Professional Documents
Culture Documents
Uvt 73352
Uvt 73352
David Hume
2 3
Çevirenler: Ece Aydoğdu – Uğur Ekren
Bu kitabın son yıllarda İngiltere’de büyük rağbet gören başka bir çok çalışma
ile aynı düzlemde olduğu görülmektedir. Tüm Avrupa’da son seksen yıl içinde
çok gelişmiş olan felsefi ruh bu krallıkta, başka herhangi bir ülkede olduğu kadar
büyük bir mesafe kaydetmiştir. Yazarlarımızın, insanlığın hem eğlenmesi hem de
yararlanması için dünyanın henüz tanıştığı herhangi başka bir şeyin verdiğinden
daha fazla ümit veren yeni bir tür felsefe başlatmış olduğu görünüyor. Antikçağda
insan doğasını inceleyen filozofların çoğu akıl yürütme ve refleksiyonda derinleş-
mekten çok duyguda incelik, moral konularla ilgili doğru bir duyuş ya da ruh yü-
celiği göstermişlerdir. Onlar ard arda gelen önermeler zincirini kurmadan ya da
düzenli bir bilim kurmak için çeşitli doğruları edinmeye kalkışmadan, en parlak
ışıklarla düşünceye ve ifadeye en iyi biçimi vererek insanlığın sağ duyusunu tem-
sil etmekle yetinmişlerdir. Fakat insan biliminin izin vermediği türden bir kesinli-
ğe hiç olmazsa doğa biliminin elverişli görünen bazı kısımlarında ulaşılmaya çalı-
şılabilir. Doğa filozofunun bu konuda kesinliğin en yüksek derecesine ulaşabile-
ceğini hayal etmesi bütünüyle makul görünüyor. Çeşitli fenomenleri inceleyerek,
bunların ortak bir ilkeye bağlandıklarını ve bu ilkenin de bir diğeri tarafından iz-
1
Essays in Philosophy, “An Abstract of a Treatise of Human Nature, David Hume”, Editcal by Houston
Peterson, yy, Pocket Library, ty, pp. 10-27.
Bu çeviriyi titiz bir şekilde gözden geçiren hocamız Sayın Dr. Akın ETAN’a içten teşekkürlerimizi suna-
rız.
2
İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü Öğrencisi.
3
Dr., İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümü.
Bu, diğerleri arasında söz konusu yazarın da dahil olduğu son filozoflarımızın
amacı olarak görünüyor. Söz konusu yazar düzenli bir şekilde insan doğasının
anatomisini yapmayı önerir ve tecrübenin izni dışında hiçbir sonuç çıkarmamaya
söz verir. Yazar hipotezlerden küçümsemeyle söz eder ve bu hipotezleri moral
felsefeden uzak tutmuş olan yurttaşlarımızın dünyaya, deneysel fiziğin babası
olarak kabul edebileceğimiz Lord Bacon’dan daha fazla hizmet ettiklerini düşünür.
Bu vesileyle kendi aralarında bir çok noktada farklı olmalarına rağmen Bay Locke,
Lord Shaftesbury, Dr. Mandeville, Bay Hutcheson, Dr. Butler, insan doğasıyla
ilgili incelemelerini özenli bir şekilde tecrübeye dayanarak yapmakta bütünüyle
anlaşmış görünüyorlar.
için anlaşılabilir kılabilirsek, bu açıklamalar kitabın bütünü için bir model olarak
hizmet edebilir.
