoatraktiftir, infla-
matuar mediatörlerin üretimini ve salınımını artırır. İlginç olarak
eklemlerde P maddesinin tükenmesi deneysel artritin şiddetini azal­
tır. Primer afferent nosiseptörler sadece doku hasarına karşı pasif tract axon
haberciler olmayıp, aynı zamanda doku korunmasında bu nöroef-
fektör etkileri yoluyla da aktif koruyucu rol oynarlar.
AĞRININ SA N TR A L Y O L L A R I Spinal K ord ve İletilen ŞEKİL 12-3 Ağrının iletilmesinin birleşme-yansıtma (convergence-
(refered) Ağrı Primer afferent nosiseptörlerin aksonları spinal projection ) hipotezi. Bu hipoteze göre visseral afferent nosiseptörler-
korda dorsal kökler yoluyla girer. Spinal dorsal boynuz gri cevher­ le somatik yapılardan gelen, ağrıyı algılayan aynı ağrı yansıtma nö­
de sonlanırlar. Primer afferent aksonların terminalleri beyindeki ağ- ronlarıyla aynı noktada birleşir. Beynin inputların gerçek kaynağını
bilme yolu yoktur ve yanlışlıkla duyuyu somatik yapılara yansıtır.

rı persepsiyon alanlarına ağrı sinyalini ileten spinal nöronlarla kon-


takt yapar (Şekil 12-3). Her bir primer afferent akson birçok spinal
nöronla kontakt halindedir ve her spinal nöron birçok primer nö­
rondan gelerek birleşen inputları aim
Klinik bakış açısı için birçok duyusal inputun bir noktada tek
bir spinal ağrı iletim nöronu için birleşmesi çok önemlidir, bunun
temeli refere edilen ağrı fenomonidir. Visser ve derin muskuloske-
letal yapılardan input alan tüm spinal nöronlar aynı zamanda cilt­
ten de input alırlar. Birleşme pattemleri, yapıların afferent inner-
vasyonunu sağlayan dorsal kök gangliyonlannın spinal seğmende-
ri tarafından kararlaştırılır. Örnek olarak, santral diyafragmaya ge­
len afferentler üöüncü ve dördüncü servikal kök gangliasından tü­
rer. Primer afferentler hücre gövdeleri ile aynı gangliada omuz ve
boynun alt kısım cildini de besler. Hem omuz cildi hem de santral
diyafragmadan gelen bu duyu inputları üçüncü ve dördüncü servi­
kal spina segmentlerindeki ağrı iletim nöronlarında birleşir. Bu bir­
leşmeden dolayı ve spinal nöronlar sıklıkla ciltten gelen inputlarla
uyarıldığı için, derin yapılardan gelen uyarılar spinal nöronları
aktive ederek hastanın ağrıyı aynı spinal segmenti innerve eden citt
bölgesinde hatalı olarak alıgılamasına neden olur. Santral diyaf-
ragma yakınındaki inflamasyon genellikle omuzda rahatsızlık ola­
rak bildirilir. Hasarlı bölgeden gelen ağrı duyusunun bu yanlış lo-
kalizasyonu refere edilen ağrı olarak bilinir.
Ağrının Assendan Yolları Primer afferent nosiseptörlerle te­
mas eden spinal nöronların büyük bölümü aksonlarını kontralateral
talamusa yollar. Kontrlateral spinotalamik traktüsten gelen bu ak­
sonlar spinal kordun anterolateral beyaz maddesinde, medullanın
lateral kenarında, lateral pons ve orta beyinde uzanır. Spinotalamik
yol insanda ağrının algılanmasında çok önemlidir. Bu yolda kesil­
me ağrıda kalıcı defısite ve ısı algılanmasında bozukluğa yol açar.
Spinothalamik traktüs aksonları somatosensoryal nöronlara ile­
ti yapan talamik nöronlarla bağlanır (Şekil 12-4). Spinal korddan
ŞEKİL 12-2 Primer afferent nosiseptör terminalinin aktivasyonunu,
talamusa, talamustan somatosensoryal kortekse olan bu yol, özel­
sensitizasyonunu ve sensitizasyonun yayılımını gösteren olaylar.
A.Şİddetli basınçla direkt aktivasyon ve hücre hasarının sonucu. likle ağrının boyutu (lokalizasyonu, şiddeti ve kalitesi) açısından
Hücre hasarı pH da (H+) düşmeye, potasyum (K+) salınmasına ve önemli görünmektedir. Spinotalamik traktüs aksonları aynca emos-
prostaglandinlerin (PG) ve bradikinin (BK) sentezine öncülük eder. yonel yanıt için cingulate girus ve frontal lob gibi talamik ve korti-
Prostaglandinler bradikinin ve diğer ağrıya yol açan maddelerin ter­ kal bölgelere bağlanır. Bu yolun ağrının hoşa gitmeyen veya affek-
minal duyarlılığını artırır S. Sekonder aktivasyon. Terminal uyarılma­ tif boyutuna hizmettiği düşünülmektedir.
da sadece spinal kordda değil, P maddesini de içeren (SP) peptidle-
A Ğ RI M O D ÜLASYONU Benzer hasarların ürettiği ağrı
rin salındığı diğer terminal dallarda da impuls oluşur P maddesi va-
zodilatasyona ve bradikinin birikimiyle daha da artan nörojenik öde­ farklı durumlarda ve kişilerde belirgin şekilde değişkendir. Örnek
me neden olur. P maddesi ayrıca mast hücrelerinden histamin (H) ve olarak, atletlerin çok ciddi kırıklara sadece küçük bir ağrı ile yanıt
trombositlerden de serotonin (5HT) salınımına sebep olur. verdikleri bilinir. Beecher’in klasik ILdünya Savaşı gözlemlerinde
57

NÖROPATİK AĞRI Normal sinir sistemi ağrı ile sonuçlanan


kodlanmış sinyalleri iletir. Periferik veya santral sinir sistemindeki
lezyonlar ağrı duyusunun kaybı ya da yetersizleşmesi ile sonuçla­
nabilir. Bir paradoks olarak sinir sistemi hasarı veya fonksiyon bo­
zukluğu ağrıya yol açabilir. Örnek olarak, diyabetik nöropatide ol­
duğu gibi periferik sinirlerin hasarı veya herpes zosterdeki gibi pri­
mer afferentlerin hasarı hasarlı sinirlerin innerve ettiği vücut bölge­
sinde tanımlanan ağrı ile sonuçlanır. Nadir olmakla birlikte santral
sinir sistemi hasarı, özellikle spinotalamik yol ve talamustakiler ağ­
rıya yol açabilirler. Bu tür nöropatik ağrılar sıklıkla şiddetli ve stan­
dart tedavilere yanıt vermeyecek kadar kötü karakterdedir.
Nöropatik ağrı tipik özellikleri alışılmadık yanma, şimşek çak­
ması veya elektrik şok benzeri kalitede ve çok hafif dokunmayla te­
tiklenebilir. Bu türler diğer ağrı tiplerine göre daha nadirdir. Mu­
ayenede, hastanın ağrısının olduğu alanda karakteristik olarak bir
duyu defisiti vardır
Nöropatik ağrıya katılan mekanizmalar değişiktir. Primer affe­
rent nosiseptörler, hasarlı primer afferentler ve nosiseptörler sensi­
tize olurken mekanik uyaranlar için çok hassas hale gelir ve stimü-

ŞEKİL 12-4 A. Nosiseptif mesajlar için ileti sistemi. Ağrılı uyaranlar lasyon yokluğunda da impulslar üretmeye başlar. Bu artmış sensi-
duyarlı primer afferent periferik sonları aktive eder (1). Bu mesaj da­ tivite ve spontan aktivitenin sodyum kanallarındaki artmış konsant­
ha sonra periferik sinir üzerinden spinal korda iletilir; burada iki bü­ rasyon nedeniyle olduğuna dair kanır vardır, Hasarlı primer affe­
yük assenden yolla yani spinotalamik ve spinoretikülotalamik kay­ rentler norepinefrine de sensitivite geliştirebilirler. İlginç olarak,
naklı hücrelerle sinaps yapar. Bu mesajlar hem frontal (FCx) hem de spinal -transmisyon nöronları normal inputlarını keserek spontan
somatosensoryal kodekslere (SS Cx) talamusta gönderilir B. Ağrı- olarak aktif hale gelirler. Hem santral hem de periferik sinir siste­
modülasyon ağı. Frontal kodeks ve hipotalamustan (Hyp) gelen in-
mi değişiklikleri nöropatik ağrıya katkıda bulunur.
putlar medulladaki hücreler yoluyla spinal ağrı iletimini kontrol eden
Sempatik Ağrı Periferik sinir hasarı olan hastaların belli bir
oda beyindeki hücreleri aktive eder.
kısmında sinirin innerve ettiği alanda şiddetli yanma tarzında bir
ağrı (kozalji) gelişir. Ağrı tipik olarak saatler, günler, hatta haftalar
savaş yarası alan birçok erkeğin ağrıya katlandığı aynı yaranın si­
sonra ortaya çıkar. Ağrıya ekstremitede şişlik, periartiküler oste-
villerde ölümcül ağrıya yol açabileceği anlatılır. Daha da ötesi ağ-
oporoz ve distal eklemlerde artritik değişiklikler eşlik eder. Benzer
rısızlık telkininin önemli analjezik (plasebo) etkisi olabilir. Diğer
bir sendroma refleks sempatik distrofı denir, sinirde açık bir hasar
taraftan birçok hastanın minör yaralanmalara (damar yolu açmak
olmaksızın kemik kırıkları, yumuşak doku travması, miyokard in-
için girişim) dayanamadığı ve ağrı beklentisinin ağrılı uyaran ol­
farktüsü ve strok gibi değişik nedenlerle ortaya çıkar (Konu 366).
maksızın ağrıya yol açtığı gözlenmiştir.
Bu durumun patofizyolojisi az anlaşılmış olmasına rağmen, ağrı
Umut etmek ve diğer değişkenlerin güçlü etkileri ağrı iletim sempatik sinir sisteminin bİoku ile dakikalar içinde ortadan kalkar,
yollarının aktivitesini modüle eden beyin devrelerinde ağrının algı­ Ortada açık bir hasar yokken sempatik aktivitenin nosiseptörleri et­
lanma şiddetini değiştirebilir. Muhtemelen ağrının ağrıyı modüle kin hale getirmesidir. Bu sonuçlar sempatik sinir sisteminin de ba­
edebilen birkaç devre vardır, bunlardan sadece biri geniş olarak ça­ zı durumlarda inflamasyonda aktiy rol oynadığını da düşündür­
lışılmıştır. Bu devrenin hipotalamus, ortabeyin ve medulla ile bağ­ mektedir.
lantısı vardır ve ve seçici olarak spinal ağrı iletimi yapan nöronları
dessenden yol boyunca kontrol eder (Şekil 12-4). j j İKİ.»AVI Her hangi bir ağrı için ideal tedavi nedenin ortadan
Bu ağrı modüle edici devrelerin opioid analjezik ilaçların ağrı -J kaldırılmasıdır..Bazen bu mümkündür; fakat sıklıkla tanı ve
giderici etkilerine katkısı iyi bir kanıttır. nedene yönelik başlangıç tedavisinden sonra uzun zaman geçer.
Yolu oluşturan her bir yapı opioid reseptörleri içerir ve opioid Bazı durumlar o kadar ağrılıdır ki hızlı ve etkin bir analjezi esastır
ilaçların uygulanmasına duyarlıdır. Daha da ötesi sistem lezyonla- (örnek; postoperatif durumlar, yanıklar, travma, kanser, orak hücre­
rı morfin gibi sistemik uygulanan opioidlerin analjezik etkilerini li anemi krizi). Bu olgularda analjezik ilaçlar tedavinin ilk basama­
azaltır. Opioid reseptörleriyle birlikte ağrı modüle edici devrenin ğıdır ve kullanımları tüm hekimlere tanıdık olmalıdır.
nukleus komponentleri de enkefalinler ve /3-endorfin gibi endojen Aspirin, Acetaminophen ve Nonsteroid A nti-İnflam atuar
opioid peptidleri içerir. Ajanlar (NSAID) Bu ajanlar benzer problemler için kullanıldığı
Endojen opioid bağımlı modüle edici sistem en güvenilir şekil­ ve aynı etki mekanizmasına sahip oldukları için birlikte gözden ge­
de uzun süreli ağrı ve korku ile aktive olur. Cerrahi girişimlerden çirilir (Tablo 12-1). Acetaminophen hariç tüm bu bileşikler siklook-
sonra ve ağrı tedavisi için plasebo uygulanan hastalarda ağrının or­ sijenazı (COX) inhibe ederler, tümünün özellikle yüksek dozlarda
antiinflamatuar etkisi vardır. Özellikle hafif ve orta şiddetteki bağ
tadan kalması bir kanıttır.
ağrıları ve musküloskeletal kaynaklı ağrılarda etkindirler.
Ağrı modülasyonu iki yönlüdür. Ağrı modüle edici sistemler
Bu ağrı tiplerinin çoğunda etkin oldukları ve reçetesiz kullanı-
sadece analjezi üretmezler aynı zamanda ağrıyı artırıcı niteliği de
j labildikleri için COX inhibitörleri en yaygın kullanılan analjeziktir.
vardır. Medulladaki hem ağrı inhibe edici hem de ağrıyı kolaylaştı­
I Gastrointestinal sistemden kolayca emilir, yan etkileri minimaldir.
rıcı nöronlar spinal ağrı-iletim nöronlarına yansıtır ve bunları kont­
! Kronik kullanımla, gastrik irritasyon aspirin ve NSAID'ların yay-
rol eder. Ağrı iletim nöronları modülatör nöronlar tarafından aktive
i gın bir yan etkisidir; bu problem ajanın sık verilmesini sınırlayabi-
edilebildikleri için teorik olarak periferik ağrılı uyaran olmaksızın
j lir. Gastrik irritasyon, en şiddetli aspirinledir, aspirin gastrik muko-
ağrı sinyali üretebilirler. Bu mekanizmalardan bazıları kronik ağrı
! zada irritasyona neden olur, trombositleri irrcversibl olarak asetile
için hangi fizyolojik etkenlerin katkıda bulunduğunu anlamanın ça­
; eder, kanın pıhtılaşmasını etkiler ve gastrointestinal kanama bir
tılarını oluşturur.
- risktir. Bu durumda NSAID'lar daha az sorun yaratır. Mamafih
Opioid Analjezikler Opi-
A .• •R oidler ağrı tedavisinde en po­
- : *.N N. • A A w il \ A A <1. k : A A k EL k O '/ . k A A - \
tent ajanlardır. Daha da ötesi
Je n e r ik Adı Doz, mg A ra lık Yorum
tüm analjezikler içersinde en
A cetylsalicylic acid 6 5 0 PO 4 saat Enterik preparation kullanımda geniş etkinlik sınırına sahiptir
Acetaminophen 6 5 0 PO 4 saat Yan etkiler yaygın değil
ve hızlı bir ağrı tedavisini sağ­
lbuprofen 4 0 0 PO 4 -6 saat Reçetesiz kullanılabilir
layan en güvenilir ajanlardır.
Naproxen 2 5 0 -5 0 0 PO 12 saat Uzun yanlanm a ömründen dolayı etkiler
gecikebilir Yan etkileri yaygın olmasına
Fenoprofen 2 0 0 PO 4 -6 saat Renal hastalıklarda kontrendike rağmen solunum depresyonu
Indomethacin 2 5 -5 0 PO 8 saat Gastrointesünal yan etkiler yaygındır hariç ciddi yan etkiler değiller-
Ketorolac 15-60 İM 4 -6 saat Parenteral (İM ) kullanım için uygundur
R ofecoxib 12.5-25 PO 2 4 saat Ağrı tedavisi için FD A izni
Celecoxib 100-200 PO 12-24 saat Artritte kullanışlıdır
edilir. Klinisyen, şiddetli akut
:•! k K K O T İK A N A l, J r Z İ K l .E R : D O Z L A R VK A R A L I K i , A f ağn tedavisinde opioid analje­
zikleri kulanmakta tereddüt et­
P a ren tera l P O Doz,
Je n e r ik Adı Doz, mg Mg Y oru m lar memelidir. Tablo 12-1'de yay­
gın olarak kullanılan opioid
Kodein 3 0 -6 0 mg 4 saatte 3 0 -6 0 mg 4 saat Yaygın bulanü
analjezikler listelenmiştir.
Oxycodone - 5 -1 0 mg 4 -6 saat Genellikle acetaminophen veya aspirinle kulla-
Opioidler, santral sinir sis-
nılır
Morfin 10 mg 4 saatte 6 0 mg 4 saat
M orfin yavaş salınımı 3 0 -2 0 0 mg Oral yavaş-salınımlı preparat
2 veya 3 dozda bitör nöronları aktive ederler
Hydromorphone 1-2 mg 4 saaUe 2 -4 mg 4 saat Morfin sülfattan kısa etkili ve direkt olarak ağn-transmis-
Levorphanol 2 mg 6 -8 saatte 4 mg 6 -8 saat Morfin sülfattan uzun etkili ve PO iyi absorbe
yon nöronlarını inhibe ederler.
edilir
Ticari olarak kullanımdaki
Methadone 10 mg 6-8 saatte 20 mg 6-8 saat Uzun yanlanm a ömründen dolayı gecikm iş se-
dasyon opioid analjeziklerin çoğu ay­
Meperidin 7 5 -1 0 0 mg 3 -4 saat 300 mg 4 saat PO kötü emilir; normeperidin bir toksik metabol nı reseptörü (mü reseptörleri)
Butorphanol - t- 2 mg 4 saat Buran içi sprey etkiler, farklılık temelde po-
Fentanyl 2 .5 -1 0 mg 7 2 saat - Deri yollu patch tenste, başlama hızı, etki süre­
Tramadol 5 0 -1 0 0 mg Opioid/adrenerjik etki birlikte
si ve optimal uygulama yolun­
4 -6 saat
dadır. Doza bağımlı yan etki­
A NT İ K 0 N V (' î , /. A N1. •\R V K A N T İA K İT .V tİK I.E tt ler (sedasyon, solunum dep­
resyonu, kaşıntı, konstipas-
Je n e r ik Adı P O Doz, mg A ra lık
yon) farklı opioidler arasında
Phenytoin 300 günlük/qhs aym olmasına rağmen, bazı
Carbamazepine 2 0 0 -3 0 0 q 6 s yan etkilerse ilaçların kendile­
Clonazepam 1 q 6 s rine ait opioid olmayan meta-
M exiietine 150-300 q 6 -1 2 s
bolitlerinin akkümülasyonu
Gabapentin 6 0 0 -1 2 0 0 q 8 s ■
sonucu ortaya çıkar. Bınlardan
,'ı N i'İDEPU ES A N i, A R birisi normeperidindir; mepe-
ridinin metabolitidir. Norme-
U p take B lo k a jı Average
A n tik o lin erjik O rto statik K ard iy ak Dose S ın ır peridin naloksonla reverz edi­
Je n e r ik adı 5-H T NE Potens P otens H ipotansiyon A ritm i mg/day mg/gün lemeyen hipereksitabilite ve
konvülziyonlara neden olur.
Doxepin ++ + Yüksek Orta Orta Daha az 200 7 5 -4 0 0
Amitriptyline ++++ ++ Yüksek En yüksek Orta Evet 150 25 -3 0 0
Normeperidin, renal yetmezli-
lmipramine ++++ ++ Orta Orta Yüksek Evet 200 7 5 -4 0 0 j ği olan hastalarda daha fazla
Nortriptyline +++ ++ Orta Orta Düşük Evet 100 4 0 -1 5 0 birikir.
Desipramine +++ ++++ Düşük Düşük Düşük Evet 150 5 0 -3 0 0 Opioidler ile en hızlı ağrı
Venlafaxine +++ ++ Düşük Yok Yok Hayır 150 7 5 -4 0 0 tedavisi intravenöz uygulama
j ile sağlanır; oral uygulama ile
Note: 5-HT, serotonin; NE, norepinephrine.
|önemli derecede yavaştır.
J Yaygın yan etkiler bulantı,
yüksek dozda alındığı zaman karaciğere toksik olmasına rağmen kusma ve sedasyondur. En ciddi yan etki solunum depresyonudur.
asetaminofen nadiren gastrik irritasyona yol açar ve trombosit Solunum sistemi sorunu olan hastalar, opioid uygulamasından son­
fonksiyonlarını etkilemez. Tablo 12-1 de yaygın kullanılan ajanla­ ra yakın gözlem altında tutulmalıdır; bir oksijen satürasyon moni­
rın dozları ve etki süreleri verildi. törü kullanışlı olabilir. Opioid antagonisti olan nalokson, kullanıma
NSAID'ların ketorolak gibi parenteral formları ile tanışılması hazır bulundurulmalıdır. Bu etkiler dozla ilişkilidir, hastalarda anal­
bu grup bileşiklerin şiddetli ağrıda kullanım alanını genişletmiştir. jezi sağlayan dozlar ve yan etkiler oluşturmaları büyük değişkenlik
Ketorolak yeterince potenttir, etki başlangıcı hızlıdır; şiddetli akut gösterir. Bunun için tedavinin başlangıcı optimal doz ve uygulama
baş ağrısı ve muskuloskeletal ağrıda bir çok hastada opioidlerin ye­ aralığı gerektirir. Bu yeterli analjezi sağlamakta en önemli ilkedir.
rini almaktadır. Bu da hastaya ağrısının olup olmadığını sormayı gerektirir. En yay­
COX'in iki majör sınıfı vardır: COX1 bileşik olarak tanımlanır gın hata, şiddetli ağrıda yetersiz doz yazımıyla, hekim tarafından
ve C O X2 inflamatuar durumlarda görülür. COX-1 selektif ajanlar­ yapılır. Birçok hasta yakınmaya isteksizdir çünkü bu uygulama ya­
la yakın zamanda artrit tedavisinde tanışıldı ve bu önemli gastrik ir- kınmaya gerek bırakmaz. Beklenen pik etki zamanında sedasyon
ritasyon azalması le ilişkilidir. COX 2-selektif ajanların analjezik yoksa, hekim yeterli analjezi düzeyine ulaşmak için başlangıç do­
etkilerinin diğer NSAID'lara eş olduğu gösterilmiştir. zunu tekrarlamakta tereddüt etmemelidir.
Yı'k'ilı ağrı tedavisine ulaşmak için yeni bir yaklaşım hasta- 59
koııinıllıı (PCA) analjezinin kullanımıdır. PCA, opioid ilaç dozunu
sabit ııılii/.yonda uygulayan ve hastanın ne zaman isterse basarak alanda ortaya çıkar, tekrarlayan özelliktedir, ağrı problemleri ço­
ek d o/ uygulayacağı bir cihaz gerektirir. Bu aygıt saatlik toplam cukluk ve adölesan çağda başlar, ağrı bir ebeveynin veya eşin kay­
dozu sınırlamak için programlanabilir bu nedenle aşırı doz uygula­ bedilmesi gibi bir emosyonel travma zamanı başlar, fiziksel veya
mak imkansızdır. Hasta optimal düzeyde dozu titre edebilir. Bu cinsel istismar öyküsü ve geçmişte ya da süren madde bağımlılığı.
vaklaşım en yayagın şekliyle opstoperatif ağrı tedavisi için kullanı­ Muayenede, hastanın ağrılı alanı koruyup korumadığı ve ağrı­
lır ancak, hastanede yatan şiddetli ağrısı olan hastalarda kullanıl­ dan kaçınmak için belirli postür veya hareket olup olmadığını be­
maması için hiçbir gerekçe yoktur. PCA ayrıca metastatik kanser­ lirlemek için özel bir dikkat harcanmalıdır. Ağrının mekanik kom-
lerin yol açtığı dayanılmaz ağrılar için kısa süreli olarak evde de ponentinin keşfedilmesi hem tanı hem de tedavi için kullanışlıdır.
kullanılır. Birçok hekim, hemşire ve hasta opioid kullanımında has­ Ağrılı alanlar derin ve yumuşak bir şekilde kas, ligamentöz yapılar
taların bağımlı olacağı telaşına kapılır. Uygun medikal kullanımda ve eklemlerde ağrının lokalize edilip edilmediği kontrol edilerek
hastaların narkotik bağımlısı olma olasılıkları ihmal edilebilecek değerlendirilmelidir.Kronik miyofasyal ağrı çok yaygındır ve bu
kadar küçüktür. hastalarda bantlar ve nodüller şeklinde trigger noktalar derin pal-
Yeni uygulama yollarının kullanılması opioid ajanların kullanı­ pasyonla belirlenebilir. Eğer bu trigger noktalara lokal anestezik in-
mını artırmıştır. En önemlisi spinal uygulamadır. Opioidler bir spi­ jeksiyonu ağrıyı ortadan kaldırırsa, bu tanıyı da destekler. Ağrı için
nal kateter yardımıyla hem epidural hem de spinal uygulanırlar. bir nöropatik komponent duyu kaybı, ciltte aşırı hassasiyet, kas za­
Opioidlerin direkt spinal korda uygulanması göreceli olarak düşük yıflığı ve atrofi gibi sinir yaralanması kanıtı varlığında söz konusu­
dozlarla reyonal analjezi sağlanabilir. Bu yolda, sedasyon, bulantı, dur. Sempatik sinir sistemi katılımının kanıtı normal bölgeyle kar­
kusma ve solunum depresyonu minimalize edilebilir. Bu yaklaşım şılaştırıldığında diffüz şişme, cilt renginde ve sıcaklığında değişme,
geniş olarak obstetrik girişimlerde ve vücudun alt kısmındaki ope­ hipersensitif cilt ve eklem hassasiyeti varlığıdır. Ağrının sempatik
rasyonlardan sonra kullanılmaktadır. Opioidler intranazal (butorfa- blokla ortadan kalkması tanı koydurucudur.
nol), rektal ve transdermal olarak da kullanılabilir, bu uygulama Kronik ağrılı hastanın değerlendirilmesinde rehber ilke, tedavi­
yolu ile oral ilaç alamayan hastalarda sık injeksiyonun rahatsızlı­ ye başlanmadan önce emosyonel ve organik faktörlerin değerlendi­
ğından kaçınılır. rilmesidir. Bu sorunların tümü organik nedenli ağrıda beklemenin
O p io id v e S i k lo o k s i j e n a z I n h i b i t o r K o m b in a s y o n la r ı Opioid kural dışı olduğuna ve hastanın psikolojik değerlendirmesinin he­
ve COX inhibitörleri bir kombinasyon olarak kullanıldığı zaman kim için anlamlı olduğuna ikna edilmesine yönlenir. Hastanın ağrı­
additif etkileri vardır. Aynı analjezi düzeyine ulaşmak için her biri­ sı için bir organik neden bulunduğu zaman bile hala diğer nedenle­
nin daha az dozları gerektiği ve yan etkiler additif olmadığı için, bu ri araştırmak akıllıcadır. Örneğin ağrılı kemik metastazı olan kan­
tür kombinasyonlar dozla ilişkili yan etkilerin şiddetini azaltmak ser hastalarında sinir hasarı veya önemli depresyonun ağrıya yol
amacıyla kullanılabilir. Asetaminofen ile sabit orandaki bir opioid açabileceği hatırlanmalıdr. Optimal tedavi hem etkenlerin bulun­
kombinasyonu özel bir risk taşır. Ağrının şiddetinin artması veya masını hem de tedavi edilmesini gerektirir.
tolerans gelişmesi sonucu opioid etkisinin azalması dozun artırıl­
masını gerektirir; bu da asetaminofen düzeylerinin toksik karaciğer ! ; V,i TEDAVİ Bir kez değerlendirme safhası tamamlanıp, muhte-
düzeylerine ulaşmasına önderlik edebilir. j ! Al mel nedenler ve artırıcı etkenler belirlenince açık bir tedavi
j planı geliştirilir. Bu durumun en önemli bölümü tedavi için iyi bir
| gece uykusu, alışveriş yapabilme ve işe dönebilmek gibi spesifik ve
| gerçekçi işlevsel hedeflerin saptanmasıdır. Multidisipliner yakla-
K RO W K AORf
! şım ilaçların kullanımı, fizik tedavi konsültasyonu, sinir blokları ve
hastanın yaşam kalitesini artırıcı cerrahi girişimlerdir. Bu ağrı kli­
HASTANIN D E Ğ E R L E N D İR İL M E S İ Kronik ağrılı hastanın te­ niklerine yatışı gerektirir, ancak bu tüm kronik ağrı hastaları için
davisi entelektüel ve emosyonel hedeflidir. Hastaların problemleri gerekli değildir. Bazıları için, tek başına farmakolojik tedavi önem­
sıklıkla tanıdaki zorluktur: hastalar hekimin zamanını ister, duy­ li yardım sağlayabilir.
gusal olarak çoğunlukla çılgına dönmüş gibi görünürler. Gelenek­ Anridepresan İlaçlar Trisiklik antidepresanlar (Tablo 12-1)
sel tıbbi yaklaşım, gizli organik patolojilerin ortaya çıkarılmasını | kronik ağrılı hastanın tedavisi için son derece kullanışlıdır. Depres-
hedefler ve genellikle işe yaramaz. Diğer taraftan psikolojik değer­ j yon tedavisi için geliştirilen trisiklik antidepresanların değişik kli-
lendirme ve davranış temelinde multidisipliner ağrı-tedavi merkez­ i nik durumlarda analjezi oluşturan doz-bağımlı biyolojik aktivite
lerinde yapılan tedavi sıklıkla yararlı olur. İ özellikleri vardır. Mamafih bu mekanizma bilinmemesine rağmen,
Kronik ağrıya neden olan, sürdüren ve artıran birçok neden var­ i trisiklik antidepresanların analjezik etkileri, antidepresan etkilerin-
dır. Bunlardan ilki tabii ki hastanın tedavi edilmemiş, karakteristik î den çok daha çabuk başlar ve daha düşük dozlarda etki görülür. Da-
olarak ağrılı hastlığıdır. Artrit, kanser, migren baş ağrısı, fibromi- ! ha ötesi, depresyonu olmayan kronik ağrı hastalarında antidepre-
yalji ve diyabetik nöropati örnek verilebilir. İkincisi, hastalığın baş­ : sanlarla ağrı tedavisi sağlanır. Trisiklik ajanların opioidlerin analje-
lattığı ve hastalığın ortadan kalkmasından sonra devam eden duru­ ' zik etkilerini potansiyalize etmeleri buna bir kanıt oluşturur, bu ne-
mu kötüleştirici faktörler olabilir. Örnekler duyusal nöronlarda ha­ ' denle malign tümörle nedeniyle ortaya çıkan ağrıda bu ajanlar çok
sar, sempatik efferent aktivite ve ağrılı refleks kas kontraksiyonla- i kullanışlı adjuvanlardır. Tablo 12-2‘de trisiklik antidepresanlara
rını içerir. Son olarak, psikolojik durumdaki değişiklikler ağrıyı ar­ i yanıt veren bazı ağrılı durumlar listelenmiştir. Trisikliklerin diya-
tırabilir ve ağrı nedeni olabilir.
Bazı önemli durumlarda anamneze özel bir dikkat harcanmalı­
dır. Kronik hastalarda en yaygın emosyonel bozukluk depresyon
olduğu için hastalara ruh halleri, iştahları, uyku durumları ve gün­
Poslherpetik nevralji" Romatoid artrit11'*'
lük aktiviteleri sorulmalıdır. Beck depresyon envanteri gibi bir Diyabetik ııöropati" Kronik bel ağrısı*
standardize soru çizelgesi kullanışlı bir tarama aracı olabilir. Majör Tansiyon baş ağrısı" Kanser
depresyonun yaygın, tedavi edilebilir ve potansiyel olarak fatal bir Migren başağrısı"
hastalık olduğunun hatırlanması önemlidir.
aAnaljezinin gösterildiği kontrollü çalışmalar analgesia.
Önemli emosyonel bozukluğu olan kronik ağrı yakınması olan hYararlı olduğunu gösteren ancak analjezinin olmadığı kontrollü çalışmalar
hastalarda bulunan diğer ip uçları: ağrı birbiriyle ilgisiz bir çok KAYNAK: From HL Fields: Pain. New York, McGraw-Hill, 1987.
60 B An,. BA -uA n ve saK.um ŞeBÜ'cri GEBHART GF (ed): Visceral Pain. Seallle, 1ASP Press, 1995
MARKOWITZ JS, PATRICK KS: Venlafaxine-lramadol similarities. Med
Hypolheses 51:167, 1998
betik nöropati ve postlıerpetik nevralji gibi diğer tedavi şansının ROWBOTHAM MC et al: Gabapentin for lhe treatment of postherpetic neural­
çok az olduğu durumlarda özel bir kullanım değerleri vardır, gia: A randomized controlled trial. JAMA 280:1837, 1998
Trisikliklcrin ağnyı ortadan kaldırdığı ve önemli yan etkileri STEIN C: The control of pain in peripheral tissue by opioids. N Engl J Med
olduğu gösterilmiştir (Tablo 12-1; Konu 385). Yazık ki fluoxetine 332:1685, 1995
WALL PD, MELZACK R (eds): Textbook of Pain, 4lh ed. London, Churchill Li­
(Prozac) gibi bazı serotonin- selektif reuptake inhibitörü ajanların vingstone, 1999
ağrı tedavisi sağlamak için kullanıldıklarında az ya da kabul edile­ WILLIS WD (ed): Hyperalgesia and Allodynia. New York, Raven, 1992
bilir yan etkileri olduğu gösterilememiştir. Diğer yandan, bir nont- WILLIS WD: Sensory Mechanism of the Spinal Cord. New York, Plenum, 1991
risiklik antidepresan olan venlafaxine (Effexor) hem serotonin hem
de norepinefrin geri alimim bloke eder, trisikliklerin tolere edile­
mediği hastalarda kullanışlı olarak görünmektedir.
Antikonvülzanlar ve Antiaritmikler (Tablo 12-1). Bu ajanlar
primer olarak nöropatik ağrılı hastalarda kullanışlıdır. İlk olarak
Phenytoin (Dilantin) and carbamazepine’in (Tegretol), trigeminal j 3 T hom as H . L ee
nevraljinin ağrı tedavisinde etkili olduğu gösterilmiştir. Bu ağrı ka­
rakteristik olarak kısa, vurucu, elektrik şoku benzeri kalitededir. GÖĞÜS AĞRISI VE ÇARPINTI
Antikonvülzanlar geniş olarak keskin (bıçak saplanır gibi) ağrıda ______ Şeydi O kum uş, Y ah ya S ağlık er
yararlı görünmektedir. Gabapentin gibi yeni kuşak antikonvülzan­
lar, beyin y-aminobutirik asit düzeylerini artırarak nöropatik ağrıda
etkin olurlar. GÖĞÜS AĞRISI
Düşük doz lidokain ve mexiletilene (Mexitil) gibi antiaritmik
Göğüs ağnsı kliniklerde ve acil servislerde sık karşılaşılan bir
ajanlar da nöropatik ağrılarda etkindir. Bu ajanlar afferent nosisep-
semptomdur. Ayırıcı tanı; Toraks ve abdomendeki etkilenen organ­
törler yaralandığı zaman bunların spontan spontan aktivitesini blo­
lardan kaynaklanabilir ve prognoz beninden hayatı tehdit edici du­
ke etmektedirler.
rumlara dönüşebilir (Tablo 13-1). Tamdaki yetersizlik - gecikme;
Kronik Opioid Tedavisi: Opioidlerin uzun süreli kullanımı
iskemik kalp hastalığı, aort diseksiyonu, pulmoner emboli gibi cid­
malign hastalıklara bağlı ağrı hastalarında kabul edilir. Mamafih
di durumların neden olduğu komplikasyonlara ve ölümlere sonuç­
malign olmayan kronik ağrıda kullanımı tartışmalı olmasına rağ­
lanabilir. Diğer tarafta hastane ortamına ve herhangi bir teste gerek
men, birçok hastada ağrı tedavisi için tek şansın opioidler olduğu
kalmadan yanlızca konservatif olarak yaklaşılması gereken düşük
açıktır. Opioidlerin en potent ve alanı en geniş ajanlar olması bu du­
risk grubu hastalar da mevcuttur.
rumu anlaşılır kılar. Ağrı tedavisinde ilk kez opioid kullanan hasta­
GÖĞÜS AĞRISININ S E B E P L E R İ M yokard iskemisi ve
larda bağımlılık nadirdir; uzun süreli kullanımda tolerans ve fizik­
hasarlanm ası (Konu 244) Myocard iskemisi, metabolik gereksi­
sel bağımlılık çıkması muhtemeldir. Bu nedenle opioid tedavisine
nimler için gereken oksijenin kalbe yeteri kadar sağlanamadığı za­
karar verilmeden önce diğer seçenekler araştırılmalı ve hastaya opi­
man gözükür. Bu 0 2 desteğinin azalması, ihtiyacının artması ya da
oidlerin sınırlamaları ve riskleri anlatılmalıdır. Bazı opioid ajanların
her iki durumda da kaynaklanabilir. Myokard iskemisinin altında
(örn: pentazocine and butorphanol) mikst agonist-antagonist özel­ yatan en büyük neden aterosklerozdur, ve bu obstriksiyon varlığın­
likleri olduğunun hatırlanması önemli bir noktadır. Bunun klinikte­ da, fiziksel egsersiz sonucu gelişen 0 2 gereksinimi artmasından
ki pratik anlamı, bu ajanların diğer opioidlere bağımlılığı olan has­ dolayı iskemik ataklar presipite olabilir. Bununla birlikte iskemi,
talarda yoksunluk sendromunun tetiklenerek ağrının artacağıdır aynı zamanda psikojenik stress, ateş, ağır yemek, 0 2 kapasitesinin
Uzun süre oral opioid alan hastane dışı olgularda levorphanol, düştüğü durumlar (anemi, hipoksi, hipotansiyon) sonucu gelişebi­
methadone ve yavaş salınındı morfin gibi uzun süreli analjezikle­ lir. Kapak hastalıklarından kaynaklanan ventriküler hipertrofi, hi-
rin kullanımı arzu edilir (Tablo 12-1). Bu ajanların farmakokinetik pertrofik kardiyomyopati, hiper tansiyon epikardiyumdan endokar-
profili uzun süreli analjezi, sedasyon gibi yan etkilerin az olması diyuma geçen koroner anterlerdeki kan akımının bozulmasına se-
ve yüksek plazma düzeyi sağlar; bu da opioid plazma konsantras­ konder olarak myokarddaki iskemiyi artırabilir.
yonunun ani düşmesiyle ortaya çıkacak ağnyı azaltır. Konstipas- A n jin a P e c t o r is , Myokard iskemisine bağlı göğüs ağrısıdır ve
yon opioid kullanımının kaçınılmaz yan etkisidir ve tedavi edilme­ bu visseral ağrı, genellikle ağırlık çökmesi, basınç ve sıkıştırma
lidir.
Sonuç olarak, bir çok hastada özellikle kronik ağrdı hastada ya­
Tablo 13-1 Myokard Bnlarktüsü Olmayan Akut Göğüs Ağrısıyla Has­
kınmalar, tıbbi dikkat gerektirir ve bu hastalarda sadece klinisyen-
t a n e y i ! B a ş v u r a n Hastaların A y ı n a T a n ı s ı
ler ağrı tedavisi için gereken ilaçlan sağlayabilir. Tüm hekimlerin
birincil sorumluluklan hastalarının fiziksel ve duygusal rahatsızlık­ Tanı Yüzde
larını azaltmaktır. Ağrı mekanizmalarının ve analjezik ajanların
mekanizmalarının bilinmesi bu amaca ulaşmakta en önemli basa­ Gastroözefagial hastalıklar 42
maktır. Gastroözefagial reflü (30)
Özefagial moülite bozukluğu (13)
UBUOURAfYA Peptik ülser (10)
Safra taşı (5) ■
BARON R et al: Causalgia and reflex sympathetic dyslrophy: Does lhe sympaı- İskemik kalp hastalığı 31
helic nervous system conıribute to the generaüon of pain? Muscle Nerve Göğüs duvarı sendromlan 28
22:678, 1999
Perikardit 4
DEVOR M et al (eds): Proceedings of the Ninlh World Congress on Pain. Senit­
Plöritis/Pnömoni 2
le 1ASP Press, 1160 pp, 2000
Pulmoner embolizm 2
FIELDS HL et al: Postherpetic neuralgia: Irritable nociceptors and deafferenta-
lion. Neurobiol Dis 5:209, 1998 Akciğer kanseri 1.5
FIELDS H Letal: Peripheral neuropalhic pain: An approach to managemeni. in Aortik anevrizma 1
Textbook of Pain, 4ıh ed, PD Wall, R Melzack (eds). London, Churchill Li- Aort stenozu 1
vingslon, 1999 Herpes zoster 1
FORT J: Celecoxib, a COX-2-specific inhibitor: The clinical data. Am J Orthop
28(3 Suppl): 13, 1999 KAYNAK: Fruergaard P et al: Eur Heart J 17:1028, 1996.
■eklinde tarif edilebilir (Tabii) İ v ’.). I n ■•■ı sık semptomlar yanma, 61
ağrı ve sızıdır. Bazı hastalar di-qine ve aııksiyele ile başvurmaları­
na rağmen ağrı giutıkıncycbiJir (hissetmeyebilir). Hastalar bu du­ genin duyusunu alan nöronların spinal korddaki posterior köklerin­
nunun şiddetini açıklamak için keskin kelimesini kullanabilirler. den orijin alarak; boyun, çene, dişler ve omuza yayılabilir. Bazı
Anjinanın lokalizasyonu genellikle retrosternaldir. Çoğu hasta­ hastalarda isteminin tek semptomu bu yayılan ağrı olabilir. Nadir
lıklar ağrıyı küçük bir alana lokalize edemez. Ağrı kalp ve bu böl­ de olsa, iskemil epizodlarla birlikte epigastrik distreste bazı has-

Tablo 13-2 Akut Göğüs Ağrısına Ait .Vfafiir Nedenlerin Tipik Klinik Özel likleri

Durum Süre Nitelik Yer Eşlik eden özellikler

Anjina 2 ile 10 dakika Basınç, gerginlik, sıkıştır­ Retrosternal, sıklıkla boyna, Egzersizle, soğuğa maruziyetle, psiko­
arası ma, ağırlık, arası yanma çeneye ve omuzlara (sıklıkla lojik stresle artan
sol tarafa) yayılan veya izole Ağn anında S4 gallop ya da mitral re-
jurgitasyon üfürümü

Anstabil anjina 10-20 dakika Anjinaya benzer fakat daha Anjinaya benzer Anjinaya benzer, fakat düşük seviyeli
ciddidir egzersiz ya da hatta istirahatte bile
olur

Akut Myokard Değişkendir, genel­ Anjinaya benzer fakat daha Anjinaya benzer Nitrogliserinle geçmez
Enfarktüsü likle 30 dakikadan ciddidir Kalp yetmezliği veya aritminin kanıtı
uzun olarak eşlik edebilir

Aort stenozu Anjina için tanımlan­ Anjina için tanımlandığı gibi Anjina için tanımlandığı gibi Karotis arterlere yayılan geç sistolik
dığı gibi rekürren üfürüm
ataklardır

Perikardit Saatten günlere kadar Keskin Retrosternal ya da, kardiyak Dik oturmakla veya ileri doğru uzan­
epizodlar şeklinde apekse doğru, apeksten sol makla azalabilir
kola yayılabilir Pericardial friction mb

Aort disseksiyonu Ani başlangıçlı ve geç­ Gerici ya da yırtıcı duyu, Ön göğüs sıklıkla sırta yayılır, Hipertansiyon veya altta yatan bağ do­
meyen ağn bıçak saplanır tarzda iki omuz arasına kusu hastalığı ile ilişkili (öm: Marfan
Sendromu), Aort yetmezliği üfürümü,
perikardial sürtünme, perikardial tam-
ponad, ya da periferik nabızlann kaybı

Pulmoner embolizm Ani başlangıçlı, birkaç Plöritik Sıklıkla leteral, embolinin bu­ Dispne, takipne, taşikardi ve hipotansi­
dakikadan, birkaç saate lunduğu tarafta yon
kadar

Pulmoner hipertan­ Değişken Basınç Substemal Dispne, artmış venöz basınç bulgulan,
siyon ödem ve juguler venöz dolgunluk
dahil

Pnömoni ya da Değişken Plöritik Tek taraflı sıklıkla lokalize Dispne, öksürük, ateş, railer, bazen
plöritis frotman

Spontan pnömot- Ani başlangıçlı, birkaç Plöritik Pnoothorax’in olduğu tarafa Dispne, pnömotorakslı tarafta solunum
horaks saat seslerinde azalma

Özefagial reflüks 10-60 dakika Yanma Substemal, epigastrik Postprandial dönemde kötüleşir
Antiasidlerle azalır

Özefagial spazm 2-30 dakika Basınç, gerginlik, yanma Retrosternal Anjinayı çok taklit eder
Peptik ülser Uzamış Yanma Epigastrik, substemal Antiasitlerle veya yemekle azalır

Safra kesesi Uzamış Yanma, basınç Epigastrik, sağ üst kadran Yemeği takiben olabilir
hastalıkları substemal

Kas iskelet Değişken Ağrı/sızı Değişken Hareketle artabilir


sistemi hastalıktan Muayenede lokalize basınç ile ortaya
çıkabilir

Hespes zoster Değişken Keskin ya da yanma Dermatomal dağılım Ağrı bölgesinde veziküler döküntü

Emosyonel ve psi- Değişken; geçici Değişken Değişken, retrosternal olabilir Psikolojik faktörler semptomları artıra­
kiatrik durumlar olabilir bilir
Dikkatli bir hikaye ile sıklıkla anksiyete
ya da depresyon saptanabilir
62 Fiziksel buluşlar aort disseksiyonunun aort dallanmalarıyla
uyuşan arterlere kadar etkilendiğini yansıtabilir. Böylece bir veya
lalarda rapor edilmiştir. Çok az bir hastada ağrı göbek altına ve sır­ iki kolda nabız kaybı, serebrovasküler olaylar veya parapleji aort
ta yayılabilir. disseksiyonunun felaket sonuçlanndandır. Proximalde ve koroner
Stabil anjina genellikle egzersiz, emosyene stress ve ağır ye­ arter altında veya aortik kapak aperatına kadar genişleyen hema-
meklerden sonra gelişir. Dinlenme ya da sublingual nitrogliserin ti­ tomlar akut myokard enfarktüsüne ya da akut aortik yetmezliğe ze­
pik olarak ağrıyı dakikalar içinde hafifletir. Tersine geçici ağrı (bir­ min hazırlayabilir. Perikardiyal mesafeye rüptür perikardiyal tam-
kaç saniye süren) nadiren iskemik orjinlidir. Bunun gibi, eğer has­ poııada zemin hazırlar.
tanın EK G ’sinde iskemi bulguları yoksa, saatlerce süren ağrılarda Göğüs ağrısına neden olan diğer bir aort anomalisi de thorasik
anjinayı düşündürmez. Anjina ataklarını taşikardiye neden olan fiz­ aort anevrizmasıdır. Aortik anevrizmalar sıkça asemptomatiktir.
yolojik ve psikolojik stress pressipite edebilir. Myokard perfilzyo- Fakat komşu yapılara bası yaparak göğüs ağrısı ve diğer semptom­
nu diastolde olun Taşikardi, kalbin diastol süresini kısalttığı için lara neden olabilir. Bu ağrı değişiklik göstermeyen (sabit), derin ve
myokard perfüzyonunu düşürür. bazen şiddetlidir.
Anstabil anjina ve M I ( Konu 243 ve 244) Aııstabil anjinalı
(Akut iskemik sendrom) hastalar anjina pektorise benzer semptom­ Pulmoner Em bolizm (Konu 261) Pulmoner embilinin neden
lardan şikayetçidirler. Yalnız bu şikayetler daha uzun ve daha cid­ olduğu göğüs ağrısının pulmoner arter distansiyonu veya plevra
didir. Bu semptomlar istirahatte ikeıı başlayabilir ve sublingual nit­ komşuluğundaki akciğer segmentine infarktüsün neden olduğuna
rogliserine cevap vermeyebilir. Aııjinaya benzemekle birlikte ek inanılır. İlerleyici pulmoner emboli akut myokardiyal enfarktüsün
olarak terleme, dispne ve bulantı eşlik edebilir. İskemik kalp hasta­ neden olduğu substernal ağrıya neden olabilir. Daha çok, küçük
lığına bağlı göğüs ağrısında fiziksel testler tamamen normal olabi­ emboliler lateral ve pleuritik ağrıya neden olan lokal pulmoner in-
lir. İskemik epizodlar arasında yapılacak dikkatli bir oskültasyoıı farklara neden olur. Benzer semptomlar olarak dispne ve arasıra he-
sonucu sistolik ve diyastolik disfonksiyondan kaynaklanan S3 ve moptizi, taşikardi çoğunlukla görülmektedir.
S4 duyulabilir. Geçici mitral regürjitasyon üfürümü iskemik papil-
ler kas disfonksiyoııunu destekler. Ciddi iskemi atakları pulmoner Pnömoni ve Plöritis Plevra ve akciğerde inflamasyon ve ha­
koujesyon hatta pulmoner ödemle sonuçlanabilir. sara neden olan akciğer hastalıkları genelde keskin, bıçak saplanır
Diğer Kardiyak Nedenler Hipertrofik kordiyomyopati, aort tarzda, insprasyon veya öksürükle artan ağrılardır.
steııozu ve anjina pektorise sebep olan diğer nedenlerin oluşturdu­
ğu myokardiyal iskemi, koroner aterosklerozun neden olduğu iske- Gastrointestinal D urum lar Mideden reflü, spazm, obstrüksi-
ıııiye benzer. Bu tip vakalardaki bir sistolik üfüriim ve diğer bulgu­ yon ya da yaranın neden olduğu özefagial ağrıların myokardiyal
lar genellikle koroner ateroskleroz dışındaki anormallikleri düşün­ semptomlardan ayırt edilmesi zordur. Asiy reflüsü tipik olarak al­
dürür. Bu anormallikler hastanın semptomlarının oluşmasına katkı­ kol, aspirin ve bazı yemeklerin arttırdığı derin bir yanma rahatsız­
da bulunabilir, lığına neden olur. Bu rahatsızlık sıkça antiasit ve diğer asit azaltıcı
Perikardit (Konu 239) Perikardit ağrısının periyetal plevrada- ilaçlarla azalır. Asit reflüsü yatmakla artar ve sabah midenin boş ol­
ki inflamasyondan kaynaklandığına inanılır. Perikardiyumun bü­ duğu erken saatte kötüleşir.
yük kısmı ağrıya duyarlıdır. Nitekim sadece lokal inflamasyon (MI Asit reflüsü olmadan da özefagial spazm meydana gelebilir ve
veya üremiden kaynaklanan) ve infektif endokardit ağrıyla birlikte­ anjinadan ayırt edilemeyen sıkıştırıcı tarzda ağrıya neden olabilir.
dir. Kardiyak tamponad çok hafif bir göğüs ağrısı yapabilir ya da Özefagial spazmın acil müdahalesinde sıkça dil altı nifedipin gibi
hiç göğüs ağrısı yapmayabilir. Pariyetal plevra duyusunu çok deği­ ilaçlar kullanılır. Bu da, ilaveten bu iki sendromun karıştırılmasına
şik kaynaklardan aldığı için perikard ağrısı omuzdan boyuna, batı­ neden olur. Göğüs ağrısı bazan özofagusun primer hasarlarından,
na ve sırta yayılabilir. Tipik olarak ağrı retrosternaldir ve öksürük, örneğin aşırı kusmaya bağlı özofagus alt ucu yırtılmaları,Mallory
derin nefes almak ve pozisyon değişikliği ile artar. Ağrı genellikle Weis Sendromu ile de olabilir.
supin pozisyonunda artar ve oturmakla, öne eğilmekle azalır. Daha Göğüs ağrısı; peptik ülser, bilier hastalıklar, pankreatitis gibi
nadir olarak MI’ı taklit eden keskin bir ağrı olabilir. diafram altı gastrointestinal tract hastalıkları sonucu olabilir. Bun­
lar genelde göğüs ağrısından çok karın ağrısına neden olur. Semp­
Aortanın Hastalıkları (Konu 247) A o r t d isek siy o n u aortanın tomlar Göğüsle pek alakalı değildir. Ülser hastalığının ağrısı tipik
subintimal hematomla birlikte duvar boyunca ayrılmasıyla sonuç­ olarak postprandial mide asit üretiminin daha fazla yemeklerle nöt­
lanan çok feci bir durumdur. Hematom intima içinde küçük olarak ralize edilmediği, yemekten sonra 60 ve 90. dakikalar arasında olur.
başlar ve media tabakasına rüptüre olarak devam eder. Bu sendrom Kolesistit sıkça yemekten bir veya daha fazla saat sonra oluşan ağ­
travma, motorlu araç kazaları intraaortik balon uygulamaları, kate- rıya neden olur.
ter gibi intimaya zarar veren medikal prosedürler sonucu oluşabilir.
Hipertansiyon ve/veya aort duvarında mediadaki elastik ya da mus- Nöromüsküloskeletal O laylar Servikal disk hastalığı sinir
kuler komponentin bozulmasıyla ilşkili durumların yokluğunda köklerine bası yaparak göğüs ağrısına neden olabilir. Dermatomal
nontravmatik aort disseksiyonu nadirdir. lokalizasyon ağrıları, interkostal kas krampı veya herpes zoster ne­
Akut disseksiyonu olan hemen hemen tüm hastalarda şiddetli deniyle olabilir. Herpes zosterin neden olduğu göğüs ağrısı semp­
göğüs ağrısı göstermesine rağmen bununla ilgili semptomları ol­ tomları, deri lezyonları gözlenmeden önce oluşur.
mayan kronik disseksiyonlu hastalar tanımlanmıştır. İskemik kalp
hastalığı ağrısından farklı olarak, aortik disseksiyoıı semptomları K o s t o k o n d r a l v e k o n d r o s te r n a l s e n d r o m la r ön göğüs iskelet
doğrudan doğruya pik noktada şiddete ulaşmaya meyilli olan has­ kas ağrılarının en sık ortak sebebidir. Kostakondritin şişlik, kırmı­
talarda sıkça bu şiddetten dolayı kollapsa neden olmaktadır. Aort zılık, ısı artışı (Tietze sendromu) gibi fiziksel işaretleri yalnızca
duvarında yarılma ve yırtılma yöntemiyle oluşmuş ağrıyı yansıtan arasıra olur. Bu tür sendromların ağrısı sıklıkla çabuk ve keskin
daha önce belirttiğimiz sıfatlar genelde disseksiyonun yeri ve uzun­ ama bazı hastalarınki ise künt ve 4 saat sürer. Kostakondral ve
luğu ile doğrudan ilişkilidir. Böylece çıkan aortatan başlayıp inen kondrokostal birleşim yerine direkt bası bunun gibi ağrıları ve di­
aortaya kadar omuz hizasına kadar yayılan ağrıya meyillidir. ğer iskelet kas seııdroml arını doğurur. Omuz ve omurga artriti ve
Imrsiti göğüs ağrısı nedeni olabilir. Bu tür bulguları olan bazı has- i-> Göğüs Ağrısı vc !. 'arpım,1 63
lalar ve myokard inarktüsü, bu sendromların semptomlan ile karı­
şır. tik disseksiyondan meydana gelebilir. Göğüs oakültasyonu azalmış
Emosyonel ve Psikiatrik O laylar Acile göğüs ağrısıyla baş­ solunum seslerini ortaya çıkarabilir; Kardiak muayenede perikardi-
vuran hastaların % 10’dan fazlası panik bozuklukları ve diğer al sürtünme sesleri, sistolik ve diastolik üfürümler ve 3. veya 4.
emosyonel durumlara sahip. Bu popülasyondaki semptomlar yük­ kalp sesleri araştırılmalıdır.
sek oranda değişkendir. Fakat sıkça; rahatsızlık, visseral sıkılık ya E le k tr o k a r d io g r a m önceki bir travmaya bağlı olmayan göğüs
da 30 dakikadan sonra sonlanan ağrı şeklinde bahsedilir. Bazı has­ eğrili yetişkinlerde temel bir testtir. İskemi veya infarksiyon ile il­
talar çabuk, keskin ve/veya küçük bir bölgeye sınırlı ağrı gibi ati- gili elektrakardiografik değişikliklerin olması akut miyokardial in­
pik tanımlamalarda bulunurlar. Emosyonel durumları olan hastala­ farksiyon veya anstabil anjinin yüksek riskini gösterir. (Konu 226)
rın EK G ’lerinde hiperventilasyonun neden olduğu S T - T segment (Tablo 13-4); bu gibi hastalar elektrokardiografik monisorizasyon
anomalilerini tanımlamak güçtür. Dikkatli özgeçmiş depresyon, ve kardiak ameste cevap verebilecek kapasitedeki ünitelere alınma­
önceki panil atakları, somatizasyon, agrofobi ve diğer fobilerin ip lıdır. Bu gibi değişikliklerin yokluğu akut istemik kalp hastalığını
uçlarını verebilir. ekarte ettirmez fakat normal elektrokardiogramlı veya sadece nons-
pesifik S T - T dalga değişikli hastalar için yaşamı tehdit edici
------------------------------ l i ı ı s l a y a ' h a k l a ş a n ---------------------------------- komplikasyonların riski düşüktür. Bu hastalarda hemen taburcu et­
me düşünülmüyorsa bunlar erken veya hemen eksersiz testi için
Göğüs rahatsızlığı olan hastaları değerlendirirken zamana uyulma­
sıklıkla adaydırlar.
lı; teşhis, tespit etme ve hemen yönetim planının güvenliğinin tayi­
Miyokardial incinme markırları sıklıkla akut göğüs ağrısını de­
ni. Acil serviste görülen hastalarda olduğu gibi akut göğüs arhatsız-
ğerlendiren acil servislerden elde edilir. Sıklıkla kullanılan markır-
lığı olan hastalarda 2. konu daha dominanttır. Her durumda klinis-
lar kreatin kinaz (CK), CK - MB ve kardiak troponinler (I ve T)
yen "Eve taburcu edilmesi güvenilir mi?’’ sorusuna yoğunlaşmalı,
’dir. Bu markırların tek başlarına değerleri, akut miyokard infark-
nonkoroner yoğun bakım ünitesine gönderme veya doğrudan eg­
tüsü veya komplikasyonlarının tahmini için yüksek duyarlılığa sa­
zersiz testleri (Tablo 13-3) Göğüs ağrısı olan hastanın değerlendi­
hip değillerdir. Bundan dolayı hastaların taburcu olma kararı sade­
rilmesi ile değerlendirmenin her safhasında tanısal antiteler içinde
ce bu test değerlerinin negatif olması ile verilmemelidir.
en önemlileri göz önünde bulundurulması açısından ardışık sorular
Koroner arter hastalığı için provakatif testler göğüs ağrısı de­
sergilenmektedir.
vam eden hastalarda uygun değildir. Bu gibi hastalarda dinlenme
Akut Göğüs Rahatsızlıkları Akut göğüs rahatsızlığı olan has­
halindeki kasta, perfüzyon çalışması düşünülebilir; normal çalışma
talarda; klinisyen, hastanın solunum ve hemodinamik durumunu
koroner arter hastalığı olasılığını azaltır. Klinisyenler sıklıkla sab-
tesbit etmeli. Eğer her ikisi de stabil değilse tanısal değerlendirme­
lingual nitrogliserin veya antrasidler ile terapotik denemeleri kulla­
den önce başlangıçta hasta stabilize edilmesine yoğunlaşmalıdır.
nırlar ve en sık hata bütün bu müdahalelere cevabın tanıyı açıkla­
Buna rağmen eğer hasta acil girişim gerektirmiyorsa; odaklanmış
yacağını farzetmektir. Bu gibi bilgiler sıklıkla yardımcı iken hasta­
bir hikaye, fizik muayene ve laboratuar değerlendirilmesi amacıy­
ların cevabı plasebo etkiden meydana gelebilir. Bu yüzden myokar-
la sağlanmalıdır.
dial iskemi, antiasif tedaviye cevaptan dolayı tek başına ekarte edil­
H ik a y e göğüs rahatsızlığının yapısı ve yeri hakkında sorulan
memelidir. Benzer olarak, ağrıyı geçirmek için kullanılan nitrogli­
içermektedir. (Tablo 13-2). Hastaya bir de ağrının başlangıcındaki
serinin etkisizliği koroner arter hastalığını ekarte ettirmez.
özelliği ve devamı sorulmalıdır. Myokard iskemisi genellikle daki­
Eğer hastanın hikayesi veya muayenesi aortik disseksiyona
kalar sonra, yavaş yavaş semptomların artmasıyla birliktedir. Hızla
uyuyorsa aortayı değerlendirmek için görüntüleme çalışmaları, bu
geçen veya elektrokardiografik değişiklikler ile birlikte olmayan
durumun katas trofik komplikasyonlarından dolayı, geciktirilmeden
saatler süren ağrının iskemik orjini olması muhtemel değildir.
sürdürülmelidir. Göğüsün X - RAY grafisi bu tanıyı ekarte etmek
F iz ik m u a y en e her iki koldaki kan basıncının ve her iki bacak­
için yeterli değildir. En uygun testler kontrastlı göğüs bilgisayarlı
taki nabızların değerlendirilmesini içermektedir. Bir ekstremitede-
tomografi veya M R’dir. Bu hastalar hemodinamik olarak stabil ol-
ki zayıf perfüzyon, aortadan arter dallanmasına akım sağlayan aor-

Tablo Î3-3 Göğüs Hastası Olan Hasialann Teshirinde (»o/. Ününde Bu­ Tablo J3-4 Acil Servise Akut Göğüs Ağrısı İte (»elen Hastalar Arasın­
lundurulacaklar daki Miyokardial İııfarktüs Vc Anstabil Aııjina Sıklığı

1. Göğüs rahatsızlığı akut, doğrudan hastaneye yatıracak ve agresif Anstabil Anjina


değerlendirilecek kadar potansiyel hayatı tehdit edici niteliklerde olabil­ Bulgu MI Sıklığı, % Sıklığı, %
miş mi?
Akut iskemik kalp hastalığı Pulmoner emboli ST elevasyonu (>1 mm) veya E K G ’de 79 12
Aort disseksiyonu Spontan pnömotoraks eski olduğu bilinmeyen Q dalgalan
2. Eğer olmamışsa, bu rahatsızlık ciddi komplikasyonlara neden olacak
kadar kronik niteliklere sahip mi? Eski olduğu bilinmeyen E K G ’de iskemi 20 41
Stabil anjina veya kasta zorlanma (ST çözelmesi
Aort stenozu >1 mm iskemik T dalgaları)
Pulmoner hipertansiyon
Önceki EKG değişikliklerinin olmaması 4 51
3. Değilse, bu rahatsızlık yüzünden özel tedavi gerektirecek akut niteliklere
fakat önceki anjina veya MI hikayesi
sahip mi?
Perikardit (Kalp atağı hikayesi veya nitrogliserin
Pnömoni/plörit kullanımı)
Herpes zoster Önceki EKG değişikliklerinin olmaması 2 14
4. Değilse, bu rahatsızlık diğer tedavi edilebilir kronik niteliklere sahip mi?
ve anjina veya MI hikayesinin olmaması
Özefagial rcflü Servikal disk hastalıkları
(Kalp atağı veya nitrogliserin kullanımı)
Özefagial spazm Omuz ve vertebra artriti
Peptik ülser Kostakondrit NOT: EKG, elektrokardiogram.
Safra kesesi hastalıktan Diğer iskelet kas anomalileri KAYNAK: Brigham ve Kadın Hastanesi Göğiis Ağrı Çalışması tarafından Yayınlan­
Diğer GİS rahatsızlıkları Anksiyete durumu mamış Bilgiler, 1997-1999.
64 ■) i;i >'ia BiilgUiar! .'0 1.iK •î *i ",vKi:K:ii A KU T OLMAYAN GÖĞÜS A Ğ RISI Hastaneye yatırılmal-
kaerı gerekmeyen veya yatarak gözlem ihtiyacı kalkan hastaların
millidir. Daha -u xtabil olan hastalarda transözefagial ekokardiog- yönetimi .semptomların nedenlerinin araştırılması ve majör komp­
r.ıın çekilir. Aortik anjiyografi artık birçok kurumda 1. testtir. likasyonların saptanmasına yönelik olmalıdır. Maliyet - Etkililik
Rcspiratuar semptomlu, plöretik göğüs ağrılı, hemoptizili veya analizleri koroner hastalık için invaziv olmayan testleri önerir. Eg­
venöz tromboembolizm veya koagülasyon anomalileri hikayesi zersiz EKG’si ya da stress ekokardiografisi bunlardandır. Bu test­
olan hastalarda akut pulmoner embolizm düşünülmelidir. Başlan­ ler; hem koroner arter hastalığının tanısına hem de revaskülarizas-
gıç testleri genellikle akciğer inceleme ve/veya pulmoner uııjiyo yoııdan yarar görmesi beklenilen yüksek riskli koroner arter hasta­
grafiği içerir. lığına sahip hastaların tanınmasına hizmet eder. Göğüs ağrısının
Akut göğüs ağrılı hastalar yaşamı tehdit edici dununlar göster­ gastrointestinal nedenleri endoskopi veya radyoloji çalışmaları ile
miyorlarsa klinisyen o zaman majör komplikasyonlara sebep olan değerlendirilebilir. Emosyonel veya psikiyatrik durumlar uygun
ciddi kronik durumlara odaklanmalıdır. Bunların eıı sık nedeni sta­ değerlendirme ve tedavi için çok önemlidir. Randomize çalışma ve­
bil anjinadır. Bu gibi hastalarda yavaş egzersiz testinin erken kulla­ rileri, bilişsel terapi ve grup terapilerinin böyle hastalarda semp­
nımı, ofiste ya da acil serviste olsun, .şimdi düşük riskli hastalarda tomları azalttığını göstermektedir.
kabul edilen stratejidir. Egzersiz testi uygun değildir, bununla bir­
likte istirahatte veya eskiden olduğu bilinmeyen EKG değişiklikle­ ÇARPINTILAR
ri gösteren, göğüs ağrısı olan hastalarda iskemi olabileceğine inanı­
lır. Yaşamı tehdit eden durumların oplmadığı göğüs ağrılı hastalar­ Çarpıntılar kalbin atışının farkında olmayla karakterizedir. Hastalar
da akut tedavinin muhtemel faydaları değerlendirilmelidir(Tablo sıklıkla yüklenici ya da sıçrayıcı kalp atışlarını tariflerler ya da kal­
13-3). Pericardii hikaye, Ikik muayene ve EKG ile akla gelebilir bin durduğu hissini belirtirler. Bu semptomlar kalp ritmindeki de­
(Tablo 13-2). Klinisyeııler kan basıncı paternini dikkatlice değer­ ğişikliklerden ya da kalp kontraksiyonlarının artışından kaynakla­
lendirmeli ve olası pcı ikardial tamponad tespiti için bu gibi hasta­ nır. Çoğu olguda bu farkındalık yatakta uzanmışken uyuyamayan
larda ekokardiografi düşünülmelidir. Göğüs X - Ray grafıleri pul- kişide olduğu gibi duyusal stimuluslara karşı koyamamayı gösterir.
ımmer hastalık olasılığını değerlendirmek için kullanılabilir. Çarpıntılar çoğu zaman psikiyatrik koşulların göstergeleridir.
Panik bozukluğu ve depresyon bunlardan en çok gözükenidir. Ör­
\KUT GÖĞÜS A Ğ RISI İÇİN ANA H A TLA R V E neğin çarpıntıların değerlendirilmesi amacıyla ambulatuar elektro-
Ö N EM Lİ Y O L LA R I kardiografi moniterizasyon uygulanan yatmayan hastaların bir ça­
lışmasında bunların % 19’unun bir psikiyatrik bozukluğa sahip ol­
Akut göğüs ağrılı hastalar için başlangıç değerlendirmesinde ana
duğu görülür. Psikiyatrik bozuklukları olan hastalar 15 dakikadan
hatlar American College Of Emergency Physicians (ACEP) ve di­
daha uzun süren veya destekleyen başka belirtilerin eşlik ettiği çar­
ğer Organizasyonlar tarafından geliştirildi. ACEP ekolü değerlen­
pıntılara diğer hastalardan daha eğilimlidirler. Bu çalışmada hekim­
dirmenin bir bölümü için kaydedilen verilerin kürallannı ve ana
ler hastaların semptomlarının emosyonel temellerini genellikle far-
hatlarını tanımlar. Kesin bulgularda takip edilmesi gereken eylem­
katmişler fakat sıklıkla hastalara spesifik tedavi önermemişlerdir.
leri tanımlar (Tablo 13-5), ACEP iskeletinde (ana yapısında) "Ana
Hatlar” düşünülmesi gereken eylemler iken, "Kurallar" iyi pratiğin Çarpıntılar doğal olarak herhangi bir kardiak aritmiden köken ala­
temel prensipleri olan eylemlerdir. Fakat bu daima takip edilmez. bilecekleri gibi diğer kardiak ve kardiak olmayan nedenlerden kay­
Bu yüzden bir ana hatta (Ana kuralda) takibin yetersizliği uygün bir naklanabilirler. Belirgin olarak genişlemiş olan sol ventrikül göğüs
bakımda gerekli değildir. duvarıyla teması nedeniyle kalp atışlarının hissedilmesine neden
Sağlık bakımı politika ve araştırma ajansı (AHCPR) ve milli olabilir. Yükselmiş katekolamin düzeyleri ile ilgili herhangi bir du­
kalp atağı alarm programımda içeren diğer organizasyonlar akut is­ rum hem kardiak kontraksiyonların kuvvetini artırarak hem de pre-
kemi kalp hastalığı için muhtemel riskleri olan hastalara yaklaşım matür atımların sıklığını artırarak çarpıntıya neden olabilirler.
için ayrıca rehberler yayınlamaktadırlar. Bu ve diğer rehberlerde, Çarpıntılar geçici ya da inatçı ve düzenli veya düzensiz olabi­
elektrokaıdiografik bulgulan veya ağn yakınmaları nedeniyle olası lir. Bu şikayeti olan hastalar çarpıntıların başlaması, süres, eşlik
ve muhtemel akut myokard infarkt hastalann hastaneye yatınlması eden belirtiler ve meydana geldiği koşullar konusunda sorgulanma­
önerilmektedir. Ansitabil anjina için AHCPR rehberleri bu sendro- lıdır. Ani başlangıçlı ve dakikalarca sürenler uzamış ventriküler va-
ma sahip olan tüm hastalann hastaneye yatınlmalannın gerekli ol­ ya supraventriküler aritmiyi işaret ederler. Yavaş başlangıçlı ve
madığını fakat anstabil anjinalı hasttalann değerlendirilmeleri sıra­ baskılayıcı kalp atışı ile sona erenler daha çok sinüs taşikardisi ile
sında elektrokardiografik olarak değerlendirilmeleri gerektiğini ve ilşkilidir. Hastalar kendi çarpıntılarının ritimlerini masa üstünde
stabilizasyonun başlangıç basamağında istirahat ağrılan olan hasta­
parmaklarını tıklatarak taklit etmeye çalışmalıdırlar. Bu manevra
lara yatak istirahati gerektiğini bildirir. ACEP politikalanna göre
hekime herhangibir kardiak aritminin natürünü belirleme konusun­
taburcu olan hastalara takip sırasındaki bakım ve tedaviye ait açık­
da yardımcı olabilir. Hastalara ayrıca kendi kalp hızlarını daha doğ­
lamalar ve acil servise gelinmesini gerektirecek durumlar bilirtil-
ru ve ritmin düzenli olup olmadığını bildirebilecek şekilde nabızla­
melidir.
rını saymaları öğretilmelidir.
Çoğu tıp merkezleri yeterlilikleri giderek artan kritik yolaklar
A Y IR IC I TANI Sıçrayıcı atımlar ya da burkulma hissi tarifle-
ve rehberler uyarlamışlardır. Bu rehberler iki stratejiyi vurgularlar:
• Koroner yoğun bakım olmayan örneğin intermedyer yoğun ba­ yen hastalarda sıklıkla atriyal ya da ventriküler ekstra sistoller var-
kım ya da göğüs ağrısı ünitelerine komplikasyon riski düşük dır.(Konu 230). Bu prematüre adımları bir kompansatuar durakla­
olan hastalann sınıflanması, örneğin böyle hastaların elektrokar- ma izler ve duraklamadan sonraki ilk kalp atımı artmış sol ventri­
diogramlarında iskemik değişiklik yoktur ve göğüs ağrısı devam kül volümü ve artmış kontraktiliteden dolayı (postekstrasistolik
etmemektedir. Böyle hastalar koroner yoğun bakım dışı düzen­ güçlenme şeklinde isimlendirilen bir fenomendir.) Alışılmadık şe­
lemelerde genellikle güvenli bir şekilde gözlenebilirler. Erken kilde güçlü olabilir. Hızlı kalp atımlarının uzamış patlayıcı şekilde
egzersiz testleriyle alınabilirler ya da taburcu edilebilirler. olanları ventriküler veya supraventriküler taşiaritmilere bağlı olabi­
• Risk belirlemesi akut iskemik kalp hastalıklan ve onun komp­ lir. Uzamış irregüler bir ritm atriyal fibrilasyonu gösterir.
likasyonları için yayınlanmış olan ve düzenli olarak yenilenen Aortik regürjitasyonda olduğu gibi belirgin sol ventrikül geniş­
çok değişkenli algoritimleri kullanarak yapılabilir. Koroner lemesine yol açan durumlar bazen pozisyonel olarak kalp atışlarını
yoğun bakım ünitelerinde ve hastanede kalış süresinin kısaltıl­ hissetmeye neden olur. Eşlik eden aritmiden kaynaklandığı tahmin
ması, bir hastanın monitörize bir yatakta minimum yatış süre­ edilecek şekilde mitral kapak prolapsusu ve diğer kardiak yapısal
sine ait öneriler semptomlar devam etmiyorsav egzersiz testleri anormallikler çarpıntılarla ilşkilidir.
ya da diğer risk belirleme teknolojilerine ulaşılabiliyorsa 12 saat Çarpıntılar kalp dışı durumlarda da belirgin bir semptom olabi­
ya da daha kısa bir süreye son yıllarda inmiştir.
lir tirotoksikozis, hipogliseme, feokromastoma ve ateş bunlardan-
■ i .1- '

Eylem

Değişken Bulgular K ural” Anahtar*

s» ! v U K

Ağrı Devamlı ve şiddetli, ezici ve substernal veya IV yol Serum kardiak markırlar (CKMB vs.)
M l’dan önceki tanımlanan ağrı kadar İlave oksijen Kardiyakresüstasyon
Kardiyak monitör Antikoagülan
EKG
Aspirin
Nitrat
Devam eden planın yönetimi
Kabul

Şiddetli veya basınçlı substernal, zorlayıcı ya da EKG IV yol


çeneye, omuza, boyna ya da kola yayılan İlave oksijen
Kardiak monitör
Serum kardiak markırlar (CKMB vs.)
Kardiyakresüstasyon
Nitratlar
Devam eden planın yönetimi
Kabul

Yırtıcı tarzda şiddetli ve sırta yayılan Geniş damar yolu girişimi Değişken üst ekstremite kan basınçları
Oksijen desteği Aort görüntülemesi
Kardiak monitör Devam eden plamn yönetimi
Kardiyakresiistasyon Kabul
EKG

Daha önceki pulmoner emboliye benzeyen Damar yolu Kardiyakresüstasyon


Oksijen desteği Kabul
Kardiak monitör
Arteryel kan gazı/oksimetre
Antikoagulan/pulmoner vasküler
görüntüleme
EKG

Hazımsızlık veya epigastrik yanma şeklinde Yok EKG

Plöritik Yok Kardiyakresüstasyon


EKG

D EĞ ER LEN D İRM E

Eşlik eden Senkop veya senkopa yakın EKG Kardiak monitör


semptomlar Hemotokrit

Nefes kısalığı, egzersizde dispne, paroksismal EKG Arteryel kan gazı/oksimetre


noktümal dispne veya ortopne Kardiyakresüstasyon

Geçmişteki sağlık Geçirilmiş MI, koroner arter bypass, anjiyoplasti, EKG


hikayesi kokain kullanımı son 96 saat içinde, geçmişteki
pozitif kardiyak diagnostik çalışmalar

Koroner arter hastalığı için major risk faktörleri EKG

Peıikardit/miyokardit EKG Serum kardiyak belirleyiciler


Kardiyakresüsitasyon
Ekokardiyografi
Danışma/Kabul

Anstabil anjina-yeni başlangıç, eforlu EKG IV yol


Aspirin Oksijen desteği
Kardiyak görüntüleme
Nitratlar
Danışma/Kabul

Anstabil anjina devam eden veya rekürran IV yol Seru serum kardiyak belirleyiciler
iskemi Oksijen desteği Kardiyakresüsitasyon
Kardiyak görüntüleme Kardiyak görüntüleme

Yeni ST segment depresyonlarını veya iskemiyle Antikoagülasyon Seri E K G ’ler


bağlantılı T dalga inversiyonunu gösteren EKG Aspirin Beta blokörler
Nitratlar
Devam eden ağn yönetimi
Kabul

(Devamı birson raki say fad a)


Eylem

D eğişken B ulgular Kural" Anahtar*

misal olm ayan E K G ’li MI yüksek klinik şüphesi IV yol Seri serum kardiyak m arkırlar
Oksijen desteği Kardiyakresüstasyon
Kardiyak görüntüleme Kardiyak görüntüleme
Aııtikoagülasyon Seri E K G ’ler
Aspirin Magnezyum terapisi
Nitratlar Beta blokörler
Devam eden ağrı yönetimi
Kabul

Çok dal bloklu tanısal E K G ’li Mİ yüksek klinik IV yol Seri serum kardiyak m arkırlar
şüphesi Oksijen desteği Kardiyakresüsitasyon
Kardiyak görüntüleme K ardiyak görüntülem e
Trom bolitik terapi veya diğer Seri E K G ’ler
reperfüzyon teknikleri için Trom bolitikler verilmemişse m agnez­
değerlendirme yum terapisi
Antikoagülasyon Beta blokörler
Aspirin
Nitratlar
Devam eden ağ n yönetim i
Kabul

Aort disseksiyonu G eniş IV girişim Aort görüntülemesi


Kardiak m onitör
Kan grubu ve kros uyumu
EKG
Kan basm cı/kardiak kontrakti-
litenin kontrolü
Devam eden planın yönetimi
Acil cerrahi konsültasyon
Kabul

“ Kural: Çoğu koşullardaki iyi uygulamanın prensiplerini gösteren davranıştır. Bazı bulunurlar. Etkin bir potasyum taşınmasında magnezyum gerekli bir kofaktör oldu­
durumlarda bir kurala ihtiyaç duyulduğunda veya izlenemediğinde kuraldan uzak­ ğu için, potasyum eksikliğinin tedavisinde mevcut olabilecek magnezyum eksikli-
laşma yazılı olarak belirtilmelidir. Kurallan yerine getirememe kurumsal politika­ ğininde düzebilmesi gerekir.
larda kapsanmalıdır. KAYNAK: Amerikan Acil Hekimliği Kolejinden Alınmıştır: Travma öyküsü olmayan
* Rehber: Hastaya, duruma veya diğer faktörlere dayanarak göz önüne alınabilecek göğüs ağrısı yalınımsı ile başvuran erişkinlerde birincil yaklaşımla ilgili klinik politi­
davranıştır. Bu açıdan, rehberlere her zaman uyulmaz ve uyulamazsa uygunsuzluk ka. Ann Emerg Med. 1995: 25:274-299. Copyright -1995, American College of Emer­
anlamına gelmez. gency Physicians, Dallas, Texas.
c Diüretik tedavisi alan hastalarda hipokalemi ve hipomagnezemi sıklıkla bir arada

dır. Çarpıntıların bu durumlardaki fizyolojik temeli ya aritmi ya da pıntılan olan hastalar muhtemel bilişsel ve farmakolojik tedaviler
artmış myokardial kontraktiviteye yol açan yükselmiş katakolamin açısından değerlendirilmrlidir. Çarpıntıları artıran ilaçlar ve tedavi­
düzeyleridir. Aritmileri ve çarpıntıları artıran ilaçlara örnek olarak ler kesilmeli veya azaltılmalıdır. Prematüre atımların ve semptom­
tütün, kahve, çay, alkol, epinefrin, efetrin, aminofilin ve atropin sa­ ların azaltılmasında beta bloker kullanımı sıklıkla etkilidir. Neden
yılabilir, ve tedaviden bağımsız olarak hekimler çarpıntıların hastalar için
aşırı derecede rahatsız edici belirtiler olduğunun farkında olmakta­
------------------------------------------------------------------------------ jf,;^aya Ynk!asnn----------------------------------------------------------------------------- dırlar. Geniş bir değerlendirme yapılarak çarpıntıların hastaların
proğnozunu kötü etkilemeyeceğini bilmek hastanın tedavisi açısın­
Hastaların değerlendirilmesinde ilk hedef hayatı tehdit eden aritmi dan çok önemlidir.
ihtimalinin dışlanmasıdır, Böylesi aritmiler için risk koroner arter
hastalığı, konjestif kalp yetmezliği veya diğer yapısal kalp anoma­ :;İÎ5U U G H A I‘ YA
lileri bulunan hastalarda en yüksektir. Hikaye, fizik muayene ve American College of Emergency Physicians: Clinical policy for the initial app­
elektrokardiogram, bu açıdan, böylesi durumların risklerine göre roach to adults presenting with a chief complaint of chest pain, with no his­
hastaları belirlemeye odaklanmalıdır. Eğer çarpıntılar senkop, ser­ tory of trauma. Ann Emerg Med 25:274, 1995.
BARSKY AJ et al: Somatized psychiatric disorder presenting as palpitations.
semlik, baş dönmesi veya nefes darlığına eşlik ediyorlarsa ciddi
Arch Intern Med 156:1102, 1996.
aritmilerle birlikte olma olasılığı daha yüksektir. BRAUNWALD E et al: Unstable Angina: Diagnosis and Management. Clinical
Çarpıntıların başlangıç değerlendirilmesinden sonra en sık baş­ Practice Guideline Number 10 (amended). AHCPR Publication No. 94-
langıç testi sürekli elektrokardiografi monitorizasyondur (Holter). 0602. Rockville, MD. Agency for Health Care Policy and Research and Na­
Bu test özellikle günlük düzeyde çarpıntıları olan hastalarda yarar­ tional Heart, Lung, and Blood Institute, Public Health Service, U.S. Depart­
ment of Health and Human Services, May 1994.
lıdır. Daha nadir çarpıntıları olan hastalarda semptomların çıktığı
FARKOUH ME et al: A clinical trial of a chest-pain observation unit for patients
zamanlarda elektrokardiografik kayıt alabilen yeni teknolojiler ge­ with unstable angina. N Engl J Med 339:1882, 1998.
liştirilmiştir. Bu teknolojiler hasta semptomlerın oluştuğu zaman KUNTZ KM et al: Cost-effectiveness of diagnostic strategies for patients with
bir düğmeye bastığında geçmiş dakikalardaki veriyi toplayabilen chest pain. Ann Intern Med 130:709, 1999.
kıvrım kaydedicileri kapsar. Eğer epizodlar fiziksel stresle ilişkiliy- NICHOL G et al: A critical pathway for management of patients with acute chest
pain at low risk for myocardial ischemia. Recommendations and potential
se, egzersiz elektrokardiogrtafısi bir aritminin oluşmasını sağlamak
impact. Ann Intern Med 127:996, 1997.
için kullanılabilir.
VAN PESK1-OOSTERBAAN AS et al: Cognitive-behavioral therapy for non­
Çarpıntısı olan çoğu hastada majör aritmiğe ait bir kanıt veya cardiac chest pain: A randomized trial. Am J Med 106:424, 1999.
yükselmiş katekolamin düzeyi ile ilşkili anormalk fizyolojik du­ WEBER BE, KAPOOR WN: Evaluation and outcomes of patients with pal­
rumlara ait kanıtlar yoktur. Emosyonel veya psikolojik nedenli çar- pitations. Am J Med 100:138, 1996.
: - Aam: Ağrı.-:.! 67
i W illiam S ilen
dır. Örneğin, periton boşluğüna ani olarak küçük bir miktarda ste­
KASIN AĞRISI ril mide suyunun salınması, aynı miktarda açıkça kontamine olmuş
_ U. Güney Ergün, N afiz B ozd em ir nötral feçesin neden olduğundan çok daha fazla ağrıya sebep olur.
Enzimatik olarak aktif olan pankreas özsuyu, potent enzim içerme­
Akut karın ağnsının doğru olarak yorumlanması tartışmalıdır. Doğ- yen aynı miktarda steril safranın yaptığından daha fazla ağrı ve enf-
ı ıı tedavi, acil hareket etmeyi gerektirebileceği için, başka durumla­ lamasyona neden olur. Peritonun karşılaşması ani ve masif olmadı­
rın incelenmesinde uygun olan yavaş yaklaşım bazen reddedilebilir. ğı takdirde, kan ve idrar çok kez farkına varılmaksızın geçip gide­
Diğer bazı klinik durumlar daha büyük muhakeme isterler, çünkü cek kadar yumuşaktır. Pelvik enflamatuvar hastalıkta olduğu gibi,
semptomların ve belirtilerin en hafifi olayların en korkuncunu önce­ bakteriyel kontaminasyon durumunda başlangıçta ağn, bakteriyel
den haber verebilir. Titiz bir şekilde yürütülmüş ayrıntılı bir hikaye çoğalma irite edici maddelerin hazırlanmasına sebep oluncaya ka­
ve fizik muayenenin çok büyük bir önemi vardır. Tam olmamasına dar, sıklıkla düşük yoğunluktadır.
rağmen, Tablo 14-1 ’deki etyolojik sınıflandırma, karın ağrısı ile ge­ İrite edici maddenin peritona temas etme hızı çok önemlidir.
len hastaların değerlendirilmesinde yararlı bir kaynak oluşturur. Periton boşluğu içine mide suyunun giriş hızına bağlı olarak perfo­
Sık olarak yanıltıcı ve yanlış kavramı dolayısı ile ‘ akut veya re peptik ulkus tamamen farklı klinik tablolarla seyredebilir.
cerrahi batın’ tanısı kabul edilebilir bir tanı değildir. ‘Akut batınla­ Öksürme veya aksırmada olduğu gibi, ister palpasyon veya ha­
rın’ en açık olanı cerrahi girişim gerektirmeyebilir, ve karın ağrıla­ reketle meydana gelmiş olsun, peritonal enflamasyon ağrısı, perito­
rının en hafif olanı acil olarak düzeltilebilir bir lezyonu haber vere­ nun gerilimindeki değişiklikler veya baskı ile değişmez bir şekilde
bilir. Yeni başlamış bir karın ağrısı olan her hasta, erken ve dikkat­ şiddetlenir. Sürekli olarak kıvranan kolikli hastanın tersine, perito­
li değerlendirme ve doğru tanı gereksindirir. niti olan hasta hareketten kaçınmayı tercih ederek sakince yatağın­
KARINDAN KAYNAKLANAN AĞRI İL E İLG İLİ RAZI da yatar.
MEKANİZMALAR Pariyetal Peritonun Enflamasyonu. Pari- Periton iritasyonunun bir diğer karakteristik özelliği, içerdiği
yatel periton enflamasyonuna bağlı oluşan ağrı süreklidir ve sızı beden kısmına lokalize olan kann kaslarının tonik refleks spazmı­
karakterindedir, ve doğrudan iltihaplı bölge üzerinde lokalize olur; dır. Peritonal enflamasyona eşlik eden tonik kas spazmının yoğun­
pariyetel peritonun gereksinimlerini karşılayan somatik sinirler ta­ luğu, enflamasyon sürecinin lokalizasyonuna, gelişme hızına ve si­
rafından iletildiği için, yayıldığı alanı tam olarak saptamak müm­ nir sisteminin bütünlüğüne bağlıdır. Perfore olmuş bir retroçekal
kündür. Ağrının yoğunluğu, belli bir zaman süresi içinde peritona apandisit veya daha küçük periton boşluğu içine perfore olmuş ül­
ait yüzeylerin karşılaştıkları maddelerin miktarına ve tipine bağlı- ser üzerindeki spazm, üstte bulunan visseranın koruyucu etkisi ne­
deni ile minimaldir veya hiç olmayabilir Yavaş gelişen bir süreç,
Tübto i 4-1 Karın-Ağrısının Bazı önem li Nedenleri sıklıkla kas spazmının derecesini büyük ölçüde hafifletir. Psikotik
hastalarda veya genel durumu bozuk ciddi hastalığı olan yaşlı kişi­
KAKINDAN KÖKV'.N Al.AN A C R İ ___________________________
lerde, perfore peptik ülser gibi felaketle sonuçlanabilecek batın
1. Pariyetal peritonun iltihaplanması acilleri, minimal veya tespit edilemeyen ağn veya kas spazmları ile
a. Bakteriyel kontaminasyon: örneğin perfore apandisit, pelvik enfla-
birlikte bulunabilir.
matuvar hastalık
İçi Boş O rganların Obstrüksiyonu. İçi boş organlann obst­
b. Kimyasal iritasyon: örneğin perfore ülser, pankreaüt, mensturasyon
ağrısı
rüksiyonu sonucu oluşan ağn klasik olarak intermitant veya kolik
2. İçi boş organlann mekanik obstrüksiyonu şeklinde tanımlanır. Ancak gerçek bir kramp karakterinin bulunma­
a. İnce veya kalın barsak obstrüksiyonu yışı yanıltıcı olmamalıdır, çünkü içi boş bir organın gerilmesi sade­
b. Safra yolları ağacının obstrüksiyonu ce ara sıra meydana gelen alevlenmeler ile birlikte sürekli bir ağrı
c. Üreter obstrüksiyonu oluşturabilir. Paryatel periton iltihabı ağnsında olduğu kadar iyi lo­
3. Damarsal Bozukluklar kalize değildir.
a. Emboli veya tromboz İnce barsak obstrüksiyonu ile oluşan kolik ağn genellikle peri-
b. Damarsal rüptür
umblikal (göbek çevresinde) veya supraumblikal (göbek üstünde)
c. Basınç veya torsiyona bağlı oklüzyon
bölgede ve zayıf lokalizedir. Kas tonusunun kaybı ile birlikte ince
d. Sickle cell anemi
4. Karın Duvarı
barsak gittikçe genişlerken, ağrının koliği andıran karakteri daha az
a. Mezenterin şekil bozukluğu veya çekilmesi belirgin olabilir. Eğer mezenter kökünün üstünde çekilme varsa, üst
b. Kasların travması veya enfeksiyonu üste gelmiş strangüle obstrüksiyon ile ağrı alt lombar bölgeye ya­
5. Viseral yüzeylerin gerilmesi: örneğin renal veya hepatik kapsüllerin yılabilir. Kalın barsak obstrüksiyonuna bağlı gelişen kolik ağnnın
şiddeti, ince barsak obstrüksiyonunda oluşan ağnya kıyasla daha
!-'k s t k a AîtDO.MiNAi, kayn a kta UOAN v a y u .a n a ü r i
azdır ve sıklıkla infraumblikal (göbek altında) bölgede yerleşmiş­
1. Toraks: örneğin pnömoni, koroner oklüzyondan yayılan ağrı tir. Kolon obstrüksiyonunda ağrının lombar yayılımı sıktır.
2. Omurga: örneğin artritten ileri gelen radikülit
S a fr a yollan ağacının ani distansiyonu kolik karakterden ziya­
3. Genital organlar: örneğin testis torsiyonu
de sürekli bir ağn oluşturur; bundan dolayı ‘safra koliği’ terimi ya­
MKTA.'IOI.İK MOJfcNİ.EK nıltıcıdır. Safra kesesinin akut distansiyonu sağ üst kadranda, ge­
I. Eksojen nellikle toraksın sağ arka bölgesine veya sağ skapulanın ucuna
a. Kara dul örümceğinin ısırığı doğru yayılan ağrıya neden olur, ve ortak safra kanalının distansi­
b. Kurşun zehirlenmesi ve diğerleri yonu sıklıkla epigastriumda, üst lombar bölgeye yayılan ağrı ile be­
l. Hndojen raber bulunur. Önemli değişiklikler sık olmakla beraber bunlar ara­
: l Üremi sında ayırım yapmak mümkün olmayabilir. Tipik subskapular ağn
b. Diyabetik ketoasidoz veya lombar yayılım sık olarak bulunmayabilir. Pankreas başı kan­
c. Porfiri
serinde olduğu gibi, safra yollarının yavaş yavaş genişlemesi ağrı
d. Allerjik faktörler ( C 1 esteraz eksikliği)
oluşturmayabilir, veya yalnızca epigastriumda veya sağ üst kadran­
da hafif bir sızlama duyusuna neden olabilir. Pankreas kanallarının
I. Organik gerilmesi sonucu oluşan ağrı, ortak safra kanalının gerilmesi için
a. Tabes dorsalis anlatılan ağrıya benzer fakat, ek olarak, sırt üstü yatmakla sık ola­
lı. I Tapes zoster rak şiddetlenir ve dikey pozisyonda rahatlar.
Ko/.nlji ve diğerleri Mesanenin obstrüksiyonu genellikle, düşük yoğunlukta, künt
I vnıksiycıııel suprapubik ağrı oluşturur. Ağrıdan özel olarak yakınma olmaksızın
68 -j ,ı- :.*i A ı4;: Ao^uius: VO ^:Ki.;riVi :rv'Kiı;^ı'i olduğu bilinen bir hastanın sıklıkla miyokard enfarktüsü sırasında
epigastrik ağrısı olur; veya daha önce angina pektoris yakınması
huzursuzluk, ;;cııcl durumu bozuk bir hastada, mesane distansiyo- olan bir hastada biliyer kolik precordiyuma veya sol omuza yayıla­
mımııı ıek bulgusu olabilir Tersine, üreterin intravesiküler kısmının bilir. - rD u lıa tin ce h a s t a la n a n h o l y e l er in a ğ r ı y a y ılım ın ın a ç ık -
akut obstriiksiyonu, penis, skrotum veya üst bacağın iç bölgelerine 'am ast iç in K o n u 12 'y i o k u y u n .
yayılan şiddetli suprapubik ve yan ağrısı ile karakterizedir. Ürete- Genel olarak sinir köklerinin kompresyonu veya iritasyonunu
ropelvik bileşkenin tıkanması kostavertebral açıda ağrı şeklinde kapsayan omurgadan yayılan ağrı, öksürme, aksırma veya ıkınma
hissedilir, oysa üreterin geri kalan kısmının obstriiksiyonu, sıklıkla gibi bazı hareketlerle karakteristik olarak şiddetlenir ve iştirak eden
kamın aynı tarafına yayılan yan ağrısı ile beraber bulunur. dermatom üzerinde hiperestezi ile beraber bulunur. Testislerden ve­
D am ar Bozuklukları Aksini gösteren birçok deneyime rağ­ ya vesiküla seminalislerden karına vuran ağrı genel olarak, bu or­
men sık olan yanlış bir kavram, intraabdominal damar bozuklukla­ ganların herhangi biri üzerine uygulanan en hafif bir basınçla şid­
rı ile bir arada bulunan ağrının birdenbire başlayan ve korkunç ka­ detlenir. Abdominal rahatsızlık duygusu künt sızı karakterindedir
rakterde olmasıdır. Superior mezenterik arterin embolisi veya trom- ve zayıf bir şekilde lokalize olmuştur.
bozu, veya rüptüre olması yakın abdominal aort anaevrizması so­ M E T A B O L İK ABDOM İNAL K R İZ L E R Metabolik kökenli
nucu oluşan ağrı kuşkusuz, şiddetli ve yaygın olabilir. Ancak, sık ağrı, hemen hemen her hangi başka tipte bir intraabdominal hasta­
olarak, superior mezenterik arter tıkanması olan bir hastada, vaskü- lığı taklit edebilir. Burada pek çok mekanizma iş görebilir. Hiperli-
ler kollaps veya periton iltihabı bulgusu belirmeden önce 2 veya 3 pidemi gibi bazı belirgin durumlarda, tanınmadığı takdirde gerek­
gün süre ile sadece hafif, sürekli, yaygın bir ağrı vardır Erken, siz laparotomiye yol açan pankreatit gibi intraabdominal bir süreç
önemsiz gibi görünen rahatsızlığa periton iltihabından daha çok hi- metabolik hastalığın kendisine eşlik edebilir. Anjiyonörotik ödem­
perperistaltizim neden olur, Gerçekten, damar hastalığı bulunması le bir arada bulunan C ’ l esteraz eksikliği sıklıkla şiddetli karın ağ­
olasılığı olan bir hastada, sürekli yaygın bir ağrının varlığında, du­ rısı epizotları ile bir arada bulunur. Her ne zaman karın ağrısının
yarlılığın ve rijiditenin olmaması, süperior mezenterik arter obst- nedeni belirsiz olursa, bir metabolik kaynak mutlaka her zaman dü­
rüksiyonu için oldukça karakteristiktir. Sakral bölgeye, yana veya şünülmelidir. Karın ağrısı aynı zamanda ailevi Akdeniz ateşinin bir
işaretidir (Konu 289).
genital bölgeye yayılan karın ağrısı, her zaman yırtılmakta olan bir
Ayırıcı tanı sorunu çok kez kolayca çözümlenemez. Porfirinin
aort anevrizmasının olası varlığına dikkat çekmelidir. Bu ağrı, rüp-
ve kurşun koliğinin ağrısını, barsak tıkanmasının ağrısından ayır­
tür ve kollaps olmadan önce birkaç günlük bir periyot boyunca sü­
mak genellikle güçtür çünkü, her ikisinde de şiddetli peristaltizim
re gidebilir.
belirgin bir özelliktir. Üremi veya diyabetin ağrısı spesifik değildir,
K arın Duvarı Karın duvarından kaynaklanan ağrı, genellikle
ve ağrı ve duyarlılığın yeri ve şiddeti sık olarak değişir. Diyabetik
sabit ve sızlayıcıdır. Hareket etmek, uzun süre ayakta kalmak ve
asidozu, akut apandisit veya intestinal obstrüksiyon hızlandırabilir,
basınç, rahatsızlık duygusunu ve kas spazmını şiddetlendirir. Şim­
bu nedenle eğer metabolik anormalliklerin düzeltilmesi karın ağrı­
dilerde en sık olarak antikoagulan tedavi sırasında karşılaşılan, rek-
sının hemen geçmesine neden olmazsa, altta yatan organik bir so­
tus kası kılıfı hematomunda, karının alt kadranlarında bir kiüe olu­
rundan şüphe edilmelidir. Kara dul örümceği ısırıkları, intraabdo­
şabilir. Vücudun başka kısımlarındaki kasların aynı zamanda katıl­
minal hastalıkta seyrek olarak işe katılan bir alan olan, sırtta ve ka­
ması genellikle, karın duvarı miyozitini aynı bölgede ağrı oluştura­
rın kaslarında şiddetli ağrı ve rigidite meydana getirir,
bilen intraabdominal bir olaydan ayırmaya hizmet eder.
N Ö R O JEN İK N E D E N L E R Duyusal sinirlere zarar veren
ABDOM INAL H A STA LIK LA R D A YA YILAN A Ğ RI Gö­
hastalıklarda kozaljik ağrı oluşabilir Bu ağrının yanıcı bir karakte­
ğüs, omurga ve genital organlardan karına vuran ağrı, tanıda can sı­
ri vardır ve genellikle belli bir periferik sinirin dağılım alanına sı­
kıcı bir sorun olduğunu ispat edebilir çünkü, akut kolesistit veya
nırlıdır. Dokunma veya ısı değişikliği gibi normal uyaranlar, din­
perfore ülser gibi üst karin boşluğunun hastalıkları sık olarak intra-
lenmekte olan bir hastada sık olarak bulunan bu çeşit bir ağrıya
torasik komplikasyonlarla birlikte bulunur. En önemli, fakat sıklık­
çevrilebilirler. Düzensiz olarak yerleşmiş kutanöz ağrı noktalarının
la unutulan deyiş, karın ağrısı olan her hastada, özellikle ağrı karı­
gösterilmesi, altta yatan kozaljik ağrının eski bir sinir lezyonuna ait
nın üst kısımlarında ise, her zaman intratorasik bir hastalık olasılı­
olduğunu gösteren belki de tek bulgu olabilir. Ağrıyı her ne kadar
ğının mutlaka düşünülmesi gerektiğidir. Myokardiyal veya pulmo-
hafif bir palpasyon presipite edebilse bile karın kaslarında sertlik
ner enfarktüs, pnömoni, perikardit veya ösafagus hastalığını (karı­ yoktur ve solunum bozulmamıştır. Karın distansiyonu sık değildir
na ait acil durumlar olarak maskelenen intratorasik hastalıklar) sap­ ve ağrının yemek yemekle bir ilgisi yoktur.
tamaya yönelik sistematik sorgulama ve fizik bakı sıklıkla doğru Spinal sinirlerden veya köklerden kalkan ağrı ani olarak gelir
tanıya ulaşmak için yeterli ipucunu sağlayacaktır. Pnömoni vaya ve gider, ve keskin tiptedir (Konu 16). Bu ağrı, herpes zoster, artrit
pulmoner enfarktüsten ileri gelen diyafragmatik plörit, sağ üst kad­ harabiyeti, tümörler, hemiye nukleus pulposus, diyabet veya sifiliz
randa ve supraklaviküler alanda ağrıya neden olabilir; bu sonuncu nedeni ile oluşabilir. Bu ağrı, yemek yemekle, abdominal distansi-
yayılış, ekstrahepatik safra yollarının akut distansiyonu sonucu or­ yonla ve solunum değişiklikleri ile ilgili değildir. Tabes dorsalisin
taya çıkan subskapular bölgeye vuran ağrıdan kesin olarak ayrılma­ gastrik krizinde olduğu gibi, şiddetli kas spazmı sıktır fakat abdo­
lıdır. Karın ağrısının kökeni konusunda verilecek kesin karar, bir­ minal palpasyonla ya rahatlar veya şiddetlenmez. Ağrı omurganın
kaç saat boyunca istemli ve planlı gözlemi gerektirebilir, bu sırada hareketi ile şiddetlenir ve genellikle birkaç dermatoma sınırlıdır.
tekrarlanan sorgulama ve fizik bakı doğru tanıyı sağlayacaktır. Hiperestezi oldukça sıktır.
Toraksdan köken alan ağrının yayılımına sıklıkla, hastalığa ka­ Psikojenik kökenli ağrı, yukarıda anlatılan örneklerin hiç biri­
tılmış hemitoraksın solunumda geri kalışı ile diğerinden ayrılması sine uymaz. Mekanizmayı tanımlamak güçtür. En sık rastlanan so­
ve göğüsün genişlemesinde intraabdominal hastalıkların varlığında run, karın ağrısı geliştiren ve bu yüzden sık olarak bir apendiks ve­
görülenden daha göze batıcı azalma eşlik eder. Ek olarak, yayılan ya diğer organlarını kaybeden histerik adolesanlar veya genç insan­
ağrının neden olduğu abdominal kas spazmı solunumun inspiryum lardır. Ovülasyon veya karında kısa hafif rahatsızlık duyusuna ne­
fazında azalırken, eğer ağrı abdominal kaynaklı ise solunumun her den olan herhangi başka doğal olay, bir abdominal felaket olarak
fazında sürekli olarak kalacaktır. Karın içinde ağrının yayıldığı ala­ deneyimlenebilir.
nın üzerine yapılan palpasyon genellikle ağrıyı şiddetlendirmez ve Psikojenik ağrı, tip ve oturduğu yer bakımından aşın derecede
pek çok olguda gerçekten ağrıyı rahatlatır gibi görünür. Torasik ve değişir fakat yemeklerle bir ilişkisi bulunmaz. Bu ağn sıklıkla be­
abdominal hastalıklar sıklıkla beraber bulunur ve ayrım yapmak lirgin olarak geceleri şiddetlenir. Bulantı ve kusma nadiren gözle­
zor veya imkansız olabilir. Örnek olarak; safra yollarında hastalığı nir. Abdominal kaslarda spazm nadiren oluşur ve eğer var ise, özel-
likle lıastaıım dikkati dağıtılabilirse, devam etmez. Süre giden : + K arın \ ; . r : s ı 69
lokalize duyarlılık nadirdir, ve eğer bulunursa, bu alanda kas spaz­
mı sürekli değildir veya yoktur. Yüzeysel solunum en sık görülen nedenle karın ağrısı ile gelen her hastada dikkatli pelvik ve rektal
solunum bozukluğudur, anksiyete boğucu ve nefes kesici bir duy­ muayene yapmak zorunludur. Abdominal başka belirtiler olmadığı
gu yaratabilir. Bu durum torasik ayrılma veya solunum hızında bir halde pelvik veya rektal muayenede duyarlılığın bulunması, perfo-
değişiklik olmadan oluşur. re apandisit, divertikülit, torsiyone over kisti ve pek çok diğerleri
gibi, operasyon endikasyonu olan durumlardan kaynaklanabilir.
Peristaltik seslerin varlığına veya yokluğuna, bunların niteliği­
ne ve sıklığına çok önem verilmiştir. Kamın dinlenmesi, karın ağ­
-------------------------------------------------------- --------------- Hastaya Yaklaşım ------------------------------------------------------------------------------
rısı olan bir hastanm fizik muayenesinde en az açıklayıcı yönlerden
birisidir. Strangülasyon yapan ince barsak obstrüksiyonu veya per-
Hasta ne kadar hasta olursa olsun, düzenli bir yaklaşımın terk edil­
fore apandisit gibi felaketler normal peristaltizm varlığında oluşa­
mesini gerektirecek kadar acil operatif girişim gereksinimi olan
bilir. Tersine bir obstrüksiyonun üstünde kalan proksimal barsak
pek az abdominal durum vardır. Sadece aşın kanamalı hastalar bir
belirgin olarak gerilir ve ödemli hale gelir, peritonit olmadığı du­
an önce ameliyat odasına ulaştırılmalıdır, fakat böyle durumlarda,
rumlarda bile peristaltik sesler, borborgiminin karakteristik özellik­
sorunun kritik doğasının tayini için sadece birkaç dakika gerekir.
leri, kaybedebilir ve zayıflayabilir veya kaybolabilir. Genellikle ani
Bu şartlar altında bütün engeller mutlaka ortadan kaldırılmalı, sıvı
başlayan ağır kimyasal peritonit gerçek sessiz karın ile beraber bu­
replasmam için uygun venöz giriş sağlanmalı, ve ameliyat başla­
lunur. Hastaların hidrasyon durumlarının değerlendirilmesi önem­
malıdır. Bu tipte pekçok hasta, radyoloji bölümünde veya acil oda­
lidir.
sında, abdominal grafiler ve elekrokardiyogramlar gibi gereksiz
Karın ağnsı bulunan bir hastanın değerlendirilmesinde labora­
tetkikleri beklerken ölmüşlerdir. M a s if h e m o r a ji v a r lığ ın d a a m e li­
tuvar tetkikleri çok değerli olabilir, bununla birlikte bazı istisnalar
y a t için b i r k o n tren d ik a sy o n yoktu r. İyi ki bu durum nispeten nadir­
dışında bunlar nadiren tanı koydururlar. Lökositoz asla, ameliyatın
dir.
endike olup olmadığı konusunda karar verdirici tek faktör olmama­
Herhangi bir laboratuvar veya röntgen tetkikinden çok daha de­
lıdır. 20.000/uL’den daha fazla bir lökosit sayısı, bir organın perfo-
ğerli, düzenli ve özenli bir şekilde alınmış olan detaylı sorgulama­
rasyonunda gözlenebilir, fakat pankreatit, akut kolesistit, pelvik
nın yerini hiçbir şey tutamaz. Bu çeşit hikaye yorucu ve zaman alı­
enflamatuvar hastalık, ve intestinal enfarktüs belirgin lökositoz ile
cıdır, her ne kadar akla yatkın doğru tanı vakaların çoğunluğunda
birlikte bulunabilir. Abdominal organların perforasyon olgularında
hikayeye dayanılarak konabilirse de, bu durum kendisini özellikle
normal bir lökosit sayısı nadir değildir. Özellikle hikaye ile birleş­
popüler hale getirmez. Karın ağrısına bilgisayar yardımlı tanı koy­
tirilince anemi tanısı, lökosit sayısından daha çok faydalı olabilir.
ma, yalnızca klinik değerlendirmeye göre bir avantaj sağlamamak­
tadır. Akut karın ağrısı olgularında pek çok durumda bir tanı seve İdrar analizi, hidrasyon düzeyini ortaya çıkarabilir veya pekçok
rerial hastalığı, diyabeti veya üriner enfeksiyonu ekarte edebilir.
seve kabul edilir, oysa kronik ağrısı olan hastalarda başarı sık de­
Kan üre azotu, glikoz, ve serum bilirübin düzeyleri yardımcı olabi­
ğildir. İritabıl barsak sendromu karın ağrısı nedenleri arasında en
lir. Serum amilaz düzeyi pankreatit dışında, örneğin perfore ülser,
sık olarak görülenlerden birisidir ve her zaman akılda tutulmalıdır
strangüle intestinal obstrüksiyon, ve akut kolesistit gibi birçok has­
(Konu 288). Hastanın hikayesinde olayların kronolojik olarak bir­
talıkta yükselebilir, serum amilazının yükselmesi bir ameliyat için
birini izlemesi, ağrının yeri üzerinde odaklanmaktan çok daha
gereksinimini ortadan kaldırmaz. Serum lipazının tayini, serum
önemlidir. Eğer klinisyen, yeteri kadar açık fikirli ve sakin ise ye­
amilazından daha fazla doğruluğa sahiptir.
rinde sorular sorar ve dinlerse, genellikle hasta doğru tanıyı sağlar.
Karın ağrısından sorumlu olabilecek ekstra abdominal bölgelere Düz, ayakta veya lateral dekübit abdominal grafiler, intestinal
obstrüksiyon, perfore ülser ve çeşitli diğer durumlarda değerli ola­
dikkat edilmelidir. Kadın bir hastada tam bir menstrüel hikaye alın­
bilir. Akut apandisiti veya strangüle eksternal hemileri olan hasta­
ması önemlidir. Kesin bir tanı veya kesin bir plan oluşturuluncaya
larda bunlar genellikle gereksizdir. Bazı nadir durumlarda, üst gast­
kadar narkotikler veya analjezikler verilmemelidir, yeterli analjezi
ile tanı koymak güçleşebilir. rointestinal yolun baryum veya su çözünür kontrast incelemesi,
başka yöntemlerle teşhis edilemeyebilecek parsiyel intestinal obst­
Fizik muayenede hastanın, örneğin yüzünün, yataktaki pozis­
yonunun ve solunum aktivitesinin, basit eleştirel bir gözle inspek- rüksiyonu ortaya koyabilir. Eğer herhangi bir kolon obstrüksiyonu
şüphesi varsa, baryum sülfatın oral alınımından kaçınılmalıdır. Öte
siyonu değerli ipuçları sağlayabilir. Toplanacak bilginin miktarı
yandan, şüpheli kolon obstrüksiyonu (perforasyon ile birlikte) ol­
doktorun nezaketi ve mükemmelliği ile doğrudan doğruya orantılı­
gularında kontrast enema tanı koydurucu olabilir.
dır. Periton iltihabı bulunan bir hasta bir kere sertçe muayene ol­
Travmanın olmadığı durumlarda, diagnostik bir araç olarak ult-
muşsa, sonraki hekim tarafından tam doğru şekilde değerlendiril­
mesi hemen hemen imkansızdır. Peritonit şüphesi olan bir hastada rason, bilgisayarlı tomografi ve laparoskopi peritonal lavajın yerini

ilerin palpasyon yapan elin aniden kaldırılması ile rebound duyar­ almıştır. Ulrasonografi, safra taşı varlığında genişlemiş bir safra ke­

lılığı sağlamak zalimce ve gereksizdir. Aynı bilgi, çok daha doğru sesini veya pankreası, büyümüş bir överi veya tubal gebeliği sapta­

ve lokalize edici olabilen bir manevra olan kamın nazik perküsyo- mada yararlı olduğunu kanıtlamıştır. Laparoskopi özellikle, over
kisti, tubal gebelik, salpenjit, ve akut apandisit gibi pelvik durum­
ıııı (minyatür bir ölçüde rebound duyarlılık) ile elde edilebilir. Has­
ından öksürmesini istemek, karın üzerine bir el koymaya gerek kal­ lara tanı koymada yardımcıdır. Radyoisotopik taramalar (HIDA)

madan gerçek rebound duyarlılığı ortaya çıkaracaktır. Bundan baş- akut kolesistiti, akut pankreatitden ayırt etmede yardımcı olabilir.
Bir bilgisayarlı tomografi, genişlemiş pankreası, rüptüre dalağı, ve­
I a. rebound duyarlılığın sertçe gösterilmesi, kendisinde gerçek re­
ya kalınlaşmış kolonik ve apandikal duvarı ve mezokolon çizgisini
bound duyarlılığı olmayan sinirli ve endişeli hastayı şaşırtacak ve
veya divertikülit veya apandisit karakteristiği olan mesoapandiksi
koruyucu spazm meydana getirecektir. Eğer palpasyon, istemsiz
görüntüleyebilir.
i as rigid itesi üzerine istemli kas spazmı eklenecek kadar sert ise,
<io gelebilen bir safra kesesi atlanmış olacaktır. Bazen, elde bulunan bütün yardımlara ve en büyük klinik yete­
neğin varlığına rağmen en iyi durumlarda bile, ilk muayenede ke­
Hikaye almada olduğu gibi, muayene için yeteri kadar zaman
ıı inanın yerini tutacak bir şey yoktur. Abdominal belirtiler mini- sin bir tanı konulamayabilir. Bununla birlikte, kesin anatomik bir

d olabilir fakat bununla birlikte, eğer tutarlı semptomlar eşlik tam konulmamış olsa da, ameliyat kararının ancak hastanın kliniği­
nin dikkate alınmasıyla verilmesi gerektiği, deneyimli ve düşünce­
■t. ısc ’.oıı derece anlamlı olabilirler. Pelvik peritonit olgularında
li klinisyenler ve cerrahlar için son derece aşikar olabilir.
»l'imuıal belirtiler gerçekten veya fiilen hiç bulunmayabilirler, bu
70 ranial veya extracranial arterlerin distansiyon, traksiyon veya dila-
tasyonu ile; 2) Büyük intrakranial venlerin veya bunlann dural
, mî!.^ >'■ \ zarflarının traksiyon veya displasmanı ile; 3)kranial ve spinal sinir­
lerin kompresyon, traksiyon veya inflamasyonu ile; 4) Cranial ve­
1101 İNER II et al: Simple data from history and physical examination help to
exclude bowel obstruction and to avoid radiographic studies in patients with ya servikal kasların trauma, spazm veya inflamasyonu ile; 5) Me­
acute abdominal pain. Eur J Surg 164:777, 1998. ningeal irritasyon ve artmış intrakranial basınç; 6) Beyin sapı yapı­
CERVERO F. LAIRD JM: Visceral pain. Lancet 353:2145, 1999. larının aktivasyonu gibi diğer olası mekanizmalar ile.
DAVIES AH et al: Ultrasonography in the acute abdomen. Br J Surg 78:1178,
1991.
MARCO CAet al: Abdominal pain in geriatric emergency patients: Variables as­
sociated with adverse outcome. Acad Emerg Med 5:1163, 1998.
SCOTT HJ, ROSIN RD: The influence of diagnostic and therapeutic laparos­
GENEL KLİNİK K A N I
copy on patients presenting with an acute abdomen. J R Soc Med 86:699,
1993. Başağrısının kalite, yer, süresi ve oluşma zamanı ve başağnsını
TA1T IS et al: Do patients with abdominal pain wait unduly long for analgesia? oluşturan egzaserbe eden veya toparlayan şartlar dikkatlice gözden
J R Coll Surg Edinb 44:181, 1999.
geçirilmelidir. Sefalik ağrının kalitesinin ortaya konması teşhis açı­
TAOUREL Pet al: Acute abdomen of unknown origin: Impact of CT on diagno­
sis and management. Gastrointest Radiol 17:287, 1992. sından çok faydalıdır. Çoğu gerilim tipi başağrısı sıkı ‘bant’ gibi
veya kötü derin lokalize ızdıraplı olarak tarif edilir. Dürtükleyici
tarzda, kısa keskin sefalik ağrı sıklıkla multifokal (soğuk sivri- ba­
i } N e il H . R a s k in , S te p h e n J . P e ro u tk a tıcı ağrı) oluşur ve benin tanımlanmamış bir bozukluğun işareti­
dir. Sıkıştırıcı bir özellik ve baş boyun ve omuz bölgesinde kasıl­
İA Ş A G R IS Î, M İG R E N V E K İ mış kaslar vasküler başağrısının nonspesifik yandaşlarıdır.
Ağrı şiddeti hasta açısından en önemli konu olsa da nadiren di-
TİPİ BAŞAĞRISI
agnostik değere sahiptir. Menejit, subaraknoid kanama ve küme ba-
■- J Kürşat Özşahin,Yahya Sağlıker
şağrısını yoğun kranial ağrı oluştursa da acillere hayatlarındaki en
kötü başağrısı nedeniyle başvuran hastaların çoğunda migren var­
dır. Yaygın kanının aksine beyin tümörlerinin oluşturduğu ağrı ge­

C SF serebrospinal sıvı MELAS mitokondriyal ense- nellikle ayırt edici veya ciddi değildir.
CT bilgisayarlı tomografi falomyopati,laktik asidozis ve Başağrısının yeri ile ilgili bilgi önem taşıyabilir. Eğer dev hüc­
ESR eritrosit sedimentasyon hızı inme benzer epizodlar reli arteritiste olduğu gibi kaynak extrakranial bir yapı ise ağrı böl­
FDA Gıda ve İlaç Merkezi MRI magnetik rezonans görün­ gesiyle ilgili uyum muhtemelen vardır. Extrakranial arter inflamas-
FHM familyal hemiplejik migren tüleme
yonlu damar yöresinde lokalize ağrı ve hassasiyete sebep olur. Par-
5-HT 5-hidroksitriptamin NSAİD 1er nonsteroidal antienfla-
nasal sinüsler, dişler, gözler,ve üst servikal vertebra daha az keskin­
MAOI 1er monoamin oksidaz matuar ilaçlar
inhibitörleri PET pozitron emisyon tomografi likte lokalize edilebilen ağrıya sebep olur ama ağn gene de bölge­
SSS sempatetik sinir sistemi sel bir dağılım gösterir Posterior fossadaki intrakranial lezyonlar
genellikle oksipitonukkal ağrıya neden olur ve supratentorial lez­
yonlar sıklıkla frontotemporal ağn yaratır.
B a ş a ğ r ıla r ın ın sü re ve z a m a n -ş id d e t eğrileri teşhis açısından
faydalıdır. Rüptüre bir anevrizmanın oluşturduğu ağn bir anda pik
Pek azımız başağrısı deneyiminden yoksun kalmışızdır. Bireylerin
yapan şimşek gibi iken; anruptura anevrizmaların varlığı nadiren
% 90 gibi büyük bölümü yılda bir kez başağrısı çeker. Dünya gene­
bu yolla belli olur. Küme başağnsı pik seviyeye 3-5 dk da gelir, 45
linde ciddi ve işgücü kaybına neden olabilecek başağrısı yıllık %40
dk maximumda kalır sonra azalır. Migren atakları saatler içinde
olarak rapor edilmektedir. Tablo 15-1’de pek çok başağrısı sebep­
oluşur birkaç saat ve birkaç gün sürer ve karakteristik olarak uyu­
lerinin faydalı bir klasifikasyonu görülmektedir. Başağrısı genellik­
ma ile düzelir. Uyuma bozukluğu ve erken sabah başağnsı olup gün
le benin bir semptom olup ara sıra beyin tümörü, subaraknoid ka­
içinde toparlanması beyin tümör ağnlarının karakteristiğidir.
nama, menengit ve dev hücreli arteritis gibi ciddi hastalıkların be­
Fasial ağrı analizi değişik bir yaklaşım gerektirir. Trigeminal ve
lirtisi olabilir. Acil şartlarında başağırısı çekenlerin % 5 ’inde altta
daha az olarak glossofarengeal neuralji fasial ağrının sık sebebidir
yatan ciddi bir nörolojik bozukluk tespit edilmiştir.Bu yüzden ba-
( Konu 367). Nevraljiler sıklıkla sinirlerin demyelinizan lezyonla-
şağrısının ciddi sebeplerinin hızla ve kesinlikle teşhis edilmesi
rı tarafından oluşturulan paroksismal, kısa süreli, sıklıkla elektrik
önemlidir.
şok benzeri ağrılı bozukluklarıdır (kranial neuraljilerde trigeminal
veya glossofarengeal sinirler). Belirli manevralar karakteristik ola­
rak ağrı paroksismalannı tetikler. Ancak fasial ağrının en sık bili­
BAŞINI AĞREHASSAS YAPILARI nen sebebi şu ana kadar dental olup sıcak, soğuk veya tatlı yiyecek­
lerle provake olması tipiktir. Soğuk uyarı ardı arkasına dental ağrı­
Ağrı intakt bir sinir sisteminde en sık periferal nosiseptörlerin do­ yı indüklerken nevraljik bozuklukda inisial cevaptan sonra bir ref-
ku travması neticesinde stimule olmasına bağlıdır. Ayrıca ağrı peri- rakter period oluşur buna bağlı olarak ağrı ardı arkasına indüklene-
fcral veya Santral Sinir Sistemi’nin ağrıya duyarlı yollarının hasa­ mez.
ra uğraması veya anormal aktivasyonu neticesindede ortaya çıkabi­ Fasial ağrı üzerinde yemenin etkisi sebebine göre bulgu sağla­
lir. Başağrısı bu mekanizmaların biri veya her ikisi ile birlikte olu­ yabilir. Ağrıyı ortaya çıkaran çiğneme mi, yutma mı, yoksa besi­
şabilir. Oldukça az sayıda kranial yapı ağrı-duyarlıdır ve büyük pi- nin tadı mı? Çiğneme ise trigeminal nevraljiye temporomandibular
al arterlerin proksiınal segmentleri Ventriküler ependim, koroid eklem disfonksiyonu veya dev hücreli arterite yönlendirirken (çene
pleksus, pial venler ve beyin parankiminin büyük kısmında ağrı- klaudikasyosu) yutma ve tat ile provakasyon glossofarengeal nev­
hassas değildir. Dorsal rale bölgesindeki ortabeynin elektriki uya­ raljiyi gösterir.Yutma sırasında ağrı olması karotidinialı hastalarda
rımı migren benzeri başağrısı ile sonuçlanmıştır. Beynin büyük sıktır çünkü inflame hassas karotid arter yutma sırasında özefagusa
kısmı elektrod problanmaya sensitif değilken ortabeyindeki bir böl­ dayanır.
ge başağrısı meydana gelmesi için muhtemel bir kaynak olabilir. Fasial ağrılı pek çok hasta stereotipik nöraljiler yaşamaz bu du­
Başağrısı aşağıdakilerden birinin nedeniyle oluşabilir 1) intrak- rumda a t i p i k f a s i a l a ğ n tabiri kullanılır. Belirsiz, kötü lokalize, sü-
’'uiio îS-l 1 îîiHİ.iî';;r;ı:-.ı Au.sam'isı t!s-:ıin :hs-ş:!};n.-:ı '»ii'iü'hımaa
1. Migren (İM) Sarkoidozis ve diğer nonenfeksiyon inflamatuar hastalıklar
Auralı Migren İntratekal enjeksiyona bağlı
Auıasız Migren İntrakranial neoplasmlar
Oftalmoplejik Migren Diğer intracranial boz ile ilgili
Retinal Migren 8. Madde kullanımı ve yoksunluk ile ilgili başağnsı
Migren prekürsörü olabilecek veya Migrenle ilgili olabilecek peri- Akut madde kullanımı ve yoksunluk ile indüklenen başağnsı
odik çocukluk dönemi sendromlan Kronik madde kullanımı veya yoksunluk ile indüklenen başağnsı
Yukarıdaki kriterlere uymayan migrenöz bozukluk Madde yoksunluk başağnsı (akut kullanım)
2. Tansiyon tipi başağrısı Madde yoksunluk başağnsı (kronik kullanım)
Epizodik tansiyon tipi başağrısı 9. Nonsefalik enfeksiyon ile ilgili başağrısı
Kronik tansiyon tipi başağrısı Viral enfeksiyon
3. Küme başağrısı ve kronik paroksismal hemikrania Bakterial enfeksiyon
Küme başağrısı Diğer enfeksiyon
Kronik paroksismal hemikrania 10. Metabolik bozukluk ile ilişkili başağrısı
4. Yapısal lezyonlarla ilişkili olmayan diğer başağrıları Hipoksi
İdiopatik stabbing (bıçaklama)başağnsı Hiperkapni
External kompresyon başağrısı Kanşık hipoksi ve hiperkapni
Soğukla uyarılan başağnsı Hipoglisemi
Benin öksürük başağnsı Dializ
Benin egzersiz başağnsı Diğer metabolik anomali
Sexuel aktivite ile ilgili başağnsı 11. Fasial veya kranial yapılarla ilgili başağrısı veya fasial ağrı
5. Kafa travması ile ilgili başağrısı Kranial kemik
Akut posttravmatik başağnsı Gözler
Kronik posttravmatik başağnsı Kulaklar
6. Vasküler bozukluk ile ilgili başağrısı Burun ve sinüsler
Akut iskemik serebrovasküler bozukzukluk Dişler, çene ve ilgili yapılar
İntrakranial hematoma Temporomandibular eklem hastalığı
Subaraknoid hemoraji 12. Kranial nevraljiler, sinir kök ağrısı ve deafferansiasyon ağrısı
Vasküler malformasyon Kranial sinir orijinli persistan (işaret tipinin tersine)ağn
Arteritis Trigeminal nevralji
Karotid veya vertebral arter ağnsı Glossofarengeal nevralji
Venöz tromboz Nervus intermedius nevralji
Arterial hipertansiyon Superior larengeal nevralji
Diğer vasküler bozukluklar Oksipital nevralji
7. Nonvasküler intrakranial bozukluk ile ilgili başağrısı Santral sebepli baş ve yüz ağrısı ( tic douloureux hariç)
Yüksek BOS basıncı 13. Klasifiye edilemeyen başağrısı
Düşük BOS basıncı
İntrakranial enfeksiyon

NOT: CSF, serebrospinal sıvı.


KAYNAK: Olesen, 1988.

rekli bir fasial ağrı ııasofarengeal karsinoma karakteristiğidir? de­ kardiovasküler ve renal durumu, fundoskopi, intraoküler basınç öl­
afferansiasyon oluştukça ve kranial nöropati bulgusu ortaya çıktık­ çümü ve refraksiyon ile gözleri palpasyon ile kranial arterleri, ve
ça sıklıkla yanma tarzında bir ağrı gelişir. Yanıcı fasial ağrı 5. kra­ başın pasif hareketlerinin etkisi ve görüntüleme ile servaikal ver-
nial sinir tümörlerinde meningeoma veya schwannoma) veya dor­ tebramn durumunu içerebilir
sal kök giriş bölgesini engelleyen pons lezyonda (Multiple sclero- Başağnsı ve depresyon arasında bir ilişiki olması nedeniyle
zis)oluşur. Fasial ağrılı hastalarda objektif duyusal kayıp altta yatan hastanın psikiyatrik durumu da değerlendirilmelidir. Günlük kronik
ciddi bir hastalığın önemeli bir ipucu olabilir. Ara sıra ileri bulgu­ ağrı çeken pek çok hasta depresedir ve migrenin hem bipolar (ma-
lar ortaya çıkana dek periodik takip gerekmekte ve ağrı problemi nik depresif) hem de unipolar major depresif bozuklukla rastlantı­
çabucak çözülememektedir. sal olmaktan daha büyük bir sıklıkla beraberliği mevcuttur. Anti-
depresan etkisi olan ilaçlar aynı zamanda hem gerilim tipi başağn-
sında hem de migrenin profilaktik tedavisinde etkilidir.
YENİ BAŞLAYAN B A Ş A Ğ R IS IN IN KLİNİK Altta yatan rekürren başağrısı bozuklukları otolojik veya endo-
DEĞERLENDİRİLMESİ. dontik cerrahi prosedürleri takibeden ağrılar tarafından aktive edi­
lebilir. Primer problemin' sebebi ortaya konamadıkça başağrısı
İlk ciddi başağnsını yaşayan hastalar yıllar boyu rekürren başağrı-
probleminin tedavisi büyük oranda ineffektiftir. Hasta doku veya
sı çekenlere nazaran pek çok muhtemel teşhis olasılığını ortaya çı­
karır. Yeni başlayan başağrılarında potensiyel olarak ciddi bir sebep
bulma ihtimali rekürren başağrısından çok daha fazladır. Bir hasta
akut, yeni başlangıçlı bir başağrısından yakındığı takdirde menen­ s‘;j isiiy !,'~2 l 'hj>Sai':>r:ssı (’aşagrısı " i vi t î f î î j şağrı sı
jit, subaraknoid kanama, epidural veya subdural hematom, glukom Her zamanların ”En kötü” başağrısı
veya pürülan sinüziti içeren pek çok sebep göz önüne alınmalıdır. İlk ciddi başağnsı
Altta yatan ciddi bir durumun oluşturduğu akut, yeni başlayan ba- Subakut günler veya haftalar içinde kötüleşiyor
şağrısımn klinik özellikleri T ab lol5-2’de özetlenmiştir. Anormal nörolojik muayene
Ateş veya açıklanamayan bulgular
Değerlendirmede tam bir nörolojik muayene ilk basamak ola­
Başağrısından önce kusma
rak önemlidir. Çoğu vakada anormal muayene bulgularını CT veya
Eğilme, kaldırma, öksürük ile indüklenme
MRI takip etmelidir. Bu durumda intrakranial patolojinin görüntü­ Uyku güçlüğü yaratır veya uyanma ile beraber kendini gösterir.
lenmesi amacıyla CT ve MRI eşit derecede hassastır. Akut başağn- Bilinen sistemik hastalık
sının genel değerlendirmesi kan basıncı ölçümü ve idrar örneği ile 55 yaş üzeri ortaya çıkış
7 0 olup vakaların % 65’i kadınlardır. Tedavi edilmeyen temporal ar-
teritli hastaların yarısında oftalmik arter veya dallarının tutulumu-
trauma sonucumla kal.ıda oluşan ağrı sessiz migrenöz sendromu na bağlı körlük gelişir; gerçekten de 60 yaş üstü hastalarda dev hüc­
uyandırabilir. reli arteritisin oluşturduğu iskemik optik nöropati gelişen bilateral
Başağnsıyla beraber seyreden bazı ağır durumlar aşağıda ve körlüğün majör sebebidir. Bu komplikasyonun önlenmesinde glu-
Tablo 15-3 te gösterilmiştir. kokortikoidler etkili olduğu için hemen teşhis önemlidir.
Tipik semptomlar başağrısı, polimyaljia romatika (Konu 317),
M E N E N JİT L E R Genelde akut ciddi ba boyun sertliği ve ateş­ çene klaudikasyosu, ateş ve kilo kaybıdır. Başağrısı dominant
le berarber menenjit düşündürür. Lomber ponksiyon gereklidir. semptom olup sıklıkla yorgunluk ve kas ağrıları ile birliktedir. Ba-
Sıklıkla göz hareketleri ile ağrıda bir aksentüasyon oluşur. Meneji- şağnsı unilateral veya bilateral olabilir ve % 50 temporalde olarak
tin benzer kardinal semptomları vurucu başağrısı, fotofobi, bulan- craniumun herhangi bir noktasmda ortaya çıkabilir. Ağrı pik yap­
tı-kusmanın var olduğu migrenle karıştırılması özellikle sıktır. • madan önce birkaç saat devam eder ara sıra patlayıcı tarzda başlar.
D etay lı .-n en enjit iç in •» m 3 7 2 -3 7 4 Ağrı nadiren zonklayıcı tarzdadır hemen her zaman üste migrende
görüldüğüne benzer keskin epizodik sivri uçlu ağrıların süperim-
İN TR A K R A N İA L H E M O R A Jİ Genelde akut ciddi başağn- poze olduğu sıkıcı bir şekilde tarif edilmektedir. Çoğu hasta başağ-
sı ense sertliği ile berlikte ancak ateş yoksa subaraknoid kanama rısı originlerini kraniumun derininde değilde süperfisial olarak ka­
düşündürür. Rüptüre bir anevrizma, arteriyovenöz malformasyon, fatasının dışında tarif ederler (migrenin ağrı noktası). Bariz bir de­
veya intraparankimal hemoraji de sadece başağrısı ile kendini gös­ receye dek skalp hassasiyeti vardır; saçları tarama veya başı yastı­
terebilir. Nadiren eğer kanama küçükse veya foramen magnum se­ ğa koyma ağrı yüzünden imkansız olabilir. Başağrısı genellikle ge­
viyesinin altında ise CT normal olabilir. Bu yüzden subaraknoid celeri kötüleşir ve soğuk maruziyeti ile artar. Temporal arter üzerin­
kanamanın kesin tanısı için Lomber Ponksiyon gereklidir. -> D e- deki deride kırmızı hassas nodüller veya cildin kırmızı çizgilenme-
:a\'iı b ilg i iç in K o n u 361 si temporal ve daha az olarak oksipital arter üzerindeki hassasiyet­
le beraber başağrısı da görülür.
B E Y İN TÜ M Ö RÜ Beyin tümörlü hastaların % 30’u temel ya­ Sedimentasyon her zaman olmasa da sıklıkla yüksektir ancak
kınmaları olarak baş ağrısını gösterirler. Başağrısı iyi tarifleneme- normal bir sedimentasyon dev hücreli arteritisi ekarte ettirmez.
miş, aralıklı derin, sıkıcı orta şiddette olup egzersiz veya pozisyon Yüksek klinik şüphe varsa temporal arter biopsisi ve 80mg/gün
değişimi ile kötüleşir ve bulantı-kusma ile beraber olabilir. Bu prednizon 4-6 hafta süresince başlanmalıdır. Yaşlılar arasında mig­
semptomlar topluluğu migrende beyin tümörlerinden çok daha sı­ ren prevalansı dev hücreli arteritisten çok daha fazladır. Migrenli-
kılıkla görülür. Beyin tümörlerinin başağrısı %1Q hastada uykuyu ler sıklıkla başağrılarının prednison ile düzeldiğini bildirirler bu
bozar. Haftalarca başağnsının ortaya çıkmasından önce kusma pos­ yüzden terapötik cevabın değerlendirilmesi konusunda dikkatli
terior fossa beyin tümörlerinim karakteristiğidir. Amenore veya ga- olunmalıdır.
laktore öyküsü prolaktin salan bir pituiter adenom (veya polikistik
over sendromujun başağrısı kaynağı olup olmadığı sorusuna yön­ G LO K O M Glukom bulantı-kusma ile beraber şiddetli bir ağ­
lendirir. Bilinen malignansili hastada ortaya yeni çıkan başağrısı rı olarak başlayabilir. Anamnezde başağnsının ciddi göz ağrısını ta­
serebral metaztazı ve/ya karsinamatöz menenjiti düşündürür. Eğil­ kiben ortaya çıktığı bulunabilir. Fizik muayenede göz sıklıkla kır­
me, kaldırma, veya öksürme sonrasında aniden ortaya çıkan başağ- mızı pupil fıkse ve orta derecede dilatedir. —> D etay lı b ilg i iç in K o ­
rısı posterior fossa kitlelerinin vaye chiari malformasyonunun ipu­ nu 23.
cu olabilir. ■•-> Detaylı b ilg i iç in K o n u 3 7 0
BAŞAĞRISININ D İĞ ER S E B E P L E R İ Sistemik Hastalık
T E M P O R A L A R T E R İT (Bakınız Konular 28 ve 317) Tem­ Hiçbir zaman başağrısı bulgusu vermeyen hastalık bulmak çok zor­
poral arterit (dev hücre) arterit extrakranail karotid sirkülasyonu dur ancak bazı hastalıklar başağrısı ile yakın ilişiklidirler. Bunlar
tutan bir inflamatuar bozukluktur. Yaşlılarda sık görülür ve yıllık infeksiyöz mononükleozis, SLE, hiperkapnili kronik pulmoner
insidansı 50 yaş ve üstünde 77 /1 0 0 .0 0 0 ’dir. Ortalama başlama yaşı yetmezliği (erken sabah başağrısı), hashimato tiroiditi, inflamatuar
barsak hastalıklan, HIV ile ilişkili hastalıklann çoğu, feokromasi-
toma da ve malign hipertansiyonda olduğu gibi akut kan basmcı
Tablo 15-3 Buşuğrısmm Sebeplerinin Altında Yatan Bazı Ciddi Semp-
; i. ad ar. yükseklikleri. Son iki örnek hipertansiyonun çok nadir başağrısı
oluşturduğu yönündeki inanca bir istisna teşkil eder; başağrısı oluş­
Neden Semptomlar
ması için diastolik basıncın en az 120 mmhg olması gerekmektedir.
Menenjitis Nukkal rijidite, başağrısı, fotofobi ve prostrasyon; Persistan başağrısı ve ateş sıklıkla akut sistemik viral bir enfeksi­
ateşli olmayabilir. LP diagnostiktir yonun bulgularıdır; eğer böyle bir hastada boyun esnek ise L P er­
İntrakranial hemoraji Nukkal rijidite; şuur bulanıklığı veya atak olmaya­
telenebilir. Oral kontraseptifler, ovulasyon geliştirici medikasyon-
bilir Ct’de hemoraji görülmeyebilir Lumbar ponk­
lar gibi bazı ilaçlar , ve glukortikoid çekilmesi gibi bazı yoksunluk
siyon son tüpte bile temizlenmeyen kanlı tıkaç gö­
rünümü arz eder. Taze hemoraji ksantokromik ol­ durumları bazı bireylerde başağrısı ile ilgili olabilir.
mayabilir
Beyin tümörü Bulantı-kusma ile beraber şiddeüi başağrısı görüle­ Idiopatik İntrakranial Hipertansiyon (Pseudotüm ör Sereb-
bilir. Değişmez olarak tek taraflı olan ilerleyici ye­
rî) Muhtemelen araknoid villinin Beyin Omirilik Sıvısını absorbe
ni ciddi migrende şüphe edilmelidir.
Temporal arteritis Tek taraflı vurucu ba ile ortaya çıkabilir. Başlangıç etmesindeki bozulmaya bağlı artmış intrakranial basınç nedeniyle
genelde yaşlı (>50 yaş)hastalarda ve visüel boz ile oluşan bir bozukluk olan pseudotümör serebride beyin tümörlerine
beraberdir. Sedim en iyi araşürma yöntemi olup ge­ benzer bir başağrısı ilk semptom olarak ortaya çıkabilir. Geçici vi­
nellikle bariz şekilde artmıştır. Kesin tam arteriel süel kayıplar ve büyümüş kör noktalar ile papilödem ve periferik
biopsi ile konur
visüel alan kaybı ek bulgulardır. Çoğu hasta genç dişi ve obestir.
Glokom Genellikle ciddi göz ağrısı olur. Bulantı-kusma
olabilir. Göz genellikle ağrılı ve kırmızıdır. Pupil Sıklıkla vitA veya glukokortikoidler gibi provoke edici bir ajana
kısmen dilate olabilir maruziyet öyküsü vardır. =
Öksürük Erkeklerde 4 kat fazla görülen bu sendrom öksürük 73
başağrısı; öksürme, eğilme, kaldırma, aksırma ile geçici ciddi ba-
şağrısı ile karakleıi/.ediı. Başağrısı saniyeler ve dakikalar boyunca dik olarak oluşan hemen her zaman benin olaylardır; eğer saatlerce
sürer. Pek çok hasla seıulrom başlangıcı olarak aşırı öksürük ile gi­ sürerse veya kusma eşlik ederse subaraknoid kanama ekarte edil­
den bir Alı Solıııuım Yolu Enfeksiyonu (A SY E ) veya ağır ağırlık melidir (Konu 361).
kol. 1..... a j aoeıaıuı sonrasını gösterir. Başağrısı genellikle diffüz
olıi|> lıa-.ı.ılınm yaklaşık 1/3’ünde lateralizedir. Bu hastalığa neden
olabilecek ciddi iııtrakranial yapısal anomali insidansı %25 civarın-
ıkuln ve Clıiari malformasyonu sık bir sebeptir (Konu 368) Bu
vn/.dcn öksürük başağrısı olan çoğu hastada MRI endikedir. Bu be­
llin bozukluk birkaç yıl sürebilir; 50-200 mg/gün arası değişen in- Ek semptomların gösterdiği ipuçları sayesinde yukarıda sıralanan
dometazin dozlarına dramatik yanıt verir. Ortalama hastaların yarı­ ciddi tip başağrı- larının teşhisinde fazla da zorluk olmaz. Başağrı-
sı 40 mİ BOS alınması ile terapötik Lomber Ponksiyon (L P )’yede sı kronik, rekürren veya diğer önemli ek bulgulardan yoksun de­
cevap vereceklerdir, vam ederse hekim için güç bir hal alır. Aşağıdaki bölümlerde en sık
Migrenli hastaların çoğu başağrısı ataklarının ör; 5 millik bir görülenden (ör;gcrilim tipi başağrısı) nadir olanlara kadar başağrı-
koşu gibi yorucu bir fizik egzersizle provoke olduğunu belirtirler. sı tipleri açıklanmaktadır,
Bu tip ağrılar öksürük başağrılarına nazaran saatler zarfında gelişir. G E R İL İM T İP İ BA ŞA Ğ RISI (G TBA ) GTBA tabiri sıklıkla
Bu sendrom için, egzersiz başağrısı ile karışmasını önlemek ama­ bilateral sıkı bant benzeri bir rahatsızlıkla karakterize bir kronik ba-
cıyla efor migreni tabiri kullanılmaktadır. şağrısı sendromunu tarif etmek için kullanılmaktadır. Hastalar san­
Lom ber Ponksiyon Lp (Konu 356) sonrası başağrısı 48 saat ki başlarını bir mengene içinde gibi veya posterior boyun kasları
içinde başlamakla beraber 12 gün sonra da ortaya çıkabilir. İnsidan- sıkılaşmış gibi hissederler. Ağrı yavaş başlar ciddiyeti dalgalanma­
sı % 10-30 arasındadır. Başağrısı dramatik olarak pozisyoneldir; lar gösterir ve az çok devamlı tarzda pek çok gün sürer.
hasta oturduğunda veya ayakta durdurduğunda başlar, çökme ve Gerilim tipi ba sının patofizyolojik temeli henüz bilinmemek­
abdominal kompresyon ile iyileşme olur. Hasta ne kadar uzun tedir. Bazı araştırıcılar periodik gerilim ba sının biolojik olarak
ayakta kalırsa ağrının dinmesi için o kadar uzun zaman gerekir. Ka­ migrenden ayrımının imkansız olduğunu savunurken başkaları da
fa sallama ve juguler veııöz kompresyon ile kötüleşir. Ağrı genel­ GTBA ve migrenin çok farklı iki klinik antite olduğunu savunmak­
likle sıkıştırıcı ve zonklayıcı özelliktedir; yeri oksipito frontaldir. tadırlar. Servikal ve temporal kas kasılmasında anormallikler var
Kusma ve boyun sertliği sıklıkla başağrısına eşlik eder ve arada sı­ gibi görünmekteyse de bozukluğun tam doğası henüz ortaya kon­
rada hastalar görme bozukluğu . fotofobi, tinnitus ve vertigo tarif mamıştır.
ederler. Semptomlar birkaç günde toparlar ancak pek çok vakada Relaksasyon hemen her zaman GTBA sim iyileştirir. Hastalar
haftalar aylar boyu devam edebilir. gevşeyecek bir yol bulmaları konusunda eğitilmelidir bunlar ara­
BOS volüm kaybı beynin destek yastığını azaltır, yani bir has­ sında yatak istirahati, masaj ve/veya temel biofeed back eğitimi sa­
ta ayaktayken muhtemelen beynin sıkıca tutunduğu (çıpa) yapılar, yılabilir. Farmakolojik tedavi basit analjezikler ve/ya kas gevşetici-
ağrıya hassas dural sinüsler üzerinde dilatasyon ve gerilim oluşarak lerden oluşur, Ibuprofen ve naproksen sodyum çoğu bireyde fayda­
ağrıyla sonuçlanır Intrakranial hipotansiyon sıklıkla oluşur ancak lı tedavidir. Asetaminfen, aspirin, ibuprofen, ve/ya diğer NSAID 1er
ciddi LP başağrısı normal BOS basıncı olanlardada bulunabilir, yeterli olmadığında bunlara butalbital ve kafein (fiorinal isimli
İ.V kafein sodyum benzoat 500 mg dozunda birkaç dakika kombinasyon) eklendiğinde faydalı olabilir. Tablo 15-4’te GTBA
içinde verildiğinde hastaların % 75’inde başağrısım hemen keser­ için sıklıkla kullanılan analjezikler gösterilmiştir. Kronik GTBA
ken bir saat içinde verilen ikinci bir doz ile toplam başarı % 85’e çı­ için profilaksi önerilmektedir. Düşük doz amytriptilin (10-50 mg
kar, 15 mİ otolog tam kan enjeksiyonu ile sağlanan epidural kan ya­ yatarken) effektif profilaksi sağlayabilir
ması ikinci doz kafeine cevap vermeyen hastalarda nadiren başarı­ M İG REN (M ) Migren vasküler başağrılarının en sık sebebi
sız olur. .Bu tedavi etkilerinin mekanizması kesin değildir. Kan ya­ olup kadınların % 15’ ini erkeklerin % 6’sını etkiler. Migrenin fayda­
masının çabucak etki göstermesi duradaki bir deliğin kan yaması lı bir tarifi olarak benin, rekürren başağrısı, bulantı-kusma ve/ya di­
ile kapatılma mekanizmasını olasılık olmaktan çıkarır. ğer nörolojik disfonksiyon semptomlarının değişik karışımlarda or­
Postkonktüzyon Pek çok hasta önemsiz gibi görünen kafa taya çıktığı bir sendromdur denebilir ( Tablo 15-5 ), Migren aktiva-
travmalarından sonra özellikle arkadan araç çarpma kazalarından törleri ile (kırmızı şarap, mensler, açlık, uyku azlığı, parıltılar, est-
sonra değişik oranlarda kombine başağrısı, baş dönmesi, vertigo ve rojen, parfümler kendini bırakma dönemleri) veya deaktivatörleri
hafıza kaybı tarif etmektedirler. Anksiyete, irritabilite, ve konsant­ ile (uyku, gebelik, keyiflenmek, sumatriptan) sıklıkla farkedilcbilir.
rasyon güçlüğü bu sendromun diğer önemli noktalarıdır. Semptom­ Tablo 15-1 ’de uluslararsı başağrısı cemiyetinin migren subtipleri
lar birkaç hafta sonra azalabilir veya aylarca sebat eder hatta olay­ sınıflaması yer almaktadır.
dan yıllarca sonra bile görülebilir, Postkoııküzyon başağrısı hasta Ciddi başağrısı atakları sebebi ne olursa olsun sıklıkla zonkla-
Iravma sonrasında şuurunu kaybetse de kaybetmese de oluşabilir. yıcı ve kusma ve skalp hassasiyeti ile seyreder. Daha hafif başağ-
Tipik olarak nörolojik muayene davranışsal anomalilerin dışında rısı tanımsız, sıkı bant gibi sıklıkla tüm başı tutan GTBA profilin­
normal olup CT veya MR tanıtlayım olmaz. Kronik subdural he- de olma eğilimindedir.
matom bazen bu bozukluğu taklit edebilir. Postkonküssif başağrı- Patogenez M ig r e n in g e n e t ik t e m e li Migren sarih bir genetik
m bozukluğunun sebebi tam bilinmesede genelde primer psikolojik predispozisyona sahiptir. Nadir başağrısı sebeplerine neden olan
1lir bozukluk olarak bakılmaması gerekir. Tekrar eden problemlerin spesifik mutasyonlar saptanmıştır (Tablo 15-6), Örneğin MELAS
çözülmesinden çok sonra bile devam eder. Semptomun sonunda sendromu mitokondrial ensefalomyopati, laktik asidozis, ve atak
kaybolacağına dair tekrar tekrar destek önemlidir. benzeri epizodlardan oluşur ve nükleotid 3243 pozisyonundaki
Koital başağrısı Gene erkeklerde 4 kat daha fazla görülen bir tRNALcml)L110 kodlayan mitokondrial genin A —> G nokta mutas-
cnıpiomdur. Ataklar periorgasmik olarak oluşur başlangıç çok ani- yonu ile oluşur. Epizodik migren benzeri başağrısı bu sendromun
•Aı ve koit kesilirse birkaç dakikada kaybolur. Bunlar çoğu spora- özellikle hastalığın erken safhalarında sık bir klinik özelliğidir. Mi-
: A-s '' :rn;.o . o t *■'A;=’ •’.■ u;a.'iar netik bozukluğun; epizodik ataksi
İlaç Piyasa Adı Doz tip 2 nin sebebidir. (Konu 364)
Genetik bir birliktelik çalış­
‘•'a,<NSY‘ -?*/A- \ t , V?'! aA/l-'f,.\asA! IA \ d Aj AA
masında D 2 dopamin reseptörü-
Acetaminophen Tylenol, generic 650 mg PO q4 6s
nü(DRD2) kodlayan gendeki
Aspirin Generic 650 mg PO q4 6s
N c o l polimorfizmi auralı migreni
Diclofenac Caıaflam, generic 50-100 mg q4-6s
(maks. 200 mg/d) olan bir hasta grubunda nonmig-
Ibuprofen Advil, Moirin, Nuprin, Generic 400 mg PO q3-4s ren kontrol grubuyla karşılaştırıl­
Naprosyn sodium Aleve, Anaprox. generic 220-550 mg,2/gün dığında çok kez görülmüştür bu
ıN.\l..iE/.SKLKXİN KOMBİNASYON!! da migrene yatkınlığın belirli
DRD2 aileleriyle modifiye edildi­
Acetaminophen, 325 mg, plus buıalbital, 50 mg Phrenelin, generic 1-2 ıableı; maks. 6/gün
Acelaminophen, 650 mg, plus buıalbital, 50 mg Phrenelin Forte 1 ıableı; maks. 6 /gün ğini işaret etmektedir. Bir Sardin-
Acetaminophen, 325 mg, plus buıalbital, 50 mg, Fioricei; Esgic, generic 1-2 tablet; maks. 6 /gün ya grubunda değişik DRD2 aile­
plus caffeine, 40 mg leri ile migren arasında bir ilişki
Acelaminophen, 500 mg, plus butalbital, 50 mg, Esgicplus 1-2 ıableı; maks. 6/gün
ortaya konmuştur. Bu yüzden bu
plus caffeine, 40 mg
Fiorinal 1-2 ıablet; maks. 6/gün ilk çalışmalar değişik dopamin
Aspirin, 325 mg, plus butalbiıal, 50 mg,
plus caffeine, 40 mg reseptör ve/ya fonksiyonundaki
Aspirin, 650 mg, plus buialbiıal, 50 mg Axoial 1 ıableı q4s; maks. 6/gün değişimlerin migrene olan duyar­

AUOF i! ,.\K. i iK. I hBA \ l . lılığı farklı hale getirdiğini işaret


etmektedir çünkü DRD2 geninde­
Amiıripıyline Elavil, generic 10-50 mg yatarken
Sinequan, generic 10-75 mg yatarken ki moleküler varyasyonların do-
Doxepin
Nortripıyline Pamelor, generic 25-75 mg yatarken paminerjik fonksiyonla ilişkili ol­
duğu görünmektedir. Ancak belir­
tokondrial bozuklukların genetik paterni tektir çünkü sadece anne­ li DRD2 genotipli bireylerin hepsi migrenden yakınmaz bu yüzden
den mitokondrial DNA transmisyonu olur. Bu yüzden MELAS ek genler ve faktörlerde olayın içinde olmalıdır. Migren muhteme­
sendromlu annelerin tüm çocuktan bu bozukluktan etkilenir. len polijenik inheritans ve güçlü bir çevresel faktörün kompleks bir
Familial hemiplejik migren (FHM) migren başağrısının aura bozukluğudur.
safhasında rekürren hemiparezi ve hemipleji epizodları ile karakte- M igrenin V asküler T eorisi pek çok yddan bu yana migren
rizedir. Diğer ek semptomlar hemianestezi veya parestezi; hemi- ataklarının vasküler fazlarının ekstrakranial vasodilatasyon tarafın­
anopic visüel alan bozuklukları, disfazi ve değişik derecelerde dan ve nörolojik semptomların intrakranial vasokonstriksiyon tara­
uyuklama, konfüzyön ve/ya koma içermektedir. Ciddi ataklarda bu fından oluşturulduğuna inanıldı (Migrenin vasküler teorisi) Bölge­
semptomlar oldukça uzun olup günler, haftalarca sürebilir, ama ka­ sel serebral kan akımı çalışmaları klasik migrenli hastalarda ataklar
rakteristik olarak 30-60 dk sürüp tek taraflı zonklayıcı bir başağrı- şuasında visüel korteksten başlayan ve öne doğru dk da 2-3 mm
sı ile devam eder hızla yaydan kortikal bir hipoperfüzyon olduğu gösterilmiştir kan
FHM vakalarının % 50’sine 19. kromozomda sadece SSS’de akımındaki azalma ortalama % 25-30 kadar olup (iskemi temeliyle
exprese edilen P/Q tip kalsiyum kanal subunit kodlayan CACNL- sempları açıklamaya yetersiz) serebral arterlerin topögrafisinden
1A 4 genindeki bir mutasyon neden oluyor gibi görünmektedir. Gen bağımsız olarak dalga şeklinde anteriora ilerler. Hipoperfüzyon
çok büyüktür (> 300 kb) ve 47 exondan oluşur. Gen içinde (5 aile­ dalgası 4-6 saat sürer korteksin kıvrımlarını takip eder insula ile
de) klinik FHM teşhisi ile uyum gösteren 4 uzak nokta mutasyonu frontal loba ilerlerken santral yada lateral sulcusları geçmez. Sub-
tarif edilmiştir. Aynı mutasyonlu iki ailedeki haplotiplerin analizi kortikal yapıların perfüzyonu normaldir. Kontralateral nörolojik
her mutasyonun kurucu bir etki göstermektense bağımsız olarak or­ semptomlar temporoparietal hipoperfüzyon sırasında görü-
taya çıktığını göstermektedir. Yani belirli FHM subtipleri CACNL- lür;semptomlar geriledikten sonra bu bölgelerde hipoperfüzyonun
1A4 genindeki mutasyonlarca oluşturulmaktadır. CA CNL1A4 ge­ sürdüğü zamandır. Daha sıklıkla frontal yayılım başağrısı fazı baş­
ninin fonksiyonu hala bilinmemektedir ancak düz kas kasılmasında ladığında devam eder. Klasik migrenli birkaç hasta akım anomali­

ve/ya kalsiumea indüklenen nörotransmitter salınımında rol oynu­ si göstermez bazen bir hasta semptom üretmeye yetecek kadar fo-

yor olabilir. Bu gen içindeki farklı mutasyonlar başka bir nöroge- kal iskemi geliştirir. Ancak fokal iskemi fokal semptomların oluş­
ması için gerekli gibi görünmemektedir.
i'ıbln I5-S 500 Hastalı B ir Grupta Ciridi Migren Ataklarına Eşlik Eden
Bu değişimlerin migren semptomlarını indükleme yeteneği
Sem ptom lar
sorgulanmıştır. Bariz olarak; kan akımında gözlenen azalmanın
Semptom Etkilenen hasta % fokla nörolojik semp oluşturmaya yeterli olmadığı düşünülmekte­
Bulantı 87 dir. ikinci, kan akımındaki artış ağrılı değildir ve tek başına vaso-
Foıofobi 82 dilatasyon migrenlilerde gözlenen lokal ödemi ve fokal hassasiyeti
Sersemlik 72 açıklamaya yeterli değildir. Dahası auralı migrende akım anomali­
Kafa derisi hassasiyeıi 65
si görülmez. Bu yüzden migrendeki fundamental patofizyolojik
Kusma 56
Visüel bozukluklar 36 anormalliklerin basit vasokonstriksiyon ve vasodilatasyon olduğu
Foıopsi 26 ihtimal dahilinde değil gibi görünmektedir. Ancak belirli migren
Fortifîcaıion specıra 10 atakları sırasında serebral kan akımının değiştiği kesindir, ve bu de­
Pare sıezi ler 33 ğişimler migrenin klinik sendromunun hepsini değilse bile bir kıs­
Vertigo 33
mını açıklayabilir.
Şuur değişimi 18
Senkop 10 M igrenin N öron al T eorisi 1941 ’de psikolog KS Lashley par­
Aıak 4 lak kenarlı yavaşça büyüyen bir visüel skotomla karakterize migren
Konfüzyon 4 aurası olan kendi güçlendirm e spektrıım unu açıkladı. Bu skotoma-
Di are 16 nın oksipital kortekse 3mm/dk hızında yayıldığını tahmin etti. Yo­
KAYNAK: Raskin, 1988. ğun bir ön uyarıcı dalganın tam bir aktivite inhibisyonu dalgasınca
takip edildiğini ve vi/.iicl kodekste
çoğaldığım spekiile etti. 1944’te Gen (lokus) Genin fonksiyonu Klinik Seııdrom Yorum
Brezilyalı l i/.yolog Leao tarafından
tRNAu-u(UUR) Bilinmiyor MELAS sendromu Çok nadir bir sendrom
laboratuar hayvanlarının serebral (mitochondrial)
kodekslerinde yayılan depresyon CACNLIA4 P/Q kalsiyum kanal Familial hemiplejik Mutasyonlar ortalama FHM
olarak hiliııeıı fenomen açıklandı. (I9 p l3 ) regüle edici nörot- migren (FHM) % 50’sini oluşturur
ransmitter salınımı
Bu Kortikal aktivite potasyum ser­
DRD2 (I lq23) Dopamin için Gprotein Migren İki bağımsız lab. da pozitif
best bıraktırıcı yavaş hareket eden çiftli D2 reseptörü ilişki bildirilmiştir
1 2-3 ııım/dk) ve artmış metabolik
aklivitenin ön dalgası ile takip edilen ve hipoksi, mekanik travma lere major projeksiyonlar vardır. Bu değişik seratonerjik projeksi­
ve topikal potasyum uygulaması gibi değişik deneysel uyarı ile or­ yonlar migrenin sirkulatuar ve vizüel karakteristiği için nöral mad­
taya çıkarılabilir. Bu gözlemler nöral anomalilerin en fazla beyin deyi yansıtıyor olabilir. Dorsal rafe hücreleri derin uyku sırasında
sapında inisiye olup migren atağına sebep olabileceğini işaret et­ tetiklemeyi durdurur ve uyku migrene iyi gelir. Ve antimigren pro-
mektedirler. Daha yakın dönemde migren için yapılan PET çalış­ filaktik ilaçlar direkt veya indirekt agonistik etki ile dorsal rafe
malarında hem kortikal hem de beyin sapı değişimleri gözlenmiş­ hücrelerinin aktivasyonunu inhibe eder.
tir. Bu yüzden spesifik bir beyin sapı jeneratörünün varlığı migre­ Yakın PET scan çalışmaları orta beyin yepılarının dorsal rafe
nin patofizyolojik temelini temsil edebileceğinden dikkat çekici bir yakınlarında migren atağında daha farklı aktive olduğunu göster­
olasılık olarak kalmıştır. miştir. Bir akut migren çalışmasında sumatriptan enjeksiyonu ba-
M igrende T rigem inovasküler Sistem Medulladaki trigeminal şağrısını iyileştirmiş ancak PET scan da görülen beyin sapı deği­
nükleus kaudalis (baş ve yüz bölgesi için ağrı oluşum merkezi) şimlerini etkilememiştir. Bu bilgiler beyin sapı jeneratörünün mig­
hücrelerinin aktivasyonu trigeminal sinirin vasküler sonlanmaların- ren sebebi olabileceğini ve belirli antimigren medikasyonlarının

dan Substans P ve kalsitonin related peptid gibi vasoaktif neuro- migrenin altta yatan patolojik prosesiyle interfere etmeyebileceğini

peptidlerin salınımıyle sonuçlanır. Bu peptid nörotransmitterler da­ gösterebilir.

mar duvarından köken alan trigeminal nosiseptif afferentleri aktive M igrende D opam in Belirli migren subtiplerinin patolojisinde
ettiği ve dahası ağrı üretimine katkıda bulunduğu düşünülen steril dopaminin rolünü destekleyen artan biyolojik, farmakolojik ve ge­
netik bilgi vardır. Çoğu migren semptomu dopaminerjik stimulas-
bir inflamasyon oluşturduğu öne sürülmektedir. Bu mekanizma ay­
rıca migren ataklarına maruz kalan kan damarlarının yumuşak do­ yon ile indüklenebilir. Dahası migrenözlerde nonmigrenlileri etki­
lemeyen dozlarda dopaminerjik agonistler esneme, bulantı kusma,
ku şişliği ve hassasiyetini açıklayabilir. Ancak bu hayvan modelin­
hipotansiyon ve migren ataklarının diğer semptomlarını indükle­
de inflamasyonu önlemede veya azaltmada etkili çok sayıda farma­
mesiyle gösterildiği gibi migrenlilerde dopamin reseptör hipersen-
kolojik ajan yakın zamandaki migren çalışmalarında herhangibir
sitivitesi bulunur. Tersine; parenteral uygulandığında veya diğer
klinik etki gösterememiştir.
antimigren ajanlarla verildiğinde dopamin reseptör antagonistleri
M igrende 5-H idroksitriptam in Farmakolojik ve diğer bilgiler
migrende etkili terapötik ajanlardır. Yukarıda belirtildiği gibi aura-
migrende nörotransmitter 5-hidroksitriptaminin rol oynadığını işa­
lı migrenin patofizyolojisinde dopamin reseptör genlerindeki mole­
ret etmektedir. Yaklaşık 4 0 yıl önce metisergid; 5-H T’in belli peri-
küler varyasyonların modifiye edici rol oynadığını destekleyen ya­
ferik aksiyonunu antagonize ederek migren ataklarını önlemede et­
kın tarihli genetik bilgi mevcuttur. Bu yüzden migrenin terapötik
kili ilk ilaç olarak tanıtılmıştı. Daha sonra başağrısı başlangıcında
idaresinde dopaminerjik nörotransmisyonun modulasyonu göz
platelet seviyelerinin sürekli olarak düştüğü bulundu ve 5-HT salı­
önünde tutulmalıdır.
nmama sebep olan ilaçların migren epizodlarını tetikleyebileceği
M igrende S em patik S in ir S istem i Migren ataklarından önce
tespit edildi. Sirküle eden 5-HT seviyelerindeki bu gibi değişimle­
ve sonra, migren atakları arasında SSS’de biyokimyasal değişimler
rin farmakolojik olarak önemsiz olduğu ispat edildi ve 5-H T’nin
meydana gelir. SSS’ini tetikleyen faktörlerin hepsi migren için te-
humoral rolüne olan ilgi azaldı.
tikleyici faktörlerdir. Özel örnekler çevresel değişimleri (stres, uy-
Daha yakın zamanlarda triptan sınıfı antimigren ilaçların tanı­
kupaterni, hormonal değişimler, hipoglisemi) ve ajanları içerir ki,
tılması ile migrende 5-HT nin rolüne olan ilgi tazelendi. Triptanlar
bunlar periferik katakolaminlerin (tramin, feniletilamin, m-CPP ve
5-HT reseptörlerinin belirli bir alt grubunu selektif olarak stimule
rezerpin) salınım ve sekonder deplesyonuna sebep olur. Tersine;
etmeye ayarlanmışlardır. Moleküler klonlama çalışmaları insanlar­
migrene efektif terapötik yaklaşımlar periferik SSS’de norepinefri-
da en az 14 spesifik 5ht reseptörünün varlığını ortaya koymuştur.
nin taklit veya güçlendirme yetisini paylaşmaktadırlar. Örneğin,
Triptanlar 5-HTıg, 5-H T i D, 5-HTip reseptörlerinin potent, ve 5-
norepinefrinin kendisi, sempatomimetikler (ör: isometepten) mo-
HT) a and 5-HT|E receptorlerinin daha az potent agonistleridir. Ar­
noamino oksidaz inhibitörleri ve reuptake inhibitörleri migreni ha­
tan miktarda bilgi ise triptanların antimigren etkilerinin hem damar
fifletmektedirler. Dopamin antagonistleri, prostaglandin sentez in­
hem de sinir terminallerinde lokalize 5-H T )B reseptörlerini uyara-
hibitörleri, ve adenizin antagonistleri,migrenin akut tedavisinde et­
bilme yetisine bağlı olduğu yönündedir. Selective 5-H TıD receptor
kili ajanlardır. Bu ilaçlar endojen dopamin, prostaglandinler, ve
agonistleri migrende klinik etki göstermeyi başaramamıştır. Zayıf
adenozinle indüklenen negatif feed back inhibisyon veya norepi-
5-HT İF agonistleri olan triptanlar ayrıca migrende etkili olup an­
nefrin saliminim bloke ederler. Bu yüzden migrene hassasiyet;
cak sadece 5-H T ib etkinliği antimigren için önemli olduğu düşü­ postganglionik sempatik sinir sonlanmaları içinde belirli nörotrans-
nülmektedir. mitterlerin uygun konsantrasyonda sağlanması ile ilgili genetik kö­
Fizyolojik olarak dorsal rafe nöronlarının yakınında elektriki kenli varyasyonlarla ilgili olabilir. Bu hipoteze migrenin boş nöron
uyarı migren benzeri başağrısı ile sonuçlanabilir. Pons ve orta be­ teorisi adı verilir.
yindeki kan akımı fokal olarak migren başağrısı atakları sırasında Klinik Özellikler A urasız M igren (G en el M igren ) Bu send-
artar;bu değişim muhtemelen dorsal rafe ve lokus seruleustaki hüc­ romda rekürren başağrılarını herhangi bir fokal nörolojik bozukluk
relerin artmış aktivitelerinden kaynaklanmaktadır. Dorsal rafeden olmaz. Aurasız migren vasküler başağrılarının en sık görülen tipi­
serebral arterler üzerinde sonlanıp serebral kan akımını değiştiren dir. Uluslar arası başağrısı cemiyeti migren kriterleri içinde; orta
projeksiyonlar vardır. Dorsal rafeden lateral geniculat cisim, supe­ şiddetli başağrısı, zonklayıcı nitelik, tek taraflı yerleşim, merdiven
rior kollikulus, retina ve visüel korteks gibi önemli visüel merkez­ çıkma veya benzer rutin fizik aktivite ile agreve olması, ek kusma
76 U . •: v süx!:ır::i Ana :îı:l..'Lıiaj ı : ıkrüı.; çck iİK fİ T,,!-:'.) '5-7 Alıgı-sıııe ’ •im'-iimakeiii/.k i .kYja niar

Aşağıdaki risk faktörlerini tanımlayın ve engelleyin


ve/yn luılaıılı. fotofobi-fonofobi ve her biri 4-72st süren çok sayıda Alkol(kırmızı şarap)
alakJar olmasını öngörmektedir. Yiyecekler (Çukulata, belirli peynirler, monosodyum glutamat, nitrat
A u r a lı M ig r e n ( K la s ik m ig r e n ) Bu sendromda başağrısı ka­ içeren yiyecekler)
Açlık (Öğün kaçırmamak önemlidir)
rakteristik, sensörial, motor veya vizüel semptomlarla birliktedir.
Düzensiz uyku (az veya çok uyuma)
Başağrısı atakları sırasında fokal nörolojik bozukluklar prodromal Organik kokular
semptomlardan daha sıktır. Başağrısı veya kusma olmadan fokal Devamlı egzersiz
nörolojik bozukluklar migren eşdeğerleri veya migren eşliği olarak Stres seviyesindeki akut değişimler
Diğer (parlak ışıklar)
bilinmekte ve 40-70 yaş arası insanlarda daha sıktır. Komplike
Çevresel değişimlerden uzak durma
migren ise dramatik geçici fokal nörolojik özellikleri veya persis- Zaman dilimi değişimleri
tan rezidüel nörolojik defısit bırakma özelliği olan migren ataklan Yüksek irtifa
için kullanılır. Barometrik basınç değişimleri
Migrenlilerin en sık rapor ettiği semptomlar oksipital lob nö­ Hava değişimleri
Menstrüel siklus düzenlemeleri
ronlarından kaynaklanan visüel semptomlardır. Scotomalar ve/ve-
ya halüsinasyonlar migrenlilerin 1/3’ünde oluşur ve visüel alanın
santral kısımlarında görünür. Yüksek karakteristik bir sendrom has­
taların % 10’unda meydana gelir; genellikle küçük parasantral bir vasıtasiyle strese olan cevabın azaltılması pek çok hastada yardım­
skotoma olarak başlar yavaşça C şeklinde genişler. Işıklı açılar bü­ cı olacaktır. Bu teknikler yoga, meditasyon, hipnozis ve biofeed-
yüyen dış kenarda görünür ve scotoma yayıldıkça ve tutulan visüel back gibi şartlanmaları içerir. Pek çok hasta için bu yaklaşım en iyi
alanın yarısının periferine doğru hareket ettikçe ışıklanır ve perife- şartlarda farmakolojiye bir destektir, Tetikleyici migren faktörlerin­
rik vizyonun ufkunun üzerinde kaybolur. Tüm proses 20-25 dk sü­ den uzak durulması da belirli profılaktik fayda sağlayabilir. (Tablo-
rer. Bu fenomen migren için patognomoniktir ve serebral bir strik- 15.7) maalesef bu tedbirler tüm migren ataklarını önleyemez. Bu
türel anomali ile beraber tarif edilmemiştir. nedenle bu tedbirler yetersiz kaldığında ataklan engellemek için
B a z i l e r M ig r e n Beyin sapı fonksiyonlarında vertigo, disartri farmakolojik yaklaşımlar gerekmektedir.
veya diplopi gibi fonksiyon bozukluklarına bağlı semptomlar tek Akut Migrenin Farm ak olojik Tedavisi Farmakolojik tedavi­
nörolojik semptom olarak %25 hastada oluşur. Basilar migrenin nin ana noktası migrende etkili bir veya daha fazla sayıda ilacın ju-
dramatik bir formu (Bickerstaffs migrain) primer olarak adolesan dious kullanımıdır. Bir hasta üzerinde optimal rejimin seçimi en
kadınlarda görülür. Epizodlar vertigo ataksi, dizartri, tinnitus ve önemlisinin atağın ciddiyeti olduğu bir takım faktörlere bağlıdır
distal ve perioral parestezi takibinde total körlükle başlar. Hastala­ (Tablo 15-8). Orta derecede migren ataklan genelde oral ajanlara
rın _ ’ünde karışık bir tablo ortaya çıkar. Nörolojik semptomlar ge­ cevap verir ortalama etkinlik % 50-70’tir. Ciddi migren atakları pa­
nellikle 2 0 -30 dk sürer ve şiddetli oksipital başağrısı ile devam renteral tedavi gerektirir. Migren tedavisinde en etkili ilaçlar anti-
eder. Bu basillar migren sendromunun çocuklukta ve 5 0 yaş üzerin­ enflamatuar ajanlar, 5-HT1 agonistleri, dopamin antagonistleri ana
de erişkinlerde de görüldüğü bilinmektedir. Beş gün kadar farklı bir majör farmakolojik gruplanndan birinin üyesidir.
sensorium sürüp yüzeysel olarak psikotik reaksiyonları andıran Tablo 15-9’da migrende etkili ilaçlar listelenmiştir. Genelde
konfüzyonel safha şeklini alabilir. Epizoddan sonra tam iyileşme hangi ajan olursa olsun uygun dozda hemen atak başlar başlamaz
kuraldır. kullanılmalıdır. Eğer 6 0 dk içerisinde semptomların geri dönmesi
K a r o t id in ia Bu sendroma bazen alt başağrısı veya fasial mig­ veya azalmaması nedeni ile ek medikasyon gerekirse diğer ataklar
ren denip, insidans 4. ve 6. dekatlarda pik yaparak yaşlı hastalarda için ilk ilacın dozu artırılmalıdır. Migren tedavisi her hasta için
sık görülür. Ağrı genellikle çene veya boyuna lokalizedir, bazen pe­ bireyselleştirilmelidir.
riorbital veya maxiller ağrı oluşabilir; sürekli, derin, sıkıcı ve ızdı-
rap verici tarzdadır epizodik olarak zonklayıcı ve sıkıştırıcı hal aim
Sıklıkla süperimpoze olmuş ice-pick benzeri ağrı bulunur. Ataklar
her biri birkaç dakikadan saatler boyuna dek olmak üzere haftada
bir veya birkaç kez olabilir. Hassasiyet ve servikal karotid arter pul-
sasyonları ve karotid üzerindeki yumuşak doku şişliği ağrının ipsi- Tablo 15-8 Migren Farmakoterapisine Basamak Yaklaşımı
lateralinde bulunur, pek çok hasta ataklar arasında zonklayıcı bir
Basamak Teşhis Tedaviler
ipsilateral başağrısı tarif ederler. Dental travma başağrısı sendro­
munun sık görülen bir katılımcısıdır. Karotid arter tutulumu gele­
Hafif migren Ara sıra zonklayıcı NSAlDs
neksel migren formlarında sık görülmektedir, hastaların % 50’sin- başağrısı Kombinasyon analjezikleri
den fazlasında sık migren atakları ile özellikle hemicranial migren Majör fonksiyon bo- Oral 5-HTı agonist
atakları sırasında tutulan kısımda karotid hassasiyet bulunur. zukluk yok

Moderate Orta veya ciddi başağrısı Oral, nazal veya SC 5-H Tj


migraine Bulantı sık agonist
Fonksiyonlarda bir miktar Oral dopamine antagonists
I ---* Tüm Migrenliler İçin Nonfarmakolojik Yaklaşım lar Mig- bozulmalar
j ren sıklıkla belli bir dereceye kadar bazı nonfarmakolojik yakla-
Severe Ciddi başağrısı > ayda 3 SC, IM veya IV 5-HT, ago-
j şunlar ile yönetilebilinir (Tablo 15-7). Herhangi bir bireyde fayda
migraine kez nists
• sağlayan yaklaşımlar migren yönetimine basit ve kost efektif bir Bariz fonksiyon kaybı IM veya IV dopamine anta-
j yöntem olacağı için rutin uygulanmalıdır. Migrenli hastalar başağ- Aşın bulantı ve kusma gonists
! rısı olmayan bireylere nazaran daha fazla stresle karşılaşmazlar Prophylacüc medicaüons
! burada konu strese aşırı cevapsızlık gibi görünmektedir. Günltik
NOT: NSAlDs, nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar; 5-HT, 5-hydroxytryp-
! hayatın stresi ortadan kaldırılamayacağına göre değişik teknikler tamine.
' sMıi ).'-y Akut'.Migren Tedavisinde Etkili İlaçlar 15 Başağnsı. Migren ve Küme i ipi Başağrısı T
İlaç Jenerik adı Dozaj
N o n s t e r o id A n t i- in fla m a t u a r A j a n l a r (N S A İ D j Bir migrer
V S Vi 1)8 atağının süresi ve ciddiyeti bariz bir şekilde antiinflamatuar ajanlaı
ile azaltılabilir. Gerçekten pekçok teşhis edilmemiş migrenli kendi­
Acetaminophen, Excedrin Migraine İki tablet veya kapsül 6 saatte
ni reçetelenmemiş antiinflamatuar ile tedavi etmeye çalışmaktadır
aspirin, caffeine bir (maks. 8/gün)
(Tablo 15-4) Migren ataklarının erken safhalarında alındığındt
5-H Tj AGÜNİSTLER NSAİD’lerin en etkili olduğu yönünde görüş birliği mevcuttur. An­
cak orta ve şiddetli ataklarda antiinflamatuar ajanların etkisi subop-
Oral
timuıüdur. Asetominofen, aspirin ve kafein kombinasyonu FDA
Ergotamine Ergomar Başlangıçta bir 2 mg sublin­
gual tablet ve 2 saatte bir tarftndan zayıf-orta şiddette kullanılabileceği yönünde rapor almış­
(maks/gün, hafta da maks. 5) tır. Aspirin ve metaklorpromid kombinasyonun tek doz sumatripta-
Ergotamine 1 mg, Ercaf, Wigraine Başlangıçta 1 veya 2 tb sonra na eşit etkili olduğu gösterilmiştir. NSAİD’lerin majör yan etkileri
caffeine 100 mg bir tablet 2 saatte (maks, gün­
dispepsi ve G1S irritasyonudur.
de 6 adet, haftada 10 adet
Naratriptan Amerge Başlangıçta 2.5 mg; 4 saat son­ 5 - H f j A g o n is t le r i O R A L 5-HT| reseptörlerinin stimulasyonu
ra tekrar edilebilinir akut migren atağını durdurabilir. Ergotamine ve dihidroergotamir
Rizatriptan Max alt Başlangıçta 5-10 mg tb 2 saat nonselektif reseptör agonistleri iken triptanlar olarak bilinen ilaç
Maxalt-MLT sonra tekrarlanabilir (males.- grupları seİektİf agonistlerdir. Çeşitli triptanlar (naratriptan, rizat­
30 mg/gün)
riptan, sumatriptan, zolmitriptan) migren tedavisinde artık piyasa­
Sumatriptan lmitrex Başlangıçta 50-100 mg tb, 2
saat sonra tekrarlanabilir ya çıkmıştır (Tablo 15-9).
(maks. 200 mg/g) THptan sınıfı ilaçların herbirinin benzer farmakolojik özellikle­
Nazala. ri vardır ancak klinik etkileri yönünden ufak tefek farklılaşmalaı
Dihydroeigptamine Migranal Nasal Nazal spreyden önce pompa
görülüf. A BD ’de en hızlı ve en etkili olarak günümüzde rizatriptan
Spray 4 kez prime edilmeli; her bu­
run deliğine bir sprey gösterilrilektedir. Sumatriptan ve zolmitriptan aynı oranda etkilidir­
(0,5 mg) ve 15 dk. sonra ikin* ler ve başlangıç üzerine de etkileri aynıdır, ancak naratriptan en az
ci kez uygulanma T etkilive ert yavaş etkili olandır. Klinik etkinlik potens, biyoyararla-
Sumatriptan lmitrex nazal sprey 5-20 mg sprey herbir burutl
nımdan daha ziyade tmax (pik plasma seviye zamanı) bağlı gibi gö-
deliğine 5 mg’dan 4 sprey ve­
ya 20 mg tek sprey (40 mg/
rünmektedi (Tâblo 15-10). Bu gözlem hızlı etkili analjeziklerin ya­
gün dozu aşmadan 2 saat son­ vaş etkililerden daha efektif olduğunu gösteren çalışmalarla uyum­
ra tekrarlanabilir) ludur..
Parenteral ;
Maalesef selektif bir oral 5-HTş ile monoterapi hızlı, kalıcı ve
Dihidroergotamin DHE-45 Başlangıçta lmg IV, İM veya
tam bir migren remisyonu tüm hastalarda sağlamaz. Triptanlar au-
SK ve saatte 1 (maks. 3 mg/
gün, haftada 6 mg) ralı migrende aura tamamlanıp ba başladıktan sonra verilmedikçe
Sumatriptan imitrex enjeksiyon Başlangıçta 6 mg SK (1 saat etkili değillerdir. Yan etki az ve geçici oisa bile hastaların % 89’un-
sonra 24 saatte iki dozun: da görülür, dahası 5-HT1 agonistleri KVS hastalığı olanlarda kont-
maksimumu için tekrarla­
rendikedır. Ba rekürrensi triptan kullanımının major sınırlayıcısıdır
nabilir)
ve hastalann % 40-78’ inde görülür,
DOPAMİN ANTA GON İSTLERİ Ergotamifı preperatlan 5-HTj reseptörlerini nonselektif yollar­

Oral la uyarır. Kusma yaratmayan ergotamin dozuyla başlanmalıdır,


Metoklopramld Reglana, generica 5-10 mg/gün çünkü kusma uyaran doz çok yüksek olup başağnsını artırabilir. Er­
Proklorperazin Compazin", generic" 1-25 mg/gün gotamin sublingual form haricinde (Ergomar) oral ergotamin for-
mulâSyönları 100 mg kafein içerir, (teorik olarak ergot absorbsiyo-
Parenteral
nuhu artırmak ve ek vasokonstriktif aktivite sağlamak amacıyla)
Klorpromazin Generic" 0,1 mg/kg dk. da 2 mg; Maks.
35 mg/gün Migren ataklarında ortalama oral ergotamin dozu 2mg dır. Migren­
Metoklopramid Reglan" generic 10 mg IV de ergotamin efektivitesini gösteren klinik çalışmalar triptanlann
Proklorperazin Compazin", generic" 10 mg IV kullanıldığı metodlardan önce olması nedeniyle eıgotaminlerin
triptanlara karşı klinik etkilerinin değerlendirilmesi zordur. Genel­
D İĞ ER
de ergolar triptanlara nazaran daha fazla bulantı ancak daha az ba-
Oral şağrısına neden olur.
Asetaminofen Midrin, duradrin, Başlangıçta iki kapsül deva- N AZAL Hastalann kendi kendilerine kullanabildiği en hızlı et­
325 mg generic mında 1 kapsül saatte 1
kili nonparenteral antimigren terapiler dihidroergotaminin (Mig-
arU dikloralfe- (maks. 5 kapsül)
nazon 100 mg
artı isometeften
65 mg
Tabio 15-10 Ora) Triptanlann Karşılaştırm alı Farm akolojisi
Nazal
Butorfanol Stadol" 1 mg (bir burun deliğine 1
sprey) gerekirse 1-2 saatte Oral 2. saatte
tekrarlanabilir bioyarar- klinik
Parenteral İlaç ve doz *max>h hn> h lanım % etkinlik %
Narkotikler Generic" Çoklu preparatlar ve dozlar;
bakınız tablo 12-1. Rizatriptan, 10 mg 1-2 2-3 45 71
Zolmitriptan 2.5 mg 2 2.5-3 44 65
“ Migren için Birleşik devletler Yiyecek ve İlaç yönetimi tarafından sipesifık olarak Sumatriptan, 50 mg 2-3 2 14 61
belirtilmemiştir.
NOT: NSAİDs, nonsteroid anti-inflamatuar ilaçlar: 5 HT, 5-hidroksitriptamin. “ Bilgi ABD, FDA ‘nın günlük tavsiyeler paketinden adapte edilmiştir..
78 •;( H,t ,sı:!iiki;ıı;il. V;!;! B ' ü / i t i 1.ri '.C V a k t i ı m Ş e k i l l e n iuiiio 15-11 Af^iYmn i-VunJak İ«k İNİİKİÜ H ilaçlar

İlaç Jenerik Adı Dozaj


rand) veya suınalriptanın (Imitrex nasal) nazal formulasyonlannı
içerir. Nazal sprey 30-60 dk da yüksek kan seviyelerine ulaşır. An­ /3-Adrenergic agents
cak ııu/.al tormulasyonlar uygunsuz dozlama, kötü tat, ve değişken Propranolol lnderal
Inderal LA 80-320 mg 4/gün
cikiıılik nedeniyle kötü yönleridir. Teoride nazal spreyler diğer for-
Timolol Blocadren 20-60 mg 4/gün
ııuılasyonlara göre migren ataklarında daha hızlı ve etkili iyileşme Anti konvul sanlar
sağlasa da bilinen etkinlikleri sadece yaklaşık % 50-60’dır. Sodium valproate Depakote 250 mg 2/gün
PA REN TERA L Dihidroergotamine (D H E-45 Injectable) ve su­ (maksi000 mg/g)
Trisiklik Antidepresanlar
matriptan (Imitrex SC) gibi ilaçların parenteral kullanımı bir mig­
Amitriptyline Elavil,“ generic 10-50 mg 4/gün
ren atağını hızlı iyileştirebileceği yönünde FDA tarfından onaylan­ Nortriptyline Pamelor," generic 25-75 mg 4/gün
mıştır. Dihidroergotaminin pik seviyeleri I.V kullanımdan sonra Monoamine oxidase inhibitors
3dk, I.M kullanımdan sonra 30dk ve S.C kullanımdan sonra 45 dk Phenelzine Nardil" 15 mg 3/gün
içinde sağlanır. Eğer bir atak henüz pik yapmamışsa S.C veya I.M Isocarboxazid Marplan" 10 mg 3/gün
Seratonerjik İlaçlar
1 mg dihidroergotamin, hastaların % 80-90’ında yeterlidir. Hastala­
Methysergide Sansert 4-8 mg 4/gün
rın % 70-80’inde 6mg S.C sumatriptan etkilidir. Cyproheptadine Periactin" 4-16 mg 4/gün
D opam in an tagon istleri ORAL Oral dopamin antagonistleri Diğer
migrende ek tedavi olarak düşünülmelidir. Migren atakları sırasın­ Verapamil Calan" 40-240 mg 4/gün
lsoptin"
da GIS motilitesinin azalması nedeniyle ilaç absorbsiyonu bozulur.
Gecikmiş absorbsiyonda bulantı olmaz ve atağın süresine değil cid­ a U.S. Tarafından migren için bariz endikasyon almamıştır
diyetine bağlıdır. Bu yüzden oral NSAİD 1er ve/ya triptan ajanlar
yetmediğinde metaklorpromid lOmg gibi bir dopamin ant inin ek­ nin profilaktik tedavisi için FDA tarafından onaylanan ilaçlar prop­
lenmesinin gastrik absorbsiyonu artırdığı düşünülmektedir. Ek ola­ ranolol, timolol, Na valproat ve methyserdide içerir. Ek olarak bir
rak dopamin antagonistleri bulantı ve kusmayı azaltıp normal gast­ takım diğer ilaçlarda profilaktik etki sağlar görünmektedir. Bu grup
rik motiliteyi sağlayabilirler. ilaçlar amytriptilin, nortriptilin, verapamil phenelzine isocarbazid
PA REN TERAL Parenteral dopamin antagonistleri (ör: klorpro- ve siproheptaidindir. Phenelzine bir MAO inhibtörüdür bu yüzden
mazine, proklorperazine, metaklorpromid) parenteral 5-HTj ago- tiramin içeren yiyecekler, dekonjestanlar ve meperedine kontrendi-
nistleri ile kombine kullanılabilir ve migrende akut iyileşme sağla­ kedir. Methysergid 8 aydan uzun kullanımlarında retroperitoneal
yabilir. Ciddi migren tedavisinde sık kullanılan bir protokol 2 dk da veya kardiak valvular fibrozise neden olabilir bu yüzden kullanan
5 mg proklorperazine ve 0.5m g dihidroergotamin karışımının veril­ hastalarda monitorizasyon gereklidir. Fibrotik komplikasyon riski
mesidir. 1:1500 olup ilaç durdurulduktan sonra muhtemelen geri dönmekte­
A kut m igren için d iğ er m ed ikasy on lar ORAL Asetaminofen, dir (Tablo 15-11).
dikloralfenazone ve izometepten (mirdin, duradrin) kombinasyonu Antimigren ilaçlarının herhangi biri ile başarı ihtimali %50-
bir veya iki kapsül FDA tarafından migren tedavisinde olası etkili 7 0 ’tir, yani bir ilaç her ay kullanılırsa birkaç ay içinde stabilizasyon
olarak sınıflandırılmıştır. Migrende bu kombinasyon analjeziğin et­ efektif olarak gerçekleşebilecektir. Pek çok hasta düşük doz amyt­
kilerini gösteren klinik çalışmalar triptanların kullanıldığı klinik riptilin, propranolol veya valproat ile uygun şekilde tedavi edil­
deney metodolojilerini predate etmesinden dolayı bu sempatomi- mektedir. Eğer bu ajanlar işe yaramaz ise veya kabul edilemez yan
metik bileşiğin diğer ajanlarla karşılaştırıldığında klinik etkisini etkiler ortaya çıkar ise methysergid veya phenelzine kullanılabili-
değerlendirmek güçtür. nir. Efektif stabilizasyon elde edildikten sonra ilaca 5-6 ay devam
NAZAL Akut ağrı tedavisinde nazal bir preperasyon olan butor- edilir ve sonra süren ihtiyaca göre ayarlama yapılır. Pek çok hasta
fenol tedaviye sunulmuştur. Tüm narkotikler gibi nazal butorfanol medikasyona devam edemez ve daha az sayıda ve daha az yoğun­
kullanımı aşağıda tarif edildiği gibi seçilmiş grup hastalara sınır­ lukta ataklar yaşar; bu da ilaçların migrenin doğal seyrini değiştir­
landırılmalıdır. diğini düşündürmektedir.
PA REN TERAL Narkotikler migrenin akut tedavisinde efektif­
tir. Ör: İ.V 50-100 mg meperedine (Demerol) acil odalarında sık­ K Ü M E BA ŞA Ğ RISI Bu grup için bir takım isimler kullanıl­
lıkla kullanılmaktadır. Bu rejim migren ağrısını elimine ettiği man­ mıştır R a e d e r s e n d r o m u , h ista m in s e fa l a l j is i v e s fe n o p a la tin e n ö-
tığıyla çalışılmaktadır. Ancak iki ana sebepten dolayı bu rejim re- r a lji g ib i. Küme başağnsı farklı ve tedavi edilebilinir bir vasküler
künen başağnsı olan hastalarda suboptimal olmaktadır. 1; Narko­ başağrısı sendromudur. Epizodik şekli sık görülür. Günde 1-3 kısa
tikler altta yatan başağrısı mekanizmasını tedavi etmezler, daha çok süreli periorbital ağrı atağı olarak yaklaşık 4-8 hafta sürer ve orta­
ağrı algılanmasını değiştirecek şekilde etki gösterirler. 2; narkotik­ lama bir yıl ağrısız bir dönem ile devam eder. Kmik formu yeni
lerin tekrarlayan kullanımı belirli problemlere neden olabilir. Oxy- başlamış ve epizodik şekli takiben birkaç yıl sonra ortaya çıkmış
codon (pereodon) veya hydrocodone (vizoden) oral narkotik alan olabilen remisyon periodlarının yokluğu ile karakterizedir Her tip
hastalarda narkotik addiction migren tedavisini büyük ölçüde karış­ bir diğerine dönüşebilir. Erkekler kadından 7-8 kat daha fazla etki­
tırabilir. Narkotik craving ve/ya çekilme nedeniyle oluşan başağrı- lenir, herediter faktörler genelde yoktur. Başlangıç 20-50 yaş ara­
sını migren ağrısından ayırmak zordur. Bu yüzdenmigrende narko­ sında olsa da hayatın ilk dekatında da görülebilir. Propranolol ve
tik kullanımının ciddi ancak sık olmayan ve diğer farmakolojik amitriptilin büyük bir oranda ineffektiftir. Lityum küme başağrısın-
ajanlara cevap vermeyen hastalara sınırlandırılmalıdır. da etkili migrende etkisizdir. Küme sendromu klinik, genetik ve te-
Migrenin Profılaktik Tedavisi Şu anda migreni stabilize et­ rapotik olarak migrenden farklıdır. Ancak iki bozukluğun karışmış
me kapasitesi olan çok sayıda ilaç piyasadadır. (Tablo 15-11) Bu özellikleri sıklıkla bir arada görülür ve bu da patogenezlerinde or­
yaklaşımın kullanılması kararı atakların sıklığına ve akut tedaviye tak noktaların olabileceğini düşündürmektedir.
ne oranda cevap alındığına bağlıdır. Ayda en az 3 atak oluşumu bu Klinik Özellikler periorbital ve daha az olarak temporal ağrı
tarz yönünde bir endikasyon olabilir. İlaçlar günlük alınmalıdır ve herhangi bir uyarı olmadan başlar ve 5 dk içinde kreşendoya ulaşır.
bir etki görülmeden önce en az 2-6 haftalık bir boşluk olur. Migre- Çok şiddetlidir, derindir, nonfluktuandır ve patlayıcı tarzdadır, sa-
■leu: ıı.iifiicH pHlsauIılir. Ağrı lıep tek taraflıdır ve ilerleyen aylarda 79
,ıynı ı.ttitlı ' ikiler, Ataklar 30 dk-2 saat sürer homolateral lakrimas-
,iiiı ,i'iıi|(iı)mlaıı, göz kızarması, nazal stuffiness(havasızlık), göz OPHOFF RA et al: Familial hemiplegic migraine and episodic ataxia type-2 are
caused by mutations in the Ca2+ channel gene CACNL1A4. Cell 87:543,
kapağı dıişınesi ve bulantı olur. Alkol hastaların%70’inde atakları
1996
provoke eder ancak geri dönüş,olduğunda provokatif etkisi azalır; PASCUAL J et al: Cough, exertional, and sexual headaches: An analysis of 72
alkole İni oıı-off duyarlılık küme başağrısının patonomoniğidir. benign and sympiomatic cases, Neurology 46:1520, 1996
PEROUTKA SJ: Dopamine and migraine. Neurology 49:650, 1997
Migrenin tersine yiyecekler ve emosyonel faktörler nadiren ağrıyı
PEROUTKA SJ et al: Clinical susceptibility to migraine with aura is modified
Iuesipite ederler. by dopamine D2 receptor (DRD2) Ncol alleles. Neurology 49:201, 1997
Hastaların % 85’inde ataklarda göze çarpan bir periodizm mev­ RASKIN NH: Headache, 2d ed. New York, Churchill Livingstone, 1988
ruttur, Günlük ağrı ataklarından en az biri küme ağrısının süresiy­ SCHWARTZ BS et al: Epidemiology of tension-type headache. JAMA 279:381,
1998
le aynı saatte meydana gelir. Oluşması vakaların % 50’sinde noktur- S1LBERSTE1N SD et al: Classification of daily and near-daily headaches: Field
nat olup, ağrı uykuya dalmanın ilk iki saati içerisinde hastayı uyan­ trial of revised 1HS criteria. Neurology 47:871, 1996
dırır. TOUN1ER-LASSERVE E: CACNA1A mutations: Hemiplegic migraine, episo­
dic ataxia lype 2, and the others. Neurology 53:3, 1999
Patogenez Ağrı ataklarına eşlik eden kalıcı serebral kan akımı
değişikliği yoktur. Atakların periodizmi santral bir mekanizmayı
telkin eden en güçlü delildir, santral bir mekanizmanın varlığı ağrı­ John W.Engstrom
ya eşlik eden otonomik semptomların bilateral ve ağrılı tarafta da­
ha fazla olması ile desteklenmektedir. Bu bozuklukta hipotalamus
SIRT ve BOYUN AUR.ISÎ
aktivasyon bölgesi olabilir. Arka hipotalamus otonomik fonksiyon­ Mustafa Aktekin
ları regüle eden hücrelere sahipken, ön hipotalamus sirkadyen pa­
cemaker temelini oluşturan hücrelere sahiptir (suprakiazmatik nük-
AAA abdominal aort anevrizması MR1 magnetik rezonans görün-
lei içinde ) Her ikisinin aktivasyonu küme başağrısı semptomları­
ALBP akut alt batın ağrısı tüleme
nın açıklanması için gereklidir. Pacemaker; seratonerjik dorsal rafe CLBP kronik alt batın ağrısı NSAID 1er nonsteroidal antienfla-
projeksiyonları tarafından module ediliyor olabilir. Sonuç olarak CPG 1er klinik pratik uygulamalar matuar ilaçlar
CSF serebrospinal sıvı PT fizik ledavi
migren ve küme başağrısının değişik noktalardaki anormal serato­ CT bilgisayarlı tomografi RA romatoid artrit
nerjik nörotransmisyon neticesinde ortaya çıktığı söylenebilir. EMG elektro myografi SLR düz bacak kaldırılması
TOS torasik çıkış sendromu

TEDAVİ En tatmin edici tedavi atak sona erene dek küme


Toplumda sırt ve boyun ağrısının önemi aşağıdaki şekilde vurgula­
... 1 ataklarını önleyen ilaçların kullanılmasıdır. Efektif profilaktik
nabilir: (1) Amerika Birleşik Devletleri’nde sırt ağrısının yıllık ma­
ilaçlar; prednisone, Lityum,Methysergid, ergotamine, Na valproate
liyeti 20 ile 50 milyar dolar arası olarak tahmin edilmektedir; (2) 45
ve verapamildir. Lityum(600-900mg/g) hastalığın kronik formla­
yaşın altındaki erişkinlerde en yaygın iş görememezlik nedeni sırt
rında özellikle faydalı görünmektedir. 10 günlük prednisone tedavi
ağrılarıdır; (3) bir araştırmaya göre çalışan erişkinlerin % 50’sinde
ile ilk 7 gün 60mg sonra gittikçe azalma ile çoğu hastada dönemi her yıl sırt ağrısı gözlenmektedir; (4) A.B.D, nüfusunun yaklaşık
kesebilir. Ergotamine kullanıldığında beklenen bir ataktan bir iki % 1’i sırt ağrısı nedeni ile kronik olarak iş göremez durumdadır.
saat önce verilmesi en faydalı olduğu zamandır. Günlük ergotamin Sırt ağrısı bulunan hastaların akılcı ve etkin tedavisine yönelik
kullanıldığında, haftalık limit 14mg sağlanmalı ve hasta ergotizm olarak bu hastalar için klinik uygulama rehberleri (KUR) oluşturul­
semptomlarına yönelik eğitilmelidir. muştur. Bu rehberler hastanın değerlendirilmesi ve tedavisinin her
adımında öncülük eden algoritmalardır. Akut bel ağrıları (ABA)
BİBLİO G R A EYA için oluşturulmuş rehber tamamlanmamış kanıtlara dayanmakla
BRESLAU N: Psychiatric comorbidily in migraine. Cephalalgia 18(Suppl 22): birlikte (Bkz. Algoritmalar, Şekil 16-6), ortak bir tıbbi uygulama­
56, 1998 nın standart hale getirilmesi amaçlanmışın Gelecekte sırt ağrısına
CAO Y et al: Functional MR1-BOLD of visually triggered headache in patients
yönelik K U R’larda esaslı değişiklikler yapılması öngörülmektedir.
with migraine. Arch Neurol 56:548, 1999
COUCH JR: Headache to worry about. Med Clin North Am 77:141, 1993 Kronik bel ağrılı (K BA ) hastaların durumu ise daha karmaşık olup,
EDLOW JA, ÇAPLAN LR: Avoiding pitfalls in lhe diagnosis of subarachnoid basit algoritmik yaklaşımlara şu anda cevap verir nitelikte değildir.
hemorrhage. N Engl J Med 342:29, 2000
FR1SHBERG BM: The utility of neuroimaging in lhe evaluation of headache in
patients with normal examination. Neurology 44:1191, 1994
GERV1L et al: The relative role of generic and environmental factors in migra­ VERTEBR A ANATOMİSİ
ine wilhoul aura. Neurology 53:995, 1999
GOADSBY PJ: Serolonin 5-HT IB/ID receptor agonisls in migraine. CNS Vertebranın ön tarafı birbirinden discus intervertebralis’ler aracılı­
Drugs 10:271, 1998
ğı ile ayrılan silindirik şekilli vertebra gövdelerinden oluşur ve li-
LANCE JW, GOADSBY PJ: Mechanism and Management of Headache, 6th ed.
London, Bulterworth Scientific, 1998 gamentum longitudinalis anterior ve posterior tarafından birarada
L1PTON RB: Pharmacologic profile and clinical efficacy of rizatriptan. Headac- tutulur. Discus intervertebralis ortada jelatinöz bir yapıdaki nucle­
\ he 39 (Suppl 1):S9, 1999 us pulposus ve onun etrafında daha sert bir kıkırdak halka olan anu-
L1PTON RB et al: Efficacy and safely of acetaminophen, aspirin and caffeine in
lus fibrosus’tan meydana gelir. Bu diskler columna vertebral is’in
alleviating migraine pain. Three double-blind, randomized, placebo-cont­
rolled trials. Arch Neurol 55:210, 1998 uzunluğunun % 25’ini oluşturur, (Şekil 16-1 ve 16-2), Diskler me­
MAY A et al: Hypothalamic activation in cluster headache attacks. Lancet dulla spinalis’ in en hareketli olduğu bölgeler olan servikal ve lom-
352:275, 1998 ber bölgelerde en büyüktür. Gençlerde daha esnektir ve vertebrala-
MAY A el al: Correlation between structural and functional changes in brain in
rın birbiri üzerinde rahatça hareket edebilmelerine imkan sağlar.
an idiopalhic headache syndrome. Nature Med 5:836, 1999
MOSKOW1TZ MA, COUTRER FM: Attacking migraine headache from begin­ Esnekliği yaşla birlikte kaybolur. Omurganın ön kısmının görevi,
ning lo end. Neurology 49:1193, 1997 yürüme ve koşma gibi tipik hareketler sırasında şoku emmektir.
OLESEN C et al: Pregnancy outcome following prescription for sumatriptan.
Vertebranın arka tarafı arcus vertebrae’ler ve yedi tane uzantı­
Headache 40:20, 2000
OLESEN J: Headache Classification Commitlee of the International Headache
dan oluşur. Her bir arcus vertebra önde bir çift silindirik pediculus
Society. Classification and diagnostic criteria for headache disorders, crani­ ve arkada bir çift laminaya sahiptir (Şekil 16-1). Arcus vertebra her
al neuralgia, and facial pain. Cephalalgia 8(Suppl 7): 1, 1988 iki yana birer tane olmak üzere processus transversus (transvers çı-
80 İJ ! I,ıM.iıiKı.iım Aıi;ı B u l g u u n '. c ;;,,\ d „ ri .-ji-xilivi l servikal bölgede) çıkar. Omurga kanalmın servikal bölgesindeki
patolojiler omurilik basısına yolaçarken, lomber bölge patolojile­
rinde bu gözlenmez.
Omurganın ağrıya duyarlı yapıları vertebra gövdesi perioste-
umu, dura mater, faset eklemler, discus intervertebralis’in anulus
fıbrosus’u, epidural venler ve ligamentum longitudinalis posteri-
o r’dur. Sinirsel olmayan tüm bu yapıların zedelenmesi ağrı oluştu­
rabilir. Normal şartlarda discus intervertebralis’teki nucleus pulpo-
sus ağrıya duyarlı değildir. Ağrı duyusu, medulla spinalis’in herbir
segmentine ait spinal sinirden çıkan ve aynı seviyede foramen in-
tervertebrale’den tekrar spinal kanala dönen sinuvertebral sinir (r.
meningeus) ile taşınır, Omurga ve omuriliğe ait ağrıya duyarlı bu
karmaşık yapıların hastalıkları sinir kökü basısı olmadan pek çok
sırt ağrısını açıklayabilir. Omurganın lomber ve servikal bölgeleri
potansiyel olarak hem hareketin hem de yaralanmanın en çok oldu­
ğu yerlerdir.

Anterior Hastaya Yaklaşım


Sırt Ağrısı Tipleri Hasta tarafından tarif edilen ağrının tipinin
A
anlaşılması ilk basamak değerlendirmede çok önemlidir. Spesifik
Posterior In d su ra ve rte b ra lls Anterior değerlendirme gerektiren altta yatan ciddi hastalıklar bakımından
P rocessus superior
risk faktörlerinin tespiti için dikkat gösterilmelidir.
articularis superior
L o k a l a ğ r ı, sinir uçlarına bası yapan ya da uyaran, ağrıya du­

Foram en yarlı yapıların gerilmesi sonucu oluşur. Ağrının yeri sutta etkilenen
P roessus transversus intervertebrale yerin yakındadır.
(Transvers çıkıntı) S ırta y a n sıy a n a ğ r ı abdominal ya da pelvik organlardan kay­
naklanabilir. Ağrı genellikle primer olarak abdominal ya da pelvik
D iscus
P rocessus spinosus intervertebralis olarak tanımlanır ancak sut ağrısı eklenmiştir ve genellikle postür-
(spinöz çıkıntı) ~ den etkilenmez. Hasta bazen sadece sut ağrısından şikayetçi olabi­
lir.
C orpus Omurga ağrısı sutta yerleşebilir veya kalça ile alt ekstremiteye
yansıyabilir. Üst lomber bölgeyi etkileyen hastalıkların ağrısı lom­
ber bölge, kasık ya da uyluğun ön tarafına yansu. Alt lomber böl­
geyi etkileyen hastalıkların ağrısı ise kalça, uyluğun arka tarafı ya
da nadiren baldua yansu. Ağrıya duyarlı yapılara uygulanan enjek­
P rocessus articularis
inferior Inclsura vertebralis siyonlar herhangi bir dermatom sahasına uymayan bacak ağrısı
Inferior oluşturabilir. Bu ”sclerotomal” ağrının gerçek patogenezi açıklana­
bilmiş değildir, ancak sinir kökü basısı olmayan kombine sut ve ba­
cak ağrısı olan durumları açıklayabilir.
ŞEKİL 16-1 (Andrea Gauthier Cornuelle ve Diane H. Gronefeld’in iz­
R a d ik ü le r sırt a ğ r ıs ı tipik olarak keskindir ve bir sinir kökünün
niyle, Radiographic Anatomy Positioning. New York, McGraw-Hill,
1998.) seyrini izleyecek şekilde omurgadan bacağa yayılu (Bkz. "Lomber
Disk Hastalığı”). Öksürme, hapşırma ya da kann kaslarının istemli
kıntı) ve arkaya doğru tek olarak processus spinosus (spinöz çıkın­ kontraksiyonu (ağu cisimlerin taşınması gibi) varolan ağrının uza­
tı) adlı uzantılarını verir. Ayrıca alt ye üst eklem yüzü halinde her masına yolaçar. Ağrı siniri ya da sinir köklerini geren pozisyonlar­
iki tarafta ikişer tane uzantısı bulunur. Omurganın arka kısmının da artabilir. Oturmak siyatik siniri (L5 ve Sİ kökleri) gerer çünkü
görevi spinal kanaldaki omurilik ile sinirleri korumak ve kaslarla sinir kalçanın arkasından geçer. Femoral sinir (L2, L 3 ve L 4 kökle­
ligamentlerin tutunması için alanlar sağlayarak omuriliği sabitle- ri) kalçanın önünden geçer ve oturmakla gerilmez. Tek başma ağrı­
mektir. Processus spinosus ve transversus’ a tutunan kasların kasıl­ nın tarifi sıklıkla sklerotomal ağrı ve radikülopati ayrımını yap­
ması sonucu omurganın fleksiyon, ekstansiyon ve yana doğru eğil­ makta yetersizdir.
me gibi hareketleri yapılır. Dik olarak duran bir insanda ağırlık Kas spazmına eşlik eden ağrı, nedeni bilinmemesine rağmen
merkezi omurganın önünde bulunur. Bu pozisyon, omurganın yan genellikle omurga bozuklukları ile birliktedir, Spazm postür bozuk­
tarafında bulunan ve lamina, processus transversus ve processus lukları, kasılmış paravertebral kaslar ve künt ağrı ile birarada bulu­
spinosus’a tutunan iyi gelişmiş kasların kademeli kasılmaları ile nur.
korunur. İstirahat halindeki veya belirgin bir postür bozukluğu ile birlik­
Servikal bölgede sinir kökleri kendilerine karşılık gelen verteb­ te olmayan ağn altta yatan ciddi bir neden (örneğin: tümör, kırık,
ra gövdesinin daha üst seviyesinden çıkarken (C 7 sinir kökü 6. ve enfeksiyon ya da iç organlardan yansıyan ağrı gibi) için şüpheleri
7. vertebralar arasından çıkar), lomber ve torakal bölgelerde kendi­ arttırır. Altta yatan nedenleri araştıruken sut ağrısının gelişimi ile
lerine karşılık gelen vertebra gövdesinin daha altından çıkar (T l- bağlantılı şartların bilinmesi önemlidir. Trafik veya iş kazası geçir­
T1 ve T2 arasından çıkar). Medulla spinalis L1 ya da L 2 vertebra­ miş bazı hastalar psikolojik nedenlerle ağrılarım abartabilirler.
lar seviyesinde sonlanır. Sonuçta, lomber sinir kökleri omurilik ka­ Sırt Muayenesi Kann ve rektum muayenesini içeren bir fizik
nalı içerisinde üst lomber bölgeden foramen intervertebrale’deki muayene önerilir. İç organlardan yansıyan ağn (pankreatit, abdo­
çıkış noktalarına kadar uzun bir seyir gösterir ve bu sırada herhan­ minal aorta anevrizması), kann muayenesi ya da kostovertebral açı
gi bir yerde zedelenebilir. Örneğin, L 4-L 5 seviyesindeki disk her- perküsyonu (piyelonefrit, adrenal hastalığı, L 1-L 2 processus trans­
nilerinde Sİ sinir köküne bası sık gözlenir (Şekil 16-3). Aksine, versus kınğı) şuasında yeniden ortaya çıkanlabilir.
servikal bölgedeki sinir kökleri omurilik kanalı içerisinde kısa bir Omurga (Şekil 16-2) normal olarak torakal bölgede kifoz, lom­
seyir gösterir ve kendine karşılık gelen omurilik segmenti ile aym ber ve servikal bölgelerde lordoz gösterir. Bu normal durumun
seviyeden (üst servikal bölgede) veya bir segment aşağısından (alt abartılı halinde ise torakal bölgede hiperkifoz (kamburluk), lomber
«İt lıîpuılunloz olabilir. Lomber paravertebral kasların ■i:'i \v İ-İh VUII A i ' i'IN! 81
\p.ı/.uu tomiıer bölgedeki normal lordozun düzleşmesine yol açar.
iıiNpeksiyoıı ile omurganın yana doğru olan eğrilikleri ya da kas
spazmını gösteren paravertebral kasların asimetrisi ortaya konula­
bilir. Kasılı haldeki paravertebral kaslar lomber bölge hareketini kı­
sıtlar. Etkilenen bölgedeki processus spinosus’un palpasyonu ya da
perküsyonu sıklıkla ağrıyı yeniden ortaya çıkartır.
Paravertebral kas spazmı nedeniyle öne doğru eğilme sıklıkla
kısıtlanmıştır. Lomber omurganın hastalığında kalça fleksiyonu
normaldir ancak lomber fleksiyon kısıtlı ve bazen ağrılıdır. Zede­
lenmiş dokunun karşı tarafına doğru yapılan yana eğilmede hareket
kısıtlılığı ve ağrı olur. Sinir kökü basısı ya da omurga hastalığı
mevcut ise omurganın hiperekstansiyonu (hasta yüzükoyun yatar­
ken veya ayakta) kısıtlanmıştır.
Kalça hastalığından kaynaklanan ağrı lomber omurga ağrısını
taklit edebilir. İlk hareket tipik olarak kalçanın iç rotasyonudur. Diz
ve kalça fleksiyonda iken kalçaya elle iç ve dış rotasyon yaptırıl­
ması (Patrick işareti) ve aynı şekilde (uzatılmış gergin bir bacakta)
topuğun avuç içi ile perküsyonu ağn oluşturabilir.
Supin pozisyonda diz ekstansiyonda iken uyluğun karma doğ­
ru pasif fleksiyonu L5 ve Sİ sinir kökleri ve siyatik sinirin gerilme­
sine neden olur çünkü sinir kalçanm arkasından geçer. Bu işlem sı­
rasında ayağın pasif dorsal fleksiyonu gerginliği arttırır. Normalde
ağrı olmaksızın en az 80“ ’ye kadar fleksiyon yapılabilirken, hamst­
ring kasları bu hareketi kısıtlayıp ağrıya neden olabilir ve bu durum
hasta tarafından hemen belirtilir. Eğer bu işlem hastada sırt-bel ağ­
rısına yol açıyorsa düz bacak kaldırma (DBK) işareti pozitiftir.
DBK işaretini hasta otururken de ortaya çıkarmak bulgunun tekrar­
lanabilir olduğunu belirlemede yardımcı olur. Hasta ağrısının yeri­
ni belde, kalçada, uyluğun arkasında ya da bacakta olarak tarif ede­
bilir ancak önemli olan hastanın ağrısının yeniden ortaya çıkarıl­
masıdır. Çapraz DBK işareti ise hastada testin uygulandığı tarafın
karşı tarafında, kalça ya da bacakta ağrı oluşmasıdır. Sinir ya da si­ ŞEKİL 16-2 Columna vertebralis anatomisi. (Andrea Gauthier Cor-
nir kökü lezyonu daima ağrı olan taraftadır. Ters DBK işareti, has­ nuelle ve Diane H. Gronefeld’in izniyle, Radiographic Anatomy Posi­
ta ayakta dururken bacağmın pasif olarak arkaya doğru gerilmesi
tioning. New York, McGraw-Hill, 1998.)
ile ortaya çıkarılır. Bu işlem L 2-L 4 sinir köklerini ve femoral sini­
ri gerer çünkü sinir kalçanın önünden geçer. İşlem hastada ağn (Konu 357) katılımının değerlendirilmesinde kullanılabilir. Sinir
oluşturursa ters DBK testi pozitiftir. kökü hasarına bağlı fokal duyu kaybında duyu iletim çalışmaları
Nörolojik muayene güç kaybı, kas atrofısi, fokal refleks deği­ normaldir çünkü dorsal kök ganglionlannda sinir kökleri sinir hüc­
şiklikleri, ayaklarda duyu azalması ve medulla spinalis hasarına ait re gövdelerinin proksimalindedir. Radikülopati’de iğne EM G’nin
işaretlerin araştınlmasmı içerir. Spesifik sinir kökü lezyonlanna ait
bulgular Tablo 16-1 ’de gösterilmiş ve aşağıda tartışılmıştır.
Laboratuar Çalışmaları Tam kan sayımı, eritrosit sedimen-
tasyon hızı, biyokimya profili ve idrar analizi gibi rutin laboratuar
çalışmalan, akut (3 aydan daha az), non spesifik, bel ağrılannın
başlangıç değerlendirmesi için nadiren gereklidir. Eğer altta yatan
ciddi hastalıklar için risk faktörleri mevcut ise o zaman (hasta hika­
yesi ve muayene bulgularına göre) laboratuar çalışmaları endikedir
(Şekil 16-6B).
Omurga kırığı için risk faktörleri (travma, kronik steroid kulla­
nımı) mevcut ise lomber ve servikal düz grafiler yardımcı olabilir.
A kut, n o n s p es ifık b e l a ğ r ıs ın d a r is k fa k t ö r le r in in y o k lu ğ u n d a rutin
lo m b e r g r a file r p a h a l ı v e n a d ir e n f a y d a l ı y ö n tem lerd ir. Manyetik
rezonans görüntüleme (MRG) ve bilgisayarlı tomografi (BT)-mye-
lografi omurgayı tutan çoğu ciddi hastalığın değerlendirilmesinde
radyolojik yöntemler olarak ön plana çıkmıştır. Genellikle yumu­
şak dokuların değerlendirilmesinde MRG daha üstün iken, foramen
intervertebrale gibi kemik yapılar BT- myelografi ile daha uygun
bir biçimde görüntülenmekte ve özellikle klostrofobik hastalar ta­
rafından daha iyi tolere edilebilmektedir. Çok nadir istisnalar dışın­
da konvansiyonel myelografi ve kemik tarama MRG ve BT- mye­ ŞEKİL 16-3 Fıtıklaşmış disklerin lomber ve sakral sinir köklerine yap­
lografi’den üstün değildir. tığı basının yerleşimi. (RD Adams, M Victor, A Ropper, Principles of
Elektromyografi (EMG) sut ağrısına periferik sinir sisteminin Neurology, 7th ed. New York, McGraw-Hill, 1997'den izinle.)
çük ve sınırlı yara­
Lumbosakral Muayene Bulguları lanmalar için kulla­
Sinir nılır. Bu deyimler
Kökü Refleks Duyu Motor Ağrı Dağılımı net bir anatomik
lezyonu tanımla­
L2" Uyluk üst ön Psoas (kalça fleksiyonu) Ön Uyluk mazlar. Ağrı genel­
L3« - uyluk ön alt Psoas (kalça fleksiyonu) Ön uyluk, diz
likle bel bölgesin­
Diz ön Quadriceps (diz ekstansiyonu)
de sınırlıdır ve kal­
Uyluk adduksiyonu
ça ya da bacağa ya­
L4“ Quadriceps (diz) Baldır iç kısmı Quadriceps (diz ekstansiyonu)* Diz, medial baldır
yılmaz. Bel ağrılı
Uyluk adduksiyonu
ve paravertebral
Tibialis anterior (ayak dorsal
kas spazmı olan
fleksiyonu)
hastalar sıklıkla
L5C Dorsal yüzey-ayak Peroneal kaslar (ayak eversiyonu)* Lateral baldır, dorsal ayak,
alışılmadık bir pos-
Baldır yan tarafı Tibialis anterior (ayak dorsal fleksiyonu posterolateral uyluk, kalça
Gluteus medius (kalça abduksiyonu)
tür sergiler.
Ayak parmağı dorsal fleksörleri V erteb ra K ı­
rık la n Lomber
SH Gastrocnemius/ Plantar yüzey-ayak Gastrocnemius/soleus (ayak plantar Ayak tabanı, posterior baldır,
fleksiyonu)* posterior uyluk, kalça vertebra gövdeleri­
soleus (bilek)
Abductor hallucis (ayak parmağı nin travmatik kı­
fleksörleri)* rıklarının çoğu öne
Gluteus maximus (kalça ekstansiyonu) doğru sıkışmaya
neden olan sıkışma
“ Ters düz bacak-kaldımıa işareti mevcut - bakınız "Sırt Muayenesi". ve bükülme tipi ya­
* Bu kaslar innervasyonlannın büyük çoğunluğunu bu kökten alır.
c Düz bacak-kaldımıa işareti mevcut - bakınız “Sırt Muayenesi". ralanmaların sonu­
cudur. Daha ciddi
tanısal faydası sinir iletim çalışmalarından fazladır. Bir myotomal travmalarda hastada sadece bir kırık - çıkık olabileceği gibi, verteb­
dağılımdaki denervasyon değişiklikleri farklı sinir kökleri ya da si­ ra gövdesi dışında daha arkadaki yapıları da içeren ’’burst (patla­
nirler tarafından innerve edilen çok sayıda kas örneklemesi ile tes­ ma)” tipi kırıklar da gözlenebilir, Travmatik vertebra kuıkları yük­
pit edilir, kas tutulumu durumu lezyondan sinir kökünün/köklerinin sekten düşme (L5 vertebranın pars interarticularis kısmının kırığı
sorumlu olduğunu gösterir. Güçsüzlüğün klinik değerlendirmesi sıktır), otomobil kazasında ani hız kesilmesi ya da doğrudan yara­
ağrı gibi nedenlerle sınırlanmış ise, iğne EMG motor sinir lifi ha­ lanma sonucu meydana gelebilir. Nörolojik hasar genellikle bu ya­
sarı hakkında ob jek '1'bilgi sağlar. EMG ve sinir iletim çalışmaları ralanmalara eşlik eder ve erken cerrahi tedavi endikedir (Konu
sadece uzuv af yusal sinir kökü haşan ya da irritasyonu var­ 369).
sa norma' 'adikülopatinin değerlendirilmesinde motor­ Knıklar atravmatik ise kemiğin patolojik bir nedenle zayıfladı­
du ansiyelleri ve F-dalga çalışmalan şüpheli so­ ğı düşünülür. Neden genellikle postmenopozal (tip 1) ya da senil
nu^, ..ir. (tip 2) osteoporozdur (Konu 342). Osteomalazi, hiperparatiro-
idizm, multipl myelom, metastatik karsinom ya da glukokortikoid
Nî : T -:N NEDENLERİ kullanımı gibi altta yatan sistemik bozukluklar da vertebra gövde­
sini zayıflatabilir. Klinik özellikleri, nörolojik işaretler ve omurga­
I' RGA BÖ LG ESİN İN DOĞUŞTAN ANO- nın grafi görüntüleri tanıyı koydurur. Bifosfatonatlar, alendronat,
M v ı S p o n d ilolizis, vertebranın pars interarticularis (pedi- transdermal östrojen ve tamoksifen gibi ilaçların osteoporotik kırık
ciiius ve lamina arcus vertebrae birleşim yeri yakınındaki bir bö­ riskini azalttığı gösterilmiştir.
lüm) adlı kısmının kemik defektidir. Bu defektin etyolojisi doğuş­ L O M B E R D İSK H A STA LIĞ I Bu hastalık kronik ya da tek­
tan anormal bir bölümdeki stres kırığı olabilir. Genellikle bilateral rarlayan bel ve bacak ağrısının sık nedenidir. Disk hastalığı sıklık­
olan defekt en iyi oblik grafilerde ya da BT ile görüntülenir. Defekt la L 4-L5 ve L 5 -S 1 seviyelerinde oluşur ama nadiren daha üst sevi­
tek bir yaralanma, tekrarlanan küçük yaralanmalar ya da vücudun yelerde de gözlenebilir. Disk zedelenmesinin nedeni sıklıkla bilin­
büyümesi sonucu oluşur. mez; ancak aşırı kilolu kişilerde risk artmıştır. Nucleus pulposus ve
S p o n d ilo ü stez is vertebra gövdesi, pediculus ve processus arti- anulus fibrosus’un dejenerasyonu yaşla birlikte artar ve bu durum
cularis superior’larm arkadaki yapılan geride bırakarak öne doğru asemptomatik ya da ağrılı olabilir. Hapşırma, öksürme ya da önem­
kaymalarıdır. Spondilolizis ve dejeneratif hastalıklarla biraradadır siz bir hareket yıpranmış ve zayıflamış anulus fibrosusu arkaya ite­
ve kadınlarda daha Sık görülür. Kayma asemptomatik olabildiği gi­ rek nucleus pulposus’un prolapsusuna yol açabilir. Ciddi disk has­
bi bel ağrısına, sinir kökü hasanna (sıklıkla L5 kökü) ya da semp- talığında nucleus pulposus anulus fibrosus içinden geçebilir (hemi-
tomatik spinal stenoza neden olabilir.. Öne kayan segmentin (en sık asyon) ya da serbest bir parça şeklinde omurilik kanalı içine doğru
olarak L 4 L 5 ’in üstüne ya da nadiren L5 S 1’in üstüne kayar) yakı­ çıkabilir.
nındaki hassasiyet ortaya çıkarılabilir. Spondilolistetik eklemin Discus intervertebralis zedelenmesinin hangi mekanizma ile
üzerinde bir ’’basamak” şeklindeki yapı derin palpasyon ile hissedi- sut ağrısına neden olduğu tartışmalıdır. Nucleus pulposus ve anu­
lebilir. Gövde kısalmış olabilir ve ciddi spondilolisteziste L 4 ’ün L5 lus fibrosus normal olarak innervasyonsuzdur. Enflamasyon ve fı-
üstüne doğru aşırı öne yer değiştirmesine bağlı olarak karın ileri çı­ tıklaşmış ya da rüptüre olmuş diskten proenflamatuar sitokin üreti­
kıktır. Bu vakalarda cauda equina sendromu olabilir (Konu 368). mi sut ağrısını tetikleyebilir. Nosiseptif sinir liflerinin hastalıklı in­
TRAVMA Travma akut bel ağrısının önemli bir nedenidir. Bel tervertebral diskin iç kısımlarına doğru ilerlemesi kronik ’’diskoje-
ağrısı olan ve bacaklarını hareket ettiremeyen bir hastada omurga nik” ağrının nedeni olabilir. Disk herniasyonu (fıtıklaşma) nedeniy­
kırığı ya da çıkığı, kırık L1 seviyesinin daha üstünde ise medulla le oluşan sinir kökü zedelenmesi ( r a d ik ü lo p a ti) bası, enflamasyon
spinalis basısı olabilir. Bu durumda medulla spinalis ya da sinir ya da her ikisine bağlı olabilir ve patolojik olarak da genellikle çe­
köklerine daha fazla zarar vermekten kaçınmak için dikkatli olun­ şitli derecede demyelinizasyon ve aksonal hasar mevcuttur.
malı ve sut bölgesi immobilize edilmelidir. Rüptüre bir intervertebral diskin semptomları sırt ağrısı, anor­
Burkulm a - Gerilme (Sprain - Strain) Burkulma, gerilme ya mal postür, omurga hareketinde kısıtlılık (özellikle fleksiyon) ve
da bel spazmı gibi deyimler, ağu eşya kaldırma, düşme ya da oto­ radiküler ağrıyı içerir. Bir dermatom sahasında duyu kaybı/azalma-
mobil kazalarında olduğu gibi ani hız kesilmesi gibi nedenlerle kü­ sı ya da derin tendon refleksindeki kayıp spesifik bir kök lezyonu
ıV111 ağrıdan ilaha belirleyicidir. Motor bulgulara (güçsüzlük, kas at- 83
c ı ıiıs i. lasikülasyonlar) duyu ya da refleks değişikliklerine göre daha
az rastlanılır ancak bir myotomal bulgu durumu spesifik bir sinir kö­
kü zedelenmesini düşündürür. Lomber disk hastalığı genellikle tek
taraflıdır (Şekil 16-4) ancak aynı seviyedeki birkaç sinir köküne ba­
sı yapan büyük merkezi disk fıtıklaşmalarında çift taraflı tutulum da
olabilir. Spesifik lumbosakral sinir kökü lezyonlanndaki klinik özel­
likler Tablo 16-1 ’de özetlenmiştir. İlerleyici olmayan sinir kökü ha­
şan ile birlikte bulunan lomber disk fıtıklaşmasının konservatif teda­
vi (örneğin, cerrahi olmayan tedavi) ile başanlı bir biçimde düzelti­
lebileceği konusunda kanıtlar bulunmaktadır. Disk kaymasmın bo­
yutu zaman içerisinde kendiliğinden azalabilir.
Dışa doğru gerçek bir taşma olmadan yalnızca intervertebral dis­
kin dejenerasyonunda sadece bel ağnsı olabilir. Bel ağrısının az ya
da hiç olmadığı ve sinir kökü tutulumuna ait bulgu olmaksızın ba­
cakta ya da kalçada yansıyan ağrı bulunabilir. Lomber disk sendrom-
lan genellikle tek taraflıdır ancak büyük merkezi disk fıtıklaşmaları
çift taraflı semptom verip bir cauda equina sendromuna yol açabilir.
Maksimum efor göstermesi istenen hastada kas kontraksiyonu
sırasında hastanın bu işlemi tam olarak yapmaktan kaçınması nede­
niyle bir güçsüzlük tespit edilebilir. Bu ağrıya bağlı olabildiği gibi ŞEKİL 16-4 Fıtıklaşmış lomber disk, sol S1 radikülopati. Sagittal T1
hem ağrı hem de altta yatan gerçek bir güçsüzlük sonucu da olabilir. ağırlıklı görüntüde solda beyaz ok disk sınırlarını göstermektedir. Sa­
Bazen ağrı olmadan da hasta bir hareketi yapmaktan kaçınabilir ki gittal T2 ağırlıklı görüntüde sağda L5-S1 seviyesinde (oklar) disk
bu sadece efor göstermemekten kaynaklanır. Böyle davranan hasta­ kaymasını göstermektedir.
lara spesifik bir kası test etmenin ağrılı olup olmadığı sorulmalıdır.
Net olmayan vakalarda EMG gerçek güçsüzlük olup olmadığını be­ rağmen tekrarlayan ağrı. Son iki kriter diğerlerine göre çok daha
lirleyebilir. sübjektiftir. Ağn ve/veya nörolojik bulgularda 4-12 hafta içinde göz­
Lomber disk hastalığının ayırıcı tanısında epidural apse, hema- le görülür biçimde düzelme olmaması durumunda da cerrahi tedavi
tom ya da tümör gibi bir grup ciddi ve tedavi edilebilir durumu göz düşünülmelidir.
önünde bulundurmak gerekir. Ateş, pozisyona bağlı olmayan sürek­ Cerrahi öncesi MRG ya da BT-myelografi patolojinin yeri ve ti­
li ağrı, sfinkter anomalileri ya da medulla spinalis ile ilgili hastalık pini tanımlamak için gereklidir. Uygulanan genel cerrahi yöntem
işaretleri lomber disk hastalığından farklı etiolojileri düşündürür. Bi­ kısmi hemilaminektomi ile birlikte hasarlı ve prolabe diskin çıkarıl­
lek refleksinin çift taraflı kaybı yaşlılarda ya da çift taraflı Sİ radi- masıdır. Hasarlı lomber segmentlerin artrodezisi sadece belirgin spi­
külopatisinde normal bir bulgu olabilir. Bir derin tendon refleksi ya nal instabilite varlığında (örneğin; dejeneratif spondilolistezis ya da
da duyu kaybı sinir kökü hasarının yansıması olabilir ancak sinir bo­ spondilozis) düşünülür.
yunca gözlenen diğer hasarlar da değerlendirilmelidir. Örneğin, pa­ B E L AĞRISININ DİĞ ER N ED EN LER İ S p in al sten o z dar bir
tella refleksinin kaybı L4 sinir kökü zedelenmesinden çok femoral lomber ya da servikal spinal kanalı vurgulayan anatomik bir tanıdır.
sinir nöropatisine bağlı da olabilir. Ayak üzeri ve baldırın distal kıs­ Orta ya da ileri dereceli spinal stenozda klasik nörojenik kladikasyo
mının yan tarafındaki duyu kaybı L5 sinir kökü zedelenmesinden vardır ve tipik olarak yürürken ya da ayakta dururken ortaya çıkan
çok peroneal sinir ya da lateral siyatik nöropatiye bağlı olabilir. Kas bel, kalça ya da bacak ağnsı ile birliktedir. Oturmakla ağn geçer. Ba­
atrofisi sinir kökünden gelen motor aksonların kaybına ya da perife- caktaki semptomlar genellikle çift taraflıdır. Radikülopati ile birlik­
rik sinir hasarına, bir ön boynuz hücre hastalığına ya da kullanılma- te ise güçsüzlük, duyu kaybı ya da refleks değişiklikleri olabilir.
maya bağlı olabilir. Semptomlar vasküler kladikasyonun aksine, genellikle yürüme yeri­
Patolojinin yerini ve tipini belirlemede MRG ya da BT-myelog- ne ayakta durma sonucu gelişir ve lomber disk hastalığının aksine
rafi gereklidir. MRG kemik ve çevre yumuşak doku anatomisi hak­ genellikle oturunca kaybolur. Paralizi ve üriner inkontinans gibi cid­
kında mükemmel sonuç verir ve tanı konulmasında düz grafi ya da di nörolojik kayıplar nadiren görülür. Spinal stenoz edinsel (%75),
myelografiye göre daha üstündür. Foramen intervertebrale ya da re- konjenital ya da miks edinsel/konjenital faktörlere bağlıdır. Konjeni-
cessus lateralisin kemik lezyonları en uygun olarak BT- myelografi tal formlan (akondroplazi, idiopatik) hem spinal kanalı hem de re-
çalışmalarında görülebilir. cessus lateralis’i daraltan kısa, kaim pediculus’larla karakterizedir.
Nöroradyolojik bulgularla semptomların, özellikle de ağrının Spinal stenoza yol açabilecek edinsel faktörler dejeneratif hastalıklar
korelasyonu genellikle sorunludur. Örneğin, anulus fibrosus’taki (spondilozis, spondilolistezis, skolyoz), travma, omurga cerrahisi
kontrast gösteren yırtıklar ya da diskin protrüzyonu bel ağrısının ge­ (postlaminektomi, füzyon), metabolik ya da endokrin hastalıklar
nel nedeni olarak kabul edilir. Ancak son zamanlarda yapılan bir ça­ (epidural lipomatozis, osteoporoz, akromegali, renal osteodistrofi,
lışmada, asemptomatik erişkinlerin yarısından fazlasında anulus fib- hipoparatiroidizm) ve Paget hastalığıdır. MRG ya da BT-myelografi
rosus yırtığı olduğu ama bu yırtıkların tamamının kontrast artışı gös­ anormal anatomiyi en iyi tanımlayan yöntemlerdir (Şekil 16-5).
terdiği MRG ile tespit edilmiştir. Üstelik, asemptomatik disk prot- Konservatif tedavi nonsteroid anti-inflamatuar ilaçlar (NSAII),
rüzyonlan erişkinlerde daha yaygındır ve bunların çoğu kontrastla eksersiz programlan ve akut ağn ataklarının semptomatik tedavisin­
artar. Tüm bu gözlemler, MRG’deki disk protrüzyonu, annulus fib- den oluşur. Cerrahi tedavi, eğer tıbbi tedavi ağn karşısında etkisiz,
rosus yırtığı gibi bulguların sik rastlanan tesadüfi bulgular olabilece­ hasta günlük aktivitelerini yapamaz durumda ya da önemli nörolojik
ğini ve bunların tek başına bel ağrılı bir hastada tedaviye karar ver­ belirtiler mevcut ise düşünülür. Cerrahi yöntemlerle tedavi edilmiş
me konusunda yönlendirici olamayacağım düşündürmektedir. Cerra­ hastalann % 65-80’inde sırt ve bacak ağrısında %75 azalma lespit
hi ya da konservatif tedaviden 10 yıl sonra persistan disk fıtığının var­ edilir, % 25’inde cerrahi girişimden 5 yıl sonra, aym ya da komşu
lığı ya da yokluğu başanlı bir klinik sonucun etkisi değildir. spinal seviyede tekrarlayan stenoz gelişir. Tekrarlayan semptomlar
intervertebral disk cerrahisi için dört endikasyon vardır: (1) kli­ genellikle ikinci bir cerrahi dekompresyona cevap verir.
nik muayene ya da EMG ile gösterilebilen sinir kökü hasanna bağlı F a s e t e k le m h ip e r t r o fis i. kemik basıya bağlı olarak tek taraflı
ilerleyici motor güçsüzlük, (2) mesane, barsak rahatsızlıkları ya da radiküler semptomlar oluşturabilir ve bunlar disk ile ilgili radikülo-
medulla spinalis ile ilgili diğer hastalıklar, (3) en az 4 hafta konser­ patiden ayırt edilemez. Hastalar gerilme işaretleri, motor güçsüz­
vatif tedaviye rağmen geçmeyen ağn ve (4) konservatif tedaviye lük, hiporefleksi ya da duyu kaybı gösterebilir. Hipertrofik alt ya da
İl Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şeklileri yümesi (sindesmofit) komşu vertebra gövdeleri arasında köprüleş-
meye yol açar ve tüm düzlemlerde omurga hareketliliğinde azalma
ile sonuçlanır. Hastalığın radyolojik karakteristiği periartiküler ha-
rabiyet değişiklikleri, sakroiliak eklem sklerozu ve vertebra gövde­
lerinin birbiri ile köprüleşerek oluşturduğa "bambu kamışı" görün­
tüsüdür. Benzer kısıtlanmış omurga hareketi Reiter sendromu, psö-
riatik artrit ve kronik enflamatuar barsak hastalığında da gözlenebil,
lir. Osteoporotik omurganın ankiloze arka kemik elemanlarındaki
stres kırıkları ağn, medulla spinalis basısı ya da çatıda eqifina send­
romu ile sonuçlanabilir. Nadiren medulla spinalis basısı ile birlikte,
atlantoaksial subluksasyon olabilir. Kaburgaların omurgaya bilate­
ral ankilozu ve torakal yapıların yükseldiğindeki azalma solunum
faaliyetlerinde belirgin aksamaya neden olabilir. .
D İĞ ER D E S T R Ü K T İF H A ST A L IK LA R Neoplazma (Bkz.
Konu 370) Sistemik kanser vakalarında bel ağrısı en sık rastlanan
nörolojik semptomdur. Tanı konmamış bel ve boyun ağrılı hastala­
rın üçte biri ile sistemik kanseri olan hastalarda epidural genişleme
ŞEKİL 16-5 Spinai stenoz. Normal (sol) ve stenotik (sağ) lombar
ya da tümör metastazı bulunur. Üçte bir hastada ise sadece verteb­
omurgaların sagittalT2 test spin echo manyetik rezonans görünt(H$-
mesinde; tekal kese içinde sinir köklerini çevreleyen serebrospinal sı­ ra metastazına eşlik eden ağn vardır. % 11 oranında metastatik has­
vının yer aldığı boşlukların multifokai daralması (oklar) gösterilmiştin talıkla ilgisi olmayan bel ağrısı olabilir. Metastatik karsinoma (gö­
ğüs, akciğer, prostat, tiroid, böbrek, gastrointestinal sistem), mul-
üst fasetler sıktıkla radyolojik olarak görüntülenebilir. Foram inoto- tipl myelom ile Hodgkin ve non-Hodgkin lenfomalar sıklıkla
mi % 80 ile 90 vakada bel ve bacak ağrısının uzun dönemde geç­ omurgayı, tutar. Primer tümör asemptomatik ya da gözden kaçmış
mesiyle sonuçlanır. olduğu için bel ağrısı ortaya çıkarıcı semptom olabilir, Ağn kalıcı,
Radikülopati ile birlikte olan lo m b e r a d e s i f a ra lcn oid it, suba- künt, dinlenmekle geçmeyen ve geceleri şiddetlenen tarzda olmaya
raknoid boşlukta lokal doku yaralanmasına inflamatuar bir cevap eğilimlidir. Aksine mekanik bel ağn sı genellikle dinlenmekle hafif­
olarak oluşan fibrotik olayın sonucudur. Fibrozis; motor, duyu ve ler. Düz grafiler herzaman olmamakla birlikte genellikle bir ya da
refleks değişiklikleri ile birlikte bel ve bacak ağrısının olduğu sinir birkaç vertebra gövdesindeki destrüktif lezyonu gösterir, MRG ya
kökü adezyoriu ile sonlanır. Myelografinin neden olduğu araknoidit da BT-myelografı şüpheli medulla metastazının ortaya konulma­
yağ bazlı kontrast madde kullanımının kalkması ile artık nadiren sında uygulanan seçeneklerdir, ancak MRG kullanımı daha avan­
meydana gelmektedir. Araknoiditin diğer nedenleri arasında çok tajlıdır. Tanı sürecindeki gecikme hastanın kötüleşmesine neden
sayıda lomber bölge operasyonu, kronik spinai enfeksiyon, medul­ olabileceğinden en hızlı yöntem seçilmelidir,
la spinalis yaralanması, ıntratekal kanama, intratekal steroid ve Enfeksiyon V e rteb ra l o s te o m y e lit genellikle stafilokoklann an­
anestetik madde enjeksiyonu ile yabancı cisimler sayılabilir. MRG cak bazen diğer bakterilerin ya da tüberküloz basilinin de (Pott Has­
ile araknoidit bulgulan sinir köklerinin merkezi ve periferik olarak talığı) sorumlu olabildiği bir hastalıktır. Hastaların % 40’ın<Ja enfek­
duramater’e kümelenmesi ya da beyin omurilik sıvısının (BOŞ) te­ siyonun primer kaynağı, sıklıkla üriner sistem, deri ya da akciğerler
kal keşe içinde sinir kökünün görüntülenmesine izin vermeyecek olarak tespit edilebilir. Intravenöz ilaç kullanımı iyi bilinen bir risk :
şekilde toplanmasını içerin Tedavi çoğunlukla tatminkar değildir. faktörüdür. Hareketle artan ve dinlenmekle geçmeyen bel ağrısı, tu­
Adezyonların mikro cerrahi yöntemlerle lizisi, dorsal rizotomi ve tulmuş spinal segment üzerinde hassasiyet y e yükselmiş eritrosit se­
dorsal kök ganglıonektomi yetersiz sonuçlar vermiştir. Ağnnın gi­ dimentasyon hızı en sık rastlanan bulgulardır. Hastaların az bir kıs­
derilmesi amacı ile dorsal kolon stimulasyonu farklı sonuçlar ver­ mında ateş ve artmış beyaz küre sayısı vardır. Düz grafılerde kom­
miştir. Epidural steroid enjeksiyonunun değeri sınırlıdır. şu vertebranın erozyonu ile birlikte daralmış disk mesafesi buluna­
A R TR İT Artrit omurga ağrısının ana nedenlerinden biridir. bilir. Bu tanısal değişikliklerin görülmesi haftalar ya da aylar alabi­
Spondilozis Osteoartritik omurga ağrısı tipik olarak hayatın lir. MRG ve BT osteomyelit için duyarlı ve spesifiktir. Yumuşak do­
geç dönemlerinde ve primer olarak servikal ve lumbosakral bölge­ ku detayları hakktndaki MRG çabşması son derece duyarlıdır. BT
de oluşur. Hastalar çoğunlukla hareketle artan, hareket kısıtlılığı ve incelemeye ise hem daha kolay ulaşılabilir hem de ciddi bel ağrısı
zorluğu ile birlikte olan bel ağrısından şikayetçidir. Klinik semp­ olan bazı hastalar tarafından daha kolay tolere edilebilir.
tomlarla radyolojik bulgular her zaman birbirine paralel değildir. S p in a l e p id u r a l a b s e (Konu 368) bel ağnsı (palpasyon ya da
Grafı görüntüleri minimal olup belirgin ağn hisseden hastalar ola­ hareket ile artan) ve ateş ile kendini gösterir. Hastada duyu kaybı,
bilirken, orta ya da ileri yaşta büyük osteofıtli hastalar asemptoma- inkontinans ya da paraplejinin eşlik ettiği sinir kökü hasarı ya da
tik olabilirler. Hipertrofik fasetler ve osteofitler sinir kökünü fora­ medulla spinalis basısı olabilir. Abse birden fazla spinal seviyede
men intervertebrale’de sıkıştırabilir. Vertebra gövdesinden köken olabilir ve en iyi olarak MRG ile tanımlanabilir.
alan osteofıt spinal kanal darlığı oluşturabilir. Discus intervertebra- Osteoporoz ve Osteoskleroz Kaydadeğer miktarda kemik
lis yüksekliğinin azalması foramen intervertebrale’nin dikey boyut­ kaybı hiperparatiroidızm, kronik glukokortikoid kullanımı ya da
larının azalmasına yol açarak bu seviyeden çıkan sinir kökünün ba­ immobilizasyon gibi bazı hastalıklarla birlikte ya da bunlar olma­
sısına neden olur. Lomber seviyedeki osteoartritik değişiklikler na­ dan gözlenebilir. Ciddi osteoporozlu vakaların yarısına yakınında
diren cauda equina’ya bası yapar. kompresyon kırıklan oluşur. Taban (baseline) kınğı bulunan hasta­
Ankilozan Spondilİt (Bkz. Konu 315) Bu artritik omurga has­ larda osteoporotik kontrol grubuna göre 3 yıl içinde osteoporotik
talığı klasik olarak sinsi başlangıçtı bel ve kalça ağrısı ile karakte- vertebra kınğı riski 4.5 kez daha fazladır. Bir kompresyon kınğının
rizedir. Hastalar genellikle 4 0 yaş m altındaki erkeklerdir. Sabahlan tek göstergesi hareketle artan, (sıklıkla ufak bir kaza sonrası) fokal
olan bel katılığı, gece ağrıları, dinlenmekle geçmeyen ağn, yüksel­ lomber ya da torakal ağn olabilir. Diğer hastalar torakal ya da üst
miş sedimentasyon hızı ve H LA-B27 histokompatibilite antijeni eş­ lomber radiküler ağnya sahiptir. Kısmi omurga hassasiyeti yaygın­
lik eden bulgulardır. Ayıncı tanı tümör ve enfeksiyonu içerir. Genç dır. Kompresyon kınğı teşhis edildiğinde, tedavi edilebilir risk fak­
yaşta başlangıç ve eksersizle ağnnın artması ankilozan spondiliti törleri araştırılmalıdır. Orta torakal bölgenin üzerindeki kompres­
düşündürür. Normal lomber lordozun kaybı ve torakal kifozun art­ yon kırıklan maligniteyi düşündürür.
ması hastalığın gelişmesiyle birlikte gözlenir. Anulus fibrosus’un Osteoskleroz rutin grafilerle kolaylıkla tanı koyulabilen (ör. Pa­
dış liflerinin vertebra gövdesi ile bağlantı noktasındaki enflamas- get hastalığı) ve bel ağnsı da oluşturabilen bir durumdur. Foramen
yon ve erozyonu osifikasyon ve kemik büyümesi izler. Kemik bü­ intervertebrale ya da spinal kanaldaki kemik yapı sinir kökü ya da
.i. i-ı '.pııı.ıh'. luiMsma neden olabilir. Kemik mineral yoğunlu- 85
•m:.Lıi,ı .ir ’ i .ıkiıkleri tespit etmekte dual-beam foton absorpsiyo-
;u.iı. i d.ı ItT kullanılabilir. . . • . Ürolojik kaynaklı lumbosakral ağrı nedenleri arasında kronik
prostat, spinal metastazlı prostat karsinomu ve böbrek ile üreter
i r ORGANLARDAN YANSIYAN AĞRI Pelvis, abdomen hastalıkları bulunur. Mesane ve testis lezyonları genellikle sırt ağ­
ya da (oraksın hastalıkları buradaki organları innerve eden spinal rısına yol açmaz. Metastatik prostat karsinomunun tanısı rektal mu­
Mgıueuiin arka kısmında yansıyan ağrı oluşturabilir. Nadiren bel ayene. görüntüleme teknikleri (MRG ya da BT) ve prostata spesi­
u çu milk ve tek semptom olabilir. Genellikle pelvis ağrıları sakral fik antijen (PSA) ölçümü ile konur (Konu 95). Enfeksiyöz, enfla­
bölgede, alt karın hastalıkları lomber bölgede (ikinci ile dördüncü matuar ya da neoplastik renal hastalıklar renal arter ya da ven trom-
lumber vertebra civarına), üst abdominal hastalıklar ise alt torakal bozunda olduğu gibi ipsilateral lumbosakral ağrıya yol açar. Taşa
ya da üst lomber bölgede (sekizinci torakal ile ilk iki lomber ver- bağlı üreter tıkanıklığı paraspinal lomber ağrıya neden olabilir.
lebrular arası) yansıyan ağrı olarak hissedilir. Lokal işaretler (pal- Postural Sırt Ağrısı Ciddi bir araştırmaya rağmen herhangi bir
pasyon ile ağrı, paraspinal kas spazmı) yoktur ve normal hareketle­ anatomik ya da patolojik lezyonu tespit edilemeyen kronik, nons­
re c.şlik eden ağrı azdır ya da bulunmaz. pesifik bel ağrılı bir grup hasta vardır. Bu hastalar dinlenmekle aza­
Abdominal Hastalıkta Alt Torakal ve Üst Lom ber Ağrı Pep- lan, oturmakla ya da ayakta durmakla artan, yaygın ,künt sırt ağrı­
(ik ülser ya da mide ile duodenum arka duvarı tümörü tipik olarak sından şikayetçidirler. Fizik muayenede "kötü postür” dışında her­
cpigastrik ağrıya neden olur (Konu 285 ve 90), ancak retroperito­ hangi bir bulgu yoktur. Görüntüleme çalışmaları ve laboratuar de­
neal yayılım varsa arka orta hat ya da paraspinal ağrı bulunur. Pep- ğerlendirmeleri normaldir. Paraspinal ve karın kaslarını güçlendiri­
lik ülsere bağlı sırt ağrısı portakal, alkol ya da kahve tüketimi ile ci eksersizler bazen tedavi edici olabilir.
uyarılır ve yiyecek ya da antasit ile geçer. Safra sistemi ile ilgili ağ­ Psikiyatrik H astalıklar Kompensazyon histerisi, konversi-
rı daha çok yağlı gıdalarla uyarılır. Pankreas hastalıkları omurganın yon, madde yoksunluğu, kronik anksiyete durumları ya da depres­
sağ (pankreas başı tutulumunda) ya da sol (gövde ya da kuyruk tu- yon vakalarında kronik bel ağrısı (K BA) ile karşılaşılabilir. KBA’lı
lulumunda) tarafında ağrı oluşturabilir. Retroperitoneal yapılardaki çoğu hastada bel ağrısının başlamasına yol açan psikiyatrik bir has­
patoloji (hemoraji, tümör, piyelonefrit) alt abdomen, kasık ya da ön talık (depresyon, anksiyete, madde yoksunluğu) ya da çocukluk
uyluk bölgesine yayılan paraspinal ağrıya neden olabilir. Iliopsoas travması (fiziksel ya da seksüel taciz) hikayesi vardır. Cerrahi teda­
bölgesindeki bir kitle genellikle tek taraflı olarak kasık, dış dudak viden az fayda görecek ve ciddi risk altındaki, belirgin psikolojik
ya da testise doğru yayılan lomber ağrıya neden olur. Antikoagülan rahatsızlığı olan bireyleri ayırmak amacı ile preoperatif psikolojik
kullanan hastada ani ortaya çıkan lomber ağrı retroperitoneal he- değerlendirme yapılmaktadır. Bu hastalarda önemli olan bel ağrısı­
morajiyi düşündürür. nın, psikolojik bozukluğun yanı sıra ciddi bir spinal ya da organla­
İzole bel ağrısı abdominal aorta anevrizmasının (AAA) "conta­ ra bağlı patolojinin göstergesi olmadığından emin olmaktır.
ined” rüptürü olan hastaların % 15-20’sinde bulunur. Hastaların Nedeni Belirlenemeyen Bel ağrısının nedeni nadiren belirle-
% 20’sinden daha azında abdominal ağrı, şok ve sırt ağrısından olu­ nemez. Bazı hastalar disk hastalığı nedeni ile çok sayıda operasyon
şan klasik klinik triad gözlenir. Bu üç belirtinin ikisi hastaların üç­ geçirmiştir ancak hala bel ağrısı ve hareketlerde zorluk mevcuttur.
te ikisinde bulunurken hipotansiyon yarısında bulunur. Rüptüre Sadece bel ağrısı olan, kesin nörolojik işaretleri olmayan ya da BT
AAA yüksek mortaliteye sahiptir; tipik olarak yaşlı, sigara içen, sırt ile MRG’de minör disk taşmaları bulunanlarda cerrahinin gerçek
ağrılı, erkek hastalardır. Semptom ve işaretler nonspesifik olduğun­ endikasyonları şüphelidir. Başarısız cerrahi girişimleri en aza indir­
dan hastaların üçte birinde tanı başlangıçta konamaz. Sık rastlanan mek ve cerrahiden çok az fayda görecek psikolojik rahatsızlığı bu­
yanlış tanılar arasında nonspesifik sırt ağrısı, divertikülit, renal ko- lunan hastaları elemek amacı ile nörolojik işaretler, psikolojik fak­
lik, sepsis ve myokard enfarktüsü yer alır. Dikkatli karın muayene­ törler ve görüntüleme yöntemlerine dayanan skorlama sistemleri
si ile pulsatil bir kitlenin (hastaların % 50 ile 7 5 ’inde vardır) varlı­ geliştirilmiştir.
ğını tespit etmek önemli bir bulgudur.
Alt Abdominal Hastalıklarda Lom ber Ağrı Enflamatuar bar­ i -fyi - Akut Bel Ağrısı Bel ağrısına pratik yaklaşımda ağ-
sak hastalıkları (kolit, divertikülit) ya da kolon neoplazmaları alt j ■ rının akut ya da kronik olmasına göre ayrı ayrı değerlendirme
abdominal ağrıya, bel orta bölgesi ağrısına ya da her ikisine birden j yapılır. ABA 3 aydan daha az süredir varolan ağrı olarak tanımla­
neden olabilir. Ağrı gövde etrafında kemer gibi dağılım gösterebi­ nır. Bacakta ağrı ile birlikte A BA bulunan erişkinlerin % 85’inde
lir. Transvers ya da inen kolondaki bir lezyon L 2-L 3 seviyesinde, tam iyileşme beklenir. Bu hastaların çoğu "mekanik”, yani ağrının
orta hatta ya da solda yansıyan ağrıya neden olabilir. Sigmoid ko­ hareketle artması ve dinlenmekle geçmesi şeklinde, semptomlar
lon hastalıkları üst sakral ya da suprapubik bölgelerde ya da karnın gösterir.
sol alt çeyreğinde yansıyan ağrı oluşturabilir. Hasta birey bakımında minimalist bir yaklaşım elde etmek
Jinekolojik ve Ürolojik H astalıklarda Sakral Ağrı Pelvik or­ amacı ile insan topluluklarında gözleme dayalı çalışmalar yapıl-
ganlar uterosakral ligamentleri tutan jinekolojik hastalıklar hariç i mıştır. Bu çalışmalarda ortak bazı kısıtlamalar bulunur: (1) gerçek
nadiren bel ağrısına neden olur. Ağrı sakral bölgeye yansır. Endo- j bir plasebo grubu sıklıkla bulunmaz; (2) farklı uzmanlara (aile he-
metriozis ya da uterin karsinom uterosakral ligamentleri tutabilir; ş kimi, ortopedist, nörolog) başvuran kişilerde bel ağrısının etioloji-
uterusun mal pozisyonu uterosakral ligamentin gerilmesine yol aça­ j sinin benzer olduğu varsayılır; (3) tüm gruplarda ya da gruplar ara-
bilir. Endometriozise bağlı ağrı premenstrüel dönemde başlar ve i sında tedavinin detayları hakkında bilgi verilmez; ve (4) ABA’nın
genellikle menstrüel ağrı ile karışarak devam eder. Uterus malpo- j ciddi nedenlerini tablo halinde sunmaya kalkışılmaz. Bel ağrısının
zisyonu (retroversiyon, descensus ve prolapsus) birkaç saat ayakta j spesifik tanı yöntemleri ya da tedavi müdahaleleri bu çalışmalarla
kalmakla sakral ağrıya neden olabilir. j değerlendirilemez.
Menstrüel ağrı sakral bölgede hissedilebilir. Hafifçe lokalize i Erişkinlerde ABA’nın tedavisi için önerilen algoritmalar (Şekil
edilebilen, kramp tarzında ağrı bacağa doğru yayılabilir. Sırt ağrı­ ! 16-6) yayınlanmış rehberlerden çizilmiştir. Ancak, sırt ağrısının te-
sının diğer pelvik nedenleri arasında pelvik sinirlerin neoplastik tu­ i davisinde şu andaki K U R’ların tamamlanmamış bilgilere dayandı-
tulundan, radyasyon nekrozu ve gebelik sayılabilir. Sinirlerin ne­ f ğını vurgulamak gerekir. Örneğin, disk lezyonlarının kısmi nörolo-
oplastik tutulumuna bağlı ağrı tipik olarak sürekli, ilerleyici şiddet­ , jik hasar ile birlikte olduğunu gösteren iyi planlanmış çalışmalar
le ve gece dinlenmekle geçmeyen tarzdadır. Pelvik tümörlerin rad­ : vardır. Bu rehberler doğru klinik değerlendirmelerin yerini alma-
yasyon terapisi doku ve sinirlerin geç radyasyon nekrozuna bağlı ; malıdır.
olarak sakral ağrıya neden olabilir. Tek ya da çift taraflı olarak uy­ Enfeksiyon, kanser ve travma gibi acil müdahaleyi gerektiren
luğa yayılan bel ağrısı gebeliğin son dönemlerinde yaygındır. ciddi patolojiler başlangıç değerlendirmesinin dışında tutulur. Sırt
86

ŞEKİL 16-6 18 yaş ve daha büyükler için akut bel ağasının tedavi­
sinde algoritmalar. A. Semptomlar 3 aydan daha az, ilk 4 hafta. B.
Muhtemel ciddi etyoloji.

tirilen prospektif çalışmaların konusu olmuştur. Klinik çalışmalar


ABA’da uzamış (2 günden fazla) yatak istirahatinin faydalarını or­
taya koyamamıştır. Yatak istirahatinin siyatikli ya da sinir kökü ze­
delenmesi bulunan akut sırt ağrılı hastalarda etkisiz olduğunu gös­
teren bulgular vardır. A BA’da erken ambulasyonun teorik avantaj­
ağrısında altta yatan ciddi nedenler için risk faktörleri şunları ıçe- ları arasında kardiyovasküler durumun düzeltilmesi, disk ve kıkır­
' rir: SO yaş üstü, daha önceden kanser ya da diğer ciddi hastalıkla- dak beslenmesinin geliştirilmesi, kemik ve kas direncinin geliştiril­
: nn teşhisi, ağrının geçmediği yatak istirahati, 1 aydan daha fazla mesi ve endorfin seviyesinin arttırılması bulunur. Son zamanlarda
süren ağrı, üriner inkontinans ya da kısa zaman önce noktüri, kısmi yapılan bir çalışmada erken aşın eksersiz programlannm fayda
bacak güçsüzlüğü ya da hissizlik, sırttan ayağa yayılan ağrı, intra- sağlamadığı, daha az yoğun eksersiz programlannm faydasının ise
; venöz ilaç kullanımı, kronik enfeksiyon (solunum ya da üriner sis­ | belirsiz olduğu bulunmuştur. Normal fiziksel aktivitenin erkenden
tem), ayakta durunca ağrının ortaya çıkması ve oturunca ağrının i yeniden başlatılmasının faydalı olması mümkündür. İyi planlanmış
: geçmesi, travma hikayesi ve glukokortikoid kullanımı. Muhtemel i traksiyon çalışmalan ABA’da traksiyonun faydasını ortaya koya-
bir ciddi etiolojiyi gösteren klinik işaretler arasında açıklanamayan ' mamıştır. Buna rağmen klinisyenlerin etkili tedavi konusundaki al-
ateş, açıklanamayan kilo kaybı, pozitif DBK işareti ya da ters DBK ; gılamalan araştırıldığında 3 günden fazla kesin yatak istirahati, ağ-
işareti, çapraz DBK işareti, omurga ya da kostovertebral açı üzerin­ ! rıh nokta enjeksiyonu (aşağıya bakınız), ve fizik tedavinin A B A lı
de palpasyonla hassasiyet, abdominal kitle (pulsatil ya da değil), | hastaların % 50’sinden fazlasmda faydalı olduğu belirlenmiştir. Ço-
rektal kitle, kısmi duyu kaybı (eyer tipi anestezi ya da uzuvlarda ; ğu kez tedavi eden hekimin davranışı o andaki tıbbi literatürü yan-
; kısmi duyu kaybı), gerçek bacak güçsüzlüğü, spastisite ve asimet­ î sıtmaz.
rik bacak refleksleri sayılabilir. Altta yatan ciddi bir neden (Şekil ;Akupunktur, elektrikle deriden sinir uyarılması, masaj, ultra-
16-6, Algoritma A ve B ) yoksa laboratuar çalışmaları gereksizdir. \ son, diatermi ya da elektrik uyarısı ile akut sırt ve boyun ağrısının
Vertebra kırığı şüphesi yoksa düz filmler semptomların ilk ayı için­ ; tedavisini destekleyen kanıt yoktur. Boyunluklar, ağrıyı arttırıcı
de nadiren endikedir. ; spontan ve refleks boyun hareketlerini kısıtlayarak fayda sağlaya-
Akut komplike olmayan bel ağrısının tedavisinde yatak istira­ ; bilir. Buz ya da ısının etkisi kanıtlanmamıştır ancak bunlar ucuz ve
hati, erken eksersiz ve traksiyonun rolü yakın zamanda gerçekleş- : risksiz olduklarından tercihe bağlı olarak uygulanabilir. Biofeed-
87
ı iı,m.Mim (i.ıjiıi 112un süredir iyileşmeyen akut bel ağrısı
m .h-.<1*1.1 Miinpiumlar?
; led hakkında eğitildiklerinde hastaların memnuniyetlerinin ve has­
talan daha sonra da takip edebilme şansının arttığı çalışmalarla or-
; taya konmuştur. Bir çalışmada, kendilerine yeterli açıklama yapıl-
! mamış hastaların daha fazla tanı amaçlı test talep ettikleri gözlen­
miştir.
ABA’nın tedavisinde kullanılan ilaçlar arasında NSAİ, aseta-
minofen, kas gevşeticiler ve opioidler bulunur. NSAİ ilaçlar ağn
s giderilmesinde plaseboya göre üstündür. Asetaminofen diğer tip
' ağrıların giderilmesinde plaseboya göre üstündür ancak bel ağrısı-
| nın giderilmesinde plasebo ile karşılaştırılmamıştır. Kas gevşetici-
; 1er plasebo ile karşılaştırıldığında kısa dönemde (4 ile 7 gün) etki­
lidir ama uyku hali oluşturması gün içinde kullanımını kısıtlamak-
I tadır. NSAİ ilaçlarla ya da NSAİ kombinasyonu ile kıyaslandığın-
I da kas gevşeticilerin etkinliği net değildir. ABA’da ağrı giderilme­
sinde ya da işe geri dönüşte opioid analjeziklerin NSAİİ ya da ase-
j taminofenden üstün olduğu gösterilmemiştir. NSAİİ ya da asetami-
! nofene cevap vermeyen ya da bunların etkisiz kaldığı bazı hastalar-
; da opioidler kısa süreli olarak faydalı olabilir. AB A’nın tedavisinde
; oral glukokortikoidlerin ya da trisiklik antidepresanlann kullanımı-
j nın faydası hakkında kanıt yoktur.
j Akut sırt ve boyun ağrılı hastalarda diagnostik ve terapötik si-
nir kökü bloğunun rolü tartışmalıdır. Epidural steroidlerin A BA ’lı
i ve radikülopatili hastalarda kısa süreli ağn gidermede nadiren fay-
i dalı olduğunu bildiren şüpheli çalışmalar vardır ancak ağnsız döne-
j min 1 ayı aştığı gösterilememiştir. Epidural anestetikler, steroidler
' ya da opioidler radikülopatisiz A BA ’nın başlangıç tedavisinde en-
4 haftadan fazla sırt ve bacak ağrısı muayene ve EM G ; dike değildir. Ağrının sinir kökünden kaynaklandığı durumlarda di-
ile fokal nörolojik defisit görüntüleme yöntemleri ile fokal
■agnostik selektif sinir blokajı önerilmektedir. Ancak periferik sinir
patoloji iyileşmeyen yada kötüleşen hasta semptomları
Hasta cerrahiyi düşünür mü? ! distalinde bir lezyonu olan hastada ya da sinuvertebral sinir (r. me-
j ningeus) anestezisinden dolayı, plasebo etkisine bağlı olarak yanlış
y — ( e»8Î> -(Hâyiî)— ^ . pozitif cevap olabilir. Terapötik selektif sinir kökü blokajı konser-
I vatif ölçümler başarısız ise, özellikle hasta için ağrının geçici ola-
Beyin cerrahisi konsültasyonunda:
Cerrahi prosedür i rak giderilmesinin önemli olduğu durumlarda, bir seçenektir. Glu-
Riskjer/faydalar -(fiâyj—► Algoritma C © ; kokortikoid ve lokal anestetik enjeksiyonundan önce non-iyonik
Kısa dönem-uzun dönem sonuçlar
Farklı önerilenin uygunluğu tartışılabilir j kontrastlı fluroskopi eşliğinde iğne pozisyonu belirlenir,
Hastaya cerrahiyi seçer m i?
ı Komplike olmayan A BA ’da semptomların giderilmesinde kısa
: seyirli spinal manipülasyon ya da fizik tedavi bir seçenek olabilir.
' ABA’lı hastalarda fizik tedavi, kiropraktik manipülasyon ve eğitim
Postoperatif dönemde ‘ girişimlerini kıyaslayan randomize prospektif bir çalışmada fizik
Algoritma C
j tedavi ve kiropraktik manipülasyonun 1 yıl içinde faydalı olduğu-
j nu ortaya koymuştur. Fizik tedavi/kiropraktik manipülasyon gru-
! bunda yıllık maliyet birbirine eşit ve sadece eğitim kitapçığı ile te-
ŞEKİL 16-6 (devamı) C. 4-12. tedavi haftaları. Algoritma D'den itiba­ j davi edilen gruba göre yaklaşık 280$ daha ucuz olarak bulunmuş-
ren ameliyat sonrası ya da hasta ameliyatı reddederse. D. Cerrahi I tur. Her hasta için tedaviden elde edilen sonuçlara göre maliyetin
seçenekler. (NSAII, nonsteroid antiinflamatuar ilaçlar; TKS, tam kan
j değerlendirilmesi gerekir. Uzun süreli tedavi ya da radikülopatili
sayımı; ESR, eritrosit sedimentasyon hızı; TİT, tam idrar tetkiki;
EMG, elektromiyografi; SİH, sinir iletim hızı çalışmaları; MRG, man­ I hastaların tedavisinin değeri belirsizdir ve potansiyel olarak belli
yetik rezonans görüntüleme; BT, bilgisayarlt tomografi; SSS, santral ; bir risk taşır. Uygun sıklıkta ve sürede spinal manipülasyon henüz
sinir sistemi). yeterince çalışılmamış bir konudur.
Kronik Bel Ağrısı KBA 12 haftadan daha uzun süren bel ağrı-
; sı olarak tanımlanır. KBA’lı hastalar toplam sırt ağrılı hastaların
back ciddi anlamda çalışılmamıştır. Faset ekleme, ağrıyı tetikleyen ; % 50’sini oluşturur. Aşırı kilolu bireyler özellikle risk altındadır. Di­
noktaya ve ligamente enjeksiyon ABA’nın tedavisinde önerilme­ ğer risk faktörleri arasında dişi cinsiyet, ileri yaş, geçirilmiş sırt ağ-
mektedir. : rısı, kısıtlı spinal mobilite, bacağa yayılan ağrı, yüksek seviyede
Spesifik eksersizlerin ya da postürün düzeltilmesinin rolünün psikolojik bozukluk, zayıflamış sağlık durumu, düşük fizik aktivi-
geçerliliği yoğun klinik çalışmalarla ortaya konamamıştır. Pratikte, te, sigara kullanımı, mesleki problemler ve yaygın ağrı sayılabilir.
omurga üzerindeki mekanik stresi arttıran aktivitenin (ağır kaldır­ Tüm bu faktörlerin kombinasyonu hangi hastanın A B A ’dan
ma, uzun süre oturma, öne-yana eğilme, taburede oturma) geçici KBA’na geçiş yapacağını tespit etmekte kullanılabilir. Bu hastalara
olarak durdurulması faydalı olabilir. başlangıçta aynen A BA’lı hastalarda olduğu gibi yaklaşılır ve ayı­
Hasta eğitimi tedavinin önemli bir parçasıdır. Prognoz, tedavi rıcı tanıda bu bölümde tanımlanan tüm durumlar gözden geçirilir.
metotları, aklivitedeki değişiklikler ve ileri atakları önleme strateji- Bu heterojen hasta grubunun tedavisinde mümkünse altta yatan ne-
88 d •î.'.^a iık'a rL ii A n a B u lg u la n HıkıUm Ş e k ille ri SER V İK A L V E R T E B R A TRAVM ASI Bel bölgesinin trav­
malarının aksine servikal bölge travmasında (kınk, subluksasyo)
: dene yönelik araştırma yapılır ve amaç hasta fonksiyonlarını müm- medulla spinalis daha fazla risk altındadır. Motorlu araç kazalan,
\kün olan en büyük ölçüde geri kazandırmaktır, saldırılar ve düşmeler medulla spinalis zedelenmelerinin % 87’sinin
j KBA’nı oluşturan pek çok neden görüntüleme yöntemleri ve nedenini oluşturur (Konu 369). Anstabil servikal vertebra bölümle­
j elektrofizyolojik çalışmaların yardımı ile ortaya çıkarılabilir. MRG rinin medulla spinalisi daha fazla zedelemesini önlemek amacı ile
; ya da BT-myelografi altta yatabilecek ciddi bir hastalık için risk acil immobilizasyon yapılması zorunludur.
i faktörleri bulunmayan hastalarda genellikle ilk ay içerisinde endi- W h ip la sh y a r a la n m a , genellikle otomobil kazalarında başın ani
ke olmayan tanı yöntemleridir. Görüntüleme yöntemleri sadece so- ileri geri hareketi ile servikal bölge kas ve ligamentlerinde oluşan
j nuçlann tıbbi ya da cerrahi tedaviyi etkileme olasılığının bulundu- hiperfleksiyon ya da hiperekstensiyona bağlı hasara verilen addır.
; ğu durumlarda uygulanmalıdır. Prospektif bir çalışmada, bu tür travma geçiren hastaların % 18’in-
i Sırt ağrısının değerlendirilmesinde diskografinin değeri tartış- de kazadan 2 yıl sonra bile semptomların devam ettiği bulunmuş­
‘ malıdır. MRG’ye ek olarak ortaya koyabileceği anatomik bir bilgi tur. Bu gruptaki hastaların tamamen iyileşen gruptan farklı olarak
' yoktur. Enjeksiyon ile hastada ağrının açığa çıkartılması spesifik daha yaşlı, çarpışma anında baş pozisyonunun daha dönük, başlan­
5 bir diskin ağrıyı oluşturduğunun kanıtı olarak değerlendirilir ancak gıçtaki baş ve boyun ağrısının daha şiddetli, başlangıçtaki semptom
<bunun hastayı cerrahiye yönlendirmek için değerli olup olmadığı sayısının daha fazla ve grafilerde osteoartritik değişikliklerin daha
j bilinmemektedir. Radikülöpatinin değerlendirilmesinde termogra- fazla olduğu bulunmuştur. Boyun bölgesi yumuşak dokusu hakkın­
; finin rolü kanıtlanmamıştır.
da yeterli objektif bulgu yoktur. Başlangıçta ciddi olarak yaralanan
j En güvenilir biçimde sinir kökü zedelenmesi tanısı hasta hika-
hastalar uzun dönemde iyileşme açısından daha kötü bir prognoza
1 yesi, muayene, görüntüleme yöntemlerinin sonuçları ve EMG’nin
sahiptir.
|uyumlu olması üe konur. Sinir kökü zedelenmesinin yerini belirle-
SER V İK A L D İSK H A STA LIĞ I Boyun, omuz, kol ve el ağ­
j mede BT ve EMG arasındaki uyum %65 -73 arasındadır. Asempto-
rısının en sık nedenlerinden biri alt servikal disk fıtıklaşmasıdır.
j matik yetişkinlerin üçte birinde BT ya da MRG ile disk protrüzyo-
Hareketle kötüleşen boyun ağnsı, katılık ve kısıtlı boyun hareketi
! nu saptanır. Bu nedenle sadece radyolojik bulgu ve ağn artışı nede-
sıktır. Sinir kökü basısı ile ağn omuz ya da kola yayılabilir. Boynun
J ni ile cerrahi uygulamaların sonucu başarılı olmamaktadır.
ekstansiyonu ve dış rotasyonu foramen intervertebrale’yi daraltır
I KBA’h hastalar birçok konservatif yöntemle tedavi edilebilir,
ve radiküler semptomların oluşmasına yol açar (Spurting işareti).
j Akut ve subakut alevlenmelere NSAİİ ve istirahat ile müdahale
Genç bireylerde akut servikal sinir kökü basısına yol açan rüptüre;
j edilir. Bir NSAİ ilacın diğerinden üstün olduğunu gösteren hiçbir
j kanıt yoktur. Yatak istirahati 2 günü aşmamalıdır. Esas amaç ağrıyı disk sıklıkla travma sonucu gelişir. Subakut radikülöpatinin bir
] gidermekten çok aktiviteye toleransın sağlanması olmalıdır. Ekser- travmaya bağlı olma olasılığı daha azdır ve hem disk hastalığı hem
i siz programlan paraspinal kaslardaki tip II kas atrofisini geri çevi- de spondilozise bağlı olabilir. Servikal disk fıtıklaşması genellikle
j rip gövde ekstansiyonunu arttırabilir. Bir fizyoterapist eşliğinde bi- posterolateral ve foramen intervertebrale’dedir. Spesifik servikal
! linçli, yoğun fiziksel eksersizler bazı hastaların işe dönmesinde, sinir kökü lezyonuna eşlik eden refleks, duyu ve motor değişiklik­
j yüriiyüş mesafesinin arttırümasında ve ağnmn azaltılmasında etki- ler Tablo 16-2’de özetlenmiştir. Servikal radikülopati şüphesi olan,
i li olmaktadır. Evde uygulanan eksersiz programları faydalı olabilir. hastalan değerlendirirken aşağıdaki noktalan göz önünde bulun­
KB A’ndâ manipülasyon, bel okulu ve epidural steroid enjeksiyonu­ durmak Önemlidir. (1) komşu sinir kökleri arasında fonksiyon açı­
nun rolü belirsizdir. Deneyimli bir anestezist tarafından uygulansa sından örtüşme sıktır, (2) anatomik patem en değişken klinik özel­
bile epidural steroid enjeksiyonlarının % 30’u epidural mesafeyi ıs­ liktir ve (3) semptomlara dağılımı ve işaretler hasarlı sinirin înner-
kalayabilir, Akupunktur ya da fraksiyonun faydası ile ilgili güçlü ve ettiği sahanın sadece bir bölümünde gözlenebilir.
bir kanıt yoktur. Hastalık nedeni ile raporlu olunan günlerde azal- Servikal bölgedeki fıtıklaşmış disklerin cerrahi tedavisi genel­
ma, uzun süreli sağlık hizmeti uygulaması ve emeklilik masrafları likle diskektomi ile birlikte önden yaklaşımı takip eden anterior in­
multidisipliner tedavi programlarının başlangıç masraflarını karşı­ terbody füzyonunu içerir. Diskektomi ile birlikte basit posterior
lamaktadır. Bir çalışmada 3 hafta süren hidroterapi ile rutin ambu- parsiyel laminektomi alternatif bir yaklaşımdır. Füzyona komşu
latuar bakım karşılaştırılmış ve hidroterapinin sırt ağrısının süre ve servikal segmentte sekonder radikülopati ya da myelopati riski yıl­
yoğunluğunu azalttığı, analjezik kullanma ihtiyacını düşürdüğü, lık % 3 ,10 yıllık bir sürede ise % 2 6 ’dır. Risk cerrahi tedavinin geç
omurga hareketlerini ve fonksiyonel skorları geliştirdiği tespit edil­ bir komplikasyonu olarak sunulsa da, bu hasta grubunda dejenera-
miştir. 9 aylık izleme ile fonksiyonel skorlar taban değerlere dön­ tif servikal vertebra hastalığının doğal sonucu olarak da değerlen­
müş ancak tüm diğer faydalı etkiler devam etmiştir. KBA’nda per- dirilebilir.
kutan elektrikli sinir uyarımının (PESU) kısa süreli ağn giderilme­ S ER V İK A L SPO N D İLO ZİS Servikal vertebralarm osteoart-
sinde beliıgin fayda sağladığı gösterilmiştir ancak uzun süreli ağn riti başın arkasına, omuza ve kola yayılan boyun ağrısına neden
giderimi ve maliyet konusunda ileri çalışmalara ihtiyaç vardır. olabilir. Üst servikal vertebralarm artrit ya da diğer patolojik du­
rumları oksipital bölgenin (C 2-C 4 sinir kökü ile innerve edilir) ar­
30YUN VE OMUZ AĞRISI. kasındaki baş ağrısının kaynağı olabilir. Hipertrofık faset eklemde­
ki osteofitli servikal spondilozis mono radikülopatiye neden olabi­
------------ — ------------------— — ------------ Hastaya Yaklaşım — — — ~ — ----------------------— lir (Şekil 16-7). Spinal kanalın osteofit, ligamentum longitudinale
Son dönemde yapılan bir epidemiolojik çalışmada erişkinlerde 6 ay posterior ü n osifikasyonu ya da büyük santral bir disk tarafından
süren boyun ağnsı sıklığı %4.6 olarak bulunmuştur. Boyun ağnsı daraltılması sonucu medulla spinalis basıya uğrayabilir. Bazı hasta­
genellikle servikal bölge vertebralan ya da yumuşak dokusunun larda radikülopati ve myelopati bir arada bulunabilir. Boynun flek-
hastalıklanna bağlıdır. Servikal vertebralardan köken alan ağn ti­ siyonu ile ortaya çıkan ve aşağıya doğru yayılan elektriklenme his­
pik olarak boyun hareketleri ile ortaya çıkar ve kısmi hassasiyet ile si (Lhermitte1semptomu) genellikle servikal ya da üst torakal (T l-
hareket kısıtlılığı buna eşlik eder. Plexus brachialis, omuz ya da pe- T2) bölgede medulla spinalis tutulumunu gösterir. Medulla spinalis
riferik sinirlerden köken alan ağn servikal vertebra kaynaklı ağn basısına eşlik eden ağn çok az ya da yok ise tam amyotrofik lateral
ile karışabilir ancak hasta hikayesi ve muayene bulgulan ile ağnmn skleroz (Konu 365), multipl skleroz (Konu 371), medulla spinalis
kökeni ayırt edilebilir. Servikal vertebra travması, disk hastalığı ya tümörleri (Konu 368) ya da siringomyeli (Konu 368) ile kanşabi-
da spondilozis asemptomatik olabildiği gibi ağnlı da olabilir ve lir. Medulla spinalis servikal segmentinin hastalığı olasılığı sadece
myelopati, radikülopati ya da her ikisine birden de neden olabilir. bacakla ilgili semptomları olan hastada bile göz önüne alınmalıdır.
En sık etkilenen sinir kökleri C7 ve Cö’dır. Üstelik lomber radikülopati ya da polinöropati servikal myelopati-
yi maskeleyebilir. MRG ya Tablo Î6-2 Serviîcıl Rndikülopati------Nörolojik Öiellikler
da BT-myetografî ile anato­ Servikal Muayene Bulgulan
mik anormallikler tanımla­ Sin ir ------------
nabilir, EMG ve sinir iletim Kökleri Refleks Duyu Motor Ağrı Dağılımı
çalışmaları ile de motor sinir
C5 Biceps Deltoid kasın yan ta­ Supraspinatus0 (kol abduksiyonunun Kolun dışı, scapula
kökü hasarının seviyesi ve
rafının üzeri başlangıcı) mediali
şiddeti belirlenebilir.
Infraspinatus0 (kol dışı rotasyonu)
BO YU N A Ğ RISIN IN Deltoid0 (kol abduksiyonu)
DİĞER N E D EN L ER İ Ser­ Biceps (kol fleksiyonu)
vikal apophyseal eklemlerin C6 Biceps Başparmak, işaret parmak Biceps (kol fleksiyonu) Önkolun dışı, başpar­
Romatoid Arteriti (RA) (Ko­ Önkol ve elin radial kısmı Pronator teres önkol iç rotasyonu) mak, işaret parmak
Triceps. Orta parmak Triceps0 (kol ekstansiyonu) Kolun arkası, önkol
nu 312) boyun ağrısı, katılık
Önkol dorsal yüzü Bilek ekstansörleri0 arkası, elin dış tarafı
ve hareket kısıtlılığına neden
Extensor digitoruma (parmak ekstan­
olabilir. Simetrik enflamatu- siyonu)
ar poliartriti olan tipik vaka- C8 Parmak KUçUk parmak Abductor pöllicis brevis 4. ve 5. parmak, önkol
larda RA tanısı kolayca ko­ fleksörleri Önkol ve elin mediali (abduksiyon D İ) mediali
nur. İleri dönem RA’de at­ tik dorsal interosseous (abduksiyon D2)
lantoaxial eklemin sinoviti Abductor digiti minimi (abduksiyon D5)
Tl Parmak Axilla ve kol mediali Abductor pöllicis brevis.(abduksiyon D i) Kol mediali, axilla
(C1-C 2; Şekil 16-2) atlas’m
fleksörleri İlk dorsal interosseous (abduksiyon D2).
transvers ligamentini zedele­ Abductor digiti minimi (abduksiyon D5)
yip atlas’m axis üzerinde
öne doğru yer değiştirmesi­ °Bu kaslar innervasyonlannın çoğunu bu köklerden alır.
ne neden olabilir (atlantoaxi­
al subluksasyo). atlantoaxial subluksasyonun radyolojik olarak ka­ kaybının ilerlemesi durdurulur. A r te r y e l T O S bir servikal kaburga­
nıtı RA’li hastaların sadece % 30’unda mümkündür. Subluksasyo­ nın a. subclavia’ya basısı ile oluşur. Bası arterde poststeriotik geniş­
nun derecesinin eroziv hastalığın ciddiyeti ile paralel olması şaşır­ leme ve trombus oluşumu ile sonuçlanın Etkilenen uzuvda kan ba­
tıcı değildir. Subîukisasyo varsa myelopatinin ibaretlerini erkenden sm a azalmıştır. Elde emboli işaretleri gözlenebilir, nörolojik işaret
tespit etmek için dikkatli bir nörolojik değerlendirme çok önem ka­ bulunmaz. Tam noninvazif ultrason teknikleri ile desteklenir. Teda­
zanır. Nadiren bazı hastalarda quadriparezi, solunum yetmezliği ve vide trombolizis ya dâ antikoagulasyon (eıribolektomi ile birlikte
ölüme kadar giden medulla spinalis basısı gelişebilir. RA’li hasta­ ya da değil) ile a. ve v. subclavia’ya bası yapan kaburganın cerrahi
larda bel ağrısı daha yaygın olmasına rağmen faset eklem hastalığı, eksizyönû şeklindedir. Ş ü p h eli TOS belli bir nedene bağlı olmayan,
kırık ve spondilolistezis sıklığı aynı yaş ve cinstekilere göre daha kronik, kol ya da omuz ağrısına sahip çok sayıda hastayı içeren bir
fazla değildir. gruptur. Fizik muayene ya da laboratuar bulgulan ile kesin ve du­
A n kilozu n s p o n d ilit de boyun ağrısı ve nadiren atlantoaxial sub- yarlı herhangi bir bulgunun tespit edilememesi sıklıkla tanıyı belir­
luksasyona neden olabilir. Medulla spinalis basısı varsa cerrahi mü­ siz kılar. Şüpheli TOS’ta cerrahi tedavinin rolü tartışmalıdır. Kon-
dahale endikedir. Herpes zoster veziküllerin patlamasından önce
boyun ya da posterior oksipital bölgede C2-C3 dağılımında ağrı temlerini içerir. Tedavi genellikle baş ansızdır.
oluşturabilir. Servikal vertebralara neoplazma metastazları, enfek­ P L E X U S BR A C H İA LİS V E S İN İR L E R İ Plexus brachialis
siyonlar (osteomyelit ve epidural abse) ve metabolik kemik hasta­ ya da koldaki periferik sinirlerin lezyonundan kaynaklanan ağn ba­
lıkları da boyunda ağrıya neden olabilir. Koroner arter iskemisinde zen servikal vertebra kaynaklı ağri ile karıştınlabilir. Plexus brac­
olduğu gibi kalpten köken alan boyun ağrısı da olabilir (servikal hialis’in alt trunkusunun neoplastik infiltrasyonu sonucu kola doğ­
angina sendromu). ru yayılan omuz ağnsı, 4-5. parmaklarda uyuşma ve n. ulnaris ile
TO R A SİK O U T L E T Torasik outlet ilk kaburga, a. ve v. subc- n. medianus tarafından innerve edilen intrensek el kaslarında güç-
lavia, plexus brachialis, clavicula ve
akciğerin apex kısmını içeren bir
anatomik bölgedir. Bu yapıların ya­
ralanması omuz ve supraklaviküler
bölgede pozisyon veya harekete bağ­
lı ağrıya neden olabilir. Torasik out­
let sendromunun (TOS) en azından
üç alt tipi vardır. G e r ç e k n ö r o je n ik
TOS’ta, birinci kaburgayı C7 verteb-
ranın transvers uzantısına bağlayan
anormal bir bant plexus brachialis’ in
alt trunkusuna bası yapmaktadır. Nö­
rolojik bulgular arasında elin imren­
sek kaslarının güçsüzlüğü ve 4-5.
parmakların palmar yüzünde duyu Ş E K İL 16-7 Servikal spondilozis; sol C6 radlkülopati. A.
azalması bulunur. EMG ve sinir ile­ Sagittal T2 fast spin eko manyetik rezonans görüntüle­
tim çalışmaları tanıyı destekler. K e­ me sonucu C5-C6 seviyesinde tekal kese içine taşıp
sin tedavi plexus brachialis’e ya da medulla spinalisi arkaya doğru iten düşük yoğunluklu
C8-Tlsinir köklerinin ramus ventra- osteofitin görünümü (beyaz ok). B. Servikal vertebranın
lislerine bası yapan anormal bandın
3-D volume gradient eko sekansında axial 2-mm kesiti.
Sağda C5-C6 seviyesinde foramen intervertebrale'nin
cerrahi olarak alınmasıdır. Cerrahi
yüksek sinyali kontrastı soldaki C5-C6 seviyesinde fora­
ile kaslardaki güçsüzlük ya da kayıp­ men intervertebrale’nin osteofit tarafından oluşturulmuş
ta iyileşme olmaz ancak sinsi güç dar yüksek sinyali ile kontrast oluşturmaktadır (oklar).
90 çimidir. Sonradan füzyona komşu servikal segmentlerde radikülo­
pati ya da myelopatinin kümülatif riski yaklaşık olarak yıllık %3,
süzlük oluşabilir. Radyoterapi sonrası fibrozis ya da akciğerdeki bir j her dekat için ise % 26’dır. Bu risk bazen cerrahi tedavinin geç bir
Pancoast tümörü (Koııu 88) benzer bulgular verebilir. Pancoast tü- j komplikasyonu olarak sunulsa da, dejeneratif servikal vertebra has­
mörlü hastaların üçte ikisinde Horner sendromu vardır. Supraska- j talığının doğal sonucu olarak da değerlendirilebilir. Servikal disk
püler nöropati ciddi omuz ağrısı, güçsüzlük ve supraspinatör ile j fıtıklaşmasına bağlı kısmi nörolojik hasarın eşlik ettiği nonprogre-
infraspinatör kaslarda zayıflığa neden olabilir. A kut b r a c h i a l n ö rit i sif servikal radikülopati konservatif olarak yüksek bir başarı yüzde-
sıklıkla radikülopati ile karıştırılır. Akut ve ciddi omuz ya da ska- j si ile tedavi edilebilir. Kompresif servikal radikülopatili servikal
püler ağrıya günler ya da haftalar sonra eklenen omuz ve proksimal j spondiloziste genellikle nörolojik işaretlerin gelişimini önlemek
kol kaslarının güçsüzlüğü şeklinde bir tablo mevcuttur. Etkilenen amacı ile cerrahi dekompresyon uygulanır. Servikal spondilotik
omuz ve kol kasları plexus brachialis’ in üst ve orta trunkuslarından myelopati tipik olarak ya anterior dekompresyon ve füzyon ya da
çıkan sinirler tarafından innerve edilir. Başlangıç sıklıkla bir enfek­ laminektomi ile tedavi edilir. Her iki yöntemin sonuçları değişmek­
siyon ya da aşılanmayı takiben olur. Bu sendromun servikal radikü- j tedir ancak hastaların % 20 ile 3 0 ’unda geç dönemde fonksiyonel
lopatiden ayrımı önemlidir, çünkü brachial nörit hastaların % 75’ in- i kötüleşme gerçekleşmektedir. Bu konuda prospektif bir çalışmaya
de 2 yıl sonunda, % 89’unda 3 yıl sonunda tamamen iyileşir. Bazı •' ihtiyaç vardır.
karpal tünel sendromu vakalarında C5 ya da C6 kök lezyonuna
benzeyen omuz, kol ve önkolda ağrı ile parestezi gözlenebilir. Ra­ ü iın .ii j g r a k y a
dial sinirin lezyonlan C7, ulnar sinirin lezyonları ise C8 seviyesin­ ANDERSSON GBJ et al: A comparison of osteopaıhic spinal manipulation with
deki radikülopatiyi taklit edebilir. EMG ve sinir iletim çalışmaları Standard care for patients with low back pain. N Engl J Med 341(19): 1426,
ile lezyonun yeri tam olarak ortaya konabilir. - > P c r ife r ik s in ir bo­ 1999
BEURSKENS AJ et al: Efficacy of traction for non-specific low back pain: A
z u k lu k la r ı ile ilg ili daha detaylı tartışma için hakiniz Konu .177. randomised clinical trial. Lancet 346:1596, 1995
OM UZ Omuz bölgesindeki ağrıyı boyun bölgesindekinden ke­ B1GOS SI: Perils, pitfalls, and accomplishments of guidelines for treatment of
sin olarak ayırt etmek zor olabilir. Radikülopatinin semptom ve işa­ back problems. Neurol Clin North Am 17(1):179, 1999
retleri yoksa ayırıcı tanıda mekanik omuz ağrısı (tendinit, bursit, CAREY TS et al: The outcomes and costs of care for acute low back pain among
patients seen by primary care practitioners, chiropractors, and orthopedic
rotator cuff yırtığı, dislokasyon, adezif kapsülit ve acromion altın­
surgeons. N Engl J Med 333:913, 1995
da cuff ezilmesi) ve yansıyan ağrı (subdiafragmatik irritasyon, an­ CASSIDY JD et al: Effect of eliminating compensation for pain and suffering on
gina, Pancoast tümörü) düşünülmelidir. Mekanik ağrı sıklıkla gece­ the outcome of insurance claims for whiplash injury. N Engl J Med
leri kötüleşen, lokal omuz hassasiyeti ile birlikte bulunan ve kolun 342:1179,2000
CHERK1N DC et al: A comparison of physical therapy, chiropractic manipulati­
abduksiyonu, iç rotasyonu ya da ekstansiyonu ile artan tarzda bir
on, and provision of an educational booklet for the treatment of patients
ağrıdır. Omuz ağrısı bazen kola ve ele yayılabilir ancak bu durum­ with low back pain. JAMA 339( 15): 1021, 1998
da sinir kökü, pleksus ya da periferik sinir hastalıklarını düşündü­ DALTROY LH et al: A controlled trial of an educational program to prevent low
ren duyu, motor ve refleks değişiklikleri bulunmaz. back injuries. N Engl J Med 337:322, 1998
FRANKLIN GM et al: Outcome of surgery for thoracic outlet syndrome in Was­
hington state workers' compensation. Neurology 54:1252, 2000
jH TKİ)AVİBoyun ağrısının tedavisi konusunda iyi düzenlenmiş
LAUDER TD et al: Effect o f history and exam in predicting electrodiagnostic
- 'klinik çalışmalar azdır. Semptomatik tedavi analjezik ilaç outcome among patients with suspected lumbosacral radiculopathy. Am J
ve/veya yumuşak bir boyunluk kullanımını içerir. Günümüzde ser­ Phys Med RehabU 79(1):60, 75, 2000
vikal ve lomber disk cerrahisinin endikasyonlan benzerdir. Servi­ MALM1VAARA A et al: The treatment of acute low back pain_bed rest, exerci­
ses, or ordinary activity? N Engl J Med 332:351, 1995
kal bölgede medulla spinalis zedelenme riskinin fazla olması nede-
STADN1K TW et al: Annular tears and disk herniation: Prevalence and contrast
! ni ile en ufak bir şüphede agresif yaklaşım endikedir. Servikal disk enhancement on MR images in the absence of low back pain or sciatica.
j fıtıklaşmasının cerrahi tedavisinde genellikle diskektomili anterior Radiology 206(1):49,1998
i yaklaşımı takibeden anterior interbody füzyon uygulanır. Diskekto- VROOMEN PCAJ et al: Lack of effectiveness of bed rest for sciatica. N Engl J
Med 40(6):418, 1999
! mili basit posterior parsiyel laminektomi alternatif bir yaklaşım bi­

Kısım 2
VÜCUT SICAKLIĞINDA DEĞİŞİKLİKLER

dır. Dolayısı ile hipotalamus, sıcaklığı, ısı kaybı mekanizmaları yo­


Charles A. D inarello, Jeffrey A . G elfand luyla denetler.
Hipotalamik termoregülatör merkez, kas ve karaciğerdeki me­
A f ES V E H İP E R T E R M İ
tabolik etkinlik sonucu üretilen fazla ısıyı, deri ve akciğerlerden ısı
Tuncay Özgünen
kaybı ile dengelediğinden normal vücut sıcaklığını, içinde bulun­
duğu ortamın sıcaklığında değişiklikler olmasına karşın düzenli bir
şekilde sürdürür. 18-40 yaşındaki sağlıklı bireylerde yapılan yeni
Vücut sıcaklığı hipotalamus tarafından denetlenir. Gerek preoptik
araştırmalara göre ortalama ağız içi sıcaklığı 36.8° ± 0.4°C (98.2°
ön hipotalamus ve gerek arka hipotalamusta yer alan nöronlar iki
± 0.7°F ) olup gün içinde düşük düzeyler sabah 06.0 0 ’da bulunur­
tür işaret alır: bunlardan bir tanesi, sıcak/soğuk almaçlarını (resep­
tör) yansıtan periferik sinirlerle gelir; diğeri bu nöronların bulundu­ ken 16.00-18.00 de daha yüksek düzeyler saptanır. Azami normal
ğu bölgenin içine battığı kanın sıcaklığıdır. Bu iki tür işaret, normal ağız içi sıcaklığı, 0 6 .0 0 ’da 37.2°C (98.9°F ) iken saat 16.00’da
sıcaklığın sürdürülmesi için hipotalamusun termoregülatör merke­ 37.7°C (9 9 .9 °F )’dir; bu değerler, sağlıklı bireylerde % 99’luk bir
zi tarafından tümleştirilir. Normal bir ortamda, insanın metabolik persantili gösterir. Bu çalışmaların ışığında, sabah ölçülen sıcaklı­
hızı sürekli ısı üretir ve üretilen bu ısının miktarı, 3 7 °’lik vücut ko­ ğın > 3 7 .2 ° C ( 9 8 .9 ° F ) veya öğleden sonra ölçülen sıcaklığın
çan sıcaklığını sürdürmek için gerekli olandan daha fazla miktarda­ > 3 7 .7 ° C ( 9 9 .9 ° F ) olması ateş olarak tanımlanacaktır. Sıcaklıktaki
normal günlük değişkenlik, tipik olarak 0.5°C (0.9°F)’dır. Bununla bera­
ber, ateşli bir hastalıktan kalkmış bazı kişilerde bu günlük değişkenlikler
1,0°C kadar büyük olabilir. Ateşli bir hastalık sırasında, günlük değişken­ olan ateş ender olarak 106°F’ı (41.5°) aşmakta idi ve bu "termal tavan;
lik mutad olarak sürdürülürse de bu olay daha yüksek derecelerde görü­ merkezi antipiretikler olarak işlev gören nöropeptidlerin aracılık ettiği il
lür. Hipertermili olgularda günlük sıcaklık dalgalanmaları görülmez (Aşa­ ri sürülmüştü.
ğı bkz.), Rektal sıcaklıklar genel olarak ağız içi değerlerden 0.4°G (0.7°F) Bazı ender durumlarda hipotalamik ayar noktası, yerel trauma, kan
daha yüksektir. Ağız içinde» okunan değerlerin daha düşük olması olası» ma, tümör veya içsel (intrinsik) hipotalamik işlev bozukluğu sonucu yül
lıkla ağız solunuma bağlanmakta olup bu olay, solunum enfeksiyonları ve setir. Anormal hipotalamik işlevin neden olduğu sıcaklık artışını tanımlı
hızlı soluma olan olgularda özellikle önemli bir etmendir. Daha düşük mak için bazen hipotalam ik ateş deyimi kullanılır. Bununla beraber, hipc
özofagus sıcaklıkları vücudun koçan sıcaklığını daha yakından yansıtır. talamik harabiyet bulunan olguların çoğunda vücut sıcaklığı, normalin ü:
Kulak (timpan membranı=TM) termometreleri kulak zarı ve buna bitişik tii yerine normalin altında’da. Bu olgular, ortam sıcaklığındaki ılımlı de
olan kulak yolundan ışıma enerjisini ölçer ve mutlak değer (düzenlenme­ ğişikliklere uygun şekilde yanıt vermez. Örneğin, bu hastalar sadece ha
miş halde) veya düzenlenmiş değer olarak okunur; düzenlenmiş değer, fıfçe serin bir ortamla karşılaştıklarında vücut koçan sıcaklıktan, normal
okunan mutlak değerin, klinik araştırmalarla elde edilmiş, gerçek vücut de olduğu gibi birkaç saatlik bir süre yerine hızla düşer. Yükselmiş vücu
koçan sıcaklığı ile ölçülen ışıma sıcaklığı arasındaki ilişkiyi gösteren no- koçan sıcaklığının hipotalamik harabiyete bağlı olduğundan kuşku duyu
mogramlara göre aygıt tarafından otomatik olmak hesaplanmaktadır. Bu lan çok az sayıda olguda tam, hipotalamik serbestleyici faktörlerin üreti­
ölçümler klinik olarak uygun olmakla beraber, doğrudan ölçülen ağız içi mi, soğuğa anormal yanıt ve, sirkadiyen döngü ve hormonal ritimlerin
veya rektal değerlere göre daha fazla değişkenlik gösterebilir. Erişkinler­ kaybı gibi hipotalamik işlevlerdeki diğer anormalliklerin gösterilmesine
de yapılan araştırmalar düzenlenmiş değer veren TM termometrelere göz bağlıdır.
re düzenlenmemiş değer veren termometrelerden alman okuma değerleri­ HİPERTERMİ Hipertermi, vücudun ısı kaybetme becerisini aşacak
nin daha düşük olduğunu ve düzenlenmemiş TM değerlerinin, rektal sı­ şekilde vücut sıcaklığında denetim dışı bir artışa eşlenik olarak termore-
caklığa göre 0.8°G (1.6°F) daha düşük olduğunu göstermiştir; gülatör merkezin ayar noktasında bir değişiklik bulunmaması (normoter-
Adet gören kadınlarda sabah ölçülen sıcaklık, ovülasyondan 2 hafta mik ayar) ile karakterizedir. Dışardan ısıya maruz kalma ile içsel ısı üre­
önce ölçülen sıcaklığa göre genellikle daha düşüktür; bu sıcaklık daha son­ timi iki ayn mekanizma olup bu yollarla gelişen hipertermi tehlikeli dere­
ra, ovülasyonda 0.6°C (1°F) kadar artar ve adet görülünceye kadar bu dü­ cede yüksek iç sıcaklıklara neden olabilir. Aşın İsı üretimi, vücut sıcaktı-
zeyde devam eder. Vücut sıcaklığında mevsime bağlı değişkenlik bildiril­ ğmın fizyolojik ve davranışsal denetimine karşın kolayca hipertermiye
miş ise de bu olay metabolik bir değişimi yansıtıyor olabilir ve stk görül­ neden olabilir. Örneğin, aşın-yalıtkan giysiler artmış bir vücut koçan sı­
mez. Vücut sıcaklığı yemeklerden sonra artarsa da bu artış bir ateş değil­ caklığına neden olabilir ve sıcak ortamlarda çalışma veya egzersiz yapma;
dir. Gebelik ve endokrinolojik disfonksiyon da vücut sıcaklığını etkile#. periferik mekanizmalara ısı kaybedebilme hızından daha hızlı şekilde ısı
Günlük sıcaklık değişiklikleri erken çocukluk döneminde sanki sabittir, üretebilir.
bunun aksine, yaşlı kişiler, ateş geliştirme yeteneğinde bir azalma göstere­ Vücut sıcaklığında artış bulunan olguların çoğunda ateş bulunmasına
bilir ve şiddetli enfeksiyonlarda bile sadece ılımlı bir ateşlenme görülür karşın birkaç tabloda, sıcaklık artışı kendisini ateş yerine hipertermi ile
gösterir (Tablo 17-1). Sıcak ortama eşlenik termoregülatör yetmezliği»
ATEŞ VE H İP E R i E R M İN İN ’= neden olduğu sıcak çarpması, egzersize bağlı olan ve olmayan tipler ola­
rak sınıflandırılabilir. Egzersize bağlı sıcak çarpması tipik olarak, normal­
K A R S IL A Ş T ÎR İL A IA S I
den daha sıcak ve/veya nemli ortamlarda egzersiz yapan genç kişilerde
görülür! Normal kişilerde bile, dehidratasyon veya sık kullanılan ilaçlan»
ATEŞ Ateş, vücut sıcaklığının norma! günlük dalgalanmaların üzeri­
(örneğin, antikolüıeıjik yan etkileri bulunan antihistamikler) alınması, eg-;
ne çıkması olup hipotalamik ayar noktasında bir artışla (örneğin;
zersize bağlı sıcak çarpmasını presipite edebilir, Egzersize bağlı olmayan
37°C’dan 39°C’a) birlikte görülür. Ayar noktasının bu ’’ateşsiz” düzeyden
veya klasik sıcak çarpması tipik olarak yaşlı kişilerde ve özellikle sıcak
ateşli düzeylere kayması, evdeki termostatın, oda sıcaklığını arttırmak
dalgalan geldiği zaman görülür. Örneğin 1995’in Haziranında Şikago’d»
için daha yüksek bir derecede tekrar ayarlanmasına çok betızer. Hipotala­
kaydedilen 465 ölüm, ısı ile ilgili olarak kaydedilmiştir. Yaşlı, yatağa bağ­
mik ayar noktası bir kez yükseldi mi, vazomotor merkezdeki nöronlar et­
lı, antikolinerjİk veya antiparkinson ilaçlar veya diiiretikler alan kişiler İle
kinleşir ve vazokonstriksiyon başlar. Kişi bu vazokonstriksiyonu önce el­
havalandmlması yetersiz ve iklimlendirici bulunmayan ortamlarda durma
leri ve ayaklarında hisseder. Kanın çevreden çekilip kestirmeden iç organ­
zorunda olan kişiler sıcaklık çarpmasına en yatkın olan kimselerdir.
larına gitmesi deriden olan ısı kaybını azaltır ve kişi bir üşüme hisseden
ilacın uyandırdığı hipertermi, psikotrop ilaçlar ile yasa dışı ilaçların
Çoğu ateşte vücut sıcaklığı 1-2°C kadar artar. Kaslardan ısı üretimini art­
kullanılmasındaki artışa bağlı olarak giderek daha fazla görülmektedir,
tıran titreme bu noktada başlayabilir; bununla beraber, ısı şakınma meka­
İlacın uyandırdığı hiperterminin nedeni, monoamin oksidaz inhibitörleri.
nizmaları kan sıcaklığını yeterince yükseltmeye kafi gelirse titremeye ge­
reksinim duyulmaz. Karaciğerden ısı üretimi de artar. İnsanlarda iç güdü­ trisiklik antidepresanlar ve amfetaminlerin kullanılması ile fensiklidin, li-
sel davranışlar (örneğin üstüste giyinme veya yatağa girme), vücut sıcak­ zerjik asit dietilamid (LSD) veya kokaûıin yasa dışı kullanılması olabilir.
lığını arttırmaya yardım etmek üzere dışarıya maruz kalan yüzeylerde bin
'Tablo 17- î Hipertermi Sendröm ianm n Nedenleri
azalmaya yol açar.
Isı sakuıma (vazokonstriksiyon) ve üretme (titreme ve artmış metabo- Sıcaklık çarpması
lik etkinlik) olayları, hipotalamik nöronların içine batmış olduğu kanın sı- > Egzersize Bağlı; Normalden daha sıcak ve/veya nemli ortamda egzersiz
Egzersize Bağlı Olmayan: Antihistaminikler dahil antikolinerjikler;
caklığı yeni termostat ayar noktasına ulaşıncaya kadar devam eder. Bu’
antiparkinson ilaçlan; diiiretikler; fenotiazinler
noktaya bir kez ulaşıldı mı artık hipotalamus, ateşsiz durumda ısı denge­
İlacın uyandırdığı hipertermi
sini sağlayan aynı mekanizmaları kullanarak sıcaklığı ateşli düzeyde sür­ Amfetaminler; monoamin oksidaz inhibitörleri; kokain; fensiklidin;
dürür. Hipotalamik ayar noktası tekrar alttaki düzeye kuruldu mu (bu olay trisiklik antidepresanlar; LSD
ya pirojenlerinderişiminde bir azalmaya veya antipiretiklerin kullanılma-: Nöroleptik kötücül (malign) sendrom
sına bağlıdır) vazodilatasyon ve terleme ile ısı kaybedilmesi olayları baş­ Fenotiazinler; haloperidol ve bromperidol dahil bütirofenonlar; fluok-
latılır. Bu dönemde tetiklenen davranış değişiklikler, elbiselerin çıkarıl­ setin; loksapin; trisiklik dibenzodiazepinler; metoklopramid; domperi-
ması veya yataktan kalkmayı içerir. Terleme ve vazodilatasyon ile sağla- i don; tiotiksen; molindon
Kötücül hipertermi (Malign hipertermi)
nan ısı kaybı, hipotalamik düzeydeki kanın sıcaklığı ayar noktası ile uyu-
İnhalasyon anestetikleri; süksinilkolin
şuncaya kadar devam eder.
Endokrinopati
41.5°C (106.7°F)’den daha yüksek bir ateşe hiperpireksi adı verilir. Tirotoksikoz
Bu olağanüstü yüksek ateş, şiddetli enfeksiyon bulunan olplarda gelişe­ Feokromositoma
bilirse de en fazla, merkezi sinir sistemi kanamaları bulunan olgularda gö­
KAYNAK: FJ Curley, RS Irwin, JM Rippe ve ark (editörler): Intensive Care Medicine,
rülür. Antibiyotik öncesi dönemde, çeşitli enfeksiyon hastalıklarına bağlı '.baskı. Boston. Little. Brown. 1996’a göre.
92 îl Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri hayvanlan ve insanda ateşe neden olduğu gösterilmiştir. IL-1, IL-6
ve TNAF, insanlara düşük dozlarda (10-100 ng/kg) zerk edildiğin­
K ö tü c ü l h ip e r te n n i (malign hipertermi) iskelet kası sarkoplaz- de ateşe neden olur.
mik retikulumunda kalıtsal bir anormallik bulunan kişilerde görü­ İçsel pirojenik sitokinlerin sentez ve salınması geniş bir dışsal
lür; bu anormallik, halotan ve diğer inhalasyon yoluyla kullanılan pirojen grubu tarafından uyandmlmakta olup bu dışsal pirojenlerin
anestetiklere veya süksinilkoline yanıt olarak hücre içi kalsiyum büyük kısmı kimliklendirilebilen bakteriyel veya fungal kaynaklar­
düzeylerinde hızlı bir artışa neden olmaktadır. Hastada hızla sıcak­ dır. Viruslar dâ, enfekte olmuş hücrelerde pirojenik sitokinleri
lıkta artış, kas metabolizmasında hızlanma, rijidite, rabdomiyoliz, uyandırır. Öte yandan, mikrobiyal enfeksiyonun yokluğunda, yan­
asidoz ve kardiyovasküler kararsızlık hali gelir. Bu tablo çoğunluk­ gı, trauma, doku nekrozu veya antijen-antikor karmaları, IL-1,
la öldürücüdür. Nöroleptik kötücül sendrom fenotiyazinler ve halo- TNA, ve/veya IL -6 üretimini uyandırabilir ve bunlar, tek başlarına
peridol gibi diğer ilaçlar kullanıldığında görülebilir ve kas katılığı, veya bileşik halde, hipotalamustaki ayar noktasının ateş düzeyleri­
otonomik disregülasyon ve hipertermi ile karakterizedir. Bu bozuk­ ne yükseltilmesini tetikler, Pirojenik sitokinlerin hücresel kaynak­
luğun nedeni sanki, hipotalamustaki merkezi dopamin almaçlarının lan esas olarak monositler, nötrofiller ve lenfositler ise de diğer bir
inhibisyona uğraması olup bunun sonucunda ısı üretiminde artış çok tip hücre, uyarıldıklarında bu molekülleri sentez edebilir.
olurken ısı kaybedilmesi azalmaktadır. Tirotoksikoz ve feokromo- H İPO TA LA M İK AYAR NOKTASININ S İT O K İN L ER TA ­
sitoma da termogenezde artışa neden olabilir RAFINDAN Y Ü K S E L T İL M E S İ Ateş sırasında, hipotalamik do­
Hiperterminin hızla öldürebilmesi ve karakteristik olarak anti- ku ve üçüncü serebral ventriküldekı prostaglandin E 2 (PGE 2 ) düze­
piretik ilaçlara yanıt vermemesi nedeni ile ateş ve hiperterminin yi yükselir. PGE2 derişimleri, sirkümventrikülfer vasküler organlar­
birbirlerinden ayırd edilmesi önem taşır. Bununla beraber bu ayırı­ da (terminal laminalisin organum vasculosum’u) en yüksektir; bu
mı yapmanın hızlı bir yolu bulunmamaktadır. Hipertermi çoğun­ organlar, hipotalamik düzenleyici merkezleri kuşatan, genişlemiş
lukla, vücut koçan sıcaklığının yükselmesinden hemen önce olup kapillerlerden oluşan bir ağdır. Bu organlann hasarlanması, piro­
biten olaylara (örneğin ısıya maruz kalma veya termoregülasyonu jenlerin ateş oluşturabilme becerisini azaltır, Bununla beraber, hay­
bozan ilaçlara tedavi yapılması) dayanarak tanı alır. Öte yandan, vanlarda yapılan araştırmaların çoğunda, pirojenik sitokinlerin do­
hastanın klinik öyküsüne ek olarak, bazı hipertermi biçimlerinin fi­ laşımdan beyin cevherine geçtiği gösterilememiştir. Yani, hem dış­
ziksel belirtileri de klinisyeni uyandırabilir. Örneğin, sıcak çarpma­ sal hem de içsel pirojenler sanki bu kapillerterin endoteli ile etki­
sı sendromları bulunan olgularla terlemeyi bloke eden ilaçlar kulla­ leşmekte ve bu etkileşim, ateşin başlamasında ilk adımı yapmakta­
nan olgularda deri sıcak, fakat kurudur. Üstelik antipiretik ilaçlar, dır; yani, ayar noktasının ateş düzeylerine yükseltilmesi.
hipertermide yükselmiş olan sıcaklığı düşürmez iken ateşte - ve Ateş oluşmasındaki anahtar olaylar Şekil 17-1 ’de gösterilmiş­
hatta hiperpirekside - yeterli dozda aspirin veya asetaminofen ge­ tir. Daha önce değinildiği gibi birçok hücre tipi pirojenik sitokinle­
nel olarak vücut sıcaklığında belli bir ölçüde azalma yapar. : ri üretebilmektedir. IL -1, IL-6 ve TN F gibi pirojenik sitokinler hüc­
P İR O JE N L E R Ateşe neden herhangi bir maddeyi betimlemek relerden salınmakta ve sistemik dolaşıma girmektedir. Dolaşımda­
için pirojen deyimi kullanılır. Dışsal (ekzojen) pirojenler olgunun ki bu sitokinlerin sistemik etkileri, P G Ej sentezini uyandırarak ate­
vücudunun dışında (üretilmektedir; bunların çoğu mikrobik ürün­ şe yol açarsa da, bunlar çevre dokularında da PGE 2 ’yi uyandırır.
ler, mikrobik toksinler veya mikroorganizmanın bütünüdür. Dışsal Çevrede PGE 2 artışı, çoğunlukla ateşe eşlik eden, özgül olmayan
bir pirojenin klasik örneği, gram-negatif bakterilerin tümü tarafın­ kas ve eklem ağrılarından sorumludur. Bununla beraber, vücudun
dan üretilen lipopolisakkarid endotoksinidir. Endotoksinler sadece koçan sıcaklığına ait hipotalamik ayar noktasını yükseltme olayını
güçlü pirojen etkisine sahip olmakla kalmayıp aynı zamanda, başlatan şey, beyinde PGE 2 ’nin uyandınlmasıdır.
gram- negatif enfeksiyonlarda görülen çeşitli patolojik değişiklik­ PGE 2 ’ye ait dört almaç bulunmakta olup bunların her biri hüc­
lerin uyandırıcısıdır. Güçlü bakteri pirojenlerinin bir diğer grubu reye farklı yollardan işaret yollar. Bu dört almaçtan üçüncüsü (EP-
gram-pozitif organizmalar tarafından üretilir ve Staphylococcus 3) ateş için vazgeçilemez önem taşır: farelerde, bu almaca ait gen
aüreus’un enterotoksinleri ile süperantijenler adı verilen, A ve B koparılıp atıldığında IL-1 veya endotoksin zerkinden sonra herhan­
grubu streptokokların toksinlerini kapsar. Klinik önem taşıyan bir gi bir ateş gelişmez. Diğer PGE 2 almaç genlerinin koparılıp atılma­
stafilökpkSik toksin, toksik şok sendromu bulunan olgulardan izo­ sı ateş mekanizmasına bir zarar vermez. PGE 2 ateş için vazgeçile­
le edilen S. aureus’a eşlik eden toksik şok sendrom toksinidir, mez ise de bir nörotransmiter değildir. Bunun yerine; hipotalamik
Gram-negatif bakterilerin endötoksinleri gibi, ştafilokoklar ve endotelin beyine bakan yüzünden PGE 2 salınması, glia hücreleri­
streptokoklar tarafından üretilen toksinler, deney hayvanlarına, vü­ nin üzerindeki PGE 2 almacım uyarır ve bu uyan, bir nörotransmi­
cut ağıriığıtun kg’i başına 1 pg’ın altındaki dozlarda damar içi yol­ ter olan döngüsel adenozin 5 ’ -monofosfatın (döngüse! AMP) hızla
dan zerk edildiğinde ateşe neden olur Endötoksin insanlarda ileri salınması ile sonuçlanır. Şekil 1 7-1’de gösterildiği gibi, glia hücre­
derecede pirojenik bir moleküldür: 2-3 ng/kg’lık bir doz gönüllü­ lerinden döngüsel AM P salınması, termoregülatör merkezden gelip
lerde ateş ve genel kırgınlık semptomları oluşturur. bu alana uzayan nöron sonlanmalanm etkinleştirir. Döngüse!
P İR O JE N İK S İT O K İN L E R Sitokinler bağışıklık, yangı ve AM P’deki yükselmenin, hipotalamik ayar noktasındaki değişiklik-
hematopoietik olayları düzenleyen küçük proteinlerdir (molekül
ağırlığı 10.000-20.000 dalton). Örneğin, aşıya karşı bir bağışıklık
yanıtının verilmesi sırasında lenfosit proliferasyonunun uyarılması
interlökin (IL) 2, IL-4 ve IL-6 sitokinleri tarafından sağlanır. Bir di­
ğer sitokin olan granülosit koloni-uyarıcı faktör, kemik iliğindeki
granülositopoezi uyarır. Bazı sitokinler ateşe neden olur ve bu ne­
denle pirojenik sitokinler adını alır. Tarihsel bakış açısından sitokin
biyolojisi alanı, 1940’larda, etkinleşmiş lökosit ürünlerinin ateşi
uyandırması konusunda yapılan laboratuvar araştırmaları ile başla­
mıştır. Ateşe neden olan bü moleküllere i ç s e l (e n d o je n ) p i r o je n l e r
adı verilmiştir. Etkinleştirilmiş akyuvarlardan içsel pirojenler antıl-
dığında bunların çeşitli biyolojik etkinliklere sahip olduğu gösteril­
miş olup bu etkinlikler günümüzde, çeşitli sitokinlerin özellikleri
olarak bilinmektedir.
Bilinen pirojenik sitokinler IL -1, IL-6, tümör nekroz faktörü
(TNF), siliyer nörotropik faktör (CNTF) ve interferon (IFN) a ’yı
kapsamaktadır. Olasılıkla daha başkaları da vardır. Her sitokin ayrı
bir gen tarafından kodlanır ve her pirojenik sitokinin laboratuvar
ŞEKİL 17-1 Ateşin uyandırılması için gereken olayların zaman cet­
veli.
kulen doğrudan veya, moııoamin nörotransmiterleriııin salınması­ 17 A leş ve H'peremi i 93
nı uyandırarak dolaylı olarak sorumlu olduğu düşünülmektedir. Endo-
loksinlere ait almaçlar birçok yönden IL -1 almaçlarına benzediğinden, kal ise veya öykü, epidemiyolojik konum veya fizik bakı bazı tanılan
hipotalamik endoteldeki endotoksin almaçlarının etkinleşmesi de telkin ediyorsa laboratuvar tetkiklerinin buralara odaklanması gerekir.
1j GE2 üretilmesi ve ateşle sonuçlanır. Ateşin niteliği ayırd edilemiyorsa tanı senaryosunun mutlaka genişle­
M ERK EZİ SİNİR SİSTEMİNDE SİTOKİNLERİN Ü RETİL­ tilmesi ve aşağıda sıralanan bazı rehberlerin göz önüne alınması zorun­
MESİ Birçok viral hastalık beyinde aktif enfeksiyon yapar. Glia ve ludur.
olasılıkla nöron hücreleri IL-1, TNF ve IL-6 sentezi yapar. CNTF de K lin ik P a to lo ji Yapılacak tetkiklerin tam kan sayımını kapsaması
uöral ve keza nöronal hücreler tarafından sentezlenir. Bizzat beyin ta­ gerekir; bir akyuvar formülü, elle veya eozinofillerin, genç veya bant
ralından sentezlenen bu sitokinlerin ateş oluşumunda oynadıkları rol biçimlerinin, toksik granüllerin ve Dohle cisimlerinin (bu son üçü bak-
nedir? Deney hayvanlarında, ateş oluşturmak için gereken sitokin de­ teriyel bir enfeksiyonu telkin eder) kimliklendirilmesine duyarlı bir ay­
rişimi, zerkin doğrudan doğruya beyine yapılması halinde intravenöz gıtla yapılması gerekir. Bazı viral enfeksiyonlarda (özellikle parvovi­
zerk için gereken miktardan çok küçüktür. Dolayısı ile, bu sitokinlerin rus B 19 enfeksiyonunda); ilaç tepkilerinde, sistemik lupus eritematoz-
merkezi sinir sisteminde üretilmeleri, sanki dolaşımdaki sitokinlerin da; tifoda, brusellozda ve, lenfoma, lökemia, tüberküloz ve histoplaz-
yaptığı ateşe karışan sirkümventriküler organları atlayarak ayar nokta­ moz dahil kemik iliğinin infiltrasyon yapan hastalıklarında nötropeni
sını yükseltebilmektedir. Merkezi sinir sistemi sitokinleri, merkezi si­ bulunabilir. Tifo, bruselloz, tüberküloz ve viral hastalıklarda lenfositoz
nir sistemi kanamaları, traumaları veya enfeksiyonlarında hiperpireksi görülebilir. Epstein-Barr virüsü, sitomegalovirus veya HIV; deng, kı­
görülmesinden sorumlu olabilir. zamıkçık, suçiçeği, kızamık; ve viral hepatit dahil birçok virus hastalı­
ğında atipik lenfositlerin görüldüğü bildirilmiştir. Bu anormallik, se­
----------------------------------H a s t a y a Y a k l a ş ı m —--------------------------------- rum hastalığı ve toksoplazmozda da görülür. Monositoz tifo, tüberkü­
loz, bruselloz ve lenfomanın bir niteliğidir. Aşırı duyarlıklı ilaç tepki­
Öykü Tıbbın bilim ve sanat yönünün bir araya geldiği şey, ateşli bir meleri, Hodgkin hastalığı, böbreküstü yetmezliği ve bazı metazoa en­
hastalığın tanısının konulmasıdır. Diğer hiçbir klinik tabloda, titiz bir feksiyonlarına eozinofıli eşlik edebilir. Ateşli hastalık şiddetli ise veya
öykü alınması bu kadar önem taşımaz. Semptomların belirme sırasının, uzamışsa kan yaymalarının sıtma veya babesial patojenler (uygun gö­
ilaç kullanımı (bir hekim gözetimi olmaksızın alınan ilaçlar veya otlar rüldüğü takdirde) ve keza klasik morfolojik nitelikler yönünden dik­
dahil) veya cerrahi veya diş tedavisi gibi tedavilerle olan ilişkisi mut­ katle incelenmesi ve eritrosit sedimentasyon hızının ölçülmesi gerekir.
laka inceden inceye soruşturulmalıdır. Kullanılan herhangi bir protez Sediment incelemesi dahil bir idrar analizi yapılmalıdır. Tanı konulma­
ve/veya implante edilmiş aracın gerçek doğasından emin olunması ge­ mış bir ateşte, herhangi bir anormal sıvı birikintisinin (plöral, peritone­
rekir. Dikkatli bir mesleki öykü soruşturmasının, ev, işyeri veya okul­ al, eklem), daha önce örnek alınmış olsa dahi, tekrar incelenmeye değ­
da hayvanlarla; toksik buharlarla; potansiyel enfeksiyöz ajanlarla; ola­ diği bir kural halini almıştır. Eklem sıvısının bakteriler kadar kristaller
sı antijenlerle; veya diğer ateşli veya enfekte kişilerle teması da içerme­ yönünden de incelenmesi gerekir. Kemik iliğinin patojenler veya tü­
si gerekir. Hastanın yaşadığı coğrafi bölge hakkında bilgi alınmalı ve mör hücreleri tarafından işgali olası ise histopatolojik tetkik (veya ke­
askerlik hizmeti dahil yaptığı seyahatler soruşturulmalıdır. Hastanın za kültür) için kemik iliği biyopsisi alınması (basit aspirasyon değil)
alışılmadık hobileri, diyet eğilimleri (çiğ veya yarı pişmiş et, çiğ balık endikasyonu vardır. Dışkıda gizli kan aranmalıdır; fekal akyuvar, yu­
ve pastörize edilmemiş süt veya peynirler) ile evinde beslediği hayvan­ murta veya parazit yönünden dışkı tetkiki endikasyonu da bulunabilir.
ların dikkatle aydınlatılması gerektiği gibi, hastanın cinsel konum ve K im y a Elektrolit, glukoz, kan üre azotu ve kreatinin düzeylerinin
etkinlikleri, gözetilen veya ihmal edilen önlemleri de içerecek şekilde ölçülmesi gerekir. Tanı için yapılan çalışmalar ateşin nedeni olarak bir
soruştunılmalıdır. Tütün, esrar, intravenöz ilaçlar veya alkol kullanma; başka organın işe karıştığını işaret etmiyorsa genellikle karaciğer fonk­
trauma; hayvanlar tarafından ısırılma; kene veya diğer böcek sokmala­ siyon testlerinin yapılması endikasyonu vardır. Tetkikler genişletilir-
rı; ve ilaha önce yapılmış transfüzyonlar, aşılar, ilaç allerjileri veya aşı­ ken isteme ek tetkikler de (örneğin, kreatinin fosfokinaz veya amilaz
rı duyarlılık öykülerine dikkat edilmesi gerekir. Dikkatle alınmış bir ölçümü) eklenebilir.
soygeçnıişin tüberküloz, diğer ateşli veya enfeksiyon hastalıkları, artrit M ik ro b iy o lo ji Olayı konuşlandıracak bulgular yoksa veya elde
veya kollajen damar hastalıkları bulunan aile bireyleri hakkında bilgi edilen bulgular olaya pelvis veya sindirim kanalının karışmış olabile­
içermesi ve sağırlık, ilrtiker, ateş ve poliserozite, kemik ağrısı veya ceğini telkin ediyorsa boğaz, üretra, anüs, serviks ve vajenden alınan
anemiler gibi alışılmadık ailevi scınptomatolojiyi kapsaması gerekir. örneklerden yapılan yayma ve kültürler dikkatle değerlendirilmelidir.
Etnik köken kritik önem taşıyabilir. Örneğin zencilerde hcmoglobino- Bir solunum yolu enfeksiyonundan kuşkulanılıyor ise balgam tetkiki
patiler diğer gruplara göre daha olasıdır. Tüıkler, Araplar, Ermenilcr ve (Gram boyama, asit-fast basil yönünden boyama, kültür) endikasyonu
Sefarad Musevileıde ailevi Akdeniz ateşi özellikle olasıdır. vardır. Ateşin, komplikasyonsuz bir viral enfeksiyondan daha fazlasını
Fizik Muayene Titiz bir fizik muayenenin düzenli şekilde yinelen­ yansıttığının düşündürmesi halinde kan, anormal sıvı birikintisi ve id­
mesi gerekir. Vital işaretlerin tümü konuyla ilgilidir. Hastanın sıcaklı­ rardan kültür yapılması endikedir. Menenjizim, şiddetli baş ağrısı veya
ğı oral veya rektal alınabilirse de kullanılan yol değiştirilmemelidir. mental durumda bir değişiklik fark ediliyorsa beyin-omur sıvısı ince­
Koltuk altı ölçümleri güvenilir değildir. Günlük (bazen daha sık ola­ lenmeli ve kültürü yapılmalıdır,
rak) fizik muayeneye özellikle dikkat edilmeli ve bu işleme tanı kesin­ R a d y o lo ji Herhangi bir ciddi ateşli hastalığın incelenmesinde bir
leşinceye ve beklenen yanıt elde edilinceye kadar devam edilmelidir. göğüs grafisi alınması genellikle yapılan tetkiklerin bir parçasını oluş­
Deri, lenf düğümleri, gözler, tırnak yatakları, kardiyovasküler sistem, turur.
göğüs, karın, kas-iskelet sistemi ve sinir sistemine özel dikkat sarf edil­ T anı Ç a b a la r ın ın K a d e r i Ateşli olguların çoğunda ya hasta kendi­
melidir. Rektal muayenenin yapılması zorunludur. Penis, prostat, skro- liğinden iyileşir veya öykü, fizik bakı ve ilk laboratuvar tarama tetkik­
tum ve teslisler dikkatle incelenmeli ve şayet varsa, sünnet derisi geri leri bizi bir tanıya götürür. Ateş 2-3 hafta devam eder ve bu sırada tek­
çekilerek incelenmelidir. Bir kadında, her fizik muayenenin tam olabil­ rar tekrar yapılan fizik bakı ve laboratuvar testleri bizi herhangi bir ka­
mesi için pelvis muayenesinin yapılması zorunlu olup bu muayenede, rara ulaştırmazsa olguya, bilinmeyen nedene bağlı ateş tanısı konur
pelvik yangısal hastalık ve tübo-ovarian apse gibi ateş yapacak neden­ (Konu 125).
ler araştırılmalıdır.
Laboratuvar Testleri Tıpta ancak birkaç işaret ve semptom, ateş j , C j TEDAVİ Ateşi Tedavi E tm e K a ra rı Çoğu olguda ateş, bü-
kadar çok sayıda tanı olasılığına sahiptir. Öykü, epidemiyolojik konum i
— ' yük çoğunluğu viral kaynaklı olan, kendi kendisini sınırlayan
veya fizik bakı basit bir viral hastalık veya streptokoksik farenjitten da- j
enfeksiyonlara eşlik eder. Bu olgularda ateşin genel nedeni kolay­
ha fazla bir şeyler telkin ediyorsa laboratuvar testlerinin yapılması ge- j
ca kimliklendirilir. Hastane koğuşlarında, erişkin olgulardaki düşük
rekir. Yapılacak tetkiklerin dizi ve karmaşıklığı hastalığın seyrine, ola- ( düzeyde ateşi tedavi etmek için antipiretiklerin, otomatik olarak
sı tanılara ve olgunun bağışıklık durumuna tabi olacaktır. Bulgular fo- j "devam’', "rutin” veya ”prn” talimatları ile rutin kullanılması tü-
94 lirler. Dolayısı ile, antipiretik olarak asetaminofen bütün bu ajanlara ter­
cih edilir. Çocuklarda, aspirinin Reye sendromu riskini arttırması nedeni
müyle kabul edilemez. Bu uygulama, hastalığın seyrinde sadece ateşi ile asetaminofenin kullanılması zorunludur. Olgunun oral antipiretikleri
maskeleme ile kalmaz, keza diğer önemli klinik göstergeleri de gizleri kullanamaması halinde, NSAIDTerin parenteral preparatlan ve çeşitli
Ateşin antipiretikler ile düşürülme kararının altında yatan varsayım, ate­ antipiretiklerin rektal suppozituvar preparatlan kullanılabilir.
şin devam etmesinin tanıya hiçbir yararının bulunmamasıdır. Bununla Bazı hasta gruplarında ateşin tedavi edilmesi tavsiye edilir. Ateş, ok­
beraber, böyle bir tanısal yarar bulunuyor olabilir. Örneğin, normal sıcak­ sijene olan gereksinimi arttırır (şöyle ki, 37°C üzerinde her 1°C artış için
lıktaki günlük düşük ve yüksek düzeyler çoğu ateşte abartılmış halde ise oksijen tüketiminde %I3 artış olur) ve önceden var olan kalp, serebro-
de sıcaklığın tepeye çıktığı ve en aza indiği noktaların görülme zamanla­ vasküler veya akciğer yetmezliğini ağırlaştırabilir. Organik beyin hasta­
rı tifo ve dissemine tüberkülozda tersine dönmüş olabilir. Tifo, bruselloz, lığı bulunan olgularda sıcaklık artışı, mental değişiklikleri uyandırabilir.
leptospiroz, bazı ilaca bağlı ateşler ve yapay ateşlerde sıcaklık-nabız eş­ Ateşli veya ateşsiz konvülsiyon öyküsü bulunan çocukların ateşi düşür­
liğinde ayrışma (göreceli bradikardi) görülür. Yeni doğanlarda, kronik mek için yoğun biçimde tedavi edilmeleri gerekirse de ateşli konvülsiyo-
böbrek yetmezliği bulunan yaşlı kimselerde ve glukokortikoit kullanan nu neyin tetiklediği aydınlığa kavuşmamıştır ve konvülsiyonlara yatkın
olgularda, enfeksiyona karşın ateş bulunmayabilir veya vücut koçan sı­ çocuklarda, sıcaklıktaki mutlak artış ile ateşli bir konvülsıyonun başla­
caklığı hipotermik olabilir. Septik şok bulunan hastalarda hipotermi göz­ ması arasında herhangi bir uyuşma söz konusu değildir.
lenir. Hiperpirekside soğutulmuş örtülerin kullanılması sıcaklığın düşü­
Bazı ateşli hastalıklar karakteristik kalıplara sahiptir. Nükseden ateş­ rülmesini kolaylaştırır; bununla beraber, soğutulmuş örtüler oral antipi­
te ateş nöbetleri birbirlerinden sıcaklığın normal olduğu aralıklarla ayrıl­ retikler olmaksızın kullanılmamalıdır. Merkezi sinir sistemi hastalığı ve­
mıştır; nöbetler birinci ve üçüncü günlerde görülüyor ise bu ateşe tersi­ ya trauması bulunan hiperpiretik olgularda vücut koçan sıcaklığının dü­
yer adı verilir. Plasmodium vivax tersiyer ateşe neden olur. Kuartemer şürülmesi yüksek sıcaklığın beyin üzerindeki olumsuz etkilerini hafifle­
ateşte nöbetler birinci ve dördüncü günlerde görülür ve P.malaria’da göz­ tir.
lenir. Diğer nükseden ateşler Borrelia enfeksiyonları ve sıçan ısırığı ate­ Hipertermi Tedavisi Uygun bir öykü (örneğin, çevreden gelen ısıya
şi ile ilişkili olup bunların her ikisinde de, ateşli günleri günlerce devam maruz kalma veya antikolineıjik ve nöroleptifc ilaçlar, trisiklik antidep-
eden ateşsiz bir dönem izler ve daha sonra ateşli günler tekrar geri gelir. resanlar, süksinilkolin veya halotan tedavisi) bulunan bir olguda tabloya
3-10 gün süren ateşi 3-10 gün süren ateşsiz bir dönemin izlediği Pel-Ebs- uyan klinik bulgular da (kuru deri, hallüsinasyonlar, delirium, pupillada
tein ateşi, Hodgkin hastalığı ve diğer lenfomalar için klasiktir. Bir diğer dilatasyon, kas katılığı, ve/veya kreatin fosfokinaz düzeylerinde artış)
karakteristik ateş, döngüsel nötropenide görülen ateş olup burada ateş her varsa, vücut koçan sıcaklığının yüksek oluşu hipertermiyi telkin eder.
21 günde görülür ve kendisine nötropeni eşlik eder. Ailevi Akdeniz ateşi Daha önceden normal olan hipotalamik ayar noktasının düşürülmeye ça­
bulunan olgulardaki ateşte herhangi bir döngülenme bulunmaz. lışılması pek az yararlıdır. Süngerle silme, vantilatör kullanma, soğutul­
Antipiretik Ajanların Mekanizmaları PGE2 sentezi, yapısal olarak muş örtüler ve hatta buz banyosu uygulamaları derhal başlatılmalı ve bu
ifade edilen bir enzim olan siklöoksigenaza bağımlıdır. Siklooksigenazm girişime, damar içi yoldan sıvı ve uygun farmakolojik ajanların (aşağı­
substratı, hücre zarından salman araşiddnik asit olup bu salınma, PGEş ya bkz.) verilmesi eşlik etmelidir. Dışardan uygulanan yöntemlerle ye­
sentezinde hız kısıtlayıcı basamaktır. Siklooksigenaz inhibitörleri güçlü terli soğutma sağlanamazsa, buzlu serum fizyolojikle yapılan gastrik ve­
antipiretiklerdir. Çeşitli ilaçların antipiretik güçleri, beyin Siklooksigena- ya peritoneal lavajlarla iç soğutma sağlanabilir. Çok anormal hallerde,
zını inhibe etmeleri ile doğru orantılıdır. Asetaminofen çevre dokuların­ soğutulmuş kanla yapılan hemodiyaliz ve hatta kardiyopulmoner atlan­
da zayıf bir siklooksigenaz inhibitörü olup kayda değer bir yangı-karşıtı ma (bypaSs) uygulabilir.
etkinliği yoktur; bununla beraber, asetaminofen beyinde p450 sitokrom Kötücül hiperterminin (maliğn hipertermi), anesteziye son verilip
sistemi tarafından okside edilir ve okside olan şekli Siklooksigenaz etkin­ intravenöz dantrolen sodyum uygulanması ile derhal tedavi edilmesi ge­
liğini inhibe eder: rekir. Döntrolenin tavsiye edilen dozu, en az 24-48 saat süre ile (gerekti­
Ağızdan alınan aspirin ve asetaminofen insanlarda, ateşin düşürül­ ği takdirde oral yoldan dantrolen kullanılabilinceye kadar) her 6 saatte
mesinde eşit derecede etkilidir. İndometasin ve ibuprofen gibi, steroid ol­ bir 1-2,5 mg/kg vücut ağırlığı miktarda dantrolenin damar içi yoldan ve­
mayan yangı-karşıtı ajanlar (NSAIDTer) da mükemmel antipiretiklerdir. rilmesidir. Bu sendromdaki ventriküler fıbrilasyon olasılığı nedeniyle
Artritte kullanılan, aspirin veya NSAIDTer gibi antipiretiklerle yapılan kötücül hipertermi bulunan olgulara prokainamidîn kullanılması da ge­
kronik, yüksek dozda tedavi, normal vücut koçan sıcaklığını azaltmaz. rekir. Nöroleptik kötücül sendrom ve ilacın uyandırdığı hipertermide de
Yani, PGE2 sanki normal termoregülasyonda hiçbir rol oynamamaktadır. benzer dozlarda dantrolen endikasyonu bulunmakta olup bu ilaç tirotok-
Etkin antipiretikler olarak glukokortikoidler iki düzeyde etki göste­ sikozun yaptığı hipertermide de yararlı olabilir. Nöroleptik kötücül send­
rir. Glukokortikoidler önce, siklooksigenaz inhibitörlerine benzer şekil­ rom, bromokriptin, levodopa, amantadin veya nifedipin veya kürar ve
de, hücre zarından araşidonik asitin salınması için gereken fosfolipaz K ı panküronium ile kas paralizisi sağlanarak da tedavi edilebilir. Trisiklik
etkinliğini inhibe ederek PGB2 sentezini inhibe eder. İkinci olarak, glu­ antidepresanların aşırı dozda alınması fîzostigmin ile tedavisi edilebilir.
kokortikoidler, pirojenik sitokinlere ait mRNA’nın transkripsiyonunu
bloke eder. BİBLİÜGRAKYA-.
Vazokonstriksiyonu bozan ilaçlar (örneğin, fenotiyazinler), tıpkı kas ATKINS E: Pathogenesis of fever. Physiol Rev 40:580, 1960
kasılmasını bloke edebilen ilaçlar gibi, antipiretik olarak etki gösterebi­ BREDER CD ve ark: Interleukin-1 immunoreactive innervation of the human
lir. Bununla beraber, bu ajanlar, vücut koçan sıcaklığını hipotalamik de­ hypothalamus. Science 240:321, 1988
netimden bağımsız olarak da düşürebildiğinden gerçek antipiretik değil­ COCEANI F ve ark: Prostaglandin E2 fever: A continuing debate. Yale J Biot
Med 59:169, 1986
lerdir.
FLOWER RJ ve ark: Inhibition of prostaglandin synthetase in brain explains the
Ateşin Tedavi Endikasyonları ve Kullanılan Tedavi Şemaları ami-pyretic activity of paracetamol (4-acetamidophenol). Nature 240:410,
Ateş tedavisinin amaçları önce, artmış olan hipotalamik ayar noktasını 1972
düşürmek, sonra, ısı kaybını kolaylaştırmaktır. Bizzat ateşin kendisinin MACKOWIAK PA: Carl Reinhold August Wunderlich and the evolution of cli­
enfeksiyondan iyileşmeyi kolaylaştırdığını veya bağışıklık sistemine bir nical thermometry. Clin Infect Dis 18:458, 1994
MACKOWIAK PA: Concepts of fever. Arch Intern Med 158:1870, 1998
destek aracı olarak hizmet ettiğini gösterir hiçbir kanıt bulunmamaktadır.
MACKOWIAK PA ve ark: A critical appraisal of 98.6_F, the upper limit of the
Gerçekte, çevresel PGE2 üretimi güçlü bir immünosüpresandır. Yani, ate­ normal body temperature, and other legacies of Carl Reinhold August Wun­
şin ve ateşe ait semptomların tedavi edilmesi, sık rastlanan viral ve bak­ derlich. JAMA 268:1578, 1992
teriye! enfeksiyonların iyileşmesine zararlı etki yapmaz ve bu iyileşmeyi USHIKUBI F ve ark: Impaired febrile response in mice lacking the prostaglan­
yavaşlatmaz. Ateşin antipiretiklerle düşürülmesi, baş ağrısı, kas ağrısı ve din E receptor subtype EP3. Nature 395:281, 1998
WOLFF SM: Biological effects of bacterial endotoxins in man. J Infect Dis
eklem ağrısı gibi sistemik semptomları da hafifletir.
128:733, 1973
Ağızdan verilen aspirin ve NSAIDTer ateşi güçlü bir şekilde düşü­ YANG RB ve ark: Toll-like receptor-2 mediates lipopolysaccharide-induced cel­
rürlerse de trombositleri ve sindirim kanalını olumsuz şekilde etkileyebi­ lular signalling. Nature 395:284, 1998
18 Ai cs vh DökiinUi
v Elaine T. Kaye, Kenneth M . Kaye
nunen yaygın şekli içlerindeki lezyonların asıl olarak gövdesel
ATEŞ V E DÖKÜNTÜ duğu, merkezi olarak dağılmış döküntülerdir. K ız a m ık (rubeı
__ ___ M ehm et D ery a Onuk döküntüsü hastalığın 2 ila 3. günlerinde saç çizgisinden baş
avuç içi ve ayak tabanı hariç olmak üzere vücutta aşağıya do
Ateş ve döküntüsü olan akut hasta hekime tanıda güçlük çıkarır, ilerler (Konu 194). Döküntü yayılırken birleşen, ayrı eritemli 1
Erüpsiyonun klinik sendromla uyumlu özel görüntüsü kesin tanıyı, yon olarak başlar. Koplik lekeleri (yanak mukozasında eritemli
hayat kurtarıcı tedavinin uygulanmasını ve kritik enfeksiyon kont­ loşu olan 1 -2 mm beyaz ya da mavimsi lezyonlar) kızamık için
rol girişimlerini kolaylaştırabilir. tognömoniktirler ve genellikle semptomların ilk 2 günü içinde ;
rülürler. Eritemli haloları olmayan ve sağlıklı kişilerin ağzında I
, — Hastaya Yaklaşım ’
kunan Fordyce lekeleri (ektopik sebase bezler) ile karıştırılman
lıdırlar. Koplik lekeleri kızamık ekzantemi ile kısaca örtüşebilir.
Ateş ve döküntüsü olan hastanın tam hikayesi şu ilgili bilgiyi içe­ K ız a m ık ç ık (rubella) da saç sınırından aşağı doğru yayılır. I
rir: immün durum, son birkaç ay içinde alınmış ilaçlar, özel seya­ nunla birlikte kızamıktakinin aksine rubella döküntüsü göçerken
hat hikayesi, aşı durumu, evcil hayvanlara ve diğer hayvanlara ma­ kaşıntılı olabilirken ilk olarak etkilediği alanlardan temizlenme e
ruz kalma, hayvan ve böcek ısırma hikayesi, kalp anormalliği var­ limindedir (Konu 195). Forchheimer lekeleri (damak peteşileri) {
lığı, protez malzeme varlığı, yalan zamanda hasta kişilere yakınlık, üşebilir ancak mononükleozisde (Konu 184) ve kızılda da (Ko
cinsel yolla taşınan hastalıklara maruz kalma. Hikaye aynı zaman­ 140) oluşabileceklerinden spesifik değildirler. Yetişkin kızamık^
da döküntünün başlangıç yerini, yayılım yönünü ve hızını da kap­ hastalarında kulak arkası ve oksiput altı adenopatiler ve artrit ya
samalıdır. gındır. Kızamıkçık şiddetli konjenital anomalilere neden olduğu
Tam fizik muayene, belirgin özelliklerinin bulunması ve kesin dan, gebe kadın, hasta kişlerle temasdan kaçınmalıdır. Birçok eni
tanımı ile birlikte döküntüye yakın dikkati gerektirir. İlk olarak, rovirüs türleri (Konu 193), başlıca eeho-virüsler ve coxsackie-'
erüpsiyonu yapan lezyonların tipinin saptanması önemlidir. M a k û l­ rüsler, kızamıkçık ve. kızamığı andıran spesifik olmayan ateş
ler, değişik renkli alan şeklinde saptanan düz lezyonlardır (örn., erüpsiyon sendromlarına nedeın olurlar. Epstein-Barr virüsünün n
ağarabilen eritem). P a p ü lle r , 5 mm den küçük çaplı, kabarık solid den olduğu enfeksiyöz mononükleoz hastaları ya da HIV (Koı
lezyonlardır; plaklar, 5 mm den büyük çaplı, düz, plato benzeri yü­ 309) ile oluşmuş primer enfeksiyonlu hastalar, farenjit, lenfaden
zeyli lezyonlardır; nodüller, 5 mm den büyük çaplı daha yuvarlak patı ve Spesifik olmayan makülopapüler ekzantem sergileyebilirle
şekilli lezyonlardır. Kabarcıklar, (ürtiker, hive) soluk pembe renkli, İnsan parvovirüs B 1 9 ile oluşmuş, başlıca 3 -1 2 yaşlardaki ç
genişlerken anüler (yüzük benzeri) görünebilen papül veyaplaklar­ cuklâri etkileyen E r ite m a e n fe k s iy o z u m (beşinci hastalık) döküntı
dır; klasik (vaskülütik olmayan) kabarcıklar geçicidir, Herhangi bit; sü, ateş geriledikten sonra ağız çevresinde solukluk ile birlikte y;
belirli alanda ancak 2 4 ila 48 saat bulunurlar. Veziküller (5 mm den naklarda parlak ağarabilen eritem ( ‘şamarlanmış yanaklar*) olanı
küçük), ve büller (5 mm den büyük) çevrelenmiş, sıvı içeren kalkık gelişir (Konu 187). Bir sonraki gün vücut ve ekstremitelerde dal
lezyonlardır. Püstüller, pürülan eksuda içeren kabarık lezyonlardır. yoğun döküntü (sıklıkla kaşıntılı) belirir ve sonra büyüyebilen v
Varisclla veya herpes simpleks gibi veziküllü olaylar püstüllere küçülebüen (özellikle sıcaklık değişikliği ile) dantel ağı gibi erüp
ilerleyebilir. Palpe edilemeyen purpura, deri içine kanamayla oluş­ siyonlara 3 hafta, içinde süratle ilerler. Beşinci hastalığı olan yetiş
muş düz lezyoııdıır, purpıırik lezyonlara 3 mm den küçük çaplı ise kinlerde sıklıkla artrit gelişir ve bu durumun eşiiik ettiği gebe k ı
peteşi, 3 mm den büyük çaplı ise ekimoz denir, Palpe edilebilen dınlarda fötal hidrops gelişebilir.
purpura, sonunda kanama ile birlikteki damar duvan enflamasyo- E kz an tem su bitu m (roseola) 3 yaşın altındaki çocuklarda ço!
nuna (vaskülit) bağlı olarak oluşmuş kabarık lezyondür. Ülser, der­ sıktır (Konu 185). Eritema enfeksiyozumda olduğu gibi dökünt
mişin en azından üst tabakası içine uzanan, derideki defekttir, skar genellikle ateş yatıştıktan sonra belirir. Nadiren birleşen, başlangıç
ise (tache noire) siyah kurutla kaplanmış nekrotik lezyondür. ' ta gövdede bazan ekstremitelerde (yüz hariç) oluşan, 2 gün içindi
Döküntülerin diğer uygun özellikleri, şekilleri (Örn. anüler ve­ solan, 2-3 mm’ lik gül pembesi makül ve papüllerden ibarettir.
ya hedef şeklinde), lezyonlarının düzeni ve dağılımlarıdır (örn. Her ne kadar ilaç reaksiyonlarının ürtikeri de içeren birçok be
merkezi veya periferik). D a h a f a z l a ta r tış m a için 55. ve 57. Ko­ lirtileri varsa da, ekzantematöz ila ç l a o lu şm u ş e r ü p s iy o n la r (Koni
n u la r a h a k in iz ı 59) en yaygın olanlarıdır ve viral ekzantemlerden ayırmak genel
likle zordur. İlaçlarla ortaya çıkmış erüpsiyonlar genellikle viral ek­
DÖKÜNTÜ S IN IFLA M A SI Bu bölüm, ateşle de birlikte ola­ zantemlerden daha yoğun eritemli ve kaşıntılıdırlar fakat bu fark
bilen lokalize deri erüpsiyonlarını (Konu 128) değil de sistemik güvenilir değildir. Yeni ilaç kullanma hikayesi ve bitkinlik olmayı­
hastalıkları yansıtan döküntüleri gözden geçirmektedir. Burada dö­ şı ilaçla ilgili döküntüyü diğer etyolojiü erüpsiyondan ayırmaya
küntüler morfolojileri ve lezyonların dağılımı temelinde sinıflan- yardım edebilir. Döküntüler sorumlu maddenin verilmesi sonlandı-
mıştır. Bu sınıflama sistemi, pratik amaçlar için, hastalığın en tipik rıldıktan sonraki 2 haftaya kadar sürebilir. Belirli topluluklar ilaç
görünümlerine dayandırılmıştır. Bununla birlikte morfoloji hastalık döküntülerine diğerlerinden daha fazla eğilimlidirler. HIV ile en-
ilerlerken değişebilir ve döküntülü hastalığın görünümü bazı deği­ fekte hastaların % 5 0 -6 0 ’ında sulfa ilaçlarına cevap olarak dökün­
şimlerin konusu olur (Konu 57). Örnek olarak, Rocky Mountain tü gelişir; Epstein-Barr virüsüne bağlı mononükleoz hastalarının %
benekli ateşinin (RM BA) klasik peteşiyal döküntüsü başlangıçta, 5 0 -1 0 0 ’ünde ampisilin verildiğinde döküntü oluşur.
perifere yayılan ağarabilen eritemli makûllerden oluşabilir, zaman­ Merkezi dağılmış makülopapüler döküntüleri olan kişilerin de­
la RM BA ile birlikteki döküntü çoğunlukla kol ve bacaklarda ol­ ğerlendirilmesinde R ik e ts iy a h a s t a lık la r ı (Konu 177) dikkate alın­
mayabilir ya da döküntü hiç oluşmayabilir. malıdır. Epidemik tifüs için alışılmış durum savaş alanı ve doğal
Ateşli ve döküntülü hastalık erüpsiyonun tipine göre sınıflana­ afet gibi halkın vücut bitine maruz kaldığı yerlerdir. Yeniden beli­
bilir: merkezi dağılımlı makülopapüler, periferik, akıntılı desku- ren tifüs Birleşik Devletler’e göç eden AvrupalIlarda düşünülmeli­
amasyonlu eritemli, vezikülobüllöz, ürtikerli, nodüler, purpurik, ül­ dir. Bununla birlikte tifüsün yerli şekli Birleşik Devletler’in güney­
serli veya skarlı (Tablo 18-1). Döküntü ile birlikteki her bir hasta­ doğusundan bildirilmiştir. E n d e m ik tifü s ya da le p to s p ir o z is (so­
lığın ayrıntılı tartışması için okuyucunun hastalığa özel bölüme nuncusuna spiroket neden olur; Konu 174) kemiricilerin çoğaldığı
başvurması önerilir. (Referans bölümler ve renkli şekiller metinde şehir çevrelerinde görülebilir. Birleşik Devletler dışında diğer riket­
belirtilmiş, Tablo 18-1 de listelenmiştir). siya hastalıkları benekli humma sendromuna neden olur ve ende­
Merkezi Dağılımlı M akülopapüler Erüpsiyonlar Erüpsiyo- mik bölgelerin sakinlerinde ve oralara seyahat edenlerde düşünül-
u ıb lıı K M ve O i ’U i i n U ı :;e ,k sü ^ ıM a b k ia r

Etkilenen Gurup/ Konu/Renkli


Epidemiyolojik Klinik Sendrom Atlas Referans
Hastalık Etiyoloji Tanım Faktörler

MERKEZİ D A G IU M U MAKÜLOPAPÜLER ERÜPSİ YOMLAR

Kızamık (rubeola, birinci Paramyxovirus Döküntü saç sınırından aşağı İmmün olmayan kişiler Öksürük, konjunktivit, 194
hastalık doğru ilerlerken birleşen ay­ nezle, şiddetli bitkinlik
rı lezyonlar. Avuç içi ve ta­
banlar hariç; 3 gün sürer;
Koplik lekeleri
Kızamıkçık (rubella, Togavirus Saç sınırından aşağı doğru ya­ İmmün olmayan kişiler Adenopati, artrit 195
üçüncü hastalık) yılırken kaybolur; Forchei-
mer lekeleri
Eritema enfeksiyozum Human parvo­ 3 hafta içinde büyüyen ve kü­ 3-12 yaş çocuklarda en Hafif ateş; yetişkinlerde 187/IID-40
(beşinci hastalık) virus B19 çülen yaygın dantel ağı dö­ sıktır; Kışın ve ilkba­ artrit
küntülerini izleyen parlak harda oluşur
kırmızı “şamarlanmış yanak”
görünümü
Ekzantem subitum (ro­ Human herpes^ Yaygın makülopapüler erüpsi­ Genellikle 3 yaş altında­ Ateşin gerilemesini izle­ 185
seola, altıncı hastalık) virus 6 yon (yüz hariç); 2 gün içinde ki çocuklan etkiler yen döküntü; Boston ek-
geçer zantemine benzer (echo-
virus 16)
Primer HIV enfeksiyonu HIV Spesifik olmayan yaygın ma­ HIV ile daha önce en- Farenjit, adenopati, artralji 309
kûller ve papüller; ürtikerli fekte olmuş kişiler
olabilir; bazı olgularda oral
veya genital ülserler
Enfeksiyöz mononükleoz Epstein-Barr virüs Yaygın makülopapüller erüp­ Adolesan, genç erişkin Hepatosplenomegali, faren­ 184
siyon (olguların % 10-% 15’i; jit, servikal lenfadenopati,
ampisilin verilmişse %90’ı); atipik lenfositoz, heterofil
bazı olgularda ürtiker, ağız antikor
çevresi ödem (%50); damak­
ta peteşi (%25)
Diğer viral ekzantemler Echoviriisler 2,4,9, Kızamıkçık veya kızamığı tak­ Erişkinlerden daha çok Spesifik olmayan viral send- 193
11,16,19 ve 25; lit eden deri bulgulan çocuklan etkiler romlar
coxsackievirUsler
A9,B 1 ve B5'
İlaçla oluşmuş ekzantem- İlaçlar (antibiyotik­ Yoğun şekilde kaşıntılı, par­ Önceden hassaslaşmış ki­ Çeşitli bulgular; ateş ve eozi- 59
li erüpsiyon ler, antikonvül- lak kırmızı makül ve papül­ şilerde maruz kalmadan nofili
zanlar, diüretik- ler, gövde ve ekstremiteler- 2-3 gün sonra oluşur; di­
ler, vs.) de simetrik; genişleyebilir ğerlerinde 2-3 hafta son­
ra (fakat ilaç kesilse de
herhangi bir zamanda)
oluşur
Epidemik tifüs R ickettsia prow a- Aksillada beliren, gövdeye Vücut bitlerine maruz kal­ Baş ağrısı, miyaljiler; tedavi 177
zekii daha sonra ekstremitelere ma; 30-50 yıl sonra re- edilmezse % 10-40 mortal i-
yayılan makülopapüler laps olarak yineleyen te; yineleyen şeklinde daha
erüpsiyonlari, genellikle yüz, tifüs oluşması hafif klinik görünüm
avuç içi ve tabanlar hariç;
ağarabilen makûlden
(Brill-Zinsser hastalığı)
Endemik (murine) Rickettsia typhi Genellikle avuç içi ve tabanlar Fare veya kedi pirelerine Baş ağnsı, miyaljiler 177
tifüs dışında makülopapüler erüp­ maruz kalma
siyon
Çalılık tifüsü Rickettsia tsutsu- Gövdede başlayan maküler Güney Pasifik, Avustral­ Baş ağnsı, miyaljiler, rejional 177
gamushi döküntü; böcek ısınk yerin­ ya, Asya’da endemik; adenopati; tedavi edilmezse
de skar kenelerle taşınma %30’ kadar mortalite
Riketsiyal benekli Rickettsia conorii Isınk yerinde skar; üst ekst- Kenelere maruz kalma; Baş ağnsı, miyalji, rejional 177
(nöbetli ateş), remitelerde gövde ve yüze Akdeniz bölgesinde, adenopati
Rickettsia austra­ yayılan makülopapüler (na­ Hindistan’da, Afrikada
lis (Kuzey diren veziküler ve peteşiyal) R .con orii; Avustralya’da
Queensland kene erüpsiyonlar R .australis; Sibirya’da,
tifüsü), Rickettsia Moğolistan’da R .sibirica
sibirica (Sibirya
kene tifüsü)
Erlikiyozis E hrlichia spp. Gövde ve ekstremitelerde ma­ Kene ile taşınma; Birleşik Baş ağnsı, miyalji, lökopeni 177
külopapüler erüpsiyon (olgu- Devletler’de güneydoğu
lann (%40’ı); peteşiyal ola­ ve ortabatının güneyinde
bilir en sık
Leptospirozis Leptospira interro­ Makülopapüler erüpsiyon; Hayvan idrarı ile konta- Miyaljiler; aseptik menenjit; 174
gans konjuktivit; bazı olgularda mine suya maruz kalma fulminatı şekil: ikterohemora-
sklerada kanama jik ateş (Weil hastalığı)
T
1
1
i I IH' t ’ ‘tu l m)
1 Etkilenen Gurup/
t Konu/Renkli
i
Epidemiyolojik Klinik Sendrom Atlas Referans
i
* Hastalık Etiyoloji Tamm Faktörler
Lyme hastalığı B arrelia burgdor­ Merkezi temiz eritendi anüler Kene vektörün ısırığı Baş ağnsı, miyaljiler, titre­ 176/IID-46
fe r i lezyona genişleyen papül me, akut fotofobi; SSS
i
(ECM; ortalama çap 15 cm) hastalığı, miyokard hasta­
î bazen konsantrik halkalarla, lığı, bazı olgularda haftalar
f bazan indure veya vezikiiler aylar sonra artrit
{ Tifo ateşi Salm onella typhi Ağarabilen eritendi 2-4 mm Kontamine gıda veya Değişken karın ağnsı ve is­ 156
makül veya papüller, genel­ suyun ağızdan alın­ hal; baş ağnsı, miyaljiler,
likle gövdede (gül lekeleri) ması (Birleşik Dev- hepatosplenomegali
letler’de nadir)
Fare ısırığı ateşi Spirillum minus Isırık yerinde skar; sonra Fare ısırığı; başlıca As­ Rejional adenopati, tedavi 127
? (sodoku) gövde ve ekstremitelerde ya’da nadiren Birlen edilemezse tekrarlayan
lekeli menekşe veya kır- şikDevletler’de bulunur ateşler
mızı-kahverenkli döküntü
Dönen ateş B orrelia spp. Ateş döneminin sonunda Kenelere veya vücut bit­ Tekrarlayan ateş, baş ağnsı, 175
merkezi döküntü; bazı lerine maruz kalma miyaljiler, hepatosplenome-
f olgularda peteşi gaü
ir Gritema marginatum A Gurubu Gövde ve üst ekstremdeler Romatizmal ateş hasta- Poliartrit, kardit, cilt altı nodül- 235
i (romatizmal ateş) Streptococcus üzerindeki ellerle çok hal­ lan 1er ve koreye öncülük eden
5|
kalı lezyonlar halinde olu­ farenjit
şan erdemli anüler papül
veya plaklar; saatler içinde
gelişir ve düzelir
f Sistemik lupus Otoimmiin has- Sıklıkla güneşe maruz alan- Genç ila orta yaş arası Artrit; kardiak, pulmoner, re- 311/IIE-
eritematozus talik tarda maküler ve papüler kadınlarda en yaygın; nal, hematolojik ve vas- 6 1 ,11E-62
erdem; diskoid lupus güneşe maruz kalma küütik hastalık
lezyonlan (lokal atrofı, ile alevlenme
pullu, pigment değişik­
likleri); tırnak çevresi
telenjiektaziler; yanak
döküntüsü; bazan ürtikere,
1 palpe edilebilen purpuraya
neden olan vaskülit; bazı ol­
|
gularda ağızda erozyonlar
| Stili hastalığı Otoimmiin has­ Gövde ve üst ekstremitelerde Çocuklar ve genç eriş­ Yüksek ateş, poliartrit, sple- 326
talık ateşin en çok olduğunda gö­ kinler nomegaü; 100 mm/h üze­
t rünen 2-5 mm geçici erdem­ rinde eritrosit sedimantas
li papüller; lezyonlar hızla yon hızı
{
kaybolur
Arkanobakteriyel Arcanobacterium Gövde ve üst ekstremiteleri Çocuklar ve genç eriş- Eksüdatif farenjit, lenfade- 141
farenjit (Corynebacterium ) tutan yaygın erdemli makü- kinler nopati
j haemolyticum lopapüler erüpsiyon; pul
pul dökülebilir

f PERİFERİK ERÜPSİYONLAR

Kronik meningokoksemi, “ “ 146,147


i yaygın gonokok enfek-
' ;
siyonua
RMBA Rickettsia rickettsii Bilek ve dirsekte başlayan Kene vektörü; çok yay­ Baş ağnsı, miyaljiler, kann 177/IID-45
merkeze doğru yayılan dö­ gın fakat Birleşik Dev- ağnsı; tedavi edilmezse
küntü; hastalığın ileri evre­ letler’in güneydoğu ve %40’a varan mortaüte
sinde avuç içi ve tabanlarda güneybatı-merkezinde
görülür, lezyon ağarabilen daha yaygın
makûlden peteşiye ilerler
Sekonder sifiliz Treponema pallidum Olguların %10’unda primer Cinsel yolla yayılır Ateş, yapısal semptomlar 172/IID-48,
şankr tesadüfü; diffüz fakat IID-50
avuç içi ve tabanlarda belir­
gin bakır renkli pullu papüler
erüpsiyon; yetişkinde dökün­
tü asla veziküler değil; bazı
olgularda kondiloma latum,
müköz yamalar ve alopesi
Atipik kızamık Paramyxovirus Alt ekstremitelerden başlayan Birleşik Devletler’de Baş ağnsı, nodüler pnömoni 194
merkeze doğru yayılan ma- 1963 ila 1967 arasında
külopapüler erüpsiyon; ve- ölü kızamık aşısı yapı­
zikül veya peteşiye ilerle­ lan ve kızamığa yakala­
yebilir, ekstremde ödemi; nan kişiler
Köpük lekeleri yok
El-ayak ve ağız Coxsackievirus A 16 Ağızda hassas vezikül ve eroz­ Yaz ve sonbahar; başlıca Geçici ateş 193/IID-39
hastalığı yonlar; hassas veziküle 10 yaşından küçük ço­
ilerleyen el ve ayaklarda cuklarda; çok sayıda
çevresi erdemli 0.25 cm aile üyesi
papüller

(devam ı)
Etkilenen (»urııp/ Konu/Renkli
Epideuıiyolojik Klinik Sendrom Atlas Referans
Hastalık Etiyoloji Tanım Faktörler

y K 7.İK Ü M > B liL i.()Z E kE P SIY O N L A R

b
El-ayak- ve ağız send- -
romuc; stafılokokla
oluşmuş haşlanmış-
deri sendromu, tok-
sik epidermal nek-
rolizisd
Suçiçeği (chickenpox) Varicella-zoster Papüle dalla soııra veziküle Genellikle çocuklar et­ Kırıklık; sağlıklı ço- 183/1ID-36
(bazaıı göbekli) ilerleyen kiler; yetişkinlerin cuklarda hafif hastalık;
eritemli zeminde (2-3 m m) %10’u hassasdır; kış erişkinlerde ve immüni­
ınakiiller (‘'gül yaprağında sonu ve ilkbaharda en tesi zayıf çocuklarda komp-
çiğ damlası”); sonra şekil­ sıktır likasyonlu daha şiddetli
lenen ve kabuklanan püslül- hastalık
ler; kısa saçlarda görünen lez-
yonlar; saçlı deriyi, ağzı tuta­
bilir, yoğun şekilde kaşıntı
Yaygın herpesvirüs Varieella-zosler vi- Varicella-zoster ve HSV’ye İmmünitesi baskılanmış Visseral organ tutulumu (özel- 183, 373/
enfeksiyonu riisü veya herpes benzer tek lezyonlar; zoster kişiler, ekzema likle karaciğer) oluşabilir 1ID-37
simplex virüsü cutaneous dissem ination;
(11SV) ilgili dermatom dışına ya­
yılan 25’den çok lezyon;
HSV; bazı olgularda ge­
niş, ilerleyici mukokütanöz
lezyonlar; HSV lezyonları
bazen ekzemalı (eczema her-
peticum) deride yayılır;
HSV otgan yayılımı yalnızca
sınırlı deri lezyonları ile
olabilir
Riketsiyalpoks Rickettsia akari Kene ısırık yerinde skar; yüz, Şehir yerleşimlerinde Baş ağnsı, miyaljiler, rejional 177
gövde ve ekstremiteyi tutan görülür; fare keneleri adenopati; hafif hastalık
yaygın döküntü; avuç ve ta­ ile taşınır
banları tutabilir 100’den az
papül ve plaklar (2-10 mm);
lezyon tepesi, püstüle iler-
leyebilen vezikül geliştirir
Yaygın Vibrio vul- V.vulniftcus Hemorajik büllere ve sonra Siroz, diabet, böbrek yet­ Hipotansiyon, %50 mortalite 159
nifıcus enfeksiyonu nekrotik ülserlere ilerleyen mezliği hastaları; kon-
eritemli lezyonlar tamine deniz yiyecek­
lerinin yenmesi
Ektima gangrenozum Pseudom onas aeru ­ Skar oluşumu ile sonlanan Genellikle nötropenik Sepsisin klinik bulgulan 155/11D-57C
ginosa, diğer hemorajik büllere veya so­ hastalan etkiler; P seu ­
gramnegatif ço­ yulan püstüle ilerleyen in- dom onas bakteriemisi
maklar, mantar dure plak; eritemli halo; en olanların %28’e kada­
sık aksilla, boyun, perianal rında oluşur
bölgelerde

lj RTIK K K M E R İ .İPSİ Y< >NE A R

Ürtikerli vaskülit Serum hastalığı, Eritemli, çevrelenmiş ödem Serum hastalığında, has- Kırıklık, lenfadenopati, 317b/llA-14A
sıklıkla enfeksi­ alanları; ara sıra indurasyon- saslaşmamış kişilerde an- miyaljiler, artraljiler
yona bağlı (hepa- lu; kaşıntılı veya yanıcı; Ba- tijen temasından 8-14
tit B, enterovirüs, zan purpurik lezyonlar; 5 gü­ gün sonra oluşur; has­
parazit dahil), ilaç­ ne kadar süren tek lezyonlar saslaşmış kişilerde 36
lar (penisilinler, sul- saat içinde oluşabilir
fonamidler, salisilat­
lar, barbituratlar da­
hil); bağ doku hasta­
lığı; idiopatik nedenler

A İO H M .E K E R E P S lY O .V f.A R

Yaygın enfeksiyon Mantar (örn. candidia­ Cilt altı nodüller (3 cm’e İmmünitesi zayıf konak­ Organizmaya göre deği­ b
sis, histoplasmosis, kadar); dalgalı, miko- çılar (örn. kemik iliği şen özellikler
cryptococcosis, spo­ bakterinin kuruttuğu alan; transplant alıcıları, ke-
rotrichosis, cocci­ Aspergillus, M ucor ile moterapi alan hastalar,
dioidomycosis); olan yaygın nekrotik no­ H1V enfeksiyonlu hasta­
mikobakteriler düller (ekstremdeler, perior­ lar, alkolikler)
bital veya nazal bölgeler)
Etkilenen Gurup/ Konu/Renkli
Epidemiyolojik Klinik Sendrom Atlas Referans
ll.i-.luhk Etiyoloji Tanım Faktörler

1Tlh'llia IIİIIİİIİUMİIC İlaçlar, enfeksiyon­ 2 cm’e kadar hedef lezyon­ İlaç alımı (örn. sulfa, Predispozan faktöre göre -,h IIE-67
lar, idiopatik ne­ lar (temiz bir alanla ve di­ fenitoin, penisilin); değişir
denleri ğer bir eritemli kenarla herpes simplex veya
çevrelenmiş merkezi eri­ M ycoplasm a pneu­
tem); diz, dirsek, avuç içi m oniae enfeksiyonu
ve tabanlarda simetrik;
yaygın olabilir; mukoza yü­
zeylerini tutabilir
1.ue ısırığı aleşi Streptobacillus Avuç içi, taban ve ekstremite- Fare ısırığı, kontamine Miyaljiler; artrit (%50); 127
1 1favoriliII aleşi) moniliformis lerin üzerinde eklemlerde gıdaların yenilmesi bazı olgularda ateş yi­
daha şiddetli olma eğiliminde nelemesi
makülopapüler erüpsiyon;
erüpsiyon yaygın hale gele­
bilir; purpurik olabilir; pulla­
nabilir
Itakıcriyel endokardit Streptococcus, Subakut gidiş: Osier nodülleri Kalp kapak anormalliği, Kalpte yeni üfürüm 126/IID-58
Staphylococcus, (el ve ayak parmak yumuşak­ intravenöz ilaç kullanımı
vs. larında hassas pembe nodül-
ler); deri ve mukozada peteşi;
kıymık kanamalar. Akut gidiş
aureus): Janeway lezyonlan
(genellikle avuç içi ve tabanda
ağrısız eritem veya hemorajik
makûller)

F ŞI-.N m - S k i V .U A SV O M S > İ U i T l . S i l l-.R

Kızıl (ikinci hastalık) A grubu Strepto­ Yüzde başlayan gövde ve ekst- 2-10 yaş arası çocuklarda Ateş, farenjit, baş ağrısı 140
coccu s (pirojen remitelere yayılan yaygın ağa-- en sık; genellikle A grubu
ekzotoksin A,B,C) rabilen eritem; ağız çevresi streptokok farenjitini izler
solukluğu; deride “zımpara
kağıdı” yapı; deri kıvrımla­
rında lineer eritem vurgusu
(Pastia çizgileri); kırmızı
“çilek” diline ilerleyen beyaz
enantem; ikinci haftada des-
kuamasyon
Kawasaki hastalığı İdiopatik nedenler Kızıla benzer (skarlatiniform) 8 yaşından küçük çocuklar Servikal adenopati, faren­ 57,317
döküntü veya eritema mul- jit, koroner arter vaskü-
tıforme; dudaklarda çatlak liti
çilek dili; konjunktivit; el
ayak ödemi; hastalığın ileri
evresinde deskuamasyon
Streptokokla oluş­ A grubu Strepto­ Bulunduğunda döküntü sıklık­ Nekrotizan fassiit, bakte- Multiorgan yetersizliği, 140
muş toksik şok coccu s (pirojen la skarlatiniformdur riemi, pnömoni gibi hipotansiyon; %30 mor-
sendromu ekzotoksin A şiddetli A gurubu strep­ talite oranı
veyabazı M tip­ tokok enfeksiyonlarında
leri ile birlikte) oluşabilir
Stafılokokla oluş­ S.aureus (toksik şok Avuçlarda yaygın eritem; mu- Toksin üreten S.aureus ile Ateş >39°C (102°F), hipo­ 139
muş toksik şok sendromu tok­ kozal yüzeylerde eritem, kon­ kolonize olma tansiyon, multiorgan işlev
sendromu sin 1, enterotok- junktivit; hastalığı 7.-10. gün­ bozukluğu
sin B veya C) lerinde deskuamasyon
Stafilokokla oluşmuş S.aureus, faj grup II Sıklıkla bül ve deskuamasyon- Toksin üreten S.aureus İrritabilite; nazal veya kon- 139
haşlanmış-deri send­ la birlikte yaygın hassas eri­ ile kolonize olma; 10 junktiva sekresyonları
romu tem; Nikolsky belirtisi yaşından küçük çocuk­
larda (“Ritter hastalığı
denir) veya böbrek işle­
vi bozuk erişkinlerde
oluşur
Eksfoliatif eritroderma Altta yatan psöria- Altta yatan durumun lezyon- Genellikle 50 yaş üzerin­ Ateş, titreme (örn. ısı düzen­ 56,59
sendromu zis, ekzema, ilaç ları arasına serpilmiş yaygın deki yetişkinlerde olu­ leme zorluğuile; lenfadeno-
erüpsiyonu, mi- eritem (sıklıkla pullanan) şur; erkeklerde daha sık pati
kozik fungoides
Toksik epidermal İlaçlar, diğer neden­ Tüm epidermisin soyulması Çocuklarda nadir; H1V en- Dehidrasyon, bazan normal 59
nekrolizis ler (enfeksiyon, ve nekrozu ile birlikte bül- feksiyonu veya graft deri bütünlüğünün olmayı-
neoplazm, graft lere ilerleyen yaygın eritem vs. host hastalığı olan- şına bağlı sepsis; %25 mor­
vs. host hastalığı) veya hedef benzeri lezyonlar; larda daha sık talite
Nikolsky belirtisi
T a b l o 1 8 - 1 A te ş v e D ö k iiııtii ile iliş k ili H a s t a l ı k l a r (devamı)

Etkilenen Gurup/ Konu/Renkli


Epidemiyolojik Klinik Sendrom Atlas Referans
Hastalık Etiyoloji Tanım Faktörler

Eritema nodozum Enfeksiyonlar (örn. Geniş, menekşemsi, ülserli 15-30 yaş arası kadın- Artraljiler (%50); bir- ■b, 11E-70
(septal pannikülit) streptook, mantar olmayan, cilt altı nodüller; larda daha sık likte olan durumla deği­
mikobakteri, yer­ nazikçe hassas; genellikle şen özellikler
sinia); ilaçlar (örn. ayakların alt bölümünde,
sulfalar, penisilin­ fakat aynı zamanda üst ekst-
ler, oral kontrasep- remitelerde de olur
tifler); sarkoidozis;
idiopatik nedenler
Sweet sendromu (akut Yersinia enfeksiyonu; Vezikülleşme izlenimi veren Kadınlarda ve 30-60 yaş Baş ağrısı, artraljiler, löko- 57
febril nötrofilik der- lenfoproliferatif has­ hassas kırmızı veya mavi arası kişilerde daha sık; sitoz
matoz) talıklar; idiopatik ödemli nodüller; genellikle olguların %20’sinde ma-
nedenler yüz, boyun, üst ekstremite- lignite de var (bu gurupta
letde olduğunda eritema kadın ve erkek eşit etkile­
nodozumu andırabilir nir)
Basiller anjiomatozis B arton ella hen se­ Eritemli, düz damarsal no- Genellikle HIV enfeksiyo­ Bazı olgulardı karaciğer ve 163
lae veya B arton ella dülleri içeren bazı şekiller nunda dalakta peliozis; lezyon­
quintana gevrek çıkıntılı lezyonlar, lar birçok organı tutabilir,
eritemli plaklar (kuru, pul­ bakteriemi
lu olabilir; cilt altı nodül­
ler (eritemli olabilir)

PURPURIK ERÜPSİYONLAR

RMBA, fare ısırığı -b


ateşi, endokardit0;
epidemik tifüs'
Akut meningokoksemi N eisseria meningi­ Hızla artan bazan genişle­ Çocuklarda, dalaksız kişi­ Hipotansiyon, menenjit (ba- 146/IID-44
tidis yen ve veziküler olan pe- lerde veya terminal zan üst solunum yolu en­
teşiler; en sık gövde, ekst- kompleman komponenti feksiyonuna öncülük eder)
remiteler tutulur, yüz, eller yetersiz kişilerde (C5-C8)
ve ayaklarda belirebilir, DİK’u
yansıtan purpura fulminansı
içerebilir (aşağıya bakınız)
Purpura fulminans Şiddetli DİK Hemorajik büllere ve sonra si­ Sepsisli (örn. N M eningiti­ Hipotansiyon 124,146
yah nekrotik lezyonlara iler­ dis ile), maligniteli veya
leyen keskin düzensiz şekil­ yoğun travmalı kişiler;
leri olan geniş ekimozlar sepsis riski yüksek da-
laksız hastalar
Kronik meningokokse- N.m eningitidis Pembe makülopapül; nodül Kompleman yetersizliği Bazan intermitten olan 146
mi (genellikle alt ekstremde­ olan kişiler ateşler; artrit, miyaljiler,
ler üzerinde); peteşi (bazan baş ağnsı
vezikül merkezinde gelişir);
soluk mavi-gri merkezli pur-
purik alanlar gibi çeşitli yi­
neleyen erüpsiyonlar
Yaygın gonokok en­ N eisseria gonorr- 1-2 gün üzerinde gri nekrotik Cinsel yönden aktif kişiler Düşük derece ateş, tenosino- 147/HD-60
feksiyonu h o ea e merkezli hemorajik püstül- (daha sık kadınlar), bazı vit, artrit
lere ilerleyen (1-5 mm) pa- kompleman yetersizliği
pilller, nadiren oluşan hemo­ ile
rajik büller; periferde eklem­
lerin (üst ekstremdeler daha
sık) yamnda dağılmış lezyon­
lar (genellikle 40’dan az)
Enteroviral peteşiyal Genellikle echovirus Yaygın peteşiyal lezyonlar (ma- Genellikle patlamalarla Farenjit, baş ağrısı; echovirus 9 193
döküntü 9 veya coxsackie­ külopapüler, veziküler veya oluşur ile olan aseptik menenjit
virus A9 ürtikerli de olabilir)
Viral hemorajik ateş Arbovirüsler ve are- Peteşiyal döküntü Endemik bölgelerde otu­ Ateş, şok, mukoza veya gast- 198,199
navirüsler ranlar veya oralara gi­ rointestinal traktusdan kanama
denler triadı
Trombotik trombosi- İdiopaük nedenler Peteşiyal döküntü Genellikle genç erişkin­ Ateş, hemolitik anemi, trom- 57,108,116
topenik purpura leri etkiler, kadınlarda bositopeni, nörolojik ve
daha sık; çocuklarda böbrek işlev bozukluğu;
E scherichia co li 0157: koagülasyon testleri normal
H7 ile oluşmuş gastroen-
teriti takiben hemolitik
üremik sendrom görülür

(devamı)
ta b in 1 8 -1 ( devamı)

Etkilenen Gurup/ Konu/Renkll


Epidemiyolojik Klinik Sendrom Atlas Referans
Hastalık Etlyoloji _________Tanım Fak törler__________ ___________ ' ' ' ______________
Kutanöz küçük-damar Enfeksiyonlar (A gu- Ayaklardaki ve diğer ilgili Bağ doku hastalığı, kri- Ateş, kırıklık, artraljiler 57/IIE-71
vasküliti (lökositok- rubu Streptococcus bölgelerdeki kıllar üzerin­ yoglobulinemi, malig- miyaljiler; bazı olgularda
lastik vaskülit) viral hepatit), ilaç­ de beliren palpe edilebilir nite, Henoch-Schonlein sistemik vaskülit; HSP’de
lar, kimyasal mad­ purpurik lezyonlar; veziküler purpurasım (HSP; çocuk­ böbrek, eklem ve gastroin­
deler, gıda alleıjen- veya ülserli olabilir; genel­ larda daha sık) içeren ge­ testinal tutulum sıktıkla gö­
leri, idiopatik ne­ likle 3-4 hafta üzerinde ge­ niş bir hastalık yelpaze­ rülür
denler nellikle 3-4 hafta üzerinde sinde oluşur
geriler

Ü L S E R İ,İ VE/VEYA S K A R L I E R Ü P S İY O N L A R

Calilik lifüsü, riketsi- - .b


yal benekli ateşleri,
fare ısınğı ateşie: ri-
kcısiyalpoks, ektima
gangrenozun/
Tularemi F ran cisella tularensis Ülseroglandüler şekil; kalkık Kenelere, ısıran sinekle- Ateş, baş ağrısı, lenfadenopaü 161
kenarlı nekfotik, hassas ülse- re, enfekte hayvanlara
re ilerleyen eritendi hassas maruz kalma:
papül; olguların %35’inde
erüpsiyonlar (makülopapüler,
vezikülopapüler, akne şeklinde,
ürtikerli, eritema nodozum ve­
ya eritema multiforme) oluşabilir
Antraks B acillu s anthracis Genişleyen ve vezikülle çev- Enfekte hayvanlara ve Lenfadenopati, baş ağrısı 141
relenmiş ve sonra ödemli mer- hayvan ürünlerine ma-
kezi skara dönüşen 1-3 cm ruz kalma
ülsere ilerleyen kaşıntılı papül;
arta kalan skar
“ Bakınız "Purpurik erüpsiyonlar.” * Bakımz "Merkezi dağılımlı makülopapüler erüpsiyonlar."
h Bakınız etiyolojiye özel bölümler. f Bakımz "Vezikülobüllöz erüpsiyonlar”
c Bakımz "Periferik erüpsiyonlar" NOT: DİK, dissemine intravasküler koagulasyon; EKM, eritema kronikum migrans;
d Bakınız "Birleşen deskuamasyonlu eritemler. RMB A, Rocky Mountain benekli ateşi

tnelidif. Benzer şekilde, riketsiyaya bağlı olmayıp. S a lm o n e lla belirir. Nispeten şiddetli olgularda bu lezyonlar yoğun şekilde ya­
ty p h i i le o la n t i fo a t e ş i {Konu 156) genellikle Birleşik Devletler dı­ yılır ve mukoza yüzeylerini tutar. Lezyonlar, e n d o k a r d iit e (Konu
şına olan seyahatlar sırasında edinilir. 126) el ve ayaklar üzerinde gelişebilir.
Bazı merkezi dağılımlı makülopapüler erüpsiyotilann ayırt et­ Birleşen Deskuamasyonlu E ritem ler Bu erüpsiyonlar sıklık­
tirici özellikleri vardır. Eritema kronikum migrans (EKM ) L y m e la deskuamasyonu izleyen yoğun erdemlerden oluşur. A grubu
h a sta lığ ın ın (Konu 176) döküntüsü olup, tek ya da çok sayıda anü- S tr e p to c o c c u s veya S t a p h y lo c o c c u s a u r e u s ile oluşan erüpsiyonlar
ler plaklar şeklinde görünürler. Tedavi edilmeyen EKM lezyonları toksin aracılığı iledir. Belirli hastalık Özellikleri tani delilleri sağla­
genellikle bir ay içinde solarlar ise de bir yıldan fazla sürebilirler. yabilir. K ız ıl (Konu 140) genellikle farenjiti izler; hastaların yüzün­
Akut romatizmal ateşin (Konu 235) döküntüsü olan eritema margi- de kızarma; ‘çilek* dili, vücut kıvrımlarında belirgin peteşi ( Pastia
ııatumun ayırt ettirici, genişleyen ve kayan geçici anüler lezyon çizgileri) vardır, K a w a s a k i h a s t a lığ ı (Konu 57 ve Konu 317) çocuk­
şekli vardır. larda dudak çatlaklan, çilek dili, konjuıiktivit, adenopatî ve bazan
Kollajen vasküler hastalıklar ateş ve döküntüye yol açabilirler. kalp anomalileri ile görünür. S t r e p t o k o k a b a ğ tı to k s ik ş o k se n d r o m u
S iste m ik lu p u s er ite m a to z u slu (Konu 311) hastalarda tipik olarak (Konu 140) hipotansiyon, multiorgan yetersizliği ve sıklıkla şiddet­
yanaklarda (malar döküntü) kelebek dağılımında, kesin olarak be­ li A grubu streptokok enfeksiyonu (örnek olarak nekrotizan fassiit)
lirli eritemli erüpsiyon ve aynı zamanda diğer deri belirtileri gelir ile belirir. S t a fılo k o k a b a ğ l ı to k s ik ş o k se n d r o m u (Konu 139) da hi­
şir. Stili h a s ta lığ ı (Konu 326) gövde ve üst ekstremitelerde ateş pik­ potansiyon, multiorgan yetersizliği, fakat genellikle yalnızca S. Au­
lerine uyan ve hızla kaybolan salmon renkli döküntü sergiler. reus kolonizasyonu - şiddetli S. aureus enfeksiyonu değil - ile bel­
Periferik Erüpsiyonlar Bu döküntüler, en belirgin periferik gelenir. S t a fılo k o k a b a ğ lı h a ş la n m ış d e r i s e n d r o m u (Konu 139)
olanlara benzer ya da periferden merkeze doğru yayılmadan önce başlıca çocuklarda ve immüriitesi zayıf yetişkinlerde görülür. Yay­
periferik (akral) alanlarda başlar. Tedavi edilmezse prognozu ağır gın eritem genellikle ateş ve kırıklığın prodromu süresince belirgin­
olduğundan, RMBA’de (Konu 177) erken tanı ve tedavi önemlidir. dir, derinin aşın hassasiyeti ayırt ettiricidir. Eksfoliatif evrede, yan­
Lezyonlar makûlden peteşiye gelişir, bileklerde ve dizlerde başlar, dan hafif basınçla deride büller oluşturulabilinir (Nikolsky belirti­
çevreden merkeze yayılır, ancak hastalığın geç döneminde avuç içi si). Hafif şeklinde skarlatiniform erüpsiyon kızılı taklit' edebilir fa­
ve ayak tabanlarında görünür. Yoğun olabilen fakat avuç içi ve ta­ kat hastada çilek dili ve ağız çevresi sölukluğu olmaz. Epidermis-
banlarda belirgin olan s e k o n d e r sifiliz (Konu 172) döküntüsü, özel­ deki hasar düzeyinin yüzeysel olduğu Stafılokoka bağlı haşlanmış
likle cinsel olarak faal olan hastalarda pitiriazis rozea ayırıcı tanı­ deri sendromunun aksine, to k s ik e p id e r m a l n e k r o liz is (Konu 59)
sında dikkate alınmalıdır. A tip ik k ız a m ık (Konu 194) Birleşik Dev- şiddetli hastalıkla sonlanan tüm epidermisin soyulması ile ilgilidir.
letlcr’de 1963 - 1967 yılan arasında ölü kızamık aşısı yaptıran ve E k s fo l ia t if e r itr o d e r m i se n d r o m u (Konu 5 6 ve 59) genellikle ekze-
daha sonra canlı aşı ile korunmamış ve kızamığa yakalanan kişiler­ ma, psoriazis, mikozis fungoides veya şiddetli ilaç reaksiyonuna
de. görülür. E l- a y a k v e a ğ ız h a s ta lığ ı (Konu 193) periferde ve ağız­ bağlı sistemik toksisite ile birlikteki ciddi bir reaksiyondur.
da dağılmış hassas veziküllerle tanınır, olgular genellikle aileler Vezikülobüllöz Erüpsiyonlar S u ç iç e ğ i (Konu 183) oldukça
içinde görülür. E r ite m a m u ltifo rm en in klasik hedef görünümlü lez- bulaşıcı olup genellikle kışın ya da ilkbaharda ortaya çıkar. Belirli
ı onları simetrik olarak dirseklerde, dizlerde, avuç içi ve tabanlarda bir zamanda vücudun belirli bir bölgesinde suçiçeği lezyonları ge-
102 ;i H'iv.uiirtonıı Ann Hiıh:i;i;:.n \e 'i'.'i.ünı S^kıücri LEVIN S, GOODMAN LJ: An approach to acute fever and rash (AFR) in the
adult. Curr Clin Top Infect Dis 15:19, 1995
LOTTT T et al: Cutaneous small-vessel vasculitis. J Am Acad Dermatol 39:667,
lişimlerinin farklı evrelerindcdirler. İmmünitesi zayıf konakçıda 1998
suçiçeği veziküllerinin karakteristik eritendi tabanı bulunmayabilir SCHLOSSBERG D: Fever and rash. Infect Dis Clin North Am 10:101, 1996
ya da hemorajik görünebilirler. R ic k e tts ia lp o x (Konu 177) genellik­ WEBER DJ, COHEN MS: The acutely ill patient wilh fever and rash, in Prin­
le şehir yerleşimlerinde bulunur ve veziküllerle karakterlidir. Suçi- ciples and Practice of Infectious Diseases, vol 1, 4th ed, GL Mandeii et al
(eds). New York, Churchill Livingstone, 1995, pp 549-561
çeğinden, fare kenesinin ısırdığı yerdeki skarla ve her bir vezikül
WENNER HA: Virus diseases associated with cutaneous eruptions. Prog Med
tabanındaki papül/plak ile, ayrılabilir. Yaygm V ib rio vu ln ificu s en ­
Virol 16:269, 1973
fe k s iy o n u (Konu 159) ya da Pseudomonas aeruginosa ile oluşmuş
e k tim a g a n g ren o zu m (Konu 155) sepsis ve hemorajik bülleri bulu­
nan immünitesi baskılanmış kişilerde dikkate alınmalıdır.
19 Tam ar F. B arlam , Dennis L. Kasper
Ürtikerli Erüpsiyonlar Klasik ürtikerli (hives) kişilerde ge­
nellikle ateşle birlikte olmayan hipersensitivite vardır. Ateş varsa,
ANİDEN RAHATSIZLANAN
ürtikerli erüpsiyonlar genellikle ü r tik e r li v a sk ü lit (Konu 317) ne­
deniyledir. 48 saate kadar süren klasik ürtiker lezyonlarının her bi­ İN FEKTE ATEŞLİ HASTAYA
rinin aksine bu lezyonlar 5 güne kadar sürebilir. Etiyoloji; serum YAKLAŞIM
hastalığı (genellikle penisilin, sulfa, salisilat veya barbiturat ile olu­
Ejder Küçükaltm,Yahya Sağlıker
şan), bağ doku hastalığını (örn. sistemik lupus eritematozus veya
Sjogren sendromu), enfeksiyonu (örn. hepatit B virüsü, coxackievi-
Aniden rahatsızlanan ateşli hastayı tedavi eden hekim, acil dikkat
rus A9 veya parazitlerle oluşmuş ) içerir. Malignite, ateş ve kronik
gerektiren infeksiyonları aklına getirebilmelidir. Bu gibi infeksi-
ürtikerle birlikte olabilir (Konu 57).
yonlar ortaya çıktığı anda doğru şekilde değerlendirilir ve tedavi
Nodüler Erüpsiyonlar İmmünitesi zayıf konakçıda, nodüler
edilmezse, olumlu sonuç elde etme fırsatı kaybedilebilir. Bu bö­
lezyonlar sıklıkla yaygm enfeksiyonu temsil ederler. Yaygm candi-
diasis’i (sıklıkla C a n d id a t r o p ic a lis ’e b ağlı) olan hastada ateş, mi- lümde, göreceli olarak sık karşılaşılan acil infeksiyöz hastalıkların
yalji ve erüptif nodül triadı bulunabilir (Konu 205). Yaygm c r y p to ­ klinik takdimi ve hastalara yaklaşım tartışılmaktadır. Bu infeksi­
c o c c o s i s lez y o n la rı (Konu 204) molluscum contagiosum’a benze­ yöz durumlar diğer bölümlerde detaylı olarak tartışılmıştır. - > Vo-
yebilir. Nodüllerin nekrozu a s p e r g illo s is (Konu 206) veya m u ­ ninfeksiyöz ateş nedenleri hu bölüme dahil edilmemiştir; nedeni
c o r m y c o s is (Konu 207) şüphesini güçlendirmelidir. Erilema nodo- bilinmeyen ateşe yaklaşım ile ilgili bilgi,sonuçta ııoninfeksiyiiz
zum alt ekstremitcler üzerindeki oldukça hassas nodüllerle bulunur. etiyolojisi olduğu gösterilenler de dahil, 125. Konuda sunulmak­
Vezikül veya bül görünümü verecek kadar ödemli, çok sayıda no­ tadır.
dül ve plakları olan kişilerde S w e e t se n d r o m u (Konu 57) düşünül­
melidir. Sweet sendromu hem sağlıklı kişileri hem de lenfoprolife- GENEL DEĞERLENDİRM E
ratif hastalığı olan kişileri etkileyebilir.
Purpurik Erüpsiyonlar A ku t m e n in g o k o k s e m i (Konu 146) GÖRÜNÜM Bir hekimin aniden rahatsızlanan hastaya yakla­
klasik olarak çocuklarda peteşiyal erüpsiyon olarak görünür, fakat şımı tutarlı olmalıdır.Öykü alınmadan ve fizik muayene yapılma­
başlangıç lezyonları ağarabilen makûller veya ürtiker olarak görü­ dan önce, hastanın genel görünümünün hızlıca değerlendirilmesi
nebilir. RMBA akut meningokokseminin ayırıcı tanısında düşünül­ değerli bilgiler sağlayabilir. Dikkatli hekimin, hastanın toksik ya da
melidir. E c h o v iru s 9 en fe k s iy o n u (Konu 193) akut meningokokse- septik olduğu yönündeki sübjektif sezgileri sıklıkla doğru çıkar.
miyi taklit edebilir; bu durumların kesin ayırımının yapılması Ateşi olan hastada gözlenebilir ajitasyon veya anksiyete kritik bir
mümkün olmadığından, hastalar bakteriyel sepsisli imiş gibi tedavi
rahatsızlığın habercisi olabilir.
edilmelidir. P u rp u ra fu lm in a n s ’ ın (Konu 124 ve 146) geniş eki-
Ö YK Ü Semptomlar çoğunlukla nonspesifiktir. Semptomların
mozlu alanları, altta yatan, enfeksiyöz veya enfeksiyöz olmayan
genel olarak tanımlanmasına ek olarak, hastalığın progresyonu ile
nedenleri olabilen şiddetli dissemine intravasküler koagülasyonu
ilgili fikir sahibi olmak önemlidir. Semptomların başlangıcı ve sü­
yansıtır. K ro n ik m e n in g o k o k s e m i (Konu 146) lezyonlarının peteşi-
resi, progresyonun hızı ve ciddiyetinde zaman içerisinde meydana
yi de içeren çeşitli morfolojileri olabilir. Purpurik nodüller bacak­
gelen değişiklikler detaylı olarak sorgulanmalıdır. Hastayla ilgili
larda gelişebilir ve eritema nodozuma benzer ancak keskin hassas­
bazı faktörler ve eşlik eden durumlar belirli organizmalarla enfek­
lığı yoktur. Yaygın g o n o k o k s e m i (Konu 147) lezyonları genellikle
siyon riskini arttırabilir ve genelde görülenden daha fulminan bir
eklemlere yakın yerleşmiş, ayırt ettirici, seyrek, sayılabilir hemora­
gidişe yol açabilir. Dalak fonksiyonlarında bozukluk, önemli kara­
jik püstüllerdir. Kronik meningokoksemi ve gonokoksemi lezyon-
ciğer hastalığı ile beraber alkolizm, intravenöz ilaç kullanımı, HIV
ları görünüm ve dağılım bakımından ayırt edilemeyebilir. V iral h e ­
infeksiyonu, diyabet, malignensi ve kemoterapi gibi durumlar, spe­
m o r a jik a t e ş (Konu 198 ve 199) uygun seyahat hikayesi ve peteşi­
sifik infeksiyonlara yatkınlığı arttırırlar ve sıklıkla daha ciddi seyir-
yal döküntüsü olan hastalarda düşünülmelidir. T ro m b o tik tro m b o si-
li gidişe yol açarlar. Hasta, invaziv enfeksiyona yol açabilecek bir
to p e n ik p u r p u r a (Konu. 57, 108, ve 116) enfeksiyöz olmayan ateş
odağın tanımlanabilmesi için, yakında oluşmuş üst solunum yolu
ve döküntü nedenidir. K u ta n ö z k ü çü k d a m a r v a sk ü lü ti ( le u k o c y to c -
enfeksiyonu, influenza, veya varisella; geçirilmiş travma, cilt bari­
la s t ic v a scu litis) tipik olarak palpe edilebilir purpura şeklinde görü­
yerinin bozulmasına yol açan laserasyon, yanık, cerrahi veya dekü-
nür ve çok çeşitli nedenleri vardır (Konu 57).
bit ülseri; ve rinoplasti sonrası nazal tampon, bariyer kontraseptif,
Ülserli veya Skarlı Erüpsiyonlar Daha yaygın erüpsiyon du­
tampon, arteriyovenöz fistül, prostetik eklem gibi yabancı cisim
rumunda ülser veya skar varlığı, tanı koydurucu önemli deliller
varlığı yönünden sorgulanmalıdır. Yolculuk, evcil hayvanlarla veya
sağlar. Örnek olarak skar varlığı uygun durumda çalılık tifüsü veya
diğer hayvanlarla temas, kene bulaşmasına yol açacak aktivitelerde
rickettsialpox tanısını hatırlatabilir. Diğer hastalıklarda (örn. ant-
bulunma, diğer durumlarda akla gelmeyecek tanıları düşündürür.
raks) ülser veya skar tek deri belirtisi olabilir.
Son zamanlardaki beslenme biçimi, ilaç kullanımı, hasta bireyler
ile sosyal temas, aşılama öyküsü, menstrüel öykü, olayla ilişkili
;5 İB l,İO ( »R A FY A
olabilir. Sistemlerin gözden geçirilmesi, nörolojik bulgulara veya
CHERRY JD: Contemporary infectious exanthems. Clin Infect Dis 16:199, 1993 duyusal değişikliklere, döküntü veya cilt lezyonlarına, fokal ağrı
CHERRY JD: Cutaneous manifestations of systemic infections, in Textbook of veya hassasiyet üzerine odaklanmalıdır ve ayrıca solunum, gastro­
Pediatric Infectious Diseases, vol. 1, 3d ed, RD Feigin and JD Cherry (eds).
intestinal veya genitoüriner semptomların da genel değerlendirme­
Philadelphia, Saunders, 1992, pp 755-782
FREEDBERG IM et al (eds): Fitzpatrick’s Dermatology in General Medicine, sini içermelidir. Semptomların süresini ve progresyonunu belirle­
5th ed. New York. McGraw-Hill, 1999 mek, olayın seyri ve aciliyeti hakkında bir değerlendirme yapabil­
HURWITZ S (ed): Clinical Pediatric Dermatology. Philadelphia, Saunders, 1981 mek açısından özellikle önemlidir.
H/1K MUAYENE Fizik muayene tam olarak yapılmalı, ve i9 Aniden Rahatsızlanan İnfekte Ateşli Hastaya Yaklaşım
nttııı değerlendirmede bazen kısaca geçiştirilen bazı bölgelere özel­
likle dikkat edilmelidir. Hastanın genel görünümü ve vital bulgula- mik bölgelere seyehat öyküsü Babesia ile infeksiyon olasüığını
itrtjn değerlendirilmesi, cilt ve yumuşak doku muayenesi, ve nöro- turn Kene ısınğmdan sonraki 1-4 hafta içerisinde, hastada üşü
tfc.geı lendirme özellikle önemlidir. titreme, bitkinlik, anoreksi, miyalji, artralji, bulantı, ve baş ağ
ajite ve kaygılı vejfa letaıjik ve apatik görünümde olabi- görülnnekimoz ve/veya peteşi ara sıra görülür. Babesia’nın bu
i fffi'A teş genellikle vardır, ancak üremisi veya sirozu olan yaşlı has- masına en sık yol açan kene türü, Ixodes scapularis, Borrelia bu
(Hİîtfda, glükokortikoid veya nonsteroid antienflamatuar ajanları dorferi (the agent of Lyme hastalığı ajanı) ve Ehrlichia yıda ta
Kullanan hastalarda, altta yatan ciddi infeksiyona rağmen, ateş ol- ve ko infeksiyon oluşabilir,bu durum daha ağır hastalığa yol aça
• Ulayabilir. Kan basıncı, kalp hızı, ve solunum sayısının ölçümü he- lir. Avrupa türü olan Babesia divergens, U.S. türü olan B. Microl
nıodinamik ve metabolik değişikliğin derecesini belirlemeye y ar-' göre daha fulminan seyreder ve hemoliz, sanlık, hemoglobine;
dmıcı olur. İnvaziv orofaringeal infeksiyona bağlı obstrüksiyon ris­ ve böbrek yetmezliği ile seyrederi, mortalite oranı %50 nin üzer
kim ekarte etmek için, hastanın solunum yolu değerlendirilmelidir. de olan febril sendroma yol açar. Ağır babesiyoz asplenik bireyi
Esaslı bir cilt muayenesi, etiyolojik tanıyı açıklığa kavuşturabi- de özellikle sık görülmekle beraber splenik fonksiyonu normal ol
lır. Peteşiyal döküntüler tipik olarak meningokoksemi veya kayalık bireylerde de ortaya çıkabilir.
dağlar benekli humması ile beraber görülür, eritrodermi ise toksik Diğer Sepsis Sendromlan Tularemi (Konul61)tüm U.S.
şok sendromu (TŞS) ve üaç ateşi ile birliktedir. Yumuşak doku ve görülmekle beraber, yaban tavşanı, kene, ve tabanid sineği tem;
kas muayenesi kritilç önem taşır. Eritendi veya koyu alanlar, ödem, ile ilişkili olarak özellikle Arkansas, Oklahoma, ve Missouri de g
ve hassasiyet, altta yatan riekrotizan fasiit, miyozit, veya miyonek- riilür. Nadir görülen tifoid form gram negatif septik şok ve %30
rozu gösterebilir. Nörolojik muayene, erken ensefalopati işaretleri üzerinde mortalite oranı ile ilşkilidir.U.S: de, veba (Konul62)- p
açısından, mental durumun dikkatli değerlendirmesini içermelidir. mer olarak New Mexico, Arizona, ve Colorado da yer sincabı, bc
Ense sertliği veya fokal nörolojik bulgular araştırılmalıdır. Fokal kır köpekleri, veya amerikan sincabı ile temas sonrası görülür. Se
bulgular, deprese mental durum, pupil, ödemi sonuçta hemiasyona tik form nadir görülür ve şok, multi organ yetmezliğime %30 mc
neden olabilen lumbar ponksiyondan önce,beyin görüntüleme yön­ talite ile seyreder. Bu nadir infeksiyonlar ancak uygpn epidemiy
temleri ile değerlendirilmelidir. . lojik durumlarda düşünülmelidir.
CİLT BU LG U LA R I İL E B E R A B E R SEPSİS (aynca Koı
18’e bakmız) Makülopapüler döküntüler erken meningokokal ve}
Ö ZEL D UR UM LAR riketsiyal hastalığı gösterebilir, ancak genelde acil olmayan infel
siyonlarla ilişkilidir, Eksantemler genellikle viraldir. ..
Bir çok infeksiyon için, dikkatli değerlendirme, tanısal testler ve; , Peteşi Virüslerin neden olduğu peteşiyal döküntüler, ağır kız;
diğer hekimlerle konsültasyon açısından zaman vardır. Ancak , or­ mık istisna olmakla beraber nadiren hipotansiyon veya toksik tat
tak klinik bulgulara bağlı olarak düşünülen aşağıdaki infeksiyonrar, loyla ilişkilidir. Diğer durumlarda, peteşiyal döküntüler daha ac
hızla felaketle sonuçlanabilir, veya acilen tanimlânabilmeleri hayat dikkat gerektirir.
kurtarıcı olabilir. Önerilen tedavi rejimleri Tablo 19-1.de sunulmuş­ Meningokoksemi (aynca Konu 146’ya bakınız) Bakteriyemi
tur. N. meningitidis infeksiyonu olan hastaların yaklaşık dörtte üçünd
AŞİKAR PR İM ER İN FEK SİYO N ODAĞI OLM AKSIZIN döküntü vardır. Meningokoksemi sıklıkla çocuklan etkiler (ör., ı
SEPSİS Bu hastalarda başlangıçta görülen nonspesifik prodromal; ay —5 yaş arası, sıklıkla kreşlerde kalanlar). Bununla beraber, spo
semptomlar hızlıca, hipotansiyonla beraber hemodinamik instabili- radik vakalar ve salgınlar okullarda (ilkokul) ve kışlalarda ortay;
teye, taşikardi, takipne, veya respiratuar distres’e ilerler. Hastanm çıkar. Bütün vakaların % 10-20’Si, şok, DlC, ve multiorgan yetmez
mental durumunda değişiklikler görülebilir. Kanamddiatezinin kli­ liği ile ağır seyreder. Bu hastaların %5Ö-60’ı ölür ve hayatta kalan
nik kanıtlarıyla , beraber dissemine: intravasküler koagüiâsyon larda sıklıkla geniş debridman veya gangrenöz ekstremitelerin am
(DIC), kötü prognoz işaretidir. ; > putasyonu gereklidir. Hastalarda ateş, baş ağnsı, bulantı, kusma
Septik Şok (aynca Konu 124’e bakmız). Septik şoka ilerleyen miyalji, bilinç değişikliği, ve meningismus görülebilir. Bununla be­
bakteriyemili hastalarda, başlangıçta saptanamamış bîr primer in­ raber hastalığın hızlı ilerleyici formu genellikle meninjit ile ilişkili
feksiyon odağı (ör. Pnömoni, piyelonefrit, veya kolanjit) olabilir,. değildir. Döküntüler başlangıçta pembe renkli, bastırınca solan,
Eşlik eden hastalığı bulunan yaşlı hastalarda, malignensi ve nötro- makülopapüler yapıdadır, gövde ve ekstremitelerde ortaya çıkar,
penisi olanlarda, veya yakın zamanda operasyon geçirmiş veya ancak daha sonra hemorajik hal alır, ve peteşiler oluşur. Peteşiler,
hospitalize edilmiş hastalarda, risk artmıştır. Pseudomonas aerugi­ başlangıçta el ve ayak bileklerinde, akSillada, mukozal yüzeylerde,
nosa, Aeromonas hydrophila, veya Escherichia coti gibi' organiz­ palpebral ve bulbar konjonktivada görülür, daha sonra alt ekstremi-
malarla görülen gram negatif bakteriyemi ve Stafilokokus aureus te ve gövdeye yayılır. Peteşi kümeleri basınç noktalarında gözlene­
veya grup A streptok gibi organizmalarla görülen gram pozitif in­ bilir, örneğin, tansiyon aletinin manşonunun şişirildiği yerde. Hızlı
feksiyon, matçı hipotansiyon ve multiorgan yetmezliği şeklinde ilerleyici meningokoksemide, peteşiyal döküntüler hızla purpuraya
karşımıza çıkabilir. Duruma göre genellikle ampirik tedavi başlanır dönüşür (Atlas HD-44) ve hastada DIC gelişir. Hipotansiyon ve
(Tablo 124-3). peteşinin ilk 12 saatte beraber görülmesi önemli mortalite oranı ile
Asplenik Hastalarda Görülen İnfeksiyonlar (ayrıca Konu ilişkilidir. Döküntü, hipotansiyon, ve normal veya düşük beyaz kü­
124’e bakınız) Dalak fonksiyonu olmayan hastalar, bakteriye! sep­ re sayısı ve eritrosit sedimentasyon hızı olan hastalarda, meninjit
sis açısından risk altındadırlar. Asplenik hastalarda genel popülas- olmaksızın mortalite oranı %90 lara vanr.İlk bakım ünitelerine gi­
yona göre sepsis 600 kat daha fazla görülür. Vakaların % 50-70’i rişten önce vakalar da antibiyotik kulanımımn daha iyi olduğuna
splenektomi sonrası ilk 2 yılda görülür, ve mortalite oranı %80 le- dair raporlar mevcuttur. Bu gözlemler, tedaviye erken başlamanın
re vanr. Bununla beraber, asplenik bireylerde, artmış sepsis riski hayat kurtarıcı olabileceğini öne sürmektedir.
ömür boyu sürer. Aspleni durumunda, infeksiyonlann çoğuna kap- Kayalık Dağlar Benekli Humması (aynca Konu 177 ye bakı­
süllü bakteriler neden olur, ve bu organizmalara karşı çoğunlukla nız) KDBH , Birleşik Devletler’in her yerinde görülebilir. Kene ısı-
antikor taşıdıktan için erişkinler, çocuklara oranla daha az risk al­ nğı öyküsü sıktır, ancak, böyle bir öykü yoksa bile, yolculuk, dışa-
tındadırlar. En sık Streptokokus pneumonia infeksiyonu görülür, nda yapılan aktivite (ör., kene bulunan bölgelerde kamp yapmak)
ancak Hemophilus influenza veya Neisseria meningitidis de sıktır. öyküsü saptanmalıdır. KDBH etkeni Rickettsia rickettsii’diı. İlk 3
E. coli, S. aureus, group B streptokok, P. aeruginosa, Capnocytop- gün baş, ağrısı, ateş, kırgınlık, miyalji, bulantı, kusma, ve iştahsız­
haga, Babesia, ve Plasmodyum ile görülen infeksiyonlarda tanım­ lık mevcuttur. Üçüncü gün, hastalann yansında cilt bulgulan orta­
lanmıştır. ya çıkan Basmakla solan makûller, başlangıçta el ve ayak bilekle­
Babesiyoz (aynca Konu 2 1 4 ’e bakınız) Yakın zamanda ende- rinde görülür, daha sonra bacaklara ve gövdeye yayılırlar. Lezyon-
hıblo İ9-1 Sık Ksır.jila.'jikın Acil İni eksi \a/. i îaslalıklar
Muhtemel Referans
Klinik sendrom Tedavi Tedavi Yorumlar Konu(lar)
Belirgin odak olmaksızın sepsis
Gram-negatif sepsis türl., gram-
P söd om on as Piperasilin/tazobaktam Tablo 124-3’e bakınız 124,155
negatif enterik basiller (4 saatte bir 3.75 g)
veya
Seftazidim (8 saatte bir 2g)
artı
Tobramisin (5 mg/kg/gün)
Gram Pozitif sepsis S tafilokok türl., Streptokok Vankomisin (12 saatte bir I g) /3-lactam-duyarlı suş sap- 124,139,140
türl. artı saptanırsa, antibiyotikler
Gentamisin (5 mg/kg/gün) değiştirilmelidir
Splenektomi sonrası sepsis Streptokoku s pn öm on ia. Ceftriakson (12 saatte bir İzole edilen suş penisilin- 124
H em ofilu s influenza. 2g r duyarlı ise, penisilin se­
N eisseria m eningitidis çilecek ilaçtır
Babesiosis B a b e s ia m icroti (U.S.), Klindamisin (600 mg tid) B orrelia bu rgdorferi veya 212,214
B .divergen s (avrupa) artı E h rlich ia türl. ile potan­
Kinin (650 mg tid) siyel koinfeksiyon için dok­
sisiklin (100 mg bid) teda­
visi gerekli olabilir
Cilt bulgulan ile sepsis
Peteşi
Meningokoksemi N .m eningitidis Penisilin (4 saatte bir 4 mil- Meningokoksemi ve kayalık 146,177
yon ünite) dağlar benekli humması bir-
veya likte düşünülüyorsa, kloram-
Seftriakson (12 saatte bir 2g) fenikol (dört bölünmüş doz­
da 50-75 mg/kg/gün fl-lak-
Kayalık dağlar benekli R iketsiya riketsi Doksisiklin (100 mg bid) tam içeren bir rejim e doksi-
humması siklin eklem eyiniz
Purpura fulminans S.pnöm onia, H. influenza. Seftriakson (12 saatte bir 2g)“ İzole edilen suş penisilin-duyar- 124,126
N .m eningitidis lı ise, penisilin seçilecek ilaçtır
Eritrodermi: toksik şok Grup A Streptokok, Stafilo- Penisilin (4 saatte bir 2 mil- Toksijenik bakterinin yerleş- 139,140
sendromu koku s aureus yon ünite) tiği alan debride edilmelidir;
veya ağır vakalarda gerekli olursa
Oksasilin (4 saatte bir 2 g) intravenöz immünoglobulin
artı kullanılabilir
Klindamisin (8 saatte bir
600 mg)
Yumuşak doku bulgulan ile sepsis
Nekrotizan fasiit Group A Streptokok, miks Penisilin (4 saatte bir 2 mil- Acil cerrahi değerlendirme 128,140
aerobik(anaerobik flora yon ünite) kritik öneme sahiptir
artı
Klindamisin (8 saatte bir 600 mg)
artı
Gentamisin (5 mg/kg/gün)
Klostridyal miyonekroz Klostridyum Penisilin (4 saatte bir 2 mil- Acil cerrahi değerlendirme 145
perfrin gen s yon ünite) kritik öneme sahiptir
artı
Klindamisin (8 saatte bir 600 mg)
Nörolojik infeksiyonlar
Bakteriyel meninjit S. pn öm on ia, N. m eningitidis Seftriakson (12saatte bir 2 g)“ İzole edilen suş penisilin- 372
duyarlı ise penisilin seçilecek
ilaçür. Hasta >50 yaş ise, Lis-
teriya için ampisilin ekleyiniz
Süpüratif intrakranial S tafilokoktürl., Streptokok, türl., Oksasilin (4saatte bir2 g)b Acil cerrahi değerlendirme 372
infeksiyonlar anaeroblar, gram-negatif ba- artı kritik öneme sahiptir
siller Metronidazol (500 mg tid)
artı
Seftriakson (12saatte bir 2g )
Beyin abseleri Streptokok türl., anaeroblar, Penisilin (4saatte bir 4 mil- Cerrahi değerlendirme önem- 372
S tafilokok türl. yon ünite) lidir .
veya
Oksasilin (4saate bir 2 g )h
artı
Metronidazol (500 mg tid)
Serebral malarya Plazm odyum falsip aru m Kinin (3 gün süreyle 650 mg tid) Glukokortikoidleri kullanma- 212,214
artı
Tetrasiklin (7 gün süreyle
250 mg tid)
Spinal epidural abse S tafilokok türl. Oksasilin (4saatte bir 2 g)c Cerrahi değerlendirme önemlidir 368
Fokal infeksiyonlar
Akut bakteriyel endokardit S. aureus,/3-hemolitik strep- Seftriakson (12saatte bir 2 g) Kültür sonuçlarına göre uygun te-- 126
streptokok, HACEK grup/ artı davi. Cerrahi değerlendirme
N eisseria türl., S. pn öm on ia Vankomisin (12saatte bir 1 g) önemlidir
a resistan pnömokok sık ise, vankomisin ekleyin (12saatte bir 1 g). ^ Hemofilus aprofilus, H. paraprofilus, H. parainfluenza, Aktinobasillus ak~
^metisilin-resistant türler yüksek sıklıkta ise oksasilin yerine vankomisin (12saatte bir linomiçetemkomitans, kardiyobakteriyumhaminis, Eikenella korrodens, ve Kingella
1 g) ekleyin kingae.
c Spinal epidural abseden şüphelenilen HIV ile infekte IV ilaç kullanan hastalarda,
ampirik tedavi gram-negatif çomakları ve metisiline resistan S.aureus’u da kapsama­
lıdır.
■ ı # t » ( m » t . t ( i k ( t u l alır ve peteşiye dönüşür. Döküntü zamanla avuç 19 Aniden Rahatsızlanan İnfekte Ateşli Hastaya Yaklaşım 1
■■ii vc ayak tabanına yayılır (Atlas IID -45). Sentripedal yayılım
KDBH’nın klasik bulgusudur. Ancak KDBH lı hastaların % 10-15 ve sistem yetersizliği olmaksızın bakteriyemi ve hipotansiyon ol
imle döküntü olmayabilir. Hastada hipotansiyon, non-kardiyojenik bilir. Fizik bulgular, ateş derecesi ve ağrının ciddiyeti ile minin:
pulmoner ödem, konfüzyon, letarji, ve komaya ilerleyen ensefalit uyumludur. Yumuşak doku ödemi ve eritem dışında diğer bulgul
görülebilir. Beyin omurilik sıvısı (BOS) 10-100 hücre/pL içerir ve genellikle kayda değer değildir. İnfekte bölge kızarık, sıcak, parla
genellikle mononükleer hücre ağırlıklıdır. BOS glükoz düzeyi ge­ şiş,, ve aşın hassastır. Tedavi edilmeyen infeksiyonda, 36 saat son
nelde normaldir; protein düzeyi ise hafifçe artımış olabilir. Renal ciltte mavi-gri yamalar oluşur, ve 3-5 gün içerisinde kutanöz büll
ve hepatik hasar ve vaskiiler hasara bağlı kanama görülebilir. Teda­ ve nekroz gelişir. Grup A streptokoka bağlı olanda değilde, kam
vi edilmeyen infeksiyonun mortalite oranı %30 dur. floraya bağlı nekrotizan fasiitte gaz oluşumu görülebilir. Tedavi c
Purpura Fulminans (ayrıca Konu 124 ve 146ya bakınız). Bu maksızın, küçük damarlann trombuzuna ve periferal sinirlerin harı
durum DIC nin ciltte görülen formudur ve geniş ekimotik alanlar biyetine bağlı olarak ağn azalabilir- bu da olumsuz bir işaretti
ve hemorajik büller şeklinde görülür. Peteşinin purpura ve ekimo- Mortalite oranı genel olarak %30, TSS ile ilişkili olanlarda >%7ı
za ilerlemesi, konjestif kalp yetersizliği, septik şok, akut böbrek ye­ ve cerrahi girişim olmaksızın yaklaşık % 100’dür. Yaşamı tehd
tersizliği, asidoz, hipoksi, hipotansiyon ve ölüm ile ilişkilidir. Pur­ eden nekrotizan fasiit Clostridium perfringens e (Konu 145) bağ
pura fulminans primer olarak N. meningitidis ile ilişkilidir ancak, olabilir, bu durumda, hasta ileri derecede toksik ve mortalite oraı
splenektomili hastalarda, S. pneum onia and H. influenza ile ilişkisi yüksektir. 48 saat içerisinde, hızlı doku invazyonu ve sistemik to)
gösterilmiştir. sisite hemoliz ve takip eden ölüm ile ilişkilidir. Bu durumun varlıj
Ektima Gangrenozum P. aeru g in osa and A. H ydrophila’nm ile klostridyal miyonekroz ayrımı kas biopsisi ile yapılabilir.
neden olduğu septik şok, ektima gangrenozum ile ilişkili olabilir Klostridyal Miyonekroz (aynca Konu 145 e bakınız) Miyc
(Atlas IID-57C), santral nekroz ile beraber çevresi eritemli hemo­ nekroz genellikle travma veya cerrahi ile ilişkilidir ancak, sponta
rajik veziküller ve ütserasyon ile karakterizedir. Bu gram negatif da olabilir. İnkübasyon periyodu genellikle 12-24 saattir, ve başlar
bakteriyemiler nötropenili, geniş yanığı olan, ve hipogammaglobu- gıçtan itibaren saatler içerisinde masif nekrotizan gangren gelişil
linemili hastalar arasında sık görülür. Sistemik toksisite, şok, ve ölüm 12 saat içerisinde görülebilir. Has
Döküntü ile Seyreden Diğer Acil İnfeksiyonlar Vibrio vulni­ tanın ağrısı ve toksik görünümü ile muayene bulgulan orantılı de
fic u s ve diğer nonkolera Vibrio bakteriyemileri (Konu 159) lokal ğildir. Muayenede hasta ateşli, apatik, taşikardik, takipneik, vı
cilt lezyonlanna ve karaciğer hastalığı olanlarda sepsise yol açabi­ ölüm korkusu içerisindedir. Daha sonra böbrek yetersizliği ve hipo
lir. Kontamine kabuklu deniz ürünlerinin yenilmesini takiben ani­ tansiyon gelişir, ve preterminal dönemde ajitasyon ortaya çıkar. Et
den başlayan bitkinlik, üşüme ve titreme, ve hipotansiyon görülür. kilenen bölgenin üzerindeki cilt bronz-kahverengi, alacalı, v<
Hastaların özellikle alt ekstremitelerînde, büllöz veya hemorajik ödemlidir. Seröanjinöz drenajı ve tatlı kokulu büllöz lezyonlar ola
cilt lezyonlan görülür ve %75 inde bacak ağrısı vardır. Mortalite bilir. Kas dokusunda gaz oluşumuna bağlı olarak krepitasyon olu­
oranı %50 lere varır. C apnocytophagd canim orsus (Konu 127) asp- şabilir. Genellikle C. septicüm ve altta yatan malignensiyle ilişkil:
lenik hastalarda septik şoka yol açabilir. Bu zor üreyebilen gram- olan, spontan miyonekrozda mortalite oranı >%65 tir. Gövde ve
negatif çomak infeksiyonu, tipik olarak köpek ısınğım takiben ateş, kalçada görülen infeksiyonlarda mortalite oranlan sırası ile %63 ve
üşüme ve titreme, miyalji, kusma, ishal, dispne, konfüzyon, ve baş %12 dir. Cerrahi tedavinin gecikmesi mortaliteyi arttınr.
ı
I ağrısı ile seyreder. Bulgular arasında, ekzantem veya eritema mul- SEPT İK ŞOK İL E B E R A B E R VEYA S EP T İK ŞOK O L ­
tiforme (Atlas IIE -67), alacalı siyanoz veya periferik siyanoz, pe- MADAN N Ö RO LO JİK İN FEK SİYO N LA R Bakteriyel Me-
teşi, ve ekimoz yer alabilir. Bu fulminan seyirli formda hastalann ııinjit (aynca Konu 372’ye bakınız) bakteriyel meninjit santral si­
yaklaşık %30 u sepsis ve DIC nedeniyle ölür, ve sağ kalanlarda nir sistemini etkileyen ve en sık görülen infeksiyöz acillerden biri­
gangreni tedavi etmek için amputasyon gerekebilir. dir. Transplant âlıcılân, diabetik hastalar, yaşlı, ve belirli kemotera-
Eritrodermi TSS (Konu 139 ve 140) genellikle eritrodermi ile patik ajanlarla tedavi gören kanser hastalarının oluşturduğu hücre­
ilişkilidir. ( Hastada ateş, üşüme ve titreme, miyalji, bulantı, kusma, sel immün yetmezlikli hastalar L isteria m onocytogenes meninjiti
ishal, ve konfüzyon görülür. Hemen göze çarpmayan ve yama tar­ yönünden risk altındadır, ancak erişkinlerdeki çoğu vakadan, S.
zında olabilen ancak genellikle diffüz güneş yanığı benzeri dökün­ pneum onia (% 3ö-50) ve N. meningitidis (% 10-35) sorumludur. Baş
tüler, yüz, gövde, ve ekstremitelerde görülebilir. 1-2 hafta içerisin­ ağnsı, meningismus, ve ateş başlangıçta görülen klasik bulgulardır
de desküamasyon gösteren eritrodernii, Stdfitokok-ilişkili olanda, ancak hastalann sadece yansında görülür. Daha yaşlılarda letarji ve
Streptokok-ilişkili toksik şok sendromuna göre daha sık görülür. konfüzyon olmasına rağmen, ateş veya meningeal bulgular olma­
Semptomlar ortaya çıktıktan sonra hızla, genellikle saatler içerisin­ yabilir. Serebral disfonksiyon kanıtlan konfüzyon, deliryum, ve
de, hipotansiyon gelişir. Multiorgan yetersizliği görülür. Çoğu za­ komaya ilerleyen letarjidir. Sepsis ve beyin ödemi ile seyreden ful-
man primer infeksiyon odağı ile ilgili bulgü yoktur. Örneğin vajina minan bir tablo vardır, bazı vakalarda; başlangıçta görülen papilö-
veya postoperatif yara yerinde infeksiyondan ziyade kolonizasyon, demi olağandışıdır ve diğer tanılan akla getirir (ör. İntrakraniyal
stafilokokal TSS için tipiktir, ve mukoZal yüzeyler hiperemik ancak lezyön). Kraniyal sinir parâlizilerini (IV,VI,VII) fokal bulgular, va-
infekte değildir. Erken böbrek yetersizliği bu sendromun diğer sep­ kalann % 10-20 sinde görülebilir; hastalann % 50-60 ında bakteri­
tik şok sendromlanndan ayrılmasında yardımcı olabilir. Klinik de­ yemi vardır. Hastalığın herhangi bir anında koma veya BOS glukoz
ğerlendirme tanıyı belirler çünkü TSS ateş, döküntü, hipotansiyon, düzeyinin <0.6 mmol/L (<10 mg/dL) olması kötü nörolojik sonuç
ve multiorgan yetmezliği gibi klinik kriterler ile tanımlanır, Menst- ile ilişkilidir. Mortalite koma, respiratuar distres, şok ve BOS pro­
ruasyon ile ilişkili TSS de mortalite oranı %5, nonmenstrüel TSS tein düzeyi. >2.5 g/L,beyaz küre sayısı <5000/pL ve serum sodyum
de % 10-15, ve streptokokal TSS de % 30-70 tir. düzeyi <135 mmol/L ile ilişkilidir.
PR İM ER ODAĞIN YUM UŞAK DOKU/KAS OLDUĞU Süpüratif İntrakraniyal İnfeksiyonlar (aynca Konu 372 ye
SEPSİS (ayrıca Konu 128’e bakınız) Nekrotizan Fasiit Bu infek­ bakınız) Sepsis ve hemodinamik düzensizlik ile seyreden diğer na­
siyon minimal travma veya postoperatif insizyon yerinde oluşabi­ dir intrakraniyal lezyonlar subdural ampiyem, septik kavemöz si­
leceği gibi, yakın zamanda geçirilmiş varisella, doğum, yada kas nüs trombozu, septik süperiyor sagital sinüs tromboZudur. Santral
zorlanması ile ilişkili olabilir. Nekrotizan fasiitin en sık nedeni grup nörolojik bulgulan olan toksik hastanın hızlıca tanımlanması bu gi­
A streptokok (Konu 140) ve karma fakültatif ve anaerobik floradır. bi durumlarda kötü prognozun düzeltilmesi için kritiktir.
(Konu 128). Diabetes mellitus, periferal vasküler hastalık, ve intra- S u bd u ral A m piyem Bu infeksiyon vakalann %6Q-70 inde pa-
venöz ilaç kullanımı ilişkili risk faktörleridir. Nonsteroidal anti-inf- ranazal sinüslerden kaynaklanır. Etiyolojide başta gelen organiz­
lamatuar ajanların kullanımı granülosit kemotaksisi, fagositoz, ve malar microaerofilik streptokoklar ve stafilokoklardır.hasta toksik-
bakteri öldürme yeteneğini olumsuz etkilediği için, cilt ve yumuşak tir, ateş, baş ağnsı, ve ense sertliği mevcuttur. Tüm hastalann %75
doku infeksiyonlarının ilerlemesine yol açar. Hastada diğer organ inde fokal bulgular vardır ve % 6-20’si ölür.
106 if a a ^ l n t i k i a n n A/ki iii vc A ık d im Ş e kille ri ile birlikte hemodinamik instabilite ve multiorgan yetersizliğine se-
konder oluşur. Hızlı klinik bozulma ve ölüm, endokardit ve orofa-
Septik K avernöz Sinüs Tromhatu Bu durum yüz veya sfeno- rinksin nekrotizan infeksiyonlarında (ödemin aniden havayolunu
id sinüs iııfeksiyonunu takiben görilfifr: vakalarm-^TOT stafilokok; tıkadığı) görüldüğü gibi, primer infeksiyon bölgesinin destrüksiyo-
kalan kısmı aerobik veya .ımuTobık streptokoklara bağlıdır. Tek ta* nu ile ilişkili olabilir.
raflı veya retroorbital baş ağrısı günler içerisinde ateş ve toksik bul* Rinoserebral Mukormikozis (ayrıca Konu 207 ye bakınız)
gulara ilerler. Hastalanır dörtte üçünde görülen tek taraflı periorbi­ Diabeti veya matignensisi olan hastalar invaziv rinoserebral mu­
tal ödem, iki landa yayılır ve zamanla ptosis, proptosis, oftalmop- kormikozis açısından risk altındadırlar. Hastada düşük dereceli
ieji, ve papilödeme ilerler. Mortalite oranı %30 kadardır. ateş, künt sinüs ağnsl, diplopi, bilinç bozukluğu, azalmış oküler ha­
S uperior S a g ita lSinus S ep tik T rom bozu Bu infeksiyon mak- reket, kemozis, proptözis, koyu renk veya nekrotik burun boşluğu,
siller ve etınoid sinüslerden yayılır. Bakteriyel nedenler S. pneum o­ ve orta hatta yerleşen nekrotik sert damak lezyonları vardır. Hızla
nia, diğer streptokoklar ve stafilokoklardır. Baş ağrısı, bulantı, kus­ tanı konulup girişimde bulunulmazsa, bu durum yüksek mortalite
ma, konfüzyon ve komaya hızlı ilerleyiş, ense sertliği, ve beyin sa­ ile seyreden amansız ilerleyici bir tablo olarak devam eder.
pı bulguları ile fulminan bir seyir vardır. Sinüs taniamen tromboze Akut Bakteriyel Endokardit (ayrıca Konu 126’ya bakınız)
ise, mortalite oranı %80Tere varır. Bu durum subakut endokardite göre çok daha agresif bir tablo şek­
Beyin Absesi (ayrıca Konu 372 ye bakınız) Beyin absesi sık­ linde seyreder. S. aureus, S. pn öm onie, L. m onositogenes, Hemofı-
lıkla sistemik bulgu olmaksızın oluşur. Hastaların yaklaşık yansı lus türleri., ve grup A, B ve G streptokok gibi bakteriler doğal ka­
afebrildir, ve bulgular beyinde yer kaplayan lezyon ile uyumludur; pakçıklara saldırırlar. Mortalite oranı % 10-40 arasında değişir. Has­
hastaların %70 inde baş ağnsı, %50 sinde fokal nörolojik bulgular, tada altta yatan malignensi, diabetes mellitus, intravenöz ilaç kulla­
%25 inde papilödemi mevcuttur. Abse tek veya multipl olabilir, tes­ nımı, veya alkolizm gibi eşlik eden durumlar olabilir. Hastada in-
pit edilemeyen endokardit gibi, hematojen infeksiyon veya bilin­ feksiyonun başlangıcından sonraki 2 hafta içerisinde ateş, halsizlik
meyen bir odaktan köken alabilir İnfeksiyon birkaç gün içerisinde ve kırgınlık olabilir. Fizik muayenede, değişken üfürüm ve konjes-
serebritten matür kapsülİÜ bir abseye ilerler. Hematojen kaynaklı tif kalp yetersizliği tespit edilebilir. Bazen avuç içi ve ayak tabanın­
abseler ventriküler boşlukta rüptüre olmaya meyillidir, ve klinik da, hemorajik makûller görülebilir (Janeway lezyonları, Peteşi,
durumda ani ve ciddi bozulmaya yol açarak yüksek mortaliteye ne­ Roth lekesi, splinter hemoraji, and splenomegali nadiren görülür.
den olurlar. Diğer dürumlârda mortalite düşük ancak morbidite Hızlı kapakçık destrüksiyonu, özellikle aortik kapakçığın, pulmo-
yüksektir (%30-55). İnme, ve sinüzit veya otit gibi parameningeal ner ödem ve hipotansiyon ile sonuçlanır. Septum ve iletim sistemi­
infeksiyon odağı olan hastalarda kliiıisyen beyin absesinden büyük ne ilerleyen ve hayatı tehdit eden aritmilere veya yüksek dereceli
ölçüde şüphelenmelidir. Fulminan seyirli, tanının geciktiği, absenin iletim bloğuna yol açan miyokardiyal abseler oluşabilir. Geniş fra-
ventriküle rüptüre olduğu, multipl abseİerde, veya başlangıçta jil vejetasyonlar, major arteryel emboli, metastatik infeksiyon, veya
anormal nörolojik bulguların olduğu hastalarda prognoz daha kötü­ duku infarktı ile sonuçlanabilir. Emboli; felç, bilinç değişikliği, gör­
dür, me bozukluğu, afazi, ataksi, baş ağnsı, meningismus, beyin absesi,
Serebral Malarya (ayrıca Konu 214 e bakınız) Bu dürüm eğer serebrit, parapleji ile beraber spinal kord infarktı, artralji, osteomi­
hasta yakın zamanda malarya yönünden endemik bir bölgeye şeye- yelit, splenik abse, septik artrit ve hematüriye yol açabilir. Hızlı mü­
hat etmişse, ateşli bir rahatsızlığı, letarji veya diğer nörolojik bul­ dahale, başarılı sonuç elde etmek açısından oldukça önemlidir. .
guları varsa şiddetle düşünülmelidir, Fulminan malarya, etkeni
Plasmodium falciparumdur ve >40°C (>104°F) ateş, hipotansi­
A N İD E N R A H A T S IZ L A N A N H A S T A Y A
yon,sanlık, yetişkin respiratuar distress sendromu, ve kanama ile
ilişkilidir. Tanımlayacak olursak, mental durumunda değişiklik T A N IŞ A L İŞ L E M L E R
olan veya tekrarlayan fulminan malarya krizleri olan her hastada
serebral malarya düşünülmelidir. Erişkinlerde bu nonspesifık ateşli Hızlı klinik değerlendirmeden sonra, tanısal materyaller çabucak
hastalık günler içerisinde komaya ilerler; nadiren, saatler içerisinde alınmalı ve antibiyotik ve destek tedavisine başlanmalıdır. Sepsiş
koma ve 24 saat içerisinde ölüm olabilir. Ense sertliği ve fotofobi sendromlarında, kan (kültür; tam kan sayımı, serum elektrolit öl­
nadirdir. Fizik muayenede, simetrik ensefalopati tipiktir, ve ilerle­ çümleri, kan üre azotu, serum kreatinin, ve serum glükoz; ve kara­
miş hastalıkta dekortike ve deserebre postür ile üst motor nöron ciğer fonksiyon testleri için) antibiyotik tedavisine başlanmadan
disfonksiyonu görülebilir. Tanı konulamayan infeksiyon %30 luk önce, açılan intravenöz hattan sağlanabilir. Hastada akut endokar­
mortalite ile sonuçlanır. dit yönünden, kan kültürü üç kez tekrarlanmalıdır. Asplenik hasta­
Spinal Epidural Abseler (ayrıca Konu 3 6 8 ’e bakınız) spinal larda (splenik fonksiyon bozukluğunda da), Howell-Jolly cisimcik­
epidural absesi olan hastalarda bel ağrısı ve ilerleyen dönemde nö­ lerinin varlığını teyid etmek ve bakteri yönünden buffy coat araştır­
rolojik defısitler gelişir. Diabetes mellitusu olanlar; intravenöz ilaç mak için kan yayması hazırlanmalıdır; bu hastaların kanında >106
kullananlar; yakın zamanda spinal travma geçirenler; cerrahi veya organizma/ml (karşılaştırıldığı zaman sağlam dalağı olan hastalar­
epidural anestezi alanlar; eşlik eden HIV infeksiyonu olanlar risk da İCri/mL) bulunabilir. Muhtemel serebral malarya ve babesiyoz
altındaki hasta grubunu oluştururlar. En sık lokalizasyon torasik ve­ düşünülen hastalarda tanı ve parasitemi miktarı açısından kan yay­
ya lumbar seviye ve ensık etiyolojik ajan stafilokoklardır; HIV ile ması incelenmelidir. Kan yayması ehrlichiosis açısından da tanısal
infekte intravenöz ilaç kullananlarda, tedavi gram-negatif çomakla­ olabilir.
rı ve metisilin-resistant S. Aureus u içermelidir. Eğer hasta önceden Meninjitli hastalarda antibiyotik tedavisi uygulanmadan önce
olan bel ağrısı öyküsü veriyorsa ve yeni nörolojik bulguları varsa, BOS alınmalıdır. E ğ er fo k a l n örolojik bulgular, an orm al m ental
bu tanı hızla akla getirilmelidir. Hastaların yaklaşık %60 ında ateş durum, veya papitödem varsa lom ber ponksiyon ön cesi beyin g ö ­
ve %90 ında bel ağnsı vardır. Parestezi, kemik iliği ve mesane dis­ rüntüleme yöntem leri gerekir, görüntülem e ön cesinde fa k a t kan
fonksiyonu, radiküler ağrı, ve güçsüzlük sık görülen nörolojik şika­ kültürü alındıktan son ra antibiyotikler uygulanmalıdır. Eğer BOS
yetlerdir ve fizik muayenede hastada anormal refleksler ve motor- kültürleri negatif ise, etiyolojik tanıya yönelik olarak lateks aglüti-
ve duyu defısiti olabilir. Hızlı tanı ve tedavi, acil dremaj da dahil, nasyon veya immünopresipitan yöntemle BOS’un laboratuar ince­
kalıcı nörolojik sekeli önleyebilir veya en aza indirebilir. lemesi yapılabilir. Bununla beraber, kan kültürleri vakaların %50-
FULMİNAN S E Y İR L İ FO K A L SENDROM LAR Hemen 70 inde tanıyı sağlar.
herhangi bir primer odaktaki infeksiyon (ör. Osteomiyelit, pnömo- Fokal abseler cerrahi girişim değerlendirmesinin bir parçası
ni, piyelonefrit veya kolanjit) bakteriyemi ve sepsisle sonuçlanabi­ olarak acil bilgisayarlı tomografi veya manyetik rezonans görüntü­
lir. TSS, septik artrit, peritonit, sinüzit ve yara infeksiyonu gibi fo­ leme gerektirir. Yara kültürü veya cilt lezyon kazıntı kültürleri gibi
kal infeksiyonlarla ilişkilidir. Ölüm septik şok veya toksin üretimi tanısal işlemler, tedaviyi birkaç dakikadan fazla geciktirmemelidir.
Bir kez acil değerlendirme, tanısal işlemler ve (eğer gerekli ise) 20 Hipoıenni (H.) vc Frostbite (Soğuk Çalması) 107
cerrahi konsültasyon (aşağıya bakınız) tamamlandıktan sonra, di­
ğer laboratuar testleri yapılabilir. Gerekli radyografi, bilgisayarlı Tabin 20-1 Hipolcrmi iciıı Risk Faktörleri
aksiye! tomografi, manyetik rezonans görüntüleme, idrar analizi,
eritrosit sedimentasyon hızı tespiti ve transtorasik veya transözefa- Yaş ekstremleri Endokrine bağlı
gial ekokardiyografi önemli bulgular sağlayabilir. Yaşlılar Hipoglisemi
Neonatlar Hipotroidi
TEDAVİ Tablo 19-1 de bu bölümde bahsedilen infeksiyonların bi­ Dış maruziyet Adrenal yetm.
rinci basamak tedavisi listelenmiştir (tedavi ile ilgili daha detaylı
Mesleki Hipopitüitarizm
Spor bağımlı Nörolojik
bilgi için, ilgili bölüme bakınız). Parenteral antibiyotik tedavisine
Uygunsuz giyinme İnme
ek olarak, bu infeksiyonların birçoğu acil gerrahi gerektirir. Olası
İlaçlar ve entoksikasyonlar Hipotalamik boz.
ııekrotizan fasiit veya miyonekroz için genel cerrahi, subdural am- Etanol Parkinson hast.
piyem veya spinal epidural abse açısından beyin cerrahisi, mukor- Fenotiazinler Spinal kord hasarı
mikoz olasılığı için otolaringolojik cerrahi ve akut endokarditli kri­ Barbitüratlar Multisistem
tik hastalar için kardiyotorasik cerrahi, acil antibiyotik tedavisi ka­ Anestetikler Malnütrisyon
dar önemlidir. Nekrotizan fasiit ve klostridyal miyonekroz gibi iri- Nöromüsküler blokerler Sepsis
feksiyonlarda, acil cerrahi girişim diğer tanısal veya tedavi manev- Diğerleri Şok
ralarmından daha ön plandadır. Hepatik veya renal yetm.
Aniden rahatsızlanan ateşli hastalar, sıkı takip, agresif destek Yanıklar ve eksfoliatif dermatolojik
tedavisi, ve-çoğu vakada- yoğun bakım ünitesinde izlem gerektirir. boz.lar
TSS için intravenöz immünoglobulin uygulaması gibi yardımcı te­ İmmobilite ve debilizasyon
davi yöntemleri, başlangıçta stabilizasyon sağlandıktan sonra düşü­
nülmelidir. Hekimin en önemli görevi akut infeksiyöz acilleri ta­
nımlamak ve gerekli çabuklukta müdahale etmektir. tan yağ dokusunun eksilmesi ve termogenesis için enerji depoları­
nın boşalması da ısı kaybına neden olur.
BIBLİOGRAFYA Meslekleri veya hobileri nedeniyle ileri derecede soğuk havaya
maruz kalma durumunda olan bireyler H açısından artmış risk al­
ASTIZ ME et al: Septic shock. Lancet 351:1501, 1998
BARQUET N et al: Prognostic factors in meningococcal disease_development tındadırlar. Askeri geçmiş hipotermik trajediler ile doludur. Avcılar,
of a bedside predictive model and scoring system. JAMA 278:491, 1997 denizciler, kayakçılar, tırmanıcılar ya yaralanma, hava değişimleri
DAVIES HD et al: Invasive group A streptococcal infections in Ontario, Cana­ veya yeterince hazır olmama gibi nedenlerle soğuk maruziyeti yö­
da. NEngl J Med 335:547, 1996 nünden risk altındadırlar.
DRAGE LA: Life-threatening rashes: Dermatologic signs of four infectious di­ Etanol vasodilatasyona neden olur(bu da ısı kaybını arttırır.)ter-
seases. Mayo Clin Proc 74:68* 1999
MATHISEN GE et al: Brain abscess. Clin Infect Dis 25:763, 1997 mogenesisi azaltır, ve glukoneogenesisi azaltır, bu da muhakeme
NEWTON CRJC et al: Neurological manifestations of falciparum malaria. Ann yeteneğini bozup obtundationa neden olabilir. Wernicke ensafalo-
Neurol 43:695, 1998 patisinde H az görülen bir özellik olmayıp diğer bulgulan maskele-
QUAGLIARELLO VJ et al: Treatment of bacterial meningitis. N Engl J Med yebilir.Birtakım medikasyonlar termal regülasyonda değişime ne­
336:709, 1997 den olabilir. Fenotiazinler, barbitüratlar, benzodiazepinler, siklik
antidepresanlar ve pek çok diğer medikasyon santral mediatörlü
vasokonstriksiyonu inhibe eder. Aşırı ilaç kullanımı nedeniyle yo­
ğun bakım ünitesine başvuran hastaların 4/3’ü hipotermiktir. Anes­
20 D aniel F. Danzl tetikler titreme cevabını bloke ederler, etkileri ameliyathanede ve­
ya uyanma odasında uygun şekilde örtünmeyince ortaya çıkabilir.
.'Ç 'ç Ç t H İP O T E R M İ (H ) V E F R O S T B IT E Birtakım endokrinolojik disfonksiyonlar H’ye neden olabilir.
■ 4 3 Hipotroidizm; özellikle miksödem koması gibi ekstrem ise metabo-
(S o ğuk çalm ası)
lik hızı azaltır, termogenesisi ve davranışsal cevapları bozar. Mik­
Kürşat Özşahin,Yahya Sağlıker södem. kadınlarda erkeklerde olduğundan daha sıktır, hatta okkült
bile olabilir. Adrenal yetmezlik veya hipopitüitarizm H’ye olan du­
HİPOTERMf yarlılığı artırabilir. En sık insülin veya oral hipoglisemik ajanlarla
oluşan hipoglisemi H ile ilgilidir, kısmen de hipotalamik fonksi­
Kazara H vücudun çekirdek ısısının istem dışı 35C(95F) altına düş­ yon üzerindeki nöroglikopenik etkiye bağlıdır. Üremi, diabetik ke-
mesidir. Bu ısıda ısıyı tutmaya yarayan mekanizmalar devre dışı toasidoz ile ilgili artmış osmolalite ve metabolik bozulma hipotala­
kalmaya başlarlar. Primer (Pr.) aksidental (kazara) H daha önce mik termoregülasyonda değişime neden olur.
sağlıklı olan bireyin direk soğuğa maruz kalmasıyla ortaya çıkar. Travma, SVO, SAK veya hipotalamik lezyonlar neticesinde
Ciddi bir sistemik hastalığın komplikasyonu olarak ortaya çıkan se- oluşan nörolojik hasar H’ye hassasiyeti artırır. Corpus callosum
konder H gelişen hastalarda mortalite hızı çok daha yüksektir. agenezisi veya Shapiro sendromu ateşte hızlı düşmenin takip etti­
SEBEPLER Pr. Aksidental H coğrafik olarak ve mevsimsel ği yoğun terleme ile karakterize olup epizodik H’nin bir sebebidir.
olarak yayılma gösterir. Çoğu vaka kış aylarında ve soğuk iklimler­ Akut spinal kord yaralanmaları titremeyi sağlayan otonomik yolla­
de oluşsa da sıcak bölgelerde de şaşırtıcı oranda sıktır. ABD’de H rı bozarak soğuğun uyardığı refleks vasokonstriksiyon cevapları
yılda 700 ölüme neden olur ve yarısı da 65 yaş üzeridir. önler.
Çok sayıda değişkenler özellikle neonatlar ve ileri yaş gibi Sepsis ile ilgili H kötü bir prognostik işarettir. Hepatik yetmez­
ekstrem yaş gruplarını H’ye hassas hale getirmektedir (Tablo 20-1). lik Glikojen depolarının ve glikoneogenesisin azalmasına ve titre­
Yaşlılarda termal propriosepsiyon bozuk olup ayrıca immobilite, me cevabının zayıflamasına neden olur. Akut MI düşük kardiak
malnütrisyon ve sistemik hast.gibi ısı generasyonu veya muhafaza­ out-put ile ilişkili olduğunda uygun resüsitasyon sonrası H reverse
sı ile hadiselere duyarlılık artmıştır. Yaşlılık, psikiyatrik hast.lar ve edilebilinir. Geniş yanıklarda, psoriazis eritroderma ve diğer deri
sosyoekonomik faktörler bu problemlere karşı önlem alınmasını hastalıkları ve artmış periferik kan akımı aşırı ısı kaybına neden
zorlaştırarak katkıda bulunurlar. Neonatlarda yüksek yüzey/kitle olur.
oranı efektif titreme ve davranışsal cevap yetersizliği nedeniyle TERMOREGÜLASYON: (T) Isı kaybı 5 mekanizma ile olur.
yüksek oranda ısı kaybı görülür. Ek olarak malnütrisyon ve subku- Radyasyon (%55-65 ısı kaybı) ve iletme (%10-15 ancak soğuk su-
108 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri Ör: arefleksiyanın H’ye sadece bağımlı olması spinal kord hasarını
saklayabilir veya erteleyebilir. H’li hastalar konfüze veya savaşçı
da çok daha fazla) konveksiyon (rüzgarla artar, respirasyon ve eva- olabilirler bu semptomlar geri ısıtma ile restraint kulammından da­
porasyon (ısı ve relativ nemden etkilenir). ha fazla toparlar. HTi hastalarda maladaptif davranışın klasik örne­
Preoptik anteriyor hipotalamus normalde termoregülasyonu ği soğuk strese giysileri çıkararak cevap verme gibi bir durumu içe­
idare eder (Konu 17). Thermonötralizasyon üzerindeki erken de­ ren paradoks soyunmadır. Soğuğun indüklediği ileus abdominal
fans otonom sinir sistemi üzerindeyken (Konu 72) gecikmiş kont­ rektus spazmı akut abdomeni taklit edebilir veya maskeleyebilir
rol endokrin sistem tarafından idare edilir. Otonomik sinir sistemi (Konu 14).
cevapları norepinefrin salmımı, müsküler tonus artışı,ve titreme ile H’li hasta ve kardiak arrestte iken ilk kez görüldüğünde resüsi-
termogenesis ve bazal metabolik hızda artışa yol açar. Kutanöz so­ tasyon endikedir ancak,’resüsitasyon endikasyonu yok’ durumu
ğuk termoresepsiyon direk refleks vasokonstriksiyon ile ısı sağlar. oluşmuşsa, 2) kesin letal yaralanma olmuşsa, 3) Donmuş göğüs du­
Soğuğa maruz kalma tirotropin releasing hormonun hipotalamik varını bastırmak imkanı yoksa resüsitasyon yapılmaz. Resüsitas­
salimim uyarır bu TSH artışına neden olur, TSH ’da metabolik hızı yon ilerledikçe K+ seviyelerinin 10 meq/L üzerinde olmasıyla yan­
artıran tiroksinin troid bezinde üretimini uyarır. sıtılan geniş hücre lizis bulgusu varsa prognoz kötüdür. Resüsitas-
K LİN İĞ E BAŞV U RU Çoğu H vakalarında uygun olmayan yona devamı gereksiz kılan diğer bulgular çekirdek ısı <12°C,
giyimle dış ortamda uzun süre soğuk altında bulunmak gibi çevre­ pH<6.5 veya 50m g’ın altında fibrinojen değeri ile giden iv. Trom-
sel faktörlere maruziyet öyküsü tanıyı koydurabilir. Şehir merkez­ bozis kanıtlandır. Hastayı 3 5 °C ’ye dek ısıtmadan önce resüsitasyo-
lerinde prezentasyon daha belirsiz olup klinisyen diğer hastalıklar, nu sona erdirme karan çok zordur. H’nin düzeldiğine yönelik de­
toksin maruziyeti, veya psikiyatrik teşhisler koyabilir. ğerli prognostik indikatörler yoktur. İkinci serinleme ile asfiksi öy­
H ile stimulasyon sonrası tüm organ sistemlerinde ilerleyici küsü işlem üzerinde negatif prediktör değere sahiptir.
depresyon oluşur. Bu klinik manifestasyonların zamanlama ve gö­ TEŞH İS V E ST A B İLİZ A SY O N H çekirdek ismin tercihen
rünümünü büyük oranda değişir (Tablo 20-2). Çekirdek ısı bilinme­ iki noktadan ölçümü ile konfirtne edilir. Rektal problar 15cm. deri­
den diğer vital bulguların değerlendirilmesi zor olabilir. Önçekir- ne soğuk feçesin komşuluğunda olmamak üzere yerleştirilir. Si­
dek ısı ile uyumsuz bir taşikardi; hipoglisemi, hipovolemi, veya mültane özefajial ölçüm ısıtılmış inhalasyon tedavisi sırasında yan­
toksin aşırı dozajı gibi bir sebebin oluşturduğu sekonder H2’yi tel­ lış olarak yüksek bulunabilir. Prob larinksin 24cm. altına konmalı­
kin eder. C 0 2 üretiminin progressif olarak azalması sonucu respi- dır. Okumalar arasındaki en büyük uyumsuzluk etkili geri ısıtma
ratuar hız düşük olacaktır, persistan hiperventilasyon herhangi bir öncesi transizyon fazında olur. Yalnızca infrared timpanik termog-
SSS lezyonunu veya organik asidozlardan birini telkin eder. Orta rafıye güvenmek tavsiye edilmemektedir.
derecede H olan bir hastada aşikar bilinç depresyonu bir (toksin) H tanısı konduktan sonra kardiak monitorizasyon sağlanırken
overdozu, veya infeksiyon ve travmaya bağlı SSS’i disfonksiyonu daha fazla ısı kaybını engelleme yoluna gidilmelidir. Eğer hasta
şüphesi uyandırmalıdır. ventriküler fibrilasyonda ise 3 defıbrilasyon denemesinden oluşan
Fizik muayene bulgularında H nedeniyle değişiklik görülebilir. (2j/kg) bir sekans uygulanmalıdır. Başarısız olunursa aktif geri ısıt-

Tablo 20-2 Hipotermiyle İlgili Fizyolojik Değişimler

Hipoterminin San tral Sin ir


Ciddiyeti Vücut ısısı Sistemi Kardiyovasküler Respiratuar Renal ve Endokrin Nöromusküler

Düşük 35°C (95°F)- Serebral metabolizmada Taşikardi ardından Takipne ardından Diüresis, katekolaminler, Artmış titreme ön­
32.2°C(90°F) lineer depresyon, amne­ progressif bradi- respiratuar daki­ adrenal steroidler, trio- cesi kas tonüsü,
zi, apati, dizartri, bozuk kardi, kardiak sik- ka volümünde dotronin ve tiroksin ardından yorgun­
muhakeme, maladaptive lüs uzaması, vaso­ progressif azalma, artışı, ütreme ile meta­ luk, titremeye bağ­
davranışı konstriksiyon, kar­ 0 2 tüketiminde bolizma artışı lı termogenesis,
diak out put ve kan azalma, bronko- ataksia
rea, bronkospazm

Orta <32.2°C (90°F)- EEO anomalileri, bilinç Nabız ve kardiak Hipoventilasyon, Renal kan akımında % 50 Hyporefleksî, azal-
28°C (82.4°F) durumunda progressif outputta progressif ısıdaki her 8 de- artma, intakt renal oto- mış titreme ha­
depresyon, pupiller azalma, artmış at­ rece düşüş için regülasyon, bozulmuş ğımlı termogene-
dilatasyon, paradoks rial ve ventriküler C 0 2 tüketiminde insülin aksiyonu sis, rijidite
soyunma, halüsinasyon aritmiler, nonspesi- % 50 azalma, koru­
fık ve düşündürücü yucu hava yolu ref­
(J dalga) EKO de­ lekslerinin yokluğu,
ğişimleri, sistol uza­ 0 2 kullanımında
ması % 50 azalma

Ciddi <28°C (82.4°F) Serebrovasküler otore- Kan basıncı kalp hı­ Pulmoner konjes- Renal kan akımındaki Hareket yok, azal­
gülasyon kaybı, sereb­ zı ve kardiak out­ yon ve ödem, 0 2 azalma kardiak output mış sinir ileti hızı,
ral kan akımında azal­ putta progressif kullanımında %75 azalmasına paralel hal periferik areflek-
ma, koma, oküler ref­ azalma, reentran azalma apne alır, ekstrem oligüri, po- leksia
leks kaybı; E EG ’de disritmiler, azalmış ikilotermi, bazal meta­
progressif azalma ventriküler aritmi bolizmada % 80 azalma
eşiği, asistol

KAYNAK: From Danzl and Pozos. Copyright © 1994, Massachusetts Medical Society. All rights reserved.
ııı.ı to ( "ilen J2 "C ’ye uzatılmalıdır. 0 2 desteği kesin gerekir çün- 20 Hipotermi (H) ve Frostbite (Soğuk Çalması) 109
Kıı ııksılıcıııoglobin dissosiasyon eğrisinin sola kaymasıyla doku
oksijenizasyonu kötü etkilenmektedir. Vasokonstriksiyonu olan sokonstrikte olmuş derinin çok kolay yanabilmesi nedeniyle elekt­
hastalarda pulsoksimetri güvenilir olmayabilir.Eğer koruyucu hava rikli battaniyeleri kullanmamak gerekir. Büyük oranda varolan ak­
yolu refleksleri yoksa nazik endotrakeal entübasyon uygulanmalı­ tif çekirdek geri ısıtma opsiyonları ısıtılmış inhalasyon, ısıtılmış in-
dır. Uygun preoksijenasyon ventriküler aritmileri önleyecektir. füzyon ve lavaj( gastrik, kolonik, mediastinal,- torasik, plevral) te-
Gastrik tüp insersiyonu azalmış barsak motilitesine sekonder rapötik opsiyonlar ayrıca hemodiyaliz, venovenöz ve kontinü arte-
dilatasyonu önler. Mesane kateteri yerleştirilmesi soğuğa bağlı di- rio venöz geri ısıtma ve ek olarak kardiyopulmoner by-pass içerir.
iirezin monitorizasyonunu sağlar. Dehidratasyon kronik H'de sık Arteriovenöz anastomos (AVA) ısıtma el, önkol, ayaklar ve bal­
görülür ve çoğu hasta kristalloidlerden fayda görür. Hipotermik dırların 44 - 45°C sıcaklıktaki suda sürtünme ile eksojen ısı sağlan­
hastalarda KC.in laktatı ineffektif bir şekilde metabolize etmesi so­ ması ile olur. Maske veya endotrakeal tüple havayolu ısıtılması 40-
nucu %5 Dextroz içeren normal fizyolojik serum, laktatlı ringere 45°C nemli oksijen ile uygun bir opsiyondur. Havayolu geri ısıtıl­
tercih edilir.Pulmoner arter kateter yerleştirimi potansiyel bir değe­ ması bazı diğer aktif çekirdek geri ısıtma yöntemlerine göre daha
ri olsa da düşük komplianslı pulmoner arterin perforasyon riskini az ısı sağlasa da respiratuar ısı kaybını engeller ve geri ısıtmaya 1-
getirir. Sağ atrial irritabilite nedeniyle santral venöz kateter kullanı­ 2°C ekler. Kristalloidler 40-42°C ye dek ısıtılmalıdır. Sadece masif
mından kaçınmak gerekir. volüm resüsitasyonlarında sağlanın havanın ısısının miktarı önem­
Isı için arteriel kan gazları düzeltilmemelidir (Konu 50). Buna lidir. Isıtma ve sıvı veya kan vermede en etkili metot ters akımlı ısı
ektodermik veya alfa durum yaklaşımı denir,enzimatik fonksiyonu değiştirici ile olur. GİS trakt veya mesanenin ısıtılmış irrigasyonu
maksimize eder ve yüklü metabolik ara ürünlerin normal dağılımı­ sınırlı yüzey alanı nedeniyle minimum ısı transferini sağlar. Bu me­
nı ayarlar. Düzeltilmemiş bir 7 .42 pH ve 40mmHg P C 0 2 herhangi totlar kardiak arrestte olan hastalar için saklanmalı ve elde olan tüm
bir çekirdek ısıda uygun alveoler ventilasyon ve asid baz dengesi­ aktif geri ısıtma teknikleri ile kombine halde kullanılmalıdır. Kar­
ni yansıtır. Bikarbonat sistemi etkisiz olduğunda asid-baz imbalan- diak arrestte olan ciddi hastalar için kapalı torasik lavaj en etkili
sı korreke edilmelidir. P C 0 2 28°C da 10 mmHg üzerinde iken nor­ yöntemdir. Hemitorakslar her iki taraflarından sokulan iki büyük
malde 37Cde indüklenen 0 .0 8 ’lik pH azalmasını ikiye katlar. torakostomi tüpleri ile irrige edilir. Torakostomi tüpleri kendiliğin­
Isıda l°C ’lik bir düşüşte hematokritin %2 azalması nedeniyle den perfüzyonu olan hastalarda bir hastada geri ısıtma amaçlı ola­
aneminin ciddiyeti anlaşılamayabilinir. W BC sekestrasyonu ve ke­ rak sol göğüs duvarına takılmamalıdır. 4 0 -4 5 °C ’deki dializatın dış

mik iliği depresyonu sık olup potansiyel bir enfeksiyonu maskele­ akım emmeli 2 kateterle uygulanması durumunda ve peritoneal la­

yebilir. Kronik H’de hipokalemi daha sık olsa da hiperkalemi de vaj yöntemiyle etkili bir şekilde ısı transfer edilebilir. Ekstremitele-

oluşur ve beklenen EKG bulguları hipotermi tarafından saklanabi­ ri tamamen donmuş olan hastalarda veya rabdomyolizis ile beraber

lir. Renal yetmezlik, metabolik asidoz.veya rabdomyolizisli hasta­ bariz doku yıkımı olan hastalarda dolaşımsal destek en etkili opsi-
yon olabilir. Perfüzyonu olan hastalarda çok hızlı geri ısıtmanın
lar elektrolit bozukluğu açısından en fazla risk altında olanlardır.
yaşamı geliştirdiği yönünde kanıt yoktur. Genellikle en iyi strateji
Koagülopatiler soğuğun intrensek kaskadın aktivasyonu için
pasif, trunkal ve aktif çekirdek geri ısıtma tekniklerinin bir kombi­
gereken enzimatik reaksiyonu inhibe etmesinden dolayı sıktır. Ek
nasyonudur.
olarak Tromboxan B 2 ’nin plateletler tarafından üretimi ısıya ba­
Estrakorporeal venovenöz ısıtma ile, kan santral venöz kateter-
ğımlıdır ve platelet fonksiyonu bozulur,bu yüzden taze donmuş
den alınır, 40°C ’ye ısıtılır, ve ikinci bir santral veya periferik ve­
plazma ve platelet uygulanması etkili değildir. Protrombin veya
nöz kateterle geri döndürülür.Devamlı arteriovenöz ısıtma perküta-
parsiel tromboplastin zamanları gözlemlenenin aksine laboratuarlar
nöz yolla geçirilmiş femoral arteriyal veya kontralateral femoral
tarafından normal olarak rapor edilmektedir. Bu beklenmedik du­
venin 8.5 Fr çaplı kateterleri ile yapılır. Kan basıncı en az 60
rum testlerin 37°C ’de yapıldığından enzimlerin ısınması sonucu
mmHg olmalıdır. Sistemi antikoagülasyon için önceden hazırlan­
olabilir.
mış kateterler gereklidir. Bir oksijenatör ile destek sadece normal
G E R İ ISITM A S T R A T E JİL E R İ İlk temel karar hastayı aktif
kardiyopulmoner baypas (CPB) yolu ile temin edilebilir. Dakikada
mi yoksa pasif mi ısıtmak konusunda alınmalıdır. Pasif eksternal
2-3 litre femoral kan akımı her 3- 5 dakikada merkezi ısıyı 1-2 de­
geri ısıtma basitçe hastayı giydirip sıcak bir çevreye almakla olur.
rece arttırır.Canlandırma işlemi esnasında kontrendikasyonları tes-
Baş çevresi kaplandığında geri ısıtma hızı saatte yaklaşık 0.5-2.0°C
bit edilen hastalarda CPB düşünülmelidir. Dolaşım desteği de bel­
dır bu teknik daha önce sağlıklı iken akut, orta dereceli primer ak-
ki ekstremiteleri tamamen donmuş ya da rabdomyoliz dolayısıyla
sidental H gelişen hastalar için idealdir. Hastanın endojen termoge-
ciddi doku destrüksiyonu olan hastalarda yegane çare olabilir.
nezisinin desteklenmesi açısından yeterli yakıt ve glikojeni olmalı­
İL A Ç TEDAVİSİ Bir hasta H ise hedef organlar ve kardiyo­
dır.
vasküler sistem çoğu medikasyona minimum düzeyde cevap verir.
Kronik ciddi H’li hastalarda ekstremitelere direk ısı uygulan­
Dahası kümülatif dozlar bozulmuş metabolizma ve salınım nede­
ması konusunda görüşler vardır. Dehidrate hastalarda periferik va-
niyle ve ilaçların proteinlere bağlanmasının artması nedeniyle ge­
sokonstriksiyonun durdurulması, soğuktan hastanın uzaklaştırılma­
ri ısıtma sırasında toksisiteye neden olabilir. Ör: Hasta H de iken
sı halinde bile çekirdek ısıda sürekli bir düşme ile kendini gösteren tekrarlanan digoksin ve insülin dozları ineffektif olup ayrıca geri
core temperature afterdrop hadisesini presipite edebilir. Bu feno­ ısıtma sırasında potansiyel toksisite gösterebilir.
men kondüktif ısı eşitliği ve sirkülatuar konnektif mekanizmalar Deprese olmuş ve vasokonstrikte olmuş KVS (kardiyovasküler
sonucu ortaya çıkar. Soğuğa çalınmış ekstremitelerin çekirdek ısı­ sistem) üzerinde herhangibir farmakolojik manüpülasyondan ka­
larının stabilize edilmeden önce geri ısıtılması bariz afterdropa çınmak gerekir. Eğer hipotansiyon mevzu bahis ise kristalloid in-
(sonra düşme) neden olur. Tersine truncal (bedene) ısı uygulanma­ füzyonu ile ve geri ısıtma ile düşük doz dopamin (2-5pg/kg/dk) dü­
sı afterdrop riskini minimize edebilir. şünülmelidir. Atrial aritmiler girişim yapılmaksızın monitorize
Şu şartlarda aktif geri ısıtma gereklidir; çekirdek ısı<32C (po- edilmelidir çünkü ventriküler cevap yavaş olacaktır ve geri ısıtma
ikiloterıni), Kardiyovasküler instabilite, yaş ekstermleri, SSS dis- sırasında kendi kendine düzelecektir. Eğer endikasyon varsa Klas3
fonksiyoııu, endokrin yetmezlik veya sekonder H şüphesi. Aktif antiaritmik olarak Bretilyum tosilat kullanılır. Ventriküler fibrilas-
eksternal geri ısıtma zorlu hava ısıtmalı battaniyeler ile sağlanır. yon sırasında 10mg/kg dozda uygulanır. Bretilyum düşük ısılarda
Diğer opsiyoıılar radyan ısı kaynakları ve sıcak paketlerdir. Isıtıl­ ventriküler aritmi eşiğini yükseltir ancak profilaksinin faydası olup
mış tüp içindeki bir hastayı monitorize etmek oldukça zordur. Va- olmayacağı bilinmemektedir.
110 U ihı.slulıklarm Ana H ııiuulan ve Siıktiım .Seklileri ısı ilk başta kristalizasyonu önler. Donma safhası genellikle ekstra-
sellüler sıvı kristalizasyonu ile başlar. Sıvı hücreyi terk eder ve int-
Adrenal yetmezliğe yönelik ampirik tedavi eğer steroid bağım­ rasellüler dehidratasyona sebep olur, hiperozmolarite ve sonuçta
lılığı öyküsü, hipoadrenalizm şüphesi, veya standart tedavi ile geri- hücresel büzüşme ve hücre ölümü oluşur. Hasar görmüş doku
ısıtma mümkün olmadıkça söz konusu değildir. Ancak H’deki has­ TxA 2 ve PgF2alfa salar bu maddelerde platelet aggregasyonu, lö-
taya (Ötiroid) parenteral levotiroksin uygulanması potansiyel ola­ kosit immobilizasyonu ve vasokonstriksiyona neden olur.
rak tehlikelidir. Çünkü laboratuar sonuçları gecikebilir ve hasta öti­ Doku eridikten sonra olayın ikinci safhası progressif dermal is-
roid sendromu olayı karıştırabilir, hipotroidizme yönelik öykü ve kemiye neden olur. Mikrovasküler yapı kollabe olmaya başlar, ar-
fiziksel muayene bulguları aranmalıdır (Konu 330). Miksödem H teriovenöz şantlar doku basınçlarını artırır ve ilerleyici ödem for­
sebebi ise Aşil tendon refleksinin relaksasyon fazı kontraksiyon fa­ masyonu gelişir. Sonuçta trombozis, iskemi ve superfisial nekrozis
zından daha fazla uzar. meydana gelir. Mumifikasyon ve demarkasyon gelişimi haftalar
H özellikle ateş ve lökositoz olmak üzere enfeksiyonun pek çok veya aylar alabilir.
bulgusunu maskeler. Enfeksiyonda görülen silkinme tarzındaki tit­ K LİN İK TA KDİM Soğukçalmasının ilk prezentasyonu alda­
remeler H titremeleri ile karışabilir. Hafif vakalar haricinde ileri tıcı bir şekilde benin olabilir. Semptomlar her zaman hafif dokun­
kültürler ve tekrarlayan fizik muayene çok önemlidir. Enfeksiyöz ma,ağrı ve ısı persepsiyonunu etkileyen his defektleri içerir. Akral
bir kaynak ortaya konamadıkça, yaşlılarda neonatlarda ve immün alanlar ve distal ekstremiteler en sık his kaybına uğrayan kısımlar­
kompromise hastalarda ampirik antibiyotik profilaksisi gereklidir. dır. Bazı hastalar ekstermitelerde sakarlık veya bodur bir odun par­
Yaşlı kişiler veya işleri nedeniyle aşırı soğuğa maruz kalma du­ çası gibi hislenmeler tarif etmektedirler.
rumunda olanlar gibi yüksek riskli bireyler için önleyici tedbirler Derin donmuş dokular mum gibi benekli, sarı ve morumsu be­
tartışılmalıdır. Kat kat giyim, baş koruyucusu uygun korunak, art­ yaz görünür. En sık tespit edilen görüntü normal renkle bir miktar
mış kalori alımı ve alkol kullanımından uzaklaşma ve kurtarma ser­ sıcaklık ve his duygusunun olmasıdır. Hasar genellikle eğer subku-
visleriyle irtibatın önemi beliritilmelidir. tan doku esnek ve katlanabilir durumda ise yüzeyeldir.
En sık dondurucu olmayan soğuk hasarları; soğuk şişliği (per­
SOGUKÇ A LM A S I nio) veya immersion (çukur) ayaktır. Chilblain kuru soğuğa tekrar­
layan maruz kalmalar sonrası nöronal ve endotelyal hasar sonrası
Periferik soğuk yaralanmaları doku üzerinde hem dondurucu hem ortaya çıkar. Reynoud riski altında olan genç bayanlar risk altında­
de dondurucu olmayan hasarları içerir. Soğukçalması ısı 0 °C ’nin dır. Persistan vasospastisite ve vaskülitis eritem hafif ödem ve ka­
altına düşerse meydana gelir. Kristal buz formasyonu oluşur ve sel- şınmaya neden olabilir. Sonuçta plaklar, mavi nodüller, ve ülseras-
lüler mimariyi bozar. Vasküler endotelium hasar gördükten sonra yonlar gelişir. Bu lezyonlar tipik olarak el ve ayakların sırtlarını tu­
staz hızlıca mikrovasküler tromboz yönüne gelişir. Doku metal ilet­ tarlar. Aksine immersion ayağı donma noktası üzerindeki sıvı soğu­
kenler veya volatil solüsyonlar gibi termal iletkenler ile temas ha­ ğa tekrarlanan maruziyetler sonucu meydana gelir. Ayaklar başlan­
linde ise donma çabuk meydana gelir. Diğer predispozan faktörler gıçta siyanotik, soğuk ve ödemli görünür. Takip eden bül gelişimi
sıkan elbise ve ayakkabılar veya vazokonstriktör medikasyondur. sıklıkla soğukçalmasından ayırt edilemez. Bu vezikülasyon hızla
Klinik olarak soğukçalmasını yüzeyel veya derin diye ayırmak ülserasyon ve likefaksiyon gangrene ilerler. Daha hafif vakalar hi-
en pratik olanıdır. Yüzeyel olan doku kaybı içermez. Klasik olarak perhidrozis, soğuk hassasiyeti ve ağrılı ambulasyonlardan yakınır­
soğukçalması retrospektif açıdan sonuç patoloji zamanla demarke lar.
olacağından bir yanık gibi gradelendirilir. 1. Derece sadece aneste­ Periferik soğuk yaralanmalarının ciddiyetini teşhis etmek için
zi ve eriteme neden olur. 2. Derece yüzeyel vezikülasyonların çev­ değişik testler kullanılmaktadır. Hiçbiri prezentasyon anındaki ha­
resinde ödem, eritem varlığı (Atlas IIA-18, IIA -19). 3. Derece he- sarın uzantısını sürekli göstermez. Ör: anjiografi ve MRI ile büyük
morajik veziküller mikrovaskülatürün yoğun hasara uğradığını damarlar incelenebilir ama mikrovaskülatür değil. USG ve digital
gösterir. 4. Derece yaralanmalar subkutiküler, müsküler ve osseöz pletismografi de insensitiftir. Termografi ve teknisyum sintigrafısi
dokulara hasar verir. geri ısıtmadan birkaç gün sonra perfüzyonun değerlendirilmesinde
P A T O FİZ Y O L O Jİ Periferik soğuk yaralanmaları bir dizi ola­ yardımcı olabilir.
yı içerir. Donma öncesi safhada plasma sızıntısı olur ve mikrovas­ TEDAVİ Donmuş doku tamamen ve hızla 37-40°C arasındaki
küler vasokonstriksiyon gelişimi olur. Alttaki dokulardan yayılan L S suda eritilmelidir. Hızlı geri ısıtma sıklıkla başlangıçta hipere-
mi oluşturur. Erken safhada temiz
Tablo 20-3 Soğukçalmaııııı Tedavisi
distal büyük bleb oluşumu küçük,
proksimal, koyu hemorojik blebler-
Eritme Öncesi Eritme Sırasında Eritma Sonrası
den daha tercih sebebidir. Sık rastla­
Çevreden uzaklaştırın Parenteral analjezi ve ketorolac Nazikçe kurulayın ve koruyun, nan bir hata perfüzyonun aşırı ağrılı
düşünün eleve edin masere ise ayak par­ olmasından dolayı eritilme işleminin
maklan arasına yastıkçıklar koyun erken sona erdirilmesidir. Derin so-
Kısmi erime ve geridonma- 400 mg PO ibuprofen verin Eğer temiz veziküller intakt ise gün­
ğukçalmasında parenteral narkotikler
yı önleyin ler içinde sıvı rezorbe olacaktır,
gerekli olacaktır. Eğer siyanoz geri
eğer parçalanmışsa debride edin an­
tibiotic veya steril aloe veya yağlan
ısıtma sonrasında devam ederse doku
ile kaplayın kompartman basınçları dikkatle mo-
Çekirdek ısıyı stabilize edin İlgili kısmı 37-40°C (termometre Enfeksiyonu önlemek için hemorajik nitorize edilmelidir. Çok sayıda de­
ve hipotermiyi tedavi edin destekli) antiseptik bir sabun içe- vezikülleri intakt bırakın neysel antitrombotik ve vasodilator
ren hareketli suda distal kızarma i tedavi rejimleri değerlendirilmiştir,
olana dek ovuşturun (10-45 dk)
j Dextran, heparin, steroidler, Ca kanal
Donmuş kısımları koruyun- Hastanın ilgili kısmı hareket ettirme- İbuprofen 400 mg PO devam (12 mg/
j blokerlerinin veya hiperbarik 0 2 te-
masaj veya friksiyon yap­ sini sağlayın kg/gün) 8-12 saat
mayın { davisinin dokuları kurtardığı yönünde
Tıbbi veya cerrahi şartlara Ağn refrakter hal alırsa su ısısını Tetanoz ve streptokok profilaksisini I bilgi yoktur. Tablo 2 0 -3 ’te soğukçal-
1
başvurun 33-37 dereceye indirin gözönünde tutun, elevasyon yapın i ması tedavi protokolü özetlenmiştir,
37°C’de hidroterapi j Enfeksiyon gelişmedikçe açıkça
•Uıu:ıı kasyon, lmimifikasyon ve Sloughing (atılma) bulguları yok- ! ! Eiio încss : BayuüUik j. henkop. ijv /j ipess ' c Vcı Ill
.1 ilclindiuaii veya amputasyona ilişkin kararlar ertelenmelidir. En

■uk görülen semptom gelişimi nöronal hasar ve paresteziler, termal D A N Z L DF, PO ZO S R S : Currenl concepts: Accidental hypolhermia. N Engl J
ımspcısepsiyon ve hiperhidrozisi içeren persistan anormal sempa- Med 3 3 1 :1 7 5 6 , 1994
G 1E S B R E C H T G G , B R IS T O W G K : R ecen l advances in hypolhermia research.
ıık umusu yansıtır. Geç bulgular tırnak deformiteleri, kutenöz ca ve
Ann N Y Acad S ci 8 1 3 :6 7 6 , 1997
çocuklarda epifizyel hasarları içerir. M C A D A M S T R et id: Froslbile: An orlhopedic perspeclive. Am J Orthop 2 8 :2 1 ,
1999
-UiitJOdRAFYA W E IN B E R G A D : T h e role o f inhalation rewarming in lhe early managemem o f
hypolhermia. R esuscilalion 3 6 :1 0 1 , 1998
H AN /!. D E Accidental hypolhermia, in Em ergency M edicine: Concepls and
Clinical Pıaclicc, 4ıh ed, P Rosen el al (eds). S ı. Louis, Mosby, 1998, p 963

Kısım 3
SİNİR SİSTEMİNİN FONKSİYON BOZUKLUKLARI

ı
R o b e rt B. D a ro ff, M a r k D . C a rlso n beyne kan gitmesine artık engel olamaz. Nabız basıncı artar, yüze
21
tekrar renk gelir solunum daha hızlı ve derin hale gelir ve bilinç ge­
FAINTNESS (BAYGINLIK), SENKOP, ri döner. Genellikle bilinç süratle düzelir. Bazı hastalar ise fiziksel
DIZZINESS VE VERTIGO güçsüzlüğün erken farkında olabilir ve çabucak ayağa kalkarlar ki
Yakup Sarıca bu da yeniden senkopa neden olabilir. Özellikle takiaritmisi olan
bazı diğer hastalarda başlangıçtaki senkoptan sonra rezidüel bulgu
S e n k o p serebral kan akımının azalması nedeni ile geçici bilinç kay­ olmaz. Başağrısı ve epileptik nöbetlerden sonra konfüzyon mental
bıdır. Senkop postüral kollaps ve spontan düzelme ile karekterize- ile beraber giden uykuya eğilim hali genellikle senkoptan sonra
dir. Bir uyarıcrolmaksızın aniden ortaya çıkar ya da değişik süre­ gözlenmez.
li öncül semptomlar olabilir. Bunlar solukluk veya mankafalılık, FİZ Y O P A T O L O Jİ Baygınlığın daha sık tipleri birkaç basit
gerçek olmayan vertigo, sıcaklık hissi, diaphoresis, bulantı ve ba­ mekanizmaya indirgenir. Senkop genellikle hipotansiyon ile sereb­
zen görme bozukluğu öncesinde görme bulanıklığıdır. Bu senkop ral kan akışının azalmasına bağlı beyin metabolizmasında ani bir
öncesi belirtilerin şiddeti bilinç kaybı oluşuncaya kadar şiddetini yetersizlikten ileri gelir. Birçok mekanizma dik postür sırasında do­
artırarak devam eder veya eğeer serebral kan akımı düzelirse kişi­ laşımın ayarlanmasında yardım eder. Sistemik kan volümünün yak­
de bilinç kaybına gitmeksizin tamamen düzelebilir. Senkobu epi- laşık _ ’ü venöz yatakta bulunur ve venöz dönüşümü ilgilendiren
Icptik nöbetten ayırdetmek bazen güç fakat oldukça önemli tanısal herhangi bir olay kardiyak output’un azalmasına neden olabilir.
bir problemdir. Serebral kan akımı sistemik vazokonstrüksiyon sağlandığı sü­
Senkop kardiyovasküler refleksler nabız sayısı ve vasküler to- rece korunmaya devam eder fakat bu ayarlamalar bozulur ise hipo­
nusu etkilediğinde ortaya çıkıyorsa benign veya yaşamı tehdit eden tansiyon ile birlikte ortaya çıkan serebral perfüzyonun yarıdan da­
bir aritmiden ileri geliyor ise malign olabilir. Senkop tek bir atak ha fazla oranda azalması sonucunda senkop meydana gelir. Nor­
olarak ortaya çıkabildiği gibi rekürran da olabilir. Özellikle yapısal malde kanın alt ekstremitelerde toplanması (1) periferik arteriol ve
kalp hastalığı olan bir kişide açıklanamayan rekürran senkop yük­ venüllerin daralmasını sağlayan pressör refleksler, (2) aortik ve ka-
sek ölüm riski ile beraberdir (2 yıl içinde % 40 mortalite). rotid refleksler yolu ile kalbin akselerasyonu ve (3) ekstremiteler-
deki kasların aktivitesi ile kalbe venöz dönüşün artırılması suretiy­
SENKOP le engellenir. Normal bir kişiyi kaslarını gevşek halde tutmak için
tilting masasına yatırmak ve yavaşça dikey hale getirmek kardiyak
Bir senkopal atağın başlangıcında hasta hemen hemen daima otu­ output’u (kalp debisini) azaltır ve kanın bacaklarda hafif derecede
rur veya ayakta durur halde dikey durumdadır. Aritmi gibi kardiyak tutulmasına neden olur; bunun akabinde sistolikkan basıncında ha­
bir etyoloji bu açıdan konu dışı bir durumdur. Hasta "kendini kötü fif bir azalma oluşur ve vazomotor refleksler bozuk ise kişi bayıla-
hissetme”, baş dönmesi hissi, yerin ve çevredeki objelerin kayıyor bilir.
gibi olması hissi ile soluklaşarak uyarılır. Hasta konfü hale gelir ve SENKOPUN N E D E N L E R İ Geçici olarak serebral kan akımı­
esneyebilir, görsel alanda benekleşme ve göz kararması görülebilir nın azalması genellikle şu üç mekanizmadan biri ile oluşur: vaskü­
ve kulak çınlaması olabilir. Bulantı ve kusma bu semptomlara ek­ ler tonus ve kan volümündeki bozukluklar, aritmileri de içine alan
lenebilir. Belirgin bir solukluk ve kül gibi bir yüz gelişir ve yaygın kardiyovasküler hastalıklar veya serebrovasküler hastalıklar (Tablo
bir terleme ortaya çıkar. Bazı hastalarda presenkopal semptomların 21-1). Fakat seyrek olmayarak senkopun nedeni multifaktöryeldir.
tedricen gelişmesi yaralanmalara (düşmelere) karşı korunmak için Vasküler Tonüs ve K an Volümü Bozuklukları: Kalp ve dola­
hastaya zaman kazandırır; diğer hallerde senkop aniden ve uyarıcı şımın otonom kontrolünün bozuklukları senkopal atakların en azın­
belirtiler olmaksızın ortaya çıkar. Başlangıç birdenbire’den 10-30 dan yarısından sorumludur. Bu bozukluklar ortak mekanizmaları
sn ye kadar ve ender olarak daha uzun süreye kadar değişebilir. paylaşırlar: kardiyoinhibitör komponent (efferent vagal aktivite ile
Bilinç kaybının süre ve derinliği değişkendir. Bazen hasta çev­ bradikardi gibi), vazodepressör komponent (sempatik yetersizlik
resinden kısmen haberdar olur veya tam koma gelişebilir. Hasta bu ile uygun olmayan bir vazodilatasyon gibi) veya her ikisi.
durumda saniyeler veya dakikalar boyunca kalabilir. Genellikle V a z o v a g a l (V a z o d e p r e s ö r , N ö r o k a r d iy o je n ik ) S e n k o p Bu tip
hasla kas atonisi içinde hareketsizdir fakat bazen bilinç kaybı ol­ senkop normal kişilerce de bilinen ve en sık olarak görülen senkop-
duktan kısa bir süre sonra yüz ya da ekstremde kaslarında birkaç tur ve senkopal atakların yaklaşık yarısını oluşturur. Sıklıkla tekrar-
kloııik sıçrama görülebilir. Sfinkter kontrolü nöbetlerdekinin aksi­ layıcıdır ve genellikle sıcak ya da kalabalık ortamlar, alkol, aşırı
ne genellikle korunur. Nabız zayıfça ele gelebilir veya tamamen yorgunluk, açlık, uzun süre ayakta kalmak, ya da emosyonel ve
kaybolur, kan basıncı düşüktür veya ölçülemez ve solunum tama­ stresli durumlar prsipite eder. Ataklar çoklukla saniyeler ya da da­
men yitik olabilir. Hasta horizontal pozisyona gelince yerçekimi kika süren senkop öncesi prodrom belirtilerinden sonra ortaya çı-
112 ü Hastalıkların Ana İiuıg.,.,iH ve lakdinı Şekilleri reseptörleri ve vagal afferent sinir liflerinin uyarır ve bu da sempa­
tik efferent aktiviteyi inhibe ederken parasempatik efferent aktivi-
Tablo 21-1 Serıkop Nedenleri teyi artırır. Sonuçta ortaya çıkan vazodilatasyon ve bradikardi hi­
potansiyon ve senkopa yol açar.
I. Vasküler tonus Ve kan volümü Itttttttlıkları,
Vazovagal senkopun sentral sinir sistemindeki (SSS) mekaniz­
A. Vasovagal (vasodepressor, nörokardiyojenik)
maları bilinmemektedir. İnsanlarda doğrulanmayan hayvan çalış­
B . Postural (orthostatic) hipotansiyon
1. İlaçlar (il/çllikle .ıniıhipertansif veya vazodilatörler) maları endojen opiatlann (endorfinler) rol oynayabileceğini des­
2. Peri ferik nfiropatl (diabetik, alkolik, nutrfstonel, amyloid) teklemektedir. Serotonin (5-hidroksitriptamin) kan basıncının ayar­
3. Idiopalik postural hipotansiyon lanmasına katılmaktadır ve vazovagal senkop sırasında ortaya çı­
4. Mulıisistem atrofıler kan sempatik efferent aktivitenin inhibisyonunda (ve arteriyel va-
1. l*ı/ık deconditioning zodilatasyonda) da rol alıyor olabilir.
6. Sempatektomi Myokardial mekanoreseptörlerin ilgili olduğu refleks genellikle
7. Akut disotonomi (Guillain-Barre sendromu variantı)
vazovagal senkopun ortaya çıkışından sorumlu olan mekanizma
8. Hipovölemi (adrenal yetmezlik, akut kan kaybı vs.)
olarak kabul edilmekle birlikte diğer bazı refleksler de etkili olabi­
C. Carotid sinus hipersensitivitesi
D. Durumsa! lirler. Transplant (denerVe) kalpli hastalar vazovagal senkop sırasın­
1. Öksürük da var planlara aynen benzer kardiyovasküler yanıtlar gösterirler.
2. İşeme Transplante kalp reinnerve olmadıkça yukarıda belirtilen ref­
3. Dışkılama leks mekanizmalar asla olanaklı olamazdı. Ayrıca, vazovagal sen­
4. Valsalva kop sıklıkla alt ekstremitelerde venöz göllenme ile beraber gitme­
5. Yutkunma . yen korku, emosyonel stress ya da ağrı gibi uyanlara yanıt olarak
E. Glossofaringeal nevralji
ortaya çıkmaktadır, Bu durum da bu refleksin bilişsel ya da korti-
II. Kardiyovasküler hastalıklar
kal bir komponenti olduğunu desteklemektedir. Görüldüğü gibi,,
A. Aritmiler (Konu 229 ve 230)
’ 1. Bradiaritmiler çok sayıda afferent ve efferent yanıt vazovagal senkopa neden ol­
a. Sinuzal bradikardi, sinoatrial blpk, sinuzal ârrest, hasta-sinus maktadır.
,? sendromu) r » • P ostural (ortostatik) H ipotansiyon B u durum vazomotor ref­
b. AtrioventrikUler blok lekslerde bozukluk ya da instabilite olan hastalarda görülür. Siste-
2. Takiaritmiler mik arteriyel kan basıncı ait ekstremitelerdeki rezistans ve kapasi-
a. Yapısal kalp hastalıkları ile supraventriküler taşikardi tans damarlannda vazokonstrüktif reflekslerin yokluğu nedeniyle
b. Atrial fibrilasyon + Wolff-Parkinson-White sendromu
ayağa kalkma halinde düşer. Senkopa! atak vazodepressör senkop-
c. Atrial flutter + 1:1 atrioventriküler iletim
tan küçük farklar göstermesine karşın postürün etkisi çok önemli­
d. Ventriküler taşikardi
B . Diğer kardiyopulmoner etyolojiler. . dir. Yatar durumdan hızla doğrulmak yada ayağa kalkmak bu du­
! Pulmoner emboli rumu presipite eder. Ortostatik hipotansiyon yaşlıların %3Q’unda
2. Pulmoner hipertansiyon senkop nedenidir; antihipertansifve antidepreşsif ilaçlar sık olarak
3. Atrial myxoma bu olgularda senkopun gelişm esine katkıda bulunurlar.
4. Myokardial hastalık (massive myocard infarktı) Postural senkop postüral refleksleri bozuk olan normal kişiler­
5. Sol ventricular myocardial daralma de de görülebilir. İdoypatik postü ral hipotansiyonlu hastalar, tilting
6. Perikardial daralma veya tamponad
masasında karakteristik yanıt ile kolayca tesbit edilebilirler. Baş­
7. Aortic çıkış yolu obstrüksiyonu i
langıçta, düşük değerde stabilize olmadan önce, kan basıncı hafif­
8. Aortic valvular stenoz ,!
9. Hipertrofik obstruktif kardiyomiyopati
çe düşer. Bundan kısa bir süre sonra kompanzatör refleksler yeter­
III. Serebrovasküler hastalık (Konu. 363) siz kalır ve sistemik kan basıncı belirgin olarak düşer. Bu klinik du­
A. Vertebrobaziler yetmezlik rum sıklıkla aileseldir.
B. Baziler arter migreni Ortostatik hipotansiyon sık olarak terleme, impotans ve sfinkter
IV. Senkopa benzer diğer hastalıklar bozuklukları ile beraber olup 366. Konuda tartışılan otonomik sinir
A. Metabolik ■ sistemi hastalıklarının birincil özelliğidir ve Tablo 366-1’de liste
! Hipoksi
edilmiştir. Nörojenik ortostatik hipotansiyon postganglionık mye-
, 2. Anemi . .7. ■ • ; .» ' - ;■
linsiz lifleri tutan kronik periferik sinir sitemi hastalığıdır (diyabe-
3. Hiperventüasyon ile karbondioksiti düzeyinin düşmesi,
tik, nutrisyonel ve amiloid myopati gibi). Daha az sıklıkta olan mul-
4. Hipoglisemi
B. Psikojenik tisitem atrofilerdir ve bunlar ortostatik hipotansiyon ile birlikte gi­
! Anyete ataklan den SSS hastalıkları olup (1) parkinsonizm (Shy-Dragef sendromu),
2. Histerik baygınlık (2) progressif serebellar dejenerasyon veya (3) daha değişken sere-
C. Epileptik nöbetler ı bellar ve parkinsomen sendrom (striatonigral dejenerasyon) şeklin-
dedirler. Çok ender olarak aküt postganglionik disotonomi Guillain-
kar. Yatar durumda iken vazo vagal senkop nadiren görülür. Kişi ge­ Barre sendromunun bir variantı olarak bildirilmiştir (Konu 378).
nellikle ya oturur ya da ayakta durur pozisyondadır ve kuvvetsiz­ Postüral senkopun çok çeşitili diğer nedenleri Vardır. (1 ) Fizik
lik, bulantı, diaphoresis, başdönmesi, bulanık görme ve sık olarak dekondüsyonmandan sonra (özellikle yaşlılarda kas Umusunun
bilincin kaybından hemen önceki bradikardiden evvel şiddetli bir azalması ile giden yatalak hastalıklar gibi) veya uzay yolculuğu gi­
taşikardi hisseder. Kişi soluk görünür ve senkop öncesinde kan ba- bi uzun süre ağırlıksız kalmak; (2) vazopressor refleksleri ortadan
sınci düşen Atak, eğer bu durumu yaratan neden tekrar ederse, en­ kaldıran sempatektomiden sonra; ve (3) antihipertansif veya vazo-
der olrak 1 dakikadan daha uzun sürer. Genellikle yatar hale geldik­ dilatatör ilaç alan hastalar veya diüretik alan. Aşırı terleyen, diare-
ten hemen sonra bilinç düzelir fakat eğer kişi ayakta durmaya de­ ik, kusmali, kanamalı yada adrenal yetmezlikli hastalarda.
vam ederse bilinçsizlik hali daha uzun sürer. Vazovagal senkop be­ K arotid Sinus H ipersensitivitesi Karotis sinüs süperserisitivi-
nign olmakla beraber, uzun süren asistoli ve hipotansiyon ile birlik­ tesi nedeniyle oluşan senkop, karotis bifurkasyonunun hemen üze­
te olursa dokusal zedelenmelere neden olur. rinde bulunan karotis sinüsündeki baroreseptörler üzerine basınç
Artmış sempatik ativite ve venöz göllenme halinde vazovagal yapmakla presipite edilir. Bu durum tipik olarak traş olmak, sıkı
senkop görülür. Bu durumda göreceli olarak boşalmış olan sol boyunluk takmak ya da başı bir yana çevirmekle oluşur. Karotid si­
ventrikülün aşm myokardial kasılmaları ventriküllerdeki mekano- nüs sendromu özellikle 5 0 yaşın üzerindeki erkeklerde görülür.
Kurotid siııüs baroreseptörlerlerinin aktivasyonu glossofaringe- 21 Faintness (Baygınlık). Senkop, Dizziness ve Veri igo 113
al sinirin bir dalı olan Hering siniri ile medulla oblongataya taşınan
iıııpulslcrle gerçekleşir. Bu afferent impulsler kalp ve kan damar­ sinüs düğüm disfonksiyonlarının en sık görülenidir ve paroksismal
larındaki sempatik sinir liflerini, kardiyak vagal efferent sinir lifle­ supraventriküler taşikardinin sonlanmasım takiben gözlenen sinüs
rini ya da her ikisini birden aktive eder. Karotid sinüs hipersensiti- susma peridları senkopun en sık nedenidir. Droglar, özellikle yapı­
vitesi olan olgularda bu yanıtlar sinüsün durmasına ya da atriovent- sal kalp hastalığı olan olgularda bradiaritmi nedenidir. Digoksin,
ıiküler bloka (kardiyoinhibitör), vazodilatasyona (vazodepresör ya­ Beta adrenerjik reseptör antagonistleri, kalsiyum kanal blokerleri
nıt) ya da her ikisine birden (mikst) yol açar. 1933’de orijinal ola­ ve pek çok antiaritmial ilaç sinoatrial düğümden impuls oluşumu­
rak tanımlanmasına rağmen sendromdan sorumlu mekanizma açık nu bloke eder veya AV nodal iletimi yavaşlatırlar.
değildir ve valide edilmiş tanı kriteri yoktur; bazı otörler bunun T ak ia ritm id en (Konu 230) ileri gelen senkop öncesinde genel­
varlığını da tartışmaya açmışlardır. likle çarpıntı ya da sersemlik vardır, fakat aniden, uyarıcı bir semp­
S i t u a t i o n a l S e n k o p Öksürme, yutkunma, işeme ve defekasyon tom olmaksızın da ortaya çıkabilir. Supraventriküler takiaritmiler
gibi değişik birtakım aktiviteler yatkın kişilerde senkopla beraber­ normal kalbi olanlarda seyrek olarak senkopa neden olur; fakat 1)
lik gösterebilir. Bu sendromlar kısmen de olsa anormal otonomik kardiyak debiyi etkileyen bir kalp hastalığı olan olgularda 2) sereb-
kontrol nedeniyle ortaya çıkar ve bir kardiyo inhibitor, bir vazodep- rovasküler hastalıklarda, 3) vasküler tonus ya da kan volümü ile il­
ıessör yanıtla veya her iki yanıtla ilgili olabilir. Öksürük, işeme ve gili hastalığı olanlarda ve 4) hızlı ventriküler cevabı olanlarda sen­
defekasyon venöz dönüşü azaltarak hipotansiyon ve senkopa katkı­ kop görülebilir. Bu taşikardiler en sıklıkla paroksismal atrial flutter,
da bulunan manevralarlardır (Valsalva, ıkınma ve öksürük gibi), atrial fibrilasyon ya da AV ileti sisteminin bir kısmı ya da tamamı­
imratorasik basıncı artırarak oluşan sekonder intrakranial basınç nı by-pass eden aksesuvar yolların veya AV nodu etkileyen re-ent-
artışı da serebral kan akımının azalmasına katkıda bulunabilir. rance gösteren olgularda ortaya çıkar. W o lff-P a r k in s o n -W h ite
Öksürük senkopu tipik olarak kronik bronşitli veya kronik Sendromlu hastalar aksesuvar AV bağlantılarına re-entry nedeni ile
obstrüktif akciğer hastalığı olan erkeklerde öksürük nöbeti sırasın­ çok süratli ventriküler cevaplar ortaya çıktığında senkop geçirebi­
da veya hemen akabinde ortaya çıkar. İşeme senkopu özellikle or­ lirler.
ta yaşlı ve daha ileri yaştaki ve özellikle de prostat hipertrofisi ya Yapısal kalp hastalığı olan olgularda, bazı hallerde ventriküler
da mesane boynunda obstrüktif lezyonu olan erkeklerde görülür; fibrilasyon ile beraber ventriküler taşikardi, eğer özellikle önceden
Bilinç kaybı genellikle geceleri işeme sırasında veya işemeden he­ MI da var ise, sık olarak senkop görülür. Aortik valvüler stenoz ve
men sonra gözlenir. Yutkunma ve defekasyon senkopu özofagus hipertrofik obstrüktif kardiyomyopatili olgular ventriküler taşikar­
di riskini de taşırlar. Ventriküler repoarizasyon anormalliği (QT in­
hastalıkları ve özellikle özefageal spazmı ile birliktedir. Bazı kişi­
terval uzaması) gösteren olgular polimorfik ventriküler taşikardi
lerde özellikle bazı yiyecekler ve karbonatlı ve soğuk içecekler ref­
(torsade de pointes) gelişme riski altındadırlar. Bu sendromun ge­
leks sinus bradikardisini ya da AV bloku tetikleyerek senkopu ya­
netik formunu gösterenlerin alilelerinde ani erken yaşta ölüm öykü­
ratır. Defekasyon senkopu muhtemelen yaşlı ve konstipe kişilerde
sü vardır. Genetik markerler familyal uzun Q sendromlu bazı has­
Valsalva manevrasına sekonder olarak ortaya çıkar.
taları tesbit etmede yararlıdır ama bu markerlerin klinik yararlılığı
G l o s s o f a r in g e a l N e v r a lji Glossofaringeal nevraljide senkop
kanıtlanmamıştır. İlaçlar (belli antiaritmikler ve eritromisin) ve
orofarinks, tonsiller fossa ve dilde ağrıdan sonra gelişir. Bilinç kay­
elektrolit hastalıkları (hipokalemi, hipokalsemi, hipomagnezemi)
bı genellikle vazodilatasyondan çok asistoli ile beraberdir. Meka­
QT aralığını uzatabilirler ve bu sendroma yol açabilirler. Antiarit-
nizmasının medulladaki nükleus solitariusa terminallerini gönde­
mik tedaviler özellikle yapısal kalp hastalığı olanlarda ventriküler
ren glossofaringeal sinirdeki afferent impulslerin aktivasyonu ve
taşikardiyi presipite edebilir.
kollateraller ile vagal sinirin dorsal motor çekirdeğinin stimulasyo-
Senkop aritmilere ek olarak, pek çok yapısal kardiyovasküler
nu olduğu düşünülmektedir.
hastalık ile birlikte görülebilir. Epizodlar, kardiyak output perifer-
Kardiovasküler H astalıklar Kalp kökenli senkop kalp debisi­
deki vazodilatasyonu kompanze edecek kadar artınlamadığında or­
nin aniden düşmesi ile oluşur ve en sık nedeni de aritmilerdir. Nor­
taya çıkar. Periferik vazodilatasyon egzersiz sonrasında olduğu gi­
mal kişilerde, özellikle yatar pozisyonda iken, 30 ile 180 arasında
bi yeterli olabilir veya aortik çıkış yolu obstrüksiyonunda olduğu
değişen kalp vuru sayısı serebral kan akımının azalmasına yol aç­
gibi (aortik valvülar stenoz ya da hipertrofik obstrüktif kardiyom-
maz. Kalp vuru sayısı düştükçe ventriküler dolum zamanı ve strok
yopati) ventriküler mekanoreseptör reflekslerin uygunsuz aktivas­
volümü normal kardiyak debiyi sağlayacak şekilde artar. 30 vuru­
yonu nedeniyle ortaya çıkar. İleri doğru akımın obstrüksiyonu kar­
nun altındaki değerlerde strok volümü daha fazla artamaz ve aza­
diyak outputun artmasını engelleyen en sık nedendir. Perikard tam-
lan vuru sayısı nedeniyle dolaşımı kompanse edemez. 180 vuru­
ponadı senkopun çok ender bir nedenidir. Masif pulmoner emboli-
dan daha yüksek değerlerde ventriküler dolum süresi uygun strok
li olguların % 10’unda senkop görülür ve ağır primer pulmoner hi-
volümünü sağlayacak kadar yeterli olamaz. Her iki halde de sereb­
pertansiyonlu hastalarda efordan sonra ortaya çıkar. Nedeni, artan
ral hipoperfüzyon ve senkop ortaya çıkabilir. Dik postür, serebro-
pulmoner rezistans veya obstrüksiyon ile sağ ventrikülün yeterli
vasküler hastalıklar, anemi ve koroner, myokardiyal ya da valvülar kardiyak output için kanı sağlayamamış olmasıdır. Bilinç kaybı
hastalıklar vuru değişikliklerini tolere edebilme yeteneğini azaltır­ çoklukla göğüs ağrısı ve dispne gibi diğer belirtilerle beraberdir.
lar. Atrial miksoma, protez kapak trombusu ve ender olarak mitral ste­
Bradiaritmiler (Konu 229) impuls oluşumu (sinoatrial) ya da noz sol ventrikülün dolmasını yetersiz kılabilir, kardiyak debiyi
impuls iletimindeki (Av blok) anormalliklerin sonucu olarak ortaya azaltabilir ve senkopa neden olur.
çıkabilir. Eğer escape oranı kardiyak debiyi yetersiz kılacak düzey­ Serebrovasküler H astalıklar (SVH) SVH ender olarak senko­
de ise Her iki durum da senkopa neden olabilir. Bradiaritmilerden pa neden olur, fakat diğer nedenlerle ortaya çıkan senkop için eşiği
ileri gelen senkoplar presenkopal belirtiler olmaksızın aniden orta­ düşürebilir. Bilinten sorumlu beyin sapı mekanizmalarına kanı sağ­
ya çıkar ve günde birkaç kez yineler. H a s ta sin ü s sen d ro m u olan ol­ layan vertebrobaziler arterler SVH nedeniyle bir senkop oluştu­
gular sinuzal sessiz periodlara (>3 sn) haizdirler ve yüksek derece­ ğunda genellikle konuya iştirak ederler. Bunun istisnası bilateral
li AV blok (S to k e s-A d a m s-M o r g a g n i S en d rom u ) nedeniyle senkop karotis stenozu gösteren olgulardır ve senkopal ataklar genellikle
oluşan hastalar iletim sistemindeki bozukluklara ilişkin belirtiler ayağa kalkmak veya yürümekle presipite olur. SVH nedeniyle ser­
(kanıtlar) gösterebilirler (uzamiş PQ aralığı, demet-dal bloğu gibi). semlik ya da senkop tanımlayan çoğu hasta kol ya da bacakta kuv­
Bununla birlikte, aritmi sıklıkla geçicidir ve daha sonra yapılacak vetsizlik, diplopi, ataksi, dizartri ya da duysal semptomlar gibi fo-
bir yüzeyel EKG veya sürekli EKG monitorlama (Holter monitor) kal nörolojik belirtiler gösterirler. Baziler arter migreni adolesan-
hiçbir anormallik göstermeyebilir. B r a d ik a r d i- t a ş ik a r d i sen d rom u larda senkopal atakların ender nedenlerinden biridir.
Bayılma

A YIR IC I TANI Anksiyete A takları ve Hiperventilasyon


Sendromu Panik ataklan sırasında da görüldüğü gibi anksiyete
ataklan presenkopal ataklara benzer baygınlık ya da baş dönmesi
gibi duyumlar şeklinde tanımlanır. Semptomlar yüzde solukluk ile
birlikte değildir ve oturur-yatar pozisyona geçmekle düzelmez. Ta­
nı hava açlığı hissi, çarpıntı, parmaklarda ve perioral alanda iğne­
lenme ve yakında oluşacak kötü olaylar-ölüm korkusu şeklindeki
duyumlara dayanılarak konur. Ataklar, hipokapni, alkaloz, artmış
serebrovasküler rezistans ve serebral kan akımına yol açan hiper-
vantilasyon ile başlatılabilir. Anksiyete halinde epinefrin serbest­
leşmesi de semptomlara katkıda bulunur.
Epileptik Nöbetler Bir epileptik nöbet fokal nöbet deşarjı ile
oluşan ve bu nedenle lokalizan anlamı olan bir aurayı takip eder.
Aura genellikle normale dönüş ile sonlanır ya da bilinç kaybı izler.
Nöbetlerde sıklıkla yaralanma olur fakat senköpta enderdir çünkü
sadece nöbetlerde koruyucu refleksler aniden ortadan kalkar. Tonik
kotıvülzif hareketler nöbetlerde karakteristiktir ve hernekadar daha
önce de belirtildiği gibi kısa süreli tonik-klonik nöbet benzeri akti-
vite olabilirse de senkoptâ genellikle görülmez. Bilinçsizlik peri-
odu nöbetlerde senkopa göre daha üzün sürelidir. Üriner inkonti-
nans da nöbetlerde sık senkoptâ oldukça endderdir. Senkoptâ ani­
den bilinç düzelir, nöbetlerden sonra ise yavaştir. Konftizyon men­
tal, başağrısı ve uykulu hal nöbet sonrasında hemn daima görülür;
açık bir bellek fakat fiziksel yorgunluk senkoptan sonra karakteris­
tiktir. Genç bir kişide ayda ya da günde bjrkaç kez tekrarlayan bi­
linçsizlik ataklan senkoptan çok epilepsiyi telkin eder.
Hipoglisemi Ağır hipoglisemi çoklukla Langerhans adacıkları' ŞEKİL 21-1 Senkoplu hastaya yaklaşım.
tümörü; ilerlemiş adrenal hipofizer ve hepatik hastalıklar veya aşı­
rı insülin alımı gibi ağır bir hastalık nedeniyledir
Akut H em oraji gastrointestinal sistem içinde kanama seyrek
olarak senkopa neden olur. Ağrı ve hematemez olmadıkça kuvvet-’ giymekle, başı çevirmekle veya boyun manipülasyonlan sırasında
sizlik, solukluk Ve hatta bilinç kaybının nedeni melana ortaya çık-’ ortaya çıkar. Hastanın almakta olduğu reçeteli veya reçetesiz ilaç­
madıkça asla açıklanamaz. lar not edilmelidir.
Histerik Fainting Atak anksiyetenin dışa vurulmasıdır. Nabız Fizik muayenede yatar, oturur ve ayakta nabız sayısı ve kan ba­
ve kan basıncı veya deri ve mukoz membraniarda renk değişikliği­ sıncı ölçülmelidir. Açıklanamayan tekrarlayıci senkoplan olan bir1
nin olmaması vazodeprsör bayılmadan ayırdettirir. hastada bir atağı yaratmak tanıyı kolaylaştırabilir. Hipervantilasyon
ile oluşturulan anksiyete ataklan bir hastayı 2-3 dakika hiperventi-
le etmekle ortaya çıkarılabilir. Öksürük senkopu Valslava manev­
-------------- ------------------------- dadaya yaklaşım — — -------------------------------------------:---------------- rası ile yaratılabilir. Karotis sinus masajından, hastada karotis sinüs
süperSensitivitesi düşülüyor olsa bile, kaçınılmalıdır; yatkın olan
Sık olarak senkop tanısı tartışmalıdır. Nedeni sadece atak sırasında kişilerde geçici iskemik atak veya stroka neden olabileceğinden’
belirgin olablilir ve ataktan sonra hekim gördüğünde, eğer var ise,, riskli bir uygulamadır.
pek az ipucu ile karşılaşabilir. Senkop yaşayan bir hasta ile karşım Tanısal Testler Yapılacak testlerin seçimi öykü ve fizik mu­
laşıldığında hekim öncelikle acil tedaviyi gerektiren bir durum olup-, ayene ile saptanmalıdır. Serum elektrolitleri, glikoz ve hematokrit
olmadığım ve bünun nedenlerini düşünmelidir. Bunlar arasında’ senkopun nedenini saptamada yardımcı olabilir, Kardiyak enzimler
massif iç kanama, ağrısız da olabilen myokard infarktüsü ve kalp: myokard iskemisinden kuşkulanılıyor ise değerlendirilmelidir. Kan
aritmileri sayılabilir. Yaşlı kimselerde nedensiz ani bayılma, hasta; ve idrarda toksik madde inCelemesialkol ve diğer droglann değer­
görüldüğü anda de hiçbir bulgu1olmasa bilekomple kalp bloku ya lendirilmesinde yardımcı olur. Olası adrenokortikal yetmezliktep-
da taşiaritmileri akla getirmelidir, lazma aldosteron ve mineralokortikoid düzeyleri bakılmalıdır,
Şekil 2 1 -1 ’de senkopa algoritmik yaklaşım gösterilmektedir. Her ne kadar EKG kesin tanı koymada yeterli olmaz ise de
Hem olası doğru nedeni tesbit etmek ve hem de önemli diğer po­ senkopun nedenini saptamada ipuçları verebilir ve h e m e n h e r h a s ­
tansiyel nedenleri dışlamak için dikkatli bir anamnez en önemli ta d a ç e k ilm e lid ir . İletim anormallikleri bradiaritmileri telkin eder;
yaklaşımdır (Tablo 21-1). Her ne kadar herhangi tek bir anamnes- paolojik Q dalgası ya da QT intervalinin uzaması ventriküler taki-
tik öge senkopun belli etiyolojisi için spesifik değil ise de olayların aritmileri düşündürür. Yatan hastalarda sürekli EKG monitorizas-
doğası ve senkoptan hemen önceki olayların gelişmesi süreci, ba­ yonu yapılmalıdır; ayaktan izlenen hastalarda ise 24-48 aatlik Hol-
yılma sırasındaki ve sonrasındaki oluşumlar etiyoloji hakkında çok ter uygulanmalıdır. Olanaklı oluyor ise semptomlar aritmi ile kor-
yararlı veriler sağlar. İnjeksiyon, işeme gibi özel durumlar ya da rele edilmelidir. Süreğen EK G monitorizasyonu olgualrın % 15’in­
volüm azalması ile birlikte görülen bilinç kaybı vasküler tonustaki de senkop nedeni hakkında tanı koydurabilir, Özellikle presenkopal
bir anormalliği telkin eder. Senkop sırasında olgunun pozisyonu durumlarda kardiyolojik olayların monitorize edilmiş olması sey­
çok önemlidir; yatar durumda senkopal atak vazovagal tonus bo­ rek semptom görülen olgularda çok yararlı olabilir. Sinyal averaj-
zukluğunu değil, aritmi ya da epileptik nöbeti telkin eder. Karotis lama ile yapılan EK G ’de geç potansiyellerin varlığı önceden myo­
sinüs sendromu nedeniyle senkop ayakta dar bpyunlu bir kazağı kard infarktüsü geçirmiş olan olgularda ventriküler takiaritmi riski-
t*f »ıık .ı UiKiiw ı>.tıı:i eder. Uiişiik aıııpliittdltt T dalgası alternansı 115
İn :n v cıtiıık u lı'i aritmilerin gelişmesini telkin eder.
îıh u .'if ia r d ıo lo /ılc d e k t r o fiz y o lo jik testler sinüs düğümünün Senkopun nedeni ne olursa olsun bazı önlemler alınmalıdır,
i'«uıkMyoül.ırı. AV iletim ve supraventriküler ve ventriküler aritmi- j Semptomların ilk belirtisinde hasta bilinç kaybı olduğunda yaralan-
k t hakkında tamsııl ve progııostik bilgiler sağlar. Sinüs düğümü re- ı mayı önleyecek tüm çabayı göstermelidir. Sık nöbeti olan olgular
•ııvery /.mimimin uzaması (> 1500 ms) -düşük sensitivitede olma­ | ya da uyarıcı belirtiler olmaksızın bayılan olgular aniden bilinç
mla karşın- sinüs düğümü disfonksiyonu tanısı için spesifik bir i kaybı ile oluşacak yaralanmalara izin verebilecek (merdivene tır­
bulgudur (%85-IOO); bu anormalliğin tanısı için sürekli monitori- manmak, yalnız yüzmek, ağır makinaları yönetmek, araba kullan-
ısyon ilaha da elTcktiftir. HV intervalinin uzaması ve His-Purkin- j mak gibi)durumlardan kaçınmalıdırlar. Hastalar olabildiğince baş-
,c hastalığına işaret eden His demetinin altındaki iletim bloku sen- i larını aşağıda tutmalı ve tercihan yatar duruma geçmelidirler. Başı
kııpıaıı sorumlu olabilir. Her ne kadar 100 milisaniyeden fazla bir ; omuzdan bükerek aşağıda tutmak kalbe venöz dönüşü engelleyece-
ÜV uıieı vali anormal ise de, senkoplu hastalarda bu bulgu çok sık j ğinden kaçınılmalıdır. Uygun ise, aile bireyleri ya da yakın temas
drı-ıhhr ve daha kısa süreli intervali olan bazı olgular da AV blok i kurulabilecek kişiler bu sorun hakkında bilgilendirilmelidir. Bu du-
ı o.kı .ılımdadır. Ventriküler aritmi için programlanmış uyarım myo- j ram uygun tedaviyi garantiler ve uygun olmayan (kardiyopulmo-
k.11 d ıuhırktüslü olgularda en yararlı olanıdır; bu yöntemin spesifî- j ner resüsitasyonda göğüs duvarı kırıkları gibi) travmatik tedavile-
ıe ve seıısitivitesi normal kalbi olanlarda veya koroner arter hasta­ i rin uygulanmasını da engeller.
lığı dışında kalp hastalığı olanlarda daha düşüktür. Bilinç kaybı gelişen hastalar serebral kan akımını artıracak,
lilt m a s a testi yineleyen senkoplu kişilerde, travma sonrası tek i travmadan koruyacak ve hava yolunu açık tutacak şekilde yatar du-
hır •eııkopu olanlarda veya yüksek risk koşullarında olup tek bir ! rama getirilmelidir.
.cukopal atak yaşayanlarda (pilot, ticari taşıt kullananlar vb.) önce­ i Olanaklı olduğu anda hasta yan yatar ve başı aspirasyonu ve di-
den kap hastalığı olup olmadığına ya da daha önceden vazovagal | linin havayolunu kapamasını engelleyecek şekilde yana çevrilerek
senkop yaşayıp yaşamadığına bakılmaksızın endikedir. Buna yat­ I yatırılmalıdır. Nabız sayısının tesbiti ve direkt kalp oskültasyonu
kın kişilerde, 30-60 dk süre ile 6 0 -80 derecede tilt yapmak bir va- ! epizodun bradi ya da takiaritmiden ileri gelmiş olabileceğini sapta-
/ovagal senkobu yaratır. Eğer bu test venöz toplanma veya adre- i maya yaradımcı olur. Boynu ya da göğsü sıkıca saran giysiler gev-
neı jik uyarımı artırıcı ilaçlarla (isoproterenol, nitrogliserin, edrop­ ; şetilmelidir. Yüze soğuk su serpmek gibi periferik uyarımlar yarar-
honium veya adenosin) birlikte yapılıyor ise tilt süresi kısaltılmalı- j lı olabilir. Hastalara oral yoldan hiçbirşey verilmemelidir ve fizik
dır. Tilt masa testinin sensitivite se spesivitesini tam tesbit etmek I yorgunluk hissi geçinceye kadar ayağa kaldırılmamalıdır.
güçtür çünkü değerlendirme kriterleri yoktur. Ayrıca vazovagal : Vazovagal senkop geçiren hastalar bilinç kaybına yol açabile-
seukoptan sorumlu refleksler uygun uyarım verilen herkesde değil ! cek durumlardan ve uyarımlardan korunmak konusunda uyanlma-
.una çoğu kişide uyarılabilir. Testin bilinen güvenilirliği (accuracy) ! lıdırlar. İntravasküler volüm azalması ile oluşan ataklar provoke
incelenen popülasyona ve kullanılan tekniğe bağlı olarak % 30-80 I eden etmenden önce su ve tuz verilerek önlenebilir. Beta-adreno-
arasında değişmektedir. Oysa negatif sonuç alınma oranı % 85-100 İ reseptör agonistleri en sık kullanılan droglar olup sol ventriküler
arasındadır. Pozitif tilt test sonucunun tekrarlanabilirliği (reprodu­ ş mekanoreseptörleri uyaran myokard kasılmalarını azaltır ve sentral
cibility) ise % 62 ile 88 arasında değişmektedir. i serotonin reseptörlerini bloke eder. Negatif inotrop özellikleri olan
Senkopa neden olabilecek diğer yapısal kalp hastalıklarını tes­ i vaolitik ajan disopiramide ve diğer bir vagolitik ajan, transdermal
hil etmek için diğer değişik testler yardımcı olabilir. Doppler eko- ; skopolamin, vazovagal senkop tedavisinde kullanılır,
kardiyografi valvular, myokardiyal ve perikardiyal bozuklukları in­ j Serotonin reuptake inhibitörü olan paroxetine depresyon teda-
celeyebilir. Ekokardiyografî hipertrofik kardiyomyopati ve atrial • visinde kullanılır ve teofilin ve efedrin kadar etkin tedavi gibi gö-
ıniksoma tanısında altın standarddır. Kardiyak sne manyetik rezo­ i rünmektedir. Alfa agonisti olan midodrine bazı hastalarda ilk sıra-
nans görüntüleme, tanıya yeterli ekokardiyografik kayıtlar elde edi­ | da seçilen ilaçtır. Süreğen kalp pili sık vazovagal senkop geçiren
lemeyen olgularda diğer bir alternatif ve noninvazif yöntemdir. Bu S hastalarda ve vazovagal epizodlar ile giden uzamış asistoli olgula-
test aritmojenik sağ ventriküler displazi veya sağ ventriküler outf­ j rında etkin bir tedavi yöntemidir.
low tract ventriküler taşikardi’den kuşkulanılan hastalarda endike­ | Ortostatik hipotansiyonu olan olgular yerlerinden yavaşça
dir. Her iki halde de sağ ventriküler yapısal anormallikler vardır ve Ş kalkmak konusunda uyarılmalıdır ve yataktan ya da sandalyeden
ekokardiyografiden daha çok MR görüntüleme ile gösterilebilmek- j kalkkarken sistematik bir sıra öğretilmelidir (yatar durumdan otu-
tedir. Egzersiz testleri myokard iskemisni ya da egzersiz ile presip- j rar duruma ve oturur durumdan ayağa kalkmak gibi). Kalkmadan
te olan aritmileri gösterir. Bazı hastalarda kardiyak kateterizasyon s önce bacakların hareket ettirilmesialt ekstremitelerden venöz dönü-
koroner arterlerdeki tutuluşun şiddetini ya da valvular anormallik­ şü artırır. Olanaklı olduğunda, vazodilatatör ve diüretik gibi prob-
leri tanımak için gereklidir. Ultrafast CT, ventilasyon pertuzyon | lemi agrave edici tedaviler kesilmelidir. Yatağın başucunun 20-30
scan’leri veya pulmoner anjiografi senkopun pulmoner emboliden ; cm kaldırılması ve elastik bandaj yardımcı olabilir,
ileri gelmiş olabileceği düşünülen olgularda endikedir. j Yerçekimi giysileri ya da elastik çoraplar gibi bacaklarda kan
Serebrovasküler senkoplu olgularda karotis ve vertebral arter­ ■ göllenmesini engelleyen aygıtlar; tuz yükleme; sempatomimetik
lerin renkli Doppler incelemesi, MRI, MR anjiografi ve serebral | aminler, MAO inhibitörleri, beta blokerler ve levodopa gibi değişik
damarların anjiografisi gibi çeşitli görüntüleme teknikleri endikedir i farmakolojik ajanlar tedavi modaliteleri arasındadır. •■:/■ -i .
(Konu 358 ve 361). Nöbetten kuşkulanılıyor ise elektroensefalog-
rafi çekilmelidir.
Glossofaringeal nevralji ağrı kadar senkop tedavisinde de kul-
• lanılan karbamazepin ile tedavi edilmektedir. Karotis sinüs send-
• romlu hastalara karotis baroreseptörlerini uyaracak elbise ve du-
j ramların engellenmesi öğütlenmelidir. Hastalar bir yana doğru sa­
k; ! . 5 Senkopun tedavisi doğrudan nedene yönelmelidir. dece başlarını değil tüm gövdelerini döndürerek bakmalıdır. Karo­
Buradaki tartışma otonomik kontrolün bozukluğunun tedavisi­ tis sinüs uyarımı ile kardiyoinhibisyon oluşarak ortaya çıkan engel-
ne odaklanacaktır. ' . . ; lenemez senkobu olan hastalara sürekli pil takılmalıdır.
Eğer senkop yaşamı tehdit eden bir anormal durumdan oluşmuş
ise veya bir epizodun tekrarı yaralanma olasılığını akla getiriyor ise
116 II Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri Fizyolojik Vertigo Bu durum (1) beyin her 3 stabilize edici sis­
tem arasında uyumszluk ile karşı karşıya kalırsa; (2) örneğin deniz
hasta hospitalize edilmelidir. Bu hastalarda süreğen EKG monitori- tutmasında olduğu gibi, vestibüler sistem hiç adapte olmadığı alı­
zasyonu yapılmalıdır. Kalbi normal bulunan hastalar ve olgunun şılmadık baş hareketlerine maruz kalırsa; veya (3) örneğin tavan
öyküsü vazovagal ve durumsal senkopa uyuyor ise ve bu ataklar boyarken aşın boyun ekstensiyonu gibi alışılmadık baş/boyun pos-
sık ve şiddetli değil ise ayaktan tedavi yapılabilir. türleri varsa ortaya çıkar. DuyUmlararası uyuşumsuzluk otomobil
tutmasını, yükseklik vertigosunu Ve özellikle filmlerdeki otomobil
D IZ Z IN E S S V E V E R T IG O takibini izlerken hissedilen görsel vertigoyu açıklar, Bu sonuncu­
sunda, çevredeki hareketin görsel oalrak algılanması birlikte vesti­
Vertigo sık ve rahatsız edici bir semptomdur. Hastalar anlamsal ola­ büler ve somatosensoriyel harekete ait ipuçlarının hissedilmeme-
rak birbirine uygun olan sersemlik, sendeleme hissi, fırıldak gibi sindendir. U zay tu tm ası, yerçekimi sıfır olan ortamda baş hareket­
dönme, sallantı gibi anlamlan içeren değişik hisleri tanımlamak lerinin geçici etkisiyledir ve fizyolojik vertigonun diğer bir örneği­
için kullanırlar. Uygun olmayarak da konfüzyon mental bulanık dir.
görme, başağnsı gibi tanımları da kullanırlar. Aynca yürüme bo­ Patolojik Vertigo Bu durum görsel, somatosensoriyel ve ves­
zukluğu olan bazı olgular vertigo hissi ya da diğer sefalik sensas- tibüler sistemin lezyonlarmdan ileri gelir. Görsel vertigo yeni veya
yonlar olmadığı halde dengesizlikten yakınırlar. Nedenleri perife- uygun olmayan gözlüklerle ya da aniden beliren diplopili ekstra-
rik nöropati, myelopati, spastisite, parkinsoniyen rijidite ve sere- oküler kas paralizileri ile ortaya çıkar; her durumda, vertigoya kar­
bellar ataksi olabilir. Bu bölümde dizziness terimi hareket bozuklu­ şı SSS kompenzasyonu çalışır. Somatosesoriyel vertigo ender ola­
ğunu tanımlamak için kullanılacaktır. Birlikte hafif bir sersemlik rak izole edilebilir ve genellikle de, görsel ve vestibüler fonksiyon
ve özellikle bacaklarda his bozukluğu ve görme bozukluğuolabilir, bozuklukları olduğunda, sentral kompenzasyon için gerekli olan
bu durum m u ltip l d u y s a l d e fe k t olarak bilinir ve genellikle ayakta duysal inputların azalmasına neden olan periferik nöropatilerde or­
iken dizziness’ten yakman yaşlı kişilerde görülür. Nöropati ya da taya çıkar.
myelopatiye sekonder derin duyum bozukluğu ve katarakt ve reti­ Patolojik vertigonun en sık nedeni vestibüler bozukluklardır.
nal dejenerasyondan ileri gelen görme bozukluğu yaşlanan vestibü- Veetigo sıklıkla bulantı, sıçrayıcı nistagmus, postüral instabilite ve
ler organ üzerinde ek bir yük yaratır. Daha uygun fakat bazen da­ yürüme ataksisi ile birliktedir. Ani baş hareketleri ile vertigo arta­
ha rahatlatıcı bir tanım y a ş lılığ ın b e n ig n d e n g e s iz liğ id ir . Görüldü­ cağından hasta başını sabit tutmaya çalışır.
ğü gibi, "Dr. başım dönüyor" diyerek yakman hastanın tam olarak L a b ir e n t in d is fo n k s iy o n u Şiddetli rotasyonel veya lineer verti­
ne demek istediğini saptamak için dikkatli bir anamnez almak ge­ goya neden olur. Rortaşyonel olduğu zaman ister kendisinin ister­
reklidir. Yanlış yönlendiren semptomların ve yürüme bozukluğu­ se çevresinin hareket hallüsinasyonu lezyonun aksi yönündedir.
nun elimine edilmesinden sonra, dizziness’in genellikle p r e s e n k o - Nistagmusun hızlı fazı lezyonun karşı yönünedir ve kişi lezyon ta­
p a l ya da v e r tig o (sıklıkla fırıldak gibi dönme şeklinde, etrafın ya rafına düşme eğilimi gösterir.
da hastanın kjendi etrafında dönmesi şeklinde illüzyonel ya da hal- Baş düz ve hareketsiz tutulduğunda, her iki vestibüler end or­
lüsinasyon niteliğinde bir hisjolduğu anlaşılır. Pratik açıdan vertigo ganda eşit oranda tonik istirahat deşaıjlan vardır. Herhangi bir ro­
3 kategoride sınıflanmaktadır (1) baygınlık hissi (2) vertigo ve (3) tasyonel hareket yapıldığında, her iki taraftaki semisirküler kanal­
başa ait değişik duygular. ların anatomik pozisyonu bir tarafta artarken diğer tarafta azalır.
B A YG IN LIK (FA INTNESS) Bayılmadan önce (senkop) bi­ Nöral aktivitedeki bu değişiklik sonunda serebral kortekse projek­
linç bozukluğu yaratacak denli iskemiye işaret eden prodromal pre- te olur ve rotasyonel hereketin bilinçli algısını yaratmak üzere gör­
senkopal semptomlar (faintness) sıklıkla ortaya çıkar. sel ve somatosensoriyel sistemlerden gelen impulsler ile birleşir.
V ER TIG O Vertigo sıklıkla vestibüler sistemdeki bir bozukluk Hareketin sonlanmasından sonra, her iki taraftaki end organın bo­
ile ilgilidir. Bu sistemin end-organı iç kulakta labirent içinde bulu­ şalım frekansları tersine döner; başlangıçta artan taraftya frekans
nur ve her iki tarafta 3 adet semisirküler kanaldan ve otolith’ten (ut- azalırken diğer tarafta artar. Herhangi bir hareket olmamasına kar­
riculus ve sacculus) oluşur. Kanallar başın açısal değişikliklerine şın karşı yöne doğru dönme hissi oluşur; bu hallüsinasyon f i z y o l o ­
duyarhdır; oysa otolith linear akselerasyona ve uzayda başın pozis­ j i k r o ta s y o n a l vertig od u r.
yon duyusunu sağlayacak şekilde statik yerçekimine diıyarlıdır. Bir end organdaki boşalım frekansım değiştirebilen herhangi
End organların nöral outputlan 8. Kranial sinir aracılığıyla beyin bir hastalık durumu beyin sapı ve sonuçta da serebral kortekse eşit
sapındaki vestibüler çekirdeklere gider. Vestibüler çekirdeklerin olmayan nöral impuls iletimine neden olur ki bu da vertigoyu yara­
ana projeksiyonları 3 .4 . ve 6. kranial sinir çekirdeklerine, omurili­ tır. Bu belirti korteksin uygun olmayan bir şekilde aktüel baş hare­
ğe , serebral kortekse ve serebelluma gider. Vestibulookuler refleks ketini gösteren anormal nöral inputlan yorumlaması olarak ifade
(VOR) baş hareketleri sırasında gözlerin stabilizasyonunu sağlar ve edilebilir. Belli ve sabit bir unilateral defisitte, sentral kompenzatû-
vestibüler çekirdeklerden ponstaki 6. kranial sinir çekirdeğine di­ var mekanizmalar sonuçta vertigoyu azaltır. Kompenzasyon meka­
rekt olarak giden mezensefalondaki 3. ve 4. kranial sinir çekirde­ nizması serebellum ile vestibüler çekirdekler arasındaki bağlantıla­
ğine ise medial longitudinal fasikulus üzerinden giden yollara tabi­ rın plastisitesine bağlı olduğu için, beyin sapı ya da serebellar lez-
dir. Bu bağlantılar vestibüler disfonksiyonla hemen daima beraber yonlarda adaptif kapasite azalır ve semptomlar Süreğenlik göstere­
görülen nistagmustan sorumludur. Vestibüler sinirler ve Çekirdekler bilir. Fiks bilateral ağır lezyonlarda serebellum normal olsa bile
VO R’ı yönlendiren serebellar alanlara (özellikle de flocculus ve kompenzasyon daima tam olmaz; bu olgular da süreğen bir şekilde
nodulusa) projekte olurlar. Vestibulospinal yollar postüral stabilite- semptomatik kalırlar.
yi sağlamada yardımcıdır. Talamus üzerinden serebral kortekse gi­ A kut, t e k y a n lı la b ir e n t d isfo n k s iy o n u enfeksiyon, travma ve is-
den projeksiyonlar baş pozisyonu ve hareketlerin farkında olunma­ kemiden oluşur. Sıklıkla spesifik bir etyoloji tesbit edilemez ve du­
sını sağlar. rumu tanımlamak için a k u t la b ir en tti, a k u t p e r if e r i k v e s tib u lo p a ti
Mekan orientasyonu ve postürde işlev gören 3 duysal sistem­ ya da v e s tib ü le r n ö ritis gibi ifadeler kullanılır. Ataklar kısa süreli­
den biri vestibüler sistemdir; diğer ikisi ise görme sistemi ve deri, dir ve hastayı birkaç gün hafif pozisyonel vertigo içinde bırakır.
eklemler ve kas reseptöıelerinden periferik informasyonlan taşi- Herpes simplex tip-1 virus enfeksiyonu sorumlu tutulmuştur, Bir
yan somatosensoryel sistemdir. Bu 3 düzenleyici sistem birinin de- hastanın ilk epizoddan düzeldikten sonra tekrarlayan epizodlann
fektini kompanze edecek şekilde yeterince çakışmaktadırlar. Verti­ olup olmayacağını tahmin etmek olanaklı değildir.
go bu üç sistemin ya fizyolojik uyarılması ya da patolojik disfonk- A kut b ila t e r a l la b ir e n t d isfo n k s iy o n u genellikle ilaç ve alkol gi­
siyo nu ile ortaya çıkmaktadır. bi toksik nedenlerle ortaya çıkar. En sık nedeni ince tüylü hücre-
Un yıkıma ııgnıUıı .tımııoglikozidlerdir ve süreğen denge bozuklu- 2 i Fa imi tess t Baygınlık). Senkop. Dizziness ve Vertigo 117
■;tma neden olabilirler.
Y in eieviei u n ila tera l la b ir e n t d isfo n k s iy o n u , kohlear tutuluş be­ Tablo 21-3 i ’erilerik ve Sentral Vertigonun Ayrışımı
lirtilen (ilerleyici sağırlık ve tinnitus) ile birlikte olup, genellikle
Periferik Santral (Beyin sapı
Mcmere hastalığından ileri gelir (Konu 29). İşitsel belirtiler yok ise Belirti ve Semptom (labirent) veya Serebellum)
rest d u ller n ö ro n it ifadesi yineleyici monosemptomatik vertigoyu
Nistagmusun yönü Tek yönlü; hızlı faz İki yönlü ya da tek yönlü
tanımlar. Arka serebral dolaşımdaki geçici iskemik ataklar (verteb-
lezyonun tersi yö-
robaziler yetmezlik) sık olarak motor, duysal, görsel, kranial sinir nea
ve serebellar bulgular olmaksızın tekrarlayan vertigoya neden olur. Rotatuvar komponenti Seyrek Sık
P o z is y o n e l v ertig o sağ ya da sola yatar pozisyonla presipite olmayan pür horizon­
eılilir. Posterior semisirküler kanalın benign paroksismal pozisyo- tal nistagmus
Vertikal ya da pür Asla Olabilir
ııel vertigosu (BPPV) özellikle sık görülür. Herne kadar bu durum
ıotasyonel nistagmus
kafa travması nedeni ile ortaya çıkarsa da genellikle presipite eden
Visual fiksasyon Nistagmus ve verti­ İnhibisyon yok
bir faktör tcsbit edilemez. Sıklıkla aylar-haftalar içinde kendiliğin­ goyu inhibe eder
den azalır. Vertigo ve birlikte görülen nistagmus 4. Ventrikül içi ve­ Vertigonun şiddeti Belirgin Sıklıkla hafif
ya çevresindeki lezyonlardan ileri gelen sentral pozisyonel vertigo- Dönüş yönü Hızlı faza doğru Değişken
Düşme yönü Yavaş faza doğru Değişken
dan (Tablo 21-2) latans, yorulma ve habitüasyonu açısından olduk­
Semptomlann süresi Sonlanır (dakika, Kronik olabilir
ça farklıdır. Ayrıca, posterior kanal B P PV ’daki nistagmus pattemi
gün, hafta); fakat
farklıdır. Aşağıda kalan göz yüksek amplitüdlü rotatuvar nistagmus yineleyici
ve yukarıda kalan göz ise yukarı vuran ve daha hafif derecede ro- Tinnitus ve/veya sa- Sıklıkla vardır Genellikle yoktur
lasyonel nitelikli bir nistagmus gösterir. Eğer gözler yukarıda kalan ğırlık
Birlikte santral Yok Çok sıklıkla var
kulağa doğru bakarsa yukarıdaki gözdeki vertikal nistagmusun
anormallikler
anıplitüdü artar.
En sık nedenler İnfeksiyon (labyrint­ Vasküler, demyelinizan,
V estibü ler s in ir k ö k e n li v e r tig o petroz kemik ya da pontosere- hitis), Meniere’s, neoplazi
bellar köşede siniri etkileyen hastalıklarla ortaya çıkar. Labirentin neuronitis, ischemia,
vertigonun çoğu niteliğine sahip olmakla birlikte daha hafif ve da­ trauma, toksin
ha seyrek olarak paroksismaldir. 8. Kranial sinirin işitsel dalları da ° Meniere hastalığında hızlı fazın yönii değişkendir
tutuluşa katılabilir ve vertigonun kulak çınlaması ve sağırlık ile bir­
likte görülmesini de izah eder. 8. Kranial sinirin işlevi özellikle sızlığına rağmen işlevlerine devam etmeye çalışır. Organik vertigo
Schwannoma gibi tümörler ile bozulabilir. Daha seyrek olarak iç nistagmus ile birliktedir; vertigo sırasında nistagmus yok ise psiko­
akustik kanaldaki meningeal infalamasyonalr ve ender olarak da si­ jen etiyoloji hemen her zaman doğrudur.
niri sıkıştıran anormal damarsal oluşumlar buna neden olur.
Çeşitli (K arm aşık) B aş Duygulanımları Tanımda dizziness’
8. kranial siniri tutan Schwannomalar (a k u s tik n ö r o m a ) yavaş
in ne faintness ne de vertigo olmadığı konusu öncelikle başlangıç
gelişir ve labirentin outputlardaki öylesine tedricen azaltır ki kom-
klasifikasyonu yapılırken kullanılır. Sefalik iskemi veya vestibüler
panze edici sentral mekanizmalar vertigoyu minimize eder; işitme
disfonksiyon örneğin düşük yoğunluklu olabilir ve genel sempto-
kaybı ve tinnitus eri sık manifestasyonlar olurlar. Beyin sapı ve se- matoloji henüz açıklık kazanmamıştır. Örneğin, kan basıncındaki
rebellum lezyonları akut vertigoya neden olur fakat birlikte görülen
küçük değişiklikler veya küçük bir vestibüler dengesizlik sanki
bulgu ve belirtiler sıklıkla labirentin etyolojiden ayırdedilmesine baygınlık hissi veya vertigodan farklı hisler bırakabilirse de provo-
yardımcı olur (Tablo 21-3). Bununla birlikte internal audiyuvar ar­ katif test teknikleri ile uygun bir şekilde tanınabilirler.Dizzines’ in
terin labirentin dallarının oklüzyonundan ileri gelen labirent iske-
bu kategorideki diğer sebepleri hiperventilasyon sendromu .hipog­
misi vertebrobaziler yetmezliğin tek belirtisi de olabilir; Bu send-
lisemi ve klinik depresyonun somatik semptomları olabilir; Ancak
romu olan olgular işitme kaybı ve tinnitus olmaksızın ani vertigo, bu hastalar normal nörolojik muayeneye ve vestibüer fonksiyon
bulantı ve kusma gösterirler. Seyrek olarak vestibuloserebellumun testlerine sahip olmalıdırlar.
akut lezyonları labirent patolojilerinden ayırdedilemeyecek şekilde
monosemptomatik olabilir.
V estibü ler e p ile p s i Temporal lobdaki epileptik aktiviteye se- -------------------------------------------------------------- Hastaya Yaklaşım -----------------------------------------------------------------

konder vertigo enderdir ve hemen daima epileptik belirtilerle bir­


liktedir.
En önemli tanı ayıracı, hastanın dizziness’ten ne anladığını iyice
Genellikle panik atak veya agorafobi (geniş açık alanlardan,
anlamaya yönelik anamnezdir. Baygınlık mıdır? Dönme hissi var
kalablıktan korku) ile birlikte olup semptomları nedeniyle eve bağ­ mıdır? Her ikisi de var ise ve nörolojik muayene normal ise sereb­
lı kalarak uzun süre inkapasite iöçinde kalan olgularda Psikojen ral iskemi ve vestibüler disfonksiyona ilişkin değişik etiyolojilerin
vertigo’dan kuşkulanılmalıdır. Organik vertigolu çoğu hasta rahat- araştırılması geregir.
Dizziness’in anlamı belirsiz ise provokasyon yöntemleri yar­
Tıtblo .21-2 itenign Paroksismal Pozisyonel Vertigo (BPPV) ve .Sentral
Pozisyonel Vertigo dımcı olabilir. Bu yöntemler vestibüler disfonksiyon ve serebral is-
kemiye benzeşirler. Ortostatik hipotansiyon yapan manevralar sıra­
Özellikler BPPV Sentral sında dizziness oluşuyor ise serebral iskemi anlaşılır. Diğer provo­
Latens a 3-40 s Yok: latant periodsuz vertigo ve nistagmus kasyon testleri Valsalva manevrası olup serebral kan akımını azal­
Yorulma** Evet Yok tır ve iskemik semptomları yaratır.
Habituasyon Evet Yok En kolay vestibüler provokasyon testi döner sandalyede hızlı
Vertigonun şiddeti Şiddetli Hafif
rotasyon ve aniden durdurma yöntemidir. Bu daima hastanın ken­
Tekrarlanabilirlik* Değişken İyi
di semptomatik dizziness’I ile karşılaştırabileceği bir vertigo yara­
“ Başa pozisyon verilmesi ile semptomların başlangıcı arasındaki zaman.
tır. Yoğun olarak oluşturulan vertigo hastanın aktüel semptomları­
* Pozisyonun korunması sırasında semptomlann kaybolması
‘ Tekrarlama ile semptomların hafiflemesi na benzemeyebilir fakat bundan kısa bir süre sonra, vertigonun
* Muayenenin tekrarlanması ile semptomlann ortaya yeniden çıkması. azalmasıyla, hastanın dizziness’ine benzer bir sersemlik hissedilir.
118 m . w i . ■ : -

Ajan Doz“
Bu durum ortaya çıklığnda başı dönen hasta orjinal olarak değişik Antihislaminler
baş hissi şeklinde lamnılamın durumu uygun bir şekilde tanır ve bu Meclizine 25-50 mg; 3x 1
durumda vestibnlupaliyo sekonder hafif derecede vertigo ortaya ko­ Dimenhydrinaıe 50 mg; 1-2x1
nur. Promethazine* 25-50 mg/gün
Anticholinerjikc
I’o/isyond vertigo semptomu olan hastalar uygun yöntemlerle
Scopolamin transdermal paıch 1.5 mg; 3 günde 1
test edilmelidir (Tablo 21-2); pozsiyonal testler özel Frenzel gözlü­
Sympathomimetik
ğü ile. vı/.uel l'iksasyon ortadan kaldırılarak daha duyarlı bir şekil­ Ephedrine 25 mg/gün
de yapılabilir. Benzodiazepine
Hır diğer provokasyon testi de Frenzel gözlüğüne gerek göste­ Diazepam 2.5 mg; 1-3x1
rir. Bu testte 10 sn süre ile baş şiddetli bir şekilde horizontal plan­ Combine preperaüar
da sallanır. Eğer sallama durdurulduğunda nistagmus gelişir ise ver­ Ephedrine and promethazine 25 mg/g her biri
Egzersiz îerapi
tigo olmasa bile vestibuler disfonksiyon olduğu gösterilmiş olunur.
Posisyonel manevralar*
Bu manevra vertikal planda da tekrarlanabilir. Eğer provokatif test­
Vestibular rehabilitasyon
ler dizzinessi vestibüler bir semptom olarak ortaya koyar ise vesti- Diğer
büler vertigonun değerlendirmesine yönlenilir. Diureticler veya düşük luz (1 gr/g) diet/
Patolojik Vestibüler Vertigolu Hastanın Değerlendirilmesi İç kulak cerrahisi*
Değerlendirme sentral nedenlerden şüphe edip etmemeye bağlıdır “ Adultleıde olağan başlama dozu; İdame 2-3 kez artırılabilir.
(Tablo 21-3). Eğer öyle ise kranial MR koşuldur. Normal nörolo­ * Kuvveüi antiemetik etkisi de vardır.
jik muayenne bulguları olan hastalarda yineleyen monosemptoma- c Sadece taşıt tutması için.
ll Benign patoksismal pozisyonel vertigo için.
tik vertigo varsa bu yöntem nadiren yararlıdır. Tipik BPPV tanı e Meniere hastalığı ve pozisyonel vertigo dışındakiler için
konduktan sonra ileri incelemeye gerek göstermez (Tablo 21-2). / Meniere hastalığı için
Vestibüler fonksiyon testleri (1) organik ve psikojenik vertigo * Refracter Meniere olguları için
ayrımı yapılamadığında anormalliği göstermek için, (2) anormalli­ Refrakter Meniere hastalığında değişik iç kulak cerrahi yön­
ğin yerini tesbit etmek için, ve (3)sentral ve periferik nedenlerin ay­ temleri vardır fakat bunlar sadece çok ender olarak gereklidir.
rıştırılması için yardımcıdır. Sıcak ve soğuk suyun (veya havanın)
timpan membrana uygun şekilde uygulandığı elektronistagmografi B İB L İO G R A F Y A
standard bir test olup ortaya çıkan nistagmusun yavaş fazının yönü
ARBUSOW V et al: Distribution of herpes simplex virus Type 1 in human geni­
sağ ve sol kulak için karşılaştırılır. Bir taraftan uyarımla hızın azal­
culate and vestibular ganglia: Implications for vestibular neuritis. Ann Ne­
mış olması hipofonksiyona (kanal parezisi) işaret eder. Buzlu su urol 46:416, 1999
uygulamakla nistagmusun ortaya çıkmaması "ölü labirente" işaret BALOH RW: Vertigo. Lancet 352:1841. 1998
eder. Bazı merkezler bilgisayarlarla donatılmış rotasyon sandalye­ BALOH RW: The dizzy patient: Presence of vertigo points to vestibular cause.
Post Grad Med 105:161. 1999
leri kullanarak ve okulografik olarak göz hareketlerini kaydederek
BUTTNER U et al: The direction of nystagmus is important for the diagnosis of
vestibulooküler refleksin değişik yönlerini kantitatif olarak değer­ central paroxysmal positional nystagmus (cPPV). Neuro-ophthalmology
lendirebilmektedirler. 21:97, 1999
Hiperventilasyon çoğu anksiyöz hastada dizziness nedenidir; CONNOLLY SJ el al: The North American Vasovagal Pacemaker Sludy (VPS).
Ellerin ve yüzün karıncalanması olmayabilir. Bir dakikalık zorlu A randomized trial of permanent cardiac pacing for the prevention of vaso­
vagal syncope. J Am Coll Cardiol 33:16, 1999
hiperventilasyon sorunlu başdönmeli ve nörolojik muayenesi nor­
D1G1ROLAMO E et al: Effects of paroxetine hydrochloride, a selective seroto­
mal olan hastalar için önerilir. Benzer şekilde depressif semptomlar nin reuptake inhibitor, on refractory vasovagal syncope: A randomized do­
depresyonu başdönmesinin etkisinden çok nedeni olarak klinisyeni uble-blind, placebo controlled study. J Am Coll Cardiol 33:1227, 1999
uyarmalıdır. FURMAN JM, CASS SP: Benign paroxysmal positional vertigo. N Engl J Med
3418:590, 1999
SSS hastalıkları her çeşit başdönmesine neden olabilir. Sonuç
HERDMAN SJ et al: Vestibular rehabilitation of patients with vestibular hypo-
olarak, öykü ya da provokasyon testleri kardiyak, periferik vestibü­ function or with benign positional vertigo. Curr Opin Neurol 13:39, 2000
ler veya psikojen nedenleri düşündürse bile tam nörolojik muayene HOFFMAN RM et al: Evaluating dizziness. Am J Med 107:468, 1999
daima elzemdir. Nörolojik muayenedeki herhangi bir anormallik L1NZER M et al: Diagnosing syncopeaePart 1: Value of history, physical exami­
uygun nörodiyagnostik çalışmaları zorunlu kılar. nation, and electrocardiography. Ann Intern Med 126:989, 1997
L1NZER M et al: Diagnosing syncopeaePart 2: Unexplained syncope. Ann Intern
Med 127:76, 1997
TEDAVİ Akut vertigonun tedavisi istirahat ve antihistaminik- RADTKE A et al: A modified Epley’s procedure for self-treatment of benign pa­
1er (meclizine, dimenhydrinate, promethazine) veya GABA’er- roxysmal positional vertigo. Neurology 53:1358, 1999
jik etkili bir trankilizan (diazepam) gibi vestibülosupresan ilaçlarla­ TROOST BT: Dizziness and vertigo, in Neurology in Clinical Practice, 3d ed,
WG Bradley et al (eds). Boston, Butterworth-Heinemann, 2000, chap 18
dır. Eğer vertigo birkaç günden fazla devam ederse çoğu otorite
TUŞA RJ: The dizzy patient: Disturbances of the vestibular system. In Neuro­
hastaya kısa süreli konforsuzluk vermesine rağmen sentral kom- ophthalmology, 3d ed, JS Glaser (ed). New York. Lippincott Williams &
penzatuvar mekanizmaları oluşturmak amacıyla ambulatuvar teda­ Wilkins, 2000, chap 18
vi önermektedirler. Labirent orjinli kronik vertigo sentral kompen-
zasyonu fasihte eden sistematize vestibüler rehabilitasyon programı ■i/ ’ I R ichard K. Olney, M ich a e l J . A m in o ff
ile tedavi edilebilir (Tablo 2 1 -4 ’e bkz).
BPPV sınırlı olmakla birlikte eğer sürekli ieposterior semisir-
küler kanallardaki kalıntıları boşaltmaya yönelik özel repozisyon
egzersiz programlarına dramatik yanıt vermektedir. Epley prosedü­
rü bu egzersizlerden biridir hekimlerin ofislerinde kullanabilmeleri
için web sitesinde 4 değişik dilde grafik olarak gösterilmiştir Filiz K oç, Yakup Sarıca
(http://www.charite.de/ch/neuro/vertigo.html).
Vertigonun yinelemesini önlemek için yapılan profilaktik uygu­ Normal motor fonksiyon, serebral korteks, bazal ganglion, serebel-
lamalar değişken bir etkinlik içindedir. Sıklıkla antihistaminler kul­ lum ve spinal korddaki nöronal aktivitenin uygun modülasyonu ile
lanılmaktadır. Meniere hastalığı diüretiklere ve daha da etkin bir oluşan integre kas aktivitesi gerektirir. Motor sistem disfonksiyonu
şekilde dğşğk tuz diyetine (1 g/gün) yanıt verebilmektedir. ile ilişkili semptom ve bulgular güçsüzlük, yorgunluk, miyalji,
spazm, kramp, diskinezi. ataksi, dengesizlik veya harekete başlama
veya hareketin planlanmasında bozukluktur.

C ü ç sü z lü k bir veya birden fazla kasın normal kuvvetinde azalma­


dır. 1kışlalar tanımı farklı olarak kullanabilir; bu yüzden öykü alma
sırasında bir veya birden fazla spesifik güçsüzlük örnekleri veril­
melidir. Çabuk yorulma veya ağrı nedeni ile harekette kısıtlanma
hastalar tarafından sıklıkla güçsüzlük ile karıştırılır. Çabuk yorul­
ma aynı yaş, cins, ve ölçülerde bir insan için normal olması gere­
ken bir aktivite sırasındaki performansın devam ettirilememesidir.
Güçsüzlük genellikle şiddeti ve yaygınlığı ile tanımlanır. Para-
ü/.i veya "-pleji" soneki tam veya tama yakın şiddetteki güçsüzlü­
ğü ifade eder. "Parezi" hafif veya orta şiddetteki güçsüzlüktür. "He-
mi-" öneki vücudun bir yarısını, "para-" her iki bacağı, ve "kuadri-
" dört ekstremiteyi ifade eder.
Tonus pasif gerilmeye karşı kasın gösterdiği dirençtir. Güçsüz­
lüğe neden olan santral sinir sistemi (CNS) hastalıkları genellikle
üst motor nöron nöron hastalığına bağlı olarak tonusta artış, sp a sti-
s ite meydana getirir. Spastisite hız bağımlıdır, maksimuma ulaştık-
tıktan sonra aniden açılır ( "sustalı çakı" fenomeni) ve özellikle gra-
viteye karşı olan kasları etkiler (üst ekstremite fleksörleri ve alt
ekstremite ekstensörleri). Spastisite artmış tonusun diğer iki tipi
olan rijidite ve paratoniadan farklıdır. R ijid ite tüm hareket şuasın­
da hissedilen tonus artışıdır ("kurşun boru " veya "plastik" sertlik)
ve feksör ve ekstensörleri eşit olarak etkiler. Bazı hastalarda, rijidi­
te kontrlateral ekstremitenin istemli hareketi ile artan dişli çark
özelliğindedir (kuvvetlendirme). Rijidite ekstrapiramidal hastalık­
larda ortaya çıkar. P a r a t o n ia , g e g e n h a lt e n olarak da tanımlanır, re-
ŞEKİL 22-1 Kortikospinai ve bulbospinal üst motor nöron yolları. Üst
laksasyonun derecesine bağlı şekilde irregüler olarak değişen art­
motor nöronların hücre gövdeleri primer motor kodeksin V tabaka­
mış tonustur, tüm hareket boyunca hissedilir, fleksör ve ekstensör­ sında (presentral girus, veya Brodmann'nın 4. alanı) ve premotor ve
leri eşit olarak etkiler. Paratonia genellikle frontal lob hastalıkları supplemental motor kodeste (alan 6) bulunur. Figürün sağ tarafında
sonucu ortaya çıkar. Azalmış tonus (flaksidite) veya normal tonus gösterildiği gibi primer motor kodeksteki üst motor nöronlar somato-
ile birlikte görülen güçsüzlük m o t o r Unit, tek bir alt motor nöron ve topik oarak organize olmuştur.
innerve ettiği tüm kas lifleri, hastalıkları sonucu ortaya çıkar.
Tablo 2 2 -1 ’de özetlenen bulgulara göre üç temel tip güçsüzlük yüz yarısında ve dilde gözlenir; ektraoküler, üst yüz yarısı, faringe-
vardır. Bir tanesi üst motor nöron patolojisi, diğer ikisi motor ünit al ve çene kasları kurtulur. Bilateral kortikobulbar lezyonlarda, sık­
(alt motor nöron ve miyopatik güçsüzlük) hastalıkları ile ortaya çı­ lıkla bilateral fasial güçsüzlükle birlikte dizartri, disfaji, disfoni, ve
kar. Fasikülasyon ve erken dönemde görülen atrofi alt motor nöron emosyonel labilitenin görüldüğü psödobulbar palsi gelişir. Spasti­
(nörojenik) güçsüzlüğünü miyopatik güçsüzlükten ayırmada yar­ site üst motor nöron güçsüzlüğüne eşlik eder, ancak akut fazda gö­
dımcı olur. F a s ik ü la s y o n bir motor ünitin spontan boşalımı sonucu rülmeyebilir.
ile tek bir kas lifinde görülebilen veya palpe edilebilen seyirmedir. Üst motor nöronların aksonları subkortikal beyaz cevher ve in­
Ayrıca nörojenik güçsüzlük myopatik güçsüzlüğe göre daha belir­ ternal kapsül arka bacağı boyunca aşağı iner. P ir a m id a l veya k o r ti­
gin hipotoni ve tendon reflekslerinde daha fazla depresyon meyda­
k o s p in a i sistem aksonları ortabeyin, pons tabanı, ve medüller pira-
na getirir.
misin serebral pedinkülü içinde beyinsapı boyunca iner. Birçok pi­
PATOGENEZ Üst M otor Nöron Güçsüzlüğü Bu tip güçsüz­
ramidal akson servikomedüller kavşakta çaprazlaşarak lateral spinal
lük üst motor nöronlar veya bunların serebral korteks, subkortikal
kordun kontrlateral kortikospinai traktına katılır, buna karşılık %10-
beyaz cevher, internal kapsül, beyinsapı, veya spinal korddaki ak­
3 0 ’u ipsilateral anterior spinal kordda kalır. Piramidal nöronlar alt
sonlarının hastalıkları ile ortaya çıkar (Şek 22-1). Piramidal ve bul­
motor nöronlar ile direkt monosinaptik bağlantılar yapar. Daha yo­
bospinal yollar normal kuvvet, tonus, kordinasyon, ve yürüme iş­
ğun olarak el kaslarının alt motor nöronlarını innerve eder ve öğre­
lemlerinde birlikte rol oynar. Üst motor nöron lezyonları alt motor
nilmiş, ince hareketlerde rol alır. Kortikobulbar nöronlar kortikospi-
nöronlarının aktivasyonunda azalma ile güçsüzlük meydana geti­
rir. Genellikle, distal kas grupları proksimaldekilerden daha fazla nal nöronlara benzer ancak beyinsapı nukleuslarını innerve ederler.
etkilenir ve lezyon ciddi ve bilateral değilse aksiyal hareketler etki­ B u lb o s p in a l üst m o to r n ö r o n la r kuvveti ve tonusu etkiler ama

lenmez. Kortikobulbar tutulum ile, güçsüzlük genellikle sadece alt piramidal sistemin bir parçası değildir. İnen ventromedial bulbospi­
nal yollar ortabeyin tektumu (tektospinal yol), vestibüler nükleus-
lar (vestibulospinal yol), ve retiküler formasyondan (retikülospinal
Bulgu Üst Motor Alt M otor Miyopatik yol) kaynaklanır. Bu yollar aksiyal ve proksimal kasları etkiler,
Nöron Nöron postür ve ekstremiteler ve gövdenin integre hareketlerinin devam­
Atrofi Yok Ciddi Hafif lılığında rol alır. Başlıca red (kırmızı) nukleusdan (rubrospinal yol)
Fasikülasyon Yok Sık Yok kaynaklanan inen v e n tr o la te r a l b u lb o s p in a l y o lla r, distal ekstremi­
Tonus Spastik Azalmış Normal/ te kaslarını fasihte eder. Bulbospinal sistem bazen e k s tr a p ir a m id a l
Güçsüzlüğün azalmış
üst m o to r n ö ro n siste m olarak tanımlanır. Şikellerde sinir hücresi
dağılımı Piramidal/bölgesel Distal/segmental Proksimal
Tendon refleksleri Hiperaktif Hipoaktif/kayıp Normal/ gövdeleri ve akson terminalleri sırasıyla göterilmiştir
hipoaktif Üst motor nöron lezyonları ardışık hızlı hareket beceresini de
Babinski işareti Var Yok Yok etkiler. Bu hareketler yavaş ve kabadır ama normal ritmisite sağla-
120 II Has;alık 1arm Ana Bulgulan ve fakdiın Şekilleri motor nöron güçsüzlüğü varlığında motor ünitlerin iyileşmesi geci­
kir veya azalır, belli bir boşalım frekansmda normal aktive edilen­
nır. Parmak-bum-parmak ve diz-topuk testleri doğru olarak ama den daha az sayıdadırlar. Bu durum belli bir frekansta normal sayı­
yavaş olarak yapılır. da motor ünitin aktive olduğu ama maksimum boşalım frekansının
Alt M otor Nöron Güçsüzlüğü Bu tip güçsüzlük beyinsapı azaldığı üst motor nöron güçsüzlüğüne zıttır.
motor nukleuslan ve spinal kord ön boynuzu hücre gövdelerinin Miyopatik Güçsüzlük Bu tip güçsüzlük kas liflerini veya nö-
hastalıkları veya bu nöronların iskelet kasma uzattıkları aksonları­ romusküler kavşağı etkileyen motor ünit hastalıklarında görülür.
nın disfonksiyonu ile ortaya çıkar. (Şek 22-2). İki tip kas lifi bulunur. Tip I kas lifleri mitokondria ve oksidatif en­
Alt motor nöron aksonları beyinsapını belli kranial sinirler ve zimden zengindir, relatif olarak daha az güç üretir, ama aerobik me­
ventral köklerdeki spinal kord içinde terkeder. Ventral kökler spinal tabolizmadan elde edilebilen daha az eneıji ihtiyacı vardır. Postural
sinirleri oluşturmak için intervertebral foremende dorsal kökler ile ve kuvvet gerektirmeyen hareketlerin devamlılığını sağlarlar. Tip II

birleşir. Ekstremite kaslarının innervasyonu için birçok komşu spi­ kas lifleri glikolitik enzimlerden zengindir, relatif olarak daha faz­
la güç üretebilirler, ama aerobik metabolizma ile uzun süre sağla­
nal sinir pleksuslan oluşturmak için periferik sinirlere ayrılmadan
namayacak fazla eneıji ihtiyaçları vardır.Bu nedenle, bu ünitler güç
önce birleşir. Birçok periferik sinir farklı kasları innerve ederken
gerektiren hareketler meydana getirmek için sadece kısa süreler ile
bir veya birden fazla dala ayrılır. Her a motor akson innerve ettiği
maksimal olarak aktive edilebilir.
kas liflerine ulaşmadan önce çok sayıda dallanır.
İstemli hareketlerde iyileşmenin erken döneminde tip I kas lif­
a motor nöron kortikomotonöronlar ve primer kas iğciği affe-
leri aktive edilir. Her kas lifi için, sinir terminali presinaptik uçtan
rentlermden direkt eksitatör input alır, a ve y motor nöronlar diğer
normal sayıda asetilkolin molekülü salarsa ye yeterli sayıda postsi-
inen üst motor nöron yollarından, segmental duysal inputlardan, ve
naptik asetilkolin reseptörü açılırsa, son plak eşiğe ulaşır ve bu şe­
intemöronlardan da eksitatör inputlar alır, a motor nöronlar Rens-
kilde kas lifi membramna ve transvers tübüler sisteme yayılan ak­
haw hücre intemöronlanndan direkt inhibisyon alır ve diğer inter-
siyon potansiyeli oluşturur. Bu elektriksel eksitasyon kas lifinin
nöronlar a and y motor nöronları indirekt olarak inhibe eder.
enerji-bağımlı kontraksiyonunu sağlayan (eksitasyon-kontraksiyon
çifti) intraselüler olayları aktive eder.
Miyopatik güçsüzlük motor ünit ile aktive edilen kas lifi sayısı
veya kontraktil gücünde azalma ile ortaya çıkar. Musküler distrofi-
ler, inflamatuar miyopatiler, veya kas lifi nekrozu ile giden miyo-
patilerde birçok motor ünitte az sayıda kas lifi vardır. EMG ile gös­
terildiği gibi, her aksiyon potansiyeli büyüklüğü azalır, sonuçta bel­
li bir hareket için gerekli gücü sağlamak için motor ünitler normal­
den daha hızlı iyleşmelidir. Myastenia gravis gibi nöromusküler
kavşak hastalıkları, motor ünitteki kas lifi kaybı sayısaldan çok
fonksiyonel olmasına rağmen benzer şekilde güçsüzlük meydana
getirir. Ayrıca, aktive olan kas lifi sayısı nöromusküler kavşağın is­
tirahat durumuna bağlı olarak zamanla değişir. Bu nedenle yorgun­
luk ile ilişkili güçsüzlük myastenia gravis veya başka bir nöromus­
küler kavşak hastalığım akla getirir. Bazı miyopatiler kas lifinin
kontraktil gücünü kaybetmesi veya relatif olarak tip II kas liflerinin
selektif tutulumu ile güçsüzlük meydana getirir. Bunlar EM G ’de
görülebilen motor ünit aksiyon potansiyelinde büyüklük değişikli­
ği yapmayabilir ve elektriksel aktivite ile kasın gücü arasındaki
fark ile saptanabilir.
ŞEKİL 22-2 Alt motor nöronlar a ve g tiplerine ayrılır, g motor nöron­
lar a motor nöronlar daha küçüktür ve kas iğciğinin intrafusal kas lif­ Integre H areketler Amaca yönelik pekçok hareket birçok kas
lerini innerve eder, g motor nöronun aktivasyonu kas iğcikleri üzerin­ grubunun integre koordinasyonunu gerektirir. Bir topu yakalamak
deki gerilmeyi arttınr ve kası a motor nöronlar aracılığı ile aktive eden gibi basit bir hareketi düşünün. Primer hareket bir elin başparmak
germe refleksleri ve diğer lokal refleksleri fasilite eder. Her kas birçok ve diğer parmaklarının fleksiyonu ile başparmak ve küçük parma­
(genellikle yüzlerce) a motor nöron tarafından innerve edilir. ğın oppozisyonudur. Bu fleksör dijitonım süperfisialis, fleksör diji-
torum profundus, fleksör pollisis longus, fleksör pollisis brevis, op-
Alt motor güçsüzlüğü a motor nöronların kaybı veya kas ile ponens pollisis, ve opponens dijiti minimi gibi birçok kasm kont­
bağlantılarının kesilmesiyle, aktive edilebilen motor ünit sayısmda raksiyonunu gerektirir. Bu aktivite için bu primer hareket ettiriciler
azalma ile gelişir. Motor ünit sayısmda azalma ile daha az kas lifi a g o n is t le r olarak tanımlanır. Topu yakalamanın yumuşak ve güçlü-
daha fazla eforla aktive edilir ve maksimum güç harcanır, g motor ce olması için fleksörler kontrakte olurken başparmak ve diğer par­
nöronların kaybı güçsüzlüğe neden olmaz ama kas iğcikleri üzerin­ mak ekstensörlerinin gevşemesi gerekir. Agonistlerin hareketine zıt
deki gerginliği azaltır. Kas tonusu ve tendon refleksleri g motor nö­ olarak çalışan kaslar a n ta g o n is t lerdir. Başparmak ve diğer parmak
ronlar, kas iğcikleri, iğcik afferent lifleri, ve a motor nöronlarına fleksörlerinin ikinci hareketi bileği bükmektir; her ikisi birden olur­
bağlıdır. Tendona hafifçe vurma ile kas iğcikleri gerilir ve primer sa bilek fleksiyonu parmak fleksiyonunu güçsüzleştirir, bilek eks­
iğcik afferent lifleri aktive olur. Bu monosinaptik olarak spinal tensörlerinin aktivasyonu yakalama hareketine yardımcı olur. Bu
corddaki a motor nöronları stimüle eder ve böylece tendon refleksi şekilde tamamlayıcı hareketi olan kaslar s in e r jis tle r dir. Yakalama
olarak bildiğimiz kısa kas kontraksiyonu oluşur. gerçekleşince kol sabit pozisyonda tutulmalıdır ki top elde edilme­
Bir motor ünit hastalanınca, özellikle ön boynuz hastalıkların­ den atılmasın. Kol pozisyonunun stabilizasyonunu sağlayan kaslar
da, fasikülasyon şeklinde spontan olarak boşalım gösterebilir. Bu f ı k s a t ö r le r dir.
izole küçük seyirmeler kinik olarak görülebilir veya hissedilebilir Aktivitenin agonistler, antagonistler, sineıjistler ve fıksatörler
veya elektromyografı (EMG) ile kaydedilebilir (Konu 357). a mo­ tarafından koordinasyonu motor kontrolün üç basamaklı hiyerarşi­
tor nöronlar veya bunların aksonları dejenere olduğunda, denerve si ile düzenlenmektedir. Kontrolün en alt basamağı spinal korddaki
kas lifleri görülemiyen veya hissedilemeyen ama EMG ile kayde- segmental refleksler ile sağlanmaktadır. Bu refleksler agonistleri
dilebilen şekilde spontan boşalım gösterebilir. Bu küçük tek kas li­ fasilite edip antagonistleri resiprokal olarak inhibe ederler. Spinal
fi boşalımları f ib r illa t io n p o t e n t ia ls olarak tanımlanır. Önemli alt segmentler bir çiftten fazla agonist ve antagonisti içeren ritmik
özellikteki hareketleri ile kontrol eder. Örneğin, lumbosakral spinal 22 Güçsüzlük, Myalji, Hareket Bozuklukları ve Dengesizlik 121
çordun farklı kas gruplarının sinerjistik aktivasyonunu içeren siklik
adımlama hareketleri için temel programlanması vardır. Kontrolün süzlükte tonus spastik veya flask olabilir. Dişli çark rijidite, kurşun
ortadaki basamağı viztiel, proprioseptif, ve vestibüler geri besleme­ boru rijidite veya paratonia gerçek güçsüzlükten çok integre hare­
yi hareketle birleştiren inen bulbospinal yollarla yürütülür. Örne­ ketlerin bozukluğunu akla getirir.
ğin, ortabeyindeki lokotnotor merkezin dengenin sağlanması ve bir Hemiparezi Hemiparezi midservikal kord üstündeki üst motor
sonraki hareketin oluşması için siklik adımlama hareketlerini mo- nöron lezyonlarında ortaya çıkar; hemipareziye neden olan birçok
difie etmesi gerekir. Kontrolün en üst seviyesi serebral korteks ta­ lezyon foremen magnum üstünde lokalizedir. Konuşma, kortikal
rafından sağlanır. Yürüme gibi aktivitelerin hedefe yönelik olması duysal, kognitif, vizüel-spatial integrasyon bozukluklarının, aprak­
için kontrolün bu en üst seviyesinin süperimpozisyonu gereklidir. si veya nöbetlerin olması kortikal lezyona işaret eder. Homonim vi-
Öğrenilmiş ve pratik yaparak iyileştirilmiş bazı hareketler de mo­ züel alan defektleri kortikal veya subkortikal hemisferik lezyonu
tor korteks tarafından başlatılır ve kontrol edilir. Sadece agonistler düşündürür. Yüz, kol ve/veya bacaktaki "pür motor" hemiparezi in­
direkt olarak aktive edilse de piano çalmak gibi komleks hareketler ternal kapsül arka bacağı, serebral pedinkül veya üst ponsta küçük
sırasında her nota veya ses için farklı grup agonistlerin ardışık ak- bir lezyona bağlıdır. Bazı beyinsapı lezyonlarında ipsilateral krani-
liviteleri öğrenilmiş motor programın bir parçasıdır. Ayrıca, bu ak- al sinir bulguları ve kontrlateral hemiparezi klasik bulguları görü­
ıiv iteler sırasında agonistlerin, sinerjistlerin ve fiksatörlerin fasihte, lür. Bu "çapraz paraliziler" daha ayrıntılı olarak Konu 361 de tar­
istenmeyen antagonistlerin inhibe edilmesi için bazal ganglion ve tışılmıştır. Kranial sinir bulguları veya fasial güçsüzlüğün olmama­
sercbellar hemisferlerden de input alınır. sı özellikle ipsilateral propriosepsiyon kaybı ve kontrlateral ağrı ve
Apraksi beceri isteyen veya öğrenilmiş hareketin planlanması ısı duyusunun kaybı ile birlikteyse hemiparezinin üst servikal spi­
ve başlatılmasında bozukluktur (Konu 25). Sağ elin unilateral ap­ nal kordda olduğunu düşündürür (Brown-Sekuard sendromu). Bu­
raksisi sol frontal lobun (özellikle anterior veya inferior), sol tem­ nunla beraber birçok spinal kord lezyonu kuadriparezi veya parapa-
poroparietal alanın (özellikle supramarjinal girus), veya bunların rezi meydana getirir.
birbiriyle bağlantılarının lezyonlarında ortaya çıkabilir. Sol vücut A kut v ey a e p iz o d ik h e m ip a r e z i’nin genellikle iskemi veya pri­
apraksisis sağ hemisferdeki bu alanların veya sağ temporoparietal mer hemoraji gibi vasküler bir patogenezi vardır (Konu 361). Da­
veya frontal alanları soldakilerden ayıran korpus kallozumun lez- ha az sıklıkla, hemoraji beyin tümörü içine (Konu 370) veya trav­
yonlarında meydana gelir. Bilateral apraksi sıklıkla bilateral frontal maya bağlı olarak normal damarların rüptürü ile olabilir (Konu
lop lezyonlarma veya difüz bilateral hemisferik hastalıklara bağlı 369); antikoagülan kullanan veya yaşlı kişilerde küçük bir travma
olarak gelişir. yeterlidir. Daha az muhtemel ihtimaller multiple sklerozdaki fokal
bir inflamatuar lezyon (Konu 371), abse veya sarkoidozdur (Konu
318). Araştırma beynin komputurize tomografi (BT) ile görüntüle­
------------------------------------------------ -------------- Hastaya Yaklaşım - — ------------------------ --------------— mesiyle başlar (Şek. 22-3). B T normal ise ve iskemik stroke olma­
sı beklenmiyorsa beyin veya servikal bölgenin manyetik rezonans
Güçsüzlüğün başlama şekli, yayılımı ve diğer özellikleri dik­ görüntülemesinin (MRG) yapılması gerekebilir.
katlice tanımlanmalıdır. Öykü ve fizik muayene arasında farklılık S u b a ku t h e m ip a r e z i günler ve haftalar içinde gelişir, uzun bir
olması genellikle semptomların gerçekte ağrıya bağlı kısıtlılık ve­ ayırıcı tanısı vardır. Subdural hem atom sık bir nedendir; bu kolay­
ya inkordinasyon gibi başka nedenlere bağlı olduğu durumlarda lıkla tedavi edilebilen durum travma öyküsü olmasa da özellikle
hastanın güçsüzlükten yakınması nedeniyledir. Güç birçok farklı yaşlı ve antikoagülan kullanan hastalarda her zaman akla gelmeli­
şekilde muayene edilebilir. Hastadan istenen yönde dirence karşı it­ dir (Konu 369). İnfeksiyöz ihtimaller serebral bakteriyel abseler
mesi ya da çekmesi istenir ve her kas grubu için kuvvet Medikal (Konu 372), fungal granuloma veya menenjit (Konu 374), ve para-
Araştırma Topluluğunun (Tablo22-2) yaptığı skalaya göre 0-5 ara­ zitik infeksiyon. Primer veya metastatik malign neoplazmlara bağ­
sında derecelendirilir. İkinci bir metod kolları gerili olarak tutma lı güçsüzlük günler haftalar içinde gelişebilir (Konu 370). AIDS
gibi söylenenleri yapması istenerek performansı izleme şeklinde (Konu 309) toksoplazma veya primer SSS lenfomasına bağlı olarak
indirekt test etmedir. Bu özellikle önkolun pronasyonu ile aşağı ha­ subakut hemiparezi ile birlikte bulunabilir. Multiple skleroz (Konu
reketi gözlenerek hafif, asimetrik üst motor nöron güçsüzlüğünü 371) veya daha az sıklıkla sarkoidoz gibi infeksiyöz olmayan infla­
tespit etmede yaralıdır. Üçüncü metod aktiviteleri kantitatif olarak matuar olaylar düşünülebilecek diğer durumlardır. Beyin MRG si
değerlendiren fonksiyonel testtir. Dize kadar eğilme, tabure veya normal ise ve kortikal ve hemisferik bulgular yoksa, servikal MRg
sandalye üstünde adımlama sayısı veya kolları 9 0 derece abduksi- yapmak gerekebilir.
yonda tutabilme süresini hesaplama sık kullanılan testlerdir. Fonk­ K r o n ik h e m ip a r e z i aylar içinde gelişir, genellikle bir neoplazma
siyonel testler seri halinde uygulandığında zaman içinde hastanın (Konu 370), rüptpre olmamış arteriovenöz malformasyona (Konu
durumundaki değişiklikler hakkında yararlı fikir verir. 361), kronik subdural hematoma (Konu 369) veya dejeneratif bir
Motor muayenede kas hacminin ve tonusun değerlendirilmesi, hastalığa (Konu 363 yada 366) bağlı ortaya çıkar. Genellikle ilk di-
fasikülasyonların inspeksiyonu da yapılır. Fasikülasyonlar en kolay agnostik test özellikle klinik bulgular beyin patolojisini düşündürü­
istirahat halindeki ekstremiteleri gözleyerek tespit edilebilir, ancak yorsa beyin MRG. Beyin MRG si normal ise, foramen magnum
kastaki irregüler düşük amplitüdlü seyirmeler şeklinde palpe de veya üst servikal spinal kord lezyonu akılda tutulmalıdır.
edilebilirler. Tonus her ekstremitenin farklı eklem yerlerinde ve Paraparezi Üst torasik spinal kord seviyesinde veya bu sevi­
farklı hızlarda pasif hareketi ile değerlendirilir. Klinik olarak güç- yenin altında bir lezyon genellikle sorumludur. Gövdedeki duyusal
Tabto 22-2 Kuvveti Medikal Araştırına Topluluğunun Derecelemesi seviye kord lezyonu seviyesi hakkında fikir verir. Pararparezi üst
motor nöronları (özellikle parasagital lezyonlar ve hidrosefali) ve
Derece Tanım
alt motor nöronları (ön boynuz hücre hastalıkları, kauda equina
5 Normal güç
sendromu ve ara sıra periferik nöropatiler) hasara uğratan diğer lo-
4 Yerçekimine ve dirence karşı aktif hareket
kalizasyonlardaki lezyonlar sonucu da gelişebilir.
3 Yerçekimine karşı karşı aktif hareket (muayene eden tarafından
direnç uygulanmıyor) A kut v ey a e p iz o d ik p a r a p a r e z i spinal kord hastalığına bağlı ol­
2 Yerçekimi ortadan kaldırılınca aktif hareket (muayene eden duğunda alt motor nöronları veya serebral hemisferleri etkileyen
tarafından direnç uygulanmıyor) hastalıklardan ayırt etmek güç olabilir. Rekürren paraparezi epizod-
1 Seyirme veya hafif kontraksiyon ları sıklıkla multiple skleroz veya spinal kordun vasküler malfor-
0 Görülebilen veya palpe edilebilen kontraksiyon yok
masyonlanna bağlıdır. Akut spinal kord hastalığında, üst motor nö-
dike olabilir. Hemisferik bulgular
K U V V E T S İZ L İĞ İN D A Ğ IL IM I ~ J varsa, parasajital menenjiom veya
kronik hidrosefali muhtemeldir ve
beyin MRG yapılacak ilk testtir.
Primer lateral skleroz (Konu 365)
gibi dejeneratif hastalıklar ve fa-
milyal spastik paraparezi ve adre-
nomiyelonöropati (Konu 368) gibi
herediter hastalıklarda aylar yıllar
içinde progresyon tipiktir. Kronik
paraparezinin alt motor nöron ve­
ya miyopatik hastalıklara bağlı öl-
duğu nadir durumlarda lokalizas-
yon spastisitenin yokluğu ile kli­
nik bulgularla tahmin edilir, EMG
ve sinir ileti çalışmaları ile doğru­
lanır.
Kuadriparezi veya Jen erali-
ze Güçsüzlük Jeneralize güçsüz­
lük santral sinir sistemi veya mo­
tor ünit hastalıklarına bağlı olabi­
lir. K u a d r i p a r e z i v e j e n e r a l i z e
güçsüzlük gibi terimler sıklıkla
kendi içlerinde değişken olarak
* veya miyopati bulgulan
kullanılır, kuadriparezi daha sık­
t Eğer anormallik yoksa spinal MRI düşünülmelidir
t Eğer anormallik saptanmamışsa miyelogram veya kranyal MRt 'düşünülür lıkla üst motor nöron, jeneralize
güçsüzlük motor ünit neden ola­
rak düşünülüyorsa kullanılır. CNS
ŞEKİL 22r3 Güçsüzlüğü olan bir hastada sırası ile yapılması gerekenler. BT, komputerize tomografi; hastalıklarına bağlı güçsüzlük ge­
EMG, elektromiyografi; AMN, alt motor nöron; MRG, manyetik rezonans görüntüleme; NCS, sinir ileti
nellikle bilinç veya anlamada
çalışmaları; UMN, üst motor nöron.
azalma, artmış kas tonusu ve kas
gerilme reflekslerinde artma ve
ron defisiti genellikle inkontinans ve alt ekstremitelerde rostral
duyumda değişikliklerle birliktedir. İntermittan güçsüzlüğün birçok
olarak gövdede bir düzeya kadar çıkan duysal bozuklukla birlikte­
nöromüsküler nedeni normal mental fonksiyon, azalmış kas tonusu
dir; tonus tipik olarak flasktır, ve tendon refleksleri kayıptır. Bu tür
ve hipoaktif kas gerilme refleksleri ile birliktedir. İstisnalar geçici
vakalarda tanısal yaklaşım spinal kordun görüntülenmesi ile başlar
hipotonîniiı eşlik ettiği üst motor nöron hastalığına bağlı bazı akut
(Şek 22-3). Diğer nedenler arasında kompresiv lezyonlar (özelikle
kuadriparezi nedenlerdir. İntermittan güçsüzlüğün major nedenleri
epidural tümör, abse, veya hematom), spinal cord infarktı (propri-
Tablo 22-3 de listelenpıiştir. Objektif güçsüzlük olmadan jenerali­
osepsiyon genellikle korunmuştur), arteriovenöz fistül veya diğer
ze yorgunluk şikayeti olan bir hastada tanı k r o n ik y o rg u n lu k s e n d ­
vasküler anomaliler ve transvers miyeht sayılabilir (Konu 368).
ro m u (Konu 384) olabilir.
Akut parapareziye neden olan serebral hemisferlerin hastalıkları,
A k u t K u a d r ip a r e z i Dakikalar içinde başlayan akut kuadripare­
anterior serebral arter iskemisi (omuz hareketi de etkilenmiştir), su­
zi üst motor nöron (ör., anoksi, hipotansiyon, beyinsapı veya servi-
perior sagital sinüs veya kortikal venöz tromboz, ve akut hidrose­
kal kord iskemisi, travma, ve sistemik metabolik anormalliklar) ve­
falidir. Üst motor nöron bulgularına uyuşukluk, konfüzyoni nöbet,
ya kas hastalıklarına (elektrolit bozuklukları, bazı konjenital kas
veya diğer hemisferik bulgular eşlik ediyor, seviye veren duyu ku­
enerji metabolizma hastalıkları, toksinler,,veya periodik paraliziler)
suru yoksa tanısal yaklaşım beyin MRG ile başlar. Paraparezi, su>
tın alt bölgesine travma, orta bölgede disk herniasyonu, veya int- bağlı olabilir. Saatler haftalar içinde başlangıçta yukarda sayılanlar
raspinal tümör nedeni ile ortaya çıkabilen kauda equina sendromu- ra ek olarak alt motor nöron hastalıkları neden olabilir. Guillain-
nun bir parçasıdır; sifınkterlerin etkilenmesine rağmen kalça flekr Barre sendromu (Konu 378) günler haftalar içinde progresyon gös­
siyonu ve kalçanın duyusu tutulmaz. Nadiren paraparezi Guillain- teren en sık ait motor nöron güçsüzlüğüdür; serebrospinal sıvıda
Barre sendromu veya miyopati gibi hızlı yayılan periferik nöropa- yüksek protein seviesi yardımcı bir bulgudur ancak erken dönemde
tiye bağlı olarak gelişir. Buna benzer vakalarda elektrofızyolojik olmayabilir. Stupor veya koma varsa, beyin B T si öncelikle yapıl-
çalışmalar tanısal açıdan yararlıdır, hastalığın gidişatı hakkında bil­
gi verir (Konu 378 and 381). fjıblo i.î-1 Güçsüzlük Nedenler: .
S u b a ku t v ey a k ro n ik p a r a p a r e z i spastisite ile birlikteyken üst
1. Elektrolit dengesizlikleri, ör., a. hipokalemi, b. hiperkalemi, c. hiper-
motor nöron hastalığı ile ortaya çıkar. Alt ekstremitede duysal ka­
kalsemi, d. hipematremi, e. hiponatremi, f. hipofosfatemi, g. hipermag-
yıp ve sfınkter tutulumu ile giden paraparezi haftalar veya aylar
nezemi
içinde ilerler, muhtemel spinal kord hastalıkları multiple skleroz, 2. Kas hastalıktan
intraparenkimal tümör, kronik dejeneratif hastalığa bağlı spinal a. Kanal patolojileri (periyodik paraliziler)
cord kompresyonu, vitamin B [ 2 eksikliğine bağlı subakut kombi­ b. Metabolik kas defektleri (bozulmuş karbonhidrat veya yağ asidi kul­
ne dejenerasyon, viral infeksiyonlar (özellikle insan T hücre löse- lanımı; anormal mitokondrial fonksiyon
mi/lenfoma virüsü I) ve herediter veya diğer dejeneratif hastalıklar­ 3. Nöromüsküler kavşak hastalıklan
a. Miyastenia gravis
dır. Primer progresif multiple sklerozda progresif paraparezi genel­
b. Lambert-Eaton miyastenik sendrom
likle dördüncü veya beşinci dekadda bulunur (Konu 371). Spinal
4. Santral sinir sistemi hastalıktan
çordun gliomaları tipik olarak ağrılı progresif miyelopatiye neden a. Beyinsapı geçici iskemik atağı
olur (Konu 370). Klinik olarak yaklaşım spinal kordun MRG si ile b. Geçici global serebral iskemi
başlar. Görüntüleme normal ise ve spastisite varsa, beyin MRG en- c. Multiple skleroz
ır. Üst motor nöron bulguları mevcutsa ama hasta alertse ilk yapı­ la My-ii;, iUreke, G-zukiukGn v: 123
lacak test genellikle servikal kordun MRG sidir. Alt motor nöron,
miyopatik veya orijini bilinmeyen bir güçsüzlük varsa serum kas lann hiç birinde bulunmaz. İnceleme genellikle serum kreatin kinaz
enzimi ve elektrolit çalışmaları ve EMG ile sinir ileti çalışmaları düzeyinin ölçülmesi ve elektrofizyolojik çalışmalar ile başlar.
yapılır. Sınırlı B ir Alanda Güçsüzlük Bazı hastalarda güçsüzlüğün
Subakut vaya Kronik Kuadriparezi Kuadriparezinin üst motor özelliği yukarda bahsedilenlerin hiç birine uymaz. Ekstraoküler,
nöron hastalığına bağlı ise haftalar, aylar veya yıllar içinde gelişir, hemifasial, bulbar, veya respiratuar kaslara sınırlı güçsüzlük örnek
yalnızca klinik kriterler ile serebral hemisferler, beyinsapı, ve ser­ olarak verilebilir. Unilateralse, sınırlı güçsüzlük genellikle motor
vikal spinal kord aynımı genellikle mümkündür. Tanısal yaklaşım nöron veya fasial palsi (Konu 367) veya izole superior oblik kas par
klinik olaral patolojinin şüphelenildiği bölgenin MRG si ile başlar. rezisinde (Konu 28) olduğu gibi periferik sinir hastalığına bağlıdır.
Alt motor nöron hastalığı genellikle distalde belirgin güçsüzlükle Buna karşın ekstraoküler veya bulbar kasların simetrik güçsüzlüğü
birlikteyken miyopatik güçsüzlük tipik olarak proksimaldir; incele­ sıklıkla miyopatiye (Konu 381) veya nöromüsküler kavşak hasta­
me EMG ve sinir ileti çalışmaları ile başlar. lığına (Konu 380) bağlıdır. Arekleksi ile birlikte bilateral fasial pal­
Monoparezi Duysal etkilenme ile veya etkilenme olmadan ge­ si Guillain-Barre sendromunu (Konu 378) akla getirir, Yorgunlur
nellikle alt motor nöron hastalığına bağlıdır. Üst motor nöron has­ ğun eşlik ettiği nispeten simetrik güçsüzlük nöromüsküler kavşak
talığı bazen distal ve yerçeimine karşı koyamayan monoparezi ile hastalığının bir karakteristiğidir (Konu 380). Asimetrik bulbar güç-
birliktedir. Miyopatik güçsüzlük nadiren bir ekstremiteye sınırlıdır. süzlük sıklıkla motor nöron hastalığına bağlıdır. Respiratuar kasla­
A k u t M onoparezi Üst ve alt motor nöron hastalıklarını klinik ra sınırlı güçsüzlük nadirdir ve çoğunlukla: motor nöron hastalığı,
olarak ayırt etmek güç olabilir çünkü tonus ve reflekser her iki du­ miyastenia gravis, veya polimiyozit/dermatomiyozite (Konu 382)
rumda da sıklıkla azalmıştır. Güçsüzlük yoğun olarak distalde ise, bağlı olarak ortaya çıkar,.
kaslar yerçekimine karşı koyamıyorsa, duysal etkilenme veya ağrı
yoksa fokal kortikal iskemi muhtemel tanıdır (Konu 361); bu du­ M İ Y I L J İ , SPAZM, VE KRAMP
rumda, tanısal ihtimaller akut hemiparezi için olanlarla benzerdir.
Duysal kayıp ve ağrı genellikle akut alt motor nöron güçsüzlüğüne Spontan veya egzersizle ilişkili kas rahatsızlığı genellikle benign-
eşlik eder. Güçsüzlük sıklıkla bir ekstremitedeki tek sinir kükünde dir, nadiren bir nöromüsküler hastalığa bağlıdır. Bunula beraber
veya periferik sinirde lokalizedir ancak bazen brakial veya lumbo- birçok motor sistem hastalığı karakteristik olarak ağrılıdır. Kas ra­
sakral pleksus tutulumunu yansıtır. Alt motor nöron güçsüzlüğün­ hatsızlıkları veya istemsiz kontraksiyonlar için kullanılan miyalji,
den şüpheleniliyorsa, veya güçsüzlük patterni belli değilse, klinik spazm ve kramp gibi bazı terimler hastalar tarafından sıklıkla karı­
yaklaşım EMG ve sinir ileti çalışması ile başlar. şık olarak kullanılır, ancak doktorlar için anlamları daha spesifiktir.
Subakut veya Kronik M onoparezi Haftalar veya aylar içinde Acıma, ağırlık ve sertlik gibi terimler ise daha az spesifiktir. Miyal­
gelişen bir ekstremitenin atrofisi ile giden güçsüzlük nedeni hemen j i kasta hissedilen ağrılardır; bu terim istemsiz kasılmayı ifade et­
hemen her zaman alt motor nörondur. Güçsüzlük uyuşuluk ile bir­ mez. Spazm ve kramp bir veya daha fazla kasın istemsiz kontrak-
likte ise, neden muhtemelen bir periferik sinir veya spinal köktür; siyon epizodlannı yansıtır. Kramplar genellikle ağrılıyken spazm­
nadiren brakial veya lumbosaral pleksus etkilenir. Uyuşukluk yok­ lar her zaman rahatsız edici değildir.
sa, ön boynuz hücre hastalığı muhtemel nedendir. Her iki durumda M İY A L Jİ Miyalji ile birlikte proksimaİ veya jeneralize güç­
da elektrodiagnostik çalışma endikedir. Alttan çok üst motor nöron süzlük genellikle bir inflamatuar, metabolik, endokrin, veya toksik
miyopatiye bağlıdır (Konu 381). Tanımlanmış bir sistemik hasta­
bulgulan mevcutsa, tümör, vaskülermalformasyon, veya presentral
lık yoksa objektif güçsüzlük ile birlikte olmayan spontan miyaljile-
giruSu etkileyen diğer kortikal lezyonlar sorumlu olabilir. Alterna­
rin sıklıkla belli bir nedeni yoktur. Miyalji ateş veya infeksiyonun,
tif olarak, bacak etkilenmişse, küçük torasik kord lezyonu, sıklıkla
özellikle influenzanın sık bir bulgusudur. Serum kreatin kinaz kon­
bir tümör veya multiple skleroz var olabilir. Bu gibi durumlarda in­
santrasyonu yüksekliği ile birlikte kas ağrıları ve sertliği objektif
celemeler şüphenden alanın görüntülemesi ile başlar.;
güçsüzlük olmasa da hipotiroidizmde sık olarak görülür. Polimiyal-
Distal Güçsüzlük, İki veya dört ekstremitenin distal tutulumu
jia romatika (Konu 317) diffüz miyalji ve eklem sertliği ile karalç-
alt motor nöron veya periferik sinir hastalığım akla getirir. Alt ekst­
terizedir, anoreksi, hafif kilo kaybı ve hafif ateşi olan 50 yaş üstü
remde akut distal güçsüzlüğü bazen akut toksik polinöropati veya
hastalarda yoğun olarak pelvik ve omuz kuşağı kasları etkiler. Mi­
kauda equina sendromuna bağlı olarak ortaya çıkar. Distal simetrik
yalji ve eklem sertliği nedeni ile aktivitenin kısıtlanması da diffüz
güçsüzlük genellikle haftalar, aylar veya yıllar içinde gelişir, peri­
atrofiye neden olarak güçsüzlük imajı verebilir. EMG, serum kre­
ferik sinirin metabolik, toksik, herediter, dejeneratif, veya inflama-
atin kinaz düzeyleri ve kas biopsisi normaldir. Eritrosit sedimentas-
tuar hastalığına bağlıdır (Konu 377). Periferik sinir; hastalığında
yon hızı birçok, hastada yükselmiştir, dev hücreli arteritin özellikle­
güçsüzlük genellikle uyuşukluktan daha az şiddetlidir Ön boynuz
ri % 25’inde bulunur. Difüz miyalji birçok romatolojik hastalıkta
hücre hastalığı distal olarak başlayabilir ancak tipik olarak asimet­
sıktır, tanı ve tedavi diğer semptom ve bulgulara dayanarak yapılır.
riktir ve uyuşukluk yoktur (Konu 365). Nadiren miyopatiler de de
Miyalji bazen dermatomiyozit/polimiyozit de bulunabilir, ancak
distal güçsüzlük bulunabilir (Konu 381). İncelemede ilk adım
birçok hastada anlamlı derecede ağrı olmadan güçsüzlük vardır.
elektrodiagnostik çalışmadır (Şek 22-3). Fibromiyalji (fibrozit, fibromiyozit) kas ve komşu konnektif doku­
Proksimal Güçsüzlük İki veya dört ekstremitenin proksimal da ağrı ve hassasiyet ile birliktedir (Konu 325). Yorgunluk, uyku­
güçsüzlüğü kas nadiren nöromüsküler kavşak veya ön boynuz hüc­ suzluk ve depresyon sıktır, ancak objectif güçsüzlük, yüksek serum
re hastalığını düşündürür. Miyopatide sıklıkla pelvik veya omuz kreatin kinaz düzeyi veya yüksek eritrosit sedimentasyon hızı bu­
kuşağı kaslarının simetrik güçsüzlüğü gelişir (Konu 381). Nöro- lunmaz. Tanıda karakteristik fokal "triger noktalan" tespit edilir.
müsküler kavşak hastalıklarında (miyastenia gravis gibi) simetrik Fokal Miyalji Fokal kas ağrısı sıklıkla travmatiktir. Biseps ve­
proksimal güçsüzlük bulunabilir (Konu 380), sıklıkla pitoz, diplo- ya gastroknemius gibi kasların tendonlannın rüptürü görülebilen
pi, veya bulbar güçsüzlük eşlik eder ve şiddeti gün içinde fîuktuas- kas kısalması meydana getirebilir. Bu tür birçok yaralanma cerrahi
yon gösterir. Bazı miyastenia gravis olgularında çok yoğun yorul­ yapılmadan iyileşir ama kasta anormal görüntü bırakır. Travmatik
ma yakınmaları vardır, bunlarda da epizodik güçsüzlük olabilir, an­ olmayan fokal kas ağnları sıklıkla komşu kas dışı hastalıklara bağ­
cak kuvvet nadiren tam olarak normale döner. Ön boynuz hücre lıdır (ör., derin venöz tromboza bağlı unilateral gastroknemius ağ-
hastağında proksimal güçsüzlük sıklıkla asimetriktir, ancak famil- nsı). Nadiren, fokal kas ağrısı akut ise iskemik infarkt veya bak-
yal olgularda simetrik olabilir (Konu 365). Uyuşukluk bu hastalık­ teriyel miyozit, subakut veya kronik ise neoplazm, parazitik infek-
124 il Hastalıkların Am Bulguları ve Takdim Şeksileri si gösterir. Kramplar güçsüzlükle beraberse, güçsüzlüğün orijini sı-
lıkla alt motor nöronlardır. Kuvvet normalse, bazen dehidratasyon,
siyon, sarkoidoz veya diğer inflamasyon veya infeksiyonlar nedeni hiptiroidizm veya üremi olsa da tanımlanabilir bir durum genellik­
ile gelişir. le bulunamaz. Karbamazepin gibi membran stabilize edici ilaçlar
Kullanma Miyaljisi alışılmamış, yorucu fiziksel aktiviteyi ta­ scmptomatik yarar sağlayabilir.
kip eden miyaljiler normal yetişkinlere görülür, sıklıkla serum kre- Tetani Tetani, el (interfalangial eklemlerin ekstansiyonu ve
atin kinaz düzeyinde yükselme, MRG de kaslarda ödem, biyopside metakarpofalangial eklemlerin adduksiyon ve fleksiyonu ile karpal
kas liflerinde nekroz ve nadiren miyoglobinüri gibi kas yıkımını spazm) ve ayakların (pedal spazm) distal kaslarının kontraksiyonu
gösteren laboratuar bulgularıile birliktedir. Benzer semptom ve la­ ile karakterizedir, ağız çevresinde ve ekstremitelerin distallerinde
boratuar anormallikleri kamitin palmitoil transferaz ve glikolitik kancalanma eşlik eder. Karpopedal spazm ile tetani hipokalsemi
yol enzim eksiklikleri gibi bazı metabolik kas hastalıklarında da veya respiratuar alkolozun (hiperventilasyoiı nedeni ile bile olsa
görülür. Bir miyalji epizodu sırasında objectif güçsüzlüğün varlığı da) sık bir bulgusur. EMG çalışmaları düşük boşalım frekansında
bir metabolik kas hastalığını düşündürür. Miyalji ile birlikte akut tek veya daha sıklıkla gruplaşmış motor ünit boşalımları gösterir.
kontraktür (enerji eksikliğine bağlı olarak kası gevşetememe) gli­ Nöromiyotoni (Isaac Sendromu) Neuromiyotoni istirahette
kolitik enzim eksikliği ile giden bir metabolik kas hastalğını akla olan uykuda devam eden istemli hareket sonrası gecikmiş relaksas-
getirir (Konu 383). Kas lifi nekrozu ile giden kullanma miyaljisi yon ve kas sertliği ile karakterizedir. Distal ekstremite kasları ge­
distrofininin kısmi eksikliği ile giden müsküler distrofî ve bazı mi- nellikle daha fazla etkilenir, ancak tüm iskelet kasları tutulabilir.
tokondriyal sitopatilerde de görülebilir (Konu 383). Yüksek serum Yürüme sert olabilir, kasın yakın inspeksiyonu ile sürekli devam
kreatin kinaz konsantrasyonu olup güçsüzlüğün eşlik etmediği kul­ eden kas lifi kontraksiyonuna (miyokimi) bağlı olan cilt üstünde
lanma miyaljisi hipotiroidide de görülür, bacaklara sınırlı ise vas- dalgalanma görülür. Devam eden kas lifi aktivitesi ısı meydana ge­
küler veya ııörojenik intermittan kladikasyoya bağlı olabilir. Kul­ tirir, yoğun terleme sıktır. EMG çalışmalan özellikle familyal olgu­
lanma miyaljisi olup güçsüzlüğü olmayan birçok hastada tanımla­ larda miyokimik boşalımlar gösterir. Nadiren EMG yüksek fre­
nabilir bir hastalık yoktur. kanslı nöromiyotonik boşalımlar kayıtlar. Bazı vakalarda voltaj ka­
SPAZM V E K R A M P İstemsiz kas kontraksiyonu SSS, alt mo­ pılı potasyum kanallarına karşı otoantikorlar tespit edilmiştir, bu
tor nöron veya kas hastalıklarına bağlı ortaya çıkabilir. SSS’den ori­ durumda plazma exchange etkili olabilir.
jinini alan ve üst motor nöron bulguları eşlik eden kontraksiyonlar Miyotoni İstemli aktivite sonrası kasın relaksaşyonunda ağrı­
genellikle spazm olarak değerlendirilir ve sıklıkla bir veya birden sız gecikmedir. Zorlu eli açma sonrası (grip miyotoni) eli kapatma­
fazla ekstremitenin fleksör veya ekstensörlerini etkiler. SSS’den da gecikme sıktır. Bu hastalıklar genellikle familyaldir ve soğuk
orijinini alıp üst motor nöron bulgulan eşlik etmeyenler aşağıda havada kötüleşir. EMG kas liflerinde artan ve azalan boşalımlar
bahsedilen hareket bozuklukları, nadiren stiff-person sendromu ve gösterir.
tetanostur. Aktif kas kontraksiyonu nedeni ile olan kas rijiditesi ma­ K on trak tü r İstemli hareket sonrası enerji azlığına bağlı olarak
lign hipertermi şendromunda görülebilir, genellikle genel anestezi kası gevşetmede ağrılı güçlük miyofosforilaz eksikliği (McArdle
ile ilişkilidir. Nöroİeptik malign şendromunda kas rijiditesi hastalığı) gibi enerji üretiminde bozukluk ile giden bazı metabolik
SSS’den kaynaklanır. Alt motor nöronlardan kaynaklanan istemsiz hastalıklarda görülür. EMG de elektriksel sessizlik görülür.
kontraksiyonlar genellikle kramplardır, bazen tetanos veya nadiren
nöromiyotoni olabilir. Kas veya kas membramndan kaynaklanan
spazmlar istemli kasılma sonrası gecikmiş relaksasyondur, miyoto-
HAREKET BO ZU KLU LÂR I
ni veya nadiren kontraktürdür. B unlan klinik olarak ayırt etmek güç
olabilir ancak EMG çalışmalan ile kolayca tanınırlar.
H a r e k e t b o z u k lu k la r ı istemli hareketin akıcılığı veya hızında bo­
Stiff-Person Sendrom u Bu nadir sendrom yavaş progresif
zukluk veya istemsiz ekstra hareketlerin varlığına bağlı olarak
sertlik ve üzerine eklenen spazmlar ile karakterizedir. Sertlik genel-
anormal hareketlerin ( v e y a d is k in e z ile r i) olduğu nörolojik send-
lile sırt bölgesinde başlar ve aylar içinde omurga ve ekstremitelere
romlardır. Üst motor nöron güçsüzlüğüne neden olan piramidal
yayılır ancak çeneyi tutmaz. Yürüyüş sert hale gelir, lumbar hipei-
hastalıklardan çok farklı olduklarından hareket bozukuluklan sık­
lordoz gelişir. Spazmlar sıklıkla hareketle başlar. Emosyonel stres
lıkla ekstrapİramidal hastalıklar olarak anılır. H ip e r k in e tik h a r e k e t
sertliği ve spazmlann frekans ve şiddetini artırma eğilimindedir.
b o z u k lu k la rı yoğun spontan motor aktivitenin görüldüğü veya
Spontan motor aktivite uykuda kaybolur. Bu sendrom genellikle di­
anormal istemsiz hareketlerin olduğu bozukluklardır. H ip o k in e tik
abetes mellitus ile ilişkilidir ve Hodgkin lenfoma, küçük hücreli ak­
h a r e k e t b o z u k lu k la r ı amaçlı motor aktivitenin azaldığı veya olma­
ciğer kanseri ve meme kanserine eşlik ederek paraneoplastik olabi­
dığı akinezi veya bradikinezisi ile karakterizedir. Bu durum sıklık­
lir. Birçok hastada inhibitor nörötransmitter g-aminobütirik asid
la ‘hareketin eksikliği olarak tanımlanır.
(GABA) sentezinden sorumlu enzim olan glutamik asid dekarbok-
PA TO G EN EZ Hareket bozuklukları bazal ganglion, kaudat ve
silaza karşı serum antikoru bulunur. Sertlik alt motor nöronlar üze­
putameni içeren (ikisine birlikte striatum denilir) subkortikal gri
rine olan inen beyinsapı ve segmental spinal inhibitor etkilerin or­
cevher yapılan, globus pallidusun internal ve ekstemal segmentle-
tadan kalkmasından kaynaklanır. EMG çalışmaları sessiz periyo­
ri, subtalamik nukleus ve substantia nigra hastalıklanndan kaynak­
dun korunması ile kasın gerilmesi şuasında istemli efordakine ben­
lanır. Bazal ganglion devresinde rol alan major bağlantılar ve nö-
zer sürekli devam eden motor Unit aktivitesi gösterir, Sertlik ve
rotransmitterler Şek. 22-4A da gösterilmiştir. Bu devrenin anlaşıl­
spazmlar tipik olarak baklofen veya benzodiazepin tedavisine kıs­
ması ile hipo- ve hiperkinetik hastalıklardaki karışıklık kısmen çö­
men yanıt verir.
zülebilir.
Tetanos Bu nadir hipereksitabl durum Clostridium tetani ile in-
P a r k in s o n h a s ta lığ ı (Konu 363), prototipik hipokinetik hareket
fekte hastalarda tetanos toksinine maruz kalma ile ortaya çıkar (Ko­
nu 143). Ağrılı spazmlar tipik olarak çenenin kapanması (trismus) bozukluğu, substantia nigra pars kompaktasında dopaminerjik nö-
ile haşalar ve kısa sürede jeneralize hale gelir. EMG çalışmaları ses­ ronlann kaybı nedeni ile ortaya çıkar. Bu durum Dj tip dopamin
siz periyodun korunmadığı, kasın gerilmesi sırasında istemli eforda­ reseptörü eksprese eden striatal neuronlann daha az eksitasyonuna
kine benzer sürekli devam eden motor ünit aktivitesi gösterir. ve D2 striatal nöronlann daha az inhibisyonuna neden olur, bunun
K ram p lar İstemsiz kas kontraksiyonunun en sık tipidir. her ikisi de kortikal olarak başlatılan hareketlerin azalmış fasilitas-
Kramplar saniyeler, dakikalar içinde kas içinde palpe edilir yumru yonunu azaltır (Şek. 22-4B ). Parkinson hastalığında görülen istira­
meydana getiren ve kasın pasif gerilmesi veya spontan olarak dü­ hat tremoru bu modelle henüz tam açıklanamamıştır ancak striatm-
zelen tek kas lifinin ağrılı kontraksiyonudur. EMG çalışmaları is­ daki kolinerjik internöronlar üzerine olan etkiden kaynaklanabilir.
temli olması için yüksek boşalım frekansı olan motor ünit aktivite­ Huntington hastalığı (Konu 362), hiperkinetik hareket bozukluğu,
ŞÇKİL 22-4 Bazal ganglion devrelerim A. Normal içaktivite. Striatum direkt yol nöronlann) eksite, ağırlıklı olarak Dz dopamin reseptörleri
(kaudat ve putamen) sensorimotor korteksten glutamaterjik afferent- eksprese eden İndirekt yol nöronlarım inhibe eder. Striatal aktivite
ler, substantia nigra pars kompaktasından dopaminerjik afferentler fonksiyonel olarak dopaminerjik projeksiyonlara antagonist olan stri-*
alır. Striatumun bazal ganglibnîın major dış nukleusu, globus pallidus atumdaki kolinerjik intemöronlar tarafından da modüle edilir..
intema ve substantia nigra pars retikulatası ile direkt and indirekt pro­ B. Parkinson hastalığı substantia nigrâ pars compaktasından
jeksiyon lan varcftr. Striatumdan ğelen direkt yol GABA-erjiktir ve dış striatuma olan dopaminerjik projeceksiyonların kaybı nedeni Ne orta-
nukleuslan inhibe eder. Buna karşın daha kompleks olan İndirekt yol ; . yâ çıkar. D 1 reseptör stimulasyon kaybı dış nukleusun direkt yol ta­
dış nukleuslan fasilite eder. Dış nuteusjar inhibitör GABA nöratrans- rafından disinhibe edilmesine neden olur. &2 reseptör inhibisyonu-
mlsyonu aracılığı İte talamusun ventral anterior ve ventral lateral nuc- nun olmaması ile dış nukleus İndirekt yol tarafından eksite edilir. Bu
leuslanna projects olur. Talamik nukleusların kortikal nöronlara sırası nedenle talamusun inhibisyonu anormal olarak artar ve kortikal ola­
ile glutamaterjik, eksitatör projeksiyonları vardır. Bu nedenle direkt yol rak başlatılan hareketler fasilite edilemez.
kortikal olarak başlatılmış hareketleri kuvvetlendiren talamokortikal C. Huntington koresi, D2 reseptörlerini üreten, globus pallidus
prajekslyonlan dislnhibe (fasllîfej ederken; indirekt yol daha komp­ ekstemaya GABA-erjik inhibisyonu projekte eden striatal nöronlann
lekstir ve zıt etkilidir. Direkt ve İndirekt yollar substantia nigra pars kaybı İle ortaya çıkar.Bu durum talamusun dlsinhibisyonuna ve ha-
kompaktasından gelen toputlardan da etkilenir. Striatumdaki bu dopaL reketlerin yoğun talamokortikal eksitasyonuna neden olur. GABA, y
mlnerjik input, ağırlıklı olarak D1 dopamin reseptörleri eksprese ederi amlnobütirik asid; Glu, glutamat; -y eksitatör; ok işareti, -->, inhlbitöf.

normal feedback kontrol olmadan kortikal olarak başlatılan hare­ esansiyel tremoru akla getirir (Konu 363)., İn te n s iy o n e l tre m o r da­
ketlerin disinhibisyonu ile sonuçlanan D2 striatal nöronlann selek? ha çok hedefe doğru istendi hareket sırasında belirgindir, bir postiir
tif kaybı ile açiklananilir, Hemiballismusun patogenezi de benzer- şeklinde veya istirahatte bulunmaz. Serebellar hastalığın bir işare­
dirxsubtalamik nukleustaki glutamaterjik nöronların direkt lezyo- tidir (Konu 364), Genel olarak tremoru ifade edebilen a s te r ik s is ,
nu (genellikle stroke nedeniyle) talamokortikal projeksiyonların di- metabolik ensefaiopatide görülen kas kontraksiyonunun intermit-
sinhibisyonuna neden olur. , tan inhibisyonudur (Konu 376). Bu durum ekstansiyon durumun­
daki dirseğin afılık ve repetitif kısmi fleksiyonuna neden olur..
H a s ta y a Y a k la şım
İrregüler olan istemsiz hareketler ayrıca hızlan, meydana gel?
Şek, 2 2 -5 ’de anormal hareketlerin izahı için bir algoritm gösteril­ dikleri yer ve istemli olarak surese olup olmamalarına göre de ta­
miştir. İlk adım hareket bozukluğunun hareketin artmasına mı yok­ nımlanırlar. En yavaş oiarilan atetoz ve distonidir. A tetoz distal kas­
sa azalmasına bağlı olduğunu belirlemektir (ör., hiperkinetik veya larda hemen hemen sürekli yavaş, javn lan ve yılanvari hareketler­
hipoklnetik hareket bozukluğu). dir. D iston i bir veya daha fazla eklem postürünün yavaş değişen an­
H ip e r k in e tik H a r e k e t B o z u k lu k la r ı Anormal istemsiz hareketler cak hemen hemen sürekli deviasyonudur; prokimal veya distal
ritmik ve irregüler olanlar olarak aynim P a l a t a l v e s e g m e n ta l ekstremitelerde ve aksiyel yapılarda görülebilir. Bü her iki fenomen'
m y o k io n u s hariç ritmik olanlar tr e m o r olarak tanımlanır. Tremor çokça iç içe girse de distoni postürün atetoza göre daha sürekli de-
üç tipe aynim istirahat, postural ve intensiyonel tremor. İs tir a h a t viasyonudur. Atetoz ve distoni hakkında daha geniş bilgi Konu 363
tre m o ru istirahatte maksimaldir, aktivite azal m Hipokinetik hareket de verilmiştir.
bozukluğu olan parkinsonizmin karakteristik özelliğidir, sıklıkla Hızlı irregüler hareketler arasında t ik le r istemli olarak kontrol
bradikineZi ve dişli çark rijidite ile birliktedir. Akut olarak gelişen edilebilirken diğerleri edilemez. Tikler sıklıkla repetitif olarak tek
istirahat tremoru sıklıkla toksinlerle [l-m etil-4-fenil-1,2,3,6-tetra- lokalizasyonda bazense multifokal meydana gelir (Konu 363).
hidropiridine (MPTP) maruz kalma gibi] veya dopariıini bloke Kore, hemiballismus ve miyoklonus isteyerek süprese edileme­
eden ilaçlarla (fenotiazinler gibi) ilişkilidir. Başlangıç sinisi ise ta- yen hızlı, irregüler jerklerdir. H em ib a llis m u s aralarında en farklı
nısal yaklaşım Parkinson hastalığındaki gibidir (Konu 363). Ektre- olanıdır. Proksimal ekstremitenin genellikle kolun ani, şiddetli ola­
mitenin yerçekimine karşı olduğu durumlarda p o s t u r a l tr e m o r rak fırlatılmasıdır (Konu 363). Hemiballismus genellikle kontrlate-
maksimaldir; istirahatle azalm hedefe doğru istemli hareket ile be­ ral subtalamik nukleusun akut infarktına bağlı olarak gelişir ancak
lirgin artar. Akut olara gelişen postural tremor genellikle toksik ve­ bazen bu nukleusun diğer lezyonlanna bağlı olarak subakut veya
ya metabolik faktörler (örneğin, hipertiroidizm) veya strese bağlı­ kronik olarak gelişir.
dır. Postural tremorun sinsi olarak başlaması benign veya familyal K o r e distal ekstremiteler veya yüzde olma eğilimi gösteren
dik postürü sağlama güçlüğü olarak ken­
dini gösterir; ciddi bir dengesizlik otu-
rurkenki postürün devamlılığını sağlama
becerisini de etkileyebilir. Dengesizliği
olan hastalar sallanma ve disekuilibri-
umdan yakınır. Dengesizlik ve disekiı-
ilibrium sinonim olsalar dâ d is e k u ilib r i-
um yatar pozisyonda bile bozulmuş spa­
tial oryantasyonun ek komponentini ifa­
de eder. Disekuilibrium yakınması olan
hastalarda sıklıkla rotatuar hareket halu-
sinasyonu olarak tanımlanan v er tig o da
vardır.
PA T O G E N EZ Dengesizlik ve
Ekstrem ite Ataksisi Dengesizlik spinal
kord (spinosercbellar) veya vestibüler
duysal input, beyinsapı veya orta sere-
bellumda bu toputların integresyonunda
veya aksiyal ve proksimal kasları kont­
rol eden spinal nöronlara motor output
bozukluklarından kaynaklanır. Ekstre­
mite ataksisi spinoserebellar ve kortiko-
pontoserebellar input bozuklukları, orta
ve lateral serebellumda bu inputların in-
tegrasyonu veya spinal nöronlara (red
ŞEKİL 22-5 Anormal hareketlerin izahı için bir algoritm. nukleus ve rubrospinal yol ile) veya kor?
tekse output bozuklukları nedeni ile or­
ama proksimal ekstremitede ve aksiyal yapılarda da görülebilen taya çıkar. Bu yollar ekstremite hareketlerinin uygun hız, akıcılık
hızlı, jerki, irregüler harekettir, Akut veya subakut başlangıç yoğun ve integrasyonunu sağlar. Lateral serebellar hemisferler kortikal
levodopa veya dopamin-agonist tedavisi, daha az sıklıkla nörolep- olarak başlatılan hareketleri module eden kompleks feedback dev­
tikler, doğum kontrol hapları, hamilelik (korea gravidarum)* hipeı4- reyi koordine eder.
tiroidizm veya antifosfolipid sendromuna bağlı olarak toksiktif. Duysal ataksi periferik duysal lifleri, dorsal kök ganglionun
Çocukluklarda romatizma! ateşle ilişkili olabilir, bu tip vakalarda hücrelerini, spinal kord arka kolonunu, beyinsapındaki lemniskal
S id en h a m k o r e s i olarak tanımlanır Korenin tedrici başlangıcı Hun­ sistem, talamus veya parietal korteksi etkileyen lezyonlar nedeni ile
tington koresi (Konu 3 6 2 ) gibi dejeneratif hastalıkların tipik özelli- ortaya çıkar, ilgili anatomi Konu 23 de anlatılmıştır. Serebellum,
ğidır. bazal ganglion ve kortekse proprioseptif duysal feedback’in bozul­
M iy o klö n u s genellikle multifokal olan hızlı, kısa süreli, irregü­ ması duysal ataksi meydana getirir. Duysal ataksi vizüel feedback
ler harekettir. Miyoklonus istirahatte spoil tan olarak, duysal stimu- ile kısmen hafifletilebilen dengesizlik ile sonuçlanır, hareketlerin
lusa yanıt olarak veya istemli hareketle gelişebilir. Birçok metabö- integrasyonu ve akıcılığını bozar.
lik ve nörolojik hastalıkla görülen bir semptomdür. Posthipoksik Yürüm e Bozuklukları Yürüme en komlike motor aktiviteler-
intansiyon miyoklonusiı geçici serebral anoksinin Sekeli olarak ge­ den birisidir. Normal yürümede rol alan tüm yapılar bu konuda tar­
lişen özel bir miyoklönik sendromdur. Miyoklönus lipid depo has­ tışılmıştır. Ard arda adımtama hareketleri proproiseptif, vestibüler
talığı, ensefalit, Kreutzfeldt-Jakob hastalığı veya respiratuar yet­ ve vizüel feedback’e dayanan kortikal, bazal ganglionik, beyinsapı
mezlik, kronik renal yetmezlik, hepatik yetmezlik veya elektrolit ve serebellar etkiker ile düzenlenen lumbosakral spinal kord mer­
dengesizliğine bağlı metabolik ensefalopatiler nedeni ile gelişebi­ kezleri ile sağlanır.
lir. Miyoklonus Konu 360 da tartışıldığı gibi bazı tip epilepsilerin
özelliği olabilir. Palatal ve segmental miyoklonus tremoru andıra- -— — ~ — - T " - ; - - -:— — tlast aya. Yaklaşım — — — ---------------- -

bilen miyoklonusun sık olmayan ritmik formudur; anormal hareke­


Koordinasyon, denge ve yürüme muayenesinin hepsi tipik olarak
tin düzeyine göre beyinsapı veya spinal kordun yapısal hastalıkla­
aynı anda yapılır. Parmak-burun-parmak ve topuk-diz-topuk ma­
rına bağlı olarak ortaya çıkarlar.
nevraları genel olarak inkoordinasyon, özel olarak da dismetri açı­
Hipokinetik H areket Bozuklukları Bu sendromlar bradiki-
sından gözlemlenir. Dismetri ekstremite hareketlerinin amplitüd
nezi, ifadesiz, maske yüz görünümü, yürürken assosiye ekstremite
ve gücünde irregüler hatalardır. Hedefe yaklaşırken veya hedef
hareketlerinin kaybı ve rijid bloksuz dönüş ile kendini gösterin
noktasında artar bu nedenle intensiyon tremoru adını alır. Hastadan
Bradikinezi sadece istirahat tremoru, dişli çark rijiditesi veya pos­
daha sonra aniden kaldırılan bir dirence karşı kollarını dışa doğru
tural reflekslerin bozulması ile (özellikle arkaya düşme eğilimi ile
germesi istenir; yoğun rebound serebellar disfonksiyona işaret
birlikte) birlikteyse Parkinson hastalığı muhtemeldir (Konu 363). eder. Hastanın hızlı ve ard arda elleri ve ayaklarını vurma becerisi
Kognitif, konuşma ile ilgili, üst motor nöron, duysal veya otonomik hız ve ritmisite yönünden değerlendirilir. Hatalı ritim (irregular
bulgular da varsa, m u ltisistem d e j e n e r a t i f n ö r o lo jik h a s ta lığ ı söz oran, hız veya güç) disdiadokokinezi ye işaret eder. Yavaş, kaba fa­
konusudur ■ - d ıı d a v id i'd n ; K^rıu .H î, 4, v ı d lû fı -Ja is^Uyn- kat ritmik hareketler üst motor nöron hastalığını düşündürür. Basit
aktiviteleri başlatma, sırasıyla sürdürme becerisini değerlendirmek:
için hastadan saçını nasıl taradığı, dişlerini nasıl fırçaladığım gös­
termesi istenir. Dengeye hastadan ayaklarını birleştirerek dik dur­
ması istenerek bakılır. Bu pozisyon sağlanırsa, gözler lOsn kapalı
D e n g e siz lik vücudun uzayda istenilen oryantasyonu devan ettirme tutulur. Sallanmanın artması veya gerçek denge kaybı değerlendiri­
becerisinde bozulmadır. Genellikle ayağa kalkarken veya yürürken lir. Anlık denge kaybı durumunda aynı yönde bu durumun sebat
126
edip etmediğim saptamak için birçok
tekrar gerekebilir. Koridor gibi kala­
balık olmayan bir yerde yürüme göz­
lemlenir. Kol sallamanın simetrik
olup olmadığı ve yürümenin farklı
fazlan iincelenir. Daha sonra arka ar­
kaya topukta, parmak ucunda yürütü­
lür.
Dengesizlik dengesizliği anlatan
algoritma Şek 22-6 da gösterilmiştir.
S e r e b e l l a r a t a k s i serebellumun
kendisinin, afferent inputlarının veya
efferent projeksiyonlarının hastalık­
larından kaynaklanır. Serebellar ver­
mis veya flokkulonoduler lobun
anormalliklerinde, genellikle sandal­
yeden kalkarken; ayakları birleştire­
rek dik dururken veya ayakta herhan­
gi bir iş yaparken trunkal ataksi geli­
şir. Bir kez istenilen pozisyona ulaşı­
lınca dengesizlik şaşılacak kadar ha­
fif olabilir. Yürüme başlayınca den­
gesizlik de tekrarlar. Hastalar genel­
likle yürürken bacaklarını açarak
dengesizliği azaltmayı öğrenirler.
Dengesizlik sıklıkla lateralize değil­
dir ve simetrik nistagmus ile birlikte
olabilir.
Serebellumun orta ve lateral kı­
sımlarının hastalıkları trunkal ataksi-
den çok ekstremite hareketlerinde
bozukluğa neden olur. Tutulum asi­
metrik ise lateralize dengesizlik sık­
ŞEKİL 22-6 Dengesizliğin değerlendirilmesinde algoritma.
tır ve genellikle asimetrik nistagmus
ile birliktedir. Serebellar ekstremite
ataksisinin klinik bulguları dismetri,
intensiyonel tremor, disdiadokokinezi ve anormal rebounddur. Kas (Konu 377). Ekstensör plantar yanıtla birlikte spastisite arka kor­
tonusu sıklıkla hafifçe azalmıştır; bu da segmental spinal kord ref­ don ve spinal kord hastalıklarını düşündürür (Konu 368). Duysal
lekslerinde azalma nedeni ile olan anormal rebound ve pandüler ataksi nadiren lateralize dengesizliğe neden olur. Bıj vakalarda bo­
reflekslere katkıda bulunur, öre., vurma sonrası tendon refleksinin zukluk genellikle parietal lop veya talamustadır (Konu 23), ancak
defalarca öne geriye sallanmasına eğilim. > h a r ıl- k - asimetrik duysal nöropati (Konu 377) veya arka kordon hastalığına
'.,rla Ut-ili d a h a u y n n tılt b ilg i içtn , h a k k t n m .164. da bağlı olabilir (Konu 368).
V estib iiler d is fo n k s iy o n la g id e n d e n g e s iz lik bir yana düşme eği­ D u y sa l ek strem ite a t a k s is i serebellar ekstremite ataksisine ben­
liminde süreklilik ile karakterizedir. Özellikle akut başlangıçlıysa zer ancak gözlpr kapatılınca belirgin olarak kötüleşir, Muayenede
hasta genellikle dengesizlikten çok vertigodan yakınır. Diğer nöro­ anormal propriosepsiyon ve vibrasyon duyusu da saptanır. Yakla­
lojik bulgular olmadan lateralize dengesizlikle birlikte akut vertigo şım, proprioseptif bozukluğu periferik sinirlere (Konu 377), spinal,
genellikle semisirküler kanalların ghastalığına bağlıdır (Konu 21); kord arka kordonuna (Konu 368) veya nadiren parietal loba lokali-
diğer nörolojik bulguların varlığı beyinsapı iskemisi (Konu 361): ze etmeyi amaçlar.
veya multiple sklerozu düşündürür (Konu 371). Vestibüler disfonk- Diğer dengesizlik formları da vardır ancak asıl problem genel­
siyon periferik ise provokatif pozisyon yapıldığında (ortadan kalk­ likle kuvvet, ekstrapiramidal fonksiyon veya hareketin kortikal
ma) veya tekrarlandığında (habituasyon) pozisyonel nistagmus ve başlamasında primer bir bozukluktur.
vertigo azalma eğilimi gösterir. Nistagmusla birlikte lateralize den­ A norm al Yürüm e Bu bölümde anlatılan tüm bozuklukların
gesizliğin yavaş ilerleyici başlangıcı veya 2 haftadan uzun süre de­ karakteristik bir yürüyüş pattemi vardır. Nörolojik muayene anor­
vam etmesi semisirküler kanal veya vestibüler sinir, beyinsapı ve­ mal yürüyüş dışında normal ise tecrübeli klinisyen için bile tanı
ya serebellum lezyonlarından kaynaklanabilir. koymak güç olabilir.
D u y sa l a t a k s i i le g id e n d e n g e s iz lik vizüel feedback ortadan kal­ H e m ip a r e tik yü rü yü ş spastik hemiparezinin özelliğidir. En cid­
kınca belirgin kötüleşme ile karakterizedir. Hasta gözleri açıkken di formunda spastisite nedeni ile ekstremitelerde anormal postür
ayakları birleşik dik durabilir. Gözlerini kapatınca rasgele farklı gelişir. Kol adduksiyonda, internal rotasyonda, dirsek, bilek ve par­
yönlerde denge hızlıca kaybedilir (pozitif Romberg bulgusu). Du­ maklar fleksiyonda, kalça, diz ve ayak bileği ekstansiyondadır. Yü­
yu muayenesi ile ayak parmağı ve bilekte propriosepsiyon bozuk­ rürken spastik bacaği ileri doğru sallarken, bacak ilerletilirken par­
luğu ve vibrasyon duyusunda daha belirgin bir bozulma saptanır. makların yere takılmasını önlemek için gövdenin kontralaterali eği­
Vitamin B 1 2 eksikliğini hızlıca değerlendirme önemlidir çünkü er­ lerek kalçadan abduksiyon ve dairesel hareket yapılır. En hafif for­
ken farkedilirse bu bozukluk geri dönüşlüdür (Konu 368). Reflek- munda etkilenmiş kol normal pozisyonda tutulur ancak normal kol­
lerin depresyonu veya kaybı periferik sinir hastalıklarına işaret eder dan daha az sallanır. Etkilenmiş bacak ileri sallama hareketi sırasın-
128 i! : : kfarın A n a Uıdgtii.nn ve T akdim Şekilleri lerinin stabilitesi hakkında sıklıkla güvensiz olsalar da güvenlerini yeni­
den kazanmak için hafif bir desteğe ihtiyaç duyarlar. Serebellar hemisfer-
da normalden daha az bükülür, daha fazla ekstemal rotasyon yapılır. He- lerin hastalığında ekstremite ataksisi ve nistagmus da sıklıkla birlikte bu­
miparetik yürüyüş strokun sık bir rezidüel bulgusudur (Konu 361). lunur (Konu 364).
H em iparetik yürüyüş spastik hemiparezinin özelliğidir. En ciddi for­ D uysal ataksik yürüyüş geniş tabanlı yürüyüş ve pozisyonda değişik­
munda spastisite nedeni ile ekstremitelerde anormal postur gelişir. Kol ad- lik sırasında güçlük çekme ile serebellar yürüyüşü andırabilir. Ancak den­
duksiyonda, internal rotasyonda, dirsek, bilek ve parmaklar fleksiyonda, ge gözler açık iken sağlanabilir, gözün kapanması sonucu vizüel inputun
kalça, diz ve ayak bileği ekstansiyondadır. Yürürken spastik bacaği ileri azalması ile doktor hastayı tutmazsa dengenin hızla kaybı ve düşme geli­
doğru sallarken, bacak ilerletilirken parmakların yere takılmasını önlemek şir (pozitif Romberg işareti).
için gövdenin kontrlaterali eğilerek kalçadan abduksiyon ve dairesel hare­ Vestibuler yürüyüş yürürken veya ayakta dururken hastanın sabit ola­
ket yapılır. En hafif formunda etkilenmiş kol normal pozisyonda tutulur rak bir yana düşme eğilimi gösterdiği durumdur. Kranial sinir muayene­
ancak normal koldan daha az sallanır. Etkilenmiş bacak ileri sallama ha­ sinde belirgin asimetrik nistagmus saptanır. Ünilateral duysal ataksi ve he-
reketi sırasında normalden daha az bükülür, daha fazla ekstemal rotasyon miparezi, normal kuvvet ve propriosepsiyon olması ile dışlanır (Konu 21).
yapılır. Hemiparetik yürüyüş strokun sık bir rezidüel bulgusudur (Konu A stazi-abazi tipik bir histerik yürüyüş bozukluğudur. Hastanın genel­
361). likle yatakta iken veya otururken bacak hareketlerinin koordinasyonu nor­
P arap aretik yürüyüş hemiparetik yürüyüşteki bacak hareketine ben­ mal olsa da, destek olmadan ayakta duramaz veya yürüyemez. Rahatsız
zer şekilde her iki bacağın yavaş, sert biçimde, dairesel olarak hareket et­ edilirse, sabit denge bazen sürdürülür ve birkaç adım normal olarak atıla­
tirildiği yürüme pattemidir. Birçok hastada bacaklar çapraz olarak salla­ bilir, ancak sonra dengede dramatik bir bozulma olur ve muyene edenin
narak ileri atılır ("makaslama"). Paraparetik yürüyüş spinal kord hastalık­ kollarına veya yatağa düşer.
larının sık bir bulgusudur (Konu 368), serebral palside de görülür.
Stepajyürüyüşü bilek dorsifleksiyonunun güçsüzlüğü ile ortaya çıkar. BİBLİOGRAFYA
Kısmi veya tam düşük ayak nedeni ile bacak ileri doğru sallanırken par­ ADAMS RD et al: Principles of Neurology, 6th ed. McGraw-Hill, New York, 1997
mağın yere takılmasını önlemek için bacak normalden daha yukarı kaldı­ KANDEL ER et al: Principles of Neural Science, 4th ed, McGraw-Hill, New York, 2000
rılmalıdır. Unilateralse stepaj yürüyüşü genellikle L5 radikülopati, siyatik ZEHR EP, STEIN RB: What functions do reflexes serve during human locomotion? Prog
nöropati veya peroneal nöropatiye (Konu 377) bağlıdır. Bilateralse poli- Neurobiol 58:185, 1999
nöropati veya lumbosakral poliradikülopatinin (Konu 377) sık görülen so­
['fNi
nucudur.
Arthur K. Asbury
Ö rdekvari yürüyüş proksimal alt ekstremite güçsüzlüğüne daha sık­
lıkla da miyopatiye (Konu 381) ancak bazen nöromüsküler kavşak hasta­
UYUŞMA, KARINCALANMA ve
lıklarına (Konu 380) veya proksimal simetrik spinal müsküler atrofiye
(Konu 365) bağlıdır. Kalça fleksiyonunda güçsüzlük nedeni ile kalçayı ta­ DUYU KAYBI
şımak ve ayak ile yer arasında ekstra mesafe sağlamak için gövde bacak­ .... Münife Neyal
tan uzağa eğilir, bacağın ileri hareketine yardım etmek için pelvis ileriye
döndürülür. Pelvis kuşağı güçsüzlüğü genellikle bilateral olduğundan, NORMAL DUYU Normal somatik duyular her an süre giden önemli si­
pelvik ağırlık ve rotasyon bir yandan diğer yana dönerek ördek benzeri nir sistemi kabiliyetlerini sağlayan gündüz ve gece sürekli devam eden
yürüyüşe neden olur. monitorizasyon işlemini yansıtır. Normal koşullarda bu aktivitenin ancak
Parkinsonien yürüyüş öne doğru eğilerek kalça ve dizlerden hafif küçük bir bölümü bilinçliliğe ulaşır. Aksine, bozulmuş duyu, özellikle ağ­
fleksiyon ile karakterizedir. Yürürken bile 4-6 Hz istirahat pronasyon-su- rılı olarak algılanıyorsa, rahatsız edicidir ve kişinin dikkatini çeker. Duyu
pinasyon tremoru ancak başka hareketlerde azalma ile kollar dirseklerden anormallikleri, özellikle ağrılı ise, ağrıyı çekenlerin tıbbi yardım almaya
fleksiyonda ve omuzlardan addüksiyondadır. Yürüme öne doğru eğilimle eğilimlerini artırır. Hekim anormal duyu hissini tanımlandıkları şekliyle
yavaş olarak başlatılır ve ayaklar yerde sürütülerek kısa, hızlı adımlarla tanımalı, tiplerini ve kaynaklandıkları yeri bilmeli ve ne anlama geldikle­
sürdürülür. Hareket öne (propulsiyon) veya arkaya (retropulsiyon) doğru rini anlamalıdır. —? Ağrıyla ilgili o la r a k K on u 1 2 ’ye bakınız.
olsa da vücudun üst kısmı ayakların üstünde öne doğru eğilirken adım Pozitif ve Negatif Olaylar Anormal duyu deneyimleri iki gruba ay­
hızlanma (festination) eğilimi gösterir. Postural instabilite düşmeye neden rılabilir, pozitif ve negatif. Pozitif deneyimlerin en tipiği karıncalanma
olabilir (Konu 363). (ağrılı huzursuzluk hissi) ve temel negatif deneyim uyuşukluktur. Karın­
A praksik yürüyüş planlama yeteneğinde bozulma ve ardısıra hareket­ calanmaya ek olarak, pozitif duyusal deneyimler iğne batması, bantla sı­
leri yapmakta zorlanma ile birlikte bilateral frontal lop hastalığı sonucu kılma, şimşek gibi yayılma hissi (lansinasyon), ağrı, bıçak batması, çizil­
ortaya çıkar. Bu yürüyüş kabaca parkinsonizmdeki öne eğik pozisyonda me, çekilme, yanma, elektrik çarpması, hassasiyet gibi tarif edilen diğer
kısa ve ayakları sürüterek adımlama şeklindeki yürüyüşü andırır. Burada duyu değişikliklerini içerir. Bu tanımlamalar hastaların gündelik hayatta
yürümenin başlaması ve sürdürülmesi farklı bir şekilde bozulmuştur. Yü­ sık kullandıkları sözlerdir. Bu duyular ağrılı ya da ağrısız olarak yaşana­
rümek için gerekli her hareket otururken veya uzanırken tek tek incelen­ bilirler.
diğinde genellikle yapılabilir. Ayakta dururken öne doğru adımlaması is­ Pozitif deneyimler genellikle periferik veya santral, bir duyusal yol
tenirse bu durumda sanki hasta yere yapışmış gibi kalçadan fleksiyon ya­ boyunca düşük eşikli ya da yüksek eksitabiliteye sahip odak ya da odak­
pıp ilerlemek için herhangi bir hareketten önce uzun bir süre geçer. Bir lardan çıkan zincirleme uyarıları sonucudur. Anormal duyunun karakteri
kez yürüme başladıktan sonra anormal hızlanma pozisyonunda bile sürdü­ ve şiddeti ektopik uyarımların sayısı, hızı, zamanlaması ve dağılımına, ve
rülemez. Bir veya birkaç adım sonrası yürüme birkaç saniye veya daha kaynaklandıkları sinir dokusunun tipi ve fonksiyonuna bağlıdır. Pozitif
uzun süre durur. Sonra bu olaylar tekrarlanır. Demans ve inkontinans bir­ belirtiler duyu yollarında aşırı aktivasyonu temsil ettikleri için, muayene­
likte bulunabilir. de her hangi bir duyu kaybı bulunamayabilir.
K oreatetotik yürüyüş normal yürüyüşün yumuşak akışını bozan inter- Negatif deneyimler duyu fonksiyonunun kaybının işaretidir ve ço­
mittan, irreguler hareket ile karakterizedir. Kalçadan fleksiyon veya eks- ğunlukla uyuşukluk olarak hissedilen duyuda azalma ya da kayıpla karak-
tansiyon hareketleri sıktır ve aniden ortaya çıkar ve pelvik sendeleme ola­ terizedirler. Pozitif belirtilerin aksine, negatif belirtiler duyu muayenesin­
rak izlenir (Konu 363). de anormal bulgularla birlikte görülürler. Periferik duyuyu etkileyen has­
S ereb ellar ataksik yürüyüş her bir adımın hız ve uzunluğunun düzen­ talıklarda, duyu defısitinin klinik muayenede gösterilebilmesi için bu böl­
siz olarak değiştiği geniş tabanlı yürüyüş bozukluğudur. Alkoliklerde ol­ geyi innerve eden afferent aksonların en az yarısının kaybedilmiş ya da
duğu gibi orta serebellar hastalıkta, postür diktir ancak ayaklar ayrıktır; alt fonksiyon kaybına uğramış olması gerektiği hesaplanmıştır. Bu hesap
ekstremite ataksisi de sıklıkla vardır. Pozisyonda bir değişiklik instabilite- muhtemelen duyu sinir lifinin fonksiyonunu kaybetme hızına göre deği­
ye neden olabilir, ama denge genellikle gözler açık iken veya kapalı iken şir. Eğer kaybın hızı yavaş ve kronikse, derideki duyunun kaybı hasta ta­
sürdürülebilir. Yürüme hızlı olabilir, ancak ritm yoktur. Hastalar yürüyüş­ rafından fark edilmeyebilir ve bu durumda çok az sayıda fonksiyone lif
kalmış olsa bile muayenede gösterilmesi zordur. Hızlı gelişen duyu 23 Uyuşma. Karıncalanma ve Duyu Kaybı
anormallikleri genellikle hem pozitif hem de negatif belirtiler yara­
tırlar ve hasta tarafından kolayca fark edilirler. Klinik duyu muaye­ kil 23-1). Oradan sonra küçük lifler parietal kortekse doğru büyük
nesinde gösterilemeyen subklinik seviyede duyu disfonksiyonu liflerden farklı bir rota izlerler. Esas olarak nosisepsiyon, ısı duyar­
duyu sinir iletim çalışmaları ya da somatosensoriyel serebral uya­ lılığı, ve dokunma duyusunu taşıyan, küçük (myelinsiz ve myelin­
rılmış potaiısiyallerle ortaya çıkarılabilirler (Konu 357). Duyu be­ li küçük) liflerin polisinaptik projeksiyonları çaprazlaşır ve spinal
lirtileri pozitif ya da negatif olabilir, ama muayenedeki duyu bo­ kordun karşı anterior Ve lateral kolonlarında yükselerek, beyinsapı,
zuklukları her zaman negatif belirti olarak değerlendirilir. talamusun ventral posterolateral (VPL) nukleusu, Ve sonunda pari­
Terminoloji Duyu bozukluğunu karakterize eden kelimeler ta­ etal korteksin postsantral gmısuna' varırlar (Konu 12). Bu spinota-
nımlayıcı ve esas olarak ortak kabule dayalıdırlar. Parestezi ve di- lam ik y ol veya anterolateral sistem olarak adlandırılır. Dokunma
zestezi duyusal belirtileri (pozitif deneyimler) tanımlamak için kul­ ve pozisyon duyusu ve kinesteziyi taşıyan daha büyük lifler spinal
lanılan kelimelerdir ve genellikle çoğul olarak kullanılırlar. Pares- kordun aynı tarafında rostralde posterior kolon içinde projektft
teziler genellikle karıncalanma veya iğnelenme hissini anlatmak olurlar, ve ilk sinapslannı alt medullada grasil ve kuneat nukleus-
için kullanılırlar ama ağrı dışında kalan, çok çeşitli duyu anormal­ larda yaparlar. İkinci-sıradaki nöronlar çaprazlaşarak medullada
liklerini de içerebilirler ‘Paresteziler’ bazen görünen bir uyan ol­ medial olarak yerleşmiş olan medial lemniskus, ve ponsun teğmene
maksızın anormal duyunun ortaya çıkması olarak da değerlendiri­ tumu içinde yükselir ve VPL’de sinaps yaparlar. Üçiincü-sıradatoi
lebilirler. Dizestezi ağnli ya da ağrısız, her hangi bir uyarana bağlı nöronlar parietal kortekse projekte olur; bu büyük lif sistemi p oste­
ya da değil, her; türlü duyu anormalliğini ifade etmek için kullanı­ rior kolon - m edial lem niskal y o l (kısaca, lemniskal) olarak adlan­
lan çok daha genel bir terimdir dırılır. Belirtilmelidir ki her ne kadar lemniskal ve anterolateral yol­
Dizesteziler ve paresteziler hastanın tarif ettiği duyulan ifade ların her ikisi de Spinal korddan talamusa yükseliyor olsalar da, ge­
ederlerken, muayenede bulunan duyu anormalliklerini tanımlan-> leneksel Olarak; (çaprazlaşan) anterolateral yol spinotalamik trakt
mak için de başka terimler kullanılmaktadır- Bunlar hiprestezi veya olarak anılır
hipoestezi (basınç, dokunma, ve sıcak ve soğuk, uyaranları gibi özel Spinotalamik ve lemniskal sistemleri oluşturan liflerin tipleri
testlerde deri duyusunun azalmış olması), anestezi (aynı uyaranla-, ve fonksiyonları göreceli olarak daha az bilinse de, birçok diğer li­
ra ve ek olarak ağrı uyaranına karşı deri duyusunda tam kayıp); ve fin de, özellikle dokunma, basınç, ve pozisyon duyusu ile ilgili
hipaljezi (ağrinın algılanmasında azalma, örn., nosisepsiyon, iğne olanlar, spinal kordun hem ipsilateral, hem de konüaferaî anterola­
ile ortaya çıkarılan batma duyusunun kalitesi), Hiperestezi dokum teral çeyreklerinde diffüz olarak dağıldığı görülmüştür. Bu spinal
maya cevap olarak ağrı olması demektir. Benzer olarak, allodini kordunun posterior kolonlarında tam bir hasar olan bir kişinin mu­
ağrılı olmayan bir uyaranın ağrılı, hatta dayanılmaz şiddetli olarak ayenesinde neden çok hafif duyu defisiti görüleceğini açıklan'
hissedildiği bir durumu anlatır. Buna bir örnek diapazonun konul­
masıyla ağrı hissedilmesidir. H iperaljezi şiddetli olmayan bir ağrı­
lı uyarana karşı çok şiddetli ağn hissetmeyi anlatın ve geniş anlam­
lı bir kelime olan hiperpati, hiperestezi, allodini ve hiperaljezi ola­
rak tanımlanan tüm fenomenleri içine alır. Hiperpatide, duyusal;
uyaranın eşiği yükselmiş ve algı süresi uzamıştır ama bir kez hisse-:
dildiğinde, çok şiddetle ağrılıdır.
Kas iğcikleri, tendonlar, ve eklemlerden kaynaklanan derin du-1
yu anormallikleri, propriosepsiyonu ( pozisyon hissi) etkiler. Tümü i
birlikte hissi ataksi olarak bilinen, dengesizlik (özellikle gözler ka-;
palıyken veya karanlıkta), hareketlerin, kusursuz yapılmasında be-i
ceriksizlik, ve yürürken instabilite gibi, belirtileri vardır (Konu 22).
Muayenede, her zaman olmasa da, çoğunlukla bulunan diğer bul-;
gular etkilenen ekstremitede eklem pozisyon duyusunun ve vibras­
yon hassasiyetinin kaybı,; ve derin tendon reflekslerinin olmaması-;
dm Romberg belirtisi, hastanın ayaklan birleştirilmiş ve gözleri ka- j
palı şekilde ayakta durması istendiğinde sallanması veya düşmesi; '
pozitiftir. Derin duyuyu etkileyen deafferentasyonun ağır formla­
rında, hasta yürüyemez ya da yardımsız ayakta duramaz ya da hat­
ta desteksiz oturamaz. İleri doğru gergin olarak uzatılmış el ve par-:
maklarda, psödoatetoz adı yerilen, sürekli, bazen solucanvari is­
temsiz hareketler görülebilir. BU hastalar ağu şekilde özürlüdür.
Duyunun Anatomisi Derinin afferent innervasyonu zengin çe­
şitlilikte reseptörlerden, çıplak sonlanan (nosiseptör ve termoresep-
törler) ve enkapsüle (mekanoreseptörler) terminaller, sağlann. Re­
septörlerin her bir tipi kendilerine özgü stimüluslara duyarlılık, re-
septif alan boyutu ve adaptasyon özelliklerine sahiptir. Bu resep­
törler hakkında bilgilerin çoğu uyanık anestezi yapılmamış insan­
lardaki intakt sinir liflerinde intranöral olarak çalışılmasını sağla­
yan tekniklerin gelişmesi ile elde edilmiştir. Sadece, büyük ya da
küçük, tek sinir lifinden kayıt yapmak değil ama aynı zamanda tek
lifi izole olarak uyarmak da mümkündür. İster doğal bir uyaranla ŞEKİL 23-1 Lemniskal ve spinotalamik yolların şematik çizimleri.
Propriosepsiyon ve diskriminatif dokunmayı taşıyan büyük liflerin
ortaya çıkmış ya da elektrik mikrostimülasyonla uyarılmış olsun,
spinal kordun arka kolonunda lemniskal yol olarak ipsilateral, ve ağ-
geniş myelinli bir afferent lifte tek bir uyarı bile hem algılanıp, hem n, ısı duyusu ve kaba dokunmayı taşıyan küçük liflerin spinal kordun
de lokalize edilebilir. anterior ve lateral kolonlarında spinotalamik yol olarak kontrlateral
Periferik sinir gövdelerindeki her büyüklükteki afferent lifler yükseldiğini hatırlayın. SS kodeks, somatosensoriyel kodeks; Tal,
dorsal kökleri geçerek spinal kordün dorsal boynuzuna girerler (Şe­ talamus; VPL, ventral posterolateral nukleus
.'.inin ’3-1 '.'-'Ay y1s î ı ity(: Eklem pozisyon muayenesi, duyusal siste­

Aktlve olan İleten lif min en önemli fonksiyonlarından biri olan


Duyu Muayene aleti sonlanm alar boyutu Santral yollar propriosepsiyonun bir ölçütüdür. Hastanın
gözleri kapalıyken, eklem pozisyonu baş par­
Ağrı İğne ucu Deri nosiseptörleri Küçük SpTa, bem de D makta ve diğer parmaklarda muayene edilir.
Isı, sıcak Isıtılmış metal Derinin sıcak için Küçük SpTa Eğer baş parmak veya diğer parmakların pasif
obje olan termoreseptorleri hareketlerinin yönünü fark etmede hatalar ya­
Isı, soğuk Soğuk metal Derinin soğuk için olan Küçük SpTa pılırsa, daha proksimaldeki eklemler muayene
obje termoreseptorleri edilir. Proksimal, prensip olarak omuzda, ek­
Dokunma Pamuk parçası, Derinin mekanoresep- Büyük ve Lem, hem de D lem pozisyon duyusunun muayenesinde hasta­
ince uçlu fırça törleri, çıplak sonlananlar da küçük ve SpTa dan gözler kapalı ve kollar ekstansiyondayken

Vibrasyon Diapazon, 128 Hz Mekanoreseptörler, özellikle Büyük Lem, hem de D her iki işaret parmağını birbirine değdirmesi
pacinian korpüskUUeri istenerek yapılır. Normal kişiler bunu, en fazla
1 santimetre ya da daha az bir hatayla, gayet
Eklem' Belli bir eklemin Eklem kapsülü ve tendon Büyük Lem, hem de D
pozisyonu pasif harekeü sonlanmalan, kas iğcikleri doğru şekilde yapabilirler.
Vibrasyon duyusu, tercihen geniş ve 128
NOT: D, ipsilaleral ve kontrlateral anterolateral kolonlardaki diffüz asendan projeksiyonlar, SpTa, spinotalamik Hz titreşimli, bir diapazonla yapılır. Vibrasyon
projeksiyon, kontralateral; Lem, posterior kolon ve İemniskal projeksiyon, ipsilateral.
genellikle, distalde ayak bileklerinde malleol-
lerden ve parmak boğumlarından başlanarak
DUYU M U A YEN ESİ Duyu muayenesinin ana amacı primer
kemik çıkıntılarda muayene edilir. Anormallik bulunursa daha
duyuların değerlendirilmesidir- Bunlardan genel kabul görenler ağ­
proksimal bölgeler muayene edilebilir. Kontrol amacıyla, hasta ve
rı duyusu, dokunma, vibrasyon, eklem pozisyonu, ve ısı (hem sıcak
hekimin aynı bölgelerindeki vibrasyon eşikleri karşılaştırılabilir.
hem soğuk) duyusudur (Tablo 23-1). Duyu muayenesinde çeşitli
K antitatif Duyu Testi Son 2 0 yıldır etkin duyu muayenesi ci­
testlerin nasıl yapılacağı standart yazılarda ayrıntılı olarak tarif
hazları geliştirilmiştir. Kantitatif duyu testi Özellikle klinik çalışma­
edilmiştir (Bibliyografyaya bakınız).
larda deri duyusunun seri değerlendirmeleri için yararlıdır. Dokun­
Bazı genel prensipler uygulanır. İlk olarak, muayene eden ki­
ma ve vibrasyon ve termal duyuların eşik değerlerinin muayenesi
şi,özellikle deri stimulusu (iğne, dokunma, vibrasyon, sıcak veya
en yaygın kullanıldığı alandır.
soğuk) veriyorsa, hastanın sübjektif cevaplarına bağlı kalmalıdır.
Kortikal Duyu Kortikal duyu muayenesi, en sık kullanılanlar
Bu durum duyu muayenesinin değerlendirilmesini komplike hale
olarak, iki nokta diskriminasyonu, dokunma lokalizasyonu ve bila-
getirebilir. İkincisi, uyuşukluk yakınmaları olan hastalardan uyuşuk
alanların sınırlarını kendilerinin çizmesi istenir. Üçüncüsü, bazı
hastalar ancak kısmen muayene edilebilirler. Stuporlu bir hastada,
duyu muayenesi çimdikleme ya da herhangi başka bir ağrılı uya­
Oftalmik s.
randan kaçınma cevabının hızının gözlenmesine kadar azalabilir.
Büyük auriküler s
Esas olarak vücudun iki tarafı arasındaki farkın karşılaştırılması M aksiller s.
iyOkaurikülera.
gerekir. Uyanık ama koopere olmayan bir hastada, deri duyusu mu­
Mandibüler s.
ayene edilemeyebilir. Bununla birlikte, hastanın denge ve beceri: Transvers coli s-
iuprakiaviküter s.
gerektiren hareketleri yapıştaki başarısı gözlenerek proprioseptif
Interkostal s.
fonksiyonları hakkında az çok bir fikir sahibi olunabilir. Dördüncü­ 1. Ant. kutanöz dal
2 . Lat Kutanöz dal;
sü, Herhangi bir nörolojik yakınması olmayan bir hastada duyu
A ksiller s.
muayenesi kısa tutulmalı ve el ve ayaklarda iğne, dokunma, ve vib­
Med. brakiyal kutan, y a
rasyon muayenesiyle birlikte Romberg manevrası da dahil olmak Interkostobraklyal sJar
üzere duruş ve yürüyüş muayenesinin değerlendirilmesinden oluş-,
Med. antebrakiyal
malıdır. Duruş ve yürüyüşün değerlendirilmesi aynı zamanda mo­ kutan, s.
tor ve serebellar sistemlerin bütünlüğünün de değerlendirilmesidir.; Lat. antebrakiyal
kutan. 8.
P rim er Hissetme (Tablo 2 3 -1 ’e bakınız) Ağrı duyusu genel­
likle bir iğne ile, hastadan dokunma ve basınç hissine değil iğnenin
batışına veya uyaranın uyandırdığı hoş olmayan hisse odaklanması
Median s.
istenerek, muayene edilir. Hipoaljezi alanları en hipoaljezik alan-!
Ulnar s.
dan başlayarak radyal düzende haritalanmalıdır (Şek. 23-2 ve 23- ‘Iliohipogastrik s.
3). Ilioinuinal s.
Hem sıcak hem de soğuk, ısı duyusunun, en iyi muayenesi
Genitofemoral s.
muhtemelen ısıdan emin olmak için termometre kullanarak istenen
Obturator s.
ısıda suyla doldurulmuş tüplerle yapılır. Bu bir çok ortamda pratik L a t femoral kutanöz s.
değildir. Soğuk duyusunun muayenesi için alternatif bir yol, oda Ant. femoral kutanöz s.
Safen s.
ısısındaki bir diapazon gibi, bir metal objeyi deriye dokundurmak­
Lat sural kutanöz s.
tır. Sıcak duyusunun muayenesi için diapazon veya benzer metal
ıperfisyal peroneal s.
objeler sıcak su altında tutulup istenen sıcaklığı getirildikten sonra
kullanılabilirler. Her ikisine cevap veren reseptörler farklı olduğu
için hem soğuk, hem de sıcak duyusunun muayene edilmesi gerer
kir. M edal plantar s.
Dokunma genellikle pamuk parçasıyla veya ince deve tüyün­ Derin peroneal s.
den yapılmış bir fırça ile muayene edilir. Genel olarak, her bir saç
follikülünü saran yoğun duyusal sonlanmalar nedeniyle, dokunma ŞEKİL 23-2 Tek tek periferik sinirlerin innerve ettikleri dermatomlar
muayenesini saçlı deride yapmaktan kaçınmak gerekir. (sol) ve deri alanlarının (sağ) anterior dağılımı.
23 Uyuşma,-Kanncalanma ve Duyu Kaybı 131
Büyük okelpltal s.
-K ü çü k okslpltal a.
- Büyük aurikütof s.
zuk para gibi genel olarak kullanılan cisimler en uygun test objeler
-T ra n sv e rs coli s. ridir. Normal sterognoziye sahip bir hastanın, görmeden de» iki
Spinal sinirlerin dorsal dallannırr farklı bozuk parayı birbirinden ayırt edebilmesi gerekir. Muayene­
k kutanüz dallar» nin her bir aşamasında hastaların cismi tek bir elleriyle hissetmeler
-Sup raklavikü lar s.
rine izin verilir. Eğer ne olduğunu bir elleriyle anlayamazlarsa, kar-;
Jn terko stalsinirierin lateral
kutanüz dallan şüaştmlmak için cisim diğer ele yerleştirilmelidir. Genel olarak
-A ksfflar s. kullanılan cisimleri bir elleriyle anlayamayan ama diğer elleriyle
-P o st, brakiyal kutan, s. anlayan kişilerin, anlayamayan elinde astereognozileri olduğu söy­
lenebilir;
Med. brakiyal kutan ve
DUYU ANORMALLİKLERİNİN LO K A LİZE EDİLMESİ
lnterk08tobrakiyal s.ler
P o st antebrakiyal kutan a. Duyusal belirti ve bulgular, parietal korteks, derin beyaz cevher, ta-
lamus, beyin sapı, spinal kord, spinal kök, periferik sinir, ve duyu
t a t antebrakiyal kuta», s.
reseptörleri dahil olmak üzere, sinir sisteminin hemen hemen tüm
seviyelerindeki lezyonlara. bağlı olarak görülebilirler. Duyusal be?
Med. antebrakiyal
kutan s. lirti ve bulguların dağılım ve tipinin anlaşılması nereden kaynak»
Radial s.
U lnu s.
landıklanıun lokalime edilebilmesindeki en önemi) yoldur. Seyiyet
Median a. si, biçimi, simetrisi, kalitesi, ve şiddeti anahtar bilgilerdir.
hioWpooastrik at' Muayenede duyusal bulgular olmaksızın bulunan dizestezilerin
Clurfa*.
O bturators. değerlendirilmesi zor olabilir. Örneğin, akral dağılımlı (eller ve
Ant femoral kutanüz a ayaklar) karıncalanmak dizestezilerin binlen fazla anlamı olabilir.
LA femoral kutanüz s. Distal dizesteziler sistemik nedenli. öm. hiperventilasyona sekon-
Post femoral kutanüz s.
Lat aural kutanüz s.
der, veya diüretik etkili asetazolamid gibi ilaçlara bağlı olarak, ge­
Sural s. lişebilir. Distal dizesteziler gelişmekte olan bjr polinöropatiye bağ­
lı erken bir olay ya da vitamin B 1 2 eksikliğinde olduğu gibi, bir
Satene.
myelopatinin habercisi olabilirler. Bazen distal dizestezilerin açık­
Kalseneal s.
lanabilir bir temeli olmayabilir. Aksine, belli bir periferik sinir ala?
Salan k
nına uyan dizesteziler bu sinir trunkusunda bir lezyonu işaret eder?
T U a l sinirin plantar dallan ler. Örneğin, bir elde beşinci parmak ve komşuluğundaki dördüncü
parmağın yansına sınırlı dizesteziler muhtemelen ulnar sinirin, sık?
ŞEKİL 23-3 Tek tek periferik sinirlerin irınerveettikleri dermatomlar lıkla dirsekte olan, bir hasannı işaret eder.
(sol) ve deri alanlarının (sağ) posterior dağılımı. MB Carpenter ve j , Sinir ve Kök Fokal sinir tnınkuslanmn defuite sebep olacak
Sutin, Human Neurpanatomy, 8th ad. Baltimore, Williams & Wilkins, şiddette lezyotılannda, duyusal anormallikler zaten çizilmiştir ve
dan uyarlanmıştır 1983 genel olarak çok net sınırlara sahiptirler (Şekil 23-2 ye 23-3). Radi?
teral simültane uyanırı ve grafestezi ve stereognozi testlerini içeril. küler olarak anılan, kök lezyonlan sıklıkla etkilenen sinir dünküsü­
Uyanık ve koopere bir hastada primer duyu normalken bu duyıı nün seyri boyunca derin zonldayıcı ağrı ile birliktedir. Beşinci lom-
muayenelerinde anormallikler bulunması, parietal kortekste ya da ber (L5) veya birinci sakral (Sİ) köklere basılmasıyla, yırtık inter­
parietal lobun talamokortikal projeksiyonlarında bir lezyonun işa­ vertebral disklerde olduğu gibi, sıklıkla siyatik sinir boyunca ağrı
retidir. Eğer primer duyu bozulmuşsa, bu kortika) d is k r im in a tif ortaya çıkar. Tek bir kökü etkileyen bir lezyonda, bu kökün dağılı­
fonksiyonlar da genellikle anormal olacaktır. Spesifik parietal lez- mında bir duyu defisiti ya minimaldny ya da gösterilemeyebilir. Bu
yona bağlı defisitler genellikle tek taraflı otduğıi İçin, karşılaştırma­ komşu köklerin alanlanmn yoğun olarak üst üste binmesindendir.
lar her zaman vücudun iki tarafının aynı bölgelerinde yapılmalıdır. Polinöropatilerde defisit distal dağılımlı ve şimelriktir (Konu
Tüm kortika) duyu muayenelerinde iki tarafin kârşılaştınlması da­ 377). Dizesteziler ayak baş parmaklarından başlar ve simetrik ola?
ha doğru sonuçlar verir. ıak yükselirler ye takiben de uyuşukluk olur, Dizestezi dizlere ulaş*
İ k i nokta diskrimînasyonu, uçlan 2mm’den başlayarak bir çok tığında, genellikle el parmak uçlarında da ortaya çıkarlar. Bu olay
farklı santimetre uzaklıklarına ayarlanabilen ve böylece muayene sinirin uzunluğuna bağlı olarak geliştiği izlenimini verir, ve defisit
edilecek bölgedeki noktalara simültane olarak uygulanabilen, özel sıklıkla ‘eldiven- çorap' tarzında olarak tanımlanır. Polinöropatile-
iki uçlu cihazlarla yapılırlar, Parmak uçlannın yumuşak tepeleri rin çoğu duyu modalitelerinin tümünü etkilese de sinir lif büyüklü-
muayene edilmek için eri uygun bölgelerden biridir, normal bir ki­ güne bağlı olarak selektjf duyusal disfonksiyon da olabilir. Selektif
şi burada 3 mm aralıklı iki ucu ayırabilir. olarak küçük sinir liflerini tutan polinöropatilerde, karakteristik
Lokalizasyönu genellikle doktorun parmak ucuyla hafifçe bas,- özellik iğne batması ve ısı duyusunda azalma ile birlikte yamçı ağ­
tırması, ve gözleri kapalı olan hastadan dokunmanın yerini bilmesi rılı dizestezilerdir ama propriosepsiyon, motor fonksiyon ve hatta
istenerek muayene edilir. Genellikle hastadan dokunulan noktaya derin tendon refleksleri korunmuştur. Dokunma tutulmuş olabilir,
kendi parmak ucuyla dokunması istenir. ama eğer korunmuşsa, duyusal patem duyusal disosiasyon olarak
İki tarafın aynı noktalarına (örn. her iki elin sırtlarına) bilateral adlandırılır. Duyusal disosiasyon patentleri spinal kord lezyonla-
simültane stimülasyon iki taraftan birinde dokunma algısının ısrar­ rıyla birlikten görülebileceği gibi (aşağıya bakınız), küçük lif nöro-
la ihmal ediliyor olup olmadığının anlaşılması için uygulanabilir. patilerinde de görülebilir. Küçük lif nöropatilerinin aksine, büyük
Bilateral simültane stimülasyondaki böyle bir durum ihmal olarak lif nöropatileri pozisyon duyusunda bozukluk, denge kurmada zor­
adlandırılır. luk, tendon cevaplarının kaybı, ve çeşitli motor disfonksiyonlarla
Gözler kapalıyken avuç içine doktorun parmak uçlarını kulla­ karakterizedir ama çoğu kez deri duyusu korunmuştur. Eğer bulu­
narak çizdiği harf ya da rakamların ayırt edilebilmesi demektir. nuyorsa, dizesteziler kanncalanma veya bantla sanlma hissi şeklin­
Bunda da bir tarafın diğer tarafla karşılaştırılması çok önemlidir. dedir.
Harf ya da rakamların fark edilememesine agrafestezi denir. Spinal Kord (Konu 3 6 8 ’e bakınız) Eğer spinal kord kesilirse,
Stereognozi bilinen objeleri palpasyonla, şekilleri, yapılan, ve bu seviyenin altında kalan tüm duyular kaybolur. Mesane ve barsak
boyutlarını fark ederek, tanımak anlamına gelir. Kağıt tutacağı, bo­ fonksiyonlan, ve motor fonksiyonlar da kaybolur. Spinal kordun
132 il i (ustalıkların Ana Buîguiart ve Takdim Şekilleri
A llan H. Ropper
yarım keşişi, kesinin altında karşı tarafta ağrı ve ısı duyularında, ve
AKUT KONFÜZYONEL DURUMLAR VE
aynı tarafta proprioseptif duyu ve kas gücünde kayıpla karakterize
olan Brown-Sequard sendromuna yol açar (Şekil 23-1 ve 3 6 8 -1 ’e KOMA
bakınız). Dissösiye duyusal defisit patemleri de (yukarıya bakınız), Münife Neyal
özellikle eğer defisit tek taraflı ve gövdenin üst seviyelerinde ise,
spinotalamik yolun spinal kord içinde etkilenmesinin işaretidir. Bi­ Konfüzyonel durumlar ve koma genel tıbbi pratikte eri sık rastlanan
lateral spinotalamik yol tutulumu, sringomyelide santral kanalın problemlerden biridir. Acil başvuruların önemli bir bölümünü oluştu­
genişlemesinde olduğu gibi, spinal kordun orta bölgesini etkileyen rurlar ve hastane servislerindeki sorunların sık nedenlerindendirler. Bi­
lezyonlarla birlikte görülür. Duyu dissosiasyonu sringomyelide ka­ linç bulanıklığı ve bilinç seviyesindeki bozulma sıklıkla bir çok hasta­
rakteristiktir. lıkla birlikte bulunduğu ve bu hastalıklara bağlı olarak ortaya çıktığı
Beyin Sapı Yüzün bir tarafı ve vücudun karşı tarafının etkilen­ için burada birlikte ele alınmışlardır ama tıbbi açıdan farklı klinik ka­
diği duyu bozuklukları lateral medullada lokalize edilir. Burada kü­ rakteristikleri ve fizyolojik açıklamaları vardır.
çük bir İezyon hem aynı tarafta inen trigeminal traktusu ve hem de Bilinçliliğin temeli psikologlar ve filozofların önemli ilgi alanla­
karşı tarafta kol, bacak ve gövdenin yansım innerve eden çıkan spi­ rından biridir ve çok sayıda yazıya konu olmuştur. Hekimler esas ola­
notalamik lifleri haraplayabilir (Şekil 3 6 1 -7 2 ’deki ‘Lateral medül- rak bilinç seviyesindeki bozulmalar (koma, stupor, uykuya meyil) ve
düzenli düşünmeyi engelleyen, örneğin alışıldığı şekilde hızlı ve açık
ler sendroma’ bakınız). Lemniskal ve spinotalamik yollann birleş­
düşünülemeyen, şuur değişiklikleri ile ilgilidirler. Genel olarak kon-
tiği, pons ve orta beynin tegmentumundaki bir İezyon karşı vücut
füzyon olarak adlandınlan ikinci durum bilinçlilikte, persepsiyonda,
yansında tüm duyularda kayba neden olur.
persepsiyonun değerlendirilmesinde, düşüncede, lisanla ve hareketle
Talamus Baştan ayağa kadar vücudun bir tarafında kannca-
ifadede ve bütün mental işlemlerin sürekli integrasyonuna bağımlı tüm
lanmalı uyuşukluk sıklıkla talamik kökenlidir ama anterior parietal
zihni melekelerde azalma ile ilgilidir. Normal uyanıklık, doğumdan
bölgeden de kaynaklanabiliri Başlangıç ani isâ; özellikle talamusta
ölüme kadar William James’in metaförundaki gibi ‘düşünce nehri’ gi­
yerleşmiş, küçük bir stroka (laküner infarkt) bağlı olabilir. Bazen,
bi akan kendi iç mental hayatımız için temeldir. Kendinin faikında ol­
VPL’yi veya komşu beyaz cevheri etkileyen olaylar, D e je r in e -R o -
mak için bir kişinin bu düşünce deneyimini yaşaması, bunları yansıta­
u ssy se n d r o m u olarak da adlandınlan, talamik ağnyı ortaya çıkara­
bilmesi ve işlemesi gereklidir.
bilir. BU sürekli düzeltilemeyen ağrılı durum genellikle, ‘kolumdan Hemen hemen her uyanıklığın azalması durumu serebral hemisfer-
bacağımdan et koparılıyor gibi’ veya ‘sanki bu tarafım aside sökül­ lerin yaygın anormalliği veya retiküler aktive edici sistem (RAS) ola­
müş’ gibi çok dramatik terimlerle anlatılır (Konu 12>. rak adlandırılan özel talamokortikal uyarıcı sisteminin aktivitesinin
K orteks İster kortekste veya ister komşu beyaz cevherde ol­ azalmasına bağlanabilir. Uyanıklığın ve düşünce mantığının sağlana­
sun, parietal lobdaki lezyonlann en iyi bilinen semptomları kontr- bilmesi için bu sistemin düzgün çalışması, kortekse asendan projeksi­
lateral vücut yansında inkar, dikkate almama, etkilenen kol ve ba­ yonların, korteksin kendisinin, ve koıtikotalamik bağlantıların varlığı
cağı kullanmaktan kaçınmaktır. Primer duyu muayenesi normal ya gereklidir.
da anormal olabilir. Anterior parietal infarktı, primer duyuların çap­ KONFÜZYONEL DURUMLAR Konfüzyon anlama, düşünce
razlaşan hemilateral kaybı ile bir psödotalamik sendrom gibi ken­ sürekliliği, ve mantık yürütme yeteneğinde azalma ile giden bir men­
dini gösterebilir. Dizestezi veya uyuşma, ve nadiren ağnlı bir du­ tal ve davranışsal durumdur. Düşünme ve davranma sürekliliğini de­
rum burada da ortaya çıkabilir. vam ettirememe olarak açıklanabilecek dikkat azalması, ve oryantas-
Fokal Duyusal Nöbetler Bunlar genellikle postsantral girus yon bozukluğu en erken faik edilebilen belirtileridir. Konfüzyon duru­
veya yakınındaki lezyonlara bağlıdır. Fokal duyusal nöbetlerin mu kötüleştikçe, tümü beynin belli bölgelerini işaret eden bellek ku­
semptomlan genellikle uyuşukluk ve karıncalanmadır, ama sıklık­ surları, persepsiyon, anlama, problem çözme, lisan, praksi, vizüospasi-
la yüzde kızarma hissi, sıcaklık basması, görünen bir hareket olma­ yel fonksiyonlar ve çeşitli emosyonel davranış biçimlerini de içene
dığı halde hareket hissi, veya diğer hoş olmayan dizesteziler gibi, alan çok daha yaygın mental bozulmalar olur. Bazı durumlarda görü­
daha kompleks duyular da bulunabilir. Nöbetin süresi değişkendir, nen konfüzyonel durum lisan ile ilgili bozukluklar (a fa zi), bellek kay­
sadece birkaç saniye sürüp geçebilir, veya saatlerce devam edebilir. bı (am n ezi), veya kendi ve dış çevre arasındaki spasiyel ilişkinin de-
ğerlendirilememesi (a g n o zi) gibi mental fonksiyonun izole bozukluk­
Fokal motor özellikler(klonik sıçrama) baskmlaşabilir, ve nöbetler
larına bağlı olarak ortaya çıkabilir, ama bu durumda problemin özellik­
jeneralize olarak bilinç kaybı gelişebilir. Semptomlann en sık orta­
leri çok farklıdır (Konu 25). Konfüzyon demansın da bir parçası olabi­
ya çıktığı bölgeler dudaklar, yüz, parmaklar, veya ayaktır, ve semp­
lir, bu dürümda Alzheimer hastalığında olduğu gibi, sürecin kronikliği
tomlar Jacksonien biçimde yayılabilir. Bu durumda, semptomlar si­
bunu akut ensafalopatilerden ayırır (Konu 26).
metrik ve bilateral şekilde, örneğin, her iki elde, ortaya çıkar; bu
Konfti hasta genellikle sessizdir, konuşmaya hevesli değildir, ve fi­
Sylvian fissürün hemen üstünde rolandik alanda bulunan ikinci du­
zik olarak inaktiftir. Ajitasyon, halüsinasyonlar, tremor, ve illüzyonlarla
yusal alanın (unilateral olarak) tutulması nedeniyle olur.
(çevreden görülen, işitilen, ve dokunulanların yanlış algılanması) ile bir­
likte görülen konfüzyon durumu, alkol veya ilaç kesilmesinde tipik ola­
BİBLİOGRAFYA
rak ortaya çıkan deliryu m tremens’te olduğu gibi, deliryum olarak adlan­
ADAMS RD et al: PrinciplesofNeurology, 6tK ed. New York, McGraw-Hill, 1997 dırılır. Psikiyatri gruplarında, deliryum, hatta ayırımsız olarak, bilinç bu­
BASSETTIC et al: Sensory syndromes in parietal stroke. Neurology 43:1942, 1993
lanıklığı ve düşünce içeriğinde bozulmayla birlikte olan bütün akut kon­
MOGYDROS I et al: Mechanisms of paresthesias arising from healthy axons. Muscle
Nerve 23:310, 2000
füzyon durumları için kullanılır.
OCHOA JL: Positive sensory symptoms in neuropathy: Mechanisms and aspects of tre­
------------------------------ H a s ta y a Y a k la ştın ____________________ _
atment, in PeripheralNerveDisorders, AK Asbury, PK Thomas (eds). Oxford, But-
terworth-Heinemann, 1995, pp 44-58 Konfüzyon ve delirium her zaman sinir sistemindeki bir bozukluğu
REMY P et al: Somatosensory cortical activations are suppressed in patients with tacti­
gösterir. Kafa travması, nöbet, ilaç intoksikasyonu; hepatik, renal,
le extinction. Neurology 52:571,1999
ROSS RT: How to Examine the Nervous System, 3d ed. Stamford, Appleton & Lange,
pulmoner veya kardiak hastalıklar sonucu gelişen metabolik bo­
1999 zukluklar; sistemik infeksiyonlar; menenjit veya ensefalit; ya da
ROWBOTHAM MC, FIELDS HL: The relationship of pain, allodynia and thermal sen­ kronik demanslann temel belirtisi olabilir.
sation in post-herpetic neuralgia. Brain 119:347, 1996 Bu çok çeşitli nedenlerin araştırılmasına başta hastanın konfüz­
SIMON RP et al: Clinical Neurology, 4th ed. Stamford, Appleton &Lange, 1999
yon gelişmeden önceki durumu olmak üzere dikkatli bir hikaye alı­
YARNITSKY D: Quantitative sensory testing. Muscle Nerve 20:198, 1997
narak başlanır. Klinik muayene dikkatte bozulma, disoriyentasyon,
H? uykuya meyil ve lokalize edici nörolojik belirtiler gibi işaretle­ 24 Akut Koııtüzyonei Durumlar ve Koma 133
tin vatlığına odaklanmalıdır. Klinik bulgular klinisyeni aşağıda tar-
iışılan gerekli laboratuar testlerin seçimine yönlendirir. Bazen, tüm Özellikle hafif bir bunaması olan yaşlı hastalarda ateş, diğer
gerekli laboratuar testler tamamlandığı halde konfüzyonel duru­ problemler, veya tolere edilemeyen ilaçların da işe karışmasıyla bu
mun nedeni anlaşılamayabilir. Uygun yaklaşım hastanın yeterli bir iki durumun birlikte bulunması halinde demansı akut konfüzyonel
süre hastane koşullarında gözlenmesidir. Yeni ipuçları ortaya çıka­ bir durumdan ayırmak büyük bir problemdir. Demanstaki hafıza
bilir, muhtemelen bir ilaca bağlı olarak gelişen konfüzyon açılabi­ kusurlarına bağlı olarak ortay çıkan konfüzyonel durumun şiddeti
lir, ya da renal ya da hepatik bozukluk gibi diğer nedenlerle ortaya saatten saate, günden güne fazla değişmez. Zayıf mental perfor­
çıkanlar kötüleşerek komaya ilerleyebilirler. mans, esas olarak, hatırlamadaki zayıflık, isim ve düşüncelerin uy­
Oryantasyon ve hafıza hastaya ay, gün, yıl ve haftanın günü gun işlenememesi, ve yeni bilgilerin saklanatnamasına bağlı olarak
şeklinde tarihi; tam olarak bulunulan yeri; ve genel olarak herkesin ortaya çıkar, böylece oryantasyon ve doğru algılamayı bozar. Akut
bilmesi beklenilen bazı bilgiler (cumhurbaşkanının adı, yakın dö­ konfüzyonel durumların aksine dikkat, uyanıklık, ve düşünce içeri­
nemde olmuş bir milli felaket, ülkenin başkenti gibi) açık bir ifade ğinin devamlılığı ileri dönemlere kadar korunmuştur. Uzun vadede
ile sorularak muayene edilir. Herhangi bir sorunu ortaya çıkartmak demans bütün mental performans tiplerinin yıkılmasıyla kronik bir
için daha ayrıntılı sorular sorulması gerekebilir (neden hastaneye konfüzyona neden olur, ve akut bir ensefalopatiden temel farkı bu
geldi, adresi, posta kodu, telefon numarası, kimlik numarası nedir). durumun uzun süreli olmasıdır.
Giderek zorlaşan problemler sorulabilir ama fazla ek bilgi vermez­ Konfüzyonel durumun tedavisinde gereksiz bütün ilaçlar kesil­
ler. Dikkat ye düşünce içeriği hakkında hikaye alınırken verilen ce­ meli, metabolik bozukluklar düzeltilmeli, ve infeksiyonlar tedavi
vapların hızı ve netliğine bakılarak bir değerlendirme yapılabilir edilmelidir. Tecrübeli hemşirelik bakımı ve pencereli sakin bir oda
ama daha ayrıntılı muayene için hastanın ileriye ye geriye doğru önemlidir. Aileye belli aralıklarla dikkatli açıklamalar yapılmalıdır.
basamaklar halinde sayı sayması (çoğu erişkin ileriye d oğu yedi­ Yaşlılarda, düzenli tekrar oryantasyon yapılması ve risk faktörle­
şer ve geriye doğru dörder sayabilirler),, bir kelimenin harflerini rinden (uykusuzluk, imjnobilite, görme işitme bozuklukları) kaçı­
sondan başlayarak geriye d oğu , tek tek söylemesi, seri hesaplama­ nılmasına yönelik yaklaşımlar hastaneye yatırılmış hastalarda deli-
lar yapması (30’d a jı3 ’er 3 ’er ya da 100’den 7 ’şer 7 ‘şer çıkararak rium sıklığını vc şiddetini azaltır.
devam etmesi) yararlı olabilir. Bu tür testleri yaparken mental akti-
vitenin sürekliliğinin sağlanmasındaki başarısızlık en hafif könfüz-
yon durumlarını bile gösterebilir. K OM A ve İL İŞ K İL İ B İL İN Ç B O Z U K L U K L A R I Uyanık­
Diğer öne çıkan nörolojik bulgular uyanıklık durumundaki de­ lık ve uyanlabilirliğin anormal azalmasının en ağır formu k o m a ,
ğişiklikler (uykuya meyil varsa dalgalanma gösterebilir); serebru- hastanın uyandınlamadığı uyku benzeri bir durum, olan geniş bir
mun fokalkaşarlanmasını gösteren hemiparezi, hemianopsi, ve afa­ yelpazedir. S tu p o r hastanın ancak şiddetli uyanlarla uyandınlabiî-
zi gibi işaretler; veya myoklonus veya parsiyel nöbetlerdir. Konfü diği, rahatsız edici uyanlardan kaçınmaya yönelik motor hareketle­
hastanın konuşması düzensiz ve dağnıktır, hatta bağlantısız para- rin de görüldüğü daha hafif bir bilinç bozukluğunu ifade eder. Uy­
fazik kelimeler içerebilir. Aslında dikkat bozulmasına bağlı olan bu k u y a m ey il, herkesin bildiği, uyuklamaya, benzer ve kolayca uyan­
bulgular anlamadaki zorluklarla da birlikte yanlışlıkla afazi olarak ma ve kısa sürelerle uyanık kalabilme ile karakterizedir, Uykuya
değerlendirilebilir. meyil ve stupor konfüzyonun belli seviyelerine genellikle eşlik
Metabolik ensefalopatinin en spesifik işaretlerinden biri, tipik eder. Klinik uygulamada bu terimler hastamı» bilinç durumu, ve ya­
olarak hastadan kollannı ileri doğru bilek ve eller, tam ekstansiyon- tak başı muayenede verilen çeşitli uyaranlara karşı cevaplann ay-
da uzatılmış olarak tutması istendiğinde, ortaya çıkarılan aritmik nntılı ve tam olarak tarif edilmesiyle de desteklenmelidir. Böyle bir
kanat çırpması şeklinde ‘flapping’ tremorla karakterize'asterik- yaklaşım hekimler arasında farklı değerlendirilebilecek semikoma
sis’tir, Birkaç saniye sonra, el postüründe geniş sıçrayıcı bir düşme veya obtündasyon gibi net olmayan terimler için daha da gereklidir.
ve hemen arkasından baştaki pozisyona geri dönüş görülür. Benzer Birçok farklı neden hastanın cevapsız görünmesine neden olur
hareketler elin, hatta dilin,, tüm tonik postürde tutuluşlarında görü­ ve komayı taklit eder, ve komanın belli alt sendromlanmn da özel
lebilir, ve ağır formları istemli ekstremite hareketlerini bozabilir. , anlamlan nedeniyle ayn ayrı akılda tutulması gerekir. Bu son grup
Bilateral asteriksis hemen her zaman hepatik bozukluk, hipef- içinde b u lu n m v e j e t a t i f d u ru m (bitkisel hayat) uyanık ama cevap­
kapni, veya antiepileptikler başta olmak üzere ilaç alımına bağlı bir sız bir durumu ifade eder. Bu hastalann çoğu önceden komadadır
metabolik bozukluğun işaretidir. Uyanık bir hastada myoklonik ve günler ya da haftalar süren bir dönemden sonra bilinçlerinin açık
sıçramalar ve tremor tipik olarak üremik ensefalopati ya da lityum, olduğu izlenimini verecek şekilde gözlerinin açık olduğu cevapsız
fenotiazin, veya butirofenonlar gibi antipsikotik ilaçların kullanı­ bir duruma geçerler. Esneme, mınldanma, yutkunma, baş ve ekst­
mını işaret eder; koma ile birlikte myoklonus aynı zamanda anok- remite hareketleri vardır, ama iç ve dış ortamdan gelen uyanlara
sik serebral hasarın bir işareti olabilir. anlamlı cevap yoktur ya da çok azdır (aslında bir ‘uyanık ko­
Postoperatif dönemde konfüzyon sıktır ama çoğunlukla çok ha­ ma’dır). Respiratuar ve otonomik fonksiyonlar sürdüğü halde ‘ve-
fif olduğu için gözden kaçar. Özellikle kardiak ve ortopedik giri­ jetatif’ kelimesi aslmda konudan uzak kişilerde yanlış anlaşılmaya
şimler, yatkın kişilerde, disoriyentasyon veya deliryum gelişmesi­ neden olabilir. Her zaman, deserebre veya dekortike ekstremite
ne daha sık neden olabilir. Sıklıkla dikkatli bir hikaye ile operas­ postürü, görsel uyaranlara cevapsızlık gibi her iki serebral hemisfe-
yondan önce de hafif ama kompanse edilebilen bir demansın varlı­ rin çok ağır zarar gördüğünü düşündüren bulgularla birliktedirler
ğı ortaya çıkarılabilir. Antikolinerjik aktivitesi olanlar (meperidin (aşağıyı bakınız). Vejetatif durumun en sık nedenleri kardiak arrest
dahil) başta olmak üzere ilaçlar, uyku ilaçları veya alkolün ani ola­ ve kafa travmalandır (Konu 369 ve 376). Vejetatif durum geliştik­
rak kesilmiş olması, ateş, ve yukarda sayılan çeşitli endojen meta­ ten sonra mental yetilerin tekrar kazanılması mümkün olmayabilir,
bolik bozukluklar sorumlu olabilir, veya bir inme gelişmiş olabilir. bu duruma ‘sürekli vejetatif durum’ denir. Birçok durumda, dikkat­
Sıklıkla konfüzyon tek bir nedene bağlı değildir ve düzelmesi le incelendiklerinde, dramatik iyileşmelerin prognozun genel ku­
günler sürer. Çoğu hastada, özellikle yaşlılarda, üriner sistem, akci­ rallarına bağlı olduklan görülür, ama demans veya paralizide uya­
ğer, kan ya da peritonun ateşli infeksiyonlanna bağlı olarak geçici nan ender durumlar da bildirilmiştir.
konfüzyon ve uykuya meyil görülebilir. ‘Septik ensefalopati’ teri­ Bir çok farklı klinik durum da stupor veya komayı taklit edebi­
mi çoğunlukla bu durum için kullanılır ama infeksiyon veya infla- lir. ‘A k in etik m u tizm ’ kısmi ya da tam olarak uyanık olan, hissede­
masyonun serebral disfonksiyona hangi mekanizmalarla yol açtığı bilen ve düşünebilen ama, özellikle uyaran verilmediğinde; hare­
bilinmemektedir. Ateş aynı zamanda daha önceden var olan fokal ketsiz ve sessiz olan bir hastayı ifade eder. Bu durum medial tala-
belirtileri kötüleştirerek de beyin fonksiyonunda bozulmaya neden mik nukleuslar, frontal loblar (özellikle derin bölgeler ya da orbi-
olabilir. tofrontal yüzeyler) gibi bazı bölgelerin hasarlanmasına veya hidro-
134 m ' î'Malıklaım Ana Bul,H:;i:ırı ve fukdinı Şekillen şitli nörotransmitterler kullanılır. Bunların arasında uyanmanın ase-
tilkolin ve biyojenik aminler üzerine etkisi daha geniş olarak çalı­
sefaliye bağlı olarak ortaya çıkabilir. Abuli terimi mental ve fizik­ şılmıştır. Kolinerjik lifler orta beyni üst beyin sapı, talamus, ve kor­
sel yavaşlama ve aktiviteyi başlatacak uyandan yoksunluk duru­ teksin diğer alanlarına bağlarlar. Serotonin ve norepinefrin de uy-
munu ifade eder. Bu aslında akinetik mutizmin hafif bir formudur ku-uyanıklık siklusunun düzenlenmesinde önemli fonksiyon görür
ve benzer anatomik alanlardan kaynaklanır. Katotoni major bir psi­ (Konu 27). Amfetaminlerin uyarıcı etkisi katekolamin salınışı ile
kozla birlikte görülen hareketlerde azalma ve sessizlikle karakteri- bağlantılı olabilir ama bunların uyanma ve komadaki rolleri henüz
ze bir sendromdur. Tipik formunda hasta gözleri açık olarak uyanık net olarak gösterilememiştir.
görünür, spontan olarak gözlerini kırpar, yutkunur ve sıkıntılı gö­ Serebral Kitle Lezyonlan ve Herniasyon Nedeniyle Gelişen
rünmez, ama uyanlara cevap olarak ya da istemli hareket yapmaz. K om a Kraniyal boşluk dura katlanmaları ile kompartmanlara bö­
Sıklıkla, hasta dalgınken ya da hafif uykudayken göz kapakları ya­ lünmüştür (serebral hemisferler falksla, ve anterior ve posterior
rı açıktır. Tam olarak anlamlı bir cevap olmasa da hastanın istemli fossa tentoryumla ayrılır). H e r n ia s y o n bir beyin parçasının bir kit­
hareket yapmaya çalıştığına dair işaretler vardır, ancak bunlan or­ leden itilerek normalde bulunmaması gereken bir kompartmana
taya çıkarabilmek hekimin yetenekleri ile de ilgilidir. Göz kapağı­ doğru yer değiştirmesini anlatır. Komayla birlikte görülen birçok
nın kaldırılmasına aktif direnç vardır, görme alanındaki bir tehdide belirti ve hatta komanın kendisi bu doku itilmesine bağlanabilir.
göz kırpma cevabı ortaya çıkar, ve baş hareketleriyle birlikte göz­ Herniasyon tr a n s fa ls iy a l (singulat girusun falks altından yer değiş­
ler de hareket eder, bütün işaretler bir beyin haşan olmadığını işa­ tirerek orta hattı karşıya doğru geçmesi), tra n s ten to riy el (medial
ret eder. Tüm hastalarda olmasa da karakteristik olarak, ekstremde­ temporal lobun lentoriyel açıklığa doğru yer değiştirmesi) ve f o r a -
ler ne kadar tuhaf bir pozisyon olursa olsun hekimin getirdiği pos- m in a l (serebellar tonsillerin foramen magnumdan aşağı doğru itil­
türde kain ( ‘mum fleksibilitesi’, veya katalepsi). İyileştikten sonra mesi) olabilir; (Şekil 24-1).
bazı hastalar katatonik stuporlan sırasında olan bazı olaylan ham­ U n k al ten to r iy e l h e r n ia s y o n anterior medial temporal girusun
layabilirler. Görüntüsü akinetik mutizmle benzerdir, ama klinik (unkus) tentoriyel açıklığın ön kısmından itilmesidir. Yer değiştiren
olarak beyin haşan olduğuna dair bir işaret yoktur. doku üçüncü siniri subaraknoid boşluktan geçerken sıkıştırır ve ay­
‘L o c k e d - in ’ (k ilitle n m e) d u ru m u bir psödokoma durumunu an­ nı taraftaki pupilin genişlemesine neden olur (çünkü pupillerin pa­
latır. Bu durumda hasta uyanık olduğu halde bunu işaret edecek rasempatik fonksiyonunu sağlayan lifler sinirin dış kısmında yer­
herhangi bir konuşma hareketi ya da istemli ekstremite, yüz ya da leşmiştir). Takip eden koma orta beynin, yer değiştirmiş, parahip-
faringeal hareket yapamaz, ama vertikal göz hareketleri ve göz ka­ pokampal girus tarafından karşı tentoriyel kıyıya doğru lateral
pağını kaldırma korunmuştur, böylece hasta işaret edebilir. Böyle kompresyonuna bağlı olabilir (Şekil 24-2). Bazı durumlarda lateral
kişiler Morse alfabesini kullanarak çeşitli metinler yazmışlardır. yer değiştirme karşı taraftaki serebral pedinkülün sıkıştırılması ile
Beklenen neden ventral ponsta tüm inen kortikospinal ve kortiko- esas hemiparezinin karşı tarafında Babinski cevabı ve hemiparezi-
bulber yollann kesilmesine sebep olan infarkt ya da kanamadır. ye neden olabilir (Kemohan-Woltman belirtisi). Doku itilmeleri,
Benzer şekilde uyanık ama iletimin kesildiği tablolar total paralizi hemiasyonlar da dahil olmak üzere, sadece üst beyin sapınm sıkış­
ile giden Guillain-Barre sendromunun ağır formlarında (Konu tırılmasına değil, başta anterior ve posterior serebral arterler olmak
378), ağır hastalık nöropatilerinde (Konu 376), ve farmakolojik nö- üzere büyük arterlerin de tentoriyel bölgeden geçerken basılmasına
romüsküler bloklarda görülebilir. ve böylece beyin sapı infarktlan gelişmesine neden olabilirler. Dis-
B İL İN Ç BOZU KLU Ğ UN U N ANATOM İ V E F İZ Y O L O Jİ­ torsiyonlar ventriküler sistemin bazı bölgelerini kapatarak bölgesel
Sİ Uyanma sırasındaki kompleks aktivite tüm serebral korteks ya­ hidrosefali gelişmesine de neden olabilirler.
pılarının katılımını gerektirir, bilinç açıklığı bu yapıların aktivitesi S a n tr a l tr a n s ten to riy el h e r n ia s y o n üst talamik bölgenin tento­
olmadan sürdürülemez. Üst beyin sapı ve medial talamusta gevşek riyel açıldıktan aşağı doğru simetrik olarak yer değiştirmesini anla­
bir şekilde gruplaşmış nöronlar, RAS, serebral korteksi uyanık bi- tır. Myotik pupiller ve uykuya meyil ilk belirtilerdir. Temporal ve
linçlilik durumunda tutar. Komanın ana nedenleri (1) R A S’ın santral hemiasyonlar, her ikisi de, sırasıyla şu beyin sapı yapıları­
önemli bir bölgesinde hasar; ( 2 ) her iki hemisferde geniş alanlarda nın progresif kompresyonuna neden olurlar: ilk olarak orta beyin,
hasar; ve (3) Talamoserebral fonksiyonun ilaç, toksik maddeler, ve­ sonra pons, ve son olarak da medulla. Nörolojik belirtilerin krono­
ya hipoglisemi anoksi azotemi, veya hepatik yetmezlik gibi meta- lojik çıkışı etkilenen seviyeye denk gelir.
bolik bozukluklarla baskılanmasıdır. Transtentoriyel hemiasyonun çeşitli biçimleri ile koma arasın­
Moruzzi ve Magoun’un 1949’da yayınlanmış olan klasik hay­ daki ilişki zayıftır. Tüm beyin sapı fonksiyonlarının adeta aniden
van çalışmaları, ve sonraki insanlarda yapılan klinikopatolojik göz­
lemler retiküler formasyonun uyanıklığın devamı için önemli böl­
gelerinin kaudal orta beyinden alt talamusa kadar uzandığını gös­
termiştir. Pratik uygulamanın en önemli noktalarından biri RA S’ın
pupiller fonksiyonlar ve göz hareketleriyle ilgili yapılara komşulu­
ğundan kaynaklanmaktadır. Pupillerde genişleme ve gözün vertikal
ve adduksiyon hareketlerinin kaybı komanın üst beyin sapındaki
bir hasara bağlı olduğunu düşündürür. Tek ya da iki hemisferdeki
sınırlı lezyonlar beyin sapındaki RAST etkilemezler, ama beynin
bir tarafındaki geniş kitle lezyonlan üst beyin sapını sıkıştırarak
komaya ve sonuçta pupillerde ve göz hareketlerinde anormallikle­
re neden olabilirler (aşağıda transtentoriyel hemiasyonun tartışma­
sına bakınız). Bu tip dolaylı etkilenme daha çok serebral hemisfer-
lerde kanamalara ve hızlı büyüyen tümörlere bağlı gelişir. Tüm ol­
gularda bilinçteki bozulmanın derecesi olayın gelişme hızma ve
RAS üzerindeki baskının şiddetine bağlıdır.
RAS nöronlarının rostral olarak önce talamik relay nukleusla-
rına projekte olduğu ve oradan da tüm serebral korteksin aktivitesi
üzerine tonik bir etki oluşturduğu düşünülür. Davranışsal olarak
uyanma RA S’ın sensoriyel sistemlerle olan zengin resiprokal in-
nervasyonu sayesinde aldığı somatik, işitsel, ve görsel uyaranlarla
etkilenir. RAS ve talamik ve kortikal alanlar arasındaki iletimde çe­ ŞEKİL 24-1 Herniasyon.
kaybufdtığtt kmastrol'ik olaylarda belirtilerin or­
ta bcyimten bulbusa doğru düzenli progresyonu
■uklıkta gözden kaçabilir. Derin beyin yapıları­
nın bir kitle tarafından herhangi bir yöne itilme-
■•înift, hemiasyona neden olsun ya da olmasın,
KAS bölgesini sıkıştırarak komaya neden olaca­
ğı ita açıktır. Dahası, diensefalonun (talamusun)
yana doğru orta derecede itilmesi de transtento-
ı iyel ya da herhangi bir tip hemiasyondan çok
önce uykuya meyil ve stupora neden olur. Late­
ral ililme aksiyel planda çekilmiş bilgisayarlı to­
mografi t.BT) Ve magnetik rezonans görüntüle­
melerde ( MRG) kolayca hesaplanabilir Şekil 24-
!). .Akut olarak ortaya çıkan kitle lezyonlannda,
orta hat yapılarının horizontal olarak yer değiş­
il rine derecesi ile bilinç seviyesi arasında kuv­
vetli ve basit bir ilişki vardn. Spesifik olarak, pi­
neal kalsifıkasyonun horizontal olarak 3-5 mm ŞEKİL 24-2 Geniş sol subdural hematoma bağlı olarak gelişen sol üçüncü sinir felci
yer değiştirmesi genellikle uykuya meyil, 6 - 8 ile birlikte stuportu bir hastanın korona! (A) ve aksiyel (B) magnetik rezonans görünür­
mm yer değiştirme stupor, ve 9 mm yer değiştir­ leri. Üst beyin saf» ve a» talamik bölgeler sıkıştınlmış ve sağa doğru yer değiştirmiş*
me koma ile birlikte görülür. Aynı zamanda, me­ ve önde unkus d a dahil olmak üzere medial temporal lob yapılarının transtentoriyeJ
herniasyonu var. Hematomun karşı tarafındaki, lateral ventrikül üçüncü ventrikülün
dial temporal lobun tentoriyel açıklığa girmesi
kapanması nedeniyle genişlemiş.
iist beyin sapını çevreleyen sistemlerde kapan­
ma olarak görünebilir. rinin organik asitler gibi toksik maddelere geçirgenliğinin artması,
Metabolik Bozukluklara Bağlı K om a ve Konfüzyonel Du­ beynin kalsiyum veya serebrospinal mayinin (SSM) fosfat içeriği­
ru m lar Birçok farklı metabolik anormallik enerji maddelerinin
nin artması da dahil olmak üzere birden fazla nedenin birlikte rol
dağılımını bozarak (hipoksi, iskemi, hipoglisemi) ya da nöronal ek-
oynadığı öne sürülmüştür. Benzer şekilde, septik durumlara sıklık­
sitabiliteyi değiştirerek (ilaç ve alkol intoksikasyonu, anestezi, ve
la eşlik eden konfüzyon ve uykuya meyilin de temeli aydmlatıia-
epilepsi) komaya neden olabilir. Komaya nedeiı olan metabolik
mamıştır.
anormallikler daha hafif şekillerinde yaygın kortikal disfonksîyön Koma ve nöbetler sodyum ve su dengesindeki büyük değişik­
ve konftizyonel durumlara da neden olabilirleri Metabolik ensefa- liklere sik olarak eşlik eder. Osmolaritedeki böyle değişiklikler di-
lopatilerde, bilinçte bulanıklaşma ile koma birbirinin devamıdır. abetik ketoasidoz. nonketotik hiperosmolar durum, ve herhangi bir
Çeşitli metabolik bozukluklarda görülen nöropatolojik değişiklik­ nedene bağlı (örn. su intoksikasyonu, antidiüretik hormonun aşın
ler çok değişkendir (hipoksi-iskemide çok belirgin özellikler, hepa- salmışı veya atrial riatriüretik peptidler) hiponatremi de dahil ol­
tik komada astrositik değişiklikler, renal ve diğer metabolik ense- mak üzere birçok sistcmik medikal hastalığa bağlı olarak gelişebi­
falopatilerde ise ihmal edilecek değişiklikler). lir. Böyle durumlarda beynin su hacmi bilinç seviyesiyle ilişkilidir,
Serebral nöronlar serebral kan akımı (SKA ) ve bağlantılı ola­ ama diğer faktörlerin de rolü vardın Sodyum seviyelerinin 125
rak oksijen ve glukoz dağılımına kuvvetle bağımlıdırlar* SKA gri mm ol/L’nin altına düşmesi konfüzyona neden olta, 115
cevherde 7 5 mIV100 g/dk ve beyaz cevherde 3 0 m L/100 g/dk civa­ mmol/L’nîn altındaki değerler koma ve konvülzıyonlarla birlikte
rındadır (ort 5 5 m L/100 g/dk); oksijen kullanımı 3.5 mL/100g/dk, görülür. Hiperosmolar komalarda serum osmolaritesi genellikle
ve glukoz kullanımı ise 5 m g/100 g/dk’dır. Kah akımı durduktan 3 5 0 mosmol/L’nin üzerindedir. Birçok diğer metabolik ensefalopa-
sonra beynin glukoz depolan 2 dk kadar eneıji ihtiyacım karşılaya­ tide de olduğu g ib i, nörolojik değişikliklerin ağırlığı büyük oranda
bilir, oksijen depolan ise 8 -10 sn kadar dayanabilir. Hipoksi ve is- serum değişikliklerinin ne kadar hızlı olduğuna bağlıdır. Hiperkap­
keminin aynı anda olması glukoz depolarını daha da hızlı tüketir. ni kandaki CÖ 2 basıncının yüksekliği ile orantılı olarak bilinci bo­
Böyle durumlarda elektroensefalögrafi (EEG ) ritmi, metabolik en- zar ve değişikliklerin oluş hizma kuvvetle bağlıdır. Hiperkalsemi,
sefalopatilere özgü olarak, yaygın olarak yavaşlar, substrat dağılı­ hipotifoidizra* vitamin B 1 2 eksikliği, ve hipotermi gibi diğer meta-
mı daha bozulursa, sonuç olarak kaydedilebilen bütün beyin elekt­ bolik ensefafopatilerin patofizyolojisi tam olarak anlaşılamamıştır,
rik aktiviteleri kaybolur. Hemen hemen tüm metabolik ensefalopa- ama SSS biyokimyası ve membran fonksiyonlarındaki bozulmayı
ti durumlarında, beynin global metabolik aktivitesindeki azalma bi­ gösterirler.
linç kaybının derecesi ile orantılıdir. Epileptik K om a Tüm metabolik bozukluklar nöronal elektro-
Hiponatremi, hiperosmolarite, hiperkapni, hiperkalsemi, ve he- fizyolojilc fonksiyonları herhangi bir yolla bozar, ama klinik uygu­
patik ve renal bozukluklar gibi durumlar nöron ve astrositlerde çe­ lamada epilepsi beyin elektrik aktivitesinin tek primer eksitatör bo­
şitli değişikliklerle birlikte görülürler. Baştan belirtmek gerekir ki zukluğudur. Korteksin sürekli, jeneralize elektrik deşarjları (nöbet­
bu durumlann beyin üzerindeki geri dönüşlü etkileri anlaşılama­ ler) epileptik motor aktivitenin (konvülziyonlar) olmadığı durum­
mışta", ama çeşitli şekillerde enerji kaynaklarını bozuyor, nöron larda bile komayla birlikte olabilir. Nöbetleri takıp eden kendini sı­
membranından iyon girişini değiştiriyor, ve nörotransmitter anor­ nırlayan koma, postiktal dönem, eneıji depolarındaki yorulmaya,
malliklerine neden oluyor olabilirler. Örneğin, hepatik komalarla ya da nöbetlerin yan ürünleri olan lokal toksik maddelere bağlı ola:
birlikte görülen yüksek beyin amonyak konsantrasyonları beyin bilir. Postiktal dönem diğer metabolik ensefalopatilere benzer şe­
enerji metabolizması ve Na+, K+- ATPase pompasını bozar, astrosit kilde, EEG'de zemin aktivitesinde sürekli, jeneralize yavaşlamaya
sayısını artırır, sinir hücresi fonksiyonunu değiştirir, ve amonyak neden olur.
metabolizmasının potansiyel olarak toksik ürünlerinin konsantras­ Farm akolojik K om a Bu tür ensefalopatiler geniş anlamda ge­
yonunu artırır, aynı zamanda reseptör bölgelerini aktifleştirebile­ ri dönüşlüdür Ve hipoksi işe karışmadığı sürece kalıcı hasar yap­
cek muhtemel ‘yanlış’ nörotransmitterler de dahil olmak üzere nö­ mazlar. Birçok ilaç ve toksin sinir sistemi fonksiyonlarım baskıla­
rotransmitter anormalliklerine yol açabilirler. Hiperamonemi bir ta­ yabilirler. Bazılan hem beyin sapı nükleuslarını, RAS da dahil ol­
rafa bnakılnsa, bu mekanizmalardan hangisinin en önemli olduğu mak üzere, hem de serebral korteksi etkilerler. Kortikal ve beyin sa­
açık değildir. Renal bozukluğa bağlı gelişen ensefalopatinin meka­ pı belirtilerinin birlikte olması, bazı ilaç zehirlenmelerinde olduğu
nizması bilinmemektedir. Amonyaktan farklı olarak, üre kendisi gibi, yanlışlıkla beyin sapında yapısal bir hasar olduğu tanısına
santral sinir sistemi (SSS) toksisitesi yaratmaz. Kan-beyin bariye­ yönlendirebilir.
136 â ılasuiıki.'Oiıi Ana Hulguiüii ve iuKıum .Şekilleri kanlmış ve insanlardaki koma için aynı kesinlikle uygulanamamıştır.
Aslında, akut ve yaygın her türlü serebral hastalık, lokalizasyonundan
— _ _ _ -------------------— H a s t a y a Y a k la ş ım — -— —------- — — ■
—- bağımsız, sık olarak ekstremite ekstansiyonuna yol açar ve hemen he­
men tüm bu tip ekstansör postürler zaman geçtikçe baskın olarak flek-
Komanın tanısı ve ele alınması esas nedenin bilinmesi (aşağıda ‘Ayırıcı sör olurlar. Yani, postür tek başına kesin anatomik lokalizasyon için kul­
Tiını’yı okuyun) ve önemli klinik belirtilerinin, özellikle beyin sapı ref­ lanılamaz. Postürlenme, genellikle motor sistemde kısmi bir hasann işa­
leksleri ve motor fonksiyonların, anlaşılmasına bağlıdır. Akut solunum reti olacak şekilde, tek taraflı da olabilir ve anlamlı ekstremite hareket­
ve kardiovasküler problemler nörolojik değerlendirmeden önce ele leriyle birlikte bulunabilir.
alınmalıdır. Tam bir tıbbi değerlendirme, vital bulgular, funduskopi, Ve Uyanıklık Seviyesi ve Ortaya Çıkartılan Hareketler Eğer hasta
ense sertliğinin muayenesi haricinde, komanın nedeni ve ağırlığı nöro­ konuşma ses tonundaki uyanlarla uyandınlamıyorsa, hastanın uyanma
lojik olarak değerlendirildikten sonraya ertelenebilir. eşiğini ve her ekstremitedeki en iyi motor hareketi anlamak için gide­
Hikaye Birçok olguda komanın nedeni hemen anlaşılabilir (öm., rek artan şiddette bir uyaran silsilesi uygulanır. Bu muayenenin dakika­
travma, kardiak arrest veya bilinen ilaç alımı). Diğerlerinde, komanın dan dakikaya değişebileceği ve bu yüzden arka arkaya muayeneler ya­
başlangıcı ile ilgili hikaye bilgileri genellikle net değildir, ama hikaye­ pılmasının en iyi bilgiyi vereceği akılda tutulmalıdır. Burun delikleri­
deki bazı noktalar özellikle işe yarar ( 1 ) nörolojik belirtilerin ortaya nin bir pamuk parçasıyla irrite edilmesi uyandırma için ortalama bir
çıktığı koşullar ve ortaya çıkış hızı; ( 2 ) hemen öncesinde olan tıbbi ve uyarandır (derin stupor ve komadakilerin dışında kalan tüm hastalar
nörolojik işaretlerin ayrıntıları (konfiizyon, kuvvetsizlik, baş ağnsı, başlarını kaçırırlar ve kısmen uyanırlar). Rahatsız eden bir uyaranı
ateş, nöbetler, dengesizlik hissi, çift görme veya kusma); (3) ilaçlar, ka­ uzaklaştırmak için elin kullanılması daha hafif bir cevapsızlığı temsil
nun dışı maddeler veya alkol kullanımı; (4) kronik karaciğer, böbrek, eder.
akciğer, kalp veya diğer tıbbi hastalıklar. Aileyle ve tanıklarla yüz yüze Ağrılı uyaranlara cevap dikkatle değerlendirilmelidir. Stereotipik
görüşme ya da telefon konuşmaları ilk değerlendirmenin önemli bir par­ postürlenme kortikospinal sistemin ağır disfonksiyonunu işaret eder. Bir
çasıdır. Ne olduğu bilinmeyen bir hastada en işe yarayan bilgileri genel­ ekstremitenin abdüksiyon- kaçırma hareketi genellikle amaca yöneliktir
likle ambulans teknisyenleri verir. ve kontrlateral korteksten ipsilateral spinal korda kadar uzanan sağlam
Genel Fizik Muayene Değerlendirme sırasında ateş, nabız, solu­ bir kortikospinal sistemin işaretidir. İnsanlarda ağrılı uyaran kemik ya­
num hızı ve biçimi, ve kah basıncı hızla ölçülmelidir. Ateş sistemik bir pılar üzerine bası ve iğne ile uyarı verilerek uygulanır; derinin çimdik-
enfeksiyonu, bakteriyel menenjiti Veya ensefaliti düşündürür, nadiren lenmesi hoş olmayan ekimozlara neden olur ve genellikle gerekli değil­
ısı düzenleme merkezlerinde hasara yol açan bir beyin lezyonuna bağlı­ dir ama abdüksiyon kaçırma hareketinin ortaya çıkarılmasında yararlı
dır. Şiddetli konvülziyonlardan sonra vücut ısısında hafif bir artış olabi­ olabilir. Aksine, uyarılan ekstremitede sürekli (zorlu) addüksiyon ve
lir. Yüksek vücut ısısı, 42-44°C ile birlikte kuru cilt sıcak çarpması ve­ fleksiyon esasen refleks olarak ortaya çıkabilir ve kortikospinal sistem
ya antikolineıjjk ilaçlarla intoksikasyon kuşkusunu akla getirmelidir hasarını gösterebilir. Kısa klonus veya sıçramalar ekstansör postürlen­
Hipotermi vücudun düşük çevre ısısı ile karşılaşması; alkol, barbitürat, me hareketinin sonunda ortaya çıkabilir ve konvülziyonlarlâ karıştırıl­
sedatif, veya fenotiazin intoksjkasyonu; hipoglisemi; periferik dolaşım mamalıdır, .
bozukluğu; veya hipotiroidizmde görülebilir. Hipoterminin bizzat ken­ Beyin sapı refleksleri Komada lezyonun lokalizasyonunun yapıla­
disi ancak vücut ısısının 3 l°C ’ın altında olması durumunda komaya yol bilmesi için beyin sapı hasarının değerlendirilmesi gerekir (Şekil 24-3).
açar. Taşipne asidoz ya da pnömoninih işareti olabilir. Beyin sapı bozuk- Kolayca değerlendirilebilen beyin sapı refleksleri pupillef ışık cevabı,
luklanna bağlı olarak çıkabilen anormal solunum biçimleri aşağıda an­ spontan ve ortaya çıkartılan göz hareketleri, kornea cevaplan ve solu­
latılmıştır. Belirgin hipertansiyon, hipertansif ensefalopatinin ya da ani num patemidir. Kural olarak, bu beyin sapı aktiviteleri korunmuşsa,
yükselen kafa içi basıncın işareti, kafa travmasından sonra akut olarak özellikle pupil reaksiyonları ve göz hareketleri, koma bilateral hemisfe-
ortaya çıkabilir. Hipotansiyon alkol veya barbitürat intoksikasyonu, iç ral hastalıklara bağlı olarak değerlendirilmelidir. Öte yandan, tersi her
kanama, myokard infarktüsü, sepsis, ağır hipotiroidizm, veya Addison zaman doğru değildir, çünkü hemisferlerdeki bir kitle komanın esas ne­
krizine bağlı komalarda tipiktir Fundus muayenesi subaraknoid kanama deni olabilir ama heriıangi bir şekilde beyin sapı bulgulannı ortaya çı­
(subhyaloid kanamalar), hipertansif ensefalopati (eksüda, kanamalar, kartabilir.
damarların çaprazlaşma değişiklikleri, papilödem), aitmiş kafa içi ba­ P u p iller Pupil reaksiyonu parlak, diffüz bir ışıkla (oftalmaskop de­
sıncı (papilödem) durumlarında çok değerlidir. Deride yaygın peteşiler ğil) muayene edilir; eğer cevap yoksa bu gözlem büyüteçle doğrulanma-
trombotik trombositopenik purpura, meningokoksemi, veya bir intrase- lıdır. Pupillerin ışık reaksiyonunu değerlendirmek sıklıkla zordur (2mm
rebral kanamaya da yol açabilecek kanama diyatezini düşündürür çapından küçükse ve parlak oda ışığında pupil cevaplan zayıflar). Nor­
Nörolojik Değerlendirme Muayeneden önce hasta gözlenmelidir mal reaktif ve orta büyüklükte (2.5-5 mm) yuvarlak pupiller, primer ya
Hareket eden yüzüne ulaşmaya çalışan bacaklarını çaprazlayan, esne­ da kompresyona sekonder, orta beyin hasannı ekarte eder. Reaksiyon-
yen, yutkunan öksüren ya da mırıldanan hasta uyanmak üzeredir. Bir ta­ suz ve genişlemiş (ö.mm’den büyük) veya zayıf olarak reaksiyon veren
rafta huzursuz hareketler olmaması ya da istirahat halindeyken bacağın bir pupil üstteki bir kitleye bağlı olarak gerilmiş veya basıya uğramış bir
dışa doğru dönük durması hemiplejiyi düşündürür. Bir ayakta, parmak­ üçüncü siniri işaret eder. Bir kitlenin kontrlateralindeki pupilde de ge­
ta, veya yüz kaslarında düzenli olmayan hareketler bir nöbetin tek işa­ nişleme olabilir ama sık değildir. Subdural hematom veya beyin kana­
reti olabilir. Multifokal myoklohus hemen her zaman, başta azotemi, ması olan hastalarda, muhtemelen orta beyin ya da üçüncü sinirin karşı
anoksi, veya ilaç intoksikasyonu (lityum ve haloperidol özellikle bu be­ taraf tentoriyel kenarda sıkışması sonucunda, görülebilir, Oval ve hafif­
lirtinin ortaya çıkmasına neden olabilirler) olmak üzere metabolik bo­ çe dışa kaymış bir pupil erken orta beyin-üçüncü sinir kompresyonunun
zuklukları veya daha seyrek olarak spongioform ensefalopati ve Hashi- erken bir bulgusu olabilir. En ağır pupil bulgusu, bilateral dilate ve ce­
moto hastalığım işaret eder. Uykuya meyilli ve konfü bir hastada bilate­ vapsız pupiller, genellikle bir kitlenin kompresyonu ya da antikolinerjik
ral asteriksis metabolik ensefalopati veya ilaç intoksikasyonunun kesin etkili ilaçların alınması sonucunda ortaya çıkan, ağır orta beyin hasarı­
belirtisidir. nı işaret eder. Midriatik göz damlaları, daha önce muayene eden biri ya
D ekortikasy on rijiditesi ve d es ere b r a s y o n rijid itesi terimleri, veya da hastanın kendisi tarafından kullanılmış olabilir ve doğrudan göz trav­
‘postürlenme’, spontan olarak ya da duyusal bir uyarana karşı ortaya çı­ maları pupil genişlemesinin yanlış değerlendirilmesine yol açabilir.
kan stereotipik kol ve bacak hareketlerini anlatır. Dirsek ve el bileğinin Komada tek taraflı myozis posterior hipotalamustan başlayarak be­
fleksiyonu, kolun supinasyonu (dekortikasyon) orta beynin rostralinde yin sapı tegmentumundan servikal korda inen sempatik efferentlerin
bilateral ağır bir haşan düşündürürken, dirsek ve el bileğinin pronas- disfonksiyonuna bağlıdır. Reaktif, bilateral küçük (1-2.5 mm) ama iğne
yonla birlikte ekstansiyonu (deserebrasyon) orta beyin ya da diensefalo- başı pupil olmayan pupiller metabolik ensefalopatilerde veya hidrose­
nun kaudalinde motor yollarda haşan işaret eder. Daha seyrek olarak fali veya talamik kanama gibi derin bilateral hemisferal lezyonlarda gö­
kolda ekstansiyonla birlikte bacaklarda fleksiyon veya gevşek bacaklar rülür. Çok küçük ama reaktif pupiller (lmm) narkotik veya barbitürat
pons lezyonlannda görülür. Bu düşünceler hayvan çalışmalanndan çı- zehirlenmelerinde tipiktir ama aynı zamanda yaygın pons kanamaların-
:ı ■< • 137
P ı ıpiller ışık refleksi

tada daha yavaş, aritmik aşağı doğru bir hareketi takiben yukarı
doğru daha hızlı bir harekettir, genellikle yaygın kortikal anoksik
hasarı gösterir. Tipik olarak talamik kanama ya da hidrosefaliye
bağlı olarak üçüncü ventrikülde genişleme ile ortaya çıkan talamik
veya üst orta beyin lezyonlarında gözler aşağı ve içe dönebilir. İs­
tirahat pozisyonunda bir tarafa aşırı konjuge horizontal oküler de­
viasyon bakış felci ile aynı tarafta pons hasarı ya da karşı frontal
lobda bir lezyonu gösterir. Bu olay şöyle özetlenebilir: Gözler he-
misferik bir lezyona doğru ve beyin sapı lezyonun aksi tarafına
doğru bakar. Nadir durumlarda, gözler derin hemisferal bir lezyo­
nun karşı tarafına paradoksik olarak dönebilir. Komada bir çok
farklı kompleks ve ilginç göz hareketi bilinmektedir ama bunlar
komada yukarda anlatılanlar kadar anlamlı değildir.
Okülosefalik refleksler baş bir taraftan diğer tarafa ya da verti­
kal olarak hareket ettirildiğinde ortaya çıkarılabilen gözün otoma­
tik hareketleridir. Hemisferlerin aktivitesi her ne nedenle olursa ol­
sun durduğunda, baş hareketinin aksi yönüne doğru göz hareketle­
ri ortaya çıkar (Şekil 24-3). İsmi kısmen hatalı olarak verilmiş olsa
da (daha çok boyun fleksiyonu ile göz kapaklarının refleks kalkma­
sını anlatır) ‘taş bebek gözleri’ denen bu hareketler vizüel fiksasyon
ile baskılanır, ki bu baskılanma için hastanın uyanık olması gerekir.
Gözlerde ortaya çıkartılan addüksiyon abdüksiyondan daha kısıtlı
olduğu için, taş bebek manevrasındaki hafif anormallikler dikkatle
değerlendirilmelidir. Okülosefalik refleksler labirentler ve servikal
ŞEKİL 24-3 Koma muayenesinde beyin sapı refleksleri. Orta beyin proprioseptiflerden kaynaklanan beyin sapı mekanizmalarına bağlı
ve üçüncü sinir fonksiyonları pupillerin ışığa reaksiyonu ile, ponsun olarak ortaya çıkarlar ve orta beyinde üçüncü sinir nukleusunun,
fonksiyonu spontan veya refleks göz hareketleri ve medüller fonksi­ kontrlateral ponsta altıncı kraniyal sinir nukleusunun, ve beyin sa­
yon respiratuar fonksiyon ve faringeal cevaplarla muayene edilir. pı boyunca uzanarak her ikisini birbirine bağlayan medial longitu­
Refleks konjuge, horizontal göz hareketleri altıncı ve karşı taraf­ dinal fasikülün (M LF) aktivitelerinin bozulmamış olması gerekir.
taki üçüncü sinir nukleuslarını bağlıyan medial longitudinal fasikül'e
Refleks göz hareketlerinin (özellikle addüksiyonun) korunması
(MLF) bağımlıdır. Baş rotasyonu (okülosefalik refleks) veya labirent­
muayene eden kişiye komanın muhtemelen üst beyin sapı lezyonu-
lerin kalorik stimülasyonu (okülovestibüler refleks) karşı tarafa göz
hareketlerinin ortaya çıkarılmasını sağlar (metne bakınız). na bağlı olmadığını gösterir ve bilinç bozukluğunun altında sereb­
ral diensefalik yapıların yattığını düşündürür. Aksi ise (göz hareket­
lerinin olmaması) beyin sapı hasarı ya da beyin sapı nukleusları da
da da görülebilir. Naloksana cevap olmaması ve refleks göz hare­
dahil olmak üzere tüm nöronal fonksiyonları baskılayan ağır bir
ketlerinin bulunması (aşağıyı okuyunuz) bunları ayırır. Horner
metabolik hastalığı işaret eder. Nöronal fonksiyonları baskılayan
sendromunun tek taraflı küçük pupili pupilin karanlıkta genişleye-
metabolik nedenler arasında fenitoin, trisiklik antidepresanlar, bar-
memesi ile fark edilir. Bu talamusu etkileyen geniş bir serebral ka­
bitüratlar, alkol, fenotiazin, diazepam, ve nöromüsküler blokaj ya­
namada beklenen bir bulgudur.
pan ilaçlarla intoksikasyon sayılabilir. Pupillerin boyutlarının ve
G ö z H a r e k e t l e r i Göz hareketleri beyin sapının hasarlandığının
ışık reaksiyonunun normal olması birçok ilaç intoksikasyonunu ya­
anlaşılmasında ikinci önemli belirtidir. Anormallikler, hem orta be­
pısal beyin sapı hasarından ayırır.
yin ve hem de pons fonksiyonlarını ilgilendirir, böylece beyin sapı­
Vestibüler aparatın tennal, veya ‘kalorik’ stimülasyonu (okülo­
nın büyük bir bölümünün değerlendirilmesini sağlar. Gözlerin mu­
vestibüler cevap) okülosefalik refleksin kaybolduğunu doğrulaya­
ayenesinde öncelikle göz kapakları kaldırılıp göz kürelerinin istira­
cak daha şiddetli bir stimulus sağlamak için kullanılabilir ama ge­
hattaki duruşu ve spontan hareketleri not edilir. Göz kapağı tonusu, nel olarak aynı bilgiyi verir. Test labirentin uyarılması amacıyla dış
göz kapaklarını açarken görülen direnç ve kapama hızının muaye­ kulak yolunun soğuk suyla irrige edilmesiyle yapılır. Kısa bir la-
nesi değerlendirilir, koma derinleştikçe giderek azalır. Uykuya me­ tanstan sonra, sonuç olarak her iki gözde soğuk su irrigasyonunun
yilde istirahat pozisyonunda gözlerde horizontal diveıjans normal­ yapıldığı tarafa doğru tonik bir deviasyon ortaya çıkar (3 0 -120 sn
dir. Koma derinleştikçe, oküler akslar tekrar paralel hale gelir. Dı­ süren). Bu şekilde üçüncü ve altıncı sinir komplekslerinin ve labi­
şa kaymış bir göz üçüncü sinir disfonksiyonuna bağlı olarak ortaya rentten orta beyne uzanan beyin sapı yollarının sağlam olduğu gös­
çıkan medial rektus parezisini gösterir, ve pupillerin büyümesine terilir, böylece komanın nedenleri arasından beyin sapı lezyonu
benzer şekilde anlamlıdır. İçe kaymış bir göz altıncı sinir paralizi- ekarte edilmiş olur. Katatonik veya histerik psödokomalarda oldu­
sine bağlı olarak ortaya çıkan lateral rektus parezisini işaret eder ğu gibi, serebral hemisferlerin fonksiyonları sürüyorsa, tonik devi-
ve, bilateral olduğunda, genellikle artmış intrakraniyal basıncın işa­ asyonun karşı tarafına zorlu hızlı düzeltici bir nistagmus ortaya çı­
retidir. Birkaç istisna dışında, oküler aksların vertikal ayrılması (bir kar. ( ‘COWS’ kısaltması nesillerden beri tıp öğrencileri arasında
göz diğerinden aşağıda, örn. Çapraz ‘skew’ deviasyon pons veya düzeltici nistagmusun yönünü hatırlanması için kullanılır ("cold
serebellum lezyonlarının sonucu olabilir ama üçüncü sinirin kısmi water opposite, warm water same” - soğuk su karşıya, sıcak su ay­
felcine bağlı olarak da gelişebilir. nı tarafa). Göz kürelerinde konjuge deviasyon olduğu halde bu nis­
Komada spontan göz hareketleri sıklıkla konjuge horizontal ge­ tagmusun olmaması serebral hemisferlerin hasariandığını veya ağır
zinme halindedir. Bu bulgu tek başına orta beyin ve ponsu temize bir şekilde dcprese olduğunu gösterir.
çıkarır ve normal refleks göz hareketleri ile aynı anlama gelir (aşa­ Korneaya pamuk ucuyla dokunulmasıyla, normal olarak kısa
ğıyı okuyunuz). Bazı durumlarda siklik vertikal aşağı doğru hare­ süreli bilateral göz kapağında kapanma cevabı görülür. Kornea ref­
ketler görülebilir. ‘Oküler zıplama’ horizontal göz hareketlerinin leksleri nadiren tek başlarına yararlı olsalar da, aynı pontin yolların
kaybı ile birlikte gözlerin aşağı doğru hızlı ve arkasından yukarı sağlamlığına bağlı oldukları için göz hareket bozukluklarının varlı­
doğru yavaş hareketini anlatır ve tipik olarak baziler arter trombü- ğını doğrulayabilirler. Eğer ponstaki beşinci (afferent) ve her iki
süne bağlı olarak gelişen, bilateral pons hasarı için tanı koydurucu- yedinci (efferent) sinirler arasındaki refleks bağlantılar hasarlanır-
dur. ‘Oküler düşme’ normal refleks horizontal bakışı olan bir has­ sa cevap kaybolur. SSS’ni baskılayan ilaçlar kornea cevabını ref-
138 subaraknoid kanamadan şüphelenilen durumlarda hayati öneme sahiptir­
ler. O halde menenjit olasılığı bulunan durumlarda lomber ponksiyon ge­
lcks göz hareketleri l'elç olduktan hemen sonra ama pupiller ışığa cevap- ciktirilmemelidir. BOS içinde kan bulunduğunu gösteren ksantokromi
sızlaşmadan önce azaltabilir ya da kaybolmasına neden olabilirler. Akut BOS’u geniş bir tüpte santrifüj ederek üstte kalan kısmı suyla karşılaştır­
hemiplejinin olduğu tarafta kornea (ve farinks) cevabı bir süre için kay­ mak suretiyle anlaşılabilir. Subaraknoid mesafedeki açılış basıncının öl­
bolabilir. çülmesi BOS’taki hücre sayısı ve protein miktarındaki anormalliklerin de­
Solunum Solunum biçimleri koma tanısında çok ilgi çekmişlerdir ğerlendirilmesinde ek yardım sağlayabilir.
ama diğer beyin sapı bulguları ile karşılaştırıldığında lokalizasyon değer­ KOMANIN AYIRICI TANISI (Tablo 24-1) Bir çok durumda kon­
leri daha azdır. Yüzeycl, yavaş, ama düzenli soluma metabolik veya ilaca füzyon vc koma, aşırı dozda ilaç alıntı, hipoksi, stıok, travma, veya kara­
bağlı bir baskılanmayı düşündürür. Kısa apneik bir dönemle sonlanan, ciğer veya böbrek bozukluğu gibi kolayca anlaşılabilir bir tıbbi problemin
klasik siklik formuyla Cheyne-Stokes solunumu bihenıisferal hasarı veya parçasıdır. Bu nedenle dikkat doğru bir şekilde primer hastalığa yönlendi­
metabolik baskılanmayı işaret eder ve genellikle hafif komalara eşlik eder. rilir. Bazı genel kurallar yardımcı olur. Ani gelişen komaya neden olan
Hızlı, derin (Kııssmaııl) solunum genellikle metabolik asidoz.u anlatır ama hastalıklar ilaç zehirlenmesi veya serebral kanama, travma, kardiak arrest,
aynı zamanda pontomezensefalik lezyonlarda ve, elbette ağır pııömoııiler- epilepsi, veya baziler arter embolizmine bağlı olabilir. Subakut olarak ge­
de ortaya çıkabilir. Agonal nefes almalar bilateral alt beyin sapı hasarını lişen koma genellikle önceden var olan medikal ya da tümör veya sereb­
gösterir ve ağır beyin hasarlarında terminal solunum patenti olarak iyi bi­ ral infarkt gibi mevcut bir lezyonun etrafındaki ödemin sekonder beyin
linir. Birçok diğer siklik solunum değişiklikleri lokalizasyon açısından da­ ödemlenmesine yol açması gibi, nörolojik bir probleme bağlı olarak orta­
ha az anlamlıdır. ya çıkar.
Komanın yapısal nedenleri de 3 büyük kategoriye ayrılabilir: fokal
LABORATUVAR ÇALIŞMALAR VE GÖRÜNTÜLEME Kon- veya lateralize edici nörolojik işaretler bulunmayanlar (örn. metabolik en-
lüzyorıel durumlar ve komanın tanısında en faydalı olan çalışmalar aşağı­ sefalopatiler); ense sertliği ve spinal sıvıda fazla sayıda hücre ile karakte-
da sıralanmıştır: kan ve idrarda kimyasal- toksikolojik analiz, kruniyal BT rize menenjit sendromları (öm. bakteriyel menenjit, subaraknoid kana­
veya MRG, EEG ve BOS muayeneleri. Aıtcryel kan gazı analizi akciğer ma); ve ön planda lokal belirtilerle birlikte olanlar (öm. strok, serebral ka­
hastalığı ve asit-baz bozukluğu olan hastalarda yardımcı olabilir. Metabo­ nama). Bunlar Tablo 24-1 ’de detaylı olarak verilmiştir.
lik, toksik, ve ilaca bağlı ensefalopatilerin ekarte edilmesi için kimyasal
M .-.w n rı l'.ınısmu Y ıh lasm ı
kan değerleri rutin olarak bakılır. Klinik uygulamada sıklıkla karşılaşılan
metabolik anormalliklerde elektrolit, glukoz. kalsiyum, osmolarite, ve 1. Genellikle beyin sapının normal olduğu, lokal veya lateralize edici nö­
böbrek (kan iirc nitrojeni), ve hapatik fonksiyonların (NH3) ölçülmesi ge­ rolojik işaretlere neden olmayan hastalıklar: BT ve BOS’un hücre içe­
rekir. Tanının ilk andan itibaren açıkça anlaşılmadığı tüm koma durumla­ riği nomıal
rında toksikolojik araştırma yapılması gerekir. Bununla birlikte, ekzojen a. lntoksikasyonlar: alkol, sedatif ilaçlar, opiatlar, vb
b. Metabolik bozukluklar: anoksi, hiponatremi, hipernatremi, hiperkal-
ilaç ya da toksinlerin, özellikle alkolün, bulunması, diğer faktörlerin de,
semi, diabetik asidoz, nonketotik hiperosmolar hiperglisemi, hipog­
bilhassa kafa travmasının, klinik durumda etken olma olasılığını ortadan
lisemi, üremi, hepatik koma, hiperkarbi, addison krizi, hipo-hiperti-
kaldırmaz. Etanol 43 nımol/L (200 mg/dL) seviyesinde alışkın olmayan ıoid durumlar, ağır beslenme bozuklukları
bir hastada konfüzyoıı ve mental aktivitede bozulmaya, >65 mmol/L (300 c. Ağır sistemik infeksiyonlar: pnömoni, septisemi, tifo, sıtma, Water­
ıııg/dL) seviyesinde stupora yol açar. Kronik alkoliklerde tolerans geliş­ house-Friderichsen sendromu
mesi nedeniyle >87 mmol/L (400 mg/dL) seviyesinde bile bilinç açık ka­ d. Her hangi bir nedenle şok
labilir. e. Nöbet sonrası durum, status epileptikus, subklinik epilepsi
BT ve MRG’nin kullanımının artmasıyla birlikte dikkatler radyolojik f. Hipertansif ensefalopati, eklampsi
olarak fark edilebilen koma nedenleri (örn. kanamalar, tümörler, veya hid­ g. Ağır hipertermi, hipotermi
rosefali) üzerinde yoğunlaşmıştır. Her ne kadar bazen faydalı olsa da, bu h. Beyin sarsıntısı
yöntemlerin öncelikli olarak yapılması mantıksızdır, çünkü komaların ço­ i. Akut hidrosefali
2. Aıeşle birlikte ya da ateşsiz meningeal irritasyon, ve BOS’ta BKH ve­
ğu metabolik veya toksik kökenlidir. Normal bir BT’nin komaya neden
ya KKH artışına neden olan hastalıklar, genellikle fokal ya da laterali­
olabilecek bütün anatomik nedenleri ekarte edeceği düşüncesi de yanlış­
ze edici serebral bulgu ya da beyin sapı bulgusu yok, BT veya MRG’de
tır. Bilateral hemisferik infarkt, küçük beyinsapı lezyonları, ensefalit, me­ kitle lezyonu yok
nenjit, kapalı kafa travması sonucunda gelişen aksonların mekanik yırtıl­ a. Yırtılan bir anevrizma, arteriovenöz malformasyon veya sık olmaya­
ması, beyin ölümüyle birlikte görülen serebral perfüzyon yokluğu, sagital rak travmaya bağlı olarak gelişen subaraknoid kanama,
sinüs trombiisü ve komşu beyin dokusuyla izodens olan subdural hema- b. Akut bakteriyel menenjit
tomlar görülemeyebilecek lezyonların bir kısmıdır. Yine de, koma nedeni c. Bazı tip viral enscfalitler
anlaşılamamışsa bir görüntüleme yapılmalıdır. d. Çeşitli: Yağ embolisi, kolesterol embolisi, karsinomatöz veya lenfo-
EEG metabolik veya ilaca bağlı komalarda yararlıdır ama, klinik ola­ matöz menenjit, vb
rak fark edilemeyen nöbetler, herpesvirüs ensefaliti ve Creutzfeldt-Jakob 3. Fokal beyin sapı ya da lateralize edici serebral belirtilere neden olan
hastalığına bağlı komalar bibi istisnai durumlar dışında nadiren tanı koy- hastalıklar, BOS değişiklikleri olabilir ya da olmayabilir; BT ve MRG
anormal
durucudur. EEG’de zemin aktivitesindeki yavaşlamanın miktarı yaygın
a. Hemisferal kanama (bazal ganglion, talamik) veya infarkt (orta se-
herhangi bir ensefalopatinin şiddetinin göstergesi olarak yararlıdır. Baskın
rebral arter alanında büyük) ile birlikte sekonder beyin sapı komp-
olarak frontal bölgelerde yüksek voltajlı bir yavaşlama (ö veya trifazik ıesyonu
dalgalar), hepatik bozukluğa bağlı olanlarda olduğu gibi metabolik koma b. Baziler arterde trombüs ve eıııboliye bağlı olarak gelişen beyin sapı
için tipiktir, ve yaygın ((3) hızlı aktivitesi sedatif ilaçlarla (diazepinleri bar- infarktı
bitüratlar) birlikte bulunur, ‘a koma’ paterni yaygın, tleğişken 8-12 Hz ak- c. Beyin apsesi, subdural ampiyem
tiviteyi tanımlar, yüzeysel olarak uyanıklıktaki normal a ritmini taklit d. Epidural veya subdural kanama, beyin kontüzyonu
eder ama çevresel uyaranlara cevapsızdır. Pontin veya yaygın kortikal ha­ e. Beyin ıümörü ile birlikte onu çevreleyen ödem
sara bağlı olarak ortaya çıkar ve kötü prognoza sahiptir. EEG, özellikle, f. Serebellum veya polis kanaması ve infaıktı
klinik olarak konvülziyonlar gibi fark edilebilecek şekilde ortaya çıkma­ g. Geniş ıravnıatik beyin hasarı
h. Metabolik koma (yukarıya bakın) ile birlikte önceden var olan fokal
yan, ama sürekli epileptik deşarjlara bağlı olarak gelişen komayı gösterir,
hasar
EEG’de normal a ritminin görülmesi de klinisyeni kilitlenme (locked-in)
i. Çeşitli: Kortikal ven trombiisü, herpes simpleks ensefaliti, bakteri­
sendromu veya histeri veya katatoni için uyarabilir.
yel endokaıdite bağlı multipl serebral emboli, akut hemorajik löko-
Lonıber ponksiyon koma veya konfüzyon durumlarında eski seneler­ ensefalit, akut dissemine (postinfeksiyöz) ensefalomyelit, trombotik
de olduğundan çok daha düşünülerek kullanılmaktadır çünkü nörolojik trombositopertik purpura, serebral vaskülit, gliomaloz serebri, pilii-
görüntüleme yöntemleri intrascrebral kanama vc subaraknoid kanamaları iter apopleksi, intravaskiiler lenfoma, vb.
çoğunlukla başarıyla göstermektedir. Bununla birlikte, BOS muayenesi
NOT: BT. Bilgisayarlı tomografi; BO S, Beyin omurilik sıvısı; BKH, beyaz kan hücre­
menenjit ve ensefalitin tanısında ve görüntülemenin normal olduğu ama si; KKH, kırmızı kan hücresi; MRG, nıagnetik rezonans görüntüleme.
Screbrovasküler hastalıklar koma tanısında en büyük zorluğa '4 A !. Koı db z yoı ı y' - e Koma 139
m dı'iı olurlar. Bunlar Konu 361 ’de daha ayrıntılı olarak anlatılmış­
ım ama aşağıdaki şekilde özetlenebilir: ( 1 ) bazal ganglion veya tala- Organ nakli ile ilgilenilmiyorsa beyin ölümünü göstermek için
mik kanama (akut ama ani olmayan başlangıç, kusma, baş ağrısı, zorlayıcı bir neden yoktur. Batı toplumlannda beyin ölümü olmuş
hemipleji, ve karakteristik göz bulguları); (2 ) pons kanaması (ani bir hastanın respiratörden ayrılabileceği yaygın olarak kabul görse
başlangıç, toplu iğne başı pupiller, refleks göz hareketleri ve korne- de, hekim aileye yeterli açıklamaları yapmadığı ve onları hazırlama­
al cevapların kaybı, oküler zıplama, postürlenme, hiperventilasyon, dığı için sık olarak problemler çıkmaktadır. Dahası, rasyonel tıbbi
ve aşırı terleme); (3) serebellar kanama (oksipital baş ağrısı, kusma, pratikte böyle bir desteğin beyin ölümü olmamış ama durumları
bakış parezisi, ve dengesizlik); (4) baziler arter trombüsü (nörolojik umutsuz olan ve ancak kısa bir süre yaşayabileceği düşünülen has­
başlangıç ya da uyarıcı işaretler, diplopi, dizartri, kusma, göz hare­ talardan ayrılması konusunda da bir zorlama yoktur.
ketleri ve kornea cevabında anormallikler, ve asimetrik ekstremite ,
i/j E DAVI Akut komada acil amaç daha fazla sinir sistemi hasa-
parezisi); ve (5) subaraknoid kanama (baş ağrısı ve kusmayı takiben j
■J rınm engellenmesidir. Hipotansiyon, hipoglisemi, hiperkalsemi,
ani koma). En sık strok, orta serebral arter alanında infarkt, akut ola- \
hipoksi, hiperkapni, ve hipertermi hızla ve dikkatle düzeltilmelidir.
rak komaya neden olmaz ama az sayıda hastada çevreleyen ödem j
Normal olarak soluk alan uykuya meyilli hastalarda farinksi açık
kille etkisi yapacak şekilde artabilir. Akut hidrosefali sendromu, sn- j
lıılmak için orofariııgeııl bir lüp yeterli olacaktır. Apne, üst solunum
baraknoid kanama başlatılmak üzere, birçok iıılrakraııiyal hastalı- j
yolıı obstrüksiyoım. lıipovcnt 1 lasyoıı. veya kusma varsa, veya ko­
ğıı eşlik edebilir. İler iki lateral veıılnkıılıitı akut simetrik genişleme- i
madan dolayı basta aspire etmeye eğilimli ise trakeal eutübusyon
sı baş ağrısına ve bazen kıısıııaya neden ıılıır. bu hızla ekstıeıııiteler- i
‘ereklidir. Hipovcııtila.syon veya iııtraknmiyal kitle varsa ve aşağı­
■ le ekstaıısiir poslıirleııme, bilateral Bahinskı işareti, km,sık . et ap az j
da anlatıldığı şekilde kalaiçi basıncı (KİB) azaltmak için hipokapni-
l'iıpıller, ve vcriikal yönde veıiıkal oklılöscTulık lı.ııekeilerde ho/nl ı
;.e gereksinim duyuluyorsa mekanik ventilasyon gerekir. Narkotik
m,iyin birlikle kmtiıiyâ derleyebilir, 1
intoksikasyonu veya hipoglisemi uzak bir ihtimal olarak bile varsa
beer hikaye, ve muayene Üt: getnş serebral le/.voıi veya ıııeııen- i
intravenöz yol açılmalı ve nalokson ve dekstroz uygulanmalı, bes­
•ok .ewlrum ya da ıındabuhk veya ilaçta ilgili bir neden düşünül- j
lenme bozukluğu olan hastalarda Wernicke hastalığının uzamasın­
ınriyoiSft, bu dununda Tablo .’ 4 -1 ’dc anlatıldığı gibi BT veya MRG j
dan kaçınmak için tiamin ve glikoz verilmelidir. Baziler arter trom­
da elde «lilcıı bilgilere gereksinim duyulabilir. Daha önce de anla- j
büsü ile birlikte beyin sapı iskemisinden şüphelenilen durumlarda,
.ildiği gibi, tıbbi nedenlere bağlı komaların bir çoğu nörolojik gö- i
serebellum ve pons kanamalarının baziler arter tıkanmasını taklit
nitılıileme çalışmaları olmadan anlaşılabilir. j
edebileceği akılda tutularak, intravenöz heparin veya trombolitik bir
BEYİN ÖLÜMÜ Bu, serebral kan akımının durduğu bir du­
ajan sıklıkla kullanılır. Fizostigmin, deneyimli hekimlerce ve dik­
nundur; soııııç olarak solunum suni olarak devam ettirilirken ve
katle monitörize edilerek kullanıldığında, antikolinerjik tipi ilaçlar­
kalp çalışmaya devam ederken beyinde global iskemi oluşur. Bu ke­
la zehirlenen hastaları uyandırabilir, ama birçok hekim bunun ancak
sinlikle ölüm olarak kabul edilen tek beyin haşan biçimidir. Beyin
bu tip zehirlenmelerdeki kardiak aritmilerin tedavisinde yeri oldu­
ölümü tanısı için genel olarak birbirine benzeyen birçok kriterler
ğuna inanır. Benzodiazepin antagonistlerinin kullanılması hipnotik
geliştirilmiştir, ve lokal medikal komitelerin zorunlu kıldığı stan­
ilaçlarla intoksikasyonların iyileşmesinde kısmen umut verirler ve
dartlara uymak şarttır. İdeal kriterler basittir, yatak başında uygula­
hepatik ensefalopatilerde geçici yarar sağlarlar. Hipotonik mayilerin
nabilir, ve tanı hatasına şans tanımazlar. Üç ana elemanlan vardır:
intravenöz uygulanması beyin ödemini artırma ihtimalleri olduğun­
( 1 ) derin koma ile kendini gösteren yaygın kortikal haraplanma (her
dan her türlü ciddi beyin hastalığında dikkatle izlenmelidir. Servikal
tür uyarıya cevapsızlık); ( 2 ) pupil ışık cevaplarının olmaması ve
spinal yaralanmaların değerlendirilmesi, özelikle entübasyon yap­
okülovestibüler ve korneal reflekslerin kaybı ile gösterilen global
mayı denemeden veya okülosefalik cevaplan değerlendirmeden ön­
beyin sapı hasarı; ve (3) tam apnenin işaret ettiği alt beyin sapı ha­
ce ihmal edilmemelidir. Baş ağnsıyla birlikte ateş ve meningismus
şan. Nabız hızı sabittir ve atropine cevapsızdır. Birçok hastada di­
menenjit tanısının konması için acil bir BOS incelemesinin gerekli­
abetes insipidus vardır, ama bazılannda bu beyin ölümünü takip
liğini işaret eder, ve tekrar vurgulanmalıdır ki B T ’yi beklerken lom-
eden sadece saatler veya günler içinde gelişir. Pupiller genellikle ge­
ber ponksiyon geciktirilmemelidir. Eğer menenjitten şüphelenilen
nişlemiştir ve orta büyüklükte olabilir ama küçük olmamalıdır. De­
bir hastada lomber ponksiyon her hangi bir nedenle gecikecekse,
rin tendon reflekslerinin kaybı beklenmez çünkü spinal kord fonk­
tercihen kan kültürleri alındıktan sonra üçüncü kuşak sefalosporin
siyonel kalabilir.
gibi bir antibiyotik mümkün olan en kısa sürede başlanmalıdır.
Apnenin geri dönüşsüz medüller hasara bağlı olduğunun ispatı
Bir pupilde genişleme genellikle hemisferik bir kitleye sekon-
için spontan solunum testi (apne testi) sırasında P C 0 2 ’in solunumu
der olarak gelişen orta beyin veya üçüncü sinir basısını işaret eder
uyarabilecek kadar yüksek olması gerekir. Bu, hastaların çoğunda,
ve K İB’ın azaltılması gerekir (Konu 376). Bazı hastalarda (örn. sub­
ventilatörden ayırmadan önce, diffüzyon oksijenizasyon kullanıla­
dural ve epidural hematom) kitlenin cerrahi olarak boşaltılması uy­
rak güvenli bir şekilde yapılabilir. Bu önceden % 100 oksijen ile ok­
gun olabilir. K İB’ın düşürülmesinde tıbbi uygulamaya normal se­
sijenizasyon yapılarak ve test sırasında da oksijen kaynağına bağlı
rum fizyolojiğin iııfüzyonu ile başlanırr (güvenlidir çünkü seruma
bir trakeal kanül aracılığı ile sürdürülerek olabilir. Apne sırasında
göre hafifçe daha hiperosmolardır). K İB ’ı azaltmak için teröpetik
CO 2 basıncı ortalama 0.3-0.4 kPa/dk (2-3 mmHg/dk) yükselir. Tes- j
hiperventilasyon arteriyel PC 0 2 ’yi 3.7-4.2 kPa’ya (28-32 mmHg)
tin geçerli olmıısı için gözlem süresinin sonunda, tipik olarak daki- i
getirecek şekilde kullanılabilir, ama etkisi kısadır. Mannitol veya eş­
kalar sonra, arteriyel PC 0 2 en az 6.6-8.0 kPa (50-60 mmHg) olma- j
değeri bir ajanla hiperosmolar tedavi K İB’ ı azaltmada esas yoldur.
lıdır I
Kritik olgularda hiperventilasyonla birlikte eşzamanlı olarak kulla­
Sinir sistemi depresyonunun ağır ilaç intoksikasyonu veya hipo- j
nılabilir. Eğer medikal yaklaşımlar bilinç durumunu düzeltmeye
termiye bağlı olarak ortaya çıkma olasılığı mutlaka ekarte edilmeli, i yetmiyorsa hidrosefaliye bağlı basıncı azaltmak için ventriküler
ve bu durumun kalıcı olduğunun gösterilebilmesi için belli bir göz- 5
ponksiyon gerekebilir. Kardiak arrest veya kafa travmasından sonra
leme süresi, genellikle 6-24 saat, gereklidir. Eğer beyin ölümünün |
yüksek doz barbitürat ve diğer nöronal koruyucu ajanların rutin kul­
nedeni kardiak arrest ise ya da neden bilinmiyorsa, klinik testlerin j lanımının faydası klinik çalışmalarda gösterilememiştir, ve hala
24 saate kadar geciktirilmesi daha da uygun olacaktır. İzoelektrik j
yaygın kullanılmalarına karşın, glukokortikoidlerin Ödemli beyin
EEG total serebral hasarı doğrulayıcı bir test olarak kullanılabilir ,1 tümörü olan hastalar dışında ispat edilmiş bir yararları yoktur.
ama kesin olarak gerekli değildir. Radyonüklid beyin taraması, se­
rebral anjiografi, veya transkraniyal Doppler ölçümleri de serebral PROGNOZ Komanın sonuçlan uzun süreli bakım ve medikal
kan akımının olmadığını göstermek için kullanılabilir, ama sonun­ durum göz önünde bulundurularak öngörülmelidir. Ağır hasarla ya
cusu dışında, diğerleri zordur ve patolojiyle yaygın bir korelasyonu da vejetatif olarak kalan hastalarda duygusal olarak üzücü, umutsuz
yoktur. sonuçlardan kaçınmayı isteriz. Birçok genel kural söylenebilir. Sü-
140

rekli vejetatif durumda değişmez kötümser sonuçtan bahsedilmişti.


Çocuklar ya da genç erişkinlerde başlangıçta korkutucu olan ama
sonradan düzelen anormal beyin sapı refleksleri gibi erken klinik
bulgular olabilir, bu nedenle bu hastalarda önceden prognoz belir­
lemekten kaçınmak akıllıca olur. Metabolik komalar travmatik ko­
malardan çok daha iyi bir prognoza sahiptirler. Erişkinlerde prog­
noz belirleyici tüm şemalar takriben belirleyici olarak kabul edil­
meli, ve tıbbi değerlendirme yaş, altta yatan sistemik hastalık, ve
genel tıbbi durum gibi faktörlere göre yapılmalıdır. Kafa travmalı
çok sayıda hastadan prognostik bilgi toplamak üzere Glasgow Ko­
ma Skalası oluşturulmuştur; beyin travması olgularında ampirik
olarak prognostik değeri vardır (Konu 369). Anoksik ve metabolik
komalarda, 1 gün, 3 gün. ve 1 hafta sonra bakılan pupiller ve mo­
tor cevaplar gibi klinik belirtilerin prognostik değeri olduğu göste­
rilmiştir (Konu 376). Somatosensoriyel uyarılmış potansiyallerin
kortikal dalgalarının olmamasının da hangi nedenle gelişmiş olursa
olsun koma da kötü prognostik işaret olduğu gösterilmiştir.

H B L İO G R A F YA

CELESIA GG el al: Persistent vegetative stale_report of lhe American Neurolo­


gical Association Committee on Ethical Affairs. Ann Neurol 33:386, 1993
FISHER CM: The neurological examination of the comatose patient. Acta Ne­
urol Scand 45(Suppl 36):4, 1969
INOUYE SK el al: Amulticomponent intervention to prevent delirium in hospi­
talized older patients. N Engl J Med 340:669. 1999
IVAN L. BRUCE D: Coma. Springfield, IL, Charles C Thomas, 1982
JENNETT B, PLUM F: Persistent vegetative stale after brain damage. Lancet
1:734, 1972
PLUM F. POSNER J: The Diagnosis o f Stupor and Coma. 3d ed. Philadelphia,
Davis, 1980
ROPPER AH: Lateral displacement of the brain and level of consciousness in
patients with an acute hemispheral mass. N Engl J Med 314:953. 1986
ROPPER AH: Neurological and Neurosurgical Intensive Care, 3d ed. NewYork.
Raven. 1992
SAPOSNIK G el al: Spontaneous and reflex movements in brain death. Neurol
54:221.2000
YOUNG BY, PIGOTT SE: Neurobiological basis of consciousness. Arch Neurol ŞEKİL 25-1 Dış (tepe), ve iç (alt) serebral hemisferleri gösterir. Sa­
56:153. 1999 yılar Brodmanın hücre mimarisi tasarımına göredir. Alan 17 primer
YOUNG BY, PIGOTT SE el al: Coma and Impaired Consciousness. New York. görme korteksine; 41-42 primer işitme korteksine; 1-3 primer soma­
McGraw-Hill. 1998 tosensoriyel kortekse; ve 4 ise primer motor korteksine karşılık gelir.
Serebrai korteksin geri kalan kısmını assosiasyon alanları kapsar.
AG, angular girus; B, Broka alanı; CC, korpus kallosum; CG, singu-
lat korteks; DLPFC, dorsolateral prefrontal korteks; FEF, frontal göz
7N M .-M a r sel M e su la m alanları (premotor korteks); FG, fusiform girus; IPL, inferior parietal
lobul; ITG, inferior temporal girus; LG; linguai girus; MPFC, medial
AFAZİLER VE DİĞER I ORA L prefrontal korteks; MTG, middle temporal girus; OFC, orbitofrontal
ŞEREF.KAL BOZUKLUKLAR korteks; PHG, parahipokampal girus; PPC, posterior parietal kor­
teks; PSC; peristriate korteks; SC; striate korteks; SMG, supramar­
M ustafa Y ılm az ginal girus; SPL, superior parietal lobule; STG, superior temporal gi­
rus; STS, superior temporal sulkus; TP, temporopolar korteks; W,
İnsan beyninde serebral korteksde 2 m2’lik bir alanda yaklaşık 2 0 Wernicke alanı.
milyar nöron bulunur. P r im e r d u y s a l alanlar duysal bilgilerin kor­
tikal devreye girmesi için zorunlu yoldur. Oysaki p r im e r m o to r fonksiyonlarını içeren, birden fazla eksikliklere yol açabilir. (3)
alanlar kompleks motor işlerin koordinasyonunda son ortak yolu Eğer şebekenin diğer kısımları tamamlayıcı yeni organizasyon ya­
sağlar. Primer duysal ve motor alanlar serebral korteksin % 10’nu- parsa, şebeke elemanına zarar minimal veya geçici eksiklikler orta­
nu oluşturur. Geri kalan kısmını ise bütünüyle a s s o s ia s y o n k o r te k ­ ya çıkarabilir; (4) Şebekenin içindeki tekil anatomik yerler, ilgili
s i olarak bilinen unimodal, heteromodal, paralimbik ve limbik fonksiyonun farklı davranışsal durumları için (fakat mutlak değil),
alanlar meydana getirir (Şekil 25-1). Assosiasyon korteksi, bilişim rölatif özelleşme gösterebilir. Anatomik olarak tanımlanmış, beş
(kognisyon), duygu (emosyon) ve davranışa yarayan tamamlayıcı büyük ölçekli şebeke, klinik pratikle en çok ilgilidir; dil için peri-
işlemlere aracılık eder. Assosiasyon korteksi ve hastalıklarının etki­ silvian ağ; uzaysal bilişim için parietofrontal ağ; yüz ve nesne tanı­
li klinik değerlendirilmesi için, bu zihinsel fonksiyonların sistema­ mı için oksipitotemporal ağ; depolayıcı hafıza için limbik ağ; ve
tik olarak test edilmesi gereklidir. dikkat ve davranış için prefrontal ağ.
Bugünkü düşünceye göre, "kelimelerin işitilmesi", "alanın algı­ LİSAN İÇİN SO L PER İSİLV İA N Ş E B E K E : A FA Z İL E R
lanması" ve "hafızanın depolanması" için merkezler yoktur. Biliş­ V E İL G İL İ D U RU M LA R Lisan, düşünceler ve tecrübelerin ileti­
sel ve davranışsal fonksiyonlar (alanlar), birbirine bağlı kortikal ve şimine ve yeniden şekillenmesine izin verir, bunları sözcükler ola­
subkortikal kısımları içeren, bü y ü k ö lç e k l i s in ir s e l ş e b e k e ' nin ke­ rak bilinen keyfi semboller ile birleştirerek sağlar. Dilin sinirsel ya­
sişmesiyle koordine edilir. Daha yüksek serebral fonksiyona şebe- pısı, sol hemisferin perisilvian bölgesinde merkezlenmiş yaygm
kesel yaklaşımın, klinik olarak değeri olan en az 4 yönü vardır: (1) ağdan oluşur. Bu ağın arka kutbu. W ern icke a la n ı olarak bilinir ve
Dil veya hafıza gibi tek bir bölge, bu alanlar aynı şebekeye ait ol­ superior temporal girusun arka üçte birini ve inferior parietal lobu-
duğu sürece, birkaç alanın herhangi birisine hasar ile bozulabilir. lun çevresel kenarını kapsar. Wernicke alanının asıl fonksiyonu,
(2) Tek bir alana sınırlı zarar, bu bölgede kesişen tüm .şebekelerin duyusal girdileri nöral sözcük sunumlarına dönüştürmektir, böyle-
■v bunlar sözcüğe anlamını veren Cıbio 25- i Aîyziier ->•: 1’îgıli Durmvdarm inik ilelir AAn
vavî’iıı ilişkileri sağlayabilirler. Dil Konuşulan
ağıııııı lir o v a a la n ı olarak bilinen Anlama Dilin Tekrarı İsimlendirme Akıcılık
öıı kutbu, inferior frontal girusun
Wernicke's Bozuk Bozuk Bozuk Korunmuş veya artmış
aıka parçasını ve prefrontal hetero-
Broca’s Korunmuş Bozuk Bozuk Azalmış
modal korteksin çevresel kenarını (gramer hariç)
kapsar. Bu alanın asıl fonksiyonu, Global Bozuk Bozuk Bozuk Azalmış
ııöral söz sunumlarını anlaşılan sı­ İletim Korunmuş Bozuk Bozuk Korunmuş
ralamaya dönüştürerek, sözcükleri Akıcı olmayan (motor) Korunmuş Korunmuş Bozuk Bozuk
transkortikai
konuşma dili şeklinde tamamlaya­
Akıcı (duyusal) Bozuk Korunmuş Bozuk Korunmuş
bilmektir. Broca alanının sıralama transkortikai
fonksiyonu, aynı zamanda, kelime­ İzolasyon Bozuk Ekolali Bozuk Amaçlı konuşma yok
leri manası uygun sentaks (gramer) Anomik Korunmuş Korunmuş Bozuk Kelime bulma durakla­
içeren cümleler şekline dönüştür­ maları hariç korunmuş
Saf kelime sağırlığı Sadece konuşulan Bozuk Korunmuş Korunmuş
meyi içerdiği görünmektedir. Wer­
dil için bozuk
nicke ve Broea alanları birbirleriy- Saf aleksi Sadece okuma için Korunmuş Korunmuş Korunmuş
le ve ilave olarak perisilvian, tem­ bozuk
poral. prefrontal, ve posterior pari-
eial bölgeler ile irtibatlanmasıyla,
'lıl Inııksiynııımuiı değişik yönlerini yapan, nöral şebekeyi oluştu- takip edebilmesini değerlendirerek ile test edilebilir. Gömülü cüm­
ı urlar. Bıı parçaların birisine veya aralarındaki bağlantılarına her- lecikler veya pasif yapılı ifadeler ("Kaplan aslan tarafından yenir­
■ıii'i iıır basar, dil bozukluğu oluşturabilecektir {a fa z i). Afazi tanı- se, hangi hayvan canlı kalır?") kompleks sentaks yapıyı anlayabil­
ı ..idece, isimlendirme. kelime seçimi, anlama, heceleme ve cüm- me kabiliyetini ölçmeye yardım eder. Gözleri kapa veya aç, ayağa
v Mioıbışu gibi dilin şekli yönlerinde eksiklik olduğu zaman ko- kalk, otur, diğer tarafa dön emirleri genel anlamayı değerlendirmek
iibnaSîön. Divanın ve mutum. sadece kendileri, afazi teşhisine gö- için kullanılmamalıdır, çünkü bunun gibi aksiyal hareketlere amaç­
ımıııc/lcf. Dil şebekesi aiiiiistm l ı t i y ı t k çoğımbiğımda sol heıııisfer lanmış uygun cevaplar, derin anlama eksikliği olan hastalarda ko­
dom inam şekli ••öslerir. Hitabıma olmak, sağ elli olanların ,;;,9()’m- runmuş olabilir.
da. sol ellilerin ‘ 160'ıııda, afazi vadece sol heıııisfer lozyonlanııdan T e k r a r la m a hastanın tek kelimeler, kısa cümleler veya "şartla­
sonra oluşur. Bazı şahıslarda dil için hiçbir lıeınisferik baskınlık rı. ve'leri veya fakatları olmayan" söz dizimlerini tekrarlaması iste­
ayırt edilmeyebilir, ve diğer bazı kişilerde (sağ ellilerin kiiçiik bir nerek belirlenir. "Hippopotamus (suaygırı) veya İrlandalI jandar­
kısım dahil) dil için sağ hemisfer baskınlığı vardır. Sağ elli birisin­ ma" gibi dil şaşırtıcılar ile tekrarlama testi, disartri ve pallilallnin
de, sağ hemisfer lezyonundan sonra oluşan dil bozukluğuna ç a p ­ afaziden daha iyi değerlendirilmesini sağlar. Afazik hastalar dil şa­
ra z a fa z i denir. şırtıcılar ile küçük zorluğa sahiptir, fakat özellikle fonksiyon keli­
Klinik Muayene Dilin klinik muayenesi; isimlendirme, spon- meleri dizimini tekrarlamada sıkıntılı anlara sahiptir. Kelime sayı­
lan konuşma, anlama, tekrarlama, okuma ve yazmayı kapsamalıdır, larının hastanın dikkat süresini aşmamasına emin olmak önemlidir.
isimlendirmedeki eksiklik (anomia), afazik hastalarda tek en sık Aksi takdirde, tekrarlama yetersizliği afazik bozukluğun gösterge­
bulgudur. Yaygın objelerin (kurşun kalem veya kol saati) veya on­ sinden daha çok daralmış dikkat süresini yansıtmış olur. Okuma,
ların parçaları (silgi, kurşun, gövde, şerit) ismi sorulduğunda, has­ anlama yanında sesli okumadaki eksiklikleri belirlemek için değer­
la uygun kelime söylemeyebilir, veya objenin dolambaçlı tanımını lendirilmelidir. Yazma, heceleme hataları, kelime dizimi ve gramer
verebilir ("yazma objesi"), veya yanlış kelime söyleyebilir ( p a r a f a ­ için değerlendirilmelidir. Aleksi ya sesli okuyamama veya tek keli­
zi). Şayet hasta yanlış fakat mantıklı kelime önerirse ("kurşun ka­ meler ve basit cümleleri anlayamamayı tanımlar; a g r a fi (veya disg-
lem" için "dolma kalem"), bu isimlendirme hatası s e m a n tik p a r a f a ­ rafi) hecelemedeki veya yazılı dil gramerindeki edinsel bozukluğu
z i; eğer kelime doğru cevaba yanaşır, fakat ses bilgisi olarak yan­ tarif etmede kullanılır.
lışsa ("kurşun kalem” için "kurşın kalam ”) ,f o n e m i k p a r a f a z i olarak Dil fonksiyonundaki tekil eksiklikler ile lezyon yerleşimi ara­
bilinir. Vücudun parçaları, geometrik şekiller, veya objelerin parça sındaki uyum katı birebir ilişkiyi göstermez ve yaygın şebeke mo­
kısımları (ceketin klapası, dolma kalemin kabı) sorarak; diğer yön­ deli şartları içinde düşünülmelidir. Bununla beraber, afazik hastala­
den yaygın objelerin isimlerini verebilen şahıslarda, anominin ha­ rın spesifik klinik sendromlara sınıflandırılması, altta yatan nörolo­
fif şekilleri ortaya çıkarabilir. Çoğu anomilerde, bir obje gösterildi­ jik hastalığın en muhtemel anatomik dağılımının belirlenmesine
ğinde, hasta uygun isim hatırlayamaz, fakat muayene eden ismi yardım eder ve etyoloji ve prognoz hakkında işaretlere sahiptir
söylediğinde hasta uygun objeyi gösterebilir. Bu tek yönlü (veya (Tablo 25-1). Afazik sendromlar, dil şebekesinin iki üst merkezinin
düzeltmeye dayanan) isimlendirme bozukluğu olarak bilinir. Şayet (Broea ve Wernicke alanları) lezyonundan kaynaklanan "sentral"
hasta doğru ismi ne bulur ve nede tanıyamazsa, iki yönlü isimlen­ sendromlar, ve bu merkezlerin birbirleriyle ve dil şebekesinin diğer
dirme bozukluğu mevcuttur, bu durum dil anlama bozukluğunun elemanlarıyla fonksiyonel bağlantısını kesen lezyonlardan kaynak­
varlığını gösterir. S p o n ta n k o n u ş m a ; eğer çıkış sesi, deyim uzunlu­ lanan "ayrılma" sendromlarına bölünebilir. Aşağıda anlatılan bu
ğu ve melodisi uygun olarak sürdürülürse akıcı; şayet seyrek, du­ sendromlar idealleştirmedir, saf sendromlar nadiren olur.
raksama ve ortalama cümle uzunluğu 4 kelimenin altında ise akıcı
W e r n ic k e a fa z i Anlama, konuşulan ve yazılı dil için bozulmuş­
olmayan olarak tanımlanır. Eğer konuşma parafazik ve dolambaç­ tur. Konuşma çıkışı akıcıdır, fakat oldukça parafazik ve dolambaç­
lıysa, eğer bağımsız isim ve aksiyon fiillerinin fonksiyon kelimele­
lıdır. Parafazik hatalara eğilim o kadar belirgin olabilir ki, bu du­
rine (edat ve bağlaç) karşı göreceli eksikliği görülüyorsa ve eğer rum jargon afazi olarak bilinen şeyin temelini oluşturan neolojizm
kelime sırası, zamanlar, soııekler, önekler, çoğullar, ve mülkiyet be­ dizilerine yol açar. Konuşma çok sayıda fonksiyonel kelime içerir
lirtenler uygunsa, muayene eden, bunları da kaydetmelidir. Anla­
(örneğin; edat ve bağlaçlar), fakat spesifik aksiyonları tanımlayan
ma, evet-hayır soruları sorarak ("Köpek uçabilir mi?", "Yazın kar bağımsız isimler ve fiilleri az sayıda içerir. Bundan dolayı çıkış ha­
yağar mı?”) veya hastanın uygun objeyi göstermesi istenerek cimseldir, fakat bilgilendirici değildir. Örneğin; bir hasta karısının
("Odada aydınlanmanın kaynağı neresidir?”) hastanın konuşmayı
kazaen takma dişleri gibi önemli olan bir şeyi nasıl fırlattığını an-
142 olduğunda bile, hasta şarkı söylerken kelimelerin nispeten normal
ifade edebilir. Bu zıtlık Broca afazisinin özel tedavi yaklaşımları­
latmaya teşebbüs eder "Artık ona ihtiyacımız yok, O (hanımını kas­ nın gelişmesi için kullanılmıştır (melodik konuşma tedavisi). İlave
tederek) söyler. Ve takma diş merdivenden aşağı düştüğünde, be­ nörolojik bozukluklar, genellikle sağ fasial güçsüzlük, hemiparezi
nim dişlerkalın... bir di, dişçi... benim dişçim idi. Ve onlar bu çan­ veya hemipleji ve orofaringeal ve fasial kasları içeren motor emir­
tada oldu ...görüyor musun? Bu nasıl olabildi Bunun gibi bir şey leri gerçekleştirememe ile karakterize bukkofasial apraksiyi kapsar
nasıl olabilir... Böylecc O kendilerinin ona ihtiyacı olmadığını (örneğin, hastalar kibrit üfleme veya saman içinden emmenin nasıl
söyler (hanımını kastederek). Onu kullandığımızı hatırlamıyorum. yapılacağını gösteremez). Görme alanları sağlamdır. Sebep, orta
Ve şimdi, şayet şimdiden gelecek bir aya kadar benim birileri ile serebral arterin superior bölümünün tıkanmasına bağlı, çok sıklık­
herhangi bir problemim olursa, şimdiden 4 aya kadar, veya şu an­ la Broca alanının (inferior frontal büklüm; Şekil 25.1) ve anterior
dan 6 aya kadar, yeni bir diş hekimim var. Nerede benim iki.... be­ perisilvian ve insular korteks çevresinin entarktıdır (Konu 361).
nim kullandığım iki küçük parçalı diş hekimim... ki ben... hepsi git­ Ayrıca, tümör, intraserebral hemoraji veya apseyi kapsayan kitle
ti. Eğer o takım dişin hepsini tirlatsaydı... kendisinin bazı arkadaş­ lezyonları sorumlu olabilir. Broca alanının arka kısmına sınırlı kü­
larını ziyaret eder ve onların hepsini fırlatamazdı. çük lezyonlar. genellikle hafif sağ fasial güçsüzlüğün eşlik ettiği,
Mimikler ve pandomimler konuşmaya katkı yapmaz. Hasta konuşma ifade edilmesinin, nonafazik ve sıklıkla reversibl bozuk­
kendisinin konuşmasının anlaşılamaz olduğunu kavrayabilir görül­
luğuna yol açabilir. Broca afazinin sebebi strok olduğunda, konuş­
mez ve muayene eden şiddetli parafazik durumun manasını anla­
ma fonksiyonun iyileşmesi genellikle 2-6 ay içinde zirve yapar,
madığı zaman, hasta kızgın ve sabırsız görünebilir. Bu tip afazili
bundan sonra daha fazla ilerleme sınırlıdır.
bazı hastalar şiddetli ajitasyon ve paranoid davranışlar ile birlikte
G l o b a l A fa z i Konuşma çıkışı akıcı değildir ve konuşulan dilin
olabilir. Anlamanın korunmuş olabilen bir yönü, aksiyal kaslara
anlaşılması şiddetli olarak bozulmuştur. Aynı zamanda, isimlendir­
yönlenmiş emirleri takip edebilme kabiliyetidir. Yapması istendi­
me, tekrarlama, okuma ve yazma bozulmuştur. Bu sendrom Broca
ğinde hızlıca gözlerini kapatan, oturan, dönen, bir hastanın basit so­
ve Wernicke alanlarının kombine fonksiyon bozukluğunu gösterir
ruları ("Adın nedir") anlayamaması arasındaki ayrışma, Wernicke
afazisinin özelliğidir, ve bu sağırlık, psikiyatrik hastalık veya has­ ve genellikle sol hemisferde bütün orta serebral arter dağılımını tu­
taymış rolünden ayırt etmeye yardım eder. Wernicke afazili hasta­ tan stroklardan kaynaklanır. Hastaların çoğunluğu başlangıçta ses­
lar kendi düşüncelerini anlamı uygun kelimelerle ifade edemez ve sizdir veya "merhaba’' ve "evet" gibi birkaç kelime söyler. İlgili be­
herhangi bir giriş modalitesi olan kelimelerin manasını çözemez. lirtiler, sağ hemipleji, hemisensori kayıp ve homonim hemianopiyi
Bundan dolayı bu afazilerin algılayıcı kısmı yanında ifade edici içerir. Bazen, Wernicke alanında lezyonu olan hasta, hemen sonra
özelliği vardır. Keza, tekrarlama, isimlendirme, okuma ve yazma Wernicke afazisine değişen global afazi gösterecektir.
bozulmuştur. Wernicke afazi ile en çok ilişkili lezyon yeri, dil şebe­ ile t im A fa z is i Konuşma çıkışı akıcı fakat parafazik, konuşulan
kesinin posterior kısmıdır, ve Wernicke alanının en azından kısım­ dilin anlaşılması sağlam, tekrarlama şiddetli olarak bozulmuştur.
larını kapsamaya eğilimlidir. Orta screbral arterin inferior bölümü­ Aynı zamanda, isimlendirme ve yazma bozulmuştur. Sesli okuma
ne ve özellikle posterior temporal ve angular dallarına bir emboli, boz.ulmuştur, fakat okuma anlaması korunmuştur. Lezyon yerleri
en yaygın etyolojidir (Konu 361). İntraserebral kanama, şiddetli Broca ve Wernicke alanlarını tutmaz ancak ikisi arasında fonksiyo­
kafa travması, ve tümörler diğer sebeplerdir. Sağ yarım veya üst nel ayırım oluşturabilir, böylece Wernicke alanı ve komşu bölgeler­
çeyrek anopinin beraber olması yaygındır ve hafif sağ nasolabial de oluşan nöral kelime temsilleri, karşılık gelen ifade kalıplarına
düzleşme bulunabilir, fakat diğer muayene sıklıkla dikkate değmez. birleştirmek için Broca alanına nakledilemez. Bazen, Wernicke ala­
Diğer yönden muayenesi sıklıkla dikkate değmeyen ajite bir hasta­ nında bir lezyon, hızlıca iletim afazisine dönüşen geçici Wernicke
da parafazik, neolojistik konuşma şizofreni, mani gibi primer bir afazisi oluşturabilir. İletim afazisinde parafazik çıkış, manayı söy­
psikiyatrik hastalık şüphesine götürebilir, fakat cdinsel afazi özel­ leyebilmeyi bozar, fakat bu bozukluk Wernicke afazili bir hastada
liklerinin diğer unsurları ve önceki psikiyatrik hastalığın yokluğu gösterilen kadar şiddetli değildir. İletim afazisinde birlikte nörolo­
konuyu çözer. İntraserebral kanama ve kafa travmasına bağlı Wer­ jik belirtiler primer lezyonun yerine göre değişir.
nicke afazili bazı hastalar kanama ve yaralanma iyileşince düzele­ A k ıc ı o lm a y a n T r a n s k o r t ik a l A f a z i ( T r a n s k o r t ik a l M o t o r A f a ­
bilir. Diğer hastaların çoğunda, iyileşme prognozıı ihtiyatlıdır. zi) Belirtiler Broca afazisinkine benzer fakat tekrarlama sağlamdır
B r o c a A fa z i Konuşma akıcı olmayan, meşakkatli, birçok keli­
ve agramatizm daha az belirgin olabilir. Diğer yönden nörolojik
me bulma araları ile kesilen ve genellikle disartrikdir. Fonksiyon muayene sağlam olabilir, fakat aynı zamanda sağ hemiparezi olu­
kelimeleri yönünden fakir, fakat manası uygun isim ve filler bakı­
şabilir. Lezyon yeri, sağlam dil şebekesinin beynin prefrontal alan­
mından zengindir. Anormal söz dizimi ve bağlı morfemlerin (za­
larından bağlantısını keser ve genellikle anterior ve orta serebral ar­
manlan, iyelikleri ve çoğulları belirtmek için kullanılan kelime
ter bölgeleri arasında ki anterior sınır bölgesini veya anterior sereb­
sonları) uygunsuz açılması karakteristik agramatizme yol açar. Ko­
ral arter bölgesinde ek motor korteksi tutar.
nuşma telegrafik ve kuvvetli, fakat oldukça bilgisizdir. Takip eden
A k ıc ı T r a n s c o r t ic a l A p h a s i a ( T r a n s c o r t ic a l S e n s o r y A p h a s ia )
pasajda, Broca afazili bir hasta kendi tıbbi öyküsünü anlatır: "An­
Klinik bulgular Wernicke's aphasia ile aynıdır, sadece sağlamdır,
lıyorum...doıor..., dotor beni gönderdi...Bosson. Hastaneye git. Do-
but repetition is intact. Lezyon yeri diğer temporoparietal bölgeler­
tor...beni yanında tut. İki, ki gün, doktor beni eve gönder".
Çıkış hırıltı ve tek kelimeye azalmış olabilir ("evet" veya"ha- den asıl sağlam lisan ağ-şebekesinin bağlantısını keser. İlgili nöro­
yır"), bu onaylama veya onaylamamayı söyleme teşebbüsünde lojik bulgulardan biri hemiaııopi olabilir.Wernicke bölgesinin arka­
farklı ses tonu ile söylenir. Akıcılığa ilaveten, ayın zamanda isim­ sındaki posteriyör temporoparietal korteksi tutan serebrovascular
lendirme ve tekrarlama bozulmuştur. Pasif çatı yapısı veya gömü­ lesionlar (örn., posterior watershed bölgesi enfarktüsleri) veya di­
lü cümlecik olan gramer olarak zor cümleler hariç, konuşulan dilin ğer neoplazmalar en genel sebeplerdir.
anlaşılması sağlamdır. Ara sıra bağlaçlar ve zamirler gibi küçük İ z o la s y o n A fa z is i Bu nadir sendrom iki transkortikal afazinin
gramer kelimelerini okuyamama özel istisnası ile beraber, keza kombinasyonunu gösterir. Anlama şiddetli olarak bozulmuştur ve
okumayı anlama korunmuştur. Son iki belirti, Broca afazisinin tam amaçlı konuşma üretimi yoktur. Hasta işitilen konuşmanın parçala­
bir ifade edici veya motor bozukluk olmadığını ve fonksiyon keli­ rını tekrarlayabilir (ekolali), bu tekrarlama nöral mekanizmalarının
meleri ve sentaksı anlama bozukluğunu da içerdiğini göstermekte­ en azından kısmen sağlam olduğunu gösterir. Bu durum, dil şebe­
dir. Broca afazili hastalar gözleri yaşlı, çabuk sinirli ve tamamen kesinin beynin diğer bölgelerinden izole olduğundaki patolojik
depressif olabilir. Kendi durumlarını anlamaları, Wernicke afazisi­ fonksiyonunu gösterir. Broca ve Wernicke alanları korunmaya eği­
nin tersine, korunmuştur. Spontan konuşma şiddetli olarak disartrik limlidir. fakat frontal, parietal ve temporal korteks çevresinde hasar
.irdir. Lezyonlar yamalıklıdır, anoksi, karbon monoksid zehirlen­ Y i fa ziLr V-: ; v , ;i- S e . v D r Y ıkUAlar 143
mesi veya tam sınır alan enfarktları ile birlikte olabilir.
A n a m ik A fa z i Bu tip afazi, dil şebekesinin "minimal fonksi­ A p r a k s i Bu generik terim; pramidal, ekstrapramidal, serebellar
yon" bozukluğu sendromu düşünülebilir. Telaffuz, anlama ve tekrar veya duysal fonksiyon bozukluklarına bağlanamayan ve hastanın
sağlamdır, fakat isimlendirme, kelime bulma ve heceleme bozul­ görevin cinsini anlayamamasından kaynaklanmayan kompleks mo­
muştur. Konuşma fonksiyon kelimeleri bakımından zengin, fakat tor eksikliği belirler. Klinik pratikte en sık olarak rastlanan bu tip,
özel işleri belirten bağımsız isimler ve fiiller yönünden fakirdir. Dil id e o m o t o r a p r a k s i olarak bilinir. Gerçek objenin yokluğunda, özel
çıkışı akıcı, fakat parafazik, dolambaçlı ve bilgisizdir. Lezyon yer­ bir motor işi yapmak (öksür, kibriti üfle) veya yaygın aletin (tarak,
leri, orta ve alt temporal girusları içeren sol hemisferdeki dil şebe­ çekiç, testere veya diş fırçası) kullanıyor gibi yapma için emirler
kesi içinde herhangi bir yerde olabilir. A n ornik a fa z i k a fa tra v m ası, taklit edilemez. Hastanın emirleri anlama kabiliyeti, multipl hare­
m e t a b o lik e n s e fa lo p a t i ve A lz h e im e r h a s t a lığ ın d a g ö r ü le n tek en ketleri göstermesi ile ve doğru olanı anlayabilmesi ile araştırılır. Bu
yaygın d il bozu klu ğu du r. Alzheimer hastalığının dil bozukluğu he­ tip apraksili hastalar uygun hareketi taklit edebilir (muayene eden
men daima akıcı afaziye yol açar (örnek, anornik, Wernicke, iletim tarafından gösterildiğinde) ve gerçek obje elinde olduğunda bozuk­
veya akıcı transkortikal afazi). Akıcı olmayan dil bozukluğunun luk göstermez, bunlar hareket için gerekli olan sensorimotor meka­
sinsi başlangıcı vc amansız ilerlemesi (Broca veya akıcı olmayan
nizmaların sağlam olduğunu gösterir, ideomotor apraksinin bazı
iı.ıııskortikal motor afazi), en yaygın olarak lokal nonspesifik nöro-
tipleri dil ağının pramidal motor sistemlerden ilişkisinin kesildiği­
ııal kaybı veya Pick hastalığının eşlik ettiği dejeneratif bir sendrom
ni gösterir: kompleks motor emirlerin yapılması için emirler anla­
"lan, primer progressif afazide görülebilir.
şılır, fakat ilgili motor mekanizmalar sağlam olmasına rağmen, uy­
S a f K e lim e S a ğ ır lığ ı Bu gerçek bir afazik sendrom değildir,
gun motor alanlara iletilemez. B u k k o fa s ia l a p r a k s i yüz ve ağız ha­
çıınkü dil bozukluğu tiire-özeldir. En yaygın lezyonlar yabilateral-
reketlerinde apraksik eksikliği içerir. E k s t r e m d e a p r a k s is i kol ve
■iır veya superior temporal ginısda sol taraflıdır. Altta yatan lezyo-
bacak hareketlerinde apraksik bozukluğu kapsar, ideomotor aprak­
■ııı al *•ıkisi bilginin ıınimodal assosiasyon korteksinden Wcrnic-
si hemen daima sol hemisferdeki lezyonlar tarafından lezyonlar ile
: ••ulamım akışını kesmektir. Hastaların yazılı dili anlamakta zorlu-
ıı ,"kütr, kornişti lan ve yazılı dili kendileri iyi ifade edebilirler. oluşur ve özellikle Broca’nın afazisi ve ileti afazisi olmak üzere,
■V.vıcsel .ederi yoımnlama ve tepkide zorluklan yoktıır, çünkü genellikle afazik sendromiaria birliktedir. Onun varlığı, konuşma
mıııter •ulıiOf korteks ve ..ul'koıiikul işitsel yollar '■ağlanıdır. işitsel anlama bozukluğu olan hastalarda incelenemez. Aksiyal plandaki
eııiöııııasyon ilil şebekesine ıleııkmedığl İçin. ııoral kelime sıııııım- kaslara yönelik emirleri takip edebilme ("gözleri kapat", "ayağa
laı ıııu çözülemez ve hasta sanki anlaşılamayan yabancı dil imiş gi­ kalk") farklı yollar tarafından yapılır ve şiddetli afazik ve apraksik
bi konuşmaya reaksiyon verir. Hastalar konuşulan dili tekrar ede­ kaslalar haricinde sağlam olabilir. Anterior corpus callosum Iez-
mez. fakat objeleri isimlendirmede zorluğu yoktur. Zamanla, saf yonlu hastalar vıicudıın sol taral ına sınırlı özel tip ideomotor aprak­
kelime sağırlığı olan hastalar kendi kendilerine dudak okumayı öğ­ si gösterebilir. Gerçek objelerin kullanımı bozıılmadığı için, ide­
renir ve iyileşmiş görünebilir. İlave nörolojik bulgular olmayabilir, omotor apraksi kendi başına günlük yaşam faaliyetlerinde sınırla­
fakat ajite paranoid tepkiler akut devrelerde sıktır. Serebrovasküler maya yol açmaz.
lezyonlar en yaygın sebeptir. I d e a s y o n a l A p r a k s i Sıralamanın tek parçalarını yapmada zorlu­
A g r a fis iz S a f A le k s i Bu saf kelime sağırlığının görsel eşdeğe­ ğu olmayan hastalarda bir amaca yönelik sıralı hareketleri yapma­
ridir. Lezyonlar (genellikle sol oksipital korteks ve korpus kallo- da eksikliği gösterir. Örneğin, hastaya dolma kalemi alıp yazması
sıım-spleniumun arka bölgesine hasarların bir kombinasyonu) gör­ istendiğinde, kalemin kapağını çıkarması, kapağın ters uca yerleş­
sel girdinin dil şebekesine akışını engeller. Genellikle sağhemiano- tirilmesi, yazma yerine doğru ucun çevrilmesi ve yazma sıraları bo­
pi vardır, fakat dil şebekesinin merkezi etkilenmemiş kalır. Hasta zulabilir ve hasta kalemin yanlış ucu ile veya çıkarılmış kabı ile
konuşulan dili anlama ve üretebilme, sol görsel yarı alandaki obje­ yazmaya çalışabilir. Bu motor sıralama problemleri, afazik durum­
leri isimlendirme, tekrarlama, ve yazmayı yapabilir. Bununla bir­ larla birlikte olan fokal Iezyonlardan daha çok, genellikle konfüz-
likte, hasta yazılı kelimelerden (sağlam sol görsel yarı alandan su­ yonel durumlar ve demanslarda görülür. L im b - k in etik a p r a k s i alet­
nulan) görsel enformasyon dil şebekesine ulaşamayacağı için en lerin gerçek kullanımında, duysal, piramidal, ekstrapiramidal veya
basit cümleleri bile okuması istendiğinde cahilmiş gibi davranır.
serebellar fonksiyon bozukluklarına bağlanamayan beceriksizliği
Sol yarı alandaki nesneler doğru olarak isimlendirilir, çünkü sağ
kapsar. Bu durum fokal premotor korteks Iezyonları veya k o r tik o -
hemisferde görme-dışı ilişkiler aktive olur, sırasıyla, splenium an-
b a s a l g a n g lio n ik d e je n e r a s y o n d a n kaynaklanabilir.
teriorunda transkallosal yollar aracılığıyla dil şebekesine girebilir.
G e r s t m a n n ’ u ı S e n d r o ın u Akalkuli (basit aritmetik bozukluk),
Bu sendromlu hastalar, renkleri eşleştirebilmelerine rağmen, renk­
d is g r a fi (bozuk yazma), f i n g e r a n o m ia (işaret ve başparmak gibi
leri isimlendirme kabiliyetini kaybedebilir. Bu re n k a n o m is i olarak
tek parmakları isimlendirememe) ve s a ğ - s o l kon fiizyon u n u n (hasta­
bilinir. Saf aleksinin en yaygın etyolojisi posterior serebral arter
nın veya muayene edenin el, ayak veya kolunun vücudun sağında
bölgesinde vasküler bir lezyon veya spleniumu çaprazlayan lifler
mı veya sol tarafında mı anlatamama) kombinasyonu Gerstmann
yanında optik radyasyonları da tutan, sol oksipital korteksde yayı­
lan bir neoplazmdır. Posterior serebral arter aynı zamanda limbik Sendromu olarak bilinir. Bu teşhisi koymada, parmak ve sağ-sol
sistemin medial temporal kısımlarını beslediği için, saf aleksili has­ isimlendirme eksikliğinin daha yaygın anominin parçası olmadığı­
ta ilaveten amnesiye sahip olabilir, fakat, limbik lezyon unilateral nı ve hastanın diğer yönden afazik olmadığını belirlemek önemli­
olduğu için, bu genellikle geçicidir. dir. Gerstmann Sendromu yalnız görüldüğü zaman, genellikle sol
A fe m i Kortikobulber, serebellar veya ekstrapiramidal bozuk­ hemisferde inferior parietal Iobulde (özellikle angular girus) hasar
lukla açıklanamayan, şiddetli olarak bozulmuş akıcılığın (sıklıkla ile birliktedir.
mutizm) akut bir başlangıcı vardır. İyileşme kuraldır ve kaba fısıl­ A p r o s o d i melodik vurgu ve konuşma şeklindeki değişiklikler
tının ara kademesini içerir. Yazma, okuma,ve anlama sağlamdır, konuşulan dilin mana ve bütünlüğünü etkiler. Örneğin iki ifade "O
böylece bu gerçek bir afazik sendrom değildir. Broca alanının par- zekidir." ve "O zekidir?" eş kelime seçimi ve sentaksa sahiptirler,
siycl Iezyonları veya beynin diğer kısımları ile ilişkilerini kesen fakat söylenen ifadelerin vurgusu ve şivedeki farklılıklardan dola­
subkortikal lezyonlar mevcut olabilir. Bazen, lezyon yeri frontal yı çok farklı mesajlara götürür. Lisanın bu özelliği p r o s o d i olarak
lobların medial yönleridir ve sol hemisferde suplementar motor bilinir. Sağ hemisferde perisilvian bölgelere hasar konuşma proso-
korteksi tutabilir. disini bozabilir ve aprosodi sendromlarma yol açabilir. Ross Wer-
nicke alanına uyan sağ hemisfer bölgesindeki lezyonların konuşma
prosodisini anlamada daha fazla bozulmaya yol açtığına; oysa Bro­
ca alanına denk gelen sağ hemisfer bölgesindeki lezyonların konu­
şulan dilde doğru anlamlandırma prosodisini oluşturmayı daha faz­
la bozduğunu belirtmiştir. Sonuncu bozukluk klinik pratikte en faz­
la belirlenen aprosodidir. Hasta doğru kelime seçimi ile gramer yö­
nünden doğru konuşma yapar, fakat ifadelerin monoton şekilde
söylenmesiyle arzu edilen vuıgu ve etki yapabilme bozulur. Bu tip
aprosodili hastalar depresyonlu veya ilgisiz olma yanlış izlenimini
verir.
S u b k o r t ik a l a f a z i l e r Dil şebekesinin subkortikal kısımlarına
lezyon (örneğin, sol hemisferde striatum ve talamus) aynı zamanda
afaziye yol açabilir. Sonuç sendromlar konuşmanın değişik yönle­
rindeki bozuklukların kombinasyonunu içerir, fakat nadiren Tablo
2 5 -1 'de tarif edilen spesifik kalıplara nadiren uyar. Hemiparezi ile
disartri veya akıcı bir afazinin eşlik ettiği anomik afazi subkortikal
lezyon yerini şüphelendirebilir.
UZAYSA L ORYANTASYON İÇİN P A R İYET O FR O N TA L
AĞ: İH M A L V E İL G İL İ D U R U M LA R Yarı alan ihmali: Şahıs
dışı alandaki önemli olaylara karşı adaptif oryantasyon üç büyük
kortikal bölgedeki geniş bir ağla oluşturulur. S in g u lat k o r te k s , kişi
dışı alanın limbik motivasyonal planlamaya girişi, a r k a p a r i e t a l
k o r te k s sessiz kişi dışı olayların sensorimotor gösterimine ve f r o n ­
ta l g ö z a la n ı ise dikkat hareketlerinin motor stratejilerine giriş ŞEKİL 25-2 Nörolojik olarak sağlam kişilerde dil ve uzaysal dikkatin
sağlar (Şekil 25-2). Bu ağın subkortikal bölgeleri striatum ve tala- fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemesi. Koyu renkteki alanlar
musu içerir. Lezyon karşısı yarı alan ihmali bu ağın kortikal veya eylemle ilgili önemli aktif alanları gösteriyor. (Üst) Deneklere iki keli­
subkortikal bölgelerindeki herhangi bir haşan gösterir. Yarı a la n ih ­ me eş anlamlı ise belirlemesi istendi. Bu dil eylemi lisan ağının iki üst
merkezi olan Broca (B) ve Wernicke (W) alanlarını eş zamanlı akti-
m alin in h e r z am an p a r i e t a l lo b lezy on u n u g ö s te r d iğ i g e le n e k s e l g ö ­
ve eder. Aktivasyonlar özellikle sol hemisferdedir. (Alt) Deneklerden
rü şü d o ğ r u d eğ ild ir. Bu anatomik organizasyona uygun olarak ih­ uzaysal dikkatlerini periferik bir objeye çevirmeleri istendi. Bu eylem
malin klinik belirtileri üç davranışsal parçadan oluşur: İhmal edil­ dikkat ağının üç üst merkezi olan arka parietal korteks (P), frontal
miş yan alandaki duyusal olaylar (veya bunun mental belirtileri) göz bölgesi (F) ve singulat girus (CG) alanlarını eş zamanlı aktive
genel uyanıklıkta daha az etkiye sahiptir; ihmal edilen yarı alana eder. Aktivasyonlar esas olarak sağ hemisferdedir. (Şekil Dairen Gi-
telman, M D'ın izniyledir.)
doğru yönelen araştıncı ve yönelici davranışlann yetersizliği var­
dır; ve hasta sanki ihmal edilen yarı alanın güdüsel değeri düşmüş
gibi davranır.
Bir uzaysal algılama modeline göre, sağ hemisfer dikkati bütün
şahıs dışı alana yönlendirirken, sol ise esas olarak sağ yan alana
yönlendirir. Sonuç olarak tek taraflı sol hemisfer lezyonları, sağ ta­
rafın kompansasyonundan dolayı lezyon karşısı ihmale neden ol­ olarak bilinir ve yarı alan ihmalinin duysal-gösterimsel bir tezahü­
maz. Bununla beraber, tek taraflı sağ hemisfer lezyonları lezyon rüdür. Hedef bulma eyleminde, 21.5 x 28 cm (8 .5 x 1 1 inçj’lik kağıt
karşısı sol yarı alanın ciddi ihmaline neden olur, çünkü etkilenme­ yaprağında hedefler (örneğin, A'lar), şaşırtıcılar (örneğin alfabenin
miş sol hemisfer ipsilateral dikkat mekanizmalarını içermez. Bu diğer harfleri) ile serpiştirilir ve hastanın bütün hedefleri daire içi­
model, lezyon karşısı ihmalin sağ hemisfer lezyonlarında sol he- ne alması istenir. Solda hedefleri belirleyememe, yarı alan ihmalin­
misfere göre daha sık, daha şiddetli ve daha uzun sürdüğü klinik deki araştırma bozukluğunun bir göstergesidir. Kendi başma hemi-
gözlemleriyle uyumludur. Sol hemisfer lezyonlu solaklarda bile, anopi, bu görevdeki performansı etkilemez, çünkü hastanın baş ve
sağ yarı alanın şiddetli ihmali çok nadirdir. gözlerinin sola dönmesi serbesttir. Hedef bulma eyleminde normal
Şiddetli ihmalli hastalar vücudun sol tarafında giyinme, tıraş eğilim, sol üst çeyrekten başlayıp, sistematik olarak horizontal ve
olma ve düzeltme yapmayabilirler, tepsinin sol tarafına yerleştiril­ vertikal taramalara gitmektir. Bazı hastalar sağdan başlama ve ge­
miş besinleri yemeyebilir ve cümlelerin sol tarafını okumayabilir. lişi güzel taramayı ilerletme eğilimi gösterir. Hasta sonuçta bütün
Muayene eden büyük bir daire çizip [12-16 cm (5-6 inç)] hastanın uygun hedefleri belirlese bile, bu sol ihmalin ince bir belirtisini
saatine göre daireymiş gibi 1 -1 2 rakamlarını yerleştirmesi istendi­ gösterir. Keza, ihmali olan bazı hastalar etkilenen taraftaki hemipa-
ğinde sayıların çoğunu bazen tamamını sağ tarafa toplama, solu boş rezinin varlığını inkar edebilir veya hatta paralizili ekstremitenin
bırakma eğilimi vardır. Basit bir doğruyu kopyalaması istendiğinde sahipliğini inkar edebilir, bu durum a n o s o g n o s i olarak bilinir.
sol taraftaki detayları kopyalayamaz; ve yazması istendiğinde sol Sağ hemisferde serebrovasküler lezyonlar ve neoplazmlar yarı
tarafta geniş kenar bırakma eğilimi vardır. alan ihmalinin en sık nedenleridir. İhmali olan hastalarda, lezyon
İhmali belirlemede faydalı olan, hasta başında yapılan iki test bölgesine bağlı olarak, solda hemiparezi, hemihipoestezi ve hemi-
e ş z am an lı b ila t e r a l u y arı v ey a g ö r s e l h e d e f ip ta l etm e dir. İlk test­ anopi de bulunabilir, fakat bunlar değişmez bulgular değildir. Has­
te, muayene eden ya tek taraflı veya eş zamanlı iki taraflı görsel, taların çoğunluğu yan alan ihmalinde belirgin düzelme gösterir, bu
işitsel veya duysal uyarılar verir. Sağ hemisfer lezyonlarını takiben, genellikle ilk birkaç hafta içinde olur.
tek taraflı uyarıyı belirlemede zorluğu olmayan hastalar, iki taraflı Balint Sendromu, Simultanagnozi, Giyme Apraksisi ve Ya­
uyarıyı sadece sağdan geliyormuş zanneder. Bu durum sö n d ü rm e pısal Apraksi: Özellikle parietal kısımlarda olmak üzere, uzaysal
dikkat ağının bilateral etkilenmesi, B a lin t se n d r o m u olarak bilinen 145
şiddetli uzaysal oryantasyon bozukluğuna neden olur. Balint send­
romu çevrenin göz hareketiyle düzenli taramayı (o k u lo m o t o r a p ­ basit bir düz hattı kopyalamakta şiddetli zorluğa yol açabilir. Bu
r a k s i) ve görsel hedeflere doğru olarak elle ulaşmayı bozar (optik kon stru ksiy o n a p r a k s i olarak bilinir ve lezyon sağ hemisferde ise
ataksi). Balint sendromunun üçüncü ve en dramatik parçası ise si- çok daha şiddetlidir. Sağ hemisfer lezyonlu bazı hastalarda, çizme
m u ltan ag n oz i olarak bilinir ve bakış merkezindeki görsel verinin zorlukları şeklin sol tarafına sınırlanır ve bu yan alan ihmalinin bir
daha periferdekilerle entegrasyonunda bozukluğu gösterir. Hasta gösterimidir; diğerlerinde ise smırlann oluşturulmasında ve üç bo­
detaylara saplanarak, ilave bilgi için görsel çevreyi tarama yapma­ yutlu algılamada daha umumi bozukluk olur. Giyme apraksisi ve
dan bakış merkezine dalar. Sirtıultanagnozili hasta "ağaç için orma­ yapısal apraksi uzaysal oryantasyonda daha genel bozukluğun hu­
nı kaçırır". Kompleks görsel manzaraların bütünüyle algılanama- susi örneklerini gösterir.
ması, obje ve manzaraların görsel fark edilmesinde şiddetli sınırla­ YÜ Z V E O B JE TANINMASI İÇİN O K SİPİTO TEM PO -
maya yol açar. Örneğin masa lambası gösterilip ve objenin ismi so­ R A L AĞ: PROSOPA G N O Zİ V E O B JE AGNOZİSİ Yüzler ve
rulan hasta lambanın yuvarlak tabanını algılayıp, kül tablası diye objelerle ilgili algısal bilgiler öncelikle primer (striat) ve komşu
cevap verir. Simullanagno/.ili bazı hastalar baktıkları objelerin ani­ (üste giden) peristriat görsel assosiasyon alanlannda kodlanır. Bu
den gözden kaybolduğunu bildirirler, bu muhtemelen küçük bir bilgi, daha sonra birinci olarak occiputotemporal kortesin aşağı gi­
sakkadik yer değiştirmeden sonra bakışın orijinal noktasına tekrar den görsel assosiasyon alanlarına ve sonrada serebral kortekste di­
geri dönemediğini gösterir. Hareketler ve dikkat çekici uyarılar ğer lıeteromodal ve paralimbik alanlara iletilir. Oksipitotemporal
görsel algı bozukluklarını büyük oranda arttırır. .S’imultaııagnozi kodeksin fusiform ve lingual giruslarının bilateral lezyonu, bu işle-
Balint sendromunun diğer iki parçası olmadan da görülebilir. v i bozar ve yüz ve objelerin tanınmasını sağlayan, yaygın multimo­
Yukarıda tarif edilen harf iptal etme işinin bir modifikasyonu dal assosiyasyonhırın aktivasyonuuu bozar. Sonuçta ortaya çıkan
simultanagnozinin yatak başı teşhisinde kullanılır. Bu modifikas­ yüz ve obje algılanması bozukluğu p r o s o p a g n o z i ve g ö r s e l o b j e a g ­
yonda, baz hedefler (örneğin A’lar) diğerlerinden çok daha büyük n ozisi olarak bilinir. Prosopagnozili hastalar tanıdık yüzleri ve hat­

yazılır [yüksekliği 2.5 eın’e karşılık 7.5-10 eın (1 inçe karşılık 3-4 ta bazen kendi yüzünün aynadaki yansımasını tanıyamaz. Bu bir al­
inç)] ve tüm hedefler şaşırtıcılar arasında gizlenir. Hastalar karşı gılama bozukluğu değildir, çünkü prosopagnozik hastalar iki yüzün
sezgi gösterebilir, fakat karakteristik olarak büyük hedefleri atlama aynı olup olmadığını kolaylıkla anlatabilirler. Hatta yalnız bakma
eğilimi gösterirler (Şekil 25-3). Bu, büyük hedef için gereken bil­ ile tanıdık yüzü algılayamayan prosopagnozik bir hastaya o kişinin
ginin anlık bakış hattına sınırlanmamasından ve görsel bilginin sesi dinletilirse, uygun tanımaya ulaşmak için işitsel ifadeleri kul­
daha geniş bir görsel alandan geçme entegrasyonunu gerektirme­ lanabilir. Bundan dolayı, prosopagnozilerdeki defîsit türe özeldir
sinden oluşur. Daha büyük hedeflerin belirlenmesinde daha fazla ve ilgili görsel girdi ile diğer yönden sağlam multimodal modelin
zorluk, aynı zamanda bozuk görme netliğinin görme fonksiyonun aktivasyonunu önleyen bir lezyonun varlığını gösterir. Damasio,
bozulmasından kaynaklanmadığına ve sorunun periferalden ziyade prosopagnozide defîsitin sadece yüzün tanınmasına sınırlı olmadı­
santral olduğuna işaret eder. Bilateral dorsal parietal lezyonlardan ğını fakat daha geniş genel obje guruplarının tekil üyelerinin tanın­
kaynaklanır; yaygın olanlar içinde, orta ve arka serebral arter alan­ masını da kapsayabileceğini belirtmektedir. Örneğin, prosopagno­
ları arasında sınır alan enfarktı, hipoglisemi, sagital sinus trombo- zik hastaların karakteristikle yüzün yüz, arabanın araba olarak ge­
zu veya Alzheimer hastalığının atipik şekilleri vardır. İnmeye bağ­ nel belirlenmesinde bir güçlükleri yoktur, fakat yüzün kime ait ol­
lı Balint sendromlu hastalarda, bilateral görsel alan defektleri (ge­ duğunu ve araba markasını tanıyamaz. Bu bir obje sınıfında tekil
nellikle alt quandrantanopsi) sıktır. üyeleri tanımlayan hususi belirtilerin görsel tanıma bozukluğunu
Bilateral (veya sağ taraflı) dorsal parietal lob lezyonunun bir yansıtır. Tanıma problemleri daha genel olduğunda ve yaygm obje­

diğer bulgusu giyme apraksisidir. Böyle hastalar, kıyafetin aksı ile lerin genel tanınmasını da kapsadığında, bu durum g ö r s e l a lg ı a g ­

vücudun aksını aynı hizaya getiremezler ve elbiseyi altmdan tuttu­ n o z is i olarak bilinir. Prosopagazik hastaların aksine, obje agnozili

ğu için çabalıyor görünebilirler veya kolunu elbisenin kolundan olanlar hastalar, yüzü yüz; arabayı da araba olarak tanıyamazlar.

giysinin katlarına uzatırlar. Arka parietal lopu tutan lezyonlar, keza, Görsel obje agnozisini anomiden ayırt etmek önemlidir. Anomili
hasta objeyi isimlendirilemez, fakat onun kullanımını tarif edebilir.
Aksine, görsel algı eksikliğinde hem görsel sunulan objenin isim­
lendirmeyi hem de onun kullanım tarifini yapamaz. Prosopagnozi­
de ve görsel obje agnozisinde karakteristik lezyonlar arka serebral
arter alanlannda bilateral enfarktı içerir. Birlikte görülen defısitler
ise, görme alanı defektleri (özellikle üst quadrantanopsi) veya ak­
romatopsi olarak bilinen santral yerleşimli renk körlüğüdür. Nadi­
ren, sorumlu olan lezyon unilateraldir, Böyle olgularda, prosopag­
nozi sağ hemisferdeki lezyonlarla ilgilidir ve obje agnozisi ise sol­
daki lezyonlarla ilgilidir.
H A FIZA İÇ İN L İM B İK AĞ: A M N E Z İL E R Limbik ve pa­
ralimbik alanlar (hipokampus, amigdala, ve entorinal korteks gibi),
talamusun ön ve medial çekirdekleri, striatumun medial ve bazal
kısımlan ve hipotalamus lim b ik s iste m olarak bilinen yaygm ağı
kolektif olarak oluştururlar. Bu ağın davranışsal sıkı ilişkileri duy­
guların koordinasyonunu, motivasyonu, otonomik ton ve endokrin
fonksiyonu kapsar. Limbik sistemin bir diğer özelliği ve klinik pra­
tikte en önemli olan biri, yakın dönemler ve tecrübelerle ilgili olan
açıklayıcı (bilinçli) hafızadır. Bu fonksiyonda bir bozukluk a m n es-
ŞEKİL 25-3 2 yıldır degeneratif demans hikayesi olan 70 yaşında ka­
dın hastaya bütün A lan daire içine alması istendi. Hasta küçük he­ tik du ru m olarak bilinir. Motivasyon, dikkat, lisan veya görsel alan
defleri belirler fakat büyük olanlarını unutur. Bu bir simultanagnozi fonksiyon bozukluğu yokluğunda, sebat eden global amnestik du­
tezahürüdür. rumun klinik teşhisi her zaman bilateral limbik sistem hasarıyla
146 ;! :i..ı;,i.ii,kl:;ı'sı . \;;.ı it u ii; Ulan V'l i'lK u . ı i; ■.-..-dlkT: daki hasta, bu becerilerin kazanılmasını sağlayan tecrübenin şuurlu
bilgisi olmamasına rağmen, yeni motor ve algısal becerileri kaza­
bnrlifefecttr ve hasa» genellikle hıpofcampo-enlorinal kompleks veya nabilir.-
rafanwsadtc D İK K AT V E DAVRANIŞ İ L E İL G İL İ P R E FR O N T A L AĞ
Amnezi drounMindak» hafıza bozulduğa multimodaldır ve ret- İnsan beyninde serebral korteksin hemen hemen üçte biri frontal
rograd ile anteıograd bileşenleri vardır. R e ir o g r a d a m n ez i arnnesük lopta yer alır. Frontal loblar, motor-premotor, dorsolateral prefron­
durumun başlangıcından önce oluşa» tecrübeleri hatırlamamayı tal, medial prefrontal ve orbitofrontal alt kısımlara bölünebilir.
kapsar- Nispeten yakut geçmişteki olaylar retrograd amnezide daha Frontal lob sendromu ve prefrontal korteks terimleri bu dört kısmın
uzat- olaylardan daha fazla etkilenir- Acile gelip, kendi kimliğini yalnızca son üçünü ilgilendirir. Bu kısımlar, serebral korteksin pri­
lıatorfaftîayıp- fakat b ir önceki giiniin olaylarını hatırlayabildi bir matlar ve özellikle de insanlarda filogenetik olarak en fazla geliş­
hasta kesinlikle hafıza kaybının nörolojik bir sebebinden etkilen­ miş kısımlarıdır. Dorsolateral prefrontal, medial prefrontal, orbitof-
memiştir- Amnezi d tm n K n m ikinci ve en önemli bileşeni a n te r o g - rontai alanlar ve bağlantılı oldukları subkortikal yapılar (örneğin
r a d a m n ez id ir, bu yeni bilgileri depolama, saklama ve hatırlama kaudat başı ve talamusun dorsomedial çekirdeği), insanda oldukça
’o ozırkteğona gösterir- Amnestik otan hastalar birkaç dakika önce kanşık olan davranış ve bilişsel fonksiyonların koordine edildiği
ne yediğini veya birkaç saat- önce geçirdiği önemli olayın detayım büyük ölçekli bir ağ oluştururlar.
natulayamaz- A ta t dönemlerde, bu zaman aralığını yanlış, uyduruk Prefrontal ağ, düşüncenin emosyon ve motivasyon ile üıtegras-
ve sıklıkla inandanız bilgilerle doldurma eğilimi bile olabilir. Bu yonunu gerektiren davranışlarda önemli rol oynar. Prefrontal ağın
k a n fa im lm y r n olarak adlandırılır. Bu hastalar unuttuklarını unutur­ farklı fonksiyonel bağlantılarının basitçe özetlenebileceği bir for­
lar ve sorulduğumda hafıza problemlerini yalanlama eğilimindedir. mül yoktur. Onun integrasyonu alternatifler, şartlar, sonuçlar, ilgi
Amnestdt donunla bir hasta hemen her zaman özellikle de za­ ve emosyonel etkinin eş zamanlı anlaşılmasında önemli görünür ve
manla ilgili olarak oryante değillerdir. Doğru olan geçici oryantas- bu sayede adaptif çıkarımlar, kararlar ve aksiyonların formüle edil­
yon ve yakın zamanın doğru bilgisi, majör amnezi olmadığını gös­ mesine izin verir. Beynin bu kısmındaki bir hasar mental esneklik,
teri»- Hafıza hastaya muayene eden tarafından 5 defaya veya hasta­ sebeplendirme, hipotez oluşturma, somut düşünce, tedbir, yargı,
nın arada gecikme olmaksızın hemen tekrarlayabilmesine kadar bilgiyi kullanımda tutma (dikkat) ve uygunsuz cevaplan baskılama
söylene» 4 -5 adet kelimelik bir liste ile test edilebilir. Testin sonra­ fonksiyoıılannı bozar. Özellikle mental içeriğin yürütülmesi ilgili
ki bölüntünde, onları söylemesi istenmeden önce kelimelere kon­ olmak üzere, prefrontal korteks lezyonları nedeniyle bozulan dav­
santre olması ve onları içinden tekrarlaması için 1 dakika süreyle ranışlar, çoğu zaman icra edici fonksiyonlar olarak bilinir.
müsaade edilir- Bu devrenin doğru yapılması hastanın en azından 1 İzole, fakat dramatik kişilik ve davranış değişikliklerine yol aç­
dakika süreyle kelimeleri kullanımda tutması için kafi derecede masına rağmen, çok geniş bilateral prefrontal lezyonlarda bile bü­
dikkat®) ve motive olduğunu gösterir. Bu testin son aşaması hasta­ tün hissi, motor ve temel bilişsel fonksiyonlar sağlam kalabilir.
nın düğer işferfe meşgul olduğu 5 -1 0 dakikalık hatırda tutma peri­ Prefrontal ağ hasarının belirtileri, iki farklı sendrom şeklinde ken­
yodun» kapsar. Bu ara donemin sonunda yeterli hatırlama kullanım dini gösterir. F r o n t a l a h ıtlik s e n d r o n ıd a , hastada teşebbüs, yaratıcı­
dışı depolama, hafızada tutma ve geri çağırmayı gerektirir. Amnes- lık ve meraklılık kaybıyla birlikte, yaygın emosyonel donukluk ve
tik hastalar testin bu aşamasını yapamazlar; hatta kendilerine hatır­ apati ortaya çıkar. F r o n t a l d isin h ih is y o n sen d rom tın d a, hasta sosyal
laması için bir liste kelime söylendiğini bile unutabilirler. Onları olarak inhibisyon bozukluğuna uğrar ve şiddetli olarak yargı, anla­
hat ırfantaya » bir hastanın bu son aşamayı çoktan seçmeli olarak ke­ yış ve öngörü bozuklukları gösterir. Sağlam entelektüel fonksiyon
limeleri doğru cevaplaması, hafızanın daha az şiddette bozukluğu­ ile değişmez gelişmemiş genel hislerin toplam eksikliği arasındaki
nu ve çoğunlukla hafızanın geri çağırma merhalesinin etkilendiği­ ayrışma dikkat çekicidir. Bütün temel hafıza fonksiyonlarının ko­
ni gösterir. runmasına rağmen, hasta tecrübe edip öğrenemez ve yaptıkları her
Bir çok nörolojik hastalık amnezi durumuna neden olabilir. seferinde felaketle sonuçlansa da emosyonel ağrı, suçluluk veya
Bunlar tümörleri (sfenoid kanadı, arka korpus kallozumu, talamus pişmanlık hissetmeden uygunsuz davranışlar göstermeye devam
veya medial temporal lobu tutan), enfarktları (ön ve arka cerebral eder. Bozukluklar sadece gerçek hayat koşullarında, davranışın mi­
arter alanlarında), kafa travmalarını, herpes simpleks ensefalitini, nimal dış kontrolün etkisinde olduğu durumlarda ortaya çıkabilir
Wemteke-Korsakoff enselalopatisini, paraneoplastik limbik ense- ve muayenehane şartlarında görülmeyebilir. Hastanın muhakeme­
faliti ve Alzheimer ve Pick hastalığı gibi dejeneratif hastalıkları sini test etmek için "tiyatroda yangın olduğunu anlasan ne yapar­
kapsar- Bu hastalıkların ortak özelliği, limbik ağın bir yada birden sın" veya "yolda üzerinde adres yazılı ve pul yapıştırılmış bir zarf
fazla bölgesinde özellikle hipokampus, entorinal korteks, hipotala- bulsan ne yapardın" gibi sorular sormak yeterince bilgilendirici de­
musun mamiller cismi ve limbik talamusta olmak üzere bilateral ğildir. Çünkü, muayenehanede bu sorulara akıllıca cevap veren
fezyonlar oluşturmalarıdır. Ara sıra, unilateral sol taraf lezyonları hastalar, daha karışık gerçek hayat şartlarında hala aptalca hareket­
amnestik duruma neden olabilir, fakat hafıza bozukluğu geçici ol­ ler yapmaya devam edebilir. Bundan dolayı, mental durumun büro
maya eğilimlidir. Altta yatan nörolojik hastalığın cinsi ve dağılımı­ muayenesinin tam sağlam olabildiği zamanlarda bile, doktor tarih­
na bağlı olarak, hastalarda görsel alan defisiti, göz hareketlerinde sel bilgi temelinde frontal lob hastalığı teşhisi koymaya hazırlan­
kısıtlılık ve serebeller bulgular da olabilir. Böyle g e ç i c i g l o b a l am - mış olmalıdır.
n e z lli bir çok hastada (Konu 26), ilave nörolojik bulgular yoktur; Abulik sendromu, dorsolateral prefrontal korteks ve disinhibis-
bu bazen yanlışlıkla psikiyatrik hastalık teşhisine neden olur. yon sendromu, medial prefrontal veya orbitofrontal korteks hasa­
Limbik ağ amnezi durumunun hasar yeri olmasına rağmen, bu rıyla birlikte olmaya eğilimlidir. Bu sendromlar, çok sıklıkla kafa
bölge hemen kesinlikle hafızanın depolanma bölgesi değildir. Ha­ travması, strok, anevrizma rüptürü, hidrosefali, tümör (metastazlar,
fızalar assosiasyon korteksi boyunca genişçe yayılmış olarak depo­ glioblastom, falks veya ol faktör yarık meniııgiomlarını içeren) ve­
lanır. Limbik ağa biçilen rol, birbirinden kopuk olan fragmanların ya fokal dejeneratif hastalıklar olmasıyla ve hemen her zaman bila­
ilgili olaya ve tecrübelere bağlanmasıyla şuurlu hatırlama yapması­ teral lezyonlardan sonra ortaya çıkmaya meyillidir. Prefrontal kor-
dır. Limbik sistemdeki hasar hatıraları muhakkak yok etmez, fakat tekse sınırlı, tek taraflı lezyonlar patoloji karşı tarafı tutana kadar,
ahenkli şekilde bilinçli (açıklayıcı) geri çağrılmasını engeller. Lim­ sessiz kalabilir. El yakalama, tutma ve emme gibi gelişimsel olarak
bik lezyona rağmen, bilginin tekil parçalan korunmuştur, im p licit ilkel reflekslerin ortaya çıkması, esas olarak frontal lobun premotor
h a fız a olarak bilinenler sürdürülebilir. Örneğin, amnezi durumun­ alanına uzanan geniş yapısal lezyonlu hastalarda veya metabolik
enselalopııti durumlarında görülür. Prefrontal lezyonu ve frontal
lob davranış sendromları olan hastaların büyük bir kısmında bu ref­
leksler ortaya çıkmaz. uygun girişimler gecikmiş olabilir. Frontal lob hastalıklarım ve dav­
Frontal lop hasarında, çalışma hafızası (bilgiyi geçici olarak ranışsal tezahürlerini bilerek konuya yaklaşmak böyle hatalardan
kullanımda tutma), konsantrasyon süresi, kelimelerin akıcılığı, de­ kaçınmaya yardım edebilir.
polanmış bilginin taranıp geri getirilmesi, ani fakat uygunsuz ce­ ÜST S E R E B R A L FO N K SİYO N E K S İK L İĞ İ OLAN HAS­
vapların inhibisyonu ve mental esneklik gibi bir çok dikkatle ilgili TA LA RIN BA K IM I Bu bölümde tanımlanan defisitlerin bazıları o
fonksiyonları bozar. İstenilen bir düşünceye odaklanma kapasitesi kadar karışıktır ki yalnızca hasta ve ailesini değil aynı zamanda
ve dikkati istemli olarak bir düşünce veya uyarıdan diğerine çevire- doktoru da şaşırtır. Defisitin özelliklerini anlamak için sistemik kli­
bilme kabiliyeti bozulmuş hale gelebilir. Parmak saymak (7 ileri ve nik bir değerlendirme yapmak ve durumu hasta ve ailesine uygun
5 geri olmalı) azalır; veya yılın aylarının geriye doğru ezberden şekilde anlatmak zaruridir. Bu açıklama anksiyeteyi biraz baskılar,
okunuşu (normalde 15 saniyeden az sürer) yavaşlar; normalde 1 da­ defisitin (örneğin sosyal disinhibisyon veya aile üyelerini tanımada
kikada üretilebilen (normalde bir harf için 12 veya daha fazla) a, f, zorluk) psikolojik olarak uyarıldığı gibi yanlış kanıları bertaraf eder
s ile başlayan kelimelerin sayısı noııafazik hastalarda bile azalır. ve günlük yaşantı açısından pratik telkinlere götürür. Tecrübeli bir
Karakteristik olarak, işlem devam ettikçe, ilerleyici olarak perfor­ nöropsikiyatristin konsültasyonu teşhis ve tedavinin düzenlenmesi
mans düşüklüğü olur; örneğin 3'ten geriye doğru sayması söylenen açısından yardım edebilir. Örneğin simultanagııosili hastalar, bir
luısta "100. 97, 9 4 ...9 1 ,...8 8 ," vs. diyebilir ve görevi tamamlaya­ maddeyi bulamadıkları zaman, geri çekilmek için komuttan fayda­
maz. CJit-luıyır-git ödevlerinde (tek tıkırtı duyduğunda parmağını lanabilir, böylece anlık görme alanında daha büyük bir araştırma
kaldırmak, fakat iki tıkırtı duyduğunda parmağını hala havada tut­ alanı bulurlar. Bazı hastalarda, hikaye yatak başı muayeneden daha
mak gilıi bir komut verildiğinde), hasta karakteristik olarak "hayır- önemli olabilir, Örneğin, frontal lop hasarlı hastalar eşlerine karşı
“ 11 " cevabında hareketsiz kalamaz; mental esneklik (çeşitlendirme aşırı şekilde sinirli ve rahatsız edici olabilirken, muayenehaneyi zi­
wvu cslcşıirme gibi ödevlerde bir kriterden diğerine geçiş kabiliye- yaret ettiklerinde bütün uygun sosyal nezaketi gösterebilirler.
iıvk* tası edilir) /ayıllanıa; yersiz uyanlara şaşırma artar; ısrar bo- Reaktif depresyon, üst serebral disfonksiyonu olan hastalarda
ak lm?u vu bir ıİlişilmeye saplanıp kalmaya bariz meyil vardır. sıktır ve tedavi edilmelidir. Bu hastalar rutin dozlardaki antidepre-
Ha Hikkat eksiklikleri verili bilgiletin dır/enli saklanması ve gc- san ve aııksiyolitiklcre hassas olabilir ve dozun dikkatli ayarlanma­
.1 •eiııtlnıeMinlc Imzııklıık yapar ve .ir L W c r hafıza bozukluklarına sı gerekir. Beyin hasarı, hissedilen durumlar ile bunun gösterimi
•ol açar, lidyle iıatı/a bozukluktan. .ıııme/ıtcHİcki ıııınn -ı hafıza .ırasında ayrışmaya sebep olabilir ve böylcce yüzeysel olarak şaka­
bozukluklarından, udevleıdekı dikkatle ilgili yük azaltıldığımla or­ cı gibi gözüken hasta aslında altta yatan ve tedavi edilmesi gereken
taya çıkan iyileşme ile ayın edilir. Çalışma lıalı/ası (ayın zamanda Inr depresyondan rahatsız olabilir. Çoğu vakada, ajitasyon güven
anlık hafıza diye de bilinir), bilginin geçici olarak kullanımda mini­ ıclkiııi ile koııırol edilebilir. Diğer vakalarda, benzodiazepin ve di­
ma,sma bağlı bir dikkat fonksiyonudur. Bu prefrontal ağ ve aseııdnn ğer sedatif antidepresaıılar gerekli olabilir, Beyin hasarlı hastalarda,
reıikuler aktive edici sistem integrasyonuyla yakından ilgilidir. Di­ ckstrapiramidal yan etkileri fazla olacağından, ajitasyoııuıı kontro­
ğer yönden kaydedici hafıza, bilginin istikrarlı (kullanım dışı) de­ lü için nöroleptiklerin kullanımı, dirençli vakalara bırakılmalıdır.
polanmasına bağlıdır ve limbik ağın integrasyonuyla ilgilidir. Bir­ Akut nörolojik lezyon nedeniyle oluşan bilişsel defisitlerde
kaç dakika önce ne olduğunu hatırlamayan, şiddetli amnezisi olan spontan iyileşme sıktır. Özellikle tek beyin lezyonu olan genç kişi­
hastaların, parmak sayma testinde gösterildiği gibi, sağlam veya iyi lerde olmak üzere, iyileşme ilk birkaç haftada en hızlıdır, fakat 2 yı­
işleyen çalışma hafızası kapasitesine sahip olabildiklerinin gözlen­ la kadar devam edebilir Bu iyileşmenin mekanizması kısmen anla­
mesi sayesinde altta yatan nöral mekanizmaların ayrı olduğu anla­ şılmıştır, Başlangıç defisitlerinin bazıları, başlangıç hasarı ile bağ­
şılmıştır. lantılı olan beyin bölgelerinde uzak fonksiyondan bozulduğundan
Kaudat nukleus veya talamusun dorsomedial lezyonları (pref­ (ayrışma) kaynaklandığı görülür, Bu hastalardaki iyileşme, en azın­
rontal ağın subkortikal parçaları), keza, frontal lob sendromuna ne­ dan kısmen, uzak fonksiyon bozukluğunun normalleştiğini göstere­
den olabilir, Bu da neden Parkinson veya Huntigton hastalıkları gi­ bilir, Hasar bölgesine komşu sağlam diğer nöronların fonksiyonel
bi dejeneratif bazal ganglion hastalıklarındaki mental durum deği­ olarak tekrar organize olması veya homolog yapıların kompansatu-
şikliklerinin, frontal lop sendromu gibi kendini gösterebilmesinin ar olarak kullanılması (örneğin Wernicke afazisinin iyileşmesinde
sebebidir. Assosiasyon korteksinin diğer kısımlarıyla olan yaygın sağ üst temporal girusun kullanılması) diğer mekanizmalardır. Wer­
bağlantıları nedeniyle, prefrontal ağın esas hesaplama fonksiyonu, nicke ve Brocka bölgelerini tutan geniş lezyonları olan bazı hasta­
diğer ağlar için bir bütünleyici veya orkestra şefi gibi çalışmaktır. larda, yalnız Wernicke bölgesi kompansatuar kontralateral yeniden
Serebral yarımkürelerin bilateral multifokal lezyonları (hiçbiri şa­ organizasyon gösterebilir (veya bilateral fonksiyonellik), böylelik­
hıs bazında afazi, bilişsel bozukluk, ihmalcilik gibi problemlere se­ le global afaziye sebep olabilecek bir durum geri kalan Brocka afa­
bep olacak kadar geniş değildir) kollektif olarak prefrontal kortek- zisi ile ilişkili bir hale gelebilir. Afaziden iyileşme prognozu, Wer­
siıı bütünleme ve irtibat fonksiyonlarını bozar. Frontal lob lezyonu; nicke bölgesinin korunduğu durumlarda en iyidir, Bilişsel rehabili­
metabolik eıısefalopati, multiple skleroz, vitamin B 12 eksikliği ve tasyon işlemleri üst kortikal defisitlerin tedavisinde kullanılır. Az
diğerlerini ihtiva eden bir çok bilateral multifokal beyin hastalığı ile sayıda kontrollü çalışma olmasına rağmen, bazı çalışmalara göre,
ilişkili tek ve en sık davranış profilidir. Aslında, klinik olarak fron­ afazi ve hemispatial ihmalden kurtulmada rehabilitasyonun faydası
tal lob sendromu tanısı almış hastaların çoğunda lezyonlar prefron­ vardır, Bazı defisitler diğerlerine göre iyileşmeye daha yatkındır.
tal korteks yerine ya prefrontal ağın subkortikal parçalarım ya da Örneğin, akıcı olmayan afazili hastaların, akıcı afazisi ve anlama
onun beynin diğer parçalarıyla olan bağlantılarını tutmaya eğilimli­ eksikliği olanlara göre konuşma terapisinden fayda görmesi daha
dir. Frontal korteks hastalığı belirtisi olmayan bir hastada frontal fazla muhtemeldir. Genellikle, hastalığın inkar edilmesine yol açan
lob sendromu teşhisinden kaçınmak için, sorumlu lezyonların yay­ lezyonlar (misal, anosognozi) rehabilitasyona daha dirençli olan bi­
gın ağın herhangi bir yerinde olabildiğini düşünerek f r o n t a l a ğ lişsel defisitlerle ilişkilidir. Üst kortikal disfonksiyonda iyileşme
sen d ro m u diagııostik teriminin kullanılması önerilir. nadiren tam olur, İyileşme miktarının ölçülmesi ve bilişsel rehabi­
Frontal lob hastalığı olan hastada ayırıcı tanıda potansiyel iki­ litasyon için özel tavsiyelerde bulunulması, ev içinde gerekli dü­
lemler oluşur; abuli ve donulduk yanlışlıkla depresyon olarak, ve zenlemelerin yapılması ve okul veya işe başlama için zamanlama­
iııhibisyoıı bozukluğu ise yine yanlışlıkla mani veya saldırgan dışa sının yapılması için periyodik olarak nöropsikiyatrik değerlendir­
vurum olarak yorumlanabilir. Tedavi edilebilir bir tümör büyürken meler yapmak gereklidir.
148 :[ ; i'itjhRîann ilufouiari -c "fokuiuı A k .iıo i si tecrübe ve bilgimizin çoğunu içerir. Bazı bilgilerin sınırsız za­
man için doğru olarak depolanmış olduğu, oysa diğer maddelerin
■• Î3L Î0G R A F Y A zayıflayıp veya bozulmuş olduğu görünür. Hafıza fonksiyonu ka­

DAMAStO AR, DAMAStO H: Aphasia and the neural basis of language, in yıtlama (kodlanma veya tutma), alıkoyma (depolama veya birleş­
Principles of Behavioral and Cognitive Neurology, 2d ed. M-M Mesulam tirme), tespit etme ve hatırlamayı (şifre çözme veya geri çağırma)
(ed). New York, Oxford University Press, 2000, pp 294-315 içerir. Kayıtlama ve hatırlama şuurlu işlemdir. Hayvan deneyleri
G1TELMAN DR et al: A large-scale distributed network for covert spatial atten­
uzun süreli hafızanın yeni protein sentezine ihtiyaç duyduğunu
tion. Further anatomical delineation based on stringent behavioral and cog­
nitive controls. Brain 122:1093, 1999 göstermiştir ve tespit etme işlemi muhtemelen nöronal sinapslarda
HEISS W-D et al: Differential capacity of left and right hemispheric areas for fiziksel değişiklikleri kapsar.
compensation of poststroke aphasia. Ann Neurol 45:430, 1999
Psikologlar tarafından özellikle içeriğin referansına göre veya
LE1GUARDA RC, MARSDEN CD: Limb apraxias. Higher-order disorders of
sensorimotor integration. Brain 123:860, 2000 hafıza depolarının kullanımına göre, hafızanın birkaç ilave sınıflan­
MESULAM M-M: Behavioral neuroanatomy: Large-scale networks, association dırılması bazen kullanılır. Referans hafıza önceki tecrübeden kaza­
cortex, frontal syndromes, the limbic system and hemispheric specializati­
nılmış yakın ve uzak bilgiyi bulunduran dosyalama sistemini gös­
ons, in Principles of Behavioral and Cognitive Neurology, 2d ed, M-M Me­
sulam (ed). New York, Oxford University Press, 2000. pp 1-120 terir. Çalışma hafızası son tecrübeler ile devamlı olarak yenilenmiş
MESULAM M-M: From sensation to cognition. Brain 121:1031, 1998 olan aktif işlemi işaret eder. Episodik hafıza spesifik yer ve zaman­
da oluşan olaylar hakkmdaki bilgiyi içerir. Anlamsal hafıza değiş­
meyen gerçekleri, prensipleri, ilişkileri ve kuralları (örneğin, devlet
başşehri ve bir haftada günlerin sayısı) kapsar. Açıklayıcı (kesin)
hafıza dünya hakkında gerçekler ve hatırlanılması için şuurluca ge­
ri çağrılan geçmiş şahsi olaylara işaret eder. Aksine, işlemsel (ima
ile) hafıza nasıl bisiklete binileceğim, nasıl giyileceğini veya nasıl
araba sürüleceği gibi beceri veya işlemleri öğrenme ve unutmama­
yı içine almıştır. İşlemsel hafızada depolama kabiliyeti otomatiktir

>(T T h o m a s D . B ir d ve bilinçli yürütmeyi gerektirmez.


Nihayet, y ü rü tm e fo n k s iy o n u terimi davranışı planlama, başla­
HAFIZA KAYBI VE DEMANS ma ve düzenlemede kullanılan mental aktiviteyi gösterir. Sistema­
Mustafa Y ılmaz tik, hedefe-yönelik aktivite ile sonuçlanan beynin merkezi düzenle­
yici fonksiyonu olarak düşünülür. Yürütme fonksiyonu refleks ve­
TANIM Demans 4 milyondan daha fazla Amerikalıyı etkileyen ya otomatik davranışın yetersiz olduğu rutin olmayan durumlarda
ve toplumsal maliyeti yıllık 5 0 milyar $’dan daha fazla olan ciddi aktiftir. Yürütme fonksiyonunun anatomik ve fizyolojik kısımları­
ve yaygın bir problemdir. Yetmiş yaşı aşanların % 10’u ve 85 yaşı
nın frontal lopları tuttuğu farz edilir (Konu 25). Demanslı hastalar­
geçenlerin % 20-40’ı klinik olarak belirlenebilen hafıza kaybına sa­
da sıklıkla yürütme fonksiyonunda bozukluklar oluşur.
hiptir. Demans çok sebepleri olan bir sendromdur. Demansın basit
FO N K S İY O N E L ANATOM İ V E PATO G EN EZ Demans se-
bir tanımı, günlük yaşam aktivitelerindeki önceki başarılı perfor­
rebral nöronal devre bozukluklarından kaynaklanır ve hususi yerle­
mansı azaltan kognitif (bilişsel) kabiliyetlerde bozulmadır. Hafıza
şimli böyle kayıplar ile kombine olan nöronal kaybın toplam mik­
kaybedilen en sık ve en önemli bilişsel kabiliyettir. Dikkat, muha­
tarının sonucudur (Konu 25). Hafızanın anatomik temeli, ilk za­
keme, anlama, oryantasyon, öğrenme, hesaplama, problem çözme,
manlar Korsakoffun alkol/tiamin eksikliği sendromu çalışmaların­
mood (ruh durumu) ve davranış gibi diğer mental yetenekler de et­
dan ve epilepsi tedavisi için yapılan temporal lop cerrahisi sonuç­
kilenebilir. Ajitasyon veya içe kapanıklık, hallusinasyonlar, delüz-
larından çıkarıldı. Korsakoff sendromundaki hipotalamus, mamil-
yonlar, insomnia ve inhibisyon kaybı da yaygındır. Mental retar-
ler cisimcikler ve talamusun dorsomedial çekirdeği lezyonlan gös­
dasyonlu ve psikozlu şahıslar, şayet entelektüel fonksiyonlarında
termiştir ki bu alanlar öğrenme, hatırlama ve tanımada önemlidir.
azalma olursa demanslı hale gelebilir. Demansın çok yaygın şekil­
Epilepsi için unilateral temporal lop cerrahisi ya sözel veya sözel
leri ilerleyicidir, fakat bazı demans hastalıkları statik ve değişmez­
olmayan materyal için hafif ve orta amnezi oluşturdu. Hipokampal
ler. Deliryum şuur seviyesinde değişme (letarjiden ajitasyona ka­
formasyon, parahîpokampal girus ve amigdal parçasını içine alan
dar) ile birlikte akut konfüzyonal durum olmasına rağmen, demans
bilateral temporal lobun çıkarılması şiddetli anterograt öğrenme
kronik bir durumdur.
bozukluğu oluşturdu, yani, sıklıkla eskileri hatırlayabilmenin ko­
Hafıza, asırlarca filozofları ve bilim adamlarını büyüleyen bey­
runması ile birlikte yeni hafızaları depolayamama. Medial tempo­
nin kompleks bir fonksiyonudur. Günümüzde, hafıza farklı kapasi­
te ve süredeki çeşitli depo tamponlarını kullanan bir mental proses ral lop hafıza sisteminin kısımları entorhinal, perirhinal, ve para-

olarak düşünülür (Tablo 26-1). Duysal hafıza görsel halde (resim- hippokampal bölgelerini içine alan hipokampus ve komşu korteksi

sel hafıza) yaklaşık 250 ms ve işitsel halde 1-2 s sürer (ekoik hafı­ içerir (Şekil 26-1). Bu entorhinal korteksden dentat girusa, hippo-

za). Anlık (kısa süreli veya primer) hafıza yaklaşık yarım dakika kampusun CA3 ve CAİ neuronlarına, subikuluma ve geri dönüşü
sürelidir ve ortalama 5 -10 adetlik sınırlı bir kapasiteye sahiptir. An­ entorhinal kortekse olan dairesel yolu kapsar; bu yol Alzheimer
lık hafıza dalgınlığa oldukça hassastır, içeriği korumak için dikkat hastalığında (AH) ağır olarak bozulmuştur. Bu sistem hızlıdır, sı­
ve uyanıklık gerekir. Hastanın öne ve geriye doğru birkaç sayıyı nırlı kapasiteye sahiptir ve öğrenme zamanı ve beyan edici hafıza­
hatırlaması istenerek çoğu kez yatak başında test edilir. Yakın, ve­ yı kurmada çok önemli fonksiyon yapar. Bu rol, neokorteksde de­
ya sekonder, hafıza hem kısa süreli hem de uzun süreli olarak ad­ polanan hafızanın sonuçta medial temporal lop hafıza sisteminden
landırılmıştır. Bu hafıza dakika ve haftalar arası süreye sahiptir ve bağımsız olması nedeniyle, yeniden organizasyon ve sağlamlaştır­
anlık hafızadan daha büyük depolama kapasitesi gösterir. Bu tam­ manın uzunca periyodu esnasında öğrenmeden sonra devam eder.
pona girerken, bilgi değişken süreli birleştirme işlemine uğrar. Ya­ Bu işlem, uzun-süreli (kalıcı) hafıza deposunun yüklenmesinin ted­
kın hafıza, çoğunlukla, klinik olarak hastanın 3 kelimeyi 3-5 daki­ rici olarak neokorteks tarafından kendi üzerine alınması ile, medi­
ka sonra tekrarlaması istenerek test edilir. Uzak, veya uzun süreli al temporal lop sisteminin yeni bilginin kazanılması için daima
hafıza haftalar ile ömür boyu süreyle bilgiyi depolar ve bizim şah­ mevcut olduğunu ikna eder. Son fonksiyonel beyin görüntüleme
çalışmaları, öğrenme ve hafıza­ T ab lo 2 6-1 H afızan ın sınıfland ırılm ası

nın duysal bilgi ve motor kontrol Muhtemel Serebral


işlemi yapan korteks ile aynı böl- Tip Zaman aralığı Test/Örnek Yerleşim
geleri tuttuğunu göstermiştir.
Gösterirki öğrenme ve hafıza D“ysal . . . .
° Resımsel (görsel) <1 s Şekil sonrası Görsel korteks
sensoryal bilgi ve motor çıkışı ış- Ekoik (işitsel) 1 -2 s Öksürük/köpek havlama İşitsel korteks
leyen korteksin benzer bölgeleri Anlık 30 s Sayı sayma Perisilvian korteks, ftontai lop
ile ilişkilidir.Şuurlu toplanmalar (primer/çalışma)
Dakikalar/aylar 3-S dakika sonra 3 Hippokampus, mamillotalamik
olmaksızın oluşan perseptüal ve Yakın
kelimeyi hatırlama yol, dorsomedial talamus
motor öğrenme şekillen sensonal Açıklaylc, (kesjn)
ve motor korteksin daralma ve Episodik Son hafta yolculuğunu Limbik sistem ve assosiasyon
genişleme takdim şekilleri ile Anlamsal hatırlama korteksi
sağlanır.Örneğin bir çalışma telli ; Ayların isimlerini hatırlama
Bisiklete binme Amigdal, serebellum, assosias­
müzik çalıcılarının sol ellerindeki ݧIemseI (ima İIe)
Elbise giyme yon korteksi, frontal lobe, ? diğer
parmaklarm kortikal görünümü­ Aylar-lıllar
Uzak (referans) Lise eğitimini hatırlama Assosiasyon korteksi? diğer:
nün normal bireylerden geniş ol­
duğunu göstermiştir, bu da birey­ KAYNAK: K Erickson’dan değiştirilerek: West! Med 152:159,1990.
lerin mevcut ihtiyaçları ve dene­
yimleri doğrultusunda ihtiyaca ve değişikliklere göre insanların lanmasında tutulduğu farz edilir. USK hipokampusda oluşur ve sik­
primary somatosensory cortexlerinde vücudun çeşitli birimlerinin lik AMP-cevaplı eleman bağlayan protein (SCEB) yanında N-
değişliği fikrini vermektedir.Cisimleri tanımada (örneğin reıt- methyl-D-aspartate (NMDA) reseptörleri ile aracılık eder. Gen dış­
:i,h#yvtjjıl»r.aletleri, aksiyonları) ilişkili kortkal bölgeler dağılmış layıcı fare modelleri, hipokampal USK'de rol alan sekonder taşıyı­
istemler olarak organize edilirler ve onlarda bir madde ile ilgili cı sistemlerin tanımında faydalı olmuştur. Örneğin ya kalsi-
bilgiler ilgili hareketleri aracı olabilecek ilgili korteks bölgelerinde yum/kalmodulin-bağımlı protein kinaz Veya sitoplazmik tirozin ki-
oıuhafa/aedilirler (Konu 23),Bu ila cisim tanımadaki aktif beyin naz (fyn) eksilmesi hipokampal USK'de eksiklik ve bozulmuş
bölgelerinin kısmen cismin intrînsik özellikleri ile ilişkili olduğunu uzaysa] öğrenme ile sonuçlanır. Aksine, inaktive edilmiş nöronal
düşündürür, işlemsel (implicit) hafıza öyle görüııüyorki hippocam­ glikoprotein thy-1'H farelerde, bölgesel olarak USK'nin seçici bo­
pus dışında amygdala, cerebellum, ve sensory cortex gibi bölge­ zulması fakat uzaysal öğrenmenin sağlam olduğunun gösterilmesi,
lerle ilişkilidir.Farklı frontal bölgeler hafıza depolamanın farklı şe­ hipokampusurt dentat girusuna entorhinal projeksiyonda (Şekil 26-
killeri ile oluşur.Fonksiyonel magnetic resonance imaging (MR1) 1) USK'nin bazı çeşit uzaysal öğrenme için gerekli olmayabileceği
çalışmalaı gösteriyorki sol prefrontal-temporal bölgeler veya sağ fikrini vermiştir. SCEB'nin hipokampal seviyesinde bozulması raf­
prefrontal-bilateral parahippocampal bölgelerin yerel aktivasyon larda uzun süreli hafızayı bozar.
büyüklükleri sıra ile,şahsın nasıl kelimeleri kullacakları ve görme Demansa yol açan çoğu hastalıkların patolojik bölgeleri olduk­
işlemlerini yapacakları hakkında önceden bilgi verebilir. ça sınırlı değildir, AH gibi hastalıkların, sonunda serebral korteks
Biyokimyasal olarak, kolinerjik
sistem hafızada önemli bir rol oynar.
Atropin ve skopolamin gibi antikoli-
netjik ajanlar hafızayı bozar.. Kolin,
asetil transferaz (asetilkolin oluşu­
munu katalize eden enzim) ve niko-
tinik kolinerjik" reseptörlerin AH'İi
hastaların kodeksinde eksik olduğu
bilinir. AH'İi hastalann beyinleri se­
rebral kortekse kolinerjik girişin bü­
yük kaynağı olan Meynert’in nukleus
bazalisinde ciddi nöron kaybım gös­
termiştir. Bu bulgular, muhtemelen
asetilkolin mevcut seviyelerinin art­
masına bağlı faydası ile kolin esteraz
inhibitörlerinin AH tedavisinde kul­
lanımının temelini oluşturur. Davra­
nış ve mood noradreneıjik, seroto-
nerjik ve dopamineıjik yollar ile dü­
zenlenir; ve AH'İi hastalarda beyin
sapı lokus seruleusda norepinefrinin
azalmış olduğu gösterilmiştir. Keza,
nörotrofinlerin kısmen kolinetjik nö­
ronları koruma ile hafızada rol oyna­
dığı ileri sürülmüştür.
Eksitatör sinapsların tekrarlayım
uyarılmasından kaynaklanan sinap-
ŞEKİL 26-1 Hipokampusun esas bağlantıları. Afferent bağlantılar singulat girusdan (kortikal assosi­
asyon lifleri) ve amigdaldan (mavi oklaı) entorhinal kortekse (parahippokampal girusun parçası) yak­
tik geçişin uzun süreli artmasını gös­
laşır ve dentattan CA3, CA1 ve subikulum neuronlarına, geri çıkışı entorhinal kortekse (siyah oklaı)
teren uzun süreli kuvvetlendirmenin olan polisinaptik devre aracılığı ile hipokampusla birleşir. Efferent bağlantılar (kesik oklar) esas
(USK), hafıza kazanılması ve depo­ olarak forniks yoluyla talamusun ön çekirdeği, septal çekirdekler ve mamiller cismedir.
142 olduğunda bile, hasta şarkı söylerken kelimelerin nispeten normal
ifade edebilir. Bu zıtlık Broea afazisinin özel tedavi yaklaşımları­
hıtmaya teşebbüs eder "Artık ona ihtiyacımız yok, O (hanımını kas­ nın gelişmesi için kullanılmıştır (melodik konuşma tedavisi). İlave
tederek) söyler. Ve takma diş merdivenden aşağı düştüğünde, be­ nörolojik bozukluklar, genellikle sağ fasial güçsüzlük, hemiparezi
nim dişlerkalın... bir di, dişçi ... benim dişçim idi. Ve onlar bu çan­ veya hemipleji ve orofaringeal ve fasial kasları içeren motor emir­
tada oldu ...görüyor musun? Bu nasıl olabildi Bunun gibi bir şey leri gerçekleştirememe ile karakterize bukkofasial apraksiyi kapsar
nasıl olabilir... Böylcce O kendilerinin ona ihtiyacı olmadığını (örneğin, hastalar kibrit üfleme veya saman içinden emmenin nasıl
söyler (hanımını kastederek). Onu kullandığımızı hatırlamıyorum. yapılacağını gösteremez). Görme alanları sağlamdır. Sebep, orta
Ve şimdi, şayet şimdiden gelecek bir aya kadar benim birileri ile serebral arterin superior bölümünün tıkanmasına bağlı, çok sıklık­
herhangi bir problemim olursa, şimdiden 4 aya kadar, veya şu an­ la Broca alanının (inferior frontal büklüm; Şekil 25.1) ve anterior
dan 6 aya kadar, yeni bir diş hekimim var. Nerede benim iki..., be­ perisilvian ve insular korteks çevresinin enfarktıdır (Konu 361).
nim kullandığım iki küçük parçalı diş hekimim... ki ben... hepsi git­ Ayrıca, tümör, intraserebral hemoraji veya apseyi kapsayan kitle
ti. Eğer o takım dişin hepsini fırlatsaydı... kendisinin bazı arkadaş­ lezyonları sorumlu olabilir. Broca alanının arka kısmına sınırlı kü­
larını ziyaret eder ve onların hepsini fırlatamazdı. çük lezyonlar, genellikle hafif sağ fasial güçsüzlüğün eşlik ettiği,
Mimikler ve pandomimler konuşmaya katkı yapmaz. Hasta
konuşma ifade edilmesinin, nonalazik ve sıklıkla reversibl bozuk­
kendisinin konuşmasının anlaşılamaz olduğunu kavrayabilir görül­
luğuna yol açabilir. Broca afazinin sebebi strok olduğunda, konuş­
mez ve muayene eden şiddetli parafazik durumun manasını anla­
ma fonksiyonun iyileşmesi genellikle 2-6 ay içinde zirve yapar,
madığı zaman, hasta kızgın ve sabırsız görünebilir. Bu tip afazili
bundan sonra daha fazla ilerleme sınırlıdır.
bazı hastalar şiddetli ajitasyon ve paranoid davranışlar ile birlikte
G l o b a l A f a z i Konuşma çıkışı akıcı değildir ve konuşulan dilin
olabilir. Anlamanın korunmuş olabilen bir yönü, aksiyal kaslara
anlaşılması şiddetli olarak bozulmuştur. Aynı zamanda, isimlendir­
yönlenmiş emirleri takip edebilme kabiliyetidir. Yapması istendi­
me, tekrarlama, okuma ve yazma bozulmuştur. Bu sendrom Broca
ğinde hızlıca gözlerini kapatan, oturan, dönen, bir hastanın basit so­
ve Wernicke alanlarının kombine fonksiyon bozukluğunu gösterir
ruları ("Adın nedir") anlayamaması arasındaki ayrışma, Wernicke
afazisinin özelliğidir, ve bu sağırlık, psikiyatrik hastalık veya has­ ve genellikle sol hemisferde bütün orta serebral arter dağılımını tu­
taymış rolünden ayırt etmeye yardım eder. Wernicke afazili hasta­ tan stroklardan kaynaklanır. Hastaların çoğunluğu başlangıçta ses­
lar kendi düşüncelerini anlamı uygun kelimelerle ifade edemez ve sizdir veya "merhaba" ve "evet" gibi birkaç kelime söyler. İlgili be­
herhangi bir giriş modalitesi olan kelimelerin manasını çözemez. lirtiler, sağ hemipleji, hemisensori kayıp ve homonim hemianopiyi
Bundan dolayı bu afazilerin algılayıcı kısmı yanında ifade edici içerir. Bazen, Wernicke alanında lezyonu olan hasta, hemen sonra
özelliği vardır. Keza, tekrarlama, isimlendirme, okuma ve yazma Wernicke afazisine değişen global afazi gösterecektir.
bozulmuştur. Wernicke afazi ile en çok ilişkili lezyon yeri, dil şebe­ ile t im A fa z is i Konuşma çıkışı akıcı fakat parafazik, konuşulan
kesinin posterior kısmıdır, ve Wernicke alanının en azından kısım­ dilin anlaşılması sağlam, tekrarlama şiddetli olarak bozulmuştur.
larını kapsamaya eğilimlidir. Orta serebral arterin inferior bölümü­ Aynı zamanda, isimlendirme ve yazma bozulmuştur. Sesli okuma
ne ve özellikle posterior temporal ve angular dallarına bir emboli, bozulmuştur, fakat okuma anlaması korunmuştur. Lezyon yerleri
en yaygın etyolojidir (Konu 361). İntraserebral kanama, şiddetli Broca ve Wernicke alanlarını tutmaz ancak ikisi arasında fonksiyo­
kafa travması, ve tümörler diğer sebeplerdir. Sağ yarım veya üst nel aynım oluşturabilir, böylece Wernicke alanı ve komşu bölgeler­
çeyrek anopinin beraber olması yaygındır ve hafif sağ nasolabial de oluşan nöral kelime temsilleri, karşılık gelen ifade kalıplarına
düzleşme bulunabilir, fakat diğer muayene sıklıkla dikkate değmez. birleştirmek için Broca alanına nakledilemez. Bazen, Wernicke ala­
Diğer yönden muayenesi sıklıkla dikkate değmeyen ajite bir hasta­ nında bir lezyon, hızlıca iletim afazisine dönüşen geçici Wernicke
da parafazik, neolojistik konuşma şizofreni, mani gibi primer bir afazisi oluşturabilir. İletim afazisinde parafazik çıkış, manayı söy­
psikiyatrik hastalık şüphesine götürebilir, fakat edinsel afazi özel­ leyebilmeyi bozar, fakat bu bozukluk Wernicke afazili bir hastada
liklerinin diğer unsurları ve önceki psikiyatrik hastalığın yokluğu gösterilen kadar şiddetli değildir. İletim afazisinde birlikte nörolo­
konuyu çözer. İntraserebral kanama ve kafa travmasına bağlı Wer­ jik belirtiler primer lezyonun yerine göre değişir.
nicke afazili bazı hastalar kanama ve yaralanma iyileşince düzele­ A k ıc ı o lm a y a n T ra n s k o r t i k a l A f a z i ( T r a n s k o r t ik a l M o t o r A f a ­
bilir. Diğer hastaların çoğunda, iyileşme prognozıı ihtiyatlıdır. zi) Belirtiler Broca afazisinkine benzer fakat tekrarlama sağlamdır
B r o c a A fa z i Konuşma akıcı olmayan, meşakkatli, birçok keli­
ve agramatizm daha az belirgin olabilir. Diğer yönden nörolojik
me bulma araları ile kesilen ve genellikle disartrikdir. Fonksiyon
muayene sağlam olabilir, fakat ayıtı zamanda sağ hemiparezi olu­
kelimeleri yönünden fakir, fakat manası uygun isim ve filler bakı­
şabilir. Lezyon yeri, sağlam dil şebekesinin beynin prefrontal alan­
mından zengindir. Anormal söz dizimi ve bağlı morfemlerin (za­
larından bağlantısını keser ve genellikle anterior ve orta serebral ar­
manları, iyelikleri ve çoğulları belirtmek için kullanılan kelime
ter bölgeleri arasında ki anterior sınır bölgesini veya anterior sereb­
sonları) uygunsuz açılması karakteristik agramatizmc yol açar. Ko­
ral arter bölgesinde ek motor korteksi tutar.
nuşma telegrafik ve kuvvetli, fakat oldukça bilgisizdir. Takip eden
A k ıc ı T r a n s c o r t ic a l A p h a s i a ( T r a n s c o r t ic a l S e n s o r y A p h a s ia )
pasajda, Broca afazili bir hasta kendi tıbbi öyküsünü anlatır: "An­
Klinik bulgular Wernicke's aphasia ile aynıdır, sadece sağlamdır,
lıyorum...dotor..., dotor beni gönderdi...Bosson. Hastaneye git. Do­
but repetition is intact. Lezyon yeri diğer temporoparietal bölgeler­
tor...beni yanında tut. İki, ki gün, doktor beni eve gönder".
Çıkış hırıltı ve tek kelimeye azalmış olabilir ("evet" veya"ha- den asıl sağlam lisan ağ-şebekesinin bağlantısını keser. İlgili nöro­
yır"), bu onaylama veya onaylamamayı söyleme teşebbüsünde lojik bulgulardan biri hemianopi olabilir.Wernicke bölgesinin arka­
farklı ses tonu ile söylenir. Akıcılığa ilaveten, ayıtı zamanda isim­ sındaki posteriyör temporoparietal korteksi tutan serebrovascular
lendirme ve tekrarlama bozulmuştur. Pasif çatı yapısı veya gömü­ lesionlar (örn., posterior watershed bölgesi enfarktüsleri) veya di­
lü cümlecik olan gramer olarak zor cümleler hariç, konuşulan dilin ğer neoplazmalar en genel sebeplerdir.
anlaşılması sağlamdır. Ara sıra bağlaçlar ve zamirler gibi küçiik İ z o la s y o n A fa z is i Bu nadir sendrom iki transkortikal afazinin
gramer kelimelerini okuyamama özel istisnası ile beraber, keza kombinasyonunu gösterir. Anlama şiddetli olarak bozulmuştur ve
okumayı anlama korunmuştur. Son iki belirti, Broca afazisinin tam amaçlı konuşma üretimi yoktur. Hasta işitilen konuşmanın parçala­
bir ifade edici veya motor bozukluk olmadığını ve fonksiyon keli­ rını tekrarlayabilir (ekolali), bu tekrarlama nöral mekanizmalarının
meleri ve sentaksı anlama bozukluğunu da içerdiğini göstermekte­ en azından kısmen sağlam olduğunu gösterir. Bu durum, dil şebe­
dir. Broca afazili hastalar gözleri yaşlı, çabuk sinirli ve tamamen kesinin beynin diğer bölgelerinden izole olduğundaki patolojik
depressif olabilir. Kendi durumlarını anlamaları, Wernicke afazisi­ fonksiyonunu gösterir. Broca ve Wernicke alanları korunmaya eği­
nin tersine, korunmuştur. Spontan konuşma şiddetli olarak disartrik limlidir, fakat frontal, parietal ve temporal korteks çevresinde hasar
' ardır. Le/.yonlar yamalıklıdır, anoksi, karbon monoksid zehirlen­ 1 43
mesi veya tam sınır alan enfarktları ile birlikte olabilir.
A n o m ik A fa z i Bu tip afazi, dil şebekesinin "minimal fonksi­ A p r a k s i Bu generik terim; pramidal, ekstrapramidal, serebellar
yon" bozukluğu sendromu düşünülebilir. Telaffuz, anlama ve tekrar veya duysal fonksiyon bozukluklarına bağlanamayan ve hastanın
sağlamdır, fakat isimlendirme, kelime bulma ve heceleme bozul­ görevin cinsini anlayamamasından kaynaklanmayan kompleks mo­
muştur. Konuşma fonksiyon kelimeleri bakımından zengin, fakat tor eksikliği belirler. Klinik pratikte en sık olarak rastlanan bu tip,
özel işleri belirten bağımsız isimler ve fiiller yönünden fakirdir. Dil id e o m o t o r a p r a k s i olarak bilinir. Gerçek objenin yokluğunda, özel
çıkışı akıcı, fakat parafazik, dolambaçlı ve bilgisizdir. Lezyon yer­ bir motor işi yapmak (öksür, kibriti iitle) veya yaygın aletin (tarak,
leri. orta ve alt temporal girusları içeren sol hemisterdeki dil şebe­ çekiç, testere veya diş fırçası) kullanıyor gibi yapma için emirler
kesi içinde herhangi bir yerde olabilir. A n o m ik a fa z i k a f a tra v m ası, taklit edilemez. Hastanın emirleri anlama kabiliyeti, multipl hare­
.n c h ib o lik e n s e fa lo p a t i ve A lz h e im e r h a s ta lığ ın d a g ö r ü le n te k en ketleri göstermesi ile ve doğru olanı anlayabilmesi ile araştırılır. Bu
e, ıv.yı/ı d il bozu klu ğ u du r. Alzheimer hastalığının dil bozukluğu he­ tip apraksili hastalar uygun hareketi taklit edebilir (muayene eden
men daima akıcı afaziye yol açar (örnek, anomik, Wernicke, iletim tarafından gösterildiğinde) ve gerçek obje elinde olduğunda bozuk­
vey:ı akıcı transkortikal afazi). Akıcı olmayan dil bozukluğunun luk göstermez, bunlar hareket için gerekli olan sensorimotor meka­
sinsi başlangıcı ve amansız ilerlemesi (Broca veya akıcı olmayan nizmaların sağlam olduğunu gösterir, ideomotor apraksinin bazı
uauskorlikal motor afazi), en yaygın olarak fokal nonspesifik nöro-
tipleri dil ağının pramidal motor sistemlerden ilişkisinin kesildiği­
unl kaybı veya Pick hastalığının eşlik ettiği dejeneratif bir sendrom
ni gösterir: kompleks motor emirlerin yapılması için emirler anla­
olan, primer progressif afazide görülebilir.
şılır, fakat ilgili motor mekanizmalar sağlam olmasına rağmen, uy­
S a f K e lim e S a ğ ır lığ ı Bu gerçek bir afazik sendrom değildir,
gun motor alanlara iletilemez. B u k k o fa s ia l a p r a k s i yüz ve ağız ha­
ı uıthü ilil bozukluğu türe-özcldir. En yaygın lezyonlar ya bilateral-
reketlerinde apraksik eksikliği içerir. E k s t r e m d e a p r a k s is i kol ve
-iir veya superior temporal girıısda sol taraflıdır. Altta yatan lezyo-
bacak hareketlerinde apraksik bozukluğu kapsar, ideomotor aprak­
11tı .uf eikisi bilginin nnimodal asso.siasyon korteksinden Wcrnic-
si hemen daima sol hemisterdeki lezyonlar tarafından lezyonlar ile
: •.ılaııma .ikisini kesmektir. Hastaların yazılı dili anlamakta zorlu-
oluşur ve özellikle Broca’nın afazisi ve ileti afazisi olmak üzere,
u o ıklar, komışnltiıı ve yazılı dili kendileri iyi ifade edebilirler,
ı ’evresel --.esleri y - o n n n la ı r iii ve tepkide zorlukları yoktur, çiiukü
genellikle afazik sendromlarla birliktedir. Onun varlığı, konuşma
oı ııııef "ifitor koı tek:; ve aıl'koı lik.tl ışı|;.e| yollar sağlamdır, işitsel anlama bozukluğu olan hastalarda incelenemez. Aksiyal plandaki
enformasyon dil şebekesine ıleuıleuıedıgı için, uor.ıi kelime Miuınu- kaslara yönelik emirleri takip edebilme ("gözleri kapat", "ayağa
l.ırma çözülemez ve İlasın sanki anSaşılauıayau yabancı dil imiş gi­ kalk") farklı yollar iarafıııdaıı yapılır ve şiddetli afazik ve apraksik
bi konuşmaya reaksiyon verir. Hastalar konuşulan dili tekrar ede­ kaslalar haricinde sağlam olabilir. Anterior corpus callosum lez-
mez. fakat objeleri isimlendirmede zorluğu yoktıır. Zamanla, saf yoıılu hasınlar viicııdım sol larafma sınırlı özel tip ideomotor aprak­
kelime sağırlığı olan hastalar kendi kendilerine dudak okumayı öğ­ si gösterebilir. Gerçek objelerin kullanımı bo/.ıılınadığı için, ide­
renir ve iyileşmiş görünebilir. İlave nörolojik bulgular olmayabilir, omotor apraksi kendi başına günlük yaşam faaliyetlerinde sınırla­
fakat ajite paranoid tepkiler akut devrelerde sıktır. Screbrovasküler maya yol açmaz.
lezyonlar en yaygın sebeptir. Id e a s y o n a l A p r a k s i Sıralamanın tek parçalarını yapmada zorlu­
A g r a fiş iz S a f A le k s i Bu saf kelime sağırlığının görsel eşdeğe­ ğu olmayan hastalarda bir amaca yönelik sıralı hareketleri yapma­
ridir. Lezyonlar (genellikle sol oksipital korteks ve korpus kallo- da eksikliği gösterir. Örneğin, hastaya dolma kalemi alıp yazması
sınn-spleniumun arka bölgesine hasarların bir kombinasyonu) gör­ istendiğinde, kalemin kapağını çıkarması, kapağın ters uca yerleş­
sel girdinin dil şebekesine akışını engeller. Genellikle sağ hemiano- tirilmesi, yazma yerine doğru ucun çevrilmesi ve yazma sıraları bo­
pi vardır, fakat dil şebekesinin merkezi etkilenmemiş kalır. Hasta zulabilir ve hasta kalemin yanlış ucu ile veya çıkarılmış kabı ile
konuşulan dili anlama ve üretebilme, sol görsel yarı alandaki obje­ yazmaya çalışabilir. Bu motor sıralama problemleri, afazik durum­
leri isimlendirme, tekrarlama, ve yazmayı yapabilir. Bununla bir­ larla birlikte olan fokal lezyonlardan daha çok, genellikle konfüz-
likle. hasta yazılı kelimelerden (sağlam sol görsel yarı alandan su­ yonel durumlar ve demanslarda görülür. L im b - k in etik a p r a k s i alet­
mdan) görsel enformasyon dil şebekesine ulaşamayacağı için en lerin gerçek kullanımında, duysal, piramidal, ekstrapiramidal veya
basit cümleleri bile okuması istendiğinde cahilmiş gibi davranır. serebellar fonksiyon bozukluklarına bağlanamayan beceriksizliği
Sol yarı alandaki nesneler doğru olarak isimlendirilir, çünkü sağ
kapsar. Bu durum fokal premotor korteks lezyonları veya k o r tik o -
hemisferde görme-dışı ilişkiler aktive olur, sırasıyla, splenium an-
h a s a l g a n g iio ııik d e je n e r a s y o n d a n kaynaklanabilir.
teriorunda transkallosal yollar aracılığıyla dil şebekesine girebilir.
G e r s t m a n n ’ın S e n d r o m u Akalkuli (basit aritmetik bozukluk),
Bu sendromlu hastalar, renkleri cşleşlirebilmelerine rağmen, renk­
d is g r a fi (bozuk yazma), f i n g e r a n o m ia (işaret ve başparmak gibi
leri isimlendirme kabiliyetini kaybedebilir. Bu re n k a n o m is i olarak
tek parmakları isimlendirememe) ve s a ğ - s o l kon fiizyon u n u n (hasta­
bilinir. Saf aleksinin en yaygın etyolojisi posterior serebral arter
nın veya muayene edenin el, ayak veya kolunun vücudun sağında
bölgesinde vasküler bir lezyon veya spleniumu çaprazlayan biler
mı veya sol tarafında mı anlatamama) kombinasyonu Gerstmann
yanında optik radyasyonları da tutan, sol oksipital korteksde yayı­
Sendromu olarak bilinir. Bu teşhisi koymada, parmak ve sağ-sol
lan bir neoplazmdır. Posterior serebral arter aynı zamanda limbik
sistemin medial temporal kısımlarını beslediği için, saf aleksili has­ isimlendirme eksikliğinin daha yaygın anominin parçası olmadığı­
ta ilaveten amnesiye sahip olabilir, takat, limbik lezyon unilateral nı ve hastanın diğer yönden afazik olmadığını belirlemek önemli­
olduğu için, bu genellikle geçicidir. dir. Gerstmann Sendromu yalnız görüldüğü zaman, genellikle sol
A fe m i Kortikobulber, serebellar veya ekstrapiramidal bozuk­ hemisferde inferior parietal lobulde (özellikle angular girus) hasar
lukla açıklanamayan, şiddetli olarak bozulmuş akıcılığın (sıklıkla ile birliktedir.
mutizm) akut bir başlangıcı vardır. İyileşme kuraldır ve kaba fısıl­ A p r o s o d i melodik vurgu ve konuşma şeklindeki değişiklikler
tının ara kademesini içerir. Yazma, okuma,ve anlama sağlamdır, konuşulan dilin mana ve bütünlüğünü etkiler. Örneğin iki ifade "O
böylece bu gerçek bir afazik sendrom değildir. Broca alanının par- zekidir." ve "O zekidir?" eş kelime seçimi ve sentaksa sahiptirler,
siycl lezyonları veya beynin diğer kısımları ile ilişkilerini kesen fakat söylenen ifadelerin vurgusu ve şivedeki farklılıklardan dola­
subkortikal lezyonlar mevcut olabilir. Bazen, lezyon yeri frontal yı çok farklı mesajlara götürür. Lisanın bu özelliği p r o s o d i olarak
lobların medial yönleridir ve sol hemisferde suplementar motor bilinir. Sağ hemisferde perisilvian bölgelere hasar konuşma proso-
korteksi tutabilir. disini bozabilir ve aprosodi sendromlarma yol açabilir. Ross Wer-
144

nicke alanına uyan sağ hemisfer bölgesindeki lezyonların konuşma


prosodisini anlamada daha fazla bozulmaya yol açtığına; oysa Bro­
ca alanına denk gelen sağ hemisfer bölgesindeki lezyonların konu­
şulan dilde doğru anlamlandırma prosodisini oluşturmayı daha faz­
la bozduğunu belirtmiştir. Sonuncu bozukluk klinik pratikte en faz­
la belirlenen aprosodidir. Hasta doğru kelime seçimi ile gramer yö­
nünden doğru konuşma yapar, fakat ifadelerin monoton şekilde
söylenmesiyle arzu edilen vurgu ve etki yapabilme bozulur. Bu tip
aprosodili hastalar depresyonlu veya ilgisiz olma yanlış izlenimini
verir.
S u b k o r t ik a l a f a z i l e r Dil şebekesinin subkortikal kısımlarına
lezyon (örneğin, sol hemisferde striatum ve talamus) aynı zamanda
afaziye yol açabilir. Sonuç sendromlar konuşmanın değişik yönle­
rindeki bozuklukların kombinasyonunu içerir, fakat nadiren Tablo
25-1 'de tarif edilen spesifik kalıplara nadiren uyar. Hemiparezi ile
disartri veya akıcı bir afazinin eşlik ettiği anomik afazi subkortikal
lezyon yerini şüphelendirebilir.
UZAYSA L ORYANTASYON İÇİN P A R İY E T O FR O N T A L
AĞ: İH M A L V E İL G İL İ D U RU M LA R Yarı alan ihmali: Şahıs
dışı alandaki önemli olaylara karşı adaptif oryantasyon üç büyük
kortikal bölgedeki geniş bir ağla oluşturulur. S in g u lat k o r te k s , kişi
dışı alanın limbik motivasyonal planlamaya girişi, a r k a p a r i e t a l
k o r te k s sessiz kişi dışı olayların sensorimotor gösterimine ve f r o n ­
ta l g ö z a la n ı ise dikkat hareketlerinin motor stratejilerine giriş ŞEKİL 25-2 Nörolojik olarak sağlam kişilerde dil ve uzaysal dikkatin
sağlar (Şekil 25-2). Bu ağın subkortikal bölgeleri striatum ve tala- fonksiyonel manyetik rezonans görüntülemesi. Koyu renkteki alanlar
musu içerir. Lezyoıı karşısı yarı alan ihmali bu ağın kortikal veya eylemle ilgili önemli aktif alanları gösteriyor. (Üst) Deneklere iki keli­
subkortikal bölgelerindeki herhangi bir hasarı gösterir. Yarı a la n ih ­ me eş anlamlı ise belirlemesi istendi. Bu dil eylemi lisan ağının iki üst
merkezi olan Broca (B) ve Wernicke (W) alanlarını eş zamanlı akti-
m alin in h e r z am an p a r i e t a l l o b lezy on u n u g ö s t e r d iğ i g e le n e k s e l g ö ­
ve eder. Aktivasyonlar özellikle sol hemisferdedir. (Alt) Deneklerden
rü şü d o ğ r u d eğ ild ir. Bu anatomik organizasyona uygun olarak ih­ uzaysal dikkatlerini periferik bir objeye çevirmeleri istendi. Bu eylem
malin klinik belirtileri üç davranışsal parçadan oluşur: İhmal edil­ dikkat ağının üç üst merkezi olan arka parietal korteks (P), frontal
miş yan alandaki duyusal olaylar (veya bunun mental belirtileri) göz bölgesi (F) ve singulat girus (CG) alanlarını eş zamanlı aktive
genel uyanıklıkta daha az etkiye sahiptir; ihmal edilen yarı alana eder. Aktivasyonlar esas olarak sağ hemisferdedir. (Şekil Darren Gi-
telman, M D in izniyledir.)
doğru yönelen araştırıcı ve yönelici davranışların yetersizliği var­
dır; ve hasta sanki ihmal edilen yarı alanın güdüsel değeri düşmüş
gibi davranır.
Bir uzaysal algılama modeline göre, sağ hemisfer dikkati bütün
şahıs dışı alana yönlendirirken, sol ise esas olarak sağ yan alana
yönlendirir. Sonuç olarak tek taraflı sol hemisfer lezyonları, sağ ta­
rafın kompansasyonundan dolayı lezyon karşısı ihmale neden ol­ olarak bilinir ve yan alan ihmalinin duysal-gösterimsel bir tezahü­
maz. Bununla beraber, tek taraflı sağ hemisfer lezyonları lezyon rüdür. Hedef bulma eyleminde, 21.5 x 28 cm (8.5x11 inç)’lik kağıt
karşısı sol yarı alanın ciddi ihmaline neden olur, çünkü etkilenme­ yaprağında hedefler (örneğin, A'lar), şaşırtıcılar (örneğin alfabenin
miş sol hemisfer ipsilateral dikkat mekanizmalarını içermez. Bu diğer harfleri) ile serpiştirilir ve hastanın bütün hedefleri daire içi­
model, lezyon karşısı ihmalin sağ hemisfer lezyonlarında sol he- ne alması istenir. Solda hedefleri belirleyememe, yan alan ihmalin­
misfere göre daha sık, daha şiddetli ve daha uzun sürdüğü klinik deki araştırma bozukluğunun bir göstergesidir. Kendi başına hemi-
gözlemleriyle uyumludur. Sol hemisfer lezyonlu solaklarda bile, anopi, bu görevdeki performansı etkilemez, çünkü hastanın baş ve
sağ yarı alanın şiddetli ihmali çok nadirdir. gözlerinin sola dönmesi serbesttir. Hedef bulma eyleminde normal
Şiddetli ihmalli hastalar vücudun sol tarafında giyinme, tıraş eğilim, sol üst çeyrekten başlayıp, sistematik olarak horizontal ve
olma ve düzeltme yapmayabilirler, tepsinin sol tarafına yerleştiril­ vertikal taramalara gitmektir. Bazı hastalar sağdan başlama ve ge­
miş besinleri yemeyebilir ve cümlelerin sol tarafını okumayabilir. lişi güzel taramayı ilerletme eğilimi gösterir. Hasta sonuçta bütün
Muayene eden büyük bir daire çizip [12-16 cm (5-6 inç)] hastanın uygun hedefleri belirlese bile, bu sol ihmalin ince bir belirtisini
saatine göre daireymiş gibi 1 -1 2 rakamlarım yerleştirmesi istendi­ gösterir. Keza, ihmali olan bazı hastalar etkilenen taraftaki hemipa-
ğinde sayıların çoğunu bazen tamamını sağ tarafa toplama, solu boş rezinin varlığını inkar edebilir veya hatta paralizili ekstremitenin
bırakma eğilimi vardır. Basit bir doğruyu kopyalaması istendiğinde sahipliğini inkar edebilir, bu durum a n o s o g n o s i olarak bilinir.
sol taraftaki detayları kopyalayamaz; ve yazması istendiğinde sol Sağ hemisferde serebrovasküler lezyonlar ve neoplazmlar yarı
tarafta geniş kenar bırakma eğilimi vardır. alan ihmalinin en sık nedenleridir. İhmali olan hastalarda, lezyon
İhmali belirlemede faydalı olan, hasta başında yapılan iki test bölgesine bağlı olarak, solda hemiparezi, hemihipoestezi ve hemi-
e ş z am an lı b ila t e r a l u yarı v ey a g ö r s e l h e d e f ip ta l e tm e ’dir. İlk test­ anopi de bulunabilir, fakat bunlar değişmez bulgular değildir. Has­
te, muayene eden ya tek taraflı veya eş zamanlı iki taraflı görsel, taların çoğunluğu yarı alan ihmalinde belirgin düzelme gösterir, bu
işitsel veya duysal uyarılar verir. Sağ hemisfer lezyonlarını takiben, genellikle ilk birkaç hafta içinde olur.
tek taraflı uyarıyı belirlemede zorluğu olmayan hastalar, iki taraflı Balint Sendromu, Simultanagnozi, Giyme Apraksisi ve Y a­
uyarıyı sadece sağdan geliyormuş zanneder. Bu durum sö n d ü rm e pısal Apraksi: Özellikle parietal kısımlarda olmak üzere, uzaysal
dikkat ağının bilateral etkilenmesi, B a lin t s e n d r o m u olarak bilinen 145
şiddetli uzaysal oryantasyon bozukluğuna neden olur. Balint send­
romu çevrenin göz hareketiyle düzenli taramayı (o k u lo m o t o r a p ­ basit bir düz hattı kopyalamakta şiddetli zorluğa yol açabilir. Bu
r a k s i) ve görsel hedeflere doğru olarak elle ulaşmayı bozar (optik kon stru ksiy o n a p r a k s i olarak bilinir ve lezyon sağ hemisferde ise
ataksi). Balint sendromunun üçüncü ve en dramatik parçası ise si- çok daha şiddetlidir. Sağ hemisfer lezyonlu bazı hastalarda, çizme
m u lta n a g n o z i olarak bilinir ve bakış merkezindeki görsel verinin zorlukları şeklin sol tarafına sınırlanır ve bu yan alan ihmalinin bir
daha periferdekilerle entegrasyonunda bozukluğu gösterir. Hasta gösterimidir; diğerlerinde ise sınırların oluşturulmasında ve üç bo­
detaylara saplanarak, ilave bilgi için görsel çevreyi tarama yapma­ yutlu algılamada daha umumi bozukluk olur. Giyme apraksisi ve
dan bakış merkezine dalar. Simultanagnozili hasta "ağaç için orma­ yapısal apraksi uzaysal oryantasyonda daha genel bozukluğun hu­
nı kaçırır". Kompleks görsel manzaraların bütünüyle algılanama- susi örneklerini gösterir.
ınası, obje ve manzaraların görsel fark edilmesinde şiddetli sınırla­ Y Ü Z V E O B JE TANINM ASI İÇİN O K SİPİTO TEM PO -
maya yol açar. Örneğin masa lambası gösterilip ve objenin ismi so­ R A L AĞ: PROSOPA G N O Zİ V E O B JE AGNOZİSİ Yüzler ve
rulan hasta lambanın yuvarlak tabanını algılayıp, kül tablası diye objelerle ilgili algısal bilgiler öncelikle primer (striat) ve komşu
cevap verir. .Simııltarıagııozili bazı hastalar baktıkları objelerin ani­ (üste giden) peristriat görsel assosiasyon alanlannda kodlanır. Bu
den gözden kaybolduğunu bildirirler, bu muhtemelen küçük bir bilgi, daha sonra birinci olarak occiputotemporal kortesin aşağı gi­
sakkadik yer değiştirmeden sonra bakışın orijinal noktasına tekrar den görsel assosiasyon alanlarına ve sonrada serebral kortekste di­
geri dönemediğini gösterir. Hareketler ve dikkat çekici uyarılar ğer lıeteromodal ve paralimbik alanlara iletilir. Oksipitotemporal
görsel algı bozukluklarını büyük oranda arttırır. Simııltanagııozı koniksin fusiform ve lingual girııslnrınm bilateral lezyonu, bu işle­
Balint sendromunun diğer iki parçası olmadan da görülebilir. vi bozar ve yüz ve objelerin tanınmasını sağlayan, yaygın multimo­
Yukanda tarif edilen harf iptal etme işinin bir modifikasyonu dal assosiyasyoııların aktivasyonuııu bozar. Sonuçta ortaya çıkan
simultanagnozinin yatak başı teşhisinde kullanılır. Bu modifikas­ yiiz ve obje algılanması bozukluğu p r o s o p a g n o z i ve g ö r s e l o b j e a g ­
yonda, baz hedefler (örneğin A'lar) diğerlerinden çok daha büyük n o z isi olarak bilinir. Prosopagnozili hastalar tanıdık yüzleri ve hat­

yazılır [yüksekliği 2.5 cm’e karşılık 7.5 10 cm (1 inçe karşılık 3-4 ta bazen kendi yüzünün aynadaki yansımasını tanıyamaz. Bu bir al­
inç)] ve tüm hedefler şaşırtıcılar arasında gizlenir. Hastalar karşı gılama bozukluğu değildir, çünkü prosopagnozik hastalar iki yüzün
sezgi gösterebilir, fakat karakteristik olarak büyük hedefleri atlama aynı olup olmadığını kolaylıkla anlatabilirler. Hatta yalnız bakma
eğilimi gösterirler (Şekil 25-3). Bu, büyük hedef için gereken bil­ ile tanıdık yüzü algılayamayan prosopagnozik bir hastaya o kişinin
ginin anlık bakış hattına sınırlanamamasından ve görsel bilginin sesi dinletilirse, uygun tanımaya ulaşmak için işitsel ifadeleri kul­
daha geniş bir görsel alandan geçme entegrasyonunu gerektirme­ lanabilir. Bundan dolayı, prosopagnozilerdeki defisit türe özeldir
sinden oluşur. Daha büyük hedeflerin belirlenmesinde daha fazla ve ilgili görsel girdi ile diğer yönden sağlam multimodal modelin
zorluk, aynı zamanda bozuk görme netliğinin görme fonksiyonun aktivasyonunu önleyen bir lezyonun varlığını gösterir. Damasio,
bozulmasından kaynaklanmadığına ve sorunun periferalden ziyade prosopagnozide defisitin sadece yüzün tanınmasına sınırlı olmadı­
santral olduğuna işaret eder. Bilateral dorsal parietal lezyonlardan ğını fakat daha geniş genel obje guruplarının tekil üyelerinin tanın­
kaynaklanır; yaygın olanlar içinde, orta ve arka serebral arter alan­ masını da kapsayabileceğini belirtmektedir. Örneğin, prosopagno­
ları arasında sınır alan enfarktı, hipoglisemi, sagital sinus trombo- zik hastaların karakteristikle yüzün yüz, arabanın araba olarak ge­
zu veya Alzheimer hastalığının atipik şekilleri vardır. İnmeye bağ­ nel belirlenmesinde bir güçlükleri yoktur, fakat yüzün kime ait ol­
lı Balint sendromlu hastalarda, bilateral görsel alan defektleri (ge­ duğunu ve araba markasını tanıyamaz. Bu bir obje sınıfında tekil
nellikle alt quandrantanopsi) sıktır. üyeleri tanımlayan hususi belirtilerin görsel tanıma bozukluğunu
Bilateral (veya sağ taraflı) dorsal parietal lob lezyonunun bir yansıtır. Tanıma problemleri daha genel olduğunda ve yaygın obje­
diğer bulgusu giyme apraksisidir. Böyle hastalar, kıyafetin aksı ile lerin genel tanınmasını da kapsadığında, bu durum g ö r s e l a lg ı a g ­

vücudun aksını aynı hizaya getiremezler ve elbiseyi altından tuttu­ n o z is i olarak bilinir. Prosopagazik hastaların aksine, obje agnozili

ğu için çabalıyor görünebilirler veya kolunu elbisenin kolundan olanlar hastalar, yüzü yüz; arabayı da araba olarak tanıyamazlar.
giysinin katlarına uzaürlar. Arka parietal lopu tutan lezyonlar, keza, Görsel obje agnozisini anomiden ayırt etmek önemlidir. Anomili
hasta objeyi isimlendirilemez, fakat onun kullanımını tarif edebilir.
Aksine, görsel algı eksikliğinde hem görsel sunulan objenin isim­
lendirmeyi hem de onun kullanım tarifini yapamaz. Prosopagnozi­
de ve görsel obje agnozisinde karakteristik lezyonlar arka serebral
arter alanlarında bilateral enfarktı içerir. Birlikte görülen defısitler
ise, görme alanı defektleri (özellikle üst quadrantanopsi) veya ak­
romatopsi olarak bilinen santral yerleşimli renk körlüğüdür. Nadi­
ren, sorumlu olan lezyon unilateraldir, Böyle olgularda, prosopag­
nozi sağ hemisferdeki lezyonlarla ilgilidir ve obje agnozisi ise sol­
daki lezyonlarla ilgilidir.
H A FIZA İÇİN L İM B İK A Ğ : A M N E Z İL E R Limbik ve pa­
ralimbik alanlar (hipokampus, amigdala, ve entorinal korteks gibi),
talamusun ön ve medial çekirdekleri, striatumun medial ve bazal
kısımları ve hipotalamus lim b ik siste m olarak bilinen yaygın ağı
kolektif olarak oluştururlar. Bu ağ ın davranışsal sıkı ilişkileri duy­
guların koordinasyonunu, motivasyonu, otonomik ton ve endokrin
fonksiyonu kapsar. Limbik sistemin bir diğer özelliği ve klinik pra­
tikte en önemli olan biri, yakın dönemler ve tecrübelerle ilgili olan
açıklayıcı (bilinçli) hafızadır. Bu fonksiyonda bir bozukluk a m n e s -
ŞEKİL 25-3 2 yıldır degeneratif demans hikayesi olan 70 yaşında ka­
dın hastaya bütün A’ları daire içine alması istendi. Hasta küçük he­ tik du ru m olarak bilinir. Motivasyon, dikkat, lisan veya görsel alan
defleri belirler fakat büyük olanlarını unutur. Bu bir simuttanagnozi fonksiyon bozukluğu yokluğunda, sebat eden global amnestik du­
tezahürüdür. rumun klinik teşhisi her zaman bilateral limbik sistem hasarıyla
1 46 daki hasta, bu becerilerin kazanılmasını sağlayan tecrübenin şuurlu
bilgisi olmamasına rağmen, yeni motor ve algısal becerileri kaza­
birliktedir ve basa» g e m i l i k l e hipokampo-entorisat kompleks veya nabilir.
[alarotistaelif. D İK K AT V E DAVRANIŞ İ L E İL G İL İ PR EFR O N T A L AĞ
Amnezi durumundaki hafıza bozukluğu muilımodaldır ve ret- İnsan beyninde serebral korteksin hemen hemen üçte biri frontal
rograd ile amterograd (nteşenleri varda® R e t r o g r a d a m n e z i amnestik lopta yer alır. Frontal loblar, motor-premotor, dorsolateral prefron­
dututBBH başlangıcında» önce oluşan tecrübeleri hatırlamamayı tal, medial prefrontal ve orbitofrontal alt kısımlara bölünebilir.
kapsar. Nispeten yakı» geçmişteki olaylar retrograd amnezide daha Frontal lob sendromu ve prefrontal korteks terimleri bu dört kısmın
uzak olaylardan tla-fta fazla etkilenir. Acile gelip, kendi kimliğini yalnızca son üçünü ilgilendirir. Bu kısımlar, serebral korteksin pri­
fıatorlarmytp, fakat bir önceki günün olaylarını haiırlayabiien bir matlar ve özellikle de insanlarda filogenetik olarak en fazla geliş­
hasta kesinlikle hafıza kaybım® nörolojik bir sebebinden etkilen­ miş kısımlandtr. Dorsolateral prefrontal, medial prefrontal, orbitof­
memiştir.. Amnezi dunm uM B ikinci ve en önemli bileşeni a n te r o g - rontal alanlar ve bağlantılı oldukları subkortikal yapılar (örneğin
r a â a m n ez id ir, bu yeni bilgileri depolama, saklama ve hatırlama kaudat başı ve talamusun dorsomedial çekirdeği), insanda oldukça
bozokivğuna gösterir, Amnestik otan hastalar birkaç dakika önce karışık olan davranış ve bilişsel fonksiyonların koordine edildiği
ne yediği®» veya birkaç saat önce geçirdiği önemli otayın detayım büyük ölçekli bir ağ oluştururlar.
hatortayamaz. Akut dönemlerde, bu zaman aralığım yanlış, uyduruk Prefrontal ağ, düşüncenin emosyon ve motivasyon ile iııtegras-
ve sıklıkla inanılmaz bilgilerle doldurma eğilimi bile olabilir. Bu yonunu gerektiren davranışlarda önemli rol oynar. Prefrontal ağın
kn n fatm lasry m olarak adlandırılır. Bu hastalar unuttuklarını unutur­ farklı fonksiyonel bağlantılarının basitçe özetlenebileceği bir for­
la* ve sorufefctğmnda hafıza problemlerini yalanlama eğilimindedir. mül yoktur. Onun integrasyonu alternatifler, şartlar, sonuçlar, ilgi
Amnestik diMtanlu bir hasta hemen her zaman özellikle de za­ ve emosyonel etkinin eş zamanlı anlaşılmasında önemli görünür ve
manla ilgili olarak oryante değillerdir. D o ğ ru olan geçici oryantas- bu sayede adaptif çıkarımlar, kararlar ve aksiyonların formüle edil­
y ©a ve yakı® zamanın doğru bilgisi, majör amnezi olmadığım gös­ mesine izin verir. Beynin bu kısmındaki bir hasar mental esneklik,
teri® Hafıza hastaya muayene eden tarafından 5 defaya veya hasta­ sebeplendirme, hipotez oluşturma, somut düşünce, tedbir, yargı,
nı» arada gecikme olmaksızın hemen tekrarlayabilmesine kadar bilgiyi kullanımda tutma (dikkat) ve uygunsuz cevaplan baskılama
söylene® 4 -5 atfet kelimelik bir liste ile test edilebilir. Testin sonra­ fonksiyonlara® bozar. Özellikle mental içeriğin yürütülmesi ilgili
ki bölümünde, o d a n söylemesi istenmeden önce kelimelere kon­ olmak üzere, prefrontal korteks lezyonları nedeniyle bozulan dav­
santre olması ve onlar» içinden tekrarlaması için l dakika süreyle ranışlar, çoğu zaman icra edici fonksiyonlar olarak bilinir.
müsaade edilir. Bu devrenin doğra yapılması hastanın en azından I İzole, fakat dramatik kişilik ve davranış değişikliklerine yol aç­
dakika süreyle kelimeleri kullanımda tutması için kafi derecede masına rağmen, çok geniş bilateral prefrontal lezyonlarda bile bü­
dikkad» ve motive olduğunu gösterir. Bu testin son aşaması hasta­ tün hissi, motor ve temel bilişsel fonksiyonlar sağlam kalabilir.
nım diğer işlerle meşgul olduğu 5 -1 0 dakikalık hatırda tutma peri­ Prefrontal ağ hasarının belirtileri, iki farklı sendrom şeklinde ken­
yodu®® kapsar. Bu ara dönemin sonunda yeterli hatırlama kullanım dini gösterir. F r o n t a l a b u lik s a ld ır ım d a , hastada teşebbüs, yaratıcı­
dış» depolama, hafızada tutma ve geri çağırmayı gerektirir. Amtıes- lık ve meraklılık kaybıyla birlikte, yaygın emosyonel donukluk ve
rife hastalar testin bu aşamasın» yapamazlar; hatta kendilerine hatır­ apati ortaya çıkar. F r o n t a l d is in h ib is y o n şen d rom u n d a, hasta sosyal
laması için bir liste kelime söylendiğini bile unutabilirler. Onları olarak inhibisyon bozukluğuna uğrar ve şiddetli olarak yargı, anla­
hatırlamaya® bir hastanın bu son aşamayı çoktan seçmeli olarak ke­ yış ve öngörü bozuklukları gösterir. Sağlam entelektüel fonksiyon
limeleri doğru cevaplaması, hafızanın daha az şiddette bozukluğu­ ile değişmez gelişmemiş genel hislerin toplam eksikliği arasındaki
nu ve çoğunlukla hafızanın geri çağırma merhalesinin etkilendiği­ ayrışma dikkat çekicidir. Bütün temel hafıza fonksiyonlarının ko­
ni gösterir. runmasına rağmen, hasta tecrübe edip öğrenemez ve yaptıkları her
Bir çok nörolojik hastalık amnezi durumuna neden olabilir. seferinde felaketle sonuçlansa da emosyonel ağrı, suçluluk veya
Bunlar tümörleri (sfenoid kanadı, arka korpus kallozumu, talamus pişmanlık hissetmeden uygunsuz davranışlar göstermeye devam
veya medial temporal lobu tutan), enfarktları (ön ve arka cerebral eder, Bozukluklar sadece gerçek hayat koşullarında, davranışın mi­
arter alanlarında), kafa travmalarım, herpes simpleks ensefalitini, nimal dış kontrolün etkisinde olduğu durumlarda ortaya çıkabilir
W bmeke-KomkotT ensefalopaüsini, paraneoplastik limbik ense- ve muayenehane şartlarında görülmeyebilir. Hastanın muhakeme­
falrtt ve Alzheimer ve Pick hastalığı gibi dejeneratif hastalıkları sini test etmek için "tiyatroda yangın olduğunu anlasan ne yapar­
kapsar. Bu hastalıkların ortak özelliği, limbik ağın bir yada birden sın" veya "yolda üzerinde adres yazılı ve pul yapıştırılmış bir zarf
fazla bölgesinde özellikle hlpokampus, entorinal korteks, hipotala- bulsan ne yapardın" gibi sorular sormak yeterince bilgilendirici de­
trtusun mamiller cismi ve limbik talamusta olmak üzere bilateral ğildir. Çünkü, muayenehanede bu sorulara akıllıca cevap veren
lezyonlar oluşturmalarıdır. Ara sıra, unilateral sol taraf lezyonları hastalar, daha karışık gerçek hayat şartlarında hala aptalca hareket­
amnestik duruma neden olabilir, fakat hafıza bozukluğu geçici ol­ ler yapmaya devam edebilir. Bundan dolayı, mental durumun büro
maya eğilimlidir. Altta yatan nörolojik hastalığın cinsi ve dağılımı­ muayenesinin tam sağlam olabildiği zamanlarda bile, doktor tarih­
na bağlı olarak, hastalarda görsel alan defisiti, göz hareketlerinde sel bilgi temelinde frontal lob hastalığı teşhisi koymaya hazırlan­
kısıtlılık ve sercbeller bulgular da olabilir. Böyle g e ç i c i g l o b a l a m - mış olmalıdır.
n e z ili bir çok hastada (Konu 26), ilave nörolojik bulgular yoktur; Abulik sendromu, dorsolateral prefrontal korteks ve disinhibis­
bu bazen yanlışlıkla psikiyatrik hastalık teşhisine neden olur. yon sendromu, medial prefrontal veya orbitofrontal korteks hasa­
Limbik ağ amnezi durumunun hasar yeri olmasına rağmen, bu rıyla birlikte olmaya eğilimlidir. Bu sendromlar, çok sıklıkla kafa
bölge hemen kesinlikle hafızanın depolanma bölgesi değildir. Ha­ travması, strok, anevrizma rüptürü, hidrosefali, tümör (metastazlar,
fızalar assosiasyon korteksi boyunca genişçe yayılmış olarak depo­ glioblastom, falks veya olfaktör yarık meningiomlarını içeren) ve­
lanır. Limbik ağa biçilen rol, birbirinden kopuk olan fragmanların ya fokal dejeneratif hastalıklar olmasıyla ve hemen her zaman bila­
ilgili olaya ve tecrübelere bağlanmasıyla şuurlu hatırlama yapması­ teral lezyonlardan sonra ortaya çıkmaya meyillidir. Prefrontal kor-
dır. Limbik sistemdeki hasar hatıraları muhakkak yok etmez, fakat tekse sınırlı, tek taraflı lezyonlar patoloji karşı tarafı tutana kadar,
ahenkli şekilde bilinçli (açıklayıcı) geri çağrılmasını engeller. Lim­ sessiz kalabilir. El yakalama, tutma ve emme gibi gelişimsel olarak
bik le/.yona rağmen, bilginin tekil parçaları korunmuştur, im p licit ilkel reflekslerin ortaya çıkması, esas olarak frontal lobun premotor
h a fız a olarak bilinenler sürdürülebilir. Örneğin, amnezi durumun­ alanına uzanan geniş yapısal lezyonlu hastalarda veya metabolik
cıısclalopati durumlarında görülür. Prefrontal lezyonu ve frontal 147
lob davranış sendromları olan hastaların büyük bir kısmında bu ref­
leksler ortaya çıkmaz. uygun girişimler gecikmiş olabilir. Frontal lob hastalıklarını ve dav­
Frontal lop hasarında, çalışma hafızası (bilgiyi geçici olarak ranışsal tezahürlerini bilerek konuya yaklaşmak böyle hatalardan
kullanımda tutma), konsantrasyon süresi, kelimelerin akıcılığı, de­ kaçınmaya yardım edebilir.
polanmış bilginin taranıp geri getirilmesi, ani fakat uygunsuz ce­ ÜST S E R E B R A L FO N K SİYO N E K S İK L İĞ İ OLAN HAS­
vapların inhibisyonu ve mental esneklik gibi bir çok dikkatle ilgili TA LA RIN BA K IM I Bu bölümde tanımlanan defisitlerin bazıları o
fonksiyonları bozar. İslenilen bir düşünceye odaklanma kapasitesi kadar karışıktır ki yalnızca hasla ve ailesini değil aynı zamanda
vc dikkati istemli olarak bir düşünce veya uyarıdan diğerine çevire­ doktoru da şaşırtır. Defisitin özelliklerini anlamak için sistemik kli­
bilirle kabiliyeti bozulmuş hale gelebilir. Parmak saymak (7 ileri ve nik bir değerlendirme yapmak ve durumu hasta ve ailesine uygun
5 geri olmalı) azalır; veya yılın aylarının geriye doğru ezberden şekilde anlatmak zaruridir. Bu açıklama anksiyeteyi biraz baskılar,
okunuşu (normalde 15 saniyeden az sürer) yavaşlar; normalde 1 da­ defisitin (örneğin sosyal disinhibisyon veya aile üyelerini tanımada
kikada üretilebilen (normalde bir harf için 1 2 veya daha fazla) a, f, zorluk) psikolojik olarak uyarıldığı gibi yanlış kanıları bertaraf eder
s ile başlayan kelimelerin sayısı nonafazik hastalarda bile azalır. ve günlük yaşantı açısından pratik telkinlere götürür. Tecrübeli bir
Karakteristik olarak, işlem devam ettikçe, ilerleyici olarak perfor­ nöropsikiyatristin konsültasyonu teşhis ve tedavinin düzenlenmesi
mans düşüklüğü olur; örneğin 3 'ten geriye doğru sayması söylenen açısından yardım edebilir. Örneğin simultanagnosili hastalar, bir
hasla "100, 97, 9 4 ...9 1 ,...8 8 ," vs. diyebilir ve görevi tamamlaya­ maddeyi bulamadıkları zaman, geri çekilmek için komuttan fayda­
maz. Git-lıayır-git ödevlerinde (tek tıkırtı duyduğunda parmağını lanabilir, böylece anlık görme alanında daha büyük bir araştırma
kaldırmak, fakat iki tıkırtı duyduğunda parmağını hala havada tut­ alanı bulurlar. Bazı hastalarda, hikaye yatak başı muayeneden daha
mak gibi bir konml verildiğinde), hasta karakteristik olarak "hayır- önemli olabilir. Örneğin, frontal lop hasarlı hastalar eşlerine karşı
".ıt" cevabında hareketsiz kalamaz; mental esneklik (çeşitlendirme aşırı şekilde sinirli ve rahatsız edici olabilirken, muayenehaneyi zi­
vevıı eşleştirme gibi ödevlerde bir kriterden diğerine geçiş kabiliye- yaret ettiklerinde bütün uygun sosyal nezaketi gösterebilirler.
uvte test edilir) /ayıllaına; yeisiz uyanlara şaşırma artar; ısrar bo- Reaktif depresyon, üst serebral disfonksiyonu olan hastalarda
aklıığn ve hır düşünceye saplanıp kalmaya bariz meyil vardır, sıktır ve tedavi edilmelidir. Bu hastalar rutin dozlardaki antidepre-
tin dikkat eksiklikleri %eni bilgilerin dıi/euli saklanması ve «c- san vc anksiyolitiklcrc hassas olabilir ve dozun dikkatli ayarlanma­
.1 'ciudmcsmde ho/ukbık vapur ve v I u Uiİ t hafıza bozukluklarına sı gerekir. Beyin hasarı, hissedilen durumlar ile bunun gösterimi
■>1 açar, liıiyle lıafı/a bo/uklıtkliiıı. .mıne/.ıleuleki ı » m i ı r hafıza arasında ayrışmaya sebep olabilir ve böylece yüzeysel olarak şaka­
bozukluklarından, ödevIvulekı dikkatle ilgili yük azaltıldığında or­ cı gibi gö/iiken hasla aslında altta yatan ve tedavi edilmesi gereken
taya çıkan iyileşme ile ayın edilir. Çalışına lı.ılı/ası (ayın zamanda lur depresyondun rahatsız olabilir. Çoğıı vakada, ajitasyon güven
anlık luıl ı/a diye de bilinir), bilginin geçici olarak kullanımda tutul - telkini ile kontrol edilebilir. Diğer vakalarda, benzodiazepin ve di­
masına bağlı bir dikkat fonksiyonudur. Bu prefrontal ağ vc ascııdau ğer sedalif anlidepresanlar gerekli olabilir. Beyin hasarlı hastalarda,
ıctikuler aklive edici sistem integrasyonuyla yakından ilgilidir. Di­ ckstrapiramidal yan etkileri fazla olacağından, ajitasyonun kontro­
ğer yönden kaydedici hafıza, bilginin istikrarlı (kullanım dışı) de­ lü için nöroleptiklerin kullanımı, dirençli vakalara bırakılmalıdır.
polanmasına bağlıdır ve limbik ağın integrasyonuyla ilgilidir. Bir­ Akut nörolojik lezyon nedeniyle oluşan bilişsel defisitlerde
kaç dakika önce ne olduğunu hatırlamayan, şiddetli amnezisi olan spontan iyileşme sıktır. Özellikle tek beyin lezyonu olan genç kişi­
hastaların, parmak sayma testinde gösterildiği gibi, sağlam veya iyi lerde olmak üzere, iyileşme ilk birkaç haftada en hızlıdır, fakat 2 yı­
işleyen çalışma hafızası kapasitesine sahip olabildiklerinin gözlen­ la kadar devam edebilir Bu iyileşmenin mekanizması kısmen anla-
mesi sayesinde altta yatan nöral mekanizmaların ayrı olduğu anla­ şılmışür. Başlangıç defisitlerinin bazıları, başlangıç hasarı ile bağ­
şılmıştır. lantılı olan beyin bölgelerinde uzak fonksiyondan bozukluğundan
Kaudat nukleus veya talamusun dorsomedial lezyonları (pref­ (ayrışma) kaynaklandığı görülür. Bu hastalardaki iyileşme, en azın­
rontal ağın subkortikal parçaları), keza, frontal lob sendromuna ne­ dan kısmen, uzak fonksiyon bozukluğunun normalleştiğim göstere­
den olabilir. Bu da neden Parkinson veya Huntigton hastalıkları gi­ bilir. Hasar bölgesine komşu sağlam diğer nöronların fonksiyonel
bi dejeneratif bazal ganglion hastalıklarındaki mental durum deği­ olarak tekrar organize olması veya homolog yapıların kompansatu-
şikliklerinin, frontal lop sendromu gibi kendini gösterebilmesinin ar olarak kullanılması (örneğin Wernicke afazisinin iyileşmesinde
sebebidir. Assosiasyon korteksinin diğer kısımlarıyla olan yaygın sağ üst temporal girusun kullanılması) diğer mekanizmalardır. Wer­
bağlantıları nedeniyle, prefrontal ağın esas hesaplama fonksiyonu, nicke ve Brocka bölgelerini tutan geniş lezyonları olan bazı hasta­
diğer ağlar için bir bütünleyici veya orkestra şefi gibi çalışmaktır. larda, yalnız Wernicke bölgesi kompansatuar konlralateral yeniden
Serebral yarımkürelerin bilateral multifokal lezyonları (hiçbiri şa­ organizasyon gösterebilir (veya bilateral fonksiyonellik), böylelik­
hıs bazında afazi, bilişsel bozukluk, ihmalcilik gibi problemlere se­ le global afaziye sebep olabilecek bir durum geri kalan Brocka afa­
bep olacak kadar geniş değildir) kollektif olarak prefrontal kortek- zisi ile ilişkili bir hale gelebilir. Afaziden iyileşme prognozu, Wer­
sin bütünleme ve irtibat fonksiyonlarını bozar. Frontal lob lezyonu; nicke bölgesinin korunduğu durumlarda en iyidir. Bilişsel rehabili­
metabolik ensefalopati, multiple skleroz, vitamin B 12 eksikliği ve tasyon işlemleri üst kortikal defisitlerin tedavisinde kullanılır. Az
diğerlerini ihtiva eden bir çok bilateral multifokal beyin hastalığı ile sayıda kontrollü çalışma olmasına rağmen, bazı çalışmalara göre,
ilişkili tek ve en sık davranış profilidir. Aslında, klinik olarak fron­ afazi ve hemispatial ihmalden kurtulmada rehabilitasyonun faydası
tal lob sendromu tanısı almış hastaların çoğunda lezyonlar prefron­ vardır. Bazı defisitler diğerlerine göre iyileşmeye daha yatkındır.
tal korteks yerine ya prefrontal ağın subkortikal parçalarını ya da Örneğin, akıcı olmayan afazili hastaların, akıcı afazisi ve anlama
onun beynin diğer parçalarıyla olan bağlantılarını tutmaya eğilimli­ eksikliği olanlara göre konuşma terapisinden fayda görmesi daha
dir. Frontal korteks hastalığı belirtisi olmayan bir hastada frontal fazla muhtemeldir. Genellikle, hastalığın inkar edilmesine yol açan
lob sendromu teşhisinden kaçınmak için, sorumlu lezyonların yay­ lezyonlar (misal, anosognozi) rehabilitasyona daha dirençli olan bi­
gın ağın herhangi bir yerinde olabildiğini düşünerek f r o n t a l a ğ lişsel defisillerle ilişkilidir. Üst kortikal disfonksiyonda iyileşme
se n d r o m u diagnostik teriminin kullanılması önerilir. nadiren tam olur. İyileşme miktarının ölçülmesi ve bilişsel rehabi­
Frontal lob hastalığı olan hastada ayırıcı tanıda potansiyel iki­ litasyon için özel tavsiyelerde bulunulması, ev içinde gerekli dü­
lemler oluşur; abuli vc donukluk yanlışlıkla depresyon olarak, ve zenlemelerin yapılması ve okul veya işe başlama için zamanlama­
iııhibisyon bozukluğu ise yine yanlışlıkla mani veya saldırgan dışa sının yapılması için periyodik olarak nöropsikiyatrik değerlendir­
vurum olarak yorumlanabilir. Tedavi edilebilir bir tümör büyürken meler yapmak gereklidir.
148 :.i ; i.Mİ:siikiar:n /-.tın 3:U:îui;>n -o Takuiin .:'c;\;ık:n si tecrübe ve bilgimizin çoğunu içerir. Bazı bilgilerin sınırsız za­
man için doğru olarak depolanmış olduğu, oysa diğer maddelerin
H B U O G R A FY A zayıflayıp veya bozulmuş olduğu görünür. Hafıza fonksiyonu ka­
DAMASIO AR, DAMASIO H: Aphasia and the neural basis of language, in yıtlama (kodlanma veya tutma), alıkoyma (depolama veya birleş­
Principles of Behavioral and Cognitive Neurology. 2d ed. M-M Mesulam tirme), tespit etme ve hatırlamayı (şifre çözme veya geri çağırma)
(ed). New York, Oxford University Press, 2000, pp 294-315
içerir. Kayıtlama ve hatırlama şuurlu işlemdir. Hayvan deneyleri
GITELMAN DR et al: A large-scale distributed network for covert spatial atten­
tion. Further anatomical delineation based on stringent behavioral and cog­ uzun süreli hafızanın yeni protein sentezine ihtiyaç duyduğunu
nitive controls. Brain 122:1093, 1999 göstermiştir ve tespit etme işlemi muhtemelen nöronal sinapslarda
HEISS W-D et al: Differential capacity of left and right hemispheric areas for fiziksel değişiklikleri kapsar.
compensation of poststroke aphasia. Ann Neurol 45:430, 1999
LEIGUARDA RC. MARSDEN CD: Limb apraxias. Higher-order disorders of
Psikologlar tarafından özellikle içeriğin referansına göre veya
sensorimotor integration. Brain 123:860, 2000 hafıza depolarının kullanımına göre, hafızanın birkaç ilave sınıflan­
MESULAM M-M: Behavioral neuroanatomy: Large-scale networks, association dırılması bazen kullanılır. Referans hafıza önceki tecrübeden kaza­
cortex, frontal syndromes, the limbic system and hemispheric specializati­
ons. in Principles of Behavioral and Cognitive Neurology. 2d ed. M-M Me­
nılmış yakın ve uzak bilgiyi bulunduran dosyalama sistemini gös­
sulam (ed). New York. Oxford University Press. 2000. pp 1-120 terir. Çalışma hafızası son tecrübeler ile devamlı olarak yenilenmiş
MESULAM M-M: From sensation to cognition. Brain 121:1031. 1998 olan aktif işlemi işaret eder. Episodik hafıza spesifik yer ve zaman­
da oluşan olaylar hakkındaki bilgiyi içerir. Anlamsal hafıza değiş­
meyen gerçekleri, prensipleri, ilişkileri ve kuralları (örneğin, devlet
başşehri ve bir haftada günlerin sayısı) kapsar. Açıklayıcı (kesin)
hafıza dünya hakkında gerçekler ve hatırlanılması için şuurluca ge­
ri çağrılan geçmiş şahsi olaylara işaret eden Aksine, işlemsel (ima
ile) hafıza nasıl bisiklete binileceğim, nasıl giyileceğini veya nasıl
araba sürüleceği gibi beceri veya işlemleri öğrenme ve unutmama­
yı içine almıştır. İşlemsel hafızada depolama kabiliyeti otomatiktir
Thomas D. B ird ve bilinçli yürütmeyi gerektirmez.
Nihayet, y ü rü tm e fo n k s iy o n u terimi davranışı planlama, başla­
HAFIZA KAYBI YE DEMANS ma ve düzenlemede kullanılan mental aktiviteyi gösterir. Sistema­
M ustafa Y ılm az
tik, hedefe-yönelik aktivite ile sonuçlanan beynin merkezi düzenle­
yici fonksiyonu olarak düşünülür. Yürütme fonksiyonu refleks ve­
TANIM Demans 4 milyondan daha fazla Amerikalıyı etkileyen
ya otomatik davranışın yetersiz olduğu rutin olmayan durumlarda
ve toplumsal maliyeti yıllık 5 0 milyar $'dan daha fazla olan ciddi
aktiftir. Yürütme fonksiyonunun anatomik ve fizyolojik kısımları­
ve yaygın bir problemdir. Yetmiş yaşı aşanlann % 10'u ve 85 yaşı
nın frontal lopları tuttuğu farz edilir (Konu 25). Demanslı hastalar­
geçenlerin % 20-40'ı klinik olarak belirlenebilen hafıza kaybına sa­
da sıklıkla yürütme fonksiyonunda bozukluklar oluşur.
hiptir. Demans çok sebepleri olan bir sendromdur. Demansın basit
FO N K S İY O N E L ANATOM İ V E PATO G EN EZ Demans se-
bir tanımı, günlük yaşam aktivitelerindeki önceki başarılı perfor­
rebral nöronal devre bozukluklarından kaynaklanır ve hususi yerle­
mansı azaltan kognitif (bilişsel) kabiliyetlerde bozulmadır. Hafıza
şimli böyle kayıplar ile kombine olan nöronal kaybın toplam mik­
kaybedilen en sık ve en önemli bilişsel kabiliyettir. Dikkat, muha­
tarının sonucudur (Konu 25). Hafızanın anatomik temeli, ilk za­
keme, anlama, oryantasyon, öğrenme, hesaplama, problem çözme,
manlar Korsakoff un alkol/tiamin eksikliği sendromu çalışmaların­
mood (ruh durumu) ve davranış gibi diğer mental yetenekler de et­
dan ve epilepsi tedavisi için yapılan temporal lop cerrahisi sonuç­
kilenebilir. Ajitasyon veya içe kapanıklık, hallusinasyonlar, delüz-
larından çıkarıldı. Korsakoff sendromundaki hipotalamus, mamil-
yonlar, insomnia ve inbibisyon kaybı da yaygındır. Mental retar-
ler cisimcikler ve talamusun dorsomedial çekirdeği lezyonlan gös­
dasyonlu ve psikozlu şahıslar, şayet entelektüel fonksiyonlarında
termiştir ki bu alanlar öğrenme, hatırlama ve tanımada önemlidir.
azalma olursa demanslı hale gelebilir. Demansın çok yaygın şekil­
Epilepsi için unilateral temporal lop cerrahisi ya sözel veya sözel
leri ilerleyicidir, fakat bazı demans hastalıkları statik ve değişmez­
olmayan materyal için hafif ve orta amnezi oluşturdu. Hipokampal
ler. Deliryum şuur seviyesinde değişme (letarjiden ajitasyona ka­
formasyon, parahipokampal girus ve amigdal parçasını içine alan
dar) ile birlikte akut konfüzyonal durum olmasına rağmen, demans
kronik bir durumdur. bilateral temporal lobun çıkarılması şiddetli anterograt öğrenme

Hafıza, asırlarca filozofları ve bilim adamlarını büyüleyen bey­ bozukluğu oluşturdu, yani, sıklıkla eskileri hatırlayabilmenin ko­

nin kompleks bir fonksiyonudur. Günümüzde, hafıza farklı kapasi­ runması ile birlikte yeni hafızaları depolayamama. Medial tempo­

te ve süredeki çeşitli depo tamponlarını kullanan bir mental proses ral lop hafıza sisteminin kısımları entorhinal, perirhinal, ve para-
olarak düşünülür (Tablo 26-1). Duysal hafıza görsel halde (resim- hippokampal bölgelerini içine alan hipokampus ve komşu korteksi
sel hafıza) yaklaşık 250 ms ve işitsel halde 1-2 s sürer (ekoik hafı­ içerir (Şekil 26-1). Bu entorhinal korteksden dentat girusa, hippo-
za). Anlık (kısa süreli veya primer) hafıza yaklaşık yarım dakika kampusun CA3 ve CAİ neuronlarına, subikuluma ve geri dönüşü
sürelidir ve ortalama 5-10 adetlik sınırlı bir kapasiteye sahiptir. An­ entorhinal kortekse olan dairesel yolu kapsar; bu yol Alzheimer
lık hafıza dalgınlığa oldukça hassastır, içeriği korumak için dikkat hastalığında (AH) ağir olarak bozulmuştur. Bu sistem hızlıdır, sı­
ve uyanıklık gerekir. Hastanın öne ve geriye doğru birkaç sayıyı nırlı kapasiteye sahiptir ve öğrenme zamanı ve beyan edici hafıza­
hatırlaması istenerek çoğu kez yatak başında test edilir. Yakın, ve­ yı kurmada çok önemli fonksiyon yapar. Bu rol, neokorteksde de­
ya sekonder, hafıza hem kısa süreli hem de uzun süreli olarak ad­ polanan hafızanm sonuçta medial temporal lop hafıza sisteminden
landırılmıştır. Bu hafıza dakika ve haftalar arası süreye sahiptir ve bağımsız olması nedeniyle, yeniden organizasyon ve sağlamlaştır­
anlık hafızadan daha büyük depolama kapasitesi gösterir. Bu tam­ manın uzunca periyodu esnasında öğrenmeden sonra devam eder.
pona girerken, bilgi değişken süreli birleştirme işlemine uğrar. Ya­ Bu işlem, uzun-süreli (kalıcı) hafıza deposunun yüklenmesinin ted­
kın hafıza, çoğunlukla, klinik olarak hastanın 3 kelimeyi 3-5 daki­ rici olarak neokorteks tarafından kendi üzerine alınması ile, medi­
ka sonra tekrarlaması istenerek test edilir. Uzak, veya uzun süreli al temporal lop sisteminin yeni bilginin kazanılması için daima
hafıza haftalar ile ömür boyu süreyle bilgiyi depolar ve bizim şah­ mevcut olduğunu ikna eder. Son fonksiyonel beyin görüntüleme
çalışmaları, öğrenme ve hafıza­ T a b lo 2 6 - 1 H a fız a n ın s ın ıfla n d ır ılm a s ı

nın duysal bilgi ve motor kontrol Muhtemel Serebral


işlemi yapan korteks ile aym böl­ Tip Zaman aralığı Test/Örnek Yerleşim
geleri tuttuğunu göstermiştir.
Duysal
Gösterirki öğrenme ve hafıza
Resimsel (görsel) <1 s Şekil sonrası Görsel korteks
sensoryal bilgi ve motor çıkışı iş­ Ekoik (işitsel) 1 -2 s Öksürük/köpek havlama İşitsel korteks
leyen korteksin benzer bölgeleri Anlık 30 s Sayı sayma Perisilvian korteks, frontal lop
ile ilişkilidir.Şuurlu toplanmalar (primer/çalışma)
Dakikalar/aylar 3-5 dakika sonra 3 Hippokampus, mamillotalamik
olmaksızın oluşan perseptüal ve Yakın
(sekonder/referans) kelimeyi hatırlama yol, dorsomedial talamus
motor öğrenme şekilleri sensorial
Açıklayıcı (kesin)
ve motor korteksin daralma ve Episodik Son hafta yolculuğunu Limbik sistem ve assosiasyon
genişleme takdim şekilleri ile Anlamsal haurlama korteks»
sağlanır.Örneğin bir çalışma telli Ayların isimlerini hatırlama
işlemsel (ima ile) Bisiklete binme Amigdal, serebellum, assosias­
müzik çalıcılarının sol ellerindeki
Elbise giyme yon korteksi, frontal lobe, ? diğer
parmakların kortikal görünümü­ Aylar-lıllar Lise eğiümini hatırlama Assosiasyon korteksi? diğer
Uzak (referans)
nün normal bireylerden geniş ol­
duğunu göstermiştir, bu da birey­ KAYNAK: K Erickson'dan değiştirilerek: West J Med 152:159,1990.
lerin mevcut ihtiyaçları ve dene­
yimleri doğrultusunda ihtiyaca ve değişikliklere göre insanların lanmasmda tutulduğu farz edilir. USK hipokampusda oluşur ve sik­
primary somatosensory cortexlerinde vücudun çeşitli birimlerinin lik AMP-cevaplı eleman bağlayan protein (SCEB) yanında N-
değiştiği fikrini vermektedir.Cisimleri tanımada (örneğin ren- methyl-D-aspartate (NMDA) reseptörleri ile aracılık eder. Gen dış­
:t,h#yvanlar,ttlcılcri, aksiyonları) ilişkili kortkal bölgeler dağılmış layıcı fare modelleri, hipokampal USK'de rol alan sekonder taşıyı­
.istemler olarak organize edilirler ve onlarda bir madde ile ilgili cı sistemlerin tanımında faydalı olmuştur. Örneğin ya kalsi-
bilgiler ilgili hareketleri aracı olabilecek ilgili korteks bölgelerinde yum/kalmodulin-bağımlı protein kinaz Veya sitoplazmik tirozin ki-
muhafazaedilirler (Konu 25).Bu da cisim tanımadaki aktif beyin naz (fyn) eksilmesi hipokampal USK'de eksiklik ve bozulmuş
bölgelerinin kısmen cismin iıtiruısik özellikleri ile ilişkili olduğunu uzaysal öğrenme ile sonuçlanır. Aksine, inaktive edilmiş nöronal
düşündürür. İşlemsel (implicit) hafıza öyle görünUytırki hippocam­ glikoprotein thy-l'li farelerde, bölgesel olarak USK'nin seçici bo­
pus dışında amygdala, cerebellum, ve sensory cortex gibi bölge­ zulması fakat uzaysal öğrenmenin sağlam olduğunun gösterilmesi,
lerle ilişki 1 idir.Farklı frontal bölgeler hafıza depolamanın farklı şe­ hipokampusuii dentat girusuna entorhinal projeksiyonda (Şekil 26-
killeri ile oluşur.Fonksiyonel magnetic resonance imaging (MRI) 1 ) USK'nin bazı çeşit uzaysal öğrenme için gerekli olmayabileceği
çalışmalaı gösteriyorki sol prefrontal-temporal bölgeler veya sağ fikrini vermiştir. SCEB'nin hipokampal seviyesinde bozulması rat-
prefrontal-bilateral parahippocampal bölgelerin yerel aktivasyon larda uzun süreli hafızayı bozar.
büyüklükleri sıra ile,şahsın nasıl kelimeleri kullacakları ve görme Demansa yol açan çoğu hastalıkların patolojik bölgeleri olduk­
işlemlerini yapacakları hakkında önceden bilgi verebilir. ça sınırlr değildir, AH gibi hastalıkların, sonunda serebral korteks
Biyokimyasal olarak, kolinerjik
sistem hafızada önemli bir rol oynar.
Atropin ve skopolamin gibi antikoli-
ııerjik ajanlar hafızayı bozar. Kolin
asetil transferaz (asetilkolin oluşu­
munu katalize eden enzim) ve niko-
tinik kolinerjik reseptörlerin AH'li
hastaların korteksinde eksik olduğu
bilinir. AH'li hastaların beyinleri se-
rebral kortekse kolinerjik girişin bü­
yük kaynağı olan Meynert'in nukİeus
bazalisinde ciddî nöron kaybını gös­
termiştir. Bu bulgular, muhtemelen
asetilkolin mevcut seviyelerinin art­
masına bağlı faydası ile kolin esteraz
inhibitörlerinin AH tedavisinde kul­
lanımının temelini oluşturur. Davra­
nış ve mood noradrenerjik, seroto-
nerjik ve dopaminerjik yollar ile dü­
zenlenir; ve AH'li hastalarda beyin
sapı lokus seruleusda norepinefrinin
azalmış olduğu gösterilmiştir. Keza,
nörotrofinlerin kısmen kolinerjik nö­
ronları koruma ile hafızada rol oyna­
dığı ileri sürülmüştür.
Eksitatör sinapsların tekrarlayım
uyarılmasından kaynaklanan sinap-
ŞEKİL 26-1 Hipokampusun esas bağlantıları. Afferent bağlantılar singulat girusdan (kortikal assosi­
asyon lifleri) ve amigdaldan {mavi oklar) entorhinal kortekse (parahippokampal girusun parçası) yak­
tik geçişin uzun süreli artmasını gös­
laşır ve dentattan CA3, CA1 ve subikulum neuronlarına, geri çıkışı entorhinal kortekse (siyah oklar)
teren uzun süreli kuvvetlendirmenin olan polisinaptik devre aracılığı ile hipokampusla birleşir. Efferent bağlantılar (kesik oklar) esas
(USK), hafıza kazanılması ve depo- olarak forniks yoluyla talamusun ön çekirdeği, septal çekirdekler ve mamiller cismedir.
Tablo 26-2 D em ansm Ayırıcı Tanısı globus pallidus ve talamus ile bağlantılıdır.
OEM ANSIN EN S IK S E B E P L E R İ Bu irtibatın lezyonları irritabilite, impulsive­
ness (düşüncesiz hareket) ve distraktilibiteye
Alzheimer hastalığı Alkolizm"
Vasküler demans Parkinson hastalığı (şaşkınlık, dalgınlık) sebep olur. Anterior
Multi-enfarkt tlaç/medikasyon entoksikasyonua singulat korteks; nükleus akkumbens, globus
Yaygın beyaz madde hastalığı (Binswanger’s) pallidus ve talamus ile bağlantılıdır. Bu iliş­
kilerin kesilmesi apati, konuşma azlığı veya
DEMANSIN DAHA AZ YAYGIN S E B E P L E R İ
hatta akinetik mutizm oluşturur.
Vitamin eksiklikleri Toksik bozukluklar Demansın en önemli risk faktörü ilerle­
Thiamine (B j): Wernicke ensefalopati" İlaç, medikasyon ve narkotik zehirlenma"
yen yaştır. Özürleştiren hafıza kaybı preve-
B j 2 (pemisiöz anemi)a Ağır metal zehirlenmesi"
Dializ demansı (alüminyum) lansı 5 0 yaş sonrası her on yılda artar ve çok
Nikotinik asid (pellagra)"
Endokrine ve diğer organ yetmezliği Organik toksinler sıklıkla otopside AH'nın mikroskobik deği­
Hipotroidizm" Psikiyatrik şiklikleri ile birliktedir. Keza, nöronal mitö-
Adrenal yetersizlik ve Cushing sendromu" Depreş (psödödemans)" kondriada mutasyonlann yavaş birikiminin
Hipo-ve hiperparatroidizma Şizofreni"
yaş ile demans prevelansının artışına yardım
Renal yetmezlik" Konversiyon reaksiyonu"
Karaciğer yetmezliği" Degeneratif bozukluklar ettiği hipotez edilmiştir. Yüz yaş yaşamış
Akciğer yetmezliği" Huntington hastalığı olanların çoğu henüz sağlam hafıza fonksi­
Kronik enfeksiyonlar Pick hastalığı yonuna sahiptir ve klinik olarak önemli de-
HIV Diffüz Lewy body hastalığı
mansın belirtisi yoktur. Demansın normal in­
Nörosifıliz" Progressif supranukleer palsy (Steel-
san yaşlanmasının kaçınılmaz bir sonucu
Richardson sendromu)
Papovavirus (rogressif multifokal Mulüsistem degenerasyonü (Shy-Drager olup olmaması tartışmalı kalır.
lökoensefalopati) sendromu) A Y IR IC I TANI Demansın çoğu sebep­
Prion (Creutzfeldt-Jakob ve Gerstmann- Herediter ataksiler (bazı şekilleri) leri Tablo 26-2'de listelenmiştir. Her duru­
Straussler-Scheinker hastalıkları) Motor nöron hastalığı [amiyotrofik lateral
mun sıklığı çalışmadaki yaş gurubuna, ülke
Tüberküloz, fungal ve protozoal" skleroz (A LS); bazı şekiller]
Sarkoidoz Frontotemporal demans orijinine ve belki ırk ve etnik değişikliklere
Whipple hastalığı" Kortikal bazal dejenerasyon ; bağlıdır. AH, batı ülkelerinde demanslı has­
Kafa travması ve yaygın beyin hasar» Multipl skleroz taların yandan fazlasını etkileyen, demansın
Demans pugilistika ■ Alzheimer’li adult Down sendromu
en yaygın sebebidir; Vasküler hastalık
Kronik subdural hematom." ; Guam’m ALS-Parkinson’s-Demans kompleksi
Çeşitli
ABD'de % 10-20'yi etkileyen, demansın en
Postanoksi
Pöstensefalit Vaskülit" yaygın ikinci sebebidir; fakat bazı Asya ül­
Normal-basınçlı hidrosefalus" CADASIL kelerinde AH’dan daha yaygındır. Kronik al­
Neoplastik Akut inter mittent porfıria" kolizm ve Parkinson hastalığı (PH) daha
Primer beyin tümörü" . Rekürren nonkonvulsif nöbetler"
sonraki eh sık iki kategoriyi oluşturur. Yazı­
Metastatik beyin tümörü" Çocuk veya adolesanlarda ilave durumlar
Paraneoplastik limbik ensefalit Hallervorden-Spatz hastalığı lan ilaçlardan kaynaklananlar dahil kronik
Subakut sklerozan panensefalit entoksiyasyonlar, demansın potansiyel ola­
Metabolik bozukluklar (örneğin, Wilson ve rak tedavi edilebilen önemli bir sebebidir.
Leigh hastalıktan, lökodistrofıler, lipid depo
Tabloda listelenen diğer sebepler nadirdir,
hastalıkları, mitokondrial mutasvonlar)
fakat bir çoğu geri dönüşlü olduğu için
" Potansiyel reversibl demanslar
önemlidir. Demans yapan hastalıkların re­
versibl ve irrevesibl hastalıklar olarak iki ge­
boyunca nispeten yaygın nöronal bozulmayı gösterdiği görülür, oy­
niş grupta sınıflandırılması demansm ayırıcı tanısına faydalı bir
saki multienfarkt demans tekrarlayıcı stroklarm eşlik ettiği, korti-
yaklaşımdır.
kal bölgelerde daha fokal yama gibi hasarlara yol açar. Yaygın be­
Gizli biriken hafıza kaybı yaşlanmanın doğal bir kısmıdır. Sık­
yaz madde haşan intraserebral bağlantıları bozabilir ve beraber ol­
lıkla şaka ve mizahın kaynağı olan bu sinirlendirici tecrübe, y a ş l ı ­
duğu lökodistrofıler, multipl skleroz ve Binswanger hastalığı ile
lığ ın b e n ig n u n u tkan lığ ı olarak hildirilir. Benign, başarılı ve üretici
birlikte demans sendromları oluşturur. Aynı zamanda, kaudat, puta-
günlük vazifeyi oldukça bozacak kadar ilerleyici veya şiddetli ol­
men, talamus ve substantia nigra gibi subkortikal yapılar, henüz iyi
mayan, manasına gelir, bununla beraber benign ile daha önemli ha­
anlaşılmayan şekilde bilişim ve davranışı düzenler. Bazı araştıncı-
fıza kaybı arasında ayırım yapmak zor olabilir. Benign hafıza ka­
lar kortikal ve subkortikal demans tipleri arasında ayınm yapar. AH
yıplı hastaların bir bölümü genellikle AH ile oluşan aşikar donan­
gibi kortikal demans primer olarak hafıza kaybını gösterir ve sık­
sa ilerler. Niçin bazı kişilerin ilerleme gösterdiği ve niçin diğerleri­
lıkla afazi ve diğer lisan bozuklukları ile birliktedir. Huntington
nin göstermediği aydınlanmamış kalır. Bir zamanlar, normal yaş­
hastalığı (HH) gibi subkortikal demanslı hastaların hafıza ve dil
lanma ile hippokampal nöronların kümülatif kaybının unutkanlığın
problemlerine sahip olması daha az muhtemeldir ve dikkat, muha­
keme, uyanıklık ve davranış zorluklarının olması daha fazla olası­ temelini oluşturduğu farz edilmişti, fakat mevcut kantitatif nöron

dır. Kortikal ve subkortikal demansların hem klinik hem de anato­ sayıları bu doğal nöronal kaybın olmayabileceğini göstermiştir.

mik özellikleri oldukça üst üstelik gösterir ve bu durumlar çoğu kez Alzheimer hastalığı yaygın kortikal atrofı ve amiloid plaklar ve

farklı değildir. nörofibriller yumakların spesifik nöropatolojik önemli belirtisi ile


Nispeten spesifik kortikal-subkortikal bazı yolların lezyonları birlikte olan yavaşça ilerleyen demans yapan bir hastalıktır. Yaşlı­
davranış üzerinde önemli etkilere sahip olabilir (Konu 25). Dorso­ larda oldukça sık olmasına rağmen, bu hastalık sadece otopside ke­
lateral prefrontal korteksin dorsolateral kaudat, globus pallidus ve sin olarak ispatlanılan, dışlama teşhisi olarak kalır. Tecrübeli nöro-
talamus ile bağlantıları vardır. Bu yolların lezyonları kötü organi­ lojistlerin yaptığı AH'nın klinik tanısının zamanla otopside yakla­
zasyon ve planlama, persevarasyon (saplanılmış düşünce veya ha­ şık % 85-90 doğru olduğu ispatlanır. ' ‘-tut u m "lım a d e ta y lı
a l a r a k k o ıiu J o l ' d e t a r i f eu iim bjü r.
reket) ve bozuk muhakemeye bağlı azalmış bilişsel esneklik ile so­
nuçlanır. Lateral orbital frontal korteks ise ventromedial kaudat, Vasküler demansın iki büyük tipi teşhis edilebilir. Sıklıkla mul-
mesi ağır rebound insomniye H o rla m a sesleri j
T n
neden olabilir. Bu nedenle, hip-
notik dozları düşük ya da ma- N azal/o ral h av a ak ım ı ■. ~ 'V \ A A /~ ---------- -— /V\AAy
kulolmalıdır, total tedavi süresi
2-3 haftaya sımrlanmalıdır ve R es p iratu ar güçsarfı
doz azaltma yavaş yapılmalı­
dır. 9$ 9 8 9 7 98 9 5 97 98 9 7 97 98 98 98
98' 93
A rteriyel 0 2 doym uşluğu M 9 3 93 9 1 « 98 94
Yükseklik İnsomnisi Uy­ 90 8 8 " 9 0 89 90 8 8 90
ku buzukluğu yüksek irtifalara,
çıkmanın sık rastlanan bir so­ -30 8 -
nucudur. Cheyne-Stokes tipi
periodik solunum yüksek irti­
fada zamanın yaklaşık yarısın­ EEG
da NREM uykusu içinde görü­
lür ve REM uykusu içinde bili­ C hn E M G — — ....................i » . . ....""t*1 .........................v | . . .......................— ' i
nen solunum patterni ile düzel­ K alp hızı
tilir. Periodik solunumun geliş­
mesinde hem hipoksi hemö de
hipokapninin rol oydanığı dü­
R .A .T. E M G
+ — 4— f t f I
L A . T. E M G
şünülmektedir. Sık uyanma ve
kalitesiz uyku özellikle yüksek 8
-I-----! ...... - -.... f 1
H -3 0 0 H
un faya çıkılan ilk günlerde da­
ŞEKİL 27-2 Obstrüktif uyku apnesi sendromlu (A) ve uykuda periodik ekstremite hareketieri gösteren
ta şiddetle görülür fakat süre­ bir olguda (B) polisomnografik kayıtlat Devam eden solunum çabasına rağmen, oksijen desatürasyo-
klilik de gösterebilir, Aseiazo- nu ile birlikte (üst panel)hava akışının azalmasına ve horlamaya dikkat ediniz. Periodik ekstremite ha-
lamUİ ile tedavi periodik solu­ reketleri göreceli olarak sabit aralıklarla tekrarlamakta ve EEG değişiklikleri ve nabız sayısında artma
mun ile geçirilen zamanı azal­ ile birlikte görülmektedir (alt panel). Kısaltmalar: R.A.J. sağ anterior tibial; L .A .I, sol anterio tibial. (CirT
abilir ve uykuda hipoksiyi cadian, Neuroendocrine, and Sleep Disorders Section, Endocrine Division, Brigham and Womens'
azaltır. Hospital'den)
Huzursuz Bacak Sendro-
Mental Bozukluklarla Birlikte İnsomnl: Psikiyatrik bozuk­
ınu (HBS): Bu sensori-motor bozukluğu olan hastalar tutulan ckst-
lukları olan olguların yaklaşık % 80’inde uyku bozukluğu tanımla­
remitenin hareket ettirilmesi içiri engellenemeyen bir istek duyarak
nır. Bununla birlikte hem klinik tablolar arasında hem de ayni kli­
baldırları ve bacaklarının derinliklerinde tırmalayıcı ya da ezici di-
nik durumu gösteren hastalar arasında dikkate değer heterojenite
sestczi tanımlarlar. HBS Tu hastaların çoğunda gündüze göre çok
vardır. . i ■ r
daha fazla olmak üzere akşam ya da geceleyin disestezi ve huzur­
D e p r e s y o n uykuya giriş insomnisi, uykuyu sürdürme insomni­
suzluk görülür ve uykuya girişi bozar. Bü bozukluk inaktivite ile
si ve/veya erken uyanma ile beraber görülür. Bununla birlikte özel­
alevlenir ve hareket ettirmekle geçici olarak geriler. Periferal nöro-
likle adolesan depresyonunda veya bipolar veya mevsimsel (ilkba-
patideki parestezi ise tersine aktivite sırasında artar. Bu kronik has­
har/kış) depresyonu olan bazı hastalarda hipersomni gözlenir (Ko­
talığın şiddeti zamanla azan R ve artarve uyku yoksunluğu kafein
nu 385). Gerçekten de uyku bozukluğu depresyonun önemli bir ve-
ve hamilelik ile artabilir. Adultlerde prevalansın % 5 olduğu düşü­
jetatif belirtisidir ve hasta tarafından algılanan herhangi bir duygu-
nülmektedir. Kabaca olguların üçte birinin birden fazla yakınında
durum değişikliğinden önce başlayabilir. Depresyondaki belirli po­
olasılıkla ötozomal dminant geçişli olmak üzere klinik tutuluş var­
lisomnografik bulgular REM uyku latansında kısalma^ ilk REM
dın Demir eksikliği ve böbrek yetmezliği HBS’na yol açabilir ve
uykusu periodununj gecikmesi ve ilk NREM uyku epizodunun kı­
buna sekonder HBS denir. HBŞ’nun semptomları dopaminerjik
salmasıdır; bununla birlikte bu bulgular depresyon için özgün de­
droglara (L-dopa ve dopamin agonistleri) fevkalade duyarlıdır, ğildir ve bu değişikliklerin genişliğiyaş ve semptomlarla değişir:
Narkotikler, benzodiazepinler ve bazı antikovülzifler de terapötik Deprese hastalar da yavaş dalga uykusunda ve uykunun devamlılı­
değer taşıyabilirler. HBS’lu çoğu, hâsta periodik ekstremite hare­ ğında azalma gösterirler
ketleri gösterebilir, fakat tersi durum söz konuşu değildir. M a n i v e h ip o m a n id e uyku latansı uzamıştır ve total uyku süre-s
Periodik Ekstremite Hareket Bozukluğu: daha önce n oktü r- si azalabilir. Anksiyete bozukluğu gösteren olgular endojen dep­
n a l m y o k lo u s olarak b ilin en p e r i o d i k e k s tr e m ite h a r e k e t bozu klu ğ u resyonda görüldüğü gibi REM uykusu ve yavaş dalga uykusünda
insomnili hastaların % 17’sinde ve gündüz aşırı uyuma durumu değişiklikler geösterme eğilimindedirler. Son olarak k r o n ik a l k o ­
gösteren olguların da % 11’inde en temel polisomnografik bulgu­ lik le r d e yavaş dalga uykusu yoktur, REM uykusu azalmıştır (alko­
dur Şekil 27-2). Bunun bozuk uykudan mı ileri geldiği yoksa rast­ le akut yanıtta olduğu gibi) ve gece boyunca çok sık olarak uyan­
lantısal bir bulgu mu olduğu konusu açık değildir. Ayak başparma­ ma reaksiyonu vardır. Bu durum gündüz alert halin azalması ile bir­
ğının 0.5-5 sn süreli ekstensiyunu ve ayağın dorsifleksiyonu daki­ liktedir. Uyku alkolün kesilmesinden sonra bile yıllarca bozuk ka­
kalar ya da saatler süren epizodlar halinde NREM uykusu içinde lır. Şizofrenide uykunun çatısı ve fizyolojisi bozulmuştur (evre 4
tekrarlar. Çoğu zaman bu epizodlar uykunun ilk yarısı içinde gö­ uykusunun azalması ve REM uyku deprivasyonündan sonra REM
rülür. Bu hastalık çok değişik uyku bozukluklarında gözlenir (nar- uykusunun yoğunlaşmasının görülmemesi ile); kronik şizofrenler
kolepsi, uyku apnesi, REM uykusu davranış bozukluğu ve değişik sık olarak gece-gündüz’ün tersine dönmesi, uykunun bölümlenme-
tip insomniler gibi) ve sık uyanma ve uyku evreleri arasında çok sık si (parçalanması) ve insomni gösterirler.
geçişlerle birlikte olabilir. İnsidansı yaş ile artar: 65 yaşın üzerin­ Nörolojik Hastalıklarla Birlikte Görülen Uyku Bozuklukla­
deki uyku bozukluğundan yakınmayan kişilerin % 4 4 ’ünde saatte rı: Değişik nörolojik hastalıklar hem indirekt olarak nonspesifik
5 ’in üzerinde periodik bacak hareketleri belirtilmektedir. Bu durum mekanizmalarla (örneğin servikal spondiloz ağrısı ya da alt arka
omurilikte bir jeneratörün varlığını desteklemektedir. Tibialis ante­ ağrısı gibi) veya uykunun gelişmesi ve kontrolunda ilgili olan sent-
rior kasından bilateral yüzeyel EMG kayıtlamaları ile beraber ya­ ral nöral yapıların yetersizliği ile uyku kesintiye uğrayabilir.
pılan polisomnografi tanı koymak için kullanılmaktadır. Tanı ola­ Örneğin nedeni ne olursa olsun demans, sıklıkla gece dolaşma­
nakları dopaminerjik tedavi ve benzodiazepinlerdir. ları ve geceleri semptomların alevlenmesi (sundowning olarak ad-
160 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şeklileri be olur. Sonuç olarak, hastalar, hem normal uyanıklığın anlamının
ne olduğunun farkında olmadıkları için ve hem de genelikle fizyo­
landırılır) ile karekterize uyku uyanıklık siklusunun zamanlamasın­ lojik uyku ihtiyacının yetersizliğinden çok motivasyonlarındaki de-
daki bozukluklar ile birlikte gider. fisite bağladıklarından uykulu halin bir problem olduğunu kabul et­
E p ile p s i ender olarak uyku bozukluğu gösterir (Konu 360). En mekte çekinceli davranırlar.
sık öykü zaman zaman onvülzif hareketşlerle birlikte anormal dav­ Klinikte uykululuk halinin teshirinde, istemli veya istemsiz ola­
ranıştır ve ayırıcı tanı REM uykusu davranış bozukluğu, uyku ap- rak normal uyanma vaktinde uyku epizodlannın görülmesi hakkın­
ne sendromu ve periodik ekstremite hareketlerini içerir (yukarıya da özellikli sorgulama yapılması dsubjektif tanımlamalar atasında­
bkz.). Tanı için gece EEG kaydı gerekir. Anormal hareketlerle gi­ ki uyumsuzlukları engeller ve günlük fonksiyonlar üzerine uykulu
den P a r k in o n h a s ta lığ ı. H e m ib a llis m u s , H u n tin gton k o r e s i v e G il- halin yarattığı olumsuz etkileri yorumlamaya da yardımcı olur.
l e s d e la T ou rette sen d r o m u gibi diğer nörolojik hastalıklar, önce­ Araba kullanırken ya da bir iş yaparken engellenemeyen uyku atak­
likle sekonder mekanizmalarla uyku bozukluğu ile birlikte gider. larının ortaya çıkması, okul veya iş yaparken Uyku hali (Ve uyku ha­
Bununla birlikte, bu gibi anormal hareketlerin kendileri uykuda bü­ li ile okul ve iş performansı arasındaki ilişki) ve sosyal ve aile ha­
yük ölçüde azalır. Başağrısı sendromlan bilinmeyen mekanizma­ yatı üzerinde uyku halinin etkileri özellikle araştırılması gereken
larla uyku ile bağıntılı olarak alevlenmeler gösterebilir (migren ve­ alanlardır. Signifikant güncel aktivitedeki yetersizlik (narkolepsi ve
ya küme başağrısı) (Konu 15). uyku apnesi gibi primer uyku bozukluğu tanısı ile veya kişinin ken­
F a t a l fa m ily a l in so m n i talamusun bilateral olarak anterior ve disince hazırlanan uyku-uyanıklık programı ile birlikte (bkz. îş var­
dorsomedial çekirdeklerinin dejenerasyonundan ileri gelen ender diyama bağlı uyku bozuklukları)) uyku hali ile ilişkili otomobil ka­
herediter bir hastalıktır. İnsomni erken ve belirgin bir semptomdur. zaları riskinin motorlu taşıt ehliyeti veren otoritelere bildirilmesinin
İlerleyici bir şekilde otonomic disfonksiyonlar, dizartri, myoklo- hekimin sorumluluğu olup olmadığı sorusuna yol açmaktadır. Epi­
nus, koma ve ölüm gelişir. Patogenezi prion proteindeki mutasym- lepside olduğu gibi, yasal gerekçeler ülkeden ülkeye değişmektedir
dur (Konu 375). ve mevcut yasal öngörüler hekimin sorumluluğu ile hastanın özel
Diğer hastalıklarla Birlikte Görülen İsomni Çok sayıda tıb­ yaşamın saygı arasında denge nin sağlıklı yorumlanmasını sağla­
bi durum uykunun kesintiye üğramasıyla birlikte gider. Bu birlikte­ mamaktadır. En azından, heim hasta ile bir araç kullanmanın riski
lik, örneğin romatik hastalıklarda kronik ağrı ve uykunun kesintili artırdığını gözönüne alarak hasta ile bu durumu tartışmalı, sağlıklı
olması örneğinde olduğu gibi nonspesifiktir. Bu birlikteliğğe dikkat bir tedavi sağlanıncaya ya da program değişikliği oluşturuluncaya
göstermek bu gibi hastalarda sorunu ortaya koyan yakınma uyku kadar aaraç kullanmama askıya alınması tavsiye edilmelidir.
ile ilgili semptomlar olduğu için oldukça önemlidir. Temeli oluştu­ Bitkinlik ve uyku arasında ayrışım fibromyalji, kronik bitkinlik
ran tıbbi hastalık ya da semptomların tedavisi bu gibi hastalarda en sendromu gibi hastalıkların (Bölüm 384) ya da hipotiroidi ya da
yararlı yaklaşımdır. Yukarıda belirtildiği gibi uykunun kesintilere Addison hastalığı gibi endokrin yetmezlikler bitkinlik ve yorgun­
uğraması glukukortikoidler gibi drogların uygun bir şekilde kulla­ luk yakınmaları ile gelen hastalarda ayırıcı tanıyı tamamlarken ya­
nılması halinde de ortaya çıkabilir. rarlı olur. Bu gibi hastalar uyku deprivasyonu ile ortaya çıkan uyku
A sth m a ile uyku bozukluğu en belirgin birliktelikler arasında­ halinin yarattığı gündüz semptomlarını tipik olarak ayırdedebilir-
dır. Çoğu astım hastasında özellikle uyku sırasında olmak üzere ler. Bu durum primer hastalık uyku bozukluğundan (örn. hipotiro-
geceleyin asthma semptomlarındaki artış sonucu havayollarının di­ idide uyku apnesi) ya da anormal uykudan (örii. fibromyalji) ileri
rencindeki günlük değişiklikler olur. Ayrıca, adreneıjik agonist olan geldiği zaman özellikle doğrudur.
teofillin derivativi droglar veya glukokortikoidlerle astma tedavisi-* Aşın uyuma yakınmasının klinik değerlendirmesi genellikle
bağımsız olarak uyku bozukluğuna yol açabilir. Uyku bozukluğu doğru olmakla birliktetedaviye yanıtın doğru değerlendirilebilmesi
astma tedavisinin belirgin yan etkisi olduğunda uykuyu bozmayan için veya tanısal amaçlara uygun olması için niceliksel olarak ob­
inhalsyon steroidleri (örn. beklametason) yararlı alternatif olurlar. jektif bir değerlendirmesi bazen gerekir. Gece yeterli uyunduğunun
K a r d iy a k is k e m i de uyku bozukluğu ile birlikte: gidebilir. îske-* bir indeksi olarak gündüz işlevsel durumun teshiri, sağlıklı gece uy­
mi, uyku apnesi sonucu ortaya çıkan sempatik tonus artışından ile­ kusundan sonra ertesi gün uyku latansının birkaç kez tesbit edilme­
ri gelebilir. Hastalar klasik angina semptomlarının ya da uykuda si testi olan multipl uykü latansı testi (MSLT-MULT) ile yapılabi­
bozuk solunumun farkında olarak veya olmayarak kabuslar ya da lir. Dört-altı testten sonra elde edilen ortalama latans (uyanık halde
vivid ve uykuyu bozan rüyalardan ileri gelen yakınmalar ortaya ko­ 2 saatte bir tekrarlanır) gündüz uykuya eğilimin objektif öİçümü
yabilirler. Uyku apnesinin tedavisi anginayı ve gece uykusunun ka­ olarak kabul edilir. Patoılojik gündüz uykusuna yol açan uyku bo­
litesini iyileştirir. P a r o k s is m a l n o k tü rn a l d is p n e recumbent pozis­ zuklukları MULT ile güvenilir bir şekilde tanınabilir; Ayrıca uyku
yon nedeniyle alevlenen pulmoner konjesyona neden olan uykuda başlangıcının birkaç kez ölçülmesi, narkolepsi gibi özgün patolojik
koroner işkemisinin bir sonucu olarak ortaya çıkabilir, , durumların varlığım gösteren direkt olarak uyanıklıktan REM uy­
K r o n ik o b s t r ü k t if a k c i ğ e r h a s t a lığ ı, k is tik f ıb r o z , m e n o p o z , h i- kusuna geçişi ayırdettirir.
p e r tir o id i, g a s t r o ö z e fa g e a l r e flü , k r o n ilk b ö b r e k y e tm e z liğ i v e k a r a ­ NARKOLEPSİ Narkolepsi hem istemli olarak uykuyu sürdür­
c i ğ e r y etm ez liğ in d e olduğu gibi uyku bozukluğu ile birlikte gider. me yeteneğinin bozukluğu ve hem de REM uykusunun düzenlen­
GÜNDÜZ AŞIRI UYUMANIN DEĞERLENDİRİLM ESİ mesinin bozukluğudur (Tablo 27-2). Klasik narkolepsi tetradı gün­
Uykusuzluk nedeni ile gündüz verimsizliği değişik nedenlerle kli­ düz uyuma ve uyku ve uyanıklık geçişlerinde REM uykusu karak­
nik olarak nicelendirmek güç olabilir. Birincisi, uykululuk sübjek­ teristiklerinin (kas atonisi, canlı rüyalar gibi) araya karışması ile il­
tif olarak oluşturulan uyku deprivasyonuna orantısal olmak gerek­ gili öznel semptomlardan oluşur: (1) genellikle emosyonlarla tetik­
liliği göstermez. Örneğin obstrüktif uyku apnesinde, hasta farkında lenen bilinç kaybı olmaksızın kas tonusunun kaybı veya ani güç­
olmaksızın, sabahleyin uyanma bozukluklarına neden olan apneik süzlük (katapleksi); (2) uyku başlangıcında sanrılar (hipnagojik
epizodların sonunda solunumun artışı ile beraber gider. İkincisi, sanrılar) veya uyanmakla sanrılar (hipnopompik sanrılar); (3)
uyanma zorluğunun sübjektif tanımı hastadan hastaya değişir. Has­ uyanmakla ortaya çıkan kuvvetsizlik (uyku paralizisi). Şiddeti kişi­
talar kendilerini "uykulu", "yorgun" ya da bitkin olarak tanımlarlar den kişiye değişir ve hastalar günde 2-3 ile on yılda 2-3 kez bu
ve bu ifadeler tam anlamı ile gerçeği yansıtır iken diğer bazıları ay­ ataklan gösterebilir. Bir atağın süre ve yayılması da birkaç saniye
ni ifadeleri tamamen farlı bir durumu anlatmak için kullanırlar. süre ile çenenin sarkmasından bazı ender olgularda 20-30 dakika
Üçüncüsü, uykululuk hali, özellikle belirgin olduğunda, alko gibi süre ile tüm istemli kasların flask paralizisine kadar değişiklik gös­
yargılamayı etkileyebilir; öyle ki durumunun ubjektif olarak far­ terebilir. Hastalığın başlangıcı 5-50 yaşlar arasında değişmekle bir­
kında olmak ve bunun sonucunda bilişsel ve motor yetersizlik inhi- likte semptomlar tipik olarak ikinci dekadda başlar. Hastalık oyur-
T a b lo 2 7 - 2 .N a r k o ie p s id e S e m p t o m l a r ı n S ı k l ı ğ ı 27 Uyku Bozuklukları 161
Semptom Prevalans. %
kullanılmakta olan Pemoline daha az etkili olabilir ve pek çok ço­
Aşın günboyu somnolans 100

Uyku bozukluğu 87 cukta ölümcül karaciğer yetmezliği ile gitmektedir. Dextramfeta-


Katapleksi 76 mine 2*10 mg ve metarnfetamine de alternatif olarak kullanılmak­
Hipnagojik sannlar 6 8 tadır. Yakın zaman önce iyi bir uyancı ajan olan modafinil FDA ta­
Uyku paralizisi 64 rafından narkolepsideki gündüz aşın uyumanın tedavisi için onay­
Bellek sorunlan 50 lanmıştır; 200-400 mg/gün olarak tek doz halinde verilir. Diğer te­
KAYNAK; TARoth. L Merlotti in SABurtonet al (eds). Narcolepsy 3rd International davilere göre daha az yan etkisi olan uzun süreli bir ajandır.
Symposium: Selected Symposium Proceedings, Chicago. Matrix Communications, REM ile ilişkili narkolepsi, uyku sanrılan ve uyku paralizisi gi­
1989'dan değiştirilerek.. ‘
bi fenomenlerin tedavisi antidepresanlarla iyi bir şekilde REM uy­
kusu süpresyonuna gerek gösterir. Trisiklik antidepresanlar (prot-
duğunda, remisyonsuz ve kronik hale helir; Sekonder narkolepsi ta­
riptilin 10-40 mg/gün ve klomipramin, 25-50 mg/gün) ve selektif
nımlanmıştır (örn. kafa travmasından sonra).
serotonin geriemilim inhibitörleri (SSRFlar) (fluoxetine, 10-20
Narkolepsi ABD’de yaklaşık 1/4000 kişiyi etkilemektedir ve
mg/gün) ABD’de bu amaçla en sık kullanılan illaçlardıor. Antidep-
genetik bir temeli var gibi görünmektedir; Yakın zaman önce 2 ba­
resanların etkinliği antikolinerjik yan etkiler(trisiklikler), uyku bo­
ğımsız açıklama hipotalamik öreksin adlı bir nöropeptid (hypocre-
zukluğu ve cinsel disfonksiyonlar (SSRI) nedeni ile büyük ölçüde
lin) içeren nöronların uyku* uyanıklık ritminin düzenlenmesinde
sınırlıdır. Yeterli gece uykusu ve (eğer olanaklı ise)planlanmış gün­
önemli bir rol oynayabileceğim ortaya koymuştun (1) öreksin (M*
düz uykulan narkoiepside önemli koruyucu önlemlerdir.
pokretin) reseptör 2 genindeki mutasyon köpeklerde narkolepsi ile
gitmektedir; ve (2) genetik olarak öreksin üretemeyen orexhi
UYKU APNESİ SENDROMLARI Solunum bozuklukları*
knockout” sıçanlar, davranışsal ve elektrofizyolojik kriterlerle tes-
uyku bozukluğu ve aşın gündüz uyumanın sık ve ciddi nedenlerin-,
lıit edilen, insan narkolepsisine benzer bir fenotip yaratmaktadır;
den biridir, ABDrnde tahminen 2 veya 5 milyon kişi her gece uy­
Ayrıca, narkolepsi tedavisi için ABD’nde FDA onayı alımşbif drog
kuda otuz ile yüzlerce kez 10-150 sn süreli solunum durması ya da
<>tan mtKİalinil öreksin içeren nöronlan aktive etmektedir; Bununla
solunum azalması göstermektedir. Bu epizodlar ya hava yöllannın
birlikte insanda narkolepsinin genetik geçiş şekli köpek modeline
tıkanmasından (obstületif uyku apnesi), solunum eforunun kaybol­
göre çok daha komplekstir. Ayni yumurta ikizlerinde görülen yük­
ması (sentral uyku apnesi) ya da bu faktörlerin kombinasyonu^
sek orandaki uyumsuzluklar narkolepsinin gelişiminde genetik ola­
(mikt uyku apnesi) nedeniyledir (Şekil 27-2). Bu durumlann uygun
mayan bir yada birden çok faktörün katkıda bulunduğuna işaret et­
icdavisinin yapılmaması ya da tanınmaması belirgin ve hatta bazen
mektedir. NMamaiih, narköieptik hastaların birinci derece yakınla­
disable hale getiren gündüz uyanıklığının yetersizliğine, uyku ne­
rında, hayvan modellerinden çok daha düşük fakat genel popülas-
deniyle ortaya çıkan otomobil kazalan riskinin artmasına, hipertan­
yondakinden çok daha yüksek Olmak üzere* narkolepsi ihsidattsı %
siyon ve diğer kardiyovasküler komplikasyonlara ve ölüm riskinin
1 gibi bir oran göstermektedir. Katapleksili narakoleptik hastaların
artmasına yol açın. Uyku apnesi prevalansı şişman erkeklerde v<p
hemen tamamında insan lökosit antijeni DQB*0106 pozitiftir (nor­
yaşlılıkta . artar; halen tutuluşu olan olgulann % 80-90’ının teşhis
mal popülasyonda %20-30 oranmda bulunur) (Konu 306).
edilmediği tahmin edilmektedir. Bu üzücü bir durumdur, çünkü et­
Narkolepsinin temel ve aynştıncı niteliklerinin ay ın a tanısı­
kin tedavi olanaklıdır. —>Okuyucu bu durum h ak kın d a d ah a ay­
nın değerlendirilme çalışmaları devam etmektedir ve tam tam kri­
rıntılı ola ra k gözden g eçirm ek için K onu 2 6 3 ’e bakm alıdır.
terleri hala tartışma konusudur; Tipik olarak MULT ortalaması î
PARASOMNİLER Parasomni, uyku nedeniye ya da uyku sı­
dakikanın altında bulunarak gündüz aşırı uyumanın objektif bir şe­
rasında ortaya çıkan anormal davramişlar için kullanılan bir deyim-
kilde ayrıştırılması eğer nonspesifık tanısal özellikler tesbit edil­
dir.Parasomniyanın kontiniuumu NREM uykusundan bazen kısa
miş ise temel teşkil eder. Uyku apnesi ve kronik uyku engellenme­
konfüzyonal görünümler, bazen uykuda yürüme bazenda gece kor­
si gibi aşırt gündüz uyumaya yol açan diğer durumlar ciddi bir şe­
kilde ekarte edilmelidir. Narkolepsinin diğer objektif tam kriteri kulan şeklinde açığa çıkar. Ortaya çıkan yakınma ortaya çıkan dav­
MULT’nde en az 2 şekerlemede REM uykusunun gözlenmesidir. ranışın kendisidir fakat parasomniler uykunun devamlılığım bozar
Aşın REM artışı da, konvansiyonel uyku-uyanıklık programına ve hatta hafif derecede de olsa gündüz uyanıklığı etkileyebilir.
girmiş kişilerde çok ender olarak görülen bir durum olup, narkolep- REM uykusunda ortaya çıkan sadece bir parasomni, yani REM uy-,
tik hastalaraın %50’sinde uykunun başlamasından hemen sonraki kuşu davranış bozukluğu (RUDB) bilinmektedir (aşağıya bakınız).
birkaç dakika içinde REM uykusunun ortaya çıkması ile manifest Uyurgezerlik (Somnanbulizm): Bu hastalığı olan olgular ba-
hale gelir. Klasik narkolepsi tetradında REM ile ilişkili olarak or­ sitgen komplekse kadar değişen otomatik motor davranış bozuklu­
taya çıkan semptomlar çok değişkendir. Katalepsi ile birlikte giden ğu vardır. Bu kişiler, bilinçsizce ya da kısmen bilinçli olarak yata-,
narkoleptiklerin (hastalann yaraısı ya da üçte biridir) bu sempto­ ğı terkedebilir, yürüyebilir, uygun olmayan yerlere işeyebilir, yiye­
mu olmayan narkoleptiklere göre daha momojen bir grup olduğu bilir yada evi terkedebilirler. Tam uyanma güç olabilir ve bazı has­
konusunda artan sayıda kanıtlar vardır. Fakat olgularda katapleksi talar uyandırılmaya ajitasyon ve hatta saldırganlıkla yanıt verebilir­
öyküsünü güvenli bir şekilde değerlendirmek güçtür. Uyku sannla- ler. Sleepwalking Evre 3 veya NREM uykusunda ortaya çıkar ve
rı ya da uykudan uyanmakla ortaya çıkan sanrılar (hipnagojik ve bu uyku evrelerinin en yoğun olduğu adolesan veya çocukluk çağ­
hipnopompik sanrılar) ve uyku paralizisisıklıkla non-narköieptik larında görülür. Epizodlar genellikle izoldir fakat olgulann %1-ş
hastalarada görülür ve narkleptiklerin yarısında görülebilir. Gece 6 ’sında tekrarlayabilir. Kabaca olgulann üçte birinde ailesel köken,
uykunun kesintiye uğraması narkoiepside sıktır fakat nonspesifık var ise de nedeni bilinmemenktedir.
bir semptomdur. Benzer şekilde, uyanıklık Sırasında ’’otomatik dav­ Uyku Terörleri: Bu bozukluk pav or noktürnus adı ile de anıl­
ranış" (basit motor davraışlarm devam ettiği trans benzeri bir du­ makta olup uykunun ilk birkaç saati içinde, 3. ve 4, NREM uyku
rum) narkolepsi için nonspesifiktir ve gündüz aşın uyumanın var­ evrelerinde ve özellikle de erken çocukluk çağlannda görülür. Ço­
lığı ile ilişkilidir. cuk genellikle çığlık atar, terleyerek otonomik arousal, taşikardi ve
hipervantilasyon gösterir. Hastayı uyandırmak güç olabilir ve sabh
uyandığında yaşadığı dehşeti hatırlar. Tekrarlayan ataklar enderdir
j fkj TEDAVİ Narkolepsinin tedavisi semptomatiktir. Somnolans ve tedavi genellikle hastanın ebeveynini konu hakkında bilgilendir­
'— ■* stimulanlarla tedavi edilir. Metilfenidat uzun zamandan beri en mek yolu ile sağlanır. Hem uyku terörleri hem de sleepwalking aro­
fazla tercih edilen ilaçtır; genellikle başlangıç dozu 2*10 mg’dır, usal bozukluklarıdır. Tersine g ece kabuslan (rüya anksiyetesi atak­
gerekli olduğunda giderek artırılarak 4*20 mg’a kadar çıkılır. Da­ lan) REM uykusu sırasında görülür ve hasta bu sıkıntılı evreyi tam
ha uzun süreli yarı ömrü nedeni ile sıklıkla alternatif bir ilaç olarak olarak hatırlar.
162 II Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri yönlendirci impulse ekspoze olmada kesintiye uğramak gibi) ilgili
olabilir. Etyolojisi ne olursa olsun, semptomlar uyku-uyanıklık
REM Uykusu Davranış Bozukluğu (RUDB) RUDB ender fonksiyonu üzerinde etkili olan sirkadyen pacemaker’in etkilenme­
bir durum olup REM uykusu şuasında ortaya çıkan diğer parasom- si sonucunu doğurur. Bu nedenle, etkin tedavi girişimleri ossilatö-
nilerden farklıdır. Temel olarak orta yaş ya da daha yaşlı erkekler­ rün uygun bir faza yeniden şartlandırılması amacına yönelmelidir.
de görülür ve bunların çoğunluğu daha önceden nörolojik bir has­ JET-LAG SENDROMU Yılda 60 milyondan fazla kişi me­
talık gösterirler. Gerçekten de olguların üçte birinden fazlasında ridyenler arasında seyhat etmektedir ve sıklıkla gündüz aşın uyu­
10-20 yıl sonra parkinson hastalığı gelişmektedir. Ortaya çıkış ma ve uyku başlangıcı insomnisi gösterir ve sık olarak gecenin
semptomları yanında yatan kişi tarafından belirtilen ajite ve saldır­ ikinci yansı içinde uykudan uyanırlar. Gastrointestinal rahatsızlık
gan davranış olup seyrek olmayarak hasta veya yakınlarında trav­ hissi çok sık görülür. Sendrom, aşılan saat dilimi sayısı, seyahatin
malara neden olur ve uyandıktan sonra hasta canlı, hoşnutsuzluk yönü, kişinin yaşı ve faz-şift kapasitesine göre değişmek üzere, ti­
içeren rüya halini belirtir. Temel ayncı tanı polisomnografi ile dış­ pik olarak 2-14 gün devam eder ve geçer. Zamanını açık hava or­
lanabilecek noktümal nöberlerledir. RUDB’nun EEG’sinde epilep- tamlarında daha parlak ışığa daha uzun süre maruz kalarak geçiren
tik aktivite yoktur ve REM uykusu içindeki mutad kas atonisinin seyyahın otel odasında zaman geçirenlere göre daha çabuk adapte
disinhibisyonu, zaman zaman kompleks motor davranışlarla birlik­ olduğu bildirilmeltedir.
te EMG’de ortaya çıkar. Patogenezi belli değildir fakat REM uyku­ VARDİYA İŞÇİLERİN D E UYKU BOZUK LU KLARI
sunda inici motor inhibisyonu sağlayan beyin sapındaki alanlar so­ ABD’de 7 milyondan fazla kişi düzenli bir şekilde rotasyonla ya da
rumlu olbilir. Bu hipotezi, RUDB ile, REM motor inhibisyonu sürekli olarak gece çalışmaktadır. Ayrıca, milyonlarca Amerikan
ssağlayan pontin tegmental alanların bilateral lezyonu ile uyku hedeflerine ulaşmak için uzun mesafelere araç sürmekte ya da rek-
oluşturulan hayvanların uykusu arasındaki çarpıcı benzerliklerle reasyonal aktivitelere katılmak için gece uyanık kalmayı seçmek­
desteklenmiştir. Klonazepam tedavisi ile tanımnlanan tüm olgular­ tedir; bu da hem uyku azlığına hem de kendi uyku-uyanıklık ritm-
da tam ve süreğen bir düzelme sağlanmıştır, lerinin ayarının bozulmasına yol açmaktadır. Kronik vardiya çalı­
Uykuda Dış Gıcırdatma Diş gıcırdatma toplumda yaklaşık şanlarında kardiyak, gastrointestinal ve reprodüktif sistem hastalık--
% 10-20 oranında görülen ve uykuda istemdışı olarak şiddetle diş­ ları görülme oranı daha yüksektir. Düzenli vardiya çalışanlarında
lerin sıkılarak gıcırdatılmasıdır. Hasta genellikle bu sorunun farkın­ yappılan araştırmalar sirkadyen zamanlama sisyeminin böyle ters­
da değildir. Tipik olarak başlama yaşı 17-20 yaş arasındır ve 40 yüz olmuş ritmlere genellikle adapte olunmadığını göstermiştir. But
yaşlarında spontan olarak düzelin Cins dağılımı eşit gibi görün­ durum çoklukla düzenli çalışma-istirahat programı ile pacemaker
mektedir. Tedavi diş bozulmaları konusunun dite edilmesine dayar outputu arasında ayarlama bozukluğuna ve bozuk gündüz uykusu­
mr. Çoğu olguda tanı diş muayenesi şuasında konur; yıkım genel-, na yol açmaktadır. Takipeden uyku deprivasyonlan, çalışma peri-
likle hafiftir ve tedavi endike değildir. Çok daha ağır olgualrda diş odu öncesinde artan uyanık kalma süresi ve sirkadiyen fazıü ayarı­
bozulmalarını engelleyecek lastik diş koruyucuları iledir. Stress ön­ nın bozukluğu alert durumun ve peraormansin azalmasma, reaksi­
yon zamanının uzamasına ve performans düşüklüğü periodlarının
leyici tedaviler ya da bazı olgularda biofeedback tedavisi, eğer bu
durum psikolojik streslerden kaynaklanıyor ise yararlıdır. Benzodi- uazamasına ye bunların da sonucu olarak daha büyük tehlikeli du­
rumlara neden olurlar.
azepinlerin yararlı olduğunu bildiren anekdotal yayınlar vardır.
Gece İşemeleri (Yatak ıslatma) da gece kabusları ve sleepwal­ Uyku başlangıcı işitsel ve görsel uyarımların algılanmasında
azalma ve bilinçlilik durumunun kesintilere uğramasıyla birlikte­
king gibi, genşlerde yavaş dalga uykusu sırasında ortaya çıkan di­
dir. Uyuklayan kişi böylece, çevreden uyancı gelmediği zamanlar-,
ğer bir parasomnidir. 5-6 yaşlarından önce ise gelişimin fizyolojik
da uyku-uyanıklık arasındaki geçiş evresinde (Evre 1 uykusu) alı­
bir sonucu oalrak gözönüne alınabilir. Bu durum genellikle puber-
şık olduğu ve rutin olarak uyguladığı işleri gerçekleştirebilir. Uyku
tede kendiliğinden düzelir ve geç adolesans evresinde prevalansı
yoksunluğu içindeki sürücü ve operatörler yorgunluğun uyancı be­
% 1-3 civarındadır, adultlerde ise enderdir. Tedavinin başlaması
lirtilerini dikkate almakta yetersiz kaldıklarından bu gibi kişiler uy­
için eşik yaş bu konuda ebeveyn ve hastanın ne ölçüde etkilendi­
ku ile ilişkili kazalara özellikle yatkındırlar. İstemli oalrak bu biyo­
ğine bağlıdır. Enürezisin adolesan ya da yetişkinliğe kadar devam
lojik isteği baskılama girişimleri, uyanık beyin üzerine zorunlu ola­
etmesiçeşitli nedenleri akla getirir. Enürezisli daha ileri yaştaki ol­
rak uyku olgusu bindirdiği zaman katastrofjk sonuçlar doğurur. Bu
gulardan primer ye sekonder enürezis araştırılmalıdır. Sekonder
(uyku) bastırmalan genelikle saniyeler sürer fakat daha uzun sürli
enürezis 6-12 yaşlara kadar kontinent olan olgularda gece işemele­
olanları da bilinir. Bu kısa süreli sık uyku zorlamaları uykululuk
ri ortaya çıkmış ise düşünülür. Primer enürezisin tedavisi 5-6 yaş­
halinde görülen psikomotor yetersizliğin en büyük komponentidir.
tan daha ileri olan olgulara yöneltilmelidir ve mesane boşaltma eg­
Artan sübjektif uykululuk halini takiben ortaya çıkan psikomotor
zersizleri ve davranış tedavisi şeklindedir. Primer enüreziste ürolo­
performans yitimleri
jik anormallikler daha sıktır ve ürolojik muayene ile tesbit edil-
Eğer uyku ihtiyacı karşılanmaz ise açınılmazdır. Günlük uyku
memlidir. Sekonder enürezisin önemli nedenleri duygudurumsal
eğiliminin en beliğin olduğu zaman ile uyumlu olarak sabahın er­
bozukluklar, üriner sistem hastalıkları ve malformasyonlan, kauda
ken ve öğleden sonraki saatlerinde otoyollarda ölümcül trafik kaza­
equina lezyonlan, epilepsi, uyku apnesi ve bazı ilaçlardır. İntrane-
larının ortaya çıkma riski belirgin oalrak artmaktadır.
zal desmopressin veya oral oxybutmin veya imipramin semptoma-
Güvenlik programları uyku hakkmdaki eğitimi artırmalı ve ge­
tik farmakoterapi için uygundur.
ce çalışmanın tehlikeleri hakkında daha fazla bilinçlendirmelidir.
Değişik Parasomniler Diğer klinik antiteler de uykuda selek-
Ayrıca uyku yoksunluğunu ve sirkadyen ritmde kesintileri en aza
tif olarak ortaya çıkan, bir parasomninin tanım kriterlerine uyan ve
indirme amacını gütmelidir. Çalışma programı (1) gece işine ma­
uyku bozuklukları ile giden süreçlerdir. Örnekler jactatio capitis
ruz kalmayı (2) vardiya değişim frekanslarının sayısını (2-3 hafta­
nocturna (noktümal kafa vurma), uykuda konuşma, noktümal pa- da bir defadan daha fazla sayıda olmayacak şekilde) olmasını (3)
roksismal distoni ve noktümal bacak kramplarıdır. ardışık vardiyaların sayısını ve (4) vardiyalaann süresini en aza in­
dirmelidir. Aslında 18 saatten daha uzun süreli vardiya çalışmaları
SİRKADYEN RİTM UYKU Universal olarak performansı kseintiye uğratan ve uyku ile ilişkili
BOZUKLUKLARI kaza riskini artıran faktör olarak kabul edilmelidir. Kahve kuşku­
suz en yaygın şekilde uyanık tutucu drog olarak kullanılmaktadır,
İnsomni veya hipersomni ile ortaya çıkan bir kısım hastalar uyku fakat uykusu süresiz olarak engellemez ve kullananları uyku ile
oluşturucu sistem bozukluğundan çok uyku zamanlaması bozuklu­ ilişkili performans kayıplarından korumaz. Postür değiştirmek, eg­
ğu ile ilgilidir. Uyku zamanlama bozukluğu organik (sirkadyemn zersiz yapmak ve stratejik zamanlarda şekerleme yapmak bazı hal­
pacemakerdeki bozukluk ya da bunu tetikleyen uyarım ile ilgili lerde yorgunluğa bağlı performans kayıplarını geçici olarak azaltır.
entrensek bir bozukluk) veya çevresel faktörler ile (çevreden gelen Yararlı olduğu hallerde parlak ışığa maruz kalmak vardiyaya adap-
ı.ısyomı tavlım ■.1,-i'jHı ! <yi It-ıiıluk i uygun aralıklarla oluşturu­ 27 Uyku Bozuklukları 163
lan ısuiahH hntıkctlcrde titreşim yapan çizgiler ve sıkı şe-
kiltk’ (jeuctleıiftfı ıiç,ılışma saatlerinin monitorlenmesi trafik kazala­ anlaşılması tam ve tedavinin iyileştirilmesine neden olabilir. Örne­
rı riskini azaltmak için ihtiyaç duyulan yaklaşımlardır. Bu gibi gi­ ğin ciddi sirkadyen varyasyonlar, ABD’nde ölümlerin önde giden
rişimler performansı artırır ve iş alanları ve yollarda kaza oranları­ nedenleri olan akut myokard infarktüsü, ani kardiyak ölüm ve in­
nı da azaltır. me’nin sıklığı konusunda ekidir. Serebrovasküler olayların en sık
GECİKMİŞ UYKU E V R E SENDROMU Gecikmiş uyku ev­ görüldüğü sabah uyanma saatlerinden sonra platelet agregabilitesı
re sendromu (1) engellenemez bir şekilde uyku ve uyanma zamanı­ yükselmektedir. Ateroskleroz gibi kronik hastalıldantt stabilizasyo-
nın istenenden daha geç oluşu (2) aktüel uyuma saati nin hemen nunun bozulmasında sirkadiyen ritmisitenin rolünün ne olduğunun
her gün hemen hemen ayni saatlerde oluşu ve (3) gecikmiş uyku anlaşılması patofizyolojilerinin de daha iyi anlaşılmasında yardım
başlama zamanı dışında polisomnografık verilerin normal oluşu ile edebilir.
karekterizedir. Hastalar anormal olarak gecikmiş bir sirkadyen ev­ Tanı ve tedavi yaklaşımları verilerin toplandığı zaman ile de et­
re gösterirler. Bu gecikmiş evrenin nedenleri: (1) endojen sirkadyen kilenmektedir. Kan basıncı, vücut ısısı, dexametazon supresyon
pacemaker’in intrensek periodunun anormal uzun oluşu (2) pace­ testi ve plazma kortizol düzeyleri buna örnektir. Kemoterapinin za*
maker’in faz ilerletme kapasitesinin anormal derecede azalması v e , manlanması tedavinin sonucu üzerinde etkindir. Çok âz sayıda he-‘
(3) önceki uyku-uyanma programının düzensizliği (sık sık -sosyal, kim, ölçümün yapıldığı sırada zamanın ö Ölçüm üzerinde ne kadar
okul ve çalışma nedenleriyle- bir önceki gece uyanık kalmak). Ço­ etkin olduğunu realize eder (düşünür).
ğu olguda bunlardan hangisinin neden olduğunu ayırdetmek zor-, Ek olarak ilaçların toksisite ve etkinliği güün içinde değişir, ö r­
dur; çünkü anormal derecede uzun intrensek period gösteren hasta­ neğin, deneysel olarak günün farklı zamanlarında uygulanan toksik
lar , o sırada uyuma olanağı elde edemedikleri için gece geç vakit­ ajanlar verilerek elde edilen mortalite oranında beş kat farklı so-{
te aküvitelerini gerçekleştirmeyi seçebilirler. Hastalar genellikle nuçlar gözlenmiştir. Anestetik ajanlar gün içinde zaman faktörüne
yenç yetişkinlerdir. Bu kişisel tercih yıllarca devam edebilir ve ge- çok duyarlıdır. Son olarak, giderek artan kullanma isteği nedeniyle
ı»ellikte yeni bir uyku programı girişimine yanıt vermeyebilir. ortaya çıkan halk sağlığı riskleri konusunda dikkatlerini yoğunlaş-
Sabah saatlerinde parlak ışık uygulama, yöntemi ve akşamlan* tırmalıdır.
melatonin vermek, her ne kadar relaps olasılığı çok yüksek ise de,
BİIÎLİO Ğ RA FYA
bu hastalarda yararlı olabilir.
ERKEN UYKU E V R E SENDROMU Erken uyku evre* ALD RICH MS: Diagnostic aspects of narcolepsy. Neurology 5 0 ;S 2 ,1998
sendromu gecikmiş uyku evre sendromunun trersidir ve yaşlılarda; CAJOCHEN C et at EGG and ocular correlates of circadian melalonin phase,
and human performance decrements during sleep lost. Am 1 Physiol
görülme eğilimindedir. Bu durumaki hastalar akşam saatlerinde
277-.R640.1999
sosyal bir ortamda bulunsalar bile uyanık kalmak için büyük bir sı-i CHEM ELLX RM et nl: Narcolepsy in orexin knockout mice: Molecular genetics
kıntı duyarlar ve aşırı uyuklama olduğunu bidirirler. Bu kişiler sa-j of sleep regulation. Call 98:437,1999 ; !
bah arzu ettikleri saatten çok önce, saat 3.00-5.00 arasında uyanır­ CHESSON A JR e ta l: Practice parameters for ihe evaluation of chronic insom­
nia. An American Academy of Sleep Medicine report Standards of Practice
lar. Yeterince incelenmemi; olmasına karşın, bu olgularda ailesel Committee of the American Academy of Sleep Median». Sleep 23:237/
geçiş olduğu bildirilmiştir. Bu hastaların bazılan, sirkadyen pace-, ■ ■ 2000

maker daha geç saatlere ayarlanarak akşam saadetinde uygulanan; CZEISLER C A et at: Exposure to bright light and darkness to treat physiologic;
maladaptaüon to night work. N EnglJ Med 322:1233,1990 ,
aşırı aydınlık tedavisinden yararlanabilirler. ;j
C ZEISLER CA et aL Stability, precision, and near-24-hour period of the human
NON-24-H SLEEP-W AKE DISORDER(UYKU-UYANIK- circadian pacemaker. Science 284:2177,1999
L IK RAHATSIZLIĞI)) Sirkadyen pacemaker’in kapasitesi 24i DÜK D -J et al: Ageing and the circadian and homeostatic regulation of human;
saatlik jeofıziksel gün ile hastanın sirkadyen pacemaker’indeki im­ sleep during Raced desynchrony of rest, melatonin and temperature
rhythms. J Physiol (Lond) 3 16 :6 11,19 9 9
rensek period arasındaki farkı uyumlu hale getirmekte yetersiz ol­ DUNLAP JC: Molecular bases for circadian clocks. Cell 96:271,1999 ’
duğu zaman bu klinik durum ortaya çıkar. Buna alternatif olarakr FARNEY RJ, W ALKER JM: Office management of common sleep-wake disor­
hasta istemli olarak artitisiyel ışığa maruz; kalırsa sirkadyen pace­ ders. Med Clin North Am 79:391,1995
FO GEL RB, W HITE DP: Obstructive sleep apnea. Adv lift Med 43:351,2000
maker 24 saatten daha uzun bir programa kendini zorlar (ve adap­
FRAN KLIN K A etal: Sleep apnea and nocturnal angina. Lancet 345:1083,1995
te olur). Bu gibi hastalar 24 saatlik gün ile pacemaker’in outpulu KR YG ER MH et al (eds): Principles and Practice c f Sleep Medicine, 3d ed. Phi­
arasında sabit bir faz ilişkisini sürdüremezler ve giderek artan bir ladelphia, Saunders, 2000
şekilde lokal zaman fazlarının tersine dönüşümüyle uyuma ve LIN Le t ah The sleep disorder canine narcolepsy is Caused by a mutation in the
hypocretin (orexin) receptor 2 gene. Cell 98:363, t999
uyanma saatlerini geciktirirler. Endojen ritmleri lokal zamanın dı­ MORIN CM et ab Behavioral and pharmacological therapies for late-life insom­
şına kaydığında gündüz aşırı uyma ile birlikte giden bir insomnr nia: A randomized controlled trial. JAM A 28:991, 1999
rtaya çıkar. Tersine, endojen ritm lokal zamanla uyşuma girince de M ONTPLA1SIR J et al: Restless legs syndrome improved by pramipexole: A do*4
uble-blind randomized triaL Neurology 52:938,1999
semptomlar geriler. Semptomatik periodlar arasındaki intervaller OLSON EJ et al: Rapid eye movement sleep behavior disorder Demographic,,
birkaç haftadan birkaç aya dek değişebilin Körler tşığt algılaya­ clinical nut laboratory findings in 93 cases. Brain 123:331,2000
mazlar ve bü hastalığa özellikle eğilimlidirler. Melatoninin uykuyu RED L1N E S, STROHL KP: Recognition and consequences o f obstructive sleep
apnea hypopnea syndrome. Clin Chest Med 19 :1,19 9 8
iyileştirdiği bildirilmiştir ve bazı olgualrda sirkadyen pacemaker ile
SCH EN CK CH , MAHOW ALD MW: Long-term, nightly benzodiazepine treat­
senkronizasyon sağlamaktadır. ment of injurious parasomnias and other disorders of disrupted nocturnal
SİRKADYEN RİTMİSİTENİN TIBBİ UYGULAMALARI sleep in 170 adults. Am J Med 100:333,1996
Hastalığın fizyopatolojisi üzerinde sirkadyen ritmisitenin rolünün
Kısım 4
GÖZLER, KULAK, BURUN VE BOĞAZ HASTALIKLARI

J o n a t h a n C .H o r t o n korteksin geniş bir kısmı bu beyin sapı göz hareketleri merkezleri­


ni supranükleer uyan göndererek kontrol eder.
GÖZHASTALIKLARI Görme fonksiyonu pekçok yolla bozulabilir Gözlerin başın
Alton A.Özcan üzerindeki yerleşimleri travma, açıkta kalma, enfeksiyon gibi olay­
lardan etkilenebilecek şekildedir. Görme yetisi glokom, katarakt,
veya retina dekolmanı gibi göz içi hastalıklarından da etkilenir. Bir­
İNSAN GÖRME SİSTEMİ
çok nörolojik hastalığın oküler semptomları vardır, çünkü kortek­
Görme sistemi çevreden elde edilen bilgilerin hızlı bir şekilde sin geniş bir kısmı, talamus, cerebellum ve beyinsapı görme algısı
özümsenmesini sağlayarak davranışların yönlendirilmesine yar-, veya göz hareketleriyle ilgilidir. Genetik hastalıklarda göz tutulu­
dımct ölür. Görme işlemi kornea ve lens tarafmdan odaklanan gö­ mu yaygındır ve klinısyene çoğu zaman az rastlanan bir sendromu
rüntünün gözün arkasında ışığa duyarlı bir membran olan retinanın tanımada yardımcı olur. Son olarak akkiz sistemik hastalıklarda da
yakalamasıyla başlar. Retina aslında beynin bir parçasıdır, ışık göz sıklıkla etkilenir. •
enerjisi patentlerinin nöronal sinyallere dönüşümünde bir transdü- Göz özelleşmiş bir organdır ve tam muayenesi için optik enst­
ser olarak periferde görev alır. Fotopigmentlerin 2 tip reseptörü ta- rümanlara ihtiyaç vardır. Yarıklı lamba ve oftalmoskop gözün
rafmdan ışık absorbe edilir: Basiller ve koniler. İnsan retinasında transparan anatomisinin büyütülmüş güzel bir görüntüsünü sağlar1
100 milyon basil ve 5 milyön koni vardır. Basiller karanlık (skoto* ve direkt olarak kan damarlarının inspeksiyonuna olanak verir ki’
pik) görmede etkilidir. Koniler günışığmda (fotopik) fonksiyon gö­ cantidl sadece burada böyle bir görüntüleme mümkündür. Bazı
rürler. Koni sistemi renk algısı ve uzaysa! rezoliısyonda özelleşmiş doktorlar göz problemleri alan hastaların tedavisinde bu tür aletler­
hücrelerdir. Konilerin büyük bir Kısmi görmenin 10 derece santra­ le yeteri kadar beceri gösteremezler. BU durum üzücüdür, hastanın
lini oluşturan retina kısmı makulada lokalizedir. Makulamn orta­ bir oftalmologa refere edilme» gerektiği kararlaştırılmış bile otsa,
sındakifovea olarak adlandmtan çukurcuk yalnızca konileri barın­ oküler semptomların ilk değerlendirilmesi tüm doktorların ilgi sa­
dırarak en iyi görme keskinliğini sağlar. hası içindedir, görme keskinliği, pupillakr, göz hareketleri, görme1
Fotoreseptörler ışıkta hiperpotarize olurlar, bunun sonucunda iç alanı ve gözdibi muayenesi her genel fizik muayenenin bir parçası-
nükleer tabakadaki bipolar, amakrin ve horizontal hücreleri aktive nı oluşturmaktadır.
ederler. Bu kompleks retinal döngüde fotoreseptör cevaplannm iş-
GÖRME FONKSİYONUNUN KLİNİK
lion hücreleri. Bu hücreler retinada oluşan görsel imajı aksiyon po~ TAYİNİ
ve beyindeki görsel merkezlere ulaşmalarım sağlar. Retinada bir REFRAKTIF DURUM Görmesinde azalma olan bir hastayı ele
milyon ganglion hücresi bulunur, buna bağlı olarak optik sinirde alırken ilk değerlendirilmesi gereken bir reffaksiyon kusuru olup:
bir milyon lif vardır. olmadığıdır. Emetropide sonsuzdan gelen paralel ışınlar retina üze­
Ganglion hücre aksonları retinanın iç tabakası olan sinir lifleri, rinde odaklanır. Maalesef bu dunun populasyonun küçük bir kıs­
tabakasını kaplayarak gözü optik disk yoluyla terkeder. Optik sinir mında mümkündür. Mîyopide glob çok uzundur ve ışınlar retinanın
boyunca, optik kiazma ve optik traktı geçerek beyindeki hedefleri­ önünde odaklanır Yakındaki objeler net olarak görülürken uzakta­
ne ulaşır. Liflerin çoğunluğu talamik bir posta istasyonu olan kor-, ki objeleri görmek için diveıjan bir merceğe ihtiyaç duyulur. Hiper-
pus genikulatum lateraledeki hücrelerle sinaps yapar. Lateral geni- metropi de glob çok kısadır ve gözün kırma gücünü desteklemek
kulat cisimdeki hücreler primer görsel kortekse doğru çıkıntı ya­ için konveıjan bir mercek kullanılır. Astigmatizmada kornea yüze­
parlar. Bu yoğun afferent retinogenikulokortikal duysal yol görsel yi yeteri kadar sferik değildir ve silindirik düzeltici bir mercek la­
algı için nöral kaynağı sağlan Retinanın ana hedefi lateral geniku- zımdır. Son yıllarda kırma kusurlarım kornea kurvatürüntt değiştir­
lat cisim olmasına rağmen ganglion hücrelerinin farklı tiplerinin bir mek üzere LASIK (laser in situ keratomileusis) veya PRK (photo-;
kısmı diğer subkortikal vizuel çekirdeklere doğru uzanır, bu çekir­ refraktive keratectomy) uygulayarak eksimer laserle düzeltmek
deklerin farklı fonksiyonları vardır. Pupilla refleksi orta beyindeki mümkün olmuştur.
pretektal Oliver çekirdeğe uyarı gelmesi üe oluşur. Bu pretektal çe­
Orta yaşların başında göz içindeki lensin yakın objelere ako-
kirdek uyanlarım ipsilateral ve kontralateral olarak okulomotor çe­
modasyon yapmak için kırma gücünü arttıramadığı durumlarda
kirdek kompleksinin Edingher-Westphal çekirdeğine gönderir,.
presbiyopi gelişir. Presbiyopiyle başa çıkmak için emmetrop hasta?
Edingher-Westphal çekirdeğindeki hücreler iris sfinkterini siliyer
lar okuma gözlüğü kullanmalıdır. Önceden uzak için gözlük kulla­
gangliondaki bir intemöron aracılığıyla parasempatik olarak inervç
nan hastalara genellikle bifokal camlar verilir. Tek istisna gözlükle­
eder. Retinanın suprakiazmatik çekirdeğe uzanımıyla sirkadien ri­
rini çıkardıklarında yakım net olarak görebilen miyop hastalardır.
timler zamanlanır. Superior kollikulusa retinanın uyan gönderme­
Kırma kusurları genellikle yavaş gelişir ve bazı anormal du­
siyle görsel oryantasyon ve göz hareketleri düzenlenir. Beyinsapı
aksesuar optik sistem adı verilen bir grup küçük retinal hedefler ta­ rumlar haricinde adolesandan sonra stabil kaim Örneğin akut baş­
rafından bakışın stabilizasyonu ve optokinetik refleksler yönetilir. langıçtı diyabette hiperglisemi nedeniyle lensin sıvı ile şişmesi du­
Son olarak anlaşılmamış bir fonksiyona sahip geniş talamik bir rumunda ani miyopi gelişebilir. Reffaksiyon kusurlarında görmeyi
görme çekirdeği olan pulvinara uzanan büyük bir retinal projeksi­ pinhole aracılığıyla hızlıca test etmek yararlı bir yoldur. Eğer pin-
yon vardır. hol ile görme camsız görmeden daha iyiyse, en iyi düzeltilmiş gör­
Fovea üzerindeki görüntünün devamlılığını sağlamak için göz­ me keskinliğini sağlamak üzere hastanın düzeltilecek bir refraksi-
ler kendi eksenlerinde devamlı hareket etmelidirler. Foveasyon ve­ yona ihtiyacı var demektir.
ya basit bir şekilde bakma eylemi bir efferent motor sistem tarafın­ GÖRME KESKİNLİĞİ Snellen şeması 6 metreden (20 ft)
dan düzenlenir. Her göz okülomotor (III), troklear (IV) ve abdusens görme keskinliğini test etmek için kullanılır. Rahat olması nedeniy­
(VI) çekirdeklerinden çıkan kranial sinirlerle inerve edilen altı adet le kullanılan ve Snellen şemasının diğer bir versiyonu olan Rosen­
ekstra oküler kas tarafmdan hareket ettirilir. Baş ve gövdenin hare­ baum kartı 36 cm (14 in) uzaklıktan hastaya gösterilir (Şekil 28-1).
ketiyle bakışın takip etmesi, sakkadik hareketleri ve stabilizasyonu Kırma kusurları varsa düzeltilmek suretiyle her birey her bir gö­
pons ve mezensefalondaki mekanizmalarla koordine olan oküler züyle 6/6 m (20/20ft) sıra okuyabilmelidir. Presbiyopi nedeniyle
motor çekirdek aktivitesiyle sağlanır. Frontal ve parietooksipital okuma gözlüğü kullananlar Rosenboum kartıyla muayene edilirken
HOSfcNBAUM C E P GÖRM E EŞELİ 28 Göz Hastalıkları 165

bertson pupil), dorsal ortabeyin lezyonlannda (obstrüktif hidrose­


fali, pineal bölge tümörleri) ve aberan rejenerasyondan sonra (okü-
lomotor sinir felci, Adie’nin tonik pupillası) ortaya çıkar.
Işık persepsiyonu olmayan gözün direkt ışık stimülasyonuna
pupiller cevabı yoktur. Eğer retina veya optik sinir parsiyel yaralan­
mışsa, direkt ışık cevabı, diğer göze ışık tutularak elde edilen kom-
sensuel pupiller cevaptan daha zayıf olacaktır.Bu rölatif afferent
pupiller defekt (Marcus Gunn Pupilla) sallanan ışık testiyle ortaya
çıkabilir (Şekil 28-2). Retrobulber optik nörit ve diğer optik sink
hastalıklarında, hastalık için tek bir objektif bulgu olabilecek son
derece faydalı bk işarettir.
Pupil boyutlarında zor farkedilen 0 4 mm’ye kadar olan eşitsin
lik normal insanlar arasında yaygın bk durumdun Esansiyel ve ya
fizyolojik anizokori tanısı, rölatif pupil asimetrisinin değişen ışıkla
sabit kaldığı sürece güvenle konabilir. Loş ışık» artan anizokori
6 3 8 E m 3 XOO i4 ıo & iris dilatatör kasının sempatik parezisini gösterir. Her ne kadar an-
hidroz değişken bk bulgu da olsa; miyozis, ipsilateral pitozis ve an-
S745 3 İ İ 0 7 0 ırr i hidroz triadı Homer sendromunda görülür. Beyin sapan tutan felç­
ler, karotid diseksiyonu, sempatik zincir neoplazmlan Homer send-
0 3 9 2 9 İR 6 3 X O X 0 9 $ romunun nedenleri arasında sayılabilir, fakat çoğu vaka, idiopatik-
tir. . ■,1 '
Parlak ışıkta artan anizokori parasempatik bk felci gösterir. İlk
u n i t ı ı > o * » 0 3 -$• gözönünde bulundurulması gereken durum okülomotor sinir felci»
dk. Eğer göz hareketleri her yöne doğal, hastada pitoz ve diplopi
» » 4 t » » • • S. 2 . ■ yoksa bu olasüık dışlanır. Akut pupiller dilatasyon (midriasis) orbi-
tada siliyer ganglionıtn yaralanmalarında ortaya çıkabilir. Enfeksi-
1 * 1 1 » * #■.. . . ( T'- ■ 8 ’ ,
■ r ■ ', . . : ' -‘::s A ' .i H -i
frl- »■ , 3 İ41 -gp- ■;

İyi ışık altında kartı gözden 33 cm uzakta tutup, hastanın her


gözünün görmesini ayrı ayn gözlüklü ve gözlüksüz şekilde kay­
det Presbiyopik hastalar bifokal segmentden okumalıdırlar.
Miyoplar uzak gözlükleriyle muayene edilin

oeeıeeoevaiMVJ e. now■■»um » > . .