Yazarımız, ‘hiçbir keşfin idelerle ilgili bütün tartışmalar hakkında karar ver-
mek için bundan yani izlenimlerin her zaman idelerden önce geldiği ve her idenin
onun karşılığı olan izlenimin ilk ortaya çıkışıyla hayal gücü tarafından kurulduğu
düşüncesinden daha memnun edici olmadığını ve bahsedilen bu son algıların hep-
sinin hiçbir tartışmaya yer vermeyecek şekilde açık ve seçik olduğunu; buna karşı-
lık idelerimizin bir çoğunun belirsiz olduğunu, onları oluşturan zihin için bile do-
198 David Hume
Olgu durumuyla ilgili tüm akıl yürütmelerin neden ve etki bağlantısında te-
mellendiği açıktır ve nesneler dolaylı ya da dolaysız olarak birbirlerine bağlı ol-
madıkça, hiçbir zaman bir nesnenin varoluşunu bir diğerinden çıkaramayız. Böy-
lece bu akıl yürütmeleri anlayabilmek için neden idesiyle tam anlamıyla tanışık
olmamız gerekir; ve bunu yapabilmek için bir başka şeye neden olan bir şeyi bul-
mak üzere çevremize bakmalıyız.
Masada duran bir bilardo topuna doğru bir diğer bilardo topu hızla hareket
eder. Çarpışırlar; ve başlangıçta hareketsiz olan top şimdi harekete geçer. Neden
ve etki bağıntısıyla ilgili bu örnek, duyum ya da düşünme yoluyla bildiğimiz başka
herhangi bir şey kadar mükemmel görünüyor. Ancak şimdi bunun böyle olup ol-
madığını gözden geçirelim. Açıktır ki iki top birlikte hareket etmeden önce birbir-
lerine dokunmuştur ve çarpma ve hareket arasında hiçbir zaman farkı olmamıştır.
Zamanda ve mekânda bitişiklik bu yüzden bütün nedenlerin işlemesi için gerekli
bir koşuldur. Aynı şekilde, neden olan hareketin etki olan hareketten önce olduğu
açıktır. Bu yüzden zamanda önce gelme her nedendeki bir diğer gerekli koşuldur.
Fakat bununla sınırlı değildir. Şimdi biz aynı türden başka topları benzer bir du-
rumda denersek her zaman birinin itmesinin diğerinde harekete yol açtığını göre-
ceğiz. Burada bu yüzden üçüncü bir koşul, yani neden ve etki arasındaki sürekli
biraradalık koşulu vardır. Neden türünden her nesne daima etki türünden bir nes-
neyi açığa çıkarır. Bu nedende üç koşulun yani bitişiklik, önce gelme ve sürekli
biraradalığın ötesinde hiçbir şey bulamam. İlk top hareket halindedir; ikinciye
dokunur; ikinci dolaysızca hareket halindedir: ve bu deneyi aynı ya da benzer top-
larla, aynı ya da benzer koşullarda denediğimde bir topun hareketi ve dokunma-
sından dolayı hareketin her zaman diğerinde devam ettiğini görürüm. Bu sorunu
hangi şekilde ele alırsam alayım ve ne kadar yoklarsam yoklayayım daha ötede bir
şey bulamıyorum.
İnsan Doğası Üzerine Bir İncelemenin Özeti 199
Neden ve etkinin ikisi de duyulara sunulduğunda durum böyle olur. Şimdi bi-
rinden bir diğerinin varolduğu yargısına vardığım zaman çıkardığımız sonucun
neye dayandığını görelim. Bir topun diğer bir topa doğru düz bir çizgi üzerinde
hareket ettiğini görüyor olduğumu varsayalım, hemen çarpışacakları ve ikinci
topun da harekete geçeceği yargısını dolaysız bir şekilde çıkarırım. Bu nedenden
etkiyi çıkarmaktır ve hayatımıza yön verişimizde tüm akıl yürütmelerimiz bu tür-
dendir: tüm tarih inancımız bunun üzerine kuruludur; ve sadece geometri ve arit-
metik dışında tüm felsefe buradan türer. Eğer iki topun çarpışmasından çıkardığı-
mız sonucu açıklayabilirsek tüm durumlarda zihnin bu işleminin hesabını verebili-
riz.