PUPİL BOYUTU (mm) $ 9

İ İ İ İ İ İ 0 0
ŞEKİL 28*1 Rosenbaum kartı, yakındaki görme keskinliğini öçmek
için kullanılan, Snellen eşellnln küçük bir versiyonudur. Görme kes­
kinliğinin Snellen eşeli mesafesindeki'ekivalam kaydedilirken testin 6
m (20 ft) den değil, yakından uygulandığı belirtilmeli ya da Jeager
sayı sistemi kullanılmalıdır. . ,

gözlüklerim takmalıdırlar. Eğer 6/6 (20/20) görme keskinliği her


bir göz için sözkonusu değilse, vizyon kaybı açıklanmalıdır. Eğer
keskinlik 6/240 (20/800)’den azsa parmak sayma, el hareketlerim
görme, parlak ışığı farketmenin olup olmadığı kaydedilmelidir. Ka­
nuni olarak körlük daha iyi gören gözde düzeltilmiş görme keskin­
liğinin 6/60 (20/200)'ün altında olması veya binoküler görme ala­
nın 20 derece ve altmda olması olarak tanımlanmıştır. Kanunlar
eyaletlere gore değişkenlik göstermekle birlikte sürücü olabilmek
için gözlerden en az birinde görmenin 6/12 (20/40) olması isten­
mektedir. Homonim hemianopsisi olan hastalar araba kullanmama­ ŞEKİL 28-2 Sallanan fener testi sol gözde rölatif afferent pupil defek»
lıdır. tlni (Marcus Gunn pupillası) göstermektedir. A Loş ışıkta hasta uzak
P U P İL L A L A R Pupillalar loş ışıkta hasta uzak bir hedefe fık, bir hedefe flksasyon yaparken pupillalar eşit ve göreceli olarak bü­
sasyon yaparken tek tek değerlendirilmelidir. Eğer ışığa çok çabuk yük. B. Sağ göze tutulan ışık her iki pupillada eşit ve güçlü bir kont-
cevap verirlerse, yakın cevabını kontrol etmeye gerek yoktur, çün­ raksiyona yol açar. C. Işığın hasarlı sol göze doğru kaydırılması her
kü akomodasyon yaparken izole konstriksiyon (miyosis) kaybı or­ iki pupillada dilatasyona neden olur ancak bu A’ dakinden küçüktür.
taya çıkmaz. Bu yüzden PERRLA kısaltması (pupils equal, round,
Işığın yeniden sağlam olan sağ göze doğru tutulması B dekine ben­
zer bir görünümde simetrik kontraksiyonla sonuçlanacaktır. Pupilla-
reactive to light and accommodation-pupillalar eşit, yuvarlak, ışığa
lann hep eşit olduğuna dikkat ediniz; sol retina/optik sinir hasarı, bu
ve akomodasyona reaktif) son basamaktaki gereksiz çabayı işaret
göze ışık tutulduğunda sağ gözle kıyaslandığında her iki pupillada
eder. İşık cevabı azalmış ve kaybolmuşsa yakın cevabına muüaka daha zayıf kontraksiyona neden olmaktadır. (P Levatln, Arch Opht­
bakılmalıdır. Işık-yakın dissosiasyonu nörosifılizde (Argyll Ro­ halmol 6 2 :768, 1959)
166 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri ve yeşil pigmentlerdeki mutasyonlar erkeklerdeki konjenital X ’e
bağımlı renk körlüğünün % 8 ’ ini oluşturur. Etkilenen bireyler ger­
yon (herpes zoster, influenza), travma (kttnt, penetre edici, cerrahi) çekte renk körü değillerdir; Sadece rengi algılamada ve primer mo-
veya iskemi (diyabet, temporal arterit) bilinen sık mekanizmalardır. nokromatik ışınlan birleştirip bir renk elde etmede normal bireyler­
İris sfînkterinin denervasyonu sonrası pupilia ışığa yeterli cevap den aynlırlar. Anormal trikromatlar üç koni tipine sahiptir, fakat bir
vermez fakat yakma cevabı çoğu zaman korunmuştur. Yakın stimu- koni pigmentindeki mutasyon (genellikle kırmızı veya yeşil) spekt­
lusu ortadan kalkınca pupillanın tekrar dilate olması normal pupil ral duyarlılıkta bir kaymaya neden olur, bunun sonucunda bir ren­
ile karşılaştırınca daha yavaş olur ki buna "tonik pupilia" denir. gi elde etmek için gerekli olan primer renklenn oranında değişme
Adie’hin sendromunda tonik pupilia, alt ekstremitelerde zayıflamış olur. Dikromatlann iki koni tipi vardır ve renkleri seçmede iki pri­
veya kaybolmuş tendon refleksleriyle birlikte seyreder. Daha çok mer rengi kullanırlar. Anormal trikromatlar ve dikromatlar 6 / 6
sağlıklı genç kadınlarda ortaya çıkan bu benign durumun hafif di- ( 2 0 / 2 0 ) görme keskinliğine sahiptir, fakat renk ayırımları bozul­
sotonomi göstergesi olduğu düşünülmektedir. Tonik pupillalar aynı muştur. İshihara kartlan kırmızı-yeşil renk körlüğünü bulmak için
zamanda Shy-Drager sendromu, segmental hipohidrosis, diyabet kullanılabilir. Test kartlan gizlenmiş bir numara içerir ve sadece
ve amiloidozisle de bağdaştınlmaktadır. Bazı durumlarda diğer kırmızı yeşil renk körlüğü nedeniyle renkleri karıştıran biriylerin
yönlerden tamamen norfflal asemptomatik bireyde tonik pupilia te* görebileceği şekildedir. X-linked geçişli bir olgu olduğu için renk
sadüfen bulunmuşturtanımlanmıştır. Tam her iki göze dilue edilmiş körlüğünü sadece erkek çocuklannda taramak yeterlidii.
bir damla pilokarpin (% 0,125) damlatılarak konflrme edilir. Tonik İshihara kartlan esasında konjenital renk körlüğünde bir tarama
pupillada denervasyon hipersensitivitesine bağlı pupiller konstrik- testi olarak planlanmasına karşın, kazanılmış renkli görme defekt-
siyon ortaya çıkarken, normal pupilia hiçbir cevap vermez. Antikö- lerini araştırmak için sıklıkla kullanılmaktadır. Renkli görmede ka­
lineıjik ajanların (atropin, skopolamin damlalar) kasti veya kazara zanılmış bozukluklar genelde optik sinir ve makuladaki hastalıkla­
damlatılmasına bağlı farmakolajik dilatasyon ortaya çıkabilir. Bu rın sonucudur. Örneğin; optik nörit öyküsü olan hastalar görme
durumda normal güçteki % 1 ’lik pilokarpinie koüstriksiyon olmaz. keskinlikleri normale döndükten çok sonraları bile renk desatüras-
Sistemik medikasyonlardan her iki pupilia eşit olarak etkilenir. yonundan yakınırlar. Oksipital lobun ventral porsiyonunu tutan bi­
Narkotik kullanımıyla (morfin, eroin) küçülürler ve antikolinerjik lateral felçlerde de renk körlüğü ortaya çıkabilir (serebral akroma­
(skopolamin) kullanımıyla da büyürler. Glokomun tedavisi için topsi). Böyle hastalar sadece grinin tonlarını algılayabilirler ve yüz­
kullanılan parasempatik ajanlar (pilokarpin, demekaryum bromid) leri hatırlamada zorluktan olabilir (prosopagnozi). Dominant oksi­
miyozis oluşturur. Her açıklanamayan pupiller anomalilerde irise pital lobun infarktlan sonucunda renkli görme bozulabilir. Etkile­
cerrahi travma, gizli bir yabancı cisim, perforasyon yaralanması, nen bireyler renkleri ayırdedebilir ama onlan isimlendiremezler.
intraoküler inflamasyon, adhezyon (sineşi), açı kapanması gloko­ G Ö R M E A LA N I Görme vizüel sistemin gözden oksipital lo­
mu, ve künt travmaya bağlı iris sfinkter ruptürünü ekarte etmek ba kadar her kısmındaki bozukluklardan dolayı azalabilir. Parmak
için, yarıklı lambayla muayene mutlaka yapılmalıdır. konfrontasyonuyla görme alanı kaybı gösterilip lezyonun yeri çok
GÖ Z H A R E K E T L E R İ V E D EN G ESİ Göz hareketleri hasta­ büyük bir doğrulukla lokalize edilebilir ve daha sonra vizuel yolun
ya her iki gözü açık olarak ışık kaynağı gibi küçük bir hedefi kar­ topografik anatomisiyle bağlantı kurulur (Şekil 28-3). Görme ala­
dinal bakış sahalarında takip etmesi söylenerek muayene edilir. nının klasik perimetrik muayenesiyle daha çok kuantatif bilgi elde
Normal oküler versiyonlar nistagmus olmadan tüm yönlerde düz, edilebilir. Kinetik perimetride, hasta tanjant bir ekrana veya hemis-
simetrik, tam, ve kalıcıdır. Sakkadlar veya göz hareketlerinin hızlı ferik bir küreye baktırılır (Goldmann perimetre) bu esnada muaye­
refiksasyonu hastaya iki sabit hedefe sırayla bakması söylenerek neyi yapan küçük bir ışık kaynağım periferden merkeze doğru ha­
yapılır. Gözler hızla ve tek bir doğru hareketle hedeflerine ulaşabil- reket ettirir. Görme alanında sabit pozisyonlarda değişik keskinlik­
melidir. Oküler düz bakışta kayma olup olmadığı bir ışık kaynağı­ te hedefler sunan bilgisiyarh perimetreler (Humphrey, Octopus) el­
nı hastadan 1 metre uzakta tutarak değerlendirilir. Eğer gözler pa­ le yapılan tekniklerin yerini almıştır (Şekil 28-3A), Görme alanın­
rallel ve düz ise komeal ışık refleksi iki pupillanın merkezinde ola­ daki skotomlan taramada bu statik perimetreler ışık eşiklerinin oto-
caktır. Kapama testi kaymayı daha iyi değerlendirmek için yapılır. matize çıktısını üreterek oldukça sensitif sonuçlar verirler. Aynca
Hastaya uzaktaki küçük bir hedefe bakması söylenir. Bir göz hızlı­ glokom ve psödotümör serebri gibi kronik hastalıklarda vizüel
ca kapatılırken, diğer göz incelenir. Eğer diğer göz hedefi fikse et­ fonksiyonun takibinde de önemlidirler.
mek için hareket edecek olursa bu kayma olduğunu gösterir. Eğer Görme alanı analizinin önemi bize lezyonun optik kiazmanıri
hareket olmazsa birinci göz açılır ve aynı şey diğer göz için tekrar­ önünde, optik kiazmada veya arkasında olup olmadığım gösterme­
lanır. Eğer her iki gözde de kayma yoksa gözler ortoforiktir, Eğer sidir. Eğer skotom bir gözdeyse, optik siniri veya retinayı tutan ki-
primer bakışta gözler ortoforik fakat hasta diplopiden yakmıyorsa azmanın önünde bir lezyon olmalıdır. Retinal lezyonlann skotom­
kapama testi hastanın başı çeşitli yönlere eğilip veya çevrilerek lan fundus tâki lokal izasyonl arına bağlıdır. Örneğin; süperior nasal
hastanın diplopisini ortaya çıkaracak şekilde yapılmalıdır. Pratik retina dekolmaıu inferior temporal görme alanı kaybına yol açan
kazandıkça muayene eden kişi kapama testiyle 1 , 2 ° gibi küçük Makulada hasar sonucunda santral skotom oluşur (Şekil 2 8 -3 5 ).
oküler deviasyonlan (heterotropi) bile saptayabilir. Deviasyonlar Optik sinir has talikian karakteristik görme alanı kaybı patem*
diğer gözün kapanması ile gelişen fiksasyon değişmesini nötralize leri yaratırlar. Glokom selektif olarak optik diskin süperotemporal
edecek gücü saptamak üzere, kayma olan gözün önüne prizmalar veya inferotemporal kutuplanndaki aksonlan tahrip ederek Türk kı*
konularak ölçülebilir. lıcı şeklinde arkuat skotomlara neden olur, bu skotom kör noktadaıi
S T ER EO P SİS Stereokeskinlik her bir göze polarize görüntü­ çıkarak kivnm yapar ve horizontal meridyende sonlanır (Şekil 28*
ler kullanıp, retinal farklılığı olan hedefler gösterilerek belirlenir. 3C). Bu tip görme alanı defektleri temporal retinadaki sinir lifleri
En popüler ofis testleri 8 0 0 ’den 4 0 ’arc saniye arası eşik değeri da* tabakasındaki düzenlenmeyi bize gösterir. İnsanlarda en üst düzey*
ğılımının ölçümünü yapar. Normal stereokeskinlik 4 0 arc saniyesi­ de görme keskinliği foveada fotoreseptörler haricindeki bütün diğer
dir. Böyle bir stereopsis seviyesine sahip olan hasta ortoforiktir ve retinal elementlerin itilip, ışığın emilim ve dağılımını minimuma
her gözde vizyon intaktır. Tesadüfi nokta stereogram testi hiçbir indirmek suretiyle sağlanır. Temporal retinadaki aksonlar foveanın
monoküler derinlik ipucu içermediği için strabismus ve ambliyopi üstünden geçmemek için indirekt bir yolu takip ederek fovea etra­
için çocuklarda mükemmel bir tarama testidir. fında yay çizerek optik diske ulaşırlar. Arkuat veya sinir lifleri ta­
R E N K L İ G Ö R M E Retinada spektral sensitivitesi farklı vizu- bakası skotomlan aynca optik nörit, iskemik optik nöropati, optik
el pigmentler içeriren üç sınıf koni bulunur. Kırmızı (560 nm), ye­ disk druzeni ve retinal arter veya ven dal tıkanıklıklarında olur.
şil (530 nm), ve mavi (430 nm). Kırmızı ve yeşil koni pigmentleri Optik diskin alt veya üst kutbunun tamamını kaplayan hasarlar­
X . kromozomunda, mavi koni pigmenti ise 7. kromozomda kodlan- da horizontal meridyeni takip eden altitudinal bir görme alanı kay­
mıştır. Mavi koni pigmentindeki mutasyonlar çok nadirdir. Kırmızı bı olur (Şekil 2 8 -3 0 ). Bu tip görme alanı kaybı patenti iskemik op-
Monoküldr Prekiazmal Görme Alanı Defektleri

Normal G örm e Santral skotom Sinir Lütorf D em et AKttucftıal Santroçekai- ■ Perifbral Daralmalle r
Alanı (S ağ G öz) (Arkuat) S totom u Skotonj Skotom- '■ Birffloe Gsnlştoml} Kör Nokf».

Birioküler Kiazmalveya Postkiazmat


Görme Alanı Defektleri

(Sal göz) (S a J göz)

Kavşak (Junctional) Skotom

Clst Kadranopsl

Alt Kadranopsl

Homonim Hemlanopsl

ŞEKİL 28-3 Görme yolundaki lezyonun yerine göre görme alanı kay­ yapılmıştır. Bu, santral 30°’de retinanın ışığa hassasiyetini gri skala
bı patentlerini gösteren beynin ventral görünümü, iki gözün görme formatıyla haritalamaktadır. Görme kaybının olduğu, alanlar siyahla
alanları santralde 12Û°’lik binoküler alan oluşturacak şekilde üstüste gösterilmektedir. Mevcut monoküler, prekiazmal görme alan defekti
binerler ve her iki yanda 40°1ik monoküler yarımay şeklindeki alan­ örneklerinin hepsi sağ göz için gösterilmiştir. Görme alanlan her za­
lar buna komşuluk eder. Bu şekilde yer alan görme alanı haritaları man, hastanın gördüğü gibi, sol gözün görme alanı sola, sağ gözün
kompüterize perimetre (Humphrey Instruments, Carl Zeiss, Inc.) lie görme alanı sağa gelecek şekilde kaydedilir.

tik nöropati için tipik olmakla beraber ayrıca retinal vasküler okk- ta ve makulayı çevreleyen çekosantral skotom olur (Şekil 28-3 E ).
lüzyonlarda, ilerlemiş glokomda ve optik nöritte de görülebilir. Hasar geri dönüşümsüzse, optik diskin temporal bölgesinde soluk­
Optik sinirdeki liflerin yaklaşık yansı makuladaki ganglion luk ortaya çıkar. Çekosantral skotoma bağlı temporal solukluk op­
hücrelerinden orjin alır. Papillomaküler liflerin hasannda kör nok­ tik nöritte, nütrisyonel optik nöropatide, toksik optik nöropatide,
KIRMIZI VEYA AĞRILI GOZ

K orneal A brazyonlar Bu tip lezyonlar, göze bir


damla floresein damlatılarak biomikroskopta ko­
balt mavisi ışık ile bakılarak en iyi şekilde görü­
lürler. Biomikroskop yoksa mavi filtreye sahip
bir ışık kaynağı da yeterli olabilir. Kornea epite-
Iindeki defekt, altında yatan ve açığa çıkmış ba­
zal membranın san floresansı ile kendini göste­
rir. Bu olgularda yabancı cisim varlığını da kont­
rol etmek önemlidir. Fomikslerin muayenesi için
alt kapak aşağı çekilmeli, üst kapak ters çevril-
melidir. Yabancı cisim göze proparakaine gibi bir
topikal anestezik damlatıldıktan sonra ucu ıslatıl­
mış pamukla kaplı bir aplikatör yardımıyla alına­
bilir. Alternatif olarak serum fizyolojik veya suni
göz yaşıyla bolca irrige ederek de yabancı cisim
ŞEKİL 28-4 Hipofiz adenomu: Sella tursikadan alınan koronal kontrastsız (A) ve kon­ gözden uzaklaştırılabilir. Kornea epiteli sıynl-
trastlı (B) T1 ağırlıklı kesitler pituiter tossadan köken alan büyük bir tümörü (T) göster­mışsa göz kapatılmalı ve antibiyotik tedavisine
mektedir. Optik kiazma (siyah oklar) Şekil. 28-3H de gösterileni anımsatan görme alanı başlanmalıdır. % 1 ’ lik siklopentolat hidroklorid
defektl oluşturacak şekilde yükselmiş ve bası altında. Kitle çevresinde yer değiştiren
gibi orta etkili bir sikloplejik silier cismi gevşe­
normal hipofizer dokunun (beyaz oklar) yol açtığı periferik genişleme ve kitlede kendi­
terek ağrının azalmasını sağlar. Ertesi gün göz
sine ait heterojenite izleniyor. Hastanın uzun süredir mevcut her iki göz görme keskin­
liğinde azalma ve optik diskte kabarıklığı mevcuttu. yeniden muayene edilmelidir. Minör abrazyon-
larda kapama ve sikloplejiye gerek duyulmaz.
L eber'in lıerediter optik nöropatisinde ve kompresif optik nöropa- Subkonjonktival Hem oraji Episklera ve konjonktiva arasın­
tide oluşabilir. Fakat şunu da belirtmek gerekir ki optik diskin tem­ daki potansiyel başlukta köprüleşen küçük damarların rüptürü ne­
poral kısmı nasal kısmından çoğu insanda daha soluktur. Buna bağ­ deniyle oluşur. Bu boşluğu dolduran kan tam bir kırmızı göze ne­
lı olarak fundus muayenesinde temporal solukluğun patolojik bir den olur ancak vizyon etkilenmemiştir ve tedavi olmaksızın hemo­
değişiklik olup olmadığına karar vermek güç olabilir. Optik diskin raji kaybolur. Subkonjonktival hemoraji çoğunlukla spontan olur,
uasalindeki solukluk optik atrofinin daha az rastlanan bir bulgusu­ fakat künt travma sonucu, gözü ovalama veya kuvveüi öksürükle
dur. de meydana gelebilir. Bazen altta yatan bir kanama bozukluğuna
Optik kiazmada nazal ganglion hücrelerinden gelen lifler işaret eder.
kontrlateral optik trakta çaprazlanırlar. Çaprazlaşan lifler çapraz- Pinguekula Temporal veya nazal limbusta yükselen küçük bir
laşmayanlara oranla kompresyona bağlı hasara daha fazla maruz konjonktival nodüldür. Yetişkinlerde bu lezyonlar oldukça sık bu­
kalırlar. Sonuçta sellar bölgedeki kitle lezyonlan her iki gözde tem­ lunur ve inflamasyon (pinguekulit) olmadıkça çok az önemi vardır.
poral hemianopsiye yol açarlar. Optik kiazmanın önündeki tümör­ P terjiy u m pinguekulayı anımsatır. Ancak kornea yüzeyini işgal
lerde, örneğin tuberkülum sellamn menenjiomlarında bir gözde op­ edecek şekilde limbusu geçmiştir. İrritasyon veya bulanıklık semp­
tik nöropati ve diğer gözde superior temporal görme alanı kaybıy­ tomları durumunda cerrahi olarak çıkarılmalıdır ancak rekürrens
la karakterize kavşak (junctional) skotomu olur (Şekil 28-3G ). Op­ sık karşılaşılan problemdir.
tik kiazmaya simetrik bası yapan pituiter adenom (Şekil 28-4), me- Blefarit Göz kapaklarının inflamasyonunu ifade eder. En sık
nenjiom, kraniofaranjiom, gliom, veya anevrizma sonucunda bi­ formu akne rozesea veya seboreik dermatitle birlikte bulunur. Ka­
temporal hemianopsi oluşur. Bitemporal hemianopsi sinsice geli­ pak kenarlan genellikle stafilokoklar tarafından kolonize edilmiş­
şirken hasta tarafından farkedilmeyebilir ve doktor tarafından da tir. Yakın inspeksiyonda yağlı, ülsere ve kirpiklere yapışan pul pul
her göz ayrı ayrı muayene edilmediği sürece atlanabilir. debrislerle kabuklanmış görünümdedirler. Tedavi ılık pansuman, ti­
Postkiazmal lezyonlan doğru olarak lokalize etmek zor olabi­ tiz kapak temizliği ve eritromisin gibi topikal bir antibiotik iledir.
lir, çünkü optik traktın, genikulat cismin, optik radyasyonun veya Ekstemal hordeolum (arpacık, it dirseği) kapak kenannda lokalize
vizuel korteksin herhangi bir yerindeki lezyon homonim hemi­ yüzeyel aksesuar bezler olan Zeis veya Moll bezlerinin stafılokok-
anopsiye yol açabilir. Örneğin kontrlateral gözde temporal kadran kal enfeksiyonu nedeniyle olur, internal hordeolum ise kapağın tar­
defekti ve ipsilateral gözde nazal kadran defekti (Şekil 28-37). Tek sal tabakasındaki yağ salgılayan meibomian bezlerinin süpüratif
taraflı postkiazmal lezyon her bir gözde görme keskinliğini etkile­ enfeksiyonu sonrası oluşur. Sistemik antibiotikler, genellikle tetra-
mez, buna rağmen hastalar şemadaki harfleri okurken sol yanyı ve­ siklinler, meibomian bez inflamasyonunda (meibomitis) veya kro­
ya sağ yanyı okuyabilir, Optik radyasyon lezyonlan her bir gözde nik ağır blefaritlerde bazen gereklidir. Kapak içinde bezelye benze­
birbirine uymayan veya benzemeyen görme alam kayıplarına yol ri nodül oluşturan ş a la z y o n . meibomian bezlerinin ağrısız granülo-
açar. Temporal lobdaki optik radyasyon zedelenmesinde (M eyer’s matöz inflamasyonudur. Yarılıp drene edilebilir veya lezyon içine
loop) üst kadranopik homonim hemianopsi (Şekil 28-3 J ) gelişir­ glukokortikoid enjeksiyonu yapılabilir. Kapağın iyileşmeyen ülse-
ken, pariyetal lobdaki optik radyasyon zedelenmesinde alt kadra­ ratif lezyonlannda bazal veya skuamöz hücreli karsinom ya da me­
nopik homonim hemianopsi gelişir (Şekil 2 8-3 K ). Primer vizuel ibomian bez karsinomundan şüphelenilmelidir.
korteks lezyonlannda yoğun uygun hemianopsik görme alanı de- Dakriosistit Lakrimal dranaj sisteminin inflamasyonundur ve
fektleri oluşur. Oksipital lobu besleyen posterior serebral arter tıka- epiforaya (sulanma), oküler kanlanmaya neden olabilir. Lakrimal
nıklıklannda total homonim hemianopsi ortaya çıkar. Oksipital felç kese üzerine uygulanan basınç, ağnya yol açarak punktumdan mu-
sonrası hemianopsisi olan bazı hastalarda maküler görme koruna­ kus ve püy reflüsüne neden olur. Dakriosistit genellikle lakrimal
bilir. Çünkü oksipital lobun ucunda makulayı temsil eden bölüm sistemin obstrüksiyonundan sonra ortaya çıkar. Tedavi topikal ve
orta serebral arterden kollateraller alır (Şekil 28-3L). İki oksipital sistemik antibiotik kullanımına takiben probing ya da cerrahi mü­
lobun birden harabiyeti sonucunda kortikal körlük oluşur. Bu du­ dahale ile yapılır. E n tr o p io n (göz kapağının içe dönmesi) ve ek tro -
rum bilateral prekiazmal görme kaybından, pupil cevabmm ve op­ p io n (göz kapağının dışa dönmesi) da epifora ve oküler irritasyona
tik fundusun normal olmasıyla aynim neden olabilir.
Konjonktivit Kırmızı, irrite gözün en şık nedenidir. Ağrı mi­ 28 Göz Hastalıkları 169
nimaldir ve görme keskinliği çok az düşer. En sık viral etyoloji,
adenovirüs enfeksiyonudur. Sulu bir ifrazata, hafif yabancı cisim S. P n ö m o n i) P s ö d o m o n a s , Enterobakter, H em o filu s ve N eisse~
hissine ve fotoobiye neden olur. Bakteriyel enfeksiyon daha muko- r i a ’ dır. Sistcmik enfeksiyonun eliminasyonu için Neissera’da topi­
pürülan eksuda üretme eğilimindedir. İnfeksiyözkonjonktivitin har kal antibiyotiğe ilaveten sistemik antibiyotik de verilmelidir. Kera-
fıf olguları genellikle % 1 0 ’luk sulfasetamid, polimiksin-basitrasin- titli hastada fungal etyoloji her zaman göz önünde bulundurulmalı­
neomisin.veya trimetoprim-polimiksin kombinasyonlan gibi geniş dır. Fungal enfeksiyon ılık nemli iklimlerde, özellikle korneanın
spektrumlu topikal göz antibiyotikleriyle emprik olarak tedavi edi- bitki: veya bitkisel materyal tarafından yaralanmasından sonra sık
lir. Ciddi, dirençli ve rekürren konjonktivit olgulan için genellikle görülür.
yayma ve kültürler saklanır. Kontaminasyonu önlemek için hasta? H erpes Simpleks Herpes virüsleri keratitten kaynaklanan kör­
lar ellerini sık yıkamaları, gözlerine dokunmamaları ve diğer kişi? lüklerin başlıca nedenidir. Amerika Birleşik Devletleri’nde çoğu
lcrle direk temastan kaçınmaları konusunda uyarılmalıdırlar. yetişkin daha önceki viral enfeksiyona (Konu 182) işaret eden her­
Allerjik Konjonktivit Bu dumm oldukça sık görülür ve sık­ pes simpleks antikoruna sahiptir. Primer oküler enfeksiyon genel­
lıkla cnfeksiyöz konjonktivit olarak karıştırılır. Benzer belirtileri likle tip 2 ’den ziyade tip 1 herpeks simpleks ile oluşur. Unilateral
olan üç formu tanımlanmıştır. S a m a n n e z le s i k o n jo n k tiv iti mevsim­ folliküler blefarokonjonktivit olarak kendini gösterir ve perioküler
sel insidunsa sahiptir ve bitkiler tarafından havada asılı kalan anti­ deri ya da konjonktivada tipik vesiküller oluşmazsa adenoviral
jenlerin bırakılması ile ilişkilidir. Konjonktivada IgE aracılı mast konjonktivitle rahatlıkla karıştınlabilir. Herpes enfeksiyonu için
hücre aktivasyonu kaşınma, kızarıklık ve ödeme neden olur. V ern a l floresein boyasıyla ortaya çıkan dendritik patemdeki kornea Ulse-
kon jon ktiv it de mevsimseldir ve ılık mevsimlerde kötüleşir. Özel? rasyonu patognomoniktir. Fakat primer enfeksiyonların sadece kü­
likle çocuklar veya adolesanları etkiler ve erkeklerde daha sık gö­ çük bir kısmında görülür. Rekürren oküler enfeksiyon latent heıpes
rülür. Sebep bilinmemektedir; ancak hava kaynaklı antijenlerin virüsün reaktivasyonu ile olur. Kornea epitelindeki viral döküntü
semptomları tetiklediği düşünülmektedir. Kaşıntı, fotofobi, epifora ve lezyonlar karakteristik olarak herpes dendritleri ile sonuçlanabi­
ve müköz akıntı tipiktir. Palpebral konjonktiva kaldırım taşı papil­ lir. Kornea! stromanın olaya katılmasıyla ödem, vaskülarizasyon ve
la denilen dev çıkıntılarla hipertrofik bir hale gelebilir. Kaldırım ta­ iridosiklit meydana gelir. Herpes keratiti topikal antiviral ajanlar,
şı papillalarm oluşumunu kontakt lens veya herhangi bir yabancı çi­ sikloplejikler ve oral asiklovirle tedavi edilir. Topikal glukokortiko-
şimin kronik irritasyonu da indükleyebilir. A to p ik k on jo n k tiv it, ato- idlerkomeal skarlaşmayı hafifletirler fakatkomeal erime ve perfo­
pik dermatit veya astmalı kişilerde meydana gelir. Allerjik konjonk­ rasyon tehlikesi nedeniyle çok dikkatli kullanılmalıdırlar. Topikal
tivit semptomları soğuk pansuman, topikal vazokonstriktörler, anti- glukokortikoidler aynı zamanda enfeksiyonu uzatma ve glokomu
histaminikler ve kromolin sodyum gibi mast hücre stabilizatörleri indükleme riski de taşırlar,
ile yatıştınlabilir. Topikal glukokortikoid damlatan konjonktivitin Herpes Zoster ; Latent varicella (su çiçeği) virüsünün reakti­
immün aracılı formlarının dramatik olarak iyileşmesini sağlar fakat vasyonu ile olan herpes zoster, dermatomal patemde ağrılı, vezikü-
uzun dönem kullanımlan glokom, katarakt ve sekonder enfeksiyon­ ler deımatite yol açar, Oküler belirtiler trigeminal sinirin herhangi
lar nedeniyle doğru değildir. Ketorolak trometamin gibi nonsteroid bir dalındaki zoster virüs enfeksiyonu ile oluşabilir ancak özellik­
antiinflamatuar ajanlar (NSAIDs) daha iyi alternatif ilaçlardır. le, nasosilier sinirin (V I) olaya iştirakim gösteren, veziküllerin bu­
Keratokonjonktivitis Sîkka Kuru göz olarak da bilinir; yan­ run üzerinde oluşması sırasında (Hutchinson işareti) sıktır, Heıpes
ma, yabancı cisim hissi, kanlanma ve fotofobiye neden olur. Hafif zoster oftalmicus, herpes simplekste görülenden ayııdedilmesi zor
vakalarda göz, şaşırtıcı olarak normal görünümdedir, fakat filtre olan benzer komeal dendiritler oluşturur, Stromal keratit, ön üveit;
kağıdının (Schirmer) ıslanması ile ölçülen göz yaşı üretimi yeter­ yükselmiş göz içi basıncı, oküler motor sinir felçleri, akut retinal
sizdir. Antihistaminik, antikolineıjik, psikotrop gibi bir grup siste- nekroz, post-herpetik skar ve nevralji diğer sık görülen sekellerdir,
mik ilaç lakrimal sekresyonu azaltarak kuru göze neden olur. Sar- Herpes zoster oftalmikus antiviral ajanlar ve sikloplejikler ile teda­
koidoz veya Sjögren sendromu gibi lakrimal bezi direkt ilgilendi­ vi edilir. Ağır olgularda komeal skarlaşma nedeniyle oluşacak kalı­
ren hastalıklar da kuru göze neden olurlar. Tbdavi alanı orbitayı içe­ cı görme kaybını engellemek için glukortikoidler de eklenebilir. ,
riyorsa radyoterapi sonrası hastalarda kuru göz gelişebilir. Yine V, Episklerit Sklera ve konjonktiva arasında ince bir bağ dokusu
ve VII. kranial sinirleri etkileyen lezyonlar sonrası da oküler kuru­ olan episklera tabakasının, infianıasyonudur. Esas olarak konjonk-
lukla ilgili problemler oldukça sıktır. Özellikle kornea! anestezi tivite benzer ancak daha lokalizedir ve akmtı olmaz. Çoğu episkle­
tehlikelidir çünkü normal göz kırpma refleksinin yokluğu hastayı rit olgusu idiopatik dam akla beraber bazıları otoimmun bir hasta­
uyaran bir ağrı olmadığı için korneayı hasara maruz bırakır. Kuru lığın başlangıcında meydana gelebilir. S k lerit, romatoid artrit, lu­
göz suni göz yaşları ve oküler lubrikanlann sık ve bol uygulanma­ pus eritematozus, poliarteritis nodosa, Wegener granülomatosisi,
sı ile tedavi edilir. Ağır olgularda lakrimal çıkışı azaltmak için polikondrit relapsı gibi konnektif doku hastalıklarıyla sıklıkla bir­
punktuma tıkaç ya da koterizasyon uygulanabilir. likte olan, daha derin ve ciddi inflamasyonu ifade eder. Skleranırt
K eratit Korneada lekelenme, skar ve perforasyon riski nede­ inflamasyon ve kalınlaşması diffüz ya da nodüler olabilir. Skleritip
niyle görme için tehdit unsurudur. Tüm dünyada keratit nedeniyle anterior formlarında glob menekşe rengini alır ve hasta oküler has­
oluşan körlüğün başlıca iki nedeni klamidyal enfeksiyon ile olaıi sasiyet ve ağrıdan yakınır. Posterior skleritte ağrı ve kızarıklık da­
trahom ve malnutrisyona bağlı vitamin-A eksikliğidir. Amerika ha az göze çarpabilir fakat sıklıkla proptozis, koroid effüzyonu,
Birleşik Devletlerinde komeal enfeksiyon ve ülserasyonda kontakt azalmış motilite ve görme kaybı bulunmaktadır. Episklerit ve skle­
lens kullanımı en büyük rolü oynar. Aktif göz enfeksiyonu olan hiç­ rit NSÂID’lerle tedavi edilmelidir. Bü ajanlar başarısız olursa ve
kimse kontakt lens takmamalıdır. Korneayı değerlendirirken yüze- özellikle altta yatan otoimmün hadise aktif ise, topikal hatta siste­
yel enfeksiyon (k era to k o n jo n k tiv it) ile derin, daha ciddi ülseratif mik glukokortikoid tedavisi gerekli olabilir.
olayları ayırdetmek önemlidir. İkincisine daha büyük görme kaybı, Üveit Gözün anterior yapılarını ilgilendirdiği durumlarda iritis
ağrı, fotofobi, kızarıklık ve akıntı eşlik eder. Yarıklı lamba muaye­ ya da irid o s ik litis olarak adlandırılır. Üveit tanısı, aköz hümörde
nesi kornea epitelinin bozukluğunu, stromada bulanıklığa yol açan yüzen veya kornea endotelinde depozit oluşturan (keratik presipi-
infıltrat veya abseleri, ön kamarada inflamatuar hücre reaksiyonu­ tat) inflamatuar hücrelerin tanınması ve gösterilmesi için biomik-
nu gösterir. Ağır olgularda hipopıyon oluşturacak şekilde püy ört roskop muayenesine ihtiyaç gösterir. Ön üveit sarkoidoz, ankilozan
kamaranın tabanına oturur. Gram-Giemsa boyalan ve kültür için spondilit, juvenil romatoid artrit, inflamatuar barsak hastalığı, psö-
kornea sürüntüsü alındıktan sonra ampirik antibiotik tedavisi biran riasis, Reiter sendromü ve Behçet hastalığında gelişir. Aynı zaman­
önce başlanmalıdır. Fortifıye topikal antibiyotikler en etkilidir ve da herpes enfeksiyonu, sifiliz, Lyme hastalığı, onkoserkiazis, tüber­
ihtiyaç duyulursa subkonjonktival antibiyotikler de eklenebilir. En küloz ve lepra ile de birliktelik gösterir. Ön üveit birçok hastalıkla
sık saptanan bakteriyel patojenler S t a filo k o k , S t r e p t o k o k (özellikle birlikte ortaya çıktığı halde olguların çoğunluğunda açıklayıcı se-
170 11 Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri amarosis fugaksla eş anlamlı kullanılan geçici monoküler körlükle
sonuçlanır. Hastalar perde inmesi gibi görmesinin hızlıca kapandı­
bep bulunamaz. Bu nedenle laboratuar araştırmaları genellikle re- ğını ifade ederken bazen görme alanının sadece bir kısmı etkilene­
kürren ve ağır ön üveiti olan hastalarda uygulanır. Tedavide topikal bilir. Amarosis Fugaks genellikle bir retinal arteriole takılan embo­
glukokortikoidlerin tedbirli kullanımları ile inflamasyon ve skar- li nedeniyle olur (Bakınız Atlas IV-3) Emboli çözülür ya da arteri-
laşmanm azaltılması amaçlanır. Pupil dilatasyonu ağrıyı azaltır ve olü geçerse akım yeniden sağlanır ve kalıcı hasar kalmadan vizyon
sineşi oluşumunu önler. normale döner. Kan akımının uzamış kesintilerinde, iç retina katla­
Posterir Üveit Fundus muayenesinde vitreus, retina veya koro- rında infarkt olur. Oftalmaskopi retinal arteriollerin dağılımını izle­
idin inflamasyonunun görülmesiyle tam konur. Teşhis edilmiş sis- yen beyazlaşmış ödematöz retina zonlarını gösterir. Santral retinal
temik hastalıklarla birlikteliği anterior üveitten daha olasıdır. Bazı arterin tam oklüzyonu kan akımının kesilmesine ve kiraz kırmızısı
hastalar hem anterior hem de posterior göz segmentlerinin infla- foveayla süt beyazı retinaya neden olur (Bakınız Atlas IV-4). Em-
masyonuna yani panüveite sahiptir. Posterior üveit sarkoidoz, Beh­ boliler kolesterol (Hollenhorst plağı), kalsium veya trombosit-fib-
çet, Vogt-Koyanagi-Harada Sendromu ve inflamatuar barsak hasta­ rin debrislerinden oluşur. En sık kaynak karotid arter veya aorttaki
lığı gibi otoimmün hastalıkların bir manifestosyonudur (Bakınız aterosklerotik plaktır. Fakat özellikle hastalıklı kalp kapakları, atri­
Atlas IV-1). Aynı zamanda toksoplazmosis, onkoserkiasis, sistiser- al fibrilasyonu veya duvar hareket anomalileri olan kişilerde embo­
kozis, koksidioidomikosis, toksokariasis, histoplazmosis; Kandida, li kalpten de kaynaklanabilir.
Pnömosistis carini, Cryptococcus, Aspergillus, herpes ve sitomega- Nadir durumlarda amarosis fugaks ipsilateral karotid arter de
lovirüs gibi organizmaların neden olduğu enfeksiyonlar (Bakınız kritik darlığı olan ve Willis halkasından düşük kollateral akıma sa­
Atlas IV-2); sifiliz, Lyme, tüberküloz, kedi tırmığı hastalığı, hip hastalarda, azalmış santral retinal arter perfüzyon basıncından
Whipple, brucella gibi hastalıklara da eşlik edebilir. Multiple skle­ kaynaklanır. Bu durumda amarosis fugaks sistemik kan basıncında
rozda retinanın oldukça periferinde kronik inflamatuar değişiklik­ düşme veya korotid sterozunda hafif kötüleşme olunca gelişir. B a­
ler gelişebilir (pars planit veya intermedier üveit) zı durumlarda beraberindeki hemisferik serebral iskemiyi işaret
Akut Açı Kapanması Glokomu Ağrılı kırmızı gözün nadir eden kontrolateral motor veya duyu kaybı da olur.
görülen ve sıklıkla yanlış tanı konulan Sebeblerindendir. Etkilenen Retinal arter oklüzyonu nadiren retinal migren, lupus eritema-
göz kısa aksiyel uzunluk (hipermetropi) ya da katarakt gelişimi so­ tosus, antikardiolipin antikorları (Bakınız Atlas IV-4), antikoagü-
nucu genişleyen lens nedeniyle sığ bir ön kamaraya sahiptir. Pupil lan eksikliği durumları (protein S, protein C, antitrombin III eksik­
middilate olunca periferik iris ön kamara açısından aköz akışını liği), hamilelik, intravenöz ilaç bağımlılığı, kan diskrazileri, dispro-
bloke eder ve intraoküler basınç birden bire yükselir; sonuçta ağrı, teinemi ve temporal arteritle de birlikte olabilir.
kızarıklık, komeal ödem, karanlık ve bulanık görmeye yol açar. Ba­ Amarosis Fugaks hastayı yüksek felç riski için uyarır. Ultraso-
zı hastalarda gelişen bulantı, kusma ve başağrıları oküler semptom­ nografı ile karotid arterler araştırılmalıdır. Asemptomatik hastalar­
ları gölgede bırakır, gereksiz yere abdominal ve nörolojik hastalık­ da bile % 60’ın üzerinde stenozlara uygulanan endarterektominin
lar için araştırmalara yol açar. Tanı, akut atak sırasında intraoküler ipsilateral felç oranını düşürdüğü gösterilmiştir (Konu 361). Seçil­
basıncın ölçülmesi ve özel aynalı kontakt lensler ile daralmış ön miş vakalarda aspirin, warfarin ve diğer antikoagülanlarla tedavi
kamara açısının gösterilmesi için gonioskopi yapılması ile konur. uygundur. Karotid lezyonu bulunamazsa kardiak ultrasonografi uy­
Akut açı kapanması, oral ve intravenöz asetazolamide, topikal beta gulanmalıdır. Ambulatuar elektrokardiyagrafik monitorizasyon, in-
blokörler, apraklonidin ve miyozisi indüklemek için pilokarpin ile termitan atrial fıbrilasyonun emboliye neden olduğunu gösterebilir.
tedavi edilir. Bunlarla başarılı olunamazsa pupiller bloğu rahatlat­ Belirgin sistemik hipertansiyon retinal arterioler skleroza,
mak için perifer iriste laser kullanılarak bir delik oluşturulabilir. splinter hemorajilere, sinir lifi tabakasında fokal infarktlara (atılmış
Birçok hekim bir açı kapanması glokomunu başlatmaktan korktuk­ pamuk-yumuşak eksuda) ve makula içine lipid ve sıvı sızmasına
ları için fundüs muayenesinde rutin olarak hastaların gözlerinin di­ (sert eksuda) neden olur (Bakınız Atlas IV-5). Hipertansif krizde
late edilmesine gönülsüzdür. Risk gerçekten azdır ve sadece tam di­ retina! arteriollerin vasospazmı ve bunun neticesi olarak retinal is-
late pupilden görülebilecek gizli bir fundus lezyonunun tanısının kemiden dolayı ani görme kaybı olabilir. Ek olarak akut hipertansi­
hastaya sağlayacağı yarar daha fazladır. Bundan başka farmakolo­ yon optik diskin iskemik şişliğinden görme kaybı oluşturabilir.
jik dilatasyon sonrası oluşacak bir seferlik açı kapanması atağı na­ Akut hipertansif retinopatili hastalar kan basıncının düşürülmesiy­
diren gözde kalıcı hasara yol açar ve profilaktik laser indotomiden le tedavi edilmelidir. Bununla beraber kan basıncı, ani hipoperfüz-
yarar sağlayacak dar açılı hastaların tayininde istemeden de olsa yondan kaynaklanacak optik disk infartı tehlikesi nedeniyle çok
provakatif test olarak hizmet eder. hızlı düşürülmemelidir.
Endoftalmi Gözün iç yapılarının bakteriyel, viral, fungal veya Branş ya da santral retinal ven oklüzyonu da amarosis fugakslı
parazitik enfeksiyonu nedeniyle olur. Genellikle uzak bir yerden hastaların tariflediğine benzer şekilde uzamış görme kayıplarına
hematojen yayılım ile olur. Kronik hasta, diyabetik veya immün neden olabilir. Bu venler çok sayıda retinal hemorajiler ile birlikte
süprese hastalar, özellikle intravenöz kateter veya pozitif kan kültü­ tıkanmış ve flebitik durumda görünürler (Bakınız Atlas IV-6 ). B a­
rü öyküsü olanlar endojen endoftalmi için büyük risk taşırlar. Çoğu zı hastalarda venöz kan akımı kendiliğinden düzelirken diğerlerin­
hastada oküler ağrı ve kızarıklık mevcut olsa da görme kaybı bazen de yaygın retinal kanamalar (kan ve fırtına manzarası) infarkt ve
tek semptomdur. Hastalıklı kalp kapağı ya da bir dental abseden re­ görme kaybı ile birlikte olan aşikar bir tıkanıklık gelişir. Retinanın
tinal sirkülasyona göç eden septik emboli endoftalmiye neden ola­ venöz oklüzyonu çoğunlukla idiopatiktir fakat hipertansiyon, diya­
bilir. Beyaz merkezli retinal hemorajiler (Roth lekeleri) subakut bet ve glokom göze çarpan başlıca risk faktörleridir. Antikoagülan-
bakteryel endokardit için patognomonik olarak kabul edilir; fakat lar ile tedavinin yararı kanıtlanmamıştır ve vitreus içine hemoraji
lösemi, diyabet ve birçok diğer durumda da görülür. Endoftalmi ba­ riski taşır. Polistemi, trombositemi ve altta yatan hiperkoagülasyon
zen operasyondan aylar, hatta ydlar sonra oküler cerrahi kompli­ durumuna neden olan diğer faktörler düzeltilmelidir.
kasyonu olarak da ortaya çıkabilir. Açıklanamayan intraoküler en­ A nterior İstemik Optik Nöropati (AION) Optik diski besle­
feksiyon veya inflamasyonu olan her hastada yabancı cisim penet- yen posterior siliyer arterlerden yetersiz kan akımına bağlı olarak
rasyonu ya da glob travması göz önünde bulundurulmalıdır. meydana gelir. Hastalar bazen uyarıcı karartılar tarif etse de ani, ağ­
rısız, monoküler görme kaybı oluşturur. Optik disk ödemli ve sinir
GEÇİCİ VEYA ANİ GÖRME KAYBI lifi tabakasındaki splinter hemorajilerle çevrili görünümdedir (B a­
kınız Atlas IV-7). AION iki formda bulunur; arteritik ve nonarteri-
Amarosis Fugaks Bu terim retinanın geçici iskemik atağını ifade tik. Nonarterik AION daha sıktır. Diyabet ve hipertansiyon sık kar­
eder. Nöral dokunun yüksek metobolik hıza sahip olması nedeniy­ şılaşılan risk faktörleri olsa da, spesifik bir neden bulunamaz. Te­
le retinaya kan akımının birkaç saniyeden uzun süre için kesilmesi davisi yoktur. Hastaların yaklaşık % 5’i özellikle yaşı 6 0 ’ın üzerin-
de olanlar, dev hücreli arterit (temporal arterit) ile birlikte arteritik 28 Göz Hastalıkları 1 71
AION geçirirler (Konu 317). Arteritik AION tanısı acildir. Çünkü
diğer gözdeki körlüğü önlemek için yüksek doz glukokortikoid te­ MR görüntüleri almak yad a intravenöz glukokortikoidle tedavi et»
davisi derhal uygulanmalıdır. Polimyaljia romatika semptomları mek klinik değerlendirme ve hastaya yapılan dikkatli tartışmalara
olabilir ve sedimantasyon hızı genellikle yükselmiştir; Görme kay­ bağlı olmalıdır. Bilateral simültane optik nöritlerde intravenöz glu­
bı olan hastada arteritik AION’denşüphenildiğinde tanının konfor- kokortikoid kullanılması mantığı daha güçlüdür,
me edilmesi için temporal arter biopsisi yardımcıdır ancak biopsi- L eb er’in Herediter Optik Nöropatisi Başlangıç birkaç hafta­
nin tamamlanması beklenmeden glukokortikoidler başlanmalıdır. dan uzun sürer, tek gözde ağrısız, ağır santral görme kaybı ile ka-
Normal sedimantasyon hızı ve negatif temporal arter biopsisi duru­ rakterize, haftalar veya aylar sonra aynı durumun diğer gözde oldu­
munda arteritik AION tanısını koymak zordur ancak böyle vakalar ğu, genç erkeklerin hastalığıdır. Optik disk hafif kırmızı görünüm­
oldukça nadirdir. dedir ve yüzeyel kapiller telenjiektaziler mevcuttur, ancak flörese-,
Posterior İskemik Optitk Nöropati Akut görme kaybının sık in anjioyografıde sızdırma olmaz; Nihayetinde optik atrofı ile so­
olmayan bir nedenidir. Ağır anemi ve hipotansiyonla indüklenip nuçlanır. Tedavisi yoktur. Leber’in optik nöropatisi, mitokondrial
retrobulber optik sinir infarktma neden olur. Ağır kan kaybının oh gende nikotinamid adenin dinukleotid dehidrogenaz (NADH)’ın 4,
duğu operasyonlar, büyük travma, gastrointestinal kanama ve renal altbirimini kodlayan kodon 11778’deki nokta mutasyon nedeniyle
diyaliz sonrası vakalar rapor edilmiştir, Fundus çoğunlukla normal olur. Hastalıktan sorumlu olarak çoğu mitokondrial genlerde olan
görünümdedir fakat olay ön tarafa yeteri kadar genişlerse optik ve elektron transportundan sorumlu proteinleri kodlayan ek mutas-
disk kabarıklığı gelişebilir. Acil kan transfüzyonu ve hipotansiyon- yonlar da tanımlanmıştır. Leber’in nöropatisine neden olan mito­
nun düzeltilmesiyle görme bazı hastalarda kurtarılabilir. kondrial mutasyonlar annelerinden tüm çocuklara aktarılır, ancak
Optik Nörit Optik sinirin sık rastlanılan inflanıatuar bir hasta.- sadece erkek çocuklarında semptomlar gelişir. Bu garip erkek ter-,
Iiğidir. Optik nörit tedavi çalışma grubundaki (Optic Nevritis Trer cihi anlaşılamamıştır.
atınent Triat-ONTT) hastaların ortalama yaşı 32, % 77’si kadın, Toksik Optik Nöropati Bilateral optik disk kabarıklığı ve
'S 92’sinde göz ağrısı (Özellikle göz hareketleriyle olan) ve % 35’in- santral veya çekosantral skotomla beraber akut görme kaybı ile so­
dc optik disk kabarık görünümdedir. Çoğu hastada demyelinizan nuçlanabilir. Bu gibi olguların, etambutol, metilalkol, etilen glikol
olay retrabulber olup, ilk muayenede fundus normaldir, (Bakınıp (antifriz) veya karbonmonoksite maruz kalmadan kaynaklandığı
Atlas IV-8 ) fakat takibeden aylarda optik disk solukluğu yavaş ya­ rapor edilmiştir. Toksik optik nöropatide, görme kaybı dereceli ge­
vaş ğelişmştir. lişebilir ve akut optik disk ödemi fazı olmaksızın optik atrofı oluş­
Hemen hemen tüm hastalarda tedavi olmaksızın tek bir optik turabilir (Bakınız A tlas IV-9). Toksik optik nöropati nedeni olarak
nevrit atağından sonra görmede dereceli olarak düzelme görülür. bir çok ajan bildirilmiştir fakat çoğu için birlikteliği destekleyen
Bu kural öyle geçerlidir ki tek bir optik nörit atağından sonra olu­ kanıtlar zayıftır. Potansiyel ilaç ve toksinlerin bir kısmı şunlardır:
şan görme kaybı, orjinal tanı üzerinde şüpheye yol açar. Optik nö­ disülfıram, etiklörvinol, kloramfenikol, amiodaron, monoklonaj
rit tedavisi tartışmalıdır çünkü görmenin düzelmesinde' prognozun anti-CD3 antikorları, siprofloksasin, dijital preparatları, streptomi­
olumlu olması, glukokortikoidlerden sağlanan yaran göstermeyi sin, kurşun, arsenik, talyum, D-penisillamin, izoniyazid, emelin ve
zor kılmıştır. ONTT oral glukokortikoidlerin konvansiyonel dozuy­ sulfonamidler. Açlık, malabsorbsiyon veya alkolizmle indüklenen
la (prednizon 1 mg/kg, 14 gün) tedavi edilen hastaların plaseboyla yetersizlik durumları da görme kaybı ile sonuçlanabilir. Açıklana­
tedavi edilen hastalardan bir fark göstermediğini ortaya koymuştur. mayan bilateral santral skotom ve optik disk solukluğu olaıi her
Yakın zamanda Danimarka çalışma grubu, yüksek dozda metilp- hastada tiamin, vitamin B 1 2 ve folat seviyeleri kontrol edilmelidir.
redrizolon (500 mg/gün 5 gün, azaltarak 10 gün daha) ile 1. ve 3. Papilödem İntrakranial basınç artışı nedeniyle bilateral optik
haftalarda hafif bir Cevap rapor etmiş, fakat 8 . haftada hiç bir cevap disk kabarıklığını belirtir (Bakınız A tlas IV -10). Başağnsı sıktır fa­
kaydedememiştir. Bu çalışmalardan oral glukokortikoidlerinin op­ kat değişmez bir yakınma değildir. Optik nörit veya iskemik optik
tik nörit tedavisinde önerilmek için etkisinin az olduğu açıkça gö­ nöropati gibi optik disk kabarıklığının diğer formları ‘optik disk
rülmektedir. ONTT’ye göre yüksek doz intravenöz metilpredrizo- ödemi’ olarak adlandınlmalıdır. Bu gelenek keyfidir fakat karışık­
lon (2 5 0 mg/ 6 st, 3 gün) ve takiben oral predzizolon (1 mg/kg/gün; lığı engellemeyi sağlar. Çoğu kez papil ödemi optik disk ödeminin
I I gün) sonuç görme keskinliğinde bir farklılığa neden olmamıştır; diğer formlarından fundus muayenesiyle ayırdetmek zordur. Geçi­
sadece görme fonksiyonunda düzelme daha hızlı gelişmiştir: ci kararmalar papil ödemin klasik septomudur. Tek gözde yada ay­
Bazı hastalar için optik nörit izole bir olay olarak kalır. Bunun­ nı anda her iki gözde ortaya çıkabilir. Genellikle saniyeler sürer fa­
la beraber ONTT; optik nöriti takiben klinik olarak tanı konmuş kat fulminan papilödem durumunda dakikalar sürebilir. Kararmalar
multiple skleroz gelişmesinin 5 yıllık süredeki kümülatif olasılığı­ ani postür değişikliklerini takiben ya da kendiliğinden oluşabiliri
nın % 30 olduğunu göstermiştir; Özellikle manyetik rezonans (MR) Kararmalar uzarsa ve kendiliğindense papil ödem daha tehdit edi­
görüntülerinde multiple demyelinizasyon odaklan olan hastalarda cidir. Papil ödem ağır, uzun süreli değilse ve maküler ödem ya da
intravenöz glukokortikoid tedavisi 2 yıllık takiplerde multiple skid hemorajiye eşlik etmiyorsa görme keskinliği etkilenmez. Görme;
roz gelişme hızında azalma ile birliktedir. Oysa 3.yılın sonunda int­ alanı genişlemiş kör nokta ve periferik daralriıa gösterir (Şekil 28--
ravenöz glukokortikoidle tedavi olan hastalarla plasebo arasında 3 F ). Süreklilik gösteren papil ödemde, optik sinir atrofisi gelişirkeri
multiple skleroz oranında farklılık bulunamamıştın Daha da ötesi periferik görme alam kaybı gizli biçimde ilerleme gösterir. Bu dıi*’
intravenöz glukokortikoidler takip eden optik nörit ataklarına eğili­ rumda optik disk kabarıklığının azalması papil ödemin çözüldüğü­
mi de azaltmamıştır, Özetlemek gerekirse ONTT üyeleri optik nö­ nü göstermekten çok sinir ölümünün kötü bir göstergesi olur.
riti i hastalara MR görüntülemeyi önermektedir. İki ya da daha faz­ Papil ödemin araştırılması için intrakranial lezyonun ekartö
la demyelinizasyon alanı varsa ya da görme kaybı ağırsa, intrave­ edilmesi amacıyla komputeriZe tomografi (CT) veya MR görüntü­
nöz glukokortikoid tedavisi önermektedirler. İntravenöz glukokor­ lemesine ihtiyaç vardır. Seçilmiş olgularda MR anjiografi dural ve-
tikoidlerin potansiyel yararlan; 1)Görme fonksiyonunda biraz daha nöz sinüs tıkanıklığı veya bir arteriovenöz şantın araştırılması için
hızlı düzelme 2) Multiple sklerozu işaret eden sonradan ortaya çı­ uygundur. Nöroradyolojik araştırmalar menfi ise lumbar ponksi­
kan nörolojik olayların riskinde azalma. ONTT yorumlarında şu yonla subaraknoid açılma basıncı ölçülmelidir. Normal serebrospi-
noktalara dikkat çekilmiştir. 1) Uzun dönemde görme kazancı ay­ nal sıvı ile yükselmiş basmç p s ö d o tü m ö r s e r e b r i (idiopatik intrak­
nıdır. 2 ) İntravenöz glukokortikoidle multiple skleroz riskinde azal­ ranial hipertansiyon) tanışma işaret eder. Hastaiann büyük Çoğun­
mayı gösteren kanıtlar oldukça az sayıdaki hastaiann takibiyle alı­ luğu genç, obez bayanlardır. Asetozolamid gibi karbonik anhidraz
nan bilgilere dayalıdır, 3) Multiple sklerozdan korunma geçicidir inhibitörüyle tedavi, serebrospinal sıvı üretimini azaltarak intrak­
ve 2 yıllık takip sonrası devam etmez. Unilateral optik nöritlerde ranial basıncı düşürür. Kilo verilmesi önemlidir, ancak çoğu kez
172 II Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri spektrumu). Hastaların fortifikasyon spektrum tarifleri değişebilir
ve amarosis fugaksla karışabilir. Migrenin seyri genellikle uzun sü­
başarısızdır. Asetozolamid ve kilo verilmesi başarılı olamaz ve gör­ rer ve her iki gözde olur, amarosis fugaksta ise daha kısadır ve tek
me kaybı ilerlerse^ körlüğü önlemek için lumboperitoneal şantlar gözde olur. Migren fenomeni aynı zamanda karanlıkta v e gözler
veya optik sinir kılıfı pencerelenmesi gecikmeden mutlaka uygu­ kapalıyken de görülür. Genel olarak sağ ya da sol görme yarım ala­
lanmalıdır. Bazen fulminan papil ödemle oluşan ani körlük için acil nında olurlar, fakat bazen her iki alamda içerebilir. Hastalar stere-
cerrahiye ihtiyaç duyulur. otipik ataklara ait uzun süreli öykü verirler. Görsel septomlar geç­
Optik Disk Druzeni Optik sinir başındaki depozitlerdir (Bakı­ tikten sonra çoğu hastada başağrısı gelişir.
nız A tlas rV-11). Yaşa bağlı makula dejeneresansta oluşan retina­ Vertebrobasiler yetmezlik nedeniyle olan geçici iskemik atak­
nın druzenleri ile ilişkisi yoktur. Optik disk druzeni % 0 , 3 - 0 , 4 insi- lar akut homonim görSel semptomlara neden olur. Çoğu hasta
dansla en sık Kuzey Avrupa Irkında görülür. Optik disk yüzeyinde semptomları gerçekte her iki gözün sağ ya da sol görme yanmala-
parlayan partiküller olarak görüldüğünde tanıları kolaydır. Bunun nında oluşurken, yanlışlıkla sağ ya da sol gözde tariflerler. Görme
yanında çoğu hastada, papil ödemle kolayca kanştınlabilen sınırla­ korteksine olan kan desteğinin kesilmesi görmede ahi sislenme ve­
rı silik yükselmiş optik diske yol açacak şekilde yüzeyin altında ya grileşmeye neden olurken bazen migreni taklit eden flaş çakma­
gizlidirler. Papilöderai için gereksiz araştırmaları önlemek açısın­ ları ve diğer pozitif fenomenlerle birlikte olabilir. Kortikal iskemik
dan optik disk druzenine bağlı psödo-papilödemi tanımak önemli­ atakların süresi migrenden kısadır, daha yaşlı hastalarda olur ve ta-
dir. Gömülü optik disk druzenlerinin tespiti için ultraSonogfafı ve kibeden bir başağrısı olmaz. Diplopi, vertigo, his kaybı, güçsüzlük
CT görüntülemesi kalsiyum içermeleri nedeniyle duyarlıdır. Çoğu veya dizartri gibi beyin kökü iskemisi belirtileriyle birlikte olabilir.
hastada optik disk druzenleri tesadüf olarak bulunur ancak görme­ Felç Posterior serebral arterden görme korteksine olan kan des­
de kararmalar oluşturabilirler. Perimetride optik disk hasarından teğinin kesilmesi uzun sürdüğü zaman görülür. Muayenedeki tek
kaynaklanan genişlemiş kör nokta ye arkuat skotomlara neden ola­ bulgu vertikal meridyende son bulan homonim görriıe alanı defek-
bilirler. Artan yaşla beraber disk yüzeyinde druzenler genişleme tidir. Oksipital lob felci genellikle vertebrobasiler sistemin trombo-
eğilimindedir ve böylece optik atrofi gelişir. Optik disk druzerti tik oklüzyonu, emboli ya dâ diseksiyöriu nedeniyledir. Hemiânopik
olan hastalarda hemoraji, koroidal neovasküler membran ve AION kortikal görme kaybının' diğer nedenleri lpbar hemoraji, tiimör, ab-
daha sık görülür. Dhısdn iç|ii tedavi mevcut değildir. se ve arterivenöz malformasyondur.
Vitreus Dejenerasyonu Kronik ve akut görme semptomlarına U ydurm a (Fonksiyonel, Organik Olmayan) Görme Kaybı
yol açarak, yaş ilerledikçe her hastada ortaya çıkar. Vitreusda olu­ Histerikler ya da simülasyon yapanlar tarafından belirtilir. Simülas-
şan opasiteler retina üzerinde rahatsız edici gölgelere neden olurlar. yon yapanlar büyük bir çoğunlğu kapsar, görme kaybı varmış gibi
Göz hareket ettikçe bu rahatsızlık verici sinek uçuşmaları (flo­ davranarak sempati, özel mıiameİe Veya ticari kazanç sağlarlar, Öy­
aters), v itreu s je lin in durumundan kaynaklanan hafif bir gecikmey­ kü atipik, muayene bulgulan eksik ya da aykın, testler tutarsız ise
le senkronize olarak hareket ederler. Retina üzerindeki vitreus çe­ tamdan şüphelenilir. Günümüz toplumunda bu tip çıkar amaçlı
kintisi flaş çakmalarına neden olan mekanik stimülasyona neden fonksiyonel görme kaybı vakalan çoğalmıştır.
olur. Bu fotopsi, kortikal migrendeki bilateral ve uzamış sintilasyo-
nun tersine kısa ve tek gözle sınırlıdır. Vitreusun kontraksiyonu, si­
nek uçuşmaları ve fotopsinin habercisi olduğu retinadan ani ayrıl­ KRONİK GÖRME KAYBI
ma ile sonuçlanabilir. Bü durum vitreus dekolmanı olarak bilinir ve
yaşlılarda şıktır. Retinaya hasarı olmadığı sürece zararlı değildir. K atarak t Lensin bulanıklaşarak görme yetisinin azalmasıdır. Ka­
Sinek uçuşması ve ışık çakması olan her hastada periferal yırtık ve­ taraktların çoğu yaşlanmayla birlikte oluşarak, kademeli olarak
ya delik açısından dikkatli bir fundus muayenesi gereklidir. Böyle ilerleyen görme bozukluğuna yol açarlar. Göz travması, üveit y a da
bir lezyon bulunursa, lazer uygulaması veya krioterapi bir retinal diyabet mevcudiyetinde kataraktın oluşumu daha hızlıdır. Myoto-
dekolmanı önleyebilir. Bazen retinal kan damarını rüptüre eden bir nik distrofı, nörofibromatosis tip- 2 ve galaktozemi gibi çeşitli ge­
yırtık vitreus içi hemorajiye ve ani görme kaybına neden olabilin netik hastalıklar sonucu da katarakt gelişebilir. Aynca radyasyon ve
Oftalmaskopide fundus koyu kırmızı kan bulanıklığı nedeniyle ay- glukokortikoid tedaviniii yan etkisi olarak katarakt görülebilmekte­
dınlatılamaz, Retina yırtığı ya da dekolman için göz içinin ultara* dir. Radyasyon ve glukokortikoidlerin etkisiyle meydana gelen ka­
sonla muayenesi gerekir. Hemoraji kendiliğinden çözülmezse vit­ taraktlar tipik olarak arka subkapsüler yerleşimlidirler. Katarakt of-
reus cerrahi olarak uzaklaştırılabilir. Vitreus hemorajisi, diyabet, talmoskopide veya genişletilmiş gözün yarıklı ayna ile muayene­
orak hücreli anemi ve diğer iskemik oküler hastalıklarda retina yü­ sinde fundustan yansıyan kırmızı reflenin azalmasının tespiti yo­
zeyinde çoğalan frajil neovasküler damarlardan da kaynaklanabiliri luyla teşhis edilebilir.
R etina Dekolmanı Sinek uçuşmaları, flaş çakmaları, periferik Kataraktın tek tedavi şekli opaklaşmış lensin cerrahi müdahale
görme alanında dekolmana uyan skotom gibi semptomlara neden yoluyla alınmasıdır. Amerika Birleşik Devletlerinde her yıl bir
olur (Bakınız Atlas IV -12). Dekolman foveayı içeriyorsa afferent milyonun üzerinde katarakt ameliyatı gerçekleştirilmektedir. Ope­
pupil defekti varda ve görme keskinliği azalır. Çoğu gözde retina rasyon genellikle hastanm hastanede kalmasına gerek kalmadan lo­
dekolmanı periferik retinada delik, flep veya yatık ile başlar (reg- kal anestezi altında uygulanır. Son teknolojik ilerlemeler, lensin
matojen retina dekolmanı). Periferik retina incelmesi (lattis dejene- kapsülüyle birlikte tümüyle çıkartılması yerine (intrakapsüler kata­
rasansı) olan hastalar bu duruma oldukça eğilimlidir. Retinada bir rakt ekstraksiyonu), katarakta lens kapsülüne dokunulmadan alın­
yırtık oluşunca, likefiye olan vitreus subretinal alana girerek retina­ masını (ekstrakapsüler katarakt ekstraksiyonu) olanaklı kılmakta­
yı pigment epitelinden ayırır. Retinal yüzeyden vitreusun çekintisi dır. Daha sonra da, doğal lensin yerini alacak olan plastik ya da si­
ile retina arkasına sıvının geçişi sonuçta dekolmana neden olur. Mi- likon bir göz içi merceği arka kamaradaki lens kapsülünün içine
yopi, travma veya geçirilmiş katarakt ekstraksiyonu öyküsü olan yerleştirilerek, görme keskinliğinde hızlı bir iyileşme sağlanır. K a­
hastalar retina dekolmanı için yüksek risk taşırlar. Tanı dilate pupil- tarakt operasyonu geçiren hastaların % 95’inden fazlasmda görme­
den oftalmaskopik muayene ile konfirme edilir. de iyi bir düzelme beklenir. Bir çok hastada, katarakt alındıktan
Klasik Migren Genellikle yaklaşık 2 0 dakika süren görsel au­ sonra göz içinde bırakılan lens kapsülü er geç bulanıklaşarak ikin­
ra ile birliktedir. Tipik bir atakta küçük bir görme bozukluğu görme ci bir görme bozukluğuna yol açar. Netliği yeniden sağlamak için
alanının merkezinden perifere doğru ilerler ve geçtiği yerde geçici bu olgularda lens kapsülünde lazer ile küçük bir delik açılır.
skotom bırakır. Migren skotomu genişleyen sınırları parıldayan, Glokom Genellikle kronik göz içi basıncı yükselmesiyle ilişki­
dans eden ya da zig-zag çizen köşelere sahiptir (fortifıkasyon li, yavaş ilerleyen sinsi bir optik nöropatidir. Afrika kökenli Ameri-
kalılar arasında körlüğe sebebiyet veren nedenlerin başında gelmektedir. 28 Göz Hastalıkları 175
Göz içi basıncının yükselmesiyle optik sinirin hasar görmesine yol açan
mekanizma henüz tam anlaşılamamıştır. İlk olarak aksonların girmiş ol­ mariarıtt retina pigment epiteli altındaki potansiyel boşluğa geçmesi}®
duğu inferotemporal ve superiotemporal optik disk bölümü hasarlanarak; oluşur. Bu damarlardaki sızıntı retinanın ve pigment epitelinin yüksel­
perimetrik testte tipik sinir lifleri demet defektine veya arkuat skotoma mesine neden olarak, görüntüde bulanıklığa ve bozulmalara (metamor-
yol açar. Lifler hasar gördükçe, optik diskin nöral rimi daralır ve optik fopsi) yol açar. Bu semptomların baş göstermesi yavaş bir süreç içinde
disk içindeki fizyolojik çukurluk genişler (Bakınız Atlas IV-İ3). Bu sü­ olsa da retina altı koroidal neovasküler membranlardaki kanamalar bazı
reç patolojik "çukurlaşma” (cupping) olarak adlandırılır. Çukur-disk ça­ durumlarda akut görme bozukluğuna yol açar. Neovasküler membranlar
pı oranla ifade edilir; örneğin, 0,2/f,Ö. Çükur-disk oranı normal bireyler* retina altında oldukları için fundus muayenesinde görülmeleri zor olabi­
de önemli ölçüde değişiklik gösterir, bu nedenle yalnızca anormal bü­ lir. Floreseitt veya indosiyanin yeşili anjiografi saptanabilmeleri açısın­
yüklükte veya derinlikte bir Optik çukurun gözlemlenmiş olması güve­ dan oldukça faydalıda. 1
nilir bir glokom tanısını zorlaştırmaktadır. Bir dizi prospektif muayene­ Bazı hastalarda flöresem anjiografide görülen koroidal neovasküler
nin özenle tutulmuş kayıtlan faydalıdır. Fizyolojik çukurlu hastalarda membranlann lazerle direkt ablasyonu sızıntı sürecini durdurabilir. An-’
büyük otarak izlenen çukur yıllar içinde değişmezken glokomla hasta­ cak, neovasküler membranlar sıklıkla yinelenir, bu nedenle sürekli bir‘
larda ise aralıksız olarak büyür. Ferimetride ortaya çıkan görme alanı dikkatlilik ve tekrarlanan fotokoagülasyon gerektirir. Retina altındaki
kaybı da glokom teşhisine katkıda bulunur. Son olarak, glokomlu hasta­ neovasküler membranlann büyük miktarda veya tekrarlayan kanamala­
ların çoğunda göz içi basıncının yükseldiği gözlemlenmiştir. Butlunla rı fibrosis, yuvarlak (diskiform) makular yara izlerinin oluşumuna ve ka­
birlikte, tipik glokomaföz çukurla ve görme alam bozukluğu bulunan; lıcı merkezi görme bozukluğun* yolaçariYaşa bağlı makula dejeneras­
şaşırtıcı sayıdaki hastada göz içi basıncı normal limit olan 20 mmHg'yi yonu hastaların pek çoğunda, retina altı membranlann cerrahi yollarla
hiçbir zaman aşmayabilir (Bu nedenle "düşük tansiyonlu glokom" ola­ alınması girişimi görme keskinliğinde düzeltine sağlayamamışta. Bu­
rak adlandırılır). nunla birlikte sonuçlar, oküler histoplasmosis sendromundan kaynakla­
Akut açı kapanması glokomunda göz içi basıncının ani ve şiddetli! nan koroidal neovasküler membranlı hastalar için umut vericidir;
olarak yükselmesinden dolayı göz kırmızt ve ağrılıdır. Bu tür vakalar Santral Seröz Korioretinopati Esasen 20 ile 50 yaş arası erkekler­
glokomlu hastaların pek azt için geçerlidir. Glokomlu hastaların çoğa de görülür. Koroidden sızan seröz sıvısı, retinal pigment epiteli ve nöros
açık, kapanmamış ön kamara açısına sahiptir. Bü tür hastalarda yüksek sensöriyal retinada küçük ve tokallze aynlmalarâ yol açar. Bu ayrılma­
göz içi basıncının nedeni belirsizdir. Son araşrıtmalar trabeküler ağda1 lar, makula bölgesini içerdiği durumlarda, akut veya kronik metamor-
glikoprotein ekspresyönu kodlayan gerideki mutasyonları işaretetmekte^ fopsi ve bulanık görme semptomlarına rieden olur. Oftalmoskop! ile gö­
dir. Bu yapı aközün gözden süzülmesî için filtre vazifesi görür. Göz içi rülmeleri zordur çünkü ayrılmış retina saydamdır ve sadece belirsiz bir
basıncı yükselmesinin yavaş ilerlemesi ve açı kapanması glokomuna gö­ oranda yükselmiştir: Santral seröz korioretinopatinin teşhisi flöresem
re daha az belirgin olması nedeniyle bu olgularda ağrı ya da oküler eri* anjiografide boyanın* subretinal boşluğa sızmasıyla kolaylıkla konur.
jeksiyon yoktur. Santral görme alanı ve foveal netlik hastalığın son saf­ Santral seröz korioretinopatinin nedeni bilinmemektedir; Retinanın ye­
halarına dek korunur: Bu nedenlerle hasta ya da hekim belirtileri fark niden yatışması durumunda belirtiler kendiliğinden ortadan kalkabilir;
edemeden ciddi boyutlarda ve geri dönüşü olmayan hasar meydana gele­ ancak yinelenen ayrılmalar yaygında. Laser fotokoagülasyonu bu du­
bilir. Hastaların oftalmoskopilermde çukur-disk oranlarının kaydedilme­ rumdaki bazı hastalara faydalı olmuştur.
si ve göz içi basıncının ölçülerek (Schiotz, Tonöpen, air-puff veya Gold- Diyabetik Retinopâti 1921 yılına kadar ender görülen bu hastalık,
marnı tonometresi kullanılarak) gözlemlenmesi glokom için hayati önem insülinin keşfi ile birlikte diyabet melütus hastalarının yaşam sürelerin­
taşır. Glokom, topikal adreneıjik agonistler (epinefrin, dipivefrin, aprak- de dramatik bir ilerleme kaydedilmesiy le, şimdi Amerika Birleşik Dev­
lonidin, brimonidin), kolinerjik agonistler (pilokarpin), beta blokeden letlerinde körlüğe sebep olan nedenlerin başında gelmektedir. Diyabet­
(betaksolol, karteoloi, levobunölol, metipranolol ve timolol) ve prostag­ lerde retinopatinin gelişimi yıllar ala ancak, er geç tüm vakalarda görü­
landin anafoglan (latanaprost) ile tedavi edilir. Göz damlalarından beta lür. Genişletilmiş fundusun düzenli bir şekilde incelenmesi diabetli tüm
blokerlerin sistemik eınilimi nadiren bradikardi, hipotansiyon, kalp blo­ hastalar için kritik bir önem arz eder. Neovasküler damarların artması
ğu, bronkospasm, empotans veya depresyon gibi yan etkilerin oluşması­ ilerlemiş diyabetik retinopatide, vitreous kanama, retiha dekolmanı ve
na yol açabilir. Topikal veya oral olarak kullanılan karbonik anhidraz in- glokom yoluyla körlüğe neden olur (Bakınız Atlas IV-15). Hastalığın
hibitörleri aköz üretimini azaltarak göz içi basıncını düşürmek için kul­ gelişiminde doğru zamanda uygulanacak panretinal lazer fotokoagüla-
lanılır. Ön kamara açısındaki trabeküler ağa uygulanan lazer tedavisi son, bu tür komplikasyonları bir çok hastada önleyebilir. - * (Diyabetti
aközün gözden dışa akımına yardımcı olur. Tıbbi ya da lazer tedavileri­ retinopatinin belirtileri ve tedavi yöntemleri hakkında daha detaylı bil-
nin glokomun optik sinirlere verdiği haşan önlemede etkisiz kaldığı du­ gi için, Bakınız Konu 333).
rumlarda; aközün gözden kontrollü bir şekilde akıtılmasını sağlamak’ Retinitis Pigmentoza Progresif gece körlüğü (niktalopi), daire sko-
amacıyla cerrahi yolla birfîltrasyon (trabekülektomi) yapılandırıİmalıdır. tomlu görme alanı daralması, netlik kaybı ve anormal elekaoretinogrant
Makular Dejenerasyon Yaşlılarda, yavaş ilerleyen, ağrısız, iki ta­ (ERG) olârafc tanımlanan, değişik gruplardaki rod ve kon disriofılerine
raflı merkezi görme bozukluğu nedenlerinin başında gelir. Eski adı ‘se­ verilen genel isimdir. Sporadik olarak ortaya çıkabilir veya otosomal re-
nit makulardejenerasyon’ çoğu hasta tarafından yanlış anlamalara neden sessif, dominant ya da X-bâğımh biçimlerde bulunabilir. Periferal reti­
olmuş ve hastalığın adı ‘yaşa bağlı makular dejenerasyon’ (age-related! nada kümelenmiş pigmentlerin oluşturduğu düzensiz siyah tortular, sün-
macular degeneration) olarak değiştirilmiştir. Eksüdatif olmayan (kuru)) gerimsi kemiğin spikülüne olan tuhaf benzerliği nedeniyle kemik spikü-
ve eksüdatif (yaş) biçimlerde gelişmektedir. Eksüdatif olmayan süreç, lümleri olarak bilinir ve hastalığa adını verir (Bakınız Atlas IV* 16). Esa­
drusen olarak bilinen ekstrasellüler tortunun retina pigment epiteli altın­ sen bü isim yanlış kullanılan bir terimdir çünkü retinitis pigmentoza en-
da birikmesiyle başlar. Oftalmoskopide değişik şekillerde (pleomorphic) feksiyöz bir dürüm değildir. Vakaların çoğu rod fotopigmentinden so­
görünürler ancak genellikle makula içerisinde kümelenmiş, sari renkte, rumlu rodopsin geninde, ya da fotoreseptör dış segmentlerinde yer alan
küçük ve ayrık lezyonlar halinde belirirler (Bakınız Atlas IV-14). Za­ glikoproteine ait peripherin geninde mutasyon sonucu oluşur. Retinitis
manla genişler, çoğalır ve birleşirler. Retinal pigment epiteli atrofıye uğ­ pigmentoza için etkili bir tedavi yöntemi mevcut değildir. Vitamin-A
rayarak dekole olur ve fotoreseptör fonksiyonunu engelleyerek görme (15,000 IU/gün) ERG’nin kötüleşmesini az da olsa geciktirir ancak net­
bozukluğuna yol açar. Halen, yaşa bağlı makular dejenerasyonun gelişi­ lik ve görme alanı üzerinde herhangi bir fayda sağlamaz. Retinitis pig-
mini kesin önlemenin yolu mevcut değildir. Çeşitli vitaminlerin (A,C ve mentozanın bazı formları ender görünen bazı irsi hastalıklarla (olivo-
E) ve minerallerin (çinko, baka ve selenyum) karışımı bu amaçla piya­ pontoserebellar dejenerasyon, Bassen-Komzvveig hastalığı, Keams-Say-
saya sürülmüştür ancak makular dejenerasyonu geciktirdiklerine dair iyi re sendromu, Refsum hastalığı) alakalı olarak meydana gelir. Klorokin,
bir kanıt yoktur. hidroksiklorokin ve fenotiazinler (özellikle thioridazine) kullanılarak
Hastaların çok küçük bir bölümünde görülen eksüdatif makular de­ yapılan kronik tedavi toksik retinopâti sonucu, retinitis pigmentozaya
jenerasyon, Bruch membranındaki çatlaktan koroidal neovaskular da- benzeyen görme kaybına yol açabilir.
1 74 H Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri belirtiler, topikal lubrikanlar, göz kapağı operasyonu, göz kası cerra­
hisi veya radyasyon tedavisi ile kontrol altına alınabilir. Kalıcı görme
Epiretinal Membran Retinanın iç yüzeyinde bir uçtan diğer uca bozukluğuna meydan vermemek için, optik sinir kompresyonu glu-
büyüyen fibrosellüler bir doku olup, makülayı tahrip ederek meta- kokortikoidler ve orbital dekompresyon yoluyla hemen önlenmelidir.
morfopsi ve netliğin azalmasına yol açar. Oftalmoskop ile retinanın Orbital Psödotümör Çoğu kez Graves oftalmopati ile karıştırı­
üzerinde buruşuk, selofana benzer bir zar görünür. Epiretinal zar, da­ lan idiopatik, iltihaplı bir orbital sendromdur. Semptomlar ağrı, kısıt­
ha çok 50 yaş üzeri hastalarda görülür ve genellikle tek taraflıdır. Va­ lı göz hareketleri, proptozis ve konjesyondur. Sarkoidosis, Wegener
kaların çoğu idiopatiktir, ancak bir kısmı hipertansif retinopati, diya­ granülomatosis ve diğer tip orbital vasculit ya da kolajen-vaskülar
bet, retina dekolmanı veya travma sonucu oluşur. Görme keskinliği­ hastalığı üzerine yapılan değerlendirmeler negatiftir. Görüntülemede
nin yaklaşık olarak 6/24 (20/80) seviyesine indiği durumlarda, makü- çoğu kez genişlemiş tendonlarla birlikte göz kaslarının şişmiş (orbi­
ler büzüşmeyi hafifletmek amacıyla, vitrektomi ve membrana uygu­ tal miyozit) olduğu görülür. Graves oftalmopatide ise bu durumun
lanacak cerrahi peeling tavsiye edilir. Epiretinal membrandaki büzül­ tersine, göz kasları tendonlarının genellikle korunduğu görülür. Tolo-
me bazen maküler delik oluşumunu hızlandırır. Bununla birlikte, ma- sa-Hunt sendromu, üst orbital fıssürden kavemöz sinüs içine, orbital
küler delikler çoğunlukla, foveadaki lokal vitreous fraksiyonu sonu­ psödotümörün bir devamı olarak nitelendirilebilir. Orbital psödotü-
cu oluşur. Görme genellikle, 6/30 (20/100) ya da daha da kötü sevi­ mörün teşhisi zordur. Orbita biyopsisi çoğu kez lenfositler, plazma
yelere iner. Vitrektomi maküler delikli bazı hastalarda, görme netli­ hücreleri ve eosinofiller tarafından yağ infiltrasyonunun kesin olma­
ğinde düzelme sağlayabilir. Neyse ki maküler delikli hastaların diğer yan belirtileriyle sonuçlanır. Sistemik glukokortikoidler ile deneme
gözlerinde de delik oluşma olasılığının % 1 0 ’un altında olması sevin­ tedavisine alınan dramatik yanıt, teşhisin dolaylı yoldan en iyi kon-
diricidir. firmasyonunu sağlar.
Melanom ve Diğer Tümörler Melanom primer göz tümörleri Orbital Sellülit Ağrı, göz kapağı eritemi, proptozis, konjonkti­
arasında en yaygın olanıdır (Bakınız Atlas IV-17). Fotopsiye, geniş­ val kemozis, kısıtlanmış hareket kabiliyeti, netlik kaybı, afferent pu-
leyen skotoma ve görme kaybına yol açar. Küçük bir melanomu ço­ piller defekt, ateş ve lökositoza sebebiyet verir. Çoğu kez paranasal
ğu kez iyi huylu bir koroidal nevustan ayırmak zordur. Habis bir tü­ bir sinüs, özellikle de ethmoid sinüs enfeksiyonunun medial orbitamn
mörü belirleyebilmek için dikkatli ve seri muayeneler gerekir. Mela- ince lamina papyraceasına yayılması sonucu ortaya çıkar. Üst solu­
nomun tedavi yöntemleri tartışmalıdır. Seçenekler enükleasyon, lokal num yolları enfeksiyonu, kronik sinüzit, koyu müköz sekresyon ya da
rezeksiyon ve radyasyon tedavisini içerir. M etastatik tüm örler, uveal diş hastalıkları orbital sellülitten şüphelenilen her hasta için önemli
kökenli primer tümörlere oranla çok daha fazla görülür. Meme ve ak­ belirtilerdir. Genellikle negatif çıksa da kan kültürü yapılmalıdır. Ço­
ciğer karsinomları, koroid ve irise özel bir yayılma eğilimi gösterir­ ğu hasta geniş spektrumlu intravenöz antibiyotiklerle yapılan ampirik
ler. Lösemi ve lenfoma da genellikle oküler dokulara yayılır. Bazen, tedaviye yanıt verir. Orbital sellülit nadiren, ağır proptozis, körlük,
göz muayenesindeki tek belirtileri, kronik posterior üveitis gibi dav- septik kavemöz sinüs trombozu ve menenjit ile birlikte ağır yıkımla­
ranabilen, vitreousdaki hücresel çöküntülerdir. Optik diskin solgun­ ra sebebiyet verebilir. Böyle bir felaketi önlemek için orbital sellülit,
laşması dışında objektif belirtileri çok az olan, optik sinirin R etrob u l- ivedi antibiyotik tedavisi ve orbita görüntülemesi ile erken safhalar­
b e r tüm örü (meningioma, glioma) ya da k ia z m a l tüm örü (hipofız ade- da kontrol altına alınmalıdır. Antibiyotiklere rağmen optik sinir fonk­
nomu, menenjiom) aşamalı olarak ilerleyen görme kaybına yol açar. siyonunun kötüye gittiği durumlarda, orbital apse ya da paranasal si­
Nadiren, kanama ve enfarkt nedeniyle bir pituiter adenomun aniden nüzit cerrahi yolla hemen drenaj edilmelidir.
şişmesi (p itu iter a p o p le k s i), baş ağrısı, bulantı ve oküler motor siniri Tümörler Orbita tümörleri ağrısız progresif proptozise neden
felci ile birlikte akut retrubulber görme kaybına sebebiyet verir. Op­ olur. En yaygın primer tümörler hemanjiom, lenfanjiom, nörofıbrom,
tik atrofı veya görme alanı kaybı bulunan ve öyküsü dikkatle incele­ dermoid kist, adenoid kistik karsinom, optik sinir gliom, optik sinir
nerek göz muayenesinden geçirilmiş ancak nedenlerin halen belirsiz meninjiom ve iyi huylu lakrimal bez tümörleridir. Metastatik orbita
olduğu tüm hastalar için, CT ya da MR taraması düşünülmelidir (Şe­ tümörleri sık sık meme karsinomu, akciğer karsinomu ve lenfomada
kil 28-4). oluşur. İnce iğne aspirasyonu ile teşhisini takip eden acil radyasyon
tedavisi bazı durumlarda görme yetisini kurtarabilir.
Karotiko-Kavernöz Fistül Orbitadan ön drenaj yolu ile birlikte
PROPTOZIS
proptozis, çift görme, glokom ve tortuoze kırmızı konjonktival da­
Göz kürelerinin asimetrik olduğu durumlarda hekim öncelikle, hangi marlara neden olur. Direkt fıstüller genellikle travma sunucu oluşur.
gözün normal olmadığına karar vermek zorundadır. Bir göz orbita Şiddetli akım ve yüksek basınçlı şant sonucu oluşan dramatik belirti­
içerisine mi çekilmiştir (en oftalm u s) yoksa diğer göz dışarıya mı fır­ ler sayesinde kolaylıkla teşhis edilebilir. İndirekt fıstüller ya da dural
lamıştır (ek so fta lm u s v ey a p ro p toz isp . Küçük bir glob veya Horner arteriovenöz bozukluklar, özellikle yaşlı kadınlarda, daha çok spon-
sendromu enoftalmus görünümünde olabilir. Gerçek enoftalmus ge­ tan olarak ortağa çıkar. Belirtiler daha hafiftir ve teşhisi genellikle
nellikle travma sonrası, retrobullar yağ atrofısi ya da orbital zeminin gözden kaçar. Hafif proptozis, çift görme, kas genişlemesi ve göz en­
kırılmalarıyla oluşur. Gözlerin orbita içindeki pozisyonu, dış komeal jeksiyonu kombinasyonu çoğu kez tiroid oftalmopati ile karıştırılma­
yüzeyin, yan orbital kenara göre pozisyonunu kaydeden ve elle kul­ sına neden olur. Başın ossikülasyonu esnasında duyulan ya da hasta
lanılan bir cihaz olan Hertel exoftalmometer ile ölçülür. Eğer bu ci­ tarafından belirtilen bir üfürüm teşhis açısından önemli bir ipucudur.
haz mevcut değilse rölatif göz pozisyonu, hastanın başı öne eğilip, Görüntülemede orbitalardaki ana oftalmik damarın genişlediği görü­
orbitalar üzerinden aşağı doğru bakılarak tahmin edilebilir. Bu pers­ lür. Karotiko-kavemöz şantlar damar içi embolizasyon yoluyla gide­
pektiften ancak gözlerden birindeki 2 mm’lik bir proptozis fark edi­ rilebilir.
lebilir. Proptozisin gelişimi orbita içinde yer kaplayan bir lezyonu
işaret eder. Graves oftalmopati teşhisi tam olarak konulamadıysa, PTOZİS
proptozisli her hastaya CT ya da MR taraması uygulanmalıdır.
Graves Oftalmopati Yetişkinlerde görülen proptozisin başlıca Blefaroptozis Bu, göz kapağının anormal düşüklüğüdür. Tek veya
nedenidir (Konu 330). Proptozis çoğu kez asimetrik ve hatta unilate­ çift taraflı ptozis levator palpebra süperior kasının disgenezi veya
ral olarak belirebilir. Globdaki çıkıntının (protrüzyon) sebebi özellik­ kasın aponevrozunun gözkapağına anormal insersiyosu sonucu
le iç ve alt rectus olmak üzere göz dışı kaslarındaki iltihaplanma ve konjenital olabilir. Kazanılmış ptozis hastanın farkedemeyeceği ka­
genişlemedir. Komeal ekspojur, kapak retraksiyonu, konjonktival en­ dar yavaş gelişebilir. Başlangıcı belirlemede eski fatoğrafların ince­
jeksiyon, bakış kısıtlanması, diplopi ve optik sinir kompresyonu ile lenmesi yararlı olabilir. Travma, göz cerrahisi, diplopi, sistemik
oluşan görme kaybı başlıca belirtilerdir. Akut Graves oftalmopati, 1 semptomlar (disfaji veya periferik kas güçsüzlüğü gibi), veya aile­
ay boyunca günde 60 mg/gün takip eden birkaç ay süre içerisinde de de ptozis öyküsü sorgulanmalıdır. Günün ilerleyen saatlerinde kö­
doz gittikçe azaltılarak oral prednisone ile tedavi edilmelidir. Kronik tüleşen ptozis myastenia gravis için tipiktir. Muayenede propto-
/is bulgusu, kapak kitleleri veya deformiteleri, inflamasyon, anizo- 28 Göz Hastalıkları 175
kori veya hareket kısıtlılığına dikkat edilmelidir Primer bakıştaki
palpebral f işgüderinin- genişliği ptozisin derecesini değerlendirmek sonra da baş her yöne döndürülüp çekilerek muayene yapılmalıdır.
için ölçülmelidir. Hasta kaşım frontal kas aracılığıyla kaldırarak Yukarıdaki örnekte başı sağa döndürerek yapılan kapama testi ken­
ptozisini kompanse ediyorsa tam atlanabilir. disinin uyardığı fiksasyon kaymasını azami düzeye çıkartacaktır. ;
Mekanik Ptozis Bu, pek çok yaşlı insanda göz kapağı derisi ve Bazen rutin muayene sırasında asemptomatik bir hastaya yapı­
subkutan yağın uzaması ve işlevini kaybetmesi nedeniyle görülür lan kapama testi de oküler sapmayı gösterecektir. Eğer göz hareket­
(dermatoşalazis). Bu sarkan dokuların ekstra ağırlığı kapağın düş­ leri doğalsa ve göz kayması tüm bakış pozisyonlarında eşitse' (kön-
mesine neden olur, Kapağın enfeksiyon, tümör, travma veya enfla- komitarikavmai tam şaşılıktır. Toplumun yaklaşık % 1’ini etkileyen
masyon nedeniyle genişlemesi veya deformasyonu tamamen meka­ bu durumda füzyon bebeklik veya erken çocuklukta bozulur. Diplo-
nik zeminde gelişen ptozisle sonuçlanır. piyi önlemek için fiksasyon yapmayan gözdeki görme baskılanır.
Aponevrotik Ptozis Bu, levator kasını kapağın tarsal düzlemi­ Bazı çocüklârda'bu durum, kayan gözde görme azlığına neden olur
ne bağlayan aponevrotik tendonun kazınılmış uzaması veya ayrıl­ (ambliyopi ya da tembel göz) .
masıdır. Genellikle yaşlı hastalarda, muhtemelen bağ dokusu elasti- Binokülecdiplopi pek çok nedenden dolayı meydana gelebilir.
sitesinin azalması nedeniyle görülür. Aponevrotik ptozis ayrıca ka­ İnfeksiyöz, neoplaştik, metabolik, dejeneratif, inflamatuar ve vas-
pağın enfeksiyon veya orbitaya künt travma sonucu şişmesi, kata­ küîer. Diplopinin nörojenik orijinli,mi olduğu yoksa orbitadaki lo­
rakt cerrahisi veya sert kontakt lens kullanımının bir sekeli olarak kal bir hastalıktan dolayı göz hareketinin sınırlanmasına mı bağlı ol­
da oluşabilir. duğu tespit edilmelidir. Orbital psödotümör, miyozıt, enfeksiyon,
Miyojenik Ptozis M iy o jen ik p to z isin sebepleri arasında myaste- tumor, tiroid hastalığıve kas sıkışması (örneğin, blow-out kırığı ne­
nia gravis (Konu 380) ve ptozisie seyreden birkaç tane nadir miyo- deniyle) restriktif diplopiye neden olur. Tam muayene odası koşul­
pati vardır. K r o n i k p m g r e s i f ek s ta r n a l o fta lr n o p leji terimi mitokond- larında yapılan forced duetion testi ile doğrulanır. Topikal anestezi
rial DNA’nm mutasyonları ile oluşan sistemik hastalık grubuna işa­ uygulaması sonrası doktor gözü forceps ile tutar ve defektif hareke­
ret eder. İsmin belirttiği gibi, en belirgin bulgular simetrik, yavaş tin yönüne doğru çeker. Gö? hareketi engelleniyorsa1 smırlayıcı bir
ilerleyen ptozis ve göz hareketlerinin kısıtlanmasıdır, Genellikle olay vardır. Bu testin kullanım alanr hastaların işlemi sevmemesi
diplopi geç bir bulgudur. Çtinkü tüm göz hareketleri eşit olarak aza* nedeniyle daralmıştır; pratikte sınırlanmanın tanısı lokal orbital has­
lir. K e a r n s - S a y r e varyantında retinal pigmentasyon değişiklikleri ve talığa eşlik eden diğer belirti ve bulguların hatırlanması ile konur.
kardiyak iletim bozuklukt o da vardır, Periferik kas biyopsisinde Myastenia Gravis (bakınız Konu 380) Bu diplopinin önemli
karakteristik "ragged-red fibers" (paçavra görüntülü kırmız* lifler) nedenlerinden biridir. Diplopi sıklıkla oküler motor sinir dağılımı­
görülür. O k u lo fa r in jia l d is tr o fl orta yaşta başlayan, ptozis, kısıtlan­ nın bozulmasıyla, ilişkisiz, tekrarlayım ve değişkendir. PupillerJıer
mış göz hareketleri, ve yutma güçlüğü üe karakteriz® kolaylıkla ta­ zaman normaldir. Gelipjgeçici ptozis bulunabilir, Pek çok.hastada
nınabilen otozomal dominant geçişli bir hastalıktır, M iyotonik d is h hastalığın saf oküler tipi görüTüîv sîStertÜk kas güçsüzlüğü.hulgusu
r o fi ptozis, oftalmoparezi, katarakt ve pigmenter retinopatiye neden yoktur. Tam mtravenöz edrofonyum injeksiyonu.veya antiasetüko*
olan bir başka otozomal dominant bozulduktur, Hastalardan kas liİKeseptörler antikorlarının araştırılması ile doğnılamn Bu testler­
güçsüzlüğü, myotoni, frontal alopesi ve kardiyak hozukluklar görü­ den alınan negatif sonuçlar tanıyı ekarte ettirmez. Gıda veya yara»
lür. lanma ile olan B otu lin u m zehirlenmesi oküler myaşteniyi taklit ede­
Nörojenik Ptozis Bu, göz kapağını açan iki kastan-Müller kası bilir.
ve levator palpebra süperior kası-herhangi birinin innervasyonunda- Orbital restriktif hastalık ve myastenia gravis ekarte edildikten
ki bir defektten kaynaklanır. Pupilla muayenesi bu iki olasılık ara­ sonra binoküler diplopinin en sık nedeni ekstraoküler kasları inner-,
sında ayrım yapmaya yardımcıdır. Homer sendromunda ptozisi olan ve eden kranial sinirlerin lezyonudur,
gözün pupillası daha' küçüktür ve göz hareketleri doğaldır. Okülo- Okülomotor Sinir Üçüncü kranial sinir medial, inferior ve sü­
motor sinir felcinde ptozisi olan gözün pupillası normal veya daha perior rektus kasını; inferior oblik, levator palpebra süperior kasını
büyüktür. Eğer pupilla normal ancak'addüksiyon, elevasyon ve dep­ ve iris sfinkterini innerve eder. Okülomotor sinirin total felci pitozi-
resyonda kısıtlılık varsa pupillamn korunduğu okülomotor felci se yepupillanm dilatasyonuna neden olur ve lateral rektus ile süpe­
muhtemeldir (bakınız sonraki bölüm). Nadiren, okülomotor komp­ rior oblik kaslarının dengelenmemiş hareketi nedeniyle göz aşağı ve
leksin küçük, santral subnükleusunu etkileyen bir lezyon normal dışa kayar. Bu bulguların olacağı bilinir. Daha şaşırtıcı olan erken
göz hareketleri ve pupilla ile birlikte bilateral ptozise neden olur. veya kısmi okülomotor felcinin tanısıdır. Burada; pitoz, pupil dila-
tasyonu veya okülomotor sinirin innerve ettiği kaslardan birinin za­
ÇİFT GÖRME yıflığının herhangi bir kombinasyonu olabilir. Felcin gelişimi sıra­
sında sık seri muayene ve şüphelenme tanının atlanmayacağından
Konuyu daha iyi anlamak için ilk nokta, diplopinin bir gözde diğer emin olmayı sağlar. Diğer yönlerden sağlıklı hastalarda ÖzeUjkfe âğ-
gözü kapattıktan sonra devam edip etmediğine bakmaktır. Eğer de­ nnııl eşlik ettiği, herhangi bir dereceden, pupil dilatasyoıju ile-gideıi
vanı ediyorsa tam monoküler diplopidir. Sebep genellikle gözün okülomotor felci, Willis poligonunda anevrizma şüphesini to tın r.
kendisine aittir ve hasta için ciddi sorun yaratmaz. Komeal patolo­ Eğer MR ğörüntüleme bası yapan bir lezyon göstermezse, posterior
jiler (keratokonus, piterjium gibi), düzeltilmemiş kırma kusuru, ka­ kommunikan veya baziller arterde anevrizma olasılığını ekarte et­
tarakt veya foveal çekinti monoküler diplopiye yol açabilir. Nadiren mek içirt arteriogram yapılmalıdir. Eğer okülomotor felcinin diğer
psikiyatrik bir hastalığın belirtisi olabilir. Bir gözü kapatınca düze­ komponentleri varken pupilla tamamen normalse anevrizma olasılı­
len diplopi binoküler diplopidir ve gözlerin paralelliğinin bozulma­ ğı çok azdır. Bu nedenle angiogram nadiren gerekir.
sına bağlıdır. Çift görmenin şekli (tam yan yana görüntü veya kısmi Rostral orta beyindeki okülomotor çekirdeğinin lezyonu sinirin
vertikal yer değiştirme), başlangıç tarzı, süresi, tekrarlayım olması, bizzat kendi hasarının yaptığı belirtilerden farklı belirtilere neden
diümal varyasyonu ve beraberindeki nörolojik veya sistemik prob­ olur. Bilateral pitoz gürülür çünkü levator kası tek bir santral sub-
lemler sorgulanmalıdır. Hastanın muayene sırasında diplopisi varsa nukleus tarafından innerve edilir. Kontrlateral süperior rektus kasın­
hareketlilik testleri hastamn semptomları ile uyumlu olarak bir yet­ da da zayıflık görülür çünkü bu kas diğer taraftaki okülomotor çe­
mezlik vermelidir. Aslında, göz hareketlerinin hafif derecede sınır­ kirdeği ile desteklenir. Nadiren her iki üst rektus kasında zayıflık
lanmasını farketmek genellikle zordur. Örneğin; hafif sol abdusens görülür. îzole nükleer okülomotor felci çok nadirdir. Genellikle nö­
sinir parezisi olan bir hastanın sola bakarken yatay düzlemde diplo­ rolojik muayenede infarkt, hemoraji, tümör veya enfeksiyona bağlı
pisi olduğu halde tüm göz hareketleri doğal görülebilir. Bu durum­ beyin sapı hasarını destekleyen bulgulara da rastlanır.
da göz kapama testi göz paralelliğinin bozukluğunu göstermede da­ Orta beyinden inen okülomotor sinir demetlerini saran yapıla­
ha duyarlı bir metod olarak karşımıza çıkar. Önce karşıya bakışta rın hasarlanması birkaç bazı klasik eponim tablolara yol açar. Noth-
176 il Hastalıkların Aııa Bulgulan ve Takdim Şekilleri inen kortikospinal liflerin hasarına bağlıdır. Ventral pons yaralan-

nagel sendromunda süperior serebeller pedinkul hasarı ipsilateral da buna benzerdir. Bakış felci yerine lateral rektus zayıflığı vardır,
okülomotor felci ve kontrlateral serebellar ataksiye neden olur. Be- çünkü abdusens lifleri çekirdekten daha fazla yaralanır. Beyin sapı
nedikl sendromunda kırmızı çekirdek haşan, ipsilateral okülomotör abdusens felcinin en sık'etyolojik faktörleri infarkt. tünrâr.hemora-
felci ve kontrlateral tremor, kore ve atetoz ile sonuçlanır. Claude ji, vâsküler malformasyon ve multiple sklerozdur.
sendromunda hem kırmızı çekirdek hem de süperior serebellar pe­ Vehtrafponsu terk et^teir'sörirâ'âbcrüsehs siniri klivus boyun­
dinkul hasarı ile yukanda bahsedilen sendromların bulguları bera­ ca ilerler ve kavernöz sinüse girdiği yer olan petröz apekste durayı
ber görülür. En son olarak, Weber sendromunda serebellar pedinkül deler. Subaraknoid boşluktaki seyri sırasında menenjit, tümör (me-
hasarı sonucunda ipsilateral okülomotor felci ve kontrlateral.hemi- nenjiom, kordama, karsinomatöz menengit), subaraknoid hemora­
parezi görülür. ji, travma veya anevrizma basısına maruz kalabilir. Petröz apekste
Subaraknoid boşlukta okülomotor sinir anevrizma, menenjit, mastoidit sonucunda sağırlık, ağrı ve ipsilateral abdusens felci
tümörjnfarkt ve basıya açıktır. Serebral hemiasyonda sinir, tento- meydana gelebilir (Gradsnigo sendromu). Kavernözjynüste sinir,
riumun kenarı ve temporal lobun unkusu arasında sıkışır. Okülo­ karotis anevrizması, karotiko-kavemöz fistül, tümör (hipoFız ade-
motor sinir felci ayrıca orta beyin torsiyöhu ve hemiasyon sırasın­ nomtirînenenjiom, nasofarinks karsinomu), herpes enfeksiyonu ve
da hemoraji nedeniyle de görülebilir. Kavernöz sinüs içinde okülo­ Tolosa-Hunt sendromundan etkilenebilir.
motor siniıJeloi.karötis anevrizması, karotiko-kavemöz fistüLka- Tek veva iki taraflı abdusens sinir felci artmış intrakranial ba­
vernöz sinJLsjrombozu, tümör (pitüiter adenom, menenjionv me- sıncın klasikbirjıulgusudur. Funduimuayenesmdepapilöd.emi gö-
tastatik), herpes zoster enfeksiyonu ve Tolosa Hunt Sendromu gibi rüfürse tanı doğrulanır. Mekanizma halen tam olarak bilinmez ama
sebeplere bağlı olarak görülebilir. büyüITölasılıkla beyjn •sapının rnstral-kaudal ypr değiştirmesine
İzole, pupillayı tutmayan okülomotor felcinin etyolojisi nöro- bağlıdır.^Aynı fenomen düşük intrakraniaL basmç sonucu abdusens
görüntüleme ve ileri laboratuar testlerinin sonucunda bile belirsiz felci için de geçerlidir (örneğin lomber ponksiyon sonrası, spinal
kalabilir. Pek çok olgunun sinirin beyin sapından orbitaya seyretti­ anestezi veya spontan dural BOS sızıntısı). Abdusens felcininledar.
ği yol üzerinde herhangi bir yerde mikrovaskülerinfârktından mey­ visinde altta yatan nedenin derhal düzeltilmesi hedeflenir. Bununla
dana geldiği düşünülür. Genellikle hâsta ağrıdan şikayet eder. Di­ beraber titiz değerlendirmelere rağmen pek çok vakada neden bu­
yabet,, hipertansiyon ve vaşküler hastalık majör risk faktörleridir. lunamaz. Yukanda bahsedildiği gibi izole troklear ve okülomotor
Birkaç ay sonra spontan iyileşme kuraldır. Eğer bu görülmesze, ya felcinde pek çok.. yaka mikrovasküler infarktlara bağlanır, çünkü
da yeni bulgular çıkarsa mikrovasküler okülomotor sinir felci tanı­ genellikle diyabet ya da diğer vaşküler ri^^föl& İeım in varlığmda
sı yeniden gözden geçmlrnelidif. Okülomotor sinir travma veya-bâ* göfülürler. Bazr v a k â fc p ö ’sTenfeksiyöz mononörif olarak ğeîişebr-
sı sonucu yaralanmışsa anormal ryenerasyon sık görülür. Levator lirler (örneğin viral grip sonrası). Bir gözü kapatma ya da geçici
palpebra kası ve rektus KâsTânna dağılan liflerin yanlış bağlanması prizma- uyğülamasr felci düzelene-feadar diplopiyk düzeltecektir.
aşağı bakışta veya adduksiyonda gözkapağının kalkmasına neden Eğer iyileşme tam olmazsa ekstraoküler kâs cerrahisi gözleri eri
olur. Âdduksiyon, elevasyon veya gözün depresyonunda pupilla dâ azından primef pozisvondaparalel hale büyük oranda getirecektir,
daralır. Mikrovasküler infarkta bağlı okülomotor felci sonrası anor­ İyileşmeyen abdusens felci olan bir hasta gizli bir etyoloji açısın­
mal rejenerasyon görülmez, bu daTaniyr d estek ler' dan mutlaka yeniden değerlendirilmelidir. (Örneğin kordoma, kaf-
Troklear Sinir Dördüncü sinir orta beyinde okülomotor sinir siriömatöz menenjit, kârotikö-kavemöz fistül, myastenia gravis).
kompleksinin hemen arkasından köken aim Lifler beyin sapını dor- Multiple Oküler M otor Sinir Felçleri Bunlar bir seferde bir­
salden terkeder ve kontrlateral süperior oblik kasını innerve etmek den fazla kranial siniri tutan spontan mikrovasküler olayîârîTEâğ-
için çaprazlaşır. Bu kasın esas hareketleri gözün depresyonu ve in- lanmarhâlıdır. Bü öncrnlTblgu özellikle diyabetikjıastalarda görü-
torsiyonudur. Bu nedenle feldnd.e hipertropia ve ekssiklötorsİyon lüfaîicak tanı diğer tüm tanı altematiflerTekârte edildikten sonra
görülür, Siklotorsiyon nadiren hastalar tarafından farkedilir. Bunun geriye dönük olarak konur. Nöro-görüntüleme her üç oküler motor
yerine genellikle okuma sırasında veya aşağı bşkışta vertikal diplo- sinirin birbirine yakın, seyrettiği kavernöz siniis. orbita apeksi ve
piden şikayet ederler. Vertikal diplopi başı kas felcinin olduğu tara­ süperior orbital fıssür üzerinde ypğjınlaşmalıdır. Diyabettir veya
fa e l e k l e S tar, diğer tarafa çekmekle azalır. Bu "baş eğme" tes­ düşkün hastalarda mantar enfeksiyonu (Aspergillus, Mukor, K r ip -
ti önemli bir tanı kriteridir. ~ to k o k k u s ) multiple sinir felçlerinin sık görülen bir nedenidir. Siste-
İzole troklear sinir felci yukanda okülomotor sinir için sayılan mik malignensisi olan birhâstada karsinomatöz menenjit sık görü­
anevrizma hariç tüm sebeplerle meydana gclcbilir.s.Troklear sinir len bir nedendir. Tekrarlanan BOS örneklerinde sitojojik inceleme
kapalı kafa travması sonrası yaralanmaya adaydır. Mekanizma bi­ negatif olabilir. Kanserle bağlantılı Lambert-Eaton miyastenik
linmemektedir ancak tentroriumün serbest kenarı konküzyon sıra­ sendromunda da oftalmopleji görülebilir. Dev hücreli (temporal)
sında siniri sıkıştırabilir. İzole troklear sinir felçlerinin pekçoğu idi- arterit nadiren ekstraoküler kasların iskemik felçlerine bağlı diplo­
opatiktir ve bundan dolayı mikrovasküler olarak deprlehdırilin pi nedeni olabilir. Guillain Barre sendromunun bir oküler varyantı
Birkaç ay içinde pek çok hastada spontan gelişme görülür. Tabanı olan Fisher Sendromunda areflexi ve ataksi ile beraber oftalmople­
aşağıda bir prizma (hastanın gözlüğüne yapıştırılan Fresnei lensi ji görülebilir. Sıklıkla ataksi hafiftir ye doktorun dikkati gözler üze­
gibi) diplopiyi azaltmak için geçici olarak kullanılabilir. Eğer felç rine yoğunlaştığı için areflexi gözden kaçabilir; ; "
düzelmezse, gözler diğer gözün kaslarını ayarlayarak paralel hale Supranükleer Bakış Bozuklukları Bunlar genellikle multiple
getirilebilir. oküler motor sinir bozuklukları olarak yanlış değerlendirilirier?Ör-
Abdusens Sinir Altmcijqanial sinir lateral rektus kasını in- neğin; Wemjke ensefalppatisi kombine abdusens ve okülomotor si­
nerve eder. Felcinde lezypn tarafına bakışta artan horizontal diplo­ nir felcini taklit eden nistagmus, horizontal ve vertikal bakışta par-
pi görülür. Nükleer bir lezyonun daha farklı sonuçları vardır, çün­ sial defekt yapabilir. Bu bozukluk beslenme bozukluğu olan veya
kü abdusens çekirdeği, kontrlateral okülomotor kompleksin medial alkolik hastalarda görülür ve thiamin verilerek düzeltilebilir. İn-
rektus subnukleusuna medial longitudinal demet aracılığıyla yansı­ farkt, hemorajı^tümör, multiple skleroz, ensefalit, vaskülit ve
yan-intemöronlara sahiptir. O nedenle abdusensin nükleer felcinde Whipple hastalığı supranükleer bakış felcinin diğer önemli neden­
hem ipsüateral lateral rektus, hem de. kontrlateral medial rcktusun leridir.
zayıflığından dolayı tam lateral bakış kısıtlılığı görülür. Dorsal Serebral korteksin f r o n t a l g ö z a la n ı kontrlateral tarafa salınma­
pons yaralanmasını takiben görülen Foville. sendromunda lateral ların genelinde yer alır. Hemisferik felç sonrası gözler normal he-
bakış felci, ipsilateral fasial feç ve kontrlateral hemiparezi aşağı misferdeki frontal göz alanının karşılanmamış aksiyonu nedeniyle
li.i,şarlanmış tarafa deviye olurlar. Zamanla bu defekt düzelir. Nö­ 28 Göz Hastalıkları 177
betler genellikle ters etkiye sahiptir; gözler birlikte irritatif odaktan
öteye deviye olur. Parietal lezyonda lezyonun olduğu tarafa doğru dar görülmeyebilir. Konjenital sensorial nistagmusa benzeyen k o n ­
hareket eden hedeflerin takibi bozulur. Bilateral parietal lezyonda j e n i t a l m o to r n istag m u s sensorial vizüel sistemin heriıangi bir ano­
göz-el koordinasyon bozukluğu (optik ataksi) istemli göz hareket­ malisinin yokluğunda gelişir. Konjenital motor niştagmusta muhte­
lerini başlatmada güçlük (oküler apraksi) ve vizyospasyel disor- melen nistagmusa bağlı olarak görme keskinliği düşer ancaknedi-
yantasyon (simultanagnosi) ile karakterize B a l i m se n d r o m u görü- ren 2 0 / 2 0 0 ’tira ffin d a d ir-------------- — ^ "
lür. ■ S ı ç r a y ı c ı ( J e r k ) N i s t a g m u s Bu tip nistagmus hızlı, düzeltici bir
Horizontal Bakış Horizontal bakışı düzenleyen inen kortikal salınım tarafından takip edilen, hedeften yavaş bir sapma ile karak-
uyanlar pons düzeyinde bir araya gelirler. Paramedian pontirı reti- terizedir. Tarifi kolay olsun diye nistagmusun adım hızlı fazından
küler formasyondaki sinirler aynı tarafa doğrjj.konjugebâîaşguîso­ alır. Jerk nistagmus aşağı vuran, yukarı vuran, sağa veya sola doğ­
rumludur. Doğrudan ipsilateiâl abdusens çekirdeğine yansırlarPa- ru olabileceği gibi torsiyonel de olabilir. Nistagmusun patemi bakış
ramedian pontin retiküler formasyon veya abdusens çekirdeğinin pozisyonu ile değişibelir. Bazı hastalar nistagmusun farkında olma­
herhangi birinin lezyonu ipsÛateral konjugebaktş felcine neden yabilir. Farktnda olanlar ise nistagmusuna bağlı olarak çevrenin
olur. Bunlardan herhangi birinin lezyonu şu istisna ile hemen he­
men aynı klinik sendroma yol açar; vestibüler stimulasyon ile (okü- ederler. Hafif nistagmus gözlerin kaba muayenesi ile gözden kaça­
losefalik manevra veya kalorik) paramedian pontin retiküler for­ bilir; Öftalmoskopide optik diskin nistagmoid hareketini görmek
masyon lezyonu olan bir hasta gözlerini yana konjuge olarak şevi- silik nistagmusu saptamak için faydalı olabilir, Biomikroskopik in­
rebiürkfen; abdusens çelcirdeğînîe lezyonu olan bir hasta bunu ya­ celeme de faydalıdır.
pamaz. ’ V" : : : B o k s i t e U u y a n la n N is ta g m u s Bu, ani nistagmusun en yaygın
Interniikleer Oftatmopleji Bu, ponstaki abdusens çekirdeğin- şeklidir. Gözler orbitada ekzantrik tutuldukfâ f fT ^ a n primer po­
ılcıı orta beyindeki okülomotor çekirdeğim*çıkan medial longitudi­ zisyona dönnı& eğilimleri-vardır. Kaymış göz pozisyonunu sürdür­
nal (letfietin hasarına bağlıdır (tsü nedenle "intemükleer'SAbdu- mek î ç f f düzeltici bir salınım yaparak kompanse etmeye çalışır!
•eiıs internördnlMrtd?i|ltonE ^ teral medial rektuamptor nöronlan- Pek çok normal hastada hafif miktarda bakış ile uyarılmış nistag­
ııa konjuge sinyal taşıyan liflerin hasarı istemli dışa bakışta adduk- mus vardır. Abartılı bakış ile uyarılmış nistagmus ilaçlar (sedatifler,
siyon yapamama ile sonuçlanır. Örneğin; sol intemükleer öftalmoı antikonvülzanlar, alkol), kas güçsüzlüğü, myastenia gravis, dernye- i
lojilı bîr hastanm sofgözünde adduksiyon yavaşlayacak veya kay­ linizan hastalık ve serebellopontin köşe, beyinsapı ve serebellar
bolacaktır. Bilateral medial longitudinal demet haşan olan bir has­ lezyonlar ile meydana gelebilir.
tada bilateral intemükleer ofitalmopleji'olacaktır. Multiple skleroz V e stib ü le r n istd g m u s L a b ir e n U M e n i e r e h a i t a h f ı f j verübuler
en sık sebejolm akla beraber tümör, felç, trayma veya herhangi bir sinir veya beyinsapında vertibuler çekirdeğin disfonksiyonundan
beyin sapı o }s.y ıS Q X ü m \ \ ı^ b ^ \ x .'B irğ u çu k sen d ro m u l aym taraf­ kaynaklanabilir. Periferik vestibüler nistagmus genellikle halsizlik
ta medial longitudinal demet ve abdusens çekirdeğinim kombine ve basdönmesi belirtileriyle avn ataklar halinde eörülür Beraberin-
lezyojmjÜLbağlıdır; Hastanın tek yapabildiğigöz hareketi diğer ta­ de tinnitus ye işitme kaybı olabilir. Baş pozisyonunda ani kaymalar
raftaki gözün aMuksiyonudu^^ semptomları provoke edebilir veya arttırabilir.
Vertikal Bakış Bu, orta beyin düzeyinde kontrol edilir. Verti- D o w n b e a t ( a ş a ğ ı sıçrayıcı) N is t a g m u s Kranioservikal bileşke­
kal bakış bozukluklanndaki etkilenen nöronal devreler tam olarak ye yakın lezyonlarda görülür (Chiari malformasyonu, basilar inva-
aydınlatılmamıştır, Mcak^medial Longitudinal demetuiJ-ostral'in- jinasyon). Ayrıca beyinsapı veya serebellar inmede, lityum veya
terstiyel çekirdeğinin ve de cajalin interstisvel cekirdeğininJez- antikonvülzan entoksikasyonunda, alkolizm ve multiple sklerozda
yonlan yukan bakış, aşağı Bakış ve_tüm^ertikaf gözhareketlerinin da görülebilir. Upbeat (y u k a rı s ıç r a y ıc ı) nistagmus pontin tegmen-
supran Uldeerpafazirinenedenolur-Distal bazıller arter iskemisi en tuma felç, demyelinizasyon veya tümör nedeniyle hasar sonucu gö­
yaygın etyolojik faktördür. Skew deviaşyon genellikle tüm bakış rülür.
pozisyonlarında sabit olan vertikaTRÖzrkavmasım anlatır. Bulgu lo- Opsoklonus Bu nadir, dramatik göz hareket bozukluğunda pat-
kalizasyon hakkmdaçok az ipucu verir, çünkü skew deviaşyon j2 g- lavıcı tarzda takip eden salmnnlar görülür (sakkadomania). Salı-
yin sapı ve serebellumun geniş dağlımlı bölgelerinin lezyonların- mmlar horizontal düzlemde olursa ’’o k ü l e r M a t t e r f t m ım k u l lm û m
daft sonra bildirilmşitir. Viral ensefalff travma veya nöroblastom, meme kanseri ve diğer
Parinaud Sendromu Dorsal orta beyin sendromu olarak da bi­ malignitelerin paraneoplastik sendromuna bağlı görülebilir. Diğer,
linir. Posterior,komis.sürde.hasar sonrası kolaylıkla görülen supra- yönden sağlıklı insanlarda benign, geçici bir fenomen olarak görü­
nükleeP'vertikaL.bakiş.,Bözukluğudur. Aquadukt stenozu sonrası lebildiği de bildirilmiştir.
hidrosefalinin klasik bir bulgusudur. Pineal bölge tümörleri (germi-
nom, pineablastom}, sistiserkoz ve inmeHeParinaûB seıidromuna BİBLİO G R A FYA
yol açabilir. Bulgular yukan.bakış kaybı (bazen aşağı bakış), istem­
ALBERT DM, JAKOBIEC FA (eds): Principles and Practice ofOphthalmology,
li yükarıbakıştakonverjans-retraksiyon nistagmus, gözün, aşağıde- 2d ed. Philadelphia, Saunders, 1999
viasyonu (günbatınu manzarası), kapafcietraksiyonu, (Collier bul­ AVERBUCH-HELLER t et al: A double-blind controlled study of gabapentin
gusu), skew deviaşyon, psödoabdusens felci ye pupillalann ışık-ya- and baclofen as treatment of acquired nystagmus. Ann Neurol 41:818,1997
B ARTALENA L et al: Relation between therapy for hyperthyroidism and the co­
km dissosiasyonunu içerir. Vertikal bakış bozuklukları, özellikle urse of Graves' ophthalmopathy. N Engl J Med 338:73,1998
aşağı salınımlar, progresif supranükleer felcin erken belirtileridir. BECK RW et al: A randomized controlled trial of corticosteroids in the treatment
Parkinson hastalığı, Huntington kore ve olivopontoserf.bdlai.deje- of acute optic neuritis. N Engl I Med 326:581,1992
BURDE RM et al: Clinical Decisions in Neuro-ophthalmology. 2d ed. S t Louis,
nerasyon vertikal bakışı da etkileyebilir.
Mosby, 1992
Nistagmus Bu durum, vestibüler veya optokinetik uyanm so­ GASS JD: Stereoscopic Atlas of Macular Diseases, 4th ed. St. Louis, Mosby,
nucu fizyolojik ya da geniş bir grup hastalık sonucu patolojik ola­ 1996
GOLD DH, WEINGEIST TA (eds): The Eye in Systemic Disease. Philadelphia,
rak görülebilen, gözlerin ritmik titremesidir. Gözlerin veya optik si­
Lippincott, 1990
nirlerin doğumda var olâiT veya çocnklukta kazanılan anomalileri INZITARID et al for the North American Symptomatic Carotid Endarterectomy
düzensiz sinüsoidal ya da ani özellikler taşıyan kompleks, arayıcı Trial CoUabotators: The causes and risks of stroke in patients with asymp­
nistagmusa yol açabilir. Bu genellikle k o n je n ita l s e n s o r ia l n ista g ­ tomatic internal carotid artery stenosis. N Engl J Med 342:1693,2000
KRACHMER JH et al: Cornea. St. Louis, Mosby, 1997
m u s olarak bilinir. Fakat bu zayıf bir ifadedir. Çünkü konjenital lez- LEIBOWITZ HM. WARING GO (eds): Corneal Disorders. Clinical Diagnosis
yonu olan çocuklarda bile nistagmus çocuk birkaç aylık olana ka­ andManagement. Philadelphia, Saunders, 1998
178 U :i;iM.ıiıkiarııı Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri memiştir. Nöronları dışardaki çevreden sıkıca ayıran bir bariyer ol­
masına rağmen tam fonksiyonları bilinmemektedir. Bazal hücreler
LE1B0W1TZ HM: The red eye. N Engl J Med 343:345, 2000 olfaktor nöroepiteldeki bipolar reseptör hücreleri de içeren diğer
LEIGH RJ, ZEE DS: The Neurology of Eye Movements, 3d ed. Oxford, Oxford
Univ Press, 1999 hücrelerin progenatörüdür. Primer duyu nöronları olan bipolar re­
MILLER NR, NEWMAN NJ: Walsh and Hoyt's Clinical Neuroophthalmology, septör hücrelerin düzenli bir yıkımı olmaktadır. Ek olarak hücre
5th ed. Baltimore, Williams & Wilkins, 1998
gövde veya akson hasarında reseptör hücresi diferansiye bazal hüc­
NATHAN J et al: Molecular genetics of inherited variation in human color visi­
on. Science 232:203, 1986 re ile yer değiştirerek santral nöral bağlantıyı tekrar kurar. Bundan
NE1TZ M, NE1TZ J: Molecular genetics of color vision and color vision defects. dolayı primer duyu nöronları duyu sistemleri içinde düzenli olarak
Arch Ophthal 118:691,2000
yenilenen ve hasar sonrası rejenere olabilen tek nörondur.
Optic Neuritis Study Group: The 5-year risk of MS after optic neuritis. Experi­
ence of the optic neuritis treatment trial. Neurology 49:1404, 1997 Reseptör hücrelerinin myelinsiz aksonları olfaktor siniri oluş­
Optic Neuritis Study Group: Visual function 5 years after optic neuritis. Experi­ turarak kribriform plateden geçerek olfaktor bulbustaki glomerul
ence of the optic neuritis treatment trial. Arch Ophthalmol 115:1545, 1997
POLANSKY JR, NGUYEN TD: The T1GR gene, pathogenic mechanisms, and denilen nörofilin sferik kitlesinde sonlanır. Glomerüliler çok sayı­
other recent advances in glaucoma genetics. Curr Opin Ophthalmol 9:15, da sinir lifinin geldiği ve çıktığı bilginin çok yoğun olarak dönüş­
1998 türüldüğü odaklardır. Ana ikinci nöronlar mitral hücrelerdir. Her
SELLEBJERG F et al: A randomized, controlled trial of oral high-dose methylp-
rednisolone in acute optic neuritis. Neurology 52:1479, 1999 mitral hücrenin primer dendriti tek glomerüle uzanır. Mitral hücre­
SINGH G et al: A mitochondrial DNA mutation as a cause of Leber’s hereditary lerin aksonları dokusal hücreler ile birlikte anterior olfaktor nuk-
optic neuropathy. N EnglJ Med 320:1300, 1989
leus, prepiriform korteks, periamigfaloid korteks, olfaktor tuberkül,
SPENCER WH (ed): Ophthalmic Pathology. An Atlas and Textbook, 4th ed. Phi­
ladelphia, Saunders, 19% lateral olfaktor traktın nükleusu ve amigdalm kortikomedial nükle-
THOMKE F, HOPF HC: Isolated superior oblique palsies with electrophysiolo- usunu da içeren limbik sisteme uzanır. Kokunun kognitif olarak
gically documented brainstem lesions. Muscle Nerve 23:267, 2000
VAUGHN D et al: General Ophthalmology, 15th ed. Norwalk, Appleton & Lan­ farkında olunması için prepiriform korteksin veya amigdaloid nuk-
ge, 1999 leusun uyarılması gerekir.
WEBER J et al: Selective intra-arterial fibrinolysis of acute central retinal artery
Sekonder potansiyel olfaktor kemosensitizasyon bölgesi de
occlusion. Stroke 29:2076, 1998
nazal septumun ön yüzüne açılan tubuler yapı olan vomeronazal
organın epitelidir. Vomeronazal organdaki duyu nöronları feromon-
'■»O 1 A n il K. Lahvani, James B. S n o w jr.
lan saptar. Alt memelilerdeki istemsiz kimyasal sinyallerin esas te-

TAT, KOKU VE İŞİTME tikleyicisidir ve sterotipik üreme ve sosyal davranışları, nöroen-


dokrin değişikler gibi belirler. Organdan nöronlar olfaktor noroepi-
BOZUKLUKLARI
teldeki gibi sadece ana olfaktor bulbusa değil aksesuar olfaktor bul-
Yücel Akbaş busa da uzanır. Bunun yanında, insanlarda vomeronazal organın di­
ğerlerinden gelen kimyasal sinyalleri saptamak ve cevap için kulla­
KOKU
nıldığı tartışmalıdır. Kallmann sendromunun molekuler patolojisi
ile ilgili yapılan çalışmalarda olfaktor ve vomeronazal sistemin ge­
Koku duyusu yiyecek ve içeceklerin yenilebilirlik ve lezzetini be­
lişmesinin normal seksüel olgunlaşma için gerektiğini düşündür­
lirler. Doğal gaz, duman ve hava kirliliği gibi tehlikeli maddeleri
mektedir (Konu 335).
içeren solunan kimyasalların izlenimini trigeminal sistem boyunca
Koku duyusu, odorantm bipolar nöronların silyalanna girmesi
yapar. Tat duyusunun azalması veya kaybı 60 yaş altının % 1’in i,
ile başlar. Çoğu odorant hidrofobiktir ve nazal kavitenin hava fa­
60 yaşından sonra yansını etkiler.
zından olfaktor mukusun aköz fazına hareket edebilir, suda çözü­
TA N IM LA R K o k u , burunla kötü kokunun alınmasıdır. Tat ise
nen küçük o d o r a n t b a ğ la y a n p r o t e in le r ile silyalara doğru taşınır
tuzlu, tatlı,ekşi veya acınm dil ile algılanmasıdır. Yemek yerken alı­
ve silya üzerindeki reseptöre reversibl olarak bağlanır. Bağlanma
nan soğukluk hissi, sıcaklık, ve irritasyon duyulan gibi ilişkili du­
yular burun, oral kavite, farenks ve larenkste trigeminal, glossofa- reseptör proteininde yapısal değişikliklere neden olur, biyokimya­

rengeal ve vagal afferentler aracılığıyla alınır. L e z z e t tat, koku ve sal olayları indükler ve primer nöronlarda aksiyon potansiyeli ile

somatik hislerin kompleks etkileşimidir. sonuçlanır. Transduksiyon ikinci mesajcılara bağlı G proteinin ak-

Koku bozukluklan an osrn i (koku alma yeteneğinin olmaması), tivasyonuna bağlıdır. Şiddet, aktive olan afferent nöron miktarına
hiposmi (koku almanın azalması), hiperosmi (kokulara karşı aşm bağlıdır.

hassasiyet), disosmi (koku alımmda bozukluk), fantosmi (olmayan Kokuyla ilgili genetik basit elementler yeni anlaşılmaktadır.
kokunun alınması) ve agnosidir. (kokuların birbirinden ayırt ede­ Olfaktor proteinler G proteinine bağlı reseptör ailesinine dahildir
bilip tanıyabilen ama sınıflandırılma, yoğunluğunun veya koku du­ ve rodopinleri, alfa ve beta adrenerjik resptörleri, muskarinink ase-
yusunun sözel olarak tanımlanmaması). Koku uyaranı odorant ola­ tilkolin reseptörleri, dopamin, seratonin ve P maddesi için nörot-
rak tanımlanır. Her koku bozukluğu kendi içinde tam (tüm odoran- ransmitter reseptörlerini kapsar, G proteinine bağlı reseptörlerin
talar uygulanan) ve kısmi (sadece seçilmiş kokulara) gibi alt grup­ üyeleri 20-28 hidrofobik aminoasit artığından oluşan 7-putatif he-
lara ayrılabilir. likal transmembran alanı varlığı ile karakterizedir. Memelilerde
K O K U F İZ Y O L O JİS İ Olfaktör nöroepiteli burun boşluğu­ 300 ile 1000 olfaktor reseptör geni vardır ve kümeler halinde deği­
nun üst kısmında bulunur. Düzenli olarak yerleşmiş bipolar olfak- şik kromozomlarda 2 0 değişik grup bulunur. İnsanlarda kromo­
tor reseptör hücreleri, mikrovillar hücreler, sustentakular hücreler zomlarda yerleşik 2 5 ’den fazla değişik reseptör geni vardır. Gen
ve bazal hücrelerden oluşur. Bipolar hücrelerin dentritik prosesi kümeleri genlerin tekrarlayan duplikasyonlan sonucu veya genle­
ampül gibi topuz veya vezikül şeklindedir, mukoza tabakasına doğ­ rin kümesi olarak beliriler. Her olfaktor nöron sadece bir veya en
ru uzanır ve 6 - 8 silya içerir. Bu siliar koku reseptörlerini içerir. Si- fazla birkaç reseptör geni ifade eder, böylece koku tayininin mole-
lialann yerleşimi çevreyle etkileşimini artırr ve 5 6 cm2’ lik alanda­ küler temelini destekler. Çeşitli dokularda da resptör görülmesi, ol­
ki her bipolar hücreye iletir. faktör epitel ve memeli germ hücresi gibi, bunların primer görevi
Mikrovillüslü hücreler nöroepitelyumun üzerindeki reseptör kokuyu tanıma ve ayırt etmektir. Bipolar hücrelerde farklı uzaysal
hücrelerine bitişik olarak bulunur. Sustentakular hücreler respiratu- bölgelere yayılan benzer reseptörlerin görülür. Benzer hücreler ol­
ar sistemdeki benzerlerinin aksine mukus salgılamak üzere özelleş­ faktör bulbusun bazı glomerüllerinde bir noktaya yönelir. Sonuç
olarak koku uyaranının nasıl -alındığının uzaysal haritası işitmeyi 29 Tat, Koku ve. işitme Bozuklukları 179
nasıl aldığımızın tonotopik organizasyonuna benzen
olfaktor yapılara hasar verebilir, Bu tümörler ve hamartomlar tem­
KOKU DUYUSU BOZUKLUKLARI Koku duyusunun bo­ poral lobun unkusunun tutulduğunu gösteren koku halusinasyonlu
zuklukları odorantın ol faktör nöroepiteline ulaşmasının engelleyen nöbetleri indükleyebilir.
nedenler (transport kaybı), reseptör bölgesi haşan (sensöriyal ka­ Disosmi, koku algılamanın sübjektif bozulmasıdır ve kokuyu
yıp) veya koku yolunda hasar( nöral kayıp) nedeniyle olabilir. Bât azaltan burun içi hastalık ve nörojenik anosminin iyileşme fazında
anda bu tip koku bozuklarını ayırt edebilecek bir test yoktun Fakat görülebilir. Çoğudisomik hastalıkta hoşa gitmeyen veya kötü koku
hastalığın, hikayesi önemli ipuçlan verir. Koku bozukluğuna neden olur ve tat bozuklukları da eşlik edebilir. Disosini depresyonla da
olan sebepler Tablo 29-1 ’de özetlenmiştir. Etyolojide en sık neden ilişkilidir.
kafa travması ve viral enfeksiyonlardır. Kafa travması çocuk ve
adölesanlarda sık iken yetişkinlerde viral enfeksiyonlar sıktır;
Kafa travmasını takiben tek veya çift taraflı koku kaybı vakalar
nn %15’ine kadar görülebilir ve anosmi hiposmiden daha sıktın
Koku bozukluğu, travmada bilinç kaybı Varlığı, ortadan ciddi kafa
--------------- — -— H a sta ya Y aklaşım :------------ ^
travmasi (grade IUV) ve kafatası kıriklah olan Vakalarda daha sık
görülür. Frontal hasar ve kırıklar olfaktor aksonların geçtiği kribri-
form plateyi parçalar. Bazen kribriform plate ve paranazal sinüs Başlama hikayesi ve hastalığın seyri etyolojiyi saptamada önemli­
dir. Tek taraflı anosmiden nadiren şikayet edilir ve sadece her iki
üzerindeki duranın yırtılmasına bağlı olarak beyin omurilik sıvısı
ııazal kav itenin ayri ayn koku muayenesi yapıldığında ortaya çıka­
kaçağı (ritıore) eşlik edebilir. Oksipuf parçalanmalarında anösmi
rılır. Diğer taraftan bilateral anosmi hastayı hastaneye getirir. Anos-
olabilir, Travmatik anosmi geliştiğinde, bu genellikle kalıcıdır, sa­
dece % lö hasta düzelir ve iyileşir. Kökü duyusuıiun bozulması iyi­ mik hastalar tat eşiklerinin normal sınırlarda olmasına rağmen tat

leşme döneminin trahsiyent fazında olabilir. duyusu kaybından da şikayet ederler. Gerçekte bunlar esas olarak

Viral enfeksiyonlar olfaktor nöroepitelde hasara neden olur ve koku fonksiyonu olan lezzet kaybından şikayet eder. Fizik muaye­

solunum cpiteli ile yer değiştirir. Parainfluenza tip 3 virüsü koku ne kulakları, üst solunum yolunu ve baş boyunu içermelidir. Krani-

için özellikle zararlıdır. HIV enfeksiyonu tat ve kokunun sübjektif al sinirleri ve setebellar ve sensörimotor fonksiyonları içine alan

bozulmasıyla birliktedir ve hastalık ilerledikçe ciddileşir. Koku ve nörolojik muayene gerekir. Hastanın genel modu değerlendirilmeli­

tat kaybı HIV enfeksiyonuna bağlı kilo kaybı olması ve ilerlemesin- dir ve depresyon bulgulan kaydedilmelidir.

de önemli raf oynayabilir. Konjenital anomaliler nadir fakat Önem­ Koku duyusunun duyusal değerlendirilmesi hastanın şikayetle­
lidir. Kallmann sendromu X ’e bağlı bir hastalıktır ve konjenital rini değerlendirmeyi pekiştirmek, tedavinin etkinliği değerlendir­

anosmi ve hipogonadotropik hipogonadizm ile karakterizedir. Ol­ mek ve kalıcı kaybı saptamak için gereklidir. Birkaç metod ile bili:

faktor reseptör nöronlarım ve gonototropin salgılayıcı hormonu nen kalitatif duyularla derecesi saptanabilir. Odor Stiz testinde, ko­
sentezleyen nöronların olfaktor platodan göçünde olan başarısızlık ku üreten sihirli işaretleyici, kalem benzeri yaklaşık olarak 8- İS cm
sonucu gelişir (Konu 328). Sorumlu gen (KAL) klonlanmıştır. Al- boyutlarında bir alettir ve hastanın burnundan kabaca koku alma
binolarda da anosmi olabilir. Reseptör hücreleri vardır fakat hipop- duyusu test edilir. Diğer bir koku alma testi de 30 cm alkol testidir.
lastik, silyasızdır ve çevredeki destek hücrelerinin üzerine uzan­ Taze olarak açılmış isopropil alkol hastanın burnunun 30 cm uza­
maz. ğından tutulur. Ticari olarak satılan üç koku içeren çizme-koklama

Anosminin en sık neoplastik nedeni alt frontal bölge menengi- kartlan da kullanılanabilir. En üstün test Pensilvanya Üniversitesi
omlandır. Başlangıçta koku kaybı tek nörolojik bulgu olabilir. Na­ Koku Tanımlama Testidir (PÜKTT). Bu 40 parçalı, zorlu seçenek,

diren anosmi frontal lob gliomu ile birlikte olabilir. Genellikle hi- mikrokapsüle odorant, çizme -koklama paradigmlerini içerir,, ö r­

pofız adenomu, kranifarengioma, suprasellar menengiomlar ve neğin, bif madde şöyle okunur ”bu koku daha çok a) çikolata, b)
Willis poligonunun ön kısmındaki anevrizmalar öne doğru uzanıp muz, c) soğan, d) tropikal meyve’ye benziyor” ve hastaya bu cevap
alternatiflerinde birisini seçmesi söyleniyor. Test yüksek oranda gü­
venilirdir, yaş ve cinsiyet farklılıklanna duyarlıdır ve koku kaybı­
Tablo 2‘M Nurkolepside Semptomların Sıklığı
nın kantitatif olarak saptanmasını sağlar. Tam koku kaybı olan has­
Transport koku kaybı N öral koku kayıp ları talar skorlan 40 madde de 7- 19’dur. Total anosminin ortalama sko­
Âllerjıkrinit AtDS ru beklenenden hafifçe yüksektir, bu da odorantın trigeminal stimu-
Bakteriyel rinit ve sinüzit Alkolizm
lusyonundan dolayı olur.
Konjenital anomalüer (Ensefa- Alzheimer hastalığı
losel) Kimyasal toksinler İkinci basamak feni) etil alkol odorant testiyle tutan stimulus ile
Nazal neoplazmlar Sigara saptama eşiğini ortaya koymadır. Burnun iki tarafı için fenil metil
Nazal polipler Depresyon etil karbinol ile eşik değeri saptanır. Burnun her iki tarafı için rino-
Nazal septal deviasyon Diabetes mellitus
manometre ile nazal rezistans ölçülebilir.
Nazal cerrahi İlaçlar
Viral enfeksiyonlar Huntington koresi Paranazal sinüzit, anterior kranial fossa, nazal kavite ve parana-
Duyusal koku kayıpları Hipotiroidi zal sinüs tümörleri ve anterior kranial fossanın kırıklarını ekarte et­
İlaçlar Kallmann sendromu mek için bilgisayarlı tomografi ve MRI gerekir. Kemik anomalileri
Neoplazmlar Korsakoff psikozu
Radyoterapi Malnutrisyon en iyi BT’de görülür. MRI olfaktor bulbus, ventriküller ve beynin
Toksik kimyasala maruziyet Neoplazm diğer yumuşak dokularını değerlendirmede faydalıdır. Koronal BT
Viral enfeksiyonlar Nörocerrahi kribriform plate, anterior kranial fossa ve sinüs anatomisi için en iyi
Parkinson hastalığı
yöntemdir.
Travma
Vitamin B ) 2 eksikliği Olfaktor epitel biopsisi için teknikler geliştirilmiştir, fakat ol­
Çinko eksikliği faktor nöroepitelin yaygın olarak dejenerasyone olması ve yetişkin­
180 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri tör hücrelerinin mikrovilluslannm uzandığı delikler bulunur. Koku
duyusunun tersine reseptör hücreler primer nöron d epd ir. Bunun
lerde koku bozukluğu olmadan solunum epiteli ile karışmasından yerine gustatuar afferent nöronlar uçlan kendi tat reseptör uçlan ile
dolayı biyopsi materyali dikkatlice çevrilmelidir. temas eder. Transdüksiyori ikincil mesajcıya bağlı G proteinin akti-
vasyonu ile olur, fakat her tat kalitesi için detaylan farklıdır;
Tat duyusu fasial, glossofarengeal ve vagal sinirler ile taşınır.
fjBjjj TEDAVİ Alerjik rinit, bakteriye! rinit, sinüzit, polipler, neop- Gustatuar sistem en az beş resptör topluluğunu kapsar. Tat tomur-»
lazmlar ve nazal kavitenin yapısal anomalilerine bağlı transport cukları dilin yan yüzü ve üzerinde, dil kökünde, damakta, epiglot,.
kayıplı hastalar tedavi ile düzeltilebilir. Aleıji kontrolü, antibiyotik larenks ve özefagustaki papillarda bulunur. Fasial sinirin korda tim­
tedavisi, topikal ve sistemik glukokortikoid tedavisi ve nazal polip, pani dalı dilin ön 2/3 kısmının tat duyusunu alır. Dilin arka 1/3 kıs­
septum deviasyonu ve kronik hipeıplastik sinüzitler için cerrahi te­ mının tat duyusunu glossofarengeal sinirin lingual dalı alır. Damak-»
davi kokunun restorasyonunda etkilidir. tâki affrent büyük greater süperfisial petrozal sinir ile genikulat
Sensorinöral koku bozuklukları için tanımlanmış etkili tedavi gangliyona gider ve sonra fasial sinir ile beyin sapma gider. Vagu-
yöntemi yoktur. Fakat sıklıkla spontan düzelme olur. Çinko ve vi­ sun dalı olan süperior laringeal sinirin internal dalı epiglot, larinks
tamin tedavisi (öz, vit A ) bazı yazarlar tarafından önerilmektedir. ve özefagusun tat duyusunu taşır.
Ciddi çinko eksikliği koku kayjuna veya bozulmasına neden olabi­ Sinirlerin santral bağlantıları beyin sapında traktus solitariusun,
lir, fakat bu sadece smıılı coğrafi alanlarda klinik olarak önemlidir nükleusunda sonlanır. Santral yol nükleus solitariustan ipsilateral
(Konu 75). Vitamin A eksikliğinde olan epitel dejenerasyonu anos- ponsun parabrakial nükleusuna uzanır, Parabrakial nükleustan iki
miye neden olabilir, fakat batı topluluklarında vitA eksikliği insi- yola ayrılır. Bir tanesi gustatuar dorsal talamusa iletilir, şinaps ya­
dansı düşüktür. Sigara içimi ve diğer hava yolu toksik maddeleri de par ve korteksin insulasına devam eder. Parabrakial nUkleusdan di­
olfaktor epitelde metaplaziye neden olabilir. İrritan kesilirse spon­
rekt kortekse yol olduğunu gösteren bulgular da vardır (Koku ve tat
tan düzelme olabilir. B n vakalarda hastaya öneriler faydalıdır^
duyu sisteminde en az birkaç lifi talamusa uğramadan geçen tek du­
Yakanda belirtildiği gibi 6 0 yaşın üzerindeki kişilerin yansın­
yu olarak görülmektedir) Parabrakial nükleusdan çıkan diğer yolda
dan fazlası koku bozukluğundan yakınmaktadır. Presbiosmi için eri
ön beynin ventral kısmına gider (lateral hipotalamus, substantia in-
kili bir tedavi, yoktur, kişiler bu hastalığın kendi yaş gruplannda
nominata, amigdalm santral nükleusu ve stria terminalis),
normal mi olduğunu öğrenmek isterler. Ek olarak erken tam ve de­
Tat duyusu veren maddeler tat deliklerinden geçerek reseptör­
ğerlendirme ve hastaya yapılan önerjler hastanın koku kaybını
lere ulaşır. Dört çeşit tat tanımlanmıştır; tatlı, tuzlu, ekşi ve acı. Her,
kompanze etmesine yardımcı olur. Doğal gaza bağlı kazalarda yaş­
gustatuar efferent lifler daima belirli sayıda kimyasal maddeye du-
lılarda orantılı olarak fazladır, belki kokunun yavaş yavaş kaybol­
yariıdır. Gustatuar afferent aksonların cevap şekli en fazla cevabı
masın bir parçası olmasındandır. Merkaptan, doğal gazdaki keskin
oluşturan kimyasal uyarana göre sınıflandırılır. Örneğin, sukroza,
koku, olfaktor uyarandır ve tat reseptörlerini aktive etmez. Koku
en iyi cevap veren nöronlarda, daima ikinci en iyi cevap sodyum
bozukluğu olan yaşlı insanların çoğu lezzet duyusunda azalmadan
kloriddir. Her gustatuar afferent fıbrillerinin çok çeşitli kimyasalla­
da bahseder, dietlerindeki tuz miktarım artırarak yemeklerin lezze­
ra duyarlı olması gerçeği gustatuar kodlamada çapraz patem teori­
tini artırmaya çalışırlar. Hekim hastalara kokunun azalması ile ba­
sine ortaya çıkarmıştır. En iyi stimulus analizi sınıflandırılmış aff­
şa çıkabilmek için sağlıklı stratejiler geliştirmede yardımcı olabilir.
rent konseptine uyar. Sınıflanmış fibriİlerin bu özelliği belirlemede
önemli görülmektedir, fakat en iyi uyaran lcategorisindeki çapraz
fibril patemi ve belki kategoriler arasında, kimyasalların kalitesini
ayırt etmek için gereklidir. Örneğin, tatlılık sükröz en iyi nöronu ile
TAT _ taşınabilir, fakat slikroz ve früktözon ayınniı sükröz en iyi, tuz en
iyi, kinin en iyi nöronlarının karşılaştırmasına ihtiyaç duyabilir.
Koku bozuklukları ile karşılaştınldığında tat bozuklukları daha na­ Kökü ve diğer duyusal sistemler gibi yoğunluk nöronal aktivitenin
dirdir ve patogenezleri iyi bilinmemektedir. Koku kaybı olan has­ miktarına bağlı olarak kodlanmaktadır.
taların çoğunda tad duyusu kaybmdanda şikayetçi olmaktadır. Tbst-
lerde bu hastaların çoğunda tad için normal eşikleri vardır. ■ .; TAD DUYUSU B O Z U K L U K L A R I Tat duyusu bozuklukla­
TANIM LAM A Tat duyusunun bozuklulan; total aguzi ( gusta- rı, tat maddesinin tat tomurcuğuna ulaşmasını engelleyen durumlar
tuar fonksiyonların tam yokluğu veya tatlı, acı, ekşi, tuz ve baharaı (transport kaybı), reseptör hücre haşan (sensorial kayıp) veya gus­
tın özelliklerinin saptananı aması), kısmi aguzi (bazı gustatuar du­ tatuar afferent sinirlerde veya santral gustatuar yollarda hasar ( nö-
yuların algılanması),spesifik aguzi (belidi maddelerin tadının alı­ ral kayıp) olduğu durumlarda olur (Tablo 29-2). Gustatuar trans­
namaması), total hipoguzi (tüm tatların duyarlılığının azalması), port kayıplan çeşitli nedenlere bağlı xerestomi (Sjögren sendromu,
kısmi hipoguzi (bazı tatlara karşı duyarlılığın azalması), diguzi ve radyoterapi, ağır metal zehirlenmeleri, tat değişiklerinde bakteriyel
fantoguzi (tatların alınmasında bozukluk Ör. Tadın yanlış alınması kolonizasyon) sonucu olur. Sensoriyal gustatuar kayıplar oral kavi-
veya olmayan tadın alınması gibi). Ekşi ve acının karıştırılması sık­ tedeki inflamatuar ve dejeneratif hastalıklar; ilaçlar (Öz antitiroid
tır ve zamanla sementatik yanlış anlamalar olabilir. Sıklıkla bun­ ve antineoplastik ilaçlar gibi hücre yenilenmesini engelleyen ilaç­
ların fizyolojik veya patolojik temelleri vardır. Diğer tat karıştırıl­ lar), oral kavite veya farenkse radyoterapi, viral enfeksiyonlar, en­
maları baharat ile tuz ve acı arasında olur. Koku bozukluğu olan dokrin hastalıklar, kanserler ve yaşlanmadır. Noral gustatuar ka­
hastalarda koku kaybıyla birlikte tat hissinin de azaldığının ayırt yıplar kanserle, travma ve gustatuar afferentlerin hasarlandığı cer­
edilmesi hastaya sodadaki tat duyusunun ve patates cipsindeki tu­ rahi girişimlerdir. Tat tomurcuklan gustatuar afferentleri kesildi­
zun tadının alıp almadığı sorularak olabilir. ğinde dejenere olur, fakat somatosensoriyel affrentler kesildiğinde
sağlam kalır. Böbrek hastalannda dializle düzelen tat ve ekşi eşik­
TAT F İZ Y O L O JİS İ Tat reseptörleri tat tomurcuklarında, yu­ lerinde artma görülür.
varlak hücreler turunçgil meyvesine benzer şeklilde seğmendi ola­ İlaç tedavisinin yan etkilerisi klinik olarak en sık görülen tat
rak düzenlenmiş şekilde bulunur. Yüzeyde tat tomurcuklan resep­ bozukluğudur. Mekanizma tükrüğün kompozisyonunda değişim,
T a b lo 2 9 - 1 G u s t a t u a r D is f o n s ijo n N e d e n le ri 29 Tat, Koku ve İşitme Bozuklukları 181
Gustatuar Transport Kayıplar Nöra| Gustatuar Kayıplar
İlaçlar Diabetes mellitus kısırımda tad kaybı, lezyonun korda timpaninin fasial sinir birleşim
Ağır metal zehirlenmesi Hipotiroidizm yerinin proksimalinde olduğunu gösterir.
Radyoterapi Oral kanserler
Sjögren sendromu Oral cerrahi
Xerostomi Radyoterapi «~| TEDAVİ Gustatuar kayıp tedavisi sınırlıdır. Buna karşın bazı
Sensoriyal Gustatuar Kayıplar Böbrek hastalıktan -5 J tat disfonsiyonlannm etyolojisinde yaklaşım uyumludur. İlaç
Yaşlanma Travma^ kullanımına bağlı olan tat kaybı ilaç değiştirilerek çözülür. Xeros«
Kandidiazis Üst solunum yolu hastalıkları tomi sentetik tttkrükle hastaya bozulmuş tükrük ortamına fayda
İlaçlar (antitiroid, antineoplas-
sağlayarak tedavi edilebilir. Oral pilokarpine xerostominin değişik
tik)
Endokrin hastalıklar formlarında faydalı olabilir. Oral kavitenin bakteriye! veya fungal
Herpes enfeksiyonu enfeksiyonlarının uygun tedavisi tat duy usunun gelişmesine büyük
Oral kanserler katkıda bulunur. Travmaya bağlı tat bozukluğu girişim yapılmadan
Pemfıgus
spontan olarak posttravmatik koku bozukluklarından daha fazla
Radyoterapi
Viral enfeksiyonlar oranda gerileyebilir. Korda timpaninin cerrahide gerilmesine bağlı
olarak gelişen tat değişikleri 3,4 ay içinde düzelir, sinirin keşişinde
ise kayıp kalıcıdır. İdiyopatik değişmiş tat duyarlılığı olan vakala­

reseptör fonksiyonuna veya sinyal transdilksiyonuna etki veya gus­ rın çoğunda problem stabil veya daha da kötüleşir. Çinko ve vitas

tatuar uyanların santral değerlendirilmesinin aksamasıdır. Neyazı- min tedavileri bazıları tarafından kullanılmaktadır fakat gösterilmiş

ki bir çok medikasyon için sorumlu mekanizma iyi anlaşılmış de­ etkinliği yoktur. Sensorinöral tat kayıplarında etkili herhangi bir te­

ğildir. Xerostomi etyolojiden bağımsız olarak tat bozukluğuyla iliş­ davi stratejisi yoktur.

kili olabilir. Bu kütü ağız bakımı, kötü diş hijyeni ve oral mukoza*
yı kötü yönde etkiler, hepside disguziye neden olur. Fakat ciddi
İŞİTME
tükriik bezi yetersizlikleri tat şikayetlerine neden olmaz. Xerosto­
mi, antibiyotik veya glukokortikoid kullanımına ve immtin yetmez­
İşitme kaybı, insanlarda en sık görülen duyusal bozukluktur. Yak,
lik candidanın fazla üremesine neden olabilir. Tek başına üremişse
laşık olarak toplumun % 10’unda bazı işitme kayıplan vardır. Ço*
enfeksiyon bulgulan ve pamukçuk olmasızın kötü tat ve hipoaguzi
ğunda yaşamın erken dönemlerinde bu azalma vardır. Fakat; işit*
ile birlikte olabilir. Mantar üremesi olan hastalarda tat bozukluğu
me kaybı herhangi bir yaşta olabilir. 65 yaş. üstündeki hastaların
olduğu zaman, nistatin veya antifungal ile tedavi gereklidir. : ,
% 30-35’i işitme cihazma ihtiyaç duyar. »
; Üst solunum yolu enfeksiyonları ve kafa travması hem tat hem
İŞ İT M E F İZ Y O L O JİS İ (Şekil 29-1) İşitme hava ve kemik
de koku bozukluğuna neden olabilir. Ta kokudan daha fazla olur.
iletimi ile olur Hava iletiminde ses dalgalan kulağa havada yayı*
Tat duyusu bozukluğunun mekanizması iyi anlaşılmamıştır. Orta
larak ulaşır, dış kulak yoluna girer kulak zannda harekete neden
kulak cerrahisinde fasial Sinirin dalıolaır; korda timpani travması olur. Bu da malleus, inkus ve stapesi hareketlendir. Stapesin taba*
veya üçüncü molar diş:çekimi sıktır ve disguziye neden olur. Bila*
nınm hareketi sıvı dolu iç kulakta basınç değişikliklerine neden
teral korda timpani haşan genellikle hipoguzi olur. Tek taraflı lez-
olarak kohleanın basiller membranında gezen dalga ortaya çıkanı*.
yonlar sadece sınırlı semptom yapar; belki tat reseptörlerinin glos* Kulak zan ve orta kulaktaki kemikçik zincir impedansa benzer me*
sofarengeal sinirden disinhibe edilmesi bundan sorumlu olabilir; kanizma olarak görev görür ve havadan sıvı dolu iç kulağa eneıji
- Sonuç olarak yaşlanmanın kendisi de tat duyusunu azaltabilir. transferinde anıncı etkide bulunur. Kemik iletimi ile işitme ses
Tat bozukluğu tek bir bileşene karşı olabilir ve hafiftir. Çoğu yaşlı kaynağı kafa ile temas halinde olduğu zaman olur ve kafadaki tem­
hastaya sorulduğunda tat kaybı belirtirler, sadece tat duyusu bozuk­ poral kemiği de içeren kemiklerin vibrasyonu basiller membranda
luğu için medikal tedavi istemezler. gezen dalga oluşturur.
Basiller membranda bulunan korti organının saçlı hücrelerinin
sterosilyalan tektoriyal membran ile temas halindedir ve gezen dal­
---------------------- H a sta ya Y a k la ş ım ---------------------- ga ile deforme olur. Bazitler membrandaki en büyük yer değiştirme
noktası uyaran tonun frekansı olarak saptanır. Yüksek frekanslı ses*
Tat kaybı şikayeti olan hastanın gustatuar ve koku foknsiyonlan ler bazitler membramn kokleanın tabanının yakınında en fazla yer
mutlaka değerlendirilmelidir. Tadm klinik olarak değerlendirilmesi değiştirmeye neden olur. Stimulus ferekansı azaldıkça maksimaî
koku gibi iyi gelişmemiş ve standardize edilmemiştir. İlk basamak­ yer değiştirme noktası kohlea apeksine doğru hareket eder.
ta kalite, yoğunluk ve dört tat (tatlı, tuzlu, ekşi ve acı) için memnu­ Korti organın iç ve dış saçlı hücrelerinin farklı innervasyon
niyet içeren tüm ağız için eşik üstü tat testi yapılır. En sık olarak modelleri vardır, fakat hepsi de mekannreseptfirlerdir. Afferent in-
kullanılan maddeler sükroz, sidik asit veya hidroklorik asit, kafein nervasyon temel olarak iç saçlı hücreler ile ilişkilidir, ve efferent
veya kinin (sülfat veya hidroklorid) ve sodyum kloriddir. Tat uya­ innervasyon temel olarak dış saçlı hücreler ile ilgilidir. Dış saçlı
ranı taze olarak hazırlanmalıdır. Miktarı belirlemek için, algılama hücrelerin hareketliliği iç saçlı hücrelerin mikromekaniğini kohle-
eşikleri derece derece dilusyonlar dil dörtte birine veya tüm ağız ar artıran yaparak değiştirir. Bu da kohlaenın mükemmel duyarlılı­
bölgelerine uygulanarak saptanır. Elektrik tat testi ( e le k tr o g u s to - ğım ve frekans selektivitesi açıklar.
m e tr i) klinik olarak dilin spesifik bölümlerindeki tat kayıplarında Kohlear iletimin güncel kavramı, sterosilyalaraı uçlarının yer
belirli uyarı uygulanarak kullanılır. Bölgesel gustatuar testi de sant­ değiştirmesi potasyumun içeri girmesine neden olarak hücrede de*
ral veya periferal lezyonlarda lokalize veya bir veya daha fazla re­ polarizasyonla sonuçlanır. Bu potasyum girişi hücrenin tabanına
septör alanlarında kaybı saptamak için kullanılabilir. yakın kalsiyum kanallarını açar ve stimüle edici transmitter açığa
Tat bozukluğunu belirgin bir bulgusu varsa etyolojik tamdan çıkar. Saçlı hücredeki ve kohlear sinir dentritindeki nörotransmitte-
önce anatomik tanı konulmalıdır. Hastalığın hikayesi neden için rin glutamat olduğu düşünülmektedir. VIII. kranial sinirdeki aksi­
önemli ipuçları verir. Örneğin fasial paralizi ile birlikte dilin 2/3 ön yon potansiyeli kohlear mikrofonik potansiyelin oluşumdan 0.5 ms
External
acoustic Anterior. . r;.. Bony labyrinth
meatus
(contains perilymph)
SemWrcular-lportartor ^ Membranous labyrinttt
canals ' (contains endol^nph)
Ampule
-İç kulak o( semidrcuisr
canal
Cochise
Auricle
or Stapes 1
pinna
Incus Lorta Vestibule
MaleusJ
Am pula-
of semicircular
Auditory (eustachian) tube duct Oval window

External ear Yuvarlak pencere


B

ŞEKİL 29-1 A. Dış kulak yolu ve temporal kemikten geçen modifiye koronal kesit çizimi, orta kulak ve iç kulak yapılan demonstre edilmiştir.
8. İç kulağın yüksek çözünürlükteki görünümü.

sonra olur. Kohlear sinir nöronlarının her biri hücre için spesifik me kaybı olan sık görülen sendromlar, Usher sendromu (retinitis
olan frekans ve yoğunlukta aktive olur. Spesifite santral ileti yolu­ pigmentoza ve işitme kaybı), Waardenburg sendromu (pigmentas-
nun her kademesinde devam eder ( dorsal ve ventral koklear nük- yon anomalisi ve işitme kaybı), Pendred sendromu (tiroid otganifî-
leus, trapezoid body, süperior olivar kompleks, lateral İerriniskus, kasyon defekti ve işitme kaybı), Alport sendromu (renal hastalık ve
inferior kollikulus, medial genikulat body, ve işitme korteksi). Dü­ işitme kaybı), Jervell ve Lange-Nielsen sendromu (uzamış OT ara­
şük frekanslarda etkilenen işitme sinir fibrilleri stimüle eden tonli lığı ve işitme kaybı), nörofibromatozis tip 2 (bilateral akustik
daha fazla veya az senkron cevap verir. Yüksek frekanlarda faz kife scwaimoma) ve mitokondrial hastalıklar [mitokondrial ensefalopa-
lenmesi olur ve nöronlar ses dalgasının belirli sütlıısu fazına cevap ti, laktik asidoz, inme benzeri epizodfer (MELAS), miyoklönik epi­
verir. Şiddet, etkilenen nöronların miktarına ve aktive olan nöron lepsi ve parçalanmış kırmızı fibril (MERRF), ilerleyici ekstemal
sayısına bağlıdır. . : oftalmopleji (P E O )]. -•
İŞİTM E KAYBININ GENETİK NEDENLERİ Çocukluk Bu temellerin çabuk anlaşılması ve ilişkili hastalıkların, gene­
çağı işitme kayıplanma yansında çoğu herediterdir. Herediter işiti­ tik heterojende için (değişik genler benzer klinik fenotiple sonuç­
me kaybı (HİK) yaşamın ileri bir döneminde de ortaya çıkabilir. lanması), allelik hastalıklar (barklı fenotiplerle birlikte aynı gende
Herediter işitme kayıpları işitme kaybı tek klinik anormalliksç farktı mutasyonlar) ve poligenik modülerler İçin bulgulan içeren
sendromsuz, veya eşlik eden diğer sistem anomalileri varsa sendf ilginç kanşıklıklar ortaya çıkarmaktadır (Konu 65).
romlu olarak sınıflandırılırlar, HİK Merin yaklaşık olarak 2/3’ü İŞİTM E DUYUSUNUN BOZUKLUKLARI İşitme kayıplar
sendromsuzdur ve kalan 1/3’ü sendromludur. Sendromsuz olanlar n aurikula, dış kulak yolu, orta kulak, iç kulak veya santral işitme
nn %70-80M otozomal resesif olarak geçer, kalan % 15-20 ‘si otor yollannln hastalıkları sonucu olabilir (Şek. 29-2)- Genellikle auri­
zomal dominanttır, %5’den azı X ’e bağlı veya mitokondri yoluyla kula, dış h dak yolu veya orta kulaktaki lezyonlar iletim tipi işitme
maternal olarak geçer. kaybına neden olurken, iç kulak veya VIII. Sinir lezyonlan sensörir
Sendromsuz HİK için 6 0 ’dan fazla gen lokusu haritalanmıştır, nöral işitme kaybına neden olur.
bunlarda eşit sayıda dominant ve resesif kalıtım modu vardır, 14 İletim Tipi İşitme Kaybı Dış kulak yolunun seriimen, debris
değişik kalıtsal gen klpnlamıştır (Tablo29-3). İşitme genleri yapısal ve yabancı cisim tarafından tıkanması, kanal epitelinin şişmesi, dış
proteinleri ( M Y07A , M Y 015, TECTA, DIAPH1), transkripsiyon kulak yolu atrezisi, kanal neoplazmlan, kulak zan perforasyonu,
faktörleri (POU3F4, POU4F3), iyon kanalları ( KCNQ4, PDS9), ve travma veya enfeksiyona bağlı olarak inkusun uzun kolunun nekro­
gap junction proteinlerine (Cx26, Cx30, Cx31) göre sınıflara ayrı­ zu sonucu kemikçik zincir kopması, otoskleroz veya orta kulakta
lır. Bu genlerin birçoğu, connezin 26 (Cx26), TECTA ve M Y07A sıvı, skar veya neoplazmlan sonucu olur.
içeren, otozoriıal dominant ve resesif sendromsuz HİK’ya neden Kolesteatoma; Çok katlı epitelip orta kulak veya mastoidde bu­
olur. Genelde dominant genlerle birlikte olan işitme kaybı adöle- lunmasıdır ye sıklıkla yatişkinlerde olur. Kolesteatoma bengn, yar
sanda veya yetişkinlerde başlar ve şiddeti değişkendir, resesif kalı­ vaş büyüyen ve kemik ve orta kulak clokıılannı harabeden bir lez-
tımla olanlar ise konjenital ve ciddidir. Connexin 26 özellikle yondur. Kazanılmış kolesteatoma patogenezinde ana teoriler trav-
önemlidir, çünkü çocukluk çağı sağırlıklarının % 20’si ile ilişkilidir, matik implantasyon ve invazyon, immigrasyon ve perforasyonda
heterozigotlarda işitme kaybının başlaması adölesanda veya yetiş­ invazyon ve kronik enfeksiyon ve imtasyonu takiben metaplazidir.
kinlerde olur. İki taraflı mutasyonlar, 30 delG ve 167 delT vakala­ Muayenede daima peynirimsi beyaz squamoz debris ile dolu perfo-
rın %50’sinde görülür ve populasyonu taramada kullanılabilir. rasyon görülür. Kronik olarak akan, uygun antibiyotik tedavisine
167delT mutasyonu Askenazi Yahudilerinde fazladır ve bunların cevap alınamayan kulaklarda kolesteatoma akla getirilmelidir. Ke­
1/1765M homozigottur ve etkilenir. Aynı aile fertleri arasında da mikçik erozyonuna sekonder olarak iletim dpi işitme kaybı sıktır.
işitme kaybı değişkendir, ve diğer genlerin veya faktörlerinde işit­ Bu gizlice büyüme ve destrükdf hastalık süreci nedeniyle tedavisi
me fenotipini etkilediğini desteklemektedir. cerrahidir.
Presbikuziye genetiğin katkısıda (aşağıda) daha iyi anlaşılma­ Normal dış kulak yolu ve sağlam kulak zan varlığında iletim ti­
ya başlanmıştır. Connexin 26’ya ek olarak, birçok sendromsuz gen­ pi işitme kaybı varsa kemik patolojisi düşünülmelidir. Otoskleroza
lerde yaşla artan işitme kayıplarıyla ilişürilidir. Presbiakuzinin hem bağlı stapes fiksasyonu düşük frekans iletim tipi işitme kaybı için
çevresel hem de genetik komponenti olduğu düşünülmektedir. sık bir nedendir. Kadın ve erkeklerde eşit oranda görülür ve im-
İşitme kaybıyla ilişikili olan 200’den fazla sendrom vardır. İşit­ komplet geçişli basit otozomal dominant olarak kalıtdır. İşitmede
azalma onlu yaşların sonu .Tablo 29-3 Scııdrnınsuz Genler ve f.okusları
kırklı yaşlar arasında başlar. Lokus Gen Fonksiyon Kalıtım
Kadınlarda işitme kaybı hami'
lelikte belirginleşir ve otoskle- DFNB1 GBJ2 (Cx26) Connexinlerle gap junctionu veya plazma membran kanallannı AR
oluşturur
rotik işlem hamilelik boyunca
artar. İşitme cihazı veya kısa DFNB2 MY07A Aktin filamenüerine göre farklı makromoleküler yapılan taşır AR
bir cerrahi işlem (stapedekto-
DFNB3 MY015 Saçlı hücrelerdeki aktini organize eder AR
mi) ile yeterli işitme rehabili'
tasyonu sağlanabilir. Otoskle- DFNB4 PDS Sülfat taşıyıcı imzasını içeren yüksek hidrofobik proteinleri kodlar AR
rozun stapes tabanından uzanı­ DFNB9 OTOF Membran veziküllerinin tafiğinin tutulumu AR
mı ile. kohlea tutulabilir (koh­
DFNB21 TECTA Membran üzerinde translokasyon için amino terminal hidrofobik AR
lear otoskleroz) ve mikst tip
sinyal sekansı içerir ve membrana bağlı proteinler ile ilişkili gliko
veya sensörinöral işitme kay­ zilfofatidillinositolün başlangıcının karboksi terminal hidrofobik
bına neden olabilir, Kohlear bölge özelliği
otosklerozda işitme kaybını
DFNAİ DIAPH1 Sitokinleri ve hücre polaritesinin oluşumunu kapsar AD
önlemek için florid tedavisi 1
verilmesi tartışmalıdır. DFNA2 GJB3 (Cx31) Gap junction proteini oluşturur. AD
KCNQ4 Potasyum kanallarını oluşturur
östaki tüp disfonsiyonu
yetişkinlerde çok sıktır ve akut DFNA3 GJB2(Cx26) Koııneksintcr ile birlikte gap junction ve plazma membran kanallarını AD
otitis mediaya (AOM) veya se­ GJUtftCxJO) oluşturur
rtiz otitis mediaya (SOM) ne­ DFNA5 DFNA3 Bilinmiyor, östrojen negatif meme kanserlerini düzeni ile ilgili bir gen AD
den olabilir, Travma, AOM ve­
DFNA8/12 TECTA Membran üzerinde translokasyon için amino terminal hidrofobik sinyal AD
ya kronik otitis media kulak
sekansı içerir ve membrana bağlı proteinler ile ilişkili glikozilfofatidilli-
zarı perforasyonundan sorum­ nositolün başlangıcının karboksi terminal hidrofobik bölge özelliği
lu genel faktörlerdir. Küçük
COCH Hremostaza, kompleman sistemine, immün sisteme ve ektraselliiler AD
perforasyonlar kendiliğinden
matriks bileşimine kanşır
iyileşirken geniş defektler cer­
rahiye ihtiyaç duyar. Kulak za­ MY07A Aktin fılamentlerine bağlı değişik makromolekiller yapıların taşınması AD

rı perforasyonu onarımında DFNA15 POU4F3 Selliller fenotiplerin saptanması için kritik gelişimsel düzenleyici görevi AD
timpanoplasti çok etkilidir yapar
(>% 90). AOM, SOM, kronik DFN3 POU3F4 Sellüler fenotiplerin saptanması için kritik geişimsel düzenleyici görevi Xe bağlı
otitis media* serümen, kulak yapar
zarı perforasyonu ve östaki tüp
NOT: AD, autosomal dominant; AR, autosomal recessive.
disfonsiyonunda otoskopi ye-
terlidir.
rops) vestibuler ve kohlear saçlı hücrelerde dejenerasyona neden
Sensörinöral İşitme Kaybı Korti organındaki saçlı hücre ha­
olur. Bu enfeksiyon, travma, otoimmün hastalık, enflamatuar has­
sarı yüksek ses, viral enfeksiyon, ototoksik ilaçlar ( salisilatlar, ki­ talık veya tümöre sekonder endolenfatik kese disfonsiyonu sonucu
nin ve sistemik analogları, aminoglikozit antibiyotikler, frusemid gelişebilir. İdiyopatik etyoloji en geniş kategoriyi oluşturmakta ve
etakrinik asit gibi loop diüretikleri, sisplatin gibi antikanser ilaçlar),
çok kesin olarak Meniere hastalığı olarak gönderilmektedir. Her­
temporal kemik kırıklan, menenjit, koklear otoskleroz, Meniere hangi bir işitme kaybı şekli görülebilse de tipik olarak düşük fre­
hastalığı, ve yaşlanma sonucu olabilir. İç kulağın konjeriital malfor- kanslı, tek taraflı sensörinöral işitme kaybı vardır, Serebellopontin
masyonlan yetişkinlerde işitme kaybı nedeni olabilir. Genetik pre- köşe tümörü ve demiyelinizan hastalıkları gibi retrokoklear pato­
dispozisyon tek başına veya çevresel faktörler ile birlikte sorumlu lojiyi ekarte etmek için MRI çekilmelidir. Tedavi direk vertigo
olabilir. kontrolüne yöneliktir. Rotatuar vertigonun kontrolünde düşük tuz
P r e s b ia k u z i (yaşa bağlı işitme kaybı) yetişkinlerdeki en sık diyeti başlıca dayanaktır. Diüretikler, kısa süreli kortikosteroidler
sensörinöral işitme kaybı nedenidir. Erken dönemlerde simetrik, ve intratimpanik gentamisin inatçı vakalarda faydalı olabilir. Cerra­
yüksek frekanslarda hafif veya keskin işitme kaybı ile karakterize- hi tedavi cevapsız vakalara saklanır. Bunlara endolenfatik kese de-
dir. İlerleme ile işitme kaybı tüm frekanslarda olur. Daha önemlisi kompresyonu, labirentektomi ve vestibüler sinir keşişi yapılabilir.
işitme kaybı belirgin, belirginlik kaybı da olur. Fenomenlere karşı Labirentektomi ve vestibüler sinirin kesilmesi vakaların %90Tndan
ayırımda kayıp. rekrütman (sesin anormal artması) ve özellikle gü­ fazlasında vertigoyu ortadan kaldırır. Neyazıkki işitme kaybı, tin­
rültülü ortamlarda konuşmanın anlaşılmasında zorluk vardır. İşitme nitus ve kulakta dolgunlük için etkili bir tedavi yoktur.
cihazları kelime tanıma skoru % 50’nin altına indiğinde sınırlı fay­ S e n s ö r in ö r a l işitm e kaybı herhangi bir neoplastik, vaskuler,
da sağlar. Kohlear implantlar ile belirgin artma ve gelişme olması demiyelinizan, enfeksiyon veya dejeneratif hastalıktan veya santral
bunları işitme cihazının yetersiz olduğu durumlarda tedavi seçene­ işitme yollarını etkileyen travma sonucu oluşabilir. İnsan immün
ği olmaktadır (optimal artırma % 30’dan düşük kelime tanınla sko­ yetmezlik virüsü hem periferal hem de santral işitme sistem yolla­
ru olanlarda olur). rında patolojiye neden olabilir ve sensörinöral işitme kaybiyla bir­
M e n ie r h a s ta lığ ı, epizodik vertigo, değişken işitme kaybı, tin­ likte olur.
nitus ve kulakta dolgunlukla karakterize bir hastalıktır. Tinnitus Kişide hem iletim hem de sensörinöral tip işitme kaybı olması­
ve/veya sağırlık ilk vertigo ataklarında olmayabilir, fakat hastalık na m ik st tip işitm e kaybı denir. Mikst tip işitme kaybında patoloji
ilerledikçe ortaya çıkar ve akut atak sırasmda şiddeti artar. Meni- orta kulak ve iç kulağı aynı zamanda etkiler. Bunalar kemikçik ve
erin yıllık insidansı 1000’de 0.5 ile 7 .5 ’dir. Başlangıç beşinci de- kokleayı tutan otoskleroz, kafa travması, kronik otitis media, koles-
katta olur, fakat genç yetişkinler veya yaşlılarda da olabilir. Histo­ teatoma, orta kulak tümörleri ve bazı iç kulak malformasyonlardır.
lojik olarak endolenfatik sistemin genişlemesi (endolenfatik hid- Temporal kemik kırığı ile sonuçlanan travma iletim, sensorinö
İşitme kaybı

Cerumen tıkanma
TM perforasyon öykü
İ
Kolesteodoma î i
(^ o rm af)
SOM ~ r
AOM Otolojlk muayene
Dış İşitme kanal
aktivitesi/tıkanması >|*>
Ûstaki tüpü
, s "• ; f t f ' !
disfonkslyonu
Timpanosklerozis * , '■«-*>
vi. îr.ı
- V* -M »i * H t, * * • i, Jfr
y - y C y
.............. r r (r 1 ^ Saf ton ve konuşma adlyometrl T \ s * ’V"
i
Conductive HL f A? „ * f i - j SNHL ^ 1, *
\ î
% , X5
I ■ k
' y j Impedance audiometry J impedance audiometry] Akut | Kronik
Asymmetric/symmetric

n o r m a l) ’=: - (anormaT*
j CNS Infection)
I
Asımetnk Simetrik
} Tumorst
AOM Cerebellopontine
Otosclerosis Stapes gusher AOM
SOM i köşe
Cerumen syndrome* TM delinme*
TM delinme J j| C N S f İç kulak
tıkanması İç kulak Cholesteatoma*
İnme) malformasyonu
Ossicular Östakt tüpü malformasyonu* Temporal kemik
disfonkslyonu fjT ra u m a ’ Gürültüye maruz
fixation Otosclerosis travması*
Cerumen tıkanması kalma
Cholesteatoma* Temporal kemik Orta kulak tümörü
Temporal kemik Cholesteatoma* kemik travmasr glomus
trauma* Temporal kemik tympanlcum 1
Osıküler glomus jugulars -V r v x f
devamsızlık' - ^ n o m ıa P ) - -
Orta kulak tümörü fî i .*•
§ g § ıt ■ 4
|
fgjHSSg* Endolymphatic
Labyrinthitis*
d> hydrops İç kulak malformasyonu «
Labyrinthitis* Cerebellopontine köşe tumors ,
Perilymphatic fistula* Arachnoid cyst
Radiation therapy Facial nerve tumor
T- ^ u / 1 >-« t Lipoma .
Z l* ^ t r -r.'.^î
B. “ 3* “L
y \ S /‘-v ~*İ -»r
~‘ * i y- ,•
* W î ^ 4 ı < y ■» t
^t l j Meningioma
i
J y- \ ^ ' A /" * ; y rr .tn!*. j t*» : Vestibular schwannoma
X X r 1 Multiple sclerosis)
ŞEK İL 29-2 işitme kaybı yaklaşım algoritması, İŞ: işitme kaybı, SNİK: sensörinöral işitme kaybı, KZ: kulak zarı, SOM; seröz otitis media,
AOM; akut otitis media, BT; temporal kemik tomografisi.

rai veya mikst tip işitme kaybı ile birlikte olabilir, İç kulak korun­ —------ ----——— H a s ta y a Y aklaşım - ------------ --------
1

muşsa kulak zarının perforasyonu veya kemikçik zincir bozulması­


na bağlı olarak basit iletim tipi işitme kaybı olabilir. Bu bozukluk İşitme şikayetleri olan hastanın değerlendirilmesinde amaçlar, 1 )
işitme kaybının niteliği (iletim, sensörinöral), 2 ) kaybın şiddeti (ha­
cerrahi ile düzeltilebilir. Belirgin işitme kaybı ve ciddi vertigo ile
fif, orta, ciddi, tam), 3) azalmanın anatomisi (dış kulak, Orta kulak,
birlikte olan temporal kemik kırıklan iç kulağı da tutmuştur. Orta
iç kulak, saiıtral işitme yollan ve 4) etyolojiyi saptamaktır, Başlan­
kulağa iç kulak sıvısının kaçağı ile birlikte olan perilenfatik fıstül
gıçta hikaye ve fizik muayene işitme kaybına nedert olan patoloji­
olabilir ve cerrahi tedavi gerekebilir. Fasial sinir haşan da sıktır,
nin tanımlanmasında çok önemlidir, Hikaye işitme kaybının karak­
BT, travmâtize temporal kemik kınğının saptanmasında, dış kulak teristiği, sağırlığın süresi, başlangıç şekli (aniden, gizli) ilerlemenin
yolunu değerlendirmede, kemikçik zincirin devamlılığının saptan­ oram (hızlı, yavaş) ve kulağın tutulumunu (tek, bilateral) içermeli­
ması ve iç kulağın tutulumunu görmede çok iyidir, Temporal kemik dir, Tinnitusun varlığı veya yokluğu, vertigo, dengesizlik, kulakta
kınklanna bağlı BOS kaçağı genellikle kendi kendini şuurlar ve dolgunluk, kulak akıntısı, baş ağrısı, fasial sinir disfonksiyonu ve
proflaktik antibiyotik kullanımı tartışmalıdır. baş boyunda parestezi mutlaka saptanmalıdır. Kafa travması öykü­
Tinnitus (çınlama) çevrede ses olmadan ses duyulmasıdır. Vı­ sü, ototoksinlere maruziyet, iş ve çevrede gürültüye maruziyet, ai­
zıltı, gürleme veya zil sesi gibi olabilir ve pulsatil ( kalp sesi ile lede işitme kaybı hikayesi de önemlidir, Ani başlayan tek taraflı
işitme kaybı, tinnituslu ve tinnitus olmaksızın, iç kulağın viral en­
senkron) olabilir, Tinnitus daima iletim veya sensörinöral işitme
feksiyonu veya vasküler kaza sonucu olur, Tek taraflı işitme kayıp­
kaybıyla birlikte olur, Tinnitusun patofizyolojisi iyi anlaşılamamış­
lı hastalarda (iletim veya sensörial) genellikle işitmede azalma şi­
tır, Tinnitusun nedeni birlikte olduğu iletim kaybının nedeninin bu­
kayeti, ses lokalizasyonunda kötüleşme ve arak zeminde gürültü ol­
lunması ile saptanabilir, Tinnitus vestibuler scwannom gibi ciddi
duğu zamanlarda iyi duyamama şikayetleri olur. Giderek artan işit­
durumların da ilk bulgusu olabilir, Pulsatil tinnitusta glomus jugu- me kaybı otoskleroz, gürültüye bağlı işitme kaybı, vestibuler
lare tümörü, anevrizmalar ve stenotik arteryel lezyonlannı ekarte scwannoma ve Menier hastalığında sıktır, Küçük vestibuler scwan­
etmek için baş boyunun vasküler sisteminin değerlendirilmesi ge­ nom tipik olarak asimetrik işitme kaybı, tinnitus ve dengesizlik (na­
rekir, Seröz otitis mediada da olabilir, diren vertigo) ile başlar, kranial nöropati özellikle trigeminal veya
fasial sinirde büyük tümörlerde olur. İşitme kaybına ek olarak Me* 29 Tat, Koku ve İşitme Bozuklukları 185
nier hastalığı vertigo ataklan, tinnitus ve kulakta dolgunluk olun
Kulak akıntısında işitme kaybı sıklıkla kronik otitis media ve ko- ar) ayırt etme endikasyonu olduğunun saptanmasına da izin verir.
lesteatoma bağlıdır. S a f s e s o d y o m e tr i saf sesler için işitme keskinliğini değerlendi*
rir. Test odyolog tarafından sessiz kabinde yapılir. Saf ses stimulus
Aile hikayesi işitme kaybının genetik temelinin saptamak için odyometre ile verilir, elektronik alet spesifik şidette spesifik fre-
çok önemli olabilir. Hikaye ayrıca ailede işitme kaybına yol açan kankslar (genellikle 2 5 0 ile 8000H z arasında) oluşturul. Hava ve
çevresel risk faktörlerinin tanımlanmasına dâ yardım eder. Ami- kemik iletim eşikleri her kulak için saptanır. Hava iletim eşikleri
noglikozit toksisitesine duyarlılık, maternal olarak geçen mitö- havada stimulus verilerek oluşturulur Kemik iletim eşiği titreşen
kondrial mutasyon, dikkatli aile hikayesi almarak saptanabilir (Ko­ diapozonun gövdesinin veya odyometrenin osilatörünün kafa ile te­
nu 67). Gürültüye bağlı işitme kaybına yatkınlık veya yaşa bağlı ması ile belirlenir. İşitme kaybı varlığında, maskelemek amacıyla
işitme kaybı (presbiakuzi) genetik olarak saptanabilir. test edilmeyen kulağa dar spektrumlu gürültü uygulanır. Böylece
cevaplar test edilen kulağa dayanır.
Fizik muayenede aurikula, dış kulak yolu ve kulak zan mutla­
ka değerlendirilmelidir. Yaşlıların dış kulak yolları genellikle kuru Cevaplar desibel olarak ölçülür. 6 dB’lik değişim ses basıncı­
ve frajildı'r. Serilmenin temizlenmesi aspirasyon ve serümenCüret­ nın ikiye katlanmasına karşılık gelir ve 2 0 dB ’lik ses basıncında 10
leri ile yapılmalıdır ve irrigasyondan kaçınılmalıdır. Kulak zarının kat değişime karşılık gelir. Gürültü sesin frekansı, yoğunluğu ve
değerlendirilmesinde zarın topografisi ışık refleksinin varlığı veya süresine bağlıdır ve ses basınç seviyesinde her 10 dB’lik artma yak­
yokluğundan daha önemlidir. Ek olarak pars temada ( kulak zarı­ laşık olarak iki kat artırır. Diğer taraftan perdem frekansla ilişkili de­
nın alt 2 /3 ’!ük kısmı), pars flassida (malleusun kısa kolunun üzeri) ğildir. Ferde algılanması: alçak ve yüksek frekanslarda yavaş değ»
kronik tisiakı tüp disfonksiypnu veya kolesteatom bulgusu olan ret- şir. İnsanlar için önemli olan orta tonlarda perde frekanstaki değiş'
ı aksiyon cepleri için değerlendirilmelidir. Kulak zan mobilitesi ve şiklikler ile çok çabuk değişir.
kotuplians için dış kulak yoluna insuflasyon gerekir. Burun, nazo-
larenks ve üst solunum yollarının dikkatli muayenesi gereklidir. Saf ses odyometri işitme kaybının varlığını ve şiddetini, tek ve*
Yetişkinlerde tek taraflı seröz efüzyonda kanseri ekarte etmek için ya çift taraflı tutulumu ve işitme kaybının tipini tespit eden Büyük
hemen fiberoptik nazoferanks muayenesi yapılmalıdır. Kranial si­ kitle komponentli iletim tipi işitme kaybı, genellikle orta kulak
nirler özellikle sıklıkla serebellopontin köşede hasarlanan fasial ve efüzyonlarmda görülür; yüksek frekanslarda daha belirgin olan
trigeminal sinirler mutlaka dikkatlice değerlendirilmelidir.. eşiklerde yükselmeye neden olur: Büyük gerginlik komponentli ile*
tim tipi işitme kayıplar, otosklerozun erken döneminde stapes taba*
Rinne ve Weber testleri iletim tipini sensörinöral işitme kaybın­ nmm fiksasyonu gibi, alçak frekanslarda eşik artımı olur. Sıklıkla
da ayırt etmede kullanılır. Rinne testi hava yolu iletim ile kemik yo- iletipı tipi işitme kaybı tüm frekansları tutar ve hem kitle hem ger*
lu iletimi kabiliyetini karşılaştırır. Diapozonun çatal kısmı dış km ginliği tutulumunu düşündürür. Genelde presbiakuzideki gibi sen­
lak yolunun ağzına tutulur ve sonra gövdesi için mastoid procese sörinöral işitme kaybı yüksek frekanstan alçak frekanslardan daha
yerleştirilir. Direkt temas için dişlere veya takma dişlere yerleştirir çok etkiler, Bünun tek istisnası Menierhastalığıdır ve alçakfre*
lebdir. Hastaya sesin hava iletiminde mi yoksa kemik iletiminden karışlarda sensörinöral işitme kaybıyla karakterizedir. Gürültüyü
mi daha yüksek olduğu sorulur. Normalde ve sensörinöral işitme bağlı işitme kaybı farklı işitme kaybı patemi vardır ve 4000H z’de-
kaybında hava yolunda kemik iletiminden daha kuvvetli duyar. Fa­ ki kayıp yüksek frekanslardan daha fazladır. Vestibuler sewannom
kat 30dB ’den fazla olan iletim tıpı kayıplarda (aşağıdaki odyolojik karakteristik olarak yüksek frekanstan etkiler, fakat herhangi tip
değerlendirmeyi gör) kemik iletim uyaranı hava iletiminden daha işitme kaybı görülebilir.
yüksek alınır. Rinne testi 256 Hz diapozon kullanıldığında hafif ile­
tim tipi kayıpların saptanmasında daha duyarlıdır. Weber testi 256 Konuşmayı anlama saf sesi algılanması için gerekli olandan da*
veya 512H z diapozon kullanılarak yapılabilir. Diapozonun gövdesi < ha fazla senkron nöronal ateşlemeye ihtiyaç duyar. Konuşma odyo­
alnın orta hattına konur hastaya sesin iki kulakta mı, yoksa bir ku­ metri hangisinin duyduğunu test eder: Konuşmayı; alma eşiği
lakta diğer kulaktan daha mı iyi duyduğu sorulur. Tek taraflı iletim (K A E) konuşmanın anlamlı sembol olarak algılandığı şiddet olarak
tipi kayıpta ses etkilenen kulakta daha iyi duyulur) Tek taraflı sem tanımlanır. Hastanın kelimelerin % 50’sini doğru olarak tekrarladı*
sörinöral kayıpta seş etkilenmeyen kulakta daha iyi duyulur. Gene) ğı şiddet K A E’dir. K A E saptandıktan sonra diseriminasyon veya
kural olarak iki kulak arasında lateralizasson için. 5dB fark gerekin kelimeyi tanıma yeteneği K A B’den 25-40dB üzerinde bir heceli
Weber ve Ritme testlerinden alınan sonuçlar iletim tipte veya sen* kelimeler ile test edilir. Kelimeler fonetik Olarak dengelidir ve fe­
sörinöral tipte kayıp olduğunu kesin olmayan sonuç çıkarılabiliri nomenler (konuşma sesleri) aynı frekanstaki kelime listelerinden
Fakat bu testlerde belirgin yalancı pozitif ve negatif sonuçlar vardır oluşur ve sıradan konuşma İngilizcesinde bulUnur. Normal işitme*
ve sadece tarama testi olarak kullanılmalıdır. si olan veya iletim tipi işitme kaybı olan kişiler fonetik olarak den*
geli kelimeleri % 8 8 - 100 oranında doğru olarak tekrarlayabilir. Sen*
sörinöral işitme kaybı olan hastalarda işitme kaybının şiddeti ve
lezyonun yerine bağlı olarak değişken diskriminasyon kaybı vardır.
İŞİTM ENİN LA BO R A TU A RD A D E Ğ E R L E N D İR İL M E ­ Ayrıca genel kural olarak nöral lezyonlarda diskriminasyon bozul­
Sİ Odyolojik Değerlendirme İşitme kaybı için yapılan minimal ması iç kulak lezyonlanndan daha fazladır. Örneğin hafif asmetrik
odyolojik incelemede saf ses hava iletimi ve kemik iletim eşikleri* sensörinöral işitme kaybı olan hastada beklenden fazla ayırtetme
ri, ses alma eşiği, konuşmayı ayıretme skoru, timpanometri, akus- bozukluğu varlığı vestibuler sewannom için tanısı için bir belirtidir.
tik-efleksler ve akustik refleks gecikmesi mutlaka yapılmalıdır. Bu K A E ’nin üzerindeki şddette ayırtetme yeteneğinde bozulma
tester tüm işitme sisteminin kapsamlı bir şekilde değerlendirilme­ sekizinci kranial sinir veya santral işitme yollarında lezyonu düşün­
si ola^k sağlar ve koklean (sensorial) veya nöraldan ifretrokole- dürür.
186 ü Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekillen teatomada sıklıkla görülen kemik erozyonlarının saptanması için
de idealdir. MRI vestibuler sewannom , menegiom ve serebello-
T im p an om etri, orta kulağın sese olan impedansını ölçer ve pontin köşenin diğer patolojileri, beyinsapımn demiyelizan lezyon-
özellikle orta kulak efüzyonlarının tanımlanması ve tanısında fay­ ları ve beyiıı tümörleri gibi retrokohlear patolojilerin görüntülen­
dalıdır. Ses kaynağı ve mikrofon dış kulak yoluna hava geçirmez mesinde B T ’den daha üstündür. Son deneyimler BT ve MRI’ın
olarak uygulanır. Orta kulak tarafından absorbe edilen ses miktarı kohlear implantasyon hastalarının preoperatif olarak kohlear açık­
veya orta kulaktan yansıyan ses mikronla ölçülür. İletim tipi işitme lığın değerlendirilmesinde ve iç kulak malformasyonlarınm tanım­
kayıplarında normal orta kulaktan daha fazla ses yansır. Kanal için­ lanmasında eşdeğer olduğunu ortaya koymuştur.
deki basınç atmosferik basınçtan yükselebilir veya azalabilir. Tim-
panogram kanal içindeki basıncın değişmesine bağlı ohırak impe-
dans veya kntyıpljansdaki değişiklikleri gösteren bir grafiktir. Ku­
lak zarının durumu ve kemikçik zincir hakkında bilgi verir. Nor­
S TEDAVİ Genelde iletim tipi işitme kayıplan cerrahi girişim ile
düzeltilebilirken, sensörinöral işitme kayıpları kalıcıdır. İletim
tipi işitme kaybının tanısı kesindir ve iletim kaybının etyolojisi fi­
malde orta kulak atmosferik basınçta daha koınliuııtdır, ve basınç
zik muayenede belirgindir. Dış kulak yolu atrezisi cerrahi olarak
artığında veya azaldığında komplians azalır., bu pateni normal işit­
onarılabilir ve sıklıkla işitmede belirgin artma sağlar. Kronik otitis
me veya sensörinöral işitme kayıplarında görülür. Basınç değişikli­
media veya travmaya bağlı kulak zan perforasyonlan timpanoplas-
ği ilejleğişmeyen-komplians orta, kulak efilzyonun gösterir. Orta
ti ile onarılabilir. Otoskleroz gibi iletim tipi işitme kaybı stapedek-
kulak negatif basınç , östaki tüp obstrüksiyonunda olduğu gibi, dış
tomi ile % 90-95 oranında başarı ile tedavi edilebilir. Timpanostomi
kulak yolunda negatif basınç olduğunda orta kulakta maksimum
tüpleri orta kulak efüzyonu olan hastalarda işitmeyi hemen düzel­
komplians noktası olur. Hiçbir maksimum komplians noktası olma­
tir. İşitme cihazlan iletim tipi işitme kaybı olan hastalarda etkilidir
ması genelde kemikçik zincir devamsızlığmda olur. Maksimum
ve iyi tolere edilirler.
komlians tepesinde azalma otosklerozda görülebilir
Hafif, orta ve ciddi sensörinöral işitme kaybı olan hastalar de­
Timpanometri sırasında işitme eşiğmin 80 dB üzerindeki şid­
ğişik tip ve güçte işitme cihazlan ile rehabilite edilirler, Yeni jene­
dette sc^stnp^TkMsTnmtnntraksiyomına neden o lup Stapes kasının
rasyon işitme cihazlan tamamen kanalın içine yerleştirilebilir ve
kasılmasıyla birlikte orta kulağın kompliasmdaki d e lik lik sapta­
kullanımı ile utanmayı azaltır. Genelde işitme kaybı he kadar faz­
nabilir. Bu a k u stik r e fle k s in varlığı veya yokluğu fasial sinir parali-
laysa o kadar büyük işitme cihazı gerekir. Dijital işitme cihazlann-
/.isinin anatomilc.iokalizasvonumı saptanmasında işitme kadar
da kendileri hastaya göre programlanır ve kulak seviyesindeki di­
önemlidir. Belirgin sensörinöral işitme kaybı olan hastadaki normal
rekt mikrofon gürültülü ortamlarda faydalı olabilir. Tüm işitme ci­
veya ZTtinı^akustik r e fle k s e ğ ik le r i koklear işitme kaybım düşündü?
hazlan sesi artırdığı gibi gürültüyü de artırır, bu problemi çözmek
rür.j^ustik reflejb^gecâkmesinin değerlendirilmesi sensorial nöral
için mikrofonu gürültü kaynağında uzağa hoparlöre yakın olmalı­
işitme kaybından ayırmaya yanlım, eder: Nöral işitme kaybında ref­
dır. Bu düzenleme kozmetik olarak kabul edilebilir cihazlar için
leks adapte olur veya zamanla gecikir.
imkansızdır. Kullanılması zor ve kullananla arkadaş çevre gerekti­
O to a k u stik em is y o n la (OAE) dış kulak yoluna duyarlı mikro­
rir.
fonlar yerleştirilerek ölçülebilir. Emisyonlar spontan veya ses sti-
Birçok durumda, dersler ve tiyatroda, işitmesi zayıf insanlar
mulasyonu ile olabilir. OAE varlığı corti organının dış saçlı hücre­
yardımcı cihazlardan fayda görür. Bunlar hoparlöre mikrofon gü­
lerinin sağlam olduğunu gösterir ve işitme eşiğini değerlendirilme­
rültü kaynağından daha yakın olma prensibine dayanan cihazlardır.
sinde ve sensoriyali nöralden ayırt etmede kullanılabilir. Yardımcı cihazlar kızıl ötesi Veya FM transmisyonu içerir ve kişi­
Uyarılmış Cevaplar E le k tr a k o h le o g r a .fi k o h l e a r ve işitme sini­ nin işitme cihazına iletim için oda çevresinde elektromanyetik da­
rinde oluşan en erken uyarılmış potansiyelleri ölçer. Reseptör po­ ire oluşturur. Tek sarmal işitme cihazlan da özellikle donatılmış te­
tansiyelleri, korti organının dış saçlı hücreleri tarafından oluşturu­ lefonlar da aynı yolla kullanılabilir..
lan kohlear mikrofonikleri, sese cevap olarak iç saçlı hücreler tara­ İşitme cihazı ile yeterli rehabilitasyon sağlanamadığı durumlar­
fında üretilen summasyon potansiyelleri kaydedilir. Tüm sinir aksi­ da kohlear implantlar uygun olabilir. İmplantasyon kriteri ciddim
yon potansiyelleri birinci nöronların kompozit ateşlenmesine gös­ derin işitme kaybı ve ses ayırt etme skoru % 30’ dan düşük olan has­
terenlerde elektrokohleografi sırasında kaydedilebilir. Klinik ola­ talardır. Konjenital veya kazanılmış derin işitme kaybı olan çocuk­
rak test Menier hastahğının tanısında faydalıdır ve summasyon po­ lar kohlear implantasyon için uygun adaylardır. Dünya çapında
tansiyellerinin aksiyon potansiyellerine oranında artma görülür. 20.000 sağır kişiye ( 4 0 0 0 çocuk) kohlear implant takılmıştır. Koh­
B ey in s a p ı u y a rılm ış işitm e c e v a p l a n (B A ER ) sensörinöral işit­ lear implantlar nöral protezlerdir ve ses enerjisini elektrik enerjisi­
me kayıplarının yerinin ayırt edilmesinde faydalıdır (Konu 356). ne çevirirek sekizinci sinirin işitme bölümünü direkt olarak uyarır.
Sese cevap olarak periferal ve santral işitme yolunun değişik böl­ Çoğu vakada derin işitme kaybında, saçlı hücreler kaybolurken se­
gelerinden ortaya çıkan beş ayrı elektik potansiyeli saçlı deriden kizinci sinirin işitme bölümündeki ganglion hücreleri korunmakta­
yüzey elektrodları ile kaydedilebilir. B A ER hastaların istemli ola­ dır. Kohlear implantlar elektrodlar içerir ve kohleya yuvarlak pen­
rak güvenilir eşik saptanamadığı durumlarda değerlidir. Ayrıca çe­ cere yoluyla yerleştirilir, konuşma işlemcisi konuşmanın esas akus­
şitli klinik durumlarda işitme sinirinin ve beyin sapının devamlılı­ tik elementlerini elektrik akımına çevirir ve elektrik enerjisini cilt­
ğının değerlendirilmesinde, intraoperatif moniterizasyonda ve be­ ten taşır. İmplantlı hastalar operasyon sonrası eğitilir Genellikle
yin ölümü tayininde kullanılır. implantasyonda 3 ay sonra yetişkin insanlar konuşmayı anlayabilir.
Görüntüleme Yöntemleri Radyologik tetkikin seçimi amacın Yeni jenerasyon çok kanallı implantlar ile hastaların % 75’i telefon­
dış kulak yolunun, orta ve iç kulağın kemik anatomisin değerlendi­ la konuşabilmektedir. Elektrod dizaynı ve konuşma işlemcilerinde­
rilmesi veya işitme sinirini ve beyini görüntülemeye göre değişir. ki gelişmeler konuşmanın anlaşılmasında özellikle gürültülü ze­
Temporal kemiğin 1 mm’lik aksiyel veya koronal kesitleri dış ku­ minde varlığında daha fazla anlamaya izin vereceği tahmin ed*-
lak yolunun çapının, kemikçik zincirin devamlılığını ve orta kulak mektedir.
ve mastoid hastalığının değerlendirilmesi için idealdir. İç kulak Travma veya bilateral vestibuler sewannom (nörofıbıomıOZis
malformasyonlan da saptanabilir. B T kronik otitis media ve koles- tip 2 ) nedeniyle bilateral sekizinci sinir hasarı olan hastaları4 koh-
(t-ur mıktem yakınına yerleştirilen beyin sapı implantlan işitme re­ î0 list Solunum Yolu Enfeksiyonları 187
habilitasyonu sağlayabilir. Kohlear implanttaki gibi ek faydaların
.sağlanacağı umut edilmektedir. luryııgol Suppl (Stockh) 540:50, 1999 •
RUGARL1 El et al: Kallmann syndrome and the link between olfactory and rep,
Tinnitus işitme kaybına sıklıkla eşlik eder. Tinnitus tedavisi reductive development. Am J Hum Genet 65:943,1999
özellikle problemlidir. Tedâvi tinnitus algılanmasının azaltmaya RUSSLER KJ et al: A zonal organization of odorant receptor gene expression in
edilmesine yöneliktir. TTnnitustm azaltılması fonda müzik ile mas­ the olfactory epithelium. Cell 73:597, 1993
SHARON D et al; Primate,evolution of an olfactory receptor cluster: Diversifi­
kelenebilir. İşitme cihazları da tinnitus baskılanmasında faydalıdır. cation by gene conversion and recent emergence of pseudogenes. Genomics
Tinnitus maskeleyici etkilenen kulağa tinnitustan daha hoş gelen 61:24,1999
WARCHOL ME el al: Regenerative; proliferation in inner ear sensory epithelia
ses oluşturur. Tinnitus maskeleyici tinnitusun inhibisyonunun bir­
from adult guinea pigs and humans. Science 259:1619, 1993
kaç saat sonrasında kullanılır. Ântideprassan ilaçların da faydalı et­ WILLEMS PJ: Genetic causes of hearing loss. N Engl J Med 342:1101, 2000
ki gösterdiği gösterilmiştir.
Tinnitus ve arka plandaki gürültü işitme azlığı olan kişilerde
konuşmanın anlaşılmasını belirgin olarak etkiler. İşitmede zorluğu
olan kişiler gereksiz gürültünün azaltılmasından sinyalden gürültü
oranını artırarak fayda görür (ör radyo, televizyon). Konuşmayı an­
lama dudak okuma ile sağlanır, böylece. işitmesi az olan dinleyici­
nin konuşmacının yüzüne karşı oturmalı, yüzü iyi aydınlanmalı ve
; 'örül inci idir. Direk kulağa konuşma genellikle faydalıdır, fakat kor
nuşanın yiizü görülemeyinceiletişirnin çoğu kaybedilir. Konuşma
30 ı . M a r le n e D u r a n d , M ic h a e l J o s e p h

nim kelimenin ayn olacak kadar yavaş olmalı, fakat çok yavaş ko­ ■ ÜST SOLUNUM Y Ö L F
nuşma da dikkati dağıtır ve bağlanmayı kaybeder ve dudak okur. ■mm
ENFEKSİYONLARI ;
Konuşmanın kuvvetli, berrak ses olmalıdır. Bunların tümünde tam
__ «_İL Y ü c e l A kbaş, C en giz Ö zcan
olarak dikkatlerini vermeden optimal iletişim sağlanamazı
KORUNM A İletim tipi kayıplar AOM’de. erken ve uygun an­
tibiyotik ve sürede kullanılması ve 1 2 haftadan fazla süren ortaku­
Üst solunum yolu enfeksiyonu dahiliyecilerin veya pratisyenlerin
lak efüzyonlanndâ. ventilasyon tüpü takılarak önlenebilir. Arnijıogr
eri sık rastladığı hastalıkları kapsar. Farenjit, lârenjit, rinit, sinüzit,
likozit, antibiyotiklere bağlı vestibuler fonksiyonun kaybı ve sağın­
ekstemal otit ve otitis media nedeniyle doktorlara yıldri milyonlar­
lık serum konsantrasyonları takip edilerek önlenebilin 5

10 milyon Amerikalı’d* gürültüye bağjı işitme kayba vardır ve ca başvuru olur. Bu hastalıkların poliklinik seviyesinde tedâvi edi­

2 0 milyon kişide işyerlerinde tehlikeli gürültüye manız kalmakta­ lebilmelerine rağmen ,bu hastalıkların farenjitiri peritonsiller a b se,

dır. Gürültüye bağlı işitme kaybı gürültüye maruziyeti önlenmesi i frontal sinüzitin subperiostal abse ve invaziv otitis ekstemanın tem­
veya kulak tıkaçları Veya kulaklık kullanılarak önlenebilir. Gürül1 1 poral kemik osteomiyelit gibi ciddi komplikasyonlarının pratisyen
tüye bağlı işitme kaybı iş aktivitelerinde olduğtı gibi eğlencede de ■ doktorlar tarafından tanmabilmeleri gerekir. Pratisyen doktor baş
olabilir ve adölesanda başlar. Yüksek risk aktivlteleri.elektrikli boyunun- hayati tehlikesi olan epiglottit, Ludwig angini ve rinose’-
aletler de odun ve metal işleri, hedef göstericiler ve küçük silahlar rebral mukormukozisi de tammlayabilmelidir; , .
ile avlanmadır. Tüm içten yanmalı ve elektrikli motorlar kulak ko- i
ruyucu ile korunmayı gerektirir. Esasında tüm gürültüye bağlı işit- 5
BURUN Y E YÜ ZÜN H A STA LIK LA R I
me kayıplan çocuklukta başlanan eğitimle önlenebilir, İşitmenin
endüstriyel korunma programlan 8 saatin üzerinde A skalâsında,
Burun ve yüzü sıklıkla etkileyen enfeksiyonlar fplikülit, fronküloz,
ortalama 85 d B ’e maruziyet olduğu kaman gerekmektedir Böyle
impetigo ve erizipeldir. Bunlar daha detaylı olarak Konu 128’de,
gürültülü ortamlarda çalışan İşçiler iş öncesi odyofojik değerlendi­
Tablo 128-1 de tartışılmıştır.
rerek, işitme konıyuculann kullanılmasının zorunlu olması ve yıl­
Burunun mukoza! yüzeyinin enfeksiyonları genellikle respir*-
lık odyolojik'değerlendirme ile korunabilir. ‘
tuar virüslere (özellilde rhiriovifüs) bağhdır ve akut rinit olarak gö­
rülür. Birçok nadir kronik intranazal hastalık da vardır. Ozena veya
B İL G İL E N D İR M E atrofik rinit kötü kokulu kuru kabuklarla örtülü atrofîk mukoza ile
Yazarlar, bu-konunun 14. baskısındaki yazan olan Dr. Joseph karakterizedir (yunanca ozein= pis koku). Naza! kültürlerden sık­
B-MartinT belirtmek islemektedirlar lıkla klebsiella ozena izole edilmesine rağmen bunun neden mi ol­
duğu yoksa sadece kolonize mi olduğu belirgin değildir.İntranazal
B İB LİO G R A FY A
olarak aminoglikozidler (öz. oftalmik tobramisin) ile irrigasyon ve­
A1BA T et al: Effect of zinc sulfate on sensorineural olfactory disorder. Acta Oto­ ya oral siprofloksasin uygulaması bazı vakalarda klinik iyileşme
laryngol Suppl (Stockh) 538:202, 1998
sağlamaktadır. Klebsiella rinoskleromatis rinoskleromaya neden
BALLENGER JJ, SNOW JB (eds): Otorhinolaryngology Head and Neck Sur­
gery, 15th ed. Baltimore, Williams & Wilkins, 1995 olur, Afrika, A sya ve Latin Amerikalılarda görülen üst solunum yo­
DOTY RL el al: Smell identification ability: Changes with age. Science lu mukozasının kronik granülomatöz bir hastalığıdır. HIY pozitif
226:1441, 1984
FIRESTEJN S, SHEPHERD GM: Interaction of anionic and cationic currents le­ iki hastada da tanımlanmıştır. Miculicz hücreleri (köpük histiyosit-
ads to a voltage dependence in the odor response o f olfactory receptor ne­ leri) biyopsi spesmenlerinin submukozasında görülür. Rinosklero-
urons. J Neurophysiol 73:562, 1995
ma iki aylık streptomisin, trimetoprim- sulfometoxazol, kinolon
GETCHELLTV et al: Smell andTaste in Health andDisease. New York, Raven,
1991 veya tetrasiklinler ile tedavi edilebilir. Pseudomonas mallei atların
KALINEC F et al: A membrane-based force generation mechanism in auditory solunum yolu hastalığı olan bez iltihabına neden olabilir. İnsanlar­
sensory cells. Proc Natl Acad Sci USA89:8671, 1992
LALWANI AK, CASTELEIN CM: Cracking the auditory genetic code: da enfeksiyon nadirdir, nazal inokulasyon pürülan nazal akıntıya
Nonsyndromic hereditary hearing impairment Am J Otol 20(1): 115, 1999 neden olur ve burun içi granülomatöz lezyonlar ve ülserasyon ta­
MORELL RJ et al: Mutations in the connexin 26 gene (GJB2) among Ashkena­ kip edebilir. Tedavisi sulfadiazindir.
zi lews with nonsyndromic recessive deafness. N Engl 1 Med 339:1500,
1998 N e o n a t a l k o n je n it a l s ifilis rinit olarak başlayabilir. Yaygm oste-
OGAWA T. RUTKA J: Olfactory dysfunction in head injured workers. Acta Oto- okondrit semer burun defonnitesine neden olabilir. L e p r a d a m y c o -
188 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri zitin semptomları pürülan nazal veya postnazal akıntı, nazal kon-
jesyon ve sinüs ağrısı veya tutulan sinüs lokalizasyonuna göre ba­
b a c te r iu m l e p r a e nazal mukozayı infiltre eder ve kronik nazal kon- sınç hissidir. Maksiler sinüs ağrısı genellikle yanakta veya üst diş­
jesyona ve kanamaya neden olabilir. Nazal kartilaj tutulumu semer lerde, etmoid sinüzit ağrısı gözler arasmda veyaretroorbital ve sfe­
burunla sonuçlanabilir. noid ağrısı yüzün üst yansında veya occiputa yayılan retroorbital
R h in o sp o rid iu m s e e b e r i fungus; benzeri bir organizmadır, hala ağn şeklinde algılanır. Sinüs ağnsı öne doğru eğildiğinde veya yü­
üretilememiştir ve r h in o s p r id o iz is e neden olur. Aylar ve yıllar bo­ züstü yattığında artar. Ateş akut maksiler sinüzitli hastalann yan­
yunca gelişen pediküllü kitleler tıkanmaya ve kötü kokuya neden sında olur.
olur ve cerrahi olarak eksize edilmelidir. Blastomyces dermatitis Tanı Akut bakteriyel sinüzitin tanısı semptomlan üst solunum
Missisippi ve Ohio nehri vadisinde görülen bir mantardır ve pul- yolu viral enfeksiyonlarına benzediği için zor konulabilir.Soğuk al­
moner enfeksiyona neden olur, fakat cilt veya nazal mukjozada gınlığı semptomlannın 7-10 günden daha uzun sürmesi ( veya bel­
kronik ülseratif lezyonlara neden olabilir. Mucomycois hayati teh­ li kişilerde normalden uzun sürmesi) bazı otörlere göre bakteriyel
like yaratan ve primer olarak diabetli hastalarda görülen bir hasta­ sinüzitin en sık görülen klinik şeklidir. Dört yönlü sinüs grafileri
lıktır. Nazal kavitede siyah eskar dokusu olarak görülür (fungal si­ akut sinüzit tanısında yararlıdır. Radyolojik opasite, hava-sıvı sevi­
nüzitlere bak). yesi veya 4 mm’den büyük mukoza kalınlaşması aktif bakteriyel
enfeksiyonlar ite çok iyi ilişkilidir. Sinüslerin bilgisayarlı tomoga-
SOĞUK ALGINLIĞI fîsi sıradan radyografilerden özellikle etmoid ve sfenoid Hastalıkla­
rında çok daha fazla duyarlıdır. Bu mutlaka komplikasyonlu vaka­
Soğuk algınlığı üst solunum yollarının kendi kendirli sınırlayan vi­ lar veya hastaneye yatırılan hastalara saklanmalıdır. Sinüs B T ’sin-
ral bir hastalığıdır. Yetişkinlerde yılda iki, çocuklarda 6 -8 defa gö­ deki bulgular soğuk algınlığındaki geri dönüşümlü akut bulgular
rülür. En sık neden % 40 rhinovirüs ve % 10 corona virüstür, fakat olduğu için erken dönemde rutin olarak B T kullanılması aşın mik­
parainfluenza virus, respiratuar sinsidyal virüs, influenza virüs ve tarda akut bakteriyel sinüzit tanısı konmasına neden olabilir.
adenovirüs de etken olabilir. Rhinovirüsün, lOO’dea fazla değişik Etyoloji Akut toplumdan kazanılan maksiller sinüzitin bakteri­
immünotipi vardır, bu da etkili tedavi veya aşıyı engeller. Soğuk al­ yolojisi direk sinüs ponksiyonu veya aspirasyonlafi ile yapılan ça­
gınlığı için spesifik tedavi yoktur, antihistaminikler, dekonjestanlar lışmalarda çok iyi olarak tanımlanmıştır; Çocuklar ve yetişkinlerde
ve ipratropium bromid nazal spreyleri semptomlarda biraz azalma­ S tr e p to c o c c u s p n e u m o n ia ve H a e m o p h iliu s in flu e n z a s ( tip b değil)
ya neden olur. Bir çalışmada iki saatte bir alman çinko glukonat en sık nedendir ve sırasiyla 1/3 ve _ ’dür. Çocuklarda M o r a x e lla c a -
pastillerinin semptom süresini azaltığını fakat % 2 0 bulantı yaptığı ta r r h a lis de önemlidir ve vakaların % 20’sidir. Rhinovirüsler, influ­
bulunmuştur. G vitaminin soğuk algınlığından koruduğu henüz is- enza virüsleri; ve parainfluenza virüsleri de yetişkin vakalannın
patlanmamıştır. 1/5’ inde tek başına veya bakteriyemi ile birlikte bulunabilir.

[ d"1 TEDAVİ Akut bakteriyel sinüzitin ampirik tedavisi sık görü-


SİNÜZİTLER LAi len bakteriyel patojenlere göre seçilmelidir. Rutin vakalarda
sinüs ponksiyonu gerekmez, nazal akıntı kültürü güvenilir değildir.
Paranazal sinüsler yüz kemiklerindeki hava dolu boşluklardır ve Amoxicillin (günde 3 defa 5 0 0 m g oral, 10-14 gün) veya trimeto-
nazal kavitenin uzantısı olarak gelişir ve boşluğu dış dünyaya açar. hoprim-sulfomethoxazole ilk vakaların tedavisinde etkili olabilir.
Maksiler ve etmoid sinüsler doğumda vardır, frontal ve sfenoid si­ Bu bölümde verilen antibakteriyel tedavinin dozajı ve süresi nor­
nüsler sırasıyla 2 ve 7 yaşından sonra gelişir. Burun gibi sinüsler de mal renal fonksiyonlu yetişkinler içindir ve çocuklara ve renal yet­
mukus üreten goblet hücreleri ve silyalı hücreler içeren solunum mezliği olanlara ve tedaviye cevaba göre uyarlanmalıdır. Diğer et­
epiteli ile döşelidir. Mukus örtüsü silyalann hareketleri ile lcm/dk kili fakat çok pahalı olan antibiyotikler amoxicilin/clavulonate, ce-
hızında sinüs ostiümlanna doğru taşınır. Ostiumlâr küçüktür,örne­ furoxim axetil ve claritromycindir. Tedavi 1-2 hafta verilmelidir.
ğin etmoid sinüs östiumü Sadece 1-2 mm çapındadır, Mukosilier İntravenöz antibiyotik tedavisi ciddi hastalığı olan toksik görünüm­
transport zamanındaki gecikme ve daha önemlisi ostiümutı tıkan­ lü hastalann tedavisinde, kullamlabüir, Nazokomial sinüzitlerde
ması sekresyonlan birikmesine ve sinüzite neden olur. s t a filo c o c c u s a u r e u s ve gram negatif basiller en sık etkendir ve si­
Sinüzit genel bir problemdir. A B D’de yıllık olarak milyonlarca nüs kültürleri belirli bir tedavi amacıyla gereklidir. Başlangıç geniş
muayenehane geliş nedenidir. En sık görülen tipi maksiler sinüzit­ spektrumlu İV tedavi (nafcillin ve ceftriaxone) kültür sonucuna gö­
tir, bunu etmoid, frontal ve sfenoid sinüzitler izler. Üst solunum yo­ re değiştirilmelidir. Ciddi akut sinüzitler özellikle etmoid, frontal
lu viral enfeksiyonun sadece % 0 .5 ’i akut bakteriyel enfeksiyona veya sfenoid sinüzitlerde başlangıç İV tedaviye cevap alınmadığı
neden olmasına rağmen sinüzitin en sık başlatıçı nedenidir. Sinüzit durumlarda ostiumü genişleterek kalın sekresyonlann drenajı için
primer olarak mukoza! ödeme bağlı olarak ostium tıkanması sonu­ cerrahi gerekebilir.
cu gelişir.Viral üst solunum yolu enfeksiyonu mukus üretimini de
artırır ve silyalı hücrelere de zarar vererek mukus transport zama­ K R O N İK B A K T E R İY E L S İN Ü Z İT L E R Belirtiler Kronik
nında uzamaya yol açar. Alerjik rinitte mukoza ödemi veya polip­ sinüzit sinüs iflamasyon bulgularının üç aydan fazla olması ite ka-
ler ile ostium nkanmasının diğer en sık nedenidir. Nazotrakeal ve­ rakterizedir. Çoğu uzman bu durumun mukosilier örtünün disfonk-
ya nazogastrik entübasyon ostium tıkanması ile sonuçlanabilir ve siyonuna bağlı olarak geliştiğine inanmaktadır, genellikle bakteri­
yoğun bakım ünitelerindeki en sık hastane sinüziti için major risk yel enfeksiyonların kalmasından çok geçirilmiş tekrarlayan enfek­
nedenidir. Diş enfeksiyonları maksiler sinüzitlerin % 5-10’d ut Ar­ siyon sonucunda olur. Hasta raporları sabit sinüs basıncı, nazal
ka üst dişlerin kökleri (ikinci biküsbid, birinci ve ikinci molarlar) konjesyon, Özellikle sabahlan olan postnazal akıntıdır. 38 dereceyi
maksiller sinüsün tabanına bitişik olanlar bundan sorumludur. Si­ geçen ateş nadirdir ve eklenen akut bakteriyel enfeksiyonu gösterir.
nüzitin diğer nedenleri derin deniz dalışlarındaki baro travma, uçak Çoğu hasta akut alevlenmelerde nazal akıntıda değişikliği (koyu
yolculuğu, mukus anormallikleri (ör. Kistik fibrozis) ve kimyasal yeşil) de not etmiştir.*
irritanlardır. Yabancı cisimler, tümörler (ör. Midline granüloma,
intranazal lenfoma ve yassı hücreli ca) ve granülomatöz hastalıklar
(ör. Wegener granulomatozis veya rinoskleroma) ostium tıkanma­ *Bu konuda verilen anümikrobiyal tedavinin doz ve süreleri normal böbrek
sına sekonder olarak sinüzite neden olabilir. fonksiyonlu büyükler için uygundur, tedaviye cevabın ışığı doğrultusunda
A K U T B A K T E R İY E L S İN Ü Z İT L E R Belirtiler Akut sinü­ çocuklar için ve azalmış böbrek fonksiyonlu hastalar için ayarlanmalıdır;
l.m ı Sinüs BT hastalığın yayılıra! ve diğer tanılar tümör gibi 30 Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları 189
ayırt etmek için mutlaka gereklidir; Hastalar alleıji ve immun yet­
mezlik (ör hipogamaglobulinemi) için değerlendirilmelidir. K BB farklı olarak görülür. İmmün yetmezlikli hastalaıda fungal hastalık
uzmanı tarafmdan değerlendirme gereklidir, çünkü uzman tarafın-, akut olarak görülür. Rinoserebral mucormukozis, Mukorales ( R h i-
dan naza! endoskopik muayene ile ek bilgiler sağlanabilir. Genel­ z o p u s, R h izo m u eo r, M u cor; a b s i d i a , C u n n in g h a m ella ) füngusuna
likle endoskopik olarak yapılan cerrahi ile sinüs ostiıımundaki tıka­ bağlı olarak gelişen hayatı tehdit eden bir hastalıktır. Mucormuco-
nıklığı gidermek için gerekebilir. Bu tıkanma sıklıkla maksiller, zis genellikle diabetik hastaları tutar (hastaların % 70‘i), bunların
frontal ve anterior ctmoid sinüslerin drene olduğu ostiomeatal yarısında görüldüğünde ketoasidoz vardır. Diğer risk gruplan he­
komplekste olur. Operasyon sırasında sinüslerden elde edilen şefe matolojik malignansiler, transplant alıcıları ve kronik glukokortiko-
resyonlardaiı anaerob, aerob ve mantar kültürleri gönderilmelidir. id alan hastalar veya demir şelasyon (deferoxamine) tedavisi alan­
Fungal sinüzit kronik bakteriyel sinüziti taklit edebilir (Bak .Fun­ lardır- Deferexamin tedavisi alan hastalardaki mukormokozis g et
gal Sinüzitler), nellikle C u n n ig h a m e lla ’y& bağlıdır ve ölümcüldür- Mukormukozi-
Etyolojİ Kronik sinüzitin bakteriyolojisi iyi tanımlanmamıştır. sin semptomlan ve belirtileri kan damarlarına ve sinirlere fungal
Kronik sinüzitti hastaların hemen hemen hepsi özellikle- daha önce eğilim ve orbital apeks ve kavemöz sinüse fungal invazyona bağlı
cerrahi geçirenlerin sülüs kültürleri bakteri için pozitiftir. Fakat bu 2. ve 6 . Kranial sinir tutulumuna bağh olarak görülür. Hastalarda
kültürler enfeksiyondan çok kolonizasyonu gösterir. Birçok antibi­ genellikle 1 ve 5. günlerde olan tek taraflı oküler bulgular olur ve
yotik tedavisi alan hastalarda S.aureus veya Pseudomonas veya di­ bakteriyel oküler sellülüti taklit eden göz kapağı şişmesi, eritem
ğer gram negatif bakteriler kolonize olabilir. Baja vaklarda sinüs (bazen mavimsi görünümde), pitozis, proptozis, ekstraoküler hare­
spesmenlerinde % 1 0 0 anaeroblar izole edilmiştir, fakat diğerlerin­ ketlerde azalma ve görme kaybıdır. Retroorbital veya periorbital
de % 2 kadardır, , ağn belirgin şikayetlerdir.Tutulan tarafta beşinci kranial sinirin bi­
rinci dalında dokunma duyusunda azalma veya kaybolma olabilir,
İ0 TEDAVİ Antibiotik tedavisi için gereklilik hastalara bağlı ol- tutulan VII. sinire bağh fasial paralizi' de bildirilmiştir. Hastalar
İ - S malıdır ve antibiyotikler yeni kültür sonucuna göre seçilmeli­ ateşsiz ve nontoksik olabilir. Mukörmukozis düşünülen hastanın
dir- , „ ■ hemen bir kulak burun boğaz uzmanı tarafında muayene edilerek
burun içi siyah eskar dokusu veya nekrotik alt koıika için bakılma­
lıdır. Eğer varsa biyopsi alınarak patolog tarafında frozen bakılma­
B A K T E R İY E L SİN Ü Z İT LER İN K O M PL İK A SY O N L A R I
lıdır, Nadir vakalarda nazal pasaj normal olarak görülebilir, fakat
Sinüzitlerin orbital sellülit Ve orbital abSe gibi orbital komplikas­
orta konka biyopsisi invaziv fungal sinüziti gösterir. Geniş tabanlı
yonları genellikle etmoid sinüslerden gelişir,çünkü etmoid kemiği *
septasız hifli doku invazyonunun olması geniş cerrahi debritmani
orbiiadan sadece çok ince bir kemik (lamihaJpâpHcea) ayirırJ Has- ■
ve IV amföterisin B veya lipozomal amfoterisin (Konu 200 ve 207)
lalarda ateş, tek tafralı orbital Ödem ve erifem, konjönktiVal enjefe
tedavisini gerektirir. A s p e r g illo z is ve diğer filamantöz funguslar da
siyon, kemozis ve proptozis görülıür. ü ö z hareketleri azalabilir, or- ;
invaziv sinüs hâstalığma neden olabilirler.
bital absede göz genellikle aşağı ve dış pozisyonda fiske ölür. B T
İmmuno kompetan konakçılarda invaziv fungal sinüzit tersine
veya manyetik rezonans görüntüleme (MRG) orbital abseyi ekarte
yavaş ilerleyen progressif bir hastalıktır. Etmoid ve sfenoid sinüste­
etmek için gereklidir- Orbital enfeksiyonların tedavisi abseıiin he- ! ki fungus orbita apeksini tutarak proptozis, pitoz, göz hareketlerin­
men drenajı,: geniş spektrumlu antibiyotik uygulanması ör. nafcillirt de azalma ve görme azalmasına neden olur. Hastalıklar yanlışlıkla
(1.5-2 gh er 4 satte bir) artı ceftiraxone( 2g /g) en az 7 gün ve sinüs optik nörit veya pseudotümör sanılarak sinüs hastalığı tanınıp bi­
drenajı da düşünülmelidir.: ^ - * yopsi alınmadıkça glukokortikoid ile tedavi edilebilir. Tedavi, tutu­
Sinüzitin diğer bir ekstrakranial komplikasyonu frontal sinüzit- ; lan sinüsün cerrahi debritmani ve uzun süreli IV amfoterisin B te».
ten gelişen frontal subperiostal absedir( Port Puffy tümör): Hasta­ davisidir. Tüm invaziv fungal sinüzitli vakalarda hastalığın ilerle­
larda alında hassas hamur gibi şişlik görülür. Tedavi absenin ve mesinin değerlendirilmesii için takip sıklıkla B T ve MRI yapılma­
frontal sinüsün cerrahi drenajını ve 6 haftalık izole edilen mikroor­ lıdır,'
ganizmaya etkili İV antibiyotik tedavisini içerir. İnvaziv fungal sinüzitin mortalitesi immün kompetan hastalar­
İntrakranial komplikasyonlar epidural abse, subdural ampiyem, da da yüksektir.
menenjit, serebral abse ve dural ven tromboflebiti özellikle frontal
veya sfenoid sinüzit sonucu gelişebilir. Çünkü sfenoid sinüs iki ka-
vemöz sinüs arasına yerleştiği için sfenoid sinüzit kavemöz sinüs KULAK VE MÂSÎOİD ENFEKSİYONLARI
tromboflebiti için en önemli nedendir.
FU N G A L S İN Ü Z İT L E R Fungal sinüzitler invaziv ve nonin- A U R İK U L E R S E L Ü L İT V E PER İK O N D R İT A u rik u le r se lü lit
vaziv olarak ayrılular. N on in v aziv hastalık kroniktir ve immün yet- genellikle şişmiş, eritematöz, sıcak ve hassas bir kulak olarak görü­
mezlikli konakçıda gelişir. İki formu vardır, bunlar aspergillomanm lür. Özellikle lobül şiş ve kırmızıdır. Kulağa minör travma hikaye­
noninvaziv pUlmoner hastalığı ve allerjik bronkopulmoner aspergıl- si olabilir (Ör, Küpe takmak, kulak çubukları veya kaşıma). Teda­
lozis analoglandir. Sinüs içindeki fungus topu (aspergilloma) mu­ vide ılık kompres ve S.aereus ve streptokoklara etkili İV antibiyo­
koza tutulumu olmadan tıkanma semptomlarına neden olabilir. Ti­ tik -ör. Cefazolin (lg 8 satte bir) veya nafcillin- uygulaması yapı-
pik olarak sadece tek bir sinüs (genellikle maksiller) tutulur, hasta­ hr.
nın tek taraflı semptomları olur ve sinüs B T ’sinde opasite görülür. P e r ik o n d r it, kulak perikondriumunun bir enfeksiyonudur, sık­
Tedavi histopatolojide doku invazyonü olmadıkça sadece cerrahi­ lıkla kulakkepçesinin kıkırdağının (perikondrit) enfeksiyonu ile bir­
dir. Alleıjik fungal sinüzit ilk olarak 1983 yılında tanımlanmıştır ve liktedir. Kıkırdağın kanlanmasının kesilmesi kulak deformitesine
genel olarak nazal polipozis ve astım hikayesi olanlarda görülür. neden olabilir. Hastalarda şiş, sıcak, kırmızı ve çok hassas pinna gö­
Aşırı kalın sinüs mukus (alleıjik müsin) ile karakterizedir ve histo- rülür ve genellikle lobulü tutmaz. Enfeksiyonun en sık nedenleri
patolojik incelemede birçok Charcot-Leyden kristalleri, eosinofıller yanık, kulağa belirgin travma ( ör. boks sonucu) veya pinnada ku­
ve nadir fungal hifler görülür. Doku invazyon bulgusu yoktur. Ka­ lak delmedir. P s e u d o m o n a s a e r u g in o s a ve S. a u r e s en sık görülen
lınlaşmış mukusun cerrahi olarak uzaklaştırılması tedavi edicidir. patojenlerdir. Perikondrit mutlaka intravenöz siprofloksasin gibi bir
Antifungal tedavi gerekmez. antibiyotik ile birkaç hafta tedavi edilmelidir. İnsizyon ve drenaj
İn v a z iv fu n g a l sin ü zit normal ve immün yetmezlikli hastalarda kültür ve genellikle yavaş olan rezolüsyon için faydalı olabilir. Bu
190 II HastnlikJann Ana Bulguian ve Takdim Şekilleri lakta sıvı birikerek bulunan herhangi bir bakteri için kültür ortamı
oluşturur. Akut otitis media (AOM) veya orta kulak enfeksiyonu ile.
enfeksiyon tekrarlayan polikondritten (romatolojik durum Konu sonuçlanabilir. Viral üst solunum yolu enfeksiyonları östaki tüp
325) den ayırtedilmelidir, mukozası ödemi yaparlar ve AOM ile beraber veya öncesinde ola­
O TİTİS E K S T E R N A Dış kulak yolu 2.5 cm boyundadır ve bilir. Otitis media da diğer üst solunum yolu enfeksiyonları gibi
cilt ile döşelidir. Bu cildin altında dış. yarısında kıkırdak, iç yarısın* sıklıkla sonbahar, kış ve ilkbaharda görülür, AOM sıklığı yaşla aza­
da temporal kemik bulunur. Kemik kısımdaki cildde subkutan taba* lır. 3 yaşın altındaki çocukların çoğunda en az bir defa AOM epi­
ka yoktur ve direkt olarak periostiuma tutunur, ve invaziv otitis zodu geçirmektedir, yetişkinlerdeki prevelansı ise sadece %.
ekstemada önemli bir durumdur (aşağıyı görün). Bezlerden salgı* 0 .2 5 ’dir.
lanan serumen kanalı asidifıye eder ve bakteri üremesini baskılar. Semptomları kulak ağrısı, ateş ve işitme azlığıdır. Muayenede
Fakat dökülen epitel ve kalan nem kanalı özellikle P .a eru g in o z a gi­ kulak zan insuflasyonla hareketi azdır ve genellikle kızarık, opak,,
bi hidrofilik organizmalara uygun hale getirir. şişmiş veya retraktedir. Spontan kulak zan perforasyonu ve kulak:
A ku t o titis e k s t e r n a veya yüzücü hastalığı, sıklıkla yaz ayların­ akıntısı genellikle vardır.
da olur ve kanal asiditesinin azalmasına bağlıdır ve bakteri üTeme- Çocuklardaki en sık görülen AOM etkenleri S. p n e u m o n ia
si ile sonuçlanır. Kulak kaşıntılı ve ağrılıdır ve kanal şiş ve kırmızı (% 35), H . in flu en z a e (% 25) ve M . c a t a r h a lis (% 15) dir. Viruslar da:
görülür. En sık patojen P. Aerııginose, S. Aureus ve streptokoklar­ tek başına veya bakteriler ile birlikte pediatrik vakaların dörtte bi­
dır. Tedavide alkol asetik asit karışımı ile kulak temizliği ve poly- rinde görülür. Yetişkinlerdeki küçük çalışmalarda en sık S. pne­
mixin-neomisin gibi topikal antibiyotikli kulak damlası ( 5 gün umonia (% 21), H . in flu e n z a e (% 26) görülmüştür. H .in flu en za en­
günde 4 defa 4 damla) uygulanmasıdır. Dış kulak yolunda HerpeS feksiyonların % 90’dan fazlası tiplendirilemeyen suşlara bağlıdır,
zoster ciddi kulak ağrıya neden olur Ve sıklıkla VII. kraiıial sinirin tip b ile birlikte olanlar bakteriyemi veya menenjit ile birliktedir.
genukülat gaııglionunun tutulumuna (Ramsey Hunt sendromu)
bağlı olarak ipsilateral fasial paralizişi ile birliktedir. Yayınlar İV
asiklovir tedavisinin kalıcı fasial paralizi insidansinı azalttığını
göstermektedir, fakat kontrollü çalışmaların sonuçları hala yayın­
lanmamıştır. S TEDAVİ Otitis media tedavisi ampiriktir, timpanosentez sa­
dece toksik görünümlü immun yetmezlikli hastalar veya baş­

K r o n ik otitis . e k s te r n a kanala tekrarlayan minör travmaya ( ka­ langıç tedavisine dirençli vakalarda endikedir, H.influezalerin üçte

şıma ye pamuk kulak temizleyicileri kullanımı) veya kronik orta biri, M. catarhalislerin dörtte üçü beta laktamaz üretmesine rağmen

kulak akıntısına bağlı olarak ağrıdan çok kaşıntıya neden olur. Ay­ çoğu yazar hala rutin vakalarda amoxicillini başarılı, bulmaktadır.
Beta laktamaz üreten suşlara etkili diğer ilaçlar amoxicilin/klavulo-
rıca kronik otitis mediamn oral antibiyotikler ile tedavisi bu duru:
nate (oral 3x875 mg 7 - 1 0 gün), trimetopirim.-sulfometoxazole,
mu gizler. , .
İn v aziv (m alig n ) o titis e k s te r n a potansiyel hayatı tehdit eden
eritromisin/sulfisoxazole, kloritromisin ve ikinci jenerasyon oral
sefalospprinler (loracarbef, ceipodoxime proxetil ve cefuroxime
bir enfeksiyondur, genellikle P. Aeruginoza etkendir ve yavaş ola­
aksetil)’dir, Penisiline dirençli pnomokoklar major problemdir ve
rak dış kulak yolundan komşu yumuşak dokuları, mastoidi ve tem­
beta laktamaz ile kontrol altına alınamazlar, (Konu . 138), Qrta de­
poral kemiği tutarak kafa tabanına yayılabilir. Primer olarak kont­
recede direnç olan suşlar yüksek doz amoxisilin veya klindamisin,
rol altındaki diabeîik hastalarda olur. Haftalar aylar boyu süren ku­
eritromisin ve trimetoprim-sulfametoxasola cevap verebilir. Levof-
lak ağrısı ve akıntı hikayesi vardır ve yanlışlıkla kronik otitis me­
laksosin gibi kinolonlar çocuklarda kullanımı ispatlanmamasına
dia (nadiren ağrılı bir antite) olarak tanımlanabilir. Muayenede
rağmen yetişkinlerde etkili olabilir. Ciddi enfeksiyonlar veya yük­
ödemli kanal, orta aşağı posterior bölümde granülasyon dokusu( kı­
sek oranda dirençli vakalarda parenteral ceftiraxon veya vankomi-;
kırdak kemik birleşim yeri) görülür, Trismus ve parsiyel fasial pa­
sin tedavisi gerekir. Antihistaminikler ile ek tedavinin ispatlanmış)
ralizi bazı durumlarda belirgindir. IX ., X „ ve XI. Kranial sinirlerde
etkinliği yoktur.
genellikle etkilenebilir. Ateş invaziv otitis ekstemada nadirdir ve
olursa düşüktür.
Laboratuar çalışmalarında normal beyaz küre sayısı fakat yük­
sek sedimantasyon hızı vardır. Kemik ve yumuşak doku tutulumu- Çocuklardaki tekrarlayan AOM atakları aynı patojene bağlı,
nun yaygınlığını saptamak için B T veya MRG gereklidir. BT ileri olarak olur ve primer OAM’ye neden olur (S.p n e u m o n ia , H ,.in flu ­
vakalarda kafa tabanındaki kemik destrüksiyonunu gösterir. Kulak e n z a e , M . c a t a r h a lis ) . Erken tekrarlar (% 75) relaps değildir ve de­
akıntı sürüntüsü yerine kanaldaki granülasyon dokusu veya derin ğişik mikroorganizmalar veya başlatan organizmanın değişik suşu-
doku biyopsisi kültür için tercih edilir. Yaklaşık olarak tüm vaka­ na bağlı olabilir. Yetişkinlerdeki tekrarlayan AOM şekli de benzer­
larda antibiyotik kültür için derin doku spesmeni elde edilerek pa­ dir fakat iyi çalışılmamıştır. Tekrarlayan AOM tedavisindeki ilaçlar
tolojik inceleme yapılıncaya kadar kullanılmamalıdır. Spesmen el­ dirençli suşlara etkili olmalıdır. Sık tekrarlayan hastalar( ör. 6 ayda
de edildikten sonra p s e u d o m o h a s a etkili intravenöz ampirik antibi­ 3 atak) kış aylan boyunca günde bir defa amoxicillin veya sulfisok-
yotik tedavisi (ör. Ticarcillin (4 saatte bir 3 g), piperacillin veya cef­ sazol ile antibiyotik proflaksisinden fayda görürür. Bu tedavinin de.
tazidime artı aminoglikozit) intraoperatif olarak başlanabilir. Tok- daha fazla antibiyotiğe dirençli bakteri geliştirme riski vardır.
sisiteyi önlemek için kültürde siprofloksasin duyarlı p s e u d o m o n a s S ER Ö Z O T İT İS M ED İA Efüzyonlu otitis media veya seröz
üremesi olmuşsa aminoglikozid ile yer değiştirilmelidir. Vakaların otitis media enfeksiyon bulgusu olmaksızın orta kulak sıvısının ay­
% 95‘inden fazlasında p s e u d o m o n a s etkendir, kalan vakalarda sta- larca devam etmesiyle karakterizedir. Bu durum etkilenen kulakta
f i l o c o c c u s ep id e r m id is , a s p e r g illu s .fu s o b a c t e r iu m ve a c tin o m y c es - 25 dB’lik işitme kaybı ile birliktedir. Orta kulak kültürleri genellik­
tir. Sistemik antibiyotik tedavisi 6 -8 hafta devam etmelidir. Duyar­ le negatiftir. Klinik çalışmalarda antibiyotik verilen çocuklarda
lı pseudomonas vakalarında iki haftalıki İV kombinasyon tedavisi­ kontrol grubuna göre sıvının kaybolduğunu gösterse de antibiyotik­
ni takiben 6 hafta günde iki defa 7 5 0 mg oral siprofloksasin kulla­ ler genellikle çok az faydası olsa da direnç gelişme riskini artırdığı
nılabilir. için önerilmemektedir. Adenoidektomi, miringotomi veya timpa-
A KU T O TİTİS M ED İA Orta kulak östaki tüpü yoluyla nazo- nostomi tüpünün çocuklarda efüzyon süresini azalttığı gösterilmiş­
farenks ile bağlıdır. Tüp tıkandığında , mastoid kavite ve orta ku­ tir.
KRONİK SÜPÜRATİF OTİTİS MEDIA Kronik .süpüratif 30 Üst Solunum Yolu Enfeksiyonları 191
olitis media hastalarında ağrısa işilıne kaybı ve iııtennitant pürülan
kulak akıntısı vardır. Muayenede kulak zarında santral perforasyon interdental palpillalarda ülserasyon vardır, Oral anaeroblar neden
ve orta kulaktan pürülan akıntı görülür. Kolesteatom varsa perfo­ olduğu için oral penisilin artı metranidazol veya tek başına kliııda-
rasyon periferaldir. Akıntı: kültüründe P.a e r u g in o s a (%40), S. a u - misin tedavisi her iki durumda da etkilidir. ;
er e u s (%20), K l e b s i e l la (%20) ve diğer gram negatif enterik basil­ L u d w ig a n jin i çabuk yayılan, sublingual ye submandibular boş-:
lerdir. Anaeroblar vakaların % 50’sinde bulunur ve genellikle mikst luklann hayatı tehdit eden sellülitidir ve genellikle alt molarlann
kültürlü anaeroblardır. BT cerrahi olarak tedavi edilebilen bir em enfeksiyonu şeklinde başlar. Hastalar ateşlidir ve yutkunamadıkla-.
feksiyon odağını (kolesteatom veya mastoid sekestre) değerlendi­ rı için sekresyonlar birikir, sublingual bölgede kahverengi, tahta gi­
rebilmek için gereklidir. Terapötik amaçla hastalar kolesteatomlu bi .bfc ödem dili yukarn ve arkaya doğru iter. Supraglottik bölgeye
ve kolesteatomsuz olarak ilri gruba ayrılır. Kolestetomlu grup ko» enfeksiyonun yayılması ile havayolu obstruksiyonuile sonuçlana­
lesteatomun cerrahi olarak çıkarılması ile tedavi olur. Kolesteatom­ bilir. Tedavide streptokok, ve oral anaeroblara etkili ampisilin/sul-,
suz olanlar aktif hastalık ataklarında tekrarlayan topikal antibiyo- baktam (ösaatte bir 3 g) veya yüksek doz penisilin artı metranida-
ıik tedavisine ihtiyaç duyar ye gerçek tedavi nadirdir. Şistemik ant zolu oral antibiyotik takip etmelidir, Toplam tedavi süresi 14 gün
lihiyotiğin rolü açık değildir. Bir çalışmada topikal veya oral te­ olmalıdır. Havayolu takibi önemlidir. Entübasyon veya trakeotomi
daviye cevap alınamayan kolesteatomsuz, çocuklarda İV antibiyo­ gerekebilir. . , , ,i
tik tedavinin başarısının %78 olduğu bildirilmiştir. N a m a ve şa n k ru m o r i s oral- ve fasial dokulann gangrenöz en­

T ü b e rk ü lo z o titis m e d ia nadirdir ve sıklıkla yanlış tanı konur. feksiyonudur. Kötü beslenen ve debil hastalarda görülür ve özellik­
Nontüberküloz kronik otitis mediayı taklit eder,fakat akıntı rutin le çocuklar arasında yaygındır. Başlangıcı mandibute gingivasında
antibiyotiklere cevap vermez. Muayenede kulak zarında multipl nekrotik ülser şeklindedir. Nomanıii: etkeni oral anaeroblar özellik­
peıforasyonlar, orta kulakta inci gibi veya gevşek doku görülür. le fusospiroketal organizmalardır (ör. F u sp b a c te riu n t n u eleatu m ).
Hastaların sadece %30’unda akciğer grafilerinde aktif tüberküloz Tedavisi yüksek doz penisilin, debritman ve altta yatan malnütris-
bulgusu olur. Tedavi diğer ekstrapulmoner tüberkülozlar gibidir. yonun düzeltilmesidir. •. • ••
MASTOİDİT Mastoid temporal kemiğin kulağın arkasındaki H e r p e s s im p le x genellikle dudakların soğuk hassassiyetine ne­

bölümüdür ve solunum epiteli ile döşelidir ve balmumu gibi hava den olur,Takat dil üzerinde ve bukkal mukozada ağrılı, veziküllere
hücrelerini içerir. Bu hava hücreleri orta kulak ile ilişkilidir. Orta de neden olabilir. Primer enfeksiyon İV hidrasyona gerek olabilir
kulaktaki sıvı otitis media başlangıcında olur ve daima mastoidde- ve asiklovir ile tedavi edilmelidir. Pamukçuk veya orofarengeal
ki sıvıyla birliktedir. Gerçek mastoidit antibiyotik kullanımı ile na­ kandidiazis etkeni candidadır ( C .a lb ic a n s ) , Yenidoğarv, uzamışan-ı
dir olarak görülmesine rağmen, bunun nedeni otitis medianın erken tibiyotik tedavisi alan hastalarda, immün yetmezlikli hastalarda
iodavi edilmesidir. olur AIDS hastaların %90’ından fazlasında pamukçuk gelişir. Pa-
Mastoidit, mastoid hava hücreleri arasındaki kemik bölümlerin mukçuklu hastalar dilde yanma veya çiğ boğaz belirtirler ve mu­
erozyonu ile karakterizedir. Akut mastoiditli hastalarda ağrı, hassa­ ayenede dil veya bukkal mukozada beyaz plaklar görülür. Tedavi­
de topikal antifungal ajanlar (clotrimazole, nistatine) veya oral flu-
siyet ve mastoid üzerinde şişlik bulunur. Subperiostal abse veya se-
canazole kullnılır. AİDS’li hastalarda flukanazole ile dirençli paş
lıilit varsa pinria dışa doğru itilir. BT kemik destrüksiyonunu veya
mukcuk tedavisi zordur, oral itrakanazole solüsyonu veya oral am-
drene olabilen mastoid abseyi gösterir.
fotersjn B süspansiyonları etkili olabilir.
Mastoiditin bildirilen bakteriolojisi değişkendir. Bazı vakalarda
FA R EN JİTLER Çoğu farenjit vakaları viral olarak düşünülür,
AOM’ye benzer organizmalar (S. p n e u m o n ia , H . in flu e n z a e ) var­
Çoğu rinovinis, coronavirüs veya parainfluenza tarafından olan so-
ken, diğerlerinde S. a lte r e u s ve P s e u d o m o n a s gibi gram negatif ba­
ğuk algınlığının bir parçası olarak oluşur. Hastalarda nezle ve ösü-
siller görülür. İdeali parasentez ile orta kulak- kültüründe üreyeli
rük gibi kaşıntı veya boğaz ağrısı olur. Farenks inflame ve ödem:
mikroorganizmaya yönelik oltnalıdır. Başlangıçta geniş spektrum-
lidir, fakat eksuda yoktur, influenza virüsü ve adenovirüsler ciddi
lu ticarcillin/clavulonate artı gentamisin veya siprofloxasirt ile ol­
boğaz ağrısına neden olabilir bunun yanında ateş ve halsizlik de
malıdır, sonra darattılabilir.
olur. Virüslere bağlı da olsa farengeal ödem ve eritem bulunur, ade­
OTİTİS MEDİA VE MASTOİDİTİN KOMPLİKASYON-
novirus enfeksiyonlarında genellikle eksudaya neden olur ve sterp-
LARI Ekstrakranial komplikasyonlan işitme kaybı, vertigo ile so­
tokokal farenjiti taklit eder. İn fe k s iy ö z m o n o n iik le o z is etkeni Epste­
nuçlanan labirintit ve fasial paralizidir. Ek olarak mastoid enfeksi­
in Barr virüsüdür ve ciddi boğaz ağrısına neden olur. Mononüke-
yonu temporal kemik periostu altından yayılırsa subperiostal abse-
ozis vakalarının yarısında eksudatif farenjit veya tonsillit bildiril­
ye veya mastoid tipden sternokleido mastöid kasın derininde derin
miştir ve streptokokokal enfeksiyonları takklit edebilir. H e r p a n jin â
boyun enfeksiyonuna (Bezold absesi) neden olur. İntrakamial
coxsackie Virüs etkenidir ve ateş, boğaz ağrısı miyalji ve yumuşak
komplikasyonlar epidüral abse, dural venöz tromboflebit (genellik­
damakta uvula ile tonsil arasındâ veziküler enantem ile karakteri­
le sigmoid sinüs), menenjit ve beyin absesidir.
zedir. Genellikle sadece iki ile altı lezyön vardır, küçük papül ola­
rak başlar vezikül olur ve sonra ülsere olur. Ateş ve non eksugatif
farenjit akut retroviral sendromun genel semptomlarıdır ve HIV en­
ORAL KAVİTE VE FARENKS feksiyonundan birkaç hafta sonra gelişir.
ENFEKSİYONLARI-, Farenjitlerin en önemli nedeni grup A s t r e p to k o k la r d ır (S. p y o ­
g e n e s ) , Bu organizma farenjitlerin %15’inden sorumludur ve
ORAL KAVİTE ENFEKSİYONLARI Oral kavite, dudaklardan önemli komplikasyonlara hem süpüratif (peritonsiller ve retrofa-
dilin circumvallate papillarına kadar uzanır ve yoğun olarak viri- rengeal abse) hem de nonsüpüratif ( kızıl, streptokokal toksik send-
dans streptococlar ve anaerobları içerir. Bu organizmalar bu bölge­ rom, romatizmal ateş, akut poststreptokokal glomerulonefrit) ne­
de çeşitli enfeksiyonlara neden olur. G in g iv it diş etlerinin enfeksi­ den olabilir. Ateş, ciddi boğaz ağrısı, servikal lenfadenopati ve ton-
yonudur, periodontal hastalığın erken formudur. Ağızdaki anaerob­ siller ve farenkste enflamasyon( eksuda ile kaplı) klasik bulgulan­
lar, özellikle P r o v o te lla in ter m e d ia gibi anaerobik gram negatif çu­ dın Fakat çoğu sterptokokal farenjit hafiftir ve eksudasız minimal
buklar en sık nedendir. V incent a n jin i, nekrotizan ülseratif gingivit eritem olur ve soğuk algınlığı farenjitine benzer. Bazı hastalarda
veya hendek ağız olarak da adlandırılan hastalarda ağız kokusu ve gerçekte viral farenjit olmasına rağmen grup A streptokoklar da ko-
192 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri ken parainfluenza virüslerdir,diğer respiratuar virüsler (influenza
veya respiratuar sinsityal virüs) de etken olabilir.
Ionize olabilir, bu kişilerde streptokok düşünülerek tedavi edilme- Krup mutlaka epiglottitten ayırt edilmelidir (aşağıyı gör). Epig-
melidir.Tanı kültür ile konur. Hızlı antijen testleri kullanılabilir.Bu lottit genellikle daha hızlı ilerler ve daha toksik görünüm yapar.
testlet spesifik olmasına rağmen sensitif değildir. Pozitif test pozitif Boyun grafileri faydalı olabilir fakat epiglottiti ekarte etmek için
kültüre eşdeğerdir, fakat negatif test kültürle doğrulanmalıdır.Tek güvenilir değildir, Krupta ön-arka boyun grafılerinde subglottik
doz İM benzatine penisilin (1.2 milyon ünite) veya 10 günlük oral ödem ( kalem ucu görünümü) varken epiglotittede kalınlaşmış
penisilin (günde 4 defa 250 mg) veya eritromisin organizmayı era- epiglot görülür.
dike etmek için gereklidir. Eritromisin kullanılacaksa duyarlılığı Ciddi krupu olan hastalar mutlaka hastaneye yatırılmalı, pul-
saptanmalıdır çünkü özellikle Avrupa’da eritromisin rezistansında soksimetre ile hipoksi takibi yapılmalı ve entübasyon için izlenme­
artış bildirilmiştir. Streptokoka etkili diğer antibiyotikler de kulla­ lidir. Nemlendirme genellikle yapılır, fakat sadece birkaç kontrollü
nılabilir (ör. Amoksisilin, cefuroxime) ve bir çalışma 4 günlük ce- çalışma bunun faydasını bildirmiştir, Nebulize rasemik epinefrin
furoxime tedavisinin 10 günlük penisilin tedavisi organizma eradi- belirgin stridoru olan hastalarda geçici (2 saat) iyileşme sağlar, fa­
kasyonunda etkili olduğu bildirilmiştir. Fakat romatizmal ateşten kat böyle hastalar rebound ödem için gözlenmelidir. Nebulize veya
korunmada sadece penisilin etkilidir (Konu 235). parenteral steroid tedavisi faydalıdır ve etkisini bîr saat içinde gös­
Farenjitin diğer bakteriyel etkenleri C ve G s tr e p to k o k la r . N e- terir. Bir çalışmada tek doz İM veya nebulize budenozidin orta şid­
i s s e r a g o n o r r h o e a e (Konu 147), A r c a n o b a c te r iu m h a em o ly ticu m .
detli kruplu çocukların hastaneye yatışı %50 azalttığı bildirilmiştir.
Y ersin ia e n t e r o c o lit ic a ve nadiren C o r y n e b a c te r iu m d ip h t h e r ia d ir
(Konu 141). Ek olarak M y c o p la s m a p n e u m o n ia (Konul78) ve
EPİGLOTTİT Akut epiglottit (Supraglottit) epiglotun hayati
C h la m id ia p n e u m o n ia (Konu 179) farenjite neden olabilir.
tehdit eden, hızlı ilerleyen selülitidir ve tam havayolu tıkanıklığına
Peritonsiller abse (Q u in sy ) tedavi edilmemiş streptokokal fa­
neden olabilir. Dil kökü ile epiglotun arasında selülit olarak başlar
renjit sonrası olabilir. Oral anaeroblar da quinside rol oynayabilir.
ve epiglotu arkaya doğru iter. Sonra epiglot kendiliğinden şişer ve
Hastaların ciddi boğaz ağrısı ve sıcak patetes sesi gibi konuşmaları
havayolunu tehdit eder, H . in flu e n z a tip b (Hib) aşısından önce
vardır. Muayenede uvula deviasyonuna neden olan belirgin tek ta­
epiglottit 2-4 yaş çocuklar arasında çok sıktır. 6u hastalık şimdi ço­
raflı peritonsiller şişme ve eritem görülür. Kulak burun boğaz uz­
cuklarda nadirdir, çünkü aşı Hib’ye bağlı invaziv hastalık insidan-
manı tarafından acil aspirasyon ve antibiyotik tedavisi (ör. Ampisi-
smı %95 azaltmıştır. Yetişkinlerdeki insidans değişmemiştir.
lin/sulbaktam 6 saatte bir 3 g İV, penisilin artı metranidazole veya
Epiglottitli genç çocukta tipik olarak birkaç saatlik ateş hikaye­
klindamisin) başlanmalıdır.
si, huzursuzluk, ses kısıkılığı ve disfaji vardır ve öne doğru oturma
ve ağızda sulanma vardır. Adöİesan ve yetişkinlerde daha az hızlı
bir başlangıç vardır, semptomlar özellikle boğaz ağrısı 1-2 gündür
LARENJİT, KRUP VE EPİGLOTTİT olur. Yetişkinlerde başlangıç solunum sıkıntısı (%25), ağızda sulan­
ma (%15) ve stridor (%1Ö) ile olabilir. Epiglottit medikal acil bir
LAREN JİT Larenjit ses kısıklığı ile karekterizedir. Akut larenjitle- durumdur, çünkü aniden solunum yolu tıkanabilir. Yan boyun film­
rin çoğunun nedeni virüslerdir (rhinovirüs, influenza virüs, para­ lerinde genişlemiş epiglot (başparmak belirtisi) faydalı olabilir fa­
influenza virüs, coxsacievirüs, adenovirüs veya respiratuar sinsiti- kat yalancı pozitif de olabilir. Bu filmlerin çekilmesinin faydası tar­
yal virüs)! Akut larenjit grup A s t e r p t o k o k la r ve M .c a t a r h a lis ile tışmalıdır, çünkü bu havayolu sağlanmasını geciktirebilir. Direk
birlikte olabilir. Larenjit epiglottitten ayırt edilmelidir (aşağıya olarak farenksin dil basacağı ile basılarak görülmesi önlenmelidir,
bak). Tedavinin amacı grup A s t e r p t o k o k (bu vakalarda penisilin çünkü hemen laringospazm ve hava yolu tıkanması ile sonuçlana­
mutlaka kullanılmalıdır) kültürde üremediği zamanlar dışında bilir. Bunun yerine; epiglottit düşünülen çocuk mutlaka oturarak
semptomatiktir. 1 ameliyat odasına taşınarak fiberoptik larengoskop ile epiglotun gö­
Enfeksiyona bağlı kronik larenjit nadirdir ve mutlaka rieoplas- rülmelidir ve acil hava yolu kontrolü için hazırlanmalıdır. Eğer
tik etyolojiye bağlı ses kısıklığından ayırt edilmelidir. T ü b erk ü loz epiglot çilek gibi kırmızı ise kafsız endotrakeal tüp yerleştirilmeli­
la r e n jit direk larengoskopi ile bakıldığı zaman larenks kanseri ile dir. Yetişkinlerdeki tamda da aynı hazırlıklar yapıldıktan sonra
karıştırılabilir. Larengeal ve supraglottik lezyonlar mukozal ödem epiglotun fiberoptik laringoskop ile direk olarak görülmesi ile ko­
ve kalınlaşma, nodül ve ülserasyona neden olur. Bir çalışmada, ateş nun
hikayesi, gece terlemelerinin nadir ve en sık bulgunun akciğer grar Bütün hastalar yoğun bakım ünitesinde yakın olarak takip edil­
filerinde apikal kalınlaşma ve fîbrozis olduğunu bildirmiştir. Bi­ melidir ve H .in flu en z a y a yönelik antibiyotikler verilmelidir. Hib
yopside asit fast basilli garnülom görülür. Tanıyı doğrulamak ve pa­ aşısından önce bu organizma çocuk vakalarının çoğundan sorumlu
tojenin duyarlılığını saptamak için mutlaka kültür yapılmalıdır. La­ ve etkilenen çocukların kanında % 100 izole edilmekteydi. Yetişkin­
rengeal tüberküloz yüksek oranda bulaşıcıdır ve aktif akciğer tüber­ lerde vakaların tamamından H .in flu en za sorumluyken %25’inde
külozu ile aynı önlemler ve tedavi yapılmalıdır (Konu 169). Man­ kan kültürleri pozitiftir. Boğaz ve epiglot kültürleri ilişkisi açık ol­
tar enfeksiyonları yapan etkenler histoplasmosis (Konu 201), blas­ mamasına rağmen epiglotittli yetişkinlerin farenksinden elde edilen
tomycosis (Konu 203) ve kandidiasisdir (Konu 205). H is to p la z m a diğer organizmalar H . p a r a in flu e n z a , S .p n eu m o n ia , grup A strepto­
ve b la s t o m iç e s larenkste ülserasyonlu veya ülserasyonsuz nodüle koklar ve nadiren S.au reu stu r. Çocuklar İV cefuroxime, ceftriaxo­
neden olabilir. C a n d id a immün yetmezlikli hastalarda veya kronik ne, ampisilin/sulbaktam ve trimetoprim-sulfometakxazole ile teda­
mukokütaneöz kandidiazis olan hastalarda pamukçuğun yanında vi edilebilir. Yetişkinler cefuroxime, ampisilin/sulbaktam (ösatte bir
larenjite de neden olabilir. 3 g İV) veya nafsilin artı ceftriaxone ile 7 gün tedavi edilmelidir,
KRUP Krup veya akut larengotrakeobronşit beliıgin subglottik Penisiline aleıjik çocuklarda klindamisin artı trimetoprim-sulfome-
ödeme neden olan üst ve alt solunum yollarının enfeksiyonudur. taxazole veya siprofloksasin verilebilir. Eğer H .in flu en za epiglottit­
Esas olarak 2 ve 3 yaş çocukları etkiler ve genellikle 1-2 gün önce­ li hastanın evde teması olan 4 yaşın altında aşılanmamış çocuk var­
ki üst solunum yolu enfeksiyonunu takip eder. Semptomlar ateş, ses sa evde buluna tüm üyeler ve hasta, H .in flu en z a taşıyıcılığını eradi-
kısıklığı, ayıbalığı gibi öksürük ve inspiratuar stirdordur. En sık et­ ke etmek için proflaktik rifampin almalıdır.
D E K İN ItO Y U N E N F E K S İ Y O N L A R I 31 Hastalıkların Oral Belirtileri 193

Derin boyun enfeksiyonları hava yolunu etkileyerek, karotid kılıfı­ ve. JPediatr 120:81,1992
DESHAZO RDet al: Fungal sinusitis. N Engl J Med 337:254,199T
nı tutarak ve rilediastine yayılarak hayatı tehdit edebilir.
HARRIS JP, DARROW DH: Complications of chronic otitis media, in Surgery
o f the Ear and Temporal Bone, JB Nadol Jr, H F Schuknecht (eds). New
SUBMANDİBULAR BOŞLUK HASTALIKLARI Yukarı­ York, Raven Press, 1993, p 171
JOHNSON QW et al: A comparison of nebulized budesonide, intramuscular de-
daki Ludwig anjinini görün ( Oral kavite enfeksiyonları altında) xamethasone, and placebo for moderately severe croup. N Engl J. Med
LATERAL FARENGEAL BOŞLUK ENFEKSİYONLARI 339:498, 1998
Lateral farengeal boşluk parafârenğeal veya farengomaksiller boş­ KLEIN 'JO : Otitis externa, otiti» media, mastoiditis, in Principles and Practice
o f Infectious D iseases, 4th ed, G L Mandell et al (eds). New York, Churchill
luk olarak dâ adlandırılır ve boynun üst yan kısmındadır ve hyoid Livingstone, 1995, p 579
kemikten kafa tabanına uzanır. Farenksin lateral duvarının derinin­ LIM DJ (ed): Recent advances in otitis media: Report of the Sixth Research Con*
ferenco. Arm Otol Rhinol Laryngol 107(Soppll74):ir 1998
de uzanır ve tonsil ve karotid kılıfına lateral, parotise medialdir. Bu
M AYO-SM ITH M F et al: Acute epiglottitis. An 18-year experience in Rhode Is­
bölgedeki enfeksiyon tonsiliti veya adenoid tutulumlu farenjit; pa- land. Chest 108:1640,1995
rotit, mastoidit veya periodontal enfeksiyon sonucu gelişebilir. TALM OR M etal: Acute paranasal sinusitis in critically ill patients: Guidelines
for prevention, diagnosis, and treatment. Clin Infect Dis 25:1441,1997
Başlangıçta çoğu hastalar toksik görünümlüdür ve ateş, boğaz TIER N EY MR, RA K ER AS,- Infections of the head and neck in diabetes meUi-
ağrısı, çiğne ile ağrı ve lokositoz vardır. Lateral farengeal boşluğun tus. Infect Dis C lin North Am 9:195,1995
posterior kısmına (retrositiloid) sınırlı enfeksiyon lateral farengeal
duvann şişmesine neden olur ve palatofarengeal arkın arkasında ol­
duğu için gözden kaçırtabilir. BU boşluğun ön kısmın tutulumu
tonsilin riıedîale itilmesine, parotid bez üzerinde şişliğe ve trismu-
sa neden olüf. Boyunda sertlik ve ters tarafa doğru tortikolis gelişe­
bilir. Tanı kontrastlı BT ile doğrulanır ;
Tedavi havi yolunu sağlama, ameliyathanede cerrahi drenaj ve
streptokoklara ve anaeroblara karşı etkili antbiyotiklerin (ör. Ampi- John S. Greenspan
silin/sulbaktam 6 satte bir 3g) en az 10 gün İV olarak verilmesini
kapsar. Komplikasyonlar karotid kılıfının ve içindeki damarların
tutulumu sonucu olur. Bu komplikasyonlar sıklıkla fataldir ve jugu-
ler ven tromboflebiti, karotid arterde erozyon ve mediastinittir. İu-
guler ven tromboflebiti .yüksek ateş, titreme^ ve boyunda angulus
mandıbulada hassasiyet ile karakterizedir. Fusobacterium necrop-
■ HASTALIKLARIN ORAL
BELİRTİLERİ

Y ücel Akbaş, Cengiz Özcan

horum etken olduğunda sepsis ve septik pulmoner emboli (Lemier- ... . ,İ. ■■ ■■ I •
Oral ve farengeal yumuşak dokuları ve dişleri içeren oral muayene
re sendromu eşlik eder. Karotid arter erozyonunun habercisi genel­ fizik muayenenin önemli bir parçasıdır. Sık oral hastalıklar bakte-
likle ağız içine tekrarlayan küçük kanamalardır. Komşu karanial si­ riyel, fungal veya viral enfeksiyonlara bağlıdır. Orofasial yapının
nirlerin tutulumu ipsilateral Homer sendromu, seş kısıklığı ve tek kompleks gelişimi ayrı dokuların interpoze olarak kapanmasını ge­
taraflı dil paralizisi ile sonuçlabilir. Enfeksiyonun karotid kılıf bo­ rektirdiğinden, bu dokular gelişimsel anomalilere, büyüme bozuk­
yunca posterio mediastinums uzanması mediastinit ile sonuçlanır luklarına ve neoplazilere adaydır.
ve mortalite %50’dir. MRG carotid ve juguler tutulumu tespit et­
mede faydalıdır.
DİŞ HASTALIKLARI
RETRO FAREN G EAL BOŞLUK EN FEK SİYO N LA RI
Rctrofarengeal boşluk farenks ve prevertebral fasia arasmdadır ve DİŞ ÇÜRÜMESİ PULPAL V E PERİA PİKA L HASTALIK
kafa tabanından mediaslinuma uzanır. Bu bölgede enfeksiyon late­ VE KOMPLİKASYONLAR Diş çürümesi dişin sert dokularının
ral boşluk enfeksiyonun yayılımı veya dalıa sefalik bölge enfeksi­ sterprococcus mutans veya diğer bakteri enfeksiyonuna bağlı dest-
yonlarının (posterior sinüsler, adenoidler, nazofarenkş) retrofaren- rüktif bir hastalıktır. Populasyonun birçok segmentinde v6 geliş­
geal lenf nodlanna lenfatik yayılımı ile olur. Retrofarengeal abse mekte olan ülkelerde daha fazla olmasına rağmen ABD’de 17 yaş
yeni doğanlar ve genç çocuklarda sıktır, belki retrofarengeal nodla? altında yansından azında çürük lezyonlar vardır. Suyun milyonda
nn daha sonradan gerilemesine bağlı olabilir. Retrofarengeal abse- bir seviyesinde florizasyonu, florür içeren diş macunlan ve topikal
ler postreior farenkse travma (Ör. Yetişkinlerde endoskopi, çocuk­ florid uygulanması insidansı düşürmüştür. Aksine dişlerin kalması,
larda lolipop sapı perförasyonu) veya servikal osteomıyelit enfekr toplumun yaşlanması kök çürümelerini artırır. Kanser tedavisi alan
siyonun öne doğru yayılımı sonucunda da görülebilir. kişilerin artması ve diğer özel topluluklar (diabetik hastalar, Sjög-
Semptomlar ateş, yutmada beliıgin zorluk ve ağrı ve sıcak pa­ ren sendtomuna veya ilaçlara bağlı xerostomi) uygun topikal florid
tates sestir. Fizik muayenede ağızda sulanma, boyunda sertlik ve proflaksisi yapılmadığmda ciddi çürüklere neden olur. Çürüklerin
posterior farengeal duvarda çıkıntı görülür. İlerlemiş vakalarda tedavisi yumuşamış ve enfekte olmuş sert dokulann uzaklaştırtma­
dispne ve stridor olur. Tam lateral boyun grafisi veya BT ile doğrar sı, açığa çıkan dentinin kaplanması ve kayıp diş dokusunun gümüş
lanabilir. Tedavi hava yolunun sağlanması ve acil cerrahi drenajdır. amalgam, kompozit plastik, altın veya porselen ile restorasyonu­
İV antibiyotik mutlaka verilmelidir ve seçilen ajanlar streptokok, dur.
oral anaeroblar, S.aureus ve H.influenzaya etkili olmalıdır (ör sade­ Eğer çürük lezyon ilerlerse dental pulpa enfekte olarak akut
ce ampisilin/sulbaktam veya klindamisin artı ceftriaxone). Potansi­ pulpite neden olur. Diş sıcak veya soğuğa hassas hale gelebilir. De­
yel komplikasyonlar hava yolu tıkanması, aspirasyoh pnömonisine vamlı rahatsız edici ağn olduğunda, pulpa haşan ineversibldır ve
neden olan ağız içine abse rüptürü ve mediastinittir. kök kanal tedavisi gerekir. Pulpa içeriği ve kanal kökleri çıkarılır,
temizlendikten ve antisepsiden sonra inert madde ile doldurulur.
BİBLİOGRAFYA Alternatif olarak diş çekimi gerekebilir.
Eğer pulpit başanlı olarak tedavi edilmediyse, enfeksiyon diş
CHOW AW: Life-threatening infections of the head and neck. Clin Infect Dis
14:991, 1992 apeksi boyunca dental ligament içine yayılabilir. Akut enflamas-
D EL BECCARO MA et al: Bacteriology of acute otitis media: A new perspecti­ yon, çiğneme ve perküsyonla ağnya neden olur ve periapikal abse
194 ii ılusıahkıarın Ana Bulguları ve Takdim Şekillen etkendir. ANÜG ve periodontitin agressif ve hızlı formu (n e k r o ti­
zan ü ls e r a t if p e r io d o n t it ) HIV enfeksiyonu ile birlikte görülür. Bu
oluşabilir. Kronik enflamasyon ağrısız veya hafif ağrılı olabilir ve vakaların bazıları oral kavite yumuşak doku ve kemikte (n ek ro tiz a n
alveolar kemik içinde p e r ia p i k a l g r a n ü lo m oluşabilin Epitelyal sto m atit) destrüktif gangrene benzer lezyonlara ilerleyebilir ve kö­
hücre artıklarının proliferasyönu granülomu p e r i a p i k a l k is te dönüş­ tü beslenmiş toplumlarda görülen nomaya benzer. Tedavi lokal an-
türebilir. Periapikal radyolüsensler granülom ve kist içinde olabilir tibakteriyel ajanlar ,debritmen ve ciddi vakalarda anaeroblara etki­
fakat bir veya iki lezyonun komplikasyonu olarak olmadıkça abse li sistemik antibiyotikleri içerir.
de olmaz. Periapikal abse içindeki pü alveolar kemikten yumuşak Diğer toplumlarda periodontal hastalığın patogenezinde konak­
dokulara yol oluşturarak sellülit ve bakteremiye neden olabilir ve- çı faktörü de rol oynar. Down sendromlu ve diabetli kişilerde ciddi
ya oral kaviteye (parulis veya gumboil) maksiller sinüse veya yüz periodontal hastalıklar oluşabilir. Hamilelik sırasında ciddi gingivit
cildi boyunca veya submandibuler bölgeye dökülebilir. Selülitin ve lokalize pyojenik granülom oluşabilir. Belirli ilaçlar özellikle
ciddi formu olan Ludwing anjini, enfekte mandibular molardan kö­ antikonvülzan fenitoin ve kalsiyum kanal blokörü nifedipin gingi-
ken alır, submandibular bölgeyi tutar ve ağız tabanı boyunca yayı­ vada fıbröz hiperplaziye neden olur, bu dişleri kapyabilir ve ye­
lır, dil elevasyonu, disfaji ve nefes darlığına neden olur. Trakeoto- meyle etkişebilir ve göze hoş görünmeyebilir. İdiyopatik familyal
mi gerektirebilen glottal ödem olabilir. gingival fibromatozis de benzer görünebilir. İki durumu da cerrahi
SİSTEMİK FAKTÖRLERİN DİŞE ETK İSİ Primer ve/veya ile düzeltir. İlacın değiştirilmesi de ilaca bağlı olanı geri döndürür.
kalıcı dişlerin enamel hipoplazisi kronun yüzeyinde beyaz lekeden Oral kavite Helicobacter pylori için önemli bir rezervuardır. Kont­
büyük defektlere kadar değişik şekillerde görülür ve D vitaminine rolsüz diabetus mellitus oral enfeksiyonların özellikle periodontal
rezistan rikets, hipoparatiroidizm, gastroenterit ve Celiac hastalık artmasına neden olur. Genetik olarak diabete aday olan vakalarda
gibi durumlardaki kalsiyum ve fosfat dağılımına bağlı olabilir. Pre- periodontal hastalık diabeti başlatabilir veya şiddetlendirebilir.
matür doğum veya yüksek ateş enamel hipoplaziye artırabilir. Tet- Oral enfeksiyon koroner ateroskleroza neden olabildiği gibi hami­
rasiklin gebeliğin 2. yarısında, yenidoğanda ve 8 yaşına kadar ço­ lelerde erken doğum ve düşük doğum ağırlığına neden olabilir.
cuklara verildiğinde dişlerde kalıcı renk bozukluğu ve enamel hi- Periapikal ve periodontal bakteriyel enfeksiyonlar diş çekimi
poplazisine neden olur. Günlük 1,5 mg’dan fazla floruid alımı enâl sonrası ve rutin dental proflakside bile geçici bakteriyemiye neden
mel renk bozukluğu ile sonuçlanabilir ( b e n e k le n m e ) . Büyük dişlen, olabilir. Kalp kapak hastalan ve protez eklemleri olan hastalara
maternal diabet, maternal hipotiroidi ve büyük doğunt ağırlığı ile uygun antibiyotik koruması yapılmalıdır.
ilişkilidir. Down sendromunda dişler küçüktür. Sistemik hastalıkla#
pulpal hastalığı uyarak ağrıya neden olabilir. Maksiller sinüzit siki ORAL MUKOZA HASTALIKLARI
lıkla maksiller dişlerde ağrı ve isi değişiklikleri ve perkusyona has­
sasiyet ile belirgin olabilir. Angina pektoris alt çeneye vuran ağrıy­ ENFEKSİYON Çoğu oral' mukoza hastalıklarının nedeni mikro
la Sonuçlanabilir, bü vagus Siniri uyarmıf ile olabilir. organizmalardır (Tablo 31-1)
PİGMENTE LEZYO N LA R (Tablo 31-2 ‘yi gör)
PERİODONTAL HASTALIKLAR DERMATOLOJİK HASTALIKLAR Bak Tablo 3 1 -1 ,2 ve 3
ve Konu. 55,60
Yetişkinlerde özellikle yaşlılarda kronik destrüktif periodontal has­ DİL HASTALIKLARI (Tablo 31-4’ g ö r)
talık (p iy o r e ) çürüklerden çok diş kayıplarında sorumludur. Fakat HALİTOZİS Tablo 31-51 gör
periodontal hastalığın insidansı ve prevelansı ABD’de azalmakta­ HIV HASTALIĞI VE AİDS (Tablo 31-6 ve Konu 192 ve
dır. Periodontal hastalığın en sık formu marjinal gingivanın ( g i n g f 309’a bak) HIV enfeksiyonu ile indüklenmiş immünosupresyon
vit) enflamasyonu olarak başlar, gingiva fırçalarken kanayabilme­ birçok oral enfeksiyona, neoplazmlara ve otoimmün ve idiopatik
sine rağmen ağrısızdır. Hastalık periodontal limanı tutarak yayılır, lezyonlara neden olur. O r a l k a n d id ia z s i (Atlas IID-43) ve k ıllı lö -
alveolar kemik yavaşça rezorbe olur ve diş ve kemik bağlantısını k o p l a k i (Atlas HD-42) [EBV ile ilişkili benign epitelyal hiperpla-
yapan periodontal ligaman kaybolur. Diş yüzeyinden yumuşak do­ zi] HIV hastalığının sık özellikleridir ve sıklıkla tam oturmuş
ku ayrılarak çiğneme ve problamada kanamaya neden olan cepleş- AIDS’e eşlik eder veya önceden olur. Oral Kaposi sarkomu veya
meye yol açar. Akut enflamasyon bu kronik olaya eklenebilir ve pü lenfoma AİDS için diagnostiktir. Oral kandidiazis topkal veya sis­
oluşumu v e p e r io d o n t a l a b ş e y e olabilir. Sonunda ciddi kemik kay­ temik antifungaller ( oral nistatin pastilleri, oral clotrimazol, oral
bı, diş mobilitesi ve tekrarlayan abse oluşumu diş dökülmesine ve­ kullanılan nistatin vajinal tabletleri, flukartozol Ve ketokkonazol)
ya diş çekilmesine neden olabilir., ile kolaylıkla tedavi edilirler. HIV oral lezyonlarının çoğunun genel
Gingivit ve periodontit bakteriyel plak birikimi ile ilişkili bir populasyonda da olur. Nekrotizan ülsertif periodontal hastalık ve
enfeksiyondur ve mineralize (k a lk u lu s) olabilir, uygun o r a l h ijy en kıllı lökoplaki kuvvetli olarak HIV enfeksiyonu ile ilişkilidir ve bu­
ölçümleri diş fırçalama ,diş aralarını iple temizleme, antibakteriye! nun dışında nadirdir.
ağız gargaraları ve yapışmış yiyecek artıklarının temizlenmesi ile HEM ATOLOJİK VE BESLEN M E HASTALIKLARI Gin­
önlenebilir. Fazla genişlemiş veya yetersiz sınırlar ile kötü yapılmış giva kanaması, nekrotik ülserler malign infıltrasyona bağlı büyü­
ve bozulmuş restorasyonunda katkısı vardır. Tedavisi plak ve kal- meler özellikle m o n o s itik lö s e m id e olmak üzere tüm lösemi form­
kulusun uzaklaştırılması, cep içindeki artıkların ve yüzeyel enfekte larında görülür. A g r a n ü lo s ito z d a ciddi oral mukozal ülserler görü­
dolgunun temizlenmesi ve diğer yardımcı faktörlerin ortadan kaldı­ lürken, tr o m b o s ito p e n id e oral peteşi, ekimoz ve gingival kanama
rılmasıdır. olur. Plummer V inson s e n d r o m u n d a (Konu 105) dil papillalannda
Periodontal hastalık P o r p h y r o m o n a s g in g iv a lis, P r e v o t e lla in ­ olmak üzere oral mukoza atrofisi kızarıklık ve kuruluğa bağlı dis-
t e r m e d ia ve diğer gram pozitif organizmaları içeren bir grup du­ fajiye neden olur ve yüksek oral kanser olasılığı ile birliktedir. P e r -
rum olarak belirebilir. L o k a liz e ju v e n il p e r io d o n t it (L JP ), hızlı, cid­ n isiy ö z a n e m id e de düz dil görülür (Konu 107). Baş boyun kanse­
di cepleşme ve kemik kaybına neden olur ve A c tin o b a s illu s a c ti- rinde radyoterpi komplikasyonu olarak ülserli ciddi oral mukozit,
n o m y c etem c o m ita n s, C a p n o c y t o p h a g a , E ik e n e lla c o r r o d e n s v e di­ kandidiazis, bakteriyel enfeksiyonlar ve xerostomi görülür. Kemo-
ğer anaeroblar ile ilişkilidir. Akut nekrotizan ülseratif gingivit terapi de mukozite neden olabilir, ABD’de şimdilerde az görülme­
(ANÜG) gingivanın nekrozla birlikte, doku kaybı, ağrı, kanama ve sine rağmen vitamin eksikliğine bağlı oral belirtiler mukozit ve ül­
halitozis olan ani enflamasyonudur ve P. intermedia ve spiroketler ser, glossit ve dilde yanma hissi (B g r u b u v itam in e k s ik liğ i), peteşi,
■m - - : . T ' ! -d/, oııbın

D u r mu Genel Yerleşim Klinik Özellikler Seyir

‘ !><Ai H A S T A ! İ K İ . A K

I’tttner Iıeıpctik. Dudak ve oral mukoza Kolayca patlayan ve kabuklanan Sekonder olarak enfekte olmadıkça
;*ıttuivo.shuttitti (Herpes labial veziküller, çabucak ülsere olan 10-14 günde kendiliğinden iyileşir
'.implex tıp I ıtadıu'iı tip 2) intraoral veziküller; nadiren ağrılıdır,
akut gingivit, ateş, malazi, kötü koku
ve servikal lenfadenopati primer olarak
infantlarda ve genç erişkinlerde olur

rrkı.ııl.ıv.ın herpes labialis Dudağın mukokutanöz Birleşen sonra patlayan ve kabuklanan 1 haftada sonlanır, fakat sekonder
birleşimi, ağız çevresi cildi veziküllerin gruplarının döküntüsü, enfeksiyon eklenirse uzayabilir
basınca veya acılı yiyecekler ile ağrılı

t' M.ııl.ı\.m mtt;toral Damak ve gingiva Patlaan ve birleşen ağrılı küçük veziküller 1 haftada kendiliğinden iyileşir
herpes simplex

•>u, tıp'kp/V.tricella Gingiva ve oral mukoza Cilt lezyonlarına, patlayan ve yüzeyel Lezyonlar 2 hafta içinde iyileşir
»ister vtttisü) ülserle oluşturan oral mukoza vezikül-
leri eşlik edebilir, büyük bül oluşturmak
üzere birleşebilir ve ülsere olur, mukoza­
da yaygın eritem olabilir

! I. ı pes Zoster (Varicella Yanak, dil, gingiva veya Tek taraflı trigeminal sinirin ve tek bir dalı­ Skar bırakmadan yavaş iyileşme,
.isleri virüsünün reak- damak nın duyu dağılımı boyunca lineer veziküler postherpetik nevralji sıktır
ııvusyonu) döküntü ve ülserasyon

1Tıfcksiyöz mononükleozis Oral mukoza Halsizlik, boğaz ağrısı, malazi, hafif ateş, bü­ Oral lezyonlar iyileşme döneminde
(Bpstein-Barr virüs) yümüş servikal lenf nodları; genellikle lenfa- kaybolur
denopatiden birkaç gün önce birçok küçük ül-
serler görülür; gingiva kanaması ve yumuşak
ve sert damak birleşiminde multipl peteşi

Siğiller (Papilloma virüs) Cilt veya oral mukozanın Tek veya çok sayıda kalın, beyaz keratinize Lezyonlar hızla büyür ve yayılır
herhangi bir yeri yüzeyli birçok noktaya uzanım gösteren lez­
yonlar; karnabahar lezyonlar normal mukoza
veya çok sayıda pembe veya soluk yumru ile
örtülüdür (Fokal epitelyal hiperplazi)

Herpangina (coxakiviriis Oral mukoza, farenks ve dil Ani başlayan ateş, boğaz ağrısı ve orofaren- İnkübasyon süresi 2-9 gündür, ateş
A,B ve eehovirüs) geal ülserler, genellikle 4 yaş altı çocuklar- 1-4 gün olaysız iyileşme
da yaz aylarında görülür; difüz farengeal
konjesyon ve veziküller ( 1-2 mm), gri beyaz
çevresinde kırmızı renkli hale vardır ve vezi­
küller büyür ve ülsere olur

El, ayak ve ağız hastalığı Oral mukoza, farenks avuçi- Ateş, malazi, baş ağrısı ile birlikte ağrılı ve İnkübasyon süresi 2-18 gündür, lez­
(tip A coxsackie virüs) çi ve ayak tabanı yüzeyel ülsere dönen orofarengeal vezikül yonlar 2 4 hafta kendiliğinden iyileşir

Primer HIV enfeksiyonu Gingiva, damak ve farenks Akut ginigivit ve orofarengal ülserasyon, HIV serokonversiyon, asemptomatik
enfeksiyoz mononükleozise benzeyen ve HIV enfeksiyonu ve genellikle HIV
lenfadenopati olan ateşli hastalıkla birliktedir hastalığı ile devam edebilir

B A K T E R İ Y L E \ EV A E! A V ; A L H A S T A L I K L A R

Akut nekrotizan ülseratif Gingiva Ağrılı, gingival papillalan ve sınırlarında Remisyonla takip edilen devam eden
gingivit (’’Hendek ağzı” ülserasyon ve nekrozla karakterize gingiva doku haşan, fakat tekrarlayabilir
Vincent enfeksiyonu) kanaması ve lenfadenopati ve kötü koku

Pre-natal (konjenital) sifilis Damak, çeneler, dil ve Damak, çene ve fasial kemiklerde gom tutulu­ Kalıcı dişlerdeki deformiteler geri
dişler mu; Hutchinson dişleri, dut şeklinde molar diş, dönüşümsüzdür
glossit, mukoz benekler, ağız köşesinde fıssür

Primer sifilis (Şankr) Lezyonlar oraganizmanın Küçük, hızla büyüyen papül, sınırlan endüre Şankrlar 1-2 ayda iyileşir, 6-8 hafta
vücuda girdiği yerlerde ağnsız ülser, tek taraflı lenadenopati, şankr sonra sekonder sifilis ile devam eder
görülür, dudaklar, dil veya ve sipiroket içeren lenf nodlan, serolojik test­
tonsil bölgesi ler 3-4. haftada pozitiftir

Sekonder sifilis Oral mukoza sıklıkla mukoz Oral mukozada makulopapüller lezyonlar, sant­ Lezyonlar haftalar veya bir yıl kala­
benek şeklinde, primer ola­ ral ülserasyonlu üzeri gri membranla kaplı bilir
rak damak ve ağız köşele- 5-10 mm çaplı ülserasyonlar; ateş, malazi ve
lerini tutar boğaz ağrısı ile birlikte mukoza ve cildin de­
ğişik yerlerinde döküntüler

Tersiyer sifilis Damak ve dil Damak ve dilin gom ile infıltrasyonunu ülseras­ Gom damağı hasar vererek komplet
yon ve fıbrozis izler, dil papillalannda atrofı perforasyona neden olur
karakteristik tüysüz dil ve glossite neden olur

(Devamı arka sayfada)


T a b lo 3 1 - 1 O r a l M u k o z a n ın V e z ik ü le r , B ü llö z v e Ü l s e r a t i f L e z y o n la r ı (devamı)

Durum Genel Yerleşim K lin ik Ö zellikler Seyir

Gonore Lezyonlar ağızda inokulas- Erken semptomlar yanma ve kaşınma, kuruluk Lezyonlar uygun antibiyotik tedavisi
yon bölgesinde veya her­ veya ağızda sıcaklık duyusudur ve yemekle ile düzelir
hangi bir yerdeki primer veya konuşmada akut ağn ile devam edebilir,
odaktan hematojen yolla Tonsiller ve orofarenks en sık tutulur, oral do­
yayılır kular yaygın olarak enflamedir veya ülseredir,
tükrük koyulaşır ve pis kokuludur, ciddi vaka­
larda submandibular lenfadenopati ve ateş olur

Tüberküloz D il, tonsil, yumuşak damak K alıcı exuda ile kaplı soliter, düzensiz ülşer, ül­ Lezyonlar devam edebilir
serin altında sıkı sınır vardır

Servikofasial aktinomiçes Y üz, boyun bölgesi ve ağız Enfeksiyon diş çekim i, çene kırığı, molar dişin Akut form birkaç haftada sonlanır,
tabanında şişlikler dökülmesi ile birlikte olabilir; akut formu akut kronik form aylar veya yıllar sürer,'
piyojenik abseye benzer, fakat san “sülfür prognozu çok iyidir, aktinomiçes an­
gamüller” içerir (gram pozitif miçel ve bunla- tibiyotiklere (tetrasiklin) duyarhdır,
nn hifleri) fakat antifungallara değil

Histoplazmozis Ağızda herhangi bir bölge, Ülsere olabilen birçok küçük nodül; lezyon la - Öldürücü olabilir
özellikle dil gingiva veya renkste olursa ses kısıklığı ve disfaji olabilir,
damak ateş ve genellikle malazi ile birliktedir

Kandidiazis Oral mukozanın herhangi bir Pseudomembıanöz formu beyaz yamalar şeklin­ Antifungallara cevap verir
bölgesi dedir, kolaylıkla kaldınlabilen ve altında kırm ı­
zı, kanayan, ağrılı yüzeyli bir lezyondur. Erite­
matöz formu yassc ve kırm ızı; nadiren dilde kal­
dırılamayan beyaz renkli kandidial looplaki gö­
rülür, kandidaya bağlı anguler kelitis ağn çat­
laklar ve ağız köşesinde kızanklık yapar,
ı KO H ile hazırlanma ile tüm formlannda kan-
dida görülür

D E R M A T O L O JİK H A S T A L IK L A R

Mukoz mebran pemfıgoid Primer olarak oral kavlte mu­ Ağnlr, gri-beyaz kollabe veziküller veya çevre­ Remisyon ve alevlenmeler ile giden
kozası, fakat göz, üretra,' sinde eritematöz bölge olan bül; gingival lez­ uzamış seyir, değişik bölgelerin tu­
vajina ve rektumu da tutabi­ yonlar dökülerek ülsere alan bırakır tulumu yavaş olur; glukokortikoidler
lir geçici olarak semtomlan geçici ola­
rak azaltır, fakat hastalığı kontrol al­
tına almaz

Eritema multiforme Primer olarak oral mukoza ve İnflamatuar bölge ile çevrili rüptüıe intraoral H ızlı başlar, 1-2 hafta süre; ölümcül
(Stevens-Johnson send- ayak cildi bül; dudaklarda hemorajik kabuklanmalar gö­ olabilir, akut ataklar stroide cevap
romu) rülebilir, ciltteki “iris” veya “hedef’ lezyon- verir
lan patognomiktir; hastalar ciddi toksisite
bulgulan gösterebilir

Pemfiguş vulgaris Oral mukoza ve cilt Patlamış bül ve ülsere oral bölgeler, çoğunlukla Butlanın devamlı tekrarlan ile 2 y ıl !
yaşlı yetişkinler içerisinde zehirlenme kaşeksiye, en­
feksiyona ve ölüme neden olur, sık­
lıkla steroidlerle kontrol altına alına­
bilir

Liken planus Oral mukoza ve cilt: Ağızda beyaz stria; cildin sürtünme bölgelerinde Uzamış seyir, topikal steroidlere cevap
mor nodüller; özellikle oral mukozal ülser ve
eroziv gingivite neden olur

D İĞ E R D U R U M LA R

Rekürren aftöz ülser Non keratinize oral muko- Çevresinde eritematöz sının olan tek veya küme Lezyonlar 1-2 haftada iyileşir, fakat
zada herhangi bir yer (du- halinde ağrılı ülserler; lezyonlar ekin şeklinde ayda veya yılda birkaç defa tekrarla­
daklar, bukkal mukoza, ağız (herpetiform) 1-2 mm çapında, 1 -5 mm (minör) yabilir, topikal steroidler semptoma-
tabanı, yumuşak damak, veya 5 -15 nun (major) olabilir tik yarar için verilebilir, ciddi vaka­
orofarenks larda sistemik steroidler gerekebilir;
oral tetrasikjlin süspansiyonu herpe­
tiform ülserlerin şiddetini azaltabilir

Behçet sendromu Oral mukoza, gözler, geni- Ağızda çok sayıda aftöz ülser; inflamatuar göz Ülserler birkaç hafta kalabilir ve iz bı­
taller, G IS , SSS değişiklikleri; genitallerde ülseratif lezyonlar, rakmadan iyileşir
inflamatuar barsak hastalığı ve SSS hastalığı

Travmatik ülserler Oral mukozada herhangi Lokalize, kırm ızı sınırlı faiklı lezyon; mukoza­ İrritan uzaklaştınlırsa ve sekonder en­
bir yerde; vestibüldeki ül­ nın kazaren ısırılm ası, yabancı cisim batması feksiyon omamışsa lezyonlar 7 -10
serlerde sıklıkla takma diş­ ve takma dişlerin kronik irritasyonu sonucu günde iyileşir
ler sorumludur olur
l.ıh lu O r a l M u k o z a n ın P ig m e n t e L e z y o n la r ı

Durum Genel Yerleşim K lin ik Ö zellikler Seyir

Oral melanotik makiil Ağzın herhangi bir yeri Ayn veya yaygın lokalize, kahverengiden siyaha B elirsiz olarak kalır
kadar renkli makiil
D iffiiz melanin pigmen- Ağzm herhangi bir yeri Yaygın soluktan koyu kahverengiye kadar kah-: Belirsiz olarak k alır
tasyonu verengi pigmentasyon; fizyolojik (ırksal) ve
sigarayabağh
Neviis Ağzın herhangi bir yeri Ayn, lokalize, kahverengi-siyah pigmentasyon, B elirsiz olarak kalır
M align melanom Ağzın herhangi bir yeri Yassı veya yaygın, ağnsız, kahverengi-siyah veya, Büyür ye erken invaze olur, metastaz­
kabank ve nodüler olabilir lar ölüme neden olur j (
Addison hastalığı Ağzın herhangi bir yeri, M avi-siyah, koyu kahverengi leke veya noktalı Steroid tedavisi ile kontrol altına
fakat sıklıkla bukkal mukoza pigmentasyon hastalığın erken döneminde olu­ alın ır r
şur, birlikte cilte yaygın pigmentasyon ve ad­
renal yetmezliğin diğer semptomlan olur
Peutz-Jegher sendromu; Ağzın herhangi bir yeri Dudak çevresinde, burun, göz Ve ellerde karak­ Pigmente lezyonla belirsiz olarak ka­
teristik pigment dağılım lı dudak ve bukkal mu­ lır; polipler malignleşebilir
kozada koyu siyah noktalan eşzamanlı intesti­
nal polipoziş
İlaç alım ı (trankilizanlar, Ağzm herhangi bir yeri Kahverengi, siyah veya gri pigmentasyon atatılan Belirsiz olarak kalır
oral kontraseptifler,'
antimalaryaller
Amalgam dövme Gingiva ve mukobukkal Yumuşak dokuda amalgam emdirilmiş partiküller- Belirsiz olarak kalır
fold le birlikte küçiik m avi-siyah alanlar, bunlar bazı
vakalarda radyografide radyoopak partiküller
olarak görülebilir ,,
Ağır metal pigmentasyonu Gingiva sının Bizmut veya civa ile » filisin tedavisi için veya Uzun sürer
(bizmut, civa, kurşun) kazaren civa alimina bağlı gingiva sının bo­
yunca ince m avi-siyah pigmente çizgi

Siyah k ıllı dil D ilin sırtı D ilin filiform papillannda uzama ye kahveren­ Uzun sürer, fakat kendiliğinden kay­
gi-siyah renk alması bolur
Fordycehastalığı Bukkal ve labial mukoza Mukozal yüzeyin hemen altında çökmüş çok Belirgin değişiklik olmadan kalır
sayıda küçük sarımsı noktalar, semptomu
yoktur; sebase bezlerin hiperplazisihe bağlıdır.

Tablo 3 1-3 O ral M ukuzanın Beyaz Lezyonları

Durum Genel Yerleşim K lin ik Ö zellikler Seyir

Liken planus Bakkal mukoza, dil, gingiva Ağızda stria, beyaz plaklar, kırm ızı alanlar ve Uzamış, topikal steroidiere cevap verir
dudaklar, cilt ülserler, cilt mor papüller, asemptomatik
rahatsızlık veya ağrılı olabilir, (ikenoid ilaç
reaksiyonları benzer görünebilir
Beyaz spanç ııeviisU Oral mukoza, vajina, anal Epitetin ağnsız beyaz kalınlaşması; adölesan Benign ve kalıcı
mukoza . veya erken yetişkinlikte başlar, ailesel
İçici lökoplakisi ve duman­ Oral mukoza alanları, bazen Beyaz yama sıkılaşabilir, pürtüktü veya kıtnuzı. Genellikle premalign, alışkanlığın ke­
sız tütün lezyonları alışkanlığın yeriyle ilişkilid ir çatlaklı ve ülere olabilir; genellikle ağnsızdır, siminden sonra gerileyebilir veya ge­
fakat ağrılı olabilir rilemez
Nikotinik stomatit Pipo içenlerde damak Sert damakta ortasında kırm ızı alanlar içeren Benign, genellikle pipo içim ini bırakıl­
beyaz kabank nodüler lezyonlar masından sonra kaybolur
Sürtünme keratozu Ağızda herhangi bir yer Hiperkeratoza bağlı kabank beyaz lezyon ve İnitanın uzaklaştırılmasında 2 -3 hafta
kronik irritasyona bağlı oral epitel kalınlaşması sonra düzelir
Kandidiazis (Kandidozis, Ağızda herhangi bir yer Pseudomembranöz tip (trush): Kremsi beyaz kesil­ Antifungal tedaviye cevap verir ve
m oniliazis) miş peynir gibi benekler, kaldınlınca kanar, has­ mümkünse predispozan nedenlerin..
ta yenidoğanlar, yüksek doz steroid veya geniş düzeltilmesi
spektrumlu antibiyotik alan debil yaşlılar veya
A ID S ’ti hastalarda bulunur
Eritematöz tip: Düz, kırm ızı, bazen pütürlü alan­ Pseudomembranöz tiple aynı
lar, aynı grup hastalar
Kandidial kalınlaşm a: Kaıididaya bağlı kaldın- Uzun süreli antifungallere cevap verir
lamayan epitetin beyaz kalınlaşması
Anguler Iceilitis: Ağız köşesinde hassas fissür Topikal antifungallere cevap verif
K ıllı lökoplaki Genellikle lateral dil, nadi­ Küçükten düz ve yaygına kadar değişen beyaz E B V ’ye bağlı olarak birçok hastada
ren oral mukozada bir yer alanlar ve k ıllı, H IV taşıyıcılann tüm A ID S risk A ID S gelişir, yüksek doz asüdovire
grubundakilerde bulunur, nadiren rahatsızlığa cevap vardır, fakat tekrarlar
neden olur

Kim yasal yanıklar Ağızda herhangi bir yer Kontakt ajanlar (ör. Aspirin) lokal uygulanması Sekonder olarak enfekte olmamışsa
veya ağız yıkamada dilue olmamış sodyum per- lezyonlar birkaç hatada iyileşir
borat veya hidrojen peroksit kullanım ına bağlı
epitetin ve altındaki bağ dokusunun nekrozuna
bağlı beyaz çamur, çamurun alınınca ham ve
ağniı yüzeye neden olur
‘•Jo J 1 -4 Dilin „ M M k ! ; L f e . ' i nakta yavaş büyüyen kitleye ne­
den olur, malign tümörler ise hız­
Değişikliğin tipi K linik özellikler
lı büyür ve ülserasyona neden
'SÜYL-KLIJK VEYA M O R F O L O JİK D E Ğ İŞ İK L İK L E R olur ve sinirleri tutarak hissizlik
ve fasial paralızi yapar.
Makroglossi Büyümüş dil Down sendromu gibi gelişimsel durumlarda bulunan bir sendromun
parçası olabilir; tümöre (hemanjiyom veya lenfanjiyom), metabolik hastalık (pri­
mer amiloidoz gibi) veya endokrin bozukluklar akromegali veya kretenizm gibi)
NÖROLOJİK
bağlı olabilir BOZUKLUKLAR VE
Fissürlü dil (Skrotal) Diliri dorsal yüzü ve kenarlan yüzeyel veya derin ağnsız fissürler ile çevrelenmiştir
ve artıklar toplanarak rahatsızlık verebilir
OROFASIAL AĞRI
Median romboid glossit Dilin konjenital anomalisidir ve dilin median posterior kısmında ovoid çıplık alanlar
vardır, kandiazis ile ilişkili olabilir ve antifungallere cevap verebilir Ağız ve yüz, vasküler, nörolojik,
kas/bağ dokusu veya eklem kay­
i ENK D E Ğ İŞ İK L İK L E R İ
naklı ağrı olabilir. Bölümler ara­
Dilin filiform papillalannın hızlı kaybı ve yeniden büyümeleri ile giden asemptoma-
sı tam ve nörolog, diş hekimi*
Coğrafik dil (Benign
migratuar glossit) tik inflamatuar durumudur, dilin yüzeyi boyunca gezen çıplak kırmızı beneklere ne­ oral cerrah, kulak burun boğaz
den olur uzmanı ve diğer uzmanlan içeren
Kıllı dil Dilin medial dorsal yüzündeki filiform papillalann papillann normal olarak desqu- bir tedavi programı ile yeni gö­
ame olmalarındaki bozukluğa bağlı olarak uzaması, kahverengi-siyah renklenme si­
rüntüleme yöntemleriile organik
gara içimine, yiyecek veya kromojenik organizmalara bağlı olabilir
Çilek ve ahududu dil Dili kızılda fungiform papilla hipertrofisi artı filiform papilladaki değişikliklere bağ-lezyonlar ekarte edilmeli ve bu
lı görünümü kompleks alan tanımlanmaya
Çıplak dil Atrofi xerostomi, pemisiyöz anemi, demir eksikliği anemisi, pellegra veya sifilis ile başlanmalıdır. Temporal arterit
ilişkili olabilir, ağrılı yanma da eklenebilir 1*
.
IV yüz, çenede ve dilde ağnya ne­
den olur ve tempopromandibuler
eklem hastalığının taklit eder. Glukokortikoidler şikayetleri azal­
gingival şişme, kanama ve ülserasyon, dişlerin gevşemesini (V itC tır. Miyofasial ağrı, künt, devamlı ve çene kaslarında lokal hassa­
e k s ik liğ i) kapsar. siyet ve ağzı açmada zorluk, vardır. Diş gıcırdatma (bruxism) ve
sıkma rol oynayabilir. Temporomandibular eklem artraljisi yüze
TÜKRÜK BEZİ HASTALIKLARI veya başa yayılabilen lokal ağrıya neden olur. Miyofasial ağn ve
artralji sıcak, dinlenme ve antienflamatuar ortadan kaldırılabilir.
Majör ve minör tükrük bezleri kabakulak, sarkoidoz, tüberküloz, Menisküsün veya kondilin yer değiştirmesi ağn, dişlerin sıkılması­
lenfoma ve Sjögren sendromunda tutulabilir (Konu 314). Ayrıca na , ağzın açık pozisyonda kilitlenmesine neden olabilir. Temporo­
kuru göz ve kuru ağıza (x er o s to m i) neden olabilir ve romatoid art- mandibular eklem osteoartritte minimal semptom ile tutulum olur,
rit veya sistemik lupus eritemarozis gibi bağ dokusu hastalıklan ile eklemde ağn, şişlik ve hareket kısıtlamasına neden olur. Kondillek-
birilikte olabilir. Xerostomi ayrıca diüretikler, antihistaminikler ve­ tomi gerekebilen ankiloz gelişebilir (Konu 312).
ya trisiklik antideprasanlara ve baş boyun kanserinde radyoterapi­ Trigeminal nevralji (tic douloureux) ani, şiddetli, tetik bölge­
ye bağlı olarak olabilir. Lizozimden zengin tükrük yokluğunda s e r - sine dokünmakla veya spontan olabilen tek taraflı mızrak gibi sap*
v ik a l v e y a k e s i c i d iş ç ü r ü k le r i ve oral kandidiazis gelişebilir. Teda­ lanan ağnya neden olur. Pulpal veya periapikal ağrının kanştırdma-
visi floridli ağız gargara sı ve topikal uygulamalan, yapay tükrük* sı sıktır ve uygunsuz endodontik veya cerrahi tedaviye nedeni ola­
şekersiz sakız ile tükrük stimülasyonu ve şeker içeren içecek ve yi­ bilir. Çoğu vaka karbamazepin ve fenitoine cevap verir, fakat bazı-
yeceklerden kaçınmadır. Kandidiazis nistatin veya diğer antifuıi-
galler ile tedavi edilir. Tükrük taşlan (s ia lo litid z is ), genellikle ma­ Tablo 31-6 H IV Hastalığının ve A İD S 'iıı Oral Lezyonlari
jor tükrük bezi kanallarında ölür, ağnlı sialoadenite ve genellikle
I. Fungal
yemek yerken özellikle liriıoıi gibi ekşi yiyecekleri yerken şişmeye
A . Kandidiazis
neden olur. . 1. Pseudomembranöz
Tükrük bezlerinin en sık görülen neoplazmı pleomorfîk ade- 2. Eritematöz
nomdur, benigndir fakat tam çıkanlmadıkça tekrarlar. Malign tü­ 3. Angular keilitis
mörleri mukoepidermoid karsinom, adenokistik karsinom ve ade- B . Histoplazmozis
C . Kriptokokkozis
nokarsinomdur. Pleomorfîk adenom sıkı, parotis, damak veya ya-
II- Bakteriyel
A . Akut nekrotizan Ulseratif gingivit
l'.ibto 31-5 Halitozis Nedenleri B. Nekrotizan Ulseratif periodontiüs
C . Nekrotizan stomatit
1. Alt solunum yolu enfeksiyonu D. Mikobakterium avium kompleksi ve tüberküloz
a. Bronşektazi E. Enterik organizmalar bağlı stomamtit
b. Akciğer absesi in-M ral
2. Oral enfeksiyon A . Herpes simplex
a. Akut primer herpetik gingivostomatit B . Herpes zoster
b. Akut nekrotizan (ilseratif gingivit C . K ıllı lökoplaki
c. Periodontal hastalık D . Siğiller
d. Çürükler IV. Neoplastik
3. Sigara A . Kaposi sarkomu
4. Hepatik yetmezlik (Balık kokusu) B. Lenfoma
5. Azotemi (Amonyak veya idrar kokusu) V. Diğer
6. Diabetik ketoasidoz (Tatlı, meyveli koku) A . Rekürren aftöz ülser
7. H .p ilo ri gastrik enfeksiyonu B . İmmün trombositopenik purpura
8. Özefageal kanser C . Xerostomi
9. Metal zehirlenmesi ( sarımsak) D . Tükrük bezi büyümesi
larında trigeminel sinirin cerrahi olarak dekomprese edilmesi gere­ 3 2 'Dispne ve Pulmoner Ödcrri' 199
kir. 9. kamial sinirin gadğılım bölgelerinde de ( dil, farenks, yumu­
şak damak) benzer semptomlar ğlassofarengeal nevraljiye bağlı nen tarafa doğru deviasyona neden olabilir. Uyuşuk çene (mental
olarak görülebilir ve çiğneme ile tetikleneerk temporomandibular nöföpati) primer moral hastalığın bulgusti olabilir, fakat kanserli
ekleme vuran ağn oluşturabilir. Postherpetik nevralji trigeminal hastalarda bu sıklıkTa tümör relapsmm veya ilerlemesinin gösterge-!
herpesten sonra görülebilir ve yanma; ağn ve uzıtn süren ağrı yapar si olabilir.
(Konu 367). Fasialparalizt genellikle tek taraflıdır ve travma, cer? '
rahi girişim, tümör ve yedinci sinirin enfeksiyonuna bağlı olabilir. B İB LİO G R A FY A !

B ell Paralizisi akut gelişen, nedeni bilinmeyen, herpes zoster gibi BARKER FG et al: The long-term outcome of micrpvascular decompression for
bir viral enfeksiyona bağlı olan bir şeklidir. Ağız köşesi düşer ve trigeminal neuralgia, N Engl J Med 334:1077,1996
GREENSPAN D, GREENSPAN JS: HIV-related oral disease. Lancet 348:729,
konuşmada, yemede ve gözleri kapamada zorluk olabilir. Semp­ 1996 ..
tomlar genellikle spontan kaybolur, fakat rezidüej fasial hareketsiz­ REGEZIJA, SCIUBBA JJ fedsy Oral Pathology: Clinical Pathologic Correia-
lik ve dudak düşmesi kalabilir. Anormal veya azalmış tat duyusu' tions. 3d ed> Philadelphia, Saunders, 1999
STAMM JW (ed): Periodontal diseases and human health: New direcüons in pe­
ağız kuruluğuna, fasial ve glossofarengeal sinirlerde veya santral riodontal medicine. Anh Periodontal 3:1,1998
bağlanularında karışıklığa, yaşlanmaya veya protez kullanmaya THYLSTRUP A, FEXERSKOV O (eds): Textbook of Clinical Cariology. 2d ed.i
Copenhagen, MunVsgaard. 1994 ,■
bağlı olabilir. Hipogossal siniri tutan hastalıklar dilde protrüzyon
birlikte dil kaslarında atrofiye, iki taraflı veya tek tarflı ise etkile­

■ ■ -i ■ Kısım 5 ■-
DOLAŞIM VE SOLUNUM FONKSİYONU BOZUKLUKLARI

aynı şiddette oluşan nefes darlığına göre daha önemli bir rahatsız­
Roland Hi Ingram, Jn, Eugene Braunwald lığı gösterir. Kişiler arası farklar da dikkate alınmalıdır Ağır hasta­
lığı olan bazı kişiler hafif dispne tarif ederken hafif derecede hasta­
DİSPNE VE PULMONER ÖDEM lığı olan bazı kişilerdahaağıı nefesdarlığından yakınabilirler, Ak»
Mehmet Aksoy ciğer veya kalp hastalığı, olan bazı kişiler de diğer hastalıklarından
(periferik vasküler yetersizlik, kalça veya dizlerde osteoaıttity do­
layı hareketleri kısıtlandığından akciğer veya kafi» fonksiyonların­
DİSPNE daki ağır yetersizliğe rağmen efor dispnesi tarif etmeyebilirler.
Dispenin bazı şekilleri fiziksel egzersizle doğrudan ilişkili de­
Nefes alıp verme, beden faaliyeti, korku ve endişe halleri gibi me- ğildir, İstirahatta beklenmedik bir zamanda dispne epizodlan görü­
tabolik ihtiyacın arttığı durumlara uyumu sağlayan santral ve peri- lebilir. Bunların çoğunluğu pulmoner emboli, spontan pnömoto-
ferik mekanizmalar tarafından kontrol edilir. Normal istirahat ha­ raks, nefesin tutulmasına bağlı hiperkapni veya anksiyete sonucu
linde insan nefes alıp verdiğini farketmez. Nefes alıp verme hafif- oluşur. Gece oluşan paroksismal dispne epizodlan sol ventrikül ye­
orta derecede eforda farkedilir ve rahatsızlık duyulmaz. Ağır efor­ tersizliğinin önemli bulgulanndandır. Yatınca ortaya çıkan dispne,
da ise nefes alıp verme fazlasıyla hissedilir ve bundan rahatsızlık ortopne (aşağıya ve Konu 232*ye bak.) konjestif kalp yetersizliği­
duyulur, ancak insan bunun geçici ve yapılan ağır efora bağlı oldu­ nin karakteristik bulgusu olârak görülse de astım ve kronik obst-
ğunu bilir. Kardiyopulmoner sistemi etkileyen hastalıkların başlıca- rüktıf akciğer hastalığı gibi durumlarda, seyrek olarak da bilateral
semptomu olan dispne, nefes alıp vermenin bu şekilde, rahatsızlık diafiragma paralizilerinde de görülebilir. Trepopne, çoğunlukla kalp
verecek düzeyde, farkedihnesı olarak tanımlanır. hastalarında yalnız bir yana yatarken oluşan, sık görülmeyen bir
Her ne kadar dispne kelime olarak ağnyt çağnştırmasa da his­ dispne şeklidir. Platipne ise dikey pozisyonda oluşan dispnedir ve
sedilen ve hissedilene tepki bakımından ağrıya benzer. Hastalar ne­ ventilasyon-perfflzyOrt Uişkisindeki pozisyonef değişmelere bağlı
fes alıp verme ile ilişkili olarak çok sayıda rahatsızlık verici hisler geliştiği düşünülmektedir (Konu 250). ■ -
duyarlar ve bunları 'yeterli nefes alamama,” ’’derin nefes almakta, DİSPNENİN M EK A N İZM A SI (Bak. Şekil 32-1) Dispne, ne­
güçlük çekme,” ’’göğsünde baskı, sıkışma, yorgunluk hissi” v e "bo­ fes alıp verme çabasının arttığı her durumda ortaya çıkar, Goghs'
ğulma hissi” gibi deyimlerle anlatırlar. Biu nedenle, anlatılanların duvarı veya akciğerlerin kompliyansımn azaldığı ya da havayolla­
gerçekte dispneyi yansıtıp yansıtmadığından emin olmak için has­ rında rezistansın arttığı hallerde yeterli gaz alışverişinin sağlanma­
tanın hikayesi titizlikle gözden geçirilmelidir. Dispnenin hangi du­ sı için daha kuvvetli, solünüm gereklidir. Yine, yapılan aktıvite için
rumlarda ortaya çıktığı ve beraberinde başka bir semptom olup ol­ gerekli olandan fazla solunumun yapıldığı durumlarda da nefes al­
madığı mutlaka sorgulanmalıdır. Nefes alıp vermenin arttığı, ancak ma çabasının arttığı görülür. Her ne kadar nefes alıp verme için ge­
gerçekte dispne olmayan bazı durumlar da vardır. Metabolik asi- rekli çabanın arttığı hallerde kişi dispneik hale gelse de normal me­
dozdaki hiperventilasyon buna örnek olarak verilebilir. Diğer taraf­ kanik yük altındaki derin bir solunum ile artmış mekanik yük altın­
tan, nefes alıp vermenin tamamen normal göründüğü bazı sağlıklı daki normal bir solunum arasındaki farkı nefes alıp verme çabası­
kişiler de nefes darlığı tarif edebilirler. nın artışı ile açıklayanlayız. Her iki solunum için gerekli çaba aynr
DİSPNENİN SIN IFLA N D IR ILM A SI Dispnenin sınıflandı­ olabilir, fakat artmış mekanik yük altında normal hacımda soluyan
rılması nefes darlığı hissini oluşturan fiziksel egzersizin derecesine bir kişi rahatsızlık hissedebilir. Gerçekten de solunum yükünün ar­
göre yapılır. Dispnenin şiddetini sınıflandırırken hastanın genel fi­ tışı ile, örneğin ağza direnç oluşturan bir şey eklenmesi ile solunum
ziksel durumunu, işini ve günlük aktivitelerini iyice bilmemiz ge­ için gerekli çabanın artışı ile orantılı olmayan solunum merkezi
reklidir. Örneğin, bir koşucuda 2 mil mesafede oluşan nefes darlığı uyanlışı olur. Dispne nöral uyarının mekanik etki yanıtı ile ortaya
sedanter yaşam süren birisinde aynı mesafenin kısa bir bölümünde çıkar.
termitan obstrüksiyon astım için tipiktir
(Konu 252). Ekspektorasyon ile beraber
kronik öksürük k ro n ik b r o n şit (Konu
258) ve b r o n ş e k ta z i (Konu 256) için ti­
piktir. Kronik bronşitte ve lokalize
bronşektazi durumunda sıklıkla ekspi-
rasyonun uzaması ve yaygın kaba ron-
küsler duyulur. Beraberinde ortaya çı­
kan bir enfeksiyon öksüniün kötüleşme­
si, artmış pürülan balgam atımına ve da­
ha ciddi dispneye sebep olur. Bü gibi
episodlar sırasında, hasta, öksürük ve
balgam ekspektorasyonu üe geçen whe­
ezing ile olan paroksismal noktümal
dispneden şikayetçi olur. Ekspiratuvar
akımm ciddi kısıtlanması ve akciğerin
hiperinflasyonuniın bu hastalıkların ka­
rakteristik bulgulan olmasma rağmen,
ekshalasyon zorluğundan daha ziyade
yeterli derin nefes alamama duysal bir
ŞEKİL 32-1 Efferent ve afferent sinyaller dispnenin hissedilmesine yardıma olur. Solunum çaba­ deneyim olarak karşımıza çıkar.
sının hissedilmesinin motor korteksten duysal kodekse iletilen bir sinyal ile olduğu, aynı zaman­
Predominant a m fız e m li hasta, yıllar
da solunum kaslarına motor uyarı iletildiği gösterilmiştir. Beyin sapından duysal kodekse uzanan
ok ile gösterildiği gibi beyin sapının motor çıkışı da çabanın hissedilmesine yardımcı olur. Hava içerisinde istirahat dispnesine ilerleyen
açlığı hissi bir ölçüde beyin sapında artan solunum aktivitesinden kaynaklanır. Göğüsteki gergin­ efor dispnesi ile karakterizedir(Konu
lik ise muhtemelen vagal reseptörlerin uyarılması ile odaya çıkar. Hava yollan, akciğer ve göğüs 258). Bir parenkimal hastalık olarak ta­
duvan reseptörlerinden kaynaklanan afferent uyanlar duysal kodekse ulaşmazdan önce beyin nımlansa da amfizem, her zaman hava­
sapından geçerken kesin olmamakla birlikte bazı afferent uyanlann beyin sapını bypass yaparak
yollarının obstrüksiyonu ile beraberdir, i
doğrudan duysal kodekse ulaştığı düşünülmektedir. (HL Manning, R M Schwartzstein, Pathophy-
Diffüz Parankim al A kciğer Has­
sblogy of dyspnea. N k n g lJ Meet 333:1547, 1995)
talıkları (Bkz, Konu 2 59) Bu kategori/
akut pnömoniden sarkoidoz ve pnömo-
Olasılıkla, dispneyi oluşturan çeşitli klinik durumlarda birçok
konyozun değişik formlan gibi kronik hastalıklara kadar çok sayı­
değişik mekanizmalar değişik derecelerde rol alırlar. Bazı durum-
da hastalığı içerir (Konu 254). Hikaye, fizik muayene, ve radyog-
larda, dispne üst solunum yolu reseptörlerinin uyarılması ile uyan-*
İnken; diğerlerinde akciğerler, hava yollan, solunum kaslan, göğüs rafık anormallikler genellikle teşhise götüren ipuçlarını sağlarlar.

duvarı vçya bunların kombinasyonlarındaki reseptörlerden köken Arteryel P co 2 ve PO 2 değerleri normalin altında olan hastalar ge­
nellikle takipneiktir. Efor, arteryel PO 2 değerini daha da düşürür.
alır. Hepsinde, dispne, beyin sapındaki solunum merkezlerinin
anormal veya aşın derece irritasyonu ile karakterizedir. Bu aktivas- Akciğer hacimleri azalmış, ve akciğer dokusu daha serttir, mesela,
akciğer kompliyansı azalmıştır.
yon, değişik yapılar ve yollardan köken alan veya bu yollar tara­
Puim oner D am ar Tıkayıcı H astalıklar (Bkz. Konu 261) İs­
fından iletilen uyanlardan gelir: ( 1 ) vagi yoluyla mtratorasik resep­
tirahat sırasında tekrarlayan dispne epizodlan genellikle tekrarla­
törler; ( 2 ) afferent somatik sinirler, bilhassa solunum kaslan ve gö­
ğüs duvarından, ama diğer iskelet kaslan ve eklemlerden de olabi­ yan puimoner emboli ile beraber olur. Alt ekstremde veya pelvis
flebiti gibi bir emboli kaynağının varlığı, hekime puimoner emboli
lir, (3) beyin; aortik ve karotid yapılar veya dolaşımdaki herhangi
teşhisi koymada yardımcıdır. Arteryel kan gazı değerleri genellikle
bir yerdeki kemoreseptörler; (4) yüksek (kortikal) merkezler, ve
anormaldir, ama akciğer hacimleri genelde normal veya minimal,
belki de (5) frenik sinirlerdeki afferent sinirler. Genelde, yukanda
anormaldir.
açıklanan birimler arası ilişkileri saymazsak, dispnenin şiddeti ve
sorumlu olan puimoner ve kardiyaJc fonksiyonlardaki hasar arasın­ Göğüs Duvarı veya Solunum Kası Hastalıkları (Bkz. Konu

da mantıklı bir korelasyon mevcuttur. 263) Fizik muayene, ciddi kifoskolyoz, pektus ekskavatum, veya

Dispneden sorumlu mekanizmalar değişik durumlarda değişe-


Tablo 32-1 Seçilmiş Durumlardaki Dispnenin Muhtemel Sebepleri
bilirler.(Tablo 32-1)
A Y IR IC I TANI Havayollarının Tıkayıcı Hastalıkları (Bkz Durura Mekanizma

Konu 2 5 2 ve 2 58) Hava akımındaki tıkanıklık ekstratorasik hava


Astım Artmış efor hissi
yollanndan akciğer periferindeki küçük havayollarına kadar her­ Havayollanndaki irritan reseptörlerin
hangi bir yerde olabilir. Yemek veya yabancı madde aspirasyonu stimülasyonu
veya glottisin anjioödemi ile olan geniş ekstatorasik havayolu obst- Nöromusküler Hastalık Artmış efor hissi
KOAH Artmış efor hissi
ruksiyonu akut bir şekilde meydana gelebilir. Az miktarda dağınık
Hipoksi
ürtiker ile beraber olan alerjik hikaye glottik ödemin ihtimalini art­ Hiperkapni
tırır. Akut üst havayolu obstrüksiyonu medikal bir acildir. Daha Dinamik havayolu kompresyonu
kronik formlar tümörler veya trakeostomiyi veya uzamış endotra- Mekanik solunum Afferent uyumsuzlık
Altta yatan sebeplerle ilişkili faktörler
keal entübasyonu müteakip oluşan fibrotik stenoz ile olabilir.Akut
Puimoner emboli Puimoner damar yalaklan veya sağ atriumdaki
veya kronik, kardinal semptom dispnedir, ve karakteristik bulgular
basınç reseptörlerinin stimülasyonu (muhte­
stridor ve in sp irasy o n ile supraklaviküler fossanın redaksiyonudur. melen) 1
İntratorasik havayollannm obstrüksiyonu akut veya intermitan
NOT:KOAH, Kronik obstnıktif akciğer hastalığı.
olarak ortaya çıkabilir veya respiratuvar enfeksiyonlarla kötüleşen
KAYNAK: HL Manning, RM Schwartzstein, Dispnenin Patofizyolojisi. N Engl J Med
bir şekilde kronik olarak bulunabilir. Wheezing ile beraber akut in­ 333:1547,1995, izinle
ankilozsa spondilit gibi göğüs duvarı hastalıklarının varlığını gös­ 32 Dispne ve Pulmoner Ödem 201
terir. Tüm bıı üç deformitelerin dispne ile beraber olmasına rağmen,
sadece ciddi kifoskolyoz kronik kor pulmonale ve solunum yet­ K A R D İYA K V E PU L M O N ER DİSPNENİN A Y IR IC I TA­
mezliğine sebep olacak şekilde yeterli solunumu engeller. NISI Dispnesi olan hastalann çoğunda mevcut kalp ya da akciğer
Solunum kaslarının paralizi ve güçsüzlüğünün her ikisi solui- hastalığım gösteren belirgin klinik bulgular vardır. Kardiyak disp-
num yetmezliği Ve dispneye neden olur(Konu 263), ama genelde nesi olan hastalara benzer şekilde kronik obstrüktif akciğer hastalı­
nörolojik veya kas hastalıklarının bulgu ve belirtilen diğer sistem- ğı olan hastalarda da gece dispne ile uyanma olabilir. Ancak; yuka­
lerde daha belirgin olarak görülür. r d a da belirtildiği üzere bu genellikle fazla balgam toplanması ile
Kalp Hastalıkları En sık efor dispnesi görülür. Kalp hastalık­ ilişkilidir ve hastalar balgamı çıkarınca rahatlarlar. Kardiyak ve
larına bağlı dispnede temel mekanizma sol ventrikül disfonksiyo- pulmoner dispnenin birbirinden ayırt edilmesinin güç olduğu du­
nu,sol ventrikül kompliyansının azalması ve mitral darlığı gibi net- rum; her iki sistemi de birlikte etkileyen hastalıkların bulunduğu
denlerle pulmoner kapiller basıncm yükselmesidir (Konu 231 ve hallerdir.
232). Pulmoner venlerde hidrostatik basıncın yükselmesi Starling Dispne nedeninin belli olmadığı hastalarda akciğer fonksiyon
formülündeki eşitliği bozarak (bak "Pulmoner Ödem," aşağıda) in- testlerinin uygulanması faydalı olabilir. B u testler* dispnenin kalp
tertisyel aralığa sıvı sızışına, akciğer elastikiyetinin azalmasına ve hastalığı, akciğer hastalığı, göğüs yapısı bozukluklar veya anksi-
intertisyel aralıkta yer alan J (juxtakapiller) reseptörlerin uyarılma­ yeteye bağlı olup olmadığını bize gösterebilir (Konu 250)i Kalp
sına yol açar. Pulmoner venöz hipertansiyonun uzaması küçük ak­ hastalığı tetkiki için yapılan rutin incelemelere ekokardiyografi ve­
ciğer damarlarının duvarlarında kalınlaşmaya* pçrivasküler hücre ya radyonüklid ventrikülografî ile istirahat ve egzersiz ejeksiyon
ve fıbroz doku artışına neden olarak elastikiyeti daha da azaltır. fraksiyonlarının ölçülmesinin eklenmesi dispnenin ayıncı tanısında
Vasküler bu değişiklikler ve artmış intertisyel sıvı bronşiyollere yardımcı olabilir. Sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu sol ventrikül
baskı yaparak lümeni daraltır ve hava yollânnda direnç artışına yol yetersizliğinde azalır. Ciddi akciğer hastalarında sağ Ventrikül ejek­
açar. Elastikiyetin azalması ve hava yollarındaki direncin artışı so­ siyon fraksiyonu istirahatta normal veya normalin iaTtmda iken eg­
lunum için gerekli çabayı artırır. Pulmoner Ve sistemik venöz ba­ zersizle düşüş gösterir. Anksiyete veya nöroza bağlı dispne de ise
sıncın birlikte yükseldiği ileri kalp yetersizliklerinde hidrötoraks da hem sol hem de sağ ventrikül ejeksiyon fraksiyonları istirahat ve
gelişir ve pulmoher fonksiyonu daha da kısıtlayarak dispneyi ağır­ egzersizde normaldir. Yine, efor testi sırasında hastalann treadmill
laştırır. üzerinde dikkatli bir şekilde gözlenmesi nöroza veya anksiyeteye
Ortopne, dekübitüs dispnesi, hasta düz yattığı zaman yer çeki­ bağlı dispnenin ayırt edilmesinde yardımcı olabilir. Bu gibi durum­
mi etkisiyle alt bölgelerde toplanan kanın kalbe dönüşünün artarak larda, hastalar genellikle ciddi nefes açlığından şikayet ederler, an­

pulmoner venöz ve kapiler basıncı yükseltmesi sonucu oluşur. Bu, cak bakıldığı zaman solunumu zorlanmadan yaptıklan görülür.

akciğerlerdeki vital kapasitenin azalmasına yol açar (Konu 250). Hastalann maksimal fonksiyonel egzersiz kapasitesinin elektrokar­
Paroksism al (Noktürnal) Dispne, kardiyak astma olarak da bi­ diyografi, kan basıncı, oksijen tüketimi, arteriyel satürasyon (oksi-

linir. Nöbet şeklinde, birden başlayan gece dispneleridir ve hastayı metri) ve solunum Ölçümleri yapılarak değerlendirildiği kardiyo-

genellikle uykudan uyandırır. Sıklıkla, vücudun değişik bölgelerin­ pulmoner egzersiz testi de kardiyak ve pulmoner dispnenin ayırıcı
tanısında faydalı olabilir (Tablo 32-2).
de toplanmış olan ödem sıvısının gece çözülerek kana karışması,
A N K S İY E T E NÖ RO ZU Anksiyete nörozu olan bir hasta ta­
böylece toplam kan hacminin artarak hastada mevcut olan pulmo­
rafından şikayet edilen dispnenin değerlendirilmesi güçtür. Akut ve
ner konjesyonu ağırlaştırması sonucu meydana gelir. Pulmoner
kronik hiperventilasyonun semptom ve bulguları anksiyete nörozu
konjesyon uyuyan hastalar tarafından tolere edilebilir, ancak akcir
ile diğer nedenlerin, (örnek: tekrarlayan pulmoner emboli) birbirin­
ğer ödemi ve bronkospazm gelişince artık tolere edemez, boğulma
den ayırt edilmesi için yeterli değildir. Diğer karışan bir durum da
hissi ve sesli solunum (wheezing) ile uyanır.
hiperventilasyon sendromuna göğüs ağrısı ve elektrokardiyografık
Noktürnal dispnenin diğer iki şeklinin kalp yetersizliğine bağlı
değişikliklerin eşlik etmesidir. Bu durum, nörosirkulatuar asteni
olandan ayırt edilmesi gereklidir. Kronik bronşitte fazla müküs sal­
olarak da bilinir (Konu 13), göğüs ağrısı sıklıkla bıçak saplanır, ba­
gısı vardır, uyuduktan birkaç saat sonra birikebilir, öksürük ve bal­
tıcı tarzda ve değişik lokalizasyonlardadır, elektrokardiyografık de-
gam çıkarma ile düzelen dispne ve sesli solunuma (wheezing) yol
açabilir. Astım bronşiyale hastalarında ise havayollarında sirkadi- Tablo 32-2 Kardiyopulmoner Egzersiz Testindea Görülen Bozukluklar
yen obstrüksiyon vardır ve bu obstrüksiyon gece 2 ile 4 saatleri ara­
Kardiyovasküler yetersizlik
sında en belirgin hale gelir, boğulur tarzda ağır dispneye ve sesli
Kalp hızının maksimal hedefin % 85’ni aşması
solunuma yol açarak hastayı uykudan uyandırabilir. Bronkodilatör- Düşük anaerobik eşik
lerin inhalasyonu ile semptomlar genellikle hızlı bir şekilde düzer Azalmış maksimal oksijen tüketimi
lir. Egzersizle kan basıncında düşme
Cheyne-Stokes s o l u n u m u Ü k z . Konu 232 EKG ’de aritmiler veya iskemik değişiklikler
Hedeflenen maksimal solunuma erişememe
Tanı Kardiyak dispnenin tanısı klinik muayene ve noninvazif
Satürasyonda anlamlı azalma olmaması
incelemeler ile konur. Geçirilmiş miyokard infarktüsü hikayesi ola­ Solunumsal yetersizlik
bilir; üçüncü ve dördüncü kalp sesleri işitilebilir; sol ventrikül bü­ Hedeflenen maksimal solunuma erişme veya aşma
yümesi, jugüler venöz dolgunluk ve periferik ödeme ait bulgular Satürasyonda anlamlı azalma (<%90)
Ölü boşluk-üdal hacim oranının aynı kalması veya artması
saptanabilir. Sıklıkla, intertisyel ödem, pulmoner vasküler redistri-
FEV| 'de düşme ile birlikte bronkospazm gelişmesi
büsyon, interlobüler septumlarda ve plevra boşluğunda sıvı toplan­
Kalp hızının maksimal hedefin %85 'ne erişememesi
masına ilişkin kalp yetersizliğinin radyolojik bulguları görülür. EKG ’de iskemik değişiklikler görülmemesi
Transtorasik ekokardiyografi, özellikle dispneye yol açan yapısal
kalp hastalığını göstermesi bakımından önemli bir incelemedir. Sol a Bulgular yalnızca belirli bir durumda görülmez, hem kardiyovasküler hem de sol­
unumsal nedenlere bağlı dispnelerin her ikisinde de görülebilir. Her biri hastanın egz­
atriyum ve sol ventrikül büyümesi, sol ventrikül hipertrofîsi, düşük ersizini kısıtlayan nedenlerden hangisinde daha çok rol oynuyorlaısa onun altında ver­
sol ventrikül ejeksiyon fraksiyonu ile sol ventrikül duvar hareket ilmiştir.
NOT: EKG, elektrokardiyografi; FEV İ, 1 s’deki zorlu ekspirasyon hacmi
bozukluktan dispneyi açıklayan başka bir neden olmadıkça dispne­
KAYNAK: RM Schwartzstein, GE Thibault, in L Goldman, E Braunwald (eds):
nin kardiyak kökenli olduğunu gösteren önemli bulgulardır. Primary Cardiology. Philadelphia, Saunders, 1998
202 u .‘ iasnıMri.tnn A i ü .i jiıu.nGın v'e iuktiim Seklileri dışına çıkarak intertisyel aralıkta biriken, eritrositleri ve makromo-
lekülleri içeren sıvı alveollere sızar ve alveoler ödem başlar. Alve­
ğişiklikler sıklıkla repolarizasyonda görülür. İç çekme şeklinde olo-kapiller membrandaki hasar artarsa ödem sıvısı alveolleri ve
sık soluma ve düzensiz nefes alıp verme daha çok psikojenik kö* hava yollarını iyice doldurur. Bu aşamada, akciğer ödeminin tüm
kenli dispneyi gösterir. Kalp veya akciğer hastalığı ile birlikte ank- klinik bulguları ortaya çıkar. Bilateral yaş railer ve ronküsler işiti-
siyete ve depresyonun bulunması dispne semptomlarını ağırlaş­ lir. Göğüs röntgeninde proksimal hiler bölgelerde daha yoğun ol­
tırabilir ve beklenenin üzerinde görünmesine yol açabilir. mak üzere şeffaflık kaybolur, matlaşma ve buzlu cam manzarası or­
taya çıkar. Tipik olarak, hasta aşırı terli ve endişeli görünümdedir.
rTLMONEÜ ÖDEM (Bak Tablo 32-3) Köpüklü ve kanlı balgam çıkarır. Gaz alışverişi iyice bozulmuştur
ve ağır hipoksi ortaya çıkar. Tedavi edilmezse (Bak Konu 232), git­
K A R D İY O JE N İK P U L M O N ER Ö D EM (Bak Tablo 32-3, tikçe artan asidoz, hiperkapni ile hastada solunum arresti gelişir.
IA) Konjestif kalp yetersizliğine bağlı dispnelerin çoğunluğunda Yukarıda tarif edilen sıvı birikiminin erken dönemi Starling’in
pulmoner venöz basıncın artışı sonucu pulmoner vaskülaritede dol­ kapiller-interstisyel sıvı değişimi kuralını izler:
gunluk olur. Akciğerlerin elastikiyeti azalır, küçük hava yollarında
direnç artar, ektravasküler sıvı hacminin sabit kalması için lenfatik Sıvı Birikimi = K [(PC- P l F ) - o(^pl - nlF)\ - Qiymph
akım artar. Hafif taşipne ortaya çıkar. Intravasküler basınç daha da
artarsa ekstravasküler alanda sıvı toplanması başlar, yani intertisyel K = Hidrolik İletim (membran yüzey sahası ile doğru orantı­
ödem oluşun Bu durumda semptomlar ağırlaşır, taşipne artar, gaz lı ve membran kalınlığıyla ters orantılı)
alışverişi bozulur, Kerley B çizgileri ve damar sınırlarının bulanık­ Pc = Ortalama intrakapiller basınç
laşması gibi radyolojik bulgular ortaya çıkar. Bu aşamada, kapiller PlP = İntersitisiyal sıvının onkotik basıncı
endotel hücreleri arasındaki birleşme yerleri aralanır ve bu aralık­ a = Makro moleküllerin refleksiyon katsayısı ( coeficient)
tan makromoleküllerin intertisyel aralığa geçişi olur. 7Tif = Ortalam intersitisiyel sıvı basıncı
Intravasküler basınçtaki artış devam ederse, alveolleri kaplayan TCpi = Plazma onkotik basıncı
endotel hücreleri arasındaki sıkı birleşme yerleri de aralanır, damar Q = Lenfatik akım

tablo 32-3 Akciğer Ödeminin Başlatan Nedenlere Göre Sıuıllaıulınl-


■ıası Sıvının damar dışına hareket etmesini sağlayan basınçlar, nor­
malde sıvının damar içine geri hareket etmesini sağlayan basınçlar­
I. Starling eşitliğinin bozulması
dan (yani Jtjp and Tfy’nin cebirsel toplamı) daha büyük olan P c ve
A. Akciğer kapillerlerinde basıncın artışı
1. Pulmoner venöz basıncın sol ventrikül yetersizliği olmadan artışı Pıp’dir. Önceki formülde kastedilen, güçlerin dengesizliği sonucu
(örnek, mitral darlığı) lenfatik akımın artabileceği ve sonuçta interstisyel sıvıda net biri­
2. Pulmoner venöz basıncın sol ventrikül yetersizliğine bağlı artışı kim olmayacağıdır, /y d e k i daha ileri artışlar sadece sıvının her ka­
3. Pulmoner arteriyel basıncın artmasına bağlı akciğer kapiller­ piller bölgesindeki dışarı doğru hareketini artırmaz, aynı zamanda,
lerinde basınç artışı (sıvı yüklenmesine bağlı pulmoner ödem)
daha çok kapiller yatağı çalıştırır oda K arttırır. Bu iki etki lenfa­
B. Plazma onkotik basıncında azalma
1. Hipoalbüminemi tiklerin temizleme kapasitesinin üzerinde sıvı filtrasyonuna neden
C. Negaüf intertisyel basıncın artışı olur ve sıvı akciğerin gevşek interstisyel mesafesinde toplanır,
1. Pnömotoraksın uygulanan negatif basınçla hızlı bir şekilde /y d e k i daha da ileri artışlar önce gevşek endotel hücrelerarası bağ­
düzeltilmesi (tek taraflı)
lantıları açar, sonra makromoleküllere artmış geçirgenlik ile birlik­
2. Artmış ekspirasyon sonu hacmi ile birlikte akut havayolu
te alveoler hücrelerarası bağlantıları açar. Alveolo-kapiller memb­
obstrüksiyonu sonucu oluşan yaygın negatif plevral basınç
(astma) randaki hem fonksiyon hem cje yapıdaki bu sekonder bozulmalar
II. Alveolo-kapiller permeabilite artışı (akut respiratuar distres sendromu) alveoler taşmaya? (flooding) yol açar.
A. İnfeksiyöz pnömonisbakteriyel, viral, parazitik K A R D İY O JE N İK OLM AYAN A K C İĞ E R ÖD EM İ (Tablo
B. Toksik ajanlar (örnek, fosgen, ozon, klorin, Teflon dumanı, nitrojen
32-3, IB IC, II, III ve IV ’e bakınız. Birkaç klinik durum, pulmoner
dioksit, duman)
C. Dolaşıma yabancı maddelerin karışması (örnek, yılan zehiri, bak- kapiller basıncın primer artışından ziyade Starling güçlerinin den­
teriyel endotoksinler) gesizliği nedeniyle akciğer ödemi ile ilişkilidir. Hipoalbuminemik
D. Mide asidi içeriğinin aspirasyonu hastalarda (örneğin ağır karaciğer hastalığı, nefrotik sendrom, pro­
E. Akut radyasyon pnömonitisi tein kaybettiren enteropati) azalmış plazma onkotik basıncına rağ­
F. Endojen vazoaktif maddeler (örnek, histamin, kinin)
men, bu gibi durumlarda bile, güçlerin dengesi o kadar kuvvetle
G. Dissemine intravasküler koagülasyon
H. İmmünolojik reaksiyonlarshipersensitivite pnömonitisi, ilaçlar geri emilimi destekler ki, interstisyel ödem gelişebilmesi için ge­
(nitrofurantoin), lököagglutininler nellikle kapiller basınçta biraz artma olması gerekir. Büyük pnömo-
I. Toraks dışı travmaya bağlı şok akciğeri toraksın hızla boşaltılmasını takiben tek taraflı akciğer ödemi geliş­
J. Akut hemorajik pankreatit mesi temelde interstisyel basıncın artmış negatifliğine bağlanmış­
III. Lenfatik yetersizlik
tır. Bu durumda bulgular sadece radyografi ile görülebilir, bazen
A. Akciğer transplantasyonu sonrası
B. Lenfanjiük karsinomatözis hasta ödemli akciğere lokalize fiziksel bulgularla birlikte dispne
C. Fibroz lenfanjitis (örnek, silikozis) hissedebilir. Akut ağır astım esnasındaki büyük negatif intraplevral
IV. Mekanizması tam bilinmeyen basınçların interstisyel ödem gelişimi ile ilişkili olabileceği öne
A. Yüksek irtifaya bağlı pulmoner ödem
sürülmüştür. Fibrotik ve inflamatuvar hastalıklara veya lenfanjitik
B. Nörojenik pulmoner ödem
karsinomatozise ikincil lenfatik blokaj interstisyel ödeme neden
C. Yüksek dozda narkotik alımı
D. Pulmoner emboli olabilir. Bu gibi durumlarda hem klinik hem de radyografik bul­
E. Eklampsi gular altta yatan hastalık ilerlemesi ile ilgilidir.
F. Kardiyoversiyon sonrası Akciğerlerin interstisyel sıvı içeriğinde artmayla karakterize
G. Anestezi sonrası
olan diğer durumlar primer olarak alveolo-kapliller membran hara-
H. Kardiyopulmoner bypass sonrası
biyeti ile ilişkili gibi görünmektedir, Yaygın akciğer enfeksiyonla­
KAYNAK: Braunwald ve ark. rı, aspirasyon ve şokun (özellikle sepsise ve hemorajik pankreatite
bağlı ulan ve kardiyopulmoner bypass sonrası olan) da dahil oldu­ 3 3 -Öksürükve Hemoptizi 203
ğu spontan olarak oluşan veya çevresel kaynaklı çeşitli sayıda tok-
sik yaralar, açıkça bir hemodinamik orijini olmayan yaygın akciğer
ödemi ile ilişkilidir. A k u t s o lu n u m s a l d is s tr e s a e n d n m u n a y o l S tev en E . W e in b e r g e r , E u g e n e B r a u n w a ld
ıh a b il e c e k o t a n b it d u r u m la r K o n u 2 6 5 ’d e ta rtışılm ıştır.
33
Akciğer Ödeminin Diğer Şekiüeri Kesin mekanizm alan açık­
ÖKSÜRÜK VK HEMOPTİZİ
lanamamış olan iiç akciğer ödemi şekli vardır. Y ü k se k d o z n a r k o tik ­
C em al Sağlıker, Y ah ya Sağlıker
lerin oluşturduğu akciğer ödemi bunlardan en çok bilinenidir. Pa­
renteral heroinin kanun dışı kullanımı en sık rastlanılan neden ol­
masına rağmen, morfin, methadone ve dextropropoxyphene’in ka- ÖKSÜRÜK
nuni preperatlannın parenterai ve oral yüksek dozlan da akciğer
Öksürük trakeo - bronşial ağacı sekresyon ve yabancı maddelerden
ödemi yapabilir. Enjekte edilen saf olmayan ilaçlann bu bozukluğa
temizlemek için normal ve koruyucu bir mekanizma olarak gelişen
yol açtığuıa dair olan ilk fikir savunulmazdıtr. Mevcut kanıtlar pul-
patlayıcı bir ekspirasyondur. A şın yada rahatsız edici olduğu za4
moner kapiller basınçta artıştan ziyade alveoler ve kapiller memb-
man tıbbi dikkatin gerektiği en önemli semptomdur, Rahatsız edici
ranlann geçirgenliklerinde değişiklikler olduğunu düşündürmekte­ bu durum ya öksürüğün kendisinden kaynaldanan bir rahatsızlıktır
dir. ya da öksürüğün normal yaşam tarzınr etkilemesinden meydana ge-i
Beraberinde ağır fiziksel egzersiz ile birlikte y ü k s e k irtifa y a lir ve genellikle bu durum bazen kanser ya da AİDS şüphesini aklai
m aruz, k a lm a , henüz ortama alışmamış, sağlıklı yetişkinlerde iyi bi­ getirir.
linen bir akciğer ödemi sebebidir. Bu sendrom, yüksek irtifada ya­ M EK A N İZM A Öksürük istemli ya da refleks olabilir. Affe 4
şayan ortama alışık, kısa bir süre düşük irtifada konaklamış ve yük­ rent ve efferent yollann koruyucu bir refleksidir. Afferent aha dairi
sek irtifaya geri dönmüş yerlilerde de oluşabilir. Bu sendrom 2 5 yaş. nı trigeminal, glossofaringeal, süperior laringal ve vagal sinirlerde'!
altındakilerde çok daha sıktır. Yüksek irtifa akciğer ödeminin me­ ki reseptörler oluşturur. Efferet dalım rekürrent laringeal sinir ve»
kanizması belirsizdir; çalışmalar çelişkilidir, primer mekanizma spinal sinirler oluşturur Öksürüğün başlaması derin bir inspirasyoi)
olarak bazıları pulmoner venöz konstriksiyönu; bazıları ise pulmo-- ve bunu takiben glottik kapanma, diaftâgmanın gevşemesi ve kapa­
lı glottise karşı kas kontraksiyonu şeklinde oluşur: Oluşan pozitif
ner arterioler konstriksiyonu düşündürmektedir. Hastalann oksijen
bir intra torasik basınç trakea da darlığa neden olur. Olottis açılımı
uygulamasma ve/veya düşük irtifaya geri getirilmesine yanıt ver­
ca hava yollan ile atmosfer arasındaki basınç farkı trakeal daralma
melerinden yüksek irtifadaki hipoksinin de rolü olabileceği düşü­
ile birleşerek trakea boyunca hızlı bir hava akımı oluşturur. Bu sür­
nülmektedir. Yalnız hipoksi alveolo-kâjpiller membranın geçirgen­
tünme kuvvetlerinin gelişmesi mukus ve yabancı maddelerin elimi­
liğini değiştirmemektedir. Bundan dolayı hipoksik pulmoner arteri­
ne edilmesine yardun eder. ■\ - ■\
oler konstriksiyönla kombine egzçrsiz’ ile birlikte artmış kardiyak: E T Y O L O Jİ Öksürük çeşitli hava yollan irritanlan ile başlatıp
debi ve pulmoner arteriyel basınçlar -k i bu durum gençlerde daha labilir. Bunlar trakea bronşial sisteme .ya. inhalasyon yolu ile girer-'
belirgindir- yüksek basınçlı prearterioler akciğer ödemi oluşturmak ler (sigara dumanı, toz, buhar gibi) yada, aspirasyon yolu ile gireri
üzere kombine olabilir. ler (üst hava yollan sekresyonlan, gastrik muhteva yabancı cisim-;
Daha önceden bariz bir sol ventrikül disfonksiyonu olmayan ler gibi), öksürük üst solunum yollan sekresyonlan irritasyonu ilet
santral sinir sistemi bozuklukları olan hdstalarda da n ö r o je n lk a k c i ­ (postnasal akıntı gibi) yada gastrik muhtevanın irritasyonu ile oluş-,
ğ e r M e m i tanımlanmıştır. Çoğu deneysel eşdeğerin sempatik sinir tuğu zaman hem tanınmayabilir hemde dirençli olabilir. İlave ola-'
sistemi aktivitesini suçlamasına rağmen, sempatik efferent aktivite- rak bu şekilde uzun süre irritan maddelere maruz kalma hava yo-;
nin akciğer ödemine yol açmasi spekülasyon konusudur: Massiv lunda inflamasyonu başlatabilir ve buda hava yollanın diğer irri-
adrenerjik deşarjın kan basıncında yükselmeyle birlikte periferik tanlara karşı duyarlı hale getirerek öksürüğü tetikleyebüir. Gastro-
özöfagial refleksle bağlantılı olan öksürük sadece gastrik muhteva-,
vazokonstriksiyon yaptığı ve kant merkezi dolaşıma yönlendirdiği
nm aspire edümesi ile oluşur.Fakât bir Çok hastada vagal refleks:
bilinmektedir. Buna ek olarak, sol ventrikül kompliyansmda bir
mekanizmasının bir cevabı olarak da görülebilir.
azalmanm oluşması da mümkündür, her iki faktör de sol atriyum
Hava yollanndaki bası, inflitrasyon ya da inflamasyon sonucu,
basıncında, hemodinamik olarak akciğer ödemi oluşturabilecek bir
oluşan her hangi bir bozukluk Öksürükle ilişkili olabilir. İnflamas­
artışa hizmet eder. Bazı deneysel deliller adreneıjik reseptörlerin
yon sıklıkla viral ya da bakteriyel bronşit ya da brohşektaziden kay­
stimülasyonunun kapiller geçirgenliği direkt olarak artırdığını dü­ naklanan hava yolu infeksiyonunun bir sonucudur. Viral bronşitte
şündürmektedir; fakat bu etki, Starling'güçlerinin dengesiyle kıyas­ akut semptomların geçmesinden sonra akciğerde dirençli hava yol­
landığında nisbeten daha azdır - lan infeksiyonlanna bağlı, haftalar süren uzamış öksürük nöbetleri
A K C İĞ E R ÖDEM İNİN TED A V İSİ Konu 2 3 2 ’ye bakınız 1 olabilir. Boğmaca infeksiyonu yetişkinlerde dirençli öksürüğün bir
nedeni olabilir, mamafih teşhisi genellikle klinik gelişmesine göre
BİBLİO G R A pYA , . . .
konulmaktadır. Astım öksürüğün genel bir nedenidir (Konu 152):
BARTSCH P . High altitude pulmonary edema. Respiration 64:435,1997 Gerçi klinik ortamda şıklıkla ileri sürülen öksürüğün astıma sekon-
BRAUNWALD E et at: Clinical aspects of heart failure; High-output heart fail! der olduğudur, fakat bazı hastalarda dispne ve weezing olmaksızın
ure; Pulmonary edema, in Heart Disease, 6th ed, E Braunwald, D Zipes, P da öksürük olduğu bilinir. Bu farklı entiteye ayırıcı tanıda 'öksürük
Libby (eds). Philadelphia, Saunders, 2001
variyant astım 2 adı verilir. Bronkojenik karsinom yeya karsinoid
KOSOWSKY JM et al: Continuous and bilevel positive airway pressure in the
treatment of acute cardiogenic pulmonary edema. Am I Emerg Med 18:91, tümör gibi hava yolu duvarım infîltre eden bir neoplazma şıklıkla
2000 öksürükle ilişkilidir. Endobranşial sarkoidoz veya tüberkülozda gö­
MANNING HL, SCHWARTZSTEIN RM: Mechanisms of dyspnea, in Dyspnea, rüldüğü gibi hava yolunun granülomlarla infîltre olması öksürüp
DA Mahler (ed), Lung Biology in Health and Disease, vol 111. New York, tetikleyebüir. Mediastinal tümör, aortik anevrizma gibi akciğer dı­
Marcel Dekker. 1998, pp 63-95 şı kiüeler hava yollarında basıya neden olurlar.
RIETVELD S: Symptom perception in asthma: A multidisciplinary review. J
Akciğer apsesi, pnömoni, interstisyel akciğer hastalığı, güçlü
Asthma 35:13, 1998
SACCHETTI AD, HARRIS RH . Acute cardiogenic pulmonary edema. What's öksürük oluşturan,parankimal akciğer hastalıklarına birer örnektir.
the latest in emergency treatment? Postgrad Med 103:145-7, 153-4,160-2, Peribronşial ödemde olduğu gibi interstisyel ödem de de görülebi­
1998 leceği üzere, konjestif kalp yetmezliği öksürükle ilişkili olabilir.
SCHWARTZSTEIN RM: Language o f dyspnea, in Dyspnea, DA Mahler (ed), Nonprodüktiv öksürük A C E inhibitörlerinin kullanımının bir
Lung Biology in Health and Disease, vol Di. New York, Marcel Dekker, komplikasyonu olup, bu ilaçlan alan hastalann % 5-20 sinde görü­
1998, pp 35-62
lür. Başlangıcı genellikle Uacın alınmaya başlaması Ue olur, fakat
STULB ARG MS. ADAMS L: Dyspnea, in Textbook ofRespiratory Medicine, 3d
ed. Murray JF, Nadel JA (eds). Philadelphia, Saunders. 2000, pp 541-552 altı aya kadar uzayabüir. Mamafih mekanizması kesin olarak bilin-
2. Başlangıçta solunum yollan infeksi-
yonunun benzer semptomlarıyla mı
Kronik Öksürük Öksürük kesilir
var?
H «| . A C Et 3. Mevsimlerle ilişkisi var mı?
PE* Öksürük
4. Post nazal akıntı ve gastroözofageal
devam eder

Normal
r Göğüs grafiti
i jM ' f

Abnormal
'
1

tc ’
*
“F * iî
reflüyü düşündürecek semptomlarla
ilişkisi varmı?
5. Ateş ve balgamla ilşkisi varmı? Bal­
gam mevcutsa karekteri nasıl?
<ir AnormaSk-------
Benzer hHnflfcduramüft göre1 - 6 . Hastanın rahatsızlığının başka hasta­
i 1 —
—--------------------------- ■»- ,
İntanlardan s a k ın m a ■n - -, W
kütolrftayabjfe
o tm a yat di&ertfem* > * j --.r -:r* lıklarla ilşkisi varmı? Ya da HIV im
' { r v + " 1
feksiyonu, ya da çevresel etkenlere
i " v « . -1
’•>. ' - 'S X- *
• „
> •SN -
> Balgam sitolojisi, HRCT scan'i modi-
flye BaE., bronkoskopi, kalp araştır­ ş ilt e maruz kalma gibi risk faktörleriyle
maları ilişkisi varmı?
Öksürük kesilir . Öksürukdevam , 7. Hasta A CE inhibitörü kullanıyormu?
...............etmesi ', I
□uruma göre tedavi et
Genel fizik muayene ile AİDS, akci­
•*. v *■ - ..... - * ■* £ ğer dışı primer neoplazma yada kalp yet­
Aşağıdaki sırayla veya birliktelikle en
^ ,S
M mezliği gibi öksürüğün nonpulflıoner ne­
sık 3 şartı değerlendir. 1. PNDS 2. As­ ı. •: Öksürük devam Öksürük kesilir
tım 3. GERO etmesi denleri gösterilebilir. Orofarengeal mu­
î M m î k â :S »si ayene ile post nazal akıntı bulgulan gö­

rülebilir, orofarengeal mukus varlığı yh
Post ınfektıf- da mukozadaki kaldırım taşı görünümü
Öksürük kesilir Öksürükdevam • öksuruk
etmesi tespit edilebilir. Göğüs oskültasyonu ile
" düşünülür >. js ,-|

lliillS S f t üst solunum yollan hastalıkları (inspira-


tuar stridor), alt solunum yollan hasta;
Sık görülmeyen durumların
değerlendirilmesi r iKrk ? 4 Iıklan (ronkus ve ekspiraituar whe­
1 ^ îr ezing.), pulmoner parankimal, interstis-
♦ yel akciğer hastalıklan ya da pnömoni,
pulmoner ödem gibi (hınltılı inspiras-
Balgam tetkikleri HRCT scenl

a
bronkoskopi kalp araştırmaları yon) hastalıklan tanınabilir.
»MW
G ö ğ ü s r a d y o g r a fis i öksürüğün ne­
__ :____. I denlerinin anlaşılmasında ve sınıflandı­
,, Öksürüğün Öksürükdevam ^ a h Jfe vrt^ c ‘i
r.' ^ <' kesilmesi rılmasında oldukça faydalıdır. Grafide
* etmesi
>* ,.t- intratorasik kitle, lokalize bir pulmoner
-

T1! 1** **• T parankim infiltrasyonu; yaygın interstisr


fil''-»,. Alışkanlık yada psikojenlk öksürük düşü­ yel ya da alveoler bozukluğun mevcudi­
- ** * * v ı
nülmeden önce uygun tedavi yöntemleri yeti oldukça önemli ve potansiyel bulgu­
yemden değerlendirilmeli
lan kapsamaktadır. Bal peteği alanı ve
: 14 rtğç.
kist formasyonu bronşektaziyi gösterebi­
lir, bilateral hiler adenopati varlığı ise
ŞEKİL 33-1 ACEI: Anjiotensin-converting enzim inhibitörü; BaE, bariumlu özofagusgrafl; GERD,
gastroözfogial refleks hastalığı; HRCT, high-resolutlon computed tomography; Hx, history; PE, sarkoidozu gösterebilir.
fiziksel muayene; PNDS, postnasal drip sendromu (Reproduced from Irwin, with permission.). P u lm o n e r fo n k s iy o n te s tle r i (Konu
250) fonksiyonel anormallikleri belirle­
memektedir, bradikardinin ya da supstans P, Maddesinin birikimi mede faydalıdu, bu anormallikler öksürük oluşturan bazı bozuk-
yada her ikisinin birikinti ile ilşkilidir, hıklarla birliktedir. Zorlu ekspirasyon hava akımı ölçümü astımın
Öksürüğe en sık neden olan durumlar, öksürüğün süresine gö­ karekteristik reverzibl obstrüktif hava akımını gösterir. Astım düşü­
nüldüğü veya hava akışının normal olduğu zamanlarda metakolin-
re sınıflandırılabilirler. Akut öksürük (3 haftanın altodaki) sıklıkla
li bronkoprovakasyon testi veya soğuk hava inhalasyonu, bronko
üst solunum yolları infeksiyonundan dolayı gelişir, (özellikle boğ­
konstrüktiv stimulusa olan hava yolu hiperaktivitesini gösterir. Ak­
maca ve akut bakteriyel sinüzit gibi) fakat pnömoni, pulmoner
ciğer volümünün ve diffüzyon kapasitesinin ölçümü, restriktif yol-
ödem, konjestif kalp yetmezliği gibi ciddi bozukluklarda da görü­
larrn ispatı için faydalıdu, bu diffüz interstisyel akciğer hastalıkla­
lebilir. Sigara içen bir kişi de 3 haftayı geçen öksürük kronik obst-
rının herhangi birinde görülür.
rüktif akciğer hastalığım ya da bronkojenik karsinomun mevcudi­
Şayet balgam varsa gros ve mikroskobik muayene yapıhrsa
yetine işaret edebilir. Sigara içmeyenlerde ise eğer kişi A C E inhibi­
faydalı bilgiler bulunabilir, Pürülan balgam kronik bronşit, bron-
törü almıyor ve göğüs grafısi normalse, kronik öksürüğün en sık se­
şektazi, pnömoni ve akciğer apsesini gösterir. Balgamdaki kan ba­
bebi post nazal akıntı, astım ya da gastroözofageal reflüdür. zı bozuklukları gösterebilir fakat kanın mevcudiyeti da bir endob-
ronkial tümörün sorusunu akla getirmelidir. Gram ve asid-fast bo­
---------------------------------------------------------- Hastaya Yaklaşım ---------------------------------------------------------------- yalan ve kültürler patojen enfeksiyon etkenlerini gösterebilir, bal­
gam sitolojisi ise pulmoner bir malignitenin teşhisini koydurabilir.
Öksürüğün etyolojisinde ayrıntılı bir anamnez ile sıklıkla; oldukça Çok özel çalışmalar özel durumlarda faydalıdu. F ib e r o p t ik
çeşitli ipuçları elde edilebilir. Bazı önemli ve kapsamlı sorular so­ b r o n k o s k o p i histolojik spesimen ve sitolojik kolleksiyonda ve en-
rulmalıdır. dobronkial tümörlerin gösterilmesinde bir yöntemdir. Trankeob-
ronşial mukozanın incelenmesi sarkoidozda sıkça görülen endob-
1 . Öksürük akut mu, kronik mi ? ronşial granülomlan gösterebilir, endobronşial ve uasbronşial bi­
yopsiler ise teşhisi doğrular. Bronkoskopi ile havayolu mukozası­ 33 Öksürük ve Hemoptizi 205
nın inspeksiyonu, AIDS’ti hastalardaki Kaposi sarkomunun karak­
teristik mevcudiyetini ispat edebilir. H ig h -r e s o lu tio n c o m p u te d to ­ yabilir, sadece ciddi gaz değişimi bozukluğu oluşturmakla kalmaz
m o g r a p h y (HRCT) interştişyel hastalığın mevcudiyetini kesin gös­ hastada boğulmaya dahi sebep olabilir.
terebilir ve hastalığın temel şeklini tanımlar. Bu bronşektazinin teş­ E T İY O L O Jİ Fakat nazofarenks ve gastrointestiyal traktustari
hisi ve dilate hava yollarının gösterilmesi için bir seçim yöntemi­ orijin alan kan alt solunum yollarından geliyormuş izlenimi verebi­
dir. lir. Başlangıç tanılaması önemlidir. Kanamanın bunların herhangi
Kronik öksürüğün gösterilmesi ve değerlendirilmesinde teşhis- birinden gelmediği tanımlanmalıdır. Kanın gastrointestinal sistem­
sel bir algoritma Şekil 33-1 de mevcuttur. den geldiğinin kanıtı, koyu kırmızı görünümü ve PH asittir, onıuı
aksine gerçek hemoptizi alkalin PH ’da ve parlak kırmızı renginde­
K O M PLİK A SYO N LA R Öksürüğün genel komplikasyonları dir.
arasında göğüs ve abdominal duvar yanması ( ağrısı), üriner inkon- Bronşial arterler yüksek basınçlı sistemik sirkülasyonun parça­
tinans ve yorulma mevcuttur. Baz an paroksismal öksürük nöbetle­ sıdır, orijinlerini aorta ve interkostal arterlerden alırlar ve endob­
ri bayılmaya neden olabilir (öksüriik senkopu Konu 21), alveollar ronşial tümörler, bronşektazi ve bronşitdeki kanamaların sebebini
basınç ve belirgin intratorasik basınç artışı sonucu, venöz geri dö­ oluştururlar.
nüşün azalması ve kardiakautputun düşmesi ile oluşur. Ayrıca os- Hemoptizinin etiyolojik sınıflandırılması akciğerlerde yerleşti­
teoporoz, osteolitik metastazlar ve multiply myelomada patolojik ği yerlere bağlıdır. Kanamanın en sık yeri havayolları, diğer bir de­
kırıklar oluşması sebebi ile öksürük kostalarda kırıklar meydana ğişle trakeobronşial sistemdir ki, bunlar inflamasyondan etkilenen­
getirebilir. ler, (akut veya kronik bronşit, bronşektazi...gibi), neoplazmlardaıj
etkilenenler (bronkojenik karsinom, endobronkial metastatik karsi-

a TEDAVİ Öksürüğün kesin tedavisi; olayın altında yatan se­


beplerin teshirine ve ardından özel tedavinin başlamasına bağ­
lıdır. Eksojen başlatıcı ajanlar (sigara içimi, A ÇE inhibitörüjve en-
nom veya bronşial karsinoid tümör..gibi) Pulmoner parankimadan
orijin alan kan ya lokalize kaynaklıdır (tüberküloz, pnömoni, akci­
ğer absesi gibi) ya da parankimi derinden etkileyen bir işlemden
dojen tetikleyiciler (postnazal akıntı, gastroözofajial reflü) tanım­ dolayıdır; (koagülopati, otoimmun proçes veya Goodpasture send-*
lanmalı ve elimine edilmelidir. Şayet uygulanabilir ve mevcut ise­ romda olduğu gibi). Pulmoner vaskülariteyi birincil olarak etkile­
ler, diğer önemli ve düşünülecek tedavi yöntemleri şunlardır; solu­ yen rahatsızlıklar içinde; pulmoner venöz basıncın yükselmesiyle
num yollarının belirli infeksiyonlannın tedavisi, güçlü ve reversibl •- ilişkili olan mitral stenoz ve sol ventrikül yetmezliği durumlarıdır.:
hava yolu obstriiksiyonunda bronkodilatatörlerle tedavisi, bronşek- Hemoptizinin değişik etiyolojilerinin relatif sıklığı her ne kadar
tazili hastalarda sekresyonun atılabilmesi için göğüs fizyoterapisi, seriden seriye değişmekte ise de en son çalışmalar göstermektedir-;
endobronşial tümörlerin ve interştişyel akciğer hastalıklarının uy­ ki, bronşit ve bronkojenik karsinom en önemli iki sebeptir. Her ne
gun tedavileri gibi, kadar eskiye göre tüberküloz ve bronşektazi daha az görülüyorsa
Öksürüğün nonspesifık veya semptomatik tedavisi şu şartlarda da bu iki rahatsızlık, birçok seride massif hemoptizinin en belirgin
düşünülebilir: ( l ) öksürüğün sebebi bilinmiyor ve spesifik tedavisi sebepleridir. Aşın balgam çıkarmadan sonra bile hastaların büyük
mümkün değilse ( 2 ) öksürük faydalı bir mekanizma değilse ve ra­ bir bölümünde (bazı serilerde % 30’un üzerinde) hemoptizinin be­
hatsız edici özellikteyse. İritatif ve kuru bir öksürük antitussif bir lirlenmiş bir etiyolojisi yoktur. B u hastalar kriptojenik hemoptizi ve
ajanla bastırılabilir, ve bu duium öksürük merkezinin eşiğini ve po­
tansiyelini arttırabilir. Böyle ajanlar cödein (15 mg, 4/gün) veya
dekstrometorfan gibi nori-riarkotikler (15 mg, 4/gün) ihtiva ederler.
Tablo 33-1 H em optizinin A yırıcı T anısı
Bu ilaçlar üzün süreni poroksismal öksürük nöbetlerini durdurup
öksürüğü keser ve semptomatik bir rahatlama sağlarlar. Fakat D iğer alt soluttum sistemi kaynaklı hemoptizi
önemli miktarda balgamın çıktığı durumlarda, Öksürük baskılan- Üst soluttum yolu kanaması (nazofarengeal)
mamalıdır, çünkü balgamın trakeobronşial sistemde tutulması ven- Gastrointestinal kanama
Trakeobronşial kaynaklı hemoptizi
tilasyon ve alveollerin havalanması ile çalışarak, akciğerin infeksi-
: Neoplazm (bronkojenik karsinom, endobronşial metastatik tümör,
yonlara direnç kabiliyetini azaltır.
Kaposi sarkomu, bronşial karsinoid)
Değişik mekanizmalarla çalışan diğer ajanlar öksürüğün kont­ Bronşit (akut veya kronik)
rolü için kullanılır, fakat bunların faydasını açıklayan fazla bilgiler Bronşiektazi
yoktur. İnhale antikolineıjik ajan olan ipratropium bromid (2 -4 Bronkolitiazsis
puf, 4/gün) öksürük refleksinin efferent limbik sistemini makul şe­ Hava yolu travması
Yabanca cisim
kilde inhibe etmesi sebebi ile kullanılmıştır, İnhale glucocorticoid-
Pulmoner parankim kaynaklı hemoptizi ,
ler ise partiküler ajana göre ayarlanarak belirli doz ve aralıklarda
Akciğer apsesi
ideal olarak kullanılarak, hava yolu inftamasyonu olan hastalarda, Pnömonia
öksürükte önemli bir rolü ve amacı olduğu düşünülerek kullanıl­ Tüberküloz
mıştır. M ycetoma ("fungus topu")
Goodpasture sendromu
İdiopatik pulmoner hemosiderozis
Wegener granülomatozis
HEMOPTİZİ Lupus pnöhıonisi ;
Akciğer travması
H em o p tiz i solunum sisteminden kan çıkışı şeklinde tanımlanır, bu Primer vasküler kaynaklı hemoptizi
Arteriovenöz malformasyon
spektrum kanlı çizgili balgamdan büyük miktarda saf kan öksürü­
Pulmoner emboli
ğe kadar değişir. Her ne kadar hastanın tahminine inanılırsa da (çı­
Pulmoner venöz basıncın yükselmesi (m itral stenoz)
kan kanın miktarı hakkındaki tahmin) M a s s i f H e m o p tiz i 2 4 saatlik Pulmonar arter rüptürü (balon tipi pulmoner arter kateterine sekonder)
periodda>100 > 600 mL arasındadır. Kısmen daha az miktarda ka­ D iğer nadir sebepler
nın ekspektorasyonu bile korkutucu bir semptomdur ve bronkoje- Pulmoner endometriozis
nik karsinoma gibi potansiyel ciddi hastalıkların bir işareti olabilir. Sistem ik koagülopati trombolitik ya da antikoagülan ajan kullanım
Diğer taraftan massif hemoptizi hayatı tehdit eden bir problem ola­
KAYNAK: Adapted from SE Weinberger, Principles of Pulmonary Medicine. 3d ed,
bilir. Fazla miktarda kan havayollarını ve alveoler boşlukları tıka­ Philadelphia, Saunders. 1998.
ayenesi mitral stenoz, kalp
yetmezliği ya da pulmoner ar­
Anamnez ve fizik muayene
ter hipertansiyon bulgularını

t . ' T
Alt solunum yolları -v , ' “
gösterebilir. Deri muayenesi
Kaposi sarkomunu, Osler-
Üst hava yolları ve
İncelemesi bulgu- k - ’■ Rendu-Weber hastalığının ar-
GİS araştırmasının
ları - - terio venöz malfarmasyonlan-
verileri
- - ^ - m ya da sistemik lupus erite-
■ t : “ T ■: ^ motozusun deri lezyonlannı
ENT. Gl değerlendirme : '' ' Göğüs graflsl . gösterebilir.
....................... . ı ■■ ................ j V" ı. ‘
H em a p tiz in i t e ş h is s e l d e ­

i t 1 ğ e r le n d ir ilm e s i göğüs röntge­


Normal Kitle Diğer paran- ni ile başlar, bir kitlesel lez-
kimal hasta yon bronşektazinin bulguları­
T Z 3
Anamnez
i
Kanser için risk Herbir tanının
lıklar
ip nı gösterebilir ya da fokal ve­
Kanser İçin risk ya diffüz parankimal hastalığı
faktörü yok. bronşiti faktörleri ayrıntılı araş- HRCT
düşündürüyor tmlması gösterir (fokal veya diffüz ka­
Anamezde
bronşiti göste ve kanser için
f ’ % •
T namanın ya da her iki kana­
ren kanıt yok kanıt yoksa Non spesifik manın mevcudiyeti, ya da fo­
3ronkoskopi M
■ tanı kriterleri
kal pnömoni alanları bulun­
I
Bronkoskopi ve j Gözlem,
I Tekrarlayan Değerlendir­
ması gibi). İlave Olarak baş­
langıç tetkikleri şvinlan ihtiva
ya HRCT yapıl ‘ " p 1 - hemoptözl me teşhisi
eder; komple kan sayımı, kö-
ması düşünülür
İ göstermeye
doğru odakla­ agülasyon profili, böbrek has­
Kanamanın nır
Non spesifik talıktan tanımak için ürıner*•
durması
tam kriterleri analiz ve kan üre, kreatin ve
v-tîf' r--V 1
nitrojen seviyelerinin ölçüm­
Değerlendirme­
T
leridir. Şayet balgam mevcut­
ye gerek yok HRCT
1 sa gram ve aşitfast boyalarla
tespiti ve karşılıklı kültürler
ŞEKİL 33-2 Massif olmayan hemoptizlnln değerlendirilmesi için tanısal grafi, HRCT, Yüksek çözünülürlük- yapılması uygundur,
lü tomografi. F ib e r o p tik bron koskop i
• kanayan yerin tespiti ve en­
idiopatik oarak sınıflandırılırlar ve küçük hava yollan ya da parari- dobronşial lezyonların gösterilmesinde kısmen faydalıdır. Kanama
kimal hastalıklardaki kanamaların sebepleri oldukları varsayılırlar. yaygınsa fiberoptik bronkoskopi yerine rijid bronkoskopi tercih
edilir, çünkü böylece daha fazla hava yolu kontrolü yapılabilir ve
daha uygun parça alınabilir. Bronşektazili hastalarda şimdi diag-
Hastaya yaklaşım nostik yöntem olarak HRCT seçilmekte olup, bu bronkografı ile
yer değiştirmiştir.
Anamnez çok önemlidir, mukopürülan çizgili kan şeklinde veya
Şekil 3 3 .2 ’de yaygın olmayan hemoptizinin tanısı için bir teş­
püriilan balgam şeklinde tarif edilen hemoptizi genellikle bronşit
hisse! grafi mevcuttur. -
anlamına gelir. Son zamanlarda görünüş ve miktan değişen kronik
balgam üretimi, kronik bronşitin akut alevlenmesini gösterir. Ateş
ve titreme ile beraber olan çizgili kanlı balgam pnömoniyi akla ge­
tirir, oysaki kokuşmuş balgam akciğer apsesini gösterir. Balgam { f i TEDAVİ Kanamanın hızlılığı ve onun gaz değişikliğindeki et-
üretimi kronik ve bol miktardaysa bbronşiektazi teşhisi göz önüne — kişi işlemlerin aciliyetini gösterir. Kanama balgamda çizgi şek­
alınmalıdır. Hemoptiziyi takiben aniplöretik göğüs ağrısı ve dispne linde kan veya az miktarda saf kan ile sınırlı ise gaz değişimi ge­
pulmoner emboliyi akla getirir. :î nellikle devam eder, birinci önceliğimiz burada bir tanı koymaktır.
Hastalık öncesinde kişinin beraberindeki rahatsızlıklar araştı­ Hemoptizi yaygınsa-yeterli gaz değişimim muhafaza etmeye çalı­
rılmalıdır, örneğin böbrek hastalıkları (goodpasture sendromu ve şılmalı, akciğerin diğer etkilenmemiş alanlarına kanın sıçramasını
wegener granülomatozu gibi), sistemik lupus eritematozus (pulmo­ önlemek ve asfiksinin önüne geçmek ilk önceliğimizdir. Hastayi
ner hemoraji ile ilişkili lupus pnömonisi gibi), çeşitli malignensiler yatırmak ve kısmen öksürüğü baskılamak kanamanın orijini belli
( rekürrent akciğer kanseri ya da nonpulmoner primer bir tümörün ise ve bir akciğerde sınırlı ise kanayan akciğere belirli bir pozisyon
endobronşial metastazı gibi.) AİDS Ti bir hastada endobronşial ya verilir ve o şekilde tutulur. Böylece aspire edilen kan diğer akciğe­
da pulmoner parankimal kaposi sarkomu düşünülmelidir. Bronşial ri etkilemeyecektir.
karsinomun risk faktörleri sigara içimi ve asbeste maruz kalma ola­ Kanama yaygınsa yeterli gaz değişimi ve hava yollarının kont­
rak araştırılmalıdır Hastalar geçmiş kanama rahatsızlıkları konu­ rolü için endotrakeal entübasyon ve mekanik ventilasyon gerekebi­
sunda sorgulanmalı, antikoagülan tedavileri ve trombositopeni ile lir. Doğru pozisyonda olmasına rağmen akciğerden karşı akciğere
ilgili ilaç kullanımları araştırılmalıdır kan akımına karşı yapılacak işlemler; sağ ve sol ana bronşları (ka­
Fizik muayene teşhis için bir çok faydalı kanıtlar verebilir. Me­ nayan - kanamayan) bronkoskopi yardımı ile ya da özellikle tasar­
sela akciğerlerin incelenmesi ile; plevral sürtünme pulmoner embo­ lanmış çifte lümenli tüple ayırmak gerekmektedir. Diğer ti r çö­
liyi, lokalize ve diffüz çatlaklar parankimal kanamayı, hava akımı­ zümde bronkoskopi yardanı ile direk görerek balon kateter konma­
nın tıkanması kronik bronşiti, wheezingli ya da wheezingsiz ron- sı ve bunların şişirilmesi ile bronşun kanayan tarafa yönelmesi ön­
kusler, hırıltılı solunum ise bronşiektaziyi gösterebilir. Kalp mu­ lenmelidir. Bu teknik etkilenmemiş alanlara kanın aspirasyonunu
önlemekle kalmaz fakat aynı zamanda kanayan taraftaki tamponla- 34 Kardiyak Üfürümlü Hastaya Yaklaşım 207
mayı güçlendirir ve kanamayı durdurur. ■ 3
. Önemli kanamaları kontrol için mevcut diğer teknikler şunlar­ yeri, yayılımı, manevralara yanıtı, (bkz Tablo 225-1)) tarafsız ve
dır, lazer fototerapi, elektrokoter, emboliterapi ve akciğerin ilgili sistemik değerlendirilmesi ile başlanmalıdır. Laboratuvar testleri
bölgesinin certain rejeksiyonudur. Endobronşial tümörden gelen herhangi bir belirsizliği ortaya çıkarmak ve hastaya yaklaşımı etki­
kanama neotlimiyura: ytrium-alimmyuıtT- gamet (Nd: YAG) laze­ leyecek ek anatomik ve fizyolojik bilgileri elde etmek için istene­
ri ile lazer koagülasyon yapılarak en azmdan geçici hemostaz yapı­ bilir.
larak sıklıkla başan sağlanır. Elektrokoter, elektrik akımı kullanıla­ Üfüriimler kalp sikluslanndaki zamanlamalarına göre tanımla­
rak ısı ile dokuyu yakar ve bu da endobronşial tümörden gelen ka­ nırlar. S is to lik ü fü riim ler birinci kalp sesi (S j ) ile veya sonrasında
namayı önlemek için kullanılan yöntemdir, Emboloterapi arteriog- başlar ve ikinci kalp sesinin (S j) orijinine göre uygun komponen-
rafi işlevi olan bir yöntemdir, burada kahayan yere çök yakın olan ti ile (A 2 veya P j) veya öncesinde sonlanıriar, D iy a sto lik ü fü riim ler
damar kanüle edilir ve kanayart daman büzmek için jel köpüğü S2 ile veya sonrasında başlayıp sonraki S [ile veya öncesinde biter­
maddesi enjekte edilir. Diğer tedavilere cevap vermeyen hayatı tehr ler. D ev a m lı iifü rü m ler kardiyak siklusun herhangi bir döiıemi ile
tid eden hemoptizi için'cerrahi rejeksiyon acil tedavi yöntemi ola­ sınırlandırılmaz ancak yine de sistol ile başlayıp, S^’yi kapsayacak
rak bir opsiyonel çözümdür, kanamanın tekrar ettiği ve yeri bilinen şekilde diyastolun tamamı veya bir kısmı süresince devam ederler.
durumlarda da seçici ve kesin bir yöntemdir; Üfürümlerin tanımlanmasındaki en Önemli basamak zamanla­
malarıma belirlenmesidir. Sj ve S 2 ayırımı, ardından sistol ve di­
BİBLİO G R A FYA yastolün belirlenmesi doğru bir yol olsa da taşiaritmilerde ayırım
OKSf RLK • • : /■: zorlaşabilir. Bu durumlarda kalp sesleri, eş zamanlı olarak karotis
nabzı palpasyomı ile ayırdediilebilir. Nabız vuruşu Sİ ’iri hemen ar­
FAHEY T et ak Quantitative systematic review- of randomized control' trials dmdan gelir. Üfürümlerin başlıca nedenleri Tablo 34-1 ’de gösteril­
comparing antibiotic with placebo for acute cough in adults. BMJ 316:90$,
miştir, ve üfürüm zamanlamalarının ayıncı tanıdaki önemli rolü ise
1998’
IRWIN RS (ed): Managing cough as a defense mechanism and as a symptom: A Şekil 5 4 -l ’de gösterilmiştir.
consensus panel-report of the American College:of Chest Physicians. Chest
lH(Suppl): 133S, 1998. ,
IRWIN RS et al: Appropriate use of antitussives and protussives. A practical re­
SİSTOLİK ÜFÜRÜMLER
view. Drugs 46:80, 1993
IRWIN RS et al: The cough reflex and its relation to gastroesophageal reflux. Sistolik üfüriimler, türbulans artışına (1) güçlenmiş veya artmış
Am J Med 108:733,2000 akımın normal semiluner kapaklardan normal ventrikül çıkış, yolu
IRWIN RS, WIDD1COMBE J: Cough, in Textbook of Respiratory Medicine, 3d
ed., Murray JF, Nadtet JA (edsji Philadelphia, Saunders, 2000, pp 353-566 ile geçmesi, veya genişlemiş bir büyük artere açılması, (2 ) yapısal
ISRA1L1 ZH, HALL Wt): Cough and angioneurotic edema associated with an­ olarak anormal Semiluner kapak veya daralmış ventrikül çıkış yo­
giotensin-converting enzyme inhibitor therapy. Ann Intern Med? 117:234, lundan geçen normal aktım (3) yetersiz bir atriyoventriküler kapak­
1992 ■■■■■'■■ ■■ j ' '
tan geçen akım ve (4) interventriküler septumdan geçen akım, eş­
WRIGHT SW et al: Pertussis infection in adults with persistent cough, JAMA
273:1044, 1995 lik etmesi durumlannda oluşur: Üfürümlerin ayıncı tanısına diğer
bir yaklaşıra, üfürümleri, kardiyak siklusun sistolik fazındaki orta­
HEMOPTİZİ
ya çıkış zamanlan ve devam sürelerine göre alt gruplara ayırmak­
CAHILL BCf lNGBAR OH: Massive hemoptysis; Assessment and management. tır,. -
Clin Chest Med 15:147, 1994 E R K E N S İS T O LİK Ü FÜ R Ü M L E R Erken sistolik üfüriimler
FERNANDO HC etui: Role of bronchial artery embolization In the management Sİ ile başlayıp, zaman süreçleri değişken olabilir ve S^’den önce
ot ltenioplyxis..ArchSurg 133:862, 1998
sonlanıriar. Nedenleri nispeten az sayıdadır. Normal büyüklükte ve
lURSHBliRG B et at: Hemoptysis: Etiology, evaluation, and outcome in a terti­
ary referral hospital. Chest 112:440, 1997 göreeeli olarak kompliant olmayan sol atriyuma doğru akut ileri-
PRIMACH SL et al: Diffuse pulmonary hemorrhage: Clinical, pathologic and ciddi mitral yetersizlik, erken, zayıf ve dekreşendo vasfında sisto­
imaging features. AJR 164:295, 1995- lik üfürüme neden olur ve genellikle apikal vurunun üzerinde veya
heriıen medialinde en iyi işitilir (Konu 236). Bu özellikler genişler
r - r y s a - Y - ' Y f
inçmiş- bir boşluğa ani hacim yüklenmesi ile sol atriyal basınçtaki'
3 4 ! Patrick T. O’Gara, Eugene Braunwald ani yükselmeyi yansıtır ve kronik mitral yetersizliğinin dinleme
bulgularından farklıdır. Bu durum klinik olarak; ( 1 ) akut myokart
• KARDİYAK ÜFÜRÜMLÜ infarktüsünün bir komplikasyonu olan papilter kşs rüpttiründe, ( 2 )
infektif endokarditte, (3) korda tendinea rüptüründe ve (4 ) künt gö­
1 HASTAYA YAKLAŞIM ğüs travmasında görülür
■__İlyas A kdem ir, Serdar Soyd in ç Papiller kas rüptürüne bağlı akut mitral yetersizlik genellikle
inferior, posterior veya lateral infarktüse eşlik eder. Vakaların yak­
laşık yansında üfürüm prekordial trillf ile beraberdir ve infarktüs
Kalp hastalığı belirlenen veya şüphelenilen hastaların, dolaşım sis­ sonrası gelişen ventriküler septal rüptür üfîirümünden ayırt edilme­
temi muayenelerinin son. basamağı oskültasyondur ve doktor-hasta lidir.. İnfarktüs sonrası ventriküler septal rüptüre bağlı üfürüm ho-
arasındaki bağlantının tanımlayıcı anını ifade eder. Muayene eden losistolik olup, % 90 oranında sol sternal kenar boyunca trillle bera­
kişi oskültasyonu, değişik kaynaklatın ilgili bilgilerini bir araya ge­ berdi ve infero-posterior infarktüs kadar anterior infarktüsün
tiren bütünleştirici bir yaklaşım haline getirmelidir. Oskültasyon komplikasyonu olarakta gelişebilir. Tüm bu mekanik defektlerin
bulgulan, anamnez, genel fizik muayene, venöz dalga formlan ve tespit edilmesi agresif tıbbi stabilizasyon ve acil cerrahî girişim ge­
major arter nabızları ile ilgili gözlem sonuçlan bütünleştirilerek yo- rektirir (Konu 243).
ntmlânmalıdır. Bu şekilde kalp seslerindeki anormallikler, ek ses­ Akut ileri mitral yetersizliğin diğer potansiyel nedenleri, eşlik
ler ve üfüriimler yerli yerine konabilir. eden bulgulann temel nedeni ile ayırt edilebilir. Ani kordal riiptü-
Birçok hastama fizik muayenesinde üfürüm tek veya en çok rü, sıklıkla mitral kapak prolapsusunun çoğu formunun da altta ya­
göze çarpan fizik muayene bulgusudur. Üfürüm tespit edilmesi ge­ tan nedeni olan, miksomatöz dejenerasyonun bir kısmında meyda­
nellikle elektrokardiyografi, göğüs radyografisi, ekokardiografi gi­ na gelir (Konu 236). Bu lezyon Marfan veya Ehlers-Danlos send-
bi ek testler istenilmesine neden olabilir ve hastanın bir kardiyolo­ romlanndaki gibi genel bir sürecin parçası olabileceği gibi izole bir
ga sevk edilmesi ile sonuçlanabilir. Üfürüm ayıncı tanışma majör fenomen de olabilir. İnfektif endokardit ateş, periferik embolik lez-
özelliklerinin; (zamanı, süresi, yoğunluğu, kalitesi, frekansı, vasfı, yonlar ve pozitif kan kültürü ile birliktedir ve çoğunlukla zeminde
208 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekillen sternal keııaı yerleşimlidir ve genellikle IV/VI veya V/VI şiddetin-
dedir. l’ıılıııoner hipertansiyon veya sol ventrikül volüm yüklenme
T a b lo 3 4-1 Ü füründerin Tem el N edenleri bulguları yoktur. Pulmoner hipertansiyonun eşlik ettiği, anatomik
olarak geniş ve düzeltilmemiş ventriküler septal defektli hastalarda
O R G A N İK S İ S T O L İK Ü F Ü R Ü M L E R
da üfürüm erken sistolde sınırlanabilir. Artmış pulmoner vasküler
M idsistolik rezistans, sistolün ikinci yansında sağ ve sol ventrikül basınçlarının
Aortik eşitlenmesi ile şantın derecesini azaltır.
Tıkayıcı
İntravenöz uyuşturucu kullanıcılannda gelişen infektif endo-
Supravalvuler-supraaortik darlık, aort koarktasyonu
karditteki gibi normal pulmoner arter basıncı ile olan triküspit ye­
Valvuler-AD ve skleroz
Subvalvular-diskret veya H OKM tersizliğinde, erken sistolik üfürüm oluşabilir. Üfürüm yumuşak ka­
Artmış akım, hiperkinetik durumlar, AY, tam kalp bloğu rakterde olup en iyi sol alt sternal kenarda işitilir ve inspirasyonla
Asendan aort dilatasyonu, ateroma, aortit, aurt anevrizması şiddeti artar (Carvalla belirtisi). Juguler venöz nabızda, yetersizli­
Pulmoner ğe bağlı e-v dalgalan görülebilir.
Tıkayıcı M İD S İS T O L İK Ü F Ü R Ü M L E R Midsistolik üfürümler
Supravalvuler-pulmoner arter darlığı
S j’den kısa bir zaman sonra başlayıp S 2 ’den önce biterler ve genel­
Valvuler-pulmoner darlık
likle kreşendo-dekreşendo vasfmdadırlar (Şekil 34-1C ). Semiluner
Subvalvuler-inflndibuler darlık
Artmış akım, hiperkineıik durumlar, sol-sağ şant (örn., A SD , V SD ) kapak darlıktan klasik örnektir. Aort darlığı üfürümü sağ ikinci in­
Pulmoner arter dilatasyonu terkostal aralıkta (aort odağı) en güçlü duyulur ve karotis arterleri
Holosistolik boyunca yayılır (Konu 236). Üfürümün şiddeti kardiyak debi ile
Atriyoventrikiller kapak yetersizliği (M Y , T Y ) değişkenlik gösterir; ileri kalp yetersizliği ile beraber olan aort dar­
Ventriküler seviyede so l-sağ şant (V S D )
lığında yanıltıcı bir şekilde zayıf sistolik üfürüm duyulabilir. Nor­
E R K E N D İY A S T O L İK Ü F Ü R Ü M L E R mal kardiyak debide, sistolik trill mevcudiyeti genellikle pik (tepe)
Aort yetersizliği gradyenti 5 0 -6 0 mmHg’nın üzerinde olan ciddi aort darlığının gös­
Valvuler; romatizmal deformasyon, perforasyon,endokardit sonrası, trav­ tergesidir, Biküspit kapaklı genç hastalarda duyulabilen erken ejek-
ma sonrası, valvulotomi sonrası siyon kliği darlığın (sub- veya supra valvuler seviyede olmayıp)
Kapak halkasımn genişlem esi: aort diseksiyonu, annuloektazi, kistik me­
dial nekroz, hipertansiyon
Kom issiirlerin genişlem esi: sifiliz
Konjenital: biküspit kapak, V S D
Pulmoner yetersizlik
Valvuler:Valvulotomi sonrası, endokardit, romatizmal ateş, karsinoid
Kapak halkasının genişlem esi: pulmoner hipertansiyon; M arfan sendrot-
mu _ ■. ■
K onjenital: izole veya diğer anom aliler ile beraber

M İD D İY A S T O L İK Ü F Ü R Ü M L E R

Mitral darlığı
Carey-Coom bs üfürümii (Akut romatizmal ateşte middiyastolik apikal iiftt-
rüm) : ■' ! ■■■ ■. ; ;
Darlık olmayan mitrak kapaktan geçen artmış akım (örn., M Y, V S D , PDA,
yüksek-debili durumlar, ve tam kalp bloğu)
Triküspit darlığı
D „..ÖU*M İ|1İW İ!İÜ1|||.,
Darlık olmayan kapaktan geçen artmış akim (örn., T Y , A SD , ve pulmoner lîifşvftA-
venöz dönüş anomalisi)
S o l ve sağ atriyal tümörler

DEVAM LI Ü FÜ RÜ M LER

Patent duktus arteriosus, Koroner AV fi stülü


Sinüs Valsalva anevrizma rüptürü, Aortikopulmoner pencere
Servikal venöz hum; So l koroner arter anomalisi
Proksim al koroner arter darlığı M em eye ait üfürüm
Pulmoner arter dalı darlığı B ıonşial kollateral sirkülasyon
Mitral darlık ile beraber Küçük(retsriktif) A SD
İnterkostal AV fistiil

NOT. AY, aört yetersizliği; AD, aortic darlığı; ASD, atriyal septal defekt; AV, arteriyo-
venöz; HOKM, hiperüofîk obstruktif kardiyomyopatî; MY, mitral yetersizlik; MD,
mitral darlık; PDA, patent duktus arteriosus; TY, triküspit yetersizliği; VSD, ventriktt-
ler septal defekt.
KAYNAK: E Braunwald, in Heart Disease, 4th ed, E. Braunwald (ed), Philadelphia,
Saunders, 1992. H L.uMi'ı'hlli'ltliMu.tmj..,,

bozulmuş valvuler yapı mevcuttur (Konu 126). Travma genellikle ŞEKİL 34-1 Diyagramtemel kalp üfûrümlerini göstermektedir. A. Mit­
belirlidir ama önemsiz olarakta kalabilir. (Konu 240). Travma, pa- ral veya triküspit darlığinın presistolik üfürümü. B. Mitral veya trikus-
piller kas zedelenmesi ve rüptürü, korda kopması veya kapakçık pit yetersizliğinin veya ventriküler septal defektin holosistolik (pansis-
perforasyonuna neden olabilir. tolik) üfürümü. C. Ejeksiyon kliği ile başlayan ve ikinci kalp sesinden
Akut ileri mitral yetersizlik şüphesi olan tüm vakalara sorumlu
önce kaybolan aortik ejeksiyon üfürümü. D. Pulmoner darlığın sisto­
liküfürümü aortik ikinci kalp sesini geçer, pulmoner kapak kapanma­
mekanizmayı bulmak, kaçak şiddetini değerlendirmek, cerrahi ona­
sı gecikir. E. Aort veya pulmoner diyastolik üfürüm. F. Mitral darlığın
rım (veya kapak replasmanı) yönlendirmesi açısından ön bir de­
açılma sesini takip eden uzun diyastolik üfürümü. G. Üçüncü kalp se­
ğerlendirme amaçlı ekokardiyografı yapılmalıdır. sini takip eden kısa giriş (inflow) akımı üfürümü. H. Patent duktus ar-
Erken sistolik üfürümün diğer nedenleri konjenital, küçük mus- teriosus’un devamlı üfürümü. (Adapted from P Wood, Diseases of
küler ventriküler septal defektlerdir. Üfürümün süresi, sistolik the Heart and Circulation, Philadelphia, Lippincott, 1968, with per­
kontraksiyon sırasmda defektin kapanmasıyla kısalır. Üfürüm, sol mission.)
kapak seviyesinde olduğunu gösterir. Özellikle yaşlı hastalarda aort 12 Ağrı: Patofizyoloji ve Yönetim 209
darlığının midsistolik üfürümü daha az şiddette ve hafifçe yüksek
ses perdesinde olarak apikal bölgeye yayılabilir (Gallavardin etki­ yansıtır. Örneğin, korda tendinea rüptürüne bağlı sallanan posterior*
si). Erken vuru sonrasında aort darlığı üfiirümü şiddetinde artma mitral yaprakçık varlığında, jet, anterosuperior yönde yönlenmiştir
oluıken mitral yetersizliği üfürüm şiddetinde değişiklik beklenmez. ve üfürüm belirgin bir şekilde kalbin tabanına doğru yayılmaktadır.
Aort kapak sklerozu, hemodinamik önemli bulgusu olmasa da, Karotis nabızları iyi muayene edilmezse aort kapak darlığı üe karı­
aort darlığına benzer yer, yayılım ve konfıgürasyon gösteren bir şabilir. Tam tersine, sallanan anterior yaprakçık ise aksüla ve sırta
üfürüm oluşturur. Karotis nabzı korunmuştur, üfürüm midsistolde yayılım gösteren, posterior yönde yönlenmiş jet ile beraberdir.
şiddetlenir, trilll eşlik etmez ve Döppler ekokardiografide yalnızca Omurgaya ve boyun köküne iletilebilir. Ciddi mitral yetersizliğe:
hafif bir gradyent alınır. Aort kapakçıklarının kritik olmayan skle- genellikle sistolik trilll, hafif bir S3 ve en iyi sol yana yatar pozis­
rodejeneratif kalınlaşması muhtemelen yaşlı erişkinlerdeki en sık yonda değerlendirilen kısa bir diyastolik üfürüm eşlik edebilir.
midsistolik üfürüm nedenidir. Triküspit yetersizliğe bağlı holosistolik üfürüm (I-III/VI dere­
Pulmoner kapak darlığının benzer midsistolik üfürümü genel­ celer), genellikle mitral yetersizliğe bağlı olandan daha yumuşak
likle bir ejeksiyon kliği ile başlar Ve en iyi ikinci ve üçüncü sol in- duyulur, genellikle sol alt sternal kenarda en güçlü şekilde duyulur
terkostal aralıklarda (Pulmoner odak) değerlendirilir. Darlık dere­ ve inspirasyonla şiddeti artar. Beraberindeki bulgular, juguler ve-
cesinin artması ile üfürüm uzar ve P 2 ’nin şiddeti azalır nöz nabızda belirgin ‘c -v ’ dalgalan, sistolik hepatik pulsasyon, ve
Hiperdinamik durumlarda (ateş, tirotoksikoz, gebelik, anemi) periferik ödemdir. Triküspit yetersizliğin çeşitli nedenleri arasında,
ve düate proksimal aortay a doğru artmış akım ile birlikte olan izo­ en sık olanı pulmoner arter hipertansiyonuna bağlı sağ ventrikül
le aort yetersizliği durumunda aort odağmda midsistolik üfürüm genişlemesinden kaynaklanan anüler dilatasyondur.
belirlenebilir. Ventriküler septal defekt de (Konu 234) holosistolik bir üfü-;
Çocuklar ve genç erişkinlerde pulmoner odakta duyulan, ge­ rüm oluşturur, şiddeti defektin anatomik boyutu ile ters orantılıdır.
nelde II/VI şiddetinde olan kreşendo-dekreşendo vasfındaki mid­ Genetikle orta-sol sternal kenarda palbe edilebilen bir trill ile bera-
sistolik üfürümler eğer kalp hastalığının diğer bulgulan eşlik etmi­ berdir. Ventriküler septal defekte bağlı üfürüm, triküspit yetersizli­
yorsa masum olabilirler. Bu üfürümler ayn ça hiperkinetik durum­ ğe bağlı olandan daha gürültülüdür ve triküspit yetersizlikte görü­
larda normal pulmoner arter içerisine olan artmış akımı veya dilateı len inspiratuar şiddetlenme ve periferik bulgulan içermez.
pulmoner arter içerisine olan güçlenmiş akımı yansıtabilirler. Dilar,
te pulmoner arter içerisine olan güçlenmiş akım atriyal septal de- DİYASTOLİK ÜFÜRÜMLER
fektle birlikte olabilir, bu durumda S j çiftleşmesi anormaldir (sabit-
lenmiştir). Stilt üfürümü, normal çocuklarda ve genç erişkinlerde Sistolik üfürümler gibi diyastolik üfürümler de başlangıç zamanla­
en iyi alt sol sternal kenar ve apeks arasında duyulan titreşim tar­ m a göre alt gruplara aynlabilirler.
zında, orta frekansta olan mid-sistolik bir üfürümdUr. Pulmoner ka­ E R K E N D İYA STO LİK Ü FÜ R Ü M L E R (Şekil 34-1 E ) Erken
pakçıkların yapışma yerlerinin veya sol ventrikülde yalancı bir diyastolik üfürümler semiluner kapak yetersizliklerinin sonucu
tendonun titreşiminden kaynaklanır. olup, kaynaklandıktan kapağın yerini yansıtan kapanma sesi ile
Hipertrofık kardiomyopatiye bağlı midsistolik üfürüm (Konu (A 2 veya P 2 ) başlarlar. Diyastolik üfürümler, özellikle kronik yeter­
238), II/VI-III/VI şiddetinde, kreşendo-dekreşendo vasfında olup sizliklerde, yüksek perdeli ve dekreşendo vasfmda olup süreleri ka­
en iyi sol sternal kenar ile apekş arasında işitilir. Aort darlığı üfürü- baca lezyonun ciddiyetiyle orantılıdır. Aort yetersizliği üfürümü,
münün aksine boyuna yayılım göstermez ve karotis nabzı canlı ve her zaman olmasa da, genellikle en iyi sol ikinci interkostal aralık
sert hatta iki başlı olabilir. Hipertrofık kardiomyopati üfürümünün sternal kenannda işitilir. Primer kapak patolojisine bağlı olanlarda
şiddeti, sol ventrikül volümünü azaltan (Valsalva’nın zorlanma fa­ (romatizmal deformite, konjenital biküspit kapak, endokardit) üfü­
zı, ayakta durma, amilnitrit) veya sol ventrikül kontraktUitesini ar­ rüm daha belirgin olarak s o l sternal kenar boyunca yayılma ve
tıran (inotropik tedavi) manevralar ile artar. Aksine sistolik üfürü- apekse iyi iletilme eğilimindeyken, primer aort kökü patolojilerine
mün şiddeti, ventrikül volümünü arttıran (çömelme ve pasif bacak bağlı üfürümler (annuloaortik ektazi, aort disseksiyonu) sıklıkla
yükseltilmesi), kontraktiliteyi bozan (beta reseptör blokajı) veya sağ sternal kenar boyunca yayılma eğilimdedirler. Bazen hastanın
preloadu ve sistemik afterloadu artıran (çömelme) manevralar ile tam ekspirasyonda öne eğilerek oturtulması ile aort kökünün göğüs
azalır. Bu çeşitli manevralar arasında, HOKM’a bağlı üfürümün ön duvarına yaklaşması sağlanır ve böylelikle aort yetersizliği üfü­
şiddetindeki dinamik değişikliğin ortaya çıkarılmasında muhteme­ rümü daha iyi duyulabilir. İleri aort yetersizliğinde apikal bölgede t
len- en duyarlı teknik ayakta ve çömelir pozisyonda yapılan oskül- düşük perdeli orta-geç diyastolik üfürüm (Austin Flint üfürümü):
tasyondur. duyulabilir. Bu üfürümün mitral akım ile aort yetersizlik jetinin ka­
G E Ç S İS T O LİK Ü F Ü R Ü M L E R Geç sistolik üfürüm cjeksi- rışması ile oluşan mitral akım alanındaki türbülans sonucu oluştu­
yondan epey sonra başlar ve en iyi apekste veya apeks ile sol ster­ ğu düşünülür ve mitral darlığından ayırtedümelidir (yukarı bakı- 1

nal kenar arasında işitilir. Eğer bir nonejeksiyon kliği ile başlıyor­ nızj. Ciddi kalp yetersizliği olmayan olgularda, kronik ileri aort ye­
sa, sıklıkla mitral kapak yaprakçıklannm sistolde sol atriyuma doğ­ tersizliğine belirgin diyastolik kaçağıü periferik bulgularım yansı­
ru çökmesinin göstergesidir. Klik ve üfürüm, sol ventrikül hacmini tan, geniş sistemik nabız basıncı ve Corrigan nabız (sıçrayıcı, wa­
azaltan manevralarla (Valsalva, ayakta durma) S ]’e yakınlaşırken, ter-hammer) gibi bulgular eşlik edebilir.
ventrikül hacmini arttıran manevralarla (çömelme, bacakları kal­ Akut aort yetersizliği üfürümü belirgin şekilde kısa süreli ve
dırma) S ]’den uzaklaşır. Üfiirümün şiddeti sistemik afterloadun düşük perdeli olup taşikardi varlığında anlaşılması güç olabilir. B e­
yükselmesi ile artarken (çömelme, vasopressör ajanlar), vasodüa- lirgin diyastolik kaçağa bağlı periferik bulgular olmayabilir. Bu
tasyonla (amünitrat) azalır. İsometrik egzersiz de üfürümün başlan­ özellikler genişleyemeyen (nonkompliant) sol ventrikülde ani di­
gıcını geciktirirken şiddetini arttırır. yastolik basmç yükselmesini ve buna mukabü aort ve sol ventrikül
H O LO SİSTO LİK Ü FÜ R Ü M L E R Aynı zamanda p a n s is to lik arasındaki diyastolik basmç gradyentindeki hızlı düşmeyi gösterir.
ü fü rü m ler olarak da adlandırılan bu üfürümler, S] ile başlar ve Pulmoner yetersizlik üfürümü (Graham Steell üfürümü) kuv­
S2 ’ye kadar sistol boyunca devam ederler (Şekil 3 4 -1B). Nadir is­ vetli pulmoner kapanma sesi ile başlar (P 2 ), en iyi pulmoner odak­
tisnalar dışmda, bunlar atriyoventriküler kapak yetersizliği veya ta duyulur ve sol sternal kenar boyunca yayılır. Tipik olarak yüksek
ventriküler septal defekt gostergesidirler; ayırıcı tam Şekil 3 4-2’de perdeli, dekreşendo vasfında olup, pulmoner arter-sağ ventrikül
gösterilmiştir. Mitral yetersizlik üfürümü en belirgin sol ventrikül arasında diyastolik gradyent Ue birlikte belirgin pulmoner hipertan­
apeksinde duyulur. Yayılımı, yetersizliğe bağlı jet akımının yönünü siyon göstergesidir. Üfürümün şiddeti inspirasyon ile artar ve böy-
Pulmoner yetersizlik üfürümü (Graham
S1 İLE BAŞLANGIÇ S2’DE VEYA ÖTESİNDE BİTER Steell üfürümü) kuvvetli pulmoner kapanma
sesi ile başlar (P2), en iyi pulmoner odakta du­
f I
Sol sternal kenarda maksi­
1
Alt sol 3 ve 4, aralıklar­
yulur ve sol sternal kenar boyunca yayılır. Ti­
pik olarak yüksek perdeli, dekreşendo vasfın­
Apeks üzerinde maksimum
yoğunluk mum yoğunluk da maksimum yoğunluk da olup, pulmoner arter-sağ ventrikül arasında
Aksillaya veya aşağı yayılma Sağ sternal kenara ve epi- Yaygın yayılım, palpabl
diyastolik gradyent ile birlikte belirgin pulmo­
A2 apekste duyulmaz gastriuma yayılma tiril
Amil nitrat ile azalmış yoğun­ Nefes almada artmış yo­ Amil nitrat ile azalmış ner hipertansiyon göstergesidir^ Üfürümün
luk ğunluk yoğunluk şiddeti inspirasyon ile artar ve böylelikle aort
Juguler ven nabızda kes­ Nefes almada yoğunluk­ yetersizliği üfürümünden ayırt edilebilir. Sağ
kin y ve aşikar cv dalgaları tan değişmeme ventrikül volüm ve basınç yüklenme bulguları
S2’nin sabit çiftleşmesi
I genelikle mevcuttur. Belirgin mitral darlığında

Mitral Yetmezliği Triküspit yetmezliği T


Ventrikuler sep­
sol sternal kenar boyunca dekreşendo vasfında
diyastolik üfürüm nadir değildir ve hemen da­

Hiperdinamik sol
ı
Kalıcı sol vent­
£
Aşikar sol paras­
1
Kalıcı sistolik
tal defekti çağ­
rıştırır; sıklıkla
ima pulmoner yetersizlikten (pulmoner hiper­
tansiyon olsa dahi) ziyade aort yetersizliğine
ventrikül vurusu rikül vurusu ternal diastolik vu­ sol paraster­ mitral yetmez­ bağlıdır.
Geniş S2 çiftleş­ Tek S2 veya ru nal vuru lik üfürümün- Pulmoner hipertansiyon olmayanlarda
mesi dar S2 çiftleş­ Normal kısa sol P2’nin yoğunluk den ayırmak
pulmoner yetersizlik, konjenital ve nadiren in-
mesi parasternal sisto- bariz artışla zor
fektif endokardite bağlı oluşabilir. Bu durum­

T
Primer mitral yet­
T
Sekonder
lik vuru
Normal P2
Seyrek paradoksik
dar çiftleşme
larda erken diyastolik üfürüm klasik Graham
Steell üfürümünden daha yumuşak ve düşük
S2 perdelidir. A2’den kolayca ayrılabilen P 2 ile
mezliği (örn. mitral yetmez­
liği (Dilate kar- veya hemen sonrasında başlar ve erken diyas­
romatik, korda
yırtılması diyo myopati;
Papiller kas
I
Primer Pulmoner
tolik boşluğun anlaşılabilmesini sağlar.
M İD D İY A S T O L İK Ü FÜ R Ü M LER
disfonksiyonu hipertansiyona
veya primer sekonder Middiyastolik üfürümler genellikle atriyo-
mitral yetmez­ ventriküler kapakların darlığı ve/veya kapak­
liği geç evresi) lardan geçen akımın artması sonucu oluşurlar!
Romatizmal tutuluma bağlı mitral darlık kla­
ŞEKİL 34-2 Holosistolik üfürümün (yetersizliğe bağlı) ayırıcı tanısı. S1, birinci kalp sesi; S2, sik örnektir (Şekil 3 4 -İF ). Yoğun kalsifikas-
ikinci kalp sesi; A2, ikinci kalp sesinin aortik komponenti; P2, ikinci kalp sesinin pulmoner yon bulunmayanlarda Sj serttir ve üfürüm
komponenti (ayırıcı tanı için eko-Doppler değerlendirilmesi düşünülebilir). mitral açılma sesinden (opening snap) sonra
başlar; S 2 ve açılma sesi arasındaki interval
lelikle aort yetersizliği üfürümünden ayırt edilebilir. Sağ ventrikül
sol atriyum ile sol ventrikül arasındaki basınç gradyenti ile ters
volüm ve basınç yüklenme bulguları genelikle mevcuttur. Belirgin
orantılıdır. Üfürüm düşük perdeli olup, apekste steteskopün çan
mitral darlığinda sol sternal kenar boyunca dekreşendo vasfında di-
kısmı ile en iyi sol yana yatar pozisyonda işitilir. Üfürümün şidde­
yastolik üfürüm nadir değildir ve hemen daima pulmoner yetersiz­
ti darlığın ciddiyetini tam olarak yansıtmasada; süresi darlık dere­
likten (pulmoner hipertansiyon olsa dahi) ziyade aort yetersizliğine
cesi hakkında bazı ipuçları verebilir. Uzun bir üfürüm diyastolun
bağlıdır.
büyük bir kısmında atriyoventriküler basınç gradyentiniri sürdüğü­
Akut aort yetersizliği üfürümü belirgin şekilde kısa süreli ve
nü gösterir. Presistolik şiddetlenme (Şekil 34-1 A) sıklıkla sinüs rit­
düşük perdeli olup taşikardi varlığında anlaşılması güç olabilir. Be­
mi olduğunu ve mekanik atriyal sistole bağlı olarak artan transmit-
lirgin diyastûlik kaçağa bağlı periferik bulgular olmayabilir. Bu
ral akımı düşündürür.
özellikler genişleyemeyen (nonkompliant) sol ventrikülde ani di­
Triküspit darlığına bağlı üfürüm de benzer özellikler taşır, fakat
yastolik basınç yükselmesini ve buna mukabil aort ve sol ventrikül
arasındaki diyastolik basınç gradyentindeki hızlı düşmeyi gösterir. en iyi alt sol sternal kenarda duyulur ve çoğu sağ taraf olaylarında
olduğu gibi inspirasyonla şiddeti artar. İnspek-
siyonda juguler venöz nabızda uzamış y inişi
farkedilebilir. Sağ kalp yetersizliği bulgulan
belirgin olabilir.
Mitral darlığından ayırt edilmesi gereken
birçok önemli middiyastolik üfürüm nedeni
vardır. S o l a t r iy a l m ik s o m a la r (Konu 240) mit­
ral darlığını taklit edebilir ancak diyastolik üfü-
rüme açılma sesi ve presistolik şiddetlenme eş­
lik etmez. İleri mitral yetersizlik, geniş sol-sağ
intrakardiyak (VSD) veya büyük damarlar ara­
sı (PDA) şantlarda meydana gelen artmış mit­
ral akım, düşük perdeli apikal middiyastolik
üfürüm oluşturabilir. Bu üfürüm genellikle dü­
şük perdeli, hafif ve mitral açılma sesinden da­
ha geç oluşan yumuşak vasıflı bir S 3 ’ü takip
eder (Şekil 34-1G). Tıpkı ileri mitral yetersiz­
likte olduğu gibi ileri triküspit yetersizliği de
artmış triküspit diyastolik akımına bağlı sağ ta­
rafta doluş üfürümüne neden olabilir. Austin
Flint üfürümü de daha önce tanımlanmış olup
ŞEKİL 34-3 Üfürüm değerlendirilmesinde algoritma (From Bonow et al.) ileri aort yetersizliğinde oluşur.
DEVAMLI LFLR EMLER '.S ijipertausiyonlu Hastaya Yaklaşım . 211

Devamlı üfürilmler sistolde başlar, S 2’ye yakın şiddetlenir, tüm di­ Üfürümlerin çoğunluğu midsistolik ve hafiftir (I-II/VI şidde­
yastol veya diyastolün bir kısmı boyunca devam ederler (Şekil 3 4 - tinde). Asemptomatik çocuk veya genç erişkinde klinik muayenede
İH). Bu yüzden her iki kalp siklus fazında iki boşluk arasındaki herhangi bir kalp hastalığı bulgusu olmaksızın bulunan üfürüm ge­
akımın devam ettiğini gösterirleri Devamlı üfürümlerin ayırıcı tanı­ nellikle masumdur ve çoğunlukla ekokardiyografi gerektirmez. Di­
sı Tablo 34-1 'de gösterilmiştir. İki masum tipi, servikai venöz hum ğer yandan şiddetli (III/VI veya daha fazla), özellikle holosistolik
ve meme üfürümüdür. İlki sağlıklı çocuk ve genç erişkinde sağ sup- veya geç sistolik, diyastolik veya devamlı üfürümü olan hastaların-
raklavikular fossada; duyulabilir ve internal juguler vene baskı ile. çoğunluğu ve açıklanamayan anormal fizik kardiyak muayene bul­
kaybolabilir. Diyastolik komponenti sistolik kısmından daha kuv­ gulan olan hastalarda ekokardiyografi gerekmektedir; *
vetli olabilir. Meme üfürümü dohı memeye doğru artmış arteryel
8 İBLİO G RA FYA
akımı gösterir ve gebeliğin üçüncü trimestınmn geç dönemi ile er­
ken postpartumda duyulabilir.. Steteskopun diyafram tarafı ile sıkı BRAUNW ALD E , PERLO FF JK: Physical examination of the heart, in H eart
baskı üfürümün diyastolik konpanentini engelleyebilir. Üfürüm do­ Disease. 6th ed, E Braunwald, D Zipes, P Libby (eds), Philadelphia, Saun­
ders, 2001
ğum sonrası kaybolur, . ..
BONOW RO et al: ACG/AH A guidelines for the management of patients with
Devamlı üfürümün klasik örneği patent duktus arteriosusda gö­ valvular heart disease: a report of the American College of CardF
rülür. En iyi pulmoner odakta veya bu odağın birazı üstü ve solum- ology/Araerican Heart Association Thsk Force on Practice GmdeHnes (com­
mittee on Management of Patients with .Valvular Heart Diseaaa). J Am Coll
da işitilir ve sutta da duyulabilir. Zamanla geniş düzeltilmemiş
Cardiol 32(5): 1486.1998
şanı, pulmoner vasküler rezistansm artmasına ve pufmoner arteryel ETCH ELLS E et alt Does' this patient have an abnormal systolic heart murmur?
hipertansiyona bunun sonucu olarak da üfürümün diyastolik kom- JAM A 277(7):564, 1997! ■
ponentinin azalmasına veya kaybolmasına neden olabilir. DevamU GREW E K et al; Differentiation of cardiac murmurs by auscultation, Curr ProM
CardioH3:699, 1988
bir üfürüm, spontan veya infektif endokardit komplikasyonu olarak LEM BO NJ et al; Bedside diagnosis of systolic murmurs. N Engl J Med
rüptüre olan konjenital sinus Valsalva anevrizmasına da işaret ede­ 3I8 (24 ):1572,1988'
bilir. Burada aort ile özellikle sağ atrium veya sağ ventrikül başta M ANGIONE S, N IEM AN L Z : Cardiac auscultatory skills of internal medicine
... and family practice trainees. A comparison of diagnostic proficiency. JAM A
olmak üzere kalp boşluklarından biri arasında yüksek basınçlı bir
278(9);717,1997 .
fistül gelişmiştir. Üfürüm en iyi sağ veya sol sternal kenar boyunca MURGO JP: Systolic ejection murmurs in the era of modem cardiology. What
işitilir ve sıklıkla trill ile beraberdir. Diyastolik komponenti sisto- do we realty know? J Am Coil Cardiol 32:1596-, 1998 ■
likten daha şiddetlidir. Devamlı üfürümleri, izole ileri aort yetersiz- O ROURKE RA; Approach to the patient with a heart murmur, in P rim ary Car-i
dioiagy. L Goldman, E Braunwald (eds). Philadelphia, Saunders, 1998
liğinin veya mikst aort kapak hastalığının hem sistolik hem de di­ SHAVER JA: Cardiac auscultation: A cost-effective diagnostic skill, Cun Ptobf
yastolik komponenti olan üfürümlerinden ayirrrîak zor olabilir. Bu­ Cardiol 20:44r,199J’-'
rada dikkat edilmesi gereken, S2’nin devamlı üfürüm tarafından ör­
tülmesi buna karşın aort kapak hastalığının "to-fro" (ileri-ğeri) Üftt-
rümünün arasında boşluk olmasıdir. ■,vTv r
Birçok başka lezyon da devamlı üfürume neden olabilir. Koro­ 35T A- Gordon H. Williams.
ner aheriovenöz fistül sol sternal kenar veya ventrikül apeksinde
diyastolik komponenti daha şiddetli duyulan hafif devamlı üfürüni HİPERTANSİYONLU
oluşturabilir. Büyük sistemik arterlerin ileri aterosklerotik hastalı­ ! «-
/
'S
HASTAYA YAKLAŞIM
ğı, yüksek dereceli obstriiksiyona işaret eden devamlı Ufürüme ne­
den olabilir. Periferik pulmoner arter dal stenozu veya yaygın brort* _ ■■■■ P ın l Sağlıkerözkaynak, Hasan Sabit SağlıkenYahya Şağlıker
şial kollateraller ile beraber pulmoner atrezisi olanlarda sutta ve
göğüs kafesinin laterali boyunca en iyi duyulan, devamlı üfürümler TANIM Normal ve yüksek kan basıncını ayıran bir sınır olma­
olabilir. Benzer bulgular aort koarktasyonunda da mevcuttur. Lez­ dığı için; kardiyovasküler olay morbidjtesi için yüksek riskli insan­
yon alt ekstremite nabızlarının zayıf ve gecikmiş olması ve üst ları ve/veya medikal tedaviden yararlanabilecek insanlan tanımla­
ekstremitede hipertansiyon olması ile taranır. Devamlı üfürüm ge­ mak için seçilmiş sınırlar kabul edildi. Bu tanunlamalar sadece dit
nişlemiş kollateral (interkostal) arterlerden de kaynaklanabilip . ’ yastolik basıncı değil; aynı zamanda sistolik basmcı,yaşı,cinsiye­
ti,ırkı,eşlik eden hastalıklan da dikkate almalı. Örneğin, diyastolik
------ ---------- ------ H a sta ya Y a k la ş ım ----------------------- basıncı > 90 mmHg olan hastalar, eğer yeterli tedavi alırlarsa, m or-
bidite ve mortaliteoranlarında anlamlı bir azalma olun Bunlar, bu
Doppler ekokardiyografinin gelişiminden sonra tıp fakültelerinde nedenle, hipertansiyonu olan ve tedavi için dikkate alınması gere­
ve ihtisas veren merkezlerde öneminin belirtilmesine rağmen tıp ken hastalardır.
öğrencilerinin ve asistanlarının oskültasyon bilgilerinin önemli Arteryel basıncın kardiyovasküler morbiditeye etkisini değer­
oranda düştüğü bir gerçektir. Son araştırmalar eğitim alanların lendirmede sistolik basınç seviyesi de aynı zamanda önemlidir. B a­
% 80’inin ek ses ve üfürümleri doğru olarak tanımada yetersiz ol­ zı veriler diyastolik basınçtan daha önemli olabileceğini belirtir.
duğunu göstermiştir. Tamsal hatalar birinci yıl asistanında olduğu Örneğin, normal diyastolik basmcı olan (< 82 mmHg)ama yüksek
kadar üçüncü yıl asistanında da sıktır. Az sayıda eğitim programı sistolik basmcı (>158 mmHg) olan erkekler,benzer diyastolik ba­
kardiyak oskultasyona yönelik müfredat içerir. Sonuç olarak bu ye­ sınçlara sahip ama sistolik basınçları aşikar normal (< 1 3 0
tersizlikler ekokardiyografi kullanımında gereğinden fazla artişa mmHg)olan bireylerden 2,5 kat daha fazla kardiyovasküler morta-
ve üfürümlü hastaların değerlendirilmesinde artmış maliyete neden liteye sahiptir.Bu hastalarda tedaviyle mortalite ve morbiditede
olmaktadır. azalma, özellikle yaşlılarda, ispatlanmıştır. Bu faydalı etki esas ola­
Birçok hastada bu bölümde de tarif edildiği gibi anamnez, ge­ rak inmelerdeki azalmadan sonuçlanır ve kadınlarda da meydana
nel fizik muayene ve Konu 2 2 5 ’de anlatılan diğer kardiyak muaye­ gelir. Morbid kardiyovasküler olayların sıklığında kan basıncının
ne bulgulan ışığında üfürümün dikkatle değerlendirilmesi, üfürüm etkisini değiştiren diğer anlamlı demografik faktörler ise; yaş, ırk
nedeninin kolayca bulunmasını sağlar. Tam şüpheli ise veya hasta­ ve cinsiyettir; genç siyah erkeklerin zıt olarak çoklukla hipertansi­
nın değerlendirme ve tedavi planı için ek patoanatomik ve fizyolo­ yonla etkilenmesi gibi.
jik bilgiler gerekiyorsa transtorasik Doppler ekokardiyografi, üfü- Hipertansiyondan şüphelenildiği zaman, kan basıncı birinci ta­
rümün sadece etyolojisi için değil aynı zamanda sorumlu lezyonun ramadan sonra iki ayrı muayene şuasında en az 2 kez ölçülmelidir.
ciddiyetini tanımlamada da büyük değer taşır (Şekil 34-3). Erişkinlerde, d iy a s t o lik basmç 85 mmHg nm altında ise normal ka­
212 II Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri Semptomlar ve İşaretler Hipertansiyonlu hastaların çoğunun
kan basınçlarının yükselmesini işaret eden özgül semptomları yok­
bul edilir; 85 ve 89 mmHg arasında ise yüksek normal; 90-99 tur ve sadece bir fizik muayene esnasında teşhis edilirler. Semp­
mmHg arası evre lveya ılımlı hipertansiyonu gösterir, 100-109 tomlar hastayı doktora getirdiği zaman, üç kategoriye ayrılırlar. (1)
mmHg arası evre 2 veya orta> şiddette hipertansiyonu; ve >110 Yükselmiş basıncın kendisiyle, (2) hipertansif damar hastalığıyla,
mmHg evre 3 veya şiddetli hipertansiyonu gösterir. 130 mmHg nın ve (3) sekonder hipertansiyonda altta yatan hastalık ile ilişkilidirler.
altındaki sistolik basınç normal kan basıncın tanımlar, 1 3 0 - 1 3 9 Herkes tarafından yüksek arteryel basıncın bir semptomu sayılsa
mmHg arası yüksek normali tanımlar; 140-159 mmHg arası evre 1 da, baş ağrısı, yalnızca şiddetli hipertansiyonda karakteristiktir,
veya ılımlı hipertansiyonu tanımlar; 160-179 mmHg arası evre 2 çoklukla ortak olarak böyle baş ağrıları oksipital bölgeye lokalize-
veya orta şiddette hipertansiyonu; ve â l 80 mmHg evre 3 veya şid­ dir ve hasta sabahlan uyandığında mevcuttur fakat birkaç saat son­
detli hipertansiyonu tanımlar. 12- veya 24-saatlik kan basıncı göz­ ra kendiliğinden diner. Yükselmiş kan basıncıyla ilişkili olabilecek
lenmesinin artışı, sınıflandırılması zor olan hastalarda ilave yararlı diğer şikayetler; baş dönmesini, çarpıntıyı, çabuk yorulmayı ve ik­
bilgi sağlayabilir. Bununla beraber, bu yöntem için normal değerler tidarsızlığı kapsar. Damar hastalığını işaret eden şikayetler, epis-
ve tedavi sonucuyla ilişkili olarak yararlılığı halen bilinmiyor. Yük­ taksisi, hematiiriyi, retinal değişikliklere bağlı görme bulanıklığım,
sek kan basıncı keşif, değerlendirme ve tedavi Birleşik Komitesi­ halsizlik epizotlanm ve geçici serebral iskemiye bağlı baş dönme­
nin çıkardığı yararlı bir hipertansiyon sınıflandırması Tablo 35- sini, göğüs ağnsını ve kalp yetmezliğine bağlı dispneyi içerir. Aort
l ’de gösterilmiştir. disseksiyonuna veya sızıntılı bir anevrizmaya bağlı ağn ara sıra bu­
Çoğu insanili, riormotensifse de hipertansifse de arteryel basın­
lunan bir semptomdur.
cı düzensizce değişir. Labil hipertansiyonu var diye sınıflandırılan
Sekonder hipertansiyonda altta yatan hastalığa bağlı semptom
hastalar, bazen, ama her zaman değil, hipertansif alanda arteryel
örnekleri ise poliüri, polidipsi, ve primer aldesteronizm hastaların­
basıncı olanlardır. Bu hastalar sıklıkla borderline hipertansiyona
da hipokalemiye sekonder kâs güçsüzlüğü veya kilo artışı ve Cus­
sahip diye değerlendirilir.
hing sendromlü hastalardaki duygusal değişkenliktir. Feokromasi-
Sürekli hipertansiyon, tedavi edilen hastalarda nadir olsa da,
tomalı hasta epizödik baş ağrılı, çarpıntılı, diaferezli ve postural
hızlanmış olabilir veya malign bir faza girebilir. Her ne kadar ma­
baş dönmeli olabilir:
lign hipertansiyonlu bir hasta sıklıkla 200/140 in altında bir kan ba­
Hikaye Geçmişteki orta dereceli basınç yükselmesi bulgusuy­
sıncına sahip olsa da, durum mutlak basınç değerinden ziyade, ge­
la, rapor edilmiş, güçlü bir hipertansiyon aile öyküsü esansiyel hi­
nellikle retinal hemoraji ve exudalann eşlik ettiği papil ödemi var­
lığıyla tanımlanır. Hızlanmış hipertansiyon, fundoskopik muayene­ pertansiyon'tanışım onaylar. Sekonder hipertansiyon genellikle 35
de papil ödemi olmadan vasküler hasar olması ispatıyla ilişkili ola­ yaşından önce veya 55 yaşından sonra ortaya çıkar. Adrenal stero­
rak Önceki hipertansiyon değerlerinin anlamlı yeni artışı olarak ta­ id veya östrojen kullanım hikayesi aşikar anlamlıdır. Tekrarlayan
nımlanır. üriner yol enfeksiyonları hikayesi kronik piyelonefriti gösterir, ger­
HASTA DEĞERLENDİRM ESİ Hipertansiyonlu hastalan çi bu dunım semptomların yokluğunda ortaya çıkabilir; böğrüne bir
değerlendirirken, ilk hikaye, fizik muayene ve laboratuar testleri, travma veya ani böğür ağrısı durumu böbrek hasarına bir ipucu ola­
(1) Düzeltilebilir sekonder hipertansiyon formlarım açığa çıkarma­ bilirken, nokturi ve polidipsi böbrek ve endokrin hastalığı gösterir,
da (Konu 246), (2) tedavi Öncesi taban değerler saptamada, (3) te­ Kilo artışı hikayesi Cushing sendromuyla uyumludur ve kilo kaybı
rapinin şekline etki eden veya terapiyle zıt yönde değişen faktörle-! feokromasitoma ile uyumludur. Bir grup hikaye durumları damar­
ri tayin etmede, (4) uç organ haşan olup olmadığını saptamada ve sal hastalığın tehlikeli bir evreye ilerleyip ilerlemediğini saptama­
(5) arteryosklerotik kardiyövasküler hastalık gelişimin için diğer ya yardım eder. Bunlar; göğüs ağrısını ve serebrovasküler yetersiz­
risk faktörlerinin olup olmadığım saptamada (Konu 241). İdeal ola­ lik semptomlarım konjestif kalp yetmezliğini, ve/veya periferal da­
rak, bu değerlendirme, esansiyel hipertansiyonun temelim oluştu­ marsal yetmezliği içerir. Sorulması gereken diğer risk gruplan si­
ran mekanizmayı (lan), özellikle böyle bir bilgi çok daha spesifik gara içimini, diabetes mellitusu, lipid bozukluklarını ve ailede kalp
bir terapötik programa rehberlik ediyorsa, saptayacaktır.Maalesef damar hastalıklarına bağlı erken ölüm hikayesini içerir. Sonuç ola­
şu anda değerlendirmenin durumu .altta yatan bazt mekanizmaların rak, hipertansiyona yol açacak veya tedavisini etkileyecek, hasta­
bilgisinin noksanlığıyla, altta yatan mekanizmalar bilinse dahi ayrı nın; beslenme, fiziksel aktdvite, aile konumu, iş ve öğrenim seviye­
bir subset için doğru tedavinin kesinsizliğiyle veya özgül tedavi sini içeren yaşam tarzı durumlan tayin edilmelidir,
mevcut olsa dahi subset hipertansif hastalarının aşın yüksek mas­ Fizik Muayene Fizik muayene hastanın genel görünümüyle
raflarıyla sınırlanmıştır.Bununla birlikte, ilave bilgilerin birikme­
başlar. Mesela, Cushing sendromunun yuvarlak yüzü ve trunkal
siyle, hipertansiyonlu hastaların değerlendirmesinin bu 6. unsuru
şişmanlığı mevcut mu? Üst ekstremitedeki kas dağılımı, alt ekstre-
giderek önem kazanacaktır.
mitedekiyle, aort koarktasyonunu desteklercesine, orantısız mı? Bir
sonraki adım; iki ü$t ekstremitenin, yatar ve ayakta durur pozisyon­
Tablo 35-1 18 Yaş ve Üstündeki Yetişkinler İçin Kan Basıncı Sınıflan­ larda kan basınçtan ve nabızlarım karşılaştırmaktır (en azından 2
dırması
dk. için) . Hasta yatar pozisyondan ayağa kalkınca diy astojik basın­
Kategori Sistolik Basınç mmHg Diyastolik Basmç mmHg cındaki bir yükselme çoğunlukla esansiyel hipertansiyon ile uyum­
Optimal < 1 2 0 <80 ludur; düşme ise; antihipertansif ilaçların yokluğunda, sekonder hi­
Normal <130 <85 pertansiyon formlanm destekler.Hastanın boyu ve ağırlığı kayde­
Yüksek normal 130-139 85-89 dilmelidir. Fundoskopik bulgular, hipertansiyonun sürekliliğinin ve
Hipertansiyon0 prognozun en iyi göstergelerinden biriyken, detaylı göz dibi mu­
Evre 1 (ılımlı) 140-159 90-99
ayenesi zorunludur. Keith-Wagener-Barker fundoskopik değişik­
Evre 2 (orta şiddette) 160-179 100-109
Evre 3 (şiddetli) 180-209 110-119 likler sınıflandırması yararlı bir rehberdir (Tablo 35-2); her iki fun-
dusdaki özgül değişiklikler kaydedilmeli ve grade i tayin edilmeli­
0 İlk değerlendirmeden sonraki iki veya daha fazla vizitede alınmış 22 değerin orta­ dir. Karotis arterlerin palpasyon ve oskültasyonu stenoz veya ok-
laması temel alınmıştır.
NOT: 18 yaş ve üstü antihipertansif ilaç almayan ve şiddetli hasta olmayan yetişkinle­
lüzyonun ispatı açısından önemlidir; bir karotis arterin daralması
rin kan basıncı sınıflandırması.Sistolik ve diastolik basınçlar farklı kategorilere denk hipertansif damar hastalığının ispatı olabilir ve böbrek arteryel lez-
gelirse,bireyin kan basıncı dunımunu sınıflandırmada daha yüksek olan kategori seçil­ yonunun ipucu da olabilir, bu iki lezyon birlikte meydana gelebile­
melidir.
KAYNAK: Yüksek Kan Basıncı Keşif .Değerlendirme ve Tedavi Birleşik Ulusal Ko­ ceğinden dolayı. Kalp ve akciğerlerin muayenesinde, sol ventrikül
mitesinin 6. Rapora hipertrofisi ispatı ve kardiyak dekompanzasyonu araştırılmalıdır.
î’ ı t ı l o 3 5 - 2 H ip e r ta n s if v e A r te r v o s k le r o tik R e lin o p a ti S ın ıf la n d ır m a s ı

Hipertansiyon

Arteriyolleri Arteriyolosklerozis
Genel
Daralma, Fokal Arteriyoler AV çaprazlaşma
AV orama Spazm* Hemorajl Eksuda Papil ödemi Işık Refleksi hataları*

Normal 3:4 1 :1 0 0 0 İnce san çizgi, kırmızı kan Hiç


sütunu column
Sınıf I 1 :2 1 :1 0 0 0 Genişlemiş san çizgi, kırmızı Venlerin hafif ezilmesi
kan sütunu column
Sımf II 1:3 2:3 0 0 0 Geniş san çizgi, “bakır tel”, Venlerin hafif ezilmesi veya
kan sütunu görülmez tümsekleşmesi
Sınıf III 1:4 1:3 + + o Geniş beyaz çizgi, “gümüş tel” Venlerin arteriol altında dik
kan sütunu görülmez açılı dönmesi, incelmesi ve
kaybolması; venin distal ge­
nişlemesi
Sınıf IV İnce, fıbröz Distal akımın - ■ ■ + + Fibröz şeritler, kan sütunu Grade IH’de olduğu gibi
şeritler akımın silinmesi görülmez
u Arteryel çapın venöz çapa oram- c Arteriyoler uzunluk ve şiddetli kıvrım artışı
h Spazm bölgesinin çapının proksima! arteriyollin çapma oranı

Sol ventrikül yükselmesi (lift) var mı? Üçüncü ve dördüncü kalp olasılığı da araştırılmalıdır. Serum kolesterol yüksek dansiteli li­
sesleri mevcut mu? Akciğer raileri var mı? Üçüncü bir kalp sesi ve poprotein kolesterol ve trigliserif seviyeleri arteryoskleroz gelişi­
akciğer raileri komplike olmayan hipertansiyonda nadirdir. Bulun­ mini önceden Hazırlayan diğer faktörleri teşhis eder.
maları ventrikül disfonksiyonunu gösterir. Göğüs muayenesi, aort Tüm vakalarda, elektrpkardiyogram, özellikle, eğer sol ventri­
koarktasyonunda meydana gelecek kalp dışı üfürümleri ve palpe kül hipertrofisi varsa, kalp durumunun tayinine fırsat vermesi için
edilebilen kollateral damarların arayışım da içerir. ve bir taban değer sağlaması için bulunmalıdır. Kardiyak hipertro-
Karın muayenesinin en önemli kısmı renal arter stenozunda fı mevcudiyetinin saptanmasında ekokardiyogram, elektrokardi-
ıneydana gelen üfürümler için oskültasyondur. Renal arter daralma­ yogramdan da, fizik muayeneden de daha duyarlıdır. Bununla be­
sından olan üfürümler hemen her zaman diyastolik bir komponen- raber tam detaylı bir ekokardiyografik çalışma çok pahalı. Bunun
ı* sahiptir veya devamlı olabilir ve en iyi göbeğin üstünden orta için, bazı vakalarda daha ucuz,sınırlı bir ekokardiyogram, hipertan­
butun, heınen sağında yada hemen solunda veya böğürlerde duyu­ sif hastanın taban değerlendirmesine yararlı bir ilave olabilir; özel­
lurlar, rtbtö* tiisplüziye bağlı renal arter stenozlu pek çok hastada likle sol ventrikül hipertrofisi bağımsız bir kardiyovasküler risk
ve arteıyosklenıztt bağlı fonksiyonel olarak anlamlı stenosu olaııla- faktörüyken ve varlığı etkin bir antihipertansif tedavi ihtiyacı gös­
ı ıtı 'I40»3Ö şınde mcveııîlur. Karın» aynı zamanda, abdominal terirken, Ayrıca, arteryel basınçtaki önemli bir artış, genellikle sol
.ıııevrizma ve |x>liki$tık böbrek hastalığıyla büyümüş böbrek için ventrikül hipertrofisi varlığıyla ilişkiliyken, hafif bir yükselme iliş­
palpe edilmelidir. Femoral nabızlar dikkatlice hissedilmclidir ve kili olmayabilir. Buııun için, kimse kan basıncım sol ventrikül hi-
eğer azalmış ve/veya radyal nabızla kıyaslanmasında gecikme var­ pertrofisi varlığı veya yokluğu için surrogate bir belirleyici olarak
sa, alt ekstremitelerdeki kan basıncı ölçülmelidir. Femoral nabız kullanamaz. Diğer yandan, bir ekokardiyogram ücretinden ve so-
palpasyonla normal olsa dahi, hipertansiyonu 30 yaşından önce tes­
Tablo 35-3 Hipertansiyon Değerlendirmesinde Laboratuar Testleri
pit edilmiş hastalarda alt ekstremitelerdeki arteryel basınç en azın­
dan bir kez kaydedilmelidir. Son olarak, ekstremitelerin ödem açı­ İLK DEĞERLENDİRME İÇİN TEMEL TESTLER
sından muayenesi ve önceki serebrovaskiiJer kazalann ve/veya di­ 1. Her zaman dahil olan
ğer intrakranyal patolojilerin kanıtm araştırılması yapılmalıdır. a. Protein, kan ve glukoz için idrar
L aboratu var incelemeler Hipertansiyonu olan hastalarda ya­ b. Mikroskopik idrar incelemesi
c. Hematokrit
pılması gereken laboratuvar çalışmalarında tartışma vardır. Genel
d. Serum potasyum
olarak, anlaşmazlık, hastanın, yoğun olarak sekonder hipertansiyon
e. Serum kreatinin ve/veya kan üre azotu: .
formları veya esansiyel hipertansiyon subseti olarak değerlendiril­ f. Açlık glukozu
mesi üzerinedir. Devamlı hipertansiyonu olan tüm hastalarda yapıl­ g. Total kolesterol
ması gereken temel laboratuar çalışmaları (Tablo 35-3).de anlatıl­ h. Elektrokardiyogram
mıştır.: it t değerlendirme bir,sekonder hipertansiyonformu- 2.. Genellikle dahil oİan,ücrete ve diğer faktörlere bağlı
nu işaret ederse velyeya (2) arteryel basınç ilk tedaviden sonra a. Tîroid-stimüie edici hormon
b. Beyaz kail hücresi sayımı
kontrol edilemezse, eklenm esi gereken sekonder çalışm alar Konu
c. HDL ve LDL kolesterol ve trigliseritler
246 da tartışılmıştır. 3
d. Serum kalsiyum ve fosfatı
Böbreğin durumu, idrarda protein, kan ve glukoz varlığının ta­ e. Göğüs röntgen filmi; sınırlı ekokardiyogram
yin edilmesi ve serum kreatinin ve/veya kan üre azotunun ölçültne-
siyle değerlendirilir. İdrarın mikroskobik muayenesi de yardımcı­ SEKONDER HİPERTANSİYON TARAMASI İÇİN ÖZEL
dır. Serum potasyum seviyesi hem mineralokortikoitlerin indükle- ÇALIŞMALAR
diği hipertansiyon için tarama olarak hem de diüretik tedavi başla­ 1. Böbrek damarsal hastalık: anjiotensin-konvertin enzim inhibitörlü-
madan önce bir taban değer sağlamak için ölçülmelidir. Kan glukoz radyonükleitii böbrek taraması, böbrek çift akim(duplex) Doppler ça­
saptaması, hem böbrek damarsal hastalığında; çünkü diabetes mel- lışmaları ve MRI anjiyografi
2 . Feokromasitoma: 24-saatlik idrar örneği; kreatinin, metanefrinler ve
litus hızlanmış arteryosklerozla birlikte bulunabilir, hem hipertan­
katekolaminler için
siyon hastalarındaki diyabetik nefropatide ve çünkü primer aldos-
3. Cushing sendromu: gece yansı (overnight) dexametazon supresyon
teronizm, Cushing sendromu ve feokromasitomanın hepsi hipergli- testi veya 24-saatlik idrar kortizol ve kreatinini
semiyle birlikte bulunabilir, yardımcıdır. Ayrıca, diüretiklerle anti- 4. Primer aldosteronizm: plazma aldosteron: renin aetivite oram
hipertansif tedavi, örneğin, kan glukoz seviyesini yükseltebilece­
NOT: HDL, yüksek dansiteli lipoprotein; LDL, düşük dansiteli lipoprotein; MRI,
ğinden dolayı, bir taban değer saptamak önemlidir. Hiperkalsemi manyetik rezonans görüntüleme.
214 [1 Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri O 2 taşıma için uygun değildir. Ek olarak COHb varlığında Hb- 0 2
ayrılma eğrisi sola kayar (Şekil 106-2’ye bakınız) ve böylece O 2
nuçta alman bilginin tedaviyi değiştirip değiştirmeyeceğinin kesin­ daha düşük basınçlarda bırakılır hale gelir, ÇOHb’nin bu özellikle­
sizliğinden dolayı, terapi sırasındaki rutin, takipli ekokardiyogram- rinden dolayı O 2 taşıma yeteneğinde belirli bir derecede azalma,
lann doğrulandığı şüphelidir. Ayrıca, sol ventrikül hipertrofisinin basit anemide hemoglobinin eşdeğer miktarlarda azalmasma göre
tersine dönmesinin kan basmcı azalmasının görülmesinden daha daha şiddetli bir doku hipoksisine yol açar.
Solunumsal Hipoksi fieri derecede akciğer hastalıklarında arte­
çok fayda sağladığım gösteren veriler yoktur. Göğüs roentgenogra-
riyel saturasyonun azalması genel bir bulgudur. Solunumsal hipok­
mı, aort dilatasyonu veya uzamasını ve aort koarktasyonunda olu­
sinin en sık sebebi kötü havalanan alveollerden perfüzyon sonucu
şan kaburga kemiği çentiklenmelerini teşhis etme olasılığım sağla­
ortaya çıkan ventilasyon perfüzyon dengesizliğidir. Konu 2 5 0 ’de
mada da yardımcı olacaktır.
tartışıldığı üzere hipoventilasyon da solunumsal hipoksiye sebep
Hikaye, fizik muayene ve temel laboratuar çalışmalarındaki ke­
olabilmekte ve bu durumda P a ço j’de yükselme ortaya çıkmaktadır.
sin ipuçları, hipertansiyon için olağandışı bir sebebi akla getirebilir
Genellikle birkaç dakika % 100’lük O 2 solutmayla düzeltilebildikle-
ve KonU 2 4 6 ’da taslak edildiği gibi, özel çalışma gereksinimini
rinden solunumsal hipoksinin bu iki formu için tam konabilir. Üçün­
emredebilir. cü bir neden atelektazi veya arteriovenöz bağlantı patolojilerinde ol­
duğu gibi kanın akciğerlerin havalanmayan bölümlerinden perfüze
.^j TED A V İ Bakınız Konu 246, olarak bir sağdan sola şant oluşmasıdır. Bu durumda % KKKlük bir
FI O2 ile Pao 2 ’deki düşüş sadece kismen düzeltilebilir.
Yükseklik Hipoksisi Hızla 3 0 0 0 m (yaklaşık 10,000 ft) yük­
BİBLİO G R A FYA
sekliğe çıkıldığında alveoler Pq j yaklaşık 6 0 mmHg’ya iner ve ha­
BERLOWTTZ DR et al: Hipertansif bir toplulukta kan basıncının yetersiz yöne­ fıza bozukluğu ile hipoksinin diğer serebral semptomları ortaya çı­
timi. N Engl J Med 339:1967, 1998
kabilir. Daha fazla yüksekliklerde arteriyel saturaisyon hızla düşer
KAPLAN N.' Sistemik hipertansiyon: Mekanizmalar ve diyagnoz, Kalp Hasta­
lığı’nüa , 6th ed, E Braunwald, D Zipes, P Ubby (eds). Philadelphia, Saun­ ve semptomlar daha ciddi bal alırlar. Alışık olmayan kişiler 5000
ders 2001 m ’de (yaklaşık 15.000 ft) genellikle normal fonksiyonlarım yerine
MOSTERD A et ak 1950'den 1989 a kadar hipertansiyon yaygınlığında, antihi- getiremezler.
pertansif tedavide ve sol ventrikUl hipertrofisinde eğilimler. N Engl J Med
Sağdan Sola Ekstrapulm oner Ş antlara Bağlı Hipoksi Bu tip
340:1221, 1999 .
REEVES RA: Bu hastamn hipertansiyonu var mı? Kan basıncı nasıl ölçülür. JA­ şantlar fizyolojik açıdan intrapulmoner sağdan sola şantlara ben­
MA 273:1211,1995 zerler. Sebepleri ise Fallot tetralojlsi, büyük tüterlerin transpozisyo-
Yüksek Kan Basmcı Keşif, Değerlendirme ve Tedavi Birleşik Ulusal komitesi- nu gibi konjenital kalp malformasyonlan ve Eisenmenger sendro-
nin 6. Raporu. Arch Intern Med. 157:2413, 1997
WEBER MA et al: Ilımlı hipertansiyonun ambulatuar kan basıncı izlenmesiyle mudur (Konu 234). Pulmoner sağdan sola şantlarda olduğu gibi Pa
teşhisi. Circulation 90:2291, 1994 O 2 % 1 0 0 ’lük O j solutmayla normale döndürülemez.
1999 Dünya Sağlık Orgİitü seHntemational Society o f Hypertension Guidelines Dolaşımsa! Hipoksi Anemik hipokside olduğıi gibi P a ^ ge­
for the Management of Hypertension. J Hypertena 17:151,1999 i
nellikle normaldir fakat venöz ve doku PO 2 değerleri doku perfiiz-
yonundaki düşmeye bağh olarak azalmıştır. Yaygın dolaşımsal hi­
poksi kalp yetmezliğinde (Konu 2 32) ve şokun çoğu şekillerinde
M r Eugene Braunwald (Konu 38) ortaya çıkmaktadır.
rm m ■■ Özel O rgan Hipoksisi Arter sisteminde organik bir obstrüksi-
yön veya vâzokonstrüksiyon gibi nedenler herhangi bir organda
• * HİPOKSİ VE SİYANOZ
M ehm et N ecdet Akkuş
nu 248). Vazokonstriksiyona örnek üst eksremitelerde görülen Ray-
noud sendromudur. Solukluğun eşlik ettiği iskemik hipoksi organik
arteriyel tıkayıcı hastalıklarda ortaya çıkar. Venöz obstrüksiyon so­
HİPOKSİ nucu meydana gelen konjesyon ve arterde akım azalması da loka-
Kardiyorespiratuar sistemin başlıca görevi O 2 (ve subştratlan) hüc­ lize hipoksiye yol açabilmektedir. Bölgesel hipoksi 0 2 ’nin hücreler
relere taşımak ve CC>2 ’i (ve diğer metabolik ürünleri) buralardan re erişini mesafesinin artması soıiucü ödemde: de ortaya çıkabil­
uzaklaştırmaktır. Bu fonksiyonun uygun şekilde devamı sağlam bir mektedir. Kalp yetmezliği ve hipovolemik şokta daha vital organ­
kardiyovasküler ve solunum sistemi ile yeterli O2 içeren solunum lara yeterli perfüzyonun sağlanması için ortaya çıkan konstriksiyori
gazının sağlanmasına bağlıdır Hipoksinin solunum yetmezliği so­ ektremitelerin perfüzyonunu azaltabilmektedir.
nucu ortaya çıktığı durumda PaCOz genellikle yükselir (Konu 250) ■ A rtm ış O 2 ihtiyacı Yamt olarak perfiizyonda bir artmanın ol­
ve hemoglobin-oksijen (Hb-C>2 ) ayrılma eğrisi (Şekil 106-2’ye ba­ madığı durumda dokuların O2 tüketimi artmışsa doku hipoksisi or­
lanız) sağa kayar. Bu şartlarda P a 0 2 düşer. P a o j’deki bu düşme bir taya çıkar ve venöz kanda P 0 2 düşer. Metabolizma hızınm arması­
akciğer hastalığı sonucu ortaya çıkmış ise arteriyel hipoksemi yani na bağlı hipoksi mevcut olan bir hastanın klinik görünümü genel­
arteriyel kanda 0 2 satürasyonunda ( S a ^ ) azalma ve takibeden si- likle hipoksinin diğer şekillerinden oldukça farklıdır. Ortaya çıkan
yanoz, bu düşmenin solunan havadaki oksijen fraksiyonundaki (FI aşm ısıyı gidermek için cilde kan akımının artmasına bağh olarak
O 2 ) azalmaya bağlı olduğu durumdan daha belirgin olma eğilimin­ cilt sıcak ve kızarıktır.
dedir. İkinci durumda anoksinin indüklediği hiperventilasyon nede­ Bu duruma genellikle siyanoz eşlik etmez. Egzersiz doku O 2
niyle Pa C 0 2 düşer ve H b -0 2 ayrılma eğrisinin sola kayması nede­ ihtiyacının artmasına klasik bir örnektir. Burada artmış O2 ihtiyacı
niyle Sa 0 2 ’deki azalma sınırlı kalır. genellikle birlikte işleyen birkaç mekanizma ile birliktedir: (I ) Kar-
H İPO K Sİ N E D E N L E R İ Anemik Hipoksi Kanın hemoglo­ diyak output’un ve solunumun ve böylece dokulara O2 yaşınması­
bin konsantrasyonunda herhangi bir düşme kanın O2 taşıma kapa­ nın artması; (2) Çeşitli sirkülatuar yataklarda direkt yolla veya ref­
sitesinde azalmaya neden olur. Anemik hipokside PaQ2 normaldir leks olarak vasküler direncin değişmesiyle kanın çalışan kaslara
fakat hemoglobin konsantrasyonunun azalması nedeniyle kanın bi­ yönlenmesi; (3) Taşman kandan O 2 çekilmesinin artması dolayısıy­
rim hacmi başına taşman 0 2 ’nin mutlak miktarı düşmüştür. Ane­ la arteriyovenöz 0 2 farkının artması; (4) Dokuların ve kapiller ka­
mik kan kapillerlerden geçtiği için ve buralarda olağan miktarlarda nın pH’smm azalarak hemoglobinden daha fazla O2 çekilmesi; (5)
0 2yine alındığı için venöz kanın PO 2 değeri normalde beklenen­ Bu mekanizmaların kapasiteleri aşıldığında özellikle çalışan kas­
den daha yüksek derecelerde azalır. larda olmak üzere hipoksi ortaya çıkar.
K arbon Monoksit İntoksikasyonu (Konu 3 9 6 ’ya da bakınız) Uygunsuz Oksijen Kullanımı Siyanid (Konu 3 % ) ve diğer
Karbon monoksit içeren hemoglobin (karboksihemoglobin, COHb) birçok benzer etkili zehir hücre hipoksisine yol açmaktadır. Doku-
laıııı Ü2’ni kullanamamasına bağlı venöz kanda 0 2 basıncı yüksel­ ’ 6 Hipoksi ve Siyanoz 215
me eğilimine girer. Bu olay h is to to k s ik h ip o k s i olarak adlandırıl­
mıştır. Siyanoz venüllerin ve kapillerlerin venöz sonlarının dilatasyo-
HİPOKSİNİN E T K İL E R İ Özellikle yüksek merkezler olmak nu ile venöz kan miktarının artması ve kapiller kalımdaki Sa 0 2’nin
üzere merkezi sinir sistemi hipoksinin önemli etkileri ortaya çıkar. azalması nedenleriyle mukokutanöz damarlarda indirgenmiş he­
Akut hipoksi karar vermede bozukluk, motor inkofdinasyon ve moglobin miktarının artması sonuçlarında da gelişebilmektedir, Si­
akut alkolizme çok benzeyen bir klinik tabloya neden olur. Hipok­ yanoz genel olarak ortalama indirgenmiş kapiller hemoglobin kon­
si uzun sürerse halsizlik, uyuklama, apati, dikkati toplayamama, re­ santrasyonunun 4 0 g/L’yi (4 g/dL) aşmasıyla fark edilir hale gelir.
aksiyon zamanında uzama ve iş kapasitesinde azalma ortaya çıkar. Siyanozun ortaya çıkmasında indirgenmiş hemoglobinin nispi mik­
I lipoksi daha da ağırlaşınca beyin sapındaki merkezler etkilenir ve tarından çok mutlak miktarı önemlidir; Ağır anemik hastalarda kati­
ölüm genellikle solunum yetmezliğine bağlı ortaya çıkar. Pa 0 2 aza­ daki toplam hemoglobin göz önüne alındığında venöz kanda indir­
lınca kompensatuar bir mekanizma olarak beyine 0 2 sağlanmasının genmiş hemoglobinin nispi miktarı çok yüksek olabilir. Fakat top­
utması serebrovasküler dirençte azalma ve serebral akımda artma lam hemoglobin konsantrasyonu önemli derecede düşük olduğun­
soluyla olur. Bununla beraber Pao2’deki azalma hiperventiiasyon dan indirgenmiş hemoglobinin mutlak değeri de düşüktür ve dola­
ve Paco 2 ’deki bir azalmayla birlikteyse serebrovasküler direnç ar­ yısıyla ağır anemik hastalarda önemli derecede arteriyel desatüras-
lar, beyin kan akımı düşer ve hipoksi ağırlaşır. Hipoksi kant akci­ yon olduğunda dahi siyanoz gözlenmez. Diğer taraftan total he­
ğerin kötü havalanan bölgelerinden daha iyi havalanân bölgelerine moglobin miktarı ne kadar yüksekse siyanbzâ eğiRm tt kadar art--
yönelmesini sağlayan pulmoner arteriyel konstriksiyona da yol maktadır. Dolayısıyla belirgin polisitemisi olan hastalar hematokrit
açar. Bununla birlikte pulmoner vasküler direnç ve sağ ventrikül değeri normal olanlara göre daha yüksek Sa ( ) 2 seviyelerinde biie si­
ard yükünün yükselmesine de neden olmaktadır. yanoz geliştirme eğilimindedirler. Benzer şekilde belirli bir bölge­
Normalde glikoz pnivik asite yıkılır. Prüvata daha ileri yıkım nin damarlarında total indirgenmiş hemoglobin miktarlarında art­
ve bundan adenozin trifosfat (ATP) oluşması için ise 0 2’ne ihtiyaç maya yol açan lokal pasif könjesyon da siyanoza neden olabilmek­
vardır. Hipokside artmış prüvat daha iteri yıkılamayan laktik asite tedir; Kanda methemoglobin veyâ sulfhemoglobin (Konu 106) gibi
indirgenerek metabolik asidoz meydana gelir. Bu şartlarda karbon­ nonfonksiyone hemoglobinlerin varlığında da siyanoz gözlenebilir.
hidrat yıkımından elde edilen total enerji büyük oranda azalarak Siyanoz santral ve periferik olmak üzere iki tipe ayrılır. Santral
ATP üretimine Uygun eneıji miktarı yetersiz hale g e lir.’ tipte ya Sao 2 azalmıştır ya da anormal bir hemoglobin türevi var­
Hipoksiye solunumsal yanıtın önemli bir elemanı karotis ve dır. Bu tipte hem mukoz membranlar hem de cilt tutulur. Periferik
aort gövdesinde bulunan özel kemoserisitif hücreler ile beyin sapın­ siyanoz kan akımında bir yavaşlama ve Ö2’nin normal satüre arter
daki solunum merkezinden kaynaklanır. Bu hücrelerin hipoksi ile kanından aşırı derecelerde alınmasına bağlıdır. Soğuğa maruziyet,
stimülasyonu solunumu artım, C q2 kaybına ve dolayısıyla solu­ şok, konjeştif yetmezlik ve periferik damar hastalığı gibi nedenler-
numsal alkaloza neden olur. Bu durum laktik asit üretiminin neden le vazokonstrüksiyon ve periferik kan akımının azalması sonucun-
öldüğü metabolik asidozla kombine olduğunda'serum bikarbonat da ortaya çıkar. Bu koşullarda sıklıkla ağız boşluğunun muköz
seviyesi düşmektedir (Konu 50). membranları ve dilin alt kısmı etkilenmez . Santral ve periferik si­
Herhangi bir dokuda P 0 2’nin azalması lokal vazodilatasyona yanozun klinik olarak ayırt edilmesi her zaman basit değildir. Pul­
yol açar. Genel hipoksi ile ortaya çıkan yaygın vazodilatasyon kar- moner ödemle birlikte bulunan kardiyojenik şok gibi durumlarda
diyak output’u artırır. Zeplininde kalp hastalığı olan kişilerde peri- her iki siyanoz tipi birlikte bulunabilmektedir.
ferik dokularda hipoksi nedeniyle kardiyak output’un artmasmın A Y IR IC I TANI Santral siyanoz (Tablo 36-1) Pao2’de önem­
gerektiğinde konjeştif kalp yetmezliği presipite olabilmektedir. İs- li derecede bir azalma Sa Ö 2’de düşme ile sonuçlanır. Pa 0 2 ’deki
kemik kalp hastalığında Pao2’de bir düşme ıriiyokard iskenusini bu azalma alveolar PÖ 2’nin idamesini sağlamaya hizmet eden
şiddetlendirerek sol ventrikül fonksiyonunun daha fazla bozulma­ kompensatuar alveolar hiperventilasyonun yetersiz olduğu durumr
sına neden olabilmektedir. da FIo2’de bir düşme sonucunda da ortaya çıkabilir. Siyanoz
Kronik hipokseminin önemli kompenzasyon mekanizmaların­ 2500m ’lik (8000 ft) bir yüksekliğe çıkıldığında önemli derecede
dan birisi de dolaşımda hemoglobin konsantrasyonunda ve eritrosit olmaz ikem 5ÖÛ0 m ’ük (16.000 ft) yüksekliklerde ise belirgin ha-
sayılarında artmadır (eritropoetin üretimine sekohder olarak polisi-
temi gelişmesi) (Konu U 0 ). Tablo 36-1 Sıva no/, nedenleri

SANTRAL SİYANOZ
SİYANOZ ' • ■ •î Azalmış arteriyel oksijen saturasyonu ;:
Atmosfer basıncının azalması - yükseklik artışı
S i y a m ı ilgili alanlarda küçük kan damarlarında indirgenmiş he­ Akciğer fonksiyon bozukluğu
moglobinin veya hemoglobin türevlerinin artması sonucu cilt veya Alveolar hipoventilasyon.
muköz membranlarda ortaya çıkan mavimsi bir renk olarak tanım2- Akciğerde ventilasyon perfüzyon uyumsuzluğu (İyi ventile olmayan
alveolTerden perfüzyon)
lanır. Genellikle dudaklarda, tırnak yatağında, kulaklarda ve malar
Oksijen difüzyon bozukluğu
eminence’lerde en belirgindir. Özellikle yeni gelişmişse çoğunluk­
Anatomik şantlar
la hastanın kendisinden çok bir aile bireyi tarafından fark edilir. Po- Bazı tip konjenital kalp hastalıkları
lisitemia vera’da (Konu 110) görülen kırmızı cilt özelliğinin bura­ Pulmoner arteteriyovenöz fıstüller
da tartışılan gerçek siyanözdan farklı bir antite olduğunun bilinme­ Multipl küçük intrapulmoner şantlar
si gereklidir. COHb (Konu 396) ise siyanözdan çok kiraz rengi bir Oksijene afınitesi düşük hemoglobin
kızarıklığa neden olur. Siyanozun derecesi cilt pigmentlerinin ren­ Hemoglobin anormallikleri
Methemoglobinemi-Herediter, kazanılmış
gi ve cildin kalınlığı ile olduğu gibi cilt kapillerlerinin durumu ta­
Sulfhemoglobinemt- kazanılmış
rafından da belirlenir. Oksimetrik çalışmalarla kanıtlandığı gibi si­
Karboksihemoglobinemi (gerçek siyanoz değildir)
yanozun kesin, varlığı ve derecesinin klinik olarak zordur. Santral
siyanoz bazı vakalarda S a ^ % 85’e düştüğünde güvenilir bir şekil­ . SR İK E R İK SİYANOZ -
de ortaya konabilmekle birlikte; özellikle koyu ciltli kişilerde ol­
Kardiyak output’un düşmesi
mak üzere bazı vakalarda % 75’e düşene kadar farkedilmeyebilir.
Soğuğa maruziyet
Bu özellikteki kişilerde siyanozun ortaya çıkarılmasında ağız boş­ Kan akımının ekstremitelerden redistribüsyonu
luğu ve konjonktivalarda mukoz membranlann muayenesi cildin Arteriyel obstrüksiyon
muayenesinden daha fazla yardımcı olmaktadır. Venöz obstrüksiyon
216 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri la temas ettikten sonra da kahverengi olarak kalmaya devam edi­
yorsa methemoglobinemi’den şüphelenilmelidir.
le gelir. Bu farkın nedeni Hb-C> 2 eğrisinin S şeklinde olduğu göz Periferik Siyanoz Muhtemelen periferik siyanozun en sık se­
önüne alınınca anlaşılır hale gelir (Şekil 106- l ’e bakınız). Yüksek­ bebi sağuk hava veya suya maruz kalmada ortaya çıkan normal va-
lik 2 5 0 0 m (8000 ft) olduğunda yaklaşık olarak FI 0 2 120 mmHg, zokonstriksiyondur. Şiddetli konjestif kalp yetmezliği veya şokta
alveolar P 0 2 8 0 mmHg, Sao 2 ise normale yakındır. Beş bin metre­ olduğu gibi kardiyak output düşükse kanın ciltten merkezi sinir sis­
de (16.000 ft) ise yaklaşık olarak FI q j 85 mmHg, alveolar P q 2 5 0 temi, kalp gibi daha vital bölgelere daha fazla akışım sağlamak için
mmHg, Saoj ise sadece %75 seviyelerindedir. Bu durumda arter kompanzatuar bir mekanizma olarak çitte vazokonstriksiyon oluşur
kanındaki hemoglobinin % 25’i indirgenmiş olarak kalmaktadır. Bo (Konu 232). Bunun sonucunda eksremitelerde soğuklukla birlikte
oran anemi olmayan koşullarda siyanozun ortaya çıkması için ye- şiddetli siyanoz ortaya çıkabilir. Arter kanının normal satüre oldu­
terlidir. Benzer olarak 0 2 ’ne afınitesi düşük mutant hemoglobin ğu durumda bile cilde kan akımının azalması ve kapiller sistemin
türleri (örneğin hemoglobin Kansas) Sao 2 satürasyonunun düşme­ venöz sonlarında Po2’nin düşmesi siyanozla sonuçlanabilir.
sine ve dolayısıyla santral siyanoza yol açmaktadırlar Konu 106). Bir ekstremitede emboli veya soğuğa bağlı vazospazm (Rayno-
Ciddi akciğer fonksiyon bozukluğu akciğerin havalanmayan ud fenomeni, Konu 248) gibi bir nedenle damar obstrüksiyonu so­
veya kötü havalanan bölgelerinden perfüzyon veya alveolar hipo- lukluk ve soğukluk ile sonlanır. Bu durumda bazen siyanoz da or­
ventilasyon mekanizmaları yolu ile santral siyanozun sık sebeple­ taya çıkabilmektedir, Trombofilebitte olduğu gibi bir venöz obst­
rüksiyon subpapiller venöz pleksuslan dilate ederek siyanozu de­
rinden biridir (Konu 250). Bu durum yaygın pnömoni veya pulmo-
rinleştirir.
ner ödem gibi durumlarda akut olarak, kronik akciğer hastalıkların­
da (örneğin amfızem) ise kronik olarak ortaya çıkabilir. Kronik du­
— ----------- ------ H a s ta y a Y aklaşım — ---------- :— —
rumlarda genellikle sekonder polisitemi vardır, parmaklarda ço-
m aklaşma da ortaya çıkabilmektedir. Fakat fibrozis ve kapiller da­ Siyanozun nedenini ortaya çıkarmada aşağıdaki özellikler önemli­
mar yatağında obliterasyon ile seyreden kronik akciğer hastalıkla­ dir:
rının birçok tipinde perfüzyonun kötü havalanan bölgelerden nispe­ 1 . Özellikle ortaya çıkış zamanının başlangıcı (siyanoz doğumdan
ten daha az olmasına bağlı olarak siyanoz ortaya çıkmaz. itibaren varsa genellikle konjenital kalp hastalığına bağlıdır) ve
S aoj’deki azalmanın başka bir nedeni sistemik venöz kanın ar­ ilaç ve anormal tipte hemoglobin meydana getirebilme potaıısi-
ter dolaşımına şanlıdır. Konjenital kalp hastalıklarının bazı şekille­ yeli olan kimyasal ajanlara maruz kalmanın sorgulandığı öykü
rinde siyanoz vardır (Konu 234). Kan yüksçk basınçlı bir bölgeden alınması.
daha düşük basınçlı bir bölgeye doğru aktığından sağdan sola.şan- 2. Santral ye periferik siyanozun klinik ayırımı. Fizik muayene
ta sebep olan bir kardiyak defekt genellikle defektin distalinde tıka- veya radyografik inceleme ile solunum veya kardiyovasküler
yıcı bir Iezyon ile veya pulmoner damar direncinin artması ile kom­ sistem bozukluklarının objektif kanıtlarının elde edilmesi. Si-
bine olmalıdır. Erişkinde siyanoza en sık neden olan konjenital kalp yanotik ekstremiteye masaj yapılması veya hafif ısıtılması ile
lezyonu ventrikiiler septal defekt ile birlikte pulmoner çıkış yolu periferik kan akımı artarak periferik siyanoz ortadan kalkmak­
obstrükşiyoriuriun bulunmasıdır (Fallot tetralojisi). Obstrüksiyon ta, santral siyanoz ise kalkmamaktadır.
ne kadar şiddetliyse sağdan sola şahtın dolayısıyla siyanozun dere­ 3. Parmaklarda çomaklaşmamn varlığı veya yokluğu (aşağıya ba­
cesi de o kadar yüksektir. Patent ductus arteriosus, pulmoner hiper­ kınız). Siyanoz olmaksızın çömaklaşma infektif endokarditli ve
tansiyon, ve sağdal sola şant olan hastalarda diferansiyel siyanoz ülseratif koliti! hastalarda sıktır. Nadiren sağlıklı kişilerde de
vardır. Yanı alt ekstremitelerde siyanoz varken üst eksremitelerde mevcut olabilir. Bazen örneğin vinç operatörlerinde olduğu gi­
yoktur. —> Pulmoner darlık ötmaksızın intra ve ekstra kardiyak bi meslek rahatsızlığı olarak karşımıza çıkabilir. Siyanoz ve ço-
komünikasyonların varlığında siyanoza yol açabileıi artmış pul­ maklaşmanın birlikteliği konjenital kalp hastalığı ve sağdan so­
moner vaskiiler direncin (EisenrAenger sendromu) mekanızmats la şandı kişilerde sıktır. Daha az sıklıkta akciğer absesi veya
Konu 234’de tartışılmıştır. pulmoner arteriyovenöz fistül 2 gibi akciğer hastalıklarında da
Pulmoner arteriyovenözfistüller (Konu 5 7) konjenital veya ka­ görülür. Periferik siyanoz ve akut gelişen santral siyanozda ise
zanılmış, tek veya multipf, mikroskopik veya masif olabilmektedir­ parmaklarda çömaklaşma yoktur.
ler. Ortaya çıkan siyanozun şiddeti bu flstülİerin büyüklük ve sayı­ 4. Pao 2 basıncının ve Sao2’nin ölçülmesi ve anormal tip hemog­
larına bağlıdır. Bu fıstüller herediter hemorajik telenjiektazi’de de lobinlerin tayini için spektrografik ve diğer incelemelerin ya­
pılması (siyanozun ayırıcı tanısında önemlidir).
belirli bir oranda ortaya çıkabilmektedirler. Sirozlu bazı hastalarda
da S ao j’de düşme ve siyanoz ortaya çıkabilmektedir. Bunun pul­
moner arteriyovenöz fistüllere portal ven- pulmoner ven anasto-
ÇÖMAKLAŞMA
mozlanna bağlı olduğu düşünülmektedir.
Bağ dokusu proliferasyonuna bağlı olarak parmakların distal seg-
Kardiyak veya pulmoner sağdan sola şantı olan hastalarda siya­
menüerinin özellikle dorsal yüzde olmak üzere selektif olarak bü­
nozun ortaya çıkıp çıkmaması ve şiddeti, şan tın sistemik akıma
yümesine çömaklaşma adı verilir. Burada tırnak tabanındaki yumu­
oranına ve venöz kanın Hb-Ö 2 saturasyomma bağlıdır. Çalışma ha­
şak dokuda süngerimsi özellik artmıştır, Çömaklaşma herediter,
lindeki kaslarda kandan O 2 çekilmesinin artmasından dolayı, eg­
idiopatik veya kazanılmış olabilir. Siyanotik konjenital kalp hasta­
zersizde kalbin sağ kısmına gelen venöz kan istirahat durumuna
lığı, infektif endokardit, bazı akciğer hastalıkları (örneğin primer
göre daha az satüredir. Egzersizde bu kanın bir şanttan veya normal
veya metastatik akciğer kanseri, bronşiektazi, akciğer absesi, kistik
oksijenizasyon yeteneği olmayan akciğerlerden geçmesiyle siya­
fibrozis ve mezotelyoma) ve bazı gasrointestinal hastalıklar (örne­
noz şiddetlenmektedir. Egzersizde sistemik damar direnci düştü­
ğin Crohn hastalığı, kronik ülseratif kolit ve hepatik siroz) çomak-
ğünden dolayı da konjenital kalp hastalığı ve kalbin iki tarafı ara­ laşmaya yol açabüen patolojilere örnektirler.
sında defekt olan hastalarda sağdan sola şantın derecesi artar. Arte- Primer veya metastatik akciğer kanseri, mezotelyoma, bronşi­
riyel O 2 satürasyonu düşük hastalarda sıklıkla gelişen sekonder po­ ektazi ve hepatik siroz hastalıklarında görülen çömaklaşma hipert-
lisitemi de siyanoza katkıda bulunmaktadır. rofık osteoartropati ile ilişkili olabilir. Bu durumda eksremitelerin
Dolaşımda düşük miktarlarda methemoglobin ve hatta daha kü­ uzun kemiklerinin distal diyafizlerinde subperiostal yeni kemik
çük miktarlarda sulfhemoglobin bulunması da siyanoza yol açabi­ formasyonları ağrıya neden olur. Omuzlarda, dizlerde, ayak ve el
lir (Konu 106). Her ne kadar siyanozun nadir sebepleri olsalar da, bileklerinde ve dirseklerde simetrik artrite benzer değişiklikler or­
siyanozun dolaşım ve solunum sistemi bozuklukları ile açıklana- taya çıkar. Hipertrofik osteoartropati tanısı kemiğin radyografik in­
madığı durumda bu anormal hemoglobin pigmentleri spektroskop! celemeleriyle teyit edilebilir. Çomaklaşmamn mekanizması tam bi­
ile araştırılmalıdır. Bu durumda genellikle parmaklarda çomaklaş­ linmemekle birlikte parmak uçlarındaki damarlarda dilatasyona ne­
ma yoktur. Hastanın kanı bir test tüpünde karıştırıldıktan ve havay­ den olan bir humoral maddeye bağlı olduğu sanılmaktadır.
B IB L IO G R A F Y A 37 Ödem 217
BEALL CM: Tibetan and Andean patterns of adaptation to high-altitude hypo­
xia. Hum Biol 72:201, 2000 arasında daha ötede bir net sıvı hareketi meydana gelecektir, ö d e­
BEITNER-JOHNSON D et al: Regulation of gene expression by hypoxia: A mo- min gelişimi Starling kuvvetlerinde bir veya birçok değişiklikten
lecular approach. Respir Physiol 110:87, 1997
sonra damarsal sistemden ınterstisyuma veya bir vücut boşluğuna
FISHMAN AP: Approach to the patient with respiratory symptoms: Cyanosis
and clubbing, in Fishman's Pulmonary Diseases and Disorders, 3d ed, Fish- doğru sıvının artmış akışına bağlıdır. ;
■ man AP et al (eds). Philadelphia, Saunders, 1998, pp 382-3 Ödem kapiller basınçta artıştan kaynaklanabilir ki bu artış ve­
GALLEY HF, WEBSTER NR: Acidosis and tissue hypoxia in the critically ill:
nöz drenajda obstrüksiyondan kaynaklanan venöz basmcın yüksel­
How to measure it and what does it mean? Crit Rea Clin Lab Sci 36:35,
1999 mesi sonucu olabilir. Kapiller basmç artışı yaygın olabilir, konjes-
GRIFFEY RT et al: Cyanosis. J Emetg Med 18:369,2000 tif kalp yetmezliğinde olduğu gibi. Starling kuvvetlerinin dengesi
GRIFKA RG: Cyanotic congenital heart disease with increased pulmonary blo­
plazma kolloid onkotik basıncının azaldığı hallerde bozulabilir,hi-
od flow. Pediatt Clin North Am 46:405, 1999
SEVERINHAUS JW: Uses of high altitude for studies of effects of hypoxia- Adv poalbuminemiye yol açan birçok faktör nedeniyle, tuz fazlalı-
Exp Med Biol 454:17,1998 ğı,malnütrisyon, karaciğer hastalığı,idrarla veya gastrointestinal
Tissue Hypoxia: How to detect, how to- correct, how to prevent? Third Europe­
yoldan protein .kaybı veya şiddetli bir katabolik durumda olduğu
an Consensus Conference in Intensive Care Medicine. J Crit Care 12:39,
1997 ,-7 gibi. _____ - ■ • ■
WALDMAN JD, WERNLY JA. Cyanotic congenital heart disease with decre­ Kapiller H arabiyet Ödem kapiller endotelyum hasarı sonucu
ased pulmonary blood flow in children. Pediatr Clin North Am 46:385,1999
da olabilir, bu durumda endotelyum geçirgenliği artar ve interstis­
yel kompartmana protein geçişine izin verir. Kapiller duvar zede­
lenmesi ilaçlar, yhal veya bakteriyel ajanlar, termal veya mekanik
travma nedeniyle oluşabilir. Kapiller geçirgenliğin artışı bir aşın
Gordon H. Williams duyarlılık reaksiyonu neticesinde de olabilir ve bu immün harabi-'
yetin karakteristiğidir, Enflamatuar Ödemden muhtemelen kapiller
endotel harabiyeti sorumludur,bu durumda genellikle gode_olus-
ÖDEM maz; lokaldir, ayrıca enflamasyonun öteki bulgulan da eslik eder at
Bamı Karlıları Sıddık Mümin A dam , Yahya Şağlıker kızanklüt, sıcaklık, ve hassasiyet
- Ödem durumunun patofizyolojisi hakkında bir hipotez oluştu^
Ödem interstisyel sıvı hacminde klinik olarak aşikar bir artış şek- rulursa, böyle bir durumda b ir in c il nedenlerle ile; örneğin lokal ve­
ya yaygın- venöz veya lenfatik obstrüksiyon, kalp atım hacminin
yilzden,genellikle ödemin aşikar bulgularından önce birkaç kilog­
azalması, hipoalbuminemi, pleural veya peritoneal boşlukta sıvı tu­
ramlık ağırhk artışı olur,ve aynı şekilde hafif ödematöz bir hastada
tulması veya kapiller geçirgenlikte artış oldbgu haller gibi, ikincili
"kuru ağırlık” elde edilmeden önce idrarla kilo kaybı olabilir. A sit
sonuçlan ayırtetmek önemlidir, bunlara örnek; su alımı azaldığında
(Konu 4 6 ) ve h id r o to r a k s , Sırasıyla, peritoneal ve plevral fazla sı­
plazma hacmini yeniden oranlamak için böbrekten su ve tuz tutu-
vı birikimini tanımlar ve. ödemin özel formları olarak sayılır­
lumuna neden olan durumlar. venöz tıkanıklıkta olduğu gibi (aşa­
lar. Aomarlta kaba,yaygın ödemi tanımlar.
ğıya bakınız). Birincil olaylar ve ikindi sonuçların her ikisi der
Nedenine ve mekanizmasına bağlı olarafc,ödem lokal veya yay­
ödem oluşumuna katkıda bulunur. Bazı hallerde birincil olaylarda
gın olabilir.yaygın formunda yüzün şişliği ile tanınır,bu en kolay
göz çevresinde görülür,ve baskıyı takiben deride oluşan inatçı bir böbrekten su ve tuz tutulumu olur. Bunun örnekleri böbrek yetmez^
çukurla tanınır, bu "gode buakan” ödem olarak bilinir. En hafif for­ liği, nefrotik sendrom, glomerulonefritler ve erken karaciğer yet­
mu,göğüs duvarından yapılan dikkatli bir oskültasyon ile tespit edi­ mezliğidir. . .. İV
lebilir,steteskop göğüs duvarı üzerinde» birkaç dakika tutulduğnda Efektif A rteriyel H acim Azalması ödemin birçok formunda
çanın kenan ciltte bir iz bırakır.Perküsyon yapıldığında bir parmak­ e f e k t i f a r t e r iy e l k a n h a c m i, arteriyel ağacın dolmasının yetersiz bir
ta daha mat ses duyuluyorsa: veya bir hasta ayakkabılarım zorlukla parametresi olmasına» rağmen,azalmıştır v e bunun sonucu olarak
giyinmekten şikayet ettiğinde, özellikle de akşamlan,ödem mevcut yeniden normale oranlamak üzere düzenlenen bir seri fizyolojik ce­
olabilir. vaplar neticesinde hareket yerleşir. Bu cevapların anahtar element­
PATOGENEZ Total vücut suyunun üçte biri extraselltiler me­ lerden biri tuz ve buna bağlı su tutulumudur, bu da en çok böbrek
safede bulunur.Suyun yaklaşık 2 5% ’i plazma, hacminden olu­ proksimsl tübülleri iledir (Şekil 3 7 -1 ) ve birçok durumda efektif ar­
şur,dolaşmaktadır,geri kalanı interstisyel sıvıdır. teriyel kan hacmi açığı bu şekilde onarılır;bu zarar sıklıkla belirgin
Starling Kuvvetleri Extrasellüler kompartmanın iki kompo- ödem gelişmeden düzeltilir. Eğer,buna rağmen, tuz ve su tutulumu
nenti arasındaki^sıvı tanzimini düzenleyen kuvvetler sıklıkla S ta r ­ efektif kan hacmini korumada ve yeniden yapılandırmada yetersiz
olursa,uyan yine de kaybolmaz,tuz ve su tutulumu devam eder ve
la hidrostatik basınç ve interstisyel sıvıdaki kolloid onkotik basmç en sonunda ödem gelişebilir. Bu olaylar serisi operatif dehidratas-
sıvının hareketini damar içinden damar dışına doğru desteklemek yon ve kanamada olur. Bu durumlarda efektif kâh hacminde bir
eğilimindedir. Plazma proteinlerinin oluşturduğu kolloid onkotik azalma olduğu ve tüm sıralı olayların aktivasyonu Şekil 37-2 nin
basmç ve interstisyel Sıvı içindeki hidrostatik basmç tersine katkı­ merkezinde gösterilmiş ise de, azalmış tuz ve su atıl imini içermek­
da bulunur, bu d o k u b a s ın c ı olarak anılır, damar içine sıvının hare­ tedir, çünkü sodyum ve su dengesi pozitif olmak yerine negatiftir,
ketini teşvik eder. Dolayısıyla arterioler kapiller uçta suyun ve ge­ ödem oluşmaz, ödem e yol açan durumların çoğunda, vücut sıvıla­
çebilir solütlerin damarsal mesafeden bir hareketi vardır. rında normal bir efektif ozmplalitenin korunmasından bu mekaniz­
Sıvı venöz kapiller uçta ve lenfatiklerin yoluyla interstisyel me­ malar sorumludur, sodyum tutulumu susama ve antidiüretik hor­
safeden damar sistemi içine döner ve bu kanallar tıkanmadıkça, mon sekresyonunu uyanr. Ödematöz durumlarda,ekstrasellüler sıvı
lenf akımı damarsal kompartmandan inters tisyuma doğru olan net mesafesinin izotonik genişlemesi şiddetli olabilir, bu sırada intra-
sıvı hareketindeki artışla artmak eğilimindedir. Bu akışlar dengede­ sellüler sıvı hacmi değişmemiştir.
dir bu nedenle damar içi ve interstisyel mesafelerde sabit bir du­ Azalmış K alp Debisi Kalp atım hacminin azalması,nedeni ne
rumda bulunurlar ve bu dengenin ortaya çıkışında iki akış arasında olursa olsun, hem efektif arteriyel kan hacminin hem de böbrek kan
büyük bir değişim devam etmektedir. Buna rağmen, hidrostatik ve­ akımının azalmasıyla ilişkilidir, bu durum böbrek arteriyollerinin
ya onkotik basmç gradientlerinin birisinde önemli oranda değişik­ büzülmesine ve filtrasyon fraksiyonunda bir yükselmeye, yani, glo­
lik olabilir, bu durumda extrasellüler mesafenin iki komponenti merular filtrasyon hızının böbrek plazma akımına oranında artışa
218 makta olan katekolaminleri içerir. Jukstaglomerular hücrelerdeki b-
adrenerjik reseptörlerin aktivasyonu renin salımmım uyarır. Bu üç
mekanizma genellikle uyum içinde çalışır.
Renin-Anjiotensin-Aldosteron (RAA) Sistemi (Bakınız Ko­
nu 331) Renin, moleküler ağırlığı yaklaşık 40.000 olan bir enzim­
dir, reninin substratı olan, anjiotensinojen, karaciğerde sentez edi­
len bir 0 C2 globulindir, bir dekapeptid olan anjiotensin I salınımına
etki eder, ki bu da yıkılarak bir oktapeptid olan anjiotensin H’ye
(Ali) dönüşür. Bunun da genellikle damar büzücü etkileri vardır;
özellikle efferent arteriyollerde etkilidir ve bağımsız olarak proksi­
mal tübülde Na+ geri emilimini artırır. RAA sistemi uzun zaman­
dır bir hormon sistemi olarak tanınmaktadır. Buna rağmen, lokal
olarak işler.Hem dolaşımdaki ve hem de böbrekte yapılan A li böb­
rekte damar büzülmesine ve tuz ve su tutulumuna katkıda bulunur.
A li’nin böbrek üzerindeki bu etkileri, losartan gibi spesifik antago-
nistlaerle bloke edilebilen, A ll tip 1 reseptörlerinin aktivasyonu
aracılığıyla sağlanır. A li ayrıca dolaşıma girer ve adrenal korteks-
teki zona glomerulozadan aldosteron yapımını uyanr. Kalp yet-
mezlikli hastalarda, yalnızca aldosteron salgılanması artmamıştır,
aynı zan ^ d ^ ld osteron u n ^ ^ olo | i^ jaalan m a ömrü de uzamıştır,
bu durum daha ilerde plazma hormon, seviyesini artırır. Karaciğer
kan akımında bir depresyon, özellikle egzersiz esnasında, kalp de­
bisinde bir azalmaya ikincil olarak, aldosteronun azalmış hepatik
katabolizmasından sorumludur. Aldosteron, sırasıyla, toplayıcı tü-
büller araçlığıyla Na+ geri emilimini (ve K+ atılımmı) artırır. RAA
sistem aktivasyonu en çok akut, ağır kalp yetmezliğinin erken fa­
zında, daha az yoğunlukta kronik, stabil, kompanse kalp yetmezlik­
ti hastalarda göze çarpar.
Kalp yetmezliğinde ve diğer ödematöz durumlarda aldosteron
artmış miktarlarda salgılanmasına rağmen ve spironolakton (bir al­
dosteron antagonistidir) veya amilorid (epitelyal bir Na+ kanal blö-
keridir) ile aldosteronun etkisi bloke olmasına karşın, bunların öde­
matöz durumlarda idrar söktürücü özelliği sıklıkla ancak orta dere­
ŞEKİL 37-1 Hemodinamik değişikliklerin proksimal tübülde solüt
cededir,inatçı artmış aldosteron (veya diğer mineralokortikoidlerin)
transferine etkisinin bir özetidir. Efektif arteriye! kan hacminde bir
seviyesi ödem birikiminde tek etken değildir, primer aldosteroniz-
azalma sonucu hemodinamik mekanizmalar tuz ve su tutulumuna ne­
den olur ve öylelikle ödem oluşumuna katkıda bulunur. (Seldin D W ve min çoğu örneğinde olduğu gibi göze çarpan sıvı tutulumunun bu­
arkadaşlarından, Semin Nephrol 11:212, 1991, izin alınmıştır.) lunmaması buna delil teşkil eder (Konu 331). Daha ileri olarak*
normal bireylerde etkili mineralokortikoidlerin kullunımıyla bir-
neden olur. Ağır kalp yetmezliğinde glomerular filtrasyon hızında miktar tuz ve su tutulmasına rağmen, deoksikortikosteron asetat ve­
bir azalma vardır. Böbrekte damar büzülmesinden sempatik sinir ya fludrokortizon gibi, sterolde maruziyet devam etmesine karşın,
sistemi ve reniri-anjiotensin sisteminin aktivasyonu sorumludür. a - bu birikim kendini sınırlayıcı özelliktedir, m in e r a lo k o r t ik o id k a ç ış ı
Adreneıjik bloker ajanların ve/veya anjiotensin dönüştürücü enzim olaıak bilinen bir fenomen vardır. Yüksek doz mineralokortikoid
(ADE) inhibitörlerinin böbrek kan akımını artırması ve diürezi im alan normal bireylerin yetmezliği hücre dışı sıvının büyük miktar­
düklemesine dair bulgular bu iki sistemin böbrek damar direncinde larda birikimine ve ödem gelişmesi muhtemelen glomerular filtras­
artış ve tuz ve su tutulumundaki artışta rolü olduğunu destekler. yon hızında (natriürez basıncı) artışın bir neticesidir ve natriüretik
Böbreğe Bağlı Fak törler Azalmış kalp atım hacmi efektif ar- unsurların etkisi sayesindedir (aşağıya bakınız). Ödematöz durum­
teriyel kan hacmini azaltır. Proksimal ve distal tübüllerin her ikisin­ larda sıvı birikiminde aldosteron salgılanmasının devam etmesi çok
de de glomerular filtratın tübüler geri emilimi artmıştır (Şekil 37-1). önemli olabilir çünkü kalp yetmezliği, nefrotik sendrom ve siroza
Böbrek içi hemodinamiklerdeki değişiklikler önemli bir rol oynar. ikincil ödemi olan hastalarda genellikle azalmış efektif arteriyel
Kalp yetmezliği ve diğer durumlar, örneğin nefrotik sendrom ve si­ kan hacminin düzeltilmesi yetersizdir. Sonuç olarak onlar natriürez
roz gibi efektif arteriyel kan hacmini azaltan durumlar, böbrekte efe- basıncını geliştirmezler.
rent arteriolar büzülmeye neden olun Bu, sırasıyla, peritübüler ka- Ali reseptörierinin bloke edilmesi veya ADE inhibisyonu ile
pillerlerde artmış filtrasyon fraksiyonu, böyleçe hem proksimal tü- RAA sisteminin blokajı,"efferent arteriyolar direnci azaltır ve böb­
bül hem de henle kulpunun çıkan kolunda tuz ve su geriemiliminin rek kan akımım afn p n 'B ü jR ^ k ^ (k alp yetmezlikti hastalarda art-
artışı, kolloid onkotik basıncı artınken hidrostatik basıncı azaltır. yükün azalmasmaikincil kalp atım hacmi artışı ile birleştirilmiştir)
Ek olarak, azalmış böbrek kan akımının karakteristik durumla­ aldosteron salgılanmasının azalması kadar iyi idrar çıkışına neden
rından olan efektif arteriyel kan hacminde azalma böbreğin juks- olur. Yine de, orta veya ağır şiddette böbrek fonksiyon bozukluğu
taglomerular hücrelerinde renin salımmım artıran bir uyanya dö­ olan veya böbrek arterinde darlık olan hastalarda, RAA sistemiyle
nüşmüştür (Konu 331). Renin salınmandan sorumlu mekanizmalar çatışarak paradoksal sodyum tutulumu böbrek yetmezliğinin ağır­
bir baroreseptör cevabı içerir: azalmış böbrek kanlanması sonucu laşmasına yol açar.
böbrek arteriollerinin tam dolmaması ve jukstaglomerular hücreler­ Arjinin Vazopressin (AVP) ve Endotelin (Konu 3 2 9 ’a da ba­
de azalmış gerilme, renin salımmı veya yapımı veya her ikisini kınız) AVP salgılanması hücreiçi ozmolar konsantrasyonun artışı­
sağlayan bir uyanya neden olur. Renin salınımı için ikinci bir me­ na cevap oluşturur ve VS reşepİörJerinm uyarılmasıyla böbrek dis­
kanizma makula densayı kapsar; azalmış glomerular filtrasyonun tal tübülünde ve toplayıcı kanalda serbest suyun geri emilimini ar­
bir sonucu olarak, distal böbrek tübüllerine ulaşan sodyum klorid tırır, bundan dolayı total vücut suyunda artış olur. Azalmış effektif
yükü azalmışta. Bu durum makula densa tarafından hissedilir, arteriyel hacimle ilişkili bir nonozmotik uyanya ikincil kalp yet­
komşuluğundaki jukstaglomerular hücrelerden renin salgılanması­ mezliği olan birçok hastada dolaşımdaki AVP artmıştır. Böyle has­
nı uyanr. Üçüncü bir mekanizma sempatik sinir sistemi ve dolaş­ talar ödem oluşumu ve hiponatremiye katkıda bulunan, ozmolalite-
de bir azalmayla AVP’nin nor­
mal azalmasmda sorun yaşarlar.
Endotelin fiu endotelyal
hücrelerden salınan güçlü damar
büzücü bir peptiddir; konsant­
rasyonu kalp yetmezliğinde artar
ve Böbrekte damar~büzüimesıne,
Na+ tııturrn^majve^kalpyetmez-
liğinde ödeme katkıda bulunur.
Natriüretik Peptidler Ge­
rilme ve/veya bir sodyum yükü
atrial natriüretik peptidin (ANP)
dolaşıma salınmasına neden
olur, ANP bir polipepüddir, yük­
sek moleküler ağırlıklı bir pre-
kürsörii atrial miyositler içindeki
salgılayıcı grandilerde depolanır.
ANP salmımı (1 ) Glomerular
filtrasyon hızım artırarak, prok-
simal tübülde sodyum geri emi-
limini inhibe ederek ve renin ve
aldosteron salmımmı inhibe ede­
rek sodyum ve su atılımına; ve
(2) A ll, AVP ve sempatik uyarı­
nın damar büzücü etkilerini an­
tagonize ederek damar genişle­
mesine neden olur. Böylece,
ANP’nin sodyum tutulumuna ve
htpervolcmik durumlarda arteri-
yei basıncın yükselmesine karşı
koyma kapasitesi vardır.
ANP ile yakından ilişkili
olan beyin natrlüretik peptidi
(BNP) esasen kalpte ventriküler
miyokardiyumda depolanır ve
ventriküler diyastolik basınç art­
tığında salınmaktadır, Etkileri
ANP 'ninkilerle benzerdir.ANP
ŞEKİL 37-2 Tuz ve su tutulumuna ve ödem oluşumuna yol açan sıralı olaylar. ANP, atrial natriüretik pep-
ve BN P’nin dolaşımdaki seviye­
tit; RPA, böbrek plazma akımı; GFH, glomerular filtrasyon hızı, inhibitor etkiler kırık çizgilerle gösterilmiş­
leri konjestif kalp yetmezliğinde tir. ADH, antidiüretik hormon.
yükselmiştir fakat belli ki ödem
oluşumunu önlemede yetersizdir. Ek olarak, ödematöz durumlarda edilen olayların sırası başlamıştır (Şekil 37-2). Hafif kalp yetmez­
(özellikle kalp yetmezliğinde), natriüretik peptidin etkilerine anor­ liğinde, total kan hacminde küçük bir artış arteriyel hacım eksikli­
mal direnç vardın ğini düzeltebilir ve yeni bir sabit durum kurabilir. Kalpte Starling
ÖDEM İN K LİN İK N E D E N L E R İ B ir Uzuvun Venöz (ve kanununun çalışması ile, kalp odacıktannda kan hacmindeki bir ar­
Lenfatik) Drenajının Obstriiksiyonû Bu durumda obstrüksıyona tış çok güçlü bir kontraksiyonu teşvik eder ve buna bağlı olarak
karşı kapiller yatakta hidrostatik basınç artar bu nedenle sıvının kalp atım hacmi artabilir (Bakiniz Şekil 232-1). Fakat, kalp yet­
anormal bir miktan damar içinden interstisyel mesafeye geçirilir. mezliği çok ağırsa; sıvı tutulumu efektif arteriyel kan hacmindeki
Alternatif yol da (ömeğinjenfatik kanallar) tıkanmış olabilir, uzuv­ noksanlığı düzeltemez. Kan hacmindbki artış venöz dolaşımda bi­
da artmış interstisyel sıvı hacmi gelişir, örneğin, ekstremitede sıvı­ rikir, kapiller ve lenfatik hidrostatik basınçların artışı Ödem oluşu­
nın bir tutulumu vardır, bu da vücudun kalan kısmında kan hacmi munu teşvik eder. Kalp yetmezliğinde, vazomotor merkezin baro-
pahasına lokal ödeme neden olur, öylece efektif arteriyel kan hac­ refieks-aracı inhibisyonunda bir azalma meydana gelir, bu da böb­
mi azalması ve yol açtığı sonuçlar Şekil 3 7 -2 'de gösterilmiştir. rekle ilgili damar büzücü sinirlerin ve RAA sisteminin harekete
Bir uzuvda venöz ve lenfatik drenaj tıkandığı zaman, plazma geçmesine neden olur, sonuçta sodyum ye su tutulumu olur.
hacmi pahasına inerstisyumda sıvı birikir. Bu durum daha sonra Tam olmayan ventriküler boşalma (şistolik kalp yetmezliği)
plazma hacmindeki eksiklik düzeltilene kadar tuz ve su tutulumü- ve/veya yetersiz ventriküler gevşeme (diaştolik kalp yetmezi i-
nu uyanr. Starling kuvvetlerinde birincil değişiklikler dengelenin- ği)’nih her ikisi de ventriküler diaştolik basınçta bir yükselmeye
ceye kadar doku basıncı etkilenmiş uzuvda artar, daha fazla sıvı bi­ yol açar. Eğer kalp fonksiyonlarında bozulma sağ vantrikülü de içi­
rikimi olmayacak zamana kadar. Net etki interstisyel sıvı hacmin­ ne alırsa, sistemik yenlerdeki ve kapillerlerdeki basınç artabilir, bu­
de lokal bir artıştır. Asid ve hidrotoraksta da benzer sıra oluşur, boş­ na bağlı olarak interstisyel mesafeye sıvının transudasyonu artırır
luk mesafelerinde sıvı tutulmuştur veya birikir, daha önce tanım­ ve sodyum ve su birikiminin varlığında periferik ödem olasılığım
landığı gibi, damar içi hacim azalarak ve ikincil olarak tuz ve su tu­ yüksel tir,yukarıda anlatıldığı gibi. Yükselmiş sistemik venöz ba­
tulumuna yol açarak. sınç lenf drenajının azalması sonucuyla, torasik kanallara aktarılır,
Konjestif Kalp Yetmezliği (Bakınız Konu 232) Bu hastalıkta ödem birikimi daha da artar.
kalp odacıklarının azalmış sistolik boşalımı ve/veya ventriküler Eğer kalp fonksiyonlarında bozulma birincil olarak sol ventri-
gevşemenin bozulması kalpte ve venöz dolaşımda efektif arteriyel külü içeriyorsa (tam olmayan ventriküler boşalma ve/veya yetersiz
hacim pahasına bir kan birikimine katkıda bulunur, daha önce sözü gevşeme), buna bağlı akciğerde venöz ve kapiller basınçları yükse-
220 11 Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri T a b lo 3 7 -1 Ö d e m O lu ş u m u ile İ liş k ili İ la ç la r

Nonsteroidal anti-enflamatuar ilaçlar


lir [akciğer ödemine yol açan bazı durumlar (Konu 32)], keza pul- Antihipertansif ajanlar
moner arter basıncı da yükselir; bu da geride sağ ventrikülün boşal­ Direkt arterial/arteriolar damar genişleticiler
masını engellemekle, sağ ventrikülün diastolik basıncında bir artı­ Minoksidil
Hidralazin
şa ve merkezi ve sisfemik venöz basınçta artışa yol açarak, perife-
Klonidin
rik ödem oluşumu ihtimalini artırır. Akciğer ödemi gaz değişimini
Metildopa
bozar ve kalbin fonksiyonunu daha da bozan hipoksiyi artırabilir,
Guanetidin
bazan böyle bir kısır döngüye neden olur. Kalsiyum kanal antagonistleri
Nefrotik Sendrom ve Diğer Hipoalbuminemik D urum lar a-Adrenerjik antagonistler
(Bakınız Konu 274) Bu bozukluklarda birincil değişiklik idrarla Steroid hormonlar
şiddetli protein kaybından kaynaklanan kolloid onkotik basınçta bir Glukokoıtikoidler
azalma olmasıdır. Bu olay interstisyuma doğru net bir sıvı akışına Anabolik steroidler
katkıda bulunur, hipovolemiye neden olur, yukarıda anlatılan, RAA Östrojenler
Progestinler
sisteminin aktivasyonunu içeren olaylar sırasını başlatır. Ciddi hi-
Siklosporin
poalbuminemi ve azalmış kolloid onkotik basınç nedeniyle, alıko­
Büyüme hormonu
nulan tuz ve suyun damarsal kompartman içinde tutulması sağlana­ İmmunoterapiler
maz, total ve efektif kan hacimleri azalır ve bundan dolayı tuz ve İnterlökin 2
su tutulumu uyarısı azalmaz. Ciddi hipoalbuminemiye yol açan di­ OKT3 monoklonal antikor
ğer durumlarda da benzer bir olaylar sırası meydana gelir, bunlar,
KAYNAK: GM Chertow, GE Thibault'dan, Ödemli hastaya yaklaşım, L Goldman'da,
ağır nutrisyonel eksiklik halleri, protein kaybettiren enteropati, do­
E Braiinwald (ve aıkadaşlan): Primer Kalp Hastalıkları. Philadelphia, Saundera, 1998.
ğumsal hipoalbuminemi ve ağır, kronik karaciğer hastalığını içerir.
Buna rağmen, neffotik sendromda, ciddi hipoalbuminemi bulun­
lirir. Diüretiklerin birden kesilmesi daha sonra sodyum tutulumu
masa dahi, böbrekten Na+ atılmanın bozulması ödeme katkıda bu­
kuvvetlerini karşılıksız bırakabilir, su tutulumuna ve ödeme yol
lunur.
açar. Bu durumda azalmış dopâmineıjik etki ve azalmış üriner kaF-
Siroz (Bakınız Konu 4 6 ve 299) Bu durum, geride splanknik
litaein ve kinin atılımı bildirilmiştir ve bunun patogenetik önenii de
kan hacminin genişlemesine neden olan* karaciğerde xenöz dışa
olabilir.
akımın blokajıyla ve artmış karaciğer lenf oluşumu ilejkaraktgrize-
dir. Karaciğer içindeki hipertansiyon, böbrekte Na+ tutulumu için
ve belki sistemik damar genişlemesi ve de .efektif arteriyeLkan hac­
minin azalması için de,güçlü bir uyan olarak etki eder. Bu değişik­
B TEDAVİ İdiopatik periyodik ödemin tedavisi, tuz alımında bir
azaltmayı, hergün birkaç saat sırtüstü pozisyonda istirahatı,
elastik çorap giyinmeyi (bu çoraplar sabah yataktan kalkmadan ön­
likler sık sık,karaciğerde azalmış yapıma ikincil hipoalbuminemi
ce giyilir) ve altta yatan herhangi bir duygusal problemin varlığını
ve efektif kan hacminde azalma hatta daha ileri olarak, RAA siste­
araştırmayı içermektedir. A C E inhibitörleri, progesteron, dopamin
minin, böbrekle ilgili sempatik sinirlerin aktivasyonp ve diğer tuz
reseptör agonisti bromokriptin ve sempatomimetik amin dekstro-
ve su tutulumu mekanizmalan ile karmaşık olabilir. Karaciğer yet­
amfetamin içeren farmakolojik ajanlardan birisinin basit tedbirlere
mezliği ile, metabolizması bozulduğundan. dolaşnprfaET aldnsternn
yanıt alınamayan hastaların tedavisinde faydalı olacağı bildirilmiş­
konsantrasyonu yükselir. B aşlangıçta, interstisyel sıvı fazlası ayn-
tir. Diüretikler başlangıçta faydalı olabilir fakat tedaviye devam
calıkirblarak aşın kanlanmış portal venöz sisteme karşı lokalize
edildiğinde etkinlikleri kaybolabilir, buna uygun olarak, diüretikler
olur ve karaciğer lenfatikleri tıkanır, örneğin, peritoneal boşlukta.
tedbirli olarak kullanılabilir, hiçbir suretle düzelme yoksa. Beklen­
Sonraki; aşamada. özellikle ciddi hipoalbuminemi olduğunda, peri-
meyen şekilde "diüretiklere bağlı” ödemde diüretiklerin kesilmesi
ferik ödem gelişebilir. Sirozda .fazla uretileji prostoglandin ürünle­
diüreze yol açar, yukarıda belirtilmiştir.
ri (PGE-) ve PGIri böbrekten Na+ tutulumunu azaltır. Bu maddele­
rin yapımı nonsteroidal anti-enflamatuar ajanlarla inhibe edildiğin­
de, böbrek fonksiyonlan bozulur ve Na+ tutulumu artar, AYIRICI TANI
İlaca Bağlı Ödem Oldukça çok sayıda ilaç ödeme neden ola­
bilir (Tablo 37-1), Mekanizmaları böbrekte damar büzülmesi Yaygın ödemin üç major nedeni arasındaki farklar Tablo 3 7 -2 ’de
(nonsteroidal anti-enflamatuar ajanlar ve siklosporin), arteriolar gösterilmiştir.
genişleme (damar genişleticiler), böbrekte sodyum geriemiliminin Lokal (sınırlı) ödem genellikle kolaylıkla yaygın ödemden
artırılması (steroid hormonlar) ve kapiller harabiyeti (interlökin 2 ) ayırtedilebilir. Yaygın ödemli hastaların büyük kısmı ilerlemiş
kapsamaktadır. kalp, böbrek, karaciğer veya beslenme bozukluklarından zarar gö­
İdiopatik Ödem Bu sendrom, hehıen hemen tamamen kadın­ rür. Sonuç olarak, yaygın ödemin ayırıcı tanısı bu durumların her-
larda ortaya çıkar, ödemin periyodik; ataklan ile karakterizedir birinin tanımlanması veya ekarte edilmesi doğrultusundaki yakla­
(menstrüel siklusla ilişkisizdir), sıklıkla karın şişkinliği eşlik eder. şımla olabilir.
Vücut ağırlığında diumal değişmeler ortostatik sodyum ve su tutu­ L O K A L Ö D E M (Batanız Konu 248) Enflamasyon veya aşın
lumu ile ortaya çıkar, bu nedenle hastalar birkaç saatlik dik pozis­ duyarlılıktan kaynaklanan ödem genellikle kolayca ayırtedilir. L o­
yonda durduktan sonra tartıldığında birkaç kilo ağırlaşmış olabilir. kal ödem, venöz veya lenfatik tıkanmadan kaynaklanır ki bunlar da
Böyle geniş diumal değişiklikler kapiller geçirgenlikte sıcak hava tromboflebit, kronik lenfanjit, bölgesel lenf nodlannın çıkanlması,
etkisiyle şiddetlenen bir artış olduğunu ve dalgalanmalara yol açtı­ filariazis, vs. sonucu olabilir. Lenfödem özellikle inatçıdır çünkü
ğını destekler. Bu durumda AVP (aıjinin vazopressin) salınımının lenfatik akımın sının interstisyel sıvıda artmış protein konsantras­
bozulmuş hastalanması ve RAA sisteminin ikincil aktivasyonuyla yonunda sonlanır, bu sıvı tutulumunu şiddetlendiren bir husustur.
plazma hacminde azalma meydana geldiğine dair bazı bulgular K A L P Y E T M E Z L İĞ İN D E Ö D EM (Bakınız Konu 232) Kalp
vardır. İdiopatik ödem aşın östrojen uyanlmasına ikincil olabilen hastalığının varlığı, kalbin büyümesiyle ve galo ritmi ile kendini
sodyum ve su tutulumuna bağlı siklik veya premenstrüel ödemden belli eder ve kalp yetmezliğinin bulgulan ile beraberdir, nefes dar­
ayırtedilmelidir. Bazı durumlarda da ödem "diüretiklere bağlı” ola­ lığı, göğüs kaidesinde railer, venöz dolgunluk, ve karaciğer büyü­
rak görülür. Bu hastalarda kronik diüretik tedavisinin, kronik hiper- mesi gibi, genellikle klinik muayenede kalp yetmezliğinden kay­
reninemi ve jukstaglomerular hiperplaziye bağlı olarak, hafif kan naklanan ödemin bir kanıtı bulunur. Girişimsel olmayan testler,
hacmi kaybına yol açtığı varsayılır. Diüretiklerin direk etkilerine ekokardiyografi ve radyonüklid anjiografi gibi, kalp yetmezliği ta­
karşı aşın kompensasyon oluşarak tuz tutulumu mekanizmalan be- nısını teşhisde yardımcı olabilir.
T:ıl>lo .»7-2 Vn -:<fi * 'ıfı mm I.fim-I neıicolcri: Öykü, Fizik Muayene ve Laboratuar Bulguları

<tı gün
SUirml Öykü Fizik Muayene L aboratuar

Kalp Egzersizle beliren dispne-sıklıkla Yükselmiş juguler venöz basınç, ventriküler Yükselmiş üre azotu/Kreatinin oranı yaygındır
ortopne ile ilişkili-veya parok- (S 3) galo; ciddi olduğunda arasına kalp yükselmiş ürik asit; serum sodyumu sıklıkla
sismal nokturnal dispne tepe atımının yer değiştirmesi veya diski- azalmıştır; karaciğer konjesyonuyla arasıra
nezisi ile periferik siyanog ekstremiteler- karaciğer enzimleri yükselir
de soğukluk, küçük nabız basıncı
Karaciğer Sıkltkla alkol öyküsü olan, belirgin Sıklıkla asitle ilişkilidir; jugular venöz basınç Eğer ciddiyse, serum albumin, kolesterol, di­
asitli hastalar dışında dispne na­ normal veya düşüktür; kan basıncı böbrek ğer karaciğer proteinlerinde (transferin, fîb-
dirdir veya kalp hastalığındakinden düşüktür; kro­ rinojen) azalma; karaciğer enzimlerinde yük­
nik karaciğer hastalığının bir veya daha selme, karaciğer hasannın nedenine ve acl-
fazla belirtileri (sarılık, palmar eritem, Du- liyetine bağlı olarak; hipokalemi, solunumsa!
puytren kontraktür, örümcek hemanjiom, er­ alkaloza eğilim; folat eksikliğinden makrosi-
kek jinekomasti; anteriks ve ensefalopatinin toz
diğer bulgulan) olabilir
Böbrek Genellikle kroniktir: iştahın azalması, tat Kan basıncı yüksek olabilir; seçilmiş vakalar­ Albuminüri, hipoalbuminemi; bazen serum
duyusunda değişiklikler (metalik veya ba­ da hipertansif veya diabetik retinopati; azot kreatinin ve üre azotu yüksekliği; hiperkale-
ldest), uyku düzeninin değişmesi, konsant­ kokusu; periorbital ödem önde gelen bulgu mi, metabolik asidoz, hiperfosfatemi, hipo-
rasyon güçlüğü, huzursuz bacak veya olabilir; üremili ilerlemiş vakalarda perikar- kalsemi, anemi (genellikle normositer)
myoklonus gibi üremik belirti ve bulgular­ diyal çıtırtı sesi olabilir
la ilişlçlîi olabilir, fakat genellikle kalp yet-
mezliğindekinden daha az tabloya hakimdir

NOT: S 3 , UçUncti kalp sesi.


KAYNAK: GM Chertow, GE Thibault’tan. Approach to the patient with edema, L Goldman, E Braunwald (eds): PrimaryCardiology. Philadelphia, Saunders, 1998.

N E FR O T IK SENDROM DA Ö D EM (Bakınız Konu 274) Be­ Bu "yeniden beslenme ödemi” olarak adlandırılan durum artmış in-
lirlenmiş proteinüri (>3.5 d/gün), hipoalbuminemi (<35 g/L), ve sülin salınımına bağlı da olabilir ki bu da direk olarak tübüler sod­
bazı vakalarda hiperkolesterolemi vardır. Bu sendrom7gIomerulo- yum geri emilimini artırır. Hipoalbuminemiye ek olarak, hipokale­
nefritler, diabetik glomeruloskleroz ve aşırı duyarlılık reaksiyonla­ mi ve kalorik eksiklikler açlık ödemine dahil olabilir.
rını içeren böbrek hastalıklarının bir tipinin seyri boyunca meyda­ ÖDEM İN D İĞ E R N E D E N L E R İ Bu hipotiroidizmi içerir, bu
na gelebilir. Böbrek hastalığının evveliyatının öyküsü olabilir veya durumda ödem (miksödem) tipik olarak pretibial bölgede olabilir
olmayabilir. ve periorbital şişlikle de ilişkili olabilir. Ekzojen hiperadrenokor-
A K IIT HL.OM KM -lLQN F.FR İT İ RR DF. Vp. B Ö B R E K tizm, gebelik ve östrojenlerin ve damar genişleticilerin, özellikle
Y E T M EZ L İĞ İN İN - D İĞ ER . F O R M L A RINDA Ö DEM Glome- kalsiyum antagonist! nifedipin kullanımlarının hepsi de ödeme ne­
rulonefritlerin erken fazı boyunca ödem oluşması karakteristik ola­ den olabilir.
rak hşmalüri, proteinüri ve hipertansiyon ile ilişkilidir. Bazı kanıt­ ÖDEM İN D A Ğ ILIM I Ödemin dağılımı nedeni için önemli
lar kapiller geçirgenliğin artışından kaynaklanan sıvı tutulumu gö­ bir klavuzdur. Bu şekilde, bir bacakta veya bir ya da her iki kolda
rüşünü desteklemekle beraber, bu hastalık vakalarının çoğunluğun­ sınırlı ödem genellikle venöz ve/veya lenfatik tıkanıklık sonucudur.
da ödem birincil olarak böbrek yetmezliği sebebiyle böbreklerle Hipoproteinemiden kaynaklanan ödem karakteristik olarak yaygın­
sodyum ve suyun tutulumu sonucudur. Bu durum normal bir kalp dır, fakat özellikle yüz ve göz kapaklarının çok yumuşak dokuların­
atım hacmi (veya bazan artmış da olur) ve normal bir karışmış ar- da belirir ve en fazla sabahlan belirgin olmasına yol açar,nedeninin
teriel venöz oksijen farkı ile karakterize olduğundan kalp yetmez­ de gece boyunca sırtüstü pozisyonda yatmak olduğu varsayılır.
liğinden ayrılır. Böbrek yetmezliğinden kaynaklanan ödemli hasta­ Yüzdeki ödemin daha az sıklıkta rastlanan nedenleri trişinozis, al-
larda ekseriyetle kalp büyümesi belirginleşmeden önce göğüs rönt­ lerjik reaksiyonlar ve miksödemdir. Diğer taraftan, kalp yetmezli­
gen grafılerinde akciğer konjesyonunun .bulguları vardır, fakat bun­ ğiyle ilişkili ödem, daha çok bacaklarda ve akşamlan belirginleşme
lar genellikle ortopne geliştirmez. Kronik böbrek fonksiyon bozuk­ eğilimindedir, bir özelliği de büyük ölçüde pozisyonla tespit edil­
luğu olan hastalarda birincil olarak böbrekten sodyum ve suyun tu- mesidir. Kalp yetmezliği olan hastalar yatağa bağlı kaldığında,
tulumuna bağlı ödem de gelişebilir. ödem en belirgin olarak presakral bölgede olabilir. Zaman zaman
SİROZDA Ö DEM (Bakınız Konu 299) Karaciğer hastalığın­ merkezi sinir sistemindeki lezyonlar vücudun bir tarafının liflerini
da asit ve biyokimyasal ve klinik belirtiler (kollateral venöz kanal­ etkileyerek tek taraflı ödeme neden olur; felç etkilenmiş tarafta len­
lar, sanlık, ve örümcek hemanjiyom) karaciğer kökenli ödemi ka­ fatik ve venöz drenajı da azaltır.
rakterize eder. Asit sıklıkla tedaviye dirençlidir çünkü karaciğer TANIDA D İĞ E R F A K T Ö R L E R Derinin rengi, kalınlığı ve
lenfatik drenajının tıkanması, portal hipertansiyon ve hipoalbumi- duyarlılığı önemlidir. Bölgesel hassasiyet ve sıcaklık artışı enfla-
neminin bir kombinasyonu sonucu olarak toplanır. Bu hastalarda masyonu akla getirir. Bölgesel siyanoz bir venöz tıkanmayı göste­
hipoalbumineminin bir sonucu olarak vücudun öteki kısımlannda rebilir. Uzamış ödemin tekrarlayan ataklan olan bireylerde, içerdi­
da ödem oluşabilir. Daha ileride,'asilik stvının fazlaca birikimi ka­ ği alanlar üzerindeki deri kalınlaşmış, sertleşmiş ve sıklıkla kırmı­
rın içi basıncı artırabilir ve alt ekstremitelerden venöz dönüşe engel zı olabilir.
olabilir; böylece, bu bölgede ödem birikiminin daha da artmasına Ödemin değerlendirilmesinde venöz basıncm ölçümü veya tah­
sebep olur. mini önemlidir.Vücudun ayrılmış bir kısmında yükselme, genellik­
N U TR İSYÖ N EL K A Y N A K LI Ö D EM Proteinden aşırı kısıt­ le o bölgede sınırlı venöz tıkanmayı yansıtır. Sistemik venöz basın­
lı bir diet uzun süre devam ederse hipoproteinemi ve ödeme yol cın yaygın olarak yükselmesi genellikle kalp yetmezliği mevcudi­
açabilir. İkincisi beriberiye bağlt kalp hastalığıyla şiddetlenebilir, yetini gösterir. Normal olarak, venöz basınçta belirgin yaygın bir
bu da nutrisyonel kaynaklıdır, bu hastalıkta çok sayıda periferik ar- artış servikal venler seviyesindeki kollapsla tanımlanır (Konu 225).
teriovenöz fıstüller efektif sistemik kanlanmada ve efektif arteriyel Superior vena kava tıkanıklığı olan hastalarda, ödem tüz, boyun ve
kan hacminde azalmaya neden olur, böylelikle ödem oluşumunu üst ekstremitelerde sınırlıdır, burada venöz basınç yükseldiğinde alt
artırır (Konu 75). Bu çok acıkmış olgularda yeterli bir diet ilk sağ­ ekstremitelerle karşılaştırılır. Alt ekstremitelerde ağır ödemi ve asi­
landığında ödem gerçekten şiddetlenmiş olabilir. Fazla gıda alımı li olan hastalarda üst ekstremitelerin venöz ölçümü de faydalıdır;
alınan tuz miktarını artırabilir, buna bağlı tuzla birlikte su tutulur. ödem kalple ilgili bir unsurdan kaynaklandığında (örneğin, konst-
222
Hipovolemik Sepük
rüktif perikardit veya triküspit darlığı) üst ekstremitelerde venöz Travmatik Hiperdinamik
basınç yükselmiştir, fakat siroza ikincil ödemde normaldir. Ciddi Kardiyojenik Hipodinamik
kalp yetmezliği asite yol açabilir ki bu juguler venöz basınçla kara­ fntrinsik Nörojenik
Kompresif Hipoadrenal
ciğer sirozundan oluşan asitten ayırtedilebilir, genellikle kalp yet­
mezliğinde yükselir ve sirozda normaldir. daha da bozulur ve kısır bir döngü meydana gelir. Hücresel perfüz-
Serum albumin konsantrasyonunun tayini, hiç olmazsa kısmen, yonun bozulması mültipl organ yetersizliğine neden olur ve eğer
ödemi damar içi kolloid bnkotik basınç azalmasına bağlı hastaların süreç durdurulmazsa hastanın ölümüne yol açar. Şokun klinik bul­
diğerlerinden ayrılması için önemli oranda yardım eder. Proteinüri guları şiddetli hücresel fonksiyon bozukluğu aracılığıyla indükle-
mevcudiyeti de faydalı ipuçları verir. Proteinüri olmaması ııefrotik
nen organ fonksiyonunda bozulma ve hipoperfüzyona sempatik
sendromu ekarte eder fakat böbrek yetmezliğinin proteinürik olma­
nöroendokrinolojik cevabın bir sonucudur.
yan sebeplerini ayıramaz. Kalp yetmezliği olan hastalarda hafif-or-
Çok şiddetli ve /veya kalıcı, yetersiz oksijen dağılımı geri dö­
ta proteinüri kuraldır.
nüşümü olmayan hücre hasarına yol açar ve sadece oksijen dağılı­
mının hızla düzeltilmesi şokun ilerlemesini önleyebilir. Bu nedenle
---------------------- :— — — -------------------------- Hastaya Yaklaşım ------------------------------------- -------------------------------------- tedaviye temel yaklaşım şoku ve şok tehlikesini zamanında tanımak
ve perfüzyonu düzeltmek için acilen girişimde bulunmaktır. Kardi­
İlk önemli soru ödemin lokal mı yoksa yaygın mı olduğudur. Eğer yojenik şok olguları dışında bu, kan volümünün genişletilmesini
lokal ise, konsantre birikimden anlatılmış olan fenomenler sorumlu gerektirir. Devam eden kanama, kalp fonksiyon bozukluğu veya en­
olabilir. Hidrotoraks ve asit lokal ödemin formlarıdır. Herikisi de feksiyon gibi tehdit edici patolojik süreçlerin kontrolü aynı anda
bölgesel venöz veya lenfatik tıkanmanın bir neticesi olabilir, enfla- yapılmalıdır.
matuar veya neoplastik hastalıklarda olduğu gibi. Klinikte şok genellikle hipotansiyonla birliktedir. Daha önce­
Eğer ödem yaygınsa, ilk tayin edilmesi gereken, ciddi hipoalbu- den normotansif olan bireylerde ortalama arteriyel basınç 60
minemi olup olmadığıdır, örneğin serum albumin <25 g/L ise, öy­ mmHg’nın altındadır. Şoka neden olan birbirine benzer değilmiş
kü, fizik muayene, idrar analizi ve diğer laboratuar verileri temeli­
görünümü veren süreçleri sentezleyebilmek için birçok sınıflandır­
ni teşkil eden bozukluğun siroz, ciddi malnütrisyon, protein kaybet­
ma sistemi geliştirilmiştir. Sınıflandırma sistemine sıkı bağlılık,,
tiren gastroenteropati, veya nefrotik sendrom olması şüphesini de­
herhangi bir hastada iki ya da daha fazla şok nedeninin sık birlikte­
ğerlendirmeye yardım edecektir. Eğer hipoalbuminemi yoksa yay­
liği nedeniyle klinik değerlendirmede zorluk çıkarabilir. Ancak
gın ödemi teşvik edecek ciddi konjestif kalp yetmezliği bulguları­
Tablo 3 8 -1 ’deki sınıflandırma altta yatan süreçleri tartışmak ve da­
nın olup olmadığı araştırılmalıdır. Son olarak, hastanın yeterli idrar
ha ileri değerlendirme açısından iyi bir referans noktası sağlar. Sı­
çıkışının veya belirgin oligüri hatta anürisinin olup olmadığı araştı­
nıflandırmadaki şok nedenleri ilerde ayrıntılarıyla tartışılacaktır.
rılm alıd ır.>B u a n o r m a l l ik le r K o n u 4 7 , 2 6 9 ve 2 7 0 ’d e ta r tış ılm ış ­
tır.

PATOGENEZ VE ORGAN CEVABI.


iîİBLİOGRAFYA

ANAND IS et al; Studies of body water and sodium, renal function, hemodyna­ M IK R O SİR K Ü LA SYO N Normalde kalp debisi düştüğünde siste-
mic indexes, and plasma hormones in untreated congestive heart failure. mik damar direnci, kalp ve beyin perfüzyonunun yeterli düzeyde
Circulation 80:299. 1989
devam etmesi için gereken sistemik basıncı sürdürmek amacıyla
BRATER DC: Diuretic therapy, N Engl J Med 339:387, 1998
DISKIN CJ et al: Edema, oncotic-pressure, and free entropy: Novel considerati­ özellikle kas, deri ve gastroentestinal sistem gibi diğer dokuların
ons for treatment of edema through attention to thermodynamics. Nephron zararı pahasına yükselir. Sistemik damar direnci esas olarak arteri-
78:131, 1998 ollerin lümen çapı tarafından belirlenir. Kalp ve beynin metabolik
GOLDEN MHN: Protein deficiency, energy deficiency, and the oedema of mal­
nutrition. Lancet 1:1261, 1982
hızları yüksek, enerji substrat depoları ise düşüktür. Bu organlar
LEIER C; BOUDOULAS H: Rertal disorders and heart disease, in Heart Dise­ kritik olarak oksijen ve substratların devamlı sağlanmasına bağlıdır
ase, 6th ed, E Braunwald, D Zipes, P Libby (eds). Philadelphia, Saunders,. ve şiddetli iskemiyi sadece kısa bir süre tolere edebilirler. Otoregü-
2001 '
lasyon - kan akımının geniş bir perfüzyon basınç aralığında devam
MILLER JA et al: Control of extracellular fluid volume and the pathophysiology
of edema formation, in The Kidney, 6th ed. BM Brenner (ed). Philadelphia, ettirilmesi - önemli hipotansiyona rağmen serebral ve koroner per­
Saunders, 2000, pp 793-865 füzyonun sağlanmasında oldukça önemlidir. Buna rağmen ortalama
SCHRIER RW,‘ FASSETT RG: A critique of the overfill hypothesis of sodium kan basıncı 6 0 mmHg’nın altına düştüğünde bu organların kan akı­
and water retention in the nephrotic syndrome. Kidney Int 53:1111. 1998
mı azalır ve fonksiyonları bozulur.
STREETEN. DH: Idiopathic edema. Pathogenesis, clinical features, and treat­
ment. Endocrinol Metab Clin North Am 24:531, 1995 Arterioler damar düz kasında hem a-hem de /3-adrenerjik re­
septörler bulunur (Konu 72). al reseptörler vazokonstriksiyona ne­
den olurken reseptörler vazodilatasyona yok açar. Efferent sem­
patik lifler norepinefrini salgılar. Norepinefrin, perfüzyon basıncı
jS R o n a ld V. M a ie r azaldığında en temel kompanzatuvar cevaplardandan birini oluştü-
ran al reseptörlere primer olarak etki eder. Şokun birçok formunda
<G K artan diğer konstriktör maddeler anjiyotensin II, vazopresin, endo-
. Fatm a Y iğ it,Y ah y a Sağitker telin-1 ve tromboksan A 2 ’dir. Hem norepinefrin hem de epinefrin
adrenal medulladan salgılanır ve şokta bu maddelerin kan düzeyle­
Ş o k , yetersiz doku perfüzyonuna neden olan klinik bir sendromdur. ri artar. Şokta kanda dolaşan vazodilatatörler prostasiklih (PGI2 ),
Nedenine bakılmaksızın oksijen ve substrat dağılımı ve gereksini­ nitrik oksit (NO) ve dokunun metabolik ihtiyaçlarına göre kan akı­
mi arasındaki hipoperfüzyonun indüklediği dengesizlik hücresel mını düzenleyen adenozin gibi lokal metabolizma ürünleridir. Mik-
fonksiyon bozukluğuna neden olur. Oksijen ve substratların yeter­ rosirkülasyona etki eden bu çeşitli vazokonstriktör ve vazodilata­
siz dağılımının neden olduğu hücresel hasar da mikrovasküler alan­ törler arasındaki denge lokal perfüzyonu belirler.
da fonksiyonel ve yapısal değişiklikler aracılığıyla perfüzyonun da­ Hücrelere transport; mikrosirkülatuar akıma, kapiller geçirgen­
ha da bozulmasına neden olan enflamatuar mediatörlerin üretim ve liğe, interstisyum aracılığıyla oksijen, kardon dioksit, substrat ve
salınımını indükler. Bozulmuş perfüzyon kan akımının dağılımını metablizma ürünlerinin diffüzyonuna ve bu ürünlerin hücre memb-
bozan hücresel hasardan sorumludur ve böylece hücre perfüzyonu ranı boyunca değiş tokuşuna bağlıdır. Şokun tüm formlarının geç
dönemlerindeki patolojik cevapların merkezinde olan mikrosirkü- 38 Şuk 223
l.ısyotııın bozulması en sonunda organ yetersizliğiyle sonuçlanan
hücresel metabolizma bozukluğuna neden olur. kontraktilite (Konu 231). Doku perfüzyonunun en önemli belirleyi­
Hafif veya orta derecede hipovolemiye normal cevap hidrosta- cisi olan kalp debisi atım hacmi ile kalp hızının çarpımına eşittir.
lik basınç ve ozmolaritedeki değişiklikler aracılığıyla intravasküler Hipovolemi; ventrikül önyükün azalmasına ve dolayısıyla atım
volümün yerine konulmasına çalışılmasıdır. Arteriollerin konstrik- hacminin düşmesine neden olur. Kalp debisini korumak için kalp
sıyoııu hem kapiller hidrostatik basınçta hem de perfüze olan kapil- hızının artması yararlı; fakat sınırlı bir kompanzatuar mekanizma­
ler yatak sayısında azalmaya neden olur, böylelikle filtrasyonun dır. Şokta miyokardiyal kompliyans sıklıkla azalır, bu da ventrikü­
oluştuğu kapiller yüzey alanı sınırlanmış olur. İntravasküler onko- ler diyastol sonu hacmin azalmasına ve herhangi bir ventriküler do­
lik basınç sabit veya yüksek kalırken filtrasyon azalması durumun­ luş basıncında atım hacminin düşmesine neden olur. Bu nedenle
da kapiller-interstisyel alanda Starling kanununa göre vasküler ya­ intravasküler hacmin yerine konması, atım hacmini sadece doluş
lağa doğru net sıvı absorpsiyonu olur (Konu 32). Metabolik deği­ basıncını artırarak normale döndürür. Ayrıca sepsis, iskemi, miyo-
şiklikler (hiperglisemi ve glikoliz, lipoliz ve proteoliz ürünlerinde*? kardiyal enfarktüs, şiddetli doku travması, hipotermi, genel aneste­
ki yükselmeleri içeren) ekstrasellüler ozmolariteyi artırır. Ekstra- zi, uzamış hipotansiyon ve asidoz gibi bütün nedenler miyokardiyal
••cllüler ozmolaritenin artması hücreler ve interstisyum arasında oz- kontraktiliteyi bozabilir ve herhangi bir Ventrikül diyastol sonu ha­
ıtıotik bir gradiyentin oluşmasına bu da intrasellüler volümün art­ cim değerinde aüm hacmini de azaltır. Ventrikül ejeksiyonuna di­
masıyla interstisyel ve intravasküler volümde artışa neden olur. renç sistemik damar direncinden önemli ölçüde etkilenir. Sistemik
HÜCRESEL CEVAPLAR Besin kaynaklarının interstisyel damar direnci de şokiın birçok tipinde artar. Bununla birlikte septik
iıaıısportu bozulmuştur, bu durum intrasellüler yüksek enerjili fos­ şokun erken hiperdinamik döneminde direnç baskılanır (ilerde an-,
lat depolarının azalmasına neden olur. Mitokondriya! fonksiyon latılacak) ve bu sayede kalp debisi başlangıçta korunmuş olur.
bozukluğu ve eşleşmemiş oksidatif fosforilasyon ATP miktarını Bütün dolaşan kan hacminin üçte ikisi çoğu küçük venİerde ol­
azaltan en önemli nedenlerdir. Sonuçta hidrojen iyonları, laktat ve mak üzere venöz sistem;içerisindedir ye venöz sistem kanın otoin-
aııaerobik metabolizmanın diğer ürünlerini içeren anaerobik meta- füzyonu için dinamik bir depo görevi görür, a-adrenerjjk aktivite­
bolitler birikir. Şok ilerledikçe bu vazodilatatör metabolitler vazo- nin bir sonucu olarak aktif venokonstriksiyon şok sırasında venöz
ıııotor tonusa hakim olurlar ve hipotansiyon ve hipoperfüzyonun dönüşü ve böylelikle ventriküler doluşu korumak için önemli bir
ılaha da belirginleşmesine yol açarlar, Hücre membranmın fonksi­ kompanzatuar mekanizma olarak ortaya çıkar. Diğer taraftan nöro-
yon bozukluğunun değişik şok formlarında genel son dönem pato- jenik şokta gelişen venöz dilatasyon ventriküler doluşu ve böylelik­
lizyolojik yol olduğu düşünülmektedir. Normal hücresel trans- le atım hacmini ve kalp debisini azaltır (aşağıya bakınız).,
ıncmbran potansiyelleri azalır ve intrasellüler sodyum ve su mikta- PULMONER CEVAP Şoka pulmoner damar yatağının ceva­
n artar. Sonunda mikrovasküler perfüzyonu daha fazla bozan hüc­ bı sistemik damar yatağının cevabıyla benzerdir ve özellikle septik
re şişmesi meydana gelir. şokta pulmoner damar direncindeki kismi artış sistemik damar di­
NÖROENDOKRİN CEVAP Hipovolemi, hipotansiyon ve hi- rencindeki artışı geçebilir. Şokun itıdüklediği takipne, tidal hacmi
poksi baroreseptörler ve kemoreseptörler tarafından algılanır. azaltır ve hem ölü boşluğu hem de dakika ventilasyonunu artırır.
Amaç kan volümünü yeniden düzenlemek, santral perfüzyonu de­ Kısmi hipoksi ve ardından gelen takipne solunum sal aİkaloza ne­
vam ettirrnek ve metobolik substratlan harekete geçirmek için of­ den olur. Yatağa bağımlılık ve ağrı nedeniyle ventilasyonun istem
laya çıkan otonomik cevaba daha fazla katkıda bulunmaktır, Hipo­ dışı kısıtlanması fonksiyonel rezidüel kapasiteyi azaltır ve atelekta-
tansiyon vazomotor merkezi etkileyerek adrenerjik çıktıyı artırır ve ziye neden olabilir. Şok, akut akciğer hasarının ve ardından gelem
v.igal aktiviyeyl azaltır. Norepinefrin salınımı santral organ perfüz- akut respiratuar distres sendromunun en önemli nedeni olarak bili­
nir (ARDS; Konu 265). Bu hastalıklar, yaygın pulmoner kapiller
>mitimin devamına çok önemli bir katkı sağlayan periferik ve
endotelyum ve alveoler epitelyal hasara, hipoksemiye ve bilateral
.plaııkııik vazokonstriksiyonu Öldüklerken vagal aktivitenin azal­
yaygın pulmoner infiltrasyona sekonder gelişen kardiyojenik olma­
ınası kalp hızı ve kalp debisini artırır. Şokta adrenal medulla tara­
yan pulmoner ödemle karakterizedir. Hipokseminin nedeni az ven-
fından salgılananepiııeifiniıt etkileri glıkojenoliz ve glikoneogcne-
tile olan veya ventile olmayan alveollerin perfüzyonundan kaynak­
zin artması ve pankreatik insulin salınanının azalması şeklinde da­
lanır, Artmış interstisyel ve alveoler ödemle birlikte sürfaktan ve
im çok metaboliktir.
akciğer hacim kaybı akciğer kompliyansmı azaltır. Nefes alma işi
Şiddetli ağrı ve diğer şiddetli stresler hipotalamustan adreno-
ve solunum kaslarının oksijen gereksinimi artar,
koıtikotropik hormonun (ACTH) salgılanmasına neden olur.
RENAL CEVAP Şok ve hipoperfüzyonun ciddi bir komplikas­
ACTH, kortizol, sekresyonunu uyarır. Kortizol de glikoz ve amino
yonu olan akut böbrek yetersizliği (Konu 269), erken agresif yolum
asitlerin periferik alimim azaltır ve lipolizi ve glikoneogenezi artı­
repiasmani nedeniyle artık daha nadiren oluşmaktadır. Günümüzde
rır. Stres sırasında glukagomın pankreastan sekresyonunun artması
akut tübüler nekroz; şok, sepsis, nefrotoksik ajanların uygulanması
hepatik glikoneogenezi hızlandırır ve kan glikoz düzeyini daha da
(aminoglikozid ve anjiyografîk kontrast madde gibi) ve özellikle is­
artırır. Bu hormonal etkiler kan hacminin korunmasında sinerjistik
kelet kas travmasında ciddi sonuçlar doğurabilen rabdomiyolizin et­
olarak etki ederler. Strese kortizol cevabının ne kadar önemli oldu-, kileşmelerinin bir sonucu olarak daha fazla görülmektedir. Hipoper-
ğu hipoadrenal hastalarda oluşan derin dolaşım kollapsı düşünüldü­ füzyona böbreğin fizyolojik cevabı su ve tuz tutmaktır. Böbrek kan
ğünde anlaşılabilir (aşağıda açıklanacak). akımının azalmasının yanında afferent arterioler direncin artması da
Renin salınımı, adrenerjik uyarıya ve böbrekteki jukstaglome- artmış ADH ve aldosteron ile birlikte glomerüler filtrasyon hızının
rüler aparatusun perfüzyonunun azalmasına cevap olarak artar. Re­ azalmasından sorumludur. Tüm bu nedenler idrar miktarının azal­
nin, oldukça etkili bir vazokonstriktör olan anjiyotensin ll’ye son­ masına neden olur. Toksik hasar, tübüler epitel nekrozuna ve hücre
radan dönüşecek olan anjiyotensin I’in oluşumunu, adrenal korteks debrislerinin geri infütrasyonu yoluyla tübüler obstriksiyona yol
tarafından aldosteron ve.hipofiz arka lobu tarafından vazopresin açar. Renal hipoperfüzyonun uzaması ATP depolarının tükenmesine
salınımının uyarılmasını indükler. Aldosteron, sodyumun renal tü- neden olur ve bu da böbrek fonksiyonunu daha da bozar,
büler geri emilimini artırarak intravasküler hacmin korunmasına M ETABOLİK BOZUKLUKLAR Şokta karbonhidrat, yağ ve
katkıda bulunur. Böylelikle idrar düşük hacimli, konsantre ve sod­ protein metabolizmasında bozukluk meydana gelir. Sitrik asit sik-
yumdan fakir hale gelir. Vazopresin, damar düz kasma doğrudan et­ lusunda laktaüa (oksijen yokluğunda periferde pirüvattan çevrilen)
ki ederek vazokonstriksiyona neden olur ve distal renal tübüllerde- birleşen alanin glikozun hepatik üretimini artırır. Oksijenin azalma­
ki su geri emilimini artırır. sı, glikozun pirüvata yıkılımı ve sonunda laktat oluşumu substrat
KARDI YO VASKÜLER CEVAP Kalbin atım hacmini kontrol siklusunun yetersizliğini ve net eneıji üretiminin azaldığını göste­
eden üç önemli değişken vardır: Ventriküler doluş (preload, önyük), rir. Plazma laktat / pirüvat oranı, anaerobik metabolizmada artar ve
ventrikül ejeksiyonuna direnç (afterload, ardyük) ve miyokardiyal yetersiz doku perfüzyonunu yansıtır. Egzojen trigliserid klirensinin
!’.sbio 38-2 Şokun Sınıflandırması ________________ _ manlardır. Mikrosirkülasyondaki aktive nötrofil­
Parametre Hesaplam a Norm al Değerler lerin damar duvarına yapışması, şokta potansiyel
olarak toksik oksijen radikalleri ve proteazlann
Kalp debisi (CO) SV X HR 4-8 L/dk
salmımına bağlı sekonder hasara neden olan ge­
Kardiyak indeks (CI) C O /B SA 2,6-4,2 (L/dk)/m _
Atım hacmi (SV) C O /H R 50-100 mL/atım nel patolojik bir bulgudur. Adhezyon molekülle­
Sistemik damar direnci (SVR ) [(M AP - RA P)/CO ] X 80 700-1600 dynes •s/cm5 ri endotel ve sitokinlerin uyardığı nötrofillerin
Pulmoner damar direnci (PVR) [(PAPm - PCW P)/CO ] X 80 20-130 dynes •s/cm5 yüzeyinde açığa çıkarılır. Dokuya bağlı makro­
Sol ventrikül atım işi (LVSW ) SV(M A P - PCW P) X 0,0136 60-80 g-m/atım fajlar enflamatuar cevabın neredeyse bütün
Sağ ventrikül atım işi (RVSW ) S V (P A P n ,)-R A P ) 10 -15 g-m/atım
önemli komponentlerini üretir ve cevabın ilerle­
NOT: HR, kalp hızı; BSA, vücut yüzey alanı; MAP, ortalama arteriyel basınç; RAP, sağ atriyum basıncı;
mesini ve süresini düzenler.
PAPm, pulmoner arter basıncı-ortalama; PCWP, pulmoner kapiller tıkalı basınç.
— H a s ta y a Y a k la ş ım -----------— ----- -
azalması ve hepatik lipogenezin artması sonucunda trigliserid dü­
zeyinde önemli yükselmeler meydana gelir. Protein katabolizması- Bütün şok tiplerinde altta yatan sorun yetersiz doku perfüzyonu ve
mn artması negatif nitrojen dengesine neden olur ve eğer süreç oksijen ve substrat dağılımı ve gereksinimi arasındaki dengesizlik­
uzarsa ciddi kas zayıflığı oluşur. tir. Hipoperfüzyon başlangıcının olası olan en erken zamanda far­
ENFLAMATUAR CEVAP Proenflamatuar mediatör sistemim kına varmak altta yatan etyolojiyi agresif bir şekilde düzeltmek için
nin yoğun aktivasyonu şokun ilerlemesinde önemli bir rol oynar ve oldukça önemlidir.
organ haşan ve yetersizliğinin gelişmesinde önemli ölçüde etkili- Takip Şoktaki bir hasta yoğun bakım ünitesinde takip edilme­
dir. lidir. Fizyolojik durum değerlendirmesi dikkatli ve sürekli bir şe­
Şok ve doku haşan sırasında birçok humoral mediatörler akti- kilde yapılmalıdır. İntraarteriyel basınç, nabız ve solunum hızı sü­
ve olur. Hem klasik hem de alternatif yollarla aktive olan komple- rekli takip edilmeli, idrar miktarını izlemek için bir Foley kateter
man kaskadı, C3a ve C5a gibi anafılatoksinler oluşturur. Hasarlan- yerleştirilmeli ve bilinç durumu sık sık değerlendirilmelidir.
mış doku nedeniyle oluşan direkt kompleman fiksasyortu C5-C9 Şoktaki hastanın takibinde akıma yönelen pulmoner arter kate-
hücum kompleksine ilerleyebilir ve hücre haşan daha da artar. Ko- teri (PAK, Swan-Ganz kateteri) kullanma endikasyonuyla ilgili hala
agülasyon kaskadınm aktivasyonu mikrovasküler tromboza neden devam eden tartışmalar olmasına rağmen birçok yoğun bakım uz­
olur ve ardından iskemi ve reperfüzyon epizödlannm tekranyla manı şoktaki hastanın hemodinamik profilini PAK olmadan doğru
seyreden lizis gelişir. Kompleman sisteminin komponentleri örne­ bir şekilde değerlendirebilmenin yetersiz olacağına inanmaktadır,
ğin trombin güçlü proenflamatuar mediatörlerdir. Bunlar endotel PAK, şubklavyen veya juguler ven aracılığıyla perkütan olarak yer­
hücrelerindeki adhezyon moleküllerinin ekşpresyonuna ve mikro­ leştirilir. Kateter, santral venöz dolaşım ye sağ atriyumdan geçirile­
vasküler hasara neden olan nötrofîl akfivasyonuna yol açar. Koagü- rek pulmoner artere yerleştirilir. Sağ atriyumda proksimal ve pulmo­
lasyori da hipotansiyonu artıran kallikrein-kininojen kaskadım ak­ ner arterde distal olmak üzere iki kısmı vardır. Her iki kışım hem in-
tive eder. . füzyon yapmak hem de kalp debisini ölçmek için kullanılabilir. Sağ
Eikozanoidler, araşidonik asit metabolizmasının vazoaktif ve atriyum basmcı, pulmoner arter basıncı ve pulmoner kapiller tıkalı
immunomodulatuar, ürünleridir. Bunlar siklooksigenazdan oluşan basıncı (PCWP) ölçülür. Sol atriyum basıncı PCWP’dan yararlanı­
prostaglandinleri, tromboksan A 2 ’yi ye lipoksigenazdan oluşan lö- larak yaklaşık olarak hesaplanabilir. Normal hemodinamik paramet­
kotrien ve lipoksinleri içerir, Tromboksan A 2 , pulmoner hipertansi­ reler Tablo 228-3 ve Tablo 38-2’de gösterilmiştir.
yona ve akut tübüler nekroza katkıda bulunan güçlü bir vazokonst- Kalp debisi termodilüsyon tekniğiyle belirlenir ve yüksek rezo-
riktörtür. Prostasiklin (PGI2 ) ve prostaglandin E 2 kapiller geçirgen­ lüsyonlu termistatörlçr sıvı tedavisine sağ kalbin cevabını daha iyi
liği artıran ve ödem oluşturan güçlü vazodilatatörlerdir. Sisteinil lö- takip etmek için sağ ventrikül diyastol sonu hacmim belirlemek
kotrienler LTC 4 ve LTD 4 anafilaksinin vasküler sekerinde, sepsis amacıyla da kullanılabilir. Oksimetre kısmı olan bir PAK kateter^
veya doku hasarından kaynaklanan şok evrelerinde önemli rol oy­ doku perfüzyonunun önemli bir göstergesi olan miks venöz oksijen
nayan mediatörlerdir. LTB 4 , güçlü bir nötrofîl uyarıcı kemotaktik saturasyonunu değerlendirmede standart oksimetreye göre daha
maddedir ve reaktif oksijen türlerinin oluşumunu uyaran bir sekre- avantajlıdır. Sistemik ve pulmoner damar dirençleri bu damar ya-f
tagogdur. Lipoksinler, lökotriene bağli cevaplan inhibe eden endo- taklarındaki basıncın kalp debisine düşen oranı olarak hesaplanır
jen otokoidlerdir. Bir eter-bağlı, araşidonil içeren fosfolipid medi­ (Konu 228). Arteriyel ve venöz kandaki oksijen içeriğinin belirlen­
atör olan trombosit aktive edici faktör de pulmoner vazokonstriksi- mesi kalp debisi ve hemoglobin düzeyiyle birlikte oksijen dağılımı,
yon, bronkokOnstriksiyon, sistemik vazodilatasyon, artmış kapiller oksijen tüketimi ve oksijen-alım oranının hesaplanmasını sağlar
geçirgenlik ve enflamatuar mediatörlerin düzeylerini artırmak için (Tablo 38-3). Şokun çeşitli tiplerindeki hemodinamik patemler
makrofaj ve nötrofillerin uyarılması gibi güçlü biyoaktiviteler taşır. Tablo 38-4’de gösterilmiştir.
Aktive makrofajlar tarafından üretilen tümör nekroz faktör Şokun tedavisinde doku perfüzyonunu düzeltmek ve oksijen
(TNF) a , hipotansiyon, laktik asidoz ve solunum yetersizliği dahil dağılımını, hemodinamik parametreleri ve kardiyak fonksiyonları
birçok şok komponentinin gelişimine neden olur. İnterlökin (IL) 1 hızlı bir şekilde uygun hale getirmek kritik önem taşır. Tedavinin
de dokuya bağlı makrofajlar tarafından üretilir ve hipoperfüzyon ve amacı miks venöz oksijen satürasyonunu ve arterio-venöz oksijen
septik durumda oluşan enflamatuar cevapta kritik bir rol oynar. Ke­ alım oranım normale getirmektir. Oksijen dağılımım, kırmızı hüc­
motaktik maddeler de sistemik enflamatuar cevaba katılır. Örneğin re kitlesini, arteriyel oksijen satürasyonunu ve kalp debisini artır­
IL-8 güçlü bir nötrofîl uyarıcı kemotaktik maddedir ve damar en- mak teker teker veya aynı anda gerçekleştirilebilir. Oksijen tüketi­
doteline agregasyonu ve adherensi artıran nötrofiller üzerindeki ad­ mindeki artışla birlikte olmayan oksijen dağılımındaki artış, oksi­
hezyon moleküllerini düzenleyen bir aktivatördür. Endotel normal jen varlığının yeterli olduğunu ve oksijen tüketiminin akım bağım­
şartlarda güçlü bir vazodilatatör olan nitrik oksit (NO) üretir. Enf­ lı olmadığını gösterir. Aksine kalp debisinin artmasıyla birlikte ok­
lamatuar cevap NO sentazın indüklenebilir izoformunu (iNOS) sijen tüketiminin artması oksijen sunumunun yeterli olmadığmı
uyarır. iNOS’un toksik NO ve oksijenden oluşan serbest radikalle­ gösterir. Kalp debisinin artmasıyla birlikte sistemik damar direnci­
ri artırdığı ve sepsiste oluşan hiperdinamik kardiyovasküler cevaba nin azalması, kompanzatuar vazokonstriksiyonun düzelmiş doku
katkıda bulunduğu düşünülmektedir. perfüzyonuna bağlı olarak tersine döndüğünü gösterir. Kardiyak
Nötrofîl, makrofaj ve trombosit gibi birçok enflamatuar hücre performans üzerine kan hacminin ekspansiyonun adım adım belir-
enflamasyonun indüklediği hasara en önemli katkıda bulunan ele­ lenmesi en uygun önyükün hesaplanmasına izin verir.___________
Tablo 3 8 -3 O k sijen T ran sp o rt H esaplam aları
vOKUNOZEL
Param etre Hesaplama Norm al Değerler
fİPLERİ
Hemoglobinin oksijen taşıma kapasitesi 1.39mIVg
HİPOVOLEMİK ŞOK Hipovole- Plazma 0 2 konsantrasyonu
mik şok, en yaygın şok tipidir, Bu, Arteriyel O j konsantrasyonu (Cao2) 1.39 Sao j + 0.0031 Paoj P rijx 0.0031
Venöz 0 2 konsantrasyonu (Cv02) 1.39 S VQJ+ 0.0031 Pv02 20 v o l%
ya kanama nedeniyle kırmızı kan
Arteriovenöz 0 2 farkı 1.39 (S a ^ - S v q j ) + 0.0031 15.5 vo l%
hücre kitlesi ve plazma kaybından
(Cao 2 - C v02) (P ao r Pyo2)
ya da ekstravasküler sıvı sekestras- Oksijen dağılım ı (D02) Cao2 X CO (L/dk) X 10 (dL/L) 800-1600 mL/min
yonu veya gastroentestinal, üriner 1.39 Sao2 X C O X 10
ve insensibl kayıplar: nedeniyle: Oksijen alım ı (V q 2) (Ca02 - C v02) x C O X 10 150-400 mL/min
plazma hacim kaybından kaynakla­ 1.39 (SaQ2 - Sv02) X C O X 10
nır. Hemorajik olmayan şokun Oksijen dağılım indeksi (D 0 2I) D q j/B SA 520-720( mL/min)/m2
O ksijen alum indeksi (V q j I) V q j/B SA 1 1 5 -1 65(mL/min)m2
semptom ve bulgulan hemorajik
Oksijen extraction oram (0 2 ER) [ 1 - (İf0 2 fDOj)] X 100 2 2 -3 2 %
şokun semptom ve bulgulanyla ay­
NOT: Poj» parsiyel oksijen basıncı; Sagj, arteriyel kandaki 0 2’li hemoglobin satüraayonıı; PaQy arteriyel kandaki parsiyel
nı olmasına rağmen hemorajik ol­
O2 basıncı; S vqj, venöz kandaki 0 2’li hemoglobin satûrajyonu; Pvq2, venöz kandaki parsiyel 0 2 basıncı; CO. kalp debisi;
mayan şokun başlangıcı daha sinsi
BSA, vücut yüzey alanı.
olabilir. Hipovolemiye normal fiz­
yolojik cevap dolaşan kan hacmini
etkin bir şekilde düzenleyerek kalp Tablo 38-4 Şokun Farklı Tiplerindeki Fizyolojik Özellikler
ve beynin perfüzyonunu korumak­ Şok T ip i CVPvePCW P K alp Debisi Sistem ik D am ar D irenci Venöz Satürasyon
tır. Sempatik aktivite artışı, hiper-
Hipovolem ik 1 4. , i: • T - > i
ventilasyon, venöz kapasitans da­
Kardiyojenik 41 ; . i. . T 4
marların kollapsı, stres hormonlan- Sepük
nın salgılanması ve interstisyel ve Hiperdinamik 4T t 4 T . .
intrasellüler sıvının katilimi ve id­ Hipodinamik İT İ T Ti .
rar çıkışının azalması aracılığıyla Travmadk r 4 ' İT Ti i
Nörojenik i -. 4 , y ... ■
intravasküler hacmin ekspansiyoıiu i
HipoadrenaJ it i - =4.: i
gelişir.
Hafif hipovolemi (kan hacmi- NÖP c v ^ Santral venaz basuiç; PCWP, Pulmoner kapiller tıkalı basınç,
nin <%20’si) hafif taşikardiye neden olur; fakat Özellikle ya­
Tablo 38-5 Hlpovolem ik Şok
tar pozisyondaki genç hastada bulgular kısmen daha azdır
H afif ( 5 % 20 O rta (% 2 0 -4 0 A ğ ır (> % 40
(Tablo 38-5). Orta derecede hipoyolemide (kan hacminin ~
K an Hacm i) K an Hacm i) Kan Hacm i)
% 20-40’ı) hastanın anksiyete ve taşikardisi artar; buna rağ­
men normal kan basmcı yatar pozisyonda korunabilir. Soğuk ekstremdeler Aym bulgulara ek olarak: Aym bulgulara ek olarak:
Önemli postural hipotansiyon ve taşikardi oluşabilir. Ciddi Artmış kapiller yeniden Taşikardi Hemodinamik instabilite.
hipovolemide (kan hacminin ~ â 4 0 ’ı) şokun klasik bulgu­ dolum zamanı Takipne Belirgin taşikardi
Terleme Oligüri Hipotansiyon
lan ortaya çıkar. Kan basıncı düşer ve hasta yatar pozisyon­
Kollaps olmuş venler Postural değişiklikler . B ilinç bozukluğu (koma)
da bile stabil değildir. Belirgin taşikardi, oligüri ve ajitasyon Anksiyete
veya konfiizyon gelişir. Santral sinir sistemi perfüzyonu şok
şiddetli hale gelinceye kadar iyi bir şekilde korunun Bundan dola­
TEDAVİ Başlangıç tedavisi dolaşan kan hacminin yerine ko­
yı bilinç durumunun kötüleşmesi oldukça kötü bir klinik bulgudur.
Hafif hipovolemiden şiddetli hipovolemiye geçiş sinsi veya çok S
nulmasını ve devam eden kanamaların kontrol altına alınması­
nı gerektirmektedir. Starling kanununa göre (Konu 231) önyük art­
hızlı olabilir. Özellikle yaşlı ve eşlik eden hastalığı olanlarda şid­
tığında atım hacmi ve kalp debisi de artar. Tedavi sonrası ventriktil-
detli şok hızla geri döndürülmezse ölüm kaçınılmazdır. Agresif te­
lerin kompliyansı miyokardiyumdaki interstisyel sıvı artışına bağlı
daviyle geri döndürülebilen şiddetli şokta bulunan bozukluklarla
olarak azalmış kalabilir. Bu nedenle ventrikül performansının de­
ilerleyici dekompanzasyon Ve geri dönüşümü olmayan hücre hasa-
vamını sağlamak için artmış doluş basınçlarına gereksinim vardır.
n arasında çok dar bir zaman aralığı vardır.
Tanı Hipovolemik şok tanısı hemodinamik instabilite bulgula­
bi dengeli bir tuz solüsyonunun geniş bir venöz yoldan hızlı infüz-
rı ve volüm kaybının kayhağı belirgin olduğunda kolaylıkla konu­
yonuyla yapılır, Kolloid kullanımının yaran olmadığı gösterilmiş-:
lur. Tam, kan kaybının kaynağı gastroentestinal sistem gibi gizli ol­
tir. 10-30 dakikakada 2-3L infüzyon hemodinamik parametreleri
duğunda veya plazma hacmi tek başına tükendiğinde daha zordur.
normale çevirmelidir. Devam eden hemodinamik instabilite şokun
Akut kanama sonrası kompanzatuar sıvı şifti oluşuncaya veya eg-
düzelmediğini ve/veya kan veya volüm kaybmm devam ettiğini dü­
zojen sıvı uygulanıncaya kadar hemoglobin ve hematokrit değerle­
şündürür. Hemoglobin düzeylerini 100 g/L (10 g/dL) kadar düşüren
ri değişmez. Böylece başlangıçtaki normal hematokrit değerleri devam eden kan kaybı durumlarında tercihan crosS-uyumlu kan
önemli kan kaybı varlığım ekarte ettirmez. Plazma kayıplan hemo- transfüzyonu başlatılmahdır. Çok acil durumlarda tip-spesifik veya
konsantrasyona ve su kaybı hipematremiye neden olur. Bu bulgu­ 0-negatif eritrosit süspansiyonu verilebilir. Şiddetli ve/veya uzamış
lar hipovolemi varlığım düşündürmelidir. hipovolemi varlığında dopamin veya dobütaminle inotropik destek
Hipovolemik ve kardiyojenik şok (aşağıya bakınız) arasında (Konu 72), kan hacmi düzeltildikten sonra yeterli ventrikül perfor­
ayıncı tam yapmak esastır; çünkü bu şok şekillerinin tedavileri bir­ mansım devam ettirmek için gerekli olabilir. Periferik direnci artı­
birinden oldukça farklıdır. Her iki şok tipinde de kalp debisinin rarak arteriyel basmcı yükseltmek için norepinefrin infüzyonu yap­
azalmasına taşikardi ve sistemik damar direncindeki artış gibi kom­ mak uygun değildir; diğer taraftan ağır şok durumlarında kan hac­
panzatuar sempatik cevap artışı eşlik eder. Buna rağmen kardiyoje­ mi yerine konurken geçici bir önlem olarak kullanılabilir.
nik şokta juguler venöz dolgunluk, rai ve S3 galo gibi onu hipovo­ Başarılı tedavi solunum fonksiyonlarının desteklenmesini de
lemik şoktan ayıran ve volüm ekspansiyonun arzu edilmediğini gerektirir. Ek oksijen tedavisi uygulanmalı ve gerektiğinde arteri­
vurgulayan bulgular vardır. yel oksijenizasyonu korumak için endotrakeal entübasyon yapılma-
22 6 II H a s ta lık la r ın A n a B u lg u la n ve T a k d im Şekilleri hakkında bilgi verebilir. Göğüs röntgeni, pulmoner ödemi ve kardi-
yomegaliyi gösterebilir. Transtorasik veya transözofajiyal ekokar-
İldir. Tedaviyi takiben izole hemorajik şokta hedef organ haşan diyografi yapısal veya fonksiyonel kontraktilite bozukluğu tanısın­
septik ve travmatik şoktan daha azdır. Bu, septik ve travmatik şok­ da yardımcı olabilir. Serum kardiyak belirleyiciler akut kardiyak
ta görülen enflamatuar mediator cevap sisteminin masif aktivasyo- hasarın tanısını destekleyecektir. Hemodinamik monitorizasyon
nuna ve spesifik olmayan organ hasarının varlığına bağlı olabilir. genellikle gereklidir. PAK yerleştirilmesi yararlıdır ve azalmış kalp
debisini ve artmış PCWP’mi gösterecektir ve sağ atriyum basıncı­
TRAVMATİK ŞOK Travmayı takiben gelişen şok büyük nın doğrudan ölçümü artmış olan sistemik damar direncinin hesap­
oranda hipovolemiye bağlıdır. Bununla birlikte kanama kontrol lanmasını sağlayacaktır,
edildiğinde bile hastalar hasarlanmış dokulardan interstisyuma
TEDAVİ Kardiyojenik şokun tüm Şekillerinde önyük, ardyük
plazma kaybına maruz kalmaya devam edebilirler. Bu sıvı kayıpla­
rı sekonder mikrosirkülatuar zarara neden olan hasarın indüklediği
S ve kontraktilite PAK aracılığıyla elde edilen bilgilerle düzen­
lenmelidir. Başlangıçtaki hedef PCWPTm 15-20 mmHg arasında
enflamatuar cevaplarla birliktedir. Bu durum, doku iskemisini artı­
tutmak olmalıdır. PCWP aşırı derecede yükselmişse inotropik ajan­
ran ve mültipl orgaiı sistem yetersizliğine yol açan sekonder doku
lar anlamlı düşme sağlayabilir. Amaç kalp hızım fazla artırmadan
hasarına ve kan akımının yanlış dağılımına neden olur. Kalp, göğüs
kontraktiliteyi artırmaktır. Dopamin ve norepinefrin dirençli hipo­
ya da kafaya travma da şok gelişimini kolaylaştırır. Örneğin peri-
tansiyon durumunda yararlı olan hem irtotropik hem de vazokonst-
kard tamponadı ya da tansiyon pnömotoraks ventriküler doluşu za­
riktör etkileri olan ajanlardır (Konu 72). Dobutamin vazodilatatör
yıflatırken miyokardiyal kontüzyon miyokardiyal kontraktiliteyi
özelliği olan pozitif inotropik bir ajandır ve arteriyel basınç düzel­
baskılar.
tildiğinde kullanılabilir. Pulmoner konjesyon intravenöz furosemi-
de yanıt verebilir. Bu önlemlere yeterli cevap vermeyen hastalar,

S TEDAVİ Travmanın indüklediği hipovolemi sonrası sistolik


kan basıncını > 90 mmHg devam ettirememek ~ %50 morta-
miyokardiyal fonksiyonun iyileşmesine izin vermek için intraaortik
balon pompası kullanılarak desteklenebilir. Dirençli kardiyojenik
lite artışı ile birliktedir. Hemostatik mekanizmaların dekompanzas-
şok olgularında AMI'lı hastalarda acil miyokardiyal revaskülari-
yonunu engellemek için tedavi çok hızlı uygulanmalıdır.
zasyon (Konu 243), inferventriküler septum ve papiller kas rüptürü
Ciddi bir şekilde yaralanmış hastanın başlangıç tedavisi resüs- gibi kardiyak defektlerin düzeltilmesi, ventrikiiler destek cihazların
tasyonun ABC’sine dikkati gerektirir: Havayolunu güvenceye alma yerleştirilmesi ve gerektiğinde acil kalp transplantasyonu gibi ön­
(airway, A), yeterli ventilasyon (breathing, B), dolaşıma yeterli ka­ lemler de göz önüne alınmalıdır,
nın gönderilmesi (circulation, C). Kanamanın kontrolü acil olarak
yapılmalıdır. Kırıkların erken stabilize edilmesi, canlıolmayan ve­ KOM PRESİF KARDİYOJENİK ŞOK Kompresyon sonu­
ya kontamine dokuların debride edilmesi ve hematomun boşaltıl­ cunda kalp ye çevresindeki yapıların kompliyansı azalır ve böyle-
ması başlangıçtaki inflamatuar cevabı azaltır ve organ hasarını en ce yetersiz diyastolik doluş gelişir. Perikard kesesi içindeki kan ve­
aza indirir. ya sıvı tampoıiada neden olabilir (Konu 239). Tansiyon pnömöto-
raks, diyafragmatik hemi aracılığıyla karın iç organlarının hemias-
İNTRİNSİK KARDİYOJENİK ŞOK Şokun bu şekli sıklıkla yonu veya pulmoner fonksiyonu desteklemek içirt aşın pozitif ba­
ani gelişir Ve kalbin pompa fonksiyonunun yetersizliğinden kay­ sınç ventilasyönu gibi intrâtorasik basıncın herhangi bir nedenle
naklanır. Genellikle akut miyokard enfarktüsünün (AMI; Konu artması da kompresif kardiyojenik şoka neden olabilir. Kalp debi­
243) bir komplikasyonu olarak gelişmesine rağmen ciddi bradiarit- sinde ani düşmeyle birlikte olan akut sağ kalp yetersizliği sağ vent-
mi ya da taşiaritmilerde, ağır valvuler kalp hastalığında ya da iske- rikül çıkış yolunu tıkayan ve sol ventrikül doluşunu bozan pulmo­
mik kalp hastalığı ve dilate kardiyömiyopati dahil herhangi bir ne­ ner embolizm tarafından oluşturulabilir. Başlangıçta volüm geniş­
denden kaynaklanan kronik kalp yetersizliğinin son döneminde de? letilmesiyle; doluş basınçlarının artırılmasına cevap varken komp­
görülebilir. Kardiyojenik şok düşük kalp debisi, azalmış periferik resyon artıkça kardiyojenik şok gelişir;
perfüzyon, pulmoner konjesyon ve artmış sistemik ve pulmoher da­ Kompresif kardiyojenik şokun tanısı çoğunlukla klinik bulgu­
mar direnciyle karakterizedif. Akut sağ kalp yetersizliği sağ ventri- lar, göğüs röntgeni ve ekokardiyografi ile konun Tanı travma du-,
küf enfarktüsünün bir sonucu olarak gelişebilir veya herhangi bir rumlarında hipovolemi ve kompresyon aynı anda birlikte bulundu­
nedenden kaynaklanan akut respiratuar distres sendromunun ve ğunda daha zor olabilir. Perikard tamponadınm klasik triadı hipo­
ciddi pulmoner hipertansiyonun komplikasyonu olabilir. Sağ vent- tansiyon, boyun venöz dolgunluğu ve derinden gelen kalp sesleri-,
rikül yetersizliği sol veritrikülün önyükünü düşürür ve bu â t siste-5 dir (Konu 239), Paradoks nabız (pulsuş paratloksus) - inspiryumda.
mik perfüzyonu azaltır. Şokun diğer tiplerinin aksine mutlak veya sistolik kan basıncının 10 mmHg’dan daha fazla düşmesi - görüle­
kısmi hipovolemi kardiyojenik şokta genellikle mevcut değildir. bilir. Tam ekokardiyografîyle doğrulanır ve tedavi acil perikardiyo-
Kalbin sağ ya da sol tarafının etkin olmayan kontraktilitesi ka­ sentezdir. Tansiyon pnömotoraks aynı taraf solunum seslerinde
nın yetersiz ventrikülün karşısındaki venöz dolaşımda birikmesine azalma, trakeamn etkilenen toraksın aksi yönüne sapması ve jugu-,
neden olur. Sol taraf kalp yetersizliğinden kaynaklanan kardiyoje­ ler venöz dolgunluk oluşturur. Radyolojik olarak artmış intratora-
nik şokta akciğerlerde pulmoner lenfatiklerin kapasitesini aşan ve sik volüm, etkilenen tarafın diyafragmasının depresyonu ve medi-
interstisyel ve hazan alveoler ödeme neden olan sıvı artışı olur. İn­ astinumun karşı tarafa yer değiştirmesi görülür. Göğüs dekompres-
terstisyel akciğer ödemi genellikle pulmoner kapiller basınç 18 yonu acil olarak uygulanmalıdır. Havanın serbestleştirilmesi ve
mmHg’yi geçtiğinde oluşur ve basınç 24 mmHg’yi geçtiğinde be­ normal kardiyovasküler dinamiklerin düzeltilmesi hem tanı koydu-
lirgin pulmoner alveoler ödem gelişir (Konu 32). Pulmoner ödem rucu hem de tedavi edicidir.
kalp fonksiyonunu oksijenin difüzyonunu bozarak ve kısır bir dön­ SEPTİK ŞOK (Bkz. Konu 124) Şokun bu şekli şiddetli enfek­
gü yaratarak kötü yönde etkiler. İnterstisyel ve intraalveoler sıvıda­ siyona sistemik cevabın bir sonucudur. Genellikle yaşlılarda, im­
ki artış akciğer kompliyansında ilerleyici azalmaya neden olur ve imin suprese hastalarda ve bakteriyel kontaminasyon oluşturan in-
bu suretle kötü bir şekilde ventile olan alveollerin perfüzyonunu ar­ vaziv bir işleme uğrayanlarda gelişir. Akciğer, abdomen veya mi­
tarken ventilasyon işi artar. ner enfeksiyon daha sıktır ve yaklaşık olarak hastaların yarısında
Kardiyojenik şok tanısında kalp hastalığı veya AMI öyküsü ol­ bakteriyemi vardır. Gram pozitif ve gram negatif bakteriler, virüs­
dukça değerlidir. Birlikte olan fizik bulgular altta yatan kardiyak ler, funguslar, riketsiyalar ve protozoaların septik şokun klinik tab­
anormalliğe özgü bulgulara ek olarak hemodinamik instabilite, pe­ losunu oluşturdukları bildirilmiştir ve bunlara karşı oluşan cevap
riferik vazokonstriksiyon ve pulmoner ve/veya sistemik venöz kon- genellikle yayılan mikroorganizmanın spesifik tipinden bağımsız­
jesyondur. Elektrokaıdiyogram, AMI veya mevcut kalp hastalığı dır. Septik şokta klinik bulgular sistemik enfeksiyon ve gram nega-
ı.ı Nklvtılcrin endotoksini veya gram pozitif bakterilerin egzotok- 38 Sok 227
dt ve c mera toksinleri gibi enfeksiyöz organizmaların toksik kom-
I»önemlerinin serbestleşmesi aracılığıyla gelişen metabolik ve sir- komplike etmesi durumlarında gelişir. Adrenokortikal yetersizlik
kulatuar bozuklukların kombinasyonunun bir sonucudur. Organiz­ egzojen glikkokortikoidlerin yüksek dozda kronik uygulaması so­
ma toksinleri, IL-1 ve TNF-a gibi doku makrofajınlardan kaynak­ nucu meydana gelebilir. Son çalışmalar yoğun bakım ünitelerinde
lanan sitokinlerin serbesdeşmesine neden olur. Doku faktörünün uzun süre tedavi edilmenin rölatif hipoadrenal durumu tetikleyebi-
ortaya çıkması ve fibrin depolanması artar ve dissemine intravas- leceğini göstermiştir. Daha nadir görülen diğer nedenler idiopatik
küler koagülasyon gelişebilir. NO sentazın indüklenebilen formu atrofi, tüberküloz, metastatik hastalık, bilateral kanama ve amilo-
uyarılır ve kuvvetli bir vazodilatatör olan NO serbestleşir. Septik idoza sekonder adrenal yetersizlik durumlarını içerir, Adrenal ye­
şoktaki hemodinamik değişiklikler iki karakteristik seyir gösterir: tersizliğin neden olduğu şok sistemik damar direncinde azalma, hi­
Erken ya da hiperdinamik ve geç ya da hipodinamik septik şok. povolemi ve kalp debisinde azalma ile karakterizedir. Adrenal ye­
Hiperdinamik Cevap Hiperdinamik septik şokta taşikardi tersizliğin tanısı ACTH stimulasyon testiyle konulabilir (Konu
mevcuttur, kalp debisi normaldir ve pulmoner damar direnci artar­ 331).
ken sistemik damar direnci azalır. Ekstremdeler genellikle sıcaktır.
Buna rağmen azalmış organ perfüzyonuyla birlikte splanknik vazo- TEDAVİ Hemodinamik olarak stabil olmayan hastada 4 mg
konstriksiyon mevcuttur. Venöz kapasitans artmıştır ve bu da venöz deksametazon sodyum fosfat intravenöz olarak uygulanmalı­
dönüşün azalmasına neden olur. Volüm ekspansiyonuyla birlikte dır. Bu ajan hidrokortizonun aksine ACTH stimulasyon testini etki­
kalp debisi normalin üstüne çıkar. Septik şokta miyokardiyal kont- lemediği için tercih edilir. Adrenal yetersizlik tanısı kesinleştiril­
raktilite NO, IL-1 ve/veya TNF- a gibi mediatörler aracılığıyla bas- dikten sonra her 6-8 saatte 100 mg hidrokortizon verilebilir ve he­
kılanmıştır. İnflamatuar mediatörlerin indüklediği süreçler artmış modinamik stabilite sağlandıktan sonra idame doza geçilir. Bu te­
kapiller geçirgenliği ve devam etmekte olan intravasküler volüm daviyle birlikte sıvı tedavisi ve inotropik destek de gereklidir.
kaybını içerir.
Septik şokta diğer şok tiplerinin aksine mikrosirkülatuar per- EK TEDAVİLER
füzyonun kötü dağılımına ve bozulmuş kullanıma bağlı olarak do­
kuların oksijen alımı azalırken total oksijen dağılımı artar. Bu du­ Yukarıda tanımlandığı üzere dopamin, dobutamin ve norepinefrin
rumda normal miks venöz oksijen satürasyonunun varlığı kalp de­ gibi sempatomimetik aminler şokun bütün tiplerinin tedavisinde
bisi yüksek bile olsa periferik perfüzyonun yeterli olduğunu göster­ büyük ölçüde kullanılmaktadır. Bu ajanların klinik farmakolojisi
mez ve total metabolik ihtiyaçları karşılamak hala yetersizdir. En­ Konu 7 2 ’de tanımlanmıştır.
feksiyöz ajanların ve onların ürünlerinin toksisiteleri ve ardından POZİSYON Hasta pozisyonu hipovolemik şokun başlangıç te­
gelen metabolik fonksiyon bozukluğu hücre ve organ fonksiyonu­ davisinde oldukça değerli olabilir. Yatak bacaklarının yükseltilme­
nun ilerleyici bozuklüğuna yol açar. Akut respiratuaf distres send- si (yani yatağın şok blokları üzerine yerleştirilmesi) ve dizlerde
romu, trombositopcni ve nötropeni sık görülen komplikasyonlardır. fleksiyon olmaksızın Trendelenburg pozisyonu etkilidir; fakat solu­
Hipodinamik Cevap Sepsis ilerledikçe vazokonstriksiyon ge­ ma işini ve aspirasyon riskini artırabilir. Her iki bacağin basitçe ele-
lişir ve kalp debisi düşer. Hasta genellikle belirgin olarak takipne- vasyonu en uygun yaklaşım olabilir.
iktir, ateşi Vardır, aşın terler ve bilinci bulanıktır. Aynca ekstremi- PNÖMOTİK ANTİŞOK GİYSİSİ (PASG) PASG ve ordu
teleri soğuk, alacalı ve siyanotiktir. Oligüri, böbrek yetersizliği ve antişok pantolonları (MAST), bacakları ve kamı şarabilen ve has­
hipotermi gelişir; bunlar serum laktat düzeylerindeki artışı düşün­ tane dışında şokta santral hemodinamikleri geçici olarak destekle­
dürmektedir. mek amacıyla’ yaygın kullanımı olan şişirilebilir ekstemal komp-
resyon cihazlarıdır. Bu cihazlar, kalp debisinde önemli bir değişik­
|Ş0 TEDAVİ Kristaloid bir solüsyonla PCWP’ini yaklaşık olarak lik yapmaksızın arteriyel kompresyon aracılığıyla sistemik damar
— ' 15 mmHg dolaylarında tutacak agresif volüm ekspansiyonu ve direncini Ve kan basmcını artırırlar. PASG kullanımı kardiyojenik
tıazal oksijenle ve sıklıkla mekanik ventilasyonla arteriyel oksijeni-
olmayan şok tiplerinde önerilirken eri uyguri kullanım yeri kanama­
/aşyonun düzeltilmesi öncelikli olarak yapılmalıdır. Hipodinamik
ya tampon ve hemostazı artırmak alnacıyla kullanımıdır. Giysinin
septik şok varlığında kalp debisinin inotropik ajanlarla desteklen­
şişirilmesi pelvis ve alt ekstremite kırıklarında destek sağlar ve kı­
mesi gerekebilir. Kalp debisi hipotansiyon varlığında dopamin ve
rıklardan kaynaklanan kanamayı önleri
tıorepinefrinle ve arteriyel basınç normal ise dobutaminle artırılabi­
TEKRAR ISITMA Hipotermi masif sıvı tedavisinin potansi­
lir. Antibiyotik tedavisi ya kültür sonuçlarına uygun olarak ya da
yel bir yan etkisidir. Soğuk kan ürünlerinin ve oda ısısındaki kris-
olası enfeksiyon kaynağı göz önüne alınıp ampirik olarak başlan­
taloid solüsyonların ısıtma cihazlarında ısıtılmadan fazla miktarda
malıdır, Cerrahi debridman ya da drenaj da enfeksiyonun kontrolü
infüzyonü vücut ısının hızlıca düşmesine neden olur. Hipotermi
için gerekli olabilir.
kardiyak köntraktiliteyi baskılar ve bu suretle kalp debisi ve oksi­
jen dağılımım daha da bozabilir, özellikle vücut ısısının 35°C’nin
NÖROJENİK ŞOK Yüksek servikal spinal kord haşan, spinal
altına düştüğü hipotermi durumlarında koagülasyon yolu bozulur
anestezinin yanlışlıkla başa doğru yer değiştirmesi ya da şiddetli
ve bazan önemli koagülopati gelişir. Hızlı tekrar ısıtma kan ürünle­
kafa travması sonucu sempatik vazomotor inputun kesilmesi nöro-
rinin gerekliliğini anlamlı şekilde azaltır ve kardiyak fonksiyonda
jenik şoka neden olabilir. Arteriyel dilatasyona ek olarak venodila-
düzelme sağlar. Tekrar ısıtma için en uygun metod femoral arter ve
tasyon venöz sistemde göllenmeye neden olur. Bu da venöz dönü­
ven kanülasyonu aracılığıyla ekstrakorporeal ısıtmadır. Bu süreç
şü ve kalp debisini azaltır. Ekstremdeler, hipovolemik ve kardiyo-
bir pompayı gerektirmez ve 30 dakikadan daha kısa bir sürede vü­
jenik şoktaki vazokonstriksiyon bağımlı soğukluğun aksine genel­
cut ısısını 30°C’den 36°C’ye getirebilir.
likle sıcaktır. Tedavi, rölatif hipovolemi ve vazomotor tonus kaybı­
na karşı aynı anda yaklaşımı içerir. Normal hemodinamiyi sağla­ HİBLİOGRAFYA.
mak için çok miktarda sıvı gerekebilir. Kanama bir kez dışlandık­
tan sonra norepinefrin vasküler direnci artırmak için kullanılabilir. ASTIZ ME. RACKOW EC: Septic shock. Lancet 351:1501,1998
CHOI PT et al: Crystalloids vs. colloids in fluid resuscitation: A systematic re­
HİPOADRENAL ŞOK (Bkz. Konu 331) Ateş, ameliyat ya da view. Crit Care Med 27:200,1999
travma gibi bir strese vücudun normal cevabı adrenal bezlerin nor­ CONNORS AF JR et al: The effectiveness of right heart catheterization in the
mal şartlarda olduğundan çok daha fazla kortizol salgılamasını ge­ initial care of critically ill patients. JAMA 276:889, 1996
DRIES DJ: Hypotensive resuscitation [editorial]. Shock 6:311, 1996
rektirir. Hipoadrenal şok, tanı konmamış adrenal yetersizliğin akut
HEBERT PC et al: A multicenter, randomized, controlled clinical trial of trans­
hastalık ya da major cerrahi ile indüklenen strese vücut cevabını fusion requirements in critical care. Transfusion Requirements in Critical
228 il H a s ta lık la r ın A n a B u lg u la n v e T a k d im Ş e k ille r i T a b lo J9 -1 ö lü m , K a r d iy a k A rrest ve K a r d iy o v a s k ü le r K o lla p s
............................................................................................................................... ........................... 1 ------------ A r a s ın d a k i F a r k l a r

Care Investigators, Canadian Critical Care Trials Group. N Engl J Med Kavram Ib n im Nitelemeler ve istisnalar
340:409,1999
H ECKBERT SR et at: Outcome after hemorrhagic shock in trauma patients. J Ölüm Tüm biyolojik fonksiyonların Yok
Trauma 45:543,199*
geri dönüşilmsUz olarak dur­
L E V Y B et al: Comparison of norepinephrine and dobutamine to epinephrine for
hemodynamics, lactate metabolism, and gastric tonometric variables in sep­ ması ■
tic shock: A prospective, randomized study. Intensive Care Med 23:282, Kardiyak Kardiyak pompa fonksiyonun- Nadir spontan dönü;; başarı
1997 arrest da acil müdahale dönebilen, ihtimali arrestin mekanizma
M IRA JP et al: Association of TN F2, a TNF-alpha promoter polymorphism, with bu olm adığı taktirde ölüme durum, dolaşımın hızlı dön-
septic shock susceptibility and mortality: A multicenter study, JAM A öncülük eden ani durma mest ile ilişk ilid ir,
282:561,1999 Kardiyo- Kardiyak veya periferik neden- Kardiyak arresti ve onun so-
Practice parameters for hemodynamic support of sepsis in adult patients in sep­ vaskiiler lere bağlı olarak etkin kan nuçlarım ifade eden non-
sis. Tbsk Force of the American College of Critical Care Medicine, Society
Kollaps akurunın aniden kaybıdır, ken- spesiterimdir, karakteristik
of Critical Care Medicine. Grit Care Med. 27:639,1999
W HEELER AP, BERNARD GR: Treating patients with severe sepsis. N Engl J diliğinden düzelebilir (öm: nö- olarak spontan döner
Med 340:207,1999 rokardiyojenik senkop, vazova-
gal senkop) veya müdahale ge­
rektirir (öm: kardiyak arrest)

Robert J. Myerburg, Agustin Castellanos reste uğrayanlarda biyolojik ölüm müdahaleler nedeniyle ertelendi­
ği zaman, benzer patofizyolojik olaylar kaçınılmaz son olan ölüm
yapay yöntemlerle geciktirilmesine rağmen ani ve beklenmedik
‘i & j KARDİYOVASKÜLER KOLLAPS, kardiyak arrestte değişmez olduğu gibi kalır.Kullamlan dil kardi­
V:J KARDİYAK ARREST VE ANİ yak arrest ve sonuçların gecikmesi nedeniyle olan ölümü tanımla­
■ KARDİYAK ÖLÜM( SCD ) malıdır.
^ 3m Dilek Özcengiz

GENEL BAKIŞ VE TANIMLAR ETYOLOJİ, BAŞLANGIÇ OLAYLAR VE


KLİNİK EPİDEMİYOLOJİ
Doğal olarak ortaya çıkan ani ölümlerin en büyük nedeni kardiyak
sorunlardır, Ani kardiyak ölümlerin (SCD) magnitüdü bir toplum Klinik ve epidemiyolojik çalışmalar SCD için toplumdaki yüksek
sağlığı sorunıt olarak büyümektedir; ABD’de her yıl bu mekanizma riski belirler. Ek olarak, geniş otopsi verileri SCD kurbanlarında
ile 300.000den daha fazla ölüm olgusu meydana gelmektedir ve bu altta yatan yapısal anomaliler hakkında bilgi sağlar ve klinik fizyo­
tüm kardiyak ölümlerin %50si kadardır. SCD, direkt kardiyak ar- loji çalışmaları stabil halden stabil olmayan hale dönen geçici fonk­
restle sonuçlanmaktadır ancak hemen yanıt verirse sıklıkla geri siyonel faktörlerin gruplarım belirlemeye başlamıştır (Table 39-2),
dönmektedir. Geçmişte hastane dışı kardiyak arrestler kesin olarak Bu bilgiler SCD’nin nedenlerinin anlaşılmasında gelişmelere ne­
fatal kabul edilirdi, SCD probleminin pratik önemi anlaşıldığı za­ den olmuştur.
mandan beri bu hastalan kurtarmak için resüsitasyon teknik ve acil Kardiyak bozukluklar ani doğal ölümlerin en yaygın nedenidir.
kurtarma sistemleri kullanımdadır. Doğum ve 6 aylık dönem arasında ani ölüm insidansı (ani bebek
SÇD dikkatle tanımlanmalıdır. Ani, zaman kavramı içerisinde ölüm sendromu) tepe yapar, çocukluk ve adölesan dönemde hızla
birçok klinik ve epidemiyolojik amaç için son klinik durumun son ve sert şekilde bu insidans düşer. Adölesan ve genç erişkinler ara­
1 saat veya daha kısa sürede ortaya çıkması veya klinik durumda sında SCD insidansı toplumda yılda yaklaşık 100.000 de 1 'dir. İn­
birdenbire ortaya çıkan değişiklikler ve ölüm için kullanılır. Tanık­ sidans 30 yaşın üzerindeki erişkinlerde artmaya başlar ve 45-75 yaş
sız ölüm bir istanai durumdur, eğer kazazede yaşıyor ve stabilse pa- arasında ikinci pikini yapar, toplumda seçilmemiş erişkinlerde insi­
tolojist bu tanımı 24 saat olarak genişletebilir, dans yaklaşık 1000’de 2 ’dir.Bu sınırlar arasında yaşın yükselmesi
trreversibıi santral sinir sistemi haşan ile sonuçlanan bir kardi­ ani kardiyak ölüm içirt güçlü faktördür ve yaşla birlikte tüm ani do­
yak arrestten sonra kazazedeler,günler veya haftalarca biyolojik ğal ölümler arasında kardiyak nedenlerin onun dramatik şekilde ar­
olarak canlı kalabilirler. Kavramlarda karışıklıktan kaçınmak için tar. Kardiyak nedene bağlı ölümler 1-13 yaş arasında doğal Ölüm­
ölüm, kardiyak arrest ve kardiyovasküler kollapsın tanımlarının ke­ lerin 1/5’idir. Bu oran 14-21 yaş arasında 30 oranına yükselir; orta
sin yapılması gerekir (Tablo 39-1). ölüm biyolojik, yasal ve harfi ve ileri yaşta %88’e ulaşır.
harfine kesin ve geri dönüşümsüı bir olaydın Yaşayan bir kardiyak Genç ve orta yaşlı erkekler ile kadınlar arasında SCD şüphesi
arrest olgusunda ölüm ertelenebilir fakat ‘ ’ani ölümden sonra yaşa­ için fark oldukça farklıdır; fakat bu fark yaşın ilerlemesi ile azalır.
yan” akıl dışı bir tanımdır. Geçenlerde SCD için ‘ ’kardiyak neden­ 45-64 yaş grubunda SCD erkeklerde 7 kat fazladır. Bu oran 65-74
lere bağlı doğal ölüm” tanımı kabul edildi, yaşlar arasında aşağı yukarı 2:1 olur. SCD riski için kadın ve erkek­
İrreversibİ santral sinir sistemi haşan ile sonuçlanan kardiyak ler arasındaki faik koroner kalp hastalığının diğer riskleri ile para­
arrestten sonra kazazedeler günler hatta haftalarca biyolojik olarak leldir Koroner kalp hastalığındaki belirgin fark yaşamın 7.ve 8. on
yaşıyor olabilirler.Kavramlarda kargaşadan kaçınmak için ölüm, yıllarında cinslerde birbirine yaklaşırken SCD için de aynı şekilde
kardiyak arrest ve kardiyovasküte kollaps tanımlarına sıkıca bağlı birbirine yaklaşır. Genç kadınlarda risk düşük olmasına rağmen si­
kalmak gerekir (Tablo 39-1). Ölüm biyolojik, yasal ve gerçeğe uy­ gara, diyabet, hiperlipidemi ve hipertansiyon gibi nedenlerle risk
gun olarak kesin ve geri dönüşümsüz bir olaydır. Ölüm, kardiyak artar ve SCD önemli bir klinik ve epidemiyolojik olay olarak kalır.
arrest sonrası yaşayanlarda ertelenebilir fakat ani ölümden sonra Herediter faktörler SCD riskine katkıda bulunur, ancak geniş
sağkalım mantık dışı bir kavramdır. Son zamanlarda SCD, bilinen ve nonspesifiktir, koroner kalp hastalığına herediter predispozisyo-
bir kalp hastalığı olan fakat ölümün şekli ve zamanı beklenmeyen nu ifade ederler. Konjenital uzun QT interval sendromu (Konu
bir bireyde akut semptomların başlangıcının son 1 saatte ortaya 230), sağ ventriküler displazi, sağ dal bloku sendromu ve non-is-
çıktığı ve ani bilinç kaybının haberci olduğu kardiyak nedenlere kemik ST segment elevasyonu (Brugada sendromu) gibi bazı spe­
bağlı olarak ortaya çıkan ölüm olarak tanımlanmıştır. Kardiyak ar- sifik sendrom SCD riski ile karakterizedir. Son veriler koroner kalp
i .Mh k ıw ı.« |ı Vi n f( if Ani Kttrdiywk Ölüm W K a r d iy o v a s k iile r Kollaps, K a r d iy a k A r r e s t v e A n i K a r d i.. 229

i v r i . v u . S M J I - . N U . K _________ ___________ -_____________ _____


noz kurbanların %75inde gözlenmiştir. Bir diğer çalışmada SCD
I. Koroner kalp hastalığı sonrası patolojik çalışmalarda bireylerin 95-100’ünde aterosklero­
A. Koroner arter anomalileri
tik plak çatlaklan, trombosit agregatlan ya da akut trombozis bildi­
1. Kronik ateroskleroük lezyonlar
rilmiştir;
2. Akut (aktif) lezyonlar (plak çatlaklan, trombosit agregasyonu,
akut tromboz) Erkeklerin hemen hemen % 70-75’i miyokard infarktüsü (MI)
3. Koroner arter anomalileri öncesi ölürken, sadece % 20-30’unda akut MI vardır. Ml’a yüksek
8. Miyokard infarktüsü oranda sol ventrikül (LV) hipertrofisi eşlik eder,
1. Tedavi edilmiş
KARDİYOVASKÜLER KOLLAPS TİPLERİNİN K Lİ­
i. Akut
NİK TANIMI (Tablo 39-1) Kardiyovasküter kollaps kalbin veya
II. Miyokard hipertrofisi
A. Sekonder. periferik damarlann akut disfonksiyonu nedeniyle etkin kan akımı­
8. Hipertrofık kardiyomiyopati nın kaybolmasını ifade eden genel bir kavramdır.Kardiyovasküler
1, Obstrüktif kollapsa vazopresör senkop (vazovagal senkop, senkopla birlikteki
2. Nonobstrüktif
postural hipotansiyon, nörokardiyojenik senkop Konu 21) şiddetli
III. Dilate kardiyomiyopati-primer kas hastalığı
IV. İnflamatuar ve infıltratif bozukluklar geçici bir bradikardi veya kardiyak arreste neden olabilir. Bu so­
A. Miyokardit nuncu müdahale gerektirerek resüsitasyona ulaşır ve geçici kardi-
B. Noninfeksiyöz inflamatuar hastalıklar yovasküler kollapstan ayılır. Aksine vazodepresör senkop ve birçok
C. infıltratif hastalıklar primer bradiaritmik senkop durumlan geçici ve yaşamı tehdit et­
V. Valvüler kalp hastalığı
meyen, bilincin spontan olarak döndüğü durumlardır.,
V I. Electrofızyolojik anomaliler, yapısal
A . . Wolffi-Parkinson-White syndromundaki yö anomalileri Kardiyak arrest için en yaygın elektriksel mekanizma ventrikü-
B. İletim sistemi hastalıktan ler fjbrilasyoftdur (VF); fibrilasyon kardiyak arrestlerin % 65-80’in-
C . Membran kanal yapılan (öm., konjenital uzun Q T sendromu) den sorumludur. Şiddetli persistent bradiaritmiler, asistoller ve na-
bızsız elektriksel aktivite (mekanik yamtsız bir organize elektriksel
F O N K S İY O N E L Y A R D IM C I F A K T Ö R L E R
aktivite) diğer % 20-30’a neden olur. Hipotansiyonla birlikte uza­
I. Koroner kan akımındaki değişiklikler mış ventriküler taşikardi daha az yaygın bir nedendir. Akut düşük
A . Transient iskemi
kardiyak debi durumlan da klinik olarak kardiyak arrset olarak ta­
B . İskemi sonrası reperfiizyon
II. Düşük kardiyak debi durumlan nımlanabilir. Massif akut pulmoner emboli, aort anevrizma rüptil-
A. Kalp yetmezliği rüne bağlı internal kan kaybı, şiddetli anaflaksiler, miyokard in-
1. Kronik * ‘ farktüsünden sonra kardiyak riiptür ve elektrolit denge bozuklukla­
2. Akut dekompansasyon rından sonra ortaya çıkan umulmayan fatal aritmiler de nedenler
B. Şo k- ■. ■
arasındadır.
III. Sistemik metabolik bozukluklar
A. Elektrolit denge bozukluğu (örn., hipokalemi)
B . Hipoksemi, asidoz =,
IV . Nörofızyolojik bozukluklar KARDİYAK ARRESTİN KLİNİK
A . Otonom düzensizliklertsantral, nöral, humoral
B. Reseptör fonksiyon
KARAKTERİSTİKLERİ
V. Toksik yanıtlar
A. Proaritmik ilaç etkileri PRODROM, BAŞLANGIÇ, ARREST, ÖLÜM SCD anjina,
B. Kardiyak toksinler (e.g., cocaine, dijital zehirlenmesi) 1■ dispne, palpitasyon, erken yorulma ve diğer spesifik olmayan ya­
C . İlaç etkişimleri kınmaların artmasıyla günler, haftalar ve aylar Öncesinden ortaya
çıkan belirtilerdir. Mamafih bu prodromal yakınmalar her hangi bir
hastalığının spesifik olarak SCD’ye ailesel predispozisyon olduğu­ kardiyak olayda da genel öngörülerdir; bu belirtiler SCD’yi Öngör­
nu ileri sürmektedir . - mek için spesifik değildir.
SCD sendromuna katkıda bulunan yapısal ve fonksiyonel ne­ : Kardiyak arreste Öncülük eden son olayların başlangıcı kardi­
denler Tablo 39-2 de gösterilmiştir. Dünyada ve özellikle batı kül­ yak arreste neden olan akut kaidiyovasküler değişiklikler son 1 sa­
türünde koroner aterosklerotik kalp hastalığı SCD ile.ilgili en yay­ at içinde ortaya çıkar. Başlangıç ani olduğu zaman arrestin oriji­
gın yapısal anomalidir. ABD’de tüm SCDTerin %80’den fazlası ninin kardiyak olma olasılığı > % 95’ tir. Sürekli EKG kayıtlarında,
koroner ateroskleroz sonucudur. Kardiyomiyopatiler (dilate, hipert- tesadüfen yapılan gözlemlerde kardiyak arrestin başlangıcından da­
rofik ve kollektif; Konu 239) diğer %10-15 i oluşturur ve diğer tüm kikalar veya saatler önce kardiyak elektriksel aktivitede değişiklik­
nedenler %5-10 oranındadır.Transient iskemide hipertrofık kalp, ler gözlenmiştir.Kalp hızında artmaya meyil ve prematüre ventri­
hemodinamik, sıvı ve elektrolit dengesizlikleri, otonom sinir siste­ küler atımların derecesinde ilerleme vardır. Çoğu kardiyak arrestin
mi aktivitesindeki değişkenlikler, ilaçların, ve diğer kimyasalların nedeni V F dir; uzamış ve ya uzamamış ile V T başlar daha sonra
(proaritminojenik) hepsinin elektrofizyolojik stabiliteden instabili- bu V F ’ye dejenere olur.
teye geçişte rolü vardır. Ek olarak iskemik miyokardiyumun reper- Etkin dolaşımın ani, beklenmedik kaybı "aritmik olaylar" ve
füzyonu transient elektrofizyolojik instabiliteye ve aritmilere neden "dolaşım yetmezliği" olarak ayrılabilir. Aritmik olaylar büyük ola­
olabilir. sılıkla hasta olaylardan hemen önce uyanık ve aktiftir; elektriksel
PATOLOJİ SCD’nin postmortem çalışmalarından sağlanan mekanizma olarak VF baskındır ve terminal hastalığın süresi kısa­
veriler, major yapısal etyolojik faktörler olarak koroner kalp hasta­ dır (<1 saat). Aksine dolaşım yetmezliği ile ortaya çıkan ölümde
lığı prevalansında klinik gözlemlerle paraleldir. SCD kurbanlarının hastalar inaktif veya komatözdür, V F’den daha yüksek insidansla
%80’den fazlasmda koroner kalp hastalığının patolojik bulgulan asistol vardır ve terminal hastalığa yol açan nedenlerde nonkardi-
mevcuttur. Patolojik tanım sıklıkla rüptüre, çatlamış plaklar, trom­ yak sorunlar daha öndedir.
bosit agregatlan, hemoraji ve trombozu içeren epikardiyal koroner Kardiyak arrestin başlangıcı uzamış angına veya MI başlangı­
arter ve akut aktif lezyonlann aşırı ve uzun süreli aterosklerozu ola­ cındaki ağn, akut dispne, ortopne, ani başlayan palpitasyon, uzamış
rak yapılır. Bir çalışmada iki ya da daha fazla damarda >%75 ste- taşikardi gibi akut kardiyak olayların tipik semptomları ile karakte-
230 II Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri büyük binalar, stadyumlar vs) son zamanlarda sağkalımı artırmıştır.
Başarılı bir resüsitasyondan sonra hastanede kalış süresinde or­
rizedir Mamafih birçok hastada başlangıç minimal bir uyarı ile baş­ taya çıkan ölüm, santral sinir sistemi hasarı ile yakından ilişkilidir.
langıç hızlanır, Ölümlerin % 60’ında ortaya çıkan anoksik ensefalopati ve infeksi-
K a r d iy a k a r r e s t tanımında ani kavramı vardır. Terminal olay­ yon respirator tedavisine bağlıdır. Diğer % 30 müdahaleye yanıtta
ların başlangıcında uzamış V T ’li hastalarda zihinsel fonksiyonlu* yetersiz kalan düşük kardiyak debi durumlarının sonucu olarak or­
yetersiz olabilir. Ancak bilincin tam kaybı kardiyak arrest için ku­ taya çıkar. Tekrarlayan aritmiler hastane içi ölümlerin sadece
raldır. Nadiren spontan geri dönüş olsa da kardiyak arreste acilen % 1 0 ’u ile en düşük ölüm nedenim oluşturur
müdahale edilmezse dakikalar içinde ölüm kaçınılmazdır (SCD o l­ Akut MI durumunda primer ve sekonder kardiyak arrestin ayırt
taya çıkar)* edilmesi önemlidir.Primer kardiyak arrest hemodinamik instabilite-
Resüsitasyon çabasının başarıya ulaşma olasılığı, kardiyak ar­ nin yokluğunda bu durumun ortaya çıktığım; sekonder kardiyak ar­
rest ile resüsitasyona başlama arasında geçen süreye, arrest meka­ rest ise kardiyak arrestten önce anormal hemodinaminin baskın ol­
nizmasına (VT,VF, nabızsiz aktivite, asistol) ve hastanın arrest ön­ duğu klinik tablosu olan hastalan ifade eder.
cesi durumuna bağlıdır. Bu durumlarda hastanede acil kardiyopul- Monitörize akut MI sırasında ortaya çıkan primer kardiyak ar-
moner resüsitasyon uygulama şansı olasıdır ve daha başarılı sağka- restte acil resüsitasyonun oram %10Q’e yalandır. Aksine aynı hos-
lım şansı sağlar. Yoğun bakim ünitelerinde ve diğer hastane içi or­ pitalizasyon sırasında sekonder kardiyak arrest ile kaybedilen has­
tamlarda hastanın önceki klinik durumu, sağkalımı kuvvetli şekil­ ta oram % 70 kadardır.
de etkiler. Yoğun bakım ünitesinde akut kardiyak sorunlar ve geçi­
ci metabolik bozukluk olan hastalarda erken sonuç iyidir; fakat ile­ ANİ K A R D İYA K Ö LÜ M R İS K İ İÇ İN HASTALARIN B E ­
ri düzeyde kronik kardiyak sörunlari otan veya yine ileri düzeyde L İR L E N M E S İ Kardiyak arrestin primer engellenmesi yüksek risk
nonkardiyak hastalığı olanlarda (örnek: renal yetmezlik, pnömoni, taşıyan hastalanıl belirlenmesine bağlıdır Problemlerden biri bir­
sepsis, diabet, kanser) sonuç, hastane dişi durumlardan daha başa­ çok dunım ve geniş bir hasta havuzu olmasıdır. Seçilmemiş erişkin
rılı değildir popülasyonda yıllık SCD insidansı I-2 /1 0 0 0 ’dir(Şekil 39-2A ); bu
Hastane dışı kardiyak arrestlerde, başlangıç resüsitasyon için geniş olarak ilk kliniği SCD ile ortaya çıkan koroner arter hastası
başarı oranı ve hastaneden çıkış olayların mekanizmasına bağlıdır. prevalansını da yansıtır (koroner olayların ilkinin %2Ö-2 5 ’i
Mekanizma V T olduğu zaman sonuç en iyi, V F ise ikinci sırada ba­ SCD’dir.) Bu insidans (% yılda) önceden var olan koroner olaylar­
şarılı, asistol ve nabızsiz elektriksel aktivite olduğu zamansa kötü dan bağımsız olarak toplumda belirlenmiş koroner risk faktörlerine
istatistik veriler elde edilir (Şekil 39-1). İleri yaş da resüsitasyonun ek olarak gitgide artmaktadır.En güçlü faktörler yaş, yüksek tansi­
başarısını olumsuz etkiler. > yon, LV hipertrofisi, sigara içimi, artmış serum kolesterol düzeyi,
B iy o lo jik ö lü m e i le r le m e kardiyak arrest mekanizmasının ve şişmanlık, ve nonspesifık elektrografık anomalilerdir. Bu koroner
müdahaleden önce uzamış gecikmenin bir fonksiyonudur.VF ve risk faktörleri SCD’de spesifik olmaktan daha çok tüm koroner
asistolde CPR uygulanmadan geçen 4 -6 dakika kötü sonuca yol ölümler için riski artırır. Koroner ölümlerin ani ölümlere oranı tüm
açar, başlangıçtan sonraki ilk 8 dakikada hiçbir yaşam desteği uy­ risk kategorilerinde yaklaşık % 50’dir. Ek birçok faktörle SCD ris­
gulanmayan hastalar arasında çok az yaşayan vardır. Sonuç İstatis­ kindeki belirgin göreceli artışa rağmen (seçilmemiş popülasyonda
tikleri herkesin eğitimi (temel yaşam deşteği-aşağıya bakınız), e t yıllık oran 1-2/1000 ve koroner arter hastalığı olanlarda ise 50-
siksiz müdahale(ileri yaşam desteği-defibrilasyon) ve çok erken 60/1000) gerçek risk ise koruyucu müdalelerin yapıldığı bireylerde
defıbrilasyon ile iyileşmiştir. Defıbrilasyon ile ilgili olarak ekster- hala düşük görülmektedir. Spesifik olarak, SCD riskinde % 50 azal­
nal defibrilatörlerin toplumda yaygınlaşması (Örnek: polis araçları, ma çok büyük olabilir, fakat 2 0 0 seçilmemiş bireyde bir ani ölüm
riskinin engellenmesi için müdahale gerekecektir. Bu şekiller koro­
ner kalp hastalığının primer korunmasının çok önemli olduğuna
dikkat çekmektedir. Koroner risk faktörlerinin kontrolü toplumun
majör segmentlerinde SCD’nin engellenmesi için tek pratik faktör
olabilir, spesifik yüksek risk gruplarından daha çok geniş seçilme­
miş subgruplarda olayların çoğunun ortaya çıkması paradokstur
(karşılaştır olay/ yıl ile %/yıl Şekil 39-2A ’da). Yüksek risk düzey­
lerindeki birçok koşulda, özellikle bu major kardiyoVasküier olay­
lara bağlıdır (örn: MI, yakın kalp yetmezliği başlangıcı, hastane dı­
şı kardiyak arrestten sonra), en yüksek ani ölüm riski başlangıçtan
6 -18 ay sonra ortaya çıkar ve sonra altta yatan hastalığın temek risk
düzeyine iner (Şekil 3 9 -2 B ). Buna göre, koruyucu müdahale baş­
langıçta uygulandığı zaman çok daha etkindir.
ŞEKİL 39-1 Hastane dışı kardiyak arrestlerde kaydedilen başlangıç Koroner kalp hastalığının akut ve erken klinik bulgulan olan
elektrofizyofojik olaylar. Şekiller, üç mekanizma kategorisindeki hastalar için yüksek risk subgnıplan toplumda yüksek SCD oram
(ventriküler fibrilasyon, ventriküler taşikardi ve bradiaritmi/asistol). toplum bazında belirlenebilir. M l’m akut, nekahat ve kronik fazla-
Her kategoride veriler hasta sayılarını gösteren kutularla detaylandı-
n konu 243te detaylı olarak ele alındı. Akut M l’ın başlangıcından
rılmıştır; üstteki kutu hastane öncesi kardiyak arrestlerin sayılarını,
ortadaki kutu bulunduğu alanda başarılı resüsite edilen veya canlı itibaren 7 2 saatte kardiyak arrest riski % 15-20’dir. M l’dan sonra
olarak hastaneye transfer edilen hasta sayısını ve alttaki kutu isş nekahat fazı sırasında (3 gün - 8 hafta) uzamış VT ve V F ’si olan
hastaneden yaşayarak gönderilen hasta sayılarını göstermekte- hastalarda M l’la yüksek SCD riski arasında ilişki bulunmuştur.
dir.Parentez içindeki yüzdeler, her kategori için her bir bakım düzeyi Konservatif medikal tedavi sırasında bu hastalarda 6 -1 2 ayda mor-
arasında yaşayan hasta sayısını göstermektedir. (RJ Myerburg et al:
talitenin % 50’den daha yüksek olduğu gözlenmiştir, ölümlerin en
Clinical, electrophysiologic, and hemodynamic profile of patients re­
suscitated from prehospital cardiac arrest. Am J M ed 68:568, 1980, az % 50’si anidir. Agressif müdahale teknikleri bu insidansı azal­
izinle ve modifiye edilerek.) tabilir.
39 Kardiyovasküler Kollaps. Kardiyak Arrest ve Ani Kardi.. 231
M l'den sonra ortaya
çıkan V T /V F
yonu, hastalarda % 20’den daha yüksek yıllık risk tanımlar. PVC
H astane dışı
- kalp durmaları - - sıklığının azalması, ileri formlarının olmaması ve yüksek E F ile
yaşayanlar risk keskin bir şekilde düşer. İnfarktüs sonrası PVC’ler riski kama-
F.F. <%3Q şık hale getirmesine karşın, PVC supresyonunun sonucu iyileştirdi­
kalp yetmezliği ği gösterilmemiştir (Konu 230).
D aha önce - - SDC’riski taşıyan önceki durum (hastane dişi yaşayan kardiyak
koroner olay
arrest olguları akut MI ile ilişkili değildir) nedeniyle altta yatan has­
_ _ Yüksek koroner _
risk subgrub'u j talığın alevlendiği hastalar ikinci bir kardiyak arrest riski kuvvetle
- - Erişkin grupta muhtemeldir. Yaşayan hastane dışı kardiyak arrest olgulannda spe­
sıklık
T--- 1------- T sifik bir müdahale yapılmazsa kardiyak arrestin bir yılda tekrarla­
50 25 5 0 5 25 50 3 0 0 .0 0 0 0 3 0 0 .0 0 0 ma olasılığı % 30’dur (aşağıya bakınız).
% /Yıl O lay sayısı/yıl
Genel bir kural olarak SCD riski, toplam kardiyovasküler mor­
talite oranın yaklaşık yansıdır. r
Şekil 3 9 -2 ’de gösterildiği gibi çok yüksek risk gruplan kardi­
yak arrest ve SCD’yi öngörmek için odaklanılmış toplum bölümle­
ri (%/yıl) sağlar, tüm toplumlarda bilgi edinmek engellenebilir
olayların kesin sayısı (olay/yıl) ile olabilir ki bu çok küçüktür. Ma­
jör populasyona erişmek için gereksinmeler, altta yatan hastalığın
etki olarak engellenmesi ve genel popülasyondaki subgruplann daT
ha iyi çözümlenmesine izin veren yeni epidemiyolojik göstergele­
rin belirlemesidir. .

B TEDAVİ Ani olarak kollabe olan bir birey 4 aşamada tedavi


edilir: (1) Başlangıç yanıtı ve temel yaşam desteği (2) ileri ya­
şam desteği (3) resüsitasyon sonrsı bakım (4) uzun-süreli bakım.
Başlangıç yanıtı ve temel yaşam desteği hekim, hemşire, ambulans
ekibi ve eğitimli kişiler tarafından uygulanır. Hasta ileri yaşam des­
teği, resüsitasyon sonrası bakım ve uzun süreli bakıma doğru yön­
ŞEKİL 39-2 A. Populasyonların altgruplarında ani ve ani olmayan lenirken uygulayıcıdaki spesifik yetenek gereksinmesi de artar.
kardiyak ölüm riski insidansı ve yılda toplam sayı insidansının ilişki Başlangıç Yanıtı ve Temel Yaşam Desteği. İlk yanıt ani kol-
yekli. Tüm kardiyak ölümlerin yaklaşık %50'sl ani ve beklenmediktir, lapsın kardiya arrest nedeniyle olup olmadığını belirler. Solunum
■lökteki insldans üçgeni herblr toplum alt grubunda yaklaşık ani ve
hareketleri, cilt rengi, karotid veya femoral arterlerde nabız olup ol­
»rtİ olmayan ölüm yüzdesinl. soçtlmemlf toplumdaki (%Q.1-2/ yıl) en
düşük orandan Mfrten »oma ortaya çıkan V T vo VF II hastalardaki madığının gözlenmesi yaşamı tehdit edici kardiyak arrestin olup ol­
en yüksek (%$0 /y ıl) riske kadar olan yiudoteri göstermektedir. Sağ­ madığının acilen belirlenmesi gerekir.Kardiyak arrestten şüphele-
daki üçgen İse bu grupların her birinde yılda olan toplam sayıyı top­ ııildiği veya belirlendiği zaman en kısa sürede ilk olarak bir acil
tum alt gruplan ti« ilişkin olarak yansıtarak göstermektedir. Yüksek kurtarma sistemi (örnek: 1 1 2 ) ile temas kurulmalıdıf
d«k kategorileri toplam yıllık olayların en küçük sayılarını ve yıllık
Agonal solünüm hareketleri kardiyak arrestüı başlamasından
olayların en büyük sayıları için en küçük insidansı göstermektedir,
il;t*t ojoKsiyon fraksiyonu, VT: ventriküler taşikardi, VF: ventriküler sonra kısa zamanda kötüleşir. Fâkat yabancı cisim veya gıda aspi-
libfilasyon MI :mlyokard infarktı) S.Hastane dışı kardiyak arrest ya­ rasyonuna bağlı olarak nazbzın kötüleşmesi ile birlikte olan şiddet­
şayanları arasında riskin zamana bağlılığı. Tekrarlama riski ilk ayda li stridorun gözlenmesi önemlidir. Eğer bu şüphe varsa Heimlich
en yüksektir. Yaşayanlar yüzde olarak bildirilmiştir. İlk 6 ay süresince, manevrası (aşağıya bakınız) obstrükte eden cismin çımasına yar­
ojeksiyon fraksiyonu £ 35% olması risk göstergesidir ve ikincil olarak, dımcı olabilir.Stemumun üçte bir alt orta kısmına uygulanan bir
da elektrofizyolojik test sırasında VT’nin varlığı, major risk olarak ek­
prekordiyal darbe nadiren V T veya V F ’yi nadiren döndürür fakat
lenir. N=101 t=0 da [After T Furukawa et al, in RJ Myerburg et al,
Circulation 85(Suppl 1):2, 1992. Reproduced with permission of the V T’yi V F ’ye döndürebilir. Bundan dolayı prekordiyal darbe mofli-
American Heart Association.] törizasyon ve defibrilasyon kullanılabilir olduğu zaman bir ileri ya­
şam tekniği olarak önerilir. B u tekniğin geleneksel uygulaması ha­
la tartışmalıdır.
M I’m akut fazından sonra SCD ve toplam mortalite için uzun Başlangıç yanıtı sırasında üçüncü hareket havayolunun temiz­
süreli risk birçok faktör tarafından belirlenir. Hem SCD hem de lenmesidir: Havayolu açıklığı sağlamak için baş geri alınır ve çene
non-SCD için en önemli olan uzamış akut dönem sırasında miyo- asılır, Dişler ve yabancı cisimler çıkarılır, eğer orofarinkste yar alan
kardiyal hasarın artmasıdır. Bu E F ’undaki ve fonksiyonel kapasite­ bir yabancı cisim şüphesi varsa Heimlich manevrası uygulanır. So­
deki azalmanın derecesi ve kalp yetmezliğinin ortaya çıkması ile lunum arrestinin kardiyak arreste yol açmasından kaygı duyuluyor­
ölçülür. Postinfarktüs PV C ’lerin sıklığındaki artış 24 saatlik ambu- sa havayolları temizlendikten sonra ikinci bir prekordiyal darbe uy­
latuar kayıtlarda PVCler için platonun 10-30 oranında üstündedir, gulanır.
ayrıca bu artmış riske işaret eder, fakat ileri formlar (salvolar, uza­ Temel yaşam desteği popüler olarak CPR olarak bilinir, ileri
mamış VT) daha güçlü göstergeler olabilir. PVCler azalmış sol müdahaleler sağlanana kadar organ perfüzyonunu sürdürmeyi he­
ventrikül E F ile güçlü bir şekilde etkileşir. PVC sıklığı ile kombine defler. CPR’ın elementleri akciğer ventilasyonunun sürdürülmesi
Salvolar, uzamamış VT ve E F < 35% olan hastalarda yıllık risk ve göğüs kompresyonudur. Ağızdan ağza ventilasyon acil olarak
%2 0 ’den daha yüksektir. kullanılacak özel araçlar (örnek: plastik orofaringeal airway, özofa-
PV C ’ler azalmış sol ventriküler E F ile güçlü bir şekilde etkile­ geal obturatorlar, maske ve Ambu cihazı) olmadığı zaman uygula­
şir. Sık PV C’ler, salvolar ve uzamamış VT ve E F < 35% kombinas­ nabilir. CPR sırasında geleneksel ventilasyon tekniği akciğerlerin
232 îl Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri Israrcı VF/VT İçin 3 defa defibrilasyon
200 J. 200-300 J. 360 J
dakikada 10-12 kez şişirilmeğimi gerektirir; iki kişi CPR uyguladı­
ğı zaman 5 kompresyona 1 ventilasyon, tek kişi uyguladığmda ise
t fa il
{ CPR devam, intube et. i.v. yolları aç | ~ -
2 ventilasyona bir kompresyon sağlanır.
t FMk '
Göğüs kompresyonu ikincil dolma ve boşalmalarla kalbin
Epinephrine. 1 mg IV Puşe: tekrarla q 3 5 dak.
pompa fonksiyonunu sürdürür ve akımın ileri doğnı olaınsı kapak­ --v.
i l i
larla sağlanır. Bir elin avuç içi stemumun alt kısmı üzerine yerleş­
30-60 sn. içinde defibrile et
tirilir. diğer el de alttaki elin üzerien konur. Kollar bükülmeden
sternum yaklaşık dakikada 80-1 0 0 kez komprese edilir. Yeterli kuv­
t FAİL
T-r EPI, T Doz Anthiaritmikier NaHCOj. 1 meq/kg (ÎK +)

m
vet stemumu 3-5 cm kadar deprese eder ve relaksasyort ise tamdır.

İleri yaşam desteği İleri yaşam desteği yeterli ventilasyona Lidocaine: 1.5 mg/kg; 30 mg/dk. 17 mg/kg' a kadar
3-5 dk.'da tekrarla
ulaşmak, kardiyak aritmileri kontrol altına atmak, kan basıncı ve
Amiodarone: 150 mg 10 dk'da Magnesium sulfate: 1-2 gm IV
kardiyak debiyi stabilize etmek ve organ perfüzyonunu düzenleme­ 1 mg/dk [polymorphic VT]
yi hedeflen Bu hedefe ulaşmak için şu uygulamalar yapılır ( 1 ) en- Bretylium: 5 mg/kg: 10 mg/kg
5 dk. içinde
dotrakeal tüple entübasyon, ( 2 ) detibrılasyon/ kardiyoversiyon ve­
. ..
ya pace (3) intravenöz yol açıklığı. 0 2 ile ventilasyon (eğer 0 2 acil T 1
:■ » *
sMtlilatt:.'
SPSiİîA
olarak uygulanamazsa oda havası) hipoksemi ve asidozu hızla dü­ [ Defibrile et, 360 J: Ilaç-Şok-llaç-Şok
zeltebilir. Defıbrilasyon/kardiyoversiyon uygulama hızı bşarılı bir
resüsitasyonun önemli bir parçasıdır- Mümkün olduğu zaman acil
defibrilasyon entübasyon ve venöz yol açmadan önce uygulanma­ .........j CPR devam , intube et, I v yolları aç [
lıdır, defıbrilatör şarj olurken C PR ’a devam edilmelidir. En kısa za­ t -
manda VT ve VF tanısı sağlanmalı ve 2 0 0 J şok uygulanmalıdır, } Asıstolu doğrula [ j Kan akımınısağla
Eğer başlangıçtaki şokla V F veya VT düzeltilemezse ek enerjiler
daha yüksek enerji düzeylerinde maksimum 3 6 0 J ’e kadar denen­ T
ÎTanıyı koy ve sebebi tedavi et ’ * "■'
melidir Başarısız defıbrilasyondan sonra epinefrin, 1 mg dozda int­
ravenöz olarak uygulanmak ye defibrilasyon tekrarlanmalıdır. Epi­ w

nefrin dozu 3-5 dakikalık aralardan sonra tekrarlanabilir (bakınız Hipoxi hipovoıemı Pulmoner embolus
Şekil 39-3A). - - A v- A- A y ' A 1- . " ' ' Hlper-/hipokalemi Hyipoxi ilaç fazlalığı
Ağır asidoz Tamponade Hiperkalemia
Eğer hastamn bilinci tam olarak dönmemişse veya iki ya da üç İlaç fazlalığı Pneumothorax Ağır asidoz .
solunum çabası yetersiz kalmışsa acil entübasyon, ventilasyon ve . Hipothermi
n ıp u u ıo ıiu ı Hipothermi
n if ju ııiö in u Masif arvuı
ıvıaaıı akut ıvıı-
MI ^
a
arteryel kan gazı analizi sağlanmalıdır. İntravenöz NaHCC> 3 eski-!
den büyük miktarlarda kullanılırdı, rutin olarak kullanılmasına ge­ r K C?a I m a a U «S m a
Epinephrine — A Im m Im
Atropin — OSodium
a U Ii i m
bikarbonata .?•

rek yoktur ve yüksek dozları tehlikeli olabilir.Ancak başarılı bir de­ 1 mg IV (tekrarla) 1 mg IV (tekrarla) 1 meq/kg IV
SÜ S «Mwamwp a Miıe ^11 ^
fibrilasyon ve entübasyondan sonra asidotik olan hastalarda Na-
Eksternal pil veya enerji kablosu
CO 3 başlangıçta 1 mEq/kg ve ek olarak da bu dozun % 50’si her 10-
15 dakikada bir tekrarlanır.
Başlangıçtaki başarısız debibrilasyondan sonra veya elektriksel
ŞEK İL 39-3 Kardiyak anrestin yönetimi. A, Ventriküler fibrilasyon v »
instabilitenin sürmesi halinde 1 mg/kg lidokain intravenöz olarak
hipotansif taşikardi algoritmasında defibrilasyona. Eğer bu yetersiz
verilir (Konu 243) ve persistent ventriküler aritmisi olan veya hala!
kalırsa epinefrinle devam edilir ve daha sonra antiaritmikler uygula­
V F ’daki hastalara bu doz 2 dakikada tekrarlanır. Bunu 1-4 mg/dk ;
nır. Ayrıntı İçin metne bakınız. B. Bradiaritmi/asistol (sol) ve nabızsız
hızda infiizyon izler. Eğer lidokain kontrol sağlamakta yetersiz ka­ elektriksel aktivite (sağ) algoritması için yaşam desteğinin sürdürül­
lırsa diğer antiaritmik tedaviler denenir. Hemodinamik olarak sta.- mesi ve geri döndürülebilir nedenin araştınlması ilk işlemdir, ikindi’
bil olmayan ventriküler aritmiler içim intravenöz amiodaron 150 tedavi spesifik değildir ve düşük başarı oranına eşlik eder. Ayrıntı için
mg lO dakikadan uzun sürede uygulanır, lmg/dakika infüzyon 6 metne bakınız.
saatten uzun süre ve daha sonra 0.5 mg/dk ile devam edilir) teda­
vi seçeneği olarak acil uygulanır (Şekil 3?r3A). İntravenöz proka-
inamid (100 mg/5 dakika yüklaeme dozuve total doz 500-800 mg,
2-5 mg/dakika iııfUzyonla devam edilir) kötüleşen ve hemodinamik
olarak stabil aritmilerde denenebilir veya bretilium tosilat (yükla- tüdür. Nabızsız elektriksel aktivite (PEA ) bradiâritmilerle aynı şe­
ma dozu 5 -1 0 mg/kg 5 dakikada ve idame 0 .5 -2 mg/dakika) stabil kilde tedavi edilir ancak bunda da sonuç başarısızdır. Tek istisna
olmayan aritmilerde alternatif olarak uygulanabilir. Kalsiyum glu* vardır, o da hava yolu obstrüksiyonuna bağlı kardiyak arresttir.
konatm rutin uygulaması güvenli değildir ve gereksizdir. Kalsiyum Kardiyak arrestin bu formu, Heimlich manevrası ile yabancı cismin
glukonat sadece akut hiperkalemisi olduğu bilinen ve bunun di­ çaıkanlmasına veya hastanedeki hastalarda hava yollarındaki sek-
rençli V F ’yi tetiklediği olgularda ve kalsiyum kanal blokerlerinin resyonlann aspirasyonuna ve entübasyona hemen yamt verin
toksik dozlarım alanlarda kullanılır.
Bradiaritmiler veya asistole sekonder arrestlerin tedavisi farklı­ Resüsitasyon Sonrası Bakım ; Tedavinin bu fazı kardiyak ar­
dır (Şek 39-3B ). Hasta acil olarak entübe edilir, C PR’a başlanır, hi­ restin klinik durumuna göre belirlenir. Akut M l’daki (Konu 243)
poksemi ve asidoz kontrolü için çaba harcanır. Ewpinefrin ve/veya p r im e r V F yaşam-destek tekniklerine hemen yamt verir ve başlan­
atropin intravenöz ya da intrakardiyak yoldan uygulanır. Ekstemal gıç olaylardan sonra kolayca kontrol altına alınır. Hastalar, olaydan
pace cihazı düzenli ritmi sağlamak için yerleştirilir; fakat elektrik­ 24-72 saat sonra 2-4 mg/dakika lidokain infüzyonu ile tedavi edi­
sel pace’in başarısına rağmen bu tür kardiyak arrestte prognoz kö- lir. Hastanede ortaya çıkan durumlarda genellikle solunum desteği
gerekmez veya kıs* bir »«re içuı gerekir ve defibrilasyon ya da kar- 4 0 D ıstujı 233
ıliyovctsıvoiKİ.m hemen sınıra hemodinamikler stabilize olur. Akut
Ml’a .ekımder VF'de (bu durumlarda hemodinamik anormallikler mülasyon kullanılarak tanımlanır (Konu 230). İndüklenmenin en­
potansiyel olarak fatal aritmilere predispozisyon yaratır), resüsita- gellenmesi için ilaç etkinliğinin değerlendirilmesi bir baz olarak
iıl eforun başarı şansı düşüktür ve başarı ile resüsite edilen hastlar- kullanılabilir. Bu yaklaşım ilaçla ne kadar supresyona ulaşıldığını
.la da rekürrens olasılığı yüksektir. Klinik tablo ve sonucu, hemo­ ve ilacın uzun süreli yararını bir tahmin eden akılcı bir yoldur. B a­
dinamik stabilite olmayışı veya hemodinamik fonksiyon bozukluk­ şarılı ilaç tedavisi bu teknikle belirlenemeyen hastalar için, implan­
larının kontrol altına alınma başarısı baskın olarak belirler. Bradi- table kardiyovertör-defîbrilatör (ICD), antiaritmik cerrahi (örn: ko­
.ııitniler, asistol ve ııabızsız elektriksel aktivite hemodinamik ola­ roner bypass cerrahisi, anevrizmatektomi, kriyoablasyon) veya am­
rak stabil olmayan hastalarda yaygın olarak ortaya çıkan sekonder pirik amiodaron tedavisi önerilir (Konu 230). Prosedürün tamam­
olaylardır. lanmasının ardından, aritminin ilaç tedavisi olmaksızın indüklene-
Kardiyak nedenlere bağlı olmayan, hastanedeki kardiyak ar- meyecek bir konuma dönmesi primer cerrahi başarı olarak tanımla­
ıemlerde başarı düşüktür; başarı ile resüsite edilen hasta sayısı dü­ nır ve operasyon odasında plan yapılabilecek durumdaki hastalar
şüktür; resüsitasyon sonrası dönem, altta yatan hastalığın doğasına seçildiğinde başarı oranı %90’ın üzerindedir. Ancak hastaların kü­
bağlıdır. Kanser, renal yetmezlik, akut santral sinir sistemi hastalı­ çük bir kısmı bu kriterlere uymaktadır. Aynca kardiyak arrest son­
ğı ve kontrol altına alınmamış infeksiyonu olan hasta gruplarının rası yaşayanların bir kısmında ( % 30-50 arası) VT/V F indüklenebi-
hastanedeki arret sonrası yaşamda kalma oranlan % 1 0 ’dan daha lir durumda değildir ve aritmileri indüklenebilen hastaların azami
düşüktür. Bazı majör istisnalar vardır; geçici hava yolu obstrüksi- %20-30'unda ındüklenebilir aritmiler ilaçlarla baskılanabilir. İlaç
yonu, elektrolit denge bozukluğu, ilaçlann proaitmik etkileri ve tedavisi ve cerrahi girişimlerin bu türlü sınırlamaları dolayısıyla
şiddetli metabolik bozukluğu olan hastalar eğer hızla resüsite edilir kardiyak arrest sonrası yaşayanlarda ICD tedavisi en sık kullmlan
ve geçici anormallikler düzeltilirken iyi yönetilirler ve acil olarak strateji durumuna gelmiştir. ICD'ler uzun zamandan beri, hayatı
resüsite edilirlerse çok büyük oranda sağ kalım şanstan vardır. tehdit eden aritmileri tanımakta ve geri çevirmekte çok başarılı bu­
Hastane Dışı K ardiyak A rrest Sonrası Yaşayanlarda Uzun lunmaktadır; fakat spesifik alt gruplarda ICD tedavisinin yararını
Süreli Yönetim İrreversibl santral .sinir sistemi haşan olmayan ve somutlaştıracak uzun dönemli çalışmalara gereksinim duyulmakta­
hemodinamik stabiliteye ulaşan hastalarda geniş tanısal ve terapö- dır. Kardiyak arrest sonrası yaşayanlarda ampirik amiadaron teda­
tik testler uzun süreli tedaviye yol göstermesi için yapılmalıdır. Bu visinin, geleneksel antiaritmik ajan tedavisine eşdeğer hatta üstün
agressif yaklaşım, 1970’den beri yapılan istatistiklere dayanılarak olduğu düşünülmekle beraber, ICD'lerin amiadarona üstünlüğü ka­
hastane dışı kardiyak arrest sonrası yaşayanlarda rekürrensin 1 . yıl­ nıtlanmıştır. Ayrıca, miyokard infarktüsü sonrası VT'li yüksek risk­
da % 30, 2. yılda %45 ve total mortalite oranının 2 yılda % 60 ola­ li hastalarda da ICD'nin üstünlüğü gösterilmiştir.
rak gösterilmesine dayanılarak sürdürülür. Tarihi karşılaştırmalar
bu kısıtlı istatistiklerin yeni araştırmalar ile geliştirilmesini önerir B İB L İO G R A FY A

fakat birbiriyle mutabık kontrollü çalışmaların olmayışı nedeniyle AKHTAR M et al: Implantable cardioverter-defibrillator therapy for prevention
gelişmelerin boyuru bilinmemektedir. of sudden cardiac death. Cardiol Clin 11:97. 1993
CUMMINS RO et al: Improving survival from sudden cardiac arrest: The "cha­
Akut transmural M l’ın hastane dışı kardiyak arrest nedeni ol­ in of survival" concept Circulation 83:1832. 1991
duğu hastalarda tedavi, diğer belirlenmiş M l’ın akut fazı sırasında EMERGENCY CARDIAC CARE COMMITTEE AND SUBCOMMITTEES,
kardiyak arrest olan hastaların tedavisi ile aynıdır (Konu 243).H e- AMERICAN HEART ASSOCIATION: Guidelines for cardiopulmonary re­
suscitation and emergency cardiac care. JAMA 268:2172, 1992
men hemen diğer tüm hasta gruplarında etyolojiyi, fonksiyonel ye­ EWY GA, ORNATO JP: Emergency Cardiac Care Task Force 1: Cardiac arrest
tersizliği, ilerideki tedaviler için rehber olması için elektrofızyolo- J Am Coll Cardiol 35:832.2000
JOSLYN et al: Survival from out-of-hospital cardiac arrest: Effects of patient age
jik insatbilitenin belirlenmesi için geniş tanısal tetkikler yapılır.
and presence of 911 Emergency Medical Services phone access. Am J
Genelde akut MI olmaksızın kronik iskemik kalp hastalığı nedeniy­ Emerg Med 11:200, 1993
le hastane dışı kardiyak arrest olan hastalar, transient iskemi veya KANNEL WB. SCHATZKIN A: Sudden death: Lessons from subsets in popula­
tion studies. J Am Coll Cardiol 5(Suppl 6):141B. 1985
kronik elektrofızyolojik instabilitenin muhtemel oluş nedenini be­
MYERBURG RJ. CASTELLANOS A: Cardiac arrest and sudden cardiac death,
lirlemek için değerlendirilir. Eğer bir iskemik mekanizma şüphesi in Heart Disease. 6th ed, E Braunwald et al (eds). Philadelphia, Saunders,
için gerekçe varsa, anjiyoplasti, bypass cerrahisi ile birlikte ilaç uy­ 2001
MYERBURG RJ. CASTELLANOS A et al: Epidemiology, transient risk, and
gulaması koroner revaskülarizasyon sağlayarak iskemik sınırı dü­ intervention assessment. Ann Intern Med 119:1187. 1993
şürür ORNATO JP: Use of adrenergic agonists during CPR in adults. Ann Emerg Med
Elektrofızyolojik instabilite, uzamış V T veya V F ’nin indükle- 22:411, 1993
WILBER DJ et al: Out-of-hospital cardiac arrest Use of electrophysiologic tes­
nebilip indüklenemediğini belirlemek için programlı elektriksel sti- ting in the prediction of long-term outcome. N Engl J Med 318:19. 1988

Kısım 6
GASTROİNTESTİNAL FONKSİYONDAKİ DEĞİŞİMLER

R aj K. Goyal acil tıbbi müdahale gerektirir. Y utm aya b a ş la r k e n z o r la n m a , yut­


manın istemli kısmındaki rahatsızlıklarla oluşur fakat yutma işle­
DISFAJI mine birkez girişildikten sonra sorunsuz olarak tamamlanır. O d in o -
Figen Doran f a j i acılı yutma demektir. Odinofaji ve disfaji genelde birlikte göz­
lenir. G lo b u s p h a r y n g e o u s boğaza bir topağın yerleşmesi hissidir
D is fa ji. ağızda, farinkste veya özefagusta yemek yolunun "yapış­ fakat, yutma gerçekleşirken bir zorlukla karşılaşılmaz. B e s in in y a n ­
ması" ya da tıkanması duygusu olarak tanımlanır. Yutma ile ilgili lış y ö n le n d ir ilm e s i ile sonuçlanan nazal ve laringeal regürgitasyon,
diğer semptomlardan ayrı tutulmalıdır. A fa ji özefagiel tam tıkan­ yemeğin yutma esnasında akciğere aspirasyonu, orofaringeal disfa-
maya işaret eder ki bu durum lokma* sıkışmasından kaynaklanır ve zinin karakteristiğidir. Yutma korkusu anlamına gelen f a g o f o b i ve
234 il Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri malar veya üst özofagialin açılmayı kaybetmesine neden olan nö-
romüsküler hastalıklardır. Üst sfinkter açılımının kaybedilmesi,
yu tm ay ı r e d d e tm e durumu; histeri, kuduz, tetanoz ve aspirasyon genyohiyoidin ve diğer suprahiyoid kasların paralizisi veya kriko*
korkusundan kaynaklanan faringeal paralizinde oluşabilir. Odinot faringeal kasın deglütitif inhibisyonu sonucu oluşur. Farinksin iki
fajiye sebep olan acılı inflamatuar lezyonlar da yutmayı reddetme­ tarafı da ipsilateral sinirlerle innerve olduğu için motor nöronların
nin nedeni olabilir. Bazı hastalar besini özofagusta ilerlerken hisse­ bir unilateral lezyonu, unilateral faringeal paraliziye yol açar. Çiz­
debilirler. Fakat bu özofagiel duyarlılık, yemek yapışması veya tı­ gili kas lezyonlan, özofagusun şervikal kısmını da dahil etse de, fa-
kanma ile ilgili değildir. Benzeri bir durum olan, yemek sonrasında ringeal disfonksiyonun klinik verileri genelde özofagial katılımı
veya hava yutma sonrasında e p ig a s tr iu m d a d o lu lu k h issi, disfaji ile öne çıkarmaktadır.
karıştırılmamalıdır. Düz kas segment hastalıkları, özofagusun torasik kısmını ve
YUTM ANIN F İZ Y O L O JİS İ Yutma işleminin başındaki is­ alt özofagiel sfinkteri içerir. Vagal pregangliyonik liflerin parasem­
temli (oral) faz sırasında *lokma düin kasılması ile farinkse itilir. patik kısmı ve miyenterik gangliyonm post gangliyonik nöronları
*Lokma daha sonra orofaringeal duyumsal reseptörleri, istemsiz düzkası innerve eder. Vagal yol, paralel eksitatuar ve inhibitor yol­
(faringeal ve özofagial) fazı ve deglütitasyon refleksini başlatmak lardan oluşur. Bu yollar nörotransmitter olarak sırası ile asetilkolii)
üzere aktive eder. Deglütitasyon refleksi bir dizi kompleks olaydan ve nitrik okşit kullanırlar, inhibitor sinirlerin akfivasyonu, rebounç}
meydana gelir ve hem besini farinka ve özefagus boyunca itmeye kasılması ile takip edilen iphibisyona sebep olur, Bu yollar alt özcç
hem de solunum yoluna girmesini engellemeye yarar. Lokma, dil fagiel sfinktcrin dinlenme halindeki tonüsüne ve yutmaya tetikli alt
tarafından geriye itildiğinde larinks ileri doğru hareket eder ve üst özofagial sfinkter açılımına ve inhibisyonu takip eden özofagial
özefagiel sfinkter açılır. Lokma farinkse girerken, kasıcı süperior bünyedeki peristaltik kasılımalara dahildir. Peristaltik kas ılımlara)
faringealin, kasılmış yumuşak damağa karşı kasılımı, lokmayı fa- güçsüz olması, peristaltik olmaması veya alt sfinkterin normal gey*
rinks ve özefagus boyunca ilerletmek için aşağıya hızla ilerleyen şeyeroemesi disfaji ile sonuçlanır, Kontraktil güç kaybı, skleroder-
peristaltik kasılım başlatır. Alt özofagial sfinkter yemek özofagusş mada olduğu gibi kas güçsüzlüğünden de kaynaklanır. Peristaltilç
girerken açılır ve peristaltik kasılım lokmayı mideye kaydırmcaya olmayan kasılmalar ve alt özofagial sfinkterin hatalı gevşemesi, ha­
kadar açık kalır. Yutmaya tepki olarak oluşan peristaltik kasılmaya talı inhibitor vagal inervasyon sonucu oluşur ve akalazyada disfaji­
p r im e r p e r is t a ls is denir. Bu safha inhibisyonu ve akabinde tüm yut­ ye yol açar. ' .
ma yolu boyunca kasların sıralı kasılımını kapsar. Peristaltik kası­ Motor disfajinin sebepleri de Tablo 4 0 -1 ’de listelenmiştir.
lımdan önce gelen inhibisyonun adı d e g lü t it if in h ih isy on d u r. Ye­ Önemli nedenler: faringeal paralizi, krikofaringeal akalazya, özofa­
mekten kaynaklanan özofagustaki lokal distansyon düz kaslardaki gusun skleroderması, akalazya ve diffiiz özofagial spazmlar ve il­
intramural refleksleri aktive eder ve özofagusla sınırlı s e k o n d e r p e : gili motor hastalıklar.
r is t a ls is le sonuçlanır. Bölgesel kasılmalar peristaltik değildir çün­
kü özofagusun uzun bir kesmi boyunca bir anda oluşurlar, Bölgesel
kasılımlar yutmaya veya özofagial distansyona tepki olarak yada -----------------------H a s ta y a y a k la ş ım -------—----------—
spontan olarak oluşabilirler.
DİSFAJİNİN P A T O -F İZ Y O L O JİS İ Çiğnenmiş bir lokmanın Öykü Öykü hastaların % 80’ inden fazlasına bir öntanı sağlaya*
yutma pasajı boyunca normal geçişi: çiğnenmiş lokmanın boyutu­ bilir. Disfajiye neden ölâri yemeğin tipi faydalı bilgi sağlar. Sadece
na, yutma pasajının luminal çapına, peristaltik kasılımın gücüne ve katilarla yaşanan zoriuk, çok daralmamış bir lumen ile disfajiyı
üst ve alt özofagial sfinkterlerin yutma esnasında normal olarak ra­ vurgular. Daha ileri bir tıkanmada disfaji katilarda olduğu gibi sıvı­
hatlamasını dahil ederek deglütitif inhibitasyona bağlıdır. Büyük larda dâ oluşur. Buna karşıtı, akalazya ve diffüz özofagiel spazm­
bir lokma yada luminal daralma yüzünden oluşan disfajiye m e k a ­ dan kaynaklanan motor disfaji, başlangıcından itibaren katı ve sıvı*
n ik d is fa ji denir,Peristaltik kasılmanın zayıflığı yada hasar görmüş Iara eşit olarak etkir. Sklerodermalı hastaların katilara karşı disfaji*
deglütitif inhibisyon nedeniyle oluşan peristaltik Olmayan kasılma­ si pozisyona göre değişmezken, sıvılara karşı sadece yatay pozis­
lar ve hasar görmüş sfinkter gevşemesine İs e m o t o r d is fa ji denir. yondayken vardır ve ayaktayken disfaji gözlenmez. Hastada peptik
Mekanik Disfaji Mekanik disfaji, çpk büyük bir besin lokma* striktür, sklcrodcrma ile birlikte geliştiğinde disfaji daha sürekli ha*
sı yada lumenin intrinsik daralması veya ekstrinsik kompresyonun- le gelir. •
dan kaynaklanabilir. Bir yetişkinde özofagial lumen 4cm çapına ka­ Disfajinin süresi ve tipi tarir koyulmasında faydalıdır Geçici
dar genişleyebilir, özefagus 2.5cm çapın ötesinde genişleyemedi- disfaji inflamatuar bir durum ile ilgili olabilir. Birkaç haftadan bir­
ğinde katı besine disfaji oluşabilir. Özofagus 1.3 cm çapından öte* kaç aya kadar süren progresif disfaji, özofagusta karsinomanın ön
ye genişleyemediğinde ise disfaji daima mevcuttur. Özofagiel du­ tanısıdır. Katilara karşı birkaç yıl süren epizödık disfaji, alt özofa­
varı tamamen çevreleyen lezyonlar disfajiye, çevre duvarın ancak gial halkada bir benign hastalığı düşündürür :
bir kısmını dahil eden lezyonlara göre daha etkili bir neden teşkil Hastanın disfaji noktası olarak tanımladığı yer, özofagial tıkan­
eder. Çünkü katılmayan lezyonlar genişleyebilirliklerini muhafaza manın yerini belirlemeye yardımcıdır; lezyon algılanan noktada ve­
etmektedirler. Mekanik disfajinin sebepleri Tablo 4 0 -1 ’de sıralan­ ya altındadır.
mıştır. En genel sebepler içerisinde karsinoma, peptik ve diğer be­ İlgili semptomlar da tanıya ilişkin önemli ipuçları sağlar. Yut­
nign sürüktürleri ve alt özofagial halka bulunmaktadır. ma ile birlikte nasal regürgitasyon ve trakeobronşial aspirasyon,
M otor Disfaji Motor disfaji, yutmaya girişmede zorluk çek­ faringeal paralizi veya trakeoözefagial fistülün belirgin özelliğidir.
mekten ya da özofagial düz veya çizgili kas hastalıkları sonucu, ab­ Yutmayla ilişkisi olmayan trakeobronşial aspirasyon akalazyaya,:
normal peristalsis ve degütif inhibisyondan kaynaklanabilir. Zenker divertikülüne veya gastroözofagial refluksa ikincil olabilir.
Çizgili kas hastalıkları farinksi, üst özofagial sfinkteri ve servi- Hastanın disfaji düzeyinden beklenenden çok daha fazla kilo:
kal özofagusu kapsar. Vagusun somatik bir kompönenti, çizgili ka­ kaybetmiş olması belirgin şekilde karsinomayı işaret eder. Tıkanma
sı, nükleus ambigüusta bulunan alt motor nöron hücreleri ile inner* disfajiden önce geldiğinde, primer lezyon genelde larinkstedir. Dis-
ve eder. Kolinerjik olan ve eksitasyon yapan bu nöronlar, kas akti- fajiyi takiben tıkanma ise uzayan özofagial karsinomaya bağlı ola­
vitelerinin yegane belirleyicileridir. Çizgili kas segmentinde peris­ rak yinelenen laringeal sinirin olaya katılımını işaret edebilir. B a­
talsis, özofagus boyunca değişik düzeydeki kasları innerve eden zen tıkanıklık gastroözofagial refluksa ikincil olan laringitise bağlı
nöronların merkezi sıralı aktivasyonuyla olur. Farinksin motor dis- olabilir. Laringeal semptomlar ve disfajinin birlikteliği çeşitli nöro-
fajisinin sebebi; kas paralizisi, simültane peristaltik olmayan kasıl­ müsküler rahatsızlıklarda da oluşur. Hıçkırık özofagusun uzak ke-
'ûıijlo 40-1 Disfajiniii Nedenleri

MEKANİK DİSFAJİ M O TO R (N Ö RO M Ü SK Ü LER) D İSFA Jİ

I. Luminal
I. Yutkunma refleksini başlatmada zorluk çekmek
A. Büyük lokma
A. dilin paralizisi
B. Yabancı cisim
B. orofarigeal anestezi
II. İntrinsik Daralma
C. tükrük eksikliği (örn: Sjögren sendromu)
A. İnflamatuar durumun ödem ve şişme yapması
D. glosofaringeal sinirler ve vagusun sensör komponentleri lezyonlan
1 . stomatitis
E. yutma merkezi lezyonlan
2 . faranjit, epiglottit
II. Faringeal ve özofagial çizgili kas hastalıktan
3. özofajit
A. kas güçsüzlüğü
a. Viral (herpes simpleks, varicella-zoster, cytomegalovirüs)
1 . alt motor nöron lezyonlan (bulber paralizi)
b. Bakteriye!
a. serebrovasküler olay
c. Fungal (kandidal)
b. motor nöron hastalığı
d. Mukokütanöz büllöz hastalıktan
c. poliomiyelitis, polio sonrası sendromu
e. Kaustık, kimyasal, termal yaralanma
d. polinöritis
B. Webler ve halkalar
e. amiyotrofık lateral sklerozis
1. faringeal (Plummer-Vinson sendromu)
f. familial disautonomi
2. özofagial (konjenital, inflamatuar)
2. nöromüsküler
3. alt özofagial mukoza halka (Schatzki halkası)
a. miyastenya gravis
C. Benign strüktürieri
3. kas rahatsızlıklan
1. peptik
a. polimiyozitis
2 . kostik ve ilaca bağlı
b. dermatomiyozitis
3. inflamatuar (Crohn’s hastalığı, kandidal, mukokutanöz lezyon-
c. miyopatiler (miyotonik distrofi, okülafaringeal miyopati)
lan)
B. Peristaltik olmayan kasılmalar veya zedelenmiş deglütitif inhibisy-
4. iskemik
onlar
5. ameliyat ve iritasyon sonrası
1 . farinks ve üst özofagus
6. konjenital
a. kuduz
D. Malign tümörleri
b. tetanoz
1. Primer karsinoma
c. extra piramidal sistem hastalıktan
a. skuamöz hücreli karsinoma
d. üst motor nöron lezyonlan (psödobülber paraliz)
b. adenokarsinoma
2. üst özofagial sfinkter (UES)
c. karsinosarkoma.
a. subrahiyoit kaslar paralizi (faringeal kasların paralizisine
d. psödosarkoma
neden olan sebeplerle aynı)
e. lenfoma
b, kriptofarinjeal akalazya
f. melanoma
III. Özofagial düzkas rahatsızlıklan
g. Kaposi sarkoma
A. zayıf kasılmalara neden olan özofagial cismin paralizi
2. Metastatik karsinoma
1. skleroderma ve ilgili kollajen-vasküler hastalıklar
E. Benign Tümörler
2 . hollow visseral miyojıati
1. leiomiyoma
3. miyotonik distrofi
2 . lipoma
4. metabolik nörömiyopati (amiloid, alkol?, diabet?)
3. angioma
5. akalazya (klasik)
4. inflamatuar fibroid polip
B, Peristaltik olmayan kasılmalar veya hasarlı deglütitif inhibisyonlar
3. cpitelyal papilloma
1 . özofagial cisim
III. Estrinsik Kompresyon
a. diffüz özofagial spazm
A, 'îervikal spoıtdilit
b. akalazya (şiddetli)
1!, Vertebral osteofit
c. diffüz özofagial spazm varyasyonları
C. Retrofaringeal abse ve kitleler
2 . İt özofagia sfinkter
D. Büyümüş tiroid bezi
a. akalazya
E. Zenker divertikülü
( 1) primer
F. Vasküler kompresyon
(2 ) sekonder
1. Aberrant sağ subklavyan arter
(a) Chagas hastalığı ‘
2. sağa deviye-yönlü aort
(b) Karsinoma
3. sol atrial genişleme
(c) Lenfoma
4. aortik anevrizma
(d) Nöropatik intestinal psödoobstrüksyon sendromü.
G. Posterior mediastinal kitleler
(e) Toksin ve ilaçlar
H. Pdnkreatik tümör, pankreatitis
b. alt özofagial müsküler halka
I. Vagotomi sonrası hematom ve fıbrozis

simlerindeki bir lezyonla nadiren oluşur. Disfaji ile birlikte unilate­ Fizik Muayene Fiziksel muayene, nörolojik, orofaringeal ve
ral hırıltı, özofaguşu içeren bir mediastinal kitleye ve büyük bir iskelet kası hastalıklarından kaynaklanan motor disfajide önemli­
bronşa işaret eder. dir. Dizartri, disfoni, pitoz, dil atrofisi, hiperaktif çene-sıkmanm da
Göğüs ağrısı ve disfaji, diffüz özofagial spazmda ve ilgili mo­ içinde bulunduğu bulbar ve psedöbulbar işaretlerinin yanısıra, ge­
tor rahatsızlıklarda oluşur. Diffüz özofagial spazmları andıran gö­ nel nöromüsküler hastalık belirtilerine dikkat edilmelidir. Boyunda
ğüs ağrısı, büyük bir lokma yüzünden oluşan özofagial tıkanmalar­ spinal anomali veya tiromegali ihtimali için kontrol edilmeli, ağız
da olur. Geçmişinde uzun süredir kalp yanması ve disfaji öncesi ve farinks yemek yoluna çıkarak acı ve engel teşkil edebilecek lez-
refluks, peptik striktürü işaret eder. Öyküdeki uzun süreli nasogast- yonları açığa çıkaracak şekilde dikkatlice kontrol edilmelidir. Cilt­
rik intubasyon, kostik ajan alımı, susuz ilaç alımı, önceden radyas­ teki veya ekstremitteki değişimler skleroderma ve diğer kollajen-
yon tedavisi veya ilgili mukokütanöz hastalıklar özofagial striktüre vasküler hastalıkların veya pemfigoid veya epidermolisis dermosa
neden teşkil edebilir. Eğer odinofaji var ise kandidal veya herpes gibi mukokutenöz hastalıkların teşhisini işaret edebilir ki bu hasta­
özofajitten veya ilaç nedeni ile özofagitisten şüphelenilmelidir. lıklar özofagusa bulaşmış olabilir. Lenf nodlanna ve karaciğere sıç­
AIDS veya bağışıklık sorunu olan hastalarda, kaposi sarkoma- ramış kanser bulunabilir. Kronik aspirasyon veya akut aspirasyon
sı ve lenfoma gibi tümörlerden, herpes simplex virüsü, sitomegalo- pnömoni nin pulmonar komplikasyonları bulunabilir.
virüs, Candida gibi oportunistik enfeksiyonlardan kaynaklanan Teşhis İşlemleri Disfaji neredeyse herzaman, fonksiyonal bir
özofagitisten şüphelenilmelidir. şikayet olmak yerine, organik bir hastalığın semptomudur. Orofa-
236 il i U sîU İi.kM r m A ;ıu 3u l : ; u i ı , r ı ve (ak d in i S .'k n L:n Kusma durumunda yavaş dalgalar yerini oral üreyen spike (sivri)
aktiviteye bırakır. Bu aktivite ufak intestinal içeriklerin ağızdan bo­
ringeal disfajiden şüphe duyuluyorsa, orofaringeal yutmanın vide- şalmasını destekleyen retrograt kasılından başlatır.
ofloroskopisi alınmalıdır. Mekanik disfajiden şüpheleniliyorsa teş­ Kusmanın Aktivatörleri Kusturucu uyarılar birkaç anatomik
his prosedürü: klinik öykü, Baryumlu grafi, özofagogastrokopi ve bölgede rol oynarlar. Uygunsuz düşünceler veya kokularla provoke
endoskopik biyopsilerdir. Baryumlu grafi ve özofagial motilite ça­ olan kusmalar serebral korteksten kaynaklanır. Tıkanma sonrası
lışmaları motor disfaji teşhisi için gerekli prosedürdür. Özofago­ kusma refleksini aktive eden ise kraniyal sinirlerdir. Yolculuk-hare-
ket tutması ve iç kulak rahatsızlıkları’ labirintin apparatus‘a etkir­
gastrokopi, motor disfajili hastalan yapısal bir anomaliden ayırıcı
ken, gastrik irritanlar ve sisplatin gibi emetojenik antikanser ajanla­
tanı için gerekli olabilir (Konu 284).
rı, gastrodüodenal afferent vagal sinirlere yönelik uyarırlar. Gastrik
’Î İB L İ O G R A F Y A olmayan visseral afferentler küçük intestinal ve kolonik obstrüks-
yon ve mesenterik iskemi ile aktive olur. Medüler bir nükleus olan
GOYAL RK, SIVARAO DV: Functional anatomy and physiology of swallowing postrema bölgesi, kanla taşman emetik uyarıcıya tepki verir ve ter­
and esophageal motility, in The Esophagus, 3d ed, DO Castell. JE Richter
(eds). Philadelphia, Lippincott Williams &Wilkins, 1999, pp I-3I minolojiye kemoreseptör tetikleme bölgesi olarak geçmiştir. Birçok
SPECHLER SJ: American Gastroenterological Association medical position sta­ kusturucu ilaç, postrema bölgesinde, bakteryel toksinler ve hipoksi,
tement on treatment of patients with dysphagia caused by benign disorders üremi, ketoasidozis gibi metabolik rahatsızlıklar gibi rol oynar.
of the distal esophagus. Gastroenterology 117:229, 1999
Kusma indüksyonunu ileten nörotransmiterler bu anatomik
SPECHLER SJ: American Gastroenterological Association technical review on
treatment of patients with dysphagia caused by benign disorders of the dis­ bölgeler için seçicidir. Labirentin rahatsızlıkları, vestibüler koliner-
tal esophagus. Gastroenterology 117:233, 1999 jik müskarinik M| ve histaminerjik H| reseptörleri stimüle ederler.
Gastrodüodenal vagal yönelimli (afferent) stimulus ise serotonin 5-
HTı reseptörlerini aktive eder. Postrema, 5-H T3, M [, ve (dopa-
41 W il l ia m L . H a s l e r
min) Ü 2 ’nin de içinde bulunduğu farklı reseptör altgrupları üzerin­
de rol oynayan sinir lifleri zengin hizmetlerde bulunur. Kusmalı
MİDE BULANTISI, KUSMA VE hastanın optimal farmakolojik yönetimi, bu yolların anlaşılmasını
HAZIMSIZLIK gerektirir.
Figen Doran A YIR IC I TANI Bulantı ve kusmaya bağırsağın içindeki ve dı­
şındaki durumlar kadar, ilaçlar ve dolaşımdaki toksinler de etki
M id e b u lan tısı, kusmaya yönelik sübjektif duygudur. Kusma (eme-
eder (Tablo 41-1).
zis), üst gastrointestinal içeriğin, bağırsak ve trakoabdominal duvar
Intraperitonal H astalıklar Katı ve geçirgen visseramn, visse­
kasları kasılmaları sonucu, ağızdan dışarı çıkmasıdır. K u sm a , re-
ral tıkanma ve inflamasyonu, ana semptom olarak kusma üretebilir.
gürgitasyondan farklı olarak gastrik içeriğin ağza kolayca geçiş
Gastrik obstrüksiyon ,ülser hastalığı ve malignansinin sonucu iken,
yapmasıdır. R u m in asy on mide içeriğinin tekrarlanan regürgitasyo-
ince bağırsak ve kolonik tıkanmalar yapışıklıklar, benign veya ma­
nudur, genelde tekrar çiğnenir ve tekrar yutulur. Kusmadan farklı
lign tümörler, volvulus, boğulma veya Crohn hastalığı gibi infla-
olarak, bu fenomenler irade dahilindedir. H az ım sız lık , bulantı, kus­
matuar hastalıkların neticesidir. Kilo kaybı ve uzun süreli yatakta
ma, kalp yanması, regürgitasyon ve dispepsi (üst abdominal rahat­
kalma sonrasında oluşan süperiyör mezenterik arter sendromu, du-
sızlık ya da acı) gibi birçok üst abdominal şikayeti kapsayan belir­
edonumun, üzerindeki süperiyör mezenterik arter tarafından sıkış­
siz bir terimdir. Ülser benzeri dispepsisi olan bireylerin epigastrik
tırması sonucu oluşur. Abdominal irradiyasyon, intestinal kontrak-
yanma veya iç kemirmesi gibi rahatsızlıkları olur. Dismotilite ben­
til fonksiyona zarar vererek ve striktürler başlatarak kusmayı uyan­
zeri dispepsinin temel karakteristikleri: postprandial doluluk, şiş­
dırır. Visseral aferent sinirler üstünde, biliyer kolik, bulantı benzeri
kinlik, geğirme, iştah kaybı ve erken doymadır(yemeği bitiremeden
hareketlere neden olur. Pankreatitli, kolesistitli ve apandisitti kus­
doygunluk hissine kapılma).
ma, lokalize bölgesel iritasyon ve ileus başlangıcı ile ilgilidir.
S ta p h y lo c o c c u s a u r e u s ve b a c illu s gibi bakteriler veya virüslerle
MİDE BULANTISI VE KUSMA
oluşan enterik enfeksiyonlar, özellikle çocuklardaki akut kusmala­
M E K A N İZ M A LA R I Kusma beyin tarafında koordine edilir ve rın en yaygın nedenleri arasındadır. Herpeks simpleks ve sitomega-
bağırsak, farinks ve torakoabdominal duvardaki nöromüsküler tep­ lovirüs gibi çıkarcı enfeksiyonlar, bağışıklık kazanmış bireylerde
kilerden etkilenir. Mide bulantısının altında yatan mekanizma çok kusmayı tetikler.
az anlaşılmıştır. Mide bulantısı bilinçli algı gerektirdiği için, hissi­ Gastrointestinal motor fonksiyonlarındaki rahatsızlıklar genel­
yatın serebral korteks tarafından iletiliyor olması mümkündür. likle mide bulantısı ve kusmaya da neden olurlar. Peptik ülser va-
Elektroensefalografik çalışmalar, temporofrontal kortikal bölgeler­ gotomisi ile birlikte pankreatik adenokarsinoma sonrasında veya
de bulantının tetiklemesi ile başlayan aktivasyonlar göstermiştir. amilodoiz ve diabet, skleroderma gibi sistematik hastalıklar sıra­
Kusmanın Koordinasyonu Kobay çalışmaları, kusmanın me- sında oluşan gastroparezi, yemeğin mideden boşaltılmasının gecik­
düler retiküler formasyondaki tek bir lokus tarafından koordine mesi olarak tanımlanır. Idiopatik gastroparezi sistematik hastalık
edildiğini önermiştir. Ancak, daha sonraki çalışmalar göstermiştir yokluğunda gelişir ve enfeksiyöz bir etyolojiyi yaratabilecek viral
ki, tek bir kusma merkezi bulunmamaktadır ve beynin birkaç stem bir prodromu takip edebilir, intestinal ve kolonik motor aktivitele-
nükleusu kusmayı başlatmaktadır. Bunların arasında: nükleus trak- rin düzensizliği olarak tanımlanan intestinal psödoobstrüksiyon; in­
tus solitarus, dorsal vagal ve frenik nüklei, respirasyonu düzenle­ testinal besin rezidü ve sekresyonunun artması, fazla bakteri üre­
yen medüler nükleus ve faringeal, yüz ve dil hareketlerini kontrol mesi, besin malobsorbsiyonu ve mide bulantısı, kusma, şişkinlik,
eden nükleus bulunmaktadır. Kusmayı koordine etmeye katılan nö- acı oluşumu ve bağırak paterninin değişmesine ön ayak olur, intes­
rotransmiterlerin kesin olmasa da nörokinin (NK]), serotonin ve tinal psödoobstrüksiyon: idyopatik, ailevi visseral miyopati veya
vazopresin yolları olduğu tahmin edilmektedir. nöropati olarak kalıtsal, sistemik hastalık sonucu veya malignansi­
Somatik ve viskeral kaslar kusma esnasında stereotipik tepkiler nin (özellikle küçük hücreli akciğer karsinoması) paraneoplastik
sergilerler. İnspiratuar torasik ve abdominal duvar kasları kasılır ve bir sonucu olabilir.
mide içeriğinin kolayca çıkarılmasını sağlayan yüksek intratorasik Ekstraperitonal H astalıklar Miyokardial infaktüs ve tıkan­
ve intraabdominal basınçlar yaratırlar. Gastrik kardia diyaframın maya bağlı kalp yetmezliği kusma ve mide bulantısının kardiyolo-
üzerinden şişer ve larinks kusmuğun oral itimini kolaylaştırmak jik sebepleridir. Peritonun içinde ve dışındaki operasyonların %25
için yukarı hareket eder. Normal koşullar altında uzaktan gelen üst inin akabinde kusma oluşur. Laparotomi ve ortopedik operasyon­
bağırsak kasılımları elektriksel bir fenomenle kontrol edilir. Yavaş lar sonrasında kusma, laporoskopi sonrasında görüldüğünden daha
dalga midede dakikada 3 döngü, düodenumda ise 11 döngü yapar. sık görülür ve kadınlarda daha yaygındır. Tümörden, kanamadan,
veya .crelual sıvının Tablo 4 1-i Bulantı ye Kusmanın ı'A'duıteri
nl .mm,ısından kaynaklanan iııtrak- İntraperitonel Kkstra peritonei İlaçlar/Metabolik Rahatsızlıklar
ı.ıııyal basınç artması, mide bulan­
Tıkanma rahatsızlıkları Kardiyopulmoner rahatsızlık İlaçlar
tısı eşliğinde veya yokluğunda, be­
pilorik tıkanma Kardiyomiyopati Kanser kemoterapisi
lirgin kusmaya neden olur. Hare- ince bağırsak tıkanması Miyokardial infaıktüs Antibiyotikler
ket-yolculuk, labirintit ve Meniyer kolonik tıkanma Labirentin rahatsızlığı Kardiyal anti-aritmikler
hastalığı belirtileri ‘labirentin ‘yol­ süperyor mesenterik arteri sendromu Hareket tutması Digoksin
ları vasıtası ile iletir. Nadir rastla­ Enterik enfeksiyonlar Labirentti Oral hipoglisemikler
nan ve kesintili bulantu ve kusma Viral Malignansi Oral kontraseptifler
Bakteriyal tntraserebral rahatsızlıklar Endokrin/metabolik rahatsızlık
episodlan yaratan, döngülii kusma
inflamatuar rahatsızlıklar Malignensi Hamilelik
sendromu bilinmeyen etyolojisi ile
Kolesistitis Hemoraji Üremi
genellikle çocuklarda gözlemlenir. Pankreatitis Abse Ketoasidozis
Sendromun migren tipi baş ağrısı Apandisitis Hidrosefalus Tiroid ve paratiroid rahatsızlık
ile olan güçlü , bazı vakaların mig- Hepatitis Piskiyatrik rahatsızlıklar Adrenal yetersizlik
ıcn türleri olabileceğini göstermek­ Hasarlı motor fonksiyon Anoreksi ve bulimya nervoza Toksinler
ledir. Anoreksiya nervoza, bulimi- Gastroparesis Depresyon Karaciğer yetmezliği
intestinal psödoobstrüksyon Piskojenik kusma Etanol
ya nervoza ve depresyonu içeren
fonksiyonal dispepsi Operasyon sonrası kusma
piskiyatrik hastalar belirgin bulantı
gastroözefagial refluks Döngüsel kusma sendromu
gösterebilirler. Psikojenik kusma Bilier kolik
cn sık yanısıra duygusal sorunları Abdominal irradyasyon
olan kadınlarda gözlemlenir.
ile barsak seslerinin yokluğunu açığa vurabilir. Deriden çıkıntılı
İlaçlar ve Metabolik H astalıklar İlaçlar sıklıkla kusma nede­
döküntüler barsak obstrüksyonunu düşündürürken, birbirini izle­
nidir ve mide üzerinde (analjezikler ve eritromyein) veya postrema
yen yana sıçramalar pilorik obstrüksiyon veya gastropazisi bulu­
alanında (digoksin, opiatlar, anti-parkinson ilaçlar) üzerinde etkin­
nan hastalarda bulunur. Hassasiyet ve istemsiz koruma inflamas-
dirler. Emezise neden olan bu ilaçlar antibiyotikleri, antiaritmikle-
yondan şüphe yaratırken, fekal kan ülser, iskemi veya tümörden
ri, antihipertansifleri, oral hipoglisemikleri ve kontraseptifleri kap­
mukozal zedelenmeyi düşündürür. Nörolojik etyolojilerde papil
sar. Kanser kemoterapisi kusma nedenidir, akut (uygulamanın ilk
ödemi, görme alanı kaybı fokal nöral anomaliler vardır. Palpabl kit­
saatleri içinde), gecikmiş ( 1 veya daha fazla gün sonra veya olaca­
le veya adenopatilerle neoplazm düşünülür.
ğından endişe edilen) şekildedir. Akut emezis çok ematojenik ajan­
Öykü ve muayene emezisin komplikasyonlarını karakterize
lardan, örneğin 5-HT3 yolunu kullanan cisplatinin bir sonucudur.
edebilir. Sersemlik hissinin rapor edilmesi ile ortostatik hipotansi­
Gecikmiş emezis ise 5-H T j’ten bağımsızdır. Endişeye ilişkin kus­
yon ve azalmış deri tönüsü intravasküler sıvı kaybmı işaret eder.
ma sıklıkla anti-emetiklerden çok anksiyolotik tedaviye daha iyi
Hematemez de, özellikle de tekrarlayan kusma ile özefagial bileş­
yanıt verir.
kenin Mallory-Weiss yırtılması düşünülürken, pulmoner anomali­
Metabolik hastalıklar beliriri durumlarda ayırıcı tanıdadır. Ge­
ler vomitusun aspirasyonu için şüpheler uyandım.
belik mide bulantısının en prevalan endokrinolojik nedenidir, ilk
Tanısal Test Yapm a Takip edilemeyen semptomlar ile bir tanı­
trimesterdeki kadınların % 70’inde görülür. Hiperemezis gravida­
nın tanımlanması ile seçilmiş tanısal testler klinik yönetimi yönlen­
rum gebeliğin bulantısının şiddetli durumudur, anlamlı sıvı kaybı
direbilir. Hipokalemi veya metabolik alkaloz bulunursa elektrolit­
ve elektrolit bozukluğu oluşturur. Üremi, ketoasidoz, ve adrenal
leri yerine koyma endikedir. Demir eksikliği anemisinin ortaya çı­
yetmezlik aynı zamanda paratiroid ve tiroid hastalıkları emezisin
karılması mukozal zedelenme için araştırmayı emreder.
diğer nedenleridir.
Anormal pankreatik enzimleri veya karaciğer biyokimyası ile
Dolaşan toksinler postrema alanı üstünde etki yaparak semp­
pankreatikobilier hastalıklar düşünülürken spesifik hormon veya
tomları canlandınr.Endojenöz toksinler fulminan karaciğer yet­
serolojik test uygulamaları ile romatolojk veya endokrinolojik et-
mezliği yaratırken, eksojenöz toksinler enterik bakteryel enfeks-
yolojilere tanı konur. Eğer lüminal obstrüksiyon düşünülüyorsa ya­
yonlar tarafından üretilir. Etanol intoksikasyonu mide bulantısı ve
tarken ve ayakta abdominal radyografiler intestinal hava sıvı sevi­
kusmanın en yaygın faktörleridir.
yesi ile azalmış kolonik havayı gösterebilir. İleus; diffüz, dilate ve
hava dolu barsak luplan ile karakterizedir.
------------------------------------------------------------ Hastaya Yaklaşım --------------------------------------------------------------
Eğer başlangıç testleri aydınlatıcı olmadıysa ek anatomik çalış­
malar endikedir. Üst endoskopi ülser hastalığını veya gastroözefa-
Öykü ve Fizik M uayene Öykü açıklanmamış mide bulantısı ve
giel malignansiyi araştım ve incebarsağın baryumlu radyografisi
kusmanın etyolojisini tanımlamaya yardım eder. İlaçlar ve toksin­
parsiyel incebarsak obstrüksyonuna tanı koyar. Kolonoskopi veya
ler sıklıkla akut semptomlara neden olurken kurulmuş hastalık kro­
baryum enema kolonik obstrüksyonu fark edebilir. Ultrasound ve­
nik yakınmalarını yaratır. Yemenin birinci saatinde oluşan kusma
ya kompüterize batın tomografisi intraperitoneal inflamatuar pro-
pilorik obstrüksyonu karakterize eder. Gastropareziler yiyecek ali­
çesi tanımlarken başın kompüterize tomografi veya magnetic reso­
minin ilk dakikaları içinde mide bulantısı oluşturur fakat, şiddetli
nance imaging ile araştırılması bulantı ve kusmanın intrakranial
olgularda önceki saatlerde ve günlerde sindirilmiş rezidü gıdaların kaynağını ortaya çıkarır.
kusulmasıyla sonuçlanır. Kusmukta kan olması ülser veya malig- Gastrointestinal motilite testi anatomik anomalilerin negatif ol­
nansi şüphesi yaratır, feçesli emezis distal intestinal veya kolonik duğu araştırmalarda, sorumlu semptomların olduğu fonksiyonel
obstrüksiyonda not edilmiştir. Safralı kusma gastrik obstrüksyonu gastrointestinal hastalığı farkedebilir. Gastropareziler en yaygın
hariç tutarken sindirilmemiş gıdaların kusulması zenker divertikü- olarak radyasyon yüklü gıdanın boşalmasının ölçülmesi yoluyla
lü gibi faringoözefagial proçesde veya akalazyada olur. Abdominal gastrik sintigrafi ile teşhis edilirler. Kütanoz elektrodların mide
ağrının kusma ile rahatlaması ince barsak obstrüksyonunu karakte­ üzerine yerleştirilmesi ile gastrik yavaş dalga aktivitesinin non in-
rize eder, fakat kusma pankreatit ve kolesistit ağrılarında etkili de­ vaziv bir yöntem ile sayılmasının anlamı elektrogastrografidir,
ğildir. Belirgin kilo kaybı malignensi veya obstrüksyon şüphesi ya­ anormal gastrik boşalma tanısının bir başka nedenidir, intestinal
ratır. Ateşler inflamasyonu düşündürürken, başağnsı veya görme pseudo obstrüksyon ile ince barsak baryum radyografisi sıklıkla ta­
alanı değişikliği varsa intrakranial kaynak akla gelmelidir. Vertigo nıyı düşündürür. İnce barsak manometrisi tanının doğrulanmasını
veya çınlama labirentin hastalığına işaret eder. sağladığı gibi kontraktil patemde miyopatik veya nöropatik temel
Fizik muayene öyküyü tamamlar. Abdominal oskültasyon ileus gibi motor anomali karakterizasyonlarında tümüyle bilgi sağlayabi-
238 il riasiiihklarm Ana Bulguları ve Takdim Şekillen ! rezilerin tedavisinde etkindir, fakat antidopaminerjik yan etkile-
! ri,hastaların % 20 sinde kullanımı kısıtlar. Erittromisin bir makro-
lir. Bu gibi araştırmalar düz kas veya nöronal dejenerizasyonu de­ ! lid antibiyotiktir, motilin reseptörleri üzerine etkiyle gastroduede-
ğerlendirmek için ince barsaktan açık biyopsinin gerekliliğini aşi­ | nal motiliteyi potansiyel olarak arttırır, motor aktiviteyi hızlandıran
kar kılar. | bir endojenöz stimulamdır. Refraktör gastroparezili yatan hastalar­
da intravenöz olarak verildiği zaman erytromycin en fazla etkili
M TEDAVİ Genel Prensipler Kusmanın tedavisi altta yatan has- olur, yine de ilacın oral formları da bazı etkilere sahiptir. Domperi-
— 1 talığın tedavisi ile olur, eğer mümkünse medikal veya cerrahi done bir D2 antagonistidir, A .B.D .’de kullanılmaz, prokinetik ve
olarak anomalilere müdahale edilir. Şiddetli dehidrasyon varsa antiemetik etkilere sahiptir fakat diğer beyin bölgelerinin çoğuna
özellikle eğer oral sıvı alımı sürdürülemiyorsa hospitalizasyon dü­ geçmez; böylece, anksiyete ve distonik reaksiyonlar nadir olur.
şünülür. Önce oral alım tolere edilmelidir, besinler düşük yağ içe­ Domperidone ‘ in ana yan etkisi poröz kan beyin bariyeri ile kaplı
ren likitler şekline dönüştürülmelidir, çünkü lipidler gastrik boşal­ pitüiter etkileri aracılığı ile hiperprolaktinemi indüksiyonudur.
mayı geciktirirler. Sindirilmemiş artıkları içeren besinlerden kaçın­ Refraktör üst barsak motilite hastalıkları olan hastalarda an­
malıdır çünkü bunlar ayrıca gastrik retansiyonu uzatırlar. lamlı terapötik iddiaları vardır. Prokinetik ilaçların likid süspansi­
Antiemetik İlaçlar Antiemetik ajanlar santral sinir sisteminde yonları, likidler haplara göre mideden daha hızlı boşaldığından da­
rol oynayanlar ilaçlardır. Antihistaminikler örneğin meclizine ve ha yararlı olabilir. Metoclopramide oral ilaçlara yanıt vermeyen
dimenhydrinate ile antikolinerjik ilaçlar örneğin scopolamin, labi- hastalarda subkütanöz olarak uygulanabilir, intestinal psödoobst-
rintin-aktive olmuş yollarda rol oynar ve erken hastalığın içinde ve­ rüksiyon somastostatin analogu ocreotid’e yanıt verebilir ki bu
ya hastalık deviniminin tedavisinde yararlıdır. Phenothiazin ve ilaçlar propagatif ince barsak motor kompleksleri oluşturur.Jeju-
butryophenon dopamin D 2 antagonistleri area postrema stimulusla- nostomi beslenmesinin oluşturulmasıyla ilaç tedavisine yanıt ver­
rı tarafından canlandırılan emezisin tedavisinde kullanılır ve pek- meyen gastroparezili bazı hastalarda sağlık düzelmiş ve hospitali-
çok ilaç toksik ve metabolik etyolojilerde etkindir. Dopamin anta­ zasyonlar azalmıştır. Refraktör olgular için cerrahi seçim şansı sı­
gonistleri sebestçe kan-beyin bariyerini geçer ve anksiyete; disto- nırlıdır fakat postvagotomi gastroparezileri midenin neredeyse to­
nik reaksiyonlar, hiperprolaktinemik etkiler (galaktore ve seksüel tal rezeksiyonu ile düzelir. Midenin elektriksel pacing’i de yararlı
disfonksiyon) ve irreversibl tardive diskineziye neden olabilir. olabilir.
Diğer ilaç sınıfları anti-emetik maddelere sahiptir. Serotonin 5- Seçilmiş Klinik Durum lar Kanser kemoterapötik ajanları ör­
HT 3 antagonistleri örneğin ondansetron ve granisetron, postopera- neğin cisplatin yoğun olarak emetojeniktir. Profilaktik olarak 5-
tif kusmanın ve radyasyon tedavisinden sonra fakat esas olarak HT3 antogonistleri verilirse olguların pek çoğunda kemoterapi ne­
emezis oluşturan kanser kemoterapisinden korunmada faydalıdır. denli akut kusmadan korur. (Tablo 41-2) Optimal antiemetik etki­
5 HT3 antagonistlerinin reflaktör emezisinin kontrolündeki diğer ler 5-HT 3 antagonistleri ile glukokortikoidlerin kombinasyonları
nedenlere yararlılığı daha az belirlenmiştir. Antidepresan ilaçların ile elde edilir. Yüksek dozda metoclopramide kemoterapi ile can­
fonksiyonel barsak hastalıkları,örneğin irritabl barsak sendromun- lanmış emezisin kontrolünde etkindir, oysa benzodiazepinler örne­
da törapötik öncelikleri saptanmıştır. Düşük doz trisiklik antidepre- ğin Lorazepam beklenen bulantı ve kusmayı azaltmada daha kulla­
sanlar bir fonksiyonel yapının açıklanamayan bulantısında hasta­ nışlıdır.. Buna karşın kemoterapiden sonraki 1-5 güne kadar gecik­
larda orta derecede semptomik yararlar sağlar. miş emezis tedaviye daha refraktördür. Beyin tabanında rol oyna­
Gastrointestinal M otor Sitim ulanlar gastrik boşalmayı sti- yan nörokinin NK] antagonistleri gibi ajanlar potansiyel olarak an­
müle eden ilaçlar gastreoparezilerde endikedir (Tablo 41-2). Cisap­ tiemetik ve antinuseal ilaçlar olabilirler ve her ikisi de kemoterapi­
ride bir serotonin 5 HT4 agonistidir ve midedeki kolinerjik sinirleri den sonraki akut ve gecikmiş periyodlarda etkindir. Cannaboidler
stimüle eder, böylece gastroparezisin yönetimi için hastalarda ter­ örneğin tetrahydrocannibol kanser aracılı emezis için destekleyici­
cih edilen ilaç olur. İlaç iyi tolere edilir fakat çok nadir olarak se­ dir., fakat bu ilaçlar anlamlı yan etkiler oluştururlar ve antidopami­
çilmiş antibiotiklerle, antifungallerle ve diğer ajanlarla ilaç interak- nerjik ajanlardan daha fazla etkili değildirler.
siyonları sergileyerek fatal kardiyak aritmilere yol açar. Metoclop- Klinisyen, gebelikte bulantılı hastayı yönetimde dikkatli çalış­
romide bir kombine 5 -HT 4 agonisti ve D 2 antagonistidir. Gastropa- malıdır. Yararlanılan antiemetik ajanların teratojenik etkileri konu­
sundaki çalışmalar çelişkili
sonuçlar verir. Gebelik bulan­
Tablo 41-2 Bulantı ve Kusmanın Tedavisi
tılarında birkaç kontrollü ça­
Tedavi Mekanizma Örnek Klinik endikasyon
lışma hazırlanmıştır, böylece
antihistaminiklerin örneğin
Antimetik ajanlar Anhilistaminerjik Dimenhydrinate, meclizine İç kulak
Antikolinerjik Scopolamin Hareket hastalığı, iç kulak meclizine ve anti dopaminer-
Antidopaminerjik Prochlorperazine Toksin veya metabolitlerin tedavisi jiklerin örneğin prochlorpera-
5H Tj antagonistleri Ondansetron, grnisetron Kemoterapi ve radyasyon zinin plasebolardan daha et­
Trisiklik antidepresan Amitripityline, nortriptyline Fonksiyonel bulantı kin olduğu gösterilmiştir. So­
Prokinetik ajanlar 5HT 4 antagonistleri Cisapride Gastroparaziler, intestinal
nuçta alternatif tedaviler örne­
psodoobstrüksiyon
ğin pyridoxine veya ginger
5HT 4 antagonistleri ve Metoclorp ramide Gastroparaziler, GÖ reflü, intesti­
antidopaminerjikler nal psödoobstrüksiyon önerilmiştir.
Motilin antagonistleri Erythromycin Gastroparezi, intestinal psödotıkanma
Periferal antidopimi- Domperidon Gastroparezi, fonksiyonel dispepsi
nerjik HAZIMSIZLIK
Somatostotin analogları Otreotid Intestinal pesödoobstrüksiyon
Özgün durumlar Benzodiazepinler Lorazepam Anticipatory bulantı ve kusma
M EK A N İZM A LA R Hazım­
(kemoterapi)
Glokokortikoidler Metilprednisolon, deksam Kemoterapi nedenli emezis sızlık hastalarının en büyük
etazon çoğunluğu, gastroözefagial
Kannabinoidler Tetrahidrokannabinol Kemoterapi nedenli emezis asit reflüsü veya disfonksiyo-
ııcl motor aktivite ve afferent hipersensitiviteyi de içeren gastrik 41 Midede Bulantı, Kusma ve Hazımsızlık- 239
anomalilerden dolayı oluşur. Bu semptomlar fonksiyonel dispepsi
•.endromıınu kapsar. Bazı olgular daha ciddi organik hastalıkların so­ Diğer Nedenler Alkalin reflü özofajit peptik ülser hastalığı nede­
nucu olarak ortaya çıkar. niyle ameliyat geçirmiş hastalarda GERD benzeri semptomlar oluş­
Gastroözefagial Asit Reflüsü Asit refliisü seçilmiş fizyolojik turur. Oportünistik fungal veya viral özofagial enfeksiyonlar göğüs
defcktin bir sonucudur. Skleroderma ve gebelikte alt özefagial sfink- yanması veya göğüs rahatsızlığı yaratabilir, fakat daha sık olarak ağ­
ler (LES) tonüsü düşer, fakat asit reflüsü olan hastaların çoğunda nor­ rılı yutmaya neden olur. Yine de dispepsi ile safra kesesi koliklerinin
mal LES basıncı vardır. Pek çok bireyler özefagusun asit banyosu bo­ ayırıcı tanısı yapılır, gerçek biliyer kolikli hastaların çoğunda kronik
yunca sıklıkla geçici LES relaksasyonu gösterirler. Hiatal hemilerin yanma rahatsızlığı bulantı ve şişkinlikten çok ayn ataklar halinde sağ
rolü tartışmalıdır her ne kadar pek çok reflülü hasta hiatal hemi ser­ üst kadran veya epigastrik ağrı rapor edilir. Laktoz intolerans intesti­
gilerse de, hiatal hemili hastaların çoğunda göğüste yannta-ekşime nal laktaz eksikliği olup gaz, şişkinlik, rahatsızlık ve diare oluşturur.
olmaz. Laktoz eksikliği Kuzey Avrupa Caucasion’lannda %15 oranında gö­
Gastrik Motor Disfonksiyon Bozulmuş gastrik motilite, bazı rülür, fakat Afrikan Amerikalılarda ve AsyalIlarda daha sıktır. Pank-
lıazımsızlıklı hastalarda asit reflüsünden sorumludur. Gecikmiş gast- reatik hastalık (kronik pankreatit ve malignensi), hepatosellüler kar-
ı ık boşalma fonksiyonel dispepsili bireylerin % 25-50’sinde bulunur. sinoma, çöliak sprue, Menetrier hastalığı, infiltratif hastalıklar (sar-
Semptom oluşmasında bu defektlerin ilişkisi net değildir.Çünkü pek koidoz ve eosinofilik gastroenterit), mezenterik iskemi, tiroid ve pa-
çok çalışmada semptom şiddeti ve motor disfonksiyonun derecesi ratiroid hastalıkları ve abdominal duvar gerginliği dispepsiye neden
arasında kötü korelasyon gösterilmiştir. Anormal gastrik ftındik gev­ oluşturur. Hazımsızlığın ektraperitoneal etyolojileri arasında konjes-
şeme dispeptik semptomlara örneğin şişkinlik, dolgunluk, mide bu­ tif kalp yetmezliği ve tüberküloz vardır.
lantısı ve erken doymaya neden olur.
Visseral Afferent Hipersensitivite Bozulmuş gastrik sensoryal ---------------- ----- H astaya y a k la ş ım ------------- ----- —
l'onsiyon da fonksiyonel dispepsiye neden olur. Visseral afferent hi-
persensitivite ilk kez rektal uyum değişikliği olmaksızın rektal balon Öykü ve Fizik Muayene GERD, klasik olarak, epigastriumda
şişirmenin artmış hissine sahip irritabl barsak sendromlu hastada de- başlayan substemal ısınmanın enseye doğru ilerlemesi şeklindeki gö­
ıııonstre edildi. Dispepsili hastalar sağlıklı kontrol olgulardan daha ğüs yanmasını oluşturur. Göğüsteki bu yanma sıklıkla yemeklerle ek-
düşük basınç karşısında rahatsız olurlar. saserbe olur ve hastayı uyandırır. İlişkili semptomlar içinde asit ve su
Diğer Faktörlere H e lic o b a c t e r P y lo ri peptik ülser hastalarında regürgitasyonu, tuzlu tükrük sekresyonunun ağza dolması mevcuttur;
net etyolojik role sahiptir, fakat ülserler dispepsi olgularının yalnızca Atipik semptomlar, faranjit, astma, öksürük, bronşit, kaba ve boğuk
çok küçük bir kısmına neden olurlar. Fonksiyonel dispepsinin gelişi­ seslilik ve anjinayı taklid eden göğüs ağrısıdır. Asit reflülü bazı has­
minde H .p lo n 'm n önemi tartışmalıdır, fakat araştırmacıların büyük talar, özefagial pH testlerinde kalp yanması rapor etmemişler tersine,
çoğunluğu bunun minör bir rolü olduğuna inanır. Analjezikler dis- abdominal ağrı veya diğer semptomlar tarif etmişlerdir.
pepsiye sebep olurlar; nitratlar, kalsiyum kanal blokerleri, theophyl­ Ülsere benzer dispepsisi olan bireylerde epigastrik kazınma ve
line ve progesteron asit reflüsü arttırır. Asit reflüsüne neden olan di­ yanma yiyeceklerle veya asit supresyonu ile hafifler. Dismotiliteye
ğer eksojenoz faktörler etanol, sigara ve kafein olup RES relaksasyo- benzer dispepsi, yeme ile artan ağn ve şişkinlik olup,bulantı,gaz his­
ııu yoluyla etkilerler. Son olarak, fonksiyonel dispepsi stres ile yo­ si, geğirme ve erken doyma ile ilgili karakterizedir. Farklı dispepsi alt
ğunlaşır ve buradan psikolojik faktörlerin bir patojenik rolü düşünü­ gruplan arasında irrital barsak hastalığı gibi diğer fonksiyonel hasta­
lür. lıklar arasında çakışma (overlap) bulunabilir.
A YIRICI TANI Fonksiyonel Nedenler Gastroözefagial reflü Hazımsızlığın fonksiyonel nedenli olduğu hastaların fizik mu­
hastalığı (GERD) batılı toplumlunla prevalandır. Amerikalıların ayeneleri genellikle normaldir. Atipik GERD’de faringeal eritem ve
‘MO’ıııda ayda bir kez, % 7’sinde günde bir kez göğüste yanma şek­ akciğer üzerinde wheezing alanları bulunabilir. Uzamış aşit regürgi­
linde rapor edilmiştir3 Ayda en az bir defa veya daha fazla dispeptik tasyonu ile kötü diş durumu oluşabilir. Fonksiyonel dispepsili hasta­
şikayetleri olan hastalar, altında hiçbir organik sebep yoksa bile fonk- lar, epigastrik hassasiyet veya abdominal distansiyona sahiptir.
.iyonel dispeptik hastalar olarak tanimlanır. Popülasyoııun neredeyse Hazımsızlığın fonksiyonel ve organik nedenleri arasındaki ayırı­
‘'h25’i yılda en az 6 kez abdominal rahatsızlık duyar, bu fonksiyonel cı tanı özel öyküsel ve muayene işlemlerini gerektirir. Odinofaji öze­
dispepsi ile ilişkilidir, fakat yalnızca % 1 0 -2 0 ’si doktora könsülte edi-* fagial enfeksiyonu düşündürürken disfaji, benign veya malign özefa­
lir. Klinisyenler benign olan bu hastalığı kötü sonuçlanabilecek diğer gial blokoa hakkında şüphe uyandırır. Alarm doğuran diğer görünüm­
hastalıklardan ayırt edebilmelidir. ler, açıklanamayan kilo kaybı, reküren kusma ile dehidratasyonun
Ülser Hastalıkları GERD’in pek çoğunda özefagus zedelenme­ varlığı, okült veya gross gastrointestinal kanama ve bir palpabl kitle
miştir. Yine de hastaların % 5’inde özefagial ülser gelişir ye bazı öze­ veya adenopatidir.
fagial striktürler oluşur. Fonksiyonel dispepsi, dispepsili bireylerin Tanısal Testler Toplumlarda hazımsızlık prevalan olduğu için,
% 60’ında semptomlarun sebebidir. Yine de olguların % 15-25’i du- ve pek çok olgu fonksiyonel bir hastalık sonucu oluştuğu için tamsa!
edenum veya mide ülserlerinden köken alır. Ülser hastalıklanmn en testlerin genel prensipleri yalnızca sınırlı olarak hazırlanır ve seçilmiş
yaygın nedeni H .P y lo ri ile oluşan gastrik enfeksiyon ve nonsteroid hastalara uygulanır.
antiinflamatuar ilaçların kullanımıdır. Gastroduedenal ülserlerin di­ Öncelikle alarm faktörler ekarte edilir, tipik GERD’li hastalar
ğer nadir nedenleri arasında Crohn hastalığı ve Zollinger-Ellison daha ileri bir incelemeye gerek duymazlar ve ampirik olarak teda­
Sendromudur ve endokrin bir tümör tarafından gastrinin aşın üretimi vi edilirler. Atipik semptomlar gösteren, asitsuprese ilaçlara yanıt
sonucu oluşur (Konu 285). vermeyen semptomları olan veya alarm faktörleri bulunan hastalar­
Malignansi Dispepsili hastalar kanser korkusu ile dikkatli ba­ da mukozal hasarlanmanın ortaya çıkarılması için üst endoskopi
kım isterler. Yine de olguların % 2’si gastroözefagial malignensiler- endikedir. Beş yıldan daha uzun süre göğüs yanması olan hastalar­
den oluşur. Özefagial skuamöz hücreli korsinoma sıklıkla öykülerin­ da Barret metaplazisi taranmak üzere, endoskopi uygulanmalıdır.
de sigara ve alkol alımı olan hastalarda görülür. Diğer risk faktörleri Üst gastrointestinal baryum radyografisi striktür ve ringleri tanıma­
daha önce yakıcı ajan alma, akalazya ve herediter tylosış hastalığıdır. da, endoskopiye göre biraz daha yüksek sensetivite gösterir; yine
Özefagial adenokarsinoma genellikle uzun süren asit reflüsünün de benign özefagial obstrüksiyonlar endoskopik yaklaşım ile dilate
komplikasyonudur. GERD’li hastaların % 8-20 alt özefagusda sku­ edilebilir. Ambulatuar özefagial pH testinin, açıklanamamış göğüs
amöz epitelin glandüler mukozal metaplazisi görülür, bu B a r rett m e- ağrısı gibi atipik semptomlar için ve ilaç yaklaşımına yanıt Verme­
ta p la zi olarak bilinir. Bu durum özefagial adenokarsinomaya predis- yen semptomlar için kullanılması düşünülür. Özefagial manometri
pozedir. Gastrik maliguansiler bazı Asya topluluklarında daha preva- en yaygın olarak GERD’in cerrahi tedavisi düşünülüyorsa uygula­
lan olan adenokarsinomalan ve lenfomaları içerir (Bakınız Konu 90). nır. Düşük LES basıncı ilaç tedavisi ile yetmezliği tahmin ettirir ve
240 li Hastalıkların Arta Bulguları ve raketim Şekilleri törleri verilebilir. Endoskopi yalnızca eğer semptomlar ilerlememişse
yapılır.
tesbit edilen hastalar cerrahiye ihtiyaç duyarlar. Özefagial gövde pe- H e lic o b a c t e r P y lo r i Eradikasyonu H. P y lo ri ’nin eradike edil­
ristalsisinin bozulmuş olduğunun gösterilmesi operasyon kararını ve­ mesi için genç dispepsili hastalarda alarm semptomlar yoksa ve bak­
ya operasyon tipinin seçimini etkileyebilir. Manometri ile provokatif teri serolojik olarak saptandıysa rejimler önerilir. Birkaç ilaç kombi­
test atipik semptomlu hastalarda tanıyı netleştirebilir. Tuzların ve son­ nasyonu etkinlik gösterir, fakat pek çoğu 10-14 gün proton pompa in-
ra asitin özefagus içine körleştirilmiş perfüzyonu Bernstein testi ola­ hibitörlerinin veya bismuth subsalicylatelar ile iki antibiotiğin kulla­
rak bilinir, açıklanamayan göğüs ağrısının asit reflüsünden mi olduğu­ nımını içerir. Eğer semptomlar çözülürse daha ileri müdahale gerekli
nu ortaya çıkarır. değildir. Bu birinci tedaviye altta yatan ülser hastalığı olan pek çok
Açıklanamayan dispepsilere yaklaşım, hastanın yaşına, semptom hasta yanıt verir. Fonksiyonel dispepside hastalarda helikobakteri era-
profiline, muayene bulgularına bağlıdır. Eğer bireyler 45 yaşından kü­ dikasyonunun yararlılığı kanıtlanmamıştır, fakat olguların %15’inden
çükse, alarm faktörler yoksa H.pylori için kan serolojisi yapılarak ül­ azı H .p y lori ile ilişkilidir. H .p y lori eradikasyonunun GERD tedavisin­
ser hastalığının nedeni olarak bir organizma ekarte edilir. Bu hastalar­ de yararlı bir tedavi olduğuna dair kanıt gösterilmemiştir.
da, helikobakteri pozitif ya da negatif olsun dispepsi tedaviye yanıt Gastrointestinal Motor Stimulanlar Cisaprid GERD tedavisin­
vermiyorsa üst endoskopi hala sözkonusu bir yöntemdir. Alarm fak­ de plasebodan daha etkilidir ve bir asıl tedavi gibi veya asit suprese
törleri olan ya da 45 yaşının üstündeki hastalarda üst endoskopi birey­ eden ilaçlara ek olarak verilebilir. Diğer motor stimulanlann örneğin
lerde başlangıç diagnostik test olarak hazırlanır, çünkü ilerlemiş yaşla metoelopramide, erythromycin ve domperidon’un GERD tedavisinde
birlikte gastroözefagial malignanside artmış risk vardır. kullanımı sınırlıdır.
Daha ileri testler yalnızca diğer faktörler varsa endikedir. Eğer Prokinetik ajanlar sıklıkla fonksiyonel dispepsi tedavisinde kulla­
kan kaybı varsa, kan sayımı anemiyi ekarte etmek için yapılır. Tiroid nılır. Cisapride ve domperidone plaseboya göre semptomları daha
kimyaları veya kalsiyum düzeyleri metabolik hastalıklar için taranır. efektif azaltır. Genelde bu ilaçlar fonksiyonel dispepsinin tedavisinde
Pankreatikobilier bir nedenden şüphe duyulmuşsa kanda amilaz, lipaz asit azaltan ajanlardan daha yüksek potansiyeldedir ve H .P y lori ile en-
ve karaciğer biyokimyası araştırılmalıdır. Eğer biyokimyasal anomali fekte olmamış, alarm semptomları bulunmayan fonksiyonel dispepsi­
bulunursa, abdominal ultrasound veya kompüterize tomografi önemli li genç hastaların tedavisinde başlangıç ve amprik bir tedavi şeklinde
bilgi verebilir. Dismotilite-benzeri hazımsızlığı olan hastalarda selek- asit suprezanlann yerine verilebilir. Dismotiliteye benzer dispepsili
tif olarak gecikmiş gastrik boşalma gösterirler.Bu tip hastalarda ilaç hastalarda motor stimulan ilaçlar tercih edilebilir ve yanıt alınır.
tedavisi yetersizliğinde gastrik sintigrafi düşünülebilir. Laktoz alımı Diğer Durumlar İlaç tedavisinde yanıt alınmayan GERD’li has­
sonrası hidrojen solunum testi Laktaz eksikliği düşünülen hastada uy­ talarda antireflUx cerrahi önerilebilir. Operasyonlar Nissen fundopli-
kasyonunu içerir ki bu durumda mide komplet olarak LES’in efrafına
gulanabilir.
sarılır, böylece LES basmcı arttırılır veya Belsey İşlemi uygulanır, bu
durumda yama L E S ’in etrafında 270° döndürülür bu özefagial peris-
TEDAVİ Genel Prensipler Hafif dispepside, tatmin edici dikkatli bir
taltis için seçilmiştir ve optimal döndürme derecesi budur. Eğer 360°
muayene ciddi bir organik hastalığın bulunmadığını gösterir ve yal­
çevrilirse disfajiye neden olur. Fundoplikasyonlar laporoskopik olarak
nızca gözlem gerekir. İlaçlar asit reflüsüne veya dispepsiye neden ol­
başanlabilir, böylece morbidite ve postoperatif iyileşme periyodu
duysa mümkünse kesilmelidir. GERD’li hastalarda etanol, kafein, çi­
azaltır.
kolata ve sigara kullanımı sınırlandırılmalıdır, çünkü bunlar LES üze­
Bazı fonksiyonel dispepsili hastalar asit supresanlara veya proki­
rine etkindir. GERD’de etkili diğer önermeler düşük yağlı diyet, yat­
netik ilaçlara yanıt vermezler fakat düşük doz trisiklik antidepresan
madan hemen önce yiyecek atıştırmadan kaçınma, yatağın baş kısmı­
tedaviye yanıt verirler. Fonksiyonel dispepside bu ajanların etkinlik
nı yükseltmedir.
mekanizması bilinmemektedir, fakat visseral organdaki ağnda künt-
Organik hastalıkları için spesifik tedavi eğer mümkünse yapılma­
leşme proçesi beyinde hazırlanmaktadır.
lıdır. Bilier kolik gibi bir hastalıkta cerrahi uygundur; Laktaz eksikli­
Bazı hazımsızlığı olan hastalarda gaz ve şişkinlik en rahatsız edi­
ğinde ve çöliak sprue’da özgün diyete cevap alınır. Bazı hastalıklarda
ci semptomlardır ve tedavisi zordur. Başarı diyetten gaz üreten yiye­
örneğin peptik ülser hastalığında spesifik medikal ajanlarla etkin kü- cekleri örneğin baklagilleri çıkarmakla ve yüzey aktif compound si­
ratif tedavi sağlanır. Yine de fonksiyonel nedenli hazımsızlığı olan methicone veya chorcoal ile aktive edilmiş gaz absorbtive ajanların
hastaların çok büyük kısmmda, ilaçlar gastrik asiti düşürdüğü için, üst kullanımı ile sağlanır. Fonksiyonel dispepsi için psikolojik tedavi uy­
barsak motilitesini stimüle ettiği veya gastrik hassasiyeti azalttıkları gulanabilir, yine de etkinliğinin verileri yoktur.
için endikedir.
Asit supresan veya Nötralizan ilaçlar Gastrik asiti nötralize BİBLİO G R A FYA
eden veya azaltan ilaçlar GERD için önceden tanımlanmış ajanlardır.
BLUM AL et al: Lack of effect of treaüng Helicobacter pylori infection in pati­
Histamin H2 reseptör antagonistleri örneğin cimetidine, ranitidine, fa­ ents with nonulcer dyspepsia. Omeprazole plus clarithromycin and amoxi­
motidine ve nizatidine hafif veya orta derecedeki GERD için yararlı­ cillin effect one year after treatment (OCAY) study group. N Engl J Med
dır. Komplike olmamış göğüs yanması için, endoskopi uygulanma­ 339:1928, 1998
CAMILLERI M et al: Measurement of gastrointestinal motility in the GI labora­
dan 4 hafta süreyle H2 reseptör antagonistleri verilir. Şiddetli semp­ tory. Gastroenterology 115:747, 1998
tomlar için veya eroziv -ülseratif özefajit olgularının çoğu için proton DEVAULT KR, CASTELL DO: Guidelines for the diagnosis and treatment of
pompa inhibitörleri örneğin omeprazole ve lansoprazole gereklidir. gastroesophageal reflux disease. Practice Parameters Committee of the
American College of Gastroenterology. Arch Intern Med 155:2165, 1995
Bu ilaçlar gastrik H+, K+-ATPaseTannı inhibe eder ve H2 reseptör an-
FINNEY JS et al: Meta-analysis of antisecretory and gastrokinetic compounds in
togonistlerinden daha potentdir. Likid antasitler hafif GERD’in kısa functional dyspepsia. J Clin Gastroenterol 26:312, 1998
süreli kontrolünde yararlıdır, fakat şiddetli olgular için yüksek dozda JANTUNEN IT et al: An overview of randomised studies comparing 5-HT3 re­
ceptor antagonists to conventional anti-emetics in the prophylaxis of acute
verilmedikçe az etkilidir, ancak yüksek doz yan etkiler ortaya çıkanr
chemotherapy-induced vomiting. Eur J Cancer 33:66,1997
(magnezyum içeren ajanlarla diyare, alünyum içeren ajanlarla konsti- LACROIX R et al: Nausea and vomiting during pregnancy. Am J Obstet Gyne­
pasyon) Sucralfate bir alüminyum hidroksit ve sucrase octosulfate tu­ col 182:931,2000
MITCHELSON F: Pharmacological agents affecting emesis: A review (part I).
zudur ve asiti, pepsin ve safra tuzlarını tampone eder. GERD’de ve
Drugs 43:295, 1992
fonksiyonel dispepside bunların etkinliği ispatlanmamıştır. PRAKASH C et al: Tricyclic antidepressants for functional nausea and vomiting:
First-Line H .P y lo ri negatif dispepsi tedavisinde asit suprese eden Clinical outcome in 37 patients. Dig Dis Sci 43:1951, 1998
ilaçlar koruyucudur, özellikle de ülsere benzer semptomlar varsa kul­ RICHTER JE: Typical and atypical presentations of gastroesophageal reflux di­
lanılır. Ranitidine fonksiyonel dispepside plaseboya göre tatmin edici sease. The role of esophageal testing in the diagnosis and management.
Gastroenterol Clin North Am 25:75, 1996
bir tedavi sağlar. Genç hastalarda alarm semptomlar yoksa, H2 resep­ TALLEY NJ et al: AGA technical review: Evaluation of dyspepsia. Gastroente­
tör antagonistlerinin 4 haftalık kullanımı veya proton pompa inhibi­ rology 114:582, 1998
42. Diare ve Konstipasyon 241
David A. Ahlquist, M ichael Camitleri
4 Z :
İnce barsaklar ve kolonun e k s tr in s ik in n erv asy on u otonom sinir
DİARE VE KONSTİPASYON sisteminin bir parçasıdır ve aynı zamanda motor ve sekretuvar
.. ..
Kemal Kul, Mustafa Güçlü, Ender Serin - fonksiyonları da düzenler. Parasempatik sinirler kolonun visseral
duygusal ve motor komponentlerin uyanlabilir yollarını oluşturur­
Diare ve konstipasyon son derece yaygın görülen, tıbbi kaynakla-1,
lar. Nervus vagus’un parasempatik lifleri, süperior mezenterik arter
nn tüketimi, işgücü kaybı ve morbidite açısından önemli bir sorun- 1
dallan yanında ince barsaklar ve kolon proksimaline ulaşırlar. Dis­
dur. Tüm dünyada, bir milyardan fazla insan yılda bir veya daha
tal kolon pelvik plexus’un parasempatik sinir lifleri tarafından uya-
fazla akut diare epizodundan yakınır. A B D ’de akut diareden etkile­
nlır, bu lifler asendan intrakolonik lifler olarak kolon duvarı boyun-t
nen yıllık 1 0 0 milyon kişiden yaklaşık yarısının aktiviteleri kısıtla­
ca yol alır ve bazı durumlarda proksimal kolonu da içine alır. Mo­
nır, % 10’ u doktora müracat eder, 2 5 0 .0 0 0 ’i hastaneye yatış gerek­
tor fonksiyonlan kontrol eden esas eksitatuar nörotransmitterler
tirir ve daha çok yaşlılar olmak üzere hemen hemen 3 0 0 0 ’i ölür.
asetil kolin ve substans P gibi taşikininlerdir. Sempatik sinirin' mo­
Topluma getirdiği ekonomik yük 20 milyar dolardan daha fazladır.
tor fönksiyonlan düzenler ve süperior ve inferior mezenterik da­
Yetersiz koruma ve sağlık hizmetlerine sınırlı erişim gibi sebepler­
marlar boyunca ince barsaklar ve kolona ulaşırlar. Barsaklanii sem­
den dolayı gelişmekte olan ülkelerde akut enfeksioz diareler en
patik uyansı sfinkterieri uyancı, nonsfinkter kasları ise inhibe edi­
önemli mortalite sebebi olarak kalmaya devam etmektedir, özellik­
ci etkiye sahiptir. Barsaklann santral sinir sistemine duyusunu taşı*
le çocukluk çağında yıllık 5 -8 milyon ölümden sorumludur. Kronik
yan visseral afferentler sempatik sinirler boyunca seyrederler, fakat
diare ve konstipasyon ile ilişkili toplumsal istatistikler, muhteme­
spinal korda ulaştıklarında ayrılarak dorsal kök ganglionlannda
len tanımlanma ve bildirimdeki değişkenliklerden dolayı daha kuş­
hücre çekirdekleri oluştururlar ve arka boynuzdan spinal korda gi­
kuludur, fakat bu durumların sıklığı yinede yüksektir. ABD toplum
rerler. Afferent sinyaller,, lateral spinatalamik traktus ve nociceptif
çalışmaları göz önüne alındığında kronik diare prevalansı.%2-7,
dorsal kolon boyunca beyine taşınırlar ve algılanırlar. Diğer affe*
kronik konstipasyon prevalansı ise % 3-17’dir. Diare ve konstipas­
rent lifler, paravertebral ganglionlarda sinaps yaparlar ve intestinal
yon pratisyen hekimler ve dahiliye uzmanlarına başvuran hastala­
motiliteyi refleks yoluyla kontrol ederler.
rın en sık şikayetidir ve gastroenteroloji uzmanlarına sevk edilen
İN TESTİN A L SIV I A B SO R BSİYO N U V E S EK R E S Y O N
hastaların % 50’sini oluştururlar.
Günlük ortalama 9 litre sıvı gastrointestinal sisteme girer, yaklaşık
Diare ve konstipasyon, bir taraftan sıkmö veren bir semptom
1 litre rezidüel sıvı kolona ulaşır, gaytada günlük sıvı atılımı yakla­
olabileceği gibi, öte yandan şiddetli veya hayatı tehdit edici bir has?
talığa bağlıda olabilir. Hafif semptomlar, bile kolorektal kanser gibi şık 0 .2 L/gün’dür. Kolon büyük bir genişleme kapasitesi ve fonksi­

gastrointestinal bir lezyonun ve droid hastalıkları gibi sistemik bir yonel reserve sahiptir ve günlük Q.8 L/gün olan alışılmış hacmini
bozukluğun işareti olabilir. Bu yaygın görülen şikayetlerin potansi­ dört kata kadar arttırabilir, sağlanan akım hızı reabsorbsiyona ola-,
yel şiddeti ve değişik sebeplerinden dolayı, kliıüsyenler için diare vo nak sağlar böylece kolon ince barsaklara ait absorbtif ve sekretuaı
konstipasyonun patofızyolojisi, etiolojik sınıflaması, tanısal strateji­ bozuklukları bir ölçüde kompanse edebilir. ;
leri ve tedayüıin temellerini değerlendirmek ve bunların ışığında Kolonda sodyum absprbsiyonu daha çok elektron düzeyinde­
doğru ve düşük maliyetli bir tedavi ortaya çıkarmak zorunludur dir, emilim apikal membranda olur, aynı zamanda bazolateral sod­
yum pompasmrn pompalama fonksiyonu ile kompanse edilir, Koli-
NORMAL FİZYOLOJİ nçıjijc adreneıjik ve seratoıieıjik medyatörier gibi bir çok nöral ve
non-nöral medyatör kolonik sıvı ve elektrolit dengesini kontrol
İnsanlarda ince barsaklar ve kolon, su ve elekrolitlerin absorbsiyon eder. Angiotensin ve aldosteron aynı zamanda kolonik absorbsiyo­
ve sekresyonu, intraluminal içeriğin transferi ve depolanması ve in­ nu da etkiler, bu durum distal kolon epiteli ve renal tübiillerift ortak
ce barsaklarda absorbe edilmeyen karbonhidratların bakteriyel me­ embriyolojik gelişimini yansıtır.
tabolizmasından sonra bazı besinlerin kurtarılması gibi önemli İL E O K O L O N İK D EPO Distal ileum bir reservuar görevi
fonksiyonlara sahiptir. Tablo 4 2 -1 ’de ana motor fonksiyonlar özet­ görür ve aralıklı olarak boşalır. Bu durum sıvı elektrolit ve besinle­
lenmiştir. Sıvı ve elektrolit dengesindeki değişiklikler diareye cid­ rin emilimi için zaman sağlar. Haustralar kolonu bölümlere ayırır
di bir biçimde katkıda bulunur. Kolonun motor ve duygusal fonksi­ ve incebarsak içeriğinin karışmasını, beklemesini ve gaytanın şe­
yonundaki bozukluklar irritable barsak sendromu, kronik diare ve killenmesini kolaylaştırır. Sağlıklı kişilerde kolonun asendan ve
konstipasyon gibi sık görülen sendromlara yol açar. transfers bölümleri depo görevi görürken (ortalama transit zamanı
SİN İR SE L K O N TRO L İnce barsaklar ve kolon intrinsik v e 15 saat), desenden kolon geçiş kanalı görevi görür (ortalama tran­
extrinsik innervasyona sahiptir. İn trin sik in n erv a sy o n aynı zaman­ sit zamanı 3 saat). Kolon, ince barsağın tek başına sodyum denge­
da enterik sinir sistemi olarakta adlandınlır ve myenterik, submu- sini koruyamadığı sodyumu düşük hastalarda sodyum ve su denge­
kozal ve mukozal nöronal tabakalardan oluşur. Bu tabakaların sinin korunmasında da önemli rol oynar. Diare ve konstipasyon,
fonksiyonları asetilkolin, opiodlar, norepinefrtn, serotonin, ATP ve proksimal kolonun depo fonksiyonundaki veya sol kolonun ptopul-
nitrik oksid gibi nörotransmitler aminlerle ayarlanır. Myenterik sif hareketlerindeki değişikliklerin sonucu da oluşabilir. Konstipas-
plexus düz kaş fonksiyonlarını düzenlerken, submukozal plexus yon aynı zamanda pelvik kasların veya defekasyon koordinasyonu­
sekresyon ve absorbsiyonu etkiler. nun disfonksiyonuna bağlı olarak rektal veya sigmoid reservuar
iablo 42-1 Normal Gastrointestinal Motüite: Farklı Anatomik Düzey- fonksiyonun bozulmasına bağlı da oluşabilir.
t rfleki Fonksiyonlar İN C E BA R S A K M O T İL İT E S İ Açlık esnasında, ince barsak
motilitesi, migrating motor complex (MMC) adı verilen siklik
Mide ve ince barsaklar Kolon: İrregiiler karıştırma, absorp-
Açlıkta senkronize MMCler siyon, transit kontraksiyonlarla karakterizedir, bu ince barsak!ardaki sindirilme­
Akomodasyon, öğütme, karıştırma, Asendan. transvers: rezervuar miş artıkların temizlenmesini sağlar. Bu organize ve düzenli kont-
transit Desenden: oluk raksiyonlar ortalama 6 0 -90 dk. sürer ve tüm ince barsaklan içerir.
Mide, - 3 saat Sigmoid/rektum: istemli rezer- Gıda alimim takiben, ince barsaklarda nispeten düşük amplitüdlü,
înce barsak, - 3 saat vuar
düzensiz karıştırıcı kontraksiyonlar meydana gelirken, distal ile-
tleal rezervuar bolus boşaltır
umda aralıklı ve daha kuvvetli kontraksiyonlar oluşur ve bu kont­
NOT: MMC. migrating motor complex. raksiyonlar ileumun boşal ması m sağlar.
Dinlenme Kasılma Fecal inkontinans, rektal içeri­
ğin istem dışı boşalmasıdır ve
sıklıkla nöromüsküler bozuk­
luklar ve yapısal ano-rektal
problemlerden kaynaklanır. Di­
are ve urgency, özellikle şiddet­
liyse inkontinansa yol açabilir
veya şiddetlendirebilir. P s ö d o ­
d ia r e ve fekal inkontinans, kro­
nik diareye yakın oranlarda ve­
ya daha fazla görülür ve diare­
den şikayet eden hastalarda her
zaman akla gelmelidir. Dikkatli
Anal kontinans İçin gerekenler Defekasyon İçin gerekenler
bir hikaye ve fizik muayene, ge­
Puborektal kasın kontraksiyonu Puborektal kasın relaksasyonu
Anorektal açının korunması Anorektal açının düzleşmesi nellikle bu durumların gerçek
Normal rektal duyu Sfinkter relaksasyonu diareden ayrılmasını sağlar.
Sfinkter kontraksiyonu
AKUT D İA R E Akut diare
ŞEKİL 42-1 Anal kontinans ve defekasyonu etkileyen mekanizmalar. Pelvik taban kasları ve vakalarının % 90’ ından fazlası
anal sfinkler fonksiyonlarına dikkat edin. enfeksiyöz ajanlarla olur, bu va­
kalarda genellikle bulantı, ateş
ve karın ağrısı eşlik eder, Kalan
K O LO N İK M O T İL İT E V E TÖNÜS İnce barsakta oluşan % 1 0 ’luk kısım, ilaçlar, toksik gıdaların alımı, iskemi ve diğer du­
MMC’ler kolonda nadiren devam eder, Bunun yanında, kısa süreli rumlara bağlıdır.
fazik kontraksiyonlar kolon içeriğini karıştırır ve yüksek amplitüd- Enfeksiöz A janlar Enfeksiöz diarelerin bir çoğu direk kişisel
lü kontraksiyonlar (HAPC) kolon içeriğinin ilerletilmesini sağlar­ temas veya daha sıklıkla insan veya hayvan dışkılarıyla kontamine
lar, genellikle sabahlan ve yemek sonrası olmak üzere günde yak­ olmuş gıda veya suların alımıyla fekal oral yoldan bulaşır. İmmü­
laşık beş kez oluşur, HAPC’lerin sık olması diare ile sonuçlanabi­ nolojik olarak sağlıklı kişilerde, 500 den daha fazla farklı tür içeren
lir. Önde gelen fazik kontraksiyonlar düzensiz ve artmayan vasıfta­ normal barsak mikroflorası ağız yoluyla alınmış olan patojenlerin
dır ve kanştıncı fonksiyon görür, üremesini suprese eder, Alman ajan, konakçının mukozal immün
Kolonik tonus bazal kontraktiliteyi gösterir ve fazik kontraktil ve nonimmün savunma mekanizmalarının (gastrik asid, sindirim
aktivite (tipik olarak kontraksiyonlar 15 sn’de sonuçlanır) bunun enzimleri, mukus sekresyonu, peritaltizm, normal barsak florası)
üzerine eklenir. Kolon kapasitesi (hacim uyumu) ve duyu açısından üstüne geçerse akut enfeksiyon veya hasar oluşur, Spesifik entero-
önemli bir kofaktördür. patojenlerlerle ilişkili klinik bilgiler tanısal ipuçları sağlanabilir,
GIDA A LİM İN İ TA K İB EN K O LO N M O T İL İT E S İ Gıda A .B.D ’de yüksek risk gruplan şu şekilde tanımlanmıştır:
alimim takip eden 2 saatlik dönemde kolonik fazik ve tonik kont- 1. S e y a h a t ed e n ler . Latin Amerika, Afrika ve Asyanın endemik
raktilite artar, Başlangıçtaki yaklaşık 10 dakikalık bölümü midenin bölgelerine seyahat eden turistlerin yaklaşık % 40 ında turist diare-
mekanik distansiyonuna yanıt olarak nervus vagus tarafından in- si adı verilen durum gelişir, en yaygın ajan E s c h e r ic h ia c o li,
nerve edilir. Takip eden bölüm kolonik stimülasyon ve seratonin, C o m p y lo b a c te r , S h ig e lla v e S a l m o n e lla ’ dır. Rusya’yı ziyaret eden­
gastrin gibi bazı hormonların aracdığıyla gerçekleşir. ler (özellikle St.Petersburg) G ia r d ia ilişkili ishal için risk altında­
D EFEK A SYO N Puborectal kasın, rektoanal bölgede artan to­ dırlar; Nepal’ i ziyaret edenler C y c lo s p o r a ya yakalanabilirler,
nik kontraksiyonları, anal kontinans’ ın sağlanmasında önemlidir. Kamp yapanlar ve kirli sularda yüzenler G ia r d ia ile enfekte olabi­
Defakasyon esnasında sakral parasempatik sinirler bu kası gevşetir, lirler.
rektoanal açımn düzleşmesine yardımcı olur (Şek. 42-1). Rektu­ 2. B e lir li g ıd a la r ı tü keten ler. Piknik, restoran gibi yerlerde gıda
mun distansiyonu reflex sempatik innervasyon ve intrinsik yolla in­ tüketiminden hemen sonra başlayan diare, tavuk etinden S a lm o n e l­
ternal anal sfınkterin geçici relaksasyonuna yol açar. Sigmoid ve la , C a m p y lo b a c t e r veya S h ig e lla , tam pişmemiş hamburgerden En-
rectal kontraksiyonlar rektum basıncını arttırdığında rektosigmoid terohemorojik E Coli (0 1 5 7 : H7), pirinçten B a c illu s a u re u s , mayo­
açı 15° den daha fazla açılır, External anal sfınkterin istemli relak­ nez veya kremlerden s t a filo c o c c u s a u re u s veya s a lm o n e lla , yumur­
sasyonu (pudental sinir tarafından uyarılan bir çizgili kastır) fece- tadan S a lm o n e lla ve deniz ürünlerinden v ib r io türleri, s a lm o n e lla ,
sin atılımına (evacuation) izin verir; bu olay valsalva manevrası ile akut hepatit A veya B bulaşmasma yol açabilir.
intraabdominal basıncın arttırılması yoluyla kolaylaşır, 3. İm m ü n y e tm e z lik li k iş iler . Primer (Ig A eksikliği, hypogam-
maglobulinemi, kronik granülomaloz hastalıklar) veya daha sık ol­
DİARE mak üzere sekonder (AIDS, farmakolojik supresyon gibi) immün
yetersizlik durumları olan kişiler diare için risk grubundadırlar, Bu
TANIM Diare, şekilsiz ve sıvı gaytanm artmış sıklıkta anormal pa­ hastalarda yaygın görülen enteropatojenler daha şiddetli ve uzamış
sajıdır. Batı diyeti alan erişkinlerde günlük gayta miktarının 200 g diareye sebep olurlar, özellikle AIDS hastalarında mycobacterium
üzerine çıkması ishal olarak adlandırılır. Tanısal yaklaşımlar açısın­ türleri, bazı viruslar (cytomegalovirus, aderovirus ve herpes simp­
dan süre önemli olduğundan dolayı diarenin süresi 2 haftadan az lex) ve protozoalar ( C r y p to s p o r id iu m , I s o s p o r a b e lli, Microsporo-
ise akut, 2-4 hafta arasında ise persistan, 4 haftanın üzerindeyse dia ve B la s to c y s tis H o m in is) önemli rol oynayabilir(Konu 309).
kronik olarak tanımlanabilir. AIDS hastalarında, rektum yoluyla veneryal olarak bulaşan ajanlar
Günlük total gayta miktarının 2 0 0 g/gün üzerinde olduğu iki (N e is s e r ia g o n o r e , T r e p o n e m a P a llid u m , C la m id y a ) proktokolite
yaygın durum, tanısal ve terapötik algoritmalar farklı olduğundan, katkıda bulunabilir,
diareden ayrılmalıdır. Psödodiare veya küçük miktardaki gaytanın 4. G ö n ü llü b a k ıc ı l a r v e a i l e ü y e le ri. S h ig e lla , G ia r d ia , C ry p to s-
sık pasajı, genellikle rectal urgency ile birlikte olur ve proktit gibi p o r o id iu m , rotavirus ve diğer ajanlar çok yaygındır ve enfeksiyon
anorektal hastalıklar veya irritabl barsak sendromuna eşlik eder. ajanı olarak düşünülmelidir.
5. Tahîo 42-2 Akut Kmeksiyoz î)uırt: de idken Ajanın Anlobiy* doji.si ve Klinik Özellikler! Arasındaki İlişki
B a k ım e v i ç a lış a n la r ı.
Enfeksiöz diare bir çok has­ İnkübasyon Karın
tane ve uzun dönem bakım Patobiyoloji/Ajanlar Periyodu Kusma Ağrısı Ateş Diare
hizmeti veren yerde, hastane
Toksin üretenler
kökenli enfeksiyonların
Önceden oluşmuş toksin
önemli bir kısmını oluşturur. 1-8 s 1- 2+ 0-1 +
Bacillus cereus. 3-4+ 3-4+ sulu
En sık rastlanan ajan C lost- Staphylococcus aureus 8-24 s
rid u im d i ff i c il e dir, ancak Clostridium perfringens
Enterotoxin
birçok ajanla oluşabilir.
Vibrio cholerae, enterotoxi- 8-72 s 2-4+ 1 -2 + 0- 1+ 3-4+, sulu
Enfeksiöz ajanlarla olu­
genic Escheria colu,
şan akut diarenin patofızyo- Klebsiella pneumoniae,
lojisi, tanıda yardımcı olabi­ Aeromonas species
lecek pek çok spesifik özel­
lik oluşturur (Tablo 42-2). Enteroadherent
İnce barsak hipersekresyo- Enteropathogenic ve 1-8 g 0- 1+ 1-3+ 1- 2+ 1- 2+, sulu
ııuna bağlı oluşan bol mik­ enteroadherent, E.coli, Giardia
organims, cryptosporidiosis,
tarda sulu diare, bakteriyel
helminths
toxinlerin ağız yoluyla alın­
ması, enterotoxin üreten
Cytotoxin-Uretenler
hakteriler ve enteroadheren
Clostridium difficile 1-3 g 0- 1+ 3-4+ 1-2 + 1-3+, genellikle sulu, nadiren
patojenlerle oluşur. İlk 2 tip­ kanlı
te gıdaların ağız yoluyla alı­ Hemorrhagic E.Coli 12-72s 0- 1+ 3-4+ 1- 2 + 1-3+, başlangıçta sulu, sonra
nlından sonraki birkaç saatte kanlı

ishal ile birlikte ciddi kusma


ve hafif aleş görülür, kusma Invaziv organizmalar
■lalın nadirdir, abdominal Minimal inflamasyon
Rotavirus ve Norwalk agent l-3g 1-+ 2-3+ 3-4+ 1-3+, sulu
kramplar ve şişkinlik belir­
Değişken inflamasyon
endir, / .ulum içinde ateş da­ Salmonella, Campylobacter ve 12s - l 1g 0-3+ 2-4+ 3-4+ 1-4+, sulu veya kanlı
im d* yütodir. iiloloksitl Aeromonas species, Vibrio
melen, iısvazjv mjkrooıga- parululemolylicus, Yersinia
Şiddetli inlliiiiiasyon
nizmaiiiınt '.imamı yüksek
Shigella species, enteroinvasive 12 s-8g 0- 1+ 3-4+ 3-4+ 1- 2+, kanlı
ateş ve kamı ağrısına yol E.coli, Entamoeba hisıolyıica
açar. Invaziv bakteriler ve
E n te m o e h a H is to ly tica sık­ KAYNAK; Aü.ıptcü from DW Powell, in T Yamada (ed): Textbook o f Gastroenterology, 2ded. Philadelphia, LippincoU,
1991; and DR Myııdman, in .SLCloıbuch (ed): Infectious Diarrhea. London, Blackwell, 1986.
lıkla kanlı diareye yol açar
(d iz a n te ri olarak adlandırı­
lır). Y ersinia, terminal ileum ve profcsinıal kolon mukozasına yerle­ sidler, amarıtina ve diğer mantarlar, arsenik ve deniz ürünlerindeki
şir ve hassasiyet ile birlikte şiddetli karın ağrısına yol açarak akut çevresel toxinlerin oral yoldan alınmasıyla oluşabilir. Kronik diare­
apendisiti taklit edebilir. ye yol açan durumlar, erken dönemlerde akut diare ile karışabilir.
Son olarak, enfeksiöz diare sistemik belirtiler ile birlikte de Sinsi başlangıç ve enfeksiyon özellikleri gösteren inflamatuar kro­
olabilir. Reiter’s sendromu (artrit, üretrit, konjonktivit), s a lm o n e l­ nik diarelerde de böyle bir karışıklık olabilir.
la , C a m p y lo b a c te r , S h ig e lla ve Y ersin ia enfeksiyonlarına eşlik ve­
ya takip edebilir. Yersiniosis aynı zamanda otoimmün tip tiroidit,
perikardit ve glomerulonefrite yol açabilir. Enterohemorojik E. Co-
li (0157: H7 ) ve S h ig e lla yüksek mortaliteye sahip hemolitik üre- -------------— — ------------ — Hastaya Yaklaşım ------------------------------------------------------------

mik sendroma yol açabilir. Aynı zamanda akut diare v ir a l h e p a tit,


lis terio z is, le g io n e llo z is ve to k s ik ş o k se n d r o m u gibi bir çok siste­ Akut diareyi tetkik etmeye karar vermede diarenin şiddeti ve süre­
mik enfeksiyonun major bir semptomu olabilir. si ile konakçıya ait faktörler önemlidir (Şekil 42-2). Bir çok akut
diare atağı hafif ve kendi kendini sınırlayan tiptedir, İleri tetkik ge­
Diğer Sebepler Akut diarenin nonenfeksiöz sebepleri oranında rektiren durumlar şunlardır, dehidratasyona yol açan büyük volüm-
en yaygını ilaç kullanımıdır. Hastalarda ilaç kullanımı ile semp­ lü diare, kanlı diare, ateşin 38.5° C ’nin üzerine çıkması, 48 saatten
tomların başlangıcı arasında bir ilişki varsa, bu etiolojiden düşünü­ fazla devam etmesi, toplum sağlığım ilgilendiren salgınlar, 50 ya­
lebilir. Bir çok ilaç diare oluşturmasına rağmen en fazla suçlanan­ şın üzerine şiddetli karın ağrısı ile birlikte olması, yaşlılar (70 ya­
lar, antibiyotikler, kardiak antiaritmikler, antihipertansifler, nonste- şın üzerinde ve immün sistemi baskılanmış hastalar). Fekal lökosi-
roid antiinflamatuar ilaçlar, bazı antidepresanlar, kemoterapötik toz ile birlikte orta derecede şiddetli febril diaresi olan (veya lakto-
ajanlar, bronkodilatörler, antasidler ve laksatiflerdir. Oklüziv veya ferrin ya da calprotectin gibi fecal lökosit proteinleri artmış olan)
nonoklüziv isk em ik k o lit, tipik olarak 50 yaşın üzerindeki kişilerde bazı hastalarda tanısal değerlendirme yerine ampirik antibiyotik te­
olur, başlangıçta sulu, daha sonra kanlı diare ile birlikte alt kadran­ davisi yapılabilir (Bkz. aşağı).
larda akut başlangıçlı karın ağrısı vardır ve genellikle sigmoid ve­ Şiddetli akut enfeksiyöz diaresi olan bir hastada tanının temeli
ya sol kolonda akut inflamatuar değişiklikler ile sonuçlanır, rektum gaytanın mikrobiyolojik incelemesidir. Bu amaçla bakteriyel ve vi­
ise korunmuştur. Akut diare k ro n ik d iv ertik u litis ve g r a ft v ersu s ral patojenler için kültürler, parazit ve yumurtalar için direk mik-
h o s t h a s ta lığ ın a da eşlik edebilir. Akut diare organofosfat insekti- roskopik inceleme ve bazı bakteriyel toksinler (C . d iffic ile ), viral
244 it Hastalıkların Ana Bulgulan ve Tavdım .Şekilleri Orta derecede şiddetli, ateşi olmayan ve gaytada kan olmayan
hastalarda loperamide gibi antisekretuar antimotilite ajanlar semp­
tomların kontrol edilmesinde yararlı olabilir. Ateşli dizanterilerde
bu tür ajanlardan kaçınılmalıdır, kullanımları hastalığın uzamasına
ya da alevlenmesine yol açabilir. Bizmut subsalisilat ishal ve kus­
ma semptomlarını hafifletebilir ancak bizmut ensefalopatisi riskin­
den dolayı immünsüprese hastalarda kullanılmamalıdır.
Akut diare vakalarında antibiotiklerin doğru kullanımı hastalı­
ğın şiddeti ve süresini azaltabilir. Birçok klinisyen, orta ve şiddetli
febril dizanterisi olan hastaları, tanısal değerlendirme yapmadan
ciprofloksasin gibi (500 mg günde 2 kez, 3-5 gün) bir kinolon ile
tedavi eder. Giardiasizden şüphelenilen vakalarda metronidazol ile
ampirik tedavi de düşünülebilir. (250 mg günde 4 kez 7 gün). Di­
ğer spesifik patojenlerle olan diarelerde antibiyotiklerin seçimi ve
dozu ilgili bölümlerde bulunabilir. (Konu. 131, 153, 156-162) İm-
münsuprese, mekanik kalp kapağı ya da yeni konulmuş vasküler
graftı olan veya yaşlı hastalarda sebep olan mikroorganizma sap-
tanmasa bile antibiyotik kullanımı gereklidir. Immünsupresyon,
inflamatuar barsak hastalığı veya gastrik aklorhidri gibi hastalığı
olanlarda yüksek riskli bölgelere seyahat durumunda ciddi akut di­
are riski vardır ve bu hastalarda antibiyotik proflaksisi gereklidir.
Bu kişilerde trimetoprin-sulfametaxazole veya ciproksin kullanımı
bakteriyel diare riskini % 90 oranında azaltabilir.

K R O N İK D İY A R E 4 haftadan daha uzun süre devam eden di­


aresi olan bir hastada, altta yatan ciddi bir hastalığı ekarte etmek
için değerlendirme gerektirir. Akut diarenin aksine, kronik diarede,
sebeplerin çoğu nonenfeksiözdür. Patofizyolojik mekanizmalara
göre kronik diarenin sınıflandırılması hastanın yönetiminin doğru
şekilde yapılmasını kolaylaştırır (Tablo 42-3).
Sekretuar Sebepler Sekretuar diare, enterokolik mukozada sı­
* Değerlendirme öncesi ampirik metranidazol tedavisi düşünün
+ Değerlendirme öncesi ampirik kinolon tedavisi düşünün vı elektrolit transportunda bozukluğa bağlıdır. Klinik olarak sulu,
büyük volümlü dışkı ile karekterizedir, tipik olarak ağrısızdır ve aç­
ŞEKİL 42-2 Akut diare yönetim algoritması.Tanısal değerlendirme­
lıkla düzelir, Absorbe olmamış solütler olmadığından gayta osmo-
den önce (*) metranidazol veya + kinolon ile ampirik tedaviyi dü­
şünün. lalitesinden normal endojen elektrolitler sorumludur, fecal osmo-
tik gap normaldir.
antijenler (rota virus) ve protozoal antijenler ( G ia r d ia , E . H ystoliti-
İ l a ç l a r Kronik diarenin en yaygın sekretuar sebebi düzenli ola­
c a ) için immünolojik çalışmalardır. Klinik ve epidemiyolojik çalış­
rak alman ilaç ve toxinlerin yan etkisidir. Birçok ilaç istenmeyen
malar klinik değerlendirmede faydalı olabilir. Belirli bir patojen
diareye yol açabilir. ("Akut Diarenin Diğer Sebepleri” bölümüne
veya patojenler grubu ile ilişki gösterilebilirse tüm rutin tetkikler
bakınız) Stimülan laksatiflerin gizli veya alışkanlık halinde kulla­
gerekli olmayabilir veya bazi vakalarda Enterohemorajik veya di­
nımı da [senna, cascara, bisacodyl, ricinoleic acid (hint yağı)] akla
ğer E . C o li tipleri, V ibrio türleri ve Y ersin ia için özel kültürlerin ya­
gelmelidir. Kronik alkol tüketimi, enterosit hasarına bağlı sodyum
pılması uygun olabilir. Gaytadaki patojenlerin DNA zincirlerinin
ve su absorbsiyonunda bozulma, hızlı transit gibi sebeplerden do­
ay ırt edilmesi ve teknolojinin gelişmesi ile gelecekte daha hızlı,
layı sekretuar tip diareye yol açabilir. Bazı çevresel toksinlerin is­
spesifik ve maliyeti düşük tanılar mümkün olabilecektir.
tem dışı alınması (arsenik gibi) akuttan ziyade kronik diareye yol
Persistan diare G i a r d ia ’y a bağlı olarak sıklıkla görülür, fakat
açabilir. Nadirde olsa bazı bakteriyel enfeksiyonlar uzun süre de­
C , D iffic ile (özellikle antibiyotik kullanımı varsa), E . h y sto litica ,
vam edebilir ve sekretuar tip diare ile birlikte olabilir.
C ry p to sp o ro d iu m , C a m p y lo b a c t e r gibi diğer sebeplerde akla gel­
B a r s a k r e z e k s iy o n u , m u k o s a l h a s t a lık la r , v e y a e n t e r o k o l i k
melidir. Eğer gayta incelemeleri tanıyı ortaya çıkaramıyorsa, bi­
f i s t ü l Bu durumlar sekrete edilmiş olan sıvı ve elektrolitlerin emi-
yopsi ile birlikte flexible sigmoidoskopi ve duedenal aspirasyon ve
biyopsi ile birlikte üst endoskopi yapılmalıdır. limi için uygun yüzeyin olmamasından dolayı sekretuar diare ile

Sigmoideskopi, kolonoskopi veya abdominal CT (veya diğer sonuçlanabilir. Diğer sekretuar diarelerin aksine, bu grup hastalık­

görüntüleme yöntemleri) ile muayene, tanı konulamayan persistan larda diare yeme ile kötüleşme eğilimindedir. Terminal ileumun
diareli hastalarda inflamatuar barsak hastalığını dışlamada veya is- hastalıkları (Crohn İleiti) veya terminal ilemun lOOcm’den daha
kemik kolit, divertikülit veya parsiyel barsak obstrüksiyonuna bağ­ fazlasının reseksiyonu dihidroksi safra asidlerinin absorbsiyonunü
lı nonenfeksiöz akut diarelerin başlangıç incelemelerinde yararlı bozar ve kolonik sekresyonu uyarır, (Koloreik diare), Bu mekaniz­
olabilir. ma normal görünen bir terminal ileumda, safra asidlerinin fonksi­
yonel olarak absorbsiyonunun bozulmasına bağlı oluşan ve i d o p a -
fED A V İ Akut diarenin tüm formlarında tedavinin temeli sıvı tik s e k r e tu a r d ia r e denilen duruma katkıda bulunabilir. Parsiyel
ve elektrolit replasmanıdır. Hafif vakalarda sadece sıvı replasmanı barsak obstrüksiyonu, ostomi, striktür veya fecal impaction para­
yeterli olmayabilir. Oral şeker-su solüsyonları (sporcu içecekleri doksal olarak hipersekresyona bağlı fecal output’un artışına yol
veya özel hazırlanmış içecekler) şiddetli diaresi olan hastalarda açabilir.
esas ölüm sebebi olan dehidratasyonu engellemek için hemen baş­ H o r m o n l a r Nadir olmasına rağmen sekretuar diarenin klasik
lanmalıdır. Şiddetli dehidratasyonu olan hastalarda özellikle çocuk­ örneği hormonlar aracılığıyla olanlardır. M eta s ta tik g a s tr o in te s ti­
lar ve yaşlılarda, intravenöz rehidratasyona ihtiyaç vardır. n a l k a r s in o id tü m örler, veya nadiren p r im e r b r o n s ia l k a r s in o id le r
' ti.!» i},-) I’ rwlmnimui l’atotîzyolojik M ekanizm alara Giire Kronik 42 Diare ve Konstipasyoıı 245
sü.nvııiıı M ajor .Sebepleri

Nckretııvar sebepler inflamatuar sebepler İ y o n a b s o r b s iy o n u n d a k i k o n je n i t a l d e f e k t l e r Nadiren bu de-


fksojeıı sliınıılan laksatifler Idiopatik inflamatuar barsak has­ fektler doğuştan itibaren sulu diareye yol açarlar ve alkaloz ile bir­
Kronik alkol kullanımı talıkları (Crohn hastalığı, ülsera- likte defcktif C1-/H C03- değişimi (k o n je n ita l c h lo r id o r r lıe a ) asi-
Diğer ilaçlar ve toksinler tif kolit) doz ile birlikte detektif Na+/H+ değişimine yol açarlar. Hiperpi-
Hııdojen laksatifler (dihidroksi Mikroscopik ve kollajenöz kolit mentasyonunun eşlik ettiği adreuo kartikal yetmezlikte (Addison
■tlra asidleri) Immün aracılıklı mukozal hasta­ hastalığı) olduğu gibi bazı hormonal yetersizlikler sulu diare ile
lıliopatik secretuar diare lıklar ( 1° veya 2° immün yeter­
birlikte olabilirler
Bazı bakteriyel enfeksiyonlar sizlikler. gıda alerjisi, eosinofılik
Osmotik Sebepler Osmotik diyare zayıf bir absorbsiyonlu
Barsak rezeksiyonu, hastalıkları gastroenterit, graft-versus-host
veya fislül ( i absorbsiyon) hastalığı) alındığında, kolonun rezorptif kapasitesini aşarak, osmotik olarak
Parsiyel barsak obstrüksiyonu Enfeksiyonlar (invaziv bak­ aktif solütlerin lümene doğru yeterli sıvı çekmeleriyle oluşur. Fe-
veya fecal impaction teriler, viruslar, parazitler) kal sıvı çıkışı solüt yükle orantılı olarak artar. Osmotik diyare ka­
Mormon üreten tümörler (karsi- Radyasyon hasarı rakteristik olarak, diyareye yol açan ajanın oral aliminin kesilme­
ııoid, vipoma, tiroid medullar Gastrointestinal maligniteler siyle veya açlıkla durur.
kanseri, mastocytosis, gastrino­ Dismotilite sebepleri O s m o tik l a k s a t i f l e r Laksatifler veya ek olarak alınan magnez­
ma, kolorectal villous adenoma) Visceral neuromyopatiler
yum içerikli antiasidler, gaita osmotik gap’ı:2 ([Na] + ([K])
Addison hastalığı Hipertiroidi
« 2 90m o sm /k g olan osmotik diyare tipine yol açabilir. Sülfatları
Kongenital electrolit absorpsiyon İaçlar (prokinetic ajanlar)
defektleri Gerçek olmayan sebepler ve fosfatları içeren anyonik laksatifler, osmotik gap’sız osmotik di­
Osmotik sebepler Aşırı yeme alışkanlığı (Munc­ yare oluştururlar, sodyum anyonik solütlere eşlik eder; diyarenin
Osmotic laxatives (Mg2+, PO4-1-, hausen sendromu) sebebini tayin etmek için gaitada sülfatların ve fosfatların direkt öl­
so42-) Bulimia çülmesi gerekli olabilir.
Laetaz ve diğer disakkaridase K a r b o n h id r a t M a la b s o r b s iy o n u Karbonhidrat malabsorbsiyo-
eksiklikleri
nu edinsel veya konjenital fırça-sınır (brush-border) disakkaridaz
Absorbe olmayan karbonhidrat­
ve diğer enzimlerdeki defeklerden dolayı, düşük pH’lı osmotik di­
lar (sorbitol, lactulose, polyethy­
lene glycol)
yareye yol açarlar. Erişkinlerde kronik diyarenin en sık sebeplerin­
Steatore sebepleri den birisi de laktaz eksikliğidir ki bu dünyada beyaz olmayanların
Intraluminal maldigestion (panc- dörtte üçünü ve Birleşik Devletlerde insanlann%5 ile % 30’unu et­
reatik ekzokrin yetmezlik, bakte­ kiler. Çoğu kişiler müdahale olmaksızın süt ürünlerinden kaçınma­
riyel aşırı çoğalma, karaciğer sını öğrenir. Sorbitol gibi bazı şekerler genel olarak kötü sindirilir­
hastalıkları) ler ve çok ilaç alımıyla, sakızla veya absorbsiyonu olmayan şeker­
Mukozal malabsorpsiyon (celiac
lerin tadandırılmasıyla oluşturulan şekerlemelerin alımıyla diyare
sprue, Whipple hastalığı, enfek­
ortaya çıkar. Laktüloz hepatik yetersizliği olan hastalarda asidik fe-
siyonlar, abetalipoproteinemia,
çes oluşturmak için kullanılır ve bu temelde diyareye sebep olur.
iskemi)
Postmukozal obstrüksiyon (1° or Steatoral Sebepler Yağ malabsorbsiyonuna aminoasit ve vita­
2° lenfatik obstrüksiyon) minlerin malabsorbsiyonuda eşlik ettiğinden dolayı sıklıkla nutris-
yonel eksikliklere ve kilo kaybıyla ilişkili, yağlı, kötü kokulu ve at­
ması zor diyareye yol açabilir. Artmış fekal çıkışa yağ asitlerinin
özellikle bakteriyel hidroksilasyondan sonra ve daha az boyutta
tek başına ya da aralıklı flushing, wheezing, dispne, valvüler kalp nötral yağların yüküyle oluşan osmotik etkiler sebep olur. Kantita-
hastalığı ile karekterize karsinoid sendromun bir parçası olarak su­ tif olarak steatore, gaita yağın normal 7g/gün’ü aşmasıyla tanımla­
lu diareye yol açabilir. Diare intestinal sekretuar özelliği olan sero­ nır; steatorede ince barsak hastalıklarında günlük fekal yağ ortala­
tonin, histamin, prostaglandinler ve çeşitli kininlerin dolaşıma ka­ ması 15 ila 20gr ve pankreatik ekzokrin yetersizlikte sıklıkla 4 0 g r’ı
tılmasına bağlı olarak gelişir. Serotonin aşırı üretimi ile birlikte ni- aşan steatore olur, intraluminal kötü sindirim, mukozal malabsorb-
asin eksikliği sonucu nadirde olsa pellegra benzeri deri lezyonları siyon veya lenfatik obstrüksiyon steatore oluşturabilir.
oluşur. En yaygın nöroendokrin tümörlerden biri olan G a str in o m a I n t r a lu m in a l K ö tü S in d ir im Bu durum en sık olarak pankre­
tipik olarak tedaviye dirençli peptik ülser ile karekterizedir, fakat atik ekzokrin yetersizlikten dolayı oluşur ki bu da pankreatik sek-
vakaların üçte birinde diare görülebilir ve diare % 1 0 vakada tek kli­ retuvar fonksiyonların % 90’dan fazlasının kaybıyla meydana gelir.
nik bulgudur. Bu durumdan gastrin ile birlikte salınan bir çok sek­ Kronik pankreatit genellikle etanol kullanımı sonucu olur ve en sık
retuar sorumlu olabilmesine rağmen, diare çoğunlukla düşük intra- pankreatik yetersizlik sebebidir. Diğer sebepler içerisinde, kistik
duedenal pH’ta pankreatik enzimlerin aktivite olmamasına bağlı fibrozis, pankreatik kanal obstrüksiyonu ve nadiren somatostatino-
yağ absorbsiyon bozukluğu sonucu oluşur. P a n k r e a tik k o l e r a ola­ ma vardır. İnce barsakta bakteriyel overgrowth (aşırı çoğalım) saf­
rak bilinen sulu diare- hypokalemi- aklorhidri (WDHA) sendromu, ra asidlerini dekonjuge edebilir ve yağ sindirimini bozan miçel for­
non-b hücreli pankreatic adenomaya bağlıdır, Vazoaktif intestinal masyonuna değiştirebilir. Bakteriyel overgrowth bir kör-loop’un
peptid (VIP) ve pankreatik polipeptid, nörotensin, kalsitonin, ve stazıyla, ince barsak diverkülü veya dismotilite ve özellikle, büyük
prostaglandinler gibi diğer peptid hormonların ana maddesini sal­ ihtimalle yaşlılarda oluşabilir. Sonuç olarak, siroz veya bilier obst-
gılar. Sekretuar diare fazla miktardadır, günlük gayta hacmi 3 litre rüksiyonlar intralüminal safra asit konsantrasyonundaki eksiklikten
civarındadır, 20 litreye ulaştığı da bildirilmiştir. Hayatı tehdit eden dolayı hafif steatoreye yol açabilir.
dehidratasyon, hipokalemi, hipomagnenezemi veya hipcrkalsemi- M u k o z a l M a l a b s o r b s iy o n mukozal malabsorbsiyon çeşidi en-
ye bağlı nöromüsküler disfonksiyon, flushing ve hiperglisemi, vi- teropatilerde meydana gelir, ama en sık belki de en yaygın olanı ve
pomaya eşlik edebilir. T iroid m e d ü lle r k a r s in o m u n d a , kalsitonin, prototipi Ç ö ly a k sp r u e d ir . Bu gluten-sensitiv enteropati bütün yaş­
diğer sekretuar peptidler ve prostaglandinlere bağlı sulu diare görü­ lan etkileyen ve değişen ciddiyette multipl nutrisyonel yetersizlik­
lebilir. Ürtikeria Pigmentoza benzeri deri lezyonlarıyla karekterize lerle ilişkili sıklıkla yağlı diyarede oluşturan proksimal ince barsak­
S istem ik M a s to id o z , histamin aracılığıyla sekretuar ya da mast hüc­ ta villüs atrofisi ve kript hiperplazisiyle karakterize bir enteropati-
relerin intestinal infiltrasyonuna bağlı inflamatuar diareye yol aça­ dir. T ro p ik a l s p r u e benzer histolojik ve klinik sendrom oluşturabi­
bilir. B ü y ü k K o lo r e k t a l Villöz a d e n o m la r hipokalemiye yol açan lir, ama bu durum tropikal iklimlere seyehat eden veya oralarda ya­
sekretuar diare ile birlikte olabilirler, prostaglandinler aracılığıyla şayanlarda meydana gelir; sıklıkla ani başlangıçlı ve bir enfeksiyöz
etki gösterirler ve NSAID ile etkisi ortadan kalkabilir. etyolojiden dolayı antibiyotiklere cevap verir. W hipple's h a s ta lığ ı,
246 i'l r!.ıs> »t> • ' .1 ;i.t!;’iıkırı ’ ’a ’ nksîm; Şekilleri generalize otonomik nöropatilerin sıklıkla eşlik ettiği, intestinal dis-
motilitenin bir parçası olarak ortaya çıkabilir.
bir aktinomiçes T rep< m m a u iu p p leii tarafından oluşur ve ince bar­ Aşın sıklıkla karşılaşılan irritabl barsak sendromu (nokta preva-
sak mukozasının histkwiiik infîltrasyonu, genç veya orta yaşlı er­ lansı % 1 0 ) yıllık insidans % l- 2 ) çeşitli stimuluslara bozulmuş intesti­
keklerde çok tipik olarak, artralji,ateş,lenfadenopati ve aşın yor­ nal ve kolonik motor ve sensoryal cevapla karakterizedir. Gaita sıklı­
gunluk ile ilişkilidir, aynca santral sinir sistemi ve endokardiyumu et­ ğının semptomlan sıklıkla gece durur, konstipasyon periyodlanyla de­
kileyebilir, Benzer klinik ve histolojik görünüm AIDS’li hastalarda ğişir, defakasyonla rahatlayan abdominal ağnyla beraberdir ve nadiren
M ycobacteriu m avium in tra cellu lare infeksiyonunda meydana gelir. kilo kaybı veya gerçek diyare meydana gelir.
A b etalip op rotein em ia şilomikron formasyonunun ve yağ malabsorbsi- Suni Sebepler (gerçek olmayan) suni diyare, 3.derece bakım mer­
yoıtumın nadir bir defektidir ve çocuklarda akontositik eritrositler, kezlerine iletilmiş olan açıklanmamış diyarelerin % 15’e kadannı oluş­
./taksi ve retinitis pigmentoza ile ilişkilidir. Diğer birkaç sebepte özel­ turur. Ya M u n chau sen sen drom u (aldatma veya sekonder kazanç için
likle Giardia gibi protozool enfeksiyonlar, çok sayıda ilaçlar (kolşisin, kendi kendine zarar verme) veya bulimia şeklinde, bazı hastalar kendi
kolestiramin, neomycin gibi) ve kronik iskemi mukozal malabsorbsyo- kendilerine tek başına laksatif veya diğer ilaçlarla kombine (diüretik-
na sebep olabilir. ler gibi) olarak gizlice alırlar veya analiz için gönderilmiş gaitaya su
Postmukozal lenfatik obstrüksiyon, travma, tümör veya infeksiyo- veya idrarı gizlice eklerler, katarlar. Bazı hastalar tipik olarak kadındır,
na sekonder edinsel lenfatik obstrüksiyon veya nadiren konjenital in­ sıklıkla psikiyatrik hastalık hikayeleri vardır ve sağlık bakım dalında­
testinal lenfanjiektaziden dolayı olan bu durumun patofızyolojisi, doğ­ ki mesleklerden oransız olarak bu şekildedir. Hipotansiyon ve hipoka-
rudan portal sirkülasyona giren lenfositler (lenfositopeniyle sonuçla­ lemia yaygın ortak ortaya çıkan özelliklerdir. Bazı hastalar yüzyüze
nan) ve enterik protein kayıplı (sıklıkla ödeme sebep olan) nadiren yağ gelindiğinde sıklıkla bu ihtimali inkar ederler ama onlar psikiyatrik
malabsorbsiyonunun oluşumuna yol açan bir durumdur. Karbonhidrat yardımdan ve davranış bilgilerinden faydalanırlar.
ve aminoasid absorbsiyonu korunur.
İnflamatuar Sebepler Inflamatuar diyarelere genellikle ağn, ateş, ------------------------------------------------------------ Hastalara Yaklaşım
---------------------------------------------- — .

kanama veya inflamasyonun diğer manifestasyonlan eşlik eder. Diya-


renin mekanizması sadece eksüdasyon olmayabilir ama lezyon bölge­ Kronik diyarenin çok ortak problemlerini değerlendirmek için var olan
sine bağlı olarak, yağ malabsorbsiyonunu, bozulmuş sıvı/elektrolit ab- laboratuvar araçları yaygındır ve çoğu pahalı ve invazivdir. Keza,
sorbsiyonunu ve diğer inflamatuvar mediator ve sitokinlerin salınımın- kompleks araştırma başlamadan önce, teşhisi değerlendirmek için ras­
dan dolayı hipersekresyon veya hipermotiliteyi kapsıyabilir. Gaita ana­ yonel yönelim dikkatli hikaye ve fizik muayene ve basit ayırma testle­
lizlerinin ortak özellikleri, gaitada lökosit veya calprotektin gibi löko- ri sıklıkla gereklidir (Şek 42-3). Hikaye, fizik muayene ve rutin kan ça­
sit kaynaklı proteinlerin varlığıdır. Ciddi inflamasyon, eksüdatif prote­ lışmaları, diyarenin mekanizmalarım karakterize etmek için, teşhisi
in kaybına bu da anazarkaya (genaralize ödem) yol açabilir. Kronik belirlemek için yardımcı bağlantılar ve hastalann sıvı/elektrolit ve nut-
inflamatuar tipte diyareli herhangi bir orta yaşlı veya yaşlı kişide, di- risyonel durumlannı değerlendirmek için gereklidir. Hastalar, başlan­
yare kanlı ise, kolorektal veya kaim barsak tümörünü dışlamak için gıç süresi, patemi, agreve ediciler (özellikle diyet), rahatlatıcı faktörler
dikkatli değerlendirilmelidir, ve diyarenin gaita karakteristikleri sorgulanmalıdır. Fekal inkontinan-
İdiopatik inflamatuar barsak hastalığı, bu kategorideki hastalık­ sm varlığı veya yokluğu ateş, kilo kaybı, ağn, bazı maruz kalman şey­
lar Crohn’s hastalığı ve kronik ülseratif kolittir. Bunlar erişkinlerde en ler (seyehat, ilaçlar, diyareyle temas) ve yaygın extraintestinal mani-
sık kronik diyare sebepleri arasındadır ve ciddiyeti hafîft, fulminant ve festasyonlara (cilt değişiklikleri, artraljiler, oral aft) dikkat edilmelidir.
hayati tehlike arasında değişir. Onlar, üveit, poliartraljiler, kolestatik Fizik bulgular, tiroidde kitle, wheezing, kalp üfurümleri, ödem, hepa-
karaciğer hastalığı (primer sklerozan kolanjit) ve çeşitli cilt lezyonlan tomegali, abdominal kitleler, lenfadenopati, mukokütananöz anormal­
(eritema nodozum, pyoderma gangrenozum) ile ilişkili olabilir. Mik- likler, perianal fıstül veya anal sfınkter gevşekliği gibi ipuçlan verebi­
roskopik kolit, kollejenöz kolit dahil, kronik sulu diyarenin artan şekil­ lir. Periferik kan sayımlan, inflamasyonun göstergesi olarak lökosito-
de tanınan sebebidir, kolorektum normal görünümlüdür ve biyopsi ile zu ortaya çıkarabilir; anemi kan kaybını veya nutrisyonel yetersizlikle­
histolojik tanı gerekir. ri yansıtır; veya parazitozlarda eosinofîli meydana gelebilir, neoplazi,
İmmün yetersizliğin prim er ve sekonder formları, immiin yeter­ koilojen-vasküler hastalıklar, alleıji veya eosinofilik gastroenteriti gös­
sizlik uzamış infeksiyöz diyareye yol açabilir. Yaygın olarak, değişken terebilir. Kan biokimyalan, elektrolit, hepatik veya diğer metabolik bo-
hipogammaglobülinemia, sıklıkla giardiasisin sonucu olarak, diyare zukluklan gösterebilir.
özellikle yaygındır. Teropotik deneme ilk doktorla karşılaşıldığında, bir spesifik teşhis
Eosinofilik gastroenterit, mukozanın, müskülarisin veya seroza- önerildiğinde, sıklıkla uygundur, tanımsal ve oldukça malîyeti-etki
nın gastrointestinal sistemin hertıangi bir seviyesinde eosinofil infılt- n(cost-effective)dir. Örneğin, kronik sulu diyare, açlıkla durabilir ve
rasyonunun olması ve diyare, ağn, kusma veya asite neden olabilir. Et­ diğer taraftan sağlıklı genç erişkinlerde laktoz-kısıtlı diyet denemesini
kilenmiş hastalarda sıklıkla atopik bir hikaye vardır, gaitanın mikroş- haklı gösterebilir. Dağ gezisinden sonra oluşan şişkinlik ve diyare,
kopik melenmesinde, eosinofil içeriklerin çıkartılmasından dolayı muhtemel giardiyazis için metranidazolün denemesine ruhsat verir; ve
Charcot-leyden kristalleri gözükebilir ve hastalann % 50-75’inde peri- ileal rezeksiyondan sonra devam eden postprandiyal diyare, daha ay­
ferik eosinofîli vardır. Erişkinlerde belirgin gıdalara karşı hipersensiti- rıntılı değerlendirmeden önce kolestramin ile tedavi edilmelidir. Per-
vite meydana gelir ama kronik diyareye sebep olan gerçek gıda alleıji- sistan semptomlar ek araştırmayı gerektirir.
si nadirdir. İlk karşılaşmada bazı teşhisler önerilebilir, örneğin idyopatik inf­
Diğer sebepler, kronik inflamatuar diyareye, ra d y asy on en tero k o- lamatuvar barsak hastalığı; bununla beraber hastalığın yaygınlığını ve­
liti, k ro n ik graft-v ersu s-host h a sta lığ ı, B e h ç e t sen drom u v e C ron kite- ya ciddiyetini karakterize etmek ve teşhisi teyid etmek için ek odaklan­
C a n a d a sendrom u sebep olabilir. mış değerlendirmeler gerekebilir, böylece tedavi en iyi şekilde yönlen­
Dismotilite Sebepleri, hızlı transit çok sayıda diyareye sekonder dirilebilir. İritabl barsak sendromundan şüphelenilen hastalar ilk başta
veya katkıda bulunan bir fenomen olarak eşlik edebilir ama primer dis­ proktosigmoidoskopi ve mukozal biyopsilerle değerlendirilmelidir,
motilite, gerçek diyarenin sık olmayan bir etyolojisidir. Gaita özellik­ böylece normal bulgular yeniden teyid etmeli ve belirtildiği gibi teda­
leri sıklıkla sekretuvar diyareyi gösterir ama hafif steatore, günde 14 g vi ampirik olarak antispozmodikler, antidiyareikler, hacim oluşturucu
yağa kadar olabilir, sadece hızlı transitten dolayı kötü sindirim oluşa­ ajanlar, anksiyolitikler veya antidepresanlan kapsar. Kronik diyare ve
bilir. H ipertiroidizm , K a rsin o id sen drom ve bazı ilaçlar (prostaglandin- hematokezyah herhangi bir hasta, gaita mikrobiyolojik çalışmaları ve
ler, prokinetik ajanlar gibi) diyareyle sonuçlanan hipermotilite oluştu­ kolonoskopiyle değerlendirilmelidir.
rabilirler. Primer viseral nöromyopatiler veya idiyopatik edinsel intes­ Tahmini olarak vakaların 3 ’te 2 ’si, ilk karşılaşmadan sonra kronik
tinal psödo-obstrüksiyon staza yol açarak, bakteriyel overgrowth (aşı­ diyarenin sebebi kapalı kalır ve ileri testler gerekir. Kantitatif gaita top­
rı çoğalım)’a ve diyareye sebep olur. D iy a b etik diy arey e, periferal ve lanması ve analizleri önemli objektif bilgiler verebilir. Odaklanmış ek
...i'ltm.il.ir ivin, bir ayınm olarak diyarenin tipini karekterize edebilir ■!? Diare ve Konstipasyon 247
ir.hiıi koymada kantitatif gaita toplanması ve analizi önemli ob-
nVtıf bilgiler verebilir (Şek 42-3). Gaita ağırlığı 200g/gün’ü aşarsa, indirekt testlerle fekal kimotiripsin aktivitesinin ölçümü gibi veya bir
ikilinin konsantrasyonu, pH, gizli kan testi, lökosit incelenmesi (ve­ bentiromide testiyle ölçülmeli ve dışlanmalıdır.
ya joknsil protein ölçümü) yağ miktarı ve laksatif taramasını içerebile- Kronik inflamatuvar tip diyarelerden, gaitada lökositler veya kanın
Tsfc ok gaita analizleri yapılmalıdır. varlığıyla şüphelenilmelidir. Bu bulgulan gaita kültürieri, parazitler ve
Srkr.ıtuvar diyareler (sulü, normal osmotik gap) için, muhtemel yumurtaların incelenmesi, C .d ifficile toxin ölçümü, kolonoskopik bi­
ifjç dışkıli yan etkiler veya gizli laksatif kullanımı yeniden düşünül- yopsiler ve endike ise ince barsak oral contrast çalışmalarım haklı çı­
o>elıilif. Mikrobiyolojik çalışmalar, fekal bakteryel kültürler (a e r o m o - karır.
<iU ve i ’U’istom onası içeren ortamlar), parazitler ve yumurta inceleme-
iWf V# H u m lia antijen ölçümü (giardiazis için en sensitif test) dahil ya- TEDAVİ Kronik diyarenin tedavisi spesifik etyolojiye bağlı ola­
ftthfodultf. tııce barsak bakteriyel overgrowth(aşın çoğalım)ı intestinal rak, kürativ, supresif veya empirik olabilir. Sebep eradike edile-
KüpifSitoun kantitatif kültürleriyle dışlanabilir veya glikoz veya xylose biliyorsa, tedavi küratiftir; kolorektal kanserin rezeksiyonu, Whipple’s
Udileri, nefesin hidrojen veya diğer metabolitleri ( 1 4 C 0 2 gibi) hastalığı için antibiyotik alımı veya etkileyen ilacın kesimi küratif olur.
kjpîâysü ölçümüyle değerlendirilebilir. Bununla beraber, bu nefes Bir çok kronik durumlar için diyare altta yatan mekanizmaların süpres-
tankımın yorumunu, intestinal transitin bozuklukları şaşırtabilir. Hi­ yonuyla kontrol edilebilir. Laktaz yetersizliği için diyetteki laktozun
kaye ye diğer bulgularla peptid hormonlarının taranması önerildiğinde ortadan kaldinlması veya çölyak sprue için glutensiz diyet, idyopatik
•levant edilmelidir (semm gastrin, VIP, kalsitonin, tiroid hormon / tiro- inflammatuvar barsak hastalıklannda glukokortikoîdleriri veya diğer
Mİ Mimulstn hormon veya üriner 5-hidroksi-indolasetik asit ve histami- anti-inflammatuvar ajanların kullanımı, ileal safra asit malabsorbsiyo-
ıtek ( 1st eııdoskopi ve kolonoskopi biyopsilerle ve ince barsak baryum nu için kolestiramin gibi adsorbtif ajanlar, gastrinorrialarda gastrik hi-
•K-niy’Ieri yapısal veya gizli inflammatuar hastalıktan ayırt etmede persekresyon için omeprazol gibi proton pompa inhibitörleri, malign
yardımcıdır. karsinoid için octreotid gibi somatostatin analoglan, tiroidin medüller
Osmotik diyarenin ileri değerlendirmesi, laktoz intolerans testleri karsinoması içinindometazin gibi prostaglandin inhibitörleri ve pank-
ve magnezyum alimim içermelidir, ki bu iki en yaygın sebeptir. Düşük reatik yetersizlik için pankreatik enzim replasmam gihi örnekler dahil­
lokal pH karbonhidrat ırıalabsorbsiyonunu gösterir; laktoz denemesi­ dir. Kronik diyarenin spesifik sebep veya mekanizmasıyla teşhis konâ-
nin (sütün bir kumu) etkilerinin gözlenmesi ve teröpotik laktoz dışlan­ mıyorsa, empirik tedavi faydalı olabilir. Difenoksilat veya loperamide
malı denemeler vrya hıkın/ nefes testleriyle laktoz malabsorbsiyonü gibi hafif opiatlar, hafif veya orta sulu diyarede sıkhkla faydalıdır. Da­
(oyul çdtMulif. İpee bafink biyopsilerimle hıkıaz tesbiti genellikle elde ha şiddetli diyaresi olanlarda, kodein veya opium tentürii faydalı, ola­
iı'ğıldif P fM veya isk*jtıj( seviye let ı yükselmişse o zaman yan- bilir. İnflamatuvar barsak hastalığında, antimotilite ajanlardan, toxik
!i| veyıt gs#b alımı ve (kdkıyatıik yaıdıtıt atanmalıdır; mcgakolpnu presipite edebileceğinden kaçımlmalıdır.Klonidin, bir al­
dijffleei fopeUtopmt utodw Kın, codnskoptk (nee tatsak bi* ia- '2 adreııerjik agonistir ve diyabetik diyarenin kontrolüne yol açabi-
vtıükM t t l& s ıh j ıçtn # p u «y ım ve k»mi»«ıif külttüler dahil) yapılma* liı.Kronik diyarclj bütün hastalar için sıvı ve elektrolit replesmanı te­
IM#i Bu iğicm otuya çıkanmyorta nklıkla bir somaki uygun adım bir davinin iiuemti bir kompoıientidir (yukarıdaki akut diyareye bakınız),
Harsak radyogıaliildir İnce barsak çalışmaları negatifse veya Kronik sfeatoreli hastalarda, yağda eriyen vitaminlerin replasmam,
luuahkian yıiplıdeııiliyorsa, jiaııkreatık okzokrin yetersiz- gerekli olabilir.
i& diîcli tı**tleı(e, sekreliıı-kolcsistokinln stımülasyon testi gibi veya

^ 'u T ita b l barsak sendrm 'N


V», mu düşünülülüyor

Anorektal disfonksiyon J L
Tedavi
yada proktosigmoidit
düzenle
düşün
| e
Mikrobiyolojik PH düşükse Kar­ İnce barsk bx ile yapı­ Mikrobiyolojik çalış­ Gayta osmolaritei
çalışmalar. bx bonhidrat laktoz sal inceleme. pankre­ malar, biopsi ile yapı­ Mg T, üre T, lak­ Hasta eğitimi Sx
ile yapısal değ. malabs. Mg yük­ as fonksiyon testleri sal değerlendirme satif kullanımı var­ tolareted
hormon tesleri sekse laksatifleri sa akla getirin
ile değerlendir­ düşün
me

Gerekirse sıvı elektrolit replasmam, endikasyon varsa küratif. süpresif Hastaya tavsiye- Tedavi dene ve müm-
yada ampirik tedavi lerde bulun künse ileri tetkik yap

ŞEKİL 42-3 Kronik diyarenin yönetiminin algoritması. 'Dismotilite değişken gaita profili sunar.
248' ■! : . . üi.ır'i ■-o ^ rr* AHo 42-4 ;ş4hık-Me X<)ıır,tij}a?-T!;>S;in '■'■•b'-phlfi

Konstipasyonun tipleri ve
a ONST î FASYON Sebepleri Örnekler

TANIM Konstipasyon, klinik pratikte yaygın bir şikayettir ve genel­ Yeni başlangıç
likle inatçı, zor, sık olmayan veya görünüşte tam olmayan defakasyo- Kolonik obsırüksiyon Neoplazm: Strikıür, iskemik, diverti-
nu gösterir, yansıtır. Normal barsak alışkanlıklarının geniş kapsamın­ küler, inflamasyon
Anal sfinkter spazmı Anal fıssür, ağrılı hemoroidler
dan dolayı, konstipasyonu tam olarak tanımlamak zordur. Çoğu kişiler
İlaçlar
en azından haftada 3 kez dışkılamaya sahiptirler; bununla beraber
Kronik
konstipasyonun teşhisinde gaita sıklığı tek başına yeterli bir kriter de­ İrritabl barsak sendromu Konstipasyon-predominanı, değişken,
ğildir. Çünkü birçok konstipasyonlu hasta, tam boşalamama hissi ve alt İlaçlar Ca+2 blokerler, antidepresanlar
abdominal doluluğu, sert gaitalar, aşırı gerilme gibi sübjektif şikayet­ Kolonik psödo-obsırüksiyon Yavaş transit konsıipasyon, megako­
lerle beraber normal sıklıkta bir defekasyonu tanımlar. Hastaların kişi­ lon (nadir Hirschsprung’s, Chagas)
sel semptomları, defekasyonla ’’zorluk” veya ”konstipasyon”la neyi Rektal boşaltım bozuklukları Pelvik taban disfonksiyonu, anismus,
descending perineum syndrome, rek­
kastettiğini teyid etmek için ayrıntılı analiz edilmelidir.
tal mucosal prolapsus, rektosel
Gaita şekli ve kıvamı, bir önceki dclekasyondan geçen zamanla
Endokrinopatiler Hipotiroidizm, hiperkalsemi, gebelik
doğrudan bağlantılıdır. Sert, tane tane gaita yavaş transitle oluşur, gev­
Psikiyatrik bozukluklar Depresyon, beslenme bozuklukları,
şek sulu gaita ise hızlı transitle ilişkilidir. Küçük tane tane olan dışkı­ ilaçlar
ları, iri olanlarından atmak daha zordur. Sert gaitaların veya aşırı geril­ Nörolojik hastalıklar Parkinsonizm, multipl skleroz, spinal
menin algılanması, objektif olarak değerlendirilmesi daha zordur ve kord hasarı
lavman veya parmakla ayırım gerekir, bunlar hastanın zor dışkılama Generalize kas hastalığı Progressiv sisıemik sklerozis
kavrayışını doğrulamak için klinik olarak faydalı bir yoldur.
Psikososyal etkenlerde önemli olabilir. Günlük dışkılamaya büyük
önem veren bir kişinin ebeveynleri o kişinin günlük dışkılamayı kaçır­
dığında oldukça kuşkulu olacaktır; bazı çocuklar, gaitayı dikkat çek­ nik dilatasyonu belirler ve bütün belirgin mukozal lezyonlan, konsti-
mek için tutarlar; ve bazı erişkinler basitçe,çok meşguldurlar veya çok pasyonla ortaya çıkması muhtemel striktürleri gösterir. Melonosis coli
utangaçtırlar, özellikle bir dışkılama ihtiyacı hissedildiğinde veya işle­ veya kolon mukozasının pigmentasyonu, caseara veya senna gibi anth-
rini kesmek gerektiğinde. roquinone laksatiflerin kullanıldığını gösterir, bununla beraber bu ge­
S EB E P LE R Patofizyolojik olarak, kronik konstipasyon genellik­ nellikle dikatli hikayede belirgindir. Megakolon veya katartik kolon gi­
le, büyük oranda gastrointestinal sistemi etkileyen sistemik hastalıkla bi beklenmeyen bozukluk, kolonik radyografilerle tespit edilmelidir.
ilişkili veya yetersiz lif alımı veya düzensiz kolonik transitten veya nö- Serum kalsiyum ve tiroid stimulan hormon seviyelerinin ölçümü, me-
rogastroenterolojik rahatsızlığın bir sonucu olarak anorektal fonksiyo­ tabolik bozukluklu nadir hastalan belirler, tespit eder.
nun düzensizliğinden veya bazı ilaçların sonucu olarak meydana gelir Konstipasyonu daha problemli hastalar tek başına life cevap ver­
(Tablo 42-4). Son zamanlarda ortaya çıkan konstipasyon tümör veya meyebilir ve barsak eğitimi rejimleriyle yardım edilebilir; osmotik lak­
striktür gibi belirgin bir organik hastalığın bir semptomu olabilir, Idyo- satiflerin alımı ve enamayla boşaltımı veya gerektikçe gliserin suppo-
p a tik kon stip asy on d a, azalmış sıklıkta itici kolonik kontraksiyonların situvar verilebilir. Kahvaltıdan sonra, ıkınma olmaksızın tuvalette 15-
ve çıkan ve transvers kolonda transitin azalmasıyla gecikmeli boşalma 20 dakikalık bir süre, dikkat dağıtmadan desteklenmelidir. Aşın ıkın­
ortaya koyan hastaların bir alt tipidir (HAPCs). Defakasyonda çıkış ma hemoroidlerin gelişimine yol açabilir ve pelvik tabanın zayıflığı
obstrüksiyonu (aynı zamanda boşaltma düzensizliği denilen), gecikmiş varsa veya pudental sinirin hasarı, birkaç yıl sonra inen perineum send-
kolonik transit sebep olabilir, düzensiz defekasyonun biofeedback’le romunun defakasyonunda tıkanma sonucu verebilir. Üstte tanımlanan
yeniden eğitimiyle düzeltilir. Herhangi bir sebepten kaynaklanan kons­ basit önlemlerden faydalanamayan birkaç kişi veya laksatif kötü kulla­
tipasyon, fizik veya mental bozukluğa yol açan kronik hastalık tarafın­ nım sendromu geliştirme riski olan stimulan laksatiflerle uzun süreli
dan alevlenmiş olabilir ve fiziksel hareketsizlik veya inaktivite meyda­ tedavi gerektirenler şiddetli veya intraktıbl konstipasyon kabul edilir­
na gelir. ler ve daha ileri incelemeler yapılmalıdır (Şek 42-4).

_____________ H a staya Y a k la ş ım ______________ ŞİDDETLİ KONSTİPASYONUN ARAŞTIRILMASI Konsti­


pasyonlu tüm hastaların küçük bir bölümü (muhtemelen <%5) şiddet­
Dikkatli bir hikaye ve hasta semptomlarının incelenmesi ve şayet o ki­ li veya ’’intraktıbl” olduğu düşünülen vakalara sahiptir; bunlar büyük
şilerde gerçekten kabızlık, sıklığa bağlı (haftada 3 ’ten az dışkılama gi­ ihtimalle gastroenterolojistler veya sevk merkezlerinde görülür. Hasta­
bi), kıvamı (kütlesel /sert), aşırı gerilme, uzamış defakasyon zamanı ların ileri gözlemi, daha önceden tanınmamış sebebi arasına açığa çı­
veya perineumun destek ihtiyacı veya anorektumun elle boşaltılması karabilir, boşaltım bozukluğu, laksatif kötü kullanımı, kendim yalan­
gibi durumlar teyid edilmelidir. Vakaların geniş çoğunluğunda (muhte­ dan hasta gösterme veya psikiyatrik bozukluk gibi. Bu hastalarda, ko­
melen >%90) altta yatan bir sebep yoktur (kanser, depresyon veya hi- lonun ve pelvik tabanın fizyolojik fonksiyonunun değerlendirilmesi
potiroidizm gibi) ve konstipasyon bol hidrasyona, egzersize ve diyete için yeni çalışmalar önerilir ve fizyolojik duruma yardım tedavinin ras­
fiber eklenmesine (15 ile 25g/gün) cevap verir. İyi bir diyet, tıbbi hika­ yonel bir seçeneğidir. Hatta bu yüksek oranda seçilmiş şiddetli konsti­
ye ve psikososyal konulara dikkat esastır. Fizik muayene ve özellikle pasyonlu hastalar arasında, sadece % 30’unda bir sebep belirlenebilir
rektal muayene, boşaltım bozukluklarını gösteren muhtemel özellikle­ (aşağıya bakınız).
rin ve konstipasyonun mevcudiyetinin çoğu önemli hastalıkları dışla- Kolonik Transitin Ölçümü, radyoopak markır transit testleri ko­
mahdır (yüksek anal sfınkter tonusu gibi). lay, tekrarlanabilir, genellikle güvenli, ucuz, güvenilir ve klinik pratik­
İleri inceleme için hasta seçiminde geniş fikir birliği vardır. Kons- te konstipe hastalan değerlendirmede yüksek uygulanabilirliği vardır.
tipasyonla beraber kilo kaybı, rektal kanama veya aneminin varlığı, Çok basit birkaç onaylanmış metot vardır. Örneğin, radyoopak markır-
özellikle 40 yaşını aşan hastalarda, kanser ve striktür gibi yapısal has­ lar alınır ve 5 gün sonra, düz karın filmi çekilir ve markırların kolon­
talıkları dışkılamak için ya sigmoidoskopi artı baryum enama veya sa­ dan çıkışını, %80 pasajı göstermelidir. Bu test, mide ve ince barsağın
dece kolonoskopi zorunlu olur. Tek başına kolonoskopi, mukozal lez- transit profili hakkında faydalı bilgi sağlamaz ve test periyodu süresin­
yonlardan biyopsi alma, polipektomi yapma veya striktürleri dilate et­ ce laksatiflerden veya lavmanlardan kaçınma esastır.
me fırsatı sağladığından dolayı bu ortamda en cost-effective (maliyet- Radyosintigrafi, radioişaretli partikülleri içeren yavaş-salınımlı
etkin) incelemedir. Barium enemasının izole konstipasyonlu hastalar­ kapsüller, düşük radyasyon maruzlu 24 ve 48 saat’in üzerinde, normal,
da kolonoskopiye göre avantajları vardır, daha az maliyetlidir ve kolo- hızlandırılmış, veya gecikmiş kolonik fonksiyonu noninvaziv olarak
42 Di are ve Konstipasyon 249

Defekografı (baryum atımı süresince lateral görüntüler elde edil­


miş, bir dinamik baryum enemasmı içerir) bir çok hastalarda "yumuşak
anormallikleri" açığa çıkanr; en uygun bulgular,rektumun anatomik de-
fektleri,rektoanal açı değişiklikleri ölçümü ve enteroseller veya rekto-
sellerdir. Hastalann çok küçük bir bölümünde, belirgin intraktıbl kons-
tipasyonla ilişkili anatomik defektler, cerrahi tedaviye en iyi cevap ve­
rir. Bu defektlere.anal kanaldaki huni şeklindeki tıkanıklıktan oluşan
komplet çıkış obstrüksiyonlu veya baryumun anüs vasıtasıyla atılması
yerine defekasyon gayretleri esnasında,tercihan dolan oldukça büyük
bir rektosel ve şiddetli intussuseptionu içerir. Özet olarak, deekografı il­
gili ve tecrübeli radyolog ve pelvik taban disfonksiyonu için patogno-
ınonik olmayan anormallikler gerektirir. Daha yaygın şekilde, çıkış
obstrüksiyonu,defekografı ile tanımlanan defektlerden çok,rektal boşal­
mayı engelleyen relates olmayan puborektalis kasından kaynaklanır.
Proktografi gibi dinamik görüntüleme çalışmaları, defekasyon es­
nasında veya dinlenme esnasında sıkma ve ıkınmayla boşalan "suni
gaita'nın sintigratik olarak atılması ve miktarının belirlenmesi rekto­
anal açının ve perianal inmenin ölçümüne yardımcı olan suni gaita atı­
lımı sintigrafık olarak bakılabilir. Ikınma esnasında rektoanal açının
yetersizliğindeki belirgin artış (-15°), pelvik taban disfonksiyonunu
kesinleştirir.
Nörolojik testler (EMG), tıkanmış defekasyonlu semptomları gös­
teren inkontinanslı hastaların değerlendirilmesinde çok yardımcıdır.
Alt extremitelerde nörolojik bulguların yokluğu kronik, uzun süreli
ıkınmadan dolayı pudental sinirin gerilmesi veya pelvik hasardan kay­
naklanan (obstetrik gibi) puborektalisin belgelenmiş denervasyonunu
karaktcrize etmek için kullanılmıştır. Bu yaklaşım, simültane olarak gösterir.
gastrik, ince barsak, ve kotçnik transiti ölçer. Dezavantajları ise, daha ültrasonografı sfınkter veya rektal duvar defektlerini tespit eder ve
büytik maliyetli ve bir nükleer tıp laboratuvarlannda hazırlanmış özel cerrahi düzeltme için hasta seçmeye yardım edebilir. Lumbosakral kor­
ınaleryallere ihtiyaç duyar. don üzerine^ manyetik stimülasyon uygulayarak external anal sfınkter
Anorektal ve Pelvik Taban Testleri Pelvik taban disfonksiyonu, kontraksiyonunun stimülasyonu veya elektriksel rektal stimülasyon
rektum boşalmasınm yetersizliğini, persistan rektal doİuluk hissi, rek-
süresince spinal evoked (uyarılmış) cevaplar, sınırlı sakral nöropati
lal ağrı, parmakla rektumdan gaitayı çıkarma ihtiyacı, vajinanın poste- hastalan belirler ve yeterli sinir iletkenliği için biyofeedback eğitimine
riyor duvarına basınç uygulaması, ıkınma esnasında perineye destek ve girişilmelidin
ayışı ıkınmayı gerektirir. Bu belirgin semptomlar, irritabl barsak send- Özetle balon atımı testi, anorektal disfonksiyonlar için önemli ta­
romunda yaygın olan inkömplet rektal boşalım hissiyle karşdaştınlma- rama testidir. Pozitif ise rektum veya anal sfınkterlerinin anatomik de­
lıdır. ğerlendirilmesi ve pelvik tabanın relaksasyonunu değerlendirme tıkan­
Klinik olarak hastalarda defakasyonun kesilmesindien şüphelenil-
mış defakasyon şüphelenilen hastalan değerlendirmek için araçlardır.
diğinde, yeme bozuklukları veya bir "kontrole ihtiyaç" stres yönetimi­
ni sağlamak veya rahatlama eğitimi ve depresyonu belirlemek için psi­
ŞU TEDAVİ Konstipasyon sebebi karakterize edildikten sonra teda-
kolojik değerlendirme yapılmalıdır.
vi karan alınabilir. Yavaş transit konstipasyon agresif medikal ve­
Gevşek olmayan puborektalis kasınr belgelemek içirt ofiste basit
ya cerrahi tedavi gerektirir, anusmîs veya pelvik taban disfonksyonu
bir klinik test, parmakla rektal muayene esnasında hastanın ıkınarak
genellikle biofeedback yönetime cevap verir (Şek 42-4). Bununla be­
işaret parmağını atması şeklinde yapılabilir. Ikınma süresince posteri­
raber sadece şiddetli konstipasyonlu hastalann yaklaşık % 30’unun fiz­
or olarak puborektalisin hareketi, pelvik taban kaslarının uygun koor­ yolojik bozukluğa sahip olduğu bulunur.
dinasyonda olduğunu gösterir.
Yavaş transit konstipasyonlu hastalar, hacim oluşturucu, osmotik
Perineal inişin ölçümü, rölatif olarak ölçmek kolay, klinik ola­ ve fiber içeren stimulan laksatifler, psyllium, magnezyumlu süt, laktü-
rak,hastayı sol dekubitis pozisyonunda yatırmak ve rölatif kemik belirt loz, polyethylene g!ycol(kolonik lavage solüsyonu) ve bisacodyl ile te­
teçlerle (büyüktür 4cm, aşın perineal inişi gösterir) ıkınma esnasında davi edilir. tki-Uç aylık deneme başansız olursa ve tıkanmış defakas-
perineal balonlaşma veya perineyi gözleyerek inmemin azlığı veya yonla ilişkisiz belgelenmiş, yavaş transit konstipasyonu varsa, ileorek-
yokluğu tespit edilir (<1,5 cm, pelvik taban disfonksiyonunun bir işa­ tostomili kolektomi indikedir. Megarektum ve megakolonun varlığın­
reti). da, cerrahiye yönelme karanda kolaylaşır. Cerrahiden sonra kompli­
Boşaltımla ilgili faydalı bir test, balon şişirme testidir. Rektuma bir kasyonlar, incebarsak obstrüksiyonu (% 1 1 ) ve ilk postoperatif yd süre­
üriner kateter yerleştirilir, balon 50 mİ suyla şişirilir ve tuvalete otur­ since özellikle geceleri fekal kirletmeyi içerir.
muşken veya sol lateral dekübitis pozisyonda şayet hastanin dışan çı- Kombine hastalıklara sahip hastalar, önce pelvik taban yeniden
kanp çıkaramayacağı gözlenir ve bir karar verilir. Lateral pozisyonda, eğitimine (biofeedback ve kas gevşeme), psikolojik tedaviye ve diyet
balonu atmayı kolaylaştırmak için ağırlık ihtiyacı tespit edilir (normal tavsiyelerine devam ettirmelidir. Sadece biofeedbackle kolonik transit
O ile 2 0 0 gr). çalışmalan normalleşmezse, ileorektostomi ve kolektomi bunlan takip
Anorektal monometre aşın yüksek hareketsizlik veya anal sfınkter eder. Sadece pelvik taban disfonksiyonlu hastalar, rahat gaita alışkan-
tonusunu sıkmak ki bu anismusu gösterir, (anal sfınkter spazmı) bun- lıklannı elde etmekle ölçülen, biofeedback eğitimiyle % 70-80 başan
lann dışında ciddi konstipasyonlu hastalarda boşaltıma sıklıkla katkı­ oranına sahiptirler. Operasyonlarla pelvik taban disfonksiyonu yönet­
da bulunmazlar. Keza bu test nadir sendromlan belirler, bunlar, gizli me girişimleri (internal anal sfınkter veya puborektalis kas bölünmesi)
inkontinansm varlığı, rektoanal inhibitor refleksin yokluğu ve erişkin j sadece orta derecede bir başan elde etmiştir ve büyük oranda terkedil-
Hirschsprung’s hastalığı gibi durumlardır. ! miştir.
250 ü AiUi iini■■i"f;-.rı ve Ta: - : , ! , ; 11 : .E n ateş, myokard fonksiyonlarında depresyona, immun modulasyon
ve inflamatuar cevaba sebeb olabilirler ve çeşitli spesifik metabo­
-■JoLlOGRAFYA lik değişikliklere neden olurlar. Örneğin TNF- a , iskelet kası hariç
özellikle yağları mobilize eder. Kanser, sepsis, kronik inflamatuar
American Gastroenterological Association Medical Position Swcmait ■Guide­
lines for the evaluation and management of chronic dun hen. Gastroentero­ durumlar, AIDS ve konjestif kalp yetmezliği olan hastalarda bu si-
logy 116:1461, 1991 tokinlerden bir veya daha fazlasının düzeyi artabilir.
CAMILLER1 M et al: Clinical management of intractable t nmlipation. Ann In­
Enerji kullanımında harcanan enerji kullanışı ,alınan kalori
tern Med 121:520. 1994
DUPONT HL and PRACTICE PARAMETERS COMMII I EE OF THE AME­ miktarını aştığı zaman kilo kaybı meydana gelir. Daha ziyade bi­
RICAN COLLEGE OF GASTROENTEROt .Of i V ' iuidelines on acute in­ reyler aldıkları enerjinin yaklaşık yarışım vücut ısısının idamesi gi­
fectious diarrhea in adults. Am J Gastroenterol *t'l 1G62, 1997
FINE KD, SCHILLER LR: AGA technical review mi die evaluation and mana­
bi bazal işlemlerde kullanırlar. 70 kg ağırlığındaki bir kişi bazal ak­
gement of chronic diarrhea. Gastroenterology 116:1461, 1999 tivite için günde takriben 1800 kcal tüketir. Her ne kadar sporcular
LOCKE GR: The epidemiology of functional ri arnintestinal disorders in North kuvvetli egsersiz sırasında % 50’den daha fazlasını kullanabilseler
America. Gastroenterol Clin North Am 1:î: 1. 1996
PROANO M et al: Transit of solids lhroiigh die human colon: regional quantifi­
de alınan kalorinin takriben % 40’ı fiziksel aktivitede kullanılır.
cation in the unprepared bowel. Am I Physiol 1990;258:G856-62. Takriben alman kalorinin % 10’u gıdaların sindirim, absorbsiyon ve
ROHNER P et al: Etiological agents id infectious diarrhea: Implications for re­ metabolizması ve diyeter termogenezis sırasında kullanılır.
quests for microbial culture, J ( lin Microbiol 35:1427, 1997
SUAREZ FL et al: Bismuth subsalicylate markedly decreases hydrogen sulfide Kilo kaybının mekanizmaları, gıda aliminin azalması, malab-
release in the human colon. Gastroenterology 114:923, 1998 sorbsiyon, kalori kaybı ve enerji ihtiyacının artmasıdır (Şekil 43-1).
SURRENTI E et al: Audit uf constipation in a tertiary-referral gastroenterology Ağırlık değişimi doku kitlesi veya vücut sıvı içeriğindeki değişik­
practice. Am J Gastroenterol 'Ml: 1471, 1995
liklerin bir yansıması olabilir. 3500 kcal açık genellikle 1 lb
(0.45kg) vücut yağı kaybı ile bağlantılıdır fakat aynı zamanda 2.2
lb/L su ağırlığı kaybt veya kazancı anlamına gelir. Haftalar ve ay­
4 3 ‘‘i C a r o l M , R e ife
lardan daha fazla süren kilo kaybı hemen hemen değişmez bir şe­
K İL O K A Y B I ' kilde doku kaybından dolayıdır.
ütiı ol Ö zer, E n d er Serin, Y ah ya Sağlıker Gıda alimim görsel, koku ve tat uyaranlarının yanı sıra genetik,
psikolojik ve sosyal faktörler gibi birçok faktör etkileyebilmekte­
dir. Pankreatik yetmezlik, kolestazis, çölyak hastalığı, barsak tü­
Önceden sağlıklı olan bireylerde istem dışı anlamlı kilo kaybı sık­ mörleri, radyasyon hasarı, inflamatuar barsak hastalıkları, infeksi-
lıkla alıta yatan sistemik hastalığın habercisidir. Bu yüzden rutin yonlar veya ilaç etkisinden dolayı absobsiyon bozulabilir. Gaita
anaıııııez sırasında kilo değişiklikleri daima sorgulanmalı; 6 -1 2 ay­ sıklık ve yoğunluğundaki değişiklikler bu hastalıkları telkin edebi­
lık bir sürede %5 kilo kaybı var ise ileri araştırma yapılmalıdır. lir. Kusma veya diyare, diyabetes mellituslu hastalarda glukozüri,
A Ğ IR L IK REG Ü LA SYO N U N U N F İZ Y O L O JİS İ Normal veya fistül drenajından dolayı da kalori kaybı olabilir, İstirahatteki
bireylerde ağırlık, günlük kalori alımı ve aktivite düzeyinde çok de­ enerji ıüketimi yaş ile azalır ve tiroid durumundan etkilenebilir. 60
ğişiklikler olmasına rağmen çok dengeli bir noktada tutulur. Enerji yaş dolayından başlayarak, vücut ağırlığı her yıl ortalama % 0.5
deposunun korunmasının fizyolojik öneminden dolayı istemli kilo oranında azalır. Vücut kompozisyonu yaşla birlikte kas kitlesinde
kaybını başarmak ve sürdürmek zordur. azalma ve yağ dokusundaki artmadan dolayı yaşlanmadan da etki­
İştah ve metabolizma nöral ve hormonal faktörlerin karışık ağı lenir.
tarafından düzenlenir. Bu süreçte hipotalamik yeme ve tokluk mer­ A N LA M LI K İL O K A Y B I İstemsiz kilo kaybı, özellikle yaş­
kezi merkezi rol oynar (Konu 77). Nöropeptidlerden, kortikotro- lılarda nadir görülen bir durum değildir ve artmış morbidite ve
pin-rilising hormon (CRH), a-melanosit stimülan hormon (a - mortalite ile birliktedir ancak eşlik eden durumlar göz önünde bu­
MSH), ve kokain ve amfetaminle ilişkili transkript (CART) santral lundurulmalıdır. Prospektif çalışmalar, istemsiz kilo kaybının takip
doyma merkezini aktive ederek iştahsızlığa neden olur. Epinefrin eden 18 ay içersinde % 25 mortalite ile ilişkili olduğunu belirtmiş­
ve norepinefrin gıda ahırımda azalmaya ve metabolik hızda artma­ tir. Yaşlılardaki anlamlı kilo kaybının retrospektif çalışmaları mor­
ya neden olur (Konu 72). Amfetamin ve benzeri ilaç kullanımı talite oranlarının 2-3 yıllık dönemde % 9-38 olduğunu göstermiştir.
santral sinir sisteminden norepinefrin salınımım aktive ederek işta­ Kilo kaybı olan kanserli hastaların performans durumu, kemo-
hı baskılar. Gastrointestinal peptidlerden glukagon, somatostatin ve terapi yanıtlan ve ortalama yaşam süreleri düşüktür. (Konu 79). Be-
özellikle kolesistokinin vagal mekanizma sayesinde tokluk sinyali­
ni aktive ederek yiyecek aliminin azalmasına neden olur. Hipogli­
semi insülin seviyesini düşürerek glukoz kullanımtnı azaltır ve tok­
luk merkezinin aktivitesini inhibe eder.
Leptin ağırlık dengesinin uzun süreli muhafazasında merkezi
rol oynar (Konu 77). Leptin yağ dokusunda üretilir ve hipotalamus-
ta aktive edilerek yiyecek alimim azaltır ve enerji tüketimini arttı­
rır. Bu, güçlü iştah uyarıcı peptid olan nöropeptid Y ’nin hipotala­
mik sunumunu baskılar. Buna parelel olarak leptin a-M SH sunu­
munu arttırır, MC4R melaııokortin reseptörünü aktive ederek işta­
hı azaltır. Böylece leptin bir seri nöral yolları aktive ederek meta­
bolizma ve gıda arama alışkanlığını değiştirir. Bununla beraber lep­
tin eksikliği yağ dokusu kaybı ile birlikte iştah uyarımı ve gona­
dotropin rilising hormon (GnRH) ve hipotalamik tirotropin rilising
hormonun (TRH) inhibisyonunu içeren diğer adaptif cevaplara ne­
den olur.
Tümör nekrozis faktör a (T N F-a), interlökin (IL ) - 6 (IL- 6 ), IL-
1, interferon-y (İFN-y), siliyer nörotrofîk faktör (CNTF) ve lösemi
inhibitor faktör (L IF)’ü içeren değişik sitokinler kaşeksiye katkıda
bulunur (Konu 17). İştahsızlık nedenlerine ek olarak bu faktörler; ŞEKİL 43-1 Kilo kaybında enerji dengesi ve patofizyoloji.
lirgin derecede kilo kaybı infeksiyona da yatkınlık yaratır. 6 ay 43 Kilo Kaybı 251
içersinde 10 I b (4,5 kg) dan fa z la kilo kaybı olan ve elektif cerrahi
uygulanan hastalarda cerrahi mortalite oranları daha yüksektir. Vi­ Tablo 43-2 2 İstemsiz Kilo Kaybını Değerlendirmedeki Tarama Test­
tamin ve beslenme yetersizliği de anlamlı kilo kaybına eşlik edebi­ leri
lir (Konu 74). Başlangıç testleri Ek testler
K İL O K A YBI N E D E N L E R İ Kilo kaybmm olası nedenlerinin Tam kan sayımı HIV testi
listesi çok uzundur. (Tablo 43-1). Yaşı ileri olanlarda, kilo kaybının Elektrolit, kalsiyum, glukoz Üst ve/veya alt gastrointestinal
en fazla görülen nedenleri depresyon, kanser ve benign gastrointes­ Böbrek ve karaciğer fonksiyon testleri endoskopi
tinal hastalıklardır. Akciğer ye gastrointestinal kanserler kilo kaybı İdrar analizi Abdominal CT veya MR1
TSH Toraks CT
ile başvuran hastalarda en sık görülen malignitelerdir. Genç birey­
Akciğer grafısi
lerde ise diabetes mellitus, hipertiroidizm, yeme bozukluklarını da
Önerilen kanser tarama testleri
içeren psikiatrik bozukluklar ve özellikle de HlV olmak üzere en­
feksiyonlar da düşünülmelidir. H a sta ya y a kla şım
İstemsiz kilo kaybının nedenleri nadiren aşikardır. Dikkatli bir
anamnez ve fizik muayene ve bunlarla bağlantılı tanısal testler, has­ Yoğun bir değerlendirmeye başlamadan önce, kilo kaybının oldu­
taların % 75’inde kilo kaybının nedenlerini tanımlayacaklardır. Ge­ ğunun kanıtlanması önemlidir. Ciddi bir kilo kaybı olduğunu söy­
ri kalan hastalarda ise yoğun testlere rağmen kilo kaybının etiyolö- leyen hastaların hemen hemen yansının ağırlıklan objektif olarak
jisi belirlenemeyecektir. Yapılan değerlendirmeler sonucunda nega­ ölçüldüğünde kilolannda gerçek bir değişini göstermemişlerdir.
tif bulgulara rastlananlar organik hastalıktan olanlardan daha dü­ Eğer kilo kaybı varsa, çabalar hangi zaman aralığında bunun oluŞr
şük mortalite hlzina sahip olma eğilimindedirler. tuğunu anlamaya yönelik olmalıdır Bir belgelemenin mümkün ola­
Tıbbi nedenli kilo kaybı bulunan hastalar genellikle bir orgah madığı durumlarda ise, kemer deliklerindeki ya da elbiselerin uy?
masındaki değişimler kil» kaybını kanıtlayabilir. Nadiren olma­
sisteminin işe karıştığını diişürtdürten belirti ve bulgular gösterirler.
makla birlikte, uzamış bir kilo kaybına uğramış hastalar bunun ol­
Pankreas ve karaciğerinkiler de dahil olmak üzere gastrointestinal
duğunun da farkında değillerdir. Muayeneler sırasında kilo kaybı­
tümörler; hastalığın erken döneminde besin alimim etkileyerek di­
nın rutin belgelemesi bu nedenle önemlidir.
ğer belirtiler ortaya çıkmadan kilo kaybının belirginleşmesine ne­
Sistemlerin gözden geçirilmesi kilo kaybına neden olan ve sık
den olurlar. Akciğer kanseri post-öbstrüktif pnömont, dispne veya
görülen bozuklukların belirti ve bulgularına odaklanmalıdır. Bunlar
öksürük ve hemoptizi ile kendini gösterebilir, bununla birlikte ses­
arasında ateş, ağrı, nefes darlığı veya öksürük, çarpıntı, idrar yap­
siz de olabilir ve sigara içme öyküsü olmayan da dahi akla gelme­
ma sıklığında değişiklikler ve nörolojik hastalıklar bulunmaktadır.
lidir. Depresyon ye izolasyon özellikle ileri yaşlıda belirgin bir ki­ Yemek yemede zörlânma, disfaji, anoreksi, bulantı Ve dışkıİama
lo kaybına neden olabilir. Kronik pulmoner hastalıklar ve konjestif alışkanlığındaki değişikliklerin de içinde olduğu gastrointestinal bo­
kalp yetmezliği anoreksi oluşturabilir ve istirahat enerji harcaması­ zukluklar araştırılmalıdır. Sigara, alkol ve diğer ilaç kullanımları da
nı arttırabilir. Kilo kaybı, HIV enfeksiyonu, tüberküloz, endökardit araştırılmalıdır ve hastalar daha önceki hastalıklar ya da ameliyatlar
ve fungal ve parazitik enfeksiyonlar gibi enfeksiyon hastalıklarının olduğu kadar aile üyelerindeki hastalıklar yönünden de sorgulanma­
başlangıç belirtisi olabilir. Hipertiroidizm veya fcokromasitoma lıdır. HIV enfeksiyonu için risk faktörleri de araştırılmalıdır. Dep­
metabolizmayı arttırır; apatikhipertiroidizmli yaşlı hastalar yalntz- resyon belirtileri, demans bulguları ve besin alimim etkileyecek ma­
ca kilo kaybı ile başvurabilirler. Glukozüriyi ve insulinin anabolik li konulan da, içeren sosyal faktörler de değerlendirilmelidir.
etkilerinin kaybını yansıtan yeni başlangıçtı diabetes mellitus ge­ Fizik muayeneye kilonun belirlenmesi ve vital bulguların bel­
nellikle kilo kaybı ile birliktedir. Adrenal yetmezlikde ise artmış bir gelenmesi ile başlamalıdır. Deri kızarıklık, sarilik, turgor, daha ön­
pıgınctıtasyon, hiponatremi ve lıipcrkalemi ile görünebilir. ceki ameliyatlara bağlı izler ve sistemik hastalıkların İşaretçisi be­
lirtiler açısından incelenmetidir. Ağtzda mantar ya da diş hastalık-
lan, tiroidbezi genişlemesi, adehopati ve respiratuar veya kardiyak
Tabii» 43*1 Kilo Kaybı Nedenleri
anomalilerin araştırılması ve abdomenin detaylı bir muayenesi ge­
Kanser İlaçlar nellikle daha ileri bir değerlendirme için ipuçlarını sağlar.
Endokrin ve metabolik nedenler Antibiyotik Prostat muayenesinin de içinde olduğu rektal muayene ve gizli
Hipertiroidizm Nonsteroidal anti-inflamatuar ilaçlar
kan için gaytanın araştırılması erkeklerde yapılmalıdır; tüm kadın­
Diabetes mellitus Serotonin reuptake inhibitörleri
larda ise, histerektomi yapılmış da olsa, pelvik muayene yapılmalı­
Fcokromasitoma Metformin
Adrenal yetmezlik Levodopa
dır. Nörolojik muayene mental durum değerlendirilmesi ve depreş-
Gastrointestinal hastalıklar A CE inhibitörleri yon taramasını içermelidir
Malabsobsiyon ' Diğer ilaçlar • Laboratuar testleri hastanın öyküsünden ya da fizik muayene­
Obstrüksiyon . Ağız ve diş hastalıkları sinden çıkarılan olası tanıyı desteklemeli ya da ekarte etmelidir
Pemisyöz anemi Yaşa bağlt faktörler (Tablo 43-2). Testlerin ilk aşaması tam kan sayımı, ayırıcı olarak da
Kalp hastalıkları Psikolojik değişiklikler glukoz, elektrolitler, renal ve karaciğer testleri, kalsiyum, tiioid sti-
Kronik iskemi Tat ve koku duyusunda azalma mulan hormon (TSH) sertim biyokimyasını, idrar tahlilini ve akci­
Kronik konjestif kalp yetmezliği Fonksiyonel yetersizlik
ğer röntgenini içermelidir. HlV enfeksiyonu için risk altındaki has­
Solunum hastalıktan Nörolojik nedenler
talarda HIV antikor testleri de yapılmalıdır. Tüm vakalarda, cinsi­
Amfizem İnme
yet ve yaş grubu için uygun olan mammogram ve Pap yayması gi­
Kronik obstriiktif akciğer hastalığı Parkinson hastalığı
Böbrek yetmezliği Nöromüsküler hastalıklar bi önerilen kanser tarama testleri güncellenmelidir (Konu 80). Eğer
Romatolojik hastalıklar Demans gastrointestinal belirtiler ve bulgular varsa, üst ve/veya alt endos-
İnfeksiyonlar Sosyal nedenler kopi ve bilgisayarit tomografi (BT) veya manyetik resonans görün­
HIV Tecrit tüleme (MRG) ile yapılacak abdominal bir görüntüleme, kilo kay­
Tüberküloz Ekonomik sıkıntı bı olan hastalarda daha yüksek oranda görülen gastrointestinal bo­
Parazitik infeksiyon Psikiyatrik ve davranışsal nedenler zukluklarda göreceli olarak yüksek derecede bulgu verecektir. Eğer
Subakut bakteriyel endökardit Depresyon kilo kaybı için bir etyoloji bulunamazsa, sürekli yönetimsiz bir test
Anksiyete
yapmaktansa dikkatli bir takip daha anlamlıdır.
Yoksunluk
Alkolizm
İ İİ İ L İ OG RAFYA
Yeme hastalıklar»
Artmış aktivite veya egzersiz FISCHER J. JOHNSON MA: Low body weight and weight loss in the aged. J
ldiogatik Am Diet Assoc 90:1697. 1990
252 I! rîasıaiıkiarm Asia Baiguinn vc Takdim .Şekilleri Endoskopi de ülser karakteristiği önemli prognostik bilgi kaynağı
sayılabilir. Aktif kanamalı hastaların 1/3’ü veya kanamayan görü­
FLIER JS, MARATOS-FLIER E: Obesity and the hypothalamus: Novel pepti­ nen bir damarı olanlar konservatif olarak tedavi edildiğinde acil
des for new pathways. Cell 92:437. 1998 cerrahi gerektirecek ileri kanamalar bulunabilir. Bu hastalar açıkça
GAZEWOOD JD, MEHR DR: Diagnosis and management of weight loss in the
elderly. J Fam Pract 47:19, 1998
bipolar elektrokoagülasyon, ısıtıcı probe veya enjeksion ( saf alkol
MARTON KI et al: Involuntary weight loss: Diagnostic and prognostic signifi­ 1 : 1 0 . 0 0 0 epinefrin) tedavilerinden kanama miktarında azalma, has-
cance. Ann Intern Med 95:568, 1981 tahanede kalış süresinin kısalması, mortalite ve maliyet düşmesi
RABINOVITZ M et al: Uninlentional weight loss: A retrospective analysis of
şeklinde fayda görürler. Aksine temiz tabanlı ülserlerde rekürren
154 cases. Arch Intern Med 146:186, 1986
REIFE CM: Involuntary weight loss. Med Clin North Am 79:299, 1995 kanama sıfıra yakındır. Eğer hospitalizasyon için başka bir sebep
THOMPSON MP, MORRIS LK: Unexplained weight loss in the ambulatory el­ yoksa hastalar stabilizasyonu takiben 1. Gün taburcu olabilirler. Te­
derly. J Am Geriatr Soc 39:497, 1991 miz tabanlı ülserleri olmayan hastalar genellikle 3 gün hastahanede
WALLACE JI et al: Involuntary weight loss in older outpatients: incidence and
tutulur, çünkü rekürren kanama epizodları 3 gün içinde olur.
clinical significance. J Am Geriatr Soc 43:329, 1995
Geçmişte açık fayda görülmeden ülser tedavisinde değişik far­
makolojik ajanlar kullanılmıştır. Ancak Avrupa ve Asya’daki kont­
rollü çalışmalarda uygun endoskopik tedaviden sonra bile yüksek
doz iv. Omeprazol intragastrik pH’yı 6 -7 ’ye çıkarır, pıhtı stabilite-
4 4 L o r e n L a in e sini kuvvetlendirir ve ileri kanamayı azaltır (ancak mortaliteyi de­
ğil)-
GASTROINTESTINAL Kanamalı ülseri olan hastaların 1/3’ünde takibeden 1-2 yıl içe­
**
'^'4
KANAMALAR risinde tekrar kanama olacaktır. Rekürren kanamanın önlenmesi 3
K iirşat Ö zşahin ,Y ah ya Sağlıker ana faktöre odaklanmayı gerektirir. H e l ik o b a k t e r p y lo r i, NSA-
İD’ler ve asit. Kanayan ülseri olan hastalarda H .p y lo r i Eradikasyo-
GI trakttan kanama 5 şekilde kendini gösterir. Hematemez; ağızdan nu geri kanama oranlarını dramatik olarak < % 5’e indirir. Eğer
kırmızı kan veya kahve telvesi gibi materyalin çıkarılmasıdır. Me- NSAİD alan bir hastada kanamalı ülser meydana gelir ise müm­
lena; siyah,tarry, kötü kokulu dışkıdır. Hemotokezya parlak kırmı­ künse NSAİD kesilmelidir. Eğer NSAİD’e devam zorunluluğu var­
zı veya kestane renkli kanın rektumdan çıkmasıdır. Okkült GİSK; sa ilk tedavi proton pompa inhibitörü(PPI) ile olmalı ve takibeden
özel tetkikler yapılmaksızın dışkıda kanın tespit edilememesidir. profilaktik tedavi PPI ile veya hasta NSAİD aldığı sürece misop­
(Guaiac testi) Son olarak hastalar anemi, baş dönmesi, senkop, an- rostol ile olmalıdır. Standart NSAİD’den C O X-2 inhibitörüne dön­
jina veya dispne gibi kan kaybı semptomları gösterir. mek bariz olarak rekürren ÜGISK riskini azaltır. H .p y lo r i veya
NSAİD nedenli olmayan kanayan ülserlerde tam doz antisekretuar
tedavi uygulanır. —* P e p t i k Ü ls e r K o n u 2 8 5 ’te ta rtışılm ıştın
GASTROINTESTINAL KANAMA M allory Weiss Y ırtık ları klasik hikaye özellikle alkolik hasta­
larda hematemez ile ortaya çıkan kusma ve öksürüktür. Bu yırtık­
KAYNAKLARI
lardan kanama gastroözefajial bileşkenin gastrik tarafına olur ve
hastaların % 80-90’ında spontan durur ve %5 tekrarlar. Aktif olarak
KANAMANIN ÜST G A STR O IN TESTIN A L K A YN A K ­
kanayan Mallory Weiss yırtıklarında endoskopik tedavi etkili bir
L A R I (Tablo 44-l)A B D ve Avrupa’da Üst GIS kanamaları nede­
yöntemdir. Intraarterial vasopresin infüzyonu ile angiografik teda­
niyle hastahane başvuruları yıllık ortalama % 0 , 1 ve mortalite hızı
vi veya embolizasyon da faydalı olabilir. Nadiren yırtığın dikilme­
% 10’dur. Hastalar nadiren exsanguination sebebiyle kaybedilir; da­
si tarzında bir operatif tedavi gerekebilir (Konu 284)
ha ziyade altta yatan diğer hastalıkların oluşturduğu dekompansas-
Özefajial Varisler Üst GIS kanaması Karaciğer Hastalığı şüp­
yon nedeniyle ölüm meydana gelmektedir. 60 yaş altındaki hasta­
hesi olasılığı varsa kanama kaynağı olarak özefajial varislerin tes­
larda malignensi veya organ yetmezliği yoksa mortailte < % l’dir.
piti açısından erken endoskopi faydalı olabilir, çünkü varis kaynak­
Üst GIS kanamalarının en önemli sebebi olan peptik ülser % 50 va­
lı hemorojilerin prognozu diğer kanama kaynaklarının prognozun-
kada görülür. Mallory-Weiss yırtıklarına % 5-15 rastlanır. Varisler­
dan daha kötüdür. Doğru zamanda endoskopik tedavi ileri kanama­
den kanama oranı nüfusa bağlı olarak % 5-30 arasında değişir. He-
yı azaltır ve tekrarlanan endoskopik tedavi özefajial varisleri eradi-
morajik veya eroziv gastropaty (Ör; NSAİD veya alkole bağlı) ve
ke etmeye yönelik bariz olarak geri kanamayı ve mortaliteyi azal­
eroziv özefajit sıklıkla hafif Üst GIS kanamalarına neden olabilir,
tır. Endoskopik ligasyon tedavisi daha az geri kanama, daha düşük
ancak majör kanama nadirdir.
mortalite oranı,az lokal komplikasyon, ve skleroterapi ile karşılaş­
Peptik Ülser Kötü prognoz işareti olarak; hemodinamik insta-
tırıldığında varis eradikasyonu için daha az tedavi seansı gerektir­
bilite, ihtiyaç duyulan kan transfüzyon ünite miktarı, kusmuk veya
mesi nedeniyle endoskopik tedavi seçeneğidir.
dışkıda kırmızı kan, ileri yaş ve ek hastalıkların varlığı sayılabilir.
Akut kanamada oktreotid (50 pg bolus ve 50 pg/st iv. İnf.,2-5
gün) veya somatostatin tedavide yardımcı olabilir ve bu ajanlar
Tablo 44-1 Akut Üst GIS Kanaması ile Hospitalize Edilen Hastalarda akut varis kanamalarının tedavisinde vasopresinin yerini almışlar­
Kanama Sebepleri dır. Uzun dönemde non-selektif B blokerler ile (ör: propranolol)
Kanam a kaynağı Hasta Oranı (% ) özefajial varislerin tekrar kanamasının azaltıldığı gösterilmiştir. Bu
ajanlar kronik endoskopik tedavi ile sıklıkla beraber kullanılmakta­
Ülser 35-62 dır.
Varis 4-31
Endoskopik ve medikal tedaviye rağmen persistan veya rekür­
Mallory Weiss 4-13
ren kanaması olan hastalarda daha invazif tedavi gerekmektedir.
Gastroduodenal erozyon 3-11
Eroziv özefajit 2-8 Transjuguler portosistemik intrahepatik şant (TIPS) hepatik ensefa-
Malignensi 1-4 lopati görülmesine ve mortalite oranlarının yakın olmasına rağmen
Bilinmeyen 7-25 rekürren kanamayı endoskopik tedavisinden daha efektif olarak
azaltır. TIPS’li hastaların çoğu 1-2 yıl içinde şant stenozu gelişir ve
KAYNAK: Data from Rockall et al; GF Longstreth: Am J Gastroenterol 90:206, 1995;
EM Vreeburg et al: Am i Gastronterol 92:236, 1997; and L Laine: West J Med tekrar girişim gerektirir. TIPS ciddi Kc. Hastalığı olanlarda ve
155:274, 1991. transplantasyon düşünülen hastalarda daha uygundur. Daha yumu­
şak, iyi kompanse sirozlu hastalar, dekompressif cerrahiye verilir 44 Gastrointestinal Kanamalar 253-
(ör:distal splenorenal şant).
Portal hipertansiyon da gastrik varislerden, ektopik varislerden talığı ama bazen de iskemik veya radyasyona bağımlı olabilir.. Di­
(ince ve kalın barsaktaki) ve portal hipertansif gastropatiden ve en- ğer daha az sebepler; postpolipektomi kanaması, soliter rektal ülser
terokolopatiden, kanamadan sorumludur.. sendromu, NSAİD’in indüklediği ülser veya kolit diğer neoplasm-:
Hemorajik ve Eroziv G astropati(G astritis) hemorajik ve lar, travma, ektopik varisler (en sık rektal) lenfoid nodüler hiperp-
eraziv gastropati veya gastritis endoskopik olarak tespit edilen su- lazi, vaskülit ve aorto- kolik fıstüllerdir. Çocuk ve adolesanlarda
bepitelial hemorajileri ve erozyonlan işaret eder. Bunlar mukozal GISK en sık kolonik sebepleri inflamatuar barsak hastalığı ve ju-
lezyonlar olup majör kanamaya neden olmazlar. Değişik klinik tab­ venil poliplerdir,
lolar da ortaya çıkar ve en önemlileri NSAİD alımı, alkol ve stres­ Divertiküler kanama başlangıcı anidir, genellikle ağrısız, bazen
tir. Kronik olarak NSAİD alan hastaların yansında erozyon varken masif ve sıklıkla sağ kolondan olurjminör ve okkult kanama karak­
( % 15-30 da ülser olarak),aktif olarak alkol alan hastalann Üst GIS teristik değildir. Klinik raporlara göre kanayan kolonik divertikül-
kanaması semptomlan olanlannda, subepitelyal hemoraji ve eroz­ ler % 80 spontan olarak durur ve %2Q-25 hastada tekrar kanama,
yon bulguları vardır(% 2 0 ). olur. Intraarteriel vasopressin kanamayı en azından geçici bir süre
Strese bağlı gastrik mukozal hasar sadece aşın kötü hastalarda; için durdurur. Eğer kanama devam ederse veya tekrarlarsa cerrahi :
ciddi' travması olanlarda, vücudun 1/3’ünü aşan yanıklar, majör segmental rezeksiyon endikedir. Yaşlılarda sağ kolonik vasküler,
ameliyatlar, intrakranial hastalıklarda ve ciddi medikal hastalıklar­ ektazilerden kanama aşırı veya gizli olabilir; kronik olma eğilimin- ;
da ( ventilatör bağımlılığı, koagülopati) meydana gelir. Bariz kana­ dedir ve bazen hemodinamik olarak bariz hale gelir. Endoskopik
ma ülserasyön oluşmadıkça muhtemelen meydana gelmez. Bu has-, hemostatik tedavi vasküler ektazilerin tedavisinde faydalı olabilif:
talardâ mortalîte altta yatan hastalığın ciddiyeti nedeniyle oldukça ayrıca diskrete kanayan ülserlerde ve postpolipektomi kanamala­
yüksektir. Strese bağlı gastrik mukozal hasar veya ülserasyön kana­ rında da faydalı olabilirken endoskopik polipektomi, mümkünse
ma insidansı geçmiş yıllarda kritik hastalara sağlanan iyi bakım kanayan kolonik poliplere yönelik uygulanır. Cerrahi tedavi genel­
olanakları nedeni ile dramatik olarak azalmıştır. Burada değinilen likle majör, persistan veya medikal veya endoskopik olarak tedavi
yüksek riskli hastalara yönelik farmakolojik profilaksi düşünülme­ edilemeyen geniş bir kolonik GISK kaynaklarından rektal kanama­
lidir. İntravenöz H2 reseptör antagonistlerinin tedavi seçimi oldu­ lara uygulanır.
ğunu gösteren klinik bilgiler vardır, ancak sukrolfatta etkilidir. Pro-
filaktik tedavi kanamayı azaltır ancak mortaliteyi düşüremez. ----- ______— ____ H a s ta y a y a k la ş ım ---------- —.
Diğer Sebepler Diğer daha az görülen sebepler ise eroziv du-
odenit, neoplasmlar, aortoenterik fistüller, vasküler lezyonlar (here- GISK hastalan değerlendirmenin en iyi yolu kalp hızı ve kan basın­
diter hemorajik telenjiektaziler(Osler-Weber-Rendu dahil), gastrik cı ölçümüdür. Klinik olarak bariz kanama kalp hızı veya kan basın­
antral vasküler ektazi, (kavun mide) Dieulafoy Lezyonu (Mukoza­ cında postural değişimlere neden olur, taşikardi ve sonuçta reküm-
daki aberan bir damar mukozal hasardaki noktasal bir lezyondan bctı hipotansiyona neden olur. Hastalarda kanama epizodları sıra­
kanar.), prolaps gastropati (özellikle alkoliklerde proksirtıal mide­ sında bradikardili vasovagal reaksiyonlarda oluşabilir.
nin özcfagusa prolabe olması) hemobilia ve hemosuccus pankreati* Alt GISK hastalarda hemoglobin plazma ve kırmızı hücre vo-
a ıs (safra kanalından veya pankrcatik kanaldan kanama) Iumundaki orantılı azalmaya bağlı olarak hemoglobin hemen düş­
KANAMANIN İN C E HARSAK L E Z Y O N L A R ! Bunlar (üst mez. Ciddi bir kanamanın ilk görünümü sırasında hemoglobin nor­
ı'iHİoskopun ulaşım menzilinin ötesinde olan kanamalardır) teşhisi mal veya minimal azalmış olabilir. Ekstravasküler sıvı, volümü
"üç olup gizli Üst GIS kanamalarının çoğundan sorumludur. Şans­ ayarlamak amacıyla vasküler mesafeye geçtiği zaman hemoglobin
lı olarak ilrcc barsak, kanamaları sık değildir. Çoğu vaka vasküler düşer ama bu 72 saat sürer. Yavaş kronik GISK normal kan basın­
i'ktazilef ve tümörlerdir (adenû ca, leimyoma, lenfoma, benin po­ cı ve kalp hızı olmasın rağmen çok düşük hemoglobin değerleri ile
lipler, karsinoid metastazı ve lipoma) diğerleri daha: nadir olarak gidebilir. Demir eksikliği anemisi gelişimi ile MCV azalır ve RDW
Crohn Hastalığı, enfeksiyon, iskemi vaskülit, ince barsak varisleri, artar.
divertikül, Meckel divertikülü, duplikasyon kistleri ve intusepsi- Alt GIS K anam a-Ü st GIS Kanama ayrımı Hematemezis Üst
yondur. NSÂİD’ler küçük intestinal erozyonları indükleyerek kr.- GİS Kanama olduğunu gösterir(Treitz Ligamentinin üstü). Melen*
Gizli GIS kanamanın rölatif sebebi olabilir. kanın en az 14 saattir GİS’de bulunduğunun işaretidir, Yani kana­
Meckel Divertikülü Özellikle çocuklarda bariz alt GIS kana­ ma ne kadar proksimalde ise melena oluşum ihtimali o denli yük­
malarının en sık sebebi olup yaş ilerledikçe frekansı düşer. 40 -5 0 sektir. Hemotokezya genelde Alt GİS kanamayı gösterir ancak Üst
yaş altındaki erişkinlerde ince barsak tümörleri sıklıkla gizli GISK GİS lezyonu çok hızlı kanayıp kan barsaklarda melena gelişimine
ile, 5 0 -60 yaş üstü hastalarda vasküler ektaziler gizli GISK dan so­ izin verecek denli uzun kalmayabilir. Üst GİS kanama semptomu
rumludur. hemotokezya ise hemodinamik instabilite ve hemoglobin düşmesi
İmkan varsa vasküler ektaziler endoskopi ile tedavi edilmelidir. ile beraberdir. İnce barsakların kanamalı lezyonları da melena veya
Endoskopik tedavi sonuç vermezse ince barsak da bir segmente hemotokezya olarak ortaya çıkabilir.
izole olmuş vasküler ektazi için cerrahi tedavi uygulanabilir. Östro- Üst GİS kanama’lt hastaların % 16’sında duodenal kaynaklı
jen/progesteron bileşikleri denenebilir. Cerrahi rezeksiyonla tedavi, kanlı olmayan nazogastrik aspirat bulunabilir. Safralı bir görünüm
divertikül veya duplikasyonlar gibi izole lezyonlar iyi tedavi edilir. bile aspiratta safra bulunduğu raporları % 50 yanlış olduğundan ka­
K O LO N İK KANAMA K A Y N A K LA R I Akut GIS kanaması nayan bir post pilorik lezyonu ekarte ettirmez. Gross kanlı olmayan
ile hospitalizasyon oranı Üst GIS kanamasına göre 1/5 tir. AGISK aspiratlara yönelik GKK araştırmalarının, okkült kan aranmasının
en sık sebebi hemoroidlerdir, anal fissürlerde minör kanama ve ağ­ klinik değeri yoktur. Üst GlS kanamanın diğer ipuçları da hiperak-
rı sebebi olabilir. Eğer bu nadiren hospitalizasyon gerektiren lokal tif barsak sesleri ve volüm deplesyonu ve kan proteinlerinin absor-
anal olaylar hariç tutulursa erişkinlerde AGISK sık sebepleri diver- be olmasına bağlı yüksek BU N ’dir.
tiküla, vasküler ektaziler (özellikle 7 0 yaş üstü hastalarda proksi- GİS K anam alı H astaların Diagnostik Değerlendirilmesi Ü st
mal kolonda),neoplasmlar (Adenomatöz polipler ve adeno ca) ve G İ S Kanama (Şekil 44-1) öykü ve FM nadiren GIS Kanama kay­
kolitis tipi (en sık enfeksiöz veya idiopatik) inflamatuar barsak has- nağını belirlemede faydalıdır. Bu hastalara üst endoskopi uygulan-
mer olarak 40 yaşın altı ve relatif olarak mi­
nör kanaması olan hastalarda faydalıdır. He-
motokezya ve hemodinamik instabilite gös­
teren hastalar AGİS taranmadan önce
ÜGİSK kaynağı açısından endoskopi yapıl­
malıdır.
Eğer kanama kolonik lavaja vakit bırak­
mayacak denli masifse anjiografi yapılır. Ka­
nama çok masif olmadıkça veya sigmoidos­
kopi aktif kanayan bir lezyon göstermedikçe
Alt GİS kanama hastalarda oral lavaj sıvısın­
dan sonra kolonoskopi prosedür seçeneğidir.
Tc99m işaretli kırmızı hücre scan ile 24 saat
görüntüleme ile kanamanın genel lokalizas-
yonu tespit edilebilinir. Ancak sonuçlar bü­
yük oranda değişken olabildiğinden radyo-
nüklid scanlar özenle değerlendirilmelidir.
Aktif Alt GİS kanamada anjiografi kanama
yerini belirleyebilir (barsaklara kontrastın
ŞEKİL 44-1 Akut Üst GIS kanamalı hastalarda tavsiye edilen algoritma görülmektedir. Has­
ekstravazasyonu) ve intraarteriel vasopresin
tanın taburcu zamanı ve bakım düzeyi üzerindeki tavsiyeler ileri kanama olmadan veya ek
medikal problemi olmadığı varsayılarak yapılmaktadır. Üst GİS endoskopi major diagnostik veya embolizasyon ile tedaviye fırsat tanır.
ve terapötik araçtır. Bazı yazarlar yapışkan pıhtılar için endoskopik tedavi tavsiye etmek­ Kanama durduktan sonra bile anjiografi vas-
tedirler küler ektazi veya tümörler gibi anormal vas-
malıdır ve eğer hemodinamik inslabilite (hipotansiyon, taşikardi külatüre sahip lezyonları tanıtlayabilir.
veya kan basıncı veya kalp hızında postural değişimler içindelerse B e lir s iz k a y n a k lı G a s t r o in t e s t in a l K a n a m a l a r Belirsiz GIK
acilen yapılmalıdır. Erken rutin endoskopi ayrıca önemsiz kanama­ rutin endoskopik veya kontrastlı çalışmalardan sonra kaynağı gös-
lara yönelik tedavi kararlarında fayda gösterir. Majör kanamalı ve­ lerilemeyen rekürren akut veya kronik kanamayı ifade eder. Genel
ya yüksek risk endoskopik bulgulan olan (varisler, aktif kanamalı olarak bir sonraki adım özel olarak yapılmış entereskop veya pedi-
veya görünen damardan kanayan ülserler) hastalar endoskopik he- atrik kolonoskopun tüm duedonum veya jejenumun bir kısmını gö­
mostatik tedaviden fayda görürken düşük riskli lezyonlara (temiz recek şekilde ‘PUSH enteroskoptur’ Belirsiz GÎSK’da push ente-
labanlı ülser, kanamayan Mallory Weiss yırtıkları eroziv veya he- roskopi muhtemel kanama noktasını % 20-40 gösterir. Eğer ente-
ıoskopi negatif ise veya yapılamıyorsa özelleşmiş radiografik araş­
morajik gastropaty) sahip olan hastaların vital bulguları da stabil
tırma ince barsaklara yönelik yapılır (ÖnEnteroklisis).
ise, hemoglobin stabil ise veya başka ek medikal problemi yoksa
Rekürren kanamalı veya transfüzyon gerektiren veya tekrarla­
taburcu edilebilinir.
yan hospitalizasyona ihtiyaç duyan hastalara ileri tetkik gerekmek­
A lt G İ S K a n a m a (Şekil 44-2) Alt GİS Kanama olduğu varsa­
tedir. Tc99m işaretli kırmızı hücre sintigrafisi yapılmalıdır. Anjiog­
yılan hastalarda erken sigmoidoskopi altta yatan bariz lezyonlar
rafi kanama dinse bile faydalıdır. Çünkü vasküler anomali veya tü­
için uygulanabilir. Ancak prosedür hafif kanama ile gider, zordur
mör damarlarına açıklık getirebilir. Özellikle AGİSK’lı genç hasta­
ve sıklıkla kanama alanım görmek imkansızdır. Sigmoidoskopi pri-
larda Mcckells Divertikülü tanısında Tc99m perteknetat sintigrafisi
yapılmalıdır. Tekrarlayan transfüzyon gerektiren hastalarda ciddi
veya persistan kanama varsa ve testler açıklayıcı değilse intraope-
ratif endoskopi endikedir.
G iz li G İ S K Gaitada gizli kan testinin pozitifliği veya demir ek­
sikliği anemisi ile ortaya çıkabilir. Özelikle 40 yaşın üzerindeki
hastalarda ve üst GİS semptomları yoksa işleme kolonoskopi ile
başlanmalıdır. Eğer kolonoskopi bir şey vermezse,hastalarda demir
eksikliği anemisi ve üst GİS şikayetleri varsa üst endoskopi tavsi-
ya edilmektedir ancak bazı araştırmacılar üst endoskopide % 25-40
oranında anormalliklerin bulunması dolayısıyla hemen öncelikli
olarak üst endoskopiyi önermektedirler. Eğer standart endoskopik
tetkikler bir sonuç vermiyor ise ve özellile hastalarda demir eksik­
liği anemisi var ise enteroskopi ve/ veya (enteroklizis)uygulanma-
Iıdır.

»sUsUİOGR.U' YA

COOK DJ el al: Endoscopic ıherapy for acule non-variceal upper gaslroinlesli-


nal lıemonhageıea mela-analysis. Gastroenlerology 102:139, 1992
COOK DJ el al: A comparison of sucralfate and ranilidine for llıe prevenlion of
upper gastroinleslinal bleeding in patienls requiring mechanical ventilalion.
NEngl J Med 338:791, 1998.
LAİNE L, PETERSON WL: Bleeding peplic ulcer. N Engl J Med 331:717, 1994
MOLONEY M, WILKINSON M: Early adıııinislralion of soınatoslalin and effi­
cacy of sclerotherapy in acute oesophageal bleeds: The European Acule
Bleeding Oesophageal Variceal Episodes (ABOVE) randomised irial. Gasl-
roinlesi Endosc 51:372, 2000
ŞEKİL 44-2 Akut Alt GİS kanamalı hastalarda önerilen algorit- ROCKALL TA et al: Incidence of and mortality from acute upper gastrointesli-
ma.Eğer masif kanama kolonik lavaj için zaman bırakmıyorsa anji- nal haemorrhage in lhe Uniled Kingdom. BMJ 311:222, 1995
yografiye geçilir. ROCKEY DC: Occull gastroinleslinal bleeding. N Engl J Med 341:38, 1999
45 Sarılık 255
D a n ie l S , P ra tt, M a r s h a ll M . K a p la n
45
nüşümlü ve non-kovalent olarak albumine bağlanmasıyla gerçekle­
SARILIK şir. Albumine bağlı konjuge olmayan bilirubin, karaciğere taşınır
Güven Gül, İdris E m ir, Y ah ya Sağlıker ve burada albuminden ayrılarak, kısmen taşıyıcı-aracılı membran
transportu ile hepatosillerce alınır.
A 14' alanın aminotransferaz yopankreotografi Konjuge olmayan bilirubin hepatositlerin sitozollerinde çoğun­
AST .ı.spartat aminotransferaz M RCP magnetik rezonans kolanjiyo- lukla ligandin proteiniyle (önceden bilinen adıyla Y-proteini) birle­
t.’MV Atonıegalovirus pankreotografi
«T b ılg is lyarlı tomografi PSC primer sklerozan kolanjit
şir. Önceleri ligandinin, konjuge olmayan bilirubinin sinüzoidal
MIV Hlxstein- Barr virüsü TPN total parenteral beslenme membrandan endoplazmik retikulum’a geçişini kolaylaştıran bir
ı KOP emloskopik retrograd kolanji- UDP iiridin difosfat transport aracı olduğu düşünülüyordu. Şimdi ise konjuge olmayan
bilirubinin sitozolik diffüzyonunu yavaşlatarak, seruma geri kaç­
.Sarılık ya da ikter, bilirubin birikmesine bağlı olarak dokularda olu­ masını azalttığına inanılmaktadır. Endoplazmik retikulumda biliru­
şan sarımsı renk değişikliğidir. Dokularda bilirubin birikimi yalnız­ binin glukuronic asitle konjuge edilmesiyle bilirubin monoglukuro-
ca serum hiperbilirubinemisinin varlığında oluşur ve bir karaciğer nid and diglukuronid oluşur. Bu konjugasyon işlemi, bilirubin uri­
hastalığı, ya da daha az sıklıkla hemolitik bozukluk belirtisidir. Se­ dine-diphosphate (UDP) glukuroııosiltransferaz enzimince katalize
rum bilirubinindeki artış düzeyi, fizik muayene ile hesaplanabilir. edilir.
Scrum bilirubin düzeyindeki hafif artış en iyi, yüksek elastin içeri­ Hidrofilik hale gelen bilirubin(konjuge), endoplazmik retiku-
ği nedeniyle bilirubine yüksek afinitesi olan sklera’nın muayene­ lumdan kanaliküler membrana yayılır, ve burada bilirubin monog-
siyle saptanır. Skleral ikter varlığı, serum bilirubin düzeyinin en az lukuronid and diglukuronid, safra kanaliküllerine aktif biçimde ta­
3.0mg/dl olduğunu gösterir. Eğer muayene odası flüoresan ile ay­ şınır. Bu taşınma işlemi enerji bağımlıdır ve multipıl organik iyon
dınlatılmışsa, skleral sarılığın saptanması daha güç olabilir. Muaye­ transport protein/multiple drug resistance proteini içerir. Safraya
neyi yapan, skleral sarılığın varlığından emin olamazsa, ikinci ba­
atılan konjuge bilirubin, duodenuma geçer ve ince barsak proksi-
kılması uygun yer dilaltı bölgesidir. Serum bilirubin düzeyi yüksel­
mali boyunca değişmeden kalır. Barsak mukozasınca alınmaz. Dis­
dikçe ince cilde sahip kişilerde deri giderek sarı bir renk alır, hatta
tal ileum ve kolona ulaştığında bakteriyal (3-glukuronidazlarca un-
bu süreç uzun sürerse bilirubinin biliverdin’e oksidasyonu nedeniy­
konjuge bilirubine hidrolize olur. Unkonjuge bilirubin normal bar­
le ciltte yeşilimsi renk değişikliği de izlenebilir.
sak florasınca ürobilinojen denilen bir grup renksiz telrapirollere
Derideki sarımsı renk değişikliğinin ayırıcı tanısı sınırlıdır. Ne­
indüklenir. Bunların % 80-90’ ı değişmeden ya da ürobilin türevleri­
denleri sarılık’a ek olarak; karotenoderma, quinacrine isimli ilacın
ne oksidize olarak feçes ile atılır. Kalan % 10-20 oranındaki ürobi­
kullanımı ve fenollere aşın maruz kalma olarak sıralanabilir. Karo­
linojen ise pasif olarak absorbe olur ve portal dolaşım yoluyla ka­
tenoderma, birikmiş karatenin deriye sarımsı renk vermesidir, sağ­
raciğere gelerek re-ekskrete edilir. Küçük bir miktarı da (genellik­
lıklı bireylerin havuç, yapraklı sebzeler, balkabağı, şeftali ve porta­
le 3mg/dl’den az) karaciğer gerialımmdan kaçarak böbrek glome-
kal gibi karaten içeriği fazla besinleri fazla miktarlarda tüketmele­
rüllerinden filtre olur ve idrarla atılır.
rine bağlı olarak görülebilir. Sarılık’takinin aksine, karotenoderma-
SER U M B İL İR U B İN D Ü ZEYİN İN Ö LÇÜ M Ü Direkt ve in-
da sarımsı pigmentasyon, avuç içleri, ayak tabanları, alın ve nazo-
direkt bilirubin terimleri, orjinal van den Bergh reaksiyonuna da­
labiyal kıvrımlarda yoğunlaşır. Sklerada sarımsı pigmentasyoııun
yanır. Bu veya varyasyonu olan ölçüm teknikleri, halen çoğunluk
olmaması, sarılık’ıan ayırt ettirir. Quinacrine tedavisi alan hastala­
biyokimya laboratuarlarında serum bilirubin düzeylerinin belirlen­
rın % 4-37'sinde sarımsı renk değişikliği görülebilir. Karatenin ter­
sine, quinacrine sklerada sarımsı renk değişikliğine yol açabilir. mesinde kullanılmaktadır. Bu işlem sırasında bilirubin diazotize
Serum bilirubin düzeyinin arttığının hassas bir diğer gösterge­ sulfanilik asite maruz bırakılarak, daha dayanıklı dipyrrylmethene
si, idrar renginin koyulaşmasıdır. Bu durum, konjuge bilirubinin azopigmentlerine bölünmesi sağlanır, ki bunlar maksimal olarak
böbreklerden atılmasına bağlıdır. Hastalar sıklıkla idrarlarının çay 540 nm.de absorbe olur ve fotometrik analize izin verirler.Direkt
ya da kola renginde olduğunu söylerler. Bilirubinuri, serum direkt fraksiyon alkol gibi hızlandırıcı bir ajan olmaksızın diazotized sul-
bilirubin düzeyinin arttığının göstergesidir, ve bir karaciğer hastalı­ fanilic asitle tepkime verir ve serumdaki konjuge bilirubinin tahmi­
ğının varlığını gösterir. ni düzeyini belirler. Total serum bilirubini, alkol katılmasıyla tepki­
Bilirubin üretimi ve klirensi arasında bir dengesizlik oluştuğun­ me veren miktara bağlı ölçülür. İndirekt bilirubin, total ve direkt bi­
da, serum bilirubin düzeyi artar. Sarılık gelişen bir hastanın bir lirubin arasındaki fark hesaplanarak ölçülür ve serum unkonjuge
mantıksal sıralama ile değerlendirilebilmesi, bilirubin üretimi ve bilirubin düzeyinin belirlenmesini sağlar.
metabolizmasının, bilinmesini gerektirir. Bu yöntemle, serum bilirubin düzeyi genellikle < lmg/dl’nin
BİLİR U BİN Ü R ETİM İ V E M E T A B O L İZ M A S I (Bkz. Ko­ (17 pmol/L) altındadır. Bunun % 30’a kadarki bölümü (0.3 mg/dl-
nu 294) Bir tetrapirol pigment olan bilirubin, hem’in yıkım ürünü- 5.1 pmol/L) direkt (konjuge) bilirubindir. Populasyonun % 95’inde
dürfferroprotoporphyriıı IX). Günlük üretilen 250-300 mg bilirubi­ total serum bilirubin konsantrasyonu 0.2-0.9 mg/dl arasındadır.
nin % 70-80 kadarı, ömrünü doldurmuş eritrositlerdeki hemoglobi­ Uygulanması çok pratik olmasa da, yeni birçok teknik, biliru­
nin yıkımından elde edilir. Geri kalan miktar ise; kemik iliğinde bin metabolizmasıyla ilgili yeni gerçeklere ulaşmamıza katkıda bu­
prematür eritroid hücrelerin yıkımından, ve tüm vücutta yaygın lunmuştur. Bunların ilki normal populasyonda ya da Gilbert seııd-
olarak bulunan myoglobulin ve kritokromlar gibi hemoproteinlerin rom’lularda serum bilirubininin % 100’e yakınının konjuge olma­
döngüsünden elde edilir. yan formda oluşu, % 3’ten azının monokonjuge bilirubin oluşudur.
Bilirubin formasyonu, başta karaciğer ve dalak olmak üzere re- İkinci olarak, hepatobiliyer hastalığı olan sarılıklı hastalarda bu ye­
liküloeııdoteliyal hücrelerde gerçekleşir. İlk reaksiyon, heme oksi- ni ve daha kesin meıodlarla ölçülen total serum bilirubin konsant­
jenaz enzimiııce katalize edilir ve pofirin grubunun a-bağı oksida- rasyonları, diazo metodlarıyla bulunan değerlerden daha düşüktür.
lif olarak kırılarak heme halkası açılır. Bu reaksiyonun son ürünle­ Bu da, bu hastaların serumunda bilirubinden ayrı diazo-pozitif
ri; biliverdin, karbonmonoksit ve demirdir. İkinci reaksiyon, sito- maddelerin olduğunu düşündürmektedir. Üçüncü olarak, hepatobi­
zolik bir enzim olan biliverdin redüktazca katalize edilir ve biliver- liyer hastalığı olan sarılıklı hastalarda monoglukuronid bilirubin
dinin santral metilen köprüsünün indirgenmesiyle bilirubine dönü­ düzeyi, diglukuronid bilirubin düzeyinden yüksektir. Dördüncü
şümü gerçekleşir. Retiküloendoteliyal hücrelerce oluşturulan bili­ olarak, direkt bilirubin fraksiyonu, albumine kovalan olarak bağ­
rubinin hemen lamamı suda çözünmez yapıdadır. Kanda taşınabil­ lanmış konjuge bilirubini de içerir. Bu albumine bağlı bilirubin
mesi için suda çözünür hale getirilmelidir. Bu, bilirubinin geridö- fraksiyonu (d e lta fr a k s iy o n v e y a b ilip r o te in ), kolestazı ya da hepa-
ları ile ilgili bazı bilgiler verebilir. Olduk­
ça doğru sonuçları olan bir testtir. Uzamış
kolestazı olan hastalarda, bilirubinin albu­
minle kovalan tipte bağ yapmış fraksiyo­
nunun ağırlıklı olarak serumda bulunması
nedeniyle yanlış-negatif sonuçları olabilir.
S A R IL IĞ IN A R A Ş T IR IL M A S I
(EVALÜASYONU) Serumdaki bilirubin
düzeyi, bu pigmentin oluşumu ve hepa-
tik/biliyer yolla vücuttan atılması arasın­
daki dengeye bağımlıdır. Hiperbilirubine-
mi: (1) aşırı bilirubin üretimi, (2) bilirubi­
nin alımında(uptake), konjugasyonunda,
ya da safraya itrahındaki bir bozukluktan,
(3) ya da hasarlanmış hepatositler ve safra
kanalcıklarından konjuge ya da unkonjuge
bilirubinin geriye kaçmasıyla (regürjitas-
yon) oluşur. Serum unkonjuge bilirubin
düzeylerindeki artış; aşırı bilirubin üreti­
minden ve bilirubinin geri alımında, ya da
konjugasyonundaki bozukluktan kaynak­
lanır. Konjuge bilirubin artışı; safra kanal­
cıklarına itrah bozukluğundan ya da pig­
mentin geriye doğru sızmasına bağlıdır.
Sarılıklı hastayı değerlendirmede başlan­
gıç adımları: (1) bilirubineminin ağırlıklı
olarak konjuge mi ya da unkonjuge mi ol­
duğunun belirlenmesi, (2) diğer karaciğer
biyokimyasal testlerinde bozukluk olup ol­
madığının belirlenmesidir. Bu sınırlı veri­
nin dikkatli değerlendirilmesi, hastalığın
akılcı bir yaklaşımla araştırılmasına izin
verir. (Şekil 45-1) Bu tartışma, salt erişkin
ŞEKİL 45-1 Sarılıklı bir hastanın değerlendirilmesi. ERCP, endoskopik retrograd kolanjyo- bir sarılıklı hastanın araştırılmasına odak­
opankreatografi; CT, komputerize tomografi; ALT, alanin aminotransferaz; AST, aspartat ami- lanmıştır.
notransferaz; SMA, düz kas antikoru; AMA, antimitokondiyal antikor; LKM, karaciğer-böbrek İZ O L E SER U M BİLİR U BİN İN İN
mikrozomal antikor; SPEP, serum protein elektroforezi; CMV, sitomegalovirus; EBV, Epstein- Y Ü K S E L M E S İ Unkonjuge Hiperbiliru-
Barr virüsü
binemi İzole unkonjuge hiperbilirubine-
mininin ayırıcı tanısı sınırlıdır (Tablo 45-
tobiliyer hastalığı olan kişilerde total serum bilirubininin önemli bir
1). Kritik ayrım, hastada aşırı bilirubin üretimine neden olan hemo-
parçasıdır. Bu albumin bağlı bilirubin fraksiyonu serumda, biliru­
litik bir bozukluğun mu, yoksa bilirubinin hepatik alım ve konju­
bin glukuronidlerinin hepatik itrahında bozulma olmasıyla oluşur,
ve glukuronidler serumda artmış miktarlarda bulunur. Albuminle gasyonunda bir bozukluk mu olduğunun (ilaç etkisi veya genetik
hastalıklar) ortaya konmasıdır.
olan bu sıkı bağ sonucunda, albumin bağlı bilirubinin yarılanma
ömrü, albuminin yarılanma ömrüne benzer şekilde 12-14 gündür. Aşırı heme üretimine neden olan hemolitik hastalıklar kalıtsal

Halbuki bilirubinin yanlanma ömrü 4 saat civarındadır. ya da kazanılmış olabilir. Kalıtsal hastalıklar; sferositoz, orak hüc­

Albumine bağlı konjuge bilirubinin bu uzun yarılanma ömrü re anemisi, ve piruvat kinaz/ glukoz-6-fosfat dehidrogenaz gibi

karaciğer hastalığı olan sarılıklı hastalarda daha önce açıklanama­ eritrosit enzim eksiklikleridir. Bu hastalıklarda serum bilirubin dü­

yan iki fenomene açıklık getirmektedir: (1) Konjuge hiperbilirubi- zeyi 5 mg/dl düzeyini nadiren aşar. Daha yüksek düzeyler, birlikte
nemisi olan hastalarda, hastalığın iyileşme döneminde bilirubinuri var olan böbrek ya da hepatoselüler yetmezlikte, veya orak hücre
görülmez, çünkü bilirubin albumine bağlıdır ve böbrek glomerülle- anemisindeki hemolitik krizlerde görülebilir. Kronik hemolizi olan
rinden geçemez. (2) Bazı hastalarda diğer tüm yönlerden tatminkar hastalardaki sarılığı değerlendirirken, bu hastalarda pigmente safra
iyileşme mevcutken, serum bilirubin düzeylerinde beklenenden da­ taşı (kalsiyum bilirubinat) oluşumunun oldukça sık görüldüğü unu­
ha yavaş düşme gözlenir. Hepatobiliyer hastalıkların geç iyileşme tulmamalıdır, ki bu da koledokolitiasiz gibi farklı bir hiperbilirubi-
döneminde, konjuge bilirubin, tümüyle albumin bağlı bilirubin şek­ nemi nedenine yol açabilir.
lindedir. Albuminin uzun yarılanma ömrüne bağlı olarak, serum bi­ Kazanılmış hemolitik durumlar arasında; mikroanjiyopatik he­
lirubin düzeylerindeki düşüş de yavaş olur. molitik anemi (örn., hemolitik- üremik sendrom), paroksismal nok-
İD R A R BİLİRUBİN İN İN Ö L Ç Ü L M E S İ Konjuge olmayan türnal hemoglobinuri ve immün hemolizlerdir. İneffektif eritropo-
bilirubin, serumda daima albumine bağlı durumdadır, ve idrarda ez; kobalamin, folat, and demir eksikliklerinde görülür.
bulunmaz. Konjuge bilirubin glomerülden süzülür, ve büyük bölü­ Hemoliz yoksa klinisyen, bilirubinin geri alımında ya da kon­
mü proksimal tübüllerden reabsorbe edildiği için sadece küçük bir jugasyonunda bir sorun olabileceğini düşünmelidir. Rifampisin,
oranda idrarla itrah edilir. İdrarda bulunan herhangi bir bilirubin probenesid gibi belli ilaçlar, bilirubinin hepatik alimim bozarak un­
konjuge formdadır. Bilirubinüri karaciğer hastalığı olduğunun gös­ konjuge hiperbilirubinemiye neden olabilirler. Bilirubinin konju­
tergesidir. İdrar dipstik testi (Ictotest), serum bilirubinin fraksiyon­ gasyonundaki bozukluk üç genetik durumda oluşur: C r ig le r -N a jja r
Tablo 45-1 İzole Hiperbilirubinemi (itilesileri î-5 Sardık 257
I. İndirekl hiperbilirubinemi
A. Hemolilik hastalıklar pılabilmesi, klinisyene hastalığın değerlendirilmesinde kılavuzluk
1. Kalıtsal yapacaktır (Şekil 45-1). Bu ayırım, karaciğer test anormalliklerinin
a. Sferosiıosis, eliptosilosis patemi kadar, hastanın öyküsü ve fizik muayenesi yardımı ile yapı­
Glukoz-6-fosfal dehidrogenaz ve piruval kinaz eksiklikleri
labilir.
b. Orak hücre anemisi
Öykü Tam bir tıbbi öykü, açıklanamayan sanlığın değerlendi­
2. Kazanılmış
a. Mikroanjiopalik hemolitik anemiler rilmesinin belki de en önemli öğesidir. Herhangi bir kimyasala ma­
b. Paroksismal noktumal hemoglobinuri ruz kalma veya ilaç kullanımı; doktor reçetesiyle alınmış ilaçlar, ya
c. İmmun hemoliz da bitkisel, vitamin prepadan gibi tezgah üstü ajanlar, ve anabolik
B. İnefektif erilhropoez steroidler dahil, dikkatli bir biçimde sorgulanmalıdır. Transfüzyon-
1. Kobalamin, folal,ve demir eksiklikleri lar, intravenöz veya intranasal ilaç kullanımı, döğme ya da seksüel
C. ilaçlar
aktivite gibi olası parenteral etkenlere maruz kalmalar da dikkatli­
1. Rifampisin, probenesid, ribavirin
D. Kalıtsal durumlar ce irdelenmelidir. Yakın zamanda seyahat etme durumu, sanlıklı
1. Crigler-Najjar tip I ve II hastalarla birada olunup olunmadığı, kontamine gıda alımı olup ol­
2. Gilbert sendromu madığı, mesleksel olarak hepatotoksinlere maruz kalma olasılığı,
II. Direki hiperbilirubinemi alkol kullanım durumu, ve sarılığın süresi dikkatlice sorgulanmalı­
A. Kalıtsal durumlar
dır. Eşlik edebilecek eklem ağnsı, kas ağnsı, döküntü, iştahsızlık,
1. Dubin-Johnson sendromu
kilo kaybı, kann ağnsı, ateş, kaşıntı, ve idrar ve gaita değişiklikle­
2. Rotor sendromu
ri gibi belirtilerin olup olmadığı da öğrenilmelidir. Sözü geçen
semptomların hiçbiri herhangi bir hastalık için spesifik değildir, an­
se n d r o m u tip /-//, ve G ilb e r t s e n d r o m u . C r ig le r -N a jja r tip /, yeni- cak belirli bir tanıyı düşündürebilir. Sanlık öncesinde eklem ve kas
doğanda görülen son derece nadir ve ciddi hiperbilirubinemi (ge­ ağnlannın oluşu, viral ya da ilaca bağlı hepatiti düşündürür. Titre­
nellikle > 2 0 mg/dl), ve kemikterusa bağlı nörolojik bozukluklar ile me ve ateşle birlikte ani başlayan sağ üst kadran ağnsı, koledoko-
karakterize bir durumdur. Sıklıkla infantil yada çocukluk dönemin­ litiyasis veya asendan kolanjiti düşündürür.
de hastalar kaybedilir. Bu hastalarda bilirubin UDP glukuronosilt- Fizik Muayene Genel değerlendirme, hastanın beslenme du­
ransferaz aktivitesinin tam yokluğu vardır. Bu durum kritik konum­ rumunun değerlendirilmesini de içermelidir. Temporal ya da prok-
daki UDP glukuronosiltransferaz geninin 3 ’ zincirindeki mutasyo- simal kaslarda atrofi, pankreas kanseri veya karaciğer sirozu gibi
na bağlıdır ve bilirubin tamamen kojuge, dolayısı ile de itrah (eksk- uzun süreli bir hastalığı düşündürür.Kronik karaciğer hastalığının
rete) edilemez. Tek etkin tedavi yöntemi ortotopik karaciğer transp­ stigmatası yani spider nevi, palmar eritem, jinekomasti, kaput me­
lantasyonudur. Gen tedavisi ve allojenik hepatosit infüzyonu, gele­ dusa, Duputren kontraktürü, parotis bezinde büyüme, ve testiküler
ceğe yönelik umut vadeden deneysel yaklaşımlardır. atrofi gibi kronik karaciğer hastalığının kesin belirtileri, diğer kara­
C r ig le r -N a jja r tip II, tip I’e göre daha sık görülür. Serum bili­ ciğer sirozlannda da bazen görülebileceği gibi, ilerlemiş alkolik si­
rubin düzeyleri 6-25 mg/dl arasında olan hastalar erişkin çağa dek rozda (Laennec sirozu) sıklıkla görülür. Büyümüş sol supralaviku-
yaşayabilirler. Bunlarda bilirubin UDP glukuronosiltransferaz akti- lar lenf bezesi (Wirchow nodu), ya da göbek çevresi nodül (Sister
Mary Joseph nodülü), abdominal bir malignansiyi düşündürür. Jü-
vitesinde kısmi yokluk vardır. Bilirubin UDP glukuronosiltransfe-
güler venöz dolgunluk, veya sağ kalp yetersizliği bulgulan, hepatik
raz aktivitesi, fenobıırbital uygulaması ile uyanlabilir, ki bu ajan se­
konjesyonu düşündürür. Belirgin bir asit olmadan sağ plevral effüz-
min bilirubin düzeylerini azaltabilir. Belirgin sarılıklarına ve eşlik
yon oluşu, ilerlemiş sirozda görülebilir.
eden ck hastalık ya ila cerrahi girişim durumlarında artmış kemik-
Abdominal muayenede, karaciğerin büyüklüğü ve kıvamı, da­
tcrus riskine karşın bu hastalar erişkin çağa dek yaşayabilirler.
lağın büyüyüp büyümediği, ve asit olup olmadığı belirlenmelidir.
G ilb e r t sen d ro m u da bilirubin UDP glukuronosiltransferaz ak-
Sirozlu bir hastada karaciğerin sol lobu büyümüş olup xyphoid’in
livitesinde azalma ile karakterizedir. İlgili genin promoter bölge­
altında hissedilebilir, dalak da büyümüş olabilir. Bütünüyle büyü­
sindeki TATAA bölümünün, A(TA) 6 TAA’ dan A(TA) 7 TAA’y a uza­
müş nodüler bir karaciğer, veya belirgin bir abdominal kitlenin var­
ması sonucunda bilirubin UDP glukuronosiltransferaz aktivitesi
lığı, malignansiyi düşündürür. Büyümüş ve palpasyonla hassas bir
ekspresyonunun azalmasına bağlıdır. Serum bilirubin düzeyinin
karaciğer, viral ya da alkolik hepatitte olabileceği gibi, daha az sık­
hemen daima 6 mg/dl’nin altında olduğu hafif unkonjuge hiperbi­
lıkla sağ kalp yetmezliğine ikincil gelişmiş akut karaciğer konjes-
lirubinemi mevcuttur. Her iki Crigler-Najjar sendromunun aksine
yonunda görülebilir. İnspiriyumda nefes alıp vermenin ağnlı oldu­
çok daha sık görülür. Toplumda % 1-1 sıklığında görüldüğü bildi­
ğu şiddetli sağ üst kadran ağrısı (Murphy işareti), kolesistiti, ve da­
rilmiş olup, erkek/kadın oranı 2 -7 :l’dir.
ha az sıklıkla asendan kolanjiti düşündürür. Sanlıkla beraber asitin
Konjuge Hiperbilirubinemi Bu durum, iki nadir kalıtsal has­ oluşu, sirozu veya peritoneal yayılımı olan malignansiyi düşündü­
talıkta görülür: D u b in -Jo h n s o n ve R o t o r s e n d r o m la r ı (Tablo 45-1). rür.
Her iki durumda da, tipik olarak hayatın ikinci kuşağında, asemp- Labaratuvar Testleri Açıklanmamış sanlığı değerlendirirken,
tomatik sanlık mevcuttur. Dubin-Johnson sendromundaki defekt, klinisyenin ilk değerlendirmesinde yardımcı olabilecek bir seri
birçok organ için spesifik olan kanaliküler organik anyon taşıyıcıyı testler mevcuttur. Serum total ve direkt bilirubin fraksiyonları, ami-
kodlayan gendeki nokta mutasyonudur. Bu hastalarda, bilirubinin notransferazlar, alkalin fosfataz, albumin ve protrombin zamanının
safra kanallanna itrahında değişiklik mevcuttur. Rotor sendromun- tayini banlar arasındadır. Enzim testleri [alanin aminotransferaz
da ise, bilirubinin karaciğer depolanmasında bir problem var gibi (ALT), aspartat aminotransferaz (AST) ve alkaline fosphataz], pa-
görünmektedir. Bu iki hastalığı birbirinden ayırt etmek mümkün­ tofizyolojik sürecin hepatoselüler ya da kolestatik kökenli olup ol­
dür, ancak selim seyirleri dolayısı ile gereksizdir. madığının ayırt edilmesinde yararlıdır (Bkz Tablo 293-1 ve Şekil
BAŞKA KARACİĞER T EST AN ORM ALLİKLERİNE 45-1) ve hangi ek tahlillerin yapılması gerektiği konusunda aydın­
EŞLİK EDEN HİPERBİLİRUBİNEM İ Bu bölümün kalan kıs­ latıcıdır. Hepatoselüler hastalığı olanlarda, aminotransferaz düzey­
mı, diğer karaciğer test anormalliklerinin eşlik ettiği konjuge hiper- leri alkalen fosfataza kıyasla daha yüksektir, kolestatik hastalığı
bilirubinemisi olan hastaların değerlendirilmesine odaklanacaktır. olanlarda ise alkalen fosfataz düzeyi aminotransferazlara kıyasla
Bu hastalar: (a) primer hepatoselüler anormallik, (b) intra ya da daha yüksektir. Bilirubin düzeyleri, her iki durumda da ağırlıklı
ekstrahepatik kolestaz olarak iki gruba bölünebilir. Bu aynmın ya­ olarak arttığından, ayırıcı tanıda yardımcı değildir.
258 'i A A yon oluşturarak hepatik hasara neden olabilir. Çevresel toksinler de
önemli bir hepatoselüler hasar nedeni olabilir. Vinil klorid gibi en­
Enzimler ek olarak, karaciğer fonksiyonlarını değerlendirebil­ düstriyel kimyasallar, pirolizidine alkaloidleri içeren bitkisel ajan­
mek için tüm hastaların serum albümin düzeyi, ve protrombin za­ lar (Jamaika çalı çayı), ve yüksek hepatotoksik etkili Amanita phal­
manı ölçümleri yapılmalıdır. Düşük albümin düzeyi, siroz ya da loides veya vema içeren yabansıl mantarlar, örnek olarak verilebi­
kanser gibi kronik bir hastalığı işaret eder. Normal albumin düzeyi lir.
, viral hepatit, koledokolitiasis gibi daha akut seyirli hastalıkları dü­ Kolestatik H astalıklar Karaciğer testleri, kolestatik bir hasta­
şündürür. Protrombin zamanı yükselmişse; ya uzamış sarılığa ikin­ lığı işaret ediyorsa yapılacak ilk iş bunun intra ya da extrahepatik
cil olarak vitamin K absorbsiyonunun bozulması, dolayısı ile vita­ olup olmadığının belirlenmesidir. (Şekil 45-1) Ayrım zor olabilir.
min K eksikliği akla gelmelidir, veya belirgin olarak hepatoselüler Öykü, fizik muayene ve laboratuar testleri sıklıkla aydınlatıcı de­
disfonksiyon mevcuttur. Parenteral vitamin K verilmesine rağmen ğildir. Sonraki adım ultrasonografik inceleme olmalıdır. Ultraso-
protrombin zamanında düzelme olmaması, ciddi hepatoselüler ha­ nografik inceleme ucuzdur, ve hastaya iyonizan radyasyon vermez.
sarı gösterir. Yüksek duyarlılık ve özgüllükle intra ve ekstrahepatik safra yolla­
Bilirubin, enzimler, albümin ve protrombin zamanı test sonuç­ rının dilatasyonunu belirleyebilir. Dilatasyomınun olmaması intra-
lan, sanlığı olan hastada patolojik sürecin hepatoselüler ya da ko- hepatik kolestazı, olması ise ekstrahepatik kolestazı düşündürür.
lestatik bir hastalığa mı bağlı olduğu sorusunun yanıtını genellikle Sirozlu ya da primer sklerozan kolanjiti (PSC) olan hastalarda,
verdirir. Her birinin nedenleri, ve değerlendirilmesi tamamen fark­ skarlaşmanın intrahepatik safra yollarının dilatasyonunu önlemesi­
lıdır. ne bağlı olarak; veya ortak safra kanalının kısmi tıkanması sonucu
Hepatoselüler D urum lar Sarılık yapan hepatoselüler hasta­ yanlış negatif sonuçlar olabilir.
lıklar; viral hepatitler, ilaç ya da çevresel etken toksisiteleri, alkol, Ultrasonografi ekstrahepatik kolestaz varlığını belirleyebilir,
ya da herhangi bir nedene bağlı olarak gelişmiş son dönem siroz­ ancak tam olarak yerini ve tıkanmanın nedenini nadiren aydınlata­
dur (Tablo 45-2). Wilson hastalığı genç erişkinlerde düşünülmeli­ bilir. Barsak gazı nedeniyle, ortak safrâ kanalının distali ultrasö-
dir. Otoimmün hepatitler genellikle genç-orta yaşlı kadınlarda gö­ nografik olarak zor görüntülenebilir. Sonraki uygun inceleme, CT
rülürse de herhangi bir yaşta erkek ya da kadında da görülebilir. Al­
ve E R C P’dir, CT, pankreas başının değerlendirilmesinde ve özel­
kole bağlı hepatit, viral ve toksik hepatillerden serum aminotrans-
likle safra kanalcıklarının dilatasyonunun yokluğunda distal kole-
feraz paterni ile ayırt edilebilir. Alkole bağlı hepatitli hastalarda
dokolitiyasisin belirlenmesinde ulrasonografık incelemeye göre da­
AST/ALT oranı en az 2:1 dir. AST düzeyi nadiren 300 U/L düzeyi­
ha üstündün Koledokolitiyasis tamsı koymada ERCP altın standart
ni aşar. Oysa diğer iki durumda aminotransferaz düzeyleri genellik­
tekniktir, Bu işlem, yan-görüşlü endoskopun duodenuma peroral
le 5 0 0 U/L’yi aşar, ve A LT düzeyi AST düzeyine eşit ya da büyük­
olarak yerleştirilmesini takiben, ampulla Vaterinin içine bir katete-
tür. Aminotransferaz düzeyindeki yükselmenin derecesi, hepatose­
rin ilerletilmesi ve kateterden kontrast madde verilerek ortak safra
lüler ve kolestatik hastalıkların ayırt edilmesinde de yardımcı ola­
kanalı ve pankreas kanalınının görüntülenmesidir. Ortak safra ka­
bilir. 8 kat ya da daha az yükselmeler her iki durumda da görülebi­
nalının kanülasyon başarısı, işlemcinin tecrübesi ile orantılı olup
lirken, 25 kat veya daha fazla yükselmeler öncelikli olarak hepato­
% 80-95 arasındadır, Tanısal yeteneklerinin yanış ıra tedavi edici gi­
selüler hastalıklarda görülür. Sirozu olan sarılıklı hastalarda serum
rişimlere de uygun bir işlemdir. Ortak safra kanalı taşlarının alın­
aminotrapsferazlan normal ya da hafifçe yükselmiş bulunur.
ması ve stent yerleştirilmesi gibi. ER C P’nin başarısız olması duru­
Hepatoselüler hastalığın varlığı belirlenmişse, klinisyenin baş­
munda transhepatik kolanjiyografi aynı bilgileri sağlayabilir. Man­
vuracağı uygun testler; hepatit A lgM antikoru, hepatit B yüzey an­
yetik rezonans kolanjiöpankreatografi (MRCP), hızla gelişmekte
tijeni, ve kor IgM antikoru,ve hepatit C viral RNA testleridir. Akut
olan non-invazif bir safra ve pankreatik kanalları görüntüleme tek­
hepatit C ’den kuşkulanıyorsa, serumda ölçülebilir düzeye ulaşması
niğidir ve tedavi edici girişim uygulanacağı düşünülmediğinde
haftalar sürdüğü için hepatit C viral RNA testine çok güvenilemez.
E R C P ’nin yerini alabilecek bir teşhis yöntemi olabilir.
Duruma göre hepatit D,E; Epstein-Barr ve şitomegalovirus’a
Belirgin intrahepatik kolestazı olan hastalarda tanı, sıklıkla per-
(CMV) yönelik testler endike olabilir. Serüloplazmin, Wilson has­
talığının başlangıç tarama testidir. Otoimmün hepatit testleri, anti- kütan karaciğer biyopsisi eşliğinde serolojik testlerle konulur. Ola­

nükleer antikor veya spesifik immünglobulin ölçümlerini içerir. sı intrahepatik kolestaz nedenlerinin listesi oldukça uzundur
İlaca bağlı hepatitler, öngörülebilen ya da öngörülemeyen ol­ (Tablo 45-3). Bir dizi hepatoselüler patemde hasar oluşturan etken,
mak üzere ikiye ayrılır. Öngörülebilen ilaca bağlı hepatitler doza kolestatik görünümde bir tabloya da neden olabilir. Hepatit B ve C,
bağımlıdır, belirli dozda ilaç alan tüm bireyler etkilenir. Klasik ör­ kolestatik hepatite (fıbrozan kolestatik hepatit) neden olabilir ve
nek asetaminofen hepatotoksisitesidir, Öngörülemeyen ya da idi- safra kanalı obstruksiyonuna benzeyen histopatolojik değişiklikle­
osenkratik ilaç reaksiyonları doz bağımlı değildir, ve popülasyonun re yol açabilir. Bu durum, organ nakli yapılmış hastalarda rapor
küçük bir bölümünde görülür. Çok sayıda ilaç idiosenkratik reaksi- edilmiştir. Hepatit A, alkolik hepatit, EBV ya da CMV infeksiyon-
lan, kolestatik karaciğer hastalığı şeklinde belirebilir.
İlaç bağımlı hepatitlerin bir bölümünde , intrahepatik kolestaz
Tüfoio 45-2 Sarılık Oluşturabilen Uepaioselüler Hastalıklar
da oluşur, ve ilgili ilacın kesilmesiyle patofizyolojik süreç sonlanır,
Viral hepatiüer ancak kolestazm kaybolması aylar geçmesini gerektirebilir. Anabo-
Hepatit A, B, C, D, ve E lik ve kontraseptif sterodler, kolestaza en sık yol açan ajanlardır.
Epstein-Barr virus
Chlorpromazine, imipramine, tolbutamide, sulindac, cimetidine, ve
Cytomegalovirus
Herpes simplex erythromycin estolate, kolestatik hepatit oluşturduğu bildirilmiş
Alcohol ajanlardır. Trimethoprim, sulfamethoxazole ve penisilin tabanlı an­
İlaç toksisitesi tibiyotik ( ampicUlin, dicloxacillin ve clavulinic acid) kullanan ki­
Öngörülebilir, doz bağımlı, örn.: acetaminophen şilerde de görülebilir. Nadiren ilacın erken bırakılmasına karşın
öngörülemez, idiosenkratik, örn: isoniazid
kronik kolestaz ve ilerleyici fibrozis oluşabilir. Kronik kolestaz,
Çevresel toksinler
Vinyl chloride
chlorpromazine ve prochlorperazine ile ilişkilendirilmektedir.
Jamaika çalı çayı-pirolizidine alkaloidleri P r im e r B iliy e r S iro z , ağırlıklı olarak orta yaş kadınlarda görü­
Yabansıl mantarlar-Amanita phalloides veya vema len bir hastalıktır, ve interlobüler safra kanallarındaki ilerleyici yı­
Wilson hastalığı kım sözkonusudur. Tanı, hastalanıl % 95’inde bulunan antimito-
Otoimmün hepatitler kondriyal antikorlar ile konur. P r im e r s k lero z a n k o la n jil (PSC), bü-
tim i i.>- > ‘ı . ı ı i i ı k u l u ş t t ı r u n K o l e s t a t i k H a s t a l ı k l a r 4:3 Sarılık 259

t. lımahep.nık
.V Viral hqiatitler bir dizi GIS kanseri) ile ilişkili olan paraneoplastik sendrom sayıla­
1. Fibrosan kolestatik hepatitleraehepatit B ve C bilir. Yoğun bakım ünitelerinde kolestaz gelişen hastalarda; sepsis,
2. Ilepalit A, Epstein-Barr virus, cytomegalovirus şok karaciğeri ve TPN sarılığı akla gelmelidir. Kemik iliği nakli
B. Alkolik hepatit
sonrası gelişen sarılıklarda venookluzif hastalık veya gTaft-versus-
C İlaç toksisitesi
1. Saf kolestazaeanabolik ve kontraseptif steroidler host hastalığı ilk akla gelecek durumlardır.
2 . Kolestatik hepatitschlorpromazine, erythromycin estolate E k s t r a h e p a t ik k o le s t a z nedenleri benign ve malign olmak üze­
3. Kronik kolestazschlorpromazine and prochlorperazine re ikiye ayrılabilir (Tablo 45-3) Malign nedenler arasında; pankre­
D. Primer bilier siroz as, safrakesesi, ampuller ve kolanjiyokarsinoma sayılabilir. Kolan-
E. Primer sklerozan kolanjit
jiyokarsinoma sıklıkla PSC ile karıştırılır, çünkü görünümü hemen
p. Kaybolan safra kanalı sendromu
1. Kronik karaciğer transplantasyon rejeksiyonu hemen PSC ile özdeş olduğu için tanısı oldukça zordur. Pankreas,
2. Sarkoidoz safra kesesi tümörleri ve kolanjiyokarsinoma nadiren rezektabldır,
3. İlaçlar ve prognozlan kötüdür. Ağrısız sarılık şeklinde ortaya çıkan ampul­
G. Kalıtsal ler karsinoma en yüksek cerrahi kür oranına sahiptir.Diğer kanser­
I. Benign tekrarlayım kolestaz
lere bağlı hiler lenfadenopati, safra yollarının ekstrahepatik obst-
H. Gebelik Kolestazı
I. Total parenteral beslenme rüksiyonuna neden olabilir.
J. Nonhepatobilier sepsis K o le d o k o lit iy a s is , en sık ekstrahepatik kolestaz nedenidir. Kli­
K. Benign postoperatif kolestaz nikte minimal enzim yüksekliklerine eşlik eden hafif sağ üst kad­
L. Paraneoplastic sendrom ran ağrısı ile görülebileceği gibi, sanlığın eşlik ettiği asendan ko­
M. Venookluzif hastalık
lanjit, sepsis, ve dolaşım yetmezliği şeklinde de görülebilir. Ekstra­
N. Graft-versus-host hastalığı
II. Ekstrahepatik hepatik safra yollarına sınırlı olan, klinik öneme sahip striktürlerle
A. Malign PSC oluşabilir. Seri endoskopik dilatasyonlarla, önemli striktüre
1. Kolangiokarsinoma sahip hastalar etkin olarak tedavi edilebilir. Kronik pankreatit,
2. Pancreas kanseri pankreas başından geçen distal ortak safra kanalında striktür oluşu­
3. Safra kesesi kanseri
muna neden olabilir. AIDS kolanjiyopati, safra kanalı epitelininin
4. Ampuller kanser
5. Porta hepatis lenf nodlannın malign tutulumu sıklıkla CMV veya kriptosporidium ile infekte olması sonucu geli­
B. Benign şir ve kolanjiyografık olarak PSC ’ye benzer. Bu hastalarda serum
1. Koledokolitiasis alkalen fosfotaz düzeyleri çok yüksektir, ortalama 8 0 0 IU/L, ancak
2. Primer sklerozan kolanjit bilirubin düzeyi hemen hemen normaldir. Bu hastalarda tipik ola­
3. Kronik pankreatit
rak sanlık görülmez.
4. AIDS kolanjiyopati
Ö Z E T Bu bölümün amacı, sanlık oluşturan tüm durumlarla il­
gili ansiklopedik gözden geçirme değildir. Klinisyene, sanlıklı bir
yük safra kanallarının fibrozisi ve yıkımı ile karakterizedir. Sadece hastayı akılcı bir şekilde değerlendirmenin yollan gösterilmek is­
intrahepatik safra yollarını tutarak kendini intrahepatik kolestaz tenmiştir (Şekil 45-1).
şeklinde gösterebilir. Ancak hastaların % 65’in de hem intrahepatik Kısaca özetlenmek gerekirse başlangıç adımı, uygun kan test­
hem de ekstrahepatik safra yollan tutulumu vardır. PSC tanısı leriyle izole serum bilirubin yüksekliği olup olmadığının belirlen­
ERCP yardımıyla konur. Patognomonik olan bulgu, proksimalinde mesidir. Yüksekse konjuge fraksiyonda mı unkonjuge fraksiyonda
dilatasyon olan bir çok striktüre sahip safra kanalcıklarıdır. Bu has­ mıdır bu belirlenmelidir. Başka karaciğer test anormallikleri eşlik
taların yaklaşık % 75’inde inflamatuar kalın barsak hastalığı da var­ ediyorsa hiperbilirubinemi, hepatoselüler mi kolestatik mi aynmı
dır. yapılmalıdır. Kolestatik ise intrahepatik midir ekstrahepatik mi bu
K a y b o la n s a f r a k a n a lı se n d r o m u ve erişkin safra kanalı azlığı, soru yanıtlanmalıdır. Bütün bu sorular, dikkatli bir öykü, fizik mu­
nadir görülen hastalıklardır ve karaciğer biyopsi örneklerinde azal­ ayene, laboratuar testleri, radyolojik görüntüleme ve işlemlerin
mış safra kanalcıkları ile karakterizedir. Histolojik tablo, primer bi- yardımı ile yanıtlanabilir.
liyer sirozdaki gibidir. Bu tablo, karaciğer naklindeki kronik rejek-
BİBLİOGRAFYA
siyonda, ve kemik iliği nakli sonrası graft-versus-host hastalığında
görülebilir. Kaybolan safra kanalı sendromu, sarkoidoz’da, klorp- BERG CL et al: Bilirubin metabolism and the pathophysiology of jaundice, in
romazin alan kişilerde ve idiyopatik olarak nadiren görülebilir. İnt­ Schijfs Diseases o f the Liver. 8th ed, ER Schiff et al (eds). Philadelphia,
Lippincott, 1999
rahepatik kolestazın, a ile v i in tr a h e p a tik k o le s t a t ik s e n d r o m la r l - I ll , BERK PD, NOYER C (eds): Bilirubin metabolism and the hereditary hyperbili­
gibi ailevi formları da vardır. Benign tekrarlayım kolestaz, otozo- rubinemias. Semin Liv Dis 14:321, 1994
mal resesif bir hastalık olup, muhtemelen safra asiti taşıyıcısı P ti­ BLANCKAERT N, FEVERY J: Physiology and pathophysiology of bilirubin
metabolism, in Hepatology: A Textbook o f Liver Disease, 3d ed, D Zakin,
pi ATPase genindeki mutasyondan kaynaklanmaktadır. Bu hastalık
TD Boyer (eds). Philadelphia, Saunders, 1997
tekrarlayım sarılık ve kaşıntı epizodları ile bilinir ve bu epizodlar FOX JJ et al: Treatment of the Crigler-Najjar syndrome type 1 with hepatocyte
kendiliğinden geçmesine karşın debilizan olabilir. Gebelik kolesta- transplantation. N Engl J Med 338:1422, 1998
zı, ikinci ve üçüncü trimestirde görülebilir ve doğum sonrasında PRATT DS, KAPLAN MM: Laboratory tests, in Schijfs Diseases of the Liver,
8th ed, ER Schiff et al (eds). Philadelphia, Lippincott, 1999
kaybolur. Nedeni bilinmemekle birlikte kalıtsal olduğu ve östrojen
TRAUNER M et al: Molecular pathogenesis of cholestasis. N Engl J Med
verilmesiyle kolestazın tetiklenebileceği düşünülmektedir. 339:1217, 1998
Diğer intrahepatik kolestaz nedenleri arasında, total parenteral WEISS JS et al: The clinical importance of a protein,bound fraction of serum bi­
lirubin in patients with hyperbilirubinemia. N Engl J Med 309:147, 1983
beslenme, nonhepatobiliyer sepsis, benign postoperatif kolestaz ve
ZIMMERMAN HJ: Hepatoxicity: The Adverse Effects of Drugs and Other
bir dizi malignansi (Hodgkin hastalığı, medüller tiroid kanseri, hi- Chemicals on the Liver, 2d ed. Philadelphia, Lippincott Williams & Wilkins,
pernefroma, renal sarkoma, T hücreli lenfoma, prostat kanseri ve 1999
260 il j {asU'li-;îır:n ,*na Bufj'ikıa ve Takdim Şekilleri likle hepatoselüler karsinoma ait sert sesler, ya da yüzeyel bir no-
dülün sürtünme sesi alınabilir, göbek deliği üzerinde venöz ses por­
tal hipertansiyon ile karaciğer etrafında artmış kollateral kan akımı­
4 6 ; RobertW .Glickman nın işareti olabilir. Hasta pozisyonuna bağlı olarak değişen sıvı dal­
gası peritoneal sıvı varlığının göstergesidir. Obez hastalarda az
] ABDOMINAL, ŞİŞLİK VE ASSİT miktarda sıvının varlığını göstermek zor olabilir, bazen bu sıvı has­
_____ Mustafa Aktekin taya diz-dirsek pozisyonu verdirilerek tespit edilebilir, az miktarda
sıvı genellikle kamın ultrason ile incelenmesi sonucu tespit edile­
bilir. Ultrason karında en az 100 mL’lik bir sıvıyı tespit edebilir.
ABDOMINAL ŞİŞLİK Abdominal şişlik ya da gerginlik kli­ Dikkatli bir perküsyon ile yaygın bir abdominal şişlik ile büyümüş
nikte sık karşılaşılan bir problem olarak sistemik ya da abdominal uterus, over kisti ya da genişlemiş mesane gibi lokalize şişliklerin
bir hastalığın ilk belirtisi olabilir. S ü b je k t if abdominal genişlemeler, ayırt edilmesi mümkündür. Perküsyonla ayrıca aşın küçük ya da
eğer fizik muayene ile artmış abdominal çevre ya da lokal şişlik büyük karaciğer de farkedilebilir. Normal karaciğer matitesinin
bulgulan yoksa, genellikle geçici ve çoğunlukla fonksiyonel bir kaybı masif hepatik nekroza bağlı olabildiği gibi, organ perforasyo-
gastrointestinal bozuklukla ilişkili olan doluluk ya da şişlik şeklin­ nu sonucu periton boşluğunda serbest hava varlığının da bulgusu
de bir his olarak tanımlanır. Kamın belirgin hale geldiği obezite ve olabilir.
lomber lordoz gibi durumlar, hasta hikayesi ve dikkatli bir fizik Masif assitte p a lp a t io n genellikle zor olup, sadece karaciğer ile
muayene ile periton boşluğunun hacmindeki gerçek artıştan kolay­ dalağın ballotman metodu ile palpasyonu mümkündür. Okült siro­
lıkla ayrılabilir. zun tek kanıtı olarak hafif büyümüş dalağa eşlik eden assit buluna-
Klinik Hikaye Kemer ya da giysi bedenlerindeki sürekli artış, büir. Portal hipertansiyon bulgulan varsa, yumuşak bir karaciğer
abdominal ya da inguinal fıtıklar ya da lokal şişlikler nedeni ile ab­ obstrüksiyonun ekstrahepatik olduğunu, katı bir karaciğer ise portal
dominal şişlik ilk olarak hastanın kendisi tarafından fark edilebilir. hipertansiyonun siroza bağlı olduğunu gösterir. Assit varlığında çok
Genellikle ciddi abdominal büyümeler haftalar ya da aylar içinde sert ve nodüler bir karaciğer tümör tarafından infiltre olmuş bir ka­
fark edilemez, çünkü ya hastada aynı zamanda obezite vardır, ya da raciğerin işaretidir. Bu durumda assit periton yayılımına bağlıdır.
assit herhangi bir ağrı ya da lokal şikayet oluşturmayacak derecede Sert bir periumbilikal nodül (Sister Mary Joseph nodülü) varlığı pel-
sinsi olarak gelişmiştir. İlerleyici abdominal gerginlik, böğür ve ka­ vik ya da gastrointestinal primer tümörden metastazın göstergesidir.
sıkta bir "çekme" ya da "gerilme" hissi ile bel bölgesinde belli be­ Pulsatil bir karaciğer ve assit triküspit yetmezliğinde bulunabilir.
lirsiz bir ağrıya eşlik edebilir. Lokalize ağrı genellikle bir abdomi­ Kitlenin solid ya da kistik, düzgün ya da irregüler olup olmadı­
nal organ (örneğin, bir pasif konjesyonlu karaciğer, büyümüş dalak ğı ve solunumla hareket edip etmediği tespit edilmelidir, Karaciğer,
ya da kolon tümörü) tutulununum sonucudur. Assitli sirozda ağn dalak ve safra kesesi adezyonlarla ya da bir tümörle sabit hale gel­
olağan değildir ancak varsa pankreatit, hepatoselüler karsinom ya medikçe solunumla hareketlidir. Solunumla hareket etmeyen fîkse
da peritonit akla gelmelidir. Gergin assit ya da abdominal tümörler bir kitle onun retroperitoneal olduğunu gösterir. Hassasiyet, Özel­
karın içi basıncını arttırarak hazımsızlık ve gastroözefageai reflü likle lokalize ise, abse gibi enflamatuar bir durumun belirtisi olabil­
kaynaklı göğüste yanmaya neden olur. Ayrıca diyaframın yüksel­ diği gibi, visseral peritonun ya da tümör nekrozuna bağlı gerilme­
mesi sonucu dispne, ortopne ve takipne görülür. Assit sıvısının nin göstergesi de olabilir, Rektal ve pelvik muayene zorunludur ve-
muhtemelen diyaframdaki lenfatik kanallar aracılığı ile sızması so­ daha önce tespit edilmemiş tümör ya da enfeksiyona bağlı kitleleri
nucu, daha çok sağ tarafta görülen plevral efüzyonun da bulunma­ ortay çıkarabilir.
sı solunum güçlüğünün artmasına yol açar. Yaygın abdominal şişli­ R a d y o lo jik y ö n t e m le r v e l a b o r a t u a r tetkikleri fizik muayene ile
ği olan hasta alkol alımı, sanlık ya da hematüri ve dışkılama alış-, elde edilmiş bulgulan desteklemek ve geliştirmek adına son derece
kanlıkları açısından sorgulanmalıdır. Böyle bir hikayenin olması gereklidir. Ayakta ve yatarak çekilen grafılerde intestinal obstrüksi­
durumunda okült siroz, peritonu da tutan kolon tümörü, konjestif yonun tipik bulgusu olan dilate olmuş ince barsak bölümlerinde sı­
kalp yetmezliği ya da neffozdan şüphelenilmesini gerekir. vı seviyelerinin tespiti ya da assitin belirtisi olan yaygın abdominal,
Fizik Muayene Dikkatli bir fizik muayene ile abdominal şişli­ bulanıklık ile psoas gölgesinin kaybı ortaya konabilir. Ultrasonog-
ğin etiolojisi hakkında ipuçlan elde edilebilir. Örneğin palmar eri­ rafi, assitin tespiti, kitle varlığının araştırılması ve karaciğer dalak
teni ve spider anjiom altta yatan bir siroza işaret ederken, suprakla- boyutlannın belirlenmesi açısından çok değerlidir. Bilgisayarlı to­
viküler adenopati (Virchow nodülü) gastrointestinal malignite şüp­ mografi (BT) de benzer bilgileri sağlar. BT retroperiton, pankreas
hesini uyandırır. ve lenf nodlannın görüntülenmesinde daha gereklidir. Düz grafiler-
Kamın in sp e k s iy o n u önemlidir. Kamın konturlannı inceleyerek le ülseratif kolite bağlı genişlemiş bir kolon tespit etmenin yanı sı­
lokal ya da genel şişlik ayrımı yapılabilir. Gergin olarak büyümüş ra karaciğer ve dalak boyutları konusunda da değerli bilgiler edini­
bir karnı, gerilmiş cilt, şişmiş böğür ve dışa dönmüş göbek deliği lebilir. Diaframın sağ tarafında yükselme ve düzensizlik karaciğer
assitin karakteristik özellikleridir. Göbek deliğinden uzaklaşan absesi ya da hepatoselüler karsinomun bir göstergesi olabilir. Gast­
tarzda akım yönüne sahip venöz damarların karın üzerinde belirgin rointestinal sistemin baryum ya da diğer kontrast maddelerle ince­
hale gelmesi sıklıkla portal hipertansiyon kaynaklıdır. Kamın alt lenmesi genellikle primer tümöre yönelik araştırmalarda gereklidir.
kısımlarından göbek deliğine doğru akım gösteren venöz kollate- ASİT Asitli bir hastanın değerlendirilmesinde esas amaç asitin
rallerin bulunması ise v. cava inferior’da tıkanmayı düşündürür. nedenini ortaya koymaktır. Çoğu vakada asit siroz, konjestif kalp
Buna karşılık yukarıdan göbek deliğine doğru olan akım v. cava su- yetmezliği, nefroz ya da dissemine karsinomatozis gibi iyi bilinen
perior’da tıkanıklığın göstergesidir, intestinal obstrüksiyon ya da bir hastalığın parçası olarak görünür. Bu gibi durumlarda hekim
gerginlikte karında "kubbeleşme" denilen, alttaki barsak bölümleri­ asitin altta yatan ana hastalığın bir parçası mı yoksa, tamamen fark­
nin oluşturduğu görülebilir kabanntılar bulunur. Soldan sağa doğru lı bir hastalık nedeni ile mi olduğunu iyi tespit etmelidir. Bu ayrım
peris taltizmin belirgin olduğu epigastrik bir kitle genellikle pilor asitin nedeni gayet açık gibi görünse bile yapılmalıdır. Örneğin
obstrüksiyonunun göstergesidir. Metastazlı bir karaciğer sağ üst kompanse siroz ve minimal asiti olan bir hastada sodyum kısıtla­
kadranda nefes almakla hareket eden nodüler bir kitle olarak göz­ ması ve diüretik tedaviye rağmen kontrol altına alınamayan asit ar­
lenebilir. tışı olduğunu düşünelim. Durumun kötüleşmesi progresif karaciğer
O skü ltasy on ile intestinal obstrüksiyona ya da aşın sıvı ve gaz hastalığının tipik görüntüsü olarak değerlendirilebilir. Ancak bu de-
içeren dilate bir organa ait sesler alınabilir. Büyümüş bir karaciğer kompanzasyon durumundan bir okült hepatoselüler karsinom, por­
üzerinde dikkatli oskültasyon ile bazen vasküler bir tümöre, özel­ tal ven trombozu, spontan bakteriyel peritonit ya da tüberküloz bi­
le sorumlu olabilir. Sirozu ve asiti olan hastada tüberküloz perito­ 46 Abdominal Şişlik ve Asit 261
nit ya da hepatoselüler karsinom tanısı koymaktaki düşük başarının
bir yansıması da, mevcut hastalığa bu tür durumların da eklenebi­ mL’de 250’den fazla beyaz küre görülmesi siroz için atipik bir du­
leceğinden daha az şüphelenmektir. Benzer şekilde, konjestif kalp rum olup tümör ya da enfeksiyon için araştırma yapılmasını gerek­
yetmezliği bulunan bir hastada peritona yayılmış dişsemine karsi­ tirir. Bu durum özellikle okült peritoneal enfeksiyonla birlikte be­
nom nedeni ile asit gelişebilir. yaz kürenin minimal (mL’de 300-500) artışının olduğu sirotik asit­
Diagnostik parasentez (50-100 mL) asitli hastada rutin değer­ lerin değerlendirilmesinde geçerlidir. Bu tür vakaların çoğunda
lendirmenin bir parçası olmalıdır. Asit sıvısı genel görünüm, prote­ Gram boyama negatif olmasına rağmen periton sıvısının kültürü
in içeriği, hücre sayısı ve differansiye hücre sayısı bakımından de­ mutlaka gereklidir. Asit sıvısından yatağın yanı başında kan kültü­
ğerlendirilmeli, Gram ve asit-fast boyamalar ile hücre kültürü ya­ rü hazırlanması bakteriyel enfeksiyon varlığında dramatik olarak
pılmalıdır. Sitolojik ve hücre-blok çalışmalar hiç şüphelenilmeyen artmış pozitif kültür insidansı ile sonuçlanır (%90’a karşılık %40
bir karsinomu ortaya çıkarabilir. Tablo 46-1 ’de çeşitli hastalıklar­ oranda pozitif konvansiyonel laboratuar kültürü); Peritonun doğru­
daki asit sıvısının bazı tipik özellikleri verilmiştir. Siroz gibi bazı dan gözlenmesi (laparoskopi) tümör, tüberküloz, ya da karaciğerin
hastalıklarda assit sıvısı transuda (25g/L’den daha az protein ve metastatik hastalıklarına ait peritoneal birikintileri ortaya koyabilir.
1.016’dan düşük dansite) özelliğinde iken, peritonit gibi diğer bazı Doğrudan görerek biyopsi alınması doğru tanının konulmasına yar­
hastalıklarda eksuda özelliğindedir. Çoğu yazar asiti tanımlamak dımcı olur.
için total protein içeriğinden çok serum- asit albumin gradient Şilöz asit torasik ya da intestinal lenf sıvısının varlığı nedeniy­
(SAG)'\ kullanmayı tercih ederler. Bu gradient portal basınçla doğ­ le bulanık, süt ya da krema gibi peritoneal sıvıya verilen addır.
rudan ilişkilidir. 1.1 g/dL’den daha büyük gradient (yüksek gradi­ Böyle bir sıvı mikroskopide Sudan boyası ile yağ parçalan ve kim­
ent) siroza bağlı komplike olmayan asit için karakteristiktir ve %95 yasal incelemede artmış trigliserit içerik sergiler. Opak, süte benzer
olasılıkla portal hipertansiyona bağlı olan ve olmayan asiti birbirin­ sıvının trigliserit konsantrasyonu genellikle >1000 mg/dL’dir. Lö-
den ayırt eder. 1.1 g/dL’den daha küçük (düşük gradient) ise asitin kosit ya da tümör hücresine bağlı bulanık sıvı şilöz sıvı ile kanştı-
%95 oranında portal hipertansiyona bağlı olmadığını ve diğer ne­ nlabilir (psödoşilöz). Bu durumda materyale alkalinizasyon ve eter
denlere (Tablo 46-1) yönelik araştırmanın zorunlu olduğunu göste­ ekstraksiyon uygulamak yardımcı olur. Alkali selüler proteinleri
rir. Çeşitli hastalıklardaki asit sıvısının özellikleri konusunda fark­ çözer ve bulanıklığı azaltır, ekstraksiyon ise bulanıklık yağa bağlı
lılıklar olmasına rağmen, sıvının bazı özellikleri belirli bir hastalı­ ise sıvıda berraklaşmaya neden olur. Şilöz asit sıklıkla travma, tü­
ğı düşünmek için yeterince tipiktir. Örneğin, 25g/L’nin üzerinde mör, tüberküloz, filariazis (Konu 221) ya da konjenital anomalile­
protein içeren kanlı bir asit sıvısı komplike olmayan siroz için sıra re bağlı lenfatik obstrüksiyonun bir sonucudur. Nefrotik sendrom-
dışı iken tüberküloz peritonit ya da neoplazma için geçerlidir. Po­ da da görülebilir.
zitif Gram boyama ve polimorfonükleer hücrelerin hakim olduğu Nadiren asit sıvısı müsinöz karakterde olabilir. Bu durumda
bulanık bir asit sıvısı bakteriyel peritoniti, eğer hücrelerin çoğunlu­ psödomiksoma peritonei (Konu 289) ya da nadiren, peritona yayıl­
ğu lenfosit ise tüberkülozu akla getirmelidir. Her asit sıvısının tam mış mide ile kolonun kolloid karsinomasım düşünmek gerekir.
incelemesi çok önemlidir özellikle bazen sadece tek bir anormal Bazen asit, görünüşte altta yatan belirgin bir hastalık olmasa bi­
bulgu olabilir. Örneğin tipik transuda özelliğindeki bir sıvıda le, izole bir bulgu gibi gelişebilir. Bu durumda asit sıvısının dikkat-

Tablo 46-1 Sarılık Oluşturan Kulestatik Hastalıklar

Hücre Sayımı

Serlnı-Aslt Kırmızı kan Beyaz kan


Mlııiınin hücreleri hücreleri
Hastalık Genel Görünüm Protein, g/dL yoğunluğu g/dL > 10.000/pl pL’de Diğer testler

Siroz Saman rengi ya da safra <25 (%95) > 1.1 %1 <250 (% 90);“bas Sitoloji, hücre blok,
boyalı km olarak mezo- peritoneal biopsi
telyal

Neoplazma Saman rengi, hem orajik, > 25 (%75) < 1.1 %20 > 1000 (% 50); de- Peritoneal biopsi,
müsinöz ya da şilöz ğişik hücre çeşit- hızlı asit basilleri
leri için boyama ve
kültür

Tüberküloz peritonit Berrak, bulanık, > 25 (%50) < 1.1 %7 > 1000 (%70); ge- Pozitif gram boya-
hemorajik, şilöz nellikle % 70 len- ma ve kültür
fositler

Piyojenik peritonit Bulanık ya da piirülan Pürülan ise, <25 < 1.1 Nadir Baskın olarak poli­
morfonükleer löko-
sitler

Konjestif kalp Saman rengi Değişken, 15-53 > 1.1 %10 <1000 (%90); genel­
yetmezliği likle mezotelyal,
mononükleer

Nefroz Saman rengi ya da şilöz <25 (%100) < 1.1 Nadir <250; mezotelyal Eğer şilöz ise eter
mononükleer ekstraksiyonu,
sudan boyama

Pankreatik asit Bulanık, hemorajik Değişken, < 1.1 Değişken kan Değişken Asidik sıvı ve se­
(pankreatit, psödokist) ya da şilöz sıklıkla >25 lekeli olabilir rumda artmış
anilaz
a Sıvıyı test etme ve hastalan seçme şartlan aynı olmadığı için parantez olarak değerlendirilmelidir, içindeki yiizdeler anormal bulgunun kesin insidansından çok büyüklük sırası
262 'i --I;l;.f,ı’:!<i;irın/.m.; BuUuian ve fakdim ■ Şekilleri ren graııülomata görülür. Tüberkülozda periton sıvısının kültür ve
biyopsisi 6 hafta gibi bir süreyi gerektirdiğinden, uygun boyamay­
li analizi incelemenin yönünü belirler. Yapılacak işlemler sıvının la elde edilen karakteristik histolojik görünüm antitüberküloz teda­
y ü k s e k g r a d ie n t (tra n s u d a ) ya da düşük gradient (eksuda) özelli­ vinin başlatılmasını sağlar. Benzer şekilde peritoneal tutulum tanı­
ğinde olup olmadığının tespiti ile başlar. Yüksek gradient (transu­ sı genellikle periton sıvısının sitolojik analizi ya da sitoloji negatif
da) özelliğinde etiolojisi belirsiz asit sıklıkla okült siroz, hepatik si- ise periton biyopsisi ile konur. Uygun tamsal çalışmalar daha son­
nuzoidal basınç ya da ııefroz ve protein kaybettiren enteropati gibi ra primer tümörün kökenine ve cinsine yönelik olarak yürütülür.
hipoalbuminemik durumlara bağlıdır. Karaciğer fonksiyonlarının Pankreatik asit (Tablo 4 6 -1 ) daima pankreatik sıvının pankreasın
iyi korunduğu (normal albumin) sirozda asit gelişimi daima ciddi duktal sisteminden ekstravazasyonu, en sık olarak da bir psödokist-
portal hipertansiyon (Konu 298) durumunda gözlenir. Değerlendir­ ten sızma, sonucu gelişir. Ultrason ya da BT incelemeleri takiben
me karaciğer fonksiyon testleri, karaciğer-dalak scanning, nodüler pankreas kanalının direk kanülasyonu [endoskopik retrograd ko-
değişiklikleri tespit edebilmek için karaciğer görüntüleme yöntem­ lanjiopankreatografı (ERCP)] ile kanalın görüntülenmesi genellik­
leri (örneğin, BT ya da ultrason) ya da portal hipertansiyonu düşün­ le sızıntının yerini ortaya çıkarır ve cerrahi uygulamalara imkan
dürecek izotopun kolloid değişimini içermelidir. Bazen portal hi­ sağlar.
pertansiyonu tespit etmede hepatik venöz wedge basınç faydalı ola­ Asit oluşumuna yol açan fizyolojik ve metabolik etkenlerin
bilir. Son olarak, eğer klinik endikasyon varsa, karaciğer biyopsisi analizi (detaylar için Konu 298), asit sıvısının özelliklerinin değer­
siroz tanısını ve belki de etiolojik nedenini ortaya koyacaktır. Diğer lendirmesi ile birlikte daima asit etiolojisini ortaya çıkarır ve uygun
etiolojik nedenler hepatik venöz konjesyon ve dolayısıyla asit ile tedavinin yapılmasını sağlar.
sonlanabilir. Sağ taraftaki kalp kapakçıklarının hastalığı ve özellik­
le konstrüktif perikardit şüpheleri arttırır ve daha kesin bir tanı için BİBLİO G R A FYA
kardiyak görüntüleme yöntemleri ve kardiyak kateterizasyon gere­ LIPSK Y M S, STERNBACH M R: Evaluation and initial management of patients
kebilir. Hepatik ven trombozunda hepatik venler görüntüleme tek­ with ascites. Am Fam Physician 54:1327, 1996
nikleri (Doppler ultrason, anjiografi, BT, MRG) aracılığı ile görün­ MCHUTCHISON JG : Differential diagnosis of ascites. Semin Liver Dis 17:191,
1997
tülenerek obliterasyon, tromboz ya da tümör tarafından oluşturul­
PARSONS SL et at: Malignant ascites. B r J Surg 83:6, 1996
muş obstrüksiyon ortaya çıkarabilir. Nadiren, transuda niteliğinde­ PINTO PC et al: Large volume paracentesis in nonedematous patients with ten­
ki asit överin benign tümörü, özellikle de asit ve hidrotorakslı fib­ se ascites: Its effect on intravascular volume. Hepatology 8:207, 1988
roma (Meigs sendromu) ile birlikte görülebilir. RECTOR WG JR , REYNOLDS T B : Superiority o f the serum: ascites albumin
difference over the ascites total protein concentration in separation of "tran-
Düşük g r a d ie n t (e k s u d a ) a s it başta enfeksiyon ve tümör olmak
sudative” and "exudative” ascites. Am J Med 77:83, 1988
üzere primer peritoneal durumlara yönelik incelemeleri başlatmalı­ RUNYON BA: Management o f adult patients with ascites caused by cirrhosis.
dır. Asit sıvısının rutin bakteriyolojik kültürü genellikle enfeksiyöz Hepatology 27:264, 1998
peritonite yol açan organizmayı ortaya çıkarır. Tüberküloz peritonit RUNYON B A et al: The serum-ascites albumin gradient in the differential diag­
(Tablo 46-1) tanısı en iyi perkütan ya da laparoskopik periton bi­ nosis of ascites. Ann Intern Med 117:215, 1992

yopsisi ile konur. Histolojik incelemede daima asit-fast basiller içe­

Kısım 7
BÖBREK VE İDRAR YOLLARI FONKSİYONLARINDAKİ DEĞİŞİKLİKLER

rolit anormallikleri,veya (7) bazı sendromlarda, ateş/ağn. Bu bul­


B ra d ley M . D en k er, B a r r y M . B r e n n e r guların birleşimi majör nefrolojik sendromlardan (Tablo 47-1) biri­
nin tanımlanmasına izin verir ve ayırıcı tanıların daraltılmasını,
AZOTEMİ VE İDRAR doğru tamsal değerlendirme ve tedavi yönteminin belirlenmesini
ANORMALLİKLERİ sağlar. Bu sendromların her biri sonraki konularda daha ayrıntılı
— - E jder K üçükaltun, Y ah ya S ağlık er olarak tartışılmıştır.Bu konu aşağıdaki durumların ayrımında kritik
öneme sahip böbrek anormalliklerinin bazı yönlerine odaklanacak­
tır: (1) azotemiye öncülük eden GFR azalması, (2) idrar çökeltisi
Vücut dengesi ağırlıklı olarak normal böbrek fonksiyonlarını oluş­ ve/veya protein atılımı ile ilgili değişiklikler ve (3) idrar hacim
turan hücresel işlemler aracılığıyla sağlanır. Bu fonksiyonlardan anormallikleri
herhangi birinin bozulması hayata zarar verebilecek birtakım anor­
malliklere öncülük edebilir. Bu hastalıkların klinik bulgulan böb­
rek hasarının patofîzyolojisine bağlıdır ve çoğu zaman özel send- AZOTEMİ
romlarııı tanınmasına izin veren bir semptomlar kompleksi,anormal
fizik bulguları ve laboratuar bulguları olarak tanımlanır. Bu böbrek G L O M E R Ü L E R FİLT R A S Y O N HIZININ D E Ğ E R L E N D İ­
sendromları (Tablo 47-ld e özetlenmiştir) sistemik bir hastalık so­ R İL M E S İ GFR takibi hem hastanede hem de ayakta izlenen has­
nucu veya birincil böbrek hastalığı olarak ortaya çıkabilir.Böbrek taların takibinde önemlidir, ve birçok farklı yöntemi vardır (aşağı­
ile ilgili sendromlar genellikle altta yatan patolojik süreci ve hasta­ da tartışılıyor). Birçok akut klinik durumda GFR değeri doğrudan
lığın süresini yansıtan birçok unsurdan oluşur ve tipik olarak aşağı­ ölçülemez,ve idrar ile atılan ilaçların uygun dozlarını belirlemek
daki özelliklerden bir yada daha fazlasını içerir: (1) idrar hacim de­ için serum kreatinin düzeyini GFR hesaplamasında kullanmak ge­
ğişiklikleri (oligüri, anüri, poliüri); (2) idrar çökeltisi anormallikle­ rekir. Serum kreatinin düzeyi GFR için en yaygm kullanılan belir­
ri (kırmızı kan hücreleri(RBC);beyaz kan hücreleri,silendirler,ve teçtir ve idrar kreatinin atılımının serum kreatinin düzeyine oranı
kristaller); (3) serum proteinlerinin anormal atılımı(proteinüri); (4) ile doğrudan ilişkilidir (İkr/Pkr). Bu ilişkiye ve bazı önemli durum­
glomerüler filtrasyon hızında azalma (GFR) (azotemi); (5) hiper­ lara (aşağıda tartışılıyor) bağlı olarak, GFR, Pkr artışıyla orantılı
tansiyon varlığı ve/veya artmış total vücut hacmi(ödem);(6) elekt­ olarak azalır. İlaç dozlarının ayarlanması sırasında GFR deki azal-
i .(Mu i / t .N i'irolojidfhi M ajö r Stn >i r'tiiî'i farm T an ın m asın d aki Tem ci K lin ik ve EahuruUrar V erileri

T anıda önem li Sık görülen Send rom a yol açan hastalık


Semt ro m lar ipuçları bulgular ların tartışıldığı yerler

A kul y;ı da lıızlı Anüri Hipertansiyon, hematüri Konu. 269, 2 7 4 ,2 7 7 ,2 8 1


İlerleyici böbrek Oligüri Proteinüri, piyüri
Velıııezliği G F R ’de tespit edilen yeni düşüş Silendirler, ödem
Akul nefrit Hematüri, azotemi erilrosit silendirleri Proteinüri, piyüri Konu 273, 274, 275
oligüri, ödem, hipertansiyon Dolaşım tıkanıklığı
Kmnik böbrek yelmezliği Azotemi >3 hf Hematüri, proteinüri Konu. 268, 270
Uzamış üremi semptom ve bulguları Silendirler, oligüri
Renal osteodistrofı semptom ve bulguları Ödem, hipertansiyon
Her iki böbrek boyutunda azalma idrar Elektrolit bozukluktan
çökeltisinde geniş silendirler
Nefrotik sendrom Proteinüri: 2 4 saatte 1.73 m2’ye > 3.5 gr Silendirler Konu. 2 74
Hipoalbüıninemi Ödem
Hiperlipidemi
Lipidüri
Asemptomatik idrar anormallikleri Hematüri Konu. 2 74
Proteinüri (nefrotik sınırın altında)
Steri piyüri, silendirler
İdrar yolu enfeksiyonu Bakteriüri > 1 0 5 koloni/mililitre Hematüri Konu. 2 80
İdrarda tespit edilen diğer infeksiyöz ajanlar Ilımlı azotemi
Piyüri, lökosit silendirleri Ilımlı proteinüri
İdrara sıkışm a, sık idrara çıkm a, mesane Ateş
hassasiyeti böğür ağrısı
Böbrek lübiil hasarı Elektrolit bozukluktan Hematüri Konu. 276, 277
Poliüri, noktüri ‘T übüler” proteinüri
Renal osteodistrofı semptom ve bulgulan İdrar kaçırma
Büyük böbrekler
Böbrek transport hatası
Hipertansiyon Sistolik/diyastolik Proteinüri Konu. 35, 246, 278
Hipertansiyon Silendirler
Azotemi
Böbrek taşı Taş düşürme öyküsü Hematüri Konu. 279
X -ışını ile taş görülme öyküsü Piyüri
Böbrek ağrısı Sık idrara çıkm a, idrara sıkışm a
İdrar yolu tıkanıklığı Azotemi, oligüri, anüri Hematüri Konu. 281
Poliüri, noktüri, idrar yapamama, Piyüri
İdrar akımında yavaşlama, büyümüş prostat İdrar kaçırma
Büyümüş böbrekler, böğür hassasiyeti,
İşem e sonrası mesanenin dolu olması

ma hesaplanırken hata yapılırsa ilaç toksisitesine bağlı önemli mor- ile akut olarak yükselebilir. Kreatinin proksimal tübülden organik
bidite ve mortaliteye yol açılır (ör.digoksin, aminoglikozitler). bir yolla salgılanabilir. Kreatinin klerensine bakılamayan bir çok
Ayakta tedavi edilen hastaların takibinde, seri GFR ölçümleri kro­ klinik durum vardır,ve ilaç dozlarının ayarlanmasında serum kre­
nik böbrek yetersizliğinin ilerlemesinin takibinde yardımcıdır, fa­ atinin düzeyine bakılarak karar verilmelidir. Erkeklerde kreatinin
kat yine de, serum kreatinin değeri GFR yerine sıklıkla kullanılır klerensinin doğru olarak hesaplanmasına izin veren ve yaşa bağlı
(daha az doğru olmasına rağmen, aşağıya bakınız). Kronik ilerleyi­ GFR azalması,vücut ağırlığı ve cinsiyetin hesaba katıldığı bir for­
ci böbrek yetersizliği olan hastalarda 1/Pkr ve zaman arasında yak­ mül Cockroft-Gault tarafından bulunmuştur;
laşık olarak doğrusal bir ilişki vardır. Bir hasta için bu doğrunun
eğimi sabit olmalıdır ve bu doğru üzerine düşmeyen değerler elde Kreatinin Klerens ( ml/min)
edildiği zaman, akut gelişen olaylar araştırılmalıdır (ör, hacim kay­ (140- yaş) x yağsız vücut ağırlığı (kg)
bı, ilaç reaksiyonu). Şu durum vurgulanmalıdır ki üremi semptom
plazma kreatinin ( mg/ dL) x 72
ve bulgulan hastaya (kilo, yaş, cinsiyet), altta yatan böbrek hastalı­
ğına, eşlik eden hastalıklara ve gerçek GFR değerine bağlı olarak
Bu değer kadınlarda 0.85 ile çarpılmalıdır,çünkü vücutlarının daha
anlamlı derecede farklı serum kreatinin değerlerinde ortaya çıkabi­
küçük bir kısmı kaslardan oluşur.Kronik hastalığa bağlı yavaş kas
lir. Genel olarak, hastalarda semptomatik üremi renal yetersizlik
kaybı,glukokortikoidlerin kronik kullanımı,yada malnütrisyon
çok ağır olmadığı sürece (GFR < 15 ml/dk) ortaya çıkmaz ve bazı
G FR ’deki önemli değişiklikleri maskelerken,serum kreatinin düze­
hastalarda GFR < 5ml/dk olmadığı sürece görülmez.
yinde küçük veya fark edilmez değişikliğe neden olur.Daha doğru
GFR azalması serum üre azotu ve kreatinin gibi azotlu atık
GFR değeri hesaplamak için inülin klerensi veya I 125 iyotalamat ve
ürünlerin (azotemi) birikimine öncülük eder. Azotemi azalmış böb­
EDTA gibi radyoniiklit-işaretlenmiş belirteçler vardır. Bu yöntem­
rek perfüzyoııu, intrinsik böbrek hastalığı, yada post-renal durum­
ler, böbreklerden geri emilim/salgılama olmadığı ve kesin rakam
lar (üreter tıkanıklığı; aşağıya bakınız ve Şekil 47-1) sonucu ortaya
elde edildiği için, yüksek doğruluk oranına sahiptir ve kreatinin dü­
çıkar. GFR nin tam olarak belirlenmesi sorundur, çünkü sıklıkla
zeyinin güvenilir olmadığı hastaların GFR takibinde kullanılmalı-
kullanılan belirteçlerin (üre ve kreatinin) temizlenme belirteci ola­
dır(yaşa bağlı azalmış kas kütlesi olan hastalar,malnütrisyon,eşlik
rak doğruluklarını etkileyen karakteristik özellikleri vardır, Üre
eden hastalık).
klerensi, tübüler üre reabsorbsiyonu nedeniyle genellikle tahmini
GFR değerinin altındadır ve diğer tekniklerle ölçülen GFR değerin­
den hemen hemen 1,5 kat daha azdır. Hastaya 'yaklaşım
------------------------------------------------------------- — -----------------------------------------------------

Kreatinin küçük,serbestçe filtre edilebilen günden güne değişi­


mi az olan bir çözeltidir, (kreatin’in kas metabolizmasından türev- Bir kez G FR’nin azaldığı tespit edildi mi, hekim bunun akut veya
leııir).Bununla beraber.serum kreatinin, diyetle pişmiş et alınması kronik böbrek yetmezliği olduğuna karar vermelidir. Klinik durum,
renal vazokonstriksiyon[ağır kalp
yetmezliği, hepatorenal sendrom,
ilaçlar (non steroid antiinflamatu-
ar ilaçlar (NSAİİ)]. Gerçek yada
‘etkili’ hipovolemi ortalama ar-
teryel basınçta düşmeye neden
olur,sırayla sempatik sinirlerin
aktivasyonunu da içeren nöral ve
humoral cevabı ve renin-anjiyo-
tensin-aldosteron sistemini tetik­
ler ve ADH salımmına yol açar.
GFR prostoglandin aracılı affe­
rent arteriol genişlemesi ve anji-
yotensin II-aracılı efferent arteri­
ol daralması ile sağlanır. Bir kez
ortalama arteryel basınç 80
mmHg altına düşünce, G FR’de
hızlı bir düşüş meydana gelir.
NSAİİ şiddetli vazokonstrik-
siyon ile sonuçlanan prostoglan­
din blokajma yol açar ve bu şart­
lar altında akut böbrek yetmezliği
oluşabilir. Anjiyotensin-dönüştü-
rücü enzim (A CE) inhibitörleri
efferent arteriyol basıncı ve glo-
meruler kapiller perfüzyon basın­
cını azaltabilir. NSAİİ ve/veya
A C E inhibitörleri alan hastalar
herhangi bir nedenle kan hacmi
azaldığında hemodinamik aracılı
akut böbrek yetersizliğine en du­
yarlı hastalardır. Renal arter dar­
lığı olan hastalar glomeruler filt-
rasyon basıncını sağlamak için
efferent arteriyoler vazokonst-
Ş E K İL 47 -1 A zotem ili ha stay a yaklaşım . (W B C , b e y a z kan hücresi; R B C , kırm ızı kan hücresi; G B M , glo- rüksiyona bağımlıdır ve A CE in­
m erül b a zal m em branı). hibitörleri verildiğinde GFR de
hızlı bir düşüşe yatkındırlar.
Uzamış böbrek hipoperfüz-
öykü, laboratuar verileri çoğunlukla bu ayrımı kolaylaştırır. Fakat,
yonu akut tübüler nekroza öncülük edebilir (ATN; aşağıda tartışı­
kronik böbrek yetmezliğinin karakteristik laboratuar anormallikle­
lan böbrek kökenli bir hastalık). İdrar analizi ve idrar elektrolitleri
ri olan anemi, hipokalsemi ve hiperfosfatemi, akut böbrek yetmez-
prerenal azotemiyi ATN’den ayırmada yardımcı olabilir (Tablo 47-
likli hastalarda da sıklıkla karşımıza çıkar. Renal osteodistrofınin
2). Prerenal azotemili hastaların idrarı norepinefrin, anjiyotensin II,
radyolojik kanıtları (Konu 270) sadece kronik böbrek yetmezliğin­
ADH mn situmule edici hareketlerinden etkilenebilir, idrardan su
de ancak geç dönemde ve genellikle diyalize giren hastalarda görü­
ve tuz reabzorbsiyonuna bağlı düşük tübüler sıvı akımı meydana
lür. İdrar analizi ve böbrek ultrasoundu akut ve kronik böbrek yet­
gelir. Prerenal durumlarda tübüller sağlamdır ve konsantre idrar
mezliğini ayırmada bazen yardımcı olabilir. Azotemili hastaların
(>500 mosm), aşırı Na tutulumu (idrar Na konsantrasyonu<20
değerlendirilmesine yönelik bir yaklaşım Şekil 4 7 -1 ’de gösteril­
mM/L; fraksiyone Na atılımı <% 1), İKr/PKr > 40 (tablo 47-2). Pre­
miştir. İlerlemiş kronik böbrek yetersizliği olan hastalarda çoğu za­
renal idrar çökeltisi genellikle normaldir veya nadiren hiyalin ve
man biraz proteinüri, nonkonsantre idrar (izostenüri), ultrasoundda
granüler silendirler içerebilir, ATN deki çökelti ise çoğunlukla hüc­
artmış ekojenite ve kortikal incelme ile karakterize küçük böbrek­
resel döküntü ve çamursu kahverengi granüler silendirlerle dolu­
ler görülür. Tedavi, tartışıldığı gibi, böbrek hastalığının ilerleyişi­
dur.
ni yavaşlatmaya ve ödem, asidoz, anemi ve hiperfosfatemi semp­
İntrinsik Böbrek Hastalığı Böbrek yetmezliği nedenlerinden
tomlarında iyileşme sağlamaya yönelik olmalıdır. Akut böbrek yet­
prerenal ve postrenal azotemi ekarte edildiği zaman intrinsik paran-
mezliği (Konu 269) böbreğin kan akımını etkileyen durumlar (pre-
kimal böbrek hastalığı düşünülmelidir. İntrinsik böbrek hastalığı
renal azotemi), böbreğin intrinsik hastalıkları (damar, glomerül ve­
büyük böbrek damarlarını, mikrovasküler yapıyı ve glomerülü, ya­
ya tübülleri etkileyen), yada postrenal durumlar (üreter, mesane ve­ da tübülointersitisyumu etkileyen durumlarda ortaya çıkabilir. İs-
ya üretrada idrar akımına direnç) (Konu 281) sonucu oluşabilir. kemik ve toksik ATN akut intrinsik böbrek yetmezliğinin % 90’ını
Prerenal Yetmezlik Azalmış böbrek perfüzyonu akut böbrek oluşturur. Şekil 4 7 -1 ’de gösterildiği gibi, klinik bulgular ve idrar
yetmezliğinin % 40 ile 8 0 ’ini oluşturur ve doğru tedavi edilirse, ko­ analizi akut intrinsik böbrek yetmezliğinin muhtemel etiolojilerini
layca geri döner. Prerenal azotemi etiyolojisi dolaşımdaki kan hac­ ayırmada yardımcı olabilir. Prerenal azotemi ve ATN renal hipoper-
mini azaltan hacim kaybı(gastrointestinal kanama, yanık, ishal, di- füzyon spektrumun birer parçalarıdır; ATN de yapısal tübül hasarı­
üretikler), hacim sekestrasyonu (pankreatit, peritonit, rabdomiyo- nın kanıtlan varken, prerenal azotemide ise renal perfüzyon yeni­
liz) veya dolaşan etkin hacmin azalması (kardiyojenik şok, sepsis) den sağlandıktan sonra tamamiyle geriye dönüş meydana gelir.
gibi herhangi bir durumu içerebilir. Böbrek perfüzyonu kardiyak Böylece, ATN idrar analizi ve idrar elektrolit bileşimi ile prerenal
outputu azaltan periferal vazodilatasyon (sepsis, ilaçlar) yada ağır azotemiden çoğunlukla ayrılabilir (Tablo 47 -2 ve şekil 47-1). İske-
."ablo 4 7 - 2 A k u t B ö b r e k Y e l e r s i z l i ğ i n d e L a b o r a t u a r B u l g u l a r ı 47 Azotemi ve İdrar Anormallikleri 265
İndeks Prerenal O ligürik Akut
Azotemi Böbrek yetmezliği silendirlerinin bulunması erken böbrek biyopsisi için bir endikasr
yondıır (Şekil 47-1) çünkü patoloji sonucu tam, prognoz, ve teda­
BUN/PKr Oranı >20:1 10-15.T vide önemlidir. RBC silendirleri olmadan hematüri glomerüler has­
tdrar sodyum (İ n ,), meq/L <20 >40
talığın göstergesi olabilir ve bu değerlendirme Şekil 4 7 -2 ’de özeri
İdrar osmolaritesi, mosmol/L H jO >500 <350
Fraksiyone sodyum anlımı < 1% >2% Ienmiştir. - / C d o m e r u lo n e f r i t ve m ik r o v a s k û le r y a p ın ın h a s t a lık ­
t N a X P ^ X lO O : la r ı K o n u 2 7 4 ’te d e ta y lı o l a r a k tartışılm ıştır. " \
FENa = Postrenal Azotemi İdrar yolu tıkanıklığı akut böbrek yetmek­
PNaX tlÜ-t
Idrar/plazma kreatinin UKı^Kr) >40 <20 liğinin % 5 inden daha azma neden olur, fakat genellikle geri dö­
nüşlüdür ve değerlendirme ve erken tanı önemlidir (Şekı 1 47-1),
NOT: BUN, Kan tire azotu: P ^ , plazma kıtalinin; tNa, idrar sodyum konsantrasyonu;
PNs, plazma sodyum konsantrasyonu; Igp idrar kreatimn konsantrasyonu, Tek bir böbrek yeterli temizleme yeteneğine sahip olduğundan, tı­
kanıklığa bağlı akut böbrek yetmezliği oluşması için üretra veya
mik ATN en sık ağır cerrahi, travma, ağır hipovolemi, ilerlemiş
mesane çıkışında tıkanıklık, iki taraflı üreteral tıkanıklık veya tek
sepsiş, veya geniş yanıklı hastalarda gözlenir. Nefrotoksik ATN,
fonksiyon gören böbreği olan hastalarda tek taraftı tıkanıklık ge­
genellikle intrarenal vazokonstriksiyoıl, direk tübtii toksisitesl,
reklidir. Tıkanıklık tanısı genellikle böbrek ulfrasoundunda üreteral
ve/veya tiibüler tıkanıklığa neden olarak ilaçla tedavi yönetimlerim
dilatasyon varlığında konulur. Bununla beraber tıkanıklığın erken
ni güçleştirir. Böbrek zengin kanlanması (kardiyak outputun
döneminde veya üreterlerin dilate olamadığı durumlarda (pelvik
%25 ’i) ve toksinleri metabolize ve konsantre edebilme yeteneği ne-'
tümör ile çevrili olduğu durumlar), ultrasound negatif olabilir, - f
deniyle toksik hasara duyarlıdır. Hipotansiyon ve nefrotoksinlerle,
T ık a n ık lığ a n e d e n o la n ö z e l ü r o l o ji k d u r u m la r K o n u 2 S l . d e t a r ­
ilgili özenli bir çalışma yapılırsa ATN’nin kesin etiyolojisi genel-;
tışılm ıştır.
likle ortaya çıkarılabilir, Nefrotoksinlerin kesilmesi ve kan basm a
Oligüri ve A nüri Otigüri 24 saatlik idrar çıkışının < 500 m ü
stabilizasyonu diyalize gereksinim duyulmadan tübüllerin iyileş­
olması, anüri hiç idrar olmamasıdır. Anüri tam idrar yolu tıkanık­
mesi için yeterli olacaktır. - 4 d e r o l o y n ü y a n p o t a n s i y e l i la ç ve t o k ­
lığı, böbrek arter veya veninin tam tıkanıklığı ve şok (ağır hipotan­
s in le r in g e n iş b ir lis tesi K o n u 2 6 9 .d a b u lu n a b ilir :
siyon ve renal vazokonstrüksiyon) durumlarında meydana gelebir
Tübül ve intersitisyumu etkileyen olaylar akut renal yetmezli­
lir, Kortikal nekroz, ATN ve hızlı ilerleyici glomerulonefrit bazen
ğe öncülük edebilir. Bunlar ilaç aracılı intersitisyel nefrit (özellikle
antibiyotikler, NSAİİ ve diüretikler), ağır enfeksiyonlar (bakteriyal anüriye neden olabilir. Oligüri akut böbrek yetmezliğinin herlıangj

ve viral), yada infiltratif olaylar (ö r. sartoidos, lenfoma, lösemi). bir nedenine eşlik edebilir ve prerenal azotemi dışında böbrek iyi4

Allerjik intersitisyel nefrit ile ilişkili ilaçların bir listesi Konu 277 leşmesi açısından prognozu daha ağırdır, Nonoligüri akutve kronik

de bulunabilir, tdrar analizi genellikle hafif veya ılımlı proteinini, azotemili hastalarda 500mL/gün ün üzerinde idrar çıkışıdır. Nona-
hematüri, vepiyüri (vakaların yaklaşık % 75 T) ve nadiren lökösit
silendirlerini gösterir. İntersitisyel nefritte eritrosit silendirlerin gö­
rüldüğü rapor edilmiştir ancak glömerü&r hastalığa yönelik ciddi HEMATÜRİ
bir araştırma yapılmalıdır. Bu olasılıkları ayırt edebilmek için ba­
zen böbrek biyopsisine gerek duyulabilir. İdrarda eoziriofil bulun­ Proteinüri (>500 mg/245),
ması allerjik intersitisyel nefriti düşündürür ve en iyi Hanzel boya­ Şekilsiz RBC'ier ya da RBc silendirleri
sı kullanılarak görülebilir. Eosinofili yokluğu, yinede, akut intersi­ V ' " ‘ ■'
tisyel nefrit olasılığını ekarte etmez. i
Piyüri, WBC & ■
idrar kültürü, Serolojik ve hemato­
Arter ve veıılcri içeren geniş böbrek damarlarının tıkanıklığı silendirleri t f f f idrarda eozinofiiier
lojik değerlendirme:
akut böbrek yetmezliğinin sık görülmeyen bir nedenidir, Bu meka­ kan kültürü, anti-
nizma ile GFR deki önemli düşüş iki taraflı olayları veya tek fonk­ ” • i t » GBM antikoru, AN­
CA, kompleman dü­
siyon gören böbrekli hastadaki tek taraflı olayları akla getirir. R e­ Hemoglobin elektroforezi
zeyleri, kryogiobuiln-
nal arterler ateroemboli, tromboemboli, in situ tromboz, aort dis- idrar sltolojisi
ler, hepatlt B ve C
Aile bireylerinin idrar analizleri
seksiyonu veya vaskülit ile tıkanabilir. Ateroembolik böbrek yet­ seroiojlieri VDRL,
24 saatlik idrarda kalsiyum/ürik asit
mezliği kendiliğinden ortaya çıkabilir ancak en sık yeni yapılmış HIV.ASLO
aortik ensüümantasyon ile ilişkilidir. Emboli kolesterolden zengin­ 3
dir ve orta ve küçük böbrek arterlerine yerleşerek eozinofilden zen­ © Belirtildiği gibi: retrograd
IVP+/-böbrek VSG Böbrek biyopsisi
gin inflamatuar reaksiyona öncülük eder. Ateroembolik böbrek yeri piyetografl yada arteri­
ogram veya kist as*
mezliğinde idrar analizi çoğunlukla normaldir ancak eozinofil ve plrasyonu ____________
silendir içerebilir. Tanı böbrek biyopsisiyle kesinleştirilebilir, ancak
ateroembolinin diğer bulguları varlığında genellikle gereksizdir (lir 9 f:
m Biyopsi ve
vedo retikülaris, distal periferal infarkt, eozinofili). Renal arter Sistoskopi -S i
değerlendirme
trombozu ılımlı proteinüri ve hematüriye yol açarken, renal ven
trombozu tipik olarak ağır proteinüri ve hematüriye neden olur, ... 3 .
Böbrek BT görün- Açık böbrek
-•B u v a s k iü e r o la y l a r k e s in B u u iç in s ı k lı k la a n jiy o g r a fi g e r e k t i*
tüleme biyopsisi
/ i r ve K o n u 2'78’d e tartışû m ısü r.
Glomerul (glomerulonefrit veya vaskülit) ve böbrek mikrovas-
Periyodik idrar
küler yapısııu (hemolitik iiremik sendrom, trombotik trombositope- analiz takibi
nik purpura, veya malin hipertansiyon) etkileyen hastalıklar glome-
ruler hasarı değişik kombinasyonlarıyla karşımıza çıkarlar; prote­
ŞEKİL 47-2 Hematürili hastaya yaklaşım.(RBC, alyuvar; WBC, akyu­
inüri, hematüri, azalmış GFR, hipertansiyona yol açan Na atılımın-
var; GBM, glomerular bazal membran; ANCA, antinötrofil sitoplasmik
daki değişiklikler, ödem ve dolaşım konjesyonu (akut nefritik send­ antikor; VDRL, veneryal hastalık araştırma laboratuan; ASLO, antist-
rom). Bu bulgular birincil böbrek hastalığı veya sistemik hastalık­ reptolizin O; İA, idrar analizi; İVP, intravenöz piyelografi; BT, bil­
ların böbrek tutulumu şeklinde karşımıza çıkarlar. İdrarda eritrosit gisayarlı tomografi.)
miıı, globülin ve diğer yüksek mo­
lekül ağırlıklı proteinlerin glomerü­
ler duvardan geçmesini engeller bu­
nunla beraber, bu bariyer bozulursa,
plazma proteinleri idrara geçebilir
(glomerüler proteinüri; Şekil47-3).
Daha küçük proteinler (<20 kDa)
serbestçe filtre edilir ancak proksi-
mal tübülden geri emilirler. Normal
bireyler günde 150 mg dan daha az
total protein ve 30 mg/gün kadar al­
bümin atarlar. İdrarda bunun dışın­
da kalan protein tübüllerden sekrete
edilir (Tamm-Horsfall, IgA, ve uro-
kinaz) yada küçük oranlarda P2-
mikroglobülin, apoprotein, enzim
ve peptid hormonları içerir. Prote­
inürinin bir başka mekanizması da
anormal bir proteinin aşırı üretimi­
ne bağlı olarak tübüler geri emilim
kapasitesini aşmasından oluşur. Bu
durum en sık immünoglobülin hafif
zincirlerinin üretimi ile ilişkili mul­
tipl miyelom ve lenfoma gibi plaz­
ma hücre diskrazilerinde ortaya çı­
kar.
Normal glomerüler endotelyal
hücreler 100 nm’lik porlarla delin­
miş,hücreleri ve diğer partikülleri
tutan proteinlerin çoğuna ise çok az
ŞEKİL 47-3 Proteinürili hastaya yaklaşım. Proteinuri araştırması sıklıkla rutin idrar analizinde dipstik geçit veren bir bariyer oluştururlar.
ile pozitif sonuç bulunmasıyla başlar. Klasik dipstikler ağırlıklı olarak albümini tanırlar ve 30 ila 300 Glomerüler bazal membran büyük
mg/gün düzeyindeki idrar albümin seviyesini tanıyamazlar. Bununla beraber proteinürinin daha doğ­ proteinlerindi00 kDa) çoğunu tu­
ru tespiti için 24 saatlik idrar toplanmalı veya tek idrarda sabah protein/ kreatinin oranına (mg/g) ba­ tarken, epitelyal hücrelerin ayaksı
kılmalıdır. İPEP (idrar protein elektröforezi) de proteinuri paterni idrar proteinlerinin kaynağına bağlı çıkıntıları glomerüler bazal memb-
olarak ”glomerüler”,”tübüler”, veya "anormal” şeklinde sınıflandırılır. Glomerüler proteinuri anormal ranın idrar bulunan tarafını kapla­
glomerüler geçirgenliğe bağlıdır. Tamm-Horsfall gibi "tübüler proteinler” böbrek tubülü tarafından nor­
yarak küçük çözeltilerin ve suyun
malde üretilir ve idrara atılır. Kappa yada lambda haif zincirleri gibi dolaşan anormal proteinler küçük
geçişine izin veren dar kanallar
boyutları nedeniyle kendiliğinden filtre edilirler.(RBC, alyuvar; FSGS, fokal segmental glomerulosk-
leros; MPGN, membranoproliferatif glomerulonefrit.) oluşturur (Şekil 4 7-4). Kanallar
glutamat, aspartat, ve siyalik asit
ligürik ATN de potasyum ve hidrojen dengesindeki bozukluklar gibi fizyolojik pH da negatif yüklü anyonik glikoproteinlerle kap­
oligürik hastalara göre daha hafiftir ve normal böbrek fonksiyonu­ lanmıştır. Bu negatif yüklü bariyer albümin gibi anyonik molekül­
na dönüş daha hızlıdır. lerin geçişini engeller. Minimal değişiklik hastalığı gibi bazı glo­
merüler hastalıklar, glomerüler epitelyal hücrelerin ayaksı çıkıntı­
İD R A R ANORM A LLİK LE Rİ larında füzyona neden olur, bu da ağırlıklı olarak ‘selektif’(Şekil
47-3) albümin kaybı ile sonuçlanır. Diğer glomerüler hastalıklar
PR O TEİN Ü R İ Proteinürinin değerlendirilmesi Şekil 4 7 -3 ’te bazal membranda bozulma ve yarık diyaframlar şeklinde ortaya çı-
şematik olarak gösterilmiştir ve proteinüri tespiti dipstik yardımıy­ kar(ör. immün kompleks birikimi ile), bu da albümin ve diğer plaz­
la kolormetrik olarak yapılmıştır. Proteinürinin ölçülmesinde günü­ ma proteinlerini içeren büyük miktarda protein kaybı ile sonuçla­
müzde kullanılan yöntemler arasında anlamlı farklılıklar vardır. nır. Ayaksı çıkıntıların füzyonu kapiller bazal membran içindeki
Dipstik ölçümü çoğunlukla albümini tespit eder ve pH >7, idrarın basıncın artmasına yol açar, bu durum porlarm genişlemesi ile so­
aşırı konsantre ve kanla kontamine olduğu durumlarda yanlış pozi­ nuçlanır. Artmış basınç ve porlarm genişlemesi anlamlı proteinüri
tif sonuçlar verir. Aşırı seyreltilmiş idrarda dipstik yöntemi anlam­ şeklinde sonuçlanır//’nonselektif’ Şekil 47-3).
lı proteinüriyi gizleyebilir, ağırlıklı olarak albümin olmayan prote­ Günlük total protein atılımı 3.5 gramı geçtiği zaman, çoğunluk­
inüri gözden kaçırılabilir. Bu özellikle multipl miyelomlu hastala­ la eşlik eden hipoalbüminemi, hiperlipidemi, ve ödem vardır (nef-
rın idrarında Bence Jones proteini taranırken önemlidir. Total idrar rotik sendrom; Tablo 47-1). Bununla beraber, bazı böbrek hastalık­
konsantrasyonunun doğru ölçülmesiyle ilişkili yöntemler sülfosali- larında nefrotik sendromun diğer bulguları olmadan total günlük
silik veya triklorasetik asit ile çökelme prensibine dayanır. Günü­ idrarla protein atılımı 3.5 gramdan fazla olabilir (Şekil 47-3). Plaz­
müzde, erken diyabetik nefropatide glomerüler hasarı göstermeye ma hücre diskrazileri (multipl myelom) idrarla büyük miktarda atı­
yarayan bir glomerüler hastalık işaretçisi olan mikroalbüminürinin lan ve dipstik ile tespit edilemeyen (çoğunlukla albümini tespit
(30 ila 300 mg/gün) ölçülmesi için oldukça duyarlı dipstikler mev­ eder) hafif zincirlerle ilişkili olabilir. Bu hastalıklarda üretilen hafif
cuttur (şekil 47-3). zincirler glomerül tarafından süzülür ve proksimal tübülün geri
Proteinin önemi ve idrarın protein içeriği protein kaybına ne­ emilim kapasitesini aşar. Sülfosalisilik asit çökeltisi ile dipstik yön­
den olan böbrek hasarının mekanizmasına bağlıdır. Büyük miktar­ temiyle tespit edilemeyen hafif zincirler (Bence Jones proteini) be­
da plazma proteini glomerüler kapillerden normalde geçer ancak lirlenebilir ve çökeltinin ısıtılmasıyla hafif zincirler tipik olarak ye­
idrar boşluğuna geçmezler. Hem yük hem de boyut seçiciliği albü- niden çözülür. Bu bozukluklara bağlı böbrek yetmezliği tübül tıka-
Uriner Mesafe 47 Azuıeıni ve İdrar Ânormailikleri 267
G liko siya lo p ro te in ve
renal bir kaynağı gösterir. Mikroskobik hematürili hastaların değer­
lendirilmesi Şekil 4 7 -2 ’de gösterilmiştir. Tek bir idrar analizinde
hematüri olması sık karşılaşılan bir durumdur ve menstriiasyon, vi­
ral hastalık, allerji, egzersiz, yada hafif travma sonucu oluşabilir.
Askerler üzerinde 10 yılı aşkın bir süredir yapılan yıllık idrar ana­
lizlerinde %38 lik insidans görülmüştür. Bununla beraber, inatçı
yada anlamlı hematürisi (üç idrar analizinde > 3 RBC/HPF, yada
tek idrar analizinde >100 RBC, yada aşikar hematüri) olan 1000
hastanın % 9,1’ inde önemli renal yada ürolojik lezyonlar tanımlan­
mıştır. Şekil 4 7 -2 ’de gösterildiği gibi kronik olarak antikoagüle
edilen hastaların da araştırılmaları gerekir. İzole ağrısız hematürisi
(şekil bozukluğu olmayan RBC) olan hastalarda ürogenital neopla-
zi şüphesi yaşla beraber artar. Çocuk populasyonunda neoplaziler
nadir görülür, ve izole hematüri "idiyopatik" olarak düşünülmekte
veya doğumsal bir anomaliyle ilişkilendirilınektedir. Hematüri pi-
yüri ve bakteriüri ile beraber tipik olarak enfeksiyonu gösterir ve
kültür alındıktan sonra antibiyotikle tedavi edilmelidir. Kadınlarda
Kılcal Damar Lümeni akut sistit ve üretrit aşikar hematüriye neden olabilir. Hiperkalsüri
ve hiperürikozüri hem çocuklarda hem de yetişkinlerde açıklana­
ŞEKİL 47-4 Diyagram glomerül içerisindeki kapiller lümen ve idrar
boşluğunu ayıran normal yapıları göstermekledir. Glomerüler filtras- mayan izole hematüri için risk faktörleri arasındadır. Bu hastaların
yon işlemi sırasında, plazma ultrafiltratı endotelyal açıklık,bazal bir kısmında (% 50 ila 60), diyet aracılığıyla kalsiyum ve ürik asit
membran, ve filtrasyon yarık diyaframı (şimdi nefrin adlı proteini içer­ atılımının azaltılması mikroskobik hematüriyi düzeltebilir.
diği biliniyor) içerisinden kapiller duvarı geçer. Proteinlerin idrar boş­ h o l e m ik r o s k o b ik h em a tü ri glomerüler hastalığın bir gösterge­
luğuna geçişi filtrasyon yarık diyaframı ve kapiller lümende dizili glo­ si olabilir. Glomerüler orijinli RBCler faz kontrast mikroskopla in­
merüler endotelyal hücreleri olduğu kadar glomerüler epitelyal hüc­ celendiği zaman çoğunlukla dismorfiktir. R B C ’lerin düzensiz şe­
relerin ayaksı çıkıntılarını da kaplayan, negatif yüklü glikosiyalop- killeri distal tübüldeki pH ve ozmolarite değişikliklerine bağlı olu­
roteinler ve glikozaminoglikanlar tarafından engellenir
şabilir. Bununla beraber, özellikle faz kontrast mikroskobun bulun­
madığı durumlarda, R B C ’lerin tespiti açısından gözlemciler arasın­
nıklığı (silendir nefropatisi) ve hafif zincir birikimini içeren birta­
da anlamlı farklılıklar vardır. İzole glomerüler hematürinin en sık
kım mekanizmalar ile oluşur (Konu 275).
nedenleri IgA nefropatisi, kalıtsal nefrit ve ince bazal membran
Nefrotik sendromda hipoalbuminemi idrarla aşırı kayba, artmış
hastalığıdır. Konu 2 7 5 ’te daha detaylı tartışılan bu bozuklukların
böbrek katabolizmasına, ve karaciğerde yetersiz senteze bağlıdır.
kesin tanısı için böbrek biyopsisine gerek duyulur. Bozuk şekilli
Sonuç olarak plazma onkotik basıncındaki azalma Starling kuvvet­
RBC 1er, RBC silendirleri ve >500mg/gün protein atılımı ile olan
lerini değiştirerek ödeme katkıda bulunur ve kapillerden intersitis-
hematüri glomerulanefritin tanı koydurucu bulgularıdır. RBC silen­
yuma sıvı hareketine yol açar. Sonuçta etkin damar içi hacimdeki
dirleri R B C ’lerin tübüler sıvı içerisine girdikleri zaman silindirik
azalmayı düzeltmeye yönelik oluşan dengeleyici mekanizmalar ba­
biçimde jelleşmiş Tamm-Horsfall proteini içerisinde tutulmasıyla
zı hastalarda ödem oluşumuna katkıda bulunabilir. Böbreklerden
oluşur. Azotemi olmasa bile, Şekil 47-2'd e gösterildiği gibi bu has­
aşırı su ve tuz tutulumuna katkıda bulunan ve ilerleyici ödeme kat­
talara serolojik değerlendirme ve böbrek biyopsisi yapılmalıdır.
kıda bulunan bu mekanizmalar renin-anjiotensin sistemi aktivasyo-
Böbreğin ve toplayıcı sistemin inflamatuar reaksiyonları hema­
nunu, antidiüretik hormonu, ve sempatik sinir sistemini içerir.
türi ile ilişkili olduğu için izole piyüri alışılmamış bir durumdur.
Ödemin ciddiyeti hipoalbümineminin derecesi ile korelasyon
Bakteri varlığı enfeksiyonu akla getirir ve beyaz kan hücresi silin­
gösterir ve kalp hastalığı veya periferik damar hastalığı gibi diğer
dirleri ile beraber bakteri görülmesi piyelonefriti işaret eder. Beyaz
faktörler tarafından belirlenir. Plazma onkotik basıncında azalma
kan hücreleri ve/veya beyaz kan hücre silendirleri intersitisyel nef­
ve düzenleyici proteinlerin idrarla kaybı karaciğerde lipoprotein
rit, sistemik lupus eritematosus ve transplant reddi gibi tübülöinter-
sentezini aktive eder. Oluşan hiperlipidemi idrarda lipit kitleleri ile
sitisyal durumlarda da görülebilir. Kronik böbrek hastalıklarında
sonuçlanır (yağlı silendirler, oval yağ kitleleri) idrarda kaybolan di­
mumsu silendirler denilen dejenere hücresel silendirler idrarda gö­
ğer proteinler birtakım metabolik bozukluklara öncülük eder.
rülebilir, Geniş silendirlerin azalmış böbrek kitlesine yanıt olarak
Bunlar tiroksin bağlayıcı globülin, kolekalsiferol bağlayıcı pro­
kompansatuar hipertrofiye uğrayan büyümüş nefronların genişle­
tein, transferrin ve metal bağlayıcı proteinlerden oluşur. İdrarda an-
miş tübüllerinde oluştuğu düşünülmektedir (Ör. kronik böbrek ye­
titrombin III kaybına, azalmış protein S ve C serum düzeylerine,
tersizliği). Tipik olarak kronik böbrek yetersizliğinde görülen geniş
hiperfibrinojenemiye ve artmış platelet agregasyonuna bağlı olarak
silendirler hücresel silendirler ve RBC lerle beraber, içten içe de­
koagülasyonun aşırı arttığı durumlar ağır nefrotik sendroma sıklık­
vam eden kronik glomerulonefrite eşlik eden aktif glomerulonefrit
la eşlik eder. Bazı hastalarda immüniteyi bozan ağır IgG eksikliği
gibi durumlarda bir arada görülebilirler.
gelişir. Birçok hastalık (bazıları Şekil 4 7 -3 ’te listelenmiştir) ve ilaç­
lar nefrotik sendroma yol açabilir ve Konu 2 7 4 ’te bunların tam lis­
tesi bulunabilir İDRAR HACİM ANORMALLİKLERİ
H EM A TU Rİ, P İY Ü R İ, V E S İL E N D İR L E R Proteinüri, di­
ğer hücreler, yada silendirler olmadan izole hematüri çoğunlukla Üretilen idrar miktarı sıvı alımı, böbrek fonksiyonu, ve bireyin fiz­
idrar yollarında kanamayı işaret eder. Normal kırmızı kan hücresi yolojik ihtiyaçlarına göre değişir. Azalmış (oligüri) yada idrar üre­
atılımı 2 milyon RBC/güne kadar çıkabilir. Hematüri her yüksek timinin hiç olmadığı (anüri) durumları tartışmak için, yukarıdaki
güç alanına (HPF) iki ila beş RBC olarak tanımlanır ve dipstik ile "Azotemi," ye bakınız. --- >« o lu ş u m u n u n f iz y o lo ji s i ve b ö b r e ğ i n
tespit edilebilir. İzole hematürinin sık görülen nedenleri arasında m koruyucu özelliği K o n u 2 6 8 l e ta rtış ılm ış tır.
taşlar, neoplaziler, tüberküloz, travma ve prostatit bulunur. Kan P O LİÜ R İ Öykü ile, idrara sık çıkma (çoğunlukla küçük ha­
pıhtısı ile aşikar hematüri hemen hemen hiçbir zaman glomerüler cimlerde) ve poliüri ayrımını yapmak hastalar için zordur, ve de­
kanamayı işaret etmez; daha çok idrar toplayıcı sistemindeki post- ğerlendirme için 24 saatlik idrar toplanması gereklidir (Şekil 47-5).
268 il Hasla!ıkiann Amı ÜüİEUÎan ve Takdim si alışkanlık, psikiyatrik bozukluklar, nörolojik lezyonlar veya ilaç
kullanımı sonucu oluşabilir. Polidipsi sırasında, hücredışı sıvı hac­
mi normal yada artmış ve vazopressin düzeyleri azalmıştır çünkü
serum osmolaritesi normalin alt sınırına yakın olma eğilimindedir.
Santral diyabetes insipitus orijini idiyopatik olabilir yada post-
hipofizektomi yada travma veya neoplastik, inflamatuar damarsal,
yada infeksiyoz hipotalamus hastalıkları gibi birtakım hipotalamik
durumlar sonucu ortaya çıkabilir. İdiyopatik santral diyabetes insi­
pitus supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerdeki vazopressin
salgılayan sinirlerin selektif yıkımı ile ilişkilidir ve otozomal domi­
nant geçiş gösterir yada kendiliğinden ortaya çıkar. Nefrojenik di­
yabetes insipitus Şekil 4 7 -5 ’te özetlendiği gibi birtakım klinik du­
rumlarda ortaya çıkabilir.
Plazma vazopressin düzeyi santral ve nefrojenik diyabetes insi­
pitus ayrımındaki en iyi yöntem olarak önerilmektedir. Alternatif
olarak, su kısıtlama testi artı eksojen vazopressin primer polidipsi-
yi santral ve nefrojenik diyabetes insipitustan ayırmaya yardımcı
olur. —4D eta y lı t a r tış m a için K o n u J 2 9 ’ a b a k ın ız .