Anlayış gücüyle tam olarak donatılmış bir insan, mesela Adem, tecrübe ol-
maksızın yaratılmış olsaydı, asla ilkinin hareketi ve itmesinden ikinci topun hare-
ket edeceğini çıkarsayamazdı. Bizi etkiyi çıkarsamaya götüren şey aklın nedende
gördüğü herhangi bir şey değildir. Böyle bir çıkarım, mümkün olsaydı sadece ide-
lerin karşılaştırılmasında temellenmiş bir kanıtlamaya varabilirdi. Fakat nedenden
etkiye olan çıkarımın bir kanıtlamaya varmayacağının açık bir kanıtı vardır. Zihin
daima herhangi bir etkinin herhangi bir nedenden ve gerçekten herhangi bir olayın
bir diğerinden kaynaklandığını tasarlayabilir: Ne tasarlarsak tasarlayalım en azın-
dan metafiziksel anlamda mümkündür; fakat ne zaman bir kanıtlama yer alırsa
bunun tersi imkânsızdır ve bu bir çelişkiye işaret eder. Bu yüzden neden ve etkinin
herhangi bir bağlantısı için bir kanıtlama yoktur ve bu genellikle filozoflar tarafın-
dan kabul edilen bir ilkedir.
Tüm bilimiyle Adem’in, doğanın aynı şekilde devam etmek zorunda olduğu-
nu ve geleceğin geçmişe uygun olması gerektiğini asla kanıtlayamayacağı açıktır.
Mümkün olanın yanlış olduğu asla kanıtlanamaz; ve böyle bir değişimi tasarlaya-
bildiğimiz sürece doğanın akışında bir değişikliğin olabilmesi mümkündür. Hatta
daha öteye gideceğim ve Adem’in geleceğin geçmişle uygun olmak zorunda oldu-
ğunu olası savlarla kanıtlayamayacağını ileri süreceğim. Tüm olası savlar gelecek
ile geçmiş arasındaki bu uygunluk varsayımı üzerine kurulmuştur ve bu yüzden
asla kanıtlanamaz. Bu uygunluk bir olgu durumudur; ve eğer kanıtlanması gereki-
yorsa tecrübeden başka hiçbir kanıta imkân tanımaz. Ancak geçmişteki tecrübemiz
geçmişle gelecek arasında bir benzerlik olduğu varsayımından başka gelecekle
ilgili hiçbir kanıt sağlamaz. Dolayısıyla bu, kanıtı olmayan ve herhangi bir kanıt
olmaksızın kabul ettiğimiz bir durumdur.
Bu yüzden hayatın rehberi olan şey akıl değil alışkanlıktır. Tüm durumlarda
geleceğin geçmişe uygun olduğunu zihnin varsaymasını belirleyen sadece budur.
Bu adımı atmak son derece kolay görünse bile, sonsuzluğa uygulamak söz konusu
olduğunda, akıl asla bu adımı atamaz.
Bu çok tuhaf bir keşiftir fakat bizi daha tuhaf olan başka keşiflere de götürür.
Bir bilardo topunun bir diğerine doğru hareketini gördüğüm zaman, zihnim alış-
kanlıkla dolaysız bir şekilde olağan etkiye ulaşır ve ikinci topun hareket ettiğini
tasarlayarak beni bir beklentiye sokar. Fakat hepsi bu kadar mıdır? İkinci topun
hareketini tasarlamaktan başka bir şey yapamaz mıyım? Tabii ki hayır. Onun ayrı-
ca hareket edeceğine de inanırım. O zaman bu inanç nedir ve herhangi bir şeyin
basit kavranışından nasıl ayrılır? İşte filozoflar tarafından düşünülmemiş yeni bir
soru.
İnsan Doğası Üzerine Bir İncelemenin Özeti 201
İkinci olarak zihin bir çelişki içermeyen tüm ideleri bağlama yetisine sahiptir,
ve bu yüzden inanç basit bir kavrayışa eklediğimiz bir ideden ibaret olsaydı ona bu
ideyi eklemekle, insanın, tasarlayabildiği herhangi bir şeye inanmaya gücü yeterdi.