B IB L IO G R A FY A

ANDERSON S ve Ark.: Glomeruler hastalıkların renal ve sistemik bulgulan, in


Brenner & Rector's The Kidney, 6th ed, BM Brenner (ed). Philadelphia, Sa­
unders, 2000, pp 1871-1900.
BERL T, ROBERTSON GL: Su metabolizmasının patofizyolojjsi, in Brenner
&Rector’s The Kidney, 6th ed, BM Brenner (ed). Philadelphia, Saunders,
2000, pp866-924
BICHET DG: Nefrojenik diyabetes insipitus. Am J Med 105(5):431,1998
GROSSFELD GD, CARROLL PR: Asemptomatik mikroskobik hematürinin de­
ğerlendirilmesi. Urol Clin North Am 25(4):661, 1998
KASISKE BL, KEANE WF: Böbrek hastalıklarının laboratuar değerlendirilme­
si: Klerens idrar analizi ve böbrek biyopsisi, in Brenner <6Rector’s The Kid­
ney, 6th ed, BM Brenner (ed). Philadelphia, Saunders, 2000, ppl 129-1170
ŞEKİL 47-5 Poliüriıi hastaya yaklaşım (Ozm, osmolarite, ATN, akut KEST1LA M et al: Geni klonlanan yeni bir glomeruler protein-nefrin-konjenital
tübüler nekroz). nefroük sendromda mutasyona uğramıştır. Mol Celi 1(4):575,1998
MARIAN! A J et al: Yetişkinlerde hematürinin önemi: risk-fayda ve maliyet-et-
kinlik anaiizleini içeren 1000 hematini değerlendirilmesi. J Utul 141:350,
Poliürinin çözelti yeya su diürezini yansıttığını ve diürezin klinik
1989
durumla uyumlu olup olmadığını belirlemek gerekir. Bir insan üre NOLAN CR, ANDERSON RJ: Hastane kaynaklı akut böbrek yetmezliği. J Am
ve elektrolitler başta olmak üzere, ortalama günlük 600 ile 800 Soc Nephrol 9:710, 1998
mosmol arasında çözelti atar. İdrar çıkışı > 3 lt/gün (keyfıyen poli-
üri olarak tanımlanmıştır) ise ve idrar seyrelmiş (< 250 mosmol/L)
ise, total mosmol (çözünen) atılımı normaldir ve su diürezi mevcut­
tur. Bu durum çok su içme (polidipsi), uygunsuz vazopressin sali­
mim (santral diyabetes insipitus) sonucu ortaya çıkabilir. İdrar hac­
i Philippe E. Zimmern, John D. McConnell
mi >31t/gün ve idrar osmolaritesi > 300 mosmol/L ise, bir çözelti
diürezi olduğu açıktır ve sorunlu çözünen yada çözünenleri araştır­
: İNKONTİNANS VE ALT ÜRİNER
mak zorunludur.
-j SİSTEM YAKINMALARI
Zayıf geri emilen glikoz, mannitol, yada üre gibi moleküllerin
Bülent Soyupak
aşırı süzülmesi proksimal tübülden NaCl ve su geri emilimini bas­
kılayarak idrarla atılmalarım artırır. Zayıf kontrol edilen diyabetes
mellitus çözelti diürezinin en sık nedenidir ve hacim kaybı ile hi- İDRAR YAPMA. FİZ Y O LO JİSİ
pertönik seruma yol açar. İdrar Na konsantrasyonu kandakinden
daha az olduğu için, Na dan daha çok su kaybı olur, bu da hipemat- Normal mesane dolumu, mesane boynu ve idrar yolununkinden da­
remi ve hipertonisiteye neden olur. Yatrojenik çözelti diürezi man­ ha düşük basınçta hacminin artmasına izin veren mesane duvarının
nitol uygulaması, radyokontrast maddeler ve yüksek proteinli bes­ eşsiz elastiki özelliklerine bağlıdır (aksi taktirde inkontinans olu­
lenme (enteral veya parenteral) sonucu görülür ve üre üretim ve atı­ şur). Öksürmek gibi zorlayıcı reflekslere rağmen istemli mesane
lmana öncülük eder. Daha az sıklıkta, aşırı Na kaybı kistik renal kasılmalan meydana gelmez. Boşaltma, detrüsör kasının (mesane
hastalık, Bartter sendromu, yada tübülointersisyal olayların takibi kası) kasılma başlangıcından 5 milisaniye önce üretral sfinkterin
sırasında (ATN nin çözülme dönemi gibi) görülebilir. Bu gibi tuz gevşemesine neden olan kompleks sinirsel ve kassal ağın bütünlü­
kaybettirici bozukluklar olarak adlandırılan durumlarda tübül hasa­ ğüne bağlıdır. Normal, sürekli idrar kesesi kasılmasıyla birlikte me­
rı direkt olarak Na geri emilimini azaltır ve tübülün aldosterona ya­ sane tamamen boşalır. Bu şekilde dolan ve boşalan bir mesane, nor­
nıtını indirekt olarak azaltır. Genellikle, Na kayıpları hafiftir ve zo­ mal bir detrüsör kasına sahip ve geleneksel terminolojiye göre sa­
runlu idrar çıkışı 2L/gün den daha azdır (ATN çözülme dönemi ve bittir.
tıkanıklık sonrası diürez istisnalardır ve önemli natriürez ve poliüri İşemenin istemli kontrolü beyin korteksi ve beyin sapı arasın­
ile ilişkili olabilir) daki sinirsel bağlantılara bağlı olduğu için, bu yolların düzeninin
Yüksek hacimde seyrelmiş idrar oluşumu çok su içme (polidip­ bozulması (beyin tümörü, felç, kafa travması, Parkinson hastalığı)
si) yada diyabetes insipitus durumlarını temsil eder. Primer polidip­ mesane kasılmalarını bastırma ve kontrol yeteneğini azaltmaktadır.
İstemli «lor olmaksızın kasılan bir mesane, sabit olmayan mesane -3 iiikontınans ve Alt Üriner Sistem Yakınmaları 269
özelliklerini taşımaktadır. Nörolojik kökenli olan mesane yada det-
ı usör instabüitesi d e tr u s o r h y p e r r e fîe k s is i diye adlandırılmaktadır. A z ala n a k ı ş g ü c ü — geçen ay boyunca ne sıklıkta zayıf bir idrar
Bunun aksine, boşaltma esnasında kasılma yapamayan idrar kesesi akışınız oldu?
n o n k o n ra k ıil diye; sakral kord yada pelvis sinirlerindeki bozukluk» K e s in tile r — geçen ay boyunca, ne sıklıkta idrar esnasında ara
lan meydana gelen detrüsör yetersizliği ise d e t r u s o r a r e fle k s s is di­ verdiğinizi hissedip sonra devam ettiniz?
ye adlandırılmaktadır, Y etersiz b o ş a ltm a — geçen ay boyunca ne sıklıkta idrar sonrası,
Yaygın inancın aksine, normal işemeyi kontrol eden merkez mesanenizi tam anlamıyla boşaltamadığınız hissine kapıldınız?
omurilik içinde değil, fakat beyin sapı içindedir. Detrüsör ve üret- Z o r la m a — geçen ay boyunca ne sıklıkta idrarın başlaması içini
ral sfinkterler arasında sağlam bir koordinasyon ( s in e r ji) için mesa­ kendinizi zorladınız?
ne ve üretra arasında eksiksiz bir sinirsel iletişim (otonom ve soma­
IPSS depolama yakmmalını değerlendirmekte de kullanılmak­
tik sinir sistemleri) gerekmektedir. Örneğin, üst omurilikte meyda­
tadır:
na gelen bir hasar, mesane ve üretra arasında, sıkışma inkontinan-:
S ık lık — geçen ay boyunca ne sıklıkta idrar boşalttıktan ikj sa­
sı, rezidüel idrar retansiyonu, mesane duvar değişiklikleri (trabekü-
at sonra tekrar idrara çıknia ihtiyacı duydunuz?
lasyon ve fibrozis) ve muhtemel böbrek yetersizliğiyle sonuçlanan
U rgen cy— geçen ay boyunca ne sıklıkta idrarınızı ertelemede,
bir dissineljiye sebep olabilir.
zorlandınız?
Boşaltım bozukluğunu sınıflandırmanın basit bir yolu, aşağıda­
N o k tü r i — geçen ay boyunca yattıktan sonra sabaha kadar kaç
ki iki soruyu sorarak bu durumun d e p o l a m a h a ta s ın d a n mı yoksa
kez idrar için kalktınız?
b o ş a lt m a h a ta s ın d a n mı meydana geldiğini belirlemektir.

(Değer aralığı: hiçten beş defaya kadar ya da daha fazla). Noc­


İşeme bozukluğu, mesanedenmi yoksa çıkımdan mı (mesane boy­ turia hariç, cevaplar O’dan (hiç) 5 ’ e kadar (neredeyse her zaman)1
nu veya üretra) kaynaklanıyor (depolama hatası)?; aralıkta yer almaktadır. <8 Tik bir toplam skor minimum bir boşalt­
Nörolojik bozukluk mevcut mu (boşaltma hatası)? ma bozukluğu göstermekte, >13 Tük bir toplam skor ise genellikle
benign prostat hiperplazisi (BPH) için hastaların ilaç tedavisine
Mesane depolama ve boşaltma sorunlarına aynı kişide birlikte başlamasını gerektirmektedir; ve > 23 Tük skoru ise ciddi bir mesa­
rastlanabilir ve benzer alt üriner sistem yakınmalarına (LUTS) ne­ ne çıkım obstrüksiyonu belirtisidir. Benzer belirtiler nörolojik kay­
den olabilir, naklı olabileceği için IPSS anketi prostat hiperplazisi teşhisini koy--
E R K E K L E R D E A ŞA Ğ I Ü R İN E R S İS T E M YAKINM A­ mak içiiı kullanılamaz, yalnızca rahatsızlığın şiddeti ve tedaviye-
L A R I Orta yaş ve üzeri erkeklerde görülen en yaygın LU TS nede- yanıt endeksi olarak kullanılır.
ni, üretral lümende obstniksivonlg itlrarak ımınap.ngoi rilan.pm<ifaf K ADINLARDA A LT Ü R İN E R S İS T EM YA KINM ALARI,
hiperlazisidir. (Konu 95). Histolojik olarak, prostatik hacmin %50» Üretral obstrüksiyon kadınlarda nadir rastlanan bir LUTS nedeni­
8 0 ’i stromal dokudan oluşur, kalanı ise glandülerdir. Benign pros­ dir. Dikkatli bir bimanüel muayene ve kateter takılması önceki
tatik büyümeden sorumlu olan geçiş bölgesi, ergenlik sonrası pros­ enstrümantasyon ya da operasyona sekonder olan üretral stenosis,
tatın % 10-15’ini içine alır, ancak 4 0 yaşından sonra hacim olarak ve üretral kanseri ekarte etmek için yeterli olmaktadır. İdrar yolu
büyür. Ancak, prpstatik büyüme her zaman belirtilerle birlikte de­ enfeksiyonu (sistit) kadınlarda daha yaygındır ve idrar analizi ile,
ğildir çünkü büyümenin yönü dışa doğru olabilir ve böylece idrar ekarte edilmelidir. İdrara sık çıkma, sıkışma ve inkontinans yakın­
akımında küçük çapta değişikliğe sebep olur. Prostat hiperplazisi- malarını gösteren orta yaştaki kadınlarda multipl skleroz dikkate
nin erken histolojik belirtilerini taşıyan erkekler, belirgin işeme ya­ alınmalıdır. Erkeklerde işeme yakınmalarına neden olan birçok ay­
kınmalarını yasayabilirler. Bu durumda, genişleme yeteneği olma-: nı hastalığa, ek olarak östrojen yetersizliği, frequency-urgency
yan prostat kapsülü içindeki artmış prostatik düz kas tonüsü ve sendromu ve minimal sancılı interstitial cystitis (IC) dikkate alın­
prostatik tansiyon obstrüksiyona yol açabilir. malıdır. Sistosel ve pelvik prolapsus mesane boşaltma işlevinin bo-,
Obstrüksiyona karşılık olarak mesane düz kas hücrelerinde işe­ zulmasına neden olarak Sık idrara çıkmaya neden olabilir. . .
me için gerekli olan yüksek basınçları sağlamak için hipertrofi ge­ D E Ğ E R L E N D İR M E LU TS belirtileri gösteren ve aynı za­
lişmekte ve mesane kas kütlesindeki bu artış, esneklik veya komp- manda nörolojik hastalıkları olan erkek ve kadınlar tam bir ürodi-
liyansta azalmaya ve mesane kapasitesinde düşüşe yol açmaktadır. namik incelemeden geçmelidirler. Nörolojik hastalığın olmadığı
Mesane çıkım obstrüksiyonundan oluşan detrüsör fonksiyon bo­ durumlarda LUTS belirtileri olan erkeklerde genelde prostat hi­
zukluğu yukarıda anlatılan LUTS kombinasyonlarından herhangi, perplazisi vardır. Ancak, özellikle pozitif aile hikayesi varsa, anor­
birine neden olabilir, Obstrüksiyon ilerledikçe, mesane duvarında mal prostat muayenesi veya yüksek prostat-spesifik antijen (PSA)
bulunan düz kas lifleri arasındaki ekstraselüler matriks infıltrasyo- seviyesi söz konusu ise prostat kanseri ekarte edilmelidir. Her iki
nu, hipocontraktil veya akontraktil mesane ile sonuçlanabilir (me­ cinsiyette de mesane kanseri, depolama belirtilerine yol açabilir ve
sane yetersizliği). mikroskopik hemattiri ve/veya anormal idrar sistolojisni işaret
Artmış postvöid rezidüel idrar (staz) ve üst sistem hasarlarına' eder. Genellikle, detaylı genitoüriner sistem hikayesi, yakınmaların
(reflü) sekonder olan idrar yolu enfeksiyonları yada mesane taşı gi­ değerlendirmesi, rektal muayeneyi içeren detaylı bir nörolojik mu­
bi diğer komplikasyonlar, obstrüksiyon süreci esnasında gelişebilir. ayene ve bulbokavemöz refleksinin değerlendirilmesi, idrar akım
Prostat hiperplazisi erkeklerde en sık görülen mesane çıkım obst- ölçümleri postvoid residüel idrar miktarı (mesane ultrasonu ile) ve
rüksiyonu olmasma rağmen, diğeroBiffOSiyon nedenleri prostat sınırlı laboratuar değerlendirmeleri (idrar analizi, idrar kültürü,
kanseri, üretral darlık ve sfinkter gevşemesindeki yetersizliktir (nö­ PSA seviyeleri, idrar sistolojisi, üre/kreatinin seviyeleri) terapiyi
rolojik neden). Alt üriner sistem yakınmalarının obstrüktif olmayan yönlendirmek için yeterli olmalıdır. Alt üriner sistem için (sistosko-
nedeni, mesane parasempatik sinfflermTetklleyehilen Hiyahetjk nij- pi, işeme sistografîsi, ürodinami) ve üst üriner sistem için (pyelog-
ram or ultrasonografı) daha kompleks incelemeler de bazen öneril­
i 0 ^ h a E ^ S E a i i « j glulu&unu hissetmede m e y d a n a gelen duyu
mektedir. —» B P H t e r a p is i iç in , b k z . K o n u 95.
kavbı. yetersiz boşaltma veva.asın dolmaya sebeîTolmakta veFun-
dan dolayı gece ve gündüz sık idrara çıkma ve inkontinansa y ol aç­
maktadır; T>u beTirtileFğenellikle drabetes meflıtusa bağlı polydip- İNKONTİNANS
sia/polyuria ile daha da kötü olabilir. Felç, multipl skleroz veya İnkontinans, istem dışı oluşan bir idrar kaybı durumudur ve sosyal
Parkinson hastalığı gibi nörolojik sebepler depolama yakınmaları­ veya hijyenik bir sorundur. Yaygm bir türü, str e s s in k on tin an sı, fi­
na neden olmaktadır. ziksel egzersizle istem dışı oluşan idrar kaybı durumudur (öksür­
Uluslararası Prostat Semptom Skoru (IPSS), LUTS şiddetini me, hapşırma, spor, cinsel faaliyetler). S ık ış m a in kon tin an sı kuv­
değerlendirmede kullanılmaktadır; vetli bir boşaltma isteğiyle ilişkili istem dışı oluşan idrar kaybıdır
270 luiuhiuri;) .•-,i!a » siriiıan «e t-Aoım 'icK:ı!cn günlük aktiviteleri nasıl etkilediği belirlenerek (inkontinans-etki anke­
ti) anlaşılır. Tüketilen sıvı miktarı ve türü, cinsel öykü (hormon duru­
ve taşma inkontinansı ise mesanenin aşın dolmasıyla intravesikal ba­ mu, doğumlar, zührevi hastalıklar), gastrointestinal fonksiyon (gayta
sınç artışının maksimal üretral basıncı aşmasıyla meydana gelen istem inkontinansı, kabızlık) ve geçmiş ürolojik öyküsü de (yatağını ıslatma,
dışı idrar kaybıdır. Üretra dışında diğer kanallardan idrar kaybı nadir­ ameliyatlar) dökümlendirilmelidir. Fizik muayenede abdominal, geni­
dir (ektopik üreter, fıstül) ancak total ve sürekli idrar kaçırmaya sebep tal, pelvik (ilişkili prolapsuslar) ve nörolojik sistemlere özel önem ve­
olmaktadır. rilmelidir. SUI hastadan öksürmesini, zorlanmasını, hatta kalkmasını
KADINLARDA İNKONTİNANS 60 yaş vg üzeri, bakım evinde veya çömelmesini isteyerek gösterilmelidir. Öksürme esnasındaki ka­
kalmayan kadınlarda %25 ila 30’u günlük veya haftalık idrar kaçırma çak SUI durumunu kesinleştirirken, öksürme sonrası kaçak mesane
sorunu yaşarlar ve kalan kadınların ise yaklaşık yansı günde bir kere­ instabilitesinden (stress-induced instability) kaynaklanmaktadır. Üret­
den fazla idrar kaçırırlar. Bu kişilerin yıllık bakım maliyeti çok yük­ ral hipermobilitenin olmadığı durumlarda SUI, sfinkterik defekt şüp­
sektir ve yeterli bakım yapılmadığı takdirde dekübit ülseri gibi komp­ hesini artırır. Üretral anatominin normal olup olmadığmı belirlemek
likasyonlar görülebilir. için (üretral mobilitenin değerlendirilmesi, voiding üretrografide üret-
Stres üriner inkontinansı (SUI) üretral hipermobiliteye veya, daha ranın lateral görüntüsü, sistoskopi), üretral fonksiyonun yeterli kapan­
nadir olarak (< 10%) intrensek sfınkter yetmezliğine (ISD) sekonderdir. mayla normal olup olmadığını belirlemek için (kaçma noktası basıncı,
Kontinan kadında mesane boynu ve proksimal üretra, ön vajinal duvar üretral profılometri, videoürodinami), yada mesane fonksiyonunun
ve levatör kaslara lateral bağlantılan tarafından desteklenmektedir. Ge­ normal olup olmadığını ölçmek için (evde tutulan günlüğe dayanan
nellikle yaşlanma ve/veya östrojen yetersizliği, travmatik bir doğum mesane volümü, dolma sistometrisi) daha kompleks testler gerekmek-1
veya pelvik cerrahinin neden olduğu anterior vajinal duvannın gevşe­ tedir..
mesi üretral hipermobiliteye neden olmaktadır. Bunun aksine, kadın­
larda üretral hipermobilite klinik bulgusu görüldüğü halde stres üriner T'j TEDAVİ Hafif stres inkontinans cerrahi müdahale olmadan ilaç--
inkontinans olmayabilir. ■JÜ 1ar, östrojen replasmam veya biofeedback teknikleriyle tedavi edi­
Bazı kadınlarda anatomik açıdan normal bir üretra ve mesane boy­ lebilir. Üretral tıpa, ön vajinal duvar protezleri gibi cihazlar denenme
nu olmasına rağmen, iç sfinkterde hasar (fikse, rijid, veya "pipestem" aşamasındadır. Orta ve şiddetli stres inkontinans, ön vajinal duvarı
üretra), anti-inontinence cerrahisi, pelvik radyasyon veya travma, ya destekleyen (vajinal, laparoskopik veya abdominal ameliyatlar) veya
da üretranın denervasyonuna neden olan nörolojik bozukluklar nede­ stres inkontinans iç sfinkter yetmezliğine sekonder olduğunda üretral
niyle SUI görülür. Üretral hipermobilite ve ISD bazı hastalarda birlik­ kapanmayı iyileştirmeyi hedefleyen (yağ veya kollejen periüretral en­
te görülebilir ve hipermobiliteyi düzelten ama sfınktere müdahalede jeksiyonu, otolog veya kadavral faysa slingi, sentetik sling veya artifis-
bulunmayan mesane boynu süspansiyon prosedüründen sonra inkonti- yel üriner sfınkter takılması) cerrahi prosedürlere cevap verir.
nansm devamına (veya kısa zamanda yeniden oluşmasına) neden olur. Sıkışma inkontinansı nedenlerinin giderilmesine cevap vermekte­
Sıkışma inkontinansı tek başma veya SUI ile birükte (karışık in­ dir. Nörojenik veya idiopatik nedenlerden kaynaklandığında antikoli­
kontinans) görülebilir. Önlenemeyen veya kontrolsüz mesane kasılma­ nerjik ajanlar kısmen etkilidir, ancak ağız kuruluğu, görme bulanıklığı
larının nedeni genelde idiopatiktir, ancak bakteriyel sistit, mesane tü­ veya kabızlık gibi yan etkiler bu ajanların kullanışlılığını sınırlandırır;
mörü, mesane çıkım obstrüksiyonu ve nörojenik mesane ekarte edil­ Günde bir kez 5-10 mg. tablet olarak verilen yavaş-salınımlı oxybuti-
melidir. Taşma inkontinansı ya mesane çıkım obstrüksiyonu (kadınlar­ nin (Ditropan XL) ve genellikle günde iki kez ağız yoluyla 2 mg. ola­
da nadir), akontraktil mesane (diyabetik nöropati, multipl skleroz), rak alman daha spesifik antimuskarinik ajan tolterodine (Detrol) gibi
ilaçlardan dolayı (antikolinerjik ilaçlar) ileri derecede düz kas gevşe­ daha iyi tolere edilen ilaçlar artık mevcuttur. Sıvı kısıtlaması (sadece
mesi, ya da psikojenik retansiyon nedeniyle oluşur. çok dikkatle uygulanmalıdır) ve biyofeedback ile mesane eğitimi de
ERKEKLERDE İNKONTİNANS Erkeklerde idrar kaçırma faydalı olabilir. Mesane augmentation veya üriner diversiyonu içeren
obstrüksıyondan daha az yaygındır, ancak detrüsör düz kas fonksiyo­ daha agresif müdahaleler nörolojik bir hastalığın olmadığı durumlarda
nunu bozan ve detrüsör instabilitesine yol açan mesane yolu obstrüksi­ nadiren gerekmektedir.
yonu (prostatik hiperplaziden gibi) sonucu görülebilir. Nörojenik me-’
saneli erkeklerde (diyabetik nöropati, multipl skleroz, Parkinson hasta­ 'MESANE AĞRISI • '
lığı, felç) sıkışma inkontinansı gelişebilir. Bakteriye! sistit veya mesa­
ne tümörü gibi diğer nedenler ekarte edilmelidir. Erkeklerde SUI ge- •, Ağrılı mesane hastalığı suprapubik, üretral veya pelvik ağrıya neden
nellikle, örneğin, prostat kanseri için radikal prostatektomi sonraşj dis-;î -olan herhangi bir mesane patolojisi için kullanılan genel bir terimdir.
tal sfinkter hasarı sonucunda olur. Sfi* IC mesane sancısının en yaygın nedenidir, ancak endometriosis, bak­
YAŞLILARDA İDRAR KAÇIRMA Geçici idrar kaçırma yaşlT> teriyel sistit ve mesane instabilitesine yol açan çıkım obstrüksiyonu IC
larda yaygındır. Resnick tarafından geliştirilen hatırlatıcı bir sözcükte belirtilerine benzerlik gösterebilir.
baş harfleri yer alan bu çok sayıdaki neden adlarıyla şunlardır; delirium, İNTERSTİSYEL SİSTİT IC sık idrara çıkma, noktüri ve supra­
infection (enfeksiyon), atrophic urethritis (atrofık iltihap), pharmacolo­ pubik ağıya neden olan şiddetli ve kronik mesane rahatsızlığıdır. Bu
gic (farmakolojik), psychological (psikolojik), excessive urine output rahatsızlık genellikle kadınlarda meydana gelir ve siyahlarda nadiren
(aşırı idrar çıkışı)-hîperglisemi, konjestif kalp yetmezliği-, restricted görülür. Rutin idrar kültürü negatiftir ve belirtiler antibiyotik terapisi­
mobility (sınırlı hareketlilik) ve stool impaction (DIAPPERS). Sıkışma ne cevap vermemektedir. Etyoloji muhtemelen çok faktörlüdür (Tablo
inkontinansı bu yaş grubundaki bir sonraki en yaygın bozukluktur ve 48-1). Etyolojiye ilişkin mevcut hipotezler mesane antijenlerine karşı
nedeni, korteksin frontal loblarının beyin sapındaki işeme merkezi üze­ otoimmün reaksiyonu, toksinlerin mukozaya girmelerini sağlayan,
rindeki modüle edici etkisinin ilerleyen kaybı olarak gösterilir. mast hücre infiltrasyonu ve aktivasyonuyla histamin salınanına neden
DEĞERLENDİRME Kadınlarda üriner inkontinans değerlendir­ olan mesane yüzeyindeki glikozaminoglikan tabaka eksikliği ve bak­
mesi hikayesi ve yaşam kalitesinin hürlenmesi, mesane günlüğü, pel­ teriden oluşan lokal mesane duvarı hasarlarını içermektedir.
vik muayeneyi de içeren fizik muayene, idrar analizi ve idrar kültürü, Ulusal Sağlık Kuruluşları klinik olarak IC tanımını yapmak
ve postvoid residüel idrar volüm ölçümünü içermelidir. Belirsiz öykü­ için bir dizi kriter geliştirmiştir (Table 48-2). Tanı diğer olasılıkla­
sü olan ya da daha önce pelvik veya anti-inkontinans prosedürleri ge­ rın ekarte edilmesi ile konura; enfeksiyon, radyasyon sistiti, üretral
çirmiş hastalar için değerlendirmeler sistoskopi, ürodinamik değerlen­ divertikül. herpes simpleks ve malignite ekarte edilmelidir. Aneste­
dirme ve görüntüleme çalışmalarını (alt ve/veya üst üriner sistemi) içe­ zi altında sistoskopi şunlar için kullanılabilir: (l)glomerülasyonla-
rebilir. Öykü kaçırmanın başlangıcını, süresini, gelişimini ve tetikleyen rın (submukozal vasküler anomaliler) veya IC varlığını düşündüren
olayları tanımlamalıdır. Daha önce yapılan ilaçlı tedaviler, mesane çi­ ve sık rastlanmayan Hunner ülserinin ortaya çıkarılması; (2) mesa­
zelgesi ve egzersiz düzeni not edilmelidir. İnkontinansm şiddeti, bir ne kapasitesinin hesaplanabilmesi (tedavi için önemli bir yol göste­
günde veya gecede kullanılan ped tipi ile sayısını ve inkontinansm rici); (3) gerekli olduğunda mesaneden biopsi alınabilmesi ve (4)
\*bi>> - ı X - i ( ü i ç r s ı ı ^ e l S i m u ' i iı L r - h i s N r i i c r k T İ 271

O to m atik Dışlanm a
IX yaşından kıiçıık Urological Associalion. J Urol 148:1549. 1992
Benign veya malign mesane tümörleri CHAI TB, STEERS WD: Neurophysiology of miclurilion and conlinence. Urol
Clin North Am 23:221, 1996
Radyasyon sistiti
DUPONT MC el al: Diagnosis of stress urinary inconlinence. An overview. Urol
Uakıeriyel sistit
Clin North Am 23:407. 1996
Va|iınl
HAAB F el al: Female stress urinary inconünence due to intrinsic sphincleric de­
( 'ycloplıosplıamide sistit
ficiency: Recognilion and management. J Urol 156:3, 1996
Seıııploınalik üretral diverlikül HOLTGREWE HL: The evaluation and management of the adult male wilh lo­
Uterus, servikal, vajinal veya üretral kanserler wer urinary lracl symploms. Urology 5 l(Suppl): 1, 1998
A ktif herpes LEACH GE el al: Female stress urinary inconlinence: Clinical Guidelines Panel
Mesane yada alt iiriner sistem taş hastalığı summary report on surgical management of female slress urinary inconli­
12 saat içinde 5 kereden az uyanm a sıklığı nence. J Urol 158:875, 1997
Gecede iki kereden az noktüri RESNICK N: Geriatric inconlinence. Urol Clin North Am 23:55, 1996
Antibiyotik, idrar yolu antiseptikleri, idrar analjezikleri ile azalan belir­ SIMON LJ et al: The Inlerslilial Cyslilis Data Base Study: Concepls and preli­
tiler (ör. phenazopyridine hydrochloride) minary baseline descriptive slalislics. Urology 49(Snppl 5A):64, 1997
12 aydan az süre WALSH PC el al (eds): Campbell's Urology, 7ih ed. Philadelphia, Saunders,
İstemsiz mesane kasılmaları (ürodinamik) 1998
400 mL’den fazla kapasite, duysal sıkışm a yokluğu
O to m atik D ahil E dilm e
Hnııner ülseri
P ozitif F a k tö rle r
M esanenin dolm asıyla ağrının artm ası, boşaltm ayla azalm a
Ağrı (suprapubik, pelvik, idrar yolu, vajinal, yada perineal)
Sistoskopide hidrodistansiyon sonrası.glonıerülasyon

Tablo 48-2 İııterstisyel .Sistitin M uhtem el N edenleri


G a r y G .S in g e r , B a r r y M .B r e n n e r
; 49
Enfeksiyon Alerjik/im m ün/otoim m ün
Dirençli bakteriler nedenler SIVI VE EL EK T R O LİT
Latenı virüsler Nörojenik rahatsızlıklar , BOZUKLUKLARI
Çalışm ayan mesane epilelyum M esane m astositosis
G likozam inoglikaırtabaka eksikliği Psikosom atik Tamer C. İnal
Anormal hücreler arası birleşm eler Diğer
İdrarda toksik m addeler G ıda intoleransı
Endokrin nedenler SODYUM VE SU

VÜCUT SIVILARININ BİLEŞİM İ Su, vücutta en fazla miktar­


mesane dolumu ile bazen, 6 aya veya nadiren daha uzun bir sürey­ da bulunan madde olup erkeklerde vücut ağırlığının yaklaşık
le ağrı seviyesinde ve idrar sıklığında azalması gibi iyileştirici fay­
%60’ını, kadınlarda ise %50’sini oluşturur. Aradaki fark, erkek ve
da sağlanması.
kadınlardaki yağ dokusu oranlarının göreceli farklılığına bağlıdır.
DEĞERLENDİRME Kronik idrara çıkma sıklığı ve mesane
Toplam vücut suyu iki ayrı kompartmana dağılmıştıra%55 ila 75'i
ağrısı, çoğu hastada artan ve azalan bir gelişim göstermesine rağ­
iııtraselliiler [intrasellüler sıvı (ICF)] ve %25 ila 45’i ekstrasellüler
men, yaşam kalitesini önemli derecede etkilemektedir; yalnızca
[ekstrasellüler sıvı (ECF)]. ECF, 1:3 oranında olmak üzere intra-
%10 hastada sürekli bir ilerleme belirtileri söz konusudur. Değer­
vasküler (plazma suyu) ve ekstravasküler (interstisyel) boşluklara
lendirme, detaylı öyküyü; nörolojik ve jinekolojik patolojiyi ekarte dağılım gösterir.
eden fizik muayene; üretral defektleri ekarte eden voiding sistogra- Bir sıvının solüt veya partikül konsantrasyonu, o sıvının ozmo-
mı; ııörojenik mesane, mesane instabilitesi veya mesane yolu obst- lalitesi olarak bilinir ve kilogram su başına miliozmol olarak tanım­
rüksiyonunu ekarte eden ve duyu instabilitesini belgeleyen ürodi­ lanır (mosmol/kg). Su, hücre membranlarındaıı geçerek ozmotik
namik testleri içermelidir. Adneksal patoloji, endometriosis veya dengeyi sağlar (ECF ozmolalitesi = ICF ozmolalitesi). Ekstrasellü­
barsak fonksiyon bozukluğunu ekarte etmek, ya da ilaç bağımlılı­ ler ve intrasellüler kompartmanlardaki solüt yada diğer deyişle oz-~
ğını engellemek için modern ağrı yönetim tekniklerini kullanmak mol miktarları, membran geçirgenliğindeki eşitsizlikler ve taşıyıcı
için uzmanlara başvurmak gerekli olabilir. veya aktif pompaların varlığına bağlı olarak belirgin farklılıklar
gösterir. ECF’nin temel partikülleri Na+ ve ona eşlik eden Cl- ve
j TEDAVİ Kullanılan ampirik tedaviler, ağız yoluyla alınan HCOf anyonları iken, K+ ve organik fosfat esterleri (ATP, kreatin
| ilaçları (amitriptyline, hydroxyzine, pentosanpolysulfate) ve fosfat ve foslolipitler) ICF’nin en önde gelen ozmolleridir. ECF ve­
| iııtravesikal ajanları (dimethyl sulfoxide, chlorpactin, heparin) içer- ya ICF’de sınırlandırılmış olan solütler, o kompartmanın etkin oz-
j mektedir. Bu tedbirler üriner belirtileri iyileştirebilir ve nadiren molalitesini (veya tonosite) belirlerler. Na+ büyük oranda ekstrasel­
S sancıyı giderebilir, ancak uzun vadede gidişatı değiştirmez. Cerra- lüler kompartmanda sınırlandırılmış olduğundan, toplam vücut
] hi müdahale (augmentation sistoplastisi, üriner diversiyon) %5 al- Na+ içeriği, ECF hacminin bir göstergesidir. Benzer şekilde, K+ ve
j tında vakalar için gerekli görülür çünkü bu, dönemsel spontan re- ona eşlik eden anyonlar, büyük oranda ICF’de sınırlanmıştırlar ve
] misyonları olan ve yaşamı tehdit etmeyen bir kronik hastalıktır. normal hücre fonksiyonları için gereklidirler. Bu nedenle, intrasel­
] Mesane ve üretraııın alınması gibi müdahalelerde başarı garantisi lüler partikülleriıı sayısı göreceli olarak sabittir ve ICF ozmolalite-
| yoktur çünkü bazı hastalar bu müdahaleler sonrasında da pelvik ağ- sindeki bir değişiklik genellikle ICF’ııin su içeriğindeki değişikliğe
i rı çekmeye devam etmektedirler. bağlıdır. Diğer taraftan, belirli bazı durumlarda, beyin hücreleri bü­
yük su hareketlerine karşı kendilerini koruyabilmek için intrasellü­
ler solüt sayısını değiştirebilirler. Bu ozmotik adaptasyon işlemi,
BARRY MJ et tıl: The American Urological Association symplom index for be­ hiicıe hacminin korunmasında çok önemlidir ve kronik hiponatre-
nign proslalic hyperplasia. The measurement cornmiltee of lhe American mi ve lıipernatremide gerçekleşir. Bu yanıt, başlangıçta K+ ve
272 :i . : .iri ■ ı.i üiii'iUİai'i c ŞckîU'.’ri AVP’nin ozmotik regülasyonu sağlam kalır. Ancak, AVP salimini için
gerekli ozmotik eşik değeri ya da uyan noktası azalır ve duyarlılık ar­
Na+’un hücre meınbnuımda geçişi ile ayarlanırken bunu, inositol, be- tar.
tain ve glutamin gibi ıiıgamk .solütlerin (ozmolitler olarak da adlandı­ Hemostaz ve normal plazma Na+ konsantrasyonunu sürdürmek
rılır) sentezi, lıiJcrc içine alınması ve hücreden dışarı atılması işlemle­ için, solütten yoksun su aliminin, aynı hacimde, elektrolitten yoksun su
ri takip eder. Kronik lıiponatremi sırasında, beyin hücreleri solüt kay­ kaybına yol açması gerekmektedir. Böbreklerin, su yükünü atabilmesi
bederek lııicrc hacmini korur ve nörolojik semptomları en aza indirir. için üç basamak gereklidir: ( 1 ) suyun (ve elektrolitlerin) nefronun sey­
Bunun lam lersi kronik hipematremi sırasında oluşur. Üre gibi belirli reltme yapacağı alanlara süzülmesi ve temini; (2) Henle kulpunun çı­
bazı '.nliitler, suyun hücre membranlan arasındaki hareketine katkıda kan kolunda ve daha az olarak da distal nefronda Na+ ve Cl" ün sudan
bulunmaz ve bu nedenle etkisiz o zm oller olarak bilinirler. ayrı olarak aktif geri emilimi; ve (3) AVP yokluğunda, toplayıcı kanal­
İııtravasküler ve interstisyel boşluklar arasındaki sıvı hareketi ka­ ların suya geçirgenliğinin olmamasına bağlı olarak seyreltik idrarın ko­
pı İler duvar boyunca gerçekleşir ve Starling kuvvetlerince ae kapiller runması.
hidrolik basınç ve kolloid ozmotik basınç ae belirlenir. Kapillerdeki SODYUM DENGESİ Sodyum, hücrelerden dış ortama aktif ola­
hidrolik basınç gradiyenti karşılık gelen onkotik basınç gradiyentini rak Na+,K+-ATPaz pompalan tarafından atılır. Sonuçta tüm Na+ un
aşar ve böylece plazma süzüntüsünün ekstravasküler boşluğa hareketi­ %85- 9 0 ’ı ekstrasellülerdir ve ECF hacmi, vücudun toplam Na+ içeri­
ne neden olur. Sıvının tekrar intravasküler kompartmana dönmesi len­ ğinin bir göstergesidir. Normal hacmi düzenleyen mekanizmalar, Na+
fatik akım yoluyla gerçekleşir. kaybının Na+ alımı ile dengede olmasını sağlar. Eğer bu denge gerçek-
SU DENGESİ (Ayrıca bkz. Konu 268) Normal plazma ozmolali- leşemezse, Na+ fazlalığı veya eksikliği durumlan oluşur ve bunlarda
tesi 275 ila 290 mosmol/kg olup tonositedeki %1 ila 2 ’lik değişiklikle­ sırasıyla ödem veya hipovolemik durumlar olarak karşımıza çıkar. Oz-
ri fark edebilen mekanizmalar tarafından dar sınırlar içinde tutulur. moregülasyon bozukluktan ile hacim düzenlenme bozukluklan arasın­
Normal dengeyi sağlayabilmek için su alımı, su atımına mutlaka eşit daki ayınmı doğru yapmak çok önemlidir, çünkü su ve Na+ dengesi
olmalıdır. Su dengesindeki bozukluklar hipo veya hipematremi ile so­ birbirinden bağımsız olarak düzenlenir. Na+ konsantrasyonundaki de­
nuçlanır. Normal kişilerin, idrar, dışkı ve deri ile solunum sisteminden ğişiklikler genel olarak su hemostazındaki bozulmanın göstergesi iken,
kaynaklanan görülmeyen sıvı kayıplan vardır. Mide-barsak sistemin­ Na+ miktanndaki değişiklikler ECF hacminin azalması veya genişle­
den atılım, kusması, ishali veya enterostomi nedeniyle fazla miktarda
mesi şeklinde kendini gösterir ve anormal Na+ dengesini ifade eder.
su kaybı olan hastalar dışında, toplam su atılmamın genellikle minör
Sodyum Alımı Tipik batı diyeti ile beslenen kişiler günlük olarak
bir kısmını oluşturur. Buharlaşan veya görülmeyen su kayıplan vücut
yaklaşık 150 mmol NaCl alırlar. Bu miktar normalde bazal gereksini­
ısısının düzenlenmesinde önemlidir. Böbreklerden zorunlu su kaybı,
min üzerindedir. Yukarıda da bahsedildiği gibi, sodyum, temel ekstra-
sabit dengeyi sağlayabilmek için gerekli minimum solüt atılımı ile sağ­
sellüler katyondur. Bu nedenle, diyetle alman Na+ sonucunda ECF
lanır. Normal olarak günde yaklaşık 600 mosmol atılması gereklidir ve
hacmi genişler, bu da böbrek Na+ atımını artmasına neden olarak Na+
maksimum idrar ozmolalitesi 1 2 0 0 mosmol/kg olduğundan nötral so­
dengesinin sürdürülmesini sağlar.
lüt dengesi için minimum 500 ml/gün idrar atılması gereklidir.
Sodyum Atımı (Ayrıca bkz. Konu 268) Na+ atımının düzenlen­
Su Alımı Su alımı için en önemli uyaran s u s a m a ’dır, bu da ya et­
mesi bir çok faktöre bağımlıdır ve Na+ dengesinin sağlanmasında esas
kin ozmolalitenin artışı ya da ECF hacmi veya kan basıncındaki azal­
belirleyicidir. Na+ eksikliği veya fazlalığı sırasıyla etkin dolaşım hac­
ma ile düzenlenir. Anterolateral hipotalamusta yerleşmiş olan osm ore-
minin azalması ya da artması şeklinde ortaya çıkar. Etkin dolaşım hac­
sep törler, tonositedeki artış ile uyarılırlar. Üre ve glukoz gibi etkin ol­
mindeki değişiklikler de glomeruler filtrasyon hızında (GFR) paralel
mayan ozmoller, susama hissinin uyarılmasında rol almazlar. Susama
değişikliklere neden olur. Diğer taraftan, Na+ atımını kontrol eden esas
hissi için ortalama ozmotik eşik değeri, kişiler arasında değişiklik gös­
termekle beraber yaklaşık 295 mosmol/kg dır. Normal koşullar altında, düzenleyici mekanizma GFR değil, tübüler Na+ geri emilimidir. Süzü­
günlük su alımı fizyolojik gereksinimden daha fazladır. len Na+ un hemen hemen üçte ikisi proksimal tübüllerden geri emi-
Su Atımı Su aliminin tersine, su atımı fizyolojik faktörler tarafın­ lirasbu işlem elektronötral ve izoozmotiktir. Geri emilimin kalan kısmı
dan çok sıkı olarak düzenlenir. Böbreklerden su atımının en temel be­ (%25-30) hem aktif hem de elektronötral olarak Henle kulpunun kalın-
lirleyicisi, hipotalamusun supraoptik ve paraventriküler çekirdeklerin­ çıkan kolundaki apikal yerleşimli Na+-K+-2C1" kotransporterasaracılığı
den sentezlenen ve arka hipofizden salgılanan bir polipeptid olan argi- ile oluşur. Distal tübüllerdeki geri emilimi (%5) tiazid’e-duyarlı Na+-
nin vazopresin (AVP; daha önceleri antidiüretik hormon olarak bili­ Cl" kotransporter’ı tarafından sağlanır. Na+ geri emiliminin son kısmı
nen) dir. AVP’nin toplayıcı kanallarda bulunan esas hücrelerin bazola- ise kortikal ve medüller toplayıcı kanallarda gerçekleşir ve atılan mik­
teral membranında bulunan V2 reseptörlerine bağlanması adenil sikla- tar, günlük olarak alınan miktara eşit olarak tutulur (Konu 268).
zı aktive eder ve luminal membran içine su kanallarının yerleşmesine
yol açan bir dizi olayı başlatır. Spesifik olarak AVP tarafından aktif ha­ HİPOVOLEMİ
le getirilen bu su kanalları aquaporin-2 geni tarafından kodlanır (Konu
329). Net etki, toplatıcı kanallardan hipertonik medüller interstisyuma E T Y O L O Jİ Gerçek hacim azalması, veya hipovolemi, genel ola­
doğru oluşan ozmotik gradiyent boyunca suyun pasif olarak geri emi- rak kombine tuz ve su kaybının, diyetle alımı aştığı ve E C F hacim
limidir. AVP salınımı için temel uyan hipertonositedir. ECF nin temel azalmasına yol açtığı durumu yansıtır. Na+ kaybı, böbrek veya böb­
solütleri Na+ tuzları olduğu için, etkin ozmolalite temel olarak plazma rek dışı nedenlerle oluşabilir (Tablo 49-1).
Na+ konsantrasyonu tarafından belirlenir. Tonositedeki artma veya Böbrek Diüretikleri de içeren birçok durum, böbreklerden faz­
azalma, sırasıyla, hücre hacminde azalma veya artma şeklinde hipota- la miktarda NaCl ve su kaybına neden olur. Farmakolojik diüretik-
lamik ozmoreseptörlerce hissedilir ve AVP salınmamın artmasına veya ler, nefron boyunca bir çok spesifik yolu inhibe etmek suretiyle
azalmasına yol açar. AVP salınımı için ozmotik eşik değer 280 ila 290
Na+ geri emilimini engeller ve idrarla Na+ atımını artırırlar. Filtrat-
mosmol/kg dır ve sistem, plazma ozmolalitesindeki % l - 2 lik değişik­
ta fazla miktarda glukoz ve üre gibi geri emilmeyen solütlerin bu­
liklere duyarhdır.
lunması da, Na+ ve suyun geri emilimini bozarak ozmotik veya so­
Ozmotik faktörler dışında AVP salınmamı düzenleyen faktörler
lüt diürezine neden olabilir. Bu olay genellikle iyi kontrol edileme­
arasında etkin dolaşım (arteriyel) hacmi, kusma, ağn, stres, hipoglise­
mi, gebelik ve çeşitli ilaçlar sayılabilir. Hemodinamik cevap, karotid yen diabetes mellitus ve yüksek-protein hiperalimentasyonundaki
sinuslardaki baroreseptörler aracılığıyla sağlanır. Bu reseptörlerin du­ hastalarda gözlenir. Böbrek tübülleri mannitole geçirgen olmadı­
yarlılığı, ozmoreseptörlerden belirgin olarak daha düşüktür. Aslında, ğından, bu madde ozmotik diürez oluşturur. Bir çok tübüler ve in­
ortalama arter basıncında düşmeye neden olacak kadar kan hacminde terstisyel böbrek bozuklukları Na+ kaybı ile alakalıdır. Akut tübü­
azalma olması AVP salınımı için gerekli iken, etkin dolaşım hacminde­ ler nekrozun diürez evresi (Konu 269) ve iki taraflı idrar yolu tıkan­
ki küçük değişiklikler çok az etki gösterirler. Hipovolemi durumunda, malarının açılma evresinde de böbreklerden fazla miktarda Na+ ve
:v;,!o 4 ‘>-İ Hipııvotoni Sebepleri :'r9 .S ıv ı ve E le k tr o lit B o z u k lu k la rı 273
I. ECF hacminde azalma
A. Böbrek dışı Na+kaybı ve hipovolemi ile sonuçlanabilir. Gastrointestinal tıkanmalarda,
1. Gastrointestinal (kusma, nazogastrik emme, drenaj, fıstül, ishal) barsak lümeni, şiddetli yanıklarda subkütan dokular, akut pankre-
2. Deri/solunum (görülmez kayıplar, ter, yanıklar) . atitte retroperitoneal boşluk ve peritonitte peritoneal boşluk örnek
3. Kanama olarak sayılabilir. S o s olarak, herhangi bir kaynaktan olan şiddetli
B. Böbrek Na+ ve su kaybı
kanamalar Hacim s a lm a s ı ile sonuçlanabil®
1. Diüretikler
2. Osmotik diürez P A T O F İZ Y O L O Jİ E C F hacımnin azalması, plazma hacminin
3. Hipoaldosteronism azalmasına ve hipotansiyona yol açar Veiıöz dönüşün ve kalp atını-
4. Tuz-kaybettiren ncfropatiler hacminin azalmasına bağtt gelişen hipotansiyon, karotid sinüs! ve-
C. Böbrek su kaybı aortik arkustaki baroreseptörleri tetikleyerek sempatik sinir sistemi
1. Diabetes insipitus (santral veya nefrojenik)
ile renin-anjiotensin sisteminin uyarılmasına neden olur. Net etki,
II. ECF hacmi normal veya artmış.
A. Kardiyak atımın azalması ortalama arter basıncım koruyarak serebrai ve koroner kanlanma­
1. Miyokard, kapak, veya perikard hastalıktan nın sürdürülmesini sağlamaktır. Bu kardiyovasküler cevaba karşı,
B. Dağılımın değişmesi böbreklerin verdiği yanıt, G FR ve süzülen Na+ yükünü azaltmayı
1. Hipoalbuminemi (karaciğer sirozu, nefirotik sendrom) ve en önemlisi Na+ un tübüler geri emilimini artırarak E C F hacmi­
2. Kapiller sızınü (akut pankreatit, iskemik barsak,
ni korumayı hedefler. Sempatik tonusun artması, proksimal tübüler
rabdomiyolizis)
Na+ geri emilimini artırırken, afferent arterioler vazokonstrüksiyo-
C. Venöz kapasitenin artman
1. Sepsis na neden olarak G FR’yi azaltır, Anjiotensin Il’nin artması ve peri-
tübüler kapiller hemodinaminin değişmesine (hidrolik basıncm.
NOT: ECF, ekstrasellUlet sıvı,
azalması ve onkotik basıncın artması) yanıt olarak, sodyum proksir
su kaybı oluşabilir. Bu iki durumla ilişkili natriürez ve su diürezi
mal tübülden de geri emilir. Na+’un toplayıcı kanallar- tarafından
genellikle kısa süreli olup açılma öncesinde oligüriye bağlı gelişen
geri emiliminin artması, böceklerin T C F hacim azalmasına uyum
E C F hacmindeki artışa verilen uygun yanıtla ilişkilidir, D ig » taraf­
sağlamasının önemli bir parçasıdır. Bir durum, a ld o s t e r o n ve AVP
tan, halen sürmekte olan kayıplar yerine konmazsa sonuçta hipovo-
salınımımfl artmasına ve a t r i a l n a triiir etik p e p t i d salınanının azal­
lemi durumuna yol açar. Kronik böbrek yetmezliği, böbrek tuz ve
masına yanıt olarak oluşur. ?
su atımının uygun bir şekilde düzenlenmesi yeteneğinin azalması
K L İN İK Ö Z E L L İK L E R Dikkatlice alınmış bir anamnez,
ile ilişkilidir (Konu 270), Bu nedenle; zorunlu bir böbrek sodyum
E C F hacim azalması etiolojisinin (örn. kusma, ishal, poliüri, diafo-
kaybı olan G FR’si 25 mL/dakika dan az olan hastalarda Na* alımı-
rez) belirlenmesinde oldukça yardımcı olur. Halsizlik, güçsüzlük,
kısıtlanırsa ilerleyici bıf E C F hâeife aialmas» M Sönuçlanabil&S
kas krampları, susuzluk hissi ve postüral baş dönmesi gibi semp­
Son olarak, mineralokortikoid eksikliği (Hipoaldosteronism) böb­
tomların büyük bir kısmı nonspesifık olup elektrolit dengesizliği ve
rek fonksiyonları normal olmasına karşın tuz kaybına neden o lu r.'
doku kanlanmasının azalmasma bağlıdır. Hacim azalmasının daha
Böbreklerden aşırı miktardaki su kayıpları da hipovolemiye ne­
şiddetti olduğu durumlar, oligüri, siyanoz, batın ve göğüs ağrısı,
den olabilir. Kaybedilen sıvının- 2 /3 ’ü hücre içi kaynaklr olduğu
konfüzyon ve şuıir kapanması ile seyreden organ iskemilerine yol
için E C F hacim azalması genellikle diaha az şiddettedir. îdrarta faz­
açar. Deri turgpnınun azalması ve oral mukoz membranlann kuru- ,
la miktarda su kaybı ile ilişkili durumlar arasında s a n tr a l d i a b e t e s •
luğu, iııterstisyel sıvı azalmasının göstergeleridir. İntravasküler ha­
in sip itu s (SDI) ve n e fr o je n ik d i a b e t e s in sip itu s (NDİ) sayılabilir.
cim azalmasının işaretleri arasmda, juguler ven basıncmda azalma,
Bu iki bozukluk, sırasıyla, AVP’ niri yetersiz salınımma ve böbrek­
postüral hipotansiyon ve postüral taşikardi sayılabilir. Daha fazla
lerin yanıtsızlığma bağlı olarak gelişir ve aşağıda tartışılmıştır.
ve daha akut sıvı kayıplan, hipotansiyon, taşikardi, periferal vazo-
Böbrek dışı Hipovoleminin böbrek dışı nedenleri, gastrointes­
tinal sistem, deri ve solünüm sisteminden olan sıvı kayıplarını Ve' konstrüksiyon, hipoperfüzyon-siyanoz, soğuk ve ıslak ekstremite-
üçüncü boşluktaki sıvı birikmelerini (yanıklar, pankreatit, peritonit)' ler, oligüri ve mental durum değişkenliği tablosuyla seyreden hip®*
içerir. Günlük olarak gastrointestinal sisteme giren 9 L sıvının 2 volemik şoka yol açar,
L’si dışardan alım ile ve 7 L’si ise sekresyonlar ile sağlanır. Bu mik­ TANI Dikkatti ve tam al in m iş bir anamnez ile fizik muayene,
tarın hemen hemen % 98’i geri emilir ve böylece fekal sıvı kaybı genellikle hipovolemi etyolöjisinin belirlenmesi için yeterlidir. L a -
günde sadece 10Ö-200 mL’dir. Gastrointestinal geri emiiimin bo­ bofatuvar verileri genellikle klinik tanıyı desteklet ve kanıtlar. Kan i
zulması veya sekresyonlann aşın artması vücut sıvı hacminin azal­ üre azotu (BUN) ve plazma kreminin düzeyteriiritt yükselmeye eği­
masına neden olur. Mide salgılarının pH’sı düşük (yüksek H+ kon­ limli ölüp azalmış G FR yi yansıtır. Normalde, BU N : kreatinin ora­
santrasyonu) ve safra, pankreatik ve barsak salgılarının pH’sı alka­ nı yaklaşık 10: l ’dir. Ancak, prefenal azotemide, hipovolemi, üre
li olduğundan (yüksek HCO 3 " konsantrasyonu) kusmalar metabolik geri emiliminin artışına yol açarak BU N ’un plazma kreatininderr
alkaloz ile ve ishaller ise metabolik asidoz ile seyreder, daha fazla yükselmesine neden olur ve BÜN: kreatinin oram 20:1
Deri ve solunum sistemi yoluyla su buharlaşması ısı düzenlen­ veya daha fazla olur. Artmış BUN (kreatinine göreceli olarak), hi-
mesine katkıda bulunur. Bu f a r k e d ilm e y e n ( in s e n s ib le ) k a y ıp la r , peralimentasyon (yüksek-protein), glukokortikoid tedavisi ve gast­
günde 5 0 0 mL kadardır. Ateşli hastalıklar, uzun süre sıcakta kalma rointestinal kanamalarda olduğu gibi, iire oluşumunun artmasına'
veya egzersiz sırasında aşırı terleme ile deri yoluyla olan su ve tuz bağlı olarak da gözlenebilir.
kaybı çok belirgin bir hal alarak sıvı hacminin azalmasına yol aça­ Hacim azalması, kaybedilen sıvının tonositesine, susuzluk his­
bilir. Terdeki Na+ konsantrasyonu normalde 2 0 -50 mmol/L olup sinin varlığına ve suya erişmeye bağlı olarak hiponatremi, hipemat-
aşırı terlemelerde aldosteron etkisine bağlı olarak azalır. Ter hipo- remi veya normal plazma Na+ konsantrasyonu ile seyredebilir. Art­
tonik olduğu için su kaybı, Na+ kaybından daha fazladır. Su kaybı, mış renal veya gastrointestinal K+ kaybı durumlarında hipokalemi,
artan susuzluk hissi ile azaltılır. Ancak, sürmekte olan Na+ kaybı böbrek yetmezliği, adrenal yetmezlik ve belirli bazı metabolik asi­
hipovolemi tablosunu oluşturur. Solunum sisteminden buharlaşma doz durumlarında ise hiperkalemi oluşur. Metabolik alkaloz, diüre-
yolu ile su kaybının artması, hiperventilasyon ile ilişkili olup özel­ tiğe bağlı hipovolemilerde ve kusma veya nazogastrik sıvı boşaltıl­
likle de mekanik olarak solutulan ateşli hastalarda belirgin olabilir. ması durumlarında oluşur. Buna karşın, metabolik asidoz, böbrek
Belirli bazı durumlar üçüncü boşlukta sıvı toplanmasına neden yetmezliği, tübülointerstisyel bozukluklar, adrenal yetmezlik, ishal,
olur. Bu bölme ekstrasellüler olmasına karşın ne E C F ile, ne de ICF diyabetikketoasidoz ve laktik asidoz gibi durumlarla ilişkilidir. Al-
ile denge içinde değildir. Etkin sıvı kaybı ekstrasellüler kaynaklıdır bümin ve eritrositler, intravasküler bölmede kalacakları için, EC F
274 T ;i!o !*)-?, Ü ip o ıu ü m iii M füenk'ri

I. Psödohiponatremi
hacim azalması, genellikle hematokrit (hemokonsantrasyon) ve plaz­ A. Normal plazma ozmolalitesi
ma albümin konsantrasyonunda göreceli bir artışa neden olur. 1. Hiperlipidemi
Hipovolemiye uygun yanıt, böbrek Na+ ve su geri emiliminin ar­ 2. Hiperproteinemi
tırılması şeklinde olur ve bu da idrar bileşiminde kendini belli eder. Bu 3. Prostat/mesane tümörünün transüretral rezeksiyonu sonrası
B. Artmış plazma ozmolalitesi
nedenle, idrar Na+ konsantrasyonu akut tübüler nekrozdaki gibi, Na+
1. Hiperglisemi
geri emiliminin bozulduğu durumlar dışında, genellikle 2 0
2. Mannitol
mmol/L’den daha düşük olmalıdır. (Konu 269). Bir diğer istisna da, II. Hipoozmolal hiponatremi
kusmaya bağlı gelişen hipovolemilerdir, çünkü oluşan metabolik alka- A. Primer Na+ kaybı (sekonder su alımı)
loz ve süzülen HCO3 ' miktarının artması sonucu proksimal Na+ geri 1. Deriden kayıp: terleme, yanıklar
emilimi bozulur. Bu durumda, idrar Cl' düzeri düşüktür (<20 mmol/L). 2. Gastrointestinal kayıp: Kusma, tüp drenajı, fıstül, obstrüksiyon,
Hipovolemik kişilerde, idrar ozmolalite ve yoğunluğu genellikle 450 ishal
mosm/kg ve 1.015 ‘den daha büyüktür ve AVP salınımının artmış ol­ 3. Böbreklerden kayıp: Diüretikler. ozmotik diürez, hipoaldostero-
nism, tuz kaybettiren nefropati, tıkanma sonrası diürez, oligürik
duğunu yansıtır. Diğer taraftan, diabetes insipitus’a bağlı hipovolemi-
olmayan akut tübüler nekroz
de idrar ozmolalite ve yoğunluğu, uyumsuz bir şekilde seyrelmiş bir
B. Primer su kazancı (sekonder Na+ kaybı)
idrarın göstergesidir. 1. Primer polidipsi
2. Azalmış solüt alımı (ör. Bira potomanisi)
Sn TEDAVİ Tedavi hedefleri, kaybedilen sıvıya benzer bileşimdeki 3. Ağrı, bulantı, ilaçlara bağlı AVP salınımı
!- î-l bir sıvıyla normovoleminin sağlanması ve süregelen kayıpların 4. Uygunsuz AVP salınımı sendromu
yerine konmasıdır. Kilo kaybını da içeren semptom ve işaretler, hacim 5. Glukokortikoid eksikliği
azalmasının derecesinin belirlenmesine yardımcı olabilir ve tedaviye 6. Hipotiroidism
7. Kronik böbrek yetmezliği
yanıtın değerlendirilmesinde mutlaka takip edilmelidir. Hafif hacim
C. Primer Na+ kazancı (sekonder su kazancı tarafından aşılmış)
azalmaları, genellikle oral yolla düzeltilebilir. Daha ciddi hipovolemi-
1. Kalp yetmezliği
ler, intravenöz tedavi gerektirir. Normonatremik ve hafif hiponatremik 2. Karaciğer sirozu
kişilerde seçilecek solüsyon, izotonik veya normal şalin (%0.9 NaCl 3. Nefrotik sendrom
veya 154 mmol/L Na+) olup, ayrıca hipotansiyon veya şoktaki hasta­
larda da başlangıçta bu solüsyonun uygulanması gerekir. Şiddetli hipo-
alımına sekonder) bağlı oluşur. Su alımı veya hipotonik sıvı yerine
natremi, hipertonik şalin (%3.0 NaCl veya 513 mmol/L Na+) gerekti­
koyma durumları olmadığında hiponatremi genellikle, hücrelerden su­
rebilir. Hipematremi, su kaybının oransal olarak, Na+’dan fazla oldu­
yun dışarıya yer değiştirmesi ve derin Na+ eksikliğine bağlı gelişen hi­
ğunu gösterdiğinden, yan-noımal şalin (0.45% NaCl veya 77 mmol/L
povolemik şok ile ilişkilidir. ECF hacminin azalması, susamayı ve
Na+) veya % 5’lik suda çözünmüş dekstroz gibi daha hipotonik solüs­
yonlar gerektirir. Belirgin hemoraji, anemi veya intravasküler hacim AVP salınanını uyarır. Su aliminin artması ve böbrek atdımının bozul­
kaybı olan hastalar, kan transfüzyonu veya kolloid içeren solüsyonla­ ması, hiponatremi ile sonuçlanır. D iü retiğ e b a ğ lı hipon atrem in in he­
ra (albümin, dekstran) gereksinim gösterebilir. Hipokalemi başlangıç­ men her zaman tiazid diüretiklerine bağlı olduğu dikkat edilmesi gere­
ta olabilir veya üriner K+ atılımının artmasına bağlı olarak gelişebilir; ken önemli bir noktadır. Kulp diüretikleri, medüller interstisyumun to-
tedavi sıvılarına uygun miktarlarda KC1 konmak suretiyle düzeltilme­ nositesini azaltır ve maksimal idrar konsantrasyon kapasitesini bozar.
lidir. Bu da, AVP’nin su retansiyonunu sağlama yeteneğini sınırlar. Buna
karşın, tiazid diüretikleri, Na+ ve K+ azalmasına ve AVP’ye bağlı su re-
HİPONATREMİ tansiyonuna yol açar. Büyük oranda K+ eksikliği arlığında, hücrelerden
iyon değişimi (K+ çıkar ve Na+ hücreye girer) hiponatremiye katkıda
E T İY O L O Jİ Plazma Na+ konsantrasyonunun 135 mmol/L’den düşük bulunur. Hiponatremi ayrıca, d esalin a sy o n işlemi sırasında da oluşabi­
olması, genellikle hipotonik bir durumu yansıtır. Diğer taraftan, p sö d o - lir. Bu durum, idrar tonositesinin (Na+ ve K+ konsantrasyonlarının top­
h ip on atrem i olarak tanımlanan bazı hiponatremi vakalarında plazma lamı) uygulanan intravenöz sıvı ( izotonik şalin de dahil) tonositesini
ozmolalitesi, normal veya artmış olabilir. Plazmanın % 93’ünü su, geri aştığı zaman oluşur. Akut postoperatif hiponatremi ve nörocerrahi son­
kalan %7’sini ise plazma proteinleri ve lipitleri oluşturur. Na+ iyonları rası serebral tuz kaybı gibi bazı olgularda bu olay geçerlidir.
plazma suyunda çözünmüş olduğundan, akışkan olmayan fazdaki bir ECF hacim genişlemesi durumunda oluşan hiponatremi, genellik­
artış, yapay olarak plazmanın litresi başına ölçülen Na+ konsantrasyo­ le konjestif kalp yetmezliği, hepatik siroz ve nefrotik sendrom gibi
nunu düşürür (Na+-duyarlı cam elektrotlar kullanıldığı durumlar ha­ ödematöz durumlarla ilişkilidir. Bu bozuklukların hepsinde ortak özel­
riç). Plazma ozmolalitesi ve Na+ konsantrasyonu normal kalır. Bu tür lik, arteriyel dolaşım hacminin azalması ve buna bağlı olarak susama
hiponatremilerin, altta yatan hiperproteinemi veya hiperlipideminin se­ hissi ve AVP düzeylerindeki artmadır. Solütten yoksun suyun atılımını
bebini araştırmak dışında klinik bir önemi yoktur, izotonik veya hafif bozan ilave faktörler arasında GFR nin azalması, ultrafîltratın dilüsyon
hipotonik hiponatremi, prostat veya mesanenin transüretral rezeksiyo- alanına geçişindeki azalma (Na+ ve suyun proksimal fraksiyonel geri
nu komplikasyonu sonucu oluşabilir, çünkü, yüksek hacimde izoosmo- emiliminin artmasına bağlı) ve diüretik tedavisi sayılabilir. Hiponatre­
tik (mannitol) veya hipoozmotik (sorbitol veya glisin) gibi mesane yı­ minin derecesi, genellikle altta yatan sebebin şiddeti ile ilişkili olup
kama solüsyonları emilebilir ve dilüsyonel hiponatremiyle sonuçlana­ önemli bir prognostik faktördür. Eğer su alımı eşit miktarlarda atım ye­
bilir. Eğer biriken sıvı ve solütler, hızla atılmaz ise, sorbitol ve glisinin teneğini aşıyorsa, oligürik akut ve kronik böbrek yetmezliği de hipo­
C 0 2 ve suya yıkılması hipotonositeye neden olabilir. Hipertonik hipo­ natremi ile seyredebilir.
natremi genellikle hiperglisemiye bağlı veya bazen de intravenöz man­ ECF hacim azalması, etkin arteriyel dolaşım hacminin azalması
nitol uygulamasına bağlı gelişir. Göreceli insülin eksikliği, miyositle- veya böbrek yetmezliği olmaksızın gözlenen hiponatremi, genellikle
rin glukoza geçirgenliğine engel olur. Bu nedenle, iyi kontrol edileme­ AVP salınımında artma sonucu gelişen yetersiz su atımı ile sonuçlanır.
yen diabetes mellitusta, glukoz etkin bir ozmoldür ve kas hücrelerin­ Yüksek AVP düzeyleri tek başına genellikle hiponatremi oluşturmaya
den suyu dışarıya çekerek hiponatremiye neden olur. Plazma glukoz yetersiz kaldığından beraberinde oral veya intravenöz sıvı alınıyor
konsantrasyonundaki her 100 mg/dL’lik bir yükselme plazma Na+ olması gereklidir. Sıklıkla uygu nsuz a n tid iü retik h o rm o n s a lın ım ı
konsantrasyonunda 1.4 mmol/L’lik bir azalmaya neden olur. se n d r o m u (UADHS) olarak adlandırılan bu bozukluk, normovole-
Hiponatreminin bir çok sebebi, düşük plazma ozmolalitesi ile sey­ mik hiponatreminin en sık sebebidir ve posterior hipofizden veya
reder. (Tablo 49-2). Genelde, hipotonik hiponatremi ya temelde su alı- başka bir ektopik alandan fizyoloji dışı AVP salınımına bağlı geli­
mına (ve Na+ kaybına sekonder), ya da temelde Na+ kaybına (ve su şir (Konu 329). Böbreklerden serbest su atımı bozulmuşken Na+
dengesinin düzenlenmesi etkilenmemiştir. UADHS nun en sık se­ -9 Sıvı ve Elektrolit Bozuklukları 275
bepleri arasında nöropsikiatrik ve pulmoner hastalıklar, malign tümör­
ler, major cerrahi (postoperatif ağn) ve farmakolojik ajanlar sayılabi­ remik hastalann mortalite oranı normonatremik kontrollerle karşılaştı­
lir. Şiddetli ağn ve bulantı AVP salınımı için fizyolojik uyaranlardır; ve rdığında daha yüksektir. Buna karşın, mortalite oranının artması,
hipovolemi veya hiperozmolalite yokluğunda bu uyaranlar uygunsuz­ elektrolit dengesizliğinden çok genellikle altta yatan nedene bağlıdır.
dur. Menenjit, ensefalit, kanamalar, inme, psikoz, primer veya metas- TANI Hiponatreminin kendisi bir hastalık değil, çeşitli bozukluklar,
tatik tümörler ve akut porfiri gibi çeşitli merkezi sinir sistemi hastalık- sonucu ortaya çıkan bir tablodur. Altta yatan neden, ECF hacminin du- 1
lannda UADHS gözlenebilir. Pnömoni, ampiyem, tüberküloz ve akut nurumun ve etkin arteriyel dolaşım hacminin değerlendirilmesini de i
solunum yetmezliği, komplikasyon olarak UADHS’na sekonder oiarak içeren fizik muayene ve doğru alınmış bir anamnez ile genellikle belir­
hiponatremi ile seyredebilir. Hipoksemi, hiperkarbi ve pozitif-basınçlı lenebilir. Hiponatremi, ECF hacminin artması ve etkin dolaşım hacmi-:
ventilasyon, AVP salınımı için nonozmotik uyaranlardır. Çeşitli tümör­ nin azalmasının ayıncı tanısı, konjestif kalp yetmezliği, hepatik siroz ve ■
ler, özellikle akciğerin yulaf hücreli karsinomunun ektopik AVP salmı- nefrotik sendromu içerir. Hipotiroidism ve adrenal yetmezlik genellikle
mına neden olduğu gösterilmiştir. Bir çok ilaç ya kendisi AVP salim­ normale yakın bir ECF hacmi ve azalmış etkin arteriyel dolaşım hacmi
inim uyanr yada böbreklerdeki etkisini artıncı eüri gösterir. AVP salı­ ile birlikte seyreder. Tüm bu hastalıkların karakteristik bulgu ve işaret­
nım şekilleri UADHS nun 4 alt-grupta sınıflandırılmasında kullanıla­ leri mevcuttur. UADHS olan hastalar genellikte normal hacimdedir.
bilir: (1) AVP nin yanlış otonom salgılanması(ektopik üretim); (2) da­ Dört laboratjıvar bulgusu sıklıkla yararlı bilgi sağlar ve hiponatre­
ha düşük bir ozmolalite eşik düzeyinde AVP salımmmın normal düzen­ minin ayıncı tanısını darlaştırabilir ( 1 ) plazma ozmolalitesi, (2 ) idrar i
lenmesi veya reset osmostat (kaşeksi, malnütrisyon); (3) düşük ozmo- ozmolalitesi, (3) idrar Na+ konsantrasyonu ve (4) idrar K+ konsantras­
lalitede tamamen baskılanma yetmezliği ile birlikte hipertonositeye yonu. ECF tonositesi primer olarak Na+ konsantrasyonu tarafından be­
normal AVP yanıtı (yetersiz hipofiz sap bölgesi); ve (4) normal AVP lirlendiğinden, hiponatfemiii hastalann çoğunda plazma ozmolalitesi
salınımma artmış duyarlılık veya bazı diğer antidiüretik faktörlerin sa­ düşüktür, Eğer plâzma ozmolalitesi düşük değilse psödohiponattemi
hilimi (nadir). ekarte edilmelidir. Hipoozmolaliteye böbreğin verdiği uygun yanıt,;
Hormonal fazlalık veya eksiklik hiponatremiye neden olabilir. Ad­ maksimum hacimde seyrettik idrar atmaktır, yani idrar ozmolalitesi
renal yetmezlik (Konu 331) ve hipotiroidism (Konu 330) hiponatremi 100 mosmol/kg’dan, idrar yoğunluğu ise 1.003’den düşüktür. Bu du­
ile seyredebilir ve UADHS ile karıştırılmamalıdır. Adrenal yetmezlik- rum primer polidipsili hastalarda gözlenir. Eğer bu durum söz konusu '
u-kt hiponatremiye nıineralokortikoid eksikliği de katkıda bulunması­ değilse, o zaman AVP’nin böbrek üzerindeki etkisine bağlı olarak s e r -:
na rağmen, AVP fazla salmtmına, hem Indirek (hacim eksikliğine se­ best su atımındaki bozukluğu düşündürür. AVP sahnımı, hemodinamik.;
conder) hem de direk (kortikotropin-scrbestleştirici faktör ile birlikte bir uyanya fizyolojik yanıt olarak veya hiponatremi ve normal hacim ,
salınarak) olarak neden olan kortizol eksikliğidir, Hipoliroidinin hipo­ varlığında uygunsuz olarak gerçekleşebilir. Na+ ECF nin ana katyonu !
natremiye yol açma mekanizmaları arasında, kalp atım hacminin ve olduğu ve bu bölmede sınırlandırılmış olarak bulunduğu için, E C F :
GFR nin azalması ve hemodinamik uyarıya yanıt olarak AVPsalımmı- hacmindeki kayıplar kendini toplam vücut Na+ içeriğinde eksiklik ola;
ııın artması sayılabilir. rak gösterir. Bu nedenle, hacim azalması olalı hastalarda böbrek işlev»'
Son olarak, eğer böbrekler günlük diyetle alınan su yükünü atamı­ leri normal ise, tübüler Na* geri emilimi artar ve idrar Na+ konsantras­
yorsa AVP veya böbrek yetmezliği olmaksızın da hiponatremi gelişe­ yonu 20 mmol/L den daha düşük olur. Hipovolemik hiponatremide, id­
bilir. Psikojenik veya primer polidipside, aşın miktarlarda su alımı, rar Na+ konsantrasyonunun 20 mmol/L den yüksek bulunması, tuz
böbreklerin oldukça yüksek olan, günde 12L lik atım kapasitesini aşa­ kaybettiren nefropati, diüretik tedavisi, hipoaldosteronizm veya aralık­
bilir (Konu 329). Bu hastalann genellikle psikiyatrik hastalıklan var­ lı kusma durumlarını işaret eder. Hem idrar ozmolalitesi hem de idrar
dır ve fenotiazin gibi ağız kurumasına neden olarak susuzluk hissini Na+ konsantrasyonu, tedaviye yanıtın değerlendirilmesinde seri öl­
uyandıran ilaç kullanıyor olabilirler. Maksimum idrar hacmi, atılması çümler şeklinde izlenebilir.
gereken solüt miktannın ve erişilebilen minimum idrar ozmolalitesinin UADHS, uygunsuz bir konsantre idrar (idrar ozmolalitesi 100 moz-‘
sonucunda belirlenir. Normal bir diyet metabolizması sonucunda gün­ mol/kg dan daha yüksek) ile birlikte hipoozmotik hiponatremi ile ka-
de 600 mosmol üretilir ve insanlarda minimum idrar ozmolalitesi 50 rakterizedir. Hastalar tipik olarak normovolemik olup normal Na+ den­
mosmol/kg dır. Bu nedenle, günlük idrar atılımı maksirtium 12 L civa­ gesine sahiptirler. Su retansiyonıinâ sekonder olarak hafif bir haeiriı ge­
rındadır (600 -t- 50 = 12). Tanım olarak,günde ~750 mosmol’den daha nişlemesine eğilimlidirler ve idrar Na+ atım hızı alıma eşittir (idrar Na4'!
fazla solüt atılma oranı ozm otik diü rez olarak adlandırılır. Düşük pro­ konsantrasyonu genellikle 40 mmol/L nin üzerindedir), Tanım olarak,
tein diyeti, günde 250 mosmol kadar düşük bir üretime neden olabilir normal böbrek, adrenal ve tiroid işlevlerine sahiptirler ve genellikle
ve bu da minimum idrar tonositesi olan 50 mosmol/gün düzeyinde; hem K+ hem de asit-baz dengeleri normaldir. UADHS genellikle hacim
maksimum 5 L/gün idrar atımına karşılık gelir. Bira içicilerinde, tipik artışının uyardığı ürik asit atılımına bağlı hipoürisemi ite, de ilişkilidir.
olarak protein ve elektrolit alımı düşük olduğundan, yüksek miktarlar­ Buna karşın, hipovolemik hastalar, proksimal ürik asit geri emîliminih
da bira tükettiklerinde böbrek atım kapasitesini aşar ve hiponatremi ile artışına sekonder olarak hiperürisemik olmaya eğilimlidirler.
sonuçlanır. Bu fenomene b ir a p o to m a n is i adı verilir. KLİNİK YAKLAŞIM Bkz. Şek. 49-1.
KLİNİK Ö Z E LL İK L ER Hiponatreminin klinik tablosu, ICF
hacminin artmasına, özellikle beyin hücrelerinin şişmesine veya beyin ■pH TEDAVİ Tedavinin hedefi iki yönlüdür: (1) su alimini kısıtlayıp
ödemine neden olan hücre içine ozmotik su geçişi ile ilişkilidir. Bü ne­ su atımım körükleyerek plazma Na+ konsantrasyonunu yükselt­
denle, semptomlar öncelikle nörolojiktir ve bunların şiddeti başlangı­ mek; ve (2) altta yatan bozukluğu düzeltmek. Hafif seyirli asemptoma­
cın ne kadar ani olduğuna ve plazma Na+ konsantrasyonundaki gerçek tik hiponatreminin genel olarak klinik önemi azdır ve tedavi gerektir­
azalma miktarına bağlıdır. Hastalar asemptomatik olabildiği gibi bu­ mez. ECF hacim azalması ile ilişkili olan asemptomatik hiponatremi­
lantı ve halsizlikten yakınabilir. Plazma Nâ+ konsantrasyonu düştükçe, nin kontrol altına alınması genel olarak Na+’un izotonik şalin şeklinde
semptomlar, baş ağrısı, letarji, konfüzyon ve şuur kapanmasına kadar yerine konmasını içerir. Uygulanan NaCl ün plazma Na+ konsantras­
ilerleme gösterir. Stupor, kasılmalar ve koma, plazma Na+ konsantras­ yonu üzerine direk etkisi önemsizdir. Ancak, normal hacmin sağ-'
yonu çok hızlı düşmedikçe veya akut olarak 120 mmol/L altına inme­ lanması AVP salınımı için uyarıyı ortadan kaldırarak fazlalık ser­
dikçe genellikle gözlenmez. Yukarıda tanımlandığı gibi, kronik hipo- best suyun atılmasına neden olur. Ödematöz durumlarla ilişkili hi­
natremide, hücre hacmini korumak üzere adaptif mekanizmalar devre­ ponatremi, altta yatan hastalığın şiddetini yansıtır ve genellikle
ye girer. Beyin hücrelerinden organik solütleri takiben Na+ ve K+‘un asemptomatiktir. Bu hastalann toplam vücut suyu, toplam vücut
kaybı, sekonder olarak hücre zarından su çıkışına neden olarak beyin Na+ içeriğinden daha fazla miktarda artmıştır. Tedavi hem Na+ hem
hücre şişmesini azaltır (ICF den ECF ye). Net etki serebral ödemi ve de su aliminin kısıtlanmasını, hipokaleminin düzeltilmesini ve
ona bağlı semptomlan en aza indirmektir. Hastaneye yatırılan hiponat- Na+’dan fazla su atılmasının sağlanmasını içermelidir. Bunun için,
276 •I . : mu.İ .ıküi.küküi vc îaiu.UM -V-t^ılun yoktur. Kronik hiponatremili hastalar ODS gelişimine en duyarlı
hastalardır çünkü, bu hastalarda beyin hücre hacimleri yukarıda ta­
nımlanan ozmotik adaptif mekanizmalar sonucu normale yakın bir
düzeye dönmüştür. Bu nedenle, bu kişilere hipertonik şalin uygulan­
ması beyin hücrelerinin ani bir şekilde ozmotik büzülmesine neden
olabilir. Hiponatreminin hızlı veya gereğinden fazla miktarda düzel­
tilmesine ek olarak ODS gelişimi için risk faktörleri arasında daha
önceden geçirilmiş serebral anoksik hasar, hipokalemi ve özellikle
de alkolizme sekonder malnütrisyonlu hastalar sayılabilir. E C F ha­
cim azalması bulunan hastalarda intravenöz şalin tedavisi ve primer
polidipsili hastalarda su kısıtlaması, AVP’nin hastalanması ve su di-
ürezinin kamçılanması sonucunda hiponatreminin gereğinden hızlı
düzelmesine yol açabilir. Bu durum, su verilerek veya AVPanaloğu
kullanılarak serbest su atım hızının yavaşlatılması suretiyle engelle­
nebilir. —* B a h a d e ta y lı ta r tış m a iç in , b kz. K o n u 3 2 9 .

HİPERNATREMİ

E T Y O L O Jİ Hipematremi, plazma Na+ konsantrasyonunun 145


mmol/L den yüksek olması şeklinde tanımlanabilir. Na+ ve ona eş­
lik eden anyonlar E C F nin temel ozmolleri olduğu için, hipematre­
mi, bir hiperozmolalite durumudur. ICF partiküllerinin sabit bir sa­
yıda olmasından dolayı hipematremide ozmotik dengenin sağlan­
ması IC F hacim azalması ile sonuçlanır. Hipematremi, primer Na+
kazancı veya su kaybına bağlı gelişebilir. Hipematremiye uygun
yanıtın iki bileşeninden biri susama hissi ile tetiklenen artmış su alı­
mı, diğeri ise, ozmotik uyarıya yanıt olarak AVP salınımının oldu­
ğunu yansıtan maksimum konsantrasyonda minimum hacimde id­
rar atılmasıdır.
Pratikte, hipematremi olgularının büyük çoğunluğu su kaybına
bağlı olarak gelişir. Su, ICF ve E C F arasında 2:1 oranında dağıldı?
ŞEKİL 49-1 Hiponatremiya klinik yaklaşımı gösteren algoritma. ECF, ğı için, belirli miktarda solütten yoksun su kaybı, ICF bölmesinde
ekstrasellüler sıvı; UADHS, uygunsuz antidiüretik hormon salınım E C F bölmesine oranla iki kat daha fazla azalma ile sonuçlanır. Ör­
sendromu. neğin, şu üç senaryoyu değerlendirin: 1 L su kaybı, 1 L izotonik
idrarla kaybedilen oranda Na+ un yerine konarak net serbest su atı­ NaCl kaybı veya 1 L yan-izotonik NaCl kaybı. Eğer 1 L su kaybı
mının sağlanması için birlikte kulp diUretiklerinin kullanılmasını olursa IC F hacmi 6 67 mL azalırken E C F hacmi sadece 333 mL aza­
gerektirebilir. Oral şu kısıtlaması, idrar atım miktarından daha az lacaktır. Na+ büyük oranda E C F bölmesinde sınırlandırılmış oldu­
olmalıdır. K+ açığının düzeltilmesi, hücre içiıie K+ girmesi sonucu ğundan eğer sıvı kaybı izoosmotik olursa E C F 1 L kadar azalacak­
Na+’un hücre dışına çıkmasına neden olarak plazma Na+ konsant­ tır. Bir litre yan-ozmotik NaCl, 5 0 0 mL su (1/3 ECF, 2/3 IC F) ve
rasyonunu artırabilir. Su kısıtlaması, primer polidipsi, böbrek yet­ 500 mL izotonik saline (tamamı E C F) eşittir. Bu nedenle, 1 L yan-
mezliği ve UADHS ile ilişkili hiponatremilerin tedavi yaklaşımının ozmotik sıvı kaybı E C F ’yi 667 m L, IC F’yi ise 333 mL azaltır.
da bir parçasıdır (Konu 329). Hiperozmolalitenin derecesi, susama mekanizması anormal ol­
Hiponatreminin düzeltilme hızı, nörolojik işlev bozukluğu olup madığı veya suya erişmede bir problem olmadığı sürece tipik ola-
olmamasına bağlıdır. Bu da, plazma Na+ konsantrasyonundaki dü­ rak hafif seyirlidir. İkinci durum, infantlarda, fiziksel özürlülerde*
şüşün başlangıç hızı ve derecesi ile ilişkilidir. Asemptomatik hasta­ mental durumu bozuk olanlarda, postoperatif durumlarda ve yoğun
larda plazma Na+ konsantrasyonu saatte 0.5 ila 1.0 mmol/L daha bakım ünitesindeki intübe hastalarda oluşur. Nadir durumlarda, p r i ­
fazla artırılmam alı ve ilk 2 4 sâatte 10-12 mmol/L den az olmalıdır. m e r h ip o d ip s iy e bağlı susama hissinin bozulması oluşabilir. Bu du­
Akut veya şiddetli hiponatremi (plazma Na+ konsantrasyonu <110 rum, genellikle susamayı kontrol eden hipotalamik ozmoreseptörle-
ila 115 mmol/L) mental durum değişikliği ve/veya nöbetlerle ken­ rin haşan sonucu oluşur ve AVP sal miminin ozmotik düzenlenme­
dini göstermeye eğilimlidir ve daha hızlı bir düzeltme gerektirir. sindeki anormallik ile birlikte olma eğilimindedir. Primer polidipsi,
Şiddetli semptomatik hiponatremi, hipertonik şalin üe tedavi edil­ granulomatöz hastalık, damar tıkanıklıklan veya tümörler gibi çe­
meli ve plazma Na+ konsantrasyonu ilk 3-4 saat içinde veya nöbet­ şitli patolojik olaylara bağlı olarak gelişebilir. E s a n s iy e l h ip e r n a tr e -
ler geçinceye kadar saat başına 1-2 mmol/L olacak şekilde yüksel­ m i olarak adlandırılan bir grup hipodipsik hipematremi, zorlu su
tilmelidir. Yine, ilk 2 4 saat süresince plazma Na+ konsantrasyonu alımına yanıt vermez. Bu olay, AVP salınımının nonozmotik düzen­
12 mmol/L den daha fazla yükseltilmemelidir, Na+ plazma konsant­ lenmesi ile sonuçlanan spesifik bir ozmoreseptör defektine bağlı
rasyonunu belirli bir oranda artırmak için gereken Na+ miktarı, ek­ gözükmektedir. Bu nedenle, su yüklenmesinin hemodinamik etkile­
sik olan plazma Na+ konsantrasyonu ile toplam vücut suyunun çar­ ri, AVP hastalanmasına ve seyreltik idrar atımına neden olur.
pımı ile hesaplanabilir. Normal koşullar altında, toplam vücut suyu Serbest su kaybı ya böbrek yada böbrek dışı kaynaklı olabilir.
toplam vücut ağırlığının kadınlarda % 50’si erkeklerde ise % 60’ı Böbrek dışı su kayıplan, deri ve solunum yollarından buharlaşma­
kadardır. Bu nedenle, 70 kg olan bir erkekte plazma Na+ konsant­ ya (görülmez kayıplar) veya gastrointestinal sistemden kayıplara
rasyonunu 105’den 115’e çıkarmak için 420 mmol [(115 - 105) x bağlı olabilir. Görülmez kayıplar, ateş, egzersiz, sıcağa maruz kal­
70 x 0.6] Na+ gereklidir. Hiponatremi çok hızlı düzeltilirse ozmo- ma, şiddetli yanıklar ve mekanik olarak solutulan hastalarda artar.
tik demiyelinasyon sendromu (ODS) gelişme riski vardır. Bu send- Dahası, şiddetli terlemeler ile terdeki Na+ konsantrasyonu azalarak
rom, gevşek paralizi, dizartri ve disfaji ile karakterize nörolojik bir solütten yoksun serbest su kaybmı artırır. İshal, hipematreminin en
bozukluktur. Tam genellikle klinik şüphe ile konur ve uygun nöro- sık görülen gastrointestinal nedenidir. Spesifik olarak, ozmotik is­
görüntüleme yöntemleri ile kesinleştirilebilir. Belirgin bir morbidi- haller (laktuloz, sorbitol veya karbonhidrat malabsorpsiyonu ile te­
te ve mortalite oranına sahip olan hastalığın spesifik bir tedavisi tiklenen) ve viral gastroenteritler Na+ ve K+ kaybından daha fazla
su kaybı ile sonuçlanır. Buna karşın, sekretuvar ishaller (ör. kolera, -9 S ıv ı v e E le k t r o lit B o z u k lu k la r ı 277
karsinoid, VİPoma) plazmadakine benzer bir fekal ozmolaliteye
(Na+ ve K+ konsantrasyonlarının toplamının üri katı) sahiptirler ve ölçülmesi hiperozmolalitenin değerlendirilmesinde esas teşkil eder.
E C F hacminde azalma ile birlikte normal plazma Na+ konsantras­ Hipematremiye böbreğin vereceği uygun yanıt, maksimum kon­
yonu veya hiponatremi ile seyrederler. santre edilmiş (idrar ozmolalitesi > 800 mosmol/kg) minimum ha­
Böbrek su kaybı, hipematreminin en sık sebebi olup ilaçla te­ cimde (5 0 0 mL/gün) idrar atılması şeklindedir Bu bulgular, böbrek
tiklenmiş, ozmotik ditirez veya diabetes insipitusa bağlı gelişir dışı, uzaktan böbrekle ilgili su kaybı veya hipertonik Na+ tuzlu so­
(Konu 329). Kulp dittretikleri, tersine çalışan mekanizmaları boza­ lüsyonlar uygulandığım düşündürür. Primer olarak Na+ fazlalığının
rak izoosmotik solüt diürezi oluşturur. Bu da, medüller interstisyel varlığı E C F hacim artması ve natriürez (idrar Na+ konsantrasyonu
tonositenitt azalması ve böbreğin konsantrasyon yeteneğinin bozul­ genellikle > 100 mmol/L) varlığı ile kanıtlanır. Hipematreminin bir
ması ile sonuçlanır Tübiil lümeninde geri emilemeyen organik so­ çok nedeni, poliüri ve submaksimal idrar ozmolalitesi ile seyreder.
lütlerin varlığı, sıiyun ozmotik geri emilimineengel olur. Bu da, oz­ İdrar hacmi ve ozmolalitesi sonuçlan, yani solüt atım hızı, poliüri
motik diürez olarak bilinen Na+ ve K+ kaybım aşan bir oranda su nedeninin belirlenmesinde yararlıdır (yukarı bakmız). Sabit denge
kaybına yol açar. Ozmotik diürezin en sık sebebi hiperglisemi ve durumunu sürdürmek için toplam solüt âtımı solüt üretimine eşit
iyi kontrol edilemeyen diabetes mellitustaki glikozüridir. Intrave- olmalıdır. Yukarıda da belirtildiği üzere, normal diyet alan kişiler
nöz mannitol uygulanması ve ürenin endojen üretimindeki artış da günde - 6 0 0 mosmol solüt üretirler. Bu nedenle, günlük solüt atımı­
(yüksek protein diyeti) ozmotik ditirez ile sonuçlanabilir. İdrarla su nın 7 5 0 mosmol’ü aşması ozmotik diürezi tanımlar. Bu durum, id­
kaybına sekondUr gelişen ozmotik olmayan sebeplere bağlı hiper- rar glukoz ve üresi ölçülerek kamtlanabilir. Genelde, hem SDI hem
natremi genellikle: (1) AVP salınımmın bozulmasına ile karakteri- de NDI poliüri ve hipotonik idrar (idrar ozmolalitesi < 250 mos-
ze nörojenik diabetes insipitus veya SDI (santral) yada (2) AVP’nin mol/kg) ile seyreder. Beraberinde susama hissi bozukluğu olmadi-
etkisine hedef organ (böbrek) direnci ile seyreden NDI (nefiroje-
nik). SDI’ün en sık nedeni nörohipofiz harabiyetidir. Travma, nö- öykü, fizik muayene ve uyumlu laboratuvar bulgulan genellikle
ro-cerrahi, granulomatöz hastalıklar, neoplazmalar, vasküler olay­ edinsel NDI nedenlerini ekarte eder. SDI ve NDI genel olarak, dik­
lar veya enfeksiyonlar sonucunda oluşabilir. SDI bir çok olguda katli bir su kısıtlamasından sonra AVP analoğu olan dezmopressin
idiopatiktir ve nadireh herediter olabilir. Hastalığın ailesel formu (lOugintranazal olarak) verilerek ayın edilebilir. SDI’da idrar oz­
otozömal dominant karakterde olup propressofızin (AVP prekürsö- molalitesi en az % 50 artmalı iken NDI’da değişme olmayacaktır.
rü) genindeki mutasyönlara atfedilmiştir. NDI kalıtsal veya edinsel Ne yazık ki, AVP salınım ve etkisinde olan kısmi defektlerin tanısı
olabilir. Konjeıiital NDI X -e bağlı resesif karakterde olup V2 resep­ bazen zor olabilmektedir, .
tör genindeki mutasyönlara bağlıdır. Otozomal aquaporin-2 genin­ K LİN İK YA K LA ŞIM Bkz. Şek. 49-2,
deki mutasyonlar da ND! ile sonuçlanabilir. Aquaporin-2 geni,
membrana yerleşimi AVP tarafından uyarılan bir su kanalı proteini­
ni kodlar. NDI’un sporadik sebepleri çok çeşitli olup ilaçlan (özel­
likle lityum)', hipefkatsemi, hipokalemi ve medüljer hipertonosite-
S TEDAVİ Tedavi hedefleri, altta yatan nedeni düzelterek süre­
gelen su kaybını durdurmak ve eksilen suyu yerine koymaktır,
llipovolemik hastalarda E C F hacmi düzeltilmelidir. Eksikliği dür
yi bozan durumları (ör. papiller nekroz veya ozmotik diürez) içerir. zeltmek için gereken su miktarı aşağıdaki denklemden hesaplana­
Gebelerde, ikinci veya üçüncü trimestirde, plasenta tarafından aşı- bilir: ' ; ^
n miktarda vazopresinaz oluşumuna bağlı olarak NDI gelişebilir.
Plazma Na+ konsantrasyonu - 1 4 0 ■*'-
Son olarak, sık olmamakla birlikte, primer Na+ kazancı hiper- Su Açığı =•--------------- -------------- -— ----------- — x toplam vücut sıvısı
natremiye neden olabilir. Örneğin, dikkatsizce hipertonik NaCl ve­ 140
ya NaHCÜj uygulanması yada infant formüllerinde şeker yerine Su kaybına bağlı hipematremide, toplam vücut suyu, yaklaşık
tuz konması bu komplikasyonu oluşturabilir. ’
K LİN İK Ö Z E L L İK L E R Hipertonosıte sonucunda, su, hücre
dışına hareket ederek ICF hacminde azalmaya yol açar, Beyin hüc­
relerinin hacminin azalması, subaraknoid veya intraserebral hemo-
raji nskini artınr. Bu nedenle, hipematreminin esas semptomları
nörolojiktir ye bunlar arasında mental durum değişkenliği, güçsüz­
lük, nöromusküler irritabilite, fokal nörolojik bulgular ve nadiren
koma vç nöbetler sayılabilir. Hastalar, poliüri ve susama hissinden
de yakınabilir. Bilinmeyen sebeplerden ötürü, SDI’lu polidipsişi
olan hastaların buz gibi soğuk suyu tercih etme eğilimleri vardır.
Aşın terleme, ishal veya ozmotik diürez öyküsü olan hastalarda,
hacim azalması semptom ve işaretleri sıklıkla mevcuttur. Plazma
Na+ konsantrasyonu 180 mmol/L üzerinde mortalite oram çok yük­
selir. Hiponatremide olduğu gibi, klinik tablonun şiddeti plazma
Na+ konsantrasyonundaki yükselmenin ne kadar akut olduğu ve
boyutu ile ilişkilidir. Kronik hipematremi, hücre hacmini koruma­
ya yönelik adaptif mekanizmaların, devreye girmesi sonucunda ge­
nellikle daha az semptomatiktir. Beyin hücreleri başlangıçtaNa+ ve
K+ tuzlarım içeri alırken bunu inositol gibi organik ozmolitlerin bi­
rikmesi takip eder. Bu olay, beyin ICF hacminin normale doğru dü­
zelmesini sağlar.
TANI Tam bir öykü ve fizik muayene, sıklıkla, hipematremi­
nin altta yatan nedenine yönelik ip uçlan sağlayacaktır, ilişkili
semptom ve işaretler arasında susuzluk hissi, diaforez, ishal, poli­
üri ve E C F hacim azalması özelliklerinin olup olmaması sayılabi­
lir. Öyküde mutlaka mevcut ve yakın geçmişteki ilaç uygulamalan
sorgulanmalı ve fizik muayenede mental durum ve nörolojik değer­
lendirme eksik bırakılmamalıdır. İdrar hacminin ve ozmolalitesinin ŞEKİL 49-2 Hipematremiye klinik yaklaşımı gösteren algoritma.
278 r! i.ıSuiJiK^ Miıi .\iKi H'il^ahırı v,.; Hıkımı) .yari ilen lemiye yol açar). Laktat ve b-hidroksibutirat gibi anyonlar, hücreler ta­
rafından kolayca alınabildiğinden, organik asidozlar pH ile ilişkili K+
s olarak, erkeklerde vücut ağırlığının % 50’si ve kadınlarda ise % 40’ıdır. hareketine neden olmazlar. Tersine, K+’un hücre içine hareketi metabo­
| Örneğin, plazma Na+ konsantrasyonu 160 mmol/L olan 50 kg ağırlığın- lik alkaloz durumunda gözlenebilir. Ancak bu durum, hücre içi tampon-
j daki bir kadının hesaplanan su açığı 2.9 L [(160 - 140) -r 140] x (0.4 x lamanın azalmasına bağlı olarak daha az önem arz eder. Asit-baz denge­
j 50) dur. Hiponatremide olduğu gibi, hipematreminin de hızlı bir şekilde sindeki primer solunum bozuklukları minimal bir K+ hareketine neden
î düzeltilmesi tehlikelidir. Bu durumda, ozmolalitedeki ani düşme, potan- olur. Hiperozmolal durumlarda, solvent sürüklenmesine bağlı olarak
! siyel olarak ozmotik adaptasyona uğramış hücrelerin içine ani su girme- K+’da su ile birlikte hücre dışına diffüze olur. ICF su kayıplarının artma­
j sine neden olabilir. Bu da, beyin hücrelerinin şişmesi ve nöbet ya da ka- sı sonucunda da K+’u hücre dışına doğru yönlendiren konsantrasyon gra-
! lıcı nörolojik hasar oluşma riskinin artmasına yol açar. Bundan dolayı, diyentinde artma meydana gelir. Doku parçalanması veya yıkımı, hücre
* su açığı en az 48 ila 72 saatte olmak üzere yavaş bir şekilde düzeltilme- içi K+un serbestleşmesi ile sonuçlanırken, yeni hücrelerin üretimi sıra­
j lidir. Suyu yerine koyma hızı hesaplanırken sürmekte olan kayıplar da sında K+ ECF’den hücre içine kayar. Son olarak, orta veya şiddetli eg­
; dikkate alınmalı ve plazma Na+ konsantrasyonu saatte 0.5 mmol/L ve ilk zersiz, glikojenoliz ve lokal vazodilatasyona yol açarken K+’un da kas
24 saatte 12 mmol/L’yi aşmayacak şekilde düşürülmelidir. Su uygulan- hücrelerinden dışarı çıkışı ile ilişkilidir. Bu durum genellikle geçici ol­
• masının en güvenli yolu ağızdan veya nazogastrik tüp (veya bir başka masına karşın, kan alımı sırasında hastalara sürekli yumruk yapma ve
i besleme tüpü) yoluyla verilmesidir. Alternatif olarak, suda çözünmüş açma uygulanırsa plazma K+ konsantrasyonunu etkileyebilir.
j %5 dekstroz veya yarı-izotonik şalin intravenöz yolla verilebilir. SDI un Ortalama bir batı diyeti ile beslenen kişilerin günlük K+ alımı 40 ila
1 uygun tedavi şekli intranazal olarak dezmopressin verilmesidir (Konu 120 mmol ya da yaklaşık günde 1 mmol/kg olup bunun %90’ı gastroin­
l 329), İdrar miktarını azaltmak için diğer seçenekler arasında düşük doz testinal sistem tarafından absorbe edilir. Sabit dengenin sağlanabilmesi
tiazid diüretik tedavisi ile kombine düşük-tuz diyetinin uygulanması sa­ için K+ alımı ile atımının eşit olması gereklidir. Eğer diyetle alınan K+
yılabilir. Kısmi SDI’u olan bazı hastalarda AVP salınımını uyaran veya yükü ECF bölmesinde kalıyorsa, plazma K+ konsantrasyonundaki artışı
böbrekteki etkisini artıran ilaçların kullanılması yararlıdır. Bunlar ara­ önlemek üzere önce böbrek dışı adaptif mekanizmalar ve bunu takiben
sında, klorpropamid, klofıbrat, karbamazepin ve nonsteroidal antiinfla- de idrarla atım mekanizmaları devreye girer. Bir öğünü hemen takiben,
matuar ilaçlar (NSAİİ) sayılabilir. NDI daki konsantrasyon defekti, alt­ plazma K+ konsantrasyonundaki yükselme sonucu, insülin salınımı ve
ta yatan bozukluğun tedavisi veya neden olan ilacın eliminasyonu ile ge­ bazal katekolamin düzeylerinin de yardımıyla, absorbe edilen K+’un bü­
ri dönüşümlü olabilir. NDI’a bağlı semptomatik poliüri yukarıda açık­ yük çoğunluğu hücre içine girer. Ancak sonuçta, fazla miktardaki K+ id­
landığı üzere, düşük Na+ diyeti ve tiazid diüretik tedavisi ile düzeltilebi­ rarla atılır (aşağıya bkz.). Gastrointestinal K+ aliminin düzenlenmesi tam
lir. Bu, hafif hacim azalmasını tetikleyerek tuz ve suyun proksimal geri anlaşılamamıştır. Dışkı ile kaybedilen K+ miktarı, kronik böbrek yet­
emiliminin artmasına ve AVP’nin etki bölgesine, toplayıcı kanallara, mezliğinde %10’dan %50 veya 6 0 ’a (diyetle alınan miktarın) çıkabilir.
ulaşımının azalmasına yol açar. NSAİİ’lar böbrekte prostoglandin sen­ Buna ilaveten, yüksek hacimli ishali olan hastalarda K+’un kolonik salı-
tezini bozarak AVP etkisini artırır ve böylece idrar ozmolalitesini yük­ nımı uyarıldığından, potansiyel olarak ciddi K+ eksikliği ile sonuçlanır.
selterek idrar hacmini azaltır. Amilorid, lityum tedavisi almak zorunda POTASYUM ATIMI (Ayrıca bkz Konu 268) Böbrek ile atım, diyet
olan NDI’lu hastalarda yararlı olabilir. Lityumun nefrotoksik etkisinin yada diğer kaynaklardan oluşan fazlalık K+’un atılması için temel yol­
oluşabilmesi için, ilacın amiloride duyarlı Na+ kanalları yoluyla topla­ dur. Süzülen K+ yükü (GFR x plazma K+ konsantrasyonu = 180 L/gün
yıcı kanal hücreleri içine alınmasını gereklidir. x 4 mmol/L = 720 mmol/gün) ECF K+ içeriğinden 10 ila 20 kat daha
fazladır. Süzülen K+’un %90 kadarı proksimal tübüllerden ve Henle kul­
POTASYUM pundan geri emilir, Proksimal tübüllerde K+; Na+ ve su ile beraber pasif
olarak geri emilirken, Henle kulpunun kalın-çıkan kolunda K+ geri emi-
POTASYUM DENGESİ Potasyum, esas olarak hücre içi bir katyondur. limine luminal Na+-K+-2C1- taşıyıcısı aracılık eder. Bu nedenle, distal
Normal plazma K+ konsantrasyonu 3.5 ila 5.0 mmol/L iken, hücre içi neffona [distal tübüller ve kortikal toplayıcı kanallar (KTK)] ulaşan K+
konsantrasyon yaklaşık 150 mmol/L dir. Bu nedenle, ECF de bulunan miktarı diyetle alınan miktara yaklaşık olarak eşitlenir. Distal K+ salını-
K+ miktarı (30 ila 70 mmol) toplam vücut K+ içeriğinin (2500 ila 4500 mında net artış K+ fazlalığı, geri emilimdeki net artış ise K+ eksikliği du­
mmol) %2’sinden daha az bir kısmını oluşturur. K+ konsantrasyonunun rumlarında oluşur. Distal tübülün son kısımlarında (veya bağlantı tübü-
ICF:ECF oranı (normalde 38:1) dinlenme membran potansiyellerinin te­ lü) ve kortikal toplayıcı kanallardaki K+ salınmamdan sorumlu hücre, şef
mel sonucu olup nörümusküler işlevler için hayati önem arz eder. Ba­ hücredir. Aslında, böbrek K+ atımının ve toplam vücut K+ dengesinin
zolateral yerleşimli Na+, K+-ATPaz pompası, aktif olarak 2:3 oranında tüm düzenlenme işlemleri distal neffonda gerçekleşir. K+ salınımı için
K+’u içeri ve Na+’u hücre dışına transfer eder ve K+’un pasif olarak hüc­ itici güç, şef hücrenin luminal membranı boyunca oluşan elektrokimya-
re dışına difüzyonu, miktarsal olarak, dinlenme membran potansiyelini sal gradiyenttir. Bazolateral Na+, K+-ATPaz pompasının çalışması sonu­
oluşturan cn önemli faktördür. Elektrojenik Na+, K+-ATPaz pompasının cu olarak, hücre içi K+ konsantrasyonu, kortikal toplayıcı kanalın lüme-
aktivitesi, hücre içi Na+ konsantrasyonu arttığı zaman uyarılır ve digok- ninde bulunan sıvıdaki K+ konsantrasyonunu kat kat aşar. Elektrojenik
sin toksisitesi veya kalp ve böbrek yetmezliği gibi kronik durumlarda ise Na+ geri emilimi tarafından oluşturulan elektriksel gradiyent lümen-ne-
baskılanır. gatif transepitelyal potansiyel farklılığına (TEPF) neden olarak K+ sali­
K+,un dağılımı, hormonlar, asit-baz dengesi, ozmolalite ve hücre minim sağlar. Lümen-negatif TEPF oluşumu, Na+ ve ona eşlik eden an­
yapım-yıkım hızı gibi bir takım başka faktörler tarafından da etkilenir. yonun (esas olarak Cl*) göreceli geri emilim hızına bağlıdır. Na+ ve Cl'
İnsülin, glukoz transportu üzerine olan etkisinden bağımsız ve indirek ’ün eşit miktar ve hızda geri emilimi elektronötral iken, Na+’un Cl- den
olarak Na+, K+-ATPaz aktivitesini artırarak K+’un kas ve karaciğer hüc­ daha fazla geri emilmesi elektrojeniktir. Şef hücre tarafından Na+’un ya­
releri içine girmesine yol açar. Tersi durumda, insülin eksikliği K+’un kalanması apikal Na+ kanalı tarafından gerçekleştirilir ve kortikal topla­
ICF den ECF bölmesine doğru hareketine neden olur. Katekolaminlerin yıcı kanal lümenine göre daha düşük hücre içi Na+ konsantrasyonu ol­
K+ dağılımı üzerine değişik etkileri vardır® (32-adrenerjik agonistler ması ile itici güç kazanır. Distal nefron Cl' transportunun mekanizması
K+’un hücreler tarafından alınmasını sağlarken, a-adrenerjik agonistler ve düzenlenmesi daha az bilinmektedir. Açıkçası, şef hücrenin Na+ ve­
K+’un hücreler tarafından alınmasına engel olur, Na+, K+-ATPaz pom­ ya Cl' geri emilimini etkileyen faktörler, TEP farklılığını da etkileyecek­
pası, insülin salınmamın yanı sıra (32-adrenerjik agonistler tarafından da tir. Potasyum salınımı iki fizyolojik uyaran tarafından düzenlenirsaldos-
uyarılır. Buna karşın, a-adrenerjik agonistlerin tam tersi etkileri vardır, teron ve hiperkalemi. Aldosteron, yüksek renin ve anjiotensin II, veya
Aldosteronun temel etkisi K+ atımını artırmaktır (aşağıya bkz.). ^ ’den­ hiperkalemiye yanıt olarak adrenal korteksin zona glomeruloza
gesinde hücre dışı pH’mn rolü altta yatan asit-baz bozukluğu ile ilişkili­ hücreleri tarafından salgılanır. Aldosteronun şef hücreye etkisi ile,
dir. Metabolik asidozda, H+ yükünün %60’ı hücre içinde tamponlanır. apikal membranın Na+ iletkenliği artar, bazolateral Na+, K+-ATPaz
Elektronötraliteyi sağlamak için, H+ iyonu ya eşlik eden bir anyon ile be­ uyarılır ve luminal K+ kanalları artar. Plazma K+ konsantrasyonu,
raber bulunmalı ya da hücre içi K+ ile değiş-tokuş edilmelidir (hiperka- aldosterondan bağımsız, K+ salınımını direk olarak etkileyebilir.
Kouıkul toplayıcı kanal tümenindeki K+ konsantrasyonuna ek olarak, 1 .Sıvı vc hickuoin Ao.:ukıüK;an 27 9
i' iİM' U ti k ' kaybı, gliııllik solüt atımının bir göstergesi olan idrar atım
itt/nın bağımlıdır (yukarı bkz). Atım miktarı, konsantrasyon ile hacmin bağlı (metabolik alkaloz) gelişen alkaloz, sıklıkla hipokalemi ile seyreder.
■,..ıı putunu eşit olduğundan distal akım hızının artması, idrarla K+ atımını Bu durumda, K+ yer değiştirmesi ile birlikte böbreklerden K+ kaybı da
Iwlirgin bir şekilde artırabilir. Son olarak, şiddetli K+ eksikliğinde K+ sa­ artmıştır. İnsülin ile yapılan diyabetik ketoasidoz tedavisi sırasında, Na+-
lanını azalır; kortikal ve medüller toplayıcı kanallardaki apikal H+, K+- H+ değiştiricisi ve Na+, K+-ATPaz pompasının (sekonder olarak) uyarıl­
ATPaz pompaları yoluyla geri emdim artacak şekilde düzenlenir. masına bağlı hipokalemi gelişebilir. Buna ek olarak, kontrol altında olma­
yan hiperglisemiler ozmotik diüreze bağlı olarak (aşağıya bkz) sıklıkla K+
ÜfPOKALEMİ eksikliğine yol açar. Strese bağlı katekolamin serbestleşmesi ve /^-adre-
nerjik agonist uygulanması direk olarak hücresel K+ yakalanmasını artırır
KTYOLOJİ (Bkz. Tablo 49-3) Hipokalemi, plazma K+ konsantrasyonu- ve pankreas adacık J3 hücrelerinden insülin salınımını uyarır. H ipokalem ik
p eriyodik paralizi, tekrarlayan, aralıklı güçsüzlük veya paralizi ile karak-
ıııuı < 3.5 mmol/L den az olması durumu olarak tanımlanır ve şunlardan
biri (yada daha fazlası) nedeniyle oluşabilir; diyetle net alımın azalması, terize nadir bir durumdur (Konu 381). K+ esas olarak ICF katyonu oldu­
ğundan, anabolik durumlar K+’un hücre içine kaymasına yol açarak po­
hücre içine yer değiştirmesi veya net kaybın artması. Alım azlığı nadiren
tek başına K+ eksikliğine neden olur çünkü distal nefronda net K+ geri tansiyel olarak hipokalemi ile sonuçlanabilir. Bu durum, vitamin B | 2 ile
tedavi edilen pernisyöz anemili veya granulosit-makrofaj koloni uyarıcı
cmilimi sonucunda, idrar K+ atılımı, çok etkin bir şekilde 15 mmol/gün’-
faktör ile tedavi edilen nötropenik hastalardaki hızlı hücre büyümesini ta­
den daha düşük düzeylere kadar azaltılabilir. Fakir, kırsal kesimler ve be­
kiben oluşabilir. Dondurulmuş kırmızı kan hücreleri saklanma şuasında
lirli bazı kültürel gruplar dışında, diyetle alınan K+ miktarı hemen her za­
K+’larınm yaklaşık yarısını kaybettiğinden eritilip yıkanmış eritrositlerin
man idrarla atılan miktardan fazladır. Diğer taraftan, diyetle K+ aliminin
masif transfüzyonu hipokalemiye neden olabilir.
kısıtlanması, gastrointestinal veya böbrek kayıplarına sekonder gelişen hi-
Böbrek Dışı Potasyum Kaybı Aşırı terleme, deri ve böbrekler yo­
pokalemiyi alevlendirebilir. K+ eksikliğine neden olabilecek nadir olay­
luyla K+ kaybına bağlı olarak K+ eksikliği ile sonuçlanabilir. ECF hacim
lardan biri toprak yeme (jeofaji) dir, çünkü, topraktaki kil, diyetle alınan
azalmasına sekonder olarak gelişen hiperaldosteronism idrarla K+ atımını
K+ ve demiri bağlar. Bu alışkanlık bir zamanlar Amerika’nın güneyinde­
artırır (Konu 331). Normalde dışkı ile K+ kaybı, 100 ila 200 mL hacim
ki Afrikalı Amerikalılar arasında yaygındı.
içinde 5-10 mmoi/gün düzeylerindedir. Artmış gastrointestinal kayıp so­
Hücrelerin içine kayma K+’un hücre içine hareketi, vücudun top­
nucu gelişen hipokalemi şiddetli ishal (genellikle sekretuvar), villoz ade-
lam K+ miktarında değişikliğe neden olmaksızın plazma K+ konsantras­
nomlar, VIP omalar veya laksatif suistimali olan hastalarda oluşabilir. Di­
yonunda geçici bir düşüklüğe neden olabilir. Hangi nedenle olursa olsun,
ğer taraftan, sıklıkla kusma veya nazogastrik boşaltma ile ilişkili olarak
değişikliğin boyutu göreceli olarak azdır ve genellikle 1 mmol/L den kü­
mide salgılarının kaybı, orta veya şiddetli K+ eksikliğine neden olmaz.
çüktür. Ancak, diğer faktörlerle birlikte bulunması, plazma K+ konsant­
Mide sıvısının K+ konsantrasyonu 5-10 mmol/L olduğu için, bu tür has­
rasyonunda belirgin düşmelere yol açabilir ve K+ kaybına bağlı hipokale-
talarda görülen 300 ila 400 mmol kadar bir K+ eksikliği oluşabilmesi için
minin şiddetini artırabilir. Özellikle, primer olarak plazma HCO3 ' artışına
30 ila 80 L kusması gerekir. Aslında hipokalemi, primer olarak böbrek K+
Tablo 49-3 Hipokalemi Nedenleri atımının artmasına bağlıdır. Mide içeriğinin kaybı hacim eksilmesine ve
I. Alım Azlığı metabolik alkaloza neden olarak kaliürezi artırır. Hipovolemi aldosteron
A. Uzun süreli açlık salınımını uyararak şef hücrelerden K+ salınımını artırır. Buna ek olarak,
B. Toprak yeme süzülen HCO3 ' yükü proksimal tübülün geri emilim kapasitesini aşarak
II. Hücre içine kayma distal kesime NaHCO^ erişimini artırır ve bu da idrarla K+ kaybını artıran
A. Asit-baz elektrokimyasal gradiyentin artmasına neden olur.
1. Metabolik alkaloz
Böbreklerden Potasyum Kaybı Genelde, kronik hipokalemi olgu­
B. Hormonal
larının çoğu böbrek K+ kaybına bağlıdır. Bu, kortikal toplayıcı kanal lü-
1. İnsülin
2. /L-Adrenerjik agonistler (endojen veya eksojen) mendeki K+ konsantrasyonunun veya distal akım hızının artmasına neden
3. a-Adrenerjik antagonistler olan faktörlere bağlı olabilir. Yukarıda da tanımlandığı gibi, distal nefro-
C. Anabolik durumlar nun K+ salgılaması, aldosteron ve Na+ ile ona eşlik eden anyonların göre­
1. Vitamin B12 veya folik asit (kırmızı kan hücre üretimi) celi geri emilim hızı tarafından etkilenen lümen negatif TEPF tarafından
2. Granulosit-makrofaj koloni uyarıcı faktör (beyaz kan hücre üre­ sağlanır. Mineraiokortikoid fazlalığı sıklıkla hipokalemi ile sonuçlanır
timi) (Konu 331). P rim er hiperaldosteronism , adrenal adenom (Conn sendro­
3. Total parenteral beslenme
mu), karsinom veya adrenokortikal hiperplaziye bağlı kontrolsüz aldoste­
D. Diğer
ron salımmı sonucunda gelişir. Çok nadir bir hasta grubunda, bozukluk ai­
1. Psödohipokalemi
2. Hipotermi leseldir (otozomal dominant) ve aldosteron düzeyleri düşük doz eksojen
3. Hipokalemik periyodik paralizi glukokortikoid uygulanmak suretiyle baskılanabilir. G lukokortikoid ile
4. Baryum zehirlenmesi düzeltilebilen hiperaldosteronism den sorumlu moleküler hasar, 1 1/3-hid-
III. Kaybın artması roksilaz geninin 5'-düzenleyici bölgesi ve aldosteron sentaz geninin kod­
A. Böbrek dışı layan dizilerini içeren bir yeniden düzenlenmiş gendir (kromozomal köp-
1. Gasırointestinal kayıp (ishal)
rüleşmeye-crossover- bağlı). Sonuçta, mineraiokortikoid, zona fasiküla-
2. Deri yoluyla kayıp (terleme)
ta’da sentezlenir ve kortikotropin tarafından düzenlenir. Hiperreninemi ile
B. Böbrek
1. Distal akımın artması: diüretikler, ozmotik dıürez, tuz-kaybetti-
ilişkili bir takım durumlar, sekonder hiperaldosteronism ve böbrekten K+
ren nefropatiler kaybı ile sonuçlanır. Yüksek renin düzeyleri sıklıkla hem reno-vasküler
2. Potasyum salınanının artması hem de malign hipertansiyona bağlı olarak gözlenir. Jukstaglomerular
a. Mineraiokortikoid fazlalığı: primer hiperaldosteronism, se­ aparatın renin salgılayan tümörleri, hipokaleminin nadir nedenlerinden bi­
konder hiperaldosteronism (malign hipertansiyon, renin-salgı- risidir. Renin üretimi yaptığı bildirilen diğer tümörler arasında böbrek
layan tümörler, renal arter stenozu, hipovolemi), belirgin mi­ hücre karsinomu, over karsinomu ve Wilms tümörü sayılabilir. Hiperreni­
neraiokortikoid fazlalığı (meyan kökü, tütün çiğneme, karbe-
nemi, etkin arteriyel dolaşım hacminin azalmasına sekonder olarak da
noksolon), Konjenital adrenal hiperplazi, Cushing sendromu,
oluşabilir.
Barrier sendromu
b. Geri emilmeyen anyonlann distal tübüler ulaşması: kusma, Renin veya aldosteron düzeylerinde artış olmaksızın distal nefrondan
nazogastrik drenaj, proksimal (üp 2) renal lübüler asidoz, K+ salgılanmasının artması, kon jen ital ad ren al hiperplazide gözlenen al­
diyabetik ketoasidoz, tutkal-koklama (tolüen alışkanlığı), dosteron dışındaki mineralokortikoidlerin üretimindeki artışa bağlı oluşa­
penisilin türevleri bilir (Konu 331). 11/Thidroksisteroid dehidrogenazın (1 1/3-HSDH) korti-
c. Diğer: amfoterisin B. Liddle sendromu, hipomagnezemi zolü kortizona çevirmesinden dolayı glukokortikoid-uyarımına bağlı kali-
280 il liüMahkkırm .'*ıı;ı Bu teuları ve tefcuim -Jekiîieri zulmuş insülin salınımına ya da periferal insülin direncine bağlı glukoz
ıntoleransı da oluşabilir.
Urez normalde oluşmaz. Bu nedenle, 11(3-HSDH eksikliği veya TANI Bir çok olguda, K+ eksikliğinin etiolojisi dikkatli bir anam-
baskılanması, kortizolün aldosteron reseptörüne bağlanmasına yol nez ile belirlenebilir. Diüretik ve laksatif suistimali ve gizli kusmaların
a ç a r a k y a la n cı m in er a lo k o rtik o id fa z la lığ ı sen drom u na neden olabilir. belirlenmesi güç olabilir ancak mutlaka ekarte edilmelidir. Nadiren,
1Ij8 -HSDH aktivitesini baskılayan ilaçlar arasında meyan kökü, çiğne­ belirgin lökositozu (örneğin, akut miyeloid lösemi) ve normokalemisi
me tütün ve karbenoksolon içinde bulunan glisirretinik asit sayılabilir. olan hastaların plazma K+ konsantrasyon ölçümleri, oda ısısında beyaz
Cushing sendromunda, kortizolü etkisizleştiren 11/J-HSDH kapasitesi­ kan hücrelerinin K+’u hücre içine almasına bağlı olarak düşük çıkabi­
ni aşacak kadar fazla oranda glukokortikoid üretimi söz konusuysa hi- lir. Bu p s ö d o h ip o k a le m i kan örneği buz içinde saklanarak veya plazma
pokalemi oluşabilir. (serum) hücrelerden hızla ayrıştırılarak engellenebilir. Potansiyel hipo­
L id d le sendrom u, hipertansiyon, hipokalemik metabolik alkaloz, kalemi nedenleri olarak, diyetle yetersiz K+ alınması ve K+’un hücre
böbrek K+ kaybı ve baskılanmış renin-aldosteron salınımı ile karakte- içi bölmeye kayması ekarte edildikten sonra, böbrek yanıtının izlenme­
rize nadir bir ailesel (otozomal dominant) hastalıktır (Konu 331). si K+ kaybının kaynağının belirlenmesinde yardımcı olabilir. K+ eksik­
Na+’un, geri emilemeyen bir anyonla beraber (Cl- değil) distal tüplere liğine karşı böbreğin vereceği uygun yanıt, geri emilimin artması ve
ulaşan miktarının artması lümen negatif TEPF ve K+ salınımını artınr. distal salgılanmanın azalmasına bağlı olarak, idrarla günde 15 mmol’-
Klasik olarak bu durum, bikarbonatüri ile ilişkili p r o k s im a l(tip 2) re­ den daha az K+ atılması şeklinde olur. Minimal böbrek K+ atımı ile
n a l tü bü ler a sid o z (RTA) ve kusmada görülür. Diyabetik ketoasidoz ve seyreden hipokalemi, K+ kaybının deri veya gastrointestinal sistem yo­
toluen alışkanlığı (tutkal koklama) kortikal toplayıcı kanalda, sırasıy­ luyla ya da hikayede bahsedilmeyen bir kusma veya diüretik kullanı­
la, P-hidroksibütirat ve hippürat artışına ve böbrek K+ kaybına neden mına bağlı olabileceğini düşündürür. Yukarıda da bahsedildiği üzere,
olabilir. Hacim azalması olan hastalara yüksek doz penisilin türevleri böbrek potasyum kaybı ya kortikal toplayıcı tübüllerde (CCD) K+ kon­
uygulanması benzer şekilde böbrek K+ salınımını artımken osmotik santrasyonunun artışına ya da distal akım hızının artmasına neden olan
diüreze de yol açabilir. K la s ik d ista l ( t i p i ) RTA, bilinmeyen bir meka­ faktörlere (ya da her ikisine birden) bağlı gelişebiür. ECF hacminin du­
nizma ile böbrek K+ kaybının artışına bağlı hipokalemi ile seyreder. rumu, kan basmcı ve beraberinde bir asit-baz dengesizliğinin olması,
Amfoterisin B distal nefronun Na+ ve K+ geçirgenliğini ve böbrek K+ aşın böbrek K+ kaybının nedenlerinin ayırt edilmesinde yardımcı ola­
kaybını artırarak hipokalemiye neden olur. bilir. T ranstü bü ler K + kon san trasy on g rad iy en ti (TTKG), net K+ salgı­
B a r tte r sen drom u hipokalemi, metabolik alkaloz, ECF hacim lanmasına neden olan faktörü ortaya çıkarmak için yapılan basit ve
azalmasına sekonder hiperreninemik hiperaldosteronism ve jukstaglo- hızlı bir testtir. TTKG, kortikal toplayıcı tübül lümenideki ([K+]CCD)
merular aparat hiperplazisi ile karakterize bir bozukluktur (Konu 331). K+ konsantrasyonunun peritübüler kapillerdeki veya plazmadaki
Son olarak, diüretik kullanımı ve alışkanlığı K+ eksikliğinin sık sebep­ ([K+]p) konsantrasyonuna oranıdır. Bu ölçümün geçerliliği üç öngörü­
lerindendir. Karbonik anhidraz inhibitörleri, kulp Diüretikleri ve ti- ye bağlıdır: (1) medüller toplayıcı tübüllerde (MCD) çok az miktarda
azidlerin hepsi kaliüretiktir. Hipokaleminin derecesi doza bağımlıdır solüt geri emiür, (2) MCD’de K+’ne salgılanır ne de geri emilir ve (3)
ve uzun etkili ajanlar ile artmaya eğilimlidir. Böbrek K+ atımının art­ terminal CCD’deki sıvının ozmolalitesi bilinir. Şiddetli bir K+ eksikli­
ması, primer olarak distal solüt eldesinin artmasına ve sekonder hipe- ği veya fazlalığı olmadıkça, medüller toplayıcı tübüllerde belirgin bir
raldosteronism’e (hacim azalmasına bağlı) bağlıdır. K+ salınımı veya geri emilimi nadiren gözlenir. AVP etkisi altında (OS-
K LİN İK Ö Z E LL İK L ER K+ eksikliğinin klinik tablosu her has­ Mj > OSMp), terminal kortikal toplayıcı tübülün ozmolalitesi plazma-
tada belirgin farklılıklar gösterir ve şiddeti hipokaleminin derecesine nınkine eşittir; ve distal nefron lümenindeki K+ konsantrasyonu, idrar­
bağlıdır. Semptomlar, plazma K+ konsantrasyonu 3 mmol/L nin altına daki K+ konsantrasyonunun idrar/plazma ozmolalitesine oranlanması
düşmedikçe nadiren oluşur. Halsizlik, kas ağrıları ve alt ekstremiteler- suretiyle hesaplanabilir (OSMu/OSMp):
de kas güçsüzlüğü sıklıkla karşılaşılan şikayetler olup düşük (daha ne­
gatif) dinlenme membran potansiyellerine bağlıdır. Daha şiddetli hipo­
kalemi, progresif güçsüzlük, hipoventilasyon (solunum kaslarının tu­ [K+]CCd = [K+]u t ( OSMu/OSMp)
tulmasına bağlı) ve sonuçta tam bir paraliziye yol açabilir. Derin K+
eksikliği ile ilişkili olarak kas metabolizmasının bozulması ve egzersi­ ,, _ [K+]cCD _ [K+]u + ( OSMu/OSMP)
ze hiperemik yanıtın yetersizliği rabdomiyolizis riskini artırır. Düz kas [K+]p [K+]p
işlevleri de etkilenebilir ve paralitik ileuS tablosu ile ortaya çıkabilir.
Hipokaleminin elektrokardiyografik değişiklikleri (Şekil 226-19)
ventriküler repolarizasyonun gecikmesine bağlıdır ve plazma K+ kon­ Hipokalemi ile birlikte, TTK G ’nin 4 ’den büyük olması, böbrek K+
santrasyonu ile iyi korelasyon göstermez. Erken değişiklikler arasında kaybınm artmış distal K+ salgılanmasına bağlı olduğunu düşündü­
T dalgasının ters dönmesi veya düzleşmesi, belirgin bir U dalgası, S-T rür. Plazma renin ve aldosteron düzeyleri genellikle hiperaldostero-
segment depresyonu ve QU aralığının uzaması sayılabilir. Şiddetli K+ nismin çeşitli nedenlerinin ayırt edilmesinde yararlıdır. Bikarbona­
eksikliği PR aralığının uzaması, voltaj düşüklüğü ve QRS kompleksi­ türi ve geri emilmeyen anyonların varlığı da TTKG’yi artırır ve
nin genişlemesi ile sonuçlanabilir ve özellikle kalp iskemisi veya sol böbrekten K+ kaybma neden olur.
ventrikül hipertrofisi olan hastalarda ventriküler aritmi riski artar. Hi­ K LİN İK YA K LA ŞIM Bkz. Şekil 49-3
pokalemi ayrıca dijital toksisitesine de eğilimi artırabilir. Epidemiolo- t
jik çalışmalar, özellikle Afrikalı Amerikalılarda, düşük K+ diyeti ile hi­ >1 TEDAVİ Tedavinin hedefleri, K+ eksikliğini düzeltmek ve sür-
pertansiyon prevalansının artması arasmda bir bağlantı olduğunu gös­ mekte olan kayıpları en aza indirmektir. Periyodik paralizi ha­
termiştir. Buna ek olarak, Esansiyel hipertansiyonlu hastalarda, siste- riç tutulmak üzere, bölmeler arası yer değiştirmeden meydana ge­
mik kan basıncı K+ verilmesi yoluyla düşürülebilir. K+ eksikliğinin hi- len hipokalemi nadiren intravenöz K+ desteği gerektirir çünkü bu
pertansif etki mekanizması çok açık olmamakla beraber distal NaCl uygulama hiperkalemiye yol açabilir. Hipokalemiyi oral yolla dü­
geri emiliminin artışı ile ilişkili olabilir. zeltmek genellikle daha güvenli bir yoldur. K+ eksikliğinin derece­
Hipokalemi sıklıkla altta yatan bozukluğa bağlı olarak asit-baz si, plazma K+ konsantrasyonu ile iyi korelasyon göstermez. Plazma
dengesizliği ile ilişkilidir. Buna ilaveten, K+ eksikliği, hücre içi asidi- K+ konsantrasyonundaki 1 mmol/LTik bir azalma (4 .0 ’den 3.0
tenin artışı ve net asit atımının veya yeni HCO3 üretiminin artması ile mmol/L’ye düşüş) toplam vücut K+’unda 200 ila 400 mmoTlük bir
sonuçlanır. Bu, proksimal HCOj" geri emiliminin, böbrek amonyak eksikliği gösterir ve plazma düzeyleri 3 mmol/L altında olan hasta­
üretiminin ve distal H+ sahnımının artması sonucu gerçekleşir. Bu da, larda açığı düzeltmek için genellikle 600 mmol kadar K+ desteği
sıklıkla, hipokalemik hastalarda bulunan metabolik alkaloz oluşumuna j gerekebilir. Buna ilaveten, K +’un hücre dışına kaymasma neden
katkıda bulunur. NDI (yukarı bkz) K+ eksikliğinde nadir görülmez ve j olan faktörler (diyabetik ketoasidozdaki insülin eksikliği gibi) K+
polidipsi ve poliüri tablosuyla seyreder. Hipokalemi ile birlikte, ya bo- j eksikliğinin olduğundan az olarak hesaplanmasına neden olabilir.
•+9 Sıvı ve Elektrolit Bozuklukları 281

moliz ve belirgin lökositoz veya trombositoz bu duruma neden olabi­


lir. Son iki neden, pıhtı oluşumunu takiben hücre içi K+’un serbestleş-
mesine bağlı olarak serum K+ konsantrasyonunda artışa neden oluf.
Altta yatan belirgin bir sebebi olmayan asemptomatik bir hastada psÖ-
dohipeıkalemi düşünülmelidir. Eğer uygun bir kan alma tekniği uygu­
lanır ve plazma (serum değil) K+ konsantrasyonu ölçülürse sonuç nor­
mal olmalıdır. Damar içi hemoliz, tümör lizis sendromu ve rabdomiyo-
lizis doku yıkımının sonucu olarak hücrelerden K+ çıkmasına yol açar.
Organik anyon birikimine bağlı gelişenler dışındaki metabolik asidoz-
lar, H* iyonunun hücre içi tampon!anmasından dolayı hafif hipertcale-
mi İle ilişkili olabilir (yukarı bkz.) Daha önce de tanımlandığı üzere,
insülin eksikliği ve hipertonosite (ör. hîperglisemi) hücre içi sıvıdan
hücre dışına K+ hareketine yol açar. Egzersize bağlı hiperitaleminin
şiddeti egzersizin derecesine bağlı olarak değişin Kaslardan K+ ser-
bestleşmesine bağlı gelişir ve genellikle hızlı geri dönüşüm özelliği
göstererek tepkisel hipokalemi ile ilişkili olabilir. Beta blokörler ile te­
davi nadiren hiperkalemiye netten olur ancak diğer durumlara bağlı
plazma K+ konsantrasyonlarındaki yükselmeye katkıda bulunur. Hî-
perkalemik periyodik paralizi (Konu 381) epizodik güçsüzlük veya pa~
rafizi ile karakterize, bir uyaran tarafından tetiklenerek (ör. egzersiz)
normalde hafif bir hiıterkalemıye yol açan ve nadir görülen otozomal
dominant bir bozukluktur. Genetik defektin, iskelet kası Na+ kanalmı
kodlayan gendeki mutasyon sonucunda tek bir aminoasit değişimine
bağlı öldüğü gözlenmektedir. Hiperkalemi, şiddetli dijital zehirlenme­
sinde, Naf, K+-ATPaz pompasının inhibisyonuna bağlı olarak da olu­
şabilir. Süksinfi kolin gibi depolarize edici kas gevşeticileri özellikle
masif travma, yanık veya nöromusküler hastalığı olanlarda, plazma K+
konsantrasyonunu artırabilir.
Kronik hiperkalemi, hemen her zaman ya böbrek salmımmm ye­
tersizliği yada distal nefrona solüt akışındaki azalmaya bağlr gelişen
K+ atumnın azalması ile ilişkilidir (Tablo 49-4), Distal nefrona solüt
ŞEKİL 49-3 Hipokalemiye klinik yaklaşımı gösteren algoritma. akışındaki azalma, tek başına K+ atımının bozulmasına nadiren neden
TTKG, transtübüler K+ konsantrasyon gradlyenti; RTA, renal tübuler olur, fakat protein malnütrisyonundaki (düşük üre atımı) ve ECE ha­
asidoz. cim azalması olan hastalardaki (distal nefrona NaCl gelişinde azalma)
Bu nedenle, tedaviye yanıt değerlendirilirken plazma K+ konsant­ hiperkalemiye belirgin katkıda bulunur. Şef hücrelerden K+ salımmı-
rasyonu sık olarak izlenmelidir. Genellikle seçilen prcperat potasyum mn azalması ya Na+ geri emiliminin bozulması ya da O ' geri emili-
klorit'tir ve hipokalemi ile metabolik alkalozun daha hızlı düzeltilme­ minin artmasından dolayı oluşur ve her ikisi de kortikal toplayıcı tü-
sine neden olacaktır. Potasyum bikarbonat ve sitrat (HCOj‘ ’a metabo­ büllerde TEPF nin azalmasma (daha az lümen negatif) neden olur, H i-
lize olur) hastayı alkalinize etmeye eğilimlidir ve kronik ishal ya da p oren in em ik H ip o a ld o steron ism , normal hacim veya ECF hacminde
RTA’ya bağlı hipokalemitef için daha uygun bir seçenek olabilir. artma ve baskılanmış renin ve aldosteron düzeyleri ile karakterize bir
Şiddetli hipokalemisi olan veya ağızdan her hangi bir şey alama­ sendromdur (Konu 331 ve 333). Bu bozukluk sıklıkla hafif böbrek yet­
yacak durumda olan hastalara intravenöz KC1 Uygulaması gerekir. Uy­ mezliği, diyabetik nefropati veya kronik tübülointerstisyel hastalıklar­
gulanacak K+’un maksimum konsantrasyonu, periferal ven yoluyla uy­ da gözlenir. Hastaların, dışarıdan uygulanan mineralokortikoide genel­
gulandığında 4 0 mmol/L’yi, santral ven yoluyla uygulandığında ise 60 likle yetersiz, kaliüretik. yanıt vermesi, diştal O ' geri emilim artışının
mmol/L’yi açmamalıdır. Paralizi veya malign venuiküler aritmiler bu­ (elektronötral Na+ geri emilimi) hiporeninemik hiperaldosteronismin
bir çok. bulgusundan sorumlu olduğunu düşündürür. NŞAİ ilaçlar, re­
lunmadığı taktirde infiizyon hızı 2 0 mmol/saat’i geçmemelidir. İdeal
nin salınımını ye damar genişletici böbrek prostaglandinlerinin sente­
olarak, KC1 normal şalin ile kanştınlmalıdır çünkü dekstroz solüsyon­
zini baskılar. Sonuçta, GFR’deki ve K+ salmımmdaki azalma sıklıkla
ları insülin ile bağlantılı olarak potasyumun hücre içine hareketine ne­
hiperkalemi tablosunu oluşturur. Kural olarak, hipoaldosteronizme
den olarak başlangıçta hipokalemiyi alevlendirir. K+’un hızlı bir şekil­
bağlı hiperkaleminin derecesi, K+ atımında bir artma veya böbrek
de intravenöz uygulanması sırasında son derece tedbirli olunmalı ve
hipokaleminin klinik tablosu (elektrokardiögram ve riöromusküler de­ Tablo 49-4 Hiperkalemi Nedenleri
ğerlendirme) çok yakın takip edilmelidir.
I. Böbrek yetmezliği
II. D istal akımın azalm ası (ör. etkin arteriyel dolaşım hacminin azalması)
HİPERKALEMİ III. K + salmımmm azalması
A. Na+ geri emiliminin azalm ası
E T Y O L O Jİ Plazma K+ konsantrasyonunun >5.0 mmol/L olması ola:- 1. Primer hipoaldosteronizm: adrenal yetersizlik, adrenal enzim ek­
rak tanımlanan hiperkalemi, ya hücrelerden K+ açığa çıkması ya dâ sikliği (21-hidroksilaz, 3b-hidroksisteroid dehidrogenaz, korti-
böbreklerden atımın azalması sonucunda oluşur. K+’un diyetle fazla kosteron m etil oksidaz)
miktarda alınması nadiren tek başına hiperkalemiye neden olur, çünkü 2. Sekonder hipoaldosteronizm: hiporeninemi, ilaçlar (A C E inhibi-
törleri, N SA İl, heparin)
potasyum adaptasyonu diyetle fazla miktarda K+ alınmasına yanıt ola­
3. Aldosteron ’a direnç: psödohipoaldosteronizm, tilbUlointerstisyel
rak hızlı K+ atımım sağlar, tatrojenik hiperkalemi, aşın K+ tedavisin­
hastalık, ilaçlar (K+-tutucu diüretikler, trimetoprim, pentamidin)
den veya böbrek yetmezliği olan hastalarda gelişir. Psödohiperkalemi, B . Cl- geri em iliminin artması (klor şantı)
kan alimini takiben veya hemen öncesinde K+’un hücre dışına çıkma­ 1. Gordon sendromu
sına bağlı olarak plazma K+ konsantrasyonunda yalancı yükseklikleri 2. Siklosporin
(artefakt) tanımlayan bir terimdir. Tekrar tekrar yumruk yapıp açtırma
NOTE: ACE. anjiotensin-converting enzim; NSAİl, nonsteroidal anti-infiamatuvar
hareketi ile beraber veya tek başına uzun süre turnike uygulanması, he- ilaçlar.
282 TANI Çok az bazı istisnalar dışında, kronik hiperkalemi hemen her
zaman K+ atımındaki bozukluğa bağlıdır. Eğer etioloji hemen belirlene­
işlevlerinde bir bozukluk olmadığında hafif seyididir. Anjiotensin- miyor ve hasta da asemptomatik ise psödohiperkalemi, yukarıda belirtil­
converting enzim (ACE) inhibitörleri anjiotensin I’in anjiotensin H’ye diği şekilde, ekarte edilmelidir. Oligürik akut böbrek yetmezliği ve şid­
dönüşümünü engelleyerek aldosteron salınımını bozar. Diabetes Melli detli kronik böbrek yetmezlikleri de ekarte edilmelidir. Hikayede, K+ atı­
tus, böbrek yetmezliği, etkin arteriyel dolaşım hacmi azalmış hastalar, bi­ mını bozan ilaçlar ve K+ aliminin potansiyel kaynakları üzerine yoğunla-
lateral böbrek arter stenozu veya beraberinde K+ tutucu diüretik yada şılmalıdır. ECF bölmesinin, etkin dolaşım hacminin ve idrar miktarının
NSAI ilaçlar kullanan hastalarda, ACE inhibitörüne bağlı hiperkalemi değerlendirilmesi fizik muayenenin vazgeçilmez öğeleridir. Hiperkale­
riski artar. minin şiddeti; semptomlar, plazma K+ konsantrasyonu ve EKG anormal­
Aldosteron sentezinin azalması p rim er a d ren al yetersizliğ e (Addison likleri ile belirlenir.
hastalığı) veya doğumsal adrenal enzim eksikliğine bağlı olabilir (Konu Hiperkalemiye böbreğin vereceği uygun yanıt, en az günlük 200
331). Heparin (düşük molekül ağırlıklı heparin de dahil), zona glomeru- mmol K+ atımı şeklindedir. Bir çok olguda, böbrekten potasyum kaybı­
loza hücrelerinin aldosteron sentezini baskılar ve altta yatan bir böbrek nın azalması, K+ salınımındaki bir bozukluğa bağlıdır ve TTKG ölçüle­
hastalığı, diabetes mellitus; veya K+ tutucu diüretik kullanımı, ACE in­ rek (yukarı bkz) değerlendirilebilir. TTKG <10 olması, ya hipoaldostero­
hibitörleri veya NSAİİ kullanan hastalarda şiddetli hiperkalemiye yol nism’e ya da mineralokortikoidlerin böbreğe etkisine karşı bir dirence
açabilir. P söd oh ip oaldosteron ism ; hiperkalemi, metabolik asidoz, böb­ bağlı olarak K+ atıcı gücün azaldığını gösterir. Bu durum, mineralokorti­
rekten Na+ kaybı, hipotansiyon, yüksek renin ve aldosteron düzeyleri ve koid uygulanarak (ör. 9a-fludrokortizon) potasyum atıcı etkinin değer­
aldosterona hedef organ direnci ile karakterize, nadir görülen ailesel bir lendirilmesi ile belirlenebilir. Primer adrenal yetmezlik, hiporeninemik
bozukluktur. Bu hastalarda mineralokortikoid reseptörünü kodlayan gen hipoaldosteronismden, renin-aldosteron aksının değerlendirilmesi sure­
normal olup elektrolit dengesizliği farmakolojik dozun üzerinde eksojen tiyle ayrılabilir. Renin ve aldosteron düzeyleri, üç gün boyunca Na+ kı­
mineralokortikoid (ör. 9a-fludrokortizon)veya bir 11/3-HSDH inhibitörü sıtlaması (Na+ alımı <10 mmol/gün) ve hafif bir hacim azalması oluştu­
(ör. karbenoksolon) uygulanmak suretiyle düzeltilebilir. Aldosteronun racak şekilde bir kulp diüretiği ile birlikte uygulanmasını takiben, hem
potasyum atıcı etkisi, K+ tutucu diüretikler tarafından bozulur. Spirono- yatar pozisyonda hem de ayakta ölçülmelidir. Aldosteron-dirençli hiper­
lakton, yarışmalı mineralokortikoid antagonistidir; amilorid ve triamte- kalemi, distal Na+ geri emilimini bozan bir çok sebebe bağlı veya bir Cl'
ren ise şef hücrelerin apikal Na+ kanallarını bloke eder. Distal nefronda şant’ından dolayı oluşabilir. Bunlardan ilki, tuz kaybına, ECF hacim da­
Na+ geri emilimini engellemek yoluyla K+ salgılanmasını bozan diğer iki ralmasına ve yüksek renin-aldosteron düzeylerine yol açar. Buna karşın,
ilaç ise trimetoprim ve pentamidin’dir. Bu antimikrobiyal ajanlar, P n e­ distal Cl” geri emiliminin artması, hacim genişlemesi ve renin-aldosteron
um ocystis carim i pnömonisi için tedavi gören HIV ile enfekte olmuş has­ düzeylerinin baskılanması ile ilişkilidir. Yukarıda da bahsedildiği üzere,
talarda sıklıkla gözlenen hiperkalemiye katkıda bulunabilir. hipoaldosteronism, beraberinde eşlik eden diyetle fazla miktarda K+ alın­
Akut oligürik böbrek yetmezliğinde, hücrelerden K+ serbestleşmesi­ ması, böbrek yetmezliği, hücre dışına K+ kayması veya potasyum tutucu
nin artması (asidoz, katabolizma) ve atımın azalmasına bağlı olarak hi­ ilaçlar kullanılmadığı sürece, nadiren tek başına şiddetli bir hiperkalemi­
perkalemi sıklıkla gözlenir. Distal akım hızının artması ve her bir nefron- ye neden olur,
dan K+ salınımı, kronik böbrek yetmezliğindeki böbrek kütlesinin azal­ KLİNİK YAKLAŞIM Bkz Şekil 49-4
masını kompanse eder. Ancak, bu adaptif mekanizmalar, GFR 10 ila 15
mL/dak altına düştüğünde veya oligüri devam ettikçe, bir süre sonra K+
dengesinin korunmasına yeterli olamaz. Diğer yönlerden asemptomatik i'jT] TEDAVİ Tedavi yaklaşımı, plazma K+ konsantrasyonu, beraberin-
olan üriner sistem tıkanmaları, genellikle hiperkaleminin gözden kaçırı­ de kas güçsüzlüğü ve EKG değişiklikleri ile belirlenen hiperkalemi­
İ .- 2 J

lan bir sebebidir. K+ atımının bozulması ile ilişkili diğer nefropatiler ara­ nin derecesine bağlıdır. Potansiyel olarak öldürücü hiperkalemi, plazma
sında ilaçla indüklenen interstisyel nefrit, lupus nefriti, orak hücre hasta­ K+ konsantrasyonu 7.5 mmol/L yi aşmadıkça nadiren oluşur ve genellik­
lığı ve diyabetik nefropati sayılabilir. le şiddetli bir güçsüzlük, P dalgasının kaybolması, QRS genişlemesi ve­
G ordon sendrom u, hiperkalemi, metabolik asidoz ve normal GFR ile ya EKG’de ventriküler aritmilerin olması ile ilişkilidir.
karakterize nadir bir durumdur. Bu hastalar, genellikle, eksojen minera- Şiddetli hiperkalemi, membran depolarizasyonunu azaltma, K+’u
lokortikoidlerin potasyum atıcı etkilerine dirençli olup hacim genişleme­ hücre içine kaydırma ve K+ atımını sağlamaya yönelik acil tedavi gerek­
si ile birlikte baskılanmış renin ve aldosteron düzeylerine sahiptirler. tirir, Buna ilaveten, dışardan K+ alımı ve antikaliüretik ilaçlar kesilmeli­
Tüm bu bulguların, Cl' şan t’ı olarak da tanımlanan distal Cl' geri emili- dir. Kalsiyum glukonat uygulanması membranın uyarılabilirliğini azaltır.
minin artmasına (elektronötral Na+ geri emilimi) bağlı olduğu düşünül­ Genellikle kullanılan doz, %10’luk 10 mL solüsyonun 2-3 dakika içinde
mektedir. Siklosporin nefrotoksisitesi ile de ilişkili hiperkalemi için de verilmesi şeklindedir. Etki, dakikalar içinde başlar fakat kısa ömürlüdür
benzer bir mekanizma kısmen sorumlu olabilir. H ip erkalem ik distal (tip (30 ila 60 dakika) ve eğer 5-10 dakika içerisinde elektrokardiogramda
4) RTA, ya hipoaldosteronism ya da bir Cl- şant’ına (aldosteron-direnç- herhangi bir değişiklik gözlenmezse doz tekrarlanabilir, İnsülin, daha ön­
li) bağlı oluşabilir. ceden tanımlanan mekanizmalar ile K+’un hücre içine girmesini sağlar
KLİNİK ÖZELLİK LER Dinlenme membran potansiyeli, ICF K+ ve geçici olarak plazma K+ konsantrasyonunu düşürür. Tek başına glukoz
konsantrasyonunun ECF K+’una oranı ile ilişkili olduğundan hiperkale­ verilmesi de normal pankreatik fi hücrelerinden insülin salınımını uyar­
mi hücre membranını kısmen depolarize eder. Depolarizasyonun uzama­ masına rağmen dışarıdan insülin uygulanması (hiperglisemiyi önlemek
sı membranın uyarı labi liri iğini bozar ve güçsüzlük tablosuyla ortaya çı­ için glukoz ile birlikte) genel olarak daha hızlı bir yanıt alınmasını sağ­
kar; bu tablo flaks paraliziye ilerleyebilir ve eğer solunum kasları da tu­ lar. Sıklıkla önerilen, 10 ila 20 ünite düzenli insülin ile birlikte 25-50 g
tulursa hipoventilasyona neden olabilir. Hiperkalemi ayrıca böbrekte glukoz verilmesidir. Tabii ki, hiperglisemik hastalara glukoz verilmeme­
amonyak oluşumunu ve Henle’nin çıkan-kalın kolunda NH4+ geri emili­ lidir. Eğer tedavi etkin ise, plazma K+ konsantrasyonu 15 ila 30 dakika
mini engeller. Böylece, net asit atımı bozularak metabolik asidozla so- j içerisinde 0.5 ile 1.5 mmol/L kadar düşecek ve bu etki birkaç saat kadar
nuçlanır; bu da K+’un hücre dışına çıkmasına neden olarak hiperkalemi- j sürecektir. İntravenöz NaHCOj ile alkali tedavisi de K+’un hücre içine
yi daha da artırır. | girmesini sağlar. İzotonik solüsyonun litresi başına 3 ampul (134 mmol/L
Hiperkaleminin en ciddi etkisi kardiyak toksisitedir; ve plazma K+ j NaHCOj) şeklinde uygulanması en güvenli yoldur ve ideal olarak meta­
konsantrasyonu ile iyi korelasyon göstermez. En erken elektrokardiyogra- i bolik asidozla birlikte olan ciddi hiperkalemiler için saklanması gereken
fık değişiklikler arasında T dalga amplitüdünün artması veya pik yapan T j bir tedavidir. Son dönem böbrek hastalığı olan hastalar bu girişime nadi­
dalgaları sayılabilir, Hiperkalemi daha ciddi derecelerde olduğunda, PR j ren yanıt verirler ve oluşan Na+ yükünü ve buna bağlı hacim genişleme­
aralığının ve QRS süresinin uzaması, atrioventriküler iletinin gecikmesi j sini tolore edemeyebilirler. b2 -adrenerjik agonistler parenteral veya ne­
bulize formda uygulandıklarında hücrelerin K+ alimim artırırlar (yukarı
ve P dalgasının kaybolması ile sonuçlanır. QRS kompleksinin ilerleyici i
bir şekilde genişlemesi ve T dalgası ile birleşmesi bir sinüs dalga patenti ş bkz.) Etki 30 dakikada başlar, plazma K+ konsantrasyonunu 0.5 ila 1.5
mmol/L kadar düşürür ve 2 ila 4 saatte sona erer.
oluşturur. Genellikle ventriküler fibrilasyon veya asistol ile sonuçlanır, '
Si) Asiihr/, vc Alkaloz 283
Psödohipark.'ilomiyı «kail# <>t
Hücre içine K* kaymasını okarto el
Oligürik böbrek yetmezliğini ekarte et GOLDSZM1DT MA, ILIESCU EA: DDAVP to prevent rapid correction in
NSAİI v b ACE inhibitörlerini kes hyponatremia. Clin Nephrol 53:226, 2000
GULLANS SR, VERBALIS JG: Control of brain volume during hyperosmolar
i ' and hypoosmolar conditions. Ann Rev Med 44:289, 1993
| K4 sekresyonunu değerlendir | KNEPPER MA et al: Role of aquaporins in water balance. Curr Opin Nephrol
Hypertens 6:367, 1997
KUMAR S, BERLT: Sodium. Lancet 352:220, 1998
MCKENNA K, THOMPSON C: Osmoregulation in clinical disorders of thirst
appreciation. Clin Endocrinol 49:139, 1998
STERNS RH et al: Neurologic sequelae after treatment of severe hyponatremia:
A multicenter perspective. J Am Soc Nephrol 4:1522, 1994
VERBALIS JG: Adaptation to acute and chronic hyponatremia: Implications for
symptomatology, diagnosis, and therapy. Semin Nephrol 18:3, 1998

POTASYUM

DEFRONZO RA, SMITH JD: Clinical disorders of hyperkalemia, in Clinical


Disorders of Fluid and Electrolyte Metabolism, 5 th ed, RG Narins (ed).
New York, McGraw-Hill, 1994, pp 697-754
FIELD MJ et al: Regulation of renal potassium metabolism, in Clinical Disor­
ders of Fluid and Electrolyte Metabolism, 5th ed, RG Narins (ed). New
York, McGraw-Hill, 1994, pp 147-174
HALPERIN ML, KAMEL KS: Potassium. Lancet 352:135, 1998
KUP1N WL, NARINS RG: The hyperkalemia of renal failure: Pathophysiology,
diagnosis, and therapy. Contrib Nephrol 102:1, 1993
SCHE1NMAN SJ et al: Genetic disorders of renal electrolyte transport. N Engl
J Med 340:1177, 1999
WHITE PC: Disorders of aldosterone biosynthesis and action. N Engl J Med
331:250, 1994
W1NGO CS, WEINER ID: Disorders of potassium balance, in Brenner & Rec­
tor's The Kidney, 6th ed, BM Brenner (ed). Philadelphia, Saunders, 2000, pp
998-1035
ŞEKİL 49-4 Hiperkalemiye klinik yaklaşımı gösteren algoritma. NSA-
ii, nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaçlar; ACE, anjiotensin-converting
enzim; RTA, renal tübüler asidoz; TTKG, transtübüler K+ konsantras­
yon gradiyenti. 50Î T h o m a s D .D u B o s e J r .

K+’un uzaklaştırılması diüretik, katyon-değiştirici reçineler ve­


• ASİDOZ VE ALKALOZ
T am er C. İnal
ya diyaliz kullanılarak sağlanabilir. Eğer böbrek fonksiyonları ye­
terli ise, kulp ve tiazid diüretikleri genellikle bir arada kullanıldı­
ğında, K+ atımını artırabilir. Katyon değiştirici bir reçine olan sod­
yum polistiren sulfonat, gastrointestinal sistemde K+ yerine Na+’un NORMAL ASİT-BAZ DENGESİ
alınmasını sağlar. Gramı başına 1 mmol K+ bağlar ve 2-3 mmol
Sistemik arteriyel pH, solunum ve böbrek düzenleme mekanizma­
Na+ serbestleştirir. Ağızdan verildiği zaman, genellikle uygulanan
ları ile birlikte hücre dışı ve hücre içi kimyasal tamponlama sistem­
doz 25-50 g olup kabızlığı engellemek için % 20’lik lOOmL sorbi­
leri tarafından 7.35 ile 7.45 arasında tutulur. Arteriyel C q2 basıncı­
tol ile karıştırılarak verilir. Bu doz, genellikle, plazma K+ konsant­
nın (Paco2) santral sinir sistemi ve solunum sistemi tarafından ve
rasyonunu 1-2 saat içerisinde 0.5 ila 1.5 mmol/L kadar düşürür ve
plazma bikarbonatının ise böbrekler tarafından kontrolü, asit veya
etki 4-6 saatte sonlanır. Sodyum polistiren sulfonat, ayrıca 5 0 g re­
bazın atılması ya da korunması şeklinde arteriyel pH’yı sabit dü­
çine ve % 70’lik 50 mL sorbitolün 150 m L musluk suyuyla karışı­
zeylerde tutar. Sistemik pH’yı düzenleyen metabolik ve solunum
mı şeklinde enema olarak da uygulanabilir. Post-operatif hastalar­
bileşenleri Henderson-Hasselbalch denklemi ile tanımlanır:
da enema içine sorbitol koymaktan kaçınılmalıdır çünkü özellikle
renal transplantasyonu takiben sorbitolün indüklediği kolon nekroz HCOj-
insidansı artmaktadır. Plazma K+ konsantrasyonunun düşürülme­ pH = 6.1 + log -------------------------
Pacoj x 0.0301
sinde en hızlı ve etkin yol hemodiyalizdir. Bu tedavinin, böbrek
yetmezliği olan ve konservatif uygulamalara yanıt vermeyen, haya­ Bir çok durumda, C 0 2 üretimi ve atımı birbirine denk gelir ve
tı tehdit edici hiperkalemili hastalara saklanması gerekir. Periton genellikle P aco2 sabit dengesi 4 0 mmHg düzeylerinde tutulur. C 0 2
diyalizi de K+’u uzaklaştırır ancak hemodiyalizin sadece % 15-20’si atımında yetersizlik hiperkapni, fazlalık ise hipokapniye neden
kadar etkindir. Son olarak, hiperkaleminin altta yatan sebebi de te­ olur. Buna rağmen, üretim ve atım, yeni bir Pacc > 2 sabit dengesine
davi edilmelidir. Diyetin düzenlenmesi, metabolik asidozun düzel­ ulaşır. Bu nedenle, P aco 2 temel olarak nöral solunum faktörleri ta­
tilmesi, dikkatli bir şekilde hacim artırılması ve dışardan mineralo- rafından düzenlenir (Konu 263) ve C 0 2 üretim hızı tarafından dü­
kortikoid uygulanması bunlar arasında sayılabilir. zenlenmeye tabi değildir. Hiperkapni, C 0 2 üretimindeki artıştan zi­
yade genellikle hipoventilasyon sonucunda gelişir. P aco 2 artışı ve­
B İB L İO G R .V F Y A
ya azalışı, nöral solunum kontrolünün bozulmasını veya temelde
SODYUM ve su plazma [H C 03‘ ] değişikliklerine yanıt olarak gelişen kompansatu-
ABRAHAM WT, SCHRIER RW: Body fluid volume regulation in health and di­ var durumu yansıtır.
sease. Adv Intern Med 39:23, 1994 Primer P aco 2 değişiklikleri, P aco 2 düzeylerinin normal değer
BERL T, ROBERTSON GL: Pathophysiology of water metabolism, in Brenner olan 4 0 mmHg nın üzerinde veya altında olmasına bağlı olarak (sı­
& Rector's The Kidney, 6th ed, BM Brenner (ed). Philadelphia, Saunders, rasıyla, solunumsal asidoz veya alkaloz) asidoz veya alkaloza ne­
2000, pp 866-924
den olabilir. P aco 2 ’deki primer değişiklikler hücresel tamponlama
FUJIWARA TM et al: Molecular biology of diabetes insipidus. Ann Rev Med
46:331, 1995 ve daha yavaş olmasına karşın zaman içinde daha etkin olan böb­
GINES P etal: Vasopressin in pathophysiological states. Semin Nephrol 14:384, rek adaptasyonunu harekete geçirir. Metabolik veya renal faktörler
1994 sonucunda plazma [HC q 3-] primer değişiklikler, ventilasyondaki
284 Hastalıkların ....ıa iluliiiian ve Takdim Şeklileri hücre dışı pH’yı düşürür. Bu, medüller kemoreseptörleri uyararak
ventilasyonu artırır ve [HC0 3 "]’m Paco 2 ’ye oranım, böylece de
değişiklikler ile kompanse edilerek kan pH’sında oluşabilecek dal­ pH’yı, tam normal olmasa da, normale doğru döndürür. Metabolik
galanmaları engeller. Bu tür solunumsal değişiklikler, primer olarak asidozun basit formunda beklenen solunumsal kompansasyonun de­
metabolik değişimlere yanıt olarak oluştuğundan, sekonder, veya recesi şu ilişkiden tahmin edilebilir: Pacc>2 = (1.5 x [HCO3 ']) + 8 , ya­
kompansatuvar değişiklikler olarak tanımlanır. ni [HCO3 '] daki her mmol/L düşüşün PaCC>2 de 1.25 mmHg lık bir
Böbrekler, plazma [HCO3 '] düzeyini üç temel işlev ile düzenler: azalma yapması beklenir. Böylece, ve [HCO3 '] ’1 12 mmol/L olan me­
(1) süzülen HCO3 ' m "geri emilimi", (2) titre edilebilir asit oluşumu tabolik asidozlu bir hastanın 24 ile 28 mmHg arasında bir Paco 2 de­
ve (3) idrarla NH4 + atımı. Böbrek günde yaklaşık 4000 mmol HC03- ğeri beklenebilir. 24’ün altında veya 2 8 ’in üstünde Pacc>2 değerleri
süzer. Süzülen HCO3 ' yükünü geri emebilmek için, renal tübüllerin karışık bozukluğu (sırasıyla, metabolik asidoz ve respiratuvar alka­
4000 mmol hidrojen iyonu salgılaması gerekir. HCC^’ın %80-90 ka­ loz; veya metabolik alkaloz ve respiratuvar asidoz) belirtir. [HCO3 ']
darı proksimal tübüllerden geri emilir. Distal nefron geri kalanını ge­ veya Pacc>2 yanıtının uygunluğunu belirlemenin diğer bir yolu ise bir
ri emer ve sistemik pH’yı korumak üzere metabolizma sonucu oluşan asit-baz nomogramı kullanmaktır (Şekil 50-1). Nomogramın koyu
protonları salgılar. Bu protonların miktarı 40 ila 60 mmol/gün gibi alanları basit bozukluklardaki normal kompansasyon için %95 güven
küçük bir düzey olmasına karşın, kronik bir pozitif H+ dengesi ve sınırlarını gösteriyor olsa da asit-baz değerlerini bu koyu alan içinde
metabolik asidoz oluşmasmı engellemek için mutlaka salgılanması bulmak, karışık tip bozukluğu ekarte etmez. Bir bozukluğun bir diğe­
gereklidir. Salgılanan bu miktarda proton idrarda, titre edilebilir asit ri ile birlikte olması değerlerin üçüncü bir bozukluk alamnda çıkma­
ve NH4+ olarak belirir. Metabolik asidozda, normal böbrek işlevleri sıyla sonuçlanabilir. Bu nedenle, nomogramlann kullanılması uygun
sürdüğü sürece, NH4 + üretimi ve atımı artar. Kronik böbrek yetmez­ olmasına rağmen Tablo 50-1 deki denklemlerin yerini alamaz.
liği, hiperkalemi ve renal tübüler asidozda NH4 + üretimi ve atımı bo­ KARIŞIK ASİT-BAZ BOZUKLUKLARI Karışık asit-baz bo­
zulur. zuklukları — sadece kompansatuvar yanıtlar değil, aym anda birbi­
Sonuçta, kimyasal tamponlamayı, solunum sistemince Pacc >2 nin rinden bağımsız bozuklukların varlığı şeklinde tanımlanan — genel­
ve böbreklerin [HCO3 '] düzenlemesini de içeren tüm bu düzenleyici likle yoğun bakım ünitelerinde yatan hastalarda görülür ve tehlikeli
yanıtlar, beraberce hareket ederek sistemik arter pH’sım 7.35 ile 7.45 derecede uç pH’farın oluşumuna yol açabilir. Diyabetik ketoasidozu
arasında tutarlar. (metabolik asidoz) olan bir hastada respiratuvar asidoz veya alkaloza
yol açabilecek bağımsız bir solunum problemi gelişebilir. Altta yatan
BOZUKLUKLARIN GENEL TİPLERİNİN pulmoner bir hastalığı olan kişiler, yetersiz solunum rezervlerinden
dolayı metabolik asidoza uygun solunumsal yanıtı veremeyebilirler.
TANISI
Bu şekilde metabolik asidoz üzerine respiratuvar asidozun gelmesi,
çok ciddi bir asidemiye ve kötü prognoza yol açabilir. Aym hastada
En Sık klinik bozukluklar basit asit-baz dengesizlikleridir, yani meta­
hem metabolik asidoz hem de metabolik alkaloz bulunduğunda pH
bolik asidoz veya alkaloz ile solunumsal asidoz veya alkaloz. Kom-
normal veya normale yakın olabilir. PH normal olduğunda, anyon
pansasyon tam olmadığı için basit dengesizliklerde pH anormaldir.
gap’inin (aşağıya bkz) artması, metabolik asidoz varlığım işaret eder.
Daha komplike klinik durumlar karışık asit-baz bozukluklarını oluş­
Ketoasidozu olan diyabetik bir hastanın böbrek yetmezliğinin de ol­
turabilir.
ması, eş zamanlı metabolik asidozla sonuçlanabilir. Sedatif ve salisi­
BASİT ASİT-BAZ BOZUKLUKLARI Primer solunumsal bo­
lat gibi ilaç kombinasyonlarını yüksek dozda alan hastalarda, her bir
zukluklar (Primer Pacc>2 değişiklikleri) kompansatuvar metabolik ya­
ilaca karşı gelişen asit-baz yanıtına bağlı olarak, karışık tip bozukluk­
nıtlan (sekonder [HCO3 '] değişiklikleri) oluşturur ve primer metabo­
lar oluşabilir (sırasıyla, metabolik asidoz ile birlikte respiratuvar asi­
lik bozukluklar ise beklenen solunumsal kompansasyon yanıtlarını
doz veya respiratuvar alkaloz). Bundan da kompleks olan üçlü asit-
ortaya çıkanr. Fizyolojik kompansasyon Tablo 50-1 de gösterilen iliş­
baz bozukluklarıdır. Örneğin, alkolik ketoasidoza bağlı metabolik
kiden dolayı belirlenebilir. Pacc>2 veya [HCO3 "] deki primer değişik­
asidozu olan hastalarda kusmalara bağlı metabolik alkaloz gelişebilir
likler sistemik pH’yı değiştirir ve asidoz veya alkaloza neden olur.
ve aynı zamanda, karaciğer yetmezliğine veya alkol geri çekilmesine
Tanımlamak gerekirse, endojen asitlerin artışına bağlı gelişen meta­
bağlı gelişen hiperventilasyon sonucu respiratuvar alkaloz oluşabilir.
bolik asidoz (ör. ketoasidoz) hücre dışı sıvıda [HCO3 T 1 azaltır ve
ASİT-BAZ BOZUKLUKLARININ TANISI Kan gazlarının öl­
çümü için arteriyel kan örneği atımında, gereken önlemler alınmalı
tablo 50-1 İSasit Asit-Baz Bozukluklarında Kompansatuvar Yanıtların
Tahinin Edilmesi ve aşın miktarda heparin kullanılmamalıdır. Klinik laboratuvar tara­
fından arteriyel kan gazlarının belirlenmesinde, pH ve PaCo2 ölçülür,
Bozukluk Kompansasyonun Tahmini [HCO3 "] ise Henderson-Hasselbalch denkleminden hesaplanır. Bu
Metabolik asidoz Paco 2 = (1.5x H C 03- ) + 8
hesaplanan değer, elektrolit panelinde ölçülen [HCO3 '] (total Cq2) ile
veya
karşılaştırılmalıdır. Bu iki değer 2 mmol/L kadar farklılık gösterebi­
[HCO3'] daki her mmol/L 4 P a ^ de 1.25 mmHg i
neden olur lir. Eğer daha fazla farklılık varsa, iki örnek aynı anda alınmamıştır,
veya bir laboratuvar hatası söz konusudur veya [HCO3 -] hesaplanmasında
Pac02 = [H C 03-] + 15 bir hata yapılmıştır. Kan asit-baz değerlerini doğruladıktan sonra ger­
Metabolik alkaloz [HCO3I daki her mmol/L T PaC02’de 0.75 mmHg T çek asit-baz bozukluğu belirlenebilir.
neden olur Etioloji hakkında ipuçlarını yakalamak üzere hikaye araştırılır­
veya ken en sık gözlenen asit-baz bozuklukları akılda tutulmalıdır. Örne­
[HCO3'] daki 10-mmol/L T P a ^ ^ ’de 6 mmHg T
ğin, yerleşmiş bir kronik böbrek yetmezliğinin metabolik asidoz; kro­
neden olur
nik kusmaların ise sıklıkla metabolik alkaloza neden olması beklenir.
veya
Paco, = [HCO3-] + 15
Pnömoni, sepsis veya kalp yetmezliği olan hastalarda respiratuvar al­
Respiratuvar alkaloz kaloz, kronik obstrüktif akciğer hastalığı olanlar veya yüksek dozda
Akut Paç 02 de her 10-mmHg i [H C 03-] da 2 mmol/L i sedatif ilaç alanlarda ise genellikle respiratuvar asidoz gözlenir.
neden olur Tiazid veya kulp diüretikleri metabolik alkaloz; karbonik anhidraz in-
Kronik Paco 2 de her 10-mmHg 1 [H C 03 ] da 4 mmol/L 4 hibitörü, asetazolamid, metabolik asidoza neden olabileceğinden,
neden olur ilaç hikayesi son derece önemlidir.
Respiratuvar asidoz
Tedaviden önce, elektrolitler ve arteriyel kan gazları için eş
Akut P a ^ de her 10-mmHg T [H C 03-] da 1 mmol/L T
zamanlı kan alınmalıdır; çünkü, metabolik alkaloz ve respiratuvar
neden olur
Kronik P acoj de her 10-mmHg T [H C 03 ] da 4 mmol/L 4 asidozda [HCO3 "] yükselir. Bunun tersine, metabolik asidoz ve res­
neden olur piratuvar alkalozda [H C03‘] azalır.
Metabolik asidoz, H+ iyonu, K+ veya Arteriyel Kan [H+] (nmol/L)
Na+ ile değiş tokuş edileceğinden hücre- 50 40 30
•.el kaymaya bağlı olarak, hiperkalemiye
yol açar. Kan pH’şmdaki her 0.10 düşme,
plazma [K+] nu 0.6 mmol/L artırır. Bu
ilişki değişmez değildir. Diyabetik keto-
asidoz, laktik asidoz, ishal ve renal tübü-
ler asidoz (RTA) idrarla K+ kaybından do­
layı, potasyum eksikliği ile seyreder.
Anyon Gap,T Asit-baz bozuklukları
değerlendirilmesi, basit bir hesaplama
olan anyon gap’ı (AG) da içermelidir; bu,
plazmadaki ölçülmeyen anyonları tanım­
lar (normalde 10-12 mmol/L) ve şu şekil­
de hesaplanır; AG = Na+ - (O ' + HCO 3 ').
Ölçülemeyen anyonlar, anyonik protein­
leri, fosfat sülfat ve organik anyonları
içerir. Asetoasetat ve laktat gibi asit an­
yonlar hücre dışı, sıvıda biriktikleri zar
man, AG artar ve yüksek-AG asidoza ne­
den olur. AG deki artış, en sık olarak öl­
çülemeyen anyonların yükselmesine, da­
ha az sıklıkta ise, ölçülmeyen katyonların
(kalsiyum, magnezyum, potasyum) azal­
masına bağlı gelişir. Buna ilaveten, albu­
min konsantrasyonunun artması ya da al­
bumin yükünün değişmesine neden olan:
alkalozdan dolayı da AG yükselebilir. AG
deki azalma; ( 1 ) ölçülmeyen katyonlara 7.4
artmasına; ( 2 ) kana lityum (lityum intok- ' Arteriyel kan, pH ' / ;
sikasyonu) veya katyonik immünglobu*
ŞEKİL 50-1 Asit-baz nomogramı. Primer asit-baz bozukluktan için normal respiratuvar ve
linler (plazma hücre diskrazileri) gibi
metabolik kompansasyonun %9Q güvenlik sınırlan gösterilmektedir. (DuBose’dan, izin
anormal katyonlara ilavesine; (3) plazma alınarak kullanılmıştır.)
anyonik albumin konsantrasyonunda
azalmaya (nefrotik sendrûm); (4) asidoza dır. Kan pH’sının düşmesine şplunumun karakteristik olarak artışı,
bağlı albiıminin etkin anyonik yükünün azalmasına; veya (5) sod­ özellikle tidal hacimde (Kussmaul solunumu), eşlik eder. İntrinsik
yum ve klor konsantrasyonlarının düşük çıkmasına neden olan hi- kalp kasılmaları baskılanabilir, fakat katekolamin serbestleşmesin­
pervizkozite ve şiddetli hiperlipidemi varlığına bağlı olabilir; den dolayı inotropik işlevler normaldir, Hem periferal arteriyel ya-
Normal serum albumin varlığında, yüksek AG genellikle, inor­ zodilatasyon hem de santral yazpkonstrüksiyojı bulunabilir; santral
ganik (fosfat, sülfat), organik (kctoasitler, laktat, üremik organik ve pulmoner. vasküler kompliyansdaki azalma, minimal bir hacim:
anyonlar), eksojen (salisilat veya organik asit üretimi yapan toksin artışına rağmen, pulmoner ödem gelişimine zemin hazırlar. Merke­
alımı) veya tanımlananıayan anyonları içeren, klorsüz asitjere bâğ- zi sinir sistem işlevleri baskılanır, baş ağnsı, letarji, stupor ve hatta,
lı gelişir. Bu nedenle, tanım olarak, yüksek-AG asidozunün İki be­ bazı olgularda koma gelişebilir. Glukoz intoleransı da oluşabilir.
lirleyici Özelliği vardır düşük [HCO 3 '] ve yüksek AG. Bağmışız Klinik metabolik asidozun iki temel grubu vardır yüksek- AG
olarak [HCO3 '] düzeylerinin modifikasyonuna yol açaiı üave bir ve normal-AG veya hipçrkloremik asidoz (Tablo 5 0-2 ve Tablo 50-
asit-baz bozukluğunda bile AG yüksekliği mevcuttur. Yüksek-AG 3).
ile metabolik asidoz varlığına ilave olarak, kronik respiratuvar asi­
doz veya metabolik alkaloz varlığında [HCO3 '] düzeyleri normal
hatta yüksek olabilir. Buna karşın, AG yükselmiştir ye [O '] baskı­
lanmış tır.
Benzer şekilde, [H C 03'], Pacoz ve pH’mn normal olması, asit-
3 TEDAVİ Metabolik asidozun alkali ile tedavisi, hasta plazma­
sında ’’potansiyel H C O 3 ' ” olmadığı durumlar haricinde, şid­
detli asidemiler için saklanmalıdır. Potansiyel [H G O 3 7], anyon açı­
baz bozukluğu yoktür anlamma gelmez. Örneğin, kusmaları olan ğının (AAG = hastanın AG - 1 0 ) artışından (A) hesaplanabilir. Plaz- ,
bir alkolikte, pH 7.55, Pac 0 2 48 mmHg, [HCO 3 ') 4 0 mmol/L, mada bulunan asidin metabolize edilebilen (yani, (Lhidroksibütirat,
[Na+] 135, [C1‘] 80 ve [K+] 2.8 değerleri ile metabolik alkaloz ge­ asetoasetat ve laktat) veya edilemeyen (kronik böbrek yetmezliğin­
lişebilir. Eğer böyle bir hastada, bu tablonun üzerine (3-hidroksibü- de ve intoksikasyonda biriken anyonlar) tipte olup olmadığı belir­
tirat düzeyleri 15 mM olacak şekilde alkolik ketoasidöz gelişirse, lenmelidir. İkinci durumda, [H C O 3 '] eksiğini tamamlamak için, ya­
arteriyel pH 7.40, [HCO 3 '] 25 mmol/L ve P aco 2 4 0 mmHg’ya dü­ vaş ve genellikle önceden tahmin edilemeyen böbrek işlevlerinin:
şebilir. Bu kan gazı sonuçlan normal olmasına karşın, AG nin 30 devreye girmesi gerekir. Sonuçta, normal AG asidozlu (hiperklore-
mmol/L’ye yükselmesi, kanşık metabolik alkaloz ve metabolik asi­ mik asidoz), hafif yüksek AG (karışık hiperkloremik ve AG asido-
doz olduğunun göstergesidir. ' zu) veya böbrek yetmezliğinde gözlenen metabolize edilemeyen

METABOLİK ASİDOZ Tablo 50-2 Yüksek-Anyon-Gap Metabolik Asidoz Nedenleri

Laktik asidoz Toksinler


Metabolik asidoz, endojen asit üretiminde artma (laktat ve ketoasit- Ketoasidoz Etilen glikol
1 er gibi), bikarbonat kaybı (ishallerde olduğu gibi) veya endojen Diyabeük Metanol
asit birikimine (böbrek yetmezliği) bağlı gelişebilir. Metabolik asi- Alkolik Salisilatlar
dozun solunum, kalp ve sinir sistemi üzerine çok ciddi etkileri var- Açlık Böbrek yetmezliği (akut ve kronik)
286 .i ,• Ah ' h u m a r ı uA,!jm ŞoKİlled yetmezliği), şiddetli anemi, mitokondriyal enzim defektleri ve inhi-
bitörler (karbon monoksit, siyanür)— veya aerobik bozukluklara
’•’blo k!>-3 Anyon-Gap Olmayan A.-idoz Nedenleri (tip B )-— malignensiler, diabetes mellitus, böbrek veya karaciğer
yetmezliği, şiddetli enfeksiyonlar (kolera, malarya), nöbetler, AIDS,
I. Gastrointestinal bikarbonat kaybı
ilaç/toksin (biguanidler, etanol, metanol, izoniazid, AZT analogları
A. İshal
B. Ekstemal pankreatik veya ince barsak drenajı ve fruktoz)— sekonder gelişebilir. Şiddetli aterosklerozu veya kalp
C. Üreterosigmoidostomi, jejunal lup, ileal lup yetmezliği olup damar büzücü ilaç kullanan hastalarda gözden ka­
D. İlaçlar çan bir barsak iskemi veya infaktı, laktik asidozun sık sebeplerin­
1. Kalsiyum klorid (asitleştirici ajan) dendir. Jejunoileal bypass veya barsak tıkanması sonucunda barsak
2. Magnezyum sülfat (ishal) bakterilerinin D-laktat üretimine bağlı gelişen D-laktik asit asidozu,
3. Kolesıiramin (Safra asid ishali)
hem AG yüksekliği hem de hiperkloremi ile seyreder.
II. Renal asidoz
A. Hipokalemi , U jl TEDAVİ Öncelikle, laktat metabolizmasını bozan altta yatan
1. Proksimal RTA (tip 2) j
LAN) sebep düzeltilmelidir; doku perfüzyonu yetersiz ise yeniden
2. Distal (klasik) RTA (tip 1)
B. Hiperkalemi j
sağlanmalıdır. Doku perfüzyonunu daha da bozabileceğinden,
1. Jeneralize distal nefron disfonksiyonu (tip 4 RTA) j mümkünse damar büzücü ilaçlar kullanılmamalıdır, Kalp işlevleri­
a. Mineralokortikoid eksikliği s ni ve laktat kullanımını sağlamak üzere akut ve şiddetli asidemiler-
b. Mineralokortikoid direnci j de (pH < 7.1) alkali tedavisi önerilmektedir. Diğer taraftan, NaH-
c. Distal nefrona İN a + erişimi CO 3 tedavisi, beklenenin tersine kalp performansını baskılayabilir
d. Tübülointerstisyel hastalık ve laktat üretimini artırarak asidozu alevlendirebilir (HCO 3 ' fosfof-
e. Amonyum atım bozukluğu
rüktokinaz’ı uyarır). Orta dereceli laktik asidozlarda alkali tedavisi
III. İlaca bağlı hiperkalemi (böbrek yetmezliği ile birlikte)
A. Potasyum-tutucu diüretikler (amilorid, triamteren, spironolakton) tartışmalı olmasına karşın, eksojen N aH C 0 3 uygulaması ile pH ve­
B. Trimetoprim ya [HCO 3 '] normale döndürmeye çalışmanın zararlı olacağı konu­
C. Pentamidin sunda genel bir ortak görüş vardır. 30-40 dakika içerisinde, arteri­
D. Anjiotensin-converting enzim inhibitörleri ve AT-II reseptör bloker- yel pH’yı 7 .2 ’den daha yukarı çıkmayacak şekilde N aH C0 3 infüz-
leri yonu uygulanması mantıklı bir yaklaşımdır.
E. Nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaçlar
Laktik asit birikimi çok şiddetli olduğu durumlarda, asidozu
F. Siklosporin
düzeltmek için gereken N aH C 0 3 miktarı çok fazla olacağından aşı­
IV. Diğer
A. Asid yükü (amonyum klorid. hiperalimentasyon) rı sıvt yüklenmesi ve hipertansiyona neden olabilir. Sıvı uygulama­
B. Potansiyel bikarbonat kaybı: keton atımıyla seyreden ketozis sı, özellikle oligürik hastalarda, merkezi vazokonstrüksiyondan do­
C. Hacim artışıyla asidoz (hızlı şalin uygulanması) layı iyi tolore edilemez. Eğer laktik asidozun altta yatan nedeni dü­
D. Hippurat zeltilebilirse, kan laktatı HC 0 3 ’a dönüştürülecek ve bü sefer de al­
E. Katyon değiştirici rezinler kaloz ile sonuçlanabilecektir.
NOTE: RTA, renal tUbiiler asidoz; AT-II, anjiotensin-II reseptör blokerleri.
Ketoasidoz D iy a b e t ik K e t o a s id o z Bu durum, yağ asidi meta­
anyonların birikimine bağlı AG durumlarında, plazma [HCO 3 '] 20 bolizmasının artması ve ketoasitlerin (asetoasetat ve /3-hidroksibü-
ila 22 mmol/L aralığına yavaş olarak yükseltmek üzere, ağızdan tirat) birikimi nedeniyle oluşur. Diyabetik ketoasidoz, genellikle in-
(NaHCOj veya Shohl solüsyonu) veya intravenöz olarak (NaH- sülin-bağımlı diabetes mellitusta, insülinin kesilmesi veya bir en­
CO 3 ) alkali tedavisi uygulanmalıdır. feksiyon, gastroenterit, pankreatit veya kalp krizi gibi araya giren
Diğer taraftan, metabolize edilebilen organik asit anyonu biri­ bir hastalığın, insüline olan gereksinimi geçici ve ani olarak artır­
kimine bağlı gelişen (ketoasidoz veya laktik asidoz) saf AG asidoz- masına bağlı gelişir. Ketoasit birikimi AG de artışa neden olur ve
lu hastalarda alkali kullanılması ile ilgili tartışmalar da mevcuttur. sıklıkla hiperglisemi [glukoz > 17 mmol/L (300 mg/dL)} ile seyre­
Genel olarak, şiddetli asidozlar (pH < 7.20), tedavinin ilk 1-2 sa­ der. İnsülin keton oluşumunu engellediği için, çok uç asidemi ol­
atinde, 3 0 ila 45 dakikada verilmek üzere, intravenöz olarak 50 ila madıkça (pH < 7.1) bikarbonat tedavisi nadiren gerekir; bu durum­
100 meq NaHCC^ uygulanmasını gerektirir. Bu durumlarda, orta da da sınırlı miktarda kullanılır (laktik asidoz tedavisine bakınız).
dereceli alkali uygulanmasının fazladan bir güvenlik oluşturduğu -4 Bu durumun tedavisi Konu J33 de anlatılmıştır.
gözlenmektedir ancak, tedavi süresince plazma elektrolitlerinin ta- A l k o l i k K e t o a s id o z Kronik alkoliklerde, alkol tüketimi aniden
; kip edilmesi çok önemlidir, zira pH yükseldikçe [K+] düşebilir. He- kısıtlandığı taktirde ketoasidoz gelişebilir; bu da genellikle kusma,
! def [HC 0 3 "]’ i 10 meq/L’ye pH’yı 7 .2 5 ’e yükseltmektir, normal de- karın ağrısı-, uzun süren açlık veya hacim azalması ile ilişkilidir.
I ğerlere değil. Glukoz konsantrasyonu düşük veya normal; ve asidoz, yüksek ke­
ton düzeyinden, en fazla da jS-hidroksibütirattan dolayı oldukça
YÜ K SEK -A N YO N A Ç IK L I A SİD O ZLA R Yüksek-AG asi-' şiddetlidir. Redoks durumundaki değişikliklerden dolayı hafif bir
dozların dört temel sebebi vardır: ( 1 ) laktik asidoz, ( 2 ) ketoasidoz, laktik asidoz da birlikte bulunabilir. Nitroprussit keton tepkimesi
(3) toksin alımı (Tablo 50-2) ve akut ve kronik böbrek yetmezliği. asetoasetik asidi saptayabilir ancak P-hidroksibütiratı tanımlaya-
Yüksek-AG asidozların ayırıcı tanısı için başlangıç taramasında: mayacağı için ketozis ve ketonüri derecesi olması gerekenden dü­
( 1 ) İlaç veya toksin alimim belirlemek için iyi bir hikaye alınması şük çıkabilir. Tipik olarak, insülin düzeyleri düşük; trigliserit, kor-
ve beraberinde respiratuvar alkaloz (salisilatlar) olup olmadığını tizol, glukagon ve büyüme hormon düzeyleri ise artmıştır.
belirlemek üzere arteriyel kan gazlarının ölçülmesi; ( 2 ) diabetes
mellitus varlığı (diyabetik ketoasidoz); (3) alkolizm veya /3-hidrok- ; j i NOAvl İntravenöz şalin ve glukoz (% 0.9 NaCl içinde %5
sibütirat düzeylerinde yükselme olup olmadığının araştırılması; (4) ; j dekstroz) uygulanmak suretiyle hücre dışı sıvı açıklan yerine
üreminin klinik belirtilerinin gözlenmesi ve kan üre azotu (BUN) j konmalıdır. Aynı zamanda hipofosfatemi, hipokalemi ve hipomagne-
ve kreatinin ölçümleri (üremik asidoz); (5) idrarın oksalat kristalle- . zemi bulunabilir, bunlar düzeltilmelidir. Hipofosfatemi genellikle 12
ri açısından incelenmesi (etilen glikol); ve ( 6 ) laktat düzeylerinin j ila 24 saat içinde ortaya çıkar, glukoz infüzyonu ile daha da alevle­
artmış olabileceği bir dizi klinik durumun değerlendirilmesi (hipo- ! nebilir ve şiddetli olursa rabdomiyolize neden olabilir. Üst gastroin­
tansiyon, şok, kalp yetmezliği, lösemi, kanser, ilaç veya toksin alı- i testinal kanama, pankreatit ve pnömoni bu bozukluğa eşlik edebilir.
mı) sayılabilir.
Laktik Asidoz Plazma L-laktat düzeylerinin yükselmesi doku İlaç- ve Toksin-Nedenli Asidoz S a lis ila t la r (Aynca bkz Konu
perfüzyonunun azalmasına (tip A)— dolaşım yetmezliği (şok, kalp 396) Erişkinlerde salisilat zehirlenmesi genellikle respiratuvar al-
kaloza, karışıkmetabolik asidoz-respiratuvar alkaloza veya sadece :;0 Asidoz ve Alkaloz 287
yüksek- AG metabolik asidoza neden olur. Daha nadir görülen son
örnekte AG nin sadece bir kısmı salisilatlara bağlı gelişir. Laktik asitler asidoza katkıda bulunurlar. Düşük molekül ağırlığına bağli
asit üretimi genellikle artmıştır. olarak (32 Da), bir ozmolar açık genellikle mevcuttur.

TEDAVİ Tedavi, izotonik şalin ile (NaHCC> 3 değil) yoğun bir 1^1 TEDAVİ Genel destekleyici girişimler, fomepizol veya etanol
mide yıkaması ile başlamalı ve bunu aktif kömür uygulaması ./İt verilmesi ve hemodiyaliz de dahil olmak üzere, etilen glikol te­
izlemelidir. Asidotik bir hastada, salisilat atımını kolaylaştırmak davisinin hemen hemen aynısıdır.
için, idrarı alkalinize edecek (idrar pH > 7.5) ve idrar atımını ida­
Böbrek Yetmezliği (Ayrıca bkz Konu 269 ve 270) Orta dere­
me ettirecek miktarda intravenöz NaHCÜ 3 uygulanır. Asidotik has­
celi bir böbrek yetmezliğinin hiperkloremik asidozu, eninde sonun­
talarda bü tedavi yaklaşımı dosdoğru uygulanırken, beraberinde
da ilerlemiş böbrek yetmezliğinin yüksek- AG asidozuna dönüşür.
respiratuvar alkaloz olması bu yaklaşımı tehlikeli kılar. Alkalin di-
Organik anyonların süzülmesinin azalması ve geri emilim patoge-
ürezi sağlanamadığı durumlarda asetazolamid kullanılabilir ama
neze katkıda bulunur. Böbrek hastalığı ilerledikçe, işlev gören nef-
HC 0 3 - yerine konmazsa bu ilaç sistemik metabolik asidoza neden
ron sayısı, net asit üretimi ile baş edemez hale gelir. Bu nedenle,
olabilir. NaHCÛ 3 ile alkalin diürezi hipokalemiye neden olabilir,
üremik asidoz, primer olarak böbrek kütlesindeki azalmaya bağlı
hızlı ve agresif olarak düzeltilmelidir. Hipoglisemi riskinden dola­
olarak NH 4 + üretim ve atım hızının düşmesi ile karakterizedir.
yı glukoz içeren sıvılar mutlaka uygulanmalıdır. Aşırı bir görülme­
[HC0 3 -] nadiren 15 mmol/L altına düşer ve AG nadiren 2 0 :
yen sıvı kayıpları ciddi sıvı açığına ve hipematremiye yol açabilir.
mmol/L’yi aşar. Kronik böbrek hastalığında biriken asit, kemikten
Eğer böbrek yetmezliğine bağlı salisilat temizlenmesi engelleni­
gelen alkali tuzlar ile tamponlanır. Belirgin bir asit retansiyonü ol­
yorsa, bikarbonat diyalizatına karşı hemodiyaliz uygulanabilir.
masına karşın (20 mmol/gün kadar), serum [HCO 3 '] inin daha faz­
A l k o l l e r Bir çok fizyolojik durumda, sodyum, üre ve glukoz la düşmemesi, hücre dışı bölmelerden başka tampon sistemlerinin
kandaki ozmotik basıncı oluştururlar. Plazma ozmolalitesi şu ta­ devreye girdiğini gösterir. Kronik metabolik asidoz; kemik kalsi­
nımlamaya göre hesaplanır: Posm = 2Na+ + Glü + BUN (hepsi yum karbonatındaki azalmaya bağlı olarak kemik kütlesinde belir­
mmol/L olarak) veya glukoz ve BUN mg/dl cinsinden geleneksel gin kayıplarla sonuçlanır. Kronik asidoz, toplam asit birikimi ile
laboratuvar değerlerini kullanılarak tanımlanırsa: Posm = 2Na+ + orantılı olarak, idrar kalsiyum atımını da artırır.
Glu/18 + BUN/2.8 şeklindedir. Ölçülen ve hesaplanan ozmolalite
arasındaki fark 10 ila 15 mmol/kg H20 değerini aşmamalıdır. Öl­
çülen ozmolalite, hesaplanan ozmolaliteyi 15 ila 20 mmol/kg H20
S TEDAVİ Böbrek yetmezliğinin hem üremik hem de hiperklo­
remik asidozlan, [HCO 3 ] düzeyini 2 0 ila 2 4 mmol/L arasında
tutmak için ağızdan alkali tedavisi gerektirir. Bu da ılımlı dozda:
değerinden daha fazla aşıyorsa iki durumdan biri söz konusu olur:
(günde 1.0 ila 1.5 mmol/kg) alkali verilerek sağlanabilir. Alkali uy­
ya serum sodyumu, hiperlipidemi veya hiperproteinemi nedeniyle
gulamasının kas yıkımını engellediği veya geciktirdiği; ve H+ den-;
yalancı düşük ölçülüyordur (psödohiponatremi) ya da plazmada,
gesinin kemik üzerindeki zararlı etkilerine mahi olduğu kabul edi­
sodyum tuzları, glukoz veya üre dışında ozmoller birikmiştir. Ör­
lir. Sodyum sitrat (Shohl solüsyonu) veya NaHCC> 3 tabletleri eşit
nekler arasında, mannitol, radyokoııtraşt madde, izopropil alkol,
etkinlikteki alkali edici tuzlardır. Sitrat, gastrointestinal kanaldan
etilen glikol, etanol, metanol ve aseton sayılabilir. Bu durumda, he­
alüminyum emilimini artırdığından zehirlenme riskinden' dolayı
saplanan ozmolalite ile ölçülen ozmolalite arasındaki fark (ozmolal
alüminyum içeren antiasitlerle beraber asla kullanılmamalıdır. Hi-
açık) ölçülmemiş solütün konsantrasyonu ile doğru orantılıdır.
perkapni mevcutsa, furosemid (60 ila 80 mg/gün) eklenmelidir:
Doğru bir klinik öykü ve şüphe varlığında, ozmolar açığın hesap­
lanması, zehirlenmeye bağlı AG asidozunun varlığının belirlenme­ H İP E R K L O R E M İK M E T A B O L İK A SİD O ZLA R Alkali,
sinde yararlıdır. ishallerde olduğu gibi gastrointestinal sistemden veya böbreklerden
E t ile n G l i k o l (Ayrıca bkz Konu 396) Etilen glikol alınması (renal tübüler asidoz, RTA) kaybedilebilir. Bu tür bozukluklarda
(donmayı engelleyici (antifreeze) olarak sıklıkla kullanılır) meta­ (Tablo 5 0 -3 ), [C1-] ve [HCO 3 ] da, birbirine ters yöndeki değişik­
bolik asidoza yol açar ve merkezi sinir sistemi, kalp, akciğer ve likler normal AG ile sonuçlanır. Saf hiperkloremik asidozda, bu ne­
böbreklerde şiddetli hasar oluşturur. AG ve ozmolar açığın artması denle, [Cl'l normal değerinin üzerinde artarken [HCÖ3 ‘] daki düşü­
etilen glikol ve metabolitleri olan oksalik asit, glikolik asit ve diğer şü dengeler. Bu ilişkinin kaybolması karışık tip bozuklukları dü­
organik asitlere bağlıdır. Trikarboksilik asit döngüsünün baskılan- şündürür.
ması ve hücre içi redoks dengesinin değişmesine sekonder olarak İshalde, dışkı, plazmadan daha yüksek miktarlarda [HCO 3 ]
laktik asit üretimi artar. İdrarda oksalat kristallerinin görülmesi, se­ içerir ve hacim eksilmesinin yanı sıra metabolik asidoz da gelişir.;
rumda ozmolar açık tespit edilmesi ve yüksek AG asidoz varlığı ta­ Asit bir idrar pH’sı yerine (sistemik asidozda beklendiği üzere), id­
nıyı kolaylaştırır. Etilen glikol düzeylerini ölçmek için beklenirken rar pH’sı genellikle 6 civarında olur, çünkü, metabolik asidoz ve hi-
tedavi geciktirilmemelidir. pokalemi, böbreğin NH4+ sentez ve atımını artırarak idrar pH’sını
Tj~| TEDAVİ Tedavi, hızlı bir şekilde şalin veya ozmotik diürezin yüksek tutan bir idrar tamponu oluşumunu sağlar. Gastrointestinal
sağlanması, tiamin ve piridoksin desteği, fomepizol veya eta­ kayıplara bağlı yüksek idrar pH’sı ile seyreden metabolik asidoz,
nol ve hemodiyalizi içerir. Yeni bir alkol dehidrogenaz inhibitörü RTA (Konu 276) dan ayırt edilebilir; çünkü, idrar NH4+ atımı
olan fomepizolün intravenöz uygulanması (4-metilpirazol; yükle­ RTA’da tipik olarak düşükken ishalde yüksektir. İdrar NH4+ dü­
zeyleri, idrar anyon açığı (UAG) hesaplanarak tahmin edilebilir:
me dozu olarak 7 mg/kg) veya yine intravenöz olarak 22 mmol/L
mg/dl) düzeyine ulaşacak kadar etanol verilmesi, etilen gliko-
(1 0 0
UAG = [N4+ + K+]u - [Cl-]u. [Cl-]u > [N4+ + K+] olduğu zaman,
idrar amonyum düzeylerinin yükseldiğini gösterir ve asidozun se­
lün alkol dehidrogenaz ile metabolize olmak için yarışarak toksisi-
teyi azaltmaya yardımcı olur. Fomepizol, pahalı olmasına karşın, bebinin böbrek dışı nedenlere bağlı olduğunu düşündürür.
Progresif böbrek hastalığı sonucunda işlev gören parankimin
etil alkol uygulamasında karşılaşılan şuur bulanıklığı gibi yan etki­
leri olmaksızın, etilen glikol düzeylerinde tahmin edilebilen düşüş­ kaybı, glomeruler süzme hızı (GFR) dakikada 2 0 ile 50 mL arasın­

ler sağlama avantajına sahip bir ilaçtır. da iken hiperkloremik asidoza, GFR dakikada < 20 mL olduğunda
ise yüksek AG ile seyreden üremik asidoza yol açar. Bu tür bir
M e t a n o l (Ayrıca bkz Konu 396) Metanol (ağaç alkolü) alınma­ progresyon, böbrek hastalıklarının tübülointerstisyel formlarında
sı metabolik asidoza neden olurken, metabolitleri olan formaldehit gözlenir, fakat hiperkloremik metabolik asidoz, ilerlemiş glomeru­
ve formik asit, şiddetli optik sinir ve merkezi sinir sistemi hasarına ler hastalıklarda da bulunabilir. İlerlemiş böbrek yetmezliğinde, iş­
yol açar. Laktik asit, ketoasitler ve diğer belirlenemeyen organik levsel böbrek kütlesindeki kayba paralel olarak amonia üretiminde
hacım, klor ve K+ eksikliği gibi distal tübülde H+ salmımına katkı­
da bulunan durumlar; veya ( 2 ) otonom hiperaldosteronism nede­
de bozulma olur vc modüller toplatıcı tübüllerin dış tarafında amo- niyle oluşan hipokalemi. Birinci örnekte, alkaloz, NaCl ve KC1 ve­
nia birikimi vc tutulumu da bozulabilir. Hem toplayıcı kanallar hem rilmek suretiyle düzeltilirken, ikinci örnekte ise şalin uygulaması
de kolonda K+ salmımında bir artış olduğundan kronik böbrek ye­ yapılmaksızın farmakolojik ya da cerrahi girişim ile alkalozu dü­
tersizliğindeki asidoz tipik olarak normokalemi ile seyreder. zeltmek gereklidir.
I’roksimal RTA (tip 2 RTA) genellikle yaygın proksimal tübül AYIRICI TANI Metabolik alkalozun nedenini belirlemek için
işlev bozukluğuna bağlı, glikozüri, yaygın aminoasidüri ve fosfatü- (Tablo 50-4), hücre dışı sıvı hacminin, yatar ve ayakta kan basıncı­
ri (Fanconi sendromu) ile seyreden bir tablodur. Düşük plazma nın, serum [K+] ve renin-aldosteron sisteminin değerlendirilmesi
IHCO3 '] ile birlikte idrar pH’sı asidiktir (pH < 5.5). Serum HCO3 ' gerekir. Örneğin, alkalozu olan bir hastada kronik hipertansiyon ve
> 20 mmol/L iken fraksiyonel [HCO 3 '] atımı % 10 ila 15’i aşabilir. kronik hipokalemi bulunması, ya mineralokortikoid fazlalığını ya
HCO 3 ' normalde proksimal tübüllerden geri emilmediği için, NaH- da hipertansif hastanın diüretik kullandığını düşündürür. Diüretik
CO 3 tedavisi böbrekten potasyum kaybını artırarak hipokalemiye kullanmayan bir hastada plazma renin aktivitesi düşük, idrar [Na+]
neden olur. ve [Cl'] düzeylerinin normal olması, primer mineralokortikoid faz­
Klasik distal RTA’nın (tip 1 RTA) (Konu 276) tipik bulguları lalığı sendromunu işaret eder. Normal kan basıncı olup ödemi ol­
arasında, hipokalemi, hiperkloremik asidoz, idrar NH4 + atımında mayan bir hastada, hipokalemi ile birlikte alkaloz olması, Bartter
azalma (pozitif idrar anyon açığı, düşük idrar [NH4 +]) ve uygunsuz veya Gitelman sendromuna, magnezyum eksikliğine, kusmaya, dı­
bir şekilde yüksek idrar pH’sı sayılabilir. Bu tür hastalar idrar şardan alkali veya diüretik uygulanmasına bağlı olabilir. İdrar
pH’sını 5.5 den daha fazla asidifiye edemezler. Bir çok hastada hi- elektroliüerinin ölçülmesi (özellikle idrar [Cl']) ve idrarın diüretik-
positratüri ve hiperkalsiüri olduğundan, nefrolitiyazis, nefrokalsi- ler açısından taranması yararlı olabilir. Eğer idrar [Na+] ve [K+]
nozis ve kemik hastalıkları sıklıkla gözlenir. Tip 4 RTA’da, aynı an­ yüksekliğine karşın [Cl'] düşüklüğü ile birlikte alkali bir idrar sap­
da potasyum ve asit salmımında da bozukluk olduğu için, GFR de­ tanırsa, tanı genellikle ya kusma (bilinen veya saklanan) ya da dı-
ki azalmayla oransız bir hiperkalemi mevcuttur. İdrar amonyum
atımı şaşmaz bir şekilde baskılanmış ve böbrek işlevleri, örneğin T ablo 50-4 Metabolik Alkaloz Nedenleri
bir diyabetik nefropati, amiloidoz veya tübülointerstisyel hastalığa I. Dışarıdan H C 03- yüklemeleri
bağlı olarak risk altındadır. —> R T A p a t o fiz y o lo jis i, ta n ısı ve t e d a ­ A. Akut alkali uygulanması
visi iç in bkz. K a tın 2 7 6 . B. Süt-alkali sendromu
Hiporeninemik Hipoaldosteronism (Aynca bkz Konu 331) II. Etkin ECF hacim daralması, normotansiyon, K+ eksikliği,
Bu tablo, sıklıkla diabetes mellitusu veya tübülointerstisyel hastalı­ ve sekonder hiperreninemik hiperaldosteronism
A. Gastrointestinal kaynaklı
ğı ve böbrek yetersizliği olan yaşlılarda, tipik olarak hiperkloremik
1 . Kusma
metabolik asidoza neden olur. Hastalar genellikle, serum [K+] yük­ 2. Mide aspirasyonu
sekliği (5.2 ila 6.0 mmol/L) ve beraberinde hipertansiyon ve konjes- 3. Konjenital chloridorrhea
tif kalp yetmezliği ile seyreden hafif veya orta dereceli böbrek ye­ 4. Villöz adenom
tersizliği ve asidoza sahiptirler. Hem metabolik asidoz hem de hi­ 5. Kombine sodyum polistiren sülfonat (Kayexalate) ve alümin­
perkalemi, G FR deki bozulmayla bir paralellik göstermez. Nonste­ yum hidroksit uygulanması
B. Böbrek kaynaklı
roidal antiinflamatuar ilaçlaraetrimetoprim, pentamidin ve ACE-in-
1. Diüretikler
hibitörleriae böbrek yetersizliği olan hastalarda hiperkloremik meta­ 2. Ödematöz durumlar
bolik asidoz ile birlikte hiperkalemiye yol açabilirler (Tablo 50-3). 3. Posthiperkapnik durum
4. Hiperkalsemi/hipoparatiroidism
M ETABOLİK A L K A L O Z 5 Laktik asidoz veya ketoasidozdan iyileşme sırasında
6. Penisilin, karbenisilin gibi geri emilemeyen anyonlar
Metabolik alkaloz, arter pH’sının yükselmesi, serum [HCO 3 '] ve 7. Mg2+ eksikliği
kompensatuvar alveolar hipoventilasyondan dolayı PaC 0 2 arUş1 ile 8. K + azalması
seyreden bir tablodur. Hipokloremi ve hipokalemi sıklıkla eşlik 9. Bartter sendromu (Henle’nin çıkan-kahn kolunda işlev kaybına
eder. Bir hastada yüksek [HCO 3 '] ve düşük [CI-] varsa, bu hastanın yol açan mutasyonlar)
10. Gitelman sendromu (distal toplayıcı tübüllerde Na+-CI- kot-
ya metabolik alkaloz ya da kronik respiratuvar asidözu vardır. Tab­
ransporter işlev kaybına yol açan mutasyonlar)
lo 50 de de gösterildiği gibi, normalin üzerindeki her 10 mmol/L
III. ECF hacim genişlemesi, hipertansiyon, K+ eksikliği, ve mineralokorti­
[HCO 3 '] artışı, P aco 2 de 6 mmHg yükselmeye neden olur. Başka koid fazlalığı
bir şekilde ifade edilecek olursa, [HCO 3 '] 10 ila 40 mmol/L aralı­ A. Yüksek renin
ğında iken, tahmini Pa C 0 2 düzeyi [HCO 3 '] + 15’e eşittir. Tanıyı be­ 1. Renal arter stenozu
lirleyen pH’dır çünkü, metabolik alkalozda pH yükselirken respira­ 2. Akselere hipertansiyon
3. Renin-salgılayan tümörler
tuvar asidozda normal veya düşüktür. Metabolik alkaloz, sıklıkla
4. Östrojen tedavisi
respiratuvar asidoz veya alkaloz ya da metabolik asidoz gibi diğer
B. Düşük renin
asit-baz bozuklukları ile beraber bulunur. 1 . Primer aldosteronism
PATOGENEZ Metabolik alkaloz, ya net [HCO3 '] kazancı ya a. Adenom
da hücre dışı sıvıdan uçucu olmayan asitlerin (genellikle kusma so­ b. Hiperplazi
nucu HG1) kaybına bağlı gelişir. Vücuda fazladan alkali eklenmesi c. Karsinom
çok nadir bir durum olduğundan, bozukluğun, asit kaybına bağlı al­
2. Adrenal enzim defeküeri
a. 11/J-Hidroksilaz eksikliği
kaloz oluşturan bir üretim evresi, ve bir de hacim azalması, GFR
b. 17a-Hidroksilaz eksikliği
düşüklüğü ya da Cl' veya K+ eksikliği gibi nedenlerden dolayı böb­ 3. Cushing sendromu veya hastalığı
reklerin HCO3 ' atımı yoluyla kompansasyon yetersizliğini içeren 4. Diğer
dengeyi koruma evresi bulunur. a. Meyan kökü
Normal koşullar altında, böbreklerin çok etkili bir HCO 3 ' atım b. Karbenoksolon
c. Çiğneme tütün
kapasitesi mevcuttur. Metabolik alkalozun sürmesi, böbreklerin her
d. Lydia Pincham tabletleri
zamanki HCO3 ' atımında bir yetersizlik olduğunu gösterir. Hücre
IV. Böbrek sodyum kanalı işlev kazanması mutasyonlan ile birlikte ECF
dışı sıvıda HCO3 ' artışı olması için, ya dışardan verilmiş olması ya hacim genişlemesi, hipertansiyon, K+ eksikliği, ve hiporeninemik-hi-
da kısmen veya tamamı böbrekler tarafından endojen olarak sen- poaldosteronizm
tezlenmiş olması gereklidir. Böbrekler fazla alkaliyi şu durumlarda A. Liddle sendromu
atmak yerine koruma yoluna gider: (1) G FR azalması ile birlikte NOT: ECF, hücre dışı sıvı.
şanları alkali alınırdır. Eğer idrar göreceli olarak asidik ve Na+, K+, ve ;.'0 Asidoz ve Alkaloz. 289
CL konsantrasyonları düşük ise düşünülmesi gereken olasılıklar ara­
cımla önceden kusma (devam etmeyen), posthiperkapnik evre, veya ECF hacim azalması ve K+ eksikliği alkaloz oluşumuna katkıda bulu­
önceden diüretik kullanılmış olması sayılabilir. Diğer taraftan, eğer id­ nur.
rar sodyumu, potasyumu veya klor düzeyleri düşük değilse, magnez­ Posthiperkapni Kronik respiratuvar asidozdaki uzamış COj biri­
yum eksikliği, Bartter veya Gitelman sendromu ya da devam etmekte kimi, böbreklerden HCO3 ' emilimini ve yeni HCO3 ' oluşumunu (art­
olan diüretik kullanımı göz önüne alınmalıdır. Gitelman sendromunda mış net asit atımı) artırır. Eğer P a ^ normale dönerse, devamlı
hipokalsiüri ve hipomagnezemi olması nedeniyle Bartter sendromun- [HCO3 '] yükselriıesinden dolayı metabolik alkalozla sonuçlanır. Me­
dan ayırt edilebilir. Bu iki bozukluğun genetik ve moleküler temeli çok kanik olarak kontrol edilen solunumda bir değişiklik yapılarak Paco 2
yakın zamanda ortaya konmuştur (Konu 276). hızla normale döndürülürse alkaloz gelişir. Beraberinde bulunan ECF
Alkali Uygulanması Normal böbrek işlevleri olan kişilere kronik hacim azalması, sadece Paco 2 düzeltilerek alkalozun tam olarak gide­
alkali uygulanması alkaloza neden olmaz; olsa bile çok nadirdir. Diğer rilmesine izin vermez, CL desteği sağlanmadığı sürece alkaloz devam
taraftan, beraberinde Hemodinamik bozuklukları olan hastalarda alka- eder.
loz gelişebilir, çünkü, normal HCOj’ atım kapasitesi aşılmış ya da E C F HACİM ARTMASI, HİPERTANSİYON V E HİPERAL­
HCO3 ' geri emilimi artmış olabilir. Bu hastalar arasında ağızdan veya DOSTERONİSM İL E İL İŞ K İL İ M ETABOLİK A LKALOZ Mine-
intravenöz HCÖf alanlar, asetat yükü (parenteral hiperalimentasyon ralokortikoid uygulanması veya fazla miktarda üretimi [Cushing send-
solüsyonları), sitrat yükü (transfüzyonlar), veya katyon değiştirici reçi­ romundaki primer aldosteronism ve adrenal korteks enzim defektleri
neler ile birlikte antiasit (alüminyum hidroksit ve sodyum polistiren (Konu 331)] net asit atımını artırır ve beraberinde K+ eksikliği varsa
sülfonat) kullananlar sayılabilir. daha da kötüleşen bir metabolik alkaloza neden olabilir, Tuz birikimin­
E C F HACİM AZALMASI, K + EK SİK LİĞ İ V E SEKONDER den dolayı ECF hacim artışı hipertansiyona neden olarak GFR deki
HİPERRENİNEM İK HİPERALDOSTERONİSM İL E İLİŞK İLİ azalmayı antagonize eder ve/veya aldosteron ve K+ eksikliğinin uyar­
M ETABOLİK A LKALOZ Gastrointestinal Kaynaklı Kusma veya dığı tübüler asidifikasyonu artınr. Potasyum atımı devam eder ve poli-
mide sıvısı aspirasyonu sonucu gastrointestinal H+ kayıplan HCO3 * üri, idran konsantre etme yeteneğinde bozulma ve poliüri ile birlikte
birikimine yol açar. Kusma veya mide sıvısı boşaltılması ile oluşan sı­ sürekli K+ eksikliğine heden olur. Aldosteron düzeylerinin yükselme­
vı kaybı ECF hacmini azaltır ve renin-aldosteron salımmmda artışa im­ si, adrenal bezlerin kontrolsüz bir şekilde fazla üretimine bağlı primer
den olur. Hacim azalması GFR de azalmaya yol açar ve böbrek tübül- veya böbreklerden aşın renin üretimine bağlı sekonder olabilir. Her iki
lerinin HCO3 ' geri emme kapasitesini artınr. Aktif kusma sırasında* durumda da, ECF hacminin aldosteron üretimi üzerine oluşturduğu
Cl-e karşılık plazmaya sürekli H C 03' eklenir ve plazma [HCO3 '] prok- kontrol mekanizması bozulur ve hacim retansiyonundan dolayı hiper­
simal tübülün geri emme kapasitesini aşar. H C 03' salimmımn aldoste- tansiyon gelişebilir.
ron tarafından artınldığı ve geri emiliminin zayıf olduğu distal tübül- Liddle sendromu (Konu 276), hipokalemik alkaloz ve normal al­
lere fazla miktarda NaHCOj ulaşır. ECF hacmindeki azalma ve hipok- dosteron düzeyleri ile seyreden, toplayıcı tübüllerin Na+ kanal aktivi-
loremiden dolayı, CL böbrekler tarafından korunur. Azalan ECE hac­ telerinin artması sonucu oluşan, hacim artışına bağlı olarak hipertansi­
minin NaCl ile yerine konması ve K+ eksikliğinin giderilmesi asit-baz yon ile ilişkili, nadir, kalıtsal bir bozukluktur.
dengesizliğini düzeltir. Semptomlar Metabolik alkalozda, merkezi ve periferal sinir siste­
Böbrek Kaynaklı Diüretikler (Aynca bkz. Konu 232) Tıazitler mi işlevlerindeki değişiklikler hipokalsemi bulgularına benzer (Konu
ve kıvrım diüretikleri (furosemid, bumetanid, torsemid, ve etrakrinik 340); semptomlar arasında, zihin bulanıklığı, şuurda küntleşme, nöbet­
asit) gibi klor atımına neden olan ilaçlar, toplam vücut bikarbonat dü­ lere yatkınlık, parestezi, kas krampları, tetani, aritmilerin artması ve kro­
zeyini değiştimıeksizin EC F hacminde ani düşmeye yol açarlar. Serum nik obstrüktif akciğer hastalığı olanlarda hipoksemi sayılabilir. Hipoka-
[HCO3 '] artar. Kronik diüretik kullanımı, distal tübüllere yüksek mik­ lemi ve hipofosfatemi beraberinde oluşan elektrolit bozulduklarıdır.
tarda tuz erişimine yol açar, ve böylece K+ ve H+ saliminim uyararak
alkaloz oluşturma eğilimindedir. ECF hacminin azalmasının sürmesi, ■5 ~| TEDAVİ Tedavi, esas olarak, HÇO3 ' üretimini sağlayan altta ya-
sekonder hiperaldosteronism, K+ eksiliği ve diüretiğin direk etkileri -J tan uyaranın düzeltilmesine yönelik olmalıdır. Eğer primer aldos­
(diüretik uygulaması devam ettiği sürece) sonucunda alkaloz tablosu teronism varsa, altta yatan sebebin giderilmesi alkalozu düzeltecektir.
devam eder. ECF hacim eksikliği izotonik şalin ile giderilmek suretiy­ Mide veya böbreklerden [H+] kaybı, reseptör blokeri, H+, K+-AT-
le alkaloz düzeltilir. . , , Paz inhibitörleri. kullanılarak ya da diüretik kullanımına son verilerek
Bartter Sendromu ve Gitelman Sendromu Bkz Konu 276. azaltılabilir. Tedavinin ikinci yönü ise, ECF hacim azlığının ya da K t
Geri Emilemeyen Anyonlar ve Magnezyum Eksildiği Penisilin eksikliğinin giderilmesi gibi HCO3 ' geri emilimini sağlayan faktörle­
ve karbenisilin gibi geri emilemeyen anyonların uygulanması, transe- rin ortadan kaldırılmasına yöneliktir. K+ eksikliğinin düzeltilmesi ge­
pitelyal potansiyel farkım (lümen negatif) artırarak distal asidifikasyo- rekmesine rağmen, eğer idrar [CL] düşüklüğünün işaret ettiği bir ECF
nu ve K+ salmımmı artınr. Mg2+ eksikliği, renin ve böylece de aldos- hacim azlığı varsa, NaCl tedavisi genellikle alkalozun düzeltilmesi için
teron salmımım uyarmak suretiyle diştal asidifikasyonu artırarak hipo- yeterli olur.
kalemik alkaloz ile sonuçlanır. Eğer hastanın mevcut durumu şalin verilmesine bir engel teşkil
Potasyum Eksikliği Kronik K+ eksikliği, idrar asit atıhmmı artı­ ediyorsa, yeterli, böbrek işlevleri bulunan hastalarda bir karbonik an-
rarak metabolik alkaloza neden olabilir. NH4 + üretimi ve emilimi artar­ hidraz inhibitörü olan asetazolamid kullanılması ile böbreklerden
ken HCO3 ' geri emilimi de uyanlır. Kronik K+ eksikliğinde, böbrek HCO3 ' atımı hızlandınlabilir; fakat bu da K+ kaybım artırabilir. Sey-
H+, K+-ATPazı yemden düzenlenerek K+ emilimine karşılık H+ atıl­ reltik hidroklorik asit (0.1 N HC1) kullanımı da etkili olmasına karşın
masını sağlar. Şiddetli K+ eksikliği ile ilişkili alkaloz tuz uygulaması­ hemolize yol açabilir. Alternatif olarak, ağızdan NH4 CI verilmesi ile
na karşı dirençlidir, fakat K+ eksikliğinin giderilmesi alkalozu düzeltir. asidifıkasyon sağlanabilir ama karaciğer hastalığı olanlarda bu uygula­
Laktik Asidoz veya Ketoasidoz Tedavi Sonrası Laktik asidoz ve­ madan kaçınılmalıdır. Böbrek işlevleri bozuk olanlarda, düşük [HCO3 '
ya ketoasidoz oluşumuna yol açan uyaran, dolaşım yetersizliğinin dü­ ] ve yüksek [CL] içeriği olan bir diyalizat gradiyentine karşı hemodi­
zeltilmesi veya insülin tedavisi ile hızlı bir şekilde ortadan kaldınldığı yaliz uygulanması etkili olabilir.
taktirde, laktat ve ketonlar metabolize olarak eşdeğer miktarlarda
HCO3 ' oluşumuna neden olurlar. Yeni HCO3 ' oluşumunun diğer kay­ RESPİRATUVAR ASİDOZ
naklan ile birlikte organik anyon metabolizması sonucu oluşan miktar
HCO3 ' fazlalığına yol açar. Bu kaynaklar arasında (1) daha önceden Respiratuvar asidoz, şiddeüi akciğer hastalıkları, solunum kasları
var olan asidoz sürecinde asit atımının artması sonucu böbrekler tara­ zayıflığı veya solunum kontrolünde anormalliklere bağlı olarak ge­
fından kana yeni HCO3 ' eklenmesi ve (2) asidozun düzeltilmesi sıra­ lişebilir ve P aco 2 deki yükselme ve pH’da düşme ile tanınır (Tab­
sında uygulanan alkali tedavisi sayılabilir. Asidoz tarafından uyanlan lo 50-5). Akut respiratuvar asidozda, HCO 3 ' da hızlı bir kompansa-
290 It , lyslai>Kİ:ırüî Ana Buisiuiari ,;e fakuim Şekilleri teren çalışmalar nedeniyle, geleneksel mekanik ventilasyona oranla gittik­
çe artan şekilde kullanılmaktadır. Asideminin düzeltilmesi, permisif hiper-
ibio 30-5 Respiratuvar Asit-ttaz Bozuklukları kapninin potansiyel olarak yararlı etkilerini azaltsa da, NaHC03 uygulaya­
rak pH’yı 7.2 ila 7.3 aralığında tutmanın yine de akıllıca olacağı gözük­
I. Alkaloz II. Asidoz
mektedir.
A. Merkezi sinir sistemi uya­ A. Merkezi
rılması 1. İlaçlar (anestezikler, Şiddetli astım, anaflaksi, inhalasyon yanıklan veya toksin zedelenme­
1. Ağn morfin, sedatifler) sinde olduğu gibi ani üst solunum yolu tıkanmaları veya yaygın bronkos-
2. Anksiyete, psikoz 2. İnme pazmı takiben akut hiperkapni gelişir. Son dönem obstrüktif akciğer hasta­
3. Ateş 3. Enfeksiyon lıklarında kronik hiperkapni ve respiratuvar asidoz oluşur. Hem göğüs du­
4. Serebrovasküler olaylar B. Solunum yollan varını hem de akciğerleri içeren restriktif bozukluklar, solunumun yüksek
5. Menenjit, ensefalit 1. Tıkanma
metabolik bedeli nedeniyle solunum kaslannda güçsüzlüğe yol açarak res­
6. Tümör 2. Astım
piratuvar asidoza neden olur. İntrapulmoner ve ekstrapulmoner restriktif
7. Travma C. Parankim
bozuklukların ileri evrelerinde kronik respiratuvar asidoz gelişir.
B. Hipoksemi veya doku hi- 1. Amfizem
poksisi 2. Pnömokonyoz Tanım olarak, respiratuvar asidozun tanısı Pa^oj ve arteriyel pH ölçü­
1. Yüksek irtifa, İP a €02 3. Bronşit münü gerektirir. Ayrıntılı bir anamnez ve fizik muayene genellikle nedeni
2. Pnömoni, pulmoner 4. Erişkin respiratuvar dist- ortaya koyar. Spirometre, karbon monoksit diffüzyon kapasitesi, akciğer
ödem res sendromu hacimleri, arteriyel P a ^ ve 0 2 satürasyonlan gibi akciğer fonksiyon test­
3. Aspirasyon 5. Barotravma leri (Konu 250), respiratuvar asidozun bir akciğer hastalığına sekonder ge­
4. Şiddetli anemi D. Nöromüsküler
lişip gelişmediğini belirlemeyi genellikle mümkün kılar. Akciğer dışı se­
C. İlaçlar veya hormonlar 1. Poliomiyelit
beplerin araştırılmasında ayrıntılı bir ilaç hikayesi, hematokrit ölçümü, üst
1. Gebelik, progesteron 2. Kifoskolyoz
3. Miyasteni
solunum yollarının, göğüs kafesinin, plevramn ve nöromüsküler işlevlerin
2. Salisilatlar
3. Niketamid 4. Müsküler distrofıler değerlendirilmesi yer almaktadır.
D. Göğüs reseptörlerinin uya­ E. Çeşitli nedenler
rılması 1. Obesite TEDAVİ Respiratuvar asidozun tedavisi, başlangıç hızına ve şiddeti-
1. Hemotoraks 2. Hipoventilasyon ne bağlıdır. Akut respiratuvar asidoz hayatı tehdit edici olabilir, ve ye­
2. Yelken göğüs 3. Permisif hiperkapni terli alveolar ventilasyon sağlanırken aynı anda altta yatan sebebi düzelt­
3. Kalp yetmezliği
mek için girişimler yapılmalıdır. Bu da, trakeal intübasyon ve mekanik so­
4. Pulmoner emboli
lunum gerektirebilir. Spontan solunumu olan şiddetli obstrüktif akciğer
E. Çeşitli nedenler
1. Septisemi hastalığı ve kronik C 0 2 retansiyonu olan hastalarda, oksijen verilmesi çok
2. Karaciğer yetmezliği dikkatli ayarlanmalıdır (Konu 258). Oksijen tedbirsizce kullanıldığı za­
3. Mekanik hiperventilas- man, bu hastalarda respiratuvar asidozun ilerlemesine neden olabilir. Hi-
yon perkapninin hızlı ve agresif düzeltilmesinden kaçınılmalıdır, çünkü, Pa-
4. Isıya maruz kalma co2’de düşme, akut respiratuvar alkalozda belirtilen komplikasyonların
5 Metabolik asidozdan iyi­ aynısını oluşturabilir (ör. kardiyak aritmiler, serebral perfüzyonun azalma­
leşme sırasında
sı ve nöbetler). Kronik respiratuvar asidozda Pac ( 3 2 bazal düzeylerine ka­
tuvar yükselme (hücresel tamponlama mekanizmaları sayesinde) demeli olarak düşürülmelidir ve böbreklerden HC03‘ atımım artırmak için
meydana gelir ve P a ^ 'd e k i her 10 mmHg artış, H C 0 3‘ da 1 yeterli CP ve K+ desteği sağlanmalıdır.
mmol/L yükselmeye neden olur. Kronik respiratuvar asidozda (>24 Kronik respiratuvar asidozu düzeltmek genellikle zordur, fakat akci­
saat), böbrek uyum mekanizmalarının devreye girmesi sonucunda, ğer fonksiyonlarını geliştirmek için alman önlemler (Konu 258) bazı has­
P aço2’deki her 10 mmHg artışa karşılık, HC03‘ düzeyi 4 mmol/L ka­ talarda yararlı olur ve bir çoğunda da bozukluğun daha fazla ilerlemesini
dar artar. Serum HC03‘ düzeyi genellikle 38 mmol/L’yi aşmaz. engeller.
Klinik özellikler, respiratuvar asidoz ve altta yatan hastalığın şiddeti
RESPİRATUVAR ALKALOZ
ve süresine göre ve beraberinde hipoksi olup olmamasına göre değişir. Pa-
C0 2 deki hızlı bir yükselme, anksiyete, dispne, konfüzyon, psikoz ve halü- Alveolar hiperventilasyon Paço2’yi düşürürken, HC0 3 ‘/Pac 0 2 oramni ar­
sinasyonlara neden olabilir ve komaya kadar ilerleyebilir. Kronik hiper- tırır, böylece pH’yı yükseltir (Tablo 50-5). Bikarbonat dışındaki hücresel
kapninin neden olduğu daha düşük derecelerdeki bozukluklar arasında uy­ tamponlar HC03‘ ı tüketerek yanıt verir. Yeterince kuvvetli bir solunum
ku bozukluktan, hafıza kaybı, uyku hali, kişilik değişiklikleri, koordinas­ uyarısı sonucunda atılan C 0 2 miktarı, dokuların metabolizması sonucu
yon bozukluğu ve tremor, miyoklonal kasılmalar ve asterixis sayılabilir. oluşan miktarı aşarsa hipokapni gelişir. Paco2 40 ile 15 mmHg arasında
Baş ağnlan ve papilla ödemi, anormal reflekslerin bulunması ve fokal kas iken, plazma pH ve [HC03‘] oransal bir değişim gösterir. Arteriyel [H+]
güçsüzlükleri gibi C 0 2’in vazodilatatör etkilerinin kaybına bağlt oluşan konsantrasyonu ile Pa<x) 2 arasındaki ilişki mmHg başına 0.7 mmol/L (ve­
vazokonstriiksiyona sekonder gelişen diğer işaretler, kafa içi basınç artışı­ ya 0.01 pH birimi) ve plazma [HC0 3 ] için mmHg başına 0.2 mmol/L dir.
nı taklit edebilir. Hipokapni 2 ila 6 saatten daha uzun sürdüğü taktirde, böbrek amonyum ve
Solunum merkezinin çeşitli ilaçlar, yaralanma veya hastalık sonucun­ titre edilebilir asit atımının ve süzülen HC0 3 geri emiliminin azaltılması
da baskılanması respiratuvar asidoz oluşturabilir. Genel anestezikler, seda- ile daha da kompanse edilir. Respiratuvar asidoza tam bir böbrek adaptas­
tifler ve kafa travması sonucunda akut bir şekilde, ya da yine sedatifler, al­ yonunun sağlanması, sıvı hacmi ve böbrek işlevleri normal olduğu taktir­
kol, intrakraniyel tümörler ve primer alveolar ve obesite-hipoventilasyon de bir kaç gün sürer. Böbreklerin alkalozdan daha çok Paco2 düşüklüğüne
sendromlan (Konu 263 ve 264) gibi uyku-bozukluğu solunum sendromla- yanıt verdiği gözlenmektedir. Kronik respiratuvar alkalozda, Pa-
n nedeniyle kronik olarak gelişebilir. Motor nöronlar, nöromüsküler kav­ C0 2’deki 1 mmHg’lık bir düşüş, [H C 0 3 ] da 0.4 ila 0.5 mmol/L,
şak ve iskelet kası anomalileri veya hastalıkları, solunum kaslarında güç­ [H+] de ise 0.3 mmol/L azalmaya (veya pH’da 0.003 yükselmeye)
süzlüğe yol açarak hipoventilasyona neden olabilirler. Mekanik ventilas- neden olur.
yon, doğra ayarlanıp kontrol edilmediği taktirde, özellikle C 0 2 üretimi Respiratuvar alkalozun etkileri, süre ve şiddetine göre değiş­
aniden yükselirse (ateş, ajitasyon, sepsis veya aşırı besleme nedeniyle) ve­ mekle birlikte, temel olarak altta yatan hastalığa bağlıdır. P aco 2 de­
ya akciğer işlevinin kötüleşmesi nedeniyle alveolar ventilasyon bozulursa ki hızlı bir düşüş sonucunda beyin kan akımının azalması, hipokse­
respiratuvar asidozla sonuçlanabilir. Azalmış kardiyak atım varlığında, mi olmasa bile, baş dönmesi, zihin karışıklığı ve nöbetlere yol aça­
yüksek düzeyde pozitif ekspirasyon sonu basınç, alveolar ölü boşlukta bü­ bilir. Şuuru açık bir insanda hipokapninin kalp-damar sistemi üze­
yük artışlar sonucunda hiperkapniye neden olabilir (Konu 266). Permisif rine etkileri çok azdır, ancak, anestezi altında ya da mekanik solu­
(müsaade edilen) hiperkapni, özellikle şiddetli merkezi sinir sistemi veya numda olan hastalarda, anestezinin depresan etkisinden ve pozitif
kalp hastalıklarında, daha düşük mortalite oranlarına sahip olduğunu gös­ basınçlı solunumun ise kalp hızı, sistemik direnç ve venöz dönüş
«/erine cikilr ıı tu iff i ■(.li.tyı kalp atım hacmi ve kan basıncı azalabi­ i 1 ■•irekul Oi.aöuksiyıaı 291
lir. K a l p lı ı .ı.ıin’ ı -«>m hastalarda, hemoglobin-oksijen dissosiyas-
nıı .'nıuıımı .ola kaymasından (Bohr etkisi) ötürü kanın oksijeni Respiratuvar alkalozun akut evresinde böbreklerin HCOj' atımında
ı,h ikmalin.fakı değişikliklere bağlı olarak kardiyak aritmiler oluşa- artış olmaz ancak, saatler içinde net asit atımı azalır. Genel olarak,
!>fiıi. Akut ıc.spiratuvar alkaloz, Na+, K+ ve P 0 4 ’m hücre içine kay­ P a ç o î’deki her 10 mmHg düşüş, HCO3 ' konsantrasyonunda 2.0
naşma neden olur ve proteine bağlı fraksiyonunu artırmak suretiy­ mmol/L azalmaya neden olur. Kronik hipokapni, P a co î’deki her 10
le <le serbest [Ca2+] ’u azalta. Hipokapniye bağlı hipokalemi genel­ mmHg düşüş için serum HCO 3 '] düzeyini 5 .0 mmol/L azalta. Saf
likle nadirdir. respiratuvar alkalozda, plazma HCO 3 ' < 12 mmol/L olması genel­
Kronik respiratuvar alkaloz, kritik derecede hasta kişilerde en likle gözlenmez.
sık gözlenen asit-baz bozukluğudur ve şiddetli olduğu zaman kötü Respiratuvar alkaloz tanısı konduktan sonra sebebi mutlaka
prognoza delalet eder. Bir çok kalp-damar hastalığının erken ve or­ araştırılmalıda. Hiperventilasyon sendromunun tanısı olası sebep­
ta evreleri respiratuvar alkaloz ile seyreder ve hiperventilasyonu ler ekarte edilerek konur. Zor olgularda, pulmoner emboli, koroner
olan bir hastada normokapni ve hipoksemi olması hızlı bir solunum arter hastalığı ve hipertiroidism gibi diğer koşulların ekarte edilme­
yetmezliği başlangıcının habercisi olabilir, bu durumda hastanın si önemlidir.
solunum güçsüzlüğü durumuna geçip geçmediği hızla değerlendi­
rilmelidir. Mekanik solunum saasmda respiratuvar alkaloz sıkta. f ] TEDAVİ Respiratuvar alkalozun tedavisi altta yatan hastalığın
Hiperventilasyon sendromu iş göremez hale getirebilir. Pares- ■i l giderilmesine yöneliktir. Eğer respiratuvar alkaloz ventilatör
tezi, ağız çevresinde hissizlik, göğüs sıkışması ya da ağrısı, baş tedavisini bozuyorsa, ölü boşluk, tidal hacim ve sıklık değiştiril­
dönmesi, yeterli soluk alamama ve nadiren tetani olması, bozuklu­ mek suretiyle hipokapni en az düzeye indirilebilir. Hiperventilas­
ğun sürmesi için yeterince stres sebebidir. Arteriyel kan gazı ana­ yon sendromu olan hastalar, semptomatik atak sırasında kağıt tor­
lizleri, sıklıkla hipoksi olmaksızın, 15 ila 3 0 mmHg arasında bir hi- badan soluk alıp vermesinden yarar görürler^ bu arada altta yatan
pokapni ile birlikte akut veya kronik respiratuvar asidozu açığa çı­ fizyolojik strese de dikkat edilmelidir. Antidepresan ve sedatif kul­
kara. Merkezi sinir sistemi hastalıkları veya zedelenmeleri, 2 0 ila lanılması önerilmez. j8 -Adreneıjik blokerler hiperadreneıjik ev­
30 mmHg arasında sabitlenmiş P 3 q q 2 düzeyleri ile birlikte çeşitli renin periferal bulgularını düzeltebilir.
hiperventilasyon patemleri oluşturabilirler. Hipertiroidi, yüksek ka­
lori alımı ve egzersiz bazal metabolik hızı artınrlar, ancak, solunum BİBUOGRAFYA
genellikle oranlı bir şekilde artarak arteriyel kan gazlarında bir de­
ALPERN RJ et al: Metabolic alkalosis, in The Kidney: Physiology and Pat­
ğişikliğe neden olmaz ve respiratuvar alkaloz gelişmez. Salisilatlar,
hophysiology. 2d ed, DW Seldin, G Giebisch (eds). New York, Raven, 1992,
doğrudan modüller kemoreseptörleri etkilemek suretiyle ilaca bağ­ pp 2733-2758
lı oluşan respiratuvar alkalozun en sık sebebidir (Konu 396). Me- DUBOSE TD JR: Acid-base disorders, in Brenner andRector's The Kidney. 6th
tilksantinler, teofilin ve aminofilin ventilasyonu uyanrlar ve CÇ> 2 ed, BM Brenner (ed). Philadelphia, Saunders, 2000, pp 925-997
e olan veutilatuvar yanıtı artıralar. Progesteron, ventilasyonu artınr ----------, ALPERN RJ: Renat tubular acidosis, in The Metabolic and Molecular
Bases of Inherited Disease. 8th ed, CR Scriver el al (eds). New York,
ve arteriyel P a co F Ü 5 -1 0 mmHg düzeylerine kadar düşürür. Bu
McGraw-Hill, 2001
nedenle, kronik respiratuvar alkaloz gebeliğin sıkça görülen bir PALL PJ: A stepwise approach to acid-base disorders: Practical patient evaluati­
özelliğidir. Respiratuvar alkaloz karaciğer yetmezliğinde de belir­ on for metabolic acidosis and other conditions. Postgrad Med 107:249-50,
gindir ve şiddeti, karaciğer yetersizliğinin derecesi ile ilişkilidir. 253-4,257-8.2000
Respiratuvar alkaloz, gram negatif septisemilerde ateş, hipoksi, ve­ GALLA JH: Metabolic alkalosis. J Am Sac Nephrol 11:369,2000
MADIAS NE, COHEN JJ: Respiratory alkalosis and acidosis, in The Kidney:
ya hipotansiyon gelişmeden önce erken bir bulgu olarak gelişir.
Physiology andPathophysiology, 2d ed, DW Seldin, G Giebisch (eds). New
Respiratuvar alkalozun tanısı arteriyel pH ve Pac 0 2 ölçümleri­ York, Raven, 1992, pp 2733-2758
ne bağlıdır. Plazma ( K i genellikle düşük, [CTJ ise yükselmiştir.

Kısım 8
SEKSÜEL FONKSİYON VE ÜRETİMDE DEĞİŞİKLİKLER

5 İ ’ K e v i n T .M c V a r y ereksiyon sağlanması ve sürdürülmesi (3 ) ejakülasyon ve (4) detu-


mesans (gevşeme )m sağlanmasıdır.Libido seksüel istek duyumunu
EREKTİL DİSFONKSİYON belirtir ki görme, koklama, dokunma, işitme, hayal etme ve hormo­
Şaban Dorari nal uyanlardan etkilenir. Seks steroidleri özellikle testosteron libi­
doyu artoıcı etki gösterir. Hormonal, psikiyatrik hastalıklarda veya
ilaçlar nedeniyle libido azalabilir.
Orta yaşlı ve yaşlı erkeklerin % 10-25’ i kadarında erektil disfonksi-
Penisin temel anatomik yapısı bir çift kavemozal korpus ve
yon görülür. Demografik değişim, yeni tedavi yöntemlerinin popü-
üretrayı saran spongioz korpustan oluşur. Bu korpuslan tunika al­
larize olması ve hastalar tarafından ED (erektil disfonksiyon) nin
kabul edilebilir bir rahatsızlık olması, daha sık tanı konulmasıyla buginea sarar. Korporeal korpuslann mikroskobik yapısı, düz kas
birlikte bu konudaki harcamaların da artmasına yolaçmışta. Erektil kitlesi (trabeküla) ve damarsal yapılan (laküner alan) kapsar.
fonksiyon zayıflaması kişileri derinden etkilemekte ve bu konuda Penil tümesans (ereksiyon) arterlerin ve korporeal düz kasın
yakınmaktan kaçınmaya neden olmaktada. Bu nedenle doktorların gevşemesi ile kan akımının laküner ağa doğru artışına bağlıda. Fib-
sorgulayarak problemi tartışmaları gerekir. roelastik tunika albugineanın baskısı ile emisser venlerin sıkışması
sonucu kan korporeal yapıda göllenir. Tam ereksiyonda yeterli valf
EREX8IYONLN .FİZYOLOJİK KONTROLÜ mekanizması nedeniyle korporalar kanı kaçırmadıklarından sıkıştı-
YE ERKEK SEKSÜEL FONKSİYONU rılamayacak silindirik yapılar haline gelirler.
Merkezi sinir sistemi erektil fonksiyonu ve ejakülasyonu medi­
Normal erkek seksüel fonksiyon için gerekenler (1) libido (2) ate eden spinal yollar üzerine uyancı veya antagonizan etki göste-
292 •( .-'.astalikiann Ana Bulgulan vî Ü.Kdinı >-:kHcn Ejakülasyon Sempatik stiraülasyonla, epididimin vazdeferens
ve seminal veziküllerle prostatın kontraksiyonlan nedeniyle semi­
rir. Erektil yanıt; merkezi (psikojenik) ve periferal (refleks) inner- nal sıvmm üretraya geçmesi,(emisyon) sonra da bulbo kavemozal-
vasyon kombinasyonu ile kontrol edilir. Duyusal sinirler penil deri iskiokavemozal kaslann ritmik kasılmalan ile üretradan dışan çık-
ve glanstaki reseptörlerden başlayıp penil dorsal sinirle S2-S4 ar­ masma ejakülasyon denir. Prem atür ejakülasyon genellikle anksi-
ka kök ganglionlanna pudendal sinir içinde ulaşır. Penisin para­ yete nedeniyledir, davranış tedavisi veya serotonin reuptake inhibi-
sempatik sinirleri S2-S4 sakral spinal segmentin intermediolateral törleri (SSRIs) ile giderilebilir. R etrograd ejakülasyon internal
kolonundaki nöronlardan çıkar.Sempatik innervasyon T 11-L 2 spi­ Uretral sfınkterin kapanamadığı durumlarda olur. Diabetiklerde ve­
nal segmentlerden başlayıp hipogastrik pleksusa gelir. ya mesane boynuna cerrahi işlem yapılmış olan kişilerde görülebi­
Ereksiyonun başlaması ve sürmesi için düz kas üzerine nöroje- lir.
nık uyan çok önemlidir. Korporal düz kas hücreleri ile endotelial D etum esans, sempatiklerden norepinefrin salgılanması ile ve
hücreler arasında karmaşık bir etkileşim de vardır (Şek 51-1A). vasküler endotelin salgılanması ile postinaptik alfa -adreneıjik re­
Nitrik oksit, vasküler gevşemeye ve ereksiyona neden olur. Vaskü- septörlerin aktivasyonu sonucu düz kas kasılımı nedeniyle olur. Ve-
ler kontraksiyona neden olan endotelin-l(ET-l) in tersine etki gös­ nöz kan akımı yükselip flasid duruma geçilir. Erken detumesansa
terir. Nitrik oksit L-argininden nitrik oksit sentaz aracılığı ile sen- neden olan venöz kaçak, anatomik bir bozukluktan değil düz kas
tezlenir ve nonadrenerjik-nonkolinerjik (NANC) otonomik sinirler­ gevşemesinin yeterli olmamasından kaynaklanmaktadır. Priapizm ,
den postjunctional olarak düz kas hücresine etki gösterir. Nitrik ok­ ağrılı ve uzun süreli ereksiyon halidir. Sickle cell anemi, spinal
sit siklik 3,5-guanozin monufosfat (cyclic GMP) üretimim artırır. kord travması, koagülasyonun artabileceği durumlar, penise vazo-
Bu da proteinkinaz G ile etkileşerek hücre içi kalsiyumu azaltıp düz dilatatör ajan injeksiyonu nedeni ile oluşabilir.
kasın gevşemesine neden olur (Şek 5 1 -1B). Fosfodiesteraz tip5
(PD E-5) enzimi cGM P’yi tedricen parçalar. PDE-5 inhibitörieri
(oral ajan sildenafil) cGM P’nin parçalanmasını önleyerek ereksi­ EREKTİL DİSFONKSİYON
yonun sürdürülmesini sağlar. Nitrik oksit yeterli düzeyde bulunmu­
yorsa PDE-5 inhibitörü etkinlik gösteremez, yani bu ilaç ereksiyo- E P İD E M IY O L O Jİ Massachusetts Erkek Yaşlanması Çalış­
nu başlatıcı değildir. Nitrik oksitten başka vazoaktif prostoglandin- ması’nda (MMAS) 4 0 -7 0 yaşlan arasındaki erkeklerde, (% 52 ora-
ler (PG Eı, PGE 2 o) kavemozal dokuda sentezlenip siklik AMP dü­ nmda sorulara yamt veren olmuştur) değişik derecelerde erektil
zeyini yükselterek düz kas hücre gevşemesine yolaçar. disfonksiyon (ED)varlığı saptanmıştır. Yanıtlarda %1Q komplet
ED, % 25 orta derecede ve % 17 hafif derecedeED ye rastlanmıştır.
Orta ve ağır derecede ED nin görülme sıklığı 4 0 yaşa göre 70 yaş­
ta 2 kattan fazla artış göstermektedir. Amerikan Ulusal Sağlık ve
Sosyal Yaşam Kuruluşunca (NHSLS) 18-59 yaşlarindaki kadın ve
erkekte yapılan çalışma sonucu erkeklerin % 1 0 ‘unda ereksiyon
‘ f ^ emPaletik (detumescence) Parasem patik (ereksiyon)
sağlama güçlüğü rapor edilmiştir. (MMAS deki ağır E D ’ye uyar.)
50-59 yaş grubunda insidans %21 ile en yüksek oranda iken gelir
düzeyi düşüklerde % 14, boşanmışlarda % 14 ve eğitim düzeyi dü­
şük erkeklerde % 13- olarak rapor edilmiştir.
E D insidansı hastalık durumlarında da yüksek bulunulmuştur.
MMAS ye göre DM, kalp hastalıkları, hipertansiyon ve HDL düze­
yi azalmış olanlarda ED görülme oram yüksektir. Diabet ve kardi-
ovasküler hastalıklar için kullanılan ilaçlar da ek risk faktörleridir
(aşağıya bakınız). ED insidansı prostat kanseri için radyasyon veya
cerrahi tedavi görenlerde ve aşağı spinal kord travmalı olgularda
daha yüksektir. Öfkeli kişilik ve depresyon psikojenik ED neden-
! Endodıelat hûcreierj- ‘ ' ’ i G ap junctions lerindendir. NHSLS, sağlık sorunları olan veya işsizlik gibi neden­
lerle stres altında bulunanlarda ED oranım sık olarak bulmuştur.
*% *** \ ■'-*'¥' v l-C1"«V«T* £"w ^ rî A.'-’ . i 4 * ED yaşm gerektirdiği bir durum olarak kabul edilmemektedir. An­
cak yaşla ilgili fizyolojik ve psikolojik değişimlerle de ilişkili ol­
çMP malıdır.
S ild e n a tit^ <

: P A T O F İZ Y O L O Jİ 3 temel mekanizma sonucu ED gelişebi­


P D E -5
N °S * , lir. ( 1 ) başlamadaki yetersizlik (psikojenik, endokrinolojik veya nö-
L-Arginina —> T N Q --^ -T c y c lic G I«İP—> iiC a 2-*-—> DÜZ kas —►Ereksiyon,'
genişlemesi rojenik); (2 ) doluşun sağlanamaması (arteriyel yetmezlik); (3) ka­
nın kavemozal yapıda tutulamaması (venookluzif disfonksiyon).
B Ereksiyonun başlayamaması psikojenik, endokrinolojik veya nöro-
jenik etiyolojik faktörlerden olabilir. Bunlar birbirinden kesin ayrı­
ŞEKİL 51-1 Ereksiyon ve detumesansın kontrol yollan A.Ereksiyon,
lan faktörler değildir, birçok olguda multipl faktörler ED oluşturur.
başlangıç olarak kolinejik parasempatik ve nonadrenerjik nonkoliner-
jik yolla (NANC), nitrik oksit (NO) salgılanmasına bağlıdır. Endoteli- Örneğin doluş basıncındaki azlık sekonder olarak venöz kaçağa yol
yal hücreler de NO salgılar. Bu durumda düz kas relaksasyonu ile açabilir. Psikojenik faktör bütün olgularda etiyolojik faktörlere eş­
kan akımı artışı olur, ereksiyon oluşur. Detumesans, sempatik yolla lik edeceğinden akılda tutulmalıdır. Yaşlı olguların % 80 kadarı di-
norepinefrin salınması ile adrenerjik aktivasyon sonucu damar düz abetik, aterosklerotik ve kullanılan ilaçlarla ilişkilidir.
kas kontraksiyonu olarak sağlanır. Aynca endoteliyal hücrelerden
Vaskulojenik olaylar E D ’nin en sık organik nedenidir, penise
salgılanan endoteün kontraksiyona neden olur. B. NO in biyokimya­
sal sentezi ve etkisi. Sildenafil, PDE-5'İ inhibe ederek siklik 3',5'- gelen ve dönen kan akımıyla ilgili problemleri içerir. Aterosklero­
guanozin monofosfatın (cGMP) yüksek düzeylerde kalmasını sağ­ tik veya travmatik arteriyel hastalıklar laküner alanlara kan akımı­
layarak ereksiyonun sürdürülmesine yardımcı olur. nın azalması sonucu rijidite kaybına ve tam ereksiyon için gereken
r
lis.V.M»'. neden olur. Uygun akıma karşın venöz akımının 51 Erekti] Disfonksiyon 293
de ED yapabilir. Bu durumda perfüzyon basıncı venöz
kiMftnıiM yetersizliği nedeni ile uygun ereksiyonu Sağlayamaz, Tablo 51 -1 İlaçlara Bağlı Erektil Disfonksiyon
---------- 1.................. - - r....... .......... — -------------------- ■ -■ - - '............^
liny te olgularda trabekiiler düz kasın yeteri kadar gevşeyememesi
Sınıflama İlaçlar
de venöz akımın engellenememesine katkısı olur, Anksiyöz birey­
Diüretikler Tıazidler
lerdeki aşırı adrenerjik durum veya parasempatik aktivite hasarı ile
Spironolakton
düz kasın gevşeme yetersizliği açıklanabilir, Korporalann fibro-
Antihipertansifler Kalsiyum Kanal Blokerleri f i }
elastik kemponentlerindeki yapısal değişiklikler de komplians kay­ Metildopa
bı ve tunikal venleri sıkıştırabilme yeteneğini bozabilir. Bu durum Klonidin
yaşlanma ile, nonenzimatik glukolizasyona bağlı kollajen fiberlerin Rezerpih.
geçirgenliğinin artması ile, hipoksi ile veya hiperkolesterolemi ne­ B-btokeder
Guanetidin
deniyle kollajen sentezinde bozulma ile ilişkili olabilir, Fibro elas­
Katdiyak/ Digoksin
tik yapı cerrahi işlem, radyasyon veya penil travma sonucu da za­ Anti-hiperlipidemikler Gemfibrozil
rar görebilir. Klofıbrat ;
Nörojenik Sakral spinal kordu veya penil düz kas gevşemesin­ Antideprasanlar Selektif serotonin reuptake ,
de rol alan otonomik süıir liflerini kapsayan hastalıklarda ED olur. İnhibitörleri
Spinal kord zedelenmesi olan olgularda ED derecesi oİayın seviye­
Trisiklik antidepresanlar j
Lithium ; i
sine ve zedelenmenin tam olup olmadığına bağlıdır. Spinal kordun
Monoamin oksidaz inhibitörleri j
üst segmental inkomplet zedelenmelerinde erektil fonksiyon sürdü­ Trankilizanlar Buürofenonlar .1
rülebilirken komplet lezyonlardâ veya alt Segment lezyohlannda Fenodazinler f f . I
erektil fonksiyon kaybi olur. Penetrasyonu sağlayabilecek erektil H 2 Antagonistleri Raniüdin j
fonksiyon-ancak olguların % 25’inde olabilir, % 75’inde erektil Simetidin f j
Hormonlar Progesteron V i
fonksiyonda bozulma vardır. Multiplskleroz ve periferik nöropati-
östrojenler ; . 5 j
lerde de genelikle ED olur, Periferik nöropati diabetes mellitus ve Kortikosteroidler !
alkolizmde sıklıkla görülür. Pelvik cerrahi işlemlerde de otonomik G nRH agonistleri j
sinir zedelenmesine bağlı ED oluşabilir. . v . 5a-reduktaz inhibitörleri i
Endokrinolojik Androjenlerin erektil fonksiyondaki etkisi be­ Siproteron asetat t ; .
Sitotoksik ajanlar Siklofosfamid î
lirgin değilse de libidoyu artırırlar. Kastrasyon düzeyinde testoste­
Metotreksat
ronu olan bireylerde, vizüel veya seksüel stimülasyonla ereksiyon Roferon-A
I
oluşabılmektedir. Özellikle yaşlılarda testosteron düzeyi erektil Antikolinerjikler Disopiramid .E î
fonksiyon için önemlidir. Hipogonadizme sekonder erektil disfonk- Andkonviilsanlar
siyonu olanlarda replasman tedavisi yarar gösterir. Endojen testos­ Uyuşturucular Alkol
teron düzeyi normalse testosteron tedavisi yarar sağlamaz. Yüksek Kokain
________ __________________________Marihuana ‘
prolaktin düzeyi gonadotropin releasing hormonu(GnRH) deprese
ederek libidoyu ve aynı zamanda testosteron düzeyini de düşürür. gazmikve seksüel istek sorunları yaratırlar. Digoksin, Na+, K+-AT-
Hiperprolaktiheminin dopamin agonistleri ile tedavisi sonucu libi­ Paz pompasuu bloke edip intrasellüler kalsiyum düzeyini yükselte­
do ve testosteron düzeyi normale dönebilir. rek korporeal düz kas tonüsünde artış yaptıklarından ED oluşur.
Diabetik ED, dİabetiklerin % 35-75’inde görülür. Patolojik Birçok ilacın ED ye neden olabilmesine karşın sıklıkla birlikte
mekanizma diabetle ilişkili vasküler ve nörojenik komplikasyonla­ olan risk faktörleri de durumu karmaşık hale getirir. ED ile ilacın
ra bağlıdır. Diabetik makrovasküler komplikasyonlar esasen yaşla bağlantı olasılığı çok kuvvetli ise başka ilaç önerilmelidir. İlaçların
ilişkili iken mikrovasküler komplikasyonlar hastalığın süresi ve sorumluluğunu saptamak zor olduğundan pratikte direkt olarak ED
gliseminiri kontrol derecesi ile ilgilidir (Konu 33 3 ). Diabetiklerde tedavisine yönelme, birçok kez ilaç değiştirmektense daha sık baş­
endoteliyal ve nöral dokularda hitrikoksit sentaz düşük düzeylerde­ vurulan yoldur.
dir. - ./> ' ■ • ■■ ■:-'J "-t ' K L İN İK D E Ğ E R L E N D İR M E İyi hasta-hekim ilişkisi ile
Psikojenik ED de 2 mekanizma erektil fonksiyonun inhibisyo- ED ’hiri olası nedenleri çözümlenebilir, çok kişisel, bazen sıkıcı-yo-
nundan sorumludur. Birincisi, psikojenik stimülüsler sakral kordun rucu konuların tartışılması da gerekebilir. Bu nedenle yeterli güven
refleks cevabım inhibe eder böylece vazodilatasyon önlenerek pe­ ortamı sağlanmalı, tıbbi ve seksüel ayrıntılı öykü alınmalıdır. Böy­
nise kan akımının artışı sağlanamaz. İkinci olarak anksiyöz yapılı lece ED'nin psikojenik, organik veya multifâktönyel nedenlerine
erkeklerde aşırı sempatik uyarıya bağlı olarak penil düz kas tönüsü ulaşılabiliri Şek 5 1 -2 ) Öncelikle semptomların başlangıcı, şimdiki
zaten yüksektir. En sık psikojenik ED nedenleri performans anksir durumu, parsiyel ereksiyonlann varlığı ve derleyiciliği konuların­
yetesi, depresyon, partnerlerin anlaşamaması, çocuklukta taciz ge­ da bilgi alınmalıdır. Sabah ve gece ereksiyonlannın varlığı psikoje­
çirilmesi ile gebelik ve seksüel yolla bulaşacak hastalıklar korkusu­ nik ED aynmı için önemli bir ayraçtır. Rapid eye movement
dur. ED li tüm olgularda organik neden kesinlikle tanımlansa da (REM ) uykusundaki noktümal ereksiyonlar nörojenik ve vasküler
psikojenik komponent vardır, sistemin normal olmasını gerektirir. Organik nedenlere bağlı ise; ri-
İlaçlara bağlı ED (Tablo51-l) olguların yaklaşık % 25’ini kap­ jidite genellikle kalıcı ve ilerleyici şekilde bozulmuş olup, noktür-
sar. Antihipertansif ilaçlardan tiazid diüretikler ve beta blokerler en nal, koital veya kendini uyararak ereksiyon elde edememe ya da
sık görülen nedenlerdendir. Daha seyrek olarak ta kalsiyum kanal sürdürememe vardır. Hastalarda penil kurvatür ve koit sırasında ağ­
blokerleri ve anjiotensin-konverting enzim blokerleri rapor edil­ rı varlığı da sorgulanmalıdır. E D ’nin libido azlığı ile birlikte endok­
miştir. Bu ilaçlar direkt olarak korporal düzeyde (kalsiyum kanal rin anomalilerin ilk belirtisi olabileceği (örn, prolaktin yüksekliği,
blokeri gibi) veya pelvik kan basıncım düşürerek etki gösterebilir­ düşük testosteron düzeyi) akılda tutulmalıdır. Ayrıca evlilik dışı
ler. Alfa adrenerjik blokerlerin ED nedeni olabileceği düşünülme­ ilişkilerde ED ’nin seyrek olmadığı bilinerek partnerler arasında
mektedir. Östrojenler, GnRH agonistleri, H2 antagonistleri ve spi- farklılık olup olmadığı da sorgulanmalıdır. Kalıcı ED ’ye göre du­
ronolakton; gonadotropin süpresyonu veya androjen etkisine bloke ruma ve kişiye göre değişen ED psikojenik nedenleri düşündürür.
ederek E D ’ye yol açarlar. Antidepresanlar ve antipsikotikler - özel­ Ejakülasyonun da ereksiyondan daha seyrek sorun yaratmasına
likle nöroleptikler, trisiklikler ve SSRIs - erektil, ejakülatuar, or- karşın normal, prematür veya geç oluşu ile ilgili bilgi edinilmelidir.
294 lama; somatosensöriyel uyarım potansiyelleri); ve (4) psikolojik ta-
nısal testler. Bütün bunların vereceği bilgilerle invazivlikleri ve fi­
yatları gözönüne alınarak yapılmasına karar verilmelidir.

j TEDAVİ ED tedavisinde hastanın ve partnerinin eğitimi esas-


-~y tır. Hedefe yönelik tedavide eğitim, hastalığı anlamada, testle­
rin sonuçlarının hasta tarafından anlaşılmasında ve tedavi seçimini
kolaylaştırması açısından önemi açıktır. Tedavi seçeneklerinin tar­
tışılması hangi tedavinin en yararlı olacağım açığa çıkarmada ve
birinci-ikinci aşama tedavileri belirlemede yararlı olur. Yaşam tarzı
ile yüksek risk grubuna giren hastalarda sigara, alkol ve uyuşturu­
cu kullanımının ED gelişimindeki rolü anlatılmalıdır.
O ral A janlar Sildenafil ED için etkinliği kanıtlanmış tek ajan­
dır. Sildanifili psikojenik, diabetik,vasküler, radikal prostatektomi
sonrası (sinir koruyucu yöntemle yapılmış) ve spinal kord zedelen­
mesi dahil ED oluşan bütün bu durumlarda yararlılık gösterir. Pe­
nisteki predominant fosfodiesteraz izoformu olan PDE-5 in selek-
tif potent bir inhibitörii olan sildenafil 25,50 veya 100 mg’lık doz­
lar halinde kullanılır ve seksüel stimü{üs sonrası ereksiyonlann ka­
litesini artırır. Etkinin başlaması 6 0 -90 dakika gerektirir. Karaciğer­
de C Y P 3A 4 metabolik yolu inhibe eden ilaçların (örn. eritromisin,
simetidin, ketokonazol ve muhtemelen itrakonazol, mibefradil) alı­
nıyor olması sildenafilin serum düzeyini yükselteceğinden başlan­
gıç dozunun düşük tutulmasını gerektireceği bilinmelidir. Sildena­
fil ejakülasyona, orgazm üzerine ve seksüel yaşantiya etkisi yoktur.

ŞEKİL 51-2 EDL hastalarının idamesi ve değerlendirilmesinde al­ Yan etkiler, başağnsı (% 19), yüzde kızarma (flushing % 9), dispep-
goritma. si (% 6 ) ve nazal dolgunluk (% 4) şeklinde sıralanabilir. Olguların
% 7’sinde geçici mavi görme oluşabilir. Kardiovasküler hastalık ne­
Risk faktörleri de diabetes mellitus ve koroner arter hastalığı, lipid deniyle nitrat tedavisindeki (oral, sublingual, transnazal veya topi-
bozuklukları, hipertansiyon, periferal damar hastalıkları, sigara-al- kal yolla da olsa ) olgularda sildenafil kontrendikedir. Bu ajanlar
kol alışkanlıkları ile endokrin veya nörolojik hastalıklar araştırıl­ sildenafilin hipotansif etkisini potansiyalize ederek derin şok tablo­
malıdır. Olgunun geçirmiş olduğu ameliyatlar özellikle barsak, suna neden olabilir. Aynı şekilde amil / butil nitratlar da kan basın­
mesane, prostat ve vasküler olanlar aranmalıdır. Reversibl E D ’nin cı üzerinde fatal sineıjik etki gösterir. Sildenafil konjestif kalp yet-
büyük oranını oluşturan ilaçların öyküsU dikkatlice alınmalıdır. mezlikli kardiomyopatililerde vasküler kollaps riski nedeniyle kul­
Sosyal değişikliklerin E D ’ye yol açacağı için sağlık sorunları, bo­ lanılmamalıdır. Fizyolojik eforu seksüel aktivite artırdığı için (Me­
şanma, eşin ölümü ve ekonomik durumu hakkında bilgi toplanma­ tabolik ekivalanın 5 -6 katı-METS), aktif koroner kalp hastalarına,
lıdır. kalp yetmezliği olanlara, sınırda hipotansiflere, hipovolemik ve
Fizik muayene ED değerlendirilmesinde temel elemandır. Hi­ kompleks antihipertansif tedavisinde olanlara bu tür ilaçların öne-
pertansiyon, tiroid hastalıkları, hepatik, hematolojik, kardiovaskü- rilmesinde dikkatli olunmalıdır.
ler veya renal hastalıklar araştırılmalıdır. Endokrin ve vasküler sis­ Androjen Tedavisi, primer ve sekonder hipogonadizmde rep-
tem, dış genital ve prostat muayenesi önemlidir. Penis, korporaİar- lasman şeklinde uygulanır (Konu 335). Normal testosteronlu olgu­
da fıbröz plak varlığı açısından özenle palpe edilmeli, testis boyut­ larda androjen desteği, nadiren yarar görüldüğünden uygulanmaz.
larındaki küçülme ve sekonder seks karakterlerindeki gerilik hipo- Androjen replasmanı, uzun etkili testosteron esterlerinin (enantha-
gonadizmi akla getirmelidir. Nörolojik muayene, anal sfînkter tö- te ve cypionate) parenteral yolla, oral (17 a-alkilat deriveleri) ve
nüsü de dahil periferik nöropati açısından yapılmalıdır. transdermal yöntemlerle yapılır ( Konu 335 ). Uzun etkili testoste­
Laboratuar hiperprolaktinemi sık değilse de libido azalması ron 17P- hidroksi esterleri 2-3 haftada bir 200-300 mg i.m kullanı­
ve/veya ED bu durumun veya selladaki kitle oluşturan lezyonun mı en emin, ucuz ve etkin pratik seçenektir. Oral androjen preparat-
semptomu olabileceğinden, prolaktin düzeyine bakılmalıdır (Konu lanndan hepatotoksisite olasılığı nedeniyle kaçınılmalıdır. Trans­
328). Serum testosteron düzeyi ölçülüp düşük bulunulursa, gona­ dermal testosteron, fizyolojik testosterona yakın serum düzeyine
dotropin düzeyi ile primer (testiküler) veya sekonder (hipotalamik- ulaşmakta ise de 2 4 saatte tedricen hipogonadal düzeye indiğinden
pituiter) hipogonadizm araştırılmalıdır (Konu 335). Biyokimyasal, hergün yeni patç gerektirir, yine de seksüel fonksiyona etkisi belir­
CBC ve lipid profili değerli olabilir. Yeni yapılmış bir tetkik yoksa gin değildir. Testosteron tedavisi androjene duyarlı kanserli olgu­
bunların yapılması ile anemi, diabet, hiperlipidemi ve diğer ED ile larda kontrendikedir. Mesane boynu obstrüksiyonlu olgular için de
ilişkili sistemik hastalıklar yakalanabilir. Serum PS A da klinik yak­ uygun değildir. Genellikle PSA düzeyi ölçümü yapılmadan andro­
laşım gereği bakılmalıdır (Konu.95). jen tedavisi önerilmemelidir.Testosteron tedavisine başlamadan ve
Bunlardan başka testlere nadiren gerek duyulur. Yine de seçil­ tedavisi süresince karaciğer fonksiyon testlerine bakılmalıdır.
miş bazı olgularda fızyopatolojiyi aydınlatmak ve tedavi seçenek­ Vakum Konstriksiyon A racı (VCD) sildenafil alamayacak ve
lerini değerlendirmek için özel testler uygulanabilir. ( 1 ) noktümal diğer tedavi seçeneklerini kabul etmeyen olgular için noninvaziv
penil tümesans ve rijidite testleri;( 2 ) damar testleri (kavemozal va- bir yöntemdir. VCD penis köküne yerleşen bir konstriksiyon halka­
zoaktif madde injeksiyonu , penil doppler ultrasonografık incele- i sı ile venöz dönüşü engelleyerek tümesansm sürdürülmesini sağlar.
me, penil anjiografi, dinamik infüzyon kavemozografı / kavemozo- ; Yan etki olarak, ağrı, penil duyarsızlık, yanma hissi ile ejakülasyon
metri); (3) nörolojik testler (bioteziometri - aşamali vibratuar algı- j rahatsızlıkları görülür. Ayrıca hastaların çoğu VCD’yi itici bulmak-
î >jj tf ı'ltişan ereksiyonun fizyolojik ..görünümde olmadığından ya- 52 Menstruasyon Düzensizlikleri ve Kadınlarda Sık Görü.....295
'kı.iılır. s
Intrauretral Alprostadil Oral ajanlara yanıt alınamayan olgu- inflamatuar hastalık veya endometriozis gibi pelvisin ağır organik
iilrtlukı seçenek vazoaktif ajanların intraüretral veya intrakavemo- hastalığı olan bir kadm altta yatan hastalığın çok küçük bir belirti­
/al self injeksiyonudur. B ir özel araçla yankatı pelet halindeki si olan cinsel ilişki sırasında ağn yakınmasıyla başvurabilir.
pıostoglandin E ( (alprostadil)1 2 5-1000 mikrogram dozlarda üret- Normal üreme işlevi santral sinir sisteme endokrin bezler ve
raya konulur. Olguların % 65’inde ereksiyon oluşurken, ancak üreme organları arasındaki eşgüdümlü bir olay olduğu için menst­
% 50’si başarılı koit yapabilmektedir. ruel siklus anomalileri, cinsel fonksiyon bozukluklan ve infertilite
İntrakavernozal Selfınjeksiyon Sentetik alprostadilin şelfin* endokrin ve üreme organlarının primer defektlerine bağlı olabilece­
jeksiyonu olguların % 70-80’inde etkindir. Uygulamanın invaziv ği gibi sistemik ve psikolojik bozukluklara da bağlı olabiliri Puber-
oluşu tedaviyi bırakma oranımn yüksek olmasına neden olmakta* te, üreme çağı ve menopoz döneminin-normal ve anormal- endok­
dır. Doz 1-40 mikrogr arasında değişir. İlaca hipersensitivitesi olan­ rin ve fizyolojik kontrolü Konu 336 da anlatılmıştır- Bu bölümde
larda ve priapizm riski taşıyanlarda (hiperkoagulapatik durumlar üreme çağı hastalıklarından bahsedilecektir.
sicklecell hastalığı) kontrendikedir Uzamış ereksiyon, ağn ve kro- M EN STR U A SYO N B O Z U K L U K L A R I Menstruasyon bo­
nik kullanunda fıbrozis gibi yan etkileri görülebilir. Bazen alpros* zukluklan anormal uterin kanama ve amenore olarak iki bölümde
tadil ile birlikte değişik kombinasyonlarda olmak üzere fentolamin incelenir.
ve/veya papaverin de kullanılır. Anormal U terus K anam ası Menstruel siklus bir kanama dö*
C errahi Tedavi Seyrek başvurulmaktadır. Semirijid veya inf­ neminin başlamasından diğerine kadar geçen süre olarak tanımla­
latable penil protezlerin pahalılığı, invaziv bir yöntem oluşu ve po­ nır. Normal kadınlarda bîr siklus ortalama 2 8± 3 gün sürer, kanama
tansiyel komplikasyonlarına karşın inatçı E D ’li olgularda yüksek süresi 4 ± 2 gündür ve ortalama kan kaybı 3 5 -80 ml’dir. Mfenarş ve
başarı oranı ile kullanılmaktadır ‘ menopoz arasında kadınların birçoğu bir veya biıkaç kez normal
Seks Terapi Spesifik kişilerarasi faktörlerin bulunup gideril­ sıklıktan daha sık, daha uzun ve kanama miktarında normalin dışın­
mesi için her iki partnerin birlikte katıldığı tartışma seansları ile da bir miktar olarak tanımlanan anormal uterin kanama dönemi ge­
ilişkinin seyri etkilenerek yardımcı olunuft
çirir. Hastayı değerlendirme kararı anormal uterin kanamanın ağır­
lığına ve sıklığına bağlıdır. . ’
B İB LİO G R A FY Â
Vajina! kanama olduğunda ilk önce kanamanın endometrium-
ABRAMOW1CZ M et al: Drugs that cause sexual dysfunction'. Med Lei 29:65, dan gelip gelmediği saptanmalıdır. Rektal, iiriner, şervikal veyajj*
1987
nal kanama olasılığı ekarte edilmelidir. Kanamanın kaynağı olarak
BURNETT A L et al: Nitric oxide: A physiologic mediator of penile erection. Sci­
ence 257:401, 1992 endometrium saptandığı zaman gebelikle ilgili bir olay(düşük tehr
FELDM AN HA et al: Impotence and Its medical and psychosocial correlates: didi, inkomplet abortus ve dış gebelik) fizik muayene ve labaratu-
Results of the Massachusetts Male Aging Study. J Urol 151:54, 1994 ar testleriyle ekarte edilmelidir. Uterin kanamanın koagulasyon bo-
GOLDSTEIN I et al: Oral sildenafil in the treatment of erectile impotence. N
/.ukluklanmn ilk ve temel, belirtilerinden biri olduğu akılda tutul­
Engl J Med 338:1397.1998 :
KWAN M et al: The nature of androgen action on male sexuality: A combined malıdır. Bunların dışında kalan anormal uterin kanamaların nedeni
laboratory-self-report study on hypogonadal men. J Clin Endocrinol Metab ovulatuar ve anovulatuar olarak 2 bölüme ayrılabilir.
57:557. 1983 O vulatuar S iklu slar Ovulatuar sikiuslarda olan menstruel ka­
LAUM ANN AO et al: Sexual dysfunction in the United States. JAMA 81:553,
namalar spontan, düzenli, süreli ve kanama miktarı önceden tahmin
1999
L E V Y A et al: Non-surgical management of erectile dysfunction. Clin Endocri­ edilebilen ve sıklıkla. rahatsızlık verici bir kanamadır. Menstruel
nol (oxf) 52:253,2000 kanama luteal (ovulasyon sonrası) faz sonunda progesteronun kan
LU E TF: Drug therapy: Erectile dysfunctioa N Engl J Med 342:1802,2000 . düzeyinin düşmesi sonucu endometriumun dökülmesiyle ortaya çr*
NIH Consensus Conference on Impotence: JAMA 270:83, 1993
kar. Progesteronun bu etkisini gösterebilmesi için endometriumun
PADMA-NATHAN H et al: Treatment of men with erectile dysfunction witfi
transurethral alprostadil. N Engl J Med 336:1, 1997 folliküler (ovulasyon öncesi) faz sırasuıda estrogen etkisinde kal­
SAENZ D E TEJADA I et alt Impaired neurogenic and endothelium-mediated re* mış olması gerekir. Menstruel kanama zaman açısından düzenli ol­
taxation of penile smooth muscle from diabetic men with impotence. N Engj maya devam ederken diğer özelliklerinde (süre, miktar) nörmaldett
J Med 320:1025, 1989
sapma olursa genellikle genital traktusa ait bir neden söz konusu­
dur. örneğin düzenli, uzamış ve artmış kanama dönemleri submu-
koz. myorii, adenomyozis veya endometrial polip gibi uterus ano­
malilerine bağlı olabilir: Diğer taraftan siklik fakat lekelerime veya
5 2 4i Bruce R.Carr, Karen D Bradshaw
çok az kanama şeklinde olan menstruasyon uterus içi yapışıklıklar
veya şervikal skar dokusuna bağlı tıkanıklık nedeniyle olabilir. Sik­
MENSTRUASYON
lik ovulatuar menstruasyonlar arasında görülen ara kanamalar ser-
DÜZENSİZLİKLERİ VE vikal veya endometrial lezyonlara bağlı olabilir.
KADINLARDA SIK GÖRÜLEN A novulatuar S iklu slar öenellikle ağrısız, düzensiz, ne zaman
DİĞER JİNEKOLOJİK ve ne kadar olup ne kadar süreceği tahmin edilemeyen uterin ka­
namalara disfon ksiyonel kanam a veya anovulatuar uterin kanam a
YAKINMALAR
denir. Bu tip kanama normal follüküler gelişme sırasında oluşan
Aytekin A ltıntaş
yetmezliğe bağlı olarak ovulasyonun olmaması sonucu ortaya çı­
kar. Geçici veya kronik olabilir. Ovulatuar siklusun geçici olarak
Kadm genital organ hastalıklarıyla ilgili yakınmalar pelvik ağn, bozulması menarşdan hemen sonraki yıllarda, menopoza yakın dö­
seksüel fonksiyon bozukluktan veya infertilite olarak gruplandırı- nemlerde ve çeşitli stres ve hastalıklar sonucu görülebilir. Üreme
labilir. Bununla beraber tek bir hastalık, örneğin leiomyom bu çağında tekrarlayan disfonksiyonel kanama over fonksiyonunu et­
gruplardan birkaçına giren yakınmalara neden olabilir. Bundan kileyen bazı organik hastalıklarla birlikte görülebilir. Çoğu estrojen
başka cinsel fonksiyon bozukluklan diğer sorunlarla iç içe girebi­ kırılma kanamasıdır. Estrojen kırılma kanaması polikistik over has­
lir. Diğer taraftan diğer üreme organları işlev bozukluklarına bağlı talığında olduğu gibi endometriumun estrojenle devamlı olarak
yakınmalan olan kadınlarda altta yatan asıl sorun ağır cinsel sorun­ stimule olması ve siklik progesteron çekilmesinin olmaması sonu*
lar veya evlilikle ilgili sorunlar olabilir. Alternatif olarak, pelvik cu olan kanamadır.
296 si H a s ta lık la rın A n a B u lg u la r ı ve ilıkdim Şekilleri uterin iskemiye bağlıdır. Bu nedenle tedavide prostaglandin sentez
inhibitörleri ve/veya doğum kontrol hapları kullanılır.
Amenore amenore sekonder seks karakterlerinin varlığına ba­ Organik Nedenlere Bağlı Pelvik Ağrı Pelvisde bulunan bir
kılmadan 16 yaşına kadar menstruasyonun olmaması veya daha ön­ hastalığa bağlı olan şiddetli dismenoreye sekonder dismenore adı
ceden düzenli menstruasyon gören kadınlarda 6 aydan daha uzun verilir. Pelvik ağrının organik nedenleri (1) uterin (2) adneksiyal
süreli menstruasyonun olmaması olarak tanımlanır. Daha önce hiç (3) vulvar veya vajinal (4) gebelikle ilgili olmak üzere sınıflandırı­
menstruasyon olmamış bir kadında amenore primer, daha önce labilir.
menstruasyon olan kadmda ise sekonder olarak isimlendirilir. Bazı Uterin ağrı Uterus kökenli ağn genellikle kroniktir, devamlı­
hastalıklar hem primer hem de sekonder amenore nedeni olabilece­ lık gösterir ve mentruasyon ve koitus sırasında şiddetinde artma
ği için bu bölümde altta yatan hastalığı bağlı bir sınıflandırma ya­ olur. Leiomyom (özellikle submukoz ve dejenere myomlar), ade-
pılmıştır. Bunlar genital yolların (uterus, serviks veya vajina) ana­ nomyozis ve servikal darlıklar sık raslanılan nedenlerdir. Dilatas-
tomik bozuklukları, over yetmezliği ve kronik anovulasyondur. yon ve küretaj veya rahim içi araç uygulaması gibi girişimler sonu­
Genital yolların anatomik bozuklukları vajenin konjenital has­ cu ortaya çıkan enfeksiyonlar da ağn nedeni olabilir (Konu 336).
talıkları, imperfore him en, tranvers vaginal septum, servikal steno- Endometrial veya servikal kansere bağlı pelvik ağrılar genellikle
zis, intrauterin yapışıklıklar (şineşi), vajen veya uterus yokluğu ve geç dönemde ortaya çıkar (Konu 336).
uterusun gelişme anomalileridir. Bir anatomik bozukluğun tanısı Adneksiyal ağrı Adnekslerdeki (tuba ve over) ağnnın en yay­
genellikle fizik muayeneyle konabilir. Tanıyı desteklemek için has­ gın nedeni enfeksiyondur (Konu. 133). Akut salpingoooforit alt ka­
taya 2 1 gün estrojen -progesteron kombinasyonu verildikten sonra mı ağrısı, ateş ve titremeyle kendini gösterir. Menstruasyondan bir­
kanamanın olmadığını görmek gerekir. Pelvik ultrasonografi, man­ kaç gün sonra başlar ve genellikle klamidya veya gonokok enfek­
yetik rezonans görüntüleme, histerosalpingogram veya histerosko- siyonuna bağlıdır. Birlikte pyojenik bir enfeksiyonda olabilir. Kro­
pi anomaliyi saptamakta kullanılabilir. nik pelvik inflamatuar hastalık çok sayıda atağı takiben gelişebile­
Over yetmezliği nedenleri gonadal disgenezi, 17a-hidroksilaz ceği gibi tek bir ataktan sonra da gelişebilir. Menstruayon ve koitus
eksikliği .rezistan over sendromu ve erken over yetmezliğidir. Over sırasında gittikçe şiddetlenen kronik pelvik a ğ ı ile birlikte inferti-
yetmezliği germ hücre eksikliği ve follükül stimüle edici hormona lite yalanmasıyla hasta başvurabilir. Fizik muayenede servikal ha­
(FSH) yanıt vermeyen germ hücrelerini kapsar. Over yetmezliği ta­ reketlerde duyarlılık, adneksiyel duyarlılık ve adneksiyel kitle
nısı plazma FSH düzeyinin yüksekliği gösterilerek konur. ve/veya kalınlaşma bulunabilir. Tuboovarian bir absenin perfore ol­
Kronik anovulasyonu olan kadınlar spontan olarak ovulasyonu masına bağlı peritonit varsa acil cerrahi girişim gerekir. Over kist­
olmayan fakat uygun tedaviyle gebe kalma yeteneği olan kadınlar­ leri ve tümörleri pelvik ağrıya neden olur. Eğer torsiyon veya rüp-
dır. Kronik anovulasyonlu bazı kadınlarda total estrojen üretimi türe olursa ağn çok şiddetlenir. Ayıncı tamda ektopik gebelik düşü­
yeterlidir fakat siklik şekilde salgılanmaz. Diğerlerinde ise estrojen nülmelidir (aşağıya bakın). Fallop tüplerini överleri veya peritonu
üretiminde eksiklik vardır. tutan endometriozis kronik abdominal ağn ve infertilite nedeni ola­
Yeterli estrojen üretimi olan ve progesteronla çekilme kanama­ bilir. Doku tutulumunun şiddeti her zaman için semptomların şid­
sı olan hastalar genellikle polikistik over sendromlu hastalardır detiyle paralellik göstermez. Endometriozise bağlı ağn tipik olarak
(Bak Şek. 336-8). Diğer nedenler hormon salgılayan tümörler ve menstruasyonla artar. Eğer uterusun arka bağlan tutulmuşsa koitus
adrenal tümörlerdir. Estrojen üretimi olmaması veya azlığında pro­ sırasında artan bir ağnya neden olur.
gesteron çekilme kanaması olmaz. Bu hastalarda hipofiz veya sant­ Vulvar veya vaginal a ğ n Bu bölgelerdeki ağnlar sıklıkla mo-
ral sinir sisteminde beyin tümörleri, hipofiz tümörleri (özellikle nilia, trichomonas veya bakterilere bağlı enfeksiyöz vajinit nede­
prolaktin salgılayan tümörler), primer hipofiz yetmezliği veya She­ niyle oluşur. Birlikte karakteristik olarak vajinal akıntı ve kaşmtı
ehan sendromu gibi olaylar sonucu hipogonadotropik hipogona- bulunur. Herpetik vulvit, vulvanın diğer dermatolojik hastalıkları,
dizm söz konusudur; kondiloma akuminatum, bartolin bezinin kist veya absesi de vulvar
P E L V İK AĞRI Pelvik ağrı pelvisden kaynaklanabileceği gibi a ğ ıy a neden olabilir.
vucudun başka bir bölgesinden de yansıyabilir. İyi bir öykü (örn. Gebelikle ilgili hastalıklar Üreme çağında görülen ağılarda
dismenore ve disparoni) ve fizik muayene bulgularıyla pelvik bir gebelik mutlaka akılda tutulması gereken bir durumdur. Düşük teh­
patoloji ayırt edilebilir. Ancak apandisit, divertikülit, kolesistit, in­ didi veya inkomplet abortusda sıklıkla adet gecikmesini izleyerek
testinal obstruksiyon ve üriner enfeksiyon gibi pelvis dışı hastalık­ oluşan kramp tarzında ağn, vajinal kanama veya parça düşürme öy­
larda akılda tutulmalıdır. küsü vardır. Ektopik gebelik çok sessiz seyredebileceği gibi ani int-
"Fizyolojik" Pelvik Ağrı O vulasyon A ğrısı ( ”Mittelsch<- raabdominal kanamaya ve maternal ölüme neden olabilir.
merz") Birçok kadm ovulasyon sırasında, tipik olarak siklusun or­ Pelvik Ağnnın Araştırılm ası Pelvik ağının araştırılması dik­
tasında, alt kadranlardan birinde dakikalardan saatlere kadar deği­ katli bir öykü ve pelvik muayene ile başlar. D o ğ u tanı ve uygun te­
şen bir süre künt bir ağrı hisseder. Bu ağrı nadiren çok şiddetlidir. davi için bu ikisi çoğu zaman yeterli olur. Eğer a ğ ı çok şiddetli ve
Ovulasyon sırasında serbest kalan follüküler sıvının karın peritonu­ tanı kesin değilse akut abdomen için belirlenen protokol uygulan­
nu irrite etmesi sonucu ortaya çıkar. Siklus ortasında ve kısa süreli malıdır (Konu 14). Rupture ektopik gebelikten şüphe ediliyorsa
olması ovulasyon ağrısı olduğunu düşündürür. kuldosentez yapılabilir. Adneksiyel kitle şüphesi varsa veya hasta
Menstruasyon öncesi veya sırasında a ğ n Normal ovulatuar pelvik muayenenin yeterli yapılamayacağ kadar obezse abdominal
kadınlarda menstruasyona birkaç gün kala başlayan bazen önemsiz veya vajinal ultrasonoğafi yararlı olur. Arka arkaya yapılan human
ama bazen kadını işinden alıkoyacak kadar çok olan somatik semp­ koryonik gonadotropin ölçümleri tubal gebelik tanısında veya eğer
tomlar olabilir. Bu semptomlar ödem, meme gerginliği, karın şişli­ intrauterin gebelik varsa canlı olup olm adığ konusunda yardımcı
ği veya rahatsızlığı gibi semptomlardır. Siklik huzursuzluk, depres­ olur. Son olarak nedeni belirlenemeyen ağn varlığında tanısal lapa-
yon ve letarji gibi semptomlar topluluğuna premenstruel sendrom raskopi veya laparatomi yapılabilir.
(PMS) adı verilir. PMS over hormonları düzeylerindeki değişik­ C İN SE L FO N K SİYO N B O Z U K L U K L A R I Cinsel fonksi­
liklere bağlı gibi görünmektedir. Tedavi konusunda bir fikir birliği yon bozuklukları olan bazı kadınlar doktorun dikkatini seksüel so­
olmamasına rağmen randomize ve kontrollü yapılan çalışmalarda runlara çekmek için önemsiz jinekolojik yakınmalar tanımlarlar.
serotonin geri emilim inhibitörlerininin günlük kullanımının yarar­ Tam tersine bazı durumlarda da asıl neden organik olmasına rağ­
lı olduğunu göstermiştir. Ovulatuar menstruasyonlar sırasında gö­ men alt karın ağnsının veya disparoninin nedeninin cinsel fonksi­
rülen ve pelvis içinde herhangi bir patoloji saptanamayan kramp yon bozukluğu olduğu sanılır. Günden güne daha fazla kadın kökü
tarzında ve iş göremez hale getiren ağrılara primer dismenore adı tıp, psikiatri ve sosyoloji arasında yatan cinsel sorunlarına tıbbi ya­
verilir. Primer dismenore prostaglandinlerin etkisiyle ortaya çıkan nıt aramak için hekime başvurmaktadır.
Normal cinsel yanıt cinsel uyarılma ile başlar. Cinsel uyan içe* 53 Hirsutismus ve Virilizasyon 297
ri girmeyi kolaylaştıracak şekilde kayganlaşmayı sağlayan vazo-
konjesyona neden olur. Kayganlaşma vajinaya sıvı geçmesiyle olur ri uygulama olanağı vardır. Bunlar invitro fertilizasyon ye embriyo
ve genital konjesyon orgazm öncesinde oluşan oıgazmik platform ola» transferi, gamet intrafallopiyan tubal transfer, dondurulmuş ovum ve­
rak adlandırılan duruma neden olur. Genital vazokonjesy on ve kaygan* ya embriyo transferi, donör oositi veya donör spermi ve klomifen sit-
laşma için sağlıklı bir vajinal yapı kadar cinsel uyarıcılarında (görsel, rat veya gonadotropinlerle ovariyal hiperstimülasyon ile bildikte intra-
dokunma, işitme ve koku) olması gerekir. Cinsel yanıtın ikinci evresin» uterin inseminasyondur. . - -
de pelvis kaslarının istemsiz kasılmaları orgazm olarak adlandırılan Kadınların hekime başvurma nedenlerinden bir tanesi de uygun
lıoşa gidici fenomenle sonlanır. Kadın orgazmının oluşmasında klitori* doğum kontrol yöntemi saptamaktır. En sıklıkla kullanılan doğum
sin direk veya indirek uyarılması önemlidir. Basit bir anlatımla cinsel kontrol yöntemleri ( 1 ) ritm yöntemi ve geri çekme ( 2 ) bariyer yöntem­
fonksiyon bozukluğu cinsel yanıtın uyarılma,veya orgazmik devrele­ leri (3) rahimiçi araçlar (4) doğum kontrol hapları (5) sterilizasyon (6 )
riyle bağlantılı olabilir. Bunun nedeni organik veya fonksiyonel olabi­ abortusdur. —>Bu yöntem ler ve komplikasyonları Konu, 54 de tar­
leceği gibi İter iki nedene bağlıda olabilir. tışılmıştır.
Diabetus mellitus veya multipl skleroz gibi nörolojik fonksiyonla*
n İmzan hastalıklar normal cinsel yanıtı engelleyebilirler. Vajinit, en* 3İB L İO G R A F Y A
doınetriozis ve salpingooöferit gibi lokal pelvik hastalıklar disparoni-
CARR BR, BLACKWELL RE: Textbook o f Reproductive Medicine, 2d ed.
ye neden oldukları için cinsel yanıtı kısıtlayabilirler. Kanser ve kardi- Stamford, CT, Appleton & Lange, 1998
yovaskuler sistem hastalıkları gibi ağır hastalıklar indirek olarak cin- CUNNINGHAM FG et al: Williams Obstetrics, 20th ed. Stamford, CT, Apple*
.d uyarılmayı önleyebilirler. ton & Lange, 1998
Daha yaygın olarak normal cinsel yanıtta yetersizlik psikolojik FORDNEY DS: Dyspareunia and vaginismus. Clin Obstet Gynecol 21:203,
1978
ıaktörlere bağlıdır, Yanlış bilgilendirilme veya cinsel ilişkinin kötü bir
HERBST AL et al: Comprehensive Gynecology, 2d ed. S t Louis, Mosby, 1992
•ey olduğuna dair şartlandırılma, daha önce yaşanan insest, tecavüz HAMMOND DC: Screening for sexual dysfunction. Clin Obstet Gynecol
veya istenmeyen gebeliklerden sonra oluşan psikolojik travmalara 27:732, 1984
bağlı suçluluk duygusu gibi psikolojik'faktörler olabilir, Ek olarak dav HATCHER RA et al: Contraceptive Technology, 17th ed. New York, Ardent Me­
lıa önce histerektomi veya mastektomi operasyonu geçirmiş kadınlar dia, 1998
MASTERS W, JOHNSON V: Human Sexual Response. Boston, Little, Brown,
kendilerini eksik hissedebilirler. Anksiete, depresyon, halsizlik .ailesel
1966
veya kişisel çatışmalar vazokonjestif yanıtta yetersizliğe yol açabilir ve ROSEN RI et al: Prevention of sexual dysfunction in women. J Sex Med Ther
normal vajinal kayganlığı.önleyebilir. Bu gibi kötü deneylen oran ka* 19:171, 1993
dinlann profesyonel yardım almadan normal bir cinsel yaşama eriş­ SCHMIDT PJ et al: Differential behavioral effects of gonadal steroids in women
meleri çok zordur, Bu gibi sonmlar altta yatan nedeni saptamak ve cin­ with and in those without premenstrual syndrome. N Engl J Med 338:209,
1998
sel sorunlara yol açmalarını önlemekle azaltılın , : :ş
SEIPPEL L, BACKSTROM Tl Luteal-phase estradiol relates to symptom set®*
Orgazm olamama cinsel fonksiyon bozukluklarının özel bir şekli­ rity in patients with premenstrual syndrome. J CUn Endocnnol Metah
dir, Birçok kadın oıgazm olmamasına rağmen cinsel ilişkinin birçok 83:1988, 1998
safhasından, özellikle sevilen biriyle ve mutlu bir ilişkinin yakınlaştır­ SPEROFF L et al: Clinical Gynecologic Endocrinology and Infertility, 5th ed.
masından doğan duygularla değişen derecelerde zevk alır, Diğer taraf­ Baltimore. Williams & Wilkins, 1994
tan orgazm olmayan veya nadiren orgazm olan bazı kadınlarda tatmin­
sizlik ve cinse) ilişkiden soğuma, gibi tepkiler görülebilir. Birçok olgu: 5 3 | D avid A E h rm ann ____ . ; "
da orgazm olamama klitorisin yeterince uyanlmamasına bağlıdır ve
gerekli bilgilerin verilmesiyle sonra çözülebiliri f j l HİRSUTİSMUS VE VİRİLİZASYON
"Vajinusmus” özel bir durumdur ve ağrılı koitusun çok nadir görü­
A y tekin A ltıntaş
len bir nedenidir. Vajen girişini çevreleyen kaslann istemsiz ve ağnlı
kontraksiyonlan olarak tarif edilir. Geçmişte yaşanmış gerçek veya ha­
yali korkutucu veya travmatik cinsel deneyimlere karşı oluşmuş bir Hirsutismus, erkek tipi kıllanmada artış olarak tanımlanır. Üreme
şartlı reflekstir. Cinsel terapiyle birlikte hastanın kendi kendine devam* çağındaki kadınların % 10'u kadarım etkiler. Hafif olduğu zaman
h ve giderek artan derecelerde vajina! dilatasyori yapmasıyla şartlı ref­ normal kıllanmamn bir varyasyonu olduğunu düşündürür. Ancak
leks ortadan kaldınlarak tedavi edilir. nadiren de olsa altta yatan ciddi bir hastalığın habercisi olarak or­
ÜREM E înfertilite’konu 54 de aynntılı olarak tartışılmıştır, infer-1 taya çıkabilir. Sıklıkla idiyopatik olmasına rağmen bazen polikis*
til çifte yaklaşım daima erkek ve kadının birlikte değerlendirilmesiyle tik over sendromu (PCO S) ve konjenital adrenal hiperplazi (KAH)
başlamalıdır. Öyküde koitus sıklığı, cinsel ilişkiye yanıt (iki taraflı) do­ gibi androjen artışı ile ilgili hastalıklara bağlı olabilir (Tablo 53-1):
ğum kontrol yöntemleri veya kayganlaştırıcı kullanımı, önceki gebe­ Hirsutizme eşlik eden akne, erkek tipi saç dökülmesi (androjenik
likler, önceki gebeliklerden önce korunmasız geçen süre; geçirilmiş saç dökülmesi) gibi bulgu ve yakınmalar olabilir, Virilizasyon ise
hastalıklar ve kullanılan ilaçlar öğrenmelidir. >
androjen düzeyinin ses kalınlaşması, meme atrofisi, kas yapısında
İnfertil çiftlerin üçte birinde erkeğe bağlı sorun vardır. Bu nedenle
artış, klitoris büyümesi ve libidoda artışa neden olacak kadar yük*
infertil çiftlerin araştırılmasında ilk basamak semen analizi olmalıdır.
sek olduğu durumlar olarak tanımlanir. Virilizasyon over veya ad­
Kadının ilk muayenesinde ovulatuar siklusun varlığı araştırılmalıdır,
renal neoplazm olasılığım akla getiren önemli bir bulgudur.
Düzenli, siklik, önceden tahmin edilebilen spontan mestruasyonlar ge*
K IL F O L L Ü K Ü L B Ü Y Ü M E S İ V E FA R K L IL A Ş M A SI Kıl­
nelükle ovulatuar siklusu gösterirler. Bazal vucud ısısı tayini, uygun
lar vellus (ince yumuşak ve pigmente olmayan) ve terminal
zamanda yapılmış endometrial biopsiler veya siklusun luteal fazında
(uzunjavnk ve pigmente) olmak üzere iki gruba ayrılabilir. Kıl fol*
plazma progesteron düzeyi ölçümleri ovulasyon testleri olarak kullanı­
lükül sayısı hayat boyu değişmez. Fakat follükül boyudan ve kıl ti­
labilir. Bu yöntemlerle luteal faz fonksiyon bozuklukları (luteal faz sı­
rasında düşük progesteron sekresyonu) tanısı da konabilir. Follükiiler pi başta androjen olmak üzere birçok faktörden etkilenerek değiş*
gelişmeyi değerlendirmede ultrasonografi yararlı olur. meler gösterir, Androjenler terminal kıl ve sebaseöz bezlerin geliş­
Kadınlarda infertilitenin en yaygın nedeni tubal hastalıklardır. Ge­ mesi için gereklidir. Pilosebaseöz birimin (PSU) terminal kıl follü-
nellikle enfeksiyon (pelvik inflamatuar hastalık) veya endometriozise külü veya sebaseöz bez haline dönüşmesi androjenlerin etkisiyle
bağlıdır. Tubal hastalık histerosalpingografi veya diagnostik laparasko- olur. Pilosebaseöz birim (PSU) terminal kıl follükülüne dönüşürse
piyle değerlendirilir. Laparaskopik tuboplasti veya adezyonlann kesil­ vellus kılı terminal kıl olurken sebaseöze dönüşürse kıl vellus ola­
mesiyle tedavi edilebilir. rak kaim
Günümüzde birçok infertilite olgusunda yardımcı üreme teknikle- Kıl büyüme siklusunda 3 evre vardır: (1) anagen (büyüme ev-
298 I î (asuuıkijnn : vn;ı Buharları ve iakdim Şekilleri rolaktinemi (Konu.328) ve olası bir hipotiroidi (Konu.328) için
araştırmalara başlanması gerektiğini düşündürür. Hipertansiyon,
” .alo 83-1 H irsutizm nedenleri stria, kolay morarma, karın bölgesinde yağlanma ve halsizlik korti­
zol yüksekliğini (Cushing sendromu; (Konu.331) düşündürür. Nadi­
Gonadal hiperandrojenizm
Ovarial hiperandrojenizm ren büyüme hormonu yüksekliği (örneği akromegali) olan olgular
Polikistik over sendromu/Fonksiyonel ovarial hiperandrojenizm hirsutizm yakınmasıyla başvurabilirler. Phenytoin, minoxidil, veya
Ovarian steroidojenik engeller cyclosporine gibi ilaçlar androjene bağımlı olmayan mekanizmalar­
tnsuline direnç olan sendromlar la aşın kıl büyümesine (örn.,hipertrikozis) neden olabilir. İnferti-
Over tümörleri
lite ve/veya hirsutizm aile öyküsü olanlarda diğer birçok neden ara­
Adrenal hiperandrojenizm
sında -daha çok askenezi yahudilerinde görülen- nonklasik konjeni­
Prematur adrenarş
Fonksiyonel adrenal hiperandrojenizm tal adrenal hiperplazi (KAH) de düşünülmelidir (Konu 331).
Konjenital adrenal hiperplazi (nonklasik ve klasik) Fizik muayenede boy ve kilo ölçülmeli ve vucud kütle indeksi
Anormal kortizol etkisi/metabolizması (BMI) saptanmalıdır. BMI >25 kg/ m2 olması boya göre kilo faz­
Adrenal tümörler lası olduğunu gösterir. BM I > 30 kg/m 2 genellikle hirsutizm ile bir­
Diğer endokrin bozukluklar
liktedir. Kan basıncı ölçümü yapılmalıdır. Bazen insulin direnci ve
Cushing's syndromu
Hiperprolaktinemi androjen fazlalığı ile birlikte cilt lezyonları olması akontozis nigri-
Akromegali kans ve minik cilt fibromlarını (skin tag) düşündürür.
Periferal aşırı androjen yapımı Hirsutizm yakınmasıyla gelen genç bir hastada kıl dağılımı ve
Obesite miktarının somut değerlendirilmesi çok önemlidir. Bu değerlendir­
Idiopatik
me hem hipertrikozis ve hirsutizmin ayrılmasına yardımcı olur hem
Gebelikte görülen hiperandrojenizm
Lutein hücrelerin aşırı çalışması de tedaviye yanıtı değerlendirme de kullanılır. H ip e r tr ik o z is andro­
Gebelik tekoması jene bağımsız bir şekilde gelişen ve seksüel bölgeler dışında büyü­
İlaçlar yen vellus yapısındaki kıllarda artma olarak tarif edilir, Genellikle
Androjenler ailesel özelliklere bağlıdır. Metabolik hastalıklar (öm.,tiroid bozuk­
Androjenik progestin içeren doğum kontrol hapları
lukları anoreksia nervoza veya ilaç kullanımı (örn., phenytoin, mi­
Hipertrikoz ile ilgili ilaçlar
Minoxidil noxidil or cyclosporine) kullanımına bağlı olarak ortaya çıkabilir.
Phenytoin Modifiye Ferriman ve Gallwey skalası kıllanmayı derecelen­
Diazoxide dirmek için yaygın olarak kullanılan basit bir yöntemdir (Şekil 53-
Cyclosporine 1). Bu skalada androjene duyarlı 9 bölgenin her biri 0 ile 4 arasın­
Gerçek hermafroditizm da derecelendirilmiştir. Kafkas kökenli kadınların yaklaşık %95 in­
de bu skor 8 in altındadır. Başka deyişle kadınların pek çoğunda
resi), (2) k a ta g e n (gerileme evresi) ve (3) t e lo g e n (durağan evre).
androjene duyarlı bölgelerde bir miktar kıllanma vardır. Sekizin üs­
Hormonlar kıl büyüme siklusunda vucudun bölgesine bağlı olarak
tünde bir skor androjene bağlı kıllanmada artışı düşündürür ve hor­
önemli rol oynarlar. Örneğin kaşlar,kirpikler ve vellus kıları andro-
monal ölçümleri de içine alan daha ileri araştırmalara gerek var-
jene duyarsızken aksiller ve pubik kıllar çok düşük androjen düzey­
dır(aşağıya bak). Hirsutizm olma olasılığı çok daha az olan etnik
lerine bile duyarlıdır. Yüzde, göğüsde, üst abdomen ve sırt bölge­
gruplarda (örn. Asyalı kadınlar) püstüler akne veya ince kıllanma
sinde bulunan kılların büyümesi için daha büyük miktarlarda and­
gibi androgen fazlalığı belirtileri olan cilt bulgulan görülebilir.
rojen düzeyine gereksinim vardır. Bu nedenle karakteristik şekille­
HO RM O N A L D E Ğ E R L E N D İR M E Androjenler hem over
ri tipik olarak erkeklerde görülür. Kadınlarda androgenlerin fazla
hem de adrenal bezden salgılanırlar. Bu salgılama överlerde luteini­
olması androjene duyarlı bölgelerin çoğunda kıl büyümesini hız­
ze edici hormon(LH) adrenallerde adrenokortikotropik hormon
landırırken erkek tipi saç dökülmesine neden olur. Bu değişiklikler­
de kılların anagen fazları hızlanmasının rolü vardır. (AÇTH) ile düzenlenir. Hirsutizm etiyolojisinde rol oynayan temel
Hirsut olguların büyük bir kısmında androjen fazlalığı olması­ hormonlar androstenedione, dehidroepiandrosteron(DHEA), de-
na rağmen androjen düzeyleriyle kıl miktarı arasında çok hafif bir hidroepiandrosteron sülfat (DHEAS) ve testesterondur. Överler ve
bağlantı vardır. Bunun nedeni follüküllerden kıl büyümesi üzerin­ adrenal bezler testesteron üretimine eşit katkıda bulunurlar. Testes-
de dolaşımdaki androjen konsantrasyonları kadar lokal faktörlerin teronun yaklaşık yarısı bezlerden direk salgılanırken kalanı andres-
ve son organ duyarlılığında ki farklılıkların etkili olmasıdır. Gene­ tenodion ve DHEA un periferde testesterona dönüşümüyle oluşur
tik faktörler ve soyaçekimde ayrıca kıl büyümesini etkiler. Genel (Konu 335.)
olarak koyu renk saçlı bireyler sarışın veya kumral bireylere göre Testesteron dolaşımda bulunan en önemli androjendir. Perifer­
daha kıllı olmaya eğilimlidir. Asyalı ve kızılderili olanların andro­ de pilosebaseöz birimde yerleşmiş 5a-redüktaz enzimi etkisiyle da­
jene duyarlı bölgelerinde kıl miktarı çok az iken akdeniz kökenliler ha güçlü bir androgen olan dihidro testesterona (DHT)çevrilir.
daha kıllıdır. Bu nedenle hirsutizmin etiyolojisi araştırılırken ve DHT un androjen reseptörlerine afinitesi daha fazladır ve bağlandı­
şiddetini değerlendirirken aile öyküsü ve etnik kökenin gözönünde ğı reseptörü daha geç terkeder. Bu nedenle pilosebaseöz birim dü­
tutulması gerekir. zeyinde androjen aktivitesini düzenleyen primer mediator lokal
K LİN İK D E Ğ ER L E N D İR M E Hirsut bir hastada öykü alır­ olarak üretilen DHT’dir. 5a-redüktaz enziminin iki izoenzimi var-
ken yakınmaların ortaya çıkma yaşı, diğer bulgu (örn., akne) ve dır.Tip 2 prostat bezinde ve kıl follükülllerinde, tip 1 ise daha çok
belirtilerle olan ilişkisi ve çoğalma hızı sorulmalıdır. Nedene bağlı sebaseöz bezlerde bulunur.
olmakla birlikte kıllanmada artış genellikle 2 0 -30 yaşlarında belir­ Hiperandrojenemi olgularına yaklaşım Şekil 5 3 -2 ’te gösteril­
gin hale gelir. Genellikle yavaş fakat devamlı bir büyüme söz ko­ miştir. Bu yaklaşım testesteron ve DHEAS kan düzeyleri ölçümü­
nusudur. Aniden ortaya çıkma ve hızlı büyüme androjen salgılayan nü de içerir. Serbest (bağlı olmayan) testesteron ölçümü de önem­
bir tümör varlığım düşündürür. Bu olgularda birlikte virilizasyon lidir. Çünkü biolojik olarak aktif olan testesteron, taşıyıcı bir prote­
belirtileri de olur. in olan seks hormon bağlayıcı globuline (SHBG) bağlı olmayan
Menstruel siklusların başlama yaşı (menarş) ve menstruel dü­ testerondur. Hiperinsülinemi ve/veya androjen fazlalığı SHBG nin
zen hakkında bilgi edinilmelidir. Menarşdan bu yana olan düzensiz karaciğerde yapımını azaltır ve serbest testeronun yüksek olmasına
sikluslar androjen artışının adrenalden daha çok over kaynaklı ol­ rağmen total testesteronun normal değerlerin üst düzeylerine yakın
duğunu düşündürür. Eşlik eden galaktore gibi yakınmalar hiperp­ ölçülmesine neden olur. Adrenal androjenler düşük doz kortikoste-
lt \ / + \ l*\ I \ 4

ŞEKİL 53-1 Ferriman and Gallway'ln hirsulizm skorlama akalası, rak virilizasyon) kadar skorlanmıştır. Normal hirsutism skoru 8 den
Androjene duyarlı 9 bölge 0 dan (terminal kıl yok) 4 e (belirgin ola- azdır. Ehrmann ve ark dan alıntı yapılmıştır.

roidlcrle kolaylıkla hastalanabileceği için aşırı adrenal yapımının zi ve hatalı enzimin hedefi olan steroidde birikme olur. Bu steroid-
kaynağını araştırmada deksametazon androjen baskılama testi yay- lerde daha sonra androjene çevrilir.
r.ın olarak kullanılır. Deksametazon (0.5 mg.oral, 6 saatte 1 ,4 gün) 2 1 hidroksilaz eksikliği sabah ölçülen 17-hidroksiprogesteron
verilmeden önce ve sonra kan örneği alınır. Eğer plazma serbest düzeyi 6 nmol/L (2 mikrog/L) den az ise güvenilir bir şekilde ekar-‘
lestesteron düzeyi normal sınırlara dönerse adrenal kaynak; bir te edilebilir. 2 5 0 ug sentetik ACTH (cosyntropin) intravenöz veril-,
miktar azalma olursa överlerde aşın androjen üretimi düşünülür. dikten 1 saat sonra 17-hidroksiprogesteron düzeyi ölçülerek 2 1 -
Plazma total testesteron düzeyinin 12 nmol/1 (3,5 ng/ml)’den hidroksilaz enzim eksikliği tanısı konabilir, ACTH ölçümleri daha
yüksek olması genellikle virilize edici bir tümör varlığını gösterir­ önce yayımlanan nomogramlarla karşılaştırıldığında bir fikir ve­
ken 7 nmol/1 (2ng/ml) den fazla olması bu olasılığı akla getirmeli­ rebilir, ancak sonuçlar tartışmalıdır.
dir. DHEAS düzeyi 18.5 umol/1 (7000 pg/L) den yüksekse adrenal
lümör düşünülmelidir. DHEAS yükselmesinin genellikle adrenal ; j$ j TEDAVİ Hirsutizmin tedavisi medikal ve kılların mekanik te-
androgen salgılanmasının artmasına bağlı olduğu düşünülürse de *—^ mizlenmesiyle yapılır. Farmakolojik olmayan tedaviler tüm
PCOS la birlikte DHEAS düzeylerinde yükselme olması da çok na­ hastalarda düşünülmelidir. Tek tedavi yöntemi olarak kullanılabilen
dir olmayan bir bulgudur. Eğer klinik muayene veya hormonal dü­ ceği gibi medikal tedaviye yardımcı olarak da kullanılabilir.
zeyler adrenel veya ovarial bir kitle olasılığını akla getirirse kom- Farmakolojik olmayan tedaviler ( 1 ) beyazlatma; (2 ) tüy dökü-
puterize tomografi (CT)) veya manyetik rezonans (MRI) adrenal cüler(çilt yüzeyinden yok etme), traş etme ve krem uygulamaları
kitleyi görüntülemek için kullanılabilir. Ovarial bir kitleyi ayni et­ gibi; (3) epilasyon (tüyleri kökleriyle çıkartma), çekme, ağda,
mek için ultrasound genellikle yeterli olur. elektrolizis ve lazer gibi yöntemlerdir. Genel inanışın aksine traşla-
Over kaynaklı aşın androjen düzeylerine neden olan en sık gö­ ma kılların büyüme hızım ve yoğunluğunu artırmaz. Kimyasal tüy
rülen neden PCOS dur(Konu 336). L H /F S H oranının yüksek ol­ dökücü ajanlar bazı bölgelere sınırlı hafif hirsutizmde yararlıdırlar.
ması dikkatle değerlendirilen PCOS lu olgularda sıklıkla saptanma­ Hafif deri irritasyonuna neden olurlar,. Ağda tüyleri geçici olarak
sına rağmen gonadotropinlerin pulsatil salınması nedeniyle biı ol­ yokeder, ancak rahatsız edici bir yöntemdir. Tecrübeli ellerde elekt­
guların yansından fazlasmda gösterilemeyebiür. Eğer uygulanırsa, rolizis kalıcı tüy yoketmede etkilidir. Tüyleri yoketmede lazer foto­
ultrasound kadınların çoğunda genişlemiş överleri ve stromal do­ terapi etkili gibi görünmektedir. Tüy büyümesini geciktirir ve bazı
kuda artışı gösterir. Polikistik over klinik veya labaratuar bulgusu hastalarda kalıcı olarak tüyleri yokeder. Lazer tedavisinin uzun dö­
olmayan normal kadınlarda da saptanabilir. Bu nedenle polikistik nem etkileri ve komplikasyonlarının araştırılması gerekir,
over ovarian hiperandrojenizm tanısı için hassas olmayan ve nons- Androjen fazlalığının medikal tedavisi sentez aşamalarından
pesifik bir tanıdır. Yaygm olarak kullanılmamasına rağmen gona­ biri veya birkaçını durdurmaya yöneliktir. Bunlar (1) adrenal veya
dotropin salgılatıcı hormon agonist testi ovarial hiperandrojenizm over kaynaklı androjen üretimini baskılamak (2) özellikle SHBG
tanısı için kullanılabilecek spesifik bir testtir. 1 0 0 mikrog nafarelin olmak üzere androjenlerin plazmadaki bağlayıcı proteinlere bağ­
(veya 1 0 mikrog/kg leuprolid) subkutanöz olarak verildikten sonra lanmasını artırmak (3) androjen prekürsörlerinin aktif androjenlere
17-hydroxyprogesterone düzeyi 7.8 nmol/L u (>2.6 pg/L) geçerse dönüşmesini önlemek (4) hedef doku düzeyinde androjenlerin etki­
over kaynaklı hiperandrojenizm tanısı konur. sini azaltmak. Tüy büyümesinde yavaşlama tipik olarak tedavinin
Nonklasik KAH en sık olarak 21-hidroksilaz eksikliğine bağlı başlamasından 4-6 ay sonra belirginleşir ve olguların çoğunda kıl-
olarak ortaya çıkar. Adrenal kortikosteroid sentezi için gerekli olan lanmada orta derecede bir azalmayla sonuçlanır.
diğer steroidogenetik enzimlerde eksikliğe neden olan diğer otozo- Kozmetik ve dermatolojik tedaviden sonra hirsutizm ve akne­
mal resesif hastalıklarda da görülebilir (Konu 331). Enzimde hata nin tedavisinde ilk endokrin tedavi seçeneği genellikle doğum
olduğu için adrenal bez yeterli glukokortikoid (özellikle korti- kontrol haplarının içinde olduğu gibi kombine estrogen-progeste-
zol)salgılayamaz. Böylece ACTH m negatif feedback inhibisyonu ron tedavisidir. Günümüzde kullanılan doğum kontrol haplarının
azalır ve bu olayı kompanse etmek için adrenal korteksde hiperpla- 1 içindeki estrojen komponenti etinil estradiol veya mestranoldur.

J
uzunluğuna eşit bir süre olan 9-12 ayda alı­
nır. Hirsutizmde düzelme genellikle % 20 ka­
dardır. Sıklıkla kıl büyüme hızının bütünüy­
le durdurulmasından biraz daha fazla bir et­
kisi olur.
Adrenal androjenler glukokortikoidlerin
baskılayıcı etkisine kortizolden çok daha du-
yarlıdır. Bu nedenle KAH lı olgularda gluko-
kortikoid tedavisi temel tedavidir. PCOS li
bazı hastalarda glukokortikoidlerin ovulatu-
ar fonksiyonu düzelttiği bildirilmiştir ancak
bu etkisi önceden tahmin edilemiyecek ka­
dar değişkendir. A şın glukokortikoidlerin
yan etkileri nedeniyle düşük dozlar kullanıl­
malıdır. Yatmadan önce deksametazon (0.2-
0.5 mg) veya prednizon (5-10 mg) verildi­
ğinde ACTHın gece sahmmmda maksimal
supresyon elde edilir.
Cyproterone acetate antiandrojenlerin
prototipidir. Etkisini androjen reseptörlerine
bağlanma sırasında testesteron ve DHT ile
kompetitif inhibisyon yaparak gösterir. Ek
olarak hepatik enzimleri uyararak testestero-
nun metabolik klerensini artırarak etki gös­
terir. ABD de bulunmamasına rağmen sipro-
teron asetat Kanada Meksika ve Avrupa’da
yaygın olarak kullanılmaktadır. Siproteron
(50-100m g ) siklusun 1-15- günler arasında
verilirken 5 -2 6 . günler arasında etinil estra­
diol (50ug) verilir. Siproteron asetatın yap
etkileri düzensiz uterin kanama .bulantı baş
ağrısı halsizlik kilo alma ve libidoda azalma
olarak sıralanabilir.
Genellikle mineralokortikoid antagonisti
olarak kullanılan spironolakton aynı zaman­
da zayıf bir antiandrojendir. Yeterince yük­
sek dozda kullanıldığında (günlük1 0 0 -2 0 0

mg jsiproteron asetat kadar etkilidir. Yan et­


kilerinin çok fazla olmamasına rağmen has­
ŞEKİL 53-2 Hirsutizmim ayırıcı tanısında kullanılacak akış çizelgesi. ACTH, adrenokortikot- talar hiperkalemi veya hipotansiyon yönün­
ropik hormon, CAH, Konjenital adrenal hiperplazi, DHEAS, dehidroepiandresteron sülfat;
den dikkatle izlenmelidir. Erkek fetusun fe-
GnRH, gonadotropin salgılatıcı hormon, PCOS polikistik over sendromu.
minizasyon riski taşıması nedeniyle gebelik­
LH nun baskılanması överde androjen üretiminde azalmaya neden ten kaçınılmalıdır, Sprinolakton menstruel
olur. Azalan androjen düzeyleri SHBG düzeylerinde doza bağlı ar­ düzensizliği de neden olabilir. Genellikle doğum kontrol haplarıy­
tışa neden olur. SHBG de artma ise serbest plazma testesteron dü­ la birlikte kullanılır. Böylece hem gebelikten korunma sağlanır hem
zeyini azaltır. Kombine tedavinin DHEAS düzeyini, olasıyla de over kaynaklı androjen üretiminde baskılanma olur, *
ACTH düzeylerinin düşürerek azalttığı gösterilmiştir. Estrojen ay­ Flutamid hirsutizm tedavisinde kullanılan güçlü bir nonstero­
nı zamanda sebaseöz bez fonksiyonlarını direk olarak etkileyerek idal antiandrojendir. Hepatoselüler toksisitesi olması kullanımını
azalmaya neden olur. sınırlamaktadır. Finasterid 5a-reduktaz tip 2 ’nin kompetitif inhibi-
Doğum kontrol hapmı seçerken progesteron komponentine törüdür. Hirsut olgularda etkili olduğu yayınlanmıştır. 5a-reduktaz
dikkat etmek gerekir. Çünkü progestinlerirt SHBG düzeylerinde tip 1 in pilosebasöez birimdeki etkinliğinin daha fazla olması sınır­
baskılayıcı etkileri ve androjenik etkinlikleri farklıdır. Ethynodiol lı bir yaran olmasma neden olur. Finasterid erkek fetusda seksüel
diacetate göreceli olarak düşük androjenik potansiyelli iken nor- farklılaşmayı bozabilir bu nedenle gebe olma olasılığı olan kadın­
gestrol ve levonorgestrel daha fazla androjenik etkiye sahiptir. Bu larda kullanılmamalıdır.
etkide estrojenlerin SHBG düzeyini arttırıcı etkisinin bu progestin- Düşük doz flutamid, finasterid ve siproteron-etinil estradiol
ler tarafından azaltılmasının da rolü vardır. Norgestimate yeni jene­ kombinasyonunun etkinliğini araştıran prospektif ve randomize bir
rasyon progesteronlara bir örnektir ve gerçekte androjenik etkisi çalışma flutamid ve siproteron-etinil estradiolün biraz daha etkili
yoktur. Doğum kontrol hapları tromboemboli öyküsü olan kadın­ olduğunu göstermiştir. Sonuç olarak tedavi hastaya ve hastanın is­
larda, meme kanseri veya diğer estrojen bağımlı kanseri olanlarda teklerine göre planlanmalıdır. Daha önce de belirtildiği gibi hirsu-
mutlak kontrendikedir. (Konu 336) Sigara içenlerde, hipertansiyon tizmin farmakolojik tedavisi farmakolojik olmayan diğer yaklaşım­
veya migren tarzında başağnsı olanlarda ise rölatif kontrendikas- larla birlikte kullanılmalıdır. Hastalar farmakolojik tedaviye yanıtın
yon vardır. Çalışmaların çoğunda estrojen ve progesteron tedavisi­ orta derecede olacağı ve sonucun çok yavaş almacağı konusunda
nin tek başına akne olgularında en fazla % 50-70 oranında iyileşme uyarılmalıdır. Gerçekçi olmayan beklentilerden korunmak için po-
sağlayabildiği gösterilmiştir. 6 aydan önce kıl büyümesi üzerinde pulasyondaki kadınların normal kıl dağılımlarının da dikkate alın­
belirgin etki görülmez. Maksimum etki ise kıl büyüme siklusu masında yarar vardır.
oİH L İC G R a F YA 54 İnfertilite ve Fertilite Kontrolü 301

DIER1CKX C et al: A clinical overview of hair removal using lasers and light so­
urces. Dermatol Clin 17:357, 1999 infertilite tedavi seçenekleri gözden geçirilmelidir.İlk araştırmalar
EHRMANN DA, ROSENFIELD RL: Clinical review: An endocrinologic appro­ infertilite nedeninin kadına mı erkeğe mi yoksa ikisine birden mi
ach to the patient with hirsutism. J Clin Endocrinol Metab 71:1,1990 bağlı olduğunu saptamaya yönelik olmalıdır. Bu araştırmalar er­
EHRMANN DA, ROSENFIELD RL et al: Polycystic ovary syndrome as a form kekte semen analizi, kadında ovulasyonun saptanması ve kadında
of functional ovarian hyperandrogenism due to dysregulation of androgen
tubal geçirgenliğinin saptanmasıdır. Geçmişte çok sık kullanılması­
secretion Endocr Rev 16:322,1995
EHRMANN DA, ROSENFIELD RL et al: Hyperandrogenism, hirsutism, and na rağmen günümüzde spermin servikal mukusla etkileşimi sap­
polycystic ovarian syndrome, in Endocrinology, 4th ed, LJ DeGroot et al tayan postkoital testlerin ilk aşamada yaran yoktur. Daha ileri araş­
(eds). Philadelphia, Saunders, 2000, chap 160 tırmalar için yaklaşım şekilleri aşağıda ve konu 335 ve 336 da an­
PAUS R , COTSARELIS G: The biology of hair follicles. N Engl J Med 341:491,
latılmıştır. Bazı olgularda erkeğe ve kadına ait tüm faktörleri kap­
1999
RITTMASTER RS: Antiandrogen treatment of polycystic ovary syndrome. En­ sayan araştırmalara rağmen herhangi bir neden saptanamaz ve
docrinol Metab Clin North Am 28:409, 1999 açıklanamayan infertilite olarak sınıflandınlır.
VENTUROLIS et al: A prospective randomized trial comparing low dose fluta- İnfertilitenin Psikolojik Yönü Tam ve tedavi işlemlerinin ge­
mide, finasteride, ketoconazole, and cyproterone acetate-estrogen regimens tirdiği gerginliğe ek olarak tekrarlayan sikluslarla başlayan umut ve
in the treatment of hirsutism. J Clin Endocrinol Metab 84:1304, 1999
gebelikle sonuçlanamayan her tedavi siklusu soması yaşanan üzün­
tü infertil çift üzerinde psikolojik gerginliğe yol açar. Bu duygu
sıklıkla arkadaşlardan ve aileden uzak kalma duygularıyla birleşir.

S
Janet E. H a ll İnfertil çiftin ilk değerlendirilmesi sırasında gerginlikle başedebil-
me ve bilgilendirme tedavinin bir parçası olmalıdır. Gerginlikle sa­
İNFERTİLİTE VE FERTİLİTE vaşımın sağladığı psikolojik yararın yanında bazı çiftlerde gergin­
liğe bağlı olası ovulasyon bozuklukları gibi infertiliteye etki eden
bazı faktörlerin düzelmesine yardım etme olasdığı vardır. Ancak
infertilite ve tedavisinin uzun sürede psikolojik bir sekel bırakma­
KONTROLÜ
dığının vurgulanması gerekir.
Aytekin Altıntaş
K adına Bağlı Nedenler Menstruel fonksiyon bozukluktan
kadın infertilitesinin en önemli nedenidir. Ovulasyon bozukluklan,
Gelişmiş ülkelerde üreme tercihi kavramı iyice yerleşmiş ve üre­ uterus veya alt genital sistem anomalileri gibi bu bozukluklar ame-
me ile ilgili davranışları bütünüyle değiştirmiştir. Etkili doğum nore (menstruasyon olmaması) veya düzensiz veya kısa menstruel
kontrol yöntemlerine kolaylıkla ulaşılabilmesi, istenmeyen gebe­ sikluslara yol açar. Birkaç laboratuar testi, iyi bir öykü ve fizik mu­
likleri önlemekte ve kadınlara eğitimlerini ve kariyerlerini ara ver­ ayeneyle anormalliğin hangi düzeyde olduğu saptanabilir. Bu. ano­
meksizin tamamlama fırsatım tanımaktadır. Nüfus kontrolünün ay­ maliler şunlardır; 1 ) hipotalamik veya hipofizer (düşük follikül sti-
nı zamanda önemli ekonomik ve sosyal etkileri vardır. Diğer taraf­ müle edici hormon (FSH), luteinize edici hormon (LH) ve estradi­
tan mfcnilite hayal kırıklığı ve stresse neden olabilmektedir. Günü­ ol. Prolaktin normal veya yüksek); 2) polikistik over sendromu
müzde infertilitenin çeşitli nedenlerini tanımak ve tedavi etmek (PCOS; düzensiz sikluslar ve androjen yüksekliğinin diğer neden­
olanağın* kavuşulduğu için bu yeni yöntemlerle sorunun çözüm leri olmadan hiperandrojenizm) 3) over kaynaklı (düşük estradiol
olasılığı artmıştır, ve yüksek FSH);veya 4) uterus veya dış genital organ anomalisi
Amenorenin primer veya normal, puberte ve menarşdan sonra or­
taya çıkmasına bağlı olarak bu anomalilerin sıklığı değişir (Şekil
İNFERTİLİTE
54-1). —t B u h a s t a lık la r ın d a h a d e ta y lı i n c e le n m e s i K o n u 5 2 d e
a n latılm ıştır.
TANIM LAM A V E S IK L IK Infertilite 12 aylık korunmasız cinsel
O y u la s y o n B o z u k lu k l a r ı Düzenli menstruel s iki u s t a olan ka­
ilişkiye rağmen gebe kalamam* olarak tanımlanır. İngiltere ve
dınlarda ovulasyonun varlığı evde kullanabilen idrarda ovulasyon
Amerika’da yapılan bir çalışmada gebe kalmış 5374 kadında gebe­
belirleyici kitler (ovulasyon öncesi gonadotropin artışım saptar,
liklerin % 50 sinin ilk 3 ay, % 72’sinm 6 ay ve % 85’ intn 12 ay içe­
ovulasyonu değil), bazal vucud ısısı çizelgeleri veya midluteal dö­
risinde olduğu bulunmuştur. Bu bulgular sağlıklı bir çiftte bir
nemde progesteron düzey ölçümleriyle saptanabilir. Midluteal dö­
menstruel sildusta gebe kalabilme olasılığı (fekorulasyon) olan
nem progesteron yükselmesi (genellikle >3ng/ml) ovulasyonun ol­
'/o20-25 Tik oran ile uyumludur. Fekondasyon oranını 0.23 olarak
duğunu ve korpus luteum fonksiyonunu gösterir ve bazal vucud
kabul edersek çiftlerin % 98 inin ilk 13 ay içerisinde gebelik elde et­
ısısının yükselmesinden (>0.3 C (0.6 F ) 10 gün) sorumludur. Gü­
meleri beklenir. Bu tanımlamaya dayanarak, National Survey of
nümüzde hastaların pek çoğunda luteal faz uygunsuzluğunu göster­
Family Growth ABD yaşlan 15-44 arasında değişen evli çiftler a n ­ mek için infertilite araştırmasının rutin bir parçası olarak endo­
sın d a infertilite oranını % 14 olarak rapor etmiştir. Çocuk doğurma metrial biopsi yapdması gereksiz kabul edilmektedir: 35 yaş üstü
yaşım geciktirme eğilimi nedeniyle çocuksuz çiftlerin sayısının kadınlarda ovulatuar siklus olduğu bilinse bile over rezervini sap­
artmasına rağmen infertilite oram son 30 yıldır sabit kalmıştır. Bu tamak için siklusun 3. gününde veya bir estrogen antagonisti olan
eğilimin gebe kalabilme yeteneğinde 3 5 yaşında başlayan ve 4 0 ya­ klomifen verildikten sonra FSH ölçümü yapılmalıdır (aşağıya ba­
şında belirgenleşen yaşa bağlı azalma nedeniyle üreme üzerinde lon). Siklusun 3. gününde < 10 lU/ml lik bir FSH düzeyi yeterli bir
önemli etkileri vardır. over oosit rezervi olduğunu gösterir. FSH ’yı baskılayan bir over
İN F E R T İL İT E N E D E N L E R İ İnfertilite gebe kalma şansının hormonu olan inhibin B kullanılarak over rezervi ölçümüne yar­
azalmasından üreme yeteneğinin kesin olarak kaybedilmesine (ste­ dımcı olabilecek ek bir test üzerinde çalışmalar yapılmaktadır.
ril it e) kadar geniş bir spektrumu içine alır. İnfertilite nedeni %25 T u b a l H a s t a l ı k l a r Pelvik inflamatuar hastalık, apendisit, en-
olguda erkeğe % 58 olguda kadına bağlıdır. % 17 olguda herhangi dometriozis, pelvik yapışıklıklar, tubal cerrahi ve rahimiçi araç
bir neden saptanamaz (Şekil 54-1). Bazen infertilite nedeni hem er­ (RIÂ) kullanımı tubal hastalıklara yol açabilir. Ancak tubal faktö­
kek hem de kadına bağlıdır. re bağlı infertilite olgularının % 50 sinden fazlasmda herhangi bir
neden saptanamaz. Tubal hastalıklar çok yaygın olduğu için infer­
----------------- -------------------- _ -------------- Hastalara yaklaşım- --------------------------- ---------------- — — til çiftlerin büyük bir grubunda erken dönemde testler yapdmalı-
dır. Subklinik k la m id y a tr o k o m a tis enfeksiyonu tubal infertilitenin
İlk değerlendirme İnfertilite nedeniyle başvuran tüm çiftlerde, ilk önemli nedenlerinden biri olmasına rağmen olması gerekenden da-
yaklaşım uygun koitus zamanı ve gerekli olabilecek birçok tetkik
hakkında bilgi verme olmalıdır. Evlat edinme de dahil olmak üzere
hücreleri fonksiyonları korunurken spermatoge­
nez bozulmuştur. Bu nedenle testesteron düzeyi
normaldir. Viral orşit, (özellikle kabakulak) ve tü­
berküloz veya cinsel geçişli hastalıklar gibi diğer
enfeksiyöz hastalıklar, kemoterapi (özellikle sik-
lofosfamid ve klorambusil), iyonize edici radyas­
yon bu grup hastalıklardandır. Bazı ilaçlar sper-
matogenezi direk olarak etkileyerek veya testikü­
ler androgen yapımını veya aktivitesini engelleye­
rek bozarlar. Sperm sayısı az olup düşük gonadot­
ropin ve testesteron düzeyine rağmen abartılmış
androjenik yapısı olan erkeklerde aşırı anabolik
androgen kullanmış olma olasılığı düşünülmelidir.
Akut ateşli hastalıklardan sonra veya varikoselde
olduğu gibi vucut ısısının uzun süre yüksek kal­
masına bağlı olarak spermatogenez bozulabilir.
Son 20-30 yıldır sperm sayısında devamlı düşme
olması spermatogenez üzerinde olumsuz etkisi
ŞEKİL 54-1 İnfertilite nedenleri. FSH, Follikül stimüle edici hormon; LH, Luteinize edici olabilecek çevresel toksinlerin varlığını düşündür­
hormon. mesine rağmen bugüne kadar direk sebep-sonuç
ilişkisi olan bir neden gösterilememiştir.
ha az tanı konmaktadır. Bu enfeksiyonda her iki partnerde tedavi S e k o n d e r H ip o g o n a d iz m Düşük testesteron düzeyi ile birlikte
edilmelidir. Tubal geçişi ve uterus kavitesi anomalilerini göstermek düşük gonadotropin düzeyleri hipofizer makroadenom veya hipota­
için kullanılan en yaygın tarama testi histerosalpingografıdir. lamik bir tümör (her ikisinde de prolaktin düzeyi artmış olabilir;
E n d o m e t r io z is E n d o m e tr io z is endometrial kavite ve myomet­ Konu 328) belirtisi olabilir veya hemokromatozisin veya sistemik
rium dışında bir yerde endometrial bez veya stromanın olması ola­ bir hastalığın ilk belirtisi olabilir (Konu 345). Son zamanlarda ya­
rak tanımlanır. Disparoni (ağrılı cinsel ilişki), gittikçe kötüleşen ve pılan çalışmalar gonadotropin salgılatıcı hormon (GnRH) yetersiz­
genellikle mestruasyondan önce başlayan dismenore, pelvik mu­ liğine neden olan birkaç genetik neden (K AL ve D A X-1) ve izole
ayenede kalınlaşmış rektovajinal septum saptanması veya servikal gonadotropin yetersizliğine neden olan mutasyonların (GnRH re­
deviasyon akla endometriozisi getirir. Endometriozis ile infertilite septör,LHb, FSHb mutasyonları) varlığını ortaya çıkarmıştır.
arasındaki neden sonuç ilişkisi kesin değildir. Hastalık ileri evrele­ S p e r m İ le t im B o z u k lu k l a r ı Düşük sperm sayılı ve normal hor­
rinde pelvik yapışıklıklar nedeniyle direk olarak fertiliteyi engelle­ mon düzeyli olgularda vas deferens veya epididimin tıkanıklıkları
yebileceği gibi endometrium üzerindeki indirek etkileriyle de ferti­ düşünülmelidir. Vas deferens tıkanıklığının en sık raslanılan nede­
liteyi etkileyebilir. Endometriozis genellikle klinik olarak sessizdir. ni geçirilmiş vazektomi operasyonu veya inguinal cerrahi sırasında
Bu nedenle kesin olarak laparaskopiyle ekarte edilebilir. yanlışlıkla bağlanmasıdır. Vazektomiden sonraki 3 yıl içerisinde
Erkeğe Bağlı nedenler Erkek infertilitesine neden olan fak­ mikrocerrahi tekniğiyle bağlanmış olan vas deferensin açılabilme
törler primer testiküler hastalık, sperm transportunda sorun ve hi- olasılığı yüksektir. 3 yıldan daha sonra cerrahinin başarısı azalmak­
potalamik-hipofizer hastalığa bağlı sekonder hipogonadizmdir. Bu­ tadır. Semende fruktoz eksikliği varsa vaz deferensin konjenital
na rağmen erkeğe bağlı infertilite olgularında olguların %50 sin­ yokluğu düşünülür. Bu anomali sıklıkla kistik fibrozis transmemb-
den fazlasında etiyoloji belirlenemez ( Şekil 5 4 - 1). En önemli test ran düzenleyici (CFTR) gen bozukluğuyla ilişkilidir. Young send-
semen analizidir. Normal semen değerleri % 95 güvenlik aralığında romu tıkayıcı kalın sekresyon ile karakterizedir ve normal sperm
kullanılabilmesine rağmen sperm sayısı ile ilgili bilgiler daha ya­ geçişini engelleyebilir.
rarlı bir parametre olarak kabul edilir. Sperm sayısı 20 milyondan,
hareketli sperm sayısı % 40’dan azsa infertilite riski artar. Sperm !^"j IEDAVI İnfertilite tedavisi infertil çifte göre planlanmalıdır
morfoloji analizleri daha az rağbet görmüştür. Fertil erkeklerde - - J (Tablo 54-1). Açıklanamayan infertilite, hafif ve orta şiddette
spermlerin % 40 ından fazlası normal yapıdadır. İnvitro fertilizas- endometriozis ve/veya sınırda semen parametrelerinin de içinde ol­
yon (IV F) uygulamalarında eğer spermlerin % 14 den fazlası Kru­ duğu birçok durumda düşük riskli basit girişimlerden başlayarak
ger kriterlerine göre normalse başarı şansı artmakta, % 4 den azsa daha invaziv girişimlere doğru giden ve ancak gerekirse yüksek
oldukça azalmaktadır. Hamster yumurta penetrasyon testi ve zona riskli girişimlerin yapıldığı adım adım yaklaşım uygundur. Tüm
bağlanma ölçümleri gibi diğer testlerin çok fazla bir değeri yoktur. infertilite etkenlerinin belirlenmesi ve olanak varsa düzeltilmesin­
Eğer klinik olarak hipogonadizm bulgulan veya tekrarlayan den sonra bu yaklaşım aşağıdaki sıraya göre olmalıdır. ( 1 ) bekleme
sperm sayımlarında düşüklük varsa testesteron düzeyi ölçülmelidir. ( 2 ) intrauterin inseminasyonla (IUI) beraber veya yalnız klomifen
P r im e r g o n a d a l y etm ez lik te testesteron düzeyi düşük, LH ve FSH sitrat (aşağıya bak) (3) IUI ile beraber veya yalnız gonadotropin ve
düzeyi yüksektir. Hipotalamik veya hipofızer bir hastalığa bağlı (4) IVF. Hastalığın tanısı,düzeltilmesi ve bekleme tedavisi süresi
olarak düşük testesteron düzeyi ve spermatogenezde azalma daha 30 yaşında küçük kadınlarda daha uzun olabilir. Ancak 35 yaşın üs­
az sıklıkla görülür. Bu durumda LH ve FSH düzeyleri düşüktür tündeki kadınlarda daha hızlı davranmalıdır. Bazı durumlarda bek-
(Konu 335). | leme tedavisi uygun olmayabilir.
Spermatogenez anormalliklerinin genetik bir komponenti ola­ i Ovulatuar disfonksiyon Eğer olanaklıysa spesifik tedavinin
bilir. Günümüzde a z o s p e r m i (spermlerin olmaması) ve o lig o s p e r m i i verilebilmesi için önce hastalığın etiyolojisi aydınlatılmalıdır. Ör-
(sperm sayısının az olması) olgularında Y kromozomu mikrodeles- j neğin hiperprolaktinemik hastalarda dopamin antagonistleri veril-
yonlan ve yer değiştirmeleri daha sıklıkla tanımlanmaktadır. Yük­ Ş meli (Konu 328), düşük kilolu veya ağır eksersiz öyküsü olanların
sek FSH düzeyi dışında bir anomali gösterilemeyen idiopatik infer­ S yaşam stillerinde değişiklik yapmaları sağlanmalıdır(Konu 7 8 ) .
tilite olgularının bir kısmında mikrodelesyonlar (Yq 6 bölgesi) gö­ ! P u lsa til G n R H hipotalemik amonoresi olan olgularda ovulas-
rülmektedir. DAZ (azospermilerde delesyona uğramıştır) ve j yonu sağlamada çok etkilidir. Otomatik bir pompayla subkutanöz
YRRM (Y kromozomu RNA tanıyıcı bölümü) gibi gen bozukluk­ i olarak fizyolojik doz ve frekansda uygulandığında pulsatil GnRH
larının infertilitedeki rolü araştırılmaktadır. ; normal FSH ve LH saliminim sağlar. Pulsatil GnRH ve gonadotro-
Testisin sonradan kazanılmış hastalıklarında genellikle leydig : pin tedavisi direk olarak karşılaştırıldığında benzer gebelik oran-
I.nına sahiptirler. Ancak Tablo 5 4 -1 Değişik Nedenlere d a ğ lı İııfe r tilite d e tedavi Yaklaşımları
•inKJl fctliiv isinde daha az Pulsatil Donor Donor
çoğul gebeliğe raslanırken C errahi Klomifen Gonadotropins GnRH IU I Sperm IV F IC S Ovum
over hiperstimülasyon send-
romuna hemen hemen hiç KADIN
Taslanmaz. Ovulatuar
K lo m ife n s itr a t nonstero­ disfönksiyon
idal estrogen antagonistidir. Hipotalamik- / ✓
Hipotalamus düzeyinde est- hipofızer
rogenin negatif feed back Pblikistik over ✓ / ✓
mekanizmasını bloke ederek sendrome
FSH ve LH salımmını artı­ Prematür over /
yetmezliği
rır. Ovulasyon indüksiyo-
Tubal hastalık / /
nunda klomifenin etkinliği
Endometriozis / / / / ✓
iyi hasta seçimine bağlıdır.
PCOS lu hastaların % 60’ın- ERKEK
da ovulasyonu indükler. Bir
hastaların tedavisinde ilk se­ Primer / ✓ /
hipogonadizm:
çenek olmalıdır. Spontan
Sekonder / /
menstnıasyonun veya pro-
hipogonadizm
gesteron ile indüklenmiş çe­
Sperm geçiş ✓ / /
kilme kanamasının 5. günün­
bozuklukları
de 50 mg günlük dozla baş­
Açıklanamayan / / / /
lanır ve 5 gün kullanılır. Ge­
rekirse sonraki sikluslârda NOT: GnRH, gonadotropin-releasing hormon; IUI, intrauıerin inseminasyon; IVF, in vitro fertilizasyotv, IC SI, intrasitoplazmik sperm
doz 150 m g’a yükseltilebilir injeksiyonu.

ve ovulasyonu sağlamak için tedaviye insan koriyonik gonadotro- yeni tedavi olanakları sunmuştur. Tedavide ilk seçenek seçimi
pini (hCG) eklenebilir. PCOS’lu kadınlarda metformin gibi insüli- sperm konsantrasyonuna ve hareketliliğine bağlıdır. Hafif bir soru­
ne duyarlılığı artıran ajanlar birlikte verildiğinde klomifenin etkin­ nu olan olgularda (hareketleri normal ,ve sperm sayışı 15-20 mil­
liğini artar. yon ) ilk seçenek bekleme tedavisi olmalıdır. Orta derecede şiddet­
G o n a d o tr o p in le r hipogonadotropik hipogonadizmli ve PCOS li erkeğe bağlı infertilîtede (10-15 milyon sperm sayısı ve % 20-40
lu olgularda çok etkilidir. Gonadotropinler ayrıca açıklanamayan hareketlilik) ilk seçenek IUI veya birlikte eşin klomifen veya gona-
infertilite ve ileri yaşdaki kadınlarda IUI ile ilişkili olarak çok sayı­ dotropinlerle tedavisi olmalıdır. Ancak bu grup olgularda IVF
da follikül ekle etmek amacıyla kullanılabilir. Çoğul gebelik riski ve/veya intrasitöplazmik sperm enjeksiyonu (ICSI) gerekebilir.
ve PCOS lu hastalarda daha sık görülen over hiperstimülasyönu ol­ Şiddetli yetmezliği olan olgularda (% 10’dan az hareketlilik ve 10
mak üzere iki önemli dejavantajı vardır. Dikkatli izlem ve over sti- milyondan az sayı) IV F ve ICSI veya donor spermi ilk seçenek ol­
mulasyonuna konservatif yaklaşımla bu risk azaltılabilir. Gonadot­ malıdır.
ropin stimulasyonu deneyimli doktorlar tarafından uygulandığında Yardımcı Üreme Teknikleri Yardımcı üreme tekniklerinde
son derecede güvenli ve etkili bir yöntemdir. Günümüzde pazarda gelişmeler erkek ve kadın infertilitesi tedavisini hızla değiştirmiş­
üriner FSH ve LH, saflaştırılmış FSH ve rekombinant FSH bulun­ tir. IVF konservatif tedavilerle sonuç alınamayan çeşitli nedenlere
maktadır. Asıl bileşim FSH olmasına rağmen özellikle hipogona­ bağlı infertilite olgularında kullanılır. IV F veya ICSI belirgin erkek
dotropik hastalarda tedaviye biraz LH (veya hCG) eklenmesi so­ faktörü veya tubal hastalığı olan olgularda ilk tedavi seçeneği ol­
nuçlan daha iyileştirir; muştur. Erken over yetmezliği olan veya ileri yaşta olan olgularda
Prematür over yetmezliği olan hastalarda bu yöntemlerin hiçbir donor oositi kullanılarak IV F uygulanabilir. Başarı şansı kadınüı
yararı yoktur. Bunlarda donör oosit kullanılması veya evlat edinme yaşı ve infertilite nedenine bağlı olarak değişir. 4 0 yaşın altındaki
tek çıkar yoldur. kadınlarda genellikle her siklus için gebe kalma oranı % 18-24 ka­
Ttıbal Hastalık HSG tubal veya endometriyal boşluk anomali­ dardır. 4 0 yaşın üstündeki kadınlarda toplanan ovum sayısında ve
si olduğunu düşündürürse veya hasta ilk görüldüğünde 35 yaş üs­ bu ovumlann gebe kalabilme yeteneğinde belirgin bir azalma olur.
tünde ise tubal lavajında yapılacağı laparaskopi önerilmelidir. Ço­ Sıklıkla başarılı olmasına rağmen IV F pahalı, ovuİasyon indüksi-
ğu zaman histeroskopiyle birlikte uygulanır. Eğer tubal hastalık yonunun dikkatli izlenmesini gerektiren ve çok sayıda follükül as-
pirasyonu gibi invaziv teknikleri gerektiren bir yöntemdir. IVF ile
varsa geçişi sağlamak için operasyon düşünülebilir. Ancak IVF in
çoğul gebelik olma şansı fazladır (% 29 ikiz, %7 üçüz, ve % 0.6 da­
yaygınlaşmasıyla tubal cerrahi geri plana itilmiştir. Tubal hastalığı
ha fazla). Son zamanlarda geliştirilmiş olan blastokist transfer pro­
olanlarda ektopik gebelik riski artar.
tokolü transferlerin sayısını azaltarak gebelik oranını artırmıştır.
Endometriozıs Tedavi verilmeyen hafif veya orta şiddetli en-
dometriozisi olan olguların % 60 ı ilk 1 yıl içerisinde gebe kalmak­
KONTKASEPSİYON
tadır. Yinede laparaskopik rezeksiyon ve endometrial ablasyon gebe
kalma hızını artırmaktadır. İleri evre endometriozisin tedavisinde ABD de kontrasepsiyonun değişik formlarına kolaylıkla erişilebil-
kullanılan ilaçların semptomları kontrol edebilmesine rağmen ferti- mesine rağmen gebeliklerin % 30 kadarı istenmeden oluşmaktadır.
liteyi düzeltmede bir yararı olduğu gösterilmemiştir (Konu 336). Adölesan gebelikleri ciddi bir halk sağlığı sorunu olmaya devam
Orta veya şiddetli endometriozis olgularında bekleme tedavisiyle etmektedir. Yılda 1 milyondan fazla istenmeyen gebeliğe Taşlan­
gebe kalma oranı sırasıyla %25 ve % 5 iken konservatif cerrahiyle maktadır ve bu oran diğer gelişmiş ülkelere göre belirgin olarak
% 50 ve %39 dur. Bazı hastalarda IVF en uygun tedavi olabilir fazladır (Konu 8 ).
Erkeğe Bağlı İnfertilite Son yıllarda erkeğe bağlı infertilite Kontraseptif yöntemler yaygın olarak kullanılmaktadır (Tablo
tedavisinde çok çeşitli yeni tedavi olanakları ortaya konmuştur. 54-2). Çiftlerin yalnızca % 15 i son 3 aydır korunmadan cinsel iliş­
Pulsatil GnRH veya gonadotropinler ile sekonder hipogonadizm kide bulunduklarını belirtmiştir. Çiftlerin % 50 den fazlası geri dö­
büyük oranda tedavi edilebilmektedir(Konu 335). Primer testiküler nebilir bir kontrasepsiyon yöntemi kullanmaktadır. Sterilizasyon
yetmezlik ve sperm geçiş sorunu olan olgularda in vitro teknikler (erkek veya kadında) çiftlerin % 25’inde kalıcı bir yöntem olarak
'■•«toto i '1-2 Xvatraseps.iyon Yönlemlerinin Ji'kisır'ği di fiye pomeroy yöntemleriyle yapılan ligas-
yonlardan sonra Irwing, Uchida ve elektroko-
1 yıl sonra A BD’li kadınların
agulasyon yöntemlerine göre reanastomoz
Kontrasepsiyon Teorik G erçek kullanım kullandığı kontraseptif
şansı daha fazladır. Başarılı bir anastomozdan
Yöntemi etkinlik 0 etkinlik 0 oranı* Yöntem i'
sonra bile ektopik gebelik riski fazladır. Tüp
Bariyer yöntemleri ligasyonu gebeliği önlemenin yanında muhte­
Kondom 98 88 63 19
melen potansiyel karsinogenezlerin yukarıya
Diafram 94 82 58 2
çıkmasını engelleyerek over kanseri riskini de
Servikal kap 94 82 50 <1
azaltır.
Spermasit 97 79 43 1 V azektom i oldukça etkili ve klinik dışı or­
Sterilizasyon tamlarda çok az bir riskle yapılabilen cerrahi
Erkek 99.9 99.9 100 10 bir girişimdir. Azospermi gelişmesi 2-6 aya
Kadın 99.8 99.6 100 15 kadar uzayabilir. En az iki spermogramda
İntrauterin araç 1 sperm olmadığı gösterilene kadar ek bir yön­
Copper T380 99 97 78 temle korunmak gerekir. Erkeklerde % 30-50
Progestasert 98 97 81 lik bir başarı oranıyla reanas tomoz yapılabilir.

26
Ancak başarı şansı vazektomi üzerinden geçen
Doğum kontrol hapı 72
Kombinasyon 99.9 97 süre ile ters orantılıdır. Antisperm antikorların
Yalnız Progesteron 99.5 97 gelişmesi gibi mekanik olmayan etkenlerde
reanastomozun başarısı üzerinde rol oynar.
Uzun etkili progesteron
<1 R A H İM İÇ İ A R A Ç L A R RIA uterin ka-
Depo-Provera 99.7 99.7 70
Norplant 99.96 99.96 85 1 vite içerisinde yabancı cisim gibi davranarak
steril inflâmatuar bir reaksiyon oluşturur ve bu
a Tnıssel J ve aric.dan alıntı, Obstet Gynecol 76:558, 1990. nedenle spermisidal etki göstererek gebeliği
b Günümüz kontraseptif teknolojisinden alıntı. Contraceptive Technology, Feb. 1996, vol 17, No l, pp 13-24.
önler. Servikal mukus üzerinde tubalara doğru
c 1995 Ortho Doğum kontrol araştırmasından. Raritan, NJ, Ortho Pharmaceutical, 1996. 20% yöntem kullanmıyor,
5% diğer yöntemleri kullanıyor. sperm geçişini önleyici etkileri de olabilir.
RIA sistemik metabolik etki göstermeden yük­
uygulanmıştır. Gebelik sonlandınlması halk sağlığı uzmanlarının sek düzeyde etkinlik gösterir. Bir diğer avantajı bir kere takıldıktan
kontrolunda uygulandığında oldukça güvenilir bir yöntem olması­ sonra yöntemin devam ettirilmesi için devamlı motivasyona gerek­
na rağmen nadiren kullanılan bir seçenektir. . sinimi olmamasıdır. Avrupa ve Kanada’da kullanım oranı % 15-30
Hiçbir doğum kontrol yöntemi tek başına ideal değildir. Ancak iken ABD de bu oran %1 kadardır. RIA lann ilk örneklerinde azda
hepside bir gebeliği terme kadar taşımadan daha güvenilirdir. Bir olsa görülen pelvik enfeksiyon ve infertilite oranlarındaki artış yeni
doğum kontrol yönteminin etkinliği yöntemin kendi etkinliğine , geliştirilenlerde görülmemesine rağmen ABD de ki bu düşük kulla­
uyuma ve uygun kullanımına bağlıdır. Bir kişinin kendi yaşam sti­ nım oram devam etmektedir. R IA takılmadan önce STD taraması
line en uygun olan yöntemi seçmesi için tüm doğum kontrol yön­ yapılmalıdır. STD ve bakteriye! endokardit riski yüksek olanlarda
temlerinin avantaj ve dezavantajlarını bilmesi gereklidir. Çeşitli RIA kullanılmamalıdır; Ek olarak myomlu olgularda rahim içinin
doğum kontrol yöntemleri gözönüne alındığında teorik ve gerçek şekli ve boyuttan değiştiği için RIA etkisiz kalabilir. RIA kullanımı
etkinlik arasındaki farklılık hasta eğitimi ve uyumun önemini vur­ menstruasyon miktarını artırır. Kanama miktarındaki bu artış prp-
gulamaktadır (Tablo 54-2). gesteron salan RIA da bakırlı RIA lara göre çok daha az görülür.
B A R İY E R Y Ö N T E M L E R İ Kondom, diyafram, servikal kap H ORM ONAL Y Ö N T E M L E R ABD de erkeklere yönelik bir
ve spermisit gibi bariyer yöntemleri kolaylıkla elde edilebilen, ge­ hormonal kontraseptif yöntem kullanılmamaktadır. Erkeklerde hor­
ri dönebilen ve hormonal yöntemlere göre daha az yan etkisi olan monal kontrasepsiyon yöntemi araştırmaları, GnRH kullanarak hir
yöntemlerdir. Ancak etkinliği büyük ölçüde uyuma ve uygun kulla­ potalamik-hipofizer aksın hastalanmasına yönelik olarak devam et­
nıma bağlıdır. (Tablo 54-2). Bariyer yöntemlerinin en büyük avan­ mektedir. Bu olgularda testosteron desteği yapılmaktadır.
tajı STD lere karşı koruma sağlamasıdır (Konu 132). Devamlı kul­ Doğum K ontrol H apları Kullanma kolaylığı ve etkinliği ne­
lanımı gonore, nongonokokkal üretrit ve genital herpes riskinde deniyle doğum kontrol haplan en sık kullanılan hormonal kontra­
azalma ile birliktedir. Bu etkide eşzamanlı olarak spermisit kullanı­ sepsiyon yöntemi olmuştur. Ovulasyonu durdurarak, servikal mu­
mının da rolü vardır. Kondom aynı zamanda HIV enfeksiyonunun kus ve endometriumu değiştirerek etki gösterir. Sentetik estrojen ve
geçişini de azaltmaktadır. Doğal membranlardan yapılan kondom- progesteron içerir. Estrojen olarak etini! estradiol veya mestranol
lar lateksten yapılana göre daha az etkilidir. Vazelin gibi kayganlaş- kullanılır. Mestranol vucutta etinil estradiole metabolize edilir. Pro­
tıncılann kullanılması kondomlan bozarak HIV dan korumadaki gesteron olarak çok çeşitli sentetik formüller kullanılır. Birçok hap­
etkinliğini azaltır. STD lere karşı koruma sağlayan ve oldukça etki­ ta noretindron ve türevleri kullanılır. Düşük doz norgestimate ve
li olan kadın kondomlan 1 9 9 4 ’de onaylanmış ancak yaygın kulla­ 3.kuşak progestinler (desogestrol ve gestoden) daha düşük androje-
nım bulamamıştır, nik etkiye sahiptir. Levonorgestrol en fazla androjenik etkiye sahip­
S T E R İL İZ AS YO N Sterilizasyon daha çok 30 yaş üstü multi- tir ve hiperandrojenik belirtileri olanlarda kullanılmamalıdır. Do­
par kadınlar ve fertil erkekler tarafında tercih edilen bir yöntemdir ğum kontrol haplarının 3 tipi vardır. (1) her haptaki estrojen ye pro­
(Tablo 54-2). Sterilizasyon kadınlarda fallop tüplerinin, erkeklerde gesteron miktarı aynı olanlar ( 2 ) estrojen ve progesteron miktarları
vas deferenslerin cerrahi olarak kesilerek fertilitenin önlenmesi iş­ günlere göre farklı olanlar (3) yalnız progesteron içerenler. Hangi
lemidir. Tüp ligasyonu ve vazektomi hemekadar potansiyel olarak tip olursa olsun bu hapların kullanımı aynıdır. 3 hafta her gün 1 hap
geri dönülebilir ise de bu yöntemler kalıcı yöntemler olarak kabul alınır ve 1 hafta ara verilip yeniden başlanır. Genellikle ilaç alınma­
edilmeli ve hastalara yeterli ve dikkatli bir bilgi verildikten sonra yan haftada menstruasyon olur.
gerçekleştirilmelidir. Etinil estradiol dozu 20-50 mikrog arasında değişir. Ancak 5 0
T üp lig a sy o n u için hepsi oldukça etkili olan birkaç yöntem ge­ mikrog içeren doğum kontrol haplarının sayısı azdır. Bir çoğunda
liştirilmiştir ve bu yöntemlerin 1 0 yıllık kümülatif gebelik oranı 35 mikrog etinil estradiol vardır. İkinci ve üçüncü kuşak haplarda
100 kadında 1.85 dir. Eğer gebelik olursa ektopik gebelik olma ola­ estrojen ve progesteron içeriklerinde bu azalma doğum kontrol
sılığı % 30 dır. Tubal reanastomozun başarı şansı tüp ligasyonu sı­ haplarının hem yan etkilerini hem de risklerini azaltmıştır. Günü­
rasında kullanılan yönteme göre değişir. Klip, plastik halka ve mo­ müzde kullanılan düşük dozlu haplar nedeniyle istenmeyen bir
itMiiımtumn olmaması için kadının guıılıik kullanımını unutmama- 55 Deri Hastalığı Olan Hastaya Yaklaşım 305
i önemle vurgulanmalıdır, Kırılma kanamaları, amenore ve kilo
alımı gibi yan etkiler hormon bileşimindeki değişiklerle çözülebi­ nulacaktır. Aylık enjeksiyon şeklinde uygulanır. Düzensiz kanama
lir. Düşük doz doğum kontrol haplarının 30 yaşın altındaki kadın­ ve kilo alımı daha az görülür. Progesteron preperatlannm en büyük
larda veya ek bir riski olmayan sigara içmeyen kadınlarda kardi- avantajı arteriyel ve venöz tromboembolik olayların olmamasıdır.
ovaskuler hastalık riskini artırdığını gösteren bir bulgu yoktur. Bu­ PO STK O İTA L K O N TR A SEPSİYO N Korunmasız bir ilişki
nunla birlikte sigara içen kadınlarda myokardial infaktüs ve inme sonrası gebeliği önlemek için kullanılan yöntemler implantasyo-
riski doğum kontrol hapı kullananlarda artmıştır. Hipertansiyon ge­ nu önlemeye veya korpus luteumun gerilemesini sağlamaya yöne­
lişme riski düşük doz doğum kontrol haplarında bile bir miktar art­ liktir. Uygun olarak kullanıldığında oldukça etkilidir. Postkoital
mıştır. Bütün doğum kontrol hapları venöz tromboemboli riskini kontrasepsiyon ABD de resmen onaylanmasa da F D A 1997 de ya­
artırır. Üçüncü kuşak haplarla bu risk bir miktar daha fazladır. yınlanan bir bülteninde bazı doğum kontrol haplarının korunmasız
Faktör V Leiden mutasyonu ve diğer trombofilik bozukluklar (Ko­ koitusdan sonraki 7 2 saat içerisinde (12 saat arayla 2 tablet Ovral
nu 117), doğum kontrol hapları kullanımı venöz tromboz için veya 12 saat arayla 4 tablet Lo/Ovral) kullanıldığında etkili oldu­
önemli risk faktörleridir. Bununla beraber doğum kontrol hapı kul­ ğu belirtilmiştir. Preven acil kontrasepsiyon setinde 4 adet 50 mg
lanmaya başlamadan önce bu hastalıkların tanısı için yapılacak ge­ etinil estradiol ve 0.25 mg levonorgestrol içeren hap. ve hapları al­
netik tarama testleri bugün için ekonomik değildir. Çalışmaların madan evvel gebeliği ekarte etmek için gebelik testi bulunur. Bu
birçoğunda doğum kontrol hapı kullanımının meme kanseri riski­ şekilde yüksek dozda hormon kullanımıyla ilgili bulantı, kusma ve
ni artırmadığı gösterilmiştir. Servikal kanser riskinde hafif bir art­ meme ağrısı gibi yan etkiler sık görülür. Son zamanda yapılan ça­
ma olduğu gösterilmiştir. Doğum kontrol hapı kullananlarda en­ lışmalarda progesteron reseptör antagonisti olan mifepristonun 600
dometrium ve over kanseri riski azalmıştır. mg dozunda kullanıldığı zaman doğum kontrol haplân kadar etkili
Daha önce tromboembolik olay veya inme veya hormona bağ­ olduğu ve daha az yan etkisi olduğu gösterilmiştir. Mifepriston
lı kanser veya karaciğer hastalığı öyküsü doğum kontrol hapı kul­ ABD de kullanılmamaktadır.
lanımı için kesin birer kontrendikasyondur. Gebelere ve tanı kon­
mamış uterin kanaması veya amenoresi olan kadınlara doğum B İB LİO G R A FY A
kontrol hapı verilmez.
ABMA JC et al and the National Center for Health Statistics: Fertility, family
Yalnız düşük doz progestin içeren haplar kontraseptif olarak planning, and women's health: New data from the 1995 Survey of Family
daha az etkilidir. 100 kadm yüında % 2-7 gebe kalma oram vardır. Growth. Vital Statistics: Series 23, No. 10
Sentetik estrojenleri tolere edemeyen veya kardiovasküler hastalığı BARBIERI RL: Assisted reproduction, in Reproductive Endocrinology: Physi­
ology, Pathophysiology and Clinical Management, SSc Yen, RB Jaffe, RL
olan kadınlarda yalnız progesteron içeren haplar uygun olabilir.
Barbieri (eds). Philadelphia, Saunders, pp 594-621,1999
Enjektabl Kontraseptifler Depo medroksiprogesteron asetat BARBIERI RL et al: The safety of third-generation oral contraceptives, J Clin
(Depo-provera) ve norplant (Tablo 54-2) primer olarak ovulasyo- Endocrinol Metab 84:1822, 1999
nu inhibe ederek etki gösterir. Aynı zamanda endometrium ve ser-- BHASIN S et al: Y-chromosome microdeletions and male infertility. Ann Intern
vikal mukus üzerinde etki ederek implantâsyon ve sperm geçişini Med 29:261,1997
COLLINS JA: Unexplained infertility, in Infertility: Evaluation and Treatment,
zorlaştırır. Depo-provera 3 ay süreyle etkilidir fakat fertilitenin ge­
WR Keye et al (eds). Philadelphia, Saunders, 1995, pp 249-262
ri dönmesi 12-18 aya kadar uzayabilir. Norplant uygulanması cer­ GLASIER A: Emergency postcoital contraceptioa N Engl J Med 337:1058,
rahi girişim gerektirir. 5 yıl etkilidir .Çıkarıldıktan sonra fertilite kı­ 1997
sa sürede geri döner. ABD de Food and Drug Administration TRUSSELL J, VAUGHAN B: Contraceptive failure, method-related discontinu­
ation and resumption of use: Results from the 1995 National Survey of Fa­
(FDA) yakın zamanda kapsüllere ek olarak progesteron kaplanmış
mily Growth. Fam Plarrn Perspect 31:64, 1999
çubukların kullanımına onay vermiştir. Amenore .düzensiz kanama WANG C, SWERDLOFF R: Medical treatment of male infertility, in Infertility:
ve kilo alımı en sık görülen yan etkilerdir. Estrojen/progesteron Evaluation and Treatment, WR Keye et al (eds). Philadelphia, Saunders,
kombinasyonu içeren enjektabl preperatlar yakında kullanıma su­ 1995, pp 143-150

Kısım 9
DERİDEKİ DEĞİŞİKLİKLER

55 I Thomas J Lawley, K im B, Yancey __________ etmek için, deri lezyonlaruu tanımlayan (Tablo 55-1 ve 55-2 ve Şe­
kil 55-1) ve ayıncı tanıyı formülleştiren (Tablo 55-3) çeşitli tanım­
l DERİ HASTALIĞI OLAN HASTAYA layıcı terimler geliştirilmiştir. Örneğin genellikle primer bir deri
* YAKLAŞIM hastalığının işareti olarak sayılan çok sayıda skuamlı papüllerin bu­
.. ıxsm Varol Aksungur lunması, vaskülit veya sepsisi işaret edebilen hemorajik papüllere
göre, hastayı farklı bir tanı kategorisine sokar (Sırayla Bak Atlas
H E -71 ve IID.-44). Primer deri lezyonlannı sekonder deri değişik­
Deri muayenesindeki zorluklar, normali anormalden ayırt etmek, liklerinden ayırt etmek önemlidir. Muayeneyi yapan kişi, eritemli
önemli bulgulan önemsiz olanlardan ayırt etmek, uygun bulgu ve ve skuamlı bir bölge üzerindeki lineer bir erozyon üzerine odakla­
belirtileri birlikte ele alarak uygun bir aym cı tanı yapmaktır. Vücu­ nırsa, yanlışlıkla erozyonun primer lezyon, kızarıklık ve kepeklen­
dun en büyük organının görünür olmasmın onu muayene eden için menin sekonder olduğunu sanabilir; oysa doğru yorum, hastanın
hem avantajı hem de dezavantajı vardır. Avantajlıdır, çünkü bir bü­ pruritik ekzematöz bir dermatite sahip olduğu ve erozyonların ka­
yüteç dışında herhangi bir alet gerekmez ve deriden kolaylıkla bi­ şımaya sekonder geliştiğidir.
yopsi alınabilir. Bununla birlikte muayeneyi yapan kişi, çeşitli uya­
ranlar ile karşı karşıyadır ve sistemik hastalıklar ya da deri hasta­ ------- -------------- H a sta ya Y a k la ş ım -----------------------
lıkları için önemli olan ancak güçlükle fark edilebilen bulgulan
gözden kaçırabilir. Örneğin malin melanomun (Bkz. Atlas IIC -30) Deri muayenesinde genellikle öykü almadan önce hastayı değer­
iyi huylu pigmente bir nevüsten (Bkz. Atlas IIC -28) ayırt edilme­ lendirmek önerilir. Kuşkusuz tüm deri yüzeyi değerlendirilir ve ob­
sini sağlayan renk ve biçim değişiklikleri, bazen güçlükle fark edi­ jektif bulgular uyumlu öykü verileri ile bütünleştirilir. Deri muaye­
lecek kadar az olabilir. Deri lezyonlannın yorumlanmasına yardım nesinde herhangi bir deri lezyonunun dört temel özelliğine önem
306 !;ı!'iıı f!ui nı'.ın ■ |,,l.'!':rı 5 r - ' Sık K u Um i i ü .s l i /ivrm.LloInjik s 'T İm l t - r

Likeni fikasyon: Deri çizgilerinin belirginleşmesi ile karakterize olan ve do­


' ılılıı 5S-1 P rim er üci'i I.t/.y o ü la n m n T um m ları
kunmakla kalın ve sert olan özel bir deri kalınlaşması.
Kabuk: Sarı (seröz) ya da kırmızı (hemorajik) olan, vücut sıvılannm kuru­
Makül: Çevredeki deriye göre kabarık olmayan, 2 cm ’den küçük çapta, düz,
muş eksudası.
renkli bir lezyon. Bir "çil" ya da efelid, bir prototip pigmente makuldür.
Milia: Keratin ile dolu olan (ve kısmen püstüllere benzeyen), küçük, sert,
Yama. Çevredeki deriye göre renk farkı gösteren, geniş (2 cm'den büyük),
beyaz papüller.
düz bir lezyon. Makûlden tek farkı büyüklüğüdür.
Erozyon: Dermis kaybı olmaksızın epidermis kaybı.
Papül: Çevredeki deriye göre kabank olan ve bu nedenle palpe edilebilen,
Ülser Epidermisin ve dermişin en azından bir kısmının kaybı.
1 cm ’den küçük çapta, küçük, katı bir lezyon (örn. aknedeki kapalı bir
Ekskoriasyonlar: Kabuk ile kaplı olabilen ve kaşıma sonucu oluşan, lineer,
komedon ya da beyaz baş).
angüler erozyonlar.
Nodül: Çevredeki deriye göre kabank olan, daha büyük (1-5 cm), katı bir
Atroti: Maddenin akiz bir kaybı. Deride sağlam epidermisli bir depresyon
lezyon. Papülden tek farkı büyüklüğüdür (örn. dermal nevüs).
olarak (yarn dermal ya da subkutan dokuların kaybı) ya da parlak, ince,
Tümör: 5 cm'den büyük çapta, katı, kabank bir oluşum.
buruşuk lezyon bölgeleri olarak (yani epidermal atrofı) görülür.
Plak: Geniş (1 cm ’den büyük), düz yüzlü, kabank bir lezyon; sınırlan belir­
Skar: Deride travma ya da inflamasyona sekonder bir değişiklik. Bölge ya­
gin olabilir (örn. psoriasis) ya da çevredeki deriye doğru yavaş yavaş açı­
şma ya da karakterine göre eritemli, hipopigmente ya da hipertrofık ola­
lır (örn. ekzematöz dermatit).
bilir. Kıllı bölgelerde kü folliküllerinin yıkımı Ue karakterize olabilir.
Vezikül: Çevredeki deriye göre kabank olan, 1 cm ’den küçük çapta, sıvı do­
Pruritus: Kaşıma isteği uyandıran duyu. Pruritus çoğunlukla infiamatuar de­
lu bir lezyon. Sıvı çoğunlukla görülebilir ve lezyonlar çoğunlukla trans-
ri hastalıklarının (örn. atopik dermaüt, allerjik kontakt dermatit) önde
lusendir [örn. Toxicodendron (zehirli sarmaşık) ile oluşan allerjik kontakt
gelen belirtisidir; kuruluğa ve yaşlı derisine de sıklıkla eşlik eder. Kaşın­
dermatitteki veziküller].
tı ile birlikte olabilen sistemik durumlar, kronik böbrek hastalığı, koles-
Püstül: Lökositler ile dolu olan bir vezikül. Not: Püstüllerin bulunması her
taz, gebelik, malinite, polistemia vera ve parazitoz delüzyonlandır.
zaman bir infeksiyonun varlığını işaret etmez.
Bül: Sıvı dolu olan, kabank, çoğunlukla translusen, 1 cm ’den büyük çapta
bir lezyon.
Kist: Yumuşak, kabank, yan katı ya da sıvı içerik ile dolu olan, kapsüllü bir Tıbbın diğer dallarında olduğu gibi, aşağıdaki özelliklerin üze­
lezyon. rinde durmak için tam bir öykü alınmalıdır:
Kabartı: Genellikle kısa süreli dermal ödemi yansıtan, kabank, eritemli bir
papül ya da plak.
1. Lezyonlann gelişimi
Telanjiektazi: Genişlemiş, yüzeysel kan damarlan.
a. Başlangıç yeri
verilmelidir: döküntünün dağılımı, primer lezyonlann tipi(leri), bi­ b, Döküntünün ilerleme ya da yayılma şekli
reysel lezyonların biçimi ve lezyonlann dizilimi. İlk muayenede c Süre
hastanın olanaklı olduğunca soyunması önemlidir. Böylece önemli d, Kronik döküntülerde iyileşme ve düzelme dönemleri
bireysel deri lezyonlanmn gözden kaçırılması olasılığı en aza ine­ 2 . Döküntü ile birlikte olan semptomlar
cektir ve döküntünün dağılımını doğru olarak değerlendirme ola­ a. Kaşıntı, yanma, ağrı, uyuşukluk
naklı olacaktır, Hastaya önce yaklaşık 1.5-2 metrelik (4-6 ayak) bir b. Varsa semptomları düzelten şeyler
uzaklıktan bakılmalıdır, böylece derinin genel özellikleri ve lez- c. Gün içinde semptomlann en şiddetli olduğu zaman
yonlann dağılımı değerlendirilebilir, Gerçekten, lezyonlann dağılı­ 3. Yeni ya da son zamanlardaki ilaçlar (reçete ile alınanlar kadar
mı çoğunlukla tanı ile yüksek düzeyde uyum gösterir (Şekil 55-2). reçetesiz almanlar)
Örneğin jeneralize eritemli bir ekzentem ile hastaneye yatınlmış 4. Eşlik eden sistemik semptomlar (öm. halsizlik, ateş, artraljiler)
bir hasta, yüzün güneş gören yerlerine sınırlı benzer bir döküntüsü 5. Devam eden ya da önceki hastalıklar
olan hastaya göre, daha büyük bir olasılıkla bir ilaç döküntüsü ge­ 6 . Allerji öyküsü
çirmektedir. Mukozal lezyonlann varlığı ya da yokluğu da değer­ 7. Fotosensitivite varlığı
lendirilmelidir, Lezyonlann dağılımı belirlenince, primer lezyonla- 8 . Sistemlerin gözden geçirilmesi
rın tipi belirlenmelidir. Lezyonlar dirsekler, dizler ve saçlı deride
yerleşmişse, yalnızca yerleşime dayanarak söylenebilecek en yük­
sek olasılıklar psoriasis ya da dermatitis herpetiformisdir (sırayla
bkz. Atlas Ü A -3 ve IIE - 6 8 ), Psoriasisde primer lezyon, hızla be­
yaz skuam kaplı eritemli plaklar oluşturan skuamlı bir papüldür;
oysa dermatitis herpetiformisinki, hızla küçük bir veziküle dönüşen
ürtikeryal bir papüldür, Bu açıdan, primer lezyonun belirlenmesi,
muayane eden kişiyi doğru tanıya yöneltecektir. Derideki sekonder
değişiklikler de oldukça yararlı olabilir. Örneğin skuam aşın epi­
dem ise karşılık gelir, oysa kabuk yetersiz ya da kesintili bir epitel
hücre tabakasının sonucudur, Deri lezyonlanmn palpasyonu da bir
döküntünün özelliklerine ışık tutacaktır. Alt ekstremitelerdeki bası
ile solan kım ızı papüller birçok farklı hastalığın belirtisi olabilir­
ken, bası ile solmayan, hemorajik kım ızı papüller nekrotizan vas-
külite özgü palpabl purpurayı gösterir (Bkz. Atlas IIE -71).
Lezyonlann şekli de önemli bir özelliktir. Düz, yuvarlak, eri­
temli papüller ve plaklar birçok deri hastalığında sık görülür. Bu­
nunla birlikte eritemli plakların bir kısmım oluşturan hedef şekilli
lezyonlar eritema mültiforme için spesifiktir (Bkz. Atlas IIE -67).
Aynı şekilde bireysel lezyonlann dizilimi de önemlidir. Eritmeli
papüller ve veziküller birçok durumda oluşabilir, fakat bunların
spesifik lineer bir sırada dizilmeleri, allerjik kontakt (bak Resim
IIA- 8 ) ya da primer irritan dem atit gibi bir dış etiyolojiyi düşün­
dürür. Tersine jeneralize dizilimli lezyonlar sıktır ve bir sistemik ŞEKİL 55-1 Bazı sık görülen primer deri lezyonlanmn şematik gös­
etiyolojiyi düşündürür, terimi (bak Tablo 55-1).
»Mo ■;?, 4 sık (kinikli ilermatotojik Durumlara Onwkk'r'1

Sık
lanı Sık Dağılım Olağan M orfoloji Tanı Dağılım Olağan Morfoloji
Akne vulgaris Yüz, sırt Açık ve kapalı komedonlar, Seboreik keratoz Gövde, yüz Yapışık, yağlı skuamlı kahverengi
eritemli papüller, püstüller, plaklar; “yapışmış” görünüm
kistler
lio/iise Yanaklar, burun, Eritem, telanjiektaziler, pa­ Follikülit Kıllı herhangi bir Folliküler püstüller
alın, çenede kızar­ püller püstüller yer
ma alanl an
leborcik der- Saçlı deri, kaşlar, Yağlı, san-kahverengi skuam İmpeügo Herhangi bir yer Papüller, veziküller, püstüller, ço­
nuılit burun çevresi ile birlikte eritem ğunlukla bal renginde kabuklar
Atopik dermaüt Antekübital ve pop­ Eritem, kepeklenme ve like- Herpes simpleks Dudaklar, genital Kabuklu erozyonlara dönüşen gra­
liteal çukurlarp nifikasyon yamalan ve plak­ pe veziküller
tan; kaşınü Herpes zoster
'daz dermatiti Ayak bilekleri, ba­ Venöz yetmezlik bulgulan ile Su çiçeği Dermatomal, ge­ B ir dermatoma sınırlı veziküller
caklar birlikte hiperpigmentasyon nellikle gövde; (çoğunlukla ağnlı)
zemininde eritem ve kepek­ ancak herhangi
lenme yamalan bir yerde olabilir
Dizhidrozik ek- Avuçlar, ayak taban- Derin veziküller Yüz, gövde; ekster- Lezyonlar kümeler biçiminde çıkar
zema lan, el ve ayak par- miteler göreceli ve hızla eritemli makûllerden pa-
maklanmn yanlan olarak tutulmaz püllere, veziküllere, püstüllere ve
kabuklara dönüşür
Allerjik kontakt Herhangi bir yer Lokalize eritem, veziküller, Pitiriazis rozea Gövde (Noel ağacı Yakacık skuamlı eritemli simetrik
dermaüt skuam ve kaşınü; örn. el deseni); haberci ya­ yamalar
parmaklan, kulak memeleri mayı çok sayıda da­
-nikel; ayak sırtı- ayakkabı ha küçük lezyon izleı
dermaüü; açık bölgeler-ze- Tinea versikolor Göğüs, sırt, kann Skuamlı, hiper ya da hipopigmente
hirli sarmaşık dermaüü vb. proksimal ekstre­ makûller
mdeler
Psoriasis Dirsekler, dizler, saç­ Gümüşümsü skuam ile kaplı Kandidiaz Kasık, memelerin Satellit püstüllü eritemli masere
lı deri, bel, el tır- papüller ve plaklar; tırnak­ altı, vajina, oral bölgeler, mukozalarda beyaz,
naklan (jeneralize larda çukurcuklar boşluk parçalanabilen yamalar
olabilir)
Liken planus El bilekleri, ayak bi­ Viyolase, düz düzeyli papüller Dermatofitoz Ayaklar, kasık, sa­ Bölgeye göre değişir; örn. tinea
lekleri, ağız (yay­ ve plaklar kal ya da saçlı korporis-skuamlı annüler yama
gın olabilir) deri
Keratozis pi­ Kollann ve uylukla- Eritem ile çevrili keratozik Uyuz Kasık, koltuk alt­ Eksoriye papüller, tüneller, kaşıntı
laris nn ekstansör yüz­ folliküler papüller lan, el ve ayak
leri, kaba etler parmak aralan,
memeleri alü
Melazma Alın, yanaklar, şa­ Bronz ya da kahverengi Böcek ısırmaları Herhangi bir yer Ortasında nokta bulunan eritemli
kaklar, üst dudak yamalar papüller
Viüligo Periorifisyel, gövde, Tebeşir beyazı makûller Kiraz anjiomu Gövde Kırmızı, kan dolu papüller
ekstremitelerin eks­ Kleoid Herhangi bir yer Sert tümör, pembe, mor ya da kah­
tansör yüzleri, bilek­ (önceki travma verengi
lerin fleksör yüzleri, yeri)
koltuk altlan Dermatofibroma Herhangi bir yer Yanlardan sıkmakla üzerindeki de­
ride gamze gösteren, sert, kırmızı
Aktinik keratoz Güneşe açık bölgeler Kuru, kaba, yapışık skuam ya da kahverengi nodül
ile birlikte deri renginde
ya da kırmızı-kahverengi
makûl ya da papül
Bazal hücreli Yüz Güneşe bağlı hasarlı deride Akrokordonlar Kasık, koltuk alü, Deri renginde papüller
karsinom incimsi, telanjiektazik ke­ (deri püskülleri) boyun
narlı papül Ürtiker Herhangi bir yer Bazen kızartı ile çevrili kabartılar,
kaşıntı
Skuamöz hüc- Yüz, özellikle alt Çoğunlukla ülserasyon ve/ Geçici akantoliük Gövde, özellikle Eritemli papüller
reli karsinom dudak, kulaklar veya kabuklanma gösteren, akantolitik derma- göğüs
indüre ve hiperkeratozik ola­ Kserozis Ekstansör ekstremde­ Kuru, eritemli, skuamlı yamalar,
bilen lezyonlar ler, özellikle bacaklar kaşıntı

a Spesifik örnekler ve ek bilgi için Renkli Resimlere bak.

TANISAL T E K N İK L E R Birçok deri hastalığı, kaba klinik ğüne ve yerine göre biyopsi dikiş ile kapatma gerektirebilir ya da
görünüm ile tanınabilir, fakat bazen göreceli olarak basit tanısal iş­ gerektirmeyebilir.
lemler değerli bilgiler sağlayabilir. Çoğu durumda bunlar muayene K O H Preparasyonu Potasyum hidroksid (KOH) preparasyo-
masasında minimum bir araç-gereç yardımı ile yapılabilir. nu, fungal etiyoloji düşünüldüğü zaman kepeklenen deri lezyonla-
Deri Biyopsisi Doğrusu deri biyopsisi küçük bir cerrahi giri­
rından yapılır. Böyle bir lezyonun kenarı bir bisturi bıçağı ile nazik­
şimdir; bununla birlikte tanısal bulguları en büyük olasılıkla sağla­
çe kazınır ve alınan kepek bir cam mikroskop lamı üzerine konur
yacak anatomik bölgeyi biyopsilemek önemlidir. Bu karar, deri
ve üzerine 1-2 damla % 10-20’lik KOH solüsyonu damlatılır. KOH
hastalıkları açısından uzmanlık ve vücudun seçilen bölgelerindeki
keratini çözer ve fungal elemanların daha kolay görünmesini sağ­
yüzeysel anatomik yapılar ile ilgili bilgi gerektirebilir. Bu işlemde
küçük bir deri bölgesi epinefrinli ya da epinefrinsiz % 1 ’lik lidoka- lar. Lamın kısa süreli ısıtılması, keratinin çözülmesini hızlandırır.
in ile uyuşturulur. Çözümlenmesi gereken deri lezyonu bir bisturi Preparat mikroskop altında incelendiği zaman, ışık şiddeti azaltılır­
ile eksize edilebilir ya da punch biyopsi ile çıkarılabilir. İkincisin­ sa refraktil hifler daha kolay görülecektir. Bu teknik dermatofit in-
de bir punch deri yüzeyine bastırılır ve subkutan dokuya girene ka­ feksiyonlarında hifleri (Bkz. Atlas IID -51), Candida infeksiyonla-
dar aşağı doğru basınç ile döndürülür. Yuvarlak parça, daha sonra rında psödohifleri ve tomurcuklanan mayalan (Bkz. Atlas IID-43)
forsepsler ile kaldırılır ve tabanı bir iris makas ile kesilir. Büyüklü­ ve tinea versikolorda parçalanmış hifleri ve sporlan belirlemek için
A B
Psoriasis
Epidermal
Inclusion
' Acn»— kisti -Seborrheic -
vufgati* haraioses r
Keratosis -San»*
Pityriasis—— pilaris h '^ 'A X 'iC I an9Îoma
It»*»".* '
#V •»« v/l / t \ / V
dermatitis '

, Uchan Tinea or _
Folliculitis ? Candida. •?-•'
planur
Dyshidrotic cwtt-;'-- -
Actinic
/ keratoses
PWiara! Istjwltfr - / . v - -T» t>
* J-lemonhoıd* . 1 1 , PsonasiS
Condytomar > " J ' l
’ ■ acuminata’-
-v Herpes simple*, - Dermatofibroma , •
' v\; - ' Dermatitis
, ’ VHBpttr - >; itfsulcer .
:■ •• ■■. •1/-! %>-T . ’

lichen simplex '"*■Stasis dermatitis ,


■531 .-V k j. ».-SI*»* &JSSv
’ *4.,** u chratucus tlneapedr ' :
7-TtneapecH» ,-•• , „I•' , .

v ; V w ,.- s '
< rv i ' . Seborrheic
dermatlti*. ‘ . > Herpes labialis '
*, «d
^Melasma „ , , <5j
' -);£v'- Vr, *> ?:£•P.f* * beben pianur
‘ * ^a>

Actinic— ieborrheic ;l
' ' keratoses
dermabtitt -
•Xanthelasma : y . .., ApWfwuS;
Basalcefi t* -t *” ** ,
" '■ carcinwn» Acne’rotitcer1*. • ■>* - « omaiıtie^ j,. Squamous call 1

v* ti ' Si carcinoma
'-.^C on tact Seborhens • J S S S ifr
‘I JMg “■* dermatitis , Oral hairy ^
tedroptekü'; ■/
periechbt - %f*■*#*•.** ' —
1*■yIs
Z 't •-t
GW tags . - Acneyidpari»’ v.’-' J" •••''"'
- "•

ŞEKİL 55-2 A-D. Bazı sık görülen dermatotojik hastalıklar vs lezyonların dağılımı,

kullanılabilir. Aynı örnekleme yöntemi, bazı başka patojenik orga­ mada ( C o r y n e b a c te r iu m m in u tissim u m ile oluşan yüzeysel intertri-
nizmaların kültürü için skuam almak üzere kullamlabilir. jinöz bir infeksiyon) karakteristik mercan kırmızısı renk ve P s e ­
Tzanck Yayması Tzanck yayması* en sık herpesvirus infeksi- u d o m o n a s ile kolonize olmuş yaralarda soluk mavi renk verecektir.
yonlarının [simpleks ya da varisella-zoster (Bkz. A tlas IID -36 ve M ic r o s p o r u m c a n is ya da M . a u d o u in i gibi bazı dermatofitler ile
IID -37)] tariısmda kullanılan sitolojik bir tekniktir. Bir püstül ya da oluşan tinea kapitis san flöresan gösterir. Çiller gibi epidermisin
krut değil, erken bir vezikül açılır ve lezyonun tabam bir bisturi bı­ pigmente lezyonlan belirginleşir, oysa postinflamatuar hiperpig-
çağı ile nazikçe kazınır. Materyal bir cam lama yerleştirilir, havada mentasyon gibi dermal pigment Wood ışığı altında solar. Vitiligo
kurutulur ve Giemsa ya da Wright boyası ile boyanır. Mültinükleer (Bkz. Atlas IIA -11), Wood ışığı altında tümüyle beyaz görünür ve
dev hücreler herpesin varlığım düşündürür, ancak spesifik vinısu daha önce tutulduğundan şüphelenilmeyen bölgeler belirginleşir.
saptamak için kültür ya da immmünofloresan test yapılmalıdır. Wood lambası, tinea versikolonın gösterilmesinde ve tüberoz skle-
Diaskopi Diaskopi, bir deri lezyonunıın bası ile solup solmaya­ rozlu hastalarda diş budak ağacı yaprağı lekelerinin tanınmasında
cağını değerlendirmek için, örneğin kırmızı bir lezyonun hemora- da yardımcı olabilir.
jik mi yoksa basitçe kan ile dolumu olduğunu saptamak için kulla­ Yam a Testi Yama testi, spesifik bir antijene karşı duyarlılığı
nılır. Örneğin bir hemanjiom (Bkz. Atlas IIA -17) bası ile solacak- belgelemek için yapılır. Bu işlemde şüpheli alleıjenlerden oluşan
tır, oysa nekrotizan vaskülit ile oluşan purpurik bir lezyon (Bkz. bir seri hastanın sırtına oklüzif bir malzeme ile yapıştırılır ve deri
Atlas IIE -7 1 ) solmayacaktır. Diaskopi, bir mikroskop lamım ya da ile 48 saat boyunca temas halinde kalması sağlanır. Malzeme kal­
büyüteci belirli bir lezyon üzerine bastırarak ve oluşan solmanın dırılır ve bölge gecikmiş aşınduyarlılık reaksiyonlarının kanıtlan
derecesine dikkat edilerek yapılır. Granülomlar, diaskopide çoğun­ (yani eritem, ödem ya da papüloveziküller) açısından incelenir. Bu
lukla "elma jölesi" görünümü verir. test, en iyi bu testte uzmanlaşmış hekimler tarafından yapılır ve ço­
Wood Işığı Bir Wood lambası, bazı deri bozukluklarının değer­ ğunlukla kronik dermatitli hastaların değerlendirilmesinde yardım­
lendirmesine yardımcı olmak için kullanılabilen 360 nm dalga boy­ cıdır.
lu ultraviyole (ya da "siyah") ışık üretir. Örneğin Wood ışığı eritraz-
H J M .U m K U ' V \ 5b Ekzema, Psoria.sis. Kutunuz Infcksiyonlar, Akne ve.... 309

\UNUT KA eı «1 (eds): Cutaneous Medicine and Surgery, An Integrated Prog-


tom in Dermatology. Philadelphia, Saunders, 1996 kadar sürecektir. Lezyonların dağılımı çocukluk çağındakine ben­
i HAMPION RH et al (eds): Textbook o f Dermatology, 6th ed. Oxford, Black- zeyebilir. Bununla birlikte A D ’den etkilenen yetişkinler sıklıkla el
well Scienlific, 1999 ekzeması veya liken simpleks kronikus olarak kendisini gösteren
t REEDBERG 1M et al (eds): Fitzpatrick's Dermatology in General Medicine,
lokalize hastalığa sahiptirler.( aşağı bak)
nil ed. New York, McGraw-Hill, 1999
Pruritus AD’in belirgin karakteristik özelliğidir ve etkilenen
hastalardaki deri bulgularının çoğu ovalama ya da kaşımaya sekon-
derdir. AD’in diğer deri bulgulan perioral solukluk, alt göz kapak­
R obert A. Sw erlick, T hom as J . Law ley larının hemen altındaki deri bölgesinde ekstra kıvnm olması. (Den-
nie çizgileri), palmar çizgilenmede belirginleşme, özellikle S ta p h y ­
j EKZEMA, PSORIASIS, KUTANÖZ lo c o c c u s a u re u s ile oluşan deri enfeksiyonlannm artmış insidansı-
1 İNFEKSİYONLAR, AKNE VE DİĞER dır. Atopik kişiler sıklıkla kuru kaşıntılı deri, anormal kutanöz vas-

}
_ DERİ BO ZU KLU KLARI küler yanıt ve bazı olgularda serum IgE seviyelerinde yükseklikle­
re sahiptirler.
--------- Aydın Y ü ce l, M urat Durdu
A D ’li derinin histolojik muayenesi akut veya kronik dermatit
özelliklerini gösterebüir. İmmünopatoloji indüklenebilen endotel-
EKZEMA VE DERMATİT yal hücre adezyon molekülü E seleetin Ue bağlanabilen, kutanöz
lenfosit antijeni eksprese eden, aktive hafıza T helper lenfositleri
Ekzema veya dermatit atopik dermatit, allerjik ve irritan kontakt gösterir. AD’in deri lezyonlannda aynı zamanda IgE taşıyan
dermatit, dizidrotik ekzema, nummuler ekzema, liken simpleks C D la+ Langerhans hücreleri gösterilebilir ve bu hücreler çevresel
kronikus, asteatotik ekzema ve seboreik dermatiti kapsayan bir antijenlere aşın duyarlılık yanıtlan sonucu, AD'in patofızyolojisin-
.■;rııp hastalığın genel görüntüsü olup değişik klinik ve histolojik de rol oynayabilir.
bulgular ile kendisini gösteren bir reaksiyon örneğidir. Primer lez-
yonlan, birleşerek yama tarzı lezyon ya da plak yapabilen papüller,
•ritcmatöz makûller ve veziküllerdir, Şiddetli ekzemalarda enfeksi-
>on veya ekskoriasyondan dolayı, sızıntı (weeping) ve kabuklanma
a TEDAVİ AD tedavisinde kutanöz irritanlardan sakınma, ye­
terli deri hidrasyonu (nemlendirme), zayıf veya orta potent to-
pikal glukokortikoidlerin kontrollü bir şekilde kullanımı ve sekon­
ılo kendisini gösteren sekonder lezyonlar ön plana çıkabilir. Uzun der olarak enfekte deri lezyonlannın acilen tedavisi yer almalıdır.
süren dermatitler genellikle kuru olup ekzemalı saha kalınlaşmıştır, Hastalar sıcak su yerine ılık su ile banyo yapmalan ve sabun kulla­
deri üzerinde skuamlaşma mevcuttur (lik e n ifik a s y o n ). nımını sınırlamalan konusunda yönlendirilmelidir. Banyodan he­
ATOPİK D ERM ATİT Atopik dermatit (A D ), astım, saman men sonra deri hala nemli iken, deriye krem ya da merhem bazında
nezlesi veya hastaların %70'inden fazlasında dermatitle karekteri- zayıf ya da orta potent bir topikal glukokortikoid uygulanmalıdır.
/,e atopik bünyenin deri bulgusudur. Atopik ekzema için tanı kriter­ Potent florinize topikal glukokortikoidler yüz veya intertriginöz sa­
leri Tablo 56-1 'tie gösterilmiştir. Atopik dermatit prevalansı Nor­ halarda kullanılmamalıdır. Ortalama bir yetişkinin tüm vücut yüze­
veç’te okul çocuklarında % 23 gibi yüksek bir prevalansa ulaşacak yini kaplaması için minumum 30 g glukokortikoid merhem gerekir.
şekilde dünyada yaygın olarak artma eğilimindedir. -Sekonder enfeksiyon ekzemayı sıklıkla arttırdığından, krutlu
Atopik dmruıiım Biyolojisi kısmen tanunltutmiftır. Açık bir ve suliüıtılı ileri lezyonlan, S. A ureus'a karşı etkili sistemik antibi­
ifiiıeıik eğilim mevcuttur, AD’ll arım ve babaların çocuklarının yotikler ile tedavi edilmelidir. Makrolid rezistan organizmalann ço­
' HU'imlen iii/ia*ımla iiasiajığm belirtileri göıitlür, A m » veya ba- ğalması, penisilinaz rezistan penisilinlerin ve sefalosporinlerin ter­
‘•ıdan »adcefi huni AU'il ol«fS« çocııklıııdaki prevulans % 50’lerin cih edilmesine yol açar. Dicloxacillin veya cephalexin (Günde 4
■ ıitfçö u-.ıııne düşer. Deneysel olarak IgH, yüksek aiftniteli IgE re- kez 250 mg, 7 -10 gün süreyle) ekseri ağır kolonizasyonu azaltmak
ıpuıaı, ması İMicresıtHkki triptaz ve İL-4 için genetik kodu içeren için yeterlidir. Ek olarak triklosan içeren antibakteriyel temizlik
itliler AU’e bağlanmıştır, A D ’li hastalar artmış IgE sentezi; gıda­ malzemelerinin ve aralıklı nazal mupirosin kullanımı profılaktik
lar, aerıntllerjenler, bakteri ve bakteriyel ürünlere karşı arttınlmış anlamda faydalı olabilir. A D ’de diet kaynaklı alleıjenlerin rolü tar­
spesifik IgE; B hücresi ve monositlerde artmış CD23 ekspresyonu tışmalıdır ve infantil dönem dışındaki dönemlerde herhangi bir rol
(IgE reseptörü için düşük affinite); bozulmuş geç tip hipersensitivi- oynadıklarına ait çok az sayıda kanıt mevcuttur.
te; ve artmış tip II ve azalmış tip I sitokin yanıtlarımda kapsayan bir AD genellikle kaşıntılı erüpsiyon olduğundan pruritusun sağı-
grup immünoregülatör anormallikler gösterir. tılması tedavinin ana unsurunu oluşturur. Pruritusun giderilmesi
Klinik görünüm sıklıkla yaş ile değişir. AD, hastaların yarısın­ için antihistaminikler faydalıdır, fakat sedasyon onlann faydalı yö­
da yaşamın ilk yılında olup, 5 yaşına kadar olguların % 80’i hasta­ nünü kısıtlayabilir. Onlann ürtikerdeki etkilerinin tersine, sedasyon
lığı gösterir. Hastaların % 80’i yaşamın daha sonraki dönemlerinde, yapmayan antihistaminikler, A D ’den dolayı oluşan pruritusun teda­
dermatite ek olarak, allerjik rinit veya astım kliniği gösterirler. İn- visinde antihistaminiklerin etkinliği, primer olarak histamin aracı­
fantil dönemde yüz, boyun ekstremitelerin ekstansör yüzeyleri ve lığı ile oluşan herhangi spesifik etkinliğin aksine, sedatif etkileri ile
kasıklarda oluşan sızıntılı inflamatuar yama tarzı lezyonlar ve krut- ilişkilidir.
lu plaklar ile karakterizedir. Çocukluk çağı ve yetişkin dönemde Sistemik glukokortikoidler ile tedavi, klasik topikal tedaviye
özellikle antekübital ve popliteal fossa (Bkz. Atlas IIA -4) gibi yanıt vermeyen, şiddetli artış gösterdiği dönemlere sınırlandırılma­
fleksural deri bölgelerindeki dermatit ile kendisini gösterir. AD ye­ lıdır. Kronik AD’li hastalarda sistemik glukokortikoidler ile tedavi
tişkinlerde spontan olarak gerileyebilir fakat dermatit çocuklarda ekseri kısa sürede deri lezyonlannı geçirir, fakat sistemik tedavinin
olduğu gibi etkilenen kişilerin yansından fazlasında adult döneme kesilmesi ile hemen hemen her zaman hastalığın daha da kötüleş­
mese dahi dermatitin nüksü ile sonuçlanır. Klasik tedaviye yanıt
IV.ıto 56-1 AUipik dermatirin tanısı için Minik kriterler 1
vermeyen hastalarda, allerjik kontakt dermatiti ekarte etmek için,
yama testi planlanmalıdır. A D ’de aeoroallerjenler ile immünotera-
1. Pruritus ve ekskoriasyon
2. Artış ve hafifleme ile kendisini gösteren künik seyir pinin etkisi, allerjik rinit ve ekstrinsik astımdaki etküerinin aksine,
3. Tipik ekzematöz dermatit lezyonlan kanıtlanmamıştır.
4. Kişisel veya ailesel atopi öyküsü (astım, allerjik rinit, gıda allerjileri veya
ekzema) KONTAKT D ER M A TİT Kontakt dermatit (KD) deriye direkt
5. AİU haftadan uzun süren klinik gidiş ya da indirekt olarak zarar veren eksojen kaynaklı ajan ya da ajan-
310 ' : A-:;.- A,! r YAukn ve hipotenar çıkıntılarda ve parmaklann kenannda oluşan multipl,
şiddetli kaşıntılı küçük papül ve veziküller ile kendisini gösterir (
lann yol açtığı deride oluşan inflamatuar bir süreçtir. Bu zararlan- bak Atlas IA -5). Toplu halde oluşma eğiliminde olan lezyonlar, ya­
ma İKD kompleksinin karekteristik özelliğine sebep olabilir. Kon­ vaşça krut bağlayıp, iyileşme eğilimindedirler.
santre asid veya baz tarafından oluşan dermatit, irritan kontakt der- El ekzeması olan bir hastanın değerlendirilmesi, potansiyel ola­
matitin bir örneğidir. Alleıjik Kontakt Dermatit (A KD )’e sebep rak mesleki maruz kalınan alleıjenlerin saptanmasını kapsamalıdır.
olan etkenler, antijen spesifik bir immün yanıta sebep olurlar. Kon­ Avuç içlerinin tutulmayıp özellikle ellerin dorsal yüzlerinin kap-
takt dermatitin klinik lezyonları, olayın sürekliliğine bağlı olarak, sanması olası bir kontakt dermatit hakkında fikir verir. Öykü olası
akut (ıslak ve ödemli) veya kronik (kuru, kalınlaşmış ve skuamlı) irritan veya alleıjen maruziyetleri ortaya çıkarmaya yönelik olma­
olabilir (Bkz. Atlas IIA - 8 ). KD’in en sık görülen formu el ekzema- lıdır. Dermatitli deriyi korumak amacı için lastik eldivenlerin kul­
sıdır ve sıklıkla mesleki maruziyetler ile ilişkilidir. Meslek ile iliş­ lanımı lastik ile çapraz bağlanan ajanlara karşı gecikmiş tip aşın
kili KD, meslek nedenli hastalıkların önemli bir kısmını oluşturur duyarlılık reaksiyonunun gelişmesi ile bazen birliktedir. Böyle re­
ve yılda 60.000’in üzerinde kişiyi etkiler. aksiyonlar yama testi ile saptanabilir. Daha az oranda hastalar la-
İKD genellikle belirgin olarak keskin sınırlıdır ve sıklıkla deri tekse karşı gelişen erken tip reaksiyonun sonucunda oluşan el der-
yapısının ince olduğu (göz kapaklan, intertriginöz bölgeler) veya matiti ile gelebilir. Bunlar anaflaktik reaksiyon riski olan hastalar
irritanlann oklüze edildiği bölgelere lokalize olur. Lezyonlar hafif olduğundan özel öneme sahiptirler. Saptamanın en duyarlı yöntemi
eritemden belirgin ödem, vezikül ve ülserlere kadar değişik şiddet­ lateks ekstraklan ile prick test kullanımıdır. Bununla birlikte, bu
te oluşabilir. Kronik, düşük şiddetli irritan dermatit en sık görülen test anaflaktik reaksiyonun tedavi edilebildiği bir ortamda son de­
İKD’dir ve en fazla tutulan bölge ellerdir. En fazla karşılaşılan irri- rece dikkat ile yapılmalıdır. Lateks radioallergosorbent testi mev­
tanlar derinin sürekli ıslak kalması, sabunlar ve deterjanlardır. Te­ cuttur, fakat sensitivitesi sadece % 60 dolaylarındadır.
davi irritanlardan sakınılması, koruyucu eldivenler ve giysilerin
kullanılmasına yönlenmelidir. TEDAVİ El dermatitinin tedavisi irritanlardan sakınılması,
AKD deride bellek T lenfositleri tarafından oluşturulan geç tip i— 1 olası kontakt alleıjenlerin ayırt edilmesi, birlikte olan enfeksi­
aşın duyarlılık reaksiyon örneğidir. AKD'in en sık sebebi Toxico- yonun tedavisi ve topikal glukokortikoidlerin uygulanmasıdır.
dendrum, A n ac a rd iu m , G lu te a , M a n g ife r a ve S e m e c a r p u s 'u içeren Mümkünse her zaman, eller tercihen vinil içeren eldivenler ile ko-
Anacardiaceae ailesinin üyeleri gibi spesifik bitkilere maruziyettir. runulmalıdır. Hastaların çoğu akut inflamatuar lezyonlann kurutul­
Sarmaşık, meşe ve sumak zehiri T o x ic o d e n d r o n genusunun üyele­ ması, debridmanı ve ödemin azaltılması için soğuk ıslak kompres­
ridir ve eritem, vezikülasyon ve şiddetli pruritus ile kendisini gös­ lerle (pansuman) tedavi ve krem ya da merhem bazında orta-yük-
teren bir alleıjik reaksiyona yol açarlar. Erüpsiyon sıklıkla lineer sek potent topikal kortikosteroidler uygulanması ile tedavi edilir.
olup bitkilerin deriye temas ettiği sahalara lokalizedir. Bununla bir­ Atopik dermatitte olduğu gibi, iyi bir kontrol için, stafilokok veya
likte özellikle maruziyet kronik, deri kalınlaşmış ve skuamlı ise di­ streptokoklar tarafından oluşturulan sekonder infeksiyonun tedavi­
ğer allerjenleri saptamak çok zordur. Bu bitkilerde duyarlandıncı si esastır. El dermatiti olan hastalar ilaveten dermatofit enfeksiyo­
aktif antijen madde pentadecylcatechol içeren bir oleoresin olan nu için KOH muayenesi ve kültür ile kontrol edilmelidir.
urushioldur. Oleoresin deriye, giysilere, aletlere, ev hayvanlarına
yapışabilir ve kontamine maddeler hatta uzun süreli depolamalar­ N U M M U LER E K Z E M A Nummuler ekzema (NE) sirküler
dan sonra bile dermatite sebep olabilirler. Vezikül sıvısı urushiol veya oval para benzeri lezyonlar ile karakterizedir. Başlangıçta bu
içermez ve buna maruz kişilerde deri erüpsiyonu oluşturma kapasi­ erüpsiyon krut bağlayan ve skuam oluşturan küçük ödematöz pa-
tesinde değildir. püllerden ibarettir. En fazla yerleşim gösterdiği yerler gövde veya
ekstremitelerin ekstensör yüzleri özellikle pretibial bölge ve el sır­
i I EDAYI Eğer AKD’den şüphelenilir ise ve buna sebep olan
tıdır. Daha çok erkeklerde oluşur ve sıklıkla orta yaşlarda görülün
\ *J etken belirlenip, hastadan uzaklaştırılırsa, erüpsiyon gerileye­
NE'mn etyolojisi bilinmez. NE'nın A D ’in bir varyantı olup olmadı­
cektir. AKD sıklıkla kendi doğal durumunda giderken yüksek po-
ğı tartışmalıdır. N E’ın tedavisi dermatitin diğer formlarının tedavi­
tentli florinize topikal glukokortikoidler semptomların giderilmesi
sine benzer.
için yeterlidir. Sistemik tedaviyi gerektiren hastalara 2-3 haftalık
L İK E N S İM P L E K S K RO N İK U S Liken simpleks kronikus
bir süre için sabahlan tek doz olarak ve giderek düşülen dozlarda
(LSK ) prurutik ve ekzematöz bir hastalığın son aşaması şeklinde
verilmesi tercih edilen bir yöntemdir.
ortaya çıkabilir. Bu hastalık kronik kaşıma ve ovalamaya bağlı ola­
Kontakt allerjenin identifikasyonu zor ve zaman alan bir iştir,
rak gelişen, keskin sınırlı, likenifiye plak ya da plaklar veya kalın­
î Alışılmış tedavilere yanıt vermeyen veya olağan olmayan ve belli
laşmış bir deri şeklinde kendisini gösterir. En fazla tutulan bölgeler
bir bölgede dağılım gösteren dermatitli hastaların AKD olabilece­
ense, ayak sırtı veya molleol civarlarıdır. LSK ’un tedavisi en fazla
ğinden şüphelenilmelidir. Bu tip hastalar meslek gereği maruz kal­
uykuda oluşan kronik kaşıntı ve ekskoriasyon siklusunu kumaya
dığı maddeler, uyguladığı topikal ilaçlar ve oral alman ilaçlar yö­
yöneliktir. Yüksek potent topikal glukokortikoidler çoğu olguda
nünden sorgulanmalıdır. En fazla sensitizasyon oluşturan topikal
pnırutisin giderilmesinde yardımcıdır, fakat dirençli olgularda topi­
j preparatlardaki koruyucular, nikel sülfat, potasyum dikromat, okü-
kal glukokortikoidlerin oklüzyon şeklinde uygulanması ve intralez-
î 1 er preparatlardaki thimerosal neomisin sülfat, parfümler, formal-
yoner enjeksiyonu gerekebilir. Hydroxyzine (her altı saatte bir, 10-
1 dehid ve tedavide kullanılan lastik içeren maddelerdir. Bu etkenle-
50 mg) gibi antihistaminikler veya doxepin (yatma zamanı, 10-25
; ri belirlemede yama testi yardımcıdır. Fakat yaygın aktif dermatitli
mg) gibi antihistaminik aktivitesi olan trisiklik antidepresanlar pri­
veya sistemik glukokortikoid alanlarda uygulanmamalıdır.
mer olarak sedatif aktiviteye bağlı olarak, özellikle yatma zamanı,
E L E K Z E M A SI El ekzeması çok fazla görülen kronik bir de­ antiprurutik olarak faydalıdırlar. Onların potent sedatif aktivitesine
ri hastalığıdır. AD gibi diğer deri hastalıklar ile birlikte olabilir. bağlı olarak hastalar, bu medikasyonlan aldıktan sonra araba sürme
Dermatitin diğer formlarına benzer şekilde el ekzemasmın oluşma­ veya ağır cihazlar ile çalışma yapmalarına göre öğütlenmelidir.
sında her iki eksojen ve endojen faktörler rol oynayabilirler. Kro­ A ST E O T İK E K Z E M A Asteotik ekzema (A E) aynı zamanda
nik olarak suya ve deterjana aşırı maruziyet bu hastalığı başlatabi­ kserotik ekzema veya kış kaşıntısı olarak da bilinir, yılın kuru mev­
lir ya da arttırabilir. Değişen miktarlarda eritem ve ödem ile birlik­ simleri esnasında en çok yaşlı insanların alt ekstremitelerinde geli­
te ellerin derisinde kuruluk ve çatlamalar ile kendisini gösterebilir. şen dermatitin hafif inflamatuar bir çeşididir. Alt ekstremitelerin ön
Dermatit sıklıkla su ve irritanlann biriktiği yüzüklerin altından baş­ yüzlerinde eritemli veya eritemsiz ince çatlaklar karakteristik ola­
layacaktır. El dermatitinin bir varyantı olan dizidrotik ekzema tenar rak gelişir. Prurutis değişebilen derecelerde mevcuttur. A E irritan-
S i h İ. i i i koıtımn.ı, ö c ım ı» ! ıclmlıusyonu ve topikal nemlendiricilerin P su fî.'iss.N , H js iiiû t ' jz !jU';k.SiU)inui'. Akuc ve..... 311
•ly'Hiılınıü.i’ıtiiii iyi yuıııı verir.
t tV / IH HM Al İTİ V E STAZ Ü L S E R İ Staz dermatiti, alt SD yaşamın ilk birkaç haftası içersinde belirgin hale gelebilir
kımeirtiHhie, venöz yetmezlik ve kronik ödeme sekonder olarak ve bu durum saçlı deride, yüzde veya kasıklarda oluşur. Nadiren in-
.'»taz demıatitinde erken bulgular, pruritus ile birlikte oluşan fantil dönemden sonraki çocuklarda görülür, fakat adult yaşam sı­
batileriteni ve skuamlaşmadan ibarettir. Tutulumun tipik başlangıç rasında tekrar belirginleşir, Her ne kadar sıklıkla Parkinson hastalı­
yeti sıklıkla genişlemiş ven üzerindeki ayak bileği medial yüzeyi­ ğı, serebrovasküler hastalık geçiren olgularda ve HIV infeksiyonlu
dir (Bkz. Atlas IIA -7). Hastalık ilerlerken kronik dermatitli deri, kişilerde görülür ise de SD ’li hastaların çoğunda SD’in temelinde
eritrosit ekstravozasyonu sonucunda gelişen hemosiderin birikimi­ başka bir hastalık yoktur.
ne bağlı progressif pigmente hale gelir. Dermatitin diğer formların­
da olduğu gibi staz dermatitinde de krutlanma ve eksuda ile akut j$n TEDAVİ Coal tar ve/veya salisilik asid içeren şampuanlar ile
■»bırak iııllamasyon gösterebilir. Kronik staz dermatiti sıklıkla kli­ •— J düşük potentli topikal glukokortikoidler genelde bu hastalığın
nik olarak derinin kahverengimsi ödemi olarak kendisini gösteren aktivasyonunu kontrol için yeterlidir. Yüksek potentli topikal glu-
dermal fibrozis ile birliktedir. Staz dermatiti sıklıkla sekonder in- kokortikoidli solüsyonlar (betamethasone veya fluocinonide) saçlı
IVksiyoıı ve kontakt dermatit ile komplike olur. Ciddi staz dermati- deri tutulumunu kontrolde etkilidir. Florinize topikal glukokortiko­
li staz ülserlerinin gelişmesinde öncül olabilir. idler sıklıkla rebaund şeklinde hastalığın daha da artması ve stero­
id bağlı rozasea veya deri atrofisine yol açtığından yüz bölgesinde
a l T E D A V İ İrritanlardan sakınma nemlendiricilerin ve/veya orta kullanılmamalıdır.
! ' ! polent topikal glukokortikoidlerin kullanımı staz dermatiti için
tedavinin ana hatlarını oluşturur. Bacak ülserlerini önlemek açısın­ PAPÜLOSKUAMÖZ BOZUKLUKLAR (Tablo 56-2)
dan kronik ödemin kontrolü önemlidir. Hastalar oturduklarında et­
kilenmiş ekstremiteyi yükseltmeleri için yönlendirilmelidir. Hiç ol­ PSORIASIS Psoriasis, dünya nüfusunun % 1-2’sinden fazlasını et­
mazsa 30-40 mmHg civarında bir basınç sağlayan kompresyon ço­ kileyen, en yaygın dermatolojik hastalıklardan biridir, Klinik ola­
raplarının giyilmesi ödemi kontrol açısından en etkili yöntemdir ve rak üzeri gümüşi mika benzeri skuamla kaplı eritendi, düzgün sı­
kronik ödemi önlemek için antiembolizan çoraplardan daha etkili­ nırlı papüller ve yuvarlak plaklar ile karekterize, kronik inflamatu-
dir. ar bir deri bozukluğudur. Psoriasisin deri lezyonlarında kaşıntı de­
Staz ülserlerinin tedavi edilmesi zordur ve bu lezyonların geri­ ğişkendir. Travmatize bölgelerde sıklıkla psoriasisin deri lezyonla-
lemesi eıı iyi durumlarda bile yavaştır. Etkilenmiş ekstremitenin rı gelişir (Köbner veya izomorfik fenomen). Ek olarak, stres, infek-
ıııilıııkilıı olduğu kadar yükseltilmesi son derece önemlidir. Ülser, siyonlar ve ilaçlan (lithium, beta bloker, antimalaryaller) içeren di­
tıckıotik materyalin ince debridmanı ile temiz tutulmalı ve basınç ğer ekstemal faktörlerde psoriasisi alevlendirebilir,
altımla yarı geçirgen bir sargı ile kapatılmalıdır. Ülserlere iyileşme­ Psoriasisin en yaygın çeşidi plak tipi olarak adlandırılır. P la k ti­
yi önlediklerinden dolayı glukokordikoidler uygulanmamalıdır. Se- p i psoriasisi olan hastalar uzun zaman süresinde değişmeden kalan,
koııder olarak enfekte lezyonlar uygun oral antibiyotikler ile teda­ yavaşça büyüyen stabil plaklara sahiptir. Plak tipi psoriasisin en sık
vi edilmelidir, fakat uıııılıılmamalıdır ki tiim ülserler bakteriler ile görüldüğü alanlar, dirsek, diz, gluteal kıvrım ve saçlı deridir. Tutu­
koloıü/ 6 olacaktır ve antibiyotik tedavisinin amacı tüm bu bakteri­ lum simetrik olma eğlimindedir. In v e rs p s o r i a s i s aksilla, kasık, me­
ye! yoğalmayı önlemek olmamalıdır. Razı ülserlerin iyileşmesi ay­ me altı, göbeği içeren intertiriginöz bölgeleri etkiler aynı zamanda
lat t bulabilir veyıı deri grrfllemeşini gerektirebilir. skalp, avuç içleri ve ayak tabanını etkileme eğilimindedir. Lezyon-
ların herbiri düzgün sınırlı plaklar şeklindedir (Bkz. Atlas IIA -3)
■M tO H llK D E R M A T İT Selmreik dermatit f.SO) çok sık g«- fakat onların lokalizasyonuna bağlı nemli olabilir. Plak tipi psori­
ıülen Itrimdi utyirll, ü/tsrt y«İU ikuaıtılîtr ile kaplı eıilemaiöz. yama asis genellikle yavaş seyir gösterir ve nadiren spontan olarak geri­
vu M plaklar »I# kataktett/e bir hastalıkiır, fin farla gözlenen yer- ler,
a'fiftl yeri t übli kepekli olarak l.mımlıtiı saçlı deridir. Yüz bölgesin­ E r ü p tıf p s o r i a s i s (gııttııt psoriasis) en sık genç adultler ve ço­
de, .SI), kaşları, göz kapaklarını, glabdlayt, ııa/ol.ıhial kıvrımı ve­ cuklarda görülür, Kronik plak tipi psoriasisi olan ya da psoriasisi
ya kulağı etkiler (l$k/„ Atlas IIA- 6 ), Ek,sternal kulak içerisindeki olmayan bireylerde ani olarak gelişir. Hastalarda /Themolytic
skııamlaşıııa sıklıkla yanlış olarak kronik lüııgal enfeksiyon (olo- streptococci ile üst solunum yolu enfeksiyonundan sonra eritemli
ınikoz) tanısı alır ve postanıicıılar dermatitis çoğunlukla masere ve skuamlı çok sayıda ufak papüller gelişir. Ayırıcı tanı, pitriazis rozea
hassas hale gelir, SD ilaveten göğsün orta kesimi, aksilla, kasık, ka­ ve sekonder sifilizi içerir. Psoriasisli hastalarda aynı zamanda püs­
dınlarda nıeıne altı ve glntcal kıvrımlarda gelişebilir. Nadiren, yay­ lüler lczyonlarda gelişebilir. Bunlar avuç içi ve ayak tabanına loka-
gın generalize dermatite sebep olabilir. SD’li hastaların çoğu kaşın­ lize veya jeneralize olabilir ve ateş, halsizlik, diare ve atralji ile iliş­
tı ve yanma gibi şikayetleri ile semptomatiktir. kilidir.

! ı!)lo 5 6 - 2 P ııp u loskıiam ü/ B ozu k lu k lar

Klinik Özellikler Diğer Önemli Özellikler Histolojik Bulgular

Psoriasis Mika benzeri skuamlı, keskin sınırlı, eritemli plaklar; Bazı infeksiyonlarla agreve olabilir; Akantozis, damarsal prolifarasyon
aşlıca dirsekler, dizler ve skalp; atipik formları intert- şiddetli formları HIV ile ilişkili
riginöz alanlara lokalize olabilir; erüptif formlar infeksi- görülür
yonla (Reiter’s sendromu) ilişkili olabilir
Liken planus Şiddetli pruritus ile mor poligonal papül; özellikle müköz Bazı ilaçlar indükleyebilir: interface dermatit
membran lezyonlan ile ilişkili, beyaz desenli işaret Antimalaryal ilaçlar
Pitriazis rozea Döküntü öncesi Madalyon plak; trailing skuamlı ovalden Değişken pruritus; 2-8 hafta içerisinde Sıklıkla non spesifik patolojik
yuvarlağa değişen plaklar; en sık gövde etkilenir ve erüp- kendini sınırlar; sekonder sifiliz ile görünümler sekonder sifiliz ile
siyon çizgileri deri çizgileri üzerinde köknar ağacı ben- karışır karışır
zeri görünümdedir
Dermatofitozis Hasta cevabına, vücut bölgesine, dermatofite bağlı poli- KOH preparasyonla dallanmış hifa Hifa ve stratum komeum da
morfik görünüm; inflamasyonlu ya da inflamasyönsüz görülür; kültür nötrofiller
kötü sınırlı skuamlı plaklar
t
312 •I Hastalıkların Ana Bulgulan ve iiucctırn Şekilleri | olduğundan daha az agresif metodlara cevap vermeyen yaygın has­
talığı olan hastalara kullanımı ile sınırlanmıştır. Sentetik retinoid
Psoriasisli hastaların yaklaşık yansında subungual hiperkera- asitretin, şiddetli psoriasisli hastalarda etkili olduğu gösterilmiştir
toz, tırnak kalınlaşması, noktasal pittingleşme gösteren el tırnak tu- fakat potansiyel teratojen olduğundan doğurganlık döneminde ka­
tulumuna sahiptir. Psoriasisli hastalann yaklaşık % 5-10’unda eklem dınlarda kullanımı sınırlıdır. Psöriasisin T hücre araeılıklı bozuk­
şikayetleri ile birliktelik vardır ve bunlar el tırnak tutulumu olan luktaki gibi kanıtı olması psoriasis tedavisi ile ilgili yeni bakış açı­
hastalarda sıktır. Bazen klasik romatoid artrit ile birliktelik olabildi^ lan oluşturmuştur. Hastalığın tahmin edilen mekanizmasına daya­
ği halde (Konu 312) psoriasis ile ilişkili eklem hastalıklan üç tiptir: narak kullanılan immünomodülatör cyclosporine tedavisi hayati
(1) Kalça kemiği, diz, ayak bileği, el bileğinin daha az tutulduğu ve tehdit eden hastalık, sakatlık, şiddetli seçilmiş hastalarda yüksek
sıklıkla distal ve proksimal interfalangial eklemlerin tutulduğu en oranda etkili olabileceği kanıtlanmıştır.
yaygın tip olan asimetrik inflamatuar artrit; ( 2 ) seronegatif romato­
id artrit benzeri hastalık; bu hastalann önemli bir bölümünde şid­ L İK E N PLANUS Liken planus (LP) primer lezyonlan kaşıntı­
detli destrüktif artrit gelişir; yada (3) hastalık medulla spinaliSe sı­ lı, poligonal, üzeri düzgün, violase papüller olan bir papülosku-
nırlıdır (psoriatik spondilit). amöz bozukluktur. Bu papüllerin yakından incelemesinde sıklıkla
Psöriasisin etyolojisi hala tam olarak anlaşılamamıştır. Psori- giri çizgilerden oluşan bir ağ ortaya çıkar (Wickham çizgileri). De­
asisde genetik komponent belirgindir. Psoriasisli hastaların ri lezyonlan herhangi bir yerde oluşabilir fakat el bilekleri, diz, sır­
% 50’sinden fazlasında aile hikayesi mevcuttur ve monozigotik ikiz­ tın alt kısınılan ve genitalya (Bkz. A tlas IIA -9) önceliğe sahip yer­
lerde yapılan çalışmalarda % 65-72 birliktelik rapor edilmiştir. Pso­ lerdir. Skalp tutulumu saç kaybına yol açabilir. LP yaygın olarak
riasis HLA-Cw 6 ve daha az boyutta HLA-DR7’ye bağlanmıştır. beyaz ağ şeklinde erüpsiyon görülen özellikle yanak mukozası gibi
Psöriasisin patofizyolojisinde T hücrelerinin indükleyici rolü gittik­ müköz memranlan tutar. Etyolojisi bilinmez fakat kronik graft-ver-
çe açıklık kazanmaktadır. İL-2 gibi sitokinlerle immün fonksiyonun sus-host hastalığının deri lezyonlan olan hastalarda ve fenotiyazin,
stimülasyonu mevcut psöriasisin belirgin kötüleşmesiyle ilişkilen- penisilamin, antimalaryaller, altın, diüretik içeren pek çok sayıda
dirilmiştir ve kemik iliği transplantasyonu hastalığın temizlenme­ ilaç yerildikten sonra klinik olarak LP’a benzeyen kutanöz erüpsi-
siyle sonuçlanmıştır. Psoriasis lezyonlan epidermiste baskın olarak yonlar görülmüştür. Ek olarak, anormal karaciğer fonksiyonu ile
CD 8 + hücreler ve aktive hafıza T hücrelerinin deriyi infiltrasyonu ilişkili L P viral hepatit, özelliklede hepatit C enfeksiyonu ile kore­
ile karekterizedir. Şiddetli psöriasisin tedavisi için T hücre fonksi­ lasyon göstermiştir. LP’un seyri değişkendir fakat çoğu hastalar
yonunu inhibe eden ajanlar sıklıkla etkilidir. Herhalde, aktive T hastalığın başlangıcından sonra 6 ay ile 2 yıl içinde spontan remis-
hücrelerinden keratinosit proliferasyonunu stimüle eden sitokinler yon gösterir. Topikal glukokortikoidler tedavinin başlıca dayanağı­
salınır. dır.
P İT R İA Z İS R O Z E A Pitriazis rozea (PR) yaygın olarak ilkba­

3 TEDAVİ Psöriasisin tedavisi hastalığın tipi, boyutu ve lokali- har ve sonbaharda oluşan etyolojisi bilinmeyen bir papüloskuamöz
zasyonuna bağlıdır. Tüm hastalara derilerinin irritasyonundan erüpsiyondur. İlk bulgusu 2 ile 6 cm gelişen annüler lezyondur (He­
ya da kurumasından kaçınmaları gerektiği öğretilmelidir ve yeterli rald patch). Bunu takiben birkaç gün ile birkaç haftada gövdede
deri hidrasyonunu korumaları gerekmektedir. Lokalize plak tipi pek çok küçük annüler ya da papüler lezyonlar ortaya çıkar, Lez-
psoriasisli hastalann çoğu uzun dönem kullanıldığında etkinlik yonlar genellikle deri çizgilerine parelel uzun eksen boyunca oval
kaybının eşlik ettiği orta potent topikal glukokortikoidler ile yöne­ lezyonlardır. Bireysel lezyonlar kırmızı ile kahverengi renk arasın­
tilmelidir (taşifîlaksi). Saf coal tar (baz merhem içinde % l-5 ) eskir da değişir ve yakacık tarzı skuama sahiptir. PR sekonder sifilizin
dir fakat UV ışın tedavisi ile birlikte yararlı bir yöntemdir. Topikal erüpsiyonu ile bazı klinik özellikleri paylaşır fakat el ve ayak taba­
D vitamin analoglan (calcipitriol) psoriasis tedavisinde etkilidir. nı lezyonlan PR’de nadir ve sekonder sifılizde yaygındır. Erüpsiyon
UV ışın yaygın psoriasisli hastalar için etkili bir yöntemdir. ılımlı kaşıntılı olma eğilimindedir ve 3 haftadan 8 haftaya kadar sü­
UVB (UV-B) tek başına etkilidir ya da coal tar (Goeckerman reji­ rer. Tedavi kaşıntının hafifletilmesi için orta potent topikal gluko­
mi) ya da antralin (İngram rejimi) ile kombine edilebilir. Doğal gü­ kortikoidler, oral antihistaminler ve genellikle bazı hastalarda UV-
neş ışığı ya da yapay ışık kaynağı kullanılabilir. Oral ya da topikal B fototerapi kullanımı içerir (Bkz. A tlas IIA -13).
psoralen ile ultraviyole A (UV-A) kombinasyonu (PUVA) psoriasi-
sin tedavisinde yüksek oranda etkilidir, fakat uzun süre kullanım
derinin melanom ve skuamöz hücreli karsinom insidansında artışla KUTANÖZ İNFEKSİYONLARfftbio 56-3)
ilişkilidir.
Diğer çeşitli ajanlar yaygın psoriatik hastalık için kullanılabilir. İM PET İG O V E E K T İM A impetigo A gurubu beta hemolitik
Methotrexate özellikle psoriatik artritle ilişkili olan hastalarda etki­ Streptococcus (Konu 140) ya da S . A u reu su n (Konu 139) neden ol­
li bir ajandır. Uzun dönem kullanımı karaciğer toksisitesine neden duğu yaygın yüzeyel bakteriyel infeksiyondur. Primer lezyonu san-

fablo 56-2 Papüloskuamöz Bozukluklar

Klinik Özellikler Etyolojik Ajan Tedavi

Impetigo Bal rengi krutulu papüller, plaklar veya büller A grubu Streptococcus ve Sistemik veya topikal ani
Staphylococcus aureus stafllakokkal antibiyotikler
Dermatofıtoz İnflamatuar ya da noninflamatuar annüler krutlu Trichophyton, Epidermophyton, Topikal azoller, sistemik griseo
plaklar, saç kaybı olabilir; skrotum dışındaki ka­ Microsporum sp. fulvin veya azoller
sık tutulumu; KOH preparatlannda hifa
Kandidiazis Sıklıkla intertriginöz bölgelerde, satellit püstüllü Candida albikans ve diğer kan- Topikal nistatin veya azoller; di­
inflamatuar papüller ve plaklar; skrotum tutulumu dida türleri rençli hastalık için sistemik
olabilir; KOH preparasyonda pseudohifa azoller
Tinea versikolor Gövdede hiperpigmente veya hipopigmente skuamlı KOH preparatlannda dallanan hifa Topikal selenium sülfıt losyonu
yamalar; KOH preparasyonda hifa ve sporların ka­ gösterilebilir; kültür yardımcıdır veya azoller
rakteristik karışımı ("spagetti ve et topu”)
I .ıhvun'iıgi bal renkli krutla karekterize ve rüptiire olan yüzeyel 56 Ekzema. Psoriasis. Kuramız Infeksiyonlar. Akne ve 313
Iiiisuıllmlir lltkz. Atlas IID-38). Stafilakokların neden olduğu lez-
yoıılar yergin ve berrak bililerdir ve bu hastalığın daha az yaygın kapitis skar ve saç kaybı ile sonuçlanır ve sistemik ya da topikal
olan formu büllöz impetigo olarak adlandırılır. Lezyonlar normal glukokortikoidler devamını önlemede yararlı olabilir. Yeni çalışma­
ileride ya da başka deri hastalığından etkilenen alanlarda da oluşa­ lar, çocuklarda hem itrakonazole (3-5 mg/kg, 6-10 hafta) hem ter-
bilir. Ektima genellikle alt ekstremitelerde oluşan impetigonun bir binafîne'in (125 mg/gün 6 hafta) tinea kapitis tedavisinde etkili ola­
varyantıdır ve punched-out ülseratif lezyonlara neden olur. Hem bileceğini ileri sürmektedir.
ektiına hem impetigo tedavisi kabukların nazikçe debride edilmesi­ Yakın zamanlara kadar, griseofulvin tırnakların dermatofit in­
ni gerektirir. Çünkü uygun oral antibiyotiklerle birlikte topikal an­ feksiyonu tedavisi için tavsiye ediliyordu. Bununla birlikte uzun te­
tibiyotiklerin ve ıslak pansumanın uygulanmasını kolaylaştım. davi sürecine karşın iyileşme oranları azdır. İtrakonazole (2 0 0

E R İZ İP E L V E S E L L Ü L İT Bak Konu 128 mg/gün 3 ay) sürekli günlük tedavi ya da yükleme şeklinde (ardı­
D ERM A TO FİTO ZİS Dermatofitler tırnak, saç ve deriyi en- şık 3 ay boyunca ayda bir hafta günde 2 kez 200 mg) verilmesi gü­
lekte eden mantarlardır ve T rich op h y to n , M ic r o s p o r u m ve E p id e r - venli ve etkili tedavi olarak görülmektedir. Itrakonazol diğer ilaçlar
m op h y ton genuslarının üyelerini içerir. Ayak infeksiyonu (Tinea için gerekli olan P450 enzim sistemini etkilemektedir. Benzer şe­
pedis) çok yaygındır ve sıklıkla kroniktir; değişken eritem, ödem, kilde, terbinafine (250 mg 3 ay) benzer iyileşme oranları göstermiş­
sktıam, kaşıntı ve vezikülasyonla karekterizedir. Tutulum yaygın ve tir. Tinea korporis, tinea kruris ve komplikasyonsuz tinea pediste
lokalize olabilir fakat dört ve beşinci parmak arasını örümcek ağı yeni antifungal ilaçların dozları ve etkinliği ile ilgili sadece sınırlı
şeklinde etkiler. Tırnakların infeksiyonu (Tinea unguinum) çoğu ti­ veriler mevcuttur.
nea pedisli hastada oluşur ve beyazlaşmış kalınlaşmış tırnaklar ve
subungual çökme ile karekterizedir. Kasık en çok tutulan diğer bir T İN E A V ER SİK O L O R Tinea versikolor normal deride non-

abındır (Tinea kruris), erkekler kadınlardan daha çok etkilenir. Bu dermatofit dimorfik mantarların neden olduğu bir hastalıktır. P itri-
y o s p o r u m o rb icu la re'n in maya formu genellikle hastalığa neden ol­
skrotum etrafında eritemli skuamlı erüpsiyon şeklindedir. Tedavi
edilmemiş tinea pedis ya da tinea krurisin KOH preparatlan hazır­ maz (bazı bireylerde folikülit dışında). Bununla birlikte, bazı kişi­

landıktan sonra mikroskopik muayenesi genellikle hifa gösterebilir. lerde bu hifal forma döner ve karakteristik lezyonlara neden olur.