Böylece inanç bir kavrayışa işaret ettiği için ancak bundan daha fazla bir şey
de olduğu ve kavrayışa da yeni bir ide eklemediği için bundan onun, bir nesneyi
tasarlamanın farklı bir tarzı olduğu – tüm idelerimiz gibi, iradeye bağlı olmayan,
hissetmeyle ayırtedilebilir türden bir şey olduğu sonucu çıkar. Zihnimiz, bir diğe-
rine doğru hareket eden top olarak görülür nesneden, ikinci topun hareketi olarak
olağan etkiye alışkanlık yoluyla geçer. Sadece bu hareketi tasarlamakla kalmaz;
hareketin tasarlanışında bir salt hayal ürününden farklı olan bir şey hisseder. Bu
görülür nesnenin verilişi ve belli bir etki şeklindeki sürekli biraradalık, ideyi, her-
hangi bir veriliş olmaksızın zihne ulaşan gevşek idelerden farklı olarak, hissedişe
bağlar. Bu sonuç biraz şaşırtıcı görünüyor fakat şüpheye yer vermeyen bir öner-
meler dizisi bizi bu sonuca götürmektedir. Okurun hafızasını rahatlatmak için on-
ları kısaca yeniden ele alacağım. Olgu durumu nedeni ya da etkisinden başka bir
şeyle kanıtlanamaz. Bir şeyin diğer bir şeyin nedeni olduğu, tecrübe olmaksızın
bilinemez. Geçmişteki tecrübemizi geleceğe genişletmek için hiçbir sebep göste-
remeyiz fakat bir etkinin kendi olağan nedeninden çıkacağını tasarladığımızda
202 David Hume
Yazarımız inancı gevşek bir kavrayıştan farklı kılan tarzı ya da hissedişi açık-
lamaya geçer. Yazar herkesin kendi içinde taşıdığı, bilincinde olması gereken bu
hissi, kelimelerle tasvir etmenin imkânsız olduğu hususunda duyarlı görünüyor. O
bunu kimi zaman daha güçlü, kimi zaman daha canlı, daha parlak, daha kuvvetli
ya da daha yoğun bir kavrayış olarak adlandırır. Gerçekten inancımızı oluşturan
bu hisse hangi adı verirsek verelim, yazarımız zihnimiz üzerinde onun kurgudan
ve saf kavrayıştan daha güçlü bir etkiye sahip olduğunun açık olduğunu düşünür.
O bunu sadece doğruluk ya da öyle kabul edilen bir şey tarafından harekete geçiri-
len tutkular ve hayalgücü üzerindeki etkileriyle kanıtlar. Şiir bütün sanat gücüne
rağmen gerçek hayattakine benzer bir tutkuya asla neden olamaz. Şiir, inanış ve
sanışlarımızı yöneten nesnelerle hiçbir zaman aynı tarzda hissedemeyen kendi
nesnelerini asli bir şekilde kavrayamaz.
Aynı şekilde inancın sadece özel bir hissetme ya da duygudan oluştuğunu ka-
nıtlamak için yazarın öne sürdüğü bir çok savı atladım. Bunların sadece birinden
bahsedeceğim; geçmişteki tecrübemiz her zaman aynı değildir. Bir etki bazen bir
nedenden, bazen de bir diğerinden çıkar: Bu durumda daima en genel olanın var
olacağına inanırız. Diğerine doğru hareket eden bir bilardo topu görüyorum. Bu
topun kendi ekseni üzerinde mi hareket ettiğini ya da ona masa boyunca sekmesi
için mi vurulmuş olduğunu ayırt edemem. İlk durumda, topun çarpıştıktan sonra
durmayacağını bilirim. İkincisinde durabilir. Birincisi en genel olanıdır ve bu yüz-
den açıklamamı bu etkiye dayandırırım. Fakat aynı zamanda diğer etkiyi, müm-
kün olarak ve nedenle bağlantılı olarak tasarlarım. Bir kavrayış hissetmede ya da
duyguda diğerinden farklı olmasaydı aralarında hiçbir farklılık olmazdı.
İnsan Doğası Üzerine Bir İncelemenin Özeti 203
dışı bir şey söylemek zorunda olduğunu bilgin ve düşünürler dünyasının anlama-
sını sağlayabilirsem, bu benim için yeterlidir.
Tüm bu söylenenlerle okur bu kitapta felsefenin oldukça septik bir tarzda ele
alındığını ve bize insanın anlayış gücünün yetersizlikleri ve dar sınırları hakkında
bir fikir verme eğiliminde olduğunu kolayca anlayacaktır. Bu kitaptaki akıl yürüt-
melerin neredeyse tümü tecrübeye indirgenmiştir; ve tecrübenin bizi ulaştırdığı
inanç özel bir duygu ya da alışkanlıktan kaynaklanan canlı bir tasarım olarak açık-
lanmıştır. Hepsi bu kadar değildir; herhangi bir şeyin dışsal var oluşuna inandığı-
mız ya da artık nesneyi algılamadığımız bir anda var olduğunu varsaydığımız
zaman bu inanç aynı türde bir duygudan başka bir şey değildir. Yazarımız diğer
çeşitli septik konular üzerinde diretir; ve tüm bunlardan yetilerimizi onayladığımız
ve aklımızı kullandığımız sonucuna, başka türlüsü bizim elimizde olmadığı için,
varır. Eğer doğa bu konuda çok güçlü olmasaydı, felsefe bizi tamamıyla
Pyrrhoncu kılardı.
ğı olan savlardır. Bunu, sonsuz bölünebilirlikle ilgili olanlar kadar dakik sonuçları
kabul edecek derecede yeterli olan geometrinin kesin bir bilim oluşunu inkâr ede-
rek yapar. Yazarın savları şu şekilde açıklanabilir. Tüm geometri eşitlik ve eşitsiz-
lik fikirleri üzerine kuruludur ve bu yüzden bu bağıntıyla ilgili tam bir ölçüye sa-
hip olmamıza ya da olmamamıza göre bilimin kendisi büyük bir kesinliğe sahip
olacak ya da olmayacaktır. Şimdi eğer niceliğin bölünmez noktalardan oluştuğunu
kabul edersek, eşitliğin kesin bir ölçüsüne sahibiz demektir. İki çizgi, onları oluş-
turan noktaların sayısı eşit olduğu ve birinin üzerindeki bir nokta, diğerinin üze-
rindeki bir noktaya karşılık geldiğinde eşittir. Fakat bu ölçü kesin olsa da, yarar-
sızdır; çünkü herhangi bir çizgideki noktaların sayısını hiçbir zaman hesaplayama-
yız. Üstelik bu, sonlu bölünebilirlik varsayımı üzerine kuruludur ve bu yüzden
hiçbir zaman kendisine karşı bir sonucu karşılayamaz. Eğer bu eşitlik ölçüsünü
reddedersek herhangi bir kesinlik iddiasına sahip hiçbir ölçü kalmaz. Genellikle
kullanılan iki ölçü söz konusudur. Örneğin bir yard üzerindeki iki çizginin bir inç
gibi eşit sayıda en küçük türden bir nicelik içerdiğinde eşit olduğu söylenir. Fakat
bu bir çember içinde dönmektir. Çünkü birinde bir inç dediğimiz niceliğin diğe-
rinde bir inç dediğimiz şeye eşit olduğu varsayılır: Ve sorun hâlâ şudur, onların
eşit oldukları yönünde yargıda bulunduğumuzda, hangi ölçüye dayanarak karar
vermiş oluruz; ya da diğer bir deyişle, onların eşit olduğunu söylediğimizde ne
demek isteriz? Eğer daha küçük nicelikleri alırsak sonsuza (in infinitum) kadar
gidebiliriz. Dolayısıyla bu, eşitliğin ölçüsü değildir. Filozofların büyük bir bölü-
mü eşitlikle ne demek istedikleri sorulduğunda sözcüğün hiçbir tanımının verile-
meyeceğini ve bu terimi anlayabilmemiz için bir çemberin iki çapı gibi iki eşit
cismin göz önüne alınmasının yeterli olduğunu söylerler. Şimdi bu söylenenler
nesnelerin genel görünüşlerini bu oranın ölçüsü olarak alır ve hayal gücümüzü ve
duyularımızı onun en son yargıçları kılar. Fakat böyle bir ölçü hiçbir kesinliği
kabul etmez ve hayal gücüne ve duyulara karşıt bir sonuç çıkaramaz. Sorunun bu
şekilde ele alınış tarzının uygun olup olmadığına ilişkin kararı yazar bilginler ve
düşünürler dünyasına bırakmalıdır. Sonsuz bölünebilirlik sorusuyla ilgili olarak
birbirleriyle insafsız bir şekilde mücadele etmiş olan felsefe ve sağ duyuyu uzlaştı-
ran bazı çarelerin bulunması kesinlikle arzu edilir.