Skalpin dermatofit enfeksiyonu şehir içi çocuklarda epidemik İnfeksiyon ısı artışı ve nemle desteklenir. Tipik lezyonlar göğüste,

oranlarda görülmektedir. Baskın olan organizma T. ton su ran s' tır. omuzlarda, sulta yoğunlaşmış skuamlı makûller, papüller ve yama­

Bu organizma, saç kaybı ve hafif skuamlı iyi sınırlı ya da düzensiz lardır fakat nadiren sadece yüzde veya distal ekstremitelerde görü­

drffüz alanlara neden olan nonirtflamatuar enfeksiyon veya infla- lebilir. Koyu renkli deride sıklıkla hipopigmente, açık renkli deride

ıııatuar enfeksiyon üretebilir. Tinea korporis ya da saç yatağı olma­ hiperpigmente alanlar görülür. Bazı koyuca pigmente bireylerde

yan derinin infeksiyonu, ilişkili inflamatuar reaksiyona bağlı, deği­ skuamlı yamalar görülebilir. Skuamlı lezyonlardan hazırlanan

şik görünümlerde olabilir (Bkz. A tlasIlD -51). Halkalı solucan ben­ KOH preperatları kısa hifa ve yuvarlak sporlar gösterir (spagetti ve

zeri tipik annuler görünüm ya da inflamatuar nodüller (skalpte k e - et topları). Bir hafta süresince günlük ve daha sonra aralıklı olarak

rio n olarak bilinir) ya da granuloma olabilir.İnflamatuar tinea kor­ selenyum sülfid, salicylic asit ya da sülfür içeren solüsyonlar kul­

poris veya tinea kapitisli hastaların saç ve skuamlarımn KOH mu­ lanılırsa infeksiyon temizlenecektir. Tek doz 400 mg ketaconazole
tedavide etkilidir.
ayenesi hifa ortaya çıkarmaz ve tanı için kültür veya biyopsi gere­
kebilir. KANDİDİYAZİS Kandidiyazis deriye lokalize ya da nadiren
sistemik ve hayatı tehdit eden bulgular yaratan mayalarla ilişkili

TEDAVİ Hem topikal hem de sistemik tedaviler dermatofit in- grupların neden olduğu bir fungal infeksiyondur. C. albicans genel­
likle neden olan organizmadır fakat C. tropicalis, C. parapsilosis,
1 feksiyonu tedavisinde kullanılabilir. Tedavi infeksiyonun tipi
C. krusei de neden olabilir, Bu organizmalar gastrointestinal siste­
ve tutulan bölgelere bağlıdır. Topikal tedavi sınırlı tinea pedis, tinea
min normal saprofit organizmalarıdır fakat (geniş spektrum antibi­
kruris ve komplikasyonsuz tinea korporis için genellikle etkilidir.
yotiklerle tedaviye bağlı) kutanöz bölgelerde aşırı ürerler ve hasta­
Tinea kapitis ya da tinea unguium için monoterapi etkili değildir.
lığa neden olurlar. Diğer predispoze faktörler diabetes mellitus,
Topikal imidazoller (miconazole, ketaconazole, econazole, clotri­
kronik intertrigo, oral kontraseptif kullanımı ve selüler immün ye­
mazole, oxiconazole ve suleonazole), triazoller (tereonazole) ve al-
tersizliği içerir. Kandidiyazis HIV ile infekte bireylerde çok yaygın
lilaminler (terbinafine ve naftifîne) dermatofit infeksiyonları için
bir infeksiyondur (Konu 309). Oral kavite yaygın olarak tutulur.
etkili topikal tedaviler olabilir. Haloprogin, undecyclic asit, ciclopi-
Lezyonlar dil ve bukkal mukozada oluşur ve beyaz plaklar şeklin­
ıox-olamine ve tolnaftate etkilidir fakat nystatin dermatofitlere kar­
de görülür (Bkz. A tlasIID-43). Kazıntıların mikroskopik muayene­
şı aktif değildir. Tedaviye klinik muayene ve kültürde infeksiyon
si hem pseudohifa hem de maya formlarını gösterir. Ağız kenarın­
çıkmayıncaya kadar devam edilmelidir. Tinea pedis sıklıkla uzun
da fissürleşmiş, masere lezyonlar (perleş) uygun olmayan takma
süre tedavi gerektirir ve yüksek nüks oranı ile ilişkilidir.
dişli bireylerde sıklıkla görülür ve kandidal infeksiyonla ilişkili
Griseofulvin dermatofit infeksiyonları için gereken sistemik te­
olabilir. Ek olarak, kandidal infeksiyonlann intertriginöz alanlara
davide seçilen bir ilaçtır. Yağlı yemekle verilen günlük 350 mg çok
ve tırnak çevresinde oluşan (onikoliz ve paronişi) nemli ve mase­
küçük partiküllü griseofulvin ya da küçük 500 mg çoğu dermato-
re alanlara affinitesi vardır. İntertriginöz lezyonlar karakteristik
lit infeksiyonları için yeterli dozdur. Tedavi süresi komplikasyon-
olarak ödemli, eritemli ve skuamlı dağınık satellit püstüllerdir. Er­
suz tinea korporis için 2 haftadan az olabilir fakat tırnak infeksi-
keklerde uyluk iç kısmı, skrotum kenarı ve penis tutulumu sıktır.
yonkırı için 6-12 aya kadar uzayabilir. Griseofulvinin en yaygın
Dermatofit enfeksiyonlarının aksine kandidal enfeksiyonlar sıklık­
jaıı etkileri gastrointestinal distress ve baş ağrısıdır. Saç yatağının
la şiddetli enflamatuvar cevaba eşlik ederler. Kandidal enfeksiyo­
dermatofit infeksiyonu (örneğin tinea kapitis) sistemik antifungal
nun tanısı temelde klinik paterndir ve kültür ya da KOH preparas-
icdavi gerektirir. Griseofulvinin alışılmış erişkin dozu, günlük 1 g
yonda mayanın gösterilmesidir.
küçük partiküllü ya da 0.5 g çok küçük partikül verilir ve tedavi 6

de 8 haftaya kadar devam eder. Çocuklar yağlı yemeklerle verilen TEDAVİ Rutin tedavi sistemik antibiyotik veya kronik nemli-
günlük tok doz 15-20 mg/kg ile tedavi edilir. Sistemik tedaviye ek lik gibi predispoze faktörlerin ortadan kaldırılması ve sistemik
olarak topikal antifungal ajanların kullanımı yararlı olabilir fakat veya topikal antifungal kullanımını içerir. Etkili topikal ajanlar
topikal iı-davi tek başına yeterli değildir. Şiddetli inflamatuar tinea nystatin veya topikal azolleri (miconazole, clotrimazole, econazole
314 lokal anestezi gerektirirler. Bütün bu tedavi yöntemlerinde viral ge-
nomik materyal klinik lezyonlara komşu normal görünen deride de
veya ketoconazole) içerir. Bu ajanlar genellikle immünsüprese ol­ mevcut olduğundan verrukaların rekürrensi yaygın görülür.
mayan hastalarda, kılsız deri veya müköz memranda etkilidir. Kıl­ Verrukaların tedavisi, normal bireylerde verrukaların 1-2 yıl
sız deride sıklıkla kandidal enfeksiyona karşı oluşan inflamatuvar içerisinde düzeldiğinin gözlenmesiyle, azalmıştır. Aynı zamanda
cevap hafif glukokortikoidler (% 2.5 hydrocortisone) ile tedavi edil­ verrukaların sadece küçük bir bölümü neoplazi ile ilişkilidir ve
melidir. Sistemik tedavi, topikal tedaviyi tolere edemeyen veya ye­ bunların hemen hemen çoğu perianal veya deriye lokalizedir.
tersiz cevap alınan, rekürren veya kronik kişiler veya immünsüpre­
se hastalarda sınırlandırılmalıdır. Vulvavaginal kandidiazis tek doz H E R P E S S İM P L E K S —> B k z . K o n u 182
fluconazole (150 mg) cevap verebilir. Kronik rekürren vaginal kan- H E R P E S Z O S T E R -» B k z . K o n u 183
didiyazis, ayda bir hafta oral fluconazole (150-200 mg) topikal te­
davi ile birlikte tedavi edilmelidir. AKNE
V E R R U K A L A R Verrukalar papilloma viruslann sebep oldu­ A K N E V U LG A RİS Akne vulgaris başlıca adolesan ve genç adült-
ğu kutanöz neoplazmlardır. Elli farklı human papilloma virus lerin kendini sınırlayan bir bozukluğudur, buna rağmen % 1 0 - 2 Q
(HPV) tanımlandı ve bu sayı artış göstermeye devam edecektir. Ti­ adült bu hastalığın bazı formları ile yaşamaya devam eder. Adole-
pik verruka vulgaris lezyonlan sapsız, kubbe biçiminde, genellikle sanlarda hastalığın ortaya çıkması için zemin hazırlayıcı faktör pu-
yaklaşık bir santimetre çapındadır ve deriden kabarık dır ve yüzey­ berte sonrası sebase glandlar tarafından salman sebumda artıştır.
leri ufak ipliksi çıkıntılardan oluşturur. Tipik verruka vulgarise se­ Kıl folikülünde k o m e d o n olarak adlandırılan küçük kistler, sebum
bep olan HPV’ler aynı zamanda verruka plantaris, verruca plana ve ve keratinöz materyalin artması ile foliküler orifısin tıkanmasına
intertriginöz sahalardaki filiform verrukalara neden olur. Plantar bağlı oluşur. Komedonların içindeki bakteri (P r o p r io n o b a c te r iu m
verrukalar endofotiktir ve kalın bir keratin tabakası ile kaplıdır. a c n e s ) ve lipofılik mayaların (P ity r o s p o ru m o r b ic u la r e ) aktivitesi,
Verrukanm üst kısmı kaldırılırsa sıklıkla santral keratinize debrile- sebumdan serbest yağ asitlerinin açığa çıkmasına sebep olur, kist
rin bulunduğu bir kor ve noktasal kanama odakları görülür. Fili­ içinde inflamasyona yol açar ve kist duvarının rüptürü ile sonuçla­
form verrukalar en fazla yüz, boyun ve deri kıvrımlarında gözlenir­ nır. Kistten yağlı ve keratinöz artıkların dışarı çıkması sonucu inf-
ler ve dar bir taban üzerinde yükselen papillomatöz lezyonlar ola­ lamatuar yabancı cisim reaksiyonu gelişir.
rak kendilerini gösterirler. Verruka planalar hafifçe deriden kabarık Akne vulgarism klinik göstergesi kapalı (beyaz uçlu) ya da açık
olup kadifemsi, nonverrüköz bir yüzeye sahiptirler. Verruka plana­ (siyah uçlu) olabilen komedondur. Kapalı komedonlar deri gerildi­
lar yüz, kol ve bacaklara yerleşme eğilimindedirler ve sıklıkla er­ ğinde belirgin olan yaklaşık 1 - 2 mm'lik beyaz papüller olarak gö­
keklerde sakal traşı ile yayılma eğilimi gösterirler, rünür. Bunlar akne vulgarism inflamatuar lezyonlarının öncüsüdür.
Multipl HPV tipleri genital traktus lezyonlan ile birliktedir. Kapalı komedonların içerikleri kolayca dışarı atılamaz, Nadiren
Onlar genelde ufak papillomatöz oluşumlar şeklinde başlar iri, ver- inflamatuar akne lezyonlarıyla sonuçlanan açık komedonlar büyük
rüköz lezyonlar şekline gelebilir, büyüyebilirler. Kadınlarda labi- genişlemiş foliküler orifise sahiptir ve kolaylıkla dışarı atılabilen
alar, perineum veya perianal deri bölgelerinden birisini tutabilirler, oksitize, koyulaşmış yağlı artıklar ile doludur. Komedonlar genel­
Servikal epitelyum gibi ek olarak vagina, uretra ve anüsün muko- likle papül, püstül veya nodüler inflamatuar akne lezyonlan ile bir­
zal yüzeyleri de tutulabilir. Erkeklerde lezyonlar sıklıkla başlangıç­ liktedir.
ta korona! sulkuslarda oluşur, fakat penis şaftı, skrotum, perianal Erken adolesan dönemde görülen en erken lezyonlar genellikle
deri veya üretrada da görülebilirler. alında orta derece inflame ya da noninflamatuar komedonlardır.
Geçmiş dekat içerisinde HPV’lerin serviks uteri ve ekstemal Sonradan çoğu inflamatuar lezyonlar yanak, çene ve burunda geli­
genital neoplazilerin gelişmesinde rol oynadığına dair pek çok ka­ şir (Bkz. Atlas IIA -1). Aknenin en çok lokalizasyonu yüzdür fakat
nıt birikmiştir (Konu 97). En fazla suçlanan tipler HPV tip 16 ve 18 göğüs ve sırt tutulumu nadir değildir. Hastalığın çoğu hafiftir ve
oldu, son kanıtlar aynı zamanda diğer tipleri de etyolojiye dahil et­ skara yol açmaz. Bununla birlikte hastaların küçük bir kısmında
mektedir. Lezyonlar başlangıçta ufak, düz, kadifemsi, hiperpig- drene olabilen ve skarla sonuçlanan geniş inflamatuar kistler ve no-
mente genital veya perianal deride oluşan papüller olarak görülür. • düller gelişir.
Etkilenmiş deri bölgesinden alınan biyopsilerin histolojik muaye­ Eksojen ve endojen faktörler akne vulgarism ortaya çıkışını de­
nesi tipik verruka ve/veya intraepidermal karsinoma (Bowen hasta­ ğiştirebilir. Ovalama ve travma varolan mikrokomedonlan rüptüre
lığı) özelliklerini ortaya çıkarabilir. HPV enfeksiyonları ile birlikte edebilir ve inflamatuar akne lezyonlarını ortaya çıkarır. Bu sıklıkla
olan skuamöz hücreli karsinomalar ekstragenital deride de gözlen-1 baş bandı ve atletik helmetlerin çene kayışı ile gelişir. Kozmetikler­
di (Konu 8 6 ). Bu durum daha çok organ transplantasyonundan som deki komedojenik topikal maddelerin uygulanması veya saç ürün­
raki immünsüpresse hastalarda görülür, leri, komedojenik olan bazı endüstri maddelerine kronik topikal
maruziyet akneyi ortaya çıkarabilir veya arttırabilirler. Glukokorti-
,yj TEDAVİ- Vemıkaları tedavi etmek için birçok yöntem vardır,
koidlerin topikal uygulanması ya da yüksek dozlarda sistemik ve­
J fakat tek bir yöntem her zaman etkili değildir. Tedavi seçimini
rilmesi akneyi ortaya çıkarabilir. Lithium, isoniazid, halojenler,
etkileyen faktörler verrukanm lokalizasyonu, hastalığın yaygınlık
phenytoin ve phenobarbital gibi diğer sistemik tedaviler akneiform
derecesi, hastanın yaşı ve immünolojik durumu ve tedavi için hasta­
erüpsiyonlar oluşturabilir ya da varolan akneyi arttırabilir.
nın isteğidir. Belki de herhangi bir lokalizasyondaki lezyonu tedavi
etmek için en faydalı ve uygun yöntem likit nitrojen ile kriyoterapi- j - ] fî-JiAVİ Akne vulgaris tedavisi, foliküler keratinizasyonun
dir. Etki yönünde eş değer, fakat daha fazla hasta uyumu gerektiren j ' normale döndürülmesi ile komedonların ortadan kaldırılması,
keratolitik olarak kullanılan salicylic asit flasterlerinin veya lactic j inflamasyonun azaltılması, lipofılik bakteri ve maya populasyonu-
asit ve salicylic asit kombinasyonlarının kullanımıdır. Genital verm- j nun azaltılması, sebase gland aktivitesinin azaltılmasıdır. Akne vul­
kalar için podophylin solüsyonlarının topikal uygulanması orta de- j garis lokal ya da sistemik ilaçlarla tedavi edilebilir. Minimal ile or­
recede etkilidir. Fakat bazı kişilerde belirgin lokal reaksiyonları yol j ta dereceli hafif inflamatuar hastalık tek başına topikal tedaviye ye­
açabilir. Hekim tarafından yönlendirilmiş hastanın pürifiye podofi- i terli cevabı verebilir. Tedavide yüzey lipidlerinin temizlenmesinin
linin dilüe preparasyonlan kendi uygulaması mukoza] verrukaların j önemli bir rol oynadığına dair çok fazla kanıt yoktur. Kuvvetli ova­
tedavisini hızlandırmaya yol açar. Potent lokal sitokin salıverilmesi- i lamak komedonların mekanik rüptürüne bağlı akneyi arttırabilir.
ne yol açan bir ilaç olan topikal imiquimod, genital vemıkalarda ! Retinoic asit, Benzoyl peroxide ya da salycylic asit gibi topikal
kullanım için onay aldı. Tedavide kullanılan diğer topikal ajanlar - ajanlar epidermal deskuamasyonda değişme, komedon oluşumunu
trichloracetic asit veya cantharidindir. Aynı zamanda elektrodesikas- önleme ve önceden mevcut olan kistlerin gerilemesine yardımcı
yon ve küretaj veya COj laser eksizyonu etkili tedavilerdir. Fakat olur. Benzoyl peroxide, azelaic asit, topikal erythromycin (çinkolu
veya çinkosu/.), clindamycin ya da tetracycline gibi topikal anti- 315
hakleriycl ajanlarda tedaviye yardımcı olarak faydalıdır.
Belirgin inllamaluar komponenti olan orta ya da ciddi derece-
| dc aknesi olan hastalar sistemik tedavinin eklenmesinden yararla- Jea n L . B olog n ia, Irw in M. B raverm an
; nacaklardır. Günde 250-1000m g dozda oral tetracycline'ler veya
= erythromycin lipofilik organizmaların bazıları ile birlikte foliküler
İÇ HASTALIKLARIN DERI
: kolonizasyonu azaltacaklardır. Bu antibiyotikler aynı zamanda an-
; tibakteriyel etkilerinden bağımsız olarak antiinflamatuar etkiye de !>ELİ KTİ LER!
J sahiptirler. Oral antibiyotiklere yanıt vermeyen kadın hastalar hor- Aydın Y ü cel
i ıııonal tedaviden yarar sağlayabilir. Ethinyl estradiol ve norgesti-
■ mate içeren oral kontraseptif kullanan kadınlar plasebo ile kıyas-
Ilındığında belirgin iyileşme göstermektedirler. ACE anjiyoiensin dönüşüm enzim in­ MEN mulıipl endokrin neoplazi
Oral antibiyotik, hormonal tedavi veya topikal tedaviye yanıt hibitory MSH melanosil uyarıcı hormon
j vermeyen ciddi nodülokisdk akneler, sentetik retinoid olan isotre- AV arteriyovenöz MSH melanosit uyarıcı holrmon
BCE 1er bazal hücre epileliyoma NAME nevüs,alriyal miksoma,mikso-
. liııoin ile tedavi edilebilir. Bu ilaç günlük tek doz olarak 0.5-2 CALM sütlü kahve makûller id nörofıbroma ve efelides sendromu
^ ıtıg/kg, 15-20 hafta süreyle kullanılır. Bu ilacın kullanımı teratoje- CNS santral sinir sistemi (frekiller)
i ııik etkisinden dolayı sınırlanmıştır ve kadın hastalar tedavinin baş- CREST kalsinozis kutis,Raynaud fe- NF nörofibromalozis
ııomeni.dzofagal dismotilite.sklero- NSAİD 1er non steroidal anlicnflanıa-
\ laııgıcından önce gebelik yönünden araştırılmalıdır, ledavi sırasın-
duktili ve iclcııjektazi Hıar hastalıklar
; ila doğum kontrol yöntemi uygulanmalı ve tedavi sırasında gebelik CTCL külanöz T hücre Icııl'oması OCA okülokülanöz albinizm
! araştırılmalıdır. Bu tedavi kullanan hastalarda son derece kuru bir DİC yaygın damar içi koagülasyon RAN poliarterilis nodoza
deri, keilit gelişir, hipertrigliseridemi geliştirmeleri yönünden de ta- DM dermatomyozit PCR polimeraz zincir reaksiyonu
EED erilema elevatum diutinum PCT porfiriya kütanea tarda
: kip edilmelidirler. EM erilema mukiforme PMLE polimorf ışık erüpsiyonu
JRAjuvenil romaloid artrit POEMS polinöropali.organomega-
A KN E RO ZA SEA Akne rozasea (AR) özellikle yüzün santral LAMB lentiginler.atriyal mikzo- li(karaciğer,dalak, lenf bezleri),endok-
kısmını etkileyen inflamatuar bir hastalıktır. Bu hastalık hemen he­ ma.mükokülanöz miksoma, ve mavi rinopatiler (impoians,ginekomasli).M
men daima yetişkinlerde görülür, nadiren 30 yaşların altındaki has­ nevus proteini ve cill değişiklikleri
LCV lökosiloklastik vaskülit PVA airofikan damar poikiloderma
taları etkiler. Rosasea kadınlarda daha sık görülür. Fakat erkekler
LEOPARD lentiginler.ECG anormal- PXE pseudoksantoma elasıikum
daha ciddi bir şekilde etkilenirler. Eritem, telenjiektazi ve yüzeyel likleri.primer iletim defektleri.göz hi- SSSS stafilokokkal haşlanmış-cilt
gelişen püstüller ile karakterizedir (Bkz. Atlas IIA -2) fakat birlik­ pertelorizm,pulmoner slenoz,ve suba- sendromu
ortik kapak slenozu.anormal genitali- TEN toksik epidermal nekroz
le komedon yoktur. Rosasea çok nadiren göğüs ve sırtı tutabilir.
ya(kriptorşidizm,hipospadiyas),büyü- TSS toksik çok sendromu
Belirgin fasiyal flushing (kızarma) ve neticede AR gelişimi ara­ me geriliği, ve sensorinöral sağırlık
sında bir ilişki vardır. Sıklık rozasealı kişiler başlangıçta belirgin
(lushing reaksiyonu gösterir, bu reaksiyon sıcak, emosyonel uya­
rımlar, alkol alınımı, sıcak içecekler ve baharatlı gıdalara yanıt ola­
Günümüz tıbbında derinin, iç hastalıklarının belirtilerini göstere­
rak oluşabilir. Hastalık ilerlerken, kızarıklık daha uzun süre devam
bildiği genel olarak kabul edilen bir düşüncedir. Bu nedenle tıp ki­
eder ve sonuçta sürekli olur. Sürekli olan kızarıklığa papül, püstül
taplarında başlıca sistemik hastalıkların tanımlanabilmiş deri bul­
ve lelcnjtektazi eklenebilir. Çok uzun süreli rozasea, özellikle bu­
gularının ayrıntılılarının anlatıldığı bir bölüm bulunur. Bu gibi bö­
runda konnektif dokunun aşırı büyümesine yol açabilir (Rhinophy-
lümlerin amacı klinisyenin o bölümü okuyarak hastadaki bozuklü-
ııııı). Rozasea aynı zamanda keratit, blefarit, iritis, ve rekürren şa-
ğu tanıyabilmesidir. Dermatolog olmayanların deri lezyonlarının
laz.yoıı gibi göziiıı çeşitli inllamaluar hastalıkları ile komplike ola­
tanınmasında yeterli deneyime sahip olmadıklarından gerçekte bu
bilir, bu oküler problemler potansiyel olarak görmeyi tehdit eder ve
(ilt.ılımılo|ik muayeneyi ihmal etmemek gerekir. hastalıkların tanınması ve ayırıcı tanılarının yapılması zordur. Bu
nedenle bu bölümün yazarları dikkate değer deri hastalıklarını tek
f F il ‘A i AR genellikle günlük 250- lOOOıııg’lık dozlarda olan tek anlatma yerine bu hastalıkların varlığını gösteren çeşitli klinik
^oral tetracycline ile (‘ikili hır şekilde ledavi edilir. Topikal met­ semptom ve bulgularını tanımlamayı ve tartışmaya karar vermişler­
ronidazole veya sodium aılfasetaıııide'niıı de ayın zamanda etkili dir. Önemli hastalıklar kısaca tartışılarak ve iç hastalıkları açısın­
olduğu gösterilmişi ir. İlaveten, özellikle serinletici pansumanlardan dan öneme sahip olmayan sık görülen hastalıklardan ayırımı yapı­
sorıra, düşük |M>ıcnlli ııoulloriııize topikal (poleni olmayan) glııko- larak ayırıcı tanılar oluşturulacaktır. İç hasialıkları açısından önem­
kortikoidlerin kullanımı fasiyal erilemi hafifletmekle yardımcı li olmayan hastalıklar tablolar halimle gözden geçirilecek ve böyle-
olur. Florinize loptkal glukokortikoidlerdeıı bu prcparatlarm kronik ee önemli hastlıklardaıı ayırımda bu tablolara gereksinim duyula­
kullanımı gerçekle rozasea oluşumuna sebep olduğundan sakııııl- caktır. I lasialıklar hakkında lek tek tanımlamalar için okuyucu der-
malıdır. Oküler hastalık için topikal tedavi etkili değildir. ıııaiolojik metinlere başvurmalıdır.
PAPÜ LO SKU A M Ö Z D E R İ L E Z Y O N L A R I (Tablo 57-1)
jîS B İJ O t,'R A F Y A Bir santimetreden daha küçük boyutlu, deriden kabarık lezyonlara
ARNDT KA ve ark. (eds): Cutaneous Medicine and Surgery: An Integrated papül, 1 cm ’den daha büyük boyutlu lezyonlara ise plak adı verilip
Program in Dermatology. Philadelphia, Saunders, 1996 bunlar skuamlarla kaplanmış ise papüloskuamöz lezyonlar adını
BETA-CSORGO Z ve ark.: lntralesional T-lymphocyte activation as a mediator alırlar. P s o r ia s is , tin ea .p itr iy a z is r o z e a ve lik en p la n u s en sık kar­
of psoriatic epidermal hyperplasia. J Invest Dermatol I05;89S, 1995
şılaşılan papüloskuamöz primer deri hastalıklarıdır (Konu 56). Pso-
BOS JD, DERIE MA: The pathogenesis of psoriasis:. Immunological fact and
speculations. Immunol Today 20:40, 1999 riatik lezyonlara artrit eşlik ediyorsa muhtemelen psoriatik artrit
COHEN DE: Occupational dermatoses, in Handbook of Occupational Safety veya Reiter hastalığı söz konusudur. Oral ülser, konjunktivit, üveit
and Health, 2. Baskı, LJ DiBerardinis (ed). New York, Wiley, 1999, p 697 ve/veya üretrit öyküsü Reiter hastalığını işaret eder. Guttat psori-
FREEDBURG 1M ve ark. (eds): Fitzpatrick's Dermatology in General Medici­
asisde akut başlangıçlı, küçük, oldukça yaygın, uniform lezyonlar
ne, 5. Baskı. New York, McGraw-Hill, 1999
GOTTLIEB SL ve ark.: Response of psoriasis to a lymphocyte-selective toxin gözlenip sıklıkla streptokokkal enfeksiyonlar ile bağlantılıdır. Lit­
(DAB389 IL-2) suggests a primary immune, but not keratinocyie, pathoge­ yum, beta blokörler, HIV enfesiyonu ve sistemik kortikosteroidle-
nic basis. Nal Med 1:4 4 2 ,1995 rin ani kesilmesinin, psoriasisin alevlenmesine yol açtıkları da bili­
HANAFIN JM ve ark.: Recombinant interferon gamma therapy for atopic der­
nir.
matitis. J Am Acad Dermatol 28:189, 1993
PETO R, ZUR HAUSEN H: Viral Etiology of Cervical Cancer. Banbury Report. Pitriasis rosea veya liken planus tanısı konulduğunda hastanın
Cold Spring Harbor, NY, Cold Spring Harbor Laboratory, 1986 kullandığı ilaçları gözden geçirmek oldukça önemli olup suçlanan
316 II Hastalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri Tablo 57-2 Eritrodermi nedenleri

1. Primer deri hastaliklari


Tablo 57-1 Papuloskuamöz deri lejyonlarının nedenleri
a. Psoriasis0
1. Primer deri hastalıkları b. Dermaüüer (Atopik, Staz, Kontakt, Seboreik)0
a. Psoriasis0 c. Pitriasis Rubra Pilaris
b. Tineaa 2. İlaçlar
c. Pitriasis rozea0 3. Sistemik hastalıklar
d. Liken planus° a. Kutanöz T hücreli lenfoma
e. Parapsoriasis b. Lenfoma
f. Bowen hastalığı (in situ skuamöz hücreli karsinoma)* 4. Idiyopatik
2. İlaçlar
a Ayrıntılan bölüm. 56. da tartışılmıştır
3. Sistemik hastalıklar
a. Lupus eritematozus1'
(Tablo 57-3) 2) İlaçlar 3) Çok sıklıkla CTCL olmak üzere sistemik
b. Kutanöz T hücreli lenfoma
hastalıklar 4 ) İdiopatik.
c. Sekonder sifıliz
d. Reiter hastalığı İlk üç grupta eritrodermi gelişmeden önceki başlangıç lezyon-
e. Sarkoidozrf lannıri tanımlanması ve yerleşimi tanıya yardımcı olur. Örneğin
dirsek ve dizlerde eritemli skuamlı plakların öyküsü psoriasisi işa­
“ Ayrıntısı 56. konuda tartışılmadır.
ret edebilir. Erkemin yer değiştirmesi ve erkemle ilişkili pustul ve
h Kronik güneş maruziyeti ve arsenik ile ilişki gösterir.
c "Papulonodüler deri lezyonlan" bölümünde "Kırmızı lezyonlar" konusuna da bakı­ erozyon gibi değişiklikler açısından derinin dikkatlice muayene
nız edilmesi de oldukça önemlidir. Yer değiştken erkem üzerinde yü-
d "Papulonodüler deri Lezyonlan" bölümünde "Kırmızı-kahverengi lezyonlar" konu­
zeyel püslülerin varlığı p ü s lü le r p s o r i a s i d e görülür.
suna da bakınız.
İlaca bağlı eritrodermi (eksfoliatif dermatit) morbiliform erüp­
siyon (Konu 59) gibi veya diffüz erkem şeklinde ortaya çıkabilk.
Erüpsiyona sıklıkla ateş ve periferal eozinofıli eşlik eder ve zaman
ajanın kesilmesi ile erüpsiyon tedavi edilebilir. Pitriasis rosea ben­
zaman alleıjikinterstisiyel nefritle ilişkili olabilir. Penisilinler, sul-
zeri ilaç erüpsiyonlan sıklıkla beta blokörler, anjiotensin dötıüştüt
fonamidler, karbamazapin, fenitoin, altın, allopıırinol ve captopri-
rücü enzim (A CE) inhibitörleri, altın ve metranidazol, likerioid
lin de içinde bulunduğu çok sayıda ilaç eritrodermi oluşturabilir.
erüpsiyontar ise altın, antimalaryal ilaçlar, thiazidler, quinidine, fe-
Antikonvülsanlara karşı gelişen reaksiyonlar psödolenfoma send-
notiyazinler, sulfonil üreler ve A CE inhibitörlerinin kullanımı sıra­
romuna yol açabilir, alloprinola karşı gelişen reaksiyonlara hepatif,
sında gözlenir. Liken plahus benzeri lezyonlar kronik graft-versus-
gastrointestinal kanama ve nefropati eşlik edebilir.
host hastalığında da gözlenir.
Eritrodermi ile ilişkili en sık rastlanan malignite CTCL’dk; Ba­
P a r a p s o r i a s i s bir ara dönem hastalığı olup başlıca primer deri
zı serilerde CTC L kaynaklanan eritrodermi olgulanmn sayısı
hastalığı olarak kalabildiği gibi 4 0 yıl kadar uzun olabilen bir latent
% 25’ten daha fazladır. Hastalar tek izole plak ve tümörden gelişme
süreç sonrası kutanöz T hücreli lenfomaya dönüşüm gösterebilir.
gösterebilirler ancak daha sıklıkla eritrodermi hastalığın (Sezary
Küçük plak (0.5-5 cm), büyük plak (> 6 cm) ve retiform olmak üze­ sendromu) tüm gidişi boyunca mevcut olabilir. Sezary sendromun-
re çeşitli form parapsoriasis vardır. Küçük plak ye büyük plak pa­ da dolaşan atipik T lenfositleri, kaşıntı ve lenfadenopati vardir. B k
rapsoriasis lezyonlan ince, salmon-pembesi renkte olup minik sku- nedene bağlanamayan eritrodermi olgulan (idiyopatik) CTCL geli­
amlara sahiptirler. Küçük plak tipi lezyonlar genellikle gövdede şimi açısından, izlenmesi gereklidir. Akciğer, karaciğer, prostat, tir
yerleşim gösterse de yaygm da olabilirler. Büyük plak formu çok roid ve kolon gibi bazı solid tümörlere ikincil eritrodermi olguları
sıklıkla "kuşak” alanlarına yerleşir ve epidermal atrofîye bağlı izole edilmiş olup bu durum genellikle tümörün geç döneminde
üzerlerinde ince kınşıklıklar gözlenir. Retiform parapsorias ağ ben­ gözlenir.
zeri bir yapıya Sahip olup bireysel papüller kımuzı-kahverengi ve A L O P E S İ (Tablo. 57-4) Alopesinin iki ana formu skarlı ve
düz yüzeylidir. Son iki form parapsoriasis; büyük plak ve retiform skarsız olanlardır. S k a r lı a l o p e s i d e fibrosis, inflamasyon ve kıl fol-
tipleri kutanöz T hücreli lenfomaya (C TC L) dönüşebilirler. likülü kaybı vardır. Saçlı deride folliküler açıklık sayısında azalma
Büyük plak veya retiform parapsoriasis Iezyonlarında CTCL klink olarak genellikle gözlenir, ancak bazı olgularda değişiklikler
gelişiminin ipucu plağıiı palpabl komponentinde artış olmasıdır sadece etkilenen alandan alınan biopşi materyalinde gözlenir. S k a r-
(artmış infiltrasyon). CTCL’nın erken evreleri ekzema veya psori­ sız a l o p e s i d e kıl dökülmesi olurken kıl folliküleri korunmuştur. Bu
asis ile kanşır ancak bu inflamatuar hastalıklar için yapılan uygun durum skarsız alopesinin geriye dönüşümlü olmasını açıklara
tedaviye yanıt alınamaz. CTCL’nın tanısı deri biöpsisinde epider­ Primer deri hastalıkları skarsız alopesinin en sık rastlanan ne­
mis ve dermisde atipik T lenfosit birikimlerinin bulünması ile yapı­ denleri olup bu grupta t e lo je n efflu v iu m , a n d r o g e n e tik a lo p e s i, a l a -
lır. Hastalık ilerlerken deri tümörleri ve lenf nodu tutulumu gözle­ p e ş i a r e a t a , tin e a k a p itis v e tr a v m a tik a lo p e s i y e r a lı r (Tablo 57-5)
nebilir. Kadınlarda androgenetik alopeside dolaşımda androjen düzeylerin­
S e k o n d e r s ifiliz d e üzerinde ince skuamlar bulunan kırmı- de yükselme, ovarian veya adrenal gland disfonksiyonu sonucu
zı-kahverengi papüller gözlenir. Döküntü sıklıkla el içi ve ayak ta­ olarak gözlenebilir. Ses kalınlaşması ve klitoris büyümesi gibi viri-
banını tutar ve pitriasis roseaya benzeyebilir. Tam konulmasında lizasyon belirtileri varlığında olası bir ovarian veya adrenal gland
yüzde annüler plak, skarsız alopesi, kondiloma lata (geniş tabanlı tümörü düşünülmelidir.
ve nemli), muköz patchier, lenfadenopati, kırgınlık, ateş, başağnsı Çeşitli i la ç l a r a maruz kalmak genellikle telojen effluviumu ar­
ve myalji gibi bulgular yararlıdır. Primer şankr ile sekonder evre tırarak diffüz kıl kaybına neden olabilir. Antimitotik bir ajan dauno-
arasındaki aralık genellikle 4-8 hafta olup uygun tedavi yapılmadan rubicin neden olduğu anajen effluvium istisna bir durumdur. Alo­
da kendiliğinden düzelme gözlenebilir. pesi; Warfarin, heparin, propylthiouracil, carbimazole, vitamin A,
E R İT R O D ER M İ, derinin büyük bölümünün eritematöz (kır­ isotretinoin, acetretin, lithium, beta blokörler, colchicines ve amp-
mızı renk) hal almasını ifade eden bir terimdir (Tablo 57-2). E rit- hetaminler bir yan etkisidir. Suçlanan ajanın kullanımının kesilme­
r o d e r m i de skuamlar, erozyonlar veya püstüller gözlenebildiği gibi sini takiben genellikle kendiliğinden düzelme oluşur.
kıl ve tırnak kaybı da olabilir. Ateş, titreme, hipotermi, reaktif len­ Daha az sıklıkla skarsız alopesi lu p u s er ite m a to z u s ve s e k o n d e r
fadenopati, periferal ödem, hipoalbuminemi, yüksek debili kalp s ifiliz ile ilişkilidir. Sistemik lupus eritematozusda iki form alopesi
yetmezliği potansiyel sistemik belirtileridir. Eritroderminin ana et- vardır; Biri diskoid lezyonlara (aşağı bakınız) sekonder gelişen
yolojik faktörleri 1) Psoriasis ve dermatitis gibi deri hastalıkları skarlı olan ve diğeri sıkarsız olandır. Son form yaygm olabilir ve
''V4.> î 7-5 infrc-deıni (Prim er Den Hassalıkları)

Başlangıç Lezyonlarının
Başlangıç lezyonları Yerleşimi Diğer Bulgular Tanısal destek Tanı

Psoriasis" Pembe-kımuzı, gümüş rengi Dirsek, diz, saçlı deri, Tırnak distrofisi, artrit, Deri biopsisi Oral retinoid ± PUVA
skuam, keskin sınır presakral alan püstüller UV-B; methoteraxate;
siklosporin

Dermatit"
Atopik Akut Antekübital ve popliteal Kaşıntı Deri biopsisi Topikal glukokortikoid-
Eritem, ince skuam, krut, fossa, boyun, eller Astım, allerjik rinit veya 1er, katran ve antipru-
belirsiz sınırlar konjunktivit ve atopik ritikler; oral antihista-
Kronik dermatitin içinde bulun­ minikler; açık ıslak
Ukenifıkasyon (deri çiz­ duğu atopi aile öyküsü pansuman; UV-B+UV,A;
gilerinde belirginleşme) S.aureus ile sekonder en­ PUVA; oral/IM glukokor-
feksiyon ekarte edilmelidir tikoidler
Üzerine eklenmiş irritant Topikal veya oral antibi­
kontakt dermatit ekarte yotikler
edilmelidir
Üzerine eklenmiş irritant kon­
takt dermatit ekarte edilme­
lidir

Staz Eritem, krutlanma, eksko- Alt ekstremdeler Kaşıntı, alt ekstremde ödemi Deri biopsisi Topikal glukokortikoidler,
riasyonlar Venöz ülser, tromboflebit ve/ açık ıslak pansuman; ba­
veya sellülit cak elavasyonu; basınç
Sellülit ekarte edilmelidir oluşturan çoraplar
Üzerine eklenmiş örneğin topi-
kal neomisine bağlı kontakt.
dermatit ekarte edilmelidd
Üzerine eklenmiş örneğin to­
pikal neomisine bağlı kontakt
dermatit ekarte edilmelidir
Kontakt Lokal: Suçlanan etkene bağlı İrritan-başlangıç sıklıkla saat-, Patch testi. İrritan veya allerjenleri
Eritem, kabuklanma, ve- 1er içinde uzaklaştırmak; Topikal
ziküller ye bül Alleıjik-gecikmiş tip hipersen- glukokortikoidler; oral
sivite; gecikme süresi 48 saat antihistaminikler; oral/ -
IM glukokortikoidler
Sistemik Yaygın Hasta topikal ajanlara ve Patch testi Lokal ile aynı
Eritem, ince skuam, krut ethylenediamine (topikal)
aminophyltine (IV) gibi.1
yapısal olarak ilişkili sis­
temik tedavi aldığında
ullcrjik kontakt dermatit
oluştuğu öyküsünü verir

Seborcik Pembe-kırmia, yağlı skuam Saçlı deri, ııazolabial Stres ve HIV enfeksiyonu ile Deri biopsisi Topikal glukokortikoidler
kıvrımlar, kaşlar, kıv­ alevlenme, parkinson has­ ve imidazoller
rım yerleri talığı ile ilişki

t’ilriasis rub­ Portakal rengi-kırmızı, peri- Yaygın, fakat karakte­ Balmumu benzeri keratoder- Deri biopsisi İzotretinoin veya acetretin;
ra pilaris follikülcr papüller ristik "tutulmamış" ma methotrexate
normal deri alanları Kutanöz T hücreli lenfoma
ekarte edilmelidi
“ Ayrıntıları Konu 56 da tartışılmıştır. A: IM, intramusküler; IV, intravenous
NOT: PUVA, psoralenler + «İtmviole A ışını; UV-B, «Itraviole B: UV-A, «Itraviole.

Tablo 57-4 Alopesi nedenleri tüm saçlı deriyi tutabilir veya saçlı derinin frontal bölümüne Ioka-
lize kalarak multipl kısa saçlara ("lupus saçları”) neden olabilir.
I. Skarsız alopesiler II. Skarlı alopesiler Dağınık, ’’güve yeniği” görünümünde sınırları belirsiz patch şeklin­
A. Primer deri hastalıkları A. Primer deri hastalıkları deki alopesi sekonder sifîlizin bir belirtisidir. Saçlarda yaygm in­
1. Telojen effluvium 1 . Kutanöz lupus celme hipotiroidizm, hipertiroidizm ve HIV enfeksiyonu ile ilişkili
2. Androgenetik alopesi 2. Liken planus
olabilir (Tablo 57-4).
3. Alopesi areata 3. Follikülitis decalvans
4. Tinea Kapitis 6. Lineer scleroderma Skarlı alopesi bir sistemik hastalığın belirtisi olmaktan çok sık­
5. Travmatik alopesi (morphea) lıkla lik en p a n ııs , fo ll ic u li t i s d e c a lv a n s , k u ta n ö z lu pu s, veya lin e a r
B. İlaçlar 5. Traumatik alopesia s c le r o d e r m a (m o r p h e a ) gibi primer deri hastalıklarının sonucu göz­
C. Sistemik hastalıklar B . Sistemik hastalıklar lenir, Diskoid lupusun skarlı lezyonu sistemik lupuslu hastalarda da
1. Lupus eritematozus 1. Lupus eritematozus görülebilmekle beraber olguların çoğunda hastalık deriye sınırlıdır.
2. Sekonder sitiliz 2. Sarkoidoz
Skarlı alopesinin daha nadir nedenleri arasında s a r k o id o z is (bakı­
3. Hipotiroidizm 3. Kutanöz metaztaz
4. Hipertiroidizm
nız ’’papülonodüler deri lezyonları”) ve deri metastazları bulunur.
5. Hipopituitarizm Diskoid lupus, liken planus ve folliculitis decalvansın erken ev­
6. Protein, demir, biotin ve relerinde iyi sınırlı alopesik alanlar vardır. İnflamatuar süreç Iezyo-
çinko eksiklikleri nun periferinde çok belirgin iken fıbrozis ve bunu izleyerek follikül
7. HIV enfeksiyonu______ _ kaybı primer olarak lezyonların merkezinde gözlenir. Diskoid Iu-
a Folllkliler dejenerasyon olarak da bilinir. pusda aktif inflamasyon alanı eritemli skumlı iken önceki inflamas-
yon alanları sıklıkla hipopigmete
olup hiperpigmente kenarlara sa­
Klinik karakteristikler Patogenez Tedavi hiptir. Liken planusta peripheral
perifolliküler makûller genellikle
Telojen effluvium Normal saçların diffüz Stress normalde eş zamanlı Gözlem; yan etki olarak
morumsu renktedir. Deri ve muko­
dökülmesi olmayan bireysel kılların alopesi yapan ilaçların
Major stresi izleyerek gelişim siklusunu eşzaman­ kesilmesi; hipotiroidizm zanın tam muayenesi, biopsi ve di­
oluşum (yüksek ateş, lı hale geürerek büyük mik­ gibi altta yatan metabo- rect immunofluorescence mikros-
ciddi enfeksiyon) veya tarda kıllı gelişim (anajcn) lik nedenler ekarte edil­ kopisi yapılması iki tablonun ayrı­
hormonal değişim (post evresine ve bunun sonucun­ melidir mına yardımcı olur. Follikülitis de-
partum) da da ölüm (telojen) evresine calvansta peripheral aktif lezyon-
Tedavisiz geriye dönüşüm girmelerine neden olur lar perifolliküler püstüllerdir. Bu
hastalarda reaktif artrit gelişebilir.
Androgenetik alo- Saçlı derinin orta hatü bo­ Etkilenmiş kılların testoste­ Hiperandrojen durum söz
FİG U R A T D ER İ L E Z Y O N -
pesi yunca kıllarda minyatü ronun etkisine duyarlılığı konusu değilse topikal
rizasyon artauşür minoxidil-treünoin; fınas- L A R I F ig u r e erupsiyonlarda (Tab­
Ön saçlı deri sınınnın er­ Dolaşan androjenleıin düzeyi teridea; saç transpalanü lo 57-6) lezyonlar halka ve yay
keklerde ve bazı kadın­ artmışür (kadında over ve ad­ şeklinde olup genellikle eritemli-
larda gerilemesi renal kaynaklı) dirler fakat bazan deri renginden
kahverengiye kadar değişen renk­
lerde de olabilir. Çok sıklıkla tinea,
Alopesi areata İyi sınırlı, yuvarlak şekilli Kıl folliknlünün germinatif Topikal anthralin, intralez-
urtiker, erythema annulare centri­
alanlar şeklinde kıl kaybı bölgesi T lenfositlerce sarıl­ yoner glukokorükidler;
fugum, and granuloma annulare
Yaygın olgularda lezyonlar- mıştır topical kontakt duyarla­
da birleşme ve/veya vücu­ Zaman zaman hipertiroidizm, ydılar gibi primer deri hastalıklarına bağ­
dun diğer kıllı alanlarında vitiligo, Down sendromu gibi lıdırlar (Konular 56 ve 58). Daha
tutulum hastalıklarla ilişki seyrek görülen migratuar annuler
Yüksük tırnak eritemler altta yatan sistemik has­
talığa ikincil olarak bulunurlar.
Tinea Minimal kıl kaybı ile deği­ Saçların dermatofıtlerce çok Oral griseofulvine ek ola­ Bunlar erythema gyratum repens,
şik tipte skuam oluşumun­ sıklıkla da Trichopyton ton­ rak %2,5 selenium sulfid
erythema migrans, erythema mar­
dan üzerlerinde “siyah nok­ surans tarafından istila edil­ veya ketokonazole şam­
ginatum ve necrolytic migratory
talar” (kırık saclar) içeren mesi puan; aile bireylerinin
ıslak süngerimsi görünümlü muayenesi eritenidir.
alanlara kadar değişen klinik Erythema gyratum repensde
tahta üzerinde tahıl tanelerini andı­
Travmatik alopesi Kınk saçlar Bigudi ile fraksiyon, lastik Suçlanan saç sülinden ve­ ran tarzda yüzlerce hareketli eş-
Düzensiz sınır bantlar, saç örmek ya kimyasal tedavilerden merkezli yaylar ve dalgalar görü­
Sıcak ve kimyasallar ile kar­ vazgeçmek; trikollillo-
lür. Bu tip döküntüsü olan hastalar­
şılaşma mani için kesik saçların
da altta yatan bir malignite için
Mekanik çekme (trikotillo- gözlenmesi veya tanı için
araştırma yapmak zorunludur.
mani) biopsi gerekir. Daha son­
ra psikoterapi uygulanır Erythema migrans, bir spiroketin
neden olduğu Lyme hastalığının
a Halen, FDA-erkekler için onaylamıştır deri belirtisidir ve spiroket B o r r e l i a b u r g d o r fe r i dir.. Başlangıç ev­
resinde (kene ısırığından 3 -30 gün sonra) tek bir annuler lezyon gö­
rülür, lezyon 10 cm veya daha büyük çağlara ulaşabilir. Birkaç gün
içerisinde yaklaşık hastaların yarısında ısırılan alanın uzağında çok
sayıda küçük eritematöz lezyonlar gelişir. Ateş, başağrısı, fotofobi,
myalji, artralji ve malar rash hastalıkla ilişkili semptomlardır. Eryt­
hema marginatum romatizmal ateşli hastalarda gözlenir, primer
olarak gövdeye yerleşim gösterir. Lezyonlar pembe-kırmızı renkli,
düz veya hafif kabarık ve kısa sürelidir.
Annuler döküntü gösteren diğer deri hastalıkları vardır fakat
Lıl)l» 57-6 Kigıırat Deri l.ezjordarmm NedenleriI. belirgin migratuar komponenti yoktur. C T C L , a n n u le r ku ta n ö z lu ­
p u s , su b a k u t lu pu s, s e k o n d e r sifü iz ve s a r k o id o z is (bakınız ”papü-
I. Primer deri hastalıkları lonodüler deri lezyonlan”) bunlara örnektir.
A. Tinea A K N E (Tablo 57 -7 ) A k n e v u lg a ris ve a k n e r o s a c e a iki ana
B. Ürtiker
form aknedir (Konu 5 6 ) Estrojenler sebase bez aktivitesini azaltır­
C. Eritema annulare centrifugum
ken androjenler sebum üretimini arttırırlar. Bu nedenle akne vulga-
D. Granuloma annulare
E. Psoriasis
: jb!o 37-7 Akivifs'rm t-rüp;>i‘'!'n lan 'i ladenleri
II. Sistemik hastalıklar
A. Migratuar I. Primer deri hastalıkları
1. Eritema migrans A. Akne vulgaris
2. Eritema gyratum repens B. Akne rosacea
3. Eritema marginatum II. İlaçlar
4. Püstüler psoriasis III. Sistemik hastalıklar
5. Nekrolitik migratory eritem (glucagonoma sendromu)a A. Artmış androjen üretimi
B. Migratuar olmayan 1. Adrenal köken, ör.,Cushing hastlığı, 21 hydroxylase eksikliği
1. Sarcoidosis gibi
2. Subakut lupus eritematozus 2. Over kökenli,ör.,polikistik over hastalığı gibi
3. Sekonder sifıliz B. Yaygın cryptococcosis
4. Kutanöz T hücreli lenfoma (mikozis fungoides gibi) C. Dimorfik mantar
D. Behcet hastalığı
“ Alt ekstremiteleri ve kuşak alanlarında erozyonlarla birlikte yer değiştiren eritem
us .H'i*kmlenlc özellikle yeni başlamışsa dolaşımdaki androjen dü­ 319
zeylerinin artışım yansıtabilir. Polycystic over hastalığı veya Cus­
hing seııdromu gibi over veya adcnal bez fonksiyon bozuklukları mal atrofiye sekonder kırışıklık ve 3) telenjiektaziler ile karakteri-
hormonal dengesizliklere neden olabilir. Hastanın hirsutizm, and- ze patehleri tanımlayan bir terimdir. Poikiloderma vasculare atrop­
nitfcnctik alopcsi, hipertansiyon ve subkutan yağ dokusunun dağı­ hicans (PVA) ve xeroderma pigmentosum gibi iyonize radyasyon
lımındaki değişiklik gibi işaretler açısından muayenesi tanıda yar­ ile (tasarlanmış derinin yanı sıra konnektif doku hastalıkları, primer
ımladır. dermatomyozittede (DM) görülen poikiloderma tek bir hastalık an­
Aııabolik steroidler, glucocorticoidler, lityum, iodidlerin yanı lamına gelmez. PVA CTCL’nın öncü lezyonu olup poikilodermik
ıı.ı yağlı maddelerin topical uygulanmaları gibi çeşitli ilaçların alanlar genellikle aksilla ve kasık gibi fleksural alanlardan başlar.
kullanımını izleyerek acne vulgaris alevlenebilir. Akne benzeri lez- Sklerodermada dilate kan damarları tek bir biçimdedir ve ha-
. unlar Behçet hastalığında görülebilir ve immünitesi bozuk konak­ sırımsı telenjiektazi olarak bilinir. Lezyonlar genellikle 2-7 mm ça­
çınla dissemine fungal enfeksiyonlar (cryptococcosis gibi) akne- pında geniş makûllerdir fakat zaman zaman daha büyük olabilir.
.Mıııı erüpsiyon şeklinde kendini gösterebilir. Hasırlar poligonal veya oval şekillidir ve eritematoz renk tekdüze
t 'arciııoid sendromlu hastalar başta, boyunda ve bazen gövde­ veya ince yapılı telenjiektazilere bağlı olabilir. Hasır telenjiektazi-
de Hushing atakları gösterirler. Sonuçta yüzde ortaya çıkan deri de- lerin en sık lokalizasyonları yüz, oral mukoza ve eller olup perife-
.1 ..ildikleri, özellikle de telenjiektaziler, acne rosaceanın klinik gö- ral bölgeler intermittent iskemiye eğilimlidir. CREST (calcinosis
ııiıııumnı taklit edebilir. cutis, Raynaud fenomeni, özofageal dismotilite, sklerodaktili ve te­
1'liSTÜ LER L E Z Y O N L A R Akneiform eriipsiyonlar (bakınız lenjiektazi) sklerodermanın değişik bir biçimi (Konu 313) olup
Uııc") ve jdllikiillt başlıca püslüler dermatozları temsil ederler, kronik seyirli ve anticentromere antikorlarla ilişkilidir. Hasır telen­
ivııinllıcıılur püslülleri değerlendirirken göz önünde bulundurul­ jiektaziler sistemik sklerodermanın yanısıra CREST sendromunun
ması gereken önemli nokta ilgili patojenin normal flora, Staphylo- tanısında önemli bir ipucudur ve tek deri bulgusu olabilir.
ı.ııı av ıııımıs, Pityrosporum gibi belirlenmesidir. Noninfeksiyöz Periungual telenjiektaziler; lupus eritematosus, skleroderma ve
•■im lolliküliıler; IIIV ilişkili eosinophilic folliculitis, glukokorti- DM kapsayan üç ana konnektif doku hastalığının patognomonik
' .‘tılk-r ve lithium gibi ilaçlara sekonder folliküliti içerir. Yüksek işaretidir. Bu oluşumlar çıplak gözle kolaylıkla görülebilir ve bu
■toz mal j’lııkokorlikoidlerin uygulanması gövdede gelişim evreleri grup hastaların 2 /3 ’ünde oluşurlar. Hem DM hem lupusda tırnak
ı,m lo/sonlar ile karaklerize perifolliküler püstüler yaygın erüpsi- kıvrımlarında eritem vardır ve DM’de eriteme sıklıkla hasarlanmış
,mtuım neden olabilir. Altta yatan sistemik hastalık dikkate alındı- kutikula ve parmak ucunda duyarlılık eşlik eder. On büyütme altın­
»mii» i’uvtiilla. püslüler psoriasisin karakteristik bir komponenti da lupuslu hastaların tırnak kıvrımlarında kan damarları kıvrımlı ve
nmgal u*yıı hakteriyel kökenli septic embolide görülebilir “glomerul" benzeri iken skleroderma ile DM’te kapiller looplarda
;h,*kiıilZ 'purpura"), kayıp ve kalanlarda belirgin dilatasyon vardır.
IE» EN.HKKT VZİLER (Tablo 57-8) Çeşitli tip telenjiektazi- Hereditary hemorrhagic telangiectasia’de (Osler-Rcndu-We-
■•() ıyn t etmek için dilate kan damarlarının görünüm ve şeklinin ber hastalığı) lezyonlar genellikle erişkin yaşlarda gözlenir ve sık­
tımnene edilmesi önemlidir. Lineer telenjiektaziler aktiuik lıasar- lıkla ıniiköz. ıncınbraularda. yüzde, tırnak alllamımda dahil okluğu
inmiş dendc ve akne rosaccalı hastaların yüzünde görülür yine bu distal cksircıııilclcnlc oluşurlar. Dermal mikrovasküler yapının ar-
öp lelenjıeklaziler veııöz lııperiaıısiyomı ve rsatısiyel ıelen|icklazi lenoveııüz (AV) nıalfomıasyonımu temsil eden bu lezyonlar koyu
-a o|,m ho-iol;iım It.ıc,aklarında bulunabilir Nadir hır imin mas- kınnızı renkte ve genellikle hafifçe kabarktırlar. Bireysel birlezyon
•i •
>ıusı» itel.niaiei tasni masttlnm enıptıva peVM.ms). r.ııemmd üzerindeki deri gcrildiği zaman eksantrik bir merkez ile dallanan
. mhom d’iikmt* îkiHi*) vtj aıasia ı.'l.ıınjienmua lı.ısl.ıl.uında da bacaklar gözlenir. Bu otosomal dominant hastalıkta (endoglin veya
u.'üp ••itıif.ekt»ziler 'uıtiiütihillr. kta,\ia*iel;ıııi!İectasia‘da lineer aetivin reseptör benzeri kinase geni mutasyonları nedeniyle) siste­
•<tı. it.rzde.r .■» ■ıkhık döıtetumde İntibaı k(iu|nuktiv.nla görülür, mik tutulumun derecesin farklı olmakla birlikte ana semptomlar yi­
«üasıfa Vnlüklat, a>u kapaklar., yanaklar ve/vcy;ı anlekübital ve neleyen burun kanamaları gastrointestinal kanamalardır. Mukozal
,p) 11. ı| ıi in :>l»ı Deksin al bölgelerde (ululum olur. Son olarak li­ telenjiektazilerin gerçekten AV bağlantıları olması kanama eğili­
ar !eteıi|ieklazılei' kııtaıiöz iııllamasyoıı alanlarında bulunur. Ör­ mini açıklamaya yardımcı olur.
neğin dıskmd lupus lez.yonlan üzerinde sıklıkla telenjiektaziler var­ H İPO PİG M EN TA SYO N (Tablo 57-9) Hipopigmentasyon
ili. bozuklukları diffüz veya lokalize olarak sınıflandırılır. Diffüz hipo-
1‘ınkıloılerma I) rctikiile hipo ve hiperpigmentasyon 2) epider­
Tnlılo 57-g Hipopigınentasyonun nedenleri
mimi 57-H 'VlcııjicUla/ilonıı Dedenleri
I. Primer deri hastalıkları II. Sistemik hastalıklar
I, Pimer deri luı.sıalıklurı 11. Sistem ik hastalıklar A. Diffüz A. Yaygın
A. Lineer A. Lineer I. Jeneralize vitiligo I. Oculocutaneous albi­
t. Akne rosacea !. Carcinoid B. Lokalize nism
2. Aktinik hasarlımmış 2. Ataxia-telangiectasia 1. idiyopatik guttat hipo- a. Hermansky-Pudlak
ileri 3. M astocytosis melanoz sendromu"
3. Vcnöz hipertansiyon B. Poikiloderma 2. Postinflamatuari> b. C h e d ia k -H ig a s h i
4. Esansiyal telenjiektazi 1. Dermatomyositis 3. Tinea (pityriasis) versi- sendromu*
B. Poikiloderma 2. X eroderm a pigm ento­ kolor B. Localized
1. İyonize radyasyon sum 4. Vitiligo 1. Vogt-Koyanagi-Harada
2. Poikiloderma vasculare 3. Kutanöz T hücreli 5. Kimyasal lökoderma 2. Skleroderma
atrophicans lenfoma 6. Nevus depigmentosus 3. Melanoma-ilişkili löko-
<_'. Spider angioma C. Hasınm sı 7. Piebaldism demıa
1. İdiyopatik 1. Skleroderma 4. Tuberous sclerosis
2. Gebelik D. Periungual 5. Hypomelanosis
1. Lupus eritematozus (Ito/mosaicism)
2. Skleroderma 6. Sarcoidosis
3. Dermatomyozit 7. Tuberculoid and inde­
E. Papüler terminate lepra
I. Hereditary hemorrhagic 8. Kutanöz T cell lenfoma
telangiectasia
F. Spider angioma
a İrombosil depo defekli ve ceroid-benzeri maleryal. depolanmasına ikincil reslricli-
ve akciğer hastalığı
1. Siroz
^ Dev lizozomal grandiler ve yineleyen ennfeksiyontar
320 ?I H a s ta lık la r ın A n a B u l g u l a r ı v e 'rz k d i m Ş e k i l l e r i T u b ero u s s c le r o s i s d e en erken deri bulgusu ash leaf spot’tur. Bu
lezyonlar sıklıkla doğumda mevcuttur ve genellikle çok sayıdadır.
pigmentasyonun klasik örneği oculocutaneous albinism’dir (OCA). Özellikle deri rengi açık olanlarda lezyonların saptanmasında Wo­
En sık formları tyrosinase gen (tip I) veya P gen (tip II) de mutas- od lambası muayenesi gerekli olabilir. Bu bölgelerde pigment azal­
yona bağlıdır; Tip IA OCA’li hastalarda enzim aktivitesinde total mış olmakla birlikte tümüyle eksiklik gözlenmez. Ortalama boyut­
eksiklik vardır. Doğumda farklı formdaki OCA beyaz saçlar, gri- ları 1-3 cm olup poligonal veya girintili-çıkmtılı pval şekillidir.
mazi gözler ve pembe-beyaz deri gibi özellikleriyle benzerlikler Hastanın adenpma sebaceum (yüzün multipl angiofibromlan), un­
gösterebilir. Tyrosinase aktivitesi olmayan hastalarda bu fenotip gual ve gingival fibrpmlar, alında fibroz plaklar, kpnnektif dpku ne-
özellikleri sürdürülmekle birlikte azalmış aktivite veya P gen mu- vusları (shagreen patchleri) gibi ek deri bulgulan açısından muaye­
tasyonlan olanlar yaşla birlikte gözlerde, saçlarda ve deride bir ne edilmesi önerilir. Saçlı deride yerleşen ash leaf spptun, gri-beyaz
miktar pigmentasyon kazanabilirler. Pigment oluşumunun derecesi saçlardan eluşan iyi sınırlı patch anlamına gelen p o li o s i s neden ola­
ırksal zemin fonksiyonuna ve hastaların mevcut durumunun birin­ cağını hatırlamak önemlidir. Nöbetler, mental retardasyon, merke­
ci derece akrabaları ile karşılaştırıldığında pigmenter dilusyona da zi sinir sistemi ve retinal hamartomlar, renal angiomyolipomalar ve
bağlıdır. kardiak rhabdomyomalar internal belirtilerdir. Son bulgu tuberosk-
OCA’de göz bulguları hipopigmentasyonun derecesi ile uyum­ lerozlu çocukların(<l 8 yaş) % 60’dan fazlasında ekokardiografı ile
lu olup görme keskinliğinde azalma, nistagmus, fotofobi ve mono- saptanabilir.
küler görmeyi kapsar. Yaygın vitiligo, phenylketonuria ve ho- Doğumda mevcut olan iyi sınırlı hipomelanozis olan n ev u s d e ­
mocystinuria yaygın pigmenter dilüsyonun diğer sık görülmeyen p ig m e n to su s değişkenlik göstermez. Genellikle tekbir dairesel ve­
nedenleridir. Yaygın vitiligoda melanositler etkilenen deride mev­ ya dikdörtgen biçimli lezyonlar olmakla birlikte zaman zaman der-
cut değilken, OCA’de melanositler bulunmakla birlikte aktiviteleri matomal veya sarmal yapıya da sahiptir. Sık görülen bu durumu
düşüktür. Uygun laboratuar tesleri diğer metabolik bozuklukların özellikle çok sayıda lezyon olduğunda ash leaf spotlardan ayırt et­
elenmesini sağlar, mek önemlidir. H y p o m e la n o s is o f I t o ’d a girdabımsı ve çizgisel hi-
L o k a liz e h ip o m e la n o z is in ayırcı tanısı id io p a th ic g u tta te h y p o - popigmentasyon bir mermer yapısını andırır tarzda birbirlerine pa­
m e la n o s is , p o s tin fla m m a to r y h y p o p ig m en ta tio n , tin e a (p ity r ia s is } ralel dağılım gösterir. Lezyonlar zamanla ilerleyebilir veya gerileye­
v e r s ic o lo r , v itilig o, k im y a s a l le u k o d e r m a , n ev u s d e p ig m en to su s bilir ve hastaların 1/3 ünden fazlasında kas-iskelet sistemi (asimet­
(aşağı bakınız) ve piebaldism gibi primer deri hastalıklarım kapsar ri), santral sinir sistemi (nöbetler ve mental retardasyon) ve göz
(Tablo 57-9). Bu grup hastalıklarda tutulan alanlar pigmentasyonu (strabismus ve hipertelorism) gibi yapılan içine alan bağlantılı anor­
azalmış veya pigmente olmayan makul veya patchlerdir. Vitiligolu mallikler bulunur. Bu hastalarda kromozomal mosaicism saptan­
hastalarda hypothyroidism, Graves hastalığı, pemisyöz anemia, mıştır; bu durum herbiri farklı bir pigment potansiyeline sahip ilk
Addison hastalığı, uveitis, alopecia areata, kronik mucocutaneous melanositlerin iki klonun göçü sonucu olduğu hipotezini destekler.
candidiasis, and the polyglandular otoimmtin sendrom (tip I ve II) Lokalize alanlarda pigment azalması sıklıkla kutanöz inflamas-
gibi çeşitli otoimmün hastalıkların insidansı artmıştır. Tiroid gland yonun bir sonucu olarak görülür (Tablo 57-10) ve CTCL da olduğu
hastalıkları en sık ilişkili hastalık olup vitiligolu hastaların % 30’un­ gibi sarkoidozun (bakınız" papulonodüler deri lezyonlan") aktif
dan fazlasında oluşur. Dolaşan otoantikorlar sıklıkla saptanır ve an- lezyonlan üzerindeki deride de gözlenir. Deri enfeksiyonlarında da
tithyroglobulin, antimicrosomal, antiparietal hücre antikorları bun­ hipopigmentasyon bozukluklan mevcuttur ve tuberculoid leprada
ların en fazla gözlenenlerdir. anestezi, anhidroz, ve alopesi ile ilişkili birkaç adet asimetrik hipo-
Vitiligoyu destekleyen deri bulguları olan hastalarda Vogt-Ko- melanotik patch vardır. Palpabl sınırdan alman biopsi materyalinde;
yanagi-Harada sendromu, skleroderma ve melanoma-ilişkili leukor mycobacterium leprae içermeyen dermal granulomlar gözlenir.
dermadan oluşan üç sistemik hastalık dikkate alınmalıdır, Aseptik H İPER PİG M EN TA SYO N (Tablo 57-11) Hiperpigmentasyon
menenjit öyküsü, nontravmatik iiveit, tinnitus, işitme kaybı ve/ve- bozuklukları lokalize ve yaygın olmak üzere iki gruba ayrılır. L o ­
ya ses duyarlılığı Vogt-Koyanagi-Harada sendromunu düşündürür. k a liz e form epidermal değişiklik, melanosit proliferasyonü veya
Bu hastalarda yüz, saçlı deri pigment kaybının en sık gözlendiği artmış pigment üretimine bağlıdır. Seboreik keratoz ve acanthosis
alanlardır. Sklerodermalı hastalarda görülen vitiligo benzeri löko- nigricans ilk gruba aittirler. Seborerik keratoz sık rastlanan lezyon-
derma tedavi ile depigmente alanlarda perifolliküler maküler nor­ lardır ancak sıklıkla inflamatuar zeminde aniden çok sayıda lezyo-
mal pigmentasyon şeklinde repigmente olan idiyopatik vitiligoya nun görülmesi, acrochordonlar (skin tag’lar) ve acanthosis nigri­
klinik olarak benzer. Kökeni bilinmeyen bu lökodermada tutulan cans beraberliği ile seyreden klinik, sistemik hastalığın belirtisidir.
alanlarda inflamasyon kanıtı olamamakla birlikte altta yatan kon- Bu tablo L e s e r - T r e la t iş a r e ti olarak isimlendirilir ve internal malig-
nektif doku hastalığı aktivitesini kaybederse düzelme olabilir. İdi­ nite işaret eder. Primer olarak fleksural alanlarda kadifemsi hiper­
yopatik vitiligoya zıt olarak melanoma bağlantılı lökoderma göv­ pigmentasyon olarak gözlenen A c a n th o s is n ig r ic a n s da internal
dede başlar ve bu görünüm metastatik hastalık açısından araştırma malignitenin, çok sıklıklada gastointestinal kanala ait olanların bir
yapılmasını gerektirir. Muhtemelen malign melanositlere karşı ge­ yansıması olabilir. Hastalan çoğunda Açanthosis nigricans obezite
lişen immün yanıt sonucu normal melanositlerin hasarlanması ile ile ilişkilidir fakat akromegali, Cushing sendromu, Stein-Leventhal
oluşur. sendromu veya insulin-resistant diabetus mellitus (tip A, tip B ve
Piebaldism deri bulguları ile seyredebilen iki sistemik hastalık lipoatrofik formlar) gibi endokrinopatilerin bir yansıması olabilir.
vardır (Tablo 57-10) Bunlar H ir s c h s p r u n g h a s ta lığ ı ve W aard en - Melanositlerin proliferasyonü, le n tig o , m e la n o s itik n ev u s ve
b u rg sen d rom u d u r. Birisi melanositler ve diğeri myenteric gangli­ m e la n o m (Konu 86) gibi pigmente lezyonlarla sonuçlanır. Erişkin­
on hücreleri (Hirschsprung hastalığı) veya işitme sinir hücreleri lerde lentigolann çoğu güneşe maruziyete bağlı olup bu durum lez-
(Waardenburg sendromu) gibi neural crest-kökenli iki elementin yonların dağılımlarını açıklar. Bununla birlikte Peutz-Jeghers ve
anormal emriyonik göçü yada yaşamı her iki hastalık için olası bir LEOPARD sendromlarında [/entigo; ECG anomalileri, primer ile­
açıklamadır. Son sendrom piebaldisme ek olarak konjenital senso­ tim kusuru, oküler hipertelorism; pulmoner stenoz ve subaortik val­
rineural işitme kaybı, dystopia canthorum (interpupiller uzaklık vular stenoz; anormal dış genital organlar (cryptorchidism, hypos­
normal iken iç kantusun lateral yer değiştirmesi), iris heterokromi- padias); gelişme geriliği; ve sağırlık (sensorineural)] lentigolar sis­
si ve burun kökünde genişleme karakterizedir. Waardenburg send- temik bir hastalığın ipucu olma işlevine sahiptir. Multipl lentigolar-
romlu hastalarda DNA bağlayan proteinler encode eden PAX-3 ve da veya LE O P A R D s e n d r o m u n d a yüzlerce lentigolar çocuklukta
M T IF kapsayan iki gende Hirschsprung hastalığı ve beyaz lekeleri gelişir ve tüm vücutta dağılım gösterir. P e u t z - J e g h e r s sen rom lu
olan hastalarda ise endothelin 3, endothelin B reseptör ve S O X -10 hastalarda lentigolar primer olarak burun ve ağız çevresinde, el ve
genlerinin birinde mutasyonlar gösterilmiştir. ayaklarda, ağız mukozasında yerleşir.Yüzdeki pigmente makûller
"'riıln .57-10 liîSLtJ/Kîan, l.-.-knit/.u )

Wood Lambası
Muayenesi (U V-A ;
Klinik Özellikler Maksimum =365 nm) Deri biopsi materyali Patogenez Tedavi

Idiopathic Sık, edinsel, 1 to 4 mm Vitiligodan daha az Epidermal melanin içeriğin­ Yaşlanmanın bir yansıması Yok
guttate çapında belirginleşme de ani azalma olarak olası somatik mu-
hipomela- Tibia ön yüzü ve ön kol tasyon U V maruziyeti
nosis

Postinfla- Subakut lupusda olduğu Hastalığa bağlıdır. Ge­ înflamatuar infiltrat tipi spe­ Melaninin melanositlerden Altta yatan inf-
matuar gibi aktif lezyonlar içinde nellikle viüligodan da­ sifik hastalığa bağlıdır keratinositlere transfe­ lamatuar has­
hipopig- gelişebilir veya dermatit- ha az belirgindir rindeki blok ödem veya - lığının tedavisi
mentasyon lerdeki gibi Iezyonlann azalmış kontakt zamanına
gerilemesinden sonra ge­ sekonder olabilir
lişebilir înflamatuar hücrelerin bazal
tabakaya saldırısı sırasında
melanosiüerin hasarlanması

Tinea (pity­ Sık bir hastalıktır Altın rengi fluorescence Stratum komeumda hifalar Pityrosporum maylannca Selenium sulfide
riasis) ver- Gövdenin üst kısmı ve boyun ve gelişen mayalar stratum komeumun isti­ (%2.5), topikal
sikolor Şal benzeri dağılım lası imidazoller;
Genç erişkinler Mayalar lipofılik olup C9 veya triazoller
Kaşındığı zaman makûller ile C l l dikarboksilik asit
ince beyaz skuamlar gös­ üreterek in vitro tirozinazı
terir inhibe ederler

Vitiligo Edinsel, ilerleyici Daha belirginleşme Melanosiüerin yokluğu ve Olası otoimmün fenomen Topikal gluko-
Simetrik alanlarda tam pig- Tebeşir beyazı hafif inflamasyon melanosiüerin hasarlan- kortikoidler,
Periorificial-ağız çevresi, masına yol açar- humoral PUVA; U V-B;
burun çevresi, göz çevre­ ve/veya hücresel depigmentas-
si, meme çevresi, göbek Alternatif hipotez melana- yon yaygın ise
çevresi, anus çevresi sitlerin kendi kendilerini transplanüar
Diğer alanlar-bilek flek- hasarlamasıdır ve dolaşan
sörleri, distal ekstremite antikorlar veya sitotoksik
ekstensörleri T hücreleri sekonder feno­
Segmental formun sıklığı mendir
daha az- tek taraflı, der-
matomal dağılım

Kimyasal Vitiligoya benzer görünüm Daha belirginleşme Melanosit sayısında azalma Özellikle fenol ve catechol- Suçlanan ajana
lükoderma Sıklıkla el sutlarında başlar Tebeşir beyazı veya yokluğu 1er (germisid ve yapıştın- maruziyetten
Kimyasallara maruz kalma­ cılar) gibi kimyasallara uzaklaşmak
mış alanlşarda satellit lez­ maruz kalmak melanosit- sonra vitiligo
yonlar leri seçici olarak hasarlar gibi tedavi
Hücresel antijenlerin salın­
ması ve dolaşan lenfosit­
lerin aktivasyonu satellit
fenomeni açıklayabilir
Piebaldism Otozomal dominant Lökodermada ve hi* Hipomelanotik alanlar—bir­ Bu alanlarda melanoblast- Yok; zaman za­
Konjenital, durağan perpigmente makûl­ kaç adet veya melanosit lann neural crestten vent­ man transplant-
Beyaz perçem lerde belirginleşme olmaması ral deriye göçlerindeki 1ar
Hipomelanonozis alanları bozukluk veya melanob-
değişik boyutlarda normal Iasüann yaşama veya
normal pigmente ve hiper- melanoblasüann yaşama
pigmente makûller içerir veya farklılaşma yetersiz­
Alının merkezinde, göcde liği
ön yüzünde va üst ve alt Mast/kök hücre büyüme fak­
ekstremitelerin orta bölge­ törü için tyrosine kinase re­
lerinde simetrik tutulum. septörü enkode eden c-kit
proto-oncogende mutasyon
NOT; PUVA, psoralenler + ultraviole A ışını; UV-B, ultraviole B.

yaş ile solarken oral lezyonlar kalıcıdır. Benzer ağız içi lezyonlar bulgulanna sahip olabilirler.
Addison hastalığında da gözlenirken koyu pigmente bireylerde Lokalize hiperpigmentasyon üçüncü tipi pigment üretimininde
normal bir bulgudur. Bu otozomal dominant sendromlu hastalar lokal artışa bağlıdır ve efelidler ile cafe au lait makûlleri içerir
(serine threonine kinase geni mutasyonları sonucu) gastointestinal (CALM). Son lezyon çok sıklıkla iki hastalıkla bağlantı gösterir.
kanalın çok sayıda benign polipleri, testiküler tümörler ve gastroin­ Bunlar neurofibromatosis (NF) ve McCune-Albright sendromlan-
testinal, meme ve jinekolojik kanserlerin gelişme riski artmıştır. dır. C A L M düz, Uniform açık kahverenkli ve 0.5-12 cm arasında de­
Lentigolar, kardiak miksomalarla da ilişkili gösterirler ve bul­ ğişen boyutlardadır. T ip I N F ' li erişkin hastaların yaklaşık % 80’i
guları biribiri üzerine binmiş iki sendrom tanımlanmıştır; LA M B altı veya daha çok sayıda 1.5 cm ’den daha büyük çapta CALM sa-
sen d ro m u (lentigolar, atrial miksoma, mukokutanöz miksoma ve hiptir.Ek bulgular neurofibroma bölümünde tartışılmıştır (bakınız
blue nevus) ve N A M E se n d r o m u [nevus, atrial miksoma, myxoid "Papülonodüler deri lezyonları") M cC u n e-A lb rig h t sen d rom lu [ pol­
neurofibroma ve efelid (freckle)] Bu hastalar Cushing sendromu, yostotic fibrous dysplasia ile bir G protein (Gsa ) geninde bir mu-
akromegali veya seksüel erken gelişim gibi endokrin aşın aktivite tasyon aktiflenmesi için mosaicism nedeni ile kızlarda erken pu-
322 mentasyon gözlenir, tırnak distrofisi, pansitopeni, oral ve anal muko­
zanın lökoplakisi eşlik eden bulgulardır. Son bulgudan sıklıkla sku-
Jb io S7-.il Hiper|>İ!'tıı«nta'>yoııun nedenleri amöz hücreli kanser gelişebilir. Gövdede kırbaçlanmiş gibi görünüme
sahip pigmentasyona (lineer çizgiler) ek olarak bleomycin alan hasta­
I. Primer deri hastalıkları larda sıklıkla dirseklerde, dizlerde ve elin küçük eklemleri üzerinde hi­
A. Lokalize perpigmentasyon vardır.
1. Epidermal değişim Çeşitli sistemik tedavilerin yan etkisi olarak gözlenen lokalize hi­
a. Seboreik kcratoz perpigmentasyon, fixed ilaç reaksiyonu [phenolphthalein, nonsteroidal
h. Acanthosis nigricans (obezite)
anti-infllamatuar ilaçlar (NSAIDs), sulfonamidler ve barbituratlar]
c. Pigmente aktinik keratoz
2. Mclanositlerin proliferasyonu oluşumunu içerir ve bunlar melanin ile kompleks oluşturabilir (antima-
a. Lentigo laryal). Fixed ilaç erüpsiyonlan aynı bölgede tekrarlar; lezyonlar daire­
b. Nevus sel eritem alanlan olarak başlar, büle dönüşüm olabilir ve sonuçta kah­
c. Melanom verengi makûller haline dönüşerek iyileşir. Erüpsiyon suçlanan etkenin
3. Artmış pigment üretimi uygulanmasından sonra saatler içinde gözlenir ve sık rastlanan lokali-
a. Ephelidler (freckles) zasyonlan genital organlar, ekstremdeler ve ağız çevresidir. Chloroqu-
b. Cafe au lait makul
ine ve hydroxychloroquine tibia ön yüzünde , sert damakta ve yüzde
B. Localize ve diffuz
1. İlaçlar gri-kahverengiden mavi-siyaha kadar değişen tonlarda renk değişikli­
II. Sistemik hastalıklar ğine neden olur. Uzamış minocycline uygulamalarında inlamasyoiı
A. Lokalize alanlarında ve alt ekstremiterde mavi makûller görülebilir. Oral kont-
1. Epidermal değişim raseptifler içindeki estrojen özellikle yanaklarda, dudak üstünde ve
a. Seboreik keratoz (Leser-Trelat işareti) alında simetrik kahverengi patchier ile karakterize melazmaya neden
bı Acanthosis nigricans (paraneoplastik endokrin hastalıklar) olabilir. Benzer değişiklikler gebelikte, hyantoin alan hastalarda ve
2. Melanositlerin proliferasyonu
erişkin Gaucher hastalarında gözlenir, Son hastalıkta alt ekstremiteler-
a. Lentigolar (Peutz-Jeghers ve LEO P A R D sendromları; xero­
de distallerinde de hiperpigmentasyon vardır.
derma pigmentosum)
b. Nevus [Camey kompleksi (LAM B ve N A M E sendromları)]0 D iffiiz form hiperpigmentasyonda derinin koyulaşması tüm vücut­
3. Artmış pigment üretimi ta eşit yoğunlukta olabilir yeya güneş gören bölgelerde artış gösterebi­
a. Cafe au lait macules (neurofibromatosis, McCune-Albright lir. Diffüz hiperpigmentasyonun nedenleri endokrin, metabolik, oto­
sendromu* *1) immün ve ilaca bağlı olanlar olmak üzere dört gruba ayrılabilir. Sıklık­
b. Urticaria pigmentosac la hiperpigmentasyonla ilişki gösteren endokrin bozuklukluklar; A ddi­
4. Dermal pigmentasyon so n h a stalığ ı. N elson sen drom u ve Ektopik ACTH sendromdur. Bu
a. Incontinentia pigmenü
hastalıklarda artmış pigmentasyon diffüz olmakla birlikte palmar çiz­
b. Dyskeratosis congenita
gilerde, friksiyon alanlarında, skarlarda ve oral mukozada daha belir­
B. Difffiz
1. Endokrinopatiler gindir. Hipofız hormonlarından a-MSH (melanosit-stimüle edici hor­
a. Addison hastalığı mon) ve ACTH’ın aşırı üretimi melanosit aktivitesinde. bir artışa yol
b. Nelson sendromu açabilir. Bu peptitler proopiomelanocortin geninin ürünü olup benzer
c. Ectopic A C T H sendromu amino asit dizilerine sahiptirler örneğin a-MSH ve ACTH 13 amino
2. Metabolik asitleri ortaktır. Cushing hastalıklı veya hipertiroidismli hastalann kü­
a. Porphyria cutanea tarda çük bir grubu yaygın hiperpigmentasyona sahiptir.
b. Hemochromatosis
Hiperpigmentasyonun metabolik nedenleri arasında p o rp h y ria cu ­
c. Vitamin B j 2 , folate eksikliği
ta n ea tard a (PCT), h em o ch ro m a tosis, vitam in B 12 eksikliğ i, f o l i c a s id
d. Pellagra
e. Malabsorpsiyon, Whipple hastalığı eksikliğ i, p e lla g r a , m ala b so rb siy o n ve W hipple h astalığ ı bulunur.
3. Metastatic melanoma ikincil melanozis PCT’lı hastalarda (bakınız "vesikül/bül") deri koyulaşması güneş gö­
4. Otoimmün ren alanlarda gözlenir v e porfirinlerin fotoreaktif özelliklerinin bir gös­
a. Biliary siroz tergesidir. Hemochromatosisli hastalann derilerindeki artmış demir
b. Skleroderma düzeyi melanin pigment üretimini uyanr ve klasik bronz renk oluşu­
c. POEMS sendromu
muna neden olur. Pellegralı hastalar nicotinic acid (niacin) eksikliğinin
d. Eosinophilia-myalgia sendromu
sonucu olarak özellikle güneş gören alanlarda kahverengi bir deri ren­
5. İlaç and metaller-
gine sahiptirler. Artmış pigmentasyon alanlannda ince vernik benzeri
a aynca lentigo. skuamlar vardır. Bu değişiklikler B6 vitamin eksikliği olan hastalarda,
* Polyostotic fibröz displâzi
c bakınız "Papulonodular deri lezyonlan." fonksiyone carcinoid tümörlerde (artmış niasin tüketimi) veya isoni-
azid alımında da gözlenir. Whipple hastalığı olan hastalann ortalama
berte] hastalardaki CALM, NF’lu hastalardakilerle karşılaştırıldı­ % 50’sinde diyare, kilo kaybı, artrit ve lenfadenopati ile ilişkili yaygın
ğında genellikle daha büyük, daha düzensiz sınırlı ve orta hattı geç­ hiperpigmentasyona sahiptirler. Yaygın koyu mavimsi renk metastatik
meyen tarzdadır. CALM, pulmoner stenoz (Watson syndrome), tube­ melanoma ikincil mealonozisli hastalarda gözlenir. Dermisde tek hüc­
rous sclerosis, LEOPARD sendromu ve ataxia telangiectasia ile de iliş­ re metaztazı sonucu renk oluşumu veya dolaşan melanin prekürsörle-
ki gösterir fakat birkaç lezyon normal insanlarda bulunabilir. rinin konsantrasyonumun yüksekliği sonucu yaygın melanin birikimi
Incontinentia pigmenti, dyskeratosis congenita, and bleomycin tartışmalı konular olmakla birlikte son teoriyi destekleyen daha fazla
pigmentasyonunda lokalize pigmentasyon; birincisinde girdabımsı, kanıt vardır.
İkincisinde retiküle ve üçüncüsünde kırbaçlanmış gibi görünüm oluş­ Yaygın hiperpigmentasyonla ilişkili otoimmün hastalıkların en
tururlar. X ’e bağlı dominant bir hastalık olan incontinentia pigmentli sık görüleni b ilia r y c ir r h o s is ve s c l e r o d e r a olup bazen her iki has­
hastalarda bebeklik döneminde lineer düzen gösteren vesikül ve büller talık aynı hastada gözlenir. Deri özellikle güneş gören alanlarda ko­
, verrüköz papüller bulunabilir. Çocukluk döneminde gövdede paralel yu kahverengidir, Biliary cirrhosis’da hiperpigmentasyona pruritus,
girdaplar ve çizgisel hiperpigmentasyon gözlenir bazen ekstremiteler- sanlık ve xanthoma’lar eşlik ederken scleroderma’ya ekstremitele-
de çizgisel hipopigmentasyon bulunur. Nöbetler, mental retardasyon, rin, yüzün daha az sıklıklada gövdenin sklerozu eşlik eder. Sclero­
retinal vasküler anormallikler ve gecikmiş veya zayıf diş çıkarma eşlik derma tanısı için ek ipuçları telenjiektaziler, calcinosis cutis, Ray­
eden bulgulardır. Çizgisel lezyondan alınan biopsi materyali dermal naud fenomeni ve distal ülserasyonlardır (bakınız "Telenjiektaz-
makrofajlar içinde pigment gösterir ("incontinent pigment"). Dyskera­ ler"). Deri sklerozu ile giden hiperpigmentasyonun ayırıcı tanısı
tosis congenita’da boyun, gövde ve uyluklara atrofık retiküle hiperpig­ POEMS sendromunu [polyneuropathy; organomegaly (karaciğer,
■l.ıl.ık, lenf nodları); cııciocri no [):ı 111 ies (impotans, jinekomasti); M- v •u-.MiUih.ıuı -P-iu.ikd 323
!ıı<ılcin; ve deri değişiklikleri| içerir. Deri değişiklikleri hiperpig-
nıculasyon. deri kalınlaşması, hipertirikoz ve anjiomlardan oluşur. Vezikül ve büller kontakt dermatitin hem allerjik hem de irritan
L-Iryptophaıı içeren maddelere bağlı geliştiği düşünülen eosi- formlarında da (Konu 56) gözlenir. Çizgisel düzende veziküler lez-
ııııplıilia-myalgia sendromu 1980’li yılların sonlarında tanımlan­ yonlar bulunduğu zaman eksojen nedenden şüphelenilmelidir. İlaç
mıştır. Pigmente alanlar üzerinde ek olarak makülopapüler dökün­ alımına ikincil büllöz hastalıklar; fototoksik döküntüler, izole bül,
tüler, alopesi, büyük skleroderma benzeri sertlikler vardır. toksik epidermal nekroliz ve eritema multiformeyi içine alan çeşit­
Haçlar ve metallere bağlı yaygin pigmentasyon çeşitli meka­ li formlarda olabilir(Konu 59) Klinik olarak fototoksik döküntüler­
nizmalarla melanin pigment oluşumunun uyarılması, ilacın veya de güneş gören yerlerde abartılı güneş yanığı benzeri tablo ile yay­
ınciabolitlerinin melanin ile kompleks oluşturması ve dermişte bi- gın eritem ve bül bulunur. Bu durumla en çok ilişkili ilaçlar; thiazi­
ı iken ilaca bağlı gelişebilir. Busulfan, cyclophosphamide, uzun sü- des, doxycycline, sulfonamides, NSAID ve psoralenlerdir. Fototok­
ıeli yüksek doz ACTH ve inorganik arsenik pigment üretimini uya- sik döküntünün gelişimi hem ilacın hem de UV-A ışınının dozları­
ı n. Melanin içeren kompleksler veya hemosiderin ile ilaç ya da ila­ na bağlıdır.
nı ınelabolitleri chlorpromazine ve minocycline alan hastalarda Toksik epidermal nekroliz (TEN) yaygın eritem alanları üzerin­
M'iiilür. Uzun süre yüksek doz chlorpromazine alan hastalarda gü­ de bül ve daha sonra soyulma ile karakterizedir. Bu durum geniş
ne-, giireıı derinin yanında konjunktivalarda da mavi-gri renk olu- alanlarda soyulmuş deri ile sonuçlanır. Epidermal nekrozun yay­
.linin. Minocycline alan hastalarda güneş gören alanlarda yaygın gınlığının bir işlevi olarak sepsis gibi morbididitesi ve mortalite ol­
mim gri, çaıııurumsu görünüm ek olarak müköz membranlada, dukça yüksektir. Ek olarak bu hastalarda müköz membranlar ve
dişlerde, tırnaklarda, kemiklerde ve tiroid bezinde pigmantasyon barsak kanalı tutulumu da olabilir. İlaçlar TEN ’in primer nedenidir
' le n Aıııiodarone uygulaması güneş gören deride hem fototok- ve phenytoin barbituratlar, sulfonamidler, penisilinler ve NSAID
iIndökümü (abartılı güneş yanığı) hem de kahverengi veya mavi­ çok sık suçlananlardır. Ciddi akut graft-versus-host hastalığı (evre
li inik değişikliğine yol açabilir. Bu son durumda biopsi materya­ 4) TEN ’a benzeyebilir.
linde Ii|iul. aıııiodarone ve onun metabolitlerinin intralizozamal bi­ Erythema multiforme'ât (EM ) primer lezyonlar pembe-kırmızı
ni-.........temsil eden dermal makrofajlarda sarı-kahverengi granül- makûller ve ödemli papüller olup lezyonların merkezlerinde vezikül
tı ı ;n'/Icnir. ilaçların veya metallerin deride gerçek birikimleri; gü­ olabilir. EM tanısında ipucu ilaca bağlı morbiliform ekzantem aksi­
me, ı.ııeyıia) ile deri mavi-gri renkte, altın (chrysiasis) ile deri kah- ne lezyonların merkezinin koyu menekşe renginde olması veya pe-
II ti 'iıleu uıavi-griyc kadar değişen renkte ve clofazimine ile de- teşi içermesidir. Hedef veya iris lezyonları da EM için karakteristik
■- i ıım11 / misi kahverengi görülür. Bağlantılı hiperpigmentasyon gü- olup sentrifugal dağılımlı aktif merkez ve kenarların kombinasyonu
, ,..... ıı alanlarda artış gösterir ve gözlerdeki renk değişikliği al- sonucu oluşulan Bununla birlikte tanı için iris lezyonlannın varlığı
: e ı kleı.i), ı lofazimiıı (koııjuııktiva) ile görülür. gerekli değildir. Distal ekstremdeler, müköz membranlar (oral, na­
\ I- SI K İ J./ IU IL (Tabic 5 7 -1 2 ) Derinin sıvı içeren Iczyııııları zal. oküler ve geııilal) lıılıılııııı açısından tcrcilı edilen alanlardır.
U", mİ.ıı ma mire ve/.ikül (< 0 .5 eni) veya hiıl ( -0.5 eni) olarak isini Dudaklında lıeınmajik kııılluı Herpes siıııplcks. peıııligııs vulgaris
teıiılıı ıln Primer vesikiıln İnilin/, hastalıklar /nr/ı///<;n.s ih /ço/h , m - paı.ıuei'jıl.ıslıe peıııligııs için o ld u ğ u kadar E M içinde karakteris-
' i i I(/ / 1; i i s /ı /v//ı/ı,ç//v </ \llınıı.ıli'\ıı\, ıı, ınr, ıpl,n/ıı ,”ı'/ıı/ iık in . A icş. Kırıklık. Imğa/. ağrısı ve öksürük crüpsiyon öncesinde
h: /'in I'IIII: nl \ / n■/11// 1;, •/./ İni p f , ee W,ı/n m/ , . n ,1 İn, sıı jn ."(//; 1 o. ■ \e\,ı eıu p sıy m ıla İmlikle görülebilir. Eritema multiforme lezyonları
:,l. n i l 1: rf ıı, l,-ı i m ‘I ym \ lıııll,ı;,ı !ı>iı,ı I ; \ hır- hılıpn 1 ,/,ı ınnlıln g en ellik le i (ı lıalialık siiıeçtc düzelebilir fakat yineleyebilir.
I" 1 / s llji'l 1ı;ı\ I 1 . ılı, .ıhı 1 kimli -5 1 S ııM ö ııa u ıid lc r. phenytoin, barbituratlar, penicillinler ve carba-
ıııa/epiııe gibi ilaçlar eritema multiformeye neden olabilir ancak
-; ' .• fi». . i i , ı'ı 1-1 M.il özellikle genç erişkinlerde olmak üzere hastaların çoğunluğununda
'.V«l İMHM/iM-.*// II tı<'mnk n.ısi.ıhklnr ııedeıı değildirler. Herpes simpleks enfeksiyonları özellikle bu yaş
(!î5K<-.( } ; ; S.il ıl-liilı 1/ lı,|\ \ ( Mı<111111)1111 grubunda E M ’nin en sık nedenidir ve lezyonlar viral döküntüden 7-
•■♦îlik) »M‘.'tıııı tMiHIM1 1. Paraneoplastic pemfıgus" 12 gün sonra gözlenir. EM ile ilişkili diğer enfeksiyon etkenleri;
1 IVu|f|,l,r,;| H. inleksiyoular Mycoplasma pneumoniae, dimorphic mantar ve çeşitli viruslardır
1İHİIıM ı\ |M ' 1' t|111|)M11(K' 1. Deri embolisi* (echovirus, coxsackievirus, Epstein-Barr ve influenza) EM; BCG,
i 1l'M|M'NI-'CSİ.IİİOIIİS^ C. Metabolik
poliomyelit veya vaccinia virusları ile aşılama, radyasyon tedavisi
ı. ( it ,ııı ıci.ıl ]icıııphig’(iî(l/' 1. Diabetik bül" *
S. 1Jeı 11kii 11is lıerpetilör- ve çevresel toksinlere maruz kalmayı izleyerek de gelişebilir.
2. Porphyria cutanea tarda*
ınis'1-' 3. Porphyria variegata* Primer vesikülo-büllöz hastalıklara ek olarak hipersensivite re­
<ı. I.iııcııı- lgA hastalığı* 4. Pseudoporphyriab aksiyonları, bakteriyel ve viral enfeksiyonlar da vesikül ve bül olu­
7. Akkiz. epidermolizis bül- 5. Hemodiyalizin büllöz şumuna neden olabilirler. Bu tip döküntüye neden olan en sık göz­
loza hJ dermatozu* lenen etkenler Herpes simpleks (Konu 182) herpes varicella-zoster
Sekonder vezikülobüllöz D. İskemi
(Konu 183) ve stafilokokkus’dur(Konu 139).
hastalıklar 1. Koma bülü
Stafılokoksik soyulmuş deri sendromu (SSSS) ve biillöz impeti­
1. Kontaktı"
2. Eritema multiforme" * go; stafilokokkus (phage grup II) enfeksiyonu ile ilişkili iki vesikü­
3. Toksik epidermal nekro- lo-büllöz hastalıktır. SSSS’da başlangıç bulguları yüzde, boyunda,
liz* gövdede ve intertrigiııöz bölgelerde kızarıklık ve hassasiyettir. Bu­
Infections nu kısa süre dayanabilen gevşek büller ve doku ölümü veya yüze-
1. Varicella/zoster",f yel epidermisin soyulması izler. Daha sonra karakteristik olarak
2. Herpes simpleks"'1-
ağız çevresinde krutlu alanlar gelişir. SSSS’nun ,TEN'den ayırı­
3. Enteroviruses, örneğin el
mında; daha genç hasta grubunun etkilenmesi, bül oluşumunun da­
ayak ağız hastalığı
4. Stafilokoksik soyulmuş ha yüzeyel tabakalarda olması, oral lezyonların olmaması, kısa sü­
deri sendromu"-^ reli seyir, daha düşük morbidite ve mortalite, ilaçlarla değil stafilo-
5. Büllöz impetigo" kokkal exfoliative toksin ("exfoliatin' ) ile ilişki gibi özelliklerden
11 iiitraepidermal yararlanılır. SSSS'nun hızlı tanısı TEN ’un aksine bül çatısının fro­
* Subepidemıal zen section’ı veya bül içeriğinin exfoliatif sitoloji ile yapılabilir.
' Gluten enteropatisi ile ilişki SSSS'da enfeksiyon alanı genellikle deri dışındadır (konjunktiva,
Uııltamatuar harsak hastalıktan ile ilişki
rinore. otitis media, faranjit. tonsillit) ve deri lezyonları sterildir oy­
'' Sistemik de olabilme
1Erişkinlerde, böbrek yetmezliği ve baskılanmış immünite ilişki saki büllöz impetigoda enfeksiyon alanı deri lezyonlarıdır. İmpeti-
324 II Hastalık! arın Ana bulgulan ve rakamı Şekilleri sonra döküntüler kulak arkasından, alında saç çizgisinden başlar ve
sonra gövdeden aşağıya yayılır ve sıklıkla lezyonlar birleşir. 2) Kı­
go SSSS’dan daha lokalize ve genellikle bal rengi krutlara sahiptir. zamıkçık: Alından ve yüzden başlar ve sonra gövdeden aşağıya
Bazen yüzeyel pürülan büllerde oluşabilir. Gram negatif enfeksiyo­ doğru yayılır ve lezyonlar aynı biçimde gerilerler. Retroauriküler,
na bağlı deri embolisinde izole büller bulunabilir fakat lezyonlann suboksipital lenfadenopati döküntüye eşlik eder. 3) E ry th em a in ­
zemini purpurik veya nekrotik olup ülserleşebilirler (balanız "pur­ fe e t i o s u m (beşinci hastalık): Yanakların eritemini izleyerek ekstre­
pura") mitelerde retiküler görünümde döküntü oluşur. Parvovirus B 19 en­
Diabetus mellitus, renal yetmezlik ve porfîrianın içinde bulun­ feksiyona sekonderdir ve erişkinlerde birlikte artrit görülebilir.
duğu çeşitli metabolik hastalıklar bül oluşumu ile ilişkilidirler. Kızamık ve kızamıkçık aşılanmamış genç erişkinlerde gözlenir.
Azalmış kan akımına bağlı lokal hipoksi de bül oluşumuna neden Atipik form kızamık, ölü kızamık aşısı veya canlı aşıyı izleyerek
olabilir bu durum komadaki hastalarda (koma bülü) basınç alanla­ ölü aşı ile immünize edilmiş erişkinlerde görülür. Klasik kızamığın
rında bül gelişimini açıklar. D iabetus mellitusda normal deri üze­ aksine atipik kızamık döküntüleri el içleri, ayak tabanı, el bilekle­
rinde berrak vizköz sıvı içeren gergin büller ortaya çıkabilir. Lez- ri, parmak eklemleri üzerinde başlar ve lezyonlar purpurik olabilir.
yonlar 6 cm çapma kadar ulaşabilir ve distal ekstremitelerde loka­ Atipik kızamıklı hastada pulmoner tutulum olabilir ve oldukça has­
lize olurlar. Porphyrianın değişik tipleri olmakla birlikte en sık de­ ta görülürler. Rubelliform ve roseoliform döküntüler E p s te in -B a r r
ri bulgusu veren form PCT dır. Güneş gören alanlarda ( primer ola­ v iru s (hastaların % 5 - 15’inde), e c h o v ir u s , c o x s a c k ie v ir u s ve a d e ­
rak yüz ve eller) deri oldukça frajildir ve travmalar erozyonlara ve n o v iru s enfeksiyonları ile ilişkilidir. Spesifik IgM antikorlarının
gergin veziküllere neden olur. Bu lezyonlar skar ve milia oluşumu saptanması veya IgG antikorlarında 4 kat yükselme doğru tam ko­
ile iyileşirler. Milia epidermoid inklüzyon kistleri olup; katı, 2-3 nulmasını sağlar. Bazen makülopapüler döküntü ilaç-viral etkileşi­
mm, beyaz veya san papüllerdir. Diğer bulgular lateral malar böl­ mi sonucu oluşur. Örneğin infectious mononucleosis’li hastaların
gelerin (erkeklerde) veya yüzün (kadınlarda) hipertrikozu, güneş % 95 ’ inde ampisilin verildiğinde döküntü gelişir.
gören alanlarda hiperpigmentasyon, katı sklerotik plaklar olabilir. R ic k e tts ia ve m e n in g o c o c c u s enfeksiyonlarının erken dönemle­
İdrar uroporphyrin’lerinde yükseklik tanıyı doğrular ve bu uro­ rinde, purpura gelişiminden önce lezyonlar eritemli maküler ve pa-
porphyrinogen decarboxylase aktivitesinin azalması sonucudur. püler olabilmesi önemlidir. Bu su çiçeği olgularında veziküller ge­
Arttırıcı etkenler alkol, demir, klorlu hidrokarbonlar ve hepatit Ç lişmeden önce de vardır, Makülopapüler döküntüler erken dönem
enfeksiyonudur. H IV e n fe k s iy o n la r ı, erken sekonder sifiliz , tifo id a t e ş ve a ku t g ra ft-
PCT aymel tanısı; 1) porphyria variegata: PCT deri bulguları­ v e r s u s -h o s t h a s t a lığ ı ile ilişkilidir. Son hastalıkta lezyonlar sıklıkla
na ek olarak akut intermittent porphyria’nın sistemik bulgularına el içlerinde ve ayak tabanlarından başlar, tifoid ateşe bağlı maküler
sahiptir. 626 nm’de plazma porphyrin fluorescence emission’u ta- rose spot’lan primer olarak gövdenin ön kısmını tular.
nışaldır. 2) İlaca bağlı büllöz fotasensivite (pseudoporphyria): Kli­ Prototipik scarlatiniform döküntü, kızılda görülür ve grup A ft-
nik ve histolojik bulgulan PCT’ya benzer ancak porphyrin’ler nor­ hemolytic streptococcal enfeksiyonlarda, çok sıklıklada farinjitte
mal olup etyolojik ajanlar naproksen, furosemide, tetracycline ve ürettilen erythrotoxin’e bağlıdır. Bu döküntü diffüz eritem ile ka-
nalidixic acid’tir. 3) Hemodiyalizin büllöz derm atozu: Hemodiya­ rakterize olup boyun ve gövdenin üst kısmında, kırmızı renkli pe-
lizdeki kronik böbrek yetmezliği olan hastalarda, PCT ile aynı gö­ rifolliküler küçük alanlar şeklinde başlar. İlave bulgular; beyaz çi­
rünümde oluşur ancak porfîrinler genellikle normal bazen sınırda lek dili (beyaz dil ve kırmızı papilla) izleyerek kırmızı çilek dili
yüksektir. 4) Hepatoma ile ilişkili PCT, hepatik karsinoma ve he­ (kırmızı dil ve kırmızı papilla), damakta peteşi, ağız çevresinde be­
modiyaliz 5) Akkiz epiderm olysis bullosa (Konu 58) yazlıkla beraber yüzde kırmızılık, antekübital bölgede çizgisel pe­
EKSANTEMLER (Tablo 57-13) Ekzantem akut yaygın dö­ teşi ve döküntünün başlamasından 5-2 0 gün sonra avuç içinde ve
küntü ile karakterizedir. Eritematöz makûller ve papüller (morbili- ayak tabanında deskuaınasyondan oluşur. Avuç içinin ve ayak taba­
form) ve birleşerek solan eritem (scarlatiniform) iki sık görünüm­ nının benzer deskuamasyonu toksik şok sendromunda, Kawasaki
dür. M orbiliform döküntüler genellikle ilaçlara veya viral enfeksi­ hastalığında ve ciddi ateşli hastalıklardan sonra görülebilir. Stafilo-
yonlara bağlı gelişir. Örneğin penisilinler, sulfanamidler, phenyto- loklann belirli tipleri de erythrotoxin üretir ve antistreptolysin O
in veya altın alan hastaların %5’ten fazlasında makülopapüler dö­ titrelerinde yükselme yapmaksızın streptococcal kızıl gibi benzer
küntü gelişir. Eşlik eden işaretler pruritus, ateş, eozinofîli ve geçi­ klinik bulgulara neden olur.
ci lenfadenopatidir. Benzer makülopapüler döküntüler klasik ço­ T o k sik ş o k se n d r o m u n d a (TSS), stafilokokkal (phage grup I)
cukluk viral ekzantemlerinde görülür. Bu ekzantemler: 1) Rubeoİd enfeksiyonları enterotoksinin yanında bir eksotoksin (TSST-1) üre­
(kızamık): burun akıntısı, öksürük ve konjunktiviti izleyerek buk- tip ateş ve döküntüye neden olur, Başlangıçta olguların çoğunluğu
kal mukozada Koplik lekelerinden oluşan öncü semptomlardan tampon kullanan menstruasyonlu kadınlar olarak bildirilmiştir. Bu­
nunla birlikte yaralar ve vajiniti içeren diğer alanların enfeksiyon­
Tablo 57-13 Eksaııtemlerin nedenleri ları TSS’na neden olabilir. TSS’nun tanısı klinik kriterlere (bölüm
139) yapılır ve bunların üçü mukokutanöz alanları kapsar. Klinik
I. Morbilliform
A. İlaçlar kriterler: 1) ateş 2) derinin diffüz eritemi 3) hastalığın başlangıcın­
B. Viral dan 1-2 hafta sonra avuç içi ve ayak tabanının deskuamasyonu 4)
1. Kızamık (measles) hipotansiyon ve 5) gasrointestinal kanal, kaslar, böbrek, karaciğer,
2. Kızamıkçık CNS, hematolojik (trombositopeni) ve müköz membranlan kapsa­
3. Erithema infeetiosum yan üç veya daha fazla organ sisteminin tutulumudur. Müköz
4. Epstein-Barr, echovirus, coxsackievirus ve adenovirus
membran tutulumu vajinanın, orafarinksin veya konjunktivanın hi-
5. Erken dönem HIV
C. Bakteriyel
peremisi ile karakterizedir. Benzer sistemik bulgular s t r e p t o k o k k a l
1 . Tıfoidateş t o k s ik ş o k -b e n z e r i s e n d r o m d a tanımlanmıştır. (Konu 140) bununla
2. Erken sekonder sifiliz birlikte ekzantem alta yatan enfeksiyonun sıklıkla yumuşak dokuda
3. Erken rickettsia olduğu stafilokokkal enfeksiyona bağlı T SS’dan daha az gözlenir
4. Erken meningococcus K a w a s a k i h a s ta lığ ın d a deri döküntüleri (mukokutanöz lenf no-
D. Akut graft-versus-host hastalığı
du sendromu) (Konu 317) polimorftur fakat iki en sık formu mor­
E. Kawasaki hastalığı
biliform ve scarlatiniformdur. Olguların çoğunluğu 5 yaşından kü­
II. Scarlaüniform
A. Kızıl çük çocuklarda görülür fakat erişin olgularda bildirilmiştir. Tanı 5
B . Toksik şok sendromu günden fazla süren ateşe ek olarak 5 kriterin 4 ’nün bulunması ile
C. Kawasaki's hastalığı konulur. Bu kriterler 1) Bilateral konjunktival konjesyon 2) Eksan-
' 57- M I -rlikcr m ıh ıın ı ı 7 / iı: I l a s i . ı i ı k l a n n D e r i f s . - i i p 325

I. I’riıııcr deri lı.ısı.ılıU.ın


A. At.nl ve knuıık liılıkı-ı bulunur.
U. I'i/ıkscl m n k cr Ürtiker dermal ödemin sonucu iken subkutan ödem, anjioödem
I IVrinuiogiali/.m klinik tablosuna neden olur. Subkutan dokunun yaraşıra göz kapak­
Sırlar iirtiker0 ları, dudaklar, dil, larinks ve gastrointestinal kanal da tutulan alan­
Soğuk ürtikeria
lardır. Anjioödem tek başına veya ürtikeryal vaskülit ve fiziksel ür­
4. Kolinerjik ürtiker0
tikeri kapsayan ürtiker ile kombine olarak gözlenebilir. Edinsel ve
( Anjioödem (herediter ve edinsel)0
II Sısıemik hastalıklar herediter(otozomal dominant) form anjioödem oluşur (Konu 310)
A I Uıikcryal vaskülit ve herediter ürtiker nadiren görülür.
İl. Ilcpatit B ve C enfeksiyonları Ü rtikery a l v a sk ü lit bir immün kompleks hastalığı olup basit ür-
C. Serum hastalığı tikerle karışabilir. Basit ürtikere karşın bireysel lezyonlar 24 saat­
I). Anjioödem (herediter ve edinsel) ten daha uzun süreli olmaya eğilimlidir ve genellikle merkezi pete-
“ Sisıcmik de olabilir. şi gelişir ve ürtikeryal faz bitmesinden sonra bile peteşi gözlenebi­
lir. Hastalar pruritus ve yanma hissinden de yakınabilirler. Biopsi-
tem 3) Genellikle tek taraflı servikal lenfadenopati 4) El ve ayakta de küçük kan damarlarının lökositoklastik vasküliti vardır. Ürtiker­
mıcırı, ödemi izleyerek deskuamasyon 5) Orofarinkste diffüz eri- yal vaskülitli birçok olgu idiyopatik olmakla birlikte lupus erite-
leııı, kırmızı çilek dili ve dudaklarda kurutlanan erozyonlardır. Bu matozus, Sjogren sendromu veya herediter kompleman eksikliği
klinik tablo TSS’una ve kızıla benzer fakat Kawasaki hastalığı ta­ gibi altta yatan sistemik bir hastalığın bir yansıması da olabilir.
nısının ipucu servikal lenfadenopati, dudaklarda erozyonlar ve art­ Ürtikeryal vaskülit, saf kutanözden multisistem tutulumuna ka­
ım.'; trombositlerdir. Bu hastalıkta en önemli sistemik bulgu arteri- dar değişen bir spektruma sahiptir. En sık rastlanan sistemik bulgu
li.s'c sekonder koroner anevrizmasıdır. Primer olarak hastalığın ilk ve semptomları artralji ve/veya artrit, nefrit, kramp tarzında karın
30 günü içerisinde anevrizmalar ani ölüme yol açabilir. Scarlatini- ağrısı ile daha az sıklıkta astm ve kronik obstrüktif akciğer hastalı­
lörm döküntüler SSSS’nun (bakınız "Vesikül/Bül") erken dönemle­ ğıdır. Hipokomplemantemi hastaların 1/3-2/3’ünde, hatta idiopatik
rinde ve ilaç reaksiyonlarında da görülebilir. olgularda bile oluşur. Ürtikeryal vaskülit h e p a t i t B ve h e p a tit C en­
Ü R T İK E R (Tablo 57-14) Ü rtik e r (hives) geçici bir lezyon feksiyonlarında, se ru m h a s t a lığ ı ve se ru m h a s ta lığ ı benzeri hasta­
olup merkezi bir kabarıklık ve bunu kuşatan eritematöz halodan lıklı hastalarda da görülebilir.
oluşmuştur. Lezyonlar yuvarlak, oval veya figure ve sıklıkla pruri- PAPÜLONODÜLER DERİ LEZYONLARI (Tablo 57-
liktir. A ku t ve k ro n ik ürtikerin geniş ve farklı allerjik etyolojileri 15) P a p ü lo n o d ü le r h a s t a lık la r d a lezyonlar deri yüzeyden kabarık­
vardır. Ürtikerin daha az rastlanan sistemik nedenleri; mastositoz tır ve plak formuda birleşebilirler. Lezyonlann yeri, kıvamı ve ren­
(urticaria pigmentosa), hipertiroidizm, maligniteler ve juvenil ro- gi tanıda anahtardır; bu bölüm renklere göre organize edilmiştir.
ınatoid artrittir (JRA). JRA’te lezyonlar ateşin yükseldiği dönem­ Beyaz Lezyonlar C a lc in o s is c u tis ’te düzensiz yüzeyli, katı,
ler ile uyumlu olup geçici özelliktedir fakat eritema marginatum’da beyaz, beyaz-sarı papüller vardır. İçeriği boşaldığı zaman tebeşi-
olduğu gibi migratuar değildir. Fablıı 57-15 Rvıık G ru p larım ı G öre P ap ü lo n o d ü ler D eri L ezyoııları
F iz ik s e l ü r tik e r le r ; dermatog-
I. Beyaz C. Nodül
rafizm, solar ürtiker, soğuk ürtike-
A. Calcinosis cutis 1. Pannikülit
ri ve kolinerjik ürtikerdir. D e r m a - II. Deri Rengi 2. Cutaneous polyarteritis nodosa
to g ra fiz m li hastalar küçük bir ba­ A. Romatoid nodul 3. Sistemik vaskülit
sınçla veya derininin kaşınmasını B . Neurofibroma (von Recklinghausen hastalığı) D. Primer deri hastalıklan
izleyerek çizgisel tarzda kabarık­ C. Angiofibroma (tuberous sclerosis, MEN 1. Arthropod ısınğı
lıklar gösterirler. Sık bir bozukluk sendromu, tip 1) 2. Cherry hemangioma
olup toplumun ortalama olarak D. Neuroma (MEN sendromu, tip 2b) 3. Enfeksiyonlar, örneğin erizipel, sporotri­
E. Adnexal tümörler chosis
% 5’inde saptanır. S o la r ü r tik er ka­
1. Bazal hücreli epithelioma (basal hücreli 4. Polimorf ışık erüpsiyonu
rakteristik olarak güneşe maruz
nevus sendromu) 5. Lymphocytoma cutis (pseudolcnfoma)
kaldıktan dakikalar içinde oluşur
2. Tricholemmoma (Cowden hastalığı) IV. Kırmızı-kahverengia
ve erythropoietic protoporphyria E Osteoma (Gardner sendromu) A. Sarkoidoz
gibi sistemik bir hastalığın deri G. Primer deri hastalıktan B. Sweet sendromu
bulgusudur. Bu hastalarda ürtikere 1. Epidermal inklüzyon kisti C. Urticaria pigmentosa
ek olarak burun ve ellerde zor fark 2. Lipoma D. Erythema elevatum diutinum (chronic
edilen skarlı çukurcuklar vardır. III. Pembe/translusen“ Lökositoklastik vaskülit)
A. Amyloidosis E. Lupus vulgaris
S o ğ u k ü r tik er i soğuğa maruz kal­
B. Papular mucinosis VII. Mavia
makla uyarılır ve bunun sonucu
IV. San A. Venöz malformasyonlar (blue rubber bleb
olarak genellikle soğukla karşıla­ A. Xanthoma sendromu)
şan bölgeler etkilenmektedir. Bazı B. Tophi B. Primer deri hastalıkları
olgularda hastalık çok sıklıkla C. Necrobiosis lipoidica 1. Venous lake
cryoglobulinler ve daha az sıklıkla D. Pseudoxanthoma elasticum 2. Blue nevus
cryofibrinogenler ve soğuk agluti- E. Sebaceous adenoma (Torre sendromu) VIII. Menekşe rengi
nin gibi dolaşan anormal protein­ V. Kırmızı0 A. Lupus pernio (Sarkoidoz)
A. Papül B. Lymphoma cutis
ler ile ilişkilidir. Ek sistemik
1. Angiokeratoma (Fabry hastalığ) C. Kutanöz lupus
semptomlar wheezing ve senkop
2. Bacillary angiomatosis (primer olarak IX. Mor
olup bu durum böyle hastaların so­ A IDS’lularda) A. Kaposi sarkomu
ğuk suda yüzmekten kaçınmaları B. Papül/plak B . Angiosarcoma
gerektiğini açıklar. K o lin e r jik ürti­ 1. Kutanöz lupus C. Palpable purpura
k e r sıcakla, egzersizle veya emos- 2. Lymphoma cutis X. Kahverengi siyah*
yoncl durumla uyarılır ve küçük 3. Leukemia cutis XI. Herhangi bir renk
kabarıklıklar ile göreceli olarak ____ A. Metastaz
0 Çok koyu pigmenıli bireylerde daha koyu renkli olabilir.
geniş kızarıklıklarla karakterize-
h bakınız "Hyperpigmentasyon"
dir. Bu hastalarda bazen wheezing NOT: MEN, multiple endocrine neoplasia.
326 fi - î j j l a ü K 'u i ;ıl sendromu gelişmiştir. Bu sendrom otozomal dominant kalıtım gös­
terir ve çene kistleri, palmar ve plantar çukurcuklar, frontal çıkıntı,
rimsi beyaz materyal gözlenir.Distrofık kalsifikasyon daha önceki medulloblastomalar, diafragma sellae ve falx cerebrinin kalsifikas-
inflamasyon alanlarında veya hasarlanmış deride görülür. Akne yonu ile ilişkilidir. T r ic h o le m m o m a ’la r d a deri rengi adnexal tümör­
skarlarında geliştiği gibi sklerodermalı hastaların distal ekstremite- lerdir fakat kıl folliküllerine doğru farklılaşır ve siğil benzeri görü­
lerinde, DM’lularda subkutan dokuda ve intermusküler fasiyal dü­ nüme sahip olabilir. Yüzde multipl tricholemmoma’lann varlığı ve
zeyde de gelişebilir. Sonuncusu çok yaygm olup çok sıklıkla ço­ oral mukozada kaldırım taşı görünüm P T E N geninde mutasyon so­
cuklarda oluşur. Sekonder hyperparathyroidism’de yükselmiş cal­ nucu gelişen Cowden hastaİığmı(multipl hamartom sendromu) işa­
cium phosphate ürünleri subkutan dokuda ve periartiküler olma ret eder. îç organ tutulumu (görülme sıklığı azalan sırada) fibrokis-
eğilimi gösteren metastatik calcinosis cutis nodülüne yol açabilir. tik hastalık, meme kanseri, tiroid adenomlan ve karsinomalan,
Bu form sıklıkla musküler arterlerin kalsifikasyonuna ve sonuç gastrointestinal poliposis, avuç içinde, ayak tabanında, el sırtların­
olarak iskemik nekroza (calciphylaxis) eşlik eder da da görülen keratozlan kapsar.
Deri-Rengi Lezyonlar Epidermoid inklüzyon kistleri, lipom­ Pembe Lezyonlar Primer sistemik amyloidosis ile ilişkili deri
lar, romatoid nodüller, nörofîbromalar, angiofîbromalar, nöromalar lezyonlan pembe renkli translusentdir. Sık görüldüğü yerler yüz,
ve tricholemmomalar gibi adneksal tümörlerin içinde bulunduğu özellikle periorbital, perioral bölgeler ve fleksural alanlardır. Biop-
çeşitli deri rengi lezyonlar vardır. E p id e r m o id in klü zy on k is tle r i ve side dermisde ve kan damarı duvarlarında a m ilo id in homojen biri­
l ip o m la r sık görülen hareketli subkutan nodüllerdir. Epidermoid kimleri görülür. Bu durum damar duvarlarının frajilitesinin artışına
inklüzyon kistleri lastik kıvamında, sıkıştırılabilir özellikte olup in- yol açar. Sonuç olarak peteşi ve purpura lezyonel deride minör trav­
sizyon yapüdığmda peynirimsi materyal (sebum ve keratin) drene mayı izleyerek oluştuğu kadar klinik olarak normal deride de geli­
şebilir ve "pinch purpura" olarak adlandırılır. Amyloid birikimleri
olur. Lipomlar, katı, palpasyonda oldukça lobuledir. Çocuklukta
dilin çizgili kaslarında da görülür ve makroglossi ile sonuçlanır.
yaygm fasial epidermoid inklüzyon kistleri gelişirse veya bu gibi
Spesifik mukokutanöz lezyonlar primer amiloidozisli hastala­
lezyonlara ait aile öyküsü varsa hastalar osteoma ve desmoid tü­
nn sadece % 30’unda mevcutken sekonder amiloidosisde nadiren
mör gibi Gardner sendromunun diğer bulgulan açısından muayene
görülür ve sistemik amiloidozisin hızlı tanısı abdominal subkutan
edilmelidir. R o m a to id n o d ü lle r katı, 0 .5 -4 cm boyutunda nodüller
yağ dokusunun muayenesi yapılabilir. Hastaların % 40-50’sinde
olup özellikle dirsekler gibi basınç noktalan civannda yerleşme
özel boyama ile birikimler kan damarlan çevresinde veya yağ hüc­
eğilimindedirler. Bu nodüller romatoid artritli hastalann % 20’sinde
relerinde gözlenir. Amiloidozisin deriye sınırlı üç formu vardır ve
ve Stili hastalığı olan hastaların % 6’sında görülür. Nodüllerin biop-
bunlar sistemik amiloidozis in deri lezyonlan olarak yorumlanma­
sisinde palisad tarzında granulomlar bulunur. Romatizmal ateşte
malıdır. Bu formlar maküler amiloidozis(sırtın üst kısmı), likenoid
görülen benzer lezyonlar daha küçük ve daha kısa sürelidir.
amiloidozis(genellikle alt ekstremiteler) ve nodüle amüoidozisdir.
N e u r o fıb r o m la r (benign Schwann hücreli tümörler) yumuşak
Maküler ve likenoid amiloidozisde depositler değişime uğramış
papüller veya nodüller olup üzerine bastırıldığında bir fıtığa benzer
epidermal keratinden oluşmuştur. Son zamanlarda maküler ve like­
tarzda deri içerisine doğru gömüldüğü "düğme-çukur" belirtisi gös­
noid amiloidozisin, MEN sendromu, tip 2a ile ilişki gösterilmiştir.
terirler. Tek bir lezyon normal bireylerde görülürken multipl neuro-
M u lticen tric r e t ic u lo h is t io c y t o s is ’l i hastalar da pembe renkli
fibromlann genellikle büyüklüğü 1,5 cm ’den daha büyük, altı veya
papül ve nodüller hem yüz ve müköz membranlarda hem de önkol
daha fazla sayıda CALM (bakınız "hiperpigmentasyon”) ve mul­
ve ellerin ekstensöz yüzlerinde bulunur. Bu hastalann poliartriti
tipl Lisch nodülleri ile birlikteliği von Recklinghausen hastalığın­
olup klinik olarak romatoid artriti taklit edebilir. Histolojik muaye­
da görülür (NF type I). Lisch nodülleri iriste 1 mm büyüklüğünde
nede papüller, romatoid nodüllerde gözlenmeyen karakteristik dev
san-kahverengi benekler olup en iyi slit-lamp muayenesi ile göz­
hücrelere sahiptirler. P a p ü le r m ü sin oz isli hastalarda pembeden de­
lenir. Ek belirtiler aksiller çillerime, periferal ve CNS tümörleridir
ri rengine kadar olan papüller, katı, 2-5 mm çapmda ve sıklıkla li­
(Konu 370) Bazı hastalarda neurofibromlar lokalize ve tek taraflı
neer düzende görülür. Bu hastalık lic h e n m y x ed em a to s u s o r s c l e ­
iken diğerlerinde CNS’ine sınırlıdır.
r o m y x ed em a olarak da bilinir. Scleromyxedema adı yüz ve ekstre-
A n g io fib r o m la r katı, pembeden deri rengine kadar değişen
mitelerde belirgin sertliğe eşlik edebilen papüler döküntüden gelir.
renkte papüller olup büyüklükleri 3 milimetreden birkaç santimet­ Papüllerin biopsi materyali lokalize musin birikimi ve serum prote­
reye kadar değişen çaplarda olabilir. Tuberous sclerosis’li hastalar­ in elektroforezi genellikle 1 light zinciri ile birlikte IgG’nin monok-
da yanakların merkezinde yer alır(adenoma sebaceum) veya tırnak­ lonal sivriliğini gösterir.
lar çevresinde multipl fibromlar, bulunur, iki farklı gende mutasyon S a n Lezyonlar Çeşitli sistemik bozukluklar san renkli kuta-
sonucu oluşan otozomal bir hastalık olup ash leaf spots bölümünde nöz papül veya plaklar ile karakterizedir. Bunlar Hiperlipidemi
de (Konu 370) tartışılan bulgular tabloya eşlik eder. Multip fasial (xanthomas), gut (tophi), diabet (necrobiosis lipoidica), pseudo­
angiofibromlar multiple endocrine neoplasia (M EN) sendromu, tip xanthoma elasticum ve Torre sendromudur (sebaceous tumors).
1 hastalarda da bulunur. Eruptiv x a n t o m a la r en sık rastlanan xantomalardır ve hipertriglise-
N e u r o m la r da (Sinir liflerinin benign proliferasyonu) katı, deri ridemi (tip I, III, IV ve V ) ile ilişkilidir. Eritematöz halosu olaıl sa-
rengi papüllerdir. Bu lezyonlar sıklıkla amputasyon alanlarında ve n papüller primer olarak ekstremitelerin ekstensör yüzünde, kalça­
rudimenter fazla sayıdaki parmaklarda bulunur. Bununla birlikte larda oluşurlar ve serum trigliseridleri düştüğü zaman spontan ola­
göz kapaklarında, dudaklarda, dil distalinde ve/veya oral mukoza­ rak gerilerler. Yükselmiş b-lipoproteinler (primer tip II ve III) bir
da multipl neuromalar bulunduğunda MEN sendromu, tip 2b’nin veya daha fazla xanthomaya neden olur. Bunlar; xanthelasma, ten­
diğer bulguları araştırılmalıdır. İlişkili bulgular marfanoid fiziksel don xanthomalan ve plane xanthomalardir. Xanthelasma göz ka­
ve yapısal özellikler, kabarık dudaklar, intestinal ganglioneuroma- paklarında bulunur, tendon xanthomalan sıklıkla achille ve eksten­
lar ve medullar tiroid karsinomudur (hastaların % 75’inden fazla­ sör parmak tendonları ile ilişkilidir, plane xanthomalar düz olup
sında Konu 339) palmar kıvnmlar, yüz, gövdenin üst kısınılan ve skarlar üzerinde
A d n e x a l tü m örler, kıl, yağ, apokrin veya ekrin bezlere farklıla­ yerleşir. Tuberous xanthomalar sıklıkla hipertrigliseridemi ilişkili­
şan veya farklılaşmadan kalan epidermisin pluripotent hücrelerden dir fakat bunlar hiperkolesterolemili(tip II) hastalarda da görülür ve
köken alır. B a z a l h ü c reli e p it e ly o m a la r (BC Es) adnexal tümörlerin çok sıklıkla büyük eklemelerin veya ellerin üzerinde bulunur. Xant-
örnekleri olup çok az veya hiç farklılaşma kanıtına sahip değildir­ homaların biopsi materyallerinde lipid içeren makrofajlarm (köpük
ler. Klinik olarak yuvarlak kenarlı translusent papüller, telenjiekta- hücreleri) birikimi gözlenir.
ziler ve merkezi erozyon gösterirler. BCEs sıklıkla baş ve boyunun Biliyer sirozunda içinde bulunduğu çeşitli hastalıklar tuberos
güneş hasarlı derisinde ortaya çıkar. Özellikle 30 yaş öncesinde ve planar xanthomalarla ilişkili sekonder form hiperlipidemi bulu­
hasta çok sayıda B C E ’ya sahipse muhtemelen bazal hücreli nevus nabilir. Bununla birlikte myelomah hastalar n o r m o lip e m ik düz
xanthomalara sahip olabilirler. Bu son form xanthoma 12 santimet­ İ7 İç Hastalıkların Der; Belirtileri 327
renin üzerinde çapa sahip olabilir ve çok sıklıkla gövdenin üst kıs­
mında veya boyun yanlarında görülür. Eruptiv xanthoma için en sık mikrografileri ve klinik olarak normal deri fibroblastlarda, perisit-
gelişim ortamının kontrol altında olmayan diabetus mellitus oldu­ lerde, endotelial hücrelerinde lamellar lipid birikimleri göstermesi
ğunun belirtilmesi de önemlidir. Hiperlipidemi için en az spesifik bu hastalık için tamsaldır. Eritematöz papüllerin yaygın akut erüp-
olan işaret xanthelasma olup hastaların en azından % 50’sinde bu siyonlan ekzantem kısmında tartışılmıştır.
bulgu normal lipid profili ile birliktedir. Lenfatik kanallar boyunca lineer düzende yerleşim olan sporotr
T o p h a c e o u s g o u t ’ta eklemler çevresinde, özelliklede ayak ve richoid modeldeki eritemli papül ve nodüllere çeşitli enfeksiyon
ellerde deride monosodium urate birikimleri vardır. T op h i oluşumu hastalığmda rastlanır. En sık rastlanan iki etyolojik faktör S p o ro th -
için diğer alanlar kulak helixleri, olecranon ve patellar bursae’dır. r ix sc h e r ic k ii (sporotrichosis) ve M. marinum’dur (atipik mycobac?
Lezyonlar katı, sarı renkli olup bazen tebeşirimsi madde akışı olur. teria). Organizmalarla bir travma sonucunda vücuda girer ve bir
Bu lczyonlartn boyutları 1 mm’den 7 cm ’e kadar değişen boyutlar­ primer giriş yerinine sıklıkla lenfatik nodüller eşlik eder. Diğer ne­
dadır ve tanı lezyondan aspire edilen içeriğin polarizasyonu ile ko­ denler; N o c a r d ia , L e is h m a n ia ve diğer dimorfik mantarlardır.
nulabilir. N e c r o b io s is l ip o id ic a lezyonlân primer olarak tibia ört Eritemli skuamli plaklar ile karakterize hastalıklar papülosku-
yüzünde (%9Ö) bulunur ve hastalar diabetus mellituslu olabilir ve­ amöz kısmıda gözden geçirilmiş olup çeşitli form dermatitler erit-
ya lezyonlarl izleyerek gelişebilir. Karakteristik bulgular merkezi rodermi kısmmda tartışılmıştır. Kumızı papüller/plaklann ayırıcı
san renk, atrofi(transparan görünüm), telenjiektaziler ve eritematöz tanısında yer alan diğer hastalıklar; e r iz ip e l, p o l i m o r f ış ık er ü p s iy o -
sınırdır. Plaklar içinde ülserasyon da gelişebilir. Biopsi materyali nu (PM LE), le n fo s it o m a ku tis, k u ta n ö z lu pu s, le n fo m a k u lis ve l ö ­
kollajen nekrobiyozu, granulomatöz inlamasyon ve tıkayıcı endar- s e m i kutisûr. İlk üç hastalık primer deri hastalıklarını temsil eder.
terit bulgusuna sahiptir. PM LE eritematöz papüller ve plaklar ile karakterize olup primer
P s e u d o x a n th o m a e la stic u m (P X E ); derinin elastik liflerinde*, olarak el sırtları, ön kol ekstensörleri ve yüz gibi güneş gören yeri
gözde ve kan damarlarında anormal kalsiyum depolanması vardır. lerde dağılım gösterir. Lezyonlar UV-B ve/veya UV-A ışınlarına
Deride; boyun, aksilla, antekübital çukur ve inguinal bölge gibi maruziyeti izler ve kuzey enlemlerinde P M L 1 ilkbahar sonlarında
fleksural alanlar primer tutulum yerleridir. San renkli papiiller bir- ve yaz başlarında çok ciddidir. UV maruziyeti sürmekle birlikte
leşerek retiküle form plaklar oluşturup tüyleri yolunmuş tavuk de­ "hardening” olarak bilinen bir süreç oluşur ve erüpsiyonlarda dü­
risine benzer görünüme neden olur. Ciddi olarak etkilenmiş deride zelme olur ancak ılıman iklimlerde sonbaharda yinelemeler gözle­
aşırı kıvrımlar ve sarkmalar gelişir, Bazı hastalar belirgin olmayan nir. P M L E ’nun, kutanöz lupustan ayırt edilmesi gerekli olup bu
makülcr form hastalığa sahiptirler ve dikkatli muayene gereklidir. lezyonlann histolojik ve direkt immünofluoresan muayenesi ile ba-
Tutulan derinin biopsi materyali; şişmiş ve düzensiz elastik lif kü­ şanlır. Lenfositoma kutis (psödolenfoma) deride lenfositlerin be­
meleri ile kalsiyum birikintileri gösterir.. Gözde Bruch’s membra? nign poliklonal bir proliferasyonu olup infıltre pembe-kırmızıdan
nında. kalsiyum birikimleri angioid streaks ve choroiditis’e, kalp kırmızı-mora kadar değişen renklerde papüller ve plaklar bulunur ı
damarlarında, böbrekte, gastrointestinal kanalda ve ekstremitelerde Lenfoma kutisten ayırımı yapılması gerekir.
birikimler anjina, hipertansiyon, gastrointestinal kanama ve klaudi- Sistemik lupuslu hastalarda birkaç tip kırmızı plak gözleniri
kasyona yol açar. Uzun süreli D-penicillamine uygulaması hem bunlar (1) yanak ve burun üzerinde eritematöz urtıkeryal plaklar;
P X E benzeri deri değişiklikleri hem de iç organlada elastik lif de­ klasik kelebek biçiminde döküntü (2) ince veya halı çivisi şeklinde
ğişikliklerine yol açabilir. skuamlar, telenjiektaziler, merkezi hipopigmentasyon, periferal hi-
Sebaceous bezlere farklılaşmış adnexal tümörler; sebaceous perpigmentasyon, folliküler tıkaçlar ve yüzde, saçlı deride, dış ku­
adenoma, sebaceous epithelioma, sebaceous carcinoma ve sebace­ lakta, kollarda, gövdenin, üst kısımlarında yerleşen atrofi ile giden
ous hiperplaziyi kapsar. Sebaceous hiperplazi dışında sıklıkla yüz­ eritematöz diskoid lezyonlar.(3) Yüz, kol ekstensörleri ve gövde üst
de görülürler ve bu tümörler oldukça nadirdir. Torre sendromlu kısmında yerleşen hipopigmente merkezli subakut lupusun annüler
hastalar s e b a c e o u s a d e n o m a ’ye, sahiptirler ve olguların büyük bir veya psoriasiform lezyonlari. Ek deri bulgulan (1) yüzde ve boyun
kısmında bu gibi tümörlerden çok sayıda vardır. Hastalarda hem se­ V ’sinde violese yüz kızarması (2) ÜrtikeryaJ vaskülit (bakınız” ürti-
baceous karsinoma ve sebaceous hiperplazi hem de keratoâkanto- ker”) (3)Lupus panniküliti (aşağıya bakınız) (4) diffüz alopesi (5)
ma bulunabilir, Torre sendromunun internal bulgulan hem gastro­ diskoid lezyonlara sekonder alopesi (6) periungual telenjiektaziler
intestinal kanalın multipl karsinomalanfprimer olarak kolon) hem ve eriteni (7) Büllöz olabilen eritema multiforme benzeri lezyonlar
de larinks, genitoüriner kanal ve endometrium kanserleridir. Bazı (8) Raynoüd fenomeni, vaskülit veya livedoid vaskülite sekondef
hastalarda güçlü bir kanser aile öyküsü de vardır. distal ülserasyonlar. Sadece diskoid lezyonu olan hastalar genellikle
Kırmızı Lezyonlar Kınrtızı renkli deri lezyonlân geniş değişik lupusun deriye sınırlı formuna sahiptir. Bununla birlikte sonuçta bü
etyolojilere sahip olup bu lezyortların tanımlanmasını basitleştir­ hastaların % 2-10’unda sistemik lupus gelişir. Hastalıklı derinin di­
meye kalkışıldığında; papüller, papüller/plaklar ve subkutan nodül- rekt immünofluoresan incelemesi dermal- epidermal bileşke boyun­
ler olarak bölümlere aynlabilirler, Sık rastlanan kırmızı papüller ca granülcr dağılım gösteren IgG veya IgM ve C3 birikimi gösterir.
a r t r o p o d ısırm a s ı ve c h e r r y h e m a n g io m a la r 'd u . Sonuncu lezyon L e n fo m a k u tis d e deride malign lenfositlerin veya histiositlerin
küçük, parlak kırmızı, kubbemsi papüller olup kapillerlerin benign proliferasyonu vardır ve pembe- kırmızıdan kırmızı -m ora kadar
proliferasyonunu temsil eder. AIDS’li hastalarda multipl kırmızı değişen renklerde infiltre papüller ve plaklar ile klinik görünüm
hemanjioma benzeri lezyonlann gelişimi bacillary angiomatosis’i olarak lenfositoma kutisi andırır. Lenfoma kutis deride herhangi bir
işaret eder ve biopsi materyali Warthin-S tarry boyası ile pozitif bo­ yerde oluşabilirken lenfositomalar malar bölgeyi, burun ucunu ve
yanan basil kümeleri gösterir. Patojenler B a r t o n e lla h e n s e la e ve B . kulak loblarını tercih ederler. Non Hodgkin lenfomalı hastalar
q u in ta n a olarak tanımlanır. Yaygın visseral hastalık primer olarak Hodgkin hastalığı olanlardan fazla spesifik deri lezyonlanna sahip
immünitesi baskılanmış konaklarda görülür fakat immünitesi nor­ olup bazen deri nodülleri deri dışı non Hodgkin lenfoma gelişimi
mal olan bireylerde de oluşabilir. öncesinde bulunabilirler veya sadece tutulum alanında sınırlı kalır.
Multipl a n g io k e r a t o m la r ; a-galactosidase A eksikliği sonucu Arkuat lezyonlar bazen hem lenfoma ve lenfositoma kutiste hemde
oluşan, X ’e bağlı resesif geçiş gösteren lizozamal depo hastalığı CTCL’da görülür. L ö s e m i ku tis lenfoma kulisle aynı görünümdedir
olan Fabry hastalığında görülür. Kırmızıdan, kırmızı-maviye kadar ve spesifik lezyonlar lenfositik Veya granülositik lösemilerden da­
değişen renklerde ve oldukça küçük boyutlu olabilen(l-3 mm)lez- ha sıklıkla monositik lösemide gözlenir. Kutanöz kloromalar
yonlar çok sıklıkla gövdenin alt kısmında yerleşim gösterirler. Kro­ (granülositik sarkomlar) akut nonlenfositik lösemilerde dolaşımda
nik renal yetmezlik, periferal nöropati ve komeal opasiteler (comea blastlar ortaya çıkmadan önce bulunup alösemik lösemi kufisin bir
verticillata) ilişkili bulgulardır, Angiokeratomlann elektron foto- formunu temsil eder.
328 il ;T;ıriî:ıi'klarsn Ana Buiguiart ve 'lakdinı Şekilleri liz ve lupus vulgaristen yapılmalıdn. Lupus vulgaris bir deri tüber­
külozu formu olup daha önce enfekte olmuş ve duyarlı bireylerde
Eritematöz subkutan nodüllerin sık rastlanan nedenleri; infla­ görülür. Sıklıkla akciğerler veya lenf nodlan gibi başka bir yerde
me epidermoid inklüzyon üstleri, akne kisti ve fronküllerdir. P an - altta yatan aktif tüberküloz vardn. Lezyonlann en az % 90’ı baş ve
n ikiilit yağ dokusunun inlamasyonu olup sıklıkla sistemik bir has­ boyun bölgelerinde oluşur ve kırmızı-kahverengi plaklar diaskopi
talığın bir belirtisi olarak subkutan nodüle neden olabilir. Eritema ile san-kahverengi görülürler. Plaklar içinden sekonder skar ve
nodosum, eritema induratum, lupus profundus, lipomembranöz li- skuamöz hücreli kanserler gelişebilir. Dermal granülomlar içinde
podermatoskleroz, aj-antitripsin eksikliği, faktisyal ve pankreatik aside dirençli boyaya rağmen basili göstermek nadir olduğu için
hastalığa sekonder yağ nekrozunun içinde bulunduğu çeşitli pan- lezyonlarin kültürleri ve PCR incelemesi yapılmalıdır.
nikülit formları vardır. Eritema nodozum dışındaki lezyonlar yıkı­ S w e e t se n d r o m u kırmızıdan kırmızı-kahverengine kadar deği­
ma uğrayabilir, ülsere olur ve skarla iyileşir. Eritema nodozum no- şen renklerde plaklar ve nodüller ile karakterize, sıklıkla ağnlı olup
düllerinin en sik yerleşim yeri tibia ön yüzü iken eritema induratum primer olarak baş, boyun ve üst ekstremitelerde oluşur, Hastalar
lezyonlan için en sık yerleşim alanı baldırdır. Eritema nodozumda ateş, nötrofiü ve lezyonlarda nötrofîllerin yoğun bir dermal infiltra-
nodüller başlangıçta kırmızıdır fakat lezyonlar düzelirken mavi bir ta da sahiptirler. Hastaların ortalama % 10’u çok sıklıkla akut non-
renk gelişir. Eritema nodozumlu hastalarda altta yatım sistemik lenfositik lösemi gibi malignite ile ilişki vardır. Sweet sendromu-
hastalık olmasa da ateş, kırgınlık, lökositoz, artralji ve/veya artrit nun lenfoma, kronik lösemi, myeloma, myelodisplastik sendromlar
bulunabilir. Buna karşın altta yatan bir hastalık olasılığı araştırılma­ ve solid tümörlerle (primer olarak genitoüriner kanal) birlikteliği
lıdır. Streptokokkal enfeksiyonlar, üst solunum yolu enfeksiyonla­ de bildirlmiştir. Ayıncı tam nötrofilik ekrin hidradenitis ve pyoder­
rı, sarkoidoz ve inflamatuar barsak hastalıkları en sık ilişkili hasta­ ma gangrenosumun atipik formlanndan yapılmalıdır. Deri dışı tu­
lıklardır. Daha az sıklıktaki ilişkili nedenler tüberküloz, histoplas­ tulum alanlan; eklemler, kaslar, göz, böbrek (proteinüri, bazen glo-
mosis, coccidioidomycosis, psittacosis, ilaçlar (oral kontraseptifler, merulonefrit) ve akciğerdir (nötrofilik infiltratlar). Sweet sendro-
sulfonamidler, aspartame, bromidler, iodidler), cat-scratch fever ve munun idiopatik formu bir solunum yolu enfeksiyonunu izleyerek
Y ersin ia, S a lm o n e lla , ve C h la m y d ia enfeksiyonlarıdır. daha sık olarak kadınlarda görülür.
Bazı hastalarda eritema induratum/nodüler vaskülit idiopatik Kırmızı-kahverengi makül ve papüllerin yaygın dağılımı u rti­
bir hastalık iken hastaların ortalama % 25-% 70’inde polimeraz zin­ c a r i a p ig m e n t o s a olarak bilinen mastositozun formlannda görülür
cir reaksiyonu incelemesi M . tu b e r c u lo s is kompleks DNA’sım gös­ (Konu 310). Herbir lezyon dermisde mast hücre birikimi ile üzerin­
terir. Lupus profundus lezyonlan primer olarak kollann üst kısmın­ deki epidermisin hiperpigmentasyonunu gösterir. Sürtünme gibi
da, kalçalarda( yağdan zengin alanlar) bulunur ve hem kutanöz uyanlar mast hücre degranülasyonuna neden olarak lokal ürtiker
hem de sistemik form lupusda görülür. Üzerindeki deri normal, eri­ oluşumuna yol açar (Darier işareti) Mast hücre degranülasyonuna
tendi veya diskoid lupus değişiklikleri gösterebilir. Pankreatik has­ bağlı olabilen diğer semptomlar başağnsı, yüz kızarması, diyare, ve
talıkla ilişkili sukutan yağ nekrozu muhtemelen dolaşan lipaza se­ pruritustur. Urticaria pigmentosa’lı hastaların % 30-50’sinden fazla­
konder olup hem pankreas kanserli hastalarla hem de akut ve kro­ sında mast hücreleri karaciğer, dalak ve gastrointestinal kanal gibi
nik pankreatitli hastalarda görülür. Bu hastalıkta; artrit, ateş ve vis- çeşitli organlan da infiltre edebilir ve mast hücrelerinin kemiklerde
seral yağ inflamasyonu ilişkili olabilir. Derin insizyonel biopsi ma­ birikimi radyografilerde hem osteosklerotik hem de osteolitik göl­
teryalinin histolojik incelemesi pannikülitin özel tipinin tanısında geler oluşturabilir. Bununla birlikte bu hastaların çoğunluğunda in­
yardımcı olur. ternal tutulum oldukça durgun kain. Kronik lökoklastik vaskülitin
Subkutan eritematöz nodüller; k u ta n ö z p o lia r t e r it is n o d o z a ve bir alt tipi olan e r y th e m a e le v a tu m d iu tin u m ’d z (EED ) kırmızı-kah-
sistemik PAN, afleıjik granülomatöz veya Wegener granülomatozu verengi papüller bulunur. Diz, dirsek ve elin küçük eklemlerinin
gibi s is te m ik v askü litin bir bulgusu olarak da görülür (Konu 317). ekstensör yüzeylerinde papüller birleşerek plaklar oluşturur. EED
Kutanöz PAN, kırmızı-mor renkli, livedo retikülarisin ağ benzeri alevlenmeleri stretokokkal enfeksiyonlar ile ilişkilidir.
yapısı içinde ağrılı subkutan nodüller ve ülserlerle kendini gösterir. Mavi Lezyonlar Mavi renkli lezyonlar vasküler ektazilere, tü­
Livedo retikülaris; yüzeyel horizontal venöz pleksus içindeki kan mörlere veya dermisde melanin pigmentine bağlı gelişir. V enöz la k e
akımının azalmasına bağlıdır. Lezyonlann çoğunluğu alt ekstremi- (ektaziler) genellikle baş ve boyunda bulunan koyu mavi renkli kit­
telerde yerleşir. Artraljiler ve myaljiler kutanöz PAN’ya eşlik ede­ le oluşturan lezyonlardn. V enöz m a lfo r m a s y o n la r d a mavi papüller
bilirken sistemik tutulum kanıtı yoktur. Hem kutanöz hem de siste­ ve nodüller bulunup oral mukozayı da kapsayan vücudun her yerin­
mik vasküütte nodüllerle ilişkili deri biopsisi vaskülitin karakteris­ de oluşabilir. Bu lezyonlar, tek konjenital lezyonlara karşın multip
tik değişikliklerini gösterir ve tutulan damarların boyutu hastalığa olduklarında hastalar blue rubber bleb sendromuna veya Mafucci
özgüdür. sendromuna sahip olabilirler. Blue rubber bleb sendromlu hastalar­
K ırm ızı- Kahverengi Lezyonlar S a r k o id o z u n deri lezyonlan da gastrointestinal kanalın vasküler anormallikleri de bulunurken
(Konu 318) klasik olarak kırmızıdan kırmızı kahverengine kadar Mafucci sendromu diskondfoplazi ve osteokondromalarla ilişkilidir.
değişen renklerde ve diaskopi (bir lam ile basınç uygulama) ile gra­ B lu e n evu s (benler), dermisde pigment üreten nevus hücrelerinin bi-
nülomatöz infîltrasyona sekonder san-kahverengi bir artık renk rikimileri olduğunda görülür. Bu benign papüler lezyonlar kubbem-
gözlenir. Mumsu papüller ve plaklar deride her yerde bulunabilir si şekilde olup en sık olarak el ve ayak sırtlarında oluşur.
ancak yüz en sık rastlanan yerleşim yeridir. Genellikle yüzey deği­ Violese Lezyonlar Violese papül ve plaklar, lu p u s p e m i o , len ­
şiklikleri yoktur fakat bazen lezyonlar skuamlı olabilir. Papüllerin f o m a ku tis v e-k u ta n ö z lu p u sd a görülür. Lupus pemio sarkoidoza
biopsi materyali dermisde ’’çıplak” granülomlar görülür ve granü- özgü olup burun ucu ve kulak loblarım tutup lezyonlar kırmızı-kah-
lomlar az sayıda lenfositlerce kuşatılmıştır. Atrofik veya merkezin­ verengiden çok violese renktedir. Sarkoidozun bu formu üst solu­
de skuamlar olan annüler lezyonlar, skarlar içinde papüller, hipo- num yollarının tutulumu ile ilişkilidir. Lenfoma kufisin ve kutanöz
pigmente makûller ve papüller, alopesi, edinsel ichthyosis, eritema lupusun plakları yukarıda tartışıldığı gibi kırmızı veya violese
nodozum ve lupus pemio (aşağı bakınız) sarkoidozdaki diğer deri renkte olabilir
belirtileridir. İlave fiziksel bulgular periferal lenfadenopati, parotid M or Renkli Lezyonlar Mor renkli papüller ve plaklar; K a p o ­
ve lakrimal bez şişmesidir. Ellerde deri tutulumu olduğunda rad­ s i s a r k o m u (Konu 309), a n g io s a r k o m a gibi damarsal kökenli tü­
yografiler sıklıkla alttaki kemikde litik lezyonlar olduğunu gösterir. mörlerde ve eritrositlerin deriye ekstravaze olarak inflamasyon ile
Sarkoidozun ayıncı tanısı beryllium ve zirconium gibi kimya­ ilişki gösterdiği p a l p a b l p u r p u r a ’da. (bakınız ’’purpura”) gözlenir.
sal maddelere bağlı yabancı cisim granulomlan, geç sekonder sifi- Konjenital veya edinsel AV fistüllü ve venöz hipertansiyonlu has-
kılanla alt ekstremitelerde yerleşen klinik ve histolojik olarak Ka­ “t7 !ç Hastalıkların Deri Belirtileri 329
posi sarkomuna benzeyen mor renkli papüller gelişebilir bu durum
pscudo-Kaposi sarkomu olarak bilinir (acral anjiodermatitis). Anji- Nonpalpabl purpuranın sistemik nedenleri çeşitli sınıflara ayrı­
osarkom en sık yaşlı hastalann saçlı derisinde, yüzünde veya kro­ lır; pıhtılaşmaya sekonder bozukluklar ve Vasküler frajilite ilk ola­
nik lenfödem alanlannda bulunup mor renkli papttl ve plaklar şek­ rak tartışılacaktır. İlk grup; tr ö m b o s ito p e n i (Konu 116), üremide
linde gözlenir. Baş. ve boyunda tümörler sıklıkla klinik olarak ta­ görüldüğü gibi a n o r m a l tr o m b o s it iş le v i v e p ıh tıla ş m a f a k t ö r ku su r f
nımlanan sınırların ötesine yayılabilir ve fasial ödem tabloya eşlik la r ın d a n oluşur. Trombositopeniye bağlı peteşinin başlangıç alan­
edebilir. ları alt ekstremite distalidir. Sistemik a m y lo id o s is ' li (bakınız "pak
Kahverengi ve Siyah Lezyonlar Kahverengi Ve siyah renkli pülonodüler deri lezyonlan"), kollajen üretim bozuklukları bulunan
papüller "Hiperpigmentasyon" konusunda gözden geçirilmiştir. E h le r s -D a n lo s se n d r o m u ve s k o r b ü t ’lü hastalarda kapiller frajilite
Kutanöz M etastazlar Bu lezyonlar geniş bir renk dağılımına nonpalpabl purpuraya neden olur. Skorbüt’te alt ekstremitelerde
sahip oldukları için son olarak tartışılmıştır. Çok sıklıkla lezyonlar spiral kıllarda düzleşme ile bunların çevresinde kanama ek olarak
katı, deri rengi subkutan nodüller veya kırmızıdan kırmızı-kahve- da gingivit vardır. Vitamin C, lysyl hydroxylase için bir kofaktör
rengine kadar değişen renklerde papulonodüler şeklinde gözlenir. olup bu enzim procollagen’in posttranslational değişiminde cross­
Lenfoma kutis pembe-kırmızıdan koyu mor-mavimsi kırmızı renge link oluşumu için gerekidir.
kadar değişen tonlarda iken metastatik melanom pembe, mavi veya Önceki gruptaki bozuklukların aksine izleyen gruptaki hasta­
lıklarda görülen purpura damarlar içinde trombus oluşumu ile bağ­
siyah olabilir. Deri metastazları çok sıklıkla erkeklerde; akpiğer, ko­
lantılıdır. Deri biopsi materyalinde bu trombuslann gösterilebilme­
lon, melanom ve oral kavite, kadınlarda; meme, kolon ve akciğer­
si önemlidir . Bu grup hastalıklar; dissemine intravasküler köagü-
deki primer kanserleri izleyerek hematojen veya lenfatik yayılım
lasyon (DIC), monoklonal kryoglobinemi, trombotik trombositope­
şeklinde gelişir. Bu metastatik lezyonlar özellikle primer alan akci­
nik purpura ve warfarin reaksiyonlarıdır. DIC hem çeşitli enfeksi-
ğer, böbrek veya over olduğunda kanserin ilk bulgusu olabilirler.
yonlarca fgram-negatif, gram-pozitif, viral ve riketsiyal) hem de
PU R PU RA (Tablo 57-16) Purpura, eritrositlerin dermis içine
doku hasarlanmalannda ve neoplazmlarca tetiklenir. Distal ekstre­
ekstravaze olmaları sonucunda gelişir ve lezyonlar basmakla sol­
mitelerde yaygın purpura ve hemorajık İnfarktiar görülür. Daha sık
maz. Lokalize vazodilatayon sonucu gelişen eritematöz veya viole-
olarak çocuklarda varisella, kızıl veya bir üst solunum yolu enfek­
se renkli lezyonlar basmakla solarken bu lezyonlarda tersi gözlenir.
siyonu gibi bir enfeksiyon hastalığı izleyerek oluşan ateş ve hipo­
Purpura 3mm’den büyük ve peteşi 2 m m ’den küçük boyutlu olup tansiyonla seyreden bîr DIC formu olan purpura fulminansta ben­
palpabl ve nonpalpabl olarak iki ana gruba ayrılır. Notıpalpabl pe­ zer lezyonlar bulunur. Her iki hastalıkta da tutulan deride hemorâ-
teşi ve purpuranın en sık nedenleri travma, solar purpura ve kapil- jik büller gelişebilir. - '
larit gibi primer deri hastalıktandır. Daha az sıklıktaki nedenler ste­ M o n o k lo n a l c r y o g lo b u lin e m ia ; multipl myeloma, Waldenst­
roid purpuraşt ve livedoid vaskülittir (bakınız "Ülserler"). Solar rom makroglobulinemisi, İenfositik lösemi ve lenfoma ile ilişkili­
purpura primer olarak ön kol ekstensör yüzünde görülürken potent dir. Bu hastalarda, purpura primer olarak alt ekstremitelerde olup ei
topikal steroidlere sekonder veya endojeri ya da eksojen Cushing ve ayak parmaklarında hemorajik infarkt gözlenir. Hastalık aktivr-
sendromuna sekonder glukokortikoid purpurası daha yağın olabilir. tes inde alevlenmeler soğukla karşılaşma veya serum vizkozitesin-
Her iki tabloda da dermal kan damarlarını kuşatan bağ dokusu des­ de bir artışı izleyebilir. Biopsi materyali dermal damarlarda cryog­
teğinde değişiklik vardır. Buna karşı kapiUarit sonucp gelişen pete­ lobulin çökeltileri gösterir. Benzer birikimler akciğer, beyin ve re­
şi primer olarak alt ekstiemitelerde bulunur. Kapillaritiste, perivas,- nal glomerulusda da bulunur. T ro m b o tik tr o m b o s ito p e n ik p u r p u r a -
küler İenfositik inflamasyön sonucu eritrosit ekstravazasyonu var- lı hastalarda intravasküler trombozlara bağlı hemorajik infarktlarda
dır. Peteşiler, parlak kırmızı renkli, 1-2 mm çapında olup annüler bulunabilir. Diğer işaretler trombositopenik purpura, ateş ve mikro-
veya yuvarlak, san- kahverengi makûller içinde dağılmıştır. Sarı- anjiopatik hemolitik anemidir (Konu 108).
kahverenge dermisde biriken hemosiderin neden olur, W arfarin uygulaması eritemli ağrılı alanlara oluşturabilir bü

tablo 57-16 Purpura Nedenleri alanlar purpurik olabilir ve daha sonra üzerinde siyah eskan bulu­
nan nekrotik hale dönüşebilir. Bü reaksiyonlar daha sık olarak ka­
I. Primer deri hastalıklan c. Trombotik trombosito­ dınlarda subkutan yağ dokusunun bol olduğu meme, karın, kalça­
A. Nonpalpable penik purpura
lar, uyluklar ve baldırlarda görülür. Eritem ve purpura tedavinin 3.-
t. Travma d. Warfarin reaksiyonu
lO.günleri arasında gelişir büyük olasılıkla antikoagülan ve proko-
2. Solar purpura 4. Emboli
agülan vitamin K ’ya bağilı faktörlerin düzeylerinde geçici bir den­
3. Steroid purpuras» a. Kolestrol -
4. Kapillarit b. Yağ gesizliğin sonucunda oluşur Tedavinin sürdürülmesi önceki lez­
5. Livedoid vaskülit? 5. Olası immiin kompleks yonlan alevlendirmez ancak kalıtsal veya edinsel protein C eksik­
II. Sistemik hastalıklar a. G a rd n e r -D ia m o n d liği olan hastalarda hem bu özel reaksiyonun hem de purpura fuî-
A. Nonpalpable sendromu (otoeritrosit minansın riski artmıştır. *
1. Pıhtılaşma bozukluktan duyarlılığı) K o le s t r o l e m b o t i s i h e sekonder pufpuragenellikle atherosklerci-
3. Trombositopeni(ITP b. Waldenstrom hiper? tik vasküler hastalıklı hastalann alt ekstremitelerinde görülür. Bü
dahil) gam m aglobulinem ik durum sıklıkla antikoagülan tedaviyi veya arteriogram gibi invaziv
b. Anormal trombosit purpura
vasküler girişimi izler fakat atherom plaklannın parçalanması so­
fonksiyonu B. Palpable
nucu spontan olarak da gelişebilir. LİVedo retikülaris, gangren, si-
c. Pıhülaşma faktör ek­ 1. Vaskiilit
siklikleri a. Lökositoklastik vaskii­ yanoz, subkutan nodüller ve iskemik liberasyonlar ilişkili diğer
2. Vasküler frajilite lit bulgulardır. Kolestrol yarıklan olan dam arlan göstermek için biop­
a. Amyloidosis b. Poliarteritis nodosa si materyalîninden multipl adımh kesitler gerekebilir. Peteşi de y a ğ
b. Ehlers-Danlos sendro- 2. Emboli* e m b o lis in in önemli bir işaretidir ve büyük bir hasarlanmadan 2-3
mu a. Akut meningokokse- gün sonra primer olarak gövdenin üst kısmında oluşur. Özel fiksa-
c. Skorbüt mi tifler kullanarak peteşinin biopsi materyalinde emboli gösterilebi­
3. Trombus b. Dissemine gonokokkal lir. Tümör embolisi veya trombus atrial miksomalârda ve maras­
a. Dissemine intravaskü- enfeksiyon
mus ile ilgili endokarditti hastalarda görülür.
ler koagülasyon c. Kayalık dağlar benekli
G a r d n e r -D ia m o n d se n d r o m u n d a (otoeritrosit duyarlılığı) kadm
b. Monoklonal cryoglo- ateşi
_________ bulinemia d. Ektima gangrenosum hastalarda sıcak eritemli, ağrılı alanlar içinde geniş ekimozlar geli­
şir. Bu sendromun başlangıcında sıklıkla belirli bir travma vardır.
a Sistemik hastalıklarla da ilişkili olabilir.
* Bakıeryel. fungal veya parazitik. Otolog eritrositlerin veya eritrosit membranından köken alan
NOT: ITP. idiyopatik trombositopenik purpura phosphatidyl serinin intradermal enjeksiyonu bazı hastalarda lez-
330 Ü ! i;*....-,.?. fî! 'u i üıügukın ve Takdim çekıiieri ;7 -i7 K u u m iiz ü !w r m iite in e r i

I. Primer deri hastalıkları


yonlar ulıi jim.ıiîilır. Bununla birlikte ön kola yapılan enjeksiyonda A. Perileral vasküler hastalık (Konu 248)
îıMkMyon -’('ınıluıkcn sırtın orta kesimine yapılanda reaksiyonun 1. Venöz
•ıviı-nmcdıği örneklerde vardır. Bu sonuncu durum bazı gözlem- 2. Arteriyel
ı deri Gardner-Diamond sendromunu ciddi emosyonel stresin deri B. Livedoid vaskiilita
C. Skuamöz hücreli kanser, örneğin, skarlar içinde
belirtileri olarak görmesine yöneltmiştir. W ald en stro m ’un h ip e r -
D. Enfeksiyonlar, örneğin, Streptokokun neden olduğu ektima (Konu
g a m m a g lo b u lin e m ik p u r p u r a s ı alt ekstremitelerde peteşi ile karak-
140)
terize kronik bir hastalıktır. Dolaşan IgG-anti IgG molekül komp­
II. Sistemik hastalıklar
leksleri bulunur ve uzun süreli ayaka durmakla ve yürümekle bağ­ A. Bacak alt kısımları
lantılı alevlenmeler vardır. 1. Lökositoklastik vaskülit0
P a l p a b l p u r p u r a daha ileri aşamada vaskülitik ve embolik ola­ 2. Hemoglobinopatiler (Konu 106)
rak tekrar bölünür. Vaskülitik hastalık grubundaki allerjik vaskülit 3. Kryoglobulinemi,0 kryofıbrinojenemi
olarak da bilinen lökositoklastik vaskülit (LCV ), palpabl purpura 4. Kolesterol embolisi*
(Konu 317) ile çok sık ilişkili olan tiptir. Akut L C V ’in bir alt tipi 5. Nekrobiosis lipoidikac
olan H e n o c h -S c h o n le in p u r p u r a s ı primer olarak çocuklarda ve
6. Antifosfolipid sendromu (Konu 117)
7. Nöropatik^ (Kortu 333)
adolesanlarda bir üst solunum yolu enfeksiyonunu izleyerek gözle­
B. Eller ve ayaklar .
nir. Lezyonlann çoğunluğu alt ekstremitelerde ve kalçalarda bulu­
1. Raynaud fenomeni (Konu 248)
nur. Sistemik göstergeleri ateş, artraljiler (primer olarak dizlerin ve C. Yaygın
ayak bileklerinin), karın ağrısı, gastrointestinal kanama ve nefrittir. 1. Pyoderma gangrenosum
Direkt immünofluoresan muayene dermal kan damarları duvarla­ 2. Kalsiflaksi(Konu 341)
rında IgA birikimlerini gösterir. P o lia r te r it is n o d o s a d a spesifik de­ 3. Enfeksiyonlar, örneğin, dimorfıc mantarlar, kronik herpes varisel-
ri lezyonları LC V ’de olduğu gibi postkapiller venüllerden çok arte­ la-zoster
rial damarların vasküliti sonucudur. Arterit deride iskemiye yol 4. Lenfoma
D. Mukozal
açar ve bu purpuranın düzensiz sınırlarını açıklar (aşağı bakınız)
1. Behcet sendromu (Konu 316)
Enfeksiyon embolisinin birkaç tipi palpabl purpura gelişimine
2. Eritema multiforme
yol açabilir, dairesel sınırlı lökositoklastik vaskülit lezyonların ak­
3. Primer vesikülo-büllöz hastalıklar (Konu 58)
sine bu embolik lezyonlar genellikle dü zen siz sınırlıdır. Düzensiz sı­ 4. Lupus eritematozus
nırlar kutanöz infarktın belirtisi olup lezyon büyüklüğü deriye kan 5. İnflamatuar barsak hastalıkları
temin edilen arteriol veya artere uyum gösterir. Bir inflamasyon so­
“ Sistemik hastalıklarla ilişkili olabilin
nucu olarak postkapiller venüllerden eritrositler basitçe, eşit olarak b Purpura"kısmında gözden geçirilmiştir,
damar dışına çıkmasından dolayı L C V ’de palpabl purpura dairesel­ c "Papulonodular Skin Lesions" kısmında gözden geçirilmiştir.
dir. Enfeksiyöz emboli çok sıklıkla gram negatif kok (meningokok, ^ Ayağın plantar yüzünü ercih eder.
gonokok), gram negatif basiller (Enterobakteri) ve gram pozitif
koklara (stafilokok) bağlıdır. Diğer nedenler Rickettsia ve immüni- Bu ülserler sıklıkla yavaş iyileşir ve iyileştiklerinde düzensiz şekil­
tesi baskılanmış hastalarda k a n d id a ve fırsatçı mantarlardır. li beyaz renkli skarlar oluşur. Olguların çoğunluğu venöz hipertan­
A kut m e n in g o k o k s e m id e embolik lezyonlar primer olarak göv­ siyona sekonder olmakla birlikte kriyofıbrinojemi ve antifosfolipid
dede, alt ekstremitede ve basınca maruz kalan yerlerde yerleşip ko­ sendromu gibi hiperkoagülasyon bozuklukları olası altta yatan has*
yu gri-siyahırrisı renge sahiptirler. Lezyonların boyutları 1 mm’den talıklardır (Konu 117).
birkaç santimetreye kadar değişir ve lezyondan organizmalar kül­ Pyoderma gangrenözum’da altı oyulmuş nekrotik mavimsi ke­
tür yapılabilir. Hastalık öncesinde üst solunum yolu enfeksiyonu­ narlar ve periferal eritematoz halö görünümü, ülser sınırlarının ka­
nun bulunması, ateş, menenjit, DIC ve bazı hastalarda komplema- rakteristiğidir. Ülserler sıklıkla püştüller şeklinde başlar sonra 20
mn terminal komponentlerinin eksikliği ilgili bulgulardır. D issem i- cm kadar bir boyuta ulaşacak şekilde hızla genişler. Bu lezyonlar
n e g o n o k o k k a l e n fe k s iy o n d a (artrit-dermatit sendromu) distal ekst- çok sıklıkla alt ekstremitelerde yerleşmekle birlikte travma alanla­
remite eklemleri üzerinde birkaç adet papül ve merkezinde purpu­ rının içinde bulunduğu (paterji) vücudun herhangi bir yerinde orta­
ra veya hemorajik nekroz içeren vesikülopüstüller bulunur. Diğer ya çıkabilir. Tahminen olguların % 30-50’si idiopatiktir ve ülseratif
bulgular artralji, tenosinovit ve ateştir. Tanı için bu lezyonlardan kolit ve crohn hastalığı en sık ilişkili hastalıklardır. Kronik aktif he-
gram boyama yapılmalıdır. R . r ic k e t t s ii ’nin neden olduğu k a y a lik patit, seropozitif romatoid artrit, akut ve kronik granülositik löse­
d a ğ l a r b e n e k li a t e ş i, kene ısırmasına bağlı bir hastalıktır. Deri dö­ mi, polisitemi vera ve myoloma daha az sıklıkta bağlantılı gösterir.
küntüleri ortaya çıkmadan önce birkaç günlük ateş öyküsü, üşüme, Kutanöz anerji, ve benign monoklonal gammapati, idiyopatik has­
ciddi baş ağrısı ve fotofobi bulunur. Başlangıç lezyonları el bilek­ talıkla bile görülen bu hastalardaki diğer bulgulardır. Pyoderma
lerinde, ayak bileklerinde, avuçlarda, ayak tabanında eritematoz gangrenozumun histolojisi nonspesifik olması nedeni ile tanı nek-
makûller ve papüllerdir. Zamanla lezyonlar sentripetal olarak yayı­ rotizan vaskülit, Meleney ülseri (travma veya cerrahi alanında si-
lır ve purpurik olabilir. nerjistik enfeksiyon), dimorfik mantarlar, kutanöz amebiasis,
E k tim a g a n g ren o zu m lezyonları ödematöz, eritematoz papüller örümcek ısırması ve faktisyel ülserler gibi ülser görünümlü veren
veya plaklar şeklinde başlar sonra merkezi purpura ve nekroz geli­ daha az görülen nedenlerin ayırıcı tanısı gözönüne alınarak klinik
şir. Bu lezyonlatda bül de oluşur ve bunlar sıklıkla kuşak bölgesin­ olarak yapılır. Myeloproliferatif hastalıklarda ülserler püstülobül-
de bulunur. Ektima gangrenozum ile klasik olarak ilişkili organiz­ löz kenarlı daha yüzeyel olabilir ve bu lezyonlar klasik pyoderma
ma p s e u d o m o n a s a e r u g in o s a ’dır fakat k le b s ie lla , e s c h e r ic h ia c o li gangrenozum ve febril nötrofilik dermatoz (Sweet sendromu) ara­
ve s e r r a t ia gibi diğer gram-negatif basiller benzer lezyonlar oluştu­ sında bir ilişki sağlar.
rabilir. İmmünitesi baskılanmış konaklarda potansiyel patojenler lis­ ATEŞ V E DÖKÜNTÜ Ateş ve döküntüsü olan hastalarda ana
tesi kandida ve fırsatçı mantarları içine alacak şekilde genişlemiştir. etmen enfeksiyon hastalıklarından çok inflamatuar hastalıklardır.
Ü L S E R L E R Kutanöz ülserli hastaya yaklaşım tablo 5 7 -1 7 ’de Hastane ortamında hastanın ilaç erüpsiyonuna ek olarak altta yatan
özetlenmiştir. - » R a y n o u d f e n o m e n i n d e olduğu g i b i e k s t r e m d e - enfeksiyona sekonder ateşi olması en sık senaryodur. Bununla bir­
•erin jımfeml v u s k ü le r h a s t a l ı k l a r ı Komi 248 de göz,den geçirıl- likte ilaç reaksiyonlarının hem deri döküntülerine hem de ateşe
:--llşi.ir. ("ilaç ateşi”) yol açabileceği vurgulanmalıdır. Ateş ile bağlantılı di­
L iv e d o id v a sk ü lit (atrofi blanche) vaskülopati ile intravaküler ğer inflamatuar hastalıklar püstüler psoriasis, ertrodermi, ve Sweet
tromboz kombinasyonunu gösterir. Purpurik lezyonlar ve livedo re- sendromudur. Lyme hastalığı, sekonder sifiliz, viral ve bakteriyel
tikülaris alt ekstremitelerin ağrılı ülserasyonlar ile ilişkili bulunur. döküntüler(bakınız ’’ekzantemler”) ateş ve döküntü oluşturan en-
I'eksiyöz hastalık örnekleridir. Son olarak deri lezyonlannın septik 58 İm m ü n o lo jik M e k a n iz m a la r la G e liş e n Deri H a s ta lık lım 331
emboliyi gösterip göstermiyeceğine karar vermek önemlidir (bakı­
nız ’pupura"). Bu gibi lezyonlar genellikle purpura, nekroz veya lar gelişmediği sürece lezyonlar genellikle skarsız iyileşirler. Bu­
gelişecek nekrozun oluşumunda (koyu gri-siyahımsı renk) iskemi nunla beraber lezyonlann iyileşme yerlerinde, belirli bir süre de­
kanıtıdır. Trombositopenili hastalarda purpura morbiliform ilaç vam eden, postenflamatuar hiperpigmentasyon genellikle gelişir.
erüpsiyonlan ve enfeksiyöz lezyonlar gibi inflamatuar reaksiyon­ Erken lezyonlardan alınmış biyopsiler epidermal hücreler ara­
larda da görülebilir. sındaki kohezyonun kaybolmasına sekonder intraepidçrmal vezikül
oluşumu (yani akantolitik büller) gösterirler. Bül boşlukları hiperk-
3İB L İO G R A FY A romatik nükleuslu, yuvarlak* homojen hücreler olarak gözlenen
ARNDT KA et al: Cutaneous Medicine and Surgery. Philadelphia, Saunders, akantolitik epidermal hücreler içerirler. Bazal keratinositler epider­
1996 mal bazal membrana tutulu olarak kalırlar ve böylece bül epidermi­
BRAVERMAN IM: Skin Signs o f Systemic Disease, 3d ed. Philadelphia, Saun­ sin suprabazal kısmında yer alır. Lezyönel deri bül boşluğu içeri­
ders, 1998 sinde intraepidermal eozinofil toplantıları içerebilir, dermal deği­
CALLEN JP: Dermatology Clinics, vol 8, no 2: Skin Signs o f Internal Disease
şiklikler hafiftir, sıklıkla eozinofil ağırlıklı lökosit infiltrasyonu ile
II. Philadelphia, Saunders, 1990
CALLEN JP: Dermatology Clinics, vol 7, no 3: Skin Signs o f Internal Disease, sınırlıdır. Lezyönel veya intakt hasta derisinin direkt immünoflorer-
Philadelphia, Saunders, 1989 san mikroskopisinde keratinosit yüzeylerinde IgG depolanmaları
CHAMPION RH et al (eds): Textbook of Dermatology, 6th ed. Oxford, Black- saptanır. Buna karşın kompleman komponentlerinin depolanması
well Scientific, 1998 tutulmamış deride değil tipik olarak lezyönel deride saptanır. Kera-
ELDER D et al: fever's Histopathology of the Skin, 8th ed. Philadelphia, Lippin-
tinositlerdeki IgG depozitleri doğrudan hücre yüzeyi antijenlerine
cott, 1997
LITT JZ, PAWLAK WA JR: Drug Eruption Reference Manual 1999. New York, karşı gelişmiş dolanan otoantikorlardan derive olurlar. P V ’li hasta­
Parthenon, 1999 ların % 80-90’nıhda indirekt immünofloresan test ile dolanan oto-
SYBERTVP: Genetic Skin Disorders. New York, Oxford University Press, 1997 antikorlar gösterilebilir, Maymun özefagusu bu otoantikorlaruı
ZURCHER K, KREBS X: Cutaneous Drug Reactions, 2d ed. Basel, Karger, gösterilmesi için kullanılabilecek opimal substratür. PV ’li hastalar­
1992 da kalsiyuma-bağımlı adezyon moleküllerinin kaderin süpergen ai­
lesine ait ve transmembran desmosomal glikoproteinler olan des-
mogleinlere (Dsgs) karşı gelişmiş TgG otoantikorlan vardır. Dsg3
5 8 j K im B . Yancey, Thomas J. L a w le y _______ __ spesifik olarak PV otoantikorlan tarafından tanınırken PV serumla-
nriın yaklaşık % 50’i aynca Dsgl ’e karşı gelişmiş IgG de içerirler.
Erken pemfiguslu ve sadece mukozal tutulumu olan P V ’li hastala­
* ;j İMMÜNOLOJİK
rın çoğu sadece anti-Dsg3 otoantikorlanna sahip iken ilerlemiş has­
MEKANİZMALARLA GELİŞEN: talığı (yani deri ve mukoza tutulumu plan) hastaların çoğu ise hem
DERİ HASTALIKLARI anti-Dsg3 hem de anti-Dsgl otoantikorlanna sahiptirler. Son çalışr
...S on er Uzun malar göstermiştir ki bu hastaların serumlarındaki anti-Dsg otoan-
tikorlannm profillerinin yanı sıra Dsg3 ve D sgl’in dokudaki dağı-
İmmünolojik mekanizmalarla gelişen deri hastalıklarının ve siste­ lımlan bül oluşumunun anatomik lokalizasyonunu belirlemektedir.
mik hastalıkların kutanöz belirtilerinin pekçoğu kendilerine ait kli­ Yine deneysel çalışmalar göstermiştir ki bu antikorlar patojeniktir
nik, histolojik ve immünopatolojik bulgulan ile artık ayn entiteler (yani bül oluşumundan sorumludurlar) ve fitreleri hastalığın aktivi-
olarak tanınmaktadırlar. Sözkonusu hastalıklann büyük bir kısmı tesi ile korelasyon gösterirleri
otoimmün mekanizmalarla gelişmektedirler. Klinik olarak morbi- PV yaşamı tehdit edebilir. Glukokortikoidlerden önce mortalite
dite (ağn, kaşıntı, şekil bozukluğu) ve bir kısım ise mortalite (bü­ oranı % 60-90 arasında iken günümüzde bu oran yaklaşık % 5’dir.
yük oranda epidenrial bariyer fonksiyonun kaybına ve/veya secon­ Morbidite ve mortalitenin sık nedeni enfeksiyon ve glukokortikoid-
der enfeksiyona bağlı olarak) ite karakterizedir. İmmünolojik me­ lerle yapılan tedavinin komplikasyonlardır. İleri yaş, yaygın tutulum
kanizmalarla gelişmiş deri hastalıklarının daha sıkça görülenlerinin ve hastalığın kontrol altına alınabilmesi için yüksek doz glukokorti-
önemli özellikleri bü bölümde özetlenmiştir (Tablo 58-1). koide (immünosüpresif ajanlarla birlikte veya değil) ihtiyâç duyul­
PEM FİG U S V ULG A RİS Pemfigus vulgaris (PV) ağırlıklı ması kötü prognostik faktörler arasındadırlar. PV ’in klinik seyri has­
olarak yaşlılarda görüleli, büllerle karakterize bir deri hastalığıdır. tadan hastaya değişkenlik gösterir ye tahmin etmek zordur. Bazı
PV ’li hastalarda HLÂ-DR4 ve -DRw6 insidansı artmıştır. Bu has­ hastalar remisyona girmeyi başarırken (bazı serilerde hastaların
talık epidermal hücreler arasındaki kohezyonun kaybolması (akan- % 40’ı) diğerleri ıizun süreli tedaviye ihtiyaç duyalar veya hastalığın
toliziş olarak adlandırılan proçes) ve bunun sonucunda da intraepi- kendi komplikasyonlarına ve tedavi komplikasyonlarına yenik dü­
dermal bül gelişimi ile karakterizedir. P V ’nin tipik klinik lezyonla- şerler. Tedavinin ana dayanağı sistemik glukokorikosteroidlerdir.
n normal görünümlü veya eritematöz deri üzerinde gelişen geVşek Hastalığım şiddeti orta ile şiddetli arasında olan hastalarda tedaviye
büllerdir. Bu büller, yerlerinde kabuklanan ye çevreye doğru geniş­ genellikle 6 0 -80 mg/giin prednison ile başlanır. Eğer tedavi başlan­
leyen soyulmuş deri alanları bırakacak şekilde, kolayca rüptüre gıcından 1-2 hafta sonra hâlâ yeni lezyonlar çıkmaya devam ediyor­
olurlar (Atlas U E -69), Şiddetli olgularda vücut yüzeyinin önemli sa doz arttırılmalıdır. Pek çok tedavi rejiminde PV ’i kontrol altına
bir kısmı soyulabilir. Bu hastaların derilerine parmak ile bası yapıl­ alabilmek için sistemik glukokortikoidler bir immünosüpresif ajan
ması epidermisin ayrılmasına neden olabilir (Nikolsky belirtisi). ile kombine edilirler. En sık kullanılan iki ajandan biri azatioprine
Bu bulgu PV ’nin karakteristik özelliği olmakla beraber bu hastalı­ (1 mg/kg/gün) diğeri ise siklofosfamiddir (1 mg/kg/gün). Şiddetli
ğa özgü değildir ve toksik epidermal nekrolizis, Stevens-Johnson veya progresif hastalığın şiddetini, ve/veya süresim azaltmak için
sendromu ve diğer bir kısım deri hastalığında da görülebilmektedir. hızla kontrol altına alınması prognoz açısından önemlidir.
P V ’deki lezyonlar tipik olarak oral mukoza, saçlı deri, yüz, boyun, PEM FİG U S FO L İA S E U S Pemfigus foliaseus (PF) çeşitli
aksilla ve gövdede yerleşirler. Hastaların yarısında veya daha faz­ özellikleri ile PV ’den aynlır. P F ’de akantolitik büller epidermisin
lasında lezyonlar ağızdan başlar ve yine hastaların yaklaşık üst kısımlarına, genellikle stratum korneumun hemen altına lokali-
% 90’nmda hastalıklarının seyrinin herhangi bir safhasında oromu- zedir. Bundan dolayı PF, P V ’den daha yüzeyel bir büllöz hastalık­
kozal tutulum gözlenebilir. Hastalığın şiddetli olduğu durumlarda tır. P F’de müköz membran lezyonlannın çok nadir olması dışında
diğer mukozal yüzeylerin (örneğin faringeal, laringeal, özefagial, her iki hastalıkta da dağılım büyük oranda benzer biçimdedir. P F ’li
konjonktival, vulval veya rektal) tutulumu da söz konusu olabilir. hastalarda nadiren intakt büller gözlenirken daha ziyade eritem,
Erken pemfıgus lezyonlarında kaşıntı gözlenebilirken şiddetli ağrı­ skuam ve kabuklanmaların eşlik ettiği yüzeyel erozyonlar gözlenir.
nın eşlik ettiği yaygın soyulmalar gelişebilir. Sekonder bakteriyel Hafif PF vakalan şiddetli seboreik dermatiti andırır. Şiddetli PF
enfeksiyon ile komplike olmadığı ve mekanik olarak dermal yara- yaygın eksfoliasyona neden olabilir. Güneşe maruziyet (ultraviyo-
" ıhîıı "'8-1 İmmünolojik M ekanizmalarla Gelişen Deri Hastalıkları

Hastalık Klinik Histoloji İmmünopatoloji Otoantijenlera

Pemfgus foliaseus Saçlı deri, yüzün santrali, Epidermisin yüzeyel tabakasında Keraünositlerde IgG’nin hücre Dsg 1
göğüs ve sırtta yüzeyel oluşmuş akantolitik bül yüzeyi depolanması
erozyonlar ve kabuklar
Pemfigus vulgaris Gevşek büller, soyulmuş Epidermisin subrabazal tabakala- Keraünositlerde IgG ’nin hücre Dsg3 (bazı olgulardı artış
deri, oral mukoza bulgulan nnda oluşmuş akantolitik bül yüzeyi depolanması Dsgl
Büllöz pemfigoid Fleksör yüzeylerde geniş Genellikle eozinofilden zengin Epidermal BM Z ’da IgG ve/veya BPAGİ, BPAG2
gergin büller, oral muko­ subepidermal bül C 3’ün lineer bant tarzı depolan­
zal büller ve erozyonlar ması"
Pemfigoid gestas- Dede ve ekstremitelerde Dermal papilalarda gözyaşı dam- Epidermal BM Z ’da C 3’ün lineer BPAG2 (bazı olgularda
yones üzerleri vezikül ve bül- lası şeklinde subepidermal bül; bant tarzı depolanması artı BPAGİ)
lerle örtülü pruriük, ürti- eozinofiden zengin intîltrat
keryal plaklar
Lineer IgA hastalığı Ekstensör yüzlerde küçük Dermal papillada nötrofıllerin eş­ Epidermal BM Z’de IgA’nın lineer BPAG2 (spesifik aynnülar
kaşıntılı papüller; bazen lik etüği subepidermal bül bant tarzı depolanması iç tekste bakınız)
daha büyük, ark şeklinde
büller
Skatrisyel pemfigoid Müköz membranlarda ve Enflamatuar infıltraün eşlik ede­ Epidremla BM Z’da lineer bant BPAG2, laminin 5 veya
bazen deride eroziv ve/ bildiği veya etmediği subepi­ tarzı IgG, IgA ve/veya C3 de­ diğer
veya büllöz lezyonlar, dermal bül polanması
bazı yerlerde skar gerilimi
Akiz epidermolizis Travmaya maruz yerlerde Enflamatuar infıltrat içeren ve­ Epidermal BM Z’da lineer bant Tıp VII kollajen
bülloza büller, erozyonlar, skarlar ya içermeyen subepidermal tarzı IgG ve/veya C3 depolan­
ve milia; başlangıç döne­ biil ması
minde yaygın enflamatuar
gergin büller görülebilir
Dermaüüs herpeü- Diz ve dirseklerde, ensede, Dermal papillalarda nötrofıllerin Dermal papillalarda granüler IgA
formis glutealarda son derece ka­ eşlik etüği subepidermal bül depolanmaları
şıntılı küçük papül ve ve-
ziküller

a Bu hastaların otoantikorlan tarafından bağlanan otoantijenler şu şekilde tanımlanırlar: Dsgl. desmoglein 1, Dsg3. desmoglein 3; BPAGİ. büllöz pemfigoid antijen 1; BPAG2,
büllöz pemfigoid antijen 2; BMZ. bazal membran zon.

le radyasyonu) agreve edici faktör olabilir. F o g o s e lv a g e m veya akantolitik mukokutanöz hastalıktır. PNP’li hastalar tipik olarak
B r e z ily a p em fıg u su olarak bilinen ve orta güney Brezilya’da ende- sıklıkla sonradan büllöz lezyonlar haline dönüşen kaşıntılı papülos-
mik olarak görülen büllöz deri hastalığı klinik, histolojik ve immü- kuamöz döküntülerin eşlik ettiği ağrılı mukozal eroziv lezyonlar
nopatolojik olarak P F ’den ayrılamaz. gösterirler. Bu hastalarda eliçi ve ayak tabam tutulumu sıktır ve
PF, PV ile ortak immünopatolojik özelliklere sahiptir. Spesifik özellikle bu tip tutulum geçmişte rapor edilmiş neoplazi birlikteli­
olarak perilezyonel derinin direkt immünofloresan mikroskopisin- ği gösteren eritema multiforme hastalarının aslmda PNP olduğu dü­
de keratinosit yüzeylerinde IgG saptanır. P V ’de olduğu gibi P F ’li şüncesini kuvvetlendirmektedir. Bu hastalardan alman lezyonel de­
hastalarda da keratinosit hücre yüzeyi antijenlerine karşı gelişmiş ri biyopsileri değişik kombinasyonlarda akantolizis, keratinosit
dolanan IgG antikorların vardır. Gine domuzu özefagusu P F ’li has­ nekrozu ve vakuoler interface dermatiti gösterirler. Hasta derisinin
taların serumlarında uygulanacak indirekt immünofloresan için op­ direkt immünofloresan mikroskopisi keratinosit yüzeylerinde IgG
timal substrattır. PF de otoantikorlar 160-kDa’luk desmosomal bir ve kompleman depozitleri gösterir. Değişkenlik göstermekle birlik­
kaderin’e karşı gelişirler. P V ’de dikkat çekildiği gibi PE’li hastalar­ te benzer immünoreaktanlar epidermal bazal membran zonunda da
daki otoantikor profilinin (yani anü-DsGl) ve bu otoantijenlerin depolanırlar. PNP’li hastalarda plakin ailesi üyesi olan sitoplazmik
normal doku dağılımının (yani oral mukozada düşük ekspresyon) proteinlere (örneğin desmoplakinler I ve II, büllöz pemfigoid anti­
bu hastalıktaki lezyon dağılımını izah ettiği düşünülür. jeni 1, envoplakin, periplakin, ve plektin) ve kaderin ailesi üyeleri
Pemfigus çeşidi otoimmün hastalıklarla birliktelik gösterebil­ olan hücre yüzeyi proteinlerine (örneğin Dsg3 ve Dsg3) karşı IgG
mekle beraber özellikle timoma ve/veya myastenia gravis birlikte­ otoantikorlan vardır. Hayvan modelde yapılan deneysel pasif trans­
liği dikkat çekicidir. Bu güne kadar timoma ve/veya myastenia gra­ fer ile anti-Dsg3’ün immünoadsorpsiyonu sonucu PNP serumunun
vis genellikle PF birliktelikleri olan 3Q’dan fazla olgu bildirilmiş­ bül geliştirme yeteneğinin ortadan kaldırılabilmesi bu özel otoanti-
tir. Bir ilaç alımından sonrada pemfigus gelişebilmektedir. En çok korlann PNP’li hastalardaki bül gelişiminde anahtar bîr patojenik
suçlanan ajan penisillamindir. Diğer suçlanan ilaçlar arasında cap- rol oynadığmı düşündürmektedir.
toprü, rifampin, piroxicam, penisilin ve fenobarbital sayılmaktadır.
PNP genellikle konvansiyonel tedavilere (yani PV tedavisinde
İlaç-nedenli pemfigus P V ’den ziyade P F ’e benzer; bu hastalardaki
kullanılanlara) karşı genellikle dirençli olmasına rağmen hastalar
otoantikorlar diğer pemfiguslardaki aynı antijenik spesifiteye sa­
altta yatan neoplazinin rezeksiyonu ardından düzelebilirler. Bu has­
hiptirler. Hastaların çoğunda ilacın kesilmesinden sonra lezyonlar
talarda sıklıkla gözlenen neoplazmlar non-Hodgkin lenfoma, kro­
geriler; ancak bazı hastalarda sistemik glukokortikosteroidler
nik lenfositik lenfoma, kronik lenfositik lösemi, Castleman hastalı­
ve/veya immünosüpresif ajanlarla tedaviye gereksinim duyulabilir.
ğı, timoma ve iğsi hücre tümörleridir.
P F genellikle P V ’den daha az şiddetlidir ve prognozu da daha
iyidir. Lokalize hastalık topikal veya intralezyonel glukokortikoid- B Ü L L Ö Z PEM FİG O İD Büllöz pemfigoid (BP) genellikle
lerle konservatif olarak tedavi edilebilir. Daha aktif olgular genel­ yaşlılarda görülen subepidermal büllöz bir hastalıktır. Lezyonlar ti­
likle sistemik glukokortikoidlerle kontrol edilebilir. pik olarak normal görünümlü veya eritematöz deri üzerinden geli­
PA R A N EO PLA STİK P EM FİG U S Paraneoplastik pemfigus şen gergin büller içerir (Atlas IIE -72). Lezyonlar genellikle alt ka­
(PNP) gizli veya kanıtlanmış neoplazinin eşlik ettiği bir otoimmün rma, kasıklara, ve ekstremitelerin fleksör yüzlerine yerleşirler. Oral
mukoza lezyonlan hastaların % 10-% 40’ ında saptanır. Kaşıntı ol­ 53 İmmünolojik Mekanizmalarla Gelişen Deri Hastalıkları 333
mayabilir veya çok şiddetli olabilir. Lezyonlar geliştikçe gergin
büller patlayıp üzeri kabuklu veya kabuksuz gevşek lezyonlara ve­ nofilden zengin lökositik infıltratm eşlik ettiği gözyaşı-şeklinde su­
ya erozyonlara dönüşme eğilimi gösterirler. Travmatize edilmemiş bepidermal veziküller gösterirler, i ş i mikroskopisi ile PG’i diğer
bililer skar bırakmadan iyileşirler. Major histokompatilibite komp­ subepidermal büllöz hastalıklardan ayırmak şıklıkla zordur. Fakat,
leks klas II allel HLA-DQP1*0301 bu hastalarda sık saptanır, İzo­ PG ’li hastalann perilezyonel derilerinin direkt immünofloresan
le olgu raporları olmasına rağmen yaş ve cins uygun kontrol grup­ mikroskopileri bu hastalığın epidermal bazal membran zonunda li­
lan ile yapılan çeşitli çalışmalarda B P ’li hastlarda malignensi insi- neer C 3 depozitleri şeklindeki immünopatolojik işaretini ortaya
dansında bir artış olmadığı gösterilmiştir. koyar. Bu depozitler düşük titrelerdeki IgG anti-bazal membran
Erkeri lezyonel deri biyopsileri subepidemal bül göstermekle zon otoantikorlannm kompleman aktivasyonu yapmalan sonucu
birlikte histolojik özellikler o lezyonun kliriik özelliği ile ilişkilidir," gelişirler. Son çalışmalar göstermiştir ki PG serumlannın çoğunlu­
Normal görünümlü deri üzerinden gelişen lezyonlar genellikle az ğu BPAG2’i tamyan otoantikorlar içerirler. Bu 180-kDa’luk hemi­
sayıda eozinofilirt eşlik ettiği seyrek parivasküler lökositik infiltrat desmosom ilişkili protein, morfolojik, histolojik ve immünopatolo­
gösterirken, etıflamatuar lezyon biyopsileri ise tipik olarak papiller jik olarak PG ’e benzer bir subepidermal büllöz hastalık olan B P ’li
dermis içerisindeki vezikül gelişiminin olduğu alanlarda ve peri- hastalann kabaca % 70’inde bulunan otoantikorlar tarafından hedef
vasküler alanlarda eozinofîlden zengin bir infiltrat gösterirler. Hüc- alınır.
reden-zengin lezyonlar eozinofıllerin yattı sıra monönükleer hücre­ PG’li hastalann tedavisinde amaç yeni lezyon gelişimini önle­
ler ve nötrofiller de içerirler. Rutin histolojik tekniklerle B P ’i diğer mek, şiddetli kaşıntıyı yatıştırmak, bül gelişiminin olduğu alanlar­
subepidermal büllöz hastalıklardan ayırt etmek her zaman mümkün daki erozyonlann bakımını yapmaktır. Çoğu hastada orta doz (ör­
olmayabilir. neğin 2 0 - 40 mg predinisone) günlük glukokortikoidlere ihtiyaç
İmmünopatolojik çalışmalar bu hastalıkla ilgili bilgilerimizi ol* duyulur. Hafif olgular (veya kısa süreli alevlenmeler) etkin bir po­
dukça arttırmış ve tanı koymada yardımcı olmuşlardır. Normal gö­ tent topikal korikosteroid kullanımı ile kontrol altına alınabilir. Ön­
rünümlü perilezyonel derinin direkt immünofloresatt muayenesi ceden PG’ nin fetal mortalite ve morbidite riski ile birlikte olduğu'
epidermal bazal membranda lineer IgG ve/veya C3 depozitleri gös­ düşünülürken bugün eldeki sağlam veriler göstermektedir kj sade­
terir. Bu hastaların % 70’nin serurtiu indirekt immünofloresatt mik- ce hafif bir prematürite riski taşımaktadır. Son veriler sistemik glu-
roskopide normal insan derisi epidermal bazal mcmbranına bağla­ kokortikoid tedavisi almış PG hastalarındaki komplike olamamış
nan dolanan IgG otoantikorlan içerir. Hastaların çok büyük bir ora­ catlli doğum insidansmm daha konservatif olarak tedavi edilenler­
nı 1 M NaCl split derinin epidermal tarafı ile reaktivite gösterirler den farkli olmadığım ortaya koymuştur. Eğer sistemik glukokorti-
[1 M NaCl split deri B P ’li hastalardaki dolanan IgG anti-bazal koidler verilirse, yenidoğanlar geriye dönüşümlü adrenal yetmezlik
membran otoantikorlanm diğer benzer subepidermal büllöz hasta­ riski taşıyabilirler.
lığı (örneğin aşağıda anlatılan akiz epidermolizis büllozası) olan D ERM A TİTİS H E R P E T İF O R M İS Dermatitis herpetiformis
hastalardakinden ayırmak için kullanılan alternatif bir immünoflos (DH) ekstensör yüzler boyunca simetrik dağılım gösteren (örneğin
resan mikroskopisi substratıdır]. Buotoantikorlanntitresi ile hasta­ dirsekler, dizler, kalçalar, saçlı deri ve ense) lezyonlarla karakteri-
lık aktivitcsi arasında korelasyon yoktur. B P ’de dolanan otoanti- ze, şiddetli kaşıntılı bir papüloveziküler deri hastalığıdır. (Atlas
korlar 230- ve (BP hastalarının yaklaşık % 70’ inde)180-k D a’luk,
IIE -68), Bu hastalıktaki primer lezyon papül, papülovezikül veya
bazal keratinositlerdeki hemidesmosom ilişkili proteinleri [ yani sı­ ürtikeryal plaktır. Kaşıntının çok baskın olması nedeni ile primer
rası ile büllöz pemfigoid antijen (BPAG) 1 ve BPAG2] tanırlar. Bu
lezyonlar gözlenmeksizih hastalar ekskoriasyönlaf ve üzeri kabuk­
antijenlere karşı geliştikleri (daha spesifik olarak başlangıçta
lu papüllerle karşımıza gelebilirler. Hastalar bazen kaşıntının fark­
BPAG2’e karşı) düşünülen otoantikorlar in situ depolanırlar ve lı bir kömponenti olarak yanma-balma tarif ederler. Bu tür lokal
komplemanı aktive ederler. Bunu takiben dermal mast hücre degr&f
semptomların başlaması 12-24 saat sonra klinik lezyonlann gelişe­
nülasyonu ve doku haşan sonucu bül oluşumuna yol açan granülo-,
ceğine dair küvvetli bir işarettir. Hemen hemen tüm DH hastalan
sitden zengin infıltratlar gelişir.
aynı zamanda genellikle subklinik seyreden gluten sensitif entero-
BP ekzaserbasyon ve remisyonlar şeklinde aylarca, yıllarca se­
patiye sahiptirler (Konu 286), ve % 9 0 ’dan fazlası HLA-B8/DRw3
bat edebilir. Geniş alanların tutulumuna bağlı yaygm erozyonlar ve
ve HLA-DQw2 haplotipleri eksprese ederler. DH çocuklukta dahil
deri bütünlüğünde bozulmalar meydana gelebilmesine rağmen te­
olmak üzere her yaşta gözlenebilmekle beraber sıklıkla 2-4. dekad-
davi edilmese bile mortalite oram düşüktür. Bununla beraber yaşlı
larda başlar.
ve/veya debil hastalarda ölüm gelişebilir. Tedavinin temeli sistemik
Erken lezyonel deri biyopsisi dermal papillalar içerisinde nöt-
glukokortikoidlerdir. Lokal veya minimal hastalığı olanlar bazen
rofılden zengin infiltratlar gösterir. Nötrofiller, fibrin, ödem ve bu
ıckbaşına topikal glukokorikoidlerle kontrol altına alınabilir; daha
bölgelerde mikrovezıkul formasyonu erken dönemin karakteristik
yaygm lezyonlan olan hastlar ise genellikle tek başına veya immü-
bulgularıdır. Daha eski lezyonlar subepidermal bir bülün veya eks-
nosüpresif ajanlarla kombine sistemik glukokortikoidlere yanıt ve­
koriye papülün nonspesıfik özelliklerini gösterir. Klinik ve histolo­
rirler. Hastalar genellikle 4 0 -60 mg/gün prednisona yanıt verecek­
jik özellikler değişken olabildikleri ve diğer subepidermal büllöz
lerdir. Bazı olgularda azatiopürin (1 mg/kg/gün), siklofosfamid ( i
hastalıklara benzerlik gösterebildikleri için tanı normal görünümlü
mg/kg/gün) yeterli adjuv anlardır.
perilezyonel derinin direkt immünofloresan mikroskopisi ile doğ­
PEM FİG O İD G ESTA SYO N ES Pemfigoid gestasyones (PG)
rulanır. Bü tetkiklerle papiller dermişte veya bazal membran zonü
herpes gestasyones olarak ta bilinen, gebeliğin ve puerperal döne­
boyunca granüler IgA (kompleman komponenti ile birlikte veya
min nadir, nort-viral subepidermal büllöz hastalığıdır. PG gebeliğin
tekbaşına) depozitleri gösterilir! IgA depozitleri hastalığın tedavi
herhangi bir trimesteri süresince veya doğumdan hemen sonra baş­
ile kontrol altına alınmış olmasından etkilenmez, ancak, yoğunluk­
layabilir. Leyonlar genellikle kann, gövde ve ekstremitelere dağı­
ları azalabilir veya uzuh süreli sıkı bir glutensiz (aşağıda bahsi ge­
lım gösterir, muköz membran lezyonlan nadirdir. Bu hastalardaki
çen) diyet sonrası kaybolabilirler. Epidermal bazal membran zo­
deri lezyonlan eritematöz ürtikeryal papül ve plaklar, vezikülopa-
nunda granüler IgA depozitleri olan hastalarda tipik olarak dolanan
püller ve/veya aşikar büller içeren oldukça polimorfik bir görünüm
anti-bazal membran zon antikorları saptanmaz ve bu özellikleri ile
sergileyebilirler. Lezyonlar hemen daima çok kaşıntılıdırlar. PG
yine bu bölgede lineer IgA depozitleri gösteren (aşağıda bahsi ge­
doğum sonrası sıklıkla, tipik olarak 24-48 saat içerisinde, şiddetli
çen) olgulardan ayırt edilmelidirler.
eksazerbasyonlar gösterebilir. PG, sonraki gebeliklerde tekrarlama
DH hastalarının çoğu aşikar gastrointestinal semptomlar bildir­
eğiliminde olup sıklıkla önceki gebeliğe göre daha erken dönemler­
de başlar. Menslerin yeniden başlaması ile birlikte veya sonradan memelerine veya yine bu hastalarda malabsorbsiyona dair herhan­
oral kontraseptif kullanımı ile kısa alevlenmeler oluşabilir. Bazen gi bir laboratuvar bulgu saptanmamasma rağmen ince barsak bi­
PG ’li annelerin bebeklerinde de geçici deri lezyonlan gelişebilir. yopsileri intestinal villuslarda körleşme ve lamina propriada lenfo-
Erken lezyon biyopsileri dermal papillalarda gelişmiş ve eozi- sitik infıltrasyon gösterirler. Çöliak hastalığı olan hastalarda oldu-
334 fi Hastalıkların Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri kesintisiz IgG (ve sıklıkla C3) depozitleri gösterirler. Ultrastrüktü-
rel olarak bu immünoreaktanlar ankoring fibrillerle ilişkili biçimde
ğu gibi söz konusu gastrointestinal anormallik glutensiz diyet ile sublamina densa bölgesinde, lamina densadan altındaki papiller
eski haline getirilebilir. Daha da ötesi eğer sürdürülürse tek başına dermişe uzanan beyaz-saman yığını benzeri yapılar şeklinde bulu­
bu diyet ile hastalık kontrol altına alınabilir ve bu hastaların epider­ nurlar. A E B ’h hastaların yaklaşık % 25-% 50’i doğrudan ankoring
mal bazal membranlarından IgA depozitlerinin temizlenmesi ile so­ fibrillere uyar kollajen türleri olan tip IV kollajene karşı gelişen do­
nuçlanır. Bu hastalar gluten ile tekrar karşılaştıklarında ince barsak lanan anti-bazal membran zon IgG otoantikorlarına sahiptirler. Bu
morfolojisi değişir ve epidermal bazal membran zonunda IgA’nın tür IgG otoantikorları 1 M NaCl split derinin derma tarafına bağla­
lekrar ortaya çıkması ile birlikte deri hastalığında da alevlenme nırlar (bu indirekt immünofloresan mikroskopi test substratum
gözlenir. DH’ın diyetteki glütene maruziyet sonrası geliştiğine da­ epidermal veya hem epidermal hemde dermal tarafına balanan
ir diğer bir kanıt da bu hastaların serumlarında anti-endomysial IgA B P ’li hastalardaki IgG’nin aksine).
antikorlarının gösterilmesidir (tıpkı sıradan bir gluten sensitif ente- A E B ’nın tedavisi genellikle tatminkar değildir. Enflamtuar
ropatili hastada gösterildiği gibi). Son çalışmalar göstermiştir ki bu A E B ’h hastaların bazıları tekbaşma veya immünosüpresif ajanlar­
otoantikorlar doğrudan doku transglutaminazlarına karşı gelişmek­ la kombine şekilde sistemik glukokortikoidlere yanıt verebilirler.
tedir. DH’lı hastalarda troid anormallikleri, aklorhidri, atrofik gast­ Diğer hastalar (özellikle nötrofilden zengin inflamatuar lezyonlu
rit ve antigastrik parietal hücre antikorları da saptanır. Bu birlikte­ olanlar) dapsona yanıt verebilirler. Bu hastalığın kronik, nonenfla­
likler muhtemelen, otoimmün hastlalıklarla yaygın olarak ilişkili matuar tipleri, bazı hastalar siklosporine yanıt vermekle beraber,
bir marker olan HLA-B8/DRw3 haplotip’in bu hastalardaki yük­ büyük oranda tedaviye dirençlidirler.
sek sıklığı ile ilişkilidir. Tedavinin temel dayanağı bir sülfon olan S K A T R İS Y E L P EM FİG O İD Skatrisyel pemfigoid (SP) na­
dapsondür. Hastalar dapsona hızla (24-48 saat içerisinde) yanıt ve­ dir, akiz, en azından bazı tutulum alanlarında skar ile sonuçlanan,
rirler. Ancak tedavi öncesi dikkatli bir değerlendirme ve yakın ta­ muköz membranlar ve deride erozyonlarla karakterize subepider­
kip, komplikasyonlardan kaçınmak veya kontrol altında tutmak mal büllöz hastalıktu. İmmünopatolojik olarak SP’li hastaların pe-
için gereklidir, 100 mg/gün’den daha yüksek dozda dapson tüm rilezyonel deri ve mukozaları epitelyal bazal membranlarda in situ
hastalarda biraz hemoliz ve methemoglobülinemi yapar. Bunlar bu immünoreaktan depolanmalan gösterirler. En sık tutulan alanlar
ajanın beklenen farmakolojik yan etkileridir. Gluten kısıtlaması oral mukoza (özellikle gingiva) ve konjunktivadu. Nazofaringeal,
DH’ı kontrol kontrol altına alabilir ve dapson ihtiyacını azaltır. laringeal, özofageal, ürogenita] ve rektal mukoza tutulabilen diğer
Maksimum yarar için rijid bir glutensiz diyet gereklidir. Yararlı bir alanlardır. Deri lezyonları (hastaların yaklaşık üçte birinde bulunur):
sonuca ulaşabilmek için aylarca diyet kısıtlaması yapmak gereke­ saçlı deri, yüz ve gövdenin üst kısmında yerleşme eğilimindedirler
bilir. Eğitimli bir diyetisyenden diyet danışmanlığı elzemdir. ve genellikle eritematöz veya ürtikeryal zemin üzerinde birkaç adet
L İN E E R IGA H A STA LIĞ I Önceleri DH’ın bir varyantı ola­ erozyon veya gergin büller içerirler. SP tipik olarak kronik ve prog-
rak düşünülen lineer IgA hastalığı gerçekte ayrı ve farklı bir antite- resif bir hastalıktu. Oküler, laringeal, özefageal veya ürogenital
dir. Klinik olarak bu hastalar tipik DH, RP veya diğer subepidermal lezyonlar sonucunda ciddi komplikasyonlar gelişebilir. Eroziv kon-
büllöz hastalıklığı olan hastalara benzerlik gösterirler. Lezyonlar junktivit; kısalmış fomisler, simblefara, ankiloblefaron, entropion,
ağırlıklı olarak ekstensör (klasik DH’da olduğu gibi), santral veya korneal opasiteler ve (şiddetli olgularda) körlükle sonuçlanabilir.
fleksural alanlara lokalîze, tipik olarak papüloveziküller, büjler Benzer biçimde larinksin eroziv lezyonları seste kabalaşma ve ağ­
ve/veya ürtikeryal plaklar şeklindedir. Bazı hastalarda oral muko- rıya, tanınamaz ve tedavi edilmez ise meydana gelen doku kaybı
zal tutulum olabilir. DH’lı hastalardakine benzer şiddetli kaşıntı sonucu hava yolunda tam harabiyete neden olabilirler. Özefageal
vardır. Lineer IgA hastalığı olan hastalarda HLA-B8/DRw3 haplo- lezyonlar stenoz ve/veya hastayı aspirasyon riskine sokan striktür-
tipinin sıklığında artma veya enteropati birlikteliği yoktur. Dolay- Ier ile sonuçlanabilirler. Striktürler Urogenital tutulumuda kompli­
sıyla glutensiz diyete ihtiyaç göstermezler. ke edebilirler.
Erken Iezyonlardaki histolojik değişiklikler DH’da görülenler­ Lezyonel doku biyopsileri genellikle sübepitelyal vezikülobül-
den kesin olarak ayırt edilemeyebilirler. Ancak perilezyooel normal ler ve mononükleer bir infıltrat gösterirler. Nötrofıller ve eozinofıl-
görünümlü derinin direkt immünofloresan mikroskopisi epidermal ler erken lezyon biyopsilerinde görülebilir; yaşlı lezyonlar az bir
bazal emembran zonunda IgA (ve sıklıkla C 3) depozitleri gösterir. lökositik infiltrat ve fıbrözis gösterirler. Perilezyonel derinin direkt
Lineer IgA hastalığı olan çoğu hasta bazal keratinositlerin hemides- immünofloresan mikroskopisi tipik olarak bu hastaların epitelyal
mosomlarında bulunan bir transmembranöz protein olan bazal membranlarında IgG, IgA ve/veya C3 depozitleri gösterir. Bü
BPAG2’nin ekstrasellüler domainindeki epitoplara karşı gelişmiş hastaların çoğunda dolanan anti-bazal membran otoantikorları bu­
dolanan anti-bazal membran zone IgA otoantikorları gösterirler. Bu lunmadığı için perilezyonel derinin direkt immünofloresan teşrinini
hastalar genellikle 50 -1 5 0 mg/gün dapson tedavisine yanıt verirler. yapılması tanı açısından önemlidir. Her nekadar SP önceden tek bir
A K İZ E P İD E R M O L İZ İS B Ü L L O Z A A EB nadir, nonhere- nozolojik antite olarak düşünülmekteyse de günümüzde artık bü­
diter, polimorfik, subepidermal büllöz hastalıktır. (Kalıtsal form yük oranda, epitelyal membrandaki bir grup farklı moleküle (Örne­
Konu 3 5 1 ’de tartışılmaktadır). Klasik veya noninflamatuar A E B ’İt ğin BPAG2, laminin 5, tip VII kollajen ve tam tanımlanma ihtiyacı1
hastalarda noninflame deri üzerinde büller, atrofik skarlar, milia, gösteren diğer antijenlere) karşı otoimmün bir reaksiyon sonucu
tırnak distrofisi ve oral lezyonlar vardır. Lezyonların genellikle mi­ gelişmiş hastalık fenotipi olarak olarak kabul edilmektedir. SP’nin
nör travmaya maruz yerlerde gelişiyor olması nedeni ile klasik tedavisi büyük oranda tutulan bölgeye bağlıdır. Oküler, laringeal,
A EB mekaııobüllöz bir hastalık olarak kabul edilir. A E B ’li diğer özefageal ve/veya Urogenital tutulumlar şiddetli potansiyel kompli­
hastalar şiddetli B P ’e benzer yaygın inflamatuar, skar bırakan, bül­ kasyonları nedeni ile dapson, prednison veya bunun başka bir im­
löz lezyonlar ve oromukozal tutuluma sahiptirler. İnflamatuar bül­ münosüpresif ajan (örneğin azatioprin veya siklofosfamid) ile
löz hastalığı olan bazı hastalar sonradan bu hastalığın klasik no- kombinasyonu şeklinde agresif sistemik tedaviye ihtiyaç gösterir­
nenflamatuar formuna dönüşebilirler. A EB genellikle kroniktir; ler. Hastalığın daha az korkutucu formları topikal veya intralezyo-
multiple myelom, amiloidozis, inflamatuar barsak hastalığı ve di­ nel glukokortikoidler ile tedavi edilebilirler.
abetes mellitus birliktelikleri bildirilmiştir. HLA-DR2 haplotipi bu
hastalarda artmış sıklıkta bulunur. KİJTANÖZ Ö ZELLİK LER İ 3 ASKIN OLAN
Lezyonel derinin histolojisi üzerinde çalışılan lezyonun özel­
liklerine bağlı olarak değişir. Nonenflamatuar bül, porfirya kutane OTOİMMÜN SİSTEM İK HASTALIKLAR
tardalı hastalardakine benzer biçimde subepidermal bül ile birlikte
seyrek lökositik infıltrat gösterir. İnflamatuar bül, subepidermal bül D ER M A TO M İYO ZİT Dermatomiyozitin (Konu 382) kutanöz
ve yüzeyel dermişte nötrofilden zengin lökositik infiltrat gösterir. belirtileri sıklıkla ayırt edici özelliklere sahip olmakla birlikte za­
A E B ’li hastalar epidermal bazal membran zonunda lineer patemde man zaman sitemik lupus eritematozus (SLE) (Konu 311), sklero-
.!• i m.ı (Komi 3 13) veya diğer overlap gösteren konnektif doku has- 58 İmmünolojik Mekanizmalarla Gelişen Deri Hastalıkları 335
.slikhtrinula (Konu .3 1 3 ) gözlenen kutanöz belirtilere benzerlik
.•»»■delebilirler, Kutanöz hastalığın yaygınlığı ve şiddeti miyozit’in ri gösterir. Tedavide amaç sistemik hastalığı kontrol altına almaktır.
ıvv.ınlığı ve şiddeti ile korelasyon gösterebilir veya göstermeyebilin Gün ışığından korunmak diğer LE formlarında da olduğu gibi çok
'.»»İlletli kas tutulumu olan hastalar göreceli olarak minör deri belirti­ önemlidir,
lerine sahip olabilirken, belirgin deri tutulumu olan hastalar da hafif Su baku t kutanöz lupus erih em atozu s (SKLE) yaygın, fotosensitif'
bir kas tutulumuna sahip olabilirler. Çocukluk çağı deımatomyozitin- non-skatrisyel bir döküntü ile karakterizedir. Bu hastaların yaklaşık ya­
!e sıkça gözlenen geç dönem sekeli olan subkutan doku kalsifikasyo- rısında şiddetli renal tutulumun ve santral sinir sistemi tutulumunün
ıiu dışında çocukluk çağı ve yetişkin dermatomiyozitlerininrn kutanöz pek gözlenmediği bir SLE vardır. SKLE, psoriasise benzer bir papulös-
Midileri benzerdir. kuamöz erUpsiyori veya eritema multiformede görüleri annuler lezyon-
Dermatomiyozitin kutanöz belirtileri miyozit gelişiminden önce larla karakterize bir erüpsiyon şeklinde kendini gösterebilir. Papulos-
eya haftalarla yıllar arası bir süreç sonrasında ortaya çıkar. Kas tutu­ kuamöz formda sırtta, göğüste, omuzlarda, kolların ekstensör yüzlerin­
lumu olmayan olgular (yani miyozitsiz dermatomiyozit) da bildiril­ de ve el Sırtlarında birbirinden aynk yerleşmiş eritematöz papüller ge­
miştir. En sık gözlenen belirti bazen kepeklenmenin eşlik ettiği üst lişirken; yüzde, kolların fleksör yüzlerinde ve bel altında lezyon gelişi­
•öz kapağındaki mor-kırmızı renk değişikliği ("heliotrope” eritem;; mi sık değildir. Hafif kepekli papüller retiküler bir görünümde birleşe-
Ulaş IIE-63) ve periorbital ödemdir. Yanaklar ve burunda "kelebek: rek geniş plaklar yapma eğilimindedirler. Annuler form aynı alanları
isrzt" dağılım gösteren eritem SLE’deki döküntüye benzerlik göstere­ tutar ve eritematöz papüller ile birlikte oval, sirküler veya polisiklik
bilir. Göğüsün ön üst bölümünde, ensede, saçlı deride ve kollar, ba-, lezyonlar oluşturur. SKLE’nin lezyonlan diskoid L E ’den daha yaygın
ı aklar ve ellerin ekstensör yüzlerinde eritematöz veya violase renkte ancak daha az skarlaşma eğilimindedirler. Deri biyopsileri; epidermis-
kepeklenen yama tarzı lezyonlar sık belirtilerdendir. Eritem ve kepek­ te hidropik dejerierasyori ile birlikte kıl follikülleri ve yüzeyel dermiş­
lenme özellikle dirseklerde, dizlerde ve interalengeal eklemlerin dor­ teki kan damarları etrafında yoğun mononükleer hücre infiltrasy onu
sal yüzlerinde daha belirgin olabilir. Hastaların yaklaşık üçte birinde, gösterirler, Lezyöriel derinin direkt immünofloresan mikroskopisi o l-.
dermatomiyozitin patognomonik bulgusu olan interfalengeal eklemle­ gulariri yarısında epidermal bazal mernbran zonunda immünoglobulin
rin dorsalinde tepesi düz violase papüller saptanır (Gottron belirtisi depozitleri ortaya koyar. Bazal keratinositler etrafında özel bir parem­
veya Gottron papülleıf, Atlas IIE-65). Bu lezyonlar bazı SLE’li has­ de IgG depolanması son yıllarda SKLE’li hastalarda gözlenmektedir.
taların el parmaklânnın dorsal yüzlerinde gözlenen eritem ve kepek­ SKLE’li hastalanıl çoğunda anti-Rö antikorlan vardır. Lokal tedavi ge­
lenmelerden, sözkonusu lezyonlann interfalengeal eklemlerin üzerin­ nellikle başarısızdır ve çoğu hasta aminokinolin antimalaryallerle teda­
de yerleşmemeleri ile ayırt edilebilirler. Periungual telenjiektaziler be­ viye ihtiyaç gösterirler. Oral glukokortikoidlerle düşük doz tedavi ba­
lirgin olabilir. Uylukların ve üst kolların ekstensör yüzlerindeki dante- zen gereklidir; ultraviole B ve  dalga boylarının her ikisine birden ko­
la şeklinde veya retiküler görünümlü eritenle ince kepeklenmeler eş­ ruyucu tedbirlerin alınması tedavide çok önemlidir.
lik edebilir. Diğer hastalarda; özellikle uzun süreli hastalığı olanlar­ D isko id lupus eritem atozu s (DLE) sıklıkla yüzde, saçlı deride ve­
da, hipopigmentasyon, hiperpigmentasyon, hafif atrofi ve telenjiekta* ya dış kulaklarda yerleşmiş lezy onlarla karakterizedir. Lezyonlar kaim,
/i alanları ile karakterize poikiloderma vaskulare atrofikans tablosu sıkıca yapışık, kıl follıküllerini tıkayan (folliküler tıkaçlanma) skuam-
gelişebilir. Hem SLE ve hem de sklerodermada nadir olması nedeni lan bulunan eritematöz papül’ ve plaklarla karakterizcdirlcr. Skuam
ile poikiloderma, dermatomiyozit ile bu iki hastalığın ayırımını sağla­ kaldırıldığı zaman alt yükünde folliküler ağızlara uyar biçimde küçük
yan klinik bir belirti olarak kullanılabilir. Skleroderma ve dermatomi­ çıkıntılar gözlenir. Buna ” halı çivisi” görünümü denir. Bu bulgu göre­
yozitin kutanöz belirtileri benzerlik gösterebilir ve Raynaud fenome­ celi olarak DLE için spesifiktir. Uzun süreli lezyonlar zamanla santral
ni gibi el derisinde kalınlaşma ve alt dokulara yapışma (sklerodaktili) atrofi, skarlaşma ve hipopigmentasyon gösterirler. Ancak periferlerin-
gösterebilirler, Ancak şiddetli kas tutuhımunun, Gottron papüllerinin, de eritematöz, bazen kabarık bir kcnarlari sıklıkla vardır (Atlas İIE-
heliotrop eritem ve poikilodermanın varlığı dermatomiyozitli hastala­ 62). Bu lezyonlar yıllarca sebat ederler ve yavaşça genişlerler. DLE’li
rı ayırt eden bulgulardır. Dermatomiyozitin eritematöz, kepeklenen hastaların yalnızca % 5-10’u Amerikan Romatizma Demeği kriterleri1’
lezyonlannın biyopsileri sadece hafif, nönspesifik bir inflamasyon or­ ne uygunluk göterir. Ancak tipik DLE lezyonlan SLE Ti hastalarda sık
taya koyabilirken bazen epidermal atrofi, bazal keratihositlerde hidrö- gözlenir. DLE lezyonlannın biyopsisi hiperkeratoz, folliküler tıkaçlan-
pik dejenerasyon, üst dermişte ödem ve hafif mononükleer hücre in- ma ve epidermal atofi gösterir. Dermal-epidermâl bileşke bazal kerati­
fitrasyonu gibi SLE’de gözlenenlerden aynlamayan bulgular da gös­ nositlerde hidropik dejenerasyon, kıl follikülleri ve kan damandan et­
terebilirler. Lezyonel derinin direkt immünofloresan mikroskopisi ge­ rafında mononükleer hücre infiltrasyonu gösterir. Direkt immünoflore­
nellikle negatif olmakla birlikte bazı olgularda bazal mernbran zonun- san mikroskop! olguların yaklaşık % 90’nında epidermal bazal memb-
da granüler immünoglobin(ler): ve komplemati depozitleri de tarif ran zonunda immünöglobuİin(ler) ve kompleman depozitleri gösterir.
edilmektedir. Tedavi doğrudan sistemik hastalığa yönelik olmalıdır. Tedavi başlıca güneşten korunma ve topikal veya intralezyonel gluko-
İlave kutanöz tedavi gereken az bir kısım olguda topikal glukokorti- kortikoid uygulamasını içeren lokal kutanöz hastalığa odaklı bir teda­
koidler bazen yararlı olabilirler. Bu hastalar ultraviyole radyasyonun­ vidir. Eğer lokal tedavi etkisiz ise aminokinolin antimalaryallerin kul­
dan korunmaldırlar ve güneş koruyucuları kullanmalıdırlar. lanılması endike olabilir.
LUPUS ERİTEM ATOZUS Lupus eritematozusun (LE) (Konu, SKLERODERM A V E M O R FEA Sklerodermanın deri değişik­
311) kutanöz belirtileri akut, subakutve kronik (yani diskoid LE) tip­ likleri genellikle ellerde, ayaklarda ve yüzde non-pitting, tekrarlayım
lerine aynlabihr. A kut ku tan öz L E burun ve malar çıkıntılar üzerinde ödem ile birlikte başlar (Konu 313). Derinin sklerozu parmaklardan
"kelebek" tarzı dağılım gösteren eritem ile karakterizedir (Atlas IIE- distal olarak başlar (sklerodaktili) ve proksimale doğra yayılır. Genel­
61). Eritem sıklıkla aniden başlar, ödem ve hafif kepeklenme eşlik likle parmak uçlarında kemik rezorbsiyonlan gelişir. Buna zımba ile
eder ve sistemik tutulum ile koreledir. Hastalar ekstremitelerin eksten­ delinmiş gibi ülserler, yıldız şeklinde skarlar ve kanamalar eşlik ede­
sör yüzlerinde ve üst göğüs bölgesindeki eritem ve kepeklenme gibi bilir (Atlas IIE-66). Parmaklar gerçekten çekilip küçülebilirler ve so­
yaygın bir yüz tutulumuna sahip olabilirler. Bu akut lezyonlar bazen sis şeklini alırlar. Tırnaklar genellikle tutulmadıklarından küçülmüş
gelip geçici olabilirse de genellikle günlerce sürer ve sıklıkla sistemik parmak uçlarından kıvrılırlar. Periungual telenjiektaziler genellikle
hastalığın ekzazerbasyonlan ile birliktedirler. Akut lezyonun deri bi­ vardır anccak periungual eritem nadirdir. İlerlemiş olgularda ekstre-
yopsisi sadece mononükleer hücrelerden meydana gelen seyrek bir mitelerde kontraktürler ve kalsinozis kutis gelişir. Yüz tutulumunda;
dermal infiltrat ve dermal ödem gösterir. Bazı örneklerde epidermis- alın düzleşir ve kırışıksız bir hal alır, buran üzerindeki deri gerginle­
tedeki bazal hücre hidropik dejenerasyonu gibi kan damarları ve kıl şir, ağız etrafındaki deri çekilir ve perioral ışınsal kırışıklıklar gelişir
follikülleri etrafında belirgin bir hücresel infiltrat gözlenebilir. Lezyo­ (Atlas IIE -64). Hasır şeklinde telenjiektaziler sıklıkla ve özellikle
nel derinin direkt immünofloresan mikroskopisi sıklıkla epidermal ba­ yüz ve ellerde gözlenir. Tutulmuş deri sert, yüzeyi düzgün ve altta­
zal mernbran zonunda immünoglobulin(ler) ve kompleman depozitle- ki dokulara bağlanmış olarak hissedilir. Hiperpigmentasyon ve hi-
336 ?[ ı '.t; tu Vnn Bukokırı ve ! :.kdim Şckıücci HALL RP: Dermatitis herpetiformis. J Invest Dermatol 99:873, 1992
LIU Z et al: A passive transfer model of the organ-specific autoimmune disease,
bullous pemphigoid, using antibodies generated against the hemidesmoso-
popigmcnmsyon da .sıklıkla vardır. Raynaud fenomeni yani soğuk mal antigen, BP180. J Clin Invest 92:2480, 1993
nedenli beyazlanma, siyanoz ve reaktif hiperemi hemen her olguda MAHONEY MG et al: Explanations for the clinical and microscopic localizati­
bulunur ve skleroderma gelişiminden yıllarca önces başlayabilir. on of lesions in pemphigus foliaceus and vulgaris, i Clin Invest 103:461,
Kalsinozis kutis, Raynaud fenomeni, özefageal dismotilite, sklero- 1999
STANLEY JR: Cell adhesion molecules as targets of autoantibodies in pemphi­
<laktili ve telenjiektazi kombinasyonu C R E S T se n d r o m u olarak ad­
gus and pemphigoid, bullous diseases due to defective epidermal cell adhe­
landırılır. Antisentromer antikorlar sklerodermalı hastaların az bir sion. Adv Immunol 53:291, 1992
kısmında bildirilirken CREST sendromlu hastalann çok büyük bir YANCEY KB: Adhesion molecules. II: Interactions of keratinocytes with epider­
kısmmda bildirilmektedir. Deri biyopsisi dermişte kalınlaşma ve mal basement membrane. J Invest Dermatol 104:1008, 1995
kollajen liflerde homojenizasyon gösterir. Lezyonel derinin direkt
immünofloresan mikroskopisi genellikle negatiftir.
L o k a l i z e s k le r o d e r m a denilen morfea derinin lokalize kalınlaş­
ma ve sklerozu ile karakterize olup genellikle genç yetişkin ve ço­ Robert S. Stern, Oliver M. Chosidow,
cukları tutar, Morfea lezyonu eritematöz veya deri rengi plak şek­ Bruce U, Wintroub___________________________________
linde başlar ardından sklerotik hale gelir. Santral hipopigmentas-
yon ve eritematöz bir kenar gösterir. Çoğunlukla hastalarda bir ve­
ya birkaç adet lezyon vardır ve lo k a liz e m o r fe a olarak adlandırılır.
% Jj SUTANÖZ İLAÇ REAKSİYONLARI
-'■ -.rial Varol A ksungur
Bir kısmı hastada ise sistemik tutulum olmaksızın yaygın deri lez-
yonlan vadin Bu form ise j e n e r a li z e m o r fe a olarak adlandırılır.
Kutanöz reaksiyonlar, ilaçlara karşı en sık karşılaşılan yan etkiler
Morfealı hastaların çoğunda otoantikorlar yoktur. Morfeamn bi­
yopsi bulgulan sklerodermanmkinden aynlamaz. Lineer skleroder­ arasındadır. Bu reaksiyonların hemen tanınması, ilacm kesilmesi ve
ma lineer, bant benzeri bir'dağılımla sınırlıdır ve derinin yüzyel uygun tedavi girişimleri, toksisiteyi en aza indirebilir. Bu bölüm,
katlarının yanısıra daha derinleride tutma eğilimindedir. Skleroder.- topikal ajanlar dışındaki ilaçlara karşı olan kutanöz yan etkiler üze­
ma ve morfea genellikle tedaviye oldukça dirençlidirler. Bu neden­ rine odaklanacaktır ve ilaçlar ile birlikte diğer terapötik ajanlara
le eklem kontraktürlerinden korunmak ve foksiyonlan devam ettir-, karşı olan kutanöz reaksiyonların sıklığım, patemlerini ve patoge-
mek için fizik tedavi uygulanır ve sıklıkla da fayda görülür, nezini gözden geçirecektir,
Eozinofili ile birlikte diffüz fassitis bazen skleroderma ile ka- B İR L E Ş İK D E V L E T L E R D E R E Ç E T E L İ İL A Ç L A R IN
nştınlabilen bir klinik antitedir. Sıklıkla bir fiziksel ekzersizin ar­ K U L L A N ILM A S I Birleşik Devletlerde her yıl 2 0 0 0 ’in üzerinde
dından ve genellikle aniden, ekstremitelerde şişme, endiirasyoh ve farklı aktif ajanı içeren 60.000 ilaç ürünü, 1.5 milyardan çok reçe­
eritem şeklinde başlar. Ekstremitelerin proksimal kısımları.(kollar, te edilmektedir,, Hastanede yatan hastalar, yalnız başlarına yılda
önkollar, uyluklar, bacaklar) eller ve ayaklardan daha sık tutulurlar. 120 milyon kür ilaç tedavisi almaktadır ve erişkin Amerikalıların
Deri endüre olmakla birlikte sklerodermadaki gibi alttaki dokulara yarısı, düzenli olarak ayaktan reçeteli ilaçlar kullanmaktadır. Buna
yapışık değildir. Kontraktürler fasyal tutulumun ardından erkenden
ek olarak birçok başka hasta, kutanöz yan etkilere yol açabilen re­
gelişebilir, Buna bağlı kas gruplan birbirinden ayrılabilir (yani
çetesiz ilaçlar kullanmaktadır.
’ oluk belirtisi") ve venler çökmüş gibi görünüm alabilirler (yani
KUTANÖZ R E A K S İY O N L A R IN S IK L IĞ I Her ne kadar
gömülmüş venler). Bu deri belirtileri periferal kan eozinofilisi, art­
ilaç yan etkileri sık ise de, onlarui sıklığını, ciddiyetini ve sağlık
mış eritrosit sedimentasyon hızı ve bazen hipergammaglobulinemi
üzerine sonuçtaki etkilerini belirlemek zordur. Mevcut bilgi, hasta­
ile birliktedir. Tutulmuş alanın derin biyopsisi kas üzerindeki derin
neye yatırılmış hastalann değerlendirilmesinden, epidemiyolojik
fasyada enflamasyon ve kalınlaşma gösterir, Eozinofil ve mono-
çalışmalardan, piyasa öncesi çalışmalardan ve en sık U.S. F o o d a n d
nükleer hücrelerden oluşan bir infiltrat genellikle bulunur. Eozino­
fil ik fassitisli hastalar kemik iliği yetmezliği veya diğer hematolog D ru g A d m in istra tio n ’s M e d w a tc h S y s tem ’s yapılan gönüllü bildi­

jik anormallikler açısından risk taşırlar. Eozinofilik fassitisin seyri rimlerden elde edilmektedir. Bu girişimlerin hiç biri, çoğu ilacm
belirsiz olmakla birlikte çoğu hasta dozu 4 0 -6 0 mg/gün arasmdaki kullanımı ilç birlikte görülen kutanöz reaksiyonların riski hakkında,
prednisona iyi yanıt verirler. geniş ve karşılaştırılabilir veri sağlamamaktadır.
E o z in o fıli-m iy a lji s e n d r o m u , 1989 yılında Japonya’daki tek bir Bir çalışmada hastaneye yatınlmış hastalann % 2’si, yattıkları
firmanın ürettiği L-tryptophan’nın alımından sonra epidemik ola­ süre içinde döküntü, ürtiker ya da kaşıntı gibi deri reaksiyonlan ge­
rak ortay çıkan multisistem bir hastalıktır, Sakatlayım miyaljiler ve çirmiştir. İlaç tedavisi kürü başma toplam reaksiyon hızı yaklaşık
artraljilerin, pulmoner semptomların ve periferal ödemin eşlik etti­ 3/1000 olmuştur, Yatan hastalar arasında penisilinler, sülfonamidler
ği mutlak eozinoli ile karakterizedir. fieri evrede (yani başlangıç ve kan ürünleri kutanöz reaksiyonların üçte ikisinden sorumlu ol­
semptomlarından 3-6 ay sonra) bu hastalar lokalize skleroderma muştur. Ayaktan hastalar arasında birçok antibiyotik için reaksiyon
benzeri deri değişiklikleri, kilo kaybı ve/veya nöropati geliştirirler oranlan, yatan hastalarda gözlenenlerle karşılaştırılabilir olmuştur.
(Konu 313). Bu sendromun kesin nedeni bilinmiyor. Ancak L- Florokinolonlar, kutanöz reaksiyonların eski çalışmalarda gözlen­
tryptophan’mn suçlanan kısımları 1,1-ethylidene bis [tryptophan] memiş olan, önemli nedenleridir. Seçilmiş sık kullanılan antibiyo­
kontaminantı taşımaktadırlar, Bu kontaminant patojenik olabilir tikler için reaksiyon oranlan Tablo 5 9 -1 ’de özetlenpıiştir. Çoğu ku-
veya hastalığı provoke eden başka bir maddenin marker’ı olabilir.

»İBIİOGRAFYA fulslo S9-1 Neçilmiş ilaçlara K arşı Deri Reaksiyonlarının O ranları


(W 00 Alıcı Başına)
AMAGAI M: Pemphigus: Autoimmunity to epidermal cell adhesion molecules.
Adv Dermatol 11:319, 1996 ilaç Reaksiyon Oranı
AMAGAI M et al: Antibodies against desmoglein 3 (pemphigus vulgaris anti­
gen) are present in sera from paüents with paraneoplastic pemphigus and Trimetoprim-sülfametoksazol 21
cause acantholysis in vivo in neonatal mice. J Clin Invest 102:775, 1998 Florokinolonlar 5
ANHALT GJ et al: Paraneoplastic pemphigus: An autoimmune mucocutaneous Amoksisilin (Augmentin) 12
disease associated with neoplasia. N Engl J Med 323:1729, 1990 Diğer penisilinler 11
BRAVERMAN 1M: Connective tissue diseases, in Skin Signs o f Systemic Dise­ Tetrasiklinler 5
ase, 3d ed. Philadelphia Saunders, 1998 Makrolidler 6
FINE JD: Management of acquired bullous skin disease. N Engl J Med
333:1475, 1995 KAYNAK: van der Linden ve ark. 'tan uyarlanmıştır.
uıtttfz reaksiyon, ilaç ile karşılaşmanın ilk 2 haftası içinde oluşur. -9 Kutanöz Haç Reaksiyondan 33?
Ailcrjık reaksiyonların riski, yaş ve seks ile önemli ölçüde değiş­
mez, Ayaktan hastalar arasında bir antibiyotiğe karşı reaksiyon ris­ gastrointestinal, respiratuvar ve kardiovasküler sistemlerde belirti
ki. belirli bir ilacın ilk ve sonraki kullanımları arasında karşılaştırı­ verir (Konu 310). Primer belirti ve bulgular, kaşıntı, ürtiker, bulan­
labilir olmaktadır, '• tı, kusma, kramplar, bronkospazm ve laringeal ödem Ve ara sıra hi­
Fiks ilaç erüpsiyonuna özel ilgisi olan bir Fin hastanesi derma1 potansiyon ve ölüm ile birlikte seyreden anafilaktik şoktur. Erken
mloji bölümünde ilaç döküntülerimin morfolojik paternlerinin dağı1 reaksiyonlar, ilaç ile karşılaşmadan sonra dakikalar içinde oluşabi­
hım, ekzantematöz reaksiyonlar (% 32), ürtiker ve/veya anjioödem lir ya da ilacın atımından saatler ya da günler sonra hızlanmış reak­
(% 20), fiks ilaç erüpsiyonü (% 34), eritema mültiforme (% 2), Ste­ siyonlar oluşur. Hızlanmış reaksiyonlar, genellikle ürtikeıyaldir ve
vens1Johnson sendromu (SJS; % 1), eksfoliâtif dermatit (% lj ve fö- laringeal» ödemi kapsayabilir. Penisilin ve ilişkili ilaçlar, IgE’ye
msensitivite reaksiyonları (% 3) olarak belirlenmiştir. Diğer çalışk bağlı reaksiyonların en sık nedenleridir. Duyarii dokudaiı, mast
malara göre tüm kutanöz reaksiyonların % 80’i morbilliform ya dâ hücrelerinden ve dolaşan bazofil lökositlerden salman histamin,
vritematözdür, % 10-15’i ürtikef ya da ahjioödemdir ve diğer reak- adenozin, lökotrienler, prostaglandinler, trombosit aktive eden fak­
iyon tipleri göreceli olarak nadirdir. ► tör, enzimler ve proteoglikanlar, vazodilatasy on ve ödeme y d açar.
Belki de en önemli şiddetli kutanöz reaksiyonlar olan SJS ve Polivalan ilaç protein konjugatlan, duyarlı hücrelere bağlı olan IgE
loksik epidermal nekrolizin (TEN) relatif riski, uluslar arası bir ol1 molekülleri arasında çapraz bağlar oluşturunca, salınım gerçekleşin
;;u kontrol çalişmasında ve olgu serilerinde hesaplanmıştır. Sülfo- Klinik manifestasyonlar, salman kimyasal mediated erinhedef or­
namid antibiyotikler, allopürinol, amin aritiepileptik ilaçlar (fenito- gan yani deri, respiratuvar, gastrointestinal ve/veya kardiovasküler
in ve karbamazepin) ve lâmotrijin (yeni bir aritiepileptik), bu reak­ sistemler ile etkileşimi sonucu belirlenir, Alımın belirli yollan*
siyonlar açısından en yüksek riske sahiptir. farklı klinik patemleri destekler (yani oral yol; gastrointestinal et­
kiler; intravenöz yol: dolaşım etkileri),
İLAÇ REAKSİYONLARININ PATOGENEZİ İ m m ü n K o m p l e k s e B a ğ h R e a k s i y o n la r Serum hastalığı, dola­
şan immün kompleksler ile oluşur ve ateş, artrit, nefrit, nörit, ödem
İlaçlara karşı istenmeyen kutanöz yanıtlar, immünolojik ya da non- ve ürtikeryal, papüler ya da purpurik bir döküntü ile karakterizedir
immünolojik mekanizmaların bir sonucu olarak gelişebilir. İmmü­ (Konu 317). Bu sendrom dolaşımda uzun süre kalan bir antijen ger
nolojik reaksiyonlar, konağın immünolojik yollarının aktivasyonU1 rektirir, böylece antikor yapılınca dolaşan antijen-antikor kompleks?
ııu gerektirir ve i la ç a ll e r ji s i olarak adlandırılır. Noh-immünolûjik leri oluşur. Serum hastalığı, ilk kez yabancı serumların alınmasını
mekanizmalar ile oluşan ilaç reaksiyonları, effektör yolların akti- izleyerek tanımlanmıştır, fakat artık ilaçlar olağan nedendir. Serum
vasyonuna, aşın doza, kümülatif toksisiteye, yan etkilere, ekolojik hastalığı yapan ilaçlar, penisilinler, sülfonamidler, tiourasiller, kole-
bozukluğa, ilaçlar arasındaki etkileşimlere, metabolik değişiklikle-; sistografık boyalar, fenitoin, aminosalisilik asid, heparin ve antilen-
re, önceki dermatolojik durumların alevlenmesine ya da kalıtsal fosit globülindir. Ateşli, çocuklarda sefalosporin alımı, klinik olarak
protein ya da enzim eksikliklerine bağlı olabilir. Sorumlu ilacı ya benzer bir reaksiyon için yüksek risk taşır, fakat bu reaksiyonun me­
da patogenetik mekanizmayı belirlemek çoğunlukla olanaklı değil­ kanizması bilinmemektedir. Klasik serum hastalığında semptomlar,
dir, çünkü deri çeşitli uyaranlara sınırlı sayıdaki reaksiyon patemi bir ilaç ile karşılaşmadan 6 gün ya da daha uzun bir süre sonra geli­
ile yanıt verir; Birçok ilaç reaksiyonunun mekanizması bilinme­ şir; bu latent dönem antikorun yapımı için gereken süreye karşılık
mektedir; gelir. İmmün komplekse bağlı Uaç reaksiyonlarından sorumlu anti­
İM M Ü N O L O JİK İL A Ç R E A K S İY O N L A R I İlaçlar sıklıkla korlar, büyük ölçüde IgG ya da IgM smıfmdadır. İlaçların göreceli
bir immün yanıt başlatır, fakat kişilerin yalnızca küçük bir kısmı olarak nadir görülen bir kutanöz komplikasyonu olan vaskülit de
klinik hipersensitivite reaksiyonları gösterir, örneğin penisilin ile immün kompleks birikiminin bir sonucu olabilir (Konu 317).
karşılaşan çoğu hastanın penisiline karşı antikor geliştirdiği göste­ S ito to k s is ite v e G e c ik m iş H ip e r s e n s it iv it e Sitotoksisite ve ge­
rilebilir; fakat bu kişiler penisilin ile karşılaştıklarında ilaç reaksi­ cikmiş hipersensitivite, morbilliform ekzantem, hipersensitivite
yonları göstermezler. Bir ilacın bir immün yanıt başlatma kapasite­ sendromu, SJS ya da TEN ’in etiyolojisinde önemli olabilir, fakat
sini çok sayıda faktör belirler; bunlara ilacın moleküler özellikleri bu kanıtlanmamıştır. Sistemik manifestasyonlar sıklıkla oluşur. Si-
ve konak etkileri dahildir. totoksik reaksiyonlara yol açan antijenlerin doğası bilinmemekte­
M oleküler büyüklükteki ve karmaşıklıktaki artışlar immünoje- dir, fakat farklı T lenfosit popülasyonlannm aktive olması büyük
nitedeki artışlar ile birliktedir ve protein ya da peptid hormonlar gi­ bir olasılıktır. TH1 tip hücreler, interlökin (IL)-2 ve interferon
bi makromoleküler ilaçlar yüksek düzeyde antijeniktir. Çoğu ilaç; (IFN)-gamma yapımına ve sonuçta sitotoksik T hücre aktivasyonu-
1000 Da’dan küçük organik moleküllerdir ve böyle küçük mole­ na yol açacaktır. Morbilliform ekzantem ve TEN’in erken lezyon-
küllerin bir immün yanıtı başlatma kapasiteleri, onların hapten ola­ larında histopatolojik çalışmalar, keratinositlerde HLA-DR ve in-
rak etki etme yeteneklerine bağlıdır, yani doku makromolekülleri tersellüler adhezyon molekülü (IC A M )-l ekspresyonu, dermisde
ile stabil, genellikle kovalan bağlar oluşturmalarına bağlidır; bu CD4 hücreler, epidermisde CD8 T hücreler ve tümör nekroz faktö­
olay aşın düzeyde nadirdir. rü alfa sekresyonu ve f a s -ligand ekspresyonu ile kolaylaşan kerati-
Bir ilacın ya da basit bir kimyasal maddenin alınma yolu, k o - nosit apoptozisi göstermiştir. TH2 tip hücreler, hipersensitivite
n a ğ ın immün yanıtının doğasını etkileyebilir. Örneğin antijenlerin sendromurtda (aşağı bak) rol oynayabilen IL-5 gibi sitokiriler yapar.
topikal uygulanması gecikmiş hipersensitiviteyi başlatmaya eğri N O N -İM M Ü N O LO JİK İL A Ç R E A K S İY O N L A R Non-im-
limlidir Ve antijenler ile oral ya da nazal boşluklarda karşılaşma sal- münolojik mekanizmalar, ilaç reaksiyonlarının çoğunluğundan so­
gısal immünoglobülinlerin, IgA ve IgE ve bazen IgM, yapımım rumludur; butlunla birlikte yalnızca eh önemli mekanizmalar tartı­
uyarır. İlaçların intravenöz alınması ile duyarlanma Sıklığı değişir, şılacaktır.
fakat bu yol ile karşılaşma sonucu anafilaksi oral alıma göre daha Efektör Yolların Non-immünolojik Aktivasyonu İlaç reaksi­
yüksek olasüıkla gelişir. yonları, efektör yolların üç mekanizma ile non-immünolojik akti­
İlaç ile karşılaşma derecesi ve belirli bir ajanın emilmesindeki vasyonu sonucu gelişebilin Birincisi, ilaçlar mast hücreleri ve bazo-
ve metabolizmasındaki bireysel farklar, immünolojik yükü değişti­ fillerden doğrudan mediator salmimı yapabilir ve anafilaksi, ürtiker
rebilir. Hidralazinin in vivo asetilasyonundaki değişken derece, bu ve/veya anjioödem ile ortaya çıkabilir. Opiatlar, polimiksin B , tübo-
fenomene klinik bir örnektir. Hidralazin, en sık ilacı yavaş asetile kürarin, radyokontrast maddeler ve dekstranlar ile oluşan ürtikeryal
eden hastalarda antinükleer antikor yapımı ile birlikte lupus-benze- anafilaktik reaksiyonlar bu mekanizma ile gelişir. İkincisi, ilaçlar
ri sendrom yapar. Sık yüksek doz kullanımı ve aralıklı tedavi kür­ antikor yokluğunda komplemanı aktive edebilir. Bu radyokontrast
leri de ilaç alleıjisi gelişimi için önemli risk faktörleridir. maddelerin etki ettiği ek bir mekanizmadır. Üçüncüsü, aspirin ve
Allerjik İlaç Reaksiyonlarının Patogenezi I g E ’y e b a ğ lı R e ­ diğer non-steroidal anti-inflamatuar ajanlar (NSAİ1) araşidonik asid
a k s iy o n l a r IgE ’ye bağlı ilaç reaksiyonları, genellikle deride ve metabolizmasının yollarını değiştirebilir ve ürtiker yapabilir.
338 \na vc i'aKüim Sekiilcn NSAll’lar, anjiotensin çevirici enzim (ACE) inhibitörleri ve
radyografik boyalar gibi bazı ilaçlar, ilaca spesifik antikor yoklu­
Fototoksisite I oioıoksik reaksiyonlar, ilaç ile oluşabilir ya da ğunda ürtikeryal reaksiyonlar, anjioödem ve anafilaksi yapabilir.
bir rolO-seıiMiızaıı kimyasal maddenin aşırı yapıldığı metabolik has- Her ne kadar A CE inhibitörleri, aspirin, penisilin ve kan ürünleri
lalıklarda oluşabilir. Fototoksik bir reaksiyon, yeterli kromofor ürtikeryal döküntülerin en sık nedenleri ise de, ürtiker hemen he­
ı ilaç ya da metabolik ürün) bir reaksiyon ya da hedef doku ile bir men tüm ilaçların kullanımında gözlenmiştir. İlaçlar, 6 haftadan
ııılcraksiyon yapmaya yetecek kadar radyasyon absorbe edince olu­ uzun süren kronik ürtikere de neden olabilir. Aspirin, bu problemi
şur. İlaca bağlı fototoksik reaksiyonlar ilk karşılaşmada gelişebilir. sıklıkla alevlendirir.
Fototoksisitenin sıklığı, bir duyarlandıncının konsantrasyonunun Ürtiker ve anjioödemin tedavisi, reaksiyonun şiddetine ve ge­
ve uygun dalga boylu ışığın miktarının bir doğru orantılı fonksiyo­ lişme hızına bağlıdır. Şiddetli olgularda özellikle respiratuvar ya da
nudur. En az üç farklı fotokimyasal mekanizma tanımlanmıştır: (1) kardiovasküler etkilenme durumlarında epinefrin, tedavinin temeli­
Fototoksik bir molekülün uyarılmış durumu ile biyolojik bir hedef dir, fakat etkisi beta bloker kullanan hastalarda azalır. Daha şiddet­
arasında reaksiyon, bir kovalen fotoadisyon ürününün oluşmasına li etkilenmiş hastalar için, bazen intravenöz olarak verilen sistemik
neden olabilir; (2) fototoksik molekül, biyolojik maddeler için tok- glikokortikoidler ile tedavi yararlıdır. Anjioödem ya da anafilaksisi
sik olan kararlı foto-ürünler oluşturabilir; (3) fototoksik bir mole*- olmayan yalnızca kutanöz semptomları olan hastalarda ilacm kesil­
külün radyasyonu, oksijen moleküllerine enerji transferi yapabilir mesine ek olarak oral antihistaminlar genellikle yeterlidir.
FO T O S E N SİT İV İT E D Ö K Ü N TÜ LER İ Fotosensitivite dö­
ve tek değerli oksijen süperoksid anyonu ya da hidroksil radikalle­
küntüleri, genellikle güneş gören yerlerde en belirgindir, fakat gü­
ri gibi toksik oksijen türleri oluşumuna neden olabilir. Bu reaktif
neşten korunan yerlere yayılabilir. Fototoksik reaksiyonlar, bazı
türlerin biyolojik hedefler ile karşılıklı etkileşimi, foto-oksidize
ilaçlar ile daha sıktır. Sistemik olarak alman ilaçlara karşı fotoaller-
moleküller üretir. Fototoksik hasar, genellikle bir güneş yanığı ben­
jik reaksiyonlar çok nadirdir. Fototoksik reaksiyonlar, genellikle
zeri reaksiyon ile kendini gösterir.
güneş yanığına benzer ve bir ilaç ile ilk karşılaşmada oluşabilir.
Önceki Hastalığın Alevlenmesi Çeşitli ajanlar önceki hasta­
Şiddetleri, ilacm doku düzeyine, ışık ile karşılaşma miktarına ve
lıkları alevlendirebilir. Örneğin lityum akneyi ve psoriasisi doza
fotosensitizerin etkinliğine bağlıdır (Konu 60).
bağlı olarak alevlendirebilir. Beta bloker ajanlar ve IFN-alfa psori­
Oral olarak alınan fototoksik ilaçlar, birçok florökinolon,
asis yapabilir. Glikokortikoidlerin kesilmesi, psoriasis ya da atopik
klorpromazin, tetrasiklin, tiazidler ve en az iki NSAİİ’dir (benok-
dermatiti alevlendirebilir.
saprofen ve piroksikam). Sık karşılaşılan fototoksik ilaçların ço­
Kalıtsal Enzim ya da Protein Eksiklikleri Toksik reaktif ilaç
ğunluğu, uzun dalga boylu ultraviyole A (UVA) aralığında aksiyon
metabolitlerinin detoksifıye edilmesindeki kişisel yeteneğe yöne­
spektrumuna sahiptir. Fototoksik reaksiyonlar, ilacm ya da ultravi­
lik, spesifik, kalıtsal defektler, kişileri özellikle sülfonamidler ve
yole radyasyonunun kaldırılması ile düzelir. Bu reaksiyonlara yol
antikonvülzanlar kullanımı sırasında görülen hipersensitivite send-
açan UVA ve görünür ışık, non opak güneşten koruyucular tarafın­
romu ve belki de TEN gelişimine yatkın kılabilir.
dan kolaylıkla emilmediği ve pencere camından geçtiği için, bu re­
İmmünolojik Duruni Değişiklikleri Hastalann immünolojik
aksiyonları engellemek zordur.
durumundaki değişiklikler de kutanöz reaksiyonların riskini değiş­
Fotosensitivite reaksiyonları, ultraviyole ışığı ile karşılaşmadan
tirebilir. Kemik iliği transplantasyonu geçirmiş hastalar, HIV ile in-
sakınarak ve reaksiyon bir güneş yanığına yapılacağı gibi tedavi
fekte kişiler ve Epstein-Bairr virüsü infeksiyonu olan kişiler, ilaçla­
edilerek iyileştirilir. Nadiren kişiler, uzun süreli güneş ile karşı kar­
ra karşı kutanöz reaksiyonlar geliştirme açısından yüksek risklidir.
şıya kalmadan sakınmayı gerektiren ışığa karşı persistan reaktivite
Trimetoprim-sülfametoksazole karşı deri reaksiyonları, bu ilacı geliştirir:
kullanan HIV ile infekte kişilerin üçte birinde görülür, fakat desen- PİGM EN TASYO N D E Ğ İŞ İK L İK L E R İ İlaçlar, deride çeşit­
sitizasyon başarılabilir. Dapson, trimetoprim yalnız başına ve li pigmenter değişikliklere neden olabilir. Bazı ilaçlar, melanositik
amoksisilin klavülonat da HIV ile infekte hastalarda ilaç döküntü­ aktiviteyi uyarır ve pigmentasyonu arttırır. İlaç birikimi de pigmen-
lerinin sık nedenleridir. Yüksek düzeyde etkili antiretroviral terapi­ tasyona yol açabilir; bu fenomen ağır metaller ile oluşur. Fenoti-
nin (HAART) geliştirilmesi, HIV hastalarında kutanöz reaksiyon­ azinler, deride birikebilir ve bir mavimsi gri renge neden olur. An-
ların riskini azaltmıştır (Konu 309). timalaryal ilaçlar, mavimsi gri ya da sarı bir pigmentasyona neden
olabilir. Uzun süreli minosiklin, özellikle kronik inflamasyon böl­
KUTANÖZ İLAÇ REAKSİYONLARININ gelerinde mavimsi gri hiperpigmentasyona neden olabilir. Bir za­
manlar psoriasisi tedavi etmek için kullanılan inorganik arsenik,
KLİNİK SINIFLAMASI
diffüz maküler pigmentasyon ile birlikte olabilir. Pigmenter deği­
şikliklere neden olan diğer ağır metaller, gümüş, altın, bizmut ve ci-
Ü R TİK ER /A N JİO Ö D EM Ü rtiker, kaşıntılı, kırmızı kabartılar ile
vadır. Uzun süreli fenitoin kullanımı, kadınlarda kloazma benzeri
karakterize olan bir deri reaksiyonudur. Lezyonlar, küçük bir nok­
bir pigmentasyon yapabilir. Bazı sitostatik ajanlar da pigmenter de­
tadan geniş bölgelere kadar değişir. Bireysel lezyonlar, nadiren 24
ğişikliklere neden olabilir. İlaç birikimi hastalıkları için histolojik
saatten uzun sürer. Derin dermal ve subkutan dokular da şiştiği za­
inceleme çoğunlukla diagnostiktir.
man bu reaksiyon a n jio ö d e m olarak bilinir. Anjioödem mukozaları
Zidovudin (AZT), özellikle trınaklarda sık karşılaşılan bir pig­
tutabilir ve hayatı tehdit eden anafılaktik bir reaksiyonun bir parça­
mentasyon nedenidir (Konu 309). Yüksek dozlarda nikotinik asid
sı olabilir. Ürtikeryal lezyonlar, kaşıntı ve morbilliform (ya da ma-
kahverengi pigmentasyon yapabilir ve oral kontraseptifler kloazma
külopapüler) döküntüler ile birlikte, ilaçlara karşı kutanöz reaksi­
oluşturabilir. Ek olarak amiodaron, güneşe açık deride artış göste­
yonların en sık tipleri arasındadır.
ren, viyolase hiperpigmentasyona neden olabilir. Ağır metaller, ba­
İlaca bağlı ürtiker, üç mekanizma ile oluşabilin IgE’ye bağlı kır antimalaryal ve arsenikal ajanlar ve ACTH gibi ilaçlar da oral
mekanizma, dolaşan immün kompleksler (serum hastalığı) ve efek- mukozanın rengini değiştirebilir.
tör yolların non-immünolojik aktivasyonu. IgE ’ye bağlı ü rtik ery al VASKÜLİT Kutanöz nekrotizan vaskülit, yaygın ya da alt
reak siy o n lar, genellikle 36 saat içinde oluşur fakat dakikalar içinde ekstremiteler ile diğer bağımlı bölgelere sınırlı olabilen palpabl
oluşabilir. İlaç ile karşılaşmadan sonra dakikalar ya da saatler için­ purpurik lezyonlar ile karşımıza çıkar (Konu 317). Ürtikeryal lez­
de oluşan reaksiyonlar, e r k e n r e a k s iy o n la r olarak adlandırılır, oysa yonlar, ülserler ve hemorajik büller de oluşur. Vaskülit, karaciğer,
ilaç ile karşılaşmadan 12-36 saat sonra oluşanlar hızlandırılmış re­ böbrek, beyin ve eklemler dahil diğer organları tutabilir. İlaçlar,
aksiyonlar olarak adlandırılır. Serum hastalığı ile birlikte olan im­ vaskülitin yalnızca bir nedenidir; infeksiyonlar ve kollajen vaskü-
mün komplekslere bağlı ürtiker, genellikle ilk karşılaşmadan 6-12 ler hastalıklar, olguların çoğunluğundan sorumludur.
gün sonra oluşur. Bu sendromda ürtikeryal döküntü, ateş, hematüri, Propiltiourasil, lökopeni ve spenomegali ile birlikte olan bir
artralji, hepatik disfonksiyon ve nörolojik semptomlar ile birliktedir. kutanöz vaskülit yapabilir. Bu lezyonlarda direkt immünofloresan
’ta-Mişıklıkler, iınıniiıı kompleks birikimini düşündürür. Vaskülitik 59 Kutanöz İlaç Reaksiyonları 339
iokiiıuulcrde suçlanan ilaçlar, allopürinol, tiazidler, sülfonamidler,
[U-ııisilin ve bazı NSAİİ’dir. tik olarak kesilmesi ile tedavi edilir. Oral antihistaminler, yumuşatı­
IIİPER SEN SİTİV İTE SENDROM U İlk olarak fenitoin için cılar ve serinletici banyolar, kaşıntının tedavisinde yararlıdır. Kısa
umutlanan lıipersensitivite sendromu, purpurik hale gelebilen eri- süreli güçlü topikal kortikosteroid kürleri, inflamasyonu ve semp­
k-ınli bir döküntü ile karşımıza çıkar ve aşağıdaki özelliklerin çoğu tomları azaltabilir ve büyük olasılıkla yardımcı olabilir. Sistemik
ile birliktedir: Ateş, fasyal ve periorbital ödem, duyarlı yaygın len- kortikosteroidlerin rsikine oranla yararlı etkisi daha az açıktır.
fudenopati, lökositoz (çoğunlukla atipik lenfositler ve eozinofiller FİK S İLA Ç R E A K S İY O N L A R I Bu reaksiyonlar, akut infla-
de birlikte), hepatit ve bazen nefrit ya da pnömoni. Kutanöz reaksi­ masyonun iyileşmesinden sonra hiperpigmentasyonun geliştiği bir
yon, genellikle fenitoin başlandıktan 1-6 hafta sonra başlar ve ge­ ya da birkaç, keskin sınırlı, eritemli lezyonlar ile karakterizedir; ye­
nellikle ilacın kesilmesi ile düzelir, fakat özellikle hepatit semptom­ niden kullanım ile lezyon, aynı (yani fiks) yerde nüks eder. Lezyon­
ları devam edebilir. Döküntü nüks edebilir ve aromatik antikonvül- lar, çoğunlukla dudaklar, eller, bacaklar, yüz, genital bölge ve oral
/aıılar, yani fenitoin, karbamazepin ve barbitüratlar, arasında çapraz mukozayı tutar ve yanmaya neden olur. Çoğu hasta mültipl lezyona
reaksiyonlar sıktır. Fenitoine bağlı olan bu sendromun riski, kalıtsal sahiptir. Etiyolojinin belirlenmesinde patch test yararlıdır. Fiks ilaç
cpoksid hidrolaz eksikliği olanlarda artmıştır; bu enzim, toksik bir döküntüleri, fenolftalein, sülfonamidler, tetrasiklinler, fenilbütazon,
rıra ürün olan aren oksidazın metabolizması için gerekir; bu madde, NSAİİ’ler ve barbituratlann kullanımı ile birlikte görülmüştür. Her
fcnitoinin sitokrom P450 sistemi ile metabolizması sırasında oluşur. ne kadar farklı tetrasiklin bileşikleri arasında çapraz duyarlılık olu­
Bu sendroma neden olan diğer ilaçlar, lamotrijin, dapson, allopüri- şur gibiyse de, provokasyon testinin bir parçası olarak hastalara
ıtol, sülfonamidler, minosiklin ve sülfonlardır.Sistemik kortikoste- farklı sülfonamid bileşikleri verilince çapraz duyarlılık elde edilme­
roidler (0.5-1.0 m g/kg). % 10 kadar yüksek mortalite rapor edilmiş­ miştir.
tir. LİK EN O İD İL A Ç D Ö K Ü N TÜ LER İ Klinik ve morfolojik
D ERİD E WARFARIN N EK R O ZU Bu nadir reaksiyon, ge­ olarak liken planustan ayrıt edilemeyen bir likenoid doku reaksiyo­
nellikle kadınlarda, warfarin türevleri ile tedavinin üçüncü ve onun­ nu, çeşitli ilaçlar ve kimyasal maddelere bağlı gelişebilir. Reaksiyon
cu günleri arasında oluşur. Lezyonlar, keskin sınırlı, eritendi, indü- ilaca bağlı ise eozinofiller daha sıktır. Bu döküntüye en sık altın ve
re ve purpuriktir ve gerileyebilir ya da sonuçta nekroz ve yavaş iyi­ antimalaryaller neden olur. Beta blokerler ve kaptopril dahil antihi-
leşen eskar oluşumu yapan, geniş, irregüler, hemorajik büllere iler­ pertansif ajanların da likenoid reaksiyonlara yol açtığı bildirilmiştir.
leyebilir. B Ü L L Ö Z D Ö K Ü N TÜ LER Büller, fiks ilaç döküntüleri, vücu­
Sendromun gelişim, ilaç dozu ve altta yatan hastalık ile ilişki­ dun bağımlı bölgelerinde şiddetli morbilliform döküntüler ve foto-
sizdir. Tercih edilen yerler, memeler, uyluklar ve kaba etlerdir. Dö­ toksik reaksiyonlar dahil çok çeşitli kutanöz reaksiyonlara eşlik
küntünün başlamasından sonra ilacın kesilmesi seyri etkilemez. eder. SJS ve TEN, ilaçlara karşı gelişen, en ciddi ve önemli büllöz
Benzer reaksiyonlar, heparin ile de gelişebilir. Warfarin reaksiyon­ reaksiyonlardır. Nalidiksik asid ve furosemid, primer büllöz hasta­
ları, protein C eksikliği ile birliktedir. Protein C, diğer pıhtılaşma lıklardan ayırt edilemeyecek büllü döküntülere neden olur. Penisili-
proteinlerine göre daha kısa yan ömrü olan vitamin K ’ye bağımlı namine bağlı pemfigus foliaseus benzeri bir döküntü görülebilir.
bir proteindir ve fibrinolizin kontrolünden kısmen sorumludur. War­ PÜ STÜ LER D Ö K Ü N TÜ LER Akut jeneralize ekzantematöz
farin vitamin K ’ye bağımlı koagülasyon faktörlerinin yapımını en­ püstüloz, çoğunlukla başta antibiyotikler olmak üzere ilaçlar ile kar­
gellediği için, protein C eksikliği açısından heterozigot olanlarda şılaşma sonucu oluşur. Genellikle yüzde ya da intertrijinöz bölgeler­
warfarin ile antikoagülasyon, dolaşan protein C düzeylerinde ani bir de başlayan, eritemli ve ödemli deri üzerinde gelişen küçük non-fol-
düşüşe neden olur, böylece kutanöz mikro-dolaşımda hiperkoagüla- liküler püstüller, birleşebilir ve yüzeysel ülserasyonlara yol açabilir.
biliteye ve tromboza izin verir ve sonuçta nekroz bölgeleri gelişir. Ateş vardır ve bu döküntüyü başlangıç dönemlerinde TEN ’den ayırt
Heparine bağlı nekroz, klinik olarak benzer özelliklere sahip olabi­ etmek zor olabilir. Akut jeneralize ekzantematöz püstüloz, çoğunluk­
lir, fakat büyük bir olasılıkla sonuçta kan damarlarının tıkanmasına la ilaç tedavisine başlanılmasından sonra birkaç gün içinde başlar.
yol açan, heparine bağlı trombosit agregasyonuna bağlıdır. E R İT E M A M Ü LT İFO R M E Eritema mültiforme, belirgin iris
Warfarine bağlı kutanöz nekroz, vitamin K ve heparin ile teda­ ya da hedef lezyonlar ile karakterize olan, genellikle akral dağılım
vi edilir. Vitamin K warfarinin etkisini geri döndürür ve heparin bir gösteren, çoğunlukla boğaz ağrısı, mukozal lezyonlar ve halsizlik
antikoagülan olarak görev yapar. Protein C konsantreleri ile tedavi, ile birlikte olan, akut, kendi kendini sınırlayan bir deri hastalığıdır.
bu reaksiyonların gelişmesi için predispozan faktör olan protein C Klasik eritema mültiforme, genellikle başta herpes simpleks infek-
eksikliği bulunan kişilerde yararlı olabilir. siyonu olamak üzere ilaç dışı nedenlere sahiptir ve genellikle ilaç ile
M O R B İL L İFO R M R E A K S İY O N L A R Morbilliform ya da ilişkili olan gerçek SJS’ten ayırt edilmelidir.
makülopapüler döküntüler, ilaca bağlı tüm reaksiyonların en sık gö­ STEV EN S-JOHNSON SENDROM U SJS, genellikle eritema
rülenidir, çoğunlukla gövdede ve bası ya da travma yerlerinde baş­ mültiformeden daha şiddetli olan büllü bir hastalıktır. Başlangıç be­
lar ve sıklıkla simetrik olan ve birleşik duruma gelebilen eritemli lirtileri, çoğunlukla boğaz ağrısı, halsizlik ve ateştir. Birkaç gün
makûller ve papüllerden oluşur. Mukozalar, avuç içleri ve ayak ta­ içinde mukozalardaki çok sayıda erozyona ek olarak koyu renkli ya
banlarının tutulması değişkendir; döküntü orta derecede ya da şid­ da purpurik makûller ya da atipik hedef lezyonlan üzerinde gelişen
detli kaşıntı ve ateş ile birlikte olabilir. küçük büller, bu döküntüyü karakterize eder. Büllerin ve sonuçta so­
Patogenez açık değildir. Bir hipersensitivite mekanizması üze­ yulmanın geliştiği vücut yüzeyinin total yüzdesi, % 10’dan daha az­
rinde durulmaktadır, ancak bu reaksiyonlar ilaç ile provokasyondan dır. SJS/TEN arasındaki geçiş, hem SJS hem de TEN ’in özellikleri­
sonra her zaman tekrar etmez. Tanıda laboratuar ya da patch test na­ ni gösterir ve epidermal soyulma gösteren vücut yüzeyi % 10-30
diren yardımcıdır; viral döküntüden ayırt etmek ayırıcı tanıda esas arasındadır.
üzerinde durulması gereken noktadır. Şüpheli ilaç zorunlu olmadık­ TO K SİK E P ID E R M A L N E K R O L İZ TEN, en şiddetli kuta­
ça kesilmelidir. Ara sıra bu döküntüler, sorumlu ilacın kullanımının nöz ilaç reaksiyonudur ve fatal olabilir. TEN ’in nedeni genellikle
sürdürülmesine karşın azalabilir ya da solabilir. ilaçlardır. Başlangıç genellikle akuttur ve >39°C (102°F) üzeri ateş,
Morbilliform reaksiyonlar, genellikle tedavinin başlamasından çok sayıda mukozada büller ve ülserler, halsizlik ve vücut yüzeyi­
sonra 1 hafta içinde gelişir ve 1-2 hafta sürer; bununla birlikte özel­ nin > % 30’unu aşan epidermal nekroz ile karakterizedir. Epidermal
likle penisilinler ve uzun yarı ömürlü ilaçlar gibi bazı ilaçlara karşı soyulmanın yaygınlığı ve ileri yaşın yanı sıra, intestinal ve pulmo-
reaksiyonlar, tedavinin başlatılmasından 2 haftadan daha uzun bir ner tutulma kötü bir prognoz ile birliktedir. Etkilenen kişilerin yak­
süre sonra başlayabilir ve tedavinin kesilmesinden sonra 2 hafta ka­ laşık % 30’u ölür. İmmün yanıtı ya da sitokinleri (talidomid) ya da
dar uzun bir süre kalabilir. apoptozisi (intravenöz immünoglobülin) etkileyen birçok tedavi
Morbillifrom döküntüler, genellikle şüpheli ilaçların semptoma- önerilmiştir, ancak hiçbirinin etkinliği iyi kontollü çalışmalarda
340 .i Ana J u iş u ia n ve Takdim Şekilleri olabilir. Bu sendromlu birçok kişide sonuçta hayatı tehdit edebilen
astım, sonraki NSAİİ’ler alımlarından sonra oluşur ve bu ilaçlardan
gösterilmemiştir. Iconic potansiyel yararlarına karşın talidomid sakınmaya karşın semptomlar devam edebilir. Semptomlar ve NSA-
TEN ’e eşlik eden mortaliteyi arttırır. Yanık ünitelerinde destekleyi­ 1İ kullanımının birlikteliğinin kanıtı, ilaç alimim izleyen semptomla­
ci tedavi, morbidite ve mortalite üzerine yararlıdır. rın belirgin öyküsünü ya da bir oral provokasyonu gerektirir. Sonun­
cusunun göreceli bir güvenlik içinde yapılması için (1) astım iyi
ÖZEL ÖNEMİ OLAN İL A Ç L A R kontrol edilmiş olmalıdır, (2) işlem akut respiratuvar yanıtlan tanı-
yabilen ve tedavi edebilen deneyimli kişilerin bulunduğu hastane or­
PEN İSİLİN Penisiline karşı kutanöz reaksiyonların sıklığı yakla­ tamında yapılmalıdır ve (3) provokasyona asprmin çok düşük dozla-
şık % 1’dir. Pebisiline karşı kutanöz reaksiyonların yaklaşık % 85’i n (yani >30 m g’yi aşmayan) ile başlanmak ve 650 mg tolere edile­
morbilliformdur ve yaklaşık % 10’u ürtiker ya da anjioödemdir. ne kadar her 1-2 saatte bir doz iki katma çıkarılmalıdır.
IgG, IgM ve IgE antikorlan yapılabilir; IgG ve IgM anti-penisi- NSAİİ’ler arasındaki çapraz reaksiyonların sık olmasına karşın,
lin antikorlan, hemolitik anemi gelişiminde rol oynar; oysa anafilak- immünolojik değildir ve NSAİİ’lere duyarlı hastalar, aspirine karşı
si ve serum hastalığı, serumdaki IgE antikorlanna bağlı görünür. IgE antikorlan, lenfosit sensitizasyonu ya da in vitro immünolojik
Penisiline karşı IgE’ye bağlı şüpheli reaksiyonları olan hastalar­ testler ile belirlenemez.
da yeni tedaviler düşünülüyorsa, duyarlılık açısından doğru testler RADYOKONTRAST M A D D ELER Çok sayıda hasta radyo-
vardır. Son zamanlardaki uygulama, ticari olarak piyasada bulunan kontrast ajanlar ile karşılaşır. Yüksek osmolaliteli radyokontrast
penisilloil determinant preparatı ile (Pre-pen, Kremers-Urban) ve ta­ maddeler, daha yeni düşük osmolaliteli maddelere göre, yaklaşık beş
ze penisilin ile ve varsa eski ya da bazsız penisilin gibi minör deter- kat daha fazla ürtiker (% 1) ya da anafilaksi yapma olasılığına sahip­
minantlann (non-penisilloil) başka kaynaklan ile deri testi yapmak­ tir. Her iki kontrast madde ile şiddetli reaksiyonlar nadirdir. Önceki
tır. Minör determinantlara karşı antikorlar, anafilaksi gösteren hasta­ karşılaşmalarda hafif reaksiyon gösterenlerin yaklaşık üçte biri, ye­
larda sıktır, fakat yalnız başma majör determinantlar ile test yapmak, niden karşılaşmalarda yeniden reaksiyon gösterir. Çoğu olgudâ, bu
anafilaksi açısından riskli çoğu hastayı belirler. reaksiyonlar büyük olasılıkla immünolojik değildir. Prednizon ve di-
Penisilin alleıjisi öyküsü olan hastaların yaklaşık dörtte biri po­ fenhidramin ile premedikasyon reaksiyon oranını azaltır. Yüksek os­
zitif deri testi gösterir; oysa penisilin duyarlılığı öyküsü olmayan ki­
molaliteli kontrast maddelere karşı reaksiyonu olan kişilere, daha
şilerin % 6’sı (% 3-10), penisiline karşı pozitif deri yanıtı verir. Pozi­
sonra kontrastlı incelemeler gerekirse, düşük osmolaliteli maddeler
tif deri testi olan hastalara penisilin verilmesi, büyük bir kısmmda
verilmelidir.
(% 50-100) reaksiyonlara neden olur; tersine negatif deri testi reaksi­
ANTİKONVÜLZANLAR Antikonvülzanlar arasında, şiddetli
yonu olan az sayıdaki (% 0.5) hasta ilaca karşı reaksiyon verilir ve re­
kutanöz ters reaksiyonlar açısından en yüksek riskli tek oral olarak
aksiyonlar daha hafif olmaya ve geç oluşmaya eğilimlidir. Bir akut
alman ajan lamotrijindir. Fenitoiri ve karbamazepini kapsayan eski
reaksiyon sırasında ya da hemen sonrasında yalancı negatif deri tes­
antikonvülzanlar da birçok şiddetli reaksiyon tipine ve özellikle ço­
ti söz konusu olabildiği için, test tedavi öncesi ya da şüpheli bir re­
cuklarda daha az şiddetli reaksiyonların yüksek insidansına neden
aksiyondan birkaç ay sonra yapılmalıdır. Hastaların % 80’i, birkaç yıl
olur. Yukarıda tartışılan SJS, TEN ve hipersensitivite sendromuna ek
sonra anafilaktik duyarlılığı ve IgE antikorlarını kaybeder. Radioal-
olarak aromatik antikonvülzanlar, psödolenfonıa sendromuna ve diş
lergosorban test ve diğer in vitro testler, doğru uygulanmış deri tes­
eti hiperplazisine yol açabilir.
tine göre üstünlük sağlamaz. Penisilin ve non-penisilin P-laktam an­
SÜLFO N A M İD LER Sülfonamidler, büyük olasılıkla kutanöz
tibiyotikler (öm.sefalosporinler) arasında bazı çapraz reaksiyonlar
erüpsiyonlara neden olma açısından en yüksek riske sahiptir ve SJS
oluşlır, fakat penisiline alleıjik hastaların çoğunluğu sefalosporinleri
ve TEN’de en sık suçlanan ilaçlardır. Sülfametoksazol ve trimetop-
tolere edecektir. Penisiline karşı deri testleri negatif olan kişilerde se-
rim kombinasyonu, AIDS’li hastalarda sıklıkla kutanöz ters reaksi­
falosporinlere karşı reaksiyonlar nadiren gelişir;
yonlar yapar (Konu 309). Morbilliform erüpsiyonlu AIDS’li hasta­
Penisilin reaksiyonu ile ilgili klinik öyküsü varsa, başka bir ilaç
larda desensitizasyon çoğunlukla başarılıdır, fakat önceki sülfona-
seçilmelidir. Bu olanaklı ya da mantıklı değilse (örn. sifilizli ya da
mid karşılaşmalarında eritrodermi, ateş ya da büllöz bir reaksiyon
enterokoksik endokarditli gebe bir hastada), penisilin ile deri testi
göstermiş AIDS ’li hastalarda çok riskli bir işlemdir.
yapılmalıdır. Deri testleri negatif ise, penisilinin dikkatli uygulanma­
sı uygundur, ancak geçirilmiş reaksiyonun IgE’ye bağlı olma olası­ KANSER K EM O TER A PİSİN D E K ULLAN ILA N A JA N ­
lığı yüksek ise bazılan böyle hastalarda desensitizasyon önerir. Deri L A R Kanser kemoterapisinde kullanılan birçok ajan hücre bölünme­
testi pozitif olanlarda, P-laktam antibiyotiklerin terapötik kullanımı sini engellediği için, kıllar, mukozalar ve deri ekleri dahil derinin
düşünülüyorsa, desensitizasyon zorunludur. Oral ve parenteral yak- hızlı çoğalan elemanları bunların etkisine duyarlıdır; sonuçta stoma-
laşımlan kapsayan çeşitli protokoller vardır. Oral desensitizasyon, titve alopesi, kemoterapinin doza bağlı en sık yan etkileri arasında
desensitizasyon sırasındaki şiddetli anafilaktik reaksiyonlar açısın­ bulunur. Onikodistrofi (tırnaklarda distrofık değişiklikler) de ble-
dan daha düşük risklidir. Bununla birlikte desensitizasyon, nasıl ya­ omisin, hidroksiüre (hidroksikarbamid) ve 5-florourasil kullanımın­
pılırsa yapdsın anafilaksi riski taşır. Desensitizasyondan sonra bir­ da görülür. Bu ajanların birçoğu ile steril sellülit ve flebit ve bası böl­
çok hasta, tedavi kürleri sırasında penisiline karşı hayatı tehdit etme­ gelerinde ülserler oluşur. Lokal ve diffüz pigmentasyonun yanı sıra
yen IgE’ye bağlı istenmeyen reaksiyonlar gösterir. Desensitizasyon, ürtiker, anjioödem, eksfoliatif dermatit ve avuç içleri ve ayak taban­
penisüine karşı eksfoliatif dermatit ya da morbilliform reaksiyonlar larında eritem de bildirilmiştir.
gösterenlerde etkili değüdir. G LİK O K O R TİK O İD LER Hem sistemik hem de topikal gliko-
NON-STEROİDAL ANTİ-İNFLAM ATUAR İLA ÇLA R A s- kortikoidler, akneiform erüpsiyonlar, atrofi, strialar ve Cushing send-
pirin ve indometasini kapsayan NSAİİ, duyarlı kişilerde alleıji ben­ romunun diğer stigmaları dahil çeşitli deri değişikliklerine neden olur
zeri semptomların iki büyük kategorisine neden olur: (1) Kişilerin ve yeterince yüksek dozda yara iyileşmesini geciktirebilir. Glikokor-
yaklaşık %1 ’i ürtiker ya da anjioödem gösterir ve (2) yaklaşık yan­ tikoidleri kullanan hastalar, deride bakteri, maya ve fungus infeksi-
sı kadan (% 0.5) rmosinüzit ve astım gösterir; bununla birlikte astım­ yonlan açısından yüksek risklidir; bunlar ilaç döküntüleri olarak
lı erişkinlerin yaklaşık % 10’u ve nazal polipozisli ve sinüzitli kişile­ yanlış yorumlanabilir, fakat bunlar gerçekte ilaç yan etkileridir.
rin üçte biri aspirine karşı ters yanıt verebilir. SİTOKİN T E R A P İS İ Alopesi, IFN-ce’nın sık görülen bir
Ürtiker/anjioödem, 24 saate kadar gecikebilir ve herhangi bir komplikasyonudur. Bu ajan ile çeşitli immün yönlendirilmiş bo­
yaşta oluşabilir. Rinosinüzit-astım sendromu, genellikle ilacm atı­ zukluğun (psoriasis, liken planus, lupus eritematozus) ortaya çık­
mından sonra 1 saat içinde gelişir. Genç hastalarda reaksiyon pater- ması ya da alevlenmesi de bildirilmiştir. Interferon-P injeksiyonu
ni, çoğunlukla sulu bunın akıntısı ile başlar; bu akıntı burun ve sinüs lokal deri nekrozuna yol açabilir. Granülosit koloni stimülan fak­
infeksiyonu, polipozis, kanlı akıntı ve nazal eozinofili ile komplike törü, Sweet sendromu, piyoderma gangrenozum, nötrofılik ekrin
''.«bio 59-2 D aha şid d e tli ilaca Bağlı K u ta n ö z K linik B ulgular İle 59 Kutanöz İlaç Reaksiyonlar] 341
d irlik le O lan Klinik Ve L a b o ra tu a r B ulgular
A N TİM A LA RYA L A JA N LA R Antimalaryal ajanlar, lupusun
Kutanöz
deri belirtileri ve polimorf ışık erüpsiyonu dahil bazı deri hastalık­
Konflüan eritem
Fasyal ödem ve sentral fasyal tutulum larının tedavisi için kullanılır, fakat kutanöz reaksiyonlar da yapa­
Deri ağrısı bilir. Her ne kadar düşük dozlarda porfiria kutanea tardayı tedavi
Palpabl purpura etmek için kullanılırsa da, asemptomatik porfiria kutanea tardalı
Deri nekrozu hastalarda klorokinin yüksek dozları, porfirin düzeylerini hastalığı
Bililer ve epidermal ayrılma alevlendirecek kadar arttırabilir.
Pozitif Nikolsky bulgusu Yüz, mukozalar ve pretibial ve subungual bölgelerin siyah pig-
Mukoza erozyonları
mentasyonu dahil pigmentasyon değişiklikleri, antimalaryaller ile
Ürtiker
oluşur. Kuinakrin (mepakrin), jeneralize sarı kutanöz diskolorasyo-
Dil şişmesi
na neden olur.
Genel
Yüksek ateş [sıcaklık >40°C (>104°F)] ALTIN Krisoterapi, doza bağlı çeşitli dermatolojik reaksiyon­
Lenf nodları büyümesi lara (makülopapüler döküntüler dahil) yol açabilir; bu reaksiyonlar
Artralji ya da artrit tedavinin başlmasından sonra 2 yıl kadar gecikebilir ve iyileşmele­
Nefes darlığı, wheezing, hipotansiyon ri için aylar gerekebilir. Eritema nodozum, psoriasiform dermatit,
vajinal kaşıntı, pitiriazis rozea benzeri döküntüler, hiperpigmentas-
Laboratuar sonuçları
yon ve antimalaryal ilaçlara bağlı olanlara benzer likenoid dökün­
Eozinofîl sayısı >1000/mikrolitre
Atipik lenfositler ile birlikte lenfositoz tüler bildirilmiştir. Kutanöz reaksiyondan sonra, bazen altın tedavi­
Anormal karaciğer fonksiyon testleri sini düşük dozlarda dermatit nüksü olmadan başlatmak olası olur.

KAYNAK: Roujeau ve Stem’den uyarlanmıştır.

İLAÇ REAKSİYONLARININ TANISI


hidradenit ve vaskülit dahil çeşitli nötrofilik dermatozlara neden
olabilir ve psoriasisi alevlendirebilir.
Bir yan etkinin nedenleri, altı değişkene bağlı olarak kesin, çok ola­
IL-2, ekzantem, fasyal ödem, kserozis ve kaşıntı dahil kutanöz sı, olası ve olası değil olarak değerlendirilebilir: (1) Genel popülas-
reaksiyonlara neden olabilir. Bu ilacın kullanımı sırasında gelişen
yonda ilaç ile önceki deneyim, (2) alternatif etiyolojik adaylar, (3)
pemfigus vulgaris, lineer IgA hastalığı, psoriasis ve vitiligo olgula­
olayların zamanlaması, (4) ilaç düzeyleri ya da aşın doz bulgulan,
rı tanımlanmıştır.

Tablo 59-3 Ç o ğ unlukla İla ç la r ile O lu ştu ru la n Seçilm iş Şiddetli K u tan ö z R eaksiyonların K linik Ö zellikleri

Mukozal Tipik Deri Sık Bulgular ve İlaçlar ile İlişkisiz


Tanı Lezyonlar Lezyonları Belirtiler A lternatif Nedenler

Stevens-Johnson Erozyonlar genellikle Esmerimsi purpurik makûller % 10-30 olguda ateş Postinfeksiyöz eritema
sendromu en az 2 bölgede ya da aüpik hedefler üzerinde mültiforme majör (özel­
küçük büller; nadir birleşme likle herpes simpleks ya
bölgeleri: vücut yüzeyinin da mikoplazma infeksi-
% 10’undan azında aynlma yonu olan olgularda)

Toksik epidermal Erozyonlar genellikle en Stevens-Johnson sendromunda Neredeyse tüm olgularda ateş,
nekroliz" az 2 bölgede görülenlere benzer bireysel “akut deri yetmezliği”, lökopeni
lezyonlar; konflüan eritem;
epidermim dış tabakası, lateral
bası ile kolaylıkla bazal taba­
kadan ayrılır; geniş nekrotik
epidermis tabakaları; vücut yü­
zeyinin % 30’undan çok total
aynlma

Hıpersensitivite Sık değil Şiddetli ekzantematöz döküntü % 30-50 olguda ateş, lenfadenopati, Kutanöz lenfoma
sendromu (purpurik hale gelebilir), eks- hepaüt, nefrit, kardit, eozinofîli,
foliatif dermatit atipik lenfositler

Akut jeneralize Yaklaşık % 50 olguda ağız Başlangıçta ödemli eritem üzerin­ Ateş, yanma, kaşıntı, yüz şişmesi, İnfeksiyon
ekzantematöz ve dil erozyonları de nonfolliküler küçük püstüller; lökositoz, hipokalsemi
püstüloz bazen yüzeysel ülserlere dönüşme

Serum hastalığı ya Yok Bazen ürtiker ile birlikte morbil­ Ateş, artraljiler İnfeksiyon
da serum hastalı­ liform lezyonlar
ğına benzer reak­
siyonlar

Antikoagülanlara Sık değil Özellikle yağ bölgelerde eritem Etkilenmiş bölgede ağn Dissemine intravasküler
bağlı nekroz ve sonra purpura ve nekroz koagülopaü, sepsis

Anjioödem Çoğunlukla tutulur Ürtiker ya da yüzün orta kısmının Solunum sıkıntısı, dolaşım bozuk­ Böcek sokmalan, yiye­
şişmesi luğu cekler

a Stevens-Johnson sendromu ve toksik epidermal nekroliz arasında her ikisinin özelliklerini gösteren ve vücut yüzeyinin %10-30 arasında soyulduğu bir geçiş oluşabilir.
KAYNAK: Roujeau ve Stem'den uyarlanmıştır.
342 ;ı-r.M!!.U m tu Ana Bniîîiıları ve fakdini Şekilleri kadar çok daha az çalışılmışsa da, benzer teknikler protein ilaçlara ve
gallamin ve süksinilkolin gibi ajanlara duyarlı hastalan belirleyebilir.
(5 ) ilacın kesilmesine haşlanın yanıtı ve ( 6 ) yeniden kullanmaya Diğer ilaçların çoğu küçük moleküllüdür ve onlar ile deri testleri güve­
hastanın yanın. nilir değildir.
Ö N CEK İ D E N EY İM Göreceli reaksiyon oranları tabloları IgE’ye bağlı olamayan reaksiyonlann nedeninin bulunması için ge­
vardır ve belirli bir ilacın belirli bir kutanöz reaksiyondan ne kadar so- nel olarak ulaşılabilecek ve güvenilebilecek bir test yoktur; bunun istis­
ııııtılu olduğunu değerlendirmede kullanışlıdır. Bununla birlikte bir nası fiks ilaç reaksiyonlannın patch test ile değerlendirilmesidir. Bu ne­
ilaç reaksiyonunun spesifik morfolojik patemi, belirli bir ilacın belirli denle tanı, genellikle test sonuçlanndan çok klinik faktörlere dayanır.
bir reaksiyondan sorumlu olma olasılığını arttırarak ya da azaltarak bu
reaksiyon oranlarını değiştirebilir. Örneğin fiks ilaç erüpsiyonu barbi- ıHBLIOCRAFYA
türatlar ile penisiline göre daha sık görüldüğü için, her iki ajanı da kul­ BASTUJI-GARIN S et al: Clinical classification of cases of toxic epidermal nec­
lanan bir hastada gelişen fiks ilaç erüpsiyonu, penisilinlerin genel ilaç rolysis, Stevens-Johnson syndrome, and erythema multiforme. Arch Derma­
reaksiyonu oranlan daha yüksek olsa bile, daha büyük olasılıkla barbi- tol 129:92, 1993
türatlara bağlıdır. BIGBY M et al: Drug-induced cutaneous reactions. A report from the Boston
ALTERNATİF E T İY O L O JİK AJANLAR Bir kutanöz erüpsi- Collaborative Drug Surveillance Program on 15,438 consecutive inpatients,
1975-1982. JAMA 256:3358, 1986
yon, var olan bir hastalığın alevlenmesine ya da ilaçlar ile ilişkisiz yeni
COOPMAN SA et al: Cutaneous disease and drug reactions in HIV infection. N
bir hastalığın gelişmesine bağlı olabilir. Örneğin psoriasisli bir hasta, Engl J Med 328:1670, 1993
stıeptokoksik bir infeksiyon için penisilin verilmesinden sonra rastlan­ ROUJEAU JC. STERN RS: Severe adverse cutaneous reactions to drugs. N Engl
tısal olarak alevlenme gösterebilir; bu olguda infeksiyon, ilaç reaksiyo­ J Med 331:1272, 1994
nuna göte alevlenmenin daha olası nedenidir. ROUJEAU JC et al: Medication use and the risk of Stevens-Johnson syndrome
or toxic epidermal necrolysis. N Engl J Med 333:1600, 1995
OLAYLARIN ZAMANLAMASI Derideki ilaç reaksiyonlarının
SCHLIENGER RG et al: Lamotrigine-associated anticonvulsant hypersensiti­
çoğu, tedavinin başlamasından sonra 1-2 hafta içinde oluşur. Hipersen- vity syndrome. Neurology 51:1172, 1998
sitivite sendromu, ilaç tedavisinin başlamasından sonra daha geç ( 8 VAN DER LINDEN PD et al: Skin reactions to antibacterial agents in general
haftaya kadar) oluşabilir. Fiks ilaç erüpsiyonu ve jeneralize ekzante- practice. J Clin Epidemiol 51:703, 1998
matöz püstüloz, çoğunlukla daha erken (48 saat içinde) oluşur; aynı VIARD I et al: Inhibition of toxic epidermal necrolysis by blockade of CD95
with human intravenous immunoglobulin. Science 282:490, 1998
durum ilaca ya da çapraz duyarlılık oluşturan bir ajana karşı daha ön­
ceden duyarlanmış kişilerde de söz konusudur.
İLAÇ D Ü ZEYLERİ Bazı kutanöz reaksiyonlar, doza ya da kü­
mülatif toksisiteye- bağlıdır. Örneğin altın alımına bağlı likenoid der- 60 D avid R. Bickers
matozlar, daha çok yüksek doz alan hastalarda görülür.
K ESM E İlaçlara karşı kutanöz ters reaksiyonların çoğu, şüpheli ] FOTOSENSİTİVİTE VE DİĞER IŞIK
ajanın kesilmesi ile düzelir. İlaç devam edilirken düzelme olursa ya da
■< REAKSİYONLARI
ilacın kesilmesine ve uygun tedaviye karşın hasta düzelmezse, reaksi­
yonun ilaç ile ilişkili olmama olasılığı akla getirilmelidir.
___ J Gül D e n li, Suhan Günaştı
YENİDEN BAŞLAMA Yeniden başlama, ilaçlara karşı kutanöz
SO LA R RADYASYON Güneş ışığı, çevrede en çok görünen
ters reaksiyonlar hakkında en kesin bilgiyi sağlar, çünkü bir ilacın ye­
ve en belirgin refah kaynağıdır. Güneşin böyle tanımlanması sıcak­
niden verilmesi ile tekrarlamayan reaksiyonun bu ajana bağlı olma ola­
lık ve vitamin D sentezi gibi yararlı etkilerinin olmasındandır. An­
sılığı yoktur. Bununla birlikte yeniden başlama genellikle pratik değil­
cak güneş patolojik sonuçlara da neden olabilir. Deriyi etkileyenler
dir, çünkü hastanın güvenliğini ve rahatlığını sağlama ihtiyacı, yeniden
dışında güneşe maruz kalmanın çok az etkisi tanımlanmıştır. Deri­
başlama ile elde edilecek olası bilginin değerini aşar.
nin güneş ışığına maruz kalması immünsupresif cevabı ve genetik
Şiddetli ya da hayatı tehdit eden hale gelebilen reaksiyonların hız­
değişiklikleri uyandırabilir bu da melanoma dışı deri kanseri ve
la tanınması özel öneme sahiptir. Tablo 59-2, bulundukları zaman re­
belki de herpes simpleks gibi enfeksiyonların patogenezi ile ilişki­
aksiyonun şiddetli olabileceğini düşündüren klinik ve laboratuar özel­
li olabilir,
likleri listeler. Tablo 59-3, en şiddetli kutanöz ters reaksiyonların anah­
Güneş enerjisi, çok kısa yüksek enerjili iyonize radyasyondan
tar özelliklerini sunar.
(İl ) - 2 pm) çok düşük foton enerjisinin ( 1 0 7 pm) çok uzun dalga bo­
yuna kadar geniş aralığı kapsar. Bu nedenle emisyon spektrum ara­
İLAÇ ALLERJİSİNİN 'FANİSİ lığı çok büyük olup büyüklüğünün 9 katı civarında seyreder fakat bu
spekturumun dar bir aralığı dünya üzerine ulaşır ve U V ’nin bileşen­
IgE için testler, hem in vivo hem de in vitro yöntemleri kapsar, fakat
leri; görünen ışık, kızılötesinin bir kısmı ile sınırlıdır.UV ışığının kı­
böyle testler yalnızca sınırlı sayıda ilaç için vardır; bu ilaçlar penisilin­
sa ucundaki cutoff değeri aşağı yukarı 290 nm olup, Stratosferik
ler ve sefalosporinler, bazı peptid ve protein ilaçlar (insülin, ksenojene-
ozon, 1 0 0 nm’den daha kısa dalga boylu iyonize radyasyon tarafın­
ik serumlar) ve genel anestezi için kullanılan bazı ajanlardır. In vivo
dan oluşturulduğu ve 120-310 nm arası solar enerjiyi absorbe ettiği
test, prick ve/veya intradermal deri testi olarak yapılır. Tuzlu su kontro­ için dünya yüzeyine daha kısa, daha enerjik ve potansiyel olarak gü­
lünde görülenden 2 x 2 mm daha büyük bir kızartı-kabartı yanıtı, ( 1 ) neş enerjisindeki daha zararlı dalga boylarının penetrasyonunu en­
hasta dermografîk değilse, (2 ) ilaç non-spesifik olarak mast hücrelerini geller. Gerçekten, ozon tabakasının atmosfer içerisine salman klo-
dgranüle etmiyorsa, (3) ilaç konsantrasyonu irritasyon yapacak kadar roflorokarbonlar tarafından delinmesi, bu kimyasalların üretiminin
yüksek değilse ve (4) tampon çözeltisinin kendisi kızartı-kabartı yanıtı azaltılması konusunda uluslararası anlaşmalara neden olmuştur.
oluşturmuyorsa, IgE’ye bağlı mast hücresi degranülasyonunu gösterir Solar değişim ölçümleri yerküre yüzeyine ulaşan 300 nm’deki
Penisilinler ve sefalosporinlerin majör ve minör determinantları ile enerji miktarında bölgelere göre 2 0 katı kadar değişiklik olduğunu
deri testinin bu ajanlara karşı anafilaktik reaksiyon riski olan hastala­ göstermektedir. Bu değişkenlik mevsimsel etkilere, güneş ışığının
rın belirlenmesinde kullanışlı olduğu kanıtlanmıştır. Bununla birlikte hava ve ozon içerisinden geçmesine, denizden yüksekliğe (her
deri testlerinin kendisi küçük bir anafilaksi riski taşır. Negatif deri test­ 300m yükseklik için %4 artış), enleme (yoğunluğun artması ile en­
leri IgE’ye bağlı reaktiviteyi dışlamaz ve negatif deri testi olan hasta­ lemde azalma) ve bulut miktarına, sise ve kirliliğe bağlıdır.
ların penisilin kullanmasında anafilaksi riski yaklaşık % 1 ’dir; pozitif Fotobiyolojik etki spektrumunun önemli bileşenleri UV ve
deri testi ve penisiline karşı önceki ters reaksiyon öyküsü olan hastala­ 290-700nm arasındaki görünen dalgaboylarını içerir. Ek olarak kı­
rın yaklaşık üçte ikisi, yeniden kullanımda bir allerjik yanıt gösterir. zıl ötesinde 700 nm üzerindeki dalga boylan primer olarak ısıyı
Antihistamin alan hastalarda ve test reajininde bulunmayan determi­ uyarır fakat derinin ısınması UV ve görünür spekturumdaki dalga
nantlara karşı allerjisi olan kişilerde deri testleri negatif olabilir. Her ne boylarına biyolojik cevabı arttırabilir.
UV spekiruımı i büyük paryaya bölünmüştür: C, B ve A. UV -'il) Fomsensiıivitc ve Diğer İşık Reaksiyonları 343
:.pcklrumu dalga hovu II) ve 400nın arasım içerir. Ultraviyole C
( U V-O; 10-290 ıım arası .lal ya boyundan oluşur ve stratosferik ozon burada yapısal ve matriks proteinlerinde değişiklikler oluşturur. Bu
lar.-ılimlan absorbe edildiği için dünyaya ulaşmaz, Bu dalga boylan, değişiklikler özellikle beyaz tenli bireylerde kronik güneş ışığına
bu enerjinin yapay kaynaklarının kullanıldığı (örneğin; germisidal maruz kalmış derilerinin yaşlanmış görünümüne katkıda bulunur.
ı lkı ivm) dununlar dışında fotosensitiviieye neden olmaz. Ultraviyo- DNA tarafından UV-B’nin emilmesinin bir sonucu primidin dinler­
te I) fUV'B); 290-520nm arası dalga boylarından oluşur. Fotobiyo- lerinin oluşumudur. Bu yapısal değişiklikler, onların tanınması, ek-
:>t|ik iki i'ı kıııımuııun bu bölümü insan derisinde kırmızılık veya sizyonu ve normal baz dizilerinin yeniden kurulması ile sonuçlanan
ı.ı. m ı>u<.f"< m n ikili .p.'kirıımdur ve bu nedenle bazen "güneş mekanizmalarla onarılır. Yapısal değişikliklerin etkili onanmı çok
•»Wl y. kumun ’ •-tmlmnı tının) olarak da bilinir. Ultraviyole önemlidir, çünkü hatalı DNA onanmı olan bireyler deri kanserleri
\ ı LV \t. '.‘it .n.ifuııi.ı^ı .l.ıb’a boylarını gösterir ve tahmi- gelişiminde önemli bir risk altındadır. Örneğin otozomal resesif bir
■ıı ti-ı.ıte tıijH'ii nn .«injMt.'iMili» t. V ii U.-ıı HKKJ kat daha az etkili- hastalık olan kseroderma pigmentosumlu hastalar, hayatlarının ilk
>r ı . V A ,ıvsua t v At* î H! nıstsuuî v# itV'’ A İ(320* 140nın) olmak iki on yılında U V ’nin indüklediği fotoürünlerin onanmımn azalma­
sıyla karekterizedir. Derilerinde kserotik fotoyaşlanma görünümü,
uni *« -'iKMifti ««liiıtılıi ^vıiııcıt tM|M huylun, bey»/ !ş>|nı icv/al hücreli, skuamöz hücreli karsinomlar ve melanoma gelişebilir.
j.luuiiMJan dilil w ç lış} t (MİMİ g ü H iltib d rü l ıMif, Viv il, ılıavt, yeşil, Oeıt teknolojisi kullanılarak fareler üzerinde yapılan çalışmalar, bu
■an. tuıuneıı ve kırını/ı gibi değişik renkler içerir, (.imıinUr vpekinnfl ortanın yollarım dıl/eıı İçmede kansere neden olan U V ’nin gelişme­
içerisindeki fotonlar taralından ..ılıip olunan enerji, ışığa duyarlı sini engellemede gen düzenlemesinin önemini vurgulamıştır.
kimyasalların yokluğunda insan derisini hasarlaına yeieneğine sahip Kutanda; Optikler Ve Kroınoforlar Kromolörlar, fiziksel ener­
değildir. Enerji absorbsiyonu Ibloscnsitivite gelişiminde kritik rol jiyi absorbe eden endojen veya ckzojcn kimyasal bileşiklerdir. Deri­
oynar. Bu nedenle, bir molekülün a b s o r b s iy o n spektru m u , o molekül deki endojen kromoforlar iki tiptir: 1) Nükleik asitler, proteinler, li-
ıaralından absorbe edilen dalga boyu genişliği olarak tanımlanırken, pidler ve vitamin D prekürsörü olan 7-dehidrokolesterolü içeren ve
gelen radyasyonun etkisi için erki sp ektru m u , cevabı uyandıran dal­ normalde bulunan kimyasallar, 2) Vücudun herhangi bir yerinde sen­
ga boyu genişliği olarak tanımlanır. tez edilen, kanla dolaşan ve deriye yayılan porfirin gibi kimyasallar.
Ibtoseıısiıivite (ışığa duyarlılık); deride bulunan foton absorbe Normalde eser miktarda porfirinler deride bulunur. Fakat porfirya
edici kimyasal (kromolor), gelen enerjiyi absorbe ettiği, uyarılmaya olarak bilinen hastalıkta miktarı artar, dolaşım sistemine salınır ve
başladığı ve absorbe edilen enerjiyi çeşitli yapılar ya da oksijene deriye iletilir. Burada Soret band içinde yaklaşık 400nm ve daha az
transfer ettiği zaman oluşur. Emilen enerji, ısı oluşturma, floresans olmak üzere görünür spektrumun kırmızı bölgelerindeki (580-660
ve fosforesans içeren süreçlerle harcanmalıdır. arası) gelen enerjiyi emerler. Derinin bu yapısal zararlanmasının so­
DERİNİN FONKSİYONU V E YA PISI Güneş ışınlarına ma­ nucu eritem, ödem, ürtiker veya bül formasyonu görülebilir (Konu
nız kalan deri, bazı dalgaboylannı absorbe etmeye ve diğerlerini ilet­ 346).
meye izin verir. Aslında insan derisi temelde bazal membran ile ay­ Güneşe M aruz Kalmanın Akut Etkileri Güneşe maruz kalma­
rılmış epidermis ve dermis gibi farklı iki bölümden oluşan sandviç nın deri ile ilgili akut sonuçlan güneş yanığı ve vitamin D sentezidir.
gibidir. Dıştaki epidermis; yüzeyel stratum komeum (protein ve li­ G ü n e ş Y an ığ ı UVR’ye maruz kalan insan derisinde en sık göz­
pitten zengin kompakt membran), stratum granulozum, stratum spi- lenen durumdur. Genel olarak bireylerin güneş ışığına toleransı on­
ııo/.um ve bazal hücre tabakasından oluşan stratifiye skuamöz epitel- ların melanin pigmentasyonu ile ters orantılıdır. Melanin, solar spek-
dır. Bazal hücre tabakası heterojen hücre populasyonu içerir. Bunlar­ turumun UV bölümü içerisindeki geniş absorbanslı nötral-densite
dan bir kısmı terminal diferansiyasyon (terminal farklılaşma) süre­ filtresi gibi işlev gören tirozinin kompleks bir polimeridir. Melanin
cinde, yukarı doğru göç eder, Böylece spesifik keratin genlerinin m ela n o s it adı verilen özelleşmiş epidermal dendritik hücrelerden
ekspresyonu ve stratum komeumun oluşumu gerçekleşir. Epidermal sentezlenir ve m ela n o z o m içerisinde paketlenir. Dendritik oluşum
hücreler; yerleşik keratinosit ve melanositler ile immünolojik olarak aracılığıyla k era tin o sitle re transfer edilir ve burada fotokorumayı
aktif Langerhans hücrelerini, lenfositleri, polimorfnükleer lökositle- sağlarlar. Güneşin indüklediği melanogenezis melanositlerdeki tiro-
ri, monositleri ve makrofajlan içeren ve epidermisi immün sistemin zinaz aktivitesinin artması sonucu oluşur ve belki de eicosanoid ve
en önemli parçası yapan göçmen hücrelerdir. Duyusal sinir dalları­ endotelin-1 bileşiminin salınmama bağlıdır. Güneşe maruz kalma to­
nın sonlanmaları da epidermise ulaşır. leransı epidermal melanin biriminin etkinliğinin bir fonksiyonudur
Derinin ikinci bölümü dermiştir, nispeten daha büyüktür ve hüc­ ve bireylere sorulan 2 soru ile kesinleştirilebilir. 1) Güneşe maruz
resel yoğunluğu daha azdır. Fibroblastları, dermal damarlar içerisin­ kaldıktan sonra yanar mısınız? 2) Güneşe maruz kaldıktan sonra
deki endotelyal hücreleri ve mast hücrelerini içerir. Doku makrofaj- bronzlaşır mısınız? Bu sorulara cevaba göre popülasyonu l ’den
ları ve seyrek yerleşmiş inflamatuar hücreler de bulunur. Bütün bu 6 ’ya kadar değişik 6 deri tipine ayırmak mümkün olabilir (Tablo 60-
hücreler kollajendeki ekstrasellüler matriks, elastin ve glikozaming- 1 ).
likanlardan oluşur. Epidermisin tersine dermişteki zengin vaskülari- Güneş yanığına cevap patogenezi hakkında 2 genel teori vardır.
zasyon sıcaklığın düzenlenmesinde ve deri hasarına karşı inflamatu­ Bu teorilerden birincisine göre, derinin maruz kaldığı süre ve görü­
nen kırmızılığın gelişimi arasında geçen lag fazı (genellikle 4-12 sa­
ar cevapta önemli rol oynar.
at); vazodilatasyonu uyarmak için deri damarlarına diffüze olan va-
UV RADYASYONU (UVR) V E D ER İ Epidermis ve dermis,
bağlı güneş enerjisi ile etkileşen bir çok kromofor içerir. Bu etkile­
şimler yansıma, kırılma, emme ve iletmeyi içerir. Stratum komeum l'ublo ı*0-t D eri tip leri ve Güneş sanığı i ’en.sıtivileleri
UV-B’nin iletiminde en büyük engeldir ve bu bölgeye gelen dalda
Tip Tanımlama
boylarının % 10’dan azı bazal membranı geçer. Yaklaşık olarak
300nm’nin altındaki radyasyonun % 3’ü, 360nm ’nin altındaki rad­ 1 Her zaman yanar, asla bronzlaşmaz
yasyonun % 20’si ve kısa görünen radyasyonun % 33’ü bronzlaşma- 2 Her zaman yanar, bazen bronzlaşır
mış insan derisindeki bazal hücre tabakasına ulaşır. Proteinler ve 3 Bazen yanar, bazen bronzlaşır
nükleik asitler, kısa UV-B’lerde yoğun olarak emilir. Tersine UV-A1 4 Bazen yanar, daima bronzlaşır
5 Asla yanmaz, bazen bronzlaşır
ve UV-A2 epidermise penetre olur dermişe etkili bir şekilde ulaşır;
6 Asla yanmaz, daima bronzlaşır
'4 4 H .htMahkianıı Ana Bulguları ve Takdim Ş'.'killeri Degranüle mast hücreleri dermişte bulunabilir fakat bulunuş nedenleri
anlaşılamamıştır.
/oaktif mediator (1er) veya sitokinlerin salınımuıa ve/veya gecikmiş olu­ Bu makroskobik ve mikroskobik morfolojik değişiklikler kronik ola­
şumuna neden olan bir epidermal kromofor varlığını gerektirmektedir. rak güneşe maruz kalmış derinin özellikleridir. Kromoforlar, etki spektu-
Gerçekte UVR keratinositler tarafından birçok proinflamatuar sitokin ve rumlan, bu değişiklikleri yöneten spesifik biyokimyasal olaylar bilinme­
nitrik oksit salınımını uyarır. İkinci teoriye göre; küçük miktarda dermis mektedir.
içine giren UV-B radyasyonu (%10 veya daha az) damar içerisindeki en- Güneşe Maruz Kalmanın Kronik Etkileri: Malign Olan Etkileri
dotelyal hücreler tarafından doğrudan absorbe edilebilir ve bu da vasodi- Güneş ışığına maruz kalmanın önemli sonuçlarından biri melanoma dışı
latasyon ile sonuçlanır. Bu konu henüz aydınlatılmamıştır. deri kanseridir. İki tip melanoma dışı deri kanseri; bazal hücre ve sku-
Güneş yanığı eritemi için etki spektrumu UV-B ve UV-A bölgelerini amöz hücreli kanserdir (Konu 8 6 ). Kanser indüksiyonu için 3 büyük
içerir. Kısa UV-B içerisindeki fotonlar, cevap oluşturmada uzun UV- adım vardır: Uyarılma (initiation), arttırma (promotion) ve ilerleme
B ’den ve UV-A’dan en az 1000 kat daha etkilidirler. Bununla beraber gün (progression). Hayvan derisinin UVR’ye benzeyen yapay ışık kaynağına
ortasında UV-B’den daha çok UV-A olduğunda güneş yanığı eritemine kronik maruz kalması uyarılm a (initiation) ile sonuçlanır. Bu şekilde
UVA katkıda bulunabilir. DNA’daki yapısal değişimler hedef hücrede (keratinosit) geri dönüşüm-
Hasarjanmanm mekanizması yetersiz tanımlanmıştır, fakat UVB eri­ süz yapısal (mutajenik) değişiklikleri uyarır bu da tümorojenik: süreci
temi için etki spektrumu gelen eneıjinin stratum komeum tarafından ab- başlatır. Tümör promotörleri ile karşılaşmamış uyarılmış deri hücrelerin­
sorbsiyonunun ayarlanması sonrasında DNA için emilim spektrumuna den genellikle tümör gelişmediğinden tümör başlatıcının ortaya çıkması­
benzer. Apopitotik keratinositler (güneş yanığı hücreleri diye de adlandı­ nın gerekli fakat malign oluşuma dönmede yeterli olmadığına inanılmak­
rılan) histolojik olarak güneşe maruz kaldıktan sonra 1 saat içerisinde ve tadır. Tümör gelişiminde ikinci aşama arttırm a (prom otion) dır. Uyarıl­
maksimum 24 saat içerisinde görülebilirler. Güneş yanığı hücrelerini mış hücreler ile başlayan çok adımlı seyir kimyasal ve fiziksel ajanlarla
oluşturmada UV-A, UV-B’den daha az etkilidir. UV-B ve UV-A’ya ma­ karşılaşma sonrası epigenetik değişiklikleri başlatır. Bu da uyarılmış hüc­
ruz kaldıktan sonra mast hücreleri inflamatuar mediatörler salabilir. Ör­ relerdeki klonal genişleme ile sonuçlanır ve haftalar, aylar sonra benign
neğin; UV-B Ve UV-A’nın eritem dozları, 24 saat sonra normale dönen büyüme olarak bilinen pap illom ların gelişimine neden olur. UV’nin pa­
deneysel olarak oluşturulmuş insan derisindeki suction (emme) bollerin­ pilloma gelişiminde f o s ve jiıh gibi ek onkogenlerin ekspresyonu üzeri­
de histamiri seviyelerini arttırır. Prostoglandin f y , 24 saat sonra kontrol ne etkisinin önemini anlamak için transgenik hayvanlar kullanılmıştır.
düzeylerinin yaklaşık %150’si kadar artar ve daha sonra azalır. Deriye UV-B tam am ıyle karsin ojen d ir; bunun anlamı UV-B’nin başlatıcı ve pro­
enjekte edildiğinde prostoglandinler eritem Ve ağn meydana getirir, UV- moter (artırıcı) olarak görev aldığı ve tümör indüksiyonuna neden oldu­
B ’ye maruz kalındıktan sonra da prostoglandînlerin suction bülleri içeri­ ğudur! Tam olm ayan karsin ojen ler tümörogenezisi başlatabilir fakat tü­
sindeki varlığı UV-B erdeminde rol oynadıklarını gösterir. UVB ışınlan­ mör promotörlerinin tümör geliştirmesi için derinin tümör promotörleri
masından sonra insan: derisindeki saptanabilir inflamatuar mediatörlerin ile yeniden karşılaşması gerekir. Tümör promotörlerinin prototipi forbol
miktarında yaşa bağlı azalma olur. UV-A eritemi birkaç epidermal güneş ester 12-0- tetradecanoyl forbol-13- asetattır. Tümörün artması (promo?
yanığı hücreleri ile sonuçlanabilir, fakat damarsal endotelyal hasar UV-B tion); neoplazmı uyarmak için zaman içerisinde birden çok maruziyeti
ile olandan daha fazladır. Ek olarak, 5 ve 9 saat içerisinde doruğa ulaşan gerektirir. .
daha sonra en son eritem oluşmadan azalan artmış araşidonik asit ve Malign oluşumda son basamak benign prekürsörlerin malign lezyon-
prostoglandin Dj, % v e I2 düzeyleri vardır, UV-B ve UV-A radyasyonlu lara dönüşümüdür, bu durum zaten transforme olmuş hücrelerin ek gene­
derideki prostoglandinlerin rolü kanıtlanmış olmasına rağmen nonstero- tik değişikliklere ihtiyaç duyduğunu düşündürür. Gerçekte ras gen mutas-
id antiinflamatuar ilaçlar UV-A’dan çok UY-B tarafından oluşturulan eri: yonlan deri kanserli küçük bir grup insanda gösterilmiştir. Güneşin ha-
temi azaltmada etkilidir. UV-B ayrıca maruziyetten sonra saatler içerisin­ sarladığı insan derisinde tümör supresör gen olan p53 geninde de ayrıca
de deri ile ilişkili matriks-azaltıcı metaollopröteinazlan da indükler. mutasyonlar gözlenmiştir.
Vitam in D F o to b iy ok im y a sı Derinin UV-B’ye maruziyeti, epider­ Melanoma dışı (bazal ve skuamöz hücreli)’ndaki direkt rolünün me?
mal previtamin D3 (7- dehidrokolesterol)’ün previtamin Ü 3 ’e fotolizisine lanomaya göre daha az olduğu kanıtlanmış olmasına rağmen güneşe ma­
neden olur, daha sonra stabil D3 hormonunu oluşturmak üzere ısıya bağ­ ruz kalma, melanoma ve melanoma dışı deri kanserlerinin gelişmesine
lı izomerizasyona uğrar. Bü bileşim dermal damarlara yayılır ve 1,25 di? neden olur. Yaklaşık %80 melanoma dışı deri kanserleri, yüz, boyun ve
hidroxi vitamin D3 [1,25 (OH) 2 D3 ] işlevine dönüştüğü yerde sistemik eller gibi vücudun açık bölümlerinde görülür. Dışarda çalışan açık ten
dolaşıma katlim Dolaşımdaki veya deride kendi kendine üretilen Vitamin renkli erkeklerde, aynı açık ten rengindeki kadınlara oranla bu tip kanser­
D metabolitleri epidermal farklılaşma sinyalini arttırabilirler. Yaşlanma lerin gelişmesi 2 kat daha fazladır. Koyu ten renkli beyazlar (Hispanic
insan derisinde vitamin D3 üretilmesini çok fazla azaltabilir. UVB ’yi filt­ ve benzeri) açık ten renkli beyazlara göre bu tip kanserlerin gelişiminde
re eden güneşten koruyucuların yaygın kullanımı da göz önüne alınırsa, onda bir risk taşırlar. Tüm deri kanseri türlerinde siyahlar en az risk taşır­
yaşlılarda vitamin D eksikliğinin önemli klinik problem olduğu ortaya çı­ lar. Amerika’da yılda 600.000-800.00 arası bireyde melanoma dışı deri
kar. Gerçekten yapılan çalışmalar, güneşten koruyucuların insan derisin? kanseri geliştiği gözlenmiştir ve beyaz bireylerde hayatları boyunca bıı
de vitamin D3 üretimini azaltabileceğini göstermektedir. , tür neoplasm gelişme oranı yaklaşık % 15 olarak tahmin edilmiştir. Popii-
Güneşe Maruz Kalmanın Kronik Etkileri: Malign olmayan etki­ lasyonda melanoma dışı deri kanseri insidansı artmaktadır ve nedenleri
ler ışın hasarına uğramış, güneşe maruz derinin klinik özellikleri kırışık­ de açık değildir.
lık, leke, telenjiektazi ve pürüzlü, düzensiz görünümdür. Bazılarının fo- Güneş ışınlarına maruz kalma ile melanoma arasındaki ilişki net de­
toyaşlanma veya dermatoheİiosis olarak adlandırdığı bu değişikliklerin ğildir ancak öne sürülen kanıtlar bif ilişki olduğunu desteklemektedir
hızlanmış kronolojik yaşlılığı mı gösterdiği veya ayrı ve farklı bir süreç Melanomanın genç yaşta gelişmesi, tümörün büyümesi için geçen latent
olup olmadığı henüz açık değildir. periyodun melanoma dışı deri kanserlerinden daha az öldüğünü gösterir.
Kronik olarak güneşe maruz kalmış epidermiste kalınlaşma (akanto- Melanomalar insan malignensilerinde en hızlı büyüyenler arasında-
zis) ve bazal tabakada heterojenite vardır. Daha çok sayıda fakat düzen­ dır(Konu 8 6 ). Benzer etnik Soydaki göçmenlerde yapılan epidemiyolojik
siz melanozom içeriği bazı keratinositler de bulunabilir. Bu da, bazal ta­ çalışmalar bir bölgede doğan veya aynı bölgeye on yaşından önce göç
bakadaki hücrelerin uzun süreli yerleşimini gösterir. Bu yapısal değişik­ eden bireylerin, daha sonra o bölgeye gelenlere oranla daha yüksek oran­
likler güneşin tasarlandırdığı derideki kösele derisi gibi değişiklikleri ve da yaşa spesifik melanoma geliştiğini göstermiştir. Bu nedenle doğum­
deride oluşan renk değişikliklerini açıklayabilir. dan itibaren veya erken çocukluk çağından beri güneşli iklimlerde yaşa­
Dermis güneş ile ilişkili kronik hasarda en önemli bölgedir; elastin yanlarda melanoma riskinin arttığı şeklinde sonuçlandırmak mantıklıdır.
genlerinin artmış ekspresyonundan kaynaklanan birbirine sarılmış elastik Genel olarak risk kümülatif güneş maruziyeti ile ilişkili değildir fakat ço­
liflerin kaim, düzensiz yığınlar halinde olmasıyla kendini belli eder. Kol- cukluk çağındaki güneş maruziyetinin devamı ile ilişkili olabilir. Bundan
lajen lifler de derin dermişte anormal olarak kümelenir. Fibroblastların dolayı güneş yanığı bülleri reaksiyon bölgesindeki melanoma riskinin
sayılan artar ve aktivasyonu vurgulayan morfolojik belirtiler gösterirler. ikiye katlanması ile ilişkilidir.
İmmünolojik Etkiler Güneş ışınlarına maruz kalmak hem lo­ •j Ü Fotosensitivite ve Diğer İşık Reaksiyonları 345
kal hem de sistemik immün cevabı etkiler. UV-B epidermal Lan-
gerhans hücreleri ile etkileşerek deride antijen presentasyonuna et­ Tablo 60-2 Fotosensitif Hastalıkların Sınıflandırılması
ki etmek için bu tür enerji kapasitesi ile ilgili olan immün cevabı
değiştirmede en etkili görülür. Bu kemik iliği kaynaklı dendritik Tip Hastalık
hücreler makrofaj ve monositlerin karakteristik yüzey markırlannı
Geneük Eritropoietik porfirya
taşırlar. Eritem dozunda U V B ’ye maruziyetin ardından haptenler
Eritropoieük protoporfirya
radyasyonlu bölgeye sunulduğunda kontakt alleıjik cevabın azal­
Porfirya kutanea tarda-familyal
ması ile sonuçlanan Langerhans hücrelerinin morfolojik ve fonksi­
Porfirya variegata
yonel değişiklikleri meydana gelir. Duyarlılığın bu azalmış kapasi­ Hepatoeritropoieük porfirya
tesi antijen spesifik supresor- T lenfositlerin indüksiyonuna bağlı­ Albinizm
dır. Gerçekte radyasyonun immünsupresif etkisi haptenlerin sunul­ Kseroderma pigmenlozum
duğu bölgede sınrlı iken , net sonuç supresör T hücrelerinin indük- Rothmund-Thompson hastalığı
siyonundan dolayı bu antijenlere karşı sistemik immünsupresyon- Bloom sendromu
Cockayne hastalığı
dur.
Fenilketoniiri
Radyasyonun yüksek dozları, radyasyonlu bölgeden uzakta
Metabolik Porfirya kutanea tarda - sporadik
epikutanöz veya intrakutanöz antijenlere azalmış immün cevabı Hartnup hastalığı
uyarır. Bu baskılanmış cevaplar, ayrıca antijen spesifik supresör T Kwashiorkor
hücrelerin indüksiyonu ile ilişkilidir ve radyasyonlu bölgedeki epi­ Pellegra
dermal hücrelerden salınan henüz tanımlanmamış faktörler ile de Karsinoid sendrom
ilişkili olabilir. Bu generalize immün supresyonun belirtisi deri Pseudoporfirya
kanseri veya infeksiyona karşı değişen duyarlılık temelinde açıkla­ Fototoksik
internal İlaçlar
nabilir.
Ekstemal İlaçlar, bitkiler, gıda
Sıçan derisinde U V ’nin indüklediği tümörlerin antijenik oldu­
Fotoallerjik
ğu bilinmektedir ve normal singeneik hayvanlara transplante edil­ Erken Solar ürtiker
diğinde hızla ret edilir. Eğer tümörler daha önce subkarsinojen doz Gecikmiş İlaç fotoallerjisi
UV-B’ye maruz kalmış hayvanlara transplante edilirse red edilmezr Persistan ışık reaksiyonu/kronik aktinik dermatit
ler aksine alıcıda progresif olarak büyürler. Radyasyonlu hayvan?
l.uda transplante edilen tümörü ret etmedeki bu yetersizlik, ret ce­ Neoplastik ve Fotoyaşlanma
dejeneratif Aktinik keratoz
vabını önleyen supresör T hücrelerinin gelişiminden kaynaklanır.
Melanoma ve melanoma dışı deri kanseri
Tümör reddinin supresör mekanizması bilinmemektedir. Ancak
İdiyoputik Polimorf ışık erüpsiyonu
böyle bir cevap insan derisindeki kanser riskinin belirlenmesinde Hidroa aesüvale
önemli bir kriter olabilir. Aktinik retıküloid
FÖ TO SEN SİTİF H A STA LIK LA R Fotoscnsitivitenin tanısı Fotoagreve Lupus eritematozus
için güneşe maruz kalma ile sübjektif yakınmaların ve deride görü­ Sistemik
lebilir değişikliklerin gelişimi arasındaki zamanın uzunluğunu, Subakut kutan .
semptom ve bulguların süresini tanımlayıcı dikkatli bir hikaye ge­ Dermatomiyozit ' ' ‘ '
Pemphigus foliaseus 11
rekir. Tanıda başlangıç yaşı bir ipucu olabilir Örneğin; eritropoie-
Herpes simpleks
tik protoporfirya’daki akut fotosensitivite hemen daima çocukluk
Liken planus akünikus
çağında başlar. Porfirya kutanea tarda’daki kronik fotösensivite Akne vulgaris (aesüvale)
dördüncü ve beşinci dekatta başlar. Topikal ve sistemik ilâçların* Geçici akantolitik dermatoz
kimyasalların kullanım hikayesi önemli bilgi sağlayabilir. Çoğu
ilaç grubu fototoksisite veya fotoalleıji temelinde fotosensitiviteye olarak bilinmesi nedeniyle hastalık sıklıkla geçicidir. Polimorf ışık
neden olabilir Daha önceleri çok sayıda kozmetik üründe bulunan erupsiyonunun temel bulgulan; güneşe maruziyetin olduğu yüz ve
Musk ambrette gibi parfümler oldukça potent fotoduyarlayıcıdır. kollarda veya bilinen diğer vücut bölgelerinde şiddetli kaşıntılı bir-
Derinin incelenmesi önemli ipuçları verebilir. Saçlı deri, üst leşerek plaklar oluşturan eritematöz papüller olup düzensiz bir da­
göz kapakları, retroauriküler, infranazal ve submental bölge gibi di­ ğılım gösterebilirler.
rekt güneş ışığından doğal olarak korunan anatomik lokaJizasyon- Tanı, deri biyopsisi ve UVA’nın ve U V B ’nin multipl eritem
larda fotösensivite görünmeyebilir. Halbuki güneşe maruz kalan dozlarına derinin teması esasına dayanan fototestle konulabilir Po­
alanlar patolojik sürecin karakteristik özelliklerini gösterir. Bu ana­ limorf ışık erupsiyonu için etki spektrumu, genellikle solar spekt-
tomik lokalizasyonlar şıklıkla yardımcı olabilir. Fakat, tanıyı koy­ rumun bu alanlan içerisindedir.
mada yanılgılara yol açabilir, Örneğin; hava ile kontakt duyarlayı- Hastalık ya tek başına ya da psoralenler gibi fotoduyarlayıeıla-
cılar deride dermatit oluşturabilirler ki direkt güneş ışığından koru­ rın ultraviyole ile kombine şekilde dikkatli uygulanımı ile harde-1
nan alanlarda böyle bir materyalin deri reaksiyonunu tetikleyebile- ning oluşumu sağlanarak tedavi edilebilir.
ceği gerçeğine rağmen bunu fotosensiviteden ayırmak güç olabilir, Fototoksisite ve Fotoallerji Bu fotosensitif hastalıklar topikal
Çoğu deri hastalıkları güneş ışığından kaynaklanabilir veya ar­ ve sistemik ilaç kullanımı ve diğer kimyasallar ile ilişkilidir. Her iki
tabilir (Tablo 60-2). Bu cevaplan oluşturmada güneş ışığının rolü reaksiyon eksite durumdaki fotoduyarlandıncılann üretimi ile so­
kseroderma pigmentozumda gözlenen DNA onarım mekanizma­ nuçlanan ilaç veya kimyasallar tarafından absorbe edilen enerjiye
sında iyi tanımlanan defektlerden, porfıryalan karakterize eden ihtiyaç duyar. Absorbe edilen enerjiyi moleküle veya moleküler ok­
hem sentezindeki herediter anormalliklere kadar değişen genetik sijene transfer etmek suretiyle doku destruktif kimyasal türler olu­
bozukluklara bağlı olabilir. Hastalıklann büyük bir grubunda ener­ şabilir.
jiyi absorbe eden ajan bilinmemesine rağmen belirli fotosensitif F o t o to k s is it e , ilaç ve kimyasal maddelerle oluşan immünolojik
hastalıklarda kromofor tanımlanabilir. olmayan bir reaksiyondur. Bunların birkaçı Tablo 6 0 -3 ’te özetlen­
Polimorf Işık Erüpsiyonu Güneş yanığından sonra en sık göz­ miştir. Klinik olarak birkaç gün içinde deskuame olan güneş yanı­
lenen fotosensitif hastalık, mekanizması bilinmeyen p o l i m o r f ışık ğına benzer eritem gözlenir. Buna ilaveten ödem, veziküller ve bül-
erü p siy on u d u r. Çoğu hasta hiç tıbbi tedavi görmez. Başlangıçta gü­ ler de gözlenebilir.
neş ışığına temasla her ilkbaharda oluşması daha sonra devamlı gü­ F o t o a l le r j i fototoksisiteden ayrıdır. Etyopatogenezinde immün
neşe maruziyetle kendiliğinden iyileşmesi "hardening" fenomeni sistem rol oynar. Eksite durumdaki fotoduyarlayıcı gecikmiş hiper-
346 î . ::;s:;ıi;K !,'n ’'A iV i Ad'-uuın 7C Â xd -;n o ,:k iii-ri Bazıları bu kronik aşırı cevap durumlarını tanımlamak için kronik
aktinik dermatit terimini kullanırlar.
■;it)h) 6 0-3 F-Jiiiiok.sik i l a ç l a r Ve îkimyasallar Fototoksisite ve fotoallerjinin tanısı sıklıkla fototestle konula­
bilir. Fototoksisiteden şüphelenilen hastalarda hasta şüpheli ajanla
Topikal Sistemik maruz kalırken minimal eritem dozunun (MED) saptanması ve da­
ha sonra neden olan ilaç ya da kimyasal maddenin kesilmesinden
Kömür katranı deriveleri
Akridin + sonra M ED’nun tekrar saptanması ile etken ilaç ya da kimyasal
Anthrasen + madde hakkında bir ipucu sağlanabilir. Fotoallerjinin tanısında fo-
Fenan tren + topatch test uygulanabilir. Fotopatch test, olağan patch testinin bir
İlaçlar varyantıdır. Bu testte bilinen fotoallerjenler serisi deriye çift taraflı
Amiodaron +
olarak uygulanır. Sonra bir taraf UVA’nın suberitem dozları ile ışın­
Dekarbazin +
+ lanır. Işık ile duyarlayıcının maruziyet alanlarında ekzematöz deği­
Floroquinolonlar
5-florourasil + + şikliklerin gelişimi pozitif cevaptır. Persistan ışık reaksiyonlu has­
Furosemid + talarda karakteristik anormallikler UVB ile eritem eşiğinde azalma­
Nalidiksik asid + dır. Kronik aktinik dermatitli hastalar U V ’ye aşırı yanıtların geniş
Fenotiazinler +
spektrumuna sahiptirler.
Psoralenler + +
+
İlaç fotosensitivitesinin tedavisinde ilk ve en önemli yapılacak
Reünoidler +/-
Sülfonamidler + işlem reaksiyona yol açan kimyasal maddeleri elimine etmek ve
Sülfonilürealar + güneşe teması minimale indirmektir. Fototoksisitenin akut semp­
Tetrasiklinler + tomları soğuk ıslak kompreslerle, topikal glukokortikoidlerle ve
Tiazidler +
sistemik alınan nonspesifık antiinflamatuarlarla iyileşebilir. Şiddet­
Vinblastin +
li olgularda hızla azalan dozda sistemik glukokortikoidler yararlı
Boyalar
Antraquinon + olabilir. Analjeziklerin dikkatle kullanımları gerekebilir.
Eozin + Fotoallerik reaksiyonların tedavisinde benzer yaklaşımlar uy­
Metilen mavisi gulanır. Bundan başka persistan ışık reaktivitesinden yakınan kişi­
Roz bengal + ler ışığa temastan dikkatle korunmalıdır. Uzun süreli kullanılan
yüksek doz sistemik steroidlerin yol açtığı kabul edilemez risklerin
gözlendiği hastalarda azotiyoprin veya siklofosfamid gibi sitotok-
sensitivite cevabını uyandıran fonksiyonel antijen oluşturmak için sik ajanların kullanımına gereksinim olabilir.
makromoleküllere kovalen bağlarla bağlanan stabil olmayan hapte- Porfirya Porfiryalar (Konu 346) hem sentezinde çeşitli bozuk­
nik serbest radikaller oluşturabilir. Fotoallerjiye yol açan ilaç ve ba­ luklarla seyreden bir grup hastalıktır. Hem, demir-bağlı tetrapyrole
zı kimyasal maddeler Tablo 6 0 -4 ’de özetlenmiştir. Klinik bulguları veya porfirin ve görülür spektrumun uzun (580-650 nm) ve kısa
fototoksisiteden tipik faklılıklar gösterir; oldukça kaşıntılı ekzema­ (400-410 nm) dalga boylarındaki ışığı kuvvetle absorbe eden non-
töz dermatit kalıcı olma eğiliminde olup güneş gören alanlarda li- metal bağlı porfirinlerdir.
keinifiye, kalınlaşmış kösele derisi gibi değişiklikler gelişebilir. Fo- Hem tekrar kullanılamaz ve devamlı sentez edilmelidir. Kemik
toallerjili hastaların küçük bir alt grubu (belki % 5-10’u), neden iliği ve karaciğerde oluşur. Porfiryalar; potent fotosensitizan porfi-
olan ilaç ya da kimyasal madde bilinip ve elimine edildiği halde ışı­ rinlerin artmış endojen oluşumu ile bu organların bir ya da diğerin­
ğa karşı güçlü persistan hipersensitivite geliştirebilirler. Persistan den oluşurlar. Porfirinler kanda dolaşır, deriye yayılırlar ki orada
ışık reaksiyonu olarak bilinen bu reaksiyon yıllarca kakmayabilir. güneş enerjisini absorbe eder, fotoeksite hale gelir ve kutanöz foto-
sensitiviteyi uyandırır. Porfirin fotosensitizasyonunun mekanizma­
Tablo 60-4 Fotoallerjik İlaçlar .Ve Kim yasallar sının fotodinamik veya oksijene bağlı olduğu bilinmekte ve süpe-
roksit anyonları gibi reaktif oksijen türleri aracılığıyla oluşmakta­
Topikal Sistemik
dır.
Antibiyotikler P o r fir y a k u ta n e a ta rd a , porfiıyamn en sık tipidir ve bir seri gen
Sülfonamidler + mutasyonları ile uroporphyrinogen decarboxylase enziminin azal­
Antifungaller
mış aktivitesi ile birlikte oluşur. Porfirya kutanea tardanın 2 tipi
Fentiklor +
'+
vardır: Sporadik veya edinsel tip, genellikle östrojen alan veya et­
Jadit
Multifungin + hanol alan kişilerde görülür. Herediter tipte enzim aktivitesindeki
Diüretikler eksikliğin otozomal dominant geçişinin olduğu görülür. Her iki ti­
Tiazidler + pinde de hepatik demir depolarında artma mevcuttur.
Parfümler Porfirya kutanea tardanin her iki tipinde de ana özellik; kulak,
Musk ambret +
yüz, Ön kol ve ellerin dorsal yüzeyleri gibi tekrarlayan travmaya
6-metilkumarin +
Bitki oleroseinleri + maruziyet yerlerinde, güneş gören derilerinde, artmış frajilite ile
Halojenize salisiianilitler karakterize kronik fotosensitivitedir. En önemli deri lezyonlan; tu­
Bithiyonol + tulan deride morumsu renk değişikliği ve sıklıkla hemorajik taban­
Tetraklorosalisilarrilit + lı, rüptüre olarak erozyonlara yol açan, kabuklanarak yavaşça iyile­
Tribromosalisilanilit +
şen vezikül ve büllerdir. Hipertrikoz, pigmentasyon değişiklikleri,
Nonsteroid anüinflamatuvar ajanlar
skleroderma benzeri değişiklikler, gözlenebilen diğer özellikleridir.
Proksikam +
Fenoüazinler Tanının biyokimyasal doğrulanması idrarda porfirin atılımının öl­
Klorpromazin + çülmesi ile, plazma porfirin değerleri ile, eritrosit ve/veya hepatik
Prometazin + üroporfirinojen dekarboksilazın ölçümü ile yapılabilir. Üroporfiri-
Sülfonilürealar + nojen dekarboksilaz geninin multipl mutasyonları insan populas-
Güneşten koruyucular
yonlarında exon skipping ve substition ile teşhis edilebilir.
p-aminobenzoik asit ve esterleri
Karaciğerde artmış olan demir depolarını azaltmak için tekrar
Soldurucu ajanlar
Stilbenler + tekrar yapılan flebotomiler ve/veya aralıklı olarak klorokin veya
hidroksiklorokin gibi antimalaryal ilaçlann düşük dozları ile teda­ :;0 Fotoseıisifivirc ve Diğer İşık Reaksiyonları 347
vi edilebilir. Hasta porfirinojenik ajanlara maruz kalmazsa hastalı­
ğın uzun süreli remisyonu sağlanabilir.
E r itr o p o ie tik p r o t o p o r fir y a kemik iliğinden köken alır ve çok
sayıdaki gen mutasyonlanna sekonder mitokondriyal enzim ferroc-
helataz’da azalmaya bağlıdır. Temel klinik özellikleri arasında süb­
jektif yanma ve batma ile karakterize (ki güneşe maruziyetten sık­
lıkla hemen sonra ya da boyunca gelişen) akut fotosensitiviteyi içe­
rir. Deride ödem ve tekrarlayan episodlar sonrası balmumu görünü­
münde skar gözlenebilir.
Tam; serbest artmış eritrosit protoporfırin’in ölçümü ile konur.
Artmış plazma protoporfirinin gösterilmesi, kurşun zehirlenmesini
ve demir eksikliği anemisini ayırmaya yardım eder ki hem kurşun
zehirlenmesi hem de demir eksikliği anemisinde artmış eritrosit
protoporfirini, kutanöz fotosensitivitesinin yokluğunda ve artmış
plazma protoporfirinin yokluğunda görülür.
Tedavide güneşe maruziyet azaltılır ve serbest radikallerin ef-
fektif yok edicisi karotenoid beta-karoten oral alınabilir. Ferro che-
lataz eksikliği üzerine etkisi olmamasına rağmen bu ilaç, hastalıklı
bireylerde güneşe toleransı arttırır Şekil 60-1. •
GÜNEŞTEN KORUNM A Güneş ışığına temasla deride sen-
sitivite oluşumu nedeniyle güneşten korunma bu hastalıkları önle­
yecektir. Ne yazık ki, toplum baskısı bunu çoğu kişi için pratik ol­
mayan alternatif yapıyor ve bu güneşten korunmak için daha iyi
yaklaşımlar araştırmaya yol açmaktadır.
Çoğu kişi için doğal korunma epidermisde bulunan yapısal pro­
teinlerle özellikle de keratinle ve melaninle sağlanır, Melaninkt
miktarı ve hücrelerde dağılımı genetik olarak düzenlenir. Daha ko­
yu derili kişiler (deri tipi IV ve VI olan) deri kanseri gelişimi açı­
sından azalmış risk taşırlar.
Güneşten korunmanın diğer şekilleri arasında giyinme ve gü­
neşten koruyucular gelir. Sıkıca dokunmuş kumaşlardan yapılan gi­
yinme rengine bakılmaksızın etkili korunma sağlar. Geniş koruma­
lı şapkalar, uzun kollu giysiler ve pantolonlar direkt güneşe teması
önlerler. Güneşten koruyucular iki tiptir: Kimyasal ve fiziksel.
Kimyasal güneşten koruyucular kromoforlar olup UVB ve UVA
bölgesindeki eneıjiyi absorbe ederler ve dolayısıyla deride foton
absorbsiyonumi azaltırlar (Tablo 60*5). Güneşten koruyucular gü­
neşten koruyucu etkileri için g ü n e ş t e n k o r u y u c u faktörleri
(S PF)’lerine göre sınıflandırılırlar. SPF; basitçe güneşten koruyucu
uygulanarak güneş yanığı eritenimi oluştürinak için gerekli olan
zamanın; güneşten koruyucu uygulanmadan güneş yanığı eritemi
oluşturmak için gerekli olan zamana oranı ile belirlenir. SPF oranı
15 veya daha üstü güneşten koruyucular U V B ’ye karşı daha az
oranda da UVA’ya karşı etkili koruma sağlar. Kimyasal güneşten
koruyucular arasında p-aminobenzoik asit ve esterleri, benzofenoL-
ler, antranilatlar, simnamatlar ve salisilatlar sayılabilir. Fiziksel gü­
neşten koruyucular; açık, opak metal partiküllerin (titanyum oksit
ve çinko oksit gibi) ışığı yayan deride foton absorbsiyonunu azal­
tan karışımlardır.
Işığın absorbsiyonuna ek olarak güneşten koruyucuların foto- ŞEKİL 60-1 Fotosensitiviteli bir hastanın tanısında algoritm.
koruyucu etkilerinin kritik belirleyicisi; onların deride kalıcı özel­
likleri olup bu özellikleri dayanırlılığı olarak bilinir. Genel olarak
p-aminobenzoik asit esterleri (nemlendirici bazda formüle edilen)
kombinasyonu esasına dayanan PUVA; psoriasisi, kutanöz T hüc­
en güçlü dayanırlılık gösterirler.
Güneşten korunma; keza gün boyunca güneşe maruz kalma za­ reli lenfomayı ve vitiligoyu tedavi edici bir fotokemoterapi yönte­
manını sınırlayarak da sağlanabilir. Kişilerin yaşamlarında en fazla midir. Psoralenler trisiklik furokumarinlerdir. DNA ile bağlanma ve
güneşte kalma zamanlan 18 yaş ve civarlan olabilir. Önemli olan UVA’ya maruziyetle pyrimidin bazlan ile ara ürünler oluşturur ve
da anne babanın ve genç çocukların güneş ışığının zararlan hakkın­ DNA ile çapraz bağlanmaya yol açar. Bu yapısal değişikliklerin
da eğitilmeleridir. Gün ortasında güneşte kalmayı azaltmak, basit­ DNA sentezini azalttığı ve psoriasisde gözlenen iyileşmeye yol aç­
çe U V B’ye temas zamanını önemli oranda azaltacaktır. tığı düşünülmektedir. PUVA fotokemoterapisinin kutanöz T hücre­
FO T O T E R A P İ V E F O T O K E M O T E R A P İ Ultraviyole ışın­ li lenfomadaki etkili oluş nedeni açık değildir.
lan tedavi edici olarak da uygulanabilir. U V B ’nin tek başına ya da DNA üzerine olan etkilerine ek olarak PUVA fotokemoterapisi
topikal uygulanan preparatlarla kombine uygulanımı ile psoriasis melanin sentezini stimüle eder ve bu etkisi bir depigmantasyon
ve atopik dermatitin remisyonu sağlanabilir. hastalığı olan vitiligonun kullanımında uygulanabilirliğini sağlar.
Topikal uygulanan ya da sistemik alman p s o r a le n le r in UVA ile Oral 8 -metoksipsoralen ve UVA vitiligoda oldukça etkilidir. Fakat
348 II Hastalık! arın A n.ı Bulguları ve Takdi m Şeklileri repigmantasyonu sağlamak için 12-18 aya varan 1 0 0 kadar tedavi
seansına gereksinim olabilir.
■ablo 60-5 Seçilmiş Güneşten Koruyucuların Özellikleri UVB fototerapi ve PUVA fotokemoterapisinin majör yan etki­
leri; foton absorbsiyonunun kümülatif etkilerine bağlı olup, deride
T icari SP F a Suya
kuruluk, aktinik keratoz ve melanoma dışı, deri kanserinde artı?
İçerikleri İsim leri (ev dışı) Diderç
şeklinde yan etkiler gözlenebilir. Bu risklerine rağmen bu tedavi
p-aminobenzoik asit (PABA) Pre-Sun-15 10-12 Çok iyi protokolü oldukça kabul edilebilir bir tedavi yöntemidir.
(%5 ethanolde)
p-aminobenzoik asit esterleri Orijinal Eklipse 4-6 Orta İİB L İO G R A İY A
(%3.5 padimat A+%3
oktildimetil PABA) FISHER GJ et al: Molecular basis of sun-induced premature skin aging and re­
Bain de Soleil 9 Çok iyi tinoid antagonism, Nature 379: 335, 1996.
p-aminobenzoik asit ester
GILCHREST BA et al: Mechanisms of ultraviolet light-induced pigmentation.
kombinasyonları (%7 padi­
Protochem Photobiol 63: 1,1996.
mat CM-%2.5 oksibenzon
GOULD JW et al: Cutaneous photosensitivity diseases induced by exogenous
+%5 dioksibenzon)
agents. J Am Acad Dermatol 33: 551, 1995ü
p-aminobenzoik asit olma­ Ombrelle 10-12 Çok iyi
HARBER LC, BICKERS DR: Photosensitivity Diseases, 2d ed. Toronto, Dec­
yan butilmetoksidibenzoil ker, 1989.
metan) HONGSMANN H, STINGL G: Therapeutic Photomedicine. Basel, Karger,
Fiziksel güneşten koruyucular A-Fill 4-6 İyi 1986.
(%5 titanyum dioksit +%5 MAGNUS IA; Dermatological Photobiology. Oxford, Blackwell. 1976.
metüantralinat) PATHAK MA et al: Sun-protective agents: Formulations, effects, and side ef­
fects in Dermatology in General Medicine, 5th ed, IM Freedberg et al (eds).
aSPF, güneşten koruyucu faktör New York, McGraw-Hill, 1999, Chap. 248.
ZIEGLER A et al: Sunburn and p53 in the onset of skin cancer. Nature 372: 773,
1994. .

Kısım 10
HEMATOLOJİK DEĞİŞİKLİKLER

61 John W Adamson, D an L.Logo


. _ •.
•^ ' ■ :■■' ANEMİLER VE POLİSİTEMİLER
Yurdanur Kılınç

H EM A TO PO EZ V E E R İT R O S İT YAPIM ININ F İZ Y O L O JİK


T E M E L İ H e m a to p o e z is , kanın şekilli elamanlarının oluşum işle*
midir. İşlem pluripotent (çok yöne farklanabilen) hematopoetik kök
hücreleriyle başlayan bir basamaklar serisi yoluyla regüle edilir.
Kök hücreleri eritrositleri, bütün granülosit sınıflarını, monositleri,
trombosit ve immün sistem hücrelerim oluşturma yeteneğindedir-
ler. Kök hücrelerinin spesifik hücre türlerim oluşturmaları yalnızca
bilmen ekzojen büyüme faktörleri veya sitokinlerle regüle ediliyor / | Akciğer
görünmemektedir. Aksine, kök hücrelerinin farklanmış hücre tiple* Damarlar I
Atmosfer 0 2
rine gelişimi kök hücresinin kendisine ait tam tammlanamayan mo-
leküler olaylarla olur (Konu 104). Bir hücre türünün oluşumu veya
ŞEKİL 61-1 Eritrosit yapımının doku oksijen basıncı ile fizyolojik dü­
farklanmasını izleyerek hematopoetik ilkel ve öncü hücreler, büyü* zenlenmesi. Hb: Hemoglobin.
me faktörleri ve hormonların düzenleyici etkisi altına daha çok gir*
inektedirler (örneğin eritrosit yapımı için EPO düzenleyici rol oy*
nar). Eritrosit progenitor hücrelerinin oluşumunun devamı için
EPO gerekir, hormonun yokluğunda programlanmış hücre ölümü % 1.0’inin yerine konması ile sonuçlanır. Ortalama eritrosit yaşam
(a p o p to z is ) oluşur. Düzenlenmiş eritrosit yapımı işlemi e r itr o p o e z is süresi 100-120 gündür. Eritrosit yapmamdan sorumlu mekanizma
admı alır, anahtar etmenler Şekil 6 1 -1 ’de gösterilmiştir. eritron olarak adlandırılır. E ritro n hızla çoğalan ilik eritroid prekür-
Kemik iliğinde, morfolojik olarak anlaşılabilir ilk hücre pro- sör hücreleri havuzu ve dolaşımdaki büyük bir olgun eritrositler kit­
normoblasttır. Bu hücrenin 4-5 kez hücre bölünmesi sonucu 16-32 lesinden oluşan dinamik bir organdır. Eritrosit kitle ölçüsü, eritro­
olgun eritrosit oluşur. Artan EPO yapımıyla, veya EPO ’nun ilaç sit yapımı ve haraplanması arasındaki dengeyi yansıtır. Eritrosit ya­
olarak verilmesiyle erken progenitor hücre sayılan artar ve çok sa­ pımı ve haraplanması arasındaki fizyolojik temel, anemiye yol açan
yıda eritrosit oluşumuna neden olur. EPO yapımının tek başına dü­ mekanizmaları anlamamızı sağlar.
zenlenmesi 0 2 transportuna bağlıdır. Eritrosit yapmamın fizyolojik düzenleyicisi glikoprotein yapı­
Memelilerde O2 dokulara dolaşımdaki eritrositlerdeki hemoglo­ sında bir hormon olan EPO (eritropoetin), böbrekte peritübüler ka-
bine bağlı olarak taşınır. Olgun eritrosit 8 pm çapmda, çekirdeksiz, pillerde örtücü hücreler tarafından salınır. Bu hücreler oldukça
diskoid şekilli ve mikro dolaşımda başarıyla bir taraftan diğer tara­ özelleşmiş epitelyal benzeri hücrelerdir. Çok az miktarda EPO he-
fa geçebilmek için oldukça esnek, katlanabilir yapıdadırjeritrositte patositler tarafından yapılır. EPO yapımı için temel uyan, doku me-
membran bütünlüğü hücre içi ATP yapımıyla devam ettirilir. Nor­ tabolik gereksinimlerini karşılayacak oksijenin varlığıdır. Eritrosit
mal eritrosit yapımı, vücutta dolaşan eritrositlerin günlük % 0 . 8 - kitlesi azalması (a n em i), hemoglobin molekülüne 0 2 yüklenmesi-
Normal Anemiler 61 Anemiler ve Polisitemiler • 349

hemoglobin düzeyleri kan kaybı hacmim yansıtmaz. Total kan hac­


minin % 10-15’inin akut kaybıyla vasküler dengesizlik bulgulan
belirginleşir. Bu hastalarda, asıl sorun anemi değil, hipotansiyon
ve azalmış organ perfüzyonudur. Kan volümünün % 30 undan faz­
lası aniden kaybedildiğinde, hastalar vasküler kontraksiyon ve ye­
rel kan akımı değişikliklerini genel mekanizmalarla kompanse ede­
mezler Hastalar supin pozisyonunda kalmayı tercih ederler ve eğer
ayağa kalkarlarsa postüral hipotansiyon ve taşikardi gösterirler,
Eğer kan hacmi kaybı %40T aşarsa (örneğin ortalama boyutlarda
bir erişkinde 2 litreden fazla) hipovolemik şok işaretleri olan kon-
füzyon, hava açıklığa terleme artışı, hipotansiyon ve taşikardi be­
lirginleşir (Konu 108). Bu hastalarda hayati organ perfüzyonların­
da belirgin defisitler vardır ve acil olarak volümün yerine konması
gerekir. Hafif kan kaybıyla oksijen verisinin güçlendirilmesi pH
r l~ ------ T-------- 1— ----- r ----- ~T ----------1---------- . azaltılması veya CO2 artırılmasıyla (^-hemoglobin dissosyasyon
32 35 39 41 44 47 eğrisinde değişiklikler yoluyla başanliT ( B o h r e tk is i).
% Hematocrit Akut hemolitik hastalıkla oluşan işaret ve semptomlar eritrosit
yıkımına yolaçari mekanizmaya bağımlıdır. Serbest hemoglobinin
ŞEKİL 61-2 Erkekler ve kadınjarda özel bir hemoglobin veya hema-
tokrit değerinde anormallik olasılığı farklıdır. satımıyla birlikte intravasküler hemoliz akut sırt ağrısı, plazma ve
idrarda serbest hemoglobin ve renal yetmezlikle birlikte olabilin
Daha kronik ve ilerleyici anemiyle birlikte semptomlar hastanın
nin azalması(hipoksemi) veya, nadiren böbreklere kan akımının yaşma ve kritik organlara kan desteğinin yetersizliğine bağlıdır. Or­
ta derecede anemiyle birlikte semptomlar yorgunluk* konuşma ye­
azalniası(renal arter steriozu) sonucu böbreklere Oj verisi azalır;
teneğinin kaybı, nefes darlığı ve taşikardidir (özellikle fiziki egzer­
EPO eritrositlerin günden güne yapımını idare eder ve plazma hor­
mon düzeyleri duyarlı immünoassay yöntemiyle yapılır, normal sizle). Mamafi, Oz-hemoglobin dissosiyasyon eğrisini çalıştıran int-
EPO düzeyleri 10-25 Ü/L dir. Hemoglobin konsantrasyonu 100- rinsik kompensatuvar mekanizmalardan dolayı, tedrici anemi tab­
120 g/L’ nin altına (10-12 gr/dL) düştüğünde, plazma EPO düzey­ losu -özellikle genç hastalarda anemi derinleşene kadar- anemi işa­
leri aneminin şiddetiyle ters orantılı, lögüritmik olarak artâr. Dola: ret ve semptomları olmayabilir (hemoglobin < 70-80 g /L ; 7 -8 g/dl)i
şunda EPO 6-9 saatlik yan ömre sahiptir. EPO ilik eritroid prekür- Eğer anemi günler veya haftalar içinde gelişiyorsa; total kan bacım
normal veya hafifçe artmıştır ve kardiak debi ve lokal kan akımın­
sörleri düzeyindeki Spesifik reseptörlere, bağlanarak âktivitie göste­
daki değişiklikler 0 2 -taşıma kapasitesindeki kayıplan kompanse
rir, onlan çoğalma ve olgunlaşma yönünde uyarır. EPÖ uyansı al­
edip aşmaya yardım eder. 0 2 -hemoglobin dissosiasyon eğrisi pozis­
tında, eritrosit yapımı 1-2 haftalık periyotta 4-5 kat artar, ancak or­
yonundaki değişiklikler anemiyi kompanse edici bazı yanıtlardan
tamda yeterli besleyiciler özellikle demir varlığında mümkündür;
sorumludur. Kronik anemiyle, hücre içi 2,3-bifosfogliserat (BPG)
Eritronun fonksiyonel kapasitesi bundan dolayı normal renal EPÖ
düzeyleri yükselir, dissosiyasyon eğrisini sağa kaydırır ve O2 boşal­
yapımını, fonksiyone bir eritroid iliği ve hemoglobin sentezi için
masını hızlandırır. Bu kompansatris mekanizma sadece hemoglo­
yeterli substrat desteğini gerektirir. Bu komponentlerden herhangi
bin konsentrasyonunda 20-30g/L (2-3g/dl) defısit durumunda nor­
birinde defekt anemiye yol açar. Genelde anemi, hastanın hemog­
mal doka O2 çıkışını devam ettirir- Sonuçta hayati önemi olan or­
lobin düzeyi veya hematokriti beklenen değerin (normal dağılım)
ganlara daha fazla oksijen verdisi sağlanarak daha fazla korunma
altına düştüğünde laboratuvarda anlaşılır. Arienii olasılığı ve şidde­
başarılır, bu durum kan desteği nisbeten daha zengin olan organlar­
ti hastanın hemoglobin/hematokritinin yaşa ve cinse göre beklenen
dan özellikle böbrekler, barsak ve deriden kanın şant yoluyla daha
normal kişilerdeki değerlerden sapmasına göre tanımlanır. Erişkin
hayati organlara kaydırılması yoluyla başardır.
erkek ve kadınlarda hemoglobin/hematokrit değerleri dağılımı alt
sınırları Şekil 61-2 de gösterilmiştir. Erişkinlerde hemoglobin kon­
santrasyonu Gaussian dağılımı gösterir. Erişkin erkeklerde ortala­ ----- — — ------- H a sta ya Y a kla şım ------- ----------— :
ma hematokrit değeri % 47 (±7 SS)ve kadınlarda % 42 (± 5 )’dir.
Herhangibir kişiye ait hematokrit veya hemoglobin değeri birlikte Anemili bir hastanın değerlendirilmesi dikkatli bir hikaye alma ve
anemi olasılığı taşıyabilir. Bundan dolayı erişkin erkeklerde hema­ fizik muayene gerektirir. Faydalı olabilecek geçmişe ait bilgiler,
tokrit <%39; erişkin kadınlarda <% 35 değerlerinin normal olma bazı toksik ajanlara veya ilaçlara maruz kalma ve diğer bozukluk­
şansı %25 dir. Şüphelenilen düşük hemoglobin veya hematokrit de­ larla ilgili semptomlar sıklıkla anemiye eşlik eder. Bu işaret ve
ğerleri, eğer hastanın daha önceden kaydedilmiş değerleri varsa semptomlar kanama, yorgunluk, solukluk* ateş, kilo kaybı, gece
karşılaştırmadan daha kolaylıkla yorumlanabilir. terlemesi ve diğer sistemik semptomlardır. Anemi mekanizmaları­
Hematopoezin kritik elementleri-EPO yapımı, demir geçerlili­ na ait bulgular: fizik muayenede enfeksiyon bulgulan, gaitada kan,
ği, kemik iliğinin proliferatif kapasitesi, eritroid prekürsörlerin lenfadenopati, splenomegali veya peteşilerdir. Peteşiler trombosit
efektiv matürasyonu-anemilerin başlangıç sınıflandırmasında kul- fonksiyon bozukluklarını düşündürürken, splenomegali ve lenfade­
laılabilir(Aşağıda "Tanımlama ve Sınıflandırma" yı görünüz). nopati altta yatan lenfoproliferatif bozukluğu düşündürür. Eğer ha­
fif anemide uç normal değer veya anormal bulgu açısından emin
ANEMİLER' değilsek, eski laboratuvar ölçümleri yardımcı olabilir. İlaçlar ve al­
kol alımıyla beraber beslenme öyküsü ve aile öyküsü daima alın­
A N EM İLER İN K LİN İK SUNUMU İşaret ve Sem ptom lar Ane­ malıdır. Bazı coğrafi zeminlerde ve emik kökenlerde hemoglobin
miler sıklıkla tarama laboratuvar testlerinin anormalliği ile tanınır. molekülü veya ara metabolizmasına ait kalıtsal bozukluk olasılığı
Hastalarda yalnızca araşma ileri derecede anemi ve anemiyi takibe- artar. Glukoz-6 -fosfat dehidrogenaz eksikliği vve bazı hemoglobi-
den işaretler ve semptomlar vardır. Akut anemi hemen hemen da­ nopatiler Ortadoğu ve Afrika kökenlilerde daha sık görülür.
ima kan kaybı veya hemolize bağlıdır. Gerçekten, akut kan kaybı Anemik hastalarda fizik muayenede güçlü kalp atımı, periferal
ile hipovolemi bulgulan klinik tabloya hakimdir ve hematokrit ve nabazanlar ve sistolik "atım" üfürümü alınabilir. Eğer hemoglobin
350 ;i i ! ■, ; a : İ o : . ' . : : ■Lli i ■r ! i ’sil i =M M/k: i p.i'-lıı 't!-2 Criire.-ıit indisleri
İndeks Normal değer
< 80-100 g/L ; 8-10 gr/dl) ise deri ve miiköz membranlar soluktur.
Ortalama eritrosit volümü (MCV) = Hct x 10 90 ± 8 fl.
Fizik muayenenin bu kısmında damarların yüzeylere daha yakın ol­
Eritrosit sayısı x 106
duğu alanlara örneğin müköz membranlara, tırnak yataklarına ve Ortalama eritrosit hemoglobini(MCH)= Hb x 10 30 ± 3 pg.
palmar katlantılara daha çok odaklanılmalıdır. Eğer palmar katlantı- Eritrosit sayısı x 106
lar, el hiperekstansiyona geçirildiğinde çevre deriden daha açık Ortalama hemoglobin konsantrasyonu (MCHC) = 33 ± 2%
renkte ise, hemoglobin düzeyi genelde 80 g/L ( 8 gr/dl) den düşüktür. Hb x 10 veya MCH Hct MCV
L ab oratu var Değerlendirmesi (Tablo 61-1) anemide başlan­
gıç çalışmasında yapılacakların listesini göstermektedir. Rutin tam P e r i f e r i k k a n y a y m a s ı Periferik kan yayması eritrosit yapım
kan sayımı (CBC) değerlendirmenin parçası olarak gereklidir ve defektleri hakkında önemli bilgi sağlar. Eritrosit indislerini tamam­
hemoglobin, hematokrit ve eritrosit indeksleri (ortalama eritrosit layıcı olarak, kan yayması aynı zamanda hücre boyutları (a n iz o s i­
volümü MCV fi, ortalama eritrosit hemoglobin miktarı MCH pg, toz) ve şekil değişiklikleri (p o ik ilo s ito z ) ndeki farklılıkları belirtir.
eritrosit volümü başına ortalama hemoglobin konsantrasyonu Anizositoz derecesi genellikle RDW veya hücre boyutları dağılımı
MCHC gr/L(non SI sisteminde gr/dl) olarak verilir. Eritrosit in­ ile koreledir. Poikilositoz kemik iliğinde eritrosit öncülerinde ol­
deksleri hesaplaması Tablo 6 1-2 de ve Tablo A -7 de verilmiştir. gunlaşma defektini veya dolaşımdaki eritrositlerdeki fragmantas-
Yaş, cins, gebelik, sigara içimi ve rakım gibi bir takım fizyolojik yonu düşündürür. Kan yayması aynı zamanda polikromazi göstere­
faktörler normal CBC değerlerini etkilerler. Yüksek rakımda yaşa­ bilir; eritrositler normalden hafifçe daha büyüktürler ve Wright-Gi-
yan veya ağır sigara tiryakilerinde erkek veya kadınlarda yüksek- emsa boyasıyla grimsi mavi renkte görülürler. Bu hücreler kemik
normal hemoglobin değerleri alınabilir. Sigara tiryakilerindeki iliğinden olgunlaşmadan erken salman retikülositlerdir ve renkleri
yüksek değerler, hemoglobin bağlarındaki 0 2‘nin CO ile yer deği­ rezidüel miktarlarda ribozomal RNAyı belirtir. Bu hücreler dola­
şimine bağlı normal kompansasyonu yansıtır. Diğer önemli bilgi şımda bulunmaları, EPO uyarısına yanıt olarak veya kemik iliği­
retikülosit sayımı ve demir profilinin ölçümü ile elde edilebilir. nin yapısal hasarlanması (fibrozis, kemik iliğinin malign hücreler­
Bunlar se ru m d em iri, to ta l d e m ir b a ğ la m a k a p a s it e s i (TIBC, indi- le infıltrasyonu, vs)sonucunda kemik iliğnden bozuk salımı sonu­
rekt olarak transferrin düzeylerinin ölçümü) ve seru m fe r r itin id ir . cudur. Çekirdekli eritrositler, Howell-Jolly cisimcikleri, target hüc­
Eritrosit indislerindeki belirgin değişiklikler, olgunlaşma bozuk­ releri, oraklaşmış hücreler ve diğerlerinin görünmesi spesifik bo­
lukları veya demir eksikliğini yansıtır. Klinik laboratuvarlarda hem zukluklar için veriler sağlar (Atlas V-2, V-3, V*8 , V-9, V-16, V-21,
eritrosit, hem lökositlerin tanımı, ayırdedici lökosit sayımı, trom- V-24, V-26, V-27, V-28 ve V-39u görünüz).
bosit sayısı hepsi birden verilir. Şiddetli anemisi ve eritrosit morfo­ R e t ik ü lo s it s a y ım ı Anemilerin başlangıç sınıflandırılmasında
lojik anormalliği olan hastalarda, kemik iliği aspirasyonu veya bi- doğru retikülosit sayımı anahtar rolü oynar. Normalde, retikülosit-
opsisi tanının kararlaştırılmasında önemli olabilir. Spesifik anemi­ ler kemik iliğinden hemen yakın zamanda salınmış olan eritrosit­
lerin tanısına yönelik değeri olan diğer testler, spesifik hastalık du­ lerdir. Rezidüel ribozomal RNA yı presipite ettiren supravital bo­
rumlarının olduğu bölümlerde tartışılmıştır. yayla boyanarak tanınırlar. Bu presipitatlar mavi veya siyah delikli
CBC komponentleri aynı zamanda aneminin sınıflandırılmasına boncuklar halinde görünürler. Bu rezidüel RNA retikülositin yaşa­
yardım eder. Normalden daha düşük MCV <80 fi. m ik ro sitoz u , yük­ mında dolaşımda ilk 24-36 saatinden sonra metabolize olur. Nor­
sek MCV > 100 fl m a k ro sito z u yansıtır. MCH ve MCHC hemoglo­ malde retikülosit sayısı % l - % 2 arasındadır ve dolaşımdaki eritrosit
bin sentez bozukluklarını yansıtır. Otomatik hücre sayıcılarında popülasyonunun günlük % 0 . 8 -% 1 . 0 inin yerine konduğunu göste­
eritrosit volüm dağılım genişliği (RDW) tanımlanır. MCV küçük rir. Doğru yorumlanan retikülosit sayısı eritrosit popülasyonunun
popülasyonlarda makrosit ve mikrositlerin görünümüne duyarsızdır. güvenilir bir ölçütüdür.
Deneyimli bir laboratuvar teknisyeni büyük veya küçük hücrelerden Anemilerin başlangıç sınıflandırılmasında, hastanın retikülosi-
oluşan ufak popülasyonlan tanımlayabilir veya eritrosit indislerinde ti beklenen retikülosit sayısı ile karşılaştırılır. Genelde eğer EPO ve
değişiklikten önce hipokromik hücreleri tanımlayabilir. eritroid ilik orta derecede anemiye yanıtlı ise (Hb<100 gr/L
; 1 0 gr/dl), eritrosit yapım hızı anemi çıkışını izleyen 1 0 gün içinde
normalin 2-3 katına çıkar. Aneminin yerleşmesi durumunda retikü­
tablo <>Î-I Anemilerin Tanısında Laboratuvar Testleri
losit yanıtının normale göre 2-3 katından az olması ilik yanıtının
I. Tam Kan Sayımı (CBC) II. Retikülosit sayımı yetersiz olduğunu belirtir.
A. Eritrosit sayımı III. Demir destek çalışmaları İlik yanıtının hesaplanmasında retikülosit sayısının kullanılma­
1. Hemoglobin A. Serum demiri
sı için, iki düzeltme yapmak gerekir. İlk düzeltme dolaşımdaki erit­
2. Hematokrit B. Total demir bağlama kapa­
rosit sayısının düşük oluşu temel alınarak retikülosit sayısını ayar­
B. Eritrosit indisleri sitesi
1. Ortalama eritrosit hacmi C. Serum ferriüni, kemik iliği lamaktır. Absolü eritrosit sayısı değişmeksizin, anemiyle retikülo­
(MCV) demir boyası sit sayısı artabilir. Bu etkiyi düzeltmek için, retikülosit yüzdesi,
2. Ortalama eritrosit hemog­ IV. İlik muayenesi hastanın yaş ve cinsine göre beklenen hemoglobin/hematokrit ora­
lobin miktarı (MCH) A. Aspirat nıyla çarpüır (Tablo 61-3). Bu bize absolü retikülosit sayısının he­
3. Ortalama eritrosit hemog­ 1. E/G oranı" saplanmasını sağlar. Düzeltilmiş retikülosit sayısının ilik yapım in-
lobin konsantrasyonu 2. Hücre morfolojisi
(MCHC) 3. Demir boyası
4. Eritrosit dağılım genişliği B. Biyopsi ; liiO s.OiauukMOsa 1 aptâUauiSl
C. Lökosit sayımı 1. Sellülarite Anemilerde I. Düzeltme:
1. Hücre sayımları 2. Morfoloji Bu düzeltme absolü retikülosit sayısını verir
2. Nötrofillerde nükleer seg- Bir kişide retikülosit sayısı %9, Hb 7,5 gr/dl, Hct %23 ise
mentasyon Absolü reükülosit sayısı = 9x (7,5/15) [ veya x ( 23/45) ] = % 4.5
D. Trombosit sayımı II. Düzeltme (kan yaymasında erken salınmış retikülositlerin uzun süreli
E. Hücre morfolojisi varlığında)
1. Hücre boyutu Bu düzeltme retikülosit yapım hızını verir
2. Hemoglobin kapsamı Bir kişide retikülosit %9, Hb 7,5mg/dl, Hct %23 ise
3. Anizositoz
4. Poikilositozis (7.5/ 15 hemoglobin düzeltilmesi)
5. Polikromazi Retikülosit yapım hızı = 9 x ------------------------------------------------------ -- 2,25
üE/G oranı; eriıroid/granülosiıik prekürsörlerin oranı 2 (matürasyon zamanı düzeltmesi)
,fos.Mi!i* u'vıtlmcM için l'n.ı/. daha ileri bİT düzeltme gerektirir, bu (il Anemiler vc P o lisite ır .iic r 351
Vmm «iol.tşitıni.tkt bazı vetikülositlerin ilikten erken aynlmasına
iMijımlnlıt. İkinci düzeltme için, periferik kan yaymasında polikro- erkeklerde serum ferritin ortalama değerleri 100 pg/L oranında
nwiniilik makrositleriıı olup olmadığına bakılır. Bu hücreler, erken olup; yaklaşık lgr. demir deposunu yansıtır.10-15 mikrogram /Lse-
olarak salınan retikiilositleri belirler ve "şift” hücreler olarak bili- rum ferritin değeri vücut demir depolarının azaldığını gösterir.
nıık-r: şiftin derecesi (ve gerekli şift düzeltme faktörü) arasındaki Erişkin kadınlarda serum ferritin düzeyleri daha düşük olup ortala­
ilişki Şekil 61-3 de gösterilmiştir. Düzeltme gereklidir. Çünkü bu ma 30 pg/L daha düşük demir depolarını gösterir. Mamafi ferritin
i-ıkeıı salınan hücreler dolaşımda bir günden fazla retikülosit olarak aynı zamanda bir akut faz reaktanıdır ve akut veya kronik inflamas-
şaşarlar; bundan dolayı günlük eritrosit yapım hızı yalancı yüksek yon varlığında temel düzeylerin defalarca üstüne çıkar. Kural ola­
tıesaplanır. Eğer polikromazi artmışsa; retikülosit sayıı anemiyle rak, serum ferritini >200pg/L oluşu en azından doku depolarında
düzeltilmiş olarak; retikülosit matürasyon uzun oluşuna bağlı ola­ bir miktar demir varlığını gösterir.
rak hesaplandığında tekrar iki faktörden biri ile tekrar bölünmeli- K em ik İliği M uayenesi Kemik iliği aspirat ve yayması veya iğ­
ılir. İkinci düzeltme faktörü aneminin şiddetine bağlı olarak 1-3 ne biyopsisi kemik iliği bozukluklarında örneğin miyelofibrozis,
•ırasında değişir. Genellikle ikinci düzeltme kullanılır. Uygun bir ertrosit olgunlaşma defekti, veya infiltratif hastalıkların tanısında
düzeltme Tablo 61-3 de gösterilmiştir. Eğer periferal kan yayma­ faydalı olabilir (Atlas V-5, V -13, V-1S, V-19, V-29 ve V-33). Bir
sında polikromatofilik hücreler görülmezse, ikinci düzeltme gerek­ hücre serisinin (miyeloide karşı eritroid) azalması veya çoğalması
mez. İki kez düzeltilmiş retikülosit sayısına re tik ü lo s it y a p ım in­ diğeriyle karşılaştırılması kemik iliği yaymasında çekirdekli hücre­
d e k s i denir ve normale kıyasla kemik iliği üretimini gösterir. lerin ayırdettirici sayımı (eritroid/granülositik E/G oranı) ile yapı­
Retikülositlerin prematüre salımları EPÖ uyarısı artımına bağ­ lır. Hipoproliferatif anemili bir hastada (aşağıda görünür) retikülo­
lıdır. Mamafi, eğer kemik iliğinin salım işlemi bütünlüğü tümör in- sit yapım indeksinin < 2 oluşu E/G oranının 1:2 veya 1:3 olduğunu
llltrasyonu, fibrozis veya diğer bozukluklarla kaybedilmiş olabilir, gösterir. Tersine bir hastada hemolitik hastalık ve yapım indeksi >
çekirdekli eritrositler veya polikromatofilik makfositlerin görünü­ 3 ise E/G oranı en az 1:1 olacaktır. Matürasyon bozuklukları, yük­
mü halen 2. retikülosit düzeltme faktörünün kullanımını gerektirir. sek E/G oranı ve düşük retikülosit yapım indeksi arasındaki farklı­
Efektif eritrosit yapımına ait gerçek indeksi elde etmek için anemi- lıklardan tanımlanır (aşağıda görünür). Demir depolarının varlığı
li ve çok yüksek retikülosit sayısı olan hastalarda şift düzeltilmesi veya gelişmekte olan eritrositlerde demirin gösterilmesi için ya ilik;
daima uygulanmalıdır. Şiddetli kronik hemolitik anemili hastalarda yayması veya biyopsisi boyanabilir. Depo demiri ferritin veya he-,
eritrosit yapımı 6-7 katına kadar artar. Bundan dolayı bu ölçüt tek mosiderin formundadır. Dikkatle hazırlanmış kemik iliği yaymala-ı
başına hastada uygun EP,Q yanıtının olduğunu, normal olarak işle­ rında küçük ferritin granülleri gelişmekte olan eritroblastların % 10-;
yen kemik iliği ve yeni eritrosit oluşumunu karşılamakta yeterli de­ % 20’sinde görülebilir. Bu hücrelere şideroblaşt adı veriliri;
mir olduğunu gösterir. Eğer yerleşmiş anemi varlığında eritrosit ya­ D iğer laboratu ar ölçüm leri Spesifik tanıların doğrulanmasın­
pım indeksi < 2 ise; eritroid ilik proliferasyon veya matürasyon de- da ek laboratuvar testleri yararlı olabilir. —> Bu testlerin geniş açık­
fekti vardır. lam aları ve nasıl yapıldıkları ilgili bozu klu klarda verilmiştir. (K o­
D em ir D esteği ve D epolarının İn celen m esi Hemoglobin sen­ nu 105-109 arası bakınız).
tezi için geçerli demiri yansıtan laboratuvar ölçümleri serum demi­
ri, total demir bağlama kapasitesi (TIBC) ve transferrin satürasyon A N EM İLE R İN TANIM V E SIN IFLA N D IRM ASI Anem i­
yüzdesidir. Transferrin satürasyon yüzdösi aşağıdaki formülden he­ lerin Başlangıç Sınıflandırması Anemilerin eritrosit yapımındaki
saplanır. Transferrin satürasyon yüzdesi = Serum demiri x 100 fonksiyonel defekte göre sımflsndırması laboratuvar testlerinin da­
TIBC Normal serum demiri 9-27pm ol/L (50-150 pg/dl) arasında ha sonra kullanılışının düzenlenmesine yardımcı olur. Anemileriıi
iken; TIBC 54-64pıhol/L (300-360 pg/dl); transferrin satürasyon üç ana sınıfı: (1) İlik yapım defektleri (h ip ö p r o life r a s y o n ), {,2) Erit­
% 25-% 50 arasında değişir. Serum demir düzeylerinde diümal fark­ rosit matürasyon defektleri ( in e f f e k t if e r ıtr o p o e z ıs ), (3) Eritrosit ya­
lılıklar transferrin satürasyonunda farklılıklara yol açar. Total demir şam süresi kısalması (k a n k a y b ı, h e m o liz ), Anemilerin bu fonksiyo­
depolarının değerlendirilmesinde serum ferikini kullanılır. Yetişkin nel sınıflandırması daha sonra ayırdettirici tanının tamamlanması­
na ve uygun tedavinin planlanmasına yönlendirir. Sınıflandırma
Şekil 61-4 de gösterilmiştir. Hipoproliferatif anemi tipik olarak dü­
İBktte PeritaadlHam şük retikülosit yapım indeksi ile birlikte eritrosit morfolojisinde
namnnUttsiiUaK?/o retJtu)taftlâeı%%
çok az değişiklikle veya olmaksızın görülebilîr(Norrnositik-nor-
HamatdMİU^V < ■ & ** * )
mokromik anemiler, Konu 105). Matürasyon bozuklukları tipik
46 3.5 1.0 olarak hafiften orta dereceye değişen retikülosit yapım indeksi ile
birlikte ya makrositik (Konu 107) veya mikrositik (Konu 105, 106)
35 3.0 1.5, "
eritrosit indeksleri ile seyreder. Hemolize sekonder artmış eritrosit
25 2.5 2.0 haraplanmasında sonuçta retikülosit yapım indeksinde artma nor­
ı ’ malin en az üç katıdır (Konu 108) bu da hemoglobin sentezi için
15 1.5 2.5 demirin yeterli olduğunu gösterir. Mevcut demirle eritroid iliğin
genişlemesi üzerinde sınırlamalardan dolayı hemorajik anemilerde
“KAYMA”’ tipik olarak yapım indislerinde normalin 2,5 katından daha fazla ar­
IKaltme fakörtü
tış olmaz.
Anemilerin sınıflandırılmasında ilk dallanma noktası, retikülo­
ŞEKİL 61-3 Anemi seviyesi ve dolaşımına erken salınan retikülosit
sit yapım indeksi > 2,5 oluşu hemolizin daha olası olduğunu göste­
yaşam süresine göre retikülosit sayısı düzeltilmesi. Eritroid hücrele­
rin olgunlaşması yaklaşık 45 gün alır. Normal hematokrit düzeylerin­ rir. Retikülosit yapım indeksi < 2 ise ya hipoproliferatif anemi ve­
de, dolaşıma salındıklarında yaşamlarını bir gün kadar retikülosit ya olgunlaşma bozukluğunu belirtir. Son iki olasılık eritrosit indis­
olarak geçirirler. Mamafi, değişik anemi seviyelerinde, eritroid hücre­ leri, periferal kan yaymasının incelenmesi veya ilik muayenesi ile
ler ilikten erken salınırlar. Çoğu hastaların hematokritleri %20 civa­ sıklıkla ayırdedilir. Eğer eritrosit indisleri normalse anemi hemen
rında klinik olarak dikkati çekerler, bundan dolayı genelde gözlenen daima hipoproliferatif özelliktedir. Olgunlaşma bozukluklarında
retikülositler RNA larını kaybetmeden evvel 2 gün dolaşımda kaldık­ ineffektif eritrosit yapımı ve düşük eritrosit yapım indeksi ile bir­
larından 2 . düzeltme faktörü kullanılır. likte garip eritrosit şekilleri ile karekterizedir. Periferik kan yayma-
352 il .-..uliHSarn Am Bulguları ve Takdim Şekilleri lanır. İnfîltratif hastalıklar veya fîbroziste kemik iliği biyopsisi ge­
rektirebilir.
M atiirasyon Bozuklukları Uyumsuz düşük retikülosit yapım
indeksi,periferik yaymada makro veya mikrositoz ve anormal erit­
•- ’ Anem iler
rosit indeksleri ile birlikte anemi varlığı matürasyon bozukluğunu
düşündürür. Matürasyon bozuklukları iki kategoriye ayrılır; makro-
CBC, Retikülosit sitoz ve anormal ilik gelişimiyle beraber nükleer matürasyon bor
ölçümü zukluklan ve mikrositoz ve hipokromi ile birlikte genellikle he­
moglobin yapım defektleriyle birlikte sitoplazmik matürasyon bo­
' *,V*i V-'*! zuklukları olarak incelenir. Retikülosit yapım indeksinin düşük
oluşu ilikte gelişmekte olan eritroblastlarln haraplanması sonucu
ineffektif eritropoezi yansıtır. îlik morfolojisi E/G oranı > 1.1 ve ta-
■* nısal olarak eritroid hiperplaziyi gösterir,
Entrosıt Hemoliz/
morfolojisi Hemoraji Nükleer matürasyon defektleri en çok vitamin B 12 veya folik
asit eksikliği veya miyelodisplaziler sonucu oluşur. Hücresel DNA
»Kan kaybedilmesi j
; - / « ' •‘t ' „ .s metabolizmasıyla etkileşen ilaçlar örneğin methotrexate* veya alkil,
-Ibtrayaskjülef^ . leyici ajanlar nükleer matürasyon defekti oluşturabilir Alkol tek
başına* aynı zamanda makrositozis ve değişen derecede anemi
-Metaboltfı defekt oluşturabilir, fakat bu durum genellikle beraberinde folik asit ek­
Matiirasyon
Hipoprofıferatff sikliği ile birliktedir. Folik asit ve vitamin B 1 2 ölçümleri yalnızca
bozukluğu -Mambom ariönraH'ğfi
spesifik vitamin eksikliklerinin tanımlanmasında değil, aynı za?
-TiiWebaterfanmlP' ” f-Stoptazm» defâktfe^ * ' - k- manda farklı patogenetik mekanizmaların da tanımlanmasında ya-
jnfi)tfasy«!/MiŞBzi& |.'Demff aksikiiğk,'-:î “^emoglobfrtopaö I rarlıdır.
n aşı
lOam^ekstkflği' ' Sitoplazmik matiirasyon defektleri şiddetli demir eksikliği ve­
ya globin veya hem sentez anormallikleri sonucu oluşur. Demir ek,
* - t a W ’ * ‘^üldaardefektf^^ S S T ” *^ ? sikliği anemilerinin sınıflandırılmasında olağandışı pozisyonda ye-
MalıiMff (TınfnM.Tı''i‘ f FpIrt.ekstWiflte -u t ; ralır. E ğer demir eksikliği anemisi hafif-orta dereceli ise, eritroid
Banatbastabte ıa.-/» -*îfcft? ...t ilik proliferasyonu azalmıştır ve anemi hipoproliferatif olarak sınıf­
il*ç toksisiiesi
V'C a- t - t s#^rA‘# l ‘ i landırılır. Mamafı, eğer anemi şiddetli ve süreğen ise anemi sitop­
ı-fff i ., i t i m i + .İ . '...,-■ lazmik matürasyon defektiyfe ineffektif eritropöezis olarak sınıf­
ŞEKİL 6t-4 Anemilerin fizyolojik olarak sınıflandırılması (CBC, fani landırılır. Her bir durumda, azalmış retikülosit yapım indeksi, mik-
kan sayımı). . rositozis ve klasik demir profili değerleri tanıyı açıklaştırır ve de­
mir eksikliği kolaylıkla diğer sitoplazmik matürasyon defektlerin-
den -örneğin talassemilerden- ayırdedilir. Hem sentez bozuklukla­
sında makrositler veya hipokromik mikrositler vardır. Hipoprolife*
rı, globin sentezinin; tersine daha az sıklıkta görülür, edinsel. veya
ratif anemiyle birlikte ilikte hiç eritroid hiperplazi görülmez, halbu­
kalıtsal olabilir(Konu,346). Edinsel anormallikler genellikle miye»
ki ineffektiv eritrosit yapımında eritroid hiperplazi vardır ve B/G
lodisplazilerle birliktedir, ya riıakro veya mikrositik anemiye yol
oranı > l : t ’dir.
açar ve sıklıkla mitokontrial demir yüklenmesi ile birliktedir. Bu
Hipoproliferatif Anemiler Tüm anemi' olgularının en az
olgularda gelişmekte olan eritroid hücrelerde demir mitokontrilere
% 75’i hipoproliferatif özelliktedir. Bir hipoproliferatif anemi, erit*
almır fakat hem yapısına katılmaz. Demirle zenginleşmiş mito-
roid iliğin anemi derecesiyle uygun prolifere olmadığı absolü veya
kondriler eritroid hücrelerin nükleuslannı çevreler, halka oluşturur.
rölatif ilik yetersizliği ile birliktedir, Hipoproliferatif anemilerin
(Atlas V-37). îlik demir boyası yapıldığında, ayırdettirici bulgu
çoğunluğu hafiften orta dereceye değişen demir eksikliği: veya inf-
olan halka sideroblastlara dayandınlarak, hastalarda sideroblastik
lamasyopa bağlıdır. Hipoproliferatif anemi ilik haraplanması, de-*
anerrii tanımlanır, hemen daima miyelodisplaziyi yansıtır. Yine bu
mir eksikliği veya yetersiz EPO uyarısı sonucu oluşabilir. Sonum
hastaların ayırdettirici tam ve takibinde demir parametrelerinin ça­
cusu azalmış renal fonksiyonu yansıtır;EPO yapımı baskılanması,
lışılması yararlıdır.
interlökıp-l gibi inflamatııvar sitokinler veya hipotiroidizm gibi
K an Kaybı / Hemolitik Anemiler Uygunsuz düşük retikülosit
metabolik hastalık sonucu doku oksijen gereksinimi azalması sonu­
yapım indeksi ile birlikte olan anemilerin tersine, kan kaybı veya
cu olur. Yalnız ara sıra kemik iliği eritrosit yapımını normal hızda
hemoliz eritrosit yapım indekslerinde normalin 2,5 katından fazla
sürdüremez ve bu durum en çok renal yetmezlikli hastalarda sıktır.
artış vardır. Uyarılmış eritropoez bulgulan periferal kan yaymasına
Genelde, hipoproliferatif anemiler normokrom normositer eritrosit­
yansır, çok sayıda polikromatofilik makrositler görülür. Eğer reti­
lerle karakterizedir; halbuki hafif demir eksikliği veya uzun süreri
külosit yapım indeksi uygun artım gösteriyorsa, ilik incelemesini
kronik inflamatuvar hastalıklarda hipokrom-mikrositer eritrositler
nadiren gerektirir. Eritrosit indisleri tipik olarak normoşitik veya
gözlenebilir. Hipoproliferatif anemilerin çeşitli formları arasında
hafifçe makrositiktir, retikülosit sayısında artışla yansır. Akut kan
kullanılacak anahtar laboratuvar testleri, semril demiri ve demir
kaybı artmış retikülosit yapım indeksi ile beraber değildir, çünkü
bağlama kapasitesi, renal ve tiroid fonksiyonlarının değerlendiril­ EPO yapımı ve sonuçta ilik proliferasyonu için gerekli zaman geç­
mesi, kemik iliği biyopsisi veya aspiratı ile ilik haraplanması veya memiştir. Subakut kan kaybında eritrositlerle demir kaybedildiğin­
infîltratif hastalıkların saptanması, demir depolarının kararlaştırıl­ den, ılımlı retikilositoz ile birliktedir. Kronik kan kaybı sonucu olu­
masında serum demiri ölçümüdür. Arasıra, demir dağılım örneğinin şan anemide artmış eritrosit yapımından çok demir eksikliği olarak
karşılaştırılmasında ilik demir boyası gerekebilir. Akut veya kronik görünür.
infiltrasyonlu hastalar farklı serum demiri örneği (düşük), TIBC Hemolitik hastalık dramatik olduğunda, enaz sıklıkla rastlanan
(normal veya düşük), transfrerriıi satürasyon yüzdesi (düşük) ve se­
anemi formudur. Retikülosit yapım indeksinin yüksek olarak deva-
rum ferritini (normal veya yüksek) görülebilir. Farklı sonuçlar ör­
mettirebilme yeteneği, eritroid iliğin hemolizi kompansasyonu için
neği hafif-orta derecede görülebilir; düşük serum demiri, yüksek
ve haraplanmış eritrositlerden gelen demirin yeni hemoglobin sen­
TIBC, düşük transferrin satürasyonu yüzdesi, düşük serum ferritini
tezinde kullanımım desteklemek için etkin dolaşımını yansıtır. Ya­
ile seyreder (Konu 105). İliğin ilaç, infîltratif hastalıklar-ömeğin
nıt düzeyi aneminin şiddetine göre ve altta yatan hastalık işlevinin
lösemiler veya lenfomalarda- hasarlanması veya ilik aplazileri, pe-
özelliğine bağlıdır.
riferal kan yayması ve kemik iliği morfolojisinden genelde tanım­
Hemolitik anemiler değişik yollarla ortaya çıkarlar. Bazıları
aniden ak »t çıkışlı olarak kişiye sınırlı intravasküler veya ckstra- ol Anemiler ve Polisitemiler 353
vaskiiter hemolizle kendini gösterir; otoimmiln hemolizli hastalar­
da, kalıtsal Embden-Meyerhof yolu defektleri veya glutatyon re- Ayrıca tamda geçmiş öyküsü örneğin sigara içme, yüksek ra­
diiktaz defektli hastalarda görülen çıkış örneği vardır. Hemoglobin kımda yaşama, konjenital kalp hastalığı Öyküsü, peptik ülser hasta­
molekülü kalıtsal bozukluğu veya eritrosit membran bozukluğu bu­ lığı, uyku-apne, kronik akciğer hastalığı veya renal hastalık olabi­
lunan hastalarda genelde hayat boyu hastalık işlevine Özgü tipik lir.
klinik öykü vardır. Kronik hemolitik hastalığı olanlar, örneğin he1 Polisitemili hastalar asemptomatik olabilir veya eritrosit kitlesi
rediter sferositoz anemiyle değil fakat eritrosit haraplanmasının artımıyla ilgili semptomlar veya altta yatan hastalık sonucu eritro­
uzamasından kaynaklanan komplikasyonlar -örneğin aplastik kriz, sit yapımı semptomlarını yaşarlar. Eritrosit kitlesi artımına ait do-
semptomatik bilirubin taşlan veya splenomegalî vardır. minan semptomlar trombotiktir (hem venöz hem arteriyel), çünkü
Akut veya kronik hemolitik olayların ayırdettirici tanısı dikkat­ hematokrit düzeyleri % 55’i aşınca, kan viskozitesilogaritmik ola­
li bir aile öyküsü, klinik sünum örneği, birtakım oldukça spesifik rak artar. Belirtiler parmaklarda iskemiden Jıepafik ven bombo­
laboratuvar çalışmalarının bütün olarak değerlendirilmesiyle olıir zuyla beraber Budd-Chiari sendromuna kadar değişir. Özellikle ab­
(Konu 108). Daha yaygın konjenital hemolitik anemilerden bazıları dominal trombozlar sıktır. Nörolojik semptomlar-örneğin vertigo*
eritrosit morfolojisi, rutin laboratuvar testleri -örneğin hemoglobin tinnitus, baş ağrısı Ve görme bozuklukları oluşabilir. Hipertansiyon
elektroforezi veya eritrosit enzimleri taramalanyla tanınabilir. Erit­ sıklıkla vardır. Hastalarda kolayca morarma, epistaksis veya gast­
rosit yaşamında edinsel defektler sıklıkla immün yolla oluşüriar ve rointestinal yoldan kanama vardır. Hipoksemili hastalarda en kü--
immünoglobulin testi veya soğuk aglutinin fitrelerinin çalışılması­ çük çaba ile siyanoz gelişir veya başağnsı, mental etkinliğin azal­
nı gerektirir (hemolitik antikorların varlığı veya kompleman yoluy­ ması ve yorgunluk vardın
la eritrosit haraplanmasını gösterinek için). Fizik muayenede genellikle kızarık çehre görülür. İtanda sple-
nomegali polisitemiyi destekler (Konu 110), Siyanöz veya sağdan
] £ } TEDAVİ Hafiften orta dereceye değişen anemilerde spesifik sola şantın varlığı konjenital kalp hastalığını düşündürür, özellikle,*
iz i tam konulmaksızın tedaviye başlanmaması ana prensip olmalı­ Fallot tetrolojiSî veya Eisenmeıiger Sendromü düşünülmelidir (Ko­
dır. Nadiren* akut temelli anemiler spesifik tam konulmazdan ön­ nu 234). Artmış kan viskozitesi pulmoner arter basıncını artırır, hi-
ce eritrosit transfüzyonlannı gerektirirler. Eğer anemi akut veya poksemi pulmoner vasküler rezistans artımına yol açar. Bu faktör-l
tedrici çıkışlı ise, uygun tedavinin seçimi, saptanan anemi nedenle­ ler birlikte cor pulmonale oluşturur.
rine göre kararlaştırılmalıdır. Sıklıkla, anemi nedeni multifaktöri- Polisitemiler yüzeyel( plazma volümünde azalma ile ilgili -G a-
yeldir. Örneğin, anti-inflamatuvar ilaç almakta olan şiddetli roma- isboek’s Sendromü) olabilir, başlangıç primer, veya sekonderdir
toid artritli bir hastada kronik inflamasyon kadar intermitten gast­ Sekonder nedenlerin hepsi E P O düzeylerinde ârtışia birliktedir; ya
rointestinal kayıpla beraber kronik kan kaybı hipoproliferatif ane­ doku hipoksisine bağlı fizyolojik olarak uygun adaptasyon (akciğer
miye1eşlik eder. Her bir durumda önceden ve tedavi sırasında has­ hastalığı, yüksek rakım, CO zehirlenmesi, yüksek affiniteli hemog:
tanın demir durumunun değerlendirilmesi her anemide önemlidir. lobinopati) veya aşırayapım ( renal hastalık, ektopik EPO yapımıy-
Transfüzyon Konu 114’de, dem ir tedavisi Konu 105’de, mega- la birlikte tümörler) vardır. Polisiteminin nadir familyal formu nor­
lobldstik anemilerin tedavisi Konu 10 7 ’de, diğer anem ilerde teda­ mal EPO düzeyleri fakat aşın yanıtlı EPO reseptörleri oluşturan
vi ilgili bölümlerde (orak hücre anem isi Konu 106 da, hemolitik mutasyonlarla birliktedir.
anem iler K ohit 108 de, aplastik anem iler ve m iyelodisplaziler K o­
nu 109 dâ)tartqılbuştır, . •
Aneminin tedavisindeki geniş olanaklar son 2 5 yılda oldukça
genişlemiştir.Kan- ve parçalarının verilmesi oldukça mümkün ve --------------:-------- H a s ta y a Y a kla şım ----- _ ----------- ;—
emniyetlidir. Diyalizdeki kronik böbrek hastalarındaki hastaların
yaşamlarını değiştirecek anemi tedavisinde oldukça yaşam değişti­ Şekil 61-5 de görüldüğü gibi, ilk basamak izotop dilusyon tekniği
ricisidir. Orak hücre hastalığı ye krizlerinde de tedavide yeni geliş­ ile Cr51 işaretli otolög eritrositleri hastaya vererek 2 saatlik süre
meler mevcuttur.Sonuç olarak , globin geninde globin yapımı ve sonunda kan örneklerinde radyoaktivite ölçülmesi prensibini kullan
değişikliklerinde oluşan kalıtımsal hastalıklarda,örneğin orak hüc­ narak artmış eritrosit kitlesi varlığını kanıtlamaktır. Eğer eritrosit
re anemisinde, hedeflenmiş genetik tedavinin başarıl) uygulanma­ kitlesi normalse (erkeklerde <36ml/kg, kadınlarda <32ml/kg) has­
sı ile faydalı sonuçlar alınabilir. (Konu. 69). tada yüzeyel polisitemi vardır. Eğer eritrosit kitlesi artmışsa (erkek­
te >36ml/kg, kadmda >32m l/kg), serum EPO düzeyleri ölçülmeli­
dir. Eğer EPO düzeyleri düşük düzeylerde veya EPO yoksa hasta­
da polisitemia vera en olasıdır. Bu tanıyı destekleyecek yardımcı
POLİSİTEMİLER testler artmış lökosit sayısı, bazofil sayısı artımı, trombositoz, lö-‘
kosit alkalen fofataz düzeyleri artımı ve serum vitamin B 12 bağ­
Dolaşımdaki eritrositlerde, sayıca normalin üzerinde artma polisi- layıcı protein düzeyleri artımıdm
temi olarak tanımlanır. Bu artış gerçekten belirgin veya plazma Eğer serum EPO düzeyleri artmışsa, bu yükselmenin hipoksiye
hacmındaki azalmadan dolayı sadece görünebilir olabilir. Eritrosi- fizyolojik yanıt mı yoksa otonom yapım mt olduğunu ayırdetmek
toz terimi polisitemilerle değişken olarak kullanılabilir, fakat bazı­ için gayret göterilmelidir. Düşük arteriyel satiirasyonuna sahip
ları aralarında ayırım gösterir, eritrositozis eritrosit kitlesinde artı­ (<% 92) hastalar eğer yüksek rakımda yaşamıyorlarsa kalp veya ak­
mın tesbitidir,halbuki polisitemiler eritrositlerde hemoglobin artışı ciğer hastalığı yönünden daha ileri değerlendirilmelidir. Normal 0 2
için kullanılır. Polisitemili hastalar sıklıkla hemoglobin veya hema- satürasyonuna sahip sigara ttiryakisi hastalar yüksek EPO düzeyle­
tokrit artışıyla rastlantısal olarak yakalanırlar. Hemoglobin düzey­ rine sahip olabilirler. Çünkü CO bu hastalarda Ö2 ile yer değiştir­
lerinin anormal yüksek sayılacağı kritik düzey erkekler için 170g/L miştir. Eğer karboksihemoglobin (COHb) düzeyleri yüksekse, tam
(17g/dl) ve kadınlar için 150g/L (15g/dl) dir. Hematokrit düzeyle­ sigara tiryakisi polisitemisidir. Bu hastaların acilen sigara içimini
rinin erkeklerde > % 50 veya kadınlarda >% 45 oluşu anormaldir. durdurmaları gerekir. Sigarayı kesemeyenlerde, polisiteminin kont­
Hematokrit >% 60 (erkekte) ve >% 55 (kadınlarda) oluşu daima de­ rolü için flebotomi gerektirir. Normal oksijen satürasyonuna sahip
ğişmez olarak eritrosit kitlesi artımı ile beraberdir. sigara içmeyen hastalar ya dokulara oksijen taşıyamayan anormal
V

354 il H'ustalıkların Ana Bulguları ve Takdim Şekilleri Ek olarak, hemostaz sisteminin kontrolsüz aktivasyonu beyin
veya myokard gibi hayati organlara kan akımım azaltarak tromboz
ve embolilere sebep olabilir. Hemostaz yetersizliğine bağlı trom­
H ct yükselm esi
boz patofizyolojisi daha az anlaşılmış olup, bazı hasta gruplarının
İ
Eritrosit kitlesi ölçüm ü Rölatrf
özellikle tromboz ve emboliye yatkın oldukları tanımlanmıştır. Bu
hasta gruplan (1) cerrahi sonrası immobilize olanlar, (2) kronik
erürositos
yükselm iş konjestif kalp yetmezlikli olgular, (3) atherosklerotik damar hasta-*
lıklı olgular, (4) maligniteli olgular ve (5) hamilelerdir. Bu trombo-
S eru m E P O za eğilimli olguların büyük çoğunluğu kalıtsal veya akkiz "hiperko-
P ollsitem la v e ra
düzeyi ölçüm ü
agulabl" veya "pretrombotik" hastalıklara sahiptir,
Kanamanın başlangıç şekli ve kanama yerleri, ailevi kanama
K alp -a kciğ er bozukluğu eğilimi ve ilaç alımı gibi hastanın öyküsünde yer alan bazı bilgiler
Arteryel O z
ta n ısal d eğ erlen d irm e C O P D , doğru tanının konmasına yardımcı olabilir. Fizik muayene cilt ka­
satürasyon ölçüm ü
y ü k sek rakim , AV-
jf f f namalarım ve önceki hemartrozlara bağlı eklem deformitelerini ta-*
intrakardiyak S am t
mmlamayı sağlar- Ancak, sonuçta kanama hastalığı laboratuar test­
■ < &
. j S ig a ra tiryakisi H em oglobin 0 2 leri ile teşhis edilir. İlk önce sistemik hastalığı, ortaya koyabilmek
afinitesi ölçüm ü için genel tarama testleri kullanılır; sonra tam tanıya ulaşılabilmesi
.Evet.
- için koagulasyon proteinlerine veya trombosit fonksiyonuna özgü
yükselm iş
N o rm a D testler kullanılır.
K arboksi-H b
düzeyleri ölçüm ü 0 2 afinitesi artm ış i'-
Hiperkoagulabl veya pretrombotik olgu da dikkatli bir öykü ile
hem oglobinopati tanımlanabilir. Tanıda üç önemli ipucu yardımcıdır: (1) bilinen pre-
Vukseimi: E P O ka yn ağ ı tü m ö r a ran m ası dispozan bir durum olmaksızın tekrarlayan tromboz ataklan olma­
> IV P /R e n a l ultrasou nd [R e n a l CA -kist] sı, (2) ailevi tromboz öyküsü, (3) adölesan veya genç erişkinde iyi
S ig ara tiryakisi • B eyin C T [S e re b e lla r hem anjiom ]
ÇÎİ'Mğ' dökümante edilmiş tromboembolizm. Bilinen kalıtsal pretrombotik
pollsitemlsl • P elvis C T [U terin levom iyom a]
• K arın C T [H e p ato m a ] hastalıkların hepsi özgül immünolojik, fonksiyonel ve bazı olgular­
da genetik testlerle teşhis edilebilir,

ŞEKİL 61-5 Poüsitemili hastaya tanıda yaklaşım. RBC: eritrosit,


EPO: Eritropoetin, COPD: Kronik obstrüktif akciğer hastalığı, AV: At- NORMAL HEMOSTAZ
rioventriküler, IVP: intravenöz piyelogram, CT: Bilgisayarlı tomografi.
Kanama veya trombozlu hastaların tam teşhisi ve tedavisi hemos­
taz patofizyolojisinin iyi bilinmesine ihtiyaç gösterir, Süreç primer
anormal bir hemoglobine sahiptirler (artmış 02-hemoglobin affini-
ve sekonder komponentlere aynlır ve travma, cerrahi veya hastalık
tesi ile değerlendirilir) veya normal geri inhibisyona yanıt verme­
vasküler endotelyal hattı yaraladığı ve kan subendotelyal bağ doku­
yen bir EPO yapım kaynağına sahiptirler. Daha ileri çalışma EPO
suna temas ettiği zaman başlatılır. Yaralanma yerlerinde trombosit
oluşturan neoplazmalar yönünden yapılır. Hepatoma, uterin leyö-
plak oluşumu sürecine p r i m e r h e m o s ta z adı verilir. Bu süreç yara­
miyoma, renal hastalık veya kistler hepsi abdomino-pelvik bilgisa­
lanma yerinde saniyeler içinde meydana gelir ye kapiller, küçük ar-
yarlı taramalar ile saptanabilirler. Serebellar hemanjiomlar EPO
teriyol ve venüllerden kan kaybını durdurmada esas önceliğe sahip­
sentezleyebilirler, fakat hemen daima semptomlar polisitemi ile il­
tir (Şekil 62-1). S e k o n d e r h e m o s t a z fibrin oluşumu ile sonuçlanan
gili semptomlardan daha çok lokalize edici nörolojik işaretlerle
plazma koagulasyon sistemi reaksiyonlarım içerir. Tamamlanması
kendini gösterirler.
için birkaç dakikaya ihtiyaç vardır. Fibrin bağlan primer hemosta*
tik plağın güçlenmesini sağlar. Bu reaksiyon özellikle daha büyük

TEŞEK K Ü R Aktlvasyon/Sekresyon
OndÖrdüncü baskıda bu bölümü Dr.Robert S.Hillman yazdı ve bu
bölümün temel esasları aynen korunmuştur:

A IBLIO G RA FYA

Hillman RS, Ault KA: Hematology in Clinical Practice. New York, Me Graw-
Hill, 1998.