Yazarımız yeni bir zorunluluk tanımı vererek tüm tartışmanın yeni bir ışık al-
tında ele alınabileceğini ileri sürer. Aslında özgürlüğün en gayretli avukatları insan
eylemleriyle ilgili olarak bu biraradalığa ve çıkarıma yer vermelidir. Onlar sadece
zorunluluğun bütünüyle bundan oluştuğuna karşı çıkacaklardır. Fakat o zaman
maddeye ilişkin olaylarda başka bir şeyin idesine sahip olduğumuzu göstermek
zorundadırlar, yukarda sözü edilen akıl yürütmelere göre bu imkânsızdır.
Tüm bu kitap boyunca felsefede yeni buluşlar yönünde büyük iddialar vardır;
fakat eğer herhangi bir şey yazara bir mucit adı kadar ihtişamlı bir unvan verebilir-
se bu onun felsefesinin büyük bir kısmında yer alan idelerin çağrışımı ilkesini
kullanmış olmasıdır. Hayalgücümüzün idelerimiz üzerinde büyük bir otoritesi
vardır; onun ayıramayacağı, birleştiremeyeceği ve kurgunun tüm çeşitliliğinde
oluşturamayacağı birbirinden farklı olan hiçbir ide yoktur. Fakat hayalgücünün
imparatorluğuna rağmen belirli ideler arasında gizli bir bağ ya da birlik vardır, bu
birlik zihnin onları daha sık birbirlerine bağlamasına neden olur ve biri ortaya
çıktığında diğerinin de görünüşe çıkmasına yol açar. Bir konuşmada ya da kaleme
alınan bir metinde söylenenlerin birbiriyle bağıntılı olarak birbirini izlemesi ve bir
kimsenin en bağlantısız hayal kurmalarında bile doğal olarak yer alan düşünce
zinciri ya da silsilesi buradan kaynaklanır. Bu çağrışım yasaları üçe indirilebilir
yani benzerlik – Bir resim doğal olarak onu resmeden kişiyi düşünmemize yol
açar: Bitişiklik – Aziz Denis’den bahsedildiğinde Paris idesi doğal olarak akla
gelir: Nedensellik – oğulu düşündüğümüzde dikkatimizi ister istemez babaya yö-
neltiriz. Eğer zihinle ilgili olduğu sürece, bu ilkelerin sadece evrenin parçalarını
bir araya getiren bağlar olduklarını ya da bizi, bizim dışımızdaki herhangi bir kişi-
ye ya da nesneye bağladıklarını düşünürsek, bunların insan doğasına ilişkin bilim-
de ne denli önemli sonuçları olduğunu kavramak kolay olacaktır. Çünkü herhangi
bir şey ancak düşünce yoluyla tutkularımız üzerinde etkide bulunduğundan ve
tutkular düşüncelerimizin yegâne bağları olduklarından, bunlar bizim için gerçek-
ten de evrenin çimentosudur ve zihnin işlemleri geniş ölçüde bunlara bağlı olmak
zorundadır.