R o b e rt I . H a n d in

1•O KANAMA VE FROM BOZ


__ Cengiz Beyan, Oral Nevruz

Kanama, intravasküler tromboz ve emboli bazt hastalıklarda sık Adhezyon Agregasyon


gözlenen klinik tablolardır. Hemostaz sistemi normalde damar du­
varı, trombositler ve plazma proteinleri arasındaki ilişkileri düzen­ ŞEKİL 62-1 Primer hemostazda ana olayların şematik gösterimi, ilk
leyerek kan kaybını engellemeye çalışır. Ancak, hastalık veya trav­ olay trombosit adhezyonu olup, trombositler vasküler subendotel gi­
malar büyük arter veya venlere zarar verdiği zaman hemostaz sis­ bi trombosit dışı bir yüzeyle ilişkiye girer. Bunu trombosit aktivasyo­
teminin normal olmasına karşın ciddi kanamalar meydana gelebi­ nu ve sekresyon izler. Trombositlerden salınan bazı ürünler belirtil­
lir. Daha nadir olarak, kanamalar hemostaz sisteminin kendisine ait
miştir. Kısaltmalar: ADP, adenozin difosfat; PDGF, trombosit kökenli
büyüme faktörü; vWF, von Willebrand faktör. Son olay trombosit ag-
kalıtsal veya akkiz hastalıklara bağlı olabilir. Bu şekilde meydana
regasyonu sürecinde aktive trombositlerin bağlanarak tabaka oluş­
gelen çok sayıda kanama hastalığı tanımlanmıştır. turmasıdır.
damarlar için önemlidir ve yaralanma sonrası saatler ve günler içe­ 62 Kanama ve Tromboz 355
risinde kanamadan korur. Burada ayrı olaylar geliştiği halde, primer
ve sekonder hemostaz yakından ilişkilidir. Örneğin, aktive olmuş
trombositler plazma koagulasyonunu hızlandırır ve trombin gibi
plazma koagulasyonunun reaksiyon ürünleri trombosit aktivasyo-
nunu uyarır.
Etkin primer hemostaz üç kritik olaya ihtiyaç gösterir- trombo­
sit adhezyonu, granül salımmı ve trombosit agregasyonu. Yaralan­
mayı izleyen birkaç saniye içinde trombositler integrin ailesinin bir
üyesi olan özgül bir trombosit kollajen reseptörü glikoprotein Ia/IIa
aracılığı ile vasküler subendoteldeki kollajen fîbrillere yapışır. Şe­
kil 6 2 -2 ’de gösterildiği gibi, bu ilişki von Willebrand faktör tarafın­
dan stabilize edilir, bu da trombositlerin vasküler endotel içinde
oluşan yüksek akım kuvvetlerine rağmen damar duvarına bağlı kal­
masını sağlar. Von Willebrand faktör bu görevi trombosit reseptör
bölgesi glikoprotein Ib/IX ile subendotelyal kollajen fıbriller ara­
sında bir ilişki sağlayarak gerçekleştirir. Yapışan trombositlerden
daha önce oluşmuş granül içerikleri salınır ve Şekil 6 2 -1 ’de görü­
len mediatörler belirir. ŞEKİL 62-3 Trombositlerde tromboksan A2 ve endotel hücrelerinde
Diğer hücrelerde olduğu gibi, trombosit aktivasyonu ve sekres-
prostasiklln (PGI2) üretimi.
yonu siklik nükleotidlerin düzeylerindeki değişimler, kalsiyum akı­
zincir kinazı ve bir 47 kilodaltonluk proteini (plekstrin) içeren bir
şı, membran fosfolipidlerinin hidrolizi ve kritik intrasellüler prote­
çok maddeyi fosforile eden protein kinaz C ’yi aktive eder. Bunlann
inlerin fosforilasyonu ile düzenlenir. İlişkili mekanizmalar Şekil
veya diğer proteinlerin fosforilasyonu trombosit granül sekresyonu-
62-3 ve 6 2 -4 ’te gösterilmiştir. Epinefrin, kollajen veya trombin gi­
nu düzenler.
bi agonistlerin trombosit yüzey reseptörlerine bağlanması iki
Trombosit aktivasyonunun hızı ve yaygınlığı çok iyi dengelen­
membran enzimi- fosfolipaz C ve fosfolipaz A2 tarafından aktive
miş bir mekanizma ile kontrol edilir (Şekil 62-3). T X A 2 , trombosi-
edilir. Bu enzimler iki ana membran fosfolipidi fosfatidilinozitol ve
tin bir araşidonik asit ürünü olup trombosit aktivasyonunu ve sek-
fosfatidilkolinden araşidonik asit salınımmı katalize ederler. Baş­
resyonunu stimüle eder. Zıt olarak, prostasiklin araşidonik asit me­
langıçta, salman küçük miktarda araşidonik asit fosfolipaz C ’yi ak­
tabolizmasının bir endotel hücresi ürünü olup, trombosit içi siklik
tive edebilen tromboksan k ^ y t (T X A 2 ) dönüşür. Araşidonik asit­
adenozin monofosfat düzeylerini yükselterek trombosit aktivasyo­
ten T X A 2 oluşumu siklooksijenaz enzimi aracılığı ile gerçekleşir
nunu inhibe eder.
(Şekil 62-3). Bu enzim aspirin ve nonsteroidal antiinflamatuar ilaç­
Aktivasyonu takiben, trombositler granül içeriklerini plazmaya
lar tarafından itıhibe edilir. T X A 2 sentezi inhibisyonu bazı olgular­
da hafif kanama sebebidir ve bazı antitrombotik ilaçlar da benzer
etkiye sahiptir.
Membran fosfolipidi fosfatidilinozitol 4 ,5-bifosfatm hidrolizi
her ikisi de trombosit metabolizmasında kritik rollere sahip olan di-
açilgliserol (DAG) ve inozitol trifosfatı (IP3) üretir. IP3 trombosit
sitozolüne kalsiyum hareketini sağlar ve myozin hafif zincirlerinin
fosforilasyonunu stimüle eder. Akünle etkilenme granül hareketini
ve trombosit şekil değişikliğini kolaylaştırır. DAG myozin hafif

ŞEKİL 62-4 Trombosit aktivasyonu ve sekresyonunun biyokimyasal


temeli. Trombin, epinefrin veya kollajen gibi agonistlere bağlanma
membran fosfolipidlerinin hidrolizi, adenilat siklaz inhibisyonu, hücre
içi kalsiyumun mobilizasyonu ve kritik hücre içi proteinlerin fosforilas-
yonundan oluşan bir seri olaylar zincirini başlatır. Bunlann sonucu
şekil değişikliği, kanaliküler sisteme granüllerin hareketi, tromboksan
ŞEKİL 62-2 Trombosit adhezyonu ve agregasyonun moleküler teme­ gibi mediatörlerin üretimi ve granül sekresyonudur. Kısaltmalar
li. Trombositlerin vasküler subendotele adhezyonu damar duvarında­ AC, adenilat siklaz; G, guanin nükleotid-bağlayan protein; PIP2, fos­
ki kollajen flbriller İle trombosit glikoprotein lb/IX (Gplb-IX) reseptör­ fatidilinozitol 4,5-bifosfat; PLC, fosfolipaz C; DAG, diaçilgliserol;
leri arasında köprü oluşturan von Willebrand faktör tarafından kolay­ PLA2, fosfolipaz A2; PC, fosfatidilkolin; AA, araşidonik asit; CO, sik­
laştırılır. Benzer şekilde, trombosit agregasyonu bitişik trombositleri looksijenaz; 0 2, oksijen; IP3, inozitol trifosfat; cAMP, siklik AMP; Ca-
trombosit glikoprotein llb ve İlla kompleksi (Gpllb-llla) üzerindeki CM, kalsiyum kalmodulin kompleks; MLCK, myozin hafif zincir
reseptörler aracılığı ile bağlayan fibrinojen tarafından gerçekleştirilir. kinazı.
tarda plazma fibrinojenini fibrine çevirecek
yeterlilikte trombinin üretimi ile sonuçlanan
bir seri reaksiyona ayrılır (Şekil 62-6). Reak­
siyonlardan herbiri yüzeye bağlanan komp­
leks oluşumuna ve sınırlı proteoliz ile inaktif
prekürsör proteinlerin aktif proteazlara dö­
nüşümüne ihtiyaç gösterir ve herbiri plazma
ve hücresel kofaktörier ile kalsiyum tarafın­
dan düzenlenir.
R e a k s iy o n 1 , koagulasyonun kontakt ve­
ya intrinsik fazı olup, üç plazma proteini,
Hageman faktör (faktör XII), yüksek mole­
kül ağırlıklı kininojen (HMWK) ve prekal­
likrein (PK) vasküler subendotelyal kollajen
üzerinde bir kompleks oluşturur. HMWK’ya
bağlanma sonrası, faktör XII yavaşça aktif
bir proteaza (X ü a) döner, ö da prekallikreini
kallikreine ve faktör X I'i X la ’ya aktîve eder.
ŞEKİL 62-5 Klinikolarak önemi bazı koagulasyon reakslyonlannın şematik gösterimi. Akti- K allikrein X ll’nin XH a’ya dönüşümünü hız­
ve olmamış veya prekörsör proteinler romen rakamlan ile ve aktif formlar ise alt kısma "a* landırır, aşamalı olarak X Iâ oluşur. Faktör X I
ilavesi ile gösterilmiştir. Diğer kısaltmalar HMWK, yüksek molekül ağırlıklı kininojen; PK,
aktivasyonu için alternatif bir mekanizma
prekallikrein; PL, fosfolipid; TM, trombomodülin; Ca2+, kalsiyum. Kontakt sistem ve doku
faktörü ilişkii veya ekstrinsik sistem olarak bilinen iki bağımsız aktivasyon yolu vardır. Bu iki olabilir; çünkü faktör XII, HMWK veya PK
yol faktör X aktivasyonu noktasında birleşir ve fibrinojeni fibrine çeviren tıombin üretimini eksik olan hastalarda hemostaz normal ola-,
sağlar. Bu reaksiyonlar faktör VII dışındaki tüm koagulasyon proteini serin proteazlar ile rak işlemekte ve klinik kanama oluşmamak-
kompleks oluşturan antitrombinve faktörVve VIM’j inaktive eden protein C-proteln S sistemi tadn.
tarafından düzenlenir. R e a k s iy o n 2 faktör V ü ’nin bir proteaza

salarlar. Lizozomlardan endoglikozidazlar ve heparin parçalayan aktivasyonu ile koagulasyonu başlatan ikinci
bir enzim; dens graniillerden kalsiyum, serotonin ve adenozin di- yolu sağlar. Bu ekstrinsik veya doku faktörü ilişkili yol olup faktör
fosfat (ADP) ve a ğranüHerden ise vön Willebrand faktör, fibronek- VII, kalsiyum ve hücre membranlannda bulunan ve hücresel hasar­
tin, trombospondin, trombosit kökenli büyilme faktörü (PDGF) ve la salman bir lipoprotein olan doku faktörü arasında bir kompleks
bir heparin nötralize edici proteini (trombosit faktör 4 ) içeren bir­ oluşur. Doku faktörü-VII yolu devamlı olarak aktiftir ve bazal ko-
çok protein salınır. Salman A DP pürineıjik reseptörlere bağlandığt agulasyona ana bir katkı sağlar. Faktör VII ve diğer üç koagulasyon
zaman, glikoprotein Ub/IIIa kompleksini fîbrinojene ve yapışkan proteini faktör Q (protrombin, IX ve X ) biyolojik aktivite için kal­
trombos itleri hemostatik plağa bağlayacak şekilde şekil değişikliği­ siyum ve vitamin K ’ya ihtiyaç gösterir. Bu proteinler karaciğerde
ne uğratır (Şekil 62-2). Salınan PDGF tamir sürecinde en önemli sentez edilir, orada vitamin K ilişkili karboksilaz çeşitli glutamik
aşama olan damar duvarındaki fibroblastlann ve düz kas hücreleri­ asit artıklarına ikinci bir karboksil grubu ekleyerek tek bir postt-
nin büyümesini ve göçünü stimüle ed e r . ranslasyonel modifikasyonu katalize eder. Bu di-g-karboksigluta-
Primer hemostatik plak oluştuğu zaman plazma koagulasyon mik asit (Gla) artık çiftleri kalsiyum bağlar ki o da fosfolipid yü­
proteinleri sekonder hemostazı başlatacak şekilde aktive olurlar zeylere bağlanmada protein konformasyonünu değiştirir ve biyolog
Koagulasyon şeması değişik inhibitürlerin rolünü de içerecek şekil­ jik aktiviteyi belirler. Bu modifikasyonun vitamin K antagonistleri
de Şekil 62 -5 'de gösterilmiştir. Koagulasyon Şeması küçük bir mik­ (warfarin gibi) ile inhibisyonu antikoagulan tedavinin en yaygm şe­
killerinden birine temel teşkil eder.
R e a k s iy o n 3 ' te, faktör X daha önceki iki re­
aksiyonda oluşturulan proteazlar tarafından akti­
ve edilin Reaksiyonlardan birinde, faktör Vm,
IX ve X arasında kalsiyum Ve lipid bağımlı
kompleks oluşur. Bu kompleks içinde faktör
X Ia tarafından faktör IX a ’ya çevrilen faktör IX
intrinsik yoldan üretilir (reaksiyon 1). Ondan:
sonra faktör X , faktör VEfi ile yakın bir ilişki
içinde faktör DCa’dan aktive edilir. Alternatif
olarak, gerek faktör IX , gerekse X ekstrinsik yol­
dan üretilen faktör V ila aracılığı ilb daha direkt
olarak aktive edilebilir (reaksiyon 2). Faktör IX
ve X ’un aktivasyonu intrinsik ve ekstrinsik ko­
agulasyon yollan arasında bir bağlantı sağlar
(Şekil 62-5),
R e a k s iy o n 4 , son basamak olup, faktör V,
kalsiyum ve fosfolipid varlığında protrombini
trombine çevirir. Protrombin dönüşümü değişik
ŞEKIL 62-6 Ana koagulasyon reaksiyonlar bölünmüş ve şematik olarak benzerlikleri doğal ve suni fosfolipidden zengin yüzeylerde
vurgulanmıştır. Hepsi yüzeye bağlı enzim-kofaktör kompleksleri oluşturur. Kısaltmalar oluşabildiği halde, aktive trombosit veya endotel
PK, prekallikrein; K, kallikrein; HMWK, yüksek molekül ağırlıklı kininojen; TF, doku fak­
hücreleri yüzeyinde birkaç bin kat daha hızlıdır.
törü; Ca2+, kalsiyum; PT, protrombin; Thr, trombin. Klasikolarak, diğer koagulasyon fak­
törleri romen rakamlan ile, aktif formda olanlar ise alt kısma *a* ilavesi ile gösterilmişler­ Trombin hemostazda çok yönlü fonksiyonlara
dir. a a a , kalsiyum ve fosfolipid bağlayan faktör VII, IX, X, Xa ve protrombinin di-y-kar- sahiptir. Hemostazda ana rolü fıbrinojenin fibrine
boksiglutamik asit içeren alanlannı gösterir. dönüşümü olup, aynca faktör V ,V m , X Ü I’ü akti-
ve ve (rombosit agregasyon ve sekresyonunu stimüle eder. Fibrino-
jcııin a ve b zincirlerinden fibrinopeptit A ve B ’nin salınımmı taki­
ben fibrin monomeri olarak adlandırılan ve çözünmez jel şeklinde
polimerize olan modifiye molekül meydana gelir. Daha sonra fib­
rin polimeri bir plazma transglutaminazı olan faktör XHIa tarafın­
dan çapraz bağlanma ile stabilize edilir (Şekil 62-5).
Koagulasyonun klasik görüntüsü klinik olarak iyi anlaşılmış gi­
bi durmasına karşın, birçok önemli soruyu cevapsız bırakır (1) Ni­
çin faktör X ü eksikliği dramatik olarak parsiyel tromboplastin za­
manım (PTT) uzattığı halde kanamaya sebep olmaz? (2) Niçin fak­
tör X I eksiklikli hastalarda kanama semptomlarında heterojenite
vardır? (3) Niçin faktör VIII veya IX eksiklikli hastalarda ekstrin-
sik yol sağlam olduğu halde ağır kanamalar oluşmaktadır? Doku
faktörü-V ila kompleksi aracılığı ile faktör IX ve X ’un aktivasyonu
hemostazm başlamasında ana rolü oynar. Bu ilişki ile koagulasyon
bir kez başlatıldığı zaman, doku faktörü yolu inhibitörü (TFPI) int-
rinsik yolu ve elemanlarım, özellikle trombin üretiminin ana dü­
zenleyicileri olan faktör VIII ve I X ’u bloke eder. Yoldaki bu basa­
mak niçin faktör X II eksik hastaların asemptomatik olduğunu ve
niçin faktör X I eksik hastaların sadece hafif veya orta derecede ka­
nama diyatezine sahip olduğunu açıklar (Şekil 62-7).
Pıhtı lizisi ve damar tamiri kusursuz hemostatik plağın oluşma­
sından hemen sonra başlar. Fibrinolitik sistemin üç potansiyel ak- ŞEKİL 62-8 Fibrinolitik yolun şematik gösterimi. Eridotel hücrelerin­
tivatörü vardır: Hageman faktör parçalan, üriner plazminojen akti- den salınan doku plazminojen aktivatörü (tPA) fibrin pıhtısına girer ve
vatör (uPA) veya ürokinaz ve doku plazminojen aktivatörü (tPA). plazminojeni plazmine aktive eder. Her serbest plazmkı a2-plazmin
Esas fizyolojik aktivatörler tPA ve uPA olup endotel hücrelerinden inhibitörü (a2PI) ile kompleks oluşturur. Fibrin, fibrin yıkım ürünleri
diffiiz olarak salınır ve fibrin pıhtısı içerisinde yer alan plazminoje- olarak ifade edilen düşük molekül ağırlıklı parçalara ayrılır (FDP).
ni plazmine çevirir (Şekil 62-8). Plazmin fibrin polimerlerini mo-
nosit-makrofaj sistemi tarafından temizlenecek şekilde küçük par­ lasyon faktörlerinin yüzeylere yapışması ve oluşan pıhtı tarafından
çalara ayırır. Plazmin fibrinojeni de degrade edebildiği halde bu re­ yakalanması ve plazmadaki çok sayıda inhibitor tarafından idame
aksiyon lokalize kalır, çünkü (1 ) tPA ve bazı uPA formları fibrin ettirilir. An titrombin, protein C ve S ve TFPI kanın akışkanlığını
pıhtısı içinde olduğu zaman plazminojene karşı daha aktiftirler; (2) idame etmede önemli inhibitörlerdir. . .,
dolaşıma giren her plazmin 0 2 -plazmin inhibitörüne hızla bağlanır Bu inhibitörler ayrı etki özelliklerine sahiptirler. An titrombin
ve nötralize edilir (Bu faktörün eksik olduğu hastalar kontrolsüz faktör VII haricindeki tüm serin pro teazı koagulasyon faktörleri ile
fibrinoliz ve kanamaya sahiptirler) ve (3) endotel hücreleri tPA et­ kompleksler oluşturur (Şekil 62-5). Kompleks oluşum hızlan hepa­
kisini bloke eden bir plazminojen aktivatör inhibitor (PAI-1) salgı­ rin ve endotel hücrelerinin yüzeyinde yer alan heparin benzeri mo­
larlar. leküller tarafından hızlandırılır. Heparinin antitrombin aktivitesini
Her koagulasyon enziminin yalnızca az bir kısmı aktif forma hızlandırabilme yeteneği antikoagulan etkisi için esastın Protein C
çevrilir. Bunun bir sonucu olarak, hemostatik plak yaralanma yeri­ tro m b o m o d ü lin olarak adlandırılan bir endotel hücre proteinine bağ­
nin ötesine yayılmaz. Her mililitre kan vücuttaki tüm fibrinojeni landıktan sonra trombin tarafından aktif proteaz haline çevrilir, Ak­
10-15 saniye içerisinde pıhtılaştırma potansiyeline sahip olduğun­ tive protein G sınırlı proteolizle iki plazma kofaktörü V ve VIÜ’i
dan, kesin kontrol önemlidir. Kanın akışkanlığı kan akımı, koagu- inaktive ederek iki kritik koagulasyon reaksiyonunu yavaşlatır. Pro­
tein C endotel hücrelerinden tPA salınımmı da stimüle eder. Protein
C ’nin inhibitor fonksiyonu protein S tarafından arttmlır. Antitrom­
bin, protein C veya S ’in azalmış düzeyleri veya bu moleküllerin dis-
fonksiyonel formlan hiperkoagulabl veya pretrombotik durumla so­
nuçlanın Ek olarak, hiperkoagulabl duruma sebep olan özellikle
yaygın kalıtsal bir defekt faktör V ’in protein C inhibisyonuna di­
rençli bir formunun varlığıdır (faktör V Leiden). Açıklanamayan ve-
nöz tromboembolili hastaların % 2 0 -5 0 ’si bu defekte sahiptir.
Kan koagulasyonu vücudun her yerinde aym şekilde oluşmaz.
Kan pıhtısının kompozisyonu yaralanmanın yerine göre değişken­
lik gösterir. Kan akımının yavaş olduğu venlerde oluşan hemosta­
tik plaklar veya trombüsler fibrinden zengindir ve eritrositleri ya­
kalarken nispeten daha az trombosıt içerirler. Bunlar sıklıkla cerra­
hi veya patolojik örneklerdeki görünümlerinden ötürü k ı m ı z ı tro m ­
b u s olarak adlandırılırlar. Bu kırmızı trombüslerin serbest kısımla­
rı, en sık olarak bacak venlerinde oluşanları, koparak pulmoner do­
laşımda embolilere sebep olabilirler. Zıt olarak, arterlerde yüksek
akım altında oluşan pıhtılar ağırlıklı olarak trombositlerden oluşur
ve az miktarda fibrin içerir. Bu b e y a z tro m b ü s le r arter duvarından
kolayca ayrılırlar ve distal bölgelerde emboliye yol açarak geçici
ŞEKİL 62-7 Doku faktörü-Vlla kompleksinin (TF-Vlla) ve doku fak­
veya devamlı iskemi yaratırlar. Bu pıhtılar özellikle geçici körlük
törü yolu inhibitörünûn (TFPI) koagulasyona katkısı. TF-V lla
tarafından faktör IX'un başlangıç aktivasyonu faktör XII ve XI gibi veya inme gibi geçici nörolojik disfonksiyona yol açacak şekilde
erken faktörlerin eksiklikleri için kompanzasyon sağlar, TFPI serebral ve retinal dolaşımda yaygın emboli sebebi olurlar. Ek ola­
tarafından TF-Vlla‘nın inhibisyonu normal hemostaz için kritik olan rak, myokard enfarktüs ataklarının büyük çoğunluğu hastalıklı ko­
IXa ve Villa tarafından faktör Xa aktivasyonunun sürmesini sağlar. roner arterlerdeki atherosklerotik plakların rüptürü sonucu oluşur­
PL, fosfolipid. lar. Yaralanmaya fizyolojik cevap olarak oluşan hemostatik plaklar
358 :i H asu ıiıkbr!:! .'ura B u izu ian vo i’a kriinı Şekilleri ması plazma koagulasyon defektlerinde yaygm bir bulgudur. Tek­
rarlayan eklem kanamaları sinovial kalınlaşmaya, kronik inflamas-
patolojik trombüslere çok benzerdirler. Tromboz koagulasyonun yona, sıvı toplanmalarına, eklem kıkırdağında erozyona ve ilişkili
yanlış yer ve yanlış zamanda oluşması olarak tanımlanabilir. olarak kronik eklem deformitesi ve eklem hareketliliğinde kısıtlan­
maya sebep olabilir. Hemofili olarak isimlendirilen iki X ’e bağlı
KLİNİK DEĞERLENDİRME koagulasyon hastalığı olan faktör VIII ve IX eksikliklerinde eklem
deformiteleri özellikle yaygındır. Sebebi çok açık olmasa da, he-
martrozlar diğer plazma koagulasyon defektlerinde daha az görü­
Ö Y K Ü Öyküde çeşitli özellikler kanamanın altta yatan bir hemos-
lür. Değişik vücut boşluklarında veya yumuşak dokularda kan top­
tatik hastalığa mı, yoksa lokal anatomik bir defekte mi bağlı oldu­
lanmaları sekonder olarak dokularda nekroza ve sinir sıkışmalarına
ğu noktasında özellikle yararlıdır. Bir ipucu kanama öyküsünün diş
sebep olabilir. Retroperitoneal hematomlar femoral sinir sıkışmala­
çekimi, doğum veya küçük cerrahi gibi yaygın hemostatik stresleri
rına yol açabilir ve yumuşak dokularda kanın büyük miktarlarda
takiben oluşmasıdır. Kan transfüzyonu gerektirecek boyutta kana­
göllenmesi bazen pseudotümör sendromu gibi tabloları taklit ede­
ma olması da özel öneme sahiptir. Kanamaya ait aile öyküsü olma­
bilir. Hava yolunu tıkaması nedeni ile orofarenks ve merkezi sinir
sı ve kanamanın travma veya cerrahi ile ilişkisiz bir şekilde çeşitli
sisteminden gelişen kanamalar hayatı en çok tehdit eden kanama­
odaklardan olması sistemik bir hastalığı destekler. Kanamanın ha­
lardır. İntraserebral kanamalar ağır koagulasyon hastalıklı hastalar­
fif olması veya kanamaya dair aile öyküsünün olmaması kalıtsal
da ölüme yol açan nedenlerden biridir. Birçok vericiden plazma ve
hemostatik hastalıkları ekarte ettirmez.
faktör konsantreleri alma ihtiyaçlarından dolayı, bazı hemofildi
Trombosit hastalıklarında kanama genellikle cilt ve mukozal
hastalar vericiye yönelik etkin tarama testlerinin uygulanmasından
membranlarla lokalizedir, genellikle travma veya cerrahiyi takiben
önceki dönemde HIV enfeksiyonu ile enfekte olmuş olabilirler,
hemen oluşur ve lokal müdahalelerle kolayca kontrol altına alına­
LA BO R A TU A R T E S T L E R İ Primer hemostatik sistem için
bilir (Tablo 62-1). Zıt olarak, plazma koagulasyon defektlerine se-
en duyarlı tarama testleri (1) k a n a m a z a m a n ı (trombosit fonksiyo­
konder kanamalar yaralanmadan saatler-günler sonra meydana ge­
nunun hassas ölçümü) ve (2) tr o m b o s it sa y ım ıd ır. Trombosit sayı­
lir ve lokal müdahalelerden etkilenmez. Kanamalar ekseriyetle de­
mı kanamanın yoğunluğu ile iyi bir paralellik gösterir. Normal
rin cilt altı dokularda, kaslarda, eklemlerde ve vücut boşluklarında
trombosit sayısı 150.000-450.000/pL’ dir. Sayım > 100.000/pL ol­
oluşur. Dikkadi ve ayrıntılı bir Öykü hemostatik hastalığın varlığı­
duğu zaman, hastalar genellikle asemptomatiktir ve kanama zama­
nı ortaya koyabilir ve başlangıç laboratuar tesüerinin belirlenmesi­
nı normaldir. Trombosit sayısı 50.000- 100.000/pL olduğu zaman
ne yardımcı olur.
kanama zamanında hafif bir uzama gözlenir ve kanama sadece cid­
F İZ İK M U A YEN E En yaygın fizik bulgu cilt ve mukozal
di travmalar ile oluşur. Trombosit sayısı < 50.000/pL olan hastalar
membranlarda kanama gözletımesidir. Kanın ciltte toplanması p u r ­
kolay kanama eğiliminde olup, küçük travmalar sonrası ciltte pur­
p u r a olarak adlandırılır ve ciltte kanamanın yerine göre ikiye ayrı­
puralar ve mukozal membran cerrahisi sonrası kanamalar gözlenir,
lır. Kapillerlerden eritrosiderin dermişe sızmasına bağlı olarak olu­
Trombosit sayısı <20.000/pL olan hastalarda genellikle peteşi tar­
şan küçük topluiğne başı büyüklüğünde kanamalar p e t e ş i olarak
zında olmak üzere spontan kanama sıktır ve intrakranial ve diğer iç
adlandırılır ve trombosit hastalıkları, özellikle ağır trombositopeni
organ kanamaları görülebilir. Ana trombositopeni sebepleri Tablo
için karakteristiktirler. Kanın küçük arteriyol ve venüllerden sıza­
6 2 -2 ’de gösterilmiştir..
rak daha büyük çaplarda subkuten mesafede toplanması e k im o z
Trombosit anormalliği olan hastalar normal trombosit sayısına
olarak tanımlanır veya eğer daha derinde oluşmuş ve palpe edilebi­
ve uzamış kanama zamanına sahiptirler (Tablo 62-3). Kanama za­
liyor ise h e m a to m olarak ifade edilir. Bunlar da trombosit defekti
manı yüzeyel, küçük bir cilt insizyonu ile gerçekleştirilir ve yara­
olan hastalarda yaygındır ve küçük travmaların sonucu olarak mey­
lanma yerinden kanın akış zamanına bakılır. Dikkatli standardizas­
dana gelirler. Genişlemiş kapillerler veya telenjiektaziler herhangi
yon ile kanama zamanı trombosit fonksiyonu için güvenilir ve has­
bir hemostatik defekt olmaksızın kanamaya sebep olabilirler. Ek
olarak, kapillerler ve küçük verier için destek olan bağ dokusunun sas bir testtir. Otomatik bistüri insizyonun uzunluğunu ve derinliği­
ni kontrol eder (genellikle 1 mm derinlik ve 9 mm uzunluk) ve sa­
yaşlanma ile kaybı, el sırtı gibi lokalizasyonlarda bulunan yüzeyel
bit olarak ön kola bir sfıgntiomanometre ile 4 0 mmHg’hk bir basınç
damarların frajilitesini arttırır ve kanın cilt altı dokuya sızması ile
uygulanır. Kanama zamanı bakılırken teknik farklılıklar önemli
senil purpuralar oluşur. Menorâji bazen ağır trombositopenisi veya
farklı sonuçlara yol açabildiği için deneyimli teknisyen tarafından
trombosit disfonksiyonu olan kadınlarda ciddi bir problem olabilir.
uygulanmalıdır. Kanama zamanı 10 dakikadan büyük olan her has­
Özellikle von Willebrand hastalığı gibi bazı primer hemostatik de-
ta kanama yönünden artmış riske sahiptir, ancak risk kanama zama­
feküi hastalarda sıklıkla gastrointestinal sistemde yaygın gözlenen
nı 15-20 dakikadan büyük olana kadar büyümez. Şekil 6 2 -9 ’da
bir vasküler malformasyon olan anjiodisplaziye eşlik eden tekrarla­
gösterildiği gibi, trombosit sayısı ile kanama zamanı arasındaki
yan gastrointestinal kanamalar görülebilir.
ilişki kabaca doğrusaldır. Primer hemostazda bir defekt bulunduğu
Retroperiton veya eklemler gibi vücut boşluklarına kanama ol­

Tablo 62-1 Primer ve Sekonder Hemostaz Hastalıklarının Klinik Özel­ Tablo 62-2 Trombositopeni Sebepleri
liklerindeki Farklılıklar
Kemik iliğinde megakaryositlerin üretiminde azalma
Primer Hemostaz Sekonder Hemostaz Tümör veya fıbrozis ile kemik iliği infıltrasyonu
Defektleri (Trombosit) Deefektleri (Plazma Kemik iliği yetmezliği-aplastik, hipoplastik anemiler, ilaç etkisi
K lin ik Özellikler Defektleri) Protein Defektleri) Dolaşımdaki trombosiüerin splenik sekesrasyonu
Tümör infıltrasyonuna bağlı dalakta büyüme
Travma sonrası Ani Gecikmiş saaüer ve­ Portal hipertansiyona bağlı dalakta konjesyon
kanama başlangıcı ya günler Dolaşımdaki trombosiüerin artmış yıkımı
Kanama yerleri Yüzeyel-cilt, mukozal Derin-eklemler, kas, İmmün olmayan yıkım
membranlar, burun, retroperiton Damar protezleri, kalp kapaklan
gastrointestinal ve ge- Yaygın damar içi pıhtılaşma
nitoüriner sistem Sepsis
Fizik bulgular Peteşi, ekimoz Hematomlar, hemart- Vaskülit
rozlar İmmün yıkım
Aile öyküsü Otozomal dominant Otozomal veya X ’e Trombosit antijenlerine karşı otoantikorlar
bağlı resesif İlaca bağlı antikorlar
Tedaviye cevap Ani, lokal yaklaşımlar Sistemik tedaviye ih­ Dolaşan immün kompleksler (sistemik lupus eritematozus, viral ajanlar,
etkili tiyaç gösterir bakteriyel sepsis)
'tablo fs2 J Prim er Hcm ostaz ı.Trombosit) H astalıklar; i:2 Kanama vc Trornboz 359
liombosit adhezyon defeküeri
Von Willebrand hastalığı Tablo 62-4 Sekunder Hemostatik Hastalıklar ve Koagulasyon Test
Bemard-Soulier sendromu (GpIb/IX’un yokluğu veya disfonksiyonu) Anormallikleri Arasındaki İlişki
Trombosit agregasyon defektleri
Parsiyel tromboplastin zamanında (PTT) uzama
Glanzmann trombastenisi (GpIIb/IIIa’mn yokluğu veya disfonksiyonu)
Klinik kanama yok-faktör XII, HMWK, PK
Trombosit salınım defektleri
Hafif veya nadir kanama-faktör X I
Azalmış siklooksijenaz aktivitesi
Sık, ciddi kanama-faktör V III ve IX-
İlaca bağlı-aspirin, nonsteroidal antiinflamatuar ajanlar
ProUombin zamanında (PT) uzama
Konjenital
Faktör V II eksikliği
Granül depo havuz defektleri
Vitamin K eksikliği-erken
Konjenital
Warfarin antikoagulan alımı
Akkiz
PTT ve PT’de uzama
Üremi
Faktör II, V veya X eksikliği
Trombosit yüzeyinin kaplanması (penisilin veya paraproteiiıler gibi)
Vitamin K eksikliği-geç
Trombosit koagulan aktivitesinde defektler 1
Warfarin antikoagulan alımı
Scott sendromu
Trombin zamanında (TT) uzama
Kısaltma: Gp, glikoprotein. Hafif veya.nadir kanama-afıbrinojenemi
Sık, ciddi kanama-disfibrinojenemi
zaman, trombosit disfonksiyonunun sebebini ortaya koymak için Heparin benzeri inhibitörler veya heparin tatbiki.
özel testlere ihtiyaçgardır (Tablo 62-3). Tedavi planlanmadan önce PT ve/veya P TT ’de normal plazma ile düzeltilemeyen uzama
kesin tanının bilinmesi önemlidir. Özellikle hafif von Willebrand Spesifik veya ndnspesifik inhibitor sendromlan
hastalığı gibi kanama yönünden kuvvetli öykü veren hastalar) von 5 M Ürede pıhtı çözünürlüğü
Willebrand faktörün seviyesindeki siklik değişimlerden ötürü nor­ Faktör X III eksildiği
İnhibitörler veya defektif çapraz bağlanma
mal kanama zamanına sahip olabilirler. Kesin teşhis için tekrarlı
Hızlı pıhtı lizisi
testler uygulamak gerekebilir. Preoperatif hazırlıkta kanama zama­
ctj plazmin inhibitörü
nı etkili bir tarama testi değildir.
Plazma koagulasyon fonksiyonu PTT, protrombin zamanı (PT), Kısaltmalar HMWK, yüksek molekül ağırlıklı kininojen; PK, prekallikrein.
trombin zamanı (TT) ve kantitatif fibrinojen tayini ile kolayca öl­
çülür (Şekil 62-5, Tablo 62-4). PTT koagulasyon sisteminin intrin- lobulin lizis veya tam kan pıhtı lizis testleri ile pıhtı lizis hızuım öl­
sik kolunu tarar ve faktör X II, HMWK, PK, X I, IX ve V lII’in ye­ çülmesi ve a 2 plazmin inhibitörü ve PAI-1 düzeyleri ölçümü ile de­
terliliğini test eder. PT ekstrinsik veya doku faktörü ilişkili yolu ta­ ğerlendirilebilir. Scott sendromu rezidüel protrombin miktarım öl*
rar, Her iki test aynı zamanda faktör X aktivasyonundan itibaren çen serum protrombin zamanı ölçümleri ile tayin edilebilir.
oluşan ortak koagulasyon yolunu da değerlendirir. PT ve PTT’de Tromboza eşlik eden durumlar Tablo 6 2 -5 ’de listelenmiştir.
uzama normal plazma eklenmesi ile düzelmiyorsa bir koagulasyon Klinik bulgular temelinde hiperkoagulabl veya pretrombotik hasta­
inhibitor!) varlığını destekler. PT ve PTT’de uzama bir koagulasyon lığa sahip olduğundan şüphe edilen hastalar spesifik ölçümler ile
inhibitörü varlığını araştırmayı sağlayan normal plazma ilavesi
sonrası düzelmez. PTT ve P T ’nin her ikisi de uzamış bulunduğu
zaman TT veya fibrinojen düzeyi gibi fıbrinojenin fibrine dönüşü­
Tablo 62-5 Trombotik Hastalıklar
münü gösteren özel bir teste ihtiyaç vardır. Tarama testleri ile anor­
mallikler tespit edildiği zaman defektin tabiatını tespit etmek için Kalıtsal
daha özgül koagulasyon faktör ölçümlerine ihtiyaç vardır. Koagulasyon faktörlerinin defektif inhibisyonu
Birçok nadir koagulasyon anormalliği bu tarama testlerini etki­ Faktör V Leiden (aktive protein C ’nin inhibisyonuna direnç)
lemediği için gözden kaçabilir: faktör XIII eksikliği, a2 plazmin in­ Antitrombin III eksikliği
Protein C eksikliği
hibitor eksikliği, PAI-1 eksikliği (PAI-1, plazminojen aktivatörleri-
Protein S eksikliği
nin ana inhibitörüdür) ve bir trombosit koagulan defekti olan Scott
Protrombin gen mutasyonu (G40210A)
sendromudur. PT ve PTT’nin her ikisi de normal ancak kanama öy­ Pıhtı lizisinde bozulma
küsü ciddi ise 5 M ürede pıhtı çözünürlüğü gibi faktör XIII ilişkili Disfibrinojenemi
fibrin çapraz bağlanması testi yapılmalıdır. Fibrinolitik sistem ög- Plazminojen eksikliği
tPA eksikliği
PAI-1 fazlalığı
Kesin olmayan mekanizmalar
Homosistinüri - ? endotel hasarı
Akkiz
Hastalıklar veya sendromlar
Lupus antikoagulanjantikardiolipin antikor sendromu
Maligniteler
Myeloproliferatif hastalıklar
Trombotik trombositopenik purpura
Estrojen tedavisi
Hiperlipidemi
Diabetes mellitus
Hiperviskozite
Nefrotik sendrom
Konjestif kalp yetmezliği
Paroksismal noktümal hemoglobinüri
Fizyolojik durumlar
Hamilelik (özellikle postpartum)
Obesite
ŞEKİL 62-9 Trombosit sayısı ve kanama zamanı arasındaki ilişki. Postoperatif durumlar
(LA Harker, Hemostasis Manual, 2nd ed. Philadelphia, FA Davis İmmobilizasyon
Company, 1974.) İleri yaş
360 il Ihsm iıkkınn Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri H astaya Yaklaşım.■

Lenfadenopati Tablo 63-1 ’de görüldüğü gibi sayısız bozuklukların primer


bilinen defektler için taranmalıdır. Halen kullanılmakta olan testler ile
ya da sekonder bulgusu olarak ortaya çıkabilir. Bu bozuklukların birçoğu
ailevi veya rekürren venöz trombozlu olguların % 50-60’ında sebep
lenfadenopatinin nadir görülen nedenlerini oluşturur. Birinci basamak
tammlaması yapmak mümkündür.
sağlık hizmeti uygulamalannda lenfadenopatinin incelenmesi sonucu üç­
inhibitor sendromlan veya dolaşan antikoagulanlar genellikle ko-
te ikiden fazla oranda nonspesifık nedenlerden ya da üst solunum yolu
agulan faktör aktivitesini bozan antikorlara bağltdır. Kanamaların na­
hastalıklanndan (viral veya bakteriyel) ve % l ’den daha az vakada ise
dir bir sebebi olup tespiti için özgül tarnsal testlere ihtiyaç vardır. Ta­
malignansiden kaynaklanmaktadır. Bir çalışmada, araştırmacılar sevkedi-
rama test anormallikleri hasta plazmasına normal plazma ilavesi ile
len 220 hastadan 186’ında (% 84) lenfadenopatileri tanısal açıdan ”iyi
düzeltilemiyorsa inhibitor olması muhtemeldir. Spesifik koagulasyon
huylu” olarak değerlendirmiştir, Geri kalan 34 hastada (%16) malignite
faktörlerine karşı antikorlar (1) postpartum kadrolarda, (2) sistemik lu­
(lenfoma ya da metastatik adenokarsinoma) bulunmuştur. îyi huylu len-
pus eritematozus gibi otoimmün hastalıklı hastalarda, (3) penisilin ve
fadenopatili 186 hastanın % 63’ünde (112) nonspesifık ya da reaktif eti-
sefalosporin gibi ilaç kullanan hastalarda ve (4) sağlıklı yaşlı bireyler­
yoloji (neden olabilecek etken bulunmamış) ve geri kalanlarda ise en çok
de gelişebilir. Ek olarak, tekrarlı plazma infüzyonlan uygulanan ağır
enfeksiyoz mononükleozis, toksoplazmozis ya da tüberküloz gibi spesi­
hemofılili hastaların % 10-20 kadarında inhibitör antikorlar gelişebilir.
fik bir etken gösterilmiştir. Böylece lenfadenopatili hastalann büyük bir
Özellikle sistemik lupus eritematozuslu bazı hastalar koagulasyon fak­
çoğunluğunda çok az tanısal tetkik gerektiren nonspesifık etiyolojilerin
törlerinin fosfolipidlere bağlanmasını engelleyen ve klinik kanamaya
sorumlu olduğu ortaya konmuştur.
sebep olmaksızın PT ve PTT’de uzamaya yol açan nonSpesifık tipte
Klinik Değerlendirme Dikkatli alınmış bir anamnez, fizik muayene,
bir antikoagulan antikora sahip olabilirler. Lupus antikoagulan varlığı
gerekli laboratuar testleri ve belki de eksizyonel bir lenf nodu biyopsisi
tromboemboli riskini arttırabilir ve plasental infarktlara, rekürren son
hekimin lenfadenopatiyi değerlendirmesinde yardımcı olacaktır..
trimester düşüklerine ve venöz ve arteriyel trombüslere sebep olur.
M edikal öyküde lenfadenopatinin oluşumunu sağlayan durumlar or­
Lupus antikoagülan, antikardiolipin antikor sendromunun bir manifes-
taya konulmalıdır. Boğaz ağnsı, öksürük, ateş, gece terlemesi, çabuk yo-
tasyonudur. PTT’si uzamamış ancak antikardiolipin antikoru olan has­
talar hala tromboz riski altındadırlar. Bazen, hastalarda antikor olma­ Tablo 63-1 Lenfadenopatinin Eşlik Ettiği H astalıklar *l.
yan inhibitörler gelişebilir. Örneğin, klinik kanaması olan birçok has­ 1. Enfeksiyoz hastalıklar
tada heparin benzeri aktivite gösteren dolaşan mukopolisakkaritler bu­ a. Viralasenfeksiyoz mononükleozis syndromes (EBV, CMV), enfek­
lunmuştur. siyoz hepatit, herpes simplex, herpesvirus-6, varicella-zoster virus,
rubella, kızamık, adenovirus, HIV, epidemik keratokonjunktivit,
BİBLİOGRAFYA vaccinia, herpesvirus-8
b. Bakteriyelsestreptokoklar, stafilokoklar, kedi-tırmığı hastalığı, bru-
Betting RM. Introduction: Hypercoagulable states. Sem Hematol 34:167,1997. selloz, tularemi, veba, şankroid, melioidosis, at nezlezi, tüberküloz,
Colman RW et al (eds). Hemostasis and Thrombosis: Basic Principles andClinical atipik mikobakteri enfeksiyonu, primer ve sekonder sifiliz, difteri,
Practice, 4th ed. Philadelphia, Lippincott, 1996. lepra
Handin RI: Diseases of the platelet and vessel wall, in Hematology of Infancy and
c. Fungalshistoplasmozis, coccidioidomikoz, paracoccidioidomikoz
Childhood, 5th ed., Nathan DG et al (eds). Philadelphia, Saunders, 1997, pp
d. Klamidyalselenfogranuloma venerum, trahom
1511-1530.
e. Parasiterastoksoplasmozis, leishmaniasis, tripanosomiasis, filariasis
Handin RI et al (eds): Blood: Principles and Practice of Hematology and Hemato­
f. RiketsiyalastifUs, riketsiyalpox
logic Oncology, 4th ed. Philadelphia, Lippincott, 1994.
Mann K.C: Biochemistry and physiology of blood coagulation. Thromb Haemost
2 . İmmünolojik hastalıklar
82:165,1999. a. Romatoid artrit
b. Jüvenil romatoid artrit
c. Karma (mikst) bağ dokusu hastalığı
pj ■■ d. Sistemik lupus eritematozis
e. Dermatomiyozit
P atrick H . H enry, Dan L . Longo f. Sjogren's sendromu
g. Serum hastalığı
LENFÂDENOMEGALİ VE h. İlaç hipersensitivitesisdifenilhidantoin, hidralazin, allopurinol, piri-
midon, altın, karbamazepin, vs.
SPLENOMEGALİ
i. Anjioimmunoblastik lenfadenopati
Em el Gürkan j. Primer biliyer siroz
k. Graft-vs.-host hastalığı:
Bu bölüm lenf nodlannm (lenfadenopati) ya da dalağm büyümesi l. Silikona-bağlı
(splenomegali) nedeniyle başvuran hastalann değerlendirilmesinde bir 3. Malin hastalıklar
rehber görevi görmesi amacıyla oluşturulmuştur. Lenfadenopati birin­ a. HematolojiksHodgkin hastalığı, Hodgkin-dışı lenfomalar, akut veya
ci basamak sağlık hizmetleri uygulaması bazmda palpe edilebilir bir kronik lenfosiük lösemi, saçaklı hücreli lösemi* malin histiositoz,
amiloidozis
splenomegaliye oranla nispeten daha sık görülen bir klinik bulgudur.
b. Metastatik® birçok primer bölgeden
4. Lipid depo hastaliki an®Gaucher, Niemann-Pick, Fabry, Tangier
LENFADENOPATİ - ■ 5. Endokrin hastalıklarahipertiroidizm
6. Diğer bozukluklar
Lenfadenopati farklı nedenlerle muayene edilmekte olan hastalarda ta­ a. Castleman hastalığı (dev lenf nodu hiperplazisi)
mamen tesadüfi bir bulgu olarak ortaya çıkabildiği gibi hastalığın bir b. Sarkoidoz
sağlık kuruluşuna başvuruyu gerektiren bulgu ya da belirtisi olarak da c. Dermatopatik lenfadenit
görülebilmektedir. Hekim lenfadenopatinin normal mi ya da biyopsi d. Lenfomatoid granulomatosis
e. Histiositic nekrotizan lenfadenit (Kikuchi hastalığı)
de dahil olmak üzere daha ileri araştırma gerektiren bir bulgu mu olup
f. Masif lenfadenopatiyle birlikte sinus histiositoz (Rosai-Dorfman
olmadığı konusunda nihai bir karar vermek zorundadır. Sağlıklı ço­
disease)
cuklarda ve genç erişkinlerde, yumuşak, düzgün yüzeyli, submandibu­ g. Mukokütanoz lenf nodu sendromu (Kawasaki hastalığı)
lar (<1 cm) lenf nodlannm ve sağlıklı erişkinlerde 2 cm’ye kadar bu­ h. Histiositozis X
lunan inguinal lenf nodlannm varlığı normal olarak kabul edilir. Bu i. Ailevi akdeniz ateşi
lenf nodlannm etiyolojisine yönelik ileri tetkik yapılması gerekme­ j. Ciddi hipetrigliseridemi
mektedir. Bunun yanında, şayet hekim lenf nodlannm anormal olarak k. Sinüslerin vasküler transformasyonu
büyüdüğünü düşünüyorsa daha doğru bir teşhis için yakın takip gere­ ____1. Lenf nodunun inflammatuar psödotümörii ___ _ __
kir. NOT: EBV, Epstein-Barr vinıs; CMV, sitomegalovinıs.
rulma, kilo kaybı ve lenf bezlerinde hassasiyet sorgulanmalıdır. 53 Lenl'adcnomegali ve Splenomegali 361
Hastanın yaşı, cinsiyeti* mesleği, evcil hayvanlara maruz kalma duru­
mu, cinsi davranış ve difenilhidantoin gibi ilaç kullanımı anamnezde mesi bağlı olarak görülebilir. Akut lösemi gibi bazı malin hastalıklar
önemli diğer noktalardandır. Çocuk ve erişkinlerde genellikle iyi huy­ lenf nodlannda hızlı büyüme ve ağnya neden olur. Lenfoma tutuluş
lu (malin olmayan) bozukluklar, örneğin, viral ya da bakteriyel üst so­ munda lenfadenopatiler büyük, ayn* simetrik, lastik kıvamında, orta
lunum yolu enfeksiyonları, EMN, toksoplazmozis, bazı ülkelerde ise sertlikte, hareketli ve ağnsızdır. Metastatik kanser tutulumu olan lenf
tüberküloz gözlenen lenfadenoparilerden sorumludurlar. Bunun tam nodlan ise sert, ağnsız ve çevre dokulara yapışıklığından dolayı hare­
tersi, 5 0 yaş üstü hastalarda malin hastalıkların insidansı artmakta ve ketli değildir.
iyi huylu patolojik bozukluklar azalmaktadır. Lenfadenopatili bir hastada aynı zamanda splenomegalinin de ol­
F iz ik m u ay en e lenfadenopatinin yerleşimi (lokalize ya da jenerali- ması EMN, lenfoma, akut veya kronik lösemi, SLE, sarkoidoz, toksop­
ze olması), boyutları, kıvamı, hassasiyeti olup olmadığı, inflamasyon lazmozis, kedi-tıımığı hastalığı ve diğer daha az görülen hematolojik
bulgulan, cilt lezyonian ve splenomegali mevcudiyeti gibi durumlann hastalıklan düşündürür. Hastanın öyküsü altta yatan sistemik hastalık­
bilinmesi açısmdan yararlı ipuçları sağlar. Servikal lenfadenopati ve la ilgili yaralı ipuçlan sağlayacaktır.
tütün kullanımı öyküsü olan erişkin hastalarda kapsamlı bir kulak, bu­ Adenopatinin yüzeyel olmayan prezentasyonlan (torasik veya ab­
run, boğaz (KBB) muayenesi yapılmalıdır, Lokalize ya dâ bölgeseli dominal) genellikle semptom-yönelimli tanısal girişimlerin sonucu
lenfadenopati tek bir anatomik bölgenin tutulumuna işaret eder. Jene- tespit edilmektedir. Torasik adenopati rutin göğüs röntgen grafilerinde
ralize adenopati ise üç ya da daha fazla birbiriyle ilgisi olmayan lenf ya da yüzeyel adenopatilerin araştınması sırasında fark edilir. Torasik
nodu bölgesi olarak tanımlanmaktadır. Lenfadenopatinin nedenlerin­ adenopati hastanın öksürük yakınması veya havayolu kompresyonuna
den birçoğu lokalize ya da jeneralize adenopatiye neden olabilir (Tab­ bağlı wheezing; reküren larinjeal sinir tutulumuna bağlı ses kısıklığı;
lo 63-1), bu yüzden ayıncı tamda bu tip bir ayınmın yaran sınırlıdır. özefagus basısına bağlı disfajr, süperior vena kava ya da subklaviyan
Bunun yanında jeneralize lenfadenopati sıktıkla enfeksiyoz mononük- ven basısına bağlı yüz, boyun ve kollarda şişlik yakınmalarıyla başvut
leozis [Epstein-Barr virus (EBV) veya sitomegalovirus (CMV)], tok­ ran hastada tespit edilebilir. Mediastinal ve biler adenopatilerin ayırici
soplazmozis, AİDS, diğer viral enfeksiyonlar, sistemik lupus eritema- tanısı primer akciğer hastalıklan ile birlikte karakteristik olarak medi­
tozis (SLE), ve karma bağ dokusu hastalıklan gibi malin olmayan bo­ astinal ve hiler nodlarda tutulum gösteren sistemik hastalıkları kapsan
zukluklar a eşlik eder. Akut ve kronik lenfositik lösemiler ile malin len- Gençlerde mediastinal adenopatiler enfeksiyoz mononükleosis ve sari
fomalar da erişkinlerde jeneralize lenfadenopatileıe yol açabilir. koidoza eşlik eder. Endemik bölgelerde histoplazmozis lenfoma tutu-
Lokalize ya da bölgesel lenfadenopatilerin yerleşim yerleri nedene lumunu taklit eden tek taraflı paratrakeal lenf nodu tutulumuna neden
yönelik daha faydalı ıpuçlan vermektedir. Oksipital adenopati sıklıkla olabilir. Yaşlı hastalarda, ayırıcı tam primer akciğer kanseri (özellikle
kafa derisindeki enfeksiyonu ve kedi-tıımığı hastalığım düşündürür. sigara içenlerde), lenfomalar, metastatik karsinoma (genellikle akci­
Rejyonel adenopatinin en çok görülen orijini boyun olup birçoğu iyi ğer), tüberküloz, fungal enfeksiyon ve saıkoidozu kapsar.
huyludur- üst solunum yolu enfeksiyonları, ağıziçi ve diş enfeksiyon* Büyümüş kanniçr yada retroperitoneal lenf nodlan genellikle mai­
lan, enfeksiyoz mononükleozis ve diğer viral hastalıklar. Başlıca görü­ lindir. Her ne kadar tüberküloz mezenterik lenfadenitle prezentasyod
len malin nedenler ise baş ve boyun, meme, akciğer ve tiroid gibi pri­ gösterse de bu kitleler genellikle lenfoma,ya da genç eıkeklerde germ
mer odaklardan kaynaklanan meastatik kanserlerdir. Supraklavikular hücreli tümördür.
ve skalen lenf nodlannın büyümesi ise her zaman için anormal bir bul­ Laboratuar İnceleme Lenfadenopatili bir hastanın laboratuar in­
gu kabul edilir, Bü bölgedeki lenf nodlandaha çok lenfomalar, diğer celemesi hastanın öyküsünden ve fizik muayene bulgularından yola çı­
kanserler ve bu bölgelere ait enfeksiyonları gösterir. Virchow nodtr karak şüphelenilen etiolojiyi ortaya çıkarma yönünde olmalıdır.Aile
gastrointestinal odaktan köken alan metastatik kansere bağlı sol sup­ hekimliğinden bir çalışmada 249 genç hastada "büyümüş fakat enfek-
raklavikular lenf nodundaki büyümesi halidir. Supraklavikular lenf te olmayan lenf nodlan" ya da "lenfadenit" değerlendirildi. % 5 1 ’inde
nodlanna metastaz bunun dışında akciğer, meme, testis ve over kanser­ hiçbir laboratuar çalışması elde edilemedi. Laboratuar çalışmalan uy­
lerinden de oluşabilmektedir. Tüberküloz, sarkoidoz ve toksoplazmo­ gulandığında en çok yapılanlar tam kan sayımı (% 33), boğaz kültürü
zis adenopatinin nonneoplastik nedenlerindendir. Aksiler adenopatiler (%16>, akciğer grafısi (%12) ve monospot testi (%10) olmuştur. Sade­
genellikle aynı taraflı üst ekstremitelerin lokalize enfeksiyonlar ya da ce sekiz hastada(%3) lenf nodu biyopsisi yapılmış, bunlann yansı nor­
zedelenmelerinden dolayı görülür. Malin nedenler melanoma, lenfö- mal ya da reaktif olarak değerlendirilmiştir. Tam kan sayımı, akut ve
ma, kadmlarda ise meme kanserim içerir, inguinal lenfadenopatiler ge­ kronik lösemiler; EBV veya CMV mononükleozis, lösemik kompo-
nellikle alt ekstremitelerdeki travma ya da enfeksiyonlara sekonder or­ nenti olan lenfomalar, piyojenik enfeksiyonlar, ya da SLE. gibi immüri
taya çıkar ve genellikle lenfogranuloma venerum, primer sifiliz, geni­ sitopeni görülen sitopenik hastalıkların teşhisinde yararlı veriler sağla­
tal herpes ya da şanlroid gibi cinsel yolla bulaşan enfeksiyonlara eşlik yabilmektedir. Serolojik çalışmalar EBV, CMV, HlV, ve T ox op lasm a
eder. Bu lenf nodlan lenfomalar ve primeri rektum, genital organlar ya g o n d ii; B ru c ella vs gibi diğer virüslere karşı gelişmiş spesifik antikor-
da alt ekstıemiteleıden (melanoma) köken alan metastatik kanserleri lan gösterebilirler. SLE’den şüpheleniliyorsa antinükleer ve anti-DNÂ
ile tutuluma uğrayabilir. antikorlan çalışılmalıdin
Lenfadenopatili bir hastayı değerlendiriken lenf nodlannın büyük­ Akciğer grafısi genellikle menfi olur; ancak pulmoner infıltrat ya
lüğü ve kıvamı, hassasiyet olup olmaması yararlı ölçütlerdir. Kapsadı­ da mediastinal lenfadenopatinin varlığı tübeıküloz, histoplazmozis,
ğı alan <1.0 cm2 (1.0 x 1.0 cm veya altında) olan lenfadenopatiler he­ saıkoidöz, lenfoma, primer akciğer kanseri veya metastatik kanseri ak­
men hemen daima iyi huylu, nonspesifik reaktif etkenlere sekonder la getirebilir ve ileri tetkik gerektirir.
oluşmuştur. Tümünü lenf nodu biyopsisi yapılmış genç hastaların (9 ile tyi huylu lenf bezlerini malignlerdert ayırdetmede özellikle baş ve
25 yaş arası) oluşturduğu retrospektif bir çalışmada maksimum çapın boyun kanseri hastalarında [bilgisayarlı tomografi (BT) ], manyetik re­
> 2 cm olması biyopsinin malin ya da granulomatoz hastalık için ön­ zonans görüntüleme (MRI), ultrason, renkli Doppler ultrasonografi
görüde bulunmayı sağlayan bir faktör olduğunu ortaya koymuştur. gibi birtakım görüntüleme tetkikleri uygulanmaktadır. BT ve MRI
Başka bir çalışmada ise lenf nodu büyüklüğünün 2.25 cm2 (1.5 cm X servikal lenf nodlanna metastazı kıyaslanabilir ölçüde bir doğru­
1.5 cm) olması malin ya da granulomatoz lenfadenopatiyi lenfadeno­ lukla verir (65 to 90% ). Ultrasonografi servikal nodlarda uzun (L)
patinin diğer nedenlerinden ayırt eden en iyi belirleyici sınır olarak aks, kısa (K) aks ve uzun aksın kısaya oranını belirlemede kullanıl­
gösterilmiştir. <1.0 cm2 lenf nodu(lan) olan hastalar, altta yatan siste­ maktadır. Baş ve boyun kanserlerinde benign ve malin nodlan ayır-
mik bir hastalığın bulgu ve belirtileri yoksa ve enfeksiyoz mononükle­ detmede L/S oranmın < 2.0 olması 95% oramnda hassasiyet ve öz­
ozis ve/veya toksoplazmozis ekarte edildikten sonra takibe alınmalıdır* günlüğe sahiptir. Bu oran palpasyondan ya da tek başma uzun ve­
Lenf nodlannın kıvamı yumuşak, sert, lastik kıvamında, ayn, has­ ya kısa aks ölçümünden daha yüksek hassasiyet ve özgünlüğe sa­
sas, hareketli ya da sabit olarak tariflenebilir. Hassasiyet genellikle inf- hiptir.
lammatuar bir sürece sekonder hızla büyümesi sonucu kapsülün geril­ Lenf nodu biyopsi endikasyonlan kesin olamamakla birlikte
362 il H astalıkların A tta Bulguları ve Takdim Şekilleri deki normal yeri olan sol üst kadrana (SÜK) göçeder ve gastroli­
enal ligamentle mideye, lienorenal ligamentle böbreğe bağlanır.
halen değerli bir tanışa! araçtır. Biyopsi karan hastayı değerlendi­ Sütunlar tek bir kitle haline gelmekte başansız olursa % 20 oranın­
rirken erken dönemde yapılabilir ya da 2 haftaya kadar ertelenebi­ da normal kişilerde aksesuar dalak gelişir. Dalağın fonksiyonları:
lir. Eğer hastanın anamnezi ve fizik muayene bulgulan malignansi- oldukça karmaşıktır. Galen dalağın "kara safra" ya da melankolinin
yi düşündürüyorsa örneğin kronik sigara kullanan yaşlı bir hastada kaynağı olduğuna inanmış, ve hipokondrium ( kaburgaların altında
(ek, sert kıvamda; ağnsız bir servikal lenf nodu; supraklaviküleı anlamında) kelimesi ile Latin dilinde yeri olan "birinin dalağından
udenopatinin; ve soliter ya da jeneralize,hareketli ve ona sertlikte len- geçmek" deyimi dalağın ruhsal durum ve duygulanımla ilgili
fomayı düşündüren adenopatiler varlığında biyopsi derhal yapılmalı­ önemli etkileri olduğuna dair inanışları desteklemektedir. İnsanda­
dır. Soliter seri bir servikal lenf adenopati dolayısıyla baş ve boyun ki normal fizyolojik rolü şu şekilde görünmektedir:
kanserlerinden şüpheleniliyorsa dikkatli bir KBB muayenesi yapılma*
1. Senesan ve kusuriu/defektif eritrositlerin kırmızı pulpada dola­
lıdır. Primer neoplastik bir olaydan kuşkulandıran heriıangi bir muko-
şımdan uzaklaştırılması ile eritrositler üzerinde kalite kontro­
zal lezyon tespit edilmişse öncelikle bu lezyondan biyopsi alınmalıdır.
lün sağlanması. Dalak bu fonksiyonu parankim ve vasküler ya­
Şayet mukozal lezyon tespit edilmemişse en büyük lenf nodundan ek*
pıların kendine özgü yapılanması ile gerçekleştirir. (Şek. 63-1).
sizyonel biyopsi yapılmalıdır. İlk tanısal işlem olarak ince-iğne aspi-
2. Beyaz pulpada antikorların sentezi
rasyonu yapılmalıdır. Birçok teşhis için bu aspirasyonıuı sağladığından
3. Antikor kaplı bakterilerin ve antikor kaplı kan hücrelerinin do­
daha fazla dokuya gereksinim olduğundan genellikle kesin teşhisi ge­
laşımdan uzaklaştırılmasını sağlanması.
ciktirir. Bu yüzden ince-iğne aspirasyon seçeneği tiroid nodülleri olan
ve primeri önceden bilinen hastalarda relapslan teyit etmek için sak­ Normal fonksiyonlarda olan artış splenomegaliye neden olabilir.
lanmalıdır. Hastayı gören ilk hekim biyopsi konusunda tereddüt edi* Dalak Malpighi’nin adlandırdiğı üzere kırmızı kan ile dolu si­
yorsa bir hematolog ya da medikal onkolog ile hastayı konsülle etme­ nüsler ve retiküloendotelyal hücrelerle sıralı sicim şeklinde yapı­
lidir. Birinci basamak uygulamalarında lenfadenopati ile başvuran has­ lanmaların oluşturduğu kırmızı pulpa ve kırmızı pulpa matriksinde
taların % 5’inden daha azında biyopsi gerekmektedir. Hematoloji, on­ ışınsal tarzda yeralan lenfoid folliküllerin oluşturduğu beyaz pulpa-
koloji, ya da otolarinjoloji (K BB) gibi birimlere başvuru sistemi işle­ dan oluşmaktadır. Dalak portal dolaşımda yeralmaktadır. Bunun
tildiğinde bu oran düşündürücü bir şekilde artacaktır.
İki grup lenfadenopatili hastalarda kime biyopsi yapılması gerek­
Santral arter
tiğini daha doğru tanımlayabildileri iddiasıyla algoritma oluşturmuş?
tur.Her iki çalışma uygulama olarak, retrospektif analiz tarzındadır.İlk Primer foiikül Germinal merkezli
(B hücre alanı) sekondar folikül
çalışma yaşlan 9 ila 25 arasmda olup biyopsi uygulanmış hastalan (B hücre) alanı
kapsamaktadır. Periferik lenfadenopati ile başvuruda bulunup biyopsi Lenfoid
T hücre alanı Marjinal lenfoid
yapılması gereken hastalarla ilgili üç değişken tanımlanmıştır, lenf no- bölge
dunun >2 cm olması ve anormal akciğer grafisi pozitif prediktjf değer
taşımaktayken yakın zamanda KBB semptomlannın bulunması nega­
Arteriyel
tif prediktif değer oluşturmaktadır. İkinci çalışmada bir hematoloji bi­
kapllerter
rimindeki 220 lenfadenopatili hasta değerlendirilmiş ve biyopsi gerek­
tiren hastalan belirlemek için oluşturulan bir matematiksel modelde i Pulpa sinüsü ^ -Pulpa S|nüsü
kullanılan beş değişken tanımlanmıştır [lenf nodu büyüklüğü, yerleşi­
mi, yaş (>40 yaş veya < 40 yaş), kıvamı (sert veya yumuşak); ve has* \ / - \ a k
sasiyet], 4 0 yaş üstündeki hastalarda pozitif prediktif değer olarak lenf Pulpa kordu İ^ d r~ t~ Pulpa kordu
"\
nodu büyüklüğünün > 2.25 cm2 olması, kıvamın sert olması ve ağn ya Selenik venöz sistem
da hassasiyet olmaması olarak bulunmuştur. Negatif prediktif değerler V
< 40 yaş için lenf nodu büyüklüğünün <1.0 cm2 olması, sert olmama­ V
Slnüzoldal
sı ve ağn ya da hassasiyet göstermesi olarak bulunmuştur. Biyopsi ge-
delikler

ka
rektirenlerin yüzde doksan biri bu modelle doğru olarak sınıflandırıl?
mıştır. Her iki çalışmanmda retrospektif analizler olması ve birinindc J
genç hastalarla sınırlı olduğundan bu modellerin prospektif olarak bi­
rinci basamak uygulamalarında ne kadar yararlı olduğu bilinmemekte­
dir.
Lenfadenopatili hastaların birçoğuna biyopsi, en azından yansına
da laboratuar tetkikleri gerekmez. Hastanın anamnez ve fizik muayene
Pulpa
bulgulan lenfadenopatinin benign nedenlerden olduğunu düşündürü­ Slnüzoidler
kordu
yorsa 2-4 haftalık aralarla yakın takip edilmelidir. Hastaya lenf no-
Pulpa sinüsleri
du/lannın büyüklüğü artarsa tekrar değerlendirilmek üzere başvurma­
sı söylenmelidir. Ciddi olarak bakteriyel enfeksiyonu düşündüren bul­
gular yoksa lenfadenopatilerde antibiyotik tedavisi endike değildir. „Splenlkvenöz
RE hücreler
Lenfolitik etkileri ( lenfoma, lösemi, Castleman hastalığı) gibi bazı ta­ (§ 9 sisteme
nılan belirsizleştmdiği, iyileşmeyi geciktirdiği ve altta yatan enfeksi-
yonlann aktivasyonuna neden olduklanndan glikokortikoidler lenfade- ŞEKİL 63-1 Dalak yapısının şematize hali. Dalak santral arter olarak
nopatilerin tedavisinde kullanılmamalıdır. Buna bir istisna enfeksi- adlandınlan, splenik arterin küçük dallannın etrafında yerleşmiş bir­
yoz mononükleoziste nadiren Waldeyer halkasında lenfoid dokuda­ çok kırmızı ve beyaz pulpa merkezli birimden İçerir. Beyaz pulpa len­
ki büyümeyi bağlı olarak hayatı tehdit edici farinjeal obstrüksiyo- foid tabiatta olup B hücre folikülleri, foliküller etrafında maıjinal böl­
nun bulunmasıdır. ge, ve arteriyollerin etrafını kaplayan T hücreden-zengin bölgelerden
oluşur. Kırmızı pulpada purpa sinüsleri ve pulpa kordları yeralır.
Kordlar çıkmaz sokak misali son uçlardır. Dolaşıma tekrar dahil ola­
jPLENOM EGALI bilmek için eritrositlerin sinüzoldal kenarlarda yeralan küçük açıklık­
lardan geçmeleri gerekmektedir. Esnekliğini yitirmiş, hasarlı ya da
DA LA K YA PISI V E FO N K SİYO N U Dalak embryolojik olarak
yaşlanmış eritrositler sinüslere giremez. (Şeklin alt kısmı RS Hillman,
gestasyonun 5. Haftasmda dorsal mezogastirumdan orijin alan bir
KA Ault: Hematology in Clinical Practice. New York, McGraw-Hill,
retiküloendotelyal organdır. Sütunlar halinde ortaya çıkar, erişkin­ 1995'den alınmıştır.)
n e d en i ı.tın o l,tu k b ilin m e m e k le birlikte düşük kan basıncının daha o3 Lenfadcııomegali vc Splenomegali 363
yavaş kan akımına neden olarak normal eritrositlerde gelişebilecek
haşan minimuma indirgenmesiyle ilgili olabilir. Dalağa olan kan akımı mama gelmememktedir. Hastalık olsa bile, splenomegali primer hastalığı
splenik arter vasıtasıyla 150 mL/dk hızında gelir ve nihayetinde santral yansıtmayabilir. Örneğin Hodgkin hastalığında palpe edilebilir dalak bu­
arteriyollere dallanma gösterir. Kanın bir bölümü arteriyollerden kapille- lunması sadece üçte iki oranında kanser tutulumunu göstermektedir.
re daha sonrada splenik ven yoluyla dışarı atılır. Ancak kanın büyük bir Dalağın fizik incelemesinde başlıca palpasyon ve perküsyon yön­
bölümü ise santral arteriyollerden makrofajlarla kaplı sinüslere ve sple­ temlerinden yararlanılmaktadır. İnspeksiyonda inspirasyon sırasında
nik kordlara akar. Sinüslere giren kan dolaşıma tekrar splenik venüller SÜK’da aşağı inen bir dolgunluk hali masif büyümüş dalaklara özgü bir
yoluyla girerken kordlara akan kan birtakım süreçlerden geçmek zorun­ bulgudur. Oskültasyon venöz üfürüm ya da sürtünme sesini ortaya çıka­
dadır. Dolaşıma dönmeden önce kordlar içindeki kan burada sıkıştırıla­ rabilir.
rak kordların içinde bulunan deliklerden sinüslere oradanda venüllere dö­ P alpasyon bimanuel palpasyon, ballotman ve üstten palpasyon
külür. Yaşlanmış ve hasarlı eritrositler daha az esnekliğe sahip oldukla­ (Middleton manevrası) tarzında yapılabilir. En az diğer teknikler kadar
rından kord içinde tutulurak burada imha edilirler, komponentleri ise tek­ güvenilir olan bimanuel palpasyon için hasta dizler bükülü sırtüstü yatar
rar kullanılır. Eritrosit içinde yeralan parazitler, nükleer artıklar (Hovvelİ-
konumdadır. Muayeneyi yapanın sol eli göğüs kafesinde alttaki kaburga­
Jolly cisimciği) ya da denature hemoglobin (Heinz cismi) gibi inküzyon
nın üzerindedir ve kot kenarından cildi iter, hasta yavaş, düzgün ve derin
cisimcikleri deliklerden geçme sürecinde tutularak zımba deliği tarzında
nefes alırken dalak aşağı indikçe sağ elin parmak uçlan arasında dalağın
"koparılma-pitting" işlemine maruz kalırlar. Ölü ve hasarlı hücrelerin
kenarı alınmaya çalışılır. Palpasyon sağ elle sol kostal kenara doğru ya­
ayıklanması ve inklüzyonlu hücrelerin koparılması işlemi kanın dalaktan
vaş hareketlerle sol alt kadranda başlar, böylece masif büyümüş dalağın
geçiş zamanının diğer organlardakine kıyasla önemli olmayan düzeyde
alt ucu tanımlanabilir. Dalak hissedildiğinde istenilen bir noktadan sol
daha yavaş olmasından dolayı gecikme olmaksızın anında gerçekleşir.
kot altına olan uzaklığı santimetre cinsinden kaydedilir, örneğin göbek
Dalak konakçıya zarar verebilecek çevresel koşullara uyum sağla­
ortasından ya da ksifosfenoid birleşme yerinden 10-15 cm olarak tanım­
mada yardımcı bir organdır. Bununla ilgili en az üç fonksiyonu mevcu-
lanabilir. Bu diğer muayene yapanların bulgularını kıyaslamalarını ya da
tur. (1) kandan bakterilerin ve partiküllerin temizlenmesi, (2) işgalci ba­
ilk muayene eden kişinin zamanla boyutta olabilecek değişiklikleri far-
zı patojenlere karşı immün yanıtın oluşturulması, ve (3) kemik iliğinin
ketmesini sağlar. Sağ yan yatar pozisyonda yapılan bimanuel palpasyo-
ihtiyaçları karşılayamadığı bazı durumlarda (örneğin ekstramedüller he-
nun sırtüstü incelemeye bir katkısı yoktur.
matopoiezis) kana ait hücresel elemanların oluşturulması. Bahsi geçen
Dalak matitesine yönelik perkü syon Nixon, Castell ya da Barkun ta­
son adaptasyon mekanizması gebelik dönemindeki dalağın kan-oluştur-
rafından tariflenen üç teknikten herhangi biriyle yapılabilir:
ma fonksiyonun tekrar ortaya çıkarak kendini göstermesidir. Bazı hay­
1. Nixon m etodu : Hasta sağ yanı üzerine döndürülerek dalağın ko­
vanlarda, dalak strese karşı vasküler adaptasyonda rol oynamaktadır,
lon ve mide üzerinde yerelması sağlanır.Perküsyon arka aksiller çizgi
çünkü normal koşullarda dalak eritrositler (sıklıkla normalden daha yük­
üzerinde pulmoner rezonansın sonlandığı uçta başlayarak alt önorta kos-
sek hematokrit değerlerinde hemokonsantre) için depo görevi görmekte­
ta kenarından dik olarak çıkan bir çizgide diyagonal olarak ilerler. Mati-
dir t e b-adrenerjik uyarı sayesinde gerilererk hayvanda ototransfiizyon
ve oksijen taşıma kapasitesinde iyileşmeye katkıda bulunur. Ancak, in­ tenin üst sınırı normalde kosta kenarından 6 ila 8 cm yukarıdadır. Eriş­
sanda normalde dalak eritrositleri ne sekestre eder ne de depolar, ne de kinde 8 cm’den daha fazla bir matitenin dalak büyümesini işaret ettiği
sempatik uyaranlarla gerilir. Normal insan dalağı toplam vücut platelet- düşünülür.
lerinin yaklaşık üçte birini ve marjine olmuş nötrofillerin önemli bir mik­ 2. C astell m etodu : Yatan bir hastada ön aksiller hatta en alt interkos-
tarını bulundurur. Bu sekestre hücreler kanama ya da enfeksiyonlarda ge­ tal aralıkta (8. ya da 9.) yapılan perküsyon dalak normal büyüklükte ise
rektiğinde kullanılabilirler. rezonan bir ses verir.Bu soluğu dışarı verirken ya da tam inspirasyonda
iken geçerlidir. Tam inspirasyon halinde perküsyondan elde edilen mat
— ------------------------- Hastaya Yaklaşım------- --------------------- - ses splenomegaliyi düşündürür.
3. T rau be’nin yarım ay şeklin d eki aralığın ın perkü syonu : Traube
boşluğunun sınırları üstte altıncı kosta, lateral bölgede orta aksiler hat, ve
Klinik Değerlendirme Dalağı ilgilendiren hastalıklarda en çok görülen
altta sol kot kenarıdır. Hasta sırtüstü yatar konumda ve sol kol hafif ab-
belirtiler ağrı ve sol üst kadranda (SÜK) dolgunluk hissidir. Masif sple-
düksiyondadır.Normal soluk alıp verirken aralık medyalden lateral sınır­
nomegali erken doygunluk gibi bir belirti verebilir. Ağrı kapsülün geril­
lara doğru normal rezonan ses alınarak perküte edilir. Perküsyonda mat
mesiyle dalağın akut olarak şimesi, enfarkt ya da inflamasyon nedeniyle
ses alınması splenomegali lehinedir,
gelişebilir. Yıllarca dalak enfarktlarının bazı durumlarda doğru olmakla
birlikte klinik olarak sessiz seyrettiğine inanılırdı. Ancak, Soma Weiss’in Perküsyon ve palpasyon yöntemlerinin standart ultrasonografî ve
1942 yılında Harvard’daki bir tıp öğrencisiyle ilgili kişisel gözlemlerin­ sintigrafi ile karşılaştırıldığı çalışmalar palpasyon için % 56 ile 71 per­
de bildirdiği üzere subakut bakteriyel endokarditte splenik kan akımının küsyon için ise %59 ile 82 arasında bir duyarlılık ortaya koymaktadır.
tromboembolik nedenlerle tıkanması şiddetli SÜK ağrısı ya da plevritik Muayene edenler tarafından tekrarlanabilirliği olması nedeniyle palpas­
tip göğüs ağrısına neden olmaktadır. Enfarkt ya da ağrı ile seyreden vas­ yon perküsyondan daha yararlıdır. Henüz yemek yemiş kişilerde ve obez-
küler tıkanıklar sıklıkla orak hücre krizindeki çocuklarda görülür. Trav­ lerde her iki tekniğin de güvenilirliği azalmaktadır. Buradan da anlaşıla­
ma ya da infîltratif hastalık sonucu oluşan dalak ruptürü intraperitoneal cağı üzere palpasyon ve perküsyon gibi fizik muayene teknikleri her za­
kanama, şok ve ölümle sonuçlanabilir. Ruptürün kendisi ağrısız olabilir. man kesin doğru değildir.Muayene edenin önce perküsyon yapması ve
Dalağı etkileyen hastalıkların en çok neden olduğu fiz iksel bulgu da­ pozitifse daha sonra palpasyona geçmesi önerilmeltedir; dalak palpe edi­
lağın palpe edilebilir olmasıdır ve bu organın büyüdüğünü telkin eder. liyorsa splenomegalinin varlığı kesin olarak rahatlıkla söylenebilir. An­
Normal dalak ağırlığı 250 g’dan az olup yaşla birlikte boyutları küçülür, cak SÜK’da bulunan kitleler her zaman dalak büyüklüğünden olmayabi­
normalde tamamen göğüs kafesi içinde yeralır, ultrasonografıde sephalo- lir; gastrik ya da kolon tümörleri ve pankreatik ya da renal kistler ya
kaudat çapı 13 cm ya da sintigrafide maksimum uzunluğu 12 cm ve/veya da tümörler splenomegaliyi taklit edebilir.
genişliği 7 cm’dir ve genellikle palpe edilmez. Ancak, 2200 asemptoma- Büyümüş bir dalağın varlığı gerekiyorsa daha doğru olarak ka-
tik tümü erkek liseye yeni başlayan öğrencinin % 3 ’ünde ele gelen dalak raciğer-dalak sintigrafîsi, BT, MRI, veya ultrasonografî ile belirle­
büyüklüğü tespit edilmiştir. Üç yıllık takiplerinde bu öğrencilerin % nebilir. Son bahsedilen teknik yüksek duyarlılık ve özgünlüğe sa­
30’unda herhangi bir hastalık prevalansında artış olmaksızın palpe edile­ hip olduğundan ve güvenilir, noninvaziv, çabuk, taşınabilir ve daha
bilir dalak bulgusunun devam ettiği görülmüştür. On yıllık izlemde ise az maliyeti olmasından dolayı dalak boyutlarını (noımal= maksi­
lenfoid malignansileri düşündüren herhangi bir bulguya rastlanılmamıştır. mum başaşağı çapı 13 cm) tespit etmede son zamanlarda rutinde
Bunun ötesinde bazı tropikal bölgelerde (Yeni Gine gibi) splenomegali in- tercih edilen bir işlemdir. Nükler tıp tarama yöntemleri ise doğru,
sidansı % 60’lara ulaşmaktadır. Buradan da anlaşılacağı gibi palpe edile­ hassas ve güvenilirdir fakat, maliyetlerinin yüksek olup, veri elde
bilir bir dalak büyüklüğünün olması her zaman bir hastalık olduğu anla­ etmek için daha fazla zamana ihtiyaç gösterir ve sabit ekipman ge-
"sblo «3-2 rüfıijemk Mekanizmaya Core Gruplandırılmış Splenomegalinin Eşlik bitiği Hastalıklar Dalak "masif olarak büyü­
ıit'i’M İŞ S P L E N İK P O N K S İY O N N ED EN İY LE ANORMAL SP L EN İK VEYA PORTAL KAN müşse" yani sol kot kenarından 8
GÖRÜLEN SPLEN O M EG A Lİ A K IM I NEDEN İYLE GÖRÜLEN SPL EN O M EG A L İ cm ’den fazla palpe ediliyorsa ya
da ağırlığı > 1000 g ’dan fazla ise
Retiküloendotelyal sistem hiperplazisi (defektif erit­ Siroz ayırıcı tam seçenekleri daha da
rositlerin ortadan kaldırılması için) Hepatik ven obstrüksiyonu azalmaktadır (Tablo 63-3). Has­
Sferositoz Portal ven obstrüksiyonu, intrahepatik ya da ekstrahepatik taların büyük çoğunluğunda
Erken dönemde orak hücre anemisi Portal venin kavemöz malformasyonu
Hodgkin-dışı lenfoma, kronik
Ovalositoz Splenik ven obstrüksiyonu
lenfositik lösemi, tüylü hücreli
Talassemia major Splenik arter anevrizması
Hemoglobinopatiler Hepatik şistozomiasis lösemi, kronik miyeloid lösemi,
Paroksismal noktumal hemoglobinüri Konjestif kalp yetmezliği miyeloid metaplaziyle birlikte
Nutrisyonel anemiler Hepatik ekinokokkozis miyelofibrozis ya da polisitemi
Immün hiperplazi Portal hipertansiyon (yukandaki nedenlerden herhangi vera gibi bir hastalık mevcuttur.
Enfeksiyona yanıt (viral, bakteriyel, fungal, biri ile): "Banti hastalığı” L ab o ratu ar Değerlendirme
parasitik) Splenomegaliye eşlik eden esas
Enfeksiyoz mononucleosis DALAK İNFİLTRASYON U_______________________ _
laboratuar anormalliklerini altta
AIDS Intraselüler veya ekstraselüler birikimler
yatan sistemik hastalık belirler.
Viral hepatit Amiloidosis
Sitomealovirüs Gaucher hastalığı Eritrosit sayısı normal, azalmış (
Subakut bakteriyel endokardit Niemann-Pick hastalığı talasemi major, SLE, portal hi­
Bakteriyel septisemi Tangier hastalığı pertansiyonla birlikte siroz), ya
Konjenital sifıliz Hurler sendromu ve diğer mukopolisak- da artmış (polisitemia vera) ola­
Splenik abse karidozlar bilir. Granülosit sayılan normal,
Tüberküloz Hiperlipidemiler azalmış (Felty sendromu, kon­
Histoplazmosis Benign ve malin hücresel infiltrasyonlar
jestif splenomegali, lösemiler),
Malarya Lösemiler (akut, kronik, lenfoid, miyeloid,
ya da artmış (enfeksiyonlar veya
Leishmaniasis monositik)
Tripanosomiasis Lenfomalar inflammatar hastalıklar, miye­
Ehrlichiosis Hodgkin hastalığı loproliferatif bozukluklardisor-
tmmünregülasyonda bozukluk Miyeloproliferatif sendromlar (örn., polisitemia ders) bulunabilir. Benzer şekilde,
Romatoid artrit (Felty sendromu) vera) platelet sayılan normal, sekest-
Sistemik lupus eritematosus Angiosarkolar rasyon artmışsa ya da büyümüş
Kollajen vasküler hastalıklar Metastatik tümörler (sıklıkla melanoma) dalakta (konjestif splenomegali,
Serum hastalığı Eosinofilik granülom
Gaucher hastalığı, immün trom­
tmmün hemolitik anemiler Histiositozis X
bositopeni) azalmış, ya da polis-
İmmün trombositopeniler Hamartomalar
İmmün nötropeniler Hemanjiomalar, fıbromlar, lenfanjiomalar temia yera gibi miyeloprolifera­
İlaç reaksiyonları Splenik kistler tif hastalıklarda artmış olabilir,
Anjioimmunoblastik lenfadenopati Tam kan sayımında bir veya
Sarkoidosis BİLİN M EYEN E T İY O L O JİL İ ________________ __ daha fazla kan elemanlannda si-
Tırtoksikozis (benign lenfoid hipertrofı) İdiopatik splenomegali topeni görülmesi hipersplenizmi
İnterlökin-2 tedavisi Berilliosis akla getirmelidir. Bu durum sple­
Ekstrameduller hematopoiezis Demir eksikliği anemisi
nomegali, sitopeni(ler), normal
Myelofıbrozis
ya da hiperplazi gösteren kemik
Kemik iliğini haşan, toksinler, radyasyon,
strontium ile iliği ve splenektomiye yanıtıyla
Kemik iliği infiltrasyonu tümörler, lösemiler, karakterizedir. Son özellik nispe­
______ Gaucher hastalığı _____________________ ten daha az doğru olup bazen
splenektomi sonrası sitopenilerin
rektirir. Bu yöntemlerin aksesuar dalak dokusunu göstermede üs­
düzelmesi özellikle granülositopeniler için olmak üzere her zaman
tünlükleri vardır. B T ve MRI dalak boyutlarının doğru olarak tespi­
vuku bulmamaktadır. Sitopeniler genişlemiş ve konjeste kordlarda
tini sağlamakla birlikte ekipmanları sabit olup işlemler oldukça
(konjestif splenomegali) kan akımının yavaşlamasıyla hücresel ele­
masraflıdır. MRI tekniğinin B T ’ye göre bir üstünlüp yoktur. Kitle
manların yıkımının artmasına ya da immün-kökenli mekanizmala­
lezyonlan, enfarktlar, homojen olmayan infiltratlar ve kistler BT,
ra bağlı olarak gelişir. Hipersplenizmde, eritrositlerin büyümüş da­
MRI, veya ultrasonografî ile daha kolay değerlendirilebilir.Yama
lakta uzamış geçiş zamanına bağlı yüzey alanlarını kaybetmesi ne­
tarzında infiltratlan (örn., Hodgkin hastalığı) tespit etmede bu tek­
deniyle sferotik olmasına rağmen farklı hücre tipleri genellikle pe-
niklerin hiçbiri çok güvenilir değildir.
riferik yaymalarda normal morfolojik özellik gösterirler. Dalakta
Ayırıcı Tanı Splenomegalinin eşlik ettiği birçok hastalık Tab­
artmış retikülosit sekestrasyonu nedeniyle beklenenden daha düşük
lo 6 3 -2 ’de listelenmiştir. Organ büyüklüğüne yol açtığı düşünülen
bulunabilse de eritrositlerin kemik iliğinde üretiminin artması ken­
temel mekanizmaya göre bu hastalıklar gruplandırılmıştır:
dini retikülosit üretim endeksinin artmasıyla gösterir.
1. Çok fazla sayıda defektif eritrositlerin ortadan kaldırılması­
Splenomegalinin hastalığın bir manifestasyonu olarak ortaya
nı gerektiren herediter sferositoz veya talasemi sendromlan gibi
çıkması altta yatan hastalığın ayırıcı tanısı için yapılması gereken
hastalıklarda oluşan retiküloendotelyal hiperplazi (çalışma hipert-
ilave laboratuar çalışmalarını belirleyen bir durumdur.
rofisi) gibi belli bir splenik fonksiyonla ilgili hiperplazi ya da hi-
pertrofî; sistemik enfeksiyonlara (enfeksiyoz mononükleosis, suba­
Tablo 63-3 M asif Splenomegalinin Eşlik Ettiği Hastalıklar 0
kut bakteriyel endokardit) ya da immünolojik hastalıklara (immün
trombositopeni, SLE, Felty sendromu) karşı immün hiperplazi. Kronik miyeloid lösemi Gaucher hastalığı
2. Portal hipertansiyona neden olan durumlarda (siroz, Budd- Lenfomalar Kronik lenfositik lösemi
Chiari sendromu, konjestif kalp yetmezliği) dalaktan gelen kan akı­ Tüylü hücreli lösemi Sarkoidosis
mında olan azalmaya bağlı gelişen pasif konjesyon. Miyeloid metaplazinin eşlik ettiği Otoimmün hemolitik anemiler
3. Dalağa ait infiltratif hastalıklar (lenfomalar, metastatik kan­ miyelofibrozis
Polisitemia vera Diffüz splenik hemangiomatosis
ser, amiloidosis, Gaucher hastalığı, ekstrameduller hematopoiezis-
le giden miyeloproliferatif bozukluklar). a Dalak sol kot altına 8 cm'den fazla uzanır ve/veya ağırlığı 1000 g'dan fazladır.
SPLEN EK TO M İ .SfjRnickfotni sık olmayarak özellikle klinik 63 Lenfadenomegali vs Splenomegali 365
hastalık ya da altta yatan bir hastalığı düşündürtecek tanısal testler
yoksa tanısal amaçla gerçekleştirilir. Daha çok splenektomi Hodg­ ciğer, cilt ve kan enfeksiyonunun en çok görüldüğü bölgelerdir. Da­
kin hastalarında hastalığın evrelendirilmesi, masif splenomegalisi lağı olmayanlarda viral enfeksiyonlar için artmış bir risk bildiril­
olanlarda semptomların kontrolü, travmatik dalak ruptüründe has­ memiştir. Bakteriyel enfeksiyonlara olan artmış duyarlılık opsonic
talığın kontrolü, veya hipersplenîzm ya da bir veya daha fazla hüc­ ze bakterilerin kandan uzaklaşttnlamaması ve bakteri kapsüllerinin
resel kan elemanlarının immün-kökenli yıkımı nedeniyle oluşmuş polisakkarit komponentleri gibi T hücre-bağımsız antijenlere karşı
sitopenilerin düzettilmesi amacıyla yapılmaktadır. Splenektomi kli­ antikor yapımında gelişen eksiklikten kaynaklanmaktadır. Elektif
nik evre I ya da II Hodgkin hastalarında tedavide tek başına radyas­ splenektomiden 2 hafta önce tüm hastalara Pnömokokus aşısı (23-
yon tedavisi uygulanması planlanıyorsa rutin evreleme için gerek' değerlikli polisakkarit aşı) yapılmalıdır. îmmünizasyos Uygulama­
lidir. Hodgkin hastalığında dalağın tedavi karan için noninvasif ları Tavsiye Komitesi splenektomize hastaların 5 yıl sonra tekrarı
yöntemlerle evrelendirilmesi normal boyutta dalağı olan hastaların da yapılmak üzere pnömokok aşılarını yaptırmalarını önermekte­
(içte birinde dalak tutulumu olduğundan ve dalağı büyük olan has- dir. Bu uygulamanın yararlılığı henüz kanıtlanmamış olmakla bir­
f.ıların üçte birinde tümör mevcut olmadığından yeteri kadar güve­ likte bu öneriyle aşı uygulamasının gerçekte spesifik pnömokok
nilir değildir. Her ne kadar kronik miyeloid lösemide splenektomi antikorlarının fitresini düşüreceği hesaba katılmamaktadır. T hücre
1lastalığın doğal seyrini etkilemese de, m asif büyük olan dalağın çı­ yanıtım uyaran daha etkin pnömokok aşılan geliştirilme aşamasın­
karılması hastayı rahatlatır ve transfüzyon ihtiyaç mı belirgin olarak dadır. Elektif splenektomi planlanan hastalara H . in flu en z a e aşısı
azaltarak tedavi' başarısını kolaylaştırır. Splenektomi iki kronik B da mutlaka uygulanmalıdır. Bu bağlamda rutin olarak önerilen baş­
hücre lösemisi, tüylü hücreli lösemi ve prolenfositik lösemi ve nâ­ ka aşı yoktur.
dir görülen splenik mantle zon ya da marjinal zon lenfoma için se- Splenektomize hastalara nedeni açıklanamayan âteşin tıbbi ola­
konder ya da tersiyer olarak etkilidir. Bu hastalıklarda splenektomi rak acil bir durum olduğu anlatılmalıdır. Bakteriyemi şüphesi olan
kemik iliğinde ve hastalık tutulumu bulunan diğer bölgelerde belir­ durumlarda derhal yapılacak olan tıbbi değerlendirme ve tedâvı ça­
gin tümör regresyonuna neden olabilir. Hastalığın seyrinde benzer balan hayat kurtancı olacaktır. Oral penisilin ile yapılacak olan ru­
gerilemeler özellikle kronik lenfositik lösemi ve prolenfositik löse­ tin kemoprofilaksis dirençli suşlann ortaya çıkmasına neden olaca­
mi başta olmak üzere bazı lenfoproliferatif hastalıklarda görülmek­ ğından önerilmemektedir.
tedir. Bu a b s k o p a l erk? olarak tanımlanmaktadır. Dalağa lokalize te­ Bakteriyel enfeksiyonlara olan duyarlılığın artmasının yanında
davilerle elde edilen bu tip sistemik tümör yanıtları, dalaktan tümör spteneoktomili hastalar babesiosis parazitik hastalığına dâ duyarla­
hücrelerinin proliferasyonunu sağlayan birtakım hormon ya da bü­ dırlar. B a b e s i a parazitinin endemik olduğu bölgelerden (Örn., Cape
yüme faktörlerinin salındığuu düşündürmüşse de henüz bu konuda Cod, MA) splenektomize has talar uzak durmalıdır.
kesin kanıtlar oluşmamıştır. Splenektomi gerektiren en sık görülen Dalağın cerrahi olarak çıkarılması h ip o s p le n iz m için bariz bir
endikasyonlar travmatik y ad a iyatrojenik dalak ruptürleridir. Sple* nedendir. Orak hücre hastalığı olan hastalar çocukluk çağında ge-
nik nıptürü olan bir kısım- hastada splenik fragmanların peritona çürükleri sayısız enfarktlar sonucu gelişen splenik yıkım nedeniyle
yayılımı sonucu splenozis aeportal dolaşımla bağlantısı olmayan sıklıkla otosplenektomiüdirler. Aslında, 5 yaşından büyük orak
birden fad a dalak dokusuna ait kalıntıların mevcut olması h ali Bu hücre hastalığı olan bir hastada dalak palpe ediliyorsa bu örn., tala-
ektopik dalak dokusu endometriosisdc olduğu gibi ağrıya ve gast­ semi ya da hemoglobin O gibi bir hemoglobipopati birlikteliğini-
rointestinal obsttüksiyona neden olabilmektedir. Splenomegali ne­ alda getirmelidir. Buna ek olarak, neoplastik ya da otoimmün bir
deni olan birçok hematolojik, immünolojik ve konjestif etken bir ya hastalık nedeniyle splenik radyasyon alan hastalar fonksiyonel ola­
da daha fazla hücresel kan elemanlarının yıkımına yolaçabilir. Bu rak hipospleniktir. H ip o s p le n iz m terimi splenektominin fizyolojik
vakaların çoğunda splenektomi özellikle anem i ve trombositopeni sonuçlarını açıklayabildiğinden ayrıca aspleninin kendisinin emb*
olmak üzere sitopenileri düzeltebilir. Belki de, splenektomi için tek riyonik hayatta sölomik boşluğun sol tarafında normalde olması
kontraendikasyon dalağın hematopoiezisi gerçekleştiren tek kay' gerektiği gibi tür gelişmenin olmamasından ve daha az görülen,
nak olduğu kemik iliği yetmezliği durumlarıdır. kendine özgü, ölümcül bir konjenital anomali olmasından dolay)
Dalağın olmamasın uzun dönemde hematolojik profil üzerinde a sp len iz m yerine kullanımı tercih edilir. Asplenisi olan infantlann
çok az etkisi bulunmaktadır. Postsplenektomi periyodunu takiben dalakları olmayıp bu onların sorunlarının sadece küçük bir parçası­
eıken dönemde bir miktar lökositoz (25.000/pL ’e kadar) ve trom- dır. Gelişmekte olan emriyonun sağ tarafı solda duplikasyon göste­
bositoz (1 x 10®/pL’e kadar) olabilir, fakat 2 ile 3 hafta içinde, kan rir böylece karaciğer olması gereken yerde dalak meycuttur, sağda
sayımlan ve her hücre elemanının yaşam süreleri genellikle norma­ iki akciğer vardır ve kalp iki sağ atrium ile iki sağ ventrikülden
le döner. Splenoktominin kronik manifestasyonlan arasında eritro­ oluşmaktadır. -
sit boyut ve şeklinde farklılıklar (anizositoz, poiliositoz) ve Ho­
well-Jolly cisimciklerinin (nükler artık) mevcut olması, Heinz ci­ 8İBLİOGRAFYA
simcikleri (deıiatüre hemoglobin), bazöfilik noktalanma ve daha az BARKUN AN et al: The bedside assessment of splenic enlargement Am J Med
sıklıkla periferik kanda çekirdekli eritrositler bulunur. Eğer bu tip 91:512,1991
eritrosit anormallikleri dalağı mevcut olan bir hastada görülüyorsa GRAVES SA et al: Does this patient have splenomegaly? JAMA 270:2218,1993
KAJIA et al: Imaging of cervical adenopathy. Semin Ulnasound CT MRI 18:220,
dalağın normal ayıklama ve koparma fonksiyonunu bozan tümörle
1997
infiltrasyonundart şüphenilmelidir. MCINTYRE OR, EBAUGH FG JR; Palpable spleens: Ten year follow-up. Ann In­
Splenektominin en ciddi sonuçlarından biri özellikle S tr ep to ­ tern Med 90:130,1979
c o c c u s p n e u m o n ia e , H a e m o p h ilu s in flu e n z a e gibi kapsüllü ve bazı PANGALIS GA et al: Clinical approach to lymphadenopathy. Semin Oncol 20:570,
1993
gram-negatif enterik organizmalara karşı artmış duyarlılık olması­
PREVENTION OF PNEUMOCOCCAL DISEASE: Recommendations of the Ad­
dır. 2 0 yaş altındaki hastalar S . p n e u m o n ia e ile gelişen sepsise du­ visory Committee on Immunization Practices. MMWR 46(RR-8):1,1997
yarlı olup dalağı alınmış kişilerde tüm aktüriyel sepsis riski 10 yıl­ SLAP GB et al: Validation of a model to identify young patients for lymph node bi­
da % 7’dir. Splenektomize hastalarda pnömokokkal sepsis için ca­ opsy. JAMA 255:2768,1986
STEINKAMP HJ et al: Cervical lymphadenopathy: Ratio of long- to short-axis di­
se-fatality oram % 5 0 ila 80 arasındadır Dalağı olmayan hastaların
ameter as a predictor of malignancy. Br J Radiol 68:266,1995
% 2 5 ’i hayatlarının herhangi bir döneminde ciddi enfeksiyon yaşa­ WILLIAMSON HA JR: Lymphadenopathy in a family practice: A descriptive study
yacaklardır. Splenektomiden sonraki ilk 3 yıl bu riskin en yüksek of 240 cases. J Fam Pract 20:449,1985
olduğu dönemdir. Enfeksiyonların % 15’i polimikrobiyal olup ak­
366 ![ -JurttiUi.viar;.: A na İ.îulgıtitırı vc T a kd im Ş e k ille ri da nötrofil yapımını (80 kg bir kişi için günde -1.3x1011 hücre) de­
ğil fakat aynı zamanda inflamasyon veya enfeksiyona cevap olarak
mobilize edebileceği büyük miktarlara ulaşan rezervleri ilik içeri­
S te v en M . H o lla n d , J o h n I. G a llin sinde depo eder. Kanda nötrofil sayısının artmasına nötrofili denir
64-i
ve immatür hücrelerin varlığı da sola kayma olarak adlandırılır.
Kan nötrofillerinin sayısındaki azalmasın nötropeni denir.
GRAıNÜLOSİTLfiR V'E
Nötrofil ve monositler sitokinler ve koloni stimüle edici faktör­
MONOSİTLERİN HASTALIKLA RI lerin etkisi altında pluripotent kök hücrelerden gelişirler (Şek. 64-2).
Celalettin C am cı Metamiyelosite kadar olan çoğalma fazı yaklaşık 1 hafta alırken,
metamiyelositten olgun nötrofile kadarki olgunlaşma süresi diğer 1
Lökositler inflamatuvar ve immün cevaplar içeren ana hücrelerdir
haftadır. Miyeloblast ilk tanınabilen öncül hücredir ve bunu p ro m i-
ve nötrofiller, T ve B lenfositler, natural killer (doğal öldürücü,
y e lo s it takip eder (Atlas V-23 ). Promiyelosit p r im e r veya a z u ro fil
NK) hücreler, monositler, eozinofiller ve bazofilleri içerir. Bu hüc­
g r a n ü lle r olarak adlandırılan klasik lizozomal granülleri içeren
relerin B lenfositler tarafından antikor yapılması, nötrofiller tara­
hücredir. Primer granüller hidrolazlar, elastaz, miyeloperoksidaz,
fından bakterilerin parçalanması gibi özelleşmiş fonksiyonlara sa­
katyonik proteinler ve gram-negatif bakterilerin öldürülmesinde
hiptirler, sadece tek bir enfeksiyon hastalığında değil diğerlerinde
önemli olan bakterisidal/permeabilite arttırıcı protein içerir. Azuro­
de hücre tiplerinin tam rolü tamamiyle anlaşılmıştır. Böylece, kla­
fil granüllerde de bakteriler, funguslar ve bazı zarflı virüslere karşı
sik olarak nötrofillerin bakterilere karşı konakçı defansında kritik
geniş antimikrobial aktivitesi olan d e fe n s in le r adındaki sisteinden-
rol oynadığı düşünülmekte iken aynı zamanda viral enfeksiyonlara
zengin polipeptid ailesi bulunur. Promiyelosit miyelosit’i oluştur­
karşı savunmada da önemli roller oynayabilir.
mak üzere bölünür, bu hücre laktoferrin, vitamin B i 2 -bağlayıcı pro­
Kan lökositleri üretim yerleri olan kemik iliğinden alarak çeşit­
teinler, hidrojen peroksit yapımı için gerekli olan nikotinamid-ade-
li dokulara taşır. Normal kan lökosit sayıları Ekler konusunda ve­
nin dinükleotid fosfat (NADPH)’ın membran parçası, histaminaz
rilmiştir (Tablo A-7 ve A-8). Çeşitli lökosit tipleri kemik iliğindeki
ortak kök hücreden kaynaklanır. Kemik iliğindeki çekirdekli hücre­ ve bazı kimyasal ve adherens -kolaylaştırıcı faktörlerin (CR3) re­
septörleri, aynı zamanda bazal membran parçası olan laminin re­
lerin dörtte üçü lökosit yapımı yönünde yönlenmiştir. İlikteki löko­
sit olgunlaşma safhaları koloni stimüle edici faktörler ve interlökin- septörlerinin de içerisinde bulunduğu yegane (spesifik) maddeler­
ler olarak bilinen çok sayıdaki farklı faktörlerin düzenleyici kont­ den oluşan s p e s i fi k veya s e k o n d e r g r a n ü lle r in sentezinden sorumlu­
rolü altındadır (Konu 104). Lökositlerin sayılarındaki ve tiplerinde­ dur. Sekonder granüller asit hidrolazlar içermez, bundan dolayı kla­
ki değişimler sıklıkla hastalık tarzı ile ilişkili olmasından dolayı, to­ sik lizozom değildirler. Miyelopoiesis esnasında sekonder granül
tal beyaz küre sayısı (WBC)(mikrolitredeki hücre sayısı) ve alt tip içeriklerinin paketlenmesi CCAAT/enhancer binding protein-_ ta­
sayımları bilgi vericidir. Lenfositler ve bazofıller sırasıyla Konu rafından kontrol edilir. Sekonder granül içerikleri ekstarsellüler or­
305 ve 3 10,’da tartışılmıştır. Bu bölüm nötrofiller, monositler ve tama kolaylıkla salmabilirler ve inflamasyonun düzenlenmesinde
eozinofiller üzerinde odaklanmıştır. hareket kabiliyetleri önemlidir. Olgunlaşmanın son evresinde hüc­
re bölünmesi olmaz ve hücre m e ta m iy e lo s it evresinden sosis-şekil-
NÖTROFİLLER li nükleusa sahip b a n d nötrofile geçer (Atlas V-35). Band hücre ol­
gunlaşarak nükleusu lobüle şekil alır. Nötrofillerin nükleusu nor­
malde en fazla dört segment içerir. Aşın segmentasyon (beşden da­
O LG UNLAŞM A Nötrofilin yaşamındaki önemli olaylar Şek. 64-
ha fazla nükleer lob) folat veya vitamin B j 2 yetmezliğinin bulgusu
1 ’de özetlenmiştir.Normal insanlarda nötrofiller sadece kemik ili­
olabilir (Atlas V-38). Pelger-Huet anomalisi (Atlas V-34B), sık ol­
ğinde üretilirler. Hematopoezin desteklenmesi için gerekli mini­
mayan dominant benign genetik geçişli, iki loblu nükleusu olan
mum kök hücre sayısı 4 0 0 ila 5 0 0 olarak tahmin edilmektedir. İn­
nötrofillerin gelişimiyle sonuçlanır, bunlar band formdan mutlaka
san kanındaki monositler, doku makrofajları ve stromal hücreler
ayırt edilmelidir. Nötrofillerdeki çok lobluluğun fizyolojik rolü bi­
kemik iliğinde monosit ve nötrofillerin gelişimi için gerekli koloni
stimüle edici faktörleri ve hormonları üretirler. Hematopoietik sis­ linmemektedir, fakat inflamasyon bölgesindeki doku içerisinde ha­
tem sadece fizyolojik fonksiyonlarını görmek üzere yeterli miktar­ reket esnasında büyük oranda deformasyona imkan tanıyabilir.
Şiddetli akut bakteriyel enfeksiyonda
Mikrobiyal ölme
doku hasarı toksik granülasyon olarak adlandırılan nöt­
Ev sahibi direncinin diğer rofillerdeki belirgin sitoplazmik granüller
yollarının aktivasyonu nadiren görülür (Atlas V -ll). T o k sik g r a ­
KEMİK İLİĞİ DOLAŞIM j Kırmızılık
n ü lasy o n immatür veya anormal boyanan
C3a ^ OH,
/ . t Ödem HOCI (bleach) azurofil granüllerdir. D ö h l e c is im c ik le r i
Kök C5a „Vazodilatasyon
hücre ç Histamin
Bradikinin'
i

Sıvı kaçağı Ağrı
(Atlas V-35) olarak da adlandırılan sitop­
lazmik parçacıklar enfeksiyon esnasında
1 Serotonin Sıcaklık görülebilir ve ribozomdan zengin endop-
lazmik retikulum parçacıklarıdırlar. Akut
i
bakteriyel enfeksiyon esnasında büyük nöt­
PMN Dıyapedez rofil vakuolleri sıklıkla mevcuttur ve muh­
3 - Emilim temelen pinositoza uğramış (internalize ol­
G-CSF Bakteri \
Steroidler İntegrinler muş) membrandırlar.
veya mantar ]
Endotoksin Nötrofiller fonksiyon yönünden hetero­
Artmış endotel
Sıcaklık Sitokin salınımı jendir. Olgun nötrofillerin sadece bir alt
kalınlığı
IL-8, TNF-a, IL-12 gurubunu tanıyabilen monoklonal antikor­
\ \ IL-1, TNF-a lar geliştirilmiştir. Nötrofil heterojenitesi-
f Selektinler
nin anlamı bilinmemektedir.
V! Devreye girme
İL İK T E N SA LIN M A V E D O L A ­
Makrofajlar
ENDOTEL Lenfositler ŞIM DAKİ K IS IM L A R Uyanlm amışlık
ŞEKİL 64-1 Nötrofil üretimi, tüketimi inflamasyonun şematik olayları. İnflamasyonun dört kar­ durumunda kemik iliğinden kana lökositle­
dinal belirtisi (rubor, tumor, calor, dolor) nötrofiller ile diğer hücreler ve sitokinlerin karşılıklı iliş­ rin geçişini sağlayan spesifik sinyaller ara­
kileri sonucunda gelişmektedir. PMN, plimorf nükleuslu lökositler; G-CSF, granülosit koloni sında interlökin (IL) 1, tümör nekrozis
stimüle edici faktör; İL, interlökin; TNF-a, tümör nekrozis faktör. wfaktör-oc (T N F-a), koloni stimüle edici
faktörler, kompleman fargmanı C 3e ve Hücre Evre Yüzey Belirleyici* Özellikler
muhtemel diğer sitokinler vardır. Normal
şartlarda nötrofıl havuzunun % 90’ı kemik MİYELOBLAST CD33, CD13, CD15 Belirgin nükleus
iliğinde, % 2-3’ü dolaşımda kalanıda doku»
dadır (Şek. 64-3).
Dolaşım havuzunda iki dinamik bölüm
vardır: biri serbestçe akan ve diğeri kenarla»
ra yapışmış olan. Serbestçe akan havuz ba­ \ PROMİYELOSİT CD33, CD13, CD15 Büyük hücre
zal şartlarda nötrofillerin yaklaşık yarısıdır Primer granüller
ve kan içerisindeki endotelle ilişkisi olma­ görünür
yan hücrelerden oluşur. Kenarlara yapışmış
lökositler ise endotelle yakın fiziksel temas
halindedirler (Konu 64-4). En yoğun kapil-
ler yatağın olduğu (her bir alveole - 1 0 0 0 MİYELOSİT CD33, CD13, CD15 Sekonder granüller
kapiller) marjinasyon (yapışma) gelişir CD14, CD11b görünür
çünkü kapillerlerle olgun nötrofîller aynı
boydadırlar. Bundan dolayı nötrofıl akış­
kanlığı ve deforme olabilirliği pulmoner ya­
tak boyunca geçişi sağlayabilmek için ge»
reklidir, Nötrofil rijiditeşi (sertliğinde) art­ METAMİYOLOSİT CD33, CD13, CD15 Böbrek-şekllnde
CD14, CD11b nükleus
ma veya deforme olabilmede azalma akci­
ğer içerisinde nötrofilin tuzaklanmasını ve
maginasyonunu arttıracaktır. Zıt olarak, sis-
temik postkapiller venüller içerisinde mar-;
BANO-FORM CD33, CD13, C D 1 3 . Sekonder granüller
jinasyon spesifik hücre yüzeyi molekülleri­
CD14, CD11b, CD 10, görünür
nin karşılıklı etkileşmesi sonucunda gelişir CD16
Selektinlemötrofîller, endotel hücreleri ve
diğer pek çoklarında eksprese olan glikop-
roteinlerdir, bunlar düşük-afiniteli etkileşi­
me neden olurlar bu da endotel yüzeyi bo­ NÖTROFİL CD33, CD13, CD15. Yoğun, multiloba
CD 14, CD11b, CD10, nükleus
yunca nötrofillerin "yuvarlanmasıyla"' so­
CD16
nuçlarım Nötrofîller üzerindeki L-selektid
molekülü [cluster determinant (CD) 62L]
endotel hücreleri üzerindeki glikozile prote­
inlere [öm. glikolizasyona bağımlt hücre '’CD-Klastır tay incisi; O Nükleolus; • P r im e r granül: D Sekonder granül
adezyon molekülü (Giy C A M İ) ve CD34]
ŞEKİL 64-2 Nötrofil gelişim evreleri şematik olarak gösterilmiştir. G-CSF ve GM -CSF bu iş-!
bağlanır. Nötfofîllerdeki glikoproteinler, en
lemde kritik öneme sahiptirler. Saptanan hücresel özellikler ve spesifik hücre-yüzey belirleyi­
önertilisi sialyl-Lewis* (Şle*, C D I5s) en- cileri her bir olgunlaşma evresinde listelenmiştir.
doteliyal hücreler ve diğer lökositler üzerin­
de eksprese olan selektinlef için [E-selektin (CD 62E) ve P-selektin tinal sistemdeki müköz membranlardan göç etmek (migrasyon) su­
(CD62P)] bağlanma hedefleridirler Has arlanmış dokulardan kay­ retiyle vücudu terkederler. Normalde nötrofîller dolaşımda çok kı­
naklanan kemotaktik uyanlara (öm.- C5a kompleman ürünü, lökot- sa bir süre kalırlar (yan ömür 6-7 saat). Yaşlanmış nötrofîllerde ak­
rien B 4 , IE- 8 ) veya bakteriyel ürünlere [öm. N-formilmetionillözil- ciğer ve dalaktaki makrofajlar tarafından dolaşımdan temizlenir.
fenilalanin (f-metleuphe)]cevap olarak nötrofil adhezivitesi artar ve Doku içerisine girdikten sonra nötrofîller kollajenaz ve elastaz gibi
hücreler in teg rin ler yoluyla endotele "yapışırlar". İntegrinler lökosit enzimleri salgılarlar, bunlar abse kavitesi oluşumuna yardim eder­
glikoproteinleridirler, CD18 fî-zinciri ile birlikte C D lla (L F A -1 ),‘ ler. Nötrofîller Ig G ve C3b ile opsonize olmuş patojenik materyal­
C D llb (M ac-1, CR3 veya Ç3bi resptörü olarak da adlandırılır) iler.;, leri sindirirler. Fibronektin ve tetrapeptîd olan tuftsin fagositozu-:
C D llc (p 150,95) gibi sıklıkla kompleksler halinde bulunurlar. kolaylaştırır.
C D lla/C D 18 ve C D llb/C D 18 spesifik endotelyal resptörlerine ; Fagositozla birlikte oksijen tüketimi aşın artar ve hegzos-mo-
bağlanırlar [intrasellüler adezyon molekülleri (ICAM) 1 ve 2 ]. nofosfat şantı aktifleşir. Hücre membranı üzerinde ve hücre iç yü­
Hücre uyarıldıktan sonra E-selektin salınır; kimyasal çekiciler zeyinde bölümleri olan membranla-ilişkili NADPH oksidaz, oksi­
ve opsoninlere ait reseptörler hücre yüzeyine hareketlenirler; fago­ jenin süperoksit anyona bunun da hidrojen peroksit ye diğer toksik
sitler, hareket aktivitelerini (kemokinezis) ve doku içerisine doğru­ oksijen ürünlerine (öm. hidroksil radikalleri) indirgenmesini sağlar.
dan göç etmeyi (kemotaksis) arttırmak suretiyle damar dışındaki Hidrojen peroksit+klorid+nötrofıl miyeloperoksidazı hipoklorik
kimyasal çekici maddelerin kaynağına doğra yönlenirler. Doku içe­ asit (beyazlatıcı), hipoklorit ve klorin oluşturur. Bu ürünler mikro­
risine göç etme olayı diapedesis olarak adlandınlır ve postkapiller organizmalar ve tümör hücrelerini okside ve halojenize eder, kont­
endotel hücrelerinin lökosit geçişine izin veren komşu hücreler ara­ rol altına alınmazsa konakçı dokuda hasar oluşturabilirler, Güçlü
sındaki açıklıklarından nötrofillerin yavaşça geçişini içerir. Diape- katyonik proteinler, defensinler ve muhtemelen nitrik oksit de mik-
desisde hem göç eden lökosit hem de endotel üzerindeki mevcut robial öldürmeye katkıda bulunmaktadır. Lizozim ve asit proteaz-
trombosit/endotel hücre adezyon molekülü (PECAM ) 1 (C D 31) rol ■ lar gibi diğer enzimler, mikrobik debrisin sindirilmesine yardım
oynar. Endotel cevaplan (artmış vazodilatasyon ve permeabilite so­ ederler. Dokuda 1-4 günden sonra nötrofîller ölür. Nötrofillerin
nucu kan akımında artış) anafılotoksinler (öm. C3a ve C5a) ile bir­ apoptozu aym zamanda sitokinler tarafından düzenlenir; granülo-
likte histamin, bradikinin, seratonin, nitrik oksit, vasküler endotel­ sit-koloni stimüle edici faktör (G-CSF) ve IFN-y ölümü engeller.
yal büyüme faktörü (VEGF) ile prostoglandin E ve I gibi vazodila- Gecikmiş-tip hipersensitivite gibi bazı koşullarda, monosit birik­
törler tarafından yönlendirilir.Sitokinler bu olayların bir kısmım mesi enflamasyonun başlamasından itibaren 6 -1 2 saat içerisinde
yönlendirirler [öm. V EG F’nin uyardığı T N F-a, prostaglandin gelişir. Nötrofîller, motıositler, değişik sindirme aşamalarındaki
E ’nin baskılanmasında interferon (IFN) y]. mikroorganizmalar ve değişime uğramış lokal doku hücreleri infla-
Sağlıklı yetişkinlerde nötrofillerin büyük bir kısmı gastrointes- matuvar eksudatı yani apseyi oluşturur. Apsenin karakteristik yeşil
4- nıitklann Ana Buteulan rengini myeloperoksidaz sağlar ve kimyasal çekici maddelerin
inaktivasyonu veya fagositik hücrelerin hareketsizleştirilmesi ile
enflamatuvar olaylar durdurulabilir.
Haini -Dolaşan havuz Nötrofiller bazı sitokinlere [ IFN-y, granülosit-makrofaj koloni

i Kemik iliği Doku


stimüle edici faktör (GM -CSF), IL- 8 ] cevap verir ve enflamatuvar
cevabı düzenleyen sitokinler ve kemotaktik sinyalleri [ TN F-a, IL-
8 , makrofaj inflamatuvar protein (MIP) 1] yapar. Fibrinojen varlı­
^ K en a rd aki havuz ğında, f-metleuphe veya lökotrien B 4 nötrofîllerden IL - 8 üretimini
Enfeksiyon “ Dolaşan havuz . uyarır, buda enflamasyonun otokrin artışına imkan sağlar. K e m o -
k in le r (k e m o ç e k ic i s it o k in le r ) aralarında endotel hücreleri, fibrob-
Kemik iliği G lastlar, epitel hücreleri, nötrofiller ve monositlerin olduğu bir çok
Doku
hücre tipi tarafından yapılan küçük proteinlerdir, nötrofil ve mono­
*— Kenardaki havuz sitlerin canlılığı ve aktivasyonunu düzenlerler. Kemokinler sinyal­
Epinefrln 1— Dolaşan h avı»
lerini hücre zan içerisinde yedi defa sarmal yapmış olan heterotri-
merik G-prteine bağlı reseptörler aracılığı ile iletir, bu tip hücre yü­
Kemik iliği Doku zey reseptörü klasik tip kimyasal çekici özelliğe sahip olan N - f-
1• metleuphe ve C 5a’ya cevapta aracılık eden yüzey reseptörleri ile
1

■— Kenardaki havuz? aynı tiptedir. N terminaline yakın kısımdaki sistein yapışma daya­

I
1— Dolaşan havuz
nılarak dört büyük kemokin gurubu tanımlanmıştır C, CC, CXC ve
Steroid lef (akut)
C X X X C . C X C kemokinler IL - 8 gibi esas olarak nötrofilleri; CC
kemokinler M IP -la gibi lenfositler, monositler, eozinofiller ve ba-
Kemik İliği Doku
zofilleri; C kemokini lenfotaktin T hücrelerini; C X X X C kemokin
fraktalkin nötrofil, monosit ve T hücrelerini etkilerler. Bu molekül­
t — Kenardaki havuz
ler ve bunların reseptörleri sadece enflamatuvar hücrelerin yönlen­
Lfikpeit adhezyon yetmezi®. 1 — Dolaşan-havuz dirilme ve aktivasyonlanmn düzenlenmesi değil aym zamanda
HIV enfeksiyonu için ko-reseptör olarak da görev gören kemokin
Doku resptörleridir (Konu 309).
U i N Ö T R O FİL A N O R M A L L İK L E R İ Nötrofil yaşam siklusun-
l—Kenardaki havuz. daki defekt konakçı savunmasında bozukluk ve disfonksiyona ne­
den olabilir. Enflamasyon sıklıkla depresedir ve bunun klinik sonu­
ŞEKİL 64-3 Değişik anatomik ve fonksiyonel havuzlar arasındaki şe­ cu sıklıkla tekrarlayan ve şiddetli geçen bakteriyel ve fiıngal enfek­
matik nötrofil dağılımı ve kinetikleri. siyonlardır. Müköz membranlarda aftöz ülserler (pü olmayan mavi
ülserler) ve gingivitis ve periodontal hastalık fagositik hücre bo­
zukluğunu düşündürür. Konjenital fagosit defekti olan hastalarda
hayatın ilk günlerinde enfeksiyonlar
gelişebilir. Deri, kulak, üst ve alt solu­
num yollan ve kemik enfeksiyonları
sıktır. Sepsis ve menejit nadirdir. Bazı
hastalıklarda enfeksiyon sıklığı değiş­
kendir ve hastalarda aylarca ve hatta
yıllarca major bir enfeksiyon olmaya­
bilir. Bu tür konjenital has talikiarm
agresif bir şekilde tedavileri ile hasta­
ların ömürleri 30 yaşm ilerisine uzatı-
labilmiştir.
N ötr öpeni Nötrofil yokluğunun
akıbeti dramatiktir. Nötrofil sayısı
1000 hücre/pL’nin altına düştüğünde
enfeksiyöz hastalıklara duyarlılık be­
lirgin olarak artmaktadır. Absolu nöt­
rofil sayısı (ANC; matür nötrofil ve
band formları birlikte) 5 0 0 hüc-
re/pL’nin altına düştüğünde endojen
mikrobial floranın kontrolü (örn. ağız,
barsak) bozulur; 200 hücre/pL’nin al­
ŞEKİL 64-4 Pulmoner kapillerier boyunca nötroflllerin yolculuğu nötrofil deformabilitesine bağımlı­ tına düştüğünde ise enflamatuvar me­
dır. Nötrofil rijidltesi (örn. C5a ile oluşan) pulmoner tuzaklanmayı arttırır ve bu yolla pulmoner pa­ kanizma çalışmaz. Nötropeni yapı­
tojenlere cevap hücre yüzey reseptörlerinden bağımsız olarak gelişir. Bazı bakterilerin neden oldu­ mında azalma, periferde yıkımda art­
ğu (örn. Streptococcus pneumon/ae)intraalveolar kemotaktik faktörler nötrofillerin pulmoner kapil- ma veya aşın periferik havuzda top­
lerierden alveolar boşluğa geçişine neden olurlar. Sistemik postkapiller venüllerin endoteli ile nöt- lanma sebepleri sonucunda gelişebilir.
rofıllerin etkileşimi bağlanma moleküllerine bağımlıdır. Nötrofiller selektinleri kullanarak endotel bo­ Nötrofil sayısında düşme veya belirli
yunca "yuvarlanırlar": nötrofil CD15s (sialyl-Lewis*), endotel hücresindeki CD62L (L-selektin) ve
bir düzeyde seyretmekte olan nötrofil
CD62P (P-selektin)’e bağlanır; nötrofiller üzerindeki CD62L (L-selektin) endotel üzerindeki CD34
sayısmda anlandı diişiiş olması ile bir­
ve diğer moleküllere (örn. GlyCAM-1) bağlanır.Kemokinler ve diğer aktivasyon faktörleri bu integ-
likte enfeksiyon ve diğer durumlarda
rin-aracılı "kuvvetli adezyonu’ uyarırlar. CD11a/CD18 (LFA-1) ve CD11b/CD18 (Mac-1, CR3) en­
dotel üzerindeki CD54 (ICAM-1) ve CD102 (ICAM-2)’ye bağlanır. Diapedez endotel hücreleri ara­ görülmesi gereken nötrofil sayısının
sındaki yerden gelişir: migrasyon yapmakta olan nötrofiller tarafından eksprese edilen CD31 (PE- artmaması araştırma yapılmasını ge­
CAM-1) ile endotel hücre-hücre birleşme noktasında eksprese olan CD31 etkileşimi. rektirir. Kanser kemoterapisi sonra-
•ii. la gürtilcn akut notropenide uzun süreli (aylar-yıllar) nötropeni­ 64 Granülositler ve Monositlerin H a s ta lık la r ı 369
ye s ş k c enfeksiyon riski daha yüksektir ki uzun süreli notropenide
enfeksiyona veya dikkatli kontrollü verilen endotoksine cevap ko­ tedir. Glukokortikoidler, siklosporin, IFN-a ve 2-klorodeoksiade-
nulmuştur (bkz aşağıdaki "Laboratuvar Tanı”). nozin gibi nükleozidler ile remisyon sağlanabilir.
Ailevi geçişli ve sonradan kazanılan nötropeni sebeplerinin bir H erediter Nötropeniler, Herediter nötropeniler nadirdir ve er­
kısmı Tablo 64-1 ‘de listelenmiştir. En sık görülen nötropeniler iat- ken çocukluk döneminde belirgin nötropeni veya agranülositoz
rojeniktir, malignitelerin tedavilerinde veya otoimmün hastalıkların şeklinde görülebilirler. Nötropeninin konjenital formları arasında
kontrolü amacıyla sitotoksik veya immünosüpresiflerin kullanılma­ Kostmann sendromu (nötrofil sayısı <100/jıL)-sıklıkla fataldir, kro­
sı sonucunda gelişirler. Bu ilaçlar ilikteki hızla çoğalan progenitor nik idiopatik nötropeni (nötrofil sayısı 300 ila 1500/jıL)-daha be-
( kök) hücrelerin yapımını azalttıkları için nötropeniye sebep olur­ nigndir, kartilaj-saç hipoplazisi sendromu, Shwachman sendromu-
lar. Kloramfenikol, trimetoprim-sülfametaksazol, flusitozin, vida- pankreatik yetmezlikle beraber, myelokathexis- miyeloid öncülle­
rabin ve antiretroviral ilaç olan zidovudin gibi bazı antibiyotikler rinde bcl-XL ekspresyonunda azalma ve hızlanmış apoptozla ilişki­
ıniyeloid prekürsörlerin proliferasyonunu inhibe ederek nötropeni­ li kemik iliğindeki miyeloid hiperplazi ve nötrofil dejenerasyonu
ye neden olabilirler. İlik baskılanması genellikle doza ve ilacın uy­ ve hipersegmentasyonu ile karakterize konjenital hastalık; ve diğer
gulanmasının devamına bağımlıdır. Rekombinant insan G-CSF bn immün yetmezliklerle beraber görülen nötropeniler (X-linked
iip ııötropeniyi düzeltir. agammaglobulinemi, ataksi telenjiektazi, Ig A yetmezliği) sayılabi­
İatrojenik nötropeninin diğer önemli bir mekanizması, nötrofıl- lir. G -CSF’e kötü cevapla ilişkili 1. kromozom üzerindeki G-CSF
lerin ve nötrofil öncüllerini sensitize ederek immün-aracılı perife- reseptöründe mutasyon şiddetli konjenital nötropeniye ve miyeloid
rik yıkımına neden olan immün haptenler olarak rol oynayan ilaç­ malignite gelişimine yatkınlığa yol açabilir. Herediter siklik nötro­
ların etkisidir. İlaca bağlı nötropeninin bu formu genellikle ilaca peni otozomal dominant geçiş gösterir, süt çocukluğu döneminde
başlandıktan sonraki ilk 5 ila 7 gün içerisinde görülür ve 10. günde oluşabilir ve düzenli 3-haftalık sikluslarla karakterizedir. Herediter
tamamlanır. Duyarlılık oluşmuş ilacın yeniden verilmesinden kaçı­ siklus nötropeni gerçekte siklik hematopoezdir, nötrofil elastaz ge­
nılmalıdır, çünkü sıklıkla ani gelişen nötropeni ile sonuçlanır. Bun­ nindeki mutasyon sonucunda gelişir. Glukokortikoidler ve G-CSF
dan dolayı diagnostik denemden kaçınılmalıdır. bazı hastalardaki sikluslan zayıflatabilir.
Dolaşımdaki antinötrofil antikorların neden olduğu otoimmün Yenidoğandaki nötropeniyle maternal faktörler ilişkili olabilir.
nötropeniler edinsel nötropenilerin bir diğer formudur ve nötrofil- Fetal nötrofıller üzerindeki antijenlere karşı yönlenmiş IgG’nin
lerin yıkımında artışla sonuçlanır. Edinsel nötropeniler HIV enfek­ transplasental geçişi periferik yıkımla sonuçlanır. Gebelik esnasın­
siyonunu da içeren viral enfeksiyonlarda da görülebilir. Edinsel da alınan ilaçlar (örn. tiazidler), yenidoğandâ yapimın hastalanma­
nötropenik siklik bir yapı gösterebilir, aralıklar haftalar şeklinde sı veya periferik yıkımın artışı şeklinde nötropeniye sebep olabilir­
gelişebilir. Edinsel siklik veya stabil nötropeni; T hücreleri, NK ler.
hücreleri veya NK-benzeri hücrelerden oluşan büyük granüllü len­ Nötrofıllere karşı yönlenmiş immünoglobulin varlığı Felty
fositlerin (LGL, large granular lymphocytes) miktarındaki artışla sendromunda görülür- romatoid artrit, splenomegali ve nötropeni
ilişkili olabilir. LGL-lenfositozlu hastalarda kan ve kemik iliğinde tiradı (Konu 312), Splenektomiye nötrofil sayısında artış ile cevap
orta derecede lenfositoz, nötropeni, poliklonal hipergammaglobuli- veren Felty sendromlu hastalarda postoperatif serum nötrofil-bağ-
nemi, splenomegali, romatoid artrit ve lenfadenopatinin olmaması layan IgG düzeyleri de düşüktür. Bu hastaların bir tasmmda nötro­
bulunabilir. Bu tür hastalarda kronik ve nispeten stabil bir gidiş var­ peni ile birlikte LG L sayısında artış mevcuttur, Nötrofillerin sple-
dır. Tekrarlayan bakteriyel enfeksiyonlar sıktır. Bu sendromun be­ nomegalide periferik yakalanması ve yıkılması lizozomal depo
nign ve mailgn formları vardır. Bazı hastalarda spontan gerilemeler hastalıkları ve portal hipertansiyonda da görülür.
11 yıldan sonrasında görülebilir, ki bu durum hastalığın bir formu­ Nötrofili. Nötrofili artmış nötrofil yapımı, ilikten salıverilme­
nun temelinde immünregülatuvar defektin varlığını düşündürmek- de artış veya defektifmarjinasyon sonucunda gelişebilir (Tablo 64-
2). En önemli akut nötrofili nedeni enfeksiyondur. Akut enfeksiyo-
Tablo 6 4 -i Nötropeni Sebepleri"

Azalmış Yapım
İlaca bağlıaealkile edici ajanlâr (nitrogen mustard, busulfari, klorambusil, Tablo 64-2 Nötrofili Sebepleri"
siklofofamid); antimetabolltler (metotreksat, 6-merkaptopurin, 5-flusito-
sin); nonsitotoksik ajanlar [antibiyotikler (kloramfenikol, penisilinler, Artmış Yapım
sulfonamidler), fenotiazinler, trankilizanlar (meprobamat), antikonvül- idiopatik
sanlar (karbamazepin), antipsikotikler (klozapin), bazı diuretikler, anti- İlaçla ilişkiliaeglukokortikoidler
inflamatuvar ajanlar, antitiroid ilaçlar, diğerleri] Enfeksiyoıuebakteriyel, fungal, nadiren viral
Hematolojik hastalıklar aeidiopatik, siklik nötropeni, Chediak-Higashi send- Enflamasyonaetermal hasar, doku nekrozu, myokardial ve pulmoner in-
romu, aplastik anemi, infantil genetik hastalıklar (metne bkz) farktüs, hipersenşitivite durumları, kollagen vasküler hastabklar
Tümör invazyonu, myelofibrosis Miyeloproliferatif hastaliki araemyelositik lösemi, miyeloid metaplazi,
Nutrisyonel yetmezlikaevitamin B 12, folat (özellikle alkolikler) polistemia vera
Enfeksiyonaetüberküloz, tifo, brusellosis, tularemia, kızamık, infeksiyöz Artmış İlikten Salıverilme
mononukieosis, malarya, viral hepatitis, leishmaniasis, AIDS Glukokortikoidler
Periferik Yıkım Akut enfeksiyon (endotoxin)
Antinötrofil antikorlar ve/veya splenik veya akciğerde (alveolar makrofaj) Enflamasyonaetermal hasar
yakalanma Migrasyon Defekti
Autoimmun hastalıklaraFelty sendromu, romatoid artrit, lupus eritemato- İlaçlaraeepinefrin, glukokortikoidler, nonsteroid anti-inflamatuvar ajanlar
sus Stres, uyanlma, aşın egzersiz
Haptenler şeklindeki ilaçlaraeaminoprine, a-metil dopa, fenilbutazon, cıvalı Lökosit adhesyon yetmezliği tip 1 (integrin b zinciri, CD 18); lökosit ad-
diuretikler, bazı fenotiazinler hesyon yetmezliği tip 2 (seleetin ligand, CD15s, sialyl-Lewisx)
Wegener granulomatosis Çeşitli
Periferik Göllenme (Geçici Nötropeni) Metabolik has taliki araıketoasidoz, akut renal yetmezlik, eklampsa, akut
Aşırı bakteriyel infeksiyion (akut endotoksemi) zehirlenme
Hemodializ İlaçlaraelityum
Kardiopulmonary bypass Diğeraemetastatik karsinoma, akut hemoraji veya hemoliz
: aölo 64-3 i.îı”imj!>isSt u- Mönüsü Uuslaitklaı imn i'ipler» ile respiratuvar ve intestinal sis­
İlgili Disfonksiyonun Sebebi temleri tutan bakteriyel ve fungal
enfeksiyonlar; hücrelerin damar
Fonksiyon İlaçla-ilişkiii Edinsel Ailevi (Herediter)
cidarma yapışamamasından dolayı
persistan lökositoz (nötrofil sayısı
Adherans-agregasyon Aspirin, kolşisin, alkol, Neonatal durum Lökosit adhesyon yetmez­
glukokortikoidler, ibup- hemodializ liği tip 1 ve 2 15.000 ila 20.000/pL) ve şiddetli
rofen, piroksikam olgularda göbek bağmın düşme­
Deformabilite Lösemi, neonatal du­ sinde gecikme öyküsü vardır.
rum, diabetes mellitus, Özellikle derideki enfeksiyonlar
immatür nötrotıller progressif olarak sınırlan artan,
Kemokinesis-kemotak- Glukokortikoidler (yüksek Termal hasar, malignite, Chediak-Higashi sendromu yavaş iyileşme gösteren ve disp-
sis doz), auranofin, koisişin malnutrisyon, perio­ nötrofil-spesifik granül ek­
lastik skarlarla iyileşen nekrotik
(zayıf etki), fenilbutazon, dontal hastalık, neo­ sikliği, şiddetli kombine
enfeksiyonlar olmaya eğilimlidir­
naproxen, indometasin, natal durum, sistemik immunyetmezlik, Wiskott-
interleukin 2 lupus eritematosus, Aldrich sendromu ler. En sık etken olan bakteriler
romatoid artrit, diabe­ S t a p h y lo c o c c u s a u re u s ve enterik
tes mellitus, sepsis, inf­ gram-negatif bakterilerdir, LA Y
luenza virus infeksiyo- 2 ’nin sebebi SLex(CD15s) anor­
nu, herpes simplex virus malliğidir, ki buda nötrofillerin
infeksiyonu, akroderma-
endotel hücreleri üzerindeki selek-
titis enteropatika, AIDS
tinlerle bağlanan ligandıdır.
Mikrobisidal aktivite Kolşiin, siklofosfamid, Lösemi, aplastik anemi, Chediak-Higashi sendromu,
N ö t r o f i l G r a n d ile r in in H a s ­
glukokortikoidler (yük­ bazı nötropeniler, tuft­ nötrofil-spesifik granül ek­
sek doz) sin yetmezliği, termal sikliği, kronik granüloma- t a lı k l a r ı En sık görülen m iy e lo p e ­
hasar, sepsis, neonatal töz hastalık, interferon y r o k s id a z e k s ik liğ id ir , otozomal re-
durum, diabetes melli­ reseptör eksikliği, IL-12 sesif geçen, insidansı 1/2000 olan
tus, malnutrisyon, AIDS reseptör eksikliği, IL -12 primer granül hastalığıdır. Tek ba­
yetmezliği şına miyeloperoksidaz eksikliği
konakçı savunmasında klinik ola­
na bağlı nötrofılide hem yapım hem de ilikten salıverilme art­ rak önemli bir soruna yol açmaz, çünkü hidrojen peroksidaz oluşu-?
mıştır. Artmış yapım ayrıca kronik enflamasyon ve bazı miyelopro- mu gibi diğer savunma sistemlerinde artış vardır. Nötrofillerin mik­
liferatif hastalıklarla ilişkili olabilir. İlikten salıverilmenin artması robisidal aktiviteleri gecikmiştir fakat kaybolmamıştır. Myelope-
ve dâmar duvarında yerleşmiş olan lökosit havuzundakilerin kana roksidaz eksiklğinin varlığı diğer edinsel konakçı defans yetmez­
mobilizasyonü glukokortikoidler tarafından uyarılır. Aşın egzersiz, liklerini daha da ciddileştirebilir. Miyeloperoksidaz yetmezliğinin
uyarılma veya stres gibi durumlarda epinefrin salınması dalak ve edinsel formlarına miyeİomonositik ve akut miyeloid lösemide gö­
akciğerdeki damar duvannda yerleşmiş nötrofilleri yerlerinden ayı­ rülür.
rır ve dakikalar içerisinde nötrofil sayısı iki katına çıkar. Hücre sa­ Chediak-Higashi sendromu (CHS) lq 4 2 ’deki C H S1 geni tara­
yısı 10,000 ile 25.000/pL arasındaki lökositoz enfeksiyonlar ve di­ fından kodlanan LYST lizozomal transport proteinindeki defektin
ğer akut enflamasyon formlarına cevaben oluşur ve hem damar du­ olduğu otozomal resesif geçişli nadir bir hastalıktır. Bu protein gra­
varlarındaki havuzdan salıverme hem de ilikteki rezervlerin mobi- nüllerin normal paketlenmesi ve ulaştırılması için gereklidir.
lizasyonu sonucu gelişir. Hücre sayısı 30.000 ile 50.000/pL veya CHS’li hastaların nötrofilleri (ve lizozom içeren tüm hücrelerinde)
daha fazla olan persistan nötrofili, lökomoid reaksiyon olarak ad- karakteristik büyük granüller vardır (Atlas V-34A). CHSTi hasta­
landınlır, bu terim sıklıkla nötrofilinin dercesini lösemiden ayırdet- larda çok sayıda ajanın neden olduğu enfeksiyonların sayısında ar­
mek için kullanılır. L ö k o m o i d r e a k s iy o n d a dolaşımdaki nötrofiller tış vardır. CHS nötrofilleri ve mönositlerinde kemotaksi hâsarlan-
genellikle matürdür ve klonal yönlenme yoktur. mıştır ve fagazomlarla lizozomal granüllerin birleşme hızındaki
A norm al Nötrofil Fonksiyonu. Fagosit fonksiyonunun ailevi azalmadan dolayı mikrobiyal öldürücülük oranlan anormalleşmiş-
(herediter) ve edinsel anormallikleri Tablo 6 4 -3 ’de lidtelenmiştir.
tir. NK hücre fonksiyonu da hasarlanmıştır.
Gelişen hastalıklar adheransda, kemotaksisde ve mikrobisidal akti-
Spesifik granül eksikliği nadir otozomal resesif bir hastalıktır,
vitede fonksiyonal defektler şeklinde en iyi tanımlanabilir. Fagosit
sekonder granüller ve bunların içerikleriyle aynı zamanda primer
fonksiyonlarının önemli ailevi (herediter) hastalıklarına ait ayırde-
granüllerin bir parçası olan defensinlerde bozukluk vardır. Bakteri­
dici özellikler Tablo 64-4.de gösterilmiştir.
yel öldürmedeki hasar şiddetli bakteriyel enfeksiyonlara neden
A d h e z y o n H a s t a lık la r ı İki tip Lökosit Adhezyon Yetmezliği
olur. Spesifik granül eksikliğinin bir tipinde, granül içeriklerinin
(LAY) bildirilmiştir. Her ikisi de otozomal reşesif geçişlidir ve nöt-
ekspresyonunu düzenleyen CCAAT/enhancer binding protein-e
rofillerin dolaşımdan enfeksiyon sahasına geçememesi sonucunda
mutasyonu etkendir.
lökositoz ve enfeksiyona duyarlılıkta artış ile sonuçlanırlar (Şek.
K r o n i k g ra n ü lo m a tÖ z h a s t a l ı k Kronik granülomatöz hastalık
64-4). LA Y l ’li hastalarda CD18 mutasyonu vardır, ki bu LFA-1,
(KGH) granülosit ve monosit oksidatif metabolizmasımn bir gurup
Mac-1 ve p 150,95 integrinlerin ortak parçasıdır ve nötrofillerle en-
hastalığıdır. KGH insidansı 1/200.000 olarak nadir bir hastalık ol­
dotel arasındaki kuvvetli adezyonda defekte neden olur.
makla birlikte nötrofil oksidatif metabolizmasının bozukluğuna ait
C D 18/C D llb (M ac-1)’den oluşan heterodimer yapısı aynı zaman­
önemli bir modeldir. KGH büyük oranda X ’e bağımlı resesif geçiş­
da kompleman derivesi olan C3bi (CR3) opsonini için reseptördür.
CD18 geni 21q kromozomunun distalinde yerleşmiştir. Defektin li iken % 30 hastada hastalık otozomal resesif geçişle aktarılmakta­
değişken düzeydeki ekspresyonu klinik hastalığın şiddetini belirler. dır. KGH’lı hastaların tümünde plazma membranını birleştiren 4
Lökosit adezyon proteinlerinin ekspresyonunun tamamen kaybı, proteinin genlerinde mutasyonlar vardır. İki protein (91 kDa’luk
enflamatuvar sitokinlerin etkisine karşılık olarak aktive T ve B hüc­ protein-X’e bağımlı KGH’da anormal ve 22 kDa’luk protein-oto-
releri veya nötrofillerin üzerindeki lökosit adezyon proteinleri zomal resesif KGH’ın bir tipinde yok)plazma membranı içerisinde­
ekspresyonunda artış oluşmayan şiddetli bir fenotipin ortaya çık­ ki heterodimer sitokrom b -558’i oluşturur. Diğer iki protein (47 ve
ması ile sonuçlanır. LA Y 1Ti hastalara ait nötrofiller (ve monosit- 67kDa’luk-KGHTn diğer otozomal resesif formlarında anormaldir)
ler) endotel hücrelerine ve proteinle kaplı yüzeylere çok zayıf bağ­ sitoplazmik kaynaklıdır ve hücre uyarılmasını takiben hidrojen pe­
lanırlar ve yayılma, toplanma ve kemotakside yetersizlikler göste­ roksit yapımı gerektiğinde sitokromla ilişkiye girerek NADPH ok-
rirler. LA Y 1 Ti hastalarda tekrarlayai) deri, ağız ve genital mukoza sidazı oluşturur. KGH’lı hastalarda hidrojen peroksit yapımı ciddi
miktarlarda a/tılmıştır. Her bir eksiklikle T;ıbtu <14-4 Fagosit Fonksiyonunun Ailevi H astalıkları: Ayırıcı ('/.ellikler
ilişkili olan genler klonlanmış, dizileri
K linik Özellikler Hücresel veya M oleküler Defektler Hanı
saplanmış ve kromozom üzerindeki yer­
leri belirlenmiştir. KGH’lı hastalarda ka­ ÇO CU K LU K ÇAĞI KRON İK GRANÜLOMATÖZ H A STA LiKLA K
(% 7 0 ’İ X-LİNKKD, % 30’ U OTOZOM AL R E S E S İF )
rakteristik olarak katalza-pozitif (kendi
hidrojen peroksitlerini yok edebilen or­ Deri, kulaklar, akciğerler, karacı- Nötrofıllerde, monositlerde ve N B T testi; nötrofıllerin superok-
ğer ve kemikte, kültüre edilme- eozinofillerdeki dört NADPH sid ve H jO j üretememesi; ke­
ganizmalar) mikroorganizmaların neden
şi sıklıkla güç olan S.aureus, oksidaz subünitelerinden birin- miluminesans yokluğu;
olduğu enfeksiyonların sayısı artmıştır. Burkholderia cepacia, Asper- deki eksikliğe bağlı olarak res- NADPH oksidaz komponent-
KGH’lı hastalarda enfeksiyon geliştiğin­ gillus spp., Chromobacterium piratuvar reaksiyon yokluğu 1er için immunoblot analiz
de sıklıkla aşın enflamatuvar reaksiyon­ violaceum gibi katalaz-pozitif
mikroorganizmalarla gelişen
lar gelişir ve uygun antibiyotiklerin kul­
şiddetli enfeksiyonlar; Enfla­
lanılmasına rağmen lenf nodu süpüras- masyon genellikle aşın miktar­
yonu sıktır. Burun deliklerinde kronik dadır, beraberinde granülomlar,
kronik enflamasyon ve aftöz ülserler sık­ lenf nodu süpürasyonu vardır,
granülomlar GI veya GU trak-
lıkla bulunur. Granülomlar sıktır ve gast­
tuslarda obstrüksiyon yapabilin
rointestinal veya genitoüriner sistemler­ gingivit, aftöz ülserler, seboreik
de tıkanıklığa neden olabilir. Aşın enfla­ dermaütis
masyon kimyasal çekici maddelerin ve
CI1EDIAK-HIGASH1 SENDROM U (OTO ZOM A L R E S E S İ F ) _______________
antijenlerin, yıkımındaki muhtemel yet­
Tekrarlayan piyogenik enfeksi- Kemotaksis ve fagolizozom fuzyo- Nötrofıllerde ve diğer granül ta-
mezliği yansıtabilir bu da persistan nöt-
yonlar, özellikle S.aures; bir nunda azalma, artmış respiratuvar şıyan hücrelerde dev primer
rofil birikimine neden ölür. Makrofajlar çok hastada adelosalıs boyun- reaksiyon aktivitesi, kemik iliğin- (Wright boyası)
tarafından hücre içi mikroorganizmaların ca lenfoma-benzeri hastalık; den defektif egress, anormal deri
öldürülmesîndekf yetersizlik hücresel : periodontal hastalık; parsiyel penceresi ,
okülokutanöz albinizm, nistag-
immünite ve gfanüloma oluşumunun sü­
mus, progressif periferik nöro-
reklik oluşturmasına neden olabilir. paü, bazı hastalarda mental re-
tardasyon
MONONÜKLEER S P E S İF İK G R AİŞÜL E K SİK L İĞ İ'(O T O Z O M A L R E S E S İF ? ! .;
FAGOSİTLER
Deri, kulaklar ve sinopulmo- Anormal kemotaksis, hasarlanmış Nötrofıllerde sekonder (spesifik)
ner traktusda tekrarlayan res piratuvar reaksiyon ve hakte- granüllerin olmaması. (Wright .'
Mononükleer fagosit sistemi monoblast- enfeksiyonlar, gecikmişya- nyel öldürme, uyanlma ile kemo- boyası) nötrofil-spesifik granül
lar, promönositler ve monositlere ek ola­ ra iyileşmesi; enflamasyon- taktik ve adhezyon reseptörlerinin içeriklerinin olmaması (örn;,
rak daha önceleri retikülöendotelyal sis­ da azalma; kanama diatezi arttırılma sında yetersizlik, gra- laktofeırin, defensinlerin yök-
F nül proteinleri nin transkripsiyo- luğu, trombosit ot granül anor-
tem olarak adlandınlan yapısal olarak nun da defekt mallikleri
farklı doku makrofajlarından oluşur.
M İYELÖ PF.R O K SİD Â Z E K S İK İ.İĞ t(O T O Z O M A L R E S E S İF ) " ' ~ ; ;
Makrofajlar nötrofİl fonksiyonlannın ço­
ğuna sahip uzun süre yaşayan fagositik Klinik olarak normal; diabe- , Pre-ve post-translasyonal eksiklik- Nötrofıllerde peroksidaz yoktur
betes mellitus gibi altta ya- , lere bağlı olarak miyeloperoksidaz
hücrelerdir. Aynca nötrofillerden farklı
tan bir hastalığı olan hasta- aktivitesinin olmaması
olarak bir çok immünolojik ve enflama­ larda kandidiasis veya diğer
tuvar olaya katkıda bulunan sekretuvar fungal enfeksiyonlar hariç
hücrelerdir. Monositler nötrofillere göre L Ö K O SİT ADHEZYON Y E T M E Z L İĞ İ (O TO ZOM A L R E S E S İF )
çok daha yavaş bir diapedesis ile dolaşı­
Tıp 1: Umbilical kordun geç Fagosit adherans, agregasyon, ya- CD18-içeren integrinlerin fago-
mı terk ederler ve kandaki yan Ömürleri aynlması, devam eden höt- yılım, kemotaksis, C3 bikaplı par- sıt yüzey ekspresyonunda azal-
12 ila 24 saattir. . rofilı, deri ve mukozada tek- üküllerin fagositozunda hasarlan- ma ile birlikte LFA-1
Kandan dokuya geçtikten sonra spe­ rarlayan enfeksiyonlar, gin- ma; lökosit integrinl erinden (CD18/CDlla), Mac-1 veya
givit, periodontal hastalık CD18 subunitinin defektif üre- CR3 (CD18/CD1 lb), p 150,95
sifik anatomik bölgelere uygün fonksi­
timi (CD18/CD1 lc)Tere karşı mo-
yonlar kazanmış makrofajlara dönüşürler noklonal antikorlar
("büyük yiyiciler"). Makrofajlar kandaki Tip 2: Şiddetli mental retar- ' Endotel boyunca fagositlerin iler- Sialyl-Lewisx’in fagosit yüze-
mikroorganizmalar ve zararlı elementleri dasyon, kısa boy, Bombay leme sinde hasar yindeki ekspresyonunda azal-
(hh) kan fenotipi, tekrarla- ma ile birlikte CD15’e karşı
uzaklaştırmak üzere özellikle akciğer,
yan enfeksiyonlar, nötrofili monoklonal antikorlar:
dalak, karaciğer ye kemik iliği kapiller
H İPER Ig E -R E K Ü R R E N T EN FEK SİYO N SENDROM U (O TO ZOM A L DOMİNANT)
duvarlannda çok miktarda bulunurlar.
(JO B SENDROM U) :_______________ ■ ' ■ ~ ________ __
Alveolar makrofajlar, karaciğer Kupffer
hücreleri, splenik makrofajlar, peritoneal Eğzematoid veya pruritik der- Bazı hastalarda azalmış kemotak- Klinik özellikler, serum IgE >
matit, “ soğuk" deri abseleleri sis; süpresör T hücre aktivitesinde 2000 IU/mL, yüksek serum
makrofajlar, kemik iliği makrofajları, S.aureus’\a. tekrarlayan pnö- azalma anti S.aureus IgE, düşük veya
lenfatik makrofajlar, beyin mikroglial moniler ile birlikte bronkop- hiç serum ve tükrük anti- S .
hücreleri, ve dendritik makrofajlar hepsi leural fistüller ve kist oluşumu, aureus IgA olmaması
hafif eosinofıli, mukokutanöz
özelleşmiş fonksiyonlara sahiptirler.
kandidiasis, atopy, karakteristik
Makrofajdan salınan ürünler arasında li- yüz, restriktif akciğer hastalığı,
zozim, nötral proteazlar, asit hidrolazlar, skolyosis, gecikmiş primer
arginaz, komplaman parçalan, enzim in- dental gelişim
hibitörleri (plasmin, otj-makroglobulin), M Y C O B A C T E R IA 'D U Y A RLILIĞ I (OTO ZOM A L DOMİNANT VE R E S E S İF EORM L.-ıR) *li
bağlanma proteinleri (transferrin, fibro-
Bacilli Calmette-Gutrin, nontu- Düşük IFN-y üretimine bağlı hücre IF N y reseptör 1’de çok düşük
nektin, transkobalamin II), nukleozidler, berküloz mycobacteria, salmo- içi organizmaların öldürülmesinde veya çok yüksek düzeyler; si-
ve sitokinler (TN F-a; IL-1, -8, -12 ve - nella, historiasmosis ile şiddet- yetersizlik; IFN-y reseptör IL -12 tokin üretimi ve cevabının
18). IL-1 (Konu. 17 ve 305) hipötalamus- li lokal veya dissemine reseptör, 1L-12 p40 mutasyonu fonksiyonel değerlendirilmesi
372 i d:<stcjskıarın Ana Bulgulan ve Takdim Şekilleri

da ateş mekaizmasının başlatılması, kemik iliğinden lökositlerin


mobilizasyonu, lenfositlerin ve nötrofıllerin aktivasyonu gibi pek çok
fonksiyona sahiptir. TNF-a, IL -l’in etkilerinin bir çoğunu arttıran bir pi-
rojendir ve gram-negatif şokun patogenezinde önemli bir rol oynar (Konu
124). TNF-a makrofaj ve nötrafıllerde hidrojen peroksit ve bununla ilişkim
li toksik oksijen ürünlerinin yapımım uyanr. Ek olarak, TNF-a bir çok kro­
nik hastalıkta görülen aşın tüketime (Kaşeksi) neden olan katabolik deği­
şiklikleri de arttırır.
Makrofajlar tarafından salgılan diğer ürünler arasında reaktif oksijen
ve nitrojen metabolitleri, biyoaktif lipidler (araşidonik asit metabolitleri ve
platelet-aktive edici faktörler), kemokinler, koloni stimüle edici faktörler
ile fibroblast ve damar proliferasyonunu uyarıcı faktörler vardır. Makrofaj­
lar lenfositlerin çoğalmasının düzenlenmesinde yardımcı olurlar ve tümör,
virüs ve bazı bakterilerin (M ycobacterium tuberculosis ve L isteria m o­
nocytogenes) öldürülmesine katkıda bulunurlar. Makrofajlar hücre içi mik­
roorganizmaların yok edilmesinde anahtar etkinliğe sahip hücrelerdir. Ba­
zı enflamatuvar uyarıcılara cevap olarak granülomlar içerisinde hücrelerin
birbirleriyle birleşmesi sonucunda oluşan dev hücre oluşturma yeteneği
64-5 Mikobakteri ve Salmonella gibi diğer hücre içi parazitle­
hücre içi mikropların yok edilmesi için önemlidir ve IFN-y’nın kontrolü al­ re karşı direncin altında yatan fenfosit-makrofaj ilişkileri: Mikobakteri-
tındadır. IFN-y’mn oluşturduğu nitrik oksit tüberküloz ve L eishm an ia’nm ler makrofajlan enfekte ederler, H_-1 ve IFN-yrim salınımına neden
da içinde olduğu hücre içi parazitlere karşı önemli bir etkendir, olan T veya NK hücreleri üzerindeki resptörleri uyaran IL-12’nin ya­
Makrofajlar immün cevapta önemli rol oynarlar. Lenfositlere antijen­ pımına neden olurlar. IFNy makrofaj üzerindeki kendi reseptörünü:
lerin işlenmesi ve sunulmasını gerçekleştirirler ve lenfosit gelişimi ve uyararak TN F-a ve IL-12’yi daha fazla ürettirir ve hücre içi paraziti öl­
fonksiyonunu düzenleyen ve yönlendiren sitokinleri salgılarlar. Makrofaj­ dürür. Sitokinler ve reseptörlerinin mutant formlan, tüberküloz dışı
lar dolaşımdaki immün komplekslerin ve diğer maddelerin uzaklaştırılma­ mikobakteri ve salmoriellozis enfeksiyonlannın şiddetli olduğu olgu­
sı yoluyla otoîmmün fenomenlere katkıda bulunur. İmmünglobulinler için
larda bulunmuştur.
olan makrofaj reseptörlerindeki (FcyRII) polimorfjzm varlığı bazı enfeksi­ pasite ve oksidatif metabolizma yönünden benzer özellikleri paylaşırlar
yonlara ve otoimmün hastalıklara duyarlılığı belirlemektedir. Yara iyileş­ Eozinofiller spesifik kimyasal çekici madde resptörleri eksprese ederler ve
mesinde ölü hücreleri ortadan kaldırırlar*ve aterom plağı gelişimine katkı­ spesifik kemokin olan eotaksin’e cevap verirler. Eozinofillerin rolü hak­
da bulunurlar: Sigara içimine bağlı olarak amfizem gelişiminde makrofaj kında bilgi azdır. Eozinofiller nötrofillerden çok daha uzun süre yaşarlar ve
elastazı aracılık eder. nötrofillerden farklı olarak doku eozinofilieri yeniden dolaşıma katılabilir-,
MONONÎ'KLEER FAGOSİT SİSTEMİ HASTALIKLARI Nötro- ler. Bir çok enfeksiyon esnasmda eozinofiller önemli değildirler. Bununla
filleri etkileyen bir çok hastalık mononiikleer fagositleri de etkiler. Böyle- birlikte kancalı kurt, şistozomiazıs, strongiloidiazis, toksokariazis, trişino-
ce, kemik iliğinde nötrofil yapımmı baskılayan ilaçlar mopositopeniye ne­ zis, filariazis, ekinokokkozis ve sisüserkozis gibi invazîv helmintik enfekf
den olabilirler. Stres veya glukkortikoid uygulamasını takiben geçici mo- siyonlarda eozinofiller konakçı savuntıiasırida merkezi rol oynarlar. Eozi-
nositopeni oluşur. Monositoz tüberküloz, brusetloz, subakut bakteriyel en- nofiller bronşial astma, kutanöz alleıjik reaksiyonlar ve diğer hipefsensiti-
dokardit, kayalık dağlar lekeli humması, sıtma ve visseral leishmaniasis vite durumlarıyla ilişkilidirler.
(kala azar) ile ilişkilidir. Monositoz ayrıca maligniteler, lösemiler, miye-
•■ . Eozinofil granüllerinin farklı özelliği olan kırmızı renkli boyanma
loproliferatif sendromlar, hemolitik anemiler, kronik idiopatik nötropeniler
(Wright boyasıyla), parazitlere karşı konakçı savunmasında önemli
ve sarkoidoz, rejyonel enterit ve bazı kollajen vasküler hastalıklar gibi gra-
olan histamin aktivitesi ile birlikte aıjininden zengin protein (major ba­
nülomatöz hastalıklarda da görülür: LAY’lı hastalarda, hiperimmünglobu-
sic protein)’i içeren kristal yapıdaki merkezden kaynaklanmaktadır
lin E-rekiirrçh enfeksiyon (Job) sendromıı, CHS, ve KGH’lr hastaların tü­
Eozinofil granülleri hidrojen peroksit sayesinde bir çok maddenin ok-
münde manonükleer fagosit sisteminde defektler vardır.
sidasyonunu katalizleyen ve mikroorganizmaların öldürülmesini ko*
Monosit sitokin yapımı, HIVTe enfekte olmamış dissemine tüberkü­
loz dışı mikobakteriyel enfeksiyonlu hastalarda bozukluklar gösterir. IFN- laylaşurabilen eoziriofİllere has peroksidazı da içermektedir.
Y reseptör 1 ve 2 ’deki genetik defektler monositlerin hücre içi parazitleri Eozinofil peroksidaz hidrojen peroksid ve halide varlığında in vit­
öldürmesini ve benzer şekilde kuvvetli IFN-y uyarıcısı olan IL-12 ye bu­ ro mast hücre salgılamasını başlatmakta ve dolayısıyla enflamasyontt
nun reseptörlerinin etkinliğini önler (Şek. 64-5). arttırmaktadır. Eozinofiller bazıları heparini bağlayan ve bunun antiko-
Bazı viral enfeksiyonlar mononükleer fagosit fonksiyonlarım hasar- agülan etkisini azaltan katyonik proteinler içermektedir. Eozinofıl-kay-
landırabilir. Örneğin, influenza virüs enfeksiyonu anormal monosit kemo- naklı nörotoksin ve eozinofil katyonik protein respiratuvar sinsityal vi-
taksisine neden olur, Mononükleer fagositler HIV virüsü tarafından, HIV rüs’ü öldürebilen ribonükleazlardır. Eozinofil sitoplazması ilk olarak
için CD4 ile birlikte ko-reseptör olarak görev alan kemokin reseptörü lösemili bir hastada ve sonra astımlı hastaların balgamlarında gözlenen
CCR5’i kullanarak enfekte edilebilirler. T lenfositleri FcR ekspresyonunu hegzagonal bipiramidal yapıdaki Charcot-Leyden kristal proteinini
ve fagositozu uyaran IFN-y’yı üretirler ve mononükleere fagositler ve nöt- içerir; bu protein bir lizofosfolipazdır ve bazı lizofosfolipidlerin detok-
rofiller tarafından hidrojen peroksit yapımını uyarırlar. AIDS gibi bazı has­ sifikasyonunda fonksiyon görebilir.
talıklarda IFN-y eksikliği olabilirken T hücreli lenfoma olduğu splenik
Bir çok faktör konakçının savunmasında eozinofillerin fonksiyon­
makrofajlar tarafından eritrofagositozun nedeni IFN-y’mn aşın yapımı ola­
larını arttırır. T hücre kaynaklı faktörler eozinofillerin parazitleri öldür­
bilmektedir.
me yeteneğini arttırırlar. Mast hücre kaynaklı anaflaksinin eozinofil
M onositopeni akut enfeksiyonlar, stres ve glukokortikoidlerle tedavi
kemotaktik faktörü (ECFa) eozinofillerdeki kompleman reseptörü sa­
sonrasında gelişir. Monositopeni aynca aplastik anemi, saçlı hücreli löse­
yısını ve eozinofillerin parazitleri öldürmesini arttırır. Makrofajlar ta­
mi, akut miyeloid lösemi ve miyelotoksik ilaçların direk etkisi sonucunda
rafından yapılan eozinofil koloni stimüle edici faktörler (öm. IL-5) ke­
da gelişir.
mik iliğinde eozinofil yapımını arttırır ve parazitleri öldürmek üzere
eozinofilieri uyanr.
:02İN()f1i_LER
EOZİNOFİLİ Eozinofifi kanda mikrolitinde >500 eozinofil ol­
Eozinofiller ve nötrofiller morfoloji, bir çok lizozomal içerik, fagositik ka- ması demektir ve parazit enfeksiyonlannın yanı sıra pek çok durumda gö-
nilür. Anlamlı doku eozinofilisi kandaki değerler yükselmeksizin ge­ 54 Garrn'ilositler ve Monosirierin Hastalıkları 373
linebilir. Eozinofılinin en sık nedeni ilaçlara karşı allerjik reaksiyon­
dur (lyodidler, aspirin, sulforiamidler, nitrofurantoin, penisilinler ve karlar fakat sonrasında dökülmezler, sıklıkla ekstraksiyonlan gerekir.
sefalosporinler). Saman nezlesi, astma, egzema, serum hastalığı, aller­ Hastalarda tekrarlayan sinopulmoner ve deri enfeksiyonları gelişir,
jik vaskülit ve pemfıgus gibi allerjiler eozinofili ile ilişkilidirler. Eozi- deri enfeksiyonları enfeksiyonun derecesi ile uygun olmayacak dü­
ııofili kollajen vasküler hastalıklar (örn. romatoid artrif, eozinofılik fa- zeyde az enflamasyon oluşturmaya meyillidirler ve "soğuk apse" ola­
si.it, allerjik anjitis ve periarteritis nodoza) ve maligniteler (örn. Hodg­ rak adlandırılmışlardır. Bu hastalarda enfeksiyon tamsı koymak için
kin hastalığı, mikosis fungoides, kronik miyelojenöz lösemi, akciğer, yüksek oranda şüpheci davranılmalıdır çünkü hastalarda yaygm en­
mide, pankreas, ever veya uterus kanserleri) ve aynı zamanda Job feksiyon olmasına rağmen iyi görünebilirler. Soğuk apsenin muhte­
sendromu ve KGH’da gelişir. Eozinofili sıklıkla helmintik enfeksi­ melen kemotaksiyi inhibe eden lenfosit faktörlerine bağh olarak çok
yonlarda bulunur, IL-5 dominant eozinofil büyüme faktörüdür. IL-2 az sayıdaki fagosit hücresinin çok geç olarak bölgeye gelmesiyle bir­
ve GM-CSF ’in tedavi amaçlı kullanımlarında geçici eozinofili sıklık­ likte görülen kemotaksi hasarının yansıması olduğu düşünülmektedir.
la gelişir. En dramatik hipereozinofilik sendromlar; Loeffler sendro­ Bununla birlikte, bu hastalardaki kemotaktik kusurlar oldukça değiş­
mu, tropikal pulmoner eozinofili, Loeffler endokarditi, eozinofılik lö­ kendir ve savunma sistemindeki hasarın temeli karmaşıktır ve iyi an­
semi ve idiöpatik hipereozinofilik sendrom (50.000 ila laşılmamıştır.
100.000/pL)’dur.
İdiöpatik hipereozinofilik sendrom, sebebi bilinmeyen uzun süre­ LABORATUVAR TANI VE TEDAVİ
li eozinofili,ve kalp, merkezi sinir sistemi, böbrekler, akciğerler, gast­
rointestinal sistem ve deri olmak üzere organ sistem disfonksiyonu
BK (beyaz küre sayısı) ve formül ile birlikte sıklıkla kemik iliği ince­
özelliklerini gösteren heterojen bir gurup hastalıktır. Tüm hasta birey­
lemesini içeren başlangıç tetkiklerinin ardından kemik İliği rezervleri­
lerde kemik iliği tutulumu vardır, fakat en şiddetli komplikasyonlar
ni (steroid challenge testi ile), dolaşım havuzundaki hücrelerden mar-
kalp ve merkezi sinir sistemi tutulumuna aittir. Klinik bulgular ve or­
jine olmuşları (epinefrin challenge testi ile) ve marjinasyön yetenek­
ga disfoknsiyonlan oldukça değişkendir. Tutulmuş dokularda eozino-
leri (endotoksin challenge testi ile) değerlendirilir (Şek. 64-3). Enfla-
fıller vardır ve eozinofılik katyonik protein ve major basic protein gi­
masyonun in vivo ölçümü, lökositlerm yeteneklerini ölçmek ve enfla-
bi toksik eozinofil proteinlerinin lokal birikmesi ile doku haşan geli­
matuvar mediatörlerm derideki lokal birikimlerini değerlendiren Re-
şir. Kalpte patolojik değişiklikler tromboz, endokardiyal fibrozis ve
buck deri pencere testi ile veya in vivo kabarcık değerlendirilmesi ile
restriktif endomiyokardiyopatiye neden olur. Diğer organ sistemlerin­
mümkün olabilir. Fagosit agregasyonu, adherans, kemotaksi, fagosi­
deki doku hasarian da benzerdir. Hipereozinofılinin mekanizması bi­
toz, degranülasyon ve mikrobisidal aktivite (& au reu s için) için geliş­
linmemektedir. Glukokortikoidler genellikle remisyon sağlarlar» Ghj-
tirilmiş in vitro testler hücresel veya humoral lezyonun noktasal yeri­
kokortikoidlere cevap vermeyen hastalarda periferik kan eozinofil sa­
yışım düşürmek ve prognozu belirgin şekilde iyileştirmek amacıyla nin saptanmasında yardımcı olabilirler. Oksidatif metabolizmadaki
hidroksiüre gibi sitotoksik ajanlar başan ile; kullanılmışlardır. IFN-d, yetersizlikler nitroblue tetrazolium (NBT) boya testi ile saptanır ki bış-
hidroksiüreye cevapsızlar da dahil olan bazı hastalarda etkilidir. Kar- rada mikroskopta görülebilen, san renkli solubl NBT’nin ınsolubl bîr
diyovasküler komplikasyonlar olan hastalarda tedavi amaçlı agresjf materyal olan mavi-siyah formazan’a dönüşümü sağlayan oksidatif
medikal ve cerrahi yaklaşımlar kullanılmaktadır. metabolizma ürünlerinin yeteneği ölçülmektedir. Süperoksid ve hid­
E ozin ofili-m iy alji sen drom u , belirgin deri, hematolojik ve visseral rojen peroksit yapımının incelenmesi nötrofil oksidatif fonksiyonu
tutulumlan olan sıklıkla kronik gidişil ve nadiren fatal olabilen multi- hakkında ek bilgiler verebilir.
sistem hastalığıdır. Sendrom eozinofili (eozinofil sayısı >1000/pL) ve Lökopenili veya lökoşit disfonksiyonlu hastalarda sıklıkla gecik­
diğer sebeplerin olmadığı yaygın skatlayıcı myaljilerle karakterizedir. miş enflamatuvar cevaplar vardır. Bundan dolayı, çok şiddetli enfek­
Eozinofil fasiit, pnömoni ve myokardit, solunum yetmezliği ile sonla­ siyonun varhğtna rağmen klinik yansımalar minimal olabilir ve sık
nan nöropati ve erisefalopati gelişebilir. Hastalığın nedeni L-triptofain rastlanmayan enfeksiyonlardan mutlaka şüphelenilmelidir. Enfeksiyo­
içeren ürünlerle kontamine olmuş besinlerin yenmesidir. Tutulan do- na ait ilk bulgular çıktığında mikroorganizma kültürleri alınması, aıi-
kuda eözinofıllcr, lenfositler, makrofajlar ve fibroblastlar birikir fakat tibiyotikler kullamlması ve apselerin cerrahi drenajı uygun ve agresjf
bunlann patogenezdeki rolleri bilinmemektedir. Eozinofillerm ve fib- bir şekilde yapılmalıdır. Uzun süreli antibiyotik kullanımı sıklıkla ge­
roblastlarm aktivasyonu ve eozinofil kaynaklı toksik proteinlerin tu­ reklidir. KGH’h hastalarda proflaktik antibiyotik kullanımı (trimetop-
tulmuş olan dokuda birikmesi bu durumdan sorumlu olabilir. IL-5 ve rim-sülfametaksazol) hayatı tehdit edici enfeksiyon sıklığım azalt­
transforming growth factor. (3 potansiyel mediatörler olarak saptan­ maktadır. Kısa süreli glukokortikoid kullanımı KGH’a bağh granü-
mışlarıdır, Tedavi L-triptofân içeren ürünlerin kesilmesi ve glukokor- lomlann gastrointestinal veya genitoüriner sistemlerde tıkanıklık ge­
tikoid uygulanmasıdır. Bir çok hasta tamamen iyileşir, stabil kalır ve­ liştirmesini önleyebilir. Rekombinant human IFN-y, fagositik hücre
ya yavaş iyileşme gösterir; fakat hastalık % 5’e kadar varan oranda öl­ fonksiyonlarım nortspesififc olarak uyararak KGH’lı hastalann
dürücü olabilir. % 70’inde enfeksiyon sıklığım azaltır ve enfeksiyonun şiddetini azal­
EOZİNOPENİ Eozinopeni akut bakteriyel enfeksiyon gibi stres­ tır. KGH’dâ IFN-Y’nın bu etkisi proflaktik antibiyotiklerin etkisine ad­
lerle ve glukokortikoid tedavisinden sonra gelişir. Akut bakteriyel en­ dition Önerilen doz 50 pg/m2 subkütan haftada üç gün şeklindedir.
feksiyondaki eozinopeninin mekanizması bilinmemektedir fakat bu IFN-y lepra, nontüberkülöz mikobakteriler ve visseral leişmaniazis te­
durum endojen glukokortikoidlerden bağımsızdır, çünkü total adrena- davisinde de başan ile kullanılmaktadır.
lektomi yapılan hayvanlarda gelişmektedir. Eozinopeninin bilinen za­ Oral hijyenin çok siki temini gingivit, periodontal hastalık ve af-
rarlı bir etkisi yoktur. ‘ töz ülserlere bağlı sıkıntıları azaltır fakat tamamen önlemez; klorhek-
sidinle ağız yıkaması ve hidrojenperoksit-sodyum bikarbonat içeren
HİPERÎMMÜNÖGLOBULİN £-R£XÜRRE’N' diş macunlan ile dişlerin fıçalanması bir çok hastada yardımcı olmak­
ENFEKSİYON SENDROMU tadır. Oral antifungal ajanlar (flukonazol) Job sendromlu hastalardaki
mukokütanöz kandidiasisi azaltır. Androjenler, glukokortikoidler, lit­
Hiperimmünoglobulin E-rekürren enfeeksiyori sendromu (HIE) veya yum ve immünosüpresif tedaviler hasarlanmış yapıma bağh nötrope-
J o b sen drom u bağışıklık sistemi, kemik, dişler, akciğer ve cildin tutul­ nili hastalarda miyelopoiesisi yeniden sağlamak üzere kullanılmışlar­
duğu nadir bir multisistem hastalığıdır.. Anormal kemotaksi değişken dır. Rekombinant G-CSF nötrofil yapımının baskılandığı, özellikle
özelliktir. Bu sendromun moleküler tabam bilinmemektedir, fakat ba­ kanser kemoterapisi ile ilişkili olan bazmötropeni formlanmn tedavi­
zı olgular 4q ile ilişkili otozomal dominant geçiş göstermektedirler. sinde faydalıdır. Kronik nötropeni ile birlikte yeterli kemik iliği re­
Bu sendromlu hastalarda geniş burunlu karakteristik yüz şekli, kifos- zervleri olan hastalarda proflaktik antibiyotik gerekli değildir.
kolyoz, osteoporoz ve egzema vardır. Primer dişler normal şekilde çı- Sürekli veya siklik dönemlerde nötrofil sayısı <500/pL olan has-
374 -;.n îKi.t. : : 1 .\(i;i GuigUİal'l ve Takdiri] .^ckiiicri A ia iJ C G K A i'Y A

GRIMBACHER B et al: Hyper-IgE syndrome with recurrenl infectionssSn autoso­


talar nötropcm periyodlan esnasında proflaktik antibiyotikler ve G- mal dominant multisystem disorder. N Engl J Med 340:692, 1999
CSF ’den faydalanabilirler. Günde iki defa oral trimetoprim-sülfame- HOLLAND SM et al: Abnormal regulation of interferon-g, interleukin-12, and tu­
laksazol (160/800 mg) enfeksiyonu önleyebilir. Bu tedavi ile KGH’lı mor necrosis facior-a in human interferon-g receptor I deficiency. J Infect Dis
hastalarda fungal enfeksiyonlarda artış görülmez.Norfloksasin ve sip- 178:1095,1998
HOLLAND SM, GALLIN JI: Disorders of phagocytic cells, in Inflammation: Ba­
rofloksasin gibi kinolonlar alternatif ilaçlardır.
sic Principles and Clinical Correlates, 3d ed. JI Gallin, R Snyderman (eds).
Şiddetli, uzun süreli nötropeninin geliştiği sitotoksik kemoterapi Philadelphia, Lippineott-Williams & Wilkins, 1999
uygulamalanyla birlikte trimetoprim-sülfametaksazol verilemsi P n e­ HUNTER MG, AVALOS BR: Deletion of a critical internalization domain in the G-
u m ocy stis c a rin ii pnömonisini önler. Bu hastalar ve fagositik hücre CSF receptor in acme myelogenous leukemia preceded by severe congenital
disfonksiyonu olan hastaların, Aspergillus ve diğer mantar s sporların­ neutropenia. Blood 93:440, 1999 ' ,
LEKSTROM-H1MES JA et al: Neutrophil-specific granule deficiency results from
dan zengin olan çürümüş maddeler (gübre, hayvansal atık), toz ve top­
a novel mutation with loss of function of the transcription factor CCAAT/en-
raklı havaya yüksek miktarda manıziyet önlenmelidir, Aktivitelerin hancer binding protein-e. J Exp Med 189:1847,1999 '
veya sosyal ilişkilerin kısıtlanması enfeksiyon riskini azaltmada rolü LOCAT1 M, MURPHY PM: Chemokines and chemokine receptors: Biology and
olduğu gösterilememiştir. clinical relevance in inflammation and AIDS. Annu Rev Med 50:425,1999
Bazı konjenital fagosit defektleri kemik iliği transplantasyonu ile NEUFELD G ei al: Vascular endothelial growth factor (VEGF) and its receptors.
FASEBJ 13:9,1999
tedavi edilebilir (Konu 115). Bununla birlikte kemik iliği transplantas­
ROSENBERG HF: The eosinophil ribonucleases. Cell Mol Life Şci 54:795,1998
yonu komplikasyonları hala ciddiyetini korumaktadır ve fagositik SEMENZATO G et al: The lymphoproliferative disease of granular lymphocytes:
hücre disfonksiyonu olan hastalar hayatı tehdit eden enfeksiyonlara Updated criteria for diagnosis. Blood 89:256,1997 ■
yakalanmaksızm tıbbi bakımla yıllarca yaşayabilirler. LAY 1 ve W1NKELSTEIN JA et al: Chronic granulomatous disease: Report on a national re­
KGH’lı hastalardaki spersifık gen bozukluklarının saptanmış olması gistry of 368 patients. Medicine (Baltimore) 79:155,2000;
çeşitli genetik beyaz küre hastalıklarında gen tedavisinin kullanılma­
sına rehberlik edecektir.

TIPVKFIZVOIi
-V ____ ,...... _ ............ ..............r , . .. ...Af,,.,.....................
_
Joseph Edward Murray, 1 nisan
1919 yılında William ve Mary Mur- Edward Donnall Thomas, 15
ray’in 3.cocuğıı olarak Massachu- mart 1920 yılında Teksas Mart’ da
setts’de doğdu. College of Holy doğdu, Thomas, mezun olduğu
Cross’dan sonra Harvard Tıp Fa­ Teksas Üniversitesi Edebiyat Fa­
kültesinde, eşi Dorothy’le tanışıp
kültesine girdi. 1943 yılında tıp fa­
evlendi. Sonra Harvard Tıp Fakül­
kültesinden mezun oldu. Sonra Pe-
tesine kayıt oldu ve mezun olduk­
i6 ter Bent Brigham Hastanesi cerrahi tan sonra Peter Bent Brigham Has­
bölümünde intern eğitiminden son­ tanesinde intern eğitimini bitirdi.
ra orduya katıldı ve H.dünya sava­ Bu zaman, Murray’m Birgham’da
şında çok kötü yanmış hastaların başarılı böbrek transplantasyonu
bulunduğu Valley Forge General yaptığı zamana denk gelin Bu du­
Hastanesine tayin edildi, 1942 yı­ rum Thomas’ın aplaStik anemili
lından 1947 yılına kadar hem graf­ hastaların kemik il iğinin transplan­
tasyonu ile tedavi edilebileceğine
ting hem de plastik cerrahi alanında
inanmasına yol açtı. ıhomas, sonra New York Cooperstowh’d* Mary Bassett
uzmanlaştı. Terhis olduktan sonra cerrahi ihtisasını Peter Bent Birgham ve New
Hastanesinin elemanlarına katıldı. Burası Dr Joseph Ferrabee ile yaptığı çalış­
York Hastanelerinde tamamladı. Daha soitra Harvard tıp fakültesinin cerrahi
malarından tebrik aldığı yerdir. Thomas, köpeklerin önceden kendilerinden
araştırma laboratuvanmn müdürü oldu. Harvard’da 1951 yılında David Hume, alınmış iliklerin fatal radyasyonu takiben tekrar verilmesiyle yaşayabilecekle­
9 alıcının uyluklarına renal transplantasyona başladı fakat bunların tümü vücut rini gösterdi. Eğer köpekler kendi kemik iliklerini üretebil iyorlarsa, köpeklerin
tarafından reddedildi. Murray, cerrahi asistanlığı sırasmda köpeklerde çok şaşı­ fatal radyasyona karşı hayatta kalacaklarını ve sonra hayvanlara verilen rad­
da renal otograftlar yaptı ve eğer transplant!ar, immünolojik bariyerden koru­ yasyonun geri döndüğünü gösterdi Kemik iliğinin canhhğım kaybetmeden
nurlarsa. normal olarak fonksiyonel olacakları sonucuna varmıştı. Bu teorisini saklanabilmesi önemli bir gelişmedir. Ancak diğer hayvanlardan kemik iliğinin
son dönem renal hasta ikiz erkek kardeşe sahip böbrek yetmezlikteki kişilerde allogeneic grafh başarı d ep d i. Thomas ve Ferrabee daha sonra lösemili bir
ikizi supralethal radyasyonu takiben ikiz kız kardeşten alınan ilik infüzydnuy-
la tedavi etti. Antimetabolif metotreaxate’in kullanımı ye doku uyumu tiplen-
sı her yerde duyuldu. Hasta, hemşiresiyle evlendi, iki çocuk babası oldu ve böb­
dirmesi ikiz olmayan allogeneic kemik iliği transplantasyonunu sağladı. Mart
rek transplantından sonra yedj yıldan daha fazla yaşadı.
1967 yılında Thomas, Washington Üniversitesine gitti. Mart 1969 yılında Tho-
Brigham grubu, 1961 yılında immün sistemini baskılayıcı üaçlan kullana­
mas’ın grubu kemik iliği infüzyonunu başardı. İlk kemik iliği infüzyonunu
rak ikiz olmayan bireylerde böbrek transplantasyonlarım yapmaya başladı. lösemiden ölmek üzere olan erkek kardeşin loz kardeşine verici olmasıyla sağ­
1965 yılında sonuçlar bir yıllık yaşam şansının allograftlerde %80 ve ilişkisiz landı ve kadın kemik iliği infüzyonundan 20 yıl sonra bile hala sağlığı yerin-
kadaverik grafitlerde ise %65 olduğunu gösterdi. Murray bu çalışmalarından deydi. Thomas 1974 yılında, Fred Hutchinnson Cancer Research Center’de
sonra, genellikle çocuklarda yüz defektlerin tedavisinde özel bir plastik cerra­ tıbbi onkolojinin bölüm başkam oldu ve onun başkanlığında dünyada en büyük
hiye geri döndü. Murray, insanda ilk organ naklindeki başarısıyla organ nakli kemik iliği transplantasyon ünitesi kuruldu ve bu ünite dünya çapında kemik
alanında yeni ufuklar açtı. Onun bu katkısından dolayı 1990 yılında Donnall iliği transportuna başlayan çok sayıda bireylerin eğitim bölgesi oldu.
Thomas’la Tıbbi Fizyoloji alanında Nobel ödülü’nü paylaştı. "Biyolojik kuvvetin", doku ve organ transplantını korumaya destek olduğunu
öne sürdü. Murray ve Thomas 1990 yılında transplantasyon alanının öncüleri
olarak Nobel Ödülü’yle ödüllendirildi

R A FY A 2. Schrier RW: A Salute to Nobel Laureates in Physiology and Medicine,


Proceedings of the Association of American Physicians. 108(1): Jan 1996
1. Magill FN (ed): Nobel Prize Winners: Physiology or Medicine, vol 3. Pasadena, Robert W. Schrier, MD
Salem Press, 1993 Çeviri: Işıl Öcal
ÜÇÜ NCÜ B Ö LÜ M

GENETİK VE HASTALIK
V

*5 ' J . L a r r y J a m e s o n , P e t e r K o p p in leri, iştah için anahtar mekanizma olan proopiomelanocortin poli-


peptidi ve MC4R reseptörü ürününü içeren fizyolojik bir yolda bir-
■, ? İNSAN GENETİĞİNİN İLKELERİ leşiyor gibi görünmektedir (Konu 77). Benzer durum Alzheimer
_____ _j Halil K asap , M ülkiye K asap hastalığının genetik olarak farklı formları için de ortaya çıkar; bun­
ların bir kaçı nörofibriller dolaşıklık formasyonuna yol açar (Konu
362). Defektif genlerin gittikçe artan oranda tanımlanması anahtar

ACTH adrenokortikotropik hormon PCR polimeraz zincir reaksiyonu fizyolojik işleme katüan hücresel yolu belirler. Örnekler, kistik fib-
BACler bakteriyel yapay kromozom- RFLP Ier restriksiyon fragment uzun- rozis iletim regülatör (C F T R ) genini, Duchenne müsküler distrofi
Iar lüğü genini ( D M D )v e akondroplastik cücelikten sorumlu fibroblast bü­
CREB siklik AMP cevap elementi ba* polimorfizmi
yüme faktörü ( F G F R 3 ) geninin tanınmasını kapsar. Benzer şekilde,
&' RT revers transkriptaz
HGP İnsan genom projesi SNP Ier tekil nükleotid poliomorfizm transgenik ve ’’knockout” gen modelleri genlerin fizyolojik olarak
IINPCC Heredİter nonpolipozis ko* SYTR Ier kısa tandem tekrarlar fonksiyonlarının açığa çıkmasına yardım eder. Genetik yaklaşımlar
Ion kanser VNTR Ier tandem tekrarların değişken
enfeksiyöz patojenlerin saptanmasında paha biçilmez öneme sahip
MEN multipl endokrin neoplazisi sayısı
YAC Ier suni mantar kromozomlar olduğunu göstermiş ye mîkobakteri, virüs ve parazitler gibi kültü­
rü zor olan ajanların klinik olarak belirlenmesinde kullanılmıştır
(K on i 121). Çoğu durumlarda, moleküler genetiğin diyagnostik
TIBBİ UYGULAMALARA GENETİĞİN testlerin doğruluğunu ve uygunluğunu güçlendirmesi, fizyopatalo-
ETKİSİ jiyi anlamamızı sağlamış ve gen terapide dahil, terapi için yeni
ufuklar açmaya başlamıştır (Konu 6 9 )."
Hastalıkların genetik temeline ait inanılmayacak kadar çok yeni Gittikçe daha çok açığa çıkmaktadır ki, genetik altyapı hemen
bilgiler ortaya çıkmaktadır. Bu bilgi patlaması polimeraz zincir re­ hemen bütün tıbbı olaylarda rol oynamaktadır. Bu, hastalığa karşı
aksiyonu (PCR) ve Otomatik DNA dizi analizi ile ateşlenmiş ve in­ duyarlılık, genetik alt yapı ile çevre arasındaki ilişkiler ve hastalık­
san genom projesindeki hızlı ilerlemeler ile körüklenmiştir. Çok lara, farmakolojik ajnn ya da ilaçların metabolizmasına karşı konak
büyük umutlar vermesine rağmen genetiğin günlük tıbbi pratiğe yanıtlan dikkate alındığında, özellikle doğrudur. Genetiğe gelenek­
entegrasyonu zorlu bir uğraş olarak kalacaktır. Şimdiye dek, gene­ sel olarak nispeten nadir görülen tek gen hastalıklarının penceresin­
tiğin en önemli etkisi hastalığın etiyoloji ve patogeneziniîı anlaşıl­ den bakılmasına karşın, hipertansiyon; astım, diyabet, kalp damar
masını sağlamak olmuştur. Yakın zamanda hastalığın tanısında. Ön­ hastalıklanna duyarlılık ve mental hastalıklar, genellikle hastanın
lenmesinde ve tedavisinde genetiğin çok büyük rol oynayacağını aile öyküsünden anlaşıldığı gibi, genetik alt yapıdan da etkilenir.
bekleyebiliriz (Konu 68 ve 69). Bu kompleks genetik özellikler, hastalık riskini etkileyen çevre
Genetik bozukluklar, genellikle bilinenden daha yaygındır, Ör­ faktörleri kadar, çok çeşitli genlerin katkısıyla oluşur (Konu 68).
neğin, gebeliklerin % 3’üntin genetik hastalıklı ya da doğum hasar­ Şaşırtıcı oranda ortaya çıkan genetik bilgi, hekimler ve diğer
lı bir bebekle sonuçlandığı tahmin edilir. Bütün pediaırik ve erişkin sağlık çalışanları için büyük bir meydan okuma olarak ortaya çıkar.
hasiuııe yatanlarının hemen hemen ',B10' u genetik hastalıkla ilişki­ Keşif için kullanılan terminoloji ve teknikler devamlı olarak gelişi
lidir, Eğer diyabet ve kardiyiovasküler hastalıklar gibi kompleks mektedir. Çoğu genetik bilgi, halihazırda bilgisayarlara yüklenmiş
timhifaluttryc! genetik hastalıkları da dahil ederseniz bu rakam ya da temel bilimsel dergilerde basılmıştır. Biyoenformatikteki ge­
yükselecektir. Geııctık hastalıkların prevalansı, ağır seyretmesi ve lişmeler, görünüşte göz korkuttıcü olan bilgi hücumunü basitleşti­
kronik özelliği ile birleştirildiğinde topluma ekonomik, sosyal ve recektir. örneğin şimdi, organ sistemi, hastalık durumu ya da gen­
duygusal bir yük getirir, lere uygun bağlantı yolu ile ulaşılabilen bir ”web" adresi
Kromozomal ve metabolik hastalıklarla ilgili teşhis teknikler (http://www.genlirik.wustl.edu) yoluyla genetik test merkezlerine
mevcut olduğu için, genetik tarihi olarak uzun süre bunlar üzerine ulaşmak olasıdır. Monogenik bozukluklar "O n lin e M e n d e lia n I n h e ­
odaklanmıştır. Örneğin, trisomi 21 (Down sendromu) ya da mono- r ita n c e in M an (OMlM; http://www.ncbi.nlm.nih.gov/omim/)'de
zomi X (Turner sendromu) gibi durumlar sitogenetikle teşhis edile­ sürekli olarak geliştirilen geniş özetler halinde toparlanmıştır. Bı)
bilir (Konu 66). Benzer şekilde, çoğu metabolik hastalıklar (fenil- ve diğer veri tabanları (http://www.genebank.com) insan genom
ketonuri, ailesel hiperkolesteromi v.b.) biyokimyasal analizler kul­ projesindeki (HGP) gelişmelerle bağlantılı olarak genişletilecektir,
lanılarak teşhis, edilmektedir. DNA teşhislerindeki son gelişmeler,
genetiğin alanını tıbbın hemen hemen bütün dallarını kapsayacak KROMOZOMLAR VE DNA
şekilde genişletmiştir. Örneğin, kardiyolojide kalıtsal karydiyomi- REPLİK ASYONU
yopatilerin ve aritmilere neden olan iyon kanalı kusurlarının mole-
küler temeli tanımlanmıştır (Konu 230 ve 238). Nörolojide, genetik DNA’NIN K R O M O ZO M Ş E K L İN D E O RGANİZASYONU
şaşırtıcı sayıdaki nörodejeneratif hastalıkların patofizyolojisini açık­ İnsan Genomunun Büyüklüğü: İnsan genomu 22 otozom (1 den
lamıştır (Konu 359). Hematoloji, hemoglobinopatilerin başlangıçta­ 2 2 ’ye kadar numaralanmış) ve X , Y seks kromozomlarım içeren 23
ki tarif edilişlerinden bugünkü eritrosit hücresi membran defektleri- farklı kromozoma bölünmüştür. Erişkin hücreler diploittir; yani iki
nin, pıhtılaşma bozuklukları ve trombotik bozuklukların moleküler homologa sahip 22 otozom ve bir çift seks kromozomunu içerirler.
temelinin anlaşılmasına kadar çarpıcı bir şekilde gelişmiştir (Konu Dişiler 2 X kromozomu ( X X ) , buna karşılık erkekler bir X ve bir Y
106 ve 107). Şimdi neoplazi ve metastatik potansiyel kazanımın ge­ kromozomuna (X Y ) sahiptir. Mayozun sonucu olarak, germ hücre­
netik olarak tanımlanabildiği çok açıktır (Konu 81,82 ve 83). leri (sperm ya da oositler) haploittir ve 22 otozomluk bir takım ve
Genetik çalışmalardan kaynaklanan yeni kavramlar, bazen da­ seks kromozomlarından birisini içerir. Fertilizasyon esnasında, an­
ha önce aydınlanmamış olan bazı konuların açığa çıkmasını sağlar. neden ve babadan gelen homolog kromozomların çift halinde yeni­
Örneğin, çok farklı genetik defektler, periferik nöropatilere sebep den düzenlenmes ile diploit genom oluşur. Her hücre bölünmesiy­
olduğu halde, miyelin kılıfın normal durumunun bozulması genel­ le (mitoz), kromozomlar replike olur, eşleşir, dağılır ve iki yavru
likle son yoldur (Konu 379). Obezitenin çok sayıda genetik sebep­ hücreye ayrılır (Konu 66).
lllllKttl Guanin liksi birbirine bağlayan hidrojen bağla­
rı sayesinde adenin timin ile guanin si-
tozin ile eşleşir. DNA genetik bilginin
aktanlmasmı ideal yapan dikkate değer
özelliklere sahiptir. RNA veya protein­
lerle karşılaştırıldığında oransal olarak
da kararlıdır (stabildir). DNA’nın çift
iplikli yapısal özelliği ve komplementer
baz eşleşme özelliğine bağlı kalışı, hüc­
re bölünmesi esnasında replikasyonun
doğru yapılmasını sağlar. Yukarıda be­
lirtildiği gibi komplementerlik özelliği,
genetik bilginin DNA JE RNA yEprote-
in şeklinde aktanlmasmı da sağlar. Ha­
berci (mesenjer) RNA (mRNA) DNA
çift heliksinin anlamlı denilen ipliğinin
aynısı olarak kodlanır ve proteinlere
translasyonu ribozomlarda yapılır.
Dört farklı bazın oluşu çok fazla
genetik çeşitlilik sağlar. Genlerin prote­
in kodlayan bölgelerinde DNA bazları
kodonlar şeklinde düzenlenmişlerdir.
Hlston H1 B az tripletleri belli bir amino asiti belir­
ler. Dört bazı, 6 4 değişik triplet kodon
(43) halinde düzenlemek mümkündür
Her kodon 20 farklı amino asitten biri­
sini ya da translasyonu durdurucu stop
kodonu gibi düzenleyici bir sinyali be­
lirler, Amino asitlerden daha çok kodon
olması nedeni ile genetik kod dejenere­
dir yani çoğu amino asitler birden fazla
farklı kodonla belirlenirler. Kodonları
değişik kombinasyonlarda ve değişik
uzunluklarda düzenleyerek çök değişik
primer protein yapısı meydana getir­
mek mümkündür.
DNA’NIN R E P LİK A S Y O N Ü V E
Kıvrılmış M İTO Z DNA’dakı genetik bilgi yavru
kromatin hücrelere iki farklı koşulda aktarılır. (1)
ŞEKİL 65-1 Kromatin ve kromozomların yapısı. Kromatin histon ve nonhiston proteinlerle sarılarakHüçre bölünmesi ile birlikte diploit ge-
nukleozomları şekillendiren çift iplikli DNA’ dan oluşmuştur. Nukleozomlar daha fazla organize ola- nomun (2 n ) kendi kendinin tam bit
rak solenoid yapıları oluşturmuşlardır. Kromozomlar, hücre döngüsünün metafaz evresinde, kısa (p) kopyasını çıkarmasına izin veren mi-
ve uzun (q) kolları ile karakteristik yapılarını kazanırlar. tozla gerçekleşen somatik hücre bölün­
mesi ile ve (2) diploit (2/ı) kromozom
Genomun 23 kromozom arasında bölünmüş 100.000 kadar gen
takımını haploit ( İ n ) duruma indirgeyen bir oluşum olan mayoz bö­
içerdiği tahmin edilmektedir. Bir gen, transkripsiyonla kontrol edi­
lünme geçiren germ hücreleri (sperm ve yumurta) ile (Konu 66).
len (aşağıya bakınız) ve hücre içindeki bir aktivitede kullanılacak
Mitozdan hemen önce, hücreler dinlenme ya da Go durumun1
olan RNA ya da protein gibi bir ürünü kodlayan fonksiyonel bir
dan çıkar, hücre döngüsüne girerler (Konu 82). Kritik G1 kontrol
ünitedir. Târihi olarak genler, bir generasyondan diğerine aktar­
noktasını geçtikten sonra, hücreler DNA sentezi (S fazı) yaparlar)
makla sorunılu oldukları özelliklere göre kimliklendirilmişlerdir,
bu esnada kardeş kromatidler ikişer çift oluşturarak (2n—>4n) hef
tnsan DNA’ sının bir haploit genom için 3 milyar baz çifti (bç)
kromozomun DNA’sı replike olur. Gelecek generasyonlann hücre­
kadar DNA’ dan oluştuğu tahmin edilmektedir. DNA’nın uzunluğu lerine yanlış aktarmayı önlemek için DNA sentezinin kesinlikle
normal olarak 1000 baz çiftlik (kilobaz, kb) ya da 1.000.000 baz doğru olması gerekir. Diğerleri arasında Xeroderma pigmentosum.
çiftlik (megabaz, Mb) birimlerle ölçülmektedir. DNA’nın hepsi Bloom sendromu, ataksi telangiektazi ve kalıtsal nonpolipoz kolon
genleri kodlamaz. Aslında, genler DNA’nın sadece yaklaşık %10- kanseri (HNPCC) DNA yanlış eşleşme genetik anomalilerine da­
15’i kadarda. DNA’nın geri kalan kısmının çoğu fonksiyonları çok hildir. Bu hastalıkların çoğu, ilave mutasyonlann hızla oluşumunu
az anlaşılmış olan tekrarlayan dizilerden oluşmuştur. Bu tekrarla­ sağlayarak neoplaziye zemin hazırlar (Konu 81). DNA sentezinin
yan DNA bölgeleri, gen kodlamayan tekrarlamayan dizilerle birlik­ tamamlanmasından sonra, hücreler G2 fazına girerler ve mitoza
te DNA’nın kromatin ve kromozom şeklinde paketlenmesinde ya­ girmeden önce ikinci kontrol noktasına doğru ilerler. Bu safhada,
pısal rol oynarlar (DNA histon proteinlerine bağlanır) (Şekil 65.1). kromozomlar kondanse olur ve metafazda ekvator bölgesi boyunca
Eğer DNA’ mn % 10’u eksprese oluyor ve 100.000 gen var ise bir dizilirler, Sentromerde birbirine bağlı olan iki identik kardeş kro-
gen ortalama 3 kb uzunlukta olacaktır. Bir çok gen bu uzunlukta ol­ matid ayrılırak bölünür ve hücrein iki zıt kutbuna doğru göç eder
duğu halde yayılım oldukça geniştir. Örneğin, bazı genler sadece (Şek. 66-3). Ayrılmış iki takım kromatid etrafında nükleer zar oluş­
birkaç yüz baz çifti uzunlukta iken DMD geni gibi genler inanıl­ tuktan sonra, hücreler bölünür ve diploit (2n) duruma sahip iki yav­
mayacak kadar büyüktür (2 milyon baz çifti). ru hücre meydana gelir.
DNA’nın yapısı Her gen lineer polimer bir DNA parçasından M AYOZ ESNASINDA G EN LE R İN A YRILM A SI V E DÜ­
oluşmuştur. DNA dört farklı bazdan oluşan çift iplikli bir helikstir: Z E N LE N M ES İ Mayoz sadece gonadların germ hücrelerinde mey­
Adenin (A), Timin (T), Guanin (G) ve Sitozin ( C). Çift iplikli he- dana gelir. Mitozla bazı özellikleri paylaşır fakat kromozom sayısı-
m haploit sayıya indiren iki belirgin hüc- S teroitler B üyüm e C a2+ Hafif U V-ışık
faktörleri h orm onlar m ekanik stres
re bölünmesi basamağı vardır. Ayrıca ge­
netik çeşitliliği sağlayan aktif bir rekom-
..... , ............
binasyon vardır. Birinci hücre bölünmesi r ------- ,.,ı ......--------

esnasında, her bir kromozom çifti için iki


kardeş kromatid oluşur (2n —» 4n) ve ho­ t ; Stoplazma
molog maternal kromozomlar arasındar D üzenlenm iş gen ekspresyonu
DNA değişimi vardır, Bu oluşum, ma­ 1 ■>

ternal ve paternal homologlar arasında l Ö B E H B lf e Nukleus


DNA segmentlerihin birbirlerine çapraz-
landığı (krosover) DNA parçasına karşı­
lık gelen kiazma formasyonu içerir (Şek.
65-3). Çoğunlukla her bir kromozom ko­
i l ONA
lunda en az bir krossover olur, rekombi-
ııasyon dişideki mayozda erkekdeki ma- ^ TranskripSiywL
yozdan daha sık gerçekleşir. Sonuç ola­
rak kromozomlar rasgele dağılırlar. Çün­ i -'n g m c -r ı ^ g Rf&
kü 23 kromozom vardır, burada kromo­ ' mRNA'gmjştom»}' i
zomların olası kombinasyonları 223 (> 8
milyon) olur. Rekomblnasyon esnasında 5' Başlık [ K E B Q * *
oluşan genetik değişimlerle birlikte kro-
T ranslasyon ■ ; jı
mozortıal dağılım inanılmaz çeşitlilik or­
taya çıkartır ve her gamet genetik olarak t«V •i ■ Protein
eşsizdir (tektir). Rekombinasyon oluşu­ -COOHî
Postranslasyonel İşlerine
mu ve kromozomların bağımsız dağılımı,
var olan bir genetik özellik ya da hasta­
lıkla (aşağıya bakınız) belli kromozom ■ ŞEKİL 65-2 Genetik bilginin akışı. Çok sayıda ekstrasellûler uyaranlar, genlerin regülâtör bölgele­
bölgelerinin (ya da bağlı genler) kalıtı­ ri İle transkripsiyon faktörlerinin etkileşimi ve gen ekspresyonunun düzenini değiştirerek Intrasellü-
mını ilişkileridirmede başvurulan bağ­ ler uyart oluşumunu sağlar. RNA poljmeraz DNA'yı RNA’yakopyalar, daha sonra butıdam Introoik
lantı (îınkaj) analizinin yapılmasına bir dizilerin kesilip çıkarılmasıyla olgun mRNA oluşur. mRNA translasyonla polipeptit zincirini oluştur
temel oluşturur, rur, b« da posttranslasyonel değişiklik geçirdikten sonra olgun protein olur. HAT, histon, asettl
trangferaz; ÇBP, CREB bağlama proteini; CREB, c-AMP’ye yanıt veren elemanı bağlayan prote-
biıind m ^ t i k ^ ü r t o 2 m SLTralah ^ ln; CRE’ sik!'KAMP’ye yanıt veren eleman; CoA, Co aktivatör; TAF, TBP-Ilikşlli faktörler; GTF, ga-
. y ••. i l nel transkripsiyon faktörleri; TBP, TATA’ya bağlanan proteinler; TATA, TATA kutusu; RE, yanıt eler
kromozoma ait iki kromatt, ikine, ma- man:; NH2, aminoterminal; COOH/karboksiterminal, ■
yotik bölünme esnasında haploit durum'- * '
da (l/ı) 4 gamet oluşturmak üzere aynlır. ’ : ;i' ’ •J; j içerir. Kontrol elemanlannm intronlann içinde ya da genin kodlanan
Yumurta spermle döllendiğinde iki haploid set kombine olarak5zigotun olması-
diploit durumu (2n) yeniden muhafaza ederi ’ na
gesinin ( 5 1 ön tarafındaki, dizilerdir, ö n taraftaki regülatör bölgeler
GEN EKSPRESYONUNUN DÜZENLENMESİ p ro m o ter olarak ta adlandırılırlar. En küçük promoter, TATA kutusu
(bu TATA' ya bağlanan proteini; TBP, bağlar ve aktif transkripsiyon
Gen ekspresyonunu düzenleyen mekanizmalar genlerin fonksiyonunda kompleksinin oluşumunu sağlayan başlangıç dizilerinden oluşur.
kritik bir rol oynar. F o n k siy o n el g en o m ik denilen yeni alan, gen regü- Transkripsiyonu sonlandırma sinyalleri, genin arka ya da 3 ' kısmına
lasyonu ve fonksiyonunu anlamanın fizyolojiyi daha iyi anlamaya ve yerleşmiştir. mF(NA’mn 3 ' ucundaki AAUAAA dizisi gibi özel diziler,
yeni terapötilç fırsatlar sunmaya olanak sağlayacağı kavramına dayan­ mRNA’nın sitoplazmaya taşınması, kararlılığı ve translasyonu etkile­
maktadır. Genlerin transkripsiyonu, öncelikle genlerin regülatör bölge*- yen bir oluşum olan poliadenilasyon (Poly-A kuyruğu) bölgesini belir­
lerindeki D N A dizilerihö bağlanan transkripsiyon faktörleri tarafından ler. Regülatör bölge sınırlarının titiz bir testini yapmak, endojen genin
kontrol edilir. Aşağıda tarif edildiği gibi» tran skripsiyon fa k tM e rin d e ,- normal gelişimsel, dokuya-özgün ve sinyale duyarlı özelliklerini sön­
k i mutasyonlar beklenmedik kadar çok sayıda genetik bozukluklara ser dürmek için yeterli olup olmadığını belirlemek için izole gen-kuşatpıa
bep olurlar. Gen ekspresyonu X-inaktivasyonu ve imprinting (iz sür­ (flanking) DNA dizilerinin transgenik bir hayvanda ekspresyonunu ge­
me) gibi ep ig en etik (g en etik d ışı) o la y la r la da etkilenir, burada eksp- rektirir. Bu sadece birkaç gende başanlabilmiştir; in vivo olarak uzak
resyonun baskılanmasıyla ilişkili DNA metilasyonu olmuştur. Preder- regülatör dizilerin varlığına işaret eden geniş genomik dizilere ait nor­
Willi gibi (neonatal hipotoni, gelişim geriliği, şişmanlık, kısa boyluluk mal gen ekspresyonunun sadece bir kısmını yerine getirebildiğini gös­
ve hipogonadizm) ve Albright kalıtsal osteodistrofi (paratlroit hormo­ teren örnekler vardır. Bü yaklaşım, genleri regüle eden mekanizmaları
nuna direnç, kısa boyluluk, brakidaktili; bazı alt tipteki hormonlara anlamamız için kritiktir vebu yaklaşım ayrıca normal gen regulasyo-
karşı direnç) gibi bazı genetik bozukluklar genomik imprinting (iz sür­ nun olmasını gerektiren gen tedavisi stratejileri için de uygundur (Ko­
me) sonucu ortaya çıkarlar. Gen ekspresyonu ile ilgili çoğu çalışmalar, nu 69).
transkripsiyonu kontrol eden genin regülatör DNA elemanları üzerin­ Genler daha ayrıntılı olarak incelenebildikleri için DNA dizileri ve
de yoğunlaşmıştır. Bununla birlikte, gen ekspresyonıınun hepsi1aktif transkripsiyonu regüle eden transkripsiyon faktörlerinin sayılan oriji­
olarak regüle edilen mRNAoluşumu, protein translasyonu ve translas­ nal olarak beklenilenden daha büyük olmuştur. Çoğu genler transkrip­
yon sonrası modifikasyonlar gibi bir seri basamaklardan oluştuğunu siyonun başlama bölgesinden itibaren 300 bp içinde 15-20 kadar fark­
vurgulamak gerekir (Şekil 65-2). lı regülatör eleman içerirler. Bu yoğun olarak paketlenmiş olan promo-
GENLERİN YAPISI Bir genin ürünü çoğunlukla bir proteindir, ter bölgesi, CAAT kutusu/enhancer (kuvvetlendirici) bağlama proteini
fakat nadiren translasyonu yapılmayan RNA da olabilir. Genin netice­ (C/EBP), siklik AMP cevap elemanı bağlama proteini (CREB), seçici
de mRNA oluşturmak üzere bir araya gelmiş olan parçalarına ekzon promoter faktörü 1 ( Sp-1) ya da aktive edici protein 1 (AP-1) gibi her
denir. İn tron lar ekzonlar arasında kalan, öncü RNA’dan olgun RNA zaman bulunan transkripsiyon faktörlerinin bağlanma bölgelerini içe­
oluşumu esnasında çıkarılan ara bölgeleri işaret eder (Şekil. 65-2), rir. Bununla birlikte, hücreye özgü ekspresyonu içeren faktörler de bu
Gen lokusu, ekspresyonunu kontrol etmek için gerekli bölgeleri de dizilere bağlanabilir. Örneğin, başlıca heliks-loop -heliks (spiral-ilmik-
Transkripsiyonal aktivite üç ana mekanizmaya ayrılabilir:
A-, A
1. Kromatin yapısını değiştiren olaylar, DNA' ya transkripsiyon
B B
faktörlerinin ulaşmasını arttırır. Örneğin, histon asetilasyonu
C C kromatin yapısını açar ve bu transkripsiyon aktivasyonu ile iliş­
kilidir. *
D D 2. Fosforilasyon gibi transkripsiyon faktörlerinin translasyon son­
rası modifikasyonları, aktif transkripsiyon kompleksinin oluş-
Homolog Kromatitler
kromozomlar masını teşvik edebilir. Örneğin, C R EB proteininin serin 133
üzerinden fosforilizasyonu konformayonel bir değişimi teşvik
eder, bu da proteinler dahil pekçok transkripsiyon faktörünün
aktivitelerini birleştiren bir faktör olan ÇREB-bağlama prote­
ininin (CBP) devreye girmesini sağlar.
3. Transkripsiyonal aktivatörler represör bir proteinle yer değiştir
rebilir. Özellikle gelişme esnasında transkripsiyon faktörünün
ekspresyon biçimi dinamik olarak değiştiğinden bu mekanizma
çok sık görülür.

Doğal olarak, bu mekanizmalar birbirini dışlamaz ve çoğu gen­


ler bu olayların kombinasyonu ile aktive edilirler. Genel olarak
transkripsiyonu baskılayan mekanizmalar bir anlamda transkripsi­
yonu aktive eden mekanizmalar kadar çalışılmamıştır. Bununla bir­
likte, gen ekspresyonunun baskılanması gen aktivasyonu kadar
önemlidir. Bazı baskılama mekanizmaları aktivasyonun doğal so­
nucudur. Örneğin, baskılanma sık sık histon deasetilasyonu ve de-
fosforilasyonu ile ilişkilendirilir. Nükleer hormon reseptörleri için
Gametlerde Gametlerde Gametlerde transkripsiyonal sessizlik, histon deasetüaz aktivitesini içeren bas­
rekombinasyon yok rekombinaşyon rekombinasyon kılama kompleksinin çalıştırılmasını gerektirir. Represör proteinin
hatalı ekspresyonu bazen neoplazi ile ilişkilidir Premyelositik lö­
ŞEKİL 65-3 Krosing-over vö genetik rekombinasyon. Kiazma oluşu­
semide oluşan t(15;17) kromozom translokasyonu P M L gçnini, re­
mu esnasında, bir kromozomun iki kardeş kromatidinden birisi ho­
tinoik asit a; reseptör (RAR ot) geninin bir parçası ile kaynaştırır
molog kromozom kromatidlerinin birisi ile eşleşir. Genetik rekombi­
nasyon krosing-over yoluyla oluşur ve gametlerde rekombinant ve (Tablo 61-1) Bu olay normal hücre farklılaşmasını dışlayacak bir
rekombinant olmayan kromozom parçaları ile sonuçlanır. Maternal şekilde düzenlenmemiş bir transkripsiyonal represyona sebep olur
ve paternal kromozomların rasgele dağılımı ile birlikte, rekombinas­ RAR ligantı (retinoik asit) ilave edilmesi reseptörü aktive eder,
yon genetik çeşitliliğe katkıda bulunur ve bağlantı (llnkaj) kâvramımn böylece represyon ortadan kalkar, hücreler faklılaşır ve sonunda
temelini oluşturur. apapitoz olur. Bu mekanizma tedavide önemlidir, çünkü retinoik
asidin tedavi rejimine ilave edilmesi promyelositik anemili hasta­
spiral) (bHLH) proteinleri miyogenik genlerin promöterlerindeki larda yüksek oranda bir gerileme sağlar (Konu 111).
E-kutusuna ve steroidogenik faktör l (S F -l) çoklu steroidogenik
enzim genlerinin regülatör bölgesindeki özel tanıma bölgesine bağ­
DNA’NIN KLONLANMASI VE DİZİ
lanır. Anahtar regülatör elemanlar da proksimal promoterden biraz
uzağa yerleşebilir, Globin ve immünogloblin genleri, örneğin, ya­ ANALİZİ
pısal gen dizilerinden kilobazlarca uzaktaki lok tıs k o n tro l b ö l g e l e ­
r in e sahiptir. Bu prornoterlere bağlanan özel transkripsiyon faktörü 1970 lerin ortalarından beri sekiz Nobel ödülü, direkt yad a indirekt
grupları ve enhancer dizileri transkripsiyonu regüle etmek için or­ olarak genetiğin kendi içindeki derinleşmeler kadar geniş ileri me­
tak bir kod geliştirmişlerdir. Bu durumda, bol bulunan faktörler da­ todoloji alanındaki araştırmalara verilmiştir. Örnekler, revers transk-
ha az bulunan faktörlerle karşılıklı etkileşerek her genin özgün bir riptazın keşfi, restriksiyon enzimleri, plazmid klonlama vektörleri,
biçimde eksprese Olmasını ve regülasyonuniı sağlar: Aşağıda belir­ DNA dizi analizi ve PCR'ı içermektedir. Rekombinant DNA teknik­
tildiği gibi, DNA’ya bağlanan transkripsiyon faktörleri gerçekte lerinin tarifi, DNA segmentlerinin manipülasyonu, analizleri ve ka-
düzenleyici kontrolün sadece birinci basamağını oluşturur. Bü rakterize edilmesi için kullanılan yöntemler bü konunun kapsamı dı­
kompleksler asetilasyon ve fosforilasyon dahil çok sayıda sinyal şında kalmaktadır. Bu yöntemler genetik ve moleküler teşhislerde
yolu tarafından kontrol edilir. Sonunda, yeni gelen transkripsiyon geniş çapta kullanıldıklarından DN A’nın klonlanması ve dizi anali­
faktörleri başlatıcı bölge ve TATA kutusunun etrafında toplanan ba­ zi ile ilgili ana ilkeleri kısaca gözden geçirmek yararlı olacaktır.
zal transkripsiyon kompleksinin bileşenleri ile karşılıklı etkileşime G EN LER İN K LO N LA N M A SI K lo n la n m a istenildiği kadar
girer ve kararlı hale gelirler. Bü bazal transkripsiyon faktör komp­ çoğaltılabilecek olan rekombinant DNA molekülünü yapmayı işa­
leksi 30 dan fazla farklı proteinden oluşmuştur. Gen transkripsiyo­ ret eder. Genleri ve cDNA'lan klonlama yeteneği, bu ajanların ye-
nu, RNA polimerazın DNA kalıbından RNA sentez etmeye başla­ nilenebilen ve kalıcı olan bir kaynağının olmasını sağlar. Klonla­
dığında gerçekleşir. ma, DNA dizi analizi, nukleik asit hibridizasyon çalışmaları, re­
TRAN SKRİPSİYO N UN A K T İV E E D İL M E S İ V E BA SK I- kombinant proteinlerin ekspresyonu ve diğer rekombinant DNA
LAN M A SI Her gen, ister yerel veya zamansal ekspresyonunda, is­ olayları için esastır.
terse ekstrasellüler uyarılara verilen cevabında olsun tamamen ken­ DNA'ların klonlanması, klonlama vektörünün içine DNA par­
dine özgün bir biçimde kontrol edilir. Transkripsiyon faktörlerinin çasının girmesini ve takiben rekombinant DNA’mn konak hücre
eksprese olan genlerin hemen hemen % 30 una hitap ettiği düşünül­ içinde çoğaltılmasını kapsar. Direkt klonlama stratejisi DNA frag­
mektedir. Tanımlanmış genetik hastalıkların sayılarının artışı manının bakteri plasmidi içine girmesi şeklindedir. Plazmidler kü­
transkripsiyon faktörlerine bağlıdır (Tablo 65-1). MODY (erişkin­ çük, otomatik olarak replike olan, bakteri hücresi kromozomundan
lik öncesi gençlik diyabeti) bozuklukları bu grup hastalıkların tem­ ayrı olarak çoğalan, çembersel DNA molekülüdür. DNA’nın eklen­
silcisidir; değişik adacıklardaki hücreye özgü transkripsiyon fak­ mesi olayı, DNA' yı oldukça özel dizilerden kesen (çoğunlukla 4 ya
törlerinde görülen mutasyonlar değişik MODY tiplerinin oluşumu­ da 6 baz çifti uzunluğunda) restriksiyon enzimlerinin kullanılması
na sebep olur (Konu 333). ile olur. Restriksiyon enzimleri, DNA fragmanlarının uçlarında,
kendilerini plazmid vektörlere bağlaya­ Tablo 65-1 Transkripsiyon fuktorii Mutasyonları ve Yen iden Düzenlenmelerinin Sebep Olduğu
cak olaıı kömplementer, yapışkan uçlar Hastalıklara Ait Örnekler
oluştururlar. Çünkü plazmidler antibiyo­ Transkripsiyon Faktörü Sınıf Bozukluk
tiklere direnç genlerine sahiptirler, konak
Nucleer reseptörler
hücrede bu genlerin varlığı seçim ve Androjen reseptörü Tam ya da kısmi androjen duyarsızlığı
DNA çoğaltımi (amplifikasyonu) için Spinobuibar müskurer atrofı
kullanılır. Östrojen reseptörü Epifızin birieşmemesi, osteopeni, üretkenlik kusuru, meme kan-
Klonlama için şimdi çok değişik sa­ serinde koaküvatörierin çoğalması
yıda vektörler ve uygun konaklar kulla­ Glukokortikoid reseptörü Hiperkortizoiizm belirtisi olmadan kortizol yükselmesi; androjen
ve mineral kortikoidierin artması
nılmaktadır (Tablo 65-2). Bunların çoğu
Tiroid hormonu reseptörü f) Tiroit hormonu direnci
küıüphane oluşturmak için kullanılmak­
Vitamin D reseptörü Vitamin D ’ye dirençli Riketsia tip II
tadır; kütüphane DNA klonlannın kolek­ A H C (D A X l).... Doğumsal adrenal hipoplazi
siyonu demektir. Genomik kütüphane, DAX1 Dozaja bağlı seks değişimi
genomik DNA’ dan türemiş olan bîr klo- SF-1 Adrenal ve gonadal kayıp
ııu temsil eder. Örtüşen DNA fragmanla­ Çinko parmak (Zinc finger) Proteinleri
rı genomun tamamını temsil eder ve neti­ VT1 WAGR sendromu: Wilm tümörü, aniridia genital ve uriner mal-
cede lineer bir sıraya göre düzenlenebi­ formasyonlar, mental gerilik, Denys-Drash sendromu: Wilm
tümörü, renal Disgenezi ve kaybı, gonadoblastoma
lir. Genomik kütüphaneler, Lamda (1) faj,
GL-3 Greig sefalosindaktili; polidaküli
kosm idler, bakteri yapay kromozomları
Eşleşmiş Homeodomain Proteinleri (PAX)
ı.BACs) ve maya yapay kromozomları PAX-2 Koloboma, renal hipoplazi
t YACs) gibi değişik .vektörler kullanıla* PAX-3 Waardenburg sendromu tip 1 ve 3
: ak çoğaltılırlar. Faj kütüphaneleri ço­ PAX-6, Anirida, anoftaimi; otozömai dominant keraüüs;
ğunlukla spesifik genlerin izole edilme­ Peter anomalisi: anterior çemberde malformasyon
sinde kullanılırlar. Kozmidler, B A C ’lar Temel heliks-loop-heliks (bHLH) proteinleri
MITF Waardenburg sendromu 2A
ve YAC’Iar özellikle büyük genlerin çalı­
TW IST Saethre-Chotzen sendromu: kamiosinostoz, yann damak, kon-
şılmasında ve kromozom üzerinde genle­
düktif sağırlık
rin sırasının belirlenmesi için yararlıdır
Homeodain Proteinleri
(Şek. 65-4). cDNA kütüphaneleri tipik M S X i (IIOX 7.1) Diş agenezi
olarak belli, bir dokudan kaynaklanan M SX2 (IiO X 8.1) Kraniosinostoz
ınRNA’dan türemiş klonlardır. K alpten. IIOXD13 Sinpoiidaktili
elde edilen bir cDNA kütüphanesi özel­ RIF.G ; Rieger Sendromu: kraniofasiyal malförmasyonlar, mikrokomca,
likle kalp kası hücrelerinde sürekli olarak pupiiler distorsiyon, dental anomaliler
1PF-1 Erişkin dönemde başlayan diabetes mellitus üp 4: pankreaük
eksprese olan mRNA kopyalarını içerir.
agenez, diabetes mellitus tip 2
IJıı nedenle, kalp cDNA kütüphaneleri
Yüksek Mohilite Grubu (11,MG) Proteinler
kalbe özgü gen ü rü n le rin c e zenginleşe­ •TRY Seks değişimi
cek ve karaciğer ve hipofht mRNA'tarın* HOX <> Kompomelik displazi, seks değişimi ,
ca "oluşturulan cDNA kütüphanelerinden Forkhead (çatal başı) Transkripsiyon faktörleri
de farklı olacaktır. Genomik kütüphane­ HNP-dce Erişkin dönemde başlayan diabetes mellitus üp 1
nin kompleksliğine örnek olarak, insan llN F-lix Erişkin dönemde başlayan diabetes mellitus tip 3 :
genomunun 3 x l0 9bç olduğu ve genoma HNF-ip Erişkin dönemde başlayan diabetes meüitus tip 5
TITF2/FKHLI5 Konjenital hipotirodizm, yank damak, dikensi saç
giren 1 fajin kütüphanesinde K^bç oldu­
POU homeodamain proteinleri i .1 -s ■, - i % ■
ğunu düşünelim. Bu durmda, bütün ge­
POUFİ (PITI) Kombine hipofız hormonu eksikliki (GH, PRL, TSH)
nomik DNA yı göstermesi için en az POU3F4/BRN4 X ’e bağlı sağırlık DFN3, üzengi kemiği füzyonu
3x105 klona gerek vardır. Spesifik klon­ K o-aktivatörler
lar, DNA hibridizasyonu kullanılarak yüz CREB bağlayan protein (CBP) Rubenstein-Taybi sendromu
binlerce klondan izole edilirler, Genel Transkripsiyon faktörleri
N U K L E İK A SİT H İB R İD İZ A S - TFIIH alt birimleri Xerodermaa pigmentosum; Cochayne sendromu; trikotiodistrofı
YONU Nukleik asit h ib r id iz a s y o n u , nuk- Hücre Döngüsü Kontrol Proteinleri
RB Retinoblastoma, diğer kanserler
leik asitlerin, iki kömplementer ipliğinden
p53 Li-Fraumeni sendromu, diğer kanserler
birinin diğerine çok yüksek bir özgünlük­
Transkripsiyon Uzama Faktörü
le ağlanması ya da hibridizasyonu gerçe­ VIIL Von-Hippel-Lindau sendromu, Pheochromocytoma
ğinin avantajından dolayı moleküler bi­ K im erik Proteinler
yolojinin temel prensibidir. Hibridizas- FUS-CHOP (Transkripsiyon Kanşık liposarkomalar
yonun amacı spesifik nukleik asit (DNA faktör-b zip)
yada RNA) dizilerini diğer kompleks di­ PAX ya da 7FKHR (Çift kutulu Alveolar rabdomiyosarkomiar
homedornain-çatal başı)
zilerin içinde saptayabilmektir. Southern
EWS-ATF-1 (b-Zip) Ewing sarkoması
blot, Northern blot ve Kütüphane tara­
E2A-PBX1 (bHLH-hemeodomain) Akut lenfoblastik lösemi
mada bu teknikler kullanılır (yukarıya M LL-ELL (Transkripsiyon Akut miyeloit lösemi
bakınız). Hibridizasyon tekniklerinin da­ uzaması)
ha iyi adaptasyonu mikroarray DNA çip- PML-RAR (retinoit hareketi) Akut promyelositik lösemi
lerinin gelişmesine yol açmıştır. PDGFR-ETS , Kronik myelojen lösemi
Southern Blot Southern blot genle­ TCR-TAL-1.2 (kıvrık) T hücresi lösemisi
rin kayıp mı yoksa yeniden mi düzenlen­ Ig-M Y C (bH L H ) Lenfomalar, lösemi

diğini analiz etmek için kullanılır. Aynı NOTE : Kullanılan kısaltmalar şunlardır: AHC. Kongenital adrenal hipoplazi. D A X -I. Konjenital adrenal hipopalizide
zamanda restriksiyon fragman uzunluk (kritik bölge X kromozomu üzerindedir) doza bağlı olarak seks değişimi: G LI. glioblastomada amplifıkasyon; SRY. Y'
de seksi belirleyen bölge; SO X . SR Y kutusu: HNF. hepatosit nüktear faktör: C R E B. cAM P yanıt verici eleman bağla­
polimorfızmini (RFLP) saptamak için de ma proleini: VHL. Von Hippel-Lindau: FUS. füzyon (kaynaşma); EW S. Ewing sakroması: CHOP. C/EBP homolog pro­
kullanılır. Genomik DNA restriksiyon tein; P B X . Öncü B hücresi lösemisi; M LL. karışık yaşa bağlı lösemi; ELL. MLL'ye homolog uzama (elongasyon) fak­
törü: PML promyelosilik lösemi; RAR, retinoik asil reseptörü: PDGFR. trombosit türevli büyüme faktörü reseptörü:
endonükleazlarla sindirilir ve jel-elektro-
TCR. T hücre reseptörü: TAL. T hücresi akut lösemisi.
380 M! v,cüüL'ia ve IhM.ıİık terindeki varyasyonların belirlenmesini sağlar ve mutasyon analiz­
leri ve genotiplemede kullanılır. Alternatif olarak, cDNA ya da ge­
■;i ' i •? ı)NA kluühınvıniM O di t S ık A u lk m ık m Vektörler nomik mikroarraylerle RNA örneklerini hibridleyerek büyük sayı­
daki mRNA transkiptlerinin ekspresyon biçimi belirlenebilir. Bu
DNA Eklentisi
yöntem fonksiyonel genetik çağında inanılmazderecede büyük bir
(insörtü) kb
Vektör olarak Konak potansiyele sahiptir. Bir örnek olarak, mikroarrayler hastalığın sı­
nıflaması, patofizyolojisi, prognozu ve tedavisinde yararlı bilgiler
Maya yapay kromozomu (YAC) 1000 Sacchomyces
sağlayacak şekilde farklı lenfoma tilerinin genetik parmak izlerinin
cerevisiae
geliştirilmesinde kullanılabilir.
Bakteri yapay kromozomu (BAC) 250 Escherichia cali
150 E. coli P O L İM E R A Z ZİN C İR R E A K S İY O N U 1985 te ortaya çık-
P 1 yapay kromozomu (PAC)
Cosmid 35 E. coli tan PCR, DNA analizlerinin gösterilmesinde devrim oluşturdu ve
1 phage 15 E.coli moleküler biyoloji ve genetik analizlerin bir köşetaşı haline geldi.
Plasmid 10 E.coli Esasında PCR in v itro d a spesifik DNA parçalarının klonlanmasmm
(ampiifiye olması) hızlı bir şekilde yapılmasını sağlar (Şek. 65-5).
Not: Kb, kilobaz
Verilen bir DNA dizisi için tasarlanmış PCR, primer kullanımı ile
forezi ile ayrılır. Bireysel fragmanlar daha sonra membrana transfer çok büyük bir özgünlük sağlar. Değişik döngülerden sonra
edilebilir ve spesifik radyoaktif DNA probları ile hibridize edildik­ DNA nın geometrik olarak çoğaltılması dikkate değer bir duyarlılık
ten sonra belirlenebilir. Çünkü tek baz çiftinin yanlış eşleşmesi kı­ içinde gerçekleşir. Sonuç olarak, PCR tek bir hücre de dahil çok kü­
sa DNA problarının (oligonukleotidler) hibridizasyonunu engelle­ çük örneklerden DNA’nın çoğaltılması için kullanılabilir. Bu özel­
likler kan hücresi, biyopsi materyali, otopsi ya da cerrahi örnekler,
yebilir, o lig o n u k le o t id s p e s ifik h ib r id iz a s y o n (OSH) denilen bir So­
ya da tükrük ve saçtan gelen bir hücre de dahil değişik doku kay­
uthern blot varyasyonu kısa nukleotidler kullanılarak mutant gen­
naklarından DNAnın çoğaltılmasını sağlar. PCR, mRNA çalışmak
leri normallerden ayırmak için kullanılır.
içinde kullanılabilir. Bu durumda RT enzimi önce RNA'yı DNA’ya
HGF (insan genom projesi)’nin tamamlanmasıyla, bütün insan
dönüştürmek için kullanılır, daha sonra PCR’la çoğaltılabilir. Daha
genleri klonlanıp dizi analizi yapılmış olacaktır. Sonuçta, bu klon­
çok R T -P C R olarak bilinen bu yöntem gen ekspresyonunun kantita-
lama olaylarının pek çoğuna gerek olmayacak ya da DNA dizileri
tif ölçümü için yararlıdır.
ve markırlarını içeren geniş bilgi birikimi, bu işlemleri çok fazla
PCR, moleküler teşhis için bir anahtar eleman oluşturur. DNA
kolaylaştıracaktır (aşağıya bakınız).
dizi analizi dahil, çok sayıda dizileme teknikleriyle mutasyonları
Northern Blot Northern blot, farklı dokulardaki gen ekspresyo-
araştırmak için hızlı DNA (ya da mRNA) çoğaltılmasına ilişkin bir
nu düzeylerini ve biçimlerim analiz etmek için kullanılır. Northern
strateji sağlar. PCR aynı zamanda oldukça polimorfik iki veya üç
blotta jel üzerinde mRNA ayrılır ve membrana aktarılır. Spesifik
nukleotidlik dizi tekrarlarının çoğaltılması için de kullanılır, bu da
transkriptler radyoaktif işaretli DNA problan kullanılarak belirlenir.
genetik bağlantı ya da ilgili çalışmalarda değişik polimorfik alicile­
Bu teknik daha kapsamlı ve daha duyarlı olan revers transkriptaz rin takip edilmesini sağlar. PCR çeşitli mikrobik patojenlerin tanın­
(RT)-PCR ve DNA çipleri üzerine yerleştirilmiş gen ekspresyonu masında giderek daha çok kullanılmaktadır (Konu 121).
dizileri teknikleriyle çok çabuk yer değiştirmiştir (aşağıya bakınız). DNA DİZİ A N A LİZİ DNA dizi analizi şimdilerde otomatik
M ik roarray Teknolojisi Genom çapındaki çalışmalara çok bir olaydır. Birçok protokol bulunmasma rağmen en çok kullanılan
hızlı giren bir yaklaşım m ik r o a r r a y le r ya da DNA ç i p le r i’dır. Bu yol Sanger yöntemidir ki burada dideoksinukleotidlerDNApolime-
yaklaşımlar, ince cam ya da slikon yüzeylere milyonlarca sentetik rizasyonunu dört bazın (A,G,T,C) her birisinde rasgele sonlandır­
nükleik asit dizilerinin sıralanmasını içerir. Floresanla işaretlenmiş mak için kullanılır. Yüksek ayıncılığı olan jel ya da kapiller elekt-
DNA ya da RNA test örneği çiple hibridize olur ve bilgisayarlı ta­ roforez kullanarak sonlanmış DNA parçalarını ayrıldıktan sonra,
rayıcı (scanner) dizi eşleşmesini belirler. Mikroarrayler DNA dizi-

P a ıııııı ihi 110


S arm al; a ç (D enaturasyon) ^

t 2 3 4 9- 8' f » 9 10 11 1a 1 3 14 IS 16 .J
S TS m arkerları
♦ *->■ ♦ ■¥ t l f ki * - * Ji f i t î
YAC klonlan t I [ I V[ t I t tI
I ı ı » . t ı f? te.fr: 11
ı t t- t t ♦ " »- e t* ır p 1 1
1 't 1 t l l l . l t < ¥ » » » »ın».» » İ P rim eri bağla 25-30
P rim er
♦ döngûlOk tekrar
BAC klonlan ’t 4İ
► Primer
'I

Taq p o lim e ra z ile


C ontig D N A se n te zi i

G e n e tik lokus
I STS 11 G en A G en B STS 12,’

ŞEKİL 65-5 Polimeraz Zincir Reaksiyonu. Polimeraz zincir reaksiyo­


nu (PCR) DNA segmentinin çoklu kopyalarını üretir. Çift iplikti
ŞEKİL 65-4 Örtüşen genomik klonlar. Bir kromozom bölgesi maya DNA’nın denatürasyonundan (ipliklerin ayrılması) sonra, hemen he­
yapay kromozomu (YAC) ve bakteri yapay kromozomu (BAC) gibi men 2 0 baz çiftlik sentetik oligonukleotid primerler, ilgili fragmanın bir
vektörlere DNA fragmanlarının klonlanmasından sonra haritalabilir. tarafına bağlanırlar. Daha sonra ısıya dayanıklı polimeraz oligonuk-
Dizisi etiketli (tagged) bölgeler (STS) her klonun karakterize edilme­ leotidleri uzatır ve komplementer ipliği sentezler. Bu döngü 25-30 de­
sini sağlar ve örtüşen diziler esas alınarak klonların sırası belirlenir. fa tekrar eder. Çoğaltılmış DNA segmentine sahip DNA' nın sayısı
Örtüşen klonlar serisine “contig" denir. her döngüden sonra iki katına çıkar.
s<
h u ttkh m u )t(.aksiyonunun her birinde, DNA trnnsqanlnl hazırla Hedeflenen yapıyı hazırla
oluşan parça tızunluklannın ilerlemesi iıı- Embriyonlk kök (EK)
'- denerek DNA dizinini belirlemek müm­
kündür. Floresanla işaretlenmiş dideoksi-
* hücrelerinde homolog
rekombinasyoniarı seç
nukleotidlerin kullanılması, dört farklı ba­
zın otomatik olarak belirlenmesini ve
DNA dizisinin doğrudan bilgisayar anali­
zinin yapılmasını sağlar. Daha hızlı, fi atı
daha düşük DNA dizi analizi teknolojileri Seçilmiş EK hücrelerini
Yalancı-hamila dişiye
için gayret sarf edilmektedir. Kitle (mass)
spektrofotometresinin kullanılması;
yumurtayı yerleştir
* blastosiste aktar ve vücuda,
yerleştir
"flow" sitometrede floresanla işaretlenmiş
bazların belirlenmesi; tarama, yol oluştur­
ma ya da atomik güç mikroskobu sayesin­
de DNA dizisini doğrudan okuma; ve
DNA çipleri kullanarak dizi analizi yapma
F1 neslinin DNA'sını Klmera farelerde karışık
gibi teknolojiler bunlar arasındadır.
* transgen için test et kürk rengi

GENETİK HASTALIK
MODELİ OLARAK
Î RANSGENİK FARELER
M us m u scu lu s (fare), D r o s o p h ila m e la h o -
g a s t e r (meyve sineği), C a e n o r h a h d it is
ı’leg a n s (Nematod), S a c c h a r o m y c e s c e r e -
v isiae (bira mayası) ve E s c h e r ic ia c o li
(kolon bakterisi) de dahil birçok organiz­
♦ ■
Homozlgotluk için
üretmeye devam et
*
Homozigotluk için
üretmeye devam et

ŞEKİL 65-6 Transgenik fare modelleri. Solda. Transgenik fareler döllenmiş fare oositlerine ya­
ma büyük çapta genetik model olarak ça­
bancı DNA'nın pronukleer enjeksiyonu yapıldıktan hemen sonra yalancı gebeliği olan büyütücü
lışılmıştır. Bu kadar evrimsel olarak birbi-
annenin yumurta kanalına transfer edilmesi' ile elde edilir. Sağda. Hedeflenen mutagenez İçir)
ı inden uzak olan organizmaların insan fiz­
(gen çıkarılması/ gen eklenmesi), embriyonlk kök hücrelerine (ES), hedeflenmiş (mutagenlze ol­
yolojisi ile ilgili genetik modeller olarak muş)' trangenler enfekte edilir. Transgen yabanıl tip genle homolog rekombinasyona girer. Sefek-
kullanılması, genetik yolların ve fonksi­ slyondan sonra pozitif embiryonik kök hücreleri blastositlere verilir ve büyütücü anneye aktarılır.
yonlarının hayret edilecek kadar değişme­ Kimerik fareler, yavrulardaki karışık kürk rengi ile belirlenebilir. Heterozigot fareler mutant allel
den kalmış olduğunu gösterir. Fare model­ için homozigot fare elde edilinceye kadar üretilirler.
leri özellikle kıymetlidir, çünkü çoğu in­
an vo fare genleri benzer yapı ve fonksiyon gösterirler ve çünkü fa- stratejiler gen terapinin öncüsü olarak kullanılabilir. Duchenne
iö genomunun manlpülasyonu diğer memeli türleri ile karşılaştırıl­ müsküler distrofısinde, kaybolan distrofin geninin ekspresyon ürü­
dığımla oransal olarak daha kolaydır. nü olan protein, fare Duchenne modelinde kısmen bozukluğu dü­
Parelerdeki transgenik stratejiler iki ıiııa yaklaşıma ayrılabi­ zeltir. Onkogenlerin ekspresyonu, neoplazi mekanizmalarını çalış­
lir: fi) gettom içerisine rasgele sokulun bir btırça ile genin fazla mak ve ölümsüzleşmiş hücre hatlarını meydana getirmek için çok
■kspresyontj (over ekspresyonu) ve (2) delesyon yn da kendi geniy­ yararlıdır. Örneğin, insülin prometer’iııin idaresi altında, simian 40
le homolog rekombinasyon oluşturacak şekilde hedeflenmiş mutas­ virüsünün (SV40) büyük T antijeninin ekspresyonu hücre tümörü
ını yapılması (Şek. 63-6), Bu temel yaklaşımların'birçok varyas­ adacıklarının ortaya çıkmasını sağlar.
yonu, genlerin belli hücre tipinde, gelişme esnasında farklı zaman­ Genelde gen ç ı k a r m a olarak bilinen hedeflenmiş delesyon mu-
larda ya da değişik düzeylerde eksprese olmasını sağlar. Sonuç ola­ tagenezi, genin mutant versiyonunu taşıyan hedef vektör kullanıla­
rak, transgenik teknoloji fizyopatolöji ya da test terapilerini ortaya rak yapılır. Embriyonik kök hücrelerindeki (ES) homolog rekombi-
çıkarmak için özgün genetik modeller oluşturmak kadar, bir genin nasyondan sonra embriyonik kök hücrelerinin blastosistlere enjek-
overekspresyonu ya da kaybolmasının fizyolojik etkilerini belirle­ te edilmesiyle kimerik hayvanlar oluşturulur. Sonuçta, mutasyonu
mek için de çok güçlü bir strateji ortaya koymuştur. taşıyan heterozigot ya da homozigot hayvanlar üretilir. Gen fonksi­
İnsan genetik bozuklukları ile ilgili transgenik model örnekleri yonunu incelemede kullanılmalarına ilave olarak gen çıkarmaları
Tablo 65-3'de listelenmiştir. Genlerin transgenik fazla ekspresyon- çoğu fonksiyon-kaybr mutasyonlan için değerli hayvan modelleri
lan gen dozajına duyarlı hastalıkların çalışılması için faydalıdır. oluşturur. Bu stratejinin bir varyasyonu, in vivo'da genetik rekom-
Örneğin PMP22'n\n fazla ekspresyonu bu genin sık görülen dupli- binasyon yâpmak için Cre rekombinazı kullanmaktır. Cre rekombi-
kasyonu ile oluşan tipIA Charcot-Marie-Tooth hastalığını taklit naz, /a r T alanı denen tanıma bölgeleri tarafından kuşatılan genle­
eder (Konu 379). P M P 2 2 geninin duplikasyonu periferal miyelin ri yok edecektir. Bu yaklaşımın bir avantajı, doku spesifik ya da ge­
proteini 22'nin yüksek düzeyde ekpresyonu ile sonuçlanır ve bu do­ lişim basamaklarındaki bir geni yok etmek için spesifik dokularda
zaj etkisi demiyeline nöropatiden sorumludur. Y kromozomuna öz­ Cre’nin transgenik ekspresyonunun kullanılmasıdır. Bu özellikle
gün genin, SRY, X X dişilerdeki ekspresyonu göstermiştir ki SRY gelişmenin erken safhasında ya da tümden yok edildiğinde letal
teslislerin oluşumunu başlatmaya yeterlidir. Bu buluş seks değiştir­ olabilecek olan genler için yararlıdır.
miş X X dişilerde, Y kromozomundaki SRY translokasyonlarının Farelerde çıkartılmış (iptal edilmiş) genlerin listesi halihazırda
patojenik rolünü göstermiştir. Huntington hastalığı, çoklu glutamin çok büyüktür. Bu çıkarılanların çoğu, diğer genlerin fonksiyonları
dizileri kodlayan CAG trinukleotid tekrarlarının artışına sebep ol­ daha fazla olduğundan ya da fenotip belirgin olmadığından gözle
duğu otozomal dominant bir hastalıktır. Huntington hastalığı geni­ görülür bir fenotip oluşturmaz. Örneğin, hipoksantin fosforibosilt-
nin hedeflenmiş delesyonu nörolojik bozukluğa sebep olmaz. Di­ ransferaz (HPRT) geninin (H p rt) kaybı, farede purin elde etme yo­
ğer taraftan, tüm genin ya da genişlemiş çoklu Glu tekrarlarını içe­ lundaki adenin fosforibosiltransferaza dayandığından Lesch-
ren birinci ekzonun transgenik ekspresyonu nörolojik bozulduğun Nyhan sendromunun karakteristik özelliklerini göstermez. Bunun­
çoğu özelliklerinin oluşumu için yeterlidir, bu da genişlemiş çoklu la birlikte HPRT'si olmayan farelere APRT inhibötürünün verilme­
Glu içeren proteinin işlevsellik kazandığını işaret eder. Transgenik si, Lesch-Nyhan sendromlu hastalarda tipik olarak görülen kendi
‘ i ı ıi u <>3-3 in zali G e n e t i k B o z u k l u k l a r ın ı n lY a ııs g e n ik M o d ellerim .- Ö r n e k l e r

Hastalık Gen Kodlanan Protein Fenotip

TRA N SG EN İK M O D EL LE R

Duchenne müsküler distrofı DMD Distrofın Mdx’te müsküler distrofiyi önlemede yardım, fare,
DMD-benzeri fenotipi olan doğal bir mutant
Amyotrofık lateral skleroz SODI Mutant superoksit dismutaz 1 Amyotrofik lateral skleroza benzer nöron ve perikor-
yonlarda mutant SOD birikimli motor nöron dejene­
rasyonu
Orak hücre anemisi HBB Hemoglobin S Genetik tabanında normal hemoglobin a ve (5 genle­
rinin yokluğu ile ortaya çıkan orak hücre anemisi
Charcot-Marie-Tooth tip İA PMP22 Periferal miyelin proteini 22 Ayakların arkasında ilerleyen güçsüzlük ve periferik
sinir sisteminde miyelinizasyonla ortaya çıkan duyu­
sal polinöropati
Huntington hastalığı HDH Poliglutamin tekrarlarının artışı Huntington fenotipi; poliglutamin tekrar artışının nö­
ile oluşan hungüngün rolojik anormallikleri ortaya çıkarmaya yeterli oldu­
ğunun gösterilmesi
Spinoserebellar ataksi SCA t Purkinje hücrelerine özgü Pcp2 promote- Ataksi, purkinje hücrelerinin kaybı, glial çoğalma
rin kontrolü altında poliglutamin tekrar­
larının artışıyla oluşan ataxin 1
Akromegali CH Büüme hormonu Gigantizim
Seks değişimi SRY Seks değiştiren Y kromozomu X X dişilerde testis oluşumu, testis oluşumunda
SR Y ’nin rolünün tesbit edilmesi
Diabetes mellitus MDY tip 2 GCK Glukokinaz Diabetes mellitus
İnsülinoma 1NS-SV40 İnsülin promoterinin kontrolü altında bü­ P hücresi tümörleri; viral antijenle hedeflenmiş
LT-antijen yük T antijeninin hedeflenmiş ekspresyonu onkogenez
Li-Fraumeni sendromu p53 Hücre döngüsü ve apopitoza katılan p53 % 100 geçişle çok erken yaşta tümör gelişimi
proteini (53kDa)
Kistik fibroz CFTR Kistik fibroz transmembran iletkenlik dü­ Kistik fıbroza benzer; klor transportunda bozukluk;
zenleyicisi ince barsak ve pankreas sisteminde değişiklikler ve
prematüre ölüm
Hemakromatoz HFE , HFE hemakromatoz proteini Plazma demiri ve doymuş transferin yükselmesi, ka-
raciğer demir konsantrasyonunda artış
Hemofili A Faktör VIII ■ Faktör VIII Faktör VIII yokluğu; kanamanın durmaması
Ailesel polipozis coli APC APC tümör süpressör proteini İnce barsak polipleri
Xeroderma pigmentosa XPC Xeroderma pigmentosum C Kimyasal ve UV ışığın sebep olduğu deri kanserine
XPA Xeroderma pigmentosum A yüksek hassasiyet
Ataxia telangiectasia ATM ATM kinaz (hücre döngüsü regülatörü) Büyümede gerileme, nörolojik bozukluk, infertilite,
T hücresi olgunlaşmasında bozukluk, y-irradyasyo-
nuna duyarlılık, lenfomalar
Görünür mineral kortikoit HSDI 1B2 11 P-hidroksİsteröid dehidroğenaz 2 Yüksek tansiyon, hipokalemia, düşük plazma böbrek,
fazlalığı aktivitesi, düşük aldosteron, kortizolün kortizona
dönüşümünde azalma
Glikojen depo hastalığı tip 11 GAA Asid a-glukosidaZ Kalp ve iskelet kası lizozomlannda glikojen birikimi,
(Pompe hastalığı) kas güçsüzlüğü
Obesite MC4R Melanokortin 4 reseptörü Erişkinlikle başlayan şişmanlık, hiperfaji, hiper insü-
linemia
Nörofibromatozis NFlip53 Nörofıbromin (tümör süpresör) +/- farede tümör yok; Nfl -/-farede nörofıbromlar ve
Nfl/p53 farede yumuşak doku sarkomları
Lipoit konjenital adrenal StAR Steroidogenik akut regülatör protein Dişi dış genitalia içeride ve adrenokortikal yetersiz-
hiperplazi likten dolayı dişi ölümü, adrenal steroidler lipid de­
polanmasında bozukluk
Aterosklcrozis APOE Apolipoprotein E Aterosklerozis, VLDL’de artış
Ailesel hiperkolesteronemi LDLR LDL reseptörü LDL ve VLDL kolesterol düzeylerinde1yükseklik,
ateroskleroz, ksantomalar
Prader-Willi sendromu NDN Nekdim Yenidoğanda solunum zorluğu ve kalıtsal olarak pa-
temal Ndn delesyonu taşıyan farede ölüm.
Polikisıik böbrek hastalığı Pkdl PKD1 proteini (ekstrasellü)er kompart- Pankreatik kanal kistleri, masif böbrek kistleri, peri­
manda protein-protein adezyonu) natal ölüm

HEDEFLENMİŞ MTjTAOE.'sTiZLER: « i SN K A TILM A SI (KNOCK-IN)


Ostegenesis imperfecta Cnllai KoIIajen î Fenotipte değişkenlikle oluşan osteogenezis imperfekta tip 4
Gacuher hastalığı GDI Glukoserebrosidaz Beyin ve karaciğerde glukosil-seramid birikimi, pre­
matüre ölüm
Akut lenfoblastik lösemi BCL-ABL BCL ve ABL’de resiprokal BCL-A BL ekspresyonu için tetrasikline cevap veren
translokasyon promoter kullanan transgenik model

a Jackson laboraluvarında bulunan sponlan mulanl fareler ve ıransgenik fare modelle- genik modelleri ile ilgili olan diğer veri tabanlarına sayısız bağlantılar içermekledir,
rinin kapsamlı bir lislesi (www.jax.org/lbase). Bu sile, sıçanlar ve diğer memeli Irans- NOTE: LDL, dlişük yoğunluklu lipoprotein; VLDL, çok düşük yoğunluklu lipoprolein.

kendini yaralama davranışı ile sonuçlanır. Geni çıkarılmış fenotip- na sebep olmaz. Bu örnekler, genlerin fonksiyonu ve bunların ge­
ler, aynı şeyi paylaşan hasta insanlardan oldukça farklıdırlar. Örne­ netik yapısı ve çevre ile etkileşimlerinin insan ve farelerde aynı ol­
ğin, retinoblastoma geninin delesyonu (kaybı), retinoblastoma ve­ madığı gerçeğinin altını çizer. Diğer taraftan, çoğu genlerin deles­
ya insandaki sendromu karakterize eden diğer tümörlerin oluşumu­ yonu insandaki bozukluklar için dikkate değer derecede iyi model
•’Utturur (Tablo 65-3). Fizyopatolojiyi açıklamaya ilave olarak bu 65 Susan Gcnei'Siııin ilkeleri 383
modeller, hem genetik ve hem farmakolojik tedavilerin gelişimini ko­
laylaştırır. amacına esas itibarı ile ulaşılmış olacaktır. En yüksek çözünüklüklü fi­
Transgenik hayvan modellerine ilaveten, fare ve diğer türlerde do­ ziksel harita, insan genomundaki her kromozomun tüm DNA dizisini
ğal olarak oluşan mutasyonlar, insan hastalıklarına temel oluşturmaya gösterecektin
devam etmektedir. Doğal ve transgenik hayvan modellerinin bir özeti DNA DİZİ ANALİZİNİN DURUMU Genom projesinin odaklaş-
••örekli olarak geliştirilen bir veri tabanında sunulmaktadır (Online tığı öncelikli konu, model organizmalar yanında tüm insan genomunun
Mcndelian Inheritance in Animals OMIA: http://www.an- DNA dizisini elde etmektir. E .c o li ve bir çok diğer bakteri, S.cerevisi-
gis.su.oz.au/Databascs/BIRX/omia/; The Jackson Library: http://www. a e , C .eleg a n s ve D .m elan og a ster türlerinin dizileri halihazırda tamam­
jax.ong/). lanmış bulunmaktadır. Laboratuvar fare genomunun dizi analizi ilerle­
İnsan pluripotent k ö k h ü c reler i yakın zamanda geliştirilmiştir ve mektedir. Bir kaç yıl öncesine kadar, insan genomunun tüm dizisini be­
potansiyelleri ile uyumlu olarak kendi kendilerini yenilemek için bu lirleme beklentisi göz korkutucu bir beklenti olmasına rağmen, DNA
lıiicrc hatları yüksek oranda telomeraz eksprese ederler, bu enzim ökar- dizi analizi ve bioinformatikteki teknik ilerlemeler, orijinal olarak he.
yotik kromozomların uçlarının tekrar replikasyonlarını yapmak için deflenen 2003 yılından oldukça önce, 2000 haziranında, taslak insan
(•.şaştır. Kök hücrelerindeki pluripotentliğin. özellikleri hakkında öğre­ DNA dizisinin tamamlanmasına yol açtı. Mevcut standart % 99.99
nilecek daha çok şey var ise de, bu hücreler transplantasyon, ilaç de­ (10.000 baz çiftinde 1 hata) doğruluk oranı elde etmektir. Bu yüksek
neyleri ya da diğer amaçlar içip oldukça yararlı olabilirler. seviyedeki doğruluk oranı populasyondaki DNA dizisi varyasyonları­
nın derecesini belirleme çabalan dahil pek çok nedenden dolayı önem,
İNSAN GENOM PROJESİ lidir. Çeşitli kişi veya populasyonlardan gelen DNA dizilerinin karşılaş­
İnsan genom projesi 1980‘lerin ortalarında tam DNA dizisinin bitiril- tırılması insan populasyonundaki genetik varyansın tahminine izin ve*
, nesi ve insan genomunu karakterize etmeyi başarma çabalarıyla baş­ recektir. Diğer bir amaç, insan cDNA'lannın tam uzunlukta bir setini
lamıştır. Amerika’da, Ulusal Sağlık Enstitüsü (NIH) ve Enerji Depart­ geliştirmek ve bunların yerini fiziksel haritalar üzerinde göstermektir.
manı (DOE) 1990'da genom projesine katıldı böylece proje ulusiarara- ETİK KONULAR İnsan genom projesinde (HGP) ifade edilen fi­
,ı bir gayret kazandı ve ayrıca özel sektördeh de önemli katkılar sağla­ kir ve ümit, hastalık genlerinin tanımlanmasının diagnoz, prognoz ve
dı. Ana amaçlar şunları içermektedir: (1) Genetik haritaların yapılma­ tedavide ilerlemelere yol açacağıdır. Çoğu bireylerin bir kaç tane cid*
sı. (2) fiziksel haritaların geliştirilmesi ve (3) insan DNA dizisinin ta­ di resesif geni barındırdığı tahmin edilmektedir. Bununla birlikte, in.
mamının belirlenmesi. san genomu dizi analizinin tamamlanması, hastalıklarla genetik bozuk*
Daz! analojiler, insan genom projesinin takdir edilmesine yardım et­ luk ilişkisinin belirlenmesi ve genetik çeşitlilik çalışmaları, bireyleri ve
miştir. 23 çift insan kromozomunun yaklaşık olarak İ00.000 geni kod­ insanlığı ilgilendiren pek çok yeni sorunu ortaya çıkaracaktır. Memeli­
ladığı düşünülmektedir. Total DNA uzunluğü hemen hemen 3' milyar lerin klonlanması ve insan embriyonik kök hücrelerinin oluşturulma­
-az çifti ölüp E .c o li genomunun yaklaşık 1000 katından daha büyüktün sı ile ilgili Zıt görüşler konunun bu sorunlarla ilişkisini biraz azaltır.
Ü«er insan DNA dizisi basılı olsaydı 120 ciltlik H arriso n 'un "Principle Bunun ötesinde, genotipik bulgulardan elde edilen bilgi, hastalığın
■t Internal M edicine" kitabına tekabül edecek kadar olacaktı. seyrini değiştirecek stratejilerin sağlanabilirliğine bağlı olarak oldukça
GENETİK HARİTA İnsan genomuriun büyüklük ve karmaşıklı- farklı sonuçlar doğurabilir. Örneğin çoklu endokrin neoplazi (MEN)
iıtıa bağlı olarak oryantasyonu sağlamak ve ilgili genin yerini belirle­ Tip 2 veya hemokromatozise neden olan mutasyonlann keşfi, etkile­
mek için genetik haritalar geliştirilmiştir. G en etik h a rita bir kromozom nen aile bireylerine özgün girişimlere izin verir. Diğer taraftan Alzhe­
üzerindeki genlerin dizilişini tanımlar ve aym kromozom üzerindeki imer veya Huntington hastalık geninin tanımlanması şu anda terapiyi
gen tokuzlarının birbirine göre konumlarını belirler, Gen hurilası, bağ. değiştirmez, Genetik ıcst sonuçları etkilenen bireylerde ve aile üyele­
hııııı rlink.)j) .uuiı/k-n de ıkı uıaıkırın hangi sıklıkla beraberce kaimi* rinde endişe yaratabilir ve test sonuçlanna göre ayırt etme olasılığı var­
dik kıtım Şahının ednı-k yapılır, Genetik harita meşaleleri, rekombinas- dır. Çoğu genetik kusurlann önleme veya sağaltım fırsatının önemli fa­
; ı,n bıimdcri \r-y,ı saıııimorgau icM) ile ifade edilir. BircM iki poli- kat kısıtlı olduğu bir orta kategoriye düşmesi, büyük olasılıktır (Konu
îi-ıitık m,»kır aı.ısındaki M'lık tekombinasyon frekansına karşılık ge- 68). Bu nedenlerden ötürü, yeni sorunlar ortaya çıktıkça HGP’nin bi­
n, İcM yık!,ı.şık lMITlik DNA’nın uzunluğuna karşılıktır (Şek. 65-3). limsel taraflan ile etik ye hukuksal sonuçlarını incelemek için harca­
I İcrhaııgi hır puliınoılik dizi varyasyonu haritalama amacı için faydalı nan gayretler paralel gitmektedir.
olabilir. Polimorfik marker ömekeri değişken sayıda ardışık tekrar di. Genom projesi ile ortaya çıkan çoğu sorunlar prensip olarak pratis­
/ileri (VNTR). RFLP, mikrosatellit tekrarları ve tek nukleotid polo- yen hekimlere tanıdık gelmektedir. Örneğin, düşük yoğunluklu lipopro*
morfizmlerini (SNP) içerir, bunların son ikisi hem markırlann en sık tein kolesterolü (LDL) artışı, yüksek basınç veya ciddi bir erken miyo*.
kullanılanı olması hem de otomasyona tabi işlemlere uygun olması ne­ kart enfarktüsü aile hikayesi olan asemptomatik bir hastanın koroner
deniyle şimdilerde çok sık kullanılmaktadır. kalp hastalığı için artan bir riske sahip olduğu bilinir. Bu gibi durumlar*
Günümüzdeki genetik harita, yaklaşık İcM çözünürlüğe sahiptir. da, risk faktörlerinin tanınması ve uygun bir girişimin yararlı olacağı
Yakın zamandaki hedef bu haritalara yaklaşık 100.000 SNP ilave et­ açıktır, Benzer şekilde, fenilketonuri, kistik fibroz veya orak hücre ane­
mektin Bu her 100.000 baz çiftinde bir SNP sağlayacaktır. SNP’lerin misi hastalarının yaşamlarının erken dönemlerinde genetik bir hastalığa
ilavesi DNA çipleri (yongaları) ile yapılan otomasyonu kolaylaştıracak sahip oldukları anlaşılır. Bu öncelikler genetik bilgi ile ilgili politikala­
ve kompleks genetik hastalıkların bağlantı çalışmalarını gerçekleştir­ rı seçip uygulamada yararlı olabilir. İster genotipe dayanan ister gene*
me yetişini arttıracaktır. tik yatkınlık gösteren diğer belirtiler olsun pek çok genetik kusura uy­
FİZİK SEL HARİTA Sitogenetik ve kromozom bantlama teknik­ gulanabilecek benzer işlemleri önceden tahmin edebiliriz. Çok hızlı ar­
leri, genetik lokusların oldukça düşük çözünürlükte gözlemlenmesini tan bilgi birikimin şaşırtıcı bir yönü, bizim klinik tahminler yapabilme
sağlamaktadır. Fiziksel haritalar bir lokus veya genin yerini kesin de­ gücümüzün genellikle genetik ilerlemelerin arkasından gitmesidir. Ör­
ğerlerle gösterir. Fiziksel haritalamada standart birim olarak dizisi-eti* neğin; BRCA1 gibi meme kanserine zemin hazırlayan bir gen tanımlan*
ketli bölgeler (sequence-tagged sites: STS) kullanılır. Bunlar, birbiri ile dığı zaman, hastalığı tahmin edecek bir potansiyel olarak olağanüstü bir
örtüşen klonlanmış DNA parçalarının aynen genomda bulunduğu sıra kamusal ilgi yaratır fakat genotip ve fenotip arasındaki ilişkiyi iyice
içinde düzenlenmesi için dizisi-özgün nirengi noktaları olarak hizmet saptamak için daha uzun yıllar klinik araştırma yapmak gerekir.
görür. Genelde YAC veya BAC şeklindeki bu örtüşen klonlar, çoğun­ Bilgilendirilmiş hasta rızası, araştırmaya katılım, bir kişiyi ve­
lukla con tig olarak tanımlanan, bitişik DNA dizilerinin karekterizasyo- ya ailesini etkileyen bir genetik hastalıkla uğraşmakla ilgili olsun
nuna izin verir (Şek. 65-4). STS’ler 200-500 bç uzunluğunda olup bil­ veya olmasın, genetiğin temel prensipleri hakkında daha fazla bil­
gisayar veri tabanlarından elde edilebilir; > 50.000 STS haritalanmış giye çok büyük bir gereksinim vardır. Tıpta genetiğin rolünün çok
bulunmaktadır. Tüm genom örtüşen parçalar halinde klonlandığı za­ yayılıcı olma özelliği, tüm hekimleri ve diğer sağlık profesyonelle­
man insan genomunun yüksek çözünürlüklü haritasının yapılması rini genetik hakkında daha bilgili olmaya, tavsiyede bulunmaya ve
aksine) genetik hastalıkların geçişine uygundur. Gelişim esnasında oo­
sit populasyonunun çok erken evrelerde oluşmasından ötürü, oogene-
eğitimli genetik danışmanlarla birlikte danışmanlık hizmeti vermeye zin tamamlanması için yaklaşık 20 hücre bölünmesi gerekir, buna kar­
zorunlu kılar (Konu 68). Böylece tarama ve koruma stratejelerinin uy­ şın puberte çağma ulaşıldığında spermatogeneziste yaklaşık 30 bölün­
gulanması çok büyük bir sabır, hekim eğitimi, sağlık giderlerinde de­ me geçirilir ve ondan sonra da her yıl yaklaşık 20 hücre bölünmesi
ğişiklikler ve hasta haklarını korumak için yasal düzenlemeler gerekti­ olur. Netice olarak, yeni mutasyonları kazanma olasılığı dişi gametle­
recektir. re göre erkek gametlerde çok daha fazladır, bu durumda da anöploidi
oranı artar (Konu 66). Böylece, spermatogoniumlardaki nokta mutas­
yonu insidansı baba yaşı ile birlikte artar (örneğin akondrodisplazi,
GENETİK HASTALIKLARIN GEÇİŞİ Marfan sendromu, nöröfibramatoz). Her 10 spermden 1 tanesinin ye­
MUTASYÖNLARIN ORİJİNLERİ VE TİPLERİ ni bir zararlı mutasyon taşıdığı tahmin edilmektedir. Otozomal domi­
nant ve X ’e bağlı hastalıklar için mutasyon oranı hesaplamış olup bu
Mutasyon fonksiyonel sonuçlarına bakılmaksızın DNA’nın pirimer
oran her kuşakta lokus başına 10-5 kadardır, Çoğu monogenik hasta­
nukleotid dizisindeki herhangi bir değişiklik olarak tarif edilir. Bazı
lıkların nispeten nadir olmasından ötürü, yeni mutasyonlar olguların
mutasyonlar zararlı, bazıları daha az zararlı olabilir ve bazılan evrim­
önemli bir parçası için geçerlidir. Bu genetik danışmanlık bakımından
sel bir avantaj sunabilir. Mutasyonlar eşey (germ-line) hücrelerinde
önemlidir, çünkü yeni bir mutasyon etkilenen bir bireye geçebilir fakat
(sperm veya oositler) meydana gelebilir; bunlar gelecek kuşaklara ak­
bu durum ebeveynlerin hastalığı diğer çocuklarına da geçirme riski al­
tarılabilir. Alternatif olarak, mutasyonlar embriyogenez esnasında ve­
tında oldukları anlamına gelmez. Gametlerin oluşumunun erken evre­
ya somatik dokularda da meydana gelebilir. Gelişim esnasında ortaya
lerinde meydana gelerek gonadal musaizm’e yol açan mutasyonlar is­
çıkan mutasyonlar, değişik genetik yapılara sahip hücrelerin oluşturdu­
ğu dokularda görülen ve mozayiklik denen özel bir duruma yol açabi­ tisna teşkil etmektedir.
Eşit Olmayan Krosing-Over Normal olarak, germ hücrelerinde
lir. Eğer germ-line (eşey) hücrelerinde bir mozayiklik varsa, bir mutas­
görülen DNA rekombinasyonu, değişen DNA parçalan arasındaki bel­
yon bazı bireylere aktarıldığı halde bazılanna geçmez, bu durum bazen
li kavşak noktalannı korumak için dikkate değer derecede bir doğru­
kalıtım şeklini tahminde kanşıklıklara yol açar. Yaşamsal önemi olma­
luk gösterir (Şek. 65-2). Bununla birlikte, homolog dizilerin yanlış eş­
yan bazı somatik mutasyonlar; dokulardaki değişik fenotipik etkileri
leşmesi bir kromozomda gen delesyonu, diğerinde gen duplikasyonu
ile görülebilir (örneğin McCune-Albright sendromundaki pigmentli
olacak şekilde eşit olmayan bir krosing övere neden olur. Örneğin, bü­
lezyonlar). Diğer bazı somatik mutasyonlar hücrelere büyüme avanta­
yüme hormonu (GH) gen delesyonlannın önemli bir bölümü eşit olma­
jı sağlamalarından ötürü neoplazilerle ilişkilidir. Değişik DNAmetilas-
yan krosing-overden ileri gelir (Konu 328). GH geni, bir büyüme hor­
yonu gibi epigenetik olaylar da gen ekspresyonunu etkileyebilir. Ge­
monu varyant geni, yapısal olarak benzerlik gösteren çeşitli koriyonik
nişleme gösteren (aşağıya bakınız) triplet nukleotid tekrarları hariç,
somatomammotropin genleri ve psödogenleri (oldukça homolog fakat
mutasyonlar genelde kararlıdır (stabildir).
fonksiyonel olarak normal bir genin inaktif akrabaları) içeren büyük
Mutasyonlar yapısal olarak değişkendir- triploidilerde (fazladan
bir gen ailesinin üyesidir. Bu gibi gen aileleri ardışık şekilde düzenlen­
bir kromozom takımı) tüm genomu içerebilir, veya kromozom ve gen­
miş (tandem) çeşitli homolog DNA dizileri taşıdığından, rekombinas-
lerde çok büyük sayısal veya yapısal değişiklikleri içerebilir (Konu
yon yapmaya ve sonuçta da gen delesyonu ve duplikasyonuna meyilli­
66). Büyük delesyonlar, genin bir parçasını veya tamamını etkileyebi­
dir. Diğer taraftan eşit olmayan krossing over sonucu olan PM22 geni­
lir veya çok sayıda gen içeriyorsa, bitişik gen sendromuna yol açabilir.
nin duplikasyonu, gen dozajt artışına ve tip IA Charcot-Marie-Tooth
Renk körlüğünde görüldüğü gibi, homolog genler arasındaki krosing-
hastalığına sebep olur (Konu 379). Eşit olmayan krossingoverin neden
over eşit olmaz ise bileşik gen mutasyonu ile sonuçlanabilir (Konu 28).
olduğu PMP22 delesyonu, basınç felcine, kalıtsal hassasiyet denen
Tek nukleotidleri ilgilendiren mutasyonlara nokta mutasyonları denir.
belli bir nöropatiye neden olur (Konu 379).
Bir pürin ile diğer bir pürinin (A<-tG) veya bir pirimidin ile diğer bir Glukokortikoid ile iyileştirilebilen aldosteronizm (GRA) normalde
pirimidinin (C<->T) yer değiştirdiği mutasyonlara transisyon, bunun kromozom 8q üzerinde ardışık yer alan aldosteron sentazı kodlayan ge­
tersine (bir pürin bir pirimidin ile yer değiştirirse) transversiyon denir. ni (CYPIIB2) ile steroid 1 ljî-hidroksilaz geni (CYPIIBI) arasındaki
Eğer bir DNA dizi değişikliği kodlama bölgesinde olur ve bir amino yeniden düzenlemeden ileri gelir. Bu iki gen %95 identik olup eşit ol­
asitin yapısını değiştirirse buna missense (yanlış anlamlı) mutasyon mayan krossing-over ile gen duplikasyonu veya delesyonu yapmaya
denir. Proteinin farklı bölgelerinde amino asit değişimine neden olan yatkındır. Krosing-over ile yeniden düzenlenen genin ürünü, aldosteron
bir missense mutasyon fonksiyonel sonuçlarına bağlı olarak belirgin sentazın kodlama dizisine bitişmiş olan liP-hidroksilazın regülatör
fenotiplerin ortaya çıkmasına yol açabilir. Polimorfizmler en az %1 ’lik bölgesini içerir. Netice olarak, bu bitişik genin ürünü olan enzim, adre­
frekansa sahip dizi varyasyonlarıdır. Bunlar çoğunlukla fark edilebilir nal bezin adrenokortikotropik hormona (ACTH)-bağlı zonunda ekspre­
bir fenotiple sonuçlanmazlar. Bazılarının mRNA kararlılığını, translas- se olur ve mineralokortikoidlerin aşın salınmasına ve hipertansiyona
yonu veya amino asit dizisini değiştirebilmesine karşın, genetik kodun neden olur (Konu 331).
dejenere oluşundan ötürü çoğunlukla tek baz çifti yerdeğişimleri pro­ Gen çevrilmesi homolog genetik bilginin karşılıklı olmayan deği­
tein kodlayan dizileri genelde değiştirmez. Bu tip sessiz baz yer deği­ şimi (non-resiprokal krosing-over) anlamina gelir; bu durum çoğu kez
şimleri ve SNP’lere genetik testlerde çok sık rastlanır ve bunlar prote­ sanıldığından büyük olasılıkla daha yaygındır. İnsan genetiğinde gen
inlerin yapı ve işlevlerini değiştiren gerçek mutasyonlardan ayırt edil­ çevrimi, bir genin içindeki bir bölümün diğer allel veya lokusdan kop­
melidir. Küçük nukleotid delesyonları veya insersiyonlar, kodon oku­ yalanan homolog bir segmentle nasıl yer değiştirildiğini açıklamak
ma çerçevesinde bir kaymaya neden olur. Çok yaygın olarak, okuma için kullanılır; bu genetik değişiklikler birkaç nukleotidten birkaç bin
çerçevesi değişiklikleri, translasyonun sonlandırma kodonundan önce nukleotide kadar olabilir. Gen çevrilmesi sonucunda, ebeveynlerde ay­
bitmesi ile oluşan farklı boylardaki anormal protein parçalan ile sonuç­ rı diziler halinde olan iki kromozoma ait kısa DNA parçasının idendik
lanır (nonsense=anlamsız mutasyon). İntron dizilerinde veya ekzon hale gelmesi mümkün olur. Bu olayın pratik sonucu, genellikle genin
kavşaklarındaki mutasyonlar, yeni kesim alanlan yaratır veya olanlan fonksiyonunu değiştirecek şekilde akraba genler arasında gerçekleşen
yok edebilir. Mutasyonlar genlerin regülatör bölgelerinde de olabilir, gen çevrilmesi esnasında nukleotid yer değişiminin meydana gelmesi­
bunlar gen transkripsiyonunu azaltır. dir. Hastalık durumlarındaki gen çevrilmesinde, bir gen ile akraba bir
Mutasyon Oranları Daha önce değinildiği gibi, mutasyonlar has­ psödogen arasında genler arası DNA değişimi olur. Örneğin 21-hidrok-
talıklar kadar genetik çeşitliliğin de önemli bir nedenini oluşturur. Ço­ silaz geni (C Y P 21A) fonksiyonel olmayan bir psödogenin yanında bu­
ğu mutasyonların sessiz oluşu ve testin fenotipik sonuçlan göstermek lunur. Konjenital hiperplazili hastalardaki CYP21A geninde görülen
için yetersiz oluşu nedeniyle, insanda mutasyon oranlarını saptamak pek çok nukleotid yerdeğişimi, psödogenlerdeki dizilere karşılık gel­
zordur. Mutasyon oranları genlere göre değişir fakat her hücre bölün­ mektedir ki bu durum da gen çevrilmesinin bir mutagenez mekanizma­
mesinde yaklaşık 10-1°/bç oranında meydana geldiği tahmin edilmek­ sı olduğunu düşündürmektedir. Ayrıca, mitotik gen çevrilmesi, bazı
tedir. Germ-line (eşey hücresi) mutasyonları (somatik mutasyonların hücrelerde kalıtsal bir mutasyonun ’düzeltildiği1’ geriye-çevirme mo-
*•,ıklayacak bir ın c- Tablo 65-4 Lukus Heterojenliği Gösteren Seçilmiş Örnekler
k.od/nta i'Utak önerilmektedir, Kromozom
üıtifgrü ı>td/(muti resesif gene- Fenotip Gen/Lokus yerleşimi Protein
i.ılı^e ıfitılık l'etting epidermoli- Hipertrofik kardiyomyopati
zts milim# hastalan, ileride kli­ CMH1 MYH7 14ql2 Miyozin P ağır zinciri
nik olarak etkilenmemiş bölgele- CMH2 TNNT2 lq 2 Troponin-T2
fttı oluşmasına yol açan mutas- CMH3 TPM1 15q22.I Tropomyozin a
VDtıtt nifatttış iki COL17A1 alle- CMH4 MYBPC3 l lp ll q Myozine bağlanan C proteini

timıt bitinde geriye mutasyon ge- Osteogenezis


jıı ı h ' t . imperfekta
Iıısfisiyoniar ve Delesyon- Tip 1 COL1A1 7q22.1 17q21.31-q22,05 Kollajen a l
Tip 2 COL1A2 Kollajen a 2
lar İusers iyon ve delesyonların
•.oğıınun eşit olmayan krosing- Retinitis pigmentosa
RP1 ORPJ 8 q l1-13 Oksijenle-regüle edilen fotoreseptör ORP1
ıivı-f sonucunda oluşmasına kar­
RP2 Xp 11.3 Rp2
an, bunların DNA dizilerinin in­ Xp21.1 Retinitis pigmentosa GTPaz regülatörü
RP3 RP3
erimi dtıplikasyonu, inversiyonu R P’nin çok sayıda sendromik ve non
.«ya delesyonundan kaynaklan­ sendromik formlan
dığım gösteren kanıtlarda vardır. Tuberus sklerozis
Belki delesyon ve insersiyonla- TSC1 TSC1 9q34 Hamartin
nn tekrarlayan bağımsız olgular TSC2 TSC2 16p 13.3 Tuberrn
şeklinde ortaya çıkıyor gibi ol­ Ailesel Alzheimer hastalığı
ması DNA dizilerinde bu hatala­ AD t APP 2 lq 2 1.3-22.05 Amiloid öncü protein
ra yatkın bölgelerin olduğuna AD2 (modifiye edici gen) APÖE 19q.l3.2 Apoliprotein E
işaret etmektedir. Örneğin, D M D AD3 PSEN l 14q24.3 Preseniün t
geninin belli bölgeleri delesyon- AD4 PSEN2 lq 3 1-42 Presenilin 2 ,

lara yatkın sıcak bölgeler gibi Ailesel meme kanseri


görünmektedir. BRCA1 BRCA1 17q21 BRC A 1 (RN A polimeraz II elemanı) . ,
BRC A 2 BRCA2 13q 12.3 BRCA 2 .
DNA Tamirindeki H atalar
DNA tamirindeki kusurlarla olu­ Xeroderma pigmentosum
şan mutasyonlann somatik hücre XP1 XPA 9q22.3 XPA . . . .
XP XPCC 3p25 XPCC nukleotit kesim-tamir proteini
bölünmesi esnasında birikmesi
XP4 ERCC2 19qİ3.2-13.3 ERCC2 DNA tamir proteini
yüzünden, bu tür mutasyonlar
Fanconi anemisi
özellikle neoplastik hastalıklar
FANCA FAA 16q24.3 FAA proteini
bakımından önemlidir (Konu
FANCA FAB lokusu ? 1
82). DNA tamir enzimleri, katıl­ FANCC ■ ; FAC 9q22.3 FAC proteini
dığı çeşitli genetik hastalıkların FANCD FAD lokusu 3p26-22
önemini olduğundan az göster­ FANCE FAE lokusu 6p22-21 7 ■
mektedir. Kseroderma pigmento- FANCF FAF llp lS * FAF/ROM
sumlu hastalar DNA kusurunun FANCG FAG 9pl3 FAG/XRCC9
FANCH FAH lokusu 7 ?
tanınması veya nukleotidin ke-
sip-çıkanlması ve tamir meka­ Polikistik Böbrek hastalığı
PKD1 PKD1 I 6p I3.3-I3.12 Polisistin l
nizmalarındaki kusurlara sahip­
PKD2 PKD2 4q21-23 Polisistin 2
tir. (Konu 86). Açıktaki deri ku­
ru, pigmentli ve ultraviole rad­ rindeki mutasyonlardan ileri gelir (Konu 90). Bu enzimler yanlış eş­
yasyonunun mutajenik etkilerine ileri derecede duyarlıdır. Ondan leşen nukleotilerin ve trinukleotid tekrarı ile sünmüş-iplik yapısının
fazla farklı genin kseroderma pigmentofosumun farklı formlarına tanınmasına katılır. Bu genlerdeki germ hücre hattı mutayonlan
neden olduğu gösterilmiştir. Bu bulgu hastalığın daha önce çeşitli mikrosatellit kararsızlığına ve kolon kanserindeki yüksek mutasyon*
komplementasyon gruplan sınıflandırması (Tablo 65-4) ile uyumlu oranına yol açar. Bu sendrom, kolon kanserinin otozomal dominantı
olup burada normal fonksiyon iki farklı kseroderma pigmentosum geçişi, erken yaşta ortaya çıkma (< 50 yaş), kalın bağırsak proksima-
formuna ait hücrelerin kaynaşması ile kodanlmıştır. ündeki lezyonlara yatkınlık, ve uterus kanseri ve ovaryum kanserin­
Ataksi telanjiektazi yüzde büyük telanjiektazik lezyonlara, se- de olduğu gibi ilgili maligtıansiler ile karakterizedir. Şimdi risk al­
rebellar ataksiye, immünolojik kusurlara ve iyonize radyasyona tında olan ailelerde bu hastalık için genetik tarama testi yapılmakta­
aşın hassasiyete neden olur (Konu 364). Mutasyona uğramış telan­ dır (Konu 68). HNPCC’nin tanınması kolonoskopi ile yapılacak er­
jiektazi geninin (ATM ) keşfi bunun DNA tamiri ve hücre döngüsü ken taramaya ve non-steroidal anti-inflamatör ilaçlan kullanarak ya­
kontrol noktalannın regülasyonuna katılan genlere homolog oldu­ pılacak korunma stratejelerüiin uygulanmasına olanak sağlar.
ğunu göstermiştir. ATM genindeki mutasyonlar, iyonize ışıktan za­ CpG ve Dipirimidin Dizileri Belli DNA dizileri özellikle mu-
rar görme hassasiyetini arttırdığı gibi mayozda kusurlara da neden tageneze duyarlıdır. Birbirini takip eden primidinler (örn., T-T ve­
olur. Fanconi anemisi çok sayıda edinilmiş genetik anormallik ris­ ya C-C) ultra-viyole ile uyarılan oluşumlar gösterir. Bu pirimidin
kinin artışı ile ilişkilidir. Bu hastalık çeşitli doğumsal anomaliler ve dimerieri nukleotid kesip çıkarma tamir yolu ile düzeltilmezse
aplastik anemi ile akut myelojen lösemi geliştirmeye güçlü bir yat­ DNA sentezini takiben mutasyonlar devreye girecektir. C-G veya
kınlık göstermekle karakterizedir (Konu 111). Bu hastaların hücre­ CpG dinukleotidi aynı zamanda özgün bir mutasyon tipi için sıcak
leri, genetik rekombinasyonlardaki bir kusurun sebebiyet verdiği bir noktadır. Bu durumda sitozin metilasyonu ile yüksek oranda de-
kromozom kırıklarına duyarlıdır. En az sekiz çeşit komplementas­ aminasyonla urasile dönüşüm olur, urasil de daha sonra timin ile
yon grubu tanımlanmış ve Fanconi anemisi ile ilişkili birkaç çeşit yer değiştirir. Bu C—>T transisyonu (ve karşı iplikte G -»A ) poli-
gen ve lokus haritalanmış veya klonlanmıştır (Tablo 65-4). morfozim ve mutasyonlarla ilgili olarak nokta mutasyonlannın en
HNPCC, Mut S homolog 2 (M SH 2) ve Mut L homolog 1 az üçte birini oluşturur. Örneğin HNPCC’deki M SH 2 mutasyon-
(M L H İ) dahil birkaç çeşit yanlış eşleşme (mismatch) tamir genle­ larının çoğu CpG dizilerini içerir.
Bazı mutasyon tipleri (C—»T "'VtVo -fO-5 i. ---ik l'-Siİ V:!p ; 'İGÖS Mt'ıU:
veya G—>A) nispeten daha yay­ H astalık K alıtım " G ene6 K onular
gındır. Bunun ötesinde, genetik
kodun gerekenden fazla oluşu ba­ O n ko lo ji
zı aınino asit, yer değişikliklerinin Kalıtsal nonpolipoz kolon kanseri AD MSH2MLH1 81,90
Ailesel adenomatoz polipoz AD APC 81,90
çok fazla olmasına neden olur.
Ailesel meme kanseri AD BRCA1, BRCA2 81,89,97
Örneğin, arginin kodonları C—>T
Bazal hücre nevus AD PTCH 57,81,89
transisyonu olduğu zaman büyük Li-Fraumeni sendromu AD P53 81,88,89,98
olasılıkla sistein, triptofan veya Von Hippel-Lindau sendromu AD VHL 81,94,322,370
durdurma kodonuna, G—>A tran­ Retinoblastom a AD RB 81,359
sisyonu olduğu zaman histidin ve­ Ailesel m align melanoma AD CDKN2A 81,86

ya glutamin kodonuna dönüşür. Multipl endokrin neoplazi lip 1 AD MENİ 81,93,339,341


Multipl endokrin neoplazi tip 2 AD RET 81,93,339,341
K ararsız DNA Dizileri Tri-
Ataksi telangiektazi AD ATM 57,81,308,364
n u k leo tid t e k r a r la n kararsız ola­
bilir ve kritik sayının üzerine çı­ H em otoloji
kabilir. Mekanik olarak, genişle­ Sferostozis AD SPTB,SLC4A I ,ANKI ,EPB42 108
menin eşit olmayan rekombinas- von Willebrand hastalığı AD VWF 62,116
yon ve baz eşleşmesindeki kay­ Antitrombin III AD AT 62,117

madan ileri geldiği düşünülmek­ Faktör V Leiden AD F5 62.117,261,361


Orak hücre hastalığı AR HBB 106
tedir. Premutasyon, trinukleotid
a-talesem i AR HBA2 v.d. 106
kopya sayısında küçük bir artışı
(3-talasemi AR HBB v.d. 106
gösterir. Takip eden nesillerde, Ailesel Akdeniz ateşi AR MEFV 289
genişleyen tekrarın uzunluğu da­ Hemofili A XL F8C 117
ha da artabilir ve gittikçe artan Hemofili B XL F9 117
şiddette bir fenotiple sonuçlanabi­ G lukoz-6-fosfat dehidrogenaz XL G6PD 71,108

lir, bu olaya d in a m ik m u tasy on noksanlığı

denir (önceden tahmin tartışması


K a lp -d a m a r
için aşağıya bakınız). Trinukleotid MYH7,MYBPC3JNNT2,TMP1 238
Hipertrofık obstruktif kardiyomiyopati AD
tekrarı ilk kez zihinsel geriliğin en Uzun Q T sendromu AD KCNQI ,KCNH2,SCN5A 230
yaygın nedenlerinden birisi olan
fragil-X sendromunun sebebi ola­ A kciğer
rak tanındı (Konu 359). Benzer Sisük fibrozis AR CFTR 257,304

mekanizmadan ileri gelen diğer a l Antitripsin eksikliği AR P1 258,300

hastalıklar arasında Huntington


N efroloji
hastalığı (Konu 362), X ’e bağlı
Polisistik böbrek hastalığı AD PKD1.PKD2 276
spinobulbar müsküler atrofi (Ko­ N efrojenik diabetes insipidus XL/AR AVPR2AQP2 49,329
nu 365) ve miyotonik distrofi
G a stro in testin al
(Konu 383) yer alır (Tablo 65-5
Herediter hemorajik telangiektazi AD ENG 44
ve 65-6). Malign hücreler aynı za­
Peutz Jegher sendromu AD STKI1 90
manda DNA tamiri ve hücre dön­ W ilson hastalığı AR ATP7B 300,348
güsünü düzenleyen mekanizma­ Hemokromatoz AR HFE 345
lardaki bir kopmayı işaret eden
Kem ik/Bağ doku
genetik dengesizliklerle de karak-
Akandroplazi AD FG FR 3 343
terizedir.
Crouzon sendromu AD FG FR 2 343
M U TA SY O N LA R IN M arfan sendromu AD FBN1 234,351
FO N K S İY O N E L SO N U Ç LA RI Osteogenez imperfekta AD C O L 1A 1.C O L 1A 2 351
Fonksiyonel olarak, mutasyonlar Ehlers-D anlos sendromu AD Çok sayıda gen 351
geniş anlamda fonksiyon kazan­ Amiloidoz AD TTR 2 3 8 ,3 1 9
M enkes sendromu XL ATP7A 351,359
ma veya fonksiyon kaybetme mu-
tasyonları olarak sınıflandırılabi­ E n d o k rin o lo ji
lirler. Fonksiyon kazanma mutas- Olgunlukta-başlayan gençlik diabeü AD Çok sayıda gen 333
yonları tipik olarak dominanttır; Nörohipofıziyel diabetes insipidus AD AVP 49,329
yani tek bir allel etkilendiğinde Tiroid hormon direnci AD THRB 330
Erkekle-sınırlı erken puberte AD LHCGR 338
fenotipik değişiklik olur. İnakti-
Doğumsal adrenal hiperplazi AR CYP2I 5 3 ,331,338
vasyon mutasyonları genelde re-
Obezite AR MC4R.LEPR, LEP,POMC 77
sesiftir ve etkilenen birey hastalık Androjen duyarsızlığı XL AR 338
nedeni genler bakımından homo- Erkekten-dişiye seks değişimi YL SRY 338
zigot veya bileşik heterozigot (ya­
M etab o lizm a
ni 2 farklı mutant allel taşıyan)
Ailesel hiperkolesteromi AD LDLR 241,344
olur. Alternatif olarak, normal bir G likojen depo hastalığı tip I-V III AR Çok sayıda gen 350
fenotip için tek bir allelin yetersiz T ay-Sachs hastalığı AR HEXA 349,359
olduğu lıa b lo id y ete r s iz lik (hablo- Gaucher hastalığı AR GBA 349
insufficiency) olabilir. Bu olay, M ukopolisakkaridoz tip I-V II AR Çok sayıda gen 349
örneğin, porfiryaya neden olan Fenilketonuri AR PAH 352

"hem” sentezindeki oran-sınırla- Psödokolinesteraz eksikliği AR BCHE 71,72


N iem ann-Pick hastalığı AR SMPDI ,NPCI 349
yıcı enzimlerin ekspresyonunda
görülür (Konu 346). Dozaja-du- (Devamı arka sayfada)
blo iıS-S Genetik Testi yapılabilen .Se çilmiş Monoş;m,elik H astalık la r (Devamı) ler Gözlemlenen özellik fenoıip
ustalık Kalıtım " Gene* Konular olarak ifade edilir; f e n o t ip i belir­
leyen genetik bilgiye genotip de­
irolojik nir. Bir gen veya bir markırın al­
Hunlinglon hastalığı AD HD 359,362 ternatif formlarına allel denir. Al-
Nörofibromatoz lip I ve II AD NF1.NF2 81,359,370
leller gen ekspresyonu veya fonk­
Ailesel Parkinson hastalığı AD SNCATARK2 358,364
Spinoserebellar ataksi tip 1-12 AD Çok sayıda gen 359,364 siyonunda görünür bir etkisi ol­
Amiyotrofık laıeral skleroz AD SODİ 359,365 mayan, polimorfik nukleik asit
Tuberoz skleroz tip 1 ve 2 AD TSC1.TSC2 359,370 varyantları olabilir. Diğer durum­
Ailesel Alzheimer hastalığı AD PSEN1,PSEN2, AAPP.APOE 359,362 larda, bu varyantların gen eksp­
Malign hipertermi AD RYR1 17,381,359 resyonu üzerinde hafif etkileri
Ailesel fatal insomni AD PRNP 27,359,373
olabilir, bu da genetik çeşitlilikle
Charchol-Marie-Toolh hastalığı AD Çok sayıda gen. 359,377
Hiperkalemik periyodik paraliz AD SCN4A 49,359,381 ilgili uyumsa! avantajlar sağlar.
Hiperkalemik periyodik paraliz AD CACNA1S 49,359,381 Diğer taraftan, allelik varyantlar
Friedreich ataksisi,, AR . FRDAİ 359,364 fonksiyonu, kesinlikle değiştiren
Duchenne ve Becker müsküler distrofı XL ; DMD 238,359,381 mutasyonlar olabilir. $ * g lo b in ger;
Frajil X sendromu XL FM R İ, FRA XE 359
ninde sık görülen Glu~+Val orak)
Adrenolökodistrofi XL ALD 331,359
hücre mutasyonu (E6V ) ve Q T O
Spinobulbar müsküler atrofi XL AR 359,364
genindeki AF508 fehilâlanin ( F ) !
" Çoğu hastalılar için, birkaç değişik tip kalıtım modeli tanımlanmıştır. Genetik geçişin en yaygın formları listeye alınmıştın delesyonu bu genlerin allelik var-'
ÖzgUn mutasyonlar dahil bu hastalıklar hakkındakj ilave bilgiler, bilgisayarla (On-line), İnsan Genomu Mutasyon Veritabanı yantlannın örneklerini oluşturur.
(HGMD) www.uwcm.ac.uk, veya İnsanda On-line Mendelyen kalıtım (OMIM) katoloğunda (www.ncbi.nlm.nlh.gov/Omim)
bulunabilir. Genetik testler ve laboratuvarlann gözden geçirilmiş şekli www.genetests.org adresinde bulunabilir. Her bireyin her kromozoma ait ila
İ! Bu hastalıklarla ilişkili genlerin sadece bir kısmı listelenmiştir. Bazı durumlarda, genetik heterogenite. kopyası (biri anneden diğeri baba­
NOTE; AD, otozomal dominant; AR, otozomal resesif; XÇ, X ’e bağlı; YL,,Y ’ye bağlı. dan kalınlan) olması nedeniyle^
her bir birey her hangi birTokuş*
yarlı cinsiyet çevrimindeki DAX1 geninin dublikasyonunda olduğu ait sadece iki allel taşıyabilir. Bununla birlikte, populasyonda çok.
gibi, bir gen ürününün dozundaki artış da hastalığa neden olabilir sayıda farklı allel olabilir. Normal ya da çok görülen allelle genel­
(Konu 338). Tek bir alleldeki mutasyon da dominant-negatif etkiye; de yabanıl tip denir. Bir lokustaki alleller identik olduğu zaman bi­
bağlı olarak fonksiyon kaybı ile sonuçlanabilir. Bu diiruthda-, mu- rey homozigot olur. Bu gibi identik allellerin kalıtımla alınması ço-;
lasyona uğramış allel çeşitli mekanizmalarla normal gen ürününün ğu otozomal resesif hastalıklarda, özellikle akraba evliliklerinde
fonksiyonlarına müdahale eden (1) östeogenezis, imperfekta tip I: görülür. Alleller farklı ise birey bu lokus b a k ım ın d a n h e te r o z ig o t
kollajen ( C O L I A I , C 0 L 1 A 2 ) genleri mutasyonlarında gösterildi­ olur. Bir lokusta iki farklı mutant allel kalıtılırsa bu bireye bileşik
ği gibi mutant protein multimerik protein komplekslerinin fonksi­ heterozigot denir. Hemizigot terimi X-krömozomu genlerinde mu-
yonlarına müdahale edebilir (Konu 351);(2) tiroid hormon direnç- tasyonu alan erkeği ve bir X kromozom lokusunun kaybolduğu di­
liliğinde görüldüğü gibi, - bu hastalıkta aktivitesini yitiren tiroid şiyi tanımlaıhak için kullanılır. '
hormon reseptörü hedef genlere bağlanır ve normal reseptörlerin Genotipler belli bir lokustaki özgün allelleri tanımlar. Örneğin;
anlugonisti olarak işlev yapar-mutant protein veya promoter cevap apolipoprotein E (A P O E ) geninin üç yaygın (E 2,E 3,E 4) alleli var­
elemanı üzerindeki bağlanma alanlarını işgal eder (Konu 330); ve­ dır. Böylece bir bireyin genotipi A P O E 3 I4 veya A P O E 4 I4 veya her­
ya (3) al antitiripsirt eksikliğinde (Konu 258) veya anormal olarak hangi diğer iki varyant ile ifade edilir. Bu belirleme iki kromozom
kodlanan proteinlerin endoplazmik retikuliırri içinde tutularak hüc­ üzerindeki 19qİ 3.2 lokusundaki APÖE geninin hangi allellerinin
resel zararlara sebeb olduğu otozomal dominant neurohypophyseal bulunduğunu gösterir. Diğer durumlarda, genotipler farklı allelleri
diabetes insipidusda olduğu gibi (Konu 329) mutant protein sitö- ayırdetmek için kullanılan keyfi rakamlar (örn.,1/2) veya harflerle
toksik olabilir. (örn., B/b) belirtilir.
G EN O T İP V E FE N O T İP AUeller, Genotipler ve Haplotip- H a p lo tip , bir genomik lokusta birbirine çok yakından bağlı

Tablo 65-6 Seçilm iş fıin u k le o tid T ek rarı H astalık la rı

Triplet Length

Hastalık Lokus Tekrar Normal Hastalık Kalıtım Gen Ürünü

X-kromozomal spinobulbar muskular atrofi (SBM A) Xq 1İ -q 12 CAG 11-34 40-62 XR 'Androjen resepıörü
Frajil X-sendfomu (FRAXA) Xq27.3 CGG 6-50 200-300 XR FMR-1 proıeini
Frajile X-sendromu (FRAXE) Xq28 GCC 6-25 >200 XR FMR-2 proteini . ■
Distrofı myotonika (DM) 19q 13.2-q 13.3 CTG 5-30 200-1000 AD, değişken Myoıonin proıein.
penetrans kinaz
Humingıon hastalığı (HD) 4pl6.3 CAG 11-34 37-121 AD Hunüngtin
Spinosrebellar ataksi lip 1 (SCA1) 6p2 1.3-2 1.2 CAG 19-36 39-83 AD Ataksin .1
Spinosrebellar ataksi ıip 2 (SCA2) 12q24.1 CAG 15-31 34-400 AD Alaksin.2
Spinosrebellar ataksi
ıip 3 (SCA3); Machado Joseph hastalığı (MD) 14q21 CAG 13-36 55-86 AD SC3/MJD1
Spinocerebellar ataksi lip6 (SCA 6, CACNA1A) 19pl 3.1-13.2 CAG 4-16 20-33 AD Alfa İA voltaja-bağlı
kalsiyum kanalı
Spinoserebellar ataksi ıip 7 (SCA7) 3p21.1-pl2 CAG 4-19 37->300 AD Ataksin 7
Spinocerebellar ataksi ıip 8 (SCA 8) 13q21 CTG 16-34 100-250 AD ?
Spinoserebellar ataksi ıip 12 (SCA12) 5q31 CAG 6-26 66-78 AD Proıein phosfataz 2A
Demorubral pallidoluysiane atrofi (DRPLA) 12p CAG 7-23 49-75 AD Atrofın
Friedereich aıaksi (FRDA İ) 9 q 13-21 GAA 7-22 200-900 AR Fraıaksin

NOTE: AD, otozomal dominant; AR, otozomal resesif; XR, X-e bağlı resesif.
t e r o je n liğ i denir (Tablo 65-4). Bir gen ürünü
karşılıklı etkileşim içinde olan bir komplek­
sin farklı bir alt birimini oluşturduğu zaman
ve farklı genler aynı genetik olaylar dizisine
veya aynı fizyolojik yola katıldığı zaman bu
durum görülür. Örneğin, osteogenezis imper-
fekta farklı kromozomlar üzerinde yer alan
iki farklı prokollajen genindeki (C O L1A 1 ve­
ya C O L IA 2 ) mutasyonlardan ileri gelebilir
(Konu 351). Bu genlerde inaktivasyona ne­
den olan mutasyonlann etkileri benzerdir,
çünkü protein ürünleri sarmal kollajen iplik­
lerinin farklı alt birimlerini oluşturur. Benzer
şekilde müsküler distrofî sendromU çeşitli
genlerdeki mutasyonlardan ileri gelebilir, ni­
ŞEKİL 65-7 Allelik heterojenliğe örnek olarak (3-talesemiye neden olan nokta mutasyonları, tekim bu hastalık X -e bağlı (Duchenne ve
b-gbbin geni globln gen ailesi içine yerleşmiştir. Nokta mutasyonları promoterde, CÂP böl­ B ecker), otozomal dominant (limb-girdle
gesinde, translasyonu yapılmayan 5' ucunda, başlangıç kodonunda, üç ekzonun herbirinde, müsküler distrofî tip 1) veya otozomal resesif
intronlarda veya poliadenilasyon sinyalinde yer alabilir. Çoğu mutasyonlar yanlış* anlamlı (limb-girdle müsküler distrofî tip 2) olarak
(missense) veya anlamsız (non-sense) şeklinde olurken diğerleri kusurlu RNA kesimine ne­
ortaya çıkar (Konu 383). Distrofini kodlayan,
den olur. Talesemiye neden olan b-globin geni delesyon mutasyonlan ve globin gen lokusun-
X -e bağlı DMD geninde olan mutasyonlar
daki daha büyük delesyonlara ait mutasyonlar burada gösterilmemiştir. ▼,Promoter mutas-
müsküler distrofinin en sık görülen sebebidir.
yonları; *, CAP alanı; * 5 ' U TR ;[7]. başlangıç kodonu; ♦, kusurlu RNA oluşumu; ♦, missen­
se ve nonsense mutasyonlar; g ] , poli A sinyali. Bu özellik genin büyük boyutlu olduğunu
göstermesi yanında, sadece bir X kromozomu
olan bir grup alleli ifade eder. Haplotipler, aileler içinde genomik olan hemizigot erkeklerde fenotipin hemen ortaya çıkmasını da
segmentlerin geçişini izlemeye ve alleller arasında krosover olursa açıklar. Distrofîn, kaslarda zara bağlı hücre iskeleti yapısı ilave
genetik rekombinasyonun öldüğünü gösteren delilleri bulmaya ya­ proteinlerin oluşturduğu büyük bir grubu ile ilişkilidir. Bu protein
rar (Şek. 65-3). Bir örnek olarak kromozom 6p’de yer alan doku kompleksinin farklı bileşenlerindeki mutasyonlar da müsküler dist-
uyuşmazlığı antijeninin (HLA) çeşitli allelleri, çeşitli hastalık du­ rofi sendromlanna neden olabilir, Bu hastalıkların bazılarının feno­
rumları ile ilişkili haplotipler oluşturmak için kullanılır. Örneğin tipik özellikleri belirgin olmasına karşın, farklı genlerdeki mutas­
21-hidroksilaz eksildiği, kompleman eksikliği ve hemokromatozi- yonizm neden olduğu fenotipik spektnım örtüşerek allelik olma­
sin herbiri özgün bir HLA haplotipi ile ilişkilidir. Şimdi bu genle­ yan heterojenliğe yol açar. Distrofındeki mutasyonlann allelik he­
rin hepsinin HLA lokusu civarında yer aldığı bilinmektedir. Bu da terojenliğe sebeb olduğu da, dikkate alınmalıdır. Örneğin, DMD ge-
HLA ilişkilerinin neden hastalık genlerinin yerinin belirlenmesi ve nindeki mutasyonlar, protein kusurunun şiddetine bağlı olarak ya
klonlanmasından daha önce tanımlandığım açıklamaktadır. Diğer Duchenne ya da daha az şiddetli Becker müsküler distrofisine se-
durumlarda, ankilozan spondilit (H M A -B27) veya tipi diabetes bepolur.
mellitus (HLA-DR4) gibi hastalıklarla özgün HLA ilişkileri, bu Allelik olmayan mutasyonlann tanınması çeşitli nedenler yü­
otoimmun hastalıklara hassasiyette özgün HLA alleli varyantları­ zünden önemlidir: (1) bağlantı çalışm alım da, benzer fenotipe fa­
nın rolünü yansıtır, kat farklı hastalıklara sahip hastaların çalışmaya dahil edilmesi ile
Alleik Heterojenlik Aym gen lokusundaki farklı mutasyonla- hastalık lokusunu belirleme gücü azalır; (2) aday genlerin her birin­
nn identik veya benzer fenotıpler oluşturmasına a l l e l i k h e t e r o je n lik de olabilecek çeşitli mutasyon olasılıklarının dikkate alınması ge­
denir. Örneğin fl-globin lokusundaki pek çok mutasyon /3-taİesemi- rektiğinden genetik test daha karmaşık hale gelir; ve (3) moleküler
ye neden olur (Şek. 65-7). Aslında, allelik heterojenlik çok çeşitli fizyolojiye özel ilgi duyulması halinde gen veya proteinlerin nasıl
mutasyonlarih proteinlerin yapı ve fonksiyonunu değiştirebildiği etkileştikleri hakkında yeni bilgi elde edilir.
gerçeğini yansıtmaktadır. Bu sebepten dolayı genlerde inaktivasyo- Genetik olmayan koşulların genetik bir hastalığı taklit etmesi
na neden olan mutasyonlann haritaları çoğunlukla yakın bir dağı­ durumuna/e/ıokopı denir. Örneğin, toksin-veya ilaç ile uyarılan nö­
lım gösterir. Bunun istisnaları şunlardır: (1) kurucu etkisi, burada rolojik sendromlann özellikleri Huntington hastalığında görülen
tek bir bireyde izlenebilen ve üreme kapasitesini etkilemeyen belli özelliklere benzeyebilir ve demansın vasküler nedenleri Alzheimer
bir mutasyon vardır, (2) mutasyonlar için ’’sıcak bölgeler1’ DNA di­ demansının ailesel formları ile ortak fenotipik özellikleri paylaşır
zisinin yapısı tekrarlayan mutasyonlara yatkınlık gösterir; ve (3) (Konu 362). Tiroidi uyarıcı hormon reseptörünü (TSH-R) aktive
mutasyonlann protein fonksiyonu için özellikle kritik olan belirli edici mutasyonlarla doğan çocuklar, maternal otoantikorların fötü-
bölgelere lokalize olması. Allelik heterojenlik genetik testler için se geçmesinden ileri gelen neonatal Graves hastalığında görülenle­
özel bir problem yaratır çünkü her hastada farklılık gösterdiğinden re benzer guatr ve tirotoksikozis gösterir (Konu 330). Allelik olma­
mutasyonlar için genetik lokuslann tümünü incelemek gerekiri yan heterojenlikle olduğu gibi, fenokopilerin varlığı bağlantı ana­
Fenotipik Heterojenlik Allelik mutasyonlarla birden fazla fe- lizleri ve genetik testleri şaşırtma potansiyeline sahiptir. Hasta hi­
notip oluştuğu zaman (örneğin aynı gende farklı mutasyonlar) f e ­ kayesi ve fenotipteki küçük farklılıklar, çoğu kez bu hastalıkları
n o tip ik h e te r o je n ite ortaya çıkar. Örneğin M iy ozin VIIIA geninde­ benzer genetik olgulardan ayırmak için ip uçlan sağlayabilir.
ki mutasyonlar klinik olarak belirgin dört hastalık ortaya çıkarır : Değişken Ekspresivite (Etkinlik Derecesi) ve Eksik Penet­
(1) otozomal resesif sağırlık (DFNB2), (2) otozomal dominant non- rans (Etkinlik) Aynı genetik mutasyonun d e ğ iş k e n e k s p r e s iv ite
sendromik sağırlık (DFNA11), (3) Usher İB sendromu [kongenital denen olayı göz önüne seren bir fenotipik spektruma neden olma-
sağırlık, retinitis pigmentoza (Levha IV -14)], ve (4) Usher sendro- lan az görülür birşey değildir. Bu durum kompleks bir hastalığın
munun atipik bir varyantı. Benzer şekilde, FG FR2 genindeki iden­ (öm.MEN) farklı görünümleri, hastalığın şiddeti (Örn. Orak hücre­
tik mutasyonlar da çok belirgin fenotiplerle sonuçlanabilir: Cro- si anemisi) veya hastalığın başlama yaşı (Örn. Alzheimer demansı)
uzon sendromu (kraniofasiyal sinostozis) veya Pfeiffer sendromu olabilir. MEN-1 bu özelliklerin birkaçını gösterir. Bu otozomal do­
(akrosefalopolisindaktili). minant hastalığa sahip olan aileler paratiroid bezi, endokrin pank­
Lokus veya Allelik olmayan Heterojenlik ve Fenokopiler. reas ve hipofız bezi tümörü geliştirirler (Konu 339). Bununla bir­
Farklı gen lokuslanndaki mutasyonlardan ileri gelen benzer hasta­ likte, farklı bezlerdeki tümörlerin şekli, tümörlerin geliştiği yaş ve
lık tipinin ortaya çıkması durumuna a l l e l i k o lm a y a n v e y a lo k u s he- üretilen hormon tipleri etkilenen bireyler, hatta belli bir ailedeki bi-
ıcyler arasında değişkenlik gösterir. Bu örnekte, fenotipik çeşitlilik 65 İnsan Gençliğinin ilkeleri 389
kısmen MENİ gen mutasyonlannın etkilerine maruz kalan çok çe­
şitli hücre tiplerinin olması yanında MENİ geninin sağlam kopye- bağlı tanı konulabilir çünkü adrenal androjen düzeyinin artışı cin­
sinde de ikinci bir mutasyonun gerekli olması yüzünden ortaya çı­ siyet farklılaşmasını veya daha sonra çocukluktaki erken puberte
kar. Değişken ekpresivite kısmen de diğer genlerin veya genetik gelişimini etkilemez. Muhtemelen diyetle alınan demir miktarın­
altyapının özel bir mutasyon üzerindeki etkilerini yansıtır. Hatta daki farklılıklar dişilerdeki hamilelik ve mensturasyonla ilgili ka­
genetik yapısı tamamen aynı olan identik ikizlerde bile nadiren ge­ yıplar yüzünden hemokromatozis, erkeklerde dişilerden daha çok
netik bir hastalığa ait değişken gen etkinlikleri görülebilir. görülür (Konu 345).
Çevre ile olan etkileşimler de hastalığın seyrini etkileyebilir. G E N E T İK B A Ğ LA N TI (L IN K A G E ) Genlerin kromozom
Örneğin, hemokromatozisin belirtileri ve şiddeti demir alınımı ile boyunca birbirleri ile fiziksel bağlantısına veya ilişkisine g e n e tik
(Konu 345) ve fenilketonurinin seyri diyette bulunan fenilalanin ile b a ğ la n tı denir. Genetik bağlantı kavramını anlamak için iki ana il­
etkilenir (Konu 352). Hiperlipidemiler ve porfırya gibi diğer meta- keyi bilmek gerekir; (1) kromozom üzerinde iki gen birbirine çok
bolik hastalıklar da bu kategoriye girer. Böylece çevresel ve gene­ yakın olduğu zaman, bir rekombinasyon olayı ile ayrılmazlarsa ge­
tik etkiler dahil pek çok mekanizma değişken ekspresiviteye yol nellikle beraber geçiş gösterir (Şek. 65-3); ve (2) iki bağlı gen ara­
açar. Mutasyon bilinse bile hastalığın seyrini tahmin etmek her za­ sındaki krosover veya rekombinasyon olasılığı, aralarındaki mesa­
man mümkün olmadığı için, genetik danışmada bu değişkenliği bil­ fe ile ters orantılıdır. Böylece, bir kromozom üzerinde birbirinden
mek çok önemlidir, : uzak mesafelerde bulunan genler arasında krosover meydana gel­
P e n e tr a n s belli bir genotipin fenotipte kendisini gösterme ola­ me olasılığı, birbirine yakın olanlara göre, çok daha fazladır. Bağ­
sılığıdır; bu tam veya eksik olabilir. Örneğin, hipertrofik obstraktif lantı, genetik danışmada hastalık geninin geçiş oranını tahmin et­
kardiyomiyopati (HOCM) miyosin b ağır zincir genindeki mutas- mede kullanılır.
yonların sebeb olduğu ve klinik özellikleri sadece bu mutasyonlan Bağlantı çalışmaları için polimorfizmler esastır çünkü bağlan­
taşıyan hasta gnıbunda görülen otozomal dominant bir hastalıktır tılar polimorfik bir bireydeki maternal ve paternal kromozomları
(Konu 238). Hastalık bulgusu olmayan fakat bu mutasyonlan taşı­ ayrıt etmeye yarar. Ortalama olarak, her 1000 nukleotidten bir ta­
yan hastalar Hastalığı sonraki nesile halen aktarabilirler. Bu durum­ nesi kişiden kişiye değişir. Bu varyasyon derecesi (% 99.9) çok kü­
da hastalığın n o n p e n e tra n t (etk isiz ) veya e k s i k p e n e t r a n t (a z etk ili) çük görülmesine karşın akraba olmayan iki birey arasında > 3 mil­
olduğundan söz edilir. Bü sınıflandırma bir dereceye kadar tanıda yon dizi farkı var demektir. Bu dizi varyasyonunun genellikle fonk­
kullanılan kriterlere ve tekniklere bağlıdır. Yaşamın geç evrelerin­ siyonel bir sonucu yoktur ve genetik özelliklerde görülen varyas­
de görülen Huntington hastalığı Veya ailesel amiyotrofik lateral yonların temelini oluşturur. Bu dizi varyasyonlarının çoğunun SNP
sklerozis gibi hastalıklar içitı penetransıri derecesi klinik değerlen­
olmasına karşın, diğer varyantlar VNTR ve kısa ardışık tekrarlar
dirmenin yapıldığı yaşla etkilenir. Genetik iz sürme (imprinting) de
(STR) içerir. VNTR ve STR varyantlarında bir dizinin tekrarlama
hastalığın penetransını değiştirebilir (aşağıya bakınız). Örneğin,
sayısı populasyonda büyük değişiklik gösterir. Sonuç olarak, iki
Albright kalıtsal osteodistrofi hastalarında, Gsa alt ünitesinde
homolog kromozom üzeıjnd| dizilerin değişiklik gösterme olasılı­
CGN AS1 geni) görülen mutasyonlar klinik olarak sadece mutasyo-
ğı yüksektir (çoğunlukta > % 70-90). P o lim o r fik m ik r o s a te llit m a r -
ııu annesinden alan kişilerde eksprese olur (Konu 343).
k ır la r da denen STR’ler, iki, üç ve dörtlü nukleotid tekrarlan olup
Cinsiyetten- Etkilenen Fenotipler Bazı mutasyonlar erkek ve
tekrar dizilerinin iki ucuna özgü primerler ve PCR kullanarak
dişileri farklı şekilde etkiler. Bazı durumlarda bunun nedeni genle­
uzunluğu ölçülebilir (Şek. 6 5-8), Polimorfik varyasyon analizi için
rin X veya Y kromozomları üzerinde bulunmasıdır ( X ’e bağlı has-
kullanılan diğer bazı yöntemler de vardır. Tarihsel olarak, R F L P ’ler
lalıklar ve Y-ye bağlı hastalıklar). Sonuç olarak, mutasyona uğra­
restriksiyon enzimlerinin tanıma dizilerindeki değişikliklere neden
mış X ’e bağlı genlerin fenotipi erkeklerde tam olarak fakat X-inak-
olan dizi varyasyonlannı saptamak için kullanılır; Bîr1 yöntem
tivasyonunun derecesine ve genin fonksiyonuna bağlı olarak hete-
STR’lerin kullanımı ile büyük çapta yer değiştirmiştir; DNA çiple-
rozigot kadınlarda değişken şekilde ortaya çıkacaktır, Örneğin,
ri kullanarak yapılan SNP analizleri, genetik varyasyon ve bağlan­
Faktör VIII eksikliği (hemofili A) taşıyıcısı olan çoğu heterogizot
tının hızlı analizi için ümit vericidir. ; ^
dişiler, kanm pıhtılaşmasındaki kusuru önlemek için yeterli olacak
Hastalıkla birlikte geçen kromozom lokusunu belirlemek için,
kadar faktör VIII ürettiklerinden asemptpmatiktirler (Konu 117).
bir veya daha fazla pedigriden alınan DNA, örneklerinin genotip ve
Diğer taraftan a-galaktüsidaz A eksikliğine neden olan X -e bağlı li­
haplotiplerini belirlemek gerekir. Ondan sonra belli bir markır alle-
pid depolama kusuru (Fabry hastalığı) bakımından heterozigotolan
bazı dişiler, hastalığın diğer belirtileri yanında ağrılı nöropatinin linin hastalıkla birlikte geçip geçmediğine karar verilir. Hastalık
hafif belirtilerini de gösterir (Konu 349). Sadece erkeklerin Y kro­ genine yakın olan markırlann rekombinasyona girme olasılığı daha
mozomuna sahip olması nedeni ile SRY (bu gen erkekteh-dişiye azdır ve bu yüzden bağlantı skoru daha yüksek olur. Bağlantı, has­
cinsiyet değişimine neden olur) veya DAZ (bü geri spermatogeiıez talıkla markır lokusunu ayn olmaktan ziyade bağlı olma olasılığı
anormalliklerine hederi olur) gibi genlerdeki mutasyonlar erkekle­ oranı olan lod (olasılık oranının logaritması) skor ile ifade edilir.
re özgüdür (Konu 338). T Genelde + 3 (1 0 0 0 :l)’lik lod skorların bağlantıyı desteklediği, buna
Diğer hastalıklar, gen ürünlerinin erkek ve dişide farklı fonksi­ karşın -2 ’lik bir skorun ise bağlantının yokluğu ile uyumlu olduğu
yonu olması nedeniyle cinsiyetle-sınırlı olarak eksprese olur. Lute- kabul edilir.
inizasyon hormon reseptör genindeki mutasyonlar, erkeklerde do­ Bağlantı analizi kullanımının bir örneği Şek.65-8’de gösteril­
minant olarak erkeklikle - sınırlı erken puberteye sebep olur (Konu miştir. Bu olguda, otozomal dominant MEN-1 hastalık geninin kro­
335). Reseptörlerin harekete geçirilmesi testislerde testesteron üre­ mozom llq l3 yerleşimli olduğu bilinrilektedir. Pozisyönel klonlâ-
timini arttırırken olgunlaşmamış yumurtalıklarda fonksiyonel ola­ nia ile M E N İ geni tanımlanmış ve fonksiyonu çok az anlaşılan me­
rak sessiz kaldığından, fenotip erkeklere özgü olur. Folikülü-uyan- nin proteinini kodlandığı gösterilmiştir. Bununla birlikte, hastalığın
cı hormon (FSH) reseptörlerindeki homozigot inaktivasyon mutas­ geçişi meninin tümör-süpresör gen gibi hareket ettiğine işaret et­
yonlan, dişilerde primer ovaryum gelişim kusuruna neden olur, mektedir. Etkilenen bireyler; belli tümör tiplerine (paratiroid, hipo-
çünkü foliküller FSH eksikliğinde gelişmez. Bunun aksine, erkek­ fiz, pankreas adacıkları) onları yatkın hale getiren M E N İ geninin
lerde daha az belirgin bir fenotip ortaya çıkar, çünkü testesteron mutant bir formunu kalıtlar (Konu 339). Tümör geliştiren dokular­
üretimi devam eder (cinsel olgunluğa izin verir) vç spermatogenez da M E N İ geninin normal kopyasında da ’’ikinci bir vurgun” mey­
sadece birazcık zayıflar (Konu 335). Çoğu kez 21-hidroksilaz ek­ dana gelir. Bu somatik mutasyon bir nokta mutasyonu, mikrodeles-
sikliği ile ortaya çıkan doğumsal adrenal hiperplazide, kortizol üre­ yon veya kromozom parça kaybı (heterozigosite kaybı, LOH, ola­
timi azalır ve adrenal bezin ACTH uyansı androjenik öncü madde­ rak saptanmış) olabilir. Belli bir ailede, MENİ genindeki özel mu­
lerin üretiminin artışına yol açar (Konu 331). Dişilerde, androjen tasyonlan bilmeye gerek olmadan MEN 1 gen lokusu bağlantısı
seviyesinin artışı, doğum esnasmda tanınabilen şüpheli genitalia tahmin edilebilir. MENİ genine yakın polimorfik STR’leri kullana­
gelişimine sebep olur. Erkeklerde, doğumdaki adrenal yetersizliğe rak farklı MENİ allellerinin geçişi tayin edilebilir ve hangi allelin
yonlardan ileri gelir. Kromozom sayısında­
ki sapmalar düşüklerin, gelişim bozukluk­
ları ve malformasyonların başlıca sebeple­
ridir. —>K r o m o z o m sa y ı ve y a p ı b o z u k lu k ­
la r ı i le ilg ili ta r tış m a iç in K o n u 66'y a b a ­
kın ız.
Bitişik Gen Sendromları Büyük de-
lesyon veya duplikasyonlar genin bir kıs­
mını veya tüm geni etkileyebilir veya bir­
kaç çeşit gen katılırsa b itiş ik g e n sen d rom u -
n a neden olur. Kromozom delesyon ve dup-
likasyonlan ile ilişkili sendromlar katılan
gen lokusunun sayısına bağlı geniş bir
spektruma sahiptir. Örneğin, en yaygın
duplikasyon hastalıklarından birisi olan cri-
du-chat (kedi-miyavlaması) sendromu, 5.
kromozomun 5 p l5 .2 bölgesindeki çok kü­
çük delesyonlardan, kromozomun tüm kısa
kolunun kaybına kadar değişen delesyon-
larla ilişkilidir. Değişken boyutta delesyön-
lan içermesi nedeniyle fenotip, şiddetli zi­
hinsel gerilik ve mikrosefaliden, mental ve
morfolojik anormallikleri olmayan kedi mi­
yavlamasına kadar değişen bir spektrumu
içine alır.
Bitişik gen sendromları, yeni hastalık-
nedeni genlerin yerini belirlemek için kul­
lanılmaktadır. Farklı hastalarda görülen de­
ğişken boyuttaki gen delesyolan nedeniyle,
fenotiplerle delesyonların kırılma noktala­
rının sistematik olarak karşılaştırılması,
kritik genomik bölgedeki söz konusu gen­
lerin pozisyonlarının haritalanmasına ola­
nak sağlar.
M O N O G EN İK M E N D E L İY E N DÜ­
Z E N S İZ L İK L E R Orijinal olarak Gregor
Mendel’in klasik çalışmasında ileri sürülen
ŞEKİL 65-8 Multipl endokrin neoplazi tip 1’de CAG tekrarı uzunluğu ve bağlantı analizi. Üst-
panel. Polimorfik mikrosatellit markırlar kullanarak farklı allellerin saptanması. Örnek bir genetik geçiş ilkelerine uygun olduğu için
CAG trinukleotid tekrarına aittir. Polimorfik bölgeyi kuşatan pirimerlerle yapılan PCR, CAG monogenik insan hastalıklarına genellikle
tekrar sayısına bağlı olarak değişik uzunlukta ürünler verir. Ebeveynlerdeki allellerin karak- M en d e ly e n h a s t a lık la r denir. Belli bir feno-
terizasyonu yapıldıktan sonra, paternal ve maternal allellerin geçişi belirlenebilir. Aşağı pa­ tipik özellik veya hastalığın kalıtım modeli
nel. Multipl endokrin neoplazi tip 1 hastalığı olan bir ailede mikrosatellit markırlar kullanarak pedigri analizi ile belirlenir. Ailedeki etkile­
yapılan genotip analizi. İki mikrosatellit markır, A ve B, kromozom 11 q13 üzerindeki M E N f nen ve etkilenmeyen tüm bireyler standart
genine yakın mesafede yer alır. Her bir birey için A ve B allelleri belirlenmiştir. Bu analize da­ semboller kullanarak pedigride gösterilir
yanarak genotip A3, B4’ün hastalıkla bağlantılı olduğu görülür çünkü bu etkilenmiş olan İki
(Şek.65-9 ve 10). Bir dominant (A ) ve bir
bireyde 1-1 ve 11-1, görüldüğü halde diğer kardeşlerde (siblerde) görülmemektedir. Etkilenen
resesif (a) allel üç çeşit Mendel kalıtım mo­
bu ailede, hastalık alleli A3,B4 ile bağlantılı olduğundan 111-1 bireyinin mutasyona uğramış
MEN1 geninin taşıyıcısı olması gerekir, llf-5 bireyi de A3,B4 genotipini taşımasına karşın, kız deli sergiler: otozomal dominant, otozomal
çocuğu bu alleli, bu orijinal aileden olmayan, hastalıktan etkilenmemiş bir babadan almıştır. resesif ve X-kromozomal. İnsandaki mono-
A3,B4 genotipi genel populasyonda değil fakat sadece etkilenen ailede MEN-1 ile ilişki için­ genetik düzensizliklerin % 65’i otozomal
dedir. Böylece, ill-5 bireyi hastalığı geliştirme riski altında değildir. dominant, % 25’i otozomal resesif ve % 5’i
X -e bağlıdır (Tablo 65-5). Bu düzensizliklerin çoğu için genetik
test mevcuttur ve genetik test, klinik genetikte gittikçe artan bir rol
MEN-1 riski ile ilişkili olduğunu belirlemek için hastalığın gelişi­
oynar.
mi ile ailede tahmin edilen bağlantı şekli karşılaştırılabilir. Gösteri­
Otozomal Dominant H astalıklar Tek bir allelin, hastalığın
len pedigride birinci nesilde etkilenmiş olan büyükbaba 11. kromo­
ortaya çıkması için yeterli olması nedeni ile otozomal dominant
zomun birinde mutant gen ile allel 3 ve 4 ’ü, diğer kromozomunda
hastalıklar özel bir ilgiye sahiptir. Gen fonksiyonu kaybından ötü­
allel 2 ve 2 ’yi taşır. Burada 3/4 genotipinin MENİ lokusu ile bağ­
rü hastalığın patogenezinin oldukça açık olduğu resesif hastalıkla­
lantısına uyumlu olarak, onun ikinci nesildeki oğlu etkilenmiş, bu­
rın aksine, dominant hastalıklarda çok çeşitli hastalık mekanizma­
na karşm kızı (babasından 2/2 genotipini aldığından) etkilenme­ ları bulunur ve bunların çoğu da olaya kanşan genetik yolların
miştir. Üçüncü nesilde, 2/2 genotipinin geçişi, 3/4 alleli ile MENİ fonksiyonlarına özgüdür.
geni arasında hiç bir rekombinasyonun olmadığı varsayımı ile Otozomal dominant hastalıklarda, birbirini takip eden nesiller­
M EN -1 ’in gelişme riskine işaret eder. Ailede MEN 1 genine ait öz­ deki bireyler hastalıktan etkilenir; etkilenmeyen bireylerin neslinde
gün bir mutasyon saptandığı zaman, mutasyonun kendi geçişini ta­ ise hastalık görülmez. Kusurlu gen 22 otozomun birisinde yer aldı­
kip ederek rekombinasyonla ortaya çıkan belirsizliği ortadan kal­ ğı için erkek ve dişiler eşit sıklıkta hastalığa maruz kalır (Şek. 65-
dırmak mümkündür. 1 M ). Otozomal dominant mutasyonlar, belli bir lokustaki iki allel-
K RO M O ZO M D Ü Z E N S İZ L İK L E R İ Kromozom veya sito- den birisini değiştirir. Alleller mayozda tesadüfi dağıldıklarından
genetik düzensizlikleri kromozomlardaki sayısal ve yapısal aberas­ bir neslin bundan etkilenme oranı % 50’dir. Eşey hücre hattında ye-
İnsan üeneüğip'n Niceleri 391

Dişi Bilinmeyen Bir otozomal resesif hastalıkta, herhangi bir cinse ait etkilen­
cinsiyet miş bir birey, tek bir gen kusuru için homozigot veya bileşik hete-
1 rozigottur. Birkaç istisnası ile otozamal resesif hastalıklar nadir gö­
,ld - M § ■ rülür ve çoğunlukla parental akraba evliliği durumunda ortaya çı­
ölmüş Prenatal Spottan kar. Küsurlu genin heterozigot taşıyıcıları genelde klinik olarak
i'iNük Ölüm düşük normal olmalarına karşın, çok hassas testlerle veya belli çevresel
etkilerle ortaya çıkan fenotipte küçük farklılıklar gösterebilir. Örne­
.1 ğin orak hücresi anemisinde heteroziğotlar normal olarak asempto-
:twtenmiş Etkilenmiş Proband matiktir. Bununla birlikte, dehidratasyon veya düşük oksijen basın­
t»kek dişi cı olması halinde heterozigotlarda da orak hücresi krizleri ölür (Ko­
.% nu 106).
i M .c v
M ' J V *} Çoğu durumlarda, etkilenmiş bir birey heterozigot ebeveynle­
îiitoıeagot Heterozigot X-e bağlı rin çocuğudur. Bu durumda çocukların % 25 normal genotipe sahip
»ıkaK dişi özelliğin dişi olma, % 50 heterozigot olma, % 25 oranında da resesif alleller bakı­
taşıyıcısı mından homozigot genotipe sahip olma şansı vardır (Şek. 65 1IB).
□ — o Etkilenmemiş bir heterozigot, etkilenmiş bir homozigot ebeveyn
C H - O .
olması durumunda her çocuk için hâsta olma olasılığı % 50’ye çı­
Evlilik Aile-içi kar. Bu durumda, pedigri analizi otozomal dominant modeli taklit
evlilik
eder (p s a d o d o m in a n s i). Otozomal dominant hastalıklara aksine,
tf resesif aliellerdeki mutasyonlaf nadiren kendini gösterir, bunlar da
genellikle asemptomatik taşıyıcılığa neden olurlar.
V /% ■ ■ ■
X -e Bağlı H astalıklar Erkeklerin bir X kromozomu vardır;
Monozigotik ikizler Dizigptik ikizler bunun neticesi olarak bir kız çocuğu babasından daima onun X kro?
mozomUnu alır, ilaveten bir tane de annesinin iki X kromozomun!?
ŞEKİL 65-9 Pedigri analizinde kullanılan semboller, dan birisini alır. Oğlan çocuğu babasından Y kromozomunu ye an;
neden bir tane X kromozomu aim Böylece (1) babadan-oğula X-e
ııi bir mutasyon olmaksızın etkilenmiş bir ebeveyn vardır. Normal bağlı geçişin olmayışı (2) etkilenmiş bif babanın tüm kızlarının
genotipli çouklar hastalığı geçirmez. Genin etkinliği (penetrans) ve mutant allelin taşıyıcısı olmaları, X -e bağlı kalıtımın karakteristik­
etkinlik derecesindeki (ekspresjvite) farklılıklara uygun olarak (yu-, leridir (Şek. 65-11-C ). Mutant bir X-kromozomu genine bağlı ola­
karıya bakınız) otozomal hastalıkların klinik belirtileri çok değiş­ rak hastalık geliştirme riski cinsiyete göre değişir. Erkeklerin sade?
ken olabilir. Bu değişkenlikten dolayı bazen kalıtım şeklini belirle­ ce bir X kromozomu olmasıı yüzünden, erkekler mutant allel için
mek çok zor olun hemizigottur; böylece, mutasyonun resesif veya dominant olduğu-
Bununla birlikte, bazı bireylerin mutant geni etkilenmemiş bir
ebeveynden aldığına dikkat edilmelidir. De nova üreme hücre hüc­
resi hattı mutasyonları daha çok gametogenezdeki hücre bölünmem
lerinin geç dönemlerinde ortaya çıkar ki bu durum da neden ikizle-*
rin nadiren etkilendiklerini açıklamaktadır. Daha önce belirtildiği
gibi, yeni üreme hücresi hattı mutasyonları daha çok ileri yaştaki
babalarda görülür. Örneğin, Marfan sendromunâ neden olan yeni
üreme hücresi hattı mutasyonlarırta sahip babaiann ortalama yaşı
37 iken, bu hastalığı kalıtım yolu ile geçiren babaiann ortalama ya­
şı 3 0 ’dur. -
Otozomal Resesif H astalık lar Otozomal resesif hastalıkların
klinik etkinliği, otozomal dominant hastalıklarınkine göre daha çok
birbirine benzerlik gösterir. Çoğu mutant alleller tam veya kısmi
fonksiyon kaybına nedeti olur. Bunlar genelde metabolik yollarda­
ki enzimleri, reseptörleri ve sinyal yollarındaki proteinleri içeriri
Çoğu resesif hastalıkların nadir görülmelerine karşın, orak hücre
anemisi, Kistik fibrozis ve talasemi gibi otozomal resesif hastalık­
ların nispeten yüksek frekansı, heterozigotluğun selektif biyolojik
avantajı ile kısmen açıklanabilir (aşağıya bakınız).

-3 - :§ -r # ; İT
Aa aa Aa Aa AA aa

> # > ¥ 1 1
Aa aa AA Aa Aa aa Aa Aa

25:50:25 100

ŞEKİL 65-10 Allellerin ayrışımı (dağılımı). Bir dominant (A) bir rese­
sif (a) alleli olan ebeveynlerin dölünde genotiplerin dağılımı. Ebe­
veynlerdeki allellerin çocuklarına dağılımı ebeveynlerdeki mevcut
kombinasyona bağlıdır.
392 İH Ocnowk /c iftsınhk man sendromudur (Konu 66). Prader-Willi sendromu azalmış fetal
aktivite, obesite, hipotoni, zihinsel gerilik, kısa boyluluk ve hipogo-
na bakmaksızın erkelerin mutant fenotipi göstermesi daha yüksek nodotropik hipogonadizm ile kakarterizedir. Prader-Willi sendro-
bir olasılıktır. Bir dişi, dominant veya resesif mutant allel için hem munda delesyonlar sadece paternal 15. kromozomda meydana ge-
heterozigot hem homozigot olabilir. Bundan ötürü X -e b a ğ lı d o m i­ ler. Bunun aksine, Angelman sendromlu hastalar, zihinsel gerilik,
n an t veya X -e b a ğ lı r e s e s i f terimleri sadece kadınlardaki mutant tutulumlar, ataksiler ve hipotoni ile karakterize olup 15. kromozo­
fenotip etkinliği için geçerlidir. Buna ilaveten, X-kromozomal gen­ mun aynı bölgesinde delasyonlar görülür; bununla birlikte bu deles­
lerin etkinliği X-kromozomu inaktivasyonu ile değişir. yonlar maternal 15. kromozom üzerinde yer alır. Bu iki sendrom
Y ’ye Bağlı H astalıklar Y kromozomu üzerinde sadece birkaç u n ip aren ta l d iz o m id e n de ileri gelebilir. Bu durumda sendromlar,
gen bilinir. Böyle bir gen, cinsiyet bölgesini belirleyen Y faktörü 15. kromozom üzerindeki delesyonlardan değil her iki parental kro­
S R Y veya testis belirleyen faktör T D F normal erkek gelişimi için mozomun alınması (Prader-Willi sendromu) veya her iki maternal
vazgeçilmez öneme sahiptir. Normal olarak Y ve X kromozomları kromozomun alınmasından (Angelman sendromu) ileri gelebilir.
üzerindeki dizilerin değişimi çok seyrek olur. X ve Y kromozom Özgün doku ve bireysel hürcelerde paternal ve maternal alici­
yüksek derecede homoloji gösteren psödootozomal bölgeye SRY lerden gelen mRNA ekspresyon seviyelerini incelemek çok zor ol­
bölgesinin çok yakın olması yüzünden, bu bölgedeki bir krosing duğundan, imprinting (=genetik iz sürme) ve allelik dışlama ile il­
over zaman zaman SRY bölgesini de içine alır. Tranolokasyonlar, gili olaylar belki de şu anda bilinenden çok daha yaygın olabilir.
SRY geninden yoksun Y-kromozomu olan X Y dişiler veya X-kro- Genetik impriting veya uniparental dizomi diğer birkaç hastalık ve
mozomlarının birinde SRY geni içeren X X erkeklerle sonuçlanır kötü huylu tümör olgularının patojenizine katılır (Konu 66). Hida-
(Konu 338). SRY genindeki nokta mutasyonları X Y genotipli ve tidiform benler normal sayıda diploid kromozom içerir fakat hepsi
eksik dişi fenotipli bireylerle sonuçlanabilir. Bu mutasyonlann ço­ paternal orijinlidir. Bunun tersi bir durum 46 maternal orijinli kro­
ğu, yeni baştan (de nova) ortaya çıkan mutasyonlardır. Oligosper- mozom içeren ovaryum teratomlarında görülür. Kansere yatkınlığa
mi/azospermi gösteren erkekler, çoğu kez Y-kromozomunun uzun yol açan Backwith-Wiedemann sendromunun (BW S) (Konu 81)
kolunda azospermi faktörü (AZF) genlerinin bir veya birkaçını içe­ patogenezinde insulin-benzeri büyüme faktörü II(IGF-II) için ge­
ren mikrodelesyonlara sahiptir. netik iz süren bir genin etkinliği söz konusudur. Bu çocuklar orga-
BA SİT M EN D EL K A L IT IM M O D E LL ER İN İN DIŞIN­ nomegali ve hemihipertrofili somatik çıkıntılar gösterir ve bunlar­
D A K İL E R Mitokondrial Hastalıklar Her mitokondrion değişik da Wilm Tümörü gibi embriyonal tümörler riskinde artış vardır.
sayıda halkasal kromozom içerir. Mitokondrial DNA esas olarak Normal olarak IGF-II geninin sadece babadan gelen kopyesi aktif,
oksidatif fosforilasyon ve ATP üretimine katılan solunum zinciri anneden gelen kopyesi inaktiftir. IGF-II’nin genetik iz sürümü,
elemanları olan transfer RNA ve proteinleri kodlar. Sperm zigota proteine çevrilmeyen bir RNA kodlayan H19 geni ile düzenlenir.
önemli bir sitoplazmik içerik katkısında bulunmadığı için mito­ H19 metilasyonundaki bir hata veya metilasyonun yokluğu IGF-II
kondrial genom anne yolu ile kalıtılır. Tüm çocuklar etkilenmiş an­ genetik iz sürümünde bir rahatlamaya ve her iki allelin de etkilen­
neden hastalığı alır fakat bu hastalık etkilenmiş babadan çocukları­ diğini göstermesine neden olur. DNA dizi değişiklikleri ile ilişkili
na aktanlmayacaktır. Hücre bölünmesi esnasında, yabanıl tip ve olmayan gen etkinliğindeki kalıtımla geçebilen değişiklikler e p ig e -
mutant mitokondri oranı hücreden hücreye değişir; kusurlu mito- n e tik e tk ile r olarak bilinir; bu değişikliklerin insan hastalıklarında
kondri gruplarındaki farklılıklara heteroplazmi denir ve bu durum ve belki de yaşlanmada rol oynadıkları giderek daha çok ortaya çık­
mitokondrial hastalıklarda çok görülen fenotipik çeşitliliği kısmen maktadır.
açıklamaktadır. -> M it o k o n d r ia l h a s t a lık la r ın a y rın tılı ta rtışm a s ı Somatik M utasyonlar Kanser sendromlannın çoğunda, tü­
iç in K o n u 6 7 ’e b a k ın ız . mör oluşumuna kalıtsal bir yatkınlık vardır. Bununla birlikte, neop-
Mozaisizm (=mozayiklik) Bir bireyin dokularında iki veya da­ lastik süreç ilave somatik mutasyonlann olmasını gerektirir (Konu
ha fazla genetik olarak farklı hücre hatlarının bulunmasına moza­ 81). Retinoblastomada, retinoblastoma geninin (RB) her iki kopya­
isizm denir. Mozayiklik embriyonik, fötal veya uterus dışındaki ge­ sı iki somatik olayda (sporadik retinoblastoma) inaktive olduğu za­
lişim esnasında meydana gelen mutasyonlardan ileri gelir. Mutas- man veya diğer allelinde kalıtsal bir kusur olan kişide normal allel
yonun ortaya çıktığı gelişim evresi, eşey hücre hattı ve/veya soma­ somatik kayıba uğradığı zaman (kalıtsal retinoblastoma) tümör ge­
tik hücrelerin olaya katılıp katılmayacağını belirler. Turner send- lişir. Bu ”iki-vurgunlu” model MEN-1 (Konu 339) ve norofibroma-
romlu hastalarda ortaya çıktığı gibi birden fazla hücre hattının sür­ toz tip 2 (Konu 370) gibi diğer kalıtsal kanser sendromlarına da
dürülmesine yol açan kromozomal mozasizm, embriyonik gelişi­ uyar. Kusurlu allel, etkilenen dokudaki tümör supresör geninin re­
min başlangıcındaki mitotik bölünmeler esnasındaki kromozom sesif kaybı ile ortaya çıkan tümörleşme yolu ile dominant bir şekil­
ayrılamamasından ileri gelir (Konu 338). Somatik mozasizm gene­ de aktanlır. Diğer durumlarda, kanser gelişimi tipik olarak pek çok
tik olarak değişmiş hücrelerin parçalı dağılımı ile karakterizedir. gende somatik kusur olmasını gerektirir, bu sürece ç o k - b a s a m a k lı
Örneğin McCune-Albright sendromuna, gelişimin erken evrelerin­ k a r s in o g e n e z denir(Konu 82).
de görülen uyarıcı Ga proteinindeki (Gscc) aktive edici mutasyonlar Nukleotid T ek rar Genişlemesi Hastalıkları Bir kısım hasta­
neden olur (Konu 343). Klinik fenotip mutasyonun doku dağılımı­ lıklar belli bir eşik seviyesinin üstündeki trinukleotid tekrar sayı­
na bağlı olarak değişir; belirtiler, cinsiyet steroidlerinin salınması­ sındaki artışla ilişkilidir (Tablo 65-6). Artışlar bazen Huntington
na ve erken puberteye neden olan ovaryum kistleri, polyostatik fib- hastalığında veya spinal ve bulbar atrofinin X ’e bağlı formunda
röz displazi, "cafe-au-lait" deri pigmentasyonu, hipofiz adenomla- (SBMA, Kenedy sendromu) olduğu gibi genin kodlama bölgesinde
rından büyüme hormonu salgılanması, aşın salgı yapan otonom ti- yer alabilir. Diğer durumlarda artışlar büyük olasılıkla genin regü­
roid ııodüllerini içerir. latör dizilerini değiştirir. Bir genişleme varsa, bu DNA parçası ka­
X-inaktivasyonu, Im printing ve Uniparental Dizomi Gele­ rarlı değildir ve hücre bölünmesinde daha da genişlemeye meyilli­
neksel Mendel kurallarına göre mutant genin parental oriini ile fe- dir. Nukleotid tekrarının uzunluğu genellikle hastalığın şiddeti ile
notipin etkinlik derecesi arasında ilişki yoktur. Bununla birlikte, bu eşgüdümlüdür. Tekrar uzunluğu bir generasyondan diğerine artış
kuralın önemli istisnaları vardır. X-inaktivasyonu dişilerin her hüc­ gösterirse, belirtiler kötüye gidebilir veya daha erken yaşlarda göz­
resinde iki X kromozomdan biri üzerindeki tüm genlerin etkinliğini lenebilir hale gelir; bu olaya " a n tisip asy on " = ö n c e d e n ta h m in de­
önler. Gen inaktivasyonu otozomların seçilmiş bazı kromozom nir. Örneğin Huntington hastalığında hastalığın başlama yaşı ile
alanlarında da meydana gelir. G e n o m ik im prin tin g denen bu olay, triplet kodonunun genişleme uzunluğu arasında biş parelellik var­
bir allelin parental orijinine g ö r e tercihli etkinlik göstermesine yol dır (Konu 362). Önceden tahmin, trinukleotid tekrarlarındaki dina­
açar. Genomik impriting, hastalığın geçişi bunu sağlayan ebeveynin mik mutasyonlarla ortaya çıkan diğer hastalıklarda da gösterilmiş­
cinsiyetine bağlı olduğu hastalıklarda fizyopatolojik bir öneme sa­ tir. (Tablo 65-6). Tekrar sayısı dokuya-özgün şekilde de değişebilir.
hiptir ve böylece belli genetik hastalıkların etkisini göstermesinde Myotonik distrofide, CTG tekrarı kas dokusunda lenfositlerdekin-
önemli rol oynar. İki klasik örneği Prader-Willi Sendromu ve Angel- den on kat daha büyük olabilir (Konu 383).
P O PU L A S Y O N G E N E T İĞ İ V E Tablo 65-7 Hastalık Genlerinin Tanınması için Genetik Yaklaşımlar
İL G İL İ ÇA LIŞM A LA R M etot Endikasyonlar ve Avantajları Sınırlam alar
Populasyon Genetiğine Genel B a- _
. „ , , Baglanu analizi Monogenik özelliklerin analizi Bilgilendirici pedigrileri toplamak
kış Populasyon genetiğinde ılgının oda­ Genom taramaları için uygun zor
ğı, bir bireyin genomundaki değişiklik­ Kontrol populasyonu gerektirmez Kompleks özellikler için yeterli
lerden populasyondaki allellerin farklı İzole populasyonlardaki multifak- istatistiksel gücü sağlamak zor
genotiplerinin dağılım biçimine değişir. toriyei hastalıklar için yararlı
Sadece iki allelin (A ve a) olması duru­ Allel-paylaşım yöntem­ Poligenik ve mulüfaktoriyel hasta- Yeterli sayıda olgu toplamak zor
leri etkilenen kardeşler lıklar da hassasiyet genlerinin ta- Kompleks özellikler için yeterli
munda AA genotipinin karşılığı p 2 , Aa
ve akraba çifti analizleri mnmasına uygun istatistiksel gücü sağlamak zor
genotipinin ki 2 p q , aa genotipinin ki q 2
Genom taraması için uygun
olmak üzere genotiplerin toplam frekansı Kardeşler çifti analizi Allel frekansları biliniyorsa kontrol
p 2 + 2 p q + q 2 = 1 olur. Bir allelin frekansı populasyonu gerekmez.
bilindiği zaman, genotipin frekansı he­ Anne-baba ve akrabaları dahil ederek
saplanabilir. Alternatif olarak, genotip istatistiksel güç arttırılabilir
İlişki çalışmaları Poligenik ve multifaktöriyel hasta- Geniş örnek büyüklüğü ve eşleştiril-
frekansı belirlenmiş ise bir allelin frekan­
olgu-kontrolü çalışma­ Iıklardaki hassas genlerin tama- miş kontrol populasyonu gerektirir
sı hesaplanabilir. masına uygun Uygun kontrol populasyonu noksan­
maları
Allel frekansları etnik gruplar ve lığında yalancı pozitif bulgular
coğrafık bölgeler arasında değişir. Örne­ Bağlantı sapması Bilinen aday lokuslarının özgün al­
ğin C F T R genindeki heterozigot mutas- lelik varyantlar testi için uygun
yonlar, Avrupa orijinli populâsyonlarda Transmisyon çarpıklık Akrabalar gerekmez
testi
oldukça yaygın bir şekilde görülür, fakat
Afrika populasyonlannda nadirdir. Bazı yardımcı olabilir. Çünkü bağlantı sapması iki lokusun (bu durumda
allel varyantlarının selektif avantaj sağlaması nedeniyle allel fre­ A ve Z) sıkıca bağlı olduğunu gösterir.
kansları değişebilir. Örneğin, özellikle Batı Afrika’da yaygın olarak P O LİG EN İK H A STA LIK V E K O M P L E K S G E N ET İK
görülen orak-hücresi mutasyonlan bakımından heterozigot birey­ Ö Z E L L İK L E R Poligenik ve Multifaktöriyel Hastalıklara Yak­
ler, eritrositlerin P la sm o d iu m parazitlerine daha uygun koşullar laşım Kardiyovasküler hastalık, hipertansiyon, diyabet, astan, psi­
sağlamaları yüzünden sıtma bulaşma daha dirençlidir. Orak hücre kiyatrik bozukluklar ve belli kanserler gibi pek çok yaygın hastalı­
geni bakımından homozigöt olanların şiddetli anemi ve orak hücre­ ğın etkinlik derecesi, genetik, altyapı, çevresel koşullar ve yaşam
si krizleri geçirmelerine karşın (Konu 106), heterozigot olanlar sıt­ tarzı ile belirlenir (Tablo 65-8)* Fenotipe çok sayıda genin katıldığı
madan dolayı azalmış bir morbidite ve mortalite göstererek daha düşünülürse bu özelliğe p o li g e n ik denir veya çok sayıdaki genin
yüksek bir yaşama şansına sahip olur; bu olay mutant allelin fre­ çevresel koşullarla etkileşim içinde olduğu kabul edilirse bu özelli­
kansında artışa yol açar. Daha kısıtlı bir gen havuzları olması nede­ ğe m u ltifa k tö riy el denir. Kompleks özelliklere ait genetik modeller,
niyle resesif koşullar coğrafik olarak ayrılmış popülasyonlarda da­ genetik heterojenite ve diğer genlerle ve çevre ile etkileşimlere açık
ha egemendir. olmalıdır. Kompleks genetik özellikler özelliğin patogenezini sağ­
Atletik İlişki ve Bağlantı Sapması İnşamla hastalıkların ona­ layan asıl genlere bağlı olmayan değiştirici genler tarafından etki­
ya çıkmasına veya hastalıklara hassasiyetin artmasına neden olan lenebilir. Bu tip gen-gen etkileşimi, veya e p is ta z is ; multipl genler­
genlerin haritalanması için iki primer strateji vardır; (1) bilinen bir de patolojik bir ienutip-ortaya çıkarmak için çök sayıdaki varyas­
genetik kalıtım modeline (yukarıya bakınız) dayanarak veya gene­ yonların beraberce bulunmasını gerektiren poligenik özelliklerde
tik model bilinmiyorsa etkilenen akraba çiftleri inceleyerek klasik önemli bir rol oynar. Gen-çevre etkileşimleri, çoğu monogenik ve
bağlantı kurulabilir; veya (2) bu genler a t le t ik iliş k i çalışmaları ile poligenik hastalıklarla ilişkilidir. Fenilketonuride, hastalığın etkin­
haritalanabilir (Tablo 65-7). Belli bir hastalıkta bir allelin frekansı­ lik derecesi sadece fenilalanin genindeki mutasyonlara değil aynı
nın önemli ölçüde artma veya azalmasına allelik ilişki ("allelic as­ zamanda alınan fenilalanin aminoasit miktarına da bağlıdır (Konü
sociation") denir. Bağlantı ve ilişki çeşitli bakımlardan farklılık 352). Diğer örnek, hastalığın patogenezinde genetik, beslenme ve
gösterir. Genetik bağlantı ailelerde veya kardeşler arasında gösteri­
lebilir. Diğer taraftan, ilişki incelemeleri, etkilenen bireylerin popu- Yabanıl tip: Polimorfik aileler Bağlantı sapması: Allel A, mutas-
lasyonu ile normal bir populasyonu karşılaştırır, İlişki incelemele­ A= %40; B=%60 yon Z ile %10 ilişkilidir ve iki lokus
ri. akraba olmayan etkilenmiş bireylerle karşılaştırılan kontrolleri Yabanıl tip allel Y = %10ö arasında bir rekombinasyon ol-
içeren oİgu-çalışmaları veya etkilenen çocuklara geçen veya geç­
meyen ailelerin frekansını karşılaştıran aileye-dayalı çalışmalar
şeklinde olabilir.
Allelik ilişki çalışmaları, özellikle kompleks hastalardaki has­
sas genlerin tanınmasında yararlıdır. İki lokustaki alleller beklenil­
diğinden daha sık (bilinen allel frekansları ve rekombinasyon oran­
larına dayanarak) birlikte oldukları zaman, bunların b a ğ la n tı s a p ­
m a s ı içinde olduklarından söz edilir. Şek. 6 5 -1 2 ’de bir Z mutasyo-
nu normal allelin Y olduğu, bir hassasiyet lokusunda meydana gel-
miştir. Mutasyon, A ve B allellerini içeren polimorfık böglenin yar
kmındadır. Zamanla, A ve Z allellerini taşıyan kromozomlar birikir
ve populasyondaki kromozomların % 10’unu temsil eder. Hastalık
hassasiyet geni Z ’nin tercihan veya sadece A alleli ile birlikte olma­
sı bağlantı sapmasını gösterir. A allelini taşıyan tüm kromozomla­
rın hastalık genini taşımamasına karşın A alleli, Z geni ile olan ola­
sı ilişkisinden ötürü artan bir riskle karşı karşıyadır. Bu model, has­ Z 3 Y W

talığa hassasiyeti daha kesin tahmin etmek için, gelecekte Z genini


doğrudan tanımanın mümkün olabileceğine işaret etmektedir. Bağ­
lantı sapması için bulunan delil, hastalık geninin haritalanmasında ŞEKİL 65-12 Bağlantı sapması.
Kromzomal
Hastalık Genler ve Hassasiyet Lokusları" Yerleşim Diğer Faktörler

Diabetes mellitııs tip 1 HLA-DQB1,-DRB1 (IDDM1) 6p21 Viral enfeksiyonlar


insulin VNTR (1DDM2) 1lp l5 Otoimnıünite
SitotoksikT lenfosit-bağlantılı 4 (CTLA-4, 1DDM12) 2q33
IGF bağlayıcı protein 2, -5 (1DDM13) 2q34
Glukokinaz 7 p l5 .1-15.3

Diabetes mellitus tip 2 insulin promoıer faclör 1 (1PF1) 13q 12.1 Diyet
İnsülin reseplör substratı (1RS-1) 2q36 Enerji kullanımı
Peroksizom proliferatör reseptör y 3p25 Obesite
Sülfonilüre reseptörü 1Ip 15.1
Amilin 12p 12.3-p 12 .1
Fosfoenolpiıüvat karboksikinaz 1 (PEPCK1) 20qI3.31
Hepaıosit nuklear faktör l a (HNFİ A) 12q24.2
Kolesistokinin B reseptörü IIp I5.5-p l5.4
Büyüme hormonu 17q22-q24
Rasla-akraba diyabeüe ilişkili (RRAD) 16q22
Apolipoprotein A2 Iq21-q23

Hiperlansiyon Anjiyotensinojen 1q42-43 Tuz alımı


Anjiyotensin-çevirici enzim 17q23
Anjiyotensin reseptörü 1 3q21-25
G-protein altbirimi 3 12p 13
Hiperlansiyona duyarlı lokus 1 (HYT1) 17q
Hipertansiyona duyarlı lokus 2 (HYT2) 15q

Koroner arter haslalığı- Düşük densiteli protein reseptörü 19p 13.2—p 13.1 Diyet
ateroskleroz Apolipoprotein E4 19q 13.2 Eksersiz
Apolipoprotein (;ı) 6q27 Sigara içme
Homosistcin Bilinmiyor Diyabet
Plasminojen-aetivatör inhibitörü 7q21.3-q22 Hipertansiyon
Hormonlar
Endotel hücrelerinin enfeksiyonu

Asıım-bronkial hiperaktivite IgE reseptörü 1 lq 13 Allerjenlar


_5q31 lokusu 5q32-33 Kirlilik
MHC lokusu 6p21
İnterlökin reseptörü Xq28

Manik-depresif pisikozlar Xq26 lokusu Xq26 Ailesel ve sosyal çevre


18p lokusu 18p
4p lokusu 4p
21q lokusu 2 1q
18q lokusu 18q

Psoriyazis HLA-Cw6,-DR7,-B13,-Bw57, ve diğerleri 6p21 Çevresel uyarı


17q lokusu 17q
16q lokusu 16q
20p lokusu 20p

Sistemik lupus eritematozus HLA-DR2,-DR3 6p21 Hormonlar


C4 eksikliği 6p21.3 Özel olmayan çevresel uyan
lq lokusu lq4 l-q42

"Listelenen hassasiyet genleri ve tokuslarımn göreceli önemi değişik çalışmalara göre NOTE: IGF, İnsulin-benzeri büyüme faktörü: MHC, major histokompatibiliıe (=doku-
kısmen tartışmalıdır ve pozitif ilişkiler farklı populasyonlar arasında değişiklik göstere- uygunluk) kompleksi; VNTR. değişken sayıda ardışık tekrarlar,
bilir, Bil tabloda yer alan çoğu hastalıklarla yeni genler ve lokuslar ilişkilendirilmiştir.

yaşam şekli faktörlerinin arasında yakın ilişki bulunan tip 2 diabe­ *J ^ »/ - i, V'-'l
tes mellitustur (Konu 333). Hastalığa karşı ya koruyucu ya da yat­
Hastalık-nedeni genlerin tanınması G e n o m ik tıp, genotip anali­
kınlık sağlayıcı genetik varyasyonlar ve çevresel faktörlerin tanın­
zini (DNA testi) kullanarak hastalıklara genetik yatkınlığı belirle­
ması, hastalık riskinin tahmini, koruyucu stratejilerin planlanması
mek, daha spesifik farmakoterapi yöntemlerini seçmek , kişinin ge-
ve yeni tedavi yaklaşımlarının geliştirilmesi için esastır (Konu 68).
notipine bağlı bireysel tıbbi bakım düzenlemek yolu ile tıbbi bakı­
Nadir monogenik hastalıkların çalışılması, kompleks hastalıkların mının kalitesini artırmayı hedeflemektedir. Genotip, protein (örn.
anlaşılması için sonradan önemli olacak olan genetik ve moleküler hemoglobin, apoprotein E), mRNA veya DNA analizleri ile sapta­
mekanizmalar yeni ipuçları sağlayabilir. Örneğin tip 4 diyabetin nabilir. Bununla birlikte, teknolojik ilerlemeler tüm genlere fakat
başlamasında insulin promoter 1 faktörünün keşfini takiben, bu en çok büyük genlere uygulanabilir olduğundan ötürü DNA analiz­
faktörün tip 2 diyabetin patogenezinde de bir rol oynadığı da göz­ lerini özellikle yararlı hale getirmiştir (Şek. 65-13).
lenmiştir (Tablo 65-1 ve 65-8). DNA testi, bir ailede mevcut olduğu bilinen bir genetik bozuk­
luk için risk altında olan bireylerde mutasyon analizi ve bağlantı
ıi ı t t i t e yapılır, K i l l e iaraına
, ı . t m î . t i ' i c k ı ı i ı o ı r ı i k olması için
. ! u > a ı l ı t ; > v c u m m liip yüksek test-
İrf j!i*rekınır ıL-m'tik tarama proğ-
f.ıtııl.ifmm başaıiM için önkoşullar
‘fım,'anin, yim tık bozukluğun potan­
siyel ol.u.ık .,<>k ciddi olması; pre-
cmpiomatık bir evrede davranış, di­
ye! ve/veya l'armasötik işlemlerden
■.ikilenebilir olması; taramanın her-
lutrtği bir zarar veya ayrımcılığa yol
ıçıııamast, Yahudi toplumlarında
■ıio/oıııal resesif nörodejeneratif de-
iw hastalığı olan Tay-Sachs için ya­
pılan tarama, etkilenen bireylerin sa­
yısını azaltmıştır. Buna karşılık Afri­
ka kökenli Amerikalılarda orak hücre
o/elliği/hastalığı için yapılan tarama,
ağlık sigortacıları ve işverenleri ta-r
l alından önceden tahmin edilemeyen
ayrımcılık problemlerine yol açtı.
Kitle tarama programları bunlardan
başka potansiyel problemleri de taşır.
Örneğin, Kuzey Avrupa’da yaklaşık
% 70 frekansa sahip olan kistik fibro-
ziste en yaygın genetik değişiklik ŞEKİL 65-13 Genetik Hastalıklara yaklaşım.
olan DF508 mutasyonü için tarama önemli olarak arttırmış bulunmaktadır. Taşıyıcı durumunu belirle­
yapmak olasıdır ve etkin olacak gibi görünmektedir. Bununla bir­ mek ve monogenik bozukluklarda prenatal test yapmak için kulla­
likte, güçlü bir allelik heterojenliğin olduğu, ve hastalığın > 600 di­ nılmaktadır (Tablo 65-5), B R C A 1 ve B R C A 2 gibi kansere duyarlı
ğer mutasyon ile de ortaya çıktığı akıldan çıkarılmamalıdır. Az rast­ belli genler, malign tümör gelişimi içiiı risk altında olan bireyleri
lanan mutasyonlar için yapılacak bu çalışma maliyeti önemli mik­ belirleyebilir. Lösemi ve lenfomalarda, mutasyönjann saptanması
tarda arttıracak fakat bir bütün olarak tarama programının etkinli­ önemli bir diagnostik ve prognostic gereçtir. Mutasyonlaiın varlığı
ğini arttırmayacaktır. Profesyonel tarama programları, belli profes­ veya yokluğunun gösterilmesi ilaç tedavisine cevaptaki veya gene­
yonel aktiviteler için (örn., al antitripsin eksikliği ve duman veya tik altyapının bir fonksiyonu olarak metabolizmadaki farklılıkların
toza maruz kalma) risk artışı altında olan bireyleri saptamayı amaç­ tanınması dahil hızla gelişmekte olan farmakogehetik için de yarar­
lar lıdır.
M u ta s y o n A n a liz le r i DNA dizi analizi diagnostik bir gereç Şek. 6 5 -1 3 'de mutasyon analizine yaklaşım için genel bir «A
olarak gittikçe fazla kullanılmak ve dianostik doğruluk derecesini g o ritim tasarlanmıştır. Ayrıntılarına inilmiş bir klinik fenotipin öne-

tsblo 65-9 Mntasyoııiarın .Saptanmasında Kullanılan Yöntemler


Metot Prensip Saptanan mutasyonun tipi

Sitogenetik analiz* Çeşitli kromozomların özgün görünüşü Kromozomlardaki sayısal ve yapısal anomaliler
Flöresan in situ hibridizasyon (FISH) Floresanla işareüi problanri kromozomlara bağlan­ Kromozomlardaki sayısal ve yapısal anomaliler
ması (hibridizasyonu) ;
Southern blot Yüksek moleküllü DNA'nın sindirimden sonra ge- Büyük deleSyon, insersiyon, yeniden düzenleme,
nomik veya cDNA problan ile hibridizasyonu triplet tekrarı genişlemeleri, amplifıkasyon !
Polimeraz zincir reaksiyonu (PCR) DNA parçalarının amplifıkasyonu (çoğaltanı) Triplet tekrarı genişlemesi, değişken sayıda ardışık
tekrarlar (VNTR), gen yeni düzenlenmeleri, DNA’yı
diğer mutasyonlara hazırlayan translokasyonlar
Reverse transkpitaz PCR (RT-PCR)- Revers (tersine) transkripsiyonunun yokluğu ve Ekprese, edilen mRNA (cDNA) dizisinin analizi; eksp-
azalması resyon kaybının saptanması
DNA dizi analizi PCR ürünlerinin direkt dizi analizi Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlarve insersiyonlar
Plazmid vektörlere klonlanan DNA parçalarının
dizi analizi
Tek iplikli koılformasyonel polimorfizm DNA parçalarının PCR'ı: Mutasyonlar konformas- Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlarve insersiyonlar
(SSCP) yonel değişim ve mobilite değişikliği gösterir
Denature gradiyent jel elektroforezi DNA parçalarının PCR'ı mutasyonlar konformas- Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlarve insersiyonlar
yonel değişim ve mobilite değişikliği gösterir
RNAaz kesimi Mutant ve yabanıl tip diziler arasındaki yanlış eş­ Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlarve insersiyonlar
leşmelerin kesimi
Restriksiyon parça uzunluk, polimor- Genomik DNA (Southern blot veya PCR ürünle­ Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlarve insersiyonlar
fizmi (RFLP) rinin değişmiş restriksiyon kesim alanlarının sap­
tanması
Oligonükleolide özgün hibritleme (OSH) PCR ürünlerinin yabanıltiple veya çip veya slaytlar Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlar ve insersiyonlar
üzerine immobilize edilmiş mutant oligonukleotid-
lerle hibritlenmesi
Microarray testi PCR ürünlerinin yabanıl tip veya mutant oligonuk- Nokta mutasyonlan, küçük delesyonlarve insersiyonlar
leotidlerle hibritlenmesi
Protein erken sonlanma (ııç kesimi) leşti Doku örneklerinden izole edilen cDNA'nın transk­ Erken sonlanmaya yol açan mutasyonlar
(PTT) ripsiyon ve translasyonu
396 DAR Nl 1,1.11-|al (eds): Molecular Cell Biology, 3d ed. New York, Scientific Ame-
I'.v.t!, 1995
liflin al. Legal, and Social Implications of Biotechnology, www.ncgr.org/gpi/
mi çok fazla vurgulanmaz. Bu genetik heterojenlik ve fenokopi ola- G ll.t (I1IRTER TD et al (eds): Principles of Medical Genetics, 2d ed. Philadelphia,
stltğtnm da dikkate alınması gereken bir basamakttr. Eğer aşikar (jppmeott, 1998
aday genler fenotip ile belli olursa bunlar doğrudan incelenebilir. l IA1NES JL, PERICAK-VANCE MA (eds): Approaches to gene mapping in comp­
Bir mutasyonun tanınmasından sonra, mutasyonun fenotiple birlik­ lex human diseases. New York, Wiley-Liss, 1998
IIALUSKA MK et al: Patterns of single-nucleotide polymorphisms in candidate ge­
te dağtldığını göstermek esastır.Yeni mutasyonlartn fonksiyonel
nes for blood-piessure homeostasis. Nat Genet 22:239, 1999
karakterizaşyonu, çok emek isteyen bir iştir ve genetik değişimin HANAKAN D, WEINBERG RA: The hallmarks of cancer. Cell 100(1):57, 2000
ilişkisini belirlemek için in vitro veya transgenik fare modellerinde HARPER PS: Practical Genetic Counseling, 5th ed. Stoneham, MA, Butterworth-
bazı analizlerin yapılması gerekebilir. Heinemann. 1998
MutaSyonların saptanmast için çeşitli teknikler vardır (Tablo JAMESON JL (ed): Principles of Molecular Medicine. Totowa, NJ, Humana, 1998
LEWIN B: Genes VI. New York, Oxford, 1997
65-9). Çok geniş anlamda, bilinen mutasyoııl.ırın v.trlığtnt veya
National Center for Biotechnology Information (GenBank, Medline, OMIM).
yokluğunu taramayt sağlayan tekniklerle (tarama mndu) mutasyon- www.ncbi.nlm.nih.gov
ları kesinlikle karakterize eden teknikler birbirinden aytrt edilebilir. OTT J: Analysis of Human Genetic Linkage. Baltimore, John Hopkins, 1991
Genomdaki büyük değişikliklerin analizini sitogenetik yöntemle, READ AP, STRACHAN T: Human Molecular Genetics. New York, Wiley, 1997
flloresan in situ hibridizasyon (FISH) ve .Southern blot kullanarak RIMOIN DL et al (eds): Emery and Rimoin's Principles and Practice of Medical
Genetics, 3d ed. New York, Churchill Livingstone, 1996
yapmak mümkündür (Konu 66).
SCRIVER CR et al (eds): The Metabolic and Molecular Bases of Inherited Disease,
Daha göze çarpan dizi değişiklikleri ağtrlıklı olarak hızlı gen 8th ed. New York, McGraw-Hill, 2000
çoğaltımı ve analizine izin veren PCR’in kullanımına dayanır. Bun­ SOUTHERN EM: DNA chips: Analyzing sequence by hybridization to oligonucle­
dan başka PCR, lökositler veya tek hücrelerden, bukkal hücreler­ otides on a large scale. Trends Genet 12:110, 1996
den veya ktl köklerinden çıkarılan az miktardaki DNA ile genetik THOMPSON MW et al: Genetics in Medicine. Philadelphia, Saunders, 1993
VOGEL F, MOTULSKY AG (eds): Human Genetics: Problems and Approaches, 3d
test ve mutasyon analizi yapmaya olanak sağlar. Nokta mutasyon-
ed. Berlin, Springer, 1996
larının taranması çeşitli metotlarla yapılabilir (Tablo 65-9); bunla­ WRIGHT AF et al: Population choice in mapping genes for complex diseases. Nat
rın çoğu, nükleik asit çiftleri arasındaki yanltş eşleşmelerin tanın­ Genet 23:397, 1999
masına, tek-veya çift iplikti DNA’nın elektroforetik ayırımına veya
PCR ile çoğaltılan DNA parçalarıntn dizi analizine dayantr. DNA
rm T erry H a ss o ld , S tu a r t S c h w a rtz
dizi analizi doğrudan PCR ürünleri üzerinde veya bakteriyel ko-
nakçt hücrelerde çoğaltılan plazmidlere klonlanmış DNA parçalan
üzerinde yapılabilir. ■ K R O M O Z O M D Ü Z E N S İZ L İK L E R İ
RT-PCR, mutasyona uğramış allele bağlı olarak mRNA eksp- Mülkiye Kasap, Halil Kasap
resyonunun yokluğunu veya azalmasını saptamak için yararlı ola­
bilir. Protein erken sonlanma testleri (PTT), sentezi esnastnda bir AS Angelman sendromu leme
polipeptidin erken sonlanması ile sonuçlanan çok değişik mutas- BAC ler bakteriyel suni kromozomlar PWS Prader- Willi sendromu
CML kronik myeloid lökemi UPD uniparental dizomi
yonları saptamada kullanılabilir. Ayrılan cDNA in vitro olarak kop­
CMTIA Charcot -Marie- Tooth tip IA VCF velokardiyofasyal sendrom
yalanır, proteine dönüştürülür ve proteinler jel elektroforezi ile ana­ CVS kronik villus örneklemesi WAGR Wilms tümörü -aniridya
liz edilir. Yabanıl tip protein ile elektroforetik hareketin karştlaştı- FtSH in situ hibridizasyon fluoresansi kompleks
rtlmast erken sonlanma mutasyonlartııın saptanmasını sağlar. MDS Miller -Dieker sendromu YAC ler mantar yapay kromozomu
PUBS perkiitan umbilikal blok örnek­
Geleneksel diagnostik yöntemlerin çoğu jel tabanlıdır. Mutas-
yonların analizi, genetik haritalama ve mRNA ekspresyon profille­ İnsanlarda, kromozomların normal diploid sayısı 4 6 ’dır. Bu sayı 22
ri için yeni teknikler hızlt bir gelişme içindedir. DNA çip teknolo­ çift otozomal kromozom ile (boyca küçülecek şekilde 1 den 2 2 ’ye
jileri DNA veya RNA’nın aynt anda yüzlerce, binlerce prob ile hib- kadar numaralandırılmış) bir çift cinsiyet kromozomundan (dişiler­
ritlenmesine izin vermektedir. Mikroarray testleri viral dizi varyas­ de X X , erkeklerde X Y ) oluşur. En küçük otozomun 500 ile 1000
yonlarının tanınması yanında klinik olarak birçok insan hastalık ge­ arasında gen taşıdığı ve tüm genomun ise 80.000 ile 100.000 ara­
ninin mutasyon analizi için kullanılmaktadır. HGP’den gelen bilgi­ sında gen içerdiği tahmin edilmektedir. Çok küçük kromozom seg-
lerle birlikte, bu teknolojiler tekli genler üzerindeki bir lokustan ge­ mentlerindeki duplikasyon ve delesyonların bile normal gen eksp-
nom düzeyindeki analizlere doğru genişlemek için bir temel oluş­ resyonu üzerinde derin etkilerinin olması sürpriz değildir.
turmaktadır. Ağır zararlı sonuçlarına rağmen, 46 insan kromozomunun yapı
ve sayısındaki sapmalar hayret verecek şekilde çoktur. Gebeliklerin
TEŞEK KÜ RLER
yaklaşık % 10-25’inde kromozom düzensizlikleri görülür. Bunlar,
B u konu, H arrison’un D âhiliyenin P ren sipleri’ne geçm işte kat­
fötal kayıpların ve doğuma kadar ulaşabilen gebelikler arasında do­
kıda bulunan p e k ç o k kişinin yaptığı toplam katkıyı yansıtm ak­
ğum kusurları ve mental geriliğin bilinen başlıca nedenlerini oluş­
tadır. Son zam anlarda, D R Jo s e p h , L. Goldstein, Dr. M icheal
turur.
S.Brown, Dr. A ndrea B allab io ve D r A rth u r L .B au det bu kişiler
Son yıllarda, sitogenetik uygulamalar konvansiyonel sitogene­
arasında yer alır.
tik metodolojiden sitogenetik ve moleküler genetik tekniklerin bir­
likteliğine kaydı. Önceleri araşttrma laboratuvarlarının alanında
dİBLİOGRAFYA olan flö r e s a n in situ h ib r id iz a s y o n (FISH) ve ilgili moleküler sitoge­
ALBERTS B et al (eds): Molecular Biology of the Cell. 3d ed. New York, Garland, netik teknikler klinik laboratuvarlarda günlük uygulamalara dahil
1995 edilmişlerdir. Sonuç olarak daha önceden tanınan translokasyonlar
BRENT R: Genomic biology. Cell 100(1):169, 2000 ve kromozom saytsal düzensizliklerin yanında, mikrodelesyonlar ve
BROWN PO, BOTSTEIN D: Exploring the new world of the genome with DNA
imprinting (genetik iz sürme) gibi oldukça küçük yapısal sitogene­
microarrays. Nat Genet Suppl 21:33, 1999
BURLEY SK et al: Structural genomics: Beyond the Human Genome Project. Nat tik anormalliklerin önemini kavramada gittikçe artış vardır.
Genet 23:151. 1999
COLLINS FS et al: New goals for the U.S. human genome project: 1998-2003. Sci­ X R O iv iOXOMLAMiN GÖZLEMLENMESİ
ence 282:682, 1998
CONNOR JM, FERGUSON-SMITH M (eds): Essential Medical Genetics. Oxford. K O N V EN SİYO N EL SİT O G E N ET İK A N A L İZ L E R Kuramsal
Blackwell Scientific, 1993
olarak kromozom preparasyonları, aktif olarak bölünen herhangi
COTTON RGH, KAZAZIAN HH JR: The HUGO mutation database initiative: Is­
sues, databases, and perspectives for the new millenium. Hum Mutat 15( 1): 1, bir dokuda kromozomların en fazla yoğunlaştığı hücre döngüsünün
2000 metafaz evresinde bölünmeyi durdurarak elde edilebilir. Pratikte
ise udin kromozom analizlerinde çok az sayıda doku kullanılır: •:6 Kromozom Düzensizlikleri 397
[xemitul testler içil» mnniyositler veya koriyonik villi ve postnatal
incelemeler için kan, kemik iliği veya deri fibroblastlan. Kan, ke­ ile tanıma yapmak için prob, biotin ya da digoxigenin gibi bir hap-
mik ılığı ve koryonik villüs örnekleri, 1-3 gün arasında sonuç ve- tenle işaretlenir. Alternatif olarak, pek çok prob hazır olarak floro-
ıun kısa süreli kültür teknikleri ile incelenir. Diğer doku tiplerinin forla işaretlenmiş halde hazırlanır ve doğrudan belirlenebilir. Hib­
.matizleri, sitogenetik analizden önce tipik olarak 1-3 haftalık işlem ridizasyon aşamasından sonra, örneğe zıt boyama yapılır ve prepa-
■ r ic h lireti uzun süreli doku kültürü ile olur. ratlar floresan mikroskopta görüntülenir.
Kültür tekniğine bakmaksızın, kromozom elde etmek için me- FISH Problarm ın Tipleri FISH ile kullanmak için, kromo­
ı.tl'az veya prometafazda hücreler işlenir ve kromozom bantlarını zoma özgü boyalar (kromozom kütüphanesi), tekrar problan ve tek
açığa çıkarmak için kimyasal ve enzimatik işlemler yapılır (Şekil kopya problarım da içeren çeşitli problar mevcuttur. Kromozom
t>6-1). I lilcredeki kromozom sayısının ve her bir kromozomdaki kütüphaneleri başlangıçta akımla ayrılan bireysel kromozomlardan
İlamların dağılımım analiz etmek sayısal ve yapısal anomalileri be­ ve şimdilerde tek kromozomla yapılan insan-kemirgen hibritlerin-
lli İçmeyi sağlar. Bu strateji tüm normal kromozom yapısmı karak- den geliştirilmiştir. Bu problar türevlendikleri kromozom parçasını
iı i ıze ı’imek ve major kromözom anomalisi tiplerini ve insidansını kapsayan dizilerin tümüyle hibridize olurlar ve sonuç olarak tek bir
is-lirlemek için yararlıdır. kromozomu "boyamak" için kullanılabilir (Şek. 66-2).
Kromozomlar, DNA çift heliksi ve ilgili proteinlerden yapılmış Tekrar problan kromozomlarda bulunan çoğalmış DNA dizile­
■ilan kompleks yapılardır. Hemen hemen bütün organizmalarda ol­ rini tanır. En sık bulunanı a satellit DNA probu olup, bütün insan
duğu gibi her insan kromozomu iki özgün yapı içerir: bir sentromer kromozomlannın sentromerik bölgelerinde bulunan DNA dizileri­
ve iki telomer. S en trom er, birinci boğum, kromozomu kısa (p) ve ne komplementerdir, Ayrıca spesifik kromozomlann sentromerik
uzun (q) kol olmak üzere ikiye böler ve hücre bölünmesi esnasında bölgeleri ile hibridize olan a satellit problan da vardır (Şek. 66-2).
kromozomların dağılanından sorumludur. T elo m er le r, yada kromo­ Şu anda insan genom projesinin sonucu olarak veya ticari ola­
zom uçlan, p ve q kollannın şapkası gibidir ve kromozom uçların­ rak çok sayıda tek-kopya problar mevcuttur. Bu problar normal
da DNA replikasyonunun gerçekleşmesi için önemlidir. DNA rep- olarak cosmidlerde (4 0 kb), bakteriyal yapay kromozomlarda
likasyonundan hemen önce, her kromozom çift sarmallı DNA’nm (BA C) veya P1 klonlannda (1 00-200 kb), ya da maya yapay kro­
tek bir kromatin kopyasından oluşmuştur. DNA replikasyonundan mozomlarında (YAC) (1-2 Mb) paketlendikleri halde 1 kb kadar
sonra, hücre bölünmesine kadar (kromozomlar tipik olarak görül­ küçük de olabilirler. Ulusal Kanser Enstitüsünün BAC bölümünün
düğünde, metafaz dahil) her kromozom birbirinin aym olan iki kar­ kurulmasıyla, bu büyük DNA fragmanlan, her birisi FISH hibridi-
deş kromatidden oluşur (Şek.66-1). zasyonunda kullanılmak üzere her kromozoma 1-Mb aralıklarla
M O L E K Ü L E R S İT O G E N ET İK 1980 sonlarında FISH me­ yerleştirilecektir. Değişik mikrodelesyon sendromlan ve her kro­
todolojisinin ortaya çıkması sitogenetik alanı yeniden değerlendir­ mozomun subtelomerik bölgeleri için kullanılan ticari problar mev­
di. Prensip olarak FISH, diğer DNA-DNA hibridizasyon metodolo­ cuttur (Şek.66-2).
jilerinin benzerdir. İşaretlenmiş DNA probu ve hedef DNA (çoğun­ FISH Uygulamaları FISH uygulamalarının çoğu, geleneksel
lukla metafaz kromozomları) tek iplikli hale gelmek için ayrılır ve kromozom bantlama tekniklerine ilave bir yöntem olarak ilgili bir
birbirleriyle hibridize olurlar. Florofor (örn., FITC veya rodamın) ya da iki probun hibridizaşyonunu içermektedir. Bü bakışla, FISII

ŞEKİL 66-1 A. Sentromeri (sen), uzun (q) ve kısa (p) kolları ve telo- (46,XX)'den elde edilen G-bantlı insan karyotipi.
merleri (tel) gösteren ideal bir insan kromozomu, B. Normal bir dişi
ŞEKİL 66-1 Metafaz ve interfaz preparatlarına Floresan insitu hibri- kısa kolu ile (geniş mavi noktalar) hibritlenir ve bir PML (15. kromo­
dizasyonun (FISH) farklı uygulamalarına ait örnekler. A Kromozom zomun distal bölgesindeki bir lokus, küçük siyah noktalar halinde gö­
1 'e özgü boya probu hem normal kromozom 1 'le hem de kromozom rüntülenmiş) probu her iki kromozom üzerinde gözlenmektedir. Bu­
1'den türevlenmiş markır kromozomla hibritlenir. S. kromozom 1'in nunla beraber, SNRPN (kromozom 15’in PWS bölgesi içinde yer
sentromerik a satellit dizisine özgü DNA tekrar probu hem normal 1. alan bir lokus) için hazırlanan bir prob sadece normal kromozomla
kromozomların hem de 1 . kromozomdan türevlenmiş markır kromo­ hibridize olur. Ok delesyonlu kromozomu işaret etmektedir. D. Direkt
zomların sentromerik bölgesiyle hibritlenir. C. Prader-Willi sendro- amniyon sıvısı preparatlarından alınan interfaz hücrelerinde kromo­
muyla ilişkili 15. kromozomun bir mikrodelesyonunu belirlemede kul­ zom 13 (büyük mavi noktalar) ve kromozom 21'e (küçük siyah nok­
lanılan iki renkli FISH. Klasik bir tekrar satellit probu 15. kromozomun talar) ait özgün dizi problarını kullanan interfaz FISH'i.

spesifik kromozomların belirlenmesinde, yeni duplikasyon ve de- mamış amniyotik sıvıda, en çok trizomilerde (kromozom 13,18,21,
lesyonların tanınmasında ve kromozomal yeniden düzenlemelerin X ve Y ) görülen kromozomlara özgü DNA probları kullanılarak ya­
açıklığa kavuşturulmasında kullanılabilir. Bununla beraber, Prader- pılmıştır. Bu çalışmalar hızlı bir şekilde yapılabilir (24-72 saat) ve
Willi sendromu (PWS), Angelman sendromu (AS), William send- prenatal olarak belirlenen anomalilerin hemen hemen % 6 0 ’ını be­
romu, velokardiofasial (VCF) ve Di George sendromları, Smith lirleyebilir. Bununla beraber Amerikan Tıbbi Genetik Koleji pren­
Magenis sendromu ve Miller-Dieker sendromu (MDS) (aşağıya ba­ sip olarak FISH analizini takiben bütün örneklerde standart sitoge­
kınız) gibi ilişkili sendromları da içeren mikrodelesyonlann belir­ netik analizlerin yapılmasını teklif etmektedir.
lenmesinde en iyi yararı sağlamıştır. Geleneksel sitogenetik çalış­ İnterfaz analizlerinin rutin olarak kullanıldığı diğer bir alan
malar, bu mikrodelesyonlann bazılarını belirleyebilir ise de başta­ kanser sitogenetiğidir (Konu 81). Çoğu bölgeye özgü translokas-
ki tanı ve/veya FISH ile doğrulanması esastır. Gerçekten, uygun yonlar özel tipteki malinitelerle ilişkilidir. Örneğin, kronik miyelo-
FISH problarının bulunmasından beri önce değindiğimiz hastalık­ genik lösemi (KM L) sinin dahil olduğu Abelson (A b l) onkogeni ve
kırık noktalarının toplanma bölgesi (ber) nin her ikisine ait problar
ların saptanması dikkate değer derecede artmıştır.
mevcuttur. Bu problar karşılıklı olarak rodamin ve FITC ile işaret­
Metafaz FISH'e ilaveten hücreler değişik evrelerde de analiz
lenmiştir; KM L’de bu genlerin kaynaşması floresan renklerini bir­
edilebilirler. Örneğin, henüz metafaz kromozomunun uygun olma­
leştirir ve hibridizasyon sinyali sarı olarak görülür.
dığı (amniyotik sıvıda in terfa z a n a liz in d e olduğu gibi), hızlı teşhis
Standart interfaz ve metafaz FISH analizlerine ilave olarak,
etmek gerektiği durumlarda interfaz analizi kullanılabilir. İnterfaz
spesifik tipte analizler için çok renkli FISH teknikleri, tersine bo­
analizi ayrıca incelmeye uygun hücre sayısını arttırır, nükleer orga­
yama, karşılaştırmalı genom hibridizasyonu ve "fiber FISH" ide
nizasyonun incelenmesini sağlar ve hücreler metafaza geçmeden içeren ileri teknikler de geliştirilmiştir. S p e k t r a l k a r y o tip (SK Y) ve
sonuçları ortaya çıkartır, interfaz analizinin bir özel tipi de doku­ ç o k ren k li F IS H (m-FISH) teknikleri, her bir kromozom için özel
nun asıl yapısının korunduğu parafin kesitlerine FISH’in uygulan­ renk ortaya çıkaran kombine olarak işaretlenmiş probları kullanır.
masıdır. Bu durumda, kromozomların hepsi birlikte çalışılır ve her bir kro­
interfaz FİSH’in, özellikle amniyosentez örneklerinin analizin­ mozom için yalancı renkler oluşturmak için bigisayar programı
de kullanımı, son sıralarda artmıştır. Bu çalışmalar, kültürü yapıl- kullanılır. Bu teknoloji bilinmeyen kromozom materyalini (dupli-
''a ı.' .U ,4.., ht/iaU'mck ıçiıı yararlıdır fakat çoğunlukla 66 K .c n fio /c m U b /v ıiM z iık io 'i 399
kat..... tk ■■• >ı tlii/crıleıuckrin görüldüğü kanser örneklerinde
fuilıimiir: hafta) ekstremite bozuklukları artışı olduğundan CVS gebeliğin
/(.■■t :<„s,)»uı, ilgili kromozomu akımla ayırma ya da lamdan sadece çok dar bir zamanında uygulanmaktadır. CVS te trans vaji-
; iımto/omu kazıyarak yapılır. 13u kromozomun (veya kromozom nal olarak kateter kulanılır; yaklaşık olarak koryon frondozumdan
parçasının) ONA’sı çıkarılır, çoğaltılır, işaretlenir ve FISH probu (plasentanın fötal kısmı) 25 mg kadar villus aspire edilir. Analizde
olarak kullanılır. Bu prob daha sonra ilgili DNA’nın orijinini belir­ hatadan kaçınmak için villus örneğini plasentanın maternal kıs­
lemek içir! normal metafaz kromozomu ile hibritlenir. Aynı zaman­ mından almamaya dikkat edilmelidir. Örneğin çoğu (CVS örneğin­
ca otijini bilinmeyen kromozom duplikasyonlarını veya markır deki mezenşim hücreleri) enzimatik olarak parçalanır ve amniyon
: loniozoml.ırı tanımak için de bundan faydalanılır. sıvısı hücrelerindekine benzer şekilde kültüre edilir. Bununla bir­
Kıiı }i!(tp ıı mulı y e n im h ib rid iz a sy o n u (CGH) ilgili örneğin sa- likte, villusun dış tabakasındaki hücreler - sitotrofoblastlar - aktif
■ İJNA ‘ , 1 mevcut olduğunda kullanılabilen bir yöntemdir. İlgili olarak bölünür ve doğrudan analiz edilebilirler. Böylece bu hücre­
•'.inekten ,;,lcn Initüu DNA bir renkle (örneğin yeşil) ve normal lere doğrudan kolşisin ilave edildiğinde 24-48 saat içinde bir sonuç
oııiıol UNA bineği diğer bir renkle (örneğin kırmızı) işaretlenir. elde edilebilir. Bu işlemlerle elde edilen bulgular fötustan geldiği­
io m t.il' . ş u miktarda karıştırılır ve normal metafaz kromozomları ne daha çok güvenildiğinden kültüre edilmiş mezenşim hücreleri­
e bitil iiieııir. Kırınızı-yeşil oranı ilgili DNA’nm ne kadar arttığı ya nin analiziyle doğrulanmalıdır.
m kaybolduğunu belirleyen bilgisayar programı ile analiz edilir, P erk ıttan k ort k an ı ö r n e k le m e s i (PUBS) gebeliğin ikinci ya da
on yöntem özellikle sitogenetik analizlerin mümkün olmadığı tü- üçüncü trimesteri esnasında fötal kan elde etmek için kullanılan bir
:iıtr vakalarının analizlerinde yararlıdır. yöntemdir. Sitogenetik çalışmalarda kullanılan kan örneğini alma­
b i b e r F IS H çok çeşitli yöntemlerden birini kullanarak kromo- yı sağlar, sonuçlar örnek alındıktan 48 saat içinde elde edilir. PUBS
oınları mekanik olarak geren bir tekniktir. Fiber FISH geleneksel ultrason klavuzluğunda gerçekleştirilir. Çoğunlukla geç ikinci tri­
ı ISlFe göre daha yüksek çözünürlüklü analiz ve özgün probun mesterde ultrason anormallikleri gözlendiğinde yapılır. PUBS aynı
kromozomdaki yerleşimi hakkında daha doğru bilgi sağlar. zamanda amniyosentezde elde edilen mozaizm gibi sonuçların
PRENATAL T E Ş H İS T E SİTO G EN İK T E S T (Konu 6 8 ’e de açıklığa kavuşturulmasında kullanılır.
bakınız) Prenatal teşhis çalışmalarının çoğu, bir kromozom anoma­
lisini dtşlamak için yapılır, fakat biyokimyasal çalışmalar ve KROMOZOM ANOM ALİLERİ
DNA’nın moleküler analizleri için hücreler çoğaltılması da yapıla­
H Ü C R E BÖ LÜN M ESİN D E K R O M O ZO M LA R Kromozom
bilir. Prenatal teşhis için örneklerin elde edilmesinde Uç yönterri kul-
anomalilerinin etiyolojisini anlamak için kromozomların hücre bö­
hımlır: Amniyosentez, koryonik villüs örneklemesi (CVS) ve fötal
lünmesi esnasındaki hareketlerini gözden geçirmek önemlidir. So­
kan örneklemesi. A m n iyosen tez en sık kullanılan yöntemdir ve rutin
matik dokularda, kromozomlar hücre siklusunun S fazında replike
olarak gebeliğin 15-17. haftaları arasında yapılır, Bazı durumlarda,
olurlar, böylece replike olmuş her kromozom iki identik kardeş
daha az sıvı elde edilmesine rağmen daha çabuk sonuç elde etmek
kromatitten oluşmuştur (Şek. 66-1). Hücre mitoza girdiği zaman,
ıçiıı 12-14 haftalarda erken amniyosentez yapılır. Erken amniyosen-
46 kromozomun her biri sentromerleri ters taraftaki kutuplara yö­
ıcz. spontan düşük ve fötusun yaralanmasında daha fazla risk taşır
nelmiş olarak metafaz plağında dizilmişlerdir (Şekil 66-3). Anafaz-
bıkat gebeliğin daha erken safhasında sonuç alınmasını sağlar.
da, yavru hücreler 46 kromozomun her birinden bir kardeş kroma-
Amniyosentez çoğunlukla trizominin (aşağıya bakınız) en iyi
tid alacak şekilde ayrılırlar.
şekilde ilişkilendirildiği ileri anne yaşı düşünüldüğünde yapılır.
Kromozom ayrılması olgun yumurta ve sperm hücrelerinde
Amniyosenteze başvurmak için diğer sebepler anormal üçlü test
kromozom sayısı 46 dan 23 e inmesi gerektiğinden daha karmaşık­
bulgusu ve/veya anormal ultrason gözlenmesidir. Üçlü testte, insan
tır. Bu mayoz I ve II olmak üzere iki bölünme turu ile tamamlanır
koryonik gonadotropini, a-fetoprotein ve anne serumunda bağlan­
(Şek. 66-3). Mayoz I’de, homolog kromozomlar eş oluşturur ve ge­
mamış estriol düzeyleri ölçülür ve fötusta anne yaşma bağlı olarak
netik materyal değişimi yaparlar, daha sonra metafaz plâğında di­
trizomi 21 ve trizomj 18 riskini belirlemek için kullanılır. Spesifik
zilirler ve son olarak biri diğerinden ayrılır. Böylece mayoz I in so­
ultrason anormallikleri ikinci trimesterde gözlendiğinde, kromozo-
nunda, iki yavru hücrenin her birinde orijinal 46 kromozomun sa­
mal bozukluklarla da ilişkilendirilebilir. Nonspesifık ultrason anor­
dece 23 ü bulunur. Mayoz II hızlıca maypz I i takip eder ve esasen
mallikleri bulunduğu zaman, kromozom bozukluklarının belirlen^
"haploit mitoz" da denilen bu olay 23 kromozomun her birinin kar­
miş olan riski yaklaşık % 16’dır. Kromozom anomalileri ile spesifik
deş kromatiklerinin ayrılmasıyla olur.
tipte anormal ultrason bulguları arasındaki ilişkiler Tablo 6 6 -1 ’de
Dişi ve erkeklerde mayozun esasları aynı olmasına rağmen,
listelenmiş tir.
özellikle mayozun zamanlamasında çok önemli farklılıklar bulu­
K o r y o n ik v illu s ö r n e k le m e s i genetik prenatal tanı için ikinci en
nur. Erkeklerde, mayoz ergenlik (puberte) ile başlar ve bireyin ha­
sık kullanılan yöntemdir. Çünkü bu yöntem rutin olarak gebeliğin
yatı boyunca devam eder. Oositler mayoz I in birinci evresini geçi­
yaklaşık 8-10 haftalarında yapılır, anomalilerin daha erken belir­
rip fakat profazm ortalarında kaldığından, dişilerde mayoz prenatal
lenmesini ve istenirse gebeliğin daha güvenli biçimde sonlanması-
dönemde başlar. Doğumda, oositlerde birinci mayoz bölünme askı­
nı sağlar, CVS oransal olarak daha güvenli bir işlemdir (spontan
ya alınır. Ovülasyondan çok yıllar sonra oositler Mayoz Fi tamam­
düşükler < % 0.5-l). Çünkü bu işlem daha sonra uygulandığında (11
lar ve mayoz II nin metafaz evresine geçerler; eğer döllenme olur­
sa oositler ikinci mayoz bölünmeyi tamamlarlar. Bu demektir ki di­
r i ‘)Uı &<»-l Anormal LU.anım R ııfpıları .Sii/.ıııda Tu.ııınliinjıı Knmnı-
şilerde birinci mayoz bölünme en azından 10-15 yıl ve tamamlan­
om AJi oriîalüeriî’ in Sildi ği
mak için muhtemelen 40-45 yıl alır. Trisomi insidansınm anne ya­
Kromozom anomalileri (Frekans)
şı ile ilişkili olarak artması büyük olasılıkla hücre bölünmesindeki
Değişik çalışmalardaki bu ileriye atılma işleminin sonucudur.
Ultrason bulguları O rtalam a, % Dağılım, %
K RO M O ZO M A N O M A LİLER İN İN T İP L E R İ V E İNSİ-
DANSI Mayozda ya da erken evrelerdeki bölünmelerdeki hatalar
Anormal ultrason (nmıspesfık 16 13-35
Omfalosel 39 26-54 oldukça yüksek frekansta olur. Örneğin, bütün gebeliklerin en azın­
Kislik higrmııa 68 46-78 dan % 10 ila 25 i arasını anormal kromozomlu gebelikler oluşturur.
Konjenilal kalp hastalığı 30 8-40 Bunların büyük bir oranı gebeliğin çok erken evrelerinde sonlanır,
Koroid pleksus kisıi 5 4-10 Bununla birlikte, klinik olarak tanınan gebelikler arasında bile,
400 HI Gcıicuk •.« Hastalık bazı durumlarda doğuma kadar devam edebilirler. Bunların en iyi
belirlenenleri bir kromozomun kaybolması veya kazanılması ile
dengesiz translokasyonlar sonucu oluşan anomalileri de içeren sa­
yısal anomalilerdir. FISH ve diğer moleküler çalışmalar, m ik ro d e-
lesy o n s e n d r o m la r ı ve iz-sü rm e (im p rin tin g ) s e n d r o m la rı olarak da
bilinen iki yeni kromozom anomalisinin belirlenmesini sağlamıştır.
Sayısal Anomaliler Hemen hemen tüm sayısal anomali tipleri­
nin hepsi prenatal olarak ortadan kaldırılır, böylece canlı doğanlar
arasında sadece küçük olan ve az gen taşıyan otozomlar veya seks
kromozomlarına ait anomalileri taşıyanlar belli bir sıklıkta bulunur.
Klinik olarak bunların en önemlisi en çok Down sendromuna ne­
den olan trizomi 21 ’dir. Populasyonun anne yaşı yapısına dayanarak
ve prenatal tetkiklerin kullanılmasıyla trizomi 21 in insidansı 1/600-
1/1000 olarak belirlenmekte, bu da onu canlı doğan bireyler arasın­
da en sık rastlanan kromozom anomalisi yapmaktadır. Çoğu trizo­
miler gibi, trizomi 21 insidansı anne yaşı ile oldukça ilişkilidir, 20
yaşındaki kadınlar için oran yaklaşık 1/1500 canlı doğum iken, 45
ve üzeri yaştaki kadınlarda bu oran 1/30’a kadar yükselmektedir.
Trizomi 21 ’e ilave olarak, canlı doğumlarda sadece diğer iki
otozomal trizomi olan trizomi 13 ve 18 belli bir sıklıkta görülür.
Canlı doğumlarda trizomi 13 ve trizomi 18 için insidansı sırası ile
1/20.000 ve 1/10.000 dir. Yaşam süresi beklentisi normale yakın
olan trizomi 2 ’in aksine, trizomi 13 ve 18’in her ikisi de tipik ola­
rak yaşamm birinci yılında ölürler.
Üç seks kromozomu trizomisine - 4 7 ,X X X , 4 7 ,X X Y (K lin e ­
f e l t e r sen d rom u ) ve 47,X Y Y - yenidoğanlarda yaklaşık 1/2000 ora­
nında olacak şekilde oldukça sık rastlanılır. Bütün trizomilerden bu
üçü çok az fenotipik komplikasyonlar gösterir. Esasen, klinefeiter
sendromunda kısırlık hariç (Konu 335) öyle görünüyorki bu gibi
trizomisi olanların çoğu belirlenemeyecektir. 4 7 ,X Y Y durumunda­
ŞEKİL 66-3 Mayozda kromozom ayrılması. A. Mayoz I de (Ml) 23 çift
ki fazlalık kromozom küçüktür ve çok az gen taşımaktadır. Y-ye
kromozomun her biri kendi eşini ya da homoioğunu bulur, ve genetik
bağlı genlerin çoğu testiküler gelişim ve spermatogenez ile ilgilidir.
materyalini onunla değiştirir (rekombine eder). Metafazda, her bir ho­
molog çift ekvatoryal plakta dizilir; anafazda homolog çiftlerin her bi­ Böylece Y-ye bağlı genlerin dozaj dengesizliği, diğer gelişim iş­
ri kendi eşinden ayrılır. Böylece, Ml’in sonunda her bir yavru hücre, lemlerinde oransal olarak çok az etki yapar. 4 7 ,X Y Y genotipi uzun
her biri iki kardeş kromalitden oluşmuş olan 23 kromozom içerir. B. boyla ilişkilidir. Önceden varsayıldığı gibi cezalı populasyonlarda
Mayoz II de (Mil), her kromozom metafaz plağında dizilir ve anafaz­ bunun prevalansının artmasının antisosyal davrasnışta rolü olduğu
da kardeş kromatidler birbirinden ayrılır. Böylece Mll'nin sonunda, açık değildir.
her bir yavru hücre (örn. oosit veya spermatosit) her biri bir kardeş 47,X X X ve 4 7 ,X X Y koşullarında durum farklıdır- X kromozo­
kromatitten oluşan 23 kromozom içerir. Mitozda kromozomlar, bölü­ mu çoğu normal gelişim için gerekli olan 1000 den fazla gen içer­
nen somatik hücrelerin 46 kromozoma sahip olmaları hariç, Mll’de mektedir. O halde 4 7 ,X X X ve 4 7 ,X X Y olan bireyler dozaj denge­
yaptıkları gibi davranırlar, sizliğinin katastrofik sonuçlardan nasıl kurtulur? Yanıt X kromozo­
Mil hücrelerinde 23 kromozom olduğunu biliyoruz.
mu gen ekspresyonunun biyolojisinde yatmaktadır. Normal dişiler­
yaklaşık olarak fötusun % 10’u kromozom bakımından dengesizdir. de, somatik hücrelerde X kromozomunun biri inaktive olmuştur.
Farklı tipteki kromozom anomalilerinin oluşumu, klinik olarak ta­ Paternal veya maternal X kromozomu inaktivasyonu her bir soma­
nınan üç tip gebelik için; kendiliğinden düşükler, ölü doğumlar ve tik hücrede rastlantısal olarak olur ve böylece X -e bağlı genlerin
canlı doğumlar, Tablo 66-2 de özetlenmiştir. En çok rastlanan ano­ çoğunun erkek ve dişilerde eşit eksprese olmasını sağlar ve dozaj
maliler fötusta ilave (trizom i) veya eksik (m o n o z o m i) bir kromo­ telafisi mekanizması olarak iş görür. İnaktivasyon olayı gelişmenin
zom veya ilave bir (trip lo id i) veya iki (te tr a p lo id i) kromozom seti­ blastosist evresinde meydana gelir; bundan önce her iki X kromo­
ni içeren sayısal anomalilerdir. En önemli klinik kromozom bo­ zomu aktifidir. İlaveten, germ hücreleri için inaktivasyon kuralları
zukluklarının çoğu yapısal yeniden düzenlenmeleri içerdiği halde somatik hücreler için olandan farklıdır, dişi germ hücrelerinde her
yapısal kromozom anomalileri daha az görülür (aşağıya bakınız). iki X kromozomu aktif kalır, halbuki erkek germ hücrlerinde X
Oldukça sık rastlanılan anomali, kendiliğinden olan düşüklerin kromozomu inaktiftir. Ayrıca X -e bağlı genlerin hepsi inaktif değil­
yaklaşık %25 inde ve yeni doğanların % 0.3 ünde gözlene trizomi- dir. X kromozomunda bulunan genlerin bazıları inaktivasyon me­
dir. Bütün kromozomlardaki trizomiler şimdi embriyoda ya da fö­ kanizmasından kaçar ve her iki X kromozomundan ekprese olurlar.
tusta belirlenmektedir, fakat değişik kromozomlardaki frekansı Klinefelter sendromu gibi bozukluklarda, bazı genler fenotipik
dikkate değer derecede farklılık gösterir. Örneğin, trizomi 16 olan- anomalilerle sonuçlanacak şekilde her iki X kromozomundan eksp­
ğanüstü sık görülüp spontan düşüklerdeki trizomilerin 1/3 ünün se­ rese olabilirler. Klinefelter sendromlu bireyler küçük testislere, hi-
bebi olurken, trizomi 1, 5, 11 ve 19 daha az sıklıkta görülmektedir. yalinize seminifer tübüllerine ve azospermi ve ya ağır oligospermi-
Elde bulunan deliller bu çeşitliliğe iki sebep göstermektedirler; (1) ye sahiptir (Konu 335). Testosteron düzeyleri değişken olarak azal­
bazı kromozomlar (örn, kromozom 16) mayozda diğerlerine göre mıştır ve genelde jinekomasti ve hadımsı (eunuchoidal) vücut oran­
daha çok anormal kromozom ayrılması veya nondisjunction göste­ larına sahiptirler. Bazı bireylerde antisosyal davranış ve hafif zihin­
rirler; ve (2) gelişme için potansiyel, farklı trizomik koşullara göre sel kusurlar görülür. 47,X X X genotipli dişiler büyük olasılıkla ha­
değişir, bazıları gebeliğin erken evrelerinde ortadan kaldırılabilir fif zihinsel kusurlu olurlar ve kısmi kısır olabilirler. Bu özelliklere
diğerleri gebeliğin klinik olarak tanınmasına kadar yaşarlar ve ba­ rağmen, seks kromozomu trizomileri otozomal kromozom anöplo-
zıları da (örn. trizomi 13, 18, 21 ve seks kromozomu trizomileri) idileri ile karşılaştırdığında nispeten küçük fenotipik komplikas­
doğuma kadar yaşayabilirler. yonlara sebep olurlar.
K RO M O ZO M SEN D RO M LA RI Çoğu kromozom anomali­ Kural olarak monozomik olanlar fötal evrede ölürler ve sonuç­
li gebelikler daha uterusta iken sona erdikleri halde (Tablo 66-2) ta otozomal monozomiler sadece spontan düşüklerde çok seyrek
•(.'Mİ* •uuıılm ve canlı doğan bireyler arasın- ■u-kiı (ü .‘FUitıe î.vr:iTînuı/il) V:î<im;îU5'c; mili O/ı
'ı im - inç \<<klur. Esasen. canlı olarak doğan p'ınıı v Frekansı
: k ıııcmo/omi Turner scnılmmuııa sebep olan Anomali Frekansı
i ı X dıınnmıdm. 15.X kromozom yapısı
Kromozom Spontan Termde Yaşama
'. i ; mi/ olarak oldukça yüksek oranlarda orta­ Anomalisi Düşük Ölü Doğum Canlı Doğum İhtimali, %
ca sıkar. Imhin gebeliklerde en azından % l - 2
m umuda olııılar. 45,X gebeliklerinin %99 Trizomi, 25.1 4.0 0.3 5
+13, 18,21 4.5 2.7 0.14 15
undan ı'a,•lasında spontan olarak düşük görü-
+16 7.5 0
•ar, t ) b.ılde. 45.X kromozom yapısıyla doğan Seks kromozomu monozomi 8.7 0.1 0.01 1
oiK-yier yaşayanların nadir bir grubunu tem- (45,X)
>1 çimekledirler. 45,X fenotipi hafiftir, çünkü Triploidi 6.4 0.2 0
s oyu X kromozomu genlerinin ikinci kopya- Tetraploidi 2.4 0
ı /.ıleıı normal olarak inaktiftir. Bununla bir-
Yapısal anormali 2.0 0.8 0.3 45
Total anomaliler 50.0 5.1 0.6 5
'ıhic. liııner sendromu kısırlık ve sekonder
eks gelişiminin başarısızlığı ile sonuçlanan gonadal disgeneziye altında yatan moleküler mekanizmalara ışık tutmaya başlamıştır.
•i'i-p olur. Diğer göze çarpan özellikler daha değişkendir ve şunla- Hepsinde değilse bile çoğu trizomiler genetik rekombinasyondaki
! ı kapsar: kısa boyluluk, kalın boyun, kalkan şeklinde göğüs; lenfo- değişikliklerle ilişkilidir. Bu, iki mayoz bölünmeden birincisi esna­
vm ; dirsekte taşıma açısı artması; kalp damar ve böbrek anomali- sında kromozomların genetik materyallerini karşılıklı değiştirdikle­
!rt ı; ve yüksek tansiyon, glukoz intoleransı ve otoimmün tiroit has- ri bir olaydır. Diğer organizmalarda, rekombinasyonla ilişkili Fizik­
i.ıliğimi karşı eğilimi (Konu 336), Kısmi delesyonlar, izokromozom sel bağlantılar veya kiazmaların Mayoz I de kromozomları bir ara­
X, yu da halka kromozom gibi X kromozomunun diğer birkaç de­ da tuttuğu bilinir. Bu mekanizmanın şimdi insanlar için de doğru
ğişik yapısal anomalileri de Turner sendromuna sebeb olabilir. olduğu bilinmektedir. Mayoz I deki ayrılamama, bazı vakalarda
45.X /46.X X , 4 5 ,X /4 7 ,X X X , 4 5 ,X /4 6 ,X Y ve diğer mozaizimler de homolog kromozomlar arasında rekombinasyonun başarısız olduğu
meydana gelebilir (aşağıya bakınız) ve Turner sendromunda görü­ düşük orandaki erossing-overe ve distal bölgelerde görülen karşı­
len l'cnotip spektrumuna katkıda bulunabilir. lıklı değişimlere bağlıdır. Rekombinasyon mayoz I de olduğundan,
Sayısal anomaliler mayozdan kaynaklandığından (Tablo 66-3), beklenmedik bir şekilde kromozom 21 deki maternal mayoz II ha­
•İkilenmiş olan bireyler tüm hücrelerinde eksik ya da fazla kromo­ taları, değişmiş rekombinasyona bağlıdır. Bu durumda özellikle
zomlara sahip olurlar. Çok az orandaki vakalarda, başlangıçta nor­ proksimal 21q deki rekombinasyonun etkisi azalacak şekilde değil
mal kromozom yapısına sahip olan bireyde erken safhada mitotik artacak şekilde olur. Bu tahminen mayoz II de saptanan hataların
•lyrılamama olayı meydana gelebilir. Alternatif olarak, bir embriyo­ esasen mayoz I deki olayların birikimi sonunda oluştuğunu işaret
nun bazı hücrelerinde normal bir kromozom takımında ’’normalleş­ etmektedir.
tirici" bir mitotik ayrılamama olayı meydana gelebilir. Her iki du­ Anne Yaşı ve Trizomi İleri maternal yaş ile trizomi arasında­
rumda embriyonun bazı hücreleri normal kromozom yapısına di­ ki ilişki konjenital kromozom anomalilerinde en önemli etiyolojik
ğerleri anöploid kromozom sayısına sahip bir m o z a ik olur. Fenoti- faktör olarak tartışılabilir. Yaşlan 25 in altında olan kadınlar arasın­
pik sonuçları tahmin etmek zordur, çünkü olay ayrılamama zama­ da klinik olarak tanınan gebeliklerin yaklaşık % 2 si trizomiktir;
nına ve farklı dokularda normal ve anormal hücrelerin dağılmasına ama 36. yaşla bu rakam % 10 a ve 42. yaşla % 33’e yükselir (Şek 66-
bağlıdır. Bununla birlikte mozaizmin sebeb olduğu klinik anomali­ 5). Maternal yaş ve trizomi arasındaki bu ilişki ırk, coğrafya ya da
ler mozaik olmayan bireylerdekinden ayırtedilemez; örneğin, bü­ sosyoekonomik faktörlere bağlı değildir ve muhtemelen tüm kro­
tün Down sendromu vakalarının yaklaşık % 5’i trizomi 21 mozaiz- mozomların dağılımını etkiler.
midir ve Turner sendromlu bireylerin hemen hemen % 1 5 ’i yukarı­ İlerleyen yaşın önemine rağmen, yaşlanmanın anormal kromo­
da tarif edildiği gibi değişik seks kromozomu oluşumları için mo­ zom dağılımına nasıl yol açtığı mekanizması hakkında hemen he­
zaiktir. men hiçbir şey bilinmemektedir. Yukarıda işaret edildiği gibi, anne­
Sayısal Anomalilerin Orijini ve Etiyolojisi Geçtiğimiz on yıl­ de mayoz I in tamamlanmasının dişilerde uzamasından (>40 yıl)
dan fazla bir süredir yapılan çok sayıdaki çalışmada çeşitli tipteki kaynaklandığı düşünülmektedir. Yukarıda belirtildiği gibi, genetik
kromozom anomalilerinin orijinini araştırmak için DNA polimor-
fizmleri kullanılmıştır (Şek.66-4). En kapsamlı incelenmiş olan tip­ ralılo 46-3 İnsan Trizoırıilcri ve Seks Kromozomu Monozomisi Orijini­
ler sayısal anomalilerdir (Tablo 66-3). Seks kromozomu monozo- nin Ebeveyn ve Muyolik/,Mitotik Evre Çalışmaları
misi çoğunlukla paternal seks kromozomu kaybının sonucudur. Bu O rijin, %
durum gebelik ister canlı doğum ister kendiliğinden düşükle sonuç­
Paternal M aternal
lansın, anomalinin paternal orijininin doğuma kadar yaşamasını et­
kilemediğini göstermektedir. 1 II I II Mitotik

Trizomiler parental orijin bakımından çok fazla varyasyon gös­ TRİZ O M İ


terirler. Örneğin, 4 7 ,X X Y ’lerin yaklaşık % 50 sinden fakat trizomi 2 28 - 54 13 6
13, 14, 15, 21 ve 22 vakalarının sadece % 5-10 undan, nadiren ve 7 - - 17 26 57
eğer var ise trizomi 16 daki fazla kromozomun kaynağından da pa­ 15 - 15 76 9 -

ternal ayrılamama sorumludur. Benzer şekilde mayoz evresinin ori­ 16 - 1 96 3 .

18 - - 33 56 11
jininde de dikkate değer derecede varyasyon vardır. Örneğin, ma­
21 3 5 67 22 2
ternal kaynaklı trizomiler arasında tüm trizomi 16 vakalarının hep­ 22 3 - 94 3 _

si I. mayozdaki hatalara bağlanabilir, bununla beraber trizomi 21 XXY 46 - 38 14 3


için vakaların 1/3 ü II. mayozdaki hatalara, trizomi 18 için vakala­ XXX - 6 60 16 18
rın çoğunluğu açıkça II. mayozdaki ayrılamamaya bağlıdır. Paren­ M o -ın / itrMİ
tal ve mayotik orijindeki varyasyona rağmen, maternal mayoz I
deki ayrılamama Irizominin en yaygın kaynağı gibi görünmektedir. X» 80 20

Moleküler çalışmalar, trizomi ve monozominin kaynaklarının “ Mozaik olmayan 45.X bireylere ait sonuçlar
A. Trizomi 21 in parental S. PWS'nin parental kaynağı tahmin edilir; bu spontan düşüklerin büyük çoğunluğu sadece trizo­
kaynağı mi 13, 18 ve 21 lerdlr ve seks kromozomu trizomilerinin de doğuma
kadar yaşayanları odukça çoktur.
ŞEKİL 66-4 Kromozom anomalilerinin orijinini belirlemek için DNA
teknolojisinin kullanımı. A. Kromozom 21 e özgü DNA polimorfizm tipe ayrılır: Robertson ve resiprokal. R o b e r ts o n y e n id e n d ü z en le n ­
analizi, trizomik bireyin 2 kromozom 21 ini annesinden birisini de ba­
m e le r i, iki akrosentrik kromozomun (kromozom 13, 14, 15, 21 ve
basından aldığını göstermektedir, bu demektir ki fazla olan kromo­
22) uzun kollarının iki kromozomun orijinal genetik materyalini
zom 21 oogenezdeki hatanın sonucudur. B. Prader-Willi sendromlu
(PWS) bir bireyde kromozom 15 e özgü DNA polimorfizminin kalıtı­ içerecek şekilde bir araya gelmesiyle kaynaşmış bir kromozom
mı. Etkilenmiş olan birey iki maternal kromozom 15 almış fakat hiç oluşturması şeklinde oluşan özel bir translokasyon sınıfıdır. Eğer
paternal almamıştır, böylece bireyin PWS nin yaygın nedeni olan Robertson translokasyonu dengesiz formda ise monozomik ve tri­
maternal uniparental dizomi 15 e sahip olduğu söylenir. zomik gebelik olur. Örneğin, Down sendromu vakalarının yaklaşık
%3 ü ekseriya 14. ve 21. kromozomlarda görülen dengesiz Robert^
«kombinasyondaki değişiklikler yaşa bağlı trizomiyi izah edebilir. son tipi translokasyonlara atfedilebilir. Bu durumda, etkilenmiş
Örneğin, trizomi 21 de «kombinasyon biçimleri genç ve yaşlı an­ olan birey bir yapısal olarak normal kromozom 14, 2 yapısal olarak
nelerin trizomik gebeliklerinde benzer şekilde değişmiş gibi görün­ normal kromozom 21 ve bir kaynaşmış kromozom 14/21 olmak
mektedir. Bunu akılda tutarak, iki belirgin basamak veya ’’isabetin’.1 üzere 46 kromozoma sahiptir. Bu etki kromozom 14 ün normal dip-
anne yaşı ile ilişkili ayrılamamada işe karıştığı önerilmiştir. Yaşla loit dozajına ve kromozom 21 in Down sendromu ile sonuçlanan üç
ilişkili olmayan birinci basamak, fötal oositte çabuk bozulan bir re- katı dozajına sebeb olur. Benzer şekilde, trizomi 13 sendromlu bi­
kombinasyon biçiminin oluşmasıdır; yaşa bağlı olan ikinci basa­ reylerin küçük bir oranı dengesiz Robertson translokasyonundan
mak metafaz I de çabuk bozulan bivalent yapının anormal oluşu­ dolayı klinik olarak etkilenmiştir.
mudur. Eğer bu model doğru ise, bu genç ve yaşlı kadınlarda ayrı- R e s ip r o k a l tr a n s lo k a s y o n la r tki kromozom arasındaki karşılık­
lamamanın oluşumunun aynı olduğu anlamına gelir, fakat belkide lı değişimdir. Bu durumda, dengesiz translokasyonlarla ilgili feno-
hücre döngüsü proteinlerinin ya da kardeş kromatitlerin çekimin­ tipik sonuçlar iki kromozom arasında değiştirilmiş olan materyalin
den sorumlu mayoz proteinlerinin parçalanmasının yaşa bağlı ol­ miktarını belirleyecek olan kırılma noktalarının yerine bağlıdır.
masından dolayı yaşlanma ile daha sık olur. Çoğu resiprokal translokasyonlar özgün kırılma noktası setleri içer­
Yapısal Kromozom Anomalileri Yapısal yeniden düzenlen­ diklerinden, herhangi bir durumda fenotipik sonuçları önceden be­
meler kromozomların kırılma ve yeniden birleşmelerini kapsar. Sa­ lirlemek zordur. Genel olarak şiddeti, dengesiz translokasyonlu bi­
yısal anomalilerden daha az oldukları halde, genetik danışma açı­ reylerde yok olan ya da fazla olan kromozom materyalinin mikta­
sından ayrı bir mücadele konusu ortaya çıkarırlar. Çünkü yapısal rıyla belirlenir.
anomalilerin sayısal anomalilerden farklı olarak, klinikte”dengeli’' Kromozomlar arasındaki yeniden düzenlemelerle birlikte, kro­
formları normal kişilerde bulunabilir fakat gelecek kuşağa kromo­ mozom içinde görülen yapısal anomalilere ait pek çok örnek var­
zom anomalisinin kalıtsal bir formu olarak ’’dengesiz” bir biçimde dır. Bunların en sık ve zararlı olanı, delesyonlarla oluşan kromo­
aktarılabilir. zom materyalinin kaybıdır. Çok iyi karaterize edilmiş iki delesyon
Yeniden düzenlenmeler farklı kromozomlar arasında karşılıklı sendromu, W olf-H irsch h orn sen d r o m u ve C r i-d u -c h a t sen d r o m u
materyal değişimini (tr a n s lo k a s y o n la r ) veya tek bir kromozomda­ olup, kromozom 4p ve 5p deki nispeten küçük kromozom parçala­
ki kayıp, kazanma veya yeniden düzenlemeleri (örn. d e le s y o n la r , rının kaybolması sonucu ortaya çıkarlar. Bununla birlikte, her biri
d u p lika sy o n la r, itıversiyon lar, h a lk a v e y a iz o k r o m o z o n ıla r) içerebi­ çoklu doğumsal anomaliler, gelişme geriliği, şiddetli gerilik ve kı­
lir. Özel klinik öneme sahip olan translokasyonlar temel olarak iki sa ömür uzunluğu ile ilişkilidir.
Mikrodelesyon Sendromla- 1,itsin ,-,6-4 ‘/avgın <Maı•ak iiiBaııIıiiVi,i Sîazı MskiV.iitîesynsı ve Miknidupiikas;[mî Scnrfrnmiart
11 H ıti)ik g e n se n d r o m la rı terimi
Yerleşim
tek ;;cıı hastalıkları koıııbiıuısyo-
Sendrom Sitogenetik Başlıca Özellikler imprinting Etkisi
ııııııu taklit eden hastalıklar için
kullanılır. Bunlar az sayıdaki sı­ Langer-Giedion 8q24.1 (del) Seyrek saç. ampul burun değişken Yok
kıca bir araya gelmiş olan genle- sendromu mental retardasyon
ı in delesyoım sonucu oluşur. Si- WAGR kompleksi 11 p l3 (del) Wilms tümörü, aniridia. Urogenital Yok
bozukluklar, mental retardasyon
togenetik olarak belirlenmek için
Beckwith-Wiedemann 1 İp 15 (dup) Makrozomia, makroglossia, omphalosöl Var, arasıra "paternal uni­
oldukça küçük olduklarından
sendromu parental dizomi” ile ilişkili
m ik r o d e le s y o n olarak isimlendi- (tekste bakınız)
nlirler. Moleküler tekniklerin Retinoblastoma 1 3 q l4 .ll (del) Fonksiyonel R B allelinin homozigot Anormal R B allelinin pater­
uygulanması bu mikrodelesyon kaybına bağlı Reünoblastoma nal olma olasılığı dah fazla
.•uHİromlarının en azından 18 ta­ olduğu halde, görünür bir
etki yok
nesinin belirlenmesini sağlamiş-
Prader-Willi sendromu 15ql 1-13 (del) Obesite, hipogonadism, mental retar­ Var; prototipik imprinting
Iır (Tablo 66-4). Daha yaygın* dasyon bozukluğu (tekste bakınız)
ohif.ık görülenlerin bazıları Angelman sendromu 15ql 1,13 (del) Ataksik yürüyüş Prader-Wili sendromu ile,
Wilms Tümörü - aniridia komp- prototipik imprinting bo­
t.'ksı (WAGR), MDS ve V CF zukluğu (tekste bakınız)
a-Talesemi ve menial 1613.3 (del) a-globin lokusu dahil 16p delesyonuna Yok
cmlromlarıdır. WAGR, mental
retardasyon bağlı a-talesemi ve mental retardasyon
.;erılik ve böbrek (Wilms tümö- Smith-Magenis 17p ll.2 (del) Brakisefali, orta yüz hipoplazisi, mental Yok
•tl), göz (anirida) ve ürogenital sendromu retardasyon
i-,tern dahil çoklu organ tutu­ Miller-Dieker sendro- 17pl3 (del) Dismorfık yüzler, lissenefali Yok
mluları ile karakterizedir. Sito- romu
Charcot-Marie-Tooth 17pll.2 (dup) Mikroduplikasyona bağlı gelişen nöropati Yok
•’/ııetik anomali, iyi bantlanmış
sendromu tip İA
kromozom preparatlarında tipik
DiGeorge 22ql 1 (del) Üçüncü ve dördüncü brankial yaylarda Yok
■daıak gözlenebilen kromozom sendromu/vdo- anomaliler
i 1 iıt kısa kolunun bir parçasının kardiofasıyal sendrom
* 11 (il 3) kaybıdır. Mental gerilik,
.«kilsiz yilz ve Lissensefali ile karakterize bir hastalık olan nımlanmış Charcot-Marie-Tooth tip 1A (CMT fA) mikroduplikas-
'•IDS'ile delesyon kromozom 17 dedir (17p l3). FISH kullanılarak yon sendromu da vardır. Bu geçmişte basit otozomal dominant bir
I /p delesyonları MDS hastalarının % 90 ıtidan fazlasında, izole lis- hastalık olarak kalıtıldığı düşünülen bir sinir iletim hastalığıdır.
•cnsefnli vakalarının % 2 0 siıulc belirlemiştir. Yeni moleküler çalışmalar, etkilenmiş olan bireylerin kromozom
Yaklaşık olarak 1/3000 yeni doğanda bulunan kromozom 22 17 nin küçük bölgesinin duplikayonu için (17pl 1.2-12) heterozigot
aut ur mı kolundaki delesyon (2 2 q ll) şimdiye kadar tanımlanmış olduğunu göstermiştir. Gen dozundaki artışın,' neden CMT 1A olu­
en yaygın ıntkındelesyondur, Burumla yaygın olarak ilişkilimmiş şumuna sebep olduğu lıeniiz açık olmadığı halde, kalıtım biçimi,
olan VCF sendromu, öğrenme bozuklukları ya da hafif mental ge­ ••.ikilenmiş nhm bireylerin yavrularının yarısının dtıplikasyon taşı­
nlik, damak kusurları, lıipoplastik aloe nasi ve uzun burun ve do- yan kromozomu aldıkları gerçeği ile açıklanabilir.
■jıımsal kalp bozukluklarıyla (konotrunkal bozukluk) ortaya çıkar. im printing (genetik İz sürm e) Hastalıkları Diğer iki mikro-
Mql l tlelesyonlu bazı kişiler şiddetli olarak etkilenmişlerdir ve li­ delesyoıi sendromu olan PWS ve AS ebeveyn orijini yada ’’imprin­
mits hlpoplazi, paratiroid hipoplazi ve konotrunkal kalp hastalıkla­ ting’' etkisini gösterir. Kromozom 15 in sitogenetik olarak belirle­
rına sebeb olan üçüncü ve dördüncü solungaç yaylarının gelişme­ nebilen delesyonlannm PWS li hastalardaki oranının AS filerdeki
sinde anormallik bulunan D iG e o r g e se n d rom u n u temsil ederler. Bu kadar olduğu uzun yıllardır bilinmektedir. İki şendromutı klinik be­
vakaların yaklaşık % 30 unda 22ql l deki delesyon yüksek rezolüs- lirtileri birbirine benzemediği için bu, ilginç gibi görünmektedir.
yon bantlama ile saptanabilir, geleneksel sitogenetik taramayla, PWS şişmanlık, hipogonadizm ve hafiften orta dereceye kadar de­
FISH ve moleküler teşhis teknikleriyle (örn. Southemblot veya po- ğişen mental gerilikle karakterize olduğu halde AS mikrosefali, yü­
limer zincir reaksiyonu analizi) bu oran >% 90 lara çıkar, İlave ça­ rüme bozukluğu, nöbetler,uygunsuz gülme ve şiddetli mental geri­
lışmalar, belirtisi olmayan konotrunkal hastalıklı kişilerde 22ql 1 likle ortaya çıkar. Bu hastalıkların patogenez'ı ile ilgili yeni görüş­
delesyonunun hayretedilecek kadar yüksek frekansta olduğunu ler, hangi fenotipin görüleceğini delesyonün parental orijininin be­
göstermiştir. 2 2 q ll delesyonlü kişilerin yaklaşık % 10 u bunu ben­ lirlenmesinin sağlayacağını ortaya atmıştır: eğer delesyon paternal
zer delesyona sahip bir ebeveyninden almıştır. ise sonuç PWS, halbuki delesyon maternal ise sonuç A S’dir (Şek.
S m ith -M a g en is sen d rom u Kromozom 17 nin kısa koluna yer­ 66- 2).
leşmiş bir mikrodelesyon sonucu olur (1 7 p ll.2 ). Etkilenmiş olan Bu senaryo, bütün PWS ve AS 1i bireylerin kromozm 15 deles-
bireyler mental gerilik, şekilsiz yüz özellikleri, geç konuşma, peri- yonunu ölgesinin taşımadıklarının anlaşılmasıyla daha da karma-
feral nöropati ve davranış bozukluklarına sahiptir. Bu bulgulan te­ şıklaşmıştır. Bu tip bireyler için yine kromozom 15 parçasının pa­
yit etmek için uygun FISH bulunmasına rağmen, bu delesyonların rental orijininin çok önemli bir belirleyici olduğu ortaya çıkar. Ör­
çoğu sitogenetik analizlerle saptanabilir. Aksine, bir kromozom neğin, delesyonsuz PWS hastalarında her zaman iki maternal kro­
7(7ql 1.23) mikrodelesyonu olan W illiam sen d rom u , standart ya da mozom 15 varken hiç paternal kromozom 15’u yoktur [maternal
yüksek rezolüsyonlu analizlerle teşhis edilemez; sadece FISH ve uniparental dizomi (UPD)], halbuki bazı delesyonsuz AS hastaları
diğer moleküler yöntemlerden yararlanarak saptanabilir. William için tam tersi doğrudur (parental UPD). Bu en azından kromozom
sendromu elastin geninin bir delesyonudur ve mental gerilik, dis- 15 üzerindeki bazı genlerin ebeveynin kromozoma katkısına bağlı
morfik özellikler, sürü davranışı kişiliği, erken yaşlanma ve do­ olarak farklı eksprese olduklarını göstermektedir. Aynca buradan
ğumsal kalp hastalığı (çoğunlukla supravalvular aort stenozu) ile normal fötal gelişim için bir maternal ve bir paternal kromozom 15
karakterizedir. in varlığının gerektiği sonucu çıkmaktadır.
Mikrodelesyon sendromlarına ilaveten, şimdi en azından iyi ta­ PWS vakalarının yaklaşık % 7 0 ’i, 15ql 1-15 ’in paternal deles-
404 71
D o n a ld R . J o h n s

yonundan dolayı olur, halbuki % 25'i maternal uniparental dizomi-


ye bağlıdır ve yaklaşık % 5 ine kromozom 15 in imprinting merke­ A .,t MITÖKONDRİA.L GENETİK
zindeki mutasyonlar sebep olmaktadır. AS olgularının %75 i mater­
K j BOZU K L V X L A R1N NEDEN
nal delesyonlara bağlı iken sadece % 2 si paternal uniparental dizo-
miye bağlıdır. Geri kalan olguların tümüne imprinting mutasyonla-
: OLDUĞU HASTALIKLAR
Mülkiye Kasap, Halil Kasap, Belde Kasap
nnın (% 5) veya AS ile ilişkili genlerden birisi olan U B E3A genin­
deki mutasyonların sebep olduğu belirtilmektedir. UPD olgularına
Mitokondriyal bozukluklar yaşlanma kadar, bazı metabolik ve nö-
çoğunlukla trizomi 15 le sonuçlanan mayotik ayrılamama sebep ol­
rodejeneratif hastalıklarda da rol oynamaktadır. Hemen hemen bü­
maktadır, hemen bunun arkasından normalleştirici bir mitotik ayrı-
tün organ sistemleri oksidatif metabolizmayı kullandığından mito­
lamama ("trizomi kurtarma") olursa bu olgular ikisi aynı ebeveyn­
kondriyal hastalıklar çok yönlü klinik belirtilere sahiptir. Klinik
den gelen iki kromozom 15 e sahip olurlar. U BE3A kromozom 15
özellikler merkezi ve periferik sinir sistemi, göz, kas, böbrek ve en­
in kritik bölgesindeki tek bilinen maternal olarak iz sürülmüş (imp­
dokrin organlar gibi yüksek enerji gerektiren dokularda sık sık or­
rinted) gendir. Bununla beraber Z N F 1 2 7 , IP W . SN R P N . SN U RF.
taya çıkar. Mitokondri hastalıklarının.başlama yaşı, biçimi ve kli­
PAR1 ve PARS dahil çok sayıda paternal olarak iz sürülmüş genler
nik seyri nukleus genomununkinden belirgin olarak farklı olan mi­
veya eksprese olmuş dizi alanları (EST) tanımlanmıştır.
tokondri DNA’sının (mtDNA) replikasyon mekanizması nedeniyle
PWS ve AS de gözlendiğin biçimde davranan kromozomal böl­
değişiktir. Birçok mitokondri hastalığında maternal kalıtım biçimi
gelere iz sürülmüş (imprinted) denilmektedir. Bu olgu farklı kro­
karakteristiktir, çünkü mtDNA oositlerle aktarılır. İlk mutasyonun
mozomlardaki belli genlerin farklı ekspresyonu ile ilgilidir. Kro­
tanımlandığı 1988’den bu yana, yüzlerce farklı mtDNA mutasyonu
mozom 11 imprinted bölgeli olanlardan birisi olmalıdır, çünkü
tanımlanmıştır.
Beckwith-Wiedemann overgrowth sendromlu kişilerin az bir kısmı
M İTO K O N D Rİ DNA’SININ YA PI V E FO N K SİYO N U Sa­
bu kromozomun 2 paternal kopyasına sahip olduğu fakat hiç mater­ yısı dokunun enerji gereksinimi ve fonksiyonuna bağlı olmak üze­
nal kopyasına sahip olmadığı bilinmektedir. re, çoğu hücreler yüzlerce mitokondriye sahiptir. Mitokondriler
kendi ekstrakromozomal DNA’sını taşıyan tek hücre organelidir.
KANSERDE EDİNİLMİŞ KROMOZOM İnsan mtDNA’sı küçük (16.569b ç), çift iplikli ve halkasal bir mole­
kül olup 4 farklı biyokimyasal oksidatif fosforilasyon kompleksi­
ANOMALİLERİ
nin 13 protein alt birimini kotlar. mtDNA aynca bu proteinlerin int-
Doğuşta mevcut olan yapısal sitogenetik kromozom anomalilerine
ramitokoıidriyal translasyonu için gereken 24 yapısal RNA’yı (2 ri-
ilaveten, yaşamın daha sonraki evrelerinde somatik kromozom de­
bozomal RNA ve 22 transfer RNA) da kotlar. Kotlanmayan D
ğişiklikleri edinilebilir ve bunlar sıklıkla malign durumlarla ilişki­
(Displacement =yerdeğiştirme) ilmeği transkripsiyon ve replikas-
lidir. Yapısal değişikliklerde olduğu gibi, somatik değişiklikler de
yonu kontrol eden regülatör bölgedir, mt DNA mutasyonlan her
açık olarak kromozomal materyalin kaybı (delesyon veya kromo­
zom kaybına bağlı), materyal kazanımı (duplikasyon veya kromo­ tipteki mitokondri geninde bulunur (Şek. 67-1).
zom kazanımı) ve DNA dizisinin yeniden yerleşmesi (translokas- Mitokondriler muhtemelen bağımsız bir organizmadan gelerek
yon) şeklindedir. Bu kromozom değişiklikleri kanser genlerinin üç hücrenin içine simbiyotik olarak dahil olmuştur. Sonuç olarak mi­
ana kategorisi ile ilişkilendirilebilir: (1) hücre bölünmesini baskıla-, tokondriler, DNA’smın replikasyon, transkripsiyon ve translasyo-
yan tü m ör s ü p re sö r ı g e n le r silinebilir; (2) hücre bölünmesini akti- nunu nükleer DNA’dan bağımsız olarak yapar. Bununla beraber,
ve eden o n k o g e n le r duplikasyon, amplifıkasyon ve translokasyon- hücresel ve mitokondriyal fonksiyon birbirine bağımlıdır. Nükleer
la aktive olabilir ve (3) DNA ta m ir g e n le r i somatik hücrelerden si­ DNA tarafından kotlanan proteinler oksidatif fosforilasyonla da il­
linebilir, böylece ilave DNA hasarı birikimine yatkınlık oluşılr. Si­ gilidir ve mitokondrinin yapı ve fonksiyonu için gerekli sayısız
togenetik değişiklikler özellikle (İ) lösemilerde, örneğin CM L de makromoleküler bileşikler (örn, mtDNA replikasyonu, transkripsi­
[t(9;22)(q 34.1;q ll.2)] Filadelfıya kromozom translokasyonu ve (2) yonu ve translasyonu) mitokondriye sitoplazmadan taşınır-
lenfomalarda, örneğin, Burkitt M YC translokasyonlarında [t(8;14) Oksidatif fosforilasyon ve enerji gerektiren hücresel olaylar
(q24;q32)] çok iyi çalışılmıştır. Bunlar ve diğer translokasyonlar ta­ için adenozin trifosfat (ATP) üretimi mitokondriyonların başlıca
nı. sınıflama ve prognoz için yararlıdır. Sitogenetik değişiklik ana­ görevidir. Mitokondri fonksiyonundaki değişiklikler üç ana meka­
lizlerinin bazı solid tümörlerde de yararlı olduğu kanıtlanmıştır. Ör­ nizmayla hastalık patogenezine sebep olurlar: (1) mutasyonlar ok­
neğin, Wilms tümöründeki karmaşık karyotip, medülloblastomada- sidatif fosforilasyonu bozduğunda ATP oluşumundaki azalma; (2)
ki diploidi ve meme kanserindeki Her-2/neu amplifıkasyonu zayıf DNA, protein ve yağlara hasar veren OH-serbest radikallari ve
tanı işaretleridir. Malignitelerin genetik temeli, germline ve soma­ H2 O2 gibi reaktif oksijen türlerinin açığa çıkarılması; ve (3) mito-
tik kromozom değişiklikleri de dahil ileride Konu 8 1 ’de tartışıl­
kondriyonlar, kaspaslar (caspases), sitokrom-c ve apopitoz başlatı-
maktadır.
cı faktör gibi hücre ölümünü uyaran faktörler salgıladığında apopi­
toz yolunun çalıştırılması,
A b LİÜÜKÂİ’YA mtDNA’mn bazı özgün özellikleri onu mutasyonlara karşı has­
GELEHRTER TD et al (eds): Principles of Medical Genetics. 2d ed. Baltimore. sas hale getirir ve hastalıklardaki rolüne katkı yapar. Örneğin,
Williams & Wilkins. 1998
mtDNA’da intronlar yoktur (bu durumda rasgele bir mutasyon, ço­
GERSEN SL, KEAGLE MB (eds): The Principles of Clinical Cytogenetics. Toto-
wa. NJ. Humana. 1999 ğunlukla kotlanan DNA dizilerini vurur) veya koruyucu histonlar
JAMESON JL (ed): Principles o f Molecular Medicine. Totowa. NJ. Humana. 1998 yoktur ve mükemmel olmayan bir DNA tamir sistemine sahiptir ve
MITLEMAN F: Catalog of Chromosome Aberrations in Cancer. 6th ed. New York. oksidatif fosforilasyonla ortaya çıkan serbest oksijen radikallerine
Wiley. 1998
maruz kalır. mtDNA’mn nükleer DNA’ya göre 10 defa daha hızlı
NICHOLLS RD et al: Imprinting in Prader-Willi and Angelman syndromes. Trends
Genet 14:194. 1998 mutasyona uğradığı tahmin edilmektedir.
R1MOIN DL et al (eds): Emery and Rimoin's Principles and Practice of Medical Önemli bir husus da mtDNA’mn kesinlikle m a te r n a l o l a r a k k a -
Genetics. 3d ed. New York. Churchill Livingstone. 1996 lıttlm ası ve rekombinasyona girmemesi ve sonuçta mtDNA mutas-
SCRIVER CR et al (eds): The Metabolic and Molecular Bases of Inherited Disease.
yonlarının anne soyu boyunca ardışık olarak birikmesidir. Bu özel­
8th ed. New York. McGraw-Hill. 2001
STUMM M et al: Molecular cytogenetic techniques for the diagnosis of chromoso­ likler mtDNA dizisindeki varyasyonları, adli tıpçı ve evrimsel bi­
mal abnormalities in childhood disease. Eur J Pediatr 158:531.1999 yologlar açısından bulunmaz birer araç durumuna getirir. Her bir
f>7 Vlitokondrial Genetik Rozukluklann Neden Olduğu... 405

mutasyonlannın çoğu homoplazmiktir. mtDNA mutasyonlan mtDNA


genlerinin her birinde bulunmuştur, fakat tRNA mutasyonlan şiddetli
multisistemik mitokondriyal ensefalomiyopati fenotiplerinde daha
fazladır; protein kotlayan gen mutasyonlan kalıtsal Leber optik nöro-
patisinde (LHON) daha fazladır. 12S ribozomal RNA genindeki bir
nokta mutasyonu, kendiliğinden olan ve aminoglikoza bağlı olarak ge­
lişen duyu siniri sağırlığının her ikisi ile de ilişkilidir (Şek. 67.1).
mtDNA ve klinik fenotip arasında, tanımlanmış bir sebep-sonuç
ilişkisi kurmak çeşitli sebeplerden dolayı çok zordur: (1) mtDNA ol­
dukça polimorfiktir, (2) faiklı mutasyonlar aynı fenotipi ya da aynı
mutasyonlar farklı fenotipleri ortaya çıkanrlar ve (3) epigenetik fak­
törler klinik belirtileri etkileyebilir.
KLASİK MİTOKONDRİYAL ENSEFALOMİYOPATİ F E ­
NOTİPLERİ Anormal mitokondri morfolojisi, biyokimyası veya ma­
ternal kalıtım biçiminden dolayı çoğu hastalıklar geçici olarak mito­
kondriyal bozukluklar olarak sınıflandırmışlardır. Hastalıkla ilgili
mtDNA mutasyonlan şimdi tanı kriteri açısından önemlidir. Her klasik
mitokondriyal ensefalomiyopati fenotipinin belirgin klinik özellikleri
olmasına karşın (Tablo 67-1) bunların her biri çoğu klinik ve laboratu-
var özellikleri de paylaşırlar (Tablo 67-2 ve 67-3).
Mitokondriyal Miyopati mitokondriyal miyopati eksersize karşı
dayanıksızlılık^ kendini gösteren kalicı proksimal zayıflıkla karakte-
rizedir. Yorgunluk ve hafif kuvvetsizlik göze çarpan klinik özellikler­
K o m p le ks-V genleri dir, fakat mitokondriyal etiyoloji diğer nörolojik, somatik veya labora-
R ibozom al RNA genleri tuvar bulgulanyla değerlendirilir. Frank rabdomiyolizi seyrektir. Elekt-
•**•1 (ATP sentaz)
romiyografi irritasyona neden olmayan bir miyopati olduğjınu belirtir
K om pleks-V genleri
J Transfer RN A genleri
(sftokrom -C oksldaz)
ve serum keratin kinaz çoğunlukla normal veya hafif yükselmiştir. İs­
kelet kası biyopsisi anormal mitokondri bölünmesini gösterir ve ”pür-
Kom pleks-I genleri iTTTmi K om pleks III genleri tüklü kırmızı fibriller" oksidatif fosforilasyondaki şiddetli biyokimya­
(NAÖH dehldrogenaz (ubiquinol: silokrom -C
sal bozuklukların histolojik olarak belirleyicisidir. Mitokondriyal mi-
o ksldorediüktaz)
yopatide, büyük mtDNA delesyonlan ve çeşitli mtDNA nokta mutas­
yonlan oluşur.
3EKİI. 67-1 İnsan mitokondri DNA'stnm vs on çoK göze çarpan pa- Kronik İlerleyen Eksternal Oftalmopleji (CPEO) Ptozis, oftal-
!ö|*hik mutaayoniarmm îtmutlik diyagramı, Yapısal va protein kotla­
mopleji ve ekstremde miyopatisi CPEO yu karakterize eder. Diğer kli­
man panterdeki nokta m oiatyoftivı. kllmk tenotipf v * mıdnsyım ımk*
nik özellikler (Tablo 67-2) mitokondriyal hastalıklara özgü laboratuvar
■wjtKtinln yad ite birlikte naif# içmd* gönterilmif ı)f. Kalın yay, *ı/untu*
in 5 kij «tan an ynygm tak tteteaybnun yarin) ya rtaJıtenln dışindakl 'm/ııklııklatl ile birlikte de olabilir (Tablo 67-3). CPEO’lu hastalar dü-
•o t* yayUtf.. yokfc* «jMaayratlW If #r*ti wtorter, M K IW , kır* etmııi* Kırmızı lifli anormal iskelet kası biyopsilerine ve ultrasütrüktü-
*r*t «te atatepMi M # L A *. rnKokuKlitya) *ı**tefctrHyopii* ıcl değişikliklere sahiptir. CPEO ile ilişkili olarak ilave merkezi ve so-
»r lü >| (l iMİtftte * » te ft» lw » w n olgular, LHÛN, kabar kakteal optik ırtatik sinir sistemi bulgulatma sahip olanlar ”CPEO-plus” sendromu
tfİM İp lfc fKAftft « * M l *# r*#nitte lügmontosa; Loigh olarak bilinirler. Keams-Sayre sendromu CPEO ve atipik pigmenter
kafctiat h**w*$t ( jç h m dan «t/nte -tdapte b ilm iş tir.) retinopati ile karakterize ve 20 yaştan önce başlayan CPEO-puls’ın bir
alt gmbudur; yardımcı özellikler yükselmiş serebrosipinal sıvı prote­
ıHttoknnttfl 2- Ut tmÜNA molekülü vc her bilere çok sayıda mito- ini, ataksiya veya kalp bloğudur,
kıniıtrı içerir (pdliplazıtıi), Mendel genetiği karşıtlığına rağmen, CPEO lu hastaların çoğu, mtDNA da moleküler genetik yön­
miıokondfiyal genetiği populasyon genetiği ilkeleri yönetir. Yeni temlerle doğru olarak belirlenebilen büyük, tek delesyonlara sahip­
bir mtDNA mutasyonu olduğunda, hücreler başlangıçta normal ve tir. Bununla birlikte, hemen hemen bütün tek mtDNA delesyonlan
mutant DNA dizilerini birlikte bulundurur-bu durum heteroplazmi sporadik olarak ortaya çıktığından, DNA kaynağı olarak iskelet ka­
- ılarak bilinir- bu da aksi halde ölümcül ve hastalığa sebep olacak olan sı gerekir. Pigmenter retinopatinin varlığı şiddetle, bir delesyonun
mutasyonlann devamını sağlar. Tamamiyle normal veya tamamen mu- varlığını işaret eder. Replikasyon esnasmda rekombinasyon ve kay­
lant mtDNA’nın birlikte bulunmalan homoplaztni olarak bilinir. Hüc­ ma olasılığı olduğu halde, DNA delesyon mekanizması bilinme­
re bölünmesi esnasında, replikatif dağılım (segregasyon) denen olayla mektedir. Çoğu delesyonlann birleşme noktalan, bütün delesyonla-
ıııitokondriyonlar, yavm hücrelere eşit olmayacak şekilde paylaştırılır; rın yaklaşık % 25 inden sorumlu olan "sıcak nokta” denen 13 nuk-
sonuç olarak mutant ve normal mtDNA moleküllerinin oranı değişebi­ leotidlik tekrarlar dahil direkt tekrar dizilerine sahiptir. Yaklaşık
lir. Seleksiyon baskısı moleküler, hücresel ve organizma düzeyinde et­ olarak delesyonlann yansı diğer direkt tekrarlarla ilgilidir, _ ü ise
kilidir. Zararlı fenotipik ekspresyon olması için gerekli mutant
mtDNA'nın kritik oranı eşik etki olarak bilinir. Bu oran, oksidatif arz T a b lo 6 7 -l M itokondriynl H a sta lık la rın Seili Baştı N örolojik B elirtileri
ve talepteki hassas dengeye bağlı olarak kişiler arasında, organ sistem­
leri ve belli bir doku içinde farklılık gösterir. Hücre bölünmesi esnasın­ Hastalık Nörolojik Belirtiler
da mitokondriyonlann yavm hücrelere eşit olmayan bir biçimde akta­
Kronik ilerleyici eksternal oftalmopleji Oftalmopleji
rılmasının eşlik ettiği, mtDNA ayrılmasındaki bu özellikler mitokond-
Mitokondriyal miyopaü Miyopati
riyal hastalıklardaki fenotip farklılığının temelini oluşturur.
Mitokondriyal ensefalomiyopaü, laktik asidoz Felç-benzeri nöbeder
MİTOKONDRİYAL DNA MUTASYONLARI Şiddetli, ölüm­ ve felç-benzeri nöbeder
cül derecede oksidatif fosforilasyon azalmasına sebep olan mtDNA Pürtüklü Kırmızı Fibrilli Miyoklonik epilepsi Miyoklonus, epilepsi
mutasyonlan -büyük yapısal bozukluklar veya yapısal RNA’lardaki Nöropati, ataksi ve retiniüs pigmenlosa Nöropati, ataksi, reti­
nokta mutasyonlan gibi- sadece heteroplazmik ise yaşayabilir. Aksine, nitis pigmentosa
protein kotlayan genlerdeki hafif, missens (yanlış anlamlı) mtDNA Leber herediter oplik nöropati Optik nöropati
406 yopatilerde sık rastlanan nörolojik ve laboratuvar özellikler görü­
lür. Anne akrabaları asemptomatik olabilir veya karakteristik ola­
.''Osio 67-2 MjfıjkemJriy'iî Hastalıkların Klimk Özellikten rak "at yelesi" tarzında dağılmış lipomlar ve yüksek tansiyon dahil
kısmi klinik sendromlara sahip olabilir.
Nörolojik belirtiler Sistemik belirtiler
Seıısorinöral işitme kaybı Kalp iletim kusurları Nöropati, Ataksi ve Retinitis pigmentosa (N A RP), M aternal
Yotgunlukla giden miyopati Kardiyomiyopati O larak Kalıtılan Leigh Hastalığı NARP proksimal güçsüzlük,
Periferal nöropati Diabetes mellitus duyusal nöropati, gelişmede gecikme, ataksi, nöbetler, demans ve
ıvııyuKionus Yalancı hipoparatiroidizm retinadaki pigment bozukluğu ile karakterizedir. Anne tarafından
Myelopaü Kısa boyluluk kalıtılan bu hastalık ATPaz 6 geninin 8993. pozisyonundaki iki
Ataksi Pigmenter retinopati farklı heteroplazmik missens mutasyonla ilişkilidir. Yüksek oran­
Nöbeüer Laktik asidoz
daki aynı mutasyonlar maternal olarak kalıtılan Leigh hastalığında
Demans Fanconi'nin proksimal nefron
da görülür. Otozamal resesif Leigh hastalığı sitokrom c oksidaz ek­
bozukluğu
Vasküler başağrısı Glomerulopati sikliğinden olur ve buna sitokrom c oksidaz kompleksinin (komp­
Hepatik fonksiyon bozukluğu leks IV) biyogenezi için gerekli olan nukleusta kotlanan SURF1
Yalancı intestinal tıkanma proteininin eksikliği neden olur. NARP, M ELAS, M ERRF ve diğer
Lipomlar mitokondri hastalıklarına sebep olan mtDNA mutasyonlan kan ve­
Pansitopeni sideroblastik anemi ya kaslardan izole edilen mtDNA nın moleküler genetik analizle­
Psikiyatrik hastalık(depresyon)*li riyle halihazırda tetkik edilebilir,
L eber Kalıtsal Optik Nöropati LHON tipik olarak ağrısız,
belirgin olarak direkt tekrara sahip değildir. Çok az hasta kısmen
subakut, merkezi skotoma ve diskromatopsi ile oluşan bilateral gö­
duplike olmuş mtDNA molekülüne sahiptir, mtDNA delesyonu ve­
rüş kaybı ile kendini gösterir. Ortalama başlama yaşı 23 tür ve er­
ya duplikasyonu taşımayan çok sayıda hastada 3243. nukleotid po­
kekler kadınlara göre 3-4 defa daha fazla olarak etkilenirler. LHON
zisyonunda bir nokta mutasyonu bulunur.
diğer mitokondriyal hastalık fenotiplerine klinik olarak çok az ben­
Otozomal O larak Geçen Çoklu M itokondriyal DNA Deles-
zerlik gösterir. Bu anne kalıtım biçimi bazında ilk kez bu grup için­
yonları Klinik olarak değişik tip CPEO lu birkaç ailenin iskelet
de sınıflandırılmıştır. Görme kaybının fizyopatolojisine hem gene­
kaslarında çoklu mtDNA delesyonu taşıdıkları bulunmuştur. Çoklu
tik ve hemde epigenetik (tütün ve alkol) faktörler birlikte dahil olu­
mtDNA delesyonlannın otozomal kalıtımı mtDNA üzerinde sekon-
yor gibi görünmektedir. mtDNA mutasyonlan yüksek derecede he­
der etki yapan nükleer DNA daki primer bozukluğu işaret eder.
terojenlik göstermektedir. LHON la ilgili primer mtDNA mutas­
Çoklu mtDNA delesyonları otozomal dominant veya otozomal re-
yonlan çoğunlukla kompleks 1 genlerini [11778 (ND-4 geni), 3460
sesif biçimde geçebilir veya somatik mutasyon olarak meydana
(ND-1 geni) ve 14484 (ND-6 geni)] nukleotid pozisyonlannda et­
gelebilir.
kiler (Şek.67-1). Kafkas haplogrup J mtDNA sımn 13708: (ND-5
Timidin fosforilaz normal mtDNA nın regülasyon ve fonksiyo­
geni) nukleotid pozisyonundaki bir mutasyon da dahil diğer birçok
nunu trans-aktif biçimde etkileyen çekirdek tarafından kotlanan bi­
mtDNA mutasyonlan LHON tâki sekonder patogenetik rollere sa­
rinci gendir. Timidin fosforilazdaki mutasyonlar m iy o n ö ra g a s tro in -
hip olabilir.
te s tin a l e n s e fa lo m iy o p a ti (MNGIE) denilen otozomal reşesif bir
Primer LHON-ilişkili mtDNA mütasyonları arasında genotip-
hastalığa sebep olur. CPEO nun otozamal dominant formları çeşit­
fenotip korelasyonlan ortaya çıkmaya başlamıştır. Örneğin, gör­
li farklı nükleer lokuslarla bağlantılıdır. Doku spesifik otozomal
men iyileşimi prognozu mutasyona bağlı olarak yaklaşık 1Ö defa
olarak kalıtılan mtDNA nın kaybı, genomlar arası iletişim hatasının
değişir. LHON la birlikte distoniye sebep olan mtDNA mutasyon­
sebep olduğu kantitatif mtDNA kusurunu temsil eder.
lan da tanımlanmıştır.
Mitokondriyal Ensefalomiyopati, Laktik Asidoz ve İnme
M İTOKONDRİ HASTALIĞININ ORGAN SİSTEM İ B E ­
Benzeri Nöbetler (M E L A S ) Bu sendrom subakut beyin disfonk-
L İR T İL E R İ Hemen hemen bütün vücut dokulan bir dereceye ka­
siyonu, serebral yapısal değişiklikler, nöbetler ve diğer sık rastla­
dar oksidatif metabolizmaya bağlı olduğundan, mitokondriyal hasta­
nan klinik ve laboratuvar bulgulatma yol açan inme benzeri olay­
lığı olan hastalar tıp daki çoğu uzmanlara başvurabilirler. Öncelikle
larla karakterizedir (Tablo 67-2, 67-3). M ELAS sendromunun ma­
klasik mitokondri hastalıktan ile ilişkili olduğu belirtilen Tablo 67-2
ternal kalıtımı yakın akrabalardaki klinik özelliklerinin hafif olma­
de listelenmiş olan somatik belirtiler dominant olabilir veya klinik
sından dolayı gizlenebilir. tRNA Leu (UUR> geninin 3243. nukleoti-
semptomun başlangıcı veya önemli komorbit özellikler olabilir.
dindeki bir nokta mutasyonu MELAS olgularının % 80’inin sebepi-
mtDNA mutasyonlannın oftalmolojik belirtileri göz kapaklan,
dir. Bununla birlikte, 3 2 4 3 ’deki mtDNA mutasyonunun klinik özel­
kornea ve ekstraoküler kaslardan oksipital kortekse kadar görme
likleri pleimorfiktir; aynı zamanda delesyonsuz CPEO da miyopa­
ekseninin hemen hemen tamamını kapsadığından dolayı belirgin­
ti, sağırlık, şeker ve distoni ile ilişkilidir.
dir. Gözlerle ilgili belli başlı bulgular oftalrnopleji, optik nöropati
Pürtüktü Kırmızı Fibrilli Miyoklonik Epilepsi (M E R R F )
ve pigmenter retinopatiyi içerir. Kardiyovasküler belirtiler dilate
Sendromu M ERRF sendromu miyoklonik deşarjlar, nöbetler, sere-
hipertrofık kardiyomiyopati, iletim hastalığı (conduction disease)
bellar ataksiler ve mitokondriyal miyopatilerden oluşmuştur. Pato-
ve kalp krizi, Wolff-Parkinson-White sendromu ve hipertansiyon­
genetik mutasyonlar, tRNAL7s geninin 8344. ve 8356. pozisyonun­
dur. Diabetes mellitus (şeker hastalığı) prevalansı mitokondriyal
daki nukleotidlerde gösterilmiştir. Diğer mitokondriyal ensefalomi-
ensefalomiyopatili hasatalarda beklenenden daha yüksektir ve de­
ğişik mtDNA mutasyonlan ile birlikte ortaya çıkar. Diabetes melli­
.. ı ! '■ ‘. v,- ıs f /.aboralııvar itu.'gııfarı tus çoğunlukla mtDNA daki 3243 nokta mutasyonuyla ilişkilidir,
Pürtüklü kırmızı fibriller ve iskelet kası biyopsisinde COX-negatif fıbriller fakat sadece onunla değil sensorinöral duyma kaybı ile de olabilir.
Serum ve serebrospinal sıvı laktat konsantrasyonu artışı YAYGIN H A STA LIK LA RD A M İTO K O N D R İYA L DNA
Elektromiyografide miyopatik potansiyeller M UTASYONLARININ R O L Ü Yaygın, sosyoekonomik önemli
Sinir iletimi çalışmalarında aksonal veya demiyeline periferal nöropati hastalıklarda mtDNA mutasyonlannın rolü aktif olarak araştırıl­
Odiyogramda sensorinöra! işitme kaybı maktadır. Çoğu yaygın hastalığın genetik temeli komplekstir ve ba­
Anormal glukoz tolerans tesü veya yükselmiş hemoglobin A ]c
sit, tek genii Mendel kalıtımı göstermez (Konu 65). LHON ve ami-
Kardiyak iletim kusurları
noglikozid ile uyanlan sağırlık gibi mitokondri hastalıktan genetik
Bazal ganglion kalsifikasyonu veya MR1 da fokal anormallikler
Değişik fosfor manyetik rezonans spektroskopisi
ve epigenetik faktörler arasında kompleks fizyopatolojik etkileşim
Biyokimyasal çalışmalarda oksidatif fosforilasyon kusurları potansiyeli gösterir. Bu etkileşimler sonucunda, mtDNA mutasyon­
mtDNA mutasyonlannın moleküler genetik gösterimi lan maternal kalıtım biçimi çok açık olmayan Diabetes mellitus
gibi yaygın hastalıklann alt grubuna katılabilir.
NOT: COX. sitokrom c nksidaz; MRI, manyetik rezonans görüntüleme
Dokuya özgü somatik (kalıtsal olmayan) mtDNA mutasyonla- 08 'sarama. Danışma ve Genetik Bo/.uklııkktnrı Önlenmesi 407
nıtın birikimi Alzheimer ve Parkinson hastalığı gibi geç ortaya çı-
kan dejeneratif hastalıklarla muhtemelen ilişkilidir. Örneğin, insan­ Genetik tıbbındaki bilimsel ilerlemeler ve kamuoyunun bu ilerle­
lar yaşlandıkça bazal ganglia ve serebral korteks gibi mitoz geçir­ melere ilgisi, onlan klinik bakım standartlanna çevirmekten çok
meyen bazı dokular da dahil, dokularında mtDNA mutasyonlarının daha önde gittiği için, bu görev çok güç olmaktadır.
biriktiği gösterilmiştir. mtDNA daki yüksek mutasyon oranı ve za­
yıf tamir kapasitesi mitoz yapmayan dokularda veya daha yavaş PRENATAL VE YENİDOĞAN GENETİK
geriye dönüşüm oranı olan dokularda, mtDNA mutasyonlarının bi­ TARAMASI VE T ES T İ , :
rikimine katkı yapar. Tekrarlayan iskemi ve yeniden perfüzyon ol­
ması evrelerinde oluşan oksidatif hasar mtDNA “mutasyonlarının Gebelik esnasında ve yenidoğan döneminde genetik bozukluklan
birikimini dikkate değer derecede artırır. Çevre faktörleri de (Tablo 68-1) saptamak için genetik tarama ve genetik test beraber­
mtDNA yı etkileyebilir. Retrovirüslere karşı kullanılan azidotimi- ce kullanılmaktadır. Tüm populasyondaki veya yüksek risk altında­
din ilacı, kas mtDNA sini yok eder ve mitokondriyal miyopati olu­ ki populasyonda genetik bir hastalık için yapılan araştırmaya g e n e ­
şumuna neden olur. Topluca, mtDNA ve diğer mitokondriyal mak- tik ta r a m a denir. Tarama teknikleri ekonomik olmalı, yüksek dere­

romoleküllere önemli derecede oksidatif hasar ile ortaya çıkan yai cede pozitif tahmin edici değere sahip olmalı ve hastalığın önlen­
şa bağlı mitokondri disfonksiyonu yaşlanmaya da katkı yapan et­ mesi veya yararlı terapötik girişimlere yol açan bilgiler sağlamalı­
kendir. ' dır. Artan Down sendromu riskini saptamak için kullanılan mater­
Mitokondriyal hastalıkarın tanısının moleküler genetik yön­ nal serum markırları, fenilketanuri için yapılan postnatal testler, ai­
temlerle kesin olarak yapılması, uygun genetik danışma ve en so­ lesel hiperlipidemi için risk altında olan bireyleri tanımlamak için
nunda tedavi için gereklidir. çocuklarda kolesterol düzeyini saptama başlıca tarama testi örnek­
lerini oluşturmaktadır. Böyleee genetik tarama testleri sadece
lîİBUÖGRAFY DNA- veya kromozoma dayalı testleri kapsamamaktadır. Bunun
yerine, bu gibi teştlerin çoğu genetik hastalığı belirleyen biyokim­
BEAL MF et al: Do defects in mitochondrial energy metabolism underlie the patho­
yasal bir markır veya fenotipik bir özellik kullanır. Hangi hastalık­
logy of neurodegeneraüve disease? Trends Neurosci 16:125, 1993
JOHNS DR: Mitochondrial DNA aijd disease. N Engl J Med 333:638,1995
ların rutin olarak taranması gerektiğinin belirlenmesi, hastalığın
SHIOENAÖA MK et al: Oxidative damage and mitochondrial decay in aging. Proc frekansına, şiddetine, taramanın ekonomik tutarına ve tedavi giri­
Natl Acad Sd USA 91:10771, 1994 : ' ■ şimlerinin hastalığın seyrini değiştirip değiştirmeyeceğine bağlıdır,
SIMON DK, JOHNS DR: Mitochondrial disorders: Clinical and genetic features: Diğer taraftan g e n e t ik te s t fizikse) özellikler, aile öyküsü veya
Annu Rev Med 50:111, 1999
biyokimyasal bulgulara dayanarak bir hastalığa sahip olduğu şüphe
WALLACE DC: Mitochondrial diseases in man and mouse. Science 283:1482, 1999
ZEVlANl M et al: Mitochondrial disorders. Medicine (Baltimore) 77:59, 1998 edilen bir bireye uygulanır. Genetik test şunları içerebüir:(l) he-
mokromatozda olduğu gibi diyagnostik test, (2) meme kanseri yat­
kınlığında olduğu gibi önceden tahmin testi, (3) müsküler atrofide
olduğu gibi taşıyıcı testi ve (4) b-talasemide her iki ebeveynin taşı­
s Susan M iesfeldt, J. L a rry Jameson
689 yıcı olduğundaki gibi prenatal test,
İlgilenilen hastalık(lar)a bağlı olarak, gebelik esnasındaki tara­
. TARAMA, DANIŞMA VE'G ENETİK '■ ma testleri için günümüzde birkaç farklı teknik kullanılır. Örneğin
:■BOZUKLUKLARIN.ÖNLENMESİ' Down sendromu için ilk-trimester taraması, maternal serumda ge­
Halil Kasap, Mülkiye Kasap, Belde Kasap belikle ilişkili plazma proteini A ölçümleri ve nuchal yarı şeffaflı­
ğın ultrosonik ölçümleri (gebeliğin 10-14. haftalarında) ile birlikte
insan koriyonik gonadotropininin serbest b-alt birimi ölçümleri
İÇ HASTALIKLARINDA M O LEK Ü LER kullanılarak yapılır. İkinçi-trimester maternal serum taraması, insan
koriyonik gonadotropin, konjuge-olmayan estriol, a-fetoprotein ve
GENETİK UYGULAM ALAR/ diğerleri ile birlikte olduğunda Down sendromu saptamasına du­
Yaklaşık her 50 çocuktan biri ciddi bir doğumsal anormallik veya yarlılığı artıran inhibin ölçümlerini içerir (Konu 66). a-fetoprotein
zihinsel engel ile doğmaktadır, Her birimizin potansiyel olarak cid­ düzeyinin artışı, açık nöral tüp kusurları ile de ilişkilidir.
di hastalıklara yol açabilecek birkaç gen mutasyonu taşıdığı bilin­ A m n iy o sen tez v e y a k o r iy o n ik v illu s ö r n e k le m e s i (CVS) kromo­

mektedir. Tibbi genetik alanı geleneksel olarak kromozom anomali- zom analizleri için fötal hücreleri izole etmek veya özgün genetik
leri (Koriü 66) ve Mendelyen bozulduklar (Konu 65) üzerinde yo­ anomalileri test etmek için kullanılır. Amniyosentez tipik olarak
ğunlaşmıştır. Bununla birlikte, ateroskleroz, hipertansiyon, otoim- ikinci trimesterin erken döneminde (14-16 haftalık gebelik yaşı)
mün hastalıklar, diyabetes mellitus, Alzheimer hastalığı, psikiyatrik yapılır. CVS daha erken gerçekleştirilebilir (8-10 haftalık gebelik
bozukluklar ve kanserin pek çok formu dahil yaygın şekilde görülen yaşı) ve transservikal veya transabdominal yolla alınan fötüse ait
ve yetişkinlikte-başlayan çok sayıda hastalığa karşı genetik duyarlı­ trofoblastik doku biopsisi gerektirir. CVS amniyosentezden
lık vardır. Bu yaygın hastalıklara genetiğin katkısı, hastalığın en son (% <0.5) biraz daha fazla (% < 0.5-l) kendiliğinden düşük riski gös-
ekspresyonundan daha fazladır; bu genler aynı zamanda hastalığın
■tablo 68-1. Yenidoğanda" Genetik H astalıklar İçin Yapılan 'Tarama
şiddeti, tedaviye cevabi ye hastalığın ilerleyişini de etkileyebilir. festi Örnekleri
Şimdi ilk basamak hekimleri, genetik olarak etkilenen çok sar
yıda hastalık için risk altında bulunan hastaları tanıma ve danış­ Hastalık Kalıtım insidans*
manlık hizmeti vermek gibi bir rol ile karşı karşıya kalmaktadır. Bu Fentlketonuri OR 1/10.000
rol, hastalıkların sınıflandırma şeklini değiştiren, patofizyoloji an­ Hipotiroidi Sporadik veya 1/4000
layışımızı güçlendiren, ilaç metabolizması ve terapötik cevaplarla Galaktozemi OR 1/40.000
ilgili pratik bilgiler sağlayan ve bireysel tarama ve sağlığı koruma Maple şurubu idrar hastalığı OR 1/200.000
Homosistinuri OR 1/200.000
yöntemi programlarını yürütmek için ümit veren genetik tıbdaki
Biotinidaz eksikliği OR 1/100.000
ilerlemeleri yansıtmaktadır. Bu değişmelerin ışığı altında, hekimler
Kistik fibrozis OR 1/2000
kişisel tıbbi öykü, aile öyküsü ve diyagnostik moleküler testi her Adrenal hiperplazi OR 1/10.000
bir hasta ve onların ailelerinin bütün sağaltım işlemlerine dahil et­ Hemoglobinopati OR 1/2500
melidirler. Ayrıca, dahiliyecinin çeşitli hastalıkların yönetiminde
a Prenatal testlerin neler olduğu devleılere ve ülkelere göre değişiklik gösterir; tarama
genetik test yapmanın endikasyonlan, yaralan, riskleri ve sınırla­ lestleri hakkındaki ilave bilgiler www.aap.org/policy web adresinden elde edilebilir.
maları konusunda hastalan eğitmede çok önemli görevleri vardır. h OR, oıozomal resesif
41)8 dir; diğerleri daha çok glukoz-duyarlılığım ayarlar; ve önemli bir
grup ya insülin sinyalim etkileyerek doğrudan doğruya veya vücut
tcrir fakat gebelik esnasında seçici düşük yapmak için daha erken ağırlığı veya kompozisyonunu düzenleyerek dolaylı yoldan insülin
karar vermeyi sağlar* Ultrasonagrafi, gelişimin farklı evrelerinde hassasiyetim belirler. Diyet, eksersiz, gebelik ve ilaç kullanımı gibi
fötüsü doğrudan incelemek için kullanılır. Şimdilerde 8-10 hücre- çevresel etkiler bu genetik alt yapı üzerine eklenir.
lik embriyodan hücreleri tek tek ayırarak preimplantasyon için mo- Bu hassasiyet genlerinin tanımlanması çok zorlu bir iştir. Bu­
leküler diyagnostik test yapmak mümkündür. Daha sonra Tay- nunla beraber, iki veya daha çok faktör tarafından hastalık riskini
Sachs hastalığı, kistik fibroz veya orak hücre anemisi gibi seçilmiş artman (veya azaltan) genleri tanımlamak bu tip hastalıklar için ka­
tek gen hastalıklarını test etmek için polimeraz zincir reaksiyonu bul edilebilir bir hedeftir. Diyabet ve kalp hastalıkları gibi yaygın
(PCR) kullanılır. Bu test stratejisi, in vitro fertilizasyonu (tüp be­ hastalıklar için bu düzeydeki bir riskin sağlık için önemli uyarıları
bek) gerektirir fakat etkilenen embriyoları ayırarak ekimini (imp- vardır. Kardiyovasküler riskin bir biyokimyasal markın olarak şu
lantasyonunu) yapmama avantajını sağlar. anda kolesterolün kullanılmasında olduğu gibi, benzer bir tahmin
Prenatal genetik testin, parental geçişi yüksek risk oluşturan gücü ile genetik panelin gelişim biçimini önceden sezebiliriz. Son
özgün genetik bozukluklar ile birlikte kromozom anomalileri (Ko­ zamanlarda çok sayıdaki genetik bozukluklara uygun genetik test
nu 66) üzerinde odaklandığını unutmamak gerekir. Bir çocukta, do­ bulunabilmektedir; bir ”web” sitesi (http:www.genetests.org) özel
ğumsal kusurların veya diyagnostik testlere dahil edilmeyen diğer testleri yapan çeşitli laboratuvarların listesini vermektedir. DNA-
genetik bozuklukların olmayacağı garanti edilemez. dizileme çiplerinin keşfi, çok daha geniş-çaptaki testleri yapabilme
Genetik danışma işlemi prenatal testten önce başlamalı ve şun­ ümidi veren önemli bir teknik ilerlemeyi temsil etmektedir (Konu
ları içermelidir! (1) testin bir tanımı, (2) taranacak olan genetik bo­ 65). Hemokromatoz, multipl endokrin neoplazi (MEN) tip 1, uza­
zuklukların tipleri, (3) taramanın sınırlan, (4) elde edilen bilgi ile yan QT sendromu veya Huntington hastalığı gibi erişkinde-başla­
ebeveynlerin ne yapaeaklannm araştırılması ve (5) bulguların ne yan belli bir kalıtsal hastalık için genetik test yapıp-yapmama ka­
zamab verilebileceğine dair bir bilgi. Genetik bozukluk tanınırsa, ran çok karmaşık bir iştir; bu karar hastalığın klinik özelliklerine,
genetik danışma becerilerinin tam repertuvannın bilinmesi gerekir hasta ve ailesinin isteklerine ve genetik test sonuçlarının tıbbi ka-
(yukanya bakınız). Genetik hastalığın özelliklerini sık sık farklı za­ rar-verme veya tedaviyi değiştirip-değiştirmeyeceğine bağlıdır
manlarda anne-baba ile yenide gözden geçirmeye ihtiyaç vardır. (aşağıya bakınız).
Danışman, genetik hastalığın etkilenmiş kişiye ve aileye getireceği A İL E Ö YK Ü SÜ Genetik testlerdeki gelişmelere ilaveten, sık
fiziksel ve duygusal güçlükleri de tartışmalıdır. Eğer varsa, yazılı görülen erişkinlikte-başlayan hastalıklar için kalıtsal riski belirle­
bilgi verilmelidir. Sonuçta anne-baba gebeliğin devamı veya son- menin anahtan halen fizik muayene ile birlikte kişi ve ailenin ay­
landınlması için bir karara ulaşmalıdır. Gebelik sonlandınlırsa, iş­ rıntılı sağlık öyküsünün alınmasına ve yorumlanmasına bağlıdır.
lemden sonra genetik danışmanlık devam etmelidir. Gebelik devam Örneğin, erken başlayan koroner arter hastalığı, glukoz intoleransı
ederse, etkilenen fötüs veya çocuğun tıbbi ihtiyaçlarını karşılamak ve hipertansiyon öyküsü olan çok sayıda aile bireyinin olması, in­
ve aynı zamanda genetik bozukluk yüzünden ailenin karşılaştığı sülin dirençliliğine genetik ve belki de çevresel yatkınlık riskinde
güçlükleri yenmesine yardımcı olmak için genetik danışma sürdü­ artış olduğunu akla getirir (Konu 333). Bu aile öyküsü olan her has­
rülmelidir. ta hipertansiyon, diyabet ve hiperlipidemi gelişme olasılığı açısın­
Doğumda tüm yenidoğanlar, büyük gelişimsel anomalileri sap­ dan ele alınmalıdır. Bu kişiler, obezite ve sigara gibi ilave risk fak­
tamak için tam bir fizik muayeneden geçer. Doğumdan sonraki 24 törlerine engel olmanın önemi açısından uyarılmalıdır.
ile 7 2 saat içinde yenidoğanlardan alman kan örnekleri, doğumsal Soy ağacı (pedigri) formunda tutulan aile öyküsü, hasta kişiye
hipotiroidi ve çeşitli kalıtsal metabolik bozukluklar gibi seçilmiş risk tahmini yapmada büyük çapta yardımcı olur. Pedigriler, en
azından birinci derece akrabalar ve büyük anne-baba dahil seçilmiş
hastalıkların (Tablo 68-1) taranması için devlet tarafından tanınan
ikinci derece akrabalar hakkında sağlıkla ilgili bilgiler taşımalıdır.
bir laboratuvara gönderilir. Bu program, seçilmiş genetik taramanın
Pedigriler bir kalıtsal hastalığı akla getirdiği zaman, ilave aile üye­
yararlarının açık bir örneğini temsil eder. Örneğin, fenilketonurinin
lerini içine alacak şekilde genişletilmelidir. Asemptomatik bir birey
erken tanısı, şiddetli nörolojik sekellerin (Konu 352) gelişmesinden
için riskin belirlenmesi, pedigrinin büyüklüğüne, etkilenmemiş
önce anne-babanın fenilalanin içermeyen diyete başlamasına ola­
olan akrabaların sayısına ve ailedeki diyagnozun tipine bağlı olarak
nak sağlar.
değişiklik gösterecektir. Risk hesabına katılan ve pedigride belirtil­
mesi gereken ilave değişkenler şunlardır; etkilenen her aile bireyi­
E RİSKİN DE - BAŞ L AYA N YAYGIN nin diyagnoz esnasındaki yaşı, tüm aile üyelerinin mevcut yaşı ve
GENETİK.BO ZUKLUKLAR hastalıktan etkilenen bireyler arasında kalıtsal olmayan risk faktör­
lerinin varlığı veya yokluğu.
M U LT İFA K T Ö R İY E L K A L IT IM Erişkinde-başlayan çoğu ge­
Kişisel ve aile öyküsünü değerlendirirken, hastalığın çoğunluk­
netik bozukluklarda görülen risk, diğer genler veya çevresel koşul­
la genel populasyonda görülenden daha erken-yaşta başlaması du­
larla bağımsız olarak veya birlikte fonksiyon gösteren pek çok lo- rumu için hekimler tetikte olmalıdır. Prematüre koroner hastalığı­
kustaki genetik faktörlerin üst üste biriken etkilerini yansıtır. Bu nın aile öyküsü olmasa bile, akut miyokart enfarktüslü (Konu 241)
hastalıkların genetik temeli hakkındaki bilgilerimiz genetik duyarlı­ 30-yaşındaki bir kişi için kalıtsal bir özellik açısından risk olduğu
lığın kesin tanışma karşın eksiktir. Örneğin Tip 2 diyabetes mellitus- düşünülmelidir. Bîr hastalıkla tipik ilişkisi olan kalıtsal olmayan
da, monozigotik ikizlerdeki uyum oranı % 50 ile 90 arasında değişir. risk faktörlerinin yokluğu da genetik risk faktörleri olasılığını artır­
Kardeşlerin % 40’ında ve etkilenen bireylerin çocuklarının % 30’un- maktadır. Derin toplardamar trombozu öyküsü olan kişi veya aile,
da diyabet veya azalmış glikoz toleransı meydana gelir. Diyabetin bilinen nongenetik risk faktörleri yoksa, kalıtsal bir trombotik has­
populasyonun % 5’ini oluşturmasına ve yüksek oranda kalıtsallık talığı (Konu 117) akla getirmelidir. Fiziksel muayene de özgün ka­
göstermesine karşın, hastalığın ailesel karakterini gösterebilecek sa­ lıtsal bir hastalık için riski ilgilendiren önemli ip uçları sağlayabi­
dece birkaç genetik mutasyon örneği vardır (çoğu nadir bulunur). lir. Genç yaştaki xanthomas’ll bir hasta ailesel hiper kollesteromi
Bazı mitokondriyal DNA bozuklukları (Konu 67), pankreas adacık düşünmeyi teşvik etmelidir. Mutasyonların sebep olduğu erişkin
hücrelerinin gelişim ve fonksiyonunu kontrol eden ardışık gen dizi­ yaşta başlayan bazı hastalıklar, belirli etnik gruplarda daha ege­
sindeki mutasyonlar (H N F 4 a , H N F J a , IP F 1 ), insülin reseptör mu- mendir. Örneğin, Ashkenazi populasyonunun % 2’den fazlası
tasyonları ve diğerleri (Konu 333) bu gruba girer. Obezite ve insü­ B R C A 1 ve B R C A 2 genlerinde görülen üç özgün mutasyondan biri­
lin direncine katkıda bulunan diğer faktörler, tip 2 diyabeti için sini taşır. Faktör V Leiden allelinin prevalansı Kafkaslarda %3-7
önemli risk faktörleridir. Tip 2 diyabetin genetik temeline ait güncel arasında değişir fakat Afrikalı ve AsyalIlarda çok daha az görülür.
modeller bir düzineden fazla genin katıldığını öngörmektedir: bazı Aile öyküsünün anımsanması genelde tam doğru değildir. Aile­
genler pankreatik adacıkların gelişimi ve fonksiyonu üzerine etkili­ ler daha dağınık ve öykü daha eskilere dayandığında, durum özel-
iikle boylecJir. Hastaların aile öyküsü formlarını ziyaretten önce ve­ ■8 Parama. Danışma ve Genetik Bozuklukların önlenmesi 409
ya sonra doldurmalarını istemek, onlara akrabaları ile hemen tema­
sa geçme fırsatı yaratacağından yararlı olabilir. Bir uygulama kara­ mutasyonunu kalıtımla almış ise, mutasyonu kızma aktarması içiil
rı almadan önce, aile öyküsünde rapor edilen hastalıkları doğrula­ 50:5 0 olasılık vardır. Bü söz konusu risk faktörünün varlığı veya
mak için girişimlerde bulunulmalıdır. Bu işlem genelde yoğun- yokluğunu saptamak için genetik test yapılabilir.
emek ister ve ideal olarak ilave aile üyeleri ile görüşmeyi ve tıbbi
kayıtları, otopsi raporlarını ve ölüm belgelerini gözden geçirmeyi ERİŞKİNDE-BAŞLa YAN HASTALIKLAR
gerektirir. .
Hastalık riski ile ilişkili genetik olmayan faktörler meslek, di­
İÇİN GENETİK TEST Y A PILM A SI-
yet, yaşam koşullan ve sosyal alışkanlıklar da dahil toptan gözden Genetik teste başlamadan önceki ilk kritik basamak, doğru klinik ta-
geçirilmelidir. Örneğin, kalp hastalıklan için kalıtsal; risk altında nının yapıldığından, tanının aile öyküsü, karakteristik fizik bulgular
olan hastalar, tütün kullanımı, diyet, egzersiz ve yağ düzeyleri ba­ veya biyokimyasal teste dayanıp dayanmadığından emin olmaktır.
kımından sorgulanmalıdır, Hastalara sağlık taramalan ve aldığı ko­ Dikkatli bir klinik değerlendirme gereksiz testleri önleyecek ve tes­
ruyucu önlemler de sorulmalıdır. Kalıtsal olmayan bu faktörler top­ ti en olast aday gene yönlendirecektir. Çoğu hastalıklar, farklı gen­
lam risk tahminine katkıda bulunur ve hastalığın önlenmesi için lerdeki mutasyonlann fenotipik olarak benzer hastalıklan ortaya çı­
önemli bir odak noktası oluşturur.v; karması anlamına gelen lo k u s h e te r o je n liğ i özelliklerini gösterir.
Aynı veya benzer koşullan olan akrabaların bir arada olması Örneğin, osteogenezis imperfekta (Konu 351), muskular distrofi
birçok kalıtsal hastalığı akla getirecek olsa da çoğu multifaktöriyel (Konu 383), homosistinuri (Konu 352) ve kolon kanseri (Konu 90)
genetik hastalıklarda h a s t a lık p e n e tr a n s ın ın tam olmadığım da be­ veya meme kanserine (Konu 89) kalıtsal yatkınlığın herbiri belli
lirtmek önemlidir; Sonuç olarak.. hastalıkla-ilişkili alleli taşıyan genlerdeki mutasyonlarla ortaya çıkânlabilir. Hastalığın geçiş şekli;
tüm aile bireylerinde hastalık ortaya çıkmayacağından, bu gibi ai­ klinik seyri ve tedavisi hangi genin etkilendiğine bağlı olarak önem^
lelerden elde edilen pedigri açık bir Mendeliyen kalıtım şekli gös­ li derecede farklı olabilir. Bu durumlarda hangi genin test edileceği­
termeyebilir. Bunun ötesinde, bu hastalıklann bazılan ile ilgili gen­ nin seçimi çoğunlukla özgün klinik özellikler, değişik genlerdeki;
ler çoğunlukla hastalığın değ işik, e k s p r e ş y o n la r ım gösterir. Örne­ mutasyonlann nisbi prcvalansı veya eldeki test tarafından belirlenir.
ğin, meme kanseri ile ilişkili B R C A 1 geni aynı ailede meme, ovar­ Tüm laboratuar testlerinde olduğu gibi, genetik testlerin doğru­
yum ve prostat gibi değişik sayıda kötü huylu tümörlere yatkınlı­ luğu ye yorumu için smurlamalar vardu. Teknik hatalara ilaveten;
ğa yol açar. (Konu 81). Meme kanseri gibi çok görülen hastalıklar­ genetik test genellikle sadece çok yaygın olan mutasyonlan sapta­
da, bazı aile üyeleri hastalığa neden olacak herhangi bir mutasyon mak için tasarlanmıştır. Bu durumda, negatif bir sonuç, test edilen
olmaksızın da meme kanseri geliştirebilir, bu durum pedigri anali­ kişinin teste dahil edilmeyen bir mutasyona sahip olabileceği olası-'
zinde akü-kanştmçı diğer bir değişkeni oluşturur. lığını göz önütıde bulundurularak değerlendirilmelidir. ,- I
Daha önce değinilen aile öyküsü özelliklerinin bazılan Şek.68- Bilinen bir hastalık için yapılan moleküler testlere ilaveten,;
1 ’de gösterilmiştir. Proband, 36 yaşında bir kadın olup ailesinin ba­ kronik hastalıklara duyarlık için yapılan presemptomatik testler git­
ba tarafından gelen kuvvetli bir meme ve ovaryum kanseri öyküsü-, tikçe artan oranda tıbbi uygulamalara entegre edilmektedir. Bunun­
ne sahiptir. Bu ailede meme ve ovaryum kanserlerinin birlikte gö­ la birlikte çoğu durumlarda hastalıkla-ilişkili genlerin keşfi, giri­
rülmesi yanında erken yaşta başlaması B R C A J ve B R C A 2 genlerin­ şimlerin klinik getirisi ve etkilerini Ölçen çalışmaların çoktan ötesi­
de kalıtsal bir mutasyon olasılığını akla getirir. Genetik test yap­ ne geçmiştir. Getirilere dayalı çalışmalar ele® oluncaya kadar, öri*
maksızın babasının bu mutasyonu kalıtımla alarak kızına aktanp ceden tahmin edici moleküler test uygulamasına ihtiyatla yaklaşıl­
aktarmadığı da tam olarak açık değildir. Proband ve ailesine gerek­ mak ve bu test sadece uygun bir şekilde genetik konsültasyondan
li genetik danışmanlık verildikten sonra, bu ailede bir DNA anali­ geçen teste rıza gösteren kişilere teklif edilmelidir (Şek.68-2). Ço­
zi yaklaşımı potansiyel olarak etkilenmiş ve hayatta olan 42 yaşın­ ğu durumlarda, presemptomatik test sadece kişisel veya ailesel tıb­
daki kuzenine (IV-4) B R C A J ve B R C A 2 mutasyonunun varlığı için bi öykü veya klinik sınarha bulgusu olan kişilere önerilmelidir. ’
test yapmaktır. Eğer bir mutasyon bulunursa, o zaman istedikleri Teste semptömatik bir aile üyesinden başlanırsa mutasyonun
taktirde proband ve diğer aile üyelerine de bu özgün değişiklik için tanınması risk altındaki diğer aile üyelerini (semptömatik olsun ve­
test yapmak olasıdır. Gösterilen örnekte probandın babası BRCA1 ya olmasın) test etmeyi yönlendirdiğinden moleküler analiz genel­
likle daha bilgilendirici olur. Başka ailesel ve çevresel risk faktör­
i « leri yoksa, etkilenen aile bireyinde bulanan mutasyon bakımından
Sm art . negatif olduğu saptanan kişilere, söz konusu hastalık için genel po-
0144
pulasyöndaki kadar bir riske sahip oldukları bilgisi verilebilir. Bu­
nun ötesinde, onlara mutasyonu çocuklarına geçirme riski taşıma­
% 0 J * '
4* - ; s* SS dıkları teminatı da verilebilir. Diğer taraftan, bilinen bir mutasyon,

u
O M * r iS U . Ovanın . için test sonucu pozitif olan asemptömatifc aile üyelerine de hasta­
ca43 | j ca44 , « S«
lığın gelişimi ve mutasyonun çocuklarına aktarılması bakımından
rr~
yüksek riske sahip oldukları bildirilmelidir. Bununla birlikte, çoğu
U f 0 0 ' C* )
aa 10 49 Mi jf l r t - ’ multifaktöriyel genetik hastalıklarda test sonuçlan, hastalığın çıkıp
Ovarian Pneumonia
■' en»
çıkmayacağı veya ne zaman çıkacağım güvenli bir şekilde önceden
tahmin edemez. Örneğin Apolipoprotein E allelini (e 4 ) taşıyan her­
IV ' *—.0 kes Alzheimer hastası olmaz ve bu hassasiyet genini taşımayan pek
42 çok kişi de bu hastalığa yakalanabilir (Konu 362).
BfSCUrf IsymboMW
İ ot 3a Semptömatik bir aile üyesinde, genetik bir mutasyon bulunma­
ll'A dığı zaman negatif test sonucu farklı şekiller de yorumlanır. Bu zor
durumda, belli bir gen üzerinde yapılan genetik test, o gendeki tüm
Ornatan canear mutasyonlan saptamayabilir (yalancı negatif) veya kişi test edilme­
yen farklı bir hastalıkla-ilişkili gendeki bir mutasyona sahip olabilir.
ŞEKİL 68-1 Okla işaret edilen 36 yaşındaki bir kadın, ailesel kanser
Test öncesi danışmanlık ve eğitim veren hekimler, hastanın test
öyküsü nedeni ile konsültasyon istemektedir. Hasta, ailesinde görü­
len çok sayıdaki kanser olgularının kanser geliştirmeye kalıtsal yat­ sonuçlan ile baş edebilecek duygusal yeteneğini iyi biçmelidir. Psi­
kınlık olduğuna işaret ettiği yönündeki endişelerini ifade etmektedir. kiyatrik hastalık işaret ve belirtileri gösteren kişilerin duygusal ge­
Alınan aile öyküsü ve hastanın akrabalarına ait kayıtları rapor edilen reksinimleri moleküler teste geçmeden önce karşılanmalıdır. Genel
diyagnozları doğrulamaktadır. olarak, genetik test ailede kişisel kriz ve akut hastalık zamanında
410 kımından çocukların test edilmesi gerekir. Örneğin, ailesel adeno-
matoz polipozis (FAP) için risk altında olan çocuklar onlu yaşlar
kadar erken dönemde polip geliştirebilir ve yirmili yaşlara gelindi­
ğinde invazif kansere doğru bir gelişme olabilir. Aym şekilde, RET
proto-onkogenindeki mutasyonlardan ileri gelen MEN tip 2 riski
olan çocuklar, 6 yaş gibi erken bir dönemde medüller tiroid kanse­
ri olabilir ve bilinen mutasyonları taşıyan çocukların ebeveynleri
profilaktik tiroidektomi işlemi ile karşı karşıya kalabilirler (Konu
339).
B İL G İL E N D İR İLM İŞ ONAY Test ile karşılaşıldığı zaman,
büyük olasılıkla moleküler tanı tüm aileyi etkileyeceğinden, hasta­
lar karar verme işine diğer akrabalarını da dahil etmesi için cesaret-
lendirilmelidir. Moleküler testler için bilgilendirilmiş onay, ayrıntı­
lı eğitim ve genetik danışma vermekle başlar. Hasta, yapılmakta
olan analizin risklerini, yararları ve sınırlamalarını tam olarak anla­
malıdır. Bilgilendirilmiş onay, test bulgularının anlamından haber­
dar edilen hastanın, tam olarak kavrayabileceği açık, kısa ve öz bir
dille yazılmış bir belge şeklinde olmalıdır. Bu işleme testin meka­
nik yönlerine ait tartışma da dahil edilmelidir. Kalıtsal hastalıklar
için yapılan çoğu moleküler testler, periferik kanın DNA’ya dayalı
analizini kapsamaktadır. Test sonuçlan çoğu koşullarda, odadaki
destek personeli ile birlikte sadece kişinin kendisine şahsen veril­
melidir.
Asemptomatik bir kişinin moleküler testi genelde gelecekteki
bir riski önceden haber verdiğinden, hasta bu kararın uzun döneme
yayılan tıbbi, psikolojik ve sosyal yönden potansiyel etkilerini iyi­
ce anlamalıdır. Bileşik devletlerde, bu konu alanı etkileyen kanuni
düzenlemeler halen geliştirilme sürecindedir ve hastalarla birlikte,
test bulgularının hastanın çalışma hayatında, ileriki sağlığında ve
hayat sigortası kapsamında yapacağı potansiyel etkileri araştırmak
önemlidir.
Hastaların bu seçeneği kullanmak istememeleri durumunda,
moleküler analizlere alternatif yöntemlerin mevcut öldüğünü anla­
maları gerekir. Analizleri yaptırmaya hemen hazır olmamaları du­
rumunda, testin ileride de yapılabileceği anlatılmalıdır. Gerektiğin­
ŞEKİL 68-2 Genetik danışma ve test için aigoritm. de ailenin diğer üyeleri tarafından ileride kullanılmak üzere DNA
bankası seçeneği sunulmalıdır.
önerilmemelidir. Hastalar verilen bilgiyi duygusal olarak kavraya­ T E ST T E N SONRA İZ L E M E B A K IM I Genetik hastalığın
bilir ve özümleyebilirse test sonuçlarından daha fazla yarar sağla­ özelliğine bağlı olarak test-sonrası girişimler şunları içerebilir: (1)
yacaktır. Test öncesi eğitim stratejilerini hazırlarken kişilerin has­ dikkatli sürveyans ve uygun sağlık taraması, (2) özgün tıbbi giri­
talığa yakalanma olasılığına karşı önceden ne düşündüklerini tart­ şimler, (3) kimyasal önlem, (4) risk önlemi ve (5) destek servisle­
mak önemlidir. Çoğunlukla, hastalar nedensiz korkuya kapılır veya rine başvurmak. Örneğin, B R C A 1 ve B R C A 2 patolojik mutasyonla-
genetik risk taşıma olasılığını inkar ederler. rı olduğu bilinen hastalara proflaksi için meme ve ovaryumlarıh
Genetik testin aile bireylerinin birbirine olan ilişkisini pozitif alınması yanında yoğun bir tarama önerilir. İlaveten, bu gibi kadın­
veya negatif yönde etkileme potansiyeli vardır. Sonuç olarak, mo- lar tamoksifen, reloksifen veya retinoid gibi kimyasallarla önleyici
leküler test seçeneği ile karşı karşıya gelen hastalar, test sonuçları­ tedaviye alınabilirler. Bunun aksine, Huntington hastalığı riski ol­
nın onların akrabalarr, eşleri ve arkadaşları ile olan ilişkilerini nasıl duğu bilinen hastalara devamlı izleme hizmeti ile fiziksel ve mes­
etkileyebileceğini düşünmelidir. Bilinen bir genetik mutasyonun leki terapi, sosyal servisler ve işaret edilen destek gruplarını içeren
olduğu bir ailede, testi pozitif olan kişiler mevcut veya gelecekteki destek verici hizmetler önerilir. Araştırmalar bu genetik hastalıklar
yaşam biçimlerinde hastalığın etkileri ile karşılaşacaklardır, negatif hakkındaki anlayışımızı genişlettikçe ve işe karışan genlerin görev­
olanlar da yaşam suçluluğu hissedebilirler. Aynı bilgilendirmeye leri hakkında bilgilendikçe özgün girişimler değişecektir.
karşı aile üyelerinin duygusal ve sosyal cevaplarında farklılık ol­ Etkilenmiş bir aile üyesinde saptanan hastalıkla-ilişkilendiril-
ması büyük olasılıktır. Danışma eş ve çocuklarla olan ilişkilerde miş bir gen mutasyonu bakımından negatif olan hastalara bu hasta­
test bulgularının potansiyel sonuçlarının neler olabileceğini de be­ lık bakımından halen risk altında olabilecekleri hatırlatılmalıdır. Bu
lirtmelidir. Hastalıkla ilişkili bir mutasyona sahip olduğu bulunan diyabetes mellitus, kanser ve koroner arter hastalığı gibi yaygın
anne-baba, çocuklarına hastalığı aktarma riskinden dolayı genellik­ hastalıklar için özellikle önemlidir. Örneğin, ailesinde daha önce­
le endişeli ve üzüntülü olur. den saptanan hastalıkla-ilişkili B R C A 2 mutasyonunu taşımadığı
Erişkin yaşlara kadar ortaya çıkmayan bir hastalık durumu ol­ saptanan bir kadına genel populasyonda kullanılan meme kanseri
duğu zaman, klinisyenler, risk-taşıyan çocuklara moleküler test ya­ testinin aynısını yaptırması gerektiği hatırlatılmalıdır.
pılıp yapılmayacağı, yapılacaksa ne zaman yapılacağı sorusu ile
karşılaşırlar. Çeşitli profesyonel organizasyonlar, erişkinlikte başla­
yan hastalıklara ait genetik testlerin çocuklara uygulanmaması uya­ A E V E T ÎK D A N IŞ M A VE E Ğ İT İM
rısında bulunmaktadırlar. Bu koşulların çoğu kaçınılmazdır ve so­
nuç olarak bu gibi genetik bilgilendirme önemli derecede psikosos- Genetik danışmanlar genelde testle ilgili işlemlerde rol alsalar bile,
yal risk yaratabilir. Ayrıca, çocuk döneminde yapılan testin, çocu­ genetik danışmanlık, genetik test ve genetik taramadan ayırt edil­
ğun erişkinliğe ulaştığında test hakkında aldığı bilgilere dayanarak melidir. Genetik danışma, b ir a il e d e k i g e n e tik h a sta lığ ın o r ta y a
karar verme hakkına engel olduğu görüşü vardır. Diğer taraftan, er­ ç ık m a s ı v ey a r is k i ile ilg ili in sa n i s o r u n la r ı e l e a la n iletişim s ü r e c i
ken yaşta ortaya çıkan ve özellikle önlem alınabilen hastalıklar ba­ anlamına gelir. Genetik risk tahmini çok karmaşık olabilir ve belir-
■•izlıkler içerir. Diğer taraftan, danışma psikososyal danışma kadar i 2 Ağrı: Patofizyolojbve Yönetim 411
".eridik eğitimi de içerir. Diğer sağlık personelleri (veya hasta kişiler
■e aileleri tarafından) genetik hastalıkla (Tablo 68-2) doğrudan veya ni anlamaları gerekir. Bu ilkeler, gen kavramı, bunların nasıl aktarıl­
dolaylı olarak ilgili olabilecek çok geniş sorunlarla muhatap olmak dıkları ve kalıtsal hastalık riskinin nasıl ortaya çıktığı gibi konulan
u/ere genetik danışmanlara başvuruda bulunulabilirler. Genetik danış­ içermektedir. Kalıtımın şekli hakkındaki yeterli bilgi, hastaların kendi­
man şunları yapacaktır: leri ve aile üyeleri için hastalık riski olasılığını anlamalarını sağlaya­
caktır. Hastalığın etkinliği (penetrans) ve etkinlik derecesi (ekspresivi-
• Detaylı bir aile öyküsü alır ve belgeler
tesi) hakkında bilgi vermek de önemlidir. Karmaşık genetik bozukluk­
• t lem hastanın kendisi hem de ailedeki diğer üyeler için, hastalık
larda, asemptomatik hastalar pozitif bir test sonucunun hastalığın gele­
riski ile ilgili genel genetik prensipler hakkında hastayı eğitir
cekte her zaman ortaya çıkacağı anlamına gelmediği konusunda bilgri
• Verilen genetik danışmanlık bilgisi ile hastaların başa çıkma gü­
lendirilmelidir. Aynca, multifaktöriyel hastalıklann riski ve önlenmesi
cünü tahmin eder ve onları güçlendirir
bakımından çevresel etkiler gibi genetik olmayan faktörlerin rolü de
• Genetik olmayan faktörlerin hastalığın son şekli ile nasıl ilişkili
tartışılmalıdır. Son olarak hastalar, tarama, önleme ve bazı durumlarda
olabileceğini tartışır
farmakolojik tedavi ve profilaktik: cerrahiyi içeren girişimler için po­
• Sağlık idaresi ile ilgili işlemleri anlatır
tansiyel seçenekler yanında hastalığın doğal öyküsünü de anlamalıdır.
• Kişi ve ailesinde genetik testin rolünün belirlenmesinde yardımcı
olur
• I lastanın çeşitli genetik test seçeneklerinin riskleri, yararları ve sı­ HASTALIĞA KARŞI GENETİK
nırlamalarından haberdar olmastm sağlar DUYARLILIĞA DAYANAN TERAPÖTİK
• Gerekirse, hasta ve risk altındaki diğer aile üyelerini ek olarak di­
GİRİŞİM LER
ğer tıbbi ve destek hizmetlerine yönlendirir. .

Genetik danışmanın karmaşıklığı ve genetik hastalıkların geniş Populasyona dayalı genetik taramalar veya yönlendirilmiş testlerle
kapsamlı olması, risk altında olan kişiler ve onların aileleri için geniş (Tablo 68-3) saptanan artan sayıdaki genetik hastalık için şimdiler­
‘.demli destek ve sağlık hizmeti sunmak üzere planlanan uzmanlaşmış de özel tedaviler vardır. Çok sayıda metabolik bozulduk bu gruba
/<? moduli,sipliner kliniklerin gelişmesine yol açmıştır. Bu gibi multidi- girer. Örneğin, fenilketonurinin komplikasyonları, hastalığın erken teş­
Mjılitıef takımlar genelde zor olan teşhis, tedavi ve test kararlarını göz- his edilmesi ve fenilalanin (Konu 352) içeren yiyeceklerden kaçınılma­
'fetl ı.Tçnınek için birlikte çalışan tıbbi genetikçiler, uzman doktorlar, sı ile hafifletilebilir. Benzer prensipler “maple syrup" üre hastalığı
“«tetik danışmanlar, hemşireler, psikologlar, sosyal hizmet uzmanlan (Konu 352) ve galaktozemi (Konu 350) için de geçerlidir. 21-hidroksi-
ve Nyomedikal elik uzmanJanndan oluşur.Böyle bir grup, birinci ba­ laz eksikliği olan çocuklar, genellikle yaşamın ilk birkaç haftası içinde
samak hekimlerine risk altındaki hastalan takip ve tedavi etmede yar­ böbrek yetmezliği gösterirler (Konu 331). Kortizol sentezinin bloke ol­
dım ve inanılmaz destek sağlar. ması yüzünden öncül adrenal steroidler androjen yoluna geçer bu da
Genetik danışmaya yaklaşımın önemli etik, sosyal ve maddi yön­ dişilerde belirsiz genitalia oluşumuna, erkeklerde prematüre erkekliğe
leri vardır, Genetik danışmanın felsefesi, ülkelere ve merkezlere göre sebep olur. Bu hastahkta, glikokortikoid ve minerelokortikoid tedavisi
büyük değişiklik gösterir. Örneğin Kuzey Amerika’daki merkezlerde sadece hormon noksanlığını düzeltmez, aynı zamanda erkekliği (virili­
genetik danışma genel olarak yönlendirici olmayacak, şekilde verilir, zation) daha da kötü hale getiren fazla AGTH üretimini de baskılamak
Gııalarda hastalara kendi değerlerinin helli bir tıbbi kar ar almada na­ için gereklidir.
at hit fakw olduğıımı anlamaları öğretilir. Belli bîr girişimle ilgili açık Terapötik girişim stratejilerin en iyi şekilde çocukluk çağı genetik
bir yaların olduğum! göcıcırn *•etiler olmadığı vey» deneyıel bif giri* hastalıkları için geliştirilmiş olmasına karşın erişkin yaşta-başlayan ge­
pm t‘Mutu /.mum sonlmuhıu ı obnayan irendik danışma özellikle uy- netik bozuklukların tanısı ve yönetiminde de yavaş yavaş uygulanmak­
,ı,m döşet f W j'in , H t t iyi Humnigion hatidltğı (Kupu 162) için gö* ladır, Kalıtsal hemokromatozis, ergin populasyonundaki genetik tara­
m-nk un ıiijiintp yapıırmay.iı ağma katar vereceği zaman, yönlendir!* malım potansiyel durumu ile ortaya çıkarılan pek çok konuyu göz önü­
•• şm-tık danışmanlık verdine/. Bu durumda, hastalığın seyri terapö* ne sermektedir. Örneğin, bu hastalık oldukça yaygındır (Kuzey Avru­
:ıl girişimleri** drgışiiidemeym-ği için, bu hastalık için genetik test pa Kökenli populasyonda yaklaşık 200 kişiden biri homozigottur) ve
>aydıracak olan usk .ıltmdakı kişiye testin açık bir yaran (tıbbi getiri komplikasyonları flebotomi (Konu 345) ile potansiyel olarak önlene­
ı ı i l ımıııda) yoktur. Bununla birlikte, testin bu gibi kişilerin geleceğe bilir. Son zamanlarda, mutasyonlan bu hastalıkla ilişkili olan H F E ge­
ait kararlan, insanlarla ilişkileri ve üreme hakkındaki kararları üzerin­ ninin keşfi, hastalığın presemptomatik tanısı için DNA’ya dayalı test­
de önemli bir etkisi olabilir. Böylece testi yaptırma karan kişinin inanç lerin kullanılmasına büyük bir ilgi uyandırmıştır. Bununla birlikte H F E
sistemine ve değerlerine dayanır. Diğer taraftan, tedavi edilebilir bir mutasyonlan için homozigpt olan bireylerin üçte birine yakınında de­
durum varsa dahâ yönlendirici bir yaklaşım uygun olur. FAB (APC g e ­ mir fazlalığına ait bir delil yoktur. Netice olarak, pozitif aile öyküsü
n in d eki mutasyonlarla ilgili) sorunu olan bir ailede, bilinen A P C gen yoksa, genetik testin hemen arkasından günümüzde demir fazlalığını
mutasyonu taşıyıcıları için kolon kanseri taraması ve profilaktik kolek- gösteren bir fenotipik tarama yapılması önerilir. Hemokrömatoz için
tomi önerilmelidir. Bu aileyi takip eden genetik danışman ve klinisyen, yapılan genetik taramanın günün birinde fenotipik ekspresyon tahmin­
risk altındaki kişilerin bu önerilere sıkıca sarılmak için gerekli kaynak­ leri ile eşleştirilip eşleştirilemeyeceğini ileriki çalışmalar gösterecektir.
lara ulaşabilmesini garanti altına almalıdır. Populasyon tarama işlemlerinin aksine, bir probandda hemokromatoz
Bir kişinin test seçenekleri ve tedavi yönünden bilgilenmeye daya­ tanısı yapıldığı zaman diğer aile üyelerinin testini yapmak ve genetik
lı olarak bir karar verebilmesi için genetik eğitim çok önemlidir. Gene­ danışmanlık hizmeti yermek önemlidir. Test, risk altında olmayan aile
tik danışmanlar, genetik eğitimin bir kaynağını temsil etmekle birlikte, üyelerini hekim tarafından dışlamasına izin verir, Test, aynca demir
diğer sağlık hizmeti sunuculanna da hastanın eğitimine katkıda bulun­ fazlalığının presemptomatik olarak saptanmasını ve organ zaran oluş­
maları için ihtiyaç duyulmaktadır. Genetik hastalık riski altında olanla­ madan tedavinin (flebotomi) yapılmasını da sağlar.
rın, kendi durumları ile ilgili temel tıbbi genetik ilkelerini ve terimleri- Koruyucu önlemler ve terapötik girişimler sadece metabolik
Tabio üS.2 Genetik Danışma fcjulikasyoniarı hastalıklarla sınırlı değildir. Ventriküler aritmilerle ilişkili uzun QT
sendromunun ailesel formlarının saptanması, erken elektrokardi-
İleri anne (>35) veya baba ( > 5 0 ) yaşı
yografik test ve profilaktik anti-aritmik terapi (Konu 230) uygulan­
Akraba evliliği
masına izin verir. Ailesel hipertrofik kardiyomiyopatili olan kişiler
Doğumsal kusur veya genetik bir hastalık laşıyan bir çocuğa ait önceki bir
öykü ultrason ile taranabilir, beta-blokerler veya diğer ilaçlarla tedavi
Genetik bir hastalığı anımsatan kişi veya aile hikayesi edilebilir, ağır eksersizler ve dehidratasyondan sakınmanın önemi
Yüksek-risk taşıyan etnik gruplar; genetik mutasyonlann bilinen taşıyıcılan hakkında bu kişilere danışmanlıkverilebilir (Konu 238). Benzer şe­
Genelik bir hastalığı anımsatan ultrason veya prenatal test kilde, Marfan sendromlu kişiler beta blokerler ile tedavi edilebilir
412 Ol Gcncıik •e i iasmhk yalar ve glikoz-6-fosfat dehidrogenaz (G6PD) noksanlığı buna ör­
nekler oluşturur.
Y b lo G«’iu*iik Teste*' Dayanan Girişim Örnekleri Yukarıda belirtildiği gibi, özel neoplazi tiplerinin riskini arttı­
ran genlerin tanınması çoğu kanserlerle ilgilenme biçimini hızla
Genetik Hastalıklar Girişimler Konu
değiştirmektedir. FAB veya kalıtsal nonpolipoz kolon kanserine
Fenilketonuri Diyette fenilalanin almamak 352 (HNPCC) yatkınlık sağlayan mutasyonları taşıyan aile bireylerinin
Homosistinuri Folik asit, pridoksin ve vitamin B 12 352
tanınması, kolonoskopi veya profılaktik ameliyat (Konu 90) yön­
ile tedavi
temleri ile erken tarama yapılması için önerilerin getirilmesine yol
Hemokromatoz Flebotomi 345
Wilson hastalığı D-penisilinamin tedavisi 348 açabilir. Benzer prensipler melanomanın ailesel formlarına, bazal
Galaktozemi Diyette galaktoz alınmaması 350 hücre karsinomu ve meme kanserine de uygulanabilir. Bununla bir­
Porfıryalar Presipitanları almamak 346 likte, çoğu kanserler invazif ve metastatik potansiyele (Konu 81 ve
Glukoz-6-fosfat dehidro- Oksidan ilaçlan almamak 108 82) ulaştığı zaman pek çok bariz genetik anormalliği de birlikte ta­
genaz Eksikliği
şıdığı bilinmelidir. Sonuç olarak bu olgularda genetik testin en bü­
21 -hidroksilaz eksikliği Glikokortikoid ve minerelokortikoid 331
yük etkisi, hastalığın penetransı (etkinliği) ve klinik seyrini önce­
tedavisi
Ailesel Akdeniz ateşi Kolçisin tedavisi 289 den tahmin etmek halen çok zorlu bir iş olarak kaldığından, daha
Habis hipertermi Presipitan anestetikleri almamak 17 yoğun klinik taramaların yapılmasına izin vermesidir.
a , antitripsin noksanlığı Sigara içmemek; mesleki ve çevresel 258 Bunlar ve diğer hastalıkların genetik tanısının sadece klinik
toksinlerden sakınmak amaçlarla kullanılmaya başlamasına karşın,- hassasiyet testleri bu
Hipertrofık kardiyomiyo- Ekokardiyografik tarama; erken 238
hastalıklarla ilgili morbidite ve mortaliteyi azaltabileceği, daha er­
paü farmakolojik girişim
Uzun QT sendromu Elektrokardiyografik tarama ve 230 ken ve hedefi daha iyi belirlenmiş girişimlere izin verebileceği
elektrofizyolojik test; erken umudunu vermektedir. Kullanılabilir genetik testlerin sayısmm hız­
farmakolojik girişim la artacağını bekleyebiliriz. Hekim ve diğer sağlık hizmeti sağlayı­
Marfan sendromu Ekokardiyografik tarama; profılaktik 247,351 cıları için kritik uğraş, genetik tıbdaki bu ilerlemelere ayak uydur­
beta blokerler
mak ve testleri akıllıca uygulamaktır. Bu amaca ulaşmak, son hede­
Faktör V Leiden Trombojenik risk faktörleri ve oral 117
fi genetik hastalıklardan ileri gelen morbidite ve mortaliteyi azalt­
kontraseptiflerden sakınmak
Hemofili A Faktör VIII replasmanı 117 mak olan yeterli bir genetik danışmanlık hizmeti, yönlendirilmiş
Hemofili B Faktör IX replasmanı; olası gen 117 test ve uygun girişimlerle hasta bakımım arttıracaktır.
tedavisi
Ailesel hipokalsiurik hi- Paraüroidektomiden sakınmak 341 3İBLİO G RAFYA
perkalsemi
Hormon replasmanı ile puberteyi 328 BIESECKER BB, MARTEAU TM: Future of geneüc counselling: An international
Kalman sendromu
perspecüve. Nat Genet 22:133,1999
uyarmak
COUGHLIN SS: The intersection of geneücs, public health, and preventative med­
Nörohipofiziyel diyabetes Vasopresin replasmanı 329
icine. Am J Prev Med 16;89, 1999
insipidus
FRASER FC: Genetic counseling. Am J Hum Genet 26:636, 1974
Gençlikte diyabet ile baş- Diyabet için tarama ve tedavi yapmak 333
GELEHRTER TD et al: Principles of Medical Genetics, 2d ed. Baltimore, Williams
layan olgunluk & Wilkins. 1998
Kalıtsal nonpolipozis ko­ Erken kolonoskopi taraması 90 HARPER PS: Practical Genetic Counselling, 5th ed. Oxford, Butterworth
lon kanseri Heinmann, 1998
Ailesel adenomatoz poli- Steroidal olmayan anü-inflamatör 90 MCKINNON WÇ et al: Predisposition genetic testing for late-onset disorders in
pozis kolektomi ilaçlar; erken kolonoskopi taraması; adults: Position paper of the Naüonal Society of Genetic Counselors. JAMA
Ailesel meme kanseri Östrojen reseptör antagonistlerini 89 278:1217,1997
düşünmek; muayene ve mamogra- MEHLMAN MJ, KODISH ED et al: The need for anonymous genetic counseling
filerle erken tarama; profilakük and testing. Am J Hum Genetic 58:393,1996
mastektomi düşünme; ve diğer kan­ ROSENDAAL FR: Risk factors for venous thrombosis: Prevalence, risk and inter­
ser tipleri riskini hesaba alma action, Semin Hematol 34:171,1997
UV ışığından sakınmak; tarama ve 86 STEPHENSON J: ’Talking" genetics glossary (www.nhgri.nih.gov/DlR/VIP/
Bazal hücre nevus
Glossary/). JAMA 281: 600, 1999
sendromu Biopsiler
The American Society of Human Genetics: Report from the ASHG Information and
Ailesel melanoma UV ışığından sakınmak; tarama ve 86
Education Committee: Medical school core curriculum in genetics. Am J Hum
Biopsiler
Genet 56:535, 1995
Multipl endokrin neop­ Profılaktik tiroidektomi; feokromosi- 339
The American Society of Human Genetics Points to consider: Ethical, legal and psy­
lazi Tip 2 toma ve hiperparatiroidizm taraması chosocial implications of geneüc testing in children and adolescents. Am J
Hum Genet 57:1233.1995
a Mevcut genetik testier için “www.genetests.org" web sitesine bakınız.

ve aortik anevrizmaların (Konu 247) gelişimi için monitorize edi­ M a r k  ., K a y , D a v id W. R u s s e l


lebilirler. al antitripsin noksanlığı olan kişilerin sigaradan ve çev­
resel solunum maddelerine ve hepatotoksinlere maruziyetten ka­ GEN TEDAVİSİ .
çınmaları çok sıkı bir şekilde öğütlenebilir. Çeşitli ev sahibi genler, Halil K asap , M ülkiye K asap , B eld e K asap
HIV (Konu 309) dahil insandaki bazı bulaşıcı hastalıkların patoge-
nezini etkiler. Faktör V Leiden alleli tromboz (Konu 62) riskini art­
tırır. Dünya nüfusunun yaklaşık % 3 ’ü bu mutasyon için heterozi-
gottur. Bunun ötesinde, tekrarlayan derin venöz trombozlu veya
pulmoner embolizmi olan hastaların %25 kadarında da bu hastalık
görülür. Böylece bu allel için heterozigot veya homozigot olan ka­
AAV adeno ilgili viruslar LTR Ier uzun terminal tekrarlar
dınlar oral kontraseptif kullanımından kaçınmalı ve ameliyat veya ADA adenozin deaminaz MLV 1er deniz lökemiya viruslan
travmadan sonra heparin profilaksisi almalıdır. CNS santral sinir sistemi RP retinitis pigmentoza
CSF koloni uyaran faktör TK timidin kinaz
Farmakogenetik alanı, ilaç metabolizmasını değiştiren veya
IFN Ier interferonlar VEGF vasküler endoteliyai büyüme
toksik ilaç reaksiyonlarına hassasiyet yaratan (Konu 71) genleri ta­ IL Ier interlökinler hormonları
nımaya çalışır. Süksinilkolin hassasiyeti, habis hipertermi, porfir- LDL düşük dansiteii Iipoproteinier
'H /ı fe d ,tv isi, genel olarak p a t o lo jik b i r olg u y u d e ğ iş tir m e k v ey a oj Gen jınmisi 413
■ ■ ııh m e k için n iik leik a s it ku lla n ım ı olarak tanımlanır. Başlangıçta
sas olarak kalıtsal tek genii hastalıklar kapsamında düşünülmesi­ Tablo 69-1 Genetik Mühendisliği île l resilen Rekombinant Protein Ö r­
ne karşın, gen tedavisi günümüzde kanser, nörogenetik hastalıklar nekleri
ve enfeksiyonlar gibi çok sayıda edinilmiş hastalıklar için potansi­ Rekombinant Proteinler Klinik yaklaşımlar11
yel bir tedavi stratejisi olarak kabul görmektedir. Gen tedavisi bir­
Hormonlar/büyüme faktörleri
kaç yüz porotokolde kullanılmıştır. Gen tedavisinin önceleri çok
Büyüme hormonu Büyüme hormonu noksanlığı
çabuk bir şekilde tıbbi uygulamalara dahil edilme ümidi olmasına
İnsülin-benzeri büyüme faktörü 1 Büyüme hormonuna dirençli
karşın, bugüne değin çok az bir başarı elde edilmiş ve gen tedavisi büyüme bozuklukları
araştırma düzeyinde, bir tedavi yöntemi olarak kalmıştır. Gen teda­ İnsUIin Diabetes mellitus
visi ile ilgili teknik zorluklar oldukça fazladır fakat vektör gelişti­ Folikül-uyarıcı hormon Ovülasyonun başlatılması
rilmesindeki istikrarlı ilerlemeler ile seçilmiş bazı hastalıklar için Luteinizasyon hormonu Ovülasyonun başlatılması
belli lerapötik uygulamalar pek yakında gerçekleştirilebilir. Tiroid - uyarıcı hormon Tiroid kanserinde 1131 taraması
Leptin Obezite
Trombosit büyüme faktörü Diabeük ülserlerde yaranın
ı ;KN TEDAVİSİNE G EN EL YAKLAŞIM LAR
iyileşmesi
Kan hücresini uyaran faktörler
GEN TERA PİSİN İN Ç E Ş İT L E R İ Gen tedavisi, prensip ola­
Eritropoietin Anemi
rak, germ hücreleri dahil vücuttaki tüm hücreleri değiştirmek için
Granülosit CSF Nötropeni
kullanılabilir. G e rm (ü r em e h ü c r e s i)-h a ttı g e n te d a v is i değiştirilmiş
Granülosit makrofaj C SF Nötropeni
genetik bilgiyi gelecek kuşağa aktaracağından halihazırda kabul Trombopoietin Trombositopeni
gören uygun bir terapötik yaklaşım değildir. Etik nedenler yüzün­ Interlökin (IL) 11 Trombositopeni
den, germ-hattı gen tedavisine yapılan itirazlar yakın gelecekte de Sitokinler
büyük olasılıkla devam edecektir. Vücudun farklılaşmış somatik Interferon a-2a Hepaüt C
hücrelerinin değiştirilmesine s o m a t ik g e n te d a v is i denir. Bu tedavi, Interferon P -la Multipl skleroz
kistik fibrozis gibi kalıtsal hastalıkların ve romatoid artrit ve habis Interferon a-2b Foliküler lenfoma
tümörler gibi edinik bozuklukların düzeltilmesinde kullanılır. IL-2 Renal hücre karsinomu
Kusurlu bir genin fonksiyonunu düzeltme stratejisi olarak yıl­ IL-2 a reseptörü Renal transplantasyonda
immünosüpresyon
lardır tüm-organ nakli (örneğin, kemik iliği, karaciğer ve böbrek)
Çözünür tümör nekroz a reseptörü Romatoit artrit
kullanılmaktadır. Son birkaç yıldır non-otolog hücre naklinin kul­
Pıhtılaşma faktörleri/antikoagulanlar
lanılması fikri dile getirilmektedir ve insan embriyonik kök hücre­ Faktör VIII Hemofili A
lerinin keşfi ile gen terapisi amaçlanan pek çok hastalık için benzer Faktör IX Hemofili B
nakil stratejileri düşünülmektedir. Böylece gen tedavisi ve h ü c re Doku-plazminojen aktivatörü Miyokardiyal enfarktüs, inme,
n a k li arasındaki arayüz (interface) birbirinin tamamlayıcısıdır. akciğer embolisi
G e n e tik m ü h en d isliğ i p r o t e in le r in in üretimi gen tedavisini ya­ Hirudin Derin ven trombozu
kından ilgilendiren diğer bir alandır. İnsan genlerinin klonlanması, Enzimler
proteinlerin sınırsız miktarda üretilmesine ve plazma gibi doğal Adenozin deaminaz Şiddetli kombine inmmün yetmez­
kaynaklardan üretilmesi halinde taşıyacağı potansiyel bulaşlardan lik (SCID)
Glukoserebrosidaz Gaucher hastalığı
arınmasına olanak sağlar. Bunun ötesinde, rekombinant DNA tek­
Monoklonal antikorlar
nolojisi bu proteinlerin terapötik yararını arttırmak için selektif ola­
Epidermal büyüme faktör reseptörü Meme kanseri
rak modifiye edilmelerini sağlar. Rekombinant protein örnekleri
IL -2a Renal transplantasyonda immu-
Tablo 6 9 -1 ’de listelenmiştir. Bunlar şu proteinleri içerir: (1) insu­ nosüpresyon
lin, büyüme hormonu ve gonadotropin gibi hormonlar; (2) eritropo- Tümör nekroz faktörü Crohn hastalığı
ietin, granülosit koloni uyarıcı faktör (CSF), granülosit-makrofaj GPIIb/IIIa reseptörü Anjiyoplasüden sonra trombosit
CSF ve tromboprotein gibi kan hücresi üretimini arttırmada kulla­ agregasyonunu önleme
nılan faktörler; (3) çeşidi otoimmün, enfeksiyöz ve neoplastik has­ CD20 Foliküler lenfoma
talıkları tedavide kullanılan interferonlar (IFN) ve interlökinler (IL) Aşılar
; (4) pıhtılaştırma faktörü VIII ve IX; (5) doku plazminojen aktiva- Hepaüt B anüjeni aşısı Hepaüt B
törü ve antitrombotik hirudin maddesi gibi trombolitik ajanlar; (6) a Bu ajanların bazılarının etkisi ve kabulü henüz araştırma aşamasındadır.
hepatit B aşıları için kullanılan rekombinant antijenler ve (7) im- NOT: CSF, koloni uyarıcı faktör
münosüpresyon veya özel tip habis tümör tedavisi için kullanılan ve uygulanmaktadır: (1) Kanser hücrelerini öldürmek; (2) Normal
insana uyarlanmış monoklonal antikorlar. Bu rekombinant protein­ hücrelere kimyasal koruma sağlamak; (3) Koroner restenozu önle­
ler gen tedavisinin dolaylı bir şekli olmakla birlikte bunlar genetik
mek ve damarlanmayı arttırmak; (4) DNA- enjeksiyonu ile antijen
tıbbındaki önemli bir gelişmeyi temsil eder.
ekspresyonuna ve bir immün yanıta neden olan DNA-tabanlı (örne­
Gen Tedavisinde Geçiciye K arşı Uzun Dönem Gen A ktarı­
ğin viral DNA) bir bağışıklık sağlamak; ve (5) viral replikasyonu
mı Stratejileri Gen tedavisinin amaçlan tedavi edilmekte olan has­
engellemek için. Örneğin, kanser tedavisinde, uzun dönem gen
talığın özelliklerine göre değişir. Hemofili gibi kalıtsal tek genii bir
ekspresyonu ve gen ekspresyonunun düzeyi için istenen gereksi­
hastalık için amaç, kayıp gen ürününün ömür boyu replasmanıdır,
nimler gen replasmanında olduğu kadar sıkı değildir. Çoğu kanser­
Kaybolan pıhtılaşma faktörü salgısının orta düzeyde bile yeniden
lerdeki gen tedavisi çabası, çevredeki normal hücrelerin ekspres­
üretimi hastalığı kısmen iyileştirebilir ve dışarıdan tedavi verme ih­
yonuna neden olmadan, daha ziyade kanser hücrelerine oldukça
tiyacını azaltabilir. Orak-hücre anemisi gibi diğer kalıtsal hastalık­
fazla gen transferi yapmaktır.
lar için gen replasmanı stratejleri çok fazlasını gerektirir. Bu du­
GEN TEDAVİSİNİN "İN VİV O " X "E X -V İV O " U Y G U ­
rumda, aktarılan genin hücreye özgün olması ve ekspresyonunun
çok itinalı bir şekilde kontrol edilmesi gerekmektedir ve halen |3- LA M A SI Hücrelerin hasat edilebildiği, doku kültüründe işleme ta­
globin mutant genin endojenik ekspresyonu devam etmektedir. bi tutulabildiği ve ondan sonra hastaya tekrar geri verilebildiği ko­
Uzun-dönem gen aktarma stratejileri tipik olarak normal kalıtımı şullarda ex vivo gen terapisi yapılır. Ex vivo yaklaşımı potansiyel
ve aktarılan genin kararlılığını sağlayan konakçı kromozom dizile­ olarak çeşitli hematolojik veya immün yetmezlik hastalıklarına uy­
rinin doğrudan modifaksoyununu gerektirir. gulanabilir. Örneğin, adenozin deaminaz (ADA) noksanlığında, ka­
Gen tedavisinin giderek artan bir kullanım şekli çeşitli hastalık­ yıp ADA geni hastanın T-lenfositlerine entegre edilir; genetik iş­
ların tedavisi için gerçekleştirilen geçici gen ekspresyonudur (Tab­ lemden sonra bu lenfositler hastaya geri verilir. Ailesel hiperkoles-
lo 69-2). Gen terapisi günümüzde şu durumlar için düşünülmekte teromide hepatositlerin ex vivo tedavisi için benzer bir yaklaşım
r,;l)İN 1‘ ■ '.>ıaİ!H la bileşik oluşturan nukleik asitlerdir.
Hastalık Gen tedavisi stratejisi Nonviral vektörlerin viral bileşenler içer­
memesi nedeniyle daha gelişmiş bir gü­
Kalıtsal bozukluklar Gen ilavesi
venlik sunmasına karşın bunların gen ak­
Kistik fıbrozis Pulmoner ve/veya G1 sisteminde CFTR ekspresyonu
tarma yetkinliği viral vektörlerinkinden
Ailesel hiperkolesterolemi Karaciğerde LDL reseptörü ekspresyonu
Hemofili A ve B Faktör V lll ve IX ekspresyonu ve dolaşıma salınması genellikle çok daha azdır. Günümüzde kli­
Talasemi Kırmızı kan hücrelerinde normal globin ekpresyonu nik denemelerde halihazırda kullanılmakta
İmmiin yetmezlikler Adenozin deaminaz gibi mutant genlerin ekspresyonu veya geliştirilmekte olan başlıca vektör
Metabolik bozukluklar Kayıp enzim veya taşıyıcıların ekspresyonu sistemleri Tablo 69-3’de özetlenmiştir.
Duchenne müsküler distrofi Kas hücrelerinde mutant distrofin proteininin ekspresyonu Epizomal (genoma entegre olmamış)
Retinitis pigmentoza (resesif) Retinada normal proteinin ekspresyonu
vektörler geçici gen aktarımı için tercih
Gen Düzeltilmesi
edilirken konakçı kromozomuna entegre
Lesch-Nyhan Hipoksantin fosforibozil transferaz lokusunun modifikasyonu
olan vektörlerin ömür boyu gen ekspresyo­
Retinitis pigmentoza (dominant) Missens (yanlış anlamlı) mutasyonun düzeltilmesi
Orak hücre anemisi p-globin mutasyonunu düzeltilmesi nu için ideal olduğu düşünülür. Gen akta­
Kistik fıbrozis Akciğer sistemindeki AF508 mutasyonunun düzeltilmesi rım yöntemi yanında, bir vektörün konakçı
Kardiyovasküler hastalıklar Vasküler biyolojisinin modifikasyonu sayısı hangi hücrelerin genetik olarak mo­
Koroner arter restenozu Kan damarları duvarındaki hücre çoğalmasının durdurulması difiye edilebileceğini belirler. Promoter ve
Periferal vasküler hastalık Anjiogenezin uyarılması enhancer gibi transkripsiyonu kontrol eden
Hipertansiyon Vazodilatasyonu dürtükleyecek genlerin (örneğin doku kallikrein)
elemanlar, transgenin ekspreşyonunu dü­
ekspresyonu
zenlemekte kullanılır. Bazı durumlarda,
Kanser Çoklu yaklaşımlar
Çoğu tipleri Habis tümör hücrelerinde veya civarında bağışıklık uyarıcılarının özel regülatör elemanların eklenmesi, re­
ekspresyonu gülatör elemanları özgün olarak açıp kapa­
Tümör hücrelerinde (örneğin Herpes simplex virus-TK) toksin tan farmakolojik maddelerle gen ekspres-
genlerinin ekspresyonu yonunun kontrol edilebilmesini sağlar. Çe­
Kemoterapiden korumak için normal hücrelerdeki genlerin eksp­ şitli hastalıkların güvenli ve etkin şekilde
resyonu gen tedavisinin yapılması için her biri ken­
Bulaşıcı hastalıklar
dine özgü pek çok özellik içeren çok çeşit­
Viral hastalıklar Ribozimler, tuzaklar (decoys), dominant negatif proteinler dahil
li vektörlere ihtiyaç duyulacaktır.
viral replikasyonu ve fonksiyonu bloke eden genlerin ekspresyonu
Rekombinant aşı olarak antijen ekspresyonu RETROVIRAL VEKTÖRLER Mü-
Çok çeşitli rin lösemi virüslerine (MLV) dayanan ret­
Romatoid artrit Eklemlerde anti-infiamatuvar sitokinlerin ekspresyonu roviral vektörler, klinik gen transferi pro­
Parkinson hastalığı "Striatum"da L-dopa sentezi için gerekli genlerin ekspresyonu tokollerinde kullanılan ilk virüsler olup,
Norödejeneratif hastalık Nörotrofık faktörlerin ekspresyonu virüslerle yapılan gen transferi ilkelerinin
NOT: CFTR, kisıik fıbrozis ıransmembran regiilaıöril çoğunu gösterirler. Vektör genomu tipik
olarak, virüs genomunun aynı yönde akti-
kullanılır. Ameliyat ile karaciğer dokusu alındıktan sonra, düşük yo­
vite gösteren iki uzun terminal tekrarı (LTR) arasına yerleşmiş bir trans­
ğunluklu lipoprotein (L D L ) reseptör geni hücre kültüründe hepatosit
gen kasetini içerir. Terapötik genin sokulması ve virüs replikasyonunun
hücrelerinin içine sokulur ve modifiye edilen hücreler portal damar yolu
ve konakçıya vereceği zararın önlenmesi için virüse ait kodlama bölge­
ile tekrar geri verilir. Ex vivo gen tedavisinin diğer bir şekli, dokuyu ko­
leri, vektör genomundan çıkarılır. MLV vektörlerinin paketleme kapasi­
roner arter "bypass" grefti olarak kullanmadan önce vasküler düz-kas
tesi yaklaşık 8 kb olup (LTR’ler dahil) çoğu terapötik DNA’nin yerleş­
hücresi çoğalmasını bloke etmek için tasarlanan oligonukleotidlerle safen
mesi içinyeterlidir. Vektör üretimi ve paketlenmesi için gerekli viral gen
toplar damarlarının muamele edilmesidir.
ürünleri yardımcı virüs ekspresyon birimleri ile sağlanır.
Gen terapiye in vivo yaklaşımlar hastalığın doğasına bağlı olarak
Virüsün zarf proteinleri, çekirdek proteinleri ve vektör genomunun
değişir. Kistik fibroziste, viral vektörleri akciğere aktarmak için bir ae­
hücreye girişini sağlayan özgün hücre reseptörleri ile etkileşime girer.
rosol kullanılmıştır. Faktör IX ekspresyonu genin kasa verilmesi ile el­
Transdüksiyondan sonra vektör geni konakçı hücre kromozomlarındaki
de edilmiştir. Tümörler viral vektör ekspresyonu yapabilen sitotoksik
genler veya immünterapiler ile doğrudan enjekte edilmiştir. İn vivo yak­ rasgele yerlere sokulur (entegre olur) ve hücre bölünmesi esnasında ko­
laşımın en büyük avantajı, hastadan kolayca alınamayan hücreleri he­ nakçı kromozomu ile birlikte çoğalarak ömür boyu transgen ekspresyo­
defleme potansiyelidir. nu için bir potansiyele kavuşur. Kromozom entegrasyonu insersiyon mu-
tasyonlanna da neden olabilir fakat bugüne değin replikasyon yeteneği
GEN AKTARMA VEKTÖRLERİ olmayan retrovirüsler için, bu gibi durumlarla ilgili hiçbir klinik sonuç
gözlenmemiştir.
Bir geni uygun bir hücreye aktarmak için bir vektör veya araç gerekir.
Entegrasyon yeteneği fazla ve üretilmesi kolay olması nedeniyle
Amaç, alıcı hücrede olmayan bir fonksiyonu yerine getirmek için bir ge­
MLV vektörleri geniş çapta kullanılmasına karşın, bunların halen önem­
nin ilave edilmesi (genellikle transgen olarak ifade edilir) olduğundan,
li dezavantajları vardır. Kompleman destekli vektör partikül inaktivas-
vektör tipik olarak gen ekspresyonu için gerekli olan transkripsiyon dü­
yonu bunların ex vivo uygulamalarını büyük oranda sınırlamaktadır.
zenleyici regülatör elemanların kontrolü altında terapötik bir proteini
MLV vektörleri transdüksiyon için hücre bölünmesine gereksinim duyar
kodlayan DNA dizilerini içerir (Şek. 69-1). Gen, normal kromozomal po­
çünkü vektör genomu hücre nukleusuna, sadece mitoz esnasında nükle­
zisyonunda olduğunun aksine ektopik bir bölgeden ekspresyona uğrar.
er zar parçalandığı zaman girebilir. İnsan vücudunda mevcut hücrelerin
Alternatif bir strateji, gen hedefleme tekniği ile mutant genleri onların
çoğunun bölünmemesi MLV kökenli vektörlerin potansiyel kullanımı­
kromozomlar üzerindeki normal yerinde düzeltmektir. Çoğu genetik has­
nı çok fazla kısıtlar.
talıklar için bu ideal bir yaklaşım olmasına karşın teknik olarak çok daha
zordur ve şu anda yüksek randımanlı bir terapötik gen-hedeflenmesi yap­ Ümit verici yeni retroviral vektörler kompleks retrovirüslere
mak çok zordur. dayanır (MLV gibi nispeten basit onkovirüslerden ziyade). Lentivi-
Gen tedavisi amacı ile nukleik asitlerin hücreye aktarılması için iki ral ve spumaviral vektörlerin her ikisi de geniş konakçı çeşidine ve
büyük vektör sınıfı kullanılır: viral ve nonviral vektörler. Virat vektörler, bölünmeyen hücrelere daha iyi transdüksiyon yapma gücüne sahip­
transdüksiyon denilen bir yöntemle ekzojen (terapötik) nukleik asitleri tir ve in vivo olarak daha fonksiyonel olabilir. Letroviral vektör
hücrelere aktaracak şekilde genetik yapı kazandırılmıştır. Nonviral vek­ üretim sistemleri, replikasyon gücü olan retrovirüs kontaminasyo-
törler tipik olarak gen transferini kolaylaştıracak olan diğer kimyasallar­ nunu önleyecek şekilde tasarlanabilmesine ve bu vektörlerin viro-
;>v n Tixi.ivi.si 415

rcsyon süresi (genelde birkaç hafta) ve akut inflamatör cevaba


ve/veya güçlü bir hücresel immün yanıta neden olabilen kalıcı sito-
toksik veya antijenik viral proteinler tarafından sınırlandırılırlar.
Virüsün bu özellikleri, ornitin transkarbamilaz noksanlığı için ade-
noviral-destekli gen tedavisi yapılan bir kişide karaciğer yetmezli­
ği ve ölüme katkıda bulunuyormuş gibi görünmektedir. Diğer taraf­
tan, adenovirüslerin inflamatör özellikleri, aşağıda tartışıldığı gibi,
kanser deneyimlerinde onların etkinliğini arttırabilir. Son sıralarda,
artık viral genleri ortadan kaldırmak için çeşitli yöntemler bulun­
muş olup bu yöntemlerle geliştirilen vektörlerin, adenoviral vektör­
lerin önceki generasyonlan ile karşılaştırıldığında toksik ve infla­
matör özelliklerinin çok fazla azaltıldığı görülmektedir.
A D EN O -İL İŞ K İL İ V İRÜS V E K T Ö R L E R İ Adeno-ilişkili
virüsler (AAV), normalde enfeksiyon oluşturmak için adenovirüs
gibi yardımcı bir virüse gereksinim duyan parvovirüslerdir. AAV
virüsünün en büyük sınırlaması onun kısmen küçük olan paketleme
Ex vivo veya in vivo
transdûksiyon kapasitesidir. Paketleme kapasitesi yaklaşık 4.5 kb’lik ekzojenik
DNA büyüklüğü ile sınırlıdır. AAV vektörlerinin, hücreleri hem
episomal transgen ekspresyonu hem de kromozom entegrasyonu
ile transdüksiyona uğrattığı görülmüştür. Genetik mutasyonları dü­
Terapotik gen ürününün zeltmek için önemli bir strateji olan gen hedefleme yolu, homolog
ekspresyonu
kromozom dizilerini modifıye etmek için de kullanılabilir.
AAV vektör genomu viral kodlama dizelerinden yoksun oldu­
ğundan, vektörün kendisi çok küçük bir inflamatör veya immün ce­
vaba neden olur (yenidea verilmesini sınırlayabilen nötralize edici
ÖNA'entegrasyona antikor generasyonu hariç). Vektör partikülü in vivo olarak çeşitli
veya~ organlara [örneğin, merkezi sinir sistemi (MSS), karaciğer, akciğer
eptiom gl olarak
\ korunma-. _ Hastanın ve kas] verilebilir ve AAV vektörlerinin bölünmeyen hücrelere de
transdûksiyon etkin bir şekilde gen aktardığı bulunmuştur. Kistik fıbroz ve hemo­
yapılmış hedef
hücresi filiyi tedavi etmek için AAV ile yapılan klinik denemeler devam et­
mektedir.
D İĞ ER V İR A L V E K T Ö R L E R Herpesvirüsler, çift iplikli
ŞEKİL 69-1 Gen Tedavisi için kullanılan viral vektörlerin genel tasa­
RNA virüsleri, otonom parvovirüsler ve papavovirüsler gibi pek
rımı.
çok diğer virüs çeşitleri de vektör sistemleri olarak geliştirilmekte­
dir. Birden fazla virüsten gelen bileşenden oluşan hibrit viral vek­
lojik açıdan emniyetli görünmesine karşın, HIV gibi insan patojen­
törler de geliştirilmekte olup, bunlar farklı vektörlerin istenen çoğu
leri ile ilişkisinin bu vektörler üzerinde yarattığı şaibe, bunların ka­
bul edilmesini sınırlayabilir. özelliklerini bünyesinde toplama potansiyeline sahiptir. En sonun­
A D EN O V IR A L V E K T Ö R L E R Adenoviral-destekli gen da isteğe göre tasarlanmış hem viral bileşenleri hem de yapay fonk-
ekspresyonunun ömür boyu olmaması bunları geçici gen ekspres­ siyonarı olan yapay vektörler geliştirilmiş olacaktır.
yonu gerektiren uygulamalar için daha uygun kılar. Konakçı geno­ NON -VİRA L V E K T Ö R L E R Aktarımı kolaylaştırmak veya
muna entegre olan retro virüslerin aksine, adenoviral genom e p i s o ­ vektör dayanıklılığını arttırmak için, nonviral vektörler genellikle
m a l olarak veya kromozom dışında kalır. Adenoviral vektörler tipik lipid, karbonhidrat, protein ve/veya diğer sentetik kimyasallar ile
olarak serotip 2 veya 5 ’den kök alır ve iki iplikli DNA genomu içe­ kompleks oluşturan DNA içerir. Çıplak DNA ile de gen transferi
rir. Yabanıl-tip adenovirüs, her iki DNA ipliğine ait örtüşen gen
parçaları ile 50 kadar peptit kod­
fiilili) («9-.1 G en lcdiivisİHric K ullanılan.V ektörlerin Ö zellikleri
lar. Esas olmayan viral genler en
H ü cre D öngüsü
fazla 8 kb’lık ekzojen DNA’ya
V ektör Ü retim E tk ileri E kspresyon
yer uçmak için ortadan kaldırıl­
mıştır. Tcrapötik transgen içeren Retrovirüs B asit fakat düşük titreli Mitoz gerekli Devamlı
vektör, replikasyon ve paketleme (MLV- tabanlı -1 0 6 partikül/mL
için gerekli viral proteinleri içeren Lenüvirüs ~10 9 partikül/mL’ye Hücre bölünmesi Devamlı
yoğunlaştırılabilir her zam an gerekmez
bir hücre hattında çoğaltılır. Re-
Adenovirüs 10l 3 -10 14 partikül/mL Dinlenen ve bölünen Geçici
kombinant adenovirüsler 1 0 13- litrelerine kadar kolayca hücreler
1014 partikül/mL büyüklüğündeki üretilir
litrelerde elde edilebilir, bu in vi­ AAV Zor işlem, fakat yüksek Dinlenen veya bölünen Devamlı
litreler olası, ~ 1 0 12 hücreler, DNA sentezi veya geçici
vo gen tedavisinde etkin olmak
partikül/mL bazen yararlı
için önemli bir özelliktir. Oldukça yoğun
Nonviral Dinlenen veya bölünen Geçici
Klinik uygulamada adenovi­ hücreler
ral vektöler, nispeten kısa eksp-
NOT: MLV, murin lösemi virüsü: AAV adeno-ilişkili virüs
likleri, vektörün aktarılması esnasındaki sindirim enzimlerinin etkileri
gibi büyük sınırlamalar halen mevcuttur. Bu engellerin üstesinden geli­
mümkün fakat kısmen daha az etkin bir yoldur. Viral bulaşı önle­ nebilirse, çoğu hastalıklar, ince bağırsak gen transferi ile tedavi edilebilir
mesi ve daha kontrollü koşullar altında üretilebilmesi bakımından non- hale gelecektir.
viral vektörler talep edilmektedir. Bunların en büyük dezavantajı, en HEMATOPOETİK SİSTEM Hematopoetik hücreleri hedefleyen
azından çoğu viral vektör sistemlerine nispetle, düşük bir gen transfer klinik denemeler hemen hemen yalnız ex vivo (canlı dışında) yaklaşım­
oranına sahip olmasıdır. Vektörlerin entegre olmaması ve hücreye giren la olur. Bu olayda gen transferi vücut dışında yapılır, genetik değişime
DNA moleküllerinin çoğunun hızlıca parçalanması nedeniyle, bunlarla uğrayan hücreler yeniden vücuda verilir. En çok kullanılan hedef hücre­
sadece geçici gen ekspresyonu mümkündür. Nonviral vektörlerle yapılan ler, lenfositler ve hematopoetik kök hücreleridir. Çünkü kök hücreleri bü­
gen aktarımına belki en uygun uygulama örnekleri şunlardır: özgün anti­ tün hematopoetik sistemi yeniden yapılandırır, ex vivo genetik işlemler
jen genleri ile yapılan aşı, koroner arter bypass greftlerinde kullanılan da­ ve kemik iliği veya periferik kan kök hücrelerinin otolog transplantasyo­
marların ex-vivo işlemleri ve belli kanser tedavisi için geçici immün mo- nu bunun iyi bir örneğini temsil eder. Hematopoetik kök hücrelerine uzun
dülasyon. süreli gen transferi, hematopoezisdeki yoğun hücre bölünmesi esnasında
Etkin bir aktarma işlemi ile sorunlar giderilebilirse RNA veya modi- kromozomlarla birlikte transgenin de bölünmesini sağlayan entegre edi­
fiye nukleotidlerden oluşan nonviral vektörler faydalı olabilin Örneğin ci bir viral vektörün kullanımını gerektirir. Bundan dolayı, kök hücre gen
antisens oligonukleotidler baskılanabilir. Örneğin antisens oligonukle- terapi denemelerinin çoğunda retroviral vektörler kullanılırlar. Kısmen
otidler hücre döngüsü proteinleri veya sitokinlerin ekspresyonunu bloke kök hücrelerinin aktif olarak bölünmemesi nedeniyle, transdüksiyon (gen
etmek için kullanılabilir. Özgün DNA veya RNA-bağlayan proteinler için aktarım) oranı tedavide kullanmak için çok düşük olmaktadır. Buna rağ­
bağlanma bölgeleri olan oligonukleotidler protein fonksiyonlarını baskı­ men, sitokin reseptörü gama genel zincirini kotlayan MLV vektörü ile
layan tuzaklar olarak görev yapacak şekilde tasarlanabilir. RNA/DNA X ’e bağlı şiddetli kombine immün yetmezliğin tedavisindeki son başarı
oligonukleotid kimcrleri gene hedefleme yolu ile özgün genetik modifi­ bu yaklaşımın olabilirliğini göstermektedir. Değişik zarf proteinleri ve
kasyonlar yapmak için kullanılmaktadır. Hayvan çalışmalarında, bu yeni lentivirüs ve spumavirüslere dayalı vektörlerin kullanımı kök hücre gen
yaklaşımın karaciğerde etkin bir şekilde çalıştığı gösterilmiştir ve çok ya­ aktarımında daha fazla başarı sağlayabilir.
kında uridin difosfat-glukuronosil transferaz noksanlığı için yapılacak Hematopoetik kök hücrelerine gen transferi, kan pulcuklarının
klinik denemeler de kullanılabilir. (trombosit) bozuklukları kadar eritrosit, miyeloit ve lenfoit hücre hasta­
lıklarını tedavi etmede kullanılabilir (çünkü, kök hücre sonunda bütün bu
hücre tiplerine farklılaşır). Bu yaklaşımın önemli bir yönü, ex-vivo ola­
SEÇİLMİŞ HASTALIK KATEGORİLERİ
rak modifiye edilmiş kök hücrelerinin tekrar geri verilmesi için gereken
İÇİN GEN TEDAVİSİ myeloablasyon düzeyidir. Optimum bir tedavi, tedavi edici transgenle
KARACİĞER VE GASTROİNTESTİNAL KANAL Karaciğer, kıs­ birlikte gen aktarılan kök hücresine seçici bir avantaj sağlayan bir genin
men hepatositler çoğu genetik hastalıklar için yapılacak gen replasmanı- verilmesi ile myeloablasyonu ve ilgili toksisiteyi belki minimuma indi­
na uygunluğu yüzünden, gen tedavisi için bir hedef organ olarak yoğun recektir. Günümüze kadar, klinik denemelerin çoğu kanser tedavisinde
bir şekilde çalışılagelmiştir. Ayrıca, hepatositlerin regenerasyon kapasite­ kullanılan kemoterapötik ajanların direncini yükselten genleri içerir. Al­
sinden dolayı bir vektörün entegrasyonu ömür boyu gen ekspresyonu ternatif bir strateji, klinik olarak hastalığı önlemek için bütün hücrelerde
sağlamaktadır. İnsanda teşebbüs edilen ilk hepatik gen tedavisi, ailesel ekspresyon gerektirmeyen hastalıklara gen terapiyi uygulamaktır. Bakte­
hiperkolesteromide tedavi yöntemi olarak LDL reseptörü kodlayan retro­ rileri öldürmek için gerekli olan hidrojen peroksit üretiminde başarısız
viral vektörlerle kültürde transdüksiyon yapılan otolog hepatositlerin ex olan monosit ve granülositlerin olduğu kronik granulomatoz hastalığın­
vivo naklidir. Düşük düzeyde (nonterapötik) gen ekspresyonunun göz­ da, enfeksiyonlara yanıt verecek normal hücre eşik düzeyini elde etmek
lenmesi ve ex vivo transdüksiyon işleminin yoğun emek isteyen özelliği mümkün olabilir. Kök hücre gen tedavisi araştırmasının diğer bir büyük
yüzünden mevcut stratejiler in vivo gen aktarımına doğru yöneltilmekte­ alanı, globin genlerini eksprese eden vektörlerle hemoglobinopatileri te­
dir. MLV-tabanlı retroviral vektörler konakçı hücrelere transdüksiyon davi etmektir. Klinik denemeler başlamamış olmasına karşın, bu çabalar
için hücre bölünmesi ister. Hepatosellüler replikasyonu uyarmak için bü­ özellikle transgen ekspresyon düzeyini kontrolü ile ilgili başarılı bir kök
yüme faktörlerinin (kısmi lepatoektomiden ziyade) kullanımı MLV vek­ hücre gen tedavisi için çözülmesi gereken problemlerin belirlenmesine
törlerinin etkinliğini arttırabilir. Lentivirüslere dayanan alternatif retrovi­ yardımcı olmuştur. Globin gen replasmam, vektöre çeşitli transkripsiyon
ral vektörler bu güçlüklerin üstesinden gelebilir. kontrol elemanlarının dahil olmasını gerektiren (bunların çoğunluğu
Adenovirüs vektörleri karaciğere gen transferinde çok etkin olup he­ vektörün dayanıksızlığı ve düşük viral titre ile sonuçlanır) göz korkutucu
patositlerin büyük çoğunluğunun transdüksiyon yapmasına izin verir. bir görevdir, çünkü genin eritroid hücrelerin seçilmiş bir alt grubunda
Bununla birlikte, bu vektörlerin ilk nesilleri, doza-bağlı toksikasyon, imf- yüksek düzeyde eksprese olmalıdır.
lamasyon ve sürekli transgen ekspresyonunu sınırlayan bir bağışıklık Lenfosit gen transferi, genetik immün yetmezlikeri tedavi etmede ve
gösterdi, Tüm bu viral genlerden yoksun olan adenoviral vektörlerin, da­ immün fonksiyonları düzenlemede bir potansiyele sahiptir. ADA eksikli­
ha az bir toksikasyon veya bağışıklıkla hepatositlere etkin bir şekilde gen ği gen terapi ile tedavi edilen ilk hastalıklardan birisiydi ve lenfositlerin
aktardığı gösterilmiştir. Kemiricilerde, transgen ekspresyonu ömür boyu ex vivo olarak transdüksiyonunda kullanıldı. Bu ilk klinik denemeler,
gibi görünmektedir fakat insan olmayan primatlarda ekspresyon 2 yıllık gen tedavisinde önemli bir dönüm noktasını temsil ettiği halde, tedavinin
bir süre içinde %90 kadar gerilemektedir. etkisini ölçmek ADA proteininin birlikte uygulanması ile karmaşık hale
AAV vektörleri in vivo olarak proviral DNA’larını hepatositlere gö­ gelmiştir. ADA geninin replasmam genel olarak, lenfosit gen transferi
rünür bir toksikasyon olmaksızın kararlı bir şekilde entegre eder. Bu vek­ uygulanamayacak özellikteki ADA’dan yoksun lenfositlere seçici bir
tör, hemofili B hastası fareleri sağaltmak için ve hemofili B hastası kö­ avantaj sağlar. Halen lenfosit transdüksiyon protokolleri gelişirken özel­
peklerde gen kusurunu kısmen düzeltmek için yapılan preklinik karaci­ likle edinilmiş hastalıklar için bu hücresel hedefle, çok sayıda uygulama
ğer gen tedavisi çalışmalarında kullanılmıştır. AAV vektörleri, üre dön­ geliştirilebilir. Antikor ve sitokin genleriyle yapılan genetik işlemler,
güsü hastalıkları, aminoasidopatiler, karbonhidrat metabolizma kopuk­ kanser için olduğu kadar enfeksiyon hastalıkları ve otoimmün hastalıklar
lukları ve lizozomal depo hastalıkları gibi çeşitli metabolik hastalıkların için de çok sayıda mümkün uygulamaları teklif etmektedir.
tedavisinde yararlı olabilecektir. Nispeten küçük orandaki hepatositlerde PU LM O N ER S İS T EM Akciğerdeki gen tedavisi öncelikle
gerçekleşen transgen ekspresyonunun terapötik bir yararı olduğu zaman kistik fibröz için uygulamalara konsantre olmuştur. Kistik fibroz
bu strateji özellikle kullanılabilir. geni C F T R 1989 da klonlanmıştır, 1993 te ilk denemelere burun
Sindirim kanalında gen tedavisi için büyük bir hücre kitlesi vardır ve epiteli ve hava yolunda adenovirüs vektör kullanılarak teşebbüs
vektörlerin oral yolla verilmesine uygundur. Gastrointestinal kanalda çok edilmiştir. Hiçbir klinik yarar gösterilmediği halde, gelecekte belir­
sayıda vektör test edilmesine karşın, ince barsak epitel hücrelerinin ça­ lenmiş klinik çalışmalarda bu çalışmalara gerek olacağının altı çi­
buk yenilenmesi, kök hücreleri veya öncü hücreleri hedefleme yetersiz­ zilmiştir. Adenovirüs denemelerine ilaveten nonviral lipozom ve
AAV vektörlerle yapılan klinik denemeler tedavi etkilerini göstermede &) Gen Tedavisi 417
haşarısız olmuştur. Pulmoner gen tedavisidinde karşılaşılan güçlükler
.solıuııım salgılarına bağlı olarak vektörün çok az miktarda dağıtılması, virebilir. Ekstremite amputasyonu olması beklenen hastalar gen teda­
açıktaki hücre yüzeyinde kolay bulunabilir vektör reseptörlerinin yok­ visinden sonra bu işlemden muaf tutulur. Viral ve viral olmayan vek­
luğu, solunum epitelindeki alışverişe bağlı olarak geçici transgen eksp- törler kullanarak VEGF geniyle yapılan benzer klinik denemeler miyo-
ıesyonu ve vektörün uyardığı inflamasyon ve pnömonidir. Klinik yarar kardiyal iskemi bakımından çalışılmaktadır.
sağlamak için hangi tip akciğer hücrelerinin C FT R geniyle hedeflen­ KANSER Günümüze kadar yapılan gen tedavisi klinik denemele­
mesi gerektiği halen açık değildir. Akciğer gen transferi için etkili ve rinin çoğu, kanserin tedavisini hedeflemiştir. Sitokin veya yeni antijen
güvenli vektörler geliştirilmiştir, kronik obstrüktif akciğer hastalığı gi­ genleriyle gen tedavi yapılması tümör bağışıklığında bir yaklaşımdır.
bi edinilmiş hastalıklar için uygulamalar da mümkündür. Vektör çoğunlukla tümörün içine doğrudan enjekte edilir ve immün
SİNİR SİSTEMİ VE RETİNA Sinir sistemine gen transferi ka­ sistem bir kere uyarıldığında gen aktarımı yapılmamış tümör hücrele­
lıtsal ve edinilmiş nörolojik hastalıkların tedavisi için önemli olacaktır. rinin de immün sistem tarafından yok edildiği hakkında bazı deliller
Hastalığa bağlı olarak glial hücreler ve nöronlar uygun hedef hücreler vardır. Örneğin melanomada, yanlış eşleşmiş doku uygunluğu antijen­
olabilir. Hayvanlarda beyne in vivo enjeksiyondan sonra hücrelere lerini veya tümör nekroz faktörü, IFN-y gibi sitokinleri veya bir immün
gen aktarımı yapmak için (nöronlar dahil) çeşitli vektörler gösterilmiş­ yanıtı uyarma çabası ile IL-2’yi eksprese etmek için hücreler genetik
tir. Gen transferi tipik olarak enjeksiyon bölgesinin yakınında lokalize olarak değiştirilmiştir. Diğer bir yaklaşım, ham ilacı sitotoksik bileşik
olmuştur, dopamin sentezini yapan genlerin seçici ekspresyonunu ya­ haline çeviren tümör hücrelerine, genleri vermektir. Çeşitli stratejiler
pacak olan striatumdaki transdüksiyon Parkinson gibi hastalıklarda is­ geliştirilmiş olduğu halde, en yaygını herpes timidin kinaz (TK) geni­
lenilen bir özelliktir. Gen tedavisini global olarak nörolojik hastalıklar nin transferidir. TK enzimi, ganeyelovir’i DNA sentezini engelleyen
için problem yapan olay, vektörün sinir sistemi boyunca dağıtılmasını ve hücre ölümüne sebep olan timidin analoğuna çevirir. Toksik etki,
gerçekleştirmek olacaktır. MSS ne nörotrofik faktörlerin dağıtılması, toksik analoğu almaya bağlı olarak transdüksiyona uğramamış bitişik
.ııııyotrofik lateral skleroz ve omurilik yaralanmasından sonra iyileş­ hücrelerde ortaya çıkar; bu olay seyirci etkisi olarak bilinir. Hatalı tü­
meyi kolaylaştırma gibi nörodejeneratif hastalıkların tedavisi için po- mör süpresör proteinlerini normal versiyonları ile değiştirmek için ta­
ı.ııısiyel bir stratejidir. Genetik olarak modifiye olmuş (değiştirilmiş) sarlanmış olan vektörler, kanser gen tedavisi için düşünülmüştür, fakat
kök hücreleri nörodejeneratif hastalıkların tedavisi için bir strateji ola­ gerçekten bütün tümör hücrelerini genetik olarak değiştirmeden bu
rak tavsiye edilmiştir, fakat bu hücrelerle ilgili çalışmalar henüz çok yaklaşımla başarı sağlamak zordur. Tümör olmayan hücrelerde ekspre­
eı ken safhadadır. se olduğu zaman tümör büyümesini kontrol eden genler kanser gen te­
Retinal dejenerasyondan dolayı körlüğe yaygın olarak sebep olan davisinde de etkili olabilir. Tümör damarlanmasını durduran gen ürün­
retinitis pigmentosa (RP) hastalığı gen terapiden yararlanmak için bek­ lerinin verilmesi bu yaklaşıma en iyi örnektir. Son olarak, habis tümör
leyen hastalıklardan bir sınıfı temsil eder. Her ne kadar çok sayıdaki hücrelerini öldüren ve selektif olarak replike olan litik viral vektörler
gen bozukluğu RP’ ye sebeb oluyorsa da çomak şeklindeki fotoresep- geliştirilmiştir. Çoğu değişik kanserlerde, mutasyona uğramış olan bir
lOrıiıı cGMP fosfodiesteraz (ksııbünite genindeki bir mutasyonun se- tümör süpresör proteini olan p53 ten yoksun hücrelerde replike olacak
İmIi olduğu bir formun tedavisi adenoviriis, lentivirüs ve AAV vektör­ şekilde tasarlanmış olan adenoviriis buna bir örnektir.
lerle iııtrrıokiilcr gen ilave edilmiş hayvansal modellerde çalışılmıştır. Bu ve diğer ilgili stratejiler, tümör hücreleri çeşitli anatomik böl­
Değişik tip bir RP’rle mutant mRNA ya karşı r ib a ıim le r i (RNA en­ gelere ekildiğinde hayvan modellerinde etkinliğini göstermiştir. Bu
zimleri) eksprese eden AAV vektörleri kullanılan tıansgcnik bir sıçan modeller çoğunlukla hakiki kanserle sonuçlanan doğal oluşumlarla re­
modelinde hastalığın utozomal dominant bir formunun ilerlemesi dik­ kabet edemezler, zira buradaki tümör hücreleri orijin olarak gerçekten
kate değer bir hiçimde yavaşlatılmıştır. Rilw.imler, özellikle diğer ı ıtolog değildir. Günümüze kadar yapılan bazı klinik denemelerle cesa­
DNA dizilerini birleştiren vc ayrıştıran selektif olarak degradasyon ya­ ret verici sonuçlar olmasına karşın etkinliği kesin olarak gösterilme­
pan katalitik olaıak aktif RNA molekülleridir. B ij strateji dominant miştir. Çoğu olgularda çalışılan hasta populasyonlannın ilerlemiş ha­
ımıtasyoıılanıı neden olduğu diğer genetik liasi.dikl.itrn tedavisinde ya- bis tümörleri vardı ve hastalığın daha erken safhalarına ait daha bilgi­
ı ull olabilir, iıtmoksık genleri eksprese eden viral vektörler MSS IU- lendirici sonuçlar elde edilmiş olmalıydı. Halen kanser gen tedavisi
. »ıttenin («dav) etmede kullanılmıştır (aşağıya bakınız). umut verici bir geleceğe sahiptir ve şu anda sürdürülmekte olan tümör
KAS İSK ELE I* SIS l EMİ hmaınüsktiler enjeksiyon yoluyla mi- spesifik antijenler, anjiogenez, hücre döngüsü kontrolü ve apopitozis
yotublerc adenoviral vektörler, AAV vektörleri ve lentiviral vektörlerle çalışmalarının hepsi büyük olasılıkla yeni gen tedavisi yaklaşımlarına
etkili gen transferinin yapıldığı gösterilmiştir. AAV vektörlerinde kas­
yol açacaktır. Tümör hücrelerinin vektör hedeflemesindeki ve tümör
larda uzun süreli transgen ekspresyonu çok sayıda hayvan türünde göz­
spesifik gen ekspresyonundaki ilerlemeler de gelecekteki tedavi yakla­
lenmiştir. Miisküler distrofılerin tedavisi, gerekli bölgelere gönderilme­
şımlarını kuvvetlendirecektir.
si korkunç zor bir görev olarak duran vektörün vücut boyunca çoklu kas
KOAGULOPATİLER Kalıtsal koagulopatiler, özellikle hemofili
gruplarına yeterince dağıtımını gerektirecektir. Duchenne müsküler
A ve B umut verici gen tedavi araştırma alanlarıdır, çünkü yeniden ya­
distrofı olgusunda distrofın cDNA sının büyüklüğü vektör tasarımında
pılmış koagulasyon faktörü çok düşük düzeyde olsa bile ağır fenotipli
teknik güçlükler de taşır. Kasların primer hastalıklarının aksine, pıhtı­
bir hastaya potansiyel bir yarar sağlayabilir. Karaciğer, faktör VIII ve
laşma faktörleri gibi salgılanmış proteinlerin sentezini hedefleyen kas­
IX için en büyük sentez bölgesi olduğu halde, diğer bazı dokular fak­
lardaki gen tedavisi denemelerinde başarı daha da olasıdır. Kasın büyük
tör sentezini ve kan doku içine salgılamasını destekleyebilir. AAV vek­
doku kitlesi ve kolay ulaşılabilirliği onu bu uygulamalar için özellikle
törleri, özellikle hemofili B ’li hayvan modellerinde kas ve karaciğere
çekici hale getirir.
verildiğinde uzun bir tedavi etkisi göstermiştir. cDNA nm büyük olma­
KARDİYOVASKÜLER SİSTEM Kardiyovasküler sistem (peri-
sı (AAV vektörlerinin paketleme kapasitesine yaklaştığından) ve
ferik damarlar dahil) gen tedavisi için önemli bir hedef olmuştur. Da­
ekspresyon yapan hücrelerin proteinleri doğrudan damarlar arası
mar duvarı gen aktarımı düz kas hücre bölünmesine mani olma ve res-
boşluğa verme gereksiniminden dolayı Hemofili A’yı tedavi etmek
tenozu önleme de bir yol olarak çalışılmaktadır. Bu uygulamada kulla­
daha zordur. Faktör X eksikliği gibi diğer koagulopatiler de gen te­
nılan trans genler hücre döngüsüne engel olmak veya düz kas hücrele­
davisi için iyi adaylardır. Hemofilinin tedavisine çeşitli yaklaşımlar
rinde apopitozu teşvik etmek üzere tasarlanmıştır. Bu yaklaşım eğer
henüz klinik denemelerin erken evrelerindedir.
vektör anjioplasti esnasında verilebilirse özellikle caziptir.
Diğer gen tedavisi stratejileri dokuların damarlanmasını artırmada E N FE K S İY O N H A ST A L IK LA R I Gen tedavisinde hedef
kullanılır. Damar endotel büyüme faktörü genini (VEGF) kotlayan çıp­ olarak incelenen çoğu bulaşıcı patojenler, bir dereceye kadar onla­
lak DNA vektörlerini intramüsküler enjeksiyonla alan zayıf periferik rın insan hücreleri içinde çoğalması nedeni ile, viraldir (özellikle
damarlanmadan dolayı kritik ekstremite iskemili hastalarda tedavi ya­ HIV). Bir yaklaşım, kendi normal karşıtlarının (örn,, virionlann pa­
nıtı ile ilgili bazı deliller vardır. Kastan salgılanan az miktardaki prote­ ketlenmesini engelleyerek) mevcut olması halinde bile, viral hayat
in, kollateral damar gelişimi ile sonuçlanır ki buda iskemiyi tersine çc- döngüsünü engelleyen esansiyel viral proteinlerin inhibe edici ver-
.U R ■■ : iI ' : -ıv -n k Vc i L ıs ta b k miştir. Bu alan henüz kendi çocukluk çağındadır ve büyük olasılık­
la vektör tasarımındaki gelişmelerle çoğu teknik problemler çözü­
vcııneyi gerektirir. Diğer bir strateji, vira! replikasyon lecektir.
'vıii j.VH-Ut olan diğer proteinleri bağlayıcı ve onların normal viral
bedellerinde hareketlerini engeleyecek şekilde fonksiyon yapan SİBLİOGRAFYA
proteinler, peptitler hatta RNA transkriptlerinin ekspresyonunu ge­ AMADO RG, CHEN İSY: Lentiviral vectorsrethe promise of gene therapy within
rektirir. Virüs girişi için kullanılan reseptör moleküller veya patoje­ reach? Science 285:674, 1999
nin yapışması için kullanılan özel proteinler gibi patojenin hayat BLAESE M et al: T lymphocyte-directed gene therapy for ADA-SCID: Initial (rial
results after 4 years. Science 270:475, 1995
döngüsü için gerekli olan hücresel proteinler de gen tedavisi esna­
CAVAZZANA-CALVO M et al: Gene therapy of human severe combined immuno­
sında kullanılabilir; bu taktik viral olmayan patojenlere de uygula­ deficiency (SCID)-Xl disease. Science 288:669, 2000
nabilir. Ribozimler özel viral transkriptleri kesmek için tasarlanabi­ FERRY N, HEARD JM: Liver-directed gene transfer vectors. Hum Gene Ther
lir, böylece viral gen ürünlerinin ekspresyonu bloke olur veya viral 9:1975, 1998 ■
HALL SI et al: The promise and reality of cancer gene therapy. Am J Hum Genet
genomlar hasara uğratılır (RNA virüslerinde olduğu gibi). Prensip
61:785. 1997
olarak, ribozimler herhangi bir RNA transkriptine saldırmak için HITT MM et al: Human adenovirus vectors for gene transfer into mammalian cells.
yapılandırılabildiğinden, çoğu farklı viral hastalıkların tedavisinde Adv Pharmacol 40:137, 1997
dikkate alınabilirler. Ribozimleri kullanarak HIV enfeksiyonunu KAY MA el al: Evidence for gene transfer and expression of blood coagulation fac­
tor IX in patients with severe hemophilia B treated with ân AA vector. Nat Ge­
bloke etmek için klinik denemeler başlamıştır. Antisens oligonuk-
net 24:257, 2000
leotidler viral veya hücre nukleik asit dizilerine müdahale etmek MILLER AD: Development and applications of retroviral vectors, in Retroviruses,
için kullanılabilir. Bulaşıcı hastalıklara uygulanabilen diğer gen te­ JM Coffin, SH Hughes, HE Varmus (eds). Cold Spring Harbor, NY, Cold
davi yaklaşımları, özel antijenlerle aşılama ve patojenlerin yok ol­ Spring Harbor Laboratory, 1997, p 437
MORSY MA, CASKEY CT: Expanded-capacily adenoviral vectorsrethe helper de­
masını kuvvetlendirmek için immün sistemin manipulasyonunu
pendent vectors. Mol Med Today 5:18, 1999
içerir. NABEL GJ: Immune recognition of malignancies: Relevance to immunotherapy.
Cancer J Sci Am SuppLLS 106,1998
ÖZET ORKIN SH, MOTULSKY AG: Report and recommendations of the panel lo assess
lhe NIH investment in research on gene therapy, www.nih.gov/news/panel-
rep.html
Gen hastalıkları tedavi etmek için kullanılan yöntemler içerisinde ROTH JA. CHR1STIANO RJ: Gene therapy for cancer: What have we done and
yeni bir farmasötik ajan olarak düşünülebilir. Klonlanmış genlerin where are we going? J Natl Cancer Inst 89:21, 1997.
sağlanabilirliği halihazırda klinik kullanımı olan çok çeşitli rekom- RUSSELL DW, KAY MA: Adeno-associated virus vectors and hematology. Blood
94:864, 1999 ■■ , , ■
binant proteinleri ortaya çıkarmıştır. Şimdiye dek gen tedavisinde
SVENSSON EC, SCHWARTZ LB: Gene therapy for vascular disease. Cure Opin
sağlanan sınırlı başarı esas olarak genlerin uygun hedef hücrelere Cardiol 13:369. 1998
etkili ve güvenli bir şekilde aktarılmasındaki zorluklardan ileri gel­

r. . j . », - --.a f - * : ■’ -■ -- t * ..A,' •- A. , , -, -

Robert K och 11 Aralık 1843’ de Kolera çalışmak için Mısır ve Hindistan’a gitmiştir. Koch, Kalku-
Prusya’da doğdu. On üç çocuktan ta’da morfolojijc olarak Mısır’daki örneklerde gördüğü virgül şek­
üçüncüsüydü. Sekiz yaşında lindeki basile benzeyen saf kolera basili kültürünü otopsi örneklerin­
Gymnasium’a (Alman Lisesi) gi­ den izole edebilmiştir. Epidemiyolojik çalışmalarda Koch koleranın
ren parlak bir öğrenciydi. Daha kontamine sularla yayıldığını göstermiştir, bu bulgu suyun fıltrasyo-
sonra Tıp okuduğu Gottingen nuyla öldürücü hastalığın kontrol edilebileceğini göstermiştir. K och
Üniversitesine kaydedildi. daha sonra tüberküloz çalışmasına geri dönmüştür. Tüberküloz basi­
' 8 6 6 ’da Tıp Fakültesinden mezun linin bir gliserin özütü olan tüberkülinin, tüberküloza karşı bağışık­
oldu ve Hamburg’da pratisyen lığa yol açabileceğini ileri sürmüştür. Sağlıklı kişiler değil ama, tü-
olarak çalışmaya başladı. Çalış-, berkülozlu hastalar tüberküline karşı lokal reaksiyonlar göstermesi­
ması Fransız - Alman harbi ile ke­ ne rağmen tüberküloza karşı bağışıklık elde edilmemiştir.
sintiye uğradı. Askerden döndük­ Koch’un tüberkülozun insandan insana geçişi i hakkındaki er­
ten sonra Almanya Wollstein’de ken uyarıları, geniş anlamda önemsenmemiştir. Buna karşılık, bü­
Halk Sağlığı uzmanı oldu. İşte tam burada Koch bilimsel kariyeri­ tün dünyada tüberkülozun enfekte kişilerin balgamından diğer kişi­
ne başladı. Şarbon çalıştı ve bakterinin mikroskopisi için teknikler lere yayılmasını önlemek için önlemler alınmıştır. Koch İ9 0 5 ’te
geliştirdi. Daha önce, Louis Pasteur hastalığın üreme teorisini öner­ fizyoloji veya tıpta Nobel ödülü ile ödüllendirildiğini öğrendiğinde,
mişti fakat Rudolph Wirchow ve Theodore Billroth dahil lider pa­ Afrika’da tropikal hastalıklarla çalışmaktaydı. O, tüberküloza ne­
tologlar bu olasılığı reddeti. Mikroorganizmaların enfeksiyon has­ den olan ajanı tanımlamak ve halk sağlığı açısından bazı önlemle­
talığına sebep olabileceği hakkında şüphe duyanları ikna eden Ro­ ri dile getirerek hastalığın yayılmasını azaltmak dahil tüberküloza
bert Koch’un şarbon üzerindeki çalışması oldu. 1880’de Robert katkılarından dolayı Nobel ödülünü almıştır. Robert Koch yaptığı
Koch Kraliyet Sağlık Bürosunun bir üyesi olmak için, bugün bile diğer önemli katkılardan dolayı bakteriyoloji biliminin babaların­
temel olarak değişmeden kullanılan kültür plağı tekniğini geliştir­ dan birisi olarak anılmayı açıkça hak etmiştir.
diği Berlin’e taşındı.
Onun gerçek şöhreti 18 8 2 ’de tüberküloza sebep olan tüberküloz ’SİBLİOGRAFYA
basilini tanımladığında geldi. Koch’un enfeksiyon hastalıklarına 1. Magill FN (ed): Nobel Prize Winners: Physiology or Medicine, vol 1. Pasade­
mikroorganizmaların sebep olduğu suçlaması ile ilgili iddiaları. na, Salem Press, 1993
Mikrobiyolojide halen standarttır. Organizmalar enfekte dokudan 2. Schrier RW: A Salute to Nobel Laureates in Physiology and Medicine, Proce­
alınıp izole edilmeli ve saf kültürde büyütülmelidir. Daha sonra, saf edings of the Association of American Physicians 108(1): Jan 1996
3. Sourkes TL: Nobel Prize Winners in Medicine and Physiology 1901-1965. Lon­
kültürün deneysel olarak hastalığı başlattığı gösterilmeli ve deney
don, Abelard-Schuman, 1967
hayvanından tekrar elde edilmelidir, Koch deneysel kurgu ile tüber­ Robert W.Schrier, MD
külozun bütün safhalarını kobay model kullanarak tamamlamıştır. Çeviri: Mülkiye Kasap. Halil Kasap, Işıl Öcal
BÖLÜM DÖRT ■ ■■. ......... ■
■ ■
.
■r-8»3i!»«flBp3fi»ıs<«53Bte;*aBşaK3»(«ac^aiiı8a«j!8)8iey^*aBaMyj!^^
*****
KLİNİK FARMAKOLOJİ '

mg) sonra antiaritmik etkileri erken dağılım fazında belirgin olabi­


J o h n A , O ates, D a n M . R o d e n ,
lir, ancak ilaç düzeyi minimum etkili konsantrasyonun altına doğru
G ran t R , W ilkin son
70 indikçe, plazma ile doku düzeyleri dengelenmeden etki ortadan
kalkacaktır. O halde, denge fazında sürekli bir etki sağlamak için
İl.AÇLA TEDAVİ İLK E LER İ
daha yüksek bir tek doz veya çoklu ufak dozlar uygulanmalıdır. Ba­
J Şule Oktay, Yusuf K arataş
zı ilaçlar için dağılım fazındaki yüksek düzeylere bağlı toksisite,
denge fazı boyunca terapötik düzey sağlayabilecek tek bir yüksek
<iüvenli ve etkin ilaç tedavisi için, ilaçların dokulardaki moleküler
yükleme dozu uygulamasını olanaksız kılar. Örneğin, fenitoinin
hedeflerine etkili fakat toksik olmayan konsantrasyon aralığında
yükleme dozunun tek bir intravenöz bolus enjeksiyonla uygulan­
el,ıhması istenir. Böylece, hasta bireyler arasında gözlenen farklı­
ması, dağılım fazındaki yüksek düzeylere bağlı olarak kardiyovas-
lıklar, kısmen, bu konsantrasyonları belirleyen işlemlere, yani ila-
küler kollapsa neden olabilir. Eğer fenitoinin yükleme dozu intra­
■m çinilimi, dağılımı, ve eliminasyonu da dahil olmak üzere dispo-
venöz yoldan uygulanacaksa, yavaşça, 25-50 mg/dakika infüzyon
•ısyoııuua ilişkin farklılıklara bağlanabilir. Farmakokinetik bu iş­
hızıyla verilmelidir. Benzer nedenlerle, reseptör bölgesinde hızla
lemlerin kantitatif tanımını şöyle yapar: "vücudun ilaca yaptıkları".
dengelenen pek çok potent ilacın intravenöz yükleme dozu ya bö­
I k olarak, yanıttaki değişkenlik, ilacın vücut üzerindeki, konsant-
lünmüş dozlar halinde aralıklı olarak veya benzer süre boyunca ya­
■ ısyoım bağımlı etkilerini yani farmakodinamiğini değiştiren, ilaç
vaş infüzyonla uygulanır.
hedef (reseptör) etkileşimindeki farklılıkları da yansıtabilir. Bu bo­
Oral yoldan verilen bir doz başlangıç fazında, aynı miktarda
hemle fannakokiııctik ve farmakodinamik prensipler ve bunların
ilacın sistemik sirkülasyona doğrudan verilmesini sağlayan intrave­
tenıpötik rejimlerin optimizasyonu için uygulanması hakkındaki
nöz bolus doza göre daha düşük plazma seviyeleri oluşturur. Çün­
bilgiler derlenmiştir.
kü oral uygulamadan sonra ilaç hemen emilmez ve sistemik dola­
şıma çok daha yavaş katılır; emilim tamamlandığında çoğu vücuda
HI.İNİK FARMAKOKİNETİK dağılmıştır. O halde, oral uygulamadan sonra hemen hemen tama­
men emilen prokainamid 750 m g’lık tek yükleme dozu halinde,
İT K DOZDAN SONRA E L D E E D İL EN PLA Z M A DÜ-
çok düşük bir hipotansiyon riski ile verilebilir; buna karşın, dağı­
/K Y I'K K İ İıuravcnüz yoldan uygulanmasından sonra elde edilen
lım fazındaki hipotansiyondan kaçınmak için, bu ilacın yükleme
; ‘)i«ına lıdokaiıı düzeyleri iki fazlı bir düşüş gösterir (Şekil 70-1);
dozu intravenöz yoldan, 100 mg’lık bölünmüş dozlar halinde, 5 ’er
‘nı şekilde bifa/.ik düşüş pek çok ilaç için tipiktir. Hızlı enjeksiyon­
dakika aralarla veya yavaş infüzyonla çok daha güvenle verilir. Ba­
dan h em en sonra, esas olarak ilacın tamamı plazmada veya santral
zı ilaçlar çok hızlı infüzyonla verildiğinde öngörülebilir şekilde öl­
-oıııpaı imandadır, başlangıçtaki yüksek plazma konsantrasyonu,
dürücüdür, ve arzu edilmeyen sonuçlardan kaçınmak için bazı ön­
hıı küçük hacım içine sığdırılmış ilacı yansıtır. Daha sonra ilaç, d a -
lemler alınmalıdır. Örneğin, 20 m Eq/L’nin üzerindeki potasyum
>;tim i fıi ı ı demlen sürede eksıravasküler veya periferik bir kompart­
çözeltilerinin intravenöz uygulanmasından, dikkatlice izleme ola­
ımanı transfer edilir, l.idokaiıi için, dağılım fazı .U) dukikudn ııere-
nağının bulunduğu çok özel durumlar dışında her zaman kaçınıl­
f v -e ■nmmtl.ımr. Arduıdsıt daha yavaş düşüş gdsieten f.ız, d e n g e
malıdır. Böylece, konsantre çözeltilerin infüzyon hızında istenme­
-t» ıçı M e-p t Bit fa* sıtasnıds, ilacın plıı/m m lnkl ve dokularda*
den oluşabilecek artış sonucu kardiyak arrest (kalp durması) olası­
Vı dıı-vv» t «şist olıifttk değişir, fiti dupo/.isyon pro fili intravenöz
lığı cıı aza indirilmiş olur.
«<U.«ı ii'idmı çok d.ıç için ortak olmasına rağmen, karakteri**
Bu örneklerin ortaya koyduğu gibi, pek çok ilacın aşırı derece­
ı k pat aııv neler daçınu d at.'a değişir.
de hızlı uygulanması, dağılım fazında yüksek konsantrasyonlara
Dağılım f-*ııt( Dağdım faz,ı .sırasında farmakolojik etkiler, re-
ulaşılmasına neden olarak katastrofik sonuçlar doğurabilir.
,ep|or bölgesindeki ilaç konsiiııtrasyonuıınn plazma ile benzer olup
Buna zıt şekilde, santral sinir sisteminde etkili bazı ilaçlar için,
olmaımısıııa bağlıdır. Eğer böyleyse, plazmadaki başlangıç kon­
intravenöz uygulamadan sonra dağılım fazında yüksek ilaç kon­
santrasyonunun yüksek olması nedeniyle, bu dönemde farmakolo-
santrasyonuna ulaşılması avantaj olarak kullanılabilir, Örneğin, mi-
lik cıki de şiddetli olabilir. Örneğin, lidokainin bolus dozundan (50
dazolam’ın "İV sedasyon” oluşturmak için kullanımı, dağılım fa­
zında ilacın beyin tarafından hızla alınarak hızlı bir sedasyon oluş­
turmasına ve ardından, denge oluşurken ilacın yeniden dağılımı ne­
deniyle beyinden uzaklaşmasına bağlıdır,
Bazı ilaçlar dağılım fazında etki bölgelerine yavaşça dağılır,
öyle ki, uygulamadan hemen sonra ilgili reseptör civarında ulaşılan
konsantrasyon plazma ile paralellik göstermez. Örneğin, reseptör
bölgesindeki digoksin düzeyi (ve ilacın farmakolojik etkisi) dağı­
lım fazında plazma düzeylerini yansıtmaz. Digoksin kardiyak re­
septörlerine, dağılım tamamlanıncaya kadar devam eden bir işlem­
le yavaşça ulaşır (veya bağlanır), O halde, birkaç saat süren dağı­
lım fazı boyunca, etki bölgesindeki düzey ve farmakolojik etki ar­
tarken, plazma düzeyleri düşer. Yalnızca dağılım fazının sonunda,
Z a m a n (dk.) reseptör bölgesinde dengeye ulaştığında digoksinin plazma kon­
santrasyonu farmakolojik etkiyi yansıtır. Bu nedenle, tedaviyi yön­
ŞEKİL 70-1 50 mg lidokainin intravenöz yoldan uygulanmasını taki­
lendirmek amacıyla plazma digoksin düzeylerinin ölçülmesi için
ben ölçülen plazma konsantrasyonları. Denge fazı sırasında, her­
uygulamadan sonra 6-8 saat beklenmelidir.
hangi bir noktada ölçülen konsantrasyonun (Cjniliaı) yarıya inmesi
için geçen zaman, yani yanlanma zamanı (t1/2) 108 dakika olarak he­ Denge Fazı. Plazmadaki ilaç konsantrasyonu doku ile dinamik
saplanmıştır. C0, dengeye hemen ulaşılması halinde, 0. dakikada bir dengeye ulaştıktan sonra, ilaç vücuttan elimine edildikçe plaz­
hipotetik plazma lidokain konsantrasyonudur. ma ve doku düzeyleri paralel olarak azalır. Bu nedenle, denge fazı-
1.5*1

'îb lo 7 0 -i BirHıı i " ’ > .1 n i d <i ,m na Ö m ü r l e r i Boyunca, U y g u l a n a n


'( « u n V ü c u t l a i' *' i ' î 01

G eçen V ücutta kalan U ygulanan dozu


yarılan m a m ik ta r (uygulanan elim ine edilm e
öm rü sayışı dozun % ’si) o ram , %

1 5 0 .0 0 50 .0 0
3 2 5 .0 0 75 .0 0
1 12.50 87.50
■1 6 .2 5 93.75
5 3.1 2 5 96.875

na eliminasyon fazı da denilir. Bu faz sırasında, plazmada ölçülen


ilaç konsantrasyonları dokudaki ilaç düzeylerini yansıtan yararlı bir
gösterge olabilir.
Çoğu ilaç birinci derece kinetik yoluyla elimine edilir. Bunun Zaman. günler
anlamı, ilacın herhangi bir noktada ölçülen plazma düzeyinin yarı­
ya inmesi için geçen sürenin (yarılanma ömrü, t ı p ) , ölçümün baş­
Zaman, yarı ömrün değişik değerleri
ladığı noktadaki plazma düzeyinden bağımsız olarak sabit kalması­
dır. Birinci derece kinetiğin diğer bir özelliği, plazma konsantras­ ŞEKİL 70-2 Biyoyararlanımının % 85 olduğu kabul edilerek, digoksi­
yonunun logaritması - zaman ilişkisinin doğrusal (lineer) olması­ nin 0.25 mg/gün oral idame dozunun yinelenen uygulamalarını taki­
dır. Böyle bir grafikten (Şekil 70-1), lidokain’in yarılanma ömrü­ ben zamana göre birikme paterni. Düzgün eğri (kesikli çizgi) eşdeğer
nün 108 dakika olduğu görülebilir. Eğer yarılanma ömrü bilinirse, dozun (150 ng/dak) sürekli intravenöz infüzyonla verilmesini takiben
tek bir doz uygulamasından sonra, herhangi bir zaman noktasında gözlenen birikme paternini gösterir. Dört yarılanma ömrü sonra birik*
vücutta kalan ilaç miktarı hesaplanabilir. Tablo 70-1 bu miktarla ar- menin ve eliminasyonun % 90‘ından fazlasının tamamlandığına ve
darda 5 yarılanma ömrü boyunca nasıl değiştiğini göstermektedir. bu durumun dozlama rejiminden bağımsız olduğuna dikkat ediniz.
Kararlı durum ise dozlama hızı (doz/doz aralığı) ve biyoy aradanım /
Klinik bakış açısıyla, eliminasyon yaklaşık olarak % 9 0 ’a ulaş­
klerens oranı ile doğru orantılıdır. Ortaya konan zamanla ilişki doğru­
tığında bitmiş kabul edilir. O halde, pratik açıdan, b ir in c i d e r e c e k i­
sal (lineer) farmakokinetik ve tek kompartmanlı dağılım gösteren di­
n e tiğ in e g ö r e elim in a sy o n 3-4 yanlanma ömründe tamamlanır. ğer ilaçlar için de geçerlidir. Karşılaştırma için, tek doz ilaçla elde edi­
İL A Ç L A R IN VÜCUTTA B İR İK İM İ - Y Ü K L E M E V E len plazma konsantrasyon eğrisi (noktalı çizgi) de çizilmiştir. Cmaxss,
İD A M E D O ZLA R I Eğer bir ilaç, tek bir dozu elimine etmek için kararlı durum maksimum plazma konsantrasyonu; Caug, ortalama
gereken zamandan daha sık aralıklarla ardarda uygulanırsa, yinele­ plazma konsantrasyonu; Cmin, minimum plazma konsantrasyonu.
nen dozlara bağlı olarak gerek vücutta bulunan ilaç miktarı, gerek­
se farmakolojik etki, bir platoya ulaşana kadar artış gösterir. Şekil lemek akılcı değildir. Bundan dolayı, tedavinin başlangıcında, uy­
7 0 -2 yinelenen idame dozlanndan sonra (yükleme dozu verilmedi­ gun infüzyon hızıyla idame dozun uygulanmasına ek olarak, bir ve­
ği halde) digoksinin vücutta birikimini göstermektedir. Digoksin’in ya birkaç yükleme dozu vermek uygun olacaktır.
yarılanma ömrü, renal fonksiyonlan normal bir kişide 1.6 gün civa­ Yükleme, tek bir yükleme dozunun uygulanması şeklinde, ve­
rında olduğundan, günün sonunda tek bir digoksin dozunun % 6 5 ’i ya eğer bu toksisite riski taşıyorsa, yükleme dozunu zaman içinde
hala vücuttadır. O halde, ikinci doz vücuttaki digoksin miktarım ardarda bölünmüş dozlar halinde uygulayarak yapılır. İkinci yakla­
(ve ortalama plazma düzeyini), ilk dozun % 165’ine yükseltecektir. şım özellikle terapötik indeksi dar olan pek çok ilaç için uygundur.
Takibeden her doz, kararlı duruma ulaşılana kadar ilave bir artışa Eğer ilaç intravenöz yoldan uygulanıyorsa, bölünmüş yükleme do­
neden olur. Bu noktada, ilaç dozlama hızı (biyoyârarlanılan zu stratejisi veya yükleme dozunun yavaş infüzyonla verilmesi
doz/doz aralığı), eliminasyon hızına eşittir ve vadi - tepe plazma özellikle önerilir. Buna göre, lidokain örneğinde sık kullanılan yön­
konsantrasyonları arasındaki dalgalanma sabittir. Daha sonra ilaç tem başlangıçta 1 mg/kg intravenöz bolus enjeksiyon, ardından ih­
uygulama hızı değişirse, yeni bir kararlı duruma ulaşılır. Bir ilacın tiyaca göre; 3 kereye kadar, 0.5 mg/kg’lık ilave bolus enjeksiyon­
sabit hızda sürekli infüzyonu da ilacın öngörülebilir bir kararlı du­ ların 8-10 dakika aralarla yapılması ve 2 mg/dak hızında idame in-
ruma doğru giderek birikmesi ile sonuçlanır (Şekil 70-2). Bu du­ füzyondur.
rumda kararlı durum plazma konsantrasyonu (Css) ilacın aynı za­ Yükleme dozunun miktarından bağımsız olarak, 3 -4 y a r ıla n m a
man dilimi süresince aynı toplam miktarda aralıklı uygulanması ile ö m rü s ü r e s in c e id a m e t e d a v is i u y g u lan d ık tan s o n r a , v ü c u ttaki ila ç
ilde edilen tepe ve vadi plazma düzeylerinin (Cavg ,ss) ortalamasına
m ik tarı id a m e d o zu ta r a fın d a n b e lir le n ir. Kararlı durum plazma dü­
("average") eşittir. Birinci derece kinetiğine uyan bütün ilaçlar için,
zeylerinin yükleme dozundan bağımsız oluşu Şekil 70-2 ’de göste­
kararlı duruma ulaşmak için gereken zaman, yanlanma ömrü ile
rilmiştir; bu şekilde yükleme dozunun eliminasyonunun da pratik
ilişkilidir ve öngörülebilir, çünkü, birinci derece kinetiğine göre ila­
olarak 3-4 yanlanma ömründe tamamlanacağı görülmektedir.
cın birikiminin yanlanma ömrü, eliminasyon yarılanma ömrü ile
İL A Ç DİSPO ZİSYO N U B E L İ R L E Y İ C İL E R İ Bazı fizyo­
benzeşir. O halde, 3-4 yarılanma ömründe kararlı durum düzeyleri­
lojik ve patofizyolojik faktörler bir ilacın dispozisyonünu ve dola­
nin % 9 0 ’ı kadar ilaç birikmiş olur. Bu durum hem aralıklı, hem de
yısıyla da belirli bir hastadaki farmakokinetiğini belirler. Bunlann
sürekli dozlama için geçerlidir (Şekil. 70-2).
en önemli üçü, vücudun ilacı elimine etme kapasitesinin bir ölçütü
Acil terapötik etki isteniyorsa, uzun yanlanma ömrüne sahip
bir ilacın idame dozunun uygulanmaya başlanması, ilacın kararlı olan k le r e n s , ilacın kan kompartmanı dışında dağılım derecesini
durumuna ve hedeflenen etkiye ulaşmasında kabul edilemeyen bir gösteren d a ğ ılım h a c m i ve uygulanan dozun sistemik dolaşıma ula­
gecikmeye yol açar. İstenen farmakolojik etkiye ulaşma zamanı, şan fraksiyonunu ifade eden b iy o y a r a d a n ım ' Am. İlacın vücuttan
y ü k le m e d ozu uygulanmasıyla kısaltılabilir - bu miktar plazma uzaklaştırma hızını gösteren eliminasyon yanlanma ömrü (ty/2 ) fiz­
konsantrasyonunu hızla kararlı duruma yükseltir. O halde, eğer li- yolojik olarak belirlenen klerens ile dağılım hacmi tarafından belir­
dokain (t\p ~ 108 min) ile tedaviye idame dozunda infüzyonla baş­ lenir.
lanırsa, ilacın maksimum etkisinin görülmesi 4-8 saat alacaktır. Klerens İlaçların çoğu, bir çoklu doz rejimine göre uzun bir
Ventriküler aritmiler yaşamı tehdit edici durumlar olabildiğinden, süre boyunca uygulanırlar, örneğin, her y saate bir x mg. Klinik he­
etkili kararlı durum düzeyine ulaşmak için o kadar uzun süre bek- def belirli bir hastada ilacın kararlı durum konsantrasyonunu tera-
adiler içimle tutmaktır: luı ıtu/cy yt<K düşükse etkililik CO -ilaçta Tedavi ilkeleri 421
çflk ytiksekse advers etkilerin Runtime olasılığı artar.
fU-m eliminasyon hızı ile sistemik dolaşıma ilaç sunum hızı (sıfırdan sonsuza kadar) eğrisinin altında kalan alan (EAA jv) he­
. jıilt’iiıliğiııde k a r a r lı d u ru m a ulaşılmış olur; ki bu hız, eğer biyo- saplanarak bulunur.
>.ıı.ııt.mıın tamsa, ilacın uygulama hızına karşı gelir:
C l = doz-tv /EAA-n

Doz oranı = Cl x Css


Tablo 70-2 bazı sık kullanılan ilaçların plazmadan klerensleri-
<İlaç ımktarı/dak) (nıl/dak) (İlaç miktarı /mİ)
nin ne kadar farklı olabileceğini göstermektedir. Fenobarbital ve
valproik asit gibi bazı ilaçlar nispeten daha düşük değerlere sahip­
i-7 klerensi, C , kararlı durum plazma konsantrasyonunu temsil
ken (<10 mL/dak), prokainamid ve lidokain gibi diğer bazılarının
der. Ihı ı v d e n l e , b e lir li b i r d o z la m a h ız ın d a ila c ın p la z m a d a k i
daha yüksek klerensleri vardır (> 500 mL/dak). Böyle farklılıklar
m ıs a n ır ,n v m tu tum iiyle k le r e n s in e b a ğ lıd ır. Eğer ilaç infüzyonla
esas olarak klerens organlarının kan akımı, ilacın plazma proteinle­
criiltse, konsantrasyon, ilaç uygulaması devam ettiği sürece sabit
rine bağlanma derecesi, klerens işleminin ilacı doku suyundan me­
Mİır; ancak ilaç aralıklı verilirse yukarıdaki ilişki şöyle ifade edi­
tabolizma ve/veya itrahla uzaklaştırmadaki etkinliği gibi farklı hız-
lir;'
kısıtlayıcı belirleyici faktörleri yansıtır. Tablo 7 0 -2 ’deki veriler, ay­
nı zamanda renal ve nonrenal olmak üzere en majör iki eliminas­
Doz / doz intervali = C l x Cavg ss
yon yolunun ilaçlara göre değişen görece katılımlarını da göster­
mektedir. Amikasin, digoksin, gentamisin, lityum ve tobramisin gi­
doz aralığı süresince elde edilen ortalama değeri temsil eder
bi bazı örnekler için ağırlıklı (predominant) yol böbrekler aracılıy­
ve her ne kadar bu süre boyunca g e r ç e k konsantrasyon zaman za-
la itrahtır. Ancak, pek çok diğer ilaç için (örn. karbamazipin, lido­
nnn ilaha yüksek veya daha düşük olabilirse de, ortalama değer
kain), genelde karaciğerde metabolizmayı yansıtan, nonrenal elimi­
1%,‘ye eşittir. O halde, istenen kararlı durum konsantrasyonuna
nasyon daha önemlidir.
ulaşma zamanını klerens belirler; diğer bir deyişle, kararlı durum
Dağılım Hacmi. Vücutta bulunan ilaç miktarı ile ilacın plaz­
düzeyleri dozlama hızını değiştirerek aşağı veya yukarı çekilebilir.
madaki konsantrasyonu arasındaki ilişki görünür dağılım hacmi ile
l'erap ötik k o n sa n tra sy o n a r a lığ ın d a ila ç la r ın çoğ u n lu ğ u n u n /d e ­
ilgili bir ölçüt olarak işe yarar:
relisi sabittir.
;tv Klerens, eliminasyon organları tarafından ilacın vücuttan uzak­
'ft- V (Vol) = Vücuttaki ilaç miktarı (İlaç miktarı) / C
laştırılma hızının bir ölçütüdür.
(İlaç miktan/Vol)

C l = Eliminasyon hızı/C Bu hacım, bazı özel vakalar dışında, tanımlanabilir bir fizyolojik
hacmi yansıtır, fakat, gerçekte vücuttaki ilacın tümünü plazmada-
Buna göre, klerens, ilacın eliminasyonu olarak değerlendirilebile­ kiyle eşit konsantrasyonda içerebilecek toplam sıvı haemına karşı­
cek şekilde, birim zamanda ilaçtan arınması gereken kan (veya lık gelir. 7 0 kg’lık bir insanda, plazma hacmi yaklaşık 3 L, kan hac­
plazma) hacmim yansıtır; total veya bağlı ilaç ile ilişkili olabilir. mi 5.5 L civarında, ve damar yatağı dışındaki ekstraselüler Su hac­
İlaç eliminasyonu genelde karaciğer, böbrek ve olası diğer or­ mi ise 42 L kadardır. Plazma proteinlerine yüksek oranda bağlanan,
fakat doku bileşenlerine bağlanmayan ilaçların dağılım hacmi plaz­
ganlar tarafından metabolizma ve/veya itrah şeklinde gerçekleşir. O
ma haemına yakındır. Ancak, çoğu ilaç için dağılım hacmi herhan­
halde, ilacın vücuttan klerensi bu organların tümünün katkısını
gi bir fizyolojik aralıktan çok daha büyüktür. Örneğin, digoksin’in
yansıtır; tek tek her biri için ilaç konsantrasyonuna göre düzeltilmiş
dağılım hacmi yaklaşık 7 0 0 L ’dir, ki bu da kesinlikle total vücut sı­
eliminasyon hızlan ile ifade edilir ve birbirine eklenir (aditiftir).
vısı hacmim aşar. Basit bir açıklamayla bu durum digoksin’in da­
mar sistemi dışında yaygın olarak dağıldığını ve dolayısıyla plaz­
Cl = C/hepatjfc + C/renaj + C/jjger mada bulunan ilaç miktarının görece düşük olduğunu gösterir.
Dağılım hacmi, plazma konsantrasyon-zaman eğrisinde sıfıra
Bir ilacın klerensi sıklıkla bir dozun intravenöz uygulanmasını (d o - doğru (C0) geri ekstrapolasyonla (Şekil 70-1) ve bu sayıyı int­
ziv) takiben ölçülür ve kan ya da plazma konsantrasyonu - zaman ravenöz yoldan uygulanan doza bölerek belirlenebilir.

Tablo 70-2 Sık Kullanılan Bazı İlaçların İriırnıakokinetik Parametreleri (Ortalama ± Standart Sapma) ve Terapötik Plazma Düzeyi Aralığı
Plazma Efektif
İdrarla Proteinlerine Plazma Düzeyi Toksik Plazma
Cl, mL/dak V,L tl/2, saat Oral F, % atılma, % Bağlanma, % Mg/mL Düzeyi, pg/mL
Karbamazepin 90 ±35 98 ±28 15 ± 5 >70 <1 74 ±3 4 10
Digoksin 133 ± 69a 658 ± 196 39 ± 13 70 ± 13 60 ± 11 25 ±5 >0.8 ng/mL 2.0 ng/mL
Etosüksimid 13 ± 3 50 ±11 45 ±8 ■ - 25 ±15 0 40 100
Gentamisin 110 ±35“ 22 ±7 53 ±25 - >90 <10 5 tepe 10 vadi 2
Lidokain 644 ± 168 77 ± 18 1.8 ±0.4 35 ± 11 2 70 ±5 1.5 6
Lityum 24 ± 7 46 ± 11 22 ±8 100 95 ± İS 0 0.5 meq/L 1.5 meq/L
Midazolam 462± 126 77 ±42 1.9 ±0.6 44 ± 17 56 ±26 95 ±2 50 200
Fenobarbital 4.3 ± 0.9 38 ±2 99 ±18 100 24 ±5 51 ±3 10 30
Fentoin Doza-bağımlı 45 ±3 6-24 90 ± 3 2±8 89 ±23 10 20
Primidon 38 ±8 48 ±13 15 ±4 92 ± 18 48 ± 16 19 8 12
Prokainamid 600 ± 200* 133 ±21 3.0 ± 0.6 83 ±16 67 ±8 16 ± 5 3 14
Kinidin 329 ± 126 189 ±84 6.2 ± 1.8 70-80 18 ± 3 87 ±3 2 6
Takrolimus 49 ± 19 62 ±22 15 ±7 16 ±7 <1 75-99 15 25
Teofılin 45 ±14 35 ±11 9.0 ±2.1 96 ±8 18 ± 3 56 ±4 5 20
Valproik asid 7.7 ± 14 15 ± 5 14 ± 3 100 1.8 ±2.4 93 ± 1 30 100
'I Renal fonksiyonlar bağımlıdır NOT: Cl. klerens; V.dağılım hacmi; F. biyoyararlamm
" N- asetiİleme f
zı hem klerensin, hem de ilacın vasküler kompartman dışında dağı­
lım derecesinin bir fonksiyonudur. Vücutta bulunan toplam ilacın
V = d o z-JC o . belirli bir zamanda elimine edilen b ö lü m ü fr a k s iy ö n e l elim in a sy o n
s a b it e s i (k ) ile tanımlanır.
Eğer ilacın dağılımı bir anda gerçekleşmiyorsa, hacmi belirlemek
için daha yararlı bir yol plazma konsantrasyonu-zaman eğrisinin k = cav
altında kalan alana (E A A ) ve ilacın terminal eliminasyon yanlanma
ömrüne (tl/2) dayalı bir hesap yapmaktır. Örneğin, eğer dağılım hacmi 10 L ve klerens 1 L/dak ise, her 1 da­
kikada ilacın 1/10’u elimine edilir. Eğer k vücutta bulunan toplam
... doz-v / \ t\ fi miktar ile çarpılırsa, belirli bir zaman diliminde gerçek eliminasyon
Valan = ---------------------- hızı kestirilebilir.
0.693 x EAA

Eliminasyon hızı = k x vüculta bulunan toplam miktar = k x C x V = C l x C


Bioyararlanım Derecesi ve Hızı. İntravenöz uygulamadan
sonra, uygulanan dozun tamamı sistemik dolaşıma ulaşır. Buna zıt
Eliminasyon hızının ilaç konsantrasyonu ile orantılı olduğunu
olarak, oral, intramüsküler, ve subkütan gibi diğer uygulama yolla­
gösteren bu ilişki, birinci derece veya monoeksponensiyel bir işle­
rında dozun yalnızca bir bölümünün emilmesi olasılığı vardır; bu
mi tanımlar. Birkaç istisna dışında, klinikte kullanılan ilaçların eli­
fraksiyona ( F ) ilacın b i y o y a r a r la n ı m denir. Biyoyararlanımın tam
minasyonu birinci derece kinetiğine uygundur.
olmaması ilacın dozaj formundan veya taşıyışından tümüyle salıve-
Yarılanma ömrü ( t ı p ) plazmadaki konsantrasyonun veya vü­
rilemediğini, uygulama yerinde kimyasal yıkıma uğradığını, dola­
cuttaki toplam ilaç miktarının yarıya inmesi için geçen zamandır.
şıma emiliminin tam olmadığını veya ilacın uygulama yerinden sis­
Bu parametre k ile aşağıdaki şekilde ilişkilidir:
temik dolaşıma taşınma sırasında metabolize ve/veya itrah edildi­
ğini düşündürebilir. Oral uygulamada buna barsak epiteli, karaciğer
t m = 0.693/1
ve akciğerler de eklenir. Gastrointestinal kanal (FGI) ve karaciğer
(FL ) tarafından metabolizma ve/veya itraha bütünüyle ilk-geçiş et­
0.693, 2 İ C J 0 .5 C0) ’ın doğal logaritmasıdır.
kisi denir, çünkü geri kalan ilacın eliminasyonu yalnızca sistemik
Çünkü
dolaşıma sunum sırasında olaylanır. İ l k - g e ç iş e tk isin e bağlı olarak
ilacın kaybı nedeniyle dozlama hızı biyoyararlanım açısından dik­
k = Cl i V
katle değerlendirilmelidir. Örneğin oral uygulamadan sonra:

O halde
F oral x doz oranı = C l x Cavg; ss

t ı p = 0.693 (V IC t)
Biyoyararlanım ve ilk-geçiş etkisi uygulama yoluna bağlı ola­
rak ilaca yanıttaki olası farklılıklar açısından önemlidir. Örneğin,
Bu önemli bir ilişkidir, çünkü t l/2 ile temsil edilen ilacın eliminas­
gliseril trinitrat öyle büyük bir oral ilk-geçiş etkisine (>99% ) uğrar yon hızının hem ilacın uzaklaştırılmasındaki etkinliğe (Cl),.hem de
ki, bir oral dozdan sonra ulaşılan sistemik konsantrasyonlar ihmal ilacın dağılım hacmına (V ) bağımlı olduğunu gösterir. V sabit tutu­
edilebilir düzeydedir ve antianginal etkisi yoktur. İlaç sublingual lursa, tl/2 klerensi yansıtır. Buna göre, tl/2 , ilaçların hepatik kle-
veya transdermal yollardan verilirse splanknik organları atlar ve rensinden sorumlu enzimler rifampin tarafından indüklenirse kısa­
esas olarak ilacın tamamı sistemik dolaşıma ulaşır. Barsak mukoza­ lır ve bir ilacın renal klerensi böbrek yetmezliği nedeniyle bozulur­
sı ve/veya karaciğer tarafından etkin biçimde metabolize edilen sa uzar. Ancak, bazı ilaçlar için kalp yetmezliğinde olduğu gibi, V
ilaçlar için, ki bunlar bu organlardan en az birinde yüksek ekstrak- ‘de de eşzamanlı değişme varsa, t Xp C l’in veya ilacın dozunun ke­
siyon hızına sahiptir, bireyler arasında ilk-geçiş etkisinin derecesin­ sin bir ölçütü değildir.
deki farklılıklar ilaca yanıttaki değişkenliği sıklıkla açıklar. Propra­ D O ZA J R E JİM L E R İN İN TA SA RIM I Çoğu ilaç, çoklu doz­
nolol ile örneğin, aynı oral dozun uygulanmasından sonra plazma dan oluşan uzun süreli bir tedavinin bir parçası olarak uygulanır ve,
konsantrasyonlarında gözlenen 15 misline varan farklılık, bireysel dozaj rejiminin bireysel olarak optimize edilmesi çok kritik öneme
hepatik ekstraksiyon oranlarında, ilaçlan metabolize etme aktivite- sahiptir. Bazı ilaçlar ile istenen yanıt, örn. koagülasyon veya kan
sinin değişik düzeylerde olmasına bağlı farklardan dolayı ortaya çı­ basıncı yanıtı, hızla ölçülebilir ve dozaj rejiminin bireyselleştiril­
kar. mesi dozaj titrasyonu ile yapılabilir. Ancak, terapötik indeksi dü­
İntravenöz yol dışında ilaç uygulaması halinde bir absorpsiyon şük - <50% - olan ilaçlar için dozu değiştirirken konservatif olun­
süreci söz konusudur; ve bu süreçte, uygulamadan sonra zaman malı ve en sık 3-4 yarılanma ömrü aralıklarla yapılmalıdır. Örne­
içinde plazma düzeyi bir maksimum değere kadar artış gösterir ve ğin penisilinler ve /3-adrenoseptör antagonistleri gibi bazı ilaçlar
ardından eliminasyon hızı absorpsiyon hızını aştıkça plazma düze­ daha az doza-bağımlı toksisiteye sahiptir, böylece terapötik pence­
yi azalır. Bu nedenle, daha düşük bir doruk konsantrasyona, aynı re geniştir. Böyle durumlarda, etkin ve uzun süreli ilaç etkileri
dozun hızlı intravenöz enjeksiyonla verilmesine göre daha yavaş ’’maksimum doz” stratejisi ile elde edilebilir. Bu stratejiyi, özellik­
ulaşılır. İlaç uygulandıktan sonraki başlangıç dönemde absorpsi­ le vücuttan hızla elimine edilen bir ilacın etki süresini uzatmak için
yon hızı, özellikle t e r a p ö tik in d ek si, yani toksik ve terapötik dozla­ de kullanmak mümkündür. Buna göre, bir anjiyotensin çevirici en­
rının birbirine oranı düşük ilaçlar için önemli bir belirleyicidir. zim (AÇE) inhibitörü olan kaptoprilin eliminasyon yarılanma öm­
Eğer absorpsiyon çok hızlıysa, sonuçta ulaşılan yüksek konsantras­ rü 2 saat civarında olduğu halde, 75 mg kaptopril ile kan basıncı
yon, daha yavaş uygulamaya izin veren formülasyonlarla karşıla­ düşüşü 12 saate kadar devam edecektir; çünkü uygulanan doz plaz­
şılmayan advers etkilere yol açabilir. Diğer uçta ise, "yavaş salıve­ ma konsantrasyonunu farmakolojik etki için gerekli eşik düzeyin
ren” veya "sürekli salıveren” formülasyonlarla, doz aralığı boyun­ pek çok kat üstüne çıkarır.
ca plazma konsantrasyonlarını sabit değerde korumak amacıyla İdam e Dozunun Belirlenmesi. İdame dozu ile final kararlı du­
kasten yavaş absorpsiyon sağlanabilir, çünkü bu tipte formülasyon­ rum konsantrasyonu arasındaki ilişki:
larla kontrol altında tutulan absorpsiyon hızı eliminasyon hızını
dengeler. İdame doz oranı = F x doz / doz aralığı = C l x Cavg ss
Yarılanm a Öm rü. Eliminasyon organları yalnızca plazmayı
ilaçtan temizleyebilir. Bu nedenle, ilacın vücuttan eliminasyon hı­ Buna göre, istenen hedef değere ulaşmak için, idame dozlama hı-
zmda uygun modifikasyonlar yapılarak kararlı durum konsantras­
yonları öngörülebilir şekilde yükseltilebilir veya düşürülebilir:

F x doz
r - r
v-targel ^avg.ss
__________ :------:-------
,- . , „
C t x doz aralığı

Çoğu durumda, bu en iyi şekilde doz aralığını değil de, ilaç dozu­
nu değiştirerek, örneğin, 8 saatte bir 200 mg yerine, 8 saatte bir 250
mg vererek, yapılır. Ancak, bu yaklaşım, yalnızca ulaşılan maksi­
mum konsantrasyon toksik değilse ve vadi değeri kabul edilemeye­
cek kadar uzun bir süre boyunca minimum etkili konsantrasyonun
altına düşmüyorsa uygulanabilir. Alternatif olarak, kararlı durum,
her bir dozun miktarını değil de aralıklı uygulama frekansını değiş­
tirerek de etkilenebilir. Bu durumda, kararlı durum ortalaması et­
rafında dalgalanmaların büyüklüğü değişecektir - daha kısa doz
aralığı, vadi ve tepe değerleri arasında daha ufak farka neden olur
(Şekil 70-3). Zaman (saat)
Dalgalanmanın derecesi doz aralığı ye ilacın yarılanma ömrü ŞEKİL 70-3 Elirninasyon yarılanma ömrü 12 saat olan bir ilaçla, ka­
tarafından belirlenir. Örneğin, doz aralığı ilacın yanlanma ömrüne rarlı duruma ulaşmak için yeterli bir süre boyunca* farktı doz rejimle­
eşitse, maksimum plazma düzeyleri minimum düzeyin iki katı ka­ ri ile kronik tedavi yapıldığında gözlenen plazma konsantrasyonları.
dar olacaktır, ki bu genelde tolere edilebilir bir değişkenliktir. Eğer İdame dozunun hem büyüklüğünün, hem de doz aralığının orantılı
daha uzun doz aralığı seçilirse minimum ve maksimum plazma dü* biçimde azaltılması veya artırılması plazma düzeylerinde dalgalan­
zeylcri arasındaki dalgalanma daha büyük olacaktır (Şekil 70-3). maların büyüklüğünü değiştirir, fakat ortalama kararlı durum değen
(Cav) üzerinde herhangi bir etkisi yoktur, çünkü bu değer dozlama
Ortalama kararlı durum konsantrasyonu daha sık aralarla aynı doz­
hızına (doz/doz aralığı) bağımlıdır.
luma hızında ilaç uygulanmasını takiben ulaşılanla aynı olsa bile,
belirgin dalgalanmalar doz aralığının başında konsantrasyona bağ­
lı ilaç etkisini ve bu sürenin sönunda da etkisiz hale gelme olasılı-
ğını artırma eğilimi gösterir. ‘ ; İLAÇ TEDAVİSİNİN
Yükleme Dozunun Belirlenmesi İstenen plazma düzeyi (G) BİREYSELLEŞTİRİLM ESİ
ve görünür dağılım hacmi (V) bilinirse, yükleme dozu hesaplanabi­
B Ö B R E K HASTALIĞININ E T K İL E R İ Renal fonksiyon bo­
lir: : \ i/..'. a - - ..t ;.. zukluğu olan hastalarda ilacın dozlama hızının değişmesine gerek­
sinim olup olmaması, ilacın esas olarak böbreklerden atılıp atılma­
Yükleme dozu = Cavg, ss x K masına ve renal klerensin bozulmasına bağlı olarak yükselen ilaç
düzeylerinin advers etkilerle ilişkili ölüp ölmaniasina bağlıdır. Eğdr
Kararlı durum plazma düzeyine ulaşmak için gereken yükleme her iki faktör de mevcutsa, azalmış renal klerens nedeniyle ilaç, re­
miktarı, doz aralığı süresince elimine edilen ilaç fraksiyonu ve ida­ nal fonksiyonları normal olan hastalara göre daha büyük oranda bi­
me dozundan da hesaplanabilir. Örneğin, digoksinin 1 günde elimi­ rikecek ve bu durum toksisite ile sonuçlanacaktır. Bu Özellikle ya­
ne edilen fraksiyonu %35 ve uygulanması planlanan günlük idame rılanma ömrü uzun ye terapötik indeksi dar olan ilaçlar için (örn.
dozu 0.25 mg ise, kararlı duruma ulaşmak için gereken yükleme digoksin) doğrudur. Genel olarak, ilacın % 60-70’inden fazlası rb-
dozu idame dozunun (100/35)’ i kadar, yani yaklaşık 0.75 mg olma­ nal yoldan ahlıyorsa, ve bu durumda da yalnızca renal fonksiyon­
lıdır. Buna göre, lar normalin % 30-50’sine kadar düşmüşse.doz modifikasyonu ge­
reklidir. .... .
. 100 Herhangi bir dozlama hızı ayarlamasının amacı, dozlama prog­
Yükleme dozu ------------------ -------- — —----- :— x bakım dozu ramım, ilacın plazma konsantrasyon-zaman profilini olabildiğince
Her doz aralığından elimine
istenene,benzer hale getirmek ve kararlı duruma renal fonksiyonla­
edilen ilacın % si
rı normal bir hasta, ile yaklaşık aynı zamanda ulaşılabilmesi içip
dozlama şemasının değiştirilmesidir, İstenen profili elde etmek
DOĞRUSAL OLMAYAN (N O N LİN EER ) İL A Ç E L İM İ-
için, doz aralığı aynı kalmak üzere doz azaltılarak, dozu aynı tutup
NASYONU Bazı ilaçların eliminasyonu (örn. fenitoin, salisilat,
doz aralığını uzatarak, veya her iki yaklaşımı birlikte uygulayarak
propafenon, ve teofilin) birinci derece kinetiği izlemez* çünkü bu modifikasyon yapılabilir. 1
ilaçların klerensi elinıinasyon sırasında vücuttaki düzeyler düştük­ Bir ilacın renal klerensi kreatinin klerensi (C lCR) ile doğru
çe veya doz değişikliği yapıldığında değişir. Bu şekildeki eliminaş- orantılıdır. Kreatinin klerensi de doğrudan ölçülebilir veya serum
yona k o n s a n tr a s y o n a -b a ğ ım lı veya d o z a -b a ğ ım tı denir. Buna göre, kreatinin düzeyinden ( C ç R) tahmin edilebilir. Erkeklerde:
konsantrasyonun yarıya düşmesi için gereken zaman plazma düze­
yi düştükçe kısalır (Bu yarılanma zamanı gerçek bir yarılanma öm­ ( 1 4 0 - yaş) x kilo (kg)
rü değildir; çünkü yarılanma ömrü tanımı birinci derece kinetiğe c lCR — -— —— -------- ( mL/dk)
72 x C CR (mg/dl)
uygulanır ve sabittir). Bir ilaç birinci derece kinetiğine göre elimi­
ne edilirse, kararlı durumdaki plazma düzeyi, idame dozunun mik­ Kadınlar için, yukarıdaki eşitliğe göre elde edilen tahmini değer,
tarı ile doğrudan ilişkilidir ve dozu iki misli artırmak kararlı durum görece daha ufak kas kütlesi nedeniyle* 0.85 ile çarpılmalıdir. Btı
plazma düzeyinin de iki katına çıkmasına yol açar. Ancak, doza-ba- eşitliğin ağır renal yetmezliği olan (CCf> < 5 mg/dL) veya renal
ğımlı kinetik gösteren ilaçlar için, dozun yükseltilmesine plazma fonksiyonları hızla değişen hastalar için geçerli olmadığına dikkat
düzeyinde doz artışı ile orantılı olmayan bir artış eşlik eder. Örne­ çekilmelidir. Hesabı basitleştirmek için, normal kreatinin klerensi-
ğin, propafenon dozunda 3 kat artış (günlük 300 mg’dan 900 mg’a) nin 100 mL/dak olarak kabul edilmesi uygundur. Buna göre, eğer
plazma konsantrasyonunda 10 katlık bir artışa yol açar. Doza-ba- renal ve renal olmayan (nonrenal) eliminasyonun sistemik klerense
ğımlı kinetiği olan ilaçlar için dozaj rejimlerinde değişiklik, her za­ görece katkıları biliniyorsa, belirli bir yetmezlik düzeyi için, her­
man, yeni kararlı duruma ulaşılana kadar geçen sürede advers etki­ hangi bir hastada uygun doz modifikasyonu tahmin edilebilir. Ör­
ler izlenerek ve olanaklı ise, ilacın konsantrasyonu ölçülerek yapıl­ neğin, değişmeden atılan ilaç fraksiyonu 0.9 ve kreatinin klerensi
malıdır. normalin % 10’una düşmüş ise, dozlama hızının normalin % 19’una
7')-i î?öörek Yetme/'[iğinde ihıc Do:zlarm ın AyarU ıı jTLi.SI riskini artıracak kadar daha yüksek ilaç kon­
B ö b rek Yetm ezliğinde A yarlam a santrasyonlarının ulaşmasına yol açabilir. Ör­
G F R , mL/dak neğin, yüksek derecede ilk-geçiş etkisine uğra­
D iyaliz İçin G erek li Doz yan ilaçlardan morfin, meperidin, midazolam
İla ç M etod >50 1 0-50 <10 A rtışı* ve nifedipinin oral yararlanımı, karaciğer
fonksiyonları normal olanlara kıyasla, sirozlu
Allopurinol D Değişmeden % 50; % 30 Evet
hastalarda neredeyse iki misline çıkar. Bu ne­
I 2 4 saat 2 4 -3 6 saat 4 8 -7 2 saat
denle, böyle hastalarda bu tipte ilaçların dozla­
Karbenisilin I 8 -1 2 saat 1 2-24 saat- 2 4-48 saat Evet
Değişmeden % 5 0 -7 5 % 50 Hayır
rının azaltılması gerekir.
Siprofloksasin D
Simetidin D Değişmeden % 25-75 % 10-25 Hayır DOLAŞIM YETM EZLİĞİNİN -
Digoksin D Değişmeden % 75 % 50 Hayır KALP YETM EZLİĞ İ VE ŞOK - ETK İLE­
Flukonazol I 2 4 saat 2 4 -4 8 saat 4 8 -7 2 aat Hayır Rİ Doku perfüzyonunun azaldığı durumlarda
Genıamisin D % 6 0 -9 0 % 3 0 -7 0 % 20-30 Hayır kalp debisi, diğer dokular pahasına kalp ve be­
I 8 -1 2 saat 12 saat 2 4 saat yinin kan akımını korumak için yeniden dağı­
Lityum D Değişmeden % 50-75 % 25-50 Evet
lır (Konu 38). Sonuç olarak, ilaç daha küçük
Penisilin G D Değişmeden % 75 % 25-50 Evet
bir dağılım hacmi içinde dağılacak, plazmada
I 6 -8 saat 8 -1 2 saat 12-66 saat
8 -1 2 saat 12-24 saat Evet
yüksek ilaç konsantrasyonlarına ulaşılacak ve
Primidon I 8
Prokainamid I 4 -6 saat 6 -1 2 saat 8-2 4 saat Evel bu en iyi kanlanan dokular yüksek konsantras­
Tobramisin D % 6 0 -9 0 % 3 0 -7 0 % 20-30 Evet yonlara maruz kalacaktır. Eğer beyin veya
1 8 -12 saat 12 saat 2 4 saat kalpten birisi ilaca duyarlı ise, yanıtta da bir
Vankomisin I 2 4 -7 2 saat 7 2 -2 4 0 saat 2 4 0 saat H ayır değişiklik oluşacaktır. Dahası, azalmış böbrek
a D, olağan idame dozunun belirtilen yüzdesi kadar bir dozun, olağan doz aralıkları ile uygulanmasını ifade eder. I, ve karaciğer perfüzyonu bu organlardaki ilaç
doz aralığıtiı uzatarak dozlama hizını ayarlama metodunu gösterir ve verilen değerler, olağan idame dozlarının uygu­ klerensini doğrudan ya da dolaylı olarak boza­
lanacağı doz aralığım saat olarak belirtir, bilir. Buna göre, ağır konjestif kalp yetmezli­
* "Evet”, diyalizle, uygun terapötik ilaç konsantrasyonunu korumak için ek doz uygulanmasını gerektirecek kadar
ilacn uzaklaştırıldığım ifade eder. GFR, glomeriiler filtrasyon hızı ğinde, hemorajik şokta, ve kardiyojenik şokta,
ilacın olağan dozuna yanıt abartılı olabilir, ve
düşürülmesi gerekir. Bu modifikasyon, ki uygulamada % 20 olarak doz ayarlaması gerekebilir. Örneğin, kalp yetmezliğinde lidokain kle­
kabul edilebilir, böbrek dışı klerensin değişmediği (normal kleren- rensi %50 civarında azalmıştır, ve terapötik plazma düzeylerine yalnız­
sin % 10’u) varsayımına dayanır; renal klerens normal klerensin ca genellikle gereken infüzyon hızlarının yaklaşık yansı kadar hızla ula­
%90’ından %9’una düşmüştür; böylece sistemik klerens normal kleren­ şılır. Lidokainin dağılım hacmi da azalmıştır ve bu, doğru yükleme do­
sin % 10+9 = 19’una düşer. zunun önerilenden daha küçük olacağı anlamına gelir. Benzer durum
Bugün klinik uygulamada, böbrek yetmezliği olan hastalarda doz prokainamid, teofilin, ve olasılıkla kinidin için de düşünülmelidir. Ne
ayarlaması ile ilgili olarak karar verirken çoğunlukla, C/cr ile ifade edi yazık ki, bu tipte farmakokinetik değişiklikler için belirteçler yoktur. Bu
len renal fonksiyon düzeyine göre önerilen doz azalması veya doz aral nedenle, yükleme dozlannda muhafazakar olunmalı ve devam eden te­
ğının uzatılmasını gösteren basılı tablolar ve ilaç etiketinde ya da pros- davi klinik göstergeler ve plazma düzeyleri ile yakından izlenmelidir.
pektüsünde belirtilen benzeri bilgiler kullanılır (Tablo 70-3), Ancak, bu PLAZMA PROTEİNLERİNE BAĞLANMADA HASTALIK­
şekilde yapılan modifikasyonlar sıkı sıkıya farmakokinetik ilkelere da­ LARA BAĞLI DEĞİŞİKLİKLER Çoğu ilaç plazmada kısmen plazma
yanır ve tedavinin belirli bir hastaya göre optimize edilebilmesi (uygun proteinlerine bağlı şekilde dolaşır. Yalnızca bağlı olmayan (serbest) ilaç
hale getirilmesi) için klinik gözlemlerin ve gerektiğinde ulaşılan plazma farmakolojik etki yerine ulaşabileceğinden, terapötik yanıt, plazmada
konsantrasyonu ile ilgili verilerin kullanılması koşuluyla uygulanır. dolaşan total ilaç konsantrasyonundan ziyade, serbest ilaç konsantrasyo­
Sıklıkla ilaç metabolitleri farmakolojik açıdan aktiftir veya toksisi- nu ile ilişkilidir. Pek çok olguda, bağlanma derecesi terapötik konsantras­
teye neden olur, ve renal yetmezlik bunların beklenmeyen şekilde birik­ yon limitleri içinde oldukça sabit olduğundan, plazmadaki total ilaç dü­
mesiyle sonuçlanabilir, Örneğin, meperidin büyük ölçüde metabolize zeyleri, önemli bir hataya neden olmaksızın doz ayarlaması için esas alı­
edilir ve renal yetmezliğin meperidinin plazma konsantrasyonu üzerine nabilir. Ancak, hipoalbuminemi, karaciğer hastalığı, ve böbrek hastalığı
çok az etkisi vardır; ancak, renal fonksiyon bozukluğunda metaboliti gibi durumlar, özellikle de asidik ve nötral ilaçlar için ilaç bağlanma de­
normeperidin olağan düzeylerinin üzerine çıkacak şekilde birikir. Nor- recesini azaltabilir ve sonuç olarak bu durumlarda herhangi bir total plaz­
meperidin meperidine göre daha fazla konvülsan etkiye sahip olduğun­ ma düzeyine karşılık olağandan daha yüksek serbest ilaç konsantrasyon­
dan, bü birikme olasılıkla, renal hastalığı olan hastalarda meperidinin
ları ve dolayısıyla artmış yanıt ve toksisite riski söz konusudur. Buna zıt
çoklu doz uygulamasına bağlı olarak görülen, irritabilite, kaslarda seyir-
olarak, akut-faz reakfan al-asid glikoproteinin plazma konsantrasyonla­
me ve nöbet gibi santral sinir sistemi uyarılması belirtilerinden sorum­
rında artışa yol açan durumlar aemiyokard enfarktüsü, cerrrahi, neoplas-
ludur.
tik hastalıklar, romatöid artrit, ve yanıklar* lidokain ve kmidin gibi, bu
KARACİĞER HASTALIĞININ E T K İLE R İ Renal yetmezlikte
makromoleküle bağlanan bazik ilaçların bağlanmasını artırır ve zıt yön­
ilaçların renal klerenslerindeki öngörülebilir düşüşe zıt olarak, karaciğer
de etkilere (etkide azalma) neden olur. Bağlanmasındaki değişiklik
hastalığının ilaçların biyotransformasyonu üzerine etkisi hakkında genel
önemli sonuçlar doğuran ilaçlar, normalde plazma protenlerine yüksek
bir öngörüde bulunmak olası değildir (Konu 292). Hepatit ve sirozun bi­
oranda (>%90) bağlananlardır, çünkü bunlarda bağlanma derecesindeki
le olası etkileri, bozulmuş ya da artmış ilaç klerensi şeklinde değişken­
ufak bir değişme, bağlı olmayan ilaç miktarında nispeten büyük bir de­
lik gösterebilir. İlerlemiş hepatoselüler hastalıkta dahi, ilaç klerensi sık­
ğişiklik yaratır.
lıkla yalnızca yaklaşık 2-5 misli bozulmuştur. Ancak bu tipte değişiklik­
Çoğu ilaç için, eliminasyon ve dağılım büyük oranda bağlı olmayan
lerin derecesi sık kullanılan karaciğer fonksiyon testleri ile öngörüle­
fraksiyon ile sınırlıdır, ve bağlanmada bir azalma ilacın klerensi ve da­
mez. Sonuç olarak, karaciğer hastalığında ilaç eliminasyonunun değişti­
ğılımında artışa yol açar. Bu değişikliklerin görece büyüklüğüne göre
ğinden kuşkulanılsa bile, ilaç rejimini ayarlayabilmek için dayanılan,
net etkileri yarılanma ömründe kısalma şeklinde olur.
klinik yanıtın ve plazma ilaç konsantrasyonunun ölçülmesinden başka
niceliksel bir temel yoktur.
Bir ilacın oral biyoyararlanımı karaciğer hastalığı bulunan hastalar­
İLAÇ TININ Gi IE T IX

da belirgin derecede artmış olabilir. Bu özellikle normalde karaciğerde 3ELİ R L İÇİLENİ


çok yüksek oranda ekstraksiyona uğrayan ve yüksek ilk-geçiş etkisine
sahip ilaçlar için doğrudur. Ek olarak, portakaval şantın varlığı ilk-geçiş- Bir ilacın önde gelen metabolizma yolağını katalizleyen enzimin
ic eliminasyonu daha da azaltabilir ve sistemik dolaşıma, advers etki bilinmesi, bu enzim genotipindeki değişkenliklerin terapötik so-
nuçlarının anlaşılması için temel oluşturur. İlaçlan metabolize eden 0 Haçla icdavi ilkeleri 425
bir grup enzimin katalitik fonksiyonlarında genetik olarak belirlen­
miş farklılıklar (polimorfîzm) vardır (Konu 65). E ğ e r p o p ü la s y o n - kenlik gösterebilir (>10 misli) ve tedaviye başlamadan önce bunu
cla b ird e n f a z l a ta şıy ıc ı f o r m u v e y a g e n v a r s a , b i r f e n o t i p ik ta şıy ı­ öngörmenin bir yolu yoktur.
cın ın ("trait") v ey a b u n a k a r ş ı g e l e n g en in p o li m o r fı k o ld u ğ u sö y ­ Belirli metabolik yolaklar, tek bir genle kontrol edildiğini dü­
lenir. Bir enzim fonksiyonunda polimorfîzm bu enzime ait genin şündürür şekilde bimodal veya trimodal aktivite dağılımı gösterir­
alelik varyantian tarafından belirlenir; Belirli bir ilaç metabolize ler ve bu genlerde polimorfizm tanımlanmıştır. Çoğu kişi hızlı
eden enzimin fenotip ve/veya genotip analizine dayanarak tedaviyi ("extensive") metabolize edicidirler (EM fenotipi); küçük bir grup
bireyselleştirme olasılığı giderek artmaktadır. düşük (veya hiç) ilaç metabolize etme yeteneğine sahiptir ve bun­
Benzer şekilde, ilaç reseptöründe polimorfizm onun farmako­ lara zayıf ("poor") metabolize ediciler (PM fenotipi) denir, Katali­
lojik etkisindeki değişkenliği belirleyebilir. Polimorfizmin yanıtı tik akivitesi olmayan enzimleri kodlayan genler açısından heterozi-
etkilediği durumlarda bu ilaç reseptörlerinin genotiplemesi de ilaç got olanlar orta derecede ("intermediate") metabolize ediciler (IM
tedavisinin bireyselleştirilmesine yardımcı olabilir. fenotipi) olabilirler. Ve bu genden iki veya daha fazla kopya taşıyan
TİYO PÜ R İN S -M E T İL T R A N S FE R A Z (T P M T ) Azatiyop- hastalar çok hızlı ("ultrarapid") metabolizma gösterebilirler. Bu çe­
rin’in metabolizması, enzimlerin genetik polimorfizminin önemi şit polimorfizm, diğer bir alternatif majör eliminasyon yolu bulun­
açısından bir örnek oluşturur. Azatiyoprin immunosupresif etkisini mayan substrat ilaçların uygulanması halinde daha fazla klinik öne­
aktif metaboliti 6-merkaptopürin aracılığıyla gösterir. Hedef hücre­ me sahiptir. PM fenotipinin klinik sonuçlan ilacm birikmesine ve­
lerde 6-merkaptopürinin majör inaktivasyon yolağı TPMT aracılı­ ya bazan da aktif metabolitlerin yapılamamasına bağlıdır.
ğıyla yürür. Bu enzimin genetik polimorfizmi 6-merkaptopürinin Sitokrom P450'nin C YP2D 6 izoformu popülasyonda polimor-
inaktivasyonundâ değişikliklere yol açar ve sonuçta hastaların aza- fık dağılım gösterir,, ve beyaz ırkta yaklaşık % 8-10 oranında bu en-
tiyoprinin toksifc ve terapötik etkilerine duyarlılıklarında büyük zimin eksikliği görülür. GYP2D 6 antiaritmik ilaçlar (propafenon,
farklılıklar ortaya çıkar, İnaktif TPM T’i kodlayan alel açısından flekainid), P-adrenoseptör blokerleri (timolol, metoprolol, ve alpre-
lıomozigotlarda (popülasyonun % 0 .3 -1 ’i) azatiyopriniri standart nolol), trisiklik antidepresanlar (nortriptilin, desipramin, imipra-
dozları ile öngörülebilir ağır pansitopeni görülür. Kusurlu TPMT min, klomipramin), nöroleptik ilaçlar (perfenazin, tiyoridazin, ve
•ıktivitesi gösteren enzimi kodlayan alel açısından heterozlgdt olan­ olasılıkla haloperidol), selektif serotonin gerialım ("reuptake") in-
larda da olağan dozlarda daha fazla kemik iliği baskılanması olur. hibitörleri (fluoksetin ve parokşetin), ve kodein vedekstrometorfan
Terapötik açıdan değerlendirildiğinde, heterozigotlardaki kemik gibi bazı opiyatlar da dahil; olmak üzere çok sayıda ilaç için ana
iliği baskılanması azatiyoprinirt olağan doz aralığının empirik ola- metabolik yolağı temsil eder. Buna göre, kodein PM hastalarda da­
ı ak belirlenmesini yanlış yönde etkilemiş ve bü da katalitik aktivi- ha düşük analjezik etkiye sahiptir, çünkü aktif metaboliti olan mor­
ıcsi tam olan TPMT kodlayan aleli homozigot bazı hastalarda ye­ finin oluşumu bozulmuştur. Tersine, iki veya daha fazla CYP2D 6
kopyası bulunan hastalar kodeine abartılı yanıt; verirler,, PM feno-
tersiz tedaviye yol açmış gibi görünmektedir. Azatiyoprin tedavisi
tipli hastalar oftalmik timolol çözeltisi uygulamasından sonra daha
alacak hastalarda TPM T bozukluğu- fenotipini ortaya çıkarmak
belirgin, sistemik P-adrenoseptör blokajı yaşarlar. İnsanlarda
için, eritrositlerde TPM T’nin katalitik fonksiyonu ölçülebilir (son 2
C Y P 2D 6’nın katalitik aktivitesi test ilacı olarak, tama yakın oran­
ay içinde kan veya eritrosit transfüZyonu yapılmadıysa). Genotip
da C YP2D 6 tarafından hidroksillenen, debrizokin kullanılarak öl­
ile fenotip arasındaki yüksek konkordans (~% 95), ğehotip analizi­
çülür. PM fenotipli kişiler katalitik fonksiyonu bulunmayan prote­
nin dozun bireyselleştirilmesi için kullanılabileceğini ve böylece
ini kodlayan aleller için genotipleme yapılarak belirlenebilir. PM
•teleçekte azatiyoprin (ve 6-merkaptopÜrin) ile tedavinin iyileştiri-
fenotipinin görülme sıklığı emik varyasyon gösterir; beyaz ırkta %
lebilcceğini düşündürmektedir.
5 -1 0 , AsyalIlarda daha düşük (% l-2).
A SETİLA SYO N tzoniazid, hidralaziıi, sülfönamidler, proka-
CYP2C 19 izoformu da polimorfizm gösterir; ilk başta, bu sitok­
inamid, ve diğer bazı ilaçlar hidrazino veya amino grubunun aseti-
rom P450 izoformunım fonksiyonu için, bir anahtar ilaç olan mefeni-
lasyonu yoluyla metabolize edilirler. Btı reaksiyon, karaciğerde bu­
toinin hidroksilasyonu ile gösterilmiştir. Bu enzim omeprazol, pro-
lunan ve asetil koenzim A'dan bir asetil grubunu ilaca transfer eden
guanil, diazepam, ve sitalopramın majör metgbplik yolaklarını kata­
sitozolik bir enzim olan N-asetil transferaz-2 (NAT-2) tarafından
lizler. C Y P 2C 19 polimorfizminin tedavinin sonucuna etkisi omepra­
katalizlenir. NAT-2 geninde polimorfîzm nedeniyle ilaçlan asetille-
zol örneğinde açıkça gösterilmiştir. Omeprazolün (20 mg, amoksisi-
me hızı açısından bireyler arasında belirgin değişkenlik vardır ve
linle birlikte) H e lic o b a c t e r p y l o r i ’y i eradike etme etkinliği, homo­
popülasyonda "hızlı asetilleyiciler" ve "yavaş asetilleyiciler" olmak
zigot EM genotipli kişilerde, iyileşme oram % 100 olan homozigot
üzere bimodal dağılım görülür.
PM genotiplilere kıyasla belirgin derecede azalmıştır (iyileşme ora­
Asetilasyon fenotipi, dapson; kafein veya sülfametazin gibi
nı % 29). Bıi durum omeprazolün önerilen dozunun (20 mg),
anahtar ilaçların test dozunda uygulanmasından sonra, plazma ve­
CYP2C19 EM genotipli hastalarda gastrik asit sekresyonu ve ülser
ya idrarda, bu asetilasyon substratlarının asetillenmiş/asetillenme-
iyileşmesi üzerinde görece etkisiz olduğunu göstermektedir, Hasta­
ıniş formlannın oranı ölçülerek belirlenebilir. Yavaş, orta derecede da CYP2C19 genotipi bulunup bulunmadığının bilinmesi mutlaka
ve hızlı asetilleyiciler bu fenotipleme yöntemi ile tanınabilirler. Ay­ bu proton pompası inhibitörü ile tedaviyi iyileştirecektir. Mefenitoin
nı zamanda, yavaş asetilleyicilerin, lokositlerden genomik DNA el­ hidroksilasyonunda bozukluk beyaz ırkın yalnızca % 3 -5 ’inde bulu­
de edilerek genotipleme yoluyla tanınmalan da olasıdır. nur, fakat sarı ırkta (Japon ve Çinliler) % 20 civarındadır.
SİTO K RO M P 4 5 0 M O N O O K SİJEN A Z LA R I TA RA FIN ­ C Y P2C 9 varfarin ve fenitoin metabolizmasının majör yolakla­
DAN M ETA BO LİZM A Başka bir ilaç kullanmayan sağlıklı gö­ rını katalizler. Bu enzim için, katalitik fonksiyonu bulunmayan pro­
nüllülerde, ilaçların sitokrom P 450 monooksijenazlanyla metabo­ teini kodlayan genin alelik varyantları vardır. Bu varyant aleller
lizma hızı genetik olarak belirlenir. Hepatik endoplasmik retiku- çok düşük dozda varfarin gereksinimi, varfarin tedavisine başlama­
lumda, değişik substrat özgünlüğü gösteren bir sitokrom P450 da güçlükler, ve kanama komplikasyonlarında artma ile ilişkilidir.
(C YP) izoformları ailesi bulunur. Çoğu ilaç birden fazla izoform ta­ Benzer şekilde, fonksiyonu bulunmayan CYP2C 9 alellerine sahip
rafından oksidatif metabolizmaya tabi tutulur ve böyle ilaçların hastalarda plazmada yüksek fenitoin konsantrasyonları ve sonuçta
plazmadaki kararlı durum konsantrasyonları bunların hepsinin ve fenitoine bağlı advers etkiler görülür.
diğer metabolizma enzimlerinin ortak fonksiyonudur. Bir ilaç bir­ İlaç metabolize etme yeteneğinde polimorfizm, özellikle eğer
den fazla yolakta metabolize ediliyorsa, bu reaksiyonlara katılan ilacm eliminasyonuna majör katkıda bulunan bir yolak tutulmuşsa,
enzimlerin katalitik aktiviteleri bir seri gen tarafından düzenlenir; bu ilacm dispozisyonunda bireyler arasında geniş farklılıklar görül­
öyle ki ilacın klerens hızı ve kararlı durum konsantrasyonu popü- mesiyle ilişkili olabilir. Örneğin, oral yoldan verilen mefenitoin
lasyonda unimodal dağılım gösterme eğilimindedir. Aktivite aralı­ klerensi EM ve PM fenotipli kişiler arasında 100-200 misli farklı­
ğı, klorpromazinde olduğu gibi, bireyler arasında belirgin değiş- lık gösterir. Sonuç olarak, oral uygulamadan sonra PM kişilerde,
426 bozulma olasılığı yüksek bir grup olarak düşünülmelidir. Böbrek
hastalığı olmasa bile, yaşlı hastalarda renal klerens genellikle %
EM’lere göre, plazma doruk konsantrasyonu ve biyoyararlanımı 35-50 civarında azalmıştır. Bu nedenle, digoksin, aminoglikozidler,
çok daha yüksek, ilacın oliıuiııasyon hızı çok daha düşüktür. PM bi­ lityum, ve Tablo 70-3‘deki diğer örnekler gibi esas olarak böbrek­
reylerde, sonuç, olağan dozlar kullanıldığında aşırı ilaç birikimi ve lerle atılan ilaçlar için renal disfonksiyonu olan hastalara benzer şe­
(oksisite de dahil olmak üzere, abartılı farmakolojik yanıtlardır. kilde doz ayarlaması yapılması gerekir. Bu bağlamda, yaşlı kişiler­
İlaç tedavisinin bireyselleştirilmesi polimorfik ilaç metabolizması de azalmış kas kütlesinin kreatinin oluşum hızında azalmaya yol
gösteren ilaçlar için özellikle kritiktir. NAT-2, CYP2D6, ve açacağı, ve böylece kreatinin klerensi bozuk olsa da normal serum
CYP2C19 ile ilgili PM fenolipinin tanımlanması için kullanılabilen kreatinin konsantrasyonu ile karşılaşılabileceği unutulmamalıdır.
laboranıvar yöntemlerin artması bu amaç için yararlı olacaktır. Yaşlanma aynı zamanda karaciğer büyüklüğünde ve kan akı­
İLAÇLARIN E TK İL EŞT İĞ İ M OLEKÜLER HEDEF­ mında, ve olasılıkla hepatik ilaç-metabolize eden enzimlerin akti-
LERDE BİREYLER ARASI DEĞİŞKENLİK Hastalıkların rno- vitesinde azalma ile de sonuçlanır; ve buna göre yaşlılarda bazı
lekiilcr mekanizmalarının tanımlanmasına giderek artan bir ağırlık ilaçların hepatik klerensi azalır. Ne yazık ki, tutarlı bir klinik uygu­
verilmesinin (Konu 65) ilaç etkilerindeki bireysel değişkenliğin ge­ lama paterni yoktur. Dahası, gözlenen değişiklikler, bu hastalarda
nçlik temelinin daha iyi anlaşılması gibi önemli bir sonucu vardır. görülen diğer bireyler arası değişkenlik sebeplerine göre çok daha
Molcküler yaklaşımlar insan fizyolojisinde spesifik gen ürünlerinin ılımlıdır. Ancak, hepatik ekstraksiyonda küçük bir değişiklik, prop­
rollerinin belirlenmesini sağlarken, bu gen ürünlerinin ekspresyo- ranolol ve labetalol gibi ilk geçiş etkisi yüksek olan ilaçların oral
ııunu veya fonksiyonunu değiştiren polimorfizmler tanımlanmakta­ biyoyararlanımı anlamlı derecede artırabilir.
dır: ve insan genomunda bu tipte polimorfizmin 1000 baz çiftinde Bozulmuş klerens ve/veya artmış dağılım, yaşlanmayla bazı
1 oluştuğu çıkarsaması yapılmıştır. Şimde de bu genler, mevcut ve ilaçların eliminasyon yarılanma ömründe artışa yol açabilir. Böy­
yeni ilaçların etkileşerek yararlı ve advers etkiler oluşturduğu mo­ lece, yaşlı bir hastada bir doz modifikasyonu istenirse, bunu sıklık­
lcküler hedefler olarak karşımıza çıkmaktadır. la doz frekansını azaltarak ve olasılıkla beraberinde dozu da azalta­
Erken Alzheimer hastalığı görülen ailelerde yapılan geniş ge- rak yapmak mümkündür.
noınik taramalar, APOE lokusuııun hastalıkla bağlantılı olduğunu Bir ilacın farmakokinetiği değişmemiş bile olsa, yaşlı bir has­
■göstermiştir (Konu 362). Özel olarak, APOE geninin E4 aleli kötü tada, artmış farmakodinamik duyarlılık nedeniyle daha küçük doz­
prognozla ilişkili gibi görünmektedir, ve bunun da kolin asetil la başlanması istenebilir. Bu duruma örnek olarak opioidler için art­
transferaz ekspresyonunda azalma ile ilişkili olduğu düşünülmekte­ mış analjezik etki, benzodiyazepinlere ve diğer santral sinir sistemi
dir. Dahası, prognostik olarak daha iyi huylu olan APOE2 veya depresanlarına bağlı sedasyonda artma, antikoagülan tedavi alır­
APOE3 alelleri bulunanlarda, bir kolin asetil transferaz inhibitörii ken, koagülasyon parametreleri kontrol altındayken bile kanama
olan takrine terapötik yanıt daha sık gibi görünmektedir. b2-adre- riskinde artma sayılabilir. Kardiyovasküler ilaçlara abartılı yanıtlar
nerjik reseptörlerde tanımlanan çoklu polimorfizm astım ve konjes- da, normal homeostatik mekanizmaların yanıt verirliğinde bozulma
tif kalp yetmezliğinde spesifik bir fenotip ile bağlantılı gibi görün­ nedeniyle, sık görülür. Böyle yaşa bağlı değişiklikler hastanın kli­
mektedir; ki bu hastalıklarda ^-reseptör fonksiyonunun prognozu nik yanıtının yakından izlenmesini ve uygun doz titrasyonu yapıl­
belirlemesi beklenebilir, fa reseptörlerdeki polimorfizmlerin inha­ masını gerekli kılar. Buna göre, yaşlılarda başlangıç dozlar olağan
le i32'resePÜ)r agonistlerine yanıtın bir belirleyicisi olduğu düşünül­ erişkin dozundan daha düşük olmalı ve doz yavaşça artırılmalıdır.
mektedir. Sonuçta varılan terapötik rejim olabildiğince basit olmalı, ve kulla­
Kinidin gibi aksiyon potansiyelini uzatan bazı ilaçlara yanıt ola­ nılan ilaç sayısı en azda tutulmalıdır. Geriatrik hastalarda ilaçlara
rak belirgin QT uzaması ve polimorfik ventriküler taşikardi, torsa­ yanıtta bireysel değişkenlik genç erişkinlere göre daha fazla oldu­
de de pointes (Konu 230) gelişmesi karakteristik bir "idiyosenkta- ğundan, tedavinin bireyselleştirilmesi daha da kritiktir.
rik" yanıttır. Normal kardiyak ıepolarizasyonun moleküler temelle­
rinin anlaşılmasında kaydedilen gelişmeler, normal fonksiyon gör­
IL AÇ ETK İLEŞ M E L E R İ
meleri halinde fizyolojik kardiyak repolarizasyona yol açan iyon ka­
nalı proteinlerini kodlayan genlerin tanımlanmasıyla sonuçlanmış­ Bazı ilaçların etkileri diğer bir ajanın verilmesiyle belirgin derece­
tır. Bu genlerdeki mutasyonlar uzamış QT sendromu gibi konjenital de değişebilir. Böyle etkileşmeler ilaç etkisini istenmeyen şekilde
aritmi scndromlarına neden olmakta ve iyon kanallarının blokajı QT azaltarak veya artırarak tedaviyi karmaşıklaştırabilir. İlaçlara bek­
aralığını uzatan ilaçların iyi bilinen bir etki mekanizması olarak kar­ lenmeyen yanıt görülmesi halinde, ayırıcı tanıda ilaç etkileşmeleri
şımıza çıkmaktadır. Bu genlerinde mutasyon olan, ve ilaçlarla kar­ düşünülmeli ve çoğu kere hastaların hekime önceki medikal dene­
şılaşana kadar subklinik durumda kalan hastalar şimdi tanmabil- yimlerinden edindikleri ilaçları kullanmaya devam ederek geldikle­
mektedir. Özet olarak, hastalıkların moleküler temellerini çözmek ri akılda tutulmalıdır. Özenli bir ilaç öyküsü alma böyle bilinmeyen
için devam eden çabalar, aynı zamanda ilaç tedavisine yanıtı belir­ elemanları en aza indirecektir. Hastanın ilaçlarını incelemek ve ge­
leyen faktörlere de bir bakış sağlayacak gibi görünmektedir. rekirse eczacıyı arayarak reçetelerini istemek de denenebilir. İlk
YAŞLILARDA İLAÇ KULLANIMI (Konu 9’a da bakınız.) sorgulamada genellikle hastanın kendiliğinden söylemediği reçete­
Yaşlanma organ fonksiyonlarında, özellikle de ilaç dispozisyonun- siz satılan ilaçlar, diyet katkıları, göz damlası gibi topikal ilaçlar, vb
da işlev gören organlarda, vücut büyüklüğünde ve kompozisyonun­ kullanımı özel olarak sorulmalıdır.
da değişmeye neden olur. Bu nedenle, yaşlı kişilerde farmakokine- İlaçlar arasında iki temel etkileşme tipi vardır. Farmakokinetik
tiğiıı sıklıkla genç erişkinlerden farklı olması şaşırtıcı değildir. Ay­ etkileşmelerde ilacın etki yerine ulaşan miktarı değişir, farmakodi­
nı zamanda, yaşlı hastaların çoğu kere çok sayıda hastalığı bulunur namik etkileşmelerde ise hedef organ veya sistemin yanıt verirli­
ve bu nedenle çok sayıda ilaç kullanırlar. Sonuçta, morbidite ve ğinde değişme olur.
mortaliteye yatkınlık gibi, ilaç etkileşmeleri de, yaşlı hastalarda Tablo 70-4 ‘de, bu bölümde tartışılan ilaç etkileşmeleri için bir
ilaçlara advers reaksiyonların daha fazla görülmesine katkıda bulu­ indeks verilmiştir. Bu tabloda hastalarda önemli olduğu gösterilmiş
nur. Hedef organların duyarlığında artma ve dolaşımın kontrolun- olan etkileşmelerle, deneysel verilere veya olgu bildirimlerine göre
da olduğu gibi fizyolojik kontrol sistemlerinde bozulma da bir baş­ potansiyel olarak tehlikeli olan birkaç örnek verilmiştir.
ka faktör olabilir. Buna göre, yaşlılarda, özellikle güçsüz hastalar­ I. ETKİ YERİNE ULAŞAN İLAÇ MİKTARINI AZAL­
da ilaç tedavisinin optimizasyonu sıklıkla zordur, çünkü birçok fak­ TAN FARMAKOKİNETİK ETKİLEŞM ELER A. Bozulmuş
tör (çoğu kere pek iyi tanımlanmış değildir) ilaca yanıtta görülen Gastrointestinal Absorpsiyon Örnekler arasında, tetrasiklinlerle
olağan bireyler arası değişkenliği artırır. suda çözünmeyen şelat oluşturarak bu ilaçların emilimini önleyen
Her ne kadar çoğu kişi ileri yaşlara kadar renal fonksiyonlarını aııtasidlerde bulunan alüminyum iyonları sayılabilir. Benzer şekil­
iyi derecede korursa da, yaşlı hastalar, ilaçların renal itrahlarının de demir iyonları (ferröz demir) da tetrasiklinlerin emilimini bloke
eder. Kaolin-peklin süspansiyonları digoksi- Tablo ~<M îi ■hulu
ni bağlar, ve bu maddeler birlikle kulanıldı- Etkileşm enin Etkileşm enin
ğmda digoksin emilimi yarı yarıya azalır. Tanım landığı Tanımlandığı
Ancak, kaolin-pektin digoksinden 2 saat İlaç K onu ve Bölüm İlaç Konu ve Bölüm
sonra uygulanırsa, digoksinin absorpsiyonu
elkilenmez. Allopurinol IIA (>-Mcrkaptopiirin IIA
Ketokonazol, yalnızca asidik pH’da çö­ Amilorid III Metadon IB
Amiodaron IIA, 11B Metotreksat IIB
zünen zayıf bir bazdır. Ranitidin ve simeti-
Amfeıamin 1C Melhilpredııizolon IB, IIA
din gibi histamin H2 reseptör antagonistleri
Antidepresanlar, ilişiklik 1C Metronidazol IB. IIA
gastrik asiditeyi azaltırlar ve bu nedenle ke- (desipramin, nortriptilin, Metirapon IB
tokonazolün dissolüsyon (çözünme) ve ab­ inıipramin, doksepin. prol- M eksilelin IB
sorpsiyonu bozulur. Buna zıt olarak, fluko- riptilin. amitriptilin) Nikaıdipin IIA
uazolün absorsiyonu gastrik pH artışı ile bo­ Aspirin I1B.1II Nifedipin IIA
zulmaz. Atorvastatin IIA Nitratlar III
B. Hepatik İlaç Metabolize Edici E n ­ Azatiyoprin IIA Nonsteroidal anti- III
Barbituratlar (sınıf olarak) IB inflamatuvar
zimlerin İndüksiyonu Bir ilaç büyük oran­
Kaıbamazepin IB. IIA ilaçlar
da metabolize edilerek elimine oluyorsa me­
Klorpromazin 1C. IIA Oral kontraseptif steroidler IB
tabolizma hızında bir artış etki yerindeki ya- Kolestiramin IA Fenobarbital IB
raı lanımını azaltır. Çoğu ilaç karaciğerde bü­ Simetidin IA, IIA, IIB Fenilbutazon IIA, IIB
yük oranda metabolize edilir, çünkü bu or­ Sisaprid IIA Fentoin (difenilhidantoin) IB, IIA
gan büyük bir kütleye, yüksek kan akımına Klofıbrat IIA Piroksikam 111
v e yüksek konsantrasyonda ilaç metabolize Klonidin IC Potasyum III
edici enzime sahiptir. Pek çok ilacın metabo­ Kodein IIA Prednizon IB
Kotrimoksazol IIA Probenesid 11B
lizmasında ilk basamak sitokrom P 450 kar-
Siklosporiıı IB, IIA, IIB Prokainamid IIB
ımı-lonksiyonlu oksidazları denen ve endop-
Deksametazon IB Propranolol III
î.izmik retikulumda bulunan bir grup enzim Digoksin IA , 11B Kinidin IB , IIA, IIB , III
Mftifıııdaıı katalizlenir (bakınız yukarıda Diltiazem IIA Ranitidin IA, IIA
‘Sitokrom P450 Monooksijenazları Tarafın­ Diüretikler III Rifam pin IA, IB
dım Metabolizma"). Bu enzim sistemleri, Efedrin 1C Salisilat IIB
aromatik lıidroksilasyon, N-demetilasyon, Eritromisin IIA Sildenafil III
») deıııciilasyon, ve sülfoksidasyon gibi çe­ Etanol IIA Simvastatin IIA
Flukonazol 11A Spironolakton III
şidi reaksiyonlarla ilaç molekülllerini okside
Fluokseıin IIA Tetrasiklin IA
ederler. Bu reaksiyonların ürünleri genellik­
Guanadrel IC Teofilin IIA
le ana bileşikten daha potardırtar (ve bübrek- Gıumctiılin IC Tiazid dairelikler III
leıdeıı daha hızlı atılırlar). 1laloperidol IIA Tolbuiamid IIA
Bazı karma fonksiyonlu oksidaz (OYP) Imloıneıasin III Triam ıcıen III
izol'oıuılsırmın ckspıesyoıuı bazı ilaçlar tarıı- Fm ıiazid IIA Triazolam IIA
iiiHİaıt ındiiklenir '.a kaındıit'ido İm ızo- İltukoıı.iAil IB, IIA. IIB Verapamil IB, IIA. IIB
îV'ıımfitrııı miktarı inini.ıhılır. Fenobnıbıml Kanlın-pekım IA Varfarin IB, IIA, III
Kclııkom uol IA. IB. IIA
'•ıoioii|'ik bir üHİtikleyiçidir, ‘.ti klinikte ktıl-
tıdnk.ım IIA
Ufiılatt tün» b«tWuifi!tlar < VI* enzim aktivî-
l.ov.Lsiaim IIA
nî^ıirti artırırlar. Penohmbitnl ile indUksiyon
at ıntf/itltı kadar küçük dozlarla oluşabilir. Karma fonksiyonlu ok- tilin, nortriptilin, ve amitriptilin gibi trisiklik antidepresanlarla bir­
siılaziuf rifampin, kaıbamazcpin. leniloin, ve glutetimid tarafından likte kullanım guanetidin ve guanadrelin antihipertansif etkilerini
ve sigara içine. DDT gibi klorlu insektisitlere maruz kalma ve kro­ hemen hemen tamamen ortadan kaldırır. Daha zayıf norepinefrin
nik alkol kullanımı ile de indüklenir. gerialım inhibitörü olmakla birlikte, doksepin ve klorpromazin de
Feııobarbital, rifampin, ve diğer indükleyiciler, aralarında var- guanidinium antihipertansiflerin etkisi üzerinde doza-bağımlı anta-
l'arin. kinidin, meksiletin, verapamil, ketokonazol, itrakonazol, sik- gonizma oluşturur.
Klonidinin antihipertansif etkisi trisiklik antidepresanlar tara­
losporin, deksametazon, metilprednizolon, prednizolon (prednizo-
fından kısmen antagonize edilir. Klonidin arteriyel basıncı arkabe-
11 un aktif metaboliti), oral kontraseptif steroidler, metadon, metroni-
yindeki kan basıncını düzenleyen merkezlerden sempatik çıkışı
dazol, ve metiraponun da bulunduğu pek çok ilacın plazma düzeyle­
rini düşürür. Bu etkileşmelerin hepsinin belirgin derecede klinik azaltarak düşürür (Konu 246). Bu santral hipotansif etki trisiklik
önemi vardır. Kumarin antikoagülanlar örneğinde, bir indükleyici ile antidepresanlar tarafından antagonize edilir.
birlikte uygulandığında istenen düzeye ulaşan antikoagülan, indük- II. E T K İ Y E R İN E ULAŞAN İL A Ç M İKTARINI A RTI­
leyicinin tedaviden çekilmesi halinde (örneğin hastaneden çıkma) RAN FA RM A K O K İN ETİK E T K İL E Ş M E L E R A. İlaç M eta­
hastayı majör kanama riskine sokar, İindükley içinin etkisi kaybolur­ bolizmasının İnhibisyonu Bir ilacın aktif formu büyük oranda bi-
ken, kumarin antikoagülanın plazma düzeyleri yükselecek ve aşırı yotransformasyonla elimine ediliyorsa, metabolizmasının inhibisyo­
antikoagülasyona neden olacaktır. Bireyler arasında ilaç metaboliz­ nu klerensin azalmasına, yarılanma ömründe uzamaya ve idame te­
masının indüklenebilirliği açısından kayda değer değişkenlik vardır. davisi sırasında ilacın birikmesine neden olur. Metabolizmanın inhi-
C . Hücrelere Alınma ("U p tak e") veya Bağlanmanın İnhi- bisyonuna bağlı olarak aşırı birikme advers etkilere yol açabilir,
bisyonıı Guanidinium yapılı antihipertansif ajanlar olan guanetidin Simetidin aralarında varfarin, kinidin, nifedipin, lidokain, teofi-
ve guanadrel adrenerjik nöronlardaki etki yerlerine biyojenik mo- lin ve fenitoinin de bulunduğu pek çok ilacın oksidatif metaboliz­
noaminler için, enerji gerektiren bir membran transport sistemi ta­ masının potent bir inhibitörüdür. Simetidin ile birlikte bu ilaçların
rafından taşınırlar; bu sistemin fizyolojik fonksiyonu adrenerjik nö- uygulanması çoğu şiddetli olan advers reaksiyonlara yol açmıştır.
rotransmiterin gerialımıdır ("reuptake"). Norepinefrin gerialım in- Simetidin ranitidine göre daha potent bir karma-fonksiyonlu oksi­
hibitörleri guanidinium antihipertansif ajanların adrenerjik nöronla­ daz inhibitörüdür, ancak ranitidin daha potent bir histamin H2 re­
rın içine alınmasını da önler ve böylece bu ilaçların farmakolojik et­ septör antagonistidir. Famotidin ve nizatidinin klinik olarak kayda
kileri bloke edilir. Trisiklik antidepresanlar potent norepinefrin ge- değer ilaç metabolizması inhibisyonu yaptıkları bilinmemektedir.
rialım inhibitörleridir. Sonuçta, klinik dozlarda desipramin, protrip- Bir ilacın ana metabolizma yolağını katalizleyen CYP izoform-
428 İV K linik l-:ım :a.koit!j: kadar en fazla üzerine çalışılan P-glikoprotein, yapısal olarak birbirine
benzemeyen çok sayıda antikanser ajana karşı direnç gösteren tümür
larının bilinmesi ilaç etkileşmelerini anlama ve öngörebilme açısın­ hücrelerinden izole edilmiştir. Bu çok ilaca direnç ("multidrug resistan­
dan bir temel oluşturur. Örneğin, CYP3A alt ailesi, blokajı sonucunda ce") fenomeninin altında yatan mekanizma antikanser ajanları hücre dı­
toksisitenin görüleceği pek çok ilacın metabolizmasını katalizler. Majör şına P-glikoprotein-aracılı pompalama ve buna bağlı olarak da antikan­
yol olarak CYP3A’ya bağımlı ilaçlar arasında siklosporin, kinidin, lo- ser etkinin inhibisyonudur. P-glikoprotein normal dokularda (intestinal
vastatin, simvastatin, atorvastatin, nifedipin, lidokain, sisaprid, eritromi- ve renal tübüler hücrelerin luminal tarafları, hepatositlerin kanaliküler
sin, metilprednizolon, karbamazepin, midazolam, ve triazolam sayılabi­ tarafları, kan-beyin bariyerini oluşturan kapiller endotel) da bulunur, ve
lir. buralarda yalnızca antineoplastik ajanların değil, aynı zamanda digoksi-
Antifungal ajanlar ketokonazol ve itrakonazol CYP3A enzim ailesi­ nin ve HIV proteaz inhibitorlerinin de hücre dışına çıkarılmasından so­
nin potent inhibitörleridir. Yüksek dozda kullanılırsa ve/veya renal yet­ rumludur. Kinidin P-glikoprotein fonksiyonunu in vitro ortamda inhibe
mezliğe bağlı olarak flukonazol düzeyleri yükselirse, bu ilaç CYP3A’yı eder, ve yaygın olarak bilinen kinidinle birlikte uygulandığından plazma
inhibe edebilir. Makrolid antibiyotikler eritromisin ve klaritromisin digoksin düzeylerinin iki misline çıkması olayı in vivo ortamda bu etki­
CYP3A4’ü klinikte anlamlı sonuçları olacak derecede inhibe ederler, fa­ nin yansıması gibi görünmektedir, çünkü kinidinin etkileri (digoksin bi-
kat azitromisin bu enzimi inhibe etmez. Diltiazem, nikardipin, ve verapa­ yoyararianımında artma ve renal ve hepatik sekresyonunda azalma)
mil gibi bazı kalsiyum antagonistleri de, siklosporin gibi diğer bazı subst- özellikle P-glikoprotein ekspresyonunun bulunduğu bölgelerde oluş­
ratlarına benzer şekilde CYP3A’ü inhibe edebilirler. maktadır. Digoksin konsantrasyonlarını yükselten pek çok başka ilaç
Siklosporin metabolizması eritromisin, ketokonazol, diltiazem, ni­ (örn, amiodaron, verapamil, siklosporin, itrakonazol, ve eritromisin) için
kardipin, veya verapamil tarafından inhibe edilirse, ciddi toksisiteye ne­ de benzer mekanizma geçerli gibi görünmektedir. Çoklu HIV proteaz in­
den olabilir. HMG-CoA redüktaz inhibitorlerinin ciddi komplikasyon­ hibitorlerinin santral sinir sistemine düşük penetrasyonu (virüsün başka
larından biri de miyopatidir. Neyse ki bu, HMG-CoA redüktaz inhbitör- bir yere sığınmasını hızlandırma riskini beraberinde taşır) ilacın santral
lerinin diğer ilaçlarla, özellikle de CYP3A4 inhibitörleri ile etkileşmesi sinir sisteminden P-glikoprotein aracılı bir mekanizmayla atılmasına
dışında, nadir bir durumdur. Lovastatinin dispozisyonu CYP3A4’ü inhi­ bağlı gibi görünmektedir.
be eden ilaçlar tarafından belirgin derecede azaltılır ve plazma düzeyle­ Bir grup ilaç renal tubuluslarda organik anyonlar için transport sis­
rinde 10 mislinden fazla artış ortaya çıkabilir. Sonuç olarak, lovastatin temleri tarafından salgılanırlar. Bu tübüler transport sisteminin inhibis­
eritromisin veya siklosporin ile birlikte kullanılırsa, ağır rabdomiyoliz- yonu bir ilacın aşırı derecede birikmesine neden olabilir. Fenilbutazon,
li miyopati oluşturur. Bütün HMG-CoA redüktaz inhibitörleri lovasta­ probenezid, ve salisilatlar kompetitif olarak bu transport sistemini inhi­
tin gibi CYP3A4’e bağımlı değildir. CYP3A4'ün bloke edilmesi sim­ be ederler. Salisilat, örneğin, metotreksatın renal klerensini azaltır ve bu
vastatin ve atorvastatinin plazma düzeylerinde orta derecede (birkaç etkileşme metotreksat toksisitesine yol açabilir. Renal tübüler sekresyon
misli) artışa neden olurken, fluvastatin ve serivastatin düzeyleri hafifçe penisilinin, probenezid tarafından inhibe edilebilen eliminasyonuna bü­
artar. Pravastatin dispozisyonu ve plazma düzeyleri CYP3A4 inhibitör­ yük ölçüde katkıda bulunur.
leri tarafından değiştirilmez. Sisaprid metabolizması ketokonazol, itra­ Tübüler katyon transport sisteminin simetidin tarafından inhibisyo­
konazol, klaritromisin ve eritromisin gibi CYP3A inhibitörleri tarafın­ nu prokainamid ve aktif metaboliti N-asetilprokainamidin renal kleren­
dan bloke edilirse polimorfik ventriküler taşikardi ("torsade de pointes") sini engeller.
oluşturabilir. IH. İLAÇLAR ARASINDA FARMAKODİNAMİK VE DİĞER
Bir CYP3A4 inhibitörü bir hastaya uygulandığında, hekim CYP3A TİPTE ETKİLEŞM ELER Birlikte kullanılan iki ilacın etkilerinin, tek
tarafından metabolize edilen diğer ilaçlarla etkileşme olasılığı açısından başlarına kullanıldıklarında görülen etkilerin toplamından daha büyük
dikkatli olmalıdır. olduğu terapötik açıdan yararlı etkileşmeler de oluşabilir. Uygun ilaç
Debrizokinin polimorfik metabolizmasını katalizleyen CYP2D6 kombinasyonları bu kitabın özgün terapötik bölümlerinde tanımlanmış­
izoformu kinidin tarafından belirgin şekilde ve ayrıca klorpromazin ve tır; bu bölüm ise istenmeyen etkiler oluşturan etkileşmelere odaklan­
haloperidol gibi nöroleptik ilaçlar, ve fluoksetin tarafından da inhibe mıştır. İki ilaç birlikte kullanıldığında aynı süreçte farklı bileşenler üze­
edilir. Kodeinin analjezik etkisi EM fenotipli kişilerde CYP2D6 tarafın­ rine etki ederek tek başlarına olduğundan daha büyük etkiler oluşturabi­
dan morfine metabolize edilmesine bağlıdır. Buna göre, EM’lerde kini­ lirler. Örneğin, varfarin tedavisi almakta olan hastalarda aspirinin düşük
din kodeinin analjezik etkisini azaltır. Desipramin EM ’lerde büyük öl­ dozları (<l g/gün) protrombin zamanını kayda değer düzeyde değiştir­
çüde CYP2D6 tarafından metabolize edildiğinden, birlikte CYP2D6’yı mediği halde, bu hastalarda aspirin trombosit agregasyonunun inhibe et­
inhibe eden kinidin, fluoksetin veya nöroleptik ilaçlar kullanılırsa dü­ tiği için kanama riskini artırır. O halde trombosit ve pıhtılaşma sistemi
zeyleri belirgin derecede artar. fonksiyonlarındaki bozukluk kombinasyonu, bazı terapötik amaçlar için
Bazı ilaçlar hepatik ilaç metabolize edici enzimler dışında diğer me­ yararlı da olsa, varfarin alan hastalarda hemorajik komplikasyon potan­
kanizmalarla da inaktive edilirler. Azatiyoprin vücutta aktif metaboliti siyelini de artırır.
6-merkaptopürine çevrilir, ardından da ksantin oksidaz tarafından 6-ti- Nonsteroidal antiinflamatuvar ilaçlar (NSAİİ) gastrik ve duodenal
oürik aside oksitlenir. Potent bir ksantin oksidaz inhibitörü olan allopü- ülserlere neden olurlar ve varfarin ile tedavi edilen hastalarda peptik ül­
rinolle birlikte uygulandığında, azatiyoprin veya 6-merkaptopürinin serden kanama riski birlikte NSAİÎ kullanılıyorsa hemen hemen üç mis­
standart dozları ile yaşamı tehdit eden toksisite (kemik iliği supresyonu) li kadar artmıştır. Bu kesinlikle ciddi bir ilaç etkileşmesidir.
ortaya çıkabilir. İndometasin, piroksikam, ve olasılıkla diğer NSAİİ’ler b-adrenerjik
Farmakolojik bileşiklerin biyotransformasyonunu inhibe eden diğer reseptör blokerlerinin, diüretiklerin, ACE inhibitorlerinin ve diğer ilaç­
bazı ilaçlar (verilen ilaç örneklerinin metabolizmasını bloke eden inhi- ların antihipertansif etkilerini antagonize ederler. Sonuçta ortaya çıkan
bitörlerin adları parantez içinde belirtilmiştir) aşağıda gösterilmiştir: kan basıncı yükselmesinin derecesi önemsizden şiddetliye kadar değişe­
bilir. Öte yandan, aspirin ve sulindak, tedavi altındaki hipertansif hasta­
• Amiodaron (varfarin, kinidin)
larda kan basıncını yükseltmez.
• Klofibrat (fenitoin, tolbutamid)
Kinidin uygulaması sırasında polimorfik ventriküler taşikardi ("tor­
• Aşırı etanol alımı (varfarin)
sade de pointes”) diüretik (olasılıkla potasyum ve/veya magnezyum
• Izoniazid (fenitoin)
kaybettirenler) alan hastalarda daha sık görülür.
• Metronidazol, kotrimoksazol (varfarin)
Potasyum takviyesi, ACE inhibitörleri, spironolakton, amilorid ve­
• Fenilbutazon (varfarin, fenitoin, tolbutamid)
ya triamteren ile potasyum eliminasyonu azaltılmışsa daha sık ve daha
B. İlaç Transportunun İnhibisyonu İlaçların hücrelerin içine ve
şiddetli hiperkalemiye yol açar.
dışına transportunu sağlayan özgün moleküller giderek tanımlanmakta Sildenafilin farmakolojik etkileri damarlarda siklik GMP’yi
ve bunların fonksiyonlarının inhibisyonu klinik açıdan önemli bazı ilaç inaktive eden fosfodiesteraz tip 5 izoformunu inhibe etmesine bağ­
etkileşmelerinin esas sebebi olarak karşımıza çıkabilmektedir. Bu güne lıdır. Nitrogliserin ve benzeri nitratlar siklik GMP’yi artırarak va-
zodilatasyon oluştururlar. O halde nitratlarla sildenafîlin birlikte
uygulanması derin ve potansiyel olarak katastrofik bir hipotansiyo­
na sebep olacaktır..

TEDAVİ KILAVUZU OLARAK İLAÇLARIN


PLAZMA KONSANTRASYONLARININ
İZLENMESİ
Çoğu olguda, bir ilacul plazma konsantrasyonu tedavinin bireysel­
leştirilmesi için bir kılavuz olarak ölçülür. Eliminasyon hızlarında ge­
netik değişkenlik, diğer ilaçlarla etkileşmeler, hastalıklara bağlı ola­
rak eliminasyon ve dağılımda değişmeler, ve diğer faktörler hep bir­
likte aynı dozun verildiği hastalarda geniş bir plazma düzeyi aralığı
görülmesine yol açarlar. Dahası, uzun süreli tedavide reçete edilen re­
jime uyumsuzluk problemi terapötik başarısızlığın endemik ye anla:
şılması zor bir sebebidir (aşağıya bakınız),, Klinik indikatörler bazı,
" t _ —— r — ‘I —
1 r—
ilaçların istenen sınırlar içinde kalması için titrasyona yardımcı olur­
1 a i 4 4
lar, fakat, hiçbir kimyasal ölçüm tedaviye yanıtın dikkatle gözlenme­
ilacın plazmadaki konsantrasyonu
sinin yerine geçemez. Ancak, tüm ilaçlar için terapötik ve advers et:
kilerin kantite edilmesi olası değildir, ve karmaşık klinik durumlar bir ŞEKİL 70-4 Plazmada artan ilaç konsantrasyonlarına, hem terapötik,
ilacın etkisinin tahmin edilmesi açısından yanlış yönlendirici olabilir. hem de advers etkiler açısından yanıt veren kümülatif hasta yüzdesi.
Örneğin, altta mevcut nörolojik hastalık fenitoin intoksikasyonuna Terapötik pencere çoğu hastada terapötik etki sağlayacak, yalnızca
bağlı nörolojik sonuçlan maskeleyebilir. Klerens, yanlanma ömrü, düşük bir yüzdede advers etkiler oluşturacak İlaç konsantrasyonu
birikim, ve kararlı durum plazma düzeylerinin öngörülmesi güç oldu­ aralığını tanımları
ğundan plazma düzeylerinin ölçümü sıklıkla optimal dozu bulmak
için yararlj bir kılavuzdur. Bu özellikle terapötik ve advers etkilere: lar. Bu nedenle, bif ilacın plazma konsantrasyonunu terapötik olarak
yol açan plazma düzeyleri arasındaki pencere dar olan ilaçlar için: etkin olma olasılığı yüksek bir düzeye yükseltmek, bazı hastalarda is­
doğrudur. Böyle ilaçlar için aeöm. digoksin, teofilin, lidokain, ami- tenmeyen etkileri gündeme getirebilir: Tablo 70-2 bir grup ilacın, ço­
noglikozidler, siklosporin, ve antikonvülsanlarasdozun optimizasyo- ğu hastada advers ve terapötik etkilerle ilişkili bulunan plazma kon-
nu standart dozun yukarıda tanımlanan farmakokinetik prensiplere santrasyonlari verilmiştir. Bu bilginin tartışılmış olan kılavuzlara gö­
göre modifikasyonu ile yapdmalıdır. Bazı durumlarda; gerekli modi- re kullanılması ortalamadan sapan hastalar için daha etkince daha
fıkasyonlan kolaylaştırmak için nornogramlar ve algoritmler gelişti­ güvenli bir tedaviye olanak sağlar.
rilmiştir. Ancak, ilaç dozunun bireyselleştirilmesi için en esnek ve HASTANIN TEDAVİYE ETK İN K ATILIM I Bit ilâcın plaz­
doğru metod az sayıda önceden elde edilmiş plazma düzeyi ve Baye­ madaki konsantrasyonunun ölçümü ilacın alınıp alınmadığım göste­
sian tahmini kullanılarak geribildirim yaklaşımı gibi görünmektedir. ren en etkili yoldur. Böyle bir uyumsuzluk (’’noncompliance”), hiper­
Kontrollü çalışmalarda, bu tipte bilgisayar yardımıyla dozlamanıri tansiyon ve epilepsi gibi hastalıkların uzun süreli tedavisinde sık kar­
hasta bakımını iyileştirdiği gösterilmiştin Ancak, böyle yöntemlerin şılaşılan bir sorundur, ve hastanın kendi sağlığı ile ilgili olarak so­
rutin tedavide kullanımları açısından genel maliyet/yarar oram daha rumluluk alması için özel çaba harcanmayan tedavi ortamlarında,
kesin olarak ortaya konmaya muhtaçtır. hastaların % 25’inden fazlasında görülür. Baz an, uyumsuzluk suçlayı­
O halde, terapötik penceresi dar, ve birinci derece eliminasyon cı olmayan sempatik bir sorgulama ile açığa çıkarılabilir, fakat daha
Kinetiğine sahip ilaçlar için doz ayarlaması ortalama, maksimum ve sık olarak plazma konsantrasyonunun sıfır çıkması veye yinelenen
minimum karartı durum konsantrasyonlarının dozluma hızı ile doğrü- ölçümlerde düşük olması ile farkedilir. Diğer faktörler de plazma dü­
. 1 ! ilişki içinde olduğu kabul (erimesine dayanarak yapılmalıdır. Bu: zeylerinin beklenenden düşük olmasına neden olabileceğinden,
mı göre, doz istenen ve ölçülen konsantrasyonlar arasındaki orana gö- uyumsuzluk olduğuna: karar vermek için, hasta yatırılarak tedavi edil­
ıe ayarlanabilir: diğinde elde edilen düzeylerle karşılaştırma gerekebilir. Hekim has­
tanın tedaviye uyumsuz olduğundan emin olduğunda, hastayla bu ko­
Css (istenen) doz (yeni) nuda yapılacak yine suçlayıcı olmayan bir tartışma uyumsuzluğun
■■ . . . — | S 3
; — '■ 7
— .’ ■ - " —
nedenini ortaya çıkarabilir ve hasta tarafından daha etkili bir işbirliği,
Css (ölçülen) doz (önceki),
sağlanması için temel oluşturabilir. Hastaların kendi tedavilerinde d a-,
Doza bağımlı kinetik gösteren ilaçlar içirt (öm„ fenitoin ve teofı- ha çok sorumluluk almalarına yardımcı olmak için pek çok yaklaşım
lin), plazma konsantrasyonları dozlama hızmdaki değişikliklerle, denenmiştir. Bunların çoğu, hasta ile, hastalığın doğası ve tedavinin
orantılı olmayan şekilde değişir. Yalnızca doz değişikliklerinin küçük başarılı ya da başarısız olma şansı ile ilgili olarak daha iyi bir iletişim
olması değil, plazma konsantrasyonu izlemi de uygun bir modifikas­ kurulmasına dayalıdır. Hastaya tedavi ile ilgili problemleri tartışma
yonu garanti edebilmek için kritiktir. olanağı verilmelidir. Bu süreç hemşirelerin ve diğer paramedikal per­
Belirli bir plazma düzeyine karşı alınacak bireysel yanıtlardaki sonelin katılımı ile iyileştirilebilir. Tedavi rejiminin karmaşıklığının,
değişkenlik göz ardı edilmemelidir. Şekilde hipotetik bir populasyon. hem ilaç sayısı, hem de uygulama aralığı açısından en aza indirilme­
konsantrasyon-yanıt eğrisi ve istenen plazma düzey inin terapötik ara­ si yardımcı olur. Hastaların kendi sağlıklarının korunmasında sorum­
lığı veya terapötik penceresi ile ilişkisi gösterilmiştir (Şekil 70-4), lu rolü üstlenmeleri için eğitilmeleri tıbbın hem bir bilim, hem de
Tanımlanan terapötik pencere çoğu hastada hedeflenen farmakolojik bir sanat dalı olarak ele alınmasını gerektirir.
etkiyi oluşturan düzeyleri içermelidir. Ancak, terapötik etkilere du­
yarlı birkaç kişi daha düşük düzeylere yanıt verirken, dirençli olan di­ iİB M O H K A F Y A
ğerleri advers etkilere yol açacak derecede yüksek düzeylere gereksi­ BENET LZ et al: Design and optimization of dosage regimens: Pharmacokinetic da­
nir. Örneğin, güçlü nöbet odağı bulunan az sayıda hastada, nöbetleri ta, in Goodman and Gilman's The Pharmacological Basis o f Therapeutics, 9th
kontrol etmek için 20 pg/mL’yi aşan fenitoin plazma düzeyleri gere­ ed. JO Hardman et al (eds). New York, McGraw-Hill, 1995, Appendix II, p
kir. Bu etkiye ulaşabilmek için gerekli doz, tolere edilebiliyorsa uy­ 1707
HOLFORD N (ed): Clinical PharmacokineticsceDrug Data Handbook, 3d ed. Adis
gulanabilir.
International, Auckland, New Zealand, 1998
Şekil 7 0 -4 ’de de gösterildiği gibi, bazı hastalar popülasyonun ço­ REYNOLDS DJ, ARONSON JK : ABCs of monitoring drug therapy. Making lhe
ğunluğu tarafından tolere edilen düzeylerde advers etkilere yatkındır- most of plasma drug concentration measurements. BMJ 306:48,1993
430 (>ii>;ı farklı ilaç alır. Hasta ne kadar kötü ise o kadar fazla ilaç alır ve is­
tenmeyen ilaç reaksiyonlarının görülme olasılığında artış olur. Altı
WORMHOUDT LW el al: Genelle polymorphisms of human N-acetyltraıısferase, farklı ilaçtan daha az ilaç hastanede yatan hastalara verildiğinde,
cyıodırome P450, glutaıhioııe-S-ıransferase, and epoxide hydrolase enzymes: yan tesirin ortaya çıkma olasılığı % 5 civarında, 15 ilaçtan fazla ve­
Relevance to xenobiotic metabolism and loxicily. Clin Rev Toxicol 29:59, rildiğinde olasılık % 40'ın üzerindedir. Yatan hastalarda geriye dö­
1999 nük (retrospektif) olarak yapılmış çalışmalarda ilaç yan etki oranı­
nın % 20 oranında tespit edilmiştir.
A la s ta ir j . J . W o o d Bu nedenle ilacın oluşturduğu hastalık da büyüktür. Devlet has­
tanelerinin medikal ve pediyatrik servislerine kabul edilen hastala­
İLAÇLARIN YAN (TÖK5İK) rın % 2 ila 5 ’i ilaçların neden olduğu hastalıklardan dolayı kabul
edilirler. Hastaneye yatırılan hastalardaki ilaç ile oluşan hastalıklar­
T ESİR LERİ da vaka/ölüm oranı %2 ila % 12 arasında değişmektedir. Dahası fö-
Yusuf K arataş
tal yada neonatal bazı anormallikler gebelik veya doğum esnasında
anne tarafından alınan bazı ilaçların sonucudur.
İlaçların faydalı etkileri istenmeyen tesirlerinin kaçınılmaz riski ile
Yaygın bir şekilde kullanılan ilaçların küçük bir grubu az sayı­
birliktedir. Bu istenmeyen tesirlerden doğan morbidite ve mortalite
daki reaksiyonlardan sorumludur. Bu ilaçlar ayakta tedavi gören ve
sıklıkla teşhis ile ilgili problemlere yol açar. Çünkü vücudun her
yatan hasta arasında, fark içermesine rağmen, aspirin ve diğer
sistemi ve organı olaya iştirak edebildiği için, çoğunlukla hastalı­
nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaçlar, analjezikler, digoksin, anti-
ğın altta yatan semptomları ile karışabilmektedir. İlaçlarla ilgili
koagülanlar, diüretikler, antimikrobiyal ilaçlar, glukokortikoidler,
araştırma ve geliştirme çalışmalarındaki büyük ilerlemeler saye­
antineoplastikler, ve hipoglisemik ajanlar reaksiyonların % 9 0 ’ının
sinde, ilaçların belirlenmiş zararlarının yayınlanması ile nispeten
sebebini açıklar. Ayaktan tedavi gören hastalarda ilaca bağlı morbi­
teminat altına alınmıştır. Yeni çıkan ilaçlar, satışa sunulmadan ve
dite ve mortalite giderinin tahmini maliyeti 30 ila 130 milyar dolar
düzenli kullanıma girmeden önce tedavi amacıyla ancak birkaç
arasındadır.
hastada test edilmektedir. Klinik faz araştırmalarında da nispeten
YA ŞLILA RD A İL A Ç L A R IN YAN T E S İR L E R İ (Bak Konu
küçük bir grup hastada ve bu hastaların da seçilmiş olmalarından
9) Bir grup olarak yaşlılar, diğer kişilerden daha çok hastalığa sa­
dolayı ilacın ender görülen yan tesirleri ilaç satışa sunulmadan (dü­
hiptir ve daha fazla sayıda ilaç almaktadır. Bundan dolayı yaşlı has­
zenli kullanımdan) önce saptanamayabilir. Böylece hekimlerin ye­
talarda ilaç yan tesirlerinin sık görülmesi beklenmeyen bir durum
ni ilaçları reçete ederken dikkatli olmaları ve ilaçların önceden be­
sayılmamalıdır. Benzer hastalıklara sahip genç bir kişiye göre ilaç
lirlenmemiş yan tesirlerinin ortaya çıkmasına karşı uyanık olmala­
yan tesiri gelişme olasılığı yaşlı bir kişide daha fazladır. Kurumu
rı gerekir.
olmayan yaşlılarda yapılan sağlık taramasında geçen yıl % 10 civa­
Reçete edilebilen ilaçların, bitkisel preparatlann ve tezgah üstü
rında en az bir ilaç yan tesirinin ortaya çıktığı bildirilmiştir. Bu ora­
ilaçların sayısının fazla olması ve çeşitliliği bütün bu ilaçların he­
nın hastanede yatan yaşlı hastalardan bile daha fazla olduğu görül­
kim tarafından bilinmesi ve hastaya reçete edilmesini imkânsızlaş­
mektedir. Yaşlıların ilaçlara karşı gençlerden daha duyarlı olduğu­
tırır. Böylece, bu durum birçok tezgah üstü ilacın halk tarafından
na yaygın bir şekilde inanılmasına rağmen, bu durum tüm ilaçlar;
bilinçsizce kullanımını, ve kullanılması sınırlı ilaçların, hekimler,
için geçerli değildir. Örneğin, b-adrenerjik reseptöre etki eden ilaç­
tarafından yapılan akılcı olmayan reçetelemeyi anlaşılır kılmakta­
ların duyarlığında azalma yaşlılarda gösterilmiştir. Diğer hastalık­
dır.
ların bulunma ihtimalinin yüksekliğinden dolayı yaşlılarda ilaç yan
Hekimlerin çoğu pratikte en fazla 5 0 kadar ilacı kullanmakta­
etkilerinin sonuçları farklı olabilir. Örneğin, Yaşlı hastalarda, oste-
dır. Hastaların çoğu da bu kadar çok tezgah üstü ilaçtan yalnızca sı­
oporozis insidansının artmış olması ve ilaveten yarılanma ömrü
nırlı sayıda ilaç kullanmaktadır. Ancak birçok hasta birden fazla
uzun hipnotik etkili benzodiazepinlerin kullanılması sonucu bu
doktora başvurur onlardan reçete alır ve 30 günlük bir sürede has­
hastalarda düşme riski nedeniyle kalça kırıklarının oluşma ihtimali
taların çoğu dokuz ya da daha farklı kimyasal ajan içeren üç farklı
söz konusudur. Bir ilaç farklı yaş gruplarındaki hastalarda benzer
tezgah üstü ürünlerden fazlasını kullanmaktadır.
şekilcje bir organın fonksiyonunu azalttığında bile, yaşlı kişilerdeki!
Hastaların %25 - 5 0 ’si kendilerine reçete edilmiş ilaçları kulla­
fonksiyon zayıflığı bir ilacın yan etki göstermesi için daha büyük
nırken yanlışlıklar yapmaktalar ve ilaç yan tesirlerini bu yanlışlık­
risk ortaya çıkarabilir. Yaşlı bir hastaya ilaç reçete edilirken, ilaç it-.,
lar ortaya çıkarabilmektedir. Belki de çok ilaç tüketen oldukları'
rahmin hepatik ve renal mekanizmalarını zayıflatma olasılığı hesa­
için, yaşlı hastalar bu tür yanlışlık yapma olasılığı olan en büyük
ba katılmalıdır. Yaşlıda ilaç yan tesirleri sinsi olabilir ve tüm popü-
gruptur.
lasyonlarda olduğu gibi, hekim bir hastanın belirtilerinin ve semp­
Aynı zamanda hastaların üçte birinden fazlası kendilerine reçe­
tomlarının ilaçla tedavinin bir yan etkisini yansıtma olasılığına
te edilen ilaçları da almamaktadırlar. Benzer şekilde, hastalar kutu-
karşı uyanık olmalıdır.
lardaki direktifleri okumayarak veya takip etmeyerek tezgah üstü
E T İY O L O Jİ İlaç yan etki reaksiyonlarının çoğu önlenebilir.
ilaçlarını alırken hatalar olmaktadır. Hekimler, hastalarına reçete
Uygun sistem analizi kullanılarak yapılan son zamanlardaki çalış­
verirken yaptıkları önerilere her zaman uyutmayacağını bilmelidir­
malar, bir ilacın yan etki reaksiyonu ile ilişkili bir sistem yetmezli­
ler ve bunu değerlendirmelidirler.
ği, hastalara reçete edilen ilaçlarla ilgili olarak bilgilendirmede ye­
Her ilaç standart tedaviye veya tavsiye edilen göre kullanıldı­
tersizlikten kaynaklandığı ileri sürülmektedir. Yan etki reaksiyonla­
ğında bile istenmeyen sonuçlar oluşturabilir. İlaç doğru bir şekilde
rının çoğu iki grup altında sınıflandırılır. Bunlardan en sık görüleni,
kullanılmadığında; etkisi azalabilir ve yan tesirlerinin ortaya çıkma
ilacın belirli bir farmakolojik etkisinin artması sonucu ortaya çıkar.
olasılığı daha da artar. Aynı zamanda, çok sayıda ilacın bir arada
Diğer yan tesir reaksiyonları ilacın istenilen farmakolojik etkileri ile
verilmesi istenmeyen ilaç etkileşmeleri ile sonuçlanabilir (Konu
ilişkili olmayan toksik etkilerinin sonucudur. Bu toksik etkiler sık­
70). Hastanede bir hastaya verilen bütün ilaçların hekimin kontro­
lü altında olması, genel olarak hastanın tedaviye uyumunu güven­ lıkla beklenmedik bir şekilde ortaya çıkar, ciddi bir tablodur ve bi­
ce altına alacaktır. Gelişmiş ilaç dağıtım ve uygulama sistemleri­ linmeyen mekanizmalar sorumludur. İlacın primer farmakolojik ak-
nin bu problemi azaltmasına rağmen, yine de yanlış ilacın veya do­ tivitesi ile ilgili olmayan bazı mekanizmalar; direkt hücre üzerinde­
zun verilmesi ya da ilacın başka hastaya verilmesi gibi hatalar or­ ki toksik etki, anormal immun cevabın tetiklenmesi ve genetik enzi-
taya çıkabilir. Öte yandan tezgah üstü ilaçların ya da hastalara re­ matik defekti olan kişilerin metabolik yolaklarındaki bozukluğunu
çete edilen ilaçların kontrolü için kolay çözüm yoktur. içerebilir. İlaç metabolizmasından sorumlu enzimlerin ekspresyo-
E P İD E M İY O L O Jİ İlaçların yan tesirlerinin epidemiolojik ça­ nundaki bireyler arası farklılıkları bilmemiz ilaç yan etki reaksiyon­
lışmaları, ilaç yan tesirlerinin bazılarının belirlenmesinde, tek tek larını anlamamıza katkıda bulunmuştur. Önceden bu durum idiyo-
ilaç reaksiyonlarının oranının hesaplanmasında ve problemin bü­ senkratik (aşağıya bakınız) olarak düşünülmüştür. İlaç etkisini
yüklüğünün değerlendirilmesinde faydalıdır. değiştirdiği bilinen faktörlerin önceden göz önüne alınması ile, bu
Hastanede yatan hastalar yattığı süre içerisinde ortalama on tip yan tesir reaksiyonları önlemek çoğunlukla mümkün olabilir.
'•‘itufu'om enzimler Liial'milaM \ ıpıTm ıl.tç tıksidasyonıında- 431
M genetik varyasyonlar :tav=ıı m. t.ıhniı/ıııa.sında. bireyler arası
.»nemli farklılıkları v mlır, mı •lımıııı ilaç konsantrasyonlarındaki
değişkenime neden ulur ı Kuıııı 70). ilaçların biiyiik bir kısmı kara­
ciğer ve b.ııs.ıkı.ı Miokronı P450s (CYP) tarafından okside edilirler.
Hu en/,imlerin bazıları, ilaç metabolizma hızının azalması veya ör­
enimi kalkması sonucu konsantrasyona bağımlı toksisite ile sonuç­
lanalı geııeıik polimorfizmler gösterirler. Buna karşın, bir metabo-
lit ile oluşturulan farmakolojik etki veya toksisite. yavaş enzim ak-
uviieli bireylerde ilaç etkisini azaltırken, hızlı enzim aktiviteli bi­
reylerde ilaç etkisini artırabilecektir. Polimorfizm gösteren oksi-
•kısyoıı enzimleri CYP2D6, CYP2C9 ve CYP2C19’u içermektedir.
ilaçları yavaş metabolize eden lenotiplerin klinik sonuçları gü­
nümüzde daha anlaşılır hale gelmiştir ve bu sonuçlar aşırı ilaç kon-
Minırasyoıılarının spesifik sonuçlarına bağlıdır. Örneğin, Varfarinin
daha potent S izomeri, polimorfik dağılım gösieren CYP2C9 enzi­
mi ıtıra fıııdaıı ıııeiaboli/e edil ir. Popıılasyonda varlaıiııi yıkaıı enzi­
TP M T Tiyopurin m etil tra n sfe ra z = TP M T
mi lieicrozigoi ve lıoıııozigoı aliciik formlarında eıı/.iın akıivilesi
f P M TH « TP M TV T M P T H = T P M T Y ükse k aktiviteli
.ı/.alıııış biçimde la.şıyan bireyler, daha düşük varfarin klereıısi ve T P M T L TPM T 0 T M P T ° = TPM T D üşük aktiviteli
■lalla yıiksek varlarin konsantrasyonu ile karakterizedir. Son za­ RBC - Kırmızı kan hücresi = KKH
manlarda. bir antikoagülaıt kliniğinde bu pollmorfizınin klinik so­
nuçları takip edilen hastalarda gösterilmiştir. 1.5 mg/gün ya da da­ Ş E K İL 71-1 Tiyopurin m etiltransferaz (TPM T) polim orfizm : TP M T ak-
ha az vıırfarin dozlarında stabilize olan hastalar ya varfarinin ytik- tivitesinin olası dağılım sıklığının genotipini gösterm ektedir. (L Le-
•■k dozları ile ya da kontrol grubu ile karşılaştırıldığında varfarinin onard'dan izniyle a lınm ıştır: L a n ce t 336:225,1990)
■avaş ıneıabolizmalı genotiplerin frekansında bir artma vardır tan sonra hızlı bir şekilde toksisite gelişmekte ve bu ilacı düzenli
ı Pablo 71-1). Buna ek olarak, düşük doz varfarin alan grupta yük­ bir şekilde kronik olarak alamamaktadır. Bunlardan dolayı ilaç tok-
sek doz alan gruba göre antikoagülasyonu aşırı tetikleme insidansı sisitesi için genotipik temel konusu önem kazanmaktadır.
ve kanama daha fazla görüldü. Bu sitokrom P450 enziminin gene- Yan tesir reaksiyonlarının farmakokinetik temelleri Farma-
ıik farklılıklarının bir ilaca yanıtı nasıl değiştireceğinin bir örneği kokinetik farklılık sebebiyle reseptör etki noktalarında anormal
olarak kabul edilir. olarak yüksek ilaç konsantrasyonları istenmeyen reaksiyonların
Oral hipoglisemik bir ajan olan glipizid de CYP2C9 tarafından olağan nedenidir (Konu 70).Örneğin, sıvı dağılımında ve metabo­
ıncıabolize edilir ve genetik olarak CYP2C9 yavaş metabolize edi­ lizma oranında bir azalma veya reseptör noktasında beklenenden
ci kişilerde mutad dozlardan sonra, aşırı bir şekilde düşük kan şe­ daha yüksek ilaç konsantrasyonu farmakolojik etkide bir artışla so­
keri konsantrasyonları meydana gelir. Diğer bir oral hipoglisemik nuçlanacaktır.
olan fcnformin ise bazı hastalarda laktik asidoz oluşturmuştur. Şim­ Reseptör duyarlığının artması sonucu doz-cevap eğrisindeki
di fenforminin de diğer bir polimorfizm gösteren oksidatif enzim değişme, verilen bir ilaç konsantrasyonunda ilaç etkisinde artışla
CYP2D6 tarafından metabolize edildiği bilinmektedir. Genetik ola­ sonuçlanır. Antikoagülan etkili varfarinin kan düzeyi normal veya
rak CYP2D6’sı yavaş aktiviteli olan hastalar fenformin ile oluştu­ düşük olan yaşlı kişilerde görülen aşırı antikoagülan yanıtı buna bir
rulan laktik asidoz riski altında olabilmekteler. örnektir. Doz-cevap eğrisindeki böyle değişiklikler reseptör poli-
Ayrıca, ilaç toksisitesinde genotipik farklılık sitokrom P450s morfizmleri nedeniyle değişmiş ilaç duyarlılığını yansıtabilir. Böy­
den ziyade diğer ilaç metabolize eden enzimlerde de ortaya çıkabil­ le bir örnek ise uzamış QT sendromu, iki genetik temele dayanır.
mektedir. Böyle toksisite azatiyoprin ve 6-merkaptopurin gibi pu- Kardiyak repolarizasyondan sorumlu anormal potasyum kanallı bi­
rin antimetabolitlerinin (ön-ilaçtır) klinik kullanımı ile ortaya çıka­ reyler ve QT intervalini uzattığı bilinen ilaçları alan bireylerdeki
bilir. Hücrede aktif metaboliti olan 6-tiyoguaniıı-5-fosfata dönüşen farmakolojik dayanaktır. Böyle kişilerde '‘torsade de pointes* geli­
sitotoksik tiyoguanin nükleotidleri, ksantin oksidaz ve tiyopuriıı şebilir (Konu 230). Günümüzde ilaçların büyük bir kısmının potan­
metiltransferaz (TPMT) enzimleri tarafından daha ileri metaboliz­ siyel olarak öldürücü etki oluşturabileceği saptanmıştır (Tablo 71-
ma ile detoksifiye edilmektedir. Son enzim trimodal bir dağılım 2; Ayrıca http://www.dml.georgetown.edu/depts/pharmacology/
gösterir (Şekil 71-1). Lösemi tedavisi nedeniyle merkaptopurin torsades.html).
alan çocuklarda, bu enzimin yavaş aktivitesi ile aşırı myelosüpres- Doz-cevap eğrisinin biçimi de ilaç yan etki reaksiyonlarının or­
yon arasında ilişki söz konusudur. Oysa TPMT seviyeleri yüksek taya çıkma olasılığını gösterebilir. Doz-cevap eğrisi dik veya tera-
çocuklar zayıf bir antilöşeınik cevaba sahiptirler. Son zamanlarda pötik indeksi dar ilaçların doza-bağımlı toksisiteye neden olma ih­
timali daha fazladır. Çünkü dozda küçük bir artış terapötik aralık
azatiyopurin, romatoid artritin tedavisinde hastalığı hafifletmek
dışına çıkacağından farmakolojik etkide büyük bir artış oluşturur.
amacıyla kullanılmaktadır. Genetik değişim gösteren TPMT allelli
Fenitoin (Konu 70) gibi non-lineer kinetik gösteren ilaçların do­
bireylerin yetersiz metabolizmaları sonucu azotiyopurin başlandık-
zunda küçük bir artış, toksisite ile sonuçlanan kan düzeylerinde da­
ha büyük artış oluşturabilir.
Tablo 71-1 Varfarin Dozu ve Genotip
İlaçların birlikte verilmesi farmakokinetik veya farmakodina-
H astalard ak i % d ağılu n
mik olarak ilaç etkileşmelerine yol açabilir. Farmakokinetik etki­
% G enotip < 1.5 mg/gün > 1 .5 mg/gün % K on trol leşme, biyoyararlanım, proteine bağlanma veya metabolizma veya
itrah düzeyindeki değişmelerden etkilenebilir. Farmakodinamik
CYP2C9 *M*\ 19 62 60 olarak, bir ilaç diğer ilaç ile aynı reseptör bölgesi için yarışır, ilacın
* l/*2 33 17 20 reseptör noktasında etki oluşturmasını önler veya farmakolojik et­
*l/ *3 28 19 17 kisini artırabilir veya antagonize eder. Bir ilacın diğer ilaç tarafın­
*21*3 14 0 2
dan metabolizmasının inhibisyonu her ikisinin aynı CYP’ ye bağ­
*2/*2 6 2 0 landığında oluşabilir. Bu yüzden bireysel ilaçların metabolizmasın­
*3/*3 0 0 1 dan sorumlu spesifik CYP'ler bilinirse, ilaç etkileşmelerinin tahmi­
NOT: Vıırfarin dozu ve genolip. 1.5 mg/giin’den daha az ve 1.5 mg/gün'den daha fazla ni daha bilimsel bir temele dayanır. Böyle bir mekanizma için
dozlarda ..tabii varfarin alan hastaları ile koıılrol grubu benzer hastalarda CYP2D6 önemli bir örnek, Eritromisin ve sistemik antimikotik (ketokona-
genin ipinin dağılımı. * l ,* 2 ve *3 genolipıir.1.5 mg/giin’tin alımda slabil haslalarda
zol) gibi CYP3A enziminin inhibitörü ilaçlar bu enzim ile metabo-
genotip dağılımı kontrol gnıbundakilere benzerdir. Ancak 1.5 mg/giin'den fazla slabil
haslalar diğerlerinden çoğunlukla daha fazla idi.
lize edilen terfenadinin metabolizmasını inhibe etmesidir. Böyle in-
*l/*l. hibisyon "torsade de pointes” ve öldürücü kardiyak aritmiler ile
KAYNAK: Aıthul v-t ul'ıhuı ,tluuw]ur. sonuçlanmıştır.
Anafilaksi İlaca bağlı lupus Ateş (devam) Serum Hastalığı (devam)
A D Ea inhibitörleri ve diyaliz eritematosus (devam) İnfliksimab Propiltiyourasil
Sefalosporinler Barbituratlar İnteıferon -a Streptokinaz
Demeklosiklin Bleom isin İntravenöz immün globulin Streptomisin
Dekstran Sefalosporinler Novobiyosin Sulfonamidler
tnsülin Hidralazin Pamidronat Vaskülitis
inlravenöz immiin globulin İyodürler Penisilinler Allopurinol
İyot preparatları veya kontrast madde İzoniazid Streptokinaz Aminopenicilinler
Demir dekstran Metildopa Hiperpireksi Penisilin
Lidokain M inosiklin Antipsikotikler Propiltiyourasil
Penisilinler Fenolfftalein Enfeksiyonlara yatkınlığın artması Sulfonamidler
Prokain Fenitoin interferon a Tiyazidler
Streptomisin Prokainamid İnfluenza-benzeri reaksiyon
Sulfobromoftalein Kinidin interferon a
Anjioödem Sulfonam idler Nöroleptik malign sendrom
A D E“ inhibitörleri Tiyourasil Antipsikotikler
Penisilin Ateş Antidopaminerjikler
Rituksimab Am inosalisilik asid Serum Hastalığı
İlaca bağlı lupus eritematosus Amfoterisin B Aspirin
Asebutolol Amihıs lanı inikler (Hak tamlar
Asparajinaz Penisilinler
il. EN D O K R İN B E L İ R T İL E R

Addison-benzeri sendrom Jinekom asti (devam) Seksual disfonksiyon (devam) Tiroid disfonksiyon (devam)
Busulfan İzoniazid Libidonun azalması ve Klofıbrat
Etomidat Metildopa impotens (devam) Kolestipol ve nikotinik asid
Ketokonazol Fenitoin M ajor trankilizanlar Dimerkaprol
Galaktore (Amenore de Rezerpin Metildopa Altın tuzlan
eşlik edebilir) Spironolakton Oral kontraseptifler İyodürler
Domperidon Testosteron Sedatifler Lityum
Metildopa Seksual disfonksiyon Spermatogenezis veya oogenezisin Oral kontraseptifler
Metoklopramid Ejakulasyonun bozulması bozulması Fenindion
Fenotiyazinler Betanidin Sitotoksik ajanlar Fenotiyazinler (uzun-etkili)
Rezerpin Debrisokuin Priyapizm Fenilbutazon
Trisiklik antidepresanlar Guanetidin Trazodon Fenitoin
Jinekom asti Tiyoridazin Tıroid disfonksiyonu (tiroid Sulfonamidler
Kalsiyum kanal antagonistleri Libidonun azalması ve impotens fonksiyon testleri üzerindeki Tolbutamid
Klom ifen B eta blokörler anormallikler) Vajinal karsinom
D ijitaller Klonidin Asetazolamid Dietilstilbestrol (anneye
Eslrogenler Di üre tikler Amiodaron verilen)
Etiyonamid HIV-proteaz inhibitörleri Brom sulfoftalein
Griseofulvin Lityum Klorpropamid
İ li. V 1K T A BO I.İK B E L İR T İL E R

Hiperbilirubinemi Hiperkalemi Hipokalemi (devam) Hiponatremi (devam)


Novobiyosin A D E “ inhibitörleri Tetrasiklin (bozulmuş) Tuz-atılım ı:
Rifam pin Amilorid Teofilin Diüretikler
Hiperkalsemi Siklosporin Vitamin B t2 Enema
Alkali antasidler Sitotoksikler Hiperürisemi Mannitol
Kalsitonin D ijital aşın-dozu Aspirin (düşük dozlarda) M etabolik asidozis
Tiyazidler Heparin Klortalidon Asetazolamid
Vitamin D Lityum Siklosporin Metformin
Hiperglisemi N SA İİ’larb Sitotoksikler Paraldehid (bozulmuş)
Asparajinaz Pentamidin Etarinik asid Fenformin
Klortalidon Potasyum tuzu içeren Fruktoz (IV ) Salisilatlar
Diazoksid preparatlar Furosemid Spironolakton
Enkainid Potasyum tuzu içeren ilaçlar H iperalimentasy on Porfıria alevlenmesi
Etakrinik asid Spironolakton Pirazinamid Barbituratlar
Furosemid Siiksünilkolin Tiyazidler Klordiazepoksid
Glukokortikoidler Triamteren Hiponatremi Klorpropamid
Büyüm e hormonu Trimetoprin Dilüsyonal: Estrojenler
HIV-proteaz inhibitörleri Hipokalemi Antipsikotikler Glutetimid
Niasin Alkaliye bağlıalkaloz Karbamazepin Griseofulvin
Oral kontraseptifler Amfoterisin B Klorpropamid Meprobamat
Fenitoin Karbenoksolon Siklofosfam id Oral kontraseptifler
Pentamidin Kortikosteroidler Desmopressin Fenitoin
Tiyazidler Diüretikler Diüretikler Rifampin
Hipoglisemi Gentamisin intravenöz immün globulin Sulfonamidler
A D E“ inhibitörleri insülin Oktreotid
İnsülin Laksatifler (suistimal) Selektif serotonin re-uptake
Oktreotid Mineralokortikoidler, bazı inhibitörleri
Oral hipoglisemikler glukokortikoidler Vinkristin
Pentamidin Osm otik diüretikler
Kinin Seınpatomimetik ajanlar

Devamı bir sonraki sayfada


; 7 V.: . A M A i O M M I A M ’.I i iL O A

Akne Eritem a multiform (devam) Flushing Fotodermatitis (devam)


Anabolik ve androjenik Steroidler İyodürler Nikotinik asid Griseoulvin
Bromidler Lam otrijin Sildenafil N SA İD ’lerfcr
Glukokortikoidler Nalidiksik asid Hiperpigmentasyon Oral kontraseptifler
İyodürler Penisilinler Amiodaron Fcnotiyazinler
İzoniazid Fenolftalein Bleomisin Sulfonamidler
Oral kontraseptifler Fenilbutazon Busulfan Siilfonilüreler
Troksidon Fenitoin Klorokin ve diğer Tctrasiklinler, özellikle
Alopesi Piroksikam antimalaryallar demeklosilin
Beta blokörler Kinolonlar Kortikotropin Tiyazidler
Kolşisin Salisilatlar Siklofosfam id Purpura (trombositopeni ile birlikte)
Sitotoksikler Sulfonamidler Altın tuzlan Aspirin
Etionamid Sulfonlar Minosiklin Glukokortikoidler
Flukonazol Tctrasiklinler Oral kontraseptifler Döküntüler (nonspesifık)
Heparin Tiyazidler Fenotiyazinler Allopurinol
interferon Tokainid Vitamin A (A hipervitaminozisi) Ampisilin
Lityum Valproik asid Hipertrikozis Barbituratlar
Oral kontraseptifler (kesilm esi) Eritem a nodozum Siklosporin İndapamid
Retinoidler Oral kontraseptifler Minoksidil Metildopa
likzema Penisilinler Fenitoin Fenitoin
Kaptopril Sulfonam idler Bacak ülserleri Döküntü
Krem ve losyon ürünleri E k sfoliyatif dermatitis Hidroksiüri İnfliksimab
Lanolin Barbituratlar Likenoid erüpsiyonlar Raynau hastalığı ya da dijital nekrozu
Topikal antihistaminikler Altın tuzlan Am inosalisilik asid Beta blokörler
Topikal antimikrobiyaller Penisilinler Antimalaryal ilaçlar Bleom isin
Topikal lokal anestezikler Fenilbutazon Klorpropamid Ergot alkaloidleri
F.rilema multiform ya da Stevens- Fenitoin Altın tuzlan Deri nekrozu
Johnson sendromu/toksik epidermal Kinidin Metildopa Varfarin
nekrolizis Sulfonam idler Fenotiyazinler Ürtiker
Allopurinol Sabit ilaç erüpsiyonları Tomaktaki değişiklikler Aspirin
Aıninopenisilinler Barbituratlar Penisilamin Barbituratlar
Barbituratlar Kaptopril Retinoidler Kaptopril
Karbamazepin Foskarnet (penil ülserasyon) Tetrasiklinler Enalapril
Sefalosporinler Fenolftalein Fotodermatitis İntravenöz immün globulin
Klorpropamid Fenilbutazon Kaptopril Penisilinler
Kodein Kinin Klordiazepoksid Sulfonamidler
Eıosüksimid Salisilatlar Furosemid
Imidazoller Sulfonam idler

V. H E M A T O L O JİK B E L İ K T İ L E R

A gfjnıılıısiıozis (pansitopeni ile Eosinofili (devam) Hemolitik anemi (devam) Pansitopeni (devam)
iH-rabcr) lınipraınin Prokainamid Tiyourusiller
Aprimlin Ltrıp to fan Kinidin Tıklopidin
Kaptopril Metoıreksat Sulfonamidler Trimetadion
Karbimazol Montelukast Vitamin C Zidovudin (A ZT)
Selbtaksim Nitrofurantoin Vitamin K Pür kırmızı hücreli aplazi
Kloramfenikol Prokarbazin Lökositoz Azotiyoprin
Klozapin Sulfonamidler Glukokortikoidler Klorpropamid
K o trimoksazol Zafirlukast Lityum İzoniazid
Sitotoksikler Hemolitik anemi Lenfadenopati Fenitoin
Altın tuzlan Am inosalisilik asid Fenitoin Trombositopeni (veya
İndometazin Sefalosporinler Primidon pansitopeni)
Metimazol Klorpromazin Megaloblastik anemi Asetazolamin
Oksifenbutazon Dapson Ko-trimoksazol Aspirin
Fenotiyazinler insulin Folat antagonistleri Karbamazepin
Fenilbutazon İzoniazid Nitrous oksid (uzun : Karbenisilin
Propiltiyourasil Levodopa süreli kullanımda) Klorpropamid
Sulfonam idler M efenam ik asid Oral kontraseptifler Klortalidon
Tiklopidin Melfalan Fenobarbital Ko-trimoksazol
Tolbutamid Metildopa Fenitoin Dijitoksin
Trisiklik antidepresanlar Penisilinler Primidon Furosemid
Churg-Strauss sendromu Fenasetin Triamteren Altın tuzları
Flutikason propiyonat Prokainamid Trimetoprim Heparin
Montelukast Kinidin Pansitopeni (aplastik anemi) İndometazin
Zafirlukast Rifampin Karbamazepin İzoniazid
Kanama ve pıhtılaşma bozuklukları/ Sulfonam idler Karbimazol Metildopa
hipotrombinemi Hemolitik anemi Kloramfenikol Moksalaktam
Sefamandol (G 6PD eksikliği) Sitotoksikler Novobiyosin
Sefoperazon Am inosalisilik asid Felbamat Oksifenbutazon
Ketorolak Antimalaryal ilaçlar, ör., primakin Altın tuzlan Fenilbutazon
Mezlosilin Aspirin Mepakrin Fenitoin ve diğer hidantoinler
Moksalaktam Kloramfenikol Mefenitoin Kinidin
Piperasilin Ko trimoksazol Oksifenbutazon Kinin
Valproik asid Dapson Fenilbutazon Tiyazidler
Eosinofili Nalidiksik asid Fenitoin Tıkarsilin
Am inosalisilik asid Nitrofurantoin Potasyum perklorat TTPC
Klorpropamid Fenasetin Kuinakrin Tiklopidin
Eritroınisin estolat Probenesid Sulfonamidler
Devamı bir sonraki sayfada
5 - / Mac V.ia •, : :Î v:j a -r* r-üiaraMM KlirnK ooir« ıM-n -V"■!;)'!}
- r < M ikyiyovx^ V LE R : m : ıim ı^ n
Akut göğüs ağrısı (noniskemik) Aritmiler (devam) Hipotansiyon (beraberinde Uzamış Q T intervali/torsade de
Bleom isin Probusol aritmiler de görülebilir) pointes
Anginanın şiddetlenmesi Sempatomimetikler Amiodaron (Perioperatif) ■ Amiodaron
Alfa blokörler , Terfenadin Kalsiyum kanal blokörleri, Amitriptilin
Beta-blokörün ani kesilmesi Teofilin ör., Nifedipi Astemizol
Ergotamin Tiroid hormonu Süratli kan Bepridil
Tiroksinin aşın dozu Trisiklik antidepresanlar Diüretikler Klorpromazin
Hidralazin Verapamil İnterlökin 2 Sisaprid
M etizerjid AV blok Levodopa Klomipramin
M inoksidil Klonidin Morfin Desipramin
Nifedipin Metildopa Nitrogliserin Difenilhidramin
Oksitosin Verapamil Fenotiyazinler Disopramid
Sumatriptan Kardiyomyopati Protamin Doksepin
Vasopresin Adriyamisin Kinidin Eritromisin
Aritmiler (uzamış Q T (torsade de Danorubisin Sildenafil Haloperidol
pointes) de görülebilir ) Em etin Hipertansiyon İbutilid
Adenozin Hidroksiklorokin Klonidinin ani kesilm esi imipramin
Adriyamisin Lityum Kortikotropin Maprotilin
Antiaritmik ilaçlar Fenotiyazinler Siklosporin Pentamidin
Astem izol Sulfonamidler Eritropoietin Probusol
Atropin Sempatomimetikler Glukokortikoidler Prokainamid
Antiko li nesterazlar Sıvı retansiyonu/kortjestif kalp Monoamin onkidaz inhibitörleri Kinidin
B eta blokörler yetmezliği/ödem ile sempatomimetikler Risperidon
Sisaprid B eta blokörler N SA ID ’ler* (bazıları) Sotalol
Danorubisin Kalsiyum blokörleri Oral kontraseptifler Terfenadin
D ijitaller Karbenoksolon Sempatomimetikler Trimetoprim-sulfametoksazol
Eme tin Diazoksid Trisiklik antidepresanlar ile Tiyoridazin
Eritrom isin Estrojenler sempatomimetikler Tiyotiksen
Guanetidin Büyüme hormonu Perikardit Trifluoperazin
Ketanserin N SA İD ’ler6 Emetin Thromboembolizm
Lityum Mannitol Hidralazin Estrogen
Papaverin Minoksidil Metizerjid Oral kontraseptifler
Pentamidin Fenilbutazon Prokainamid Kalp kapağı hastalığı
Fenotiyazinler, özellikle Steroidler Perikardiyal efüzyon Fenfluramin
tiyoridazin Verapamil Minoksidil

711. S O L U N U M B E L İR T İL E R İ
Hava yolu obstrüksiyonu (bronkospazm, Nazal Konjesyon Akciğer infiltrasyonlan Akciğer infiltrasyonlan (devam)
astma; anaflaksi konusuna da bakınız) Dekonjestan suistimali Asiklovir Prokarbazin
Adenozin Guanetidin Amiodaron Sulfonamidler
B eta blokörler isoproterenol Azotiyoprin Solunum depresyonu
Sefalosporinler Oral kontraseptifler Bleom isin Aminoglikozidler
K olinerjik ilaçlar Rezerpin Busulfan Hipnotikler
N SA İD ’ler.b ör., Pulmoner ödem Karmustin (B C N U ) Opiyatlar
aspirin, indometasin Kontrast madde Klorambusil Polim iksinler
Pentazosin Heroin Siklofosfam id Sedatifler
Pentazosin Hidroklorotiyazid Altın Trimetafan
Streptom isin İnterlökin 2 Melfalan
Tartrazin (san renge boyayan Metadon Metotreksat
ilaçlar) Propoksifen Metizerjid
Öksürük Pulmoner hipertansiyon Mitomisin C
A C E“ inhibitörleri Fenfluramin Nitrofurantoin

¥111. G A S T R O İN T E S T İN A L .B E L İR T İL E R
Kolestatik hepatit Konstipasyon ya da ileus (devam) Diyare ya da kolit (devam) Diffüz hepatosellüler
Asetoheksamid Dem ir sülfat Antasid magnezyum bileşikleri hasar (devam)
Anabolik steroidler Gangliyon blokörleri Metildopa Dapson
Verojenler İyon değiştiricirezinler Misoprostol Diklofenak
Klorpropamid Opiyatlar Oral kontraseptifler Eritromisin estolat
Klavulanik asid/amoksisilin Fenotiyazinler Purgatifler Etionamid
Siklosporin Trisiklik antidepresanlar Rezerpin Felbam at
Eritrom isin estolat Verapamil Tiklopidin Gliburid
Flukloksasilin Diyare ya da kolit Diffüz hepatosellüler hasar Halotan
Altın tuzlan Antibiyotikler (dar spektrumlu) Asetaminofen (parasetamol) H M G-KoA redüktaz inhibitörleri
M etimazol Klindamisin Asebutolol İzoniazid
Nitrofurantoin Kokain Allopurinol Ketokonazol
Oral kontraseptifler Kolflisin Am inosalisilik asid Labetalol
Fenotiyazinler D ijitaller Amiodaron Lovastatin
Konstipasyon ya da ileus Donepezil Aprindin Metimazol
Alüminyum hidroksit Guanetidin Brom fen Metotreksat
Baryum sülfat Laktoz eksipiyantları Karbeııisilin Metoksifluran
Kalsiyum karbonat Linkomisin Siklofosfam id Metildopa
; \ • » » *• * H’ i r i T i J\ R (-iev(u n)

^ ’ m ş*> 4*n, Safra taşlan/saf. kan. pseudolithiyazis Ağız kuruluğu: (devam) Ülserasyon (devam)
; % »S*H Shf*f4»!dS* n.tııİHiHilcrı Seftri akson Brimonidin İzoproterenol (sublingual)
&ı\'■: -'£''-. •v. •• Estrojenler • Klonidin Pankreatit
Malabsorpsiyon Levodopa Asparajinaz
'' * * ¥ ^
.
f ' 'm * t « Am inosalisilik asid Metildopa Azotiyoprin
t- »> ’ Antibiyotikler (dar spektrumlu) Trisiklik antidepresanlar Didanozin
Kolestram in Gingiva hiperplazisi; Estrojenler
* *■ ff*4*»§» Kolşisin Kalsiyum antagonistler Etakrinik asid
y ftum tm *« ılutcf hıdımto inler Kolestipol Siklosporin Furosemid
;■ ?* t e * * * * * * **** Sitotoksik ajanlar Fenitoin Glukokortikoidler
; ' v ? ' . , ^ W lirfyitm .i'Jl Neomisin Tükrük bezinin şişmesi: Merkaptopurin
- Fenobarbital Betanidin Opiyatlar
î t Fenitoin Bretilyum Oral kontraseptifler
f "V . " ıtniıhıyotıklcr Primidon Klonidin Pentamidin
|- Bulantı ya da kusma Guanetidin Sulfonamidler
* Sitotoksik ajanlar İyodürler Tıyazidler
t- - ^jfclyîıifl »ıilpınat D ijitaller Fenilbutazon Valproik asid
? tfjjRonttmidlcr Donepezil Tat almadaki bozukluklar: Midede ülserasyon ya da kanama
i ‘- JhAijfi Estrojenler Asetazolamid Aspirin
* •■ te llin le r Demir sülfat Biguanidler Etakrinik asid
r )>tUl*İMI Levodopa Kaptopril Glukokortikoidler
i ' tW i'ik m Opiyatlar Griseofiılvin N SA İD ’ler*
^ , fta b u s o n Potasyum klorür Lityum Rezerpin (yüksek dozlarda)
Tetrasiklinler Metronidazol Ülserasyon
; ' ' ' ?4*»»ittlln 1 \/T) Teo filin Penisilamin Özofageal:
ö itM S f Ağızdaki belirtiler „ Rifampin Alendronat
r V • Mriulıunat Diş diskolorasyonu: Ülserasyon Intestinal:
„ US»»* kolonopati ve kolon Tetrasiklin Aspirin Solid KCI preparasyonlan
.t , ‘ » te ıâ ı Ağız kuruluğu: Sitotoksik ajanlar
'■ f'atıkıeutm Antikolinerjikler Gensan violet

r ; *' ut JUKI K B E L İ R T İL E R İ

J. ■■., VleiAite dısfonksiyonu/inkontinans Hemorajik sistit (devam) Nefrotik sendromi (devam) Renal tübüler asidozis
- ’î.- Amikolinerjikler Siklofosfam id Ketoprofen Asetazolamid
Duopramid G eniş spektrumlu penisilinler Penisilam in Amfoterisin B
Mımoamin oksidaz inhibitörleri Nitrojen mustard Fenindion Tetrasiklin (bozulmuş)
Pla/osin Vinkristin Probenesid Tübüler nekroz
Terazosin Interstisyel nefrit Obstrüktif Uropati Aminoglikozidler
Trisıklik antidepresanlar Sefalosporinler Ekstrarenal: Amfoterisin B
TjpKristalüri Siprofloksasin metizerjid Sefaloridin
Asetazolamid Allopurinol İntrarenal Kolistin
Indinavir Furosemid Asiklovir Siklosporin
Vitamin D N SA İD ’ler* Sitotosik ajanlar İntravenöz immün globulin
i’ıdiliri ile beraber konsantrasyon defektr Penisilinler, öz. Metisilin Metotreksat Metoksifluran
i veya nefrojenik diabetes insipidus) Fenindıon Metirozin Polim iksinler
Dcmeklosiklin Rifampin Böbrek fonksiyon bozukluğu Radyoaktif kontrast madde
Lityum Sulfonam idler A C E inhibitörleri" Sulfonamidler
Metoksifluran Tıyazidler Sidofovir Tetrasiklinler
Vitamin D Nephropatiler Siklosporin
1lemorajik sistit Analjezikler (Ör., Fenasetin) N SA İD ’ler*
Busulfan Nefrotik sendrom Pentamidin
Karmustin Kaptopril Takrolimus
Klorambusil Altın tuzlan Triamteren

X, N Ö R O L O JİK B E L İ R T İ L E R

Aseptik meninjlt Başağnst Periferik nöropati (devam) Psödotümor serebri (ya da


İntravcnöz immün globulin Bromidler Etionamid intrakranyal hipertensiyon)
N SA İD ’ler Ergotamin (kesilm esi) Glutetimid Amiodaron
O K T3 antikorları G liseril trinitrat Hidralazin Glukokortikoidler, mineralokor-
Antibiyotikler Hidralazin İzoniazid koidler
SSS/vaskiilit/serebral hemoraji İndometazin Metizerjid Vitamin A (a hipervitaminozis)
Kokain interferon a Metronidazol Oral kontrasepüfler
Fenilpropanolamin lntravenöz immün globulin Mustin Tetrasiklinler
Myaslenia hastalığının şiddetlenmesi Sibutramin Nalidiksik asid Konvülsiyonlar
Aminoglikozidler Sildenafil Nitrofurantoin Amfetaminler
D-Penisilamin Periferik nöropati Perheksilin Analeptikler
Poliıniksinlcr Aıniodaron Fenelzin Imipenem
Lkstrapinımidal etkiler Kloramfenikol Fenitoin interferon a
Butirofenonlar, ör., hııloperidol Klorokin Polim iksin, Kolistin İzoniazid
Levodopa Klorpropamid Prokarbazin Lidokain
Metildopa Sisplatin Streptomisin Lityum
Mctklopramid Kliokiııol Tolbutamid Nalidiksik asid
Oral kontraseptifler Klofıbrat Trisiklik antidepresanlar Meperidin
Fcnotiyazinler Dem eklosiklin Vinkristin Penisilinler
Rczerpin Dizopiramid Fenotiyazinler
Trisiklik antidepresanlar Etambutol Fizostigmin
G••) -l :':ü: 1J-Vv.Vİ/ ‘h
a, OJİK ;■u • ;

Konvülsiyonlar (devam) Uyku bozukluklan İnme Tremor


Teofilin HM G-KoA redüktaz inhibitörleri Kokain p-Adrenerjik agonisüer
Tramadol Lovastatin Oral kontraseptifler Siklosporin
Trisiklik atılı* U|m-.mi.tr
Viııkrisıifi

•ü. .ı>/, til l Ut 1 II.i’.Kİ

K HH.lkt. Renkleri seçmede bozukluk (devam) Glokom Optik nörit (devam)


liM'üiirm Tiyazidler İpratropiyum bromid Fenoüyazinler
k Mıumbusıl Troksidon Midriyaükler Fenilbutazon
1 ilııkokoılikoidler Korneal ödem Sempatomimetikler Kinin
1vııoliyazinler Oral kontraseptifler Opük nörit Streptomisin
Renkleri seçmede bozukluk Korneal opasiteler Am inosalisilik asid Retinopati
Barbituraüar Klorokin Amiodaron Klorokin
Dijitaller İndometazin Kloramfenikol Fenoüyazinler
Metakülon Mepakrin Kliokinol Uveit/iritis
Sildenafil Vitamin D Etambutol Sidofovir
Streptomisin Gözde ağn İzoniazid
Sulfonamidler Nifedipin Penisilamin

•ili. K U L A K B E L İ R T İL E R İ

Sağırlık Sağırlık (devam) Sağırlık (devam)


Aminoglikozidler Desferoksamin Nortriptilin
Aspirin Eritromisin Kinin
Bleom isin Etakrinik asid Vesübüler bozukluklar
Klorokin Furosemid Aminoglikozidler
Sidofovir interferon Müsün
Sisplatin Mustin Kinin

XIII. K A S -İS K İT .K İ B E L İ R T İ !. E R İ

Atralji Kem ik hastalıklan (devam) Myopaü ya da m yalji (devam) Rabdomyolizis


Büyüme hormonu Gut: Hiperürisemi Klofibrat Gem fibrozil
İnfiksimab Osteom alasi: Glukokortikoidler H M G -KoA redüktaz inhibitörleri
interferon a Alüminyum hidroksit Büyüme hormonu Lovastaün
Avasküler nekroz Antikonvül sanlar H M G -KoA redüktaz inhibitörleri Tendon rüptürü
Glukokortikoidler Glutetimid İnfliksimab Kinolonlar
Kem ik hastalıktan Myopati ya da m yalji interferon a
Osteoporozis: Amfoterisin B Oral kontrasepüfler
Glukokortikoidler Karbenoksolon Zidovudin
Heparin Klorokin
Tiroksin Simetidin

XIV. P S İK İY A T R İK B E L İ R T İL İ ; r

Delirium ya da konfüzyon Depresyon (devam) Halüsinasyonlar (devam) Şizofrenik benzeri ya da


Amantadin Santral etkili antihipertansifler Meperidin paranoid reaksiyonlar (devam)
Aminofılin (Rezerpin, Meüldopa, Narkoükler Glukokortikoidler
Antikolinerjikler Klonidin) Pentazosin Levodopa
Antidepre sanlar Glukokortikoidler Trisiklik antidepresanlar Lizerjik asid
Bromidler İzotreünoin Hipomani, mani, ya da eksitasyon Monoamin oksidaz inhibitörleri
Simeüdin Levodopa reaksiyonlan Trisiklik anüdepresanlar
Dijitaller Uyku hali Glukokortikoidler Uyku bozukluklan
Glukokortikoidler Anühistaminikler Levodopa Anya sıvağı
İzoniazid Anksiyoliük ilaçlar Monoamin oksidaz inhibitörleri Levodopa
Levodopa Brimonidin Sempatomimetikler Monoamin oksidaz inhibitörleri
Meüldopa Klonidin Trisiklik antidepresanlar Sempatomimetikler
Penisilinler M ajya trankilizanları Hiperseksualite
Fenoüyazinler Meüldopa Antiparkinson ajanlar
Ranitidin Rezerpin Hafıza kaybı
Sedatifler ve Hipnotikler Trisiklik antidepresanlar Triazolam
Vigabatrin Halüsinasyonlar Şizofrenik benzeri ya da paranoid
Depresyon Amantadin reaksiyonlar
Amfetamin kesilmesi B ela blokörler Amfetaminler
B eta blokörler Levodopa Bromidler

" A CE, anjiotensin-dönüştiirücü enzim. c TTP, trombotik trombositopenik purpura.


N SA İD , nonsteroidal anti-inflamatuvar ilaçlar.

İLA CIN P R İM E R FA R M A K O L O JİK A K T İV İT E S İ İL E tuğu tanımı ile büyük ölçüde düzeltilmiştir. Alkilleyici ajanlar gibi
İL İŞ K İL İ OLMAYAN TO K SİK E T K İL E R Sitotoksik Reaksi­ bazı kimyasal karsinojenler DNA ile direkt bir şekilde birleşirler.
yonlar İdiyosenkratik reaksiyonların anlaşılması, bu reaksiyonla­ Genellikle, kovalent bağın meydana geldiği reaktif metabolitlere
rın çoğunun bir ilaç veya onun metabolitlerinin doku makromole- ait bir ilacın metabolik aktivasyonundan sonra olmaktadır. Bu akti-
küllerine kovalent bağlarla irrcversıbl bağlanması nedeniyle oluş­ vasyon, genellikle çoğu ilacın metabolizmasında rol alan hepatik
'‘tizim sistemine ait mikrozomal karma fonksiyonlu oksijenazlar 71 İlaçlanıl Yan (Toksik) Tesirleri 437
.isteminde meydana gelmektedir (Konu 70). İlaç metabolizması
suresince reaktif metabolitler, dokuda hasara sebep olan doku mak- membranlarına bağlanan IgE ’ nin oluşumunu indüklerler. Bir ilaç
roınolcküllerine kovalent bağ ile bağlanabilirler. Bu metabolitlerin antijeni ile temas mast hücrelerinde bir dizi biyokimyasal reaksi­
reaktif doğasından (yapısından) dolayı, kovalent bağlanma sıklıkla yonları başlatır ve mediyatörlerin salıverilmesi ile sonuçlanır ki bu
liretim noktasına yakın olmaktadır. Tipik olarak karaciğerde oldu­ ürtiker, wheezing, flushing, rinore ve anaflaksi oluşturabilen medi­
ğu gibidir. Fakat, karma fonksiyonlu oksidazlar diğer dokularda da yatörlerin salıverilmesine neden olur
bulunabilir. İlaç yan etki reaksiyonunun bu tipine bir örnek izoni- İlaçlar hücre aracılığı ile olan immun cevapları da uyarabilir.
a/.id ile ilgili hepatotoksisitedir. Bu ilaç asetillenme ile asetil izoni- Topikal olarak kullanılan ilaçlar deride sülfıdril ya da amino grup­
azide metabolize edilir, bu da hidroliz ile asetilhidrazine dönüştü­ ları ile etkileşebilir ve kontakt dermatitin karakteristik deri kızarık­
rülür. Asetilhidrazin de karma fonksiyonlu oksidazlar aracılığıyla lığını oluşturmak için duyarlı lenfositlerle reaksiyona girebilir. De­
reaktif metabolitlerini ayrıştırır. Bu metabolitler karaciğer makro- ride kızarıklık yapan diğer tipler serum faktörleri, ilaçlar ve duyar­
ırıolekülleri ile kovalent bağla bağlanarak karaciğer nekrozuna ne­ lı lenfositlerle etkileşmesinden de oluşabilir, Yiseral dokunun hasa­
den olur. Fenobarbital veya rifampin gibi bu enzimlerin aktivitesi- rına neden olan immun mekanizmalarda ilaç-aktiviteli lenfositlerin
ni artırdığı bilinen ilaçlarla izoniazidin birlikte verilmesi reaktif rolü bilinmemektedir.
metabolitlerin miktarının artışı ile sonuçlanır. Sonuçta kovalent Genetik O larak Enzim Defektlerine Bağlı Toksisite Porfiria
bağlanma artar ve karaciğer hasarı daha da artmaktadır. hastalığında, porfirinlerin biyosentez yolağındaki yetersiz enzimin
Asetaminofenin yüksek dozlarında oluşan karaciğer nekrozuna proksimal indeki enzimleri indükleyen ilaçlar proksimalde porfirin
ela reaktif metabolitler sebep olur. Normal olarak bu metabolitler prekürsörlerinin miktarını artırabilir. (Konu 346). Bu ilaçlar Tablo
lıepatik glutatyon ile birleşerek detoksifiye edilir. Glutatyon tüken­ 71 -1 ’de listelenmiştir, Glukoz-6-fosfat dehidragenaz enzim eksikli­
diğinde, metabolitler hepatik proteinin bağlandığı yere bağlanarak ği olan hastalar primakin ve diğer bazı ilaçlan (Tablo 71-1) aldık­
karaciğer nekrozuna neden olur. Asetaminofen alımı ile oluşan ka­ larında hemolitik anemi gelişebilir. Bu enzimi yeterli olan hastalar­
raciğer nekrozu N-asetilsistein gibi maddelerin verilmesi ile önle- da hemolize neden olmaz (Konu 108).
nebilmektedir ya da azaltılabilmektedir. N-asetilşistein ile hepatik TANI İlaçlara bağlı olarak ortaya çıkan hastalıkların belirtileri
proteinlere elektrofilik metabolitlerin bağlanması azaltılabilmekte- çoğunlukla diğer hastalıklannkine benzer ve bu belirtiler birbirine
dir. Karaciğer nekrozu riski, toksik metabolit oluşum oranını ve benzemeyen farklı ilaçlara bağlı olarak ortaya çıkabilir. Bu hasta­
ilaç metabolizma oranını artıran fenobarbital gibi ilaçlan alan has­ lıklarda ilacın veya ilaçların rolünün belirlemesi, ilacın yan etkisi­
talarda artmaktadır. Diğer idiyosenkratik reaksiyonlar, ya bir im- ne, hastalığın gelişimi ve ilaç uygulaması arasındaki ilişkiye ve ila­
mun cevabın tetiklediği ya da direkt sitotoksik etki sonucu gelişen cın bilinen genel belirtilerine bağlıdır. Belirli ilaçlarla özel reaksi­
doku makromoleküllerine reaktif metabolitlerin kovalent bağlan­ yonlar arasında çok sayıda ilişki açıklanmıştır, fakat her zanjân ye­
ması ile oluşabileceği her ne kadar kalınlanmasa da oluşması muh­ ni bir ilişki için bir ilk vardır, ve her ilacın eğer klinik ortam uygun­
temeldir. sa herhangi bir yan etkiye neden olacağından şüphelenilmelidir.
İmmünolojik M ekanizm alar Farmakolojik ajanların çoğu za­ Bir ilacın farmakolojik etkisiyle ilişkili olan hastalıkları, im­
yıf immünolojik özelliklere sahiptir. Çünkü molekül ağırlıkları mun veya diğer mekanizmalara atfedilen diğer hastalıklardan ayır­
2 0 0 0 ’den daha az moleküllerdir. Genellikle ilacın kendisinin ya da mak daha kolaydır. Örneğin, digital alan hastalarda görülen kardi-
metabol itinin lenfositlerinden antikor üretiminin stimülasyonu için ak aritmi, insulin verilen hastada görülen hipoglisemi ve antikoagii-
in vivo aktivasyona ve protein, karbonhidrat veya nükleik aside ko­ lan verilen bir hastada görülen kanamanın olması gibi yan etkileri
valent bağla bağlanmasını gerektirir. özel olan bir ilaçla, bir çok ilaç veya diğer faktörler tarafından oluş-
Antikor üretimine ilaç tarafından dokunun hasarı aracılık ede­ turulabileh ateş veya döküntülerde gibi semptomlarda göre daha
bilir. İlaç bir hücreye kovalent bir şekilde sıkı bağlandığında, ilaca kolay ilişkilendirilir. - :
antikorların bağlanması ile hücre yıkımına neden olabilir. Bu me­ Bir yan etkiden kuşkulanıldığında, şüpheli ilacın kesilmesi ile
kanizma penisilin ile oluşan hemolitik anemide görülür. Antikor- reaksiyonun ortadan kalkması durumu, ilacın hastalığa neden oldu­
ilaç-antijen kompleksi bir T hücresi tarafından pasif olarak adsorbe ğunu gösteren duruma ve şartlara göre bir kanıttır. Doğrulayıcı ka­
edilir ki bu da kompleman aktivasyonunu bozar. Bu durum kinin- nıt, ilacın hastaya yeniden dikkatli bir biçimde verildiğinde söz ko­
kinidin ile oluşan trombositopenilerde görülür. İlaçlar ya da onların nusu reaksiyonun yeniden ortaya çıkmasıyla elde edilebilir. Bunun
reaktif metabolitleri dokunun kendisini antijen gibi gösterebilir ona yanında, bu doğrulama, eğer hastanın gelecekteki tedavisinde ya­
karşı otoantikor olarak nükleer materyali değiştirebilmesi sonucu rarlı olacaksa, ve eğer kanunsuz riskler alınmayacaksa, yapılmalı­
antinükleer antikorları stimüle ederek ilaca bağlı lupus eritemato- dır. Konsantrasyona bağlı yan etkilerle, dozajın düşürülmesi reak­
sus’a neden olabilmektedir. Oto-antikorlar ne dokuya karşı herhan­ siyonun ortadan kalkmasına, dozajın arttırılması ise reaksiyonun
gi bir kimyasal reaksiyon ile ne de doku antijeni ile etkileşen ilaç­ yeniden ortaya çıkmasına neden olabilir. Ancak, reaksiyonun aller-
lar tarafından oluşturulabilir. Örneğin oc-metildopa çoğunlukla erit­ jik olduğu düşünülürse, ilacın yeniden uygulanması anafılaksi geli­
rositlere karşı antikor oluşmasını uyarır. Ancak, ne eritrosite bağla­ şebilmesi nedeniyle zararlı olabilir. Bu durumda alternatif ilaçlar
nır ne de eritrosit üzerinde antijenik özelliklerle herhangi bir kim­ varken ilacın yeniden uygulanması akılsızcadır.
yasal benzerliği paylaşmaz. Bir yan etkiden şüphelenildiğinde eğer hasta çeşitli ilaçlar alı­
İlaç ile oluşan pür kırmızı hücreli aplazi (Konu 109) immun yorsa yan etkiye neden olan ilaç büyük olasılıkla belirlenebilir.
kaynaklı ilaç reaksiyon sonucudur. Kemik iliği kültürlerindeki kır­ Tüm ilaçlar kesilebilir veya eğer bu pratik değilse ilk olarak en çok
mızı hücre fonnasyonu, fenitoin ve fenitoin aracılı pür kırmızı ap­ şüphenden ilaç kesilir ve hasta gözlenir. Konsantrasyona-bağlı yan
lazi bir hastadan elde edilen IgG ile inhibe edilebilir. etkinin ortadan kalkması için gereken zaman, ilacın kan konsant­
Serum hastalığı (Konu 310) dolaşımdaki antijen (ilaç) antikor rasyonunun, yan etkinin oluşması için gerekli olan kan konsantras­
komplekslerinin endotelde çökmeleri sonucu meydana gelir. Orada yonunun altına düşmesi için gereken zamana, ilacın başlangıçtaki
komplemanı aktive ederek kemotaktik faktörlerin dokuya toplan­ kan düzeyine, ilacın metabolizma veya eliminasyon hızına bağlıdır.
masına neden olurlar. Burada inflamatuvar yanıt gelişir. Atralji. ür- Fenobarbital gibi yarılanma ömürleri uzun olan ilaçların yan etki­
tiker, lenfadenopati, glomerulonefrit veya beyin zarı iltihabına ne­ lerinin ortadan kalkması belirli bir zaman alır.
den olabilir. Bugün serum hastalığının en yaygın sebebi penisilin­ Tablo 71-1 hem iyi incelenmiş hem de az belgelenmiş reaksi­
dir. İlaçların çoğu özellikle antimikrobiyal ajanlar mast hücre yonları içermektedir. Bu bilgi reaksiyonlara neden olan ilaçların bi-
438 activity influence of inherited thiopurine methyltransferase activity on drug
metabolism ve cytotoxicity. Br J Clin Pharmacol 44:445, 1997
ROUJEAU J-C, STERN RS: Severe adverse cutaneous reactions to ilaçlar. N Engl
linmesi için kullanılabilir, ancak bu tabloda yer almayan bir ilaç, bu
J Med 331:1272, 1994
ilacın reaksiyon yapmayacağı anlamına gelmez. Agranulositozis, WOOD AJJ: The safety of new medicines: The importance of asking the right qu­
hemolitik anemi, ve trombositopeni gibi hücresel kan elemanlarını estions. JAMA 281:1753,1999
içeren ilaç allcrjileri olan bazı kişilerde serum antikoru belgelen­ WOOD AJJ et al: Making medicines safer: The need for an independent drug safety

miştir. Örneğin, lıern kinin hem de kinidin komplement varlığında board. N Engl J Med 25:1851, 1998

ve bu ilaçlan almış ve ardından trombositopeni gelişmiş hastaların


serumunda in vitro olarak trombosit agglutinasyonuna neden olabi­
lir.
Hastaların ilaç hikayelerinin bilinmesi hastalığın tanısı için
L e w is L a n d s b e rg , J a m e s B , Young
(»nemlidir. Reçetelenmiş ilaçlar kadar tezgah üstü ilaçlara ve bitki­
sel preparatlara da dikkat edilmelidir. Bunların her biri yan ilaç et­ O T O N O M İK S İN İR SİST EM İN İN
kisinden sorumlu olabilir, ve tezgah üstü ilaçlarla reçetelenmiş ilaç­
F İ Z Y O L O J İ S İ Y E F A R M A K O L O JİS İ
lar arasında yan etkileşmeler ortaya çıkabilir. Ek olarak, hasfalann
değişik hekimlere başvurması yaygın bir davranıştır, ve eğer hekim a C em il G öçm en

hastanın ilaç hikayesini bilmiyorsa, önceki reçete kopya edilebilir


veya bir yeni ilaç ilave edilebilir veya ilaç kombinasyonları uygu­
lanabilir. Hekim kendisine başvuran hastanın reçetesini yazmadan ACh asetil kolin HDL ytiksek-yoğunluklu lipoprotein
önce, en az 30 gün içerisinde aldığı ilaçlan bilmesi gerekir. Topikal AMPadenozin monofosfat IP3 inositol-1,4,3-trifosfat"
CNS santral sinir sistemi MAO monoamin oksidaz
tedavi çoğunlukla gözden kaçırılır. Örneğin, nefes darlığı şikayeti COMT katekol-O-metiltransferaz NE norepinefrin
ile gelen bir hastaya sorulmadığı sürece, kullandığı beta-blokör to­ DAG 1,2-diasilgliserol NTS tek yolun niikleusu
PIP2 fosfotidilinositol-43-bifosfat
pikal oftalmik ilaçtan bahsetmeyebilir. Hastada önceki kullandığı
ilacın yan etkisi mevcuttur. Bu hasta ilaca bağlı hastalık eğilimi
gösterdiğf için reçete yazılırken bu hikaye dikkate alınmalıdır.
Eritrosit G6PD eksikliği gibi biyokimyasal anormalliğe sahip
hastalar teşhis edilebilir. Bu hastalann çoğu Afrika veya Akde­
nizlidir: Reaksiyona neden olacak ilacın verilmesinden önce en­
zim yokluğunun tespit edilmesi ilaca bağlı hemolitik krizi önleye­
bilir. Benzer olarak anormal serum pseudokolinesteraz düzeylerine O T O N O M İK SİN İR S İS T E M İN İN
sahip olan bir kişiye suksinilkolin verildiğinde bu kişide anormal
F O N K S İY O N E L Y A P IS I
uzun süreli apne görülebilir.
G E N E L A Ç IK L A M A L A R Hiçbir yan etkisi olmayan ilaç
Otonomik sinir sistemi çeşitli organ sistemleri içerisinde vasküler
yoktur, ve bir hastada ortaya çıkan bir yan etki bir başka hastada ar­
ve viseral düz kası, ekzokrin ve endokrin bezleri, ve parankimal
zulanan bir farmakolojik etki olabilir. Günümüzde ilaç regülasyon-
hücreleri innerve eder. Bilinç düzeyinin altındaki işlevi, otonomik
ları sağlık, biyoyararlanım ve etki bakımından hekimlere güvenilir
bir reçete yazma olanağı sağlamaktadır. Bunun yanında, hekimle­ sinir sistemi iç ortamın kararlılığını tehdit eden uyarılara hızlı ve

rin ilaçların olası yararları yanında potansiyel toksisitelerini de dik­ devamlı olarak cevap verir. Bu sistem tarafından yönetilen bir çok

kate almaları gerekir. Örneğin, etkili bir antineoplastik ajan için ka­ fonksiyon kan akımının dağılımını ve doku perfüzyonunun sürdü­
bul edilebilir toksisite oral bir kontraseptif için kabul edilemez. Kli­ rülmesi, kan basıncının düzenlenmesi, ekstraselüler sıvının volüm
nik faz çalışmalarında tedavi edilen kısıtlı sayıdaki hasta grubun­ ve bileşiminin düzenlenmesi, metabolik enerji tüketimi ve substrat
dan dolayı, nadir görülebilecek yan etkiler tanımlanamayabilir. Bu sağlanması, ve viseral düz kas ve bezlerin kontrolünü içermektedir.
nedenle, bu etkilçri tanımlamada ve rapor etmede ilk sorumluluk ANATOMİK YAPILA N M A Santral sinir sistemi (S S S ) dışın­
Amerika’da bulunan FDA (Food and Drug Administration) ve İn­ daki gangliyonlarda yerleşmiş otonomik nöronlar vücut boyunca
giltere’de bulunan "İlaç Güvenlik Komitesi” gibi kuruluşların rapor organ ve dokuları innerve eden post gangliyonik otonomik sinirle­
etmesinden önce klinisyenlerin sorumluluğundadır. re dal verir (Şekil 72-1). Otonomik sinirlerin aktivitesi, aferent ile­
İlaçların toksik reaksiyonlarının önlenmesinde ilkini, işaretin tiyi değiştirmekten sorumlu santral nöronlar tarafından düzenlenir.
veya semptom gelişiminin ilaca bağlı olabileceğinin şüphesini içe­ Aferent bilginin santral entegrasyonundan sonra, otonomik ileti
rir. Tedavide kullanılan ajanın kesilmesi ya da dozunun azaltılması akışı bir bütün olarak organizmanın ihtiyacı ile uyumlu olarak, ma­
konsantrasyona-bağımlı toksik reaksiyonlardaki sorunu genellikle jör organ sistemlerin fonksiyonuna olanak verecek şekilde ayarla­
aydınlatır. Hekimler kullandıkları ilaçların genel yan etkilerini iyi nır. Serebral korteks ve beyin sapındaki otonomik merkezlerin ara­
bilmeliler ve şüphede kalındığında, literatürlere bakmalıdırlar, sındaki bağlantılar daha yüksek mental fonksiyonlar ile otonomik

İ^LİO C RA EYA aktiviteyı koordine eder.


Sempatik ve Parasem patik Bölüm ler Parasempatik sinir sis­
AİTHAL GP et al: Association of polymorphisms in the cytochrome P450 CYP2C9
teminin pregangliyonik nöronları üçüncü, yedinci, dokuzuncu ve
with warfarin dose requirement ve risk o f bleeding complications. Lancet
353:717, 1999 onuncu kraniyal sinirler ile ikinci ve üçüncü sakral sinirler içerisin­
BLACK AJ el al: Thiopurine methyltransferase genotype predicts lherapy-limiting de SSS'den ayrılırken, sempatik sinir sisteminin pregangliyonik
severe toxicity from Azotiyoprin. Ann Intern Med 129:716, 1998
nöronları spinal kordun birinci torasik ve ikinci lomber segmentler
DAVIES DM el al: Textbook o f Adverse Drug Reactions, 5th ed. New York, Oxford
University Press, 1998 arasında çıkmaktadır (Şekil 72-1). Sempatik ve parasempatik uya­
FELDMANN U: Design ve analysis of drug safety studies, with special reference to rılara verilen cevaplar, kalp hızı ve barsak motilitesi üzerindeki zıt
sporadic drug use ve acute adverse reactions. J Clin Epidemiol 46:237, 1993 etkileri örneğinde olduğu gibi sıklıkla antagonistik özellik gösterir.
LAZAROU J et al: Incidence of adverse drug reaciions in hospitalized palients: A
meta- analysis of prospective studies. 279:1200, 1998
Bu antagonizma SSS içerisindeki yüksek derecede koordine edil­
LENNARD 1 et al: Thiopurine ilaçlar in the treatment of childhood leukemia: The miş etkileşimleri yansıtmaktadır; parasempatik ve sempatik aktivi-
m w r w t t m '"’ VS/İpatİk 2 Otonovmk Sinir Sisteminin Fizyolojisi ve Farmakolojisi 439

' **
lerini lokal olarak meydana getirir. Adrenal medüllanın dolaşım
hormonu, epinefrin, tüm vücut boyunca süreçleri etkiler. Periferik
bir dopaminerjik sistem de vardır, fakat detayı karakterize edilme­
miştir. .
Biyosentezi (Şekil 72-2) Katekolaminler, tirozin amino asidin­
den sentezlenir; tirozin hidroksillenerek dihidroksifenilalanin (do-
pa) formuna, dekarboksillenerek dopamin formuna ve yan zinciri­
nin P pozisyonu üzerinde hidroksillenerek NE formuna dönüşür.
Başlangıç basamağı olan, tirozinin hidroksillenmesi, hız kısıtlayı­
cıdır ve dopa sentezi ile NE salınımı arasındaki dengenin düzenlen­
mesini sağlar. Bu düzenleme, tirozin hidroksilazın aktivite ve mik­
tarının her ikisindeki değişmeler ile sağlanmaktadır. Adrenal me-
düllada ye nörotransmiter olarak epinefrini kullanan santral nöron­
larda, NE, fentolamin- iV-metiltransferaz (FNMT) enzimi tarafın­
dan "N-metilleme" ile epinefrine dönüştürülür.
Katekolamin Metabolizması Katekolaminlerin başlıca meta-
bolik dönüşümleri meta-hidroksil grup üzerinde 0-metilizasyon ve
oksidatif deaminasyon ile oluşmaktadır; 0-Metilizasyon katekol-
0-m etil transferaz (KOMT) enzimi tarafından katalizlenir ve oksi­
datif deaminasyon, monoamin oksidaz (MÂO) enzimi ile devam
ettirilir, Karaciğer ve dalakta bulunan KOMT dolaşımdaki kateko­
laminlerin metabolizmasında önemlidir. Sinir uçlarını da kapsayan
PgfM wtyAifk «İMttm III, VII, VII, Sempalik sistem
s», x. sulular v» t. ve 3. Ti'den L2'ye çoğu dokularda bir mitokondriyal enzim olarak bulunan MAO, do­
/..ŞİPwPİ'W*»*lfAPW? Progangllyonık lifler — --------------- laşımdaki katekolaminlerin metabolizmasında daha az role sahiptir
Post gangllyonik lıflor -----------------
fakat periferik sempatik sinir uçlan içerisinde katekolaminlerin de-
H Üst eervikal gangliyon
J Orta faıvikai gangliyon ve Tl
gnngliyanu igeren üt setvıkaı
ividal) gangdyonu
■ K ÇBHyak v« difS» ıbdominal gang'
H *«ho .ftwniiWeW vs*g4f g»<>gftyt>n fiyOnl#
Hücreleri k Alı abdominal sompuiik gangliyon
f Sarsak duvar ırniahl vagal g#n*
giiyon hücreleri
j (3 Pelvik gangliyon

şEKİh 72-1 Otonomik sinir sisteminin şematik sunumu (M. Mosko-


wiü: d in Endocrinol Metab 6:77, 1977den)

ıctie meydana gelen değişikliklerin sonucunda, çoğu kez karşılıklı


nlarıık, lek bir sistemin modülasyonunun başanmından ziyade oto-
ııomik cevapların daha kesin kontrolünü sağlanır. Bundan başka,
otonomik sinir sisteminin her iki sempatik ve parasempatik kısım­
ları da, çeşitli spesifik fonksiyonlu alt bölümlerden oluşmuştur. De­
ğişik alt bölümler ile nöronlar, nörokimyasal ve nörofızyolojik ola­
rak farklılık gösterir ye SSS içerisinde farklı bölgeler ile kontrol
edilmektedir. Sempatik ve parasempatik bölümler içerisindeki bu
özelleşme, otonomik düzenlemenin doğru ve spesifik olmasına kat­
kı sağlar.
N örotransm iterler A s etiik o lin (A K), parasempatik nöronların
postgangliyonik nörotransmiteri olduğu kadar otonomik sinir siste­
minin her iki bölümü içirt de pregangliyonik nörotransmiterdir. AK
salan sinirler kolineıjik olarak adlandırılır. N o r e p in e fr in (NE), post­
gangliyonik sempatik nöronların nörotransmiteridir, bu sinirler ad- ŞEKİL 72-2 Katekolamin biyosentezi, salıverilmesi ve metabolizma­
renerjik olarak adlandırılır. Sempatik iletimde, ekrin ter bezlerini sı. Üstte bir periferik sempatik sinir ucunun temsili şeması gösteril­
innerve eden (ve belki de iskelet kaslarının kan damarlarını da) miştir; terminal sinir liflerindeki yuvarlak alanlar yüksek oranda nörot­
ransmiter yoğunluğuna sahip bölgeler olarak, histokimyasal florasans
postgangliyonik nöronlar kolinerjik tiptirler.
teknikleri ile saptanan veziküileri temsil etmektedir. Biyosentez, salı­
nım, modülasyon ve geri alınma (re-uptake) süreci yalnızca demost-
SEMPATİK SİNİK SİSTEM İ VE ADRENAL ratif amaçlar için ardısıra sonuç olarak gösterilmiştir; in vivo bu süreç
MEDULLA aynı anda devam etmektedir. Adrenal medülla kromatin hücreleri şe­
manın altında gösterilmiştir (TH, tirozin hidroksilaz; AAD, aromatik-l-
amino asid dekarboksilaz; DA, dopamin; DBH, dopamin-b-hidroksi-
K A T E K O LA M İN L E R Doğal olarak oluşan katekolaminler, NE,
laz; NE, norepinefrin; FNMT, fentolamin-N-metiltransferaz; E, epinef­
e p in e frin (E) ve d o p a m in in her üçü de SSS içerisinde nörotransmi-
rin; KOMT, katekol-O-metiltransferaz; NMN, normetanefrin; MAO,
ter olarak fonksiyon yapmaktadır. Postgangliyonik sempatik sinir monoamin oksidaz; DHMA, 3,4-dihidroksimandelik asid; VMA, 3-met-
uçlarının nörotransmitteri, NE, salındı ğı yerin yakın çevresine etki­ hoksi-4-hidroksimandelik asid)
440 iV Klinik i ' j nn. ikci oj i Katekolaminler klasik bir negatif feedback sistemi ile öncesi a
reseptörler aracılığı ile NE salınımını azaltırlar. Feedback regülas-
polanmasmm düzenlenmesinde önemlidir. Metanefrin ve 3-metok- yonu (3-reseptör aktivasyonunun NE salınımını fasilite etmesi ne­
si-4-hidroksimaııdelik asid (vanilmandelik asid, VMA) E ve NE deni ile karmaşık bir yapıya sahiptir.
metabolizmasının başlıca son ürünleridir. Homovanilik asid (HVA) NE salınımı üzerinde AK ‘in inhibitor ve fasilitör etkilerinin
dopamin metabolizmasının son ürünüdür. her ikisi de ifade edildiği halde muskarinik kolinerjik reseptörler
K A T E K O L A M İN L E R İN D E PO L A N M A V E S A L IV E ­ aracılığı ile A K ’in inhibitor etkisi daha ufak AK konsantrasyonla­
R İL M E S İ Adrenal medülla ve sempatik sinir uçlarının her ikisin­ rında oluşmakta ve muhtemelen daha büyük fizyolojik anlamlılık
de de katekolaminler subselüler veziküller içinde depolanır ve ek- göstermektedir.
zositoz ile salıverilir. Bu dokulardaki katekolaminlerin geniş depo­ SEM PA TO AD REN A L A K TİV İTEN İN SANTRAL R E -
ları. şiddetli uyan ile karşılaşıldığında katekolaminlerin yeterli bir G Ü LASYONU Beyin kökündeki Sempatik Merkezler Sempa­
şekilde teminini devam ettirmede önemli bir fizyolojik rezervi sağ­ tik deşarj medülla oblangata ve ponsun retiküler formasyonundan
lar. Sempatik sinir uçlarında ve adrenal medüllada katekolaminler ve hipotalamustaki merkezlerden başlamaktadır. Medüllanm rost­
ile birlikte farklı tür maddeler de depolanır ve ekzositoz boyunca ral ventral parçası, kısmen de rostral ventrolateral medülla (RVLM)
olarak tanımlanmış alanın, özellikle önemli sempatoeksitatör alan­
katekolaminler ile birlikte salıverilir. Ko-transmiter veya nöromo-
ları içerdiği gözükmektedir. Aşağı inen lifler, pregangliyonik sem­
dülatör olarak fonksiyon yapan bu maddeler nöropeptid Y. substans
patik nöronlar ile spinal kordun intermediyolateral hücre kolonu
P ve enkefalinler gibi peptidleri: ATP ve adenozin gibi pürünleri ve
içinde bütün bu merkezlerin sinapslarmdan çıkmaktadır. Eksraselü-
serotonin gibi diğer aminleri kapsamaktadır. Nöroefektör kavşakta,
ler sıvının, hormon ve substratlarm dolaşımdaki düzeylerini de içe­
ko-transmiterler, NE ile indüklenenlerden bağımsız fizyolojik etki­
ren fiziksel ve kimyasal özelliklerindeki değişmeler de sempatik si­
ler oluştururken, birlikte salıverilen nöromodülatörler N E ‘e verilen
nir sistemi aktivitesini etkilemektedir. Dördüncü ventrikül tabanın­
cevabı modifiye ederler.
da area postrema diğer sirkümventriküler organlar ile yan yana
Adrenal Medülla Bir çift normal insan adrenal bezinde adre­
kan-beyin bariyeri dışında uzanmaktadır ve bu açıdan önemli bir
nal medüller kromafin dokusu 1 g dolayında ağırlık tutmakta ve
rol oynayabilir. Şiddetli sempatoadrenal stimülasyonun işareti glo­
% 85’i epinefrin olan yaklaşık olarak 6 mg katekolamin içermekte­
bal bir cevap (the fight-or-flight reaction of Cannon) olmasına rağ­
dir.
men farklı organ sistemlerine olan sempatik aktivitedeki göze çar­
Pregangliyonik sempatik sinirlerden AK ile stimüle edilen ka­
pan değişiklikler, devamlı olarak birçok otonomik fonksiyonları re-
tekolamin sekresyonu, kromafin vezikül membranı ile hücre
güle eder.
membranmm birleşmesini tetikleyen kalsiyum influksundan sonra
Sem patik Sinir Sistem i ve A dren al M edülla A rasındaki İlişki
oluşur; bu birleşme noktasında hücre membranmm erimesi ve ve-
Sempatik sinir sistemi aktivitesi ve adrenal medüller sekresyonu
zikülün kapsadığı erimiş içeriklerin ekstraselüler ortama çıkması,
koordine edilir fakat daima uyumlu değildir. Şiddetli sempatik sti­
ekzositoz sürecini tamamlar (Şekil 72-2). Ekzositozik süreçde yer
mülasyonun periyotları boyunca, şoğuğa maruz kalma ve yorucu
alan moleküler mekanizmaların, yalnızca kısmen anlaşılmış olma­
eksersizde olduğu gibi, adrenal medülla devamlı olarak eksiğini ta­
sına rağmen, spesifik kalsiyum bağlayan proteinleri içerdiğine da­
mamlar ve dolaşımdaki epinefrin sempatik stimülasyonun fizyolo­
hil deliller artmaktadır. Bir kez bağlanmada, kalsiyum, veziküllerin
jik etkilerini takviye eder, Diğer durumlarda, sempatik sinir sistemi
birleşmesini ve hücre membranmda veziküllerin boşalmasını in-
ve adrenal medülla birbirinden bağımsız olarak stimüle edilirler.
dükleyen bu proteinlerde konformasyonel değişikliğe yol açmakta­
Hipoglisemi yalnızca adrenal medüllayı stimüle ederken, ayakta
dır. dik duruşa verilen cevap, örneğin, predominant olarak sempatik si­
Periferik Sempatik Sinir U çları Periferik sinir uçları efektör nir sistemini içermektedir.
hücreler ile yakın temasa geçecek olan terminal lifleri getiren bir si­ Kardiyovasküler Sistemin Sempatik Regülasyonu Sisternik
nir ağı şeklini alır. Periferik dokulardaki bütün NE sempatik sinir ve pulmoner arterler ve venler deki gerim reseptörler devamlı ola­
uçlarında ve büyük oranda innerve edilen dokularda 1 gram doku rak intravasküler basınçları kontrol eder; aferent impulslarm beyin
başına 1 ila 2 pg kadardır. Sinir uçlarında depolanan NE adrenal kökündeki değişikliğe uğraması ve integrasyonu sonucu kritik böl­
medülla kromafin grandilerinin analoğu farklı subselüler partikül- gelere kan akışının ve kan basıncının düzenlenmesinde sempatik
ler içindedir. Sinir uçlarındaki mitokondriyalardaki MAO, N E’in aktivite değişikliği sağlanır (Şekil 72-3).
lokal konsantrasyonunu düzenlemede önemli rol oynar (Şekil 72- A rteriy el B a r o r e s e p t ö r le r Kan basıncındaki bir artış karotis si­
2). Veziküller depolarında aminler oksidatif deaminasyondan ko­ nüsü ve aorta yayındaki reseptörleri stimüle eder. Beyin kökündeki
runmaktadır; sitoplazma içindeki aminler, bununla beraber, inaktif nükleus soliteri yolağı (NTS) içerisinde değişmeye uğradıktan son­
metabolitlere deaminasyon ile yıkılmaktadır. Sinir ucundan salıve­ ra aferent impulslarm yeniden oluşması, beyin kökünün sempatik
rilme, terminal sempatik liflerdeki aksiyon potansiyel yayılımına merkezlerini baskılar (Şekil 72-3). Bu baro reseptör refleks yayı ar­
cevap olarak oluşmaktadır. teriyel basınç artışında santral sempatik aktivitenin inhibisyonu ile
P E R İF E R İK A D R E N E R JİK N Ö R O E FE K T Ö R KAVŞAK sonuçlanan bir negatif feed back mekanizmasına dönüşmektedir.
Periferik sempatik sinir uçları ekstraselüler sıvıdan aktif olarak Beyin kökündeki noradrenerjik yolak sempatik aktivitenin hasta­
aminleri içeri alan bir amin transport sistemine sahiptir. Lokal salı­ lanmasına katılmak için NTS ile etkileşir. Bu nor-adrenerjik inhibi­
verilen N E‘in nöronal geri alımı veya geri yakalanması transmite- tor yolak santral etkili a-adrenerjik agonistler ile stimüle edilir ve
rin etkisine son vermekte ve NE depolarının devamlılığına katkı klonidin gibi baro reseptör aracılıklı vazodepresör cevabı potansi-
sağlamaktadır. yalize eden belli antihipertansif ilaçların etkisinde de rol alabilir
Çeşitli faktörler nöronal impuls trafiği ve NE salıverilmesi ara­ (Konu. 246). Tersi bir durumda, kan basıncı düştüğü zaman, azalan
sındaki ilişkiyi değiştirir. Örneğin, ısının düşmesi ve asidozis, her aferent impulslar santral inhibisyonu kaldırırarak sempatik aktivi-
ikisi de sempatik impulslara verilen cevapta salman NE miktarını tede bir artışa ve arteriyel basınçta bir yükselmeye neden olurlar.
azaltır. Periferik sinir uçlarında (p r e s in a p tik b ö l g e v ey a k a v ş a k ö n ­ S a n tr a l Venöz B a s ın ç Büyük venlerin duvarında ve atrium içe­
c e s i) birkaç kimyasal mediyatör sinir uyarılarına olan cevapta NE risinde bulunan reseptörler sempatik aktivitenin regülasyonuna da
salıverilme miktarını etkileyerek sempatik nörotransmisyonu mo­ neden olmaktadır. Yüksek venöz basınç ile bu reseptörlerin stimü-
difiye etmek için iş görmektedir. Presinaptik modülasyon ya inhi­ lasyonu beyin kökündeki sempatik merkezleri baskılar; santral ve­
bitor yada fasilatör olabilir. Katekolaminler ve AK gibi belli modü- nöz basınç düşükse sempatik aktivite artar. Santral bağlantılar tam
latörler, sırasıyla farklı adrenerjik veya kolinerjik reseptörler aracı­ olarak anlaşılmamıştır, fakat aferent impulslar vagus siniri içinde
lığı ile antagonistik etkiler göstererek NE salınımını inhibe veya fa­ taşınmaktadır (Şekil 72-3).
sihte ederler. Kavşak öncesi, sinir ucunda NE salınımı üzerinde in­ SEM PA TO A D R EN A L A K T İV İT EN İN D E Ğ E R L E N D İ­
hibitor bir etki sergileyen bu maddeler; katekolaminler (eti resep­ R İLM E S İ Sempatoadrenal aktivitenin klinik değerlendirilmesi
tör), AK (muskarinik reseptör), dopamin (D 2 reseptör), histamin plazmadaki katekolaminlerin ve idrardaki katekolaminlerin ve ka­
(H 2 reseptör), serotonin, adenozin. enkefalinler ve prostaglandinler tekolamin metabolitlerinin ölçülmesini ve mikronörografi ile sem­
dir. patik sinir impuls gidiş gelişinin değerlendirilmesini gerektirmek-
İl 72 O to n o m ik X in ir ‘ü 'ile ın iiim t -7,-.ywh ) 11 o ve irim u ik o ii.-ji.-.i 441
X (-) n .ıy ın io h ü (') IX,X
.i.üor»)- ^ •;<wtıp;ılik -<r, ^ NTS ■*— -------
oplOrlıîfi ıdCfkezleri bağlıdır. Ayakta duruşta plazma E düzeylerinde değişme genelde
(+) küçüktür. Hipoglisemi, yorucu egzersiz ve değişik tipte mental
Bulbospinal

J traktus

ediyo-
stres, bununla beraber, plazma E düzeylerinde büyük artışlara ne­
den olabilir.

lateral hücre PER İFERİK. DOPAMİNERJİK Sİ,STEM


kolonu
? Pregangliyonik SSS deki nörotransmiter olarak rolüne ilaveten, dopamin, karotis
| nöronlar gövdesinde ve sempatik gangliyonlarda inhibitor transmiter olarak
fonksiyon yapar. Farklı bir periferik dopaminerjik sistemin daha
S em p a tik
g a n gliyonlar var olduğuna inanılmaktadır. Dopamin klasik adrenerjik reseptörle­
I Postgangliyonik rin simülasyonuna özgü olmayan bir dizi cevap oluşturmaktadır; alt
1 sempatik sinirler özofagus sfinkterini gevşetir, mide boşalmasını geciktirir, böbrek
(+) Venöz (+)4 ve mezenterik arteriyel dolaşımda vazodilatasyona neden olur, al-
K alp (+) A rteriyal
dönüş dosteron sekresyonunu baskılar, böbrek sodyum atılımını direkt
A rte riy o lle rj basınç
V enler L - — olarak stimüle eder ve presinaptik inhibitor bir mekanizma ile sem­
B öb re k i patik sempatik sinir uçlarından NE salınımını baskılar. İn vivo ola­
Ş E K İL 72-3 D olaşım ın sem patik regülasyonu. V enöz ve arteriyel d o ­ rak görülen bu dopaminerjik etkilerin mekanizması tam olarak an­
laşım daki reseptörler b asınçtaki b ir artışın neden olduğu gerilm e ile laşılmamıştır. Dopamin bir dolaşım hormonu olarak gözükmemek­
stim üle edilirler; bu reseptörlerden a ferent im p u lsla r dokuzuncu (IX) tedir.
ve onuncu (X) kraniyel sin irle r a racılığı ile santral sin ir sistem ine ta şı­
nırlar. B eyin kökündeki integrasyondan so n ra bu a ferent im pulsların ADRENERJİK R ESEPTÖ R LER
net sonucu, santral sem patik aktiviteyi in h ib e etm ektir. A rteriyel baro
reseptör refleksi traktus soliterus n ü kle u su n d a b ir değişm eye uğrar. Katekolaminler G proteinlerine kenetli spesifik yüzey reseptörleri
(+, stim ulasyon; -, inhibisyon) ile etkileşerek efektör hücreleri etkilemektedir. Katekolaminlere
cevabın başlıca iki kategoride olması, a ve P olarak belirtilen adre­
nerjik reseptörlerin iki popülasyonun aktivitesini yansıtmaktadır, a
tedir. İskelet kaslarını innerve eden sinirlere (örneğin peroneal si­ ve P reseptörlerin her ikisi, ayrıca farklı fonksiyonlara hizmet eden
nir) implante edilen mikroelektrodlarııı kullanıldığı, mikronörogra- alt tiplere de bölünmüşlerdir ve farklı stimülasyona ve blokaja du-
fi başlıca araştırma yöntemidir. Üriner katekolaminlerin ve metabo- yarlıdırlar.
litlerin kantitatif tayini feokromasitoma teşhisinde faydalı olmakta­ oc-A D RENERJIK R E S E P T Ö R L E R a-Adrenerjik reseptör­
dır (Konu 332). ler vazokonstriksiyona, barsak gevşemesine ve pupillar dilatasyona
Plazm a Katekolaminleri İnsan plazmasındaki katekolamin- aracılık ederler. Epinefrin ve NE, a-reseptör agonisti olarak yakla­
ler, elektro kimyasal olarak, radioenzimatik izotop derivatif teknik­ şık eşit etkinlik gösterirler. Farklı otr ve a 2-reseptör alt tipleri de
lerle veya yüksek performanslı likid kromatografisi ile ölçülebilir. tespit edilmiştir, Efektör hücrelerde postsinaptik ve kavşak sonrası
Plazma katekolaminlerin ölçümleri, sempatik sinir sisteminin ve a-adrenerjik reseptörler, a ] olarak belirtilirken, sempatik sinir uç­
adrenal medüller aktiviteniıı bir göstergesi olabilir ve insan denek­ larında kavşak öncesi a-adrenerjik reseptörler a 2 olarak kabul edil­
lerde klinik araştırmada sempatoadrenal aktiviteyi tayin etmede miştir. Nonnöronal (postsinaptik) işlevlerin a 2 reseptör aracılıklı
yaygın bir şekilde kullanılmaktadır. Plazma katekolamin ölçümle­ olduğu yeni fark edilmiştir. ö| reseptörü, vazokonstriksiyonu da
rinin yararı, bununla beraber, katekolaminlerin plazma konsantras­ içeren klasik a etkilerine aracılık eder; fenilefrin ve metoksamin se-
yonu ve sempatoadrenal sistemin fonksiyonel durumu arasındaki lektif al agonistlerdir ve prazosin bir selektif a j antagonistic a 2 re­
ilişkiyi değiştiren faktörler ve hatta sempatik aktivitedeki önemli septörleri, adrenerjik sinirlerden NE salınmamın presinaptik inhi-
bisyonuna ve kolinerjik sinirlerden AK salınmamın inhibisyonu,
bölgesel farklılıklar nedeni ile tartışmalıdır. Kısmi bir anatomik
yağ hücrelerinde lipolizin inhibisyonu, insülin sekresyonunun inhi­
bölgenin karşısına uygulandığı zaman, NE klerensinde değişiklik­
bisyonu, platelet agregasyonunun stimülasyonu ve bazı damar ya­
leri ayarlayan izlenebilir madde ile işaretli NE ‘in infüzyonlarmın
taklarında vazokonstriksiyonu kapsayan diğer cevaplara aracılık
kullanıldığı teknikler, biraz doğrulukla bölgesel sempatik aktivite­
eder. Spesifik a 2 agonistler arasında klonidin ve a-metilnorepinef-
yi tahmin edebilir ve araştırma setinde farklılaşmış sempatik sinir
rin (in vivo olarak a-metildopa dan türemiştir) bulunmaktadır; bu
sistemin aktivitesini ayırmaya yardım edebilirler. Plazma katekola­
ajanlar, kan basıncını düzenleyen beyindeki sempatik merkezler
min düzeylerinin klinik yararı otonomik yetersizliği olan hastaların
içindeki a 2 reseptörler ile etkileşerek bir antihipertansif etki sergi­
ve gerektiğinde feokromasitoma şüphesi olan hastaların değerlen­
lemektedir. Yohimbin bir spesifik a 2 antagonistic
dirilmesi ile kısıtlı kalmaktadır (Konu 332).
P -A D R EN E R JİK R E S E P T Ö R L E R P-adrenerjik reseptör ce­
Bazal plazma NE konsantrasyonları 0.09 ile 1.8 nmol/L (150
vapları ile ilişkili fizyolojik olaylar, kalp hızı ve kontraktilitesini,
ile 350 pg/mL); bazal E düzeyleri ise 135 ile 270 pmol/L (25 ile 50
vazodilatasyonu, bronkodilatasyonu ve lipolizi içermektedir. b-Re-
pg/mL) arasındadır. N E’iıı dolaşımdan kaybolma yarı ömrü yakla­
septör cevapları iki tipe de bölünebilir. Pj reseptörü, E ve N E’e ay­
şık olarak 2 dakikadır. Plazma NE seviyesi, postür değişikliğini de
nı oranda cevap verir ve kardiyak stimülasyona ve lipolize aracılık
kapsayan bir dizi faktörler ile önemli ölçüde etkilenir; ölçüm için eder. p2 reseptörü E ’e NE den daha fazla cevap verir; vazodilatas-
kanın alındığı durumlar kontrol edilmelidir.Kabul gören bir kural yon ve bronkodilatasyon gibi cevaplara aracılık eder. Her iki p t and
olarak, bazal plazma NE seviyeleri, rahatlatıcı bir ortamda 30 daki­ P2 reseptörü, izoprenalin stimüle ederken, propranolol bloke eder.
ka süre ile dinlenmiş bir hastadan intravenöz yol aracılığı ile elde Pı and P2 reseptörler için parsiyel selektiviteye sahip diğer agonist­
edilmiş kandan bakılmalıdır. ler ve antagonistler, arzu edilen cevabin iki subtipinden birinin pre­
A yakta D ik d u ru şta p la z m a N E c e v a b ı Ayakta dik duruş boyun­ dominant olduğu yerde terapötik olarak kullanılmaktadır.
ca dolaşımdaki NE konsantrasyonundaki öngörülebilir artış, sem­ Farmakolojik ve moleküler genetik çalışmaların her ikisi de ila­
patik sinir sistemi fonksiyonunu için uygun bir test oluşturur. veten, kahverengi yağ dokusunda ısı üretiminin stimülasyonunda
Beş dakika sakin bir şekilde ayakta duruş plazma NE seviye­ olduğu gibi, beyaz ve kahverengi yağ dokusunda lipolizi sağlayan
sinde iki ila üç kat artışa neden olur. Normal bir cevap intakt bir farklı birP3-adrenerjik reseptör tipinin varlığını göstermiştir. İnsan
aferent sistem gerektirir; bu komponentlerin herhangi birisindeki P3-adrenerjik reseptörü klonlanmıştır; kilo alma, insülin rezistansı
bir defekt dolaşımdaki NE artışını azaltır. ve tip 2 diabetes mellitus ile ilişkili olarak bazı popülasyonlarda
Plazma E düzeyleri kişinin fiziksel ve mental durumuna da farklı polimorfizmc sahip olabileceğine işaret edilmiştir. P3-adre-
442 îY Klinik Farmakoloji Seliiler Cevap ile Reseptör İşgalinin Kenetlenmesi Adrener­
jik selüler cevapların (diğer bir çoğunda olduğu gibi) başlıca medi-
ııerjik reseptörü, NE için E den çok daha fazla bir afıniteye sahip­ yatörleri, G proteinleri denilen düzenleyici proteinlerin bir üyesidir
tir; p, ve P 2 reseptörlerden ayrı olarak desenzitİzasyona uğramaz. ve aktive edildiğinde nükleotid guanozin trifosfat (GTP)‘ı bağlar. G
Henüz gelişme aşamasında olan sentetik: P 3 reseptör agonistler, proteinlerinin en iyi karakterize edilenleri, ki bunlar adenilat sikla-
metabolizma hızını artırması ile obezite tedavisinde potansiyel ro­ zı stimüle veya inhibe ederler, sırasıyla Gs veya Gj olarak gösteril­
le sahiptir. miştir (Şekil 72-5). pj, (32 ve Dı reseptörleri Gs’ine kenetlenmiştir;
D O PAM IN ERJIK R E S E P T Ö R L E R Klasik a - ve P-adrener- reseptör işgali bu nedenle adenilat siklaz stimülasyonu ile ilişkili­
jik reseptörlerden farklı, spesifik dopaminerjik reseptörler, SSS ile dir ve protein ki naz A ve diğer siklik adenozin monofosfat
periferik sihir sisteminde ve birkaç non-nöronal dokularda bulunur. (A M P)’a bağımlı protein kinazların aktivasyonu ile sonuçlanan int-
Dopaminerjik reseptörlerin iki tipi, farklı fonksiyonlara hizmet raselüler siklik AM P’ de bir artışa neden olur. Protein fosforilizas-
eder ve farktı ikinci ulaklara sahiptirler. Her iki reseptör tipi için, yonu sonucu enzim aktivitesi ve stimülasyon olduğunda dokunun
dopamin bir potent agonistir, dopamin etkisi fenotiyazinler ve ti- karakteristiği olarak ortaya çıkan bir selüler cevaba neden olan di­
yoksantinler tarafından antagonize edilirler. D[ reseptörü, böbrek, ğer proteinlerin de fonksiyonu değişir. 1*2 , muskarinik asetilkolin
mezenterik, koroner ve serebral damar yataklarında vazodilatasyet­ reseptörlerin M 2 subtipi ve D 2 reseptörünün, G fe kenetlenmesi,
na aracılık eder. Fenoldopam, Dj reseptörünün selektif bir agonis- adenilat siklaz aktivitesinin bozulması ve siklik AMP de bir azalma
tidir. D 2 reseptörü, sempatik gangliyonda transmisyonu inhibe ile sonuçlanır. Enzim aktivitesi ve diğer proteinlerin fonksiyonun­
eder, presinaptik membranda bir etki ile sempatik sinir uçlarından daki sonradan oluşan değişmeler sıklıkla zıt ve birbiri ardına gelen
NE salınımını inhibe eder (Şekil 72-2), hipofiz den prolaktin sali- bir seri hücresel cevaplar üretir. Birçok a 2 cevabı, adenilat siklaz
nımını inhibe eder ve kusmaya neden olur. D 2 reseptörün selektif inhibisyonu ile açıklanabilmesine rağmen; diğer mekanizmaları da
agonistleri, bromokriptin, kabergolin ve apomorfînden oluşurken, kapsayabilir.
haloperidol (SSS içinde aktif), domperidon (düzenli olarak kan be­ a r adrenerjik reseptörü (asetilkolin reseptörü M t subtipinde
yin bariyerini geçemez) ve benzamid sülfirid gibi butirofenonlar, olduğu gibi) fosfolipaz C ’yi aktive eden farklı.bir G proteinine ke-
rölatif olarak selektif D2 reseptörü antogonistleridir. netlidit; bu G proteini henüz karakterize edilmemiştir fakat bazen
A D R E N ER JİK R E S E P T Ö R L E R İN YA PISI V E FO N K Sİ­ Gq olarak gösterilmektedir. Bü sistemde reseptör işgali, her ikisi de
YONU Adrenerjik reseptörler, ilişkili vizüel protein rodopsini ve O birden ikinci ulakçt olarak hareket edem inozitol-l,4,5-trifosfat
proteinleri ile etkileşen muskarinik reseptörleri de kapsayan memb- (IP 3 ) ve 1,2-diaçilgliserol (DAG)’ün üretimi ile membrana bağlı
ran proteinlerinin bir superfamilyasına aittir. Bu proteinler, hücre fosfolipitlerin, kısmen de fosfotidilinozitol-4,5-bifosfonat
membranında benzer topografik yapıda, yapısal amino asitlerin (PIP2)’ ın yıkımını katalizleyen fosfolipaz C ’yi Stimüle eder (Şekil
özelliklerinden oluşmuş olarak lineer protein zincirine katılmakta­ 72-5). IP3 hızlı bir şekilde endoplazmik retikulum içindeki intrase-
dır. Reseptör proteinlerinin bu familyasının şematik yapısı Şekil lüler depolardan kalsiyumu açığa çıkarır, serbest sitöplazmik kalsi­
7 2-4 de gösterilmiştir. Karakteristik özellikleri, her1 biri 2 0 ila 28 yum da bir artış oluşur ve kalsiyuımkalmodülin bağımlı protein ki-
amino asid içeren hidroskopik yedi transmembranal segmentteıi nazlar stimüle edilmiş hücreye uygun olarak selüler yapılan etkÜer,
oluşmaktadır, Transmembranal segmentler, kısmen M-7, karakte­ İntraselüler depolardan IP3 tarafından indükleneıt kalsiyumdaki ge­
ristik agonist bağlanmanın belirlenmesinde önemli olarak ortaya çici yükselme, tamamen aydınlatılmamış mekanizmalar ile ekstra­
çıkmaktadır. selüler sıvıdan net kalsiyum alımı ile sonuçlanan, membran kalsi­
yum aktivitesindeki değişmeler- ile devamlı agonist stimülasyontı
varlığında pekiştirilir.
P 1 P 2 üzerinde fosfolipaz C ’nin etkisi ile oluşturulan diğer ikin­
ci ulakçı, DAQ (diğer membran fosfolipitlerde de), hücre membra-
nı ile birleşik durumda kalır ve IP3 ile stimüle edilen kalsiyum-kal-
modülin kinazlardan farklı substratlara sahip protein kinaz C ’yi ak-
tive eder. Protein kinaz C ile stimüle edilen protein fosforilasyonu
anlaşılması yetersiz kalmış yolaklarla dokuya spesifik cevaba katı­
lır. İntraselüler kalsiyumdaki artışlar protein kinaz C aktivasyonu-
nu da potensiyalize eder (Şekil 72-5).
A D R E N E R JİK R E S E P T Ö R L E R İN D Ü ZEN LEN M ESİ ct-
veya [3-adrenerjik agonistfere karşı maruz kalma süresinin uzama­
sı, efektör hücrelerde sorumlu adrenerjik reseptörlerin sayısını
azaltır. Biyokimyasal mekanizmaların içeriğinin anlaşılmasının
güç olmasına rağmen, hücre içinde jî-adrenerjik reseptörlerin inter-
nalizasyonunun bazı sistemlerde agoniste maruz kalma boyunca
meydana gelmesi; bu koşullar altında reseptör sayısında azalmaya
internal translokasyönun katkı sağladığım düşündürmektedir,
Agonist konsantrasyonundaki değişme, agoniste karşı reseptö­
ŞEKİL 72-4 Pirimşr amıno asid zincirinden oluşmuş adrenerjik resep- rün afînitesini de etkileyebilir. İkinci u|akçı (b reseptörler, a 2 resep­
lorlerin öngörülen yapısı. Tek protein zinciri bir hıdrofılık N ucu (dışa­ tör) için adenilat siklazı kullanan adrenerjik reseptörler yüksek ve
rıda) içerir ve C ucu (İçerde) üç ekstraselüler kangal (E-l den E>lll'e) düşük afıniteli durumlarda olur; yüksek afıniteli durumda agoniste
ve üç sitöplazmik kangalın (C-l den C-Ill’e) kendi aralarında bağlan­ maruz kalma reseptör oranını bozar. Adrenerjik agonistler tarafın­
dığı yedi lipofilik transmembranal segment bölgeleri ile bağlanmıştır dan indüklenen adrenerjik reseptörlerdeki bu gibi değişmeler ho­
(M-1 den M-7 ye). P,-, Pj-, a ,-, ve c^-adrenerjik reseptörleri homolog
molog regülasyon (homologous regulation) olarak adlandırılır. Ad­
zincirlere sahiptirler ve temsilen sunulan yapısal modele uygunluğu­
renerjik reseptör dansitesi ve afınitesindeki agonist-indüklü deği­
na inanılmaktadır. Intraselüler cevabın spesifikliğl sitöplazmik kangal
şikliklerin, taşiflaksi veya desensitizasyon olarak bilinen bir feno­
ve C ucunun uzunluğu ile tersiyer yapısına ilişkili olmasına rağmen,
agonist bağlamanın spesifikliği tranmembranal segment bölgelerinin menin oluşumuna, yani bir efektör dokunun adrenerjik agoniste
birkaçının tersiyer yapıda olmasıyla değişebilir. Şeklin üst kısmı hüc­ uzun süre maruz kalmasından sonra oluşan fizyolojik cevabın bo­
re membranındaki reseptör proteinin longitudinal olarak temsil edil­ zulmasına katkı sağladığına inanılmaktadır.
miş halidir; aşağıda gösterilen membran yüzeyinden daha sık düzen­ Adrenerjik reseptörler, adrenerjik agonistlerden başka faktörler
lenmiş görülen bir varsayımdır. (ESS, ekstraselüler sıvı; ISS, int- ile de etkilenebilir ki bu olay heterolog regülasyon (heterologous
raselüler sıvı.) (L a n d sb erg v e Young tan izinle)) regulation).olarak adlandırılır. Artmış a-adrenerjik-reseptör afinite-
si. örneğin, azaltılmış çevre ısısına
Ekstraselüler Agonist ( ^ )
verilen cevapla olıışaıı a-adrcııcrjik
alan reseptörlerdi- '
cevapların poiaıısiyalizusyoııun leme- X » T J L T J T T
Hücre Regülatör •
liııi oluşturabilir. Tiroid hormonları,
membranı Proteinler
b-reseptör sayısındaki ve fizyolojik r- ~ ı r ~ 0ı. % ,
cevap ile reseptör işgalinin kenetlen­ Adenilat siklaz Fosfolipaz C Katalitik
mesi etkinliğindeki değişiklikler ile ___________ 1 ____________ PIPp h*~DAG ____ üniteler
İntraselüler ATP * i A ' Protein . / İntraselüler
b-reseptör cevaplarını potansiyalize
alan fc A M P İ t İP , / v k i n a z Ç > / efektörler
edebilir. Östrojen ve projesteron, a-
M |(->
adrenerjik reseptörler üzerindeki etki­
leri ile katekolaminlere karşı miyo- Protein kinaz A ıf Caz+
1 /r - » Kalmodulln
(diğer cAMP bağımlı) (+> bağımlı
ıııetriyumun duyarlığını değiştirebilir.
protein kinazlar protein kinaz
Glukokortikoidler, adrenerjik resep­
törlerdeki agonist-indüklü azalmanın
ŞEKİL 72-5 O lonom ik agonistlerin m em brana bağlı re g ü la tö r p ro teinler ve selüler efektör sistem ler
antagonize edilmesi ile, ki bu suretle
ile etkileşim i, a ve b, adrenerjik reseptörleri gösterm ekte, DA, dopam inerjik reseptörleri gösterm ek­
şiddetli adrenerjik stimülasyona karşı te ve M, m uskarinik reseptörleri gösterm ektedir. G, adenilat siklaz üzerinde bir stim ülatör (s) veya
cevapta taşiflaksiyi önleyerek, adre- in hibitor (i) etkiye sahip olan ve ya fosfolipaz C (q)’yi stim üle edebilen, G TP ile birleşik düzenleyici
ııcıjik fonksiyonu etkileyebilir. proteini tem sil etm ektedir. [(+) stim ülasyonu; (-) inhibisyonu: P IP Z, fosfotidilinozitol-4,5-bifosfat;
Katekolaminlere karşı duyarlıkta­ D AG , 1,2-diaçilgliserol; )P3, inozitol-1,4,5-trifosfat. D etaylar için m etne bakınız].
ki değişmeler, yeterli bir şekilde ka-
rak yayınlanmamıştır.
ı aklerize edilmemesine rağmen, post reseptör değişikliklerin bir so-
S u b s tr a t M o b iliz a s y o n u Dokuda, katekolaminler lokal tüketim
ıincıı olarak ta meydana gelebilir.
için substrat üretimi ile depolanmış enerjinin yıkımını stimüle eder­
ler; kalpteki glikojenolizis, örneğin, miyokardiyum. ivedi metabo­
SKVIP\TOADRENAL SİSTEMİN
lizması için substrat sağlar. Katekolaminler karaciğerde, yağ doku­
FİZYOLOJİSİ sunda ve iskelet kasında da, substratları serbestleştirerek (glukoz,
serbest yağ asidi, laktat) enerjinin tüm vücut boyunca kullanımı
K.ılckolaıniııler önemli organ sistemlerin hepsini etkiler. Etkiler sa­ için dolaşıma verilmesini hızlandırır.
niyeler içinde yer alır ve beklenen fizyolojik gereksinimde oluşabi­ Sıvı ve Elektrolitler Böbrek tübülüsleri üzerinde direkt etkisi
lir. Yorııcıı egzersiz öncesi seırıpatoadrenal aktivitedeki bir artış, ör­ ile, NE sodyum reabsorpsiyonunu stimüle eder, böylece ekstraselü-
neğin, iç çevrede egzersizin etkisini küçültebilir. ler sıvı volümü korunur. Dopamin, zıt bir etki ile, sodyum atılımı-
K A TEK O LA M İN LER İN D İR E K T E T K İL E R İ Kardiyo- nı teşvik eder. NE ve E, potasyumun selüler geri alimini da artırır.
vaskiilcr Sistem Katekolaminler cilt altı, mukozal, splanik ve böb­ Viseral organ lar Katekolaminler bez epiteii ve düz kas üze­
rek damar yalaklarını a-reseptör-aracılıklı mekanizmalar ile stimü­ rindeki etkileri ile iç organ fonksiyonunu etkiler. Mesane ve barsak
le ederler. Vazokonslriksiyon, orijinal olarak bir «|-reseptör cevabı düz kası gevşerken sorıımlıı sfiııkterler stimüle edilir.
olarak değerlendirilmesine r.ığıııeıı, vuskiilcr tonusun çok dalıa Salra kesesi boşalınası scnıp.ılik mekanizmaları gerektirir. Ka-
kompleks olarak düzenlenmiş olduğu göriilnııl.şlıir ve bir çok alan­ lekobııııiıı analıklı düz kas kasılması dişide ovülasyona ve follop
da «.»-aracılığı ile de olabilir. Dolaşımın vend/, payı, kısmen. •<>uv tüpleri boyııııea ovııııı Iraıı.sporlıına yardım eder ve erkekte ejekü-
'.cpiörler ile sağlamı. Metli şaıilaı altında a resepldıleıın iki iıpıııiıı lasyoıı boyııııea seminal sıvı için itici güç sağlar. Barsak içerisinde­
faiklı ıi')!til.'ısyonn. tizyolopk cevabın tamamlanmasına katkı sağ- ki koliııcı jik nöronlarda inhibitor 0 C2 reseptörler barsak gevşemesi­
î ır Koroner v>t •etebral dolaşımdaki va/okmıstrıksiyoııuıı minimal ne katılır. Katekolaminler bir P2-reseptör mekanizması aracılığı ile
•Im i’tmdati dolayı, bu al.mlani akış sempaiik slimiilasyoıı boyııııea bıonkodilatasyon oluşturur.
tevamblığım .•.İıduniı. Iskelel kası kaıı akmıı adrenal medülla ak- K A TEK O LA M İN LER İN D O LA YLI E T K İL E R İ Kateko­
ıivasyomi boyunca arlsııı diye iskele! kası kan damarları, dolaşım­ laminler tarafından indüklenen esas fizyolojik cevap, her ikisi de
daki •'pineli nim dilşiık doz seviyelerine duyarlı P reseptörlere sa- katekolaminlerin direkt etkilerini destekleyen ve amplifiye eden
lıiplir. hormon sekresyonu ve kan akımı dağılımındaki değişiklikleri ge­
Kalpteki k.ıtekolaminlerin etkisi bl reseptörler aracdığı iledir rektirir.
ve kalp hızındaki artışı, kardiyak kontraktilitedeki artmayı ve iletim Endokrin Sistem Katekolaminler renin, insülin, glukagon,
hızındaki artışı kapsamakladır. kalsitonin, parathormon, tiroksin, gastrin, eritropoietin, projesteron
Miyokardiyal kontraktilitedeki artış, kardiyak işin ventriküler ve muhtemelen testosteron sekresyonunu etkilerler. Bu hormonla­
lif uzunluğuna (herhangi başlangıçtaki lif uzunluğunda) oranı ile rın her birinin sekresyonu kompleks feedback düğümlerle yönetilir.
ilişkili ventriküler fonksiyon eğrisinin sola ve yukarı kayması ile Tiroksin ve gonadal steroidlerin haricinde, her biri hipofiz bezinin
şematize edilmiştir (bak Şekil 231-6), katekolaminler kardiyak işi direkt kontrolü altında olmayan bir polipeptidtir. Bu hormonların
artırırlar. Katekolaminler, venokonstriksiyonun stimüle edilmesi, sekresyonuna sempatoadrenal katkı, SSS yanında regülasyon için
venöz dönüşün artması ve atıiyal kontraksiyon gücünün artması, bir mekanizma sağlar ve organizmanın homostatik ihtiyaçları ile
böylece diyastolik volümün ve beraberinde lif uzunluğunun artma­ uyumlu koordine edilmiş bir hormonal cevap oluşturur.
sı ile kardiyak outputu artırırlar. Alrioventriküler kavşakta iletimin R e n in (Bkz. Konu 246) Sempatik stimülasyon böbrek içerisin­
hızlanması daha senkroııize ve böylece daha efektif ventriküler deki vasküler değişikliklerden bağımsız bir direkt P-reseptör etkisi
kontraksiyon ile sonuçlanır. Kardiyak stimülasyon, miyokardiyal ile renin salınmamı artırır. Volüm azalmasına karşı gelişen renin ce­
iskeminin patogenezi ve tedavisinde başlıca bir faktör olan miyo­ vabı sempatik aracılıklıdır ve santral venöz basınçta bir düşme ile
kardiyal oksijen tüketimini artırır. başlatılır. Renin sekresyonu anjiotensiıı aldosteron sistemini aktive
Metabolizma Katekolaminler metabolizma hızını artırırlar. ettiğinden, anjiotensin indüklü vazokonslriksiyon kan damarların­
Küçük memelilerde, kahverengi yağ dokusunda mitokondriyal so­ da katekolaminlerin direkt etkilerini desteklemektedir. Aldosteron
lunum fonksiyonel olarak NE ile kenetlenmiştir. Kahverengi yağ aracılıklı sodyum reabsorpsiyonu, sempatik stimülasyon ile indük­
dokusunda, NE, mitokondriyal matriks ve siloplazma innervasyo- lenen sodyum reabsorpsiyonundaki direkt artışı tamamlar, b-resep­
nu arasında pozitif yük gradiyenti oluşturan spesifik bir mitokond­ tör blokörleri renin sekresyonunu baskılamaktadır.
riyal kenetli proteini aktive eden Pş-adrenerjik reseptörü stimüle İn s ü lin ve G lu k a g o n Paııkreatik sempatik sinirlerin stimülas­
eder, böylece substrat oluşumu ve ATP sentezine kenetlenme sağla­ yonu veya dolaşımdaki katekolaminlerde bir yükselme insülini
nır. İnsanlarda kahverengi doku için bir fonksiyonel rol kesin ola­ baskılar ve glukagon saliminim artırır. İnsülin sekresyonunun inhi-
T r a v m a v e S o k Akut travmatik yaralanma veya şokta, adrenal
katekolaminler dolaşımı destekler ve substratlan harekete geçirir.
bisyonu a 2 reseptör aıacılıklı, glukagon stimülasyonu ise (3 resep­ Yaralanmayı takiben kronik onarıcı fazda, katekolaminler substrat
tör aracılıkltdır. Etkilerin bu kombinasyonu, substrat hareketliliği­ mobilizasyonuna ve metabolik hızdaki artışa katkıda bulunur,
ni, karaciğer gltıkoz çıkışı ve lipoliz üzerinde katekolaminlerin di­ E g z e r s iz Egzersiz sırasında sempatik aktivasyon, kardiyak out­
rekt etkilerini güçlendirerek destekler. İnsülin salınımının a-resep- putu artırır ve artan metabolizmanın ihtiyacım karşılamak için ye­
ıor aracılıklı süpresyonu genelde baskındır, öte yatıdan bir (3-resep- terli substratı sağlar. Antisipasyon gibi santral nöral faktörler ve ve­
ıdr mekanizması bazı koşullar altında insülin sekresyonunu artıra­ nöz basınçtaki düşme gibi dolaşım faktörleri sempatik sistemi ha­
bilir. rekete geçirir. Orta derecede ekzersiz tek başına sempatik sinir sis­
F İZ Y O L O JİK V E P A T O F İZ Y O L O JİK DURUM LARDA temini stimüle eder; daha yoğun ekzersiz sırasında adrenal medul­
SEM PATOADRENAL FO N K SİYO N Dolaşımın Desteklenme­ la aktive olur. Kardiyovasküler şartlar, fizik eksersiz eğitimi alın­
si Sempatik sinir sistemi yeterli bir dolaşımın devamlılığı için mamış durum ile karşılaştırıldığında dinlenmede ve eksersiz sırar
fonksiyon görür. Ayakta dik duruş pozisyonu ve volüm azalması sı­ sında sempatik sinir sistemi aktivitesinde bir azalma ile ilişkilidir.
rasında, aferent venöz ve arteriyel baroreseptör impuls trafiğinin Hipoglisemi (Bkz. konu 334) Hipoglisemi adrenal medülladan
azalması vazomotor merkeze inhibitor uyarı girişini bozar, böylece epinefrin şekresyonunda belirgin bir artışa neden olur. Glukoz kon­
sempatik aktivite artar (Şekil 72-3) ve eferent vagal tonus azalır. santrasyonları gece yarısı açlık seviyelerinin altına düştüğünde,
Sonuç olarak, kalp hızı artar ve kardiyak output deri, deri altı do­ SSS de glukoza duyarlı düzenleyici nöronlar adrenal medüller sek-
kular ve viserlerden yön değiştirir. Böbreğin sempatik stimülasyo­ resyonun da ani bir artışı başlatır. Plazma E seviyeleri bazale göre
nu, sodyum reabsorpsiyonunu artırır ve sempatik sistem aracılıklı 25 ila 50 kez arttığı zaman, 2.8 mmol/L (50 mg/dL)’in altındaki
vazokonstriksiyon, venöz dönüşü artırır (Şekil 72-6). Hipotansiyon plazma glukoz seviyelerinde artış şiddetli olur, bu suretle karaciğer
oluşma durumunda, adrenal medülla devreye girer ve epinefrin glukoz çıkışı artar, serbest yağ asitleri formunda alternatif substrat
sempatik sinir sisteminin etkilerini güçlendirir. sağlanır, endojen insülin salınımı baskılanır ve kasta insülin araCı-
Ciddi volüm azalmasına eşlik eden şiddetli sempatoadrenal sti- lıklı glukoz ütilizasyonu inhibe edilir. Hipogliseminin birçok klinik
mülasyon hiperemezis gravidarum eşliğinde bazen görülen ketoasi- belirtileri, örneğin taşikardi, palpitasyon, sinirlilik, tremor ve artan
doza olduğu kadar alkoliklerdeki ketoasidozun gelişmesine katkı nabız basıncı gibi, artmış E sekresyonuna ikincil olarak gelişir ve
sağlayabilir, İnsülinin, katekolaminler aracılığıyla baskılanması ve bu belirtiler insülin gerektiren diyabetiklerde erken uyarı "early
glukagonun stimülasyonu belirgin olarak bu hastalık durumlarında warning" sistemini oluşturur. Uzun süre ayakta duran diabetes mel-
ketojenezisi potensiyalize eder. Yeterli glukozun sağlanması ve do­ lituslu hastalarda, bununla beraber, hipoglisemiye karşı gelişen E
laşımın yeniden düzelmesi, çoğu durumlarda ketoasidozu çabucak cevabı, hastaları ciddi hipogliseminin gelişeceği daha büyük riske
tersine çevirir., sokacak şekilde bozulabilir veya kaybolabilir,
K o n j e s t i f K a lp Y etm ez liğ i Sempatik sinir sistemi konjestif kalp Soğuk Etkisi Sempatik sinir sistemi soğuk bir çevreye maruz
yetmezliği boyunca dolaşımsal desteği de sağlar (Konu 232). Peri-
kalındığında normal vücut sıcaklığının devamlılığim sağlamada
ferik vazokonstriksiyon kan akımını kalbe ve beyine yönlendirir­
kritik bir rol oynar. Ciltte ve SSS deki reseptörler sempatik aktivi-
ken, kalbin sempatik stimülasyonu ve venokonstriksiyon kardiyak
teyi artıran hipotalamik ve beyin kökü merkezlerini aktive ederek
outputu artırır. Venöz basınç genellikle yükselmiş olduğundan afe­
sıcaklıktaki bir düşmeye karşı sorumludurlar. Sempatik stimülas-
rent sinyaller basit volüm azalmasındakinden daha az nettir. Ciddi
yon yüzeyel damar yataklarında vazokonstriksiyona neden olur,
kalp yetmezliğinde, kardiyak NE boşalması sempatik dolaşımsal
böylece ısı kaybı azalır. Sempatik cevap, azalmış çevre sıcaklığı ve
desteğin etkinliğini bozabilir. Diğer taraftan, şiddetli sempatik sti-
C -adrenerjik reseptörler arasında kompleks bir etkileşmeyi içerir.
0 2
mülasyonun kardiyak fonksiyonu daha da bozabileceği olasılığının
Kronik soğuk maruziyeti sırasındaki uyum, sempatik stimülasyona
artması, b-adrenerjik blokajın olası yararını düşündürebilir. Kon­
cevap olarak metabolik ısı üretimi için kapasiteyi artırır.
jestif kalp yetmezliği tedavisinde beta blokörlerin kullanımı son
Diyet Alımı Perhiz ve aşın beslenme sempatik sjnjr sistemini
yıllarda artmıştır.
stimüle eder.Perhiz veya açlık sırasında sempatik aktjvitedeki azal­
ma metabolik hızda azalmaya, bradikardiye ve bu durumlarda hi­
Beyin kökü sem patik merkezleri potansiyona yol açar. Aşırı kalori alımı periyotları sırasında artan

(+) sempatik aktivite, Diyet alımındaki kronik artış ile ilişkili olarak
metabolik hızdaki artmaya katkıda bulunur.
M (+) (+) w Hipoksi Kronik hipoksi, sempatoadrenal sistemin stimülasyo­
■ t ■ S ' 1 i
Kalp Venler Böbrekler Arteriyoller nu ile ilişkilidir ve hipoksiye eşlik eden kardiyovasküler değişiklik­
i » lerin bir kısmı katekolaminlere bağlıdır.
i 1 ' 1 Ş \ ' : j
Hız Kontraktilite Veno- Na+ Renin I O rtostatik Hipotansiyon Ayakta dik duruş sırasında arteriyel
könstriksiyon e m ilim l' ,1 *6• basıncın devamlılığı yeterli kan volümüne, bozulmamış bir venöz
! ı
| S i . . . 1 dönüşe ve bir intakt sempatik sinir sistemine bağlıdır. Anlamlı pos-
* i 1
(+) (+ı Venöz
dönüş
J • A li
ı
Vazo-
konstriksiyon
türel hipotansiyon, bu yüzden, sık olarak dolaşım reflekslerinin dis-
! î ■ i fonksiyonunu veya ekstraselüler sıvı volümünün azalmasını yansı­
i * (+) ; i i <+) tır. Sinir sistemi hastalıkları, tabes dorsalis, sringomiyelia veya di­
Kardiyak Aldosteron Periferik J abetes mellitus gibi, ortostatik hipotansiyon akıbeti ile bu sempatik
atım direnç
refleksleri bozar. Herhangi antiadrenerjik ajanın postürel sempatik
j-
cevabı bozabilmesine rağmen, ortostatik hipotansiyon, gangliyon
! (+) j, Kan basıncı ........ (+)
veya adrenerjik nöronlar içerisindeki nörotransmisyonu bloke eden
ilaçlar ile çoğu zaman göze çarpar.
Ş E K İL 72-6 Kan basıncı üzerinde s e m p a tik s in ir sistem i etkileri. S em ­
Id iy o p a tik o r t o s t a t ik h ip o ta n s iy o n terimi ya pre- ya da post-
patik stim ülasyon (+) kalp, veriler, b ö b re kle r ve a rte riyo lle r üzerindeki
gangliyonik sempatik nöronları içeren bir grup dejeneratif hastalık­
etkileri ile kan basıncını artırır. S em patik stim ü la syo n u n net sonucu
kardiyak output ve periferik d a m a r rezistansının h e r ikisinde de bir a r­ ların bir grubunu işaret etmektedir (Konu. 21 ve 365).
tış olm asıdır. A ll, anjiotensin II [F ro m J B Young, L Landsberg, in P Ortostatik hipotansiyonun tedavisi hafif olgular haricinde ge­
S leight e t a l (eds), S cientific F oundations o f C ardiology, London, H e­ nelde tatmin edici değildir. Venöz dönüşte azalma ve sempatik nö-
ine m an n, 1981.] ıonal aktivasyon arasında normal ilişkiyi tekrardan saptamanın bir
yolu yoktur. Sırtüstü yatmak­ ahtn :2-l Z rıs j-i .{tıllam i'in Hızı mcmnııik ('adar'1
tan kaçınmak için yatağın başının
yükseltilmesinde olduğu kadar, A jan indikasyon Doz ve K u llan ılışı A çıklam a
elastik çoraplar, serbest tuz diyeti
ve fludrokortizon ile volüm ge­ V D R tiN K R .lİK A D O N İS T Î.E R 4
nişlemesi, plazma volümünü dü­
Anafılaksi 300 -5 0 0 pg S K veya İM Nonselektif ot ve P agonist; K B ve
zelterek ve venöz dönüşü sağla­ Epinefrin
(1/1000 hidroklorid tuz kalp hızını artırır
yarak semptomatik yarar sağlar.
solüsyonundan 0 .3 -0 .5 m L) Bronkodilatasyon
(Yavaş bir şekilde) her 5-15

$E M PAT O AD R £ NAL Norepinefrin Şok


dak.; gerektiğinde titre edilir
IV olarak 2 -4 pg/dak. infüze a ve Pi agonist
SİSTEMİN Hipotansiyon edilir; gerektiğinde titre edilir Predominant olarak vazokonstrik-
siyon
FARM AKOLOJİSİ ' D am ar dışına kaçması doku nek­
rozuna neden olur; IV kanül ara­
("eşitli terapötik ajanlar sempatik cılığı ile infüze edilir
sinir sistemini etkiler veya adre- İzoproterenol Kardiyojenik şok 0 .5 -5 .0 pg/dak. IV; gerektiğinde N onselektif P agonist
ucrjik reseptörler ile etkileşir, de­ Bradiaritmiler titre edilir Kardiyak hızı ve kontraktiliteyi
ğişik derecede spesifite ile kate- artırır (P ,)
kolaminler ile oluşan etkileri sti- Taşikardi kullanımındaki yararını
uuite veya baskılamasını müm­ kısıtlar
kün kılarlar (Tablo 72-1). Astma İııhalasyon Bronşları dilate eder (P 2); Kardı-
S E M P A T O M İM E T Ü t yak sümülasyon da oluşur
A M İN L ER Sempatomimetik Dobutamin İnatçı K K Y 2.5-25 (pg/kg)/dak. IV S e lek tif P , agonist ile kontraktilite
aminler adrenerjik reseptörleri Kardiyojenik şok üzerinde kalp hızından daha bü­

direkt olarak aktive ederler (di­ yük etki; dopamin ile aynı sınıf-
tan, fakat bir dopaminerjik ago-
rekt etki) veya sempatik sinir uç­
nist değildir
larından NE salarlar (İndirekt et­
Fenilefrin Hipotansiyon 2-5 mg S K veya İM Selektif a ( agonist; spinal aneste-
ki). Birçok ajan hem direkt hem
■ 0.1-0.5 mg IV ziye bağlı hipotansiyonu antago-
de indirekt etkiye sahiptirler.
nize etmede faydalıdır
Epinefrin ve Norepinefrih
SüpraVentriküler 150-800 pg yavaş IV veriş Pressör etki vagatonik cevabı in-
Doğal olarak oluşan katekola-
taşikardi dükler; 160 mmHg sistolik K B ’rif
miııler adrenerjik reseptörleri
aşmam alı
predominant-olarak direkt etkiyle Terbütalin Astma 2.5 -5 .0 mg PO tid; 0 .2 5 -0 .5 mg S e lek tif P2 agonist; daha yüksek
■tininle ederler. N E, dolaşımı S K ; her 4 -5 saatte inhale edilir dozlarda p, (kardiyak) etkileri
desteklemek ve hipotansif dtf- (inhalasyon şekli tercih edilir)
ı tınılarda kan basıncım yükselt­ Bitolterol Astma Her 4 -6 saatte inhale edilir S e le k tf P2 agonist
mek için kullanılır (Konu 38). Salm eterol Astma İnhalasyon bid Selektif P2 agonist; Kalıcı terapi
Kardiyak stimülasyon oluşması- için uzun etkili ajan
un «uğmen, periferik vazokonst- Albuterol Astma 2.0 -4 .0 m g PO tid veya qid; 0.2 S e lek tif P2 agonist; yüksek dozlar­
iikşiymı Inışhat etkidir, lipinef- mg her 4 -6 saatte inhale edilir da P, etkileri (kardiyak) (İnhalas­
iiıt, m o tukitk'int yükseltici ola- yon şekli tercih edilir)
Htk S-.'dl.uıılsa ılst alerjik teaksi- Duelarin Astma Her 2 -4 saatte inhale edilir S e lek tif p2 agonist; bazen p, et­
vonların tedavisinde, özellikle kileri
.maliUıksi ile ilişkili olanlarda Maıaprolereıml Asıma 10-20 mg PO tid veya qid; Selektif P2 agonist; bazen p| etki-
her 3-4 saatte inhale edilir kileri (inhalasyon şekli tercih
kullanım yararı vardır. Epinefrin,
edilir)
histamin ve vasküler.ve viseral
Piıbuteıol Astına 11er 4 -6 saatte inhale edilir Selektif p2 agonist; bazen P, etki­
diiz kas üzerindeki diğer mediya-
leri
lörlerin etkilerini antagonize eder
Ritodrin Prematür doğum 50 -3 5 0 pg/dak IV Selektif P2 agonist; hipokalemi,
ve bronköspazmın tedavisinde
ağrıları hiperglisemi, hipotansiyon, kar­
yararlıdır,
diyak stimülasyon gelişebilir
Dopamin D o p a m in hipotan­
Neonatal hipoglisemi, hipokalsemi
siyon, şok (Konu 38) ve kalp yet­
rapor edilmiştir
mezliğinin belli formlarının (Ko­
nu 232) tedavisinde kullanılır. Ö O P A M İN K R JİK A ^ O N İS T L E R
Düşük iııfüzyon hızında, hem
kardiyak Pı reseptörler de direkt Dopamin Şok 2-5 (pg/kg)/dak IV (dopami- Farmakolojik etkiler doza bağım­
etki ve hem de kalpte sempatik ıninerjik sınırda) lıd ır düşük dozlarda böbrek ve
sinir uçlarından indirekt NE sali­ 5 -1 0 (pg/kg)/dak IV (dopami­ mezenterik vazodilatasyon daha
mim aracılığı ile bir pozitif inot- nerjik ve beta sınırında) baskındır; doz artarsa kardiyak
ropik etki sergiler. Düşük dozlar­ 10-20 (pg/kg)/dak IV (beta stimülasyon ve vazokonstriksi-
da böbrek ve mezenterik damar sınırında) yon gelişir
yataklarında dopaminerjik resep­ 2 0 -5 0 (pg/kg)/dak IV (alfa
sınırında)
törlerin direkt stimülasyonu, bar­
sak ve böbrekte vazodilatasyon
(Devamı bir sonraki sayfada)
ile sonııçliimr ve sodyum atılımı-
nı faSİİite eder. Daha yüksek in-
füzyon hızlarında, a-adrenerjik
i.) / 'M ; av.^m A jilia n ib a Bn/.i uloma
reseptörler ile etkileşimi, vazo-
A jan indikasyon Doz ve K u llan ılışı A çıklam a konstriksiyon, periferik rezistan­
sın artması ve kan basıncının
OOPA.V1İMC R J İ K A G Ö N İS T L E R (devamı) yükselmesi ile sonuçlanır,
^ -R eseptör Agonistleri
Bromokriptin Amenore-galaktore 2.5 mg PO bid veya tid D2 reseptörün selektif agonistidir;
prolaktin sekresyonunu inhibe Izoproterenol, bir direkt etkili (3-
eder reseptör agonistidir, kalbi stimü-
Akromegali 5 -15 mg PO tid veya qid Akromegalili hastaların az bir kıs­ Ie eder, periferik rezistansı azal­
mında büyüme hormonunu düşü­ tır ve bronşial düz kasını gevşe­
rür tir. Kardiyak outputu yükseltir
Kabergolin Hiperpolaktinemi 0 .2 5 -1 .0 mg PO haftada iki kere D 2 reseptör üzerinde agonist; pro-
ve ventriküler otomatisiteyi artı­
laktin sekresyonunu inhibe eder
rırken, atrioventriküler iletimi
Fenoldopam Hipertansiyon, 0 .0 1 -0 .3 (pg/kg)/dak infüzyon D j reseptörler üzerinde agonist
hızlandırır. Izoproterenol kalp
bloğu ve bronkokonstriksiyon
.î A N T R A L S 'E M P A T İK A K İM IN İ N H İB İT Ö R L E R İ
tedavisinde eskiden kullanılmış­
Klonidin Hipertansiyon 0 .1 -0 .6 mg PO bid Selektif agonist; santral barore- tır. Dobutamin, Pı reseptör için
septör depresör refleksi potansi-
rölatif selektivesi ve miyokardi-
yalize eder
yal kontraktilite üzerinde kalp
Ani kesilmesi rebound hipertansi-
yon ile seyreden çekilm e sendro- hızındakine göre daha büyük et­
mu ile sonuçlanır kiye sahip olması ile bir dopa-
Metildopa Hipertansiyon 2 5 0 -5 0 0 mg PO her 6-8 saatte Dekarboksilasyon ve (5 hidroksi- min benzeridir ve sıklıkla vazo-
lasyon ile bir santral etkili selek­ dilatörlerle kombinasyonunda
tif otj agonist olan a-m etilnorepi- konjestif kalp yetmezliği tedavi
nefrine m etabolize edilir
sinde de kullanılmaktadır (Konu
232). Kalp duvarı hareketinin
A D R E N K R JİK N Ö R O N B L O K Ö R Ü A JA N L A R radyonüklid görüntüleme veya
Guanetidin Hipertansiyon 10-100 mg PO qd Sempatik sinir uçlarında yoğunlaş­ eko kardiyografik değerlendiril­
mıştır, sinir impulslarına cevapta mesi bağlamında, dobutamin,
N E salınımı bloke eder ve N E de­ kalp hızında rölatif olarak daha
polarını boşaltır; ortostatik hipo­
büyük etkiye sahip diğer araştırı­
tansiyon
lan betızerleri gibi miyokardiyal
Bıelilyum Ventriküler fibri- 150-300 mg IV N E salınımı blokajına ilave olarak
kardiyak kasın elektriksel özellik­
iskeminin teşhisinde kullanılır,
lasyon ve taşikardi 1-4 mg/dak IV
leri üzerinde direkt etkileri vardır S e l e k t i f ^ -R esep tö r A g o ­
n is tle r i Izoproterenol veya epi-

İj E T .V -B I.O K Ö R A JA N L A R 1
nefrin gibi nonselektif Pt resep­
törünün neden olduğu kardiyak
Propranolol Hipertansiyon 4 0 -1 6 0 mg PO bid (veya Lipofılik, nonselektif
stimülasyon, bu ajanlar bronko-
daha yüksek)
konstriksiyonun tedavisinde kul­
Angina 10-40 mg PO tid veya qid
Miyokardiyal 6 0 -8 0 mg PO tid Mİ sonrası yaşamı uzatır lanıldığı şualarda tehlikeli olabi­
infarktüs lir (Konü 252). Bronkokonstrik­
Aritmi 10-30 mg PO tid veya qid; siyon için inhalasyon ile uygula­
1-3 mg IV nan selektif P2 agönistler, orta
Hipertrofık kardi- 2 0 ,4 0 mg PO tid veya qid etki süreli ajanları (m e t a p r o te r e -
yomiyopati
n o l, a lb u te r o l, terb ü talin , p i r bit­
Feokromasi torna 10-20 mg PO tid veya qid; Alfa blokajından sonra
te r o l, iz o eta rin ve b it o lt e r o l) ve
0 .5 -2 .0 mg IV
Esansiyel tremor 2 0 -8 0 mg PO tid daha yeni uzun etkili ajanları
Migren 2 0 -8 0 mg PO bid veya tid ( s a lm e te r o l ve f o r m o t e r o l) içerir;
Hipertiroidi 10-60 mg PO üd veya qid bü ilaçlar kardiyovasküler siste­
Metoprolol Hipertansiyon 5 0 -2 0 0 mg PO bid Selektif (51 (kardiyak, lipofılik min daha az aktivasyonu ile
Miyokardiyal in- 100 mg PO bid Mİ sonrası yaşamı uzatır bronkodilatasyon oluşturarak te-
farklüs
rapötik oranı artırırlar (Konu
Nadolol Hipertansiyon 8 0 -3 2 0 mg PO qd Hidrofılik, nonselektif; böbrek yet-
252 ve 258). Selektivitenin göre­
Anjina 8 0 -2 4 0 mg PO qd mezliği ile doz aralıkları uzatılır
Tim olol Hipertansiyon 10-30 mg PO bid
celi olmasına ve bu ilaçlarla da­
Lipofılik, nonselektif
Miyokardiyal in- 10 mg PO bid M I sonrası yaşamı uzatır ha yüksek dozlarda kardiyak sti­
farklüs mülasyon oluşabilmesine rağ­
Atenolol Hipertansiyon 5 0 -1 0 0 mg PO qd Selektif P,, hidrofılik; böbrek yet- men, mutad dozlarda inhale
mezliği ile doz aralıkları uzatılır agönistler, rölatif olarak az mik­
Pindolol Hipertansiyon 5 -3 0 mg PO bid Nonselektif. parsiyel agonist akti-
tarda kardiyak stimülasyona
vitesi ile lipofılik
neden olurlar. Daha fazla sis-
Anjina 10 mg PO qid
temik P-agonist etkiler nedeni
Asebutolol Hipertansiyon 2 0 0 -8 0 0 mg qid Selektif b l , hidrofılik, parsiyel
Aritmi 2 0 0 -6 0 0 mg bid agonist aktivite ile oral veriliş fazla tercih edil­
Penbutolol Hipertansiyon 2 0 -4 0 mg PO qd Nonselektif memektedir. Bir başka bir selek­
tif P2 agonistti rito d rin , uterusu
(Devamı bir sonraki sayfada) gevşetmek ve prematüre düşük
■tenim engellemek için kullıını- f.ıhlo 71-1 Vaygm K u lu m d an Bazı oiomimik İlaçlar1' ■ . i l r n m s ! )
; .iti bu tokolitik ilaçtır (terbutali-
A jan indikasyon Doz ve Kullanılışı A çıklam a
uf k-kı gibi).
a* Vılrenerjik Agonistler
B E T A -B L U K Ü R .\ j \ N!- A K1r ! ii e va m 1 1
lemhfrin ve metoksamin, peri-
ii'nk va/okonstriksiyonu artıra- Betaksolol Hipertansiyon 15-20 mg PO qd Selektif (3,, hidrofılik
ı.tk kan basıncını yükselten di- Karteolol Hipertansiyon 2 .5 -1 0 mg PO qd N onselektif, parsiyel agonist akti-
vite, hidrofılik; böbrek yetmezliği
.• kı etkili ra agonistlerdir. Pri­
ile doz aralıkları uzatılır
nt;!' olarak hipotansiyon ve pa-
Esmolol Supraveııtrikiiler 5 0 -2 0 0 (pg/kg)/dak IV, 1 dak Selektif P ,, çok kısa süreli etki
toksismal sııprııventriküler taşi-
taşikardi için 500 pg/kg/dak yükleme
k.ınli tedavisinde kullanılırlar dozundan sonra
t Konu 230), sonraki durumda Sotalol Aritmi 8 0 -3 2 0 mg bid Nonselektif, hidrofılik
kardiyak vagal tonusu refleks Bisoprolol Hipertansiyon 5-20 mg qd Selektif fi,, lipofılik
bumreseptör stimulasyonu yo­ Karvedilol KKY 3 .125-50 mg PO bid Nonselektif, a r b!okör aktivite
luyla artırır. Fenilefrin ve benzer Hipertansiyon 6.2 5 -2 5 mg PO bid

■izcilikteki bir bileşik olan, fe-


■•ılpropanolamin, alerjik rinitis A LFA B L O K Ö R A JA N I,A lt
t e üst solunum yolu enfeksiyon- Fenoksibenzamin
Feokromositoma 10-60 mg PO bid; gerekirse Noııkompetitif, nonselektif alfa
kın ledavisi için dekonjestif ilaç- titre edilir blokajı
‘ irin ortak yapısına katılır Fentolamin Feokromositoma 5 mg IV (0.5 mg test dozundan Kom petitif, nonselektif alfa blokajı
Karışık Etkili Diğer Sem- sonra)
jı.ılomimetik Aminler E fe d riıı Prazosin Hipertansiyon 1-5 mg PO bid veya ti d Kom petitif, selektif alfat blokajı,
•m (î reseptör agonist özelliği KKY 2-7 mg PO qid
Hipertansiyon 1-16 mg PO qd
■te direkt hem de NE saldığı Doksazosin K om petiüf selektif alfa, blokajı.
Prostatizm uzun süreli etki
;«Wpittik sinir uçlarında indirekt
Terazosin Hipertansiyon 1-5 mg PO qd Kom petiüf, seleküf alfa, blokajı.
Nr etkiye sahiptir ve öncelikle
Prostatizm uzun süreli etkili
ar bronkodilatör olarak kullam- Tamsulozin Benign prostat 0.4 -0 .8 PO qd Prostat üzerinde seleküf a,-b lo k ö r
t iar. S u tlefh ed rin , efedrin ben- hipertirofısi aktivite; predominant olarak a , A
‘crulir, bronşları dilate etmede
•İnha az potenttir ve bir nazal de- K O M B İN E A L F A -B E T A B L O K Ö R A.l AıN
konjc.stan olarak kullanılır. M e-
r n v ıııiııo l sempatik sinir uçla­ Labelalol Hipertansiyon 100-1200 mg PO bid; gerekirse K om petiüf a ve P antagonist, P
rında hem direkt ve hem de indi- yavaşça titre edilir; reseptörlere karşı rölatif olarak
aktiftir
n:kt etkiye sahiptir ve hipotansif
2 0 -8 0 mg IV (3 0 0 m g’a kadar
icdavıde kullanılır,
artırılabilir);
Do|i;nniıt«rjik Agonistler 2 mg/dak IV infüzyon ile
l)ı-ı'ç.",e|)tor ngoııHtlcri, !>toııınk'
•pu>t ki(iwr«»tiıı, proiaktin îH tl* V ,t!N lıL | İK V N TA G O N İ.V n.M <J
kimyonunu baskılamak için
kullanılır (Konu J 2 K), Diğer bir Metoklopı amiti Diabciik 10-15 mg P O q id K olinerjik agonist etki ile kompe-
Dı-rescptör agunisıti olan Apo- gasiruparczi iilif dopaminerjik antagonist
■ ıHiıfin, emezis oluşturmak için Gastroözofugal refleks 10-15 mg PO qid
Antiem ctik (kanser 10 mg IV
kullanılır, D| reseptör agonisti,
kemoterapisi)
îeım U tapanı, ciddi hipertansiyo-
nmı kısa sureli hastane tedavi­
G A N G L İY O N İK b l o k ö r AJA N
sinde son yıllarda uygulanmak­
tadır. Trimetafan Hipertansif kriz 0 .5 -5 mg/dak IV Kom petitif gangliyonik blokör; bazı
A N T İA D R E N ER JİK V E ­ (aortik diseksiyon) direkt vazodilatör; sempatik sinir
YA SEM PA TO LİTİK A JA N ­ sistemi kadar parasempatikleri de
LAR (bak Konu 246) Santral inhibe eder
Sempatik Aktivitenin inhibis-
yonu Antihipertansif ajanlar, K O L İ N E R Jİ K A JA N
m e tü d o p a , ktoniclin, g u a n a b e n z Betanekol Üriner retansiyon 10-20 mg PO tid veya qid; M2 reseptiör agonist
ve g u a n fa zin , vazomotor akımı (ııonobstrüktif) 2.5 mg SC
azaltan santral a-adrenerjik yo­
lağım (« 2 reseptör) stimiile ede­ A N T İK Ç İ İN E R .1İ K A JA N I. \R'‘
rek santral sempatik akımı azal­
Fizostigmin Santral kolinerjik 1-2 mg IV (yavaş) Tersiyer amin; S S S ’e iyi geçer; tu-
tırlar. Sedasyon gibi yan etkiler blokaj tanklara neden olabilir: yüksek
sık görülür. Klonidin uygulama­ doz atropin veya trisiklik antidep-
sı aniden kesilirse, sempatik si­ resanlar tarafından oluşturulan
nir sistemin rebound hipernktivi- santral antikolinerjik etkileri ter­
tesi ile karakterize bir çekilme sine çevirmek için kullanılır

sendromu, feokromasitomalı Edrofonyum Paroksismal 5 mg IV (1.0-m g test dozundan Vagoıonik cevap oluşturur; hızlı
supraventriküler sonra) başlm, kısa süreli etki: etkileri at­
hastaların krizlerini andıran bir
ropin ile tersine çevrilir
durum oluşturur. Opiyatlar da
bir santral sempatolitik etki ser- (Devamı bir stmraki sayfada)
sa etkisi nedeni ile fentolamin,
feokromasitomada olduğu gibi,
iıulikasyon Doz ve K u llan ılışı A çıklam a aşırı katekolamin oluşmasına se-
konder olarak gelişen paroksis-
■! ı ^ r . ı i m BU,)KOU UAAİ.A,V mal akut hipertansiyonun tedavi­
sinde sıklıkla kullanılır. Fenoksi-
Aıropin Bradikardi ve 0 .4 -1 .0 mg IV her 1-2 saatte M] ve M2 reseptörlerin kom petitif
hipotansiyon inhibisyonu; artan vagal tonus ile benzamin ot|-reseptörler üzerin­
ilişkili hemodinamik değişiklikle­ de daha potent olmasına rağmen,
ri bloke eder fentolamin ve fenoksibenzami-
Ipratropium Astma İnhalasyon ile 5 00 mg (ne­ Antikolinerjik bronkodilatör nin her ikisi de 0 4 ve 0 1 2 resep­
Kronikobstrüktif bulizer) tid veya qid törleri antagonize ederler, a 1 -re­
pulmoner hastalık septörler için selektif etkisi ile
Oksibutinin Hiperaktif mesane 5 mg PO bid veya qid Muskarinik reseptör antagonist
a-adrenerjik bloke edici ajan
Tolıerodin Hiperaktif mesane l- 2 m g P O b id Kom petitif muskarinik reseptör
olan prazosin, primer vazodila-
antagonist
törlerinkini andıran özelliklere
“ Reçete bilgilendirilmesi; çocuklar için dozlar verilmedi: yalnızca sık görülen indikasyonlar ve uygulama şekilleri liste edilmiştir. sahiptir ve esansiyet hipertansi­
* Dopaınin yüksek dozlarda bir adrenerjik ııgoııisl olmasına rağmen dopaminerjik agonistler ayrı listelenmiştir yon tedavisinde, konjestif kalp:
Çoğu beta blokörlerin klinik efikasitesi başlıca indikasyonlar için benzer görünmektedir. Tabloda bütün indikasyonlar için, FDA .„ . , . . , .
da uygulanan beta blokörlerin tümü listelenmemiştir. Beta blokör ajanlar kesilecekse kademeli doz azaltması önerilir. Her iki betal yetmezllginde aıtCNoad 1 azal-
selektif ve nonselektif ajanlar Mt sonrası kardiyoprotektif etkiye sahiptir. tan ajan olarak Ve feokromasito-
^ Nöroleptik ve aıııipsikotik ajanlar hem de dopaminerjik ajanlardır; bunlar tabloda gösterilmemiştir. ma tedavisinde yardımcı olarak
^ Kolinesteraz inhibitörlerin majör kullanımı miyestcnia gravis hastalığmdadır (Konu 380). Bu ajanlar, SSS'e penetre olamayan
quatemer aminler, burada gösterilmemiştir. kullanılır (Konu 332). Doksazo-
f Geniş oranda varyete gösteren sentetik atropin türevleri (I) Gİ yolun motilite ve sekresyonunu azalmasını, 2) üriner mesane kapa- sin ve terazosin, uzun etkili se-
sitesinin artması amacı için bulunabilir. Kullanım yaran antikolinerjik yan etkiler nedeniyle kısıtlıdır. Bazısı peptik ülser |elçtif (X blokörlerdir doz ayar»
tedavisinde yardımcı ajan olarak faydalıdır. 1 . . ’
NOT: KB.kan basıncı; NE; norcpinefrin: AV, atrioventriküler; KKY, konjestif kalp yetmezliği; Mİ. miyokard infarktüsU: SSS, santral lamasının daha iyi olması ve da-
sinir sistemi; FDA. U.S. Food and Drug Administration ; Gİ, gastrointestinal. ha az ortostatik hipotansiyon
yapması nedeniyle esansiyel hi­
gilerler; morfin geri çekilmesinin sempatik eksitasyonu klonidine
pertansiyon tedavisinde daha faydalıdır, Bu ajanlar trigliserid dü­
cevap verir. Propranolol ve rezerpin SSS düzeyinde bazı sempato-
zeylerini düşürür ve yüksek dansiteli lipoprotein (YD L) kolesterol
litik etkiler gösterebilirler.
düzeylerini artırır. Bu selektif ot| blokörler, yalnız tamsulozin ile,
Gangliyonik Bloke Edici A janlar Gangliyonik transmisyon,
üriner akış yolıı tıkanıklığının semptomatik tedavisinde faydalıdır,
pre- ve postgangliyonik otonomik sinirler arasındaki kolinerjik (ni-
çünkü mesane trigonunda sfinkterin ve prostat düz kasının kontrak-
kotinik) sinapst bloke eden ilaçlar ile antagonize edilebilir. Bu ajan­
siyonunu antagonize ederler:
lar sempatik sinir sistem kadar parasempatik sistemi de inhibe eder.
P-Adrenerjik-reseptör blokörleri Bu ajanlar, kalpte katekola­
Yalnızca trimetafan, genel klinik kullanımdadır; başlıca hipertansi­
minlerin etkilerini antagonize ederler ve anjina pektoris, hipertan­
yon krizlerinin tedavisinde, kısmen aortik diseksiyonda, kontrollü
siyon ve kardiyak aritmilerin tedavisinde yararlıdırlar. Anjinada be­
hipertansiyonun ve azalmış miyokardiyal kontraktilitenin arzu edil­
ta blokajının yararı, kalp hızı ve miyokardiyal köntraktilitede azal­
diği durumlarda kullanılır (Konu 246).
mayı izleyen miyokardiyal oksijen tüketimindeki'azalmadan kay­
Periferik Sinir U çlarında Etkili A janlar Adrenerjik nöron
naklanmaktadır (Konu 244). Beta blokajın hipotansif etkisi net bir
blokajı yapan ajanlar, salınan nörotransmiter miktarını azaltarak
şekilde anlaşılmamıştır (Konu 246). Kardiyak outputun azalması,
periferik sempatik sinirlerin fonksiyonunu deprese eder. Guaneti- post gangliyonik sempatik sinir uçlarında NE salınımın azalması,
din, bu sınıf ilaçların prototipidir, sempatik sinir uçlarında amin- renin sekresyonun azalması ve santral sempatik akımın baskılan-
uptake mekanizması ile yoğunlaşır. Terminal içerisinde sinir uyarı­ ması muhtemel mekanizmalardır. Aritmi tedavisindeki p-blokör
sına cevapta, NE salmımını bloke eder ve sonuçta sinir içindeki NE ajanların efikasitesi, sinüs nodunda ve kavşak otomatisitesinde
depolayan veziküllerden N E ’in çıkarılması ile sinir N E ’i boşaltır. spontan depolarizasyon hızının azalmasına ve atrium ile atriovent­
Ortostatik hipotansiyon, kısıtlayıcı bir yan etki olmasına rağmen, riküler nodüller içerisinde iletimin yavaşlamasına bağlıdır. Beta re­
ciddi hipertansiyonun tedavisinde eskiden faydalı idi. Etkileri gu- septör blokajı, hipertiroidizmin semptomatik tedavisinde ve feok-
anetidine benzeyen bir ajan olan bretilyum ventriküler fibrilasyo- ıomasitomalı hastalarda taşikardinin kontrolünde de etkilidir, p-
nun tedavisinde kullanılmaktadır (Konu 230). Guanetidin ve bretil- adrenerjik bloke edici ajanlar migren, esansiyel tremor, idiyopatik
yumun her ikisi, sempatomimetik aminler, trisiklik antidepresanlar, hipertrofik subaortik stenoz ve aortik dişeksiyon tedavisinde de
fenoksibenzamin ve fenotiyazinler gibi amin-uptake transport süre­ faydalıdır. Uzun süre uygulanan p-reseptör blokörlerinin miyokar­
cini etkileyen ajanlar ile antagonize edilir. Guanetidinin antihiper- diyal infarktüsü izleyen mortaliteyi azalttığı birçok çalışmada gös­
tansif etkisi, bu ilaçlar ile hızlı bir şekilde tersine çevrilir. terilmiştir. Bu kardiyoprotektif etkinin mekanizması antiaritmik
Rezerpin, periferik sempatik sinir uçlarından, beyin ve adrenal etki, re-enfarktm önlenmesi ve enfarkt büyüklüğünde azalmadan
medülladan katckolaminleri boşaltır. İnsanlardaki antihipertansif kaynaklı olabilir (Konu 243).
etkisi, genellikle sempatik sinir uçlarının içindeki periferik NE de­ P-Reseptör Blokör Ajanların Farmakolojik Özellikleri Beta-
polarının boşalması ile açıklanabilir. SSS içerisindeki NE depoları­ blokör ajanlardan ondört tanesi (atenolol, asebutolol, betaksolol,
nın boşalması sedasyon ve zaman zamanda öldürücü depresyon ile bisoprolol, karvedilol, karteolol, esmolol, metoprolol, nadolol, pin­
sonuçlanabilir. dolol, pcnbutolol. propranolol, sotalol, ve timolol) A.B.D. de kulla­
Adrenerjik-Reseptör Blokörleri Adrenerjik bloke edici ajan­ nılmaktadır. Diğer ajanlar (alprenolol, bevaritolol, dilevalol, oksp-
lar periferik doku düzeyinde katekolaminlerin etkilerini antagonize renolol, vs.) diğer ülkelerde ve Amerika Birleşik Devletleri içinde­
ederler ki araştırmalarda kullanılmaktadır. Bu ajanların yararlanımı önce­
a-Adrenerjik-reseptör blokörleri fenoksibenzamin ve feııtola- likle P-adrenerjik reseptörlerin blokajından kaynaklanmaktadır.
min öncelikle feokromasitoma tedavisinde kullanılır (Konu 332). Kardiyoselektivite, membran stabilize edici etkiler (lokal anes-
Fenoksibenzamin uzamış, non-kompetitif alfa blokaj oluştururken, lezik etki), intrinsik sempatomimetik (parsiyel-agonist) aktivite ve
fentolamin reverzibil kompetitif blokaja yol açar. Hızlı etkisi ve kı- lipid erirliği gibi, diğer farmakolojik özellikleri hakkında çok şey
yazılmasına rağmen, bu eklenen özelliklerin klinik anlamlılığı kü­ 72 Otonomik Sinir Sisteminin Fizyolojisi ve Farmakolojisi 449
çüktür. Lokal anestezik özelliği propranolol ile daha çok görülmek­
tedir; bununla beraber membran sitabilizasyonu muhtemelen klinik deki bir parsiyel agonist etkiden kaynaklı olabilir. Labetolol Pı
yararlanıma katkı sağlamamaktadır. Beta blokörlerin sudaki ve (kardiyak) reseptörler için parsiyel agonist aktiviteye sahip değil­
yağdaki erklilikleri farklılık gösterir. Lipofilik ajanlar (propranolol, dir.
metoprolol, oksprenolol, bisoprolol, karvedilol) gastrointestinal ka­ Metoklopramid kolineıjik agonist özellikleri ile bir dopaminer-
naldan düzenli olarak emilkler, karaciğerde metabolize edilirler, jik antagonist ajandır. Mide boşalmasını artırır, alt özofagal sfink-
geniş dağılım hacmine sahiptkler ve SSS’e iyi geçerler; hidrofilik ter tonusunu artırır, prolaktin ve aldosteron sekresyonunu artırır ve
ajanlar (asebutolol, atenolol, betaksolol, karteolol, nadolol, sotalol) apomorfin ile indüklenen emezisi antagonize eder. Mide boşalma­
ise daha az düzenli emilirler, geniş ölçüde metabolize olmazlar ve sının artırılmasında (diyabetik gastroparezi gibi organik tıkanıklı­
rölatif olarak uzun plazma yan ömrüne sahiptirler. Sonuç olarak, ğın olmadığı durumda), gastroözofagal reflünün antagonize edil­
hidrofilik ajanlar günde bir kez verilebilk. Böbrek yetmezliği hid­ mesinde ve kanser kemoterapisinde bir antiemetik olarak klinik
rofilik grupların etkisini uzatırken, karaciğer yetmezliği ise lipofi­ açıdan yaran vardır.
lik ajanların plazma yan ömrünü uzatabilir. Bu yüzden, yağda erk­
liğinin derecesi, böbrek veya karaciğer yetmezliği olan hastalarda PARASExMPATIK SİNİR SİSTEMİ
uygun bir ajanın seçimi için bir temel sağlayabilir. Hidrofilik ajan»
!ar SSS’e daha az geçmelerine rağmen, SSS etkileri (sedasyon, A SE T İL K O LİN A K bütün otonomik gangliyonlarda, post gangli-
depresyon, halüsinasyonlar) lipofilik ajanlardaki kadar iyi gösteril­ yonik parasempatik sinir uçlannda, ekrin ter bezlerini innerve eden
miştir. post gangliyonik sempatik sinir uçlannda ve iskelet kası son pla­
Bazı P-adrenerjik bloke edici ajanlar, P-agonist aktiviteye de ğında (nöromusküler kavşak) nörotransmiter olarak görev yapar.
sahiptirler. Bu, "intrinsik sempatomimetik aktivite" (İSA) olarak Kolin asetiltransferaz enzimi, sinir içerisindeki asetil koenzim A
tanımlanmıştır. Parsiyel agonist aktiviteye sahip ajanlar (pindolol, (K oA )’dan ve ekstraselüler sıvıdan aktif olarak alınan kolinden AK
alprenolol, asebutolol, karteolol, dilevalol, oksprenolol), izoprote- sentezini katalize eder, Kolineıjik sinir uçlannda, AK ayrı sinaptik
renol gibi bk beta agonistin verilmesi veya egzersiz sırasında olu­ veziküllerde depolanır ve sinir uçlarını depolarize eden sinir uyan­
şan kalp hızındaki artışı bloke ederken, dinlenim kalp hızı üzerin­ larına cevap olarak salınırlar ve kalsiyum girişini artırırlar.
de, az miktarda depresyona neden olurlar veya hiç depresyonuna Kolinerjik R eseptörler Otonomik gangliyonlar içindeki post
neden olmazlar. Parsiyel agonist aktivitenin varlığı, bradikardinin, gangliyonik nöronlarda ve kavşak sonrası otonomik efektör kısım­
yavaş dinlenim kalp hızına sahip hastaların tedavisini kısıtladığı larda AK için farklı reseptörler vardır. Otonomik gangliyon ve ad­
zaman faydalı olabilir. Pindolol, belki de kısmen |i2 stimülasyon ile renal medülla içindekiler öncelikle nikotin ile uyanlırlar (nikotinik
ilgili olarak, periferde hafif vazodilatasyori d a oluşturur. Parsiyel reseptörler), otonomik efektör hücfelerindekiİer ise muskarin alka-
agonist aktiviteye sahip ajanlar kan lipid düzeylerinde bu özelliğe loidi ile stimüle edilirler (muskarinik reseptörler). Gangliyon blo­
sahip olmayanlara göre daha az değişikliğe neden olur. Teorik ola­ ke edici ajanlar nikotinik reseptörleri antagonize ederken, atropin
rak, intrinsik sempatomimetik aktivite tirotoksikoz, idiyopatik hı- muskarinik reseptörleri bloke eder. Muskarinik (M) reseptörleri,
pertrofik subaortik stenoz, aortik diseksiyon ve taşiartimilerin teda­ son zamanlarda daha alt tiplere bölünmüşlerdir. M ) reseptörü,
visinde arzu edilmezler. SSS’e ve belki de parasempatik gangliyonlarda lokalize olmuştur;
Kardiyoselektif (Pj) Adrenerjik-Reseptör Blokörleri Nonse- M2 reseptörü ise, düz kasta, kalp kasında ve glandüler epitelde lo­
lektif P-adrenerjik bloke edici ajanların prototipi propranolol, Pı ve kalize olmuş non-nöronal muskarinik reseptördür. Betanekol, M2
P2 reseptörlerin her ikisinin kompetitif blokajına neden olurlar. Di­ reseptörünün selektif agonistidir; pirenzepin, belirgin bir şekilde
ğer nonselektif beta blokör ajanlar alprenolol, karteolol, dilevalol, mide asit salgısım azaltan Mj reseptörünün selektif bir antagonist^
nadolol, oksprenolol, penbutolol, pindolol, sotalol, timolol ve kar­ ti olan halen araştırılan bir ajandır. M2 reseptörü adertilat siklazı in-
vedilol’den oluşmaktadır. Metoprolol, esrnolol, asebutolol, atenolol hibe eder ve düzenleyiciGi proteinini etkiler; Mj reseptörü Gq ite
ve betaksolol Pı reseptörler için rölatif selektiviteye sahiptirler. Pı- etkileşir ve fosfalipaz C ’yi stimüle eder (Şekil 72-5). Mj reseptörü,
(kardio-) selektif ajanların daha az bronkokonstriksiyon ve daha az düz kasta ve sekretuar bezlerde bulunur, atropin ile antagonize edi­
periferik vazokonstriksiyon üretmelerinin teorik olarak avantajına lir ve ikinci ulakçı olarak fosfalipaz C, 1P3 ve DAG’yi aktive
rağmen, Pı selektivitelerinin yalnızca göreceli olması yüzünden eder.Diğer alt tipler moleküler biyolojik teknüderle tanımlanmıştır
kardiyoselektif ajanların net klinik avantajları kesin olarak göste­ fakat tamamen karakterize edilmemiştir.
rilmemiştir. Pı selektif ajanlar mutad dozların üzerinde uygulandı­ AsetUkolineşterag Asetilkolinesteraz ile A K ’nin hidrolizi, ko»
ğı zaman bronkokonstriksiyon oluşturabilirler. linerjik sinapslarda nörotransmiteri inaktıve eder. Bu enzim (spesi­
P-Reseptör Blokörlerin zararlı etkileri SSS deki etkiler bir ya­ fik veya gerçek kolinesteraz diye de bilinir) nöronlar içerisinde bu­
na, beta blokör ajanlara karşı gelişen çoğu zararlı etkiler p-adrener­ lunur ve butirokolinesteraz (serum kolinesteraz veya psedokolines-
jik reseptör blokajı sonucu gelişir. Bunlar kardiyak kompansazyo- teraz) dan farklıdır. Butirokolinesteraz, plazmada ve non-nöronal
nu, artmış sempatik aktiviteye bağlı olan hastalarda kalp yetmezli­ dokularda bulunur ve otonomik efektör kısımlarda A K ’in etkileri­
ğinin kalıcı hale gelmesi, astmalı hastalarda bronkospazmın şiddet­ nin sona erdirilmesinde primer olarak görev yapmaz. Antikolines-
lenmesi; insülin gerektiren diyabetiklerde (katekolamin aracılıklı teraz ajanların farmakolojik etkileri nöronal (gerçek) asetilkolines-
hipergliseminin blokajı ve hipogliseminin adrenerjik aktiviteye teraz inhibisyonuna bağlıdır..
bağlı uyarıların maskelenmesi) hipoglisemi gelişimine predispozis- PAR A SEM PA TİK SİN İR SİSTEM İN İN F İZ Y O L O JİS İ
yon; potasyuma toleransı bozulmuş diyabetik veya üremik hasta­ Parasempatik sinir sistemi, kardiyovasküler sistemin, gastrointesti­
larda, hiperkalemi gelişmesi; koroner veya periferik arteriyel va- nal kanalın ve genitoüriner sistemin düzenlenmesine katılır. Kara­
zospazm ve trigliseridlerde yükselme ve Y D L düzeylerinin depres­ ciğer, böbrek, pankreas ve tiroid gibi dokuların da parasempatik in-
yonunu içermektedir. Parsiyel ((î2) agonist aktivitesi veya alfa blo­ nervasyona sahip olması, kolinerjik etkilerin metabolizma üzerin­
kör özelliği olan (karvedilol) ajanlarda, lipid (ve belki de periferik deki rolü iyi karakterize edilmese de, metabolik regülasyonda para­
vasküler) etkiler daha azdır (veya yoktur). sempatik sistemin bir rolünü düşündürmektedir.
Diğer Adrenerjik Blokör Ajanlar A.B.D de bir antihipertansif Kardiyovasküler Sistem Kalpte parasempatik etkiler vagus
Labetolol, hem a - hem de P-adrenerjik re­
ajan olarak kullanılan siniri aracılığıyla oluşur. AK sinoatriyal düğümün spontan depola-
septörün bir kompetitif antagonistidir. Labetololün göreceli olarak rizasyon hızını azaltır ve kalp hızını düşürür. AK atrium kas doku­
P-reseptör blokaja göre daha fazla ablokajı oluşturmasına rağmen, su içindeki impuls iletimini geciktirir. Efektif refrakter periyodun
periferik rezistanstaki düşme, ilacın akut uygulamasını takiben be­ kısalır ve bunun diğer faktörlerle kombinasyonu atriyal aritmileri
lirlenebilir. Vazodilatasyon, kısmen, P2-adrenerjik reseptör üzerin­ başlatabilir veya sürekli hale getirebilir. Atrioventriküler düğümde,
450 ve atonik mesane gibi barsak ve mesane düz kası disfonksiyonunun
tedavisinde kısıtlı kullanımları vardır. Kolinesteraz inhibitörleri
AK iletim hızım yavaşlatır, efektif refrakter periyodu uzatabilir ve kalpte vagotonik bir cevap oluştururlar ve paroksismal supraventri-
böylece atriyal flutter veya fibrilasyonu süresince ventriküler ceva­ küler taşikardi ataklannm sonlandırılmasında faydalı olabilir (Ko­
bı bozarlar (Konu 230). AK ile inotropik etkinin azalması atrium nu 230).
miyokardındaki direkt bir inhibitor etkiye bağlı olduğu kadar, sem­ Kolinerjik-Reseptör blokörleri A trop in otonomik gangliyon
patik sinir uçlarında kavşak öncesi inhibitor etki ile de ilişkilidir. ve nöromüsküler kavşaklarda kolineıjik iletimi biraz etkileyerek
Ventriküler miyokardiyum, kolinerjik lifler ile innervasyonunun muskarinik kolinerjik reseptörleri bloke eder. Atropin ve atropin
minimal olmasından dolayı çok fazla etkilenmez. Periferik rezis­ benzeri ilaçların SSS etkilerinin çoğu, santral muskarinik sinapsla-
tansın düzenlenmesine direkt bir kolineıjik katkı, damar yapısının n bloke etmesine dayanır. Diğer ilişkili alkaloid, s k o p o la m in , atro­
parasempatik innervasyonunun yaygın olmamasından dolayı müm­ pine benzer fakat uykuya yatkınlık, öfori ve amneziye neden olur,
kün görülmemektedir. Bununla beraber, parasempatik sinir sistemi bu etkileri onun preanestezik medikasyon kullanılmasına olanak
sempatik sinirlerden NE saliminim inhibe ederek periferik rezistan­ sağlar.
sı indirekt olarak etkileyebilir. Atropin kalp hızını artırır ve atrioventriküler iletimi hızlandırır,
Gastrointestinal K anal Barsakların parasempatik innervasyo- bu etkileri vagal tonusun ağırlık kazanması ile ilişkili gelişen kalp
nu, vagus ve pelvik sakral sinirler aracılığı iledir. Parasempatik si­ bloğu veya bradikardiyi geri çevirmede faydalı olabilir. Ayrıca, at­
nir sistemi gastrointestinal düz kas tonusun artırır, peristaltik akti- ropin kolineıjik aracılıklı bronkokonsüiksiyonu tersine çevirir ve
viteyi hızlandırır ve gastrointestinal sfinkterleri gevşetir. AK bez solunum yolu sekresyonunu azaltır. Bu etkiler onun bir preaneste­
epitelinden ekzokrin sekresyonu stimüle eder ve gastrin, sekretin zik medikasyon ajanı olarak kullanımına katkı sağlar.
ve insülin sekresyonunu artırır.. Atropin gastrointestinal kanal motilite ve sekresyonunu da
Genitoüriner ve Solunum Sistemi Sakral parasempatik sinir­ azaltır. Atropinin1 değişik türevleri ve benzerleri (p ro p a n telin , izop -
ler mesane ve genital organlara uzanır, AK üreler peristal sizmini r o p a m id ve g lik o p ir o la t gibi) peptik ülserli veya diyare sendromu
hızlandırır, mesane detrüsör kasını kasar ve trigon ile sfinkteri gev­ olan hastalarda kullanımı Önerilmesine rağmen, bu gibi ajanların
şetir, böylece üriner koordinasyonda kritik bir rol oynar. Solunum kronik kullanımı ağız kuruluğu ve üriner retansiyon gibi diğer pa­
yolu, vagus sinirinden gelen parasempatik liflerle innerve edilir. rasempatik belirtiler ile kısıtlı kalmaktadır. Halen araştırma ajanı
AK, trakeobronşiyal sekresyonlan artırır ve bronşiyal konstriksiyo- olan selektif Mj inhibitörü pirenzepin, diğer bölgelerde minimal
nu stimüle eder. antikolineıjik etkiye sahip olduğu dozlarda mide sekresyonunu in­
PARASEM PA TİK SİN İR SİSTEM İN İN FA R M A K O L O Jİ­ hibe eder; bu ajan peptik ülser tedavisinde faydalı olabilir. Atropin
Sİ Kolinerjik Agonistler A K ’in kendisinin yaygın etkileri ve kısa ve benzeri ip ra tro p iu m , inhalasyon ile verildiğinde bronkodilatas-
süreli etkisinden dolayı hiç terapötik rolü yoktur. AK benzeri diğer yona neden olur ve astma tedavisinde kullanılmaktadır.
ajanlar kolinesteraz ile hidrolize daha az duyarlıdır ve fizyolojik et­
kileri daha dar sınırlar içindedir. Betanekol, rutin kullanımdaki tek BİBI.IOG RAFYA
sistemik kolineıjik agonisttir, kardiyovasküler sistemde minimal ARNER P, HOFFSTEDT J: Adrenoceptor genes in human obesity. J Intern Med
etki ile gastrointestinal ve genitoüriner düz kası stimüle eder. İdrar 245:667, 1999
yolunda herhangi bir tıkanmanın olmadığı üriner retansiyon ve da­ CARON MG, LEFKOW1TZ R J: Catecholamine reseptörler; Structure, fonksiyon
and regulation. Recent Prog Horm Res 48:277, 1993
ha az olarak ta vagotomi sonrası gastrik atoni gibi gastrointestinal
CHALMERS J, PILOWSKY P: Brainstem and bulbospinal neurotransmitter sys­
bozukluklara tedavisinde kullanılır. Pilokarpin ve karbakol, glo­ tems in the control of blood pressure. J Hypertens 9:675, 1991
kom tedavisinde topikal kolineıjik agonist olarak kullanılırlar. ESLER M et al: Overflow of catecholamine neurotransmitters to the circulation: So­
Asetilkolinesteraz İnhibitörleri Kolinesteraz inhibitörleri urce, fate, and fortksiyons. Physiol Rev 70:963, 1990
GRASSI G, ESLER M: How to assess sempatik activity in humans. J Hypertens
A K ’in inaktivasyonunu azaltarak parasempatik stimülasyon etkile­
17:719, 1999
rini artırımlar. Reverzibil kolinesteraz inhibitörlerinin terapötik uy­ JAN1G W, MCLACHLAN EM: Specialized fonksiyonal pathways are the building
gulanması, iskelet kası nöro-efektör kavşakta ve SSS içerisinde blocks of the autonomic nervous system. J Auton Nerv Syst 41:3, 1992
nörotransmiter olarak A K ’ in rolüne dayanmaktadır ve bu terapötik LAM YW: Clinical pharmacology of dopamine agonists. Pharmacotherapy 20:175,
uygulamalar myastenia gravis tedavisini (Konu 380), genel aneste­ 2000
LOW PA: Autonomic nervous system fonksiyon. J Clin Neurophysiol 10:14, 1993
ziyi izleyen nöromüsküler blokajın sonlanması ve santral antikoli- NELSON H: (i-Adrenerjik bronchodilators. N Engl J Med 333:499,1995
nerjik etkili ajanlara intoksikasyonünu tersine çevirmeyi içermek­ PITCHER JA et al: G protein-coupled reseptör kinases. Annu Rev Biochem 67:653,
tedir. Fizostigmih, tersiyer amindir, SSS’e iyi nüfüz olurken quater- 1998
RUFFOLO RR JR, H1EBLE JP: a-Adrenoceptors. Pharmacol Ther 61:1, 1994
ner aminler (neostigmin, pridostigmin, ambenonium ve edrofon-
STROSBERG AD: Structure and fonksiyon of the Pj-adrenerjik-reseptör. Annu Rev
yum) geçemezler. Organofosfat kolinesteraz inhibitörleri irrever- Pharmacol Toxicol 37:421, 1997
zible kolinesteraz blokajı oluştururlar, bu ajanlar prensip olarak in- YOUNG JB , LANDSBERG L: Katekolaminler and the adrenal medulla, in Wil­
sektisid amaçlı kullanılırlar ve toksikolöjik yönleri Önemlidir. Oto- liams' Textbook o f Endocrinology. 9th ed, JD Wilson et al (eds). Philadelphia,
Saunders, 1998, p 665
nomik sisteme gelince, kolinesteraz inhibitörlerinin paralitik ileus
BEŞİNCİ BÖLÜM

. B E S L E N M E ^

| .} J o h a n n a D w y e r reklidir (Konu. 334). 9 adet amino asit vardır. Bunlar, histidin, izo-
lösin, lösin, lizin, metionin/sistin, fenilalanin/tirozin, teronîn, tripto-
fan ve valindir, Eneıji alımı yetersiz olduğunda protein alımı artırıl­
■ BESİN GEREKSİNİMLERİ VE
malıdır. Zira oral yoldan alınan aminö asitler; glikoz sentezi ve ok-
J DİYET DEĞERLERİ sidasyon kısayollanyla bölünmektedir. İleri derecede eneıji yeter­
, * Sema Şimşek, Yahya Sağlıker*li sizliğinde protein-kalori malnütrisyonu ortaya çıkar (Konu 74,76).
Yetişkinler için, diyetle alımı önerilen (RÛ A ) protein miktarı
Besin elementleri vücutta yeterince sentezlenmeyen, bu nedenle di­ günlük yaklaşık 0 .6 g/kg vücut ağırlığıdır; Günümüzde önerilen
yetle alınması gereken maddelerdir. Sağlıklı insanların besin gerek­ sağlıklı bir diyette kalorinin % 10-14’ü protein kaynaklı olmalıdır.
sinimleri deneysel veriler çerçevesinde iyi bir şekilde tanımlanmış­ Biyolojik değer hayvansal kaynaklı proteinlerde en yüksektir; daha
tır. Sağlıklı olmak için eneıji sağlayan besin elementleri (protein, yağ sonra bitkisel kaynaklı sebzeler (fasülye), tahıllar (pirinç, buğday;
ve karbonhidrat), vitaminler, mineraller ve su ya ihtiyacımız vardır. mısır) ve köklü sebzeler gelir. Birbirini tamamlayan bitkisel prote­
Özgün besin element gereksinimleri arasında dokuz adet esansiyel inlerin kombinasyonu ya da hayvansal ve bitkisel protein kombi­
amino asit, bazı yağasitleri, dört adet yağda eriyen vitamin, on adet nasyonu biyolojik değeri yükseltmek sureti ile toplam protein ge­
suda eriyen vitamin ve cholin bulunmaktadır. Ayrıca diyet dört mi­ reksinimini azaltır.
neral, yedi eser mineral, üç elektrolit ve ultra eser elementler gibi ba­ Protein ihtiyacı büyüme, gebelik, emzirme ve malnütrüsyon te­
zı inorganik maddelerce de desteklenmelidir (Konu 75). davisi sırasındaki rehabilitasyon dönemlerinde artmıştır. Diyetteki
Gerekli esansiyel besin element miktarları yaş ve fizyolojik du­ proteine karşı tolerans; renal yetmezlik ve karaciğer yetersizliğinde
ruma bağlı olarak farklılık gösterir. Genetik kusur nedeniyle yeterf azalır. Normal protein alımı, sirozlu hastalarda ensefalopatiyi (K o­
li oranda sentez yapamayan kişilere; patalojik beslenme sorunu nu 299) doğurur ya da böbrek yetmezliği olan hastalarda üremiyi
olanlara ve gelişimsel olarak inmatür olan bebeklere dışarıdan öz­ daha da kötüleştirir (Konu 270).
gün besin elementleri takviyesi yapılmalıdır (Konu.74). Gıdalarda Yağ. ve K arb on hid rat Yağlar konsantre eneıji. kaynağıdır;
bulunan.birçok organik fitokimyasal ve zookimyasal vücutta deği­ Amerikan diyetlerindeki kalorinin ortalama % 34’ünü oluşturur.
şik etkilere yol açarlar. Örneğin, diyetteki fiberin gastrointestinal Bununla birlikte sağlıklı beslenme için yağ alımı toplam kalorinin
fonksiyon üzerine yararlı etkileri gösterilmiştir. % 30’unu geçmemelidir. Satüre yağlar ve taşman yağlar toplam ka­
E SA N S İY E L BESİN E L E M E N T İ G E R E K S İN İM L E R İ lorinin % 10’undan az ve poliansatüre yağlar da % 10’undan az ol­
Enerji Kilonun sabit kalması için eneıji aliminin eneıji tüketimi ile malıdır. Monoansatüre yağlarda geri kalan yağı oluşturur. Toplam
uyumlu olması gerekir (Konu 77). Ana eneıji tüketim kategorileri kalorinin en az % 55’i karbonhidratlardan gelmelidir. Beyin enerji­
fizik aktivite ve istirahat eneıji tüketimidir (R E E ). Minör eneıji tü­ si için 10Ö g/gün glikoz gereklidir. Diğer dokular içinse yaklaşık 5 0
ketim kaynaklan arasında ise gıda metabolizasyonu sırasında kay- g/gün glikoz yctcrlidir. Hipokalorik durumlarda karbonhidrat ihti­
bedilen eneıji (gıdanın termik etkisi veya spesifik dinamik hareket) yacında adaptasyon söz konusudur. Örneğin, düşük insülin seviye­
ve vücut ısı regülasyonu (örneğin Soğuk tarafından indüklenen ter- si yağ dokuda yıkıma ve vücudun daha fazla yağ asidi yakmasına
moregülasyon) sayılabilir. Ortalama eneıji alımı Amerikan erkeği yol açar. Buna karşın beyin ve alyuvar gibi dokular kas proteini yı­
için yaklaşık 2800 kCal/d, Amerikan kadını için yaklaşık 1800 kımı ile veya eksojen yolla sağlanmış glikoza ihtiyaç gösterirler
kcal/d’dir. Ancak bu yaklaşık değerler vücut biçimi ve hareketlilik (Konu 334)
düzeyine bağlı olarak farklılık gösterirler. Kiloları değişkenlik gös­
Su Yetişkinlerde her kilokalori eneıji tüketimi için 1-1.5 mİ su
termeyen bireylerin enerji ihtiyaçlarını saptamak için R EE (Resting
yeterlidir. Bu miktar normal koşullarda fiziki aktivite, terleme, di­
Energy Expenditure-istirahat Enerji Tüketimi) tahminine dayalı
yet sıvı içeriği oynamalarına müsaade eder. Vücudun sıvı kaybı 50-
formüller gereklidir. Bu da, erkeklerde, REE=900+10w ve kadın­
100 ml/gün feçes yolu ile 500 -1 0 0 0 ml/gün nem ve solunum yolu
larda, REE=700+7w şeklindedir (w, kg cinsinden ağırlığı gösterir).
ile ve (böbrekten geçen sıvı yüke b a ğ ı olarak) > 1000 mİ idrar yo­
Hesaplanan R E E daha sonra fiziki aktivite düzeyine-ayarlanır. Bu­
luyla olur. Dış kayıp artar ise dehidratasyon olmaması için sıvı alı­
nun için hareketsiz bireyler için 1.2, orta derecede hareketli yaşam
mı artırılmalıdır. Ateş, sıvı kaybını 1°C için yaklaşık 200 ml/gün ar­
sürenlerde 1.4, oldukça hareketli bireylerde 1.8 ile çarpmak gerek­
tırır. Diare yolu ile kayıp değişkendir; fakat ağır olgularda 5 It/gün
lidir. Elde edilen değer, enerji dengelenmesi için gerekli toplam ka­
miktara kadar varabilir. Aşın terleme ve kusma da sıvı kaybım ar­
lori ihtiyacını ortaya koyar.
tırır. Böbrek fonksiyonu normalse ve sıvı alımı yeterliyse, böbrek­
Hastalık eıierji ihtiyaçlarını değiştirir. Stres altında olmayan,
ler, sıvı dengesini rahatlıkla ayarlar. Bu işlem sırasında 18 lt/d’ye
yatak istirahatindeki hospitalize hastalar kendi R E E ’lerinin 2 mis­
varan fazla sıvıyı bile vücuttan atabilirler (Konu 329). Buna karşın
line ihtiyaçları vardır. Buna karşılık stres altında olan, ateşli ve pro­
yetersiz sıvı alımı veya (böbrek haşan veya bir hastalık nedeniyle)
tein yıkımı olan hastalarda ise gereksinim kendi R E E ’lerinin 1.5-2
artmış kayıp durumlarında zorunlu idrar çıkışı hidrasyon durumu­
mislidir (Konu 74). intestinal malabsorbsiyon, net kullanılabilir
nu tehlikeye sokabilir.
enerjiyi ağız yoluyla alman enerjinin % 25’ine kadar indirebilir. Bu
Bebeklerin sıvı ihtiyacı fazladır. Zira vücut yüzey alanının hac­
nedenle parenteral yollardan beslenmeyi gerektirebilir (Konu. 76).
me oranı fazladır. Aynca tam gelişmemiş böbreklerin sınırlı kapa­
Ateş, enerji tüketimini, normalin üstündeki her bir derece Celcius
sitesi artan sıvı yükünü karşılamakta yetersiz kalabilir. Bir diğer ne­
için % 10-13 artırır. Diğer hastalıklar da enerji gereksinimini deği­
den de susuzluklarını ifade etme şanslannın olmayışıdır. Gebelikte
şik oranlarda artırır. Örneğin, yanıklar % 40-100, travma % 40-100
sıvı ihtiyacı fazla artmaz (muhtemelen ilave 3 0 ml/gün). Ancak em­
ve hipertiroidi % 10-100 gibi... Hipotiroidi ve adrenal yetmezlik is­
zirme döneminde süt yapımı nedeniyle sıvı ihtiyacı artmıştır. Yak­
tirahat enerji gereksinimini azaltır; ancak yeterli hormon desteğiy­
laşık 1000 ml/gün ilave sıvı gerekir. Ya da üretilen her mİ süte kar­
le düzeltilebilir. Obez hastalarda kilo kaybı enerji alimim azaltmak­
şılık bir mİ ilave sıvı gereklidir. Toplam vücut sıvıları azalmış, su­
la sağlanabilir. Bu amaç doğrultusunda haftada 0.5 kg yağ kaybı
sama hisleri körelmiş ve belki diüretik aldıkları için yaşlıların sıvı
için 500 kcal/d, 1 kg için ise 1000 kcal/d enerji kısıtlaması gerekli­
dir (Konu 77). ihtiyacına büyük önem verilmelidir.
Protein Diyetteki protein içeriği esansiyel ve non-esansiyel pro­ Diğer Besin Elementleri Vücut için gerekli vitamin ve mine­
teinlerden oluşmaktadır. Bu amino asitler protein sentezi için gerek­ raller ile vitamin eksikliği ya da fazlalığına bağlı klinik bozukluk­
lidir. Bununla birlikte bazıları eneıji veglikoneogenesis için de ge­ lar Konu 7 5 ’de tartışılmıştır.
452 denle aşağıda tarif edilen diğer standartlar da klinikte oldukça ya­
rarlıdır.
D İY E T T E EN FA ZLA V E EN A Z D Ü Z E Y D E A LIN M ASI Önerilen Besin Öğeleri S tand artları (Recommended Di­
G E R E K E N M İK TA R LA R İnsan hayatı ve sağlığının devamlılığı etary Allowances -R D A -) RDA herhangi bir cinsiyet, yaş, yaşam
için gerekli besin maddelerine olan ihtiyaç değerleri değişkendir. düzeni veya fizyolojik dönemdeki (gebe ya da emziklilik gibi) tüm
Buna karşın besin ihtiyacına olan uyum kapasitesi sonsuzda değil­ sağlıklı bireylerin besin öğesi gereksinimlerini karşılayacak günlük
dir. Yani besin maddelerinin çok az ya da çok fazla alınmasının diyetle alınması gerekli miktarlardır. RDA sıklıkla bireylerin diyet­
olumsuz etkileri de ortaya çıkabilir ya da bir başka besinin alınlın­ lerini planlamada besin öğesi alımı amaçlı kullanılır.
dan dolayı sağlanacak faydaları etkileyebilir (Konu 75). Bu neden­ RDA bir bireyin ihtiyaçlarını garantilemek için E A R ’m iki
le klinik yaklaşımı sağlamak için önerilen besin alım tabloları oluş­ standart sapma (SD) üzerinde olarak tanımlanabilir. RDA’lar ABD
turulmuştur. Bu kantitatif besin ihtiyaç tahminlerine diyet referans tarım bakanlığının (USDA) bireyler için gıda rehber piramidi gibi
alımları denir (Dietary Reference Intakes -D R I-). A B D ’de gıda rehberlerinin hazırlanmasında küllanılırlar. Bundan başka te­
1989’dan beri RDA’lar (Recomended Dietary Allowances) tek re­ davi edici diyet planlamasmda kullanılan gıda dönüşüm listelerin­
ferans değerler olarak kullanılmaktadır. DRI’lar, RDA’ların yerine de ve işlenmiş gıda eklentilerinin besinsel içeriğinin dokümantas­
geçmektedir. DRI’lar besinlerin ortalama gereksinim hesapları (Es­ yonunda standart olarak da kullanılır. Bir gıdanın besin içeriği ki­
timated Average Requierment -E A R -) yam sıra bireylerin diyet lo yada günlük değerin (DV) yüzdesi olarak ifade edilir. Bu bir
planlamasında kullanılan üç ayn referans değeri daha içerir. Bunlar RDA varyantı olup erişkin bir insan için 2000 kal/d yakan bir eriş­
RDA’lar, yeterli alım (Aducate Intake -AI-) ve güvenli üst dü- kin için en yüksek RDA’yı simgeler.
zey(Upper Level -UL-)dir. Şu an kullanılmakta olan RDA’lar ve AlımlarRDA altına indikçe diyetsel yetersizlik riski giderek ar­
A l’lar değerleri Tablo 73-1 ve 7 3 -2 ’de gösterilmiştir. tar. Buna karşın besinsel yeterliliğin değerlendirilmesinde RDA
O rtalam a Gereksinim Değerleri (Estim ated Average Requ­ fazlaca cömert bir kriterdir.Örneğin RDA toplumun % 2-3’ü dışın­
irement -E A R -) Diyetteki flor eksikliğine bağlı raşitizm, skorbüt, da gerçek gereksinimlerin üzerindedir. Bu nedenle alımları RDA
xeroftalmia ve protein kalori malnütrisyonu sık görüldüğü hallerde altında olan birçok insan halen yeterli besin öğesi almakta olabilir.
ve diyet eksikliği hastalığının klinik belirtileri noksanlığında besin Yeterli Alım EA R değerleri oluşmamış bazı besin öğeleri için
maddesi yetersizliği araştırılmalıdır. Klinik hastalık ortaya çıkma­ RDA yapılamaz. Bu durumda A l, sağlıklı insanların besin atımları­
dan çok önce biyokimyasal ve diğer değişiklikler olduğu tespit nın gözlenmesiyle ya da deneysel veriler esas alınarak belirlenir.
edilmiştir. Bu nedenle biyolojik belirteçler kullanmak suretiyle ye­ Bugüne kadar oluşturulan D RI’lar 1 yaşına kadar bebeklerde
terlilik kriterleri seçimi yapılır. Bugünkü çalışmalar kronik dejene- RDATardan ziyade AIs önerilmektedir. Yine buna göre tüm yaşlar­
ratif hastalıkların görülme riskini azaltan besinler üzerinde odak­ daki insanlar için kalsiyum, vitamin D, flor pantetonik asit, biyotin,
lanmıştır. Öncelik vücut besin depolarının idamesi veya normal kolin önerilmektedir.
mekanizmalardaki erken değişiklikleri göstermeye yarayan hassas Tolere Edilebilir Üst Sinir Besin Değerleri Aşın besin alımı
biyokimyasal, fizyolojik veya davranış testlerine verilmiştir. vücut fonksiyonlarını bozarak akut, ilerleyici ya da devamlı bozuk­
EA R (OGD) herhangi bir yaş ya da cinsiyetteki sağlıklı birey­ luklara yol açabilir (Konu, 75). Fazla besin öğesi alimına bağlı ba­
lerin yansında yeterli olabilecek besin değeridir. Besin gereksinim­ zı hastalıklar şuhlardır: florozis, A-hiperVitaminozu, D-hipervitar
lerini oluşturan kriterler besinin kendisi, yaş ve fizyolojik gruba gö­ minozu, obezite. Tolere edilebilen U L nüfusun büyük kısmı için
re değişkenlik gösterir. EA R bireylerde besin yeterliliği için iyi bir sağlık problemi riski yaratmayacak kronik tüketimin (genellikle
gösterge değildir. Zira bir grup için ortalama gereksinimi gösterir günlük) en üst sınırıdır. Çok hassas bünyeli insanlarda dahi seçilen
ve bu rakamda oynamalar olabilir. EÂ R rakamı sabitlendiğine U L dozu nedeniyle yan etki gözlenemez. Bir çok besin öğesi için o
gruptaki bireylerin%50’si gereksinimin altmda % 50’si de üstünde maddenin yüksek dozuna bağlı gelişebilecek yan etkilere ait verile­
kalabilir. Bu nedenle EA R oranında olağan alımı olan bir insan, rin olmayışı ya da oldukça sınırlı oluşu UL yapılandırılmasını im­
% 50 oranında bir riskle yetersiz alım grubuna sokulabilir. Bu ne­ kânsız kılar. Bu nedenle U L olmayışı fazla tüketim nedeniyle yan

T ablo 73-1 Tavsiye Edilen D iyetteki V lik ta ria r“

K ilo * Boy4

P ro tein V itam in A, V itam in E , V itam in V itam in Dem ir, Ç in ko iyot, Selenyum


K ateg o ri Yaş kg Ib cm in g Mg R E C mg a -T E * K> Mg C , mg mg mg Mg Mg
Bebekler 0.0 -0 .5 6 13 60 24 13 375 3 5 30 6 5 40 10
0.5 -1 .0 9 20 71 28 14 375 4 10 ■ 35 10 5 50 15
Çocuklar 1-3 13 29 90 35 16 400 6 15 40 10 10 70 20
4 -6 20 44 112 44 24 50 0 7 20 45 10 10 90 20
7-10 28> 62 132 52 28 70 0 7 30 45 10 10 120 30
Erkekler 11-14 45 99 157 62 45 1000 10 45 50 12 15 150 40
15-18 66 145 176 69 59 1000 10 65 JP ) 12 15 150 50
19-24 72 160 177 70 58 1000 10 70 w 10 15 150 70
2 5-50 79 174 176 70 63 1000 10 80 60 10 15 150 70
51+ 77 170 173 68 63 1000 10 80 60 10 15 150 70
Kadınlar 11-14 46 101 157 62 46 800 8 45 50 15 12 150 45
15-18 55 120 163 64 44 800 8 55 60 15 12 150 50
19-24 58 128 164 65 46 800 8 60 60 15 12 150 55
2 5 -5 0 63 138 163 64 50 800 8 65 60 15 12 150 55
51+ 65 143 160 63 50 800 8 65 60 10 12 150 55
Gebeler 60 8 00 10 65 70 30 15 175 65
Emzirme l ’nci 65 1300 12 65 95 15 19 200 75
6 ay
2 ’nci 62 1200 11 65 90 15 16 200 75

a Bu tablodaki diyet referans alım değerleri yakın zamanda oluşturulan besinleri gös­ gelmez.
termemektedir (Bkz. kalsiyum,fosfor, magnezyum, vitaminD.flor içindiyet referans c Retinol equivalentlan 1 retinol equvalantı=l mg retinol or 6 mg b-carotene.
alımdeğerleri ve tiyamin. riboflavin, niyasİn, vitaminB^.folat. vitaminBI2, panto- ^ a-Tokoferol equvelantlan 1 mg d-a tokoferol = 1 a-TE.
tenikasit, biyotinve koliniçindiyet referans atımları Washington DC National Aca­ KAYNAK: Food and Nutrition Board, National Academy of Sciences-National Rese­
demy Press 1997 ve 1998.) arch Council Recommended Dietary Allowances, Revised 1989 (Abridged), izniyle
b Referans yetişkinlerin boy ve kilolan o yaştaki ABD nüfusunun ortalamasını yansıt­ basılmıştır. Courtesy of the National Academy Press, Washington, DC.
maktadır. Bu değerlerin boy kilo oranında kullanılması ideal ortalama anlamama
etki olmadığı anlamına gelmez. Bu maddeleri yüksek oranda tüke­ 11 Besin Gereksinimleri ve Diyet Değerleri 453
ten kişiler uyarılmalıdır. Besin öğelerini RDA veya Al düzeylerinin
üzerinde tüketen sağlıklı bireyler bu fazlalıktan dolayı bir yarar leşi kaybına bağlı azalır buda en önemli R E E belirtecidir. Yaşla bir­
sağlamazlar. Gıdalarda bulunan ve çoğu insan tarafından nadiren likte fizik aktivite ve sağlık giderek gerilediğinden yaşlı insanlarda
tüketilen bazı özel besin öğeleri U L’yi geçmektedir. Buna karşın ek (özellikle 7 0 yaş üstü)eneıjİ ihtiyacı gençlere oranla daha az olmak­
besin maddeleri her bir dozunda daha yoğun miktarda madde sağ­ tadır.
lar ve sonuç oîarak potansiyel toksişite riski taşırlar. EK besin mad­ Diyet İçeriği Diyet içeriği besin öğelerinin biyolojik yarahlığı
deleri bir ünitede içerdikleri besin öğesi miktarını veya önerilen su­ ve kullanımını etkiler. Örneğin, demir emilimini yüksek miktarda
num şekillerinde alınacak DV yüzdesini gösteren "ilave destek kalsiyum veya kurşun azaltır. Yemekte askorbik asit ve aminoasit-
oranlan" etiketi taşırlar İlave besin ürünleri kullanan kişiler toplam lerin olmayışı non-hem demir emilmesini azaltır. Diyetteki fazla
tüketimin (gıda ve ürün) RDA düzeylerini geçmemesi gerekliliği miktardaki fitatlar kalsiyum ve magnezyum emilimini azaltır. Esan­
yönünde uyarılmalıdırlar. . . , siyel aminoasitler yeterince bulunmadığında vücut protein kullanı­
BESİN Ö Ğ EŞİ İir rİy A Ç IN I D E Ğ İŞ T İR E N FA K T Ö R ­ mı azalabilir. Süt, yumurta ve et gibi hayvani gıdalar gerekli ami-
L E R DRIler yaş, cinsiyet, büyüme hızı, gebelik, emzirme, fizik ak- noasitleri yeterli miktarda bulundurdukları için biyolojik değere sa­
tivite, diyet içeriği hastalıklar ve ilaçlardan etkilenir. Besin öğesi hiptirler. Mısır, soya ve buğdaydaki bitkisel proteinler düşük biyo­
yeterliliği ve fazlalığı için olan gereksinimler arasında az bir farklı­ lojik değerlere sahip olduğu için vücutta yeterli etki sağlayabildi­
lık olduğu durumlarda diyet planlaması daha da güçleşir. Buna en ğinden diğer bitkisel ya da hayvansal proteinlerle birlikte alınmalı­
iyi örnek renal yetmezlik sayılabilir, protein aliminin genel vücut dır.
protein ihtiyacının devamı için yeterli olması gerekli buna karşın Uygulama Yolu RDA’lar yalnızca ağız yoluyla atımlara uygu­
protein fazlalığı nedeniyle üremik belirtilerin artmasından kaçın­ lanır. Besin öğeleri palenteral yolla uygulandığında intestinal emil­
mak gerekir- meleri yaklaşık % 100 olduğu için (Konu 75) benzer değerler, bazen
Fizyolojik Fak tör Büyüme,ağır fizik faaliyet,gebelik ve em­ aminoasitler, karbonhidratlar, yağlar, sodyum, klor, potasyunr ve
zirme enerçiye ve birçok esansiyel besili öğesine olan ihtiyacı artı­ birçok vitamin için de kullanılabilir. Büna karşın birçok mineral
rır. Fetal büyüme gereksinimi nedeniyle gebelik esnasında enerji ih­ elementin oral bio yararlılığı parenteral uygulamanın ancak yansı
tiyacı artar, yine süt üretimi fazla enerji gerektirdiği için emzirme kadardır. Vücutta kolayca yada yüksek oranda depolanamayan be-
döneminde de enerji ihtiyacrartmıştır.Eneıji ihtiyacı vücut kas kit-

Tablo.73-2 Bireyler İçin Önerilen Değerler?


Kalsiyum Fosfor Magnezyum Vitamin D Flor Tiamiır Riboflavin Niasin Vitamin Folat Vitamin Pantotbenifc Biotins Kolin i
Yaşam evreleri mg/d mg/d. mg/d Mg/d4* mg/d mg/d mg/d mg/d* mg/d pg/d* ®12> Mg/d Acid mg/d Mg/d mg/dt
Doğum sonrası
0 6 ay 210 100 30 ... 5. . ■. . 0.01 0.2 0.3 >. 2 .: 0.1 65 0.4 1.7 5 125
7-12 ay 270 275 75 5. 0.5,, 0.3 0.4 4 0.3 80 0.5 1.8 6 150,.
Çocukluk
1-3 yaş; 500 460 80 î 0.7 0.5 ' 0.5 6 0.5 150 0.9 2 8 200
4-8 yaş 800 : 500 130 5 1 0.6 0.6 ■s : 0.6 200 13 ■"3- 12 250
Erkeklerde
9 |2 yaş 1300. 1250. 240 5 2 0.9 0.9 12 1.0 300 13 4 20 .. 375
14-18 yaş 1300 1250 410 5 3 1.2 1.3 16 1.3 400 24 5 25 550
19-30 yaş 1000 ' 700 400 ' 5 4 1.2 1.3 16 1.3 400 2.4 5 30 550
31-50 yaş 1000 70# 420 5 4 12. U 16 İJ 400 2.4 5 30 550
51-70 yaş 1200 700 420 10 4 1.2 1.3 16 1.7 400 2 A> 5 30 550!
> 70 yaş 1200 700 420 15 4 1.2 1.3 16 1.7 400 2.4* 5 30 550
Dişlilerde
9-13 yaş: 1300 1250! 240 5 2 0.9 0.9 12 1.0 300 14 4 20 375
14-18 yaş 1300 1250 360 5 3 1.0 1.0 14 1.2 400* 2.4 5" 25 400
19-30 yaş 1000:: 700 310 5,- 3 1.1 1.1 14 1.3 400* 24 5 ■• 30 425:
3l-50yaş İOOO 700 320 5 3 1.1 1.1 14 1.3 400* 24 5 30 425
51-70 yaş 1200 700 320 10 3 1.1 1.1 14 1.5 400 2.4* 5 30 425
> 70 yaş 1200 700 320 15 3 1.1 1.1 14 1.5 400 2.4* 5 30 425,
Hamilelik :
< 18 yaş 1300 1250 400 5 3 1.4 1.4 18 1.6 600 2 .6f - 6 30 450
a Bu tablo tavsiye edilen diyet atımlarının (RDAs) kalın baskıyla yeter atadan da bazı dönemlerde ihtiyaçlar endojen yolla da temin edilebilir.
(Ah) normal baskıyla göstermektedir. RDAs ve Ah bireysel alım amaçtı kullanıl, S Çünkü yaşlı insanlarda B,2 %10 ila %30 oranında emilemeyebilir. Onlar için öneri­
might RDAs'ler bir gruptaki bireylerin çoğunun (%97-98%) ihtiyaçlarım karşıla, len miktar >50 yaş için RDA değerleriyle mainly by consuming foods fortified with
mak amaçlı düzenlenmiştir. Sağlıklı anne sütii alan bebekler için Al ortalama alımı B,,2 or a supplement containing B i2.
gösterir. Diğer hayat evreleri ve cinsiyet. * Fetusta nöral tubuler defektli folat eksikliği nin görüldüğü durumlarda, gebe kalabi­
* Kolekalsiferol. I mg kolekalsiferol = 40IU vitamin D. lecek bütün kadınların ya diyetle veya folattan zengnleştiritmiş gıdalarla veya ek ila­
c Güneş ışığı yetmezliğinde oluşur. veler şeklinde 400 mg folat alması önerilir.
d Niasin equvaieniian (NE). 1 mg of niasin = 60 mg of triptofan; 0-6 ay = yeniden dü­ ‘ Kadınların perikonsepsiyonal döneme yani nöral tüplerin oluşumuna kadar 400 mg
zenlenmiş niasin (NE değil). ihtiyacı aynı şekilde gıdalar veya ekler halinde alması düşünülür.
e Diyet folat equivalentlan (DFE). I DFE = I mg besin folate » 0.6 mg of folik asit KAYNAK: Food and Nutrition Board, Institute of MedicinereNational Academy of
katkılı besinler = 0.5 mg aç kamına alınan miktar. Sciences Dietary Reference Intakes, 1999, izniyle basılmıştır. Courtesy of the National
/ Hemekadar Af 1er koline göre ayarlanırsa da. bütün dönemlerde ki yaşam siklusun- Academy Press. Washington DC.
da kolinin diyetsel ihtiyaç olup olmamasına göre gereksinimler ayarlanır ve belki
-slilı .ilîk11 ;<ja r e h b e r r.ıra m ıo i da diğer şahsi bakım ihtiyaçları için yardıma
Düşük: O r ta ; Y üksek: muhtaç olmak ve sosyal yalnızlıktır. Hospitali­
P orsiyo n lar ve S ta n d a rt Porsiyon Bü yüklüğü Ö rn ek leri 1600 kcal 2200 kcal 2 8 0 0 k cal ze edilen hastalarda beslenme durumunun pe­
riyodik değerlendirilmesi en azından haftada
E k Grubu
I dilim ekmek; I oz. Yemeye hazır tah ıl; 12/2 bardak 6 9 22 bir yapılmalıdır. Beslenme taramasında yük­
pişmiş tahıl, pirinç veya makama sek malnütrisyon riski saptanan hastalarda da­
Sebze Grubu ha kapsamlı diyet araştırmaları gereklidir. De­
1 bardak iri yapraklı sebze; 1/2 yarım bardak diğer 3 4 5 ğerlendirme tipi klinik tablo, hastanın duru­
sebzeler, pişmiş doğranmış iri yapraklı; 3/4 bardak munun ağırlığı ve stabiliteye bağlı olarak deği­
sebze suyu
şiklik gösterir.
Meyve Grubu
4
Acil Bakım Ayarlam aları Acil bakım
1 adet orta boy muz, elm a ya da portakal; 1/2 bardak 2 3
doğranmış, pişmiş veya konser ve edilmiş m eyve; 3/4 ayarlamalarında anoreksi, çeşitli hastalıktan
bardak meyve suyu test işlemleri ve ilaçlar diyet alımıyla etkileşir.
Süt grubu Bu gibi durumlarda amaç yetersiz alımı sapta­
1 bardak süt veya yoğurt, 1-5 oz doğal peynir, 1 oz 2 -3 4 2-3»! 1-3® mak ve bunu uygun beslenmeyle ortadan kal­
işlenmiş peynir
dırmaktır. Acil bakım durumlarında diyet ye­
E t grubu
terliliği şu noktalara odaklanın hastaların daha
2 -3 oz pişm iş yağsız et, kümes hayvam eti veya balık; 1/2 5 5 7
önce yedikleri, yemek yeme yetileri, istekleri,
bardak pişmiş kurufasülye; 1 yumurta veya 2 yem ek
kaşığı fındık yağı 1 oz yağsız ete karşı sayılabilir yemek yemede problem yaşayıp yaşamadıkla-
Toplam yağ, g 53 73 93 n, diyet alım yeterliliği, gözlem bilgileri, me-
Toplam eklenm iş şeker, çay kaşığı 6 12 , 18 dikal kayıt anamnes fizik muayeneyle antren
a Hamile veya emziren anneler, ergenlik dönemindekiler, 24 yaşa kadar olan genç erişkinler Uç porsiyon ihtiyaç pometrik, biyokimyasal ve fonksiyonel durum
gösterirler. bilgilerine dayanır. Amaç yeteri kadar bilgi
KAYNAK: US Department of Agriculture, Human Nutrition Information Service. T h e F o o d G u id e P y r a m id ,
toplamak suretiyle malnütrisyonun kötü bes­
Home and Garden Bulletin Number 252, US Department of Agriculture, Washington DC, August 1992:
lenmeye mi ya da başka nedenlere mi bağlı ol-
sin öğeleri için uygülama zamanlatriasi da önemli olabilir.Ömeğini duğunu saptamak suretiyle nutrisyonel tedavi gereksinimini ortaya
aminoasitler birlikte alınmadıkları takdirde protein sentezi için kul- çıkarmaktır. Yetersiz oral beslenmeyi ortaya çıkartmak için basit
lanılamazlar.Bunun yerine enerji üretiminde kullanılırlar. gözlem yeterli olabilir. Bu gözemler arasında diyetisyen ve hemşi­
Hastalık Özgün diyet noksanlığı hastalıkları arasında protein- renin notlan, tepside yenmiş olan gıda miktarı, yemek atlanmasına
kalori malnütrisyonu; demir, iyot, vitamin A yetersizliği; vita­ neden olabilecek sık uygulanan işlemler, uzun süreli sıvı tedavisi
mini veya folik asit yetersizliğine bağlı megaloblastikanemi; vita­ gibi yetersiz diyet ordırlan, ateş, gastrointestinal bozukluk, kusma,
min D eksikliğine bağlı raşitizm ve skorbüt, beriberi ve pellegra ishal veya konta durumlarını saymak mümkündür. Gastrointestinal
(Konu. 74-75) sayılabilir. Her bir noksanlık hastalığı, hücresel dü­ kanal hastalığı olan ya da bu kanalın herhangi bir kısmı tedavi al­
zeyde besin öğeleri enerji alum ile vücudun büyüme, yaşam ve di­ tında olan hastalar en yüksek beslenme riski altındadırlar. Diyabet
ğer fonksiyonları için gerekli ihtiyaçlar arasındaki dengesizlik so­ gibi diyet bağlantılı akut hastalığı olan hastalar gözlem altında ol­
nucu ortaya çıkar. Besin öğesi alımı dengesizliği bazı kronik deje- malıdırlar. Zira bu hastalarda uygun olmayan diyet hastalığın alev­
neratif hastalıklarda risk faktörü olarak ortaya çıkar. Örneğin, kro­ lenmesine ve tedavinin olumsuz etkilenmesine yol açabilir. Anor­
ner arter hastalığında doymuş yağ ve kollesterol, hiper tansiyonda mal biyokimyasal değerler [serum albümin < 35 g/L (< 3,5 mg/dl)
sodyum, hormana bağımlı endometrium, meme ve prostat kanser­ serum kollesterol < 3 .9 mmol/L (< 150 mg/dl)] nonspesifik olma­
lerinde obesite ve alkolizmde ethanol bu hastalıkların etyoloji ve larına rağmen daha ileri beslenme değerlendirmesi gerektirir.
patogenezinde çok faktörlü olduğu için diyet birçok risk faktörün­ Hastanelerde uygulanan çoğu tedavi diyeti bireysel besin ihti­
den yalnızca bir tanesidir. Örneğin, osteoporoz kalsiyum eksikliği yacı ve RDA’yı karşılamaya yönelik hesaplanır. Bunun istisnaları
ile olduğu kadar çevresel risk faktörü (sigara, sedenter yaşam) fiz­ boş sıvılar, bazı sıvı diyetler ve içerdikleri besin öğelerinin pek ço­
yolojik (ostrojen yetmezliği), genetik (kollajen metabolizması bo­ ğu yetersiz olduğu için bazı test diyetleridir. Bunlar eğer mümkün­
zukluğu) ve ilaç kullanımı (kronik steroidler) ile birlikte görülür se 2 4 saatten uzun süre kullanılmamalıdır, Yatan hastalara verileri
(Konu 34 2 ), yemeğin yansı yenmemektedir. Bu nedenle bu hastaların besin
D İY E T S E L D E Ğ E R L E N D İR M E L E R Klinik durumlarda gı­ alımlannm yeterli olduğu düşünülemez. Bu yüzden diyet yeterlili­
da hesaplaması yinelenen bir işlem olup şunları içerir: (1) malnüt- ği hastanede verilen diyetle ne miktar ve hangi gıdanın hasta tara­
risyon taraması, (2) diyet ve diğer data veriler vasıtasıyla malnütris- fından tüketildiğinin karşılaştırılması esasına dayanır. Eneıji - pro­
yonun yokluğu veya varlığı ve muhtemel sebepleri oluşturmak, (3) tein, sıvı ya da kişinin hastalığı için özel öneme sahip diğer besin
en uygun beslenme tedavisini planlamak. Bazı hastalıklar özgün be­ öğelerinin alımındaki büyük oynamalar saptanmalı ve düzeltilme­
sin öğelerinin biyo yararlılığı, gereksinimi, kullanımı ya da atılma­ lidir.
nı etkiler. Bu durumlarda yeterli replasmanı sağlayabilmek için çe­ Nütrisyonel izleme ağır hastalar ve uzun süreli yatan hastalar
şitli besin öğelerinin özgün ölçümleri gerekir (Konu 75). için oldukça önemlidir. Enteral ve parenteral beslenen hastalarda
Pek çok koruyucu sağlık programı hastaneye girişte olası mal­ özel nütrisyonel gözlem altında olmalıdır. Bu da beslenme desteği
nütrisyonu tanımlamak yerine beslenme tarama işlemine sahiptir. eğitimi almış doktorlar ve/veya diyetisyenler tarafından sağlanma­
Beslenme tarama programına JCAHO( Joint Comission on Accredi­ lıdır (Konu 76).
tation of Healthcare Organizations) ihtiyaç duymaktadır. Fakat Acil A yarlam alar Ayaktan tedavi gören hastada diyet değer­
dünyaca bilinen geçerli standartlar olmadığı için teknikler çok de­ lendirmesinin amacı hastanın olağan diyetinin kendi içinde bir sağ­
ğişmektedir. Genellikle esas alman faktörler şunlardır: anormal lık riski taşıyıp taşımadığı ya da mevcut kronik hastalıkla ilintili
ağırlık / boy oranı yada vücut kitle indeksi (ör.,BMI < 19 veya > problemlerin yararlı olup olmamasına ilintilidir. Ayrıca hasta uyu­
25); saptanmış kilo değişikliği (son 6 ayda istemsiz olarak > 5 kg munu garanti altına alırken tedavi amaçlarını karşılayan bir diyet
kilo kaybı ya da alımı) (Konu 43). Bilinen beslenme bozuklukları: planlaması esas alınmalıdır. Ayaktan tedavideki hastanın diyet de­
(metabolik hastalık, gastroentestinal sistemi etkileyen bir hastalık, ğerlenmesi olağan beslenmenin yeterliliğini sorgulamalıdır. Bunla­
alkolizm ve diğerleri) bugünkü tedavi edici diyet önerileri kronik rın arasında vitamin ve mineral desteği, ilaçlar ve alkol gibi hasta­
kötü iştah, çiğneme ve yutma problemleri yada majör gıda intole- nın genel nütrisyonel durumunu etkileyebilecek maddeler sayılabi­
ransı varlığı, yemek hazırlama yada alışveriş için, yemek yeme ya­ lir. Diyetsel değerlendirme kullanılan diyet unsurlarına ya da has-
talıkla uyuşmasına odaklanmalıdır. Olağan diyetin daha iyi ser­ 74 Köıü Beslenme ve Beslenmeye ilişkin Değerlendirme 455
gilenebilmesini sağlamak için bir günlük alımdan daha fazlası in-
celenmelidir. Hastanın alışkın olduğu diyetin yeterliliğini değerlen­ hastalarda kötü beslenme artış göstermektedir. Kötü beslenme
dirmek için birçok yöntem mevcuttur. Bunların arasından gıda reh­ anormal diyetlerde dahil olmak üzere çeşitti açlık durumlarından
beri, gıda dönüşüm listesi, diyet anamnezi ya da beslenme sıklığı ortaya çıkmaktadır.
sorgulanması sayılabilir. Sağlıklı insanlar için en sık kullanılan gı­ KÖTÜ B E SL E N M EN İN TA N IM LA R I Mutlak anlamda kö­
da rehberi USDA’ntn gıda piramididir. Bu esansiyel besin öğeleri­ tü beslenme, aşırı zayıflık ve aşırı kiloyu kapsamaktadır. Ancak bu
nin yetersiz alimim sergileyen bir yöntem olarak oldukça kullanış­ bölümde, azalan protein ve enerji kaynağı ile beslenme yetersizliği
lıdır. Ayrıca yağ, satüre yağ, sodyum, şeker ve alkoldeki fazlalıkla­
gösteren kötü beslenmiş hastaların gelişimi üzerine odaklanılmak-
rı da sergiler (Tablo 73-3). Rehber istirahat halindeki kadınlarda,
tadır.
bazı yaşlı erişkinlerde yaklaşık 1600 kcal, çocukların çoğunda, er­
Uygulamacı doktorlara göre, ayakta tedavi gören ve yatan has­
genlik dönemindeki kızlarda, çalışan kadınlarda, istirahat halinde­
talar sıralanan kriterlerden bir veya birkaçına sahip ise yetersiz bes­
ki erkeklerde (gebeler ve emzirenler daha fazla ihtiyaç gösterirler)
lenme riski altında kabul edilir. ( I ) 3 ay içinde istemsiz olarak nor­
2 2 0 0 kcal ve ergenlik dönemindeki erkek çocuklar, çalışan erkek­
mal kilosunun % 10 veya daha fazla altına düşenler (2)Boyuna gö­
lerin çoğu ve bazı ağır işte çalışan kadınlarda 2 8 0 0 kcal sağlamaya
re olması gereken ideal kilosunun % 90’ ıntn altında olan la (3)V ü-
yönelik hesaplanmıştır. Sonuçlar besin grupları için önerilenden
fazla alımı veya yetersiz alımdan çok kaba bir rehber oluşturmaya cut kütle endeksi (BM I: ağırlık (kg) /boy (m 2) 18,5 dan az olanlar..
yöneliktir. Etnik veya olağan dışı beslenen katılımcılara besinlerin Rahatsızlığın değişen boyutlarına göre; boya göre ideal ağırlığın <
kategorilendirilmesi ve uygun porsiyon büyüklükleri hakkında ila­ % 90 olması halinde beslenme bozukluğa riski,<%85 kötü beslen­
ve bilgi verilmelidir. Hastalarla rehberi değerlendirmek onların da­ me, % 70’in altında olması halinde ağır beslenme bozukluğu söz
ha sağlıklı beslenmeye geçmesine yardımcı olur. Tedavi edici diyet konusudur. % 6 0 ’ ın altında olması halinde ise yaşam durur.
alanlarda değerlendirmenin gıda dönüşüm listeleriyle yapılması da­ Açlık olan bölgelerde kötü beslenme endemik olarak ortaya çı-
ha yararlıdır. Örneğin, bunlar arasında Amerikan Diyabet Derne- kar.Gıda dağılımının düzgün olmadığı durumlarda iki tin kötü bes­
ği’nin diyabet için hazırladığı gıda dönüşüm listeleri ya da Ameri­ lenme gözlenmektedir. Marasmus vücuttaki yağ ve protein kaybına
kan Dietetik Derneği’nin böbrek hastalıkları için hazırladığı gıda yol açan açlık hali, buna karşın kwarshiorkor ödem ve yağlı kara­
dönüşüm listeleri sayılabilir. ciğer ile seyreden bazı proteinlerin alınamaması halidir. İkinci has­
Beslenme Durumu Değerlendirilmesi Tam bir beslenme du­ talık tekrarlayan diareli hastalıklarda çocuklarda dietteki protein kı­
rumu değerlendirmesi karmaşık, zaman alıcı ve tecrübe gerektiren sıtlanmasını takiben ortaya çıkar. Bu türler, gelişmiş ülkelerde na­
pahalı bir işlemdir. Adaylar arasında oldukça hasta insanlar, ilk kli­ diren görülür. Bu ortamlarda kombine prqtein-kalori malnütrisyonu
nik ve diyet değerlendirilmesine rağmen malnütrisyon nedeninin
(PCM) pek çok akut ve kronik hastalık seyri sırasında ortaya çıka-
belirgin olmadığı oldukça yüksek beslenme riski altındaki insanlar
bilir.Bunun neticesinde vücut yağj kaybı,kas kitlesi kaybı, beslen­
bulunur. Tam bir nütrisyonel durum değerlendirmesi çok yönlü ol­
me öğesi eksikliğine bağlı çeşitli belirtiler, dekübit ülserleri ve ha­
malıdır. Diyet aliminin dokümantasyonu, antropometrik ölçümler,
yati tehlike arz eden enfeksiyonlar görülür. Hasta erişkinde malnüt­
kan ve idrar biyokimyası, klinik muayene, anamnes ye fonksiyonel
risyon değerlendirilmesine genel bakış Ş ek .74-l’de gösterilmiştir.
durum bunların arasında sayılabilinir. B e s l e n m e d e ğ e r le n d ir ­
K Ö TÜ B E SL E N M EN İN P A T O F İZ Y O L O Jİ V E E T Y O -
m e s i h a k k ın d a d a h a d eta y lı b ilg i iç in ( K o n u 7 4 )’ e h a k in iz .
L O JİS İ Basit anlatımla, (1) alınan kaiminin normal enerji tüketi­
BİBLİOURAKYA mini karşılayamayacak kadar olması halinde, (2) depolanan enerji­
nin harcanması tüketilen enerjiden fazla olması halinde, (3) dahili
Committee on Mieronutriem Deficiencies, Board on International Health, Pood and
Nutrition Board, Institute of Medicine: Prevention of Micrtmuiriem Deficienci­ hastalık sürecinde enerji sağlayan metabolizma, protein ve diğer
es: Tools for Policymakers and Publk Health Workers. CP Howson et at (eiis). besin öğelerinin yetersizliği nedeniyle hastalar kilo kaybederler.
Washington, National Academy Press, 1998 Vücut Kompozisyonu Şek. 7 4 -2 ’de belirtildiği gibi, insan vü­
Food and Nutrition Board, Commission on Life Sciences, National Research Coun­
cudu enerjisinin % 15-25'ini yağ olarak depolar (kadınlarda erkek­
cil: Recommended Dietary Allowances. 10th ed. Washington, National Aca­
demy Press, 1989 lerden daha fazladır); açlık halinde endojen yağ asitlerinin metabo­
OWEN OE et al: A reappraisal of caloric requirements in healthy women. Am 1 Clin lizması için kullanılır. Geriye kalan yağsız kütte (FFM ) hücre dışı
Nutr 44:1,1986 ve hücre içi su, iskelet, glikojen, iskelet ve iç organ proteinlerin­
OWEN OE; A reappraisal of the caloric requirements of men. Am i Clin Nutr
den oluşur. Vücut yağı dışında, enerji rezervi hücre içi glikojen ve
46:875,1987
SADLER MI et al (eds): Encyclopedia o f Human Nutrition. San Diego, Academic proteinden karşılanır. Bunlar da hücre içi suyu ile birlikte vücut
Press, 1998 hücre kütlesi (BC M )’yi oluşturur. Böylece, vücudun normal meta-
SHILS ME et al (eds): Modern Nutrition in Health and Disease. 9th ed. Baltimore. bolik makinasını destekleyen enzimlere ilave olarak BCM stresli
Williams & Wilkins, 1999
Standing Committee on the Scientific Evaluation of Dietary Reference Intakes, Fo­ dönemde gluconeogenesis ile enerji oluşturmak için protein rezer­
od and Nutrition Board, Institute of Medicine: Dietary Reference Intakes for vini sağlar.
Calcium. Phosphorus, Magnesium, Vitamin D. and Fluoride. Washington, Na­ Açlık ve Strese K arşı Metabolik Tepki Vücut enerji deposu­
tional Academy Press, 1997
nun harcanması (yağ, glikojen ve protein olarak) açlık döneminde
(besin alınmasında ve/veya besinlerin asimilasyonunda azalma ol­
ması) ve streste (enerji ve protein harcanmasında artış olması) fark­
Charles H. H alsted
\ lılık gösterir.Stres BC M ’yi düşürürken açlık tüm vücut kompartı­
manlarının ebatlarını azaltır, extracelllar suyunu artırır ve vücut
KÖTÜ BESLENME VE
yağlarına değişik etkileri vardır.
BESLENMEYE İLİŞKİN Normal 7 0 kg ağırlığında bir erkek 15 kg civarında yağ, 6 kg
DEĞERLENDİRME protein ve 0,4 kg glikojen olarak yakıt depolar. 2 4 saat açlık için­
Sema Şimşek, Yahya Sağlıker de ihtiyaç duyulan enerji, karaciğer glikojen deposunun harcanma­
sı ve 75 g ’a kadar ki proteinin glikoza (gluconegenesis ile) dönüş­
Kötü beslenme akut ve kronik hastalığın ayrılmaz parçasıdır. Yetiş­ türülmesi ile karşılanmaktadır. Uzun açlık dönemlerinde metabo­
kinlerin % 50’sinden fazlasında kötü beslenme olduğu uygun klinik lizma vücut yağı depolarıyla desteklenir (150 g/gün) bu da yağ asi­
değerlendirmelerde görülür. Tedavi ve cerrahi müdahale yapılan di menşeli ketonları oluşturur. Yine gluconegenesis için kullanılan
bir hastadır. Bu kişilerde akut
M a ln u td s y o n D e ğ e rle n d irilm e s i
travma veya sepsis sitokin ara­
cılığı ile protein yıkımım baş­
c
latmak suretiyle metabolik ihti­
u - _ .« M » Ö ykü F iz ik L a b o ra tu a r İşlemler yacı arttırır. Uygun tedavi ile
M uayene
•% kontrol edilmezse, ilerleyici;
istem siz kilo kaybı Fizik bulgu kijo S e ru m alb u m in ; Biyoelektrik
| PCM ortaya çıkar.Bu kişilerde
hıpom etabolizm > % 1 0 v ü c u t ağırlığı < % 9 0 ’ın altı d iğ er vissera) Im p ed an ş analizi
A za lm ış diyet proteinler kalp ve böbrek fonksiyonu aza­
A za lm ış g ıd a A ntropom etrİ indırekt
alınu alım ı lır,Sıvı retansiyonu, bağırsak
Vitam in A E kalorim etri
A za lm ış diyet S o s yo eko n o m ik K as kaybı nıucoza atroflsi, hücre içi mi­
D, B 1 2 F A
sindirim i A noreksi C re atin ln -b o y
C ilt altı y a ğ kaybı nerallerin (çinko, magnesyum
S tres K e n d in e kısıtlı diyet M in eraller; Zn, M g, indeksi
(h iperm etabolizm ) Pon ve fosfor) azalması, hücresel
örn. alkolizm D eri döküntüleri
Nitrojen d e n g e s i
Kritik olur bağışıklık fonksiyonların azal­
Kritik hastalık G ö z değişiklikleri Lenfosit sayımı,
hastalık ması, enfeksiyon ' riskinin art­
G astro intestinal cilt reaktivite testi
Konik M üküz
se m p to m la r
ması ve sonuçta ölüm ortaya
eoftam asyon m em b ra n la r
; D isfaji çıkar (Şek.74-3). 1
B u ian tı/ku s m a Nörolojik K ötii Beslenmedin Etiyo-
K ronik ishal
lojisi Alman besinlferm azal­
K arın ağrısı
masının nedenleri çeşitlidir.
D iğ e r tıbbi h as talıklar
A ID S Sosyal ve ekonomik şartlar,
Y ay g ın kanser psikiyatrik hastalıklar, nörode-
K ro n ik k a rac iğ e r hst. jeneratif bunama, AİDS veya
KQAH
yayılmış kanser gibi kronik en­
K ronik enfeksiyon
feksiyonda sitokinin tetiklediği.
iştah baskılanmak ve abdomi­
ŞEKİL 74-1 Hastaların beslenme değerlendirilmesinin kavramsal yapısı.COPD , kronik obstrüktif akciğer nal ağrı sendromü- nedeniyle
hastalığı. ■ . gıda alımmda sınırlılık bu ne-
■ " denler arasında sayılabilir
kas proteinleri (20 g/giin) de açlık dönemi destekçisidir. Bu şartlar
(Tablo 74-1; Konu 4 3). Besinlerin asimilasyonunda gastrointestinal
altırida eneıji depolamak içiiı toplam enerji harcaması azalmakta-’
yolun merkezi rolü dikkate alındığında, PCM birçok kronik gast­
dır. Normal kilolu insanlar 2 ay yetnefc yememeye dayansalar bile ’
rointestinal hastalığın ayrılmaz parçasıdır. Bu hastalıklar besinlerin
obez insanlar yağ depolanıra bağımlı olarak 12 aydan fâzla süre yeJ
sindiriminde azalma neticesinde açlığı geliştirir. Bunu da? 1- besirt:
meden durabilirler.
elemanlarının bağırsak emilim yüzeyine geçişini engelleyerek, 2- '
Kritik akut hastalıklardan kaynaklanan streslere metabolik tep­
pankreatik veya bilıyer sindirim işlevlerini bozarak, ya da, 3-besin
ki (örnek: kaza veya operasyon sonucu travma veya sepsis) şu olay-*1,
elemanlarının bağırsak mukozası yoluyla naklini engellemek sure­
lan arkasından getirir. Düşük metabolizmanın aksine* protein ko­
tiyle gerçekleştirir. Enerji depolan V e protein yıkımı ile giden has*
runması ve açlık durumunda enerji ihtiyacı için yağ depolarına bari
talıklar arasında akut cerrahi veya dahili ağır hastalıklar, akut ya da
ğımlılık, akut stres sırasında metabolizma hızlanması ile kendini
kronik enflamatuar hastalıklar veya çeşidi organlar tutan enfeksi­
gösterir.Burada artmış enerji harcama talebi iskelet ve iç organ pro­
yon hastalıklar sayılabilir Diğer kronik hastalıklarda daha karma­
tein yıkımı ile karşılanmaya çalışılır. A çığa çıkan amino asitlerde;
şık mekanizmalar sonucu anormal gıda metabolizmalar nedeniyle
gluconegenesis için kullanılır. Kas protein yıkımı ve gluconegene-.
malnütrisyona yol açar. Örneğin hem AİDS hem de yayılmış kan­
sis neticesinde yüksek seviyede katekolamin, glukagon, kortizol ve
ser, anoreksi ve etkisiz yağ asidi ve glikoz metabolizması siklusla-
tümör nekrozis faktör(TNF) a ve interlökin 1 ve 6 gibi sitokinler
r nedeniyle ilerleyici karakterde malnütrisyona yol açar. Kronik
açığa çıkar. Tedavi edilmezse vücut protein yıkımı 2 4 0 g/gün’e çı­
obstriiktüf akciğer hastalığı zorlu respirasyon için gerekli enerjinin
kar ki bu da 3 haftada vücut protein deposunun %5Ö azalması için
artması, kronik bronşiyal enfeksiyon ve birçok bronş genişletici i la -'
yeterlidir.
cin yan etkileri nedeniyle malnütrisyonun riskini artırır. Kronik ka-
Daha, yaygın klinik durum ise, kronik hastalıklı kötü beslenmiş

M in eraller

Extracellular
Su T
Total-
vücut
IntrttaiubvV.,.. sıvısı-

i Vücut
ağırlığı
3
Qlycogen 2
3
FFM o
S
Protelff-
Enerji
■s*
değeri 1 £

Y ağ

\
ŞEKİL 74-2 Sağlıklı bireyin vücut kompozisyon şeması.Vücut hücre H a s ta lık S üresi (Aylar)
kütlesi (BCM) taralı alan olarak gösterilmiştir. Bu alan hücre içi suyu, ŞEKİL 74-3 Ağır hastalığı olan bir hastada ortaya çıkan ilerleyici pro-
glikojen ve proteinden oluşmaktadır.FFM, yağsız kütle. (Heymsfield tein-kalori malnütrisyonunun hipotetik tarihçesi. (Heymsfield ve ark.
ve ark. izniyle alınmıştır). izniyle)
M •i >i i K.iteri Alnlinili'isyon iüyoiojiliTİ fa b lo 74-2 Kiio Kaybı Ve M alnü trisyonu n Hasta Hikayesi
t t^iıt. i Vm » i , .ıg ,|q>ul<mııa ılay.ımin hipometabolizma) B u lg u lar Ö rneklem e/değerlendirm e
•V \/,ıh m ş tlt)fb c l .ılım
t . 'iım a l ve ekonomik; yoksulluk,kronik alkolizm İstem dışı gıda kısıtlam ası Yetersiz gelire bağlı yoksulluk
2. Psikiyatrik: anoreksiya nervoza, ağır depresyon Anoreksi Anoreksi nervosa, ağır depresyon, bunama,
i. Yadlanma sonucu görülen nörodejeneratif bunama A ID S, kanser, kronik böbrek hastalığı
4. A ID S, yayılmış kanser, böbrek yetmezliğinde görülen anoreksi Yetersiz diyet seçim i Kronik alkolizm , moda diyetler, katı veje-
5, ö ıtla alm ayla tetiklenen abdominal ağrı: pankreatit, barsak iske- teryanism
misl Kritik hastalık Travma, yanık, m ajor cerrahi, sepsis, tedavi
14. Azalmış besin sindirimi edilmemiş stres cevabı
1. Besinlerin geçiş bozukluğu, örneğin benign ya da malign özefa- Gastrointestinal belirtiler
•jııs. mide veya barsak tıkanması D isfaji Ösafagus tıkanması besinlerin geçişi bozu­
1. Besinlerin sindirim bozukluğu, örneğin pankreas yetmezliği, kısa lur
(tatsak sendromu Bulantı, kusma Mide ve bağırsak besinlerin geçişini bozar
4, Desin elemanlarının bağırsaktan em ilim bozukluğu,örneğin çöl- Kronik ishal Pankreatik, bilier, ya da intestinal mukosal
yak hastalığı hastalığı sindirim ve emilimi bozar
f t. StreKglıkoneogenesis için protein depolanmaya dayanan hipermetabo- Enflamatuar bağırsak hastalığındaki pro­
Si/.ma) tein kaybettiren enteropati
A, Akut travma örneğin kaza, yanıklar m ajor cerrahi Kronik karın ağrısı Kişisel sınırlamayla gıda alimi ağrıyı azal­
(4. Akut sepsis tır örneğin; pankreatit, bağırsak iskemisi
C . Akut veya kronik enflamasyon: pankreatit, kolojen hastalıklar, kro­ enflamatuar bağırsak hastalığı
nik infeksiyon hastalıkları, örneğin tüberkiloz, A ID S ’de fırsatçı en­ Diğer kronik medikal Anoreksi, artmış enerji ihtiyacı ve anormal
feksiyonlar hastalıklar besin elem anı metabolizmasının kom bi­
111. Mix Mekanizmalar nasyonu örneğin; tekrarlayan pankreatit,
A, Etkisiz metabolik sikluslar, anoreksi örneğin A ID S , yayılm ış kanser A ID S, yayılm ış kanser, kronik karaciğer
8 . Artmış enerji ihtiyacı örneğin kronik obstrüktif akciğer hastalığı hastalığı, kronik obstriktif akciğer hasta­
C. Anormal metabolizma ve azalmış biliersindirim örneğin kronik lığı, kronik enfeksiyon hastalığı
karaciğer hastalığı
D. Protein kaybettiren enteropati ve kronik enflam asyon örneğin crohn
hastalığı, ülseratif kolit. .
ciğer hastalığı, yayılmış kanser ve AIDS, tüberküloz gibi kronik
enfeksiyonlarda PCM eşlik eder. Hastalık yada yaralanmanın cid­
diyetine göre ağır cerrahi ve dahili hastalarda artmış besin ihtiyacı
ı .ıciğer hastalığı sıklıkla arioreksinm kumilatif etkileri azalmış, bi* 5-10 gün içinde karşılanmazsa strese bağlı PCM gelişmasi kaçınıl-:
İter silkülasyon ve anormal lipit, karbonhidrat ve protein metabor mazdır. . . .
lizmasına yol açan PCM ’le birlikte görülür. Kronik bağırsak iltiha­ F İZ İK M U A Y E N E Dikkatli bir fizik muayene malnütrisyo­
bı olan Crohn hastalığı veya ülseratif kolit protein, elektrolitler ve nun yaygınlık derecesini hem tanımlıyabilir, hemde karakteriz?
çinkonun gaita yoluyla kaybmı hızlandırır,, edebilir. Tüm hastalarda malnütrisyonun ağırlık derecesini ortaya
koyabilmek için giysisi? ağırlık ve boy ölçümleri gereklidir. Fakat
bu değerler ödem ve asit gibi sıvı yüklenmesinin sonucunda karı­
KOTU BESLENEN HASTANIN KLİNİK şıklığa uğramış olabilir. Tablo 74-3. Erkek ve kadındaki normal
DEĞERLENDİRİLMESİ ağırlık (kg) ve boy (cm ) değerleri verilmiştir. Bu değerler vücut
çerçevesindeki değişiklik için ± % 10 olarak uyarlanabilir,
HASTA H İK A YESİ Klinik beslenme hikayesi diyet ve kilo deği­ A ntropom etri Ciltaltı yağ ve iskelet kas dokusu ölçümleri
şikliği, sosyoekonomik şartları ve her bir klinik duruma özgül PCM nun ağırlık dercesini saptamada gereklidir, ö zel kalibreler ve
semptomları içermelidir.(Tablo 74-2) Yoksulluğa yolaçan sosyal ve metre ölçümleri kullanmak üzere antropometri vücut yağını arka,
ekonomik şartlar arasında yetersiz ğelir, evsizlik,ilaç bağımlılığı orta, üst koldaki cilt kıvrımı kalınlığından saptar. Sağlık ve kötü
yada kronik alkolizm gibi gerçek geliri kısıtlayarak istem dişi diyet beslenmiş erişkinlerdeki antropometrik ölçümler Tablo 7 4 -4 ’de
kısıtlamasına yolaçan aktiviteler sayılabilir.Anoreksi ya da iştah gösterilmiştir. Orta kol adele çevresi formülden saptanmıştır. Tablo
azalması, anoreksia nervosa ve yaşlılarda görülen nörodejeneratif 74-4 Erişkinlerde antropometrik ölçümler
bunama gibi psikiyatrik bozuklukların bir özelliğidir. Birçok kişisel
seçilmiş yetersiz diyet malnütrisyona yol açabilir. B ir içki alemin­
de kronik alkolikler günlük besin kalori ihtiyaçlarının yarısından Kol-orta kısım kas çevresi
fazlasını aşırı miktarda ethanol ile doldururlar. Bu metabolizmada = üst kol orta kısım kas çevresi (c m )- (7 1 x triseps cilt katmanı ka­
dengesiz yağ ve karbonhidrat metabolizmasına yol açar. Diğer ye- lınlığı, cm)
icrsiz diyetlerse hızlı kilo kaybı ve ciddi vejeteryanizm, dengesiz
ve ticari amaçlı formüller içerir. Bunlar da vitamin B 1 2 ve demir gi­ Antropometri kullanımı özel kalibreler gerektirdiği, gözlemci­
bi özgül besin elemanlarının yetersizliğine yol açabilir. nin deneyimi ve ödem Veya dehidratasyonun karıştırıcı etkileri ne­
Sindirim hastalıkları yatan ve ayaktan hastalarda en önemli deniyle sınırlıdır.
malnütrisyon sebebini oluştururlar. Sindirim hastalığı bulunan kö- Malnütrisyonun Özgül Fizik Bulguları Klasik bir fizik mu­
lü beslenmiş bir hasta şu semptomları sergiliyebilir: (1) Bening ya ayene sırasında gözlemci ve deneyimli klinisyenbirçok spesifik
da mating özafagus ya da gastrointestinal tıkanmaya bağlı disfaji PCM bulgusu ve ona ait mikro besin elemanı saptayabilir (Konu
veya lekıarlayan kusma, (2) Anormal pankreatik yada bilier sindi- 75). Cilt, saç, tırnaklar, mukoz membranlar gibi hastanın genel gö­
1 ime, barsak mukozasından kötü emilime yada protein kaybettiren rünümü ve nörolojik sistem muayenesi çeşitli beslenme bozuklu­
barsak hastalığına bağlı kronik ishal, (3) Kronik pankreatit, enfla- ğunu ortaya koyabilir (Tablo 74-5), Öncelikle üst kol arkasmın de­
ıııatuar kolon hastalığı veya barsak iskemili hastalarda görülen ve ri kıvrım değerlendirilmesi kötü beslenmiş hastadaki ciltaltı yağ
yemekle dahada artan, tekrarlayan abdominal ağrı. dokusunun kaybını ortaya koyabilir. Temporal adalenin çökmesi
Genel medikal serviste çoğu kronik hastada PCM yaygın. Zira üst kol ve kalça adale kaybı,kolayca kopan saç ve perifer ödemi
bu hastalıklarda anoreksi tekrarlayan stres ve anormal besin meta­ protein eksiklsğini işaret eder. Cilt muayenesi Vitamin A eksikliği­
bolizması sözkonusudur. Buna ilaveten kronik tekrarlayan pankre- ne bağlı papüler keratitini (goose bump rash-kaz kıvrımı döküntü­
atit.renal yetmezlik,kronik karaciğer hastalığı, kronik obstrüktif ak- sü), Vitamin C noksanlığına bağlı folikül çevresi kanamaları, Vita-
T ab lo 7. J-5 P rotein K a lo ri .VlalmitrKvmı Kt.volojileri hastalığa yolaçan PCM veya mikro besin ele­
E rk e k le r K ad ın lar manı eksikliğine karşı olan cevabı yansıtır.
Serum Visseral Proteinler 2 veya 3 hafta­
Uzunluk® Ağırlık® Uzunluk A ğırlık Uzunluk A ğırlık Uzunluk A ğırlık
lık yarı ömrü olan serum albümin, oldukça has­
145 51.9 166 6 4 .0 140 4 4 .9 161 56.9 sas olmasına rağmen PCM nin nonspesifık öl­
146 52.4 167 6 4 .6 141 4 5 .4 162 57.6 çütüdür. Sıvı düzeyi yeterli bir hastada normal
147 52.9 168 6 5 .2 142 45.9 163 58.3 serum albumin düzeyi PCM ile uyumsuzdur.
148 53.5 169 6 5 .9 143 4 6 .4 164 58.9
Diğer taraftan,düşük albumin düzeyi klinik
149 54 .0 170 6 6 .6 144 4 7 .0 165 59.5
tablo içinde değerlendirilmelidir. Zira akut
150 54.5 171 6 7 .3 145 47.5 166 60.1
151 55.0 172 6 8 .0 146 4 8 .0 167 60.7 travma veya sepsis ve kronik karaciğer, böbrek
152 55.6 173 6 8 .7 147 48.6 168 61.4 ya da kardiyopulmoner yetersizliklerinde art­
153 56.1 174 6 9 .4 148 4 9 .2 169 62.1 mış, plazma volümü nedeniyle albümin kon­
154 56.6 175 70.1 149 4 9 .8 santrasyonu azalmıştır.Akut cerrahi stresi,sep­
155 57.2 176 7 0 .8 150 50.4
sis, diğer akut enflamatuar hastalıklar hem do­
156 57.9 177 7 1 .6 151 51.0
7 2 .4 152 51.5
laşımdaki hücre dışı volümü hemde T N F -a
157 58.6 178
158 59.3 179 73.3 153 5 2 .0 aracılığıyla albümin sentezini inhibe ederek se­
159 59.9 180 7 4 .2 154 52.5 rum albümin düzeyini düşürür. Karaciğer siro­
160 60 .5 181 7 5 .0 155 53.1 zu, AIDS, yaygın kanserde karaciğer albümin
161 6 1 .1 182 75 .8 156 53.7
sentezi engellenir, buna karşın ülseratif kolit,
162 61 .7 183 76.5 157 54.3
crohn hastalığı ve radyasyon enteriti gibi ilti-
163 62.3 184 7 7 .3 158 54.9
164 62 .9 185 78.1 159 55.5 habi kolon hastalıklarında vücuttan albümin
kaybı hızlanır.PCM nun ağırlığının tayininde
a Değerler boy için cm ağırlık için kg cinsindendir.Boyu iııç olarak elde etmek için 2,54'e bölmek
gerekir.Kiloyu pound olarak elde etmek için 2,2 ile çarpmak gerekir, çeşitli kısa ömürlü visseral proteinde ölçülür.
KAYNAK: Blackburn ve arkadaşlarından uyarlanmıştır. Bunlar transferin (1 hafta yan ömürlü), preal-
bümin veya retinol bağlantılı protein komplexi
(2 gün yarı ömürlü) ve fıbronektin (1 gün yan
min K noksanlığına bağlı ekimozları, Çinko eksikliğine bağlı alt
ömürlü) sayılabilir.. Bununla birlikte serum albümin düzeyinde ol­
ekstremite döküntülerini, Niasin yetersizliğinde görülen açıktaki
duğu gibi, bu proteinlerin herhangi birinin dolaşımdaki düzeyi akut
cilt sahalarındaki hiperpigmentasyonu, esansiyel yağ asidleri ye­
ve kronik hastalıklarda ki hücre dışı volümdeki değişikliklerden
tersizliğindeki seboreyi, demir yetersizliğindeki kaşık tırnağı ve
etkilenir.
protein yetersizliğindeki transvers tırnak -pigmentasyonunu orta­
Vitamin ve M ineral Ölçümleri Spesifik mikro besin eleman
ya koyar. Göz muayenesi aneminin konjektival solukluğunu, ağır
eksikliği çeşitli serum ve alyuvar testleri ile ölçülür,bu amaçla ge­
Vitamin A yetersizliğinin kornea! ve kornea çevresi lekelerini (Bi­
nellikle yüksek etkinlikli sıvı kromatografi veya enzim veya mik-
tot işaretleri) ve Tiamin eksikliğinde görülen nistagmus ve izole
göz adale felcini ortaya koyar. Âğız muayenesi Riboflavin ya da ni- Tuhlo 74-S Kütü Beslenm enin F izik sel B u lg u la n
asih eksikliğine bağlı Angular stomatit ve celiosisi, riboflavin, ni­
B u lg u lar E k siklik/ değerlen dirm eler
asin, vitamin B ^ veya piridoksin eksikliğinde düz ve kırmızı dil
G enel görünüm
görüntüsüyle glositi,Vitamin C eksikliğinde hipertrofık kanayan di-
K ilo kaybı M alnütrisyon ideal vücut ağirlığım n
şetlerini görmek mümkündür. Nörolojik sistem muayenesinde
< 90%
özelliklede kronik alkol kullanımında Tiamin eksikliğine bağlı İdeal vücut ağirlığım n < 70%
Wemicke-Korsakoff sendromuna ilişkin konfabilasyonla giden ha­ Azalm ış temporal ve proximal A zalm ış iskelet proteini ,
fıza kaybını .bununla birlikte Oftalmopleji ve periferal nöropatiyi extremite adele kütlesi
görmek mümkündür. Bunamanın diğer nörolojik sebepleri arasında Azalm ış cilt kıvrım kalınlığı Azatmış vücut yağ depolan
"pinch test"
niasin ve/veya Triptofan yetersizliğine bağlı pellegra sayılabilir.
Cilt tırnaklar ve saç
Periferal nöropatinin ilave sebepleri arasında Piridoksin veya Vita­
Kolayca kopan saç P rotein
min E eksikliği, distal titreşim ve pozisyon duyusu kaybı ile giden Folükü) etrafı kanamalar ve C vitamini
subakut kombine dejenerasyonun görüldüğü Vitamin B j 2 eksikli­ kolay çürükler
ği sayılabilir. A lt extremitilerde pul pul Çinko
LABORATUVAR D E Ğ E R L E N D İR M E S İ Pek çoğu yaygın döküntüler
Sert cilt "goose bumps" A vitamini
bir şekilde kullanılan labratuar testlerini malnütrisyon tanısı ve de­
Güneş gören sahalarda Niasin, triptofan
rinliğinin saptanmasında kullanmak gereklidir. Sıklıkla Kronik hiperpigmentasyon
hastalık olduğunu gösteren laboratuvar bulguları,aslında kronik Kaşık tırnak Demir
Gözler
Konjektiva solukluğu Anemi (nonspecific)
fiıblı) 74-4 i:'•rişkinierde Anlı■upımıelıik Ö lçüm ler
Bitot işareti A Vitamini
% S ta n d a rt E rk ek K ad ın D eğerlendirm e Oftalmopleji Tiamin
Ağız ve mukos membranlar
"R İ S E P S O UT- K IV RIM , V!İM
Nazolabyal seborre Esansiyel yağ asidi
100 12.5 16.5 Yeterli G lossit (düz, kırmızı dil) Riboflavin, niasin, vitamin B|2, pridoxin,
50 6 .0 8.0 Sınır ve/veya cheilosis folat
20 2.5 3.0 Ağır kayıp Azalm ış tat Çinko
ORTA KOI, AO â LK Ç C V A 17OS. ı..M Nörolojik sistem
Dezoryantasyon Niasin, fosfor
100 25.5 2 3 .0 Yeterli
Konfabilasyon Thiam ine
80 2 0 .0 18.5 Sınır
Serebeller yürüyüş Tiamin
60 15.0 14.0 Kayıp
Periferal nöropati Thiam ine, pyridoxine, vitamin E
40 10.0 9 .0 Ağır kayıp
Titreşim , pozisyon duyusu Vitamin B I2
KAYNAK:Morgan ve Weinsire'dan uyarlanmıştır.
fu b iy o lo jik ölçümler kullanılır (Konu 75). i'a'ilo 7 4-6 Sık Bulunan vitam in ve M ineral Tetkikleri
.Şıklıkla kullanılan tetkikler ve değerlendir­ Vitam in/M ineral N orm al sın ır A n orm al sonuç değerlendirm esi
meleri Tablo 74-6 da listelenmiştir. PCM de
lipik olarak düşük Vitamin A, Zn, Magnesi­ Vitamin A 1.30-3.15 pmol/L Düşük değer PCM anormal yağ sindirimi veya emilim
um değerleri görülür. Sindirim ve emilimin 3 7 -9 0 pg/dL) bozulduğu karaciğer hastalığı lehinedir. Yüksek değer
vitamin yan lı; kullanımı, karaciğer yetmezliğine bağ­
İKizulması neticesinde A,D,E gibi yağda eri­
lı tokssite nedenidir.
yen vitaminlerin eksiklikleri görülür. Oysa
25(O H )D 3 2 5 -1 5 0 nmol/L Düşük değer anormal yağ sindirimi veya emilimi pri­
çolyak hastalığındaki gibi barsak mukoza (1 0 -6 0 ng/mL) m er raşitizm kronik karaciğer hastalığı osteomalazi
ıııalabsorbsiyonu genellikle ilave demir ve Yüksek değer kalsinosis adlı vitamin toksisitesidir.
folikasit eksikliğine yolaçar, kronik alko­ Vitamin E 12-35 pmol/L Düşük değer anormal yağ sindirimi kronik karaciğer
lizmde ise tiamin, folat, vitamin A ve çinko (0.5-1.5 mg/dL) hastalığı sonucu görülür, periferal nöropati, tünel gö-
noksanlığı görülür.Aklorhidriye bağlı vita­ röntü şeklinde yansır. t
Thiam ine 6-6 0 pmol/L Düşük değer açlık, kronik alkolizm , malabsorbsion
min B 12 eksikliği yaşlı insanların yaklaşık
(0 .2 -2 .0 pg/dL) sendromunda görülür. W em icke-K orsakoff sendromu
' fi 1.5’de görülür.Aynça pemisiöz anemisi ya­
periferal nöropati, yüksek atımh kalp yetmezliği şek­
da terminal ileum hastalığı olanlarda da gö- linde yansır
lülür. Konu 105 de anlatıldığı gibi hem folat Folate
lıemde B 12 yetersizlikleri plazma homosis- Serum : 12-53 nmol/L Düşük değerler, açlık, kronik alkolizm , intestinal ma-
ıcinninde artışa yolaçar.Vitamin B ]2 yeter­ (5-21 ng/mL) labsorbsiyonda görülür. Makrositik anemi, diare yük­
sizliğinde ayrıca metilmalonik asitin plazma selm iş homosistein şeklinde yansır.
Alyuvar > 400 nmol/L Yukardakinin aynısıdır, fakat daha stabildir ve doku
düzeyini de yükseltebilir.
(> 160 ng/mL) folat depolarım yansıtır
İmmün Fonksiyonun Değerlendiril­
Vitamin B ,2 > 1 0 4 pmol/L Düşük değer, yaşa bağlı mide atrofisi, pem isiöz anemi
mesi PGM de timus bağımlı lenfoit dokular­ (> 140 pg/mL) m akrositik anemi; nöropaü, yüksek homosistein ve
da atrofi ve T hücre bağışıklığında azalma m etil malonik asit şeklinde yansır.
olur. Bunun aksi olarak B hücre kökenli im- Zinc 10-21 mmol/L Düşük değer: kronik diare PCM alkolik karaciğer ra­
münglobulinler genellikle etkilenmez.Top- (6 5 -1 4 0 pg/dL) hatsızlığı emflamatuar kolon hastalığı intestinal ma-
lam lenfosit sayısı (toplam beyaz hücre sayı­ labsorbsionda görülür. Döküntü gecikm iş yara iyileş­
mesi azalmış tat duyusu şeklinde yansır.
sı X lenfosit cinsi fraksiyon) PCM de genel­
Magnezyum 0 .7 2 -0 .9 9 mmol/L Kronik alkolizm , diyabet, intestinal malabsorption,
likle 1000/pL dir ve cilt test antijenlerine ge­ (1 .8 -2 .4 mg/dL) P C M , hiperaktif refleksler, hipokalsemi şeklinde yansır
nellikle cevapsızlık ile, birliktedir. PCM için Fosfor 0 .8 1 -1 .4 3 mmol/L A çlık, kronik alkolizm , kronik diarede düşer konfüzyon
hassas olmasına karşın bu hücresel immüni- dizoriyantasyon şeklinde yansır .
te ölçütleri nonspesifıktir ve akut ya da kro­
nik enfeksiyonlar; üremi veya immünosüpre- NOT: PCM, protein-kalori malnütriisyonu.

sif tedavi gibi diğer bozulduklarda benzer şe­


ris-Benedict formülü kullanılarak saptanabilir. Bu formülde ağırlık
kilde, etkilenir.
kg cinsinden (W),boy cm cinsinden (H) ve yaş yıl olarak (A) kul­
B E S L E N M E D E Ğ ER LEN D İR M ESİN İN Ö Z E L İŞ L E M ­
lanılır.
L E R İ Kötü beşlenen hastalarda enerji tüketimini ve protein - ener­
ji depolarını değerlendirmeye yönelik birçok özel işlem mevcuttun
R EE ( erkekte ) = 66.473 + 13.751(W )
Bu işlemler ek beslenme değerlendirmesi sırasında kullanılır yada
+ 5.0033(H ) - 6.7550 (A ) kcal/gün
kötü beslenen hastaların tedavisi sırasında beslenme desteğinin et­
kinliğinin bir gösterge indeksi olarakta rol oynabilirler.
R E E (kadında) = 655.0955+ 9.4634(W )
Biyoelektrik İmpedans Analizi Biyoelektrik impedans anali­
+ 1.8496(H )-4.6756(A ) kcal/gün
zi (BIA ) vücut yağı, FFM ve toplam vücut sıvı ölçümü için taşına­
bilir ve basit bir yöntemdir; BIA el ve ayakların dış yüzeyine yer­
Hastalarda basitleştirilmiş T E E tahmini 25kcal/kg vücut ağır­
leştirilen elektrotlar arasındaki zayıf akımlı elektrik iletisi farklı­
lığıdır, buna % 10 intravenöz veya enteral beslenmenin sindirimi
lığına dayanır. Ölçüm elektrik akımına olan impedans farklarım
ya da metabolizması için ilave yapılır. Akut hastalık hallerinde 37
yansıtır. Buda yağ içinden geçerken en büyük, su içinden geçerken
C üstü her bir derece ateş için % 12.5. ilave yapılmalıdır. Yine has­
en küçük değerdedir. Yağsız vücut kitlesi, vücut ağırlığı ile yağ küt­
talığın ağırlığı ile orantılı ek artınm yapılmalıdır, (örneğin, genel
lesi arasındaki fark yada toplam vücut sıvısının Ö.73’e bölünmesi cerrahi için % 25, sepsis için %5Ö,yaygın 3. derece yanıklar için
şeklinde hesaplanır. % 100).
Stabil hastalarda vücut yağı ve FFM değerlendirmesinde BIA Sağlıklı insanlarda R E E Harris-Benedict formülü ile tahmin
oldukça yararlıdır. Yine kısmi açlığa yolaçan durumlarda da fayda­ edilebilirken açlık durumunda metabolizma yavaşlığı nedeniyle
lıdır. Bununla birlikte BIA hücre içi sıvı alanları azalmış ve BCM ’si düşer. Bunun tersi olarak ağır hastalıklara eşlik eden hiper metabo-
azalmış ve hücre dışı kompartmanı genişlemiş ağır hastaların de­ lik stres durumunda R E E artar,bazı klinik durumlarda R E E ve ka­
ğerlendirilmesinde de kullanılabilir. Azalmış BCM artmış metabo- lori gereksinimleri tahmin edilemez.Bunlar arasında ağır hastalık
lik hız ile ters orantılıdır. Proteaz inhibitör tedavisi almakta olan tablosuyla yatırılan kronik hastalığı olan belirgin aç hasta, artmış
AIDS hastalarında eğer skapulalar arası, abdominal ve göğüs yağı­ vücut yağı ve FFM zemininde ağır hastalık tablosu gösteren obez
nın yer değiştirmesi ile kendini gösteren lipodistrofı sergilerlerse hasta veya kronik karaciğer hastalığına eşlik eden anoreksi ve he-
BIA karmaşık hale gelebilir (Konu 309). patik enflamasyonu devam eden hastalar sayılabilir. Bu durumlar­
E nerji Tüketimi Sağlık halinde vücut ağırlığı ile enerji ara­ da R EE indirekt kalorimetrenin gaz dönüşüm metoduyla doğru bir
sındaki denge diyetteki kullanılan kalori miktarının günlük enerji şekilde ölçülebilir. Pratikte indirekt kalorimetre hasta başında mo-
tüketimine eşitlenmesi ile sürdürülür.Bu nedenle kalori ihtiyaçları bil metabolik arabalar yardımıyla yapıbilinir. Bu işlem ventilator
tahmini günlük toplam enerji tüketimi (TEE) nden tespit edilebilir, gerektiren ve gerektirmeyen ve fraksiyonu oksijen alımlan 0,45 al­
buda bazal yada istirahat enerji tüketimi R E E , yaklaşık toplamın tında olan hastalara uygulanabilir.Amaç 24 saatlik enerji gereksin­
% 75’i), sindirimin termik tüketimi(toplamın yaklaşık % 10’u) ve mesine doğru bir şekilde ulaşmak olduğu için ölçümler gün içi de­
basit fizik aktivite (toplamın yaklaşık%15’i)den oluşur. R E E , hem ğişik zaman aralıklarında alınmalı ve gıda alımı, aktivite gibi çe­
FFM hemde BCM ile direkt orantılıdır ve sağlıklı insanlarda Har- şitli değişkene dayanmalıdır.İndirekt kalorimetre ile metabolizma-
460 V Beslenme protein kayıp ya da kazanç endeksini sağlar, lg nitrojen 6.25 g
proteine eşdeğerdir. Nitrojen dengesi ağız.mide-barsak yolu veya
nın enerji değerini hesaplamak için kullanılan oksijen ve oluşan intravenöz kaynaklarla kullanılan nitrojenle idrar, gaita ve diğer
karbondioksit hacimleri (V) belirlenen bir zaman aralığında mo- barsak kaynaklarınca atılan nitrojen arasındaki farkın ölçülmesi su­
difiye Weir denklemi ile ölçülür. retiyle değerlendirilir. Sıfır veya pozitif dengeye ulaşmak için pro­
tein gereksinimleri açlık durumunda metabolizma yavaşlaması ne­
R E E = 3.9- V0 , + U Vc o , deniyle günlük protein kaybının en aza inmiş olmasıyla glikone-
ogenesis için adale katabolizmasının hızlandığı stres durumlarına
İndirekt kalorimetre ayrıca solunumsal orantıyı (RQ) da verir, RQ kıyasla daha azalmıştır. Nitrojen dengesinin sağlıklı ölçümü için
gaz biriktirme işlemi sırasında oluşan karbondioksitin kullanılan vücuttan tüm boşaltım yollarında kaybedilen nitrojen ölçümünün
oksijene oranıdır. Yağ metabolizma için baskın madde olduğundan tam olmasmı gerektirir. Çoğu olguda toplam idrar nitrojeni 2 4 sa­
(açlık halinde) RQ düşer ve karbonhidrat artımları (streste glikone- atlik üre nitrojenini 0 .8 5 ’e bölmek suretiyle ve gaita ve ter yoluyla
ogenesis ile) katkısıyla artar. Sağlıklı insanlarda RQ genellikle 0,80 kaybedilen nitrojenin yaklaşık 2g/gün olduğunu tahmin etmek su­
ve 0 .90 arasındadır. RQ <0.7 endojen yağ asiti metabolizması ile retiyle hesaplanabilir. Diğer yandan klinik tabloda yaygın diare,
giden sınırlı karbondioksit üretimi ile oluşan aktif ketogenezle pankreatik veya enterokütanöz fistül yoluyla protein kaybı olduğu
uyumludur. RQ> 1.0 lipogeneze veya fazla beslenmeyle ortaya çı­ durumlarda nitrojen dengesinin doğruluğu amacıyla toplam nitro­
kan karbonhidrat maddesinin yağa dönüşümüne işaret eder. 0.65- jenin hem idrar hem de barsak kaynaklarından modifiye Kjeldahl
1.25 dışındaki değerler ölçüm tekniğindeki yanlışlığa işaret eder. yöntemiyle ölçülmesini gerekli kılar. Nitrojenin en büyük ve alter­
24 Saatlik İd rard a K reatinin Atılımı Adale kreatin’in meta- natif kaynağının idrar amonyağı olduğu karaciğer yetmezlikli has­
bolik ürünü olan kreatinin adale kütlesine direkt orantılı oranda v e talarda toplam nitrojen ölçümleri mutlaka yapılmalıdır.
sabit bir hızda üretilir.İstirahat halinde günlük renal fonksiyon ile HASTA BA ŞI E N T E G R E B E S L E N M E D E Ğ ER L E N D İ­
toplanan 24 saatlik idrar örneğindeki, her bir gram kreatinin yağsız R İL M E S İ Beslenme değerlendirilmesi işlemine basitleştirmek
adalenin 18.5 gramına denktir. İskelet kası FFM ve BCM ‘in majör amacıyla birçok yaklaşım geliştirilmiştir. Bu amaçla altta yatan me-
elemanı olduğu için 2 4 saatlik idrardaki kreatinin ölçümü beslen­ dikal tablo ve hastalığın ağırlığına ve bunlarla ilişkili malnütrisycM
me desteğinin seyri sırasındaki ilk değerlendirmede bu vücut kom- na özgün ölçümler kullanılmıştır.
partmanlarının iyi bir göstergesidir. Kreatinin katsayısı herbir kg Sübjektif Global Değerlendirm e Bu yaklaşım eğitimli uzma­
vücut ağırlığına karşı çıkartılan kreatinin miktarını gösterir ve de nın anamnez ve fizik bulgulan temel almak suretiyle beslenme de­
erkekte ideal vücut ağırlığının 23 mg/kg’na, kadında ideal vücut; ğerlendirmesine olanak sağlar. Anamnezde temel öğeler arasın­
ağırlığının 18 mg/kg’na eşittir. Kreatinin-böy indeksi 2 4 saatlik id­ da; yakın zamandaki kilo kaybının yaygınlığı, diyet alınlındaki de­
rardaki kreatinin miktarının, hastanın ideal vücut ağırlığına göre ğişiklikler, 2 haftadan fazla süredir devam eden gastrointestinal
hesaplanan kreatinin katsayısına oranını gösterir. Bu değerler has­ bulguların varlığı, fonksiyonel tablodaki oynamalar ve altîâ yatan
tanın ideal vücut ağırlığı (Tablo74-3) tahminleri veya erkek ve t a ­ hastalığın metabolik hasarlan değerlendiriliri Fizik muayenede
dında boya oranı kreatinin atılımını gösteren tablolardan (Tablo74- ağırlık ciltaltı yağı dokusu azalması adele erimesi, cilt muköz
7) hesaplanabilir. 2 4 saatlik idrar kreatinin doğruluğu tamamen id­ membranlarındaki tipik değişiklikler, nörolojik muayene, ödem
rar toplamının tamamlanmasına bağlıdır. Ateşe bağlı değişiklikler­ varlığına verilmelidir. Anamnez ve muayene verilerinin entegras­
le gıda atımına bağlı oynamalar ve idrar numunesi toplamaktaki yonu hastaların aşağıdaki kategorilere ayırmaya imkan sağlar! ye­
hatalar 24 saatlik karttitatif idrar kreatinin ölçümündeki hatanın terli beslenme, orta derece de malnütrisyon veya ağır malnütrisyorn
% 1 0 oranında sorumlusudur. Kreatinin atılımının sabit olmaması Sübjektif global değerlendirmeyi geliştirenler oldukça iyi sensitive
böbrek fonksiyonunun düzgün olmasına bağlıdır. Serum kreatinin te ve spesifite bildirmelerine karşın bu yaklaşım klinisyenin eğitini
düzeyi > 5 3 0 pmol/L ( >6mg/dL) olan hastalarda gaita ya da cilt ve becerisine oldukça bağlıdır. » j
yoluyla ölçülemeyen kreatinin atılımı görülebilir. Kronik karaciğer Prognostik Beslenme Değerlendirilmesi Beslenme değerlen­
hastalığı olan hastalarda asit varlığı 24 saatlik idrar kreatinin ölçü­ dirmesinin değişik parametrelerini klinik prognoz ile ilişkilendiren
münün doğruluğunu etkiliyebilir. bir çok yöntem geliştirilmiştir.Her yaklaşım malnütrisyonun spesi­
İd ra r Nitrojen Atılımı Ve Nitrojen Dengesi Nitrojen dengesi fik özellikleıinj hücresel immünite ölçümleriyle ilişkilendirir.Zira
kötü beslenmiş hastada anormal immüp fonksiyon riski artırmak­
T ab lo 7 4-7 İdeal 2 4 S a a tlik İd ra r. K rea tin in D eğerleri
tadır (Şekil 74-3). Cerrahi prognostik beslenme inçleksi; serum ad-
bumin, transferrin, triseps cilt kıvrım kalınlığı ve cilt testi antijen­
Erkek® Kadın*
lerine karşı gecikmiş hipersensitivitenin preoperatif ölçülmesi esa­
2 4 saatlik 2 4 s a a tlik . sına dayalı morbidite tahmini yapar.Alkole bağlı karaciğer hastalı­
Boy, cm c K reatinin, m g Boy, cm K reatin in, m g
ğında yaşam süresi ile hem cilt kıvrımı hemde orta kol adelesi öl­
157.5 1288 147.3 ' 8 30 çümleri; kreatinin boy indeksi; serum albumin, transferrin,pre albu­
16 0 .0 1325 ■ 149.9 851 min ve retinol bağlayan protein değerleri; toplam lenfosit sayımı ve
162.6 1359 152.4 875;
antijenlere karşı cilt testi cevabı gibi kriterlere dayanan bir başka
165,1 ; 1386 154.9 '• 9 0 0
PCM skorlaması geliştirilmiştir. Maastricht indeksi ağır gastroin­
167.6 1426 157.5 925
170.2 • 1467 160.0 94 9 testinal hastalığı olan kişilerdeki yaşam süresini tespit için kullanı­
172.7 1513 162.6 977 lır. Bunda da serum albumin, retinol bağlayan protein, lenfosit sa­
175.3 1555 165.1 1006 yımı ve hastanın ideal vücut ağırlığında sapmalar gibi faktörler
177.8 1596 167.6 1044 esas alınmalıdır.
180.3 1642 170.2 1076
182.9 1691 172.7 1109 DİBLIÖGRAPYA
185.4 1739 175.3 1141
188.0 1785 177.8 1174 BAKER JP et al; Nuıriıional assessment; A comparison of clinical judgment and ob­
190.5 1831 180.3 1206 jective measurements. N Engl J Med 306:969, 1982
1891 182.9 1240 BLACKBURN GL et al: Nutritional and metabolic assessment of the hospitalized
193.0
patient. J Patenter Enteral Nutr 1:11, 1977
CAHILL GF: Starvation in man. N Engl J Med 282:668, 1970
“ Erkekler için kreatinin katsayısı ideal vücut ağırlığının 23 mg/kg.
* Kadınlar için kreatinin katsayısı ideal vücut ağırlığının 18 mg/kg. HALSTED CH: Clinical nutrition education*relevance and role models. Am J Clin
c Boyu inç olarak bulmak için 2.54’e böl. Nutr 67:192, 1998
KAYNAK: Blackburn ve arkadaşlarından alınmıştır. HEYMSFIELD SB et al: Nutrirional assessment of malnutrition by anthropomorp-
hic nıeıhods, in Modem Nutrition in Health and Disease, 9ib ed. ME Shils et al 75 Vitamin ve »ser Mineral Eksikliği ve Fazlalığı 4 61
(eds). Philadelphia, Lea & Fehiger, 1999, p 903
MENDENHALL C et al: Relationship of protein calorie malnutrition to alcoholic li­
ver disease: A reexamination of data from two Veterans Administration Coope­
melerinde koenzim olarak görev alır. Tiaminin periferal sinir ileti­
rative Studies. Alcohol Clin Exp Res 19:635,1995 minde de rol aîdıği Öne sürülmüş olsa da bu işlevini tanımlayacak
MORGAN S L , WEINSIER RL: Fundamentals o f Clinical Nutrition. St. Louis, kimyasal mekanizmalar tam olarak bilinmemektedir.
Mosby, 1998, p 167 Emilim ve Gereksinimler Tiamin, yüksek dozlarda pasif ola­
MULLEN JL et al: Reduction of operative morbidity and mortality by combined
rak emilir; düşük dozlarda ise bir aracı-taşıyıcı ile aktif olarak emi­
preoperative and postoperative nutritional support. Ann Surg 192:604, 1980
NABER THJ et al: Prevalence of malnutrition in nonsurgical hospitalized patients lir ve bu işlem sırasında fosforillenir. Emildikten sonra, plazma
and its association with disease complications. Am 1 Clin Nutr 66:1232, 1997 proteinleri (esas olarak albumin) ve eritrositler tarafından taşınır.
YANOVSK1SZ et al: Bioelectrical impedance analysis in body composition measu­ Kaslar esas depolanma yeri olmakla beraber kas, kalp, karaciğer,
rement: National Institutes of Health technology assessment conference state­
böbrek ve beyinde de depolan». Tiaminin toplam vücut depo mik­
ment. Am J Clin Nutr 64:524S, 1996
tarı, esas olarak tiamin pirofosfat şeklinde bulunmak üzere, yakla­
şık 30 mg kadar olup biyolojik yanlanma ömrü 9 ila 18 gün arasın­
da değişir.
7 5 J Robert M .Russel _____ Tiammjn karbonhidrat metabolizması ve eneıji üretiminde yer
alması gerçeğinden yola çıkarak, diyetle alınması önerilen miktar,
' C İ VİTAMİN VE ESER MİNERAL erkeklerde enerji tüketiminin daha fazla olacağı düşünülerek biraz
; > 1 EKSİKLİĞİ VE FAZLALIĞI daha yüksek tutulmuştur. Ağır atletik egzersizlerde tiamin kullanı­
>m Tamer C. İnal mının biraz daha fazla olduğu deneylerle gösterilmiştir. Diyetle
alınması önerilen tiamin miktan erkekler için 1.2 mg/gün ve kadın­

FAD flavin adenin dmükleotkl NADP NAD fosfat


lar için 1.1 mg/gündür. Amerika Birleşik Devletlerinde sadece yi­
FMN flavin nüleleotid . PLP plridoksal fosfat, • yeceklerle alınan ortalama tiamin miktan 2 mg/gündür Gebelikte,
HPLC yüksek performans sıvı kroma- RDA önerilmiş diypt izini tiamine olan gereksinimde % 10 kadar bir artış olur ve emziren ka­
tografî RE retinol eşdeğeri
dınlarda bu oran biraz daha artar.
LDL düşük dansiteli lipoproteinler TPN total parenteral beslenme
NAD nikotinamid adenin diniikleoıid VLDL düşük dansiteli lipoproteinler Tiaminin bulunduğu temel gıdalar arasında maya, domuz eti,
baklagiller, sığır eti, işlenmemiş tahıl ürünleri ve fındık sayılabilir.
İşlenmiş ve cilalanmış pirinç ya hiç ya da çpk az tiamin içerir. Bu
Vitamin ve eser mineraller, vücutta yetersiz sentezlendiğinden ve­ nedenle, beslenmesi yoğun bir şekilde pirince bağlı olan kültürler­
ya hiç sentezlenmediğinden dolayı diyetle alınması gereken mad­ de tiamin eksikliğine daha sık rastlanır. Molekül ısıya duyarlıdır ve
delerdir. Temel biyokimyasal tepkimelerin işleyebilmesi için bu pH > 8 de yıkılır. Çay, kahve (kafeinli yada kafeinsiz), çiğ balık ve
maddelerin çok az miktarlarına gereksinim vardır (ör. koenzim ve­ deniz kabukluları tiaminazlan içerirlerve vitaminin parçalayabilir­
ya prostetik grup olarak). Balı ülkelerinde bol miktarda, çeşitli ve ler. Bundan dolayı, teorik olarak çok fazla miktarda çay veya kah­
ucuz yiyecekler bulunduğu için belirgin vitamin veya eser mineral ve içmek vücut tiamin depolarım azaltır.
eksikliği sori derece nadir oluşmaktadır; ancak hasta veya alkolik Eksikliği Dünya genelinde tiamin eksikliğinin en sık nedeni
olanlarda çeşitli eksikliklerle karşılaşılabilir. Bundan başka, labora- diyetle eksik alınmasıdır. Batı ülkelerinde tiamin eksikliğinin esas
tuvar testleri sonucunda açığa çıkarılan subklinik vitamin veya eser nedeni alkolizm ve kanser gibi kronik hastalıklardır. Alkolün tiami­
mineral eksiklikleri normal popülasyonda» özellikle de yaşlı grup­ nin emilimini ve tiamin pirofosfat sentezini direk olarak etkilediği
ta, oldukça sık karşılaşılan bir durumdur. bilinmektedir. Alkolik karaciğer hastalığı ile beraber kötü beslenen
Vitaminlerin ve mineralleri» vücutta depolanması çok büyük kişiler de tiamin eksikliği riski ile karşı karşıyadır, çünkü, karaci­
farklılıklar gösterir. Örneğin, vitamin B 1 2 ve vitamin A büyük mik­ ğer ve kaslarındaki depolarda eksilme söz konusudur. Alkolizmi
tarlarda depolanır ve diyetle bu maddeleri hiç almasa bile eksikli­ olan bir hastanın beslenmesi sırasında tiamin depolan da yenilen-
ğin oluşması 1 yıldan fazla sürer. Diğer taraftan, diyetle eksik alın­ melidir, zira yeterli tiamin desteği olmaksızın karbonhidrat veril­
dığında haftalar içinde eksiklik oluşabilir. Tedavi amaçlı girişimler, mesi akut tiamin eksikliğini presipite edebilin - ;
vücut için esansiyelolan maddelerde tükenmeye neden olabilir, ör­ 'Hamin eksikliğinin erken evrelerinde anoreksi, imtabilite, aptr-
neğin, hemodiyaliz suda çözünen vitaminlerin uzaklaştırılmasına ti ve yaygın güçsüzlük gelişebilir. Uzamış tiamin eksikliğinde, her
yöİ açabüir, bu maddeler dışardan desteklenmelidir. ne kadar belirgin örtüşrtıe gösterse de, klasik olarak, yaş-veya kuru
Hastalıklarda vitamin ve eser minerallerin çeşitli rolleri vardır: diye sınıflanan beriberi tablosu gelişir. Beriberinin hangi formu
(1) malabsorpsiyon gibi hastalık durumlarında vitamin ve mineral olursa olsun, hastalar ağrı ve paresteziden yakınabilir. Yaş b e r i b e r i
eksiklikleri oluşabilir; (Ü) vitamin ve minerallerin hem eksikliği tablosu esas olarak kalp kası enerji metabolizması ve otonominin
hem de fazlalığının kendisi hastalığa neden olabilir (ör. vitamin A bozulmasına bağlı olarak kalp damar semptomları ile ortaya çıkar
intoksikasyonu ve karaciğer hastalığı); ve (3) vitaminler v e mine­ ve tianıinden eksik diyetle beslenmeden 3 ay sonra oluşur. Hasta­
raller yüksek dozlarda ilaç olarak kullanılabilirler (ör. hiperkoleste- lar, büyümüş bir kalp, taşikardi, yüksek atımlı konjestıf kalp yet­
rolemi tedavisinde niasin). Hematoloji (Konu 105, 107) ve kemik mezliği, periferal ödem ve periferal nörit tablosu gösterirler. K u ru
(vitamin D, kalsiyum, fosfor; K on» 34 0 ) ile ilgili vitamin ve mine­ b e r ib e r is i olan hastalarda reflekslerin zayıflamasi ile birlikte hem
raller başka bölümlerde anlatıldığından bu bölümün kapsamına motor hem de duyu sistemlerini içeren simetrik periferal nöropati
alınmamıştır. gözlenir. Nöropati özellikle bacakları etkiler ve hastalarda çömel-
miş pozisyondan ayağa kalkmada zorluk vardır.
VİTAMİNLER Kronik tiamin eksikliği olan alkolik hastalarda, horizontal nis-
tagmus, oftalmopleji (bir veya daha fazla göz kasının tutulumuna
TİA M İN (VİTAMİN B j) Tıamin, keşfedilen ilk B vitaminidir ve bağlı) serebellar ataksi ve zihin bozukluğu bulgularını içeren ve
bu nedenle vitamin B1 olarak isimlendirilmiştir. Tiaminin koenzim W ern icke e n s e fa lo p a t is i olarak bilinen merkezi sinir sistemi tutu­
formu olan tiamin pirofosfat, dallı-zincirli ammoasitlerin ve kar­ lundan da olabilir (Konu 387). Bu tabloya hafıza kaybı ve konfo-
bonhidratların metabolizması için gereklidir (Şekil 75-1). Tiamin, bulasyon psikozu eklendiği taktirde sendrom W e r n ic k e - K o r s a k o ff
piruvat ve a-ketoglutarat gibi a-ketoasitlerin ve dallı-zincirli ami- sen d rom u olarak bilinir. Bu Sendrom genellikle alkolik hastalarda
noasitlerin dekarboksilasyonunda görev alır ve böylece eneıji üre­ tanımlanmış olsa da, bir varyant transketolaz izoenziminin neden
timi için kaynak oluşturur. Buna ilaveten, tiamin pirofosfat, heksoz olduğu genetik bir yatkınlık da söz konusu olabilir.
ve pentoz fosfatların dönüşümüne aracılık eden transketolaz tepki­ Ciddi şekilde beslenme yetersizliği olan 2 ila 3 aylık bebekler-
! şekilde yok ollır, ancak Wemicke-Korsakbff
Aktif türev veya
Vitamin sendromunda gözlenen psikoz birkaç ay daha
kofaktör Temel işlevi
sürebileceği gibi kalıcı da olabilir Bununla
Tiamin Tiamin pirofosfat Karbon-karbon bağlan-
uyumlu olarak, korteks, serebellum ve tala-
NHs nın kırılmasında koen-
M-'-- N , zim; aminoasit ve kar­ musun mamiller cisimciklerinde patolojik

K 5 ' r^ l> *'0H bonhidrat metabolizması değişiklikler oluşur. Acil servise gelen veya

Riboflavin hastaneye yatırılan kronik alkolik hastaların


Flavin mononükleotid Oksidasyon-redUksiyon
c ; (FMN) ve flavin tepkimelerinde kofaktör hepsine profilaktik olarak parenteral tiamih
adenin dinükleotid ve bazı enzimler için ka- verilerek, glukoz içeren solüsyonların tiamin
'V rr’ ü (FAD) - valent olarak bağlanmış ; eksikliğini presipite edici etkisinin önlenme­
prostetik grup
si gereklidir
Niasin o Nikotinamid adenin di- Oksidasyon-redüksiyon Farmakolojik dozda tiamine yanıt veren
ıı nükleotid fosfat tepkimelerinde koenzim- durumlar arasında, dallı-zincirli ketoasidüri-
(NADP) ve Nikotina- [er
M* mid adenin dinükleo- ler (maple şekeri idrar hastalığı), beyinde ti­
H
tid ( N A D ) ......... . .. ....... amin trifosfat eksikliğine bağlı gelişen suba-
Piridoksin Piridoksal fosfat Amino asit metabolizma- , kut nekrotizan ensefalopati (Leigh sendro-
O l;0'f sındaki enzimler için
0-1 mu), tiamine yanıt veren laktik asidoz, diabe­
C H ,G H
kofaktör
tes mellitus ve sağırlık ile ilişkili tiamine ya­
N
nıt veren megaloblastik anemiler sayılabilir
Askorbik Askorbik asit ve dehid- Bir redoks iyonu olarak
rooskorbik asit bir çok biyolojik oksi- (Konu 353). Bu resesif bozukluk için sorum­
O c, ç c c a cı ı(cı ı dasyon ve hidrojen trans­ lu gen , S L C 1 9 A 2 , bir tiamin taşıyıcı proteini­
OH OH OH feri tepkimelerine katılma ni kodlar.
Vitamin A
Retuıol, reünaldehit, Rodopsin (görme) ve gü­
Toksisite Yüksek dozda tiamine uygu­
ve retinoik asit koproteinlerin (epitelyal
hücre fonksiyonu) oluşu­ lanmasının sonrasında artaflaksi bildirilmiş
(p -C a'oicrm T mu; ayrıca gen transkrip­ olsa da ister ilaç ister gıdaların içinde uygu­
, - v V V V - CHiw - siyonunu düzenler lansın yüksek dozda bile her hangi bir yan et­
kiye rastlanmamıştır. Tiamin, günde 5 0 m g’a
Vitamin E Tokoferol ve tokot- Antioksidanlar kadar güvenli bir şekilde alınabilir. ,
c"; rionoidler R İBO FLA V İN (VİTAM İN B 2 ) Ribofla­
" ; O’ H j'O ’ Hb CH? CH
vin, bir hücre içi solunum koenzimi ve elekt­
CI T ’ ‘ "
ron vericisi olarak, yağ, karbonhidrat ve pro­
Vitamin K. Naflokinon Esansiyel pıhtılaşma fak­
tein metabolizması için çok önemli bir vita­
C törlerimde içeren birçok
proteinin posttranslasyo- mindir. Riboflavin vücutta, fosforik asit, ile
H nel karboksilasyonu için esterifiye olarak çeşitli hücre içi oksidasyon-
kofaktör redüksiyon işlemlerinde yer âlân iki koenzim
ŞEKİL 75-1 İnsanda hastalıklar ile ilişkili bazı vitaminlerin yapıları ve temel işlevleri. formunu oluşturur: flavin-mononükleotid
(FMN) ve flavin adeniti dinükleotid (FAD).
de, hızla gelişen tiamin eksikliği ile birlikte, birkaç saat içinde Prostetik grup olarak yapılarında FAD veya FMN içeren enzimler
ölümle,sonuçlanan ani kardiyovasküler yetmezlik ve şok gelişebi­ bir grup olarak flâvoenzimler (örneğin, süksinik asit dehidrogenaZ,
lir. Bundan başka, tiamin eksikliği, kusma, nisfagmus ve konvülz- mönoamin öksidaz, glütatyon redüktaz gibi) olarak bilinirler. Ri-
yonlarla seyreden menenjit benzeri bir tablo ile de ortaya çıkabilir. boflavin, niasin metabolizmasında önemli bir rol oynar, çünkü flâ­
İleri derecede irritabilite ve bazen boğuk ağlama bazen de hiç ses voenzimler, indirgenmiş nikotinamid adenin dinükleotid (NAD)
çıkaramadan ağlama (sessiz çığlık) şeklinde seyreden afonik bir ve NAD fosfat (NADP) formlarının oksidasyonunda ara bileşikler
tablo da tanımlanmıştır. olarak yer alırlar.
■ Tiamin eksikliğinin laboratuvar tanısı genellikle ortama tiamin Riboflavin normalde aktif transport ve doygunluğa ulaşabilen
pirofosfat konmadan önce ve eklendikten sonra olmak üzere trans- taşıyıcı-aracılı mekanizmalar ile emilirken, yüksek konsantrasyon­
ketolâz aktivitesinin enzimatik ölçümleri ile yapılır. Ortama tiamin larda emilimin temel mekanizması difüzyondur. Riboflavin fosfo-
pirofosfat ilavesi ile %25 den daha fazla oranda bir aktivite artışı rilasyonu esas olarak ince barsak duvarında gerçekleşir. Hem FMN
(aktivite katsayısı 1.25) anormal olarak değerlendirilir. Eksikliği ta­ hem de FAD dolaşımda immünglobulinlere ve albumine bağlana­
nımlamak için tiamin veya fosfatlanmış tiamin esterlerinin kanda rak taşınırlar ve yine her ikisi de belirli bir dereceye kadar karaci­
veya serumda yüksek basınçlı sıvı kromatografisi (HPLCj ile de öl­ ğer ve kaslarda depolanırlar.
çülebilir. Bunun dışında, idrarda, günde kreatinin gramı başma <27
Riboflavinin kimyasal ve enzimatik tepkimeleri hakkında çok
pg tiamin düzeyleri eksikliği gösterir. İdrarla tiamin atımı ölçümün­
fazla bilgi olmasına karşın eksikliğine ait özgün bir klinik tablo
de hastanın diüretik kullanmıyor olmasına dikkat edilmelidir, çün­
yoktur ve diğer B vitamin eksikliklerine benzer. Dahası, riboflavin
kü diüretikler tiamin atımını artırırlar.
eksikliği genellikle diğer suda çözünen vitamin eksiklikleri ile bir­
likte görülür (Konu 74). Riboflavin eksikliği, temel olarak, ağız
TEDAVİ Kardiyovasküler veya nörolojik belirtiler ile seyre- (angular stomatit, çelioz, atrofik glossit, koyu kırmızı bir dil, faren­
1 den akut tiamin eksikliğinde, parenteral olarak 7 gün 100 jit) ve deride (sebore, genital dermatit) mukokütanöz yüzeylerin
mg/gün tiamin verilmelidir ve bunu tam iyileşme sağlanana kadar lezyonlan şeklinde seyreder. Riboflavin eksikliğinde, mukoküta­
10 mg/gün dozunda ağızdan uygulama izlemelidir. Kalp-damar sis­ nöz lezyonlara ilave olarak komeal damarlanma, anemi ve kişilik
teminin düzelmesi 12 saatten kısa bir sürede, oftalmoplejik iyileş­ değişiklikleri de tanımlanmıştır.
me ise ilk 24 saat içinde gerçekleşir. Diğer bulgularda kademeli bir Eksikliği ve Fazlalığı Riboflavin eksikliği hemen her zaman
diyetle eksik alınmasına bağlıdır. Riboflavine olan gereksinim, ge­ 75 Vitamin ve Eser Mineral Eksikliği ve Fazlalığı 463
belik, laktasyon ve muhtemelen ağır egzersizlerle artar. Fenotiazin
ve antibiyotik kullanımı da gereksinimi artırır. Süt, süt ürünleri, ilerlemiş olgularda gözlenir. Vajinit ve ösafajit de oluşabilir. İshal
katkı maddelt ekmekler ve tahıllar Amerika Birleşik Devletlerinde (kısmen proktite, kısmen de malabsorbsiyona bağlı), depresyon,
tüketilen en önemli riboflavin kaynakları olmasına rağmen, yağsız nöbetler ve demans da pellegra sendromunun bir parçası olarak
et, balık, yumurta, karnabahar ve baklagiller de önemli kaynaklar- gözlenir— dört D: ölüme (death)yol açan diyare, dermatit ve de­
dır. Riboflavin ışığa oldukça duyarlıdır bu nedenle, ışığa bağlı ri* mans.
boflavin yıkımının engellenmesi için, süt, korumalı kaplarda sak­ Niasin eksikliğinin tanısı, metabolitleri olan 2-metil nikotina­
lanmalıdır. Süt içmeyen toplumlarda (Orta Amerika gibi) riboflavin mid ve 2-piridon düzeylerinin idrarda azalmış olduğunun gösteril­
eksikliğinin laboratuvar tanısı daha sık gözlenir. Riboflavin eksik­ mesi ile konur. Pellegra tedavisi, ağızdan 100 ila 200 mg nikotina­
liğinin laboratuvaf tanısı, eritrosit veya idrar riboflavin düzeyleri; mid veya nikotinik asidin 5 gün süresince günde üç kez uygulan­
ölçülerek, ya da ortama PAD ekleyerek ve FAD eklenmeksizin ya­ ması şeklindedir.; Yükselmiş kolesterol düzeylerinin ve tip 2,4 ve 5
lıdan eritrosit glutatyon redüktaz enzim aktivite tayini ile yapılır. hiperlipidemilerin tedavisinde yüksek doz (günde >3 g nikotinik
FAD eklenmesiyle 1.4’den daha fazla uyarılması (aktivite katsayı* asit) nikotinik asit kullanılır (Konu 344)!
sı) eksiklik tablosu için.tanısal anlam taşır. Erişkinlerde günlük ola­ Zehirlenme Hipertrigliseridemi tedavisi sırasında veya destek
rak alınmast istenen miktar, gebelerde ve laktasyonda bir miktar olarak alınan günlük 50 mg niasin gibi küçük dozlarda bile pros-
daha fazla olmakla beraber, 1.1 ila 1.3 mgdır. Flavoprotein sente­ taglandin-ilişkili yüz kızarıklığı (flushing) bildirilmiştir. Gıdalarla
zinde çok nadir gözlenen bazı genetik bozukluklarda farmakolojik alman niasine bağlı hiç Toksisite bildirilmemiştir. Yüz kızarıklığı­
dozlarda riboflavin tedavisi gerekebilin Gastrointestinal sistemin na, cilt kuruluğu, kaşıntı ve baş ağrısı eşlik edebilir, Aspirin veril­
riboflavin emdim kapasitesi sınırlı olduğundan, (tek bir oral doz mesi bu semptomları hafifletebilir. Benzer dozda niasin verilmesi
olarak verildiğinde ~20 mg) zehirlenme tablosu tanımlanmamıştır. bulantı, kusma ve abdominal ağrıya da neden olabilir. Niasine bağ­
Bu nedenle, önerilen' günlük gereksinim belirlenirken bu madde lı en ciddi toksik reaksiyon, yüksek A ST ve ALT düzeyleri ile bir­
için bir üst sınır belirlenmemiştir; likte sanlık tablosuyla seyredebilen karaciğer toksisitesidir, 3 ila 9
NİASİN (VİTAMİN Bg) Niasin terimi, nikotinik asit, nikotin g/gün dozlarında, karaciğer nakli gerektiren bir kaç fulminan hepa-
namid.ve bunların biyolojik olarak aktif olan türevleri için kullanr- tit olgusu bildirilmiştir. Diğer toksik reaksiyonlar arasında glukoz
lan bir tanımlamadır. Nikotinik asit ve nikotinamid iki köenzim için intoleransı, makula ödemi ve kistleri sayılabilir. Nikotinik asidih
öncü bir madde olarak hizmet eder: NAD ve NADP. Bu koenzim- aralıksız salınan formlarının regüler formlardan daha toksik olup
ler vücuttaki bir çok yükseltgenme ve indirgenme tepkimelerinde olmadığı konusu yeterince açık değildir. Günlük niasin aliminin üst
önemli rol oynarlar; NAD ve NADP dehidrogenazlar için kofaktö'r sınırı 35 mg olarak belirlenmiştir. Ancak, bu üst sınır niasinin tera-
olarak görev yaparlar ve bir çok redoks tepkimesinde hidrit iyonla* pötik kullanımı için uygun değildir.
rının transferinde yer alırlar. Bu nedenle niasin, pentoz,. steroid ve PİRİD O KSİN (VİTAM İN Bg) Vitamin Bg terimi, piridoksin,
yağ asidi sentezinde; glikolizde; protein metabolizmasmda ve lak- piridoksal, piridoksamin ve bunların 5 ’-fosfat türevlerini içeren bir
tat, piruvat ve alkol gibi yakıt maddelerinin oksidasyonunda önem­ aileyi tanımlar, 5 ’-Piridoksal fosfat (P LF), amino asit metabolizma­
lidir. Buna ek olarak, NAD ve NADP, DNA tamirinde ve kalsiyum sında yer a la n 100 den fazla enzimin kofaktörüdür (öz, 5'-PLP, ho-
serbestleşmesindeki adenin difosfat-riboz transferi tepkimelerinde mosisteini sistationine çevriminde yer alan transsülfürasyon enzim­
de aktif görev alırlar. lerinin kofaktörüdür; Konu 352), Vitamin B 6 ayrıca, HEM Ve nö-
Emilim, Metabolizma ve Gereksinim Nikotinik asit ve niko­ rotransmitter sentezinde ve glikojen, yağlar, steroidler ve sfingoid
tinamid mide vç ince barsaklardan rahatlıkla emilirler. Niasinin h e r, bazlarm metabolizmasmda da yer alır, Triptofanın niasine çevril­
iki formu da düşük dozlarda, sodyuma bağımlı, kolaylaştırılmış di* mesi gibi bazı vitaminlerin metabolizmasında da görev alır.
füzyon ile emilirken, yüksek dozlarda pasif difüzyon ile gerçekle­ Emilim ve M etabolizma Karışık bir diyette, vitamin Bg’nın
şir. Karaciğerde bir miktar NAD depolanması gerçekleşir. Bir ami­ yaklaşık % 75’i doygunluğa ulaşmayan, pasif bir proses ile emilir!
no asit olan triptofan, ağırlığına göre 60:1 etkinlikte niasine dönüş* Diyetle alınan vitamin Bg mn büyük bir kısmı fosforillenmiş halde­
türülebilir. Bu nedenle, niasin için önerilen günlük miktar, niasin dir; ve emilim gerçekleşmeden önce barsak alkalen fosfatazı tara­
eşdeğeri olarak verilir. Niasin eksikliği; gebelik ve oral kontrasep- fından fosfatının koparılması gereklidir. Emildikten sonra, vitamin,
tif kullanan kadınlarda, daha fazla oranda triptofan-niasin dönüşü­ karaciğerde yeniden fosfatlanır ve burada çeşitli değişik formlar»
mü gerçekleşir. Diğer taraftan, vitamin Bg- veya riboflavin eksikli­ birbirine dönüştürülebilir. P L F karaciğerde, hücresel proteinlere ve
ği durumlarında bu dönüşümün etkinliği azalır. İzoniazit kullanımı albümine sıkıca bağlanır. Bü bağlayıcı proteinler P L F ’yi fosfataz
triptofan-niasin dönüşümünü engellen Niasinin idrarla atılan meta- aktivitesinden koruyacağı için, dışardan sürekli verilen miktar so­
bolik ürünleri arasında nikotinik aşit ve niasin oksit sayılabilir, an­ nucunda doku düzeyleri oldukça yükselebilir. Vücutta 60 mg vita­
cak niasin eksikliğinin tanısında kullanılan esas idrar'metabolitleri min Bg depolanır ve bunun da büyük kısmı kaslarda P L F şeklinde
2-piridon ve 2-metil nikotinamid ölçümleridir, fosforilaz A’ya bağlı halde bulunur. Vitamin B 6 mn biyolojik yarı­
Niasin için önerilen günlük alım erkekler için 16, kadınlar için lanma ömrü 25 gündür,;
14 niasin eşdeğeridir. Amerika Birleşik Devletlerinde niasin alimi­ Gıda K aynakları Bitkiler, vitamin Bg yı piridoksin şeklinde
nin ortanca! değeri bu miktarların, üzerindedir. Mısırda triptofan ve bulundururken memeli dokuları P L F ve piridoksamin fosfat form­
niasin içerikleri düşük olduğundan, mısır ağırlıklı diyetle beslenen­ larım içerirler. Bitkilerde bulunan vitamin Bg’nıri biyo-yararlanımı,
lerde niasin eksikliği eğilimi vardır. Fasulye, süt, et ve yumurtanın hayvansal dokulardakine göre daha düşüktür. Vitamin Bg’nın tüm
niasin biyo-yararlanımı yüksekken tahıl ürünlerinde yararlanım da­ formları alkali ortamlarda dayanıksızdır. Vitamin, tüm yiyecek
ha düşüktür. Un, "serbest" niasin (koenzim olmayan formu) ile zen­ gruplarında bulunmasına karşın özellikle, baklagillerde, fındıkta,
ginleştirilmiş olduğundan biyo-yararlanımı mükemmel derecededir. buğday kepeğinde ve ette oldukça zengindir Genç erişkinler için
Eksiklik Niasin eksikliği, çoğunlukla Çin, Afrika ve Hindis­ önerilen günlük alım (hem bayan hem erkekler için) günde 1.3 mg
tan'ın mısır ağırlıklı diyetle beslenen bölgelerinde p e l t e g r a ’ya ne­ olarak belirlenmiştir. Daha yaşlı yetişkinler için önerilen alım biraz
den olur. Kuzey Amerika’da gözlenen pellegra büyük ölçüde alko­ daha yüksektir (kadınlar için 1.5 mg/gün, erkekler için' 1.7
liklerde; triptofanın barsaktan ve böbreklerden emiliminin bozuk mg/gün).
olduğu konjenital bozukluk olan hastalarda (Hartnup Hastalığı; Eksiklik Vitamin B 6 eksikliği semptomları arasında, diğer vi­
Konu 352) ve triptofanın serotonine dönüşümünde artış ile seyre­ tamin eksikliklerinde de sıklıkla görülen, seboreik dermatit, glossit,
den karsinoid sendromlu (Konu 93) hastalarda bulunur. Pellegranın stomatit ve keliozis sayılabilir (Konu 74). Buna ek olarak, ciddi vi­
erken bulguları arasında iştah kaybı, yaygın güçsüzlük ve irritabili- tamin Bg eksikliği, yaygın güçsüzlük, irritabilite, periferal nöropa-
te, karın ağrısı ve kusma sayılabilir. Daha sonra, stomatit ve parlak ti, elektroensefalogram anormallikleri ve depresyon ve konfiizyon
kırmızı glossit şeklinde epitelyal hücre değişikliklerini takiben gibi kişilik değişikliklerine yol açabilir. Bebeklerde ishal, nöbetler
özellikle güneşe maruz kalan deri bölgelerinde pigmentasyon ve ve anemi bildirilmiştir. HEM sentezindeki ilk enzimin (amino-le-
pullanma şeklinde karakteristik cilt döküntüleri gelişir. Bu döküntü vülinat sentaz) kofaktör olarak PLP gereksinimi olduğundan, he­
boyun bölgesini sardığı zaman "Casal gerdanlığı" olarak bilinir ve moglobin sentezindeki azalmaya bağlı olarak mikrositik, hipokrom
464 V iichicnme ğu gıda kaynakları arasında turunçgiller, yeşil sebzeler (özellikle
brokoli), domates ve patates sayılabilir. Önemli bir miktarda vita­
anemi gelişir (Konu 104). Bazı olgu sunumlarında platelet fonksi­ min C antioksidan katkı maddesi olarak yiyeceklerde bulunur.
yon bozukluğu bildirilmiştir. Vitamin Bg homosisteinin sistationine Günde beş meyve veya sebze tüketilmesi ile, hem erkek hem de ba­
dönüşümünde rol aldığı için, kronik düşük-dereceli vitamin B6 ek­ yanlar için önerilen günlük alım olan 6 0 mg fazlasıyla alınmış olur.
sikliği, hiperhomosisteinemi ve kardiyovasküler hastalık riskinin Bundan başka, ABD halkının yaklaşık % 40 kadarı ek olarak vita­
artması ile sonuçlanabilir (Konu 242 ve 352). min G kullanmaktadır. Vitamin C gereksinimi gebelikte hafifçe ar­
İzoniazit, L-dopa, penisillamin ve siklosporin gibi belirli bazı tarak 7 0 mg/gün ve emziren kadınlarda biraz daha artarak 90-95
ilaçlar, P L F ’nin karbonil grupları ile tepkimeye girerek vitamin ya­ mg/gün olarak belirlenmiştir. Sigara içme, hemodiyaliz ve sttes
pısını bozarlar. Mekanizması tam bilinmemekle beraber, oral kont- (örn, enfeksiyon, travma) vitamin C gereksinimini artırır. Vitamin
raseptiflerin vitamin Bg düzeyinde düşüşe neden olduğu bildiril­ C ’nin doğal şekillerinin biyo yararlananı sentetik olanlardan daha
miştir. Alkolizm de, yetersiz beslenme ve karaciğer hastalığına fazla değildir.
bağlı olarak vitamin B 6 düşüklüğüne neden olur; ayrıca, asetalde- Eksiklik Vitamin C eksikliği skorbüte neden olur; A BD ’de
hit proteine bağlanmada P LF ile yarışarak P L F ’nin yıkımını ve atı­ özellikle fakir ve yaşlı insanlar arasında ve günde < 10 mg dan da­
lmamı artırır. Alkolik karaciğer hastalarında gözlenen aspartat ami- ha az vitamin C alan alkolikler arasında gözlenir. Vitamin C eksik­
notransferaz (AST veya SGOT)-alanin aminotransferaz (ALT veya liği ayrıca makrobiyotik diyeti ile beslenenlerde de bildirilmiştir.
SGPT) oranının yükselmesi, A L T nin göreceli olarak vitamin Toplam vücut vitamin G düzeyi < 300 mg/gün ve plazma düzeyi
B 6‘ya daha fazla bağımlı olduğunu yansıtmaktadır. Preeklampsi, <11 pmol/L olunca skorbüt gelişir. Skorbütün semptomları esas
eklampsi ve hemodiyaliz hastalarında vitamin Bg gereksinimi artar. olarak olgun bağ doku oluşumundaki bozukluğa bağlıdır ve cilt içi­
Farmakolojik dozda vitamin Bg tedavisi gerektiren eksiklik ile iliş­ ne kanama (peteşi, ekimoz, perifolliküler hemoraji), dişeti infla-
kili sendromlar nadir görülse de, bunlar arasında sistatyonin b-sen- masyonu ve kanaması, eklem aralığına, periton boşluğuna, peri-
taz eksikliği, piridoksine cevap veren anemiler (primer olarak side- kard ve adrenal bezlere kanama ile ilişkili bulgulan içerir. Diğer je-
roblastik) ve mitokondriyal bir enzim olan omitin aminotransferaz neralize semptomlar arasında, güçsüzlük, halsizlik ve depresyon
aktivitesinin azalmasına bağlı girus atrofisi ile birlikte korio-retinal sayılabilir. Çocuklarda, vitamin C eksikliği kemik gelişimini bozar.
dejenerasyon sayılabilir. Bu durumlarda, tedavi olarak 100 ila 200 Vitamin C eksikliğinin laboratuvar tanısı, plazma ve lökosit düzey­
mg/gün oral vitamin Bg gereklidir. lerinin düşük olması ile konur.
Karpal tünel sendromu, premenstrüel gerilim, şizofreni, otizm Vitamin C verilmesi ile (200 mg/gün) birkaç gün içinde skorbüt
ve diyabetik nöropati tedavisinde yüksek dozda vitamin Bg kulla­ semptomlannda belirgin bir iyileşme gözlenir. Yüksek doz vitamin
nılmış ancak etkili bulunmamıştır. C verilmesi (örn., 1-2 g/gün) ile, üst solunum yolu enfeksiyonları­
Vitamin Bg eksikliğinin laboratuvar tanısı genellikle- plazma nın süresinde ve semptomlannda hafifçe bir azalmaya neden oldu­
P L F düzeylerindeki azalmanın (< 20 nmol/L) gösterilmesi ila ko­ ğu ve glisemik kontrolün daha iyi olduğu gösterilmiştir. Vitamin G
nur. Vitamin B6 eksikliğinin diğer göstergeleri arasında eritrosit verilmesinin Chediak-Higashi sendromu (Konu 64) ve osteogenesis
P L F düzeylerinin düşüklüğü, plazma piridoksal ve idrar 4-piridok- imperfecta (Konu; 351) tedavisinde de yararlı olduğu bildirilmiştin
sik asit düzeylerinde azalma sayılabilir. Vitamin Bg eksikliğinin te­ Yüksek miktarda vitamin C bulunan gıdalarla beslenen kişilerde;
davisinde günde 5 0 mg kullanılır; eğer eksiklik kullanılan bir ilaca başta ösafagus ve mide kanserleri olmak üzere, belirli bazı kanser­
bağlıysa 100-200 mg/gün gibi yüksek dozlar verilebilir. Vitamin Bg lerin daha az oranda gözlendiği öne sürülmüştür. Eğer kanıtlanırsa,
L-dopa ile birlikte kullanılmamalıdır; çünkü vitamin bu ilacın etki­ bu etki muhtemelen vitamin C ’nin nitrit ve sekonder aminlerin kan-
sini bozabilir. serojenik nitrosoaminlere dönüşümünü engellemesine bağlı olabilir.
Zehirlenme Zehirlenmenin görüldüğü (duyusal nöropati) en Diğer taraftan, Çin’de bu konuyla ilgili yapılan bir çalışma vitamin
düşük doz günde 500 mg olmasma karşın, vitamin Bg’nm güvenli C ’nin koruyucu olabileceğini desteklememiştir. Vitamin C ’den zen­
bir şekilde kullanım üst sınırı 100 mg/gün olarak belirlenmiştir. Sa­ gin gıdalarla beslenmenin; koruyucu olduğu bildirilen diğer bazı
dece besinlerle yüksek miktarlarda vitamin Bg alınması ile ilişkili kronik hastalıklar arasında kalp-damar hastalıkları, itime ve katarakt
her hangi bir yan etkisi yoktur. Zehirlenme oluştuğu zaman ciddi sayılabilir. Ancak bu çalışmalar sadece ilişki belirlemektedir ve bü­
duyusal nöropatiye neden olur ve hastaların yürüyememesine yol yük çaplı destekleyen çalışmalar bildirilmemiştir.
açar. Bazı olgularda fotosensitivite ve dermatit de bildirilmiştir. - Zehirlenme Tek bir seferde >2 g vitamin C alınmasının karın
VİTAMİN C. Hem askorbik asit hem de: onun okside ürünü ağrısı, bulantı ve kusmaya yol açtığı, >3 g alınmasının ise kân ala-
olan dçhidroaşkorbik asit, biyolojik olarak aktiftir. Vitamin C.oksi- nin aminotransferaz, laktik asit dehidrogenaz ve ürik asit düzeyle­
dasyon-redüksiyon tepkimelerine ve hidrojen iyonu transferi tepki­ rinde yükselmeye neden olduğu bildirilmiştir. Vitamin G oksalata
melerine katılır. Bir anti-oksidan ajan olarak, reaktif serbest radi­ yıkılabileceği için, uzun süreli ve yüksek doz vitamin G tedavisinin
kallerin ve oksijen türlerinin elektronlarını alarak onları etkisiz ha­ böbrek taşı olasılığını artırabileceğinden korkulur. Ancak, daha ön­
le getirir. Vitamin E, flavonoidler ve glütatyon gibi diğer anti-oksi* ceden böbrek hastalığı olan bazı hastalar dışında hiçbir çalışmada
danların rejenerasyonunda da görev alır. Vitamin C ’nin diğer etki­ taş prevalansmda artma gözlenmemiştir. Bu nedenle, böbrek taşı
leri arasında HEM dışı demirin emilimi, kamitiri sentezi ve dopa- öyküsü bulunan hastalara yüksek dozda vitamin C kullanmaması
minin norepinefrine dönüşümü sayılabilir. Vitamin C, bağ dokıi önerilmesi akıllıca olur, Bu nedenle, böbrek taşı öyküsü bulünan
metabolizması ve çapraz bağlarm oluşumunda da önemlidir ve ilaç hastalara fazla miktarda vitamin C kullanması önerilmez. Yüksek
metabolizmasında yer alan enzim sistemlerinin, özellikle de karma doz vitamin G kullanmanın, kanıtlanmamış ancak olası bir diğer
fonksiyonlu oksidaz sistemlerinin bir elemanıdır. Benzer şekilde, riski de demir preperatı kullanan hastalarda demir yüklenmesine
kortikosteroidlerin, aldosteronun sentezine ve kolesterol metabo­ nedenolmasıdir. Yüksek doz VitaminC, glukoz 6-fosfatdehidroge­
lizmasına katılır. Moleküler temeli tam olarak açıklığa kavuşmamış naz eksikliği olanlarda hemolize neden olabilir; ayrıca, >1 g/gün
olmasına karşın, Vitamin C, indirgenmiş metal gerektiren enzima- dozunda idrar glukoz testlerini etkileyebileceği gibi yanlış-negatif
tik tepkimelere de katılır. guaiac tepkimesine de yol açabilir.
Emilim ve Fizyoloji Vitamin G enerji gerektiren, doygunluğa BIO TIN Biotin, çift-halkasal yapı içeren suda çözünen bir vi­
ulaşabilen bir transport sistemi ile emilir;' ve doz arttıkça progresif tamindir. Glukoneogenez ve yağ asidi sentezinde önemli rol oynar,
olarak daha az oranda vitamin emilimi gerçekleşir. Tek bir seferde ve hem sitozolik hem de mitokondriyal karboksilaz enzimlerinin
< 100 mg uygulandığında vitaminin hemen hemen tamamı emilir­ yüzeylerinde CO 2 taşıyıcısı olarak görev alır. Spesifik amino asit­
ken >1 g dozlarında sadece % 50’si veya daha azı emilir. Yüksek lerin (örn., lösin) katabolizmasında da yer aim
miktarlarda alındığında, vitaminin yıkımı, idrar ve feçesle atılımı Biotin, gıdalarda proteinlere bağlı olarak bulunur ve emilebil-
artar. Vitamin C ’nin indirgenmiş formu, lökositlerde, lens dokusun­ mesi için bu yapıdan ayrılması gereklidir. Biotinidaz enzimi vita­
da ve beyinde yüksek düzeylerde bulunur. Erişkin erkeklerde en mini serbestleştirir ve emilmesini kolaylaştırır. Karaciğer, soya fa­
fazla 1500 mg kadar bulunur ve bunun % 3’ü günlük olarak yıkılır sulyesi, maya ve yumurta sarısı çok iyi biotin kaynaklarıdır; ancak
ve yerine konur. Vitaminin yarı ömrü yaklaşık 18 gündür. yumurta beyazında bulunan avidin, biotini sıkıca bağlar ve biyo-
Gıda Kaynakları ve Gereksinim Vitamin C ’nin bol bulundu­ yararlammım azaltır. Biotin, daha az miktarlarda baklagiller, fin-
dik, mantar, karnabahar ve bazı tahıllarda da bulunur. Biotin, bar­ 75 Vitamin ve Eser Mineral Eksikliği ve Fazlalığı 46S
sak bakterileri tarafından da sentezlenir, ama bu miktarın insanlar­
daki önemi belirsizdir. Önerilen günlük biotin miktarı erişkinler ğışıklık, doğal öldürücü hücre aktivitesi ve fagositozda da rol oy­
için 30 pg ve emziren kadınlar için 35 )ig olarak belirlenmiştir.. nar. Vitamin A ticari olarak ester formlarında bulunur, çünkü ester
Biotin eksikliği deneysel olarak yumurta beyazı diyeti uygula­ olarak daha dayanıklıdır.
narak oluşturulmuştur. Ayrıca kısa barsağı olup biotinden yoksun Doğada 600 den fazla karotenoid mevcuttur ve bunların yakla­
parenteral beslenen hastalarda gözlenmiştir. Biotin eksikliği, eriş­ şık 5 0 tanesi vitamin A’ya metabolize olabilir. $-Karoten, provita­
kinde, mental değişiklikler (depresyon, halüsinasyonlar), parestezi, min A aktivitesine sahip olup gıdalarda en çok bulunan karotenoid-
anoreksi ve bulantıya neden olabilir. Gözler, burun ve ağız çevre­ dir. Teorik olarak b-karoten yıkımı sonucunda iki molekül vitamin
sinde olduğu kadar ekstremitelerde de gözlenebilen pullu, seboreik A oluşsa da, karotenoidlerjn vitamin: A’ya dönüşümümü* etkinliği
ve eritematöz döküntüler gelişebilir. Bebeklerde, biotin eksikliği, daha azdır. Diyeüe alman 6 pg veya daha fazla fi-karoten 1 pg reti­
hipotoni, letarji ve apati ile seyreder. Buna ek olarak, bebekte alo- nole eşdeğer iken, 12 pg veya daha fazla provitamin A karotenoidr
pesi ve kulakları da içeren karakteristik bir döküntü oluşabilir. Be­ leri (kriptpksantin, (3-karoten) 1 pg retinole eşdeğerdir,
beklikte gözlenen iki tip kalıtsal biotin eksikliği durumu tanımlan­ Emilim ve M etabolizma Vitamin A nm yaklaşık % 80’i yiye­
mıştır. Birden çok karboksilaz eksikliği sendromu otozomal resesif ceklerden temin edilir ve emilim düşük konsantrasyonlarda taşıyı-
kalınlan bir bozulduk olup yaşamın ilk haftasında ortaya çıkar ve cı-aracılı mekanizma ile gerçekleşirken yüksek konsantrasyonlarda
şiddetli ketoasidoz ye dermatit ile karakterizedir. Tedavide, 10 pasif difüzyon geçerlidir. Provitamin A karotenoidleri yaklaşık
mg/gün olacak şekilde, farmakolojik dozda biotin gerekir. Emilim % 15-30 oranında pasif olarak emilirler ve emilimin etkinliği yük­
ve taşınma defektlerine bağlı olarak, üç ila altı aylıkken gelişen geç sek konsantrasyonlarda çok daha düşüktür. Hem vitamin A hem de
başlangıçlı infantil biotin eksikliği, dermatit, nöbetler, ataksi, hipo­ karotenoidlerin emilimi, barsak tümeninde misel oluşumunu sağla­
toni ve değişik metabolik asidozlarla seyreder. Biotin eksikliğinin yacak yeterli safra konsantrasyonunun oluşumuna bağlıdır. Provi­
laboratuvar tanışı, biotinin idrar konsantrasyonunda azalmasının tamin A karateni epitelyâl hücreye emildikten sonra, küçük bir kıs­
gösterilmesi ile konur. mı ayrılarak vitamin A’yi oluşturur. B-Karotenin daha yüksek doz­
PANTOTENİK A SİT Pantotenik asit, yağ asidi metabolizma­ larında, vitamin A’ya dönüşüm etkinliği azalarak vitamin A zehir­
sı, kolesterol sentezi, steroid hormonlar ve izoprenoid birimlerden lenmesini engeller. Hem vitamin A hem de _-karotenin emilimi, şi-
oluşan diğer tüm bileşiklerin yapımında yer alan koenzim A ve fos- lomikron oluşumunu takiben lenfatik kanallarca sağlanır.
fopantetein’in bir bileşenidir. Buna ek olarak, pantotenik asit, pro: Şilomikronlardaki vitamin A’rnn karaciğer tarafından yakalan­
teinlerin asetilasyoiıunda yer alır. Pantotenik asit, düşük dozlarda ması oldukça etkin bir işlemdir ve vitamin A deposunun yaklaşık
aktif olarak emilirken,: yüksek dozlarda verildiğinde pasif olarak % 90’ı karaciğerde bulunur. Bir vitamin A dozunun yaklaşık % 10
emilir. Vitamin idrarla atıldığı için eksikliğinin laboratuvar tanısı ila 4 0 ’ı karaciğerde okside veya konjuge olarak safra veya idrarla
idrar düzeylerindeki düşüklüğün gösterilmesi ile konur. atılır. Belirli bir vitamin A dozunun yaklaşık % 50’si karaciğer depo
Vitamin, yiyeceklerde yaygın olarak bulunur. Karaciğer, y u ­ havuzuna katılır. Vitamin A, karaciğerde aynı zamanda kollöjen
murta sarısı,, maya ve sebzeler eri iyi1kaynaklandır. Erişkinler için üretimi yapan, yağ depo (Ito) hücrelerinde depolanır. Karaciğer vi­
önerilen miktar 5 mg/gün olarak belirlenmiştin İnsanda pantotenik tamin A’yı retinol formunda, salgılar ve retinol-bağlayıcı proteine
asit eksikliği olabileceği, sadece deneysel olarak düşük pantotenik bağlanarak taşınır. Bu olay gerçekleştikten sonra, retinol-bağlayıcl
asit diyeti verilerek veya spesifik bir pantotenik asit antagonisti uy­ protein kompleksi, transtrietin adlı ikinci bir protein ile etkileşir.
gulanmak suretiyle gösterilmiştir, Pantotenik asit eksikliği bulgula­ Bü üç-molekülİü yapı vitamin A’npı glomerüllerden süzülmesini
rı özgül olmayıp; gastrointestinal rahatsizlık, depresyon, kas engeller, vücudu retinol zehirlenmesinden korur ve retinolün sade­
krampları, parestezi, ataksi ve hipoglisemi ile seyreder. II. Dünya ce retinol bağlayıcı proteinleri tanıyan hücre yüzey reseptörü bulu­
Savaşı sırasında savaş esirleri arasında oluşan "yanan ayak” send- nan spesifik hücreler tarafından alınmasını sağlar. Bir miktar vita­
romunun pantotenik asit eksikliğine bağlı oluştuğu düşünülmüştür. min A, retinol bağlayıcı proteine bağlanmasa da periferal hücrelere
Vitamine bağlı zehirlenme tablosu bildirilmemiştir. , girer. Retinol hücre içine alındıktan sonra, bu kez de hücre içinde
K O LİN Kolin, asetilkolin, fosfolipitler ve betain için öncü bir bir grup retinol-bağlayıci proteinlere bağlanır. Bu bağlanma bazı
bileşiktir. Kolin, hücre membranlarmın yapısal bütünlüğü, koliner- ajanların yıkım! ve taşınması için gerekliyken bazı enzimatik tep­
jik nörona! ileti, lipit ve kolesterol metabolizması ve hücreler arası kimeler için de yardımcı bağlan oluşturiıf. Belirli bazı hücreler re­
sinyalizasyon için gerekli bir maddedir, Yakın zamanda, günlük tinoik asit bağlayıcı proteinleri içerirler. Bunun amacı da yine bazı
olarak alınması önerilen miktar, erişkin erkekler için 550 mg ve ajanların yıkımını sağlamak kadar, retinoik asit metabolizması için
erişkin kadınlar için 425 mg olarak belirlenmiştir. Kolin "şartlı ola­ de gereklidir.
rak esajısiyel" bir besin maddesi olarak değerlendirilebilir; çünkü ll-cjs-Retinaldehid, ışığı yakalayan görme pigmenti kromofor
karaciğerde de novo sentezi mevcuttur ve sentezlenen miktar belir­ olarak işlev görür. Rodöpsin, opsin isimli protein ve retinaldehitten
li bazı stres durumları dışında kullanılan miktardan daha fazladır. oluşur ve çubuk hücrelerin içinde bulunur. İodopSin ise konik hüc­
Kolin eksikliği, kolin içermeyen parenteral beslenme uygulanan relerde yer aim Karanlığa uyumlu retinaya ışık geldiği zaman, ro-
hastalarda oluşmuştur. Eksikliği sonucunda yağlı karaciğer ve tran- dopsinde bulunan 11-eis-retinaldehit, tümüyle-trans formuna izo-
saminaz düzeylerinde yükselme gözlenir. Kolin eksikliğinin tanısı, merize olur. Bu konformasyonel değişim opsinden ayrışmaya ne­
plazma düzeylerindeki düşüklüğün gösterilmesi ile konur. den olarak sinir iletimine ve görsel yanıta yol açar. Retina loş ışık
Kolin zehirlenmesi, hipotansiyon, kolinerjik terleme, ishal, tü­ durumuna döndüğü zaman rodopsin de tekrar oluşur.
kürük oluşumunun artması ve vücutta balık kokusuna neden olur. Retinoik asit, transkripsiyon faktörü olarak görev yapan belirli
Günlük kolin aliminin üst sınırı 3.5 g olarak belirlenmiştir. Tedavi bazı nükleer reseptörler için bağlantı oluşturur. Retinoid-aracılı gen
amaçlı olarak, demansı olan hastalar ile kolesterol ve homosistein transkripsiyonunda iki reseptör ailesi (RAR ve R X R reseptörleri)
düzeylerini düşürücü etkisinden dolayı kardiyovasküler riski yük­ aktif rol aim Retinoid reseptörler, retinoik asit cevap elemanları adı
sek olan hastalara önerilmektedir. Ancak bu tür yararlı etkileri hak­ verilen spesifik DNA alanlarına, dimerik kompleksler olarak bağ­
kında henüz yeterli yayın bulunmamaktadır. lanarak hedef hücrede transkripsiyonu düzenlerler (Konu 327). Re­
VİTAMİN A Vitam in A, tam anlamı olarak bakılacak olursa re­ septörler, bağlanan maddeye yanıt olarak geni baskılayabilir ya da
tinol’ü tanımlamaktadır. Diğer taraftan, retinaldehit ve retinoik asit uyarabilirler. RAR tümü-trans retinoik asit ve 9-cis retinoik asidi
gibi okside metabolitleri de biyolojik olarak aktif moleküllerdir. bağlarken, R X R sadece 9 - c is retinoik asidi bağlayabilir.
Retinoidler terimi, kimyasal olarak retinol ile ilişkili sentetik mole­ Retinoid reseptörler hücre çoğalması ve farklılaşmasında
külleri içerir. Retinaldehit normal görme için gerekli vitamin A for­ önemli bir rol oynarlar. Retinoik asit promiyelositik lösemilerin te­
mu iken, retin oik asit normal morfogenez, büyüme ve hücre farklı­ davisinde yararlıdır (Konu 111). Bu olgularda, yeni bir gen düzen­
laşması için gerekli olan formudur. Retinoik asit, görme fonksiyo­ lenmesi ile, RAR bir takım diğer genlerden biri ile birleşerek [örn.,
nuna katılmaz ve retinole zıt olarak, üreme işlemlerinde yer almaz. t(15; 17)], hücre farklılaşmasında belirgin bir duraklamaya neden
Vitamin A, demir kullanımı, hümoral bağışıklık, T-hücre aracılı ba­ olur. Retinoik asit ile tedavi, RAR’ı aktive ederek, baskılayıcı
466 muştur. Ancak, yüksek dozda (3-karoten kullanılan çalışmalar, pla-
sebo gruba oranla daha fazla akciğer kanseri oluşumuyla sonuçlan-
kompleksleri ayrıştırır ve hücre farklılaşmasını yeniden tesis ede­ mıştır. Lutein ve zeaksantin gibi provitamin A olmayan karotenoid­
rek normal hücre döngüsünü sürdürür. Retinoik asit, keratinizasyo- lerin maküler dejenerasyona karşı koruyucu olduğu düşünülmekte­
nu engellediği, sebum salınımını azalttığı ve muhtemelen iltahabi dir. Yine provitamin A olmayan bir karotenoid olan likopen’in
reaksiyonu değiştirdiği için kistik aknelerin tedavisinde de kullanı­ prostat kanserine karşı koruyucu olduğu belirtilmiştir. Diğer taraf­
lır (Konu 56). R X R ’ler diğer nükleer reseptörlerle ikili yapılar tan, bu ajanların etkinliği yeterli çalışma ile desteklenmemiştir ve
oluşturarak, retirioidlere, tiroide hormonuna ve kalsitriole yanıt ve­ bu biyolojik etkinin altında yatan mekanizmalar bilinmemektedir. *
ren genlerin düzenlenmesine yardımcı olurlar. R X R agonistleri de­ Vitamin A eksikliğinin tanısı serum retinol düzeylerinin ölçül­
neysel olarak insüline duyarlılığa neden olurlar. Bunun da muhte­ mesi (normal aralık, 30-65 pg/dL), karanlığa uyum testi, konjokti-
melen nedeni, rosiglitazon ve tröglitazon gibi tiazolidinedion ilaç­ va sitolojisi (mukus salgılayan hücre sayısında azalma) veya direk
lar için hedef olan peroksizom-prolifere edici-aktif reseptörler karaciğer biyopsisinden ya da dayanıklı vitamin A izotopları kulla­
(PPARlar) için, R X R ’in kofaktör olarak görev almasıdır (Konu nılarak izotopik dilüsyon yöntemiyle vücut depo havuzlarının öl­
333). çülmesi ile konur.
Gıda K aynaklan Yiyeceklerdeki vitamin A değerini belirle­ Oküler değişiklikler ile seyreden vitamin A eksikliğinin tedavi­
mek için retinol eşdeğeri (RE) tanımı kullanılır. Bir RE, 1 pg reti­ si, 100.000 IU (30 mg) kas içine veya 200.000 IU (60 mg) ağızdan
nol olarak belirlenmiştir (0.003491 mmol). Eskiden İR E 6 pg (3-ka- vitamin A uygulanarak yapılmalıdır. Endemik vitamin A eksikliği
rotene eşit olarak değerlendiriliyordu; fakat çalışmalar l R E ’nindi- olan bölgelerde bu tedaviyi takiben 6 aylık intervallerde 200.000
IU vitamin A kapsülleri uygulanır. Malabsorbsiyonu, karanlığa
yetsel kaynaklarda 12 ila 20 pg (3-karotene eşit olabileceğini gös­
uyum bozukluğu veya oküler değişiklikler ile birlikte gece körlüğü
termiştir. Daha eski kaynaklarda vitamin A sıklıkla uluslar arası
bulunan vitamin A eksikliği olan hastalar, 1 ay süresince 50.000
ünite (IU) olarak ifade edilirdi; burada 1 R E 3.33 IU retinol ve 12
IU/gün (15 mg/gün) su miseli preperatlar kullanılarak oral yoldan
IU (3-karotene eşittir, fakat bu birimler artık hiçbir tıbbi veya bilim­
tedavi edilmelidirler. Daha sonra gerçek serum retinol düzeyleri ta­
sel literatürde yer almamaktadır. Günlük olarak alınması önerilen
kip edilerek daha düşük bir idame dozla tedaviye devam edilir.
vitamin A düzeyi erişkin erkekler için 1000 RE, erişkin bayanlar
Zehirlenme Vitamin A zehirlenmesi ilk olarak kutup ayısı ka­
için ise 800 RE olarak belirlenmiştir»
raciğeri yiyen Kuzey Kutbu kaşiflerinde ve erişkinlerde 150 mg,
Karaciğer ve balık çok iyi birer vitamin A kaynağıdır; provita­
çocuklarda 100 mg uygulama yapıldıktan sonra rastlanmıştır. Akut
min A karotenoidlerini içeren bitkisel kaynaklar arasında koyu ye­
zehirlenme, kafa içi basıncın artırtası, vertigo, diplopi, çocuklarda
şil ve koyu renkli meyve ve sebzeler sayılabilir. Pirinç, buğday, mı­
bıngıldakların kabarması, nöbetler ve eksfoliyatif dermatit ile sey­
sır ve yumru köklü bitkiler bir miktar karotenoid içermelerine kar­
reder ve ölümle sonuçlanabilir. Kronik,vitamin A zehirlenmesi, bir­
şın, bunlarla beslenenlerde vitamin A eksikliği oluşabilir. Bu yiye­
kaç ay boyunca 50.000 IU/gün (15 mg/gün) vitamin A kullanan
ceklerin temel besin kaynağı olduğu bölgelerde, özellikle çocuklar
erişkinlerde ve 20.000 IU (6 mg/gün) alan çocuklarda gözlenir. Ku­
vitamin A eksikliği oluşmasına dahâ duvarlıdırlar; çünkü, ne anne
ru cilt, çeliyozis, gloşsit, kusma, alopesi, kemik» ağrıları, hiperkal-
ne de inek sütünde eksikliği önleyecek miktarlarda vitamin A bu­
semi, lenf nodu büyümeleri, hiperlipidemi, amenore ve papil öde­
lunmamaktadır. Dünyada vitamin A eksikliğinin belirgin olarak
mi ile birlikte kafa içi basınç artışı ile seyreden psödö tümör sereb-
gözlendiği yerler arasında Afrika, Güney Amerika ve Güneydoğu
ri bulguları ile seyredebilir. Portal hipertansiyon ile birlikte karaci­
Asya’nın bazı bölgeleri sayılabilir. Vitamin A eksikliği her yıl 250
ğer fibrozu ve kemik demineralizasyonu da kronik vitamin A zehir­
000 den fazla çocukta oluşmakta, körlüğe nedeii olmakta ve %50
lenmesinde oluşabilir. Gebe kadınlara yüksek miktarda vitamin A
mortalite hızına ulaşmaktadır. Batılı ülkelerde ise, vitamin A eksik­
verildiğinde spontan düşükler, kraniofasiyel anomaliler ve kalp ka­
liği genellikle yağ malabsorbsiyonu ile ilgili olan hastalıkları olan
pak hastalıkları gibi konjenital malformasyonlara rastlanabilir. Ge­
(örn., çölyak sprue, kısa barsak sendromu) hastalar arasında gözle­
belikte, günlük vitamin A dozu, 10 000 IU (3 mg) yi aşmamalıdır.
nir. Beraberinde çinko eksikliği olması, vitamin A’nın karaciğer de­
Yaşlı kişiler, alkolikler ve karaciğer hastalığı olanlar vitamin A ze­
polarından mobilizasyonunu engellediği gibi, gözde rodopsin sen­
hirlenmesine daha duyarlıdır. Akut hepatit, oldukça yüksek düzey­
tezini de bozar; bu nedenle eş zamanlı çinko eksikliği olması vita­
de karaciğer vitamin A depoları bulunan kişilerde, zehirlenmeyi te-
min A eksikliğini daha da alevlendirir. Alkol, alkol (retinol) dehid-
tikleyebilir. Ticari olarak satılan retinoid türevlerinin de, 13-cis-re-
rogenaz için yarışarak gözde retinolün retinaldehite dönüşümünü tinoik asit de dahil olmak üzere, toksik olabileceği unutulmamalı­
engeller. Mineral yağ, neomisih ve kolestiramin gibi ilaçlar vitamin dır (bazı doğumsal defektlerle ilişkilendirilmişlerdir). Sonuç ola­
A’mn emilimini bozarlar. rak, 13-cis retinoik asit kullanan kadınlar en az bir yıl süresince ko­
Eksiklik Vitamin A eksikliği semptomları arasında, hiperkera- runmaya devam etmelidir.
totik deri lezyonlan, gece körlüğü (loş ışıkta görememe), göz kuru­ Karotenoidlerin yüksek dozları toksik semptomlara neden ol­
luğu, kserozis ve Bitot lekeleri adı verilen, sklerada gözlenen beyaz maz. Ancak, günde > 30 mg (3-karoten alıntından sonra, derinin sa­
yamalar şeklindeki keratinize epitel sayılabilir» Agresif kseroftalmi rılaşması ile karakterize (el ayası ve ayak tabanı çizgileri) karote-
kornea ülseri ile sonuçlanabilir. Eğer tedavi edilmezse, korneanın nemi oluşabilir; skleralar sararmaz. Hipotiroidili hastalar karotene-
proteolitik yıkımı ve yırtılması sonucunda kalıcı körlük oluşabilir. mi gelişmesine özellikle hassastırlar; çünkü karatenin vitamin A’ya
Komeal ülseri olan hastaların vitamin A ile tedavisine rağmen ka­ yıkımı bozulmuştur. Karotenlerin diyetten çıkarılması ile 30 ila 60
lıcı kornea skarlanna bağlı olarak körlük oluşabilir. Vitamin  ek­ günde karotenemi ve derinin sararması geçer.
sikliği olan çocuklarda özellikle enfeksiyon hastalıkları, kızamık, VİTAMİN D (Bkz. Konu 340).
solunum yolu hastalıkları ve ishallere bağlı ola

You might also